Global S fyani G lerin Mehdi Ordusu – I D

Transkript

Global S fyani G lerin Mehdi Ordusu – I D
Global Sahte Mehdi Ordusu
IŞİD
Bir Süfyan Ordusu’dur
Faruk Arslan
Özgeçmiş Yerine
Kimim, kim değilim!
Ne iş yapıyorum? Wilfrid Laurier Üniversitesinde, Din ve Cinsellik, Şeytan, Mit ve Semboller,
Sufizm ve İslam derslerinin okutmanıyım. Başka ne iş yapıyorum? Sufi Therapy Counselling
şirketinde, Sufi terapi ve Mind Over Mood modellerini uygulayan Uzman Psikoterapistim. Daha
başka ne iş yapıyorum? Canadatürk, Marmara Times, Çorum Manşet gazeteleri ve Sufi
sitelerimde köşe yazısı, yılda iki kitap yazıyorum. Daha daha ne iş yapıyorum? Seminer ve
konferanslarda konuşmacıyım, Skype üzerinden uluslararası bireysel Sufi terapi sunan uzman
Psikoloğum.
Kim değilim? 4 yıl okuduğum GATA’nın bana 30 Mart 2011′de gönderdiği mektuba göre,
yaşamıyorum, var değilim, ölüler zaten konuşmazlar! Görevli ve görevsiz, biat etmiş veya biat
etmemiş gazeteci ve yazar değilim. Eden bulur, zulmeden aynısıyla karşılaşır kuralına gülenim.
İslam, sadece mollalara değil tüm insanlara ve inananlara gönderildi diyen münzevi sade bir
Sufiyim, sofistike yobaz Hoca ve bir şeyh değilim.
AK trollerin ve Süfyanizm Komitesi’nin zannettiği gibi çok büyük bir adam, veya Hizmette çok
önemli biri, makam ve yetki sahibi değilim. Dünyada dikili ağacı taşı olan dünyaperest, makam
mansıp düşkünü putperest, şan şöhret hastası medya budalası, dünyayı hiç seven değilim. Allah’a
sade, sıradan bir kul olmaktan başka değerim yok. Ancak sıradışı yaşam becerilerini teröpatik
olarak uygulayan uygulatan bir çılgın bir veli olamasamda bir deliyim.
Süfyanizm Komitesi’nin veya herhangi bir otoritenin tehdit, şantaj, korkutma ve sindirmelerini
takacak, susturulacak bir koyun değilim. Kanada’nın Wilfrid Laurier ve York Üniversitelerinde
Sosyoloji, Master Social Work okumuş, 25 kitap yazarı Sufi gazeteciyim; görüşler şahsımı
bağlar, özgür yürür. 17 ve 19 yaşlarında iki evlat büyütmüş ‘full time’ bir baba, eşini mutlu
etmek için çırpınan bir köleyim, 3. çocuğumuz Muhammed Alpaslan Salih, 23 Ağustos’da
Kitchener’da doğdu. Yani Erdoğan’ın Tutkun Akbaş’a Medya Gündem’de karalattığı gibi
Toronto LGBT topluma içine soktuğu “Homo bir ajan” değilim. Bunu söyleyenlerin eşi
ebediyen 3 talakla boş olsun diyenim!
AK trollerin ifira attığı gibi “Kabak” kodlu “MOSSAD ve CIA ajanı”, “Vaftiz olmuş Hıristiyan”,
“Homoseksuel”, “Cinci Hoca” değilim; böyle konuşanların yalancının eşi 3 talakla ebediyen boş
olsun haydi, hodri meydan diye rest çeken cesur ve mert biriyim. Hırsızlık, soysuzluk, rüşvet
almış, haram yemiş bir Kamu soyguncusu, yetim hakkı yemiş, kul hakkı Allah hakkına girmiş
bir günahkar çok şükür değilim. Allah böyle suçlar, günahlar işleyenleri ıslah etsin diye dua
edenim.
Gülen Hocaefendi, 1991′de eski Sovyet ülkelerine gidecek 19 deli aradığında talip olup,
yurtdışına ilk çıkan adanmış ekipten bir muhabbet fedaisiyim. Azerbaycan’da Hizmet’in her
işine 24 saat koşturmuş, bu arada Uluslararası İlişkiler, Uluslararası Hukuk masterı da yapmış,
vaktini verimli, bereketli kullanan bir ilim ve okuma hastayım. Dost ve düşman kazıklarına,
hançerlemelerine şerbetli, öyle kolay kolay alınacak, şahıslaraa takılacak, küsecek, incinecek,
Araf’ta kalacak akılsız biri değilim.
Beklentisiz, kibirsiz, gösterişsiz, müstağni, iffetli Allah rızası odaklı yaşam tek arzum; 30 yıldır
davasına vefalı, sadık, bin defa başını kesseler yolundan dönecek bir namert değilim. Hakkımda
dedikodu, gıybet yapan, yapacak tüm şakirtlere hakkını peşinen helal etmiş sade bir kulum,
kınayanın kınamasından korkan hiç değilim. Ne iş yaparım, kimim, kim değilim açıklamak
zorunda kaldığım için hacalet çekiyorum ama fitnecilerin ağzı torba değil susturacak, torba değil
ki büzebilecek kabiliyette söz üstadı değilim. Rüyeti Şir mahlaslı amatör Sufi bir şairim.
3 yıl Ankara’da diplomasi, dış baskılar, başbakanlık, dışişleri, başbakanlık ve enerji
muhabirlikleri yaptığım için kaynaklarım sayısız. Sosyal biriyim, arkadaş sayım onbinleri
geçmesi ayrımcılık yapmamamdandır, Komünist, Alevi, sağcı, solcu, topçu ayırmam. Biri insan
olsa yeter; köpek, domuz, yılan, akrep, sırtlan gibi insan gözüken hayvanlarla anlaşamıyorum.
Sosyal Çalışan uzmanıyım, yardım isteyene hemen ve hızlı, hiç ayrım yapmadan Hızır gibi
yardıma koşmak kuralımdır, kibir, kin, nefret, haset, kıskançlık ve bencillik lügatta yazmaz. Kin,
nefret, haset, kıskançlık, gıybet, nemmamcılık, koğuculuk yapanların şahsına değil, işledikleri
cürümlere düşmanım, acıyan değilim.
Kafirlere, müşriklere, münafıklara, fasıklara karşı şiddetli, azametli, müslümanlara karşı
merhametliyim, tevazu gösteririm, tevazunun enaniyetini takmam, çeşitli maskeler takmam. İki
yüzlü politika izleyen, yalancılığı meslek haline getirmiş aldatanları Müslüman gözükselerde
sevmem, yanlışa, zulme tahammülsüz Ebu Zerlik yapan bir Ebu Dücaneyim. Sufilikte rol
modelim Hz. Ali, Abdülkadir Geylani, Muhyiddin Arabi, Mevlana, Şemsi Tebrizi, Yunus Emre,
Niyazi Mısri, Said Nursi ve Gülen Hocaefendi’dir.
Beşikten mezara kadar ilim tahsili peşinde koşan, sürekli okuyan, yazan, konuşan divaneyim,
Allah’tan ilim istedim, hiç para istemedim. Süfyanizm Komitesi, yerli ve global tüm şeytanlar
ülkeme, İslami Hizmetlere hücum etmiş zulmederken, zulme sessiz kalacak ahmak değilim. Dert
ve dertli, mert ve namert birbirine karıştı, at izi ile it izi belli değil bu ahirzaman fitnesinde; hakkı
batıldan ayıran Ömer Faruk’um.
Toplumsal bir şizofreni yaşanıyor. Bu kutuplaşmayı siyasi ikbali için destekleyenler, Firavun,
Nemrud, Karun olsa, asla tırsacak değilim. İnsanlar 6′ya ayrılır. Seçilmişler, atanmışlar, elit
soysuz soylular, bordro mahkumları, Hizmet eden Allah kulları ve garipler, garibim.
50 defa yazdım, yine yazıyorum. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı dışında Hizmet’i temsil eden ve
adına konuşan kişi ve kurum yoktur, cemaat yazarı, sözcüsü değilim. Yüksek İnsani Değerleri
savunduğu için cemaatı ve Hizmeti destekliyorum, insanlığa sunduğu barış formülü en dinsizi
bile imana getirir.
Faruk Arslan
1 Eylül 2014, Canadatürk gazetesi, Köşe yazısı
Önsöz
Yeni Türkiye hayalim!
“Yükün dürüstlükse gücün düşer belki ama başın düşmez!” Kızıldereli Atasözü.
Yeni Türkiye hayalimde, Filistin devleti kurdurmak için İsrail’e baskı yapan, Gazze’ye Türk
barış gücünü yerleştirecek bir iradeye ihtiyacımız var. Yeni Türkiye hayalimde, ‘Gazze zulmüne
engel oluyorum’ diye nara atıp, onursuz politika izlerken perde arkasında ‘İsrail ile iş pişiren’
kimse yoktur. Yeni Türkiye hayalimde, Hz. Ömer gibi devlet mumuyla şahsi işlerini görmeyen,
bir ferdin hakkı hukuku çiğnense adaleti sağlayacakları devlet büyüğü olarak görmek isterim.
Yeni Türkiye hayalimde, atanan vali ve idareci Hz. Ömer döneminde olduğu gibi halkın en fakiri
çıkar, kılı kırk yaran bir evliya gibi olur. Yeni Türkiye hayalimde, devlet ne kadar zengin olursa
olsun idareci Hz. Ömer misali, kendi parasıyla, hergün kendisine ‘ya Ömer senden büyük Allah
var’ dedirtir.
Yeni Türkiye hayalimde, Hazine arazisinde ve inşaata kapalı sit alanında kanunu yamultup
kendine villalar yaptıran başbakan, bakan kim olursa olsun kesinlikle yargılanır. Yeni Türkiye
hayalimde, evinde ayakkabı kutusunda 4.5 milyon dolar saklayan banka müdürü, kolunda 750
binlik saat takan bir rüşvetci asla bakan olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, bakan oğulları, kızları,
partili yakınları devleti söğüşleyemez. Devletin kuruşuna halel getirmeyecek bir hukuk düzeni
özlerim. Yeni Türkiye hayalimde, hırsızlık yapan Hz. Peygamber’in kızı Fatıma olsa adaleti
sağlarım diyen devlet adamı, polis, savcı ve hakimler olur. Yeni Türkiye hayalimde, kin, nefret
ve ayrımcılık suçlarını işleyen tir tir korkar, hırsızlar hukuk düzeninden çekinir, devleti ve bireyi
soymayı hayal bile edemezler.
Yeni Türkiye hayalimde, bazı ihalelerde Hazine garantisini kendi cebine haraç olarak sokan,
Havuz Medyası ile harama karışan biri asla başbakan olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, ağacı,
yeşili kesip AVM yapan, Hazine arazisini 49 yıllığına yakınlarına bedavaya kiraya veren,
devletin kültür varlıklarını yandaşlarına hediye eden, Orman arazisini ise rüşvetle satan hırsızlar
asla iktidar olamaz, olsa bile hesap verirler.
Yeni Türkiye hayalimde, başbakan, bakan, milletvekilli ihale peşinde koşmaz, devlete hadim,
millete hadime olurlar, sopa vurup, havuç yedirmezler. Yeni Türkiye hayalimde, yolsuzluk ve
israf düzeni, yüzde 10 veya 20 komisyonla verilen devlet ihaleleri ve sırtlanlar gibi semirenler de
yok. Yeni Türkiye hayalimde, devletin cebinden yoksullara kömür, gıda yardımı yapıp siyasi
partisine oya çeviren düzenbazlar kesinlikte olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, devlet yoksullara
sosyal yardımı devlet görevlisi sosyal işçilerle yapar, bir siyasi parti oy rantına bu zaten
yapılması gereken yardımları yontamaz. Yeni Türkiye hayalimde, siyaset rant kazanma, devleti
soyma mesleği olmaktan çıkar, herkes siyaset yapabilir, sivil toplum çok güçlü olur. Yeni
Türkiye hayalimde, iktidara gelenler devletin milletin varlıklarını vergisini soyup soğana
çevirmesin diye denetleme mekanizması işler. Taşeron sistemi ile haraç çarkı kurulamaz,
Soma’da insan hayatları riske atılamaz.
Yeni Türkiye hayalimde, Türk ordusu vatandaşını, polisini, cemaatını, siyasi partileri iç düşman
diye fişlemez, kumpas kurun emri vermez. Yeni Türkiye hayalimde, cumhurbaşkanı yürütme
erkinin gönderdiği yasaları onaylayan Çankaya noteri değildir, ağırlığı ve saygınlığı vardır. Yeni
Türkiye hayalimde, ülkenin başbakanı, cumhurbaşkanı takım tutar gibi taraf tutmaz, bir cemaatı
veya grubu ele geçirmeye asla kalkışmaz. Yeni Türkiye hayalimde, 40 yılda yetişmiş Anadolu
evladını bahanelerle kapı önüne koyan, özlük haklarını elinden alan yasalar çıkartan yok. Yeni
Türkiye hayalimde, 60 küsur yıldır demokratik ve adil biçimde yapılan seçimde üçkağıtçılık, hile
yapan, trafoya kedi kaçıranlar olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, ülkemizi kin, nefret, hased ve
kıskançlık söylemleriyle ortadan ikiye bölen siyasetçiler ekmek yiyemez, hapise girer. Yeni
Türkiye hayalimde, devletin gücünü ve milletin vergisiyle oluşmuş Hazine’yi kullanarak devlet
dini cemaatı kuran sivil toplum katili politikacılara, gazetecilere, idarecilere müsamaha yoktur.
Yeni Türkiye hayalimde, yılların İhvani Müslim hareketini RABITA, Suudi ve Katarlardan
aldığı rüşvet uğruna dış politikasını satanlar olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, ABD ve İsrail’in
IŞİD aracıyla Sünni ve Şii savaşı çıkartan, Müslümanları öldüren teröristlere koltuk çıkan kimse
yok. Yeni Türkiye hayalimde, Özgür Suriye Ordusu kuruyorum diye El Nusra ve IŞİD’e 2000 tır
roket, silah ve sarın gazı satan bir yönetim olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, ABD ve İsrail’in
Büyük Kürdistan tezgahını milletine Osmanlı’yı kuruyoruz diye anlatan, bölücülük yapana yer
yok. Yeni Türkiye hayalimde, ABD ve İsrail’in Kürdistan planı yürüsün, PKK elebaşı Abdullah
Öcalan’a söz verildi diye kendi polisini mağdur edenler olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, 170
ülkede açılmış, alnımızın akı, ülkemizin imajını parlatan Türk okullarını kapattırmaya çalışan
başbakan olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, Anadolu’nun bağrında yoğrulmuş asırların Sufi
İslam geleneğini Suudi Vehhabi ve RABITA’ya değişen bir siyaset olamaz.
Yeni Türkiye hayalimde, İran istihbaratı SAVAMA’nın Acem uşakları 25 milyar dolar akıtarak
satın aldığı nüfuz ajanlarıyla at oynatamaz, millete kumpas kuramaz. Yeni Türkiye hayalimde,
28 yaşında İran uşağının tezgahında devlete kaçak ticaret yaptıran, kayıp 2 milyar dolarını
gizleten hırsızlar olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, evinde bulunan 1 milyar doları sıfırlamak için
oğlunu kızını devreye sokan, kaynağını göstermemek için kıvırtan yok. Yeni Türkiye hayalimde,
Hazine’den 35 milyon aldığı yardım ile cihad yapıyoruz diyen, seçimi bir savaş görüp hile ve
yalanı meşru sayan politikacılar olamaz, olsa bile marjinal kalır.
Yeni Türkiye hayalimde, İslam ümmetine yardım etmemiz için çok zengin olmamız lazım diye
seçmenini kandırıp villlarda yaşayan egoistlere yer yoktur, dini sömürü düzeni olamaz. Yeni
Türkiye hayalimde, devletin veya üniversitelerin din adamlarından fetva alıp tüm yanlışlarını
dine kalıba uyduran devlet adamı olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, vatandaşına çapulcu, ananı
alda git, haşhaşin diyenler devlet adamı olamaz, tımarhanede terapilik hasta olabilir. Yeni
Türkiye hayalimde, siyaseti devleti çıkarları, ticareti için bir tezgaha çeviren, İslami değerleri ve
kutsallarımızı istismar eden olamaz, olsa bile millet dini değerleri kullanarak istismar etmekten
kamu vicdanında mahkum eder.
Yeni Türkiye hayalimde, otoriter, diktacı, dediğim dedik çaldığım düdük, ben yaptım oldu, hesap
vermem diyen bir sorumsuz başbakan asla olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, sosyal hukuk
devleti beklentimizi piçe hiçe çeviren, hayal kırıklığı meydana getiren başbakan olsa ve namaz
kılsa ne yazar, kimseye hayrı yoktur, millete, devletimize ancak yük olur. Yeni Türkiye
hayalimde, biat almadığı kim varsa vatan haini ve casus ilan etmek için sahte delil toplattıran,
yasaları keyfine kullanan olamaz, olsa zaten devlet payidar kalamaz.
Yeni Türkiye hayalimde, rüşvet, haraç, komisyon, zorla bağışa fetva alıp, ‘ İslam halifesiyim,
yüzde 20 Humus benim doğal hakkım’ diyen bir başbakana, cumhurbaşkanına asla yer yoktur.
Yeni Türkiye hayalimde, vatan evladı Muhsin Yazıcıoğlu gibi yiğitlerimizi devletin bekası deyip
kendi istikbali için infaz eden ahlaksızlar, edepsizler kanun karşısında hesap verir, bu tür cinayeti
kimse aklına bile getiremez. Yeni Türkiye hayalimde, sivil toplumu öldüren, insan haklarına,
ifade ve düşünce özgürlüğüne saygısız, kırmızı boğa gibi vatandaşına, cemaatlere, gruplara
saldıran başbakana yer yok. Yeni Türkiye hayalimde, iktidarına muhalif isimleri, kurulan
SADAT’ına, İran’ın Laşgavar Takavar 23 ve İsrail’in SİMBET’ine siparişle ‘faili meçhul yapın,
öldürün’ diyecek kadar kimse alçalamaz.
Yeni Türkiye hayalimde, akademi dünyasını özgür düşünce açıklamasınlar diye korkutan,
üniversiteleri ele geçirmeye çalışan biri başbakan olmaz, olsa ülkemin aydınları karşı çıkar. Yeni
Türkiye hayalimde, milletine ait 100 bin şirketini fişleyip baskı altına alan, haksız rekabet
oluşturup rantına rant katan başbakan yoktur, olsa zaten ülkede düzen ve güven sağlanamaz.
Yeni Türkiye hayalimde, medyanın başbakan tarafından devletin gücü, milletin vergisi
kullanılarak suistimal edildiği özgür olmadığı düzen yoktur. Yeni Türkiye hayalimde, kendi
medyasını devletin milletin cebinden kaynakla, çaba sarf etmeden oluşturan, ALO Fatihlerle
yöneten sansürcü başbakana yer yok. Yeni Türkiye hayalimde medya özgür ve bağımsızdır,
siyasetçilere yaranan dalkavuk, yalaka gazeteci ve yazarlar iş bulamaz, yok olur giderler. Yeni
Türkiye hayalimde, twitter, facebook kapatan, İnternete sansür getiren, her siyasi görüş
açıklayanı hain, casus ilan eden iktidar var olamaz, yıkılır gider. Yeni Türkiye hayalimde
devletten geçinen lümpen asalaklar güruhu oluşturan, hırsızlık düzenini korumak için maaşla
küfür yazan yoktur. Yeni Türkiye hayalimde, sosyal medya canavarları yoktur, devletin
kasasından millete sövemezler, bireysel haklara saldırı ciddi soruşturulur. Yeni Türkiye
hayalimde, kuvvetler ayrılığı ilkesi düzgün çalışır, yürütme erki diğer üç erki kontrol edip kendi
halkı başında boza pişiremez.
Yeni Türkiye hayalimde, kendi vatandaşlarını din, ırk, mezhep, siyasi görüş anlayışına göre
fişleyen MİT ile Gestapo bir istibdat rejimi yoktur. Yeni Türkiye hayalimde, MİT gazeteci ve
köşe yazarlarına baskı, korku ile haber ve yorum yazdırmaz, bunları işe alıp yemlemez, kimseye
şantaj yapamaz medya yoluyla açıkca tehdit edemez. Yeni Türkiye hayalimde, dürüst vatansever
insanlarını dışlayan, yolsuzluk yapmayana hayat hakkı tanımayan, hırsızlık şebekesi kuranlara
yer yoktur. Yeni Türkiye hayalimde, devletin en kilit noktalarına sızan İran, Suudi Arabistan,
İsrail, ABD ve Almanya nüfuz ajanlarını baştacı eden bir yönetim bulunamaz, devlet erki buna
izin veremez.
Yeni Türkiye hayalimde, akılsız inşaat projeleri ile yalandan ekonomiyi canlandırdım derken,
üretim yapmayan, dışa bağımlı ekonomi de yoktur. Yeni Türkiye hayalimde, 25 milyar dolar
IMF borcunu ödedik derken, vatandaşlarını ve şirketlerimizi 367 milyar dolar borçlandıran
devlet bulunmaz veya milleti kandırarak uyutamaz. Yeni Türkiye hayalimde, sabah konuştuğunu
akşam yalanlayan çelişkili açıklamalar yapan, münafık alametlerini üzerinde barındıran biri
başbakan asla olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, kendi ordusuna, polisine, yargısına operasyon
yapan, İslami cemaatleri devletleştirme peşinde güç delisi bir başbakana, hele tüm yetkileri tek
elinde toplamaya çalışan diktatör, Firavun, Nemrud, Karun bir Cumhurbaşkanına hiç yer yoktur.
Yeni Türkiye hayalimde, kendi elit zenginlerini oluşturmak için ihale bağlayan, ihale kanununu
160 defa değiştiren biri asla başbakan olamaz. Yeni Türkiye hayalimde, İran, Suudi Arabistan ve
Katar’dan rüşvet alıp dış politikasını ABD ve İsrail’e satan, bölücü bir başbakan iktidarda
kalamaz. Yeni Türkiye hayalimde, hırsızın polisi yakaladığı, başbakanın hesap vermediği,
kanunları kafasına göre değiştirdiği, hukukun yamulması yoktur. Yeni Türkiye hayalimde,
yandaş iş adamlarına devletin imkanlarının peşkeş çekildiği, ihalalerine fesat karıştırıldığı bir
hırsızlık düzeni yoktur, böyle bir düzene halkımız prim veremez.
Yeni Türkiye hayalimde, ayrımcılık, ırkçılık, eşitsizlik, adaletsizlik, kin, nefret suçlarının alenen
hemde başbakan tarafından işlendiği bir ülke yoktur. Yeni Türkiye hayalimde, akademisyenleri,
gazetecileri, aydınları, din adamları baskı altında, korkusundan konuşamayan, tırsık bir ülke yok.
Yeni Türkiye hayalimde, halkına söven, küfreden, iftira atan, kumpas kuran, sahte delil
oluşturan, kanun hukuk tanımayan başbakana asla yer yoktur. Yeni Türkiye hayalimde, saltanat
sevdalısı, halkını iç düşman gören ve zulmeden bir başbakan, bakanlar, parti devleti bulunamaz.
Eğer bunların olduğu bir yeni Türkiye kuruyorsanız bunun adı eski Türkiye’dir ve olsa olsa bu
düzenin adı cehennemdir! Yeni Türkiye hayalimde, Erdoğan’a yer yok gibi gözüküyor. Yeni
Türkiye hayalim, bir manifesto niteliğinde sosyolog gazeteci, akademisyen ve yazar talepleridir,
Erdoğansız bir Türkiye vacip değil, farz oldu. Yeni Türkiye hayalim, mutlaka olması
gerekenlerdir. Başka bir Türkiye, bölge lideri modern, gelişmiş, saygın, demokratik, laik bir
sosyal hukuk devleti olamaz.
Giriş
IŞİD Turnusoldur!
Yakın zamanda Irak'ta görev yapmış, hâlâ Irak ve Suriye'deki diyaloglarını taze tutan bir
diplomatla dün biraz lafladık, deşifre zamanı! Yakın zamanda Irak'ta görev yapmış, hâlâ Irak ve
Suriye'deki diyaloglarını taze tutan bir diplomatla dün biraz lafladık, deşifre zamanı! Bu insan ne
cemaate, ne de Tayyiban rejimine yakın değil! Belli münasebetlerden ötürü tanıdığım bu şahıs
dürüst ve vatansever birisidir!
Bu insan ne cemaate, ne de Tayyiban rejimine yakın değil! Belli münasebetlerden ötürü
tanıdığım bu şahıs dürüst ve vatansever birisidir! Bu diplomat kişinin Irak ve Suriye
izlenimlerini ve oradaki genel havayı birlikte arzediyorum! Görüşlerimi ise en son sizlere
arzedeceğim. IŞİD'in elindeki rehineler yakınlarıyla telefon görüşmeleri yapıp, durumlarının iyi
ve rahat olduklarını söylüyorlarmış! Bu doğru mudur henüz bilemiyoruz. Musul rehine krizi
odukca çakma gibi duruyor. SORU 1: 30 Özel harekat elemanı ölme ve öldürme vazifeli
olmasına rağmen konsolosluk neden teslim oldu?
Hani bizden habersiz yaprak kımıldamazdı? SORU 2: Irak'ta MİT cirit atarken baskından
habersiz olması düşünülemez iken neden göz yumuldu? SORU 3: Musul Konsolosluğu bir
haftadır baskını bildirip, şehirdeki hareketliliği rapor etmesine rağmen DİB neden gereken
adımları atmadı? SORU 3: Musul Konsolosluğu bir haftadır baskını bildirip, şehirdeki
hareketliliği rapor etmesine rağmen DİB neden gereken adımları atmadı? SORU 4: IŞİD'e
güvenenler (Erdoğan, Ahmet Davudoğlu, MİT) kumpasa geldiklerini ne zaman farkettiler? Zira
diğer konsolosluklar ardından tahliye edildi!
Herkes zate bunu merak ediyor! SORU 5: Tarık Haşimi/Mesud Barzani/Selahaddin Demirtaş
(Abdullah Öcalan) ile sıcak diyalog kuran hükümet neyi hedefliyor? SORU 6: IŞİD ne kadar
askeri güce ve nüfusa sahip? 2000 tır silah roketle sınırdan nasıl geçtiler? Hangi sınırları kimler
organize etti? SORU 7: IŞİD kimin projesi? Müslümanlarda algı operasyonunu kimler yaptı?
Finansörü kim? Silahları sağlayan kim? Türkiye olayın neresindedir? Ne kadar çamura battı?
SORU 8: Musul konsolosluğuna yapılan baskın ve rehineler konusunda kime, nasıl mesaj
verildi? Devlet nezdinde (MİT/DİB) nasıl algılıyor? SORU 9: Rehinelerle kim? Neyi amaçladı?
Ülkemizin A/B/C planı varmı? Karşı tarafın A/B/C planı ne olabilir? Ülkemizde neden hiçbir
devletlü bir adım atamadı? SORU 10: IŞİD projesine lojistik destek veren Tayyiban rejimine ne
vaat edildi? Senaryonun Saddam'ın Kuveyt müdahalesinden farkı varmı? SORU 11:
BOP/OSLO/ Türkiye Birleşik Devletleri planlarını yapanlar birbirinin aynı merkez veya kişiler
olabilir mi? Kiminle aynı safta ülkemiz? Yoksa muhataplarınca dağıtılan bir küçük mavi
boncuka tavmı oldu liderimiz?
SORU 12: BOP'ta tüm ülkeler birkaç parçaya bölünürken, Kürtlere kanton
(İran/Irak/Suriye/Türkiye) vaat edilmesi tuhaf değil midir? SORU 13: Osmanlının veliahtı olan
Türkiye'ye Kuzey Irak ve Kuzey Suriye Kürtleriyle Anadolu Federasyonu vaadi saçma ve garip
değil midir? Genelkurmay Başkanı Necdet Özel kendilerinize sormadığınızı 30 Ağustos 2014’de
açıkladı, peki Kürtlere özerklil vermek için Türk milletine sordunuz mu? Sorsaydınız, yine de
sizi seçerler miydi? SORU 14: Kuzey Irak'ın Kerkük'ü işgal etmesine, Türkmenlerin TR'den
mahrum edilmesine Tayyiban rejimi federasyon için mi göz yumuyor?
SORU 15: Ülkemize vaatlerin yalan çıkması halinde buna karşı koyabilecek altyapıya sahip
misiniz Vehhabilerin ve Neoconların güçlü Türkiye istemediğini öngörmüyor musunuz? SORU
16: Bağımsızlık hayalleri kuran Kürtler federasyona giderse halklarına katiyen izah
edemeyeceklerini Tayyiban rejimi öngöremiyor mu? Veya Kürtler hangi kumpasın içine itiliyor
farkında mı? IŞİD ile Kürtleri savaştırıp, birbiri ile anlaşamayan Kürt hizipleri aynı amaç
doğrultusunda biraraya getiren, PKK’yı terör örgütü olmak çıkartan ve dünya kamuoyunda
legalize eden IŞİD gerçekten Ankara’ya mı, İsrail’e mi hizmet ediyor?
Diplomata sorduğum16 sorumu maalesef kimse devletlüye korkusundan yöneltemedi ve
kamuoyu ne olup bittiğini net anlayamadı. . Diplomata göre, IŞİD bir ABD projesi! Bu konuda
hemfikiriz. Suud ve Katar finansalı sağlandı ve, Ankara IŞİD için silah ve militan desteğinde
bulundu! Sünniler üzerinden Suriye/Irak'ta radikal İslam konuşlandı! Özgür Suriye Ordusu
yanılsamasıyla desteklenen El Nusra ve IŞİD projenin askeri disiplini Türkiye’dce SADAT,
Irak'ta BAAS üzerinden yapıldı! Neden inkar edemiyorsunuz?
SADAT'in halen ne olduğunu bilmeyen cahil varsa izah edeyim: Erdoğan Rejiminin JİTEM'i!
Bu sözde siyah sancaklı kahraman devlet katillerini özel infazlar için yetiştrdiler. Diplomata
göre, tüm dünyadan IŞİD'e büyük katılımların olması imkansız! Burada yanılıyordu. Militan
sayısı bir rivayete göre 70 bine ulaştı. Sınırdan bu kadar insanın geçemeyeceğini düşünüyor!
IŞID'in militan sayısı konusunda yabancı medyada çelişkili rakamlar dolaşıyor. 20 bin, 40 bin,
50 bin ama El Nusra'nın yüzde 90'sının yerli olduğu kesin! Diplomata, cevaben dedim ki:
Suriye/Irak/Ürdün sınırları izafi olduğu için eşek sırtında dahi onbinlerce insanı rahatlıkla
geçirebilirsiniz. Haddizatında Türkiye'de silah ve insan lojistiği yapıldığını sağır sultan dahi
biliyor! Ancak diplomat insan geçişine inanmak istemiyordu! Diplomata göre, BOP Ortadoğu’yu
çok daha fazla parçaya bölecekti. Mesela birkaç Şii devleti kurulması planlanıyor. Sünni devlet
başkanı ise Tarık Haşimi olacaktır!
Akıl, devletlünün başta olsaydı, Irak ve Suriye halen devlet kabiliyetine sahip değilken, aşiret ve
kabilelere göre uydu devleti kurup, BOP’u vee IŞİD’i başına bela almazdı! Diplomat,:Türkiye
Federal Birleşik Devleti kurulacak diyor başka bir şey demiyordu! Selahattin Demirtaş,
Kürdistaan başbakanı, Mesut Barzani bölgesel başkan ve Erdoğan genel başkan olacak dedi. Çüş
demişim! Biraz akıl verdim: Bu mavi boncuk Enver paşaya, Saddam Hüseyin'e, Turgut Özal'a da
vaad edilmişti! Sonuçlar ise tarihi raflarda duruyor! Diplomat, rehineler üzerinden Türkiye
Ortadoğu karanlığına çekilmek isteniyor; bu şekilde Türkiye Birleşik Devletlerinin önünün
açılması hedefleniyor, Erdoğan’a yeni Osmanlı kurma vaadi verildi görüşündeydi!
Diplomata itiraz ettim: Türkiye bataklığa davet ediliyor. Kuveyt'e müdahele eden Saddam'a
kesilen fatura Türkiye'ye de kesilmek isteniyor! Ülkemiz Ortadoğu’daki fitneye bulaşırsa, halklar
arasında yüzyıllarca yılda oluşmuş kardeşlik hukukuna tecavüz etmiş sayılacaktır! Akrabalık
bağlarımız kopabilir! Diplomat, 2016 ABD seçimleriyle birlikte Ortadoğuda yeni bir dalga
operasyonu gerçekleşecek ve ABD sadece çıkarlarına göre hedefe kitlenir diyordu. Diplomata
Türk devlet kadrolarının Ortadoğu'daki soludukları yanlış atmosferi paylaştım! Sanırım, bu
insanlar paralel evrende yaşıyorlar! BOP, iştahı kabarık birkaç devlet ve derin dünya düzeni
tarafından 1996'da çok önceden hazırlandı. Haritada değişikliği kimse istemez ki! Diplomata,
2003'de yazdığım Matrix, 2005'de Net Kırılma, Aydoğan Vatandaş'ın Armageddon ve Haarp
kitaplarını okumasını tavsiye ettim.
Diplomatın 1. soruma cevabı: Rehine olayı Türkiye bilgisi dahilinde bir mizansendi oldu! Yoksa
Erdoğan ve adamları ölümüne savunurlardı dedi. Zira hiçbiri korkak değildir! Cevabım net idi:
Tayyiban rejimi kumpasa geldi. Ayrıca 1.500 kişiye karşı konsolosluğu savunmak akıl karı
değildir. Devlet ciddiyeti aranır! Konsolosluktaki zırhlı araçlarla çıkabileceklerini iddia etti!
Cevabım keskindi: Nereye kaçacaksınız? MİT ve DİB içtihad skandalı eli/kolu bağladı!
Basiretsizlik vardı. 1 hafta önceden alınan istihbarata göre konsolosluk boşaltılmalıydı. Diğer
konsolosluklarda aynı hata tekrarlanmadı!
Erdoğan’ın güvendiği dağlara kar yağdı. Rehineler üzerinden ülkemiz girdaba çekilecek veya
tribüne gönderilecekti. Karşı tarafın istediği oldu. Diplomatın 6. ve 7. sorularıma dair fikri bile
yoktu! Zira selefi anlayışın İslami kesimlerde ne anlama geldiğini bilmiyordu! Ülkemizde kör
nokta bu olsa gerek! Bu eserle önemli bir boşluğu kapatmayı amaçlıyorum. 2017'de dünya
çapında değişikliklerin olacağını, aklı selim herkes bekliyor. Sosyologlar olarak daha net
görüyoruz toplumu uyandıracağız. Tayyiban sanırım Kerkük'ü Kürtlerin almasını istiyor.
Böylelikle Kerkük Türkiye Birleşik Devletlerine katılacakmış (!) Aklımızla alay ediyorlar!
Tiran'ın yolsuzluğa ve rüşvete dayalı kurduğu şeriat devletinin ahmaklıklarına bugün kim karşı
çıkıyorsa, yarın Yeni Türkiye'yi onlar kurar. Tiran'ın yolsuzluğa ve rüşvete dayalı kurduğu şeriat
devletini yanlışladığı için bedel ödeyenin cemaat olması Ultra Ulusalcıları korkutuyor. Ultra
Ulusalcılar ve Kemalistler,AKP ve Cemaat birbirini yiyor diye sevinç naraları atıyor. Yolsuzluk
pek umurlarında değil cemaate gıcıklar. bir dost dedi: Ülkemizde halkın yüzde 80'i küçük ve
büyük oranda Tiran'ın rant sisteminden besleniyor; herkes cebine girene bakar oldu. AKP'de
Tiran'a kazançlarından büyük rüşvetler veren iş adamları da beni aramaya başladı. Vermek
istemiyorlarmış, yazsam belki insaf edermiş!
Türkiye, Osmanlı, hatta Selçuklu'da çok hırsız devlet adamı görüldü ama Erdoğan gibisini analar
doğurmadı; bu konuda doktoralar yapılmalıdır. Enerji Bakanlığında dönen ve Erdoğan'a
aktarılmak zorunda olan haraçların meblağını bilseniz küçük dilinizi yutarsınız; tam bir halk
adamı canım! Hayran kaldım doğrusu! Erdoğan büyük ihale verdiklerine mutlaka bir koordinatör
tayin ediyor, hiç birine güvenmiyor. Kazandırdığı paraların haracını tam alıyor.
Erdoğan'a rüşvet, haraç, komisyon veya aile vakıflarına zoraki milyonlarca dolar bağış yapmak
zorunda olanlar, beni okuyarak umutlanıyorlar. 14 yıldır dost AKP'li yardım istiyor, yaz abi
diyor, Tiran bağladığımız işe ortak, bir görüşmede 3 milyon dolar rüşvet istedi, sevemiyoruz!
891 tl asgari ücreti 5 milyondan fazla insan, maaşı diye alıyor. Her çalışan 4 kişiden biri bu.
Ekonomi büyümez, inşaat yaparsın hep! İsraf! 650 milyonluk başbakanlık binasını Ebu Zer
Gifari görseydi Amr İbn As'a ve Muaviye’ye dediği gibi derdi: Para devletinse haram, kendi
cebinden ise israf!
Yandaş iş adamları, ranttan yeterince güçlendiğinde kentsel dönüşüm adı altında rantsal
dönüşüme başladılar. Tiran, hepsinden haraç alıyor. Fitneyi besleyen, işi yalan dolan, iftira,
bühtan ve küfretmek olan 16 bin maaşlı Ak troll'ü bir dostum Süfyanizm'in borazanlarına
benzetti. Erdoğan ülkemizi aile şirketi, holdingi gibi yönetiyor; haracını almadan ne ihale
verdiriyor nede hayat hakkı tanıyor.
IŞİD tuzağına Erdoğan nasıl düştü?
IŞİD tuzağına Erdoğan, sadece İsrail yanlısı Stratfor baskısıyla değil, Vehhabi Suudi ve
Katar’dan gelen sıcak milyar dolarlar hatrına razı oldu ve bile bile akılsızca kumpasa düştü.
AKP’nin İsrail ile vıcık vıcık ilişkilerinin ortaya dökülmesi, Gazze katliamını gözardı ederek
ticaretin devamı ve cemaaata saldırısı verilmiş sözler olduğunun birer isbatıdır. İslam düşmanı
siyonist Yahudiseverlerin merkezi Stratfor’un BOP planını hayat geçirmekle görevli Recep
Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan’ın cemaatı hedef tahtasına oturtması İsrail işidir. Dış düşman ve
komplo üretme çabasıyla tam tersinden çakma algısı, çamur at izi kalsında ki mantıksızlıklar ve
tutarsızlıklar sırıtıyor, tutması mümkün değildir. Sürdürülmesi imkansız yalanlar bunlar.
Neden mi tüm dünyada değişik üniversitelerde çalışan, Türk olmayan Müslüman veya başka
dinlerden akademisyenler, gazeteciler ve aydınların hepsine yakını İslam düşmanı siyonist
Yahudiseverlerin Ortadoğu için uyguladığı dehşete düşüren Stratfor planını gördü, okudu ve
makaleler, haberler, yorumlar yazdılar. Tüm bunları Erdoğan ve MİT, Türk kamuoyundan uzun
süre gizleyemez. Türk akademisyenler Erdoğan’ın hışmından kariyer endişesiyle korkuyorlar ve
gerçekleri bugün yazamıyorlar. Akademisyenler içinde Gökhan Bacık, İhsan Yılmaz, Sedat
Laçiner, Savaş Genç ve Mahmut Akpınar sürecin kahramanları oldu. Yenilerini de bekliyorum.
Suriye iç savaşı konusunda İsrail’in işine gelen Neoconların derin istihbarat merkezi Stratfor
planını Erdoğan ve Fidan neden uyguladı? Bu plan ülkemize büyük zarar verdiği halde neden
ısrar edildi ve kimseyi dinlemeden hareket ediyorlar? Neoconların derin istihbarat merkezi
Stratfor planını MİT Müsteşarı Fidan, Ömer Çelik ve İbrahim Kalın kaç defa ABD’ye gidip
tartıştı? Neden bunları kamuuyu ile paylaşamadılar? İsrail’in ülkemizi uçuruma sürüklediğini
neden göremiyorlar? İktidar çok tatlı geldi elbette. Güç zehirlenmesi yaşadı. AKP ülkeyi kendi
çiftliğine döndürdü, oy vermeyen düşman, hain oluverdi.
Bu hengamede,tabii ki cemaatın etki gücü İslam düşmanı siyonistlerin Neoconların derin devlet
istihbarat merkezi Stratfor planını ve hesaplarını bozuyor. Bu nedenle hedefe kondu zaten.
Cemaatı infaz planının Neoconların derin devlet istihbarat merkezi Stratfor planı olduğunu en iyi
MİT Müsteşarı Fidan ve Erdoğan biliyorlar. Neoconlar ve IŞİD projesi koordinatörü John
McCain’ı ile Stratfor Ortadoğu planını görüşen MİT Müsteşarı Fidan, Cemaat’ı infaz ettiriyor ve
AKP’nin Müslüman tabanı bu onursuzluğa sesini çıkartamıyor.
Neoconlar ve IŞİD projesi koordinatörü John McCain’ı da hadi sallayın, peki söyleyin bakalım
Stratfor planını görüşmek için MİT Müsteşarı Hakan Fidan kaç defa ABD’ye gitti? Ne görüştü?
Ta 12 Nisan 2012′de kişisel sitemde Stratfor planını ve haritasını yayınladım. İngilizce makale
yazdım. Erdoğan ve AKP’ye İslam düşmanı siyonist Yahudiseverle ortaksınız demek istedim
ama anlamadılar, anlamak istemediler, şimdi de cemaata İsrail yandaşı diyerek tersinden
çakıyorlar.
Kültür Bakanlığı yapan Ertuğrul Günay, AKP’nin geldiği noktayı verdiği mülatta çok güzel
özetledi: ” Dış politikada geldiğimiz nokta, bir iflas tablosu. ‘Komşularımızla sıfır sorun’, bence
güzel bir hayaldi. Bunun turizmde de, ticarette de ekmeğini yedik. Ama sonra vazgeçildi.
Suriye’nin çıkmaz sokak olduğu belliydi. Bakanlar Kurulu’nda iki buçuk yıl önce Suriye uyarısı
yaptım. “Burası Baas’ın kurulduğu yerdir. Sanmayın ki Baas’ı Sünni ve Şii Araplar kurmuştur.
Bu bir Arap milliyetçiliği hareketidir. Karşınızda beklenmedik çevreleri bulacaksınız. Yönetimin
çok garip ittifakları olduğunu göreceksiniz. Kaldı ki bir muhalefet yok. Suriye, Arap coğrafyası
içinde istihbarat anlamında en sağlam kökleri olan devlettir. Dışarıdan adam taşıyarak onu
yıkamazsınız” uyarısı yaptım.
Başbakan, “Sen kendini üzme, 6 ay içinde bitecek bu iş” dedi. Sayın Davutoğlu, vadeyi kısalttı.
“6 ay sürmez efendim” dedi. Türkiye elini ateşe sokmadan, bu coğrafyada ağırlığını
sürdürebilirdi. Hatırlayın, Türkiye, Suriye-İsrail arasında bir dönem hakemlik yapabiliyordu, bu
ona itibar getiriyordu. Batının bu coğrafyayla ilgili mutlaka fikir danıştığı konumdaydı, Türkiye.
Şimdi kimse Türkiye’nin fikrini sormuyor. Kendimizi tecrit ettik. Türkiye’nin Başbakanı bir
buçuk yıldır Gazze’ye gidemiyor. Alay konusu oldu. Konuşabileceğimiz bir muhatabımız
kalmadı. Varsa yoksa Katar Emiri! Bu, değerli yalnızlık falan değil: tecrit edilmişlik. ”
Erdoğan neden İslam düşmanı siyonist Yahudisever Neoconlar ve IŞİD projesi koordinatörü
John McCain’ın emrine MİT’i verdi? Hodri meydan, haydi bunun nedenini açıklayında görelim.
Neoconların lideri Obama’ya karşı Cumhurbaşkanlığı yarışını 4 Kasım 2008′de kaybeden
Cumhuriyetçi John McCain neden IŞİD terörünü organize etmek için Hatay’da, MİT yanında
diye 2012′de yazdım. İslam düşmanı siyonist Yahudisever Neoconlar ve Amerikan
Cumhuriyetçileri Erdoğan’la ortaklığa başlayınca Demokrat Amerikanları kaybetti.
IŞİD’in arkasında Vehhabi Suudi, Erdoğan, İsrail, Neoconlar ve Irak’ın eski Baascıları var
demiştim. Baascıları destekleyen Erdoğan, ülkemizde bu Arap millliyetçilerini ‘ümmetci’ diye
gösterdi. Tam bir sihirbazlık yapıyor ama uzun soluklu bu planlar tutmayacaktır. Erdoğan’ın
IŞİD’e destek vermesinden sonra Suriye’de 200 bin kişi öldü, 100 bin yaralı, 4 milyon mülteci
var, 25 bin kadına tecavüz edildi. IŞİD terörü, BOP projesinin bir parçası. BOP kimin? İsrail
Amerikan neoconların. Erdoğan IŞİD’e yardım etmekle İsrail’e çalışmış olmuyor mu? Oluyor.
Erdoğan’ın “Türkmenlere insani yardım götürdüğünü” iddia ettiği MİT TIR’larında El Nusra
üzerinden IŞİD’e roket ve silah gittiği ispatlandı. Erdoğan’ın IŞİD’e yardım ettiği, MİT’in 2000
tır silahı onlara gönderdiği kesinleşti. IŞİD’in zulmüne ortak olan Erdoğan’a oy verende ortak!
Hem suçlu hem güçlü! TIR’ların durdurulması openasyonu ile ilgili asker kişiler hakkında
casusluk soruşturması açtı. Adana Bölge Komutanı Tuğgeneral Hamza Celepoğlu, Jandarma
Yüzbaşı Hakan Gençer, Jandarma Kıdemli Çavuş Gültekin Menge’nin ifadeleri ortada. “Silah
yüklü TIR’ları aratmama emrini ben vermedim” yalanı da ortaya çıktı. Askeri savcılık belgeleri,
‘talimatı bizzat Erdoğan verdi’ diyor. Bu yüzsüzlük ve yalancılıkla bölge lideri olunmaz.
Erdoğan, terörist IŞİD’e Kızılay’ın yardım çadırlarını bağış diye gönderdiği içinde hesap
verecektir. Deprem olsa Kızılay’da çadır kalmamış. Erdoğan efeleniyor. Cemaatin elinde kalem,
PKK’nın ve IŞİD’in elinde silah var. Hadi git, onların inine gir bakalım. IŞİD bir ahirzaman
fitnesidir.
IŞİD ile asıl amaç İSRAİL ağalarına ticaret yolunu açmaktır. Para deyince AKP’lilerin eline
kimse su dökemez, bu işe de balıklama atlarlar. AKP eli kanlı katiller karşısında sus pus kediden
beter durumda. IŞİD gibi kapsamlı örgütü yönetecek kabiliyette şahıs olamaz. IŞİD bir ABDİSRAİL tezgahıdır, Erdoğan balıklama atladı ama duvara tosladı. IŞİD olayına Erdoğan rant var
diye girdi, İslam ümmeti filan hikaye! Bu destekle MUSUL’u IŞİD karargahı yaptı ama Erdoğan
halen 49 vatandaşımızı kurtaramadı! IŞİD Terör hattına bir bakın: İSRAİL-LÜBNAN-SURİYEIRAK-İRAN sınırına kadar ilerledi. ABD-İSRAİL Erdoğan’ı yeni Ortadoğu yapılandırmasında
kullanmak istiyor. Cemaat’ın onaylamadığı politikalar bunlar, çıkan savaştan bu nedenle
şikayetçi! Bu savaşın galibi olmaz. Allah’tan korkmuyorlar mı, öbür dünyada nasıl hesap
verecekler? Allah’a inanmış olsalardı, asla bunları yapmazlardı. Erdoğan’ın IŞİD’e destek
politikasından kurtulup ABD ve İsrail’den bağımsız politika izleyebilirsek, Türkiye, 2016′dan
sonra Ortadoğu’nun sözü sazı dinlenen lideri olacaktır.
IŞİD hakkında, rehinelerimiz ellerinde olduğu halde Erdoğan’dan hiçbir negatif beyan bile
duymadınız. Herkese bir laf çakan ve sokan Erdoğan, “benden IŞİD konusunda sert açıklama
beklemeyin” dedi, yani Müslümanları acımasızca kesen, tecavüz edenleri koruyor.
28 Şubatta devlet garantili banka soyuyorlardı. Şimdi hükümet bizzat banka batırıp, sonra o
bankayı ölmüş eşek fiyatına kapatmaya çalışıyor. Bugün Bank Asya’ya yapılan yarın bir
başkasına da yapılır. Hükümet eliyle banka batırma olduğu bir yerde ekonominin hiçbir
güvencesi olamaz. Bank Asya’ya karşı yapılan batırma beyan ve faaliyetlerine karşı ne
BDDK’nın, ne SPK’nın hiçbir işlem yapmaması, zaten hukukun bittiğini ispatlıyor.
Tehlikenin farkında mısınız? Hukuk ve demokrasi, memnuniyetsiz kitleler için yegâne umut
kapısı, biricik teselli sarayıdır. Umut öldürülüyor. Kanun yapma ve uygulama hakkı, aynı şahıs
ve aynı grup üzerinde toplanırsa, bu iki gücün birleştiği yerlerde hürriyet olamaz.
Ne yazık ki, IŞİD’eses çıkaramayan ama yurt dışındaki Türk okullarını kapatılması için
elçiliklere kriptolu mesajlar göndermiş Ahmet Davutoğlu başbakan ve AKP genel başkanı oldu.
Irak Türkmen lider Mohammed Kaya, Kerkük’e sadece MHP yardım gönderdi, Hükümetten hiç
bir destek görmedik dedi ve Davutoğlu’nu yalanladı. Sınırda bekleyen 5 nin Türkmen ve
Ezidi’ye olmayan Musul konsolosluğundan vize alıpta gelin deniyor ama 1 milyon Arap Suriyeli
ülkemize vizesiz ve pasaportsuz sokuldu. ‘IŞİD, kadınları satmak için kaçırıyor’. Ezidi,
Türkmen, Hıristiyan, Şii’yi ezen El Nusra ve IŞİD’i destekleyenler bu zulme ortaktır.
Asıl soru şu aslında, Türkiye 220 milyar dolar dış borcu 1 yıl içinde nasıl ödeyecek?
Ödeyemeyecek elbette, ekonomi batırılacak ve çok uluslu yahudi iş adamlarının eline, yüksek
faizli borç kredisine muhtaç olacağız. Neoliberal kapitalizmin ülkemizi istila planı budur.
Erdoğan ise, Çankaya’ya kaçtı. ‘Paralel’ diye diye hukuk katlediliyor. Vurdumduymazlar
Erdoğan seçildi, bu “küfürbaz diktatör”e halk layık demektir. Oysa Recep Tayyip Erdoğan
cumhurbaşkanı olamaz, çünkü üniversite mezunu değildir. “Muhtar olamaz dediler ama
başbakan oldu ve biz seçeceğiz” diyorsanız, seçiniz! Ancak şunu biliniz ki, “Öteki Türkiye”
mağdurdur ve toplumsal barışı kindar ve kibirli biri asla sağlayamaz.
Yeni Türkiye’de, hukukun, yargı kararlarının, YSK’nın, HSYK’nın ve dahi Meclis’in, Bakanlar
Kurulu’nun ne ehemmiyeti var… Ne diyorsak o diyorlar! Eski Türkiye: Az olsun benim olsun
idi. Yeni Türkiye: Çok olsun benim olsun oldu. “Kayıtsız şartsız Erdoğancı” isen, “Bakara” ile
makara yap, Peygamberimize “kibir” ithamında bulun, Âkif’e söv. Yine de makbul insansın.
Yalova’da M.F.Öğrü, Erdoğan’ı desteklemediğini açıkça söylediği için çıkan kavgada A.Kibritçi
tarafından silahla vurularak öldürüldü. Erdoğan aileleri, akrabaları böldü, aralarına kin, nefret ve
hased soktu, bu günahların hesabını hem dünyada hem ahirette verecektir. Muhsin
Yazıcıoğlu’ndan bayrağımıza, İstiklal marşına kadar herşeyi seçimde istismar eden, tepe tepe
kullanan Erdoğan’dan kimse cumhurbaşkanı seçildikten sonra değişir, herkesi kucaklar
beklemesin!
Erdoğan’ın teyzeoğlu Yargıtay’da imamları iken kimse eli Uzun Adam için toplanan 160 milyar
dolarlık haracın hesabın sorulmasını beklemesin! Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in
teyzeoğlu Başsavcı Vekili iken kimse Fatih’te toplanan 2 milyar dolarlık haracın hesabını
beklemesin. Fatih belediyesinde yeni sıfırlama olayı tapu kayıtlarında ortaya çıktı. Hepsi
yargılanacak ve hesap vereceklerdir. Cumhuriyetçi Amerikalılar El Nusra ve IŞİD tezgahını
Suud, Katar, İsrail ve Erdoğan ile kurdu, Demokrat Amerikalılar IŞİD’i dün bombaladılar, kimse
Erdoğan’dan Suudi ve Katar’n verdiği milyar dolarları iç etmiş iken IŞİD’e dur demesini
beklemesin! Musul rehinelerinin Ankara’da MİT lojmanında saklandığı, 1.turda Erdoğan
seçilemezse ortaya çıkartılıp kahramanlık destanı yazılacağı bir vaka iken, kimse Erdoğan’dan
doğruları söyleyecek civanmertlik beklemesin!
CHP’de İsmet İnönü’nün bile kamulaştırmadığı Risale Nurların basımını kontrolüne alan
Erdoğan’ın kötü niyetini göremeyen Nurcu da oy versin. Salon milliyetçileri, mitinglerde İsrail’e
sövmeyi, kola alıp dökerek boykotu cihad zannedenler, Gazze’ye yardım edemeyenler, Erdoğan
desin. Türkiye’nin itibarı iki paralık olmuş keyfim gıcır diyenler, yanıbaşında tecavüze uğrayan,
öldürülen Müslümanlara sırt çeviren Erdoğan desin. Türkiye’nin imajını 160 ülkede okullarla
düzelten barış elçilerimize terörist diyen, Müslümanları öldüren IŞİD’e terörist diyemeyene oy
verenler vebal aldı.. Türk okullarını kapatmak için Rusya’ya kısa sürede 8 defa başvuran, 20
değişik yol deneyen Tayyibizm’e oy veren bu kindar zulme ortak oluyordu.
Kabadayılık, edepsizlik, küfürbazlık, zayıfı ezmek, sövmek nefsimize hoş geliyor, kim terbiye
edecek şimdi diyenler Erdoğan’ı seçmekte özgür elbette! İftira, bühtan, kin, nefret, hased,
kıskançlık hasiyetimizdir, vazgeçemeyiz, edindiğimiz konfor haramda olsa güzel diyenler
Erdoğan desinler. Ticareti hile hurda, sözü yalan dolan, emanete riayet etmeyen, hırsızlık haram
değil, Muta, cariye helal diyenler gidin Erdoğan’a oy veriniz. Karısını döven, aldatan, erkek
dominant toplumlarda zaten demokrasi ve sosyal hukuk devleti zor oturur, Erdoğan çok bile
diyorsan, git seç! Civanmertlik bir toplumdan kaldırılırsa Allah zalim bir idareciyi başlarına bela
olarak verir diyor Hasan Harakani Hazretleri. Çok doğru söyledi.
Gülen Hocaefendi IŞİD’ı kınadı
ethullah Gülen Hocaefendi, Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği katliam ve kan donduran infazlarla
gündeme gelen radikal selefi IŞİD örgütünün eylemlerine sert tepki gösterdi. Dün yayınlanan
yazılı açıklamasında, din kisvesi altında işlenen ‘vahşi zulümleri’ kınadığını, yapılanların
‘terörizm’ olduğunu, faillerinden de hukuk önünde hesap sorulması gerektiğini vurguladı.
Fethullah Gülen Hocaefendi, Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği katliam ve kan donduran
infazlarla gündeme gelen radikal selefi IŞİD örgütünün eylemlerine sert tepki gösterdi. Dün
yayımlanan açıklamasında; din kisvesi altında işlenen “vahşi zulümleri” kınadığını, yapılanların
“terörizm” olduğunu, faillerinden de “insanlık dışı eylemleri” nedeniyle hukuk önünde hesap
sorulması gerektiğini vurguladı.
Suriye’de 4. yılında devam eden iç savaş Türkiye’nin bir diğer güney komşusu Irak’a da sıçradı.
Suriye’deki savaş ortamında gücünün zirvesine tırmanan IŞİD örgütü, 10 Haziran’da Irak’ın en
büyük ikinci kenti Musul’u, bir gün sonra da buradaki tek yabancı diplomatik temsilcilik
konumundaki Türkiye Başkonsolosluğu’nu işgal etti. Buradan kaçırılan 45’i Türkiye vatandaşı
49 konsolosluk personeli ve aralarında 2 de bebeğin bulunduğu yakınları halen militanların
elinde. Getirilen yayın yasağı nedeniyle konuşulmayan kriz, IŞİD’in rehin tuttuğu ABD’li
gazeteci James Foley’in kafasının kesilerek infaz edildiği görüntüyü salı günü internette
paylaşmasıyla tekrar gündeme geldi. Gülen, mesajında Foley ve IŞİD elindeki 49 rehineye de
değindi. “Irak ve Suriye’de hayatını kaybeden herkesin ve hunharca öldürülen gazeteci James
Foley’in aile ve sevenlerine yürekten başsağlığı diler, Cenab-ı Hak’tan onlara sabır ve metanet
vermesini, acılarını hafifletmesini niyaz ederim. Başta, her geçen gün akıbetlerinden daha da çok
endişe duyduğumuz 49 vatandaşımız olmak üzere diğer tüm rehinelerin de derhal serbest
bırakılması ve saygı ve barış dolu bir dünyaya hepimizi ulaştırması için Cenab-ı Hakk’a
duacıyım ve herkesi bu duaya katılmaya davet ediyorum.” ifadelerini kullandı.
‘Saldırılar Kur’an ve sünnete zıt’
Kanlı IŞİD örgütü, Suriye gibi Irak’ta da sivilleri hedef almaktan çekinmedi. Militanlar, her iki
ülkede de tüm etnik, dini ve mezhepsel kimliklerdeki insanları acımasızca katletti. Son olarak ise
kurbanlar arasında Müslüman Kürt ve Türkmenler ile Hıristiyan Irak vatandaşlarının yanı sıra
Zerdüştlük uzantısı bir dini inanca sahip Ezidi azınlık da yer aldı. IŞİD zulmünden kaçan Iraklı
sığınmacıların sayısı yalnızca Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırları içerisinde 1,5
milyonu geçti.
Hocaefendi’nin dünkü mesajında, IŞİD’in İslam’ın esaslarına aykırı olduğunu söylediği bu
eylemlerine de sert eleştiriler vardı. Gülen tepkisi, “‘Her türlü azınlık veya masum sivillere
saldırı, baskı veya zulüm, Kur’an’ın elmas düsturlarına ve Efendimiz’in (sas) sünnetine tamamen
zıttır. IŞİD üyeleri şayet birtakım güçlerin piyonu olarak hareket etmiyorlarsa, İslam dininin
ruhunu ve onun Peygamber’ini (sas) tanımamış cahillerdir denebilir. Her ne olursa olsun,
yaptıkları terörizmdir ve böylece isimlendirilmelidir.” ifadeleriyle gösterdi.
‘Dinin gayesi barışı tesis etmektir’
Hocaefendi’nin mesajının son kısmında da dini kaide ve öğretilerin bir bütün olarak temel amacı
üzerine net bir hatırlatma öne çıktı. “Dinin gayesi dünyada evrensel insan hakları, hukukun
üstünlüğü ve yüksek insani değerlere dayalı barışı tesis etmektir.” diyen Gülen, bunun tersi bir
yorumla dinin istismarının “nifak” olduğunu belirtti. Kazanmak için her yolu mubah görme
anlamına gelen ‘Makyavelizm’e girme tehlikesine dikkat çekti: “Temel disiplinleri açısından
İslami düşüncede meşru maksada ulaştıran yollar da kendileri meşru olmak zorundadır. Bunun
tersi hareket Makyavelizm’dir.”
Zaman yazarı Abdülhamit Bilici, Zaman, 23.08.2014’da çıkan yazısında IŞİD tehlikesine
değindi:
“Aslında gidişatın kötü olduğu sır değildi ve zamanında tedbir alınabilirdi. Bir yıl önceki
haberlere şöyle bir bakmak bile vahameti görmek için yeterli: “İstanbul’da çalınan araçlar
Hatay’a götürüldü. Emniyet 25 aracın bombalı saldırıda kullanılabileceği ihtimaline karşı alarma
geçti.” (15 Kasım 2013) “Jandarma İstihbaratı, Türkiye’den çalındıktan sonra klonlanmış
plakalarla Suriye’ye kaçırılan 300 aracın izine ulaştı. Şüphelilerin El Kaide, El Nusra ve IŞİD
ile bağlantıları tespit edildi. (28 Kasım) Kilis’te askeri yasak bölgede yakalanan Suriye uyruklu
kişinin üzerinde Malatya iline ait askeri harita bulundu. (2 Aralık) “Türk istihbarat birimleri
Suriye’de savaşan El Kaide bağlantılı 47 örgütün Türkiye’de eylem hazırlığında olduğu iddiası
üzerine alarma geçti.” (3 Aralık)
İçişleri Bakanlığı’nın yine 2013 tarihli bir raporuna göre Türkiye’den 500 kişi El Nusra ve
IŞİD’e katılmak üzere Suriye’ye gitti. Oğlu IŞİD’e katılan Gaziantepli Vakkas Doğan’ın
söylediklerine bakılırsa bu sayılar katlanmış olmalı. G.Antep’te IŞİD’e açıktan eleman
toplandığını söyleyen Doğan, mahallelerindeki bir dernekte 28 yaşındaki oğlunun aklına
girildiğine dikkat çektikten sonra gözyaşlarını tutamıyor: “Evladım 4 aylık çocuğunu bırakıp
IŞİD’e katılmak için Irak’a gidecek. Orada Müslümanlarla savaşacak. Daha önce de bir grup bu
dernek vasıtasıyla gitti. Oğlumun dayısı da IŞİD’e katılmıştı. Onun çocuğu da işi bırakmış, 1
aydır IŞİD’le. Çevremizde böyle çok insan var.” Valiliğe, emniyete gidip eli boş dönen Vakkas
Doğan, Pakistan’daki Peşaver’de değil, Gaziantep’te yaşıyor.
Tehlikeyi bizzat görenlerden Hatay Valisi Celalettin Lekesiz de IŞİD’e dair ikazlarını İçişleri’ni
uyaran raporunda dile getirmişti. Lekesiz’in şu tespiti her şeyi anlatıyor: “Ülkemiz için ağır
tehdit oluşturan IŞİD’in Suriye’de hakimiyet kurarak sınır bölgelerini ele geçirmesi halinde
kendi inançlarına göre İslami kurallara uygun yaşamayan Türkiye hedef haline gelecektir.” Peki
Türkiye ne yapıyor? Krizde sorumluluğu olanlar ödüllendirilirken, terörle mücadele tecrübesi
cadı avı operasyonlarıyla harcanıyor.
Türkmen, Kürt, Şii ve Ezidileri hedef alan IŞİD vahşetini kınayan Fethullah Gülen’in tavrı, dinî
ve insanî açıdan konuya nasıl bakılması gerektiğini gösteren önemli bir örnek: “Her türlü azınlık
ve masum sivillere saldırı, baskı, zulüm; Kur’an’ın elmas düsturlarına ve Efendimiz’in (sas)
sünnetine tamamen zıttır. IŞİD üyeleri şayet bir takım güçlerin piyonu olarak hareket etmiyorsa,
İslam’ın ruhunu ve Peygamberimizi (asm) tanımamış cahillerdir denebilir. Her ne olursa olsun,
yaptıkları terörizmdir ve böylece isimlendirilmelidir.’
Türkiye’nin uyanıp bu tehlikeyi görmesi için başka ne gerekiyor?”
Zaman yazarı Joost Lagendijk, Zaman, aynı gün Ankara’ya aba altından sopa gösterdi:
“Türkiye ve başka ülkelerde, geçmişte Türk makamlarının, Suriye’de IŞİD’i kuranlar da dâhil,
İslamcı militanları desteklemiş olduğuna dair giderek güçlenen kanaat. Türkiye ile IŞİD arasında
bağlantı olduğu iddiaları, dünyanın her köşesindeki komplo teorisyenleri ve İslamofobiklerin
gözde mevzuu haline gelmiş olsa da, yeni Türkiye hükümetinin er geç cevaplamak zorunda
kalacağı bazı gerçek ve samimi sorular var. Cihatçıların Türkiye’nin Reyhanlı ilçesini, bu kadar
uzun müddet kendi kişisel alışveriş merkezleri gibi kullanabilmelerinin sebebi neydi? Yaralı
militanlar neden Hatay’daki hastanelerde tedavi edildi? Türkiye’den Suriye ve Irak içlerine silah
ve mühimmat götürmek niye o kadar kolaydı? Türkiye IŞİD savaşçılarının Türkiye’ye girip
çıkmasına, hatta burada eğitim görmesine gerçekten müsaade etti mi?
Rehinelerin arkasına gizlenmek daha fazla işe yaramayacak, zira yeni saldırıyı başlatmanın
arifesinde, IŞİD karşıtı koalisyon Türkiye’nin sıkı sıkıya kendi taraflarında olduğundan emin
olmak isteyecektir. Bilhassa Alman ve Amerikan basınında, bu ülkelerin gizli servislerinden
sızdırılan bilgilere dayalı suçlayıcı haberler görülmeye başladığında, sessiz kalmak artık kabul
edilir olmaktan çıkacak; bu servislerin Türkiye’nin attığı adımları yakından takip etmekte
olduklarını artık gayet iyi biliyoruz.
IŞİD ile geçmişteki ilişkileri ve mevcut tutumuyla ilgili berraklık sağlamak söz konusu
olduğunda, yeni Türkiye başbakanının IŞİD’e yönelik dile getirdiği ikircikli takdirde ısrar etmesi
pek de hayırlı olmayacaktır. Sadece iki hafta önce Ahmet Davutoğlu, IŞİD’i ‘terörist’ diye
nitelemek yerine, Suriye ve Irak hükümetlerini IŞİD’in büyümesine neden olan ortamı
hazırlamakla suçlamıştı. Burada mesele Davutoğlu’nun Şam ve Bağdat’ın feci performansı
konusunda haksız olması değil, IŞİD savaşçılarının bölgedeki Ezidilere, Hıristiyanlara ve Şiilere
yönelik mezalimini kayıtsız şartsız kınamayı açıkça reddetmesi.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, bu açıdan daha cesurdu; geçen hafta IŞİD’in şiddet
eylemlerinin İslam’da yeri olmadığını ifade ederek, IŞİD’e mensup aşırılıkçıları esasen travma
yaşayan akıl hastaları olarak niteledi.
ABD Dışişleri Bakanı Kerry, IŞİD’in “ezileceğini” söylediğinde ve etkin askeri uzmanlar Beyaz
Saray’a IŞİD’in “belinin kırılması ve darmadağın edilmesi” çağrısı yaptığında, Başkan
Obama’nın daha fazla bombardımana yeşil ışık yakacağından ve Türkiye’den de bu saldırılarda
rol oynamasını bekleyeceğinden emin olabilirsiniz.
ABD, şu an için Katar ve Türkiye’ye IŞİD’e para ve savaşçı akışının kesilmesinde yardımcı
olmaları için baskı yapıyor. Savaş alanına yakınlığı ve NATO üyeliği sebebiyle Türkiye’den
talepler artacaktır. Buna askeri destek ve istihbarat paylaşımı da dâhil.
Sorunların çok geçmeden hallolacağını veya bir şekilde buharlaşacağını ummak işe
yaramayacak. IŞİD karşıtı güçlere perde arkasında gizlice yardım etmenin örgüt tarafından fark
edilmeyeceğini düşünmek bir yanılsama. İdeal olan, Türkiye’nin diğer ülkelerin de yardımıyla,
ilk önce rehineleri geri alması ve ardından kendisini tümüyle IŞİD’e karşı savaşa vakfetmesidir.
Eğer Ankara bunu yapabilecek durumda değilse, yeni hükümet için ilk büyük kriz çok geçmeden
ufukta belirecektir.”
Zaman Yazarı Ahmet Turan Alkan da Gülen’in kınamasıyla aynı gün tepkisini ortaya koydu:
“Üç ay öncesine kadar IŞİD adının bilinirliği yoktu. Bugün itibarıyla eski zamanların
Haricîler’ini andıran itici ve irkiltici bir savaş metoduyla Ortadoğu’nun dengelerini değiştiren,
zemini yerinden oynatan ve yeni aktörlere yükselme veren ayrıştırıcı bir rol üstlenmiş durumda.
IŞİD’in, çok hızlı ve şaşırtıcı bir şekilde Ortadoğu’da hangi gelişmelere yol açtığını kısaca
toparlayalım: ABD, Sincar ve Mahmur bölgesindeki sivil Ezidî ve Kürtlere insanî yardım
maksadıyla bölgede yeniden askeri faaliyetlere başladı; Peşmerge ve Bağdat’a bağlı merkezî
orduyu korumak için (!) elini taşın altına yeniden soktu. Bu arada Musul, Kerkük, Telafer ve
Sincar’daki Türkmenler pasifleştirilip, IŞİD için açık hedef haline getirildi; katliamlar ve
sürgünler yaşandı.
Derken, statüsü henüz netlik kazanmamış Kerkük, Peşmerge denetiminde girdi; böylece
Barzanî’nin, “Kerkük Kürtlerin Kudüs’üdür” temennisinin içi doluverdi aniden! Irak
Türkmenleri, Türk siyasetinin yörüngesinden çıkarılıp Bağdad’a, ama daha çok İran himâyesine
itildi. İran’ın bölgedeki etkisi azaltıldı; İran ve Rusya himâsindeki Irak Başbakanı Mâlikî siyaset
sahnesinden çekildi. IŞİD’in sâyesinde Kuzey Irak’ı Akdeniz sahillerine bağlayacak bir Kürt
koridorunun açılmasına, yani bir Doğu-Batı Kürdistan birleşmesine zemin hazırladı. Bu NeoHarici (hatta Haşhaşî; gerçek Haşhaşîlerin ne idüğünü merak edenler IŞİD’e dikkat kesilsin)
fakat maalesef Müslüman görünümlü cellâtların kan donduran cinayetleri yüzünden uluslarası
vicdan İsrail’in Gazze’deki vandallıklarını unuttu. IŞİD, ABD’nin etkisi altındaki NATO
güçlerinin Peşmergelere acil yardım projesi adı altında Barzanî yönetimine, hatta PKK’ya ağır
silahlar hediye etme kampanyasının da bir nevi teşvikçisi oldu.
Ve nihayet IŞİD’in bölgedeki en belirleyici eylemi, Suriye ve Mısır’da çöken dış politika
stratejileri yüzünden başarısızlığı netleşen Türkiye’nin, bölge denkleminden çıkarılmasıydı.
Hatırlatmaya gerek var mı? Musul Başkonsolosluğu’muzda IŞİD’in insafına terk edilen Türk
rehineler yüzünden Türkiye hâlâ ve maalesef etkisiz ve tepkisiz...
Bunca stratejik gelişmeyi tek başına, nevzuhur IŞİD örgütünün tetiklemesine imkân ve ihtimâl
yok; yoksa IŞİD, daha önce defalarca dile getirilen Irak’ı üçe bölme plânının taşeron firması
mıdır? Bu Neo-Haşhaşîlerin, anlı-şanlı Peşmerge güçlerini bile ricate mecbur bırakıp, âdeta önü
açılan bölgede başıboş bırakılması, neticede İsrail’in bölge güvenliğine hizmet eden bir mânâya
mı gelmektedir? Yeniyetme İslâmcıları pek keyfe getiren Sünnî halifelik gibi cafcaflı lâflar,
acaba bazı NATO ülkeleri tarafından on yıl önce dile getirilen “Eşekarısı Yuvası” adlı stratejik
kapanın önüne konulmuş bir dilim iştah açıcı kaşar peyniri midir? IŞİD lideri olarak, boyunaposuna bakmadan daha bugünden kendini halife ilan eden Bağdadi nam şahsı, ABD’li senatör
McCain ile aynı karede gösteren fotoğraflar gerçek olmayıp fotoşop numarası mıdır? Fotoğraflar
sahici ise bu ayaklar ne ayaktır?
Ve son soru: Türkiye, şu anda sınır mıntıkasında hangi gücün eline mahkûm: YPG mi, IŞİD mi?
Denklemde herkes var: ABD, Almanya, İngiltere, İran, İsrail, Rusya, Esed, Nusra, ÖSO, PKK,
Barzani ve hatta IŞİD! Yeni başbakan haklı; mevhum paralel yapıyla mücadele etmek,
Türkiye’yi yeniden bir bölge gücü haline getirmekten daha kolay görünüyor olmalı...”
IŞİD Kürdistan’ı birleştiriyor
17 Aralık’tan sonra IŞİD’e giden Tırlarla ilgili gerçeklerin de açığa çıkması, Erdoğan açısından
felaket anlamına geliyordu. Cumhurbaşkanı olması zevahiri kurtaramazdı. IŞİD ve El Nusra ile
ilişkilerine Erdoğan daha fazla devam edemezdi, AKP iktidarı bu itibarsızlaştırmayı göze alabilir
mi, bundan pek emin değilim. Erdoğan, son 2 yılda olduğu gibi IŞİD ile ilişkilerini sürdürürse,
uluslararası sistemde Türkiye bir tür korsan devlet muamelesi görmeye başlayacaktır. Mayıs
2014’den beri ilişkiyi kestiklerini Obama’ya bildirdiler ama gerçekte durum farklıydı.
IŞİD ve El Nusra’yı yöneten İsrail ve Derin Neoconları, İngiliz MI5 ile Ortadoğu petrol ve su
kaynaklarını elde ederken Almanya nal topladı! Alman BND’si Ude Steinbach önderliğinde
yıllardır PKK ve Hz. Alisiz Alevilik projesine yatırım yaptı, IŞİD ve El Nusra belki de işlerine
gelmiyordur. İngiliz nüfuz ajanları Doğu Perinçek ve Yiğit Bulut’un önplana çıkmasına en sert
muhalefetin Alman BND’sinden geldiğini hatırlayınız lütfen! İsrail ve İran ortak üretimi olan
Hakan Fidan ile MİT içindeki Almancılarla Amerikancıların dalaşını kaç kez yazdım, MOSSAD
ortak ebeleridir. Alman BND’nin ne işler çevirdiğini çoğu Ankara diplomasi muhabiri gazetecisi
bilir. Ajanlarla oturup konuşmak bu gazetecilerin zaten işidir. Benimde işim buydu.
PKK ve Alevi kartını kullanan Alman BND’nin IŞİD ve El Nusra oyununda nerede yer aldığını
bilmiyorum ama dinledik mesajı bence Erdoğan’a ciddi bir uyarıydı. Almanlar, Erdoğan ve
Fidan’a IŞİD’i ve El Nusra’yı desteklediğinizi belgelerle biliyoruz mesajı verdiler, kasetlerden
de tabi haberleri vardır. Özetle, ülkemizi dinleyen Almanlar, Ankara’dan özür dilemedi, tam
tersine gerekçelerini sıralayarak ne kadar doğru bir iş yaptıklarını savundular. Çünkü Erdoğan’a
hiç güvenmiyorlar, ülkeyi Batı’dan çevirip, Doğu’nun geri kalmışlığına atacağını görüyorlar.
1 Ekim 2000’da Almanya devleti sponsorlu 7 günlük gazetecilik gezimden döndüğümde
Almanya Ankara Büyükelçisi Dr. Smith ile beni tanıştırdılar. Ona şok edici ve sıradışı yaklaştım,
mesela, ‘neden Erbakan’ı devirdiniz?’ diye sordum. Hiç istifini bozmadan şaşkın gözlerle
bakarken, ‘Eksen kaymıştı’ dedi. Büyükelçi Dr. Smith’e, ‘peki neden kafanızın üstünde
Türkiye’nin etnik haritası var ve PKK ile Diyarbakır’da halay çektiniz?’ diye de sordum. Nüfuz
ajanı olmaya hazır yumoş gazetecilere alışmış Dr. Smith, şok oldu, hemen ‘Türkiye’yi bölmek
istemiyoruz’ diyebildi. Büyükelçi Dr. Smith, halay çektiği insanları HADEP’li sandığını, PKK’lı
olduğunu bilmediğini savundu. ‘Bende herşeyi biliyorsunuz sanıyordum’ diye dalgamı geçtim.
Almanya Ankara Büyükelçisi Dr. Smith’in hal dilinden şunları çıkardım: 28 Şubat’ı MİT’deki
Gladyo ekipleri CIA ve MOSSAD ile ortak yaptı. Gerekçeleri şuydu: Erbakan haddi aştı. AB
hedefinden uzaklaşıldı. Bugün de görüntü bu ve ülke ticaretinde ilk sırada yer alan, 3 milyonu
aşkın vatandaşımızın yaşadığı Almanya bu nedenle harekete geçmişe benziyor. Almanya ne
Türkiye’yi AB’ye alır, nede tamamen vazgeçer! Ülkemizdeki faaliyetleri inanılmaz boyutta!
Gelelim, şu meşhur Dışişleri’nde kaydedilip sızdırılan malum dinleme olayına. Hani cemaat
sızdırmıştı? Eski Büyükelçi Onur Öymen konuştu: Toplantıyı dinleyenlerin yanı sıra sızdıraların
da yabancıların olduğu anlaşılıyor. Yabancı örgütler, Türkiye’nin savaş tahrikçiliği yaptığı iddiasını ortaya koymak için sızdırmayı yapmış olabilir. Dışişleri Bakanlığı’ndaki sızdırılan toplantının dinlenmesi yurtdışı kaynaklı olabileceği ihtimali güçleniyor.
Onur Öymen Bonn’da çalıştı, Almanları gayet iyi tanır, aynı görüşteyim. BND’nin dinlediği
bilgiler dışarıya sızarsa, ki ABD eline geçmiş, iç ve dış siyasette bir depreme yol açar mı?
Açacağa benziyor. BND Ajanları, IŞİD militanlarıyla resmi mercilerin olası bağlantısı konusunda ne tür bilgiler edindi? Ellerinde ne var? BND, şantaj potansiyeli olan neler biliyor ki
Ankara tepkisiz kaldı. Soru şu olmalı: BND, yolsuzluk skandalı konusunda neler biliyor?
Kürdistan’da neler oluyor, bir göz atalım. Mesut Barzani yönetimi ile Kandil’de PKK ve
Rojavo’daki PYD arasında uzun süredir bir gerilim vardı. Şimdi IŞİD’e karşı ortak savaşıyorlar,
yumuşadılar birbirlerine, zaten MOSSAD ve CIA’da ne zamandır bunu istiyordu. IŞİD tehlikesi
zamk gibi onları birbirine bağladı, bölgede iyi ticari ve siyasi ilişkileri olan Türkiye ise artık
dışlanıyor. Kürtlerde ayrılık, bağımsızlık şarkıları çalıyor, barış süreci PKK’yı kahraman yaptı.
Stratfor 2011′de bu taktiği planlamıştı, Suriye ve Irak’ın parçalanması bir senaryo olarak
duruyordu, bugün maddi bir gerçek haline geldi, şok yapacak, sınırları değiştirecek strateji
ustalıkla aşama aşama izleniyor. El Kaide’nin, El Nusra’nın bile radikal bulduğu- IŞİD, bölgede
gerçek anlamda yerleşiyor, Lübnan’da Şii eğilim ve şiddet artırılacaktır. İran bu konuda elinden
gelen şirret politikayı izliyor. IŞİD içine bile militanlar yollamış bu Şii gözüken Fars şovenist
şeytanlar!
IŞİD artık doğrudan El Kaide bağlantılı değil, siyasi ve askeri açıdan daha donanımlı bir örgüt ve
çok güçlü bir konuma gelmiş durumda. IŞİD ile sınırların işlevsizleştiği ve giderek buradaki
ülkelerin bir mezhebi çatışmaya, mezhebi kaosa sürüklendiği durumla karşı karşıyayız. Türkiye,
başbakan olacak Ahmet Davutoğlu’nun meşhur kitabı “Stratejik derinlik”de boğuluyor, bu
saçmalıkları diye diye, siyasi istikrarsızlık içine girdi. Pakistan’da benzer bir durumu yaşamıştı,
şimdi bunu Türkiye’de de yaşayabiliriz.
1996’da Afganistan’a hakim olan Taliban’ın İslamcı mezhepçi şiddetinin etkisinin yayılmasıyla
birlikte, o şiddet sonra döndü Pakistan’ın kendisini vurdu ve Şii-Sünni çatışması artmıştı.
“Stratejik derinlik” dedikleri şeyle, Suriye ve Irak’ı istikrarsızlaştıran, çatışmaya iten senaryolar
Türkiye’ye de taşınabilir; zaten esas korkunç olan senaryo budur.
Pakistan, Vehhabi Suudi, MOSSAD ve ABD desteğini alarak Afganistan’daki boşluğu önce El
Kaida, daha sonra Taliban ile doldurmaya çalışmıştı. Erdoğan bugün her ne kadar kabul etmese
bile aynı tuzağa düşürüldü. Erdoğan sayesinde sınırımızın dibinde IŞİD gibi bir karanlık örgütün
bu düzeyde yayılmasının yarattığı sonuçlar uzun döneme yayılacaktır ve Büyük Kürdistan’ı
kuracaklardır. Topraklarımı büyüteceğim diyen Erdoğan’a Kürtler artık nefret besliyorlar.
Erdoğan ve Fidan, IŞİD meselesinde bundan sonra bir sır perdesi oluşturmaya çalışacaklardır.
Haram Havuz Medyası yalanlar yazacaktır ama Almanlar bu oyunu deşifre edecek gibi duruyor.
Erdoğan ve Fidan, son iki yıl içerisindeki El Kaide, IŞİD gibi örgütlerle kurduğu ilişkilerin açığa
çıkmasından son derece rahatsızlık duyuyorlar. Fatih Tezcan çok üzülecek ama Erdoğan, daha
yeni El Nusra’yı “terör örgütü” listesine aldı. IŞİD konusunda ise halen konuşmuyor. Skandal
çok büyük ve ülkemizi yalnızlaştırıyor!
İki derin Amerika savaşıyor. Demokrat Obama yönetimi IŞİD’e başından beri karşıydı, ABD ve
AB’de, özellikle ABD’de selefi-cihadçı, El Kaide’ci El Nusra grupların öne çıkması bir korku
meydana getirdi. İslam düşmanı Neocon ve Evanjelistler, önümüzdeki seçimde Cumhuriyetçi bir
başkanın Beyaz Saray’da oturacağı hesabını yapıyorlar ve IŞİD tezgahının arkasında duruyorlar.
Erdoğan ve Fidan, Suriye’de kalıcı bir Alevi-Sünni çatışmasının tohumlarını ekerken, İsrail ve
İslam düşmanı Neoconlardan bu nedenle destek buldu. Mezhepçi IŞİD, Irak’ın ve Suriye’nin
Sünni toplumunun bir temsilcisi olma gibi bir role soyunurken, Kürt PYD’ye karşı Erdoğan El
Nusra ve IŞİD’e açık destek verdi. Oysa her İslam ülkesinde IŞİD’e terörist toplayanlar, bu
yapıyı kumanda eden yabancı istihbarat güçlerinin talimatına göre hareket ediyorlar. Buna
rağmen Erdoğan, IŞİD’e silah, roket, militanları MİT gözetiminde yolladı, Topbaşlar bundan
rant sağladı. Erdoğan, biliyor ki, görevden aldığı savcı Mustafa Sırlı, paralel filan değil, hele
cemaatten hiç değil.
Hükümetin ve istihbaratın Suriye’de en yoğun ilişkide bulunduğu örgüt neden IŞİD ve El Nusra
oldu? Erdoğan neden onlara terörist diyemiyor? Bu defa ustalıkla kıvıramıyor. Çünkü MİT adına
otobüslerle, THY ile IŞİD’e terörist taşıma olayı, olaylı tır durdurma soruşturma tutanağında
geçiyor. IŞİD militanlarını taşıyan Otobüs firması, MİT ile anlaşmam var dedi ve yırttı. IŞİD
teröristlerinin silahlarıyla birlikte Hatay’dan Akçakale sınırına kadar MİT organizasyonuyla
taşındığı, Suriye’ye geçirildiği belgelidir! Bunları yok etmeleri mümkün gözükmüyor. IŞİD
militanları bir kadın tarafından öldürülünce şehit olmayacağı ve cennete gitmeyeceğine
inanıyormuş. Erdoğan, işte bunlara silah ve roket gönderdi. Hatasını kabul etmiyorlar,
milletimizin, ülkemizin adını kirlettiği için özür dilemiyorlar.
IŞİD yaklaşık 2 yıldır kayıp olan Amerikalı gazeteci James Foley’in (40) boğazını keserek
öldürdüğü videoyu yayınladı. Youtube kaldırdı ama İslam adına işlenen vahşet ortada!
Erdoğan’ın desteklediği IŞİD, şimdiye kadar Halep, Humus, Rakka ve Lazkiye’deki Türkmen
köylerinin neredeyse tamamına yakını yerle bir etti. Türkmenler Kürdistan’a sığınmak zorunda
kaldı. Kerkük konusunda Kürtlere sert çıkan Türkmenler bile can derdiyle Barzani
peşmergelerinden medet umar hale getirildi. Ankara, Türkmenleri kimsesiz bıraktı. IŞİD
kafalarını keserek infaz ettiği çok sayıda Türkmen’in cesedini halka korku saçmak amacıyla
sokaklarda bekletiyor. IŞİD, Halep’te Türkmen katliamı yaparken bile Davutoğlu, ‘Türkmenler
birbirini öldürüyor, IŞİD değil’ demişti. Bu gaflet ve basiretsizlik nereye kadar gidebilir ki!
Şimdi Davutoğlu başbakan oldu, vatana millet hayırlı olsun! IŞİD’in Kürdistan’ı birleştirdiğini
göremeyecek kadar kör ve sağır stratejik derinlik uzmanıdır. Sıfır düşman politikası ile yola
çıktı, sıfır dostumuz kaldı, yanı başımıza iç savaş ortamında bir Afganistan getirdi, çok başarılı
oldu ve ödüllendiridi!
IŞİD ile Büyük Kürdistan kuruluyor!
AKP kurucularından olan Dengir Mir Mehmet Fırat, AKP’den Erdoğan ve Hakan Fidan’ın
Kürtlere karşı IŞİD’i desteklediğini gördü de istifa etti. Irak ve Suriye, IŞİD terörizmi nedeniyle
cayır cayır yanarken, 1000 IŞİD militanı İstanbul Gaziosmanpaşa’da kısa süre önce bir toplantı
yaptı, ne polis ne savcı Erdoğan’ın korkusu yüzünden bu teröristlere dokunamadı! Kimse
yalanlamasın, istihbaratım sağlam yerden. Büyük Kürdistan’ın kurulması İngiliz planıdır,
Londra’da doktora yapmış Sedat Laçiner bu dehşet plana vakıf oldu ama geç uyandı; son bir
aydır yazıyor. Hala uyanmayan ve uyanmak istemeyen AKP’li partizanlar ise, “hikmeti hükümet
teraneleriyle büyük liderimiz Erdoğan daha iyi bilir gafletinde,” vatanı satıyorlar, kimsenin gıkı
çıkmıyor!
PKK terör örgütü hemde Ankara’nın yardımıyla olmaktan çıkarılıyordu. IŞİD’i eğiten 4 özel
harp subayı Irak’ta tutuklandı, Genelkurmay neden hiç sesini çıkarmıyor acaba? Genelkurmay,
MİT ve Erdoğan’ın IŞİD’i destekleme ve Kürtlerle savaştırma, Türkmenlere katliama
gözyumma, Irak ve Suriye’de iç savaş planı ile istikrarsızlık ve vurdumduymazlık politikaları
arkasında mıdır? diye sormuştum. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, 30Ağustos 2014’de
hükümetin PKK ve Kürt sorunu planında arkalarında ve haberdar olmadıklarını açıkladı. Ancak
IŞİD konusu halen belirsizdir. Ülke savunması için bütçeden büyük pay alan, yarım milyon asker
besleyen Genelkurmay, eğer IŞİD tezgahına fazla engel olmayacaksa, daha ne kadar göz
yumacak, bilmek her vatandaşımıızn hakkıdır. Dünyanın en güçlü ordularından biri olan
Genelkurmay, IŞİD’in ülkemizden asker toplamasına ve topraklarımız üzerinden silah
yollanmasına engel olmuyorsa, onların bildiği, bizim bilmediğimiz bir hikmeti mi vardır?
AKP’liler böyle diyor: Genelkurmay, IŞİD’in ülkemiz üzerinden silahlandırılmasına izin
vermeseydi Erdoğan ve MİT bu pisliğin içine girmezdi! Ülkemizde soru soracak gazeteci
bırakmadılar da o yüzden sormak zorunda kalıyorum. Genelkurmay, IŞİD’i onayladı mı, karşı
mıdır? Açıklasın. Genelkurmay’ı; babam bir askerdi, bende 4 yıl GATA’da okudum, az çok
bilirim. Ordumuzdaki insanların IŞİD’i onaylayacaklarını hiç sanmıyorum.
AKP içindeki asker kökenli eski arkadaşlarım 3 yıldır benden yardım istiyorlar: Ne olacak bu El
Nusra ve IŞİD işleri, AKP’yi kuma, çamura gömüyorlar, Erdoğan’ı uyarın… AKP içindeki
dostlarıma hayret ediyorum, hepsinin makamı, konforu yerinde; Erdoğan’ı IŞİD konusunda
uyarmak için benden yardım bekliyorlar. AKP’li il ve ilçe başkanları, hatta milletvekilleri bile
Erdoğan’a ulaşamıyor, IŞİD, El Nusra ve Kürdistan konusunda tek kelime laf edemiyorlar.
AKP’li dostlarımın tek ilgilendikleri konu, Erdoğan’dan sonra kim kalıcı başbakan olur, yani
kime yaltaklanalım da makamlar kalsın, cepler dolsun. Suriye krizinde AKP’yi boğarlar diyor
pek çok AKP’li dostum ama batmadan önce batan gemiden ne koparsak kardır telaşı onların ki
sanki! AKP’nin El Nusra ve IŞİD olayında hatasının özeti nedir diye soran AKP’li dostlarıma:
Başkasının tenasül uzvuyla gerdeğe girmektir demiştim. İşin komik ve acı tarafı: El Nusra ve
IŞİD’i eğiten Özel Harp ve Emniyet Özel timcilerin de vatana ihanete zorlanıyoruz diye benden
yardım istemesidir. MİT ve TİB ekibi, hangi Özel Harp ve Emniyet timcilerden El Nusra ve
IŞİD dosyasını aldığımı öğrenmek için telefonumu dinliyor zavallılar. MİT ve TİBci
kardeşlerim! Telefonumu eşim kullanıyor, boş yere telefonumu dinlemeyin, devleti meşgul
etmeyin, size oradan bilgi çıkmaz,
Allah şahit, El Nusra ve IŞİD konusunda 2011′den beri tüm kaynaklarımı kullanarak Erdoğan’ı
uyardım, zarara bilerek girene acıyamam artık. Global İslam düşmanlarının El Nusra, IŞİD ve
Büyük Kürdistan planı konusunda 12 Nisan 2012′den beri açıkca yazıyorum, tarihe not
düşüyorum.Erdoğan yaltakları, dalkavukları, şarlatanları istedikleri kadar küfretsin, hakaret
etsinler, vatanı satıyorlar, hainlik, hıyanet içindeler. Önümüzdeki günlerde zaten El Nusra ve
IŞİD tezgahını bırakın Türkiye’yi, dünyada duymayan kalmayacak, AKP partizanları insan
yüzüne çıkamazlar. Suriye Özgür Ordusu kuruyoruz diye El Nusra’yı destekleyen AKP, bu
yapıyı kuran IŞİD’in ardındaki Vehhabi Suud, Katar finansmanını, İslam düşmanı Neocon
Amerikalılar ve İsrail’in organizesini ustalıkla, medyayı kullanarak gizlediler. Büyük kumpasın
ülkemizi bölünmeye götüreceğini, Büyük Kürdistan planının içinde Türkiye’nin doğusununda
olduğunu artık kimse gizleyemeyecektir.
Büyük Kürdistan içine Türkiye içindeki Kürtlerin katılması PKK zoruyla sağlanacaktır. Erdoğan
onlara bu gücü verdi, şimdi al geri alabilirsen bakalım! Bu süreç sonunda, uluslararası güçler
bölgeye gelip IŞİD’in tamamen temizleyecekler. Bunun sonrasında ise, BÜYÜK KÜRDİSTAN,
İsrail ve ABD tarafından kurulacaktır ve Ankara bunu sadece seyredecektir.
Kürtlere, IŞİD konusunda bugün yardımcı olunmaması halinde Ortadoğu’da Türkleri bugüne
kadar satmayan tek Müslüman grup Kürtlerde tamamen kaybedilecektir. Kürt Barış Süreci diye
bile bile kanan ve ikbali için her hainliğe evet Erdoğan, bundan sonra PKK’ya karşı çıkarsa
IŞİD’e karşı savaşan tüm Kürtleri karşısında bulacaktır. Ülkemizin bölünmesi, Kuzey
Kürdistan’ın Güney Kürdistan ve Suriye Kürtleriyle birleşmesiyle sonuçlanacak büyük kumpas
ve global fitne proje budur! ABD ve İsrail, IŞİD yok edildikten sonra zayıf ve tecrübesiz genç
devlet Büyük Kürdistan’da petrol ve su kaynaklarını kontrolü altına alacaktır.
Son bir haftadır yoğun bir kampanya başlatan PKK, uluslararası kamuoyunda özgürlük
mücadelesinde haklı ve legal hakkı olduğunu söylüyor. Erdoğan, dış baskıyla PKK’nın terör
örgütü kapsamından çıkartılmasını onaylamak zorunda bırakılacak ve PKK karşısında diz
çökecektir. Böylelikle 30 yıldır PKK’nın aldığı 30 bin can havada kalacak ve dış dünyaya bunca
yıldır kabul ettirdiğimiz PKK terörü yalan olacaktır. Zira PKK elebaşı Öcalan resmen
Erdoğan’ın danışmanıdır. Demezler mi adama, “sen PKK’yı muhatap alıyorsun da biz neden
hala terör örgütü sayalım ki!” PYD ve PKK resmen legalleştiriliyor anlayacağınız.
Global şeytani proje, bugünlerde Mesut Barzani yönetimindeki ‘de facto’ özerk Güney Kürdistan
ile IŞİD’i karşı karşıya getirmeye çalışıyor. PKK terör örgütü olmaktan çıkartılınca barış süreci
anlamsızlaşacaktır, zaten çoktan kördüğüm oldu ve bu politika iflas etmiştir.
IŞİD yüzünden büyük bir savaş afeti yaşanıyor. Zamanında yardımlar Kürdistan’a
ulaştırılamazsa çocuk ve kadınlar dahil yüzlerce insan yaşamını yitirecektir ve bu durum IŞİD’I
besleyen Tayyiban rejimine ve ülkemize bir nefrete dönüşecektir. Şii Kürt ve Türkmen aileler,
Habur kapatılınca Kürdistan’a sığındı. Musul’dan kaçan Şii Şebek ve Alevi Kakai aileleri için
BM çadır kamp kuruyor. Hergün 100 bin insana sıcak yemek sunulmazsa açlık sınırında
bulunuyorlar. IŞİD dün Halep’in Ahterin kasabası ile 4 Türkmen köyünü işgal etti 100′den fazla
ölü var ama medyada bir tane bile haber yok. Çünkü Davutoğlu, ‘Türkmenler Türkmenleri
öldürüyor, onları IŞİD öldürmüyor,’ diyor.
IŞİD’in ele geçirdiği toprak Belçika büyüklüğüne ulaştı. Kürdistan, mağdurlara 75 milyon dolar
harcadı, uluslararası yardım kuruluşları acil yardım koduna geçti. IŞİD’den kaçanlar için Barzani
kapılarını açtı ve Kürdistan’da 8 kamp kuruldu. Yeni göçler için Erbil, Dohuk, Süleymaniye ve
Zaho’da kamplar kurma çalışmaları ise devam ediyor.
Kürdistan’a Irak içi ve Suriye’den göç 1 milyon 500 bini aştı. Bunlardan 250 bin Suriyeli. 400
bin Ezidi, 100 bin Hıristiyan, 750 bin Arap ve Türkmen, geri kalanları Şii Kürtler. IŞİD terör
örgütünün saldırısı nedeniyle Yezidiler’den sonra, Şabaklar da 2 gündür yollara döküldü. Kürt
bölgesine milyonluk göç hareketi yaşanıyor ve aldığı nüfus ile yeni kurulacak Büyük
Kürdistan’ın vatandaşları oluşturuluyor.
Dün Zaytung’un şu ince esprisine çok güldüm: “PKK, 13 IŞİD elemanını tutuklamış. Devletlü
soruna Dış İşleri mi yoksa İç İşleri Bakanlığı mı bakmalı henüz karar verememiş!” “Irak ve
Suriye’de yaprak kımıldasa haberimiz olur” diyen Dış işleri Bakanı Ahmet Davudoğlu
önümüzdeki Perşembe AKP MKYK’sından sonra yeni AKP genel başkanı ve başbakan olarak
açıklanmayı beklerken, sınırımızda yaşanan IŞİD ve Kürdistan savaşı küçük mesele olmalı!
Üniter yapı, ulus devlet,Türkiye Türklerindir tabulardı. Genelkurmay, eğer Erdoğan’ı yöneten
global şebeke planına olur diyorsa, susacağım. Erdoğan medyaya ayar vererek Kürdistan ve IŞİD
ile Ortadoğu’yu petrol ve su kaynakları çıkarına göre dizayn edenleri yazacakları susturuyor.
Prof. Dr. Tözün Bahçeli, 2011′deki mülakatımızda Kürdistan’a özerklik verilecek, Apo parti
başkanı olacak, üniter yapı kalkar dedi de inanmaştım. Şimdi inanıyorum. PKK elebaşısı
Abdullah Öcalan yakında serbest kalır; 2015′de Diyarbakır milletvekili ve DBP Başkanı
olur. Öcalan’a söz verildi, Türkiye Türklerinden ibaresi anayasadan çıkarılacaktır.
Medya bu yeni düzene göre dizayn ediliyor. Hürriyet’te yakında Ahmet Hakan’ı da kapı önüne
koyarlar. Milliyet ve Vatan’ın başına ise Haram havuz medyasından birileri getirilecektir! En
çok okunan yazar Ahmet Hakan, “Bodrum tatilinden İstanbul’a dönmesine rağmen” yazılarına
yeniden başlamadı, tekrar Bodrum’a tatile döndü. Habertürk TV’de görev alan isimlerden Vildan
Ay, Muhsin Gül, İclal Turan ve Serdar Akdoğar, ayrılma kararları aldılar, kovulmadan istifadır.
Hürriyet’in başına 28 Ağustos’ta Fikret Bila gelecek. Doğan grubunda muhalif isimler
temizlenecektir. Fuatavni yine haklı çıktı. Büyük soygunu ve MİT’in tır skandalını ortaya
çıkaran bir kahraman olan adam gibi gazeteci Fatih Yağmur’u tebrik ediyorum, twitter’dan
şöyle tepki gösterdi: Verdiğim rahatsızlıktan ötürü gurur duyuyorum.
Bazen Allah, bir sineği, bir virüsü, bakterileri de askerleri olarak kullanır, onlarla Nemrutları
yere serer. Allah’ın orduları sayısızdır. Meşhur olma, makam kapma, para yapma derdinde filan
değilim, tıpkı fuatavni gibi büyük bir ihtimalle bu süreçten sonra adımı duymayacaksınız. Ne
telefon ne kredi kartı kullanıyorum. MİT ve TİBciler, tüm çabalarına rağmen beni yıpratamadı,
her iftira haberleri reytingimi artırdı.
MİT ve TİBci kardeşlerim! Telefonumu eşim kullanıyor, boş yere telefonumu dinlemeyin,
devleti meşgul etmeyin, size oradan bir ekmek çıkmaz! MİT ve TİB ekibi, hangi Özel Harp ve
Emniyet timcilerden El Nusra ve IŞİD dosyasını aldığımı öğrenmek için telefonumu dinliyor bu
zavallılar. İsrail’den teknoloji almışlar ama bir kopyası Tel Aviv’e gidiyor, yatak odalarını
düşmana teslim etmişler! AKP’nin El Nusra ve IŞİD olayında hatasının özeti nedir diye soran
AKP’li dostlarıma: Başkasının tenasül uzvuyla gerdeğe girmektir demiştim. Büyük kumpasın
ülkemizi bölünmeye götüreceğini, Büyük Kürdistan planının içinde Türkiye’nin doğusununda
olduğunu artık kimse gizleyemeyecektir. Erdoğan yaltakları, dalkavukları, şarlatanları istedikleri
kadar küfretsin, hakaret etsinler, vatanı satıyorlar, hainlik, hıyanet içindeler. Global İslam
düşmanlarının El Nusra, IŞİD ve Büyük Kürdistan planı konusunda 12 Nisan 2012′den beri
açıkca yazıyorum, tarihe not düşüyorum. Allah bilse yeter, nasıl olsa toplum er geç kimin vatan
haini, nüfuz casusu, kimin vatansever olduğunu anlayacaktır.
AKP’liler El Nusra ve IŞİD’e terörist diyemiyor, çünlü liderleri Erdoğan boğazına kadar bu
pisliğe battı. Milletimiz bu lekeyi kaldıramaz. El Nusra ve IŞİDle Müslüman kanı döken,
İslam’ın karalanmasına yol açan destekçi Yasin El Kadı ile gizli işler pişiren terörizme hizmet
eder. El Kaida’yı finans ettiği sabit, terör devleti IŞİD destek veren ve Türkiye girişi yasak olan
Yasin El Kadı ve Erdoğan’ın görüşmesine dair yeni görüntüler Karşı gazetesinde yayınlandı. Şu
soruya AKP’liler cevap vermelidir. Peki, Suudi teröristle Erdoğan ve Fidan neden buluşur?
a) Ticaret b) İhvanı Müslimi satmak c) IŞİD, Nusra d) Sisi e) Hepsi. Çoğumuz hepsi görüşünde.
IŞİD tezgahı!
Şiddet ve nefretten uzak duran bir sivil hareket olan Hizmet terörist ilan edilirken, eli kanlı Irak
Şam İslam Devleti (IŞİD) nücahit oluverdi. Bu proje mimarlarınca mesnetsiz olarak Hizmet
İslam’a, ülkeye “ihanet”le suçlanıyor; yani imha peşindeler. IŞİD’e 2000 tır silah yollatan global
çete, 170 ülkenin barış elçisi Müslümanlara, iftiralar atıyorlar, “ajan”, “hain” ve “misyoner”
diyorlar. IŞİD’i destekleyen hainler ve nüfuz ajanları, yüksek eğitimli, dünyayı bilen, takvalı
Camianın mensuplarını “aldatılmış” olarak sunuyorlar.
İhvanı Müslim’in Mısır’da kontrol altına alınmasından sonra global şeytanlar, yerli
işbirlikçileriyle ortak Hizmet’i sindirmeye çalışıyorlar. Vehhabi Suud ve Katar’ın parasıyla
Ankara’nın dış politikası harap edildi, IŞİD silahlarını Rusya’dan aldırdılar, MİT gözetiminde
taşıdılar.
Amerikan ve Batı dünyası medyasında IŞİD üzerinden İslam’ı karalama kampanyası henüz
başlamadı, sonbaharda büyük saldırıya başlayacaklar. IŞİD’in tüm dünyada Sünni İslam’ın adını
karalamak için kullanılacağı çok açık. Buna engel olabilecek tek güç Hizmeti yıpratanlar,
şeytana köle değil de acaba nedir?
Birkaç sene içinde önü alınmadığı taktirde İslam aleminde IŞİD çok büyük yıkıma sebep olacak
ve El Kaide terörü ve İslam’a, Müslüman imajına verdiği zarar bunların yanında çok hafif
kalacaktır! Zira El Kaide’nin operasyonları daha çok gayrı müslimler üzerineydi. IŞİD ise, tekfir
ettiği müslümanlara, başta Şia ve Alevi olmak üzere cihad çağrısı yapıyor.
Suriye ve Irak’ta Yezidi, Türkmen ve Hıristiyan nüfusa yaptıkları zulüm ayyuka çıktı. Suriye’de
Kürtlerin yaşadığı Rojava’da, Arap ve Süryaniler ile Suriye’deki yerleşik halklara karşı da bir
savaş yürütülüyor. Kürtlere de zulüm başlayınca ABD Başkanı Obama müdahale ettirdi, Mesut
Barzani, PKK’dan bile yardım istedi. Ankara, iç politikaya endeksli gündemi ile uyuyor, resmen
en itibarsız dönemini yaşıyor.
Ölüme gidecekler için bu fanatic IŞİD örgütsel kadroları birçok ülkede senelerdir faaliyet
gösteriyor. IŞİD’in resmen ortaya çıkmasıyla tüm dünyada aynı düğmeye bastılar. IŞİD
yapılanması sanırım birçok ülkede 5 senedir var. Cemaatlerin 24 senede ulaşamadığı adanmış
ruhlara, IŞİD nasıl kısa sürede ulaşıyor? Elbette yabancı istihbaratlar IŞİD tezgahının içindeler,
İslamfobi’yi tüm dünyada tırmandırmak için IŞİD vahşetine şimdilik engel olmuyorlar.
Tüm dünyadaki tarikatlerin sadece nefsi terbiye düşüncesi birçok mücahid ruhlu insanları
devletler arenasında tatmin etmiyor, çoğu cahil, beş parasız bu saftorikler hemen IŞİDci
oluyorlar. IŞİD’e bu kadar kısa sürede çok sayıda katılım olması düşündürücüdür. Zira tüm
dünyadan katılımcılarla IŞİD’in fitne ordusunda sayı yüzbinlere doğru artmaktadır.
MOSSAD VE CIA ajanı olduğu sanılan IŞİD lideri Ebu Dua lakaplı Ebubekir el Bağdadi’nin
hilafetine bu gruplarda büyük sempati var. Bu insanların pek çoğu daha önce Afganistan ve
Çeçenistan savaşına katılmışlar. Şu an birçoğu IŞİD safındalar ve kaybedecek hiçbir şeyleri yok.
İsrail’in MOSSAD ve CIA, eski radikal grupları IŞİD’te topluyor, çünkü ortak zafiyet
damaarlarını iyi tesbit etmişler, onları ortak tek düşüncede birleştiren yegane unsur hepsinde,
hilafet ve İslam devletine özlemin olmasıdır.
Şok bir bilgi daha. Suriye’deki iç savaşa şimdiye kadar Kırgızistan’dan 7.000 kişi katıldı.
Bunların çoğu IŞİD’e katılmış, gerçekten neler oluyor? Kırgızistan’da daha önce radikal anlayışa
sahip Hizb-ut Tahrir devlet tarafından çok sert tedbirlerle engellendi! Özbekler neden IŞİD oldu?
Taliban, El Kaida, Hizb-ut Tahrir düşüncenin yerini IŞİD radikal unsuru aldı. Orta Asya’da
dindar kesimler bunları mücahid grupları sanıyor.
Biraz zor sorular soralım. Irak’ta IŞİD terör örgütü mensuplarına askeri eğitim verdikleri
belirlenen 4 Türk İstihbarat subayının 30 Mayıs 2014 günü Irak askerleri tarafından Felluce’de
gözaltına alındıkları iddiası doğru mudur? Suriye’ye gönderilen savaş silahları ve
mühimmatlarının gümrüksüz olarak sevkiyatlarının temininin sağlandığı iddiası doğru mudur?
2011, 2012 ve 2013 yılları ile 2014 yılının ilk 5 aylık döneminde Irak’a yapılan askeri malzeme,
mühimmat ve silah satışlarının toplam tutarı ne kadardır?
Peki, 2014 Ocak ayında Suriye’ye gönderilen ve insani malzeme taşıdığı belirtilen TIR’larla
IŞİD örgütüne füze ve füze rampaları ile ağır silahların gönderildiği doğru mudur? Bunun
belgeleri ortaya çıktığına ve kimse yalanlayamadığına göre Erdoğan’ın ve Hakan Fidan’ın IŞİD
tezgahında rol sahibi olduğu doğrudur. Suriye’deki resmen bir insanlık suçu işlenmektedir ve
sorumluları kim olursa olsun bir gün savaş suçundan yargılanacaklardır. Küresel cihadcı güçlere
karşı halka zulüm uygulayan, insanlık suçu işleyen bu örgütlere karşı, MİT aracılığıyla
Başbakan’ın gönderdiği silahlar, bir savaş suçu kapsamındadır.
Bugün Erdoğan bunun üstünü örtebilir. Yargıyı dizayn ederek bu soruşturmaları engelleyebilir,
MİT yasası çıkararak bütün soruştumaların üstünü örtebilir. Ama uluslararası ceza hukukunun
hafızası kaybolmaz. 40-50 yıl sonra da olsa kaybolmaz. Biliyorsunuz, 2′nci Dünya Savaşı’nda bu
suçu işleyenler yargılandı. Bosna Hersek’te, Ruanda’da savaş suçu işleyenler yargılandı. Bu
soruşturmayı yürüten hakim, savcılar başka yerlere sürülmüş, bu soruşturmayı yürüten polis,
subay ve astsubaylar neden görevden alınmıştır? Eğer insani yardım malzemesi ise neden yayın
yasağı getirilmiştir?
Genelkurmay ve hükümet, kuşkuya yer bırakmadan failleri ortaya çıkarmalıdır. IŞİD, Suriye’de
palazlandı. Silah kaynakları, Türkiye üzerinden Suriye’ye gitti. Irak’ta Musul’a yerleşti. Orada
elde ettiği gücü Kürtler’in yaşadığı Türkiye sınırındaki Kobani’de kullanmak istiyor. Başbakan
ve hükümet, IŞİD ile duygusal ve lojistik desteğini, Mayıs’tan beri kesti ama çok geç kaldı.
IŞİD bütün gücünü Türkiye üzerinden Suriye’ye yığmıştır. Halen de Türkiye’de örgütlüdür.
Merkezleri de Gaziantep’tedir. Orada küçük bir çocuğu dahi sorsanız bilir, hükümet de biliyor.
Türkiye’de barışı sağlayacaksanız, ilk olarak IŞİD ile bağlarınızı tamamen kesmelisiniz. IŞİD’e
adam toplaması için verdiğiniz camiler var. Güneydoğu’da işsiz, cahil insanları IŞİD kadrosuna
asker yazan MİT, MOSSAD ve CIA elemanları halen cirit atıyorlar. IŞİD tezgahı, sadece AKP
ve Erdoğan’ı değil ülkemizin, İslam’ın, tüm Müslümanların imajını yıkmak ve Hizmet’i
engellemek için tasarlanmış global karanlık bir şebekenin ahirzaman fitnesi, tarihin gördüğü
göreceği en şeytani projesidir. İkbaliniz için bunca tezgaha olur demeye değer miydi?
Değmezdi…
Elbet bu zulüm Gayretullah’a dokunur
Recep Tayyip Erdoğan’ı El Nusra ve IŞİD’e destek vermeye zorlayan Cumhuriyetçi derin
Amerikadır, bu nedenle Obama ile ipler koptu, Demokratlar IŞİD planına karşılardı ve
Erdoğan’ın önüne Mayıs 2013’de bunun belgelerini koydular ve hesap sordular. Erdoğan’ın
gözboyama konusunda ustalığı ile kitleler neye inanacağını şaşırdı. IŞİD tezgahını Müslümanlara
kuranlarla bizim işimiz olamaz.
Kısacası Erdoğan kendisine destek veren Demokrat Amerika’dan İslam düşmanlığı tescilli
Cumhuriyetçi kanada geçti, ancak halkımızı uzun süre aldatamaz. İslam düşmanı Cumhuriyetçi
derin Amerika eğer Obama’nın koltuğuna oturursa 3. dünya savaşı çıkartacaklar, IŞİD ile ön
hazırlık yapıyorlar. Bu plan New York Haham Konseyi ve İsrail’e ait, Erdoğan cumhurbaşkanı
olma koşuluyla onursuzca hizmet ediyor. İslam düşmanı Cumhuriyetçi derin Amerika ile anlaşan
ve İslam düşmanı Yahudi lobisine dayanan Erdoğan, tersinden çakarak halkı yanıltıyor.
Ergenekon’u tasfiye operasyonu derin Demokrat Amerikanların teşvikiyle olmuştu, cemaatla
alakası yok, ancak şimdi Erdoğan sayesinde Cumhuriyetçi derin Amerika ülkemize geri dönüyor.
Erdoğan, Obama ile ters düştü, çünkü demokratların önümüzdeki seçimde kaybedeceğine
inanıyor ve bu nedenle İslam düşmanı Cumhuriyetçi derin Amerika ile işbirliği yapıyor.
Cumhuriyetçi derin Amerika, katıksız İslam düşmanıdır ve siyonistsever 45 milyon Evanjelist ile
iktidara gelir. Erdoğan’ın yeni ortakları bunlardır.
Cumhuriyetçi derin Amerika, 60 yıldır ülkemizi karanlık bir şebeke ve Ergenekon üzerinden
yönetiyordu. Erdoğan bunlarla ittifak yaptı, artık geç olmadan uyanalım, cemaatın onurlu direnişi
İslam aleminin hayrınadır, yoksa Gülen Hocaefendi sadece cemaatı kurtarma peşinde değildir.
Tüm İslami hizmetler ve müslümanlar tehdit altındadır.
Ülkemizde asıl darbe yapanın Cumhuriyetçi derin Amerika ve İsrail olduğunu ve Erdoğan’ı ve
MİT’i mum, kukla gibi yaptıklarını artık kabul ediniz. Cemaatın günah keçisi yapılması büyük
kumpası gizleyemez. 2011’den beri Cumhuriyetçilerin Neocon’ı John McCain’i, CIA ve
MOSSAD timlerini Hatay’a yerleştiren MİT ve Hakan Fidan yönetimi değil midir? Neyi inkar
ediyorsunuz, bilemiyorum. Görünen köy kılavuz istemez, bu gidişatı 2012’den beri açıkca
yazıyorum.
Suriye’nin 4 din adamını 22 Nisan 2013’de sınırda ve Konya’da Çeçen veya Afgan kökenli IŞİD
elemanlarına kaçırtan ve gözdağı verenin Erdoğan olduğunu düşünüyorlar. Oysa MOSSAD ve
CIA timleri bunları sorguladı. Daha sonra Erdoğan, Suriye Ortadoks Başpiskopusuna
merkezinizi Hatay’a alın dedi ama ret edildi. Öğnkü Özgür Suriye ordusuna destek veren
Erdoğan’ın ülkede 30 bin Hıristiyan’ı El Nusra eliyle mağdur ettiğini adları gibi biliyor ve
bundan sorumlu tutuyorlar.
Ankara’nın El Nusra ve IŞİD’e 2000 tır silah gönderdiğine delil mi istiyorsunuz? MİT Müsteşarı
Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’nda katıldığı toplantıda medyaya sızan kendi sesiyle
konuşmasından duymadınız mı? Peki, durduran tırda ortaya çıkan roketlere ne diyeceksiniz?
Van’da ele geçirilen Sarin gazı neden El Nusra’ya gidiyordu? Neden bunları ele geçiren polis
ekiplerini dağıttınız?
Haydi bunları da geçtim. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Tunuslu meslekdaşı
Noureddine Al-Khadimi gibi çıkıp neden kadınları savaş ganimeti gören IŞİD’e karşı çıkmıyor
veya çıkamıyor? Erdoğan’dan korkuyor değil mi? Gazze’deki zulmü kınıyorsunuz, peki
Suriye’de yol açtığınız zulüm için neden suskunsunuz? El Nusra başka IŞİD başka diye savunma
yapanları gerizekalı sayıyorum. Yahu El Nusra’yı IŞİD kurdu, ayrılmış gibi yaptılar, şu anda ise
yine ortak hareket ediyorlar.
Erdoğan, 25 Aralık soruşturmasını örtbast ederek Türkiye’nin aklanmasının önünü tıkadı.
Suriye’de tecavüze uğrayan 25 bin kadının ahını aldı. Yüzbinlerce müslümanın kanına girildi, 4
milyonu geçkin mülteci ya kendi ülkesinde mağdur veya başka ülkelere kaçtı.
25 Aralık soruşturmasında Suriye’de iç savaşa yol açan silahları satanlar yargı önüne çıkartılacak
ve Türkiye bu günahını belki bir nebze yıkayacaktı ve İslam dünyasında bozulmuş olan kredisini
düzeltecekti. Olayı cemaat yaptı düzeyine indirip, suçlarını örtmeye çalışıyorlar. Suriye’de
herkes El Nusra ve IŞİD’e Erdoğan’ın silah gönderdiğini cümle alem biliyor. Kafanızı kuma
gömmekle kurtulamıyorsunuz. Uzun Adam, hadi bu günahını da cemaatın üstüne yıksın da
görelim.
Suriye’de tüm Hıristiyan Kiliseleri, Türkmenler, Kürtler herkes ayağa kalkmış El Nusra ve
IŞİD’i desktekleyen RTE, İsrail ve ABD’ye sövüyorlar. Türkçe yazıyorum anlamıyorlar, bari
IŞİD canavarını İngilizce kaynaktan aktarayım ve neden bu insanlık dramını destekleyen Uzun
Adam’ın yatacak yeri yok anlayınız. El Nusra ve IŞİD zulmü belgeleri Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi ve Birleşmiş Milletler Çocuk ve kadın haklarını koruma komisyonlarına ulaştı,
bunlar neler, okuyalım:
“Syria is no longer place for human can live because IŞİD supported by the US, UK, France,
Israel, Saudi Arabia, Qatar, Turkey, and their allies. IŞİD declared that they can rape «any nonSunni Syrian woman» and justify the rape, humiliation, torture, and murder of women and girls.
Mariam was raped by 15 different IŞİD men. This psychologically destabilized her, made her
insane, became mentally unstable and was killed. The commander, «Jabhat al-Nusra» in Qusair
took Mariam, married and raped her, next day the young woman was forced to marry another
militants. IŞİD ordered threat to send their unmarried women to jihad by sex and unmarried
women sexually be offered to their fighters for fornication. Christians, and Druze are all equally
at risk. Corrupt clerics issuing legal opinions and decrees (fatwas) that support rape and
womanizing. Syrian women and girls, regardless of their faiths, that have been captured by the
anti-government forces are being raped and molested. The anti-government fighters in Syria in
what is disgracefully called a «sexual holy struggle» (jihad al-nikah), many women became
pregnant.
IŞİD war became sexual war. After the sexual liaisons they have [in Syria] in the name of ‘jihad
al-nikah’ — (sexual holy war, in Arabic) —Tunisian Minister of Religious Affairs Noureddine
Al-Khadimi condemned the corrupt and ignorant clerics and individuals behind the calls.
In fact, Yazigi and Syriac Orthodox Metropolitan Mar Gregorios John Abraham which were
kidnapped near the Turkish border, on April 22, 2013. Boulos Yazigi and Yohanna Ibrahim were
taken by North Caucasian militants dressed like Taliban fighters from Afghanistan or IŞİD
members. The two Syrian bishops were arrested in Konya by IŞİD members. The arrest
happened to be of anti-Russian fighters from the North Caucasus. Syriac Orthodox Patriarch
Ignatius Zakka reclaims the Turkish government had confiscated during its persecution of Syriac
Orthodox Christians. Grand Mufti Hassoun revealed that Turkish-trained Chechen fighters were
dispatched by Ankara to kidnap Boulos Yazigi and Mar Gregorios. The Orthodox Christian was
reconciling anti-government fighters peacefully with the Syrian government, which upset Turkey
and its allies.
A bishop would be assigned to Turkey when the Syriac Orthodox Church’s properties were
returned by the Turkish government, Turkish officials, including Erdogan got angered. However,
Gregorios Yohanna Ibrahim refused and said to Erdogan that the patriarchate of the Syriac
Orthodox Church will never change locations. In a meeting between Prime Minister Erdogan and
Mar Gregorios, the Turkish government asked relocate its patriarchate from Damascus to Hatay.
They don’t trust Erdoğan because Al-Nusra targets all young people who were born between
1990 and 1992. They look for them, accuse them of being soldiers for the government national
service. The insurgents tried to change the religious and architectural-historical look of the
ancient Christian town entirely: completely destroying. WE must be awakening to the world and
public. IŞİD, Al-Nusra and the anti-government fighters are crazy monsters. ‘All they do is
massacre people, all they know is killing.’
They have suffered from persecution, lawlessness, kidnappings, ransoms, and murder. IŞİD kills
them for nothing and cold-bloodedly murdered. The Chaldean Catholic, Syriac Orthodox, Syriac
Catholic, Armenian Apostolic Orthodox, and the Armenian Catholic collectively asked for help
from the rest of the world. The Melkite Greek Catholic Saint Sergius Monastery and Antiochian
Greek Orthodox Saint Thecla Monastery became IŞİD targets and standout. Another example of
the assault on the Christian community is Al-Nusra’s assault on the town of Maaloula as known
an old dialect of Aramaic where Jesus was lived. Both Christian and Muslim alike became
trapped in their homes and local buildings, including forty Greek Orthodox Christian nuns and
the orphans.” Kaynak budur, okuyun.Wiping Out the Christians of Syria and Iraq: Prerequisite
to a Clash of Civilizations? http://shar.es/LD1kM
Evet, IŞİD sadece Şia ve Alevileri öldürmüyor, Suriye’de 30 bin Hıristiyan yurtlarını terk etmek
veya kendi ülkesinde mülteci olmak zorunda kaldı. Tecavüzler haddi aştı ve sıradan hale geldi.
İsrail ordusu, 400′ü çocuk, 1900 Filistinliyi Gazze’de öldürerek geri çekildi. IŞİD’in bu devrede
Suriye ve Irak’ta öldürdüğü insan sayısı bunun elli katıdır. Sadece Şii oldukları için kurşuna
dizdikleri 1700 polis ve sivilin görüntüleri medyaya yansıdı. Başlarındaki lider Peştun dilinde
konuştuğu için yalvarmalarını dinlemedi ve anlamadı.
IŞİD canavarının parası Katar ve Suudi Vehhabiden geldi, silahlar Ruslardan alındı, aracılık
yapan Ankara kullanıldı. Hesabını kim verecek? Uzun Adam, IŞİD’e verdiği destek konusunda
nasıl kıvırtacağını henüz kestiremedi. MİT’in gönderdiği 2000 tır silah ve roket saklanamıyor.
Size tavsiyem globalresearch.ca, http://WhatreallyHappened.com ve http://antiwar.com haber
sitelerini IŞİD konusunda takip edin, MOSSAD ve CIA oyununu net olarak göreceksiniz.
Bu arada Kürdistan’da Mesut Barzani yönetimi IŞİD’e karşı savunmayı bırakıp savaşacaklarını
duyurdu. PYD destek istedi, PKK’lılar Kandil’den otobüs ile sevkedildi.
Her ne hikmetse IŞİD’den ve yaptıklarından haber sızmıyor. Alman medyası 1000′i Türk, 10 bin,
İngiliz medyası ise, 6000’ı Türk, 40 bin militanı var diyor.
Irak ve Suriye’de Türkmenler huzurlu değiller. Ölümden kurtulmak için kaçıyorlar. Ankara
ilgisiz kalıyor. Anlayacağınız, Türkmenlerin Allah’tan başka kimseleri kalmadı. Musul yöresi ve
Telafer Türkmenleri de çöllere dağıldılar. Bunların bir kısmı Necef ve Kerbela şehirlerine
nakledildiler. IŞİDcileri destkleyenler kahrolsun diye beddua ediyorlar.
IŞİD, Musul’da bin yıllık Nebi Yunus Camii ve Nebi Şit Camii patlattı. Selçuklu döneminden
kalma tarihi eserlerimiz İmam Avnüddin ve İmam Yahya Ebu’l-Kasım türbelerine roket atıldı,
hemde MİT’in verdiği füzeler kullanıldı. Bölgede Türkmen izi yok ediliyor. Ankara ne zaman
onlara yardım etti ki zaten. Şimdi ise Erdoğan’ a göre IŞİD makbul oldu. Demek ki, IŞİD
İstanbul’da olsa Fatih’in, Kanuni’nin türbelerini dinamitlerle dümdüz edecek, camileri de
patlatacaktı. Gözümüzde canlandıralım ve başımıza gelirse nasıl tepki veririz ne olur azıcık
düşünelim. IŞİD sınıra kadar dayandı, Türkiye ise çakır keyfinde, seçim karnavalında
yanıbaşında olanları umursamıyor.
Vehhabi anlayışında MOSSAD ve ABD destekli IŞİD gibi yapılar, Afganistan’ı, Irak’ı,
Pakistan’ı ne hale getirdi, Ankara aymaz davranıyor. Uzun Adam’ın sevdiği Terör örgütü IŞİD,
geçen gün Türkmenlerden her evden bir kızı kendilerine cariye olarak vermelerini talep etti. Bu
hafta ise Yezidilerden 500 kişiyi öldürdü, 500 kadını da cariye statüsünde esir aldı. Bu zulme dur
diyemeyen Erdoğan, ne dedi: “Benden IŞİD konusunda sert açıklama beklemeyin.”
