Banka londra deniz plc Melli
Transkript
Banka londra deniz plc Melli
Eur newsport KÜNYE-EDİTÖR Merhaba... AB Haber&Yayıncılık Mat. Bilg. Hiz. Ltd. Şti. adına İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Hasan Özer • Yayın Koordinatörü Sema Gün • Haber Müdürü Doğancan Ay • Dış Haberler Müdürü Fadıl Gerilecek • Ekonomi Editörleri İsmet Korkmaz • Haber Merkezi Yasemin Aslanbaba Haydar Kumral • Reklam Müdürü Süleyman Can • Grafik İsmail Kara • Mali İşler Ahmet Önemli • Yönetim Yeri Akşemsettin Mah. Çiftekumrular Sok. No. 39/1 Kıztaşı/Fatih/İstanbul Tel: 0212. 532 96 70 Fax: 0212. 532 98 65 [email protected] www.euronewsport.com • Baskı Senk Ofset Matb. Rek.Pro Ve Tan. Hiz. San. Dış Tic.Ltd. Şti TEL: 0 212 493 26 26 Maltepe Mahallesi Litros Yolu No:24 Topkapı / İstanbul - TÜRKİYE • Dağıtım: Yay-Sat • İki ayda bir yayınlanır - YIL 10 - 2014/06 • Dijital Edisyon 4 Kasım 2014 Ali Babacan’ın ‘sadece inşaat sektörüyle bir yere varamayız üretim politikası izlememiz gerekiyor’ şeklindeki açıklamasıyla birlikte yeni bir sürece giren Türkiye, bu konuda kararlı adımlar atarak orta vadeli ekonomik planını açıkladı. Dünyadaki ekonomik gelişmeleri ayrıntılarıyla gözlemlenerek hazırlandığı belirtilen orta vadeli ekonomik planda en büyük sorunumuz bulunduğumuz bölgedeki siyasi boşluklar ve Irak pazarının dağılması olarak gösteriliyor. Dünya ekonomisinin 2014 yılında 3.3 oranında büyüyeceği tahmin edilen programda, gelişmiş ülkeler 1.8 oranında büyürken, Türkiye daralan AB pazarı, sürekli yaptırımlara maruz kalan Rusya, Ortadoğu’daki karışıklıklar ve Irak pazarındaki olumsuzluklara rağmen 3.3 seviyesinde büyüyeceği belirtiliyor. Ekonomik programda en fazla göze çarpanın cari işlemler açığını azaltmak olduğu gözlemlenirken; ‘Üretimde verimliliğin arttırılması, ithalata olan bağımlılığın azaltılması, yurt içi tasarrufun arttırılması, iş ve yatırım ortamının geliştirilmesi, işgücü piyasasının etkinleştirilmesi, kayıt dışı ekonominin azaltılması, istikrarlı bilgi alt yapısının geliştirilmesi, kamu alımları yoluyla teknolojik gelişim ve yerli üretim, yerli kaynaklara dayalı enerji üretimi, tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi, sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşüm, sağlık turizminin geliştirilmesi, taşımacılıktan lojistiğe dönüşüm, nitelikli insan gücü için çekim merkezi, ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması, rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren kentsel dönüşüm için kalkınma’ şeklinde sıralanıyor. 2017 yılına kadar geçerli olan programda belirlenen hedeflere ulaşılması durumunda 2017 yılında kişi başına düşen milli gelirin 12.229 dolar olacağı belirtilirken, ihracatın 203 milyar dolar, ithalatın 297 milyar dolar seviyelerine geleceği vurgulanmaktadır. Aynı şekilde vergi gelirlerinin ise 468 milyar TL ile cumhuriyet tarihinin en fazla gelirini elde etmiş olacağız. 10 yıldır çıkardığımız yayınımızla üretiminin küçük bir parçası olan Euro Newsport Dergisi, bundan önceki süreçte üretmenin yanında olduğu gibi bundan sonraki sürecinde de aynı çizgide ilerlemeye devam edecektir. Bu yolda ülkemiz için üreten herkesi canı gönülden desteklediğimizi belirterek bu uzun yolda yeni Türkiye’nin başarıya ulaşacağına inanıyoruz. Saygılarımla ABONE FORMU Adı Soyadı:.............................................................................................................. Adres: ...................................................................................................................... ................................................................................................................................. Telefon: ................................................................................................................... Faks:..............................E-mail: .............................................................................. Ödeme Bilgileri YILLIK ABONELİK BEDELİ: 40 TL Hesap No: IBAN TR 17 0004 6004 4388 8000 0560 60 [email protected] Tel: 0212 532 47 35 - 0533 498 37 53 Eur newsport İÇİNDEKİLER 52 76 NRW.Invest Türkiye Temsilcisi Dr. Adem Akkaya: Kuzey Ren-Vestfalya’ya yapılan yatırım niteliklerinin arttığını gözlemliyoruz AB’NİN EN BÜYÜK SINAVLARINDAN BİRİ “AB ETS” Medkon Lines Genel Müdürü Mahmut Işık: Türkiye’de bizim gibi bir yapı yok 60 Finansal Kurumlar Birliği Başkan Vekili Vahit Altun: Finansman şirketleri KOBİ’leri ve Türkiye ekonomisini desteklemektedir 6 Kasım 2014 44 Çayeli Bakır İşletmeleri AŞ Genel Müdürü Lain Anderson: Çayeli Bakır yerel toplumla güçlü bağlara sahiptir 08 12 16 20 26 30 40 44 48 50 52 56 60 64 66 70 76 80 86 70 TUSAŞ-Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş Genel Müdürü Muharrem Dörtkaşlı: TUSAŞ küresel firma olma yolunda ilerlemeye devam edecektir Borochemie International Pte. Ltd. Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ahmet Korkut Yakal: Madencilik alanında uluslararası firma çıkaracak bilgi birikimine ulaşamadık Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere: KOBİ’ler bankaları sadece finansal aracı değil, danışman olarak görmelidir Omurga Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erktin: Robert Koleji, özgüveni ortaya çıkartan bir yapıdır DP World Yarımca Liman İşletmeleri A.Ş. CEO’su Nichola Silveira: DP World Yarımca Limanı Türkiye ekonomisinin gelişimine katkı sağlayacak BAĞDAT’A UZAK, ERBİL’E YAKIN Birleşik Gayrimenkul Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Derbazlar: “Ortaya çıkan fiyat bizim Türkiye’ye güvenimizi göstermektedir” Medkon Lines Genel Müdürü Mahmut Işık: Türkiye’de bizim gibi bir yapı yok Makyol Turizm ve Gayrimenkul Grup Başkanı Alper Tüfekçi: Makyol yarım asırlık tecrübesi %100 ev konseptli projesi ile konut sektörüne hızlı girdi Girne Amerikan Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yöneticiler Kurulu Başkanı Serhat Akpınar: İstanbul havacılık eğitim fuarına KKTC’den katılan tek üniversiteyiz NRW.Invest Türkiye Temsilcisi Dr. Adem Akkaya: Kuzey Ren-Vestfalya’ya yapılan yatırım niteliklerinin arttığını gözlemliyoruz Fabe Grup Yol İnş. Mak. San. ve Tic. Ltd. Şti. Yönetim Kurulu Başkan Vekili Mehmet Sinan Budan: KAZANDIR KAZAN Finansal Kurumlar Birliği Başkan Vekili Vahit Altun: Finansman şirketleri KOBİ’leri ve Türkiye ekonomisini desteklemektedir Vena Paslanmaz Çelik Boru ve Profil San ve Tic AŞ Genel Müdürü Adem Cüneyt İçel: Sektörde kalıcı olmayı hedefliyoruz Robert Koleji mezunu Burak Baykan: Kabataş ya da Galatasaray Lisesi gibi değiliz Çayeli Bakır İşletmeleri AŞ Genel Müdürü Lain Anderson: Çayeli Bakır yerel toplumla güçlü bağlara sahiptir AB’NİN EN BÜYÜK SINAVLARINDAN BİRİ “AB ETS” KÜRESEL EĞİLİMLER 2030: ALTERNATİF DÜNYALAR Bir Şehir Doğuyor 7 Kasım 2014 Eur newsport TUSAŞ-Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş Genel Müdürü Muharrem Dörtkaşlı: TUSAŞ küresel firma olma yolunda ilerlemeye devam edecektir ürk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) ülkemizin gururu olmaya devam ediyor. Sonuçların kısa sürede alınamadığı bir alanda, elde edilen başarılarla geçen 41 yılın ardından TUSAŞ, sabır ve kararlılıkla yeni hedeflere yöneldi. Bu yeni dönemin daha iyi anlaşılması için geçmişte katedilen yolu aktaran TUSAŞ Genel Müdürü Muharrem Dörtkaşlı, sorularımızı yanıtladı. TUSAŞ olarak 41. Yılınıza girdiniz. Yaşanan 41 yılda öne çıkanlarla ilgili bilgiler alabilir miyiz? Türk savunma ve havacılık sanayiinde dışa bağımlılığın azaltılması ve milli havacılık sanayiinin kurulması amacıyla 1973 yılında Türk Uçak Sanayii Anonim Ortaklığı (TUSAŞ)’ın kurulmasıyla başlayan çalışmalar neticesinde, bu şirket şemsiyesi altında F-16 uçaklarının üretimi, sistemlerin entegrasyonu ve uçuş testlerinin yapılarak Hava Kuvvetlerimize teslim edilmesi amacıyla 1984 yılında Türk-Amerikan ortak şirketi olarak Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş (TAI) kurulmuştur. 2005 yılında yabancı ortakların hisseleri satın alınarak TUSAŞ ve TAI birleşmiş ve TUSAŞ-Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. adıyla tek çatı altında milli bir şirket konumuna gelmiştir. Bu kapsamda, Şirketimizin kuruluş tarihi olarak 28 Haziran 1973 kabul edilerek, her yıl 28 Haziran gününün “TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii Günü” olarak kutlanması uygulaması başlatılmıştır. Başlangıçta taşeron firma olarak üretim projelerinde yer alan TUSAŞ, bugün tasarım ve geliştirme sorumluluğu içeren projelerde ana yüklenici ve risk paylaşımcı ortak olarak yer almaktadır. Şirketimiz bünyesinde halihazırda uçak, helikopter, insansız hava aracı, uydu sistemleri ve yapısal projeler olmak üzere çok geniş bir yelpazede tasarım-geliştirme ve üretim faaliyetlerine devam edilmektedir. Milli şirket konumuna geldiğimiz 2005 tarihinden bu yana küresel ölçekte savunma ve havacılık firmaları ile işbirliklerimizin de gelişmesiyle şirketimizin ciro ve ihracat rakamlarında hızlı artışlar kaydedilmiştir. TUSAŞ, halihazırda 1700’ü mühendis olmak üzere 5.000’e yaklaşan personeli bulunmaktadır. TUSAŞ, ANKA-İnsansız Hava Aracı, HÜRKUŞTemel Eğitim Uçağı ve T129-ATAK Helikopteri gibi özgün projeleri ve endüstriyel ortak olarak dahil olduğu, A400M-Stratejik Ulaştırma Uçağı, F-35Müşterek Taarruz Uçağı gibi çok uluslu askeri projelerin yanı sıra “tek kaynak” olarak görev aldığı büyük ölçekli yapısal gövde komponentleri üretim ve tasarım projelerinde Airbus, Boeing, Sikorsky, Eurocopter ve AgustaWestland gibi dünyanın önde gelen T havacılık firmalarının ana tedarik kaynağı olarak faaliyetlerine devam etmektedir. Ayrıca, uzay alanında, ilk keşif ve gözlem uydumuz Aralık 2012 tarihinde fırlatıldığından bu yana uydu ve uzayın kullanımı çalışmalarını da başarıyla sürdürmektedir. Türk savunma sanayisinin 10 yıl öncesi ile bugün gelinen nokta kıyaslandığında ciddi bir değişim ve ilerleme olduğunu görebiliyoruz. Bu ivmenin özellikle havacılık ve uzay alanında devam edeceğine inanıyoruz. Şirketimiz kendine ait ürünleri ve sistem çözümlerini geliştirmeye devam ederek, küresel ölçekte bir havacılık şirketi olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. TUSAŞ olarak şu anda yürütülen projelerle ilgili bilgi verir misiniz? TUSAŞ olarak içinde bulunduğumuz dönem birçok önemli projenin kilometre taşlarının gerçekleştiği, ülkemiz ve şirketimiz için gurur dolu bir dönem olmuştur. T129-ATAK Helikopteri projesinin ilk teslimatları başlamış olup, üretim faaliyetleri başarı ile devam etmektedir. Geçtiğimiz yıl içinde ANKA-İnsansız Hava Aracı ve HÜRKUŞ-Temel Eğitim Uçağı gibi özgün tasarım projelerimizin seri üretim anlaşmaları imzalanmıştır. Türk Hava Yolları’nın da kullanıcısı olduğu Airbus ve Boeing firmalarının yolcu uçaklarına, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanmakta olduğu Sikorsky, Agusta Westland helikopterlerine tek kaynak üretici olarak ana komponentlerin seri üretim faaliyetleri devam etmektedir. Öte yandan endüstriyel ortak olarak ana gövde komponentlerinin tasarım ve üretimini yaptığımız Airbus Military A400M Stratejik Ulaştırma Uçağının kullanıcı ülkelere teslimatlarına başlanmış, Türk Hava Kuvvetleri ilk uçağını teslim almıştır. Airbus firması- Eur newsport nın yeni nesil yolcu uçağı A350 XWB, TUSAŞ tasarımı ve üretimi olan kanatçık (aileron) ile ilk uçuşunu gerçekleştirmiştir. En son nesil savaş uçağı olan ve ABD dışında tek kaynak üretici olarak üretimini yaptığımız konvansiyonel tip F-35/Müşterek Taarruz Uçağı orta gövdesinin ilk teslimatı yapılmıştır. Hâlihazırda yörüngede başarıyla hizmet vermekte olan uydumuzu takiben farklı alanlarda hizmet verebilecek yeni uydu projelerimiz üzerinde çalışmalarımız devam etmektedir. Yakında Uydu Sistemleri Entegrasyon ve Test Merkezimizin açılışını gerçekleştirerek ülkemize ve şirketimize önemli kabiliyetler kazandırmış olacağız. Milli Muharip Uçağı, Özgün Genel Maksat Helikopteri, Bölgesel Yolcu Uçağı ve yeni uydu sistemleri gibi geleceğe yönelik projeler kapsamında teknolojik alt yapımızın ve mühendislik kabiliyetlerimizin geliştirilmesine yönelik yatırımlar yapmaya devam ediyoruz. Son dönemde bir yandan özgün ürünlerimize yönelik seri üretim anlaşmaları kapsamında geliştirme ve üretim çalışmalarımız devam ederken, uluslararası pazarlarda görülen yoğun ilgi üzerine mevcut iş portföyümüzü yeni projelerle geliştirmek amacıyla hedef ülke ve pazarlara yönelik analizler yapıyor, stratejiler oluşturuyoruz. Tüm bu çalışmalarımızı ülkemiz savunma ve havacılık yardımcı sanayii ve üniversitelerimizle işbirliği içerisinde topyekun bir savunma ve havacılık sanayi yaklaşımı ile yürütüyoruz. Göktürk Yenileme Uyduları Projesi ile ilgili gelin 10 Kasım 2014 nokta ile ilgili bilgi verir misiniz? Türkiye iletişim, istihbarat, keşif, gözlem teknolojileri konusunda önemli mesafeler kat etmekte ve bu kapsamda gelişen teknolojiler paralelinde uydu projelerimize yatırımlara da devam edilmektedir. Aralık 2012 tarihinde, Türkiye’nin ilk milli uydusu olan Göktürk II Yüksek Çözünürlüklü Yer Gözlem Uydusu, TUSAŞ ve TÜBİTAK-Uzay işbirliğiyle geliştirip, üretilmiştir, iki yıla yaklaşan bir süredir görevini başarıyla sürdürmektedir. Halihazırda ana alt yükleniciliğini üstlendiğimiz Göktürk I uydusu ve ana yükleniciliğini üstlendiğimiz, diğerlerine göre daha gelişmiş özelliklere sahip Göktürk III uydusuna yönelik çalışmalarımıza devam etmekteyiz. Göktürk III uydusunun faaliyete geçmesiyle, ülkemiz uydu gözetleme alanında yüksek hassasiyetli arazi, yükseklik modellerinin oluşturulması ve topoğrafik harita hazırlanması gibi yeni kabiliyetlere sahip olacak; doğal afet sonrası hasar tespiti ve kriz yönetimi süreçlerinde görsel bilgi desteği sağlayacaktır. TUSAŞ ve ülkemiz için teknolojik kazanım anlamında büyük getiri sağlayacak olan USET (Uydu Sistemleri Entegrasyon ve Test) Merkezi TUSAŞ Akıncı tesis alanı içinde çok yakında operasyonel hale gelecektir. Bu merkez sayesinde, her çeşit uyduyu uzay ortamına fırlatılmadan önce test edebilme imkânına ve kabiliyetine sahip olacağız. Ayrıca yerli ve yabancı müşterilerin farklı sınıflardaki uydularına aynı anda hizmet verebilecek kabiliyete sahip olmuş olacağız. Bu da Türkiye’nin uzay ve uydu sistemleri alanında uluslararası ölçekte önemli bir yer almasını sağlayacaktır. İhracatçılar Birliğinden geçen yıllarda olduğu gibi ihracat şampiyonu ödülünü aldınız. Bu alandaki başarılarınız ile ilgili neler söylemek istersiniz? TUSAŞ, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin tarafından, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, Savunma ve Havacılık Sektörü “Türkiye İhracat Şampiyonu” olarak ödüllendirilmiştir. TUSAŞ, küresel alanda savunma ve havacılık sektörü için belirleyici bir konumda yer alan “Defense News Top 100” listesinde 5 basamak yükselerek 80’inci sırayı almıştır. Türk savunma ve havacılık sanayii 2013 yılında yaklaşık 1,4 Milyar ABD Doları tutarında ihracat gerçekleştirmiştir. 2013 yılı sonu itibari ile şirketimizin satış gelirlerinin yarısından fazlasını yurtdışı satışlarımız oluşturmaktadır. Yıl sonunda konsolide satışlarımız 913 Milyon ABD Doları seviyesine ulaşmış; bunun 634 Milyon ABD Doları ihracat olarak gerçekleşmiştir. Şirketimiz hâlihazırda en çok ABD ve Avrupa ülkelerine ihracat gerçekleştirmektedir. Önümüzdeki yıllarda, özgün ürünlerimizin yurtdışına satışıyla ihracatımızın çok daha yüksek seviyeleri yakalayacağına inanıyoruz. 500 Milyar ABD Doları olarak hedeflenen 2023 yılı Türkiye toplam ihracatı içerisinde savunma ve havacılık sanayi için 15 Milyar ABD Doları ihracat he- defi konulmuştur. Amaç kritik teknolojilerine haiz olduğumuz özgün sistem ve platformlar üreterek uluslararası pazarlarda büyümek ve bu alanda dünyanın en büyük ihracatçıları arasında yer almaktır. Sektör ihracat hedeflerinin gerçekleşmesinde Taarruz Helikopteri, İnsansız Hava Aracı ve Askeri/Sivil Genel Maksat Helikopteri gibi platformların gelecek dönemde yurtdışına ihraç ediliyor olmasının önemli etkisi bulunacağını değerlendiriyoruz. Sektör ihracat hedeflerinin gerçekleştirilmesi ve bu ihracatın sürdürülebilir olması açısından ülkemizin havacılık, enerji vb. alanlardaki büyük çaplı yurt dışı kaynaklı kamu alımlarından yaratılacak projelerin kaldıraç etkisinden istifade edilmesinin önemli olduğuna inanmaktayız. TUSAŞ’ın halka arzla ilgili son gelişmeleri aktarır mısınız? Bildiğiniz üzere, hisselerimizin belli bir bölümünün Halka Arz edilmesi ile ilgili çalışmalara 2013 yılında başlamıştık, ancak dönemin piyasa şartlarının elverişli olmaması nedeniyle arzı, uygun ekonomik koşullar oluşuncaya kadar erteledik. TUSAŞ önümüzdeki dönemlerde halka arz, organik ve inorganik büyüme çalışmalarını sürdürerek küresel firma olma yolunda ilerlemeye devam edecektir. I 11 Kasım 2014 Eur newsport Enes Algan Nuri Hasekili Korkut Yakal Beraat Yüzer Tiftik Borochemie International Pte. Ltd. Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ahmet Korkut Yakal: Madencilik alanında uluslararası firma çıkaracak bilgi birikimine ulaşamadık umhuriyetimizin kuruluşundan bugüne geliştirmeye çalıştığımız madencilik alanı, istenilen boyutlara getirilemedi. Genç Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kurucumuz Atatürk tarafından büyük önem verilerek başlanılan yolculuğun neticesinde, önemli maden kaynaklarına sahip olmamıza rağmen, madencilik alanında uluslararası bir firma çıkaramamamızın eksikliğini hissediyoruz. Bu konuda farklı görüşler olsa da konuyu, görüşlerine değer verdiğimiz, bilgi ve görgüsüne güvendiğimiz, Borochemie International Pte. Ltd Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ahmet Korkut Yakal’a danıştık Ülkemizde neden madencilik alanında uluslararası firmalar çıkartamıyoruz? Bu soru çok farklı yaklaşımlarla cevaplandırılacak bir konudur. Bu konuya gelmeden önce maden- C 12 Kasım 2014 cilik sektörünün sorunlarını aktarmak gerekiyor. Türkiye’deki madenciliğin en büyük sorunu ilgili kanunların yeterince işlememesidir. Problemin ana nedeni buradan başlıyor. Yabancı bir firma ülkeye gelirken öncelikle madenin yapısına, çalışma koşullarına bakmıyor, öncelikle önem verdiği konu kanunen Türkiye’de nasıl korunurumdur, çünkü yatırılacak sermaye, iş gücü ve zaman çok önemlidir, bunların da evrensel hukuk içinde korunması lazımdır. Bu nedenle Türkiye’ye gelen önemli maden şirketi maalesef yok. Bunun olmaması da madencilik alanında işbirliği, bilgi ve deneyim paylaşma olanağını ortadan kaldırıyor. Mesela uzun seneler Köyceğiz bölgesinde çalışan “ Türk Maadin Şirketi vardı “ , bu şirket çevrede bulunan bütün ufak şirketler ile ilgilenir yol gösterirdi, Köyceğiz’de çalıştığımız sürede sağ olsunlar bize de çok yardımları dokunmuştur ve onların tecrübesinden çok şey öğrenmişizdir. Türk madenciliği 1978 senesinde yürürlüğe giren 2172 sayılı kanunla devletleştirme adı altında kötü bir tecrübe yaşadı. Alınan karar politik açıdan doğru olabilir, bunu tartışmam, ancak başlangıçta bor, kömür ve demir yataklarını kapsayan bu kanunla o dönemde bu madenleri işleten tüm özel sektör firmaların hem yatırımları hem de bilgi birikimleri yok edildi. Daha sonra 1983 yılında yayınlanan 2840 sayılı kanunla demir ve kömür sahaları bu kapsamdan çıkarıldı. Ancak, bu alanda çalışan şirketler işe bir daha geri dönmediler ve bunca zamanın emeği, bilgisi ve sermayesi yok edildi. Aktardığınız bilgilerden yola çıkarsak, bu sorunlar çözülür ise Türkiye’de uluslararası bir maden firması ortaya çıkartabilir mi? Gelişmiş ülkeler bu firmaları bilgi birikimleriyle çıkardılar. Biz daha o bilgilere ulaşamadık. Bu bir süreçtir. 1800’lü yıllarda Kanada’da altın çıkartıyorlardı. Bizde o dönemde madencilik var mıydı? Osmanlı döneminde de büyük çaplı madencilik faaliyetlerini gayrimüslimler ve yabancı şirketler yürütüyorlardı. Atatürk bu nedenle yeni kurulan cumhuriyetin madenciliğini geliştirmek ve yabancıların tekelinden kurtarmak için Etibank, MTA, Maden Bankasını kurulmasını ön gördü. Buradaki amaç: Etibank; maden üretimi ile ilgilenecekti, MTA; cumhuriyet sınırları içindeki her türlü maden araştırmasını yapacaktı, Maden Bankası ise madenciliğin finansmanı ve gelişmesini sağlayacaktı. Zaman içinde bazı madenlerin işletilmesi Türk özel sektörüne öğretilerek devir edilecek ve özel sektöründe bu işe girmesi sağlanacaktı. Dünyada hiç olmayan bir sistemi Türkiye’de oluşturmaya çalıştı. Bugün bu firmalar nerededir? Bu madenlere ne oldu? Yine bu firmaları alanlar neler yaptı? Bir madencilik firmasının ödediği tüm vergileri topladığınız zaman kazancının neredeyse %75’ini vergi olarak devlete veriyor. Diğer yandan madencilik alanında ön yatırımlar ve araştırma giderleriniz diğer iş kollarına göre daha yüksek miktarlar tutmaktadır. Araştırmalarınız sonucunda hiçbir şey çıkmayabilir. Bir madencilik şirketimizle Adıyaman’da manganez çıkartıyoruz, 780 km karayolu ile Mersin Limanına ulaşıyor. Dünya da böyle bir sistem yok. Durum böyle olunca yurt dışındaki maden firmalarıyla rekabet edemiyorsunuz. Maalesef alt yapı yatırımları istenilen şekilde ilerlemiyor, kara yollarımızdaki gelişmeler çok iyi ancak demir yollarımız için aynı şeyi söyliyemeyiz. Bu durumda Atatürk zamanında kurulan sistemin daha iyi olduğunu söyleyebilir miyiz? Türkiye’de madencilik 1927 yılında nasıl kurulmuş nasıl düzenlenmiş anlamak çok zor. Atatürk’ün bu sistemi nasıl oluşturduğuna akıl erdiremiyorum. O dönemde Türkiye’de madencilik yok, ne okuyup bu sistemi düşündü, bilemiyorum. O yıllarda Amerika, Rusya, Avrupa veya Asya’da böyle bir sistem bulunmuyor. Bu ülkelere bakarak geliştirilecek bir sistem değil. Bu sistem Atatürk’ün buluşudur. Eti Bank’ın işletmekte olduğu çeşitli maden rezervlerinin ve üretim tesislerinin özelleştirmeleri yapıldığı zaman bir anlam veremedim. Bir yanda yerli tank yapmak istiyorsunuz diğer yandan kendi maden ve metal işletmelerinizi özelleştiriyorsunuz. Eğer iyi çalışmıyorlarsa daha iyi çalıştırılabilirdi. Bir başka konu ise buradaki işletmelerde mühendisler yetişiyordu. Sektörde okul görevi yapıyorlardı. Bu işletmeleri özelleştirmeden alan firmalar, Etibank’ın stoklarında olan ürünlerin de hepsini devraldı ve fabrikayı teslim aldıktan sonra bu ürünleri satarak başarı yakalayacak- Eur newsport larını düşünüyorlardı. Bir başka konu ise özelleştirmeden bu tesisleri alan firmalar bu işi hiçbir şekilde bilmiyorlardı. Bu alanda hiçbir yatırımları deneyimleri yoktu. O dönemde, dünya pazarında alüminyum fiyatı 1500 dolar iken, 3500 dolara çıktı. bakırın fiyatı 2000 dolardan, 8000 dolara çıktı, ferrokrom 1200 dolardan, 4000 dolar civarlarına çıktı. Çok ciddi oranlarda fiyat artışları oldu. Bu firmalar bu artışlardan da yararlandılar. Bu artışlarla birlikte madenler Etibank’ın elinde olsaydı bugün Etibank bu madenler ile ilgili pazarlarda da uluslararası bir firma haline gelmişti. Etibank zamanında hem mineral hem de metal üreten Türkiye’deki tek şirketti. Maalesef özelleştirmeler nedeniyle bu bilgi birikimini ülke olarak kaybettiğimizi düşünüyorum. Bu tip şirketler dünyada çok az bulunuyor, misal vermek gerekirse BHP Billiton ve RioTinto, bu şirketler şu anda dünya liderleri konumundadır. Eğer Etibank da desteklenseydi, bu şirketler sınıfında olabilirdi görüşündeyim. Etibank’ın elinde bulunan madenler özelleştirilirken bir tek bor madenini stratejik diye özelleştirmeye almadılar. Bu doğru bir karar mıydı? Türkiye’de sürekli olarak bor mineralleri stratejik bir üründür denildi, fakat bu göreceli bir bilgidir. Bor madenin stratejik bir ürün olarak kabul edilmesinin temel gerekçesi dünyanın en büyük rezervlerine sahip oluşumuzdur. Ancak, bor madenlerinin özelleştirme kapsamına alınmaması doğru bir karardır. Diğer taraftan krom, bakır ve alüminyum stratejik üründür, çünkü sanayinin ana maddeleridir. Bugün tank yapacaksanız paslanmaz çelik gerekiyor. Paslanmaz çeliğin ham maddesi ferrokromdur. Madencilikle ilgili yeni yasa çıktığı dönemde sektördeki tüm yatırımcılar çıkan yasayla sektörün büyüyeceğini belirtiyorlardı. Siz bu düşünceye katılır mısınız ? Bu düşünceye katılmıyorum sadece yasa ile olabilecek bir şey değil. Finansman ve alt yapının da hazır olması lazım. Türkiye’deki bankaların “madencilik