Propolis değeri yüzyıllardan beridir bilinen bir arıcılık ürünüdür
Transkript
Propolis değeri yüzyıllardan beridir bilinen bir arıcılık ürünüdür
PROPOLİS Nedir? • Propolis değeri yüzyıllardan beridir bilinen bir arıcılık ürünüdür. • Balarıları tarafından kovanlarının civarında bulunan genç kozalaklı ağaçların sürgünleri ve kabuklarından toplanan reçineler ve diğer salgılardan oluşturulur. • Sitotoksik, antibakteriyel (her iki Gram pozitif ve Gram negatif), antiviral ve antifungal özellikleri sebebiyle, arılar tarafından muhtemel mikrobiyal saldırıya karşı, kovanlarda yapı materyali olarak kullanılır. • • • Kovan içerisinde kapalı bir ortamda 50,000-80,000 ergin arı bir o kadar da yavru (yumurta, larva, pupa) bulunmasına, kovan içi sıcaklığın (34°C) ve rutubetin (%40%65) de virüsler, bakteriler ve funguslar için çok ideal bir ortam oluşturmasına rağmen PROPOLİS sayesinde hastalıklara yakalanmadan 80 milyon yıldan beri yaşamlarını sürdürmektedir. Kovan içerisine giren taşıyamayacakları kadar büyük canlıları da PROPOLİS ile kaplayarak bir enfeksiyon kaynağı oluşturmasını önlerler. Kovanın giriş deliğini kırık ve çatlakları PROPOLİS ile kapatarak mikropların kovana girmesini ve çoğalmasını önlerler. Propolis anti bakteriyal etkisini 6 farklı mekanizma ile gerçekleştirmektedir. Bunlar; • • • • • • • • • • • Oral mikroorganizmaların büyümesini ve bakteri kaynaklı glucosyltransferases (GTF) aktivitesini inhibe edilmesi, Hücre bölünmesinin inhibisyonu, Bakteriyal sitoplazma, hücre zarı ve hücre duvarının dağılması, Bakteriolisis, Protein sentezinin inhibisyonu, RNA polimeraz inhibisyonu Etki Edilen Gram Pozitif Bakteri Türleri: • • • • • • • • Staphylococcus aureus Streptococcus mutans Streptococcus sanguinis Streptococcus sobrimus Streptococcus pyogenes Bacillus subtilis Enterococcus faecalis Bacillus brevis • • • • • • B.polymyxa B.pumilus B. sphaericus Cellulomonas fimi Nocardia globerula Leuconostoc mesenteroides, Etki Edilen Gram Negatif Bakteri Türleri • • • • • • • Escherichia coli Pseudomonas aeruginosa Aerobacter aerogenes Alcaligenes sp. Bordetella bronchiseptica Proteus vulgaris Serratia marcescens. Maya Türleri • Candida albicans Antiviral Etki Mekanizması: • Flavonoidlerin antiviral etkisi viral proteinlere baglanma yetenegi ile ilgilidir. Örnegin metil quercetin' in poliovirusunun replikasyonunu ve hücresel protein sentezini bloke ederek önlediği tespit edilmiştir. Erpes simplex tip 1 ve 2, adeno virus, corona virus, ve rota virus Antiinflamatuar Etki Mekanizması: • • Mast hücre, histamin salınımını ve lukotrien sentezini inhibe ederek etkilerini gosterirler. Ayrıca inflamasyon mediatörlerinde TNFα, IL1,IL2,IL4,IL6,IL8,IL12’nin salınımını baskılayarak; IL10 ve IL13’ün performansını arttırarak etki göstermektedir. ARI SÜTÜ • Arı sütü baldan tamamen farklı, koyu kıvamda, peltemsi, sedef görünümünde, yüksek protein kaynağı olduğu gibi enzimler, vitaminler, mineraller ve aminoasitler bakımında da son derece zengin ve dengeli bir bal arısı ürünü, yüksek değerde eşsiz bir besin maddesidir. • • 5-15 günlük işçi balarılarının, kraliçe arıyı beslemek için yutak altı bezlerinden (hypopharyngeal) salgıladıkları, hammaddesi binbir çiçeğin çiçek poleni (balözü) ve balarılarının enzimlerinden oluşan, 1/1 gr/cm3 özgül ağırlığında, organik asit karakterindedir. Arı Sütü faydaları bakımından geniş bir içeriğe sahiptir. Güçlü besleyici özelliği ile dikkat çeken arı sütünün içeriği karmaşık ve kompleks bir yapıdadır. • Arı Sütü %66 su, %14.5 karbonhidrat, %4.5 lipid, %13 aminoasitten oluşur. B1,B2,B3, B6,B12,biotin, folik asit, inositol, pantotenik asit, A,C,D,E Vitaminleri, bazı mineraller, 10HDA, asetil kolin, gama globulinler, oleik asit ve esansyel aminoasitleri içermektedir. • Bu besini üreten genç bal arıları yaklaşık 40 -45 gün yaşarken, sadece arı sütü yiyerek yaşayan kraliçe arı 5-7 yıl yaşamaktadır ve her gün kendi ağırlığında ortalama 3000 yumurta yapma yeteneğine sahiptir. • Arı sütü ana arının besini olup, besin değeri oldukça yüksektir. • Ana arı ve işçi arılar yumurtadan çıktıklarında aynı genetik yapıya sahip olmalarına rağmen, larva döneminde farklı oranda ve sürede arı sütüyle beslenmeleri yapılarının farklılaşmasına neden olmaktadır. Sadece 6 günlük bu farklı beslenme sonucunda ana arı hastalıklara direnç kazanmakta, günde kendi ağırlığının iki katı kadar (1500-3000) yumurta üretebilmekte ve 6 yıl kadar yaşamaktadır. • • • • Diğer işçi arılar ise kolay hastalanırlar, dişi oldukları halde yumurta bırakamazlar ve sadece 2 ay yaşarlar. İki birey arasındaki bu derece farklılaşma sadece arı sütü ile beslenmelerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca 10 temel amino asitten (esansiyel) sekizini de (metionin, lösin, lizin, valin, fenil-alanin, treonin, triptofan, izolösin) doğal hormon ve enzimleriyle içermektedir. Metabolizma için çok önemli olan panteik asit (pantheic acid), asetilkolin (acetylcholine), protein, bağışıklık sistemini güçlendiren bir yağ asidi olan 10-HDA (10-Hydroxy-2 Decanoic Acid), sepanin asit (sepanine acid), hastalıkların iyileşme döneminden sonra sindirimi düzenlemek ve iştahı açmak için çok ideal olan oleik asit (oleic acid) içerir. • Arı sütünün içerisinde yer alan 10HDeA’nın etkileri birçok klinik çalışma ile kanıtlanmıştır. 