Müslümanlara kurulan büyük kumpas, IŞİD ile patlayacaktır. Türkiye müslümanları eğer
kendilerine gelmezse, elbet bu zulüm Gayretullah’a dokunur ve Allah özlerine dönmeleri için
gereken bela ve musibetleri verecektir. Gülen Hocaefendi’nin sağlam ve mert duruşu, bu nedenle
çok değerlidir ve Türk Müslümanlarının şerefini, itibarını kurtarıyor. Gülen Hocaefendi’nin
Gayretullah’a dokunmasın çrpınışı, tüm Müslümanların bel bağladığı Türklerden umudunu
kesmesini engelliyor. Sabredelim. Üstad Said Nursi, Türklerin özlerine döneceğini ve kahraman
Türk ordusunun ahirzamanda İslam’a tekrar hizmet edeceğini haber vermişti.
Akit, İbni Teymiye İslam’ı ve Tiran psikolojisi
Akit gazetesinin İbni Teymiyeci sapık İslam anlayışı maalesef AKP’nin ve Erdoğan’ın
toplumumuza biçtiği deli gömleğidir, bu akılsızlık çökecektir. Bugün yaşanan Yeşil 28 Şubat
sürecinde Akit manşetini atanlar MİT’deki İslam düşmanı karanlık baronlardır; Müslümanlarla
açıkca ve resmen matbuat yoluyla alay ve tehdit ediyorlar. 28 Şubat sürecinde Akit gazetesinin
manşeti, toplumu daha fazla gersin diye Çevik Bir’in görevlendirdiği bir Albay tarafından
atılıyordu. Akit gazetesinin yobazlığa ait tekfirciliğini geçmişte Hariciler temsil etti ve bugün
NeoHariciler olan Vehhabi zihniyetidir. Kur’an İslam’ı diye diye içini boşaltıyorlar.
Akit gazetesinin Anadolu’ya değil yobazlığa ait İbni Teymiyeci İslam mantığında ehli Sünnet
İslam alimleri 250 bidat ve küfür tesbit ettiler. Akit gazetesi, dün haberinde Hıristiyan olduğu
şüphesi uyandırdı iftirasına neden başvurdu ve frank ismini kullanmam üzerinden bir komplo
teorisin, üstüne kondurdu?. Bu tekfircileri, 2 gündür İbni Teymiye deşifresini yaptığım 200
tweetle duyurdum, elbette kudurdular! Akit’in tekfirci yobaz kitlesine Fatih’in fedaisi Hasan
Can’ı, Kara Murat’ı, bir başkası veya 2. Abdülhamit’in en iyi istihbarat elemanının nasıl
Vatikan’a girerek padişaha sağlam istihbarat ilettiğini anlatamazsınız. Fatih Sultan Mehmet’in
efsaneye göre dört fedaisi vardı: Kara Murat, Malkoçoğlu’dan yiğitler, Ulubatlı Hasan ve Hasan
Can. İstanbul surlarında Ulubatlı şehit düştüğünde, Can Hasan Roma’daydı. Tekfirci Akit
zihniyeti, gerçek Müslümanları karalamak, toplum içine kin, nefret, haset ve kıskançlık ile nifak
salmakla meşgul fitnecidir. Tekfirci Akit, Erdoğan ve AKP’nin ülkemize dayattığı yobaz El
Nusra ve IŞİD tarzı İbni Teymiye İslam’ı sapıktır, bugün bu tür bağnaz İslam’da olmayan diktacı
despotluğu sadece Suudi Arabistan kullanıyor.
Erdoğan, Hizmet camiasına Haşhaşin deyince, aklıma kendi dini ekolü olan İbni Teymiyye’ye
Sünni alimlerin taktığı isim olan Haşevi gelmişti. İbni Teymiyye tefsirini ekol yapan Vehhabilik
Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam coğrafyasının önemli bir bölümünde nüfuz elde etti.
Selefilere/Vehhabilere göre, içtihatlarıyla devrimci bir müçtehit olan İbn Teymiyye, pek çok
Sünni aliminin yazdığı kitap ve tesbitlere göre teşbih ve tecsim akidesini canlandıran bir
Haşevi’dir. İbn Teymiyye’ye göre, tevhit akidesini Kur an ve Sünnette var olduğu şekilde
anlayanlar yalnız selef alimleridir, gerisi şirk koşan kafirdir. Bugün Erdoğan ve AKP, kendisi
dışındakileri Müslüman görmüyor. Necmeddin Erbakan’ın yıllarca söylediği saçmalık, ‘ ya bize
oy verir Müslüman olursunuz veya patates dininden olursunuz’, Erdoğan ile maalesef gerçek
oldu! Peki, Erdoğan’ın beslendiği dini referans nedir?
İbni Teymiye, Şam’da hutbeden inerken, muhakkak ki Allah Teala benim buradan indiğim gibi
dünya semasına iner dedi linç edildi, hapiste öldü. AKP’lilerin toz kondurmadığı dava adamı
İbni Teymiyye, ehli sünnet yolunu ve icma kararlarını ret eden isyancıydı. İslam alimi tanımazdı!
AKP ve Erdoğan’ı full time İrancı zanneden İranlı bir İslam uzmanına AKP ve Milli Görüş’ün
din kodlarında İbni Teymiye vardır dedim, hiç beklemiyordu resmen şok oldu. Bununla kalsa
iyi, İbni Teymiye’nin akide anlayışı temelden dökülüyor diye ısrar ettim.
İbn Teymiyye’nin iddia ettiği gibi, Allah Teala arş ya da sema da gerçekten duruyorsa, bu ikisini
yaratmadan önce nerede ikamet ediyordu! Cennet nimetlerini mecazi , müteşabihatı ise zahiri
manalarıyla tefsir eden İbni Teymiyeci Siyasal İslamcılar, bu dünyada cenneti talep eder Çünkü
sıfatlar ve müteşabihatın, zahiri anlamları çerçevesinde anlaşılmalarında ısrar eden İbn
Teymiyye’yi anlamadan, ‘AKP İslam’ını çözemezsiniz! Bugün Suudilere özenen bazı
Müslümanlar, İbn Teymiyye gibi, kürsü kelimesini haşa- Allah’ın üzerinde oturduğu bir mekan
olarak anlamaktadır. Allah’ın yüzü, eli ve gözü olduğunu iddia eden İbn Teymiyye, bu
anlayışıyla Allah’ı insana benzetilmesi (teşbih) günahını işlemiş bir gafildir! Cenab-ı Hakk’a
mekan isnat eden, lafza takılmış Allah semada bulunur demiş, tevhidin zâtındaki vahdaniyeti ve
sıfatları görememiş bir Haşevi olan İbni Teymiye tam Erdoğan ve fetvacısı Hayrettim Karaman’a
yakışan bir ekol!
Türk toplumu karar verecek. Tekfirci Akit, Erdoğan ve AKP’nin desteklediği yobaz El Nusra
IŞİD tarzı İbni Teymiye İslam’ı ülkemize gider mi? Tekfirci Akit zihniyeti’nin Irak ve Suriye’de
El Nusra ve IŞİD’ı savunması, Teymiye İslam’ı çakmak isteyen İngiliz oyununda
piyonluklarından geliyor. Bileyerek veya bilmeyerek alet oluyorlar! Tekfirci Akit zihniyeti’nin
Irak ve Suriye’de El Nusra ve IŞİD’ın Müslümanlara tecavüz etmesine, katletmesine itiraz
ettiğini hiç gördünüz mü? Tam tersine IŞİD’in Türkiye ve İslam çıkarlarını koruduğunu bile
yazdılar.
Tiranların oluşturduğu kaos ve umutsuzluk döneminin girdabından kurtaracak metafor ve
ilacımız Yunus Emrevari bir Sufilik anlayışıdır. IŞİD tarzı Müslümanlık Anadolu insanına
yapıştırılamaz. Tarihimizde pek çok ibretlik hadise vardır. Başka bir kaos dönemi, Tiran
Timur’un 14. yüzyılda yozlaşmış Yesevi tarikatını nasıl kullanarak siyasi gücüne alet ettiğinde
yaşandı; bunun sosyolojik ve tarihi gerçeklerini Mason Bektaşiler kitabımda anlattım. Yıldırım
Beyazıd’ın damadı Bursalı Emir Sultan hazretleri, Beyazıd’ın egosuna mağlup olmasına engel
olamadı ama daha sonra toplumda kaos döneminde bir umut oluverdi.
Tiran Timur, Anadolu’da ve Altınorda’da Tatarlar üzerinde hakimiyet kurmadan önce ilk
Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi’ye türbe yaptırdı. Neden mi? Müslümanların manevi
desteiğine ihtiyacı vardı. Tiranlar, dini ve din adamlarını kullanmayı çok iyi bilirler. Moğollar ve
Hitlerde çok iyi kullanmışlardı. Tiranlar, çok yalancı bir münafık ve dini bozuk bir fasık olurar!
Tiran Timur, halka çok iyi, ihlaslı, dava adamı bir Müslüman görünüyordu, İslam’ın serkârlarını
yanına alıyor ve dolayısıyla bütün kabâil ve tavâif (onu takip ediyordu). Bizim Tiran’da aynı
politikayı izledi ve izliyor. Tiran Timur Lenk Ankara savaşında Yıldırım Beyazıd’ı yendiğinde
yanında Seyyid-i Şerîf Cürcânî ve Taftezânî gibi iki tane dev alim vardı. Kitleler bu iki zâta
bakınca, “Galiba bu Lenk’de bir şey var!” diyorlar. Yıldırım Beyazıt’ın karşısındaki Lenk,
münafıkca oyun oynuyordu; bizim Tiran’ın politika tarzıda budur.
Tiran nefsi, Sufi terapi ve dini psikolojide zalim firavunluğu temsil eder. Kalbinizde zincirli,
donmuş ejderhayı uyandırırsanız, yakıp yıkarsınız, ta k, bir Moğol kılıcı gelsin de Tiran’ı kessin,
umutsuzca kaderinizi beklersiniz! Bugün Tiran’ın solunda Şii Fidan’ı, sağında Vehhabi, İbni
Teymiyeci bir Beşir veya beşeri, ortada ise Karaman’ın koyununu kullandığı bir vakıadır!
Tiranların tek silahı korkudur aslında. Moğollar, meydana getirdikleri korku düzeni ile İslam’ı
paganlaştıran siyasalcıları cezalandırdı. İlginçtir, tıpkı IŞİD gibi onlarında siyah sancakları vardı.
Erdoğan’ın İbni Teymiyeci zulmüne IŞİD zalim kılıcı değecek veya dananın kuyruğu buradan
kopacak gibi duruyor. Moğollar, her Müslüman evine girdi, erkeklerini bebekler dahil katletti,
eşlerini, kızlarını cariye yaptı, namus diye bir şey bırakmadı, halkı çok korkuttu. Bizim Tiran’ın
ülkemize Amerikan kültüe emparyalizmini sınırsız sunan liberal ekonomiyi kontrolsüz getirdiği,
ahlaksızlık ve edepsizliğin hızla yayıldığı bir vakıadır. Aileler dağılıyor, boşanmalar artıyor, zina
yaygınlaşıyor. Korku, istibdat, tehdit dersen, Moğollara, Hitler’e denk bir zulüm işleniyor.
İbni Arabi’ye karşı çıkan İbni Teymiye, bugün Suudi Arabistan’ın şeriat diye kullandığı 10
ciltlik Kur’an tefsirini protesto amaçlı yazdı ve hep takiyeci bir İslami siyaseti savundu. Moğol
işgalinin tüm İslam ülkelerini sardığı bir dönemde yazılan İbni Teymiye tefsiri, ailesi Moğollar
tarafından mağdur edilen İbni Teymiye’nin bir intikam aracı olarak düşünülebilir. Mevlana,
Yunus Emre, Avi Evran, Nasreddin Hoca, Hacı Bektaş Veli ekolleri, Anadolu’yu Moğol
belasından kurtardı, İbni Teymiye zihniyetindeki yobaz İslam, Osmanlı’ya nüfuz edemedi, sapık
kabul edildi.
İbni Arabi’ye göre Müslümanları Moğolların kesmesi haktı; çünkü İslam paganistik bir dünyevi
kültürle çok riyakarca bir İslam yaşıyordu; kalplerde Allah dışında herşey vardı, gizli şirk
yerleşmişti. Moğollar, Müslümanları kesip doğrarken İbn, Arabi vefat etti ve İbni Teyymiye
doğdu. İkisi arasında teorik savaş asırlarca devam etti, Osmanlı Fatih Sultan Mehmet’in
İstanbul’u almasıyla hoşgörüsüz İbni Teymiye surlar dibine gömdü. İbni Arabi, ‘önce kalpte
iman dirilmeli’ derdi ve Fatih ayrımcılığı kaldırarak bunu gerçekleştirdi. İstanbul’a ilk defa
Yahudiler ve Ermenilerin yerleşmesine izin verdi, Ortadoks Kiliselerine birer mektup yazarak
onların koruyucusu olduğunu resmen bildirdi. İbni Teymiye İslam’ına göre Fatih kafir sayılırdı.
Moğolların neden Müslümanların başına Allah’ın zalim kılıcı olarak bela olduğunu İbni Arabi
özetler: Müslümanlar Allah’a ve ahirete inanmıyorlar. Halbuki camiler beş vakit namaz kılan
insanlarla doluydu. Rahat ve konforda İslam kentleri kadar medeni şehirler dünyada yoktu. Tüm
ilim kitapları ve alimleri Semerkant, Belh, Horasan, Harezm, Bağdat, Şam ve İskenderiye’de
toplanmıştı. Moğollar, İslam ülkelerini istila ettiğinde Müslümanlar dünyayı seviyor, ölümden
korkuyordu, Moğollar ise ölümden korkmuyordu, ö-çok cesurdular.
Moğollar, dünya nüfusunun onda biri, 30 milyon insanı vahşice öldürdü. Moğolları insanlaştıran
tek güç Sufi İslam’ın yumuşak kalbi oldu. Moğol kurdu Hulağu’nun başdanışmanı Şii alimi
Nasreddin Tusi idi; İslam medeniyetini öyle bir yıkmıştı ki, insanlık ve bilim diye bir şey
kalmamıştı. İsmail Gaspıralı, Moğol yıkıntısından sonra İslam medeniyeti, sanat, edebiyat ve
kültürde bir daha belini doğrultamadı demiştir. Ve haklıdır. Teymiye İslam’ı buna tepkidir.
Moğol kurdu Hulağu’nun İslam halifesini Bağdat’ta kendi havuzunda boğmasının meydana
getirdiği travma yıllarında, 1267’de Şanlı Urfa veya Mardin’de doğan İbni Teymiyye, Kur’an
İslamı diye dini paganlaştırmıştı! İslam medeniyetinde ne zaman Kur’an İslam’ı adı altında
paganizm yaygınlaşmışsa, Moğol belası gibi zalim bir kılıç gelir, cahil Müslümanların kafalarını
keser, namusları ve malları mahv olur.
Paganizm’de Nemrud ve Firavunlar heykeli yapılan Tiranlar olsa da ilah olamadılar, Ra, Lat,
Uzza gibi putları kutsallaştıran hep çıkr peşinde koşan yalancı siyasiler ve yardakçıları olan
Karunlardı. Paganizm’in temellerine baktığınızda heykele, puta tapınan toplumlarda heykeli
yapılan şahsın eskiden salih biri olduğu anlaşılacaktır. Hz. Salih, Eyke kavmine peygamber
olarak geldiğinde halk 7 tane heykele tapıyordu, bunlaarın hepsi geçmişte salih olarak bilinen
aydınlardı.
Tiran’ı yemek kültürü, Totemleşme için gereklidir. Toplumun bir kısmı Toteme sövmeli ki diğer
kısmı Totemi inanç put haline getirebilsin! Tiran’ı kullanarak Totem ve Tabular topluma
yerleştirildikten sonra Tiran’ın kutsallaşabilmesi için, fetvacılar mistik oyunlar oynarlar. Tiran’ın
totemleştiren heykelcibaşısı, müneccimi, kahini, politikasına uygun dini fetva vereni, inzibatı,
istihbaratı ve ordusu vardır. Tiran’ı kutsal Totem, davranışlarını ve emirlerini tabu haline getiren
Tiran yardakçılarının amacı Tiran’ı yok edip daha fazla devlet kaymağını egoistce yemektir.
Tiranların Cannibalizm, Sadizm, Despotizm merakları, çocukluk ve gençliğinde yaşadığı eziklik,
aşağılık kompleksinden kalan travmalardır. Tiran’ın soytarısı, dalkavuğu, yalakası, sayısız
borazanları vardır. Her türlü yanlışı yapan Tiran’ın altındakiler olabilir ama Tiran hep masumdur
kültü ısrarloa yerleştirilir. Stalin, daha fazla zulüm yapmak ve kan döküp rejimini yerleştirmek
için eğitimci Lenin’i ideolojik olarak kullandı! İlk yok ettiği kişi çok akıllı bir dava adamı olan
Troçki idi, zavallı adam Brezilya’ya kaçtı ama KGB infazları onu orada buldu ve öldürdü.
Tiran, kendi terör örgütü, derin devleti ve paralel parti devletini kurarken, ötekileştirilenler ile
Tiran köleleri gereksiz kavga ettirilir. Akit, Sabah, Akşam, Yeni Şafak, Takvim, daha ismini
sayamadığım 10 tane daha yazılı medya, 20 televizyon Tiran’ın algı operasyonu için gayri İslami
tarzda çalışıyor. Umutsuzluğa ve kaosa terk edilen Ötekiler ile Tiran’ın rejimine köleler arasında
kamplaşma meydana getiren Tiran, kin, nefret, haset, ayrımcılık, eşitsizlik, hukuksuzluk,
despotluk ve kıskançlığı körükleyen, suç üreten anlamsız politikalar izliyor.
Tiranlar, toplumda ‘paralelizm’ inşa ederek iç düşmanlar geliştirir ve onların hep dış düşmanlarla
ittifak içinde olduğu suçlamasını yaparken, ülkeyi asıl işgal eden emperyalist kolonicilere
borçlanır ve ustalıkla onları gizler.
Çözüm nedir? Toplumsal bilgiyi ve statüyü kamuda eşitlemek gerekir. Tabi ki sivil toplum dinin
enerjetik gücü ile uyandırılırsa Tiran’ın sonu gelir. Bu nedenle Tiran, çok kültürlülükten aslında
hiç hoşlanmaz, tek seslilik ve tek model vatandaş olmalıdır; kendisine oy vermeyenler insan bile
değildir anlayışı pompalanır. Tiran için, din politik güç aletinden başka değer taşımaz, dini teblig
etmek ve yaşamak gündemde yer almasada, slogan olarak sık sık kullanılır.
Tiran’ın dininde yalan, iftira, fesat, hased ve bühtan savaş hilesidir; kurgulanan din Kapitalizm
tüketim alışkanlıklarına uyumlu olmalıdır. Tiran, parti devletinin dinini oluştururken medyayı
kullanır. Kur’an İslamı derken aslında Kur’an ve İslam’ın içini boşaltıp, dini çalan hırsızlar
vardır.
Dinin gerçek orijinal bilgisi ve yaşantısına sahip İslam alimi ve takipçileri, Tiran için en büyük
tehdittir; elbette Tiran’ın çaktığı politik din bir şeytanlıktır. Tiran’ın dikta rejimi, dini politikal
bir araç olarak kullanır, niyetinde dini bütün biçimde özüne uygun yaşamak yoktur politika
amaçtır. Eğer sivil toplumda dini ve sosyo kültürel gruplar arasında ‘interactionizm’, yani
diyalog yoksa, Tiran’ın ortak aklı öldürmesi çok kolay!
Tiran’ın amacı kendi devlet dinini yaratmaktır, rejimin doğrusu artık budur. ‘Reductionizm’ ile
gerçek dini temsil edenler yıldırılmalıdır! Tiran’ın hedefinde en güçlü dini temsilci ve grup olur,
eğer onların sesini keser, kontrol eder veya imha ederse, diğerleri pes ederler. Materyalist
kapitalizme aşık olmuş, güç delisi Tiran’ın gücünü sağlamlaştırdıktan sonra ilk hedefi
‘paralelizm’ ile ötekini, en güçlü sosyal güç olan rakibini tecrit etmektir.
Ötekini dışlama ve başkalaştırma, postcolonilerin ilk gündem maddesidir, 3. dünya ülkelerinde
bunu yapacak egosu yüksek bir Tiran’ı mutlaka bulurlar. Ünlü Sosyolg Michel Foucault’a göre
evrensel gerçek yoktur. Alman düşünür, gazeteci ve yazar Nietczhe’ye göre ise gerçeğe ulaşmak
imkansızdır; çünkü politikacılar şeytanlaşınca devleti otoriter hale getiriri ve yalancılığı
meslekleri haline getirirler. Alman totaliterizm’inin Almanya’yı 2 dünya savaşında da batırması
onu haklı çıkarmıştır.
Rigid (sert) diktonomi öneren Tiran, dominant politikal discourse meydana getirir, ahali
postcolonicilerin kölesi olduklarını farketmez. Bilgi ile güç arasında her zaman ilişki vardır. Güç
zehirlenmesi yaşayan post colonistlerin satın aldığı Tiranlar, yalanla gücünü kurarlar. Düşünür
Edward Said diyor ki, her rejim kendi doğrularını yaratır, postcolonistler Doğu’yu sömürmek
için dini araç olarak kullanır ve dinin içini boşaltır. El hak, bunun doğru olduğunu yaşayarak
öğreniyoruz, Tiran, dinimizi kirletiyor…
İbni Teymiye fenomenini detaylı yazmamın sebebi, Suudi Vehhabi rejimi, AKP, RTE, El Nusra
ve IŞİD’in İbni Teymiye’yi yanlış yorumlamasıdır. Said Nursi ahirzamanda Vehhabi
zihniyetinin tashih olup ifratı ve tefrikayı bırakıp itidale geleceğini söylüyor, bazı ithamları
yumuşatmıştı. Gülen Hocaefendi’nin benim bildiğim 40 yıldır talabelerine okuttuğu 20 ayrı
Kur’an tefsiri içinde İbn Teymiyye’de var. Yanlışı düzeltecektir. İbn Teymiyye öldüğünde,
ailesinin diğer fertlerinin ve aynı zamanda sûfilerin de gömülü bulunduğu Şam’daki bir sûfi
mezarlığına gömülmüştür.
İbn Teymiyye’nin şu cümlesi ilginçtir: Ben Abdülkâdir Geylâni’nin mukaddes hırkasını giydim,
benle onun arasında iki (Sûfi Şeyhi) vardı. İbn Teymiyye ile ilgili yazıların çoğu Selefiye ve
Vahhabî hareketlerine mensup kişilerce yazıldı, kafalarına uygun bir Suudi İslamı oldu. İbn
Teymiyye (ö.728/1328) hakkında sahip olduğumuz düşüncenin ilk geniş kapsamlı etkileri bir yüz
yıl önce ortaya çıkmıştır. Çarpıtılmıştır. Bir Hanbelî sûfi olan Abdülkâdir Geylanî’nin kurduğu
Kâdirî tarîkatı, İslâm tarihinde bilinen ilk tarîkattır, İbni Teymiye ona karşı çıkmadı. Gazzâlî
tasavvufun ‚Ortodokslaştırıcısı‛ olarak telakkî edildiği bir zamanda, mutasavvıf ve aynı zamanda
Hanbelî olan Herevî sahneye çıktı. İbni Teymiye aslında Herevi’ye ve İbni Arabi’ye karşı
çıkaraak popüler olmayı başardı. Mutasavvıflar, tasavvuflarını Kur’ân ve sünnetin şeriatın mirası
üzerine inşa etmişler gelişen yanlış sûfi telakkîlere de karşı durmuşlardır.
İbn Teymiyye’ye göre nefsin mükemmelleşmesi sadece bilgiden geçen bir yol değildir. Felsefeci
Platocu kirlenmeye sert dille karşı çıkmıştı. İbn Teymiyye’nin tasavvufu, ılımlı bir tasavvuftu.
Amacı tasavvufun nass ile uyumlu olduğunu göstermekti. Kur’an lafzına uymayana sapkındır
demişti, Batını ve Batının Batını Kur’an okumasını ret etti. İbni Teymiyye sapıktır, itikadı
sakattır, “dini içten zedeleyen Vehhabilere kaynak teşkil etti diyebilirssiniz ama ilk başlarda o bir
Sufiydi ve Tasavvuf var diyordu. İbn-i Teymiye Ehl-i Tasavvufa karşı ama bir tek AbdulKadir-i
Geylani hazretlerine ses edemiyordu. Edemediği gibi de büyük hürmet duyuyordu. Üstad
Bediüzzaman İbni Teymiyye’den bahsederken “MÜFRİT ALİM” tabirini kullanıyor. Yani
İFRAT yönüne VURGU YAPIYORDU.
Korktuğum başımıza geliyor. Suudi Savunma bakanı ve istihbaratı başkanı Prens Bender, Katar
şeyhi IŞİD suçunu tek Ankara üstüne yıkacaklar! IŞİD’e ‘İslam’ın baş düşmanı” diyen Suudi
BM temsilcisi, IŞİD’ karşı ittifaka Suudi Krallığı yardım için 500 bin dolar gönderdi diyor. IŞİD
çetelerine finansal destek sunan ülke olarak öne çıkan Suudi Arabistan BM temsilcisi IŞİD
İslam’ı temsil etmiyor ve “teröristler” dedi. BM Genel Kurulu’nda rezil olduk. Suudi Arabistan
bile IŞİD’i kınarken, Türkiye temsilcisi ne IŞİD’i ne de saldırılarını kınayamadı. Neden?
Cevabını biliyorum ama Tiran yaşadığı yüksek ego psikolojisinde Akit yaptığı Firavun nefsine
söz dinletemiyor, özür dilemeyecektir!
İbni Teymiye ve İbni Arabi savaşı yaşanıyor!
Yalancılığı ve çarpıtmaları ile meşhur İbn Teymiyye, bir eserinde İbni Arabi’nin hatemü’l-evliya
(velilerin sonuncusu)-hatemü’l-enbiya (nebilerin sonuncusu) kasten öyle çarpıtmıştı ki, bugünün
siyasal İslamcılarına yalan, iftira ve bühtan geleneği miras bırakmış gözüküyor. İbn Arabi
velilerin yetersiz, peygamberlerin ise kamil insanlar olduklarını anlatır. İbni Teymiye, İbni
Arabi’nin sözünü tersine çevirdi. İbni Arabi, ‘velilerin ulaştıkları en son nokta nebilerin
başlangıç noktası. Veli, şeriat sahibi peygamberlerin hallerini yaşamamıştır’ demişti. İbn
Teymiyye’ye ait olan “İbn Arabi son velinin son peygamberden üstün olduğunu söylediği,
yalandan da öte bir iftira ve açık bir bühtandır. “Son veli” kavramı ilk defa Muhammed b. Ali elHakim et-Tirmizi tarafından telaffuz edildi. İbni Teymiye, hem devrin müçtehid ve müceddidi
Mevlana’yı hem de evvelki müçtehid ve müceddid İbni Arabi’yi aşırı kıskanmıştı. Gülen’i
kıskananlar da İbni Teymiyecilerdir!
Allah, bazı müminleri, müminlerden evliyaları, evliyalardan enbiyaları, enbiyalardan, bazı
resulleri diğerlerinden daha üstün kılmıştır. Sufi, Hakkalyakin iman dereceleri içinde “Hatemü’lEvliya” ve “Hatemü’l-Enbiya” makamları olduğunu bilir ama az sayıda insan buna ulaşır.
“Hatemü’l-evliya” olsan Resul ve nebi değilsin, Hz Musa’nın hangi makamda iken Allahü
teâlâyı görmek istediğini bilemeyiz” der İbni Arabi. Yine, “Sufiler haber verdikleri makam ve
halleri bizzat yaşamayı şart koşarlar” diyen İbni Arabi samimi bir Hak dostuydu, ancak ne
olduğu şaibeli İbni Teymiye İbni Arabi eserlerinde sayısız sahtecilik yaptı! Bugün onu babaları
görenler çok daha fazlasını yapıyorlar!
İbni Teymiye, “’şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar.”
ayetiyle İbni Arabi’yle dalga geçmiştir. Bugün, Gülen Hocaefendi ile “Allah ile konuşuyor,
peygamberimiz ile yakazatan görüşüyor” diye dalga geçtiler ve bunu Latif Erdoğan’a ekranda
söylettiler. Fitne aynı yani! İbn Teymiyye, İbn Arabi’nin şeytanın kendisine fısıldadığı ruhlardan
olduğunu bu yüzden peygamberlere muhalefet ettiğini iddia etmişti. İbn Teymiye’ye göre İbn
Arabi, son velinin Allahü teâlâyı bilme noktasında son nebiden daha üstün olduğunu
savunuyordu. Külliyen yalandır. Bugün onu takip eden AKP partizanlarının Gülen
Hocaefendi’ye pervasızca, utanmazca ve edepsizce saldırmalarının ardında bu dini referans ve
fetvalar vardır. İslam alimine Vehhabilerden başka terbiyesiz olan cahil yoktur.
Gerçekte ise ilham kalpte oluşan ve kişiyi amel etmeye sevkeden bir çeşit bilgidir. İlhamın
meşruiyeti ise Kur’an ve Sünnet’le sabittir. Siyasal İslamcılar, şekilcidir, akılları gözlerine
inmiştir, Batılı müşrik ilim adamları gibi elle tutup, gözle görmediklerine inanmayan, ilham,
sünuhat, tuluat, hads gibi ledünni kalbi ilim kaynağından habersiz veya fersah fersah
uzaklardadırlar. İbn Teymiyye bir müslümanın kalbinde oluşan bilgiyi tereddütsüz şeytanın
ilkasıyla eşdeğer gördü, ve İbni Arabi’yi önce şeytanlaştırdı, daha sonra tekfir etti ve en son
kafirleştirdi. Kur’an’ı ret ediyordu ve bunu ciddi bir problem olarak görmüyordu. Kur’an’a siyasi
anlayışına göre yorum getirdi, nabza göre şerbet verdi; bu gün onu taklit eden AKP avaneleri
hızla “Neo-Hariciler “gibi oldu ve “Vehhabi terörizm”ini geçtiler.
İbni Teymiye’nin İbn Arabi’nin Firavun ve benzeri kafirleri övdüğü iddiası da gerçeklere
aykırıdır. Oysa bunun tam tersidir, ispatı ise çok kolaydır. Fütuhat’ın 62. Babında İbni Arabi,
Firavun’un akibetiyle alakalı şöyle demektedir: “Firavun ebediyen cehennemde kalacak ateş
ehlindendir.” Ancak İbni Teymiye ve bugün onu izleyen Siyasal İslamcıların gerçekle işi yoktur.
Oysa Allah Resulü sallallahü aleyhi ve sellem, “bir kul yalan konuştuğunda melek gelen pis
kokudan dolayı o kişiden otuz mil kadar uzaklaşır” buyurmuştu. Yalancı münafıklığa adım atar.
Doğruluktan ödün ve hiç taviz vermeyen İbni Arabi, “vaizler her şeyden önce peygamberlerin
saygınlığını korumalı ve Allahü teâlâya iftirada bulunmaktan haya etmelidirler.” diyordu. Yani
bugün Gülen Hocaefendi’nin dediği herşeyi İbni Arabi siyasi İslamcılara söylemişti ve “eğer
çakma Müslümanlığa devam ederseniz Moğollar gelip size keser de” demişti. Bugünün siyasal
İslamcı geleneği de aynen onun açtığı “takiyeci ve münafık yolu” maalesef izliyor. İbni
Teymiyye 1263′te Urfa’da doğdu, ailesi Moğol işgalinden kaçıp, Şam’a gittiğinde yedi
yaşındaydı. Hiç evlenmedi, 300 kitap yazdı.
İbn Arabi, İbn Teymiyye’nin iddialarından hem lafız hem de mana olarak uzaktır. Peki, neden
Teymiye apaçık gerçekleri tahrif etmektedir? Ya İbn Teymiyye okuduğunu anlayamadı ya İbn
Arabi iftiralarını tahkik etmeden alıp-kullandı ya da okumasına rağmen ifadelerini çarpıttı!
Bugün AKP mollaları ve partizanları Gülen Hocaefendi’nin sözlerini işlerine gelmediği için nasıl
çarpıtıyor, vicdanlarını karartıyorsa, o günde İbni Teymiyeciler yalancılığa soyunmuştu.
Bugünküler gibi İbn Teymiyye’nin yetiştiği ortama ve verdiği eserlere bakıldığında okuduğunu
anlamamasını farz etmek düşük bir ihtimal. AKP’lilerinde okuduklarını anlamayacak kadar cahil
olduklarını sanmıyorum. İbn Arabi’nin eserlerini tahkik etmeden İbni Teymiye’nin tenkit
etmesine gelince, her ana konuyu aynı ifadelerle sloganvari tekrar ediyorsa; yalancılık, iftira ve
bühtan atma işini bilerek yaptı demektir. Bugün AKP’lilerinde bilmeyerek kendilerini
dinlerinden çıkaracak kadar küfre saptıklarını zannetmiyorum, alay ediyorlar, içlerinde bazı
saflar topluluk psikolojisi ile kanmış olabilir. Ancak çoğu dünyalıklarını korumak için dini
değerleri ve Hizmet’i satıyor. İbni Teymiye’nin okuduğu metinleri önce tahrif edip sonra
muharref hallerini tenkit etmesine gelince bu, ihtimalden öte bir realitedir. Bugünde zaten
AKP’lilerin zevahiri kurtarmak için yaptıkları evrakta düpedüz tahrifattır. Suçları büyüyor.
İbni Teymiye akımı Suudi Arabistan ile Vehhabi rejimine dönüştü ve yazdığı 10 ciltlik Kur’an
tefsiri, 1926’da resmen bu devletin güya şeriat anayasası ve kanunu oldu. Aslında istibdat
rejimiyle Kraliyet ailesinin zenginliği, saltanatı ve adaletsiz düzenini koruma maskesidir. İbni
Teymiye, insanlara doğru bilgiyi aktaran İbni Arabi kaynağını, siyasilerin emriyle saptırdığı için
İslam alimi ünvanını hak etmiyor. İran ve Suudi Arabistan’da İslam devleti ünvanını hak
etmiyorlar. İbni Teymiye ve Vehhabilik zihniyeti, Sünnet ve Cemaat akidesine sahip alimleri şirk
ve küfürle itham eder bir işleve kavuşmuşlardır. Yeni selefiler adlı grup İbn Teymiyye gibi
tahkik edilmeyen bilgilerle kendileri dışındaki her alimi bidat, şirk ve küfürle itham ediyor. “Ehli Sünnet” akidesine sahip alimleri “ehl-i zeyğ” olarak tanıtan grup, insanların doğru bilginin
kaynağına ulaşmalarına engel oluyor. IŞİD’in rol modeli İbni Teymiye’dir. İbn Teymiyye’yi
müslümanlar için yol gösterici addetmeleri ve fitne çıkarmaları eski bir İngiliz oyunudur.
İbn Teymiyye İbn Arabi’nin her metnini, eserini okumuş, Onun ifadelerini kendine mal ederek
Ona söylemediği hezeyanları isnat etmiştir. Bugünün İbni Teymiyeleri, Erdoğan’ı ve AKP
zihniyetini esir aldı. Suudi İstihbarat Başkanı Prens Bender ve Yasin El Kadı’ya satıldılar. Bugün
ülkemizde yaşanan Cemaat ve AKP savaşı değildir. Yabancı istihbaratların Ibni Teymiye İslam’ı
ile bir İbni Arabi veya bir Said Nursi savaşıdır. Kıskanç İbni Teymiye büyük müceddid,
müçtehid ve evliya İbni Arabi’yi yıpratarak kalplerin fethini erteletti, bugün hemdaşları da İslami
Hizmetleri geciktirme, engelleme, Türk okullarını kapattırma telaşındadır, şeytanı dinliyorlar.
Moğolların İslam medeniyetini yıkmasından sonra 50 yıllık büyük bir kaos dönemi yaşanmıştır.
İngilizler, ‘Osmanlıyı nasıl yıkar, Arap milliyetçiliğini nasıl hortlatırız’ diye kafa patlattığında
17. yüzyılda İbni Teymiye’yi buldular, kullandılar ve Arapları bizden koparmayı başardılar.
IŞİD’i İbni Teymiye İslam’ı ile Erdoğan ve MİT’in Fidan’ına kurduran global ve yerli karanlık
şebeke ile hesaplaşma vakti yakınlaşıyor. Bugün ülkemizi bölmek ve Kürdistan’ı kurmak için
düğmeye basan İngiliz, Neocon grup ve İsrail, İbni Teymiye modelini AKP’ye benimsetti. AKP
ve Erdoğan’ın İbni Teymiye İslam’ını referans kabul etmeleri, çözüm bekleyen sorunlara
yenilerini ekledi, bundan başka herhangi bir anlam ifade etmiyor. Satıldıklarını, vatana
ihanetlerini ispatlıyor.
Dünya yuvarlaktı ama buna bile inanmayan Vehhabîler diyordu ki: “Muhakkak ki gece ve
gündüz, Allah’ın birer mahlukudurlar, haşa dünyanın dönmesiyle oluşmazlar.” Yahudîlikte ve
Vehhabîlerde Teşbih ve Tecsimler birbirine çok benziyor. Bu nedenle İbni Teymiye, fitneci
şeytanların kullanma aracıdır. İbni Teymiye gibi Allahü Teâlâ’nın cisim olduğunu, mekânı
bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kâfirdir. Çağdaşlarından
İbni Battuta diyor ki: “İbn Teymiyye’nin aklından zoru vardı.” İmâm-ı Ebül-Hasen de “İlmi
aklından çok olan bir kimsedir.” dedi. Teymiye İslâm âlimlerine ve bilhâssa Hulefâ-i râşidîne
karşı ahmakca itirazlarda bulunmuşdur. Aklı noksan olan kimsede irfân bulunur mu?
Muhammed İzz-ibni Cemâ’a der ki: İbni Teymiyye, Allahü teâlânın dalâlete sürüklediği,
azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İbni Teymiyye’nin son nefeste nasıl gittiğini
Allah bilir. Biz ise zâhire bakarız. Kitaplarında bid’at ve küfür olan bir çok ifade var. İbni
Teymiyye “İslam’a hizmet eden âlimlerden” biri değildir. Mücessime ve müşebbihe
taifesindendir. Böyle birini övmek ve yüceltmek tehlikelidir. AKP’lilerin övmesine bakmayın,
Vehhabilerin IŞİD kazığını Türk toplumuna nasıl yutturacaklarını bilemiyorlar!
Sapık din adamı İbni Teymiye’nin fikirleri ile İngiliz Casusu Hempher’in yalanlarının karışımına
Vehhabilik denir. Kemalizm’den beterdir. Abdülvehhab oğlunun Kitab-üt tevhid ve torununun
buna yaptığı Feth-ül mecid adındaki şerhde var, 250’den fazla bozuk inanışları vardır.
Vehhabilerin fıkıh üstadı ve ideoloji babası sayılan İbn Teymiyye “mülhit” olarak markaladığı
insanları mahkum edebilmek için her türlü yolu mübah, meşru kabul ederdi. Yeni selefiler grubu
IŞİD de İbn Teymiyye gibi tahkik edilmeyen bilgilerle kendileri dışındaki her alimi bidat, şirk ve
küfürle itham etmektedir. İbni Teymiye’nin Ehl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuştu, (Şeyh-i
necdi) diye meşhur olmuştu.
Pek çok İslam alimi İbn Teymiyye’nin sözlerinde küfür vardır” diyerek reddiyeler yazdılar.
Erdoğan ve AKP, ülkemizi bu bataklığa çekiyor ama gerçek devler ve derin millet patlayacaktır.
Türk toplumu Erdoğan ve ekibi tarafından dayatılan bu sapık İslam türevini kaldıramaz. “Bid’at
ve Müstehâb Kabir Ziyaretleri” kitabı İmam Birgivî tarafından değil, İbni Teymiyye talebesi İbni
Kayyım’ın ismi bilinmeyen başka bir talebesince yazılmıştır, kitapçılarda satması için İmam
Birgivî adını istismar edip kullanıyorlar. İbni Teymiyye, “Allah için had vardır, mekanı için de
bir had vardır” diyen sapıktır. Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyin kitabını yazarak bu
sapkınlığı temizledi. Çünkü İbni Teymiyye’nin kitaplarını okuyanlar arasında “Allahü teâlâyı
yaratıklara benzetmek” temayülü ve başka sapık görüşler de yayılıyordu. İbni Teymiyye, kâfir ve
müşrikler için Cehennem azabının sonsuz olmayacağını güya savunurdu, oysa ayet açıktır,
ebediyen ateş onların yurdudur. Şifâu’l-Alîl’de talabesi İbnu’l-Kayyım’ın, cehennem azabının
son bulup bulmayacağı konusunda İbn Teymiyye’nin yazdığı o “meşhur eser”i kaynak
göstermesi münafıkca bir aldatmacadır. Hangisidir peki? Teymiye’nin böyle bir eseri yoktur,
varsa bile sapıktır!
İbni Teymiyye’nin ve İbni Kayyım’ın fena-i nar görüşünü nasıl savunduklarını ortaya koyan yeni
akademik çalışmaları da burada yazalım:
Muslim Scholarly Discussions on Salvation and the Fate of Others’ ” (Ph.D. diss.,University of
Michigan, 2007) by Muhammad Hassan Khalil
Islamic Universalism:Ibn Qayyim al-Jawziyya’s Salafi Deliberations on the Duration of HellFire, The Muslim World, Jan 2009 by Jon Hoover
“The Creation and Duration of Paradise and Hell in Islamic Theology.” Der Islam 2002, vol. 79,
no 1, pp. 87-102 by Binyamin Abrahamov.
Şiir, kaside, naat, sanat, nesir nazım Peygamberimizi övse bile karşıdır Vehhabiler. Sebeplere
yapışmaya, vesileye tevessüle şirk derler. Vehhabiler, “Arş kadimdir, Allah Arş’ın üzerinde
oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” derler. sapıktırlar! Vehhabi
de Mescid-i nebeviye namaz kılmak ve selam vermek için kabre gitmesi, Hücre-i saadeti ziyarete
uzak yerlerden gelmesi de yasak! Vehhabilere göre, ölüden dua, şefaat istemek, ona tapınmak
olur. Bu nedenle IŞİD ve Taliban türbeleri, İslam medeniyetini yıkıyorlar. Vehhabilere göre,
Resulullahı övme, Ondan şefaat isteme şirk, böyle yapan müslümanlara müşrik, yani puta tapan
kâfir damgasını basarlar. Allah için adak yapmak, hayvan kesmek, bunların etlerini fakirlere
dağıtıp, sevaplarını Peygamberlere Evliyaya hediye etmek şirk derler!
Vehhabilere göre, Mısırlıların en büyük mabudları büyük İslam alimi Ahmed Bedevidir.
Muhyiddin-i Arabi, yeryüzünün en büyük kâfiridir! Vehhabilere göre, her türbe, her alim
puthanedir. Bunların çoğu Lat ve Uzza putları gibidir. Müslümanların çoğu müşrik oldu) derler.
Vehhabilere göre türbelerdeki Evliyaya tevessül etmek, şirktir. Peygamberlerin ve Evliyanın
mezarlarına türbe yaptırma, puta tapınmaktır. Sapık IŞİD ve Vehhabiler, bir Mezhebe uymayı
kabul etmezler. Şefaate, Keramete, Tasavvufa, Alime, Sufilere, Tarikatlara asla inanmazlar.
Vehhabilikten önce ölenlerin kâfir olarak öldüklerini söylüyor, zikrin sevaplarını Peygamberlere
ve Evliyaya hediye etmek şirk diyorlar. Vehhabilik, selefilik adı altında sinsice İbahilik hızla
yayılıyor. Mezhep, âlim falan tanımıyorlar. Vehhabi olmayana kâfir diyorlar. İngiliz casusu
Lawrence ile gaza gelen Suud bin Abdülaziz, “Vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu,
Türklerden kurtulduk” demişti, IŞİD’in Türkmen katliamı, kalanları da yok etmek istediklerini
ispatlıyor.
İfrat ve tefrit noktasında Vehhabilere itidale gelme uyarıları yapan Said Nursi’nin bazı sözleri
bazı talabelerce Risaleden çıkarılmıştı. Nursi’ye göre de Vehhâbi meselesinin kökü epey
derindir. Sahabe dönemine kadar gider. Hazret-i Ali (r.a.), Vehhâbilerin ecdâdı Hâricîlerle
savaşmıştı. Minareyi çalan kılıfını hazırlamaya çalışsa da mızrak çuvala sığmadı. Vehhabiliğin
bid’at bir fırka olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri yazdı. Hazret-i Ali (r.a.), Vehhâbilerin ecdâdından
ve çoğunluğu Necid halkından olan Hâricîlerle savaşmıştı. Nehrivan’da pek çoğunu öldürmüştü.
Hz. Ali’nin Hâricîleri sert cezalandırması derinden derine onları yaralamış ve Hz. Ali’nin
faziletlerini inkarla ona düşman olmuşlardı. Hazret-i Ali (r.a.) “Şâh-ı Velâyet – Velilerin şahı”
ünvânını kazandı ve tarikatların çoğunluğu ona bağlandı, bu nedenle Vehhabiler Sufileri
sevmezler.
Tarikatların Hz. Ali sevgisi Hâricîlerde hep nefrete yol açtı; devrimizin neo Hâricîleri olan IŞİD
ve Vehhâbiler, bugün alim, tarikat ve velâyeti inkar ediyorlar. Ehli Beyt, Hz. Ali sevgisi Anadolu
mirasımızdır, Sufi kültürü topraklarımızı yoğurmuştur, Vehhabi ve Şia zihniyet baş düşmanımız
oldular. Müseylime-i Kezzâb’ın fitnesiyle irtidâda yüz tutan Necid yöresi, Hazret-i Ebû Bekir’in
(r.a.) devri Hâlid İbni Velid’in kılıcını tattı ve bunu hiç unutamadılar. Tarih boyu bu yüzden
Necid ahalisi Hulefa-i Raşidîn’e ve dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaat’e gücenmişlerdi.
Vehhabililk burada doğdu. Necid ahalisi daha sonra hâlis Müslüman oldukları halde, yine
eskiden ecdatlarının yedikleri darbeyi unutmuyorlardı. İngiliz bunu çok net gördü ve kumpas
planını yaptı.
VEHHABİLİK İNGİLİZLER TARAFINDAN NASIL DOĞDURULDU!
Suudî Arabistan’ın kurucusu olan ve Muhammed bin Abdülvehhab’ın yolunu sahiplenen İbni
Suud’un, İngilizlerin adamı olduğu bir gerçektir. Düşünceleri, İngiliz paraları ve İngiliz silahları
karşılığında, köylüler ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Suud tarafından 18. yüzyılda
desteklendi. Sapık din adamı ibni Teymiye’nin fikirleri ile İngiliz casusu Hempher’in
yalanlarının karışımına Vehhabilik denir Vehhabiliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhabdır.
İngiliz casuslarından, Hempher’in tuzağına düşerek, İngilizlerin (İslamiyet’i imha) etmek
çalışmalarına 17. yüzyılda alet oldu.
Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Mekke’nin müftisi ve reis-ül-uleması ve Şafii şeyhul-hutebası
idi. Birçok eserleri olup, (Hülasat-ül-kelam fi beyani umerail beledil-haram), (Firreddi alelvehhabiyyeti-etba-ı mezhebi İbni Teymiyye) ve (Ed-Dürer-üs-seniyye) kitaplarında Vehhabilerin
içyüzlerini açıklamakta, yanlış yolda, sapık olduklarını âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle
göstermektedir.
Yusüf Nebhani’nin (Şevahid-ül-hak) kitabında, ikinci Abdülhamid hanın bahriye mirlivası
[amirali] Eyyub Sabri Paşanın (Tarihi Vehhabiyan) ve (Mirat-ül-Haremeyn) kitaplarında da iç
yüzleri yazılıdır.
İbni Abidin’in üçüncü cildinde bagileri anlatırken ve (Nimet-i İslam) kitabının nikah bahsinde,
Vehhabilerin ibahi yani dinsiz oldukları açıkça yazılıdır. bni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Vehhabiler, kendilerini Müslüman sayıp, vehhabilere muhalif olanların müşrik olduğuna
inanırlar. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah görürler.
(Redd-ül-muhtar)
Nimet-i İslam kitabını her yerde bulmak mümkündür. Bu kitapta Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla
evlenmek caiz olduğu bildirilirken Vehhabilerle evlenmenin caiz olmadığı bildiriliyor. Şirk
sebebiyle muharremattan olanlar bahsinde bâtıniyye ile evlenmenin haram olduğu bildirildikten
sonra, 1 numaralı dipnotta deniyor ki: (Bâtınıyye ki, onlara Talimiyye ve İsmailiyye ve İbahiyye
dahi denir. Son asırlarda onlar vehhabiyye ismini almışlardır Ve din kisvesi içre, öteden beri
dinsiz oldukları halde ehl-i dine ihanet ede gelmişlerdir.)
Nimet-i İslam kitabı, herkes tarafından en sahih ilmihal olarak kabul edilmektedir. Mezhepsizler
bile bu kitabı övmektedir. Mezhepsizliği savunmak için (Mezhepsizlik Yaygarası) isimli kitap
yazan müteveffa Ahmet Gürtaş bile, adı geçen yaygarasında Nimet-i İslam için “Şaheser”
tabirini kullanmıştır. İbni Âbidin hazretlerinin Redd-ül-muhtar kitabı ise en sahih, en kıymetli
fıkıh kitabıdır.
İngiliz Casusunun İtirafları kitabında, Vehhabiliğin kuruluşu uzun anlatılmaktadır. Bu kitabı,
www.hakikatkitabevi.com adresinden okuyabilir ve temin edebilirsiniz. Mirat-ül-Haremeyn
kitabının basıldığı 1888 senesinde Necd emiri, Abdullah bin Faysal idi. Aşağıdaki bilgilerin çoğu
Mirat-ül-Haremeyn’den alınmıştır:
Mehmed’in babası Abdülvehhab, iyi bir müslüman idi. Bu ve Medine’deki âlimler, Abdülvehhab
oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamasını nasihat
etmişlerdi. Fakat, Abdülvehhab oğlu, 1738 senesinde Vehhabiliği ilan etti. İngilizlerin siyasi ve
askeri yardımları ile, Arabistan’a yayıldı. Vehhabilere inanan Deriyye hakimi Abdülaziz bin
Muhammed bin Suud ilk olarak 1791 senesinde, Mekke emiri şerif Galib efendi ile harp etti.
Daha önce, vehhabiliği gizlice yaymışlardı. Sayısız müslümanları öldürüp, kadınlarını,
çocuklarını ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi.
Abdülvehhab oğlu, Beni Temim kabilesindendir. 1699 senesinde Necd çölündeki Hureymile
kasabasında, Uyeyne köyünde doğmuş, 1791’de Deriyye’de ölmüştü. Önceleri ticaret için Basra,
Bağdat, İran, Şam ve Hind taraflarına gitmiş, çok zeki ve bozguncu sözleri ile (Şeyh-i Necdi)
adını almıştı. Dolaştığı yerlerde çok şeyler görmüş, şef olmak düşüncesine kapılmıştı. 1713
senesinde, Basra’da tanıştığı ingiliz casusu Hempher, Abdülvehhab oğlunun devrim yapmak
arzusunda olduğunu anladı. Bununla uzun zaman arkadaşlık yaptı. İngiliz Sömürgeler
Bakanlığından aldığı hile ve yalanları buna telkin etti. Abdülvehhab oğlunun bu telkinlerden
zevk aldığını görünce, yeni bir din kurmasını teklif etti. Bu yeni dinin esaslarını ona bildirdi.
Casus da, Abdülvehhab oğlu da aradıklarına kavuşmuş oldular.
Yeni bir din kurmak için, önce Medine’de, sonra Şam’da, Hanbeli âlimlerinden okudu. Necde
dönünce köylüler için küçük din kitapları yazdı. Bu kitaplara, ingiliz casusundan öğrendiklerini
ve Mutezile ve başka bid’at fırkalarından aldığı bozuk düşünceleri de karıştırdı. Köylülerin çoğu
buna tâbi oldular. İslamiyet’i içerden yıkmak için, İngiltere’de kurulmuş olan (Sömürgeler
Bakanlığı), bu hâli, Necd şeyhi olan (Muhammed bin Suud)a bildirdi. Çok para vererek ve siyasi,
askeri yardımlar vaat ederek, Abdülvehhab oğlu ile işbirliği yapmasını temin etti. Arabistan’da
hasebe ve nesebe çok ehemmiyet verirlerdi. Kendisi ise, cahil olduğundan, Abdülvehhab oğlu
Vehhabilik adını verdiği bu sapık inancı yaymak için, Muhammed bin Suudu maşa olarak
kullandı. Kendisine (Kadı), Muhammed bin Suuda (Hakim) ismini taktı. Kendilerinden sonra da,
çocuklarının bu makama geçmelerini temin eden bir anayasa yaptırdı.
Abdülvehhab oğlu, önceleri Medine’de okurken, Medine’nin salih, temiz âlimlerinden olan
babası Abdülvehhab ve kardeşi Süleyman bin Abdülvehhab ve kendisine ders okutan hocaları,
bunun sözlerinden ve davranışlarından ve sık sık söylediği düşüncelerinden bunun ileride İslam
dinini içeriden yıkacak bir sapık olacağını anlamışlardı. Kendisine nasihat verirler ve
müslümanlara, bundan sakınmalarını söylerlerdi. Fakat, korktukları çabuk meydana geldi.
Düşüncelerini Vehhabilik adı ile açıkça yaymaya başladı. Cahilleri, ahmakları aldatmak için
İslam âlimlerinin kitaplarına uymayan yeniliklerle, dinde reformculukla ortaya çıktı. (Ehl-i
sünnet vel-cemaat) mezhebinde olan doğru müslümanlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yaptı.
Peygamberimizi ve başka Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek, Allahü teâlâdan bir şey
istemeye ve bunların kabirlerini ziyaret etmeye şirk dedi.
Abdülvehhab oğlunun, ingiliz casusundan öğrendiğine göre, bir kabir başında dua ederken,
meyyite karşı söyleyen, müşrik olurmuş. Allah’tan başka bir kimse veya bir şey için, yaptı
demek, mesela, Falanca ilaçtan fayda oldu veya Peygamber efendimizi veya bir Veliyi vasıta
yaparak istediğim oldu diyen müslümanlar müşrik olurmuş. Abdülvehhab oğlunun, bu sözlerine
vesika olarak ortaya attığı şeyler, hep yalan ve iftira ise de, cahil halk, doğruyu eğriden
ayıramadıkları için sözleri, işsizlerin, çapulcuların, bilhassa Deriyye hakimi Muhammed bin
Süud’un hoşuna gitti. Cahiller ve vurguncular, taş yürekliler, Abdülvehhab oğlunun sözlerine
hemen yanaştılar. Doğru yolda olan halis müslümanlara kâfir dediler.
Abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Deriyye hakimine başvurunca, o da
topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak için ve Londra’dan aldığı emirleri yaymak
için, Abdülvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta bütün
gücü ile uğraştı. İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Müslümanların mallarını yağma etmek,
canlarına kıymak helal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed bin Suud’a asker
olmak için yarış ettiler. Suud oğlu ile Abdülvehhab oğlu el ele vererek, vehhabiliği kabul
etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak helal olduğuna
1730 senesinde karar verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler. Buna göre, Abdülvehhab oğlu,
otuziki yaşında bozuk fikirleri yaymaya başlamış, kırk yaşında ilan etmiştir.
Mekke-i mükerreme şafii müftüsü Esseyyid Ahmed bin Zeyni Dahlan, El-Fütuhat-ül-islamiyye
kitabının 2.cüz 228.sayfasından başlayarak, Fitnet-ül-vehhabiyye başlığı altında bunların bozuk
inançlarını ve müslümanlara yaptıkları işkenceleri anlatmaktadır. Bunun 234.sayfasında diyor ki:
“Mekke’deki ve Medine’deki Ehl-i sünnet âlimlerini aldatmak için, buralara kendi adamlarını
gönderdiler. Bu adamlar, İslam âlimlerine cevap veremediler. Cahil ve sapık oldukları anlaşıldı.
Kâfir olduklarını ispat eden bir karar yazılıp her tarafa gönderildi.”
Hicaz’da bulunan dört mezhep âlimleri ve bunların arasında Abdülvehhab oğlunun kardeşi
Süleyman efendi ve kendisine ders okutmuş olan hocaları, Abdülvehhab oğlunun kitaplarını
inceleyerek, İslam dinini yıkıcı, bozguncu yazılarına cevaplar hazırladılar, sapık yazılarını
çürüten kuvvetli vesikalarla kitaplar yazarak, müslümanları uyandırmaya çalıştılar. Süleyman bin
Abdülvehhab’ın, kardeşine karşı yazdığı kitabın ismi, Savaık-ul ilahiyye firreddi alelvehhabiyye’dir.
Bu kitaplar onları gafletten uyandıramadı. Müslümanlara karşı olan düşmanlıklarını arttırdı ve
Muhammed bin Suud’un müslümanlar üzerine saldırmasına, akıtılan kanların çoğalmasına sebep
oldu. Bu adam, (Beni Hanife) kabilesinden olup, Müseyleme-tül Kezzabın peygamberliğine
inanmış olan ahmakların soyundan idi. Muhammed bin Suud, 1765 senesinde ölünce, oğlu
Abdülaziz yerine geçti. Abdülaziz bin Muhammed bin Suud, 1803 senesinde, Deriyye camiinde,
bir Şii tarafından, karnına hançer sokularak öldürüldü. Bundan sonra, oğlu Suud bin Abdülaziz
vehhabilerin şefi oldu. Arabları aldatmak, sapık inançlarını yaymak için müslümanların kanını
dökmekte, üçü de, birbiri ile yarışırcasına çalıştılar.
Vehhabilerin ve mal, mevki ele geçirmek için bunların arasına karışan cahil, vahşi kimselerin,
Taif’de, Mekke ve Medine’de ve diğer yerlerdeki müslümanlara yaptıkları işkenceler ve
kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, Ahmed bin Zeyni Dahlan’ın Hulasat-ül-kelam
kitabında ve Eyyub Sabri Paşanın 1879 senesinde basılmış olan Tarih-i Vehhabiyan ve Mirat-ülHaremeyn kitaplarında uzun yazılıdır. Yüreği dayanabilenler oradan okuyabilirler. Bunların,
Osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, ingilizlerin
bol para ve silah yardımı ile tekrar nasıl devlet kurdukları da yazılıdır.
Vehhabiler, cahil Müslüman Arapları inandırmak için, Ahkaf suresinin 5.âyet-i kerimesini,
Yunus suresinin 106.âyet-i kerimesini ve Rad suresinin 14.âyet-i kerimesini vesika olarak ileri
sürmüştür. Halbuki bunlara benzeyen, daha birçok âyet-i kerimeler vardır. Bu âyet-i kerimelerin
hepsi, puta tapan kâfirleri, müşrikleri bildirmek için gönderildiğini, tefsir âlimleri sözbirliği ile
beyan buyurmuşlardır.
Abdülvehhab oğlunun düşüncelerine göre, bir müslüman, Peygamber efendimizden veya başka
Peygamberlerden yahut Velilerden, Salihlerden birinin kabrinin yanında veya uzakta iken
bundan (istigase) etse, yani sıkıntıdan, dertten kurtulması için yardım istese, yahut o zatın ismini
söyleyerek şefaat etmesini dilese, yahut kabrini ziyaret etmek için gitmek istese, o müslüman
müşrik olurmuş. Allahü teâlâ, Zümer suresinin üçüncü âyetinde, puta tapan kâfirleri
bildirmektedir. Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek dua eden müslümanlara müşrik
diyebilmek için, bu âyet-i kerimeyi ileri sürüyorlar. Müşrikler de putların yaratıcı olmadığına,
her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanıyorlardı diyorlar. Hatta Ankebut suresinin 61. ve Zuhruf
suresinin 87. âyet-i kerimesinde mealen, (Bunları kimin yarattığını, onlara sorarsan, elbette Allah
yarattı derler) buyuruldu. Allahü teâlânın da böyle buyurduğunu söylüyorlar. Kâfirler böyle
inandıkları için değil, Zümer suresinin 3.âyetinde bildirilen, (Allah’tan başkalarını dost
edinenler, onlar Allahü teâlâya şefaat ederek bizi yaklaştırırlar derler) meali şerifini söyledikleri
için kâfir ve müşrik oluyorlar, diyorlar. Peygamberlerin, Evliyanın kabirlerinden şefaat, yardım
isteyen müslümanlar da, böyle söyleyerek müşrik oluyorlarmış.
Abdülvehhab oğlunun, bu âyet-i kerimeyi ileri sürerek, müslümanları kâfirlere, müşriklere
benzetmesi, çok çürük, ahmakça ve gülünç bir şeydir. Çünkü, kâfirler, şefaat etmeleri için putlara
tapınıyorlar. Allahü teâlâyı bırakıp, dileklerini yalnız putlardan istiyorlar. Allahü teâlânın
âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed aleyhisselama ve getirdiği İslam dinine
inanmıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allah’a ve Resulüne iman ediyor, getirdiği İslam dinine
inanıyoruz. Zaten buna iman ettiğimiz için müslüman oluyoruz. İman edenler ile putlara tapan
müşrikler hiç mukayese edilebilir mi? Hiç birbirine benzetilebilir mi? Üstelik bu müşrikler,
Peygamber efendimize iman etmemekle kalmayıp, Ona ve iman eden müslümanlara her türlü
eziyeti yapmış, sayısız harpler etmişlerdi. Biz, Peygamberlere, Evliyaya tapınmıyor, her şeyi
yalnız Allah’tan bekliyoruz. Evliyanın vasıta, vesile olmasını istiyoruz. Âlemlere rahmet olarak
gönderilen en sevgili kul, en büyük Peygamber Muhammed aleyhisselamın şefaat etmesini
istiyoruz.
Kâfirler, putlarının diledikleri gibi şefaat edeceklerine, her dilediklerini Allah’a mutlaka
yaptıracaklarına inanıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allahü teâlânın, sevdiği kullarına şefaat için
izin vereceğini, sevdiklerinin şefaatlerini ve dualarını kabul edeceğini, Kur’an-ı kerimde
bildirdiği için, Kur’an-ı kerimde bildirilen bu müjdeye inandığımız, iman ettiğimiz için, Allahü
teâlânın sevgilisi olan yüce Peygamberimizden, sevgili kulları Evliyadan şefaat ve yardım
istemekteyiz.
Kâfirlerin putlara tapınması ile, müslümanların Evliyadan yardım istemeleri birbirine
benzetilemez. Bir müslüman ile bir kâfir, görünüşte hep insandır. İnsanlıkları birbirlerine
benzemektedir. Fakat, müslüman, Allahü teâlânın dostudur. Sonsuz Cennette kalacaktır. Kâfir
olan ise, Allahü teâlânın düşmanıdır. Sonsuz Cehennemde kalacaktır. Görünüşte birbirlerine
benzemeleri, hep aynı olacaklarına senet olamaz. Allahü teâlânın düşmanı olan putlara,
heykellere yalvaran ile, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine ve veli kullarına yalvaranlar,
görünüşte benzeyebilirler. Fakat, putlara yalvarmak, Cehenneme götürür. Peygambere ve
Evliyaya yalvarmak ise, Allahü teâlânın af etmesine, merhamet etmesine sebep olur. (Allahü
teâlânın sevdiği kulları hatırlanırsa, Allahü teâlâ merhamet eder) hadis-i şerifi meşhurdur.
İbni Hacer-i Hiytemi’nin Minhac şerhi olan Tuhfe kitabına haşiyeleri ile meşhur Muhammed bin
Süleyman şafi’i, Abdülvehhab oğlunun bozuk ve sapık bir yolda olduğunu, âyet-i kerimelere ve
hadis-i şeriflere yanlış manalar verdiğini, vesikalarla ispat etmiştir.
Kitabında şöyle demektedir:
“Ey Abdülvehhab oğlu! Müslümanlara dil uzatma, sana Allah rızası için nasihat ediyorum.
Allah’tan başka yaratıcı olduğunu söyleyen varsa, ona doğruyu bildir! Vesikalar göstererek onu
doğru yola çevir! Müslümanlara kâfir denilemez! Milyonlara kâfir dememek için, bir kişiye kâfir
demek daha doğru olur. Sürüden ayrılan koyunun tehlikede olduğu muhakkaktır. Nisa suresinin
(Doğru yol gösterildikten sonra, Peygambere uymayan, imanda ve amelde müminlerden ayrılan
kimseyi, küfür ve irtidadda bırakır ve Cehenneme atarız) mealindeki 115. âyet-i kerime, Ehl-i
sünnet ve cemaatten ayrılmış olanların halini göstermektedir.”
Ecdadıdımız Vehhabi teröristlerini isyana sevk edenleri İstanbul’da asarak cezalandırdı.
Bugünün Vehhabilerinin devleti ele geçirdiğini ve oyuncakları olduklarını ecdadımız
mezarından kalksa ve görse kahrından kıyamete kadar bir daha uyanıp gözünü açmazdı!
Tükürürdü yüzlerine hayasızların ve bu vatanı size Vehhabi ve Şia terörizmine dayakcı, destekci
olasınız diye mi emanet ettik derlerdi! Emin olunuz! İbni Teymiye ve İbni Arabi savaşı
yaşanıyor ama mücadeleyi her zaman kalplerin sultanı İbni Arabiler, Mevlanalar, Gülenler
kazanmıştır.
Veledi Zina Frenkeştayn!
Mekke müşrikleri ve Medine münafıkları, dört bir koldan Hak yolu sindirmek, yok etmek
istediler. Bu gün yaşananlar gösteriyor ki, 70 bin kişi olacakları hadislerde ifade edilen siyah
sancaklı fitne ordusu IŞİD Suriye ve Irak arasına İslam düşmanları tarafından yerleştirildi.
Hadisler çok açık biçimde bu orduya destek verenin kaybedeceğini söylüyor. Bakalım,
ülkemizde durum nedir?
AKP fitne kurmayları, El Nusra ve IŞİD ile Neocon ittifakının kendilerine yapışacağını gördü
ama kurtulamıyorlar. Suçu atacakları yerde yok. Hesabı Erdoğan’a sorulacaktır. El Nusra ve
IŞİD tezgahı için Hakan Fidan, ABD’ye sayısız defa gidip Neocon üssü Stratfor ile görüştü ve
İslam düşmanı Neoconla AKP’yi gerdeğe 2001’den beri soktu. Yanına kimi zaman aldığı
Akdoğan ve İbrahim Kalın, ne yaptıklarını iyi biliyorlar; Neoconlarla ortaklık yaptılar. İslam
düşmanı Neocon ile AKP’nin bu gayrimeşru evliliğinden bir veledi zina doğdu: El Nusra ve
IŞİD. ”Frenkeştayn olacağını bilemedik” diyorlar. Erdoğan ve Fidan bile babası olmak
istemiyor!
El Nusra ve IŞİD veledi zinası suçunu cemaata yıkmak imkansızdır. AKP fitncilerinin dolaşıma
soktuğu, “Neoconlarla cemaat ittifak yapıp bizi 17 Aralık’ta devirmek istedi, kumpas kurdu”
yalanına kimse inanmıyor. Zira “IŞİD piçleri”, üstlerine işiyor! Erdoğan ve Fidan, Türk
kamuoyunu Neoconlarla ittifakla doğan “zina veledi” El Nusra ve IŞİD konusunda ikna etse bile
Almanlar deşifre edecektir. Çünkü Almanya, IŞİD ile kurulmak istenen Büyük Kürdistan
tezgahında oyun dışı bırakıldı, bunun intikamını alacaktır. Yıllardır, Kürt faşizmine ve PKK’ya
yatırım yaptılar, kolay kolay vazgeçmezler!
Sadece Almanlar olsa iyi! MİT’in acziyeti ve zafiyeti nedeniyle ülkemizde son yıllarda
polislerden başka yabancı casus ve ajanları takip eden ve enseleyen yok. İşin komik tarafı, şimdi
onları casus ve ajan diye yakalatan söz konusu casus ve ajanlarla işbirliği yapan hükümet!
Herşey herc ü merc, tersine dönmüş ve halk aptal yerine konuyor. Bunu söyleyince çarpıtıp, “oy
veren seçmene, halka aptal dedin” diyorlar. Çok haram yiyen paralel görüyor, Bonzai içmiş gibi
havalarda geziyorlar, cin çarpmış gibi şaşılar! Ahirzaman müslümanlarının fitne zamanı bu
halde olacağı zaten hadislerde var. Erdoğan ekibine Özgür Suriye Ordusu yalanıyla El Nusra ve
IŞİD’i kurduranın Neoconlar ve İsrail olduğunu 2011′den beri söylüyor, uyarıyorum. İnternet ve
bilgi çağında Erdoğan, Neoconlarla 2011′den anlaşma yaptığını, cemaatı satıp, Ergenekon ve
PKK’yı yanına alıp, El Nusra ve IŞİD tezgahını yabancı istihbaratlarla beraber kurduklarını uzun
süre gizleyemez.
ABD Başkanı Obama ile Erdoğan arasındaki ilişkiler limoni; çünkü Erdoğan, Obama’nın tek
rakibi İslam düşmanı Cumhuriyetçi Neoconlar, Evajelist, Yahudisever siyonistle anlaştı.
Obama’yı destekleyen Yahudi lobisi, Mavi Marmara olayından sonra AKP’ye desteiğini kesti.
2010 yılından beri yoğun çalışma içine giren AKP kurmayları, Ergenekon’un gizli yöneticileri,
en berbat Yahudi lobisi kucağına kendi rızası ile oturdu. 2004′de çıkan Matrix’in 11 Eylül
Kurgusu ve 2005′de çıkan Net Kırılma kitaplarım okunursa, Erdoğan’a 2011’den beri izletilen
İsrail yanlısı Net Kırılma politikasına neden karşı olduğum daha net anlaşılır.
Net Kırılma, Netanyahu’nun derin Cumhuriyetçilerle yazdığı 1996 tarihli bir rapordur, 2000′de
Amerikan tarihinin en aptal başkanı George Bush ile yeni yüzyıl projesi adıyla Amerikanlaştı ve
devlet politikası haline geldi! Net Kırılma raporuna göre 22 ülkenin sınırları, Türkiye dahil,
değişecekti, Büyük Kürdistan kurulacaktı. 11 Eylül sonrası Irak ve Afganistan savaşlarının
ardında yatan gerçekler komplo teorisi değildir.
Obama yönetimi, Amerikan nefretini kısmen azalttı, ancak şahin Neoconlar geri dönmek ve
yarım kalan işi bitirmek istiyor. Amerikan petrol ve silah sanayi, tabi Amerikano rdu
endüstrisinde maalesef Nocconlar ve 45 milyonluk Evanjelistler daha etkindir, bugünde hemen
yeni savaşlar çıksın istiyorlar. Müslüman kanı, toprağı ve serveti üzerinden çirkin pazarlıklarda
Erdoğan ikbali için İslam ümmetini kolaylıkla global şeytanlara sattı. Bunun için çok kızgınım
ve İslam’ın başına Erdoğan’ın sardığı bu bela ve musibet sona ermeden sakinleşeceğimi ve
susacağımı sanmıyorum. Olay, sadece cemaatı bitirmek olsa, cemaat yazarları savunsun derdim.
AK trolller ve AKP kurmayları, Neoconlarla ittifakın İsrail ile ortaklık olduğunu domuz gibi
biliyorlar. Aslında ‘Cemaat CIA ve Mossad’la darbe yaptı’ kampanyaları çok çürüktü, en
başından çöktü. İnanan kesimde aptallık seviyesi çok yüksek olmalıdır. Ergenekon elitleri, 60
yıldır İslam düşmanı Neocon, Evanjelist ve İsrail ile işbirliği halindeydi; Erdoğan’ın da zifafa
girdiği bu ekiptir. Medya elimde istediğim doğruyu çakar, istediğim yalanı söyler, iftira, kin,
nefret, haset yayarım diyen Tiran, Neoconların dolmuşuna fena bindi. İnmesi zor bu trenden!
ABD’de ne zaman Cumhuriyetçiler iktidara gelirse savaşlar çıkar, petrolcüler ve silah sanayi
büyük paralar kazanır, Demokratlar gelir, ekonomide oluşan yaraları sarar, delikleri kapatır.
Cumhuriyetçi Neocon Amerikası ve CIA’sı Erdoğan’a El Nusra ve IŞİD’ı kurdururken,
Demokrat Obama Amerikası ve CIA’sı karşı çıkar, kızabilir. Erdoğan’a ülkeden kaçmak zorunda
kaldığında şu soru sorulacak: “Neoconlara kanıp bu kadar Müslüman kanı döken canilere nasıl
ve hangi vicdanla silah ve roket gönderdin?” Erdoğan’a şimdi gazeteciler soru soramıyor,
sordurmuyor. Yarın soracaksınız: “Bu kadar kamu soygununu ümmet için mi yaptın, yoksa şahsi
ikbal için mi? Hizmet’i ne hakla vurdun?” Zulüm gören her birey, ahirette daha zor sorular
soracak, hesabını veremeyeceği sorular bunlar? “Gulul” günahını işleyen felah bulamaz.
Erdoğan’ın ve AKP’lilerin düştüğü tuzağa Allah kimseyi düşürmesin. Hem ülkene ihanet et,
hemde en temiz insanlara şer at, hesabını Allah soracaktır. Yürekleri yok, kendi söyledikleri
yalanları bildikleri için yalan söylüyenin, hain ajanının, kumpascının eşi 3 talakla boş olsun
mu’dan kaçtılar.
Cemaat’ın nereden koştuğunu 1983’den beri çok iyi biliyorum. Pek çok bilinmeyen olaya
şahidim, nice mağduriyetler yaşadım. AKP ve Erdoğan. çok bağırmakla haklı çıkamaz ve İslami
Hizmetlere verdiği büyük zararın üstünü hiç bir bahane ile örtemez. En iyisi geriye dönelim ve
1986’dan beri neler oldu bir göz atalım.
1987 GATA’da askeri öğrenciydim, bize verilen İrtica brifiginde iç düşman görülen İslami
cemaatlerin HAMAS ve El Fetih gibi birbirine düşüreceğini anlatan CIA veya Mossad
istihbaraçılarıydı. Bu adamların bu kadar içimize girmesinden kimse rahatsız değildi. NATO
ordusuyduk, 21 Amerikan üssü yavaş yavaş devredilirken, ABD ve İsrail, kendi kadrosunu
ordumuzda yetiştirmişti. Bu gerçeği kabullenmek istemiyordum.
HAMAS’ı İsrail gizli servisinin kurduğunu yıllarca sonra öğrendim, o zaman anladım, CIA ve
MOSSAD ülkemizde nasıl bir şeytanlık peşindedir. 1987′de İslami tarikat ve cemaat içlerine
yerleştirilecek 400 Özel Harp subayını CIA ve MOSSAD eğitti, isim isim birgün bunu
açıklayacağım. Söz konusu 400 Özel Harp subayına CIA ve MOSSAD, ‘HAMAS gibi bir yapı
kurun ve El Fetihle vuruşturun’ dedi. HAMAS’ın Gazze’de pavyonlar çalıştırdğını yazdığımda
AKP saftorikleri arasında yer yerinden oynadı, hep mücahid profile çizilen, sosyal yardımlarla
halkın gönlünü kazanan HAMAS, halkı fişlemek için SİMBET tarafından kullanıldı. Son Gazze
saldırısı olayında 2 bin Gazzelinin ölmesinde kullanılan araç yine HAMAS. İsrail, yarattığı
HAMAS öcüsüyle yıllardır Batı dünyasının gözünü boyuyor, güya kendini koruma hakkını
kullanıyor. Filistinli bir prof dostum Erdoğan ile HAMAS arasındaki sıkı ilişkiye şahit olunca
teşhisi koymuştu: “HAMAS, Filistinli kadınları pazarlıyor, AKP’ye de bunu yaptırır, ahlakı
yozlaştırırlar.” Ne demek istediğini pek anlamamıştım. Muta’nın normalize edilmesiyle anladım.
CIA ve MOSSAD’ın ülkemizi yönetmede tek engel gördüğü 1986′dan beri Hizmet camiasıdır.
1986 Temmuz kararları “Gatakulli” kitabımda olacaktır. Her tarikat ve cemaata kolaylıkla sızan
CIA ve MOSSAD eğitimli Özel Harp subayları Hizmet’de hep yakayı ele verdi, zira onları
bekliyorduk. Türk ordusundan 1986′dan beri atılan dindar 2500 subay ve astsubay, 7500 dindar
askeri öğrenciyi CIA ve MOSSAD istemedi. Mağdurların pek çoğunu şahsen tanırım veya
dolaylı dostlarımız olmuştur.
Zaman gazetesine Genelkurmay’dakiler uzun yıllar ‘attığımız dindar askerlerin gazetesini
getirin, okuyalım’ der, gülerek dalga geçerlerdi. Zaman gazetesi, hiç bir yerde iş verilmeyen
mağdur subay, astsubay ve askeri öğrencilere iş vererek büyük vefa gösterdi, asla
unutmayacağız. Zaman gazetesinde bugün ordudan atılmış eski subay, astsubay ve askeri öğrenci
mağduru kalmadı, sanırım en sonuncusu bendim. Bu desteğe artık ihtiyaç kalmamıştı.
1987′de gazeteci ve yazar olmak istememin tek sebebi, ordumuz içine sızmış CIA ve
MOSSAD’ın yönettiği Süfyanizm Komitesini deşifre etmekti. 1988′de 19 yaşında yazdığım ilk
romanın adı “Ateşle Oynamak”tı; Hekimoğlu İsmail’ Ağustos 1990’da kendi elimle evinde
verdim, Ali Çankırılı’ya müsveddesini okuttu. Hekimoğlu İsmail, “başörtülü bir annenin dramını
yazdım diye benim gibi meşhur bir yazarı 3 yıl hapisle cezalandırdılar. 1 yıl yattım, Turgut Özal
inisiyatif alarak çıkarttırdı. Senin bu açılım için çok erken. Seni de hapse atarlar, günyüzü
göstermezler, kendini zayi etme, zamanın gelmesini sabırla bekle” dedi.
Gençtim, çok tatmin olmadım, frene basmayı pek sevmezdim. Metin, Rahmi, Abdil,
Uğur, Muaz, halen Özbekistan cezaevi 13 yıldır yatan Zeki Obuz abinin kulakları çınlasın
Re’sen Emekliler Derneği’ni 1990′da İstanbul’da kurduk. Re’sen Emekliler Derneği’ni
kuranların hepsi, ben dahil 1992 başı Orta Asya’ya hicrete giden eski havacı astsubaylardı; bu
nedenle dernek baykuş kadar yalnızdı. STV’de yayınlanan “Ötesiz İnsanlar” dizisi gerçek
hikayelerden kurgulandı. 28 Şubat gibi verilsede, bu dram 1984′den beri hep devam ediyordu.
Türk ordusunda namaz kılmak isteyen bir insana yapılan zulümler artık durdu. Bunu AKP
sağlamadı, CIA ve MOSSAD kliği eski gücünü kaybetmiştir. Ancak Türk ordusunda BAAScı,
diktacı bir yönetim isteyen CIA ve MOSSAD kliği Silivri’yi boşaltarak geri döndü, AKP
üzerinden Müslümanların hizmetlerini kıskançlıkla imha etme derdine düşmüşler, şerefsizce,
onursuzca tepiniyorlar. BAASCI zihniyetin darbe merkezi bu sefer MİT oldu, bu “geri zekalılar”
yenilmekten bıkmıyorlar; milletimiz ve ordumuz bu büyük kumpası er veya geç bozacaktır. Son
karakolun sahibi Allah ve Resulü; bunu hesaba katmıyorlar.
“Son Mohikan”ı durdurmak imkansızdır; Ak trollerin, MİT’in karakoyunları, Tiran ile yeni
Türkiye kurulamaz, sabır, ne olacağını göreceksiniz. Hizmet Hareketi’nden 30 yıldır bir saniye
bile ayrılmadım, Zaman gazetesinde 12 yıl çalıştım, 13 yıldır CHA’ya Allah rızasına haber
yazarım. Kanada’ya 4 Kasım 2000′de gelirken, Hizmet’e Allah rızası için gönüllü çalışma, hiç
bir şey almadan verme yemini ettim; bunu çarpıtmayınız. Hani Mevlana demiş ya, “Hz.
Muhammed’in tozu olamam, Allah’ın sadece kuluyum,” bana iftira atan, lafı çarpıtan, kırk defa
düşünsün ukbada, hesap var. Hizmet’e gönül vermek illaki bir kurumunda çalışmakla olmaz.
Bazıları, “neden Zaman’dan ayrıldın?” diye fitne çıkartıyor, amelde niyet önemlidir. Müslüman
elinden geleni vaktini verimli kullanarak iyi niyetle, basiretle ve ihlasla yapar, Allah’ın
hükümüne kimse karışamaz.
“Cemaatın sözcüsü ve yazarı değilim” derken kimse koskoca Hizmet camiasının adına
konuşamaz demek istiyorum, her birey kendi görüşünü söyler. 30 yıllık dava mücadeleme
bakıyorum, halen Zındıka Süfyanizm Komitesi’nin oyunlarını bozuyorum, bu kez AKP,
Erdoğan’ı çok feci kullanıyorlar. Süfyanizm Komitesi’ni son 60 yıldır yöneten İslam düşmanı
Neocon çete, AKP ve Erdoğan’ı şantaj ve tehditle ele geçirdi, vatanı ve devleti geri alacağız.
60 yıldır Süfyanizmi yöneten MOSSAD ve CIA ile çalışan askeri vesayeti temizlemek için
uğraştım, hepimiz uğraştık, şimdi AKP ve Erdoğan,” esiri” olduysa ne yapayım yani! Zulme ve
onursuzluğa biat mı edelim? Erdoğan’ın yüzde 52 oyla seçilmesi beni ilgilendirmiyor, haksız
medya rekabeti, devlet imkanları ile yapılan seçim zaten demokratik değildi.
Ülkemizi bol bol yalan söyleyen, iftira, bühtan, nefret, kıskançlık siyaseti yapan, kamu
soyguncusu, haram medya sahibi biri asla yönetemez. AKP’liler devlet kaymağına alıştı,
Süfyanizm Komitesi, analarını kesse, babalarını assa yine de koltuktan sökemezsin; Hizmet bu
rahat tezgahı bozdu. Siyasal İslamcılar, devlete “tağut düzen” der söverdi; meğer bu nefret elde
edince aşık olmak içinmiş. Freud, bu çelişkiyi “hayvanlık iç güdüsü” diye açıklar.
Bu saatten sonra AKP’li dostlar insanlıklarını yitirdiler. İslami Hizmet yapanlara küfredenlere,
infaz edenlere onay veren yarın namusunu bile satar. “AKP’li veya cümle beyinsizler”, dikkatli
baksalar, net görürler: Ergenekon, PKK, Doğu Perinçek, MİT’in İslam düşmanı çetesi,
Neoconlar yanlarında. Neden Hizmet ile savaşıyorlar? Aklı olan, düşünenler için cevap belli:
CIA ve MOSSAD talep ettiği için, AKP, Hizmet’i imha görevini yapıyor. Buna çok gönüllü
davrandı, siyasi bir parti olmadığı halde Hizmet’e en büyük siyasi rakibi olarak gösteriyor.
Erdoğan ve kurmay heyetinin ciğerini bilen 25 yıllık dava dostları geçen gün aradı ve şunları
söyledi: “Farukcum, çok abarttığını düşünmüştüm, yazdıklarına inanmamıştım. Bu salaklar
gerçekten CIA ve MOSSAD ile anlaşmış; sadece Hizmet’i değil tüm İslami cemaatleri yok
etmeye çalışıyorlar. Katiller, hırsızlar ve tecavüzcüler sürüsü El Nusra ve IŞİD’e destek için tüm
imkanları, hatta örtülü ödenek bile seferber edilmiş. Ancak bu kadar satkınlık fazla, mutlaka
ortaya çıkar. Medya ellerinde, kamuoyuna durmadan yalanlar pompalıyorlar, çok rahat
aldatıyorlar. Çalıştıkları MİT ekibi İslam düşmanı olanlar, kemiksiz. Yığdıkları serveti dediğin
gibi yurtdışına kaçırmışlar, o halde kaçacaklar diye boş yere demiyorsun. Yazmaya devam et,
açık edemesemde seni destekliyorum; insanlık ve vicdanın kalmadığı yerde Hitler çıkar,
istihbarat bir Gestapo olur. IŞİD, hepsinin ortak “Veledi Zina”ları, tam bir Frenkeştayn!” PKK
yanında sütçü beygiri kalıyor!
Daha düne kadar Gülen için “Hitler”, cemaat için “Gestapo” diyen bu eski Milli Görüşcü, Sufi
takılıyor, şöyle noktaladı: “Kimi Allah’ın kılıçları (kalemler), bin kişilik orduya bedeldir; Hz.
Hamza, Hz. Ömer, Hz. Halid bin Velid, Hz. Ebu Katade, Hz. Ebu Dücane, Hz. Ali, Hz. Zübeyir
bin Avvam, Hz. Ubeydullah bin Cerrah, Hz. Sad bin Ebi Vakkas ve Hz. Musab Bin Umeyir’dir.”
Uçuruma sürükleniyoruz!
“Her türlü yabancı ajanla nasıl rahat oturup konuşuyorsun” diyorlar. Diplomasi muhabirlerinin
işi budur. Ajanların yanlış bilgi alıp saçma raporlar yazmalarındansa, sağlıklı iletişimle açık
istihbarat paylaşımı daha iyidir. Onlara aslında medyada çıkan haberlerden daha fazlasını pek
vermedim. Türk medyasını okumasını bilmiyorlar. Pek çok gazete okuru da bilmez. Bir MİT
yazarı ve gazeteci ne yazıyorsa tersi çıkar.
Ülkemizde demokrasi rafa kalktı, güç zehirlenmesi sendromu yaşıyor Erdoğan ve AKP’liler.
Mutlak güç bozuyor, 10 yıldan sonra diktatörlük hevesi oluşuyor, Erdoğan’ı görüyorsunuz.
Maalesef Erdoğan belasının başımıza sarılmasında büyük emeğim geçtiği için bu konuda
vebalim var. Erdoğan 1999’da hapiste iken, demokrasisi ve ekonomisi batmış bir ülkeydik.
“Türklerin umudu ve güveni” diye Amerikalılara Recep beyi pazarlayan 2000′de bendim. Bugün
fişini çekmek de bana düşer. Bana, “Erdoğan’ı CIA’ya pazarlayan bir diplomasi muhabiri
gazeteci olmaktan pişman mısın?” diye soruyorlar. “Hayır,” diyorum, aynı şartlar bugün olsa
yine aynısını yapardım. O gün ülkemizde ağır bir askeri vesayet vardı, bundan kurtulmalıydık ve
Erdoğan gibi kural tanımaz, ağzı epey bozuk, askerleri takmayacak bıçkın bir kabadayı lazımdı!
2000 yılında 28 Şubat zulmü Erdoğan’ın yeni bir parti kurmasıyla 2 yıla kadar çözülür derdim.
Son 3 yıldır ise, “huzur Erdoğan’dan kurtulmakla gelir” diyorum. “Erdoğan’ı kaç yıl kullanalım”
diye soran CIA’ya çalıştığını gizleyemeyen Amerikalı diplomatlar Jesse Bailey ve Martin
Lawrence’a, o gün 6 Ekim 2000′de, “10 yıl” demiştim. Neden böyle söyledim? Zaten Amerikalı
diplomatlar Bailey ve Lawrence, ülkemizde merkezi sağı birleştirecek ve önümüzdeki 10 yılda
idare edecek liderin Erdoğan olduğu konusunda hemfikir olmuşlar, önündeki engelleri nasıl
kaldırırız diye bana akıl sormaya gelmişlerdi. Bu nedenle peki “neden Erdoğan’ı 10 yıl
kullanmak yetinelim, peki daha sonra ne olacak ki?” diye merak ettiler. Dedim ki, “sivri dilli
zalim bir diktatör” olacaktır ve Demokrat Amerikalıları dinlemeyecektir. 2000 yılında ülkede
AKP bile yok iken, 2010’dan sonra Erdoğan’ın ne olacağını anlatmak için kalp gözünüzün açık
olması, birazda basiret gerekir.
Bailey ve Lawrence’ı, Zaman Ankara ofisinde yaptığımız bu görüşmede çok net uyardım:
“Erdoğan, 10 yıl sonra bir Menderes olur.” “Ne demek istiyorsun?” dediler. Adnan Menderes’in
son 3 yılı adaletle değil ayrımcılık ve zulümle geçti, Erdoğan gibi güç zehirlenmesi yaşadı,
devrildiğinde muhafazakarlar dahil her kesimden mağdurlar, ‘oh olsun’ derken, asıldığında
halkımızda geçmiş olsun diyen de çıkmadı. Bailey ve Lawrence’a Menderes’in son 3 yılını
anımsattım ve “eğer Erdoğan 10 yıldan fazla ülkemizde lider kalırsa, millete zulmeder” dedim.
Yani Erdoğan’a sadece 10 yıllığına kefil oldum, daha fazlasını zorlaması onu bir Neron’a
döndürecek diye 2012 Haziran’ında yazdım.
Erdoğan, tıpkı Kur’an’daki Talut kıssasında olduğu gibi Calut’a karşı galip getiren Davud ve
haramlı o suyunu içmeyenleri satmaya çalışıyor. Kıssadan hisse: Talut, Calut’u kendi devirmedi.
Az ve ihlaslı bir topluluk Talut’un ordusundakiler gibi zehirlenmedi. Davud, Talut’u yenecektir.
“Kasa”, “Nisa”, “Masa” tuzağına düşmüş, egosu şişmiş, kendisini dev aynasında gören AKP’li
dostlar, seçimde kazanınca zulümleri sürer sanıyorlar. Talut’un Davud’a karşı nasıl ve neden
kaybettiğini bugünün nehirde haramlı suyu içmiş, sarhoş Talut ordusu göremiyor; zombileşmiş
gibiler! Savaş Süzal, hem Hizmet’e hemde AKP’ye, Erdoğan’a karşı bir gazeteci. Talut’un neden
kaybedeceğini görmüş: “Devlete dayanan soyguncu siyasetci kaybeder.” Hizmet’i günahı kadar
sevmeyen gazeteci Savaş Süzal diyorki: “Dürüst olan, doğru söyleyen, haram yemeyen
cemaatciler, despot devlete karşı millet onlar, kazanırlar.” Başta Cem Küçük olmak üzere
Haram Medya şürakası, “biz devletiz, cemaatı ezme konusunda konsensus var, milletin
karşısındayız” diye “Mitce” ve “itce” yazıyorlar. Kendini “devlet oldum” diye inandırmış
AKP’lileri kafalamış Süfyanizm Komitesi ve Calut, Talut’un ordusuyla Davud’un ihlaslı
grubunu ezdiriyor. Durum budur.
Metaforlarla olayı insanların aklına yaklaştırmaya çalışıyorum. Teşbih sanatı kullanıyorum, bazı
zeka özürlülerin çarpıtmalarına kanmayınız. Toplumda yaşayan sosyolojik ve psikolojik gerçeği,
bazen dini terminoloji bazen habercilik diliyle aktarıyorum, “Cinci Hocasın” diyenler ya salaktır
veya avanak saftorik. Sufizm, Tarihsel Sosyoloji, Bireysel Psikoloji, Din ve Cinsellik, Şeytan,
Mit, Tabu, Totem ve semboller, Kanada’da akademik alanda ders verdiğim konulardır. Sofistike
devlet mollaları, biat etmiş yeminli AKP partizanları, Haram medya kalemşörleri ve laik despot
kalemlerden doğruları beklemeyiniz. Firavunların korku duvarı vardır, medya sihirbazları ne
kadar göz boyarsa boyasın, Tiranlar sevilmezler. Korku duvarı yıkıldığında kaçarlar. Erdoğan’ın
ve AKP’ın yanlışlarını 2011′de yazmaya erken başladığımı gören AKP’deki dostlarım, “sen
umudunu kestiysen, demek ki Tiran kaybedecek” demişlerdi.
Emre Uslu, Mehmet Baransu, Mümtazer Türköne Hoca ve bir başka özgür aydın cemaatın
görüşünden farklı bir şey söyleyince infaz eden Erdoğanlaşmıştır! Biat etmiş Haram medya
kalemşörleri kendi taraftarlarını aykırı bir görüş çıktığında takip edip çok acımasız biçimde
bastırıyor; cemaat içinden konuşanlara, “vay hain” derseniz, ne farkınız var biat etmişlerden veya
laik despotlardan, Ergenekonculardan!
Recep Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan’ın IŞİD projesi üzerinden para kazandıkları anlaşılıyor.
Ne kadarı cebe girdi? Müslüman katline onay vermek ümmetçilik mi? Alman BND’nin
Erdoğan’a, “ne halt yediğini biliyoruz” mesajı vermesine AKP’liler kulp uyduramıyor. Cemaate
zulüm yapınca soygun örtülemiyormuş! İşin acı tarafı, yabancı istihbaratlar Erdoğan ve Fidan’ın
zafiyetlerini tepe tepe kullanırken, AKP’liler satkınlığa inanmamakta direniyor. “Ama abi
Erdoğan’ı halk seçti” diyenlere hatırlatırım, Hitler, Mussoloni, Esadlar, Saddam, Kaddafi, Bin
Ali, Hüsnü Mübarek’i de halk seçmişti! Uçuruma sürüklediler koca milletleri! Neden durmadan
yazar hale geldim? Gaflet, kabus gibi!
Suudi Kralı, Haziran 2012`de Prens Bender`in görevlerini iki katına çıkardı. Savunma Bakanı
Bender istihbarat şefliğine geldi ve IŞİD patladı! Prens Bender’in IŞİD’e silah yollanması için
Ruslardan satın roket alması, MİT gözetiminde taşınması, bazı AKP’lilerin bundan haraç alması,
daha nice ahlaksızlar fena tezgahı gösteriyor. Aslında soru şu: IŞİD projesi koordinatörü Neocon
John McCain ile Stratfor Ortadoğu planını çok kez görüşen MİT Müsteşarı Fidan, neden
Cemaat’ı infaz ediyor? Erdoğan ekibi ile Cumhurbaşkanlığı yarışında 2008′de Obama’ya karşı
kaybeden Cumhuriyetçi John McCain ile IŞİD terörü ortaklığı gayet net bilgi, çünkü
Cumhuriyetçilere yatırım yapıyorlar.
Neoconlar ve IŞİD projesi koordinatörü John McCain’ı ile Stratfor, neden IŞİD terörünü
organize etmek için Hatay’da, MİT niye yanında diye sordum. John McCain’i deşifre ettiğim ilk
yazı 12 Nisan 2012 tarihli, bu yazının İngilizcesi 1 Ağustos 2012′de yayınlandı.
http://farukarslan.com/genel/syria-is-carved-up-nusayristan-in-syria-anatolian-turkiyefederation-in-turkiye-is-established/ …
Suudi İstihbaratçı Prens Bender, 2013 boyunca Fransa ve Rus lider Putin’den IŞİD konusunda
yardım istedi. Obama’ya inat harcamaya hazır trilyon dolar krallık bütçesi olduğunu dile getirdi
ve IŞİD konusunda Rusya veya Fransa’yı yanlarına çekmeye çalıştı. 2013′de IŞİD ve El Nusra
eğitim merkezi Suudiler tarafından Türkiye yerine Ürdün`den yönetilmeye başlandı ve Suudi
milyarlarca dolarda bu ülkeye kaydırıldı. Erdoğan ve Fidan, El Nusra ve IŞİD üzerinden büyük
bir rant sistemi kurmuştu. İstanbul’da bin kişinin katılımıyla toplantı yapmışlar, 6 bin maaşlı
Türk ve Kürt genci bizzat MİT ve AKP’liler gözetiminde seçilmiş ve IŞİD’e yollanmıştı.
Prens Bender, Obama’yı 2013 Haziran ayında CIA`in Ürdün`deki üsse bol miktarda ve ateş
gücünde silah göndermesi için ikna etti ve Senato’dan onay aldı. Bender’in Amerika bağlantıları
çok güçlü. Obama’ya yazdığı sert mektup etkili olmuştu. Suudi Arabistan Washington
Büyükelçisi el Zubeir, IŞİD’e Cumhuriyetçi senatörler John McCain ve Lindsey Graham`dan
destek bulmuş durumdaydı. 2012 ortalarında Prens Bender İstanbul`da boğaza bakan gösterişli
bir otel odasında Cumhuriyetçi senatörler McCain ve Graham ile görüştü. Yeni bir 11 Eylül olsa
John McCain Obama’ya karşı önümüzdeki başkanlık seçiminde seçilir; herhalde buna hazırlık
için IŞİD’i destekliyor. McCain ile IŞİD lideri Ebubekir Bağdadi olduğu iddia edilen kişilerin bir
araya geldiği tarih 2013 ve internette yayılan fotosunu kendi de inkar etmedi. Hatta “IŞİD’e daha
fazla destek verin, ABD’nin ulusal çıkarlarına uygundur” diye Senato’ya mektup bile yazdı. John
Mccain, IŞİD’e gerekli teçhizatların ulaştırılmasının gecikmesinin Amerika’nın güvenliğine
tehdit olarak görüyor. Yani Neoconların El Nusra ve IŞİD’e destek talebi gizli filan değil!
2011′den beri Cumhuriyetçilerin Neocon’ı John McCain’i, CIA ve MOSSAD timlerini Hatay’a
yerleştiren MİT ve Hakan Fidan yönetimi değil miydi? Independent yazarı ve iyi gazeteci Robert
Fisk’e göre Ebubekir Bağdadi’nin diyarındaki yabancı savaşçılar, internet dünyasından yüksek
teknoloji cihatçıları! “50 bin IŞİD militanı var” diyen Amerikalı uzmanlar, dün Rakka’da 120
SCUD füzesi ve sayısız ağır silahın IŞİD’in eline geçtiğini açıkladı. Özetle, IŞİD ve El Nusra’ya
Neoconlardan Amerika Senatör Cumhuriyetçi John McCain ve Prens Bender, Yasin el Kadı
yardımıyla Ankara üzerinden silah, roket, gıda, asker verdirdi. Hatta McCain, yaralanan
IŞİDcileri ülkemizde tedavi olmaları için aracı oldu ve IŞİD lideri Ebubekir Bağdadi’yi
korumaları için MİT’e emanet etti.
AKP’li “akılsızlar”, “beyinsizler” istedikleri kadar bağırsınlar; Erdoğan ve Fidan ülkemizi
uçuruma sürüklüyor, buna engel olmak vatanseverliktir. Ne zaman Neocon Amerikanın yönettiği
derin devlet önplana çıkartılırsa İslam düşmanları azar; Erdoğan ve Fidan’ı 3 yıldır kucaklarına
oturttular. Mavi Marmara skandalından sonra Demokrat Amerikalılar ve onları destekleyen
Yahudi lobisi AKP’yi terketti. Misyonu şimdi İslam düşmanı Yahudi lobisi devraldı. Obama ve
Merkel ile Erdoğan’ın ve Fidan’ın ters düşmesi, IŞİD, El Nusra ve PKK politikalarında
inisiyatifin Neoconlar eline geçmesindendir. Erdoğan ve Fidan’ın El Nusra ve IŞİD’e MİT
gözetiminde yolladığı silahlar Ruslardan satın alındığına göre Rus KGB’side işin içinde olabilir.
Erdoğan ve Fidan’ın önüne Mayıs 2013′de Beyaz Saray’da yapılan görüşmede El Nusra ve
IŞİD’e verdikleri silah ve sarin gazı dosyası konmuştu.
Erdoğan ve Fidan’ın El Nusra ve IŞİD’e yolladığı silah ve roketlerde parayı Suudi istihbarat başı
ve Savunma Bakanı Bender veya Yasin El Kadı verdi. Yasin El Kadı’ya Erdoğan ülkemizde
milyarlarca dolar ihaleler verdi ve kendi akrabalarını bu işlere ortak etti. Erdoğan ve Hakan
Fidan, CIA ve MOSSAD ne derse onu yapıyorlar, milli politika filan izlemiyorlar. Bu hainliğe
engel olmak isteyen polisler, gazeteciler, herkes mağdur ediliyor. AKP’lilere 3 yıldır şunu ısrarla
söylüyorum: “Erdoğan ve Fidan’a ülkemizi böldürecekler. PKK’ya Kürdistan kurdurunca da
büyük liderimiz diye alkışlayacak mısınız?”
MOSSAD ve CIA’nın Kürdistan planları son 5 yıldır pek çok Kürt uzmanı akademisyenin elinde
geziyor, ne yazacaklarını biliyorlar, tesadüfe yer yok. PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’ın devlet
televizyonundan halka sesleniş konuşmaları yapacağına dair CIA’nın 2011′deki Kürdistan
planında okumuştum. Erdoğan ve Fidan, dış güçlere o kadar fazla açık verdi ki, Büyük
Kürdistan’ı istedikleri gibi kurduruyor, vatana açık ihanet ettiriyorlar.
AKP’liler anlamamakta dirensede acı gerçek, Erdoğan ülkeyi uluslararası rehin durumuna
düşürdü. Dayılanamıyor Almanya’ya ki, skandal üzeri örtülsün. Alman BND MİT ile tekniki
görüşmede Kürdistan pazarlığı yapacaktır. Türkiye üzerinden IŞİD’e personel ve silah transferini
belgelemişlerdir. Alman istihbaratının dinlemesine, El Nusra ve IŞİD başta olmak üzere radikal
terör örgütleriyle Erdoğan’ın kurduğu ilişkiler takılmıştır. Wikileaks belgelerinde eski ABD
Büyükelçisi’nin kriptolarından alıntılarda Erdoğan’ın İsviçre Bankalarında 8 ayrı hesabının
olduğunu söylüyorlar. Erdoğan, Alman dinlemesine efelenemedi. Ey Merkel diyemedi. Şu
bulamadığınız İranlıların çektiği kasetleri de, Fuat Avni’nin dediği gibi Alman BND’ye
satmışlarsa, haliniz duman demektir.
Nitekim Savcı Zekeriya Öz, dün Ankara’yı sarsacak iddialarda bulıundu. Almanya’nın
dinlemesi, bu konuda sessiz kalması nedeni ortaya çıkmaya başladı. Öz’e göre, PKK’ya taviz
vererek yapılan bir açılımın sürecinin hiçbir pratik faydası olmadığını herkes gördü, ısrarla
sürdürmenin sebebini bu dinlemelerde aramak gerekiyor. Öz, 7 Şubat krizinde gösterilen aşırı
tepkiin nedenine de açıklık getirdi. Meğer oynanan tiyatro, Başbakan’a uzanacağı ihtimali değil
Türkiye’nin bölünmesi için yapılan anlaşmanın deşifre edilmesi korkusuymuş. Öz çok net
konuştu: “7 Şubat krizi diye lanse edilen adli vaka devletin üst düzey görevlilerinin PKK ile
yaptığı ülke bölünmesini kabul ettikleri anlaşmadır.”
AKP’liler her suçu cemaatın üstüne atma modundalar ve henüz olayın ciddiyetini anlamamışlar.
Almanlar, “istersek Erdoğan’ı oyarız” diyorlar yani! Dinlemeler, resmen 2009 yılından itibaren
Almanya Bakanlar Kurulu kararı ile başlamış. Gayr-ı resmi olarak ta başbakan Helmut Schmidt
vaktinden beri, 1976’dan varmış ve Almanlar bizi hiç bizle yalnız bırakmamışlar. Çok aciz ve
komik durumda hükümet. Alman muhalefeti niye Türkiye’yi dinlediniz diye hesap soruyor,
İçişleri Bakanımız Efgan Ala, hala “haklarıdır, dinlerler” diyor. Almanya’ya gelin Ortadoğu’yu
dinleyin diye MİT izin vermiş, onlarda Türk büyüklerini ve Erdoğan’ı dinlemişse suç kimin
oluyor? Herhalde cemaatın değildir!
Almanları iyi tanırım. Haksız rekabete dayanamazlar. Ülkemizde 4000 Alman iş adamı zor
durumda. AKP’lilerin iştahı doymuyor ve bir damar daha çatlıyor. Alman BND’nin, “Türkiye’yi
dinledik, gerekçelerimiz sağlam, pişman değiliz” itirafı, Erdoğan’ın “cemaat dinledi, servisle
darbe yaptı” kumpasını ebediyen çökertiyor.
Alman BND, eski bir Cumhurbaşkanı ve Erdoğan’ın İsviçre’de 8 banka hesabına ulaşmış.
Almanya, İsviçre bankalarından 12 tane CD satın almış. Sadece Türk büyüklerinin değil 60 bin
kadar Alman’ın da vergi ödememek için İsviçre bankalarına para kaçırdığı ortaya çıktı. Pazarlık
yaman yani! Almanya’nın elinde çok önemli kozlar var. Düşünün ki, Almanya’ya 80 tane MİT
elemanı yolluyorsun ama o ülkenin lisanını bilmiyorlar. Alman Başbakanı Merkel, ne Dışişleri
Bakanıni muhatap alıyor, nede başbakanını. “Teknik düzeyde MİT ve BND arasında zaten
diyalog var” diyerek, ülkemizi sallamıyorlar. Ankara’da BND’ye bir Ortadoğu Teşkilatı kuralım’
önerisine 32 kişilik teşkilata Almanya’nın Ankara Büyüklelçiliği’nde izin verdin mi Erdoğan?
Almanyanın elinde iki koz var: İsviçre bankalarına para kaçıran Türk büyükleri, Türkiye’de
belirli telefon görüşmeleri. Yolsuzluklarö rüşvet alıp verenler, baz tuzağına düşen bürükratlar ve
siyasiciler isim isim Almanlar tarafrından kayda alınmış. Uçuruma sürükleniyoruz, Almanlar
bundan ne kopartabilirim diye MİT ile pazarlığa oturuyor. Eğer istediklerini alırlarsa
dinledikleri, şantaj yaptıkları neyse ortaya çıkamayacaktır. Yapın bize bir iyilik, bir defa olsun
ilkeli davranın. Ne yapmış bizim lider Erdoğan!
Reyhanlı suçluları kaçarlar!!
Bir dostum, “Alman BND elinde Deniz Feneri skandalı var” dedi. Güldüm. Rüşvet ve
yolsuzlukları net, devleti hamudu ile götürmüş bir Tiran var, inkar eden yok karşımızda. Hiç
utanmıyor ve yüzde 20 kamu soygununu “Halifenin hakkı” olarak helal sayıyor. Korkusu daha
büyük skandallar. Belki de bilemiyoruz, ‘vatan hainliğini’ tescilleyecek pek çok şeyler var.
Kendi vatandaşının Reyhanlı’da öldürülmesine onay vermek bunlardan biri olabilir; Almanlarda
eğer bunu delillendirmiş ise Tiran’ımızı çok iyi anlamışlardır. Tepe tepe kullanmak ve zafiyetden
yararlanmak isteyeceklerdir. Uludere’ye “kaza” dediniz, Dağlıca’da “istihbarat zafiyeti” dediniz,
olmadığı halde üstünü örttünüz. Reyhanlı’da resmen çuvalladınız. Tiran’ın onayı ile beslenen El
Nusra ve IŞİD tezgahında Prens Bender ve Yasin El Kadı ile ticari ilişkilerin boyutları Alman
BND elinde vardır. Beni yalanlayın, dalga geçin, “delidir” diye eğlenin. Peki, BND’yi de mi
makaraya saracaksınız? New York Times, Wall Street Jourmal, New Yorker, Independence, Der
Spiegel yazdı bile. Dünya medyası delillerle yazınca oturup ağlayacak mısınız?
Mahmut Yıldırım, yani kod adı veya lakabı “Yeşil” olan Özel harp elemanı üzerine düşeni yaptı.
Gerçi içeride onlarla çalışıyor ama tüm şerli planın belgelerini bunları yazabilecek tek gazeteci
olan bana zamanında 2 yıl önce ulaştırdı. Bunlardan biri de Reyhanlı skandalıdır. Reyhanlı
arkasındakiler, IŞİD’e azmettirenler bugün itibarlı ve makam sahibi olabilir. Ancak deliller
sağlamsa, yarın yakayı kurtaramazlar. Reyhanlı skandalını, daha terör saldırısı yapılmadan
Yeşil’in adamı haber verdi, “engel ol, Erdoğan’a haber ver” dedi, haber verdim ama “kediye
ciğer” emanet edildiğini bilmiyordum!
Reyhanlı’ya çok kızmıştım, günlerce uyuyamadım. 21 gün sabaha kadar zikir çektim, ya sabır
dedim. Önce dolaylı yazdım, soruşturmayı yönlendirmek istemedim, zaten kimse bir şey
anlayamadı. IŞİD konusunda uyardığım adamlar, daha sonra Reyhanlı’yı planlayanlara destek
olanlar çıktı. Yeşil’in sağ kolu’da zaten “Erdoğan’a ulaşamıyoruz , onu dakaybettik, yardım et
lütfen!” dedi. Erdoğan ve Fidan boğazına kadar IŞİD pisliğine batmıştı, ancak kendi çıkarları
için IŞİD’i kullanıp bu kadar alçalacaklarını hiç düşünmemiştim. Elbette Reyhanlı ve Uludere
skandallarının üstünü yargıdaki üstünlüğünüzü kullanarak bugün örtebilir ve aklandık sanırsınız,
oysa gittikce daha fazla kararıyorsunuz. Siyah sancakla batıyorsunuz.
Aslında Erdoğan ve Fidan’ın önünde fazla alternatif yok; El Nusra ve IŞİD’e verdikleri desteği
inkar yerine, hatalarını kabul etmeliler ve saga sola şer atıp alakasız insanları günah keçisi
yapmayı bırakmalılar! Evvela Prens Bender ‘in dehşet planını bozunuz. Eğer Erdoğan ve Fidan,
Prens Bender’in IŞİD devleti planını ve ardındakileri doğru deşifre edip ülkemizi bu işin içinden
sıyırmazsa hem onlar hem ülke olarak batarız. Dünyada hiç bir saygınlığımız kalmaz, İslam
ülkelerinde lanetleniriz.
Alman BND, bugün Alman medyasında Erdoğan ve Fidan’ı IŞİD konusunda uyardı, eğer
aymazlık devam ederse, medya tüm belgeleri yayınlanacaktır. Pazarlık yapıyorlar ama talep
ettiklerini Erdoğan verebilir mi? Yasin El Kadı’ya verdiğiniz tüm imtiyazları geri almadan
elbette Prens Bender’in size kurduğu IŞİD tezgahını bozamazsınız, ama bozmalısınız. Sayın
Erdoğan ve Fidan, bir kere şerefli ve onurlu davranınız, milletinizi, devletinizi düşününüz, IŞİD
ile bu ülkeye verdiğiniz zarar yeter de artar bile!
MİT’in kara koyunları ile MOSSAD planı konusunda kamuoyunu uyandırmak her gazetecinin
görevidir. Bu “şeytani cephe”, sadece Hizmet’i değil, tüm ülkemizi imha ediyor, şer ittifakın
zararı tüm İslam dünyasına dokunacaktır. Bu kadar skandalı örtmek kolay değil. 16 bin MİT
maaşlı Ak Troll, yalan yazmak, Kürt ve Türk, Alevi ve Sünni iç savaşları çıkarmak için MİT ile
MOSSAD tarafından görevlendirildi.
Yeşil, 2012′deki mesajda, “Fidan’la ülkemiz batırılır ve İsrail’in Ergenekon içindeki kliği tekrar
hakimiyeti ele alır; Erdoğan’ı uyarın” dedi ve haklı çıktı. “4500 Rus füzesine sahip Suriye
ordusu, toplam 4 füzeye sahip Türk ordusuna çok zarar verir” diye de uyarmıştı. Ülkemize
getirilen Patriot füzesavar sistemi yetersizdir. Zaten düğmeside Almanların elindedir. Asıl tehlike
IŞİD temizlendikten sonra başlayacaktır. Arap Nusayriler nüfusu ülkemizde 350 bin değil bir
milyona yakın. Esad rejimi ile milyonlarca dolarlık ticari anlaşmalar ve ortaklıklar yapanları var.
IŞİD belasını onların başına Ankara sardı, intikam almak isteyeceklerdir.
Ülkemizde Alevi ve Sünni iç savaşı başlatmak isteyen dış gücün kancayı Arap Nusayri
Türklerine atması gayet normaldir. Göz yumayacak mıyız? Taşeron kullanan “şeytani ortaklık”,
kimi zaman PKK ve DHKPC, bazende açlık sınırında yaşayan bir kaç gariban Suriyeli mülteciyi
kullanabilir. Ülkemizde polis teşkilatının “Paralel” diye Hizmet’e operasyon bahanesiyle iş
yapamaz hale getirilmesi, iki adet iç savaş planı başlatmak içindir. Biri Kürdistan ayaklanması,
diğer Alevi, Nusayri ve Sünni çatışmasıdır. Anadolu Alevileri oyuna gelmedi, ancak Akdeniz
Nusayrilerini kaşımak için Hatay, Gaziantep, Adana ve Mersin’de dış güçler kamplar kurdular.
Yeşil’in sağ kolundan gelen bilgiye göre asıl ortada tek sorun halen direnen Esad’ın Nusayri
fedaileridir ve ülkemize mültecilerle girdiler. Dış güçlerin istihbarat elemanları şimdi bunları
ülkemize karşı organize ediyor. MİT, “paralel” yalanı ile kendi vatandaşını iç düşman ilan
ederken, yabancı istihbarat oyunlarına karşı koymuyor, karşı koyan polisleri “vatan haini” ve
“casus” diye yalandan tutuklattılar. Aptalca, ahmakca eylemlerle kamuoyu tetikleniyor.
Esad ailesi, Lazkiye merkezli küçük bir Nusayristan’a razı hale geldi. İsrail Suriye’yi üçe
böldürdü, rahatladı ve güvenlik endişesi kalmadı. Tüm bunları MİT ve Erdoğan altın tepside
sundu, bu arada Türk kamuoyu Gazze ile uyutuldu. Mitinglerde, twitter’da bağırdılar, çağırdılar,
küfrettiler ama ne yardım edebildiler nede Tiran Gazze’ye ziyarete gidebildi. Suriye’ye Türk
ordusunu sokmak için Ulusal ve Global Fitne Şebekesi’nin yaptığı ortak şeytani planları Yeşil’in
sağ kolu belgeleriyle bana 2012 baharında verdi. Yeşil’in en çok kızdığı konu MOSSAD ve CIA
ekibinin Erdoğan’ı kandırıp ülkemizi Suriye ile savaşa sokmak için kendi vatandaşlarının öleceği
cinayetlere olur vermesiydi. Kürt halkına karşı geçmişte böyle haksızlıklar yapılmıştı ve Yeşil
bunları uygulayan profesyonel bir “devlet katili”ydi. Ancak o bile, “yeter artık” dedi.
Yeşil’in “çok başarılıydık” diye övündüğü konu, Esad ailesi ve A takımına yapılan Şam sarayı
suikastında Esad ve eşi dışında katliam yapmalarıydı! Yeşil’in en çok kızdığı konu, “Özgür
Suriye Ordusu kuruyoruz” diye eski ekibini Beka’ya toplayıp El Nusra ve IŞİD’i MOSSAD’la
ortak eğitmeleriydi. “Patronlarımız değişti, yaptığımız kötülükler değişmedi| diye
homurdanıyordu. Yeşil gibi usta bir devlet katilini bile AKP, Erdoğan ve Fidan çileden
çıkarmayı başarmıştı!” Reyhanlı saldırısını biz planladık, vatana ihanete zorladılar bizi” diyen
Yeşil çok kızgındı!
Yeşil’den gelen bilgilere göre, Hakan Fidan, İsrail ve İran istihbaratçılar, Neocon ve
Stratforcularla görüşmelerinde ve düzenli katıldığı toplantılarda tüm dünyada İslam’a savaş açma
kararları alınmıştı. Yeşil, “alınan şeytani kararları şeytan bile hayal edemez” dedi. Yeşil’in sağ
kolu, “Bunları yazdın, şimdi ipimizi çekerler” diye bana kızdı ve iletişimi kesti. Eğer vatan
kumpastan kurtulacaksa, “Yeşil ve sag kolu feda olmalıdır” dedim! Kurtlar Vadisi Pusu dizisi,
olayın tersinden sahneye koydu. Kamuoyunu aldatan dizi hızla reyting kaybetti, MİT karıştı,
birbirlerine düştüler.
Yeşil’in bana ulaştırdığı sağlam belgeler arasında Hakan Fidan ile İsrail’in Simbet, MOSSAD
birimleri, CIA, İran’ın SAVAMA toplantı ve karar notlarıda bulunuyor. Kurtlar Vadisi Pusu
dizisinde Yeşil Erdoğan ve AKP’den yana diye sevinen salaklara acıyor ve diyorum ki: “Ülkenin
CIA ve MOSSAD’a satıldığını Yeşil ulakla bana bildirdi, siz ne zaman anlayacaksınız?”
Yeşil şunu da gülerek iletti. “Hakan Fidan, Erdoğan’dan habersiz İran’ın özel infaz ve suikast
birimi Laşgavar Takavar 23 ile defalarca görüşüp kendi vatandaşlarını faili meçhulla suikast
düzenleme, muhaliflere infaz listesi verebilir mi?” Cevap verdi: “Veremez.” Peki, Erdoğan,
vatandaşlarının Reyhanlı ve Uludere’de öldürülmesine onay vermiş midir? “Vermiştir”, devletin
bekası için Hayrettin Karaman’dan fetva almış bile olabilir. Hakan Fidan Erdoğan’dan habersiz
CIA, BND, MI6 ve MOSSAD’la gizli işler yapabilir mi? El cevap: “Yapamaz.”
Balyozcular, kendi camimizi bombalatma ve kendi uçağımızı düşürüp komşuyla savaş çıkartma
planı nedeniyle mahkum oldu. Çok kızmıştık. Uludere ve Reyhanlı’da bu hayali senaryoyu
resmen yapmışlar ama kimsenin hesap sormaya mecali yok, kalmamış. Bir AKP’li: “Ne olmuş
yani Reyhanlı’da Erdoğan ve Fidan kendi vatandaşlarını öldürtecek bir plan yapmış olsa bile
vatanı için yapmıştır” dedi. “Pes” dedim, bu kadar beyinsizlik maymunlarda bulunabilir! AKP’li
partizanlar El Nusra ve IŞİD gerçeklerini deşifre etmeme çok kızıyor, fitne çıkarma diyorlar. Bre
ahmaklar evvela siz gidin, “kendi vatandaşını IŞİD’e öldürtenlere fitne nedir, nasıl planlanır,
başkası üzerine nasıl şer attılar” sorunuz.
“Pandoranın kutusu” artık açıldı, bunlar yazılacaktır. Suriye sınırındaki Kilis’in karşısında
bulunan Azez İlçesi’nde, Özgür Suriye Ordusu ile IŞİD arasındaki bir haftadır çatışmalar
sürüyor. Tek IŞİD yok bölgede. Bir de Halep’te “Muhacir & Ensar Ordusu (MEO)” ve emiri
Selahaddin var. Bu emir Şişeni (Çeçen)’ye biat edenler artıyor. Kafkasya Emirliği hareketinin
Suriye kolu olarak bilinen “Ceyşu’l Muhaciriyn ve’l Ensar (Muhacir&Ensar Ordusu) bolca Şii ve
Esadcı öldürüyor. Muhacir&Ensar, Ketibetu’l Hadra, Şam el İslam ve Fecru’ş Şam gruplarıyla
beraber “Ensaru’d Din Cephesi” adı altında yeni bir oluşuma baharda katılmıştı. Rus FSB’si da
oyunun içinde gibime geldi!
Suudi İstihbarat ve Savunma Bakanlığı başı Prens Bender, bence 43 yaşındaki IŞİD Lideri Ömer
El Ebubekr’e değil, Ebu Katade’ye oynuyor ve IŞİD’e Vehhabi devleti kurduruyor. Asıl adı
Ömer Mahmud Ebu Ömer olan Ebu Katade, Filistin asıllı Ürdün doğumlu, hapisten 2 ay önce
çıkartıldı, PhD’li IŞİD’in başına koyarlar. 2 ay önce beraat eden bu isme dikkat edin. Ebu
Muhammed el-Makdisi ile birlikte El Kaide’nin fikir babası Ebu Katade!
Bu projede yer alanlar gafildir. El Kaide’nin eski lideri Usama Bin Ladin’in Avrupa’daki sağ
kolu olduğu öne sürülen Ebu Katade hakkında Ürdün’de kesinleşmiş müebbeti vardı. Ancak ne
olduysa geçtiğimiz Haziran’da birdenbire Ürdün’de serbest kaldı. İlahiyat alanında akademik
kariyeri de olduğu bilinen Ebu Katade’nin Usul-u Fıkıh alanında doktorası bulunuyor. Uzun
zamandır cezaevindeydi ve IŞİD’i Hıristiyan Suriyelilerden henüz koruyamadan cizye aldıkları
için eleştirmişti. Sanki şeriat devleti var da, şeriat uyguluyorlarmış!
ABD tarafından “El Kaide’nin Şeyhulislam’ı” denen Ebu Katade, 11 Eylül saldırılarını
gerçekleştiren ekibin başındaki Pakistanlı kilit isim Muhammed Atta’nın da hocasıydı. Atta,
Pakistan ve Suudi İstihbaratının özel yetiştirdiği bir “double double” CIA ve MOSSAD ajanıydı.
El Nusra ve IŞİD konusunda Suudi İstihbarat başı Prens Bender, merkezi ve Vehhabi
milyarlarını, bir süredir Türkiye yerine Ürdün’e kaydırdı. 3 yıldır IŞİD’i doğurtma vebali ise
Erdoğan ve Fidan’ın boynunda kaldı
Reyhanlı’da 11 Mayıs 2013 tarihinde meydana gelen iki ayrı bombalı saldırıyı üstlenen IŞİDciler
neden yakalanamadı? MİT, IŞİDcileri neden koruyor? 3 gün önce 53 kişinin hayatını kaybettiği
iki ayrı Reyhanlı bombalı saldırıyla ilgili tutuklu yargılanan 15 kişiden 5′i neden tahliye edildi?
Hukukta suçta bir cinayeti işleyenler ve birde azmettirenler vardır, ikisi de aynı oranda suçludur.
Reyhanlı’ya azmettiren devletlü her kimse suçludur ve hesap sorulmalıdır. Siyaset ve makam
için her şey caizdir, kendi vatandaşını IŞİD’e öldürtmek, rehin aldırtmak savaş hilesi, seçim bir
savaştır diyen her kimse gerçek “haşhaşi”dir.
Reyhanlı saldırısını Esad veya CHP üstüne atmak için propaganda yapan Ak troller, MİT ve
Erdoğan ne kadar yalancı idi, münafıkca iftiracılarda bulundu. AKP’liler Reyhanlı ve Uludere’de
vatandaşlarımızı öldürten asıl katillerin Erdoğan ve Fidan olduğunu biliyor mu, yoksa bilmek
istemiyor mu? Cumhurbaşkanlığını da ele geçirdikten sonra bu önemsiz bir ayrıntı mı?
Haziran 2012’de şu tesbiti yapmıştım? “Ülkemizde askeri darbeden daha kötüsü olabilir,
Mısır’daki firavunlara benzer bir diktatör bizi yönetebilir.” Konjonktürel yazmam, 17 Aralık
sonrası yazan tepki yazarı da değilim. Şunu da vurgulamıştım: “Veya askeri vesayeti devam
ettirmek isteyen rövanş peşindeki Silivri şürakası, Roma’yı yakan Neron gibi ülkeyi yakabilir.”
Global Ergenekon’un PKK’ya yaptırdığı Dağlıca saldırısını 4 gün öncesinden haber veren bu
makaleme herkes pes demişti: http://farukarslan.com/genel/gayretullah%E2%80%99a-dokunurzulum%E2%80%A6/ …
Reyhanlı saldırısınde neyin ne olduğunu Yeşil’in sağ kolu bildirdi de yazdım, kendileri
planlamıştı, polise haber verdim ama olan oldu. Bu makaleyi soruşturmanın örtbast edileceğini
fark edince yazdım http://farukarslan.com/genel/reyhanli-saldirisi-ardindaki-seytanlar/ …
Erdoğan ve Fidan, El Nusra ve IŞİD’e terör örgütü diyemiyor. Çünkü silah yolladılar, askeri
eğitim verdirdiler. IŞİD onlara teşekkür olarak Reyhanlı’da 53 vatandaşımızı katletti ve
Musul’da 49 vatandaşını rehin aldı, halende vermedi. Reyhanlı saldırısını IŞİD yaptığını kabul
etmişti, IŞİD’i MİT ve Erdoğan desteklediğini, 2 MİT elemanının planladığını zanlılardan Nasır
Eskiocak itiraf etti. Dinleyen olmadı, alavare dalavere bunun da üstünü savcı ve hakimleri
değiştirerek örttüler. Gazeteci Emre Erciş, Karşı gazetesinde ve twitter’da dün şunları yazdı:
“Bugün Nasır Eskiocak’ın eylemi 2 MİT elemanı planladı iddiasını bu parçaları birleştirerek
okursanız, Nasır doğru diyor AĞA dersiniz. IŞİD’in MİT tarafından eğitildiği ve AKP hükümeti
tarafından silahlandırıldığı dışişleri toplantısından sızan ses kaydıyla ortaya çıkmıştı. Reyhanlı
katliamını, bugün hala katliamlarına devam ederek kafa kesen IŞİD Terör örgütü üstlenmişti.