finansmanı” üzerine hiç bir ihtisasları yok. Finansman olmadan da büyümeyi sağlamak zor. Maden alanında yabancı yatırımcılara karşı ol- 14 Kasım 2014 duğumuz bir dönem başladı. Madenle işi bittikten sonra bölgeyi çevreye aykırı bir şekilde bırakıp gidecekleri iddia ediliyor. Bu konuda bir değerlendirme alabilir miyiz? Kanunlarda hepsi yazıyor. Madeni teslim aldığınız gibi bırakmak zorundasınız. Çalışan maden sahalarının devlet tarafından kontrol edilmesi lazım, bu süreçler takip edildiğinde eğer sahada maden kalmamışsa, saha eski haline getirilip öyle terk edilmelidir. İşe başlarken teminat alıyorsunuz, iş yapma şartlarınızı yazarsınız, terk edilen sahayı teslim alırken de gerekli kontrolleri yaptıktan sonra teminatlarını geri ödersiniz. Şu anda Çin’de toprak en üst seviyede kirli, nehirlerde balık bile bulamazsınız, hava kirliliği çok yüksek seviyelerdedir. Türkiye’de aynı sonuçla karşılaşmamak için gereken özeni hep birlikte göstermeliyiz. Türk yatırımcılarına bu konuları açtığımız zaman çevre diyerek hiç yatırım yapmayalım mı, diye cevap veriyorlar. Avrupalılar bu işleri nasıl yapıyorsa bizde öyle yapmalıyız. Aslında kanunlarımızı Avrupa kanunlarıyla karşılaştırdığınız zaman çok büyük eksikliği yoktur. Asıl sorun uygulama ve kontrol aşamasında oluyor. Soma olaylarından sonra madencilikle ilgili bazı düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemeler yeterli midir? Önemli olan düzenleme değil, çıkan kanunların uygulanmasıdır. Soma için özel bir düzenlemeye gerek yoktu. Çünkü bizim kanunlarımız gayet iyi bir şekilde düzenlenmiştir. Önemli olan uygulama ve kontrol kısımlarını düzeltmek. Denetlemeyi iyi yapmak gerekiyor. Buradan bor madenine dönecek olursak Eti Maden, bu alandan daha fazla kar elde etmek istiyor. Bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Eti Maden halen dünya bor pazarında birinci sırada. Son yıllarda yapılan yeni tesis yatırımları ile artan kapasite ve uygulanan pazarlama politikası ile bu noktaya gelindi. Bu pozisyonun bundan böyle korunacağına inanıyorum.I Eur newsport Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere: KOBİ’ler bankaları sadece finansal aracı değil, danışman olarak görmelidir 014 yılı gerek bölgemizdeki siyasi karışıklıklar gerekse Avrupa ekonomisinde beklenen gelişmelerin yaşanmaması üreten her kesimi ciddi oranda etkilediği ifade edilmektedir. Yaşanan gelişmelerden en fazla etkilenen kesim olan KOBİ’ler ise bu zorlu süreci finansman çözümleriyle gidermeye çalışırken piyasayı yakından takip eden Garanti Bankası, farklı çözümlerle KOBİ’lere destek olmaya devam ediyor. Bu dönemde çok banka ile çalışmanın faydalı olmadığını belirten Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere, KOBİ’lere bankalardan olabildiğince faydalanması gerektiğini belirterek KOBİ’ler açısından önemli tavsiyelerde bulundu. KOBİ’lerinin ayakta kalması ve geleceğe güvenle bakması için neler yapması gerekiyor? Garanti olarak KOBİ’lere, bankalarıyla sadece sıkıntılı günlerinde, sorunları kapıya dayandığı anda değil, her zaman yakın iletişimde olmalarına; müşteri temsilcilerinin danışmanlığını almalarını öneriyoruz. Bankalarını sadece finansal aracı olarak değil, danışman gibi görmeleri ve bu anlamda da bankalarından olabildiğinde faydalanmaları, bilgi almaları, daha güvenli adımlar atmaları, risklerini minimize etmeleri açısından önem taşıyor. Piyasada belirsizlikler ve değişimler yaşadığımız günlerde, herkesin ayağını yorganına göre uzatması gerekiyor ancak kriz havası da yaratılmamalı. KOBİ’lere, cari açık (kur hareketi) ve enflasyon (faiz hareketi) göstergelerini takip etmelerini öneriyorum. Dikkat etmesi gereken konular, nakit akışı, tahsilât riski ve banka seçimi diyebiliriz. 3-4 bankadan fazla sayıda bankayla kredi- 2 16 Kasım 2014 li çalışan KOBİ’lerin böyle dönemlerde gerektiğinde ilave kredi bulmaları zorlaşıyor. İhracata ağırlık vermeleri, yeni pazarlara yönelmeleri ve vadelerini uzun zamana yaymaları diğer önerilerimiz olabilir. Tahsilât vadelerinin uzamasındaki risk, KOBİ’lerimizin ödeme vadelerinin esnekliğiyle ilişkili... KOBİ’lerimiz, borç vadelerinin yapılandırırken bunu dikkate almalı ve vadesini esnetmeye özen göstermeli. Aynı zamanda, hammaddede dışa bağımlı olan KOBİ’lerin maliyetlerinin dövize paralel olarak artışı ve kur farkından kaynaklanan maliyet artışı, finansman ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Bunun yanında tüketicinin güven körelmesiyle iç piyasada talebin düşmesi, ağırlıklı iç piyasaya hizmet eden KOBİ’lerin de işlerinin yavaşlamasına ve nakit akışlarının düzensizleşmesine yol açıyor. Bu açıdan, KOBİ’lerin ihracata ağırlık vermesi de onlara fayda sağlayacak ya da en kötü ihtimalle kaybettirmeyecek gibi görünüyor. Biz, sahayı iyi bilen ve yöneten bir banka olarak, müşterilerimizi yakından takip edip ihtiyaçlarını doğru analiz ederek kendilerini destekliyoruz. Böylelikle ihtiyaçlarına birebir yanıt veren alternatif ürün ve hizmetler geliştirip sunuyoruz. KOBİ’lerin özellikle nakit akışlarında zorlandıkları dönemlerde, kredilerini ödeme güçlüğü çekmeye başlayacaklarını hissettikleri anda bankalarına başvurmalarını; ödemelerini vadeye yaymalarını tavsiye ediyoruz. Bu gibi durumlarda bankalarıyla olan ilişkilerinde daha yakın olmalarını öneriyoruz. Ülkemizde KOBİ kredilerinin hacmi yükselse de bu alanda gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşabildik mi? KOBİ’ler, tüm dünyada olduğu gibi ülkemiz eko- Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere, “Biz, sahayı iyi bilen ve yöneten bir banka olarak, müşterilerimizi yakından takip edip ihtiyaçlarını doğru analiz ederek kendilerini destekliyoruz. Böylelikle ihtiyaçlarına birebir yanıt veren alternatif ürün ve hizmetler geliştirip sunuyoruz.” Eur newsport nomisinde de son derece önemli bir yere sahip ve ekonomik canlılığın göstergesi durumunda. Tüm ülkelerde KOBİ’lerin toplam işletmeler içindeki oranı % 96’dan fazla olmakla birlikte, dünyada istihdama en fazla katkıda bulunan işletmeler KOBİ’lerdir. Türkiye’de ekonominin lokomotifi konumundaki KOBİ’lerin, dünyayla kıyasladığımızda, halen finansmana erişimde kısıtlarla karşılaştıklarını görüyoruz. KOBİ’lerimizin, küresel rekabet ortamında, değişime, girişimci olmaya, rekabetçi güç kazanmaya eğilimi gözleniyor. Bu anlamda, ekosistemde yer alan tüm kurumların ve girişimcilerin birbiriyle maksimum işbirliği yapması, etkileşimde bulunması, güç birliği yapması gerektiğine inanıyoruz. Gerek devlet, gerek kamuya gerekse STK ve özel sektöre düşen görev yadsınamaz. Herkesin, elini taşın altına koyması, bu alanda dünya ölçeğinde gerçekleşen tüm gelişmeleri takip etmesi ve desteklemesi gerektiğini düşünüyoruz. Garanti Bankası olarak KOBİ’lerimize sunduğunuz avantajlar ve yaptığınız çalışmalarla ilgili bilgi verir misiniz? Biz, Garanti KOBİ Bankacılığı olarak, KOBİ’lerin işletmelerini büyütmelerine yardımcı oluyor, faaliyetlerimizi de bu eksende hayata geçiriyoruz. KOBİ’lerin ihtiyaçlarına; finansman, bilgiye ulaşım hizmetleri ve yeni ürünler olmak üzere 3 ana başlıkta çözüm bulmayı hedefledik. Finansmana ulaşımda, KOBİ’lerin en temel sorunları olan uzun ve kısa vadeli finansman ihtiyaçlarını etkin ve hızlı bir kredi süreciyle gideriyoruz. KOBİ’lerin faaliyet döngüsünü inceliyor, stok finansmanı ve alacak finansmanı benzeri ihtiyaçları için borçlu cari hesap, spot kredi gibi ürünlerimizle 1 yıldan kısa vadelerde fonlama sağlıyoruz. Daha uzun işlemlerde ise 60 aya kadar, aylık eşit taksitli veya sektörel gereklilikler doğrultusunda değişken nakit akışlarına uygun ödeme planları içeren 20’ye yakın destek paketimizle KOBİ’lerimize destek oluyoruz. KOBİ’ler bankamız ürünlerini özellikle, işyeri ve yatırım finansmanında uyguladığımız esnek ödeme planları nedeniyle tercih ediyor. Nakit ihtiyaçlarını karşılayan ürünlerimizin yanı sıra özellikle dış ticaret yapan KOBİ’lerin ihtiyaçlarını karşılamak için gayrinakdi kredi imkânı da sunuyoruz. Yatırım yapmak isteyen KOBİ’lerimize sunduğumuz kredi imkanlarımızla, farklı yatırım ihtiyaçları olan KOBİ’lerimize de destek oluyoruz. Örneğin; sürdürülebilirlik stratejimize de paralel olarak, KOBİ’lere, lisanssız güneş enerjisi yatırımlarının finansmanına yönelik kredi ürünü sunuyoruz. Bu krediden; çevre dostu kaynak kullanarak kendi elektriğini üretmek isteyen ya da üreteceği fazla elektriği satarak gelir elde etmeyi hedefleyen tüm gerçek ve tüzel kişiler yararlanabiliyor. 2 yıla kadar geri ödemesiz, orta ve uzun vadelerde sunulan kredi, isteğe bağlı olarak Türk Lirası ya da döviz cinsinden kullanılabiliyor. Finansmana erişimde en fazla zorluk kişilere ulaşmak için neler yapıyorsunuz? Finansmana erişimde en fazla zorluk çeken segmentten biri olan yeni girişimciler ve kadın girişimcilere 2 ayrı programda destek oluyoruz. Örneğin; girişimci KOBİ’lere tüm bankacılık işlemlerini Garanti’ye gelerek, hem en uygun koşullarda hem de tek çatı altından yapabilecekleri bir destek paketi hazırladık. “İşimi Kuruyorum Destek Paketi” kapsamında yeni iş kurmak isteyen girişimcilere, finansman desteği sağlayacak bilgilendirme hizmeti veriyor, her konuda hayatlarını kolaylaştıran ürün ve hizmetler sunuyoruz. Yine finansmana ulaşmada zorluk çeken bir diğer segment de kadın girişimciler… Garanti olarak, kadınların iş hayatına katılımının artması adına büyük önem taşıyan kadın girişimciliğinin yaygınlaşması ve desteklenmesi gerektiğine sonsuz inanıyoruz. Bu inançla, 2007’den bu yana dünya çapındaki diğer finans kuruluşlarınca örnek gösterilen öncü çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Yurtdışı borçlanma konusundaki başarımızı girişimci kadınlarımıza fayda sunmak üzere kullanıyor ve onlara özel fonlamalar sağlıyoruz. Bu kapsamda, Kasım 2012’de, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’ndan (EBRD), Türkiye’den sadece kadın girişimcilere finansman sunmak amacıyla sağlanan en yüksek krediyi aldık. EBRD’nin Türkiye’de kadın girişimcilere yönelik sunduğu tek fon olan, 60 milyon ABD Doları tutarındaki 5 yıl vadeli bu krediyi, Kadın Girişimci Destek Paketi altında sunduk ve kadın girişimcilere yönelik yatırım ve işletme kredilerinin finansmanında kullandırdık. Bugüne kadar bankamızdan kadın girişimcilere kullandırdığımız toplam kredi rakamı 2,1 Milyar TL ye ulaştı. Tarım sektörü ile ilgili çalışmalarınız var mı? Garanti Bankası olarak, tüm sektörlerde olduğu gibi tarım sektörünü de destekliyor, kredi desteği sağlıyoruz. Bu çerçevede, tarımsal üretim faaliyetlerinin desteklenmesi amacıyla Tarım Sektör Paketi kapsa- mında yılda bir ödemeli 12 aydan 60 aya varan vadelerle birçok kredi tesis ediyoruz. Garanti Bankası olarak ayrıca; Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’yla (EBRD); Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, TC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Türkiye İş Kurumu tarafından ortaklaşa başlatılan “Kadın İşletmelerine Finansman ve Danışmanlık Desteği Programı” kapsamında iyi niyet mektubu imzaladık. Böylece, kadınlar tarafından yönetilen işletmelere kredi olarak verilmesi planlanan 300 milyon Euro’luk kredi paketine dahil olduk. 6 bankanın katıldığı program, Türkiye’deki kadın girişimcilerin finansmana erişimini kolaylaştırmak ve daha rekabetçi olmalarını sağlamak amacıyla, finansal ve teknik destek içeren kapsamlı bir paketten oluşuyor. Garanti Anadolu Sohbetleri’nin ilgi ile takip edildiğini gözlemliyoruz. Konu ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz? 2002’den bu yana düzenlediğimiz Garanti Anadolu Sohbetleri ile 66 ilde yapılan 95 toplantıda 31 bini aşkın KOBİ’yle fikir alışverişinde bulunduk ve bu toplantılarla yaklaşık 146.438 km mesafe kat ettik. 2011 senesinde KOBİLGİ adını verdiğimiz bilgilendirme toplantılarına başladık. Bu buluşmalarda, işletmelere; iş yapış şekillerinde değişime yol açacak yeni düzenlemeler, mevzuat/kanun değişikliklerinin getireceği yeni süreçler gibi konularda, uygulamaya yönelik bilgiler vermeyi hedefliyoruz.I 19 Kasım 2014 Eur newsport Omurga Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erktin: Robert Koleji, özgüveni ortaya çıkartan bir yapıdır E ğitim, yaşamın kıvrımlarını daha iyi algılayabilmemizi sağladığını, bu algının da başarıyı beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Bu çerçevede değerlendirildiğinde iyi eğitim almak oldukça önemlidir. İyi bir eğitim hayatının nasıl olması gerektiği sorusu ise oldukça karışık bir analiz sentez sürecine ihtiyaç duyar. Sonucunda yapılacak çıkarımlar da tüm iyi niyetlere rağmen eleştirel yaklaşımlardan kurtulamaz. Ülkemizde kişileri başarıya ulaştıran eğitim kurumlarımızın başında gelen Robert Koleji, 150 yılı aşkın tarihi ile oldukça iddialı bir kurum olarak karşımıza çıkıyor. İki başbakan, onlarca başarılı siyaset adamı, akademisyen, müzisyen, yazar, gazeteci, iş adamı çıkaran bu yapı ülkemiz ekonomisine de bu doğrultuda önemli katkılar sağlıyor. Bu noktadan yola çıkarak Robert Koleji 1982 mezunu olan Omurga Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erktin ile Robert Koleji’ni konuştuk. Robert Koleji size ne ifade ediyor? Robert Koleji yılları çok güzel geçmiş 7 yıl, çok hoş arkadaşlıklar ve 40 senedir süren dostlukları ifade ediyor. Eğitimin ötesinde öyle bir tat bırakmış olması benim için oldukça özeldir. Eğitim açısından değerlendirdiğimde ise öz güven aşılayan bir bütünlüğü ifade ediyor. İş hayatında ise çok iyi ağ kurduran bir yapıdan bahsedebiliriz. Bu belirttiğiniz önemli çünkü eğitim hayatında belli dönemi beraber geçiren insanların hayata adapte olabilmeleri daha kolay oluyor. Ayrıca iş hayatında da başarıya ulaştıklarını gözlemliyoruz. 20 Kasım 2014 Evet bu şekilde bakıldığında 1940’lı yılların mezunlarının çok daha iyi yerde olduğunu söyleyebiliriz. Bir de rekabet zaman içinde çok artıyor. Bizim dönemimizde üniversiteye hazırlık dershanesine eğlenmeye gidilirdi. Yani buluşulur oradan çay içmeye gidilirdi. Yani o dönem üniversiteye girmek bir sıkıntı değildi. Ben koleji bitirince inşaat mühendisi olmak istedim sonrasında Boğaziçi Üniversitesi’ne yazıldım. Birçok arkadaşımda aynı şekilde girdi. Ancak son yıllarda ülkemizde dershane ve üniversiteye hazırlık süreci o kadar değişti ki. Hayat bize daha kolaydı diyebilirim. Geçmişe bakıldığında üniversite okumamış sadece lise eğitimiyle başarılı olmuş kişiler de görüyoruz. Tabii ki buna en iyi örnek sanırım Bülent Ecevit. Kendisi üniversite okumamış ancak çok başarılı bir başbakandı. Diğer taraftan bakıldığında bunun tersi bir durumda olabilir. Çok doğru. Yani ortaokul ya da lise eğitimini Omurga Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erktin, “Robert Koleji yılları çok güzel geçmiş 7 yıl, çok hoş arkadaşlıklar ve 40 senedir süren dostlukları ifade ediyor. Eğitimin ötesinde öyle bir tat bırakmış olması benim için oldukça özeldir. Eğitim açısından değerlendirdiğimde ise öz güven aşılayan bir bütünlüğü ifade ediyor. İş hayatında ise çok iyi ağ kurduran bir yapıdan bahsedebiliriz.” düzgün almamış ve sürekli hayatını dershanede geçirmiş çocuklar var. Sosyal hayatları yok ve ders dışındaki aktiviteleri kısıtlı. Bu da ciddi sıkıntı yaratabiliyor. Robert Kolejinde bu anlamda ders dışındaki aktivitelerin daha ön planda olduğu bir yapı olduğunu söyleyebilir miyiz? Ortaokul ve lise hayatımda derslerin ağırlığı %40 ve ders dışı aktivitelerin ağırlığı %60 idi. O kadar çok şey paylaştık ki. Hala öylemi bilemiyorum ama Robert Koleji’nde bu aktivitelerle insanın hem sosyal zekâsı gelişiyor hem de biraz yöneticilik öğreniyorsunuz. Tabi bunlar biraz imkânlar ile de mümkün oluyor. Sonuçta sizin almış olduğunuz bu eğitimin maddi olarak bir yükü var. Evet. Tabii bizim zamanımızda bu daha ucuzdu, kaldırılabilirdi. Şimdi çok pahalı özellikle lise eğitimi çok pahalı durumda bildiğim kadarı ile. Ama okulun konumu yeşillik ve orman içinde olması ve diğer özellikleri çok farklı bir şey ve bunun da tabii Eur newsport Mehmet Erktin bir bedeli oluyor. Robert Koleji döneminden arkadaşlıklarınız nasıl? Benim en yakın arkadaşlarımdan iki tanesi Amerika’da bir tanesi Fransa’da bir tanesi İsviçre’de yaşıyor ve sürekli bir araya geliyoruz, görüşüyoruz, haberleşiyoruz. Yani mesafeler çok önemli değil bizim arkadaşlığımız çok kuvvetli. Ve biz 7-8 kişilik bir gruptuk, bakarsanız bizim gibi çok sıkı dost olan on tane daha grup görebilirsiniz. Bu anlamda dostluklar çok sağlam kurulur Robert’te. Böyle garip bir ağ kuruluyor. Sizin döneminizden aklınıza gelen isimlerden kimler var? Ümran Beba var PepsiCo’nun Asya Pasifik Başkanı, başarılı bir iş adamı olanSerdar Bilgili bizden bir yıl öncedir, Yiğit Şardan, Cem Bilge, Aslı Karadeniz aklıma gelen isimlerden. Genellikle herkes bir yerde kendi işini idare edebildiğini söyleyebiliriz. Akademisyen olarak da birçok isim var Robert Koleji mezunu. Biraz iş yaşamınızdan bahsetmek isteriz. İş hayatınıza Tekfen Holding ile başladınız. Sonrasında neler oldu? Öncelikle iş hayatınızın başında hangi okuldan mezun olduğunuzun hiçbir önemi yok. Hatta ismi parlak okullardan mezun olmanız size hayal kırıklığı yaşatabiliyor. Çünkü mezun olduğunuzda sanıyorsunuz ki herkes sizi bekliyor ve hemen kariyer 22 Kasım 2014 yapacağım düşüncesi yerleşiyor. Ama maalesef öyle olmuyor. Ki inşaat sektörünün bir özelliği var eğitim düzeyi çok yüksek değil. Tekfen Holding’de işe başladıktan kısa bir süre sonra Arabistan’da şantiyeye gittim. Ve orada hangi okuldan mezun olduğunuzun bir önemi yoktu. Hatta bizim kolej mezunlarında daha azdır ama Boğaziçi mezunlarında sebat eksikliği çok fazla olduğu için büyük dezavantaj yaşarlar. Şartları görünce hemen nerede müdür pozisyonu buluruz düşüncesiyle işi bırakıp kariyerlerine zarar verdiklerine tanık oldum. Hâlbuki sabır ettiğiniz zaman sizin farkınız yavaş yavaş ortaya çıkıyor ve 3 katı daha hızlı yükseliyorsunuz. Burada aldığınız eğitimin faydası var ancak bu bahsettiğim ağında etkisi çok fazla. Problem çözerken de bunu kullanmak önemli sanırım bu anlamda. Tabiî ki. Sonuçta çevreniz geniş oluyor tanıdığınız insan sayısı çok fazla. Mutlaka iş hayatınıza etkileri oluyor. Tekfen Holding’de kaç sene çalıştınız? Tekfen Holding’de önce şantiye saha mühendisi olarak başladım ve çeşitli pozisyonlarda 23 sene kadar çalıştım. Maddi anlamda sizi mutlu ettimi 23 sene? Tekfen Holding dışarıdan bakıldığında Türkiye’nin en iyi 3 şirketinden biridir diyebilirim. Kazanmış olduğunuz deneyim bilgi çok fazla. Ayrıca Tekfen’de herkes çok uzun yıllar çalışır. Bunun se- bebi çalışanların mutlu olmasıdır. Ayrıca Tekfen benim için 2. bir okuldu diyebilirim. Çok iyi bir çevre sağladı bana. Omurga Yapı nasıl kuruldu? Tekfen’den ayrıldığımda Holding Başkan Yardımcısıydım Yaşımla yükselme derecesi belli bir doyuma ulaşmıştı. Hatta her genç emekli gibi Bodrum’da yaşama fikri gündeme geldi 2 yıl orada kaldım. Sonrasında bugünkü ortaklarımda şirketlerini satıp bir nevi emekli olmuşlardı. Onlar emlak sektörüne girmek istediklerini söylediler ve böylece 2011 yılında Omurga Yapı kuruldu. Şimdilik gidişattan oldukça memnunuz. Emlak sektörü ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Emlak sektörü Türkiye’de çok yanlış kullanılmış bir sektör. Emlak sektörü tüm dünyada çok iyi bir yatırım aracıdır, çünkü oturmuştur piyasa. Arzı talebi bellidir, getirisini tahmin edebilirsiniz. Türkiye’de arzın önü o kadar açıldı ki iyi ilişkiler var ise,herkes istediği yere inşaat yapabilir hale geldi. Buda arzın patlamasına sebep oldu. Ben 4 sene İnşaat Mühendisliği okudum, 2 sene mastır yaptım, 23 sene bu konuyla ilgili bir şirkette çalıştım. Rakibinize bakıyorsunuz farklı bir bölümden mezun olmuş çok başarılı bir fabrikatör hayatı var. İnşaat sektörü daha iyi diye bütün birikimini satıyor bu sektöre yatırıyor. Bizim bir meslek heyecanımız var yaptığımız binaların iz bırakmasını, şehir ile bütünleşmesini istiyoruz. Kimsenin böyle bir amacı yok, karı amaçlayıp bu iş yapılıyor. Bu yüzden hem İstanbul’un yapısı hem de sektör bozuldu. Dolayısıyla şu dönem emlak sektörü gerçekten kötü durumda. Özellikle ofis arzı konusunda ciddi bir arz fazlası var. Buna rağmen fiyatlarında oldukça yüksek olduğu gözlemleniyor. Bu noktada bütün beklenti ev olarak kullanılan yerlerdeki iş yerlerinin bir düzenleme ile kaldırılması noktasındadır. Bu durum gerçekleşirse ofis projelerinin önü açılır mı? Ama herkes istenilen bu bedelleri ödeyemez. Yani örneğin şuan bulunduğumuz yerde bir ofis kiralamak için m2’sine 40 dolar vermeniz gerekir. 1000 m2 bir ofis tutacaksınız 40.000 dolar vermeniz gerekiyor,yani bu doğrultuda aylık kira tutarınız 100.000 liradır. Düzenleme olsa dahigelemeyecek insanlar. Bir kaos ortamı olacak. Şuan gidişat gerçekten kötü. Yaşanılan iş kazaları, bir sarsıntı getirdi piyasaya bence. Bu kazaların tekrar edilmemesi için, müteahhitlere kısıtlar verilecek, yalnızca işi bilenler bu işi yapsın gibi uygulamaların getirileceğini ümit ediyorum. Eur newsport İş kazası noktasında en talihsiz nokta GYODER Başkanı Aziz Torun’un yaşadığı kaza oldu. Bu GYODER’in güvenilirliğine de zarar verecektir. Bu noktada olay olur olmaz Sayın Aziz Torun’un istifa etmesi hem kendi ismi, hem GYODER açısından uygun olurdu diye düşünüyorum. GYODER kurulduktan sonraGYODER’in profesyonellerin yeri olacağı ifade edilmişti. Bizce de bu doğru bir yaklaşımdı, neden muhafaza edilemedi. Çok doğru. Gerçekten profesyonellerin bir meslek kuruluşunda yönetimde olmasıyla, patronların yönetimde olması çok farklı oluyor. Çünkü patronlar tamamen şahsi ve maddi çıkara odaklanmış oluyorlar. Profesyonellerde daha ziyade sektörün ayakta olmasına odaklanıyor. Patronlarda ben başarılı olayım mantığı var. Işık Bey’in kurduğu yönetim kurulu da profesyonellerden oluşuyordu bende o yönetimde yer aldım. Yönetim kendini yenileyemedi ve patronlar devreye girdi. Patronlar da devreye girince GYODER’in eski tadı kalmadı. Sivil Toplum Kuruluşu görüntüsünden Çıkar Grubu görüntüsüne girdi. 24 Kasım 2014 İnşaat sektörü sizce nasıl düzelir? Karlar düştükçe daha iyi olacağına inanıyoruz. Biz özünde yatırım şirketiyiz. Şuan inşaat yapmaktan ziyade var olan portföylere yatırım yapıyoruz. Kaba bir tabirle işi bilmeyenler iflas edecek. Belirttiğim gibi hala ofis yapmak isteyenler var. Ofis yapanlar cebinde para olan insanlar. Ancak konut yapanlar topraktan satayım o parayla inşaata başlayayım düşüncesindeler. Hesapsızca sektöre giriyorlar. Kısacası bir şirketin kendi gücü ile tamamlayamayacağı işin içine girmemesi lazım. Geçtiğimiz Temmuz ayında SPK gayrimenkul fonu tebliği yayınladı. Gayrimenkul yatırım ortaklıklarında edinilen tecrübe ışığında hazırlanmış bir tebliğ bu. Fonlara inşaat izni vermiyor sadece bitmiş ürünleri alma izni veriyor. Vergi avantajı sağlıyor. Bunun çok faydalı olacağına inanıyorum. Çünkü emlak sektörü artık bu kadar tatlı bir sektör olmaktan çıkacak ve sadece az sayıda işi bilenler mütevazi bir kazançla bu işi yapacaklar. I Eur newsport DP World Yarımca Liman İşletmeleri A.Ş. CEO’su Nichola Silveira: DP World Yarımca Limanı Türkiye ekonomisinin gelişimine katkı sağlayacak ltı kıtada 65’ten fazla terminali işleten DP World, Yarımca’da yaptığı yatırımla Türkiye pazarına giriş yaptı. 1.333.000 TEU kapasitesi ile ülkemizin en büyük konteyner terminallerinden birini inşa eden DP World, konteyner pazarının gelişimine katkı sağlayacak. Yapılan yatırımın ülkemizin geleceğine olan güvenin göstergesi olduğunu ifade eden DP World Yarımca Liman İşletmeleri A.