10HDeA; *Anti-bakteriyal *Anti-viral *Fungusid *Anti-inflamatuar • Yapilan in vitro çalismalar ari sütünün, yapisinda bulunan HDA (Hidroksi desenoikasit)’ den dolayi antibakteriyel özelliginin bulundugunu göstermistir. • Bu özelligi ile ari sütü Escherichia coli, Salmonella, Proteus, Bacillus subtilis ve Staphlococcus aureus'un gelisimini engellemektedir (Yatsunami ve Echigo 1985). • • Gama Globulinler: Kan plazması proteini. Antikorların oluşumuna neden olan bu maddenin molekül ağırlığı çok yüksektir. En ağır yer değiştiren proteinlerden biridir. Ancak elektroforez (bir sıvı içindeki küçük katı parçacıkların elektrik akımı etkisiyle elektrotlara yönelmesi) aracılığıyla diğer globülinlerden ayrıştırılabilir. • Gammaglobülinin, organizmada, özellikle retiküloendotelyal sistemde (damarlar, dalak, kemik iliği ve lenf düğümlerinde bulunan ve değişerek yutar hücreler, kan hücreleri gibi başka doku hücrelerine dönüşebilen epitel hücrelerinden meydana gelen sistem) oluştuğu sanılmaktadır. • Antikor, yani bağışıklık olayının temel dayanağıdır. • Kızamık, yalancı kızamık, boğmacada gözle görülür bir hafifleme sağladığı gibi suçiçeği, kızıl ve çocuk felcinin tedavisinde de etkili rol oynar. Asetil Kolin: • Bir alkaloid olan Asetilkolin tanımlanan ilk nörotransmitterdir. Merkezi sinir sisteminde yer alan bir kimyasal transmitter (iletici) olmasının yanı sıra birçok organizmanın (insanlar dahil) parasempatik sinir sisteminde yer alır. Asetilkolin çizgili kas (iskelet kası) liflerindeki asetilkolin reseptörlerine (alıcılarına) bağlanarak, lifin kasılmasına neden olur. Asetilkolinin öğrenme ve hafıza ile de derin bir ilişkisi bulunur ve bu yüzden beyinde asetilkolin içeren nöronlar mevcuttur. Parasempatik sinir sisteminde de yer alan asetilkolin, parasempatik sinir sisteminin uyarılmasıyla beraber gerçekleşen kalp Atışının yavaşlaması, tükürük salgısının artması, bronkokonstrüksiyon (bronş lümeneninin -boşluğunun- daralması) gibi etkilerin gerçekleşmesine neden olur. Asetilkolin belli nöronlarda kolin asetil transferaz enzimi tarafından, kolin ve asetilCoA'dan sentez edilir. Sinaptik boşluğa salınarak görevini tamamladıktan Sonra asetilkolin, asetilkolinesteraz enzimi yardımıyla kolin ve asetat'a (asetik asit tuzu) çevrilerek yıkılır. • Alzheimer Hastalığı ve Kolinesterazlar Altmış yaşın üzerinde ilerleyici zihinsel işlev bozukluğunun en sık nedeni olan Alzheimer hastalığı (AH), kolinerjik eksiklik ile zihinsel işlev bozukluğunun başlangıcı, seyri ve derinliği arasında net ilişkinin kurulabildiği nörodejeneratif bir hastalıktır (Geula ve Mesulam 1995, 1999). Hastalığın kesin nedeni bilinmemektedir. Kolinerjik eksikliğin Klinik tablo ile olan yakın ilişkisi nedeniyle asetilkolinin sinaptik aralıkta daha uzun kalmasını sağlamak, günümüzde hastalığın semptomatik tedavisinde en sık uygulanan stratejidir. Bu amaca yönelik olarak en fazla kolinesteraz enzim inhibitörleri kullanılmaktadır.(Beach ve ark. 2000, Mesulam 1996). Esansiyel Aminoasitler: • Proteinlerin temel yapıtaşıdır. • İstisnalar haricinde; tüm proteinler 20 farklı a.a. ten meydana gelir. • Proteinlerin içerisinde farklı sayıda ve dizide bulunan amino asitler farklı yapıda ve fonksiyonda binlerce çeşit protein oluşumuna neden olur. Amino asitlerin Sınıflandırılması Biyolojik durumlarına göre: • Eksojen a.a (Esansiyel a.a.) • Endojen a.a ( Esansiyel olmayan a.a.) • Yarı Eksojen (Yarı Esansiyel a.a.) • Amino asitlerin bazıları vücutta sentezlenebildiği halde bir kısmı da sentezlenemez. • Vücudun sentezleyemediği ve besinlerle dışardan alınmaları zorunlu olan amino asitlere “esansiyel amino asitler” veya “eksojen amino asitler” denir. • Vücutta sentezlenebilen ve dışarıdan besinlerle alınması zorunlu olmayanlara ise “esansiyel olmayan amino asitler” veya “endojen amino asitler” denir. EKİNEZYA? • Ekinezya (Echinacea purpurea) Asteraceae familyasından soğuk algınlığı, grip, enfeksiyon, zayıf bağışıklık sistemi ve kanserden koruma gibi durumlarda dünyanın en önemli