Yayınladıkları bildiride Reyhanlı katliamını üstlenmiş, eylemlerin İstanbul ve Ankara’da devam
edeceğini bildirmişti. Herkes katliamın arkasından Esad çıkacak zannederken çok önemli bir
örgüt çıkmış, o dönem popüler olmadığı için dikkate alınmamıştı. Reyhanlı katliamını Esad ile
CHPye yıkmaya çalışan Erdoğan ve MİT, önemli bir detayı atlamıştı.Çok geçmeden saldırıyla
ilgili açıklama geldi.”
Başka bir kaynağımda Lübnan Beka Vadisi’nde El Nusra ve IŞİD’i eğiten Özel Harp
elemanlarından biriydi. Çok rahatsız olmuştu. MİT’in İsrail’in Simbet özel infaz birliği ile ortak
suikast, bombalama, provokasyon eylemlerini zararlı buluyordu. Beka Vadisi’nde Yeşil,
Mahmut Yıldırım, yardımcısı Abdullah Argun Çetin (bu ismi artık kullanmıyor) ve Korkut Eken
oyunda MOSSAD ile beraberlerdi.
Gülen Hocaefendi, “şefkatli anaların yurdu olan Türkiye’yi dört bir yandan saran şer odakları,
onu canavarların yurdu haline getirmek istiyor” demiş ve bu hainlere dikkati Reyhanlı
saldırısından sonraki Bamtelinde çekmişti. Reyhanlı’da ortaya konan canavarlığı hayvanların
bile yapmayacağını bir örnek vererek ifade eden muhterem Hocaefendi, aslında galiba apaçık
MİT itlerinin eğittiği IŞİD’ı kınamıştı ve ülkemiz aydınlarını erkenden uyarmıştı.
Sonuç olarak, Reyhanlı, Uludere ve Dağlıca skandalları, elbette Muhsin Yazıcıoğlu’nın infazı,
kendi milletinin, vatansever bireyinin ölümünü “devletin bekası” olarak satan, aslında kendi
ikbaline çalışan zavallı Tiran ve yardakçısı Hakan Fidan’ın er veya geç ülkeden kaçması ile
sonlanacaktır. Reyhanlı ve Dağlıca saldırılarını zamanında güvenlik güçlerine bildirmeme
rağmen, MİT, resmen bunların olmasını istedi. Ben, “Erdoğan’ı bilmiyor, masumdur”
sanıyordum, yanılmışım… Reyhanlı saldırısını güvenlik güçleri bekliyordu ama IŞİD’i MİT’in
Karakoyunları ve Erdoğan’ın desteklediğini sonradan öğrenip şok oldular. Belki de başından
biliyorlardı, ancak Tiranlar özür dilemezdi.
Büyük Kürdistan planı kimin!
Hukukçu ağırlıklı TBMM hukuku katlettiğine göre geleceğimizi yalancı siyasetçiler değil
Sosyoloğlar kuracak ve Psikoloğlar kin, nefret, hased ve kıskançlıkla harap edilmiş ruhlarımızı
tamir edecektir. Toplumun her kesiminden insanlarla irtibatım vardır, haber kaynaklarımı en
cevval gazeteci tahmin bile edemez, doğru bilgiye hemen ulaşırım. Kısacası direkt Allah’a bağlı
bir dervişim, arkamda Allah varken başka dayı, cemaat, parti pırtı, devlet, örgüt aramam. Arayan
kendisi embesildir, beni de kendisi gibi sanıyordur. Doğruyu dobra dobra dosdoğru söylerim.
Zaman gazetesi yazarı Sosyolog Mümtazer Türköne’ye 2010’da Toronto’ya geldiğinde, ‘senin
gibi demir leblebi bir adama Ekrem Dumanlı nasıl sabrediyor, üstelik cemaatın adamı da
değilsin’ demiştim. ‘Bağımsız bir insanım’ dedi. Çok hoşuma gitti bu cevap. Kalbine baktım,
doğru söylüyor. 30 yıldır yazı yazıyorum, bana şunun bunun adamı kulpu çamuru hiç yapışmadı.
Bağımsız bir insanım tıpkı Türköne Hocam gibi. Dolayısıyla kamu yararına gazetecilik adına
istediğimle görüşürüm, kimse karışamaz, sorgulayamaz. Diktacı otoriteleri sevmem.
Sosyolog Ali Bulaç ve Mümtazer Türköne’nin yeni gördüğü devletin cemaatleri ele geçirme
operasyonunu 23 Kasım 2013′de yazdım. Makalemin başlığı ‘Cemaatleri devletleştirelim mi?’
idi. 2009’da Karakutu yayınları tarafından yayınlanan Mason Bektaşiler kitabımda bu olgunun
sosyolojik ve tarihi geçmişini detaylarıyla anlattım. Erdoğan’ın yaptığı zulüm, sivil toplumla
oynama mühendisliğidir ve hep geri tepmiştir. Bu olayı deşifre eden 3. Dolmabahçe krizi!
Başlıklı makalemi de 30 Mart seçimi öncesi yazdım, gerçi yalanladılar ama şimdi cemaatlere
yapılan devletleştirme baskısı ortaya çıktı. Cübbeli Ahmet Hoca ve Mahmut Hoca, daha sonra
Yeni Asya grubu ve Süleyman Efendi talabeleri söz konusu skandal toplantının olduğunu
onaylayan açıklamalar yaptılar. Yanılmayı ne kadar çok isterdim…
AKP döneminde maalesef rüşvetin, haracın, komisyonun, zoraki bağışın humus adıyla helal
kılındığı artık açık ve seçik ortaya çıktı. Böylece bu dönemde siyasi İslam bitirildi. Cemaatleri ve
dini devletleştirmek kimseye fayda sağlamaz. İktidar bugün devlet aygıtını kullanarak
cemaatlerden biat aldığını sanabilir, ancak daha sonra devlet din düşmanı bir kadronun eline
geçtiğinde ülkemizde bağımsız sivil toplumu temsil eden tüm tarikat ve gruplar Erdoğan’a
beddua edecektir. Gülen cemaatı bu tehlikeyi gördüğü için son nefesine kadar milletin
kendilerine sunduğu tebliğ makamı emanetini canları bahasına koruyacaktır.
Öteki Adam Yayınlarından çıkan PKK’nın Çocuk Askerleri kitabımda oynanan büyük global
oyuna dikkati çektim. PKK’nın 30 yıldır kullandığı çocukların istismarını PKK kaynaklarından
topladığım hikaye ve belgelerle anlattım. Bir suç duyurusu yaptım. Çocuk asker kullanan hiç bir
terörist grup ve liderleri elini kolunu sallayarak dolaşamaz. Nitekim Liberya eski devlet başkanı
Charles Taylor, bu nedenle halen hapiste çürümektedir. Hukuk ve devlet normale döndüğünde
PKK elebaşlarının sonu da bu olacaktır.
40 bin polis mağdur edilmeden dış güçler ve Erdoğan, Büyük Kürdistan projesini yapamazdı,
“hain” ve “casus” denilenler, “paralel” diye dışlananlar, sürgün edilenler bizim vatansever
evlatlarımızdır. Dağdaki 8000 çocuk 3 aylık eğitimden sonra şehire gönderiliyor, savaş ovada
siyasette yapılıyor artık. PKK elebaşısı Öcalan ile anlaşan Erdoğan dağdaki çocukları güya
kurtaracaktır. Ancak atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. Bu şaklabanlıklara pes doğrusu diyorum.
Can alıcı soru şu olmalıydı: KCK soruşturmasında neden tutuklanan 2000 kişiden 500′ü özel
harp MİT mensubuydu? Savcı Zekariya Öz’ün ifade ettiği gibi ele geçirilen Panzehir belgesine
göre, PKK ve KCK’yı Ergenekon’un en zeki Özel Harp subayları yönetiyor. Hikmeti hükümet
mülahazasıyla olaya yaklaşırsanız hata edersiniz. Bu büyük komploda uygulanan plan bize ait
değildir. Nereden mi çıkardım?
Pek çok AKP’li partizan MİT bizim oldu naraları atıyor, acıyorum onlara. MİT Müsteşarı Hakan
Fidan’ın İran’ın değil ABD ve İsrail projesi olduğunu 2012′de öğrendim ve bunu defalarca
yazdım. Hatta bu durumu bana soran AKP’li üst düzey yönetici arkadaşlarıma da ilettim.
Aldığım cevap korkunçtu: “Biliyoruz, zaten Fidan’ın İran ajanı olduğu saçmalıklarına herkes
AKP’de gülüyor, dalga geçiyor. Herkes ABD ve İsrail’in izni olmadan Erdoğan’ın adım
atmadığını biliyor. Mesele Erdoğan cumhurbaşkanı olunca kimin başbakan olacağı, ABD’nin
kime oynadığı, desteklediği sorusudur.”
KCK yapılanmasını idare eden MİT’deki İsrail ve Amerikan yanlısı karanlık Aydınlıkcı ve
mason çetesi, 4 ülkede Büyük Kürdistan’ı kuruyorlar; çok abartılan ve cemaatın üzerinde
“Demokles’in Kılıcı” gibi sallandırılan 7 Şubat krizinin aslı astarı budur.
Büyük Kürdistan, Ortadoğu’da su ve petrol merkezlerinde kilit noktaya konuşlandırılıyor, dış
güçlerce Türkiye’nin yumuşak karnı özenle yapılıyor. İngiliz politikasıdır, Hindistan ve Pakistan
ayrılırken nasıl Keşmir sorununu çözümsüz biçimde orta yerde bırakmışlarsa, ülkemizin ortasına
Kürdistan sorunu çakıyorlar. PKK gibi eli kanlı terörist örgütün Kürt sorununda tek muhatap
yapılmasıyla Kürtler dış güçlerce “Erdoğan piyonu” kullanılarak Büyük Kürdistan projesine
mahkum edildi. Normal şartlarda böyle bir saçmalığı kabul etmesi mümkün olmayan Türk
toplumu Erdoğan ile büyülenmiş gibi kabullendi, itiraz eden susturuldu.
PKK asla silah bırakmadı, barış görüşmesi maskesiyle PKK canlandırıldı, Suriye’de Kürt devleti
kuruldu, 50 bin kişilik Kürt kurtuluş ordusu hazırlanıyor. IŞİD belasının bir amacıda budur.
Ankara’ya ölüm gösterilip sıtmaya razı edilecektir. Öcalan’ın tarihi Nevruz konuşmasından
sonra dağa 8000 genç herhalde barış görüşmeleri için çıkartılmadı, silah ve ideolojik eğitim CIA
ve MOSSAD gözetiminde özel harp subaylarımız tarafından verildi. Bunun adı hainlik değilse
neyin adı olacak bilemiyorum. Bu vahim plana karşı çıkan cemaat günah keçisi yapıldı.
Kürt Barış Çözüm Yasası, Kürtler Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı seçiminde oy versin diye
çıkartılıyor, ancak her iki tarafta birbirine asla güvenmiyor ve bir taraftan olası bir sıcak savaşa
hazırlanıyor. Derin devletle anlaşma yapan Erdoğan, eski Ergenekon ekibini iktidara getirdi ve
iktidarı paylaşmayı kabul etti. Karşılığında Gülen cemaatı ve İslami cemaatler satıldı. Erdoğan
seçilebilmek için Kürt kartını çıkarına yontup sonuna kadar kullanıyor. Ergenekon devlet
ayarlarını 1993 öncesindeki kaos dönemine döndürdü. Bunun anlamı, faili meçhul cinayetler ve
şiddet planının kapımıza dayandığıdır. Kimse güvende değildir, zulüm piyangosu sizi de
vurabilir. Bugün nasıl olsa zulüm bana değmiyor diye vurdumduymaz davrananlar yarın ocakları
yandığında pişman olacaktır.
3 yıl önce PKK’nın Kanada üst düzey yöneticisine bu dönemin kaos dönemi olduğunu,
anayasayı Erdoğan’ın çıkarmayacağını, Kürtleri kandırdığını söyledim. Bana inanmamıştı, şimdi
inanıyor. Erdoğan, Kürtleri özerklik, Öcalan’a özgürlük, yerel yönetimde en yüksek statü vaadi
verdi ve aldatıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi 2. turunda Kürdistan hayali kuran PKK vasıtasıyla
Kürtlerin oylarını alacak ve daha sonra derin devlet onların hepsini aldatacaktır.
Kürtlere uygulanan ayrımcılıkların sonucu doğan 200 yıllık kin ve nefret siyasi çözüm paketi ile
çözülemez. Üstad Said Nursi, halkların kardeşliğinde esasın İslam ve müslümanlar tek millettir
anlayışının olduğunu vurgulamıştı. Hizmet, Kürtlerin ayrımcılık, yoksulluk ve eğitimsizlik
sorunlarına ilaç sunan tek harekettir, Erdoğan’a cemaatı vurduranlar bu nedenle dış güçlerdir.
Kürtler, Osmanlı ve Cumhuriyete ihanet etmeyen tek ecdad mirasıdır. Cumhuriyet tarihimizde
olmuş 19 Kürt isyanının temel sebebi ayrımcılık, yoksulluk ve eğitimsizliktir. Kürtler içinde
sadece PKK teröristleri Hizmetin Kürt çocuklarını Türkleştirdiğini iddia ediyor ve Kürtlerin
Türklerden uzaklaşması için İslam’dan çıkmasını salık veriyor, Zerdüştlük dinini Kürtlerin eski
dini olarak aşılıyorlar. Hizmet, buna onay veremez, göz yumamaz, çünkü bu ayrışma iç savaşa
yol açar ve topraklarımızın bölünmesine doğru ülkeyi götürür.
Hizmetin Kürtlerle sorunu yok. Olsaydı, Kuzey Irak Kürdistan’ında 17 okul ve 1 üniversite
açmazdı, Barzaniler bile çocuklarını bu eğitimcilere göndermezdi. Kürt sorunu, artık Kürdistan
ve Erdoğan eliyle üstün konuma getirilen PKK sorunudur. Gülen’in henüz ortaya çıkmayan,
Erdoğan’a yolladığı 2009’daki tarihi mektubunu kaale almadılar ve net kırılma bu tarihten sonra
başladı. Erdoğan, MİT’e Fidan’ın dolduruşuyla Hizmet’i terörist listesine almasını ve 4800
mensubunu fişleyip takip etmesini emretti. 17 Aralık operasyonu büyük komployu deşifre
edecekti, devlet rayından çıktı. Sonuçta ülke kaybetti, kaybediyor. Eski Genelkurmay Başkanı
Yaşar Büyükanıt Erdoğan’ın Kürt sorununu Filistinleştirdiğini söylemişti. Çünkü kin ve nefret
sorunu çözülmedi, tam tersine doruğa çıkarıldı. Erdoğan kendi siyasi istikbali ve çıkarı için her
yolu mübah görüyor. Türkiye Kürdistan’ı Erdoğanca bilinçli yürütülen kin ve nefret oyunu
bugün toplumda ayrıldığımız gibi sonuçta kanlı iç savaştan sonra topraklarımızıda bölecektir.
Büyük Kürdistan’ın Türkiye ayağı özerklik verilerek çözümlenecektir, Erdoğan “büyük devlet
olacağız” diye milleti kandırırıyor, kanmayalım. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve
karanlık ekibinin 1996’da yazdığı “Net Kırılma Raporu” tıkır tıkır işliyor, yakın dönemde 5 ülke
den 14 devlet çıkartılabilir. Büyük Kürdistan da buna dahildir. 2000’de Amerikan politikası
haline gelen bu plan halen yürürlüktedir. Erdoğan planı harfiyen uyguladığı için destekleniyor.
Allah’ım, Suriye, Irak ve Gazze’yi, kana bulayan zihniyeti, CIA, MI5, BND ve MOSSAD dış
güçlerine doğrudan dolaylı ajanlık yapanı kahreyle! Milletimize basiret, feraset, kalp gözü
açıklığı ver. Amin
Askeri hafife almayın. Ülkemizin en mert, en dürüst, en temiz, yolsuzluğa, sahtekarlığa
bulaşmamış en vatansever insanları ordumuzda bulunuyor. Bir dönem “Süfyanizm Oligarşisi”,
fitne kemendini ordumuzun boynuna dolamıştı, istediği gibi kullanıyordu. ‘Asker vesayeti
sonrası, devletin kimsenin malı olmadığını Türkiye’nin öğrenmesi lazım’ diyor Sosyolog Nilüfer
Göle. Erdoğan, pek öğrenmişe benzemiyor. Devleti kimse tamamen ele geçiremez, devletin ortak
milli aklı, zıvanadan çıkanları zamanı gelince terbiye etmesini bilir. Zaten üstad Said Nursi,
Fesat Komitesi’nden ordumuzun tam kurtulma tarihini Ebced hesaplamalarına göre 2014 olarak
veriyordu ve ekliyordu: 1000 yıl İslam’a hizmet eden kahraman Türk ordusu, elmas kılıcı teslim
alacak ve tekrar İslam’a hizmet edecektir. Elmas kılıç, tebliğ, irşad makamıdır.
MİT’deki karanlık ekibin çirkefliklerine son verecek başka makamda yok gözüküyor. TSK
üzerinde yaptıkları oyunların boyunlarına dolanmasına ramak kalmış olabilir. Erdoğan, MİT’in
emirlerine amade olduğu için askeriyede neler olup bittiğini ve ordu mensuplarının nefret
atmosferinden ne kadar çok iğrendiğini eminim bilmiyordur.
Kumpas, Kürdistan’da patlar!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı tüm yanlışlıklarda cemaatı günah keçisi yapıp, üstüne
atıp kolayca kurtulmak yolunu seçiyor, bu alışkanlık artık çok gülünç kaçıyor. Mısır, Suriye ve
Irak politikamız çöktü, Erdoğan ise otoriter parti devletini kurup, milletimizi iç politikaya kitledi.
Cemaat savaşı büyük bir maske; yaptıkları kamu soygunu ve başarısızlıkları örten bu şal, araçtır.
Ülkemizi kendi içinde kısır bir döngüye kapatan dış güçler, Ortadoğu haritasını yeniden
çizerken, Ankara’ya masada sandalye vermediler. İsrail ve ABD’nin amacı su ve petrol
kaynaklarına sahip zayıf bir Kürdistan’ı Türkiye, Irak ve Suriye’den koparmak ve 30 yıl rahat
sömürmektir. Bu kumpas, Kürdistan bağımsızlığını Ekim ayında ilan ettiğinde patlayacaktır.
2012’de tam bitirilmiş iken PKK’nın yönetimine verilen Kürt sorunu barış sürecinde, hiç kimse
Erdoğan’a güvenmiyor. TBMM’den geçen barış paketi yasası, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın
ısrarlı talebiyle çıkartıldı, ancak öte yanda PKK cumhurbaşkanlığı seçimi hemen sonrası
Serhildan, yani sivil itaatsizlik, iç savaş ayaklanma planı hazırladı ve uygulayacaklar. Erdoğan,
cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürtlerden 2. turda oy alabilmek için PKK’ya ‘Kürdistan’ın
özerkliğini tanıyacağız’ sözü verdi ama bu vaatleri ordumuzun yaptıracağını sanmıyorum.
İşte zurnanın zırt dediği nokta burası. Dananın kuyruğu 2014 sonbaharından itibaren kopmaya
başlar ve 2015 çok sıcaak geçer.. Ankara, eğer Kürdistan’ın bağımsızlığını tanırsa, Türkiye
Kürdistan’ı güneyle birleşmek isteyecektir. İsrail’in Türkiye’yi bölme planı için IŞİD bir
katalizör olarak kullanılıyor. Irak Türkmenleri, maalesef Barzani’nin korumasına verildi. Tahran
yönetimi, Şii kökenli Nuri El Maliki, ABD tarafından diskalifiye edildi ve Mesut Barzani’nin
önü açıldı. İsrail ise, Barzani’ye ‘Kürdistan’ı tanıyacağız ve Ankara’ya tanıtacağız’ dedi. ABD,
İsrail’in Kürdistan planını zımni destekliyor.
Ani bir ziyaretle 2014 yazı ülkemizde temaslarda bulunan Barzani, Kuzey Irak’ta sonbaharda
yapılacak Kürdistan’ın bağımsızlığı referandumu için Ankara’dan onay talep etti; zira Tahran,
Barzani’ye ‘Kürdistan’ı tanımayız’ demişti. Barzani, Maliki’den alamadığı yüzde 17 bütçe
payını Kuzey Irak petrolü sayesinde Ankara üzerinden alıyordu, ancak şimdi tamamını istiyordu.
Halk Bankası’nda yatan, Türkiye üzerinden İsrail’e satılan Kuzey Irak petrol gelir payı Bağdat
yönetimine ödenmediği için Maliki, Barzani’nin Kürdistan’ının devlet bütçesini kesti.
Erdoğan’ın Irak politikası, sünni Iraklıların katil lideri olarak bilinen, Şiilerin hiç sevmediği
Tarık Haşimi’nin Ankara’ya sığınıp, boğazda yalı verilmesi ve Irak petrolü parasının
paylaşımında yaşanan adaletsizlik nedeniyle çöktü. Erdoğan’a çok sert çıkan Maliki hükümeti ile
Ankara bu nedenle ilişkileri 2011’den beri kopardı ve askıya aldılar. IŞİD oyuncağının devreye
sokulması ile aciz kalan Maliki kimden yardım isteyeceğini şaşırdı, Obama beklediği desteği
vermedi. Erdoğan2ın planı, Haşimi’yi Suriye ve Irak sünni devletine kral yapıp, kendine
bağlamak. Ancak bu tezgahta kumarı oynatan Erdoğan değil, kumarı oynatan kazanır.’
Zaman gazetesi’nin Sosyolog yazarı Mümtazer Türköne, bir köşe yazısında Türkiye kaça satıldı
diye sordu. Ortaya çıkan acı gerçek, Erdoğan’ın iddia ettiği gibi 17 ve 25 Aralık operasyonlarının
cemaatle alakasının olmadığıydı. Erdoğan’ın kara para aklama saadeti ve baş döndüren kayıtdışı
sıcak para trafiğiyle kendi zenginlerini 2010′dan beri üretmenin ülkemize vereceği zararı
başbakan hesap edemedi. İddiaya göre İran altınları ve petrolü , Irak petrol gelirleri etrafında
Türkiye’de dönen dolap, doğrudan bu İran’a konan ABD yaptırımlarının ihlali için çevrilmişti.
Erdoğan, tufeye geldi ve tuzağa düşürüldü. Neden mi?
ABD Adalet Bakanlığı’nın finans otoriteleri aracılığıyla askıya çıkarttığı Ziraat Bankası’nın kara
para trafiğini araştırmaya başladı. Halk Bank, Vakıflar Bankası ve Ziraat Bankası hakkında kara
para aklama nedeniyle açılan soruşturmalar, ülkemize 50 milyar dolar ceza şeklinde yansıyabilir
ve bunun bedeli halka yüklenirse ciddi bir ekonomik açmaza girilebilir. Bu, 17 Aralık sürecinin
ABD’ye taşınması anlamına geliyor. Erdoğan’ın Halk bankasının yolsuzluğuna son vermeye
yönelik 17 Aralık operasyonunu darbe olarak görmesi ve kendi hatasını örtmek için yaptığı yargı
darbesininin ceremesini tüm ülkemiz çekecek ve kesilecek cezanın maliyetini halka
ödeteceklerdir.
Mümtaz Hoca’nın şu tesbitleri müthiş, özetle ülkemizin nereye doğru yuvarlandığını gösteriyor:
“Başbakan’ın sığındığı “Türkiye üzerinde ameliyat”, “yabancı komplo”, “dış tezgâh”, “ihanet”
edebiyatının arkasındaki gerçek günyüzüne çıktı. Üç devlet bankasında kara para ticaretiyle
sadece halk değil devlet de rehin alınıyor. Para cezasıyla Türkiye’nin kaça satıldığı anlaşılacak.
Finans kapital demek gerçek Yahudi gücü demek. Gazze’deki çaresizliğimiz ile ABD’de açılan
soruşturma arasında ilişki kurmak çok zor değil. Türkiye, Erdoğan’ın kara para ticareti yüzünden
zor durumda. Ankara’nın bölge politikası, İran ve Sudan ticaretinin ipoteği altında kaldı. Fransa
devlet başkanı Hollande’ın araya girmesi, Obama’ya bir mektupla yalvarması kâr etmedi;
Fransız BNP Paribas bile 9 milyar dolar cezaya çarptırıldı. Fransız Societe General ve Credit
Agricole bankaları aynı sebeple soruşturuluyor. Sadece Fransa değil, Alman Deutschebank ve
Commerzbank da mercek altında. Kuzey Irak’ta fiilen bağımsız Kürt Devleti’nin hazinesine
giren para ile petrolden Başbakan’ın yakın çevresinde işadamlarına kara para girdi.”
Yahudi finans çetesinden kurtulmanın yolunu ülkemizi bir diktatörlük haline getirip dış dünyaya
kapatmakta gören Erdoğan, ülkeyi şahsi ihtirasları uğruna satmış gözüküyor. Eğer Yahudi finans
çetesinin baskısından kurtulmak istiyorsanız, ya BRİCK veya Şangay Beşlisine katılmalısınız;
dolayısıyla ABD ve AB’ye elveda demelisiniz. BRİCK, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve
Güney Afrika’nın kurduğu, Batı’ya, ABD ve İsrail’e bağımlı olmayan bir ekonomik dev. Bu
konuda aşağıda linkini verdiğim makaleyi okumanızı tavsiye ederim.
http://rt.com/business/173008-brics-bank-currency-pool/#.U8Yo1-SNV1Y.twitter …
Bu hengamade, birileri IŞİD için mükemmel bir zemin hazırladı ve bölgede haritaları petrol ve
su kaynaklarına göre dizayn ediyor ve maalesef bu menfur plana Erdoğan da yardım ediyor.
Ürdün’de Suriyeli mülteci sayısı 2 milyonu geçti. Kadınları fuhşa sevkeden, organ ticareti yapan
ve çocuk satan çeteler türedi, insanlık dramı çok büyük. Ülkemizde nüfusu 1 milyonu bulan
Suriyeli mültecilere karşı bir nefret tırmandırılıyor. IŞİD tezgahı bumerang gibi Erdoğan’ı da
vuracaktır. İsrail, IŞİD ile sadece Irak ile Suriye değil bizim topraklarımızda da şehir devletçikler
hedefliyor ki, bu konuda kullanışlı isim olarak Erdoğan’ı seçtiler. Erdoğan ile Davutoğlu’nun
yanlış Suriye politikası sadece onlarca milyar dolarlık maddi kayıp değil büyük bir itibar
erozyonuna da yol açtı. AKP-Cemaatci, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, inançlı-inançsız, çapulcu-hain
ayırımları derken yeni bir bela daha kapımızda: IŞİD ve PKK çatışması. PKK, Erdoğan’a bu
konuda epey öfkeli.
Barzani bağımsızlık ilanı tarihi için Ankara’nın nabzını tutarken, AKP iktidarı Cumhurbaşkanlığı
seçimi sonrasını işaret etti. Barzani, İsrail ve ABD’nin IŞİD oyuncağında Erdoğan’dan daha
fazla ulufe bekliyor. Erdoğan, IŞİD’le ilgili sert açıklama yapan Barzani’ye kızgın, zira
hapislerden, değişik ülkelerden toplanan militanları evvela Kürdistan saklıyordu. Erdoğan,
Barzani’den IŞİD ile köprüleri atmamasını, HDP ve Kandil’in kendi adaylığına menfi tavır
takınmaları için aracı olmasını istiyor. Bakalım, Türk ordusu ülkemizi bölmeye götüren bu
kıyamet senaryosunda ağırlığını koyacak mı? Bence, bu kumpas Kürdistan’da patlar!
28 Şubat sürecinin MGK Genel Sekreterlerinden Orgeneral Tuncer Kılınç, Türkiye’nin Rusya
ve İran seçeneklerine yönelmesini istemesi fırtınaları koparmıştı. “Madem Avrupa Birliği bizi
üyeliğe almıyor, biz de Çin, Rusya, İran ve Suriye ile ittifak yaparız” diyen paşanın politikalarını
Erdoğan rejimi bugün aynen hayata geçiriyor. Bu nedenle yaşadığımız dönemin adı “Yeşil 28
Şubat”. “Madem halk Erdoğan’da güveniyor, seçsinler, biz bildiğimizi okuruz” diyen derin
devlet sahne aldı. Ülkemizin ekseni Atatürk’ün hedef gösterdiği Batı standartlarından, sürekli
kaçtığımız demokrasi karşıtı Doğu despotluğuna kaydı.
Bir hakim kararı ile herkesin telefonunu dinleme hakkını ulusal güvenlik gerekçesiyle üzerine
alan yeni MİT yasası, “İranlaşma” hamlesidir. İran’da her mahallede SAVAMA’nın telefon
dinleme merkezleri vardır, yurt dışıyla konuşan herkes mutlaka dinlenir. Geldiğimiz nokta budur.
İran’daki 12 Kişilik dokunulmaz sözde “Günah İşlemez” Ayetullahlar Konseyi ile bizim 12
kişilik Milli Birlik Konseyi veya “Zevad-ı Mutade” benzerdir. İngiltere, Kanada ve Hollanda ’da
dinleme için yürütme ve yargının izni şart. Bu MİT yasası ile Avrupa Birliği bizi artık kesinlikle
almaz. Ülke çapındaki dinlemeler için bir hakimin izninin yeterli olacağı yeni MİT yasası ile
Suriye olduğumuz kesinleşecek, bu geriye gidiş vatanıma yakışmıyor.
Neden derin paşalarımız zorla ülkemizi İran veya Suriye yapmaya çalışıyorlar ve Erdoğan’ı
kullanıyorlar? Cemaat korkusu bu denli mi büyük? İslam düşmanlığı, kin ve nefret bu kadar mı
kavi? Üllkemizi sürükledikleri İran ile ilgili yanlış bir imaj var. Sosyal yapısı felç bir toplum
olan İran, kendi bozuk anlayışını yurdumuza paşaların izniyle ihraç ediyor. Erdoğan rejiminin
yaptığı bunca densizliğe rağmen derin askerlerden hiç ses çıkmaması ve Doğu Perinçek
grubunun cemaatle savaş için Erdoğan’a monte edilmesi bundandır. Türkiye’nin İranlaşmasına,
Suriyeleşmesine, Malezyalaşmasına engel olabilecek tek manevi dinamik cemaat kalmıştır. Tüm
global ve yerli şebeke güç birliği yaparak yıkmaktan umudunu kestiği camia ile savaşıyor. “Şii
Hilali” idealini pomplayan global güçlerin önündeki tek engel cemaatın faaliyetleridir, Erdoğan’ı
besleyip Anadolu evladını oyduruyorlar.
MISIR GERÇEĞİ
Müslüman Kardeşleri kimin emriyle bu duruma düşürdüklerini hareketin kurucusu Hasan El
Benna’nın torunu Tarık Ramazan yazıyor, Erdoğan ve ekibi hiç utanmazlar ki! Zaten hiç hata
yapmıyorlar, ne yolsuzluk yapan var, nede seçimde hile yapan, öyle değil mi? Suriye’de 200 bin
müslümanın kanında, 2 milyon mültecinin gözyaşında, tecavüze uğrayan 25 bin kadının ahında
Erdoğan rejimi nasibini alıyor. Müslüman Kardeşler’in 529 mazlumuna ağlarken, İhvanları
Suudi dolarlarına satan Erdoğan rejiminin iki yüzlülüğünü unutmayın, infaz sırası cemaata
gelmiştir.
Tarık Ramazan her sene Toronto’ya gelir, akademide konuşmalar yapar. Mısır’ı satan Erdoğan
rejimini tüm açıklığıyla anlatıyor, şok oluyorsunuz. Tarık Ramazan, akademide küçük masa
toplantılarında görüşlerini daha açık net söylerken, makalelerinde takiyeci politika yapıyor,
istikbalde gözüken islam dünyası liderliğine oynuyor. Ramazan, Gezi olayları sonrasında ortaya
çıkan Erdoğan’ın güçlü cumhurbaşkanı olma hırsını Arap diktatörlere benzetiyordu ve net
söyledi: Gelecekte Türkiye model olamaz, almayız. Tarık Ramazan, her yerde Erdoğan için
“diktatör bizim Arap liderlerden farkı yok, Türkiye artık model değil” diyor, sonradan
yalanlasada, inkar etsede, diyor. Kendi kulaklarımla duyduğum ifadesiyle 67 defa Suriye’ye
gidip Esat ile kanka olan, bunun yarısı kadar Mısır’a gidip bol bol akıl veren Ahmet Davudoğlu,
nedense hep yanılmıştır. Türkiye, Mısır ve Güney Afrika’da ‘social inclusion’ modelinden
‘social exclusion’ modeline geçildi. Ötekileştirme, gettolaştırma amaçları.
Global şeytanlar, İslam’ın ayağa kalkma ihtimalindeki sadece Türkiye ve Mısır’da değil, 4 yıldır
Afrika’nın umudu Güney Afrika’da operasyon yapıyorlar. Salon, miting müslümanlığı yapıp
Rabia diye bağıran namazsız İslamcılar ile salon milliyetçiliği yapıp hizmet zamanı hicrete
gitmeyenleri aynı kefede değerlendiriyorum.
Erdoğan ile Bilal arasında geçen telefon konuşmalarında Bilal bile Suudilerin Mısır politikasını
eleştirdiği için ‘iç düşman’ sayılmıştır. Bizim düşman sayılmamız çantada kekliktir. Suudi
Vehhabi rejimi kendisine en büyük tehdit olarak gördüğü Müslüman Kardeşler akımını
durdurmak ve yok etmek için Erdoğan’ı kullanmıştır. Müslüman Kardeşler’in Suudi kralı ve
Katar şeyhinin verdiği kaç milyar dolara Erdoğanca satıldığını öğrenmek isteyen Tarık
Ramazan’ı dikkatli okusun.
Halife diye pazarlanan Erdoğan, daha burnunun dibindeki müslümanları korumaktan aciz kaldı.
Mısır’ın liderliğine hazırlanan Tarık Ramazan, “Türkiye artık model değil diye ağzı kulaklarında
geziyor ve Arap liderlerinden farkı kalmamış diktatör Erdoğan, Mısır’a karışmasın” diyor.
SURİYE GERÇEĞİ
El Nusra’ya Erdoğan rejiminin desteğini ilk defa yazan Emre Uslu’yu kutluyorum. Suriye’de
cihad yaparken kimyasal silah kullanan, 25 bin Suriyeli kadına savaş ganimeti diye veya geçici
Muta nikahı ile tecavüz eden zihniyet Vehhabi ekolüdür. Bu zalimleri desteklemek zulme ortak
olmaktır. Ünlü gazeteci Seymour Hersh, gerçekleri yazdı ama bizde bunu ortaya çıkartacak
savcı, polis, hakim, gazeteci hain sayılıyor.
Suriyeli mülteci sayısı son 2 yıldır, İran’dan kaçanların sayısını geçti. Zengin olanları hemen
ülkemizde benzerlerini, kankalarını buldular. İran’ın derin devleti kimdir, ülkemizde mezhep
savaşı başlatmak istiyen bu şer şebekesi neden Suriye kartını kullanmaktadır? MİT Müsteşarı’nın
Suriyeli muhaliflere gönderttiği 2000 tır silahla işlenen zulümlere ve kana Erdoğan rejiminin eli
bulaştı. AKP’nin Suriye politikasından rahatsız olmayan sağduyulu AKP’li kalmadı. Sadece
Erdoğan ailesi ile Suriye’ye silah satan Latif Topbaş ve grubu savaştan çıkar sağladığı için gayet
memnunlar. Erdoğan’ın sadece İran değil Suudi etkisinde kaldığı da ortaya çıktı. Kahire
büyükelçimizin Mısır’dan kovulmasını kahramanlık olarak satan, diplomasiden nasibini almamış
Erdoğan asılacak 529 ihvana ağlıyamaz. Ağlasada inanmayınız.
İRAN GERÇEĞİ
Biraz temel bilgiler vereyim. Humeyni rejiminden kaçan 6 milyon İranlının çoğunluğu ABD,
Avrupa ülkeleri ve Kanada’da yaşıyorlar. Ülkemizi rejim kaçağı İranlılar atlama taşı olarak
kullanıyor. Göçmenlik kanunumuz olmadığı için mülteciler 3. güvenli ülkeye başvuruyorlar.
Muhalif Azeri Türklerinin sözde lideri Prof. Dr. Mahmud Ali Çehregani 2004′de ABD’ye siyasi
ilticada bulundu. Akıllı olanlar çakmayı tanıdı ve peşinden gitmediler. CIA’nın desteklediği
hiçbir lider 35 yıldır başarılı olamadı, çünkü Fars tilkisi bu liderleri veya çevresini satın almayı
başardı.
1979’da kaçan Şah rejiminin zenginleri ABD’de keyif içindeler, karşıt devrim yapmaya hiç
niyetli değiller. Eski Komünist İranlılar ise, akademide ütopik ve teorik kalıyorlar. İranlılar
Türklerden daha fazla okuyan bir millettir. Batı ülkelerinde akademide çok sayıda İranlı
görürsünüz, bunların çoğu TÜDEVci eski komünistlerdir. Dava adamlarıdır ama arkalarında
kimse yoktur.
Yurt dışına çıkan İranlı kadının ilk işi başını açmaktır. Zorbalık dinden soğutmuştur. Dinini
yaşayan Türklere hayran kalıyor ve hayret ediyorlar. Türkler dışında Farslı dindara henüz
rastlayamadım. Baskıcı Molla rejimi, münafık bir toplum meydana getirdi, dış düşman
fobisinden başka ellerinde malzeme kalmadı. Siyasal İslam, ülkemizde de bu son noktaya geldi.
İran’ın aslında bir Turan olduğunu yazmıştım. Şark tilkisi Farslar ile eski Pers milleti arasında
bugün neredeyse hiç medeni bağlantı kuramazsınız. İslam medeniyeti 7000 yıllık Pers devletini
ve kültürünü yok etti diye bilinçaltlarında inanılmaz bir kin iç güdüsü bulunuyor. Farslı kadınlar
süsü püsü ile uğraşıp özgürüm havasında feminist edayla kocasına bakmadığı için Fars erkekleri
Türk kadınla evlenmeyi tercih ediyorlar. Türk kadınları Fars erkeklerini dönüştürmüş durumda.
Bir dostum, “Fars kadınla evlenen Fars erkek, akademide kendini ilme vererek kafasında boza
pişirenden kurtulmuş oluyor” demişti. Müthiş bir gözlem. Doğrudur. Fars kadınları eğlenceye,
zevke düşkündür, dinle hiç alakaları yoktur, ancak çok okumuşlar ve oldukça uyanıklar…
Mutacılara duyulur.
İran derin devletinin başı Muhammed Haşimi Rafsancani’nin İtalya’da Molla rejimi’ni korumak
için 170 milyar dolar depo ettiğini bilmeyen İranlı yoktur. İran’ın “Yakoben Molla rejimi” bir
sahtekarlıktan ibarettir, baskılar sonucu münafıklar çoğalmış, inanç yok edilmiştir, Tahran’da
ahlak inanılmaz derecede bozuktur. Sokakta bar, pavyon yoktur ama sık sık ev partileri
yapılmaktadır. Kaçak yapılan içki su gibi tüketilmektedir, günah mefhumu kodlarında
kalmamıştır. Evlerinde Amerikan barı bulunduran pek çok evde namaz kılınmaz, oruç tutulmaz,
Türkler ve mollalar dışında hacca ve umreye gidene rastlayamazsınız.
Rafsancani, Ayetullah statüsündedir, yani günah işlemesi kendisine haramdır! Şaka yapmıyorum,
durumun özeti budur. Masuniyet ve ismet sıfatı addedilen Ayetullah makamına yükselmiş 12
isim İran derin devletinin sahibidir. Türk kökenli Ali Hamaney başlarında olsada Fars
milliyetçiliğine hizmet eder. Çünkü devletin sahibi Farslardır, Türkler önemli makamlara
yaklaştırılmaz. Kripto Yahudi ve Ermeniler daha efdal görülür.
Rafsancani, günah işlese bile beri baştan Ayetullahlar Konseyi fetvayla silmiştir hepsini! Böyle
sakat bir sözde İslami anlayış siyasal İslam’ın temsilcilerinin arayıpta bulamadığı bir yoldu.
Erdoğan’ın model olarak kendine örnek aldığı Rafsancani uyanık bir molladır. Rejimi koruma
paralarıyla kendi şahsına Batı ülkelerinde emlaklar almıştır, çoğunu kızının adına yaptı.
Rafsancani her hafta Tahran üniversitesinde Cuma hutbesi okur ama molla rejimini koruma
parası maalesef uyuşturucudan kazanılmıştır ve çoğu İtalya’da Rafsancani adına yatmaktadır.
Neden İtalya? İtalyan petrolcü AGİP İran’da ayrıcalıklı konuma sahiptir. Kazanılan milyar
dolarlar molla rejimini koruma hesabına ustaca vergisiz algısız aktarılır. Kanada’nın tek paralı
özel otobanyolu 407, Haşimi Rafsancani’ye aittir, bu nedenle kesinlikle kullanmıyorum, kamu
hakkı yiyene kuruş vermem. Rafsancani’nin kızı ve kendi adına aldığı molla emlaklarının büyük
çoğunluğu Kanada, Avrrupa ve ABD’dedir. Mollaların ABD düşmanlığı İsrail düşmanlığı gibi
çakmadır. Dış düşman söylemi, halkı birarada tutmaya yarıyor. Erdoğan onları taklit ediyor.
İran’da 400 bine yakın Yahudi ve bir bu kadar Ermeni’de duvarlı bölgede serbest yaşıyor. Kripto
Yahudiler güçlü konumdadır, Tahran’da aslında mollaları yönetenlerdir. İran’da 7 milyon sünni
Kürt, 4 milyon sünni Türkmen ve 3 milyon Beluci’de yaşıyor. Fars nüfusunu toplasan 20 milyon
çıkmaz, çoğunluk ve üstün nüfus Türklerdedir. Ancak Türklere bırakın siyasi hakları kültürel
özerklik bile çok görülmüştür. İran Türklerinin Kuzey Azerbaycan’la birleşme ideali, 20.
yüzyılda üç defa kanlı biçimde bastırıldı.
İran’da üç çeşit Türk vardır. Birinci grup, “İran zaten Turandır” der hiç isyan etmez. Diğeri
Humeyni’ye rağmen kültürel özerklik peşindedir, 35 yıldır alamasa da sabırlıdır. İran Turandır
diyenler rejim dağıldığında hazırdır, yoksa rahatlarını bozmayı düşünmezler. Devrimi yapan
yapsın üstüne otururuz görüşündedir. İran Türklerinin 7 milyonu başkent Tahran’da yaşar, para
onlardadır, rejimi devirmek işlerine gelmez. Dindar olan Türkler mollaları severler, zaten Şialığı
yayan misyonerler onlar içinden çıkar. Üçüncü grup, İran’da yapamadığını yurt dışında arayıp
“sürgünde Güney Azerbaycan devleti” kuranlardır. Ancak bu hareketin içine sızan İran
istihbaratı SAVAMA, havagazı alma peşindedir, ajanlarını içlerine kondurmuştur. Rejim
muhaliflerini fişlerler. Akıllı olan Türkler sokağa çıkıp çakma hareketlerle kendilerini
şişletmezler.
Reza Zarrab ile Erdoğan rejiminin altın ticareti, en fazla İran Türkleri arasında hayal kırıklığı
meydana getirdi. Tamam, iyi para kazanmışsın ama neden orada umutla bekleyen Türkleri
salladın, unuttun?! Oysa 30 milyona yakın Türk nüfusu dört gözle Türkiye’nin Fars milliyetçisi
Tahran yönetimini ikna edip verilmeyen haklarını almayı bekledi. AKP ve Erdoğan, İran’da
paranın ekonominin Türklerin elinde olduğunu gördü, sadece para kazandı, oraya hizmet
götürme pazarlığı yapmadı. İran aslında Turan’dır.
İngilizler 1925′de 10 asır sonra azınlık olan İslam düşmanı Farslara verdi hakimiyeti, halen geri
alamadı Türkler. Pehlevi rejimi (1925-1979) aradına “İran milleti” diyerek, Molla rejimi de
“islam ümmeti”diyerek Türklerin kimliklerini tanımadı. İran Türkleri, kendilerine Azeri
denmesinden nefret ederler, bu tabir 1920′de Bakü’yü işgal eden Rus general Kirov’un
uydurduğu bir millet ayrıştırma taktiğidir. Azerbayaclılar bunub yutmuştur ama İran Türkleri
kanmamıştır, kendilerini Türkiye ile direkt akraba görürler. İran’da Tebriz, Meşhed, Kum ve
İsfahan dışında, birazda Tahran’ın fakir semti, dindar insan nerdeyse yoktur, dindarların hepsi
Türklerdir.
İran halkının genelinde Türkiye olma ideali vardı, ekonomi Türklerin, devlet, ordu ve istihbarat
farsların elindedir, dindar bulmak zordur. İran kokuşmuş bir toplum, inançsızlık yüzde 40, namaz
kılan, oruç tutan insan sayısı yüzde 10, hacca giden yüzde 2, onlarda Türklerdir. Batmasını İsrail
önlüyor. Global ve yerli şeytanlar biliyor ki, İslam’ın doğru temsil edilmesini sağlayan Hizmet
özellikle Orta Asya’da Vehhabi ve İran atlarının önünü kesti. İsrail ve İran yıllardır danışıklı
döğüş yapar. Molla rejimi için dış düşman söylemi lazım ki Azeri, Kürt,Türkmen, Belucileri
elinde tutabilsin ve kimse Farslara kızmasın.
Erdoğan rejimi için ülkeye sıcak para girişi önemlidir, Şia’dan gelmiş Vehhabiden gelmiş
önemsizdir. Yiyin için zevk edin oyunu bu, uyanalım. Ayasofya’yı ibadete açmak ve Risalelerin
tamamını devlet eliyle bastırmk Erdoğan’ı mehdi veya halife yapmaz, Nurcular bir gün uyanır
uykudan. Türkiye, başta Mısır ve Suriye olmak üzere İslam dünyasındaki ağırlığını yitirdi.
Erdoğan’ı halife sanan bizdeki namazsız İslamcılardır veya zavallı bir çıkarcı güruhtur. Erdoğan,
Türk dış politikasını Vehhabi Suudların ve Fars milliyetçisi Şiaların verdiği sıcak paralara
sattığını halkımız bugün anlamıyor, zira gaflet perdesi pek kalın örgülendi.
Büyük bir balon var ekonomide, sıcak paranın, hoşafın suyu kesildi mi güm diye patlatacaklar,
şimdilik Milli Birlik Konseyi’mizdeki özel harpçi generallere “cemaatı ezsin” diye diktatör lazım
oldu. İthalat ve ihracat dengesinde açığın 12 yıl öncesine göre 5 kat artması da önemsiz halka,
nasıl olsa 5 kat büyüdük ya, daha hızlı tüketiyoruz. Türk halkı geçmişe göre rahat yaşadığı için
yolsuzluk, kamu soygununu önemsemiyor, ülkenin 656 milyar dolarlık veresiye ile yaşaması
önemsiz. Prof. Dr. Şerif Mardin, 6 yıl önce “Türkiye Malezyalaşma sendromu yaşıyor” demişti
de inanmamıştım, dünün ekonomik devi Malezya bugün yolsuzluk, hortum ve rüşvet girdabında
batmıştır. Halkımız sanırım evlerine ateş düşmeden krizde olduğumuzu anlayamayacaklar.
TUNUS GERÇEĞİ
Tunus’ta herkes Erdoğan’ın Irak, Suriye, Mısır ve Libya’da yaptıklarına bakınca Hanya’yı
Konya’yı anladı ve Türkiye modeli bitirildi. Zira Tunus Erdoğan’ın yapamadığını yaptı: Keskin
laiklerle dindarlar; sağcı ve solcular bu tarihi fırsatı değerlendirdi, barış ülkesini kurdu.
İslam dünyasının yeni demokratik, özgürlükcü ve reformist modeli Tunus oldu. 3 yıl içinde
krizden çıkıp yeni anayasayı kabul ettiler. Erdoğan söz verdiği özgür anayasayı halkımıza hediye
etmediği gibi sırf yolsuzluğunu örtbast ve Cumhurbaşkanı olmak için askeri vesayetle anlaştı.
Tunus’da Ennahda lideri Raşid Gannuşi, Erdoğan gibi ‘Biz çoğunluğuz, dolayısıyla yangından
mal kaçırma hakkı bizimdir’ demedi, iktidarı cesuırca paylaştı. Ülkesinde birlik ve beraberliği
siyasi goygoyculuktan üstün tutan Ennahda, İslami hukukta ısrar etmedi, camilerin ‘nötral’
konumunu kabul etti, devletleşmedi, din-siyaset ilişkilerinde toplumu bölmedi. Gannuş,
Tunus’u bir teknokrat hükümetine bıraktı, uzlaştı; güçlü sendika konfedereasyonu UGTT ile
kadın örgütleri ve üç büyük STK başardı. Ben Ali rejiminin yıkılmasının ardından oluşan
parlamentoda İslamcı Ennahda yüzde 40 çoğunluğa sahip ama Erdoğan gibi despotluk yapmadı.
Önümüzdeki parlamento seçimlerinde de milleti siyasetten üstün yutan bu olgun demokrasi
anlayışının devam etmesi bekleniyor.
Tunus, kadın-erkek eşitliğini, inanç ve ifade özgürlükleri ile temel hakları, hukukun üstünlüğünü,
rasyonel siyaseti anayasaya geçirdi. Tunuslu kadınların sayesinde demokrasi geldi. Gereğinde
kilometrelerce uzanan insan zinciri oluşturup İslamcılar’ın çoğunlukçu heveslerine karşı çıktı.
Gezi’de bunu yapmaya çalışan Türkiye, Erdoğan’ın despotluğuna tosladı.
Tunus’da laik ve İslamcı partilerin pozitif enerjisi sayesinde 2014 yılına konsensüse dayalı
demokratik bir anayasayla girmeyi becerdi. Tunus’da Ben Ali’nin ‘polis devleti’ yok artık. Sivil
toplumun sesini dinleyen parlamentonun çabaları, ‘tek çare, taviz ve uzlaşma’ var. Türkiye’de
ise MİT devleti kuruldu, özgürlükçü anayasa bilinmeyen bir tarihe ertelendi. Tunus, başörtüsü
krizini hemen çözdü, Erdoğan ise tam 10 yıl bekledi.
İslam dünyası kamuoyunda Türkiye %32 tarafından lider görülüyordu, Erdoğan ülkemize yüze
12 kaybettirdi, şimdi İran %32 ile öne geçti. Bunun ana nedeni Ankara’nın dış politikasını para
karşılığı satmasıdır. Suud Vehhabi rejiminin oyuncağı haline gelen Erdoğan rejimidir. Irak ve
Suriye’de yaşanan iç savaşa Erdoğan’ın çanak tutması, IŞİD ve El Nusra’nın desteklenmesidir.
Bu yanlışa engel olmak isteyen vatansever devleet memurları paralelci iddiasıyla safdışı
bırakıldı. Ülke bu sırada batırılıyor.
Arap ülkelerinde model ülke Türkiye imajı, Erdoğan’ın Hüsnü Mübarek’ten farksız bir diktatör
olduğu ortaya çıktığı son bir yılda yıkıldı. IŞİD’e Erdoğan’ın terörist dediğini duymadınız ama
hayatında silah görmemiş adanmış insanlara atmadığı iftira kalmadı. Dünya tersine döndü! At izi
ile it izi birbirine karıştı.
Aklı başında her demokrat aydın bilir ki, sivil toplumu bitirilmiş, dini yapısı zorla devletleşmiş,
her İslami cemaatinden mecburi biat istenmiş, etmezse zulmedilmiş bir ülkeden İslam dünyasına
model ülke çıkmaz!
Suriye savaşını İsrail neden istiyor?
Skandal kasedi kim ortaya çıkardı ise El Nusra ve IŞİD tezagına il kurşunu sıktı. Alman
İstihbaratı BND olabilir. Çünkü Almanlar, yeni Ortadoğu paylaşımı ve sınırların değiştirilmesi
oyunundayine Türkiye gibi masa dışına atıldı. Zate Alman BND, iyi ki dinlemişiz diyerek, özür
dilemediler. Ne vardı bu konuşmada? Dış işleri Bakanı Ahmed Davutoğlu, MİT Müsteşarı
Hakan Fidan, Dış işleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2.
Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, 4 kişi oturmuş Suriye ile savaş planı yapıyorlar. Bu skandalı
ortaya çıkartanlara “vatan haini”, “casus” diyorlar ve ulusal güvenlik zırhı arkasına saklanıyorlar.
Siz vatan evlatlarını İsrail ve ABD çıkarları için Suriye’ye süreceksiniz ve bu mesele kamuyu
ilgilendirmeyecek, öyle mi? Hikmeti hükümet teranelerine karnımız tok…
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun özel temsilcisi Maidan, Hakan Fidan’la Suriye
savaşının olası senaryosunu konuşuyor ve bu bizi hiç ilgilendirmiyor mu? İsrail’in, 2011’den
beri Türk ordusunu Suriye’ye sokmak için atmadığı takla, çevirmediği fırıldak, kullanmadığı
taşeron kalmadı. Savaş sanılandan çok daha büyük. Olay, çoktan AKP-Cemaat kavgasını aştı.
Cemaat’in üzerinden operasyon yapanlar, hem AKP’yi hem de Cemaat’i bitiriyor. Siyasal İslam
çöküyor! New York Hahamlar Konseyi ve derin İsrail’in BOP planı çöktü-çökecek. Erdoğan
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eşbaşkanlığı görevini yerine getiremiyor, başarısız oldu. İspanya
başbakanı zaten eşbaşkanlıktan istifa etti, Erdoğan ise görevden alındı. Mısır’da Müslüman
Kardeşleri Erdoğan’ın Suudi Kralın Yasin El Kadı ile yolladığı sıcak parasına dayanamayarak
feda etmesi ile ilk darbeyi yiyen BOP, Esad’ı savunan Rusya ve İran’ın çok sağlam muhalefeti
ve ülkemizin altını üstünü oymasıyla resmen çöktü. Tayyiban rejimi, 2015’de çıkacak büyük
Armegeddon savaşında Türk ordusunun inisiyatifi ele almasıyla tamamen sonlandırılabilir!
Erdoğan’ı görevden alan ABD Başkanı Barak Obama değil, bizzat Rothschild tarafından BOP
liderliğinden alındı. Ancak Rockyfeller Yahudi grubu Erdoğan’a son bir şans daha veriyor ve
deniyor ki, Suriye’ye savaş aç, eğer Esad düşmezse, sen düşersin. Bu artık çok net! Savaşa İsrail
veya onu yöneten derin el tarafından zorla itiliyoruz. Erdoğan’ın kurtuluşu Suriye meselesine
bağlı, bunu kendisi de farkediyor. Rockefeller ailesi, bu süreçte Suriye konusunda Demokrat
ABD’nin yanında görünmüyor, Neocon Derin ABD ve İsrail ile iş pişiriyor.
Yahudi lobisinde ikiye ayrılmışlık dikkati çekiyor. New York Times, The Economist gibi
Rothschild’a bağlı gazete ve dergiler gittikçe artan Erdoğan karşıtı yazılara yer veriyorlar.
Köşeye sıkıştırılan Erdoğan ile ülkemiz resmen savaşa itiliyor. Erdoğan hep Rothschild’a
yamanmaya çalıştı. Erdoğan dünya ekonomisini elinde tutan Rothschild ailesine kendini
pazarlarken, Hazine’ye 50 milyar dolarlarını kazandırdı, ortak işler yaptı. Ancak Rothschild ve
ona bağlı Soros medyası da bugün Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmış vaziyette. Erdoğan’dan cemaatı
infaz etmesi talep ediliyor, can derdindeki Erdoğan bu onursuzluğu yapıyor, birde utanmadan
cemaatın ardında CIA ve MOSSAD var yalanını söylüyor.
İsrail, daha önce uçağımızı havada kitleyip düşürmüş suçu Suriye’nin üzerine atmıştı. Bu tür
kumpas ve tehditle önümüzdeki 3 günde yeni provakasyonlar yaşanabilir, başta Genelkurmay
Başkanlığı’mız olmak üzere kimse tuzağa düşmesin! Reyhanlı’da MOSSAD ile ortak çalışan
Özel Harp’deki kara koyunlarımız, taşeron örgüt kullanmıştı. Şimdide Suriye’deki teröristler
tarafından uçağımız düşürülüp, Suriye’ye saldırı bahanesi üretilebilir. Başbakanın
başdanışmanları İbrahim Kalın ve Ömer Çelik’i ta Haziran 2010 yılında Toronto’da
derin Ergenekon devletinin sağ kolu ve Demirel’in özel adamı müsteşarları Feridun Sinirlioğlu
konusunda uyardım, Yeşil’in sağkolunun, “Suriye’de vatana ihanet ediyoruz mektubu”nu geçen
yıl sitemde yayınladım. Turbun büyüğü arayanlar, işte size Suriye ile savaş tiyatrosu. Bunu
2012′den beri yazıyorum ama dinleyen yoktu. Davudoğlu yalanlamıştı beni. Bugünkü ses kaydı
doğruladı.
Hatırlarsınız, Cenevre 2 görüşmelerinden hemen önce eşzamanlı dört medya kuruluşu; RT-AACNN-Guardian Esad karşıtı ‘tertip kampanya’sı yaptı ama peki niye yaptı? Esad’ın 11 bin kişiye
işkence yaptığı fotoğrafları savaşa Türk kamuoyunu ikna altyapısıydı. Dehşet fotoğraflarla ilgili
rapor hazırlanmış, raporun finansörü Katar ve şeyhi elbette. Raporu hazırlayan İngiliz menşeili
hukuk bürosu Carter-Ruck and Co. Suriye’yi işgale soyunan herkesin savunucusu Carter-Ruck,
“Esad işkence yaptı” diyor, fotolarla bizim de inanmamızı istiyordu! Peki Carter-Ruck şirketinin
müşterileri arasında kimler vardı? 1. Recep Tayyip Erdoğan 2. Yasin El Kadı 3. Katar şeyhi.
Burnunuza sizinde kötü kokular geldi mi? Carter-Ruck, fotoğrafları Suriye Ulusal Hareketi’nden
edinmişti. 8 günde 3 kez görüşerek tam 55 bin fotoğrafı her nasılda incelemişlerdi ve hemen
doğruluğuna kanaat getirilmişti. Hepimiz buna inandırıldık ve Suriye’ye girip zalime haddini
bildirmek için kinle doldurulduk. Müslümanı müslümana kırdırma taktiği izleyen insani
şeytanlar bunlar!
Bugün anlıyoruz ki, asıl zalim bizim içimizdeymiş. Kendi ülkesini Suriye’ye çevirmeye çalışan
bir “Acem uşağı” müsteşarın kara oyunlarını bertaraf etmeye çalışıyoruz. Hırslı adamın son
çaresi savaş kaldı: Erdoğan’ın tek kurtuluşu SURİYE SAVAŞI! Koltuğunu kurtarma adına
ülkeyi savaşa sürükleyecek hamleler atabilir. Çünkü seçimi ertelemenin tek çaresi bu. Olay,
kesinlikle Cemaat-AKP kavgasından koptu, Davutoğlu-Fidan’ın Suriye ile ilgili ses kaydının
sızdırılması bunun ispatıdır.
Ses kaydında MİT Müsteşarı Hakan Fidan diyor ki: “8 tane füze de attırırım. Ben gerekçe
üretirim. Gerekirse Süleyman Şah türbesine saldırı düzenletiriz. Gerçi bu bahane mantıklı değil
ama…” Daha vahimi, son bir yıldır Suriye’deki savaşı yönetecek bir orgeneral
görevlendirdiklerini, MİT’in 2000 tır silah yolladığını ve sorunun silah değil savaş iradesini
ortaya koymak olduğunu açıkca savunuyor. 25 Aralık soruşturması kapatılmasaydı, Erdoğan’ın
Latif Topbaş ile Konya’daki silah fabrikasından Suriyeli muhaliflere ne kadar silah satıp, ne
kadar para kazandığını öğrenecektik. 200 bin insanın ölümü, 2 milyon Suriye’nin aç sefil mülteci
durumuna düşmesi Erdoğan’ın suçudur.
Bu ses kaydını CIA sızdırmış olamaz, içerden biri veya ortam dinlemesidir. CIA sızdırdıysa;
CIA neden Türkiye-Suriye savaşı planını bozsun, var mı mantıklı bir açıklaması olan? Fidan’ın,
“Esad yanlısı IŞİD’ı vurursak içerde yani Türkiye’de bombalar patlar, sınırda kontrolümüz yok”
itirafı ülke güvenliğinin ne halde olduğunu gösterdi. Davudoğlu’da bu direkt savaş planı
konuşmalarında Suriye’nin daha güçlü olduğunu da itiraf ediyor. 4800 füzesi bulunan Suriye’ye
karşılık ülkemizin kendisini korumak için Almanlardan aldığı NATO gözetimde sadece 400
Patriot füzesi var. Üstelik bunların denetimi ve kullanma izni ülkemize verilmedi. 1. Dünya
savaşı önceside parasını ödeyerek yaptırdığımız denizaltıları İngiltere vermemişti, Almanlar bize
silah teknolojilerini koklatmamıştı.
Tam 100 yıl önce, Enver, Talat ve Cemal Paşalar, Almanlar cenahında savaşa girerken, bu dört
üst düzey yetkili ile aynı düşüncedeydi. Padişaha ve millete sormayarak, gerçekleri gizleyip,
devleti bypass yapıp savaşa girdiler ve koca Devleti Aliyeyi arkada 2 milyon şehit bırakarak
tasfiye ettiler. Şimdi günümüzdeki benzerlerine nasıl güveneceğiz? Başbakan 30 Mart seçimini
kaybedeceğini anladı, Hakan Fidan’a Suriye ile savaşı başlatmak için zemin hazırla demiş belli
ki, skandal işte budur. Meğerse bir yıldır Suriye ile savaş için hazır bekliyorlarmış. Bu adamlarda
akıl fikir kalmamıştır.
Twitter Fuatavni, Başbakan Erdoğan’ın son bir yıldır ısrarla Suriye’ye Türk ordusunu sokmak
için Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’a baskı yaptığını, ancak sağduyulu davranan ordu
kurmaylarının savaşa karşı çıktığını yazdı. Bunun nedeni sanırım yabancı medyada çıkan bazı
haber ve yorumlar olabilir. Fidan’ın Suriye’de savaşacak bazı El Kaida militanlarını THY ile
Tahran’dan Hatay’a getirdiği ileri sürülüyor. Suudi ve Katarli finansörler, El Nusra gibi El Kaida
türevi terör örgütüne Ankara yardım etsin, ellerini kire bulaştırmasınlar diye son dört yıldır
kesenin ağzını açmışlar. Whatreallyhappened.com şu yorumu yaptı: “El Kaida’yı Suriye’de
Esad’a karşı kullanan Erdoğan rejimi saçmalıyor.” Rus medyası Rusya Today, kibirli lider
Erdoğan’ın yaptığı yanlışları asla kabul etmediğini, Türkiye’yi uçuruma sürüklediğini yazdı ve
televizyonunda yorumcular bu tema üzerinde durdu. Rusya Lideri Putin Suriye’ye girmek
Rusya’ya savaş açnaktır demesiydi Erdoğan çoktan girmişti. Suriye’de müslüman kanı dökecek
bu savaşın olmamasını Ruslara borçlu olmak ne kadar acıdır.
Belki de skandal ses kaydını hükümet, Hakan Fidan kanadı, bilerek sızdırdı, bir yemdi komplosu
dolaşıyor. Sanmıyorum ama Youtube ulusal güvenlik bahanesiyle hemen kapatıldı. Ulusal
güvenliği tehdit eden, hala kaldıysa tabi, ses kaydını cemaat sızdırdı hikayesine fuatavni’nin
ifşaatına göre askeri henüz inandıramamışlardı, 30 Mart yerel seçimi sonrası cemaata
operasyonları yattı yani. Asker demiş, cemaat sızdırdı ise kim kaydeti peki? Jammerlarla
korunan bir yerde devlet sırlarını konuşmadıklarına bahse girerim. Davudoğlu, ‘bunu sızdıranlar
cezalandırılacak’ dedi. Haklı elbette, bu kaset sonrası Davudoğlu’nun karizması çizildi, yıkıldı
ve ne kadar basiretsiz oldukları anlaşıldı. Teknoloji meraklısına dipnot: Ortam dinlemesi artık
çok uzaktan yapılabiliyor, böcek koymaya filan hiç gerek kalmadı. Bu nedenle şüpheli listesi
epey uzun olmalı… Fidan yapmadık diye işin içinden çıkıp böcek derlerse çok gülerim.
Ses kaydını kaydeden ve sızdıran pekala Hakan Fidan yada Feridun Sinirlioğlu da olabilir
diyordum ki… Çok derin kaynaklarım sızdırmayı kimin yaptığını fısıldadı: Fidan’ın yanındaki
Acemin nüfuz ajanı adamları kaydetti ve sızdırdı. İran, Fidan deşifre olduğundan bitirmeye karar
verdi. Fidan’ın etrafındaki İran casusları bomba ses kaydını kaydedip sızdırarak, aldıkları Fidan
ile devam etmeme kararını alenen gösterdiler. İran’ın casusları olduğu açığa çıkmış birini tekrar
kullanmadıkları biliniyor. Bunu cemaata yıkamazlar. Hakan Fidan gibi deşifre olmuş bir Acem
Uşağı’nı İran yeniden zaten kullanamaz. Bir taşla kuş katliamının peşindeler. Fidan’ı bitirirken
suçu cemaaatın üstüne yıkıp, cemaata casusluk davası açtırmaya çalışıyorlar. Fidan’ın gözden
çıkarılması, yakında pılıyı pırtıyı toplayıp İran’a kaçacağının da işaretidir.
Kumpas kumpas üstüne!
Prof. Dr. Ümit Özdağ, MiT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Suriye ile savaş komplosu ve cemaata
kumpas tiyatrosuna son noktayı tweet mesajında şöyle koymuş: “Dış İşlerini hangi hain dinledi.
Bilmiyoruz. Ama hangi hainin kendi türbesini, kendi askerini bombalatmak istediğini biliyoruz.”
Camia’yı zayıflatma adına kumpas üstüne kumpas kuranlar, iftira üstüne iftira atanlar “Siyasal
İslam” devrinin bittiğini müjdeliyorlar. “Parti Devleti” ile demokrasi bağdaşmaz, örtüşmez.
İktidar, devlet nimetlerini seçmen avlamak için hoyratça kullanan AKP, demokrasiyi yanlış
anladığımızı Türk toplumuna gösterdi. Halk kitlesi devletin kesesinden, tüm miletin vergisinden
verilen AKP ulufeleri ve sosyal yardımları devlet değil, AKP yapıyor sandı ve Erdoğan bunları
ustaca oy olarak devşirdi. Oysa sosyal hukuk devletinde muhtaç olan vatandaşlara sunulan sosyal
yardımların herhangi bir partinin yararına kullanılamaması gerekir. AKP’nın cemaata kumpas
kurmasının nedeni, bu haram ve yanlışı yüksek sesle söylemesi ve ciddi uyarmasıdır.
İran ve Alman BND
Alman BND, yıllardır Almanya’ya götürdüğü Türk ve Kürt aydınlara Kemalizmin öldüğünü
anlatıyor. Kürt faşizmi ve Şii mezhepçiliğine yatırım yapıyor. BND’nin yetiştirdiği Türk, Kürt ve
Alman Gladyo’suyla içli dışlı ülkemizde irtibatı kavi adamları AKP ve Erdoğanı iyice
kafaladılar. Erdoğan, BND nüfuz ajanlarına ve Ergenekon’daki gücüne 2011’e kadar karşı
çıkmıştı ama tükürdüğünü yalattılar. Son 3 yıldır BND’ye ağzını bile açamıyor, acaba neden, ne
gibi tehdit ve şantaj kasetleri var, Erdoğan neden şimdi BND’den çok korkuyor? Aslında
Almanya’nın sizi 5 yıldır dinliyoruz mesajı ve özür dilememeleri ardında ellerinde çok güçlü
belgeler ve deliller olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.
Alman BND’nin para aktardığı BDP, AKP ve CHP belediyeleri var, Selahattin bey ve niceleri
nüfuz ajanı olmada zaten çok gönüllü davrandı. Peki, MİT uyuyor mu? Alman BND, Kürtlerin
ortak Kürtçe dilde anlaşabilmesi için ilkokuldan başlayarak üniversite seviyesine kadar ders
kitapları hazırladılar ve bu kitaplar İsveç hükümeti desteğiyle basıldı, dağıtıldı.
Alman BND, MOSSAD ve CIA, ülkemizi karıştırmak için kendi işini yapıyor, bunlara fırsat
veren MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Erdoğan neden engel olamıyor? 28 Eylül 2000′de Alman
BND’nin PKK ve Alevi kartından sorumlu en üst düzey elemanı Prof. Dr. Ude Steinbach ile bir
grup gazeteci görüştük. Bakalım bu sorunun yanıtını bulabilecek misiniz?
Ude Steinbach’a, “neden PKK’ya destek veriyorsunuz, Almanya’da siyasi militanlar
yetiştiriyorsunuz, gayeniz Kürdistan kurmak mı, nedir, ne yapmak istiyorsunuz?” diye direkt
sordum. Hamburg’da Steinbach’ın ofisindeki görüşmede 5 Türk gazeteciyiz, Steinbach, “Öcalan
dostumdur, devlet ile aralarını bulabilirim” dedi. Steinbach’a, “İran’da da Kürtler var, neden
onlara yardımcı olmuyorsunuz da ülkemizdeki Kürtleri organize etmek için bütçeniz var?”
dedim ve kartları açtım.
Steinbach çok bilmiş ve pişkin bir adam, hemen cevap verdi: “Türkiye AB’ye girmek istiyor,
burada 3 milyon vatandaşınız var, karışırız tabi, bu bizim en doğal hakkımız, ülkemizi
koruyoruz.” Steinbach’ın İran’daki Kürtler cevabı hiçbirimizi tatmin etmedi. “Siz içişlerimize
karışıyorsunuz, bizde sizinkine karışırız o zaman” dedim ve tepkimi koydum. Steinbach’ın diğer
gerekçesi bana daha mantıklı geldi: “Ülkenizde 4000′den fazla Alman şirketi var, ticaretinizde
ilk sıradayız, karışırız ve yatırımlarımızı, ilişkilerimizi koruruz” dedi.
Steinbach’a, “Alman vakıflarını espiyonaj için kullanmanız ilkeli bir davranış mı, neden nüfuz
ajanları satın alıyorsunuz?” diye de sordum. Cevaplayamadı. Nokta Ankara temsilcisi Turgay
Türker çıkışta gülüyordu ve şöyle dedi: “Farukcum Steinbach senin gibi zor gazeteci hayatında
görmemiştir, helal olsun vatanımızı, milletimizi çok cesur savundun, adamı epey terlettin, ama
ahret sorusu soruyon, gezip tozmana bak, Almanya’nın tadını çıkar.”
Steinbach, Alman vakıflarının akademik seviyede casusluk faaliyetleri konusundaki diğer
sorularıma da cevap veremedi, kem küm etti. Hele çakma çevreci Bergama protestocularındaki
BND rolü ve Almanların ülkemizdeki altın faaliyetlerine hiç değinmek istemedi. Daha sonra
bunları yazan Necip Hablemitoğlu’nun suikastla infazı aklıma hemen Steinbach’ı getirmişti.
Nitekim, Veli Küçük’e bu infaz için gelen 1 milyon doların BND’den verildiği Ergenekon
davasında ortaya çıktı. Küçük’ün infaz için görevlendirdiği Osman Gürbüz müebbet aldı, şimdi
nasıl olduysa hepsi masum gibi serbest kaldılar. Utanmadan bu suçu da cemaat üstüne atmaya
çalışmışlardı.
Almanların Kürtlere ilgisinin yanısıra elbette Şii ve Alevi projesi de var. “Hz. Alisiz Alevilik” ve
“Zerdüştlük” projesi halen devam ediyor. Kürtleri Türklerle birleştiren İslam’dan
Müslümanlıktan ayırıp, PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’ı Zerdüşt dininin “4. Peygamberi”
yapma teorisi de Alman BND’de Steibach’a ait şeytani bir plandır. Güya Öcalan bu konuda
kitap yazdı, 2 yıldır örgüt içinde verilen siyasi, dini ve ideolojik eğitimde ders kitabı olarak
okutuluyor, ancak gerçekte kitabı yazanın Öcalan olduğunu bile sanmıyorum, bende
Steinbach’ın ekibinden bir akademisyen yazmış imajı uyandırdı. Kitap fazla felsefi, okusanız
Öcalan’ı büyük düşünür bir Kant veya bir Plato sanabilirsiniz. Bahoz Erdal Suriye’de ve Mehdi
Zana İsveç’te, bu kitabın ve Kürtlerin kadim dini diye Zerdüştlüğün reklamını, pazarlamasını
yapıyorlar. Steinbach ve eşi Tessa başta Taner Akçam, ülkemizdeki etnik ve dini sorunlarda
uzman pek çok Türk ve Kürt akademisyenler yetiştirdi.
Alman BND ile sıkı çalışan ve İran’ın nüfuz ajanı yuvası haline getirdiği dernek ve kurumlardan
yetişenler, şimdi Erdoğan’ı kuşattılar ve devleti tepe tepe kullanıyorlar. İran devleti tarafından
sakıncalı gazeteci ilan edildiğimi, Haziran 2000′de Tahran’a gitmek için gazeteci vizesi
istediğimde öğrenmiştim. Bunun intikamını onlardan çok acı aldım. Gerçi 19 Ağustos 2000′de
Zaman gazetesinde MGK’nın İran nüfuz ajanları, dernekleri ve alınacak tedbirleri yazdıktan
sonra başıma gelmeyen kalmadı, ama olsun bunları koruyanları tanıdım, emin oldum.
İran’ın nüfuz ajanları konusunda en fazla rahatsız olanlar ordumuz içindeki Milliyetçi ve
Müslüman askerlerdi, koruyanlar Gladyo ekibiydi. Bir suç işledim ve gizli MGK’nın İran’a
yönelik tedbirler sistemini belgesiyle ilk yazan gazeteci oldum. MİT veya herhangi bir merkez
servis yapmadı. Hükümetin aciz kalması mahçubiyetiyle üçlü koalisyon döneminde bir MHP’li
Milletvekili verdi. Şimdi rahmete gitti, Allah toprağını bol eylesin. Böyle vatanseverlerden artık
pek az kaldı.
MGK’nın Zaman’da 19 Ağustos 2000′de yayımlanan haberimde İran’a yaptırımları, kurumlara
gönderilen tedbirler listesindeki 22 maddenin özetini yazdım. Açıp okuyun, MGK değişim
pazarlığı başlıklı Zaman gazetesinin manşet haberimde MGK’nın ne istediğini yazmıştım.
Muasır Batı medeniyeti, Avrupa Birliği’be tam üyelik hedefimizden, AKP’nin ülkemizi bugün
neden sıradan bir diktatörlükle yönetilen bir Ortadoğu ülkesi olmaya sürüklediğini belki
sorgularsınız. http://arsiv.zaman.com.tr/2000/07/26/politika/politikadevam.htm …
MGK’nın 2000′de elime geçen bu rapor ve 8 sayfalık gizli karar nedeniyle o günkü konjunktürde
kimse konuşamadı. O gün MGK’ye göre var sayılan, Yargıtay tarafından tescilli Selam Tevhid
örgütünün tüm vakıf, dernek ve faaliyetleri orada yazmıştım. Eskiden vardı, neden şimdi yok
oldu? Gazeteci ve yazar dostum Yusuf Gezgin, bir dönem makaleleri ile fenomen haline geldi ve
bunları ince ince işledi. Bu süreç öncesi ortadan kayboldu, acaba öldürüldü mü? Yazıları kitap
olmalıdır, İRAN’ın esiponaj için ülkemizdeki harcadığı 27 milyar dolarlık bütçeyi ilk defa
Gezgin yazmıştı ve büyük tehlikeye dikkatleri çekmişti.
17 Aralık olayına birde buradan bakalım. İRAN’ın SAVAMA’sının alternatif cemaat kurma
çalışmaları ve ülkemizde casus, hain, nüfuz ajanı satın almak için kullandığı kasa kim: Zarrab!
Peki, kim ile ticari ilişki içinde: AKP’liler, Erdoğan, TÜRGEV vakfı, bakanlar, bakan çocukları.
Bu büyük kumpası ortaya çıkaranlara dış komplo ile hükümete darbe yaptınız diyorlar ve asıl
milletimize, devletimize darbe yapan, savaş açmış İran ve Şii saldırısının üstünü örtüyorlar.
Selamcılar Genel Kurmay Harita Genel Komutanlığı’ın 81 ili kapsayan 30 CD/DVD’sinde askeri
tesis ve binaları öğreniyor, casusluk olmuyor mu? Eski Türk Hizbullahçıların ve İrancıların CIA
ve MOSSAD ile dirsek teması ve AKP’ye körü körüne Hizmet’i imha için destek verdiği apaçık
belli. Domuz bağı ile 2000’de Müslümanları öldüren teröristler şimdi makbul mu oldular?
Kimin IŞİD ve El Nusra’ya silah gönderdiği, camiler sunduğu, MİT’i ve THY’yı güvenli terörist
taşımak için kullandırdığı belli ve CIA, MOSSAD, MI6, BND ve SAVAMA emrinde olduğu
belli. Gerçek hainler kimlerdir, isim isim hepsi belli. Eskiden PKK bir asker öldürdüğünde,
Kerkük’te Kırım’da soydaşlarımızın kılına bir zarar geldiğinde tepki verilirdi şimdi ülkücüler de
ses vermiyor, solcular epey sessiz, Aleviler desen, Cumhuriyeti kurtarma mitingleri yapmıyorlar!
İran, Suudi, CIA, MOSSAD, MI5, KGB ve BND’nin nüfuz ajanları belli. Kamuda devşirilecek
bürokratların listesi hazırlayan İranlıların kimleri nasıl satın aldılar, kime bal tuzağı kurdular
belli, causlar hep belli de hiç bunlaıyakalayanj, sınırdışı eden yok. Bunları yakalayan, sorgulayan
polisler suçlu ilan eden, savcıları suçlayan bir hükümetimiz, liderimiz var. İran’ın nüfuz ajanı
devşirme faaliyetleri izlenmesin diyen Erdoğan ve Fidan’da hikmeti hükümet arayanlar, 2.
Beyazıd’ın sonunu unutuyorlar.
Fuat Avni’den incilerle bitirelim: “Ankara’nın siyasi havası normal havası gibi güneşli değil.
Güneş bugün saltanatın çöküşünün hız kazandığını müjdeliyor. Savcı ve müfettişlerin
üzerlerinde nasıl bir baskı var ki hala bir İran casusunu çalıştırmayı sürdürüyorlar? Savcılar ve
müfettişler ayarlanmış bilirkişiye rapor yazdırmanın suç olduğunu ve bunun kendilerine
döneceğini kestiremiyorlar mı? Teftiş ve bilirkişiliğin en önemli şartı tarafsızlık ve kanunlara
uygun hareket etmektir.
TİB’deki bilirkişi kumpasıyla ilgili yazdıklarım Cemalettin ve ekibini çok rahatsız etmiş.Hâlbuki
daha bunlar birşey değildi. Bilirkişi oyununa dair şimdiye kadar çok az şey yazdım. Gün gelince
hepsi yüzünüze çarpılacak. İftiralarınız ortaya çıkacak. Size TİB’de bilirkişilik yapan Halil
Öztürkçi hakkında biraz daha bilgi vereyim. Vereyim ki dönen acem oyununu herkes anlasın.
Öztürkçi’nin babası Tayyip, 1929 İran doğumludur. Bu aile İran’dan kalkmış Anadolu’ya
gelmiş. Öztürkçi ailesinin her ferdi İran casuslarını yakalayan vatan evlatları için kurulan
kumpasta görev alıyor. Kardeşi Rayif Öztürkçi Hizbullah’ın Van kadrolarında önde gelen
militanlardan biridir. Asıl endişe edeceğiniz günler daha gelmedi. Kaçacak delik arayacaksınız.
Tiran’ın yüzünden düşen bin parça.Kafasındaki CB modeli onu devletle çatışmaya
sokacak.Bunun farkında ve endişeli.BB’liği bıraktığına pişman. ‘Toprağımıza toprak katarız’
diyen Davutoğlu ülkenin yurt dışındaki tek toprağını da kaptırmak üzere. Bu şeref (!) ona yeter.
Davutoğlu seçimi partinin ‘yeni yetmeler’e teslimi demektir. Gül-Arınç ekolünün artık AKP’de
yeri yok. Tiran’ın Binali aşkı ile Atalay kliğinin Binali nefreti partiyi içten içe kaynatıyor. Eğer
gözden çıkarıldıysanız Çankaya’da noter de olsanız Tiran’a yaranamazsınız. Gül ailesinin
sitemini dikkate alan yok. Bayrak indirildikten sonra heykel dikildikten sonra ne yaparsan yap
boş. Kaybedenlerdensin.”
Özetle Yargıtay tescilli bir terör örgütünü “biri birine selam vermiş” diye yutturmaya çalışanlar
çok yakınlar gerçek hayatta ve yedikleri içtiklerinde İran’ın, Suudininve Katar’ın yedirdiği
haramlar var. Selam tevhid dosyasında, MSB ihalelerine katılan firmalar, ihale şartnameleri,
ANKA, ALTAY, MİLGEM, ATAK ve GENESİS gibi projeler bulunuyordu. Eski Emniyetçi
Müdür Tufan Ergüder haykırdı: “Beyzadeler, prensler sizi gördük; millet sizi gördü. Gücün
arkasında saklandığınızı zannediyorsunuz ancak, bu çok uzun sürmez.”
“Ya gerçek devlet başa ya kuzgun leşe” demişler. Bu ülkenin Sungurları, kartalları, şahinleri
bitmez. Umudunuzu yitirmeyin, çok parlak günlerimiz uzakta değil, Türkiye’ye bundan sonra ne
ABD, ne İsrail, ne İngiltere, ne Almanya nede Rusya asla batamayacak, kumpas kuramayacaklar.
Siyah Sancakla Batıyorlar!
Koskoca Osman Gazi 30 yıl çadırda yaşadı, kılıcından başka miras bırakmadı; Kanada’da
2001′de yakaza gözüktü erenlere, ‘attan inmeyesüz’ dedi. Salahaddin Eyyubi, Kudüs’ü alana
kadar dünya bana haram dedi, 20 yıl evi yoktu, çadırda yaşadı; Bizdeki “Firavun” yüzde 20
götürmüş, “az” diyor. Üstelik yalana, iftiraya, bühtana doymayan münafık müslümanlar
ahirzamanda türedi. “IŞİD ve El Nusra’ya 2000 tır silah ve roketi Erdoğan ve Fidan değil de
Cemaat göndermiş” diye propaganda yapmışlar! Neyini düzeltelim bunun? Siyaset ve ikbal
uğruna suistimal etmedikleri herhangi bir kutsal değerimiz kaldı mı?
Sufiler, siyasal İslamcılar gibi gösteriş budalası, şekilci, yapmacık olamaz, hele hele devletin
bekası diye soygun yapana, vatan evladını infaz ettirene sessiz kalamaz. Sufiler, Anadolu’nun
çimentosudur, zamkıdır, çok çakma liderler gördüler, kalpleri bomboş, üç beş kuruşa satılmış.
Satmadılar cihanı verselerde vatanı. Papa, “İslam Roma imparatoru”, “Ortadoksların
korucusuyum” diyen Fatih Sultan Mehmet’e “Hıristiyan ol, aramızdaki savaşa son verelim” diye
bir elçi yolladı. Fatih, Hıristiyan olan en gözde cariyesinin başını kesip yolladı, davasını satmadı.
Adı Beki mi, Akif mi bilemiyorum, bir Hurufi Saray’a sızmış, Fatih’in görüşlerini etkilemişti,
çok kızan Akşemseddin, Hurufi’yi kovalamıştı. Hıristiyan Afşar Karamanoğulları Osmanlı ne
zaman Batı’ya fethe çıksa arkadan hançer sokardı, saldırırdı, sonra özür dilerdi. Fatih bıktı ve
hepsini Balkanlara sürdü, böylece Karaman’ın oyunu bitti, darısı fetvacı Karaman’ın başına!
Siyasi kaos dönemlerinde, devletin başına “goril” geldiğinde, kuzgun leşe üşüşür. Sufiler, arslan
ve ejderha terbiyecisidir, gorilden korkmazlar. Sufiler, kaos ve fitne döneminin toplumcudur,
sosyal barış ilacıdır. Sineksavardır, Fars şovenizmi, Vehhabi ve Şia hastalıklarına deva, şifadır.
Yeni Şafak’ta çok agresif biçimde her yana saldıran Cem Küçük, ABD’de master yaptı, Gladyo
uzmanıdır; zaten ülkemize Hizmet’i imha operasyonu için CIA tarafından getirildi. Gladyo
karşıtı yazılar yazmasına bakmayan, “MİTcilik” oynatılan küçük bir “it” ve “soytarı”dır.
Almanların, 5 yıldır ülkemizi dinlediği ortaya çıktı, bunu bile bizim gazeteciler değil Almanların
Der Spegiel’in deşifre etmesi çok düşündürücüdür. Alman istihbaratı BND’nin MİT ile
Süfyanizm ile işbirliği doğaldır, zira ülkemizdeki Gladyo’yu Hitler’in Gestapo başı olan Gehlen,
2. Dünya savaşı sonrası Soğuk Savaş döneminde CIA adına özenle kurmuştu.
Alman istihbaratı BND, ülkemizde uzun yıllardır 3500 nüfuz ajanı kullanıyor ve 5 yıldır değil
daima dinleme yapıyorlar. Cumhurbaşkanı adayı Selahahattin bey BND “nüfuz ajanı”dır, belgesi
bir MOSSAD ajanından 2010’da çıkmıştı. Bunu yazdım ama ne takan var, nede işlem yapan.
Almanca da bildiğim için, Ankara’daki diplomasi muhabirliği yıllarımda BND beni kafalamaya
çalıştı, Almanya’da 7 gün ve ülkemizdeki tüm Alman yatırımlarını gezdirdi, Panzer kitabımda
açıklayacağım. Çok güçlü olduklarını kabul ettirip, gerekirse kadın, gerekirse para, makam,
şöhret satın almaya, tepe tepe kullanmaya çalışırlar. Vatan evlatları dışında bu numaraları
yemeyen çok az insan vardır, dünya zafiyetleri olan Siyasi İslamcılar çantada kekliktir!
Ankara’da tanıştığım en aktif BND ajanı, Erbakan’ın sağkolu gazeteci ile evliydi, bana ağzımı
açtıracaklar, BND yatak odalarına kadar girdi. Ne kadar yırtınsalar bir gün ortaya çıkacaktır.
Fuat Avni şunları yazdı: “Çift taraflı bir ajan Almanya’nın ‘Türkiye dinlemeleri’ni ABD’ye
servis ederken skandal ortaya çıktı. Yani AKP’nin pislikleri artık ABD’de de var. Düşünün ki
Merkel, rüşvet havuzu kurmuş, kara para aklamadan komisyon almış, IŞİD’e destek vermiş ve
bu belgelerin hepsi Türkiye’nin elinde. Gırtlağına kadar pisliğe bulaşanlar dış istihbaratlara
binlerce koz verdi. Şantaj yapılarak kozlar, devlet sırlarıyla değiş tokuş edilebilir. Beş yıl
AKP’nin bütün kirli sırlarını Alman İstihabaratı dinleyerek elde etmişse devletin tepesindeki
herkese şantaj yapabilir demektir. Türkiye’nin zirvesi İran’ın parasını aklayıp İsrail’de banka
hesabı açıyor ve gemi ticareti yapıyorsa ikisi ne de gebe demektir. Danışıklı dövüşle kendi
kamuoyuna istediği politikaları istediği gibi kabul ettirmenin en güzel örneği İran-İsrail sözde
çekişmesidir. İsrail ve İran paranın iki yüzü gibidir. Birbirlerine bu güne kadar asla zarar
vermediler. Artık perde önünde de birbirlerini destekliyorlar. İsrail ‘Fidan’ı istemiyoruz’
demeseydi Türkiye kamuoyu bu kadar sahiplenmezdi. Fidan İsrail-İran ortak yapımıdır. MİT
uyumuyor, biz uyuyoruz. İçerde ve dışarda Türkiye’nin itibarını yerle bir eden hadiseler önleyici
tedbirlerle bertaraf edilebilecekken MİT uyuyor. Bu gaflet neden? Birileri her türlü oyunu
oynamak için olur olmaz kişilerin heykellerini dikebilir. MİT uyuyor mu neden önlemalmaz,
başka işleri mi var? ABD, Rusya, Almanya, İsrail, İran istihbaratları Türkiye’yi dinlemiş olabilir.
MİT uyuyor mu neden önlem almaz, başka işleri mi var?”
Fuat Avni kaç gündür bir takiyeyi daha ortaya çıkardı. Surat yok ki adamlarda, İzmir
operasyonunu yine de göstere gösstere yaptılar.. İKTİDAR MEDYASININ ‘ASKERİ
CASUSLUK’ İKİYÜZLÜLÜĞÜ! inanılmaz boyutlarda. Diyarbakır’da PKK’lıya dikilen heykeli
de PARALEL’e bağlamışlar ya, “Çüş” demek elzem! Bu siyaset ve yalan uzmanı edepsizlerin
lafazanlarıyla söz yarıştırmak olmuyor, omurga yok, onur yok, şeref zaten yok…
El Nusra ve IŞİD’in insanı öldürerek İslam devleti kurduğunu kabul eden ahmaktır, cahildir,
saftoriktir. Bunlara silah ve roket gönderen de! İnkar edemeyecekleri, üstünü örtemeyecekleri
kadar delil, Batı’da uzmanların elinde dolaşıyor. Kanada’da İslam uzmanı bir akademisyen bana
gösterdi, seri konferans ve seminerlerle Suriye’yi Afganistanlaştıran Erdoğan’ın İslam dünyasına
hıyanetini anlatıyor ve maalesef Türkiye’yi yerden yere vuruyor. Savunmak zor Recep beyi!
Neden bu hale geldik? İslam’ın ruhları dirilten nefesi, cana can katan Nebevi anlayışı ve sahabe
yolunu, Kur’an iklimini Suudi doları ve İran altınına değişti AKP, Fidan ve Erdoğan.
Tarihimizde Sufiler tebliğ makamını temsil etmiş, böyle çirkin işbirlikleri asla yapmamıştı.
Erdoğan’ın ve Fidan’ın ülkemize kurduğu büyük ihanet komplosu, kumpası, derin Anadolu
kültürü olan Sufi İslam’a çarpacak ve kaybedecektir. Erdoğan ve Fidan’ın Vehhabi anlayışında
El Nusra, IŞİD’e verdiği desteği Anadolu kaldıramaz, dış güçler Türklerin “softpower” gücünü
yıkıyorlar.
El Nusra, IŞİD, El Kaida, Taliban tipi Vehhabi yapılanmaları CIA ve MOSSAD tezgahıdır.
Sufilere neden karşı olduklarını şimdi anladınız mı? Anadoluyu Anadolu yapan Sufilerdir, kılıçla
değil kalplerde fetih yapmışlardır, insanları öldürerek değil gönüllerde sultanlık kurmuşlardır.
Sosyolojik gerçeklere dayanan 300 akademik referanslı Mason Bektaşiler kitabımı 2009′da
çıkardım, bu eseri Süfyanizm Komitesi’nin siyah sancak fitnesini önlemek için yazmıştım.
Türklerin Horasan’dan çıkan gerçek siyah sancak ekibi Sufilerdir, Yesevi talabeleridir, Vehhabi
zihniyeti El Nusra ve IŞİD’le yakından uzaktan hiç bir alakası olamaz. AKP’liler kendi
dünyalarında yaşıyor, medyada yalan söyleme ve günah işleme özgürlükleri var; İslam
dünyasında IŞİD ve El Nusra’nın Müslümanlara yaptığı zulümler nedeniyle dışlanıyoruz.
Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde lanse edilen Erdoğan’ın siyah sancaklıları, işte bu IŞİD ve El
Nusra teröristlerine dönüştü. Bu katillerle aynı safta olmak büyük bir zulümdür, ortak olmaktır.
Kurtlar Vadisi’nde Erdoğan’ı Siyah Sancak ekibini uyandıran, Mehdi ordusu kuran halife olarak
göstermeleri, maalesef aslında MİT, CIA, MOSSAD ve Süfyanizm’in ortak planıydı. Kurtlar
Vadisi’nin Yeşil’in adamları ile El Nusra ve IŞİD’e askeri eğitim verdikleri doğruydu, çünkü
bunu da zaten benim son 3 yıldır yazdığım makalelerden çaldılar.
Türklerin Horasan’dan siyah sancakla çıkıp İslam’ın 1000 yıl koruyuculuğunu üstlenmeleri ile
IŞİD ve EL Nusra siyah sancaklısı kesinlikle birbirine benzetilemez. IŞİD ve El Nusra
Cephesinin yaptığı insanlık dışı katliamları, tecavüzleri, gaspları savunan AKP’li varsa, çıksın
açıklasın. Bu zalimlere destek verenler “Yeni Türkiye” kuramazlar, insan bile olamazlar! IŞİD
ve El Nusra Cephesine verdiği destek nedeniyle Erdoğan ve Fidan yüzünden Türkiye tüm
dünyada yalnızlaştırıldı, oyun dışı bırakıldı. Tüm gayretimizle buna engel olmaya çalışıyoruz,
bize “vatan haini”, “casus” diyerek etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Şantaj ve tehdit gırla gidiyor.
Toplumda okumayan genç nesil ve para, uçkur, makam düşkünü güya muhafazakar tipler,
Kurtlar Vadisi’nde seyrettiği çakma siyah sancaklıya inanıyor ve Recep beyi yok etmek için tüm
dünyanın işbirliği yaptığını zannediyor. 40 ülke gezdim, kim kimdir çok iyi biliyorum. Kurtlar
Vadisi ile kamuoyuna yalancı siyah sancaklı konsepti çakıp, güya mağdur Erdoğan’ı kurtarma
projesi yapan Süfyanizm Komitesi’dir, yalanları ortada, sürekli batıyorlar. Kurtlar Vadisinin
güya vatansever siyah sancaklılarının IŞİD ve El Nusracı olduğunu halen anlamayan varsa,
sözün bittiği yerdeyiz demektir. Gayeleri, gerçek muhabbet fedaileri adanmış ruhların önünü
kesmektir.
IŞİD Mehdi değil Süfyan ordusudur!
IŞİD ile yeni bir El Kaida oluşturan ve gayesi İslam’ı karalamak olan CIA ve MOSSAD’a Recep
Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan’ın destek vermesini kabullenemiyorum. Bu fitne nasıl
kurgulandı, bir göz atalım. Irak ve Suriye’de sünnilerin mağduriyeti üzerinden IŞİD belasını
çıkartanlar, “İslamfobi” yayıp Sünni İslam’a büyük darbe vurmak istiyorlar.
Irak’ın Abu Garip, Musul hapishanelerini IŞİD’in boşaltması ve eleman kazanması MOSSAD ve
CIA planıdır. Suudiler, IŞİD’e kaybedeceği hiç bir şey olmayan 1500 idamlık mahkum yolladı.
Bu orduya Mehdi ordusu değil ama pekala Süfyan ordusu denir demem bu yüzden, katiller
sürüsüyle bir İslam devleti kurduklarını iddia ediyorlar, tüm Müslümanları aptal yerine
koyuyorlar. Kedinin fareyle oynadığı gibi Müslümanların zafiyeti, acziyeti, perişanlığı ile
oynuyorlar. Görüntü, tıpkı ahirzaman müslmanlarının anlatıldığı hadislerde olduğu gibi.
Mehdi ve İslam Halifesi olduğunu iddia eden Ebubekir Ömer El Bağdadi Amerikan Bocco
Hapishanesinde 5 yıl CIA ve MOSSAD eğitiminden geçirildi. Fitne pek büyük, hem Hz.
Ebubekir hem Hz. Ömer efendilerimizin ismini kirleten bu MOSSAD ve CIA ajanı IŞİD lideri,
utanmadan birde “Ebu Dua” lakabını kullanıyor.
IŞİD’e en büyük mali desteği Vehhabi Suudi Kralı ve Katar şeyhi verdi. 10 milyar dolarlık bütçe
Türkleri kirletmek için Ankara’ya 2011’de sunuldu. Parayı seven seçilmiş liderimiz Erdoğan ve
İran nüfuz ajanı MİT Müsteşarı Fidan, Suudilerden beleş 10 milyar doları görünce, bu global
fitneye balıklamasına atladılar. Şimdi alt alta yazalım, IŞİD nasıl kuruldu?
Irak’ın eski Baas Partisi, elit ordu ve Saddam’ın elit zenginleri IŞİD’i destekliyor, CIA ve
MOSSAD desteği aldılar, Blackwater oyunun içinde yer aldı. IŞİD militanları, 2011’den beri
Lübnan’ın Beka Vadisinde MOSSAD, CIA ve Özel Harp subaylarımız tarafından eğitildi. Bunu
12 Nisan 2012 tarihli makalemde çok net yazdım ve Erdoğan’ı ilk defa sert uyaran oldum.
Afganistan ve Çeçenistan’dan IŞİD’in güya Mehdi ordusuna katılanları organize edenlerin kim
olduğunu yazsam, kendini Mehdi sanan Süfyanı bulacaksınız! Avrupa ülkelerinden CIA ve
MOSSAD ajanlarının gazıyla, Mehdi Ordusu kuruluyor sloganıyla IŞİD’e 1700 militan
gönderilmesi, asla bir tesadüf değildir. Kuzey Afrika ülkelerinde Bedevi çöllerinden bile 6
radikal örgüt IŞİD’e Mehdi ordusu diye elemanlarını gönderdi. Terör örgütü işte böyle
kuruluyor. Bunlar organize CIA ve MOSSAD işleri! IŞİD’in planlamasını yapanlar çok
profesyonel istihbaratçılardır.
Karanlık bir merkezden düğmeye basılmış gibi tüm İslam ülkelerinde Mehdi ordusu diye IŞİD’e
militan toplayanlar peydahlandı, bunların niyetleri çok kötü! Tataristan ve Kırgızıstan’daki
dostlarım IŞİD’e saf, radikal, işsiz Müslümanları yazanların “Mehdi ordusu” diye gaza
getirdiğini yazdı, maalesef acı durum budur. Hadisleri tersinden okuyan, Suriye’deki siyah
sancaklı fitne ordusu IŞİDcileri Mehdi ordusu, destek vereni de Mehdi zanneden çok ahmak var
dünyamızda!
Süfyanın Şam’da çıkacak siyah sancaklı katillere destek vereceği de hadislerde açık ve seçik var.
Cübbeli Ahmet Hoca vaazında bunu net hadislerle anlattı, anlayan anlayacağını anladı.
Anlamayanlar, Süfyan ordusunda bulunduklarının farkında bile olmayan veya bile bile yer
alırken kendilerini İslam dünyasını kurtaracak Mehdi ordusunda sanan gafillerdir. Zira Süfyanın
cennet ve cehennemi vardır. Kendisine biat edenleri yaşatır, biat etmeyenlere cehennem azabı
yaşatır; hukuk tanımaz, adil olamaz. Bazen Süfyan’ın Süfyan olduğunu bilmediği hadislerde
zikrediliyor ama hasiyetleri çok açık: Müsrif, yalancı, zulüm, korku, kin, haset yayar. Süfyan
zaten yalancıdır, Müslümanları siyaset diliyle kandırır diyor Hadis. “Tüm varlığım, servetim
millete feda olsun” derken daha fazla soygun, fitne, siyasi oyun planlıyordur. Bazıları seçimde
oy aldık, ezdik ve ezeriz, zulüm etmek hakkımız, niyetimiz kötü diyor ama Allah böyle
beyinsizlere cehennem size hak diyor. IŞİD mantığı da buna benziyor, güç bende diye öldürüyor,
katil oluyor; bu arada, hırsızlığı ganimet, zinayı, tecavüzü kendine hediye sanıyor.
Niyeti hırsızlık, soygun, kamu ve yetim hakkı yeme, başka bir birey ve cemaaate ait mülkü gasp
etme, yalan dolan iftira olanların vay haline! Namazları namaz olmaz, yüzlerine çarpılır.
Peygamberimize soruyorlar: “Süfyan ve ordusu helak olurken içlerindeki masum Müslümanlar
nasıl haşr olacak?” “Niyetlerine göre,” diyor Yüce Nebi. Amelde niyet önemlidir. Sayın
Erdoğan, yüzde 98 bile oy alsanız, iftira yalan, bühtan, kibir, kin huyunuz değişmediği sürece
biat beklemeyin Ebu Zer Gifarilerden. Behlül Dana’nın Harun Reşit arkasında namaz bile
kılmadığı vakidir. Bunun sebebi, sevilen halk Halifesinin namazda bile siyaset düşünmesidir.
Pek çok Emevi ve Abbasi halifesi zalimdi, hatta Ömer bin Abdülaziz ve Harun Reşit dışında pek
saygın siyasetçi de çıkmadı, halk hukuk ister. Yalan söyleyen, iftira, bühtan atan İslam Halifesi
de olsa münafıktır, İslam şeriatine göre tanıklığı kabul olmaz, Allah, kıyamet günü zalim
idareciye Müslüman dahi olsa, Halife bile olsa merhametle bakmaz. Seçimlere dayalı toplum
yorumu yapmadım, yapmam, seçime endeksli görüşlerim yamulmaz; zira ahlak, iman, tebliğ,
edep ve haya siyasetten önce gelir Kur’an’da. Birileri yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, gulul, kamu
hakkı yeme günahını kendi üzerine yapıştığını görüyor ve ahitleşemiyorsa, ne yapalım yani!
Gülen Hocaefendi’nin yaptığı konuşmalarda kötü hasiyetlere telin, uyarı, tebliğ var, ben daha
ismen birine beddua ettiğine şahit olmadım. Eski Zaman yazarı Hüseyin Gülerce yine eksik
anlamış. “Allah belanızı versin”; yolsuzluk yapan, rüşvet alanlara yapıldı, yüzde 52 Erdoğan’ı
seçenlere yapılmadı, çarpıtmayınız.
Gülen, bu sert çıkışını aslında bence IŞİD nedeniyle yaptı. Çünkü IŞİD’e silah ve roket
gönderenler bu günahın vebalini ödeyemezler. Bu insanlık dramına dur diyecek civanmertlik
Anadolu’da var, asla susmayacağız. Türkiye’den başka sivil toplumu olan İslam ülkesi yok. Her
ülkede kukladan beter bir diktatör var. IŞİD’e asker toplayanlar İslam düşmanı canilerdir.
Ülkemizde sivil toplumu felç etmeye çalışan global şeytanlar sizin IŞİD’i görmenizi engelledi.
Kumpası bozmak için elele vermek zorundayız. Devletleştirilen İslami cemaatler IŞİD’ı protesto
eylemi’ne destek verebilir mi? Solcular, Aleviler daha ne duruyorsunuz, IŞİD’i kınayınız.
IŞİD’in cani ve Müslümanlıkla ilgisi olmayan bir terör örgütü olduğu anlatılmazsa daha çok
insanı tuzağa düşürecekler. Herkes duyarlı olmalıdır. AKP’lilerin bu vicdansızlığa onay
vereceğini sanmıyorum. “IŞİD Conflict Awaking”, yani toplumu “Uyandırma Kampanyası”
başlatılırsa, buna milyonlarca insan katılacaktır. IŞİD’e ve El Nusra’ya destek verenleri protesto
edelim ve gençlerimizin bu tuzağa düşmesini engelleyelim, sivil toplum ülkemizde derhal ayağa
kalkmalıdır. IŞİD konusunda Türk toplumunu uyandırmak için Youtube videoları ile bir
uyandırma odaklı bir Sivil Toplum Hareketi lazım, acilen bunu yapacak yiğitler aranıyor!
IŞİD tezgahının ardındaki finansman belli. Bu belaya sahip çıkanlar büyük suç işliyorlar. 3 yıldır
yazıyorum, dilimde tüy bitti, anlatamadık. Suriyeli Müslümanların düştüğü durumdan dolayı tüm
İslam ülkelerinde suçlanan tek kişi var Erdoğan. Bizde kahraman, “Mehdi” bile diyorlarmış!
Kendisi de bir Türkmen olan Ahmet Davudoğlu, “Suriye’de Türkmenler Türkmenleri öldürüyor,
IŞİD değil” dedi, kendini bile inkar etti, bitmiştir. Ürdün’de Suriyeli mültecilerin çocuklar
satılmaya başlandı, kadınlar en mağdur olanları. Bu kadar zulme neden olanlar hesap
vermeyecek mi? Ülkemize 1 milyonu geçmiş Suriyeli mülteci geldi, kadınlarını cariye, köle, 2.
karı yapanların evinde, ailesinde huzur, mutluluk kalır mı?
IŞİD’e silah, roket götürenleri engelleyenler mi casus ve hain, yoksa Suriye ve Irak’ta Müslüman
kanı dökülmesine göz yumanlar mı? Biraz basiret lütfen! IŞİD tezgahı patlayınca ne demek
istediğimi anlayacaksınız. Ayaklarınıza dünya konforuyla elinizle pranga taktınız, Yahudi
yapacağını yaptı. Ülkemize kurulmuş büyük bir kumpas doğru var ama bunu kuranlar Erdoğan
ile çalışıyor, bu kumpası bozmaya çalışanlar, bugün mağdur ediliyorlar.
Afrika ve Ortadoğu’ya liderlik yapacak 3 ülke vardır: Mısır, Türkiye ve Güney Afrika. İkisi
tezgaha düştü, Güney Afrika BRİCK’e acilen katılmak zorunda kaldı. Erdoğan’ın danışmanı
Yiğit Bulurt, Türkiye’nin BRİCK ve Şangay beşlisine katılması gerektiğini söyledi ve bulmaca
tam çözüldü. Türkiye’nin ekseni Batı’dan Doğu’ya kasten kaydırılmıştır. Türkiye yine Doğu ile
Batı arasında kaldı. Maalesef kimse bize ne düşündüğümüzü sormuyor. Dış politikanı ve
ekonomini yabancılara satmışsın, sana niye sorsunlar ki! Suudi destekli Sisi darbesi ve IŞİD
tezgahı Rusya ve Çin’i deliye döndürdü. Sisi’nin danışmanı Tony Blair olunca kumpasta
bulmacada bir parça daha çözümlendi Çin’in barışcıl yükselişle gizli ekonomik istila politikası,
ABD gibi agresifleşirse, bu yakında Afrika ve Ortadoğu’da bir 3. dünya savaşı çıkartabilir. IŞİD
tezgahı bu nedenle araç olarak kullanılacaktır.
Erdoğan, size herşeyi söylüyemiyor. Boğazına kadar kredi kartı ve kredi borcuna batmış seçmen,
tıpış tıpış oyunu statükoyu korumaya veriyor. Son 12 yılda ülkemizde kredi kartı kullanımı
kasten artırıldı, ucuz, ev, araba, tüketim kredileri verildi, Yahudi ağabalara borçlandınız.
Rothchild ve Rockyfeller ailelerinin Hazinemizde yatan 55 milyar dolarını geri istediğini
duydum, bazı projelere Hazine garantisi bu yüzdenmiş! Rothchild ve Rockyfeller aileleri
ülkemizde antisemitizmden dolayı 3. şirketler ve isimlerle son 12 yılda ülkemizdebazı işadamları
üzerinden 360 milyar doları aşkın borç vererek Erdoğan’ı kuşattılar!
Şeytana külahını ters giydiren Yahudi bankerler, borçlu Türkiye’yi “Tayyibland” görüyorlar,
harcadığın kredi kartları ile Yahudiye bol bol faizler ödüyorsunuz! Erdoğan’ı 360 milyar dolar
borçlandıran global çete Rothchild ve Rockyfeller ailesi olduğu ortaya çıkacaktır; bu kadar
küfür, iftira, hıyanet ucuza yapılmıyor yani!
“Faiz lobisi” diyen, Gezicilere “çapulcu” diyen Erdoğan’ın Bank Asya’yı kapatma planı faiz
lobisine hizmet ediyor, resmen “çapulculuk” bu olsa gerek. 2001 krizini yapan global çete 5
milyar dolar çekip ülkemizi batırmıştı. Şimdi Erdoğan’la Bank Asya’dan 5.8 milyar kaçırdılar
ama batıramadılar. Kimse Erdoğan’a sormuyor, New York çetesi zengin Yahudi kredi
kurumlarından 360 milyar dolar borç alırken, sen bunu Gülen Hocaefendi’ye mi sordun da şimdi
iftira atıp paralel devlet uyduruyorsun! İsrail yanlısı bu güçlere ülkemizi yedirmen haksızlık
değil mi? Gazze diye dünyayı ayağa kaldırdın, gidemiyorsun; madalyanı da iade etmedin.
2002′den beri satılan devlet şirketlerini kimler aldı, biraz etrafa bakınız. Neoliberallerin çok
uluslu Yahudi şirketleri askersiz istila yürütüyorlar. 2002′de ülke ekonomisi 200 milyar dolar,
Hazine tamtakırdı. Rothchild ve Rockyfeller babalarının hayrına Erdoğan’ın kullanımına 360
milyar dolar vermedi! Bunun diyet bedeli, IŞİD oldu, Hizmet’i imha planı oldu. “Beldetül
Tayyibetün” bile güya Erdoğan’dan bahsediyormuş! Kafayı yemek üzereyim, ülkem insanı bu
kadar cahil değildi. 12 yılda nasıl bu hale geldi, bilmem anlatabildim mi? Net yazıyorum:
IŞİD, CIA, MOSSAD, Vehhabiler destekli bir Süfyan ordusudur, zulmü dağıtıp dünyayı adaletle
dolduracak bir Mehdi ordusu asla olamaz. Kendini Mehdi sananlara Hadislerden son net uyarı:
Biri Mehdi bile olsa çevresine asla ben Mehdiyim demez. Üstad Said Nursi’den uyarı: Mehdi, bir
şahıs değil, hakkın şahsı manevi gücü olabilir, ahirzamanda Mehdiyetin temsili bir şahısla
olmayabilir.
Nur Grupları Süfyanizme yenildi!
Kur’an’da ehli kitap ile ortak kelime tevhide gelin ayetini anlamayanlara diyalogun nedenini de,
Peygamber teblig metotunu da anlatmak zor. Vehhabi zihniyetinde İslam anlayışı olanların
çirkefliğini anlıyorum ama Nurcu abileri anlayamıyorum. Üstad Said Nursi, Hakiki İseviliğin
tasaffi edeceği ve dinsizliğe karşı Müslümanlarla ortak mücadele edeceği öngörüsünü nereden
çıkarmış diyor bazıları. Elbette ki Kur’an’dan.
Ne yazık ki, Nurcu abilerin Risaleyi bile anlamadığını hayretle görüyoruz. Oysa başka kitap
okumuyorlardı. Büyük Mehdinin 3 vazifesi nelerdi? Nurcu abilerin Risaleleri bırakın Batını
okumayı, apaçık gözüken Hizmet’e kıskançlıkla yanaşması üzücü. Mustafa Sungur abi böyle
değildi. Nurcu dediğin İhlas Risalesini 15 günde bir okur. Orada yazılan ihlası kaçıran tüm kötü
hasiyetleri yapıyorlar, kardeşlik hukuku baltalanıyor. Yazıcı ve Okuyucu kardeşlerim, eğer Barla
toplantısında Nurcu abilere dikta ettirilen “İslam Deccali” fitnesine kanarsanız, size dua
edeceğiz.
Üstad Mehdiyetin şahsı manevisinin dünyayı adaletle dolduracağını söyledi, “İslam Deccali”
müslümanlara zulmeden, gadre uğramalarına ve öldürülmelerine zemin hazırlayandır. “Hizmet
olduğu sürece büyüyemezsiniz, biz onları imha edelim, bu hizmetleri size verelim” diyenlere
kanan Nurcu abiler, Süfyan kim, “Gizli Dinsiz Zındık Komitesi”, “Süfyanizm” kimdir iyice
şaşırmışlar!
Gülen Hocaefendi, “Nurcu abiler aleyhine asla konuşmayın” diyor. “İslam Deccali” ilan
etselerde mi tek kelime laf etmiyeceğiz bu kardeşlerimize? Fazla benzin gider diye yaz kış
arabasının klimasını çalıştırmayan Nurcu abi, “devletin yüzde 20′sini çalmış, Humustur,
hakkıdır, eski Türkiye hırsızları yüzde 80 çalıyordu, bu adam daha insaflı” dedi. Peki,
duymayalım mı, görmeyelim mi? Nurcu abiler, Süfyanizm size Hizmet’in mülkünü gasp edip
hediye etmeyi, zulmü vaat ediyor. Bu mudur sizin hizmet, samimiyet, Müslümanlık, kardeşlik ve
ihlas anlayışınız?
Nurcu abiler Barla’da toplanıp “İslam Deccali” belirleyip, “günah keçisi yapılan Odur”, baskısı
altında tutulmasalardı, Hz. Yusuf’u kardeşleri kuyuya atmasalardı, ben bunları asla yazmazdım.
Süfyanizmin oyuncağı olmak size yakışmıyor Nurcı abilerim! Belki Yusuf köle pazarında satılır,
horlanır, eziyet çeker ama iffetini, izzetini hep korur. Kam almak isteyen Züleyha, 20 yıl çöllere
düşer, bilmez misiniz. Hz. Yakup ağlaya ağlaya yalanlar karşısında gözsüz kalır, evlatları
yalancıdır, sineye çeker, kuraklık vurur diyarınızı, bilmezmisiniz? 9 yıl Yusuf, belki zindanda da
kalabilir ama sonunda Mısır Hazinesi’nin başına da geçer, Melik’te olur, siz ise gelir önünde
secde eder, özür dilersiniz!
Masonların parası, Yahudi lobisinin desteği ile yola çıkan Erdoğan’a Rothchild ve Rocykfeller
neden 360 milyar dolar borç verdi hala anlamadınız mı? MİT’deki din düşmanı şahıslar hepinizi
kandırdı. Biraz Gözcü, Radikal, Taraf gazetelerini okuyun, liberalleri, hatta Masonları bile
kandırdı biat isteyen lider! Sizi aldatmayacak mı sanıyorsunuz? 5. Şua’da İslam Deccalı için
“Masonları aldatıp onların desteğini alır.” ifadesi geçiyor. Neden Risaleyi düzgün
okuyamıyorsunuz?
Barla’da toplanıp Süfyanizm’in emriyle Süfyan belirlemek zorunda kalan Nurcu abilerimiz,
lütfen bari Üstadımızı dinleyin, 29. Mektubun 7. kısmını okuyunuz. Eğitim şart. Ekolojide,
DNA’da ve Kuantum Fiziğinde dindarların işini kolaylaştıracak sonsuz bir bilinç keşfedilmiştir.
Camia bunu istiyor ve 170 ülkede gerçekleştirmek için canla başla çalışıyor. Peki, siz ne
yapıyorsunuz? Üstadın hangi programını yapabildiniz de Hizmet’i öcü sayıyorsunuz. 29. Söz ile
Biyolojide ve Ruh-beden bütünlüğü gerekiyor. Nurcu kardeşlerimiz, siz bunların hiç birini
yapamadınız, camia yapıyor, kabul edin ve kıskançlık damarı ile düşmanlık yapmayınız. 30. Söz
ile Sosyolojide ve Psikolojide (1. Mebhas;) Kimya ve Fizikte (2. Mebhas); 24. Mektub ile
Ontolojide ve Teolojide liderlik gerekecek; camia bunlar için hazır peki Nurcu abiler siz hazır
mısınız? Halen 1960’lar’da geziniyorsunuz? Söz, artık bu devrin sahibine geçti. Bunun olacağını
da üstad öngörmüştü.
Hıristiyanlarda ruhanilik, fedakârlık, antimateryalizm gibi değerler oluştu, oluşuyor. Belki Kilise
bunları yönlendirecektir, bilemiyoruz. Belki, Hakiki İsveiler bunları temizleyecektir, bunu da
bilemiyoruz ama şunu biliyoruz ki, biz üstadın program fihristesini aynen uyguluyoruz. Üstad,
demiyor muydu, onlar “Müslüman İseviler” ismine layıktır. Hamiyetkâr ve fedakâr olacaktır.
Evet, her şeye rağmen bütün insan hakları örgütleri yine Batıdan çıktı ve inanın Hakiki İseviler,
bugün sizden daha fazla Nurlara hizmet ediyorlar.
Üstad, Mehdiyetin gücü, din-i hakikiyi İslamiyet’in hakikati (yani başta madde-mana ve iliminanç bütünlüğü gibi değerler ile) birleştirmeye çalışacaktır demiyor muydu? Nurcu abiler bunu
siz mi yapıyorsunuz yoksa Hizmet camiası mı veya kim bu hedefe daha yakın? Üstad, O kutlu
hareketin ve cemaatin nitelikleri içinde Hz. İsa’nın din-i hakikisini, (yani şefkati, kardeşliği,
ruhaniliği) esas alacaktır dememiş miydi? Şimdi nereden çıktı, diyalog yapanları ötekileştirme?
Kafir sayıp şeytanlaştıranların kuyruğu olmaya utanmıyor musunuz?
Üstad, Müslümanlardan ihlas çıkarsa, toplumda tek geçerli değer, nefis, bencillik ve hedonizm
kalır demiyor muydu? Böyle insanlara dinin literatüründe Yecüc-Mecüc denmez mi? Şimdi bir
sizi kandıran AKP’lilere ve Süfyanizm Komitesi’nden kulağınıza üfleyenlere dikkatlice bakınız,
birde Hizmet camiası mensuplarına bakınız. Hangisi size daha bencil, nefsi ve dünya emelleri
peşinde koşan geliyor? Devleti hamudu ile götürenlere meze olmak Nurculara has özellik
değildir. Eğer sizin anlayışınız Nurculuksa, ben zaten Nur talabesi değilimdir.
Üstad, 29. Mektup 7. İşarette çok köklü evrensel ve gerçek bir çare öneriyordu. Müslümanlar ve
Hristiyanların tevhid ile ortak Hizmet alanı geliştirmesi gerekiyor dememiş miydi? Bunu hedefi
gerçekleştiren Hizmet’teki kardeşlerinizle şakirane övünmek yerine dayat atmak Nur
kardeşliğinin kitabında da yazmaz, Kur’an’da, Hadis’te, hiç bir ahlak kitabında yazmaz. Herkes
bencil, hedonist, sarhoş olduğundan ve kuru katı meseleler için uğraştığından, ihlaslı az bir camia
dahi çok mucizevî işler yapar demedi Üstad Hazretleri? Bu hayırlı hizmetleri yapana tekme
atmak, sırtından hançerlemek hangi ihlas kaidesi, ilkesiydi? Varsa Risalede bir cümle, bir harf,
bana bir yer gösteriniz.
Sosyoloji açısından bakacak olursak, Üstad şunu öngörmedi mi?: Başta seyyidler cemaatı olmak
üzere İslamın yakın çevreleri bu evrensel bozgunculuğa bir gün elbette tepki göstereceklerdir.
Siz Süfyanizm gemisine bindiğinize göre, Hizmet bunlardan yardım, medet görecektir. Üstad,
olumlu veya olumsuz ahirzamanın bütün akımları bütün beşeriyeti kuşatacak şekilde yayılacaklar
ve lokal kalanlar eleneceklerdir dememiş miydi? Hizmet evrensel, siz local kaldınız. Bir tek
Mustafa Sungur abi bu hedefi gerçekleştirmeye çalıştı ama elinde Hizmet gibi bir kadrosu yoktu.
Onun Bakü’de çırpnışlarını hatırlıyorum, bu işi Gülen Hocaefendi götürecek der, her namazında
dua ederdi gani gani.
Üstad, ümmetin fesadı döneminin iki temel sebebi var dedi: a) Gizli dinsizlik; b) Irkçılık.
Süfyanizm, Nurcularda ihlası bozacak 9 çeşit damara oynar dememiş miydi? Üstad 29.
Mektubun 7. kısmında kültürel yönden gelen fesad ve bozulmayı anlatırken, korku, tamaah, kin
ve kıskançlığa dikkat çekmemiş miydi? Aman sakın Nur kardeşlerim, oyuna düşmeyin demedi
mi? Koskoca Nurcu abilerimiz çok ucuza Süfyanizme kendilerini kullandırıyor; şu yalancı fecri
sadık zannediyor. Nur talabesi için karanlıkta kalmak sizlere yakıştı mı?
Kimse Barla’da toplanan Nurcu abilere sormuyor, kafayı Cifre Ebcede vurup İslam Deccalinizi
belirlerken, Üstadın öngördüğü Mehdiyetin şahsı manevisinin yapacağı 2. ve 3. görevini evrensel
bazda kim yapıyor? Elbette ki, Hizmet… O halde, “Süfyanizm’in İslam Deccali” oyunu
kucağınızda kalır ve Hz. Yusuf zindandan çıktığında kader ağlarını sizin için de örecektir. Biraz
üstad gibi dik durun, mert olun, lütfen!
Yabancılar dinler, eliniz armut mu toplar?!
Ankara’da diplomasi ve enerji muhabiri iken dinlemeler konusunda en ilginç tecrübeyi İngiliz
MI6 yüzünden yaşadım. Bir gün BP Ankara temsilcisi benden randevu istedi. İngiliz BP,
petrolde ve gazda dünya devidir, ama 1999′da Bakü-Ceyhan boru hattına neden karşı olduklarına
dair gizli raporlarını yayınlamıştım. BP-Amoco Dış İlişkiler Müdürü ve BP Ankara temsilcisi
Peter Henshaw, beni artık kim sanıyorsa, 25 Mayıs 2000’de gerçekleşen bu görüşmede, “senle
Bakü-Ceyhan pazarlığı yapmaya geldim” dedi. BP Ankara temsilcisine, “Enerji bakanı veya
danışmanı, MİT ajanı veya devlet memuru değilim ki! ” diye kinayede bulundum, ve “neden
pazarlığı benle yapıyorsun, gidip ülkenin bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı ile yapmıyorsun?”
diye sordum. Abarttığımı ve salladığımı düşünenler için, en iyisi Zaman’da 26 Mayıs 2000’de
çıkan haberimin linkini de vereyim. http://arsiv.zaman.com.tr/2000/05/26/guncel/all.html
Trans-Hazar’ın olmadığını gören BP-Amoco, Şah deniz doğalgazını Türkiye’ye pazarlamak
istiyordu. BP-Amoco Dış İlişkiler Müdürü Peter Henshaw, Türkiye’ye en ucuz gazı satacaklarını
savundu. Henshaw, 2002′de devreye alınacak Şahdeniz gazının trans hazar projesine de önayak
olacağını bildirdi. Şahdeniz önce bitecek diyen Henshaw şunları söylemişti: ‘Şahdeniz gazı,
Bakü-Ceyhan’ın maliyetini 200 milyon dolar düşürecek. Bakü-Ceyhan 2005′te, Şahdeniz hattı
ise 2002 ya da 2003′te tamamlanacak ve daha erken devreye alınacak.’ Habere yansımayan
kısım, gazetede çıkanlardan çok daha fazla haberi içinde barındırıyor. Şimdi onları yazacağım.
BP Ankara temsilcisi Peter, beni şok eden kelamını etti: “Enerji bakanına Bakü-Ceyhan
konusunda BP ikna olana kadar 3 yaptırım uygulayın dedin, bunu biliyoruz.” Peter’a “evet demiş
olabilirim ama Enerji Bakanı Cumhur Ersümer’e teybimi kapatarak bunu söyledim, kimseye de
bahsetmedim, peki siz nereden biliyorsunuz?” dedim. Acı acı güldü, “bu soruya cevap vermeme
sanırım gerek yok, asıl önemli konulara geçebilir miyiz?” diye geçiştirdi.
BP’ya 3 yaptırım uygulatma tavsiyeme uyan bakan Cumhur Ersümer, “karşımızda koskoca BP
var Faruk, nasıl dize getirelim” deyince, bunları önermiştim. Devletimin, milletimin aciz
olmasına asla dayanamam, elinde nice, sayısız kaynaklar var, doğru düzgün kullanmayı
beceremeyenlere çok kızarım ve üzerime vazife olmadığı halde görevimi yapar, gazetecilik
kapsamından bazen çıkar bol bol akıl veririm. Ne yapayım, buda benim kötü huyumdur! BP
Ankara temilcisi Peter, herkesin olduğu aynı şaşkınlıktaydı: “Kim olduğunu henüz anlayamadık
ama Enerji politikalarını değiştiriyorsun. Bu kesin” derken yiğidi öldürmeden hakkını teslim
ediyordu. Dikkatimi çekmeyi başarıyordu. Bizim Türkler önce yiğidi öldürür, yıllarca sonra
hakkını verir, yiğit ölünce badem gözlü olmuştur ama iş işten de geçmiştir!