Ş. CEO’su Nichola Silveira, yapılan yatırımın geleceği ve pazardaki re- A 26 Kasım 2014 kabet ortamı ile ilgili sorularımızı yanıtladı. DP World Yarımca Liman İşletmelerinin de yer aldığı pazar ile ilgili genel bir değerlendirme alabilir miyiz? Doğu Marmara pazarında sanayi günden güne gelişiyor. Bu çerçevede ve 2023 hedeflerine paralel olarak büyüyen dış ticaret hacmi, beraberinde liman hizmetlerine olan talebi de artıracaktır. Genel anlamda limancılık endüstrisini analiz ettiğimizde büyük gemilerin taşımacılık alanında önemli oranda arttığını görüyoruz. Bu durum ise daha büyük ve derin rıhtıma sahip limanlara ve terminallere olan ihtiyacı artırmaktadır. Liman işletmemizin bulunduğu bölge de bundan olumlu yönde etkilenecektir. Bölgenizde geçen yıl 1 milyon TEU gibi bir kapasite kullanımı gerçekleştiği gerçeğinde yola çıkar ve sizinle beraber pazardaki tüm oyuncuların kapasitesinin 5 milyon TEU civarında olduğu hesap edildilirse önümüzdeki dönem bölgede liman hizmetleri alanında arz fazlası olduğu ifade edilebilir. Bu ifadeye katılır mısınız? Bulunduğumuz bölgede farklı kapasitelerde hizmet veren çok sayıda limanın olduğu doğru. Ancak biraz önce de ifade ettiğim gibi gemi boyutlarının büyümesi ve yeni konsorsiyumların oluşması sonrası ortaya çıkacak ihtiyaca cevap verilmesi gerekiyor. Bölgemizdeki limanlar bugün bulundukları konum itibariyle büyük boyutlardaki ve derinlikteki bu gemileri elleçleyebilecek mi? Belki evet, belki de hayır. Bugüne kadar bölgeye daha fazla sayıda hat operatörünün gelmemiş olmasının arkasında yatan nedenin elleçleme kapasitesinin yetersizliği olduğunu söylemek mümkündür. Kapasite artışıyla birlikte bölgeye olan ilgi de artacaktır. Benim daha önceki deneyimlerim de bu doğrultudadır. Hat operatörleri, alternatifli bir şekilde kapasitelerdeki artışı gördükleri zaman bölgeye daha fazla ilgi göstereceklerdir. Bahsettiğiniz hususlar DP World’ü ön plana çıkarabilir ancak bölgedeki hacmin işlerliği ülke için daha önemli olduğundan yola çıkarsak, önümüzdeki beş yıl içerisinde bölgedeki limanların 5 milyon TEU rakamına ulaşması mümkün mü? Limanlardaki kapasite kullanım oranları birden bire değil ancak kademeli olarak artacaktır. Limanların da bu çerçevede plan yaptığı kanaatimdeyim. Türkiye’nin dış ticareti genel olarak artıyor ve bu da daha verimli elleçleme tesislerine ve kapasiteye olan ihtiyacı beraberinde getirecektir. Bölgemizde yerli ve yabancı dış ticaret firmalarının sayısı artmakta, bu da pazardaki büyümeyi sürdürmektedir. Buna ilave olarak, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kıyasla konteynerle taşınan yük oranının düşük olduğunu, bunun da genel olarak pazardaki büyüme- Eur newsport den bağımsız olarak konteyner trafiğinde büyük bir artış potansiyelini barındırdığını ifade edebiliriz. Ancak elbette, burada liman işletmelerine, liman girişleri ve rıhtımın ötesinde de en etkin ve verimli hizmeti sunmaları açısından, büyük bir sorumluluk düşecektir. Özetle, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde önemli bir artışın olacağını söyleyebilirim. DP World ne zaman faaliyete geçer? 2015’in son çeyreğinde faaliyete geçmeyi planlıyoruz. 2016 yılında kapasitenizin tamamını kullanabilme ihtimaliniz var mı? İzmit Körfez Geçiş Projesi’nin bölgedeki dengeleri değiştireceğini düşünüyoruz. O nedenle öncelikle bu projenin etkilerinin reel olarak görülmesi gerekiyor. Bu ve benzeri oyun değiştirici etkenlerin geleceği nasıl şekillendireceği sorusunun cevabı oldukça önemlidir. Biz bu gelişmeler neticesinde kapasitemizin tamamını doldurmak istiyoruz. Türkiye’de kapasitelerin artışını sağlamak için gerekli adımları attığını düşünüyor musunuz? Türkiye’nin büyük projeleri hayata geçiriyor olması gerekli adımları attığını göstermektedir. Marmaray, Üçüncü Hava Limanı, Üçüncü Köprü, Tüp Geçit, İzmit Körfez Geçişi projesi ve Kanal İstanbul gibi büyük projeler lojistiğe ve ticaretin gelişimine 28 Kasım 2014 ne kadar önem verildiğinin göstergesinidir. Etrafımıza baktığımızda büyük sanayi yatırımlarını görebilmekteyiz. Bu da gerekli adımların atıldığının göstergesidir. Global bir firma oluşunuz bölgeye ve bölgedeki yatırımınıza katkı sağlar mı? Uluslararası bir liman işletmecisi olarak, faaliyetlerimizde mükemmelliği, verimliliği, uzmanlığı, bunların birarada sunulacağı limancılık tecrübemizi getirerek, Türkiye’nin ve bu bölgenin gelişimine önemli bir değer katmayı hedefliyoruz. Tamamı şirket kültürümüzün ayrılmaz parçaları olan, insana, çevreye ve iş güvenliğine verdiğimiz değeri buraya getiriyoruz. Bizim vizyonumuz, müşterilerimizin küresel pazarlara ulaşmada liman tercihi olurken, aynı zamanda tercih edilen işveren olmaktır. Çok sayıda yeni iş imkanını ve en yüksek seviyede müşteri memnuniyetini ortaya koyacak olan DP World Yarımca’nın bölegeye olan katkıları sayesinde çalışanlarımız, olumlu deneyimlerini paylaşarak çalıştıkları yerlerde bir fark yaratma ve komşularımız olan halkımıza uzun yıllar sürecek bir bağlılık tesis etme imkanını bulacaklardır. Bu çerçevede rakiplerinizin sizden korkmamaları gerektiğini söyleyebilir miyiz? Bu bir iş ve iş hayatında kimsenin bir diğerinden korkmasına gerek yok. Herkes için bol miktarda iş var. Geçmişte hukuksal anlamda sıkıntılar yaşadığınız dönemler oldu. Bu dönemde buraya yatırım yapıyor olmaktan dolayı pişman olduğunuz zamanlar oldu mu? Biz dünyada 65 farklı lokasyonda faaliyet gösteriyoruz. Aksaklıklarla her zaman karşılaşabiliyoruz, en doğru yasal çerçevede bunlara çözüm üretmek için çalışsak da bazen çözümü zaman alıyor. Ancak, biz doğru yerde ve doğru zamanda yatırım yaptığımız konusunda eminiz. Türkiye’nin en sanayileşmiş bölgesinin kalbi olarak ifade edilebilecek bir konumdaki DP World Yarımca, yaratacağı tedarik zinciri verimliliği sayesinde ülkenin ve bölgenin ekonomisini geliştirecek, Türkiye’nin en yeni teknolojisine sahip derin rıhtımlı konteyner limanı olacaktır. Bizim hedefimiz müşterilerimizi global pazarlara ulaştırmakta tercih edilen liman olmaktır ve bunu başaracağımıza inancımız tamdır. Yatırım için teşvik aldınız. Bu teşvik yabancı ya- tırımcı için cazip oranda mıydı? Yatırımlar için sağlanan teşvikler mevcut kanun ve düzenlemeler çerçevesinde verildiğinden, bize verilen teşvikin yeterli olduğu kanaatindeyiz; ancak elbette her yabancı yatırımcı için yatırımlarını artırmasında daha fazla teşvik daha cazip gelecektir. Yabancı yatırımcı olarak yerel ve merkezi yönetimden gerekli ilgiyi gördünüz mü? Biz yatırımımız süresince yerel ve merkezi yönetim ile doğrudan iletişim içerisinde olduk ve geldiğimiz noktada bunu başardığımız kanaatindeyim. Hat operatörlerinin birleşmesi ile ilgili gelişmelere değinmiştiniz. Bu birleşmeler liman işletmecileri açısından sağlıklı gelişmeler midir? Bunlar, liman işletmeleri ve endüstri açısından beklenmedik değişimlere yol açabilecek önemli gelişmeler ve bizler de bu gelişmeler ışığında pazarda yaşanacak değişimleri bekleyip görmeliyiz. Ancak nihayetinde, yükün sahibinin de bu senaryo içerisinde önemli bir rolü olduğunu unutmamamız gerekiyor.I 29 Kasım 2014 Eur newsport Doç.Dr. Ali Balcı SETA BAĞDAT’A UZAK, ERBİL’E YAKIN 30 Kasım 2014 nkara Temmuz 2008’de Bağdat yönetimi ile Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Antlaşması’nı imzaladığında Irak’ta temel muhatabının Bağdat olduğunu acık bir şekilde ortaya koymuştu. Bu antlaşma Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nın kapasitesinin artırılması, Irak doğalgazının uluslararası pazarlara ulaştırılması gibi enerji konularını da içeriyor ve enerji konusunda da temel muhatabın Bağdat yönetimi olduğunu gösteriyordu. Üstelik Türkiye Erbil’in Kürdistan Bölgesel Yönetimi temelinde hızla Bağdat’tan kopmasını ve bağımsız bir Kurt devletine dönüşmesini engellemenin yolunun Erbil ve Bağdat’ın enerji yasaları üzerinden birbirlerine bağımlı kılınmasından geçtiğini düşünüyordu. Bu doğrultuda 2006-2010 yılları arasında enerji konularında yapılmaya çalışılan yasal düzenlemelerde Ankara, Erbil ve Bağdat’ı benzer noktada buluşmaya ikna etme politikası izlemiştir. Örneğin, Temmuz 2008’de Bağdat ile ağırlıklı olarak enerji transferini kapsayan A antlaşma Erbil’i enerji konusunda Bağdat ile eşgüdümlü çalışmaya çağıran bir girişim olarak değerlendirilebilir. Yine Eylül 2010’da Ankara’nın Kurt liderleri rahatsız etmeyi de göze alarak Bağdat ile yaptığı bir antlaşmayla Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı suresinin 15 yıl daha uzatılmasını kabul etmesi bu politika ile yakından ilişkilidir. 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan iki önemli gelişme ise Türkiye’nin Erbil ve Bağdat karşısında İzlediği dengeli politikayı önemli ölçüde etkilemiş ve Ankara’yı 2011’de ABD’nin bölgeden çekilmesiyle birlikte iki farklı Irak politikası izlemeye zorlamıştır. Bunlardan ilki 2009 yılında Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde kalan topraklarda yüksek rezervli petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunması iken, ikincisi Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkilerin 2010 yılı sonundan itibaren gerginleşmeye başlamasıdır. İlk gelişme Ankara ve Erbil arasındaki yakınlaşmanın maddi zeminini oluştururken, ikinci gelişme de siyaseten bu ilişkiye uygun bir ortam sağlamıştır. Enerji konusuna geçmeden önce ikinci dinamiğe, yani Ankara ve 31 Kasım 2014 Eur newsport Bağdat arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine zemin hazırlayan gelişmelere değinmekte fayda var. 2003 ABD işgalinden sonra ciddi bir risk olarak ortaya çıkan Irak’ın etnik ve mezhepsel bölünme olasılığı konusunda hassas davranan Ankara, Irak’ta yapılan 2010 seçimlerinde siyasi bir risk alarak Şii kökenli bir isim olan İyad Allavi’nin başında olduğu elIrakiye koalisyonunu destekledi. Türkiye’nin gözünde Irak milliyetçisi olan ve mezhepçi bir politika izlemeyen Allavi, otoriter yöntemlere başvurmaya başlayan ve mezhepçi bir dil kullanan Maliki’ye tercih edilebilirdi. Bu doğrultuda Ankara Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte hareket ederek Iraklı Sünnileri el-Irakiye koalisyonuna destek verme konusunda ikna etmeye çalıştı. Allavi’nin koalisyonunun seçimleri kazanmasına rağmen kendisine çok yakın oy alan Nuri el Maliki’nin 22 Aralık 2010’da hükümeti kurması bir yıl sonrasında Ankara ve Bağdat arasında yaşanacak olan gerginliğin zeminini oluşturdu. Bu gerginliğin siyasete devşirilmesi ise ABD’nin Aralık 2011’de Irak’tan askerlerini çekmesiyle mümkün oldu ve gerginlik Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’nin Maliki yönetimi tarafından tutuklanmaya çalışılmasında ve daha sonra Haşimi’nin Türkiye’ye sığınmasında net bir şekilde gün yüzüne cıktı. İlk gelişmeye, yani Ankara ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında enerji temelinde ilişkilerin başlamasının maddi zeminini oluşturan pratiğe geri dönersek daha önce de belirtildiği gibi 2009 yılı bir donum noktası olarak alınabilir. Gulf Keystone’un Şekhan’da 10 milyar varilin üzerinde bir petrol rezervi keşfettiğini açıklaması Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni dünya enerji piyasasının önemli aktörlerinden biri haline getirdi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin 2013 itibariyle dünyadaki en büyük petrol yataklarına sahip ülkeler sıralamasında onuncu sıraya yükselmiş olması, Erbil’i sadece enerji ihtiyacı bağlamında yakınlaşılan bir muhatap olmaktan çıkardı. Türkiye için Erbil bir taraftan enerjideki dışa bağımlılığı çeşitlendirebilecek bir kaynak olarak görülürken, diğer taraftan da Türkiye’yi enerji transfer merkezine dönüştürebilecek bir potansiyele sahip olması nedeniyle önem arz etmektedir. Bu iki stratejik öneminin yanı sıra Erbil Türkiye merkezli enerji firmaları için burada yatırım yaparak küresel enerji piyasasına girme noktasında da önemli bir zemin oluşturmaktadır. Burada belirtmek gerekir ki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin enerji piyasasına bu şekilde dâhil olması Ankara ve Erbil arasındaki yakınlaşmanın başlangıcı ya da kurucu zemini olarak değerlendirilemez. Aksine söz 32 Kasım 2014 konusu enerji kaynaklarının keşfi 2008 yılından beri yakınlaşan iki aktör arasındaki karşılıklı bağımlılığı güçlendiren ve yakınlaşmayı maddi zemine oturtan bir dinamik işlevi görmüştür denilebilir. OYUN DEĞİŞTİREN KART: ENERJİ 2007 yılında Bağdat’ın gittikçe merkezileşen bir politika izlemeye başlaması ve İran’ın Irak üzerindeki etkisini artırması Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni Türkiye’ye yakınlaştırırken, PKK’nın şiddet eylemlerine yeniden ivme kazandırması da Ankara’yı Erbil ile yakınlaşarak PKK’nın Kandil’deki mevcudiyetini sınırlandırma yönünde motive etti. Örneğin bu tarihlerde Ankara’yı yanına çekmek isteyen Erbil yönetimi Erbil ve Süleymaniye havaalanlarının yapımı gibi büyük inşaat ihalelerini Türk şirketlere verme yoluna gitti. Kasım 2007’de Ankara ve Washington’un PKK’ya karşı ortak istihbarat antlaşması imzalamasıyla 1 Mart tezkeresinden itibaren gergin olan TürkAmerikan ilişkileri önemli ölçüde yumuşadı ve bu yumuşamanın sağladığı uygun zemin ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki olan Iraklı Kürtlerin Ankara ile yakınlaşmasına olanak sağladı. Bütün bu gelişmelerin yanı sıra Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik politikalarında merkezi bir konum işgal eden Türkmenlerin 2005 seçimlerinde yüzden 1’den daha az oy alması Ankara’nın Türkmenlere dayalı politikasının sağlam bir zemini olmadığını ortaya koydu. Bu gelişmeden sonra dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Emre Taner’in başında olduğu bir grup yetkili üzerinden Iraklı Kurt yetkililerle direkt diyaloga giren Türkiye, 2007’ye gelindiğinde bu görüşmelerde önemli bir aşama kaydetti. 2007 yılı içinde cumhurbaşkanlığı secim krizi, askerin bu krize e-muhtıra ile cevap vermesi, ardından gelen erken genel secimler ekseninde yaşanan iç siyasal gerginlik ve artan PKK eylemleri Ankara ve Erbil arasında bir suredir başlayan yakınlaşmayı sekteye uğrattı. 2007 başında Kuzey Irak’taki Kurt liderlerle görüşebileceğini açıklayan Erdoğan, Temmuz ayına gelindiğinde “Bizim muhatabımız Irak’ın merkezi hükümetidir. Ben merkezi hükümetin cumhurbaşkanıyla da görüştüm, başbakanıyla da görüştüm. Bunun dışındaki bir kabile reisi ile ben görüşemem” ifadelerini kullanmıştır. Daha sonra hükümetin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden gelen Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon taleplerine de olumlu cevap vermesi ile 2007’nin sonu ve 2008’in başında geniş ölçekli bir askeri operasyon gerçekleştirildi. Öngörülen sonuçları (PKK’nın Kandil’deki gücünü tasfiye etme) verip vermediği tartışılan23 bu operasyonun hemen ardından ise hükümet 2007’nin ilk aylarında açıkladığı Erbil ile yakınlaşma politikasına kaldığı yerden devam etti ve operasyonun bitmesinden sadece bir hafta sonra 7 Mart 2008’de Celal Talabani Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. 30 Nisan 2008’de o dönem başbakanın danışmanlığını yapan Ahmet Davutoğlu ve Irak Özel temsilcisi Murat Özcelik Erbil’e giderek Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Necirvan Barzani ile görüştü. Kısacası, 2008 yılında Ankara’nın Erbil politikası önemli ölçüde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolünden çıkınca tarihte ilk kez taraflar arası ilişkiler resmi, direkt ve kurumsal mekanizmalar üzerinden yürütülen bir boyut kazandı. 2009 yılından itibaren Kurt bölgesinin enerji piyasasına hızla dahil olmaya başlaması politik değişime önemli bir maddi zemin sağlamış ve bu zemin Ankara ile Erbil’i daha da yakınlaştırdı. Türkiye 2000’lerin ilk on yılı boyunca enerji politikasını üçayaklı bir strateji üzerine kurmuştu. Bunun ilk ayağı Türkiye’nin artan enerji ihtiyacını en uygun fiyatla karşılamaktan oluşmaktadır. IMF verilerine göre 2000 yılında 226 milyar dolar olan Gayrisafi Milli Hâsılası (GSMH) 2012 yılında 794 milyar dolara kadar çıkan Türkiye, gittikçe artan bir enerji ihtiyacı ile karşı karşıya kalmıştır. Örneğin 2001 yılında 16 milyar metreküp olan Türkiye’nin doğalgaz tüketimi, 2011 yılında 46,3 milyar metre küpe kadar yükselmiştir. Türkiye’nin doğalgazda yüzde 98 oranında dışarıya bağımlı olduğu göz önüne alınırsa ucuz ve güvenli bir enerji temini dış politikanın en önemli amaçlarından birine dönüşmüştür. İkinci ayağı enerji ihtiyacının sağlandığı kaynakların çeşitlendirilmesi ve böylelikle Türkiye’nin tek bir ülkeye bağımlı olmaktan çıkarılması oluşturmaktadır. Örneğin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yayımladığı 2008 verilerine bakıldığında Türkiye doğalgazın yüzde 65 civarında kısmını Rusya’dan satın almıştır. Azeri doğalgazının devreye girmesi ile bu oranda azalma yaşansa da, Türkiye doğalgaz konusunda Rusya’ya önemli ölçüde bağımlı bir görüntü sergilemektedir. Üçüncü olarak da, Ankara bölgesel ve küresel etkinliğini artırma bağlamında enerji zengini Ortadoğu ve Orta Asya ile enerji açığı bulunan gelişmiş Avrupa’yı birbirine bağlayan bir enerji aktarım merkezine dönüşme politikası izlemektedir. Ankara’nın bu üçayaklı politikası 2009 sonrası donemde önemli petrol ve doğalgaz rezervleri keşfedilen Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni Türkiye dış politikasının ilgi alanına dahil etmiştir. Daha sonra Dışişleri Bakanlığı görevini üstelenen Davutoğlu’nun Ekim 2009’da Erbil’e yaptığı ziyaret Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilişkileri bağlamında bir donum noktası olarak değerlendirilebilir. Ziyaret sırasında Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile birlikte düzenledikleri basın toplantısında Davutoğlu Türkiye’nin Erbil icin Batı’ya acılan bir köprü, Erbil’in de Türkiye’nin Körfez bölgesine acılan kapısı olabileceğini vurguladı. Erbil’in Batı pazarına açılması bağlamında Türkiye’nin gördüğü bu kritik işlev, ziyaretin öncesinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı üzerinden petrol ihraç etmeye başlaması ile birlikte enerji bağlamında pratik bir düzleme de taşındı. Mayıs 2009’da Taq Taq ve Tawke petrol sahalarında çıkarılan 100 bin varillik petrolün Bağdat’ın kontrolünde olan Kerkük-Yumurtalık boru hattı üzerinden uluslararası piyasalara ulaştırılması konusunda anlaşıldı. Anlaşmaya göre, söz konusu petrol ihracından elde edilen gelirin yüzde 88’i Bağdat yönetimine giderken bu kısmın yüzde 17’si Erbil yönetimine kalıyor, toplamın yüzde 12’lik kısmı da enerji firmalarına gidiyordu. Fakat bu anlaşma sisteminde Türkiye Erbil için dolaylı bir öneme sahipti. Yani ancak Bağdat ile anlaşmış bir Erbil söz konusu olduğunda Ankara, uluslararası pazara ulaşma konusunda kritik bir “köprü” işlevi üstlenebilirdi. 2011 yılında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Erbil ziyareti ilişkilerde bir başka donum noktasını teşkil etmenin yanı sıra Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin Erdoğan ile görüşmesi Ankara’nın Erbil’e yönelik enerji ilgisinde bir kırılma noktası olarak değerlendirilebilir. Bu tarihte olası bir enerji görüşmesinin Irak’ın bütünlüğü konusunda hassas olan ABD yönetimini rahatsız edebileceğini düşünen Ankara, ExxonMobil’in Ekim 2011’de Erbil ile enerji antlaşmaları imzalamasının ardından bu çekincesinden de kurtulmuştur. Dolayısıyla 2012 yılına gelindiğinde Bağdat-Erbil-Ankara üçgenindeki enerji bağlamında yaşanan gelişmeler önemli ölçüde değişmeye başladı. Bu değişim Türkiye’nin Erbil ve Batı arasında enerji bağlamında oynadığı dolaylı köprü rolünü de değiştirdi ve Türkiye’yi doğrudan bir köprü konumuna taşıyacak olan tartışmaları beraberinde getirdi. Bu çerçevede Bağdat yönetimi Erbil’in petrol şirketleri ile yaptığı antlaşmaların yasal olmadığını, özellikle Aralık 2011’de ABD’nin ülkeden çekilmesiyle birlikte daha yüksek bir sesle dile getirmeye başladı. Diğer taraftan bölgedeki en büyük enerji şirketi olan Genel Enerji Plc başta olmak üzere diğer şirketler Kerkük-Yumurtalık boru hattı yerine Kuzey Irak ve Türkiye arasında doğrudan bir boru hattı inşa edilmesi yö- 33 Kasım 2014 Eur newsport nünde bir adım atılması için Erbil üzerinde lobi faaliyetine girişti. Tam da böylesi bir ortamda Nisan 2012’de Bağdat yönetimi Kurt bölgesinde çalışan uluslar arası petrol operatörlerinin ihracat gelirlerinden kaynaklanan 1,5 milyar dolarlık ödemesini askıya alırken, Erbil de boru hatlarından petrol ihracatını durdurdu. Dört aylık bir aradan sonra Ağustos ayının sonunda taraflar bir uzlaşmaya vararak petrol sevkiyatını yeniden başlatmasına rağmen, bu gelişmelerin önemli etkileri oldu. İlk olarak, gelirlerini garanti altına almak isteyen enerji şirketleri Erbil’i alternatif ihraç yolları bulma konusunda sıkıştırmaya başladı. İkincisi otonom bir yapı isteyen Erbil, boru hatları üzerinden merkezi Irak yönetimine olan bağımlılığını alternatif ihraç yolları bularak azaltmak istedi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında faaliyet gösteren enerji firmaları ile Erbil’in aynı çizgide buluşmasına Ankara’nın ucuz enerji bulma, Rusya ve İran’a enerji alanında yaşanan bağımlılığı azaltma ve bölge için enerji transfer merkezine dönüşme politikaları eklenince Türkiye alternatif bir ihraç hedefi ve güzergâhı olarak devreye girdi. Rusya ve diğer ülkelerle yapılan doğalgaz antlaşmalarının gelecek birkaç yıl içinde yenilenmesi söz konusu olduğu için Kurt doğalgazı Ankara için güçlü bir alternatif olarak ortaya cıktı. Üstelik Türkiye’nin tek başına Erbil’in ihracat talebini karşılayacak bir tüketim potansiyeli de sunması, Kürdistan Bölgesel Yönetimi içinde faaliyet gösteren doğalgaz firmalarını da, böylesi bir olasılık karşısında motive etmektedir. Doğalgazın bu kritik konumu Ankara ve Erbil arasında Bağdat’tan bağımsız doğrudan bir boru hattının döşenmesi düşüncesinde de devreye girdi ve petrol boru hattının yanı sıra doğalgaz boru hattının da inşası gündeme geldi. Bu konuda ilk somut adım dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın 21 Mayıs 2012’de Erbil’e gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında doğrudan bir boru hattının inşa edileceğinin açıklanması oldu. Bütün bu gelişmelere rağmen Ankara Erbil ile görüşmeler dışında yapılacak antlaşmaları devlet düzeyinde gerçekleştirmek yerine bu amaçla kurulmuş firmalar üzerinden yürütmeyi tercih etti. Bu doğrultuda daha önce Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) bağlı olan, fakat daha sonra 2013 yılında bakanlar kurulu kararı ile BOTAŞ’a bağlanan Turkish Petroleum International Company Kuzey Irak bölgesinde yürüteceği petrol ve gaz operasyonları için Fransa’nın kuzeyinde Birleşik Krallığa bağlı Jersey’de 12 Ekim 2012 tarihinde Salus Energy Com- 34 Kasım 2014 pany adında bir şirket kurdu. Bu şirket üzerinden Erbil yönetimi ile enerji antlaşmaları imzalandı.34 Fakat “Salus” Latincede “kurtuluş” anlamına geldiğinden ve bu isim Erbil’in otonom hareket etmesi konusunda hassas olan Bağdat yönetimi tarafından yanlış anlaşılabileceğinden şirketin adı 31 Temmuz 2013’te “Turkish Energy Company” olarak değiştirildi. Salus şirketi üzerinden yürütülen görüşmelerin sonucunda Ankara ve Erbil arasında 25 Mart 2013 tarihinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Necirvan Barzani’nin Ankara ziyareti sırasında “Türkiye tarihinde yapılan en iyi enerji anlaşmalarından biri” olarak değerlendirilen bir enerji antlaşması imzalandı. Ankara’nın direkt olarak Erbil ile girdiği enerji ilişkisinin yanı sıra bu tarihlerde uluslar arası enerji firmalarının da enerji transferini kolaylaştıracak yeni boru hattı inşasına yönelik baskıları artmaya başladı. Örneğin, 15 Şubat 2013’te ExxonMobil’in Kuzey Irak’taki petrol sahalarında sondaj yapacağını açıklaması çıkarılan petrolün uluslararası piyasalara nasıl ulaştırılacağı sorununu beraberinde getirdi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin merkezi yönetimden bağımsız kullanabileceği bir petrol ve doğalgaz boru hattının bulunmaması Türkiye üzerinden inşa edilecek yeni bir boru hattını tartışmaya açtı. 2013 yılında, yukarıdaki gelişmelerden dolayı Erbil ve Ankara arasında görüşmeler direkt enerji nakil boru hatlarının inşası etrafında dönmeye başladı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Türkiye arasında direkt bir enerji boru hattının inşa edilmesi ilk kez Necirvan Barzani’nin Türkiye ziyareti sırasında Mayıs 2012’de gündeme gelmişti. Bu tarihten sonra Erbil çeşitli vesilelerle boru hattı inşa planlarından bahsetse de, Ankara bu konuda sessiz kalmayı tercih etmiştir. Söz konusu projenin ilk kez acık bir şekilde dile getirilmesi Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin Haziran 2013’te Erbil’de gerçekleşen enerji konferansında yaptığı açıklamalar ile oldu. Hawrami, Türkiye’ye petrol taşıyacak boru hattının 2013 Eylül’ünde tamamlanacağını ve 2016’da ise Türkiye’ye gaz ihracatına başlanacağını duyurdu. Bu tarihten sonra Bağdat yönetiminin rahatsızlığını gidermek üzere Kürdistan Bölgesel Yönetimi liderleri çeşitli girişimlerde bulunsa da, Bağdat’ı ikna etmek kolay olmadı. Henüz Bağdat ikna edilmemişken, Ekim 2013’te Hawrami bir açıklama daha yaparak Bağdat’ta bağımsız ikinci bir alternatif petrol boru hattının Türkiye ve Kürt bölgesi arasında inşa edileceğini; günde 500.000 varillik kapasiteye sahip olan bu hat sayesinde Erbil’in günde 1 milyon va- ril ihraç kapasitesine ulaşma hedefini gerçekleştirebileceğini açıkladı. 