şifalı bitkilerinden olup; kuru toprak ve ovalar ile seyrek ormanlık arazilerde doğal olarak yetişen çok yıllık bir bitkidir. • 1950’den beri yapılan araştırmalarda, ekinezyada bakteri ve virüslere karşı oldukça etkili olan maddeler bulunduğu görülmüştür. • Bu maddelerin başlıcaları: echinacoside, polisakkaritler, poli-asetilenler, glikoproteinler, kafeik asit türevleri, betain, sesk,terenler, karyofilendir. Bunlara ek olarak bakır, demir minarelleri ile tanenler, protein, yağ asitleri ve A,C ve E Vitaminlerini de içermektedir. • Ekinezyanın bağışıklık sistemini güçlendirici etkinliğini ortaya koyan asıl etken madde kafeik asit türevlerinden olan cichoric asittir. • Ekinezya preparatları ne kadar yüksek oranda chihoric asit içerirse o oranda tedavi etkinli sağlar. • Farklı türlere sahip Ekinezya bitkisinin tedavide kabul gören türü Echinacea purpurea türüdür. • Ekinezya nonspesifik bir immun sistem uyarıcısıdır. • Bu uyarıları; Makrofajları aktive ederek, Natural Killer aktivitesini arttırarak, Lenfositleri aktive ederek, Serbest granülositlerin sayısını arttırarak gerçekleştirir. BAL? • • • Bal, arılar tarafından çiçeklerden ve meyve tomurcuklarından alınarak yutulan nektarın, arıların bal midesi denilen organlarında invertaz enzimi sayesinde kimyasal değişime uğramasıyla oluşan ve kovandaki petek hücrelerine yerleştirilen çok faydalı bir besindir. Bal en az 3000 seneden beri birçok rahatsızlığın tedavisinde kullanılmıştır. Yakın zamanda yapılan bilimsel araştırmalar balın mucizevi etkilerini göz önüne sermektedir. Balın antiseptik/antimikrobiyal, osmotik, hidrojen peroksit ve asiditesine bağlı çok çeşitli iyileştirici etkileri olduğu saptanmıştır. • Bal temel olarak iki monosakkaritin yoğunlaşmış bir karışımıdır. • • Bu karışımda su etkisi az olduğu için yani su moleküllerinin çoğunluğu monosakkaritlere bağlı olduğu için mikroorganizmaların hayatta kalmasını sağlayacak nemden ve sudan yoksundur. • Böylelikle balda hiçbir mikroorganizma canlı kalamaz. Bunun içindir ki bal, asırlardır yanık, yara ve deri ülserlerini iyileştirmek için kullanılmıştır. • Bal temel olarak iki monosakkaritin yoğunlaşmış bir karışımıdır. • • Bu karışımda su etkisi az olduğu için yani su moleküllerinin çoğunluğu monosakkaritlere bağlı olduğu için mikroorganizmaların hayatta kalmasını sağlayacak nemden ve sudan yoksundur. • Böylelikle balda hiçbir mikroorganizma canlı kalamaz. • Bunun içindir ki bal, asırlardır yanık, yara ve deri ülserlerini iyileştirmek için kullanılmıştır. Balın yüksek şeker oranı, hipertonisitesini arttırdığı için etraftaki bakterilerin suyunu hipertonik alana çekip bakteri hücrelerinin büzüşmesini sağlar. • • Bir antiseptik olarak malın metisilin dayanıklı Staphylococcus aureus (MRSA) gibi dirençli bakterilere karşı etkili olabileceğini savunan araştırmalar mevcuttur. • Bal pH’sı 3.2 ve 4.5 arasında olduğu için enfeksiyondan sorumlu bakterilerin çoğalmasını önler. • Bal içinde birçok polifenol yani doğal antioksidan olarak işlev gören madde barındırdığı için uzun dönem tüketimi sonucu kanseri önlediği bildirilmiştir. • • Araştırmalara göre bal aynı zamanda bağırsaklardaki probiyotik bakteri florasını çoğaltabildiği için bağışıklık sistemini güçlendirdiği gibi kolesterolü düşürmekle beraber sindirimi kolaylaştırır ve kolon kanserini önlemede etkilidir. ACEROLA: • Malpighia sp. beş metreye kadar büyüyebilen küçük bir ağaç veya çalıdır. • Bitkinin anavatanı Batı Hindistan’dır. • Acerola bu tropik ağacın meyvesidir. • En önemli antioksidanlardan birisidir. • Kolajen oluşumu için temel bileşendir, deri, ligament kemikler ve kan damarları gibi birçok dokunun anahtar yapı taşıdır. • Acerola meyvesi, yüksek oranda A, B1 ve B2 vitaminlerini içerdiği gibi aynı zamanda çok zengin bir C vitamini kaynağıdır. • 100 g Acerola meyvesinde bulunan C vitamini miktarı aynı miktardaki limon ya da portakalın 80 katı kadardır. • Yüksek miktarda kalsiyum, fosfor ve demir de içerir. • İmmun sistemi korur. MENTOL • Mentol, nane şekeri, nane tozu ve diğer nane familyası (Mentha spp) esansiyel yağlarında bulunan bir terpenoid’tir. • Birçok farklı üründe (özellikle sakız gibi diş sağlığını etkileyen ürünlerde, öksürük şuruplarında ve nane şekeri gibi şekerlemelerde) aroma olarak kullanılmasının yanı sıra, hafif boğaz ağrısı ve hafif ağız ve gırtlak tahrişlerinin kısa süreli tedavisini sağlayan reçetesiz ürünler içinde de yer alır. • Nöronların membranlarındaki kalsiyum iletiminin durdurulması yolu ile spesifik reseptörlerin uyarılmasına bağlı olan, ekspektoran özellikler göstermiştir. • Son yıllarda üst solunum yolları enfeksiyonlarına sebep olan ajanlara karşı