Evet doğruydu: BP’ye İzmir’deki yeni petrol rafinerisi ihalesini verdirmedim. Cezayir’den
getirdiği LNG gazını devlete sattırmadım, BP petrol istasyonlarını artırma iznini de alamadı.
Milyarlarca dolar BP’ye zarar verdirdim, burnunu sürttüm ki, bakanlığımıza ne kadar gücün
ellerinde olduğunu ispatlamış oldum. “Petrol Fırtınası” kitabı yazarı Raif Karadağ’ı 1960’larda
İngiliz M16’nın infazcısı otel odasında öldürmüştü. Aklımda hep bu suikastın intikamını almak
vardı. Ölümden korkmazsanız, ölümü öldürürsünüz! BP’nin tüm kirli çamaşırlarını çok iyi
biliyordum. Muhatabım bunun farkındaydı, karşımda titriyor ve hata yapmaktan çok korkuyordu.
Oysa ben sadece basit bir muhabirdim. MİT’imiz armut toplayınca iş başa düşüyordu!
BP Ankara temsilcisi Peter, Londra’dan aldığı müjde ile heyecanlanmış ve bunu kamuoyuna
duyurmak için ilk benden randevu almıştı. “Bakü-Ceyhan’ı BP yapacak, finansman izni
merkezden çıktı” dedi. Gözlerinin içine, kalbine ve ruhuna baktım. Yalan söylemiyordu, politika
yapmıyordu. Malumunuz İngilizler çok kurnazdır, tilkilikte Farslara, şeytanlıkta Yahudilere
rahmet okuturlar! Peter’a “benden ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordum. Peter, “BP’nın
imajını Türkiye’de sen bozdun, bak şimdi Bakü-Ceyhan’ı istediğin gibi yapacağız, kötü
imajımızı lütfen rica etsek sen düzeltir misin?” dedi.
BP logosunu değiştiriyordu, “çevre dostu imajlı logo kullanacak, bundan sonra başta güneş ve
rüzgar enerjisi, yenilir temiz enerji kaynaklarına yatırım yapacak” diyen Peter, biraz samimi idi.
“Bunu yazabilmem için İspanya’daki güneş enerjisi fabrikanızda beni gezdirmelisiniz” dedim.
Bu talebimi kabul etti, ancak korkuyordu: “Faruk, senin de bilmediğin yok.”
Alanya’da Kombassan’ın bir Japon profesörle yaptığı güneş enerjisi yatırımından bahsedince,
Türk Genelkurmay’ının yürüttüğü güneş enerjisi panelleri projesinden haberdar olduğunu
söyledi. İkisi arasında alaka kuramamıştım. Genelkurmay, “Kombassan’a bu stratejik konuda
izin vermez, haberin olsun” dedi.
Peter, BP olarak kendilerinin Antalya’da bu konuda sosyolojik bir araştırma yaptığını, elektirik
üreten ve dolum, depolama Aküsü bulunan güneş enerjisi panelinin ülkemizde ve dünyada halen
ticari olmadığını vurguladı. “Maliyetleri o zaman aşağıya çekin, bunu yapmak elinizde, çok
kolaydır” diye öneride bulununca güldü. Şöyle cevap verdi: “Peki, büyük maliyetlerle
çıkardığımız onca petrol ve gazı, boru kemerlerini ne yapacağız? Ucuza satamayız ki. Eğer
Bakü-Ceyhan olacaksa, petrol ve doğal gaz fiyatları 1990′lardaki gibi kalamaz, bunu 2000′li
yıllarda en az on kat yükseltmeliyiz. Yapacağımız boru hatlarının maliyetini halkın cebinden
çekip almalıyız.” dedi. “İşte şimdi doğru konuştun. Ancak petrol ve doğalgaz fiyatlarını
yükseltmek için OPEC üyeleri ile görüşürseniz, bu durumdan en fazla Rusya kazançlı çıkar,
yarın başta Avrupa olmak üzere hepinizin enerji boğazınızı keser ve Rusya’ya bağımlı Avrupalı
köleler olursunuz” diye gelecek öngörümü sundum.
( 2000’de varili 10 dolar olan petrolün varili şimdi 100 dolar. Rusya, Ukrayna ve Kırım poitikası
nedeniyle sert muhalefet yapan Avrupalıların petrol ve gazını kesti, gıda ürünü alımında
ambargo uyguluyor. Mesela yıllardır Rusya’ya peynir satan Hollanda ekonomisi batmak üzere ve
peynirleri kime satacağını bilemiyor. Suriye ve Irak’taki IŞİD üzerinden oynanan petrol ve su
kaynaklarını ele geçirme oyununa böyle bakınız. Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmak için İngiliz
oyunu oynanıyor. Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair, Mısır diktatörü Sisi’nin başdanışmanı
oldu. IŞİD’ı maliyeleştiren Vehhabi Suudi İstihbaratı ve Katar, ancak kredisi ve imajı bozulan
IŞİD’e silah ve roket gönderen Türkiye oldu! Erdoğan ve Fidan sıcak Suudi ve Katar paralarına
tav oldu, kendi zengin zümresini oluştururken, nasıl bir kumpasın içine ülkemizi soktuğunu belki
bilmiyorlardı. Zaten bilerek ülkemizi IŞİD belasına soktularsa, bunun adına “vatan hainliğ”i,
“bölücülük” ve “ihanet” denmelidir. Bu yeni petrol paylaşımında ülkemizi IŞİD lekesiyle
oyundışında bırakanlar, “Büyük Kürdistan”ı Türkiye nefreti ile kurup, Türk ve Kürdü, Alevi ve
Sünniyi birbirinden ayırmak ve birbirlerine can düşmanı yapmak istiyorlar. Büyük Kumpas
budur.)
Olayın üstüne balıklama atlayacağımı sanan BP Ankara temsilcisi Peter’a, “Bakü-Ceyhanı
yapmanız yeterli değil” dedim. “Bu pazarlığın zor geçeceğini biliyordum, başka ne yaparsak seni
ikna ederiz?” diye sordu. Peter’a “Azerbaycan’da Şahdeniz’de TPAO’yla ortak çıkardığı gazı
ülkemize Rusya ve İran’ın sattığı gibi pahalı değil, tam yarı fiyatına satacaksınız” dedim. Peter,
bir, “Oh my God” çekti ve hemen ardından sağlam bir kahkaha attı: “Zaten buraya aslında bunun
pazarlığı için gelmiştim, sen kalbimi, zihnimi mi okuyorsun yoksa?”
Hiç alttan almadım ve istifimi bozmadım. BP Ankara temsilcisi Peter’a, “evet zihnini okuma
yeteneğim var. Kalbin samimi olduğunu, yalan söylemediğini söylüyor, elbette haber yazacağım
bu konuda, ancak önce bazı şeyleri net bilmeliyim. Eğer sözünüzden dönerseniz, bunu da
çekinmez yazarım biliyorsunuz değil mi?” deyince başını salladı, “çok iyi biliyoruz” dedi.
Ertesi gün Zaman gazetesinde gazete manşetinde, “Bakü-Ceyhan’ı BP yapacak” müjdesi vardı
ve aynı zamanda sürmanşette “BP: Şahdeniz’den binmetreküp gazı 75 dolara satarız” diye
çakmıştık. Hükümet ortağı Mesut Yılmaz ve Bakan Ersümer’in küplere bineceğini adım gibi
biliyordum. Enerji Bakanı Cumhur Ersümer, “Faruk seni anlamıyorum, BP’ye 3 ambargo uygula
dedin, risk aldık bunları yaptık, bugün ise BP’den gaz alın diyorsan, neler oluyor, bilmediğimiz
bir konu mu var? BP ile pazarlık yapıyoruz ama sana söyledikleri rakamı masada bize resmen
söylemiyorlar.” demişti.
Asıl sorun, BP’nin daha ortada gaz ve petrol hattı yok iken gaz fiyatı konusunda aşağı veya
yukarı bedel söylemesi değildi. Bunun nedenini Ersümer çok iyi biliyordu ama yüzüne
söyleyemiyordum. Çok saf adam gözüküyordu, oysa kara kutuydu, Mesut Yılmaz’ın tüm
fırıldaklarına göz yummuştu ve çok kirlenmişti. Mesut Yılmaz’ın Rus derin devlet mafyası,
Gazprom’un gizli kralı Victor Çernomirdin ve Alexandar Lebedev’den aldığı rüşvetlerle
Cumhurbaşkanı olmak için milletvekillerini satın alma hevesini, Turan Hazinederoğlu, Turgut
Yılmaz ve Erol Aksoy ile yüzde 5 avanta, komiyoncu Turusgaz haracıyla kurduğu tezgahı
çökertmeye çalışmam, Ersümer’i o günlerde zor durumda bıraktı. Mavi Akım, Türkmen gazı
skandallarını yazdığım, “Türkmen gazı nasıl uçtu?” başlıklı tam sayfalık uzun analiz TPAO
tarafından dava edilmişti; davayı 1999′da kazanmışlardı. Gazetede tekzip yayınlattılar ama
2003′de bu bürokratların hepsi “Temiz Eller Operasyon”unda hapsedildi. Yani beni yalandan
yalanlamaları dünyalarını asla kurtaramadı, ahireti ise tevbe ederlerse akibetlerini sadece Allah
bilir.
Enerji Bakanlığı, koalisyon hükümetinde ANAP’ın “sağmal ineği”ydi; Erdoğan, 2011′den beri
“benim imzam olmadan hiç bir enerji ruhsatı verilemez” diyerek, bakanlıktaki her türlü ranta
direkt el koydu. İnanın Mesut Yılmaz bile bu denli kamu soygunu ve yetki kullanmayı akıl
edememişti. Tebrikler Erdoğan!
BP’nin Şahdeniz’den ülkemize önerdiği ucuz gaz projesi, bugün Rusya’nın Avrupa’ya
ambargosu nedeniyle daha fazla önem kazandı ve tüm Avrupa’nın tek umudu haline geldi. 2014
yılı sonunda inşaatına başlanması beklenen Trans- Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi
(TANAP), 6 bin kişiye iş imkanı da sunacaktır. Şahdeniz-2 Projesi’nin gerçekleşmesiyle 2019
yılından itibaren Yunanistan, Bulgaristan, İtalya ve Arnavutluk’a bile doğalgaz satılacaktır.
Konu sadece gaz satmak değildir, stratejik açıdan TANAP ülkemizin sigortası olacaktır.
Şahdeniz-2 Pojesi’nin ayaklarından biri olan TANAP ile Azerbaycan ve Türkiye’nin ortaklaşa
gerçekleştirdiği bu boru hattı 2018′de başlayacaktır. Baku-Ceyhan, Türkiye ile Azerbaycan’ı,
tabi Gürcistan’ı Rusya esaretinden kurtardı, TANAP ise, Avrupa’yı Türkiye’ye ekonomi ve
güvenlik açısından bağlayacaktır. NATO, nasıl Baku-Ceyhan’ı korumak için Azerbaycan ve
Gürcistan’ı korumak zorunda ise, TANAP’ın geçtiği her ülkeyi de NATO korumak zorunda
kalacaktır.
Erdoğan, SOCAR’ın bünyesine 2013’de geçen Azerbaycan’daki Türk okullarını kapatmalarını
talep ediyor. Bunun karşılığında 2013′de imzalanan TANAP anlaşmasını onaylamam kozunu
kimin emriyle oynuyor acaba? Azeriler ve hepimiz için bu proje 15 milyar dolarlık dev bir proje.
Bunu engelleyen Erdoğan, neden vicdansızca blöf yapıyor veya Hizmet’e kin ve nefreti,
düşmanlığı bu denli mi büyük?.
TANAP için Türkiye’de yaklaşık 1800 kilometre uzunluğunda 56 inçlik (1422 mm) hat inşa
edilecek, 10 milyar metreküp Avrupa’ya iletilecektir. Şahdeniz gazı satışıyla 600 milyar
metreküplük bir Avrupa pazarı, yaklaşık 50 milyar metreküplük bir Türkiye pazarından
bahsediyoruz.
“Boru hattı inşaatı için SOCAR’ın operatörlüğü ile BOTAŞ ve TPAO şirketlerinden oluşan
konsorsiyum oluşturuldu. AKP’lilere bol bol ihaleler verilecektir. Şahdeniz” ortaklarının da bu
konsorsiyuma katılması bekleniyor. 2008 ekonomik krizi sonrası dünyada yapılan daha büyük
bir proje yoktur. Hem Türkiye’nin Hazar kaynaklarından gaz temin etmesi, hem de Avrupa’ya
gazın taşınması nedeniyle büyük stratejik öneme haiz bir projedir.
Erdoğan’ın bu projeyi şahsi kinine alet ederek, Azerbaycan’daki Türk okullarını kapatmak için
şantaj aracı olarak kullanması SOCAR yetkililerini şok etmiş durumda. Rus derin devlet
mafyasının Erdoğan’a eskilerde kalan Mesut Yılmaz gibi rüşvet verdiğini düşünüyorum.
Gazprom, Rus derin devleti Azeri gazını Nabucco hattına kaptırmak istemiyor ve hattın
gerçekleşmesini önlemek için herşeyi yapıyor. Rusya, Azeri gazının tamamını alarak
Nabucco’ya büyük bir darbe vurmak istiyor. Türkmen ve Özbek gazını böyle çaldılar. Dikkat
edelim. Rusya ile Azerbaycan arasında üç doğalgaz iletim hattı zaten var ama eskidir. Rusya,
2006 yılına kadar Azerbaycan’a bu hatlardan gaz verirdi.
Bu üç hattın her birinin yıllık iletim kapasitesi 10-13 milyar metreküp Azeri gazının Rusya’ya
iletiminde yeni yatırım lazım değil yani. Sadece küçük bir maliyetle hatların yönü
değişebilecektir. Ankara şunları unutuyor: 2011′de Şahdeniz ikinci sahada yılda 8,6 milyar
metreküp gaz üretilmeye başlandı ve büyük oranda boru hattı alternatifi bulunmadığı için Rusya
bunu zaten istediği fiyata zoraki satın alıyor. TANAP ve Nabucco 2018′de devreye girene kadar
gaz, muhtemelen Rusya’dan geçip Karadeniz’e, oradanda Avrupa Güney Akım gaz hattına gidip
birleşecektir. Rusya rakiptir ve enerji alanında bağımlı olduğun düşmanındır. Nükler santral
ihlalesini vererek bağlayamadın, bağımlı oldun.
Bu devrede Rusya’nın küstürülmesi tamam doğru değil, hatta kozlar iyi kullanılır, Rus derin
devleti ikna edilirse Karabağ sorunu bile çözülebilir. Azeriler akıllı adamlardır; gerekeni
yapacaklardır ama Ankara’da akılsız adam çok. Türkiye ve Azerbaycan kardeşliğine 24 yıldır
damgasını vurmuş Türk okullarını kapatmak için bu büyük projeyi yem yapan asla Türk olamaz,
Müslüman kalamaz. BP Ankara temsilcisi Peter’ın ifşaatıyla, MI6′ın bakanlık telefonunu neden
dinlediğini anlattığım yukardaki tweetleri yazdığımın ertesi günü İngiliz ve Amerikalıların da
devlet büyüklerimizi dinlediği haberi Türk medyasına düştü. Erdoğan’ın, “cemaat bizi dinledi ve
dış güçlerle beraber hükümete darbe yapmak istedi, kumpas kurdu” yalanı her gün daha fazla
çöküyor, Erdoğan’ın “sahtekarlıkları” tel tel dökülüyor. Erdoğan’ın Azerbaycan’a baskı skandalı
Gülen Hocaefendi’nin 26 defa başvurmuşlar isyanıyla tarihe kara bir leke olarak düştü.
Vicdanlar sızladı.
Tek gerçek, Erdoğan ve ekibinin ülkemizi yüzde 20 soymasıdır, gerisi hikayedir! TANAP, er geç
yapılmalıdır, Rusya’dan korkulmamalı, Batı’dan, Avrupa Birliği’nden hızla uzaklaşırken Çin ve
Rusya’nın BRİCK’ine düşülmemelidir. Erdoğan’ın Ekonomi Başdanışmanı Yiğit Bulut, “Şangay
Beşlisi ve BRİCK’e gireriz” diye blöf yapıyor diye umut ediyorum. Eğer gerçekten Erdoğan’ı bu
konuda ikna ettiyse, ülkemizin ekseni Batı’dan Doğu’ya kaymıştır. Suriye ve Irak’ta 2015’de
çıkması beklenen dünya savaşında herkes ittifak ve itilaf devletlerini seçiyor. IŞİD turnusol
kağıdı gibi tarafları net belirliyor. IŞİD’e ‘terörist’ diyemeyen, kınayamayan Erdoğan rejimi
tarafını Rusya ve Çin’den yana kullanacak gibi gözüküyor. Ancak Ekim ayında Genelkurmay ve
ordumuz bu “hainlik” ve “vatana ihanet” planını bozacaktır.
Yazılarımı zaten ordumuzdaki kahraman, mert, sağlam duran vatan evlatlarımız Türk ve
Müslümanlar için yazıyorum! AKP’lilerden çoktan umudumu kestim. Çünkü; «TÜRK
ORDUSU KILINCINI AYAĞINA VURDURMAZ; DÜŞMANINA VURDURUR. KUR’ANA
HİZMETKÂR EDER. AĞLAYAN ÂLEM-İ İSLÂMI GÜLDÜRÜR» Bediüzzaman Said Nursi
böyle söyledi, Gülen Hocaefendi’de asla Türk ordusuna toz kondurmamış, en küçük laf
söyleyen, leke getiren davranışta bulunanları susturmuş ve sert uyarmıştır. Buna şahsen Ağustos
1990′daki ordudan sırf namaz kıldığı, dindar olduğu ve bir tarikata mensup diye atılanların
katıldığı 20 kişilik grup görüşmemizde şahit olmuştum. Tavrı çok net idi, daha dün gibi
kulaklarımda çınlıyor, Gülen şunları vurguladı: “Bana Türk ordusuna lanet ve beddua
ettiremezsiniz, Onlar yeniden İslam’ın elmas kılıcı, mazlumların ilacı, mağdurların tek kurtarıcı
kahramanları olacaktır.” Evet, efendim! Ahirzaman’ın kartalını ve sungurlarını bekliyoruz…
Sabırlıyız, Allah’a tam tevekkülümüz var, gam yok, endişeli ve kaygılı değiliz. Vatanımızı,
milletimizi, ordumuzu canımızdan daha fazla seviyoruz. Siyasi ikbali için dinini, şahsiyetini,
şerefini, onurunu, vatanını satanları sevemiyoruz!
Kime niyet, kime kısmet!
Hırsız damgası, Çankaya’ya kaçmakla silinmez Tayyip bey! Kimse Afyon’da, Reyhanlı’da,
Soma’da ölenler için kırgın değil sanki kendisine… Ölümlerin, sayısız soygunların,
hukuksuzlukların hesabını vereceği günü sabırsızlıkla bekliyorlar oysa… Milletvekillerinin işi
zor. Artık sadece Tiran’a değil olası başbakan adaylarına da yağ yakıyorlar. Partide koltuk
kapmak için köşelerinden fikirlerine gerdan kırdıran yandaş gazeteciler sıra bekliyor. ‘Bizi de
görün’ diyorlar. Zalimler zulmüne, hainler küfrüne inat edip devam etse de, Allah nurunu
tamamlayacaktır, çünkü bir vaadi var, kafirler istemese bile gerçekleşecektir. Bu yolda
Firavunlar, Nemrutlar eksik olmaz.. Yeter ki sen Musaları, İbrahimleri bırakma! Allah’ın muradı
var… Kaderin hükmü var… Allah’ın takdiri var… Ve Allah’ın hesabı var!
Şapkadan tavşan çıkaran, mendili yok eden sihirbaz oluyor. Ülkemizde gemileri, devasa
yolsuzluğu yokeden ve milleti inandıran süper hokkabaz vardı, artık yalnız bir kurt olacak!
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından, ülkede çok partili hayata geçiş için
umutlar yeşerdi… Peygamber Efendimizin bir sözü var; “Canı yanan sabretsin. Canı yakan da
yanacağı günü beklesin.” Seçimi kazanan Erdoğan yarın Resmi Gazetede yayımlanmasının
ardından 28 Ağustosa kadar DOKUNULMAZLIK ZIRHINI çıkaracak ve savaş şimdi yeni
başlıyor. Erdoğanö El Nusra ve IŞİD’i boşuna beslemedi. Cumhurbaşkanlığı seçimini
kazanacağını biliyordu. 12-28 Ağustos arasından çok korkuyordu.
IŞİD Liderinin Erdoğan’ı hedef alan çakma konuşması elbette bir oyundan ibaret. El Nusra ve
IŞİD’i besleyenler içimizdeki İrlandalılar, İranlılar veya Vehhabi Suudiler! Medya atladı ama
IŞİD lideri Bağdadi’nin Erdoğan’ı tehdit ettiğine dair haberlerin kaynağı yok. Uyduruk bir site
çıkıyor. AKP Mısır, Irak ve Suriye’de ciddi çuvalladı. Suudi Arabistan ve Katar’ın Cihadcı
selefileri ve İran’ın ulufelerine dış politikayı sattı. Artık Arap ve Müslüman dünyasında
Erdoğan’ı ‘popstar’ gibi karşılayan kalabalıklar ve AKP’nin demokratik reformlarını model alan
yok, kalmadı. Diplomasi ve siyaset çözüm bulma sanatıdır, ‘hep ben haklıyım’ diyerek çözüm
bulunamaz. Hitler rejimi kurmuyorsanız tabi bu dediğimiz. Türkiye bu kibirli yönetimi
kaldıramaz.
Eğer AKP’ye geri dönüp genel başkanlığa oturabilirse, Abdullah Gül’ün partideki varlığı,
Erdoğan’ın özgül ağırlığını azaltacaktır. ‘Tek adamcı’ların sıkıntısı da bu. Hükümsüzleşecekler.
Çıkarları yitecek. Bu nedenle alel acele 27 Ağustos’ta genel kurul ilan edip, Gül’ün adaylık
yolunu kestiler. Gül’ün B planı, Kayserililere kurdurduğu yedek partisi hazır. AKP içi kavga
twittera düştüyse, bu kavga mahkemede biter. Gül’ün galiba AKP’de hiç şansı yok. Kayıp trilyon
davası ile seni kardeşlerin vuracak, zira onayladığın tek hakimli sulh ceza mahkemesi ile bunu
yapacaklar sana. MİT kanunu seni yiyecek, HSYK paralayacak. Kime niyet, kime kısmet!
Kritik soru: “Abdullah Gül, kongreye aday olarak girebilmek için Cumhurbaşkanlığından istifa
eder mi?” Abdullah Gül’ün “partime döneceğim” demesi üzerine AKP’li yöneticiler “buyursun
gelsin” diyor ama diyemedikleri “sakın başbakan olacağım deme”. Gül, AK Parti MKYK devam
ederken “geliyorum” dedi.. Burası Ankara.. Anladınız mı provokatörler? Abdullah Gül’ü CHP
ve MHP sevmiyor, cemaat sevmiyor, artık AKP de sevmiyor, yani kimse istemiyor. Bir insan
kendini işte böyle harcar. Sizi satan biri ile yola devam edemezsiniz, iyi ki gördük Gül’ü.
Bu süreç Abdulah Gül’e de güvenilmeyeceğini gösterdi, noter gibi onayladığın zulüm,
hukuksuzluk, haksızlık yasaları mezara kadar takip eder. Bugüne kadar zulme, kamu soygununa
sessiz kalan AKP milletvekillerinden kimse hiç hayır beklemesin, mal tatlı, Abdullah Gül’ü
izlemeyeceklerdir. Lütfen, birileri Abdullah Gül’e AKP’nin kurduğu parti olmadığını söylesin,
belki kurdurduğu yedek partiye geçişi hızlanır, hayret etmekle olmuyor ki! Abdullah Gül’e
AKP’nin bu yozlaşmış halini bile teslim etmezler, devleti hamudu ile götürenler, oligarşik mutlu
azınlık izin vermeyecektir.AKP’li yoldaşlar partilerinin Göktürk tarafından ele geçirildiğini,
masa, kasa, nisa faaliyetlerinin şantaj olarak kullanıldığını biliyorlar elbette! Bakmayın onca
çamur atmaya, fitne çıkartıyorsunuz mavallarına, AKP’nin devri bitti. Gençleşme diye
çocuklarına devlet arpalığı sunuyorlar.
Binlerce polisin,binlerce, savcının, binlerce hakimin vatan haini olduğuna inanıp, 1 kişinin
hırsızlık yaptığına inanmayanlarla aynı ülkedeyiz. Bir daha gördük ki, zor olan zirveye çıkmak
değil, zirvede kalmakmış. Bunlar da zirveyi tutamadılar. Şimdi de paldır küldür yuvarlanıyorlar!
Haram yemeyen ve kamu hakkını koruyan polis ve savcılar, doğru duruş sergileyen cemaatın
kredisi yükselecek, soyguncular kaybeden olacaktır. Taşlar yerine oturup, hukuk tekrar
döndükten sonra ülkede yapılan büyük soygunun, cemaat günah keçisi yapılarak yürütüldüğü
anlaşılacaktır. Sis perdesi aralandıktan sonra Ergenekon’un yeni Göktürk yapılanması ile AKP’yi
kuşattığını, Erdoğan’ın Çankaya’ya kaçtığını anlayacaksınız.
Herşey 9 ay önce başlamadan 1 Aralık 2013′de Canadatürk’te yazdığım bu makalemi okursanız,
aslında ne dolaplar döndüğünü daha net anlayacaksınız. http://farukarslan.com/genel/2011denberi-turkiye-neden-kaybediyor/ …
2013 sonbahar kasımında Kanada’da seri konuşmalar yapan Zaman yazarı Joost Lagendijk, “asıl
savaş Gül ve Erdoğan arasında çıkacak” demişti. Joost sormuştu: “Acaba Çankaya’nın sözünü
dinleyen, sözünden çıkmayan bir başbakan mı olacak yoksa AK Parti’yi yenileyen biri mi
olacak?” AKP içinde devlet kaymağını bölüşememe savaşı başlıyor, cemaat savaşı çakmaydı,
derin devlet ile AKP’nin kavgasını izlemeye hazır olunuz. Cumhurbaşkanı olmasıyla Erdoğan’ın
korunma zırhı kalkıyor, yaptığı hırsızlıklardan yargılanması daha da kolaylaşıyor, kaçacak
elbette! Hırsızlığın, hortumculuğun, soytarılığın, bozuk medya düzeni, yalan, hile sahtekarlığın
merkezi firavun çöktüğünde temizlik kolay olacaktır.
Tecrübeli diplomat ve akademisyen Joost Lagendijk, “Cemaat medyası Gül’e destek verdikçe
Erdoğan kuduruyor” demişti. Bu tesbiti abartılı bulmuştum, “bilmediklerin var” demiştim.
Gül’ün başbakan olmasını istemeyen Erdoğan’ın cemaata aşırı kızmasını buna bağlıyordu
Lagendijk ve Erdoğan ile derin devletin gerçek sahibi arasında büyük bir savaş yaşanacağını da
öngörmüştü. Net olarak “cemaat bu savaşta tarafsız kalmalı” dedi. Lagendijk’e, “Avrupalı bakış
açınız bizim Türklerde su kaynatır, zira Türkler cepe girene bakarlar, kitap okumaz, tv seyreder”
dedim ve yanılmadığımı son iki seçimde gördük. Lagendijk’in Avrupalı mantığına göre cemaat
devleti ele geçirmesi mümkün olmayan bir sivil toplum lideri, devleti asıl ele geçiren ise,
Erdoğan idi.
Makalemi, “Acaba Başbakan Erdoğan kurmay ekibi ve körü körüne yanlışlara evet diyenler
neden göremiyor?” diye bitirmiştim, tabi ki biliyordum. Başbakanın etrafında yanlış yaptığını
söyleyecek cesarette danışmanların bulunmaması toplumda güven bunalımını derinleştirdi.
Şimdi yalnız kalacaktır. Yanlış olan, Gezi olaylarından sonra bizzat başbakan ve AKPartililerce
yüzde 80’e yakın, gazeteci ve köşe yazarının işinden kovulmasıydı. Hizmet Hareketi, sivil bir
aktör, sivil toplumun güçlenmesine önemli katkılarda bulunuyor. Düşünceleri demokratik
zeminde dile getiriyor. Buna dayanamayan AKP gidicidir veya ikiye parçalanacaktır.
Hukuk sistemi çökerken, yanlışlara zarar görme bahasına onurlu biçimde dimdik ve sağlam bir
duruşla direnen Hizmet, asaletimizi kurtarıyor. Hizmette kast sistemi ve piramid olmadığını
ülkenin Kemailistleri, laikleri, solcuları hayretle görüyor, yobazlığın tek adresi AKP oldu.
Hizmeti, cemaatı biat kültüründe koyun sürüsü sanan Öteki Türkiye, Firavun, Nemrud ve
Karunların zulmüne direnenlere şapka çıkartıyor. Ezberler bozuluyor, duvarlar yıkılıyor,
önyargılar ortadan kalkıyor. MİT’in, derin askerlerin Gladyo, Pentagon, NATO ve Neoconlarla
yaptığı toplum mühendisliği yine ellerinde patlıyacaktır.
CHP’li büyükelçinin ABD doktoralı kızı Pelin Batu, yıkılmadan ayakta kalan Tayyip’in
havuzuna yem olmayan STV’yi alkışladı, “meğerse ülkenin civanmertleri cemaatta yaşarmış”
dedi. Gazeteci Savaş Süzal, yıllardır Hizmet’e karşıdır; dün “meğerse bu cemaatta ne kadar çok
Deniz Gezmişler varmış, onca baskıya, zulme rağmen dimdik ayaktalar, çok imrendim” dedi.
Kara propaganda sırasında bilmeden öğrenmeden algı operasyonundan etkilenen kem sözlünün
tesirinde kalarak hakaret edenlere sinemiz açıktır. Allah var, gam tasa ümitsizlik yok yok….
Çayları tazeledik… herkesimi kucaklamaya devam edeceğiz… Kimseye kırgın, küskün değiliz.
Hizmette samimiler dimdik ayakta.. Hala bu insanların ardında ne gibi güç var diyenler, tek
mutlak gücün Allah’a samimiyetle kulluk ve irtibat olduğunu anlamaz, tek sığınağımız Allah.
Bu yolda kimseye şöhret verilmedi… Bazıları için bir ayaz rüzgar esti,.kurudu ve dağıldılar…
Şükür ki gül bahçesinde dikenlerden ve kurtlardan arındık, kurtulduk. Bize herşey hoş, yeter ki
Allah gayretlerimizden razı olsun diyoruz. Menfaat için bu davaya yaklaşanlar aradıklarını
bulamadılar. Bu dava, bu makam bir emanetti. Bu yolda çile, hakaret hor görülme bela ve
musibet var dediler… Dua sabır ızdırap ve göz yaşı ilacın olacak dediler… Samimiler, ‘eyvallah’
dedi. .Bu gönüllüler hareketinde, bu iman davasında kimseye zenginlik, ünvan, makam, para,
şöhret sahibi olacaklarını asla söylemediler…
“Duydum ki, yüzüme söylemekten kaçmış, gıybetimi yapmışsın. Benim gibi bir acizden
korkmuş, Allah’tan korkmamışsın.” der Mevlana. Kalbin Zümrüt Tepeleri ve Risale-i Nur’a
Batı’da İngilizce Sufi terapi modeli yazmış, kabul ettirmiş kaç tane akademisyen tanıyorsunuz?
Bakın benim gibi aydına nasıl iftiralar attılar. Müslüman birine iftira atanların düştüğü kin,
nefret, hased, kıskançlık çamuru Ruhlara kötü Habis Varlıklar yapıştırır ve kalp mühürlenir.
Ordudan namaz kıldığı için atılmış, 21 yıl hicrette Allah’ı anlatmak için çile çeken, beklentisiz
alın teri döken benim gibi birine iftira atanların aslında kendilerinin öyle olduğunu biliyoruz. Ak
troller, beni “Kabak: kodlu “Mossad ajanı” yaptı, “Vaftiz olmuş Hıristiyan” yaptı, “Homo” bile
yaptı, “Cinci” yaptı, ama çok şükür hırsız diyemezlerdi. Anlama özürlü çok. Yani şimdi “Kabak
kodlu Mossad ajanı”, “Vaftiz olmuş Hıristiyan”, “Homo”, “Cinci” olduğunu kabul ediyor musun
diyorlar; ülkemizde aptallık moda mı? MİT ve AK troller, beni yıpratmak için olmadık yollar
deniyorlar. Makamda, şöhrette, dünyada hiç bir gözü olmayan birini asla satın alamazsınız.
Süfyanizm çetesinin neden Banka Asya’yı batırıp, el koyup, ölmüş eşek fiyatına Ziraat
Bankası’na satmak istediğini nihayet anladım. Abimin evine hakkımda olmayan borcum için
haciz kararı göndermişler, hemde Bank Asya anketli kağıdını kullanarak! Bank Asya’nın Alanya
ve Gebze şubelerine geçen yaz iki defa sordum, borcum yok bankaya, peki sahte Banka Asya
hacizi nasıl ortaya çıktı? Öncelikle Süfyanizm Komitesindeki fitneci kardeşlerim, benim dünya
adına dikili taşım yok ki haciz koyabilesiniz, sahte banka haciz mektubu bana sökmez. Yani eğer
Bank Asya’ya el koyabilirlerse herkese haciz mektupları gönderip yıldırma, sindirme, korkutma,
susturma taktikleri izlenecektir.
Borcu ve mülkü olmayan, 14 senedir Türkiye’de yaşamayan, hiç kredi kartı kullanmayan,
Türkiye’de hiç bir iş yapmayan, banka kullanmayan, bana bile sahte haciz mektubu gönderen
şerefsizler, anlayacağınız bizleri yıldırmak için her aptal yolu deniyorlar. Bank Asya’nın
müşterilerinin bilgileri sanırım ellerine geçti ve istedikleri gibi oynuyorlar. Böyle bir ülkeye
yabancı yatırımcı gelmez. Banka batırmaya çalış, milyar dolarların hesabını verme, iş dünyasının
üzerine çök. Sonra da “neden notumuz yükselmiyor” de. Başka da derdiniz var mı?
Herkesi kendileri gibi sanıyorlar. Sufi bir dervişin mülkü, bırakacağı dünyalık miras olmaz.
canımdan başka alacağınız hiç bir şey yoktur. Ecel birdir, değişmez. Vakti gelmeden canımı da
alamazsınız. Malımı bulursanız alın, sahte banka hacizleri asla beni korkutamaz, biliniz.
Dünyaya kazık çakmaya gelmedik. Ömür kısa, ahireti kazanmak için lüzumlu işler çok.
Dünyalık biriktiren zaten Sufi olamaz. Anladınız mı? “Malda yalan mülkte yalan var biraz da sen
oyalanı” biz doğru anladık, sözde değil, gerçekten rehber edindik, yatırımı ukbaya yapıyoruz.
Bank Asya’ya kurulan komplo ile 2009′da MİT tarafından terör örgütü kapsamına alınan
cemaatın finansına ot tıkamak isteyen alçak şebeke, asıl vatan hainleridir. Hakan Fidan, bu
ülkeye atılmış en büyük kazıktır. Stratfor’da Neocon İslam düşmanları ile el koyma planı yaptı,
Bank Asya ilk hedefleriydi ama başaramadılar. Legal faaliyet gösteren şirketlere ve bireylerin
hayatına müdahale edeceğinize İran ile kaçak altın, Irak’tan kaçak petrol ve İsrail’e petrol satışı,
haram ticaret yapanların varlıklarına el koyunuz. Soyguncular bellidir.
Alanya’da yaşayan abimi aramışlar; Akit gazetesi aleyhimde çakma haber yapmak istiyormuş,
eğer konuşursa çok para veririz demişler. “Ne yapayım” diye sordu. “Sen de sat beni, ama ucuza
satma bari” dedim. Alanya’da yaşayan CHP’li aile dostumuz Gökhan abime, “Akit’e sat
Faruk’u, parasıyla kızının Hizmet okulundaki yıllık ücretini ödersin, beleş para işte” diye akıl
vermiş. Abim koyu Erdoğancı ama kızı Hizmet’in okulunda okuyor, okuldan almaya hiç niyeti
yok, bana “okul parasını öde yoksa Akit’e satarım seni” diyor. Abime dedim: “Derviş Sufide
para ne gezer, sana bol bol dua edebilirim. Allah ıslah eylesin. Akit’e sat beni, reklamın iyisi
kötüsü olmaz!”
Abime şunu da söyledim. Sizin sahtekarların gerçek yüzünü görüyor musun? Biri sahte haciz
mektubu gönderiyor, öteki yalan haber peşinde, komployu görüyor musun? Abim bu arada sıkı
bir kabadayıdır, merttir, beni satacak adam değildir. Ancak Akit gazetesi ve AKP zihniyetini
yeni gördü, “kardeşi kardeşe vurdurmak istiyor bu alçaklar” dedi.
“Ha şunu bileydin” dedim abime, ülkemizdeki ana komplonun hedefi miletimizin birliğini,
bütünlüğünü, diriliğini, aileleri, toplumu parçalamaktır ama bu oyuna asla gelmeyeceğiz.
Cemaata bu önümüzdeki zor 10 ayda zamk rolü düşüyor. Ülkemiz, 12 Eylül öncesinde dış
güçlerce oynanan sağ ve sol kumpası gibi birbirini kıracak kadar cahil değil bugün. Sadece
hırsızlığa doymayanlar, yapıştıkları haram konforu kaybetmemek için yırtınıyorlar. Gül ve
Erdoğan savaşını kim mi kazanır? Hırsızlar er geç kesin kaybeder, hukuk ve demokrasi kazanır.
‘Kime niyet, kime kısmet’ diye işte buna denir. AKP’yi ve Erdoğan’ı son 8 ayda çıkardığı
hukuksuz kanunlarla vuracaklar, bunları onaylayan Gül ise, çoktan siyasi bir mevta olmuştur.
Hz. Ömer adaleti nerede kaldı?
Milli Görüş camiası ile tanışmam 1970’li yıllara dayanır. Hemşerimiz Çorumlu yazar Sadık
Albayrak baba dostuydu, babamda merhum Erbakan’ın ordudaki tek tük adamlarından biriydi.
Dolayısıyla çocukluğum Seyyid Kutub, El Mevdudi okuyarak geçti, Hilal dergisinin 1960’larda
çıkan 12 yıllık 12 ciltlik fasiküllerini defalarca hatmetmiştim. Malatya’da merhum Muhammed
Said Çekmeğil’in talabesi olarak hidayete eren babam merhum Turgut Özal’a kadar sıkı
“Erbakancı”ydı. Siyasal İslam tarafından zehirlendiğimi henüz bilmiyordum.
Beni “Erbakancı” çizgiden şakirdlik yoluna getiren tarihi olay 1979 Kabe baskını idi. 1984 yılına
kadar bu olayı babamdan farklı duymuştum, Amerikalılar yaptı sanıyordum. İlk Işık evine 1984
başında Ankara’da Aşağı Ayrancı’da gittiğimde askeri bir lisede okuyordum ve sadece 15
yaşındaydım. İlk defa Risale dinledim ve teybe konan kasette ilk defa Fethullah Gülen
Hocaefendi’yi duyuyordum. Ağlayarak konuşuyor, hıçkırıklarla 1979 Kabe baskınını 400
İranlının nasıl yaptığını anlatıyordu. Çok şaşırdım. Halbuki CIA oyunu değil miydi bu baskın?
Müslümanların gazetesi, televizyonu yoktu, bir kaç İslami dergi vardı, onlarda bir Afganistan
cihadı, bir Filistin cihadı tutturmuş mücahid ve yardım topluyorlardı. Gülen’in 1979’da İzmir
İslam Enstitüsü’nde Milli Görüş’ün 500 adam toplayarak Amerikan kolejini Kabe baskını
suçlamasıyla taşa tutmasını eleştirmesi ve kendi talabelerini sokağa çıkmaktan men etmesi
dikkatimi çekti. Neticede İranlı baskını yapmıştı, polis Milli Görüş şovunu dağıtmıştı. Ortada bir
oyun vardı ve müslümanlar koyun olmamalıydı, basiretli olmalı ve zulüm etmemeliydi.
Milli Görüş ve Erbakancı yaklaşım askeri lisede müslümanları ikiye bölmüştü. Namazını gizli
kılan, orucunu gizli tutan bizler İslami yaşantıya hoş bakmayan askeri okul yönetiminin hışmını
üzerine çekmemeye çalışıyordu. Milli Görüşcü Ali ve Mikail ise açıkca devlete “tağut”,
“şeytan”, “put devleti” diyor, bu sistemi yıkıp İslam şeriat devleti getireceklerini ulu orta
haykırıyordu. Afganistan savaşına mücahid yazdıklarını hayretle öğrendim, gençlik kolları lideri
Recep Tayyip Erdoğan’a düzenli bilgi veriyorlardı. 2. Sınıftım ve bir alt sınıftaki İsa, Musa ve
Adem’i bir üst sınıfımda yer alan Ali ve Mikail’in kafaladığını öğrenince kan beynime sıçradı.
Normalde bir üst sınıftaki abiye askeri lisede dayılanmak direk dayak yemek demektir.
Aldırmadım. Ali ve Mikail’i öyle bir fırçaladım ki, tüm okul kavgamızı duydu. Hz. Ömer
adaletiniz bu mu demiştim: “Gidin başka saf bulun, şakirdlerden el çekin.” İkili bana, “sizin
hocanız koyun yetiştiriyor, biz İslami cihada kahraman yazıyoruz” demişti. Utanmadan
eklemişlerdi: “Okul yönetimi sizin gibi sümsük koyun müslümanları okuldan atmaz, bizim gibi
mücahitlerle savaşır ve mağdur eder!” ‘Hz. Ömer’in adaletini size tekrar hatırlatacağım’ dedim.
Afganistan’da dönen dolapları henüz bilmiyorduk, El Kaida’yı CIA’nın kurdurduğunu, İslam
ülkelerinden 30 bin mücahit genç topladığını ve bu görevin ülkemizde Erbakancılara verildiğini
yıllar sonra öğrenecektim. İç güdümle, aklımı, vicdanımı kullanarak İsa, Musa ve Adem’i
ellerinden kurtardım ama hep birlikte 1987’de okuldan atıldık. Şeriat devleti peşindeki
mücahitler Ali ve Mikail ise mezun oldular. Dört yılda etraflarında beş kişi toplayamamışlardı,
biz ise 23 kişi atıldık, geride bunun iki katı şakird bırakarak. 1996 yılıydı, Antalya’da askerlik
muayenesi için gittiğim askeri birlikte Mikail’i tevafuken gördüm. Namazını gizli kıldığını, her
an ordudan atılabileceğini söyledi ve askeri lisede iken bize yaptıkları zulümden dolayı özür
diledi, helallık aldı. Atıldıklarını duydum, hemde YAŞ kararını hocaları Erbakan imzalamıştı.
Etme bulma dünyası, kader adalet ediyor. 12 Eylül 2010 referandumunda cemaatın azmi
sayesinde reforma evet denmesiyle bu arkadaşlar özlük haklarına kavuştular, biz ise yine mağdur
kaldık. AKP için sadece kendi adamlarının hakları vardı, Hz. Ömer adaleti ölmüştü!
Mikail’e, biliyor musun veya hiç merak ediyor musun dedim, 1985’de sizin ellerinizden
kurtardığım İsa, Musa ve Adem bugün neredeler ve şimdi ne yapıyorlar? İlgisizce başını salladı.
Bırakır mıyım, anlattım: “Ben Azerbaycandayım, İsa Kazakistan’da öğretmen, Musa
Balkanlar’da, Adem Bangladeş’te İslam davası için koşturuyor. Bize tepkisiz, Filistin ve
Afganistan’a duyarsız, koyun müslümanlar dediniz , kuzu idik kurtların önüne attınız, yem
ettiniz. Siz dört duvar arasında salon müslümanlığı, boş nutuklar, mitingler ve şovlarla güya
cihad yaparken, bizim mağdur edilen bu garip arkadaşlarımız karın tokluğuna dünyanın dört bir
yanında mazlumların, mağdurların yardımına, imdatına şov yapmadan yetişiyor.” Mikail başını
önüne eğdi: “Haklısın Faruk. Allah bizi af etsin, siz haklı çıktınız, dualarımız sizinle” dedi.
Aradan yıllar geçti ve bugün benzer bir oyun cemaata yine kendini mücahit zanneden “paragöz
parti devleti” haline gelmiş “Milli Görüş artıkları” tarafından oynanıyor. Daha beş yıl önce
AKP’yi “ABD Derin devleti ve Yahudi lobisi kurdu” diye kitap yazan Star yazarı Nasuhi
Güngör TRT Haber Müdürü oldu. İran’ı 1980’lerde su yoluna çeviren, Milli Görüş’ün İrancı
kanadının mücahit gençliğini Tahran’da yetiştirmekle görevli, Selam Gazetesi eski Yayın
Yönetmeni Kemal Öztürk Anadolu Ajansı Genel Müdürü makamını işgal ediyor. Muta nikahını
ülkemizde yaygınlaştıranların dik alası artık ülke iç güvenliğinden sorumlu “hafakan bakan”
oldu. İran’ın 47 Üniversitesi diplomasına ülkemizde denklik verdiren, Van’da Tebriz
Üniversitesi açtıran, 2000 İranlı hemşire ve hasta bakıcı işçi, 5000’de İranlı yabancı öğrenciyi
ülkemize burslu getiren Beşir Atalay, Kürt sorununda “açılım diye saçılım, bölünme” politikasını
yürütüyor. Amerikan Demokrat Derin Devleti’nin Erdoğan sonrası için seçtiği ve desteklediği iki
isim MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, “Suriye’nin
Afganistanlaştırılmasından” ve ülkemizin doğusunun “Kürt kartıyla Filistinleştirilmesinden”
sorumlu “CIA’nın müstamleke valisi” gibiler! Yaptıklarının hesabını elbette birgün
vereceklerdir. İlahi adalete güvenelim. Hz. Ömer adaleti, zalimin tepesine kılıç gibi inecektir.
Afganlıların mücahit değil uyuşturucu müptelası, yetiştiricisi ve taciri, İranlıların dinle imanla
alakası olmayan, Sünni İslam’ı yok etmeye yeminli kinci, müslümanlık düşmanı Pers nefretini
temsil ettiğini anlamak için Kanada’ya gelmişleri görmem gerekiyormuş. İsrailli, Yahudi ve
Amerikalı iş adamlarıyla milyarlarca dolarlık işlere girenler, bugün cemaatı kuzu sanıyor ve yine
kurtların önüne atıyorlar! Utanmadan, “CIA ve MOSSAD damgası” vuruyor ve “vatana
ihanet”le suçluyorlar. “Masayı, kasayı, nisayı” götüren, kirlenen, boğazına kadar çamura batmış,
yolsuzluk bataklığında boğulanlar, Allah’ın davasını savunan Hizmet Hareket’ini üflemekle
söndüremezler. Allah nurunu tamamlayacaktır, zalimler, münafıklar ve kafirler istemesede…
Bir AKP’li üstdüzey arkadaşım şu yorumu göndermişti: “Maalesef şu an Ak Parti önceki
yıllarda CHP’nin yaptığı zulmün farklı bir versiyonunu uyguluyor. Kendi etrafındaki
şakşakçıları ve kendilerini zenginleştirdikçe zenginleştirdi. İlk başlarda bu kimseye batmıyordu.
Ne yani sermaye hep tek eldemi toplanacak birazda dindarlar kazansın diyorduk. Fakat şu anda
öyle bir duruma gelindi ki açık açık Erdoğan “bendenseniz kazanırsınız yok değilseniz sizinle
hesabımız var” diyebiliyor. İhaleler hep belli çevrelerin etrafında dönüp duruyor. Onlardan
olmayan çarka giremiyor. İktidar olabilecek kadar oyu hedefleyip geri kalanları ötekileştiriyor.
Yüzde 40 başbakanı seviyorsa yüzde 60 nefret ediyor. Ülke hiç bir zaman şimdiki kadar
kutuplaşmamıştı. Peygamberimiz, dört raşid halife ve sahabeler böyle değildi. Hz. Selman Hz.
Ömer’e “Ya Ömer üzerindeki elbisenin hesabını vermeden seni dinlemeyiz ve sana itaat
etmeyiz” diyor. Yine bir gün Hz.Ömer(r.a.) karşısında Sahabe-i Kiram’dan biri “Ya Ömer seni
eğri kılıcımla doğrulturum” diyebilmişti. Bu felsefeyle iktidara gelen birinin kendini bu kadar
sorgulanamaz görmesi ve kendini ve etrafındakileri bu kadar zenginleşmesi Hz. Ömer adaletiyle
bağdaşmaz.”
Erdoğan’da cemaat korkusu paranoya haline geldi. Oysa reel politik hatalar yaptığı için onu
istemeyenleri kendisi çoğalttı. Bu denli paranoyak olmasının asıl nedeni etrafındaki danışman
ordusunun bilerek yanlış yönlendirmesinden kaynaklanıyor. Ortadoğu’da Türkiye’nin elinden
Büyük Ortadoğu Projesi liderliğini geri alan Amerikan derin devleti İran’ı, Şii Hilalini ve İran
devlet başkanı Muhammed Ruhani’yi önplana çıkartıyor ve pazarlıyorlar. Adeta bölgede Türkiye
ve İran yer değiştiriyor. Türkiye ve lideri içine kapanırken, İran ve lideri özgüveni yüksek bir
edayla İran’ı bölgesel lider yapmaya soyundu. El Nusra ve IŞİD tezgahı, zayıf bir Büyük
Kürdistan’ı kurmak için planlandı. Erdoğan’a Irak ve Suriye Kürtlerini ve Sünnilerini de şçşne
alan bölgede Anadolu Federasyonu kurma mavi boncuğu sunuldu. Halife vee Mehdi havasına
giren Erdoğan, bu nedenle El Nusra ve IŞİD’i bir Mehdi ordusu olarak gördü, tüm imkanlarını
seferber etti. Oysa bu planda itibarı zedelenen ve oyundışı bırakılan Türkiye oldu, elbette yeni
Osmanlı’yı duymak bile istemeyen İsrail ve Suudi Arabistan, Ankara’yı bilerek bataklığa çekti.
“Amerikan Demokrat derin devleti neden Erdoğan’a oynamaktan vazgeçti?”, “ülkemizdeki bir
sonraki başbakan ve cumhurbaşkanı kim olacak?” sorularını bana en sık soran AK Parti’nin üst
düzey yetkilileriydi. Yanlış okumadınız, 2011’den beri AK Parti’yi yönetenler, AK Partili
milletvekilleri, il ve ilçe başkanlarına laf anlatmaktan yoruldum. Neden bana sorduklarını inanın
ben de çok merak ediyorum. Gidin kendi başbakanınıza, sürekli, direk görüşme imkanınız olan
Erdoğan’a sorun ve öğrenin neler olup bittiğini diyorum. Nafile nefes tüketiyorum. Ay geçmiyor,
hafta geçmiyor, aynı AKP’li eski dostlarım yine kapımı aşındırıyor ve işin içinden çıkamadığı
denklemi bana çözdürmeye çalışıyor. Başbakan’ın şiddetli üslubundan dolayı en yakınında
sandığım isimlerin bile Erdoğan’a en basit soruları soramadığını, yanına bile yaklaşamadığını
duyunca şaşırıyorum. Yalnızlaştırılan bir başbakanla karşı karşıyayız, en yakın dostlarının bile
kapsama alanı dışında kalmış liderin cemaatı dinlemesi mümkün değil elbette! Zaten alıcıları
kapattı, dinlemiyor.
13 yıldır Kanada’da yaşayan münzevi bu Sufi dervişe, Ankara’laşan AKP’li dostlarımın sorduğu
siyasi sorulara dervişce cevaplar vermeye çalıştım ama ısrarla net cevap istediler. “Senin kulağın
deliktir, Erdoğan’ın yerine derin Amerikalılar ve Yahudiler kimi hazırlıyor?” sorusunun yanıtını
almadan peşimi bırakmadılar. Ne mi cevap verdim? Doğrusunu söyledim, ben saf bir gazeteci,
yazar ve akademisyenim, muhataplarıma yalan söyleyen bir siyasetçi değilim. ABD Başkanı
Obama’nın yönetiminde cemaatle hiç alakası olmayan bir Türk ninemiz çalışıyor. Oğlu
Toronto’da master yaptığı için arkadaşım olur, Kanadalı bir Yahudi ile evlendi ve İstanbul’a
yerleşti. Cemaatle alakası yok, boş yere komplo teorisi üretmeyin. Verdiği derin bir bilgiyi
AKP’li dostlarla hep paylaştım. İslam düşmanı Neocon derin Amerikan devleti ile aanlaşan
Erdoğan’ın Yalçın Akdoğan ve Hakan Fidan ile İslam’a büyük bir kumpas kuracaklarını dile
getirdim. Belki de hata ettim. Ak parti ile cemaatın ayrıştırıldığı “7 Şubat krizi” olayından bir
kaç ay önce başbakan bağırsak kanserinden ameliyat olmuş ve 25 cm ince bağırsağı kesilmişti.
Herkes başbakana bir suikast yapıldığını biliyor ve üç yıldan fazla ömrü kalmadığını
konuşuyordu. Peki, Obama yönetiminden annesi vasıtasıyla haber alabilen derin arkadaşım
suikastla ilgili ve Erdoğan’ın yerine düşünülen adaylar konusunda neler demişti?
Suikastı uzaktan kumandalı bir mağnetik aletle, yakınında bulunan ve MOSSAD’a çalışan bir
İsrail uşağının yaptırdığını söyledi. Kanser yaptırarak sessiz öldürme CIA’nın da yöntemidir.
Baba Esad’ı da, Yaser Arafat’ı da böyle öldürmüşlerdi. “Bunu biliyoruz, geçelim bu konuyu,
bize Erdoğan’dan sonra kimi koyacaklar onu biliyorsan” söyle diye kafamın etini yedi AKP’liler.
“Erdoğan kanser olsa bile, cumhurbaşkanı olmayı, beş yıllık süresini tamamlamadan ölmeyi
göze aldı, yani vazgeçmiyor” dedim. “Bunu da biliyoruz, bilmediğimiz bir şey söyle” dedi
muhataplarım. Ağzımdan baklayı çıkardım ve galiba güce tapan bu AKP’lilere şu ifşaatımla
büyük kötülük ettim: “MİT Müsteşarı Hakan Fidan veya Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın
Akdoğan bütün oyunların içinde olmalı ki, Neoconlar, İsrail ve Stratfor bu müthiş ikiliye
oynuyor. Ters düşülen Obama ve ofisindeki Türk nineden gelen bilgi bu kadardı.
Üst düzey AKP’li dostum pişkin pişkin güldü ve şunları söyledi: “Hakan Fidan’ı İsrail’in
sevmediğine zaten AK Parti’de inanan bir tane saftorik bulamazsın, İrancı olduğu iddialarına ise
kakır kakır gülüyoruz. Caferi olduğu için İran ile en sıkı fıkı olan Beşir Atalay’ın TİKA başına
getirerek yükselttiği bir bürokrat olduğu doğru ama seçimi yaptıran asıl derin ellere bakmak
gerekir. Caferi Fidan iddia edildiği gibi İsrail’e ve Amerikalılara düşman hiç değil. CIA başkanı
seviyesinde yetkilere kavuşan Fidan’a bu gücü veren derin Amerikalılar. Ancak Fidan’da hitabet
kabiliyeti yok, başbakan gibi geniş kitleleri arkasından sürükleyemez. Başbakan’ın en fazla
dinlediği adamın Yalçın Akdoğan olduğu doğru ama bu onu gelecek başbakanımız yapmaz.
Akdoğan’dan lideri yöneten ikinci adam olur, hepimiz kimin birinci adam olacağını bulmaya
çalışıyoruz. Anlaşılan sende bilmiyorsun.” Ahmet Davudoğlu dedim ama kimseyi
inandıramadım. Cüce adam mı diye dalga geçtiler. İbrahim kalın olabilir dedim. Soyu sopu
yetmez dediler, hem parası pulu yokmuş, keskin zekası ve uzun boyu yetmez dediler.
2011’den beri AKP’li dostlarımızı, ayyuka çıkan yolsuzluk, rüşvet ve Mut’a nikahı, İran’ın bal
tuzağı ile El Nusra, Suriye tezgaha getirilen siyasetçi ve bürokratlar konusunda uyarmadan
telefonu kapatmıyorum. Hepsi rahatsız bu durumdan ve ustalık döneminin tam bir rant paylaşma
ve yeme dönemi haline geldiğini itiraf ediyorlar. AKP’li dostum sitem ediyor: “Büyük inşaat
ihaleleri, imar skandalları, Hazine garantili milyarlarca dolarlık dış krediler, Karun gibi yaşama
hevesi bizi bitirecek, bunu hepimiz biliyoruz. Avantasını vermeden babamın oğluna bile bu
sistemde iş yaptıramıyorum. Sonumuz iyi değil, ne zaman patlayacak bilemiyoruz. AK Parti bu
girdabın altında kaldığında cemaat ne yapacak, merak ediyoruz.”
Neden böyle oldu diyenler umarım anlamışlardır. 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları ile
cerahat patladı, ancak son iki aydır artık bu eski AKP’li dostlarım beni aramıyorlar ve akıl
sormuyorlar. Dört elle, son bir umutla, iktidarı ve büyük rantlarını, çıkarlarını korumak için
yapıştıkları, kendilerininde inanmadığı bir komplo teorisi ve mükemmel bir günah keçisi var:
“Cemaat yaptı.” Erdoğan günahında vebalim büyük! Neden mi? CIA’ya pazarlayan bendim.
CIA ajanlarına Erdoğan’ı nasıl pazarlamıştım?
2012 Mart’ında patlak veren MİT Başkanı Hakan Fidan ve o dönemde Başbakan’ın
Başdanışmanı olan, halen Başbakan Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın’ı hedef alan Stratfor
krizi nedeniyle aşağıdaki makaleyi 12 Mart 2012′de kaleme almak zorunda kalmıştım.
Güncelliğini kaybetmediği için ve AK Partili dostların nereden koştuklarını unutmalarından
dolayı hatırlatmakta yarar görüyorum. Camiayı hedef alan yerli ve global bir fitne döneminden
geçiyoruz. Lütfen eğri oturun ama doğru konuşalım:
Amerikalıların istihbarat toplama teknikleri konusunda kamuoyunu aydınlatmalıyım. ABD’nin
Ankara Büyükelçiliği’nin açık ve gizli istihbarat toplama tarzları vardır. Sivil toplum örgütü
görünümündeki sayısı yüzleri bulan düşünce kuruluşu maskesindeki George Soros’un Açık
Toplum tipi kuruluşlar aslında CIA’ya çalışır. ABD’de en az iki tane derin devlet vardır.
Bunlardan Stratfor kurucusu olan George Friedman, ülkemizi 40 yıl perde arkasından yönetmiş
Richard Perle gibiler, ‘Neo-Çılgınlar’ın, yani Cumhuriyetçilerin lethal ölümcül silahıdır. 28
Şubat’ın arkasındaki isimdir bunlar. Demokratlar’ın derin devleti ve yan kuruluşları eğer 28
Şubat’ı bitirmek için Cumhuriyetçilere karşı ülkemizde etkin istihbarat toplamasaydı, ne AK
Parti iktidar olurdu, nede Ergenekoncular tasfiye edilebilirdi. Çok kesin konuşuyorsun diyenlere,
nedenlerini izah edeyim… CIA diplomatları ile 6 Ekim 2000′de yaptığım bu tarihi görüşme,
tarihe ışık tutacaktır. CIA ajanlarına Recep Tayyip Erdoğan’ı o gün mükemmel pazarlamıştım.
Neden Erdoğan’ı sahaya sürmek istedim? O günkü tabloya bakalım. 28 Şubat sürecinde
hortumlanan bankaların maliyeti 57 milyar dolar, Hazinemize ve ülkemize toplam zararının 80
milyar doları geçtiği tahmin ediliyor. Tüccar generallerimiz çalıştıkları İstanbul baronlarının
holdinglerinde dolduruşa getiriliyordu. 28 Şubat’a adını veren MGK toplantısından kısa süre
önce (20 Şubat’ta) Çevik Bir, ABD’den “Sincan’da tankları yürüterek balans ayarı yaptık” diye
seslenirken, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Rahmi Koç, ABD’de Yahudi lobisinin en
azgınlarının yanısıra Perle ve Friedman ile görüşüyordu. Daha önce Stratfor’a çalışan Emre
Doğru’nun şimdi TÜSİAD’ın ABD temsilcisi olmasına hiç şaşırmadım. Kendiliğinden istifa
ettiğini söylesede TÜSİAD’ın ettirdiği belli.
‘Off the record’ olan görüşmeleri, konuşmaları yazmak ve yayınlamak eskiden adetim değildi.
Stratfor’un Türk gazeteciler, akademisyenler ve TÜSİAD’ı tekrar aktif kullanma girişiminden
rahatsızlık duyduğum için Demokrat derin devletinin iki derin adamı ile gazeteci olarak yaptığım
görüşmeyi aynen yazmak zorundayım. Bakarsınız, Wikileaks benimde ipimi çekmeye karar verir
ve çarpıtarak, saptırarak sızdırır! Gazeteci, diplomat görünümündeki yabancı istihbaratçılardan
açık istihbarat elde etmek için elbette görüşür. İbrahim Kalın ve Hakan Fidan hayda hayda
görüşür, görüşmelidir. Zaten bu konuşmaların çoğu haber olmaz. Sorun gizli istihbarat
paylaşımıdır, gazetecilerin ajan olarak devşirilmesi ve CIA amaçları için kullanılmasıdır.
Gazeteci ajanlık yaparsa adı muhbir olur. Gazeteciler, ajanlarla benzer işi, istihbarat toplama
görevini yapsada, saklamaz haber yazar ve kamu oyunu aldatmaz. Ankara gazetecileri bilgi akışı
devam etsin diye bildiklerinin yüzde 20′sini yazar, geri kalan yüzde 80′ini kitap yapar… Şu anda
kitap sayım 25, yakında 30′a çıkacağı için bende pek hırlı duruyorum sayılmaz.
Ekim 2000 başında Amerikan Senatosu, sözde Ermeni soykırım yasa tasarısını onaylamak
üzereydi, durum aleyhimizeydi, kesin geçecekti, Yahudi lobileri Ankara’ya kabul edilemez
şantajlar yapıyordu, bize sırtlarını dönmüşlerdi. Sheraton otelinde İsrail’in bir resepsiyonunda
dolaşırken Türkiye gazetesinden diplomasi muhabiri arkadaşım Galip, derin devletimizin dört bir
koldan ABD’ye yaptırım savaşı açtığını söyledi. İnanamadım. O gün, ilk defa Genelkurmay,
Dışişleri, MİT ve Emniyet istihbaratı tarafından aynı gün içinde arandım ve 10 maddelik
yaptırım paketi dört koldan bana sunuldu. ‘Manşete çekerseniz memnun oluruz’ diyen
telefondaki sesler çok kibardı. 6 Ekim 2000 sabahı 6 büyük ulusal gazetenin manşeti aynıydı,
ben ‘İnce Diplomasi’ başlığını atmıştım, en yumuşak, temkinli ve orta yollu olanıydı.
Henüz yeni işe gelmiştim ki, Amerikan büyükelçiliğinden Basın Müşaviri Jesse Baily aradı. Sesi
acınaklı, dokunaklı ve şaşkındı. Ana dili gibi Türkçe konuşurdu, daha önce 3 yılda Kültür
Müşavirliği yaptığı için ülkemizi en iyi bilen CIA ajanlarındandı. ‘Bu nasıl iş, 6 gazetenin
manşeti nasıl aynı olur, Türkiye ABD’ye savaş mı açtı?’ sorularını arka arkaya sordu. Evet
dedim savaş açtı, kaynaklarımız sağlam… ‘Senle acil görüşmek istiyorum, ofisinize gelebilir
miyim?’ diye izin istedi. Olur verdim. Yarım saat sonra bir daha aradı, ABD Büyükelçisinin
Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı Martin Lawrence’ında görüşmeye katılmak istediğini
bildirdi, kabul ettim. Büyükelçilik sayfasına girip baktığımda böyle bir isme rastlayamadım,
CIA’nın Türkiye İstastasyon Şefi olduğunu hemen kavradım. 1990′dan beri ülkemizde yedi
Amerikan büyükelçisi değişmiş ama Lawrence değişmemişti. Kurtlar Vadisi dizisinde
simgeleşen Aron Feller’in gerçeği ile buluştuğumu o gün elbette bilmiyordum. Kel ve uzun
boylu değildi, kısa boylu, sakallı, tıknaz biriydi. Görüşmeye katılması için Ankara Zaman
Temsilcisi arkadaşım İbrahim Karayeğen’den rica ettim, tek başıma görüşüp şaibe altında
kalmak istemedim. Karayeğen görüşmede hazır bulundu.
Görüşmeyi kayda almak için teybimi çalıştırdım, yüzleri buruştu. Baily, ‘eğer kayıt yaparsan, bu
görüşme burada biter, nezaket ziyareti olur’ dedi, teybi kapattım, ‘off the record’ konuşma
moduna geçtik. Konuşmayı bir kinaye ile açtım: Ermeni tasarısını Senato’dan hemen geçirin, çok
iyi yapıyorsunuz, Türkiye kurulduğundan beri ilk defa onurlu bir politika izleyerek ABD
güdümünden çıkıyor…
Şok oldular. Zoraki gülümseyen Baily, ‘peki ne yapmamız gerekiyor, ne tavsiye edersin,
ilişkilerimizi nasıl düzeltebiliriz?’ yaklaşımıyla sürklase girişimime karşılık verdi. ABD’de
ulusal güvenlik kelimesinin şifreli, etkili ve çözüm sunan bir tabir olduğundan dem vurarak,
‘ABD Başkanı Bill Clinton, hemen Senato başkanına bir mektup yazsın, ulusal güvenlik
çıkarlarını zedelediği için tasarının gündeme alınmamasını sağlasın. ABD seçime gittiği için
tasarı kadük olur ve gündemden düşer. Tek çözüm yolu budur, aksi halde Türkiye’yi ilelebet
kaybedersiniz’ dedim.
(Nitekim dediğimi aynen yaptılar. Bir hafta sonra ofisimizde beni ziyarete gelen İsrail’in Ankara
Büyükelçisi Uri Bar, yüzüme karşı açıkca fazla övünme ve hiç bir yerde bunu sakın yazma,
anlatma, soykırım tasarısını engelleyen sen değilsin biziz demez mi? Güya İsrail Cumhurbaşkanı
Şimon Perez Clinton’u telefonla aramış ve söz konusu mektubu yazdırmış. Uri Bar, aslında şunu
demek istiyordu: MOSSAD, CIA’nın bu diplomatları ile yaptığımız konuşmaları dinledi ve
kaydetti, sonra da gerekeni yaptı. Ankara’da ajanlar savaşı vardır ve gazeteciler bu mücadelede
hep kafalanmak istenir. Kurtlar Vadisi değil bunlar, gerçek…)
Baily, ‘ABD’de kuvvetler ayrılığı ilkesi var, Başkan Senato’ya emir veremez’ der demez,
kahkahayı patlattım. Bu tepkim yeterince açık ve etkiliydi. Lawrence, konuşmaya dahil oldu ve
bu tavsiyenize uyacağız, zaten başka çözüm yolu da gözükmüyor’ diye son noktayı koydu.
Aksanlı Türkçe konuşuyordu, ‘Türkçem pek iyi değil’ demesine rağmen gayet iyiydi. Baily,
‘buraya aslında bu konuyu görüşmeye gelmedik, bir anket yapıyoruz. Ankara’da entelektüel,
demokrat, önyargılı olmayan, görüşlerini söylemekten çekinmeyen gazeteci, akademisyen,
politikacı, sendikacı herkesle görüşüyoruz. Sen Ankara’nın en iyi ve en etkin derin gazetecisisin.
Uzun zamandır seni takip ediyoruz. ABD’nin ilgili kurumlarına rapor yazacağız, anket sonuçları
bizim için çok önemli. Eğer sorularımızı net ve doğru biçimde yanıtlarsan ve bunları kimseyle
paylaşmazsan memnun oluruz’ dedi. ‘Off the record’ların bir gün yazılacağını bilerek ve içimden
gülümseyerek, ‘Olur’ verdim.
Bu devrede Ankara Temsilcimiz İbrahim Karayeğen, başka bir randevusu olduğu için odadan
çıkınca CIA diplomatları ile Ankara temsilciliğimizde yalnız kaldım.
Baily ilk soruyu sordu: Türkiye’yi önümüzdeki 10 yılda idare edecek ve merkezi sağı toplayacak
üç ismi söyler misin? Cevabı bir saniye bile beklemeden söyledim: Recep Tayyip Erdoğan,
Abdullah Gül ve Bülent Arınç. İkinci soru hemen geldi: Erdoğan’ın siyaset yasağı var iken bu
nasıl olabilir? Gazetede yayımlanan ‘Erdoğan nasıl kurtulur?’ başlıklı bir analizin vardı, yazdığın
hukuki formül doğru mu? Gülerek yanıtladım: Hem doğru, hem yanlıştı, yorumda bir eksiklik
vardı, onu açıkca yazamadım…
Lawrence, sazan gibi hemen atladı: Neydi o eksiklik?
Cevabım net oldu: Eksiklik sizsiniz, ABD’nin ve Yahudi lobilerinin desteği. 312. Maddenin
kalkması veya bir maddesinin TBMM’de değiştirilmesi Erdoğan’ı hukuki açıdan kurtarabilir,
ancak derin devletimiz ve askerlerimiz buna izin vermez. Zaten Atatürk’ün en fazla etkilendiği
düşünür ve şair Ziya Gökalp’in bir şiirini okudu diye konan yasak yeterince ahmakcaydı.
Halkımız mazlumu, mağduru sever, Erdoğan’ın popülerliği daha da arttı. Önünü keseceğim
derken önünü açtıklarını fark edemeyecek kadar at gözlüğü takmıştır bizim askerlerimiz!
Askerleri ülkemizden kimse ikna edemez, ancak siz bunu yapabilirsiniz…
Lawrence, beni hayrete düşüren cümleyi ağzından çıkardı: Peki Recep Tayyip Erdoğan’ın önünü
açmak için ABD’nin ne yapması gerekiyor?
Ziyaretin ve anketin maksadı anlaşılmıştı. Şu tarihi danışmanlığı yaptım: 50 yıldır NATO’ya üye
olduğumuzdan beri, hatta daha öncesinden 2. Dünya savaşı sonuçlanandan bu yana Türkiye’yi
Pentagon ve CIA, militer demokrasi tarzıyla NATO eğitimli komutanlarımız üzerinden örtülü
veya örtüsüz yönetiyor. Askeri vesayet ve militer despotluk dönemi artık kapanmalı, Türkiye’ye
bu gömlek dar geliyor. Sermaye sadece elit bazı ailelerin elinde toplanamaz, gerçek serbest
piyasa ekonomisi uygulayarak açık hava hapishanesi konumundan kurtulmalıyız. Fikir, düşünce
ve inanç özgürlüğü, tabii ki gerçek demokratik ortam oluşmalı ve gerçek laiklik benimsenmeli.
Genelkurmay heyetimiz, Pentagon ve CIA raporları, ‘Erdoğan şeriat devleti getirmeyecek,
liberal demokrasi getirecektir’ diye yazmadan inanmazlar. Ancak Pentagon”daki askerler
generallerimizi ikna edebilir. Ayrıca Yahudi lobileri, Erdoğan ile barışmalıdır. Bu lobilerin
dediğinin olduğunu hepimiz biliyoruz. Erdoğan ve ekibine Yahudi lobisiyle görüşme imkanı
hazırlayın, bu sizin işiniz. Zaten her yıl onlarca gazeteci ve akademisyeni bir aylık gezilere
götürüyorsunuz. Erdoğan’ın Erbakan’dan farklı olduğunu göreceksiniz. Siz kazanan ata
oynamak istersiniz, bu nedenle halk eğilimini belirliyorsunuz, Erdoğan kazanacak attır, askeri
vesayet ve İstanbul baronları ise kaybeden taraf olacaktır.
Baily sözümü kesti ve endişesini dile getirdi: Erdoğan yarın Erbakan gibi olursa ne olacak?
Erdoğan’a kefil oluyor musun, nasıl garanti verebiliyorsun? Erdoğan’ın sivri dilinin başına iş
açabileceğini ifade etsemde, şu tam notu verdim: Erdoğan, karizması ve hitabeti yüksek, dürüst,
samimi, içi dışı bir olan, kıvırtmayan, dik duran bir lider. Erbakan gibi olmadıkları için
yenilikçiler Fazilet Partisi’nden ayrıldılar. Önümüzdeki ilk seçimde kuracağı parti (henüz Ak
Parti kurulmamıştı) tek başına iktidar olacaktır. Zaten ilk seçimde mevcut partilerin hemen hepsi
mezara girecektir, geriye sadece 2.5 parti kalacaktır. Biri Atatürk’ün partisi CHP’dir.
Lawrence ankette diğer soruya geçti: Peki merkezi solu hangi parti toplar? CHP, 1999 seçiminde
parlamento dışında kaldı, gerçekten Baykal geri dönebilir ve CHP’yi toplayabilir mi?
CHP’nin merkezi solu toplayarak önümüzdeki seçimde TBMM’ye girecek ikinci ve ana
muhalefet partisi olacağını söyledim. Atatürk’ün partisini öldürmeyecek en az yüzde 20’lik bir
seçmen kitlesi var. Eğer gerçek sosyal demokrat olur ve dinle barışırlarsa yüzde 30 oy sınırını
zorlayacaklardır. Deniz Baykal, CHP’nin hezimetinden sonra ne yapması gerektiğini CHP
muhabiri Ahmet Turan Ayhan ile beraber geçmiş olsun ziyaretine gittiğimizde bizede sormuştu.
Daha fazla yıpranmaması için istifa etmesini ve Antalya’da torun sevmeye gitmesini tüm
samimiyetimizle söyledik. Emanetçi olarak bıraktığı Altan Öymen işi götüremez, çünkü CHP
delegelerinin yüzde 90’ını bizzat atamış Baykal, kendini ömür boyu seçecek sistemi derin
devletin emriyle kurguladığı için geri dönecektir. Hemde kahraman ve kurtarıcı olarak. Halkımız
balık hafızalıdır, Doğan medyasının illüzyonuna kanacaktır ve Baykal’a gelsin diye
yalvaracaktır. Medyada tekelcilik bitmeden çok seslilik ve çoğulcu ortam sağlanamaz. (Nitekim
aynen dediğim gibi oldu, tiyatroyu seyrederken epey gülmüştüm.)
Baily devreye girdi: Buçuk dediğin parti hangisi? Cem Uzan’ın Genç Partisi ne olacak? Türk
milliyetçisi oyları kim toplar sence?
Buçuk parti söylemini Ertuğrul Günay’dan ödünç almıştım. Geçen hafta kendisi ile çok verimli
bir röportaj yaptık, aslında CHP’nin başına geçmesi gereken isimdir. Buçuk olan parti MHP’dir.
Önümüzdeki seçimde ya yüzde 10 barajını geçer veya geçemez. Devlet Bahçeli ile bu parti
büyüyemez. Bunun diğer bir nedeni de çakma milliyetçi parti Genç Partidir. Sanatçı konserleri
eşiliğinde halka döner dağıtarak yüzde 7 oya kadar yükselebilecek bu parti, ilk seçimde kaybeder
ama tam sandığa gömülmez, MHP oylarını çalar, Erdoğan’ın kuracağı partiye yarar bu. MHP hiç
bir zaman silinmez, yüzde 8 kemik oyu vardır, zorlarsa bunu iki katına çıkartabilir. Uzanlar,
Türkiye tarihinin en büyük mafya grubudur, soyguncusudur, hırsızıdır. Önümüzdeki dönemde
foyaları ortaya çıkacak ve oy verenler aptallıklarına yanacaktır.
Baily, Fazilet Partisi’nin kapatılıp katılmayacağını da sordu. Hemen cevapladım, çünkü toplum
mühendisliğini bilimsel ve sosyolojik olarak yapmayan, siyaset biliminden anlamayan, ideolojik
şartlanmalarının esiri askerlerimiz, FP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılınca Milli Görüş
oylarının yenilikçiler ve gelenekçiler tarafından ikiye bölüneceğine kendilerini inandırmış
saftoriklerdir. İngilizce tabirle buna ‘wishful thinking’ diyorsunuz. Erdoğan, bir umutdur, tüm
sağ seçmen, liberaller, azınlıklar ona oy verecektir, Milli Görüş elbisesini çıkartırsa halkın
yarısının oyunu alırsa şaşırmayın!
Sıra eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e gelmişti. Lawrence, ‘Demirel’in siyasi arenaya
yeniden dönüş şansı var mı’ diye sorunca yine hiç beklemeden yorumumu yaptım: Demirel, artık
siyasi bir mevtadır, yaşayan bir ölüdür. Bunu nereden anladığını soran Baily’e de yanıtım net
oldu: Yiğeni Murat Demirel’in Ege Bank skandalının medya da servis edilmesi derin devletin
Demirel’i infaz ettiğinin göstergesidir. Daha önce bu tür hortumculuk ve yolsuzluklarına göz
yumulurdu. Hasan Korkmazcan ve Hüsamettin Cindoruk gibi iki sadık adamı ile başlattığı yeni
parti kurma girişimini ölü doğdurma adımıdır. Halkımız Demirel tarafından 40 yıldır
uyutulduğunu önümüzdeki dönemde daha net kavrayacaktır.
Baily, nasıl bu kadar emin olabiliyorsun diye üsteledi. Devam ettim:
Elbette Demirel rahat durmayacaktır, ancak ekibindan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Nurullah Aydın’ın MİT’den temizlenmesi, herhalde CIA’nın Aydın’ı gözden çıkarması ile
gerçekleşti. Aydın’a Mesut Yılmaz’ın Rus Gazprom mafyası ve derin devletinden 500 milyon
dolar rüşvet aldığını ispatlayan bilgileri sunan sizlersiniz. Her milletvekiline birer milyon dolar
rüşvet vererek cumhurbaşkanı olacağını sanan Yılmaz, hem askerleri kızdırdı, hemde halkın
iradesini hiçe sayması ile Türk milletini. Aydın bana bunları verdi ama yazmadım, bu ilişki
nedeniyle Yılmaz’ı ve Tansu Çiller’in üzerini siz çizmediniz mi?
Soru sorma sırası bana gelmişti. Baily, net biçimde Mesut Yılmaz’ın Ruslarla
cumhurbaşkanlığına gelmek için işbirliği yaptığını, bundan sonra Türkiye’de siyaset yapmasının
mümkün olmadığını vurguladı. Çiller’in üstünün çizilmesi, adı aldığı ihale komisyonları
nedeniyle ‘Bay 10’a çıkan kocası Özer Çiller ve Erbakan’ın yanlışlarına ortak olması nedeniyle
oldu dedi Baily. Açık istihbarat paylaşımlarını tarafların net bilgi vermesi nedeniyle severim.
Yoksa nereden öğreneceksiniz Yılmaz ve Çiller’in siyasi hayatı nasıl bitirildi, kim bitirdi?
Cumhurbaşkanı Sezer’in nasıl seçildiğini ve o günlerde halktan bir adam imajı çizen Sezer’i de
konuştuk… Sezer’in düştüğü duruma acıdığımı, olumlu imajını askerlerin kıskanarak maalesef
yıkacağını kaydettim. Sezer’in kamuoyu yoklamalarında askerlerin önünde en güvenilir olmasına
Amerikalılar da şaşırmıştı. Memurlara yargısız infazı öngören kanun hükmünde kararnameleri
iki defa ret etmesi bunun nedeniydi. (Kamuoyundan kaçırılan bu kararnamenin bir nüshasını bize
getiren eski MHP milletvekiline şükranlarımı sunuyorum, Zaman gazetesi 28 Şubat sürecindeki
en dik duruşunu bu ahmak MGK yaptırımını, hükümete diktasını yayınlayarak yaptı, tabii
katkılarımızla… Bu ayrı bir hikayedir.) Ancak kısa sürede etrafı derin şebeke tarafından
çevrelenen Sezer’in, Çankaya köşkünde esir alınacağını ve kendi ayağına kurşun sıktırılacağını
çok bilmiş bir eda ile söyleyince Amerikalılar artık koptu…
Kartları açıkca oynadığımız bu görüşmenin adı açık istihbarat paylaşımıdır. Bugüne kadar
Amerikalılar yanlış adamlarla görüşüp yanlı ve taraflı yanlış raporlar gönderdikleri için yanlış
uygulamalar yaptılar. Eminim ki, CIA, BND, MI6, Rus FSB ve MOSSAD’ın ajanları
ülkemizdeki gazetecilerle açık istihbarat paylaşımı yapmaya devam ediyorlar. Gazeteciler içinde
istihbaratçılar içinde bu durum kaçınılmazdır ve cazibesi yüksektir.
Bugün yaşanan MİT krizine ve Recep Tayyip Erdoğan’ı, AK Parti hükümetini yıpratma
girişimlerine bu açıdan bakmalıyız. 2002’de AK Parti’yi devirmek için 1 milyar dolar ayıran,
ülkemizi 10 yıldır 6 darbe girişimi ile boğuşturan ‘Çılgın Neoconlar ve Türk baronu, acaba bu
sefer kaç milyar dolar ayırdı? Hangi gazeteciler, politikacılar, akademisyenler satın alındı? Bu
kadar şer şebekesi ülkemizin istikrarını bozmak için Suriye savaşı çıkartmak isterken, biz ne
yapıyoruz? Nusayri Alevilerinin ülkemizdeki Arap Alevileri üzerinden Hatay, Adana, Maraş ve
Mersin’den başlatacağı fitneyi göremiyor musunuz? Veya Nusayristan kurarak Sünni Suriye’nin
denizle bağlantısı kesmeye çalışan ve tıpkı Libya gibi Suriye’yi ikiye, üçe, beşe bölme planından
haberiniz yok mu?
Türk Alevilerini Almanya’da örgütleyen ve siyasileştiren Alman istihbaratının Alevi oyunu Türk
Alevilerinin sağduyulu yaklaşımı nedeniyle tutmayınca şeytanlar yeni bir fitne peşinde!
Suriye’de patlak verecek bir mezhep çatışması, içimizi karıştırmakla kalmayacak, Ankara ile
Tahran’ın arasını bozacaktır ve Türkiye’nin ekonomisine darbe vurulacaktır.
Cumhuriyetçilerin Neo Çılgınlarının ABD’nin Derin Demokrat devletiyle el ele vermesi ve AK
Parti aleyhinde birleşmesi, Marmara Gemisi olayından sonra gelişti ve ittifak oluştu. Alman
BND’si son gücüyle Gladyosu Kılıç ile kara ittifakın emrinde altın vuruşlar yaparken, İngiliz
istihbaratı neden PKK ile MİT’in Oslo görüşmelerini sızdırdı. Oslo’da cemaatı satmayı AK
Partiye kim teklif etti? Daha açık nasıl yazabilirim acaba? Merak eden, ‘Almanların PKK kartı
Ergenekoncuları kurtarabilecek mi?’ başlıklı makaleme bakabilir. Dağdaki PKK militanlarına
yıllardır aylık maaş gönderen, vakıfları ve bankası aracılığıyla para aktaran BND ile Amerikan
ve İngiliz Kraliçe derin devletleri bölgede güç savaşı veriyor. Görmüyor musunuz?
AK Parti, bu çatlağı ve Alman vakıfları ile ilgili krizi acilen tedavi edeceğine, olayın üzerine
önce sert gitti. Sonra tükürdüğünü yaladı, yumuşamak zorunda kaldı. Almanlarla yara kapanmış
gözüksede kapanmadı, Yahudiler lobileri ve İsrail ile sorun hala derin. Alman BND’sine de onlar
hükmediyor, Amerikan dostları sağolsun! AK Parti, ABD’de kendisine daha önce onay veren
Demokrat Parti yanlısı Yahudi lobilerinin ve Almanların nefretini Marmara Gemisi olayından
sonra kazandı. Son yıllarda başbakanın danışmanlarının, milletvekillerinin, bakanlarının ABD’ye
ikna gezileri de sonuç vermedi. Türkiye’nin milli politika izlemesinden rahatsız olan bu şer
ittifakı, ülkemizi ya bir savaşa sokup ekonomimizi batırmak istiyor. ( Haziran 2010 başında
Toronto’da yapılan G 20 zirvesine gelen İbrahim Kalım ve Ömer Çelik’in yüzlerine bu hakikatı
söyledim. Hocaefendi’nin Marmara Gemisi çıkışının nedenini anlayamayan muhataplarıma
kendi gözlemlerimle beş madde halinde durumu özetledim. İkili bir kaç hafta önce Yahudi
lobisini ikna gezisine çıkmışlardı ve eli boş dönmüşlerdi. Ben üste çıkınca Ömer Çelik demez
mi, sen Kanada’da Yahudi lobisini ikna için ne yapıyorsun, Yahudileri ikna edebiliyor musun?
Epey gülmüştük durumumuza.)
Global ve yerli fitne komitesi ‘The Cemaat’ ile uyumlu çalışmasını bozup ilk seçimde AK
Parti’yi bölmeye çalışıyor. Hükümetin ‘The Cemaat’den başka gerçek dostu kalmamışken,
düşmanın ateşine odun taşımak müslüman basiretine, firasetine aykırı bir durum. Kime, hangi
yabancı istihbarata çalıştığı bilinmeyen ajanlarla dolu MİT yapısını temizlemeden tüm istihbaratı
polisten alıp Gölbaşı’ndaki MİT’e vermek, resmen Ergenekon davalarını örtbast etmenin başka
adıdır.
Gladyo artıklarını temizleme süreci, çok sancılı bir döneme girdi. 28 Şubat’ın yargılanması, eski
Genelkurmay Başkanları İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, eski MİT Başkanı Teoman
Koman, eski Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, MGK Genel sekreterleri Tuncer Kılınç ve Erol
Özkasnak gibi isimlere, medya ve iş adamları ayağına dayanınca kıyametin kopması
kaçınılmazdı. Bu süreçte dik durulması ve tüyü bitmemiş yetimin, halkımın 80 milyar dolarını
çalan derin çetenin ne bahasına olursa olsun yargı karşısına çıkartılması gerekiyor. Savcıların
elinde dava açacak ( açtı, dava yeni başladı, haydi hayırlısı…), iddianame hazırlamaya yetecek
kadar bilgi ve belge mevcut. Eğer hükümet geri adım atarsa bedelini ağır öder. Kendi ayağına
kurşun sıkana acınmaz ama dava milli olunca insan üzülmeden edemiyor.
The Cemaat’ı günah keçisi yapanlar, yabancı istihbaratların oynadığı oyunu neden göremiyor?
Her taşın altından çıkanlar belli…
Sözüm anlayana… Yoksa ‘AK Parti Türkiye’yi ABD’ye sattı’ söylemine yapışan Ergenekoncu
takımının Stratfor’un politikalarını hayata geçirdiğinin elbette farkındayım. ABD’de AK Parti
‘dinci’, ‘İslamist’ diyenler Türkiye’de ‘Amerikancı’ yaygarası yapıyorlar. Bu oyun tutmayınca
‘Antisemitist’, Yahudi düşmanı yaftası ipine sarılanlara malzeme vermek için. Bu iftira ve kara
leke, Türkiye’ye yapıştırılamaz. Türkler hiç bir zaman Yahudi düşmanı olmadı, olmayacaktır.
İsrail devletinin zulüm ve baskı politikalarına destek ve onay vermek zorunda değiliz, ikisi
arasında ayrımı net olarak AK Parti koyabilirse Demokrat Amerikalılarına derdine daha iyi
anlatabilir. Şu anda pek anlamış gözükmüyorlar.
Ajanlarla görüşmek gazetecinin kaçınılmaz işidir, ama ajan olmak asla! Stratfor’un dedikodu
gazeteciliğini yapanlar hiç utanmıyorlar mı? Yoksa satın mı alındılar, pabuç bağlı mı veya kaset
mi var? Bu makaleyi 1 Eylül 2013’de yeni bilgilerle yeniledim. 12 Mart 2012′de n beri geçen bir
buçuk yılda fazla değişen bir şey olmamıştı. Fitne kazanı halen kaynıyor, kaynatılıyordu. Benim
yaptığım dost uyarılarımı dostlarım dikkate almazlarsa ve ülkemizde 10 yılda sağlanan müthiş
devrim boşa çıkarılırsa, tüm dünyada İslam’ın Kur’an’ın bayraktarlığını yapan camia tasfiye
edilmeye devam ederse ahirette iki elim yakalarında olur… Bu vebal, ne kadar kendilerini
muktedir iktidar sansalarda, Allah’ın inayeti ile yürüyenlerin defterini dürme girişimi suçuna
ortaklık zaten er geç AK Parti’nin sonunu getirir.
Yalan rekoru kıran yandaş medya bu yalan rüzgarında onurunu kaybetti. Sahibinin kim olduğu
tam bilinmeyen Sabah, Takvim, Türkiye, Akşam, Habertürk, Yeni Akit gibi gazeteler, ‘Alo
Fatih’ gazeteciliği yaparak iktidara esir düştü. Tarafsızlığını ve bağımsızlığını kaybeden medya,
özgür haber ve yorum yayamaz, bir psikolojik savaşın “onursuz tetikçisi” olur, şerefini çiğner.
Çıkardığı yayın zift çamur üretir, yalan, iftira ve bühtanlarıyla hırsızların sözcüsü, yolsuzlukta
zirve, ensesi kalın oligarşik devletin yalancısı olur. Yalan makinesine bağlamaya bile gerek bu
arkadaşları! Devlete paralel besleme gazetecilikte Sovyet medyasına, Pravda’ya döndüler.
Takvim, daha önce gazeteci Amanpour ile hayali röportaj yapmış ve mahkemelik olmuştu.
Demokrat Amerşkan Derin devleti’nin 100 yıllık düşünce kuruluşu Brookings’e cemaatçi diyen,
hayali örgüt şemaları yayınlayan, suikast timleri var diye fitne çıkartan Takvim, tarihe kara leke
bir leke bıraktı elbette. Takvim yaptığı”yalan haber ve kara propaganda” ile tarihe gazetecilik
nasıl yapılamaza örnek olarak geçti. Düşünsenize, adamlar hapiste hayalen “Çakal Carlos” adıyla
hafızalara kazınan Ilich Ramirez Sanchez’u konuşturdu ve Türkiye’nin gündemini değerlendirdi.
Carlos, “Başbakan Erdoğan, Türk vatanseveri. Gülen cemaatinin arkasındaki odak, bence ABD
Haberalma Teşkilatı CIA” diye konuştu.” Türk milletini resmen “aptal” yerine koydular.
Star gazetesinin yalanları konusunda çakma söylemler geliştirdi. “Karşı saldırıya geçme zamanı”
olduğunu belirten Star yazarı Albayrak; Cemaat için “karşımızdaki kadrolar düpedüz
emperyalistlerin hizmetindeki 5. kol!” dedi ve “Onları sadece kendi adımıza değil bütün İslam
dünyası adına durdurmaya mecburuz” diye yazdı. Elif Çakır’ın düzeysiz saldırılarını Mustafa
Karaalioğlu’nun kasdi saçmalıkları takip ediyor, Fehmi Koru “cemaat parti kuracak” diye
“saçmalama özgürlüğü”nü kullanıyordu. Star’ın başını çektiği cemaate açıktan saldırı dalgasının
“komutan”ı, başbakanın başdanışmanı Yalçın Akdoğan ve müstear adı Yasin Doğan, Yeni Şafak
tarafından manşetten yayımlanan yazısının başlığı bile çok şey söylüyordu: “Her türlü oyunun
farkındayız…” Akdoğan, cemaate karşı eleştirilerinde yavaş yavaş vites yükseltti ve “Küresel
tezgahın zavallı piyonları” dediği “paralel yapılanma” diye yaftaladığı camiayı uluslararası
güçlere “taşeronluk” yapmakla suçladı. “Kumpas tweet”i ile Balyoz ve Ergenekoncuları salmayı
pazarlığı yaptığını ortaya koyan Akdoğan, Bank Asya’nın batırılması için devreye giren
başbakan ulağı olarak tarihe “dönek” ve “onursuz” ve “fitneci” biçimde geçecektir.
Stratejik Çöküş
Irak ve Suriye’de iç savaşı IŞİD’leyen Tayyiban Rejimi zulmü başta islam dünyası olmak üzere
tüm medeni dünya’da Türkiye’yi yalnızlaştırıyor. Şeyh Edebali, ‘milleti yaşat ki devlet yaşasın’
derdi. Bugünkü yolsuzluğu, hırsızlığı, milletini iç düşman saymayı, suç uydurmayı ve Türk
okullarını kapattırmayı görse, acaba ne derdi? Erdoğan, “El Nusra ve IŞİD’i asla desteklemedim”
demiş Ankara büyükelçilerine ama bunun doğru olmadığını sağır sultan bile duydu, yutmazlar
ki! “Türk okulları sizin devleti de ele geçirmek ister, kapatın gitsin” diye tavsiyede bulunmuş.
Bunu bir devlet adamı söylemez. Nerede kaldı devlet vakarı, ciddiyeti, saygınlığı.
IŞİD krizi gerçek müslüman ile çakma proje adamları ayıran turnusol kağıdı oldu.Rahmetli
Necmeddin Erbakan Kaddafi’nin çadırında aşağılandı diye kıyameti kopartanlar bugün Musul ve
Kerkük’te kırmızı çizgi bırakmayana, IŞİD’e nedense ses çıkarmıyorlar. Ergenekon taktiği sureti haktan görünmek ve seçilmiş iktidarı müttefikliğe ikna etmekti. Başardılar. Önümüzdeki iki yıl
karanlık tiyatrolarla geçecektir ve kaos dönemidir. Yılanlar, akrepler, kobralar, elinde kan
bulunanlar hapisten çıkar çıkmaz intikam alacaklarını söylediler. AKP ve Erdoğan’a teşekkür
edene rastlamadım. Demek ki, bunlardan yeni faili meçhuller, suikastler ve devlet terörü
cinayetleri bekleyebilirsiniz! Kısacası, iki yıllık bir kaos dönemi var, Allah sabır ve tevekkül
versin…
Erdoğan’ın Ergenekon ve Balyozcuları yargıyı ve hukuku yamultup Silivri’den çıkartacağını 4
Haziran 2013′de yazmışım. Sürpriz olmadı yani. Aradan geçen 34 yıl sonra başarıya ulaşmış
darbeciler Evren ve Tahsin müebbet aldı. Başarıya ulaşmamış darbeci Balyozcular ise serbest
kaldı.
AKP’nin Oligarşik fitne çetesi, IŞiD’ün yol açtığı Musul, Telafer ve Kerkük fiyaskosunu örtbast
için çok sayıda sahte belge videolar hazırladığı bilgisi edindim. Taktik aynı: Paralele vur, ihaneti
kapat! Ancak bu defa durum çok ciddi, hikmeti hükümet teranelerine kimse inanmıyor.
2011′den beri karanlık odaklarla karanlık planlar yapanlar bunlar hiç ortaya çıkmayacak
sanıyorlardı. Çok şükür ki, her yerde vicdanlı evlatlarımız var, pek çok şeytani projelerini henüz
doğum aşamasında iken yazdım. Ülkemizde İslami hizmetleri hedef alan İsrail ve İran infaz
timleri ile ortak çalışan SADAT’ın 2011’de kurulduğunu ilk defa burada okuyorsunuz. İlk
icraatları olan IŞİD oyuncağı kucaklarında patladı, stratejik bir çöküş yaşanıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdogan, üç sene önce SADAT adıyla özel tim kurdu! Adeta
TAYYİBAN rejiminin JİTEMİ olması planlandı! Başında da iki üst rütbeli asker bulunuyor!
IŞİD’e 2011′den beri kontrgerilla eğitimini veren Çeçen kumandanların irtibat adresi
İstanbul/Laleli bölgesinde bulunuyor! MİT bunları çok iyi bilir. Bu Çeçenler ile Ramzan Kadirov
(Putin’e bağlı) birbirine düşmandır. Bu nedenle AKP deşifre olmamak için Mahmud Efendiye
izin vermediler. Belediyelerin bünyesinde spor tesislerinde idman yapan özel gruplar, bu
Çeçenler ve özel iki askerin eğitimiyle cihad savaşcısı yapılır!
TSK açıklama yapmış, IŞİD’e eğitim veren Türk komutan yok diye inkar etmiş. Bu iki komutan
hangi ordudan, SADAT diye JİTEM mi kurdunuz? 2011′den beri Lübnan’da Beka Vadisi’nde
IŞİD’e askeri eğitim veren CIA, MOSSAD ve Özel Harp subaylarının ismini yazsam, ayıp eder
miyim acaba? 2011′den beri Lübnan’ın Beka Vadisi’nde CIA, MOSSAD ve Özel Harp
elemanlarının IŞİD’e eğitim verdiğini yazıyorum, mektup bile yayınladım. Yeşil’in sağ kolundan
Mayıs 2012′de gelen mektubu deşifre ettim, ülkemize ihanet ettikleri için pişmanlık duyan Özel
harpçilere yazık oluyordu. Fethullah Gülen Hocaefendi ve A takımına suikast planı yapan bu
çete, MOSSAD’ın Simbet ve İran’ın Laşgavar Takavar 23 ekibiyle ortak çalışıyor. Onların
sesine kulak verdim. Açıp geçmişte yazdıklarımı okuyun, Mahmut Yıldırım denen Yeşil
Suriye’de diye 2011′de yazdım. Eylül 2012′den beri İstanbul’da SADAT’da Tayyiban
JİTEM’inde görev yapıyor!
AKP ve Erdoğan’ın ülkemizde Baas rejimi kurduğu yetmedi, IŞİD oyuncağı ile Baascı Sünnilere
yeniden Baas devleti kurduruyorlar. Ayıptır! CIA ile Cemaat mi işbirliği yapıyor yoksa AKP mi
işbirliği yapıyor dünya alem görüyor. CiaMAT değil, CiaAK mış meğer!
Ülkemiz stratejik uçuruma atıldı. Dışişlerimiz peşpeşe inanılmaz hatalar yaptı: Suriye Kürtleri
için Barzani muhatap alındı, zalim Haşimi korundu ve IŞİD desteklendi. Sonuçta Bağdat ve
Türkmenler küstürüldü. Üstelik, Suudi oyununa gelindi, dün Afganistan’da Vehhabiler nasıl ki
bir Taliban çıkartılmışsa bu gün de Ankara’yı kullanarak Irak’ta Vehhabi İŞİD çıkarttı. Kumarı
elbette oynatan kazanır!
Umarım bir IŞİD musibeti bin nasihatten etkili olur da.. Bu ülkenin “derin aklı” nasıl bir
karanlığa yürüdüğümüzü görür. AKP zulmü ülkemiz sınırlarını aştı. Musul’dan sonra düşen
Telafer’de katliamlar yaşandı, sırada kırmızı çizgimiz Kerkük vardı. Türkmenleri kaybediyoruz.
AKP iktidarının paralel yalanıyla kin ve nefreti körükleyip kamplaşma belirginleşirken, Irak’ta
kutuplaşma “mezhep üzerinden” oluşturuldu. ABD, Bağdat büyükelçiliğini boşalttığına göre
durum çok ciddi ve büyük bir askeri müdahale düşünmüyordu. NATO ve ABD dahil yeni bir
Irak işgali gibi bir uluslararası koalisyona kimse yanaşmazdı. Bağdat yönetimi de IŞİD ile baş
edemez. IŞİD görünümünde Baas geri dönüyordu. ABD sayesinde Irak’ta Sünniler kendilerini
sahipsiz, arada sıkışmış, horlanmış, aşağılanmış hissetti. IŞİD’in rahatlıkla ilerleyebilmesi, işte
bu yüzden mümkün oluyordu. Baascıların emrindeki IŞİD oyuncağı Bağdat’ın yarısını kolayca
ele geçirir. Ya sonra? Bölgedeki mezhep çatışması cehennemin kapılarını açar. Gaye zaten bu.
Irak Türkmenleri, Kerkük’ün Kürtlere peşkeş çekilmesinden sonra IŞİD ile yeni bir global oyun
oynandığını düşünüyor. IŞİD’i araç yapan Baascıların Sünni ve Şii ayrışması peşinde olduğunu,
bu iç savaşın şiddetli olacağını söylüyorlar. Konuştuğum tüm Irak Türkmenleri Erdoğan’a 3
yıldır çok kızgın. Haşimi Ankara’ya sığındığında uyarmış ve IŞİD raporu vermişler ama
dinlenmediler. Haşimi’yi İstanbul’da boğaza nazır plazada ağırlayan MİT, yani istihbarat, aynı
plazada elbette Mossad’ın da ofisi olduğunu biliyor, çünkü bazı projelerde ortak çalışıyorlar.
Türkmenler, Ankara’nın kendilerini sattığı fikrinde. Bağırarak gelen gerçek: AKP, “Türkmenlere
yardım gönderiyoruz” diye halkı uyutarak, Türkmenleri tasfiye eden bir örgütün büyümesini
sağladı.
IŞİD’i örgütleyen Şii lider Mukteda el-Sadr’ın “İsrail ve ABD’nin ajanı” dediği ama ABD’nin
güya “ele geçiremediği” İbrahim El Duri çıktı. En öndeki komutan 43 yaşındaki Ebu Dua
Bağdadi’nin 5 yıllık Bocco’daki Amerikan hapishanesinde esir kalması, acaba CIA veya
MOSSAD ajanı mı iddialarını akla getiriyor. IŞİD öcüsüyle bir taraftan petrol kaynakları işgal
edilirken, bu toprakların sahibi Türkmenler de kendi vatanlarından tasfiye ediliyor.
IŞİDci Baas, Tikrit’de 2014 yaz başı 2500 emniyet görevlisini esir aldı, arasındaki bin 700 Şii
kurşuna dizilerek infaz etti, Sünniler ise af edildi! Mesaj açık, tüm Şiileri öldüreceğiz. Erdoğan,
bu katliama sonrası bile IŞİD’e terörist diyemedi. Nedenini biliyoruz, yukarıda yazdım. Bu
canavarı büyüten Ankara, parasını veren Suudiler ve Katar. Bu nedenle Dışişlerimiz, IŞİD’in 49
rehineyi öldürmeyeceğini ve sağ salim iade edeceğini düşünüyordu. Erdoğan, medyaya susun,
konuşmayın, yazmayın diyor. Ortada yaşanan büyük bir fiyasko var iken susan aydının
namusundan kuşku duyarım. Bir kere Şii diye insanların öldürülmesine taviz verirseniz, bu
yanlışın karşılığı Alevileri öldürün demektir. IŞİD demek ki, ülkemizde ilk önce Alevileri infaz
edecektir. Etnik ve mezhep çatışmasını kaşıyanların iki dünyada da yatacak yeri yoktur.
IŞİD kimin oyuncağı?
Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) aslında hangi amaca hizmet ettiğini ilk defa yazmak yine bana
nasip oldu. Bu yazacaklarımı hiç bir yerde okuyacağınızı sanmıyorum. Bende edindiğim
bilgilerle şok yaşıyorum. Meğerse IŞİD, devrik Saddam Hüseyin’in Irak Baas Partisi’nin tasfiye
edilen ordu ve dışlanan Sünni elit grubun yönettiği bir oluşum imiş. Kaynağım, Irak’ı avucunun
içi gibi bilen, Saddam’ın geçmişte doktorluğunu da yapan eski bir üst düzey Iraklı Türkmen
doktor. Yalan söylediğini hiç görmedim.
“Nasıl yani!” demişim şaşkın şaşkın. Derinlemesine izah etti, ikna oldum. Ülkemizde adamakıllı
bir Irak uzmanı yok sanırım, gazeteciler yüzeysel yorum yazıyor, Batı medyası esas alınıyor.
ABD, Irak’ı işgal ettikten sonra tüm dengeleri değiştirdi, geri çekilirken Bağdat yönetimini Şii
kökenli Nuri El Maliki’ye bıraktı. Kuzey Irak’ta Barzanilere Kürdistan teslim edildi. Güney’de
Şiiler İran’ın da desteği ile güçlenirken, Amerikalılar tarafından kendilerine altın tepside sunulan
iktidar hediyesini kabul etti. Peki, hiç merak ettiniz mi, 500 bin kişilik güçlü Irak ordusuna ne
oldu? Buharlaşmadılar ya…
İşte zurnanın zırt dediği yer burası! Maliki, Saddam’a bağlı Baas rejimine sadık üst düzey eski
askerleri temizlemek için inanılması güç bir tasfiye operasyonunu son 10 yılda aşama aşama
uyguladı. Binbaşı rütbesi ve üstündeki subaylar ya emekli olmaya zorlandı, ya rütbeleri söküldü
ve ordudan atıldı veya da çıkartılan askeri kanunla yargısız infaza maruz kaldı, bir anda
kendilerini kapı önünde buldular. Bu kadar mağdur asker armut toplamadılar. Kaybettikleri
iktidarı geri almak için çeşitli yapılanmalar kurdular. Sünni ve Şii savaşını körükleyen intihar
saldırılarında suçu hep Amerikalıların Blackwater şirketinde görüyordum. Meğerse eski Baas
kalıntıları terör silahını kasten ve bilerek kullanıyorlarmış…
Kaynağım net konuştu: “IŞİD şaklabanları Baascıların gerçek niyetlerini gizlemek için
başvurdukları bir maskeleme oyunudur. Gerekçesi çok basit, İngilizce “ISIS”, Arapça “Da’iş”
denilen, bizim ise Türkçe’ye IŞİD diye tercüme ettiğimiz Irak Şam İslam Devleti dediğimiz terör
örgütü tamamen çakma! Irak’ta kendilerini bu isimlerle çağıranlara kamçı cezası veriyorlar! 10
bin kişilik hapishane kaçkını Vehhabi grubu kullanarak Irak’ta kendi Baas devletlerini
oluşturuyorlar. Kerkük kilit şehir, her an düşürebilirler!
Pardoksal olarak Suudi rejimi bu derin organizenin arkasında gizlice duruyor. Çünkü Şii Maliki
yönetiminin İran’a satıldığını düşünüyor, kendi sınırında Şii tehdit istemiyor. Bu nedenle Suudi
Arabistan, Katar ve Arap emirlikleri, kendi imajlarını bozmamak için bu piş iş için Ankara’ya
sıcak para milyar dolarlar gönderdi. RABITA örgütü bu amaçla kullanıldı. Erdoğan ailesinin
vakıflarına inanılmaz paralar yurt içinde ve yurt dışında aktarıldı. MİT’in Suriye’ye gönderdiği
2000 tır silahın parası bu gizli kasalardan ödendi. Terör uzmanı KOM Polis ekiplerinin tasfiye
edilmesinin ana sebebi kirli ilişkinin artık çuvala sığmamasındandır. Mesela Van operasyonu
örtbast edilmese ve ülkemizdeki vatansever 40 bin polis paralel bahanesiyle mağdur edilmesiydi,
MİT’in IŞİD’e sarin gazı bile sattığı belgelenecekti. 900 km’lik sınırımızdan Suriye ve Irak’a
MİT desteğiyle geçirilen IŞİD ve El Nusra militanlarının belgelerine ulaşılmıştı. RABITA’nın
TÜRGEV’e yaptığı 100 milyon dolar devede kulaktı. 5 milyar dolarlık kara para trafiğinden
bahsediyoruz. Ülkemizde tedavi edilen çok sayıda IŞİD elemanı bulunuyordu. Olay çoktan Esad
rejimini devirme politikasını aşmıştı. Ya Suriye Kürdistan’ını MİT desteklemek zorunda mıydı?
Suudi Arabistan’ın karanlık eli o kadar net belli ki, bakan basiretli göz lazım. 2 yıl önce ülke
hapishanelerinde idam mahkumu olan 1500 katili, bu katil IŞİD grubunun emrine verdi. İlk
yaptıkları iş, önce Abu Garip, sonra Musul hapishanesindeki mahkumları kaçırmak oldu. Maliki
hükümeti aciz kaldı, çünkü tüm bu organize işleri koordine eden eski Iraklı Baascı generaller,
şimdi sivil olan çok sayıda işsiz askeri mükemmel idare ediyorlar. Yurt dışından, özellikle
Pakistan, Afganistan, Çeçenistan ve Türkiye’den gelen üç bin civarındaki militanla eli silahlı
grup büyütüldü. Bugün önde gözüken IŞİD militanlarını feda edilecek salaklar olarak görüyorlar.
Aslında bambaşka bir Sünni devlet kurmak niyetindeler.
Eski Baascıların asıl amaçları Musul ve Samara üzerinden Bağdat’ın yarısını kendi
hakimiyetlerine alarak Sünni bölgeyi kotarmak. Tikrit bölgesi gibi Sünni ağırlıklı kentleride
planlı biçimde kendilerine katıyorlar. Düşünsenize 50 kişilik gruplara ayrılmış silahlı IŞiD
timleri şehirleri feth ediyor ama kimse gıkını çıkartamıyor! Arkalarındaki güç Saddam
döneminde devletin kaymağını yiyen Baascılar ve kurmak istedikleri yapı kesinlikle bir İslam
devleti değil. Eski Baas rejimi özleyen eski elit kesim IŞİD’i geçici araç olarak kullanıyor.
Ankara bu büyük oyunda tuzağa düşürüldü. Dışişleri politikamız iflas etti.
Dananın kuyruğu Bağdat yönetimini bir süre paylaşan zalim ve katliamcı Haşimi’nin Türkiye’ye
sığınması ile koptu. Ankara’yı hep şartsız desteklemiş Irak Türkmenlerinden ilk defa Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’a itiraz sesleri yükseldi ama onları dinleyen olmadı. Irak Türkmenlerine
hiç silah göndermeyen, Kerkük’ün Kürtler tarafından ele geçirilmesine göz yuman Ankara,
kırmızı çizgilerini hoyratca çiğnetiyordu. ‘Büyük Kürdistan’ güya kırmızı çizgiydi. Musul
kırmızı çizgisinin üstüne de basıldığının anlaşılması için demek ki IŞİD’in 49 Musul Türk
Konsolos elemanını rehin alması gerekiyormuş. ‘Besle kargayı, oysun gözünü’ atasözünü
doğrulayan IŞİD işgaline kadar Ankara’nın yaptığı yanlışlar ülkemizin dış politikasını ve MİT
faaliyetlerini itibarsızlaştırdı ve arapsaçına döndürdü. MİT, parti organı haline gelince devlet ve
millet çıkarlarımız korunamaz hale geldi. IŞİD, Türkiye’ye petrol satıp para kazanıyordu.
“Peki, Amerikalılar bu oyunun neresinde?” diye sordum Iraklı kaynağıma. Nusayri Alevisi, laik
Esed rejimini asla devirmeyi düşünmediler dedi önce ve şunları kaydetti: “İsteselerdi iki günde
Esed’i devirirlerdi. 10 bin IŞİD militanını yok etmek çocuk oyuncağı onlar için. Ancak Maliki
hükümetinin aciz kalması ve tekrar Amerikan askeri talebinde bulunmasını istiyorlardı. Nitekim
Maliki IŞİD korkusuyla bekledikleri tepkiyi verdi. Irak’ı üçe bölerek yönetme politikaları ise
tıkır tıkır işliyor.” ‘Düşündükce çıldırıyorum’ dedi ve şöyle devam etti: “Irak ordusu 2003’de
dünyanın en güçlü üçüncü ordusuydu. Şimdi Irak’ı Iraklılardan kurtarmak için İncirlik üssünden
gönderilen 4000 Amerikan komandosunun insafına bakıyoruz. IŞiD’in elemanlarının yüzde 90’ı
Iraklı. İran ile 8 yıl savaşıp bir milyon kayıp veren cesur ordu nerede? Sokaklarda yatıyor eski
askerler. Elbette bunlar IŞİD oyuncağını kuranlara hizmet edecekler, eski itibarlarını geri
istiyorlar. Amerikalılar, kedinin fare ile oynadığı gibi müslümanlarla oynuyorlar. Ahirzamanla
ilgili hadislerde haber verilen savaşta kıtal olaylarından bahsediliyor ve kimin kimi niye
öldürdüğünü bilmeyeceği bir fitne dönemi anlatılıyordu. Allah, müslümanlara feraset ve basiret
versin. Kimbilir, IŞİD oyunu Türkiye’yi belki uyandırabilir. Erdoğan boğazına kadar pisliğe
batmış durumda, ama kabul etmiyor. Türkiye’de Sünni çizgide hizmet edenlere açılan savaş ve
Kürdistan büyük oyunun parçası”
AKP iktidarı, Suriye iç savaşındaki rolü nedeniyle tüm İslam dünyasında ayıplanıyor. IŞİD ve El
Nusra yanlışından dönüldü, ancak hak ile yeksan olan ülke itibarımızı tekrar geri teslim almamız
kolay değil. Suudi ve Katarlı uyanıklar, kendilerini bulaşmamış gösterirken, bu pis oyunda
akıttıkları milyar dolarlarla Ankara’nın dış politikasını satın aldılar. Şimdi IŞİD’e milyon
dolarlar vererek rehineleri satın alacak kadar komik duruma düştük, ne bitip tükenmek bilmeyen
sabrımız varmış! Sabrımızı denemeyen kalmadı…
Musul bahane petrol şahane!
Irak ve Suriye’de Sünni ve Şii sivil savaşı, El Kaida’nın yan kuruluşu olduğu varsayılan IŞİD’in
Musul ve Tikrit’i ele geçirmesiyle hızlandı. ABD’nin İncirlik Askeri Üssü’nden 4000 Amerikan
askeri Bağdat’a acilen sevk edildi. Irak Başbakanı Maliki, Washington’dan askeri müdahale
talabinde bulunurken, sivil halka silah dağıtmaya başladı. Obama Hükümeti, 35 bin Amerikan
askerinin Irak’tan çekilmesini durdurdu. Şii liderlerden Mukteda El Sadr, 3 bin askeri ile ‘Sünni
Cihadcı’lara karşı savunma yapacaklarını açıkladı. Irak ve Suriye arasındaki sınırı buldozerle
yıkan IŞİD’in iki ülke toprakları üzerinde İslami bir devlet kurmak istediği propagandası tüm
dünyada büyük yankı buldu. Musul Türk Konsolosluğu’nda 49 Türk vatandaşının rehin alınması
nedeniyle Ankara teyakkuza geçti. IŞİD’in Musul’da bir banka’dan 429 milyon dolar ve yüklü
miktarda altın çalması ve Musul’dan Kerkük ve Bağdat’ın doğusuna kaçan 500 bin Iraklı
mülteci, dünya gündeminde ilk sıraya oturdu. Kürdistan gelişmeleri sessiz izliyor. Suriye
Kürtleri, yani PKK, geçmişte IŞİD’e ve El Nusra’ya destek verdikleri için Ankara’yı suçluyor.
Neler oluyor? Durumun özetini yabancı medyaya yansıyan şekliyle aktardım. Peki yazılmayanlar
gerçekler nelerdir? IŞİD’in müslüman kanı dökerek, yüzbinlerce insanı zulmederek, zalimce Şii
ve Hıristiyan öldürerek İslami bir devlet kuracağı iddiasına inanmalı mı ve korkmalı mıyız? New
York Times’de çıkan haber yorumda, yakın geçmişte IŞİD militanlarını Hatay üzerinden
Suriye’ye geçiren, silah satan Ankara’nın bu yanlış politikasını değiştirdiğini yazdı. İşin tuhaf
tarafı, IŞİD’e gizli mali ve lojistik destek veren Suudi Arabistan, Ürdün, Türkiye ve Katar’ın bu
süreci en fazla kaygıyla izleyen ülkeler olduğundan bahsediliyor. Sünni ve Şii iç savaşının ateşi
en fazla hangi ülkenin işine gelir ıskalanıyor.
En çarpıcı ve doğru yorumu yapanlar savaş karşıtı özgür siteler. Saddam Hüseyin’in nükleer ve
kimyevi silahları var yalanıyla işgal edilen Irak’ta birileri bu defa Musul petrolünün peşinde!
İdam edilen Hüseyin, 2002 yılında Irak petrolünün satışını Amerikan doları yerine Avro ile
yapılacağını açıklamasından kısa süre sonra devrildi. O dönemde El Kaida’ya yüklenen 11 Eylül
2001 İkiz Kuleler saldırısı ile Hüseyin arasında olmayan ilişki Amerikan medyasında
kurulmuştu. 2003’te Irak operasyonu başladığında yapılan kamuoyu anketlerinde Amerikan
halkının yüzde 90’ının 11 Eylül saldırısını Hüseyin’in Osama Bin Ladin’yle birlikte yaptığına
inandığı ortaya çıkmıştı. Oysa birbirine düşmanlardı. Medya, savaş isteyen petrol mafyasının ve
güya devletin ulusal güvenlik gerekçesiyle kara propaganda aleti haline gelmişti. Irak savaşında
müslüman öldürerek demokrasi götürdüklerine inanan yüzde 75 aptal Amerikalı vardı!
Bugüne gelecek olursak, işlevi bitince tedavülden kaldırılan Osama Bin Ladin ve El Kaida yerine
paranoya ihtiyacını karşılayan IŞİD ve henüz pek meşhur olmamış liderinin kim olduğuna bir
bakalım. Amerikalı uzmanlara göre, 2010’dan beri Ebu Dua lakaplı Abu Bakr al-Baghdadi,
halihazırda Pakistan’dan El Kaida’yı yöneten Ayman al-Zawahiri’den daha tehlikeli bir isim!
Ebu Dua, eski El Kaida liderleri Irak’ta öldürülünce ortaya çıkmış, Sünni isyancılar arasında
liderliği son 3 yılda pekiştirmiş. Eski adı Irak İslam Devleti olan IŞİD’ın başına geçtiğinden beri
Irak’tan pek çok kentinde eylemler yaptı, Suriye’de daha faal olduğu göze çarpıyor. Suriye’ye en
iyi elemanlarını ve para göndererek El Kaida bağlantılı denilen Jabhat al-Nusra örgütünü
kurdurdu, ancak geçen yıl iki grup birbirinden ayrıldı. Ancak Kuzey Suriye ve Irak’ta
hakimiyetini sürdüren Ebu Dua, kendisini yeni Irak ve Şam İslam devletinin Emiri olarak
görüyor.
Amerikalı ve Iraklı istihbarat kaynaklarına göre, Ebu Dua’nın fotoğrafı ve geçmişi oldukca net.
Şöyle tanıtıyorlar: Bağdat’ın 70 kim kuzeyinde Sünni çoğunluklu kent Samara’da 1971’de
doğdu. Gerçek adı, Awwad Ibrahim Ali al-Badri al-Samarrai. Bağdat İslam Üniversitesi’nde
İslami Araştırmalar diploması aldı, bunun yanında şiir, tarih ve Jinokoloji eğitimi gördü. Siyah
saçlı, kahverengi göz rengi var. En son fotoğrafı Güney Irak’ta bulunan Amerikan Bocco Kampı
hapishanesi’nde kaldığı 2005 ve 2009 arasında çekildi. Buradaki fotosunda 30’larında gösteriyor.
Saddam döneminde Bağdat’ın Kuzeydoğusunda bulunan Diyala eyaletinde vaizlik yaptı. 2003
Amerikan işgalinden sonra tepki olarak kendi silahlı grubunu kurdu. Eski Irak İslam Devleti
liderleri tek tek öldürülünce son iki yıldır IŞİD yapılanmasının onun liderliğinde çok daha iyi bir
organize ile kurulduğunu iddia ediliyor. Sürekli maske kullandığı için eski hapishane arkadaşları
bile yüzünü görmemiş, inanılmaz ve çok esrarengiz bir gizlilikle yaşıyor, nerede bulunduğunu
kimse bilmiyor ve ustalıkla kendisini gizliyor. Osama Bin Ladin hikayesi gibi yani.
Dünya kamuoyuna pazarlanan yeni Osama Bin Ladin öcüsünün profilinde dikkatimi çeken beş
yıllık Amerikan hapishanesi geçmişi oldu. Geçtiğimiz yıl Abu Garip hapishanesindeki
mahkumları bir operasyonla kurtarmaları gözümden kaçmamıştı. Amerikan askeri son iki yıldır
Irak’tan çekilirken geride Blackwater adlı özel güvenlik şirketini 120 bin elemanı ile bıraktı ve
Irak’ta güvenlik hizmetleri masraflarını Irak hükümetine yükledi. Irak’ta hergün patlayan
bombalar, intihar saldırıları son 11 yıldır hiç durmadı. Irak’tan Kanada’ya kaçan mültecilerin
iddiasına göre, bu intihar saldırılarını organize eden, Sünni ve Şii arasında iç savaş çıkartan, bu
işten büyük para kazanan Blackwater şirketi. Hipnoz, uyuşturucu ve ilaçla intihar bombacıları
ayarlanıyor. Bir Sünniler bir Şiiler tahrik ediliyor ve başlayan kan davası dinmiyor. Hergün en az
50 kişi ölüyor, müslüman bir millet yok ediliyor. Müslüman müslümana kırdırılıyor. Şii ve
Alevileri gördüğü yerde infaz eden, Suriye’de savaş ganimeti diye 25 bin müslüman kadına
tecavüz eden IŞİD elemanlarının mücahitlik anlayışı nefret dolu ve müslümanların çoğunluğunu
tüm dünyada iğrendiriyor, irrite ediyor. Müslümanları IŞİD gözlüğüyle tanıyan yabancıların
müslüman olması ve İslam’a sempati ile bakması, yaklaşması mümkün değil. Yeni El Kaida
fobisi oluşturuldu.
Kanada’nın Wilfrid Üniversitesi’nde Din ve Kültür Araştırmaları bölümünde dinlediğim
İslam’da Etnik ve Mezhebi Terör konulu sunumda öğretim üyesi Kanadalı arkadaşım, Irak ve
Suriye’deki durumu özetlerken şu can alıcı sonuçla noktaladı: İslam dünyasında yüzde 99
müslümanlar IŞİD, El Kaida ve El Nusra gibi hunharca cinayetler işleyen örgütlere çok şiddetli
karşılar ve desteklemiyorlar. Ancak medya dünya kamuoyuna tüm müslümanlar böyle zalimdir
imajı pompalıyor ve zihinleri yeni işgallere hazırlıyor. Şahsen kaanatım aynı. Musul petrollerini,
vergsiz algısız, imtiyaz anlaşmaları ile ABD’ye adeta bedavaya taşımak isteyen Amerikan petrol
mafyası yine büyük bir oyun oynuyor. Bu komplonun başarıya ulaşması için ABD’deki
başkanlık seçimlerini önümüzdeki dönemde Cumhuriyetçilerin kazanması için tüm derin devleti
ve medyayı harekete geçireceklerdir.
Bu plana karşı çıkan bölge hükümetlerini ya ikna ile boyun eğdirecekler veya elbette
provokasyonları sürdüreceklerdir. Yoksa IŞİD denen ne idiğü belirsiz bir yapının Irak ve
Suriye’de kurtarılmış bölgede İslam devleti kuracağına ancak aptallar inanır. Musul ve Kerkük
petrollerine iştahı kabaranlar her zaman maşa kullanırlar. Irak petrollerinin çoğunluğunun
imtiyaz hakkını 30 yıllığına vergisiz elde eden petrol şirketleri, Irak’ı Iraklılardan güya
kurtarmanın bedelini pahalıya ödetmişlerdir. Yeni senaryoda değişen tek şey kullanılan
aktörlerin isimleridir. Kısacası Musul bahane, petrol şahane diyen petrol çetesi, bir damla ucuz
petrol uğruna milyonların ölmesine, evsiz yurtsuz kalmasına aldırmayacaktır.
IŞİD ile Bumerang oyunu!
ABD ve İsrail’in IŞİD ile uzun soluklu bir plan yaptığı ve bölge haritasını sömürü çıkarlarına
göre yeniden şekillendireceği anlaşılıyor. Irak ve Suriye’deki kaosun devamından yana olan
İsrail ve ABD, IŞİD’in Ortadoğu’ya yansımasını kendi çıkarlarına görüyor, bunun bir kaostan
düzen çıkartma taktiği olduğunu saftorik müslümanlar anlamıyorlar. Aslında bölgede hesabı olan
herkesin IŞİD maskesi üzerinden bir hesaplaşması var. Adeta herkesin ayrı bir IŞİD’i var ama
sanırım Türkiye’nin IŞİD’i çöktü. Irak’taki Baas elitinin IŞİD’i kazanıyor gözüküyor, ancak
Vehhabi Suudiler bence yanlış hesap yapıyor, IŞİD ile bu Suudi ülkesi üçe bölünecektir.
Arif olan anlıyor, IŞİD parçalıyor; Türkiye Kürdistanı ile Irak ve Suriye Kürt bölgelerinin
birleşerek Büyük Kürdistanı oluşturmak gayeleri! Barış süreci sayesinde PKK, Suriye ve
Irak’taki çatışmalara odaklanıyor, Türkiye’de ise silah kullanmadan her istediğini
alacaktır. Erdoğan, PKK Türkiye Kürdistan’ı kursun diye ne isterse hemen hemen tamamını
sağladı. Egemen Kürdistan fikri sadece Irak’ın sorunu değil, ülkemizde bu fikir inşa ediliyor ve
toplum Erdoğan ile alıştırılıyor. Deh dese arkasından giden çüş dese duran yüzde 45 var nasıl
olsa!