2013’un son günlerinde daha da sıklaşan diplomasi trafiği bağlamında Türkiye’den Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da Bağdat’a ziyaret gerçekleştirdi. Bağdat bütünüyle ikna edilmese de, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Petrolunun Türkiye’ye akmaya ve Ceyhan’da depolanmaya başlandığına ilişkin haberler 2013’un Aralık ayında gazetelerde yer almaya başladı. 2014 yılına girildiğinde, petrol boru hattı inşası konusundaki tartışmalar yerini Ankara, Bağdat ve Erbil arasında bu boru hattından petrol satışına izin verilip verilmeyeceği tartışmalarına bıraktı. Ocak 2014’te Irak Başbakan Yardımcısı Huseyin Şehristani’nin, “Kürt hükümeti, (Bağdat ile) anlaşmadan (Türkiye’ye) petrol satışı yapmama sözü verdi” açıklaması Irak Kürdistan Bölgesi Başbakanı Necirvan Barzani tarafından doğrulanmasa da, Türkiye’de depolanan Kürt petrolünün satışı sorunu çözülemedi. 2014 Mart ayı içinde Erbil ve Bağdat arasındaki görüşmeler kısmen sonuç verdi ve Kürt Bölgesel Yönetimi çıkardığı petrolün dörtte birini belirli bir sure boyunca “iyi niyet jesti” olarak Irak milli petrol şirketi üzerinden satma teklifinde bulundu. Kısacası 2014 yılına gelindiğinde Kurt Petrolunun Türkiye’ye boru hatlarıyla transferi konusunda önemli bir aşama kaydedildi ve bu çalışmanın kaleme alındığı tarihlerde (Mayıs 2014) Türkiye’de depolanan petrolün dünya piyasasına satılabilmesi konusunda görüşmeler devam etmekteydi. Mayıs ayı içinde Türkiye’deki depolarda 2,5 milyon varil petrol stoklandığı açıklansa da, Ankara ne bu petrolü iç piyasada kullanıma sokmuş ne de bunun dışarıya pazarlandığını açıkladı. Bunun en önemli nedeni Taner Yılmaz’ın şu açıklamasında net bir şekilde görülebilir: “Şu anda Tüpraş, Kuzey Irak petrolüyle alakalı herhangi bir talebinin olmadığını söyledi. Türkiye, en yüksek ham petrol tedarikini yaklaşık 6 milyon tonla Irak’tan yapıyor. Irak bizim için önemli, biz de Irak için önemliyiz”. Söz konusu ifade petrolün Türkiye’deki depolara stoklandığı böylesi bir aşamada dahi Ankara’nın Bağdat’ın ikna edildiği bir çözümde ısrarcı olduğu söylenebilir. TÜRK FİRMALARININ ENERJİ DANSI Irak Kürdistan’ına en erken giren enerji şirketi olan Çukurova Holding’e ait Genel Enerji42 2002’den itibaren hızla artırdığı yatırımlarıyla on yıl içinde bölgenin en aktif ve etkin şirketlerinden birine dönüşmüştür. Günde 120 bin varil üretim kapasitesine sahip olan ve 2014 itibariyle 200 bin varil kapasiteye çıkarılması hedeflenen Tak Tak petrol bölgesinde etkin olan Genel Ener- ji, 2011’de yüzde 50 ortaklı üzerinden eski BP yöneticisi olan Tony Hayward’ın başında olduğu İngiliz Vallares PLC ile birleşerek enerji piyasasındaki etkinliğini daha da güçlendirmiştir. Bina Bavi, Ber Bahr, Miran, Tavke ve Dohuk gibi bölgelerde de petrol ve doğalgaz yatırımlarında bulunan şirket bu bölgelerdeki paylarını da hızla artırma yönünde bir politika izlemektedir. Örneğin, Ağustos 2012’de Heritage Oil’in Kuzey Irak’ta bulunan ve doğalgaz kaynaklarını barındıran Miran sahasındaki yüzde 26’lık hissesini 156 milyon dolara satın almış ve böylelikle Miran’daki hissesini yüzde 25’ten 51’e kadar çıkarmıştır. Daha sonra başka satın almalar da gerçekleştiren Genel Enerji Miran’daki bütün hakları kendisinde toplamıştır. Yine yaklaşık 3 trilyon metreküp civarında doğalgaz rezervine sahip olduğu belirtilen Kuzey Irak bölgesinde doğalgaz yatırımlarına ağırlık veren Genel Enerji, Türkiye’nin artan doğalgaz ihtiyacı ve doğalgaz kaynaklarını çeşitlendirme politikası paralelinde Ankara’yı öncelikli muhatap olarak almıştır. Bu doğrultuda 2016 sonunda işlemesi planlanan doğalgaz enerji hatlarından ilk olarak Genel Enerji PLC’nin Miran ve Bina Bavi sahalarından gelen doğalgazın geçeceği basına yansıdı. Genel Enerji ile aynı donemde Kurt bölgesindeki enerji piyasasına dahil olan Ankara merkezli Pet Holding Şirketler Grubu bünyesinde faaliyet gösteren Petoil, ilk kez 2006 yılında Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde petrol çıkarmaya başladıklarını duyurmuştu. Ağırlıklı olarak Şakal sahasında faaliyetlerini sürdüren Petoil, yine kendisine ait olan A&T Petrol Limited Şirketi üzerinden bir sure Bina Bavi sahasında da faaliyetlerde bulundu; fakat 2012 yılında burayı Genel Enerji’ye devretti. Genel Enerji ile ortak girişimlerde bulunan Petoil yüzde 20 ortaklığının bulunduğu Chia Surkh bölgesinde (yüzde 60 Genel Enerji’ye ait) 2013 yılında zengin petrol yatakları bulunduğunu açıkladı. Bu özel şirketlerin yanı sıra Ekim 2012’de Salus Energy Company adıyla kurulan ve daha sonra Temmuz 2013’te Turkish Energy Company adını alan devlete ait enerji şirketi de Kürdistan doğalgaz ve petrolünde ciddi bir aktör olarak devreye girdi. Kurdistan Bolgesel Yonetimi kontrolundeki enerji piyasasına en son dahil olan Turkiye kokenli şirket ise Siyahkalem oldu. Enerji Piyasası Duzenleme Kurulu 12 Eylul 2013’te Siyahkalem Doğalgaz İthalat İhracat ve Ticaret A.Ş.’nin başvurusunu kabul ederek, Kuzey Irak’tan 26 yıllığına gaz ithalatı yapması için yetki vermesiyle gündeme gelen firma uzun bir sure Irak merkezi yonetiminden alım-satım sözleşmesi alamadığı için bekletiliyordu. Bu sözleşmeyi almamasına rağmen, Siyahkalem firmasına 2014 yılı için 0,7 milyar 35 Kasım 2014 Eur newsport m3, 2015 için 1,5 milyar m3, 2016 için 2,5 milyar m3 ve 2017-2033 yılları için 3 milyar m3 doğalgaz ithalatı izni verilmesi söz konusu firmayı enerji piyasasının en güçlü aktörlerinden birisi haline getirdi. Siyahkalem’in Ankara ve Erbil arasındaki enerji ilişkilerinde Türkiye ayağını üstlenmesi Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren Turkish Energy Company’nin Kurdistan doğalgazını Türkiye’ye getirme konusunda önemli bir aşama kaydettiğini de ortaya koydu. Mart 2013’te Erbil ve Ankara arasında yapılan anlaşmayla Turkish Energy Company’nin Kuzey Irak’taki 13 farklı enerji sahasında petrol ve doğalgaz çıkarma izni almış olması ve çıkarılan enerjinin Türkiye’ye ulaştırılması ayağının hayata geçirilmesi Ankara’nın Kuzey Irak enerji piyasasındaki pozisyonunu önemli ölçüde güçlendirdi. Kurt petrolü ekseninde gündeme gelen bir başka Türkiye kökenli firma ise Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Türkiye üzerinden tankerle petrol ihracatına aracılık eden Powertrans’tır. 2012’den itibaren Kurt petrolünü Türkiye üzerinden dünya piyasasına ulaştıran bu şirket ilk aşamada petrolün büyük bir kısmını İtalya’nın Trieste kentine ve oradan da Fransa, Almanya, Hollanda ve Latin Amerika’ya transfer etmekteydi. Ekim 2012’de Trafigura ve Vitol gibi iki büyük petrol şirketinin Bölgesel Kürt Yönetimi ile yaptığı anlaşma kapsamında (Bağdat bu iki şirkete petrol ihracatı bağlamında önemli ölçüde bağımlı olduğu için bir nevi bypass edilmişti) taşıma işini üstlenen Powertrans’ın bu nedenle Kürt bölgesinde direkt bir insiyatif aldığı- 36 Kasım 2014 nı söylemek zordur. PETROL PARASI VE HALKBANK Ankara ve Erbil arasında yürütülen enerji transferi konusundaki görüşmelerde en dikkat çekici olan ayrıntılardan biri de Türkiye üzerinden ihrac edilen petrol gelirinin nereye yatırılacağı konusuydu. Buna göre, petrol bedeli Halkbank’a yatacak ve dekontlar düzenli olarak Bağdat ve Erbil’e gönderilecekti. Dolayısıyla, Irak Anayasası’nda öngörülen Irak petrol gelirinin yüzde 83’unun merkezi yönetime yüzde 17’sinin de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne aktarılması Halkbank üzerinden sağlanacaktı. Halkbank daha once de İran’a yonelik ABD tarafından konulan ambargonun delinmesinde kurum olarak merkezi bir işlev görmüştü ve aynı zamanda Hindistan’ın İran ile yaptığı petrol ticaretinde aracı kurum olarak da devreye girmişti. Örneğin 2011 yılı içinde Hindistan 1,4 milyar dolarlık ödemeyi İran’a Halkbank üzerinden yaptığını açıklamıştı. Bu ve benzeri adımlar ABD’nin Halkbank’a acık bir tavır almasına neden olmuş ve Wikileaks ile ortaya çıkan bir belgeye göre, ABD Hazine Bakanlığı Musteşarı David Cohen Ekim 2009’da Halkbank yetkilileri ile görüşerek İran’a yönelik ambargonun delinmemesi konusunda uyarılarda bulundu. Daha sonra çeşitli vesilelerle ABD tarafından uyarılan Halkbank bu politikasını değiştirmeyince bu uyarılar politik bir karşılık bulmaya başladı. Örneğin Nisan 2013’te ABD’de 47 vekilin desteğiyle “İran’ın uluslar arası yaptırımları aşmak için beş yurtdışı ofisi ve Tah- ran’da da bir temsilciliği olan Halkbank’a yatırdığı mevduat üzerinden altını kullandığı yönündeki endişe” acık bir şekilde dile getirildi. Petrol gelirinin Halkbank’a yatırılması konusuna ilk ciddi itiraz Bağdat’tan geldi ve Bağdat Yönetimi Kürdistan petrollerinden elde edilecek tüm gelirin Kuveyt’e ödenen tazminat gerekçe gösterilerek New York’taki bir bankaya yatırılması gerektiğini dile getirdi. 17 Aralık 2013’te Halkbank Müdürü’nün rüşvet suçlaması ile gözaltına alınması bu tartışmalara yeni bir boyut ekledi ve Erbil bu durumda 2003 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ABD’nin New York kentindeki JP Morgan Bankası’nda acılan Irak Kalkındırma Fonu hesabına yatırılma seçeneği üzerinde yoğunlaştı. 25 Aralık’ta Kürt Yönetimi Başbakanı Necirvan Barzani ile Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin Bağdat’ta yaptığı görüşmede petrol sevkiyatı konusunda anlaşma sağlandığının bildirilmesinden kısa bir sure sonra petrol gelirlerinin JP Morgan Bankası’na yatırılacağı basına yansıdı. Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız bir açıklama yaparak Halkbank’ın “içinden geçtiği durumun sureci etkilemeyeceğini” belirtse de, Ankara ve Erbil arasında yapılan görüşmelerin en önemli ayağından birisi olan yıllık 26 milyar dolarlık para akışının Türkiye üzerinden gerçekleşme olasılığı ciddi ölçüde zarar gördü. Bu gelişmeye rağmen Erbil yönetimi “Bağdat kontrolündeki hesaba paranın gitmesi” konusunda isteksiz olduğunu dile getirmeye devam etti. Hatta konuya ilişkin basında çıkan haberlerde Erbil ve Bağdat’ın Türkiye üzerinden Kürt petrolünün transferi konusunda önemli ölçüde anlaştıkları, fakat anlaşmanın önündeki temel sorunun “gelirin yatacağı banka ve ticareti yapacak petrol şirketi” konusu olduğu belirtildi. Ankara ve Erbil petrol gelirinin Halkbank’a yatırılıp buradan taraflara dağıtılması konusunda anlaşırken, Bağdat yönetimi ise gelirin ABD’de bir fonda toplanıp dağıtılması konusunda ısrarlarına devam etti. Bu tartışmalar devam ederken 90 milyon dolarlık bir gelirin Halkbank’a yatırıldığına ilişkin haberler basına yansısa da, Taner Yıldız bu iddiaların doğru olmadığını, Erbil ve Bağdat arasında gelirin yatırılacağı banka konusunda görüşmelerin devam ettiğini belirtti. Dolayısıyla Ankara tarafı gelirin Halkbank’ta tutulması konusunda ısrarcı olmasına ve bu noktada Erbil’i de ikna etmesine rağmen, bu çalışmanın yazıldığı tarihlerde henüz bu konuda somut bir adım atılmış değildir. ABD VE DİĞER GÜÇLER 2003 Irak işgali sırasında ABD’ye en önemli desteği veren bölgedeki Kürt gruplar işgal sonrası Washington’un en önemli müttefiki haline gelmiş ve ABD’nin, Saddam sonrası Irak’ı yeniden yapılandırma politikasında oncu bir rol üstlenmişlerdi. Fakat bu gelişme ABD’nin bir taraftan Irak’ın bütünlüğünü sağlama diğer taraftan da bölgedeki müttefiki olan Türkiye’yi rahatsız etmeme temelindeki iki ayaklı politikasını tehlikeye atmıştı. Bu çelişki gibi görünen durumdan bir çıkış stratejisi olarak Washington, 2007’den itibaren Ankara ve Erbil arasında yakınlaşmayı teşvik ederek69 hem Türkiye’yi rahatsız eden durumu tersine çevirmeyi hem de Irak’ın bütünlüğü konusunda ısrarcı olan Ankara’yı Irak siyasetinin merkezine çekmek yoluyla olası bir bölünmeyi engellemeye çalıştı. Fakat bu politika Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkilerin olumlu bir düzlemde ilerlemesine bağımlı olan bir stratejiydi. 2010’dan itibaren Ankara ve Bağdat ilişkilerinin gerginleşmeye başlaması ve bunun karşılığında Ankara’nın Erbil ile yakın bir işbirliği politikası izlemeye başlaması Washington’u politika değişikliğine zorladı. Ankara’yı Erbil ile yakın bir politika izleme konusunda destekleyen Washington yönetimi, bu kez söz konusu ilişkinin geldiği boyuttan rahatsız olmaya başladı ve Bağdat’ın denkleme katılması yönünde bir politika izlemeye yöneldi. Ankara ve Erbil arasında enerji temelinde yaşanan yakınlaşma surecine ABD’nin bakışını belirleyen temel dinamiklerin başında, bu yakınlaşmanın Erbil ve Bağdat arasındaki ilişkileri nasıl etkileyeceği sorusu gelmektedir. Üstelik Erbil ve Ankara arasında enerjinin transferi konusunda bir anlaşma sağlanması, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ABD’ye olan bağımlılığını en azından ekonomik düzlemde önemli ölçüde azaltma potansiyeli de içermektedir. Amerikalı karar vericilere göre, Ankara ve Erbil arasındaki yakınlaşma Irak’ın parçalanmasına kadar gidebilecek bir sureci tetikleme potansiyeline sahip olduğu için Irak’ın bütünlüğü aleyhine olan bu sarmalın durdurulması Türkiye’nin enerji konusunda politikasını gözden geçirmesine bağlıdır.70 İlk olarak Aralık 2012’de, Ankara enerji antlaşmaları temelinde Erbil ile yakınlaşmaya başlayınca, Washington bu yakınlaşmanın Irak’ı dağılmaya götürecek ve aynı zamanda Bağdat’ı İran’la yakınlaşmaya itecek riskli bir adım olduğu fikrinden hareketle Türkiye’yi eleştirmiştir. Washington’dan gelen bu bağlamdaki eleştiriler üzerine Türkiye ExxonMobile gibi ABD’li enerji firmalarının Erbil ile yaptığı anlaşmaları öne sürerek benzer antlaşmaları yapmanın bir problem olmadığını ileri surdu. Örneğin Erdoğan Nisan 2013’te yaptığı bir açıklamada Washington’un 37 Kasım 2014 Eur newsport Ankara ve Erbil arasındaki ilişkilere karışmamasını istedi ve bu ilişkilerin tıpkı diğer ülkelerin Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile olan ilişkilerinden farklı olmadığını belirtti. 2014’e gelindiğinde ise ABD’nin bu tutumunu kararlı bir şekilde sürdürmediği söylenebilir. Nitekim Reuters Haber Ajansı ABD ve İsrail’in Powertrans’ın tankerlerle Mersin ve Dörtyol limanlarına transfer ettiği Kürt petrolünü satın almaya başladıkları konusunda bir haber geçti. Buna göre, Bağdat’tan bağımsız Kürt petrolünün satışına karşı çıkan ve Ankara’yı bu temelde eleştiren ABD söz konusu petrolün müşterisi oldu. Avrupa için ise Rus doğalgazına olan bağımlılığını azaltma politikası bağlamında Kürt doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa pazarına ulaştırılması önem arz ediyor. Rusya’ya bağımlılığın azaltılması noktasında devreye sokulan en önemli proje olan Nabucco, Hazar gazının sürdürülebilir miktarda olmaması, TANAP (Trans Anadolu Doğalgaz Hattı) gibi Türkiye’nin ortaya attığı alternatif projeler ve projeyi yürütecek şirketlerin zamanla projeden soğumaları gibi nedenlerle uzun bir sure askıya alındı. Kürt doğalgazının Nabucco’nun hayata geçmesini engelleyen ilk nedeni ortadan kaldıracağı ve projeye sürdürülebilir miktarda doğalgaz sağlanmasına imkan vereceği söylenebilir. Öte yandan, Rusya petrolünün yüzde 80’i başta Almanya ve Hollanda olmak üzere Avrupa ülkelerine giderken, doğalgazın yüzde 76’sı da yine Avrupa ülkelerine ihraç edilmektedir. Avrupa’nın Rus enerji kaynaklarına yönelik bu yüksek orandaki bağımlılığı 2014’un başında patlak veren 38 Kasım 2014 Ukrayna/Kırım krizinde bir kez daha gündeme geldi. Avrupa’nın Rusya enerjisine önemli ölçüde bağımlı olmasının, Batı’nın Ukrayna müdahalesine tepki olarak Moskova’ya yönelik olası ekonomik yaptırımları önündeki en önemli engel olduğu göz önüne alındığında, Avrupa için alternatif enerji kaynakları ciddi bir alternatif olarak yeniden tartışılmaya başlandı. ABD ve Rusya arasında Soğuk Savaştan sonra en ciddi gerilimlerden biri Ukrayna ekseninde yaşanırken, Rusya’nın en büyük enerji şirketlerinden biri OAO Rosneft (ROSN), ExxonMobil ile Kuzey Irak’taki enerji sahasına yönelik lisans alabilmek için Mart 2014’ten itibaren görüşmelere başladı. Bu da, bir taraftan Batı’nın Rusya enerji sektörüne olası bir yaptırıma gitmesinin zorluğunu gösterirken diğer taraftan da Rusya’nın enerji piyasasındaki etkinliğine alternatif olabilecek alanlarda da rekabet gücünü artırma politikası izlediğini ortaya koymaktadır. Üstelik dünyanın en geniş kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin Rusya’da bulunduğu (44,4 trilyon m3) ve Avrupa’nın da enerji açığını kısa ve orta vadede çözme imkanı olmadığı göz önüne alınırsa Kürt doğalgaz ve petrolünün Rusya’yı ikame edebilecek bir alternatif gibi durmadığı söylenebilir. Bu nedenle Rusya’yı Avrupa enerji piyasasında dengelemenin “en makul” yolu, dünyanın en geniş ikinci doğalgaz rezervine sahip İran’ı (33,1 trilyon m3) Avrupa enerji pazarına entegre etmek gibi durmaktadır. Dolayısıyla 2013 yılından itibaren Batı’nın Tahran yönetimi ile nükleer müzakerelerde bir orta yolda buluşmaya başlaması bu politika değişikliğinin bir işareti olarak okunabilir.I Eur newsport Özelleştirme İdaresinden aldıkları gayrimenkulü oldukça yüksek bir bedelden üzerinden satın aldıklarını ifade eden Birleşik Gayrimenkul Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Derbazlar: “Ortaya çıkan fiyat bizim Türkiye’ye güvenimizi göstermektedir” on yılların en büyük gayrimenkul alanında toptan satın alma işlemi gerçekleşti. Özelleştirme İdaresi’nin yapmış oldu ihale sonrası Kadıköy ilçesi, Tuğlacıbaşı mahallesinde yer alan, Four Wind projesi olarak bilinen taşınmazların, maliyeye ait bölümleri, Birleşik Gayrimenkul Geliştirme ve İnşaat AŞ tarafından satın alındı. Gayrimenkul satışlarının sıkıntıda olduğu bir dönemde 577.000.000 TL gibi bir bedelin ortaya çıkması, bir yandan sektörü heyecanlandırırken, diğer yandan da gözlerin Birleşik Gayrimenkul’e çevrilmesine neden oldu. Konu ile ilgili merak edilenleri konuşmak için bir araya geldiğimiz şirket ortağı Ömer Derbazlar, sorularımızı yanıtladı. Birleşik Gayrimenkul Geliştirme ve İnşaat olarak Özelleştirme idaresinden önemli bir satın alma gerçekleştirdiniz. Konu ile ilgili sizden bir değerlendirme alabilir miyiz? Birleşik Gayrimenkul Geliştirme ve İnşaat olarak özelleştirmeden, Taşyapı tarafından müteahhitliği yapılan Kadıköy’deki dört tane 44 katlı binanın maliyeye ait bölümünü satın aldık. Four Winds ismi il bilinen bu projede yaklaşık yüz bin metrekare satılabilir alan inşa edilmiş. İnşa edilen bu alanın %40’ı yaptığı iş karşılığı Taşyapı’ya verilmiş, %60’ını ise biz Özelleştirme İdaresi’nden 577.000.000 TL karşılığında satın aldık. Projede bağımsız bölümler bitirilmiş, kat irtifakları alınmış ve iskanı alınacak durumdadır. Biz sözleşmemizi iskânının alınarak bize devri çerçevesinde sözleşmemizi imzaladık. Satın alma sonrası beklentileriniz ile ilgili neler söylemek istersiniz? Biz sektörde gayrimenkul geliştirme, arsa satın alma, gayrimenkul satın alma gibi noktalarda varlığımızı sürdürmek istiyoruz. Bu projede de toplu satın alma yolu ile aldığımız gayrimenkulü gene satışını gerçekleştirerek, kiralayarak bir artı değer ortaya çıkarmak istiyoruz. Ekim ya da kasım ayı gibi satışa başlamak istiyoruz. Bu çerçevede de gerekli çalışmaları başlattık. Bu satın alma işleminden büyük kar beklentiniz var mı? Satın alma işleminde ortaya çıkan bedel oldukça yüksek bir bedeldir. Ancak biz bölgenin ve ülkenin geleceğine güveniyoruz. Yaptığımız yatırımı da bu doğrultuda yaptık. Çok acelemiz yok. Burayı bugünden yarına satıp kar etmek beklentisi içerisinde S değiliz. Bu uzun soluklu yatırım düşüncemiz doğrultusunda makul bir kar beklentisi içerisinde satışlarımızı yapmayı planlıyoruz. Baktığımızda projenin 44 bin metrekare alanının 24 bin metrekaresinin yeşil alan olarak belediyeye terk edilmiş, kalan bölümünde 3000 metrekaresi inşaat alanı olarak kalırken 17 bin metrekaresi de site içerisinde yeşil alan olarak korunmuş. Bu açıdan bakıldığında arsanın 41 bin metrekaresinin yeşil alan kalan 3000 metrekaresi de inşaat alanı olduğu için diğer örneklerine göre daha iyi bir proje olduğu ifade edilebilir. Buradan son dönemin birincil gündem maddesi olan ranta gelecek olursak, sektörün içerisinde yer alan biri olarak neler söylemek istersiniz? Bu konuda çok şey söylenilebilir ama rant ile ilgili bir husus değerlendirilecekse öncelikle arsa bedelleri gündeme getirilmelidir. Bizim satın aldığımız projede olduğu gibi genelde arsa bedeli projenin %60’ına denk gelmektedir. Müteahhit bu noktada inşaat giderlerini çıkardıktan sonra %10-15 civarında bir kar ile işi tamamlamayı hedeflemektedir. Çoğu zamanda bu hedefi tutturamadığı için zarar etmektedir. Bu ranttan bahsedilecekse bu rantın arsa bedeli üzerinden ortaya çıktığını söylememiz gerekir. Aktardıklarınız çerçevesinde Özelleştirme İdaresi’nden almış olduğunuz gayrimenkuller sizin için karlı bir yatırım olmayacağı sonucunu çıkarabilir miyiz? Biz yatırımımızı beş yıllık bir plan dahilinde satın aldık. O nedenle güncel değerlemelerle yatırımımızı değerlendirmiyoruz. Biz seçim sonrası 20152017 yıllarının Türkiye için yeniden sıçrama yapacağı yıllar olacağı düşüncesindeyiz. Biz yirmi yıldır 20 yıldır 15 farklı ülkede faaliyet içerisindeyiz. Bu ülkeler içerisinde az gelişmiş ülkeler olduğu gibi gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde var. Bu ülkelerde ki edindiğimiz tecrübeler, Türkiye’nin çok önemli potansiyele sahip olduğunu görmemizi sağlıyor. Bölgedeki tüm ülkelerin Türkiye ile ticari ilişkiler içerisinde olmak istediğini görüyoruz. Biz 20 yirmi yıldır Rusya’da iş yapıyoruz, bu tecrübeden edindiğimiz bilgiye göre rahatlıkla Rusya’nın Türkiye olmadan bir şey yapabilmesinin mümkün olmadığını söyleyebilirim. Diğer taraftan tüm dünyada ekonomik ilişkilerin siyasi ilişkileri de belirlediğini gözlemliyoruz. Bu doğrultuda da ülkemizin önümüzdeki dönemde önemli atılımlar yapa- 41 Kasım 2014 cağı kanaatindeyiz. Bu noktada ekonomimizin motoru olarak ifade edilen inşaat sektörümüz ile ilgili neler söylenilebilir? İnşaat sektörü dünya ölçeğinde yapılan değerlendirme sonrasında almış olduğu ikincilik ile kendini ispat etmiştir. Birinci olan Çin’inde güçlü finansal yapıları nedeni ile aldığı ihaleleri Türk firmalara yaptırdığı düşünüldüğünde, Türk inşaat sektörünün fiiliyatta dünya birinciliği almış olduğunu söyleyebiliriz. Sorunlarımız yok mu, elbette ki var. Ancak bu sorunları yakında çözümleyebilecek irademiz ve gücümüz de var. Buradan yola çıkarak inşaat sektörünün geleceğinin oldukça parlak olacağını söyleyebilirim. Rusya’daki deneyimlerinizi göz önünde bulundurursak, aklımıza Rusya’da inşaat anında yatırım yapıp yapmadığınız sorusu takılıyor. Rusya’da bu çerçevede çalışmalarınız oldu mu? Rusya’da bu konuda ortak bir yatırımımız var. Rusya’da önemli işlere imza atmış Esta İnşaat ile ortak olarak bir arsa yatırımımız oldu. Aynı şirket ile Türkiye’deki bir yatırımımızın da %50 ortağıdır. Bunun yanında Türkmenistan’da kurmuş olduğumuz inşaat şirketimizle, Türkmenistan’da çalışmalarımıza devam ediyoruz. Tabi orada ana müteahhit devlettir bizler alınan projelerin bir nevi taşeronluğunu yapmaktayız. Polimeks, Gap İnşaat gibi firmalarda bizim gibi çalışmaktadır. Bunun dışında yıllarca Irak pazarında yaptığımız ticari faaliyetler neticesinde, Kuzey Irak’taki inşaat projeleri ile ilgili teklifler alıyoruz. Bu çerçevede yurtdışındaki etkinliklerimizi artırarak yolumuza devam etmeyi düşünüyoruz. 