antibakteriyal aktivite sergilediği ispatlanmıştır. • Mentol nazal hassasiyeti azaltarak hava akışının arttırılmasına bağlı olarak tıkalı nazal yolların açması yönünde kendine kullanım alanı bulmuştur. KEKİK • Kekik, ballıgiller (Lamiaceae)familyasından Thymus cinsini oluşturan çimenlik, tarla, orman kıyılarında ve çayırlarda görülen bitki türlerinin ortak adıdır. • Eterli uçucu yağ, Thymol (%50 civarında), Carvacrol, Borneol, Cymol, Pimen, Tanen ve flavonlar içerir. • Thymol virüs ve bakterileri ortamdan uzak tutar • Akciğer ve bronşlar, mide ve bağırsaklar, kekiğin başlıca kullanım alanlarıdır. • Bitkinin önemli etken maddesi olan eterli uçucu yağlar kana karışıp, bronşiyal kasları etkileyerek, krampları çözebilir. • Aynı zamanda o bölgelerde bakteri oluşumunu önler. • Kekik, öksürük, laranjit, bronşit, astım tedavisinde kullanım alanı bulur. OMEGA-3 Balık Yağ Asitlerinin İnsan Sağlığı İçin Önemi Günümüzde, özellikle gelişmiş ülkelerde insanlar, beslenmelerine çok dikkat etmekte ve beslenme rejimlerinde sağlık açısından uygun gıdaları seçmeye özen göstermektedirler. Bu gıdalar içerisinde de ilk sırayı çoklu doymamış yağ asitleri yönünden zengin olan balık ve diğer su ürünleri almaktadır. • Çoklu doymamış yağ asitleri oda sıcaklığında sıvı haldedirler ve aynı zamanda insan hayatının devamlılığı için de çok önemlidirler. Bundan dolayı temel yağ asitleri olarak adlandırılarak omega (ω)-6, omega (ω)-3 yağ asitleri olmak üzere iki gruba ayrılırlar. • ω-6’ların ana kaynağı yüksek oranda linoleik asit içeren mısır ve soya fasulyesi yağıdır. • • ω-3 ise keten tohumu, ceviz ve özellikle planktonlar ile yağlı balıklarda bol miktarda bulunur, keten tohumu ve cevizde alfa-linolenik asit, balık yağlarında ise Eikosapentaenoik asit (EPA) ve Dekosahegzaenoik asit (DHA) en önemli yağ asitleridir. EPA ve DHA’nın mutlaka dışardan alınması gerekir. Çünkü vücut tarafından sentezlenemedikleri için elzem yağ asitleri olarak adlandırılırlar (Calabrese, 1999; Stoll, 1999). ω-3 yağ asitlerinin en önemlileri olan EPA ve DHA, besin zinciri yoluyla deniz ürünlerinde birikmektedir. • Bu yağ asitleri ilk olarak deniz algleri tarafından sentezlenir, sonra da plankton ve diğer küçük deniz hayvanları tarafından tüketilerek onların bünyesine yerleşirler ve böylece besin zincirine katılmış olurlar. • ω-3 serisi yağ asiti olan EPA (C20:5, ω-3), dekosapentaenoik asit (DPA- C22:5, ω-3) ve DHA (C22:6, ω-3), balıklarda bol olarak bulunur (Gordon ve Ratliff, 1992, Akyurt, 1993). ω-3 yağ asitleri, vücutta sentezlenmediği için mutlaka besinlerle dışardan alınmalıdır (Leaf ve Weber, 1988). Balıklardaki yağ oranı ile yağ asit kompozisyonu türlere, bireylere, vücut bölgelerine, beslenmeye, avlama mevsimine ve cinsiyet gibi çeşitli faktöre bağlı olarak değişebilir. Buna balıklardaki yağ miktarı %1 ile %20 arasında olabilir. Kabuklu deniz ürünlerinde ise %1’den daha az miktarda bulunmaktadır. • • • Balık türüne göre ω-3 miktarı da farklılık göstermektedir. Özellikle derin denizlerde yaşayan ve siyah etli olan balıklarda bu oran daha yüksektir. Somon, sardalye, uskumru, ton balığı gibi balıklar ω-3 yönünden oldukça zengin olmalarına rağmen kültür balıklarında ω-3 seviyesi biraz daha düşüktür. Fakat ω-3 yönünden zengin yemlerle beslenen kültür balıklarında doymamış yağ asitleri miktarı da yüksek olmaktadır Anne ve çocuk sağlığı; Harward Tıp Fakültesi’nde yapılan araştırmalarda EPA ve DHA’nın hamilelikte çok önemli olduğunu göstermektedir. • Anne hamilelik döneminde bebek sağlığı için doymamış yağ asitlerini tüketmek zorundadır. • • DHA, cenin ve bebeğin normal gelişimi için beyin zarının %15-20, retinanın da %3060’ının oluşmasına yardım eder. ω-3 yağ asitlerinin tüketilmesi ile erken doğum, düşük ve zayıf bebek doğma riski önemli ölçüde azaltılabilir. Son yapılan çalışmalarda kanında ω-3 yağ asitleri seviyesi düşük olan çocukların büyük ölçüde, davranış bozukluğu, öğrenme güçlüğü ve sağlık problemlerinin olduğu belirtilmiştir. Özellikle yeni doğan bebeklerde ilk üç ay DHA üç kat daha fazla önemlidir. • Hiperaktiflik; duygusal dengesizlik, düzenli çalışma bozukluğu, dikkat süresi kısalığı, konsantrasyon zayıflığı, aşırı hareketlilik ve öğrenme güçlüğü olarak tanımlanır. • Okul çağındaki çocukların %30-40’ında yaygındır. Hiperaktifliğe meditasyon veya masaj gibi aktiviteler faydalı olabilir fakat balık yağları, vitamin ve mineraller çok daha etkilidir. • Okul yaşlarındaki çocukların %3-5’inde davranış bozukluğu olduğu, bunun sebeplerinin biyolojik ve çevresel faktörlerden kaynaklandığı düşünülmektedir. • Önceden davranış bozukluğu bulunan 6-12 yaş grubundaki çocuklar arasında yapılan