Irak’ın eski kralları Baascı ordu ve elit zenginler, eski güçlerini Sünninistan’da kurmak için IŞİD
maşası kullanıyor, cani askerlerini cezaevlerinden topladılar. Bir kaç ekibi hapse sokuyor,
mahkumları firara yönlendirerek IŞİD’e katılmasını sağlıyorlar. Nedense önce Kuzey Irak’a
kaçmasını istiyorlar. Kürdistan’ın lideri Mesud Barzani, IŞİDcilerle ilgili tıpkı Erdoğan gibi uzun
süre tek bir kötü kelam bile etmedi. Acaba Kürtlerle ABD ve İsrail anlaşma mı yaptı, Şiiler
öldürülecek ama Kürtlere dokunulmayacak mıydı? Kürdistan’dan Azad Berwari (IŞİD’in Kobani
kuşatması sırasında Şam’da Esad ile görüşmüştü) ve Barzani’nin yardımcısı olan İstihbarat
Sorumlusu Cuma adlı şahıs, IŞİD sorunundan sorumlu koordinator. IŞiD korkusundan ‘Büyük
Kürdistan’ çıkartmaya çalışıyorlar ama bumerang sizleri de vuracaktır.
Alman “Welt am Sonntag” gazetesine verdiği mülakatta, “Bağdat’taki hükümetin kötü
politikasını” IŞİD’in güçlenme sebebi olarak gösteren Barzani, Sünnilerin daha iyi caddeler,
hastaneler, okullar gibi Bağdat’tan çok basit talepleri bulunduğunu ancak Şiilerin daha fazla
olduğu Maliki hükümetinin bununla ilgilenmediğini, IŞİD’in de kendisini Sünnilerin vekili
olarak göstererek etki kazandığını söyledi. IŞİD’i Kürdistan’a girmesine izin vermeyeceklerini,
Şii bölgelerini veya Kerbela ve Necef’te Şiilerin mukaddesatını fethetmeye ve yıkmaya
çalışmaları durumunda da Şiiler buna karşı çıkacağını ve İran’ın da o zaman bu konuya dahil
olacağını ifade eden Barzani, IŞİD’in Sünni bölgelere yoğunlaşacağı tahmininde bulundu.
Kürdistan’ın bağımsızlığının ne zaman ilan edileceği yönündeki soruya karşılık Barzani şu
cevabı vermiş:
“Kısa bir zaman önce bağımsızlık konuşulduğunda cezaevine konuluyordu. Ancak bağımsızlık
günah değil. Bunu duymak istemeyen birçok kişi buna alışması gerekiyordu. Bağımsızlık
ulusların doğal hakkı. Kim bunu reddederse insanlara haksızlık eder. Bağımsızlık ilan etmeden
önce bunu halkımıza soracağız”. Birçok Batılı ve Türk şirketinin Kürt bölgesine yatırım
yaptıklarını ifade eden Barzani, siyasi istikrarı ve cazip iş imkanlarını garanti ettiklerini
vurguluyor.
Kuzey Irak’ta Kürtler, bağımsızlığın detaylarını tartışıyor… Irak’ın parçalanması her geçen gün
hızlanıyor… Türkiye Kürdistan’ını katacaklardır, zira ülkemizde kin ve nefret sorunu
çözülmediği gibi, Erdoğan bu barışı sağlayabilecek tek güç cemaat üzerine kin ve nefretle
sürüldü. Kuzey Irak’ta zaten 11 yıldır de facto Kürdistan var, domino teorisine göre, mutlu olan
mutsuzu kendine çeker, Türk Kürtleri güneye yıkılır. İsrail, bu bölgeye milyar dolarlar akıttı,
Türk iş adamları da akın etti, çünkü domino taşı Kerkük başkentli Kürdistan’a ayarlandı.
Asırların Türkmen kentinde demoğrafinin değiştirilmesi, arşivin yakılması, IŞİD korkusuyla
Türkmenlerin Kürtlere muhtaç bırakılmasını manidar buluyorum. Ankara, IŞİD ve El Nusra’ya
silah yolladı, Türkmenlere silah göndermedi ama İran Şii ve Alevi Türkmenlere silah gönderiyor.
Irak Türkmenleri son 3 yıldır nerede beni bulsa Erdoğan’a sövüyor. Onların hayal kırıklığını
ifade etmekten acizim.
İran yıllardır Irak, Lübnan, Yemen, Türkiye ve Suriye’nin yanısıra Suudi Arabistan’daki Şii
nüfusa uygulanan ayrımcılık ve eşitsizlik sorunlarına müdahil olmak istiyor. Çünkü Suudi
Arabistan’daki Şiiler çok kötü şartlarda ve 3. sınıf vatandaş gibi yaşatılıyor, bu durumu iyi analiz
eden CIA ve MOSSAD, IŞİD’i kullanacaklardır. Şii hilalı Sünni dünyanın kalbine hançer gibi
saplanırken, bunun net bir kırılma meydana getireceğini öngörmek zor değildir. Cami yakan,
türbe yıkan, hiç bir kutsala, kültüre saygı göstermeyen IŞİD Müslüman tipi, İslam düşmanlarının
pazarlamak istediği bir modeldir. Maalesef tüm Müslümanların böyle olduğuna inanan çoktur.
ABD ve İsrail’in IŞİD oyuncağı ile asıl planı, uzun yıllar devam edecek bir Sünni ve Şii savaşı
çıkartmak, öncelikli olarak Irak ve Suriye’yi net biçimde üçer parçaya bölmektir. Irak’ta ‘de
facto’ olarak üçe bölünme artık tüm dünyanın kabullendiği ve itiraz edemeyeceği bir noktaya
taşındı. Nusayri Alevisi Esad rejimine deniz kenarında Nusayristan kurdurulduğunu 3 yıldır
yazıyorum. ABD ve İsrail, hiç bir zaman Esed’i devirmeyi düşünmedi. Ankara, kandırıldı. IŞİD
ve El Nusra’ya destek vermesi için Cumhuriyetçi eski ABD başkanlık seçimi adayı John McCain
Hatay’da kamp kurdu. Militanların Suriye’ye geçirilmesi ve yaralananların tedavi edilmesi için
MİT ile ilişkileri koordine etti. Türkiye’den ilanla IŞİD’e maaşlı asker topladılar. Ülkemizden bu
zihnniyete ‘cihat ediyoruz’ diye onay verecek 350 bin civarında ‘saf salak’ Müslüman çıkabilir.
IŞİD’in bugün kimsenin henüz konuşmadığı bumerang etkisi, kutsal topraklarda görülecektir. Bir
IŞİD teröristi, “Kabe’yi de yıkacağız ki putlara kulluk etmeyin” diye twitter mesajı attı. Gayeleri,
Suudi ülkesindeki ve Bahreyn’deki Şiileri tahrik etmek ve ayaklanmalarını sağlayarak isyanı sert
bastıracak Suudi Arabistan’ı bölmektir. IŞİD bu nedenle kasten yargısız infazlar yapıyor,bolca
Şii öldürüyor. IŞİD’in Irak’ta 1700 Şii’yi sorgusuz sualsiz infaz ettiği olayda baştaki IŞİD
komutanları Afgan dili Peştun konuşuyordu, Iraklıları anlamıyordu, tetiği çekenler ise Taliban
askerleriydi. Pakistan’ın Taliban’a taktığı at gözlüğünü bugün IŞİD’e takanlar epey fazlalaştı!
IŞİD, hapishane kaçkınlarından oluşan bir katil şebekesi. IŞİD’te gençler uyuşturucuya
alıştırılarak katil yapılıyor. Yeni bir devlet kurulunca makam mansıp mal sevdası ve hayalleri ile
avutuyorlar. Peki, bu nasıl oldu? IŞİD, son 3 yıldır planlı biçimde Irak ve Suriye hapishanelerini
basarak ne kadar mahkum varsa azat etti ve militanları yaptı. Nedense hiç bir otorite engel
olamadı. Avrupa’dan 1700 radikal militan getirildi. Çeçenistan ve Afganistan’dan bir bu kadar
ithal katil sağlandı. Suudi Arabistan, IŞİD’e katılması için hapishanelerindeki 1500 idam
mahkumunu militan olarak gönderdi, Şii öldürün talimatı verdi bilhassa! Nasıl olduysa, dünyanın
dev kulakları ve istihbarat örgütlerinin bunlar olurken ruhu bile duymadı. 500 binlik Irak, 350
binlik Suriye orduları sanki buharlaştı! Bir anlaşma mı, yoksa acizlik mi var?
IŞİD’in gizemli lideri ‘Ebu Dua’ lakaplı sahtekar 5 yıl Bocco’da Amerikan hapishanesinde
eğitimden geçirildi ve ilk işi Abu Garip hapishaneesindeki mahkumları kaçırmak oldu. Musul
hapishanesini de boşaltan hayalet teröriste kimse ‘hoşt’ bile demedi, kaçakları aramaya çıkan
olmadı. IŞİD ile Esad güçleri savaşıyor gözükmesi de yalan bir kandırmacadan ibaretti. IŞİD,
Suriye’de 25 bin Müslüman kadına ‘savaş ganimeti’ diye Muta nikahı ile tecavüz etti.
‘Vehhabilerde Muta var mı?’ diye kendi kendime hayret ediyordum, Iraklı bir dostum dün
anlattı, ‘Vehhabiler yıllardır evlerindeki Filipinli dadılara Muta ile tecavüz eder, güzel Batılı
kadınlarla yatar, cariye der’ dedi.
ABD ve İsrail istihbarat uzmanları ne kadar çakma veya radikal güya Müslüman aptal örgüt
varsa IŞİD içine aldı ve yeni bir Taliban ve Ladin fobisi ile İslamfobiyı tüm dünyaya
pompalıyorlar. IŞİD’e destek veren MOSSAD ve ABD destekli örgütler şunlar: Cayş El
Mücahiddin, Ensar El İslam, Ceyş Ensar El Sune, Cayş El Tayfa El Mansura (Bu örgüt ağırlıklı
olarak Cezayir ve Mağribîlerden oluşuyor), Kefayıp Sewra El İşrin (Şu anda Hewlêr’de büroları
var), Ceyş El İslami ve Şoraya Ensar El Tewhit.
IŞİD’e Baas Partisi’nin 15 zengin eliti büyük paralar yatırdı, birçok seksiyon sünni örgütü
gönüllü katıldı, Nakşibendi Hareketi adına İzzetin El Duri, Saddam’ın ikinci adamıydı, şimdi
açıkca IŞİD’ı destekliyor. 3 yıldır gizliyordu, yeni açıkladı ki IŞİD’e kurdurulan devletciği tüm
dünya tanısın, diplomatik ilişkiler kurabilsin.
Irak’tan başlanarak yeni bir Irak haritası ortaya çıkacak ki, 22 ülkenin sınırları değiştirilecek,
Ankara, IŞİD ile anlaştığını sanıyordu. IŞİD’in en büyük finansmanını Vehhabiler, Suudi Kralı,
Katar şeyhi ve zengin Arap emirleri sağlıyor. Türkiye’yi kullanarak silah gönderdiler. IŞİD’e
karşı İran Maliki’ye “senin ABD’den silah ve cephane istemene gerek yok. İhtiyaç duyduğunuz
silahları temin edeceğiz” teminatı verdi. Ürdün İstihbarat Sorumlusu ve Kral Abdullah’ın
Temsilcisi Salih Kelob, IŞİD’e militan organize edenlerden. Ülkesinde 2 milyon Suriyeli mülteci
var, aç sefil, intikam peşinde olanlardan paralı militan bulması hiç zor olmayacaktır.
3. Dünya savaşı çıkaracak kadar büyük bir fitne kazanı kaynatanların tek endişesi İsrail’in
güvenliği. İsrail’in etrafında küçük, güçsüz, bölük börçük, birbiri ile didişen, geçinemeyen
müslüman devletcikler oluşturuluyor. Çok uluslu şirketlerin kolaylıkla sömürebileceği bu
ülkeciklerin ortak özelliği aralarında bir niza, sorun, ihtilaf olduğunda, başları sıkıştığında ABD
veya İsrail’den yardım istemeleri! IŞİD bumerangı ile ne yapılmak istendiği ortada değil mi?
Hegemonik güç, Osmanlı gibi adaletle, kan dökmeden yönetemediği için fitne fücurla idare
edeceğini sanıyor.
Türkiye’de yapılan cemaat operasyonunu bu pencereden okursanız, dış güçlerin Erdoğan’a
neden IŞİD’e destek verdirdiğini belki anlayabilirsiniz? IŞİD ve El Nusra’ya engel olmak isteyen
güya “paralel” polisler vardı ve suçları vatansever olmaktı aslında. Van’da IŞİD’e sarın gazı
satan şebeke MİT ile beraber neden çalışsın değil mi? THY neden El Nusra teröristlerini Hatay’a
bedava taşısın? Erdoğan’ın emri olmadan böyle bir desteği herhalde Temel Kotil veremezdi!
IŞİD destekçileri vatana ihanet ediyordur, vatanını ve milletini seven cemaat sempatizanları veya
her kimlerse devletimizi yanlıştan koruyorlardır. IŞİD’e MİT gözetiminde silah götüren tırları
durduran Polis ve Jandarmanın ne kadar doğru hareket ettiği anlaşıldı, IŞİDseverler de belli oldu.
Gerçekleri herkes anlayacaktır…
KCK Yönetici, PKK lordlarından Cemil Bayık’ın ‘Barzani’nin Sünni Araplarla, IŞİD ve diğer
terörist gruplarla Ürdün’de toplanıp Musul için plan yaptığı’ iddiasına Barzani, “PKK ve Cemil
Bayık, Kürdistan düşmanlarını ikna etmek için iftiralar atıyor. Acaba siz hangi ülke istihbaratının
emriyle Barzani ve KDP’ye düşmanlık yapıyorsunuz?” diye yanıt verdi.
Barzani’nin lideri olduğu Partiya Demokrat a Kurdistanê(KDP) resmi sitesinden yapılan
açıklamada, PKK’dan Barzani karşıtlığından ve Kürtler’in özgürlük çalışmalarının önünde engel
çıkarmaması istendi. Açıklamada, “Bırakmayın kimse ve hiçbir kurum Kürtlere karşı hain bir
siyaset yürütsün. İstihbarat örgütlerinin, Kürtleri hedef alan planlarına fırsat vermeyin. Tekçi bir
siyasetten Kürdistan ve partilerinden uzak durun.” uyarısı yapıldı. Açıklamada, “PKK ‘ya bağlı
Özgür Gündem gazetesi ve Fırat Haber Ajansı’nda Mesut Barzani ve KDP’yi hedef alan,
tamamen yalandan ibaret bir senaryo yayınladı belirtildi. Açıklamada, haber ve yorumlar için,
“Hafif, değersiz, boş ve gülünç” olarak değerlendirildi. PKK yöneticisi Cemil Bayık, Barzani’nin
Ürdün’de yapılan bir toplantıya katıldığı burada Sünni, Baas ve IŞİD’in yanı sıra birçok diğer
terörist örgütlerle oturup planlar yaptığı ve bu plana göre IŞİD’in Musul’a girdiği iddia edilmişti.
Barzani’nin lideri olduğu KDP’den yapılana açıklamada, “PKK ve Cemil Bayık, Kürdistan
düşmanlarını ikna etmek için iftiralar atıyor. Acaba siz hangi ülke istihbaratının emriyle Barzani
ve KDP’ye düşmanlık yapıyorsunuz? Barzani ve KDP, kutsal milli sorumluluğu üzerine almış ve
bunun mücadelesini yürütürken siz kime hizmet ediyorsunuz? Barzani’nin, Kürdistan’ın,
Irak’taki kaderini belirlemek için referandum yapmaya hazırlandığı bir dönemde atılan bu
iftiralar manidardır.” denildi. Açıklamada, PDK’nin terörizmle her zaman mücadele edeceğini
belirttiğine dikkat çekilerek, terörist bir güçle antidemokratik bir şekilde oturmanın mümkün
olamayacağı, diğer taraftan sözü edilen terör örgütüyle Peşmergelerin savaştığını, şehit verdiğini
ve yaralılarının olduğunu belirtildi. Açıklamada son olarak PKK ve yöneticilerinin, KDP’ye
düşmanlık siyasetinden vazgeçmeleri istendi. Açıklamada, “Kürdistan milli ve ulusal özgürlük
mücadelesinin önüne engeller çıkarmayın. İstihbarat örgütlerinin, Kürtleri hedef alan planlarına
fırsat vermeyin. Kürdistan halkının birliğine dinamit koyma siyasetinden uzak durun ve
Kürdistan siyasi partilerinin arasına fitne sokmayın.” denildi.
Net Kırılma ve Gerçekler!
Irak ve Suriye’yi IŞİD’e parçalatan karanlık merkez, ülkemizde AKP ve Cemaat kavgası
çıkartırken, Gazze’de Ramazan günü Müslümanların acziyetini göstermek için bomba yağdırttı.
“Net Kırılma” raporu galiba gerçek oluyor. Daha düne kadar BOP Eşbaşkanı olmakla övünen
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “kullanışlı piyon” tiyatrosunu çok güzel oynadığı için elbette
cumhurbaşkanı da yapılacaktır. Türk toplumu hipnoz olmuş durumda, bir diktatörü seçebilir,
tıpkı Almanların büyülenmiş gibi ülkesini uçuruma atan, yakan Hitleri seçtiği gibi.
AKP maalesef İsrail ile ilişkileri son derece geliştirdi, bunu siyasi şovlarla örtüyor, olan mazlum
Gazzeliye oluyor, büyük hayal kırıklığı yaşıyorlar! Ortadoğu’da devletlerin parçalanarak 22 yeni
devletin kurulması 1996 tarihli İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu imzalı ekibin “Net
Kırılma” raporudur. Aynı isimde yazdığım, 2005’de yayınlanan kitabımda, Siyonistsever
Evanjelistlerin ve “Karanlık New York Haham Çetesi”nin Armageddon savaşı kurgusunu
gösterdim. 2000’de Bush yönetimi bu raporu, “Yeni Yüzyıl Yapılanması” adı altında Amerikan
politikası haline getirdi, Müslüman coğrafya kan gölü oluverdi. Mezhepçi, cemaatci, ırkçı ve
radikal anlayışlarda bulunan Müslümanları bölmek, parçalamak, yutmak çok kolay iş!
Tüm Ortadoğu haritasının yeniden çizileceği senaryoları çoktandır sır değil. Ortadoğu uzmanı
Robin Wright, geçen yılki makalesinde, “5 ülkenin 14 ülkeye dönüşebileceğini” yazmıştı. Buna
göre Libya, kabile farkları temelinde Tripolitanya, Sirenayka ve Fizan olarak üçe; Suudi
Arabistan, kuzey, güney, doğu, batı Arabistan ve Vehhabistan olmak üzere beşe bölünebilir.
Yemen, önceki kuzey ve güney diye parçalanabilir. Irak ve Suriye’den ise Şiistan (Irak’ın güney
Şii bölgesi), Sünnistan (İki ülkedeki Sünni Arapları bir araya getiren, bugün IŞİD kontrolündeki
bölge), Kürdistan (İki ülkedeki Kürtleri bir araya getiren yapı), Alevistan (Lazkiye ve Batı
Suriye bölgesi) ve Dürzistan diye 5 devlet doğabilir.
Haziran 2010’da Toronto’da Erdoğan’ın iki dış politika başdanışmanına, ‘cesaretiniz yetiyorsa,
NATO aracılığıyla Türk askerini Filistin’e barış gücü olarak yerleştirin’ demiştim. Mavi
Marmara yardım gemisini eline gözüne bulaştıran ve Arap kamuoyundan rant bekleyen siyasi
İslamcılardan çok şey beklediğimin farkındaydım. Gazze mağduriyetini tepe tepe kullanan
Erdoğan’ın iki başdanışmanına, ‘Filistin’de insanları kandırıyorsunuz, samimi politika izleyin,
yardım edecekseniz edin, siz şov yapacağım derken orada insanlara zulmü İsrail artırıyor’ da
demiştim. Yanılmamışım. AKP, Filistin davasını salon milliyetçiliği ve iç politika malzemesi
haline getirdi, bu yüzsüzlere acıyorum, Gazzelilerin umudunu siz yıkıyorsunuz!
Gazeteci bütün yaptığı görüşmeleri yalanlanma ihtimaline karşı teybe kaydeder ve saklar.
Gazeteci ile hamama giren terler, polemikciler morarır. Gazze dramı üzerinden laf çakanlara
sadece acıyorum. Filistin davası için ölümü göze almış, İsrail’e kafa tutmuş gazeteciye
dayılanıyorlar. Başımdan geçenleri anlatayım da kimle muhatap olduklarını unutmasınlar! İsrail’i
deli eden Filistin için Osmanlı çözüm planını 2000′de Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e kabul
ettirmiştim, İsrail’in Ankara Büyükelçisi Uri Bar, beni işten attırma için gazete ofisimize geldi.
Utanmadan, arlanmadan, küstahça Ankara temsilcimize: “Eğer bu muhabiri kovmazsanız,
ayağını denk almadığı için zaten uzun yaşamayacak” dedi. Elinde yaptığım haberlerden oluşan
kalın bir dosyam vardı, İsrail’in epey canını sıktığım kesindi. Temsilcimiz ve ben çok
şaşırmıştık, sonra toparlandım ve karşı atağa geçtim. Henüz AKP’nin esamesi yok iken
Filistin’de Osmanlı çözümünü 2000′de ilk defa Türk medyasında yazan ve Türk Dışişleri
Bakanlığı bunu benimsediği için İsrail’in Ankara büyükelçisinden ölüm tehditi alan bir
diplomasi muhabiriydim.
İsrail Ankara büyükelçisi Uri Bar’ın tehdit sesi halen kulaklarımda; “Faruk, ne diye Osmanlı
çözümü diye yazıp duruyorsun, Osmanlı öldü ve asla dirilmeyecek. Son aylardaki Türk dış
politikasını sen değiştirdin, bunun bedelini sana ödeteceğiz.” Beni ajan sanan İsrail’in bu salak
büyükelçisi Uri Bar devletinin Filistin politikasını da şöyle özetledi: “Son Filistinliye kadar
öldüreceğiz.” “Katilsiniz” dedim ve görüşme buz gibi sona erdi. Haberi yazdım ama gazete
sansür yaptı, daha doğrusu giremedi. Edepsiz bir Büyükelçi ayağımıza gelip, bizim ülkemizde
bizi tehdit ediyor, işten kovuyordu ve bunda kendini haklı görüyordu! İsrail büyükelçisi ile
Filistin kavgası ederken AKP henüz kurulmamıştı, Erdoğan hapisten yeni çıkmıştı. Bu terbiyesiz
büyükelçiyi Ankara’dan ustalıkla kovdurdum ama kendi biletimi de Ankara’dan kesmiş oldum.
Uri Bar, ertesi gün hayatının hatasını yaptı ve tüm diplomasi muhabirleri gibi benide saat 5
çayında İsrail’in Filistin devleti kurulması konusunda sert politikasını konuşmaya Büyükelçilik
evine davet etti. Rövanşı almamın vakti gelmişti, intikam almamı herhalde beklemiyordu, beni
sindirdiğini, korkuttuğunu sanmıştı. Belki de beni de koyun gibi boğazlanmayı bekleyen bir
Filistinli sanıyordu. Uri Bar’ı tahrik edip tüm gazetecilerin önünde konuştururken, ceketimin
cebinde kayıt düğmesine basmıştım. Büyükelçisi Uri Bar’ın, o gün Gazze’de bulunan İsmail
Cem için, “o daha dünkü çocuk! Osmanlı çözümünü başında paralarız” sözünü teybe gizlice
kaydetmiştim. Bu beyanat Bar’ın sonu olacaktı.
“Off the record” görüşmeyi kaydetmem gerçi etik değildi ama Bar’ın tarzına az bileydi, onun
sersemliğine uygun kanıt sunmalıydım. İsrail Büyükelçisi Uri Bar’ın skandal ses kaydını 20
diplomasi muhabiri önünde ertesi gün bize sabah kahvaltısı veren İsmail Cem’e dinletmiştim.
Kızardı, bozardı, “tamam Faruk gereğini yapacağım” dedi kısık bir sesle. Helal olsun ona, Uri
Bar’ı kısa sürede “persona non grata” yaptı ve ülkeden kovdu. AKPli partizanlar, Erdoğan İslam
dünyası lideri rüyasında. Merak ediyorum, benim Uri Bar’a koyduğum postayı koyabilecek veya
Cem’in izlediği onurlu dış politikayı izleyecek mertlik var mı Erdoğan’da? Sadece kamera
önünde şov yapmayı biliyor. Fiyakasından geçilmiyor. AKP’li partizanlar zaten yalakalar!
Oysa Erdoğan ve Ahmed Davudoğlu’nun stratejik derinliği sayesinde Irak ve Suriye’deki iç
savaşta yüzbinlerce insan katledildi, mülteci sayısı 6 milyona ulaştı, Suriyeli kadınların fuhşa
sapmasına, çocukların satılmasına yol açtı. 3 yıldır yazıyorum ama dinlemediler. Besledikleri El
Nusra ve IŞİD, 25 bin Suriyeli kadına ‘savaş ganimeti’ diye tecavüz etti, Şiileri hemen öldürdü.
Bu mudur Müslümanlık? Vehhabi Suudi ve Katar’ın ağladığına inanmayın, IŞİD’e Ankara’nın
gönderdiği 5 milyar dolarlık silahın faturasını Kralları ödedi, biz ise tüm dünyaya rezil olduk,
kredimiz tüketildi. Erdoğan’ın hatası IŞİD’e 2000 tır silah göndermek ve Sarin gazı satmak oldu.
Suriye ve Irak sünnileri yöneteceğini sandı Beyefendi Halifemiz! Ancak silahı alan IŞİD, İslam
halifeliğini de ilan etti, Erdoğan havasını aldı ve IŞİD’e terörist bile diyemedi!
IŞİD’in Bağdat’ın yarısını ani ele geçireceğine eminim. Çünkü eski Baas eliti ve tasfiye edilen
Saddam ordu mensupları terörü ABD gibi kullanıyor. Mağdur edilen, ezilen sünniler muhteşem
bir dönüş yapıyorlar! IŞİD’in bir İslam devleti kurma derdi olmadığını, eski Sünni Baas rejimini
getirme derdindeki Baas ordu ve elitinin oyuncağı olduğunu evvellerde yazdım. IŞİD’in 15.000’i
silahlı 25.000 kişiye sahip olduğu öngörülüyor. Örgüt değil düzenli ordu gibi davranıyor. Zira
aslında onları Saddam’ın eski Baas ordusu generalleri kontrol ve idare ediyor. Emirlik benzeri
bir yapı kurarak ‘Sünni cemaati’ toplama ve güya bir “Ümmet devleti” oluşturma peşindeki katil
IŞİD, tüm Müslümanlara “vacip hicret” çağrısı yaptı. 1700 Şii’yi gözü kırpmadan öldüren IŞİD,
utanmadan, “gelin barış ve huzur dolu İslam devletini beraber kuralım” diyor. Şii ve Sünni savaşı
için kin ve nefretleri doruğa çıkartan IŞİD canavarı maalesef Erdoğan’ın bir başarısı!
Allah’ım, Suriye, Irak ve Gazze’yi, kana bulayan zihniyeti, CIA, MI5, BND ve MOSSAD gibi
dış güç servislerine doğrudan ya da dolaylı ajanlık edenleri, onlarla perde ardında iş tutanları
kahreyle. Kuzey Irak’taki petrolu İsrail’e pazarlamak için her gün defaatle ticari görüşmeler
yapıp İsrail’e yağ çekenler, bugün Gazze’ye ağlıyor! Bizim dünya lideri bozuntusu Mısır’ı kana
bularlar dört parmağını kaldırmakla yetinir, Gazze kana bulanır ‘one minute’le övünür.
Erdoğan’da zaten az samimiyet olsa İsrail’e ‘Komutanlarla ilgili kararı verenler paralelci, bize
kızmayın’ diye yalvarmaz, ticari gemiciklerini çekerdi. Az onur olsa, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta
yol açtığı travmadan sonra günah çıkartır ve tüm Müslümanlardan özür dilerdi. Yahudi
Benjamin’in “Net Kırılma Oyunu” tıkır tıkır işliyor, yakın dönemde 5 ülke den 14 devlet
çıkartılabilir. Büyük Kürdistan’ın Türkiye ayağı özerklik verilerek çözümlenecektir, Erdoğan
“büyük devlet olacağız” diye milleti kandırırken, şu anda kin ve nefretle ayrıldığımız gibi
topraklarımızda bölünecektir. Cemaate paralel iftirası ile Türk kamuoyu oyalanırken, büyük
oyunu Erdoğan ortaklarıyla yürütüyor olabilir.
Çinli ve AKP’li farkı!
Ülkemizdeki, Afrika ve Ortadoğu’daki gelişmeleri Çin yakından takip ediyor ve özellikle son üç
yılda yaşanan gelişmeler ve olayların bir ekonomik istila operasyonu ve yeni bir emperyalizm
oyunu olarak algılıyorlar. Haklılar elbette. AKP’liler Çinliler kadar basirete sahip değiller. Bunu
Çin’de 15 yıldır yaşayan, SHANGHAI JIAOTONG Üniversitesi’nde doktora yapan ve Aydın
Adamlar Strateji Araştırmalar Merkezi’nde uzman olan arkadaşımın yazdığı sorulardan anladım.
Çin’in yumuşak güçle barışcıl yükseliş politikası bulunuyor. Çinliler oldukca milliyetçidir ve
realpolitiki kendi ulusal çıkarlarına göre yontarlar. Ana tezim, Türkiye, Mısır ve Güney
Afrika’ya hakim olan gücün Ortadoğu ve Afrika’nın kaynaklarını sömüreceği, enerji, su ve
ulaşım kaynaklarını kontrol edeceğidir. 3. Dünya savaşı, akreplerle kobraların ekonomik
savaşından dolayı aslında çıkmıştır, ortada dolaşan taşeron örgütler maskeleridir.
Cevaplamam için arkadaşımın sorduğu sorularla biraz beyin fırtınası yapalım ve verdiğim
cevaplara bir bakalım. Sorular şunlar: Sizce Arap hazanı sonrası gelişmelerin Çin’e ne gibi bir
etkisi olacak? Kürdistan Çin’in çıkarlarına hizmet eder mi? Erdoğan şu anda Kürdistan’ın önünü
açıyor olsa da, sizce bu kopma çok kolay gerçekleşir mi? Erdoğan’ın Shanghai işbirliği örgütüne
katılım açıklamalarının sadece bir oyalama taktiği olduğunu söyleyebilir miyiz?
Arap Baharı’nın aslında bir NATO baharı olduğu sonucuna varmamız için Sisi’nin askeri darbe
yapması gerekti. Bu konuda York Üniversitesi Sosyoloji bölümünde iken henüz Arap Baharı
yeni başlamıştı, 2010 ve 2011’de iki akademik makale yazmıştım. Sosyal medya üzerinden
Mısırlı gençlere darbe yaptıran dış güçler vardı. Peki, gerçekten Mısırlıların demokrasi, insan
hakları, ifade özgürlüğüne kavuşmasını, kısacası mutlu bireyler olmalarını mı istiyorlardı? Arap
baharı başında yıldızı parlatılan Erdoğan’ın taşıdığı AKP ile şahlanan Türkiye modeli vardı.
Arap Hazanı’nda Erdoğan’ın güç zehirlenmesi yaşayınca Hüsnü Mübarek gibi bir diktatör
olduğu gerçeği ortaya çıktı. Yolsuzluk ve rüşvet skandalını örtbast etmek için hukuku öldüren,
sosyal medyayı yasaklayan ve 30 Mart yerel seçiminde sandıkta hile yapan Erdoğan’lı Türkiye
model olmaktan çıktı, başta devrim yapan Müslüman Kardeşler ve Arap gençleri kalplerinden
sildi. Vehhabi ve Şii finansı ile kirlenen Erdoğan’ın Müslüman Kardeşleri yanlış yönlendirdiği
ve hatta sattığı ortaya çıkınca Türk iş adamlarının Mısır hamlesi yıkıldı. Sisi’ye başdanışman
yapılan İngiltere eski başbakanı Tony Blair, nasıl bir ekonomik ve siyasi oyun oynandığının
delili. Haritalar yeniden çizilirken, Türkiye kendi içinde cemaat savaşı ile meşgul ediliyor.
2011 Mart’ında Mısır ile ilgili tezim, Arap Baharı’nın aslında bir çok uluslu şirketler darbesi
olduğu idi. Bu çete, yıllardır destekledikleri diktatör Hüsnü Mübarek’in 70 milyar dolarını
çaldılar. Tunus lideri kaçak Bin Ali ve öldürülen Libya lideri Kaddafi’ninde Batı bankalarında
bulunan milyar dolarları donduruldu, ait oldukları halka iade edilmedi. Başka bir diktatör Sisi’yi
getirdiler, yanına Tony Blair’i danışman olarak eklemleyip darbe sonrası öngördükleri ekonomik
istilayı garanti altında aldılar. Çok açık bir İngiliz ve Amerikan kapitalizmin işgali söz konusu.
Bu konuda İngilizce yazdığım makalemin linki
http://farukarslan.com/english-article/the-recent-egyptian-movement/
Elbette asıl olay ulaşım, su ve enerji kaynakları merkezindeki Irak ve Mısır’ı kontrollerinde
tutmak, Çin ve Rusya’yı bu alana yaklaştırmamaktı. Ortadoğu ve Afrika’ya model olabilecek
Mısır, Türkiye ve Güney Afrika geriletilirken, son 3 yıldır üç ülkede de ters darbeler yaptılar.
Çin, Afrika’da ‘soft emperyalizm’ politikası izliyor. Mesela Kongo devletine 15 milyar dolar
yatırım yaparak Coltan madenini çıkarma hakkını elde etti ve 100′e yakın telefon şirketini
kendine bağlamış oldu. Cep telefonu ve bilgisayar pilleri Coltan madeni olmadan yapılamaz ve
bu madenin yüzde 90′ı Kongo’da bulunuyor. Bu ülkede bu nedenle 25 yıldır iç savaş var, toplam
ölü sayısı 5 milyonu geçti. Komşu Uganda ve Rwanda’dan ve Kongo’daki kabilelerden çakma
gerilla grupları kurup birbirlerini öldürmelerini sağlayan dış güç, devletlerden daha güçlü elbette
çok uluslu şirketler. Mesela Muhafazakar hükümetle ilintili Kanada’nın Barrack Gold şirketinin
günahı büyük. Bu konudaki İngilizce yazdığımız grup çalışma makalemiz aşağıdaki linkte.
http://farukarslan.com/english-article/stopping-abuse-by-canadian-companies-in-the-drc/
Çin, Somali, Tanzanya, Nijerya ve Sudan’da enerji savaşını kazanırsa Amerikan ve İngilizlerin
yeni emparyalizm oyununa cevap verebilir. Mısır’da Çin ancak avucunu yalar, belki ucuz mallar
satan dolar store ile girebilir, büyük yatırım alanlarına asla sokmazlar. Erdoğan, maalesef
Türkiye’nin imajını Mısır’da fena çizdi, büyükelçimiz kovuldu, Türklere bakış açısı çok
kötüleşti. Çin gibi ülkeler Türk şirketlerle ortaklık yaparak Mısır gibi ülkelere girmek zorunda
kalıyordu, şimdi o abartılı havamızın, balonun üstüne şiş batırdılar, patlattılar. Türkiye’nin tek
olumlu imajı Türk okullarını Erdoğan’ın kapatmak ve kötülemek istemesi Çinlileri hayli
şaşırtmış. Çünkü bu okullar sadece eğitimde değil ticarette de köprü kuruyor ve ülkemizi hiç bir
diplomatik ilişkinin olamadığı ülkelerde lobi gücü. Çinli, AKP aptallığına anlam veremiyor.
Erdoğan’ın Şangay yaklaşımı da politik oyundan ibaret, ciddiyeti yok. Erdoğan, ‘Şangay
Birliği’ne girerim ha’ kartını bir şantaj ve blöf olarak kullandı. Son bir yıldır desteğini kaybettiği
Amerikalılara ‘bana mecbursunuz’ dedi ve tekrar yanına çekti. Rusya, Kazakistan ve İran’la
enerji işbirliğine giden Çin, sağlam, kararlı ve doğru adımlarla fil gibi ilerliyor. Zaten dünyada
iki enerji bloku oluştu, Türkiye ikisinin ortasında yer alıyor. Eski Türkiye’yi idare ettiği
Ergenekoncuları geri döndüren ABD derin devleti Cumhuriyetçiler, Türkiye’nin Şangay blokuna
kaymasına izin vermeyecektir. Demokrat Amerikan derin devleti, Erdoğan’lı AKP’nin üstünü
geçtiğimiz Mayıs ayında ABD Lideri Obama ile Erdoğan görüşmesi ardından çizmişti.
Erdoğan’da büyük bir paranoya meydana geldi. Irak ve Suriye’de El Nusra ve IŞİD’ı destekleme
projesi CIA, MOSSAD, MİT ve Suudi ortak yapımı iken Obama’nın Erdoğan’a sert tavır
koymasını Ankara önce anlayamadı. BOP Eşbaşkanlığından alınan Erdoğan, her hatasını
cemaata yıktığı gibi ABD’nin sert tutumunu da cemaata bağlamaya çalıştı. Erdoğan’dan talep
edilen İslam dünyası liderliğine soyunmaktan vazgeçmesiydi. Japonya gezisi sırasında Erdoğan,
beklenen açıklamayı yaptı, bundan sonra içe kapanacağını, dış ile ilgilenmeyeceğini duyurdu.
Amma velakin, ABD ve İsrail, Erdoğan’dan KCK ile MİT vasıtasıyla Büyük Kürdistan’ı
kurdurmasını talep ediyorlar. Bunu yaparsa cumhurbaşkanlığına onay verecekler ama Türk
kamuoyu ve Türk ordusu bu vahim duruma el koyabilir, işte o zaman herşey değişebilir. Zira
Kürdistan’daki su ve petrol kaynaklarını elde eden bu bölgede 4 ülke üzerinde hakimiyet
kurabilir. Çin, Kürdistan üzerinden enerji savaşı çıkabileceğini görüyor, AKP’li ise görmüyor.
Irak, Suriye ve Kürdistan olayını şu iki makalede 2 sene önce İngilizce yazmıştım.
http://farukarslan.com/genel/syria-is-carved-up-nusayristan-in-syria-anatolian-turkiyefederation-in-turkiye-is-established/
http://farukarslan.com/genel/no-intelligence-no-state-can-fight-against-the-sociological-facts/
Erdoğan RABITA İslam’ı esiri
Ülkemizde hiç bir zaman Vehhabi İslam’ı bu kadar etkili olmamıştı. AKP’nin Siyasal İslam
anlayışı, RABITA’nın ülkemize kurduğu büyük kumpastır. RABITA İslam’ında bulunan kibir,
enaniyet, aşırı Arap ırkçılığı, bugün ülkemizde Recep Tayyip Erdoğan olarak ete kemiği büründü
ve göründü. Yılllardır RABITAcı ve Milli Görüşcü ve Hizmet’e karşı olan, aynı zamanda 7
yıldır Suudi Arabistan’da çalışan akademisyen dostum ile geçen gün Kanada’da buluştuk.
Vehhabi Araplara çok kızgındı, Vehhabi RABITAcıların kibrinden iğrenmişti, şu tanımlamayı
kullandı: “Bambaşka bir faşizm bu, Hitler bile yanında masum kalıyor.” Erdoğan’ın narsist
kişilik bozukluğu ile RABITA ile kurduğu sıcak ilişkiler arasında paralellik ve benzerlik
görüyorum.
Hatırlarsınız, ortaya dökülen, Erdoğan’ın yalanlayamadığı kaset konuşmalarında Bilal Erdoğan
Vehhabi Suudilere Mısır oyunları nedeniyle twitterdan çaktığında babası kızıyordu, adeta şunu
demek istiyordu, “Oğlum aptal mısın, altın yumurtlayan kazı’mız hiç kesilir mi?”
RABITA, Mısır’da İhvanı Müslim, Türkiye’de Hizmet ve Pakistan’da Tebliğ cemaatlerini
Vehhabi karşıtı diye sevmiyor ama İsrail’i seviyor. RABITA, Mısır başına darbeyle Sisi
geldikten sonra tam 10 milyar dolar kaynak verdi. Zaten darbeyi de finanse etmişti. Katar şeyhi
bu kumpasta arkasındaydı. Zaten El Cezire, RABITA’nın medya propaganda gücüdür. RABITA,
Mısır’da İhvanı Müslim ve Mursi’nin devrilmesi için büyük paralar harcadı. Ülkemizin dış
politikası satın alındı ve Erdoğan kendi kardeşlerini para için orada darbecilere satıverdi.
RABITA’nın ülkemizdeki ayaklarının kim ve kimler olduğu isim ve vakıflarla belli. Hizmet’e
karşı planladıkları kumpası İsrail ile düzenli görüşüyorlar. RABITA’nın Erdoğan ve AKP’yi
destekleme kararı alıp milyar dolarlar aktarması ve düşman gördükleri Hizmet’i hedef alması
büyük dış komplodur, içinde uluslararası karanlık bir konsorsiyum bulunuyor.
Bu kumpasta rol alan Erdoğan, IŞİD’e karşı çıkamıyor, terörist diyemiyor. Nasıl desin ki?
RABITA hakkında ters bir konuşma yapsa, yolladıkları sıcak paraları keserler, altın yumurtlayan
kazı Erdoğan milletinden üstün tutuyor. RABITA’nın elini ülkemizden kesmeden Vehhabi
zihniyetini ve IŞİD’in verdiği, vereceği zararları yok edemeyiz. RABITA, IŞİD’in arkasında
duruyor ve Vehhabi Suudiler, Şii Hilaline karşı radikal taşeron kullanıyor, Ankara’ya fikrini
soran bile kalmadı.
Gazeteci ve yazar Uğur Mumcu, RABITA’nın Erbakan ilişkisini ve ülkemizdeki ipliğini pazara
çıkartan ilk isimdi, bu deşifresinden sonra fazla yaşatmadılar. RABITA’nın taşeron terör
örgütleri vardır, ülkemizde yaşanan Uğur Mumcu, Muhsin Yazıcıoğlu gibi siyasi cinayetlerde
RABITA’nın çıkarları, kirli eli, parasal yardımı vardır.
RABITA’nın Türkiye sorumlusunun İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş olduğunu biliyor
muydunuz? Yeni başbakan adayları da elbette odur. Vehhabi Suud, İsrail ve ABD, ortak
kuruluşu RABITA ile uzun zamandır AKP ve Erdoğan’a kaynak aktarıyor. Neden acaba? Ortak
rakipleri neden Hizmet Hareketi ve Gülen Hocaefendi? Bunun tarihi sebepleri bulunuyor.
1979′da Gülen Hocaefendi’yi Diyanetle yaptığı Hacda gözaltına aldıran RABITA, İslami
hizmetleri için 10 milyon dolar kaynak ve bir proje teklif eder. Ret edilir. Gülen Hocaefendi,
RABITA anısını anlatırken, “İslami Hizmetleri Anadolu insanı alın teriyle, gözyaşıyla,
himmetiyle yapacak, asalak hizmet olmaz” demişti. RABITA, Gülen Hocaefendi’den yüz
bulamayınca Erbakan’a yanaştı ve yardımlarını kabul ettirdi, 1983′den beri bu ilişki devam
ediyor. Gülen Hocaefendi, yapılan hizmetlere bir kuruş bile yabancı eli, parası, yardımı
bulaştırmadı, aynı ince hassasiyeti Erbakan ve Erdoğan’da görmek mümkün değildir. “Para
gelsinde nereden gelirse gelsin” mantıkları vardır.
12 Eylül darbecisi Kenan Evren bile yurtdışındaki Türk imamlarını finanse etmek isteyen
RABITA’nın teklifine hayır diyemedi ama Gülen dedi. Bu kolay değildir. RABITA, her yıl
değişik ülkelerde yapılan yeni camilere, vakıflara, İslami okullara, 500′er bin dolar yardım
ederek Arapça ve Kuran öğretme bahanesiyle Vehhabi kontrolüne geçirmeye gayret eder ve
bunu ustalıkla yaparlar. Maalesef mühtedi olan yabancılar Vehhabilerin tuzağına çok kolay
düşebiliyor. İslam’ı iyi anlamak için Kur’an’ın ana dili Arapça öğrenmek için aşırı çaba
gösteren mühtediler, Arapça kurslarına veya Suud ülkesine gittiklerinde RABITA ağına
takılırlar. Bunları daha sonra kurtarmak çok zor oluyor.
17 ve 25 Aralık’ta sorgulanan konulardan biri RABITA’nın AKP’ye TÜRGEV üzerinden yaptığı
skandal bağışlardı. Bu yasalara aykırıdır, dışarıdan partiniz için yardım alamazsınız. Eğer AKP,
parti devletini ve dini cemaatını kuruyorsa sivil toplum kuruluşları da devlet kurumu oldu
demektir. Peki, RABITA’den gelen yardımlar kimedir ve neden yapılmıştır? Bunun
soruşturulmasına izin vermediler, komple hukuk sistemini alt üst edip, hukuku öldürdüler.
Uydurulan “paralel cadısı” ile polisler, savcılar, hakimler, bürokrasi dağıtıldı, devletimizi
RABITA ekibi ele geçirdi. Süfyanizm grubu, Ergenekon ile PKK’yı AKP safına geçirdi. İran’la
yaptığı altın ticareti ve komisyonları sekteye uğraşan Erdoğan, İsrail’in kankası RABITA’ya
daha muhtaç hale geldi ve Hizmet’i vurması için şerli bir yola sokuldu.
Siyasi Partiler Yasası’na göre bir Parti yabancı kuruluş, devlet veya örgütten parasal yardım
alırsa kapatma gerekçesidir. AKP ve Erdoğan RABITA’dan ve BDP, Almanya’’dan yardım aldı.
Delilleri savcıların elinde var. RABITA’nın kaynak aktardığı kuruluşlar arasında Ensar, Birlik ve
TÜRGEV vakıfları aslan payını aldı, burslarıyla yetişeni devlet bürokrasine yerleştirdi ve devlet
RABITA’nın oldu.
Herkes kimin RABITA, İsrail, İran, Amerikan Neoconcularla ile karanlık toplantılar yapıp sırf
iktidar nimetleri devam etsin diye Erdoğan’ın İslam’ı ve Hizmet hareketini niye sattığını
öğrenecek ve bugün yanlış cenahta yer alıp kin ve nefret kusanlar pişman olacaklardır.
Ülkemizin ve dünyanın en bağımsız, en onurlu, en cesur, en girişimci, en yüksek insani değerler
etrafında birleşmiş Hizmet’ini, ne Erdoğan, ne ABD, ne İsrail ne RABITA nede bir başkası,
Allah izin vermediği sürece asla bitiremez, Hakkın Şahsi Manevisi batıl yolda olanları
çarpacaktır.
TÜRGEV ve Paralel Parti Devleti Cemaati
Yaklaşık iki sene önce şimdilerde “AKP borazancılığı”nı yapan eski dost bir gazeteci
arkadaşımla yemek yiyor ve tartışıyoruz. Anlaşamıyoruz. Benim tesbitim oldukca net: “AK Parti
kendi dini cemaatını kuruyor ve 160 ülkede hizmet veren koskoca camianın cemaatını devletin
parasıyla devlete paralel kurduğu kimliksiz cemaatin siyasi emrine utanmadan, sıkılmadan boyun
eğmeye çağırıyor. Devlet güdümünde sivil toplum örgütü veya dini cemaat olmaz. Yurt dışında
bu işin kokusu zaten çıkar, kimse AKP destekli bir Türk diasporasını takmaz. Türk lobiciliğini
bağımsız ve özgür yapan Gülen cemaatı yutmaz bunu. Yolsuzlukla hırsızlıkla, rüşvetle,
komisyonla, zorla bağışla kurulan dini cemaatın bir defa ihlası olmaz.”
Gazeteci arkadaşım bugün AK Parti’nin kendi içinde tasfiye ettiği bir kaç bürokrat ve siyasetçi
ismi verdi ve “bu mübarek arkadaşlarla hizmet neden ortak çalışmasın, sorun nedir?” diye sordu.
Güldüm, “o saydıklarının koltuğu sallanıyor, yakında kendilerini dışarı atacaklar, yeni kurulan
AKP temiz adamları af etmez, barındırmaz” dedim. Arkadaşıma, AK Parti’nin kirlendiğini ve ne
kadar sağlam adam varsa ıskartaya çıkartacağını dilim döndüğü kadar anlatmaya çalıştım. Nafile
çaba. İnanmadı bana. Bugün yaşananları gördükçe artık inanmıştır herhalde diye hüsnü zan
ettim. Haberlerine, Facebook ve twitter’da yazdıklarına baktım, şok oldum. Ne inanması,
kalemini kiralamış veya satılmış gibi…
Cemaat’ın içine sızarak cemaatın başarılı çalışma sistemini kopyalayan ve aynısını para ile
devletin sınırsız gücüyle yapabileceğini sanan AKP nerede hata yapıyor? Kopya berbat. Gazeteci
dostuma izah edemedim, belki çılgınlar gibi bugün devlet gücüne tapanlara küçük bir kaç
hatırlatma yapabilirim.
TÜRGEV, Ensar, İnsan ve Yunus Emre vakıflarında aklanan kara paraları, devlet ihalelerinde
alınan komisyon adında alınan rüşvetlerin nasıl aktarıldığını veya zoraki bağış yapmadan bir
çöpe bile sahip olamayacağınızı içeriden bir AKP’li dostum anlatmıştı. Gözlerim faltaşı gibi
açıldı, çünkü İslami hayır ve hizmetlerde kullanıldığı için bunların caiz ve helal olduğunu
savunuyordu. İki sene sonra aynı arkadaşın AKP’ye sövdüğünü duyunca merak ettim, ne
olmuştu da yollar ayrılmıştı. Ağlamaklıydı, “benim üzerimden çok para akladılar, beni kirlettiler,
sonra da bir paçavra gibi sokağa attılar” derken gözümün içine bakamıyordu. Meğerse herkes bu
işten nasiplenip zenginleşirken, bunun yanlış olduğunu söyleyen hakperest dostumu “fitneci”
diye kapı önüne koymuşlar. “Parayı, makamı bölüşemedi bizimkiler” dedi. “At, avrat, silah ortak
olmaz” dedim, Cemil Meriç’in sözünü hatırlattım: “Çıkar olan yerde vicdan susar.”
17 Aralık krizi sonrası, gözaltına alınan 3 bakan çocuğu ve Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal
Erdoğan hakkındaki iddialarla birlikte TÜRGEV gündeme geldi.TÜRGEV’e Türkiye’nin birçok
yerinde usulsüz olarak arazi tahsis edildiğini, arazilerin Başbakan’ın çocuklarına peşkeş
çekildiğini yazınca, Başbakan Erdoğan buna daha önce şöyle tepki göstermişti TÜRGEV için,
“Gençliğe Hizmet Vakfı adıyla kurulmuş bir vakıf. Benim çocuklarım da var. Fatih Belediyesi
bir yer kiralıyor. ÇYDD’ye devlet, belediyeler bir sürü yer verdi. Orada aklınız neredeydi. İstek
Vakfı’na verilirken neredeydi. Türk Eğitim Vakfı’na verilirken neredeydi. Yasalarda buna engel
bir şey yok. Verilebilir”
Şanlıurfa’da iki dönemdir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı yürüten ve 30 Mart tarihinde
yapılacak yerel seçimlerde aday olmayacağını ilan eden Ahmet Eşref Fakıbaba, Başbakan
Erdoğan’ın çocuklarının yönetiminde olduğu TÜRGEV Vakfı’na belediyenin arazisini yurt
yapılması için tahsis etti.4 Kasım 2013 tarihinde toplanan Belediye Meclisi’nin birinci
birleşiminde, mülkiyeti belediyeye ait olan Dağeteği mevkiindeki değeri yaklaşık 3 milyon TL
olan 7 bin 921 metrekarelik araziyi yurt yapımı için verilmesinin neresi anormal mi? Meclis’te
muhalefet partisi üyelerin itirazlarına rağmen, arazinin TÜRGEV’e tahsis edilmesi karar altına
alındı. Devlet baskısıyla veya sevgisiyle (!) bağış normal midir?
5000 polis, 96 hakim, yüzlerce savcının sürgün yemesine sebep olan nedir? Soruşturmada,
TÜRGEV’e toplam kaynak belirtilmeden 3 milyon TL aktarıldığını savcılar tesbit edince
kıyamet koptu. Listede TÜRGEV’e parayı teslim eden kuryenin ismine bile yer veriliyor. Kurye
paraları Temmuz 2013’te iki seferde vakfa teslim ediyor. Bilal Erdoğan’ın yönetim kurulu üyesi
olduğu vakfın genel kurul üyeleri arasında soruşturma kapsamında gözaltına alınan AKP’li Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir yer alıyordu. Fatih Belediyesi’nin sit alanındaki arazilerin
bakanlığın gücünü kullanarak illegal olarak imar ve inşaata açılması iddiası bile AKP’nin elde
ettiği milyarlarca dolarlık haksız kazanç kapısını gösteriyordu. TÜRGEV’in Fatih ilçesinde sit
alanında yükselen öğrenci yurdunu tamamen belediye bütçesiyle yapması iddiasında kuşkular
ortaya çıktı. Bir defa belediyenin Kasım 2013’de hiçbir ücret talep etmeden vakfa yurdu “25
yıllığına ücretsiz” tahsis etmesi, normal mi? Yurdun belediyeye olan maliyeti güya yaklaşık 5
milyon TL ama bunu bağışlayanın İran altını vurgunu sanığı Reza Zarraf olması, normal mi?
1996 yılında kurulan İstanbul Eğitim ve Gençliğe Hizmet Vakfı, 2012′de adını Türkiye Gençlik
ve Eğitime Hizmet Vakfı olarak değiştirdi. Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
döneminde kurulan İSEGEV mahkeme kararıyla 2012 yılında isim değişikliğine gitti ve
TÜRGEV adını aldı. Ve bu vakfın AKP’li belediyelerin desteğiyle açtığı yurt sayısı 12’ye aştı.
Bakanlar Kurulu kararıyla vergi muafiyeti kazanan TÜRGEV’in Ümraniye’deki yurdu Şule
Yüksel Şenler Kız Öğrenci Yurdu’nun açılışını Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan yaptı.
Yurdun adını ise Şule Yüksel Şenler olarak Başbakan önerdi. Yurdun açılışına aynı zamanda
TÜRGEV üyesi, Erdoğan’ın kızı Esra Albayrak da katıldı. Tıpkı Fatih’teki gibi AKP’li
Ümraniye Belediye Başkanı Hasan Can da bu vakfın üyesiydi.
Başbakan Erdoğan’ın oğlu, kızı, damadının ağabeyi, oğlunun kayınvalidesi, eniştesi ve kızının
eltisinin de üyeleri arasında bulunduğu bir vakıf, İstanbul’da İbn-i Haldun adıyla üniversite
kuruyor. Üniversite, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) tarafından kurulacak.
Vakıfta, AKP milletvekilleri ve Belediye başkanları da bulunuyor. Üniversite iş adamlarından
alınan zoraki bağışlarla kuruluyor iddiası gözleri TÜRGEV ve vakfın kurucularından Fatih
Belediye başkanlığına hiç utanmadan yine aday olan Mustafa Demir üzerine çevirdi.
Üniversiteyi kuracak olan ve halen 12 ayrı kız yurdu işleten TÜRGEV’in yönetim kurulunda,
Başkan yardımcısı olarak Bilal Erdoğan yer alıyor. Kursunlar, helal olsun ama sorun şurada bu
vakfa devletin gücü ile zoraki bağışlar yaptırılması doğru mu, caiz mi, helal mi, haksız rekabet
değil mi? Hadi buda tamam, cemaatın neden önü kesiliyor?
AKP’nin iktidarı ilelebet elinde tutacağına dair bir kesin görüşü yok, ancak İslami bir cemaat
yapılanması oluşturarak devlete paralel cemaat kurma gayretinde kendini paralıyor. Çıkarcı olan,
özveri, adanmış ruh, vefa, tevazu ve fedakarlık kelimelerinin ne anlama geldiğini bilmeyen, ortak
manevi bir şuur ve cemaat bilinci, hele kimliği hiç geliştirememiş bu kitle devlet gücüyle ve
zoruyla cemaat kurabilir mi?
Sorun, bu dini gruba önderlik edecek İslam alimi kıtlığı, daha doğrusu fetva veren kişilerin
arkasında bir cemaatlerinin olmaması zafiyeti. Fetva alınan hocalar, ne Hayrettin Karaman nede
Mustafa İslamoğlu’nun kitleleri sürükleyecek bir etkisi dindar kesimler üzerinde yok. İkiside elli
yıldır konuşuyor, yazıyor, vaaz ediyor, lakin etrafında arkasından gidecek yüz kişi bile
toplayamadılar. Buna ben “Necip Fazıl veya Osman Yüksel Sendromu” diyorum. İki mübarekte
güzel konuşurdu ama arkalarından kimse gitmedi. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi kıskanıyorlar,
cemaatını ele geçirmeyi Kemalettin Özdemir ile denediler, fiyasko ile sonuçlandı. “Derin damar
cemaat” ve yurt dışında hizmet eden alperenler ayrımı çıkartıp cemaatı ikiye bölmeyi denediler,
tutmadı. Cemaate paralel cemaati içinde kuramadılar, bazı biz dışında devlet gücüyle çakma
kuralım diyorlar, sürdürülebilir olmadığı belli.
Bilal Erdoğan’ı Cerrahi tarikatının yeni şeyhi yapıp devlete paralel cemaate dini lider yaparlarsa
yakışır doğrusu! Babası Halife cumhurbaşkanı olana elbette aşağı bir makamı layık göremeyiz!
Tevbe tevbe.
Bir kere ortada AK parti-Camia savaşı yok. Derin devlet, AKP’ye devletin tüm imkanlarını
ayaklarına sererek paralel cemaat kurdurmaya çalışıyor, bu arada cemaatın içinde cemaat kurma
girişimi ise başarısızlıkla sonuçlandı. Baktılar olmuyor, tüm cemaat toptan Haşhaşin ilan edildi,
çuvalladılar.
Camianın yayınlarına bakınız, bir tanesi bile Hükümeti yıkmaya yönelik değil, iftira yok, yalan
yok. Tamamen kendini savunma var, iftira ve yalanı deşifre var. Ortada savaş yok, AK Partinin
arkasındaki fitneci oligarşik çetenin Camia’ya saldırısı söz konusu. Camia, nefsi müdafa yapmak
zorunda kaldı, çünkü AKP arkasına saklanan tüm global ve yerli şeytanları görebiliyor, AKP
içindeki müslüman kardeşleri adına da üzülüyor. İşin tuhaf tarafı, global fitne komitesine hizmet
eden fesat oligarşi, cemaati uluslararası komplonun parçası olarak göstererek maske takıyor,
takiye yapıyor.
Medyayı ele geçiren, MİT’i emrinde çalıştırdığını zanneden AKP aklını peynir ekmekle yemiş
gibi davranıyor. Halk, “Haşhaşin” iftirasına kadar Başbakan Erdoğan, yanlışından döner diye
umutla bekliyor ve söylediklerimize inanmıyordu. Hangi siyasetçi Hak dostuna ve alperenlerine
dünyanın en büyük şeytanlarının bile atamadığı iftirayı atarak siyasi mevta olmadan ayakta
kalabilir? Birlik olarak, destek olarak büyümek varken, ayrıştırarak yok ederek büyündüğü nerde
görülmüş! Umarım Başbakan, çok geç olmadan bu yanlışlarından, iktidarın verdigi güç
sarhoşluğundan döner ve biraz eleştriye açık olur. Aksi halde, 1. Dünya savaşı sonuçları gibi
büyük hayallerle çıktığımız bu yolculuktan büyük bir hüsran ile döneceğiz.
1908 ile 1918 arasında Osmanlı’da paralel cemaat kurmaya çalışan paralel devlet gibi çalışan 30
bin gönüllü ve devlet adamını bünyesine toplayan Teşkilatı Mahsusa vardı, güya amacı
Osmanlı’yı dağılmaktan kurtarmaktı. “İslamcılık ve Turancılık” ülküsü vardı. İnsanlar neden
geçmiş hatalarından ve tarihten ders çıkarmıyor diye sık sık sorguluyorum. Bir zamanlar Turan
hayali ile bizi 1. dünya savaşına sokanlar vatan sever insanlardı kendilerince. Ama onları o
cendereye itenlerin planları başkaydı. Yıllar sonra II. Abdülhamid tahtdan inince birkaç ittihatçı
ziyaretine gitmişti. II. Abdülhamit Han haritayı açtı önlerine, işaretleyin İngiliz sömürgelerini
dedi, işaretlediler. Yazın asker sayılarını dedi yazdılar. Bu adamlar iyi eğitim almış bilgili
insanlar demek ki. Peki dedi Han, işaretleyin Alman sömürgelerini ve asker sayılarını. Sıfır. Hiç
İngilizlere karşı Almanların yanında savaşa girilir mi diye sordu, şu kadarcık basit hesabı da
yapamadınız mı?
Eskiden Turan hayali idi, şimdi “Yeni Osmanlıcılık” hayali oldu. Hemde İslam üzerinden..
Halife ne demek, görevleri nelerdir. İslam coğrafyasını yönetmek, kollamak, düzenlemek ve
gelişmesi yönünde önünü açmak değil midir? İslamın dünya üzerinde gelişmesini hedefleyen bir
kurumun yada bu kurumu canlandırmaya çalışanların, dünya üzerinde en kapsamlı İslami
çalışmayı yapmaya gayret eden Camia’yı bitirmeye çalışması akıllara zarar bir tezat değil mi ?
Devlet büyüklerinin kafası çalışmıyor mu? demeyiniz! “Hikmeti Hükümet cahilliği” yüzünden
koca Osmanlı yıkıldı. Yukarıda yakın tarihten verdiğim örnekte cevabı yazıyor. “Yeni
Osmanlıcılık” üzerinden kurulacak bölgesel güç halindeki büyük Türkiye ile İslam Devletinin
yeniden devler arenasına döndürülmeye çalışılması amacı ile cemaatlere ve dolayısı ile İslama
darbe yapılması ne demektir? Devletin bekası için kardeş katli gibi fetvalar bu gidişatı
açıklamıyor mu? Mümin olduğunu iddia eden hükümet üyelerine silah dayasan
yaptıramayacağın bu katliamı, İslam adına İslam’a karşı yaptırıyorlar! Pes doğrusu!
Süfyanizm’in dini anlayışı!
Rahmetli şehidimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi ne zaman gerçek Müslüman Türkmenler
ve Oğuzlar bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olursa, o zaman Süfyanizm Oligarşisi sona
erecektir.Süfyanizm Oligarşisi dediğim kitle 150 yıllık yapıdır, devleti kendilerinin malı sanırlar,
iktidara gelenleri ele geçirir, kirletir ve yozlaştırırlar. Bu virüs bedene gireli çok oldu, beslendiği
habis gıda aşırı Türk milliyetçiliği oyunudur. Türk ve Milli olduklarını iddia ederek milletin
gözünü boyarlar. Örnekler verelim.
İttihat ve Terakki Partisini kuranların hepsi Bektaşi veya Masondur, Atatürk’ün bakanlar
kabinesinde 15 Mason Bektaşi vardı. Neden hiç sorguladınız mı? Dikta ve otoriter rejim neden
155’liklerle aydın insanlarını yedi? Veya hangi toplum mühendisliği projesi bu canavarı
doğurmuştu? Toplumun ayarlarıyla oynayanlar nasıl tokat yemişti?
Bektaşilik ve Alevilik konusunda detayları öğrenmek isteyenler 370 sayfalık Mason Bektaşiler
kitabımı okuyabilir, şu anda 6 üniversitede bu eserimle ilgili doktoralar yapılıyor. İçlerinde
London of Economic ve Chicago üniversitesi ve Marmara Üniversitesi İlahiyat bölümünde
olanları var, zira eserim akademiktir.
Bektaşilik yozlaşmadığı yıllarda ordunun ve milletimizin Sufi gücüydü, Balkanlar onların eliyle
kalplerde fethedildi, bu kültür 500 yıl önceki asil konumuna geri dönmelidir tezini avunuyorum.
Rahmetli Turgut Koca’nın dediği gibi, Bektaşilik’i kazırsan altından Sufi sünni İslam’ın
Anadolu’yu müslümanlaştıran manevi gücü Yesevilik, Hacı Bektaş Veli’nin ardında ise Sünni
Sufi önder Lokman Perendi çıkar.
Fitne kazanı, hayırlı vaka olarak tarihe geçirilen Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla 1826’da
başladı. Padişah 2. Mahmud’un annesi ve eşi Fransızdı, yakoben Fransız sistemi tanzimat
fermanı ile ülkemize ithal edilirken, devlet İslami cemaatleri devletleştirip, merkezi idareye
geçip, Osmanlı’yı ayakta tutan adalet ve hukuk anlayışını yok etti. 1826 ile 1856 arasında
Bektaşileri Osmanlı’nın 30 yıl çok sert ezmesi Alevi ve Sünniler arasında kin, nefret ve fesat
tohumlarının atıldığı yıllardır, acısı bugün halen sürüyor.
30 yıl boyunca yer altında kalan Bektaşiler 1856′da muhteşem geri dönüş yaptılar, aydınlanmayı
masonlukta buldular ama iölerinde bir kin, nefret vardı, aşırı Türk milliyetçiliği oyunuyla
Osmanlıyı 2. Abdğlhamit’e yönelik Mahmut Şevket Paşa komutasındaki küçük birlik ve Selanik
dönmelerinin kurguladığı 1908 darbesinden sonra 10 yılda yıktılar. 80 bin nüfuslu dönmeler
kenti Selanik darbe merkeziydi. Bektaşi mülk ve tekkelerine 2. Mahmut’un 1826′de el koyması
ve Nakşiler üzerinden topluma zulmetmesi, Mason Bektaşileri ortaya çıkarmıştır.
2. Mahmut’dan bu yana devlet defalarca cemaatleri ele geçirmeye çalıştı, hepsi ters tepti.
Bektaşileri 1826′da 30 yıl kapattılar da ne oldu? 2. Mahmut 1821′de Halidi tekkelerine el koydu,
müridlerine zulmetti, bu zulme sessiz kalan Bektaşiler mağdur edilince pişman oldu, ne fayda!
Osmanlının tek Bektaşi padişahı Sultan Abdülaziz ile Bektaşi tekkeleri tekrar 1856′da açılırken,
Bektaşi tarikatı masonlar tarafından ele geçirimişti ve ritüelleri değiştirilmişti. Yozlaşma ve
kokuşma diğer tekke ve zaviyelerde de had safhaya ulaşmıştı. Kurtuluş savaşında son güçleriyle
mücadeleye destek verdiler ama Sufi kültürünü kaybetmişlerdi. O günkü konjonktürde bu
durumu yakından gözlemleyen Atatürk, tarikat ve cemaatleri ele geçirmeye çalışmadı, hepsini
toptan kapattı. Peki, cemaatler ve tarikatlar yok sayılınca yok oldular mı? Olmadılar, yer altına
çekildiler. Milli Görüşün ana damarı ve Erdoğan birazda Nakşilerin intikamıdır.
Süfyanizm Oligarşisi, 2. Mahmut’u geçmişte tepe tepe kullandı, aynı sistem bugün Recep Tayyip
Erdoğan’ı kullanıyor. Nakşiliği kullanan Erdoğan için ölçü iktidarda kalabilmektir. Sonuçta
Nakşi izler taşıyan Hizmet cemaatı düşmanlığı politikası izlettiği AKP’yi çatlatırlar ve akıl sahibi
ve vicdanlı her birey toplumsal barış için elbirliği içinde ortaya çıkan kini nefret, hased ve
kıskançlığı tamir etme yollarını arayacaktır. Süfyanizm Oligarşisi, son 30 yılda yetişen aydın
Müslümanları küçümsüyor ama eski Türkiye oyunları ile ülkemizi artık açık hava hapishanesi
yapamaz, içe kapatıp üstünde tepinemez.
Süfyanizm Oligarşisi dün Kemalist laikleri sopa olarak kullanıyordu, bu defa yeşil maske taktı
güç zehirlenmesi yaşayan AKP’yı sopası yaptı. Cumhuriyetin bağnaz eliti Süfyanizm Oligarşisi,
milletini iç düşman sayarak hep uzatmaları oynadı ama bu sefer yobazlığını tarihe gömeriz. Eğer
bir devlet cemaat, tarikat ve inanç durumuna göre milletini iç düşman sayıp zulmediyorsa,
devletin hukuk temelleri çökmüştür, yaşayamaz. Suç değişmez, hukuk yerine oturduğunda suçlu
hesabını verecektir. Demokrasi kültürünü özümseme, benimseme sorunumuz olduğu için gücü,
iktidarı elde eden zehirleniyor, ötekinin inancını tu kaka ilan ediyor. Demokratik bir ülkede
tarikat ve cemaatlere, herhangi bir dini inanca sahip olana, hatta şeytana tapanlara bile baskı
yapılamaz, fişlenemez ve zulmedilemez.
AKP, 2009′da 6 Alevi Çalıştayı yaptı, Alevilerin CHP’ye oy vermekten vazgeçmediğini
anlayınca onlara haklarını vermekten vazgeçti ve zulmetti. Gezi olayları bir sosyal patlama idi.
Almanya’daki Aleviler birey ve dini haklarını elde etmede başarı yakaladığı için benzerini
Ankara’dan talep etti, alamayınca 2007’de Cumhuriyet mitingleri, Haziran 2013’de ise Gezi
protestosu şeklinde AKP yüzünde tokat patladı. Arkalarında dış güçler ve eski mutlak
hakimiyetlerini özleyen yerel baronların desteği elbette vardı. Kendi halkına hakkını hukukunu
vermezsen Jön Türkler fenomeninde olduğu gibi Aleviler ve Kürtler de elbette dış güçlerin
oyununa gelecektir. Problem, AKP’nin kendi çıkarına değilse öteleyen yobaz dikta anlayışıdır.
Milleti yaşatmazsan kendini yaşatacak zemini arar ve bulur.
Elit Mason Bektaşilerin dedeleri peygamber soyundan olan insanlar olduğu halde Alevileri köylü
görüp nasıl ezdiğini, takiyeye zorladığını biliyoruz, yetmedi mi? Yanlış okumadınız ülkemizde
bulunan 350 Alevi dedesi Seyyid veya Şeriftir. Dedeğanlar ve Babağan arasındaki temel fark
budur. Bektaşiler liderini seçimle seçer ama Alevilerde lider peygamberimizin soyundan gelmeli,
Ehli Beyt’ten olmalıdır. Son yüzyılda Bektaşi önderleri mason olmak zorundaydı, çünkü
bürokraside yükselmenin tek çaresiydi.
Babağanlar, Cumhuriyet döneminde en fazla Dedeğan Alevilere zarar verdi. Cem evlerini ibadet
yeri saymayan yobaz devletci zihniyetin toplumda karşılığı yoktu, sünni nefreti kullandılar ve
Alevileri dışladılar. Aleviler köyden şehire gelince toplumun sosyolojisi değişti. AKP döneminde
Reha Çamuroğlu artık Alevilere zulmetmezler düşüncesiyle milletvekili oldu, ancak AKP’nin
Süfyanizm Oligarşisi tarafından ele geçirilmesine engel olamadı. Muhafazakar yobazlık AKP ile
zirveye çıktı, merkeze kendileri oturunca Alevileri çevreye attılar ve zulüm devam etti. Bu kısır
döngüyü kırmaya çalışan, Cem Evi ile camiyi berabeer inşa eden Fethullah Gülen Hocaefendi’yi
dışladılar, Alevileri heratik ve İslam dışı gören, ‘Cem Evleri ibadet yeri olamaz’ fetvası veren
Hayrettin Karaman’ın peşinden gitmek işlerine geldi.
Alevilere zulme 2009’da son verilebilirdi ama sünni cemaatlerden beklediğim destek çıkmadı,
ötekini anlamak istemediler. Merkezde kendini padişah sanan zalim zuşme doymadı ve sünni
cemaatlerden tam biat istedi. Biat etmeyenleri Aleviler gibi heratik sayıp ötekileştirdi. Dış
güçlerin oyuncağı derekesine indirdi. Anadolu’da ‘ulul azm olan devlet başkanına itaat etmeyen
dinden çıkar’ temel anlayışını kullandılar. Oysa zulme rıza zulümdür, ortak olmaktır, şer’an caiz
değildir. Mesela Erdoğan’ın Risale basımını devletleştirme ve Nur cemaatlerini devlet beslemesi
haline getirme projesi sürdürülebilir değildir, elinde patlayacaktır. Bu oyuna gelenler zalime
karşı mert üstadımızın hatırasına, mirasına zulmettiklerinden dolayı özür dileyecektir.
Erdoğan’ın cemaatleri devletleştirme politikasıyla ne Hizmet’in, ne Süleyman Efendi
talabelerinin, ne Mahmut Hoca, Cübbeli Ahmet Hoca nede Menzil’in bir köyünü bile ele
geçiremedi, yapısını, üyelerini, değiştiremedi. Zaten bu cemaatlerden kopmuş, limoni ilişki
yaşayanları kullanmaya çalıştı ve onları bulundukları bataklıktan çıkamaz hale getirdi. Hizmet’in
en küçük birimi ve bireyi dahi dimdik ayakta zulmü yapanları acıyarak izliyor. Halidi tarikatına
2. Mahmut’un zulmü 2 yıl sürmüştü, sonuçta 100 yıl müslümanları kuşatan aydınlık nuru yapılan
zulüm sürecinde çilede pişen erenlerin dava adamı haline gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Mevlana
Halid Bağdadi, 1822’de vebadan öldü, cemaatının parlak dönemini göremedi, Gülen’de belki
göremeyecek ama biliyor ki, en gür seda İslam’ın olacaktır.
Ülkemizin gerçek sivil toplum yapılanması olan tarikat ve cemaatleri toplumumuz hep sevdi,
devlet onca çabaya rağmen bir köyündeki düzenini bile ele geçiremedi, kontrol kuramadı, direnci
yok edemedi. 1986′da GATA’da askeri öğrenciydim, Ömer Şarlak Paşa tarafından verilen irtica
brifingi dün gibi kulaklarımda çınlıyor, o gün tüm tarikat ve cemaaatleri iç düşman gösteren bu
zihniyetin yanlış olduğunu kavradım ve Süfyanizm Oligarşisine acımaya başladım. Zulüm
devam etmez, kendi başını yer çünkü.
GATA’daki irtica brifingine Cumhuriyet mollası yetiştirmek için kurulan Ankara ilahiyatın bir
profesörü olan İbrahim Ağah Çubukçu’yu getirmişlerdi. Gayesi bizi namaz kılmamak, oruç
tutmamak, hacca gitmemek konusunda ikna etmekti. Çubukçu’yu zorla dinlettiler; ‘namaz
kılmanıza gerek yok, sizin askerlik göreviniz bir ibadettir, ekstradan çabaya lüzum yoktur’
dediğinde kan beynime sıçradı. Bu zihniyet benim birey özgürlüğüme, inancıma karışmak
istiyordu, ‘kimse karışamaz’ diye içimden geçirdim. Ensemde Yüzbaşı Mehmet Tıbıkoğlu’nın
tokadı patladı, kulağımı çekti. Meğerse dışımdan söylemişim. ‘Kandıralı, sen Çubukcu hocamızı
en önde dinliyeceksin’ dedi ve aldı beni en ön sıraya oturttu. Ensem ve kulağım kızarık olarak
Çubukçu’yu dikkatli dinledim ve bu Süfyanizm Oligark anlayışını yok etmeye yemin ettim.
Aptal otoritelere başkaldırı kanımda vardı, GATA’da neler yaptığımı ve inanılması güç macerayı
henüz yayınlanmamış ‘GATAkulli’ kitabıma saklayalım.
Laik olduğunu iddia eden Cumhuriyet Türkiyesinde Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunu Batılılar
anlayamıyor. Devletten maaş alan 130 bin molla ve müezzin olması, tarikat ve cemaatler
camileri ele geçirmesin zihniyetinin ürünüdür. Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvetle ilgili Cuma
hutbesi okunmasını yasakladı, bu bile neden camilerin ve imamların özerk olması gerektiğini
fısıldıyor. Devletin dini kontrol politikası, tarihimizde hep tepkiler doğurdu. Cumhuriyetin ilk 25
yılında tarikat ve cemaatlere yapılan ağır baskıların sonucu tam bir yıkımdı. Dini yobazlık ve din
tüccarlığı arttı, hatta cenazeleri kaldıracak molla kalmadı. Adnan Menderes’in imam hatip
açması mantığı bundandı, yoksa dindar biri değildi. CHP diktatörlüğünün ezdiği millet
rahatlamaya başlayınca oy oranı yüzde 52’lere fırladı. Ancak Menderes’te Erdoğan gibi son 3
yılında Süfyanizm Komitesi tarafından kuşatıldı ve zulmetmeye başladı. Bu nedenle idam
edilmesine kimse karşı çıkmadı, hatta muhafazakarlardan yıllarca bir başımız sağolsun diyen
çıkmadı. Erdoğan’ı da aynı feci vefasızlık bekliyor; Türk gibi başladı “Süfyan” gibi bitirdi.
IŞİD’in Basın Açıklamaları CIA Ürünü!
Erdoğan’ın kin, nefret, hased ve kıskançlık dolu konuşma metinlerini bir süredir Doğu Perinçek
yazıyor olmalıdır! Zira Erdoğan kin ve nefret saçarken kucaklamadan bahsediyor. Vizyonu
diktatörlük. Cumhurbaşkanlığını aldı ve sanki Başbakanlığı da elinde tutacak gibi konuşuyor Al
AKP’yi vur IŞİD’e, ikisi de siyasi İslam’ın doğurduğu anormallikler! Aynı karanlık merkez ve
odaktan çıkan bir tiyatro izliyoruz. IŞİD’in İngilizce yaptığı tüm basın açıklamalarını okudum,
İsrail’in Neocon ekibince yazıldığı belli, daha öncede 2001’de hapsettikleri, ellerindeki Üsame
Bin Ladin’i tepe tepe kullanmışlardı! IŞİD’e en çok sorulan zor sorulardan biri “neden İsrail’e
saldırmıyorsunuz?” Şu İngilizce linkte uzun uzun izah etmeye çalışmışlar: http://justpaste.it/g5af
IŞİD, Suriye’de El Nusra’yı El Kaida ile kurduğunda arkasında Vehhabi parası ve Başbakan
Erdoğan vardı. Güya daha sonra bir süre ayrılmış gibi yaptılar, Erdoğan, El Nusra’ya böylece
serbestce MİT kanalıyla silah yolladı. IŞİD, son açıklamalarında El Nusra ile tekrar
birleştiklerini duyurdu. Hiç ayrılmamışlardı ki! Birileri Müslümanlarla alay ediyor.
Terör uzmanları gayet iyi bilir ki, hiç bir terör örgütü istihbaratlardan habersiz ve izinsiz
kurulamaz, IŞİD canavarı, CIA, MOSSAD, MİT ve Suudi İstihbaratın ortak Frenkeştaynı!
IŞİD’in neden 6000 Türk eğittiğini, bu militanlar ülkemizden el ilanı ve broşürle toplanırken
MİT’in ne iş yaptığını merak ediyorum. Erdoğan ve MİT göz mü yumdular? İslam’ı düzgün
temsil eden Cemaat’ı hedef alan ve cadı avına çıkanlarlar nedense eli silahlı terör örgütünü
elleriyle besleyip büyüttüler. Besledikleri karga gözlerini oydu, itiraf bile edemiyorlar.
Irak Türkmenleri, Ankara’dan daha derin stratejik analiz yapabiliyorlar, mesela 2011’den beri
aşama aşama petrol zengini Kerkük’ün ABD tarafından Kürtlere teslim edildiğini net biliyorlar.
Irak Türkmen liderleri 20 yıldır hep dostum oldu, Erdoğan’ın kendilerine bir tır bile silah
göndermediğini söylüyorlar, silahların El Nusra üzerinden IŞİD’e gittiğinden eminler.
Kimin İngiliz şeytanı ile Kürdistan, kimin İsrail ile IŞİD planladığını, kimin SAM AMCA’nın
şapkasından cin çıkardığını biliyoruz. Erdoğan, 3. Dünya savaşı çıkartacak bir fitne kazanına
odun taşıdı. 2012 İncirlik toplantısının ayrıntılarını ve katılımcılarını daha önce yazdım, sözde
Kürt barış süreci bu toplantıda alınan karardır, dış kumpasın daniskasıdır. 2012 yazında bitirilen
PKK’yı canlandıran Erdoğan, ülkemizi bölecek plana kendi istikbali adına olur verdi. Kırmızı
çizgi Kerkük politikamız kalmadı, 2011 Amman ve 2012 İncirlik toplantılarına katılan MİT,
Erdoğan’a Büyük Kürdistan’a evet dedirtti. Türk ordusu nedense halen sessizliğini koruyor.
Irak Türkmenleri Ankara’da çalmadık kapı bırakmadıklarını, Erdoğan’ın onları Kürtlerin ve
IŞİD’in insafına terk ettiğini söylüyor. Maalesef acı gerçek budur, Türkmenler mağdur edilirken,
Erdoğan kılını bile kıpırdatmadı. Erdoğan, hadi diyelim ‘halifeyim fetvasıyla humus aldı ve
yandaşlarına devletin yüzde 20 servetini peşkeş çekti, yedirdi. Peki, IŞİDcilere neden bu kadar
yüz verdi? IŞİD Lideri İbrahim Bağdadi halifeliğini ilan etti, Erdoğan’ın halifelik iddiası da tuzla
buz oldu, gitti! Erdoğan öyle bir İslam halifesi oldu ki, burnumuzun dibinde Kerkük’de
Türkmenlere yardım edemiyor, sınır ötesine geçemiyor, koca fos bir balondan ibaret!
İsrail ve siyonist İslam düşmanları, Erdoğan’ı IŞİD’e destek verdirerek tuzağa düşürmekten
herhalde memnundur! Hangi akılsız lider teröre evet der ki? Tüm gazeteciler biliyor ki, Erdoğan
2 sene önce AB büyükelçilerine verdiği yemekte ‘Hizmet camiası beni kızdırmasın, terörist
yaparım’ dedi. Kin ve nefretini kusuyor, devletin imkanlarıyla zulmediyor. Bakın, Erdoğan eli
silahlı dehşet saçan IŞİD’e terörist diyemiyor, ama hayatında silah görmemiş dünyanın en
barışcıl camiasını terörist yapma derdinde! Bu yaman çelişki sırıtıyor.
Yukarıda linkini verdiğim IŞİD’in yaptığı açıklamaların Siyonistler tarafından yazıldığına bahse
girerim. Bu fitne hadislerde var, ‘sakın ola bu fitne ordusuna katılmayın’ deniliyor. IŞİD, İsrail’e
saldırmama gerekçesi olarak Gazze’de eğitim verdikleri mücahidlerin hazır olmamasını
gösteriyor. Fırsattan yararlanan Kürt peşmergeler Kuzey Irak’ta Bai Hassan ve Kerkük petrol
sahalarını ele geçirdi. Barzani, Nuri El Maliki’yi istifa çağrısı yapmıştı. Ankara ise, uyuyor.
Erdoğan’a İslam’ı tüm dünyada güzel temsil eden Hizmet camiasını vurma görevini verenlerle
IŞİD’i planlayanlar aynı merkez, siyonistler olduğu ortaya çıkacaktır.
Bolu’da Hizmet okullarının kapısına mühür vuranlar, daha 7 ay önce, ‘dershaneleri okula
dönüştürüyoruz, kapatmıyoruz’ demişti, yalanları ortaya çıktı. Niyetleri kötü, hem de çok
aşağılık ve alçakca. Erdoğan’ı kuklası yapan Süfyanizm Oligarşisi, her türlü fitneyi planladı ama
birşeyi hesaba katmadı: Hakkın Şahsi Manevisi Mehdiyet gücünde. Hakkın Şahsi Manevisinin
kurulmasında milyonlarca Anadolu insanının alın teri, emeği, gözyaşı, duası var. Gülen
Hocaefendi kendine çıkmaz bunca ortak emeği, bencil ve egoist değildir, Erdoğan gibi narsist hiç
değildir. Kendisini sıfır lider olarak görür, sıradan bir neferliği terich eder Sufiler gibi. Hizmet’in
tüm kurumları Anadolu evladının himmeti ve gözyaşı ile kurulmuş bu asil milletin ortak
markasıdır, marka hepimizin, sahip çıkalım.
Cumhuriyetin Süfyanizm Oligarşisi, Müslüman aydın yetişmesine izin vermedi. Cumhuriyet
döneminde son 50 yılda sadece solcular ve hizmet aydın ve entel bürokrasi burjuzavisi yetiştirdi.
AKP, Hizmeti kesiyorsa mutlaka solcu kadroları getiriyordur, çünkü kendilerinin yetiştirdiği
aydın bir Müslüman burjuva yok, hepsi sonradan görmüşler sürüsü. Lümpenlik on numara!
Devletin kurumları hak ve hukuk adına değil, birilerinin isteği doğrultusunda masum insanları
fişliyor. Cemaat mensubu avı yapılıyor. Ey Risale-i Nûr! seni söndürmek isteyen bedbahtların
necm-i istikbali sönsün. İzzet ve ikbali, şân-ü şerefi yerle yeksan olsun. 28 Şubat sürecinde
Ergenekon 5 bin iş adamını Yeşil sermaye diye fişledi boykot uyguladı, AKP döneminde bu
rakam 100 bine çıkmış, ne demeliyiz! Sanırım kalın kafalı, gaflet bataklığında çok Müslüman
var, 2 yıl bir elde tokmak, diğer elde Ebu Dücane kılıcı dolaşsam, zor uyandıracağım hepsini.
Abim Ömer alnı secdeli Erdoğan Müslümanlara zulüm etmez, beni inandıramazsın demişti geçen
yaz, şimdi ortada, ama halen inanmamakta ısrar ediyor. Gıda sektöründe malî incelemeden geçen
firma, fişlemelerin kerametinden Organize Suçlar ve Kaçakçılık Grup Başkanlığı tarafından
inceleniyor. Bir devletin Maliyesi başbakanın kini yüzünden kendi milletine ihanet ediyor. Gülen
Hocaefendi, 28 Şubat’tan 10 kat daha ağır bir sivil darbe süreci yaşandığını söyledi, haklıymış.
Zulüm kılıcı, aslında AKP’lileri de kesiyor. 2010′da Asya Bank için 6 aylık iş yapan Milli
Görüşten 14 yıllık bir dostumu, 2011′de Taner Yıldız’a az kalsın danışmanı olacaktı, ‘Paralelci’
diye fişlemişler. Çok kızmış; cemaata düşman olan ve Gülen’e hakaret eden bu arkadaşım,
‘İslam’a AKP ihanet ediyor ama ortaya çıkar, yanınızdayım’, diyor.
Bu, 28 Şubatcılar ile Erdoğan’ın ve AKP’nin durdukları yerin aynı olduğunu gösteriyor. O askeri
vesayet idi, bu da siyasi vesayet. Kısacası 12 yıldır değişen hiç bir şey yok. Bazı yerlerden
işadamları aranıp “seni artık koruyamıyorum. Cemaate gitmeyi bırak yoksa çok kötü olacak
senin adına” diye mesaj atılıyor, telefon ediliyor. Kendi zenginini devlet imkanlarıyla oluşturan
Erdoğan, işadamlarını korkutup sindiriyor.
Bu başka cepheleri çökertecek domino etkisine sahip bir nefret politikasıdır. Hiç bir iş adamı
siyasi baskıların olduğu bir ülkede kendini güvende hissedip yatırım yapmaz, dış sermaye zaten
gelmez, sıcak para da elbet birgün bitecektir. TÜSİAD, TUSKON ve TÜGİAD gibi iş âlemi
STK’larının temsil ettiği işadamlarına ceberut yöntemlerle mesajlar verildi ve yatırımları
durduruldu.. Anayasa teminatı altındaki girişim ve yatırım teşebbüs hürriyetine suikast
kabilinden uygulamaları sineye çekenlerle, demokrasi ülkemize yerleşemez. Vicdanlar karardı,
yalan geçer akçe oldu. Ahmet Akgündüz, ‘evvelkiler yüzde 80’ini, AKP hükümetleri yüzde
20’sini yediler’ dedi, züğürt tesellisi!
İstanbul Fatih’teki Karadeniz Pidecisi 28 Şubat’ta bile fişlenmemişti. Başbakan’ın danışmanı bu
ahmaklığı başardı hemde Ramazan’da bu çirkeflik yapılıyor. Son günlerde ortalığa dökülen ‘100
bin şirketi fişlediler’ iddialarını hafife almayın. Mesaj şu: Ya diz çökeceksin ya da seni bitiririz.
Kendi milletine düşman bir cumhurbaşkanı adayımız var: Erdoğan’ın vizyonu diktatörlük!
Sovyet medyası ve Neron!
Bir gün muhabirlik yapmadan kendini gazeteciyim, bir kitabı olmadan yazarım sananlar, tepeden
inme medya yönetici olduğu ve köşe yazarı atandığı sürece Türk medyası gazetecilik
göremeyecektir! Muhabirlik yapmadan gazetecinin, bir kitabı olmadan yazarın, tepeden inme
medya yönetici olduğu, köşe yazarı atandığı ülkeye yeni Türkiye deniyor. Ben, “Sovyetler
Birliği’nin batmadan önceki içi yüzde 90 hava, dışı civa, aslında oldukca kofti; görünüşte
muhteşem gözüksede yıkılacak hali” diyorum. Çok şükür ki, Sovyetler’den çok farklı olarak
ülkemizde umut vaat eden bir Hizmet hareketinin onurlu bir emaneti koruma direnişi var,
Süfyanizme yenilmiyor. Hizmet hareketinin vatanı, millleti, İslam ümmeti ve tüm insanlığı Kutsi
dava olan emaneti koruma mücadelesi, haklı olduğundan güçlüdür.
Bugün ülkemizde Haram Havuz Medyası, Sovyet tarzı gazetecilik yapıyor, tepedeki adam ne
derse doğru, ötekilerin hepsi “hain”, “casus” ve “satkın” diye yargısız infaz ediliyor. Sıkı
gazeteci yazar Amberin Zaman’ın “Vurun Kahpeye” yazısı zulüm ve adaletsizlikte gelinen
noktayı özetliyor. Firavun medyası, Sovyetleşti. Erdoğan boş yere devlet kaynağıyla bu kadar
yalaka, satkın gazeteci ve medya besliyor. Halk gazetesi diye tek tip Sovyet Pravdası çıkartsan
daha iyi, hem ağzından çıkan her kelimeyi emir telakki edip yazarlar!
Kamu yararına, millet çıkarına yanlışları yazamayan, devleti, devletlüyü eleştiremeyen,
güzellemeci her medya Sovyet yayın organıdır! Sovyetler Birliği’nde KGB ajanları gazetecilik
yapar, TASS ajansı veya Pravdalarda çalışırdı. Havuz Medyası’da MİT gazeteciliği yapıyor.
Sovyet tarzı medya, gazeteci ve yazarların olduğu bir ülkede tek seslilik hakimdir; adalet, hukuk,
eşitlik rafa kalkar, halkın genelinde mutluluk olmaz. Erdoğan’ın elinde haram yollarla edindiği
en az 20 TV kanalı, 15 ulusal gazete var ama halen Fuat Avni’den, STV’den, Zaman’dan
korkuyor.
Sovyetler Birliği neden dağıldı diye soranlara şunu söylerim. Eğitim alanında da rüşvet alınmaya
başlandı, doktoralar para ile satılıyordu ve siyasi iltimasla hak etmedikleri halde veriliyordu.
1990′li yıllarda eski Sovyet ülkelerinde basmadık yer bırakmadım, Türkiye’ye imrenenlere
gururla bizde eğitim alanında rüşvet olmaz dedim. Son 5 yıldır Türkiye Sovyetleşme sürecine
girdi, eğitime rüşvet siyasi iktidarın sahte doktora aldırdığı adamlar nedeniyle girdi, onursuz
insanlar türedi.
Üniversite yönetimlerini mutlak hakimiyetine almak isteyen Erdoğan ve AKP ekibi Yıldırım
Beyazıd üniversitesinde sahte doktoralar yaptırıyor. Yeterli yetişkin, eğitim düzeyi yüksek
kadrosu olmayan AKP, satın alabildiklerini aldı ama güvenmiyor, kendi adamlarına diploma
aldırıyorlar. Skandallar dizboyu, yaz yaz bitmiyor. Emek sarf etmeden alınan doktorlarla ehil
olmadıkları yüksek maaşlı makamlara konan ve bunu çok kötü kullanılan zavallılar yarın bunlar
ortaya çıkmayacak sanıyor. Çıkacaktır.
Akademide bir iflas sürecindeyiz. Liseleşmiş, ezberci, yapmacık müfredat, sahte doktoralı
yöneticiler, sistem gittikce fazla kokuşuyor. Son beş senede açılan 80′e yakın üniversitenin
kadrosu yok. Bakkaldan diploma alır gibi alınan akademik derecelerin dışarıda espirisi yok. 3
kişi ile bölüm açıyorlar, AKP’li müteahhitler bol bol üniversite binası yapıp para kazanıyor, tabi
yüzde 10 ve 20 arasında değişen haraçları veya zoraki bağışları TÜRGEV türevi sözde vakıflara
yaptıktan sonra ihale alınabiliyor.
Azerbaycan’da bir dostum, 1998′de eski Meclis Başkanı Resul Guliyev’in doktora tezini
kendisinin yazdığını söylediğinde ağzım açık kalmıştı. Bugün ülkemizde bu olağan hale geldi ve
kimse kanıksamıyor. 1970′ler de ülkemizde solculuk, Komünistlik rüzgarı vardı, zira Sovyetler
Birliği’nde insanların çok mutlu ve adil yaşadıklarına dair bir inanç bulunuyordu. Ancak 1980
başına kadar dürüst, rüşvet yemeyen model insan olan Komünistler, hızla yozlaştı. Zaten gizliden
gizliye az sayıda kamu soygunu vardı ama genel tabana yıldırım gibi yayıldı, bunun yanısıra
sahte diplomalarla mevki edinmeye başladılar. Halkın Komünistlere güveni kalmadı, fakat ortada
başka alternatifte görünmüyordu.
Ülkemizdeki AKP’nin Sovyet tarzı kamu soygunu tipi ve eğitim sistemine rüşveti getirmesi
çöküşün emaresidir. Dava adamı gider, ideolojiler ölür, hırsız gelir devlete yerleşir. Artık sadece
namuslular ve namussuzlar vardır, halk olup bitenleri fısıltı gazetesinde kulaktan kulağa duyar;
Sovyet medyası artık yalan söyleyen, iktidardakinin borazanı olan bir paçavradır.
Çok acı konuştuğumun farkındayım. Eğitim hayatımıza giren rüşvet ve sahte diploma virüsü
gelecek neslimizi asalak ve beleşci yapacaktır. Eski Sovyet ülkesi Azerbaycan’da neredeyse
herkes üniversite ve kolej mezunuydu, bazı doktora yapanlar para ile diploma satın alıyordu.
Eskiler, yaşlılar nostaljik hatıralarını anlatıyor, yeni yetme nesilin neden bu kadar bozulduğuna
bir anlam veremiyordu. Kapalı demirperde kapılarının açıldığı, Berlin Duvarı 1989′da yıkıldığı
gün, Sovyet vatandaşları dünyanın en mutlu, varlıklı toplumu olmadıklarını, tek sesli Sovyet
medyasında anlatılan ütopyaların, yalanların bir kandırmaca olduğunu kavradı. Zaten gizli gizli
biraraya gelip Azatlık radyosu dinliyenler, Sovyet medyası yalanlarına sadece gülüyorlardı. İşte
onları 1992 başında böyle şaşkın vaziyette gözlemledim, geri kalmış sandıkları Türkiye, artık
onlar için ideal bir ülke oldu. Biraz abarttığımı kabul ediyorum. Bizde de rüşvet var dedim ama
hiç olmazsa eğitim sektöründe profesör, öğretmen rüşvet toplayıpta not yazacak kadar
düşmemişti, sahte üniversite diploması veya akademik derece alan yok denecek kadar azdı.
Akademisyenlik ülkemizde bilim için değil garantili devlet memuru maaşı için yapılıyor;
bilimsel üretim ve saygınlık dolayısıyla olmuyor veya oldukca az sayıda akademisyen bilim
üretiyor.
Rusya dahil tüm eski Sovyet ülkelerinde Komünist olmak artık temiz, düzgün, mert olmak
değildi, daha çok yemek için mevki kapma adıydı. Hiç unutmam, bir şehirde Türk okulu açmak
için 10 yıldır boş olan bir binayı gözüme kestirdim. Eğitim Müdürü güldü, ‘orası boş değil ki’
dedi. Meğerse Moskova’yı kağıt üzerinde 10 yıldır kandırıyorlarmış. Boş dediğim okulda bakın
neler dönüyormuş. 120 öğretmen çalışmadan maaş almış, 2000 öğrenci varmış. ‘Buranın rüşveti,
haracı en aşağıdan en yukarıya doğru milimetrik hesaplanır ve paylaşılır’ deyince beynimden
aşağıya kaynar sular döküldü. “Ya çocuklarınız, ya onların geleceği, ya gerçek eğitim ve
ahlakları ne olacak?” dedim hayretle. Eğitim Müdürü, gün görmüş adamdı: “Siz Türklerin gelip
bizi kurtarmasını bekliyorduk, hoş geldiniz ama bizim nesilden destek beklemeyin, hepimiz
hırsızlığa ortak olduk” dedi. Türk okulları kolay açılmadı, nice gözyaşları, emeklerle boş
duvarlarda eğitim ve ahlak sesi yükseldi.
AKP, Muhafazakar ve Siyasal İslamcı kimliğinin içini ve dışını boşalttı, devleti soymak isteyen,
çıkarını koruyan dinini, ahlakını sattı. Şimdi de ülkemizin yurt dışındaki tek olumlu imajı ve yüz
akı Türk okullarını kin, nefret, haset ve kıskançlıkta satıyor. Eski Sovyetler Birliği hantal bir
bürokrasi ve kağıt üzerinde mükemmelliğe ulaştı; AKP’nin izlediği model buna benziyor, ülke
çöküyor. Rusya, Tataristan’dan Almaatı’ya kadar her gezdiğim yerde aynı hikaye vardı: Eğitime
rüşvet girdi, Komünistlik bozuldu. AKP son 12 yıldır Türk toplumunda inanılmaz seviyede bir
yozlaşmayı gerçekleştirdi, insan kalitesi eski Sovyetlere döndü.
Eski Sovyetlerde işin ehli olmayan insanlar, rüşvetle, dost tanışla makam ve mevkilere gelmeye
başlayınca hırsızlığın önü hiç alınamadı. Eski Sovyetlerde herkes konumu ve elde ettiği makama
göre küçük ve büyük çalıyordu, herkes hırsızlığa ortaktı ve kimse sesini çıkarmadı. YÖK’ü,
vakıfların açtıkları dahil, tüm devlet üniversitelerinin yönetim kadrolarını dahi ele geçirmeye
çalışan, bunun için sahte doktora verme programları icat eden AKP, hem kendi batıyor, hemde
ülkemizin olumlu imajını hızla batırıyor.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Bilkent Üniversitesi’nde yaptığı “Kara Propaganda” konulu
doktora tezinde yaptığı intihalleri açıkladım. Bugün ülkemizde MİT Müsteşarının doktora tezi
bile intihal çıkıyorsa, sıradan halk dolayısıyla “o yaptı bende yaparım ve mevki kaparım”
diyebilir ve diyor zaten. Bilkent etik komisyonu eğer tezi incelemeye alırsa Fidan’ın doktorası
iptal edilebilir ve Dr. ünvanını kullanamaz. Bu topluma ders olur. Bana inanmayanlar, Fidan’ın
orijnal doktora tezine bu linkten ulaşabilir.
http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0003191.pdf Kaynaklarıyla Fidan’ın akademik hırsızlığını
deşifre ediyorum. Biliyorum, yine kimse tınmayacak, abarttığımı düşünecek, bu kadar olmaz ki
diyecek ve kulak üstüne yatacak ve normal hayat seyri devam edecek. Kaynaklarıyla Fidan’ın
hangi cümle ve paragrafları ne ölçüde intihal yaptığını kamuoyu dikkatine ve gelecek neslimize
ibret olsun diye sunuyorum. Fidan, o kadar fazla akademik hırsızlık yapmış, referans
göstermeden çalmış ki hepsini bir makalede vermek zor.
http://farukarslan.com/yazilarim/akademik-makalem/hakan-fidanin-doktorasi-intihal/ …
Başkasına ait cümleyi olduğu gibi kullandığı halde referans vermeyen veya referans verdiği
halde tırnaksız veren Fidan intihalcidir. Akademik bir tezde, makalede başkalarına ait görüşler
cümlede 6 kelime ile yanyana geldiğinde kopya kabul ediliyor. Fidan komple çalmış ve fazla
söze hacet bırakmamış. Kaldı ki, alıntı yaptığı fikirlere takla attırsada kaynak gösterme akademik
etik kuralıdır.
Hizmet Okulları, Eski Sovyetlere rüşvetin değil eğitim ve ahlakın, içinde insanlığın olduğu bir
model götürdü ve kalplerde çok sevildi. Politbüro’da görev yapmış merhum Azeri Lider Haydar
Aliyev’i 5 yıl gece ve gündüz izledim, beni çok severdi, içerde her programına katılırdım, her
ülkeye de götürürdü. Haydar Aliyev’e neden Hizmet okullarını desteklediğini sordum: ” Çünkü
Nahçıvan’da okulun ilk kabul sınavında bir akrabam kazanamamıştı, benim yakınım olduğunu
ısrarla vurgulamasına rağmen hak etmeyen birisini almadılar, parası olmayan fakir, kimsesiz
birini aldılar okula. Ben kimsesiz, yetim bir çocuk olarak büyüdüm, Sovyetler bu yetimin elinden
tutmasa bu noktaya gelemezdim, bunun ne kadar önemli olduğunu çok iyi bilirim.” dedi.
Tarihte ölümsüz bir iz bırakan Haydar Aliyev, “Komünizm’in ulaşamadığı gerçek adalet ve
eşitlik zirvesine ancak Hizmet modelinde insan yetişirse ulaşılır” der ve Ankara’dan gelen tüm
olumsuz resmi mesajlara rağmen desteklerdi. Haydar Aliyev ile ilgili hatıralarımı henüz
yazmadım. Erdoğan’ın Türk okullarını kapatmak için 26 defa başvurduğu dost ve kardeş
Azerbaycan’a Erdoğan hiç bir hizmet vermedi ama Hizmet 24 yıldır canını, kanını, kalbini,
gönlünü, eğitimini verdi. Acı ve tatlı günlerinde beraber oldu, beraber ağladı, beraber güldü.
Merhum Azeri devlet başkanı Haydar Aliyev, karizmatik ve çok zeki bir liderdi. Özlediği
Komünist dava adamı kalitesini Hizmet’te gördü. Siyasete karışmadıklarını çok iyi bilirdi.
Müthiş bir istihbarat insanıydı. 3 çeşit istihbarat yapar, sağlamalı çalışırdı, külyutmazdı. 1994 ve
1995 darbelerinde başta Engin Alan olmak üzere Ergenekoncuların ve Türk devletinin tüm
birimlerinin kendini devirmek, hatta öldürmek için her türlü çirkinliği yaptığını gördü,
delilleriyle bunları ispatladı. Sadece Hizmet bu işlere karışmamıştı, bırakın devleti ele geçirme
ve paralel devlet kurmayı, en küçük bir imada bile bulunmamıştı. Aliyev, Türkiye’ye küsmüştü,
eğer Hizmet barıştırmasaydı, ne bugün Bakü-Ceyhan boru hattı olurdu, nede iki ülke arasında
sağlıklı bir ilişki kalırdı. Bu ayrı bir hikayedir. Erdoğan ve arkasındaki İslam düşmanı neocon
ekip daha kim ile uğraştığını bilmiyor veya küçümsüyor. Hakkın şahsı manevisi kazanacaktır.
Diyeceksiniz, ‘hem bu kadar siyasetin içindesin, hem siyaset yapmıyorum’ diyorsun. Üstad öyle
demişti: “Politika yapmadan siyaset yapar son devrin dava adamları!” Haydar Aliyev gibi
Sovyetleri avucunda oynatmış siyasi bir dehayı 5 yıl takip edip dinleyen benim gibi bir
gazeteciyi AK trollleri ve MİT’in kara koyunlarının söz oyunlarıyla, yalan dolan dolu oyunlarla
yenmesi mümkün değildir. Risaleleri 8 defa bitirmiş, Azerbaycan’da Caferi köyünde bile Risale
dersi yapmış benim gibi bir Nur talabesinden daha iyi Nurlara hakim olduklarını da sanmıyorum.
Üstad Said Nursi, “siyasetten şeytandan kaçar gibi kaçtı, sizde kaçın meydan bize kalsın”
diyenler, Mehdiyetin gücünün ahirzamanda gerçekleştireceği muştulu 3. görevin detaylarını
okusunlar. Zındık Süfyanizm Komitesi, Risale cemaatlerini kontrol altına alıp Nurların güneşini
söndürdüklerini sanıyor. Oysa üstadın öngördüğü 2. görevi zaten milyondan fazla insanı
dünyanın dört bir yanında Allah’ın davasını yaymaya göndererek Hizmet yaptı. 3. görevin içeriği
daha kapsamlıdır. Risale cemaatleri böyle bir hazırlık ve hizmet yapmadılar ki, Mehdiyetin
gücünü temsil etme ve söz söyleme hakları olsun! Kapasiteleri, vizyonları çok sınırlı. Artık
“büyük Nurcu abi” tabusu yıkılıyor. Sovyet medyasının ve “Firavunlaşan Neron”un uydusu
olanlar, zulme ortak olduklarından çatlayacaklar ve vicdanları kanayacaktır!
YEZİTLEŞME SENDROMU
Efendimizin (sas) bir Hadis-i Şerifi’ni hatırlatalım: “Herkes hata yapar hata yapanların en
hayırlısı hatasından hemen dönen ve vazgeçendir.” Kardeşliğin mayası ihlastır. İhlaslı insanlar
hır gür çıkarmazlar. Uhuvvetin en azılı kâtili ise, her hesabın nefse göre yapılmasıdır.
Hükümet ile Cemaat arasında yaşanan gerilim Başbakanın cemaatten biat etmesini istemesi ve
bu talebin reddedilmesiyle başladı. Her cemaata, tarikata ve gruba biat çağrısı yapıldı, biat
etmeyenlere hayatları zindan edildi. Ahirzaman fitnesini yaşıyoruz. Kendisi gibi düşünmeyenleri,
küfre sapmış, ahlâksız ve batıl olarak gören Erdoğan’ın çıkarcı, popülist mantığına politik
arenada “siyasi fahişelik” deniyor!
AKP’de derin çatlak henüz ortaya çıkmadı. Hazımsızlık ve nefretin Erdoğan ve onu çevreleyen
bir avuç insanla sınırlı kaldığını AKP’li siyasetçiler çok geç olmadan göstermelidir. AKP, bu
Erdoğan ile yeni Türkiye’yi inşa edemeyeceğini hepimize gösterdi. İnşa ve ihya edilecek
gelecekteki yeni ülkede Erdoğanlı bir dönem olmayacaktır! Erdoğan’ın hırsı yüzünden
Türkiye’de ve dünyada siyasal İslâm’ın yumuşayarak demokratik değerlerle bağdaşabileceğini
düşünenler yanıldı. “İslam demokrasiyle bağdaşmaz” diyenler artık Erdoğan’ı örnek gösteriyor.
Çünkü onda çoğulculuk yok, çoğunlukçuluk var. Halkın yarısı düşman! Böyle bir ülkede kimse
yaşamak istemez.
Erdoğan ile kutuplaşma ve nefret söylemi doğallaşıyor. “Biz ve bizim gibi olmayanlar” ayırımı,
milli irade kavramıyla meşrulaştırılıyor. Erdoğan, Milli Görüş çizgisinden gelmekle birlikte
merkez sağı liberal demokrasiyi temsil edebilirdi ama eski dar gömleğini giydi ve hepimize
giydirmeye çalışıyor. Çoğulculuğu ret eden, AKP’ye oy verenleri adam sayan Erdoğan, kendisini
milli iradeyle eş tutuyor. Yolsuzluklarını sandıkta oyla aklamaya çalışıyor.
Merkez sağın hiçbir zaman benimsemediği “nefret söylemi” üzerine partisini inşa eden Erdoğan,
merkezi sağı kendi karizmasına taşımak istiyor. Erdoğan masum değil. Aleviler rencide ediliyor,
işçiler taşeronlaşıyor, her farklı ses, onların iktidarına göz diken hain gibi algılanıyor! Erdoğan,
bir gün cemaat, sonra HSYK, sonra AYM, ardından Merkez Bankası ile habire kavga çıkarmaya
çalışıyor. Bu ihtirasın sonu gelmeyecektir veya sonunda büyük bir hezimet yaşayacak ama bu
devrede de 76 milyona eziyet edecektir.
Erdoğan ve şürakası en üst düzeyde “Yezitleşme Sendromu” olan en vahim günahı da işledi. Bu
aşamadan sonra Anadolu’da yaygın tabirle desek, “AKP’den bir cacık olmaz.” Tekfir tezviratın
en açık örneklerinden biri sergilendi ve Fethullah Gülen Hocaefendi, İslam dinine “paralel bir
din” kurmakla suçlandı. Bu resmen “şeytanlaştırma”dan sonra gelen “kafirleştirme” sürecidir ve
Allah’ın davasını tüm dünyada temsil edenlere kumpası kuranların kaçacak delik aramaları ile
sonuçlanır.
Devlet İslam’ı dayatan derin oligarşi, kılık değiştirerek AKP olarak arzı endam etti. Ebu Hanife
İmamı Azam, çok büyük bir müçtehitti, aynı zamanda ticaret yapardı. Zorba İslam halifesi ve
yöneticilere karşı son nefesine kadar hapishanede direndi, hayatını siyasal İslam’a fetva vermek
istemediği için işkence altında verdi. İslam tarihi boyunca, siyasilerin İslam âlimlerini, hocaları
ve cemaatleri yargılaması yeni değildir. Mevlana’nın babasından Mevlana Halid’e bir sürü
tarihten örnek verebiliriz. Kıskançlık ve korku damarını şeytan çok iyi kullanıyor ve bugün
ülkemizde parti devletine ve gelecek iktidarlara tehlikeli yetkiler verilmiş oluyor. MİT yasası ile
İslam’ı ve eğitim hizmetlerini tüm dünyada besleyen, büyüten, yayan ve ülkemizi güzel tanıtan
cemaata global ve yerli fitne şebekesi AKP’nin toplum üzerinde henüz bitmemiş kredisini
kullanarak darbe vurmak istiyor.
Erdoğan’daki iktidar hırsı ve AKP’lilerin yedikleri tatlı devlet kaymağı uğruna, suçsuz yüz
binlerce insana acı çektirmek ayıptır, suçtur, günahtır. Vebali vardır. AKP’nin ve Erdoğan
ailesinin yaptığı tonlarca akılsızlıkların deşifre edilmesini bahane edip yolsuzluk ve rüşvetin
üzerini örtmeye çalışmak, bir cemaati seçim stratejisi çerçevesinde şeytanlaştırmak ve
kafirleştirmek kin ve nefret suçudur. Kim hükümeti devirmek üzere kumpas kurmuşsa, kim yasa
dışı yollarla yatak odalarına girmişse, bulunsun ve yargılanıp cezalandırılsın. Soytarılığa artık bir
son verin! İddia edildiği üzere kim yurtdışı güçler adına devlete karşı komplo içinde olmuşsa,
Allah onun belasını versin!
RİSALE CEMAATLERİNİ VE NUR BASIMINI DEVLETLEŞTİRME
Müthiş bir kumpasta Risale-i Nur üzerinde oynanıyor. Cemaat ve Yeni Asya grubu dışında tüm
Risale cemaatleri kandırıldı. Risalelerin basılmasını bir tekelin denetimine veren Derin Oligarşi,
sivil Nurcu geleneğin altını oyuyor ve cemaatın vesile olduğu “sadeleştirme kini”ni ustalıkla
kullanıyorlar. Nurlar evrenselleşmiş eserlerdir. Basım-yayımından bugüne kadar iyi paralar
kazanan Nurcu yayınevlerinin ve bazı cemaatlerin kazançları kendilerine helal olsun. Ancak MİT
elemanları pazarın kazancını olta, yem olarak kullanmış, altın tepside hepsini üstadın talabesiyim
diye yaygara kopartan bir grup ‘abiyim iddiacısı’na sundu. İştihaları kabarmış olabilir ama
unuttukları bir kaç önemli mesele var. Ahirette uyarmadı demesinler, Risaleleri siyasete alet
etmek isteyenler hep aksi ile tokat yemiştir.
Evvela Mehmet Kırkıncı’dan başka üstadın yaşayan abisini kabul etmiyorum. Çoğu ilimsiz
esnaf, kimisi medresede okumuş, üstadı bir kaç defa ziyaret etmiş, o kadar. Onlara üstad miras
bırakmadı ki Risaleleri! Diyelim ki, Risale basımında Erdoğan ve AKP’ye oy verme karşılığında
haksız hak sağladınız. Üstadın vasiyetine ihanet ettiniz. Yarın öbür gün bu devlet senin
sevmediğin birilerinin eline geçerse ne yapacaksın? Risale yayınını devletin veya devletin seçtiği
birilerinin iznine/denetimine bağlamak tek kelimeyle körlüktür, şaşılıktır, basiretsizliktir!
Davanız nedir, iman hakikatlarını yaymak mı, yoksa satıştan kazanç meselesi mi?
Risalelerin telif hakkının bazı şahıslara veya devletin örgütlediği, denetimindeki bir komisyona
verilirken, Cemaatın dışlanmasıyla yayın hakkının ellerinden bandrol verilmeyerek alınması
planlanıyor. Bir kere satılan yüzde 80 oranında Risaleyi cemaatın insanları alıyorlar, hani şu
Risale okumuyor diye suçladıklarınız! Güya Risale basımımı ve toptekun Risale cemaaatlerini
devletleştirmede gaye sadeleştirilmiş Risalelerin satışını engellemekmiş! Saygın Abiler, ya
kendilerini böyle avutuyorlar veya kendi boyut ve kalıplarında hizmet eden Nur talebe vicdanını
böyle aldatıyorlar. Sonuçta, Risalelerin basımının devlet elinde tekelleşmesi, derin oligarşinin,
MİT’in bir fitne kumpası! Üstad, eserlerini milletin malı yaptı ama abiler şimdi devlet malı
yapıyor ve bir kamu malına daha tecavüz ediliyor. Siyasete vagon olmaktan rahatsız olmayan
kimi Nurcular aşırı siyasileştiler ve Nurculuğu devletleştirme teşebbüsüne ortak olmakla üstadın
kemiklerini sızlatıyorlar.
Unutmayın! Hiçbir iktidar yeryüzünde kalıcı değildir; yarın bir başka iktidar gelir aynı şeyi
bugün yapanlara ve destek verdiği cemaatlere yapar. Zulme ortak olanlar eden bulur fetvasınca
bugün Hizmet’e dayak atanların desteklediği cemaatler ve gruplar aynı dayağı bir başkasından
yiyecektir. Aslında dayağı atan el devletin derin Oligarşinin elidir ve bu devlet bir ruh, bir
zihniyet olarak her dönemde bedenden bedene geçmektedir. Üstadın gayesi bu derin Süfyanizm
elini, belini, dilini kırmaktı, şimdi Risale cemaatleri Süfyanizm gemisine bindi, gidiyor bir
kıyamete, daha ne yazsam uyanırsız, bilemiyorum.
ERMENİ SOYKIRIMI
Sözde Ermeni soykırım tasarısını, tam 100 Amerikan miletvekilini tek tek ziyaret ederek
durduranın camia olduğunu ıskalayanı da Allah kahretsin! Sanırım cemaatın ABD’deki lobi
gücünü AKP ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kıskandılar. Yoksa Yeni Şafak, gazetesi
böylesine ahmak bir kumpasa imzasını atmazdı! Kamu diplomasinin kurucuları İbrahim Kalın ve
Taha Özhan tarafından kurulan SETA Vakfı’na Ermeni lobisiyle savaşması için aktarılan
milyonlarca dolar devlet hibesi yıllardır heba ediliyor. Sözde Ermeni yasa tasarısında ABD’de
bulunan eski Türk federasyonu etkisiz kalırken, cemaatın vakıf ve derneklerini aynı çatı altında
toplayan federasyon hepsinden daha fazla etkili oluyor. Çünkü diyalog çalışmaları sayesinde
herkesi tanıyor, birebir insani ilişki kurabiliyorlar.
Türk devleti yıllardır ABD’de sözde Ermeni soykırım yasası engellensin diye Yahudi lobilerine
milyonlarca dolar kaptırır, cemaatın federasyonu bunu bedava yaptı ve kim daha vatansever iki
sene önce ortaya çıkmıştı. Camia, tam 15 gün sıkı çalışarak sözde Ermeni soykırım yasa
tasarısını engelemeyi 30 milletvekili görüşünü değiştirerek başardı. İşte diyalogun elde ettiği
lobicilik gücü budur ve tamamen Türkiye yararına kullanılmıştır. Herşeyi cemaatten beklemeye
alışmış ve cemaatın başarıları üstüne konmayı, tüm günahlarını da cemaat üstüne atmayı marifet
sanan AKP yönetimi ve Türk Dışişleri’nin görevi Ermeni soykırım tasarısını bertaraf etmek değil
midir? Ne oldu şimdi? Madem cemaat “paralel devlet”, “hain”, “casus”, “CIA ve MOSSAD
oyuncusu”, bırakın ağlamayı, medet ummayı da ciddi bir devlet gibi Ermenileri ABD, Fransa ve
Kanada’da durdurun. Zira 2015 yılını sözde soykırımın 100. Yıldönümü saydıkları için çok daha
sıcak geçecektir. Eğer Camia, Ermeni tasarısında herhangi bir Amerikan senatörü veya
milletvekilini ülkemize karşı kışkırtmışsa Allah bizleri kahretsin; yoksa iftira atanları hak
ettikleri cezaya uğratsın.
PKK ELİYLE CEMAATA OYUN
Genelkurmay’ın raporuna göre, AKP ve MİT içindeki karanlık bir şebeke, ‘PKK eliyle Cemaat’e
kumpas’ planı kurmuştu. PKK ile mücadelenin tamamen MİT ‘teki dar bir kadroya bırakılması,
Emniyet ve Jandarma’nın el çektirilmesi ile kumpas sahneye kondu. MİT ekibi terörle
mücadeleden çok ‘PKK eliyle Cemaat’e nasıl zarar veririz’e kafa yordular. Cemaat, hükümete
zarar vermek için PKK ile iş birliği yapıyor görüntüsü vermek için yalan haberler ve mizansen
olaylar tertiplendi. Yerel seçim telaşı içinde birçok kişi bu kumpas planını unuttu. Oysaki
kumpas yol haritası adım adım uygulanıyor. Bu zamana kadar Ergenekoncu askerler, derin
oligarşi, MİT’deki hain şebeke ile CIA, BND, MOSSAD ile PKK işbirliği olmasaydı, çoktan
terörün kökleri kurutulmuştu.
Havuz medyasının amiral gemisi Sabah, 5 Nisan’da adı sanı duyulmamış bir internet sitesini
(Basnews) kaynak göstererek “Gülen’den PKK’ya mavi boncuk” başlıklı bir manşet haber
yayınladı. Haberde “Gülen örgütünün mart ayı ortasında Kandil’e bir mektup gönderdiği ve
seçimde hükümete baskı amacıyla iş birliği istediği” iddia ediliyordu. 17 Aralık’tan bu yana her
gün yalan ve çarpıtma ile çıkan Sabah’ın haberine Gülen’in avukatları sert tepki gösterdi. Çünkü
avukatlara göre böyle bir mektup olmadığı gibi içeriğine dair yazılanlar da tamamen iftiraydı.
Kumpasın biri bitiyor, öteki başlıyor. Cemaatı “Şia’ya paralel” sayan densizleri dikkate almak,
cevap yazmak bile akıllara ziyan! Bunca fitne planını yapacak zekayı AKP’de göremiyorum.
Bunca kumpas ancak 5 yılda Özel Harp ve MİT tarafından hazırlanabilir! Erdoğan, can havliyle
zevahiri kurtarma savaşı verirken, başta sessiz 300 küsur AKP miletvekili olmak üzere AKP
tabanının gerçekleri bilmediği ortada. Basiretler bağlanmış, derin oligarşi AKP’yi bitirecek pimi
MİT yasası ile çekerken, AKP’li dostlarımız halen ‘MİT cemaata operasyon yapacak’ zannı ile
sevinç naraları atıyor. Zarara kendi rızası ile girene acınmaz.
Recep Tayyip Erdoğan, zulmünü hergün daha da katmerliyor; yasalara aykırı ayrımcılık suçu,
nefret söylemi suçu, temel hak ve özgürlükleri engelleme suçu işliyor. Erdoğan ve AKP henüz
ortada yok iken cemaat vardı. Bu gün Erdoğan tek bir tuğlası koymadığı halde millete mal olmuş
Türk okulların kapanması için çırpınıyor ve onursuz davranış sergiliyor. Erdoğan, ülkemizin tek
dünya markası Türk okullarını kapattırmak için neden uğraşıyor? Oradaki öğrenci ve
öğretmenlerin ne suçu var? Hased mi, kıskançlık mı, yoksa global veya yerli çeteden emir mi
aldı? Aslında Anadolu insanının cihana sunduğu tek insanlık hizmetini hırpalıyor.
Bir kere Hizmet, âmme hizmeti yapıyor, hukukuna tecavüz edildiğinde hukukullah devreye girer.
O hukuka saldıranları Rab bilir ne yapacağını, Allah’a havale ederseniz en iyisidir. Ona bunca
yanlışı yaptıran Hayrettin Karaman, İslam fıkhının canına okudu, alimin siyasileştiğinde ne
kadar değerini düşürdüğünü ispatladı! ‘Paralel fıkıh’ diye düşman üretti! Paralel dinde icat
ederlerse şeytana külahını tam ters giydirmiş olacaklar. Hayret etme makamını çoktan geçtik…
Karaman’a göre, AKP iktidarının devamı için Cemaat, müesseselerini, hattâ rahmetli Muhsin
bey gibi kendisini bile feda edebilmeli. Zulüm budur! Karaman’a göre, Türkiye’nin, hattâ
ümmetin varlığı bekası AKP’ye bağlı; yoksulluk var, yolsuzluk yapıldı diye onların üzerine
gidilmemeli! Parantez filme çektirilen çakma film ortaya çıktı. Hem Muhsin Başkan’ın infazına
onay ver, hemde suçu cemaatın üstüne yıkarak kendini aklamaya çalış. Pes doğrusu! Şeytan bile
bunu düşünemez.
Bu durumlarda Kur’ân, teselli ediyor: “(Size bir yara dokundu diye) gevşemeyin, üzülmeyin.
Gerçekten mü’minlerseniz daima üstün olansınız.” (3:139). Aynı zamanda Kur’ân, Müslümanı
uyarıyor “Şeytanlar, dostlarına, elemanlarına sizinle mücadele edip dursunlar diye sürekli
fısıldarlar.” (6:121) buyuruyor.
Erdoğan’a yanlış fetva verenler birden fazla. Başta Karaman, gaddarane fetva veriyor:
“Savaştasınız. Kazanmak için yalan, iftira, her yol mübahtır.” Kur’an Karaman gibi söylemiyor.
‘Cemaat için fert feda edilir; milletin selâmeti için cüz’î hukuklara bakılmaz.’ diye, dehşetli bir
zulüm Kur’an ve Hadis, İslam’da yoktur. Bediüzzaman Said Nursi, Kur’an’dan şu prensibi
çıkarmıştı: “Bir gemide 9 câni, 1 masum bulunsa, o masum kurtarılmadan cânileri cezalandırmak
için o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.” Üstad Nursi şunu vurgulamak istiyordu:
Kur’ân’ın adalet-i hakîkiyesi, bir ferdin hakkını topluma feda etmez; ‘Hak haktır; küçüğe,
büyüğe, aza, çoğa bakılmaz’
Bu dünya sultan Süleyman’a kalmadı, elbet kibirli firavuna, helala haram karıştıranlara, kamu
hakkı ve yetim hakkı yiyen hırsıza hiç kalmaz. Kömür ruhlular küçük bir zulüm görünce,
dünyevi çıkarlarına az zarar gelince Hizmet’e ihanet ederler, münafıklara ‘biz hep sizleydik’
derler. Sahi, kendinizden önceki dava adamlarının başına gelenler başınıza gelmeden cennete
gideceğinizi mi sanıyordunuz? Zulümler altın ruhlu insanları parlatır, zor dönemlerde gerçek
karakterler ortaya çıkar.
Zulmeden zalime hep gülesim gelir. Hatta mümkünse biraz daha vahşileşmesini arzu ederim,
başka türlü dava adamları rehavete kapılır, pörsür. Zalim zulmetdikce Sufiler Allah’a hamd eder,
sevinir, zira Allah’ın kendilerini sevdiğini verilen bela ve musibetin büyüklüğünden anlarlar.
Dava adamları çile ve ızdırap olmadan yetişmez. Zulüm’e izin veren Allah’ın bir muradı vardır,
hamları pişirecek, zalime de zamanı geldiğinde cezasını verecektir. Bu zulüm ne zaman bitecek
diye soruyorlar. Kur’an okuyun, bulursunuz. Kalpleri evirip çeviren Allah, zulmü devam
ettirmez ama zalim kaşınıyordur. Zulüm kabı dolup taşınca ceza mukadder olur. Allah’ın adaleti
böyle çalışır; hem dünyada rezil rüsva olur, hem ahirette ateş yakalar onu. Allah en iyi saat
ustasıdır, vaktini zamanını hiç şaşırmaz!