42 Kasım 2014 Yapmış olduğunuz gayrimenkul yatırımı sonrası Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı kurmayı düşündünüz mü? Şu an için GYO kurmak gibi bir düşüncemiz yok. GYO’nun avantajları olduğu noktalar var. Ancak bu konuda gerekli altyapı ve birikimin olmadığını düşünüyoruz. Bu konu dünyadaki örneklere baktığımızda farklı derinlikler görüyoruz. Burada bu derinliklerin olmayışı büyük bir handikaptır. O nedenle bu konunun bizim için erken olduğunu düşünüyoruz. Birleşik Gayrimenkul’deki ortaklarınız ile ilgili bilgi alabilir miyiz? Yakup Karagöz, benim üniversiteden beraber mezun olduğum sonrasında şirketlerimizi beraber kurup yönettiğim arkadaşımdır. Diğer yüzde ellinin sahibi olan ortağımız ise Güngör Çepni’dir. Güngör Bey siyasi kimliklere yakınlığı ile bilinen bir zattır. Sizin ortaklığınızın bu yakınlık ile ilişkilendirilebilir mi? Güngör Bey benim komşumdur, dolayısıyla tanışıklığımız yıllar itibari ile arkadaşlığa da dönüşmüştür. Bu tanışıklık çerçevesinde de oluşan ticari güven bizi beraber iş yapar hale getirmiştir. Bu ihaleden öncede Birleşik Gayrimenkul şirketi ile farklı projelere girmek için çalışmalar yapmıştık. Bu kan uyuşması bugün gelinen noktayı özetlemektedir. Bu proje sonrasında da uzun soluklu bir birliktelik içerisinde olacağımızı söyleyebilirim. İnşaat sektöründe ortaklıkların çok kolay kurulduğunu ve proje bittikten sonra çabucak ayrılmalar olduğunu gözlemlenmektedir. Fakat bizim anlayışımız bunun tersi istikametindedir. I Eur newsport Medkon Lines Genel Müdürü Mahmut Işık: Türkiye’de bizim gibi bir yapı yok ürkiye konum itibariyle üç taraftan onu çevreleyen denizler nedeniyle doğal bir ticaret merkezi olarak her daim dikkat çekmekte. Bu da son yıllarda ülkemizde denizcilik sektöründe faaliyet gösteren firmalarımızın yatırım ve iş geliştirme ihtiyaçlarını beraberinde getiriyor. Konteyner hat taşımacılığında başarılı işlere imza atmış Medkon Lines Genel Müdürü Mahmut Işık ile bir araya gelerek kendisine, denizcilik sektöründeki yatırımları ve bu alanda son yıllarda ki gelişmeler ile ilgili değerlendirmelerini aldık. Öncelikle kriz döneminden başlayalım isterseniz. Kriz dönemi bittimi denizcilik sektörü için? Etkileri hala devam ediyor mu? Krizin en dibini 2008 döneminde gördük. Birdenbire 60 bin dolardan 5 bin dolara düşen kazançlar gördük herşey birden kötüleşti. Şimdiki dönemde neredeyiz derseniz bana gore şu dönem alım zamanı. Gemiden yada liman yatırımı yada herhangi bir yatırımdan bahsediyorsanız eğer, şu dönem alım zamanı. Bunun nedeni bundan sonraki süreçte çok kısa bir dönem de olmasada 6 aylık yada 1 yıllık süreçte, bizim tabirimizle yükün üzerinde olan kişilerin yani yükü kontrol edebilen kişilerin çok ciddi kazanımlarının olacağı bir döneme giriyoruz. Bizim de bu dönem yaptığımız o zaten. Bizde son 1.5 sene içerisinde gemi sayımızı arttırdık. Dolayısıyla alımın çok daha iyi olacağını düşündük. Biz biraz da yükle beraber hareket ettiğimiz için şanslıyız. Yani gemiyi çalıştırabileceğimiz yükümüz olduğu için şanslıyız. Bundan dolayı alımı düşündük. Geminizi hareket ettirebilecek yükünüz yok ise şuan halihazırda gemi yatırımı dışarda olan bir oyuncu için karlı olmayabilir. Daha önceki röportajınızda Medkon olarak çalışmalarımızı 3 ana başlık altında topladığınızı belirtmiştiniz. Bu konu ile ilgili detayları öğrenebilir miyiz? Medkon denizcilik 3 tane temel işi olan ve o şek- T ilde devam eden bir yapı. Bunlardan birincisi konteyner hat işletmeciliği. Kendi gemilerimizle kendi konteynerimizla Türkiye limanları ile Libya Tunus ve Cezayir limanlarına bazen haftalık bazen haftada 2 kere olan servislerle devam ediyoruz. Ikincisi açık yük ve proje yükü taşımacılığı. Gemilerimizin özelliklerinden dolayı özellikle Akdeniz ve Batı afrika bölgelerimizde bazen kızıldeniz de proje taşımacılığına devam ediyoruz. Üçüncü işimiz Türkiye’de yeni yapılanmaya çalışan Dünyada büyük kuruluşların geliştirdiği ve bizimde geliştirmeye çalıştığımız gerek kabotaj da gerek se kabotaj dışında Karadeniz’de bazı yerlere organize ettiğimiz feeder hizmetimiz. Karadeniz’den bahsedersek o bölgede ki sıkıntılar sizi etkiliyor mu? Özellikle Ukrayna’da yaşanan sıkıntılar? Karadeniz’de Ukrayna ve Rusya tarafını düşünüyorduk. Ancak şu süreçte pek de mantıklı olmadığını görüyoruz. Bizim mantığımız bu saydığım 3 ana işi yaparken birbiri ile kombine edebilmemiz. Yani Ukrayna ve Rusya limanları düşünülüyordu ama bizim hat servislerimizle kombine edilerek düşünülüyordu. Ancak karışıklık sebebiyle riskli görüyoruz. Akdeniz tarafında da hali hazırda bir taleple beraber Suriye ve Lübnan limanlarını düşünüyoruz. Hanüz oluşturduğumuz bişey değil ancak olabilirliği yüksek. Suriye ile ilişkiler ticari anlamda düzeldimi? Gemiler şu an gidiyor ve hiçbir problem yaşamıyorlar. Orada da böyle bir şeyin olması belki sürecin hızlanmasına ve ilişkilerin yumuşamasına neden olacaktır diye düşünüyoruz. Ancak Türk bayraklı gemilerimiz ile bunu yapmayacağız. Ortaklıktan bahsedelim isterseniz. Yaptığınız çalışmalar ortaklıktan sonra mı gelişti? Biz aslında Contaz Denizciliğin eski sahipleriyiz. Yani ben eski çalışanıyım. Şu an ortak olduğum 2 kişi eski sahipleri. Contaz Denizcilik 2008 de satılmasının ardından ben Medtrans ve 45 Kasım 2014 Eur newsport Medkon Denizcilik’i kurdum. Daha sonraki süreçte Contaz’ın eski ortakları ile yeni bir yatırımla işleri büyüterek yol birlikteliği yaptık. Şuan şirkette 3 ortak bulunuyor. Biri ben, diğeri deniz ticaretinin çok iyi tanıdığı Kaptan Halim Sadi Pencap diğeri %49 hisseye sahip İngiltere’de kurulu bir şirkete ait. %51 hisseye sahip olmanız elinizin güçlü olduğunu gösteriyor bir anlamda. Bütün yönetim Türkiye tarafında. Şirketin sahip olduğu tüm varlıklara kar ortaklık yapısı bu saydığım 3 ortaklık yapısına ait. Yatırımlarımızın tamamında kredimiz yok. O yüzden piyasanın kötü olmasına ragmen bizim bu kadar dik durabilmemizin sebebi bu. İşi biliyor olamakta önemli birşey onunda altını çizmek lazım değil mi? Tabii ki en başta o önemli. Ancak sadece işi bilmek yetmiyor. Biz bu işi kendimizce bildiğimize inanıyoruz. Grubun Ceo’su ve şirketin Türk Ortağı Kaptan Sadi Pencap 35 senedir, ben 20 senedir bu işi yapıyoruz. Ve yaptığımız işin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Ortaklık konusunda genelde şirketler maddi sıkıntıya girdikleri için ortak almayı tercih ederler. Bizde tam olarak öyle olmadı. İngiliz ortağımız tanıdığımız bildiğimiz ve daha once iş yaptığımız bir firma. İşin daha büyütülmesi için böyle bir ortaklık gerçekleştirdik. Bizim mantığımız şirketimiz büyük olsun herkes bu pastadan pay alsın istiyoruz. Mesela istihdamın arttırılması bu anlamda bizi en çok sevidiren bir durum. Anlattıklarınızdan yola çıkarak bu sektörün risk barındıran bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Ve risk bu kadar fazla iken daha kazançlı bir alan olması gerekmez mi? 46 Kasım 2014 Tabi risk oldukça büyük bizde. Eskiden kazançlı bir alandı. Ama şuan kar marjları oldukça düşük. Biz buradan kazanabilirsek tabiki kendimizi garanti altına alacak yatırımlar yapabiliriz ancak sadece kendimizi garanti altına almak mantığı bize uymuyor. Kaliteden ödün vermek durumunda kalıyor musunuz? Hayır. Bunu zaten denizcilik sektöründe yapamazsınız. Denizcilik sektöründe bunu yaparsanız çok çok daha pahalıya maal olabilir. Denizcilikte herşey uluslararası kurallarla belirlenir. Yani siz kaliteyi düşürmek isteseniz bile gemide çalışacak insanlar ve o insanların sahip olacakları sertifikalar yada geminizi hangi periyotlarla tamir ettirmeniz gerektiği bile bellidir. Ve bunları sürekli denetleyen onay veren kuruluşlar var. Her limanda da gelinen liman kontrol merkezleri var orada da zaten geminizde herhangi bir problem görünür ise geminizin seferden men edilmesi gibi yaptırımlar bulunuyor. Bu sebeple kaliteden ödün vermek hiçbir denizcinin yapmaması gereken ve bizimde asla yapmayacağımız birşey. Gelecek hedefleriniz ile ilgili hedeflerinizi almak istesek neler söylemek istersiniz? Şirketimizin kısa orta ve uzun vade hedefleri bulunuyor. Yaptığımız 3 ana işinde kendince hedefleri var bunlardan bazıları, ticaret yapılan ülkelerin çoğalması. Karadeniz ve Akdeniz de bazı bölgelerin devam ettirilmesi. Rakipleriniz çok mu bu alanda? Belirttiğim gibi 3 ana işin de kendince rakipleri bulunuyor. Ama bizim avantajımız rakiplerimizden 1 adım öne çıkmamızın sebebi 3 işin de birbiri ile kombine edilerek devam ettirilmesi. Dünyada bu 3 işi beraber yapan firma sayısı bir elin parmağını geçmez ancak Türkiye’de bizim gibi bir yapı yok.I Eur newsport Makyol Turizm ve Gayrimenkul Grup Başkanı Alper Tüfekçi: Makyol yarım asırlık tecrübesi %100 ev konseptli projesi ile konut sektörüne hızlı girdi Makyol Turizm ve Gayrimenkul Grup Başkanı Alper Tüfekçi, “İnsanların bizim projemizden konut almasını cazip hale getiren ana sebepler var. Bunlar projenin bulunduğu konum, çevresinde yürüme mesafesinde okul, market, hastane, avm var olması. E-5’e yakın olması dolayısıyla Metrobüs ile ulaşım kolaylığı olması Makyol Yaşam Beylikdüzü projesinin %1 KDV avantajı ve arkasında 50 yıllık deneyime sahip Makyol markasının güvenilirliği ile maketten satış aşamasında %40 satış rakamına ulaşmasını sağladı” dedi. M akyol Yaşam Beylikdüzü projesi ile konut üretiminde bende varım diyen Makyol Grubu, hayata geçirdiği ilk projesiyle Beylikdüzü bölgesinde örnek yaşam alanı yaratıyor. Bir ailenin her türlü yerleşim ve ihtiyacı göz önüne alınarak projelendirdiklerini ifade eden Makyol Turizm ve Gayrimenkul Grup Başkanı Alper Tüfekçi, “ İnsanların bizim projemizden konut almasını cazip hale getiren ana sebepler var. Bunlar projenin bulunduğu konum, çevresinde yürüme mesafesinde okul, market, hastane, avm var olması. E-5’e yakın olması dolayısıyla Metrobüs ile ulaşım kolaylığı olması Beylikdüzü Yaşam projesinin %1 KDV avantajı ve arkasında 50 yıllık deneyime sahip Makyol markasının güvenilirliği ile maketten satış aşamasında %40 satış rakamına ulaşmasını sağladı” dedi. Portföylerinde bulunan arsa stoğunun yeni projeler üretiminde ellerini oldukça güçlendirdiğini belirten Tüfekçi, “elimizdeki arsalarımızda her yıl bir proje geliştirsek, 2020 yılına kadar proje üretecek arsalarımız mevcut. Her arsamız aynı zamanda bölgesinde boş kalan son arsa olması sebebiyle değerleri yüksek arsalardır. Biz proje geliştirme aşamasında titiz davrandığımız için, projelerimiz hayata geçinceye kadar zaman alıyor. Şu an yürüttüğümüz Beylikdüzü Yaşam projesine hazırlık sürecinde yapılmış önemli projelerden esinlendiğimiz gibi, Londra’dan belli projeleri inceleyerek doğru proje yapmanın hazırlığı 1,5 yıl sürdüğü ve teslimat süresinin 2 yıl olacağı düşünülürse, proje üretiminde ne kadar titiz davrandığımız daha iyi anlaşılacaktır” diyor Ulaşımdan eğitime, sağlık ve yaşam için ihtiyaç duyulan tüm unsurların merkezinde bulunan Yaşam Beylikdü- zü projesinin avantajlarını sadece çevre düzenlemesi ve inşaat kalitesiyle sınırlı olmadığını vurgulayan Alper Tüfekçi, “Bir ailenin her türlü yerleşim ve ihtiyacı göz önüne alınarak projelendirilmiştir. İnsanların bizim projemizden konut almasını cazip hale getiren ana sebepler var. Bunlar projenin bulunduğu konum, çevresinde yürüme mesafesinde okul, market, hastane, avm var olması. E-5’e yakın olması dolayısıyla Metrobüs ile ulaşım kolaylığı olması Makyol Yaşam Beylikdüzü projesinin %1 KDV avantajı ve arkasında 50 yıllık deneyime sahip Makyol markasıyla ile maketten satış aşamasında %40 satış rakamına ulaşmasını sağladı” dedi. Makyol Grubu olarak, projelerini geliştirirken insanların çevresel faktörleriyle birlikte her alanda mutlu olabileceği bir yaşam alanı yaratmayı amaçladıklarını vurgulayan Tüfekçi,yasal düzenlemelerin oluşmasıyla birlikte girdikleri konut sektörüne asıl işi inşaat olan büyük grupların da girmeleri gerektiğini ifade ederek, “Bugün gayrimenkul sektörüne baktığımızda asıl işi inşaat olan çok az geliştirici var. Asıl işi inşaat olan büyük gurupların gayrimenkul sektöründe daha aktif yer alması gerektiğini düşünüyorum. Makyol’un bugüne kadar neden beklediği sorulacak olursa, tüketiciyi gerçek anlamda koruyan yasaların yakın tarihe kadar olmamasıydı. inşaat dünyasında yarım asırlık geçmişiyle uluslar arası alanda isim yapmış bir marka olan Makyol, yasal altyapı oluştuktan sonra proje üretimini gerçekleştirmeyi doğru bulmuştur. Grubumuzun ilk büyük çaplı gayrimenkul yatırımı olmasından dolayı Makyol ismine yakışır bir proje olması için her türlü detayı titizlikle düşünerek tüketiciyi koruyan yasal düzenlemelere uygun bir şekilde Beylikdüzü’nün A plus projesini geliştiriyoruz” dedi.I 49 Kasım 2014 Girne Amerikan Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yöneticiler Kurulu Başkanı Serhat Akpınar: İstanbul havacılık eğitim fuarına KKTC’den katılan tek üniversiteyiz 1 7-18 Ekim tarihlerinde İstanbul Dünya Ticaret Merkezinde düzenlenen havacılık eğitim fuarı yoğun ilgi ile karşılandı. Yapılan fuara KKTC’den tek katılımcı üniversite olan Girne Amerikan Üniversitesi ise ‘Göklerin hakimi ol’ sloganı ile büyük ilgi gördü. Yapılan fuara katılan KKTC Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Hasan Taçoy, THY Uçuş Eğitim Başkanı Sedat Şekerci, Türk Hava Yolları Genel Müdürü Temel Kotil, Sivil Havacılık Genel Müdürü Bilal Ekşi ve YÖDAK Üyesi Prof. Dr. Olgun Çiçek, GAÜ Kurucu Rektörü Serhat Akpınar olmak üzere 63’ü Türkiye’den 40 farklı ülkeden katılımcı yer aldı. 8 bine 50 Kasım 2014 yakın ziyaretçinin geldiği belirtilen fuarda havacılık alanında verdiği eğitimle ön plana çıkan Girne Amerikan Üniversitesi standı yoğun ilgi gördü. Havacılık sektörünün önemli fuarları arasında gösterilen İFTE’de organizasyonu yapan firma olan Mavi Uluslararası Fuarcılık Hizmetleri Genel Müdürü Ferhat Bayındır, yapılan fuarda KKTC’den tek katılımcı üniversite olarak Girne Amerikan Üniversitesi olduğunu ve bundan sonraki yıllarda da kendilerini beklediklerini vurguladı. Girne Amerikan Üniversitesi Kurucu Rektörü Serhat Akpınar ise havacılık alanında yaptıkları çalışmaları daha da ilerleteceklerini belirterek bu alandaki kararlılıklarını ortaya koydu.I Eur newsport Kuzey Ren-Vestfalya’ya yatırım yapan firma sayısının her yıl arttığına dikkat çeken NRW.Invest Türkiye Temsilcisi Dr. Adem Akkaya: Kuzey Ren-Vestfalya’ya yapılan yatırım niteliklerinin arttığını gözlemliyoruz uzey Ren – Vestfalya Eyaleti resmi kalkınma ajansı NRW.Invest Almanya’nın bu 1 numaralı yatırım merkezine yatırım yapılması sağlamak amacı ile Türkiye’de çalışmalarına devam ediyor. Ajansın ülkemizdeki çalışmalarını başarı ile yürüten Dr Adem Akkaya, yapılan yatırımlardan oldukça umutlu. Bu yıl itibari ile kendileri açısından iyi bir dönemi geride bıraktıklarını ifade eden Adem Akkaya, sorularımızı yanıtladı. NRW.Invest olarak Kuzey Ren-Vestfelya Böl- K 52 Kasım 2014 gesi’ne Türk yatırımcıların yatırım yapması noktasında önemli roller üstleniyorsunuz. Bu kapsamda yapmış olduğunuz son dönem çalışmalar ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız? Bu yıl bizim desteğimizle kurulan firma sayısı halihazırda yirmi beşe ulaştı. Geçen yıl bu rakam yirmi idi. Türk firmaları uluslararası arenada daha fazla boy göstermek, mal sattıkları pazarların içinde yer almak bu pazarların yerlisi olmak istiyorlar. Ayrıca Kuzey Ren-Vestfalya’ya yatırım yapan firma sayısı her yıl artarken, yatırım yapan firmaların ni- teliklerinin de arttığını gözlemliyoruz. İyi hazırlanmış bir yatırım stratejisi dahilinde gelerek belli bir plan çerçevesinde yollarına devam eden firmaların sayısı artıyor. Bu da güzel bir gelişme. Türkiye’ye baktığımızda da Almanya veya Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti’nin ülkemiz sanayileşmesinde önemli bir katkısı oluğunu söyleyebilir miyiz? Elbette. Örneğin geçmişte Almanya’da yaşamış Türk vatandaşlarının vatanlarına döndüğünde orada öğrendikleri işleri Türkiye’ye taşıdıklarını ve bu işlerden milyonlarca Euro cirolar yapan firmalardan doğduğunu görüyoruz. Yine Almanya’da çalışan Türk işçilerinin Türkiye’ye gönderdikleri birikimleri zor yıllarda Türkiye’nin ekonomik gelişiminin finansmanı olmuştur. Diğer taraftan, Alman firmalarının Türkiye’deki doğrudan yatırımları çok çok önemli yer tutmuştur Türkiye’nin sanayileşmesinde. Bugün itibariyle sermayesinin yarısı veya daha fazlası Almanya’dan gelen 5.700’ün üzerinde firma kurulmuştur Türkiye’de. Bu açıdan bakıldığında iki ülkenin güçlü bağları olduğunu söyleyebilir miyiz? Sadece Almanya Türkiye için değil, Türkiye de Almanya için çok önemli bir ticari partnerdir. NRW.Invest dışında başka kuruluşlar da var mı Türkiye ile yakın ilişkiler geliştiren? Örneğin merkezi Düsseldorf’ta bulunan ATİAD’ın (Alman Türk İş Adamları Derneği) var. Bu dernek 13 Kasım’da Eskişehir Sanayi Odası ile Almanya’da şirket satın almaları ve birleşmeleri konulu bir panel düzenliyor. Yine Kuzey Ren-Vestfalya’a kurulan ve kısa bir süre önce merkezini Berlin’e taşıyan TOBB’a bağlı Türk Alman Ticaret ve Sanayi Odası var, bu yıl onuncu kuruluş yılını kutladı. Bunun yanında Köln Sanayi ve Ticaret Odası, Alman odaları arasında Türkiye uzmanlığı ile öne çıkıyor. Bunlar yanında sayısız Türk-Alman Sanayici ve İş Adamları dernekleri var. Yine TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON gibi işadamları derneklerinin Almanya şubeleri var faaliyet gösteren. Bütün bu kurum ve kuruluşlar Türkiye ve Almanya arasında var olan çok başarılı ekonomik işbirliğinin hem sonucu hem de itici gücü. Yani yatırım ve ticaret yapmak isteyen Türk firmalarının bizim dışımızda yardım alabileceği yapılar var. Ancak NRW.Invest olarak biz Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti’nin Türkiye’ye verdiği özel önemi ve bu doğrultudaki politik iradeyi de temsil ediyoruz. Firmalara bürokratik destekler veriyoruz. Onlara yatırım yolculuklarında refakat ediyoruz. Bürokratik işlemler uzun sürüyor mu? İki hafta içinde firmanızı kurabiliyorsunuz. Birkaç ay içinde müdürünüze oturma izni alıyorsunuz. Firmaların kurulumuna verdiğiniz destek dışında ülkemizde bu yıl başka bir organizasyon gerçekleştirdiniz mi? Ekonomi Bakanımız Türkiye’ye geldi ve Soma’yı ziyaret etti. Biliyorsunuz, Kuzey Ren-Vestfelya bölgesi kömür yatakları olan bir bölge ve geçmişten bu güne kömür çıkarma teknikleri ile ilgili büyük tecrübeye sahipler. Buradan yola çıkarak nasıl yardımcı olacakları hususunda bilgi edindiler. Eur newsport Bunun haricinde Kuzey Ren-Vestfalya Parlamentosu Ekonomi Konseyini ağırladık. Farklı partilerin üyelerinden oluşan on altı kişilik bu heyet, bir hafta süreyle Türkiye’yi gezdiler. Bu gezi sırasında birinci elden bilgi alma şansı buldular. Bu açıdan çok faydalı bir ziyaret gerçekleştirilmiş oldu. Türkiye’de ne kadar Almanya konuşuluyorsa Kuzey Ren-Vestfalya’da da o kadar Türkiye konuşuluyor. O nedenle ekonomiye yön veren bu insanların yapmış olduğu bu ziyaretin gelecek içinde olumlu sonuçlar doğuracağı kanaatindeyim. Alman Cumhurbaşkanı’nın gezisi sonrası ilişkiler gerilmişti umarız bu ziyaretler bu gerginlikleri azaltmıştır. Söz konusu Almanya ve Türkiye olunca bu tür tatsızlıklar aile içi tartışmalardan başka hiçbir şey değildir. Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler çok köklü, ekonomik bağlar güçlüdür. Yaklaşık üç milyon insanımızın yaşadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Türkiye’de de çok önemli sayıda bir Alman nüfusun yaşadığını düşünürseniz iki toplumun ne kadar içi içe olduğunu görürsünüz. Tartışmalar, istişareler hep olacaktır; ancak bunlar Türk Alman ilişkilerini zedelemeyecek, aksine daha sağlam bir zemine taşıyacaktır. Firma olarak bu yıl yatırıma ikna ettiğiniz en önemli firma hangisi? Tadım firması ile iki yıldır görüşmelerimize devam ediyorduk. Onlar on milyon dolarlık bir yatırım kararı aldılar. Hedefleri Alman tüketici, buradan gönderim yaptıkları zaman raf ömrü ile ilgili sıkıntı yaşadıkları için bizim bölgemizde bir üretim yatırımı yapmaya karar verdiler. Birkaç yıl içeri- sinde seksen yüz milyon euro civarında bir ciro hedefliyorlar Almanya’da. Sektörel olarak değerlendirdiğimizde, bölgeye yatırım yapan firmalar ağırlıklı olarak hangi sektörden? Tekstil, mobilya, lojistiğin öne çıktığını söyleyebilirim ancak her alandan yatırım yapıldığını belirtmekte fayda var. Son dönemde Türkiye’nin Avrupa ile ticari ilişkilerinin eskiye göre etkinliğinin azaldığı ifade ediliyor. Bu durum sizi etkiliyor mu? Etkilemiyor. Az evvel belirttiğim üzere Türkiye’den Kuzey Ren-Vestfalya’ya yatırım yapan Türk firma sayısı artıyor. Esasen Türkiye bir taraftan ekonomisini büyütürken diğer taraftan da ticari ilişkide olduğu ülke sayısını artırarak yelpazesini genişletti. Fakat bu durum Avrupa ve Almanya ile olan ticari faaliyetlerinde azalma olduğu anlamına gelmemekte. Hatta son dönemlerde Arap Ülkelerinde ortaya çıkan çalkantılar Almanya ve Avrupa pazarının önemini tekrar ortaya çıkardı diyebiliriz. Almanya’da bizim AB’ye girişimiz ile ilgili olumlu düşüncelere sahip mi? Ben konuyu Alman iş dünyası açısından değerlendirebilirim. Alman iş çevrelerinde Türkiye’yi AB dışında gören sayısı yok denecek kadar azdır. Bu iradenin de çok önemli olduğunu ifade etmek isterim. Özellikle Türk iş adamlarının maruz kaldıkları vize uygulamasına Alman iş dünyası tamamen karşıdır ve şaşkınlıkla karşılamaktadır. Bu doğrultuda yakın zamanda iş adamlarının vizeleri konusunda önemli adımların atılacağını umuyorum.I Eur newsport Fabe Grup Yol İnş. Mak. San. ve Tic. Ltd. Şti. Yönetim Kurulu Başkan Vekili Mehmet Sinan Budan: KAZANDIR KAZAN azakistan’da önemli işlere imza atmış firmalarımızdan biri olan Fabe Grup, önümüzdeki dönemde bu başarıları pekiştirmek ve geliştirmek için şimdiden harekete geçmiş durumda. Firmanın bugüne kadar yapmış olduğu çalışmalar ve gelecekle ilgili planlarını değerlendirmek için bir araya geldiğimiz firmanın başarılı Yönetim Kurulu Başkan Vekili Mehmet Sinan Budan, onuncu yıla yaklaşan Kazakistan deneyimini bizlerle paylaştı. Fabe Grup ile ilgili sizden kısa bir değerlendirme alabilir miyiz? On yıllık bir firmayız. Bu süreç içerisinde Kazakistan’da yol yapımı konusunda önemli işlere imza attık. Buradan referans ile önümüzdeki on yılında dolu olduğunu söyleyebiliriz. Kazakistan’da kurmuş olduğumuz Sine Midas Stroy, alanında Türk şirketleri arasında ilk sıradadır. Elimizde toplamda iki yıl içerisinde bitirilmesi gereken 500 milyon dolarlık iş var. K 56 Kasım 2014 Sine Midas, Fabe Grup’a bağlı bir firma’mı? Biz bir aile şirketiyiz. Fabe Grup, Kazakistan’daki firmamıza lojistik destek vermek üzere organize olmuştur. Oradaki şirketimizin başında da ağabeyimiz Ahmet Budan bulunmaktadır. Kazakistan’daki firmanızın büyüklüğünü daha iyi anlayabilmemiz için rakamsal bilgiler alabilir miyiz? Sine Midas’ın bugün itibari ile 700 çalışanı bulunmaktadır. Sahada çalışan 360 tane ağır iş makinemiz bulunmaktadır ve bu araçlar için ayda bir milyon dolarlık yedek parça gönderiyoruz. Şu anda aktif olarak yürüttüğümüz dört proje var. Bu projelerde oldukça başarılı çalışmalara imza attık. Bu başarılarımızda bize daha fazla iş olarak geri dönüyor. Kısacası orada sevildiğimizi söyleyebilirim, buna mukabil Kazakistan’da bizim ikinci vatanımız oldu. Türki Cumhuriyetlerde ve bölgede kendini kanıtlayan inşaat şirketlerimiz var. Firmanızı da o şirketlerin içerisinde sayabilir miyiz? Sayabiliriz ancak bölgede bir devler liginin olduğunu da ifade etmemiz gerekir. Biz başarılı projelere imza atmış bir firma olarak önümüzdeki dönemde devler ligine girmek istiyoruz. Kazakistan pazarını bölgedeki diğer pazarlarla kıyasladığımızda, sizin çerçevenizden nasıl bir resim ortaya çıkar? Bölgedeki diğer pazarlarda iş hacminin giderek azaldığını söyleyebiliriz ancak Kazakistan’da yapılması gereken önemli işler olduğunu ve bu işleri gerçekleştirecek de kaynağın olduğunu söyleyebiliriz. Kazakistan’ın önümüzdeki dönemde gelişmiş bir ekonomiye sahip olacağını düşünüyoruz. Küresel krizden önce yaşadığı kriz Kazakistan’da yatırımların durmasına neden oldu. Bugün itibari ile bu sıkıntılar devam ediyor mu? Şartların bugün itibari ile değiştiğini söyleyebiliriz. Biz yaptığımız çalışmalarda bu yönde bir sıkıntı yaşamıyoruz. Kazakistan pazarının bizim için en önemli artısı anahtar teslim işlerin olmamasıdır. Anahtar teslim işlerde kriz döneminde müteahhitlere sahip çıkıldığı söylenemez. Bu nedenle biz Türkiye’de çok fazla iş almak istemiyoruz. Kazakistan’da ise kriz döneminde yaşanan artışlar bizim hak edişlerimize de yansıdığı için sorun yaşamıyoruz. Türki Cumhuriyetlerde iş yapan firmalar ile