araştırmalarda, ω-3 yağ asidi seviyesi düşük olan 53 çocuğun yaklaşık %40’ında hiperaktif düzensizliğe bağlı dikkat eksikliği olduğu tespit edilmiştir (Arnold, 2001) Balık ve diğer deniz ürünlerinde bulunan iki baskın ω-3 yağ asidi EPA ve DHA’nın tedavi edici özelliği ile ilgili iddialar araştırılmaktadır. • • • ω-3 yağ asitlerinin faydalı olduğu ilk olarak Eskimolar üzerinde yapılan araştırmalar sonucu bulunmuştur. • Yapılan çalışmalarda Greenland Eskimolarının tükettikleri yağlı balıklardan dolayı kalp krizi riskinin çok düşük olduğu gözlenmiş, bunun üzerine EPA ve DHA’nın faydaları üzerine yapılan çalışmalara ağırlık verilmiştir. • Sonuçta bu yağ asitlerinin kalp krizi, kalp damar hastalıkları, depresyon, migren türü baş ağrıları, eklem romatizmaları, şeker hastalığı, yüksek kolesterol ve tansiyon, bazı alerji türleri ile kanser gibi bir çok hastalıktan korunmada önemli etkisi olduğu tespit edilmiştir (Gorga, 1998; Nettleton, 2000). Depresyon ve zihinsel hastalıklar; ω-3 yağ asitlerinden olan DHA, insan beynindeki hücrelerin yenilenmesine yardım eder ve beyin ile retina hücrelerinin çoğalmasını sağlar. • • Bu hücrelerde DHA seviyesinin düşmesi, depresyon, hafıza kaybı, şizofreni ve görme bozuklukları gibi problemlerin ortaya çıkmasına yol açar. • Yetişkin bir insan beyinde 20 g DHA bulunması gerekir. Düşük DHA seviyesi beyin seratonin seviyesinin düşmesine sebep olur ki bu intihar, depresyon ve şiddet eğilimini artırır. Yüksek oranda DHA içeren balıkları tüketen insanlarda zihinsel gelişimin arttığı gözlenmiştir. • Araştırmalar, depresyon ve EPA seviyesinin düşük olması arasında da açık bir ilişkinin olduğunu göstermektedir, beyinin bir çok fonksiyonunda etkilidir. Astım hastalığı özellikle çocuklarda nefes darlığı şeklinde kendisini gösteren bir hastalıktır. • • Balık yağları, kan damarlarının yüzeyini genişletip dokulara daha fazla oksijen girişine yardımcı olduğu için astım hastalarına önemli faydaları vardır. Balık tüketiminin çocukların %20-25’inde görülen astım hastalığına etkili olduğu yapılan çalışmalarla da kanıtlamıştır. • Wyoming Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada astım rahatsızlığı olan ve sigara içmeyen 19-25 yaş grubundaki astımlı hastalar incelenmiş ve günde ortalama 3 gram balık yağı tüketenlerin %40’ının nefes alma yeteneği önemli ölçüde gelişmiş ve hastalığa dirençleri artmıştır (Broughton, 1997). BETA GLUKAN • β-glikozidik bağlarla birbirine bağlanmış D-glukoz monomerlerinden oluşan polisakkaritlerdir. • β-Glukanlar, moleküler kütleleri, çözünürlükleri, viskoziteleri ve üç boyutlu şekilleri bakımından büyük çeşitlilik gösterirler. • En yaygın olarak bitkilerde selüloz, tahıl tohumlarında kepek, ekmek mayası'nın hücre duvarı, bazı fungus, mantar ve bakterilerde bulunur. Bazı beta-glukan türleri insan beslenmesi için faydalıdır, suda çözünür lif katkısı olarak ve kıvamlandırıcı olarak kullanılırlar. Beta-glukan, yulaf veya ekmek mayasından elde edilen bir liftir. • • Yulaf beta-glukanı, suda çözünür bir liftir, yulaf hücrelerin iç kısmındakı duvarlarından elde edilir. LDL kolesterolünü düşürerek koroner kalp yetmezliği riskini ayrıca şeker atağını ve yüksek tansiyonu azaltır.Hücrelerde bağışıklığı olumlu yönde tetikler. • Ekmek mayasından elde edilen beta-glukan ise bağışıklık sistemini güçlendirdiğini işaret eden bir çok araştırmalar mevcuttur. Tahıl temelli beta-glukanlar suda çözülme özelliklerinden dolayı insan beslenmesinde çözünür lif desteği olarak önemli rol oynarlar. • • Tahıllar arasında en yoğun miktarada beta-glukanı yulaf içermektedir. • Yulaf beta-glukanının, insan sağlığına üç ayrı olumlu etkisi bulunmaktadır: kolesterolü düşürme, kan şekerini dengeleme ve mide ve bağırsak çalışmasını düzenlemeye yardımcı olur Suda çözünmeyen, ekmek mayası veya mantardan elde edilen beta-glukanların molekül yapıları suda çözünenlerden farklıdır. • • Bu nedenle suda çözülen ve çözülmeyen beta-glukanların kullanım alanları, etki mekanizmaları ve genel biyolojik aktiviteleri arasında büyük farklılık vardır. • Suda çözünmeyen beta-glukanların bağışıklık sistemi üzerindeki etkisinden faydalanılırken, suda çözünenler, sindirim sisteminde oluşturdukları bal kıvamındaki jel yapısından dolayı kolesterol ve kan şekerini olumlu yönde etkileyerek kalp damar hastalıkları riskini Beta-glukan'ın sağlık üzerindeki olumlu etkileri ABD'de FDA (Food Drug Administration) ve Avrupa'da EFSA (European Food Safety Administration) gibi gıda denetim kuruluşları tarafından onay almıştır. Beta glukan, bağışıklık yanıtı, makrofaj ve dentrik bağışıklık hücreleri yoluyla, bir çok terapik etkiyi güvenle yoğunlaştırabilen, bilimsel olarak