Erdoğan’a akıl almaz zulümleri yaptıranları yedi aydır yazıyorum. Kozmik Oda adlı Özel Harp
Dairesi’nin Seferberlik Tetkik Kurulu’nda, Genelkurmay’ın TUSHAD, MAK ve ÖKK özel
yapısında Göktürk diri yazıyor. Ergenekon yeni bir şekle büründü, yeşil müslüman maskesi
takıyor. Başta Hrant Dink olmak üzere Rahip Santoro, Zirve Yayınevi cinayetlerinin de
aralarında olduğu birçok karanlık eylem, Kozmik Oda ve elbette Genelkurmay’da bağlı
TUSHAD’da bulunuyordu. Erdoğan bunlara ulaştı ama üstünü örttürdü.
Yaşanan siyasi atmosferde hükümetin Ergenekon çevresi ile uzlaşması sonucu Hizmet’e yapılan
zulüm başta İslami cemaatler olmak üzere toplumda derin bir çatlak oluşturdu ve hızla daha da
çatlatıyor. Durum net olarak açığa çıktı: Hükümet Ergenekon’la uzlaştı, ortaya Hizmet’i bitirme
planı çıktı. Kozmik Oda karartıldı, sivil darbe devreye sokuldu.
Erdoğan’ı PKK ile güya çözüm sürecine ittiler, bataklığa saplandı. Suriye cehennemine ittiler,
bataklıkta depeleniyor. Cemaatle kavga bataklığından selametle çıkması zor, boğacaklardır.
Allah zalime mühlet verir ki, kabında ne kadar pisliği varsa kussun. Mazlumu istihdam eder ve
zalimi yerin dibine batırması için sebepler dairesi tamamlanınca Allah zalimden intikamını alır.
Defteriniz dürülür!
Mart 2014 başında ABD’den akademisyen arkadaşım Gülen Enstitüsü Müdürü Dr. Doğan Koç
ziyaretime geldi. ‘Faruk Arslan kaç kişi?’ diye merak etmiş, 5 kişi sanmış, gördü ki 1 kişiyim.
“Niye çok yazıyorsun” diye sordu. Arkadaşıma dedim ki, “Gülen’i bitirme kararı aldık, defterini
düreceğiz” diyen başbakan müşavirine “Allah’ın inayetinde olanın değil, sizin defteriniz
dürülür” demiş ve eklemiştim: “Sözüme ve davama sadığım, son nefesime kadar doğru olanı
kalben göstermekle mükellef bir dervişim.”
AKBABALAR, leş görmüş çakallar heveslenmesin. Milletin tertemiz alınteri, gözyaşı, ihlaslı
emeğiyle kurulmuş kurumlar emanet, halkımız emanetini canı bahasına koruyacaktır. Erdoğan,
bir teşekkür beklediği Ergenekon sanıklarının planlarına benzer planlara sarılmış ama ülke eski
ülke değil ki, kimse susmayacaktır.
28 Şubatta ‘yeşil sermaye’ diye dindar kesime yapılan zulmün çok daha beteri AKPce yıllarca
kendisini desteklemiş muhafazakârlara reva görülür hale geldi. Erdoğan’ın derin devletin bir
piyonu olduğunu anlamak için fazla zekaya ihtiyaç yok. Körlerle sağırların kalbi
mühürlenmişse zulümdendir; işleri Allah’a kalmış, karışamam.
Erdoğan en başından beri ‘iyilikler bizden, kötülükler cemaatten’ kolaycılığına kaçtı. Hesap
vermeyi, adil olmayı ve özür dilemeyi düşünmedi! Allah’a ve ahirete inanmayan müslümanlar
türedi. ‘Cemaatten intikam’ adı altında İslami Hizmetleri engellendikce sevinenler insani şeytan
mı? Hayrettin Karaman’ı İbni Teymiye’ye benzetiyorum. ‘Kur’an’da öze dönüş’ adlı çakma
Selefilik öncüsü İbni Teymiye, İslam ülkesinde rüşvet ve yolsuzluk düzeni kuran İslam
halifesine fetvalar verdi! Karaman işte tamda bunu yapıyor. Moğollar, Hülağu, Abbasi halifesini
havuzunda boğduğunda İslam halifesinin fetva hocası bugün Vehhabi Suudilerin ve Erdoğan’ın
kendisine model aldığı İbni Teymiye idi! Hülağu ise, Şii Nasreddin Tusi’yi kendine danışman
yapmıştı.
Kimse Moğolların devrin en mamur ve zengin ülkeleri, güçlü orduları bulunan Harzemşahlar ve
Abbasileri bir hamlede yıkıp, en zengin müslümanlarının servetine konup, karılarını cariye
yapmasını beklemiyordu. Nedense artık buna şaşırmıyorum. Bu devrinde o devrinde
müslümanları dünyevi rehavet içindeydi, ölümden korkan korkaklardı. İbni Arabi’nin dediği gibi
paraya, makama, mal ve mülke, kadına tapıyorlardı, ama beş vakitte namaz kılıyorlardı.
Maalesef basireti kapalı muhafazakârlar meselenin sadece Cemaat-AKP kavgası olduğunu
zannediyor. Sıra kendilerine geldiğinde onlar için artık çok geç olacak ama son tevbe fayda
etmeyecek.
Çetin Doğan’dan Doğu Perinçek’e kadar derin devletin bütün unsurlarıyla bir olan Erdoğan, laik
Kemalistlerin yapamadığı zulmü bugün yapıyor.
Hangi zamanda kime ihtiyacı varsa onunla iyi ilişkiler kuran, ihtiyacı kalmadığı zaman onunla
ölümcül bir savaşa girişen Erdoğan, herkesi satacak bir tıynette olduğunu ispatladı.
Kimse kimseyi kandıramaz. 17–25 Aralık bir global darbenin değil, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin en iğrenç yolsuzluk ilişkilerinin ortaya dökülüşünün rezillik tarihi. Erdoğan, şimdi de
cemaat vakıfların kurduğu üniversitelerin yönetimini vakıfların elinden alarak, rüşvet ve
yolsuzluk operasyonunun intikamı peşinde! Üniversite eğitiminin iyileştirilmesi, üniversitelerin
bilim üreten özerk kurumlara dönüştürülmesi hükümetin ve Erdoğan’ın umurunda değil.
Çıkartılan Torba yasada YÖK’le ilgili olarak eklenen üç yeni maddeyle Erdoğan tüm vakıf
üniversitelerinin yönetimlerini partili yandaşlarla doldurmayı planlıyor. Eğer Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, bu torba yasasınıda imzalarsa tarihe Müslümanlara en fazla zulmettirecek yasaları
onaylamış devlet başkanı olarak geçecektir.
12 Eylül darbesini yapan o muktedir ve müstebitler dahi 34 sene sonra adaletin karşısına
çıkarıldı. Kanunsuz iş yapan yakasını kurtaramaz. TEM, Emniyet İstihbarat, MİT gibi birimlerin
el ele vererek hak hukuk tanımaksızın delil üretilerek kanunsuz işlem yapması gizli kalamaz.
Keşke insanlar, suçlu bulma yerine suç uydurarak kendi kendine sabıka dosyası oluşturmasaydı,
haksızlığa alet olan memurları not ediyorum. Delilsiz ve mesnetsiz suçlu ilan edilen kişiler,
kendilerine yapılan haksızlığı asla unutmayacak ve sonuna kadar hukuk mücadelesi verecektir.
Bu kırılma sonrası AKP’nin tabelası ANAP gibi tarihe gömülecektir. Anadolu’dan milletin
evladı olarak gelip daha sonra Ankara’da güç merkezine tapan nice politikacılar gördüm, sonları
hep hüsran oldu. Erkan Mumcu buna en bariz örmektir.
Tuhaf olan şu: Ergenekoncu ve Balyoz darbecileri, 12 Eylül 2010 referandumunda AYM’ye
şahsi başvuru yapma hakkının elde edilmesini cemaate borçlular. 12 Eylül 2010 referandumu
başarısı AKP’nin değildir, cemaatindir: Demokrasi gelsin, hukuk devleti olalım, askerî, adlî ve
bürokratik vesayet kırılsın hediyesi. “Hizmet hareketini bitirme planı” hazırlayıp suç işleyen
siyasi ve bürokratik Süfyanizm Oligarşisi, Balyoz AYM’de aklandı, bizi de nasıl olursa aklarlar
sanıyor “Sayemizde çıktılar” tespiti doğru fakat eksiktir; sâyenizde çıktılar ve sâyenizde
kesinleşmiş mahkeme kararının bile hiçbir anlamı kalmadı, hukuk öldürüldü.
Ayakta kalmak için darbecileriyle pazarlık yapıp hukuka ters takla attıran Erdoğan ve kamu
soyguncuları def çalıp oynayabilir, ama nereye kadar? Darbeciler, AYM’nin ürettiği kararla
değil, Erdoğan’ın yargı üzerinde kurduğu misli benzeri görülmemiş politik baskı sebebiyle
çıktılar. Darbe ruhunun ayyûka çıktığı tarih 27 Nisan 2007 tarihidir. AKPli kardeşlerimizi
doğrayıp kızartıp yemek isteyenlere dur diyen kahramanlar bugün suçlu yapılmak isteniyor.
İnsanlıkları ölmüş olmalı!
Şu gerçek hiç değişmeyecek: Orduya kimse kumpas kurmadı; bilakis ordu içinde yuvalanmış
darbe heveslileri, milletin hukukuna kumpas kurmuşlardı. Eğer vatansever insanlar olmasaydı,
AKP hükümeti henüz 2003′de Balyozcular tarafından devrilirdi! Vefasızlık ve siyasi ahlaksızlık
diz boyu yani.
Erdoğan’ın etrafında dar ve oligarşik bir çete var. Süfyanizm Oligarşisi son 2 yılını yaşıyor, bu
karanlık tünelin sonu aydınlık. Ya Sabır. Allah’ın dediği olur, defteriniz dürülür…
Cesur gazeteci karanlığa kibrit!
Aydın olmak için Allah için, Allah ile olmalı ve Allah’a doğru bir sefere çıkmalı, bedenininde
tüm azalar, Allah Büyük, herşey küçük demeli. Aydın olmak için Kalbin Zümrüt Tepelerinde
yolculuğa çıkmalısın, Kalbin İbresi Allah’ı göstermeli, emrolduğun gibi dosdoğru olmalısın.
Aydın olmak için taklidi kültür müslümanlığı değil tahkiki iman, teslim, tefviz ve sikaya
ulaşmak elzem, bu seferde kin, nefret, kıskançlık ve hasedi ruhtan, kalpten sökmelisin.
Aydın olmak için Allah dostu Ehlullaha sövmemek, hiçbir cemaatın cemaat günahını
yüklenmemek, ruhunuza Habis Varlık yapıştırmamak gerekir.
Aydın olmak için başınıza hangi bela gelirse gelsin başınızdaki firavuna, zalime, Nemruda yanlış
yapıyorsun diyebilme civanmertliği gerekir.
Aydın olmak için hayatı bir cedelleşme değil bir dayanışma, yardımlaşma görüp, kalbinizde
şefkatin enginliği, kalbin dili beyti Huda olması lazım.
Aydın olmak için Allah’ın sınır koymadığı zeka, öfke ve şehvet sınavlarında başarı, teyakkuz
şart, böylece şeytanın kalpdeki santralını susturmak gerekir.
Aydın olmak için cismaniyetten, hayvaniyetten çıkmanız, kalp, ruh ve sırr dairesine girmeniz;
ahva, vera, Cem makamına ermeniz gerekebilir.
Aydın olmak için Sufilerin uzak durduğu 14 çeşit hayvan hasiyetini taşımamak, Allah’a kul
olmak, özetle sadece insan olmanız bile yeterlidir.
Aydın olmak için süfli dünyevi çıkarları için vicdanı susturmamak, kamu hakkı, yetim hakkı, kul
hakkı Allah hakkı gözetmeyeni zımbalama, tebliğ şarttır.
Aydın olmak için aklını bir başkasının cebine koymamak, tepkisel değil aksiyoner olmak, Allah
rızası odaklı ihlaslı yaşam, aşk ve şevk, sağlam, temiz niyet elzemdir.
Aydın olmak için İslam’ı siyasi ideoloji haline getirmemek, devletten beslenip haramzadelerin
borazanı olmamak, yalaka olmamak gerekiyor.
Aydın olmak için bağımsız ve özgür düşünce, vicdanlı bir kalp, mert bir duruş gerekiyor. Eğitim,
makam, zenginlik, güzellik, soy sop ve zeka yeterli değil. Embesil olan bu yazdığım kriterleri
anlamaz.
Ülkemizde sadece medya değil akademik özgürlük te kalmadı. AKP hükümetini eleştiren
kendini kapı önünde buluyor. Haliç Üniversitesi’nden ve yaptığı 10 ayrı işten hükümetin
işbozanlığı ile ayrılmak zorunda kalan iletişim uzmanı Prof. Dr. Osman Özsoy buna en güzel
örnek. Özgür gazeteci yetiştiren akademisyeni kovduran devlet, aklını, fikrini, dengesini
yitirmiştir. Neden sıradan bir Ortadoğu ülkesi haline geldik, hiç merak etmiyoruz…
Kanada’nın Carleton Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Kürsü başkanı Michael Chodorovski’nin
yazdığı makaleleri okusalar veya kurduğu özgür düşünce merkezi globalresearch.ca sitesine bir
göz atsalar demek ki bizim sansürcülerin dudakları uçuklayacak! “Hain adam”, hem Ukraynalı
Rus hem Yahudi, üstelik sonradan gelmiş Kanada’ya ve Ottawa’nın göbeğinde Kanada
hükümetine kan kusturuyor diyeceklerdir.
Ünlü Amerikalı Yahudi asıllı akademisyen ve yazar Naom Chomsky, bir süre ODTÜ’de de
çalıştı, eserleri halen çok değerlidir. Medya’nın nasıl zihin kontrolü yaptığını ve özgür olmayan
devlet beslemesi medyanın nasıl gerçekleri yamulttuğunu ve kamuyu aldattığını ondan
öğrendim. Tamamen Amerikan emperyalizmini deşifre ediyordu ama asla hain değildi. Kimse
aşırı sol görüşlerinden dolayı onu “vatan haini” veya “casus” ilan etmedi, hakkında karalama
kampanyası düzenlemedi. Zaten böyle yapsaydı ne ABD nede Kanada özgürlüklerin rüya
ülkeleri olmazlardı.
Kanadalı sosyolog gazeteci Naomi Klein’in “0 Bağdat” gazeteciliği ve “No Logo” yapıtı
şaheserdir. Yahudi kökenli Klein’in “Şok Doktrini” adlı kitabı, bir anlamda deregüle edilmiş
kapitalizmin zaferinin özgürlükten doğduğu, zincirlerinden boşanmış serbest piyasanın
demokrasiyi koruduğu şeklindeki temel ve resmi “hikaye”ye karşı bir meydan okumadır.
Kapitalizmin bu fundemantalist biçimi, vahşi zorlamalara ebelik yaptı. Üzerinde York
Üniversitesi Sosyoloji bölümünde iken sunum yaptığım Şok Doktrin, 2. Dünya Savaşı Sonrası
“Kalkınmacılık” politikalarını yerle bir eden, özellikle üçüncü dünya ülkeleri ulusal
ekonomilerini vahşice yağmalayan “neo-liberal” politik çetenin merkezinin kalbine inerek
“neoliberalizm-darbeler” ekseninde emperyalizmin zalimliğini sorguluyor.
Michael Moore’un belgesel filmi “Fahrenheit 9/11” ve “Bu Benim Bush” kitabı olmasaydı, belki
de ABD ve Kanada kamuoyu aldatılmıştı ve uyanmayacaktı. Kimse ne Naomi’yi nede Moore’u
hain saymadı. Moore, Oscar ve César ödüllerini alırken Bush yönetimine epey sövmüştü.
Moore’un eseri bana “Matrix’in 11 Eylül Kurgusu” kitabımı yazmama 2003’de ilham olmuştu.
Yahudi asıllı ünlü New Yorker gazeteci ve yazarı Amerikan Seymour Hersh’in 11 Eylül’ü
deşifre eden “Emir Komuta Zinciri” ve Irak’ta Abu Garip cezaevi skandalını ortaya çıkartan
kitapları hainlik miydi? Amerikan askerinin işgal ettiği Irak’ı terk etmesinde en etkili isimlerden
biridir Hersh. Devletin yanlışına karşı çıktığı için casus mu sayılmalıydı? Seymour Hersh,
Pulitzer ödülünü Vietnam skandalını ortaya çıkardığı için aldı. ABD’yi daha fazla batağa
batmaktan kurtardı. Bizde bunun adına “hainlik” veya “ casusluk” deniliyor!
Ölümden, kariyer takıntısından korkmayan gazeteci hakikat ışığını görüyor ve toplum onların
ışığıyla umutlanıyor, onların cesaretine ve dürüstlüğüne güveniyor. Her ülkede cesur yüzde bir
gazeteci mutlaka vardır. Karanlıkta bir kibrit gibi, etraflarını aydınlatıp gerçekleri söyleyebilmek
için kendilerini tüketerek yanıyorlar. Onlara “cesur deli” diyorlar! Kimsenin yazmaya cesaret
edemediği gerçekleri yazan gazeteciler hemen fark edilir. Öfke toplar, tepki çeker ama
unutulmaz olurlar.
Yüzde doksan dokuzunun gerçekleri sakladığı gazetecilik mesleğinin yüzde biri olmakta hep
onur ve gurur duydum. Karanlık bir odada çakılan bir kibrit gibisinizdir, herkes sizi görür.
Gazeteciliğin yüzde doksan dokuzu unutulur, yüzde biri hatırlanır. Gerçek gazeteci devletle,
patronla, hatta kendisini anlamakta zorlanan belli kalıplarla düşünen okuyucuyla çatışmayı göze
alandır. Toplum, sahtekar ve alçak yüzde 99 gazeteciyi yıllar sonra anımsamaz, yüzde birlik
cesur, doğrucu gazeteci toplumu değiştirir, iz bırakır.
Aslında doğru bilgi genellikle tek gazetecide olmaz ama cesaret çoğunlukla bazen tek bir
gazetecide, gazeteciliğin “yüzde birinde” görülür. Cesur gazeteci karanlıkta çakan bir çakmak
veya çöp kibrittir, çırılçıplak ortadadır. Çünkü yüzde 99 gazeteciler devlet beslemesi haline
gelmiştir, karanlıkta bulunmaktadırlar. İçlerinde yanan parlak bir ışık, bir fenersinizdir.
Gazetelerin, alçaklıklara hizmet eden yüzde doksan dokuzluk bölümü toplumun “değişmek”
istemeyen tarafına hitap eder, yüzde bir dürüstlüğü seçer. Büyük gazetede köşem yok diye
umursamam. Diğer gazetelerin yayınlamadığını yayınlayan “küçük” bir gazete, “büyük”
gazetelerden daha etkilidir. En iyi gazetecilik ve “en iyi gazetenin” diğer gazetelerin
yayınlamadıkları haberleri yayınlayarak yapılacağına inandım, halen de öyle inanıyorum.
Gazeteciliğin en büyük alçaklığı ve sahtekarlığı belki de yayınladıklarından çok
“yayınlamadıkları” haberlerde saklıdır. Ankara gazetecileri bildiklerinin yüzde 80’ini yazmaz,
saklayarak ayakta kalırlar. Ya devletlünün “devlet çıkarına” sandıkları şey aslında devletin ve
toplumun çıkarına aykırıysa? Gazeteciler gerçekleri açıklarsa yanlışlar anlaşılır. Neyin “devletin
çıkarına” olduğuna devleti yönetenler sadece kendileri karar vermek ister. Peki devleti
yönetenler yanlış karar veriyorsa ne olacaktır?!
Gazeteci ve bu meslek gizli olanları, saklananları bulup çıkarsınlar, halka anlatsınlar diye vardır.
Eğer devlet görevlileri gibi düşünürse bunun adına “eklemcilik” veya “yalakalık” denilir.
Durumun komikliğine ve trajediye bakınız ki, doğruları yazan bizim gibi kelle koltukta kalem
oynatanlar “casus” veya “hain” sayılıyoruz, gizleyenler, çarpıtanlar devletini seven “kahraman”
oldular!
Oysa gazetecilerin işi gerçekleri açıklamaktır. Devlet çıkarını koruduğunu sandığı halde milleti
uçuruma sürüklemiş “politikacılar çöplüğü”dür siyaset alemi! Bir gazeteci için “devlet çıkarı”
diye bir kavram yoktur, olamaz. Kamu yararı, halkın, milletin hakları, hukukları vardır. “Devlet
çıkarını” korumak “devlette çalışanların” işidir, gazetecilerin işi yanlışları yazmaktır.
Devlet adamları “firavun”laştıkca “sırlarının” gazetelerde yayınlanmasına engel olmaya
uğraşırlar ve genellikle de başarırlar. Yazan gazeteciler günah keçisi yapılır, cezalandırılır,
işlerinden olur, kovulurlar. Devletler, gazeteleri kendi propaganda araçları olarak kullanmaya
çalışırlar ve çoğunlukla da kullanırlar. Devletce kullanılmayan medya özgürdür.
Gelişmiş ülkelerde devlete ilişik gazeteci gazeteci değildir, devletin yanlışlarını ortaya çıkartan
gazeteci olur, gerisi politikacı borazanı beslemelerdir. Gazetecilerin, devlet konusunda kendi
mesleklerinden uzaklaşıp “devlet görevlisi” kılığına girmesi toplum için en büyük tehlikelerden
biridir. Ey Gazeteci! Basmadığın, gerçekleri sakladığın zaman toplumun sana olan güvenini
kötüye kullanıyorsun, bu da seni alçak bir sahtekar yapar! Devletci gazetecilere sormak isterim:
“Sana ne devletten?” Sen devletten sorumlu değilsin, sadece toplumuna ve mesleğine karşı
sorumlusun. Kamu yararı işindir, iktidara göre değişen çıkarcıları savunmak işin değildir…
Kim kazanıyor?
Batı dünyasındaki akademik seminer, konferans ve panellerde popüler soru şu: Suriye’de
mücadeleyi kim kazandı? İran “biz kazandık” diyor. Müslüman Kardeşleri Mısır’da kazığa
oturtan, Suriye’de yalnızlığa iten Suudiler ve Katar “biz kazandık” diyorlar. Parayı veren düdüğü
çalar; Türkiye rejimi önüne yattıklarının düdüklerini çalıyor, kaybediyor. Suriyelilerin ve
insanlığın kaybettiği kesin olan bu iç savaşta Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kaybetiği de
kesin.
İsrail, haklı olarak asıl Suriye’de “biz kazandık” diyor. Beşar Esad tabi ki, “herşeye rağmen
ayakta kaldım ve kazandım” havasında. Hiç kimse Suriye’de Türkiye’nin kazandığını
söylemiyor. Aksine 130 bin Suriyeli müslümanın kanı Ankara’ya fatura ediliyor. Kazanan bence
İsrail, İngiltere ve Neocon ABD konsorsiyumu, Rusya ve İran. Esad rejimine “Nusayristan”
kurdurularak ayrılması başından beri Neocon, İsrail ve Erdoğan’ın ortak planıydı. Esadı
iktidardan uzaklaştırmak asla gerçek hedef olmadı.
Rusya, askeri üssünü mükemmel korudu ve geri adım atmadı. Rus Lider Putin’in eğer,
“Suriye’ye girerseniz Rusya’ya savaş açmış olursunuz” uyarısı olmasaydı, gaza gelen Erdoğan
ekibi Suriye’ye girer ve çok Mehmetçik kanını gereksiz yere döktürürdü. Başkasının planı ile
Suriye’de Erdoğan hükümetinin gaza getirilmesine hep karşı çıktım, çıkmaya da devam
ediyorum.
Esad ile görüşmek için Şam’a tam 66 defa giden Ahmet Davutoğlu, bazen 7 saat aralıksız Esad
ile konuştuğunu 2012′de Toronto’da Konsolusluk açılışında tarafıma söylemişti. Eşi ile bile bu
kadar çok sohbet etmemiş Davutoğlu, nedense kanka oldukları Esad ailesiyle daha sonra papaz
olduklarını itiraf ederken, sıfır düşman politikasının nasıl herkes düşman noktasına geldiğini pek
kavrayamamıştı. Oysa Toronto’da 2012′de görüştüğüm Esad’ın yakınlarından bir istihbaratçı,
‘Erdoğan’ın İsrail ile işbirliği yaptığını biliyoruz, kardeş müslüman kanı dökülmesi oyunu bu. Bu
Yahudi oyununa evet derseniz sizi af etmeyiz’ demişti de inanmamıştım. Şimdi inanıyorum.
Aldatılan Ankara’nın yanlışa halen direnmesini anlayamıyorum.
Suriye’de iç savaşta akan müslüman kanı İsrail’in işine çok yaradı. Üçe fiilen bölünen ülke
zayıfladı, İsrail’in güvenliği sağlanmış oldu. Suudi Arabistan Kralının RABITA üzerinden
Suriye savaşı için Erdoğan ve AKP’lilerin kurduğu vakıflara yolladığı rüşvet bağışları hesap
edilemiyor.
Geçenlerde İranlı bir general açıkladı, herkesin dili tutuldu: “Sadece Katar şeyhinin Suriye savaşı
için Türkiye’ye ödediği meblag 40 milyar dolar. Bir defa da 5 milyar dolar gelen ödemeler
bulunuyor.” Bu iddianın yüzde 10′u bile doğru olsa büyük bir skandal koparması gerekirdi. Ama
ne gam! Kimse tınmıyor, Suriyelinin gözyaşını herkes ney gibi dinliyor.
Suriye’deki dökülen müslüman kanı halbuki pek büyük. 6 milyon mülteci zor durumda. 25 bin
tecavüze uğramış müslüman kadın var. Erdoğan’ı artık yurt dışında akademide savunamıyoruz.
Batıdaki karizmatik müslüman akademisyenler, Erdoğan ile İsrail’in ve MOSSAD’ın
Suriye’deki rolünü, Ankara ile derin işbirliğini fark etti, her yerde konuşuyorlar. Müslüman
Kardeşlerin doğal lideri sayılan Tarık Ramazan İsrail ile beraber Suriye ve Mısır’ı mahveden
Erdoğan ile her yerde dalga geçiyor. Elbette Ramazan. Mısır’ın liderliğine, daha sonra
Müslüman dünyası önderliğine hazırlanıyor.
Kısacası Erdoğan “dış mihrak” diye isim vermeden “İsrail uşağı” olmakla Gülen grubunu haksız
yere suçlarken, İsrail ile çok sıkı ilişkiler kurdu ve bunu ustalıkla kamuoyundan gizledi. İftira ve
bühtan attığı her şeyi kendisi bizzat yapıyor. Yeni MİT yasası çıkartarak, Hizmet hareketine
“casusluk ve vatan hainliği” davası açtırmak isteyen ve hukuk sistemini bypass peşindeki
Erdoğan hükümeti, kimin talimatı ile neden İslami Hizmetleri tüm dünyada en güzel temsil
edenlere savaş açmış olabilir? Global bir fitne planı oynanıyor. bunu fark etmemek
basiretsizliktir… Hariçteki aydın müslümanlar anladı, darısı bizimkilerin başına!
Sakın bu fitnede talepkar güç İsrail ve New York’taki 14 kişilik Hahamlar Konseyi olmasın!
Filistin’de İsrail’in haksız yere yerleşim alanlarını genişletmesine Obama bile itiraz etti, Kanada
ayıpladı, Ankara’dan halen ses yok. İsrail’in en büyük korkusu Pakistan’dan sonra İran ve
Türkiye gibi müslüman bir ülkenin nükleer güce sahip olmasıydı. Kontrole aldılar. İsrail’in asla
İran’a saldırmayacağı ortada. 5 yıldır diş gösteriyor, sonuç yok. Sakın hedefleri 2 nükleer santral
yapacak ülkemizin nükleer güç elde etmesini engelleme çabası olmasın!
Belki küçük bir haberdi, gözlerden kaçmış olabilir. Hollanda’da atılan imzalarla İsrail,
Türkiye’ye uyguladığı turizm ambargosunu kaldırdı. Hemen iki taraftanda yapılan
açıklamalarda yakında ilişkilerde normalleşme olacak denildi. Fatih Altaylı’nın Teke Tek
programında Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan “İsrail’i hiç bir yerde veto etmediniz ama”
sorusuna “uzun hikâye şimdi” diyerek cevap vermedi. Aslında kısa hikaye, ilişkiler hiç bir
zaman bozulmadı, sadece AKP tabanı kandırıldı. Müslüman ülkelerde sahte bir kahraman
Erdoğan imajı oluşturuldu.
Popülist Erdoğan, Gazze konuşmalarıyla Arap dünyasının saygısını kazandı, İsrailli politikacıları
ekran önünde haşlaması, ezik müslüman gururunu okşadı. Ancak ne Gazze’de zulüm sustu, nede
Suriye ve Irak iç savaşlarında kan durduruldu. Üstelik yanlış akıl vermelerle Mısır’da İhvanlar
kaybedildi. Erdoğan, devrilmeden 40 gün önce hem Mursi ile hem Sisi ile görüştü. MİT
Müsteşarı ve Dışişleri bakanını darbeden hemen önce gönderdi ama hep yanlış danışmanlık
yaptılar. Neden acaba?
Bunun ispatı çok kolay. Davos’daki ‘Vanmünüt tiyatrosu’ndan sadece 3 hafta sonra İsrail’in
OECD’ye katılımına Türkiye “EVET” dedi! Nasıl ambargo uyguluyorlarsa artık, İsrail’in
yıllardır hayali olan üyelik gerçek oldu. Zaten Erdoğan programda tepkisini İsrail cumhurbaşkanı
Şimon Perez’e değil moderatore yaptığını aynı gün açıklayarak bir nevi İsrail’den özür dilemişti.
Kamu diplomasi sahtekarları, bu olayı tüm dünyada iyi pazarladı. Şimdi tükürdüklerini
yutuyorlar, herkes Ankara’yı yalancılıkla suçluyor.
Çakma Mavi Marmara krizinden sonra kriz yaşanan İsrail ile ticaret, dost ülkelerin parmaklarını
ısırtacak şekilde arttı. Öldürülen 9 masum Türk vatandaşı için tazminat görüşmeleri tam bir
soytarılıktı, esasen iyi bir bahaneydi. Sözde tazminat görüşmeleri adı altında meşrulaştırılan
AKP ve Telaviv dostluğu, görüşmelerde Suriye’nin konuşulması için gerekçe oldu. Zaten İsrailli
yetkililer hakkında açılan davalar nedense ret edildi, adam başı 100 bin dolar gibi komik bir
tazminat benimsendi, oda halen ödenmedi.
Geçtiğimiz yıl Kasım ayında, Davutoğlu Gazze’de ağlarken, Kahire’de CIA, MOSSAD, MİT,
Mursi’li Mısır, Katar neler görüştü neler! Kahire’de ki görüşmeye dair derin MOSSAD sitesi
kabul edilen DEBKA “Bu gurup gözünü Suriye’ye dikti” diye yazdı o tarihlerde! Yani AKPİsrail Suriye’de hep omuz omuzaydı! 2010′dan itibaren Lübnan’da Beka Vadisi’nde ilk önce
Irak ve Türkiye’de yaşayan Suriyeli muhalifler, MOSSAD, Özel Harp ve CIA ortak ekibi
tarafından eğitildi.
Sadece Suriye konusunda değil Kürdistan planı konusunda da harfiyen İslam düşmanı
Neoconların ve Stratfor denilen Amerikan derin devletinin verdiği takvim ve program izleniyor.
“Büyük Kürdistan”ı İsrail, Almanya ve ABD, KCK ile MİT’e kurduruyor. Suriye ve Kuzey Irak
ayağı tamamlandı. Türkiye ayağı hazır, sıra İran’daki 7 milyon Kürdü ayaklandırmaya geldi.
MİT, PKK yanlısı Kürt gruplara Suriye’de devlet kurdurdu, PKK yanlısı olmayan Kürt liderler
Bedo gibileri teker teker MİT’e bağlı Özel harp elemanlarınca öldürüldü veya başka yöntemlerle
etkisiz hale getirildi. “Barış projesi” adı altında 2012’de bitirilen PKK tekrar diriltildi. 1978’den
beri ülkemizde paralel devlet kurmayı başarmış PKK adım adım bağımsız Kürt devletini
organize etmeye yetkili kılındı. Diğer Kürtlerin boyun eğmesi için silahların gölgesi
kaldırılmadı. Liberal Kürtlerin sesi boğuldu, ülkemiz Filistinleştirildi!
Özeti, İsrail ile asla bir kriz yok. AKP, Yahudi dostları ne derlerse onu yapıyorlar. En son örnek,
Filistin’in El-Minar dergisi, Türkiye’den askeri bir heyetin İsrailli subaylarla Suriye sınırını
ziyaret ettiğini yazdı. Dergiye göre Esat rejimini devirmek için Ankara ve Tel Aviv başından beri
beraber hareket ediyor. İç savaş kasıtlı çıkarıldı, silah sürsat ticareti yapıldı. 2000 tır silah MİT
gözetiminde Suriyeli muhalifler adı altında El Nusra dahil herkese silah sattı. Hata sarin gibi
kimyasal silahlar satıldıve El Nusra’ya teslim edildi. Kısacası Gazze’yi siyasi şov olarak
kullanan Erdoğan Filistinliler nazarında derin bir hayal kırıklığı meydana getirdi.
Nereye gidiyoruz?
Türkiye’nin nereye doğru gittiği konusunda endişeli olanların sayısı her geçen gün artıyor. Yakın
geçmişte ülkemizde 2002’den beri demokratik ve ekonomik bir devrim olduğuna inanan ve
AKP hükümetini yere göğe koyamayanlar şaşkın! Kanadalı akademisyenler, Batılı karizmatik
düşünürler, politikacılar, gazeteciler, özellikle Türk olmayan müslüman entelektüeller ve Türkçe
bilen Türkiye uzmanları, otoriter, Gestapo tarzında yönetilen Hitlervari bir Türkiye veya yeni bir
Baas rejimi istemiyorlar. İslam ülkelerine model olarak pazarlanan ülke imajımız hızla eriyor.
AKP’li yoldaşlara göre: “Hiç birşeycik olmaz, hepsi liderimizi kıskanıyorlar, seçim galibiyetini
çekemiyorlar!”
İstanbul’a gittiğimde uğradığım yerler vardır, nargilecilerin adresini bilmezseniz ülkenin nabzını
tutamazsınız! Zira muhafazakar liberal kimlikle dolaşan “entel dantel takımı tontonlar” buralarda
vakit öldürür, lümpenleştiklerinin farkında bile değillerdir! “Hikmeti hükümet” söylemleri,
güzellemeler, sövmeler, sevmeler nargileden çıkan dumana karışır, keyifler gıcır olsun,
ekonomik kriz olmasın yeter!
İstanbul’dan gelen zenginler zümresinden bir dostumla Manhattan’da gezdik, anlattı: “Fatih
semtinde Atbaşı meydanı yeni gözde mekanlardan artık, yılların eskimeyen Tophane’de Çınaraltı
müdavimleri makam mansıp elde edince, cepler kaynağı belirsiz bol para görünce Beyazıt
nargilecilerine takılırlar. Piyer Loti ve Florya kafe müslüman sosyete mekanıdır, Ahmet Hakan
bile Nişantaşı kafelerini bıraktı. Sonradan görme muhafazakar lümpenlerinin İstanbul’da yeni
yuvasi kubbe midir, gabbe midir bir türlü adını belleyemedim, bir kuytu nargilecisi daha
bulunuyor.” Nargileci siyasal İslamcılar acaba yanıbaşlarında ezan okunurken Fatih veya Kılıç
Ali Paşa camisine namaz kılmaya giderler mi diye çok gözlemledim? Merak İşte! Başörtülü
hanımların erkeklerle çok rahat konuşup nargile püfürdetmelerine suizan etmemek için kendimi
epey zorladım. Mudo’nun dondurmacısında gördüğüm manzaralar pes dedirtti!
“Kahrolsun İsrail ve ABD” derken, coca colasını içen, ayağında adidas, gözünde raybon gözlük,
tepki lazımsa Rabia işareti yapıp, keyfine devam eden bir nesil gördüm. Bunlar için rüşvet,
haraç, komisyon, yolsuzluk, yalan, dolan, iftira, imarda usulsüzlük, devlet ihalesinden haksız
kazançla İslami hizmetler yapmak helal ve caizdi. Milletin alın teri ve himmetiyle 160 ülkede
koşturanlar ise birden bire “vatan haini”, “casus”, sigara bile içmeyenler “haşhaşin” olmuştu ama
olsun diyorlardı, yeterki rahatları bozulmasın!
12 Eylül öncesi de puslu havada ortak referans ve değer yargılarını kaybetmiştik. Demokratik
toplumun karşı karşıya olduğu ciddi bir tehdit! Ergenekon dava sürecinde de bir tarafın
demokrasi için fırsat gördüğü davalar, diğer taraf için iktidarın muhalifleri susturma aracıydı.
Toplumu kamplaştıran bir “Ahzab ordusu” var. Bir taraf çürüme diyor, diğeri istiklal savaşı,
birinin hırsız dediğine, diğeri hayırsever diyor!
Türkiye’de demokrasi ve ekonomik devrime gözlerini çeviren Müslüman Ülkeleri hayal
kırıklığına uğratması, AKP ve Erdoğan’a günah olarak yeter! Bir süredir öyle adımlar atılıyor ki,
düne kadar AK Parti’yi hararetle destekleyenden, artık sadece hayal kırıklığı ve eleştiri
duyuyorsunuz. Birileri bizi biz yapan değerlerin altını oyuyor. Çevremiz kaynıyor. Suriye’deki
çözülmenin faturası, 130 binden fazla cana mal oldu ve 6 milyon müslüman, hem kendi
ülkesinde mağdur, hemde can havliyle kendini dışarı atarak zoraki mülteci haline getirildi. Peki,
Suriyeli muhaliflerin 25 bin Suriyeli kadına savaş ganimeti fetvasıyla, anlık Muta nikahı ile
tecavüz ettiğinizden haberiniz var mı? 15 yaşındaki Suriyeli kızların bin dolara yokluk çeken
babalarından satın alınıp Arap zenginlerine cariye veya hizmetci olarak satıldığını biliyor
musunuz? Sanki övünecek bir şeymiş gibi Erdoğan, “1 milyon Suriyeli mülteciye kucak açtık”
dedi, geri kalan beş milyon mülteci ne alemde haberi var mı?
Amerikalı ve İsrailliler Erdoğan’ın kendisine aşırı özgüvenini kullanarak ülkeyi Suriye’de
çamura batırdı, ideal müslüman ülke imajı çizildi. Batılıların Suriye’de ikiyüzlü davranmasına
neden şaşırıyoruz. Bosna’da 300 bin müslümanın katilleri onlar değil mi? Erdoğan tuzağa
düşürüldü. AKP’lilere bakacak olursanız Erdoğan’ı kandıran ve kızdıran Obama olmuş. Sanki El
Nusracıya CIA yardım edin demedi gibi davranınca çileden çıkmış Erdoğan! Kendisini halife
sanmıştı, gaza geldi. BOP liderliği elinden alınınca uyandı, bölgesel liderliği İran’a terk edip içe
döndü! Meğerse Suriye’de Türkiye aldatılmış, ABD ve İsrail Türk atını Suriye’ye sürüp bir taşla
kuş katliamı yapmışlar. Peki, bizim Dışişleri, MİT ve başbakan neden hala yaptıkları onca yanlışı
savunuyor?
Yakın günlerde tez savunmamda bulunan Dr. İdrisa Pandit ile Suriye konusunu özel bir yemekte
konuşurken, Erdoğan’ın Suriye müslümanlarını Afganistanlaştırmasına değindi. Waterloo
Üniversitesi İslami Araştırmalar Merkezi Başkanı Dr. Pandit, Katar şeyhi ve Suudi Kralının
paraları ile Suriye müslümanlarını iç savaşta birbirine kırdıran Erdoğan’a çok kızgındı. Suriye’de
Sarin gibi kimyasallar dahil 2000 tır silah satılan muhalifler içindeki sözde El Kaidacı El Nusra
örgütü ABD tarafından Erdoğan’a çakılmıştı! Peki satılan silahlardan niye rant sağlandı? Dr.
Bessa Momani Türkiye uzmanı bir Kanadalı akademisyen, Global and Mail gibi en seviyeli
yayın organındaki yazılarında Erdoğan’a ‘artık yeter’ dedi.
Son 12 yıldır AKP ve Erdoğan’ı destekleyen Batı’daki karizmatik Müslüman akademisyenler,
Suriye iç savaşındaki kan nedeniyle Erdoğan’ daha yüksek sesle suçluyorlar. Dr.Bessa Momani,
açıkca, “10 yıl iyidiniz ama artık bırakma vakti geldi” diyor. Eski tabulardan kurtulmaya
başlayan Türkiye Erdoğan’ın iktidar hırsı nedeniyle yeni tabular üretti ve ötekileştirdiklerini
kimse inanmasada siyaseten “iç düşman” yerine koydu. Basın özgürlüğü açısından MİT yasası
endişe verici. Twitter, youtube yasağı, HSYK, MİT yasalarında hükümet hesap verme
yükümlülüğünü zayıflatma çabalarıydı. Bunlar ülkeme yakışmıyor, sırıtıyor.
Nereye mi gidiyoruz? Toplumumuz çözülüyor, ülkemizi yolsuzlukla batan Malezya yapmaya
çalışanlar kukla ve cambazlara ‘neme lazım’ diyoruz! Kanuni Süleyman’a Şeyhüİslam Yahya
Efendi, ‘devlet neme lazım dendiğinde çöker’ demişti. Yeni Türkiye, hukuk ve demokrasiyi
üzerine kurulacaktır.
İki farklı İslam, iki Türkiye!
“Celladına aşık olmuşsa bir millet, İster ezan ister çan dinlet. İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstehaktır ona her türlü zillet!” (Ömer Hayyam).
AK Parti’nin izinden gittiği siyasal İslam ile Fethullah Gülen Hocaefendi’nin takip ettiği
Anadolu Sufi İslam’ı keskin ayrışma noktasını geldi, hatta olay bunu da aştı. Bu mücadele,
Waterloo ve Wilfrid Üniversitelerinin ortak bölümü olan Global Governance’da kabul edilirse
Felsefe alanında benim doktora tez konum. Din ve Kültür Kürsü Masa Başkanı Dr. Paul Freston
ile bu konuyu müzakere ettik, İslam’ın bir ideoloji olmadığı ve AKP’nin İslam’ı yolsuzluklarla
kirletmesinin kırılma noktası olduğu konusunda görüş birliğine vardık. Türkiye uzmanı Kanadalı
akademisyenler, bizi bizden daha iyi takip ediyor, oturaklı ve sağlıklı yorumluyorlar.
Din ve Kültür Bölüm fakülte profesörleri; koordinatör Dr. Christopher Ross ve kliniksel
psikoloji ve ruhani tedaviler uzmanı Dr.Richard Walsh, master tezim olan kalp merkezli Sufi
Farkındalık Terapi modelimin sosyal hizmetler, psikoterapi ve psikolojide çığır açabileceği
konusunda beni cesaretlendirdiler. Sufizm ilgi odağı haline geldi ve Sufi terapiler İngiltere’den
sonra Kanada’da nihayet biraz zorlarsak akademik eğitim müfredatı içine girecektir.
Dr. Freston’a dedim ki, Gülen’in cemaatı, İslami anlayış ve Kur’an’ı yorumlama açısından 4
konuda AKP’den ayrışıyorlar. İslam’da yönetim, şeriatın uygulanması, insan hakları, birey
özgürlükleri ve düşünce azatlığı konusunda iki grup arasında ciddi uçurumlar bulunuyor. Gülen,
‘Kur’anda yüzde 95 oranında iman, ahiret, teblig ve ahlaki öğretiler var, devlet siyaseti işin
yüzde 5’i’ derken, Erdoğan ‘particiliği Kur’an’a yüzde yüz giydiriyor ve kendini İslam’ın ve dini
hizmetlerin tek kurtarıcısı halife’ gösteriyor. Erdoğan, mutlak biat istiyor, Gülen ise tarikatsız
bireysel Sufiliğin modern temsilcisi olarak helal ile haramı birbirine karıştıran, siyaseti yalancılık
ve kamu hakkını yeme mesleği haline getirene biat etmiyor. Bu direniş ibretle izleniyor.
Dr. Freston’ın Gülen’i yakından takip ettiğini görünce biraz daha derin analiz yaptım: “Bugün
Türkiye’de ve tüm dünyada yaşananlar aslında İbni Teymiye ile İbni Arabi savaşıdır” dedim.
İbni Arabi ekolü ve İbni Teymiye ekolü tarih boyu hep çarpışmıştır. Halifeler güç zehirlenmesi
yaşadığında Sufi mürşidlere kulaklarını tıkarlar. Daha yakından örnek vermek gerekirse,
“Bediüzzaman Said Nursi-Seyyid Kutup” veya “Bediüzzaman-Mevdudî” ekollerinin savaşı da
denilebilir. Sufizm uzmanı Kanadalı profesörler anladı: Sufi İbni Arabi Gülen’i, İbni
Teymiye’nin İslam’ını kullanan Vehhabi doktrini Erdoğan’ı temsil ediyor. Suudi Arabistan,
bugün İbni Teymiye’nin 10 ciltlik Kuran tefsirini siyasetine alet edip kralın talebine göre fetvalar
çıkartıyor. İnkar etsede Hayrettin Karaman’dan fetva alan Erdoğan’ın tam olarak yaptığı da
budur.
İbni Arabi, dinin devlet elinde yozlaşmasına en sert muhalefeti yapan bir alimdi. Politik İslam’ın,
dinin dünyevileşmeyi örtmek için bir kılıf olarak kullanılmasına karşı çıktı. Devrin halifesine,
“sizin Allah’ınız altın” dedi, Şam’da Emevi camisinden çıkan cemaate de “sizin Allah’inız
benim ayaklarım altındadır” dedi. Moğol işgalinden ve yıkımdan hemen önceydi, 500 eser
vermiş devrin müceddidi İbni Arabi’yi bu sözleri nedeniyle Şam Kadısı Halife’nin emriyle
yargıladı. Önce idam vermek istedi, ulema umeraya karşı çıktı, halk isyan edince, ceza tecrid
içinde ölene kadar sürgün yaşama çevrildi. Gülen’e de aynı ceza verilmedi mi? İbni Arabi,
80′inde vefat ederken, cenazesi Şam’ın çöplüğüne atıldı. 500 sene kaldığı ıssız mekan Şam
çöplüğünden onu bir rüya üzerine Yavuz Sultan Selim Şam’ı fethinde gelip kurtardı ve hak ettiği
yüksek makamı verdi. Arabi’nin “Allah’ınız altımda” dediği ayağının bastığı yeri kazdırdı ve çil
çil altını buldu.
Kanadalı profesörler bana, “ülkenizdeki amansız mücadeleyi kim kazanır?” diye sordu. “İbni
Arabi’nin izinden giden devrin Mevlanası kazanır” dedim. Mevlana, yumuşak üslubu ve aşk yolu
ile 50 yılda tüm Moğolların Sufi Anadolu kültüründe müslüman ve Türk olmasını sağladı. İbni
Arabi, Mevlana, Niyazi Mısri, Mevlana Bağdadi, Said Nursi ve Gülen Hocaefendi’nin yolu
aynıdır, kalp yoludur, sıratı müstakimdir, siyaset yolu değildir. Mevlana’ya bazı densizler
“Moğol ajanı” demişti, oysa vahşileri uysallaştırıyordu. Devrin Moğolları, Gülen’e “ CIA ajanı”
diyeceklerdir. Cemaata açılması planlanan casusluk davası binlerce insanı hicrete zorlayacaktır.
İbni Teymiye Harran doğumludur, İbni Arabi Anadolu’da Sadrettin Konevi’nin üvey babası olup
Mevlana’yı 12 yaşında tanıyıp, “aşkı bu okyanus diriltecek” diyen velidir. İbni Teymiye siyasal
İslam’ın babası gösterilir. Aslında oda başlangıçta Sufi idi, halifeye yaklaşınca “devlet imamı”
oldu, sözde sert bir “Asrı Saadet modeli” kurarken sayısız siyasi fetvalar verdi. İbni Teymiye,
Karaman gibi bir İslam alimiydi, ama halifeye sunduğu İslam modeli yozlaşma, hırsızlık ve
kamu soygunlarını engelleyemedi. Moğollar, İslam ülkelerini yağma edip taş üstünde taş baş
üstüne baş bırakmazken, müslümanlar dünyaya dalmış zevk içinde beş vakit namaz kılıyordu.
Rehavete dalıp dünyevileşen müslümanları Moğol belası ile cezalandıran Rabbimiz adli
Mutlaktır, zulüm sebebsiz değildir. Malum Hülağu, İskendireye’yi yakıp, Bağdat’ta zavallı
halifenin ihtişamlı sarayına konduğunda ilk işi halifeyi lüks havuzunda boğmak oldu. İslam’ı bir
ideoloji derecesine indiren, yolsuzluklarını örtmek için İslami söylem kullanan halifeyi ve
şürakasını Allah, zalim Moğol eliyle terbiye etti. Allah, zalimi bir kılıç olarak kullanır, sonra
döner ondan da intikamını alır. İnşallah, bu süreç sonrası, Hizmet hareketi safralarını atar,
temizlenir, cemaat enaniyeti kalmaz. İbni Arabi okuyanlar bilir; Adetullah’tandır, Nemrud’u
sinek öldürür, Firavun, korktuğu sarayında beslediği Musa’yı Kızıldeniz’e kadar takip eder ve
Allah’ın orada gazabıyla, zalim ordusuyla boğulur, Rabbimizin hikmetinden sual olunmaz.
Vehhabi rejimi 300 sene önce ortaya çıkaran İngiliz ajanı Hempfred, Abdülvehhab efendiyi
Necef’te egosundan yakaladı, Osmanlı karşıtı Arap milliyetçisi yaptı. “İngiliz casusunun
itirafları” isimli kitapda bu süreç anlatılır. Ecdatımızı Araplara arkadan vurduran İngiliz ajan
Lawrence, Vehhabi rejimini Ebu Suud ailesine teslim ederken, Erdoğan şimdi bu rejim benzerine
talip. Müslüman Kardeşlerin Mısır ve Suriye’de yükselişinin,Vehhabi rejimi Suudi Arabistanı da
yıkacağını gören Kral, Erdoğan’ı Yasin El Kadı’nın milyar dolarlarıyla yanına çekti. Erdoğan’ın
Mısır ve Suriye’de Müslüman Kardeşleri tavsiye ettiği yanlış politikalarla mezara gömmesi
yetmedi, şimdi hedefinde cemaat var. İslam’ın ak, temiz, kirlenmemiş yüzünü tüm dünyada
temsil eden cemaat ile boğazına kadar yolsuzluğa batmış “siyasal İslamcı”yı herkes ayırıyor.
Türkiye’den dönen arkadaşım, Ulaştırma Bakanlığı’nda yolsuzluğun nasıl yapıldığını birinci
elden anlattı, ağzım açık kaldı. Devlet soyuluyor. 259 bin TL’lik bir ihale, bakanlıkca 800 bin
TL’ye yandaş şirkete verilmiş. Aradaki fark,yüzde 20 başbakana ve diğerleri diye bölüşülmüş.
Başbakan diyordu ya, “devletten ihale almak yolsuzluk değildir.” Hakkı 2 lira olan ihaleyi
yandaşa 10 liraya verir, aradaki 8 lirayı cukkaya indirmek nedir? Kanadalı yabancılar bile ne
kadar rüşveti kime vereceğini biliyor ve projelerine bunu yazıyorlar artık. Utanmayacak mısınız?
Erdoğan, 30 Mart seçiminden sonra AKP içindeki güya küskünlerden çakma bir parti kurdurup
toplumun AKP’den kurtulma umutlarını oraya boca edebilir. İran’da yıllardır havagazı alma
böyle yapılıyor. Birileri cambaza bak diyor ve Erdoğan’ı cemaata karşı kullanıyor. Erdoğan’ın
miadı dolunca buruşturup atacaklardır. “Yeşil 28 Şubat”, iki seneden önce bitmeyecektir.
AKP ile Cemaat arasındaki farklar!
AK Parti ile Gülen cemaatı, İslami anlayış ve Kur’an’ı yorumlama açısından 4 konuda
ayrışıyorlar. İslam’da yönetim, şeriatın uygulanması, insan hakları, birey özgürlükleri ve düşünce
azatlığı konusunda iki grup arasında ciddi uçurum bulunuyor. AKP, diğer İslami cemaatleri
devletin gücüyle kendine benzetirken, cemaatın başındaki karizmatik liderin entelektüel duruşu
nedeniyle cemaat mensuplarını kendi potalarında eritemedi, satın alamadı. Bir AKP’li üst düzey
dostum bunu açıkca söyledi: Çalmıyorsunuz, sorun bu!
Birinci temel farklılık, AKP, “politik İslamizm” ile İslam’ı bir ideoloji derecesine indirgiyor.
Müslüman Kardeşler’in yaşadığı onca başarısızlığa, Erbakan’ın partisi 4 defa kapatılmasına
rağmen İslam’ı siyasi bir akım haline getirme yanlışlığını onaylatmaya çalışıyor. Cemaat, “İslam
dini evrenseldir, bir partinin kamu hakkı yeme, ticaret yapma, oy toplama ve kazanç elde etme
aracı olamaz” diye dik ve sağlam duruyor. Çünkü kesinlikle İslam’ı bir ideoloji olarak görmüyor,
ve asla bir partinin tekelinde olmayacak kadar yüce, son din olarak görüyor.
Milli Görüş gömleğini çıkardığını iddia eden Erdoğan’ın insanları yanılttığı ortaya çıktı. Şimdi,
‘çıkardım’ dediği dar gömleği yüzde 50 oranındaki seçmene zorla giydirmeye çalışıyor. Bunu
yapabilmesi kolay değil. Belki de bir Hitler olup, kitleleri aşırı sağ uça taşıma hayali var ki,
başarırsa tarihe geçer. Ancak, merkezi sağdan seçmeni marjinal sağ alana götürmek için ona bir
Gestapo devleti lazım! Genelde aşırı sağ liderler merkeze yaklaşır, seçmen temayülüne uyarlar,
bunun tersini bu zamana kadar sadece Hitler ve Mussoloni gerçekleştirdi. Sonlarını biliyorsunuz,
kendileri ile birlikte ülkelerini yıktılar.
İkinci ayrışma noktası, AKP tepeden inmeci, İngilizce tabirle “top down” veya meşhur Fransız
terimiyle bir “Yakobenlik” peşinde, diktacı devlet anlayışı benimsedi. Yolsuzluk ve rüşvet
operasyonundan üç yıl önce başlayan güç zehirlenmesi başbakanın “bossy” tavırlarıyla Gezi
olaylarında patladı. Ekonomi kötü durumda olmadığı için başbakan dış düşman fobisi meydana
getirerek Gezi’den yüzde 5 oy artımı ile çıktı. saldırgan üslubunun yine ona oy olarak döneceğini
sandı. PKK ve Ergenekon ile ittifak AKP’ye yaramadı. Hele cemaat düşmanlığı ile resmen
çakıldı.
Erdoğan’ın yeni yaptırdığı bir anket çalışmasında AKP, 30 Mart seçimlerinde yüzde 29’a
düşmüş gözüküyor. “Yüzde 1 oyu var” diye küçümsenen cemaatın özgül ağırlığı ve oyunun
yüzde 15 ile 20 arasında etki gücü olduğu ortaya çıktı. Başbakanın tüm telaşı devletin
kaymağının elinden kayması. Seçmen oyu ile beslenen “Hitler”imiz, oy kaybettikce daha
buyurgan kanunlar çıkardı. Devleti partileştirdi.
Cemaat, halkın en tabanından gelen, sivil toplumcu, antipolitik, dini ilhamla yola çıkmış bir
camia. Batı’da İngilizce tabirle bunlara, “grassroot” diyorlar, “bottom up” denilen aşağıdan
yukarı çıkan, ayağı yere sağlam basan yapılar. Said Nursi Hazretlerini bile durduramamış
“Zındıka Komitesi” veya bugünkü adıyla “Fesat Göktürk Oligarşisi”nin Nursi’nin temelini attığı
şahs-ı maneviyi yüze katlayan Gülen cemaatını bitirmesi imkansız. Bu süreç, mert ile namertleri
ortaya çıkarıyor. Ülkemiz, tek bir adamın hırsları uğruna kredisini tüketirken, AKP içinden,
aydınlardan ve İslami kesimlerde yaşanan suskunluk insanı çileden çıkarıyor. Gülen Hocaefendi,
zalimlik karşısında susanlara bu sefer gönül koyuyor, sitem ediyor.
Üçüncü ayrışma noktası, AKP, despot, eski model bir devleti, yani eski Türkiye’yi temsil eder
hale geldi. Yasakçı, devletin herşeyi kontrol ettiği, fişlediği, ayrıştırdığı ve iç düşmanlar ürettiği
bu yapıyı yeniden yaşatmak, hortlatmak bu devirde imkansız. Aşırı devletçi sistemler, sadece
geri kalmış ülkelerde halen yaşıyor. Gelişmiş Batı devletlerinde devletin bireylere baskısı en az
seviyeye düşürülüyor, diğer ifadeyle devlet küçülüyor. AKP, devleti büyütürken, hızla
kadrolaşıyor ve kendisine sürekli oy verecek asalak bir kitle oluşturuyor, akıntıya kürek çekiyor.
Cemaat, özgürlükcü, birey ve insan merkezli yeni bir Türkiye peşinde. 165 ülkede edindiği
tecrübeleri ülkemize taşımaya çalışıyor, ancak oligarşik çete birey özgürlüğüne son yıllarda
darbeler vurarak ülkeyi kapalı bir açık hava hapishanesi haline getirmeye çalışıyor. Cemaatın
insan haklarını esas alan duruşu Batı’dan takdir gördükce devletçi AKP komplo teorisi üretiyor.
Gelenekçi ve yenilikçilik anlayışında cemaat ileri ve modern bir vizyon sergilerken, AKP, geri
kafalı, yobaz, değişime karşı bir konuma düşüyor.
Dördüncü ayrışma noktası, AKP’nin Kur’an, Hadis anlayışı ve yorumu çok çıkarcı ve sadece
yönetmeye endeksli. Oysa Kur’an’da Said Nursi’nin ifadesiyle sadece yüzde 5 olan devlet
yönetimini, AKP yüzde 100 olarak görüyor. Nurcu cemaatleri yanına alan Erdoğan ve şürakası,
hiç Risale okumadığı halde Gülen gibi Nurculuktan yargılanmış bir lideri Nurcu olmamakla
suçluyor. Nurları siyasete alet eden başbakan ve AKP, ama suçlanan siyasetten Said Nursi gibi
kaçmaya çalışan Gülen Hocaefendi.
Cemaat, Nursi’yi takip ederek Gülen’in peygamberimizin modeli Kur’an ve hadis anlayışını
savunuyor. Yani önce devlet yönetimi esas değil. Zira, Kur’an yüzde 95 oranında insanların,
imanı, tebliğ, ahireti ve ahlakı ile ilgileniyor. “Halifelik yarışı” diye ortaya atılan fitnede bu
yorumlama farkı net olarak ortaya çıktı. “Halifelik ve Mehdilik” iddiasında bulunarak
cemaatlerden biat alan Erdoğan, bu iddialarda bulunmayan Gülen’i haksız yere suçluyor.
30 Mart yerel ve 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir “istiklal savaşı”, “ölüm kalım
savaşı” olarak gören Erdoğan, cemaatı siyasi rakip haline getirdi. Yurt içi ve dışında beş bine
yakın vakıf ve dernek kurmuş, eğitim, ayrılıklar ve yoksulluk sorunları ile ilgili sayısız proje
hayata geçiren cemaat, devlete muhtaç değil. Bağımsız oluşu ve devletin dini cemaatleri
devletleştirme girişimine olumsuz yanıt vermesi nedeniyle hedef haline getirildi. “Devlette ikilik
olmaz” denilerek sanki cemaat devleti “paralel yapı”yla ele geçirmeye çalışıyor kara
propagandası yapılıyor.
Oysa cemaata sempati duyanların devlet memuru olması kadar doğal bir durum olamaz. Yanlış
olan devlet memuru olan herkesin zorla parti devleti gibi düşünmeye, yaşamaya zorlanması. Bu
resmen birey özgürlüklerine saldırıdır. Medyanın Erdoğan tarafından ele geçirilmesi ile basın,
fikir ve düşünce özgürlüğü tamamen liderin inisiyatifine bırakıldı. Bu tür ülkelere demokrasi
değil, “diktatörlük” diyorlar.
Tüm gelişmiş Batı ülkelerinde Gülen cemaatı gibi sivil toplum yapılanmaları devleti yanlış
yaptığında uyarır ve kamu yararını devleti soyup soğana çeviren hırsızlardan üstün tutarlar.
Halkın tabanından koşan sivil bir hareket olarak son 50 yılda toplum güvenini kazanan cemaat,
hırsızlık yapmayarak ve doğrulukla bugünlere geldi. Aslında, sivil toplum ve sosyal hukuk
devleti nasıl olur, bir partiye yaslanmadan sivil toplum halkına eşit ve adil nasıl sosyal yardım
götürür gösterdi.
Cemaatın modeli, bugün İskandinav ülkelerindeki, Kanada ve Avusturalya’dakı sosyal demokrat
modellere bakılarak anlaşılabilir. Sivil toplumu güçlü olan bu ülkelerde birey özgürlüğü devletin
çıkarlarından daha önemlidir. Devlet, hiç bir cemaat mensubunu damgalamaz, cadı avı yapamaz.
Başka bir ülkeye çalışıyor iddiası ispatlanmadığı sürece saçmadır. Suçta bireysellik esastır,
topyekun bir cemaatın günah keçisi yapılmasına Batılı demokrasiler gülerler, kimse bu
akılsızlığa inanmaz.
Erdoğan AK Parti kurulurken, Menderes’in halk adamı imajına ve Özal’ın dört eğilim mirasına
sahip çıkarak merkezi sağa oturdu. Ancak oligarşik fesat komitesi, 3. dönemden itibaren hızla
AKP’nin, Başbakan ve ailesinin zafiyetlerini şantaj unsuru olarak kullanarak AKP’yi
Ankaralaştırdı. Şimdi Erdoğan, CHP’nin Milli şef döneminde takındığı aşırı zıt uçta geziniyor,
ayrıştırıcı, ötekileştirici üslupla seçmeni iteliyor ve hakları ellerinden alınmış bireylerden de
utanmadan oy istiyor.
Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Liberallar, ülkemize AB standartları yakalansın ve özgürlüklerde
medeni seviyeye gelelim umuduyla AKP’ye oy verdi. İlk defa bir Ermeni Patrik, sağ bir partiye,
AKP’ye seçmenleri yönlendirdi. Merkezi Teksas’ta Houstan’da bulunan Gülen Enstitüsü
Müdürü Dr. Doğan Koç anlattı: “2007 seçiminin ertesi günü Teksas’tan bir heyetle Fener Patriği
ile görüştük, patrik AKP seçimi kazandı diye çocuklar gibi şendi, mutluydu. Elbette Heybeliada
Ruhban Okulu açılacak diye bir beklenti içindeydi.”
AKP ve cemaat arasındaki söz konusu dört temel fark, bugün daha belirginleşti, sosyoloğların ve
politik bilimcilerin gözüne net biçimde çarpıyor. Cemaat, en önemlisi AKP’ya yapışan hırsız ve
rüşvetçi imajına ortak olmayarak güvenirliğine leke sürülmesine engel oldu. Bu nedenle
Erdoğan’ın yaptığı hakaretlerin yakın gelecekte cemaat adına büyük bir kazanç olduğu
açıktır. Allah, cemaatın helal himmetine AKP haramı karıştırmıyor.
Camia havuzu ve AKP havuzu!
Üstad Said Nursi, bugünleri görmüş olacak, büyük bir havuzdan bahsediyordu, ehl-i hakikat için,
zamanın şahsiyet ve enaniyet zamanı olmadığını vurguluyordu. Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, bu havuzu yanlış anlamış olacak ki, “medya havuzu” diye ortaya çıkan modelde olduğu
gibi aslında “halife havuzu” adı altında milyarlarca dolar istif etti. Oysa üstad hazretleri
cemaatten çıkacak bir şahs-ı manevinin “Süfyanizm”e karşı başarılı mücadelesine dikkati
çekerken, ’zaman cemaat zamanıdır, tarikat zamanı değildir’ diyordu. Erdoğan, bunu da yanlış
anladı ve devletin, kamunun imkanlarını kullanarak kendi cemaatını zorla oluşturmaya çalıştı,
hatta halifelik iddiası ile devlet zoruyla diğer cemaatlerden biat talebinde bulundu.
Tepeden inmeci, “Yakoben siyasal İslam” ile halkın tabanından çıkan sivil toplum İslam’ı
savaşıyor. İslam’ın Cumhuriyet anlayışı ile dine siyasetin alet edildiği saltanatın kavgasıdır
bu. Erdoğan, Hz. Muaviye’nin halifeliğini, Hz. Ali’nin (r.a) elinden hile ile aldığı despot
Emevileşmeyi, yani azgın nefsi siyaseti temsil ediyor. Gülen Hocaefendi ve cemaatı, kalp ehli
olduğu için Sufiliğin merkezindeki Şah-ı Merdan Hz. Ali (r.a) ile belki kıyaslanabilir. Şeriatın bir
hakikatı için baş vermeye razı Gülen. Yolsuzluk ve rüşvet ile mücadele, kamu hakkını, yetim
hakkını, Allah hakkını, umumun hakkını korumak İslam aliminin boynunun borcu.
Meşhur Firavun ve Hz. Musa (a.s.) kıssasını Muhyiddin Arabi hazretleri, kalp ve nefis
mücadelesi olarak okur. Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Muaviye arasındaki mücadele de kalp ve nefis
harbidir. Allah, ancak temiz kalplere sığar ve gelir. Kamu hakkı yiyende temiz kalp kalmaz,
sadece nefsinin azgın dürtüleriyle zalim bir firavun olur, kendisini kurtaracak Hz. Musa nefsini
ve cemaatını topyekun Kızıldeniz’de boğmak ister. Ancak kendisi ve ordusu boğulur. Üstad
Nursi’ye dönecek olursak, büyük bir havuza sahip olmak için siyasi iktidar, güç ve para lazım
değildir. Üstad Kastamanu Lahikasındaki mektubunda (sayfa 108) der: “Büyük bir havuza sahip
olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini o havuza atmak ve eritmek
gerekir. Yoksa, o buz parçası erir erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilemez.”
Tehlikenin büyüklüğünün farkında mısınız? Erdoğan, hiç utanmadan Üstad hazretlerini
siyasetine alet ediyor, üstadın talabelerini yemleyerek, baskıyla, rüşvetle, sindirmeyle veya
çaresiz bırakarak yanına çekti. Gerçi bazıları buna teşniydi, yıllardır elde edemediklerini sunan
hemde “İslami” bir iktidar var. Hangi diyet ve bedele karşı teslim oldular peki? Erdoğan, Nur’un
has talabesi Gülen Hocaefendi’ye hakaret edilirken, sövülürken ses çıkarmayarak ne kadar Nurcu
kalınabilir ki! “Halife’ye, Ulu-l Emre biat, itaat etmedi, cezayı hak etti” diyen bir Said Nursi ben
tanımıyorum. Üstad münafık değildi, korkak değildi. Mertoğlu mert idi.
Bugün güç zehirlenmesi yaşıyan Erdoğan’ın siyasi hırslarına yeter artık diyen Gülen Hocaefendi
gibi diğer Nur talabeleri ve cemaatleri de karşı çıkarsa ne olacağını ben size şimdiden haber
vereyim: Erdoğan Said Nursi’ye de sövecek, hakaret edecek, aşağılayacaktır. O zamanda susacak
mısınız? Derin Oligarşik Fesat Komitesi dediğim “Süfyanizm”, Erdoğan’a Said Nursi’yi
kullandırarak Gülen Hocaefendi’yi Hz Yusuf (a.s.) misali kuyuya atıyor. Hz. Yakup’un (a.s.) 12
oğlu vardı. Risale-i Nur’da da 12 cemaat var. Biri ( Hz Yusuf’u kuyuya atmadan öz kardeşi
Bünyamin planda yoktu, Yeni Asya sağlam duruyor) dışında 11 tanesi Nur davasına ihanet etti
ve en çok sevileni el birliğiyle kuyuya atarak yalnızlaştırdı. Kıssa sanki gerçekleşiyor!
Camia’nın ‘çökertilmesi’ için Hocaefendi’nin sekiz yıl yargılandığı ve bearaat ettiği davanın
iddianamesinde öngörülen stratejiyi bugünkü iktidar temsilcilerinin birebir uygulaması dikkat
çekici değil mi? Peki, bu davada Gülen’in Nurculuktan yargılandığını bilmiyor musunuz? Savcı
Yüksel, ‘Nurculuğun Tarihi Gelişimi’ni* anlatarak başladığı iddianamede, Bediüzzaman’ın ne
kadar tehlikeli biri olduğunu, “Nurculuğun Laik Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı bir hareket
olduğunu görebilmek için Nur Risalelerine bakmak gerekmektedir.” diyerek anlatıyordu. Farklı
risalelerden cümleleri, iddiasına ‘delil’ olarak göstermişti. Hocaefendi’nin Bediüzzaman için
kullandığı ‘asrın çilekeşi, çağın büyüğü, kamil-i mürşid, ruhların hekimi’ gibi sözler bile suç
unsuru olarak iddianameye girmişti. ‘Değerlendirme ve Hukuki Durum’ başlıklı bölümde
Bediüzzaman için ‘küstah’ ifadesini kullanan Nuh Mete Yüksel, Hocaefendi’nin neden Üstad’ın
yolundan gittiğini sorduktan sonra, “Bütün bu faaliyetlerin hedefi İslam devletini kurmaktır.”
diyordu. Bugün Başbakana yaptırılan Nurculuğun yeniden bitirilmesi savaşıdır.
Erdoğan, Gülen’in Üstadı hiç ağzına almadığını mitinglerde söyleyerek ne yapmaya çalışıyor?
Üstadın talabesi Said Özdemir, eş zamanlı olarak Gülen’in üstadı “kullandığını, yolundan
çıktığını, Risale yerine kendi kitaplarını okuttuğu” fitnesini neden yayıyor? Gülen’in yoldan
çıkan ilk talabelerinden Latif Erdoğan’a neden “üstadın yolunda değiller, Gülen Allah ile
konuşuyor” iftirasını attırıyorlar? Yıllardır cemaatı ele geçirme peşinde koşan Kemalettin
Özdemir ve Latif Erdoğan’ın “Süfyanizm”in fitnecilerinin kucağına oturduğunu görüyoruz.
Başbakan Erdoğan’a Latif Erdoğan son görüşmesinde, “Gülen’i ve cemaaatı bitirmek için sadece
bir şansınız var, eğer bitiremezseniz sizi bitirirler. Sizin A, B,C, D planınız varsa, Gülen’in Z’ye
kadar planı vardır” diye taktik veriyordu.
Gülen ve cemaatına planlanan operasyon MGK gündemine getirildi ve devletin tüm birimlerinin
ortak görüşte olduğu kamuoyuna açıklandı. 28 Şubat’ta İçişleri ve Dışişleri bakanlığı 30 Mart
1998 MGK’sında bu feci infaza karşı çıkmıştı. 17 ve 25 Aralık Büyük Rüşvet ve Yolsuzluk
davasını hukuk devletini yok ederek bertaraf eden Erdoğan, Ergenekoncuları Silivri’den
çıkartarak askeri vesayete selam durdu. PKK elebaşısı Abdullah Öcalan ile Mudanya’da yaptığı
görüşmenin ses kaydı yakında ortaya çıkacaktır. Muhsin Başkan suikastına göz yummasını
gösterecek ses kaydı, iktidarı elde tutmak isteyen bir firavun nefsi resmedecektir. Halifeliği
kurmak için kamudan haraçlarla çalınan milyar dolarları belki halk anlayışla karşılıyor olabilir.
Ancak Muta nikahı tuzağına düşen ve zimmetine milyon ve milyar dolarlar geçiren AKP’lileri
bu millet asla af etmeyecektir.
Erdoğan, üstadın eserlerini hiç okumamış, belli. Büyük Havuz’tan Risaleyi Nur mensuplarının
anladığı kalp ehlinin içinde eridiği şahs-ı manevidir. Yoksa, halkın parasının haram yollarla
toplanmasını üstad asla öngörmemiştir. Büyük gizli havuzlarda yığılan yetim hakkıyla
Erdoğan’ın Gestapo tarzında kurduğu başkanlık sistemini onaylamıyoruz. Erdoğan’ın halifelik
hırslarının tatmin edilmesi için haksız rekabetle devletin soyularak elde edilenlerle seçim
kampanya yürütülmesi oy toplanması, haksız ticaret yapılaması ve sivil toplumun öldürülmesine
karşıyız. İslami cemaatlerin devletle göbek bağı kurarak devletleştirilmesi İslam’a yapılacak en
büyük ihanettir. Erdoğan, bilerek veya bilmeyerek üstadın oluşması için ömrünü verdiği şahs-ı
maneviyi hırpalamaktadır. Gülen Hocaefendi’in kurduğu camia, Nurlardan çıkan belki aynen
üstadın öngördüğü gibi tam Nurcu görünmeyen şahsı manevidir. Hakkın şahs-ı manevisi ile
savaşan firavun elbette havuzunda boğulur! Camia’nın havuzu eneleri eriten tevazu havuzudur,
AKP’nin para havuzu ise enaniyetleri kabartıp, firavunları artırıyor. Manevi havuz
kazanacaktır…
Bir Proje adamı: Adnan Oktar
2014 yılının tüm münafık ve zalimlerin maskelerini indirip ortaya çıkma senesi olduğunu
yazmıştım. Nitekim bir büyük oyun daha deşifre oldu. Fuatavni adlı twitter fenomeni, Adnan
Oktar’ın kediciklerinin 46 büyükelçiliklerdeki Türk okullarını kapattırmak için girişimde
bulunduğu hezeyanını tesbit etti ve doğruları yazdı. AKP Trollerinden sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı Süleyman Soylu’dan Türk okullarını kötüleme ihalesi aldığınızı inkar etmeniz abesle
iştigal. Bu büyükelçilikleri dinleyen filan yok, bu durumdan rahatsız olan büyükelçilerden
bazıları bu alçaklığı hazm edemedi, vicdanlı insan olduğundan gerçeği söylediler. Kedicikler
Didem, Eda, Hüma boşuna çırpınıyor, her yalan, iftira ve bühtanın bir sonu vardır, hiç bir şey
artık gizli kapaklı yapılamıyor, ortaya çıkıyor. Kedicikler, son bir aydır 70 Ankara büyükelçisi
ile görüştüklerini doğruladı ve bunun sır olmadığını savundular.
Başka bir kedicik Aslıhan, iki dostumu arayarak hemen bana ulaşmaya ve twitter üzerinden
yaptığım ifşaatı durdurmaya çalıştı. İnanın, büyükelçilere ne dediğinizi bilmesem yazmazdım bu
münafıkca oyununuzu. Biraz edep ve terbiye lütfen! Adnan Oktar, televizyon, twitter ve
facebook üzerinden Gülen Hocaefendi ve cemaatına gülücükler dağıtıyor ama arkadan haince
hançerliyor. İnşallah ve maşallah kelimelerinin içini boşaltan Oktar, güya Erdoğan ile Gülen
Hocaefendiyi barıştıracakmış! Ahir zamandayız, buda kıyamet alameti olmalı, şeytanlara hizmet
eden köleler ne zamandan beri barış misyonunu devraldı. Herc ü merc olmuş dünya!
Kızıldeniz’de boğulacak firavun ordusuna dahil olmaktan mutlu musunuz?
Adnan Oktar’ın kediciklerinin Türk okullarını kapattırmak için 70 büyükelçiye yalvarması beni
zıvanadan çıkardı. Erdoğan’ı sevindirme maskesi adı altında global bir masonik plana hizmet
ediyorlar. Türk Okullarından rahatsız olan iki ülke sadece İsrail ve İran. Cemaata “Yahudi uşağı”
çamuru atanlar işte bu şebeke! Toplumda nefret sinir uçlarına oynuyorlar. Gerçi New York
Haham Konseyi’nin 33. derece mason proje adamı Oktar’dan daha ne bekliyordunuz ki? Nihayet
gerçek yüzü ortaya çıktı. Ülkemizde bunca akıllı insanı aldatabilmesi şaşırtıcı. Oktar’a
ülkemizde kimsenin dokunamaması ve Başbakana methiyeler düzmesinin nedeninin New York
Haham Konseyi olduğunu hala anlamayan varsa, okumuş cahillerdir. AKP’li pek çok cahil
inanıyor.
Adnan Oktar’ın New York Haham Konseyi’nin tıpkı IŞİD gibi bir İslam’ı kirletme projesi
olduğunu ispatlayan kitabımı basacak cesur bir yayınevi var mı? Sanırım yok. Oktar aleyhinde
yazın, bakın neler oluyor? Avukatlar ordusu hemen mahkemeye verir ve kedicikleri tüm
kaynaklarını kullanarak sizi yıpratır. Oktar, uzun soluklu bir proje adamıydı. Miadı doluyor. 300
kitabı var ve 70 dile çevrilmiş durumda. Değirmenin suyu güya zengin talabelerinden geliyor.
Kitaplarını 15 yıl boyunca başında Mustafa Akyol’un bulunduğu 40 kişilik bir ekip yazıyordu.
Akyol daha sonra gruptan koptu.
Gazeteci ve yazar Ertuğrul Özkök umarım bir gün Adnan Oktar ve kediciklerinin kendilerine
kurduğu kumpası ve daha nicelerine kurulan şantaj kasetlerini yazar. Bu zulüm sona ermelidir.
İnsanların özel hayatına tecavüz ediliyor. Birileri birilerini seks kumpasına düşürüyor, Sauna
çeteleri kuruyor. Sarı Levent ekibi bunu kaydediyor ama cemaatı günah keçisi yapıp bu büyük
günahlarını dahi gizliyebiliyorlar. Toplum aptal yerine konuyor, eminim kendi aralarında pis pis
sırıtıp, kıs kıs, fıs fıs dalga geçip, müslümanların zavallı haline kahkahalarla gülüyorlardır.
Ülkemizde masonlar ve Yahudiler hakkında en sert yazılar yazmış, kitaplar çıkarmış Adnan
Oktar anne ve baba tarafından bir Yahudi, mühtedi olduğu iddiası vardı, yıllar sonra bunu itiraf
etti, saklamıyor. Ancak çelişkili açıklamaları var. Bir beyanında, ‘Hz. Davud’un soyundanım,
Musevi kökenim şereftir’ derken, başka bir röportajında Kafkas göçmeni Arslanoğulları
ailesinden Seyyid olduğunu iddia ediyor. Hangisi doğru? Taban tabana zıt bu ikisi.
Oktar, 33. Dereceden mason olduğunu ise açıkladığında nedense kimse şaşırmadı. New York
Haham Konseyi’nin Adnan Oktar’a Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyin, cemaata en fazla zararı
verin talimatı gönderdiği bir vakıa! Yalanlamayın. Olay, sadece Erdoğan’dan korkmak veya
yalakalık yapmak değildir. Keşke öyle olsaydı! Hahamlarla fotoları yayınlandı ama bu
ilişkilerine bir kalıp uyduruyor Adnan! İsrail’e asla laf söyletmiyor!
Bir kere masonlar hiç bir Türkü 33. dereceye kolay kolay çıkarmıyor. Adnan Oktar, bu başarısını
açıkladığında kimse sormadı: Nasıl oldu bu iş ve hangi aralıkta bu kadar yükseldin? Masonlara
ve Yahudilere en acımasız eleştirileri yapıp, komplo teorileri yazarken samimi değil miydin,
takiye mi yaptın? Her eve neredeyse giren Yahudilik ve Masonluk kitabında mı yalandı?
Masonlara karşı kin nefreti yükseltirken aslında onların reklamını yapan Harun Yahya fenomeni
artık sona ermelidir. Kimse mason ve Yahudi nefreti üzerinden politika yapmamalıdır, bu bir
suçtur. Gerçi artık İsrail dostu, Yahudi hayranı bir çizgi izliyor. Bir ara Atatürkçü olmuştu.
Oyunbaz ve düzenbaz Adnan Oktar’ın 1990’daki sağkolu arkadaşımdı, onu Oktar’dan kurtarıp 6
ay yanımda gizleyip ellerinden zor kurtarmıştım. Bu nedenle bir proje olduğunu elbette erken
öğrenmiştim. Adnan Oktar’ın kedicikleri 1999’da 28 Şubat süreci sırasında hocaları numaradan
içeri alındığında Ankara’da gazete ofisimize gelip hüngür hüngür ağlamıştı. Kadın ağlamasına
dayanamam, onları savunan bir haber yazdım. Ne olduklarını bile bile. Motor kızlar lakabı
kızlara takılmış bir ayıptı ve toplum onları aşağılıyordu. Oysa içlerinde pek çok masumlar vardı.
Ya Adnan’ın barlardan, uyuşturucu ve alkol batağından kurtardığı zengin zübbe gençlerin
sevabını nereye yazalım diyenler olacaktır. Onu Allah’a sorarsınız, kalpler Allah’ın elinde.
Zalimleri asla affetmediğini biliyoruz. Münafıkların kim olduğunu da Allah bilir.
Kısacası Mehdi olduğunu yıllardır iddia eden, Erdoğan’a şimdilik bu sıfatı hediye etmiş gözüken
Adnan Oktar’ın elinde büyük bir kaset arşivi bulunuyor. Yakınlarda Mehdi olmadığını
açıklamasına bakmayın, takiye yapıyor, etrafındakilere halen‘Mehdiyim’ biatı yaptırıyor. 3
milyar dolarlık bir servete sahip Oktar’ın ne iş yapıpta bu kadar zengin olduğunu kimse
sorgulamıyor. 1999’da polis ve medya da bu kaynağı kim sorgulamak istediyse başlarına
gelmeyen kalmadı. Doğan medya bir dönem başlarına bela kasetlerden kurtulmak için üzerilerine
gitti, ancak Hürriyet gazetesini bile dize getiren bir karanlık güç bunlar. Ekranda, barış,
kardeşlik, sevgi mesajları verenlerin gerçek yüzünü yazma zamanı gelmişti.
Cemil Meriç, ‘aydınların sustuğu atmosferde, toplumu soytarılar aydınlatır’ demişti. Aydın
namusu, doğruları yazmadan sorumludur ve insanları ifsat eden soytarılardan toplumu
kurtarmaya çalışmalıdır. Halen umutluyum, bir gün Adnan’ın kediciklerinden düştükleri
kumpasın farkına varanlar, bu fitne şebekesinden kaçacak ve içlerinde aydınlığa uyananlar
olacaktır.
Korkmadık, Korkmayacağız
5 Ağustos 1986 ile 19 Şubat 2014 arasına geçen 28 yıl gözümün önünden film şeridi gibi
geçiyor. 1986 Ağustos’u başında Hürriyet ve Milliyet gazeteleri Said Nursi ve o günler henüz
tanınmayan Fethullah Gülen Hocaaefendi ile ilgili yalan, yanlış ve çarpıtmalarla dolu MİT
servisi iki yayın dizisi yayınlıyor. İki muhterem hoca şahsıda “dört eşli”, “ehli keyf” ilan ediyor.
Derin devleti ilk fark ettiğim zaman dilimi bu, ama adını koyamıyorum.
Henüz 17 yaşında iken GATA Psikiyatri kliniğinde karşılaştığım Yüzbaşı İhsan yardımıma
koşuyor. Van’da görevli iken PKK timini tuzağa düşürmüş, hepsi ölmüş, bacağında ve karnında
kurşunla ölü diye bırakmışlar. Pusudan bir gün önce PKK lideri Abdullah Öcalan’ı yakaladığı
için cezalandırıldığını söylüyor. Helikoptere bindirip Genelkurmay’a paketi teslim edeceği tarih
2 Mart 1987, ancak ‘götür Suriye sınırına bırak’ emri geliyor, “Öcalan bizim adamımız” diyen
sesi hiç unutmuyor. Komando timini pusuya gönderen postasının PKK’lı olduğunu sonradan
öğreniyor, derin devleti pek milli bulmuyor.
Yüksek Askeri İdare Mahkemesi’nde 18 Mart 1989’da yaptığım tarihi konuşmada henüz 20
yaşında iken, “GATA’da derin devlet var, hırsız, uğursuzlar güruhu hastaneyi zina merkezine
çevirdi” diyorum ama mahkeme heyeti beni “deli” sanıyor. Silivri mahkumu Engin Alan ile
tanıştığım 1993 yılında halen gözüm kapalı idi, el yordamı ile yanlış giden bir şeyler var
diyordum. Alan’ın 1994 ve 1995’te OMON timi komutanı Rövşan Cevadov ile Azeri Lider
Haydar Aliyev’e karşı giriştiği darbe ve beş suikast teşebbüsünde derin devletin tüm birimleri
görev alıyordu. Susurluk çetesi ve raporu ile 1996’da fotoğrafın bir yüzü aydınlanıyor, babası
MİT, kendisi MİT elemanı gazeteci Can Dündar, yapının adını gazeteci Celal Kazdağlı ile
yazdıkları kitap ve belgeselde 1997’de ilk defa koyuyordu: “Ergenekon.” Sol görüşlü
gazetecilerimizin ortaya çıkardığı Ergenekon örgütünde ciddi bir sorun hemen sırıtıyor. Eli kanlı
katillerin hepsi ülkücüler olarak gösteriliyor. Ne solcusu var yapıda ne askeri, ne medyası, ne
oligarşisi, ne iş adamı. Kaynayan düdüklü tencerenin sadece gazı, havası kaçsın diye düdüğünü
açmaya izin verdikleri belli. Yemiyoruz bu oyunu!
28 Şubat 1997’de Susurluk’a “fasa fiso” diyen siyasiler “mevta” oluyor ama geride kalanlar
ülkeyi idare etmekten aciz, derin yapının beceriksiz kuklaları gibiler. 1999’da rahmetli Bülent
Ecevit’i Başbakanlıkta takip eden muhabirim, Kriz Masası ve Gölge Bakanlar Kurulu ile
tanışıyorum. Hepsi asker kökenli özel harp elemanları, başbakana istedikleri genelgeyi hazırlayıp
imzalatıyorlar, diledikleri kanun hükmünde kararname albaylar gözetimindeki bakanlar
tarafından sorgusuz sualsiz imzalanıyor. Derin oligarşinin gücünü görüyorum, bu fitne şebekesi
en masum insanları bile iki üç dönemde şeytana çevirir diyorum içimden.
Başbakanlık müşaviri adı altında hem MOSSAD, hem CIA’ya çalışıp hemde MİT elemanı olan
bir sürü “double double” ajan ile tanıştığım Ankara yıllarımda Ergenekon’un iskeleti gözümde
canlanıyor, ama halen et giydiremiyorum. NATO’nun uydusu maskesi altında 1960 askeri
darbesinden beri “Amerikan mandası” olduğumuzu geç fark ediyorum ve sol görüşlü
kardeşlerimi daha dikkatli dinlemeye başlıyorum. “Atatürk döneminde İngilizler ne dese onu
yaptık, güya sömürge değildik” diyen Enerji Sendikasından 1970’lerin hızlı solcusu bir arkadaş
ekliyor: “Göstermelik bir bağımsızlık vererek onurumuzu, haysiyetimizi, dinimizi,
medeniyetimizi, kültürümüzü, ekonomimizi Batı’ya sattık, geri almamız için çalışan sağdan
soldan vatan evlatlarını fişlediler, birbirine düşürdüler. Yeter artık, hep beraber savaşmalıyız.”
Hak veriyorum. ‘Bizi biz yapan öz değerlerimizle el ve gönül birliği vermek, düşmanı
tepelemektir’ sözleri hala kulaklarımda…
2000 ‘de Fethullah Gülen Hocaefendi’ye açılan davanın 300 sayfalık iddianamesini okuyan ve
haber yazan ilk gazetecilerdenim. 40 sayfasında Said Nursi ve Nurculuk suçlaması yapılıyor ve
Gülen Nurculuğun en güçlü devamcısı diye gösteriliyordu. Üstadın emanetlerini Tahiri Mutlu ve
Hulusi abilerin Gülen’e 1980′lerde teslim ettiğini, Nur davasının lideri olduğunu Ergenekoncular
biliyorda, başbakan bilmiyor mu? Star gazetesinde dün 18 Şubat 2014′de Başbakanın
Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, derin devletin planını değiştirdiğini ispatlayan bir Said Nursi ve
Gülen yazısı kaleme aldı. Fitnecilerin üstadımızı bile kullandığı ve neden kullandığı net anlaşıldı.
Gülen bu sefer Nursi düşmanı olmuş, üstelik Nurculuğa yakışmayan tavırlar içindeymiş! Ne
utanıyorlar nede edepleri kalmış. Diğer Nurcu cemaatlere oy versinler diye şeker dağıtan
Akdoğan, cemaatı Nurculardan uzaklaştırıp yalnızlaştırmaya çalışıyor. Liderliği ele
geçiremediler, bari bölelim havasındalar! Sen kim oluyorsunda Nurculara ders veriyorsun diye
kimse sorgulamıyor. Dün Nurcu diye yargılanan Gülen idi, Rusya ve Çin’e Nurcu diye
gammazlanan Gülen idi, Komünizme bunlar karşıdır açtıkları Türk okullarını kapatın diyenler
Gülen’i Nurcu sayardı. Bu sefer münafıklıklarına şeytanlıklarına bir yenisini ekliyorlar: Gülen
Nurcu değilmiş, vurun gitsin! Yeni Asya Nurcu grubu, görülen bir rüya üzerine safını Gülen
yanına yerleştirdi, darısı diğer Nurcuların başına. Cemaat, İslami cemaatler arasında yüzde 45′lik
oya ve ağırlığa sahip. Diğer Nurcular yüzde 25′lik ağırlıkta, ondan fazla cemaata bölünmüş
durumda. Nurcular, AKP’ye oy vermezse yüzde 30 altına düşecekleri kesin, korkudan nasıl
yalan söyleyeceklerini bilemiyorlar. İftira, bühtan ve fitnenin bini bir para, sonu yok bu siyasi
yalancılığın. Nur’un tüm kardeşlerine Allah basiret, feraset verin!
Ağaç kabuğunda yaşamadım ve dün ortaya çıkmadım. Kalemimi hiç satmadım, mertlik ayarını
üstadımız Said Nursi ve Gülen’de buldum, sokakta bulmadım. Devletten beslenip, MİT
tarafından ulufelerle altın tepside köşe yazarlığı hediye edilmedi! 2000 ile 2006 arasında gerçek
Ergenekon’u ortya çıkarma adına sonsaniye.net de yarım düzine yiğit kalemle yaptığımız
kalemşörlük yine Genelkurmay’ın bizi andıçlayıp hakkımızda dava açma tehditine tosluyor.
Yeni Ergenekon’u ortaya çıkardığım kitap 2005 Haziran’ında Silivri mahkumu Sedat Peker
mafyası tarafından bertaraf ediliyor. Ağustos 2006’da Ergenekon’u genel hatlarıyla deşifre
edecek Tuncay Güney, Toronto Türk Festivalinde kendi ayağıyla geliyor, benim yazı ve
kitaplarımın hayranı olduğunu söylüyor ve imzalı kitap istiyor.
Şüpheleniyorum: “Çorum’dan Yahudi çıkmaz ve benim Yahudi hayranım pek yoktur!” 1 Ekim
2006’ya kadar ona randevu vermiyorum ama adam yapışkan, King otelinde ilk diyalog
yemeğinde beni buldu, imzalı kitabımı söke söke aldı ve kendini evine bıraktırdı. Kendi kaşındı!
Sabaha kadar konuşup Ergenekon’u bana ayrıntılarıyla, epeyde çarpıtarak, hedef saptırarak
anlattı. Ertesi gün sonsaniye.net de haber olacağını ve bu yazının Ergenekon operasyonunda köşe
taşı oluşturacağını ne Güney nede ben tahmin edebiliyordu. Korktu, “Veli Küçük beni öldürmeye
ABD’den suikast timini gönderecek” dedi. “Korkma, konuşanı öldüremezler, bak Mahir Kaynak
halen yaşıyor. Bundan sonra susamazsın.” dedikten sonra cesurca konuştu. Güney’in telefonunu
isteyen tüm gazetecilere veriyordum. Meşhur oldu, ancak bir süre sonra “medya budala”sına
döndü. Hakkında 2008’de ilk kitabı yazıp gerçek yüzlerini gösterdim. Ne yapalım, Ergenekon’u
sulandırmak isteyen Doğan grubu keklenmeyi, işletilmeyi seviyor. Adamı haber yapma
uyarılarımı dinlemiyorlardı. Geç dinlediler.
Ergenekon’u Kanada’da yayınladığımız gazetemiz Canadatürk’teki köşemde hiç sektirmeden
tam beş yıl aralıksız yazdım. 2012 yazından beri yazmıyorum, bir anlamı kalmadı. Tam beş kitap
çıkardım bu süreçte ve ekstradan sağa sola yazdığım değişik müstear isimlerimde de hep derin
devletin karanlık yüzünü detaylarıyla yazdım, her gittiğim yerde değişik topluluklara sansürsüz
anlattım. Ergenekon’un “Göktürk” adlı yeni bir yapılanmaya dönüştürüldüğünü yazalı iki yılı
geçti. Müstear isimlerimin hepsini kaldırdım, başka bir isimde yazmıyorum, dimdik buradıyım,
yazdıklarımın arkasındayım.
AKP Göktürk adlı derin oligarşik yapının içine girdi ve zafiyetleri üzerinden yapılan tehdit ve
şantajlarla, yolsuzluk ve rüşvetlerle kirletilerek ele geçirildi. Milleti temsil etmiyor, Ankaralaştı.
20 yıl istikrarlı bir hükümetle bu yapıyla savaşmadan yüzbin nemalananı, beş binde üst düzey
yönetici bulunanan, dış güçler tarafından finanse ve organize edilen sistemi çökertip, kendi milli
derin devletimizi kuramayacağımızı dile getirdim. Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın
Milli devleti kurdukları koskoca bir yalandır. Artık AKP’den ve Milli Görüş çizgisindeki siyasal
İslam projelerinden hiç bir hayır gelmeyecektir. Bunu en son Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
İnternete sansür kanununu onaylayarak gösterdi. Allah bilir, HSYK kanununuda 2010′daki halk
referandumuna rağmen onaylayacak ve halkın değil başbakanın cumhurbaşkanı olduğunu bir
kere daha haykıracaktır. Kimse Gül’ün Erdoğan’a rakip alternatif parti kuracağını zinhar
beklemesin, boş umut ve rüyadan uyanalım.
2013 yılı münafıkların ortaya çıkması yılıydı. Yolsuzluk ve hırsızlıklara, rüşvete karşı mücadele
eden hak tarafındadır. Bunu Said Nursi, 29. Mektup. 7. Kısımda izah ediyor. 2014 yılının, Fesad
Komitesi’nin Türk ordusunun boynuna doladığı kölelik kemendini fark edip çıkaracağı yıl
olacağını yazdım. Mücadele bitmedi, sürecektir. Yalancı bir fecri sadıktan sonra gerçek bir sabah
doğacaktır. 2015 sonrası yeni Türkiye’yi kuracaklar adanmış ruhlar olacak, temel özellikleri
satın alınamamaları, asla rüşvet yememeleri ve yolsuzluk yapmamaları olacaktır. AKP’liler bu
tanıma uymadığına göre Abbas yolcudur! Bugüne kadar zalimi tesbit, hakkı batıldan ayırma
noktasında ismimle müsemma olmam nedeniyle hiç şaşırmadım. Kamu vicdanı gerçekleri
görecektir, iman ile yalan yanyana durmaz!
Velhasıl kelam, maskeleri, hüviyetleri sık sık değişse de hiçbir zaman zalimden korkmadım,
korkmadık, korkmayacağız. Mağdur edilmek ukbada bir şeref madalyasıdır.
Yahudi lobisi: Cemaatı bitirmek zor, Erdoğan kolay iş!
Yaklaşık 1.5 yıldır Ergenekon’un karakutusu sayılan Tuncay Güney’i aramıyordum. Bir kaç
gündür televizyonlara çıkmış, gazetelere demeçler vermiş, bir sorayım dedim; onun yorumuna
göre Türkiye’de neler oluyor. Lafı bir espiri ile açtım:
“Gözünaydınlık olsun, beddua mı ettin, ahın mı tuttu nedir bana. AKP ile MİT’in birlikte
yürüttüğü bir asimetrik psikolojik savaş sitesi beni MOSSAD ajanı ilan etti, hedef gösterdi, kod
adım bile var: Kabak.. Güler misin, ağlar mısın?”.
Epey güldü Tuncay ve lafı gediğine koydu: “Sen şanslısın, MOSSAD ajanlığı yaftası, cemaata
atılan “terör örgütü” iftirası yanında çok masum kalıyor. Kimse senin MOSSAD ajanı olduğuna
inanmaz, ama cemaata “casusluk ve vatan hainliği” davası açmaya çalışan karanlık şebeke
başbakanı esir almış gözüküyor. Bu kara leke, cemaatın tüm dünyadaki hizmetlerini etkiler.”
“Ciddi olamazsın, yoksa sen de mi cemaata örgüt operasyonu yapılacağını sanıyorsun?” diye sert
çıkıştım. Hiç oralı olmadı, “tahmin etmiyorum, eminim” dedi ve ekledi:
“New York’taki Yahudi dostlarım merkezi hükümeti, AKP’yi, Recep Tayyip Erdoğan’ı bu
süreçte destekleme kararı aldılar. Aslında biliyorsun, sevmezler. Bağımsız olan ve satın
alınamayan Cemaatten ise çok korkuyorlar. AKP’yi bitirmek çocuk oyuncağı, ANAP gibi
kağıttan kaplan, bir üflesek yıkılır ama cemaatın kemiği sağlam, yıkılması zor diyorlar. Hedef
cemaatı zayıflatmak, daha sonra Erdoğan’ı safdışı bırakmak kolay iş, o kadar fazla açığı var ki.
Cemaat’de aydın, çok sağlam bir kesim var. Oysa AKP’dekiler toplama kampı gibi, çıkarları bitti
mi bir düdükte saf değiştirirler.”
Tepkim anında oldu: “Cemaatı bitirmek planı haince, Türk milleti Erdoğan’ı af etmeyecektir,
ayrıca AKP ve Erdoğan kendi kendine Voyvoda kazığı geçiriyor, kendi ayağına kurşun sıkıyor,
AKP gemisi hızla su alıyor. Bu kadar aptallığı yapmak için nasıl bir danışmanlık alıyorlar?”
Tuncay uzun bir kahkaha attı ve tesbitini iletti: “Erdoğan’ın etrafındaki dalkavuklar ve yalakalar
öyle demiyorlar ama. Cemaatten kurtulunca güçleneceklerini sanıyorlar. Pek çok tarikat ve
cemaat Erdoğan’ın korkusundan ve menfaatlerinden dolayı cemaata savaş açtı, cemaate küfür
ettikce değerleri artıyor. Erdoğan güya herkesten biat almış, cemaat ise direniyormuş. Direncini
kırmak, siyasetin emrine sokmak için her türlü şantaj ve tehdit devrede. Paralel örgüt iddiası
bundan, silahsız örgütde oluyormuş demek! Bak şimdi de Ergenekoncuları, Balyozcuları
Silivri’den salıyorlar ve cemaatın üzerine saldırtacaklar. İntikam alacaklar.”
“Aman çok korktum” demişim, bu darbecileri bırakırlarsa, sadece hukuki ihlal olmaz, bir daha
AKP hangi yüzle seçimde sandıkta halktan oy ister? 2011’de dediklerinin tam aksini yapan bir
konuma savruldular. Bu adamları acaba hipnotizma yaparak, siz devletsiniz büyüsü filan mı
yapıyorlar, hepsi zombiye döndü sanki! Eğer bugün yaptıkları İslam düşmanı icraatı o zaman
yapsalardı, seçim meydanlarında halka anlatsalardı, yüzde 20 bile oy alamazlardı. Bu iki
yüzlülük AKP’yi tam ortadan ikiye çatlatır. Parti üç aya kalmaz, 30 Mart 2014’den sonra ikiye
bölünür. Korku duvarı, yerel seçimde yüzde 40 altı oy alınmasıdır, çatır çatır gümlerler.
Tuncay sazan gibi bu yorumum üzerine atladı: “Yapma yav! Hiç böyle düşünmemiştim.
Erdoğan’dan çok korkuyorlar, AKP içinde bir tane bile liderlik yapacak adam yok sanıyordum.
Kendisini çok güçlü gören bir iktidarın parçalanması ANAP’laşma sürecidir”.
Erdoğan, 2015 genel seçimlerini beklemeden bu yaz cumhurbaşkanlığı seçimi ile birlikte erken
genel seçime gidecektir. Eğer beklerse, daha fazla yıpranacağını, partinin eriyeceğini, ikiye
çatlıyacaklarını ve halk tarafından cumhurbaşkanı seçilmesinin riske gireceğini görüyor.
Ergenekoncuları çıkartırsa Türk ordusunu da arkasına almış olacağını hesaplıyor. Böylece kimse
darbe yapamaz diye düşünüyor. KCK ile PKK’ya Büyük Kürdistan kurduruyor, dış güçlerin bir
dediğini zaten iki etmiyor. Kim tutarmış Tayyibimi, ‘halifeyim’ dese kimsenin gıkı çıkamaz.
Tuncay patladı: “Aman Faruk, sende olmasan millet doğruları öğrenemeyecek. Medyada o kadar
salak gazeteci türedi ki, insan konuşmaya çekiniyor, çarpıtıyorlar. Bana akıllı ol, Erdoğan’a
destek ver, yoksa Ergenekon’u ortaya çıkartan gazeteci olarak seni sanık yaparız, kapatılan eski
davalarını açtırırız diye dolaylı tehdit ediyorlar. Cemaat mensubu ve MOSSAD olmadığımı
anlatmam yıllarımı aldı, gazeteci ve yazar takımı kaz kafalı, bir defa da değil 10 yılda anlıyor.”
Tuncay, “yolsuzluk, rüşvet ve Muta nikahlı zinalar biliniyordu, peki AKP’lileri tuzağa düşürüp
şantaj için seks kasetleri çekenler kim, cemaat mi?” diye merakından sordu.
Cevap belli değil mi? Erdoğan da biliyor bunu: “Sarı Levent’in ve Doğu Perinçek’in İngiliz ekibi
cayır cayır çalışıyor. Kasetleri servis yaparlar, nasıl olsa cemaatın üstüne yıkacaklar. Medyanın
ve Erdoğan’ın kullandığı dil Perinçekce, nefret dili oldu. Az konuş Tuncay, ortam berbat. Benim
gibi çok konuşup, çok yazıp hedef olma. Twitter’da bombaladım gerçekleri. Sen kimsin
diyorlar? Ben Şemsi Tebriziyim, Behlül Danayım, Ebu Cendelim, Ebu Dücaneyim, Niyazi
Mısrıyim, Ebu Zer Gifariyim diyorum, aval aval bakıyorlar. Onlarda kim yahu diyorlar!”
Tuncay gülmekten yerlere yattı ahizenin öbür ucunda: “Müslüman entelektüellerin bilgi
hazineleri kıt, seni anlamazlar, aydın bir müslümanla tartışamazlar, zekadan yoksunlar, çok
kapasitelerini zorlama, motor kaynatırlar! Ergenekon’dan ve Odatv davasından dışarı çıkan
gazeteci Ahmet Şık, Toronto’daydı, Kanada Gazeteciler Derneği, yılın gazetecisi ödülünü
vermiş, aradı röportaj için, konuşmak istemedim. Cemaat aleyhine konuşmak moda oldu, beni de
kullanmak istiyorlar. Mehmet Ali Birand’ın oğlu aradı 32. Gün’den, çıktım, konuştum. ABD, 22
ülkede sınırları değiştirmeye karar verdi, Büyük Kürdistan demek zaten, Türkiye, Irak, Suriye ve
İran’ın topraklarının parçalanması anlamına geliyor. Cemaat önlerinde engel, derin Amerikalılar
ve Yahudiler biliyorsun, cemaatı bu nedenle hedef haline getirdiler. AKP tribünlere oynuyor,
cemaatın ülkeyi sattığı yalanı tutmaz, ama operasyon için savcıya malzeme gerekliydi.”
“Çorumlu hemşerim, ben bunu biliyorum, sen biliyorsun da, neden Türkiye, neden aydınlarımız
bir akıl tutulması yaşıyor? Vatanını seven evlatlarımıza ne oldu?”
Tuncay acı acı güldü bu defa: “ Onlar şimdi sürgün yedi. Pek çokları satıldılar dostum. Hemde
pek ucuza. Kimi makama mansıba, kimi mala mülke, kimi şan ve şöhrete kimisi İran’dan, Orta
Asya’dan, OrtaDoğu’dan, Fas’tan, Tunus’tan getirilen güzel bir cariyeye tav oldu. Sen herkesi
kendin gibi saf dava adamı mı sanıyorsun! Dua edelimde, ülkemize oynanan asıl büyük oyunu
Erdoğan görsün”.
“Suudi şeyhi Yasin El Kadı ile Suriye’de muhaliflere silah satan oğlu ve ortakları var iken
Erdoğan uyanmaz bu uykudan. Suriye’de yapılan katliamlarda ölen milyonlarca garibin,
mazulumun kanı bulaştı ellerine” diye sıkışıp kalan başbakanımızın ve AKP’lilerin ruh halini
özetleyince Tuncay lafını esirgemedi:
“Sadece Erdoğan mı, AKP mi Suriye’ye silah gönderiyor? İsrail ve ABD, her iki tarafa da silah
satıyor, savaş kasten daha fazla müslüman ölsün diye bitirilmiyor. AKP’nin Suriye
politikasından İsrail ve İran kazançlı çıkıyor. Bu türlü kirli işlere bulaşanları gizlemek için
cemaat günah keçisi yapıldı. Sen ne diye kendini yırtıyor, paralıyorsun? Cemaatı satanlar
utansın! Tabi utanırlarsa. Halkımız er geç sular durulunca gerçekleri görecektir.
5 Ocak 2014”
İslam Düşmanı Neoconların TSK planı!
2011′de halen saftım, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a AKP’yi bitirmek için Hizmet’le kavga
ettirme politikasının Genelkurmay’da planlandığını göstermek istedim. 2011′deki Genelkurmay
heyeti politikasının NATO generallerine verdiği özel davetlerde AKP Hükümetini ‘şeriat devleti
kuruyorlar’ diye şikayet etmesi kuşkusuz bir skandaldı. Bu brifinglerde, Hizmet’i terör örgütü
ilan etmek için NATO generalleri ile pazarlık yapıldığını birinci elden Erdoğan’a ulaştırdım. O
ne yaptı? Ellerini öpüverdi. İktidarda kalmak için Hizmet’i hançerlemeyi kabul etti ve 2008′de
hazırlanan Hizmet’i yıkma operasyonu Genelkurmay’ın EDOK birimi tarafından altın tepside
Erdoğan’a sunuldu.
Ergenekoncular, Genelkurmay’daki NATO generallerini ikna operasyonunu nasıl öğrendiğimi
asla anlayamadı. Üç harfli ajanım var sanıyorlardır. Ergenekon’ın avukatı, gazeteci İngiliz ajanı
Garret Jenksin’in Genelkurmay’da NATO heyetine tercümanlık yapmak için ne işi vardı
2011′de? Genelkurmay’daki Ergenekon ekibi NATO generallerine Hizmet’in terör örgütü
olduğunu ispat edemedi ama Erdoğan’ı kafalayıp kullanmayı başardı.
Ne kadar çok şey biliyorum değil mi? Genelkurmay’da Kanada’dan Mart 2011’de gelen NATO
heyeti, Jenksin’e sert çıkıştı, “biz çocuk değiliz, kandıramazsınız, google diye bir şey var” dedi.
Peki, 2011′de NATO general heyetleri Genelkurmay’a çağrılarak ‘Hizmet El Kaida gibi terör
örgütüdür’ brifingi alırken, nasıl olmuştu da bir İngiliz ajanı Garret Jenksin tercümanlık
yapmıştı? Erdoğan, nasıl oldu da İngiliz oyunu na geldi? Neden? Kırılma noktası, Mavi Marmara
gemisi skandalı sonrası yaşananlardır.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik ve Başbakan Başdanışmanı İbrahim Kalın, Mavi
Marmara siyasi şovunu izah etmek için Yahudi lobilerini kaç defa ABD’de dolaştı, onlar mı
açıklasın, yoksa ben mi detayları açıklayayım? Neden ikna edemediler ve ikna etmek için ne gibi
tavizler vermek zorunda kaldılar? 30 yıllık gençlik yılları arkadaşım İbrahim Kalın, Haziran
2010’da Toronto’da bana, ‘İsrail’e haddini bildirdik, bizden başkası bunu yapamazdı’ dediğinde
acı acı güldüm. “Peki, ya sonra ne yapacaksınız?” dedim. “Israrcı olacağız, haklıyız” dedi.
Haklı çıkmaktan nefret ediyorum ama AKP ve Erdoğan, Hizmet’e saldırması karşılığında hangi
şeytanlarla masada iktidar pazarlığı yaptı biliyorum. Ömer Çelik ve İbrahim Kalın’a, “aptal ve
samimiyetsiz Mavi Marmara şovunuza karşı çıkmamın sebebi, sizin Yahudiler tarafından satın
alınma endişem” de demiştim. “Ne demek istiyorsun?” diye manalı manalı bakmışlardı. Açık
konuşmayı severim.
2010′ Haziran’ında Ömer Çelik’e çok net bakış açımı izah ettim: “İsrail ve ülkemizdeki Karanlık
Çete AKP’yi yıkmak için 2002 başında 1 miyar dolar bütçe ayırdı ve tam 7 darbe planı yaptılar.
Yaşananları biliyorsunuz, Erdoğan’a 14 defa suikast düzenlendi. Bunca ayak oyununu polislerin
sayesinde aştınız. Ancak korkuyorum, aynı çete bu defa 10 milyar dolar bütçe ayırırsa, Hizmet’i
satarsınız, AKP’yi yıkılmaktan ve Erdoğan’ı da suikasttan koruyamazsınız.” İbrahim Kalın’da
açık konuşmuştu: “Askeri vesayetle savaşmaktan yorulduk, daha ne kadar savaşacağız?”
Bugün İsrail ile her türlü reel politik ilişkiyi sürdüren ve bundan nemalanan Erdoğan, nedense 17
Aralık 2013 sonrası Hizmet’i “İsrail yandaşı” yaftasıyla suçlamaya, hedef saptırmaya çalıştı,
çalışıyor. Büyük kumpası havuz medyasının yalaka gazeteci ve yazarları yutabilir ama benim bu
oyuna gelmemi beklemesinler. Durum kabak gibi ortada: 10 Milyar Doları ayırmışlar…
Erdoğan’ı devirmeye çalışan filan yok, sadece yolsuzluk ve rüşvet alışkanlığına son vermesini
yüce Türk milleti gelecek nesillerinin istikbali adına talep ediyor. Çok şey mi isteniyor?
Gayretullah’a milim kaldı!
16 Haziran 2012’de sanki bugün yaşanacakları görmüş gibi “Gayretullah’a dokunur zulüm”
başlıklı makalemde şunları yazmışım:
“Devir değişti, ne post modern darbe, nede hükümete direk el koyan bir askeri darbe mümkün.
Lakin darbeden daha kötüsü olabilir. Ülkemizi Mısır’daki firavunlara benzer bir diktatör
yönetebilir. Veya askeri vesayeti devam ettirmek isteyen rövanş peşindeki Silivri şürakası,
Roma’yı yakan Neron gibi ellerinden güç gitti diye ülkemizi baştan sona yakabilir.”
Devam etmişim: Bu noktaya nasıl gelindi?
“Özel Harbimizin gözde elemanları ve “Sakallı” Yeşillerimiz, MOSSAD ve CIA ile el ele
vermiş, Lübnan’da Beka vadisinde Büyük Kürdistan için harıl harıl hazırlık yapıyor. MİT, dedesi
şeyh olan PKK’nın Avrupa sorumlusu Zübeyir Aydar ve Sabri Ok ile Oslo’da barış deyince
damarlar çatladı. Hürriyet gazetesine röportaj veren Leyla Zana’nın ‘sorunu Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan çözer’ mesajının ardından gelen Dağlıca baskınıyla ordu, millet, hükümet el ele
oldu. Al sana yeni bir çakma toplum mühendisliği daha! Gazeteci ve Yazar Avni Özgürel,
Karayılan’la görüşüp zeytin dalı güya uzattı, ama nedense barış baltalandı. Öcalan’a ev hapsi
önerisi ve Kürtçe’nin seçmeli ders yapılması jestlerinden sonra olanlar oldu. BDP Lideri
Selahattın Demirtaş, ‘PKK silah bıraksın’ dedi, Kürdistan lideri Mesut Barzani ve Irak
Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ardı sıra. İncirlik’te ABD gözetiminde tüm taraflar arasında
yapılan görüşmelerden sonra nedense şehitler, ihanetler arttı. Ortalık maymundan geçilmiyor!”
Şeytanla yatağa girenin şaşı kalkacağını adım gibi emin olduğumdan ve ders almayacaklarını
bildiğim için ciddi uyarmışım:
“Bugünkü hükümet ülkenin geleceği için önemli konuları sallamış, kontrol edemediği her durum
ve alan için kanun çıkarıyor. Sadece kendini düşünüyor. Yıpranmaktan, yıpratılmaktan ödü
kopuyor. AK Parti, bir suçu deşifre eden, suçüstü yapan bir gazeteciyi hapse tıkmak istiyorsa,
kendi pisliklerinin ortaya çıkmasından korkuyor demektir. Siz çıkardığınız sansür yasasıyla
gazeteciyi, mesela beni içeri tıkarsınız ne olacağını söylüyeyim: Ben dosyaları yayınlayacak
mecra mutlaka bulurum. Bir gerçeği yaymanın yolları sonsuz sayıdadır. Bütün yolları kapatsanız
da fısıltı gazetesine, twitter’e, facebook’a da sansür uygulayamazsınız. Yolsuzluk dosyaları,
hortumculuklar, ihaleye fesat karıştırmalar, imam nikahlı kaçak eşler, zamparalıklar,
ahlaksızlıklar, rüşvet, yani bilimum zulüm er geç varsa ortaya çıkar. Kalbimiz çok temiz, fitne
çıkarma, biz haram ve helal dengesinde yaşayan, devletin kuruşuna dahi dokunmayan dava
erleriyiz iddiasındaysanız yandınız, zira ihlaslı, samimi olamayanların karizması Hakk ve Hak
dostlarınca çizilir.”
Peki kibirleri yüksek bu ekabir takımı ne planlıyor? Onu da ince ince yazdım:
“Dosta yapılacak darbenin en vahşet ve dehşet planı sahneye konur: Sansürle susmayan gazeteci
ebediyen susturulur. Eski dönemde 6 milyon insanımızı fişledikleri için ellerinde epey liste var
ama listeleri netleştirmeleri gerekiyor. Son aylarda öldürülmesi gereken ilk yüz kişi, bin kişi,
tutuklanması hapiste çürütülmesi gereken ilk onbin kişi listeleri hazırlamışlar, dost
bildiklerimizle diz dize, el ele… Bu “kelle avcıları” herkese her şeyi layık görüyorlar ama,
kendilerine bunların yüzde birinin yapılmasına razı değiller.. Kendilerinden çok eminler, ama
akılsızca ve ahlâksızca işler yapıyorlar.. Yaşananlardan ders almıyorlar.. Belki de bunların adli
takiple birlikte bir de psikolojik terapiye ihtiyaçları var. İktidarın muktedir sarhoşluğu zayıflığın
işaretidir. Üç aşamalı darbe planına AK Parti dur diyemezse, elbette Gayretullah’a dokunur
zulüm…”
4 Haziran 2013 tarihli, “Gayretullah’a dokundu zulüm” başlıklı yazımda açık açık AKP’nin
neden ilahi tokada koştuğunu 7 maddede özetledim:
Üniversiteye hazırlık dersanelerinin kapatılması tehditi birinci aşamaydı. Hizmetin insan
yetiştirme kanalını sekteye uğratma çabası, Kürt çocuklarını PKK’nın elinden kurtarma aracına
takoz sokma gayreti ne demekti acaba? Her hafta Ankara’da bir araya gelen iktidarın en üst
düzey ekibinin, devlet kadrolarından kendilerine 10 yıldır destek veren “şucuları bucu”ları
temizleme kampanyası ne demek oluyor? Bu hataları size kimler yaptırıyor? Milli Görüş’ün
kıyısından köşesinden geçmiş, liyakatı, keyfiyeti yetersiz güruhu, “bize sadık olurlar”
diyerekten acaba devlet kurumlarına nasıl yerleştirebilirizde kadrolaşırız toplantıları yapılması,
zulmün ikinci aşamasıydı. Dindar kaymakamlar, polisler, bürokrat dostlar kızağa öyle mi? Bunca
yıllık Anadolu çocuklarının kendi devletine sahip olma ideali sizin elinizle mi doğranacaktı?
Başınıza vallahi billahi tallahi taş yağar, düşer…
Kendi zenginlerini oluşturmak için hazine garantisi ile bulunan dış kredilerle devasa milyar
dolarlık inşaat, ihale ve konsorsiyumlarda yapılan yolsuzluk, hortumlama, iltimas ve rüşvetin
ayyuka çıkması, üçüncü aşamaydı. Küçük bir hesap yapalım. İki nükleer ihalenin bedelinin her
biri 22 milyar dolar, yaptı mı 44 milyar dolar. 13 sene önce aynı ihaleyi aynı firmalar 7 milyar
dolara yapıyordu, paramız yoktu veremedik. Bugün üç katına çıkmış ihale bedeline kimse gıkını
çıkartmıyor, sebebini sormuyor. Aradaki fark kimin cebine giriyor acaba? ‘Gulul’ denilen
devletin, kamunun malını çar çur etme, zimmetine geçirme büyük günahtır beyler. Tüyü
bitmemiş yetimin hakkı var kamu parasında… Daha sayayım mı? Kanal İstanbul’a 40 milyar
dolar, bir o kadar İstanbul’a 3. hava limanına, bir o kadar daha 3. köprüye. Garanti kredi devlet
güveencesi ile işadamı olmak ne kolay değil mi? Devletin sırtından zengin olma devri ne zaman
bitecek, siz bunu çözersiniz sanıyorduk…
Ülke ekonomisi dev şantiye oldu, peki nerede ihracatı artıracak diğer önemli kalemler.
Hayvancılık, tarım öldü ölüyor, yerli otomobil markası rafa kalktı. Et fiyatlarını üç kat düşürmek
için canlı hayvan getirin, türedin, krediler boşa gitmesin, takip edin. Kanada’da da etin kilosu
Türkiye’den üç kat ucuz, benzin keza öyle. Peki ülkede yılda 10 milyar dolarlık petrol
kaçakçılığı yapıldığını biliyorsunuz da neden engel olmuyorsunuz? Yazayım mı tek tek kimlerin
bu işleri yaptığını? Beslerseniz kargayı gözünüzü oyar…
Son bir yılda açılan ve yapılan dev ihaleleri için Hazinemizin yabancı ülkelerin bankalarına
verdiği toplam garanti tutarı 200 milyar dolara yakın. Herşey para oldu, etrafınızda ne kadar çok
sırtlan türedi böyle? Eğer ihaleler başarısız olursa faturayı Hazine ödeyecek, tabi bu durum
ihaleyi kapan iş adamının zengin olmasını ve AK Partinin denetim dışı bağış hesabına yüzde 10
oranında ödeme yapmasını engellemiyor. Lale devrinde de böyle yaparlardı. Nerede Hz. Ömer
hassasiyeti, nerede kamu malı üzerine titreme, nerede kul hakkından korkma adeti, nerede ha
nerede kaldı?
30 yılda yetişmiş Anadolu’nun dindar evlatlarını devlet bürokrasisinden temizlemeyi “28 Şubat
Ekibi” bile başaramamış iken, MOSSADcı ekibin ‘Truva atı’ olan“7 Şubat Süreci” ile dindar
bürokrat avına çıkılması dördüncü aşamaydı. Etrafınızda kümelenen dalkavukları, yalakaları işe
yerleştirme, devletin nimetlerini peşkeş çekme derdine neden düştünüz? İsim isim vermeye gerek
yok. Devletin en önemli habercilik kurumu başına getirdiğiniz şahsın Muta nikahlı eşleri
olduğunu bilmiyor muydunuz sahi? Makamı, kasayı, nisayı kapmak sıradan mı oldu?
Hayret zulmün 5. Aşamasını, 10 senedir iktidarda olmanıza rağmen halen başörtülü öğretmen,
öğretim üyesi ve devlet memurlarına devlet kapılarında zulüm edilmesi, umutların, duaların
söndürülmesini göstermiştim. Fransa hariç Avrupa’nın tüm ülkelerinde, ABD, Kanada ve
Avusturalya’da başörtülü bayanlarımız devlet kurumlarında, eğitim kurumlarında,
üniversitelerde dinlerini özgürce yaşayarak çalışırken, öz vatanlarında parya muamelesi görmesi
ve üniversitelerde öğretim üyesi olamaması normal midir? Bu zor sorumdan sonra sihirli bir
değnekle dokundular sorun çözüldü!
Muktedir devlet biziz, “şucular bucular”ın yurt dışı yapılanmasına devlet imkanlarıyla alternatif
yapılanma kuracağız veya bize tabi olmazlarsa iflahlarını keseceğiz planının, “devlette ikilik
olmaz” teraneleri ile baskıya dönüşmesi, altıncı aşamaydı. Yurt içinde zulmettiğiniz çevreyi
köşeye sıkıştırma taktikleri sürerken yurt dışında kafa kola alabileceğinizi mi sandınız? Devlette
ikilik arıyorsanız size derin devletin son bir yıldır yaptırdıklarına bakınız, ne kadar kendiniz
kalabildiniz, değişen camia mı yoksa siz mi?
Yedinci aşama, başbakanın egosuna oynayan derin yapının istihbaratı, üst general kademesi ve
işadamları grubunun, AKP’yi kullanarak camiaya örgüt operasyonu yapmasıdır. Köprü geçerken
at değiştirilmez derler, Erdoğan’dan vazgeçen yok, ama kellesini isteyen çete, bu sefer sıkı plan
yaptı. Milli İstihbarat Teşkilatı içindeki CIA ve MOSSAD’ın nüfuz ajanları, karakoyun fitne
taifesi, Fethullah Gülen cemaati hakkında 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren Tayyip Erdoğan’ın
talimatıyla özel çalışma yaptı ve bir rapor hazırlattı. 40 klasörden oluşan rapora göre, MİT
cemaatin önde gelen 4800 ismini iç düşman gibi adım adım takip etti. Bin kişi son iki yılda
bürokrasiden hemen uzaklaştırıldı. Güya cemaat, paralel devlet kurdu, sermayesi 150 milyar
dolar. Cemaat 65′i büyük olmak üzere toplam 700 şirket tarafından destekleniyor. “Cemaatin
Kurmayları” olduğu tespit edilen, 4′ü politikacı, 2314′ü işadamı, 171 eski ülkücü, 5′i TSK
mensubu, 173′ü emniyet mensubu, 47′si din adamı ve 23’ü MİT mensubu olan isimler hakkında
dosyalar hazırlandı. Yeni kabine operasyon amaçlı kuruldu, fişlemeleri yapanlar İçişleri ve adalet
bakanı oldular. Kuzuyu yemeğe karar vermiş kurt gibisiniz! Bu arsız operasyona karışacakların
iki dünyada da yatacak yeri olmayacaktır… Kamuoyunun beynini yıkayarak şeytanlaştırmayınız.
Hele hele cemaat ileri gelenlerini suikast ile ortadan kaldırma görevi, vatanseverlik adı altında
lanse edilip, İsrail’in infaz birimi Simbet ve İran’ın infaz birimi Laşgavar Takavar 23 grubuna
MİT tarafından havale edilmesi asla af edilemez! Tarih sizi bağışlamaz.
Sayın Başbakan, oğlunuz Bilal Erdoğan başta olmak üzere AKP’nin karıştığı yolsuzluk ve rüşvet
olaylarını örtbast etmek için yaptığınız “postu kurtarma” olarak algılanan “istiklal savaşı”nız
ülkemizde hukuku tüketti. Anayasayı ihlal ettiniz, bağımsız yargıyı yok ettiniz, emniyeti
çalışamaz hale getirdiniz, yazının başındaki öngörümü gerçekleştirdiniz: “Tiranlaştınız.” Neron
olsa Roma’yı ancak bu kadar yakabilirdi! Ne bekliyorsunuz, “Gayretullah’a dokunmaya milim
kaldı”, Allah’ın tokadı inince mi rahatlayacaksınız!
El Kaida her nasıl Vehhabi Suud, Pakistan, ABD ve İsrail ürünü ise, IŞİD de onların ortak
canavarı. Bu sefer Pakistan yerine Erdoğan ve MİT var, bu global şeytani planın kuklalarıdır.
Sınırımızın hemen ötesinde IŞİD’e 40 bin terörist bulan Erdoğan, Suriye’yi Afganistanlaştırdı,
bunu aydın Müslümanlar görebiliyor ve tepkilerini koyuyorlar. Artık uyanalım. Uzun Adam,
neden IŞİD’e ülkemizde 30 cami açma izni verdiğini, terörist eğitim merkezi kurduğunu
açıklasın, AKP seçmeni de öğrensin artık. Zaten IŞİD tezgahını gizlemekle olmuyor, bangır
bangır bela kapımıza dayandı. Tüm dünyada Müslüman aydınlar Erdoğan’a ateş püskürüyorlar.
Erdoğan, ABD, İsrail ve Vehhabi Suud ortak canavarı IŞİD günahını da cemaata atmak istiyor
ama AKP eliyle 6000 adam, MİT eliyle 2000 tır silah gönderdin, bunları nasıl örtbast edeceksin?
Erdoğan, bu vatan evlatlarını IŞİD elinde terörist, katil olsun diye yollamaya devam ediyorsun.
Yazık değil mi Suud, İsrail ve ABD oyununda piyonluk? Daha Denizli’den bu Ramazan başında
4 otobüs kalktı IŞİD’e katılmak için ve ne yazık ki, geneli Hizmet okullarını kapatıp bol bol
açmak istediğin İmam Hatip Okulu çıkışlı çoluk çocuktu. Gaziantep’den 3 çocuğunu arkasında
bırakarak IŞİD saflarına koşan saf Anadolu evladı da senin çağrını dinledi. Geride gözüyaşlı
bıraktığın kadını, yetim kalacak üç bebesinin vebalini hiç düşündün mü? “IŞİD aleyhinde benden
sert açıklama beklemeyin” diyen sen değil miydin?
Hizmet okullarına çocuklarınızı göndermeyin diye AKP’lilere çağrı yapıyorsun, İmam Hatip’e,
oradanda IŞİD’e militan mı yetişsin istiyorsun? İmam Hatipleri bol bol açıp halkın gözünü
boyuyor, arka bahçen yapıyorsun Erdoğan. Niçin? IŞİD’e militan hazırlasınlar mı istiyorsun?
Utan yahu! IŞİD tezgahı Erdoğan’ın başında patlayınca, çocuklarını ve kocalarını bu teröristlere
kaptıranlar sana beddua etmeyecek mi sanıyorsun? Ediyorlar ve ömür boyu edecekler! Erdoğan,
Gülen Hocaefendi’ye “Gizli Kardinal”, “Papa’nın adamı” demeye hazırlanıyor. “IŞİD’i papalık
kurdu diyecek” ve IŞİD’e desteğini gizlemeye çalışacak. Tabi yerseniz. İki cihanda da yatacak
yer bulamayacaksın! Bu saçmalıklarının Süfyanizm maşası, Gladyo’nın fabrikatörü Doğu
Perinçek’in yazdığı bir senaryo olduğunu Dr. Doğan Koç, makalesiyle 2010′da ispatladı
Erdoğan. Sen onların oyuncağı oldun. Erdoğan, Türk halkının yüzde 70′nin aptal olduğu
varsayımı ile saçmalama ve günah işleme özgürlüğünü kullanıyor. Aziz Nesin mezarından sana
şapka çıkartıyor!
Rusya Federasyonu Tataristan Özerk Cumhuriyetindeki camiilerde Vehhabi düşünce hakim olup,
IŞİD’e katılmak için bir hayli gidenler var! Bunlar teleziyonda gördükleri IŞİDcilerin kafa
kesmelerine inanmıyorlar. Durum düşündüğümüzden çok daha vahim seviyededir.
Sempatizanlarına Vehhabi ve Harici olmadıklarını söylüyorlar! IŞİDciler sadece Hizmet camiası
değil Mahmud Efendi (Çarşamba), Menzil Grubu ve Süleyman Efendi Talabeleri sorumlu
kadrolarını da açıktan tekfir ediyorlar. IŞİDciler, El Kaide’ye önceleri sempati duyduklarını,
daha sonra hilafetten uzaklaştıklarını dile getiriyorlar. Sözde 4 mezhebe tabii olarak
yaşıyorlarmış! Değişik Müslüman ülkelerde saf ve cahil kimseler, IŞİDcilerin bir İslam devleti
kurduğunu savunuyor ve başındaki ABD ve MOSSAD ajanını halife olarak görüyorlar!
AKP’liler IŞİD’e selefi gözüyle bakıyor. Sempatizanları Kuran ve sünnet iktibaslı konuşuyorlar,
güya IŞİD ehli sade, gerçek müslümanlarmış! Cübbeli Ahmet Hoca’nın IŞİD’i siyah sancaklı,
saçı uzun, kara giyimli kıyamet öncesi fitnecileri olarak anlatan vaazı maskelerini düşürdü.
Bir Proje Adamı daha: Doğu Perinçek
Perinçek yine İngiliz kumpasında görevli!
Hiç bir terör örgütü, istihbarat desteği almadan, yabancı istihbaratların kontrolüne girmeden ve
kara ekonomiden nasiplenmeden yaşayamaz. İngiliz ajanı Doğu Perinçek yine İngiliz planında
görevli. PKK içerisinde eğitim alanları kaos çıkarmak için KCK’da toplama çabası görülüyor.
Ülke bölünüyor. MOSSAD, MI5 ve CIA’nın yalan ve manipüle haberlerini yapan, toplumu
yönlendiren görevlidir Perinçek. Bakalım bu sefer büyük kumpası topluma yedirecek mi?
12 Eylül 1980 darbesi sonrası yapıyı kuranlar, bugün Uzun Adam’ın arkasına fitneci Perinçek’i
yerleştirdiler, “çakma derin” yapılanmalardır. Türk İntikam Tugayları’nda (TİT) heyecanlı
ülkücüler devşirilirken, mafya babası Dündar Kılıç, Dev-Sol ve DHKP-C’nin finansörüydü. Sağ
ve sol iki kolu da yöneten, aslında Özel Harp’in istihbarat subaylarıydı.
Bugün de ülkemize kurulan kumpas planında kara koyunlar var. ÖKK eski başkanı Sabri
Yirmibeşoğlu itiraf etmişti: Kirli işler, kirlenmiş kişilerle yapılır veya defosu olmayanlarda defo
açılarak iş görülür. Uyuşturucu, silah, insan ve bilumum mal kaçakçılığı, istihbaratın “kara
koyunları” tarafından yürütülür, ‘mafya bozuntuları’ kullanılırdı, bugün de 250 milyar dolarlık
pazar kavgası var. Cemaaat kavgası ile üstü örtülmek istenen kara para bölüşümünün, devlette
yapılan büyük talan ve soygunun fark edilmemesidir. AKP bu hırsızlığa ortak olduğu için kazık
yemiştir, çıkmıyor veya kazık tatlı geldi, çıkartmak istemediği için cemaatı günah keçisi yaparak
toplumu kandırıyor, aldatıyor.
Poyrazköy davasına göre, şüphelilere emir ve talimatları Ergenekon davasının mahkumu İşçi
Partisi Başkanı Doğu Perinçek veriyor. Bunlar cemaatle kavga kapsamında hep unutuldu. Sivil
yapılanmada yer alan Teori, Tasarım ve Planlama Daire Başkanlığı içerisinde görevli bulunan
Perinçek, ele geçen belgede herşeyi yazmıştı. Şüphelilerden ele geçirilen bir belge, üç aşamalı
emir komuta zincirinin başında Perinçek’i gösteriyor. Hücre yapılar başında hep asker üyeler
bulunuyor. Ergenekon’un TSK’ya sızmak için hayati önem atfettiği hücre yapılanması olan
Karargâh Evleri, Perinçek’in çakma ‘derin sol’uyla veya yeni adıyla diyecek olursak ultra
ulusalcılarla doğrudan bağlantılıdır.
1987’de Perinçek’in orduya sızma yapılanması, Hava Kuvvetleri’nde ortaya çıkartıldı, bu MİT
raporlarına da yansıdı. İnkar etmeyin boşuna! Genelkurmay, Mart 1987’de askeri okullarda PKK
soruşturması açtı. Deniz Kuvvetleri ve GATA’da, Perinçek’in hücre evlerine gidenler vardı. 27
yılda paralel bir yapı kurmayı başardı. Ancak bir güç hep Perinçek’i koruyordu, orduda kurduğu
paralel yapılanma ile ilgili işlem yapmadılar. Soruşturma örtbast edildi, korundular. Perinçek’in
kime çalıştığını, Özel Harp ve yabancı istihbaratlarla ilişkisini anlayan, yaptığı
dezenformasyonlara dayanamayan onu hep terk etmiştir. Kimse vatanını satan bir casusa ve
vatan hainie çalışmak istemez. Uzun Adam’ın Perinçek’e mahkum olması çok acı bir durum.
“Faşist ordu” diye küçümsediği TSK’yı zaafa düşürecek her türlü yayını Perinçek’in “2000’e
Doğru” dergisinin sayfalarında görmek mümkündür. “Aydınlık” adlı karanlık yayınlarında
Perinçek, tıpkı 1980 öncesinde olduğu gibi, yine kontrgerilla dizileri ve infaz haberleri yayınladı.
Perinçek, Terör mücadelesindeki askerlerin ve polislerin motivasyonunu kırıyordu. ‘Saf’ veya
‘şartlanmış’ solcu beyin takımını topluyordu. Şimdilerde ultra ulusalcı ve AKP’li topladı.
Geçmişte PKK’ya sızmada Perinçek’in hücre evlerinde yetiştirdiği ‘Marksist’ ve ‘Maocu’
subaylardan seçildi. Bugün’de KCK’da kullanılan bu subaylardır. Perinçek’in PKK ilgisi, bir
İngiliz görevidir. Milli bir proje asla değildir ve ülkemizin yararına da olamaz.
1985’te hapisten çıkan Perinçek’e, sol örgütleri birbirine düşürme, parçalama, provokasyonlar
için “saftorik devşirme” görevi tekrar verildi. Atatürkçülük ve ilericilik çakmaydı, cibilli veya
ideolojik olarak İslam düşmanıydılar. Perinçek, PKK’yı kontrol için subaylar devşirdi. Perinçek,
1980 öncesindeki yayınlarıyla Ordu’yu ve MİT’i hedef alıp, her iki kurumda oluşturduğu
zaafiyetle 12 Eylül 1980’e zemin hazırladı. 1974′de Kıbrıs’taki Türk ordusunu “işgalci” diye
aşağılayan Perinçek,1980 sonrası birden ‘Atatürkçü’ kesildi. Dönekliğin böylesi görülmedi. Oysa
1970’lerde Perinçek’in ihtilalci örgütü ilintili subaylar, “Kara Kuvvetleri Devrimci Subaylar
Örgütü” ve “Şafak Subaylar grubu” davalarından yargılandı veceza aldılar. Hepsi 1974 Rahşan
affı ile çıktılar. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra benzer bir afla PKK’nın yanısıra, Ergenekon
ve Balyozcular, DHPC’den tutun, polislerin yakaladığı tüm mafya babaları serbest bırakılacaktır.
Dev-Genççiler, Perinçek’i “işbirlikçi” ve “sahte devrimci” olmakla suçlamıştı. Zira 12 Mart
1971 muhtırasından sonra Perinçek, herkesi satmıştı. Ordudaki solcuları yönlendirmek için bir
sisteme ihtiyaç duyulduğunda ordu içinde Baas rejimi yanlısı derin yapı, 70’li yıllarda Doğu
Perinçek ile bir anlaşma yapmıştı. Doğu Perinçek’in denizci, karacı ve havacı muvazzaf askerler
üzerinde etkili bir düzeni vardı. Karargâh Evleri yapılanması, tam paralel bir örgüt idi!
Daha bir yıl önce Perinçek’in Hz. Muhammed’le (SAV) ilgili sözleri nedeniyle yerden yere
vuran Akit gazetesi, Perinçek’i “yılanın başı” olarak sunan Uzun Adam ve AKP’liler can
derdinde yılanın koynuna girdiler. Uzun Adam’ı tufeye getiren getiren Perinçek, 28 Şubat
Dönemi’nde MİT Müsteşar Yardımcılığı görevine kadar yükselen Mikdat Alpay’ın ekibiyle
birlikte çalışıyor. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden dönem arkadaşları Mikdat Alpay ve
Uğur Mumcu idi. Şimdi operasyonu zaten Alpay’la Perinçek ÖKK ile beraber yönetiyorlar. PKK
ile müzakere, cemaat ile savaş, “PKK sosyal aktivist”, “cemaat Haşhaşin” iftiraları hep
Perinçek’in, şeytanlığa çalışan kafasından çıktı ve Uzun Adam’a yutturuldu.
Sosyalistlikten ulusalcılığa, ateizmden Müslümanlığa savrulan bir hayatın ortasında Doğu
Perinçek’in egosu güçlü; fitneyi ve nifakı seviyor. Perinçek, AKP içinde “masa, nisa, kasa”
zafiyetlerini tesbit etti ve uzun soluklu bir plan yaptı. Ülkeyi 1980 öncesinde olduğu gibi darbe
şartlarının olgunlaştığı bir kaos ortamına geri döndürdü
2003’de Öztürk Ergenekon yapılanması kuran Perinçek, bir fitne çıkartama uzmanıdır. Oysa
Perinçek, AKP iktidarının ardından muhalefet için ortaya çıkartılan Ulltra Ulusalcı Kızılelma
Koalisyonu’nun en önemli isimlerindendi. Akraba bağlantılarını çok iyi kullanıyor. Dayısı Em.
Tümg. Turhan Olcaytu, 12 Mart Muhtırası öncesinde etkin isimlerdendi. Adı kurulmuş olan
cuntaya verilen Em. Tümg. Cemal Madanoğlu, Perinçek’in ilk eşi Sırma Ersanlı’nın eniştesiydi.
Her darbede eli, izi vardır Perinçek’in. Perinçek’in teyze oğlu, yani kuzeni Gürbüz Tüfekçi’nin
arası TSK mensuplarıyla çok iyiydi. Çevresi Tüfekçi’yi MİT mensubu olarak biliyordu.
Perinçek, açıkladığı MİT raporlarıyla, 28 Şubat Dönemi’ndeki aktif tutumuyla yakın tarihimizde
silinmez izler bıraktı. Bugün İslami cemaatleri bitirmek için Uzun Adam’a çalışıyor.
Aydınlıkçılar’ın 1970′ler savunmalarını kitaplaştırdığı Sabahattin Savaşman’ın aynı zamanda
İngiliz MI6′ya da çalıştığını duymuş muydunuz? Fabrikatör” lakaplı Perinçek, Ordu ve MİT’deki
karanlık oligarşik çete ile yeraltı dünyasında hırsızlara kapıkulluğu ve fitnecilik yapıyordu.
Perinçek, hizmetkarları ve arkalarındaki karanlık güç, Lübnan Nahrel Bared’deki FKÖ
Kampında İngilizler ve MOSSAD tarafından eğitildiler.
Doğu Perinçek ve Aydınlıkçıların ABD Temsilcisi CIA ajanı Tuğrul Keskingören, Atilla Ongun
takma adını kullanır. Eski Elçi Baki İlkin kendisini tanır ve kimlere çalıştığını çok iyi bilir, hep
uzak durmuştur. Ancak Perinçek’in CIA ile irtibatını sağlayan ABD temsilcisi Tuğrul
Keskingören’le Washington Büyükelçiliğimizdeki askerler ilişkiye devam ettiler ve büyük
kumpası ve milletin evlatlarına dış komployu ilmek ilmek ördüler, hazırladılar.
Perinçek’in diğer Amerikan casusu Sabahattin Savaşman gibi Turan Çağlar üzerinde de sis
perdesi henüz kaldırılmadı. Perinçek’in haber kaynakları, hep CIA, MOSSAD ve MI5 olmuştur.
Doğu Perinçek’in Anglo-Amerikan Casusları albay Turan Çağlar’dan ibaret değil.1983 yılında
Çağlar, bir CIA mensubu ile “suçüstü” yapılmıştı. Mamak cezaevine kondu. Perinçek’in Çağlar’ı
sorgusunda 15 yıl boyunca Amerikan istihbaratına Türk ordusuyla ilgili bilgi belge verdiğini
itiraf etti, ama nasıl olduysa ilaçlarını kullanmadığı için şüpheli biçimde öldü ve infaz edildi!
Doğu Perinçek’in casusluğunu ortaya çıkartanlar öldürülür. Deşifre adamı Turan Çağlar, askerî
mahkemede yargılandı ve yargılanırken de öldü. Doğu Perinçek’in arkasında CIA sağlam durur.
12 Eylül öncesi, Aydınlık Gazetesini destekle diye Albay Çağlar’a ve MİT’e emir verilmişti.
Doğu Perinçek’in 1970′ler örgütünden Albay Turan Çağlar ve MİT’çi Bülent Şekerkaya, devlet
belgelerini Aydınlık’a verirken suçüstü yakalandı.
Eski Aydınlıkçı Turgut Balya “Perinçek Görev İcabı Bir Solcudur” yazısında Perinçek’in oğlu
Mehmet Ali’yi daha kaliteli casus olarak hazırladığını ve yaptığını yazdı. Hayatı yalan Doğu
Perinçek, görev icabı Maocu ve solcudur. KCK davasında içeri alınmış Profesör Emine Büşra
Ersanlı da eski baldızıydı. Ergenekon Mahkumu Veli Küçük’ün Ermeni kökenli bir Ermeni dili
uzmanı olmasına rağmen, Türkiye’deki kripto Ermenileri fişletmesi gibi, Perinçek’in
Ermenilerde güya uğraşması asla tesadüf değildir, göz boyama, siyasi şov ve bir aldatmacadır.
Chicago’da Taşmak Sutyun Ermeni Cemiyeti ile irtibatlı Leon Mafyan adlı militan önemliydi bir
zamanlar. Perinçek’in ordumuza sızma operasyonunu yönetiyordu. TİİKP ve TİKKO üyesi
Ermeniler; “Levon Mafyan, Hrant Dink, Ohannes Bakırcıyan, Aziz Demirel, Murat (Ohannes)
Saskal, Maniyil Demir”i vardı. Pek çokları yollarını ayırdılar. Perinçek’in İngiliz istihbaratına
çalışan 1972’de örgüt evinde MİT tarafından yakalanan isimlerden bir diğeri de Levon (Leon)
Mafyan’dır. Mahkemede adını Levent Demirci olarak değiştiren Perinçek’in adamı Leon,
meşhur müzisyen ve bestecimiz Garo Mafyan’ın ağabeyidir.
Bugün saygın bir işadamı olan Cahit Düzel de Perinçek’in İngiliz ajanlığı organizasyonuna
katılıp tahsilini tamamlayan ender kişiler arasındaydı, ama artık hiçbir ilişkisi kalmadı.
Doğu Perinçek’in İngiliz ajanı İngiliz Robert Koleji Prof Hilary Summer Boyd ile iletişimi MİT
tarafından ispatlıdır; yardımcısı Ferit İlsever Boyd’un evini kiralamıştı. Perinçek’in illegal örgütü
TİİKP’nin ve Ferit İlsever’in İstanbul grubunun bir İngiliz’in evinde yakalanması
Aydınlıkçılarca hep reddedildi. Perinçek’in Robert Koleje ait diye düzeltme yaptığı lojmanı,
İngiliz Boyd, Perinçek’in illegal örgütüne kiraya vermiş. Ne tesadüf değil mi? Tarih 17.03.1997,
yer TBMM Susurluk Komisyonu. Eski MİT görevlisi Necdet Küçüktaşkıner, Doğu Perinçek’in
İngiliz ajanı olduğunu açıklamıştı.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek’in bir İngiliz ajanı olduğunu eski iş ortağı, JİTEM
itirafçısı Abdülkadir Aygan İsveç’ten açıkladı. Gazeteci Gülay Göktürk’ün daha sonra (Genç
kızlık soyadı “Kurnaz”), evlendiği kocası Ahmet Metin Göktürk, 1 Mayıs 1977 olayını
doğrulamıştı. Gülay’dan sonra evlenen Aydoğan Büyüközden, artık Perinçek’in çevresinde
gözükmüyor. Birçokları gibi Perinçek ve Aydınlıkçılardan kopmuştu. Gülay Göktürk, 1970′lerde
Doğu Perinçek ile 20 yıl hapis cezası alan Ferit İlsever, 3 yıl evli kaldığı Aydoğan
Büyüközden’le aynı saftaydı. Şüphe yok ki hem Halil Berktay hem de Gülay Göktürk, Perinçek
ve Aydınlıkçıları herkesten daha iyi tanıyorlar. İngiliz ajanlığını yazabilecekler mi acaba?
Doğu Perinçek’I bugüne kadar hep MOSSAD, CIA ve MI5 korudu, Ergenekon davasında
mahkum oldu, yine kurtardılar. Tertip ve tezgah aynı ama aptallığımıza doymayalım keriz gibi
benzer golü yine yiyoruz. Ülkemize kurulan asıl dış komplo ve kumpas işte budur! Tarih tekerrür
ediyor. 40 sene sonra Ergenekon davasından ceza alacak ekip büyük ihtimalle PKK genel affı
kapsamına girecek ve saçımızı başımızı yolacağız.
1970′lerde başrol alan Perinçek, 1974 genel affında salınmasaydı, 1980 darbesine giden süreçte
yol açtıkları sağ ve sol iç savaşı yaşanmayacaktı, 5000 evladımızı sokak savaşlarında
yitirmeyecektik. Bir kaç nesil travma aldı, kendine gelmesi 40 yıl sürdü.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, Uzun Adam’ı günahı kadar sevmez ama Hizmet’e
zarar verdirmek için şeytana külahını ters giydirdi. Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek,
12 Eylül’de şartları olgunlaştıran kanlı 1 Mayıs eyleminin organizatörü olarak ceza alan bir
casustur.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, Derin devlet birine suikast yapacağında hangi
taşeron örgüt ve militan kullanılacaksa onu seçen bir provakatördür.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, Londra ve Fransız masonlarının Türkiye ayağında
tüm kirli işlerini organize eden bir vatan hainidir!
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, Türk milletine hem cibilliyet olarak hem temelde
düşmandır, çünkü İngiliz Kraliçesinin emrindedir.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, Ermeni kökenli olduğu halde sözde Ermeni
soykırımına karşı çıkıyormuş gözükür, her şeyi numaradır.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek’i İsrail ve İngilizler polisde Müslümanları yok
etmesi için 20 yıldır aşırı hormonlu besliyorlardı.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, İslam düşmanı Cumhuriyetçi Neoconlar ve
İsrail’in her şeytani planı istişare yaptığı bir ajandır.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’a danışmanlık
yapar, İngilizlerin vazgeçemediği bir nüfuz ajanıdır.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, Kontragerilla haber ve yazılarıyla topluma korku
salarken, JİTEM’e faili meçhul listesi hazırlardı.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, 1974 Kıbrıs çıkartmasını yapan Türk askerine
işgalci diyecek kadar adi bir İngiliz ajanı alçaktır.
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, SüperNATO diye güya antiAmerikancılık
yaparken aldatıyor, Gladyo’nun dezenformasyon fabrikatörüdür
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, FKÖ içine sızdırdığı adamları İsrail’e sattı, PKK
içindeki adamları Almanlara sattı, herkesi satar
Uzun Adam’ın kumpas ortağı Doğu Perinçek, İngilizce bilmez. İngiliz istihbaratından gelen
raporu Adnan Akfırat veya oğlu Mehmet Ali çevirir.
Doğu Perinçek’in MİT’deki çekirgeleri ve kuşları haber uçurur. Ama asıl raporlar İngiliz
istihbaratından İngilizce önüne konur, tetik çeken bir millet düşmanıdır.
Doğu Perinçek iki kaynaktan beslenir. İngiliz istihbaratına bağlıdır, Kraliçe 2. Elizabeth’e
bağlılık yemini vardır, dış komplonun daniskasıdır, ağababasıdır.
Doğu Perinçek’in çıkardığı tüm yayınları ve yazdığı kitapları okuduğum için kin, nefret, hased
dilini çok iyi bilirim; Erdoğan bugün bir Perinçek oldu ve onun borazanlığını yapıyor.
Uzun Adam’ın Doğu Perinçek ve İlker Başbuğ’un yazdığı metinleri okuduğunu bir yıl önce fark
ettim ve “Ergenekon ile ittifak yaptı” diye yazdım.
Doğu Perinçek, Polislere ve Hizmet grubuna operasyonun kendi operasyonları olduğunu açıkladı
ve ne kadar haklı çıktığımı bir kez daha gördüm. Peki, halen neden AKP seçmeni görmek
istemiyor? İktidar nimetleri tatlı gelmiş olabilir ama evlatlarınız, torunlarınız sizi af
etmeyecektir…
“Emniyete yapılan operasyonlar Türkiye’nin önüne bizim koyduğumuz plandır, bizim, bizim,
bizim” diyor Doğu Perinçek. Hala uyanmayacak mısınız? Doğu Perinçek’in Ergenekon Kaset
Çekme Ekibi, Erdoğan ve AKP’lileri hangi şantaj kasetleri ile tehdit ettiler de Erdoğan cemaata
saldırdı? Doğu Perinçek’in ekibinden bir öğretim üyesi henüz 2011′de Toronto’da “Erdoğan’ın
tüm yolsuzluklarını ve AKP’leri kaydettik, cemaata sövecekler” demişti. 17 Aralık’tan sonra
ortaya saçılan illegal dinlemeleri Doğu Perinçek, İki Levent’in ekibinin yaptığını ve yaydığını
yazmıştım. Kumpasçılar bunlardır. Doğu Perinçek’in ekibinden bir tiyatro sanatçısı eski
devremin baldızıdır. 2012′de Toronto’daydı. “AKP’lilerin 2. eşleri elimizde” diye güldü! Bu
tiyatro sanatçısı, “Ergenekoncuları çıkartacağız, Erdoğan’ı cemaata saldırtacağız” dedi 2012′de,
bugün olanlara hiç şaşırmadım. Bu tiyatro sanatçısı, “Erdoğan’ın ve AKP’lilerin açıklarını
belgeledik, ülkeden kaçacaklar, bu arada cemaat günah keçimiz olacak” dedi. Kısacası Doğu
Perinçek’in fitne ekibi, tüm illegal dinlemeler ve henüz ortaya çıkmamış kasetlerin sahibidir.
Onları daha sonra Erdoğan’ı ülkeden kaçırmak için ortaya çıkartacaklarmış. Doğu Perinçek’in
ekibinden bu tiyatro sanatçısı, devremin baldızına, ‘bunları bana niye anlatıyorsun?’ dedim.
‘Göstere göstere yapacağız’ demişti.
Doğu Perinçek’in ekibinin çektiği seks şantaj kasetleri ve AKP’lilerin koynuna soktukları nüfuz
ajanları sonlarını hazırladı. Bağırıyorlar! Doğu Perinçek’in ekibinin çektiği seks şantaj kasetleri
ve AKP’lilerin koynuna soktukları nüfuz ajanları konusunda AKP’li dostları uyardım. Doğu
Perinçek’in ekibinin çektiği seks şantaj kasetlerinde Muta nikahlı İran ajanları kullanıldı.
Müslüman erkekleri uçkurundan yakalandı! AKP’li dostları Doğu Perinçek ve İki Levent
ekibinin çektiği kasetler konusunda uyarmam işe yaramadı. Bize bir şey olmaz diye gülüyorlardı.
AKP’li dostları Doğu Perinçek ve İki Levent ekibi ile Erdoğan’ın ekibi, üstekik eski AKP’li
dostlar meğerse cemaata saldırı konusunda anlaşmıştı, pişkinliklerine pes doğrusu!
Doğu Perinçek mahkeme sürecinde hakimleri sürekli tehdit etti. Boş yere değil. Ekibi, ülkemizin
en büyük ve tek seks kasedi şantaj şebekesidir. İngiliz ajanı Doğu Perinçek bu zamana kadar 40
yıldır yola çıktığı herkesi sattı, Erdoğan ve ekibini de satacağından hiç kuşkunuz olmasın. Levent
Bektaş, Levent Göktaş, ve Doğu Perinçek kaset çetesinin kumpas planı başlarında paralanacaktır,
uzun süre bu soytarılık devam edemez.
Planı Perinçek yaptı, Erdoğan uygulamaya soktu, AKP’li milletvekilleri ses çıkarmadı, Halk
alkışladı ama ALLAH BOZACAKTIR. Allah koruyacağını bir örümcek ağıyla… Yok edeceğini
de bir sinekle yok edebilendir…
AKP ile cemaat arasında krizi 5 yıldır kaşıya kaşıya çıkartanlar, en popüler CIA ve MOSSAD
muhalifimiz sanılan, oysa CIA ve MOSSAD ajanları ile organik bağı bulunan siyasetçiistihbaratçımız olan DOĞU PERİNÇEK ve MİT’deki Aydınlık grubudur. İngiliz-Yahudi Kraliçe
Derin Devleti’nin ülkemizde 40 yıldır kullandığı kirli eli olan Perinçekgiller, ürettiği fitnelerle
müslümanları birbirine düşürmeyi başardılar. Bu nedenle İngiliz-Yahudi fitne merkezini deşifre
ediyorum.
Bu tiyatroda asıl hedefin Başbakan Erdoğan olduğunu hatırlatıyorum. 2011 yılında Ottava ve
Toronto’ya gelen Aydınlıkçı ama MİT’e çalışan bir akademisyen, bugün yaşananları bir dostuma
kim olduğunu bilmediği için bir bir anlattı: “Cemaatı iç düşman paralel devlet ilan edip
Erdoğan’a vurduracağız, sonra Erdoğan’ı elimizdeki dosyalarla rahatlıkla vuracağız” demişti.
Nasıl bu kadar emin olduklarını sorduğunda arkadaşıma şu manalı yorumu yapmıştı: “İngiliz
Yahudi Kraliçe derin devleti son sözü söyler.” Perinçekgillere bu sefer, AKP Lideri Recep
Tayyip Erdoğan arkasında saklanarak MİT içindeki İngiliz-Yahudi nüfuz ajanları ekibiyle
cemaata operasyon yapma görevi verildi, tüm becerilerini ortaya döküyorlar.
Bu marjinal gruba operasyon yaptırma acziyetine düşen Başbakan Erdoğan’ın ve AKP
şürakasından kimlerin hangi açıklarını yakaladılar acaba? Kimlerin kasetlerini çektiler, kimlerin
yolsuzluk dosyaları ellerinde, kimlerin rüşvet alırlen görüntüleri var ki, cemaate operasyona
sesini çıkartamıyorlar. Üstelik kendi yaptıkları arsızlığı, ahlaksızlığı cemaat yapmış gibi
kamuoyuna pazarlama kabiliyeti olan bu fitne şebekesi artık çok oluyor. Gizli Arşiv twitter
koduyla bugün başbakandan daha da sertleşmesini isteyen Perinçek kimdir?
JİTEM davasında yargılanan, eski PKK itirafçısı, İsveç’te yaşayan JİTEM elemanı Abdulkadir
Aygan, şu itirafı dikkatlerden kaçmıştı: “Doğu Perinçek bir İngiliz ajanıdır. Bunu 1983 yılında
PKKlı olarak Şam’da kaldığım örgüt evinde bizzat halen KCK Başkanı olan Cemil Bayık ve
Halil Ataç adlı örgüt Merkez komite üyesi şahıslardan öğrendim. Yeri ve zamanı gelmişken
sizlerle paylaşmak istedim. Şahsen bu konuşmaya tanık olunca; aklıma Mustafa Kemal’in İngiliz
ajanı olduğu yolundaki iddialar geldi. 1970’li yıllarda ”sıkı solcu, Maocu” olan Doğu Perinçek’in
son dönemlerde sıkı ”Atatürkçü” olması, sürekli ”Amerikan Emperyalizmi” karşıtı görünmesi,
1990’lı yıllarda Beka’ya ve Şam’a giderek PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’a gül vermesi
(PKK’yı İngilizlerin hizmetine sokmak için) Şam’da duyduklarımı teyit ediyor.”
Ünlü istihbaratçımız Mehmet Eymür’ün ifadesiyle Perinçek ve hizmetkarları arkalarındaki
karanlık güçle birlikte Lübnan Nahrel Bared’deki FKÖ Kampında İngilizler ve MOSSAD
tarafından eğitildiler. 1978, 79, 80 yıllarında Aydınlık gazetesinde Perinçek grubu,
“Kontrgerilla” kampanyalarıyla halkta sağ ve sol kutuplaşmasını derinleştirdi ve halkı orduya
karşı kışkırttı. 1974 Kıbrıs hareketini yapan ordumuza “işgalci” diyen dönekler, her siyasi ortama
göre renk değiştiren bukelemonlardır. “Fabrikatör” lakaplı Perinçek grubu, Ordu ve MİT’deki
karanlık oligarşik çete ile Türkiye’de yeraltı dünyasındaki karışık menfaat ilişkileri arasında
kapıkulluğu ve fitnecilik yapıyordu.
MİT, bugüne kadar iki CIA ajanı yakalayabildi. Tesadüfe bakın ki, ikisi de Aydınlık’tan
çıktı. Maalesef iki CIA’cı da kurmay albaydi ve MİT personeliydi: Turan Çağlar ve Sabahattin
Savaşman. İkisi de Aydınlıkcıların haber kaynağıydı. Hatta Çağlar, doğrudan maaşlı Aydınlık
elemanıydı. Peşlerine düşen Türk istihbaratçıların aleyhindeki haberleri Aydınlık’ta yayınlıyorlar
ve adreslerini deşifre ediyorlardı. Bugün yaşanan fitnede benzer bir tiyatro oynanıyor, MİT’de
çalışan özel harp albaylar cemaate örgüt darbesi yapıyor.
1970 sonlarında CIA ajanı olarak afişe ettikleri Kemal Ilıcak’ın Tercüman tesislerinde Aydınlık’ı
bastırmaları gibi ayrıntıları bir tarafa bırakın, Ilıcak’ın bunu ABD büyükelçisinin ricasıyla
yaptığı iddialarına ne diyelim? Ya da, Aydınlık’a sabotaj yapmak isteyen Susurlukçu mafya
gruplarını bizzat Mehmet Ağar’ın engellediğini biliyor muydunuz? Aydınlıkçılar’ın
savunmalarını kitaplaştırdığı Sabahattin Savaşman’ın aynı zamanda İngiliz MI6′ya da çalıştığını
duymuş muydunuz? Hani şu, Aydınlıkçıların ev sahibi olan İngilizlere?
Doğu Perinçek ve Aydınlıkçıların yabancı servislerle irtibatı sadece örgütlerinin bir İngiliz’in
evinde yakalanması ile sınırlı değildi. Suçüstü yakalanarak casusluk suçundan ağır ceza alan iki
emekli Türk Subayı da Aydınlıkçılarla irtibatlıydı. Hele bunlardan Turhan Çağlar, Aydınlık’ın
“İstihbarat ve Yazı İşleri Müdürü” gibi çalışıyor, Aydınlıkçılarla toplantılar yapıyordu. Bugün
Aydınlık’ta yazan isimlere bakarak bile fitnenin İngiliz derin devletine çalışan güya devletçi
ayağını görmek mümkün.
Perinçek, açıkladığı MİT raporlarıyla, 28 Şubat Dönemi’ndeki aktif tutumuyla yakın tarihimizde
silinmez izler bıraktı. Dev-Genç’in genel başkanlığını yapacak kadar iyi sosyalistti. Şimdi ise
hafızalarımızda Ulusalcı yani Nasyonalsosyalist olarak yer etti. AKP iktidarının ardından ortaya
çıkan Kızılelma Koalisyonu’nun en önemli isimlerindendi. Ergenekon Terör Örgütü Davası’yla
Silivri’de 5 yıl geçirdi, örgüt kurucuları arasında adı geçti ve ağırlaştırılmış müebbet aldı.
2003’de Sedat peker gibi bir ülkücğyle Kızelelma koalisyonu ve Öztürk Ergenekon yapılanması
kuran Perinçek, bugün Osman Sınav yönetiminde TRT’de yeni başlayan Kızılelma dizisiyle
MİT’i yapacakları şeytanlıklardan önce kutsatıyor ve kamuoyunun kafasını yıkıyor ve zihnini
karıştırıyor.
Perinçek, üniversite yıllarında, 1962 ve 1963′te toplam on ay Almanya’da işçilik yaptı ve
Almanca öğrendi. Haziran 1964′te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kamu
Hukuku (Devlet Teorisi ve Kamu Hürriyetleri) kürsüsüne asistan olarak girdi. 1967 yılında
Dönüşüm dergisi yazı kurulu üyesi ve başyazarı idi. Almanya’da Türk Toplumcular Ocağı
kurucusu ve ilk genel başkanı olmuştu. Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesiydi. TİP’in Bilim
Kurulu’nda görev aldı ve Güvenlik Komitesi başkanlığı görevlerini yürüttü. TİP içindeki
“Devrimci Muhalefet” hareketinin önderlerindendi.
Perinçek 1968′de hukuk doktoru oldu. Doktora tezinin konusu ve ilk kitabı, Türkiye’de Siyasi
Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi’ydi. Aynı yıl daha sonra Dev-Genç adını alacak
olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) genel başkanı olmuştu. Yine aynı yılın Kasım ayında,
arkadaşlarıyla birlikte Aydınlık dergisini yayınlamaya başladı. Aydınlık’ın başlangıçtaki
kurucuları Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Gün Zileli, Erdoğan Güçbilmez, Vahap Erdoğdu, Atıl
Ant, Münir Ramazan Aktolga ve Doğu Perinçek’ti.
1969 Temmuz’unda İşçi Köylü gazetesini kurdu ve başyazarı oldu. 12 Mart Muhtırası’nın
ardından başlayan tutuklama dalgasından Doğu Perinçek de nasibini almıştı. Tutuklanmış ve
yapılan yargılama sonucunda yirmi yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezasını çekerken 1974 Affı
imdadına yetişti ve Doğu Perinçek serbest bırakıldı. Siyasi hayatına kaldığı yerden başlayacaktı.
Bu arada hayatına bir kadın, Sırma Ersanlı girecekti. 1974 yılında evlenen Doğu Perinçek’in
evliliği ancak iki yıl sürebilmişti. Bu evlilikten Zeynep Perinçek doğmuştu.
28 Ocak 1978′de Aydınlık Davası’nın aklanmayla sonuçlanması üzerine Türkiye İşçi Köylü
Partisi’nin kuruluşuna önderlik etti ve ilk genel başkanı oldu. Türkiye bu yıllarda sağ-sol
çatışmaları içinde kıvranıyordu. Terör şehirleri teslim almıştı. Silahlı çatışmalar alınan tüm
önlemlere rağmen engellenemiyordu. İşte tam bu ortamda 12 Eylül 1980′de Türkiye’de askeri
darbe oldu. Bu Perinçek’in kişisel tarihi için de çok önemliydi. Perinçek tutuklandı ve 1985
yılına kadar, tam beş sene tutuklu kaldı. Serbest bırakıldıktan iki yıl sonra, Ocak 1987′de haftalık
“2000′e Doğru” dergisini yayınlamaya başladı. Bu dergide de genel yayın yönetmeni ve
başyazarlık görevlerinde bulundu.
Bu defa da neredeyse iç savaş görüntüsü veren etnik çatışma yüzünden başı derde girdi.
Güneydoğu Anadolu bölgesinde muhalif aydınları “te’dib” etmeye yönelik çıkartılan “Sansür
Sürgün Kararnamesi”nin kurbanı oldu. 1990 yılında, Diyarbakır Cezaevi’nde üç ay tutuklu kaldı.
1991 yılında Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesinin kaldırılmasıyla, yeniden siyasi haklarına
kavuştu ve aynı yılın Temmuz ayında Sosyalist Parti’nin İkinci Büyük Kongresi’nde genel
başkanlığa seçildi. Bir yıl sonra Sosyalist Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılması üzerine
kurulan İşçi Partisi’nin genel başkanı oldu. Ancak Perinçek hakkında 1991 seçimlerinde TRT’de
yapılan Liderler Açık Oturumu’nda yaptığı konuşma nedeniyle kendisine Terörle Mücadele
Yasası’nın sekizinci maddesine dayanılarak on dört ay hapis cezası verildi. Bu ceza bittiğinde
tarihler 8 Ağustos 1999′u gösteriyordu. On ay, on gün Haymana Cezaevi’nde kalmıştı. Basın
suçlarını erteleyen yasayla yeniden siyasal haklarına kavuştu. 19 Ekim 1999′da toplanan İşçi
Partisi Olağanüstü Kongresi’nde yeniden genel başkan seçildi. Halen Şule Perinçek’le evli olan
Doğu Perinçek’in bu evlilikten üç çocuğu oldu: Kiraz, Mehmet ve Can Perinçek.
Doğu Perinçek’in hayatında birbirinden ilginç bağlantılar vardı. Dayısı Em. Tümg. Turhan
Olcaytu, 12 Mart Muhtırası öncesinde etkin isimlerden birisiydi. Adı kurulmuş olan cuntaya
verilen Em. Tümg. Cemal Madanoğlu, Perinçek’in ilk eşi Sırma Ersanlı’nın eniştesiydi. Yine
Doğu Perinçek’in teyze oğlu, yani kuzeni Gürbüz Tüfekçi’nin arası TSK mensuplarıyla çok
iyiydi. Çevresi Tüfekçi’yi MİT mensubu olarak biliyordu.
Doğu Perinçek’in sınıf arkadaşları da oldukça önemli isimlerden oluşuyordu. 1964′te mezun
olduğu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden dönem arkadaşları Mikdat Alpay ve Uğur
Mumcu’ydu. Alpay daha sonraki yıllarda MİT Müsteşar Yardımcılığı görevine kadar yükseldi.
28 Şubat Dönemi’nde adından en fazla bahsedilen MİT görevlisi herhalde Mikdat Alpay’dı.
Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) ile yanyana olduğundan, Perinçek’in etkinlik
alanı bu okula da sıçramıştı. SBF, o günlerde siyasi çalkantıların tam odağındaydı. Şahin Alpay,
Cengiz Çandar, Nuri Çolakoğlu, Ömer Madra, Cüneyt Akalın, Halil Berktay gibi o dönemin
geleceği parlak SBF ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi asistanları, Perinçek’in etrafında toplandı.
Perinçek, 1968′de devrimci gençliğin en üst kuruluşu olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (DevGenç) başkanlığına seçildiğinde Ankara Hukuk Fakültesi’nde asistandı.
Sosyalistlikten ulusalcılığa, ateizmden Müslümanlığa savrulan bir hayatın ortasında Doğu
Perinçek, Ergenekon Davası’nın en önemli mahkumları arasından ordu paşalarıyla beraber
Silivri’den kahraman olarak çıkma planı yaptı. Başbakan Erdoğan’un egosu güçlüydü, parayı
seviyordu. AKP içinde “masa, nisa, kasa” zafiyetlerini tesbit etti ve uzun soluklu bir plan yaptı.
PKK ile müzakere cemaat ile savaş, “PKK sosyal aktivist”, “cemaat Haşhaşinci” iftiraları hep
Perinçek’in fitneye, şeytanlığa çalışan kafasından çıkan komplolar. Başbakan’ın konuşma
metinlerini artık Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük yazdığı için Türkiye, 1980 öncesindeki kaos
dönemine geri dönüş yaptı.
Talut kaybeder, Davud kazanır!
Kur’an’daki Talut ve Calut kıssanın günümüze bakan resminde Türk milletinin şahs-ı manevisini
temsil eden hususlar var. Ancak, tüm dünyaya bakan Hakkın şahsı manevisi daha yüksektedir.
Olay sanıldığı gibi sadece İsrail kavmine ders veren ibretlik bir hikaye değildir, bugün ülkemizde
yaşananları remzlerle anlatabiliriz ve nereye doğru gittiğimizi de görebilirsiniz.
Tevrat ve Kur’an’da kıssanın anlatılışı benzer, ancak Calut’un yenilmesinden sonra Talut’un
akibeti konusunda Kur’an konuşmamayı yeğlemiştir. Talut’u Calut zulmüne karşı görevlendiren
Samuel (İsmail ) adında bir nebidir. Şamuil, Allah’a kulak veren, dinleyen, onun yolunda giden
demektir. Fethullah Gülen Hocaefendi elbette nebi değil, ama remz olarak İslam alimi ve
müçtehid olduğu için burada İsmail’dir. Talut’un bu nedenle iktidarı kendisine sunan Sufi’ye
nankörlük yapıp, iktidar savaşı yapması anlamsızdır. Talut’un kim olduğunu anladınız: Recep
Tayyip Erdoğan. Calut, Türk milletine yüzyıldır zulmeden Süfyanizm Oligarşisi, Fitne Fesad
Komitesi’ni remz eder.
Önemli bir hatırlatma yapmalıyım. Bediüzzaman Said Nursi, Nur mesleğini, Hz. Ali’ye isnat
eder ve müspet hareketi esas alır. Hizmet Cemaat’ının yolu aynıdır, Niyazi Mısri’nin şiirlerinde
ifade ettiği gibi Hz. Hüseyni’dir, yani sapı bizden Talut’un ordusu su vermeyecek, bir Kerbela
daha yaşatacak olsa, kin, nefret, hased ve kıskançlığını kussa bile tebliğ makamı edeplidir.
Talut Erdoğan ve ordusu AKP Emevileşti, saltanat büyüsüne kendisini kaptırdı. Dünyayı ve
dünya nimetlerini ahirete tercih etti ama cemaat Emevileşemez, dünyevileşemez, aksi halde
Ashabı Kehf Cemaatı sırrını kaybeder. Tebliğ Makamı, krallıktan değerlidir.
Bediüzzaman ve cemaatın mesleği müsbet hareket, meşrebi Aleviyedir; cemaat aliyyü’lmeşrebdir. Dünya saltanatında gözü yoktur, el uzatmaz. Hz. Ali’nin, Hz. Hasan’ın, Hz.
Hüseyin’in (radiyallahu anhum) ve daha sonra o soydan gelen Gülen gibiler, dünya saltanatına el
uzatmazlar. Gülen gibi tüm seyyid ve şeriflerin başına gelenlerde bunun delilidir. “Aleviyyül
meşreb”in dünya saltanatına el uzatmaları, manen yasaktır.
Ergenekon denilen Süfyanizm’in Calut rejimini yerle bir eden ve elbirliği ile yeni bir dönemin
kapasını açan Ak Parti ile Cemaat birlikteliği dağıldı ve bozuldu, çünkü kıssada olduğu gibi
Talut kafayı yedi, İlahi inayetin bir başkasına akmasını hazmedemedi.
Bugün yaşananlar, geçmişte olduğu gibi, Kur’an’ın gerçek adalet anlayışı olan adalet-i mahza ile
‘asayişin devamını ferdin hukukundan daha üstün görmek’ anlamına gelen ‘adalet-i izafiyye’
anlayışının savaşıdır. Gülen, Hz. Ali (ra) gibi Kur’an’ın gerçek adalet anlayışını esas alıyor,
devletin bekası için bile olsa ferdin hukukuna, hakkına tecavüz edilmesine rıza göstermiyor, net
biçimde zulmün küçüğü büyüğü olmaz diyerek karşı çıkıyor.
Biliyorsunuz, Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlanan fitne, pek çok sahabenin yanı sıra Hz.
Aişe validemiz, Talha ve Zübeyir bin Avvam (ra) gibi önemli sahabilere de sıçradı. Hz. Ali’ye
haksız yere karşı çıkan bu topluluk ‘adalet-i izafiyye’yi savunuyordu ama hata ettiler. Zaten en
sonunda hem Zübeyir bir Avvam hem Hz. Aişe validemiz, yanlış yerde durduklarını gördüler,
son anda Cemel vakasında çekilmek istediler ama fitne bir kere başlamıştı. Her iki tarafta
yeterince bulunan fitneci münafıklar iki ordunun birbirine girmesini sağladılar. 30 bin kişi öldü.
Cemel vakası ve ardından Hariciyeleri belirginleştiren Sıffın’de kimse kazanmadı. Hz. Muaviye,
tıpkı Erdoğan gibi siyaseti bir savaş, hile olarak gördü, hilafeti elde edip saltanatını kurmak için
hakem olayında yalan söyledi. Doğruluğu temsil eden Hz. Ali ve evlatları görünüşte kaybetsede
teblig makamı onların müntaz soyuna ve yoluna geçti. Siyaset asla tebliğ gücünü elde edemedi.
Kur’an, Talut ile Davut arasındaki mücadeleden söz etmez. Yani, AKP ve Cemaat kavgasına hoş
bakmaz, ancak Karun’laşan, zalimleşen Talut’un hırsı sebebi felaketi olmuştur, Kur’an bunu nice
örneklerle anlatır. Oysa Talut, Calut ordusuyla savaşmaya giderken kavmine ve ordusuna
nehirde yasak su ile imtihan olacaklarını söyler. Sudan içen sınavı kaybeder; su dünyevi
metalardır, paradır. Tevrat’a göre kısacası, Hz. Davut (as)’un ‘Beni İsrail’in kralı olarak sahneye
çıktığı döneme kadar müthiş çekişmeler ve sıkıntılar yaşanır… Kur’an bunları dile getirmemiştir.
Calut ile savaşmaya giderken kavmi için uzun boylu olmasından ve hatipliğinden başka özelliği
olmayan Talut’un İsmail Nebi tarafından seçilmesi de Erdoğan’a cuk oturuyor. Talut
enterasandır; Allah’ın sınavı nereden soracağını bilendir ama kendi verdiği tavsiyeyi tutmayan
ve zehirli sudan içip servetinde kaybedendir. Calut’a karşı savaşmak için kral isteyen Beni İsrail
hem Talut’a karşı geliyor hem de savaşma azmini kaybediyor. Söz dinlemeyen bir kavimdi Calut
ile savaşan, yüzde 20 devletin içi boşaltılsa Talut’un bir bildiği vardır diyen, haram yemeye
devam eden Talut’un ordusu! AKP dönemiyle epey benziyor, zira ‘Ahlaki erozyon’ zirvede!
İsmaili ‘Nebi’, Talut’tan yüz çevirir, muzafferiyetine layık bir şükran yapmadığı, gurura
kapıldığı için üzerindeki ilahi teyidin alındığını söyler. İbre hızla Davut’a yönelir ve ismi öne
çıkmaya başlar. Devleti yeniden yapılandırmada toplumun Davut’a meylettiğini gören Talut çok
kıskanır. Fakat Talut buna aldırmaz, çok kızar ve mücadelesini sürdürür. Tevrat’a göre Talut,
Calut’un ayakta kalan güçleri ile işbirliği yaparak Davut’u saf dışı bırakmak ister. Ona karşı gizli
mücadele başlatır. Sonra yaptıklarından pişman olur Talut ama mücadeleden de vazgeçmez,
çünkü çok inatçıdır, gururu ve kibiri tevbe etmesine ve özür dilemesine engeldir.
Kur’anda ki kıssada neden savaşın komutanı Talut değil de Davut devleti kurmakla
görevlendirildi, o arada, neler oldu bitti, Kuran bunları aktarmaz. Evet, ‘Davut’, ‘Talut’un askeri
idi ama ‘Calut’u öldüren ‘Talut’ değil ‘Davut’tur. Talut bir dönem Calut’a karşı savaşsa da zafer
Davud’un olacaktır. Talut Recep beyfendiye kıssanın sonunda, yani Talut’a ne olduğu belli
değildir ama ‘Davut’un kral olup halkı huzur ve adalet içinde yönetmiştir. Talut’un boş bir
gövdeden ibaret olduğunu anlayan Talut’un kavmi Davud’u ve ardından oğlu Süleyman’ı kral
yapar, tüm dünyaya hakim olurlar.
Başbakan Erdoğan’ı (Talut) destekleyen AKP’li (Talut) ordusunun yasak suyu, daha geniş
çerçevede dünya ile ve dünyevileşme ile imtihanıdır. Aslında Talut ordusunun (kasa, masa, nisa)
nehrinde yasak suda zehirlendiğini bilir ama iktidarı ‘Davut’a kaptırmak niyetinde değildir. Ama
başaramaz. Calut devini, Talut ve samimiyetsiz ordusu deviremez. Gariban ama ihlaslı Hak
dostu Davud bir taş ile alnından vurur, yıkar, kral bellidir. Yasak su (nisa, masa, kasa) ve nehrin
karşı yakasına geçtiklerinde Calut ve ordusuna karşı takatleri kesilir. Calut Ergenekon’u dev
gibidir. Talut, ordusunun imtihanı kazanması için onlara tembihte bulunuyor ve sıkı talimat
veriyor ama kendisi uymuyor. Davud’un taşı atması elzem!
Süfyanizm Oligarşisi terimini sosyolojk terminoloji olarak icat ettim ve politik bilime
hediyemdir; Süfyan’ın CHP Tek parti döneminde yaptığını AKP, ve Erdoğan devraldı, sonu
bellidir! Üstadımızın ana galibi esması üçtür. Risaleleri El Hakim gücü ve ilmi ile yazmıştır veya
yazdırılmıştır ilhamla. El Rahim ismi nedeniyle herkesi af eder, kendine zulmeden kafir, münafık
ve zalimleri dahi af etmiştir ancak birini kamu hakkı, Allah hakkı yanısıra adalet-i mahza için af
etmedi. Bu konuda tavrı ve duruşu üçüncü galibi esması Cebbar olduğu için nettir:
“Onuncu Söz, haşir ve âhiret hakkındadır. Ben o eseri bir vakitler Barla’da yazıyordum (1926
senesi). Baktım o günlerde bir İslâm düşmanı, ıslahı gayr-i-kabil… Arefeye bir kaç gün vardı.
Ben beddua ettim. Benim bedduama karşılık bütün Hicaz velileri ve Hicaz’daki Kutb-u A’zam
ise, onun ıslahı için dua ediyorlardı. Benim bedduam ferdî kaldığı için iade edildi. Aradan uzun
seneler geçti. Baktım, bu sene (1938-1939 senesi) bana nihayet hak verdiler. Ben halbuki bunun
ıslahının gayr-i kabil olduğunu biliyordum. Onlar nihayet bu sene başladılar beddua etmeye.
Benim konuştuğum Kutb-u A’zam’dır; Mekke-i Mükerreme’dedir. Bütün Hicaz’la birlikte
beddua etmeye başladı. Bana hak verdi. Ben de ona hitap ettim.’ (Çaycı Emin Bey)’in Hatıraları,
Son Şahitler, II/99.
Gülen Hocaefendi, Erdoğan için dua geceleri organize ettirdi tüm yurtta ve dünyada ama adam
düzelmedi gitti. Eşim gitti duaya, ben gitmedim! Üstad gibi düşündüm, ‘akibeti belli Süfyan’ın’
dedim, duadan ziyade beddua ile zulmü sona erdirmek daha mantıklı geldi.
Gülen Hocaefendi, EDOK’ta saldıray Berk tarafından hazırlanan, Özel Harbe sipariş verilmiş,
MGK’nın, Ergenekon’un yeni adı Göktürk ve MAK birliklerinin silah koyma komplosunu
Ağustos 2013′de konuşmasıyla boşa çıkarmıştı, bu saatden sonra yemezler! Calut’un Talut ile
ortak planı Ağustos 2013′de deşifre edilmişti. Hizmet evlerine silah koyup zoraki terörist yapma
oyununa Erdoğan’ın onay verdiği 2009 yılından beri biliniyordu. Berk’in 2008 tarihli EDOK
planını uygulatan Süfyanizm Calut’u, Talut’u tepe tepe kullandı ve değersiz hale getirdi.
Erzincan Komplocusu Calut Paşası Saldıray Berk, Nurcu evlerde silah çıksın diye çakma
dershane evleri açtırmıştı, silah koydurmuş, üstadın ve Hocaefendi’nin fotolarını astırmıştı. Siz
hiç üstadın ve Gülen’in fotolarını duvara asılmış bir IŞIK EVİ gördünüz mü? Bu kadar aptallardı
ama zaten bugün yandaş medyaya yazdırılan iftira, yalan ve bühtanlara bakın, akıl ve mantıkları
yok ki! Mantıksız asker zihniyeti!
Hizmet, Erdoğan’ın Göktürk şeytanlarıyla kumpas kurduğunu 2009′da bilmesine rağmen 2010
referandum ve 2011 seçiminde Erdoğan’a destek verip Talut’u bir kere daha utandırmıştı! Bu
jesti bile Talut ‘bana mecburlar, biat edebilirler’ biçiminde anladı. Anlayacağınız Hizmet çok
sabırlıymış bunca kumpas ve fitneye rağmen AKP ve Erdoğan’dan umudunu yitirmedi, ben o
kadar sabırlı değilim, 2008’den beri dolaylı yazdım, 2011 sonrası hem açık dil ve hem remz
kullandım, 2013 Eylül’ünden beri ise Davud’ın taşlarını Calut’un yanısıra Talut’a da atıyorum.
Kıssanın sonu belli: AKP’liler yasak sudan doya doya ve kana kana içiyorlar. Avucun ötesinde
etek dolusu su içiyorlar ve yere çakılıyorlar. Hissesi ise şudur: Allah, zayıf, garip, çulsuz,
parasız, bazen ilmsiz insanlara ihlasları nedeniyle büyük işler yaptırır ki anlasınlar yapan, eden,
çatan sadece tek Allah’tır. Calut devini Talut’un ordusu değil, çelimsiz Davud taşla alın çatından
devirmişti. Demek ki zafer kalabalıklarla değil, ihlasla kazanılıyor. Görkemli Davud ve
Süleyman dönemlerinin kahramanları, Talut’un ordusunda veya AKP döneminde para, makam,
mansıp, kadın, şan şöhret sınavından geçemeyenlerden değil, harama el sürmeyen tertemiz
gönüllü yeryüzü miraşçıları adanmışlardan çıkacaktır. Talut kaybeder, Davud kazanır elbette!
GESTOPA Devleti!
Başkanlık sistemi ve Kürdistan kurma derdindeki MİT’i iyi okuyabilmek için Hakan Fidan‘ın
göreve getirildiği şartları iyi bilmek gerek. 3‘lü zirve kararıyla başa getirildi. Başbakan,
Cumhurbaşkanı ve, Beşir Atalay‘ın ortak kararıydı. Atalay‘ın en temel görevi doğudaki özerk
yapıyı oluşturmaktır. 1972 yılından beri proje adamdır. Türkiye‘nin en krıtik olaylarında bu proje
adamların asli rolü vardır, hedef odaklı çalışırlar. Sonradan evrilmiş değillerdir. Atalay 1993‘ten
itibaren Kürt meselesine odaklı çalışır. Zaten yükselişi de manidardır. Öncesinde 2 yıl Humeyni
ile birlikteliği vardır. Başkanlık sistemi fikriyle büyülediği Başbakanı Akdoğan da hilafetle
süsleyince muhtar bile olamaz denilen adamı avuçlarına almışlardır.
Başkanlık sisteminin konuşulmasının tek nedeni, eyalet yapısının özerlikle olan benzerliğidir.
Başbakan dünden Başkanlığa hazır bekliyordur. Daha Fidan göreve gelmeden Erdoğan kendini
başkan olarak görmeye başlamıştı. Kafasına sokulmuştu. Eyalet sistemi şarttı. Bir taşla 2 kuş
vurulacaktı.Terör sorunu cözülecek, Erdoğan, efsane bir Başkan olarak gorevi yürütecekti.O
andan itibaren dünya lideri dediler. Oslo görüşmeleri Fidan tarafından yürütülürken, kendisi
görüşmede Başbakanı kastederek bizzat Beyefendi‘yi temsil ediyorum demişti. Öcalan‘la
defaatle görüşmeye gönderilmişti. Fidan‘ın çocuk yaştan itibaren planlı yapının adamı olduğunu
yazmıştım. Onun için çekirdekten gelme bu adama Atalay azami güveniyordu. Atalay, Acem‘in
piyonu değil kendisidir. 3 vakit namaz kılanlardandır.
Atalay, Anadolu insanından nefret eder. Rektörlüğü döneminde camianın hiç bir adamına göz
açtırmayacaksınız diye yardımcılarına talimat verir. Erdoğan‘ın yanına yerleştirilen Fidan artık
onun en çok güvendiği sırdaşıdır. Başbakan adına Öcalan‘la irtibatı kuvvetlendirir. Oslo‘da
eyalet sistemine karar verilirken dikkat çeken bir isim vardı masada Nuriye Kesbir. Bu isim
neden önemliydi. Öcalan ve Fidan eyalet sistemi konusunda çoktan anlaşmışlarken, Öcalan
tarafında bazı problemler vardı. Ona güvenmeyenler mevcuttu. Öcalan eğere PKK içindeki
etkinliğini kaybederse Erdoğan’ın başkanlığı hayal olacaktı. Tüm oyun bunun üzerine
kurulmustu.
Daha bir ay önce Atalay‘ın Öcalan bütün Kürtler‘in lideridir ifadesini lütfen hatırlayın. PKK‘nın
değil bütün Kürtler‘in. Öcalan‘ın etkisini en çok kıran ve PKK içindeki Aleviler‘in üzerinde
ağırlığı olan Sakine Cansız‘dı. Cansız açıktan Öcalan‘ı eleştiriyordu. Oslo‘daki görüsmeye
katılmak isteyen Cansız‘ın yerine Nuriye Kesbir gönderilmiş oldu. Cansız Oslo‘nun peşini hiç
bırakmadı. Üzerine gittikçe rahatsız olan Öcalan‘ın Fidan‘dan bir isteği oldu. Kibar yollu
Cansız‘ın etkisizleştirilmesi gerektiğini söyledi.
Fidan, Erdoğan’dan ve.Atalay‘dan asla bağımsız hareket etmez. Ne gerekiyorsa yapın
arkanızdayız dendi.Öcalan‘ın talimatı yerine gelecekti. Fidan göreve başladığı ilk gün Erdoğan
ona seni buraya iki meseleden dolayı getiriyorum dedi. A.Terör sorunu ne bedel ödenirse
ödensin çözülecek. B. Her şeyde bize ayak bağı olan camia temizlenilecek. Hiç şaşırmayın,
Erdoğan o gün camianın fişini çekmişti. Perde altında hep ikili oynadı. Zaten Oslo
görüsmelerinde de hizmet hareketini doğudaki etkisi masaya yatırılmıştı. Cemaatın kalemi 17
Aralıkta değil, Oslo‘da kırılmıştı.
CANSIZ’I ÖCALAN MİT’E ÖLDÜRTTÜ
Cansız etkisiz hale gelecek Doğu‘da KCK yapılanması güçlendirilecekti KCK yapısı içinde
istihbarat elemanları konuşlandırılmıştı bile. Cansız‘ın operasyonunun kod adı Lili Marleen‘di.
Operasyon Ömer Güney üzerine kurgulandı. Tetikçiliğini o yapacaktı. .Avrupa‘daki PKK içinde
etkili isimlerden biri de Mustafa Karasu‘ydu.Öcalan‘a çok yakın biriydi, Cansız onun için
Ergenekon‘un adamı derdi. Oslo görüsmelerini kurcalayan Cansız‘a mesaj göndermişti. Akıllı
olsun yoksa ona Lili Türküsünü okuruz demişti. Operasyondan haberdardı. Mustafa Karasu ve
yine etkili bir isim olan Rıza Altun referansıyla örğüte biri monte edilmişti. İran‘lı Dewran.
Cansız‘ın yanındaydı.
Operasyonun MİT ayağını görev bölgeleri Avrupa ve alanları PKK olan O.Y ile U.K üstlenmişti.
Şu an MİT‘te daire başkanlığı yapıyorlar. Tetikçi Ömer Güney‘le defalarca görüşme yaptılar.
Dinlemelerden birine takılan O.Y Atatürk Havaalanında göz altına alındı. Hemen özel bir emirle
bırakıldı. Operasyon kusursuz bir sekilde gerçekleştirilirken, Ömer Güney‘e kapıyı da İran‘lı
Dewran açmıştı. Düşünebiliyor musunuz Öcalan‘ın emriyle Mit adam öldürüyordu. BDP olaya
nasıl tepki vereceğini bilememişti. Öcalan hemen devreye girdi. Hiç bir şey barış sürecini
engelleyemez dedi. Kandil‘e göz dağı verilirken kontrol bende diyordu.İstihbaratçı gazeteciler
devreye girdi. Günlerce eyvah yine kan dökülecek demiş milleti korkutmakla kalmamış
Öcalan‘ın önemini vurgulayıp durmuşlardı. İstedikleri olmuştu.
MİT’İN KCK YAPISI KÜRDİSTAN’I KURUYOR
Doğudaki KCK yapısı içindeki istihbaratçılar her türlü oyunu bizzat organize ediyorlardı.
Kürdistan’I MİT kendi eliyle KCK’ya 4 ülkede kurduruyordu. CIA ve MOSSAD’ın da zaten
istediği buydu. Abdullah Öcalan bu oluşumun başına getirilecekti. Meydan onlara kalmıştı.
Kimse dokunamıyordu. Şehir merkezine bile inmişlerdi.Merinos Eyalet Komutanlığı adı altında
zengin iş adamlarından tehditle vergi adı altında para alıyorlardı. Şimdi süreç tam istedikleri
kıvama geldiğinden BDP yüksek sesle özerklik talebini dile getiriyor. MİT artık onların suçlarına
ortak. Yeni çıkacak MİT Yasası bütün bu kirli işlerin üstünü örtecektir. Yasa geçerse kimse
yargılanamayacaktır. Belgeleri TBMM bile alamayacaktır.
Erdoğan’ın, başkan olma hırsıyla girdiği bu yolda MİT tamamen kirlenmiştir. Emir ve talimatlar
Erdoğan’dan geldiğinden yasa ona kalkan olacaktır. .Bu yasa sadece olacakların önünü açmak
için değil olanların da üstünü öretmek içindir. Geçerse eğer yapılan ihanetler kapatılacaktır. PKK
aklanırken camia da terör listesine konmuş olacak.Hiç bir şeyin hiç bir yerde hiç bir zaman
kapanmadığını gördük. Allah Kadir-i Mutlak.
Gestapo devletine doğru!
Üstad Said Nursi sıkıntılı anlarında, umumu ilgilendiren bir bela ve musibet ufukta
göründüğünde Abdülkadir Geylani’nin dua kitabından veya İmam Rabbani’nin Mektuplarından
sık sık tefeül yapardı. Bende Risale-i Nur’dan yaparım, yaptım ve çıkan şu oldu: “Çünkü rıza-yı
küfür, küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür.” Mektubat, Sayfa 408.
Üstad Said Nursi, iyi niyetle ziyaret ettiğini söylese de hıyanet için yanına gelen devlet
memurlarını yılan ve köpek suretinde görürdü. Bazıları fitne fesat komitesine yılanlık ve
köpeklik ettiği için olacak bu suretlere bürünürdü. Bu ülkede bazı alçaklıklar hiç değişmiyor
demek ki. Mektubat’tan soldan sağ sayfaya geçtim, ortalara gözüm ilişti, tefeülüme irkildim,
şöyle yazıyordu: “Çok alçak olmamak ve yılan gibi dalalet zehrini serpmekten lezzet almamak
şartıyla en inatçıyı dahi ikna ederim.” Satırların biraz yukarısına çıktım, fesübhallah dedim:
“Hafiyelik yapıp güya cinayet yapıyormuşuz gibi ihbar eden ve taarruz eden, elbette insafsıza
zalime hizmet etmekten zevk alan bir köpektir.” Üstad hakaret etmeyi sevmediği için Ziya
Paşa’nın meşhur beytini isim vermeden vermiş ve yorumlamıştı. Hayretle ‘ne yapmalıyım’ diye
bir vizyon aradım. Sonra ki cümle imdatıma yetişti: “İnsan suretindeki yılanlara hakikatları
söylemek, hakaika karşı bir hürmetsizliktir. Zira bilerek hakkı zındıka dalaletlerine çürütmek
ister.” Üstad noktayı keskin koymuştu: “Fakat nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki;
bilerek dinini dünyaya satar ve bilerek hakikat elmaslarını değiştirir; münafık yılandır.”
Sosyal medya’da Başbakan’ın başdanışmanı Mustafa Vrank, Turizm Bakanı Ömer Çelik ve
Süleyman Soylu komutasında 9 bin maaşlı tweeter savaşçısı kin ve nefret dolu üsluplarıyla
ülkemizde dirlik ve birliği korumaya çalışan cemaata karşı amansız bir yıpratma, aşağılama,
tekfir etme, yalnızlaştırma ve mümkünse köklerini kazıyıp yok etme savaşı veriyorlar. Devletin
ve AK Parti’nin tüm imkanları bu kirli siyasi infaza seferber ediliyor. “İstiklal savaşı” adı altında
istikbal mücadelesi verenlerin hiç bir ahlak ölçüleri ve etik sınırları bulunmuyor. ‘Savaşta hile,
aldatma, yalan söyleme, iftira ve bühtan atma caizdir’ diyorlar ve İslam’ın elmas dini
hakikatlarını yamultup pis siyasetlerine çekinmeden, utanmadan alet ediyorlar.
Biz ve ötekiler ayrımı, siyah ve beyaz olarak yapılmış durumda, tam bir iç savaş senaryosu ile
karşı karşıyayız. Ellerinde Özel Harbin Psikolojik Savaş Dairesi’nde yazılmış profesyonel bir
fitne programı var, cetvelde ne varsa her hafta, hatta her gün yeni bir fitne tohumu ortaya
atılıyor. Bunları temizlemekten yorulduk ama onlar bıkmadı, usanmadı. Hepsi paranoyak olmuş,
devletin yağlı kaymağı ellerinden çıkacak diye tüm çirkefliklerini sergiliyorlar. Paranoyak
kendinden başka kimseyi tanımaz; vefasızdır, ahd ü peymânına asla güven olmaz; kat’iyen adalet
tanımaz ve hakka karşı da fevkalâde saygısızdır. Dahası o, bu kabîl değerlere bağlı yaşamayı
aptallık sayar. Zaman zaman en masum hareketlerden dahi işkillenir ve en yararlı gayretleri bile
kuşkuyla karşılar ve sorgular. Mağdur edilen, mazlum cemaatı savundukca hedef gösteriliyoruz
ve devletin düşman savma mekanizması hatırlatılıyor. Partileri devlet olmuş, biz ise “vatan
haini” düşmanlar, canımızın değeri yok ki, sözümüzün ağırlığını anlayabilsinler.
Dine gelen zararı Allah’a havale ettik ama devlete, kamuya gelen zararın boyutu her geçen gün
büyüyor. Devletin kılcal damarları ile oynanıyor ve tek adam diktatörlüğüne dayalı otokratik bir
Gestapo istihbarat ve istibdat devleti olmaya doğru hızla yol alıyoruz. Yolsuzluk ve rüşvet olayı
patlayınca AKP resmen aklını, mantığını ve vicdanını yitirdi. Manzara gerçekten ibretlik, neden
başkanlık sistemi ülkemizde olmamalı, neden demokrasi yolundan dönmemeliyiz ve neden bir
daha asla Milli Görüş çizgisinde siyasal İslam’a güvenmemeliyiz, yaşayarak öğreniyoruz.
İnternete sansür, halkın iradesini çalarak HSYK yasası çıkarmadan sonra yeni MİT yasası ile
Hitler sistemi dayatılıyor. Hitler, Gestapo ve SS ile öyle bir güç elde etmişti ki, kim sorgularsa
“düşman”, “hain” bahanesiyle anında öldürtüyor, haksız siyasi rekabet yapmakla kalmıyor,
Gestapo ile bir korku imparatorluğu kuruyordu. Alman totalarizmi iki defa dünya savaşı
çıkmasına yol açtı. Almanya’da iki dünya savaşı önceside bir iç savaş yaşanmış ve suni
çıkartılan kaosları bastıran Hitler tüm ipleri ele geçirerek Almanları uçuruma sürüklemişti.
Ülkemizde yaşanan süreç, bir iç savaş senaryosudur ve halka kendini zorla seçtirmek isteyen
Hitlervari bir AKP devleti partileştirmiş ve “Gestapo”su ile kimseye göz açtırmamaktadır.
Bunun en bariz ve net delili 2 yıldır sürdürülen böcek efsanesinin çöküşüdür. TÜBİTAK’taki
görevinden uzaklaştırılan, 24 yıldır aynı kurumda görev yapan onurlu bilim adamı Hasan
Palaz’dır, “İstenilen raporu hazırlayan ve biat eden bilim adamı olmayacağım” dedi. Zehir
zemberek açıklamasında açıkca: “Başbakanın ofisinde bulunan böcekle ilgili raporda tahrifat
yapmam istendi…” diye hukuksuzluk talebinin geldiği adresi gösterdi. Başbakan’ın ofisine
böcek koyup dinleyen cemaat olsaydı yedi düvele davul zurna ile çoktan duyururlardı.
MİT’e, 12 Eylülcülerin bile almadığı yetki veriliyor ve başbakana bağlı Gestapo tarzi istihbarat
devleti kuruluyor. MİT personeli normal mahkemede yargılanamayacak artık. MİT personelinin
Ankara’da özel belirlenecek ağır ceza mahkemesinde, müsteşarın ise ancak Yargıtay tarafından
yargılanabileceği öngörülüyor. MİT personelinin MİT faaliyetleriyle ilgili tanıklık yapamayacak
olması da teşkilatın suç olabilecek faaliyetlerini ortaya çıkarmayacaktır. MİT’e ait rapor, analiz
ve belgeler suç unsuru içerse dahi delil olarak kullanılamayacak, sorgulanamayacak. Hitler
Gestaposu da işte tam böyleydi. MİT belgelerinin soruşturmada kullanılmasını yasaklayan
madde, MİT fişlemelerinide mahkeme tarafından cezalandırılmasının da önüne geçecek. Özetle
başbakanın izin vermediği ne MİT personeli yargılanabilir nede MİT müsteşarı. İstedikleri kadar
halka zulmedebilirler. Peki, ya başbakan zalimse? Gelecek başbakanlardan zalim Hitler çıkarsa!
Açıkcası, hükümet MİT aracılığıyla yasak dinleme yapmış, fişlemiş, bir sürü kirli tezgaha
karışmış, özerk Kürdistan sözü vermiş, şimdi üstlerini örtüyor. Şimdi anlıyorum, biz fişlemeler
alçakca, başbakanın kullandığı dinlemeler yasadışı dedikçe AKP partizanları bilgiçce alay
ediyordu, Meğer baştaki balık ta, tuz da kokmuş! MİT yasası çıkarsa, medyada millete söven
gazeteci ve yazar tehdit eden MİT yazarları “Küçük Cemler”, kırk yalanı bir makalede toplayan
“ROKlar”, 9 adet başörtülü “Tayyibu Bacıyan” yazarları, “Alo Fatihler”, serbestce nefret ve kin
yaymaya devam edecekler. Medyada artık MİT’e çalışıp, parti devleti sayılan hükümet adına
tetikçilik yapan “Oğursuz Yıldırlar”, “Dilenci Ergünler”, “Dilieşek Abdurahmanlar” özgürce
millete hakaret yağdırabilecek. Hesap vermek yok nasılsa, başbakan arkandaysa, atış serbest!
MİT elemanı gazeteci ve yazarlar derhal bu seçim sürecinde kalemlerini bırakmalıdır, bir siyasi
parti adına tetikçilik yaparak devleti savunmak devletçilik veya vatanseverlik değildir. MİT
adına suç işlemek serbest olunca nefret, kin ve halkı fesada, fitneye, isyana teşvik etmek mubah
mı oluyor şimdi? Peki, adam öldürmekte helal mi? Muhsin Yazıcıoğlu işte böyle fetvalarla şehit
edildi. Bir siyasi parti, rakiplerini ve düşman gördüklerinin listesini MİT’in tetikçilerine verip
infaz ettirirse, bunun adı vatanı kollamak olur mu? Gelişmiş ülkelerde istihbarat tekeli yoktur,
elemanlarına da bu kadar güç verilmez. ABD’de 26 çeşit istihbarat kurumu vardır, istihbarat
sağlaması böyle yapılır. Birileri ülkemizde “Gestopa rejimi” kuruyor, vatanımızı kendi içine
kapatıyor, herkesi birbiri ile kavgalı hale getiriyor, iç savaş senaryosu yazmış oynatıyor, seyirci
kalanlara yazıklar olsun!
17 Aralık’tan beri herkes aynı soruları soruyor: “AK Parti ve Fethullah Gülen Cemaat’ını bitirme
planının arkasında kimler var ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan neden bu güce boyun eğdi?”
İfritten bir dönem geçiriyoruz ve ifritlerin en büyükleri en büyük fitnelerini toplum üstüne boca
ediyorlar. Güven bunalımı oluşturup puslu havada “cadı avı”yla kaos tezgahlayanlar, kimsenin
kimseye itimat etmemesini sağladılar. En başından beri diyorum: “MİT içinde Ergenekoncularla
dirsek temasında bir MOSSAD ekibi var, bu ekip çok zeki ve iyi çalışılmış bir plan yaparak
hükümeti esir almayı başardılar.” Bu ekip tasfiye edilmeden fitne sona ermeyecektir veya
milletimiz rehin olan AKP’den emanet oyları sandıkta geri alacaktır.
Ergenekon’un ismini Göktürk olarak yenileyen “şamanist” bir grup var MİT içinde ve bunların
çok derin timleri MİT dışında devlet bütçesi ile fitneyi yönetiyorlar. 28 Şubat sürecinde iç savaş
çıkarma planı yapan MOSSAD ekibi, “Tapınak Şövalyeleri” denilen “Amerikan Illuminati”sine
çalışıyor. Hedeflerinde önce AKP’yi kapatmak, sonra cemaatı bitirmek vardı. Hatalı sıralama
yaptıklarını anladılar, şimdi Hizmet Hareketini AKP eliyle yalnızlaştırıp, zayıflatmayı, daha
sonra ise “Erdoğansız AKP”yi Yalçın Akdoğan ve Hakan Fidan ile idare etmeyi planlıyorlar.
Uzun soluklu bir plan yaptılar, ancak cemaat bunu anlayamadı.
Seçilmiş AKP’lileri cemaat içinde mütevelli yaptılar, halk sohbetlerinin müdavimi eylediler ve
Hizmet’in çalışma sistemini çözmekle kalmadılar tüm önemli isimlerini de fişlediler. Ölümle
tehdit edilenler, parayla kandırılanlar, makama kananlar, bal tuzağına düşenler bu AKP’lilerdi,
güya cemaatciydiler, ancak aslında bunlar çıkarlarının peşindeydi veya fitne ekibine esir olanlar
arasında yerlerini aldılar. Elde edinilen derin bilgiler, Mason localarının derin yapısı içinde bir
havuza toplandı ve MİT’deki MOSSAD ekibi, operasyonu “cemaat ile AKP’yi kavga ettirme,
ayırma, her ikisini de tarihe kaldırma planı” olarak yaptı.
Merkezi New York’ya bulunan Yahudi Haham Konseyi ve Telaviv’e nüfuz ajanlığı yapan bazı
MİT bürokratları, Özel Harp elemanı MAK mensupları veya düz MİT elemanı olan bu Tapınak
Şövalyeleri, dinleme kayıtlarını MİT içinden yapmadılar. Hizmet Hareketi, her ne kadar
dinlemelerin MİT’in işi olarak öngörse de, fitne merkezi MİT dışında bulunuyor. İsrail’in
ülkemizde müthiş bir dinleme ağı var, dinleme için böceklere ihtiyacı yok. İsrail, sesi algılayan,
ses akustiğini tanıyan ve fiber ağdan geçen tüm bilgilere ulaşmak için özel olarak geliştirdiği ileri
teknoloji dinleme yöntemiyle bunları yapıyor. Bu bir üst düzey yazılım işi. İlk önce
dinleyecekleri kişilerin sesini yazılıma yüklüyorlar. Daha sonra da o kişi kimin telefonuyla
konuşursa konuşsun, fiber ağdan geçen ya da uydudan gelen tüm verileri otomatik. kaydediyor.
Çok ileri bir dinleme teknolojisi bu. Bu ileri teknoloji dinleme yönteminde yazılıma tanıtılan
sesin beş on yıllık görüşmelerini de almak mümkün. ABD’nin Demokrat derin devleti onay
vermese Cumhuriyetçi Neocon derin devletinin Amerikalıları, MİT ve MOSSAD ile bu tezgahı
kuramazlardı.
AKP; yolsuzluk operasyonu üzerinden “AKP’ye cemaatın darbesi var” iddiasında, “ihanetten,
casusluktan” bahsediyor ama kazın ayağı öyle değil. “Yeşil 28 Şubat”ta hedef “paralel devlet”
diye cemaatı etkisiz hale getirmek, 30 Mart seçimlerinden sonra doğumuzda özerk Kürdistan’ı
ilan etmek. Büyük Kürdistan’ı KCK yapılanması ile zaten MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a dört
ülkede kurdurduklarını, başına da PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın getirileceğini anlamak için
siyasi deha olmaya gerek yok. KCK tüzüğünün Udo Steinbach adlı Alman BND’nin en derin
profesörü ile Yalçın Akdoğan nasıl anlaşıp yazdıkları elbet birgün ortaya çıkacaktır. PKK
liderlerinin AKP’yi savunup cemaatı hedef alması ifrit planı göstermeye yetiyor.
Bu dehşetli planda hizmete gönül veren tüm polisler, emniyet amirleri, yargıçlar takip edildi.
Zaten başbakana 2010’dan beri MİT kanalıyla yaptırılan resmi operasyonda fişleme yapıldığı net
ortaya çıktı. 8 ay öncesinden MİT’in başbakanı MOSSAD’a çalışan İran SAVAMA elemanı
Reza Zarrab konusunda uyarmasına rağmen kulakardı edildi. Yolsuzluklar engelleneceğine
üstünü örtmek için medya fitne ekibi bu defa MİT içinde kuruldu. Nuh Yılmaz başına getirildi,
Tutkun Akbaş ve Cem Küçük gibi gazeteciler kiralandı. Medya almaya doymadılar, 12
televizyonla ve gazeteleri, bol kepçe maaşlı kiralık gazetecileri tetikçiliğe soyundular.
Başbakanın önüne sahte belgelerle şişirilmiş çok kalın dosyalar koydular ve eğer cemaatı
bitirmezse cemaatın AKP’yi bitireceğini söylediler. AKP’liler cemaat içinde “derin bir damar”
aramaya koyuldu. İlk başlarda “cemaatın tabanı iyi, tavanı kötü, Gülen ise kandırılmış, habersiz
olan bitenden” diye komplo uydurdular. Başbakan buna inandı, cemaatın tabanını AKP’ye
katacağını sandı ve başına “yaşlanan” Gülen yerine Kemalettin Özdemir veya Latif Erdoğan’ı
koyabileceğine inandı. Kemalettin Özdemir, 22 Aralık’ta beyin tümorü teşhisi ile Sema
Hastanesine kaldırıldı, hafıza kaybı yaşıyor, kanser. Latif Hoca, başbakanla İran gezisi öncesi
son görüşmesinde, “Sizin A,B,C, D planlarınız varsa, benim bildiğim Hocaefendi’nin Z planı
vardır, siz bu satrançta onu yenecek zekadan yoksunsunuz. Ben kendimi kullandırmam, benden
bu kadar” dedi ve havlu attı. Bu plan çökünce başbakan kalktı tüm cemaatı toptan “haşhaşin”
yaptı, büyükelçilere “Türk okullarını kötüleyin” dedi ve kendisi bizzat telefonla arayıp hiç
utanmadan cemaatı karaladı. 28 Şubat sürecinde en kötü askerler bile, Çevik Bir ve Güven
Erkaya Paşalar hariç, bu kadar alçalmamıştı.
Gülen’in ahitleşme resti cemaatta dağılmayı önledi ve başbakanın eli boş kaldı. Yolsuzluk ve
rüşvet ses kayıtları, hakimlerin onayından geçen savcıların sunduğu delillerdi, kaçak göçek
değildi. MİT içindeki Tapınakçılar, “cemaat içinde derin yapı bunu yapıyor” diyerek kamuoyunu
aldatırken, bir yandan cemaatla ilgili sayısız sahte belge, bilgi, haber üreterek ortamı iyice
gerdiler. Böylece AKP ile Cemaat çarpışmaya başladı. Hem AKP’nin hem Fethullah Gülen
Hocaefendi cemaatini kışkırtıcı ses kayıtlarını yayımlıyorlar ve fitneyi sürekli besliyorlar.
Cemaata, “MİT yaptı” diyorlar, AKP’ye “CIA, MOSSAD , Koç grubu ve cemaatla birlikte size
darbe yapıyor” diyorlar. Hem AKP hem cemaat bu tuzağa düştü. Cemaat kendisini ilk defa bu
kadar net savunmak zorunda kaldı, zira MOSSAD ekibi “Yeşil bir 28 Şubat” ortamı meydana
getirdi ve AKP’yi, Başbakanı araç olarak kullanıyor.
2010’da 3. Orduda Özel harbin yetiştirdiği orgeneral Saldıray Berk tarafından hazırlanıp
MOSSAD’a ihale edilen bu fitne planında sıra seks kasetlerine geldi. Cemaatın kredisini bozmak
için yapmayacakları şeytanlık yok. 40 kadar AKP’linin kasedi olduğunu 2 yıldır yayıyorlar,
bunları yayınlayıp suçu cemaatın üstüne atacaklardır. Gülen’e “başbakan ölsün diye 3 yıldır
beddua ediyor” diyen bu omurgasız nüfuz ajanlarından her türlü ifritlik beklenebilir. AKP
kesiminde Gülen gibi 40 yıldır konuşan bir Allah dostunu ve 165 ülkede hizmet eden adanmışları
daha dün tanımış gibi basiret ve akıl tutulması havası var. Buna başbakanın ifrit üslubu neden
oluyor. Alnı secdeli başbakanın müslümanlara zulüm etmesini vicdanlı gönüller kabul
edemiyordu.
İran Kumpası
İran Turan olurda, Türkiye Pers’e ters!
İran’daki sözde İslam devriminden beri Türkiye İran olacak korkusu kamuoyuna pompalanır.
Aslında tam tersidir, İran hızla Türkiye olma yönünde ilerlemektedir. İran’daki büyük Türk
nüfusu ne istiyor? Bu sorunun cevabını Haziran 2000’de Tahran’a yaptığım gazeteci gezisinde
bulmuştum. Molla rejimi, benim hızlı gazeteciliğime sadece bir hafta dayanabilmişti. ECO
Zirvesini izlemek için gittiğim Tahran’da nüfus kağıdıma el koyan SAVAMA ajanları,
telefonlarımı kesmiş, peşime ajan takmıştı. Ülkeyi gözüm arkada terk ederken şu yorumu
yaptım: İran, Türkiye olacak, kaypak, takiyyeci Mollalar cehennemi boylayacak! AK Parti,
henüz doğmamıştı, Pers fitnesinin ülkemizi 2014’de istila edeceğini görememişim. İran
ülkemizde istediği gibi at koşturuyor, Batı destekli Şii Hilali tehditi Irak’tan sonra Suriye’yi de
karanlığa boğdu. İran’da Türklere baskı had safhada. Persler ülkemize Muta nikahı ile bal tuzağı
kurarak 7000 bin kadın soktu. AKP’nin İran sevdasını ideolojik sanıyordum, meğerse altın
varmış, kadın varmış, kasa varmış, masa varmış…
En iyisi en baştan anlatayım. 2000’de yeni seçtirilen cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in,
ülkemde yaşanan İranlı ajanlar krizi nedeniyle MGK’nın kararı ile ilk resmi gezisini İran’a
yapmasına karar verilince, çalıştığım gazete Zaman, beni bir resmi, iki gizli görevle Tahran’a
gönderdi. Resmi görevim diplomasi muhabiri olarak Sezer’i ve ECO zirvesini takip etmekti.
Gizli görevlerim, Cihan Haber Ajansı’na ve Zaman’a çalışacak yerli bir muhabiri işe almak,
İran’da Türk koleji açmak için zemin yoklamaktı. 1999’da başlayan öğrenci olaylarında
Tahran’dan görüntü ve haber geçen İHA muhabiri ajansına milyon dolar para kazandırmıştı.
Türk koleji açılmasına izin vermeyen Ermenistan, Suudi Arabistan, Cezayir, Suriye ve İran’ın
kibirli, despot yönetimleri hakkında acaba halk ne düşünüyordu? En azından yeterli bilgi
edinmeliydim. İran kapalı bir kutuydu, komşumuz olmasına rağmen kimse gerçek İran’ı
tanımıyordu. MGK’nın İran’a yaptırım kararlarını yazmıştım o yaz.
Benim gazetecilik anlayışım sıradışıdır. Normal gazeteci ve insanlardan beynim farklı çalışır,
elimde değil. İlk iş olarak Ankara’da faaliyet gösteren İran’dan sorumlu MİT görevlilerine ulaşıp
tatmin edici derin bilgiler almalıydım. Azerbaycan Kültür Derneği’nin MİT tarafından
kullanıldığını fark edecek kadar uyanık gazeteciydim. Başbakanlık Müşaviri kisvesine
bürünmüş, MİT ve CIA’ya aynı anda çalışma becerisi gösteren Yasin Aslan’dan doyurucu bir
brifing aldım. Daha derin kontak ve analizler istediğimde Aslan, beni TRT’nın Farsca
radyosunun başındaki isme yönlendirdi. Röportaj için randevu aldım ve Oran sitesinde dev TRT
binasında muhatabımdan ‘off the record’ İran’ın anasını danasını öğrendim. İstihbaratçılar doğru
adamla konuştuklarını anlarlarsa ketum değildir, dağarcıklarındaki bilgiyi paylaşmaktan zevk
alırlar… Bu haberi elbette yazmadım. Biraz devletçiydim.
İran’ın Ankara büyükelçiliğinden vize almak için başvurunca ilk engelleme ile karşılaştım.
Normal Türk vatandaşlarına vize uygulamayan İran, Türk gazetecilerden vize almalarını talep
ediyor, başvuruncada vermiyordu! Bende ret yedim, sakıncalı gazeteciler listesindeymişim…
Kim sakıncalı değilse artık! Gazeteme bunu söylemedim, iki pasaportum vardı ve gazeteci
yazmayanını zaten bu tür aptal ülkeler için kullanıyordum. Tahran’a varınca ilk işim Tahran
büyükelçiliğine uğramak oldu. Zira gazeteci olarak bulunamadığım İran’da ECO zirvesini
izleyebilmek için diplomat gözükmem gerekiyordu ve bu ayrıcalığı bana sadece büyükelçi
sunabilirdi. Büyükelçi sağolsun aynı sorunu yaşayan Sabah muhabirini ve beni büyükelçilik
listesine aldı almasına ama tuhafca bir kelam etti: Çocuklar siz çok cesur delilersiniz..
Büyükelçilik bünyesinde çalışan üç Türkçe öğretmeni arkadaşımızın, üç senede 6 bin İranlıya
Türkçe öğrettiğini duyunca az kalsın küçük dilimi yutacaktım. Meğerse İranlılar Türk dizi ve
televizyonlarını seyredebilmek ve bir gün Türkiye’ye kaçabilme, en azından ziyaret edebilme
umuduyla harıl harıl Türkçe öğreniyordu. Öğretmenlerimizin ısrarıyla Azatlık otelinden çıktım
ve onların bekar evlerinde kalmaya başladım. Nede olsa diplomatik dokunulmazlıkları vardı, bu
eve İran istihbaratı SAVAMA karışamazdı!
Öğretmenlerimizin tavsiyesiyle aynı akşam, Türkçe öğrenmiş, gazetecilik yapan bir doktor olan
Azeri Türkü ile yemekte buluştuk. Bir ay önce gazetesi kapatılan bu aydın doktor, muhabirlik
yapmayı hemen kabul etti. İlk gizli görevimi bu kadar hızlı halledeceğimi ummuyordum. Tabii
bu işin doktor gazeteci dostumu kısa sürede hapse göndereceğini de beklemiyordum. Türkiye
ajanı olmakla suçlanan zavallı gazeteci, daha ilk haberini geçmeden zindanı boyladı. Ankara’ya
dönünce faksladığım işe alınma mektubu da işe yaramayacaktı, bir daha kimse ondan haber
alamadı. Tahran’da gazeteci demek ajan demekti ve bir Türkiye gazetesine, haber ajansına
çalışmak ölüm fermanı ile eşdeğerdi…
ECO zirvesine katılmadan ikinci gizli görevimi de öğretmen arkadaşların sayesinde gördüm.
Azeri Türklerinin gerçek lideri kim dediğimde hemen bir diş doktorundan randevu aldılar.
Kapıyı açan diş doktoruna, ‘Türk gazeteciyim’ deyince önce beni CIA ajanı sandı. Bu tür
tepkilere alışık olduğum için muhatabımı anahtar kelimelerle rahatlattım. Zaten Zaman
muhabiriyim deyince gevşedi ve şunu söyledi: Fethullah Gülen’in ve Said Nursi’nin yoluna
kurban olayım. Sohbetimiz derinleşipte Azerbaycan’daki gazetecilik faaliyetlerimi, Ebulfeyz
Elçibey, İsa Kamber ve Ali Kerimov ile dostluklarımı öğrenice son kararını verdi: Seni kesinlikle
bırakmam, akşam yemeğine kalıyorsun, bu gece uyumayacağız. Yıllardır aşkını, can dostunu,
ruh ikizini arayıpta bulan deli aşıklar gibi heyecanlıydı, taleplerini kıramadım. Orada
sabahladım, zaman akıp geçti, sözümüz bitmedi, ama çaresiz sabah kahvaltısından sonra gözüm
arkada ayrıldım. O zaman anladım ki, hakikata, Hak yoluna muhtaç öyle gönüller var ama
kapılar sürmeli…
Ne mi konuştuk? Ne konuşmadık ki… İran devletinin gerçek yüzünü, Azeri Türklerinin
sorunlarını, SAVAMA’nın Türkleri nasıl üçe böldüğünü, İran’ın aslında Turan olduğunu,
Türkiye ve Azerbaycan üzerinde oynanan oyunları, Fethullah Gülen Hocaefendi ve Üstad Said
Nursi’yi, dünyanın dört bir yanında açılan Türk okullarını, hizmet haraketini, Azerbaycan’da
aslında kimin kim olduğunu ve medyaya yansımayan gerçek hayatta neler yaşandığını saatlerce
masaya yatırdık… Eğer diş doktorunun kütüphanesinde Risaleyi Nur’ların tam takımını
görmesem inanmazdım muhatabımın samimiyetine. Evindeki televizyon sadece Samanyolu
TV’ye ayarlıydı, başka televizyonları çocuklarına seyrettirmiyordu. Gülen Hocaefendi’nin tüm
kitaplarını okumuş, tüm videolarını seyretmişti. Eskiden solcu Komünist, sonra koyu bir Türk
milliyetçisi olmuştu, sonra da uzaktan seve seve Nurcu! Hayatımda ilk defa bir kişinin hepsini
birden olabildiğini görmüştüm. Ya çok kurnazdı ve şark tilkiliği yapıyordu veya çok samimiydi.
Yürekten konuşuyordu. CIA’nın teklif ettiği tüm rüşvetleri ret etmişti, çok akıllı ve temkinliydi.
İran’da bir gün karşıt devrim olacağını adı gibi biliyordu. ‘İran’ın gerçek sahibi biziz, bizim’
diyordu. ‘Ekonomi elimizdeyken niye sokağa dökülüpte kendimizi mevcut rejime öldürtelim,
tutuklatalım’ dedi kendinden emin şekilde. Haklıydı. ‘İran bir gün Türkiye olacak’ dedi, ‘ancak
devrim olduğunda gerçek liderin kim olacağına Allah karar verir, O en iyi zamanlama ustasıdır’
diye ekledi. Bire bir düşüncelerimin örtüştüğü biriyle konuşmayı helede Tahran’da hiç
beklemiyordum.
Neden İran’da Türk okulu açmıyorsunuz sorusunu sordu. Yüzüne, kalbine, ruhuna baktım, bu bir
çığlıktı. Hadi açalım dedim. Ağlamaklı oldu. Tahran rejiminin buna izin vermeyeceğini söyledi.
Bir gün Türk okulunun tüm İran’da açılacağını söylediğimde ağlamaya başladı. İkimizde
ağlıyorduk. İsmini asla yazmamamı ve fotoğrafını kullanmamamı rica etti. O gün ECO zirvesi
başladı ve ilk haberimi geçmek için fellik fellik postahaneleri dolaştım, bir faks aradım. Bir
şoför’e verdiğim 10 dolarla tüm Tahran’ı dolaştık ama bir faks makinesi bulamadık. En son ana
postahanede müdürün karşısına çıktım. Bir elimde yazdığım habere, birde bana baktı. Perulu
solcu bir şairden şiirler okudu. Altına imzasını attı, odasından haberi faksladı ve dedi ki, ‘bir
daha postahaneye gelme, Tahran’da iki tane İnternet kafe var, oraları dene’. İkinci haberimi
internet kafeden geçmek istesemde ilkinin kapısı mühürlüydü, kapatılmıştı. İkincisinde sadece
yahoo emailine giriş izni vardı, başımda bekleyen güvenlikçi ile haberi geçerken soğuk terler
döktüm.
Tahran’da Şah Pehlevi müzesini gezerken oranın müdürü evine yemeğe davet etmişti, eşi Azeri
Türkü bir Farstı. Evin salonunda Amerikan barı vardı, en lüks Avrupa içkileri gördüm. İçki
içmediğimi öğrendiklerinde şok yaşadılar, asıl şoku ise namaz kılmak için seccade ve kıbleyi
göstermelerini isteyince ben yaşadım. Kıbleyi bilmiyorlardı, hayatlarında evde namaz
kılmamışlardı. Evin her tarafı müze gibi kıymetli pahalı eşyalarla doluydu. Tahmini bir kıble
tayin edip namazı bir çarşafın üstünde ikame ederken, dindar sanılan İranlıların haline acıdım.
Oysa evin üniversiteye giden kızı ve oğlu namaz kıldıklarını söylemişlerdi, ama sadece kamuda
yani gösteriş için zorunlu olarak üniversitede. Hayatlarında hiç oruç tutmamışlar, hiç cumaya
gitmemişlerdi. ‘Hacca bizde sadece mollalar gider’ deyince pes dedim ev sahibine. Molla
rejiminin insanları nasıl münafıklaştırdığına, ateist yaptığına şahit oldukca ağlıyasım geldi.
Parklarda gitar çalıp aykırı şarkılar söyleyen kulağı küpeli çılgın gençlere, sokaklarda süper
makyajlı dolaşan, saçları örtülerinden sarkan sükseli kadınlara baktım, üzüldüm. Humeyni
camisine gittim, bir molla ile konuşmak istedim. Molla bana demesin mi, ‘Sibel Can kocasından
boşanıyor, şimdi ne olacak’ diye. Belli ki televole’leri kaçırmıyordu. Çanak anten kullanmanın
yasak olduğu ülkede her evin damında, balkonunda çanak antenler doluydu ve hepsi Türkiye’yi
seyrediyor, Türkler gibi canlı, heyecanlı, dolu dolu özgür yaşamak istiyordu. Çanak anteni
balkona koymanın rüşveti 1000 Tümen, dama koyarsan 5000 Tümendi, sistemin kokuşması
yasakların rüşvete tabi olmasından belliydi…
ECO zirvesinin son günü SAVAM ajanları yanıma gelip Şah Pehlevi Saray’ında pasaportumu
istedi. Vermeyince ülkeyi derhal terketmemi, aksi taktirde ajan muamelesi yapacaklarını
söylediler. Israrları üzerine nüfus kağıdımı aldılar ve yarın ifade vermem için merkezlerine
gelmemi ve nüfus kağıdımı oradan almamı talep ettiler. Elbette gitmedim, nüfus kağıdımı onlara
hediye ettim. Son akşam büyükelçinin verdiği yemekte başımdan geçeni anlattığımda beni
havalimanına kadar korumaları için güvenlik verildi. Sezer zirveye son anda gelmemiş, yerine
Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler katılmıştı. Tam o sıra müthiş bir haber masaya geldi, Suriye
Devlet Başkanı Hafız Esad ölmüştü, gazetem ve CHA beni tüm Türk televizyonlarına
pazarlamış, acilen benden Tahran’ın tavrıyla ilgili haber geçmem isteniyordu. Keçeciler, Beşar
Esad’ın iktidara geleceğini ve Tahran’ın nasıl tepki vereceğini detaylarıyla anlattı. Önce haberi
Zaman’a telefonla geçtim, sonra Show TV’den Reha Muhtar telefonla bağlandı. Aynı haberi
okudum, Muhtar’ın ‘Şimdi İran halkı ne yapıyor? sorusu çok komikti. ‘3 gün yas tutuyor,
bayraklar yarıya indirildi’ dedim, halbuki gece yarısıydı ve İran halkı ve devleti henüz uyuyordu!
Keçeciler, bana neler olacağını anlatmasa Muhtar’a doğru yanıtı veremezdim. Üçüncü arayan
ATV’den Ali Kırca idi, telefonum aniden kesildi. Öğretmen arkadaşların diplomatik
dokunulmazlığı olan evin telefonunu kullanıyordum. STV aradı, yine telefon kesildi. Öğretmen
arkadaşların yorumu nerede olduğumu özetledi: SAVAMA’nın tüm mahallelerde telefonları
dinleme merkezi vardır, yurt dışını aramak serbesttir ama dinler, kaydederler. Senin haber
hoşlarına gitmemiştir.
Ertesi sabah İran’ı terkederken hem endişeliydim, hemde geride bıraktığım insanların çilelerini
azda olsa paylaştığım için mutluydum. Uçağımız Ankara’ya inmeye yaklaşırken İranlı kadınlar
çarşaflarını çıkardı, altlarından Paris’in hoppa kızları çıktı. Makyajlar ve dekolte kıyafetler
abartılıydı. Türkiye olmuşlardı bile. Meğerse son 14 yılda bizi Persleştirip ters köşeye
yatırmışlarda haberimiz olmamış. AKP, öldü sandığım Persleri ayağa kaldırdı.
MUTA ve Bal Tuzağı
Türk toplumunda fuhşun “Şii dini kılıfı” olarak bilinen Mut’a nikahına Azerbaycan’da “Siga”
diyorlar ve kadınların hiç sevmediği bir kelimedir. Kıskanç olan bir kadın “kuma” sözcüğünü de
sevmez, hele hele “2. eş”, “kapatma”, “metres” rekabetinden hiç hoşlanmaz. Peki Mut’a
nikahının en yaygın olduğu varsayılan İran’da normal kadınlar bu nikahı kabulleniyor mu?
Ülkemizde ne kadar Mut’a yapılıyor ve kaç tane Mut’a’yı araç olarak kullanan SAVAMA ajanı
var bilemiyoruz. Ortalıkta dolaşan bir fitne, bal tuzağı iddiaları, İran özentisi insanların aklına
türlü türlü komplo teorileri getiriyor. Mut’a’nın aslı faslı nedir?
Mut’a sözlükte, “kendisinden faydalanılan şey” anlamına gelir. Şia’da ise mut’a, “belirli bir süre
için, belirli bir ücret karşılığı, bir kadınla yapılan geçici nikâh”demektir. “Nikâh” kavramının
dinimizdeki kutsiyetine izafeten konu “mut’a nikâhı” şeklinde değil, sadece“mut’a” olarak ele
alınacaktır.
2000 yılı Haziran’ın İran’ın başkenti Tahran’a yaptığım bir haftalık gazetecilik serüvenimde, en
fazla merak ettiğim soru muta’nın ne kadar toplum nezdinde geçerli sayıldığı idi. Bu soruyu
diplomatlara, bürokratlara soramazdım. Medya zaten yazmıyordu. Aklıma bir cinlik geldi.
Toplumun ayaklı gazetesi taksi şoförleridir. Tahran en az İstanbul kadar büyük ve kalabalık bir
şehir ama benzin ucuz. Bir taksi şoförüne 10 ABD doları verdim ve beni Tahran’ın bir ucundan
diğerine gezdirmesini istedim.
Azeri Türkü çıkan Tebrizli kardeşim, baktım ki tam muhabbet ehli, çenesi güçlü, fısıltı
gazetesinin manşeti ağzında dolaşıyor. Sordum soruyu bir saat dinledim. Bir yandan İstanbul’un
cambazlarını aratmayan tarzda şoförlük yapan Azeri Türkü, öte yanda bana cevap yetiştiriyor
ama Mut’a’yı önce anlamadı, “Siga” diyince kahkaha ile gülmeye başladı.
“Niye gülüyorsun, komik bir soru mu sordum” dedim ama oralı olmadı, gülme krizi bitince
anlatmaya koyuldu. Meğerse İran devriminin lideri Humeyni’nin kızının başı Mut’a ile
dertteymiş bir süredir. Kocası İran parlamentosunda milletvekili ve çok saygın, oldukca da
zengin bir işadamı imiş. Humeyni’nin kızı kocasının Mut’alı eşini öğrenince evde kıyamet
kopmuş. Ancak Humeyni’nin kızı bu, hiç fark ettirmeden intikamını pek acı almış!
Meraktan dilim kurudu, nasıl almış intikamını? “Gazeteler yazdı mı bunu, var mı delilin? Süper
bir magazin haber bu” diye haberci çığlığı attım. Heyecanlanmışım…
Taksi şoförü sağ koltukta oturan bana döndü, bir acayip ters ters baktı. “Manyak mısın sen
kardeşim?” der gibiydi. Sonra uyandı ve espiriyi patlattı:
“Sen Türksen, Türkiye’densin, bizim İran’ı bilmezsin. Bizde Televole tarzı kulis programları
yok, gazeteler devletin, televizyon devletin, bizim düşüncelerimiz bile devletin, tek ses hakimdir
ülkeye. Böyle bir haberi yazan gazeteciye önce güzel bir işkence yapılır, anasından doğduğuna
pişman edilir sonra 24 saat içinde mevta olur, izi tozu bulunamaz. Ama halkın ağzı torba değil ki
büzesin, bilmeyen yok ne olup bittiğini.”
Sonra ne oldu çatlıyorum meraktan. Taksi şoförü zevkle anlattı:
“Tuvalette taharetlenme maşrabasını tuzruhu ile doldurmuş Humeyni’nin kızı. Kocası tuvalette
temizleniyorum derken hem ön cinsiyet uzvunu hemde arka takımları yakmış! Ama ne yakış,
erkekliği gitmiş! Tahran’da doktorlar çare bulamadılar zavallıya, Almanya’da tedavi görüyor.
Humeyni’nin kızı boşadı şerefsizi, ne milletvekilliği kaldı, ne itibarı nede mal ve serveti.”
Sorularım arka arkaya geldi? “Mut’a, yani “Siga” pek sevilmez mi İran’da? Elit ve zengin
insanlar yapmaz mı bunu? Yaparsa kim yapar?”
Benim için asıl önemli sorular bunlar. Taksi şoförü için çok kolay bir konu, bizim için muamma.
Hiç saniye beklemeden makineli tüfek gibi beynime saydırdı:
“Hanım hanımcık evinin sultanı olacak bir kadın için Mut’a fahişeliktir. Temiz bir hatun ne
diye Mut’a yapsın, geleceğini karartsın, hele de kadın elit ve zengin ise asla tahammül
edemez. Mut’a, zavallılar için. Yetimler, sokakta kalmışlar, kimsesiz garipler, bir elinden tutanı
olmayan çaresiz kızların düşürüldüğü bir kötü sondur. Mut’a yapan bir kadını kimse evine alıpta
eşim diye çevresine tanıtmaz, çocuklarına anne olsun istemez, kötü kadını kim eşiğine bağlar,
namusunu iki paralık eder dostum! Bugün senle yatan kadın, para karşılığı yarın başkasıyla
yatıyorsa bunun adına kahpelik denir. Bunun dini mini açıklaması yoktur. Erkekler, uçkurlarının
günahına, zinaya Mut’a ile kılıf uydurdular, Allah yemez bunları.”
İslam alimlerine göre mut’a ittifakla haramdır.
İslam zinayı kesin olarak yasaklamış; kadın ile erkek arasındaki cinsi ilişkinin meşru yolu olarak
nikâhı zorunlu kılmıştır. İslam, evlilik kurumuyla, erkek ve kadını birbirine vefalı hayat arkadaşı
yapar, ruh ve beden sağlığı yerinde olan nesiller yetiştirir, günahlardan koruyucu sağlıklı cinsel
yaşamı sağlar ve neslin karışmasını/bozulmasını önler. Evliliğin tek amacı cinsel tatmin değildir.
Bu hikmetlerle dinimizde, sürekliliği esas alan evlilik emredilmiştir. Eşlerin sonradan boşanma
kararı alması hariç, “süresizlik” nikâh akdinin şartı kılınmıştır. İsmi her ne olursa olsun, belirli
bir zaman dilimi için kıyılan nikâh batıldır, geçersizdir.
Mü’minûn Suresi’nin 6 ve 7. ayetlerinin nazil olması üzerine, bir cahiliye âdeti olan mut’a haram
kılınmıştır. Bütün İslâm bilginleri mut’a uygulamasının haram olduğu konusunda aynı
kanaattedir. Bu ayetlerin nüzulünü İbn-i Abbas, şöyle anlatmaktadır:
“İslâm’ın evvelinde mut’a vardı. Kişi, tanımadığı bir beldeye gelince, oradan yerli bir kadınla,
kalacağını tahmin ettiği müddet miktarınca nikâh yapardı. Kadın, böylece onun eşyasını
muhafaza eder, gerekli işlerini görürdü. Bu hal, ‘Onlar namuslarını korurlar. Ancak hanımlarına
ve cariyelerine karşı müstesna, bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar” (Mü’minûn,
6) mealindeki ayet nazil oluncaya kadar devam etti (Bu ayet gelince mut’a haram ilân edildi)”
(Tirmizî, Nikâh, 27).
Ayrıca Hz. Ali, “Rasûlüllah (sav), Hayber Gazvesi günü, kadınlarla mut’ayı ve evcil eşek
etlerinin yenmesini haram kıldı” demiştir (Buhari, Megazi, 38; Müslim, Nikâh 29; Nesai, Nikâh,
71).
Elbette mut’a, Hz. Muhammed’in (sav) peygamber olduğu ilk gün haram kılınmamıştır; tıpkı
içki ve kumar gibi zamanı gelince yasaklanmıştır. Dolayısıyla yasak ayeti nazil olana kadar, bu
cahiliye âdeti Müslümanlar arasında gerçekleşmişse bile, bu ilahi yasağa şüphe düşürmez.
Şia’da mut’a şartları nelerdir?
Mut’a şartları, Şii Ayetullahların din ve evlilik müessesesine bakışındaki çarpıklığı apaçık
göstermektedir. Şia’ya göre mut’anın ciddi (?!) şartları şunlardır:



Mut’ada hem ücretin, hem de sürenin belirlenmesi gerekir.
Kadın, ücretin tamamını peşin alabilir.
Mut’ada şahit bulundurmak şart değildir.
Şahitsiz ve ücret karşılığı yapılan cinsel fiilin adı lügatte bellidir. Klasik fuhuş pazarlığını
andıran şartlardan da anlaşılacağı üzere, mut’a toplumsal ahlaka, aile kurumuna ve kadın
haklarına çok büyük zarar vermektedir.
Bugün İran’da 10 milyon civarında insan mut’ayla cinsel birliktelik yaşıyor. Bu sebeple kimse
kolay kolay evlilik sorumluluğu almıyor. Birkaç günlük mut’a sonucu dünyaya gelen ve
kimsenin sahip çıkmadığı çocuklar ortada kalıyor. Büyük çoğunluğu mut’a süresi bittikten sonra
doğan bu zavallı çocuklar, cinsel heveslerini tatmin edip terk eden babaları tarafından
reddediliyor; bakımları üstlenilmiyor.
Karnında taşıdığı çocuklarla terk edilen binlerce anne hazin dramlar yaşıyor. Bu kadınlar,
sokaklarda veya izbe evlerde sefalet içinde yaşamaya mahkûm ediliyor. Bir yandan çocuklarının
ellerinden tutup, diğer yandan caddelerde erkekleri durdurarak kendilerine mut’a yapması için
yalvaran kadınların görüntüleri, İran ve İranlılar için çok alışılmıştır.
Şefkat timsali annelerimiz, beyaz gelinlikli kız kardeşlerimiz ve tertemiz eşlerimiz olarak
muhatap olduğumuz kadının İslam’daki yeri asla bu olamaz; “Kadının yeri budur” diyen de asla
gerçek Müslüman olamaz.
Şiiler, mut’aya izin vermeyen Hz. Ömer’i sevmezler.
Hz. Ömer devlet başkanlığı sırasında, İslam’ı tam öğrenememiş veya sindirememiş bazı
bölgelerde mut’a sapıklığının zaman zaman hortlaması üzerine, minbere çıkarak mut’anın haram
olduğunu tekrar ilan etme ihtiyacı duymuştur.
Şia’ya göre ise, Hz. Ömer, kendince gördüğü bir maslahattan dolayı mut’ayı yasaklamıştır.
Şiilerin bu konudaki ısrarlı tutumları, hem Hz. Ömer’e karşı duydukları muhalefet ve
düşmanlıktan hislerinden, hem de bu sapıklıktan vazgeçmemelerinden kaynaklanır.
Şia, mut’a hakkındaki soruları geçiştirmeye çalışır.
Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ve Hz. Peygamber’in sünneti ışığında, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi
büyük sahabelerin ve Ehl-i Sünnet mezhep imamlarının içtihatları çerçevesinde, mut’anın
dinimizce meşru olmadığı apaçık ortadadır. Mut’a ile ilgili olarak Şiiler ikna edici cevap
veremedikleri için, bu konunun kendilerine sorulmasından da oldukça rahatsızlık duyarlar.
Şiiler, “İrdelenmesi gereken onca önemli konu varken, bir Şiiyle karşılaşınca ilk olarak mut’a
uygulamasının gündeme getirilmesi hoş değil. Mut’a konusu, dinin aslından olmayan sayısız
küçük ihtilaflardan sadece biridir” diyerek, kendilerine yöneltilen sorulardan kurtulmaya
çalışırlar. Oysa İslam ümmetinin bütün kadınlarını alınıp satılır hale getirmeyi amaçlayan mut’a
haramı, küçük bir ihtilaf konusu olarak görülemez.
Bel’am’ı tanıdınız mı?
Hz. Musa (a.s.) zamanında yaşamış ve sonradan irtidat etmiş olan ilim adamıydı BEL’AM İBN
BÂÛRA. Bu kıssa oldukca kısa ve özlüdür, günümüzdeki Bel’am’ı veya Bel’amları bakalım
tanıyabilecek misiniz?
A’raf suresinin 175-176′ncı ayetleri münasebetiyle ismi çeşitli tefsir ve tarih kitaplarına girmiş
olan Bel’am İbn Bâura (veya Bel’am İbn Eber)’ nın, İsrâiloğulları’ndan, devler ülkesinden,
Yemen diyarından veya Ken’an ilinden Allah’ın dinini öğrenmiş, ilim ve irfan sahibi, duası
müstecap, yanında Allah’ın ismi a’zamı bulunan ve fakat sonradan itaatsızlığa düşmüş bir kimse
olduğu şeklinde rivayetler vardır. Her ne kadar Lût (a.s.)’ın kızlarından biri ile evlenmiş olduğu
söylenirse de, bunun Yahudiler tarafından müslümanlar aleyhine uydurulmuş bir iftira olduğu
bilinmektedir. (Taberî, Tefsiru’t-Taberî, Mısır, 1373/1954, IX, 119-120; Fahruddin er-Râzî,
Mefâtîhu’l-Gayb, Mısır, 1308, XV, 54; D. B. Macdonald, İA, “Bel’âm İbn Bâura” Mad.)
Bel’am’a konu teşkil eden ayet meâlleri şöyledir: ” Habibim! Onlara, şeytanın peşine taktığı ve
kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu
âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan
da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi
yalan sayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler. ”
(A’raf, 7/175-176).
Bugün yaşadığımız kaosun benzerini Hz. Musa’da yaşamıştı. 40 yıl çölde mahsur kaldı.
Kızıldeniz’den geçirdiği, sayısız mucizeler gösterdiği kavmi onu dinlemiyordu. Hz. Musa
kavmiyle yerleşecek yer ararken, Kenaniler’in topraklar içinde yer alan Şamlılar Bel’am’a ‘Sen
duâsı kabul edilen bir kimsesin. Onları defetmesi için Allah’a duâ et” dedi. Önceleri Bel’am:
“Yazıklar olsun size! O Allah elçisidir; melekler ve mü’minler de onunla beraberdir; onlar
aleyhine nasıl duâ edebilirim! Bildiğimi bana Allah öğretti” diye ret cevabı verdi. Hz.Musa’yı
kovmak istemiyordu ama kavmi çok kıskançtı, paranoyaktı, çok ısrar ettiler, çok yalvardılar.
İkna olan Bel’am, ehli hak olana beddua etmeye giderken bindiği eşek Allah’ın izni ile
konuşarak şöyle dedi: “Ey Bel’am, nereye gidiyorsun? Bel’am’ın eşek bile dile gelmiş onu son
kez uyarıyordu: Meleklerin önümde durarak beni yolumdan çevirdiklerini görmüyor musun?
Allah elçisi ile mü’minler kavmin aleyhinde duâ ediyorlar. Bel’am eşeği de dinlemedi. Mûsâ
(a.s.)’ın ordusunun ve İsrâiloğulları’nın karşısına götürdü. Bel’am onlara bedduâ etmeye başladı;
şaşkındı. Ancak Bel’am İsrâiloğulları’na devleti ele geçirmesinler,topraklarına gelip
yerleşmesinler, eekmeklerini paylaşmasınlar diye beddûa ederken Allah onun dilini kendi kavmi
aleyhine çevirdi ve kaybedenlerden oldu. Üstelik haklı geçinen Bel’am kavmine: “Dünya ve
âhiret benim elimden gitti, artık hileye başvurmaktan başka çare yoktur…” demişti (Taberi).
Aklınıza kim geldi, tanıdınız mı bu şahsiyeti veya bu simgeyi temsil eden fetvacılarını?
Bel’am: “Ben bunu kendi ihtiyarımla yapmıyorum, Allah dilime hâkim oldu” dedi. Dili ağzından
çıkarak göğsü üzerine sarktı. O bir yalancıydı. Bel’am bir simgedir. Yahudi, Hıristiyan ve
Haniflerden olup da Hakk’tan ayrılan herkes olduğu şeklinde hadiste rivayetler vardır. (Taberi).
Bel’am’ın dışında, geçmişte yaşamış Ümeyye İbn Ebi’s-Salt, er-Râhib Ebu Amr,
İsrâiloğulları’ndan duâsı makbul bir kişi veya münafık olan her bir kişi olabilir deniliyor.
Kamu hakkına giren Bel’am Allah hakkı hudunu aşanbir zalimdir, “Ulü’l-Emr”i İslâm’a karşı
ayaklanan güçlere izâfe ederek, mü’minleri yanıltır. İşte bunlar çağdaş Bel’am’lardır.
Günümüzdde pek çok sayıda Bel’am benzeri tipler vardır. Bunlar “çok dindar” görünmekle
birlikte, Tağut’a, Süfyanizme itikad ve iman etme noktasında titizdirler. Bel’am köpek sıfatlı
kimseler de; Allah (c.c.)’ın indirdiği hükümlerin bir kısmını kabul, bir kısmını da “zamanı
değişti” diye sükût vardır. Helale haram karıştırılmasına seyirci kalırlar. Ayetleri kendi
kafalarına göre yorumlar Bel’am ve siyasilerin keyfi arzularına gore fetva verip hile yapmayı,
aldatmayı marifet sanır. Tuzağa düştüğünü bilir ama çıkamaz.
“Allah (c.c.) adını kullanarak” aldatan, Kur’ân’daki ifâdeyle “köpek sıfatlı” kimselerin ortak ismi
Bel’am’dır. Bazen bir, Maymun, bir Ejderha, Bir Domuz, bir Goril nefsine, karakterine sahip
kişiler de olabiliyor. Bel’am, Ergenekon gibi İslâm’a küfreden yönetimlerle yani Tağûtî güçlerle
din adına uzlaşan ve müslümanları da inandıran müslüman sanılan zat olabilir ki, bu şahsa
Süfyan, kurduğu sisteme de Süfyanizm diyoruz. Ergenekoncuları hapisten çıkartırlar mesela.
Müsslümanlara eziyet ve zulüm etmek için şeytanlarla bile ittifak yaparlar. Güç herşeydir.
İslâm topraklarında; kâfirlerin istilâsını hazırlayan güç veya kişinin adı “Bel’am”dır. Allah
(c.c.)’ın indirdiği hükümlere karşı ayaklanırlar, mesela IŞİD gibi İslam’ı derinden karalayan
teröristlere destek verebilirler ve kendi canavarlarını oluştururlar. İnsanları “Allah (c.c.) adını
kullanarak”‘ aldatan, hevâ heveslerini tatmin için “Tevhid akîdesini” tahrip eden “Bel’am’ın”
etkisi korkunçtur.
Kısacası, Bel’am, zalim, kâfir yöneticilere yaranmak maksadıyla Allah’ın hükümlerini çiğneyen
ve asıl gayesinden saptıran kimseleri temsil etmektedir. Bel’am, dünyevî çıkar ve hesaplar için
Allah’ın dinini tahrif eden bir ilim ve din adamını, küfür sistemlerini anlatıyor.
Bel’am, Süfyanizm Oligarşisinin kuklasını, zalim Müslüman fetvacılarını da mükemmel remz
ediyor bugün. Anlayana Be’lam kıssası bile yeter. Anlamayana Bel’am’ın eşeği dile gelip
konuşsa, duası makbul Bel’am gibi alim olsa, yine de anlamaz. Bir Bel’am olmaktan Allah’a
sığınınız. Be’lam da Hz. Musa yı kıskanmıştı. Allah dilini doladı boğazına. Her devirde bir
Bel’am var. Vesselam…
Erdoğan nasıl kurtulur veya kurtulamaz”
10 Ağustos 2014’de Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, “12 Eylül 2010
referandumunda halkımız HSYK’ya fazla yargı özgürlüğü vermişti, tırpanlamak zorundayım”
diyerek yargıya hesap vermekten kurtulamaz. Halkın iradesine saygısızlık yaparak siyasi
iktidarda uzun süre kalamaz. 2011 seçiminde verilen emanet oyları halk yarın sandıkta geri ister
ve alır. Halk, elbette birgün “2011’de verdiğin sözlerin tam tersini yapıyorsun” der, mühlet verir
ama ihmal etmez. Halk, size seçimde verdiği emanet oyları kötüye kullandığınızı söyler, “mertlik
değil namertlik yapıyorsunuz” der. 3 Kasım 2002’deki partileri nasıl sildi atsıyda sizi de sandığa
gömer. Seçmen, yalancıları, yolsuzluk yapanları, toplumu bölenleri sevmez, zira müslümanın
münafıklık alameti olan 3 şeyi yapmayacağını bilir: “Müslüman, yalan söylemez, emanete
hıyanet etmez, verdiği sözde durur.”
Hakim ve savcıları kendi denetimine almaya çalışan bir lidere dünyanın her tarafında “diktatör”
denir. Bazı ülkelerde “firavun”, “tiran”, “padişah” veya “kral” dendiği vakidir. Ülkenin emniyet
kolluk kuvvetlerini yolsuzluklarımız ortaya çıkmasın diye mağdur eden bir lidere kimse
inanmaz. Geç bunları. Müslüman bir gönül, binlerce dindar kamu çalışanını insanı kışın
ortasında mağdur edip, tasfiye veya sürgün etmez. Bu insanlığa yakışmaz. Kendi düşen ağlamaz.
Mazlumun ahını alırsan ahı çıkar aheste aheste demiş atalarımız. Ağzı dualı insanların
yeminleşmesine neden amin diyemediğinizi tüm dünya biliyor. Haksız olan ahitleşmeden korkar,
Allah’ın laneti isabet eder diye çekinir.
Bir başbakan, “HSYK’da yeni düzenlemenin Anayasa Mahkemesi’ne gideceğini varsayıp oraya
gözdağı vermeye çalışıyorlar” diyemez. Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile yargıya müdahale
edemez, yargıyı kontrol altına almak için düzenleme yapamaz, yargıyla dalga geçemez. Bugün
değiştirmeye çalıştığı kanun teklifi ile yarın AKP’yi kapatmak isterlerse, bu defa halktan dua
alamazsınız, yüzünüze dahi bakmazlar. Kapı kapı dolaşıp AKP için oy isteyen kardeşlerinizi,
yolsuzluğunuzu örtbast için bugün yolda bulduklarınıza tercih ederseniz, ne tarih sizi af eder
nede temiz vicdanlar!
Bu denli büyük yolsuzluk ve rüşvet iddialarından “mağduriyet edebiyat”ı ile haklılık çıkmaz.
“Hayırsever işadamı, bilirim iyi çocuktur” dediğiniz Reza Zarraf’ın Dubai’nin polis şeflerine
eskort kızlar ayarlamasına açıklık, izah getiremezsiniz. Daha kimleri tuzağa düşürdü
bilemezsiniz. Bedava hayat kadını sunmak zinaya onaydır, rüşvettir. Seks kasedi hazırlatanların
şantaj ve tehditine açık olmak, paçayı, pabucu kaptırmaktır. Zarraf’ın Çağlayan bakanınıza aldığı
700 bin dolarlık saat, hediye değil, resmen rüşvettir. Zarraf’ın eski İçişleri Bakanınızın oğlu
Barış Güler’e 2 yıllık danışmanlık ücreti için ödediği 15 milyon dolar, rüşvettir. Halk Bankası
Genel Müdürü’nün ayakkabı kutusunda bulunan 4.5 milyon dolar, devlet parasıyla ticaretten elde
edilen komisyon değil, rüşvettir. Bakanınız Eğemen Bağış’a ödenen vatandaşlığa geçiş için
ödenen birer milyon dolarlar danışmanlık, komisyon veya bir hak değil, düpedüz rüşvettir. Altın
dolu uçağın kalkışına izin verilmesi için Zarraf’ın ödediği milyon dolarlar komisyon olamaz,
rüşvettir.
Sadede gelelim. Bol maaşlı besleme yazarlarınız, devletin ihalesini peşkeş çekerek altın tepside
sunduğunuz devlet medyaları, devlete paralel gazetecileriniz, MİT ajanı kalemşörleriniz hava
civadır. Ne yaparsanız yapınız, oğlunuz Bilal Erdoğan’ın Harvard’tan mezun olduktan sonra
geçen kısa sürede nasıl 300 milyon Euro çeviren bir işadamı olduğunu halkımıza anlatamazsınız.
Öğrenci iken mi harçlığını biriktirdi, yoksa 10 bin TL olan maaşınızdan artırıp da mı koltuk
çıktınız? “Başbakan ve bakan çocuklarına iltimas geçiliyor, devletin içi boşaltılıyor, haksız
rekabet yapılıyor” iddialarını boşa çıkartamazsınız. Gelinizin hesabında bulunan 25 milyon
dolar, izahtan vabestedir. Diyelim ki, bunlar humus paraları ve hayırlarda kullanacak, bağışlar
yapacaktınız, ülkemizde binlerce vakıf var, onlar gibi neden yapamadınız?
Peki kızınız Esra’nın TÜRGEV’deki konumunu abartmadınız mı? Yazık değil mi sosyoloğunuz
Özlem’e, kardeşini bakan yardımcısı yapıp kalemini yamulttuğunuz Hilal Kaplan’a? Bu vakfa
bağışı mecbur kılmasaydınız, onca devlet ihalesi alan zenginleriniz neden zoraki yardımda
bulunsun? Neden Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, sit arazisi olan arsayı siyasi hayatını
tehlikeye atarak vakfa versin, geri adım attığında zoraki imza atsın ki. Tarihi dokusu olan ve
Turizm bakanlığına bağlı iki skandala hiç değinmiyorum, küçük kalır sizin için. Ecdadın yadigarı
Fatih’te otel ve restaurant mı olmalıydı tarihi yapılar? Yazık değil mi? Şanlı Urfa Belediye
Başkanı Fakıbaba, neden gözünden çok sevdiği en değerli arsasını TÜRGEV’e bağışlayıp
azabınızdan emin olsun? Hayırda yarışalım ama haksız yarışmayalım. Korku ve tehdit ile yapılan
hayırdan, devlet, kamu hakkı üzerinden verilen komisyondan, rüşvetten tuvalet taşı bile
yaptırılamaz. Hele hele rekabet damarı ile milletin vicdanı olmuş cemaatın hayırları
engellenemez. Blöf, şantaj yapılamaz.
MİT’İn raporuyla sabit ki, size Reza Zarraf’ın kimleri avucunun içinde aldığı Başbakan
Erdoğan’a 8 ay önce bildirildi ve bunun zafiyet oluşturduğu notu düşüldü. Hırsızı, uğursuzu
biliyordunuz, tedbir almadınız. Emniyet ve yargı müdahale edince bu skandal nasıl birden
cemaat tasfiyesine dönüştü. Bu kadar yalana, fırıldak çevirmeye ne gerek vardı? Kendi kendinizi
temizlemek yerine oturup kara bir plan yaptınız. Bilal Erdoğan, ABD yıllarından kankası Nuh
Yılmaz’ı hemen bu devrede 6 ay önce MİT’e Basın Müşaviri oldu. Ayrılan devlet bütçesi ile
Aydınlık’ın Karanlık Ekibi ile ortak fitne masası kurdunuz ve cemaat ile savaşa başladınız.
Savaşı cemaat başlatmadı, sadece kendini savunuyor. Emniyet ve yargıda cunta icadı, cemaatın
paralel devlet diye suçlanması, dershane kapatma saldırısı ile cemaatı haksız duruma düşürme,
algı savaşını tek tek kurguladınız. Açıp bakın, Sabah gazetesi, son.tv ve medyagündem adlı fitne
sitelerinde üretilen yalan dolan haberleri sizler planlamadınız mı? Tüm suçlarınızı aklamak için
formülünüz bu mudur? Tutkun Akbaş gibi geçmişte 28 Şubat’ın kullandığı bir maşadan medet
uman Neo 28 Şubat ekibiniz, medyadaki gazeteci ve yazarları tek tek satıp alıp, tehdit ve şantajla
susturup, yemleyip, gemleyip bunca ahlaksızlık yaparken susmamızı mı bekliyorsunuz?
Susmayacağım.
Oğlunuz Burak’ın ticaret yaptığı 5 gemicik’inin 100 milyon doları geçtiğini, bunları verenlere
“gebe kaldığınızı” ve haklarını nasıl ödediğinizi bilmeyelim mi? Başbakan oğlu diye torpil
geçiyor olabilirler mi? Damadınız Berat ve ağbisi Serhat’ın babaları Sadık beyin yüzünü kara
çıkartmasına mı yanalım, yoksa Sabah gazetesinin MİT’in Aydınlık fitne ekibi ve AA destekli
yürüttüğü asimetrik dezenformasyon, yani psikolojik savaşınızın ahlaksızlığına mı? Berat, Fatih
Koleji mezunudur, haramı helalı cemaat ona öğretmişti, ikircikli işlerle bozduysanız günahı sizin
boynunuza. 17 Aralik operasyonu sırasında devredilen Sabah elinizde patlayacak!. Aslında hiç
devredilmeyen Sabah gazetesinin yönetimi halen avucunuzda veya cuntaya verdiniz!
Kalyonculara geçemez, zira mal varlıklarına el konulma seviyesinde yolsuzluklara karıştığını
elbette biliyor olmalısınız. Sabah’ı bitirdiniz. Mızrap çuvala sığmaz.
Son yılların milyar dolarlık ihalelerinde dönen bol sıfırlı milyon dolarlık rüşvetlerde boğazda her
biri 10 milyon dolar değerinde 3 politikacıya 3 yalı hediye edildiğini duymak bile
istemiyorsunuzdur. Kimin verdiğini de yazayım mı yoksa savcılığa ihbar mı edeyim. Faydası
olmayacak, sizde biliyorsunuz. Savcının elinden dosyayı aldınız, 2000 polisi sürgün ettiniz,
benim dilekçeme mi bakacaksınız? Gerçi yeni HSYK düzenlemesinden sonra savcı ve hakimler
Adalet bakanına, tabi başbakana doğrudan bağlı olacak ve hiç bir dava aleyhinize açılamayacak.
Önümüzdeki 5 yıl ya ülkemizin kirliliklerden temizlenme ve yükselme dönemi olacak veya beş
yıl daha ülkeyi kitleyecek ve yolsuzluklarınızı denetletmeyeceksiniz.
Eğer tüm bu iddialar yalan, tek doğru “uluslararası komplo “ise gazetecilik mesleğini
bırakacağım, kalemimi de kıracağım! Sakın sizin bunca zafiyetinizden yararlanan global ve yerli
fitne fesat şebekesi, AKP ve cemaatı bitirme operasyonu yapıyor olmasın! Kumpası sizin elinizle
cemaaate kuran kurtların ve sırtlanların dönüp sizden dişlerinin kirasını istemeyeceğinden emin
misiniz? Recep Tayyip Erdoğan, tüm bu rezilliklerin üstünü örterse, kurtulamaz. “Yolsuzluğu
yapan oğlum, kızım, gelinim, damadım olsa yargı icabına baksın” derse, kurtulur. Yargıya,
emniyete müdahaleyle güven oluşmaz. “Elit bakan çocuklarıyla yeni Türkiye, yeni AKP
kuracağım” der, milleti kandıracağını sanırsa, kurtulamaz. “Yeni Türkiye’de ayrımcılık, nefret,
ötekileştirme olmayacak, hukuk ve adalet herkese eşit dağıtılacak” derse, kurtulur. Başka türlü
kurtulamaz.
Parabol parti devletinin çöküşü!
Paralel ve gizli devletleri 2. Dünya savaşından sonra NATO ülkelerine yerleştiren Amerikan
derin devleti, Gestapo ve SS ajanlarını kullanmıştır. Başındaki isim Gehlen, 300 SS ajanı ile CIA
emrine girdi ve 1979’a kadar hizmet etti. Paralel devlet tarifini 2. Dünya Savaşı yılları
sonrasından dünyada ilk defa tanımlayan kişi, Amerikalı tarihçi Robert Paxton’dır, onun
tanımına göre ‘devlet içinde devlet’, aslında yıllardan beri bildiğimiz despot derin devletten
başkası değildir. Derin devletleri, emperyalizm sınırları dışına çıkmasın diye NATO’nun
kurduğunu, yönlendirdiğini, gerektiğinde kadroları değiştirdiğini sağır sultanlar bile duydu.
1996’daki Susurluk kazasına kadar paralel veya derin devlet konusunda Türk kamuoyu
kararsızdı. “Derin devlet”in kökenine dair en az iki teori vardı: Kimilerine göre “derin devlet”in
kökleri Soğuk Savaş döneminde NATO’ya üye ülkelerde oluşturulan ve CIA tarafından
yönetilen ve finanse edilen istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerine dayanır. Bu örgütün
Türkiye’deki adı “Kontrgerilla”dır. Ondan ilk kez 1974 yılında merhum Başbakan Bülent Ecevit
söz etmiştir. Başkalarına göre ise “derin devlet” köklerini, Osmanlı devletinin son yıllarında
İttihat ve Terakki yönetimi tarafından kurulan gizli istihbarat ve askerî operasyon örgütü olan
“Teşkilat-ı Mahsusa”dan almaktadır. 2007’den beri paralel devlet, Türkiye’de geçmişte
kullanılan ‘derin devlet’, ‘Gladiyo’, ‘Ergenekon’ kavramlarının bugünkü hali olarak
tanımlanabilir. Gladio’nun Türk devletindeki hali ise, ‘Ergenekon’, şimdi ise adı ‘Göktürk’
yapılanmasıdır.
Ancak Ergenekon yapısı AK Parti’nin iktidara gelmesi ile de iktidar bloğunda bölünmeyi
beraberinde getirdi. Özellikle 2007′deki seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra
Ergenekon yapısı olarak tanımlanan paralel devlet, temel stratejisini değiştirmedi; ancak Paralel
devletin erkini elinde bulunduran güçler değişti. Kemalist statükocu elitin yerini Türkçü İslami
muhafazakar statükocu elit aldı. Bu paralel yapılanmanın yeni sahipleri ise geriletilmiş Kemalist
statükodan arta kalan ve yeni devlet yapısı ile uzlaşan askeri ve sivil bürokratik kesimlerle AK
Parti’nin muhafazakar İslami elitiydi. AK parti, bir parti devleti oluşturmaya yöneldi, buna en
yakın örnek Hitler’in yapılanması veya Atatürk’ün tek parti dönemi CHP’si idi.
Cemaat siyasetin ve oligarşinin emrine girmediği için bu yeni yapıyla uzlaşmadı ve tasfiye
edilmek için düğmeye basıldı. 7 Şubat krizi, derin olişarşinin truva atıdır ve cemaat ile AKP’yi
ayrıştırarak AKP’ye tamamen kendi emrine almaları için dizayn edilmiştir. 2010 yılında MİT’in
cemaatı terör örgütü listesine alması, 4800 takipçisini fişlemesi, dinlemesi ve izlemesine onay
veren AKP eliti, Ankaralaşmıştır. 2010 referandumu ve 2011 seçiminde ayrışma öncesi son
goller cemaat tarafından atılsada, 2011 yazından itibaren derin oligarşi cemaat memurlarını
devletten temizlerken, öte yanda zenginleşen ve kirlenen AKP’nin paragöz elitlerini tepe tepe
kullandı. Parti devletinde liderin egoist olması tercih edilir. Hitler’i Almanya’da iktidara getiren
dış gücün Büyükdede Bush ile Yahudi zenginleri olduğu hep gizlenir. Hitler aslında zayıf
Yahudileri yok ederek ve korkutarak tüm Yahudileri yeni kurulacak İsrail’e postalamaya çalışan
bir emir eriydi. Ancak kantarın topuzu bir defa firavunun eline geçmeye görsün, fitneyi
durdurmak kolay değildir.
Parti devleti tanımına en uygun paralel devleti Hitler, faşist Nazi Almanya’sında Gestapo diye
bilinen bir siyasi polis teşkilatı ile kurdu. Seçimlerle iktidara geldi ve tek başına güç elde ettiği
anda güç zehirlenmesi yaşadı. Bugün istihbaratı tek elde toplayan ve muhaberat devleti kuran
Erdoğan gibi Hitler’de Gestapo ile devlete paralel bir ‘gizli devlet polisi’ oluşturdu. Devlete
değil Hitler’in partisine hizmet eden Gestapo’nun en mühim görevi siyasi casuslar ile muhalifleri
bertaraf etmek olmuştu. Ayrıca bir diğer paralel devlet yapılanması olan SS’ler gibi fakir
Yahudiler, Çingeneler ve homoseksüellere yönelik soykırımda olağanüstü yetkilerle görev
almışlardı. Kin, nefret ve öfke dili kullanıyor, toplumu ötekileştiriyorlardı, Almanlar büyülenmiş
gibiydi, Hitler güçlü bir hatipdi.
Gestapo ve SS, devlet içinde resmi yapılar olmasına rağmen raporlamalarını devletten çok Nazi
Partisi’ne vermiştir ki paralel devlet tanımlamasını en çok hak ettiği unsur budur. MİT, bugün
AK Parti ile devleti birbirine karıştırdı, başbakanın yanlışlarını örtbast etme derdine düştü. Zaten
paralel devlet kavramının en ince mevzusu budur. Paralel devlet denilen şey, aslında derin devlet
kadar gizli bir şey değildir. Devleti esir almış bir siyasi parti organizasyonu için hizmet eden bir
unsurdur. Almanya örneğimizde bu unsur Nazi Partisi’dir. Türkiye’de AKP paralel devlet
partisidir. Gestapo gibi SS’ler de ordudan ve klasik polisten çok daha fazla yetkilere sahiptiler.
SS’ler ‘özel olarak yetkilendirilmiş’ birimlerdi. Ne var ki SS’ler de devlet içinde devlet
olmamışlar ve devleti ele geçirmiş olan siyasi organizasyonun ideolojisi gereği devletin içinde
devlet gibi hareket edebilmişlerdir. Onlara bu özgürlüğü sağlayan ise devleti ve kurumlarını ele
geçirmiş olan Nazi Partisi’ydi. AKP, devlet kurumlarını tek tek ele geçirerek yandaşlarına
dağıttı, toplumda yanlışa direnecek hiç bir güç kalmadı, çünkü Gestopa ve SS başlarını ezdi,
zalimce muhalifler yok edildiler.
İtalyan faşistlerinin ‘kara gömleklileri’ de bir diğer çarpıcı örnektir. Onların da görevi
muhalifleri susturmak, sindirmek, yok etmek ve ortadan kaldırmaktı. Paralel parti devlet
örneklerinin karakteristiği evrensel, ulusal hukuk standartlarına uymak zorunda olmamalarıydı.
Yargısız infaz yapabilirlerdi. Kurdukları devlet destekli medya kara propoganda yapar, hedef
gösterir, SS tetikçileri hemen öldürürdü. Derin devletlerden farklı olarak bu infazlarını aynı
faşizmin ele geçirdiği medya vasıtasıyla halka “hukuk standartları” içinde sunabilme
kabiliyetleriydi. İnfaz ettiklerini, çoktan ele geçirilmiş faşist medya kanalları ile kolaylıkla vatan
haini ilan ederlerdi. Soğuk savaş sonrası türeyen derin devletler, infazları çaktırmadan işlerken,
hatta suçu başka unsurlar üzerine atarken paralel parti devletleri herkesin gözü önünde her türlü
cinayeti işlemekte özgürdüler. Bu cinayetler bazen bildik cinayetler, bazen hukuk cinayetleri
olabiliyordu. Yüzsüzdüler. Devleti korudukları için Gestopa ve SS subayları hep vatansever
olduklarını iddia edeceklerdi.
İstihbarat devletinde parti tek hakimdir, bazen sivil teşkilatlar, STK’lar ve hatta dini bazı
cemaatler de bu güce tapar, korkar ve işbirlikçi sınıfa girebilir. “Öl de ölelim, gir de girelim”
diye yırtınan herhangi bir siyasi partinin gençlik kolu da paralel devlet olabilir ki yine bunun en
meşhur örneği Nazi gençliğidir. Hitler’in yaptığı seçim meydanları ve salonlarda Nazi gençliği
vardır, Hitler’in halk ile irtibatı kopartılmıştır. Tıpkı AKP ve Erdoğan örneği gibi. Erdoğan’ın
konuşma yapacağı yere 3000 AKP gençliği alkışlasın diye götürülüyor ve liderin gözü
boyanıyor. Krala çıplak olduğunu kimse söylüyemiyor. Dört beş danışmanla her şeyden haberdar
olduğunu sanan lider yalnızlaşıyor ve kaybediyor.
Öte yandan, boğazına kadar siyaset ve ticarete batmış, buna rağmen “biz hayır yapıyoruz” diyen
çıkarcılar, nemalananlar, öküz lider Hitler ölene kadar diktatöre güya ölümüne bağlıdırlar,
basiretleri, ferasetleri yoktur. Aslında para bol olduğu için ‘emret komutanım’ edasında olan bu
tiplerin onurları, şerefleri, hele hele şahsiyet ve kimlikleri hiç yoktur. İki dakikada taraf
değiştirebilirler, renk değiştirmede bukalemonları, vahşilikte sırtlarını geçerler, dişleri olsa
yamyam olur kardeşlerini yerler. İnsaf ve vicdanları hiç yoktur. 2. Dünya savaşında 50 milyon
insan öldü, sebebi Hitler’in nefret ve kin diliydi.
Bizimki gibi tek parti devletlerinde ise, istihbarat teşkilatları dışında paralel devlet olmaz. Özel
Harp ne derse o olur. Cemaat gibi toplum yararına çalışan, eline silah almamış sivil toplum
örgütlerinden paralel devlet çıkarmak iğne deliğinden deve geçirmekle eşdeğerdedir. Para,
makam, güç, yargı, polis, istihbarat, ordu elinde olan güç tek adamsa paralel devleti kolayca
kurabilir. Kısacası, bizzat hükümetin başı olan şahsın isteği ve emri doğrultusunda devletten
yetkili birtakım işler çeviren yapılanmalara‘paralel devlet’ denir. Paralel devletler hükümet
aleyhine işler çevirmezler. Siyasi emrinden kimse çıkamaz. Cemaat, siyasetin emrine girmeyerek
aslında herkese paralel devlet olmadığını ispatladı. Cemaata derin devlet hiç denilmez ama
AKP’ye olsa olsa “parabol devlet” denilebilir.
Türkiye’de siyasal olarak iktidar olan bir yapının ‘derin devlet’in onayını almadan ya da onunla
uzlaşmadan iktidara gelmesi, bunca kirlenmişlikten sonra helede iktidarda kalabilmesi çok
zordur. Dolayısıyla AK Parti’nin derin devlet ya da paralel devlet ile bağı söz konusudur. Şimdi
bu bağla ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Derin devlet veya paralel devlet denilen bu oluşumlardan
ülke olarak temizlenmek gereklidir. Devletin derini yada paraleli olmaz, olmamalıdır.
Demokrasi, özgürlük ve insan hakları olan, kolluk kuvvetleri dürüst işleyen, işletilen, tarafsız ve
adil bir yargı ve hukuk devleti üzerinde durulması, olması gerekendir. Cemaat, Hitlerizm’e
giden ülkedeki yanlışlara dur diyebilen cesur yürektir.
Parabol parti devletine artık bir son verelim! Sandıkta alınan halkın iradesi yetkisi suistimal
edilmiş ve AKP Hitlervari hareket eden liderine teslim olmuştur. Onca yolsuzluktan sonra istifa
ettirilen, başbakan da istifa etsin, o yaptı diyen eski bakan Erdoğan Bayraktar’ın özrü buna en
açık delildir, zira parti devletinde lider hata yapmaz ve eleştirilemez. Bu partiden bu ülkeye artık
hiç bir hayrın gelmesi beklenemez. İşte bu nedenle AK Parti Haziran 2015 seçimlerine kadar üçe
bölünecek ve milletin iradesi karşısında diz çökecektir ve halk emanet oyunu geri alacaktır.
Hizmet’e karşı yürütülen paralel devlet hikayesi aslında tilkinin bir “Haçsız Haçlı Savaşı”
olabilir. Zira bu yöntem CIA ve MOSSAD’ın yıllardır Jakop’un kullandığı bir tilki hikayesidir.
Süfyanizm Oligarşisi ve global İslam düşmanları Hizmet’e savaş ilan etti, PKK teröristleri ve
Ergenekon ile ittifak yapıldığı artık gizlenmiyor. Bundan sonra tilkinin gayesi paralel bahanesi
ile kamuoyu oyalanırken ve aldatılmış iken belirlenen Büyük Kürdistan haritasında Türkiye
ayağını MİT ile ülkemizden ustalıkla kotarmaktır. CIA ve MOSSAD, Kürdistan’ın Suriye ve
Irak ayağını MİT ile beraber kurdu, kopardı, sıra büyük hırsızlığa geldi. KCK, dört ülkede
kurgulanan üst yapının adıdır.
Nietzche, Hitler ve Tiran
Hitler ve Tiran arasındaki benzerlikler artıyor. Hitler, ‘tek ırk, tek devlet, tek lider’ zihniyetini
Alman toplumuna nasıl kabul ettirdi? Elbette Frederick Neitzche’yi kullanarak. Üstün ırkcı
Hitler, sadece Yahudileri değil, kısa boylu cüce Almanları, aşırı şişman obezleri, çok koyu tenli
olanları, Çingeneleri, sakatları, akıl hastalarını ve Homoseksüelleri de katletti. Ve bunu topluma
Alman düşünür Neitzche’nin emri gibi sundu. Hitler, ‘Müslüman Tiran’ gibi adım adım
yükselirken önce toplumun güvenini kazandı, sosyal projeleri sosyalistce adildi, aama kurduğu
ittifakları sürekli değiştirdi, ordu ve kralı mükemmel kandırdı. Kime nerede şeker, nerede sopa
vereceğini çok iyi biliyordu.
Hitler’in arayışında olduğu üstün ırk; kökünde ırka dayalı, kafatasçı olmasının yanısıra özünde
kan bağına dayalı fiziksel bir üstünlüke dayanıyordu. Tam bir ırkcı saçmalık ve ayrımcılıktı.
Peki, Hitler’e neden onca saygın Alman düşünür karşı çıkmadı veya engel olamadı?
Nietzsche’nin ‘üstinsan’ teorisini Hitler kullanırken, Alman toplumu hipnotizma mı olmuştu,
neden beyinleri uyuşmuştu?
Nietzsche 1844-1900 arasında yaşamış bir filozoftu, yani henüz ortada Hitler yoktu. Tiran, insan
olsaydı, üstün insanları yetiştirecek, asmayacak, kesmeyecekti. Bu nedenle Nietzche ve Hitleri
birbirine benzeten zırcahildir, “İnsanca, Pek İnsanca” kitabında dediği gibi buna ‘HOMEROS
GÜLÜŞÜ! ile gülmek gerekir. Nietzsche’nin istediği insanı ayakta tutan, ona değerini
kazandıran, geleceğe yön veren, hedef koyan önemli kişilerin ortaya çıkmasıydı. Nietzche’nin
üstinsanı, tasavvuftaki insan-ı kamil’dir. Gülen Hocaefendi gibi aydın, kamil insanları asarsak,
bir Tiran gelir topluma lider olur ve mutlak iktidarında güç zehirlenmesi yaşanır, hukuku ve
özgürlüğü ortadan kaldırır.
Hitler çok pragmatist, çıkarcı idi, siyaset için suistimal etmediği Alman kutsal değeri kalmadı.
Nietzche’nin üstinsan’ı bunlardan biriydi! Bizim Tiran’a model olarak Hitler’in seçilmesi tesadüf
değildir. Aristo mantığıyla, “Tecavüz suçunu işleyenlerin önemli çoğunluğu erkektir, Öyleyse
bütün erkekler potansiyel tecavüzcüdür” diyemeyiz. Kimse Einstein’ı atomu parçaladı diye
faşistlikle suçlayamaz. Nerden bilsin, ABD, Atom bombasıyla Hiroşima ve Nagazaki’de 500.000
insan katledecek ve bunun adına barış misyonu diyecek! Üstad Said Nursi Hazretleri de ormanı
yakabilir diye kibrit yasaklanamaz, adam öldürüebilir diye bıçak kullanımına son verilemez
diyordu. Hitler ve Tiran, Nietzche’yi tepe tepe kullanıyorsa, suç sadece Tiran’ın değildir.
Hitler politik yalancılıkt bir hatip ve söz ustadıydı. Her seçimi harp olarak algılar,, hile yapmayı
ve kara propagandayı legal, en doğal hakkı veya Müslüman Tiranca desek ‘caiz’ görürdü. Oysa
“Bütün genellemeler yanlıştır, bu da dahil” der Nietzsche ve bireysel suça dikkati çeker.
Toplumsal aynı suç işlenmeye başlayınca toplumsal bir belanın toplumun balına sarılması
kaçınılmazdır. Mesela herkes çapına göre hırsızlık yapıyorsa ve kimse kimseyi düzzeltmiyorsa,
sizi gelir bir Hırsız ve zalim bir Tiran yönetir.
Nietzsche Deccal (der Antichrist) kitabında bir kavmin komple üstün insanlardan oluşabileceğini
savundu, ancak bununla ahlaksız insanları kast etmemiş, kendini aşmış ahlaklı insanlardan
oluşacak bir toplumun hayalini kurmuştu. Hitler, üstüninan tanımını değiştirdi, Kavgam kitabına
üstün ırk olarak aldı.
Nietzsche, Güç İstenci teorisinde, Platon, Pascal, Spinoza ve Goethe’den bahseder ve kan bağına
dayalı üstünlüğü açıkca ret eder, kaliteli insan faktörü çok önemlidir! Hitler gibi ırkçı değildi
Nietzsche. İlginç soru sorular sorardı: Maymun insan için nedir? Bunlardan biri. Cevabını verir:
Bir kahkaha veya acı veren bir utanç. Üstinsan için sıradan insanların davaınış biçimi böyledir:
Bir kahkaha veya acı veren bir utanç..
Üstinsan deyimi Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabında bolca geçer. bir Süpermen ya
da Batman değildir üstinsan aslında, insan ile ‘maymun’ arasında veya ayarında birisidir. Yani
maymunluktaan çıkıp insan olmalıdır. Sufilerde aynı görüşü savunur. Alvarlı İmamının en güzel
duası ve sözüdür: Allah’ım bizi insan eyle! Çünkü insanların çoğu hayvandır, insan olabilmesi
için ahlaki değerlere ve nefis terbiyesine ihtiyacı vardır.
Nietzsche, “insanca pek insanca” adlı kitabında, insanın belli ülküler/amaçlar peşinde hayatını
harcamasını “pek insanca” buluyordu. Nietsche’nin üstinsan’ı, bir metafizik değeri, imgeyi,
ahlaki/insani/doğal yada dogmatik kavramı tabulaştırmadı ve putlaştırmak istemedi.Nietzsche,
insandaki müthiş potaansiyle dikkati çekmek istemiştir. Ona göre insanda Budizm’de “nirvanaya
ermek”, tasavvufta “Allah’ın ilahi nuruna ermek” Alevilikteki “ceme karşı duyulan aşk” aynı
konseptedir.
Nietzsche ne ırkçıdır, ne üstün sarışın yırtıcı ve soylu hayvanla Alman ırkının üstünlüğünden
bahsetmişti; insanlara hayvanlaşmayın demek istemişti. Eğer Nietzche, Ateist olmayıp,
Müslüman olsaydı. Müslümanlar tarafından sevilir, ”Üstinsan” görüşü de tüm Müslümanlarca
benimsenirdi.. Nietzche’nin ‘Otoriter Devlette Tiranlık’, ‘Militar Totaliterizm’ ve ‘Tek Lider
Egoizmi’ teorilerine bakarsanız, Bizim Tiran’I ve Hitler’i net görürsünüz!
Hitler, konuşmalarında Nietzsche’den alıntılar yapardı; cepheye gönderdiği askerlere onun
“Böyle buyurdu Zerdüşt” adlı kitabını dağıtır ve okumalarını sağlardı. Acaba neden? Lidere
kayıtsız şartsız mutlak itaat, liderin mutlaka bir bildiği vardır, hikmeti hükümet beyin yıkaması
yapıyordu. Zerdüşt’te bir maneviyat vardı, şeytana karşı savaşı kazanıyordu. Hitler, hiç bir
zaman kendini şeytan olarak görmedi, hep siyasi rakip ve düşmanlarını şeytanlaştırdı.
Nietzsche “ahlakın soy kütüğü” yapıtında aöıkca savunurr ki, soyluluk kan bağından gelmez,
sağlıklı bir fizyolojiden yaşam enerjisiyle donanmaktan kaynaklanır. Bu teori, aslında Orta
Çağ’ın soyluluk esasına dayalı derebeylik sistemine bir başkaldırı idi. Almanlar tarih boyu
kontlar, dükalar, lordlar, asil soylular ve derebeylerinden çok çekti. Federal Almanya’yı tek bir
çatı altında toplayacak bilinç kana dayalı soyluluk olamazdı. Nietzsche şöyle dedi: “Sizin
kökeniniz, nereden geldiğiniz önemli değil. Bundan sonra onurunuzu oluşturan, tersine nereye
gittiğiniz esastır”. Çalışkan ve disiplinli Alman toplumunun sürekli patinaj yapmasını içine
sindiremiyordu ve buna en büyük engelleri ayrımcılık, eşitsizlik ve adaletsizlik olarak belirledi.
Nietzche’ye göre her bireyin bir (übermensch) değeri vardır, oysa Karl Marks’ın bireyi üretmez,
bir sistem kölesidir. Nietzche, ,nsanın hayvan ile süper insan arasında bocaladığını gördü, Marks
ise en baştan insanı hayvan kabul etti ve onu ekonomik bir makine halinde algıladı. Nietzsche’ye
atfedilen çoğu faşistik görüşler, ablası Elizabeth’e aittir. Onunla cinsel ilişki yaşadığını mantıklı
bulmuyorum, ahlaka önem veeren birine uygun düşmüyor. Nietzsche öldükten sonra ablası onu
kendi faşizan görüşlerine alet etmiştir ve Hitler’in kullanmasına yardımcı olmuştur.
Nietzsche’nin eserlerinden Hitler, çok güçlü bir Nazi propagandası çıkardı, Alman ırkı
üstünlüğüne dayalı Nazizim kurdu. Müslüman Tiran da bugün Hitleri aynen takip ediyor. Oysa
Nietzsche, her dürüst, duru, ahlaklı, net bir biçimde yaşayan bağımsız bir insandır derdi. İyinin
ve kötünün ötesinde soylu bir ruha sahipti. Hitler ve Tiran’ın mertliği, zoru ülkeden kaçana
kadardır. Hitler’in ve eşi Eva’nın kendini yakarak öldürmesini onurlu bir feda olarak satanlara
kızıyorum. Hayır, çok onursuz bir kaçıştır, yaptığı zulümler yargılandığında toplum onun
suratına tükürmeli, hergün yeniden acılar içinde ölmeliydi.
“Biz arzulanana değil arzulamanın kendisine aşığızdır” dedi Nietzche. Babasının rahip oluşu
gerçekten ilginçtir, bir Protestan olamadı..Nietzche’nin en büyük hatası İslam’ı da diğer dinler
gibi dogmatik bir sosyal inşaat ve ideoloji olarak gördü, ‘Allah öldü’ diye ümidini kaybetti. Bu
karamsarlık toplumun Hitler gibi bir pskopat, şizofren bir manyağı kurtarıcı sanmasına yol açtı.
Nietzche’ye göre, tüm ideolojiler çöplüktür, kalbi değildir, çakmadır. Alman toplumu, önceleri
Hitler’i kendi içinden sırdan bir halk sandı ve onun bir er rütbesi ve uzatmalı astsubaylıktan
generalliğe hızlı yükselişini önemsemedi.
Büyük dede Bush’un, Rockyfeller ve Rothchild ailesinin Müslüman Tiran’a olduğu gibi Hitler’e
de sponsor olduğunu toplum asla öğrenemedi. Yahudilerin israil’e gitmesi gerekiyordu ve hiç
birinin rahat içinde oldukları Avrupa’dan kımıldamaya niyeti yoktu. Belki de tarihin en büyük
sırlarından biri budur. Hitler’i başa getiren Thule örgütünün ve Masonik Osmanlı Baronu
Sebottendorf’un üstinsan karakteri, Tiran için Mehdi, Apo için Zerdüşt olarak belirlendi.
Romantik biri olan Nietzsche’nin üstinsan modeli Zerdüşt karakteridir. PKK elebaşısı Öcalan’a
bir kitap yazan Almanlar onu Zerdüşt yaptı ve 2012’de onun adına felsefi bir kitap daha yazıp
propogandaya başladılar.
Aslında Nietzsche nihilist değil anti-nihilist bir kişilik. O boşluğu doldurmak için kendi
değerlerini ve çözüm önerilerini paylaşmıştır. Nietzsche’nin ortaya attığı nihilizmin bir “ekole
mahkum” bir olgu olmadığını hatırlatayım. Tiranlardan, Alman kraldan doğan bir umutsuzluk
vardı, onu protesto ediyordu! Nietzhe postmodernite teorisinin ilk babasıdır. Ancak şunu
anlayamadı, İslam bir ideoloji değildir. Nietzche, 20. Yüzyılda veya bugün yaşasa, ülkemizdeki,
Siyasal İslamcıları görseydi halen İslam’ı siyasi ideoloji sanmaya devam ederdi. Gülen’i görse
ve tanısaydı, sanmazdı!
Hitler’i kullanıp Almanya’yı insanlıktan çıkaran ve uçurumdan aşağıya atan zihniyetin talabeleri
MİT’deki kara koyunlarımız ile yaşıyor. Ergenekon yapısını Göktürk’e çeviren Süfyanizm
Komitesi Müslüman Hitler’i kafaladı, Tiran aşırı Türk ırkçıları ile Kürtleri vuruşturacaktır.
Baron Rudolf Sebottendorf’un 2. dünya savaşı sonrası Gehlen ile kafa kafaya verip tüm NATO
ülkelerinde Gladyoları ve elbette bizim Ergenekon’u nasıl kurduğunu daha önce yazmıştım..
Hitler’i başa getiren Thule örgütünün Ergenekon’u Hitlervari kurduğunu unutmayalım. Cermen
romantisizmi ve Cermen paganizmini destekleyen Thule örgütü, bizde bunu Türklerin
Şamanizmini yaymak olarak yansıttı. Karaoğlanlar, Atillalar, Tarkanlar, hatta tarihin en büyük
kat,li Cengiz Han bile en büyük Türk kahraman yapılırken, Müslüman Türk Kahraman modelleri
unutturuldu ve toplum hafızasından kazınmaya çalışıldı veya yanlış sunuldu.
Nietzche’nin üstinsan tanımı, nihilistik boşluğu dolduran değerler ve ahlaki niteliğine göre
değişirdi. Hitler, bunu Alman toplumu için ‘Armanenschaft’ tanımı ile doldurdu. Hitler, susarak
ve aptalca onu destekleyen insanlar sayesinde 50 milyon insanı katletmiş bir canavardır. Tiranlar
cesareti halktan, buradan alır. Erdoğan, aşırı radikal bir ”Hitler-Goebbels” propaganda
yöntemcisidir ve bu yolla kaç dönemdir seçimleri ezici bir üstünlükle götürüyor. Halkın iradesini
kullandığını iddia ederken,aslında onu yöneten karanlık global güçlerin sözünden çıkmıyor.
”Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması o
kadar kolaylaşır” diyordu Goebbels. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels diyordu ki: ” Yargı
devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkarı olmalıdır.” Goebbels Hitler’in
çok zeki felsefe mezunu propaganda bakanıydı. Erdoğan’ın kara propaganda uzmanları, Kara
Propaganda doktoralı Hakan Fidan, İranlı şair Sadi Şiraz doktoralı İbrahim Kalın ve Humeyni
hayranı iflah olmaz İran nüfuz ajanı Beşir Atalaydır.
Bazılarının zannettiği gibi 17 Aralık 2013’den sonra yazmaya başlamış, geçmiştee tüm yanlışlara
Hizmet’in çıkarı için susmuş bir gazeteci ve yazar, akademisyen değilim. Alman ve Amerikan
Gladyoları arasında ülkemiz üzerinde yaşanan savaşı, 1 Mayıs 2011′de Canadatürk’te yazmıştım.
http://canadaturk.ca/koseyazilari/farukarslan/7285-alman-ve-amerikan-gladyolarininsavasi.html …
Neler mi yazmıştım? Alman BND’si nasıl çalışır? 1970 ile 2005 arası Almanya’da 42 bin 664
kişi, Alman derin devletine ajanlık, muhbirlik, köstebeklik yaptı! Ülkemizde ve gurbetçiler
arasında kullandığı insan sayısı inanılmayacak kadaar yüksek boyutta. Gazeteciler zaten hiçbir
zaman haber ele geçirmez, hep birileri tarafından avuçlarına konan servis haberlerle ‘süper
gazetecilik’ yapar. Almanlar, doğu illerimize su arıtma tesisi, küçük barajlar bahanesiyle çok
sayıda ajanını yerleştirdi. Çoğu Türkçe ve Kürtçeyi biliyor. Alman BND’nin kadın kullanma,
zenginleştirme ve kasetli şantaj en fazla kullandıkları yöntemler de demiştim.5 bin kişilik bir
kadrosu var. Alman BND’nin hedefledikleri Türk veya Kürtleri seçip, Alman sempatizanı, etki
ajanı ve ücretli ajan yapma kategorileri bulunuyor.
Kimi sempatizan, kimi etki ajanı, kimi ise kadrolu ajan. En fazla milletvekili adayı devşiren
BND, CIA ve Mossad demiş, hatta bazı isimlerde vermiştim. MİT’in kara koyunları bazı Özel
Harpcilerin beyinlerini yıkadılar ve kendi halkını ve dinini dahi düşman görecek kodlarla
robotlaştırdılar. Türk Kontragerillasını finanse eden Rockfeller, Özel Harp Dairesi ile özel
ilişkiler geliştirdi. Üst düzey subaylarımızı eğittiler. Alman BND’nin Türkiye’de kullandıkları
üst düzey üç nüfuz ajanına verdikleri kod lakap isimler “Baron”, “Kumarbaz” ve “Tilki”,
demiştim!
Almanlar, uzun yıllardır telefonlarımızı dinliyor. Kimin ne gibi zafiyeti olduğunu, nasıl ele
geçirilebileceğini biliyor, bunu 3 yıl önce net biçimde yazdım ve her yerde söyledim. 2 Haziran
2011′de 10 yıldır Diyarbakır merkez olmak üzere doğu illerimizde Mossad adına casusluk yapan
bir İsrail vatandaşı yakalandı. Üzerinden Alman BND’nin kullandığı nüfuz ajaanların tam listesi
çıktı, zaten Alman BND’nin nasıl elemanlarına para aktardığını da söyledi. Yakalanan Mossad
ajanı, ana dili gibi Türkçe ve Kürtçe biliyordu. Sabaha kadar süren sorgu sonrası çözülmüştü.
Anlattığı bilgiler bende bulunuyorsa, herhalde Genelkurmay, Hükümet ve MİT’de de vardır.
Büyük skandal şuydu: Nüfuz ajanları, hangi siyasiler,, gazeteci ve iş adamları satın alıyordu.
Almanların akademide etkisi imrenilecek seviyedeydi. Tüm bunlar askeri istihbaratın eline
geçmişti ama üzeri hükümet tarafından sessizce örtüldü! Veya sadece Alman BND’nin ortaya
çıkardığı Deniz Feneri skandalının üstünün örtülmesi için şantaj olarak kullanıldı, AKP iktidarı
kendi çıkarıından başka bir çıkarı üstün tutmuyordu. Asıl sorun da işte buydu, 4 bin yıllık
devletçilik geleneğimize aykırı bir davranış sergileniyordu. Nüfuz ajanlarını suçlamayalım.
“Hain”, “satılmış” diye aşağılamayalım. Yılllarca kendi vatandaşını ‘iç düşman’ gören Gladyo
zihniyeti, az masum değildir. MİT, onları yabancı istihbaratların kucağına itti. Bir suçlu
aranacaksa, Ergenekon’un ve sahiplerini önce bulalım ve cezalandıralım. Yazımı, Alman ve
Amerikan Gladyosunun filleri ve piyonları çarpışırken altında ezilenleri kurtarmak vatandaşlık
görevidir! diye bitirmiştim. Ben halen aynı çizgideyim, Ergenekoncu ve Balyozcuları Silivri’den
çıkartan hangi şantajlara boyun eğdiyse, büyük bir sorumsuzluk içindedir.
Şimdi insaf ile söyleyin; Tayyip Hitler ve Goebbels’in aynı yöntemini radikal bir şekilde
uygulamıyor mu? Tüm medyayı ele geçirmedi mi? Tüm medya Tayyip’in hoşuna giden haberler
yapmıyor mu? İstisnalar dışında tüm köşe yazarları Tiran’a yalakalık üstü yazılar yazmıyor mu?
Tiran, Goebbels’in her dediğini yapıyor: Alman halkının bütün haberleri öğrenmemesi ne iyi!
Sahip olacağı kanaat hazır halde önüne konuyor. Tiran, Hitler’in Goebbels’i izliyor: İnsanlar
gerçek olaylar ve durumlar hakkında açık seçik bir malumata sahip olursa, gevşer çökerler!
Bizim Tiran, radikal bir pragmatist, radikal bir oportunist ve radikal bir makyavelisttir. Emri
altında çalışan tüm ajanları kullanır!
İnsanlar Türkiye’ de etraflarına bakmadan konuşamaz hale gelmediler mi? Telefon da
konuşmaya korkar olmadılar mı? Herkes korkmuyor mu? 1970′lerin hızlı Komünisti, 1990′ların
hızlı Hacısı dayımla bayramda 2 dakika telefonda konuşamadık; seninle konuşanı fişliyorlar
dedi! ”Düşünce özgürlüğü tüm kötülüklerin anasıdır”, ”Diktatör bisiklete binen adama benzer,
durursa devrilir.” diyen Hitler, Tiran’ın modelidir.
Tiran, meydanlarda ve medya da metaforlar kullanır. Halka basit ve onların hoşlanacağı şeyler
anlatır; hoşlanırlar ve asla unutmazlar. Hitler’in ”Büyük yalancılar, büyük sihirbazlardır.” sözü
Tiran için önemli bir pusuladır. Tiran, Ak trolleri, Haram Havuz yandaş medya ile bugün
sihirbazlık peşinde. Tüm tarihimiz boyu medya bu kadar yalan söylememişti.
”En iyi savunma hücumdur.” sözünün patenti de Hitler’e ait. Tiran huyu, Tayyip’in sürekli
olarak karşıtlarına saldırmasının sebebi budur. Goebbels, bir büyük yalanı ne kadar uzun süre
tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar der. Tiran, sayısız yalanlar söyledi.
Nietzche’nin açtığı yolu takip eden bazı Frankfurt Okulu filozofları der: Çok yalan söyleyen
kendi fikriymiş gibi benimsemeye başlar! Frankfurt ekolü sosyologları derki: Bir insana yalan
bile olsa bir söylemi sürekli tekrarlarsanız ” o söylemin nereden geldiğini unutur!
Tiran’ın Hitler’in kullandığı kin nefret dilini kullanması da tesadüf değildir. Propaganda da
coşkular amaçlanır, akıl sınırlı tutulur. Hitler’e uyan Tiran halka konuşurken aşırı entelektüel
isteklerden kaçar. Kitlenin kavrayışı sınırlı, aklı, unutma yetenekleri küçüktür! Tiran, anekdotlar
arasına sıkıştırdığı hikayelerle masal anlatır. Metaforlar değişime karşı insanda ki doğal direnci ”
by-pass ” eder.
İki metafor örneği veriyorum ki, Tayyip bunları kullandı: Eşek alim olmaz su taşımakla tekkeye,
İnsan adam olmaz gitmek ile Mekke’ye! Her gördüğün ata sakın deme binektir. Sırrını verme
dostuna, bazıları gevşektir. Eşeğe altın semerde vursan; Eşek yine eşektir diyen Müslüman
Tirandır. Halkın nabzını çok iyi tutar ve nabza göre şerbet verern usta bir yalancıdır.
Hitler usulü uyguladığı propaganda yöntemlerinden biriside yapay nedenlere dayalı korku
salmaktır ki siyasi kara propaganda tekniğidir. Tiran spekülatif korkular salar, toplumun her
kademesine içten içe yayılır ve bu korkulardan halkı koruyacak tek güç, parti devletidir! Tiran,
Hitler’in ”Nefret, antipatiden daha süreklidir.” sözünü çok sevmiştir. ”Makyavelizm” den öte
Tiran,”Mehdi Hitlerizm” ile yalan gemisini yürütüyor. Kitap okumaktan uzak, bir kitabı dahi
bitirmeyen Tiran’a Hitler yöntemlerini kendisini iktidara getiren ”küresel güç odakları” veriyor.
Ne diyelim, Hitler’in Nietzche’yi nasıl suistimal edip kullanmasıyla söze başladım, Tiran’ın
Hitler gibi ülkeyi uçuruma atacağı açıktır! Ülkemin aydın tarihçileri, sosyologları, filozofları,
gazeteci ve yazarları, akademisyenleri nerede? Aydın namusu dikta zamanı belli olur. Ne zamana
kadar susacaksınız, Hitler’in SS ve Gestaposu, kendisini destekleyenlere de zulmetmeye
başlayana kadar toplum bir şizofreni yaşadığını anlayamamıştı. Çünkü aydın namusunun ırzına
geçilmişti…
Tilki tavukları nasıl kafesler?
Anlaşılması kolay olsun diye bunu bir hikâye ile anlatalım isterseniz. Köyün birisinde sığırcılık
yapan zalim, ceberut, ama güçlü bir aile varmış. Bunlar çalışmadan yemeyi, başkasının malınamülküne el koymayı, kafasına eseni dövmeyi, istediği kimsenin bağına-bostanına girmeyi iş
edinmişler. Bunların dedeleri de böyle imiş zaten. Köyde ilk yer edinmeleri de birilerinin canını
alıp malına el koyarak olmuş. Bunlar gider başkalarının bağını, bostanını talan eder, harmanlarını
yağmalar emeksiz, çabasız, ama refah içinde yaşarlarmış. Üstelik bir de malını yağmaladıkları
kimseleri “hırsız”, canını aldıkları insanları “katil” ilan ederlermiş. Bu yağmacı, kan dökücü
ailenin geçmişi herkes tarafından bilinirmiş ve bunlardan çekinilirmiş. Hırsızlık ve kan dökme
konusunda şöhretleri pek fazla artınca bu aile oturmuş düşünmüş ve daha yeni, ince teknikler
geliştirmeye karar vermişler. İçlerinden birisi daha kolay hırsızlık yapmanın, ev basmanın, bağbahçe talan etmenin gelişmiş bir yönetimini bulduğunu söylemiş talancı ve yalancı aileye. Bütün
ailenin dikkati o tarafa yönelmiş. Aklı veren bu ailenin içine yerleşen ve onlardan gibi görünen,
ama onlar üzerinden kendi hedeflerini gerçekleştiren, sinsi Jakop’muş.
Jakop aile toplantısında yeni projesini anlatmaya başlamış: “Bakın dostlarım, kardeşlerim. Yeni
planım çok akıllıca ve risksiz. Üstelik bu planı devreye sokarsak kimse bizi hırsız, arsız diye
adlandıramayacak. Biz “mağdur” olarak bu ahmakların bağına, bostanına gireceğiz. Göstere
göstere gireceğiz ve kimsenin gıkı bile çıkmayacak. Kimse bize bir şey demeye cesaret
edemeyecek” demiş.
Nasıl olacak bu Jakop demişler?
Jakop: “önce geceden bizim tavuklardan bir kaçını boğazlayacak ve bizim bahçenin-bostanın
farklı yerlerine serpiştireceğiz. Sabah kalktığımızda boğazlanmış, telef edilmiş tavuklarımızı
vaveyla ile bütün köye duyuracağız. “Bir tilki girmiş ve bizim tavuklarımızı telef etmiş, bu kabul
edilemez bir şeydir. Biz bu tilkiye haddini bildireceğiz. Kimse bizim evimizde bizim
tavuklarımızı böyle heder edemez! Tilkiye ve onu koruyanlara karşı savaş ilan ediyoruz! Ya
bizimlesiniz, ya tilkilerle!” diye deklare edecek ve bütün köylüye korku salacağız. Sonrada kimin
evine-bostanına girmek istiyorsak tilki sizin evde saklanıyormuş! Öyle bilgi aldık. “Ya tilkiyi ver
bize, veya biz ne yapacağımızı biliriz!” diyerek evlere, bostanlara dalacağız. Böylece hırsızlık ve
talan için değil, tilkiyi bulmak, adaleti sağlamak için girmiş olacağız” demiş.
Jakop’un teklifi herkese çok cazip gelmiş ve bunu hemen uygulamaya karar vermişler.
Bir gece planı uygulamaya koymuşlar 3-5 tane tavuğu boğazlayıp, yaralayıp evlerinin farklı
yerlerine atmışlar. O esnada Jakop’un aklında yeni yıldırımlar çakmış, ailenin büyüğüne:
“efendim tavuklar bize yeterince güçlü gerekçe de oluşturmayabilir; bir kaç koyun, hatta sığır da
telef edersek elimiz daha güçlü olur” demiş. Ailenin içinden bir kaç kişi “olmaz öyle şey, tavuğu
anladık tamam ama, bir tilki koyunları, sığırları nasıl boğazlar, buna nasıl inandırırız köylüyü”
demişler. Diğerleri önemli değil demişler, biz tilkinin sığırları da telef ettiğine inandırırız
köylüyü. Çok mantıklı olmasa da, gece 3-5 tavuğu, bir kaç koyunu, bir kaç sığırı telef etmişler.
Bir sabah bütün köylü sığırcı ailesinin feryat figanı, vaveylası ile uyanmış. Evde herkes dizlerini
dövüyor, kadınlar ağlaşıyor, erkekler tehditler savuruyor, intikam yeminleri ediyormuş. Bütün
köylü bu gürültüye dikkat kesilmiş. Köylü olanları anlamaya çalışırken sığırcı ailesi: “bizi can
evimizden vurdular; bunu kim yaptı ise göstereceğiz; intikamımız feci olacak! Caniler! hainler!
katiller! vs.” diye dövünüyor ve tehditler savuruyorlarmış. Bunu yapanlar iğnenin deliğine dahi
girse bulacağız, cezasını mutlaka vereceğiz” diyorlarmış. Bu ailenin şerrini, zarar verme
kabiliyetini bilen, bunların yalakası onursuz bazı aileler-kişiler hemen bunların yanında yer almış
ve: “evet sığırcı ailesine yapılanlar kabul edilemez! Yapanlar bulunmalı ve cezalandırılmalıdır!
Biz de bunların yanındayız!” demişler.
Bunun üzerine sığırcı ailesi göz koyduğu stratejik noktada evi olan bir aileyi sorumlu tutmaya
başlamış. Delil, ispat vs. beklemeden bu ailenin evine girmiş. Bunun gayet kolay olduğunu ve
kimsenin gıkını çıkaramadığını görmeleri, dahası pek çok köylünün bunların mağduriyetini
kabul etmek zorunda kalması bunların çok hoşuna gitmiş. Ailenin reisi Jakop’a “afferin lan
Jakop, ne güzel düşünmüssün!” diye iltifatta bulunmayı da ihmal etmemiş. Bakmışlar bu iş
tutuyor, ardından varlıklı, zengin bir mahalleyi gözlerini kestirmişler. “Bu mahallede zenginlik
çok, insanları da güçsüz, ayrıca bunlarla bizim husumetimiz de var. Katilleri arayacağız diye
girelim mahalleye ve talan edelim” demişler. Ardından aşağı mahallenin zengin evlerine birer
birer girmeye başlamışlar. Bu evlere girerken “biz yeni saldırılardan korkuyoruz, bu nedenle
bizim yaptığımız önleyici saldırıdır” demişler.
Böylece Jakop’un fikri ile pek çok mahalleyi, evi talan etmişler. Tilki üzerinden talan işinin
tadına varan sığırcı ailesi “tilki görüldü”, “tilki burada olabilir”, “kokusu geliyor”, “sesi
duyuluyor” vs diyerek köydeki pek çok eve izinsiz girmeye, ailelere baskı uygulamaya başlamış.
Tilki hikayesi üzerinden köyde terör estiriyor, dilediği gibi hareket ediyor, istediklerinin başına
bela oluyorlarmış. Köyde tilki tehdidinin bertarafı adına toplantılar yapılmaya, tedbirler
geliştirilmeye başlanmış. Bütün köylü artık tilki ile yatıp, tilki ile kalkıyormuş. Bu konuda
bilimsel toplantılar yapılır, kitaplar yazılır olmuş. Sığırcı ailesi tilki malzemesini köpürte
köpürte, gayet verimli şekilde kullanmış. Nereye girmek istese “tilki burada görüldü duyuldu”
deyip o eve baskın düzenliyor, evde talan yapıyormuş. Tilki sayesinde köyün kontrolünü eline
almış.
Erdoğan ve AKP, hikâyedeki sığırcı ailesidir ve tilkilerle ortaktır. Hizmet ve cemaata ise kümese
sokulmak istenen mağdur tavuk rolü biçilmiştir. Sığırcı ailesi, tilkiler ve sinsi Jakop’un hain
planlarından dolayı Hizmet mazlumdur, davacıdır, ama hırpalanmaktadır. Bir gün toplum tilki,
Jakop ve sığırcık ailesinin zalimliğini anlar diye ummakta, herşeyden haberdar şaşkınları
oynamakta, dünkü kardeşlerinin mal, makam, kadın, para ve güç karşısında dinlerini ve
vatanlarını nasıl sattığına hayret etmektedir. Sığrcı ailesi, Tilki ve sinsi Jakop bir defa anlaştı mı
terörist barış elçisi olur, barış sembolü adanmışlar, muhabbet fedaileri terörist diye suçlanır.
Jakop’un fikrini hayata geçiren CIA ve MOSSAD, sığrcık Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı hırsını
kullanarak PKK’ya Öcalan’ı da lider koydurarak Kürdistan’ı MİT’e kurduruyor. Bu durumu
başta güya muhafazakar AKP değilde CHP olsa asla kabullenmiyecek toplum zokayı yuttu.
Hizmet’i paralel diye bahane eden AKP halkın kafasını karıştırdı. Oysa çok uluslu firmalar
çoktan ülkemize girdi, kaynaklarımıza özelleştirmelerde el koydu, bankalarımızı satın aldı,
İstanbul Borsa’sında yabancı neoliberal tilkiler ağırlığı üstünlüğü ele geçirdi. Dünya üzerindeki
hakimiyetini pekiştirmiş neoliberal işgalciler, bazı stratejik-zengin bölgeleri yeni kolonial
stratejilerle kontrolü altına almıştır. Milletimiz, hızla Amerikanlaştığı ve Batı kültürünün,
tüketim ürünlerinin çılğını ve kölesi olduğu halde özgürleştiğini sanmaktadır.
Global ve yerli tilkiler, paralel bahanesiyle rehavet içindeki toplum ahlaki ve ekonomik çöküşe
doğru hızla yol alırken, Erdoğan sığırcı ailesi de bu arada malı götürmektedir. Milton
Friedman’ın kemikleri sızlasın, neoliberal işgalcilerin 3. dünya ülkelerini nasıl soyacağının
sosyolojik teorisini o yazdı. Neoliberal tilkiler, 10 yıl social inclusion, yani sosyal yakınlaşma,
toplumla bütünleşme, güvenini kazanma istedi, harfiyen ülkemizde Erdoğan ile uyguladılar.
Şimdi sıra bir Fransız modeli olan social exclusion’a, yani ötekileştirme, içe kapatma, sömürme
ve büyük soyguna geldi. Soygun sonrası ekonomik kriz ve büyük tufandır, sosyal adalet, hukuk
ve insanlık tüketildiği için devlet çökecek ve yeniden kurulacaktır. Sığırcı ailesi ise kaçacaktır,
tilki bahane soygun şahane diye gerideki koyunlara gülecektir.
Haram Havuz Medyası dersimiz!
Haram Havuz Medyası, Türkiye’de gazetecinin ve medyanın neden devlet ve hükümetle göbek
bağı olmaması gerektiğini öğretti. Haramzadeler kaçınca ve medya düzenlerine el konunca 2015
sonrası kurulacak Yeni Türkiye’de Parti Devlet’inin beslemesi MİT yazarları olmaz, olamaz.
“Hokus Pokus Mandrakeci”lik oynayan ne Ahmet Taşgetiren, Tamer Korkmaz, ne MİT
uydurukçusu Cem Küçük olur, birer “Paçavra” gibi yalnızlaşacaklardır. Medya, normale, onurlu
ve itibarlı yaşama dönmeden, ülkemizin sivil toplumu geliştiren, demokrasi ve hukuka inanan
sosyal devlet olması mümkün değildir.
Haram Havuz Medya’nın tüm “embesil”, “besleme”, “nobran”, Müslümanı karalamayı dini
vecibe sanan köşe yazarlarını topla, bir Fuat Avni etmiyorlar! Yeni Şafak, Takvim’e göre Sabah
ve Akşam bir “Freak Show” için Akit’leşmişler gibi gerçek Mandrake’yi gizleyip Star’laşan,
“Palyaço”lar sanki! Haram Havuz Medyasının toplam tirajı çok düşük, takipçisi 1 milyon olunca
mahkeme devreye sokulan, 317 bini bulan Fuatavni’nin tırnağı bile olamazlar. 1993-1998
arasında eski Azeri Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’i 5 yıl gece gündüz takip etmiş eski
Cumhurbaşkanı muhabiri, Ankara’da ise 3 sene diplomasi muhabiriydim, gayet eminim artık,
“Sovyet ve Ankara gazeteciliği” ölmüştür.
Erdoğan, “twitterdan aileler arasına fitne soktular” deyince bende bir gülme krizi koptu. Sanki
son 8 ayda 438 defa kinle küfreden Erdoğan değil ve Haram medyası hergün nifak dolu yalan
haberlerle çıkmıyor! Haram medyası hergün iftira, kin, nefret, hased, bühtan dolu haberlerle
çıkıyor! Gazetecilik nasıl yapılmaz konusunda iletişim fakültelerine eğlence bırakıyorlar. Haram
Medyanın kin, nefret, hased, kıskançlık, bühtan dolu ceridelerini “Zoraki Pehlivan” veya bol
sallayan avcı hikayeleri gibi okumalısınız!
Ankara gazetecileri her haltı bilirler ama bildiklerinin yüzde 80′ini yazmazlar. Yani kumpası
kuran, devleti soyan Tiran ve ekibinden bal gibi haberdarlar ama çok tırsıklardır! Türkiye, artık
Haram Medyasının yüzde 70 Ankara’nın Bizans oyunları siyasetiyle çıkan merkeziyetçi devlet
gazeteciliğinden kurtulmalıdır. Devlet ve cemaatlar ilişkileri biata endeksli, gazeteci, medya
hükümet ilişkileri biat kokuyor, sonra da kalkmış başkalarına çamur atıyorlar. Kanada’da
gazeteler yüzde 70 toplumun sosyal sorun haberlerine eğilen konularda çıkar, zevzek zevzek
siyaset yazan kibirli “Tanrıyazarlar”ı yoktur.
Ne zaman Yeni Şafak ceridesi okusam asabım bozuluyor. Bu arkadaşları acaba, “siz devlet
oldunuz, asın kesin” diye bir hipnoz makinasından mı geçirdiler? En zevzek yazarlar Salih Tuna
ve Cem Küçük’ün MİT’te oturup kalktığı arkadaşlar bir defa İslam düşmanı mason, Çerez gibi
yerler size, kendi pis işlerini gördürmek için maşa bulmuşlar, inanın çok eğleniyorlar.
Cem Küçük’e inanacak olsanız doğuya barış gelmiş; PKK kendi mahkemesini kurup, 8 bin
çocuğu dağa kaldırınca, bölgeye huzur, yatırım gelmiş! Devlette iki başlılık olmaz diyor bu
gazeteci ve yazarlar, sanki Sovyet medyasının sözcüleri, gazetecilik yapmıyorlar, muhbirlik veya
beslendikleri kaynaklara uşaklık yapıyorlar.
Su akar yolunu bulur demişler ama bazen de işte bizim iki yüzlü gazetecilerde olduğu gibi hangi
kaba girerse değiş tonton moduna giriyorlar! Gazetecilik mesleğinin itibarını duayen Mehmet
Barlas ve Fehmi Koru’lar bitirdiler. Gelene ağam kim iktidarda ise paşam diyen bu sözde
tecrübeli gazeteci ve yazarlar Haram Medya gazetecilerine çok kötü modeller oldular!
Eski defteri biraz açayım: Ankara’ya Temmuz 1998’de Bakü’den tayin olup işe başladığımda
benle görüşen Fehmi Koru, “ben asabi, huysuz biriyim benle geçinemezsin” deyince, “şeytan
olsan anlaşırız, daha kötü olamazsın” demiştim! Tamer Korkmaz tıpkı izinden gittiği Fehmi
Koru gibi, “şakirtten gazeteci olmaz” der, şakirtleri Zaman’a almazdı, tabi fiyakalarını ben
bozana kadar! 2 yıl sonra Tamer Korkmaz eski iş arkadaşımdır, bir gün bana, “nasıl böyle hep
doğru oluyorsun, sağlam ve mert duruyorsun” demişti. Kendisi pek beceremezdi, masabaşı köşe
fıkra yazarı kaldı!
Eğer AKP’nin entelektüellerinin hepsi Salih Tuna, Cem Küçük gibiyse, “vay kül başına” demiş
Azeriler! “Bokunu Baklava sanıp yiyenler sarhoştur” veya edepsizliğin, hayasızlığın sınırını
bilmez. Bu söz hakaret değildir, tesbittir ve merhum Azeri şair ve yazar Bahtiyar Vahapzade’ye
aittir.
Her medya budalası ve palyaçosu efendisini güldürdüğü oranda soytarılığa devam edebilir; Salih
Tuna ve Cem Küçük gibiler biraz sonra Tiran’ı sıkmaya başlayacaklardır. Tiranların, hergün aynı
soytarı ve palyaçoları, gazeteci ve yazarları izlmekten canları sıkılır, eskilerin sonu kimseyi
güldüremeyeceği bir çöplükte mezelenmekir.
Haydi diyelim, kendini devletin topuzu sanan, gaza fazla gelmiş Cem Küçük, yarın kaçar, geldiği
ABD’ye sığınır, Tamer Korkmaz kardeşim senin gazetecilik kariyerin bitti! Geçmişteki
başarılarınla değil Haram Havuz Medyası’ndaki Paralel fıkralarınla tarihe karışacaksın. Bu
nedenle en fazla Tamer Korkmaz’a acıyorum; bozuk medya düzeni ve yalan haber dosyalarıyla
gazeteci oldun şimdi yazdığın Mandrake hikayelerine kendin inanıyor musun? En büyük
Mandrake’nin yolsuzluğu, rüşvet düzenini hokus pokus Haram Medya ile kaybeden bir Tiran
olduğunu elbette biliyorsun. Bu kadar “embesil” olmuş, “lümpen”leşmiş Salih Tuna, Cem
Küçük, Ahmet Taşgetiren, Tamer Korkmaz, Özlem Albayrak ve Hilal Kaplan’dan kimse
gazetecilik, yazarlık ve hele hele doğruluk hiç beklemesin.
Bu çarpık medya düzenini savunan ve Ekrem Dumanlı’ya utanmadan “Yavşak” diyen Salih
Tuna’dan Tuna balığı bile olmaz; balığın bir besin değeri var. Tuna gibiler sadece Tiran’ın
palyaçoluğunu yapıyorlar. Kimseyi güldüremiyorlar ama yakın gelecekte bugün yazdıklarını
onlara hatırlatıp, hepimiz kakıla kakıla güleceğiz. Haberciliği, MİT’in Karanlık Aydınlık Grubu,
Doğu Perinçek fitnecilerine kaptırmış ve onlardan aldıkları dosyaları manşet yapıp, köşe yazısı
döşeyenlerin, güya merkezi sağ medyasının Haram Havuz Medyas’ındaki onursuzluğu ortaya
çıkacaktır. Dersimizi aldık, bu Haram medya düzeninde gerçek yüzlerini gösteren maskeleri
düşmüş güruha bir daha hak etmedikleri değeri asla vermeyeceğiz.
2014 yılı, medyada münafıkların, fasıkların ortaya çıktığı bir yıl olarak medya tarihimize
girmiştir. Yalan, iftira, kin, nefret, hased, bühtan, kıskançlık düzeyi bu denli kabarmış “kibirli
palyaço gazeteciler”in devri sona eriyor, 2015 sonrası toplumda rezil rüsva olacaklar ve hiç biri
ana medyada olmayacaklar. Nereden mi biliyorum? Sovyet gazeteciliği eski Sovyet ülkelerinde
bile insanları iğrendirirken, Yeni Türkiye’de “şaklaban”ların gazetecilik ve yazarlık geleceği
yoktur. Milletin yararı ve çıkarı için konuşan gazeteci ve yazarın, medyanın “casus” ve “vatan
haini” diye susturulduğu ülke, ancak bir Kuzey Kore olabilir ama asla modern ve lider Yeni
Türkiye olamaz.
Hizmet’in misyonu Osmanlı gibi!
Tayyip Bey’in başbakanlığında PKK lideri Abdullah Öcalan akil siyasetçi oldu, şehit babası
Mehmet Gencer hapisle yargılanıyor; 12 yıl önce hayaldi, bu gün gerçek oldu. Başbakan, nefret
söylemleriyle kini teşvik ediyor. AKP’de birbiriyle yarışan nefret tacirleri var. Ne kadar
keskinleşirlerse yükseltilirsiniz mantığı hakim parti devletinde! Erdoğan iktidarı, hukuksuzluk
yolunda ilerliyor, yolu felaketlerle dolu bir ifritten fitne döneminden geçiyoruz. Bu zehirli
dönemde fitne suyundan içenler, acılara boğacak tecrübeler yaşayarak öğrenmek zorunda
kalacak, laf ve söz fayda etmiyor.
Mehdiyetin gücü hakkın şahsi maneviyesidir, Üstad Said Nursi’nin öngördüğü 3 görevi yerine
getirenler camiadır, tek bir ferde güç verilemez. Üstad Said Nursi, Mehdiyetin gücünün
Osmanlı’yı kurmadan Osmanlı’yı kurmuş gibi davranacağını, Süfyanizm’in fitnesinin yenik
düşeceğini yazmıştı. Üstad Said Nursi, İslam Birliği, Seyyidler Cemaatı ve Hakiki İseviler’in
Mehdiyet gücüne destek verme dönemini 3. dönem olarak anlatıyordu. Üstad Said Nursi, Gülen
Hocaefendi’nin 40 yıldır icra ettiği Mehdiyetin 2. görevinden sonra 3. görevi yaparken ne
yapacağını da yazmıştı. Üstad Said Nursi, 3. dönemde İslam Birliği’ni kuracak Mehdiyetin
gücünün Süfyanizm Oligarşisini rezil rüsva ve maskara yapacağını da biliyordu. Üstad Said
Nursi, 29. Mektubun 7. kısmında Süfyanizm’in insanları hangi zafiyetlerden ele geçireceğini
vurguladı ve Nur talabelerini uyarmıştı.
Bakanlar Kurulu, torba yasası geçerse Risaleleri kamu malı yapıp devlet eliyle bastıracağına
veya bastırmayacağına göre Üstadı biraz tanımalılar değil mi? Anlatayım efendim! 18 yaşında
Risaleleri 3 defa, 45 yaşında 8 defa bitirmiş bir şakird Nur talabesi olamıyorda, Süfyanizmin
esiri, kölesi olanlar mı oluyorlar?
Gülen Hocaefendi’ye, Hizmet hareketine Risale-i Nurlar’ın sadeleştirilmesi bahanesiyle çok
fazla hücum edildi, Nur talabeleri zafiyeti kullanıldı. Erdoğan ve AKP dayandıkları akım
itibarıyla Risale-i Nur hizmetine hiçbir zaman sıcak olmamış bir iktidar, Nurcuları çok istismar
ettiler. Hz. Üstad, şartlar gereği bir dönem hutbenin bile Türkçe okunmasına, bir zaman Risale-i
Nurlar’ın yeni harflerle yazılmasına karşı çıkmıştı. Üstad bir zaman gelmiş, Risale-i Nurlar’da
yeni neslin anlayacağı şekilde bir sadeleştirmenin yapılmasını bırakın yasaklamayı, tavsiye
etti. Kastamonu Risalesinde bu tavsiyenin Hz. Üstad tarafından çıkarıldığı, sadece bir iddiadır
ve bazı Nurcu abilerin bir kuruntusudur maalesef. Üstad, Kürdistan ifadesini de çıkardı ama
Risale-i Nurlar’dan daha başka çıkarılan bölümler gibi, bu hiç de hoş olmayacak bir tartışmadır.
Kur’ân ve Risale-i Nur, sadeleştirmeden daha çok manâ kaybına uğraması muhakkak ama
yüzlerce yanlışla başka dillere çevrilirken tavrınız ne? Kuran her dile çevrilirken mealde hatalar
varken, Risale-i Nurlar’ın “yeni Türkçe”ye çevrilmesine karşı çıkmak, gerçekten gülünç kaçıyor.
Hz. Üstad (r.a.), Risale-i Nur adına üç dönemden bahsetmekte, her bir dönem için ayrı bir vazife
bulunduğuna dikkat çekmekte. Neden acaba? Üstad, üç vazifenin birden bir şahısta yahut
cemaatte mükemmel ve birbirini cerhetmeden bulunmasının mümkün bulunmadığını
belirtmektedir. Öyleyse bu, Hz. Üstad’ın talebelerinin ikinci dönemi, ikinci dönemde gelenlerin
üçüncü dönemi temsil edemeyeceği demek değil midir? Öyledir. O halde, Hz. Üstad’dan sonra
bir İslâmî hizmet olarak Risale-i Nur’la ilgili söz, ikinci dönemin temsilcilerinindir. Hizmet’in ve
bu misyonun lideri olduğu kuşku götürmeyen Gülen Hocaefendi’nindir. 3. Dönemler arasında
şartlar, zamanlar ve mekânlar gereği fürûâtta farklılıkların olması tabiîdir, hattâ gereklidir. 1.
dönem görevi devamlı yapılacaktır. Üstad Said Nursi, 1. dönemdeki iman hakikatlerini yayma
görevinin kıyamete kadar süreceğini, 2. ve 3. görevleri ayrı misyonunu anlatmaktadır. Bazı Nur
talabeleri 1. dönem görevinde sabit kalmışlar, kendilerini 2. ve 3. görevi yerine getirecek
biçimde asrın şartlarına hazırlayamadılar. 1. dönemin görevi önemsiz değildir, teblig ve irşadın
kalplerde tahkiki iman yerleşene kadar devam etmesidir, diğer görevleri zaten herkes yapamaz.
Zorlamaya gerek yok. Diğer Risale cemaaatlerinin yanlıştan döneceğine zerre kadar şüphe
duymuyorum, Süfyanizm gemisinden ineceklerdir.
Önümüzdeki 2 yıl mağdur edilen insanlardan ciddi dava adamları yetişecek ve arsız zalimlerin
Kızıldeniz’de boğulmasına yardımcı olacaklardır. Komisyondan geçen Torba yasasında kabul
edilen tasarıda mahkemeler, mağdur edilen memurların göreve iadesine karar verse bile bu karar
2 yıl boyunca uygulanmayacaklar. Memurun en doğal hakkı bile elinden alınıyor. Bu zulmü, 28
Şubatcılar bile akıl edememişti.
Hırsızlıkla bütünleşenler, toplumun gözünün içine bakarak işlenen ağır cezalık suçları
sıradanlaştırmak istiyorlar, karşımızzda devleti domuz gibi yiyerek kibirleri kabarmış, egoları
şişmiş bir yüzsüzler ve dalkavuklar sürüsü var. Hiç utanmadan Hizmet hareketine ‘İsrail yandaşı’
diyenler sahtekar değişik maskeler kullanıyorlar. Askeri darbelerin yapmak isteyip de
yapamadığını şimdi ‘İslamcı’ bir iktidara yaptırıyorlar ama pişkin pişkin gülüyorlar! Gazeteci ve
yazar Mehmet Altan bu densizliği özetledi: “Hırsızlık yapmanın önemli olmadığının’ yazıldığı
bir başka dönem hatırlamıyorum. Sadece hukuk değil ahlak da öldü bu ülkede.”
Günün tweetinden alıntı: “Hırsız: Milletin malını cebine indiren, yandaşlara sus payı veren,
yakalanınca darbe diyen, şeriata göre eli kesilmesi gereken kişi”. Kesinlikle, milletin parasını
yiyen, gazetecileri susturmak için yediren, küfretmesi için trolle maaş veren, soygun ortaya
çıkınca darbe diyen hırsızdır.
Hizmet’i bitirme planının sahibi, Erzincan komplosunun mucidi Saldıray Berk, Bakü’de askeri
ataşe iken Bakü Türk şehitliğini yaptırma çabamıza karşı şapka çıkartmıştı. Hizmet’in vatansever
olduğunu birinci elden bilmesi, görmesi aydınlanmasına yetmedi. 2008’da başkanı olduğu
EDOK’ta hazırlanan Hizmeti bitirme planını Saldıray Berk’ten satın alan Erdoğan, Berk’in birde
AKP örgütü şemasıda yaptığını unutuyor. AKP’yı devirme planını Erdoğan iptal etti ve Berk’in
iyi çalıştığı Hizmet’i yok etme planını devreye soktu. Neden ve ne karşılığında bunu yapıyor?
Bu zamana kadar Azerbaycan ve Kanada’da insanları gezdirirken hep cepten harcadım,
muhataplarım bunu anlamadıysa suç benim gönüllü insanların samimiyetidir. Berk’te Türk
okullarını Bakü’de gezdi ve ağzı açık kalanlardandı. Eskiden kızdığım YÖK Başkanı İhsan
Doğramcı’ya Bakü Türk kolejini göstermek için üç gün kapısında yattım, Doğramacı bile bu
samimi eğitim hizmetini yerinde görünce yobazlığı bırakmıştı. AKP’nin düşmanlığı
yobazlıktanta öte bir kıskançlık, çekememezlik sendromu! Hizmet’in 170 ülkesindeki okullarını,
İslam’ı güzel hal diliyle nasıl temsil ettiğini ülkemizin aydınlarına, devletlüye bir barış modeli
olarak göstermek sevaptır.
28 Şubat sürecinde Ergenekon Haydar Baş’ı kullanarak Hizmet’i diyalog hizmetlerinden vurmak
istedi ve 1 milyon CD dağıttırmıştı. Tutmadı. Dinlerarası diyalog faaliyetlerini anlamayan çok
cahil ve yobaz var; dinler arasında ittifak olmaz ama Allah’ı din için seven diyalog kurulabilir.
AKP’nin Haydar Baş’a yaptırılamayan şer planını devralmasına şaşırmıyoruz ama bu oyuna
kanan sözde İslam alimi ve fıkıh üstadı ilahiyat profesörlerine hayret ediyoruz.
Hizmet, Osmanlı’nın şuuraltı kredisini mükemmel kullanıyor ve temsil ediyor, her dine mensup
insanlar arasında tüm dünyada insani ilişkiler kuruyor. Kudüs’ü yeniden alacak ve Filistün
zulmünü dindirecek Müslüman profilinde Hz. Ömer adaleti, tevazu olmalı; kamu hırsızları
kurtarıcı olamaz. IŞİD tarzı şiddeti, kini, nefreti tahrik eden Vehhabi İslam’ı da, takiyeci iki
yüzlü, siyaseti yalancılık sanan Şii İslam’ı da tarih boyu Türklere ters gelmiştir. Kudüs’ün
anahtarlarını Hz. Ömer’e teslim eden Yahudiler onda Tevrat’da bildirilen tevazuyu gördüler,
Salahaddin Eyyubi’de orada kan dökmedi. Kudüs’e uluslararası kent ve Mescidi Aksa’ya üç
dinin dokunulmaz mekanı statüsü verip Türk askerini Filistin’e yerleştirmeden sorun çözülmez.
Filistin’e Osmanlı Çözümü’nü 2000′de ortaya çıkarmıştım, Osmanlı padişahları iki fermanla 400
yıl Filistin’i kan dökülmeden idare ettiler.
Hizmetin oluşturduğu güvenin temel sebebi, insanların himmetlerin zayi edilmediğini
düşünmesi, yerinde görmesi, severek işin içinde bizzat olmasıdır. Müellifil Kulub, kalpleri
İslam’a ısındırma Peygamber (sav) tebliğ metotudur, Ebu Cehil gibi kafirlere, münafıklara,
fasıklara neden 500 defa yemek yedirdi, Hz. Hatice’nin servetini diyalog hizmetlerinde kullandı?
Hıristiyan, Yahudi, putperestle diyalog kurmadan İslam dini nasıl tebliğ edilebilir? Sahabelerin
infakını Peygamberimizin zayi ettiğini hangi akılsız müslüman söyleyebilir? Hizmet nice
insanlara Müslümanlığı dayaloğ hizmetleri sayesinde barışçıl biçimde öğretti, kabul ettirdi.
Osmanlı, Ortadoks kilisesinin Katoliklere karşı koruyuculuğunu 500 sene yaptı, bugün torunları
Hıristiyanlarla diyalog kurmaktan aciz ve yobazlığı müslümanlık sanıyorlar. Efendimiz ile
Necaşi arasındaki diyalogu anlamayanlardan, dinlerin diyalogunu anlamalarını beklemek
beyhudedir. Osmanlı’nın bu ufkunu anlayacak kaç kişi var ki günümüzde? Zavallılar zannediyor
ki, Osmanlı yalnızca cami yapmış! 2 yıl önce Toronto’da Bulgar göçmenlerle konuşuyorduk,
Osmanlı padişahları, Balkanlarda sayısız Kilise yaptırdığını, 2. Abdülhamit’ten beri
Bulgaristan’da yapılan yeni Kilise olmadığını söylediler. Hizmet’in misyonu Osmanlı gibi.
Himmet, yani Allah yolunda infak her müslümana farz ama kamu malından çalmak, rüşvet ve
haraç almak, ihalesinden komisyonla bağış haramdır. Yaptığı haram bağışın yüz katını bin katını
devlet malından talep etmekte gulul günahına girer, Allah yolunda olsaydı bir beklentisi olmazdı.
Türkiye gibi özgür akademi, medya ve siyasetin olmadığı, liderler sultasında köleliğe alışmış bir
kavme özgür birey ve düşünceyi tarif zordur. Ecdadımızın engin vizyonunu anlatmak daha
zordur.
Erdoğan, tıpkı Atatürk gibi oldukca pragmatist, eski ABD başkanı Nixon gibi yalancı, Marlondo
Brando gibi hırslı ve Humeyni gibi iki yüzlü bir liderlik profile çiziyor; Kürtlere verdiği özerklik
sözlerinde durmayacağı da aşikar. Bu nedenle PKK, Kürtleri cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası
Serhildan adlı iç ayaklanmaya ve iç savaşa hazırlıyor.
Bir defa hukukun çivisi çıktı mı kimse kendini güvende hissedemez. Muhalif görüşü benimseyen
her birey her an ve bir anda casus ve hain ilan edilebilir ve yargsızı infaz edilir. Korkarım,
Atatürk’ün çakma İzmir suikastından sonra kendi silah arkadaşları olduğu halde aynı siyasi
görüşü paylaşmayanları ipe göndermesi gibi tuhaf zalimlikler tekrarlanabilir.
2014 Türkiyesi’nin 1923 ülkesi gibi köylü ve eğitimsiz olmadığını var sayarak ülkeyi tek adam
faşizmine götüren yola sokmuyacağını umuyorum. Erdoğan’ın hayal ettiği 2. Atatürk olmak,
aynı yetkileri talep ediyor. Bu yolun sonu uçurum, 2014′de ülke insanı 1923′deki gibi
davranamaz. Birileri Erdoğan’a Atatürk döneminin faşist yapısını kurduruyor ve sanırım
Erdoğan’ı diskalifiye edince askeri bir diktatör getireceklerdir. Atatürk’ün tek adam ve diktacı
CHP zamanında da hukuk şu anda Erdoğan’ın kurduğu diktatörlük sistemi gibi zalimdi;
1930′lara geri dönüyoruz. Risale-i Nur, Âhir Zaman’da İslâm’ın tamamında tecdit ve ihya
hizmetidir; Süfyanizm’in Oligarşik Fitne Komitesi bunu gayet iyi biliyor ve bu nedenle
kamulaştırıp kontrol edebileceğini sanıyorlar. Elbette Mehdiyetin gücüne toslayacaklardır.
Üstad, 29. Mektubun son kısmında Sufiliği anlattı. Bu devir yaklaştı. Sahabe zamanında ifritten
fitne döneminden sonra Sufiler devri başlamıştı. Süfyanizm Oligarşisinin Siyasal İslam’ın
çirkinlikleriyle zulmedip toplumu bezdirmesinden sonra kalplerde ibre Allah’ı gösteren devir
gelir.
Toplumun sosyolojisini bozanlar hesap vermeli
Kürt sorununun çözüm yöntemi belli. Bu konuda yazılmış onlarca doktora tezi var. Ancak kimse
başta ordumuz ve AK Parti dahil sosyolojik gerçeklerle yüzleşmek istemiyor. Herkes çözer gibi
yapıyor, samimiyet yok. Oysa hiç bir devlet, istihbarat teşkilatı, örgüt ve cemaat, sosyolojik
realiteleri gözardı ederek savaşamaz. Toplumun sosyolojisini bozan medyadan yargıya, polisten
İstanbul baronlarına kadar kimse hesap vermek istemiyor. Sanki tek suçlu dolduruşa gelen
askerler. 28 Şubat sürecinde yaşanan komediler, skandallar, saçmalıklar henüz tam ortaya
çıkmadı. Nedir bu gerçekler?
İslam milliyeti ve kültür, Türk ve Kürtleri birbirine bağlayan kardeşlik bağıdır. Öncelikle daha
önce hiç duymadığınız, kimsenin dile getirmeye cesaret edemediği bir düzine bilgiyi olayın
dehşetini kavramanız için yazayım.
1980 öncesi aşırı sol haraketlerin içinde yer alan ‘aşırı milliyetçi’ virüsü taşıyan Kürtler,
atalarının dini İslam’a sırtlarını dönmüştü. Bu virüs kimin kanına girse fitne uyanmıştır. Baştan
sona CIA tarafından organize edilen askeri darbe sonucu devlet başkanı olan Kenan Evren,
İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Bal ve İstihbarat Şube Başkanı Ümit Bavbek’i çağırarak Kürtler
konusunda brifing aldı.
Ülkücü geçinen veya görünen milliyetçi Bavbek, CIA’nın öngördüğü plan çerçevesinde solcu
Kürt gruplardan birinin içine sızıldığını, liderini koymaları halinde sorunu kontrol altında
tutacaklarını söyledi. Böylelikle ‘Bavbek planı’ doğdu. KGB’nin kurdurduğu, Beka vadisinde
kamp imkanı sağladığı PKK, CIA’nın gözüne kestirdiği zayıf örgüttü. Bavbek Diyarbakır’a gitti,
kendisi gibi işkenceci bir polis müdürü, Özel Harp elemanları, bir sınır ilçesi kaymakamı ve bir
valimizle toplantı yaptılar.
Bu karanlık toplantı sonrası, Abdullah Öcalan’ın önünün açılması için potansiyel Kürt liderler
öldürüldü. Diyarbakır cezevinde Kürtlere insanlık dışı işkenceler yaparak halkın devletine
düşman olmasını ve dağa çıkmasını sağlayan aynı ekipti. Yoksa kimsenin dağa çıkmaya niyeti
yoktu. Kürt sorunu çıksın diye toplum sosyolojisini zorlamışlardı. PKK’yı destekleyen
ordumuzdaki kara koyunlardı, halende destekliyorlar.
Bavbek’i 28 Şubat döneminde kurulan en çirkin tezgah olan Fadime Şahin-Müslüm Gündüz ve
Ali-Emire Kalkancı skandallarında organizatör olarak görüyoruz. Şok ilişkiye dikkat edin,
Kalkancı ile Bavbek’i tanıştıran isim o dönemde İşçi Partisi Mersin İl Başkanı olan Bayram
Çiçek. Biri ülkücü, diğeri Maocu sosyalist aynı cephede buluşuyor. Çiçek bugün İşçi Partisi
Genel Başkan yardımcısı.
1980 öncesi orduya söven, Kıbrıs’taki askerimize işgalci diyen, orduya sayısız ajan sokan Doğu
Perinçek, 1980 sonrası birden Kemalist ve Atatürkçü, ordu yanlısı oluyor. 2001’den sonra Küçük
tarafından mafya lideri yapılan Sedat Peker ile “Kızılelma koalisyonu” kuruyor, Ergenenekon
için Öztürkleri birleştirme misyonu üstleniyor. İşin kötü tarafı hiç biri Türk değil, ya cibilli
olarak İslam düşmanılar veya etnik yapıları “kripto ecnebi!” Ergenekon soruşturmasının
merkezinde İşçi Partisi’nin olması, fitne ocağının merkezi olmalarından! Gerçek müslüman Türk
ve Kürtler asla aşırı milliyetçilik yapmaz. Oyunları sırıtıyor.
“Perinçek virüsü” diye bir hastalık var. Kime bulaştıysa ömür boyu çıkmıyor! İkna gücü yüksek
Perinçek, Bavbek’i tepe tepe kullanıyor. Uğur Dündar ve Ali Kırca’nın karşısına televizyona
Kalkancı’yı çıkarmadan önce Bavbek Nişantaşı’nda bir berberde Kaklancı’yı tıraş ettiriyor, ne
söyleyeceği ezberletiliyor. Bu senaryoları darbeciler adına Veli Küçük ve Perinçek organize
ediyor. ‘İhale’, Turgut Yağ Sanayi’nin sahibi Turgut Büyükdağ’a veriliyor. Küçük’le Büyükdağ,
bir akşam Harbiye Orduevi’nde buluşarak baş başa yedikleri yemekte ‘senaryonun’ ayrıntılarını
konuşuyorlar.
Senaryonun finansörü Büyükdağ, organizatörleri, Strateji Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni
Ümit Oğuztan, Sisi olarak bilinen transseksüel Seyhan Soylu ve Polis Müdürü Bavbek. Bütün
görüşmeler, Büyükdağ’ın sahibi olduğu, Nişantaşı Akkirmanlı Sokak’taki Strateji Dergisi’nin
ofisinde yapılıyor. Oğuztan, Aksaray’da, sonradan Hanedan Restoran olarak değişen pavyonda
konsomatrislik olarak çalışan Fadime Şahin’i bu iş için ayarlıyor. Bugün uyuşturucu taciri olan
Kalkancı’yı ünlü bir işadamının kızı olan Emire Ersoy ile evlenmeleri bile tezgah! Kızını
alkolik,işsiz bir adama vermeye yanaşmayan baba, kendisi hakkında tutulmuş bazı şantaj
dosyalarıyla ikna ediliyor. Toplum sosyolojinin anası ağlatılıyor!
Fadime, sahte Aczmendi Tarikatı’nın Lideri Müslüm Gündüz’le tanıştırılıyor, sonra Fatih’te
‘staja’ tabi tutuluyor. Ünlü işadamının güzel kızının, bir tarikat şeyhi tarafından nasıl
kandırılarak tuzağa düşürüldüğü hikayesine kamuoyu bayılıyor, medya manşetlerinde aylarca
tartışılıyor. Senaryoyu yazanlar, istedikleri sonucu almakta gecikmiyorlar. Bir yandan Sincan’da
tanklar yürütülüyor, diğer yandan da Türk basınının etkin gazete ve televizyonları, ‘irtica’
kampanyaları başlatıyor. Aylardır süren ‘Bırakın’ baskısı, art arda patlayan skandallar sayesinde
sonuç veriyor ve hükümet düşüyor. Planda yer alan herkes tezgahda tiyatro oyuncusu! Başta
Süleyman Demirel’in iki dünyada da yatacak yeri yok!
Bavbek aslında 1995’de emekli olmuş bir polis müdürü. Tuncay Güney, ‘Veli Paşa’nın Cipe
ihtiyacı var’ diye 2001’de buna gidiyor. Veli Paşa için Cip arıyorlar. Hakan Erel diye bir şahıs,
‘Raşit Dostum’a daha önce tahsis ettiğim Cipi verelim’ diyor. Olayda adı geçen Süleyman
Gürleyen diye bir şahıs, kendisini JİTEMci diye tanıtan Güney’e inanıyor , Bu Cip geri
gelmeyince Gürleyen durumu Ümit Bavbek’e bildiriyor. Şikâyetçi oluyorlar, polis Bavbek ve
Süleyman Gürleyen, 26 Mayıs 2001’de gözaltına alıyor, sevkedildikleri DGM’de haklarında
işlem yapılıyor. Ayrıca Emniyet Teftiş Kurulu, bu durumu araştırınca Tuncay Güney içeri
alınıyor, bülbül gibi öterek Ergenekon’u anlatıyor. İşte hiç hesapta olmayan bir sosyolojik gerçek
daha! Sinek kadar değer vermedikleri kuryeleri onları satıyor!
Toplumu çok zorladıkları için ekonomi, siyaset dünyası ve medya iflas ediyor. 2002’de bu
enkazdan AK Parti doğuyor. Abdullah Öcalan, 2004’de İmralı’dan Kandil’e “AK Parti güçlendi.
Kemalist güçler buna engel olmalı. Türkiye’ye saldırıları artıralım” mesajı gönderiyor. Celal
Talabani ve Mesut Barzani’den aldığı mesajı devletin zirvesine ileten gazeteci İlnur Çevik,
Hürriyet’in patronu Ertuğrul Özkök tarafından Turkish Daily News’ün genel yayın
yönetmenliğinden alınıyor. Süleyman Demirel ve Necmeddin Erbakan’a danışmanlık yapan İlnur
Çevik’in ipini PKK ile Ergenekon ittifakını deşifre edince çekiyorlar. Özkök kime çalışıyor
dersiniz? Bugün AKP’nın yaptığı yanlışları geçmişte kim hükümet olursa ona yaptıran
Süfyanizmin Oligarşisi dimdik ayakta!
Fitne kazanı kaynatanlar, Kürt sorununun çözümlenmesini baltalamak için beş koldan yine
devrede. Öcalan’a en eski Kominizm örneği olan Mazdekizm ile ilgili kitap yazdırılıyor. 40
yıldır Kürtleri oyalayan Komünizm öldü, olmadı Fars sosyalizmi verelim mantığı! Yapma
Öcalan, bunu yeni nesil Kürtler yemez! MOSSAD, İranlılarla ortak haraket ederek Kürt
Hizbullah’ını bölgede yeniden canlandırıyor. İsrail’de kurulmuş “Yahudi Aleviler” grubu, Hacı
Bektaş’a seferler düzenleyerek Alevileri ve Kürt Alevileri kullanmaya çalışıyor. Tunceli,
Pazarcık, Hatay, Mersin hattında müthiş bir haraketlilik var.
Osmanlı’nın ilk ittihatçılarından Kürdistan İslam Teali Cemiyeti benzeri yapıyla yeniden bir
“Kürt İslamı” inşa etme projesi göze çarpıyor. The Cemaat’ın Kürtlerin güvenini kazanması
kıskanılıyor ve Kürtlerin genlerinde mevcut gerçek İslami potansiyelin ortaya çıkartılmasının
önü çakma İslami yapılarla kesilmeye çalışılıyor. Kürt Hizbullah’ı ile Sünni Kürtleri birbirine
düşürüp PKK’nın İslami zemine arabulucu olarak kaydırılması planlanıyor.
Geçmişte MİT eski başkanı Teoman Koman tarafından kurdurulan Hizbullah ile PKK’nın
savaştırılması nasıl tezgahsa, bu tiyatroda elbette çakma ve toplumun sosyolojisine yeni
gulyabaniler, kabuslar eklemeye yönelik! Kısacası kimse Kürt sorununu çözmek istemiyor,
Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia ederek dağda gezenler kimin kucağına otursa onun
borusunu çalıyor. Liberal demokrasi ve ekonomi yerleşmeden sorun çözülemez.
1999 Marmara Depremi ve Gayretullah!
Bunca zulüm, inşallah 17 Ağustos 1999 Marmara depremi gibi Gayretullah’a dokunulunca olan
bir deprem felaketi ile sonuçlanmaz. İstanbul’a dua edin, şehri terk etmeyiniz. 17Ağustos öncesi
Batı Çalışma Grubu tarafından yapılan fişlemeler bile bu kadar adice değildi; şu anda onun on
katı oranda fişleme var; Süfyanizm Oligarşisi Erdoğan’a aynı hatayı yaptırıyor.
Rabbim ülkemize bir daha böyle acılar yaşatmasın inşaallah! Ve bizleri de bunlardan sorumlu
eylemesin. 17 Ağustos 1999 depremi gecesi Gölcük’te 27 kişi gece teheccüde kalksaydı ve dua
etseydi belkide deprem olmazdı; tek suçlu hainler değildi. Haramlara, günahlara topyekun
toplum bulaşmıştı ve askeri vesayetin zulmüne karşı sağlam duruş sergileyemiyordu. Bugün
askeri vesayet yerini sivil vesayete, sivil darbeye bıraktı ve toplum yine tepkisiz bırakıldı.
O gece gazeteden tanıdığım Şevki bey, Gölcük hastanesi bahçesinde sabahlamıştı. Morg ve
hastane cesetlerle dolmuştu. Bir astsubay o gece “o pislikleri görünce içim daraldı ve o binadan
çıktım. 5 dakika sonra deprem oldu” dedi. 17 Ağustos 1999 depremi öncesi Gölcük’te yapılan
toplantının Gayretullah’a yol açtığını generallerimiz çok iyi biliyor. Erdoğan bugün o zulmün
aynısını Müslümanlara reva gördü ve hiç utanmadan yapıyor.
17 Ağustos 1999 depremi öncesi Gölcük’te yapılan 2 milyon insanı toplama kamplarında yok
etme planının konuşma kayıtları elime bir sene sonra geçti. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı
Karadayı, ” Olmaz, iç savaş çıkar, hayır, kendi halkımıza böyle zulmedersek dünya kamuoyuna
1915’de tehcir sürecinde Ermenileri katletmediğimizi anlatamayız.” diyordu. Bu mert duruş
nedeniyle belki de felaket sınırlı kaldı. Bu konuşma metnini haber yapalım mı veya ne
yapmalıyız diye müdürüm sordu. “Halkın moralini bozmaya gerek yok ama sağlam, dik duralım”
demiştim. Tek tek oradaki isimleri biliyorum. Başbakanlık Başdanışmanı Güven Erkaya,
ölmeden önce son şeytanlığını yapmak için Genelkurmay heyetine aşırı baskı yaptı ama 1999′da
Genelkurmay başkanı olan Hüseyin Kıvrıkoğlu’dan da ret cevabı aldı.
17 Ağustos 1999 depremi öncesi MGK tarafından koalisyon hükümetine dayatılan 109 emrin
üstüne bugün 10 kat daha fazla zulüm koymuşlar; Erdoğan’a sayısız emir verdiler, tıpış tıpış
yaptırıyorlar maalesef. 17 Ağustos 1999 depremi öncesi, 28 Şubatcıların dayattığı 109 emir
Nisan 1999 MGK’sında hükümetin önüne kondu ama Ecevit imzalamadı. Bu feci kararlar
toplam 8 sayfaydı, 2000 Ağustos’unda elime bir MHP milletvekili sayesinde geçti, hepsini
yazamadım. Yaptıkları şeytanlıklar bilinsin diye bir kısmını ilk yazan muhabir oldum. Tarihe not
düştüm. Zaman Gazetesi Haber Müdürü Ali Akkuş, 28 Şubat’ın 2012 yıldönümünde bu 109 emri
belgesiyle Zaman’da yayınladı.
17 Ağustos 1999 depremi öncesinde, şimdi olduğu gibi milletimizin 50 milyar doları (şimdi 160
milyar dolar) elit oligarşi tarafından çalındı; İsrail ile ortaklıkta zirvede idiler. 17 Ağustos 1999
depremi öncesi, 21 bankamızın içini boşaltanlar, milletimizi 50 milyar tokatlayanlar 2001
ekonomik krizini çıkarmışlardır. Bu krizi çıkartanlar Erdoğan rejimine sızdılar ve Süfyanizmi
yeniden yeşil maskeyle safha safha kurdular.
17 Ağustos 1999 depremi öncesi azanların Erdoğan’ın çevresini sarmasına Türk polisi engel
olmak isteyince, 17 Aralık 2013 ile başlayan hukuksuzluk sürecinde Erdoğan tarafından
güvenliğimizin sigortası olan 40 bin polisimiz mağdur edildi. 17 Ağustos 1999 depremi öncesi
gemi azıya alan İsrail ekibi ile Erdoğan’ın İrancı ekibi çok iyi anlaştı ve cemaata kumpas 5 yılda
planlandı.
17 Ağustos 1999 depremi gecesi olanlar, ordu içinde bir kırılma meydana getirdi ve Çevik Bir
ekibi tasfiye edildi, ancak bu şeytan ekibini Erdoğan, cumhurbaşkanlı olma hırsı nedeniyle
2011′den itibaren geri döndürdü. Doğu Perinçek ekibi açıkca, ‘biz yapıyoruz’ itirafında bulundu.
Kürdistan’ı kurmak isteyen global şebekenin kumpası sırıtıyor bugün. Ekim’e kadar ellerinde
kumpas patlar…
17 Ağustos 1999 depremi gecesi olanları maalesef Zaman gazetesinde bu makalede olduğu gibi
açık yazamadım, Akit gazetesinden Özgür ve Kamuran’a verdim, onlarda güzelce haberler
döşemişlerdi. Nereden nereye geldiler. 17 Ağustos 1999 depremi gecesi, İsrail ile ülkemizdeki
müslümanlara tuzak kuranlar, “bu planı Allah bile bozamaz” diye dalga da geçmişlerdi. 17
Ağustos 1999 depremi gecesi, yüzbin insanımızı kaybettik, 30 bin ölü yalanı söylediler, kurunun
yanında yaşta yandı: Zulme susmak ortaklıktır. O sırada Başbakanlıkta idim, diplomasi
muhabiriydim, neyin ne olduğuna birinci elden şahit oldum. Kimse yalanlamasın.
Neler mi olmuştu? 17 Ağustos 1999 depremi gecesi Trabzon’dan denizaltı ile Rus hayat kadını
getirenler İsrail ajanlarıyla eğlenirken, birden deniz dağ gibi yükseldi üstlerine. Dalgalarla
boğuşamadan can verdiler. 17 Ağustos 1999 depremi gecesi saat 12 olmadan resepsiyonu terk
eden CHP’li Kocaeli Belediye reisi Sefa Sirmen’in eşi, “çok azdılar, gidelim, Allah belalarını
verecek” demişti. Sanki 3 saat sonra gelecek depremi hissetmişti. Vatana ihaneti sezmişti.
Gayretullah’a dokunan zulümler sonra meydana gelen deprem sırasında kıyıdan 100 metre içeri
karaya fırlayan Dubalar vardı, yerden çıkan top şeklinde ateş küreleri gözlemlendi. Allah
gazabını gösterdi. Gerçekten neler yaşandığını bilemeyeceğiz. Değirmendere sahillerinde
apartman boyunda yükselen dalgalar görüldü. 17 Ağustos gecesi bardağı taşıran son damlada rol
oynayan eğlencenin adresi GÖLCÜK DONANMA KOMUTANLIĞI idi. İsrailliler yerli
işbirlikçileri ile kendilerini adeta yırtarak, naralar atarak 28 Şubat düzenini kutluyorlardı.
Çırılçıplak soyunma ve toplu cinsel sapıklık aşaması zirvede iken deprem oldu.
Şahitlerden dinlediğim anlatılanların en basit olanı deprem öncesi rütbe töreninde İslam ve
Kuran’a karşı yapılacaklar ve Müslümanlar üzerinde oynanacak şeytani bir plandı. Depremden
sonra Kocaeli ve Gölcük’te insanların anlatıklarını duysaydınız, 6 ay uyumazdınız. 17 Ağustos
1999 depremi günü, bazı münafık, fasık ve kafirlerin başı eşek, domuz, maymun, köpek ve yılan
başına dönmüştü; görmeye göz lazımdır. Sakaryalı bir arkadaşın abisi dalgıç ve başka bir
yabancı bu konuya bizzat şahit olmuş, denizaltında çekim yapmıştı ama görüntülere el
konulmuştu. Hatta yabancı şahit, bu yakınlarda domuz çiftliği mi vardı demişti. 17 Ağustos 1999
depremi günü olanları görmüş olsaydınız, kendi milletini fişleyen ve şişleyen aynı ekibin ülkeyi
depreme götürdüğünü görürdünüz. İnsanlar insanlıktan çıkınca simaları hayvanlaşır…
17 Ağustos 1999 depremi günü, Batı Çalışma Grubu’nun 2 milyon fişi deprem üssü olan
Gölcük’te yerin dibine battı, Gayretullah’a dokunmuştu. Allah’ın İslam düşmanlarını ne hale
getirdiğini herkes görmüştü. 17 Ağustos 1999 depremi günü, İsrail’in cemaatleri yok etme
planına onay veren Denizcilerden 600′ünün cesedini Gölcük hastanesi koridorları ve morgunda
gören dostum Şevki bey irkilmişti. Suretleri insanlıkan çıkmıştı. Şahidim yalan söyleyecek biri
değildir. Gazeteci Tuncay Opçin twitter’dan abarttığımı yazmış, keşke öyle olsaydı…
17 Ağustos 1999 depremi günü Gölcük’te yıkıntılar arasında geberen MOSSAD ajanlarını
kurtarmak için ilk kurtarma ekibi İsrail’den gelmişti. 17 Ağustos 1999 depreminden bir hafta
önce, İsrail’in Çevik Bir ekibine yaptırmak istedikleri Gayretullah’a dokundu; aynı dehşetli planı
bugün AKP ve Erdoğan’a yeşil 28 Şubat sürecinde yaptıranların hedefi aynı. Sivil toplum örgütü
olan İslami cemaatleri devletleştirip, kontrol altına alıp, etkisiz hale getirmek. 17 Ağustos 1999
depreminden bir hafta önce, resepsiyonda Kur’an’ın ve İslami cemaatlerin devletleştirmesi için
kadehine havaya kaldıran MOSSAD ve CIA ajanlarına eşlik edenler yerli münafıklardı.
17 Ağustos 1999 depreminden bir hafta önce, “Kur’an’ı bu ülkeden kaldırdık” diyen MOSSAD
ve CIA ajanlarına gülerek evet diyenleri deprem kıskıvrak yakaladı. 17 Ağustos 1999
depreminden bir hafta önce, biri Erzurum olmak üzere 3 yerde kurulacak toplama kamplarında
cemaatcıları yok etme planı detaylarıyla konuşulmuştu. 17 Ağustos 1999 depreminden bir hafta
önce fişlenen 2 milyon dindar müslümanın devletten nasıl atılacağının planı İsrail ile
görüşülmüştü. Kayıp 2 milyon fişleri bir yılda 30 binini tekrar topladılar, akıllanmamışlardı.
Bugünkü iktidar, tekrar fişlemelerde 2 milyonu geçti, 6 milyona dayandı ve MOSSAD’ın
başarısını geçtiler!
17 Ağustos 1999 depreminden bir hafta önce, Çevik Bir ekibi İsrail’den gelen ekiple ‘cemaatin
okullarına nasıl el koyacağız’ projesini de görüştüler. Erdoğan, bugün İsrail’in dediklerini kendi
istikbali için harfiyen uygular hale getirildi. 17 Ağustos 1999 depremi gecesinde Gölcük’te
yapılan resepsiyona İsrail ve ABD’den istihbaratçılar katıldı ve “İslam’ı bitireceğiz yemini
içkisini” yerli şeytanlarımızla beraber yudumladılar.
Herkes takkeyi ele alıp düşünsün bakalım. Daha önce ‘artık MGSB’de iç tehdit olmayacak’
diyen Erdoğan bu sözünü neden tutamadı, kimin esiri oldu? Eski Genelkurmay Başkanı İlker
Başbuğ’un dün yaptığı, “orduya kumpası cemaat kurdu” yalanıyla Erdoğan’ın postu kurtarma
konuşmaları arasında sadece bir sene ara var. Bu çelişkili açıklamalar bir kırılmadır. Başbuğ gibi
Erdoğan da Cemaat’in darbecilere dayanak olduğu yıllardır ifade edilen Kırmızı Kitap’a bir
tehdit unsuru olarak gireceğini açıkladı. Değişen hiçbir şey yok yani…
Erdoğan, tüm Süfyanizm sevdalıları gibi İslam davasını güce satıyor. İslam ümmeti için
toplanan, yüzde 20 “Humus hakkı” güme gidiyor. “Kırmızı Kitap”a aldığınız cemaatlere ne tür
uygulamalarda bulunacaksınız? Kimseyi kandırmayın. Erdoğan en son 2013’te “Kaldırdık”
dediği Kırmızı Kitap olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni devreye soktu. 2004
MGK’sında imzalanan “kendi halkını iç düşman gören planda devlet konsensusu var” deniliyor.
17 Ağustos depremi öncesinde de böyle bir hava oluşturmaya çalıştılar ama Gayretullah
derslerini 7.4 şiddetindeki deprem ile verdi. İbret alınmazsa tarih tekerür edebilir.
Bu sefer daha güçlü dualar edelim ve Allah’ın içimizdeki beyinsizler yüzünden hepimizi,
ülkemizi, milletimizi helak etmemesi için el açıp yalvaralım…
Gülen’e suikast peşindeler mi?
MİT’deki derin kulaklar yeni haberler getirdi: Tiran ile Ergenekon, Fethullah Gülen
Hocaefendi’ye suikast konusunda anlaştı. ABD’ye özel bir infaz timi hazırlanıyor. Bu bilgiye
CIA’de sahip! Neoconlarla tezgaha ortak CIA şefi, Gülen’in Güney Afrika’ya yerleşmesi için
yer hazırlandığını Recep Tayyip Erdoğan ve MİT’e bildirdi! Hizmetin her adımından CIA
haberdar ve MİT’e anında bilgi iletiyorlar. Gülen’e suikast planı konusunda Mayıs 2012′de
Hakan Fidan’ın’da katıldığı Stratfor toplantısında konuşulduğu bilgisi tarafıma ulaşmıştı. 22
Mayıs’ta yaptıkları tam konuşma metinleri elime geçti. Tablo iğrençti; Neocon Stratforlar,
Gülen’e ve Hizmet’in A takımına suikastta İsrail’in Simbet ve İran’ın Laşgavar Takavar 23
infazcı timlerini ortak kulllanmayı Fidan’a öneriyor, oda kabul ediyordu. Aşağılık bir pazarlık
yapılıyordu.
Üzerime vazife değil ama önce el altından haberi muhataplarına ulaştırdım ve gerekli önlemleri
almalarını söyledim. Haziran 2012′de ABD topraklarında İran ve İsrail infaz timlerinin Gülen’e
ortak infaz operasyonunu yapacağını haber almam oyunlarını fena bozmuştu. Bunu çeşitli
yerlerde yazdım. Beni yanlış bilgilendiren varsa kendi tuzağına kendi düştü. Ancak bu bilgi
değişik kaynaklardan teyit edildi, niyeti çok kötü bozmuşlardı. Erdoğan ve Fidan kendi ülkesinin
vatandaşlarını İsrail ve İran’ın infaz ve suikast uzmanı timlerine faili meçhul yaptıracaktı, açıkca
bunları yazmayı 2012 yazı boyunca sürdürdüm. Kaynağım su kaynattı, ‘bizi öldürteceksin’ dedi.
Türkçe olimpiytlaarına katılan Erdoğan, yanındaki korumalar duyacak biçimde, ‘ölmedi gitti bu
Gülen, kurtulamadık’ diye mırıldandı. Sonra mikrafonu eline aldı, çıktı, ‘hocam ne olur dön diye
münafıkca bir konuşma yaptı. Gülsem mi, ağlasam mı bilemedim. Başbakan ne güzel konuştu
diyen çok sayıda saf şakirdler vardı, onlara ne söylesem o günlerde inanmazlardı. Yazdıklarımı
abartılı buluyorlar ve fitne çıkardığımı düşünüyorlardı! Tiran’ın Ergenekon’la uzlaşıp Gülen’in
katli için gönderdiği birkaç infaz timi daha önce de 2003’de ABD’de havaalanından CIA
tarafından alınmış, cemaat bunu çok daha sonra öğrenmişti. Yakalanan katillerin sonları
meçhulmuş! CIA, MİT’i, ‘topraklarımıza suikast, operasyon yaptırmayız’ diye uyarmıştı.
MİT kaynağım, Bank Asya’nın gizli ortaklarından birisinin Abdullah Gül olduğunu ileri sürüyor.
Erdoğan’ın onursuzca bu bankayı batırma savaşının sebebi Gül’ü destekleyen Kayserili iş
adamlarıymış! Diğer iddia ettiği skandal eğer doğruysa ki çok büyük bir itham. Güya Tayyip
Erdoğan’ın 90, Emine Erdoğan’ın 37 milyar ($/€) dövizi dışarıdaki yabancı bankalarda
bulunuyormuş. Alman BND, İsviçre’deki banka hesap numaraları ve meblağları, teknik
görüşmeler sırasında MİT’e vermiş. Bunları görmediğim için iddia diyorum, ortaya net
çıkmadan suçlamada bulunamayız. Pek ortaya saçılacağını da sanmam, Erdoğan’ın zafiyetini
yakaladılar, şantaj yapıp istediklerini Alman, İngiliz, Yahudi veya Amerikalı, söke söke alır!
Suçu cemaatın üstüne atmayı sürdürebileceklerini de sanmıyorum, foyaları bir bir ortaya çıkıyor.
MİT kaynağımın iddiaları ekonomi ile ilgili devam etti, ilginç sırlar verdi. Doğru mu
bilmiyorum. TC tahvil senedini Hedge fonlarına leasing üzerinden vermişler. Fonlar, birkaç takla
attırarak büyük kazanç elde etmişler. Bunları Çin’de kullanılıyorlarmış. Çin’deki AKP ve
Erdoğan’ın korkunç dolar stoğuna karşılık dünyadan topladıkları bazı sanal tahvilleri
veriyorlarmış. Bu şekilde kağıt parçalarını real dolar yapıyorlarmış. TC 100 milyar dolardan
fazla parayı bu metotla leasingden sınırsız para kaynaklarına sahip Hedge fonlarından almış.
Fonların bu leasing işlemlerinden ücret almaması beni kıllandırdı Tutar kadar parayı ayrıca hibe
etmişler. 50 milyar dolar akladıysanız, 50 milyar dolar ekstra para kullanma hakkınız doğuyor.
Hedge Fonlarının sahibi zengin Yahudiler. Rothchild ve Rockyfeller, piyasanın yüzde 70’ini
elinde tutuyor. Yani kim onlara gebe kalırsa İsrail’in kucağına oturmuş oluyor.
MİT kaynağıma göre, IMF’ye borcumuz yok, hatta borç veririz diye hava atan Erdoğan, aslında
400 milyar dolar leasing ile Hedge Fonları arkasına aldı. Ancak bu fonlar, Hazine garantisi
almadan bu kadar milyar doları nasıl verdi? Türkiye’nin devlet borcu bu nedenle çok azaldı. Bu
yolla alınan paralardan ötürü Ziraat ile Halk bankalarının realize edemediği korkunç dövizleri
var! Kara para izleme trafiğine takılmadan bu denli işlemler yapılamaz. Birileri hasıraltına atmış
olmalı veya Erdoğan talimat verdiği için suç kapsamından geçici olarak çıkarılmış olabilir. Bu
sistemde kaynak, Rocyfeller ve Rotschild vakıflarının, NGO tipi dev örgütleri üzerinden hibe
olarak sağlanıyor! Görüntüde borç veriliyor ama aslı ise hibedir! Hizmet’i infaz diyeti
olabilir!Rockyfeller grubu boş yere Erdoğan’ı krediye boğmadı! MİT’e kurdurulan El Nusra ve
IŞİD, legalize edilen PKK ve Büyük Kürdistan ödenen ve ödenecek diğer diyetler gibi duruyor.
IŞİD bir sene içinde önü alınmadığı taktirde İslam aleminde çok büyük yıkıma sebep olacak. El
Kaide bunların yanında çok hafif kalacaktır! 3 yıldır IŞİD konulu yazdıklarımı şimdi tüm dünya
seslendiriyor! Maalesef iştirak edenler videolara inanmıyor! IŞİD lideri diye paazarlanan, 5 yıl
Irak’ın Bocco hapishanesinde CIA ve MOSSAD eğitimi görmüş, double double ajan Bağdadi’yi
halife gören, Mehdi Ordusu’nun kurtarıcısı sayan 70 bin salak müslümanı topladılar.
Kaynaklarım içinde yer alan ismini veremeyeceğim bir dostum, Malatyalı Ahmed Efendi’nin
öngörülerini dün aktardı. O bir tasavvuf şeyhiydi. Vefatından sonra Gülen Hocaefendi’ye çok
eziyetler yapılacağını söylemişti! Kendisi , sanırım 1998′de vefat etti! Ahmed Efendi kalp gözü
açık bir evliya idi, gizli 40′lardandı. 2015 ve 2017′de neler olacağını söylemişti, size bunu açıkca
yazamam! Yazsam tedbir alıyor ve engelliyorlar. Beni Testere ( Saw, 5 serisi var) korku filmi
izler gibi takip ediyor ve deli gibi okuyorlar. Takip etsen dert, etmesen daha da dert!
MİT kaynağı, tüm yabancı istihbaratların ispatlayabileceği ve Genelkurmay’ın da belgelediği bir
gerçeği paylaştı: Tiran/Ahmed/Hakan El Nusra,IŞİD/PKK/İRAN konusunda suç ortağıdır.
Sadece Almanlar değil, İngiliz ve Amerikan, ülkemizi dinlemeyen kalmamış ve olanlardan
haberleri var. Cemaatla filan alakası yok dinlemelerin, her geçen gün bu daha da netleşiyor. MİT
kaynağım, Erdoğan’ın ne yapmak istediğini söyledi: AKP nin Milli Görüş tarzı sırtını
dayayacağı bir cemaate ihtiyacı var! Parti pırtı işleri geçici. Yarın halk oy desteğini sandıkta
çekerse sıfır olursun. Oysa İslami bir cemaat kimliğin olsa devam eder, uzun yaşarsın. Ancak
parti devleti ve İslami cemaatı sürdürebilir bir proje değil! İslami hizmet yapacaksan git himmeti
milletten iste, çalış, didin. Devleti, kamuyu soyarak, haram parayla İslami cemaat mı olurmuş?
Yeni Bakanlar Kurulu kabinesinde, Numan/Beşir/Abdullah arasında pay edildi! 3 kesimde
Ahmed’i sevmediği halde razı oldu.Ahmed ise 0 SORUN ile kendine oynadı! MİT kaynağımın
yalancısıyım, böyle yorumluyor. Doğrusu hiç böyle bakmamıştım. Numan Kurtulmuş üzerinden
kısmen iç işlerine, kısmen dini cemaatlere, kısmen diyanete el atılacak. Milli Görüş
Numan/Fatih/Oğuzhana bölündü. Tiran’ı kullanan Ergenekon, daha doğrusu Göktürk ve
Neoconlar, kanser ile gitmesine pek kânî, razı değillermiş! Şimdilik ne isterse, 2016 yılına kadar
Hizmet’i imha etmesi şartıyla veriyorlarmış. Ölecek adamı ilaçlarla diriltmişler meğerse; fişini
çekmek ellerinde dedi kaynağım. Bir hafta bakmasalar mevta olurmuş büyük lider! Doğruysa!
MİT kaynağım, Haziran 2015’de yapılacaak genel seçimde bana göre, AKP genel seçimde %40
civarında oy alacak diyor! Yeni başbakan Ahmet Davutoğlu egosu çok yüksek biri, Hoca bir
defa; Erdoğan gibi üniversite mezunu bile olmayan birini uzun süre dinlemeyecektir. O değil de
bir başkası, kim olsaydı Tiran’ı dinlemeyecekti! Ne Ahmed, ne Numan, Erdoğan’ı günahı kadar
sevmiyorlarmış! Numan ve Ahmet, yolsuzluğa bulaşmadığı için fırsatı kendi idealleri (halife)
uğrunda kullanacaklardır! Tiran partiyi karıştırmak isteyecektir! MİT’de Tiran’ın akibetini bilen
zat onlara her istediklerini vererek ömrünü uzatmaya devam ediyoruz diyor. Kaynağım ‘paralel’
veya cemaatci değil yani! MİT’de üçten fazla klik var, arasınlar bakalım bulabilecekler mi?
MİT kaynağıma göre, genel seçimden sonra Tiran’ın son kullanma tarihini dışarıdaki ve
içerideki toplum mühendisleri onaylayacaktır! Ülkede bir kırılma olacakmış, bunu anlamak için
zaten MİT’de toplum mühendisi olmaya gerek yok!. Adalet, kanun ve hukuk kalmayan bir ülke
çatlar, eşitsizlik, ayrımcılık ve mutsuzluk arayışlara yol açacaktır. Hizmet’in günah keçisi
yapılması kendi içlerindeki örtülü iktidar savaşındandır. Su yüzüne yeni yeni çıkıyor. Bunların
hepsi ortaya çıkacak, Tiran yalnız bir kovboy olarak Köşk’te kalır. Özal gibi yeniden dönme
hesapları yapar ama derdinden, paranoyasından kalpten vade yetmezse ahirete kul, kamu ve
cemaaat haklarıyla epey borçlu gidebilir. Alacaklı olan vatandaşları ile hesaplaşması imkansız
gözüküyor!
Hizmet, ‘it ürür kervan yürür’ diyerek Allah’ın rızası yolunda Hizmetlerine devam edecek,
2017′den sonra on kat katlanarak hızla büyüyecektir. Hizmet, bence özü, hülasası yalancılık olan
siyasal İslamcılar ile ülkeyi kendi haline, kaderine, oluruna bırakacaktır, layık oldukları da zaten
budur! Hak etmedikleri aşırı muhabbet ve güven sunuldy ve ülkenin anasını babasını ağlattılar!
2017′den sonraki yeni Türkiye’de bence Tiran olmayacaktır, yeni siyaset anlayışı arayışı
toplumda olacak ve 2025′den önce siyaset insanlık standardına, netliğe kavuşmayacaktır.
Hizmet’in 2025 yılına kadar ki misyonu en başından beri ve her zaman olduğu gibi İslami tebliğ
makamını tüm dünyada hakkıyla temsildir. Ankara’nun bu misyona destek olması Türkiye’ye
itibar ve kredi kazandırır. Köstek olması daha iyidir; Hizmet’in devlet lobiciliği yapmadığı, derin
devlet ajanı hiç olmadığı anlaşıldı; çakma bir sivil toplum örgütü olmadığı da kesinleşmiştir.
Karaman’ın devletin bekası için vatan evladı yiğitler feda edilir fetvasıyla Muhsin Yazıcıoğlu
2009′da öldürüldü; azkalsın Gülen’i de mevta yapacaklarmış, Hocaefendi’yi Allah koruyor. AKP
kurmayları, ABD’de 10 yıl Demokratları destekleyen Yahudi lobisiyle yakın çalıştılar, 2011′den
beri Neocon Yahudi lobisiyle kankalar. Bildiğim kadarıyla, Amerikan derin devleti en az iki,
bence beş tanedir. ABD yönetiminde etkili 7 tane belirleyici lobiden 3′ü Clinton, 2′si Obama
yanlısıdır! Cumhuriyetçi Neoconların 21’den fazla lobi kurumu var, 2’si çok etkili. . Obama’nın
iki tane yüz kızartıcı olayı varmış! Bunların ne olduğunu söylemediler! Sanırım İslami kesime
yapılan iki yüzlülük olabilir! Obama yönetimi, 2011′den beri RTE; Hakan Fidan ve Yalçın
Akdoğan’ın Neoconlarla Suriye’de El Nusra ve IŞİD tezgahı kurmasından rahatsız. Bunu zaten
sağır sultan bile duydu, tek anlamak istemeyen AKP partizanları kaldı! Onlar sağır, kör ve topal,
liderleri emir vermeden beş duyuyu kullanma hakkına sahip olmayan biat etmiş köle sürüsü!
Tiran’ın İslam’ın parlak günlerini göremeyeceği kesin. Hz. Davud ve Hz. Süleyman devrine
denk bir 40 yılda İslam en gür seda olacaktır. Şu tarihlerde önemli hadiseler olabilir: 2015, 2017,
2025, 2030, 2040 ve 2070. Ne olabileceğini Said Nursi Risalede yazmış, bana sormayınız!
Dünyada adalet dağıtan, söz ve baş kesen, galibi esması Kahhar ve Cebbar olan zat gelir.
Süleyman’ın saltanatına denk bir nüfuzu olacaktır! Eğer Gülen’i tam dinleseydik, 50 yıl önce
bunlar olurdu. Gülen öyle demiş, ‘ben erken olsun diye çabalıyorum, eğer siz istemiyor ve
çabalamıyorsanız, hesabını verirsiniz!’ Gecikmelerden dolayı Tiran’a gelecek nesiller çok
sövecekler, basiretsizlere kızacaklardır.
Hz. Davud’un yıldızı manevi alemden şehadet alemini kartal diye indi, 2015 ve 2017 onun etkisi
görülmeye başlar, 2040′dan sonra bir kutlu Süleyman gelir. 2025′den sonra Hz. Davud misal
şahıs İslam Birliği’ni sağladığında gerçek İslami siyaset, adalet, hak nasıl olurmuş tüm cihan
öğrenecektir. Bazıları Kahtani veya Selam diyor bu şahsa ve hadislerde kaynak veriyorlar.
Hizmet’in eğitim alanında yaptığı yatırımlar meyvesini 20 yılda daha fazla evrenel boyutta
verecektir. Zaten harikulade teknolojik gelişmeler aklımızı aciz seviyeye düşürecektir. Kahin
veya müneccim değilim, gaybı sadece Allah bilir. İbni Arabi ve Said Nursi’den Ebced
çıkarımıyla verdiğim tarihler çalışmaya bağlıdır!
Wilfrid Laurier Üniversitesinde Din ve Kültür bölümünde okutmanım, her dinde mevcut mit,
hikaye, sembol, tabu ve totemleri biliyorum. Yahudi Hahamlar, son 1 yıldır büyük bir telaştalar.
Önümüzdeki 2 yıl arka arkaya görülecek üç ay tutulması, İsrail zulmünün çökeceğine veya
belaların üstlerine yağacağına bir işaretmiş! Sürgün yedikleri 1492 ve 1943′de de aynı tutulmalar
görülmüş ve 500 yılda iki defa oluyormuş! 2006′da Karakutu tarafından basılan Mesih’in Hızır’ı
Barnaba kitabımda Said Nursi ve Arabi’nin kıyamet öngörülerini tarihleriyle yazdım. Hadislerde
belirtilen siyah sancaklılar fitnesi Suriye’de görüldü. Bu fitneye destek verenlerin kaybedeceği
belli, Tiran kaybedenlerdendir.
Amerikan Demokratlar şu an Hizmetten taviz koparmak istiyor! Hocaefendi bu pazarlığı boşa
çıkartmak için belki Güney Afrika alternatifini gündemine almış olabilir, bilemiyorum. Son dört
yıldır ABD’de Hizmetin müesseselerine baskın yapanlar, FBI’daki neoconlardır! El Kaide/El
Nusra/İŞİD birer neocon projeleridir! Neoconlar ise Tayyip Erdoğan projesinin sahibidir. Yasin
El Kadı gizli finansörü, Siyonist fonlar ise özelleştirmede görünenleridir! Şunu özellikle
unutmayın. Demokratlar Tayyip Erdoğan ile sadece ABD nin çıkarları için muhatap olur.
Aslında 2009′da üzerini de çizdiler!
Bugün üzerine düşen vazifeyi yapmayan, hak ve hukuk talebi karşısında sağlam ve mert
duramayanlar, zulme ortak olanlar, dibe vuracaklar! Kısacası, torunlarınıza miras bırakacak
kadar bu yaşlı dünyanın ömrü kalmadı. Evlada bıraktığınızı haram yoldan kazandıysanız, zaten
yeriniz ebedi yanacağınız bir ateştir.
Ey Süfyanizm Komitesinin İslamileşmiş 4. ve son yüzünü temsil eden Münafıklar, Fasıklar ve
namert Müslümanlar! Hakkın Şahsı Manevisini yenemezsiniz, Kur’an’ın nurunu mumunuzla
söndüremezsiniz. Ey Seyyidler cematı, Ey Hakiki İseviler! Ey dinsizlik komitelerine karşı
elbirliği yapmış ve yapacak talihliler, Deccalizm ve Süfyanizm artık sona eriyor.