yaptığımız röportajlarda, çoğunlukla aynı ülkede iş yapan Türk firmalarının biri birilerine destek olmak yerine köstek olduğunu yazmak zorunda kaldık. Bu açıdan bakıldığında Kazakistan’da durum nasıl? Kazakistan’da böyle bir durumun olduğunu söyleyemeyiz. En azından bizim için durum böyle değil.. Geçmişte Türk firmalarında çalışan Türk işçilere yönelik saldırılar olmuştu, yaşanan bu olumsuzluk sizin işlerinize yansıdı mı? Yol yapımı yapan firmalarda bu tür sorunlar minimum düzeydedir. Ayrıca sorunun farklı boyutları vardı. Sorun işi hızlı yapan Türk firmalarla, Kazak firmaların yan yana rekabet eder hale gelmesinden kaynaklandı. Kazak firma zamanında teslim edemeyince böyle sorunlar ortaya çıkıyordu. Şimdi Kazak firmalarda işi öğrendi ve güçlendi ve sorunlarda minimize oldu. Biz ağır iş makinelerini çalıştıran operatörleri doğal olarak daha bilgili olduğu için Türklerden seçiyoruz. Bu durum yadırganacak bir durum değildir Kazaklar bu şartlarda çalışmaya razı oluyor mu? Kazakistan’da iki grup insan var. Bunlardan birinci gurup çok zengin, diğer taraftan ikinci grup Ahmet Budan çok fakirdir. Hal böyle olunca fakir olan gurubun pek fazla seçme şansı yok. Kazakistan pazarı firmalarımız için hep cazip olmuştur, dolayısıyla firmalarımız orada iş yapmak istiyor. Pazarı iyi bilen biri olarak krizi bir kenara bırakırsak bölgeyi olumsuz etkileyen hususlar ile ilgili sizden bir değerlendirme alabilir miyiz? Tüm bölgeyi etkilediği gibi Kazakistan’ı da Rusya Ukrayna gerginliği etkiliyor. O nedenle bölgeye barışın gelmesi oldukça önemlidir. Türkiye’nin bölgeye daha yakın politikalar izlemesi sizleri olumlu yönde etkiler mi? Ülkemize olumlu geri dönüşleri olacağı için bizlere de bu durum olumlu yansıyacaktır. Örneğin Sn Recep Tayyip Erdoğan’ın, Şangay Beşlisi’ne katılma talebi oldukça önemli bir gelişmeydi. Bugün bizim Avrupa’ya verebileceğimiz çok fazla bir şey yok ancak Asya’da yapabileceğimiz çok şey var. Eğer bu teklifimiz kabul edilseydi ülkemiz, dolayısıyla da bizim için faydalı bir durum ortaya çıkacaktı. Bölgede iş yapmak için siyasi bir desteğe ihtiyaç var mı? Siyasi bir desteğe ihtiyaç yok. Kazaklar sonuca bakar işinizi iyi yapıyorsanız, size işi teslim ederler. Bizim Kazakistan’da üst düzey yetkililerle ilişkilerimiz oldukça iyidir. İyi olmasının ana sebebi de işimize iyi yap- Eur newsport mamızdır. Diğer taraftan yerli firmaların güçlenmesi için çalışmalar yapılıyor, bu doğrultuda önümüzdeki dönemde Kazak firmalarla yabancı firmaların beraber iş yapmaları için bir yönlendirme olacak. Kısacası iş almak ve işinizi başarı ile sonuçlandırmak için birden farklı etkeni göz önünde bulundurarak hareket etmek gerekiyor. Sadece siyasi bir destek ili bu işler olsaydı biz bu hususta rahatlıkla öne çıkardık. Sayın Nazarbayev’in son yıllarda özellikle ABD ile yaşadığı sorunlar sonrası yaşadığı sıkıntılar, iktidarını zedeledi mi? Sayın Nazarbayev ülkesinde çok sevilen bir lider. Bu durum değişmez. ABD ile olan sıkıntılara gelince, bu sorunlar dünyaca bilinen yatırımcı, Soros’u ülkeden kovduktan sonra ortaya çıktı. Sayın Nazarbayev, Rusya yanlısı bir liderdir, o nedenle ABD ile ilişkilerinin çok iyi olmasını beklememek gerekir. Nazarbayev geçmişte bölgedeki dengelerden dolayı korkuyordu. O nedenle Rusya ile paralel politikalardan hiç vazgeçmedi. Şimdi yeni yeni kendine geldi ve kendine özgü politikalar geliştirmeye başladı ve ABD ile son dönemde ilişkilerin daha iyi olduğunu gözlemlemekteyiz. Son yıllardaki hükümetlerimizin dış politikası eleştiriliyor. Ülke dışında iş yapan bir firmanın yöneticisi olarak sizin bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? Biz bu hükümetten iş almamış bir firmanın yöne- 58 Kasım 2014 ticisi olarak ülke ekonomisi ve dolayısıyla buradan gelen güçle dışarıdaki gücümüz küçümsenemeyecek boyutlara gelmiştir. Takdir etmek gerekir. Bizim gibi dışarıda iş yapan firmalar için istikrar çok önemlidir. Bunun başarılıyor olması oldukça önemlidir. İki ülke arasında yaptığınız ticaret ile ilgili sıkıntı çekiyor musunuz? Ülkemizdeki işlemlerle ilgili bir sıkıntımız yok. Burada işlerimizi rahatlıkla yürütebiliyoruz. Ancak Kazakistan’a girdikten sonra sorunlarımız başlıyor. Orada her şey para, en ufak bir şeye büyük cezalar kesebiliyorlar. O nedenle işimizi kurallara uygun yapmaya çalışıyoruz. Kazakistan’da iş yapmaktan memnun olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Evet memnunuz. Kazakistan’da yakaladığımız fırsatı doğru değerlendirdiğimizi düşünüyorum. Babamın güzel bir lafı vardır. ‘Namazın kazası olur ancak kaçan fırsatın kazası olmaz’ der. O nedenle daha önce Kuzey Irak’ta kaçırdığımız fırsatı, Kazakistan’da kaçırmadığımızı söyleyebilirim. Türkiye’de yatırım yapmayı düşünüyor musunuz? Evet düşünüyoruz. Bizim için en cazip alanın turizm olduğunu söyleyebilirim. Bu alandaki araştırmalarımız devam ediyor. Bu alanda da fırsatları değerlendirmeyi düşünüyoruz.I Eur newsport Finansal Kurumlar Birliğinin oluşmasıyla birlikte finansman şirketlerinin de bilinirliliğinin daha fazla arttığına dikkat çeken Finansal Kurumlar Birliği Başkan Vekili Vahit Altun: Finansman şirketleri KOBİ’leri ve Türkiye ekonomisini desteklemektedir icaretin zorlaşmasıyla birlikte finans yönetimi önemli bir kavram olarak karşımıza çıkarken, KOBİ’lerimiz de attıkları her adımda en uygun finansman modelini kullanmak istiyor. Ürünlerin satış noktasında önemli bir çözüm ortağı olan finansman şirketleri ise rekabeti zor olan finansal sistem içerisinde kendi yerini alıyor. Yaşadıkları zorluklara rağmen 2014 yılının ilk altı ayında 5 Milyar TL kredi kullandırdıklarını belirten Finansal Kurumlar Birliği Başkan Vekili Vahit Altun, sektörün yaşadığı sorunları ve geldiği noktayı dergimize değerlendirdi. Finansal Kurumlar Birliğinin oluşmasından bugüne finansman şirketleri açısından değişimi aktarır mısınız? Alternatif finansman kaynağı olarak ekonomide önemli role sahip finansal kiralama, faktoring ve finansman şirketleri geçtiğimiz yıl Ekim ayında ilk genel kurulunu yaparak faaliyetlerine başlayan ve kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü olan Finansal Kurumlar Birliği çatısı altında bir araya gelmiştir. Birliği oluşturan diğer sektörlere nazaran daha az şirket ile faaliyet gösteren finansman şirketlerinin gerek kamu kurumları gerekse finansal sistemi kullananlar nezdinde bilinilirliğinin Birlik faaliyetleri ile birlikte artması ve finansal sistem içerisindeki rolünün daha iyi anlaşılması beklenmektedir. Nitekim 2014 yılı içerisinde finansman şirketlerini ilgilendiren pek çok düzenleme yayım- T 60 Kasım 2014 lanmıştır. Finansman şirketleri, düzenlemelerin hazırlanma aşamasında ve yayımlandıktan sonraki süreçlerde Birliğin kamu kurumu niteliğinde meslek örgütü olma itibarını da arkasına alarak kendini daha iyi ifade etme ve daha aktif rol alma imkanına sahip olmuştur. Finansman şirketlerinin firmalar ve halk açısından bilinirliliği ve ulaşımı yeterli düzeyde midir? Finansman şirketleri satış noktasında her türlü mal ve hizmet satışını anında kredilendiren bu konuda uzman kuruluşlar olarak finansal sistem içerisinde önemli bir fonksiyonu yerine getirmektedir. Şirketlerimizin bankalara göre bilinirliği düşük düzeyde olup yaygın olarak sadece tüketiciyi finanse eden şirketler olarak bilinmektedir. Ancak eskiden tüketici finansmanı olarak anılan sektör 6361 sayılı Kanun ile getirilen değişiklikler sonrasında finansman şirketleri olarak tanımlanmış ve kanunla son kullanıcının (tüketicinin) finansmanı zorunluluğunun kaldırılması neticesinde, stok finansmanı da yapabilen kurumlar haline gelmişlerdir. Bilinenin aksine finansman şirketlerinin kredi portföyünün çoğunluğu KOBİ lerin yatırım malı olarak satın aldığı ticari araç, kamyon, otobüs, çekici gibi ürünlerin finansmanına yöneliktir. Finansman şirketlerinin en temel özelliği ürünün satış noktasında finansmanının sağlanmasıdır. Pek çok anlaşmalı mağaza ve bayi aracılığıyla müşteriler mal ve hizmeti satın alırken finansman şirketine de ulaşma imkanı bulmaktadır. Finansman şirketlerinin finansal sistem içerisinden aldığı payı arttırmak için ne gibi çalışmaların yapılması gerekmektedir? Ülkemizde kredi kartı kullanımının kolay ve yaygın olması, alımların kredi kartıyla kolayca vadelendirilebilmesi, mal ve hizmet alımında finansman şirketlerinin payının artmamasındaki en önemli engeldir. Diğer taraftan finansman şirketlerinin bankalar kadar ucuz fon kaynaklarına sahip olmamaları ve mevzuattan kaynaklanan rekabet eşitsizlikleri ve satıcılarla sözleşme yapma zorunluluğu gibi faktörler finansman şirketlerinin gelişimini olumsuz etkilemektedir. Bunun yanı sıra tüketicilere yönelik alınan makro ihtiyati tedbirler finansman şirketlerini sınırlamaktadır. Kredi kartlarına getirilen vade sınırlaması finansman şirketlerini olumlu etkilemekle birlikte, bankalarla eşit rekabet ortamının sağlanmasına yönelik düzenlemelerin yapılması ve mevzuattan kaynaklanan engellerin kaldırılması şirketlerimizin önünü açacaktır. Gelişmiş ülkeler baz alındığında bu alanda geldiğimiz noktayı aktarır mısınız? Gelişmiş ülkelerde mal ve hizmet alımının kredilendirilmesinde finansman şirketlerinin çok büyük ağırlığı bulunmaktadır. Ancak ülkemizde kredi kartlarının yoğun bir şekilde kullanılıyor olması nedeniyle finansman şirketlerinin payı gelişmiş ülkelere nazaran çok daha düşük düzeylerdedir. Gelişmiş ülkelerde finansman şirketlerinin çok daha geniş ürün yelpazesine sahip oldukları, nakdi kredi verilebilmesi, kredi kartı hizmeti verebilmeleri ve operasyonel kiralama gibi kredilendirme yöntemlerini yaygın olarak kullandıkları görülmektedir. Birlik tarafından da bu ülkelerdeki uygulamalar araştırılarak düzenlemelerin bu yönde geliştirilmesine yönelik girişimlerde bulunulmaktadır. Merkez Bankasının aldığı kararla sizin de zorunlu karşılık oranı yükü getirmesi sektörü nasıl etkilemiştir. Bu durum nasıl düzeltilebilir? 4 Ekim 2013 tarihinde T.C. Merkez Bankası tarafından çıkarılan Zorunlu Karşılık Tebliğ değişikliği ile finansman şirketleri de bankalar gibi yaptıkları yurt dışı borçlanmalar ve tahvil ih- raçları üzerinden zorunlu karşılık uygulamasına tabi tutulmuştur. Söz konusu düzenleme finansman şirketlerini derinden etkilemiştir. Söz konusu yükümlülük, finansman şirketlerinin zaten yüksek olan kredi maliyetlerini en az %1 oranında artırmakta ve bankalarla rekabet edilemez hale getirmektedir. Rekabet eşitsizliğinin giderilmesini teminen, bankalara tanınan MB fonlama imkanlarından yararlanılması ve repo yapılabilmesi imkanı verilmesi, finansman şirketleri için daha uygun zorunlu karşılık oranları belirlenmesi, tahvil ihracı yoluyla fon sağlamanın yükümlülük kapsamından çıkarılması, finansman şirketlerinin borçlanma maliyeti dikkate alınarak zorunlu karşılıklara faiz ödenmesi gerekmektedir. Hükümetin ekonomiyi soğutma adına aldığı önlemler finansman şirketlerini nasıl etkilemiştir? Hükümetin cari açığı azaltma ve hane halkı tasarruf oranını arttır- Eur newsport maya yönelik tedbirleri finansman şirketlerini derinden etkilemiştir. Getirilen zorunlu karşılık oranları kredi arzını doğrudan etkilerken, otomobil kredileri için getirilen peşinat oranı ve vade kısıtlaması kredi talebini azaltıcı etki yapmıştır.. Söz konusu tedbirler finansman şirketlerinin karlılığını olumsuz etkileyerek bu alana yeni yatırımcıların girişlerini engellediği gibi var olan yatırımcıların da yatırımlarını tekrar gözden geçirmelerine sebep olmaktadır. Diğer taraftan, kredi kartına getirilen vade kısıtlamasının ise finansman şirketlerine olumlu etkilerinin olması beklenmektedir Finansman şirketleri açısından 2014 yılı değerlendirmesi yapar mısınız? Finansman şirketleri 2014 yılının ilk 6 ayında yaklaşık 5 Milyar TL tutarında yeni kredi kullandırmış ve Haziran 2014 tarihi itibariyle toplam kredi portföyü 15 Milyar TL seviyesine ulaşmıştır. Bu kredilerin %38’i bireysel araç finansmanına, % 58’i ise ticari araç finansmanına, diğer bir ifade ile KOBİ’lerin finansmanına yönelik kredilerdir. Cari açıkla mücadeleye yönelik olarak alınan tedbirler, çeşitli kalemlerde ÖTV ve maktu vergi artışları ve bu kapsamda ilk olarak 1 Ocak 2014’te binek araçlardan alınan ÖTV oranlarının arttırılması ve kurlardaki artışlar otomotiv piyasasını olumsuz etkilemiş özellikle bireysel taşıt kredilerinde Eylül 2014 sonu itibariyle 2013 yıl sonuna göre % 11 oranında; geçen yılın aynı dönemine göre % 6 oranında bir daralma yaşanmıştır. Ticari taşıt kredilerinde aynı dönem içinde yaşanan toparlanma ile taşıt kredileri 2013 yıl sonu seviyesini koruyabilmiştir. Bankalara oranla avantajlarınız veya dezavantajlarınız nelerdir? Bankalara nazaran mevduat gibi ucuz fon kay- 62 Kasım 2014 nağına sahip olmayan finansman şirketleri kaynak sağlama imkânlarındaki eşitsizlik bir yana, bankalar ile diğer birçok konuda rekabet eşitsizliği bulunmaktadır. Özel karşılıkların vergiden düşülememesi, gecelik borçlanma ve repo gibi Merkez Bankası fonlama imkânlarından yararlanamamak, döviz kredisi verememek, tam yetkili sigorta acentesi olamama, nakdi kredi kullandıramamak, bankaların yararlandığı adres paylaşım sistemi vb. bilgi kaynaklarından faydalanamama ve bankalardan kullanılan kredilerde BSMV yükümlüğüne tabi olmak gibi bir çok hususta bankalara tanınmış yetki ve avantajlardan finansman şirketleri zaten yararlanamamaktadır. Bununla birlikte finansman şirketleri, başta araç kredileri olmak üzere, sadece mal ve hizmet finansmanı konusunda uzmanlaştığı için banka ve diğer finansal kuruluşlara göre daha küçük ancak konularında uzman kadrolarıyla satış noktasında ve satış ile eş zamanlı olarak müşterilerine hızlı ve esnek çözümler üretmektedir. Finansman şirketleri yalnızca tüketicileri değil, özellikle ekonomide daralma yaşanan dönemlerde uluslararası ve yerli sermayedarların desteği ile otomotiv sektörünü, KOBİ’leri ve Türkiye ekonomisini desteklemektedir. Finansman Şirketleri tüketiciye doğrudan finansman sağlayarak, gerek üretici firmalar, gerekse dağıtım ve pazarlama firmaları üzerindeki finansman yükünü hafifletmekte ve bu firmaların asli faaliyet alanlarına odaklanmalarına, dolayısıyla üretimin artmasına yol açmaktadırlar. Öte yandan, vade farkı, fiyatlama, faturalama konularında çok farklı uygulamalar bulunan sektörde ödemeleri doğrudan satıcıya banka yolu ile yaparak, kayıt dışı işlemlerin ve vergi kaçaklarının önlenmesine önemli katkı sağlamaktadır.I Eur newsport Vena Paslanmaz Çelik Boru ve Profil San ve Tic AŞ Genel Müdürü Adem Cüneyt İçel: Sektörde kalıcı olmayı hedefliyoruz eçtiğimiz yıl Borusan Holding bünyesindeki üretim tesisini satın alarak, paslanmaz boru ve profil üretimi alanında ülkemizde tek üretici olma unvanını alan Adem Cüneyt İçel’in kurmuş olduğu Vena Paslanmaz Çelik Boru ve Profil San ve Tic AŞ, bir yıllık süreyi geride bıraktı. Sektörün dinamikleri ve firmanın gelecek hedefleri ile ilgili görüşlerini aldığımız Adem Cüneyt İçel, sorularımızı yanıtladı. Kriz üretim yapılan tüm alanları olumsuz etkilemeye devam ediyor. Sizin çerçevenizde kriz ile ilgili değerlendirme alabilir miyiz? Krizin etkileri azaldı diyebilir ancak piyasada bir coşkunun olduğunu söylemek güç, bizim sermaye anlamında bir sıkıntımız yok ama piyasada tıkanıklıkların olduğunu söyleyebilirim. Herkesin birbirinin üzerine bastığı bir dönem yaşanıyor. Bizim sektör biraz daha farklı, paslanmaz çelik sektörü son yıllardaki verilere baktığımızda her yıl %15-20 büyüdüğünü görüyoruz. O nedenle bizde krizin etkileri daha az diyebiliriz. İç piyasamız açısından da baktığımızda gelişmiş ülkelere göre paslanmaz çelik kullanımımız oldukça düşük ve gelişime paralel olarak kullanım oranlarının arttığını görüyoruz. Önümüzdeki yıllarda da bu gelişimin devam edeceğini öngörüyoruz. Sektörünüz ile ilgili bilgiler vermişken, Vena’nın sektördeki yerinden de bahsedebilir miyiz? Sektörde tek yerli üreticiyiz. Avrupa’da da ise sektörün İtalyanların hegemonyasında olduğunu söyleyebiliriz. Bize daha çok uzak doğudan ürünler geliyor. Tabii gelen ürünlerin bizim kalitemizle kıyaslanması mümkün değil. Bu sebep ile 2013 yılında Çin ve Tayvan a karşı çıkan anti-damping uygulaması ile piyasada dengeler yerine oturmaya başladı. Bizde iç piyasanın %15’ine hakimiz. G 64 Kasım 2014 Siz bu tesisi Borusan Holdingden satın aldınız. Aktardıklarınızdan sonra akla gelişen bir sektörden Borusan’ın neden çekildiği sorusu geliyor. Bu konuda sizden bir değerlendirme alabilir miyiz? Tabii bu holdingin kararı, neden çıkmak istedikleri hususunda net bir cevap vermem mümkün değil. Ancak Borusan’ın diğer büyük operasyonlarının yanında bu alan çok küçük, dolayısı ile diğer alanlara odaklanmak istemiş olabilirler. Satın alma sonrası yeni yatırımlar gündeme geldi. Yeni yatırımlarınız ile ilgili bilgi alabilir miyiz? Modernizasyon çalışmalarımız çerçevesinde yatırımlarımız devam ediyor. Bu yatırımlar bizim için rekabetin kıran kırana olduğu bir ortamda kaçınılmaz yatırımlardı diyebilirim. Verimlilik adına yaptığımız bu yatırımların önümüzdeki dönemde karşılığını alacağımızı söyleyebilirim. Bu yılsonuna kadar yaklaşık üç milyon dolarlık yatırım yapacağız. Yatırımlar sonrası hedefleriniz ile ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz? Biz ilk etapta beş bin tonluk bir üretim yapmak amacındayız. Sonraki yıllar bu oranları 7 bin, 10 bin, 12 bin, 15 bin ton rakamlarına ulaştırmayı hedefliyoruz. Bu çerçevede de ilk yıl üretimimizin %20’sini sonraki yıllar ise %40’ını ihraç etmek istiyoruz. Kısacası beş yıl içerisinde üretimimizi üç kat artırmak istiyoruz. Bu hedeflerimizi gerçekleştirirken en önemli husus ise kalıcı olabilmek adına adımlar atmaktır. Hedefleriniz doğrultusunda ilerlerken, iç piyasadan yeterli ilgiyi görebilecek misiniz? Biz kalite ve fiyat açısından rekabet ettiğimiz firmalara göre daha avantajlı ürünler sunduğumuz sürece piyasanın bizi tercih edeceğine kuşkum yok. Bir de müşterinin istediği zaman ürünü vermek oldukça önemli bir etkendir. Bu konuda stoklarınızı gerekli boyutlarda tuttuğumuz sürece hedeflerimize rahatlıkla ulaşabileceğimiz kanaatindeyim. Firmanın yeni ortaklık yapısı hakkında bilgi verebilir misiniz? 2014 yılı Temmuz ayında Amerikan orjinli fon firması Ardin Danışmanlık ile yeni ve güçlü bir ortaklığa imza attık. Bu bağlamda ben ve yeni ortaklarımızla 50% =50% bir ortaklık yapısı oluşturduk. Böylelikle Şirketin ilk başındaki ortaklık yapısı tamamıyla değişmiş oldu. Tecrübeleriniz nedeni ile de dümeni size mi bıraktılar? Ben 33 yıldır bu sektörün içerisindeyim. 22 yıl Corus’un Türkiye Direktörlüğünü yaptım. Bu süreç içerisinde ülkemizde iki tane fabrikanın kurulumunu gerçekleştirdim. Bu alanda oluşturduğum bilgi ve tecrübemi şirketimizin geleceği için kullanıyorum. Deneyimlerinizden yola çıkarsak, ülkemizde yerli paslanmaz çelik üretimi yapılabilir mi? Yapılabilir ancak ciddi bilgi birikimine ihtiyaç var. Ayrıca üretim bandının ciddi yatırıma ve üretim sonrası da rekabet edebilir bir maliyete ihtiyacınız var. Bunun içinde ulaşım, enerji maliyetleri ile ilgili yatırımcıyı da aşan konularda bir devlet politikasına ihtiyaç var diye düşünüyorum. O nedenle bu ürün dünyanın belli yerlerinde üretile gelmiştir.I Robert Koleji mezunu Burak Baykan: Kabataş ya da Galatasaray Lisesi gibi değiliz J ohn Deere, Mercedes gibi uluslararası kuruluşlarda önemli görevler aldıktan sonra Baykan Emlak’ı kuran Burak Baykan’ın aktardıkları eğitim hayatının iş yaşamını büyük ölçüde etkilediğini gözler önüne seriyor. Farkını ortaya koymanın başarılı olmanın yollarından biri olduğunu Robert Koleji sıralarında öğrendiğini ifade eden Burak Baykan, sorularımızı yanıtladı. Robert Koleji sizin için ne ifade ediyor? Robert Koleji dediğimizde aklıma gelen ilk şey, aldığım eğitim ve yapılan yönlendirmeler sebebiyle doğru olduğuna inandığım kararların peşinden gitmek kararlılığı olarak ifade edebilirim. Yani hayatımla ilgili kararlar alırken başka insanların söylediklerini dinliyorum, ama körü körüne etkilenmiyorum. Buna kendine güven mi dersiniz? İnandığınız şeylere tutku ile bağlanmak mı dersiniz? Onu bilemiyorum. Özgüven diyelim isterseniz. Özgüven sonradan kazandırılan bir olgudur. Bu özgüveni kazanmanızı Robert Koleji’nin sağladığı özgür ortama bağlayabilir mi- 66 Kasım 2014 yiz? Evet kesinlikle. Şöyle somut bir örnek verebilirim. Okul yıllarımda Türkçe dersi sınavı vardı. Ve öğretmen bir konu ile ilgili yorum yapmamızı istemişti. Herkes A şeklinde bir yorum yaparken ben B şeklinde bir yorum yapmıştım. İkisi birbirine zıt şeylerdi. Ben yüksek bir not almıştım, arkadaşlarımda yüksek notlar almıştı. Ben farklı bir yorum yapmama rağmen o yorumun arkasını besleyip bakış açısını iyi yansıttığım için yüksek not almıştım. Robert Koleji’nin eğitim sisteminde esnek bir yapı vardır. Tüm bunların yanı sıra bu bakış açınızı çevre de etkiliyor sanırım. Sonuçta Robert Koleji’ne girebilmek için çeşitli sınavlardan geçiliyor ve bunun sonucu olarak başarılı insanlar bir araya geliyor. Dönem arkadaşlarınızdan başarılı olan isimler olarak kimleri ifade edebiliriz? Genç yaşlarda dünyanın en iyi okullarında ekonomi profesörü olan Ali Hortaçsu, Deutschebank’ta dünya çapında üst düzey yöneticisi olan Batubay Özkan, Value Partners danışmanlık firmasının ortaklarından Coşkun Baban, farklı firmalarda genel müdürlük yapan Doğan Kaşıkçı, New York’ta yemek zinciri kuran Burak Karaçam, Intercity Üst Yöneticisi Mete Önol gibi kişiler Robert Kolejinden aklıma gelenler. Herkes kendi alanında başarıyla ilerliyor. Tarihe baktığımızda Robert Koleji’nin birçok alanda lider insanları yetiştirmiş olduğunu görüyoruz. Ressam, tiyatrocu, akademisyen, yazar, siyasetçi ve daha birçok farklı alanda başarılı insanları yetiştirmesi oldukça dikkat çekicidir. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Robert Kolejinde bir matematik dersi kadar tiyatroya ve sosyal aktivitelere, bireysel yaratıcılığa önem verilirdi. Mesela Robert Koleji’nin yetiştirdiği yazar Halide Edip Adıvar’ı, özgüvenin ve inandığı olgunun peşinden gitmenin temsili olarak söyleyebilirim. Örneğin kurtuluş savaşında en çok desteği gösterip bir noktadan sonra kendi görüşlerine göre muhalif duruma geçmiş bir isimdir. Sadece bulunduğu grubun görüşlerine uygun hareket etmemiş, yanlış gördüğü şeyleri söylemeye devam etmiştir. Bu çok önemli bir noktadır. Yani Robert Koleji’nde grup psikolojisi verilmiyor daha ziyade bireysel özgürlüklerin yaşandığı bir kurum. Halide Edip Adıvar’da bu duruma çok güzel bir örnektir. Robert Koleji’nde yetişmiş ve başarılı olmuş isimler sizin yaşamınıza etki ediyor mu? İş hayatınızda destek aldığınız isimler var mı? Biz Kabataş Lisesi ya da Galatasaray Lisesi gibi körü körüne bağlanıp hangi şartla olursa olsun ben arkadaşımın arkasında dururum gibi bir yaklaşım içerisinde değiliz. Bunu kötü anlamda söylemiyorum tabi herkesin tarzı farklı. Ben özellikle emlak ve gayrimenkul ile ilgili çalışmaya başladıktan sonra kolejden arkadaşlarıma gitmeden önce işimi belirli bir seviyeye getirmeye çalıştım. Çünkü ben bu işi iyi yaptığım taktirde bana destek vereceklerini biliyordum. Mesela bizim sektörde Tahincioğlu Holding Özcan Tahincioğlu Kuzey Batı Murat Ergin de Robert Kolejlidir. Haluk Sur Boğaziçi mezunudur. Bu insanlarla görüşmemiz belli bir iş tecrübesi çerçevesinde gerçekleşmiştir. Geçmiş yıllara baktığımızda Robert Kolleji’nin birçok siyasetçi yetiştirdiğini görüyoruz Sn Ecevit, Tansu Çiller gibi iki başbakan yatiştirilmiş. Son dönem de Sayın Ahmet Davutoğlu’nuda örnek gösterebiliriz. Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’da Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Robert Koleji mezunlarının ülke ekonomisine ve siyasete önemli katkıları olduğu fikrimize katılır mısınız? Çok doğru. 60’lı yıllarda özellikle birçok milletvekili Robert Koleji mezunuydu. Doğal olarak ekonomi ve siyaset üzerinde etkisi olduğu söylenilebilir. Robert Koleji olarak söylemiyorum ama en son İTÜ furyasından sonra ekoller biraz siyasetten çekilmiş gibi gözüküyor. 80’li yılların mühendis grubu Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Süleyman Demirel gibi isimler çekildikten sonra şuan köklü eğitim kurumlarının politikada olmadığını düşünüyorum. Belki de İmam Hatip Okulu mezunlarının sayısının siyasette fazla olması sebebiyle böyle bir etki oldu, bilemiyorum. Ekonomi yönetimi olarak bakarsak üst düzey yöneticiler olarak ve büyük oluşumlarda Robert Koleji mezunlarının damga vurduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda Koç Grubu’nun Robert Koleji ekolü olduğunu söyleyebiliriz. Eczacıbaşı Grubu’nda yine Robert Koleji mezunu sayısı çok fazla. Tahincioğlu Holding, Cem Boyner, Hilmi Kayhan, Cüneyt Yavuz, Mehmet Ali Neyzi, Hüsnü Özyeğin, Mehmet Emin Karamehmet, Hakan Binbaşgil. Bu şekilde ifade ettiğimiz zaman çerçeveyi daha rahat görebiliyoruz. Robert Koleji’ndeki özgüven, bir başka açıdan bakıldığında dışa dönük olma gibi bir özelliğin kazandırılması ile de özdeşleştirilebilinir. Dışa dönük yapının ortaya çıkarılmasında yabancı dil öğreniminin önemli bir faktör olduğu söylenilebilir mi? Evet tabii. Özellikle dil konusunda şunu rahatlıkla söyleyebilirim yabancı dili hakkını vererek öğreniyorsunuz. Çok iyi eğitiyorlar. Anadiliniz kadar rahat konuşabilecek duruma geliyorsunuz. Bu da hayatınız boyunca bir artı sağlıyor. İş hayatınıza nasıl başladınız? İş hayatına ilk babamla başladım. İnşaat sektöründeydik. 97 – 98 yıllarında olan krizde inşaat sektörü durağan döneme girmişti. Bizde bu oluşan krizden etkilenerek inşaat işimizi durdurduk. 99 yılında John Deere adlı Amerikan tarım aletleri üreten bir firma Türkiye’de fabrika kuruyorlardı. Bende Makine Mühendisi olarak işe başladım. Sonrasında askere gittim, geldikten sonra Mercedes’te çalışmaya başladım. Ticari araç satışındaydım. Ortadoğu, Azerbaycan, Kazakistan, Orta Asya ve Çin’den sorumluyduk. Sonraki dönem ben balkan pazarına geçtim. 2008 yılında Mercedes ofisimiz Viyana’ya taşındı. Ben ailevi sebeplerden dolayı gidemedim. Buradaki sunulan lokal görevleri de kendime yakın bulmadım. Sonraki dönem eşim Dilşat Hanım ile Baykan Emlak’ı kurduk. Emlak sektörüne gelirsek son dönemle ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz? İçinde bulunduğumuz durumun negatif etkileri oluyor mu? Beylikdüzü, Esenyurt, Kartal gibi arsanın daha rahat bulunduğu yerlerde, ekonomideki dengesizlik, sıcak parayı avantajlı haline getiriyor ve oralar da etkileniyor. Ancak şehir merkezlerinde arsa yok ve sosyolojik etkiler farklı bir durumu ortaya çıkarıyor. Tra- 67 Kasım 2014 Eur newsport fik çekilmez durumda. İstanbul PWC’nin yaptığı dünyanın en kaliteli ve yaşanacak şehirleri listesinde ne yazık ki sondan 2. sırada yer alıyor. Yaşamak için çok güzel bir şehir ama kalabalığın getirdiği düzensizlik de var. Bu yapıda şehir merkezindeki yeni projelerin veya 2. elin çok etkilenmediğini düşünüyoruz. Geçen Aralık ayı ve Mart ayında emlak sektöründe bıçak gibi bir kesilme oldu, çok ciddi bir durağan dönem yaşandı. Biz çok net hissettik bu durumu. Bunu yabancı yatırımlar bir nebze de olsa absorbe ediyor. Ancak bir yere kadar tabii ki. Onun dışında kredi faizleri etkiliyor. Bir de enflasyon en büyük negatif etken. Örneğin ben enflasyonun %9 olduğuna inanmıyorum. Gerçek hayatta bunun etkisinin daha fazla olduğunu düşünüyorum. Bunun sonucu da kira fiyatları yükseliyor. Kira fiyatlarının yükselmesi durumu ciddi bir sorun haline geldi. Önceden semt farklılığıyla hissedilen kira yükselmesi şimdi İstanbul’un tüm bölgelerinde hissediliyor. Bunun sebebi ne olabilir? Kira yükselmesinin birkaç sebebi olabilir. Bölgesel baktığımızda binaların yıkılıp tekrar yapılmasından dolayı yani kentsel dönüşümle birlikte o bölgede yaşayan insanların kira ya çıkmış olması kiralık ev talebini arttırıyor. Ben bunun kira artışına kuvvetli bir etken olduğunu düşünüyorum. Yani daha büyük kentsel dönüşüm projelerinde bizleri kira artışları bekliyor sonucunu çıkarabiliriz. Bu doğrultuda da kentsel dönüşümün bu yönü iyi hesaplanmalı diyebilir miyiz? Evet kentsel dönüşümün bu anlamda arz ve talep dengesini bozduğuna inanıyorum. Ayrıca Suriyelilerinde etkisi var. Suriyeliler alt segmenti kilitlemiş durumdalar. 1000-1500 TL olan kira fiyatlarında müthiş bir artış var. Bu gibi ekonomik yer değiştirmeler sizin gibi emlak sektöründe faaliyet gösteren firmaları etkiliyor mu? İnşaata bakış açımız uzun süreli değil bence. Ülkemizde her şey çok hızlı değişiyor. Türk insanının yatırımları uzun vadeli değil dolayısıyla bu da finansal kaynak açısından çok önemli rol oynuyor. Bir arkadaşım Türkiye’deki uzun vade 1-2 yıldır demişti bence de oldukça doğru bir söz. Zaten gerekli izinleri aldıktan sonra bir inşaata başlamanız bitirmeniz en az 3 yıl. Siz izinleri alıp inşaatı bitirene kadar trendler değişiyor. Analiz olarak şunu söyleyebilirim ki devletin emlak sektöründeki ağırlığı çok artmış durumda. Ve böyle olduğu zaman da orada dönen toplam cironun ciddi bir kısmını devletin yaptığı hareketler yönlendiriyor. Bunu da bir değerlendirmek lazım. Liberal bir yaklaşım ile baktığımız zaman iyi bir şey gibi gelmiyor. Diğer taraftan da bu ülkenin dinamiklerinin harekete geçirilmesi açısından devamlı bir dürtü- 68 Kasım 2014 ye ihtiyacımız var. Devlet ekonominin çok büyük bir kısmını yürütür durumda. Devlete bağımlıyız ve bundan ülke olarak sıyrılmış durumda değiliz. Durum böyle olunca devlet elini çekemiyor. Bu zaman alacak bir durum. Devletin elini çekmek gibi bir düşüncesi olduğunu düşünmüyorum. Daha da aktif rol oynamak gibi bir düşüncesi olduğuna inanıyorum. Devlet kentsel dönüşüm ile alakalı çok ciddi kanunlar çıkardı ve burada mülkiyet hakkı ve kişisel haklar eskisi kadar korunmadı. Sonra Anayasa Mahkemesi son zamanlarda birçok maddenin ihlal edildiğini düşündüğü için bazı maddeleri iptal etti. İptal edince de tekrar kilitlenmiş oluyorsunuz. TOKİ’nin asıl amacı düşük bütçeli konut yapımı olmalı. Örneğin İngiltere’de bu konuda çok iyi düzenlemeler var. Mesela yeşil kart mantığında geliri belirli bir düzeyin altında olup orada yaşayan kişilere daireleri uygun fiyatlara kiralıyorlar. Ama kişinin sosyal yapısı değiştiğinde orayı bırakıp başka bir eve çıkıyor, burada bir regüle söz konusu. Onun yerine onun gibi biri geliyor ve bu böyle devam edip gidiyor. Biz bu tarz regülasyonları yapamıyoruz. Regülasyonu beceremediğimiz için de toptan kavramı kaldırıyoruz. Bence devletin emlak sektöründe devreye girmesi gereken nokta arsa geliştirme noktasıdır. Sektörle ilgili belirtmek istediğim diğer bir nokta ise ben Türkiye’de şehir merkezlerinde doğru yerlerde alım yaptığınızda her zaman diğer enstrümanların üstünde bir alan olduğunu düşünüyorum emlak sektörünün. Bunu gerçekten profesyonel insanlarla yönetmek gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu işin teknik kısmı çok fazla. Hükümetten de bu konuda beklentim İstanbul’u borsa kağıdı gibi hep ellerinde tutmamalarıdır. Bursa, İzmir, Adana, Gaziantep gibi daha sayamadığım bir sürü şehri İstanbul’a alternatif olarak çıkarabilirler. Yöneten yapının bilgiyi ciddiye alması gerekiyor diyebilir miyiz? Yani harekete geçerken bir sürü kriter yazdıktan sonra etkilerini bir yüzde ile hesaplayıp etkilerini görerek bir karar alırsınız. Bunu görmeyip sadece ekonomik olarak değerlendiriyorum derseniz bu durum sürdürülebilir bir durum olmaktan çıkar. Bunu bugün net olarak görmekteyiz. Bence bilgiyi ciddiye almıyor değiller. Bilginin şeffaflığı konusunda farklı düşünceleri var. Bu konuyu özetleyecek bir örnek vereceğim. PWC’nin yayınladığı raporlarda transaksiyon rakamları açıklanıyor bakıyorsunuz ki yatırım miktarı Londra 50 milyar dolar İstanbul 523 milyon dolar oluyor, 100 katı bir fark var. Yani hep aynı noktaya geliyoruz. Biz hep kendi çöplüğümüzde ötüyoruz. I Eur newsport Çayeli Bakır İşletmeleri AŞ Genel Müdürü Lain Anderson: Çayeli Bakır yerel toplumla güçlü bağlara sahiptir oma’da yaşanan üzücü olaydan sonra, gözler maden işletmelerine çevrildi. Süreç madencilik alanında yeni düzenlemeler yapılması noktasında meyvelerini vermeye başlamışken, Trabzon CHP Milletvekili M. Volkan Canalioğlu’nun Çayeli Bakır İşletmeleri ile ilgili verdiği soru önergesi, gözlerin Rize’ye çevrilmesine neden oldu. Konuyu değerlendirmek için görüşlerine başvurduğumuz Çayeli Bakır İşletmeleri AŞ Genel Müdürü Lain Anderson, sorularımızı yanıtladı. Çayeli Bakır İşletmeleri ile ilgili genel bir değerlendirme alabilir miyiz? Çayeli Bakır İşletmeleri (ÇBİ), Rize’nin Çayeli ilçesi Madenli Beldesi’nde 1994 yılından bu yana operasyonlarını sürdürmektedir. Firma Türk ve yabancı sermaye ortaklığı olarak kuruldu. Yaklaşık 20 S 70 Kasım 2014 yıldır bakır ve çinko cevheri üreten Çayeli Bakır, yılda 1.3 milyon ton cevher üretme ve işleme kapasitesine sahip. Türkiye’nin bakır madeni üretiminin yaklaşık üçte birini karşılayan ÇBİ, 36.7 milyon dolar vergi ile Türkiye’de en çok kurumlar vergisi ödeyen firmalar sıralamasında 32’nci sırada yer alıyor. 2013 yılı itibarıyla 248.3 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiren firma, ihracatta Türkiye metal madenciliği sektöründe birinci, genel sıralamada is 42’nci sırada bulunuyor. Firmanın ülke ekonomisine katkısı ise 2012 yılında 157 milyon dolar, 2012 yılında 149 milyon dolar, 2013 yılında ise 169 milyon dolar olarak gerçekleşti. Türkiye’de madencilik sektörünün en yüksek maaş ve ücretlerini veren firma olan Çayeli Bakır İşletmelerinde 494 kişi çalışıyor. Firma, 130 müteah- hit elemanı ile birlikte toplam 624 kişi istihdam ediyor. Ayrıca her yıl 10-20 işsiz gence temel madencilik eğitimi vererek bölgenin mesleki kapasitesinin gelişimine katkıda bulunuyor. Acil durumlara müdahaleyi en hızlı ve emniyetli şekilde yapılmasına olanak veren bir maden kontrol sistemi olan PitRam’i Türkiye’de kullanan ilk şirket olan Çayeli Bakır, Türkiye’de madencilik sektörünün en düşük yaralanmalı kaza oranına sahip. Bu oran dünyadaki diğer metal madenlerinin ortalamalarına göre de oldukça düşük. Çayeli Bakır İşletmeleri’nde sertifikalandırılmış 10 adet sığınma istasyonu bulunuyor. Sığınma istasyonlarının kaçış ve yaşam odalarından farkı, içeride karbon monoksit ve karbon dioksit temizleme ünitelerinin yer almasıdır. Sertifikalı sığınma istasyonları, bu üniteler sayesinde, elektriğin kesilmesi halinde bile 36 saat yaşam sağlayabiliyor. Yerel kalkınmaya özen gösteren firma, mavi yaka çalışanlarının yaklaşık yüzde 95’ini, beyaz yaka çalışanların yüzde 65’ini bulunduğu yöreden istihdam ediyor. Sosyal sorumluluk anlayışı doğrul- tusunda yörenin kalkınmasını destekleyecek çok sayıda projeye destek vermektedir. Sağlık tesisleri, sağlık ekipmanları, eğitim araç ve ekipmanları, burs programları, gelir getirici kırsal kalkınma projeleri bu kapsamdaki çalışmalar arasında yer almaktadır. Türkiye yurtdışından yatırım çekmek isteyen bir ülke. Yabancı bir girişimci olarak, ülkemizin yatırım koşullarını ve ekonomik gelişmelerini değerlendirebilir misiniz? Hükümet geçen 12 yılda yabancı ve yerli yatırımları teşvik etmek için bir dizi olumlu reform yaptı. Artık herhangi bir yatırımcı için şirket kurmak çok daha kolay ve yatırımı desteklemek için yararlanabilecekleri çeşitli teşvikler var. Hükümet tarafından yaratılan koşullar bir grup yatırımcıyı çekti ve bunlardan bazıları Türkiye’de iş yapmanın farkını hemen anlamayabilir. Özellikle de iş kanunlarının liberalleştirilmesiyle ilgili olarak daha ileri düzeyde bazı reformların yapılması gerektiğini anlıyoruz ve hükümetin Avrupa standartları ve normları doğrultusunda reformlarına devam etmesini ümit ediyoruz. 71 Kasım 2014 Eur newsport Daha geniş keşif olanakları ve maden lisansları üzerinde imtiyaz güvencesi sağlanabilirse büyük madenler geliştirme tecrübesine ve finansal kaynaklara sahip şirketler çekilebilir. Soma faciasından sonra, ülkemizin madencilik sektöründe yeni bir süreç ve değişim başladı. Yeni düzenlemelerimizle ilgili olarak düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz? Şirketimiz Çayeli Bakır, danışmanlık sürecinde bu kanunların geliştirilmesine otoritelerle ve madencilik sektörü temsilcileriyle birlikte aktif olarak dahil oldu. Zaten bizim çalışanlarımızın çalışma koşulları yeni kanunların gereksinimlerinin üzerindedir. Çayeli Bakır gibi iyi bir iş güvenliği geçmişi olan ve yüksek verimliliğe sahip madenler için işçilerin yeraltında maksimum 6,5 saat çalışması zorunluluğunun bazı güç yönleri var. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, bu maddenin değiştirilmesiyle ilgili hükümetin isteğini zaten ifade etti. Soma faciasından sonra uygulanan değişiklikler, kâr marjı dar olan bazı işletmelerde istihdam kaybına neden olacak ki bu eminiz bazı madenciler için üzücü ve karışık bir durum. Ancak genel olarak bu değişiklikler sonucunda yer altında çalışan madencilerin çoğunluğu için daha iyi çalışma koşulları ortaya çıkacak ve tabii ki bu konuda mutluyuz. Madencilik sektöründe uluslararası bir çalışma düzenine ulaşmak için Türkiye ne yapmalıdır? Madenciliğin riskli bir iş olduğuna şüphe yok. Madenleri, emniyetli ve kârlı bir şekilde çalıştırabilme deneyimine, yeteneğine ve kaynaklara sahip olan şirketlere bırakmak en 72 Kasım 2014 iyisidir. Türkiye’de Türk mevzuatına ve en iyi uluslararası uygulamalara uygun olarak çalışan yabancı ve yerli pek çok maden var. Ne mevzuatın ne de hükümet denetiminin kalitesinin kusurlu olduğu iddia edilemez. Dünyadaki bütün mevzuatlar doğası gereği sıkı kurallar koyar ve her olasılığı kapsaması mümkün değildir. Eğer bir maddende kontrolsüz tehlikeler varsa, madencilerin “mevzuatın gereğini karşılıyoruz” diyerek tehlikeli koşulları yönetmesi gerekir. Eğer talihsiz bir kaza olursa, müdürler ve yöneticiler işyerinde tüm tehlikeleri etkili bir şekilde yönetmek ve emniyetli bir çalışma ortamı sağlamak için yeterli sistemlere sahip olduklarını göstermek amacıyla kanun önünde hesap verebilir olmalıdır. Yakın zamana kadar Çin madenlerinin kötü bir ünü vardı. Çinliler kâr marjı az işletmeleri kapatarak, madencilerin teknolojiye yatırım yapmasını teşvik edecek teşvik tedbirleri yaratarak ve yüksek kaza oranına sahip şirketleri cezalandırarak bunu düzeltebildi. Bu teşvikler başlatıldıktan birkaç yıl sonra Çin’de madenlerdeki ölümler azalırken, verimlilik de arttı. Dünyada çeşitli yerlere yatırım yapan bir şirket olarak, Türkiye’deki uzun vadeli hedeflerinizi paylaşabilir misiniz? İlgi çekici büyüklükte olması ve madenin çalışma izni alacağına güven olması şartıyla, şirketimiz Türkiye’de bundan sonra da maden arama projelerine girmeye açık olacaktır. Mevcut rezerv tahminlerimize dayalı olarak, maden ömrümüzün 2019 yılında sona ereceğini öngörüyoruz. Birinci önceliğimiz mevcut cevher küt- lemizin yaşam süresini maksimize etmek. Çayeli Bakır madencilik imtiyazını kullanarak ilave rezervler aramaya devam ediyor. Trabzon milletvekili ÇBI ile ilgili olarak Enerji Bakanı’na yazılı bir soru önergesi sundu. Önergede, ÇBI’nın uluslararası standartlara göre çalışıp çalışmadığını sordu. Çalışma koşullarında uyguladığınız kriterleri paylaşabilir misiniz? Kullandığımız standartlardan pek çoğu, Türk mevzuatı temel alınarak şirket bünyemizde geliştirilmiştir ve risk seviyemizin gerektirdiğine inandığımız belirli durumlarda mümkün olan en iyi uygulamaları uygulamak için mevzuatta belirtilen gereksinimlerin üzerine çıkmaktadır. Bu Türk mevzuatının kusurlu olduğu anlamına gelmez. Bu bizim bazı durumlarda risk seviyemizin daha yüksek bir kontrol seviyesi gerektirdiğini hissettiğimiz ve kullanılabilecek en iyi yöntemi aradığımız anlamına gelir. Yani, şirket içi standartlarımızı geliştirme için Türk mevzuatının gereksinimlerine ilave olarak Kanada, Avustralya, Avrupa Birliği, Almanya ve Dünya Bankası kılavuzlarını da kullanıyoruz. Çayeli Bakır’ın iç standartları aynı zamanda Kanada Madencilik Birliği’nin “Sürdürülebilir Madenciliğe Doğru” isimli programı ile de uyumludur. Çayeli Bakır yılsonuna doğru bu programa göre üç A (AAA) derecesine akredite olarak Kanada dışında bu dereceyi elde edebilen ilk maden olmayı umut etmektedir. ÇBI’nın dinamitle patlatmalarından sonra bölgedeki bazı evlerde çatlakların olduğu belirtiliyor. Bu durumun nedeni nedir? Bu durumu engellemek için ne yapıyorsunuz, paylaşabilir misiniz? Çayeli Bakır, yerel toplumla güçlü bağlara sahiptir. Çalışanlarımızın çoğu doğrudan yerel toplumdan istihdam edilmektedir ve bu nedenle evlere gelen zarara ve etkilenen ailelere şahit olmak bizim için üzücü. Çayeli Bakır birkaç yıldır bu iddiaları değerlendiriyor ve yanıtlıyor. İddialar ilk ortaya atıldığında Çayeli Bakır patlatma esnasında çevrede oluşan titreşimi ölçen bir program uyguladı. Titreşim seviyelerinin Türk mevzuatına göre izin verilen maksimum seviyeden her zaman daha altta olduğunu gözlemledik. Aynı zamanda riskin gerektirdiği en iyi uygulamayı arama politikamıza uygun olarak, aynı zamanda daha sıkı olan tarihi binalar için Alman standardını da uyguladık ve titreşim seviyelerimizin bu seviyelere de uygun olduğunu gözlemledik. Komşularımızın evlerine gelen zarardan dolayı Çayeli Bakır’ın madencilik faaliyetlerinin sorumlu olmadığına dair yaptığımız teknik açıklamaları kabul etmedi. Doğal zemin hareketlerinin olası bir faktör olduğunu bilmemize rağmen, Çayeli Bakır olarak sorumlu davrandık ve doğrudan madenin yukarısında bulunan 60 civarında evin yerini değiştirmek için gönüllü bir proje uyguladık. Tahminimiz, bu projenin toplam maliyetinin 20,1 milyon dolar olacağı. Bu projenin uygulanmasından sonra bir yıl içerisinde Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 3 seçkin üniversitemiz ODTÜ, HÜ ve KTÜ, tarafından zemin hareketlerinin incelenmesi için bir araştırma komisyonu kurulması emrini aldık. Bu çalışmada yer alan saygın profesörler zemin hareketinin madenimiz inşa edilmeden önce olduğu ve hareket mekanizmasının Karadeniz bölgesindeki diğer alanlarda da görülen tipik mekanizma olduğu sonucuna vardı. Profesörler aynı zamanda madende 2002 yılında meydana gelen bir göçüğün belirli bir alandaki hareketi hızlandırdığı sonucuna da ulaştı. Tabii ki faaliyetlerimizden bazılarının herhangi bir kişinin malına gelen zarara katkı yapmış olmasından dolayı endişe ve üzüntü duyduk. Ancak aynı zamanda meydana gelen herhangi bir etkinin gönüllü yer değiştirme projesiyle belirlenmiş olan sınırlar içerisinde olmasından dolayı da rahatladık. Bölge sakinlerini gönüllü olarak yeniden yerleşim projesi Dünya Bankası’na bağlı olan Uluslararası Finans Kuruluşu tarafından belirlenen standartlara göre uygulanmıştır. Bu proje bir başarı hikayesidir. Üç yıldır devam etmektedir ve ev sahiplerinin çoğu yeniden yerleşme için sunulan yardım paketlerini kabul etmiştir. Bu yardım paketlerinin koşullarına göre, yardım alanlar evlerinin tam olarak yeniden yerleştirilmesi için gereken bedelin 1.25 katına eşit değerde yardım almıştır ve buna ilaveten Çayeli Bakır ailelerin kendi topraklarında geleneksel tarımcılık faaliyetlerine devam edebilmeleri için bir geçim kaynaklarını destekleme programı uygulamıştır. Söz konusu yeniden yerleştirme bedeli pazar değerinden önemli ölçüde yüksektir. Bu bedel, geçerliliği kabul edilmiş inşaat standartlarına göre eşdeğer bir yapının bitirilmesi için gerekli olan maliyettir ve sağlanan yardım paketlerinin mahkeme önünde bize uygulanabilecek olan her türlü yapı bedelinden daha yüksek olacağına inanıyoruz. Yakın zamanda proje sınırlarında veya sınır çevresinde yaşayan ve doğal olaylardan dolayı evlerinde zarar meydana gelen ev sahipleri tarafından Çayeli Bakır’a mevcut yeniden yerleştirme projesine ait 73 Kasım 2014 Eur newsport bölge sınırlarının genişletilmesi için baskı yapmak amacıyla bazı sözlü protestolar oldu. Zarar gören evlerde oturan ev sahiplerinin gönüllü yeniden yerleştirme projesi tarafından sağlanan yardımlardan faydalanmak istemelerini anlıyoruz. Çayeli Bakır’ın neden olduğu herhangi bir etkinin sınırlarını değerlendirmeye devam ediyoruz. Bilimsel bulgulara ve mühendislik bilgisine dayalı olarak sorumlu bir şekilde davranmaya devam edeceğiz. Bölge bir heyelan bölgesi olduğundan, zararın normalden daha fazla olduğu belirtildi. Patlatmaların bölgede meydana gelen toprak kaymaları üzerindeki etkilerini minimize etmek için metodolojiler uyguluyor musunuz? Sorunuz patlatma titreşimlerinin evlere zarar verdiğini ima ediyor. Patlatma titreşimlerinin herhangi bir etkisi yok. Saygın üniversite profesörleri ve pek çok mühendislik danışmanı bu konuda Çayeli Bakır ile aynı görüşte. Çayeli Bakır Türkiye’ye ve Rize iline önemli ekonomik katkılar sağlamaktadır. Bölgemizdeki en büyük ikinci işvereniz ve her yıl Türk ekonomisine vergiler, işletme payları, ihracat, istihdam ve harcamalarla yaptığımız yıllık katkı 120 milyon doları aşıyor. Çayeli Bakır madencilik sektöründeki en iyi istihdam koşullarına sahip ve pek çok kişi bizim sosyal programımızdan ve yerel desteklerimizden faydalanmaktadır. Çayeli Bakır altyapısı da zemin hareketlerinden etkilendi ve bizim faaliyetlerimizden etkilenen alanın da ötesinde geniş bir alanın tüm so- 74 Kasım 2014 rumluluğunu üstlendik. Gönüllü yeniden yerleştirme projesinden ayrı olarak, bir izleme sistemi uygulamasını ve zemin hareketini durdurmak için uygulanabilir mühendislik metodolojilerini değerlendiriyoruz. Benzer çalışma koşulları olan madenlerin yerleşim yerlerine uzaklıkları ne kadar olmalıdır? Komşu yerleşim yerlerindeki yapılarla ilgili herhangi bir çalışmanız var mı? Yerleşim yerlerinin ve hatta şehirlerin altında çalışan pek çok yeraltı madeni ve tünel kazıları var ve doğru mühendislik uygulamalarıyla bu mantıksız bir uygulama değil. Türk mevzuatına göre bir işletmeye çalışma izni verilmesi için tehlikeli faaliyetlerin çevresinde bir tampon bölge tanımlanıyor. Pek çok durumda bu tampon bölgenin yeterli olduğuna inanıyoruz. 20 yıl kadar önce maden inşa edilirken Çayeli Bakır patlatma titreşiminin bir sonucu olarak şikayetler olabileceğini öngörmüştü ve tampon bölgesini mevzuatın gerektirdiğinin ötesine genişletmeye çalışmıştır. Ancak maalesef tapu sahipleriyle çeşitli nedenlerden dolayı anlaşmaya varılamamıştır. Gerek yukarıda bahsettiğimiz Madene Yakın Evler Projesi dahilinde, gerekse üç üniversitenin heyelan bölgesi olarak gösterdiği sınırlar dahilinde bulunan ve firmamızla gönüllü olarak işbirliği yapan kişilerin binalarının durumunu değerlendirmek amacıyla belli aralıklarla teknik çalışmalar yapılmaktadır. Bina durum değerlendirme raporları komşularımızla paylaşılmaktadır.I Eur newsport İlge Kıvılcım İKV Uzmanı AB’NİN EN BÜYÜK SINAVLARINDAN BİRİ “AB ETS” klim değişikliği ile mücadelede emisyonların sınırlandırılması ve kontrolü konusu uzun yıllardır gündemde. Emisyon ticaretine dayalı mekanizmalar ise dünya genelinde ulusal ve bölgesel boyutta artış göstermeye başladı. 2005 yılında faaliyete geçen AB’nin Emisyon Ticaret Sistemi bunların uygulama alanı bakamından en büyük olanı. Ancak 2008 yılı ile beraber yaşanan küresel ekonomik kuraklık, güncel tartışmaların en önemli maddesini ortaya çıkarttı: “Karbon fiyatlandırması”. Krizle beraber 2008 yılında birim fiyatı 30 avro olan karbon fiyatı, 2012 yılında 3 avroya kadar düştüğü biliniyor. Bu durum, özellikle Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi’nin (AB ETS) bu soruna çözüm bulamaması piyasadaki “AB etkinliğinin” sorgulanmasını başka bir boyutuyla ortaya çıkardı. Konuya daha geniş bir açıdan göz atalım. 2013 yılında dünya genelinde sekiz yeni karbon pazarı faaliyete geçti. Aynı yıl, Fransa ve Meksika karbon vergi sistemini başlattı. Çin, AB ETS’den sonra gelen 30 milyon ABD dolar değeriyle ve toplamda 1,115 milyon karbondioksit emisyon hacmine eş düzeyde ikinci en büyük emisyon ticaret sistemine sahip. Bu veriler, 28-30 Mayıs 2014 tarihinde Dünya Bankası Grubu ve Uluslararası Emisyon Ticareti Birliği (IETA) tarafından gerçekleştirilen ve 11’incisi Almanya’da düzenlenen Carbon Expo Konferansı’nda açıklanan Dünya Bankası Grubu ve uluslararası en büyük danışmanlık şirketlerinden biri olan ECOFYS’nin son raporuyla açıklandı . Rapo- İ 76 Kasım 2014 run, güncel sorunları net bir şekilde yansıttığını görebiliriz. Uluslararası düzeydeki toplam 39 adet emisyon ticareti modellerine dikkat çekilirken, aynı zamanda karbon fiyatlarındaki dengesiz seyirlerin ve ülkelerin ekonomik krizle beraber oluşan kırmızı hatlarının, uluslararası müzakere ortamını yavaşlatmasının altı çiziliyor. Hiç şüphesiz, AB ETS, 11,000’in üzerinde kayıtlı sanayi ve enerji tesisi ile en son havacılık sektörünün dahil edildiği, dünya genelindeki uygulama alanı bakımından en büyük emisyon ticaret sistemi. Hatta AB’nin iklim değişikliği politikasının da can damarı olarak nitelendiriliyor. Sitemin sera gazı emisyonlarının küresel boyuttaki karşılığı ise yüzde 8,5. 2008 yılında yaşanan ekonomik krizin yansıması olarak, özellikle karbon fiyatlarındaki ani düşüşe neden olan “arz-talep” dengesinin kurulamaması ya da pazardaki emisyon izinlerinin fazlalığı sorunu (surplus of allowances), AB’yi son dönemde çevre politikasında büyük bir sınav arifesine doğru yöneltti. Sistemin, karbon piyasasındaki bu soruna çözüm getirememesi üzerine Avrupa Komisyonu, 2012 yılı da dâhil olmak üzere ciddi bir reform sürecine girdi. Reformlar, AB ETS’nin daha işlevsel hale getirilmesi ve karbon fiyatlarının istikrarlı seyrine tekrar kavuşması adına geliştirilen “yapısal” reformlar niteliğinde. Ancak piyasadaki sorunlar henüz güncelliğini yitirmiş değil. Şöyle ki: DEVAM EDEN TEMEL SORUN, FAZLA EMİSYON İZİNLERİ AB ETS; 2005 yılından itibaren 2003/87/EC Sayılı AB Yönergesi’ne dayalı olarak uygulanmakta Tablo 1. 2008-2011 arası dönemin arz-talep dengesi, AB olan, temelinde “sınırla ve pazarla” (cap and trade) ilkesi dahilinde emisyon ticaretine dayalı emisyon azaltım sistemidir. Sistem içinde, belirlenen tesisler için azami emisyon izinleri verilmekte ve üyeler ülkeler için belirlenen izinler yıllık olarak Avrupa Komisyonu tarafından belirlenir. Üye ülkeler de, ülke içindeki tesislere ücretsiz emisyon salım hakkı (allowance) verir. Sistemin temel ilkesini oluşturan kısımda, yıl sonunda bu izinleri aşmayan tesisler, aşan tesislere artakalan emisyon miktarlarını satabilmektedir. Fiyatlandırma ise, o yılki arz-talebe göre değişebilmektedir. 2008 yılı kriziyle beraber, AB ETS’de arzın artması, karbon fiyatlarını aşağıya çekmişti (Bkz. Tablo 1). Başka bir ifadeyle, karbon fiyatının düşmesi sonucuyla, işletme sahipleri kotalara uymak yerine emisyonları arttırıcı seçeneklere doğru kaymıştı. Avrupa karbon piyasasındaki gittikçe artan emisyon izinleri sorunu, aslında 2012 tarihli raporda dile getirilmiş, hatta bu rapor, Avrupa Komisyonu’nun kendi raporu olarak yayımlanmıştı. Peki AB’nin kendi sistemi dâhilindeki karbon fiyatı sorununa çözüm önerileri neler? Avrupa Komisyonu’nun soruna yönelik çözüm anahtarlarının “ilk denemesi” 12 Kasım 2012 tarihinde AB ETS’nin üçüncü uygulama dönemi olan 2013-2020 döneminde değişikliğe gidilmesi talebi ile, 900 milyon ton emisyon izninin 2019-2020 dönem aralığına erteleyen ve böylece karbon fiyatlarını yukarı çekme hedefiyle hazırlanmış “Geri Çekme” (Back-loading) taslağı ile yapılmıştı. Ancak taslak 16 Nisan 2013 tarihinde Avrupa Parlamentosu’ndan (AP) geçememişti. Bu durum, AB içinde de taslak metin üzerinde bölünmeye yol açtı. Bir sonraki adımda taslak 8 Ocak 2014 tarihinde Parlamento’nun İklim Değişikliği Komitesi’nde kabul edildi ve sadece kısa vadeli bir çözüm mekanizması olarak kurulmuş oldu. 22 OCAK ÖNERİLERİ Avrupa Komisyonu’nun Avrupa karbon pazarındaki fiyat dengesizliğine yönelik ikinci girişimi, Komisyon’un 2014 yılının başında “22 Ocak önerileri” içinde sunuldu. Öneriler “Geri-Çekme” modeli gibi kısa vadeli bir çözümden ziyade uzun vadeli yapısal reform seçenekleri olarak Brüksel’in gündeminde: - 2030 İklim ve Enerji Paketi (23 Ekim 2014 tarihinde AB Liderler Zirvesi’nde onaylandı) - Piyasa İstikrar Rezervi (uzun vadeli mekanizma) Bilindiği gibi, AB’nin 2050 hedefleri bağlayıcılığını sürdürüyor. 22 Ocak’ta sunulan önerilerin 2030 İklim ve Enerji Paketi’nde, 2020 hedeflerine kıyasla; emisyon azaltım oranı yüzde 40 ve yenilenebilir enerji payının yüzde 27 oranına yükseltilmiş hedefler sunuluyor. 2030 Paketi, 2050 yılı için bağlayıcılığını sürdüren emisyonların yüzde 80-95 arasında azaltıl- 77 Kasım 2014 Eur newsport ması hedefine ulaşılması için “ara dönem” strateji paketi olarak görülebilir. Bu paketin bir parçası halinde sunulan ve üzerinde durulması gereken diğer önemli revize çalışması ise “Pazar İstikrarı Rezervi” (Market Stability Reserve-MSR). Bu mekanizma ile Komisyon, 2021 yılında faaliyete geçmesini öngördüğü bir çeşit piyasa istikrar mekanizması kurma hedefinde. Ancak 22 Ocak önerilerine yönelik kusursuz işleyen onay süreci olduğunu söylemek zor. Ayrıca üye ülkelerden gelen farklı öneriler yeni tartışmaları beraberinde getiriyor: “PİYASA İSTİKRAR REZERVİ” İÇİN 2021 Mİ 2017 Mİ? 2030 İklim ve Enerji Paketi’nin bir parçası niteliğinde sunulan MSR ile karbon fiyatlarının aşırı düşmesine neden olan piyasadaki fazla emisyon izinlerini azaltan bir piyasa mekanizması olması öngörülüyor. Belirtildiği gibi, MSR’nin uygulama tarihi Avrupa Komisyonu tarafından 2021 olarak gösterilmiş durumda. Ancak söz konusu mekanizmanın faaliyete geçme tarihine yönelik İngiltere ve Almanya’nın önerileri de gündemde. Temmuz 2014 tarihinde İngiltere’nin AB ETS’de daha köklü reform sürecine girmesi gerektiği yönünde yorum ve önerilerin sunulduğu bir rapor yayımlandı . İngiltere hükümeti, MSR’nin piyasada fazlaca bulunan emisyon izinlerinin kısıtlanmasına yardımcı olacağına inanırken, piyasadaki sorunlara “kalıcı çözüm” getirmesine imkan vermeyeceğini de açıklıyor. Diğer büyük sanayi üreticisi Almanya ise MSR’nin uygulama tarihinin 2021 değil, 2017 olarak değiştirilmesinden yana tavır sergiliyor. Komisyon önerisi olan 2021 tarihi, AB ETS’nin dördüncü uygulama dönemi (2020 sonrası) olan sürece işaret ediyor. Üye ülkelerin sektörel düzeydeki program istekleri de anti-AB ETS tartışmalarını da körükleyen türden olmaya devam ediyor. Şimdilik Komisyon önerisi geçerli. Konunun Ekim ayında gerçekleşecek AB Liderler Zirvesi’nin ajandasında olması bekleniyor. PARALEL GÜNDEM: HAVACILIK SEKTÖRÜ Havacılık sektörü ve AB ETS dâhilindeki tartışmalar Avrupa Komisyonu’nun 2012 yılının başında büyük tartışmalara neden olan bir değişiklik öneri- 78 Kasım 2014 siyle gündeme gelmişti. Bilindiği üzere, 1 Ocak 2012 tarihi itibariyle AB hava sahasını kullanan havayolu şirketleri, AB ETS dâhilinde emisyonlarından sorumlu tutulmuştu. Ancak Avrupa Komisyonu’nun bu teklifinin geçerliliği, özellikle havayolu şirketlerinin baskısı ile uzun sürmedi. Avrupa Komisyonu’nun sektörde oluşan bu bulanık havayı dağıtıcı çözüm anahtarı, mevcut mevzuat üzerine getirilen düzenlemeyle gündeme getirildi. Emisyonları belli bir süre erteleyen “Stop the Clock” düzenlemesi ile, Avrupa Komisyonu, uluslararası eleştiri ortamını yumuşatma kararına yöneldi. Gelinen noktada mevcut süreci şekillendiren 4 Ekim 2013 tarihinde Uluslararası Sivil Havacılık Organizasyonu’nun önderliğinde gerçekleşen (International Civil Aviation Organization-ICAO) toplantı sonuçları önemli. ICAO “arabuluculuğunda”, 2016 yılına kadar kabul edilip, 2020 yılında uygulamaya geçecek “küresel bir mekanizmanın” oluşturulması kararı alındı. Son olarak, 4 Mart 2014 tarihli toplantı sonucuna göre de, 2016 yılına kadar AB ETS dâhilinde bulunan havayolu şirketleri emisyonlardan sorumlu olmayacak. Bu son karar, emisyonların azaltılması konusunda AB’nin geri adım atması olarak açıklanacağı gibi, 2016 yılına kadar havacılık sektörü için bir “geçiş süreci” yaşanacağı söylenebilir. PİYASADA GÜVEN İÇİN, EKİM ZİRVESİ ÖNEMLİ Belirtildiği gibi, Avrupa karbon pazarının işleyişini uzun süredir bozan pazardaki emisyon izinlerinin fazlaca bulunması, AB ETS’nin üzerinde getirilen reformların en önemli nedeni. Point Carbon verilerine göre , Eylül 2014 itibariyle karbon fiyatları güncel haliyle 6.5 avronun altında seyrediyor ki bu rakam, kriz öncesi fiyattan oldukça düşük. 23-24 Ekim 2014 tarihinde gerçekleştirilen AB Liderler Zirvesi’nde 2030 İklim ve Enerji Paketi’nin 28 üye ülke tarafından onaylanması, AB’nin küresel boyutta emisyonların azaltılması konusundaki etkin rolünün devamı için önemli bir sınava işaretti. Nitekim paketin onaylanması ile, 2015 yılında AB ETS üzerine getirilen reform çalışmalarının etkinliği ve piyasadaki “güven” ortamının yakalanması adına önemli bir adım atılmıştır. Bundan sonraki süreçte, 28 üyeli AB’nin ortak bir ses etrafında koordinasyonlu bir çalışma sürecine girmesi önem arz edecek. I Eur newsport ABD Ulusal İstihbarat Konseyi, Aralık 2012 KÜRESEL EĞİLİMLER 2030: ALTERNATİF DÜNYALAR Y ükselen piyasa ekonomilerindeki ekonomik büyüme, önümüzdeki 15-20 yıl içerisinde dünya çapında teknolojik inovasyonun artmasını harekete geçirecek. Teknolojideki ağırlık merkezinin Batı’dan Doğu ve Güney’e doğru kayması – ki bu süreç çoktan başlamıştır- kuşkusuz devam edecek; keza gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru şirket, fikirler, girişimciler ve sermaye akışları artıyor. Önümüzdeki 15-20 yıl içerisinde, çok-uluslu şirketlerin hızla büyüyen yükselen piyasalara doğru daha fazla bir teknoloji faaliyeti kayması yaşanacak; ve Çinliler gibi, Hintliler, Brezilyalılar ve diğer yükselen ekonomilerin işletmeleri hızla uluslararası düzeyde rekabet gücü elde edecekler. Bu hareketin hızı, kalkınmakta olan ülkelerde risk sermayesinin mevcudiyetine, fikri mülkiyet haklarının korunmasına dönük hukuk kurallarına ve kalkınmakta olan ülkelerin büyüme ve küresel düzeyde rekabet gücü kazanma arzusuna bağlı olacak. Dört teknoloji alanı, 2030 yılı itibariyle küresel düzeyde ekonomik, sosyal ve askeri gelişmeleri şekillendirecek: bilgi teknolojileri, otomasyon ve imalat teknolojileri, kaynak teknolojileri ve sağlık teknolojileri. 80 Kasım 2014 Bilgi teknolojisi; büyük veri alanına giriyor. Proses gücü ve veri depolama, neredeyse bedava hale geliyor; ağlar ve bulut teknoloji, küresel erişim ve yaygın hizmetleri sağlayacak; sosyal medya ve siber güvenlik ise, büyük birer yeni piyasa oluşturacak. Otomasyon ve ileri imalat teknolojileri; kitlesel üretime dair iş modelini değiştiriyor ve gelecekteki ürün ve hizmetlerin gelişmekte ve gelişen ülkelerde giderek önem kazanan orta sınıfa sunulma biçiminde değişiklik getiriyor. Asyalı imalat şirketleri, daha şimdiden, mevcut yeteneklerinden yola çıkarak yeni otomasyon ve ileri imalat uygulamaları geliştirmek üzere yeni yetenekler oluşturmaktadırlar; ve birçok yükselen piyasaya egemen olmaya adaydırlar – tıpkı Çin’in kısa süre önce fotovoltaik panellerde yaptığı gibi. Temel kaynakların güvenliğiyle bağlantılı olan teknolojik sıçramalar, dünya nüfusunun su, gıda ve enerji ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olacaktır. Bu alanda ön planda olması muhtemel kilit teknolojiler arasında; genetiği değiştirilmiş mahsuller, duyarlı tarım, sulama teknikleri, güneş enerjisi, ileri biyo-temelli yakıtlar ve kırılma yoluyla gerçekleştirilen güçlendirilmiş petrol ve doğal gaz sondajı yer alıyor. Son olarak, yeni sağlık teknolojileri, dünya ça- pında nüfusun ortalama yaşını artıracak, fiziksel ve zihinsel koşulları iyileştirecek ve genel refahı artıracak. BİLGİ TEKNOLOJİLERİ Önümüzdeki 15-20 yıl içerisinde, yazılım, donanım ve bilişim teknolojilerinin bağlantılık boyutları, yetenek ve karmaşıklık anlamında kitlesel bir büyüme yaşayacak ve çok daha yaygın bir yayılma söz konusu olacak. Bu büyüme ve yayılma, hükümetler ve toplumlar için ciddi sorunlar doğuracak; böylelikle yeni IT teknolojilerinin yararlarını ortaya çıkarmanın yollarının aranması, bir yandan da bu teknolojilerin doğurduğu yeni tehditlerle başa çıkılması gerekecek. IT’yi odak noktasına almak suretiyle üç teknolojik gelişim, yaşama, iş yapma ve kendimizi 2030 yılına kadar koruma konusunda değişiklik yaratma gücüne sahiptir: devasa verileri depolama ve işleme çözümleri, sosyal ağ teknolojileri ve güçlendirilmiş ve güvenli IT sistemlerinin sağladığı kent teknolojilerini içeren “akıllı kentler”. Veri depolama ve analiz alanındaki ilerlemeler, Kuzey Amerika’da yaklaşan ekonomik canlılığın habercisidir; kent teknolojilerindeki ilerlemeler, kalkınmakta olan dünyadaki akıllı kentlerin altyapılarında yaşanacak devasa yatırımlar tarafından şekillendirilecekler. VERİ ÇÖZÜMLERİ Veri çözümleri; örgütlerin “büyük veriler”den değer çıkarma, biriktirme, depolama ve yönetmelerine yardımcı olan bir dizi yeni teknolojiyi içermektedir. Söz konusu veriler o denli geniştir ki, konvansiyonel araçlar kullanarak yönetilmeleri zordur. Bir yandan, verilerin depolanması ve işlenmesine yönelik yeni çözümler, politika yapıcıların zorlu ekonomik ve yönetişim sorunlarını ele almalarına yardımcı olurken, bir yandan da bilgisayarlarla daha insani etkileşim kurulmasını, bilginin erişilebilirliği ve kullanılabilirliğinin güçlendirilmesi ve öngörü modellerinin kesinliğinin oldukça artırılmasını sağlar. Öte yandan, ileri veri çözümleri, aşırı düzeyde bilgi yüklemesi için bir kanal olabilir; baskıcı hükümetlerin elinde bir araca dönüşebilir; yaygın altyapılar için gerekli olan yüksek bakım yükü oluşturup, çok-kutuplu bilgi savaşları için bir muharebe alanı oluşturabilir. Veri çözümlerine dönük mevcut uygulamalar, daha şimdiden, ticaret, geniş ölçekli bilimsel çabalar ve hükümet hizmetleri için önemlidir – buna istihbarat ve yasa uygulama da dahil. Örneğin, büyük perakendeciler, tüketicilerinin mevcut harcama alışkanlıkları, kredi geçmişleri, bilgisayar arama geçmişleri, sosyal ağlardaki paylaşımları, demografik bilgi, vb hakkında bilgileri harmanlamak için veri çözümleri kullanırlar. Bu tür bir füzyondan ortaya çıkan veri çözümleri ise, perakendecilerin tüketici- 81 Kasım 2014 Eur newsport lerinin tercihleri hakkında değerli öngörüler elde etmelerine imkan tanır; oldukça net bir şekilde hedeflenmiş reklamların geliştirilmesini sağlar. Perakendeciler ve diğer iş kolları, aynı zamanda, tedarik zinciri yönetimi ve lojistiğe yönelik veri çözümü teknolojilerini müşterek bir şekilde kullanırlar. İnternet şirketleri, aynı zamanda, veri çözümü teknolojilerinin ağır kullanıcılarıdırlar; ki bunlar da web aramaları, hedef kitleye yönelik reklamlar, görüntü tanıma, tercüme, doğal dil işleme ve benzeri özellikler ve işlevlerin harekete geçirilmesi için önem taşır. Veri çözümlerinin bilimsel uygulamaları arasında; hava durumu tahmini, fizik araştırmaları, uzayın keşfi yer alır ve sayısal ekoloji de dahil olmak üzere potansiyel olarak yeni alanları kapsar. Hükümet hizmetleri, oldukça geniş veri tabanlarına, bilgi sağlama sistemlerine bağlıdır; ve bu veri tabanları ve sistemlerini birleştirmek için veri çözümlerini kullanmaya başlamışlardır. Hükümetin kolektörleri –ki bunlar büyük tüketiciler ve geniş ölçekli ileri IT sistemlerinin kullanıcılarıdırlar- halihazırda en büyük, en yapısız ve en heterojen veri setlerinden bazılarını ele almaktadırlar. Mevcut veri çözümleri, konvansiyonel hesaplamalara bağlıdır; ancak kuantum bilgisayar teknikleri ise, 2030 yılına 82 Kasım 2014 kadar bir etki doğurmaya başlaması muhtemel bir teknolojidir; temel bilimsel araştırmalar, keşifler ve şifreleme bilimi açısından etkiler doğuracaktır. Oldukça büyük boyutta teknolojik sorunlar devam ediyor; ancak birçok farklı yoldan ilerleme de sağlandı. Modern veri çözümlerinin ortaya çıkışından bu yana, büyük veri setlerinin boyutları ciddi oranda arttı. Aynı zamanda, bilgi keşiflerine dair birçok yapı taşı ve yazılım araçları ile büyük veri setlerini ele alan örgütlerin elindeki en iyi uygulamalar, söz konusu büyümeye ayak uyduramamıştır. Sonuç olarak, örgütlerin biriktirebilecekleri veri miktarları ile örgütlerin söz konusu verileri yararlı bir şekilde kullanabilme yetenekleri arasında geniş –ve hızla büyüyen- bir boşluk söz konusudur. İdeal olarak, yapay istihbarat, verilerin görselleştirilme teknolojileri ve örgütlerin en iyi uygulamaları öyle bir noktaya doğru bir gelişim sergileyecektir ki, veri çözümleri sayesinde bilgiye ihtiyacı olan insanlar, doğru zamanda doğru bilgiye erişebilecekler; gereksiz veya kafa karıştıran bilgilerle aşırı bir yükleme yaşamayacaklardır. Bu gelişimin ne kadar hızlı yaşanacağı –veya yaşanıp yaşanamayacağı- ise oldukça belirsizdir. Bunun kadar belirsiz olan bir diğer şey ise, hü- kümetlerin veya bireylerin veri çözümlerinin gelecekteki gelişimini nasıl şekillendirecekleriyle ilgilidir. Orwell-vari bir denetim devletinin gelişimine dair duyulan korku, vatandaşların – özellikle de gelişmiş ülkelerdekilerin- büyük veri sistemlerini kısıtlamaları veya devre dışı bırakmaları konusunda hükümetlerine baskı yapmalarına yol açabilir. Benzer şekilde, bireylerin, kişisel ayrıntıları kullanan ve toplumun her kesimine nüfuz eden reklamlar karşısında duydukları rahatsızlık, veri çözümü teknolojilerinin birçok ticari kullanımı karşısında ters tepkiye yol açabilir. Diğer yandan, birçok otoriter ülkenin hükümeti, muhtemelen, muhalif güçleri daha fazla kontrol etmek için büyük veri sistemlerini kullanmaya çabalayacaktır. SOSYAL AĞ TEKNOLOJİLERİ Bugünün sosyal ağ teknolojileri, bireysel kullanıcıların diğer kullanıcılarla online sosyal ağlar oluşturmalarına yardımcı olmaktadır. Bu süreçler ise, ortak çıkarları, ortak geçmişleri, ilişkileri, coğrafi lokasyonları, vb içeren etmenleri temel almaktadır. Birçok açıdan sosyal ağlar, çevrimiçi mevcudiyet dokusunun bir parçası olmaktadır; keza başlıca hizmetler, bir bireyin çevrimiçi yapabileceği diğer her şeye sosyal işlevleri entegre etmektedir. Sosyal ağ hizmetlerinin güçlendirdiği ağ ve etkileşim biçimleri, ciddi oranda değişiklik arz etmektedir. Birçok açıdan, üyeler, sosyal ağ hizmetleri için o kadar çok kullanım geliştirmişlerdir ki, hizmet sağlayıcılar bile bunları ilk başta öngörememişlerdir. Bu tür hizmetlere yönelik yenilikçi kullanımlar; evdeki elektronik aletlerin uzaktan kontrol edilmesinden, gerçek zamanlı olarak restoran rezervasyonlarının yönetilmesine dek uzanır; ve analistler (diğer sosyal ağ hizmetleriyle birlikte) Twitter’ın Arap Baharı protestolarına ciddi bir katkı sağladığına dikkat çekmektedirler. Protestocular, kendilerini örgütlemek, bilgi yaymak ve hükümetin sansür çabalarını baypas etmek için sosyal ağ hizmetlerini kullanmışlardır. Bazı hükümetler, daha şimdiden, agresif karşı-tedbirler almaktadırlar; sosyal ağları, muhalifler hakkında bilgi toplamanın bir yolu olarak kullanmaktadırlar. Sosyal ağ teknolojileri, insan gruplarının geleneksel medya ve hükümet kanalları dışında kolaylıkla iletişim kurabilmelerine, böylelikle etkileri jeopolitik sınırlar ötesine geçen ilerlemeci, bölücü ve kriminal gündemler takip edilmesine izin verir. Sosyal ağ teknolojilerinin çevrimiçi varlığın bir dokusu haline gelmesinden dolayı, işletmelere ve hükümetlere bireyler ve gruplar hakkında değerli bil- giler sağlanmasında önemli bir araç haline gelebilirler; hedef kitleye yönelik reklamdan terörle mücadeleye dek uygulamaları olan güçlü insani sosyal öngörü modellerinin geliştirilmesini kolaylaştırabilirler. Sosyal ağlar, aynı zamanda, mevcut işletmeler ve hükümet ajanslarının günümüzde sağlayabildiği hizmetlerin yerini değiştirebilir; merkezi denetim ve kontrole dirençli yeni hizmet sınıflarıyla ikame edebilirler. Örneğin, sosyal ağlar, alternatif ve sanal parasal kurların kullanımını harekete geçirmede yardımcı olabilir. Sosyal ağ teknolojilerinin gelecekte gelişimine ilişkin ciddi bir belirsizlik, kullanıcıların “mahremiyet” ile “yararlılık” arasında yapacakları karmaşık tercihleri içerir. Genelde, bir sosyal ağ hizmetinde ne kadar açık olunursa, hizmet o kadar fazla yarar sağlar. Bu zamana değin, kullanıcılar, yararı mahremiyetten önde tutmuşlardır, ancak gelecekte yaşanacak olan olaylar, çok fazla sayıda kullanıcının tercihlerini değiştirmelerine sebep olabilir; dolayısıyla, kullanıcılarına yararlı olmak için gereksinim duydukları bilgiyi sosyal ağ hizmetlerinden mahrum bırakabilirler. Tarihsel açıdan bakıldığında, sosyal ağ hizmetlerinin ömrü her daim kısa olmuştur; keza kullanıcılar sürekli bir hizmetten sıkılıp diğerine kaymışlardır; veya hizmet sağlayıcıları para kazanmak ve büyümek için yollar bulamamışlardır. Facebook, dünya çapında başat sosyal ağ haline gelmiş; neredeyse bir milyar kullanıcıya ulaşmıştır. Ancak önümüzdeki 15-20 yıl (veya en azından önümüzdeki beş yıl) içerisinde Facebook’un süregiden hakimiyeti, güvence altında değildir. Geleceğin ağırlıklı sosyal ağları, resmi örgütler bile olamayabilir; daha ziyade anarşik kolektifler şeklini alabilirler ve akranlar arası dosya paylaşımı teknolojilerinin sofistike biçimlerinden ibaret hale gelebilirler. Oysa gelişmiş ve birçok gelişmekte olan ülke hükümeti, bu şekilde anlamlı bir müzakere kozu elde edemeyecektir. Bununla birlikte, Çin hükümeti ve birçok kent, muhtemelen, bilgi akışı üzerindeki denetimlerini tehdit eden her türlü hizmeti sert bir şekilde kısıtlayacaktır. AKILLI KENTLER Akıllı kentler; bilgi teknolojisi temelli çözümleri, vatandaşların ekonomik üretkenliği ve yaşam kalitesini azamiye çıkarmak üzere kullanan, bir yandan da kaynak tüketimini ve çevrenin bozulmasını asgariye indiren kentsel ortamlardır. Akıllı kentlerde, ileri IT yetenekleri, kentsel planlamanın, yönetişimin, kaynak yönetiminin, fiziksel altyapının, iletişim altyapısının, bina tasarımının, ulaştırma sistemlerinin, 83 Kasım 2014 Eur newsport güvenlik hizmetlerinin, acil durum hizmetlerinin ve afet yanıt sistemlerinin temelini oluşturmaktadır. Bu yeteneklerin çoğu, sadece entegre bir sistem bağlamında maksimum değer sağlar. Örneğin, yeni ortaya çıkan “kentsel kontrol paneli” çözümleri, kent yöneticilerine kentlerinin durumuna dair gerçek zamanlı ve kapsamlı durum farkındalığı sağlar. Kentlerdeki kontrol panelleri, kentlerde dağıtılan bir dizi kaynaktan veri entegre eder ve bunlar arasında potansiyel olarak kameraların yanı sıra, ulaştırma ile elektrik ve su tedarikleri gibi kritik altyapıların durumunu denetleyen sensör dizilimleri yer almaktadır. Kontrol panelleri, aynı zamanda, kentlerin düzgün bir şekilde büyümesine yardım eden modelleme ve simülasyon faaliyetleri için değerli girdiler sağlayacaktır. Zeki kent teknolojileri, aynı zamanda, özel altyapıları destekler ve onlarla bağlantılıdır. Örneğin, vatandaşlar, giderek akıllı telefonları sayesinde akıllı kent altyapısıyla artan bir etkileşim içerisine gireceklerdir. Söz konusu telefonlar, tıpkı sensör platformlar gibi, akıllı kent sistemlerine geri veri sağlamak için de kullanılmaktadır. Dünya çapında hükümetler –özellikle kalkınmakta olan ülkelerdekiler- önümüzdeki yirmi yıl içerisinde kamusal işlerle bağlantılı projelere 35 trilyon dolar düzeyinde bir para harcayabilir. Bunu, sürdürülebilirliği, yaşam kalitesini ve ekonomik rekabet gücünü artıracak şekilde gerçekleştirmek için, güvenliğe, enerji ve su kaynaklarının korunmasına, kaynakların da- 84 Kasım 2014 ğıtımına, atık yönetimine, afet yönetimine, inşaata ve ulaştırmaya dönük yeni yaklaşımlardan oluşan bir karışıma gerek duyacaklardır. Bu alanlar; mega kentlerin gelişimini sağlamak amacıyla, bilgi teknolojileri, sistem entegrasyonu ve sürdürülebilir teknoloji sağlayıcıları ve entegratörler için devasa piyasa fırsatları sunmaktadır. Dünyanın gelecekteki mega kentlerinden bazıları, sıfırdan inşa edileceklerdir; böylelikle altyapı tasarımı ve uygulamasına dönük boş bir sayfa sağlayacaktır. Bu tür bir yaklaşım, yeni kent teknolojilerinin en etkin şekilde konuşlandırılmasını sağlayabilir – veya yeni teknolojiler etkin bir şekilde konuşlandırılmazlarsa kentsel kabuslar da üretebilir. Mega kentlerden çoğunun, yeni teknolojileri ve yaklaşımları mevcut fiziksel, sosyal ve hükümet altyapılarına entegre etmeleri gerekecektir; ve bu süreç her zaman için iyi sonuçlar doğurmayabilir – veya hiç gerçekleşmeyebilir. Her halükarda, kentlerin hem sıfırdan inşa edilmeleri, hem de yeni teknolojileri mevcut altyapılarına entegre etmeleri için, devasa sorunlarla, karmaşıklıklarla ve yeni teknolojilerin maliyetleriyle başa çıkmaları gerekecektir. Afrika, Latin Amerika ve özellikle Asya’nın kent merkezlerindeki akıllı kent altyapılarına bu şekilde yoğun yatırımlar yapıldığında, akıllı kent inovasyonunun ana merkezi, 2030 yılından itibaren Avrupa ve Kuzey Amerika’dan başka yönlere doğru kaymaya başlayacak.I 86 Kasım 2014 Hayat Dergisi 23 Ekim 1959 87 Kasım 2014