kanıtlanmış biyolojik düzenleyicidir. • • • • • • Glukanlar yıllarca bu bağışıklık arttırıcı özellikleri sebebi ile incelemeye alınmış, özellikle makrofaj bağışıklık hücrelerini aktive etme becerileri ile ilgili; T hücreleri NK hücreleri Sitokinler incelenmiştir. • Klinik çalışmalar beta (1,3-1,6) glukan’ın makrofaj ve nötrofiller de dahil olmak üzere bağışıklık sisteminin kilit hücrelerini aktive ederek, bağışıklık yanıtı güçlendirdiğini; onları zararlı yabancı hücreleri tanıma ve yok etme konusunda daha hızlı davranmalarını sağladığını göstermiştir. Coenzym Q10 • CoenzymQ10 ubikinonlar ailesinden bir bileşiktir ve yapısında 10 izopren (C5H8) ünitesi içerir. CoQ10 vücutta doğal olarak bulunan bir enzimdir. Yaşın ilerlemesiyle azalır. Ancak nadir de olsa bazı insanlarda yeterli oranda CoQ10 sentezlenemez. Ayrıca kolesterol tedavisinde kullanılan statin türü ilaçlar da CoQ10 seviyesini azaltır. • Yağda çözünen bir madde olan CoenzymQ10 ökaryot hücrelerde, bu hücrelerde ise mitokondri organeli içerisinden çok bulunur. • • Doğal olarak insan vücudunda sentezlenen CoenzymQ10 bu özelliği ile vitaminlerden ayrılır. • İnsan vücudunda toplam 0.5-1.5g kadar bulunur ve normal kan seviyeleri 0.7-1.0 μg/mL arasındadır. • CoenzymQ10 emilimi yavaştır. Mide ve barsaklarda yağ bulunması emilimini artırır. Pik plazma değerlerine oral alınımından 5-10 saat sonra ulaşılır. Karaciğerde LDL ile birleşir. • • • • Eliminasyon yarı ömrü yaklaşık 34 saattir. Atılımı safra yolları aracılığı ile gerçekleşir. Alınan oral dozun %60’ı ise feçesten geri kazanılır. CoenzymQ10 iyi tolere edilir ve ciddi bir yan etkisi yoktur. Yapılan bir klinik araştırmada rastlanılan yan etkiler gastrointestinal sistemle alakalı olup 1/1000 bir çok düşük bir insidansta görülmüştür. Hepatotoksisite yaptığına dar bir kanıt da yoktur. İnsan vücudunda üretilen enerjinin yaklaşık %95’i aerobik solunum ile gerçekleşir. Aerobik solunum 3 basamakta cereyan eder. • • • • Glikoliz, Krebs döngüsü, Oksidatif fosforilasyon. Oksidatif fosforilasyon sırasında gerçekleşen elektron taşıma zincirinde görev alan 5 farklı enzimin 3 tanesi için CoenzymQ10 kofaktör görevi görür. • Bu özellikleri ile vücudumuzda enerji üretimine katılır ve bu sürecin primer aktörlerindendir. • Vücudumuzda enerji ihtiyacı çok olan kalp, karaciğer ve böbrekte CoenzymQ10 konsantrasyonları da bu nedenle yüksektir. CoQ10 vücutta iki hayati fonksiyonu yerine getirir: • • Vücut genelinde enerji üretimi için hayati önem taşır. • Güçlü antioksidan koruma sağlar. • Koenzim Q10 güçlü bir antioksidandır. Hücrelerin yapısını bozan ve yaşlanmaya neden olan oksitleyici serbest radikallerin zararlarına karşı vücudu korumaktadır. • Antioksidan özelliği sayesinde bağışıklık sistemini güçlendirerek, cildimizi serbest radikallerin neden olduğu yaşlanma etkilerine karşı korur. Hücrelerimizde enerji üretimine destek olur. Koenzim Q10 vücutta enerji yapı taşı olarak bilinen ATP (Adenozin Trifosfat) üretiminde büyük rol oynar. • • • Koenzim Q10, en fazla enerjiyi kullanan organlar olan kalp, karaciğer, böbrekler, pankreas ve beyin ile bağışıklık sisteminde yüksek miktarlarda bulunmaktadır. • Vücutta Koenzim Q10 eksiklikleri kendini enerji düşüklükleriyle belli etmektedir. Koenzim Q10 miktarı fazlalaştıkça hücrenin enerji üretimi de artmaktadır bu da hücrenin daha genç kalmasına ve daha uzun yaşamasına yardımcı olmaktadır. Cranberry Etkili Bileşikleri 1. Flavonidler (Proantosiyanidinler, antosiyanidinler, flavoneller) 1. Organik Asitler( Malik asit, Sitrik asit, benziok asit) 2. Potasyum Cranberry ve Farmakolijik Etkileri 1. Üriner Sistemde Antibakteriyal Etkisi 1. Oral Yollardaki Antibakteriyal Etkisi 1. Sindirim Sistemindeki Antibakteriyal Etkisi 1. Antioksidan Etkisi 1. Anti-ageing Etkisi 1. Vasküler Antioksidan Etkisi Üriner Sistemedeki Antibakteriyal Etkisi 1.Anti- Adherans 2. İdrar Ph’ını Düşürücü Etkisi Anti-Adherans Özelliği • Proantosiyanidinler, idrar yolu enfeksiyonlarının temel etmenlerinden biri olan Echerichia coli ( E.coli ) üzerine etki eder. (1) • İçerdiği proantosiyanidinler aracılığı ile anti-adherans özelliklere sahiptir. (2) • Bu bakteri üzerine bakteriostatik etki gösterir ve organizmanın savunmasını arttırır.(1) Üriner PH’ın Azalması • İdrarın antibakteriyel etkisi yüksek üre konsantrasyonu ve ozmalilite ile gerçekleşmekte olup, üriner pH ile ilişkilidir. • Düşük PH'ta antibakteriyel etkinlik artış göstermektedir. • Hippurik asit idrarın önemli bir öğesi olup, benzoik asitin glisin konjugatıdır ve çözünmemiş moleküllerin konsansantrasyonuna göre bakteriyostatiktir. Enginar (Cynara Scolymus) Enginardaki etken madde grupları: • Flavonoidler • Kafeik polifenoller (Sinarin, klorojenik asit) • Kumarinler • Uçucu bileşikler • Diğerleri (Oz, acı madde, organik asit, vitamin, mineral) Enginarın Farmakolojik Özellikleri • Antihiperlipidemik, • Antioksidan, • Hepatproptektif, • Koleretik, • Kolagog Bitkinin içerdiği bu farmakolejik özellikler içerdiği polifenoller maddelerden kaynakladığı gösterilmiştir. • Ayrıca bitkinin antispazmotik etkisiden sespekiterpen yapsındaki maddelerin sorumlu olduğu tespit edilmiştir. L-Metionin • İnsan vücudu tarafından sentezlenemediği için beslenme yoluyla dışarıdan temin edilmesi şart olan temel aminoasitlerden biridir. • Karaciğerdeki birçok temel biyolojik olayın %85’den fazlasını metillenmiş reaksiyonlar, yaklaşık %48 ‘i L- Metiyonin metabolizması oluşturur. • S- adenosylmethionine (SAMe) sentezinin prokürsörü L- Metionindir. • S- adenosylmethionine, temel hepatik fonksiyonun regülasyonu, karaciğer hücrelerinin rejenerasyonu, differansiyasyonu gibi temel hepatik fonksiyonları düzenleyen bileşiktir. • L- methiyonin bir diğer fonksiyonu ise Glutatyon yapısının bir parçası olan sistein aminoasitinin sentezinin prokürsörü olarak yer alır. • Vücudun doğal antioksidanı glutationun üretimi için gerekli olan sülfürü içerir. • Glutatyon ise güçlü bir antioksidan olup, karaciğer detoksifikasyonuna ve serbest radikalleri eliminasyonunu sağlar. Kolin • Kolin, hücre membranı, beyin, kardiyovasküler sistemin normal fonksiyonları için önemlidir. Asetilkolin ve fosfotidilkolin bir parçasıdır. • Yağların vücutta işlenmesini, yakılmasını sağlayan, böylelikle de karaciğerin yağlanmasını engelleyen bir faktördür. Kolin Görevi • Kolin yağların düzgün metabolizması için gereklidir; yağların hücre içine ve dışına olan hareketlerini kolaylaştırır. • Vitamin B12, 5-adenosilmetionin ve folik asit gibi,kolin de insan vücudunda bir metil donör olarak rol oynar. • Böylece, karaciğerdeki yağların dışarıya çıkarılması gibi lipotropik etkide anahtar rolü nedeniyle, kolin karaciğer fonksiyonu için esastır. • Yeterince kolin bulunmaması halinde yağlar karaciğerde hapsolur, metabolizmayı bloke ederler. • Sonuç olarak, yağ ve safranın hareketsizliği siroz gibi daha ciddi karaciğer bozukluklarının gelişmesine yol açar Kolin; karaciğer hücrelerinin, çoğalması, büyümesi ve rejenerasyondan sonra oluşabilecek zararlanmalara karşı önemlidir. • • Kolin hücre çoğalmasından önce DNA replikasyonu için gerekli olup, sonuç olarak karaciğer rejernerasyonu için önemlidir. • Diğer fonksiyonu ise, hücre membranında bulunan phosphatydilcholinenin bir parçasıdır. • Hücre membranın fonksiyonlarını iyi bir şekilde meydana getirmesi için şarttır. İnositol İnositol, başka bir lipotropik madde olup, kolin ile sinerjik etki gösterir. İnositol içeren doğal besin kaynakları arasında, bira mayası, meyveler, lesitin, et, süt, karaciğer, sebzeler, tahıllar, kavun, baklagiller bulunmaktadır. İnositol, yağ asitleriyle birlikte, hücre membranlarının oluşumu için gerekli fosfolipidlerin şekillenmesini sağlar. Bazı zarla çevrili enzimlerin çalışmasına ve hücre zarlarının bazı maddeleri geçirmesine yardımcı olur. İnositol, sinir iletimini etkiler ve yağların vücut içinde taşınmasına yardımcı olur. Lesitinin oluşumunda, yağ ve kolesterolün yıkımı ve kullanılmasında önemlidir. Karaciğer dokularındaki fazla yağın atılmasına yardımcı olur ve karaciğerin, yağ ve safra birikiminden dolayı tembelleşmesini önler. Pancar Kökü • Çok iyi bir antioksidan olan beta karoten ve C vitamini bakımından zengindir. Çok güçlü bir toksin temizleyicidir.Depuratif özelliği ile karaciğere zararlı toksinlerin detoksifikasyonunda destekleyicidir.(9, 10) • Özellikle vücudun et türevlerinin sindirimden dolayı maruz kaldığı potansiyel yüksek toksit maddesi olan homosistein’in dengelenmesi açısından çok ama çok önemlidir. • Diğer yönden DNA kodlanması ve yeni hücre inşasında uyarıcı rol oynamakta ve alınan yağın hücre içine girişine uyarıda bulunarak enerji şeklinde kullanılmasını sağlamaktadır. • Çok iyi bir antioksidan olan beta karoten ve C vitamini bakımından zengindir. Çok güçlü bir toksin temizleyicidir.Depuratif özelliği ile karaciğere zararlı toksinlerin detoksifikasyonunda destekleyicidir.(9, 10) • Pancar kökünün nitratlar (NO3-) bakımından zengin olduğu bildiriliyor. • Besinlerle alınan nitrat bileşikleri vücutta önce nitrit (NO2-) ve ardından nitrik oksite (NO) indirgenmektedir • Nitrik oksit vücutta birçok fizyolojik olayda rol oynayan önemli bir mediyatördür; kan akımını ve kasların kasılmasını düzenler, miyosit başkalaşımı, glukoz ve kalsiyum dengesi, mitokondriyal solunum ve biyojenezde görev alır. • Hipertansiyon tedavisinde kullanılır. • Demir (Fe) absorpsiyonuna yardım eder. Limon Suyu • Limon suyu, antioksidan flavonoidlerin zengin kaynağıdır. • Bu flavonoidler, flovanan gruplarına ait ve özellikle hesperidin ve erityositrinden oluşur. • Erityositrin insan hücrelerini oksidatif strese bağlı hücre ölümlerinden koruyan en güçlü bileşikler arasında gösterilmektedir. • Hesperin, kan kolestrolünü ve hepatik trigliserol seviyesini azaltır. • Kan kolestrol seviyesinin azalmasını sağlayan Vitamin E, hesperidin ile daha güçlü etki gösterir. (1) SİNAMEKİ • Sinameki, kabızlığa karşı etkili olan hydroxyanthracene(Hidroksiantresen) glikozitleri ailesinden olan ve en çok bulunan sennozitleri içerir. Bununla birlikte az miktar aloe- emodi ve rhein miktarları ile 8- glikozitler, müsilaj, flavonoidler ve naftalin öncüleride vardır. Sinameki bağırsakta iki etki oluşturur. • 1) Peristaltik kasılmaları artırmak suretiyle bağırsak hareketliliği üzerine gösterdiği etkidir. Bu etkisi ile içeriğin bağırsaklardan geçişini hızlandırır ve emilimini azaltır. 2) İçerik sıvısının bağırsaklardan emilimini azaltmak ve bağırsaktan sıvı-elektrolit salınımını artırmak suretiyle gösterdiği bağırsak içeriğini yumuşatıcı etkisidir. (1, 7, 14). • Etki süresi genellikle 8–10 saattir. KURU ERİK SUYU • İçerdiği yüksek lif, sorbitol ve fenolik asitler (klorojenik asit, neoklorejenik asit ) bağırsakların daha iyi çalışmasını sağlar. • • • Zengin B vitamini kaynağıdır. A ve C vitaminleriyle birlikte Potasyum, Magnezyum, Fosfor ve Demir de ihtiva eder. Erik suyunun laksatif etkisi içerdiği yüksek sorbitol miktarıyla açıklanabilir.( 14.7 ve 6.1 g/100 g ) Sorbitallerin sindirelemez olması su tutatarak, daha kolay bir boşaltım için feçesi yumuşatır. • Erik ve erik suyu, fenolik bileşiklere dahil olan ve hafif laksatif özellik içeren bileşikler, özellikle neoklorojenik ve klorojenik asitler 184 mg/100 g) içerir. Bunların ise hafif laksatif ve glukoz emiliminin yavaşlaştacı etkisi vardır. • Kuru erik basit şekerler şeklinde iyi bir enerji kaynağıdır. Fakat Lif, fruktoz ve sorbitol içerdeğinden kan şekerini hızlı yükseltmez. ELMA PEKTİNİ • Elma, feçesin hacimini arttıracak pektini içerir ve bağırsak hareketliliğini arttırarak bağırsağı temizlemeye yardımcı olur. Bu tür pektinler elma gibi , kolonda yaşayan bakteriler tarafından kolayca fermente edilir. Bu fermentasyon bir çift etkiye sahiptir. • 1. Kısa zincirli yağ asitlerinin kullanımı ile vücut için özellikle kolonik epitel hücreleri enerji üretilmesidir. 2. Pektinler, dışkıyı yumuşatıcılar ve hacimi arttırıcılar tarafından ,kolon yoluyla transit geçiş hızlandırarak kabızlığı önleyebilir veya arttırabilir. ELMA SUYU • Elma suyunun organizmamız tarafından sindirilemez olması ise feçesin ileri doğru ilerlemesine müsaade eder. • Elma suyu, sindirim sistemi için çok önemli yumuşatıcı ve kayganlaştırıcı ajandır. İNÜLİN • İnülin, değişik bitkilerde bulunan doğal bir polisakkarittir. Lifler sınıfına aittir ve fruktan olarak bilinir. • İnülin bir çözünür liftir. • • Diğer lifler aksine bir tada sahiptir değildir ve viskozitesi katkı olmadan fiber eklemek için kullanılabilir. İnulin, insan vücudunun bakteriyel mikroflorası aracılığıyla kalın bağırsaklarda fermente edilir ve mikroorganizmaların sağlıklı büyümesini destekler, yani laktobasil ve bifidobakterilerin miktarı patojen bakterilerin üstünden artmaktadır. • Bu etki, prebiyotik inulin etkisi olarak bilinmektedir. • Vücudun sağlıklı mikroflorasını arttırmakta, sindirim sisteminin çalışmasını geliştirmekte, böylece insanın bağışıklık sistemi ve vücudunun durumu güçlenmektedir. Diğer taraftan, bağırsaklarda şişerek genişlemesini sağlamak suretiyle kabızlığın giderilmesinde yararlı oluyor. • • Kabızlığın giderilmesinde en güvenilir seçeneklerden biri. • Ayrıca kolonda yararlı bakterilerin gelişimi için uygun ortam sağlayarak zararlı mikroorganizmaların gelişimini önlüyor. • Bağırsaklarda laktik bakterilerin yeterli seviyede olması da kabızlığın giderilmesinde etkili oluyor. KONJUGE LİNOLEİK ASİT • Vücutta yeterli oranda sentezlenemeyen, dışarıdan alınması gerekli bir yağ asididir. • Konjuge Linoleik Asit (CLA) Omega 6 ailesinden hayati bir yağ asididir. • • Geviş getiren hayvanlarda (özellikle sığırlar) ve bu hayvanlardan elde edilen ürünlerde (et,peynir vb.) bulunur. CLA, Lipoprotein Lipaz’ın (LPL) aktivitesini azaltır. • Lipoprotein Lipaz , yağ depolanmasında anahtar bir enzimdir. Adiposit tarafından üretilen ve salgılanan bu enzim, kılcal damarlarda dolaşan trigliseridleri hidrolize eder, böylece yağ asitlerinin kana karışmasını sağlar.Bu yağ asitleri adiposite nüfuz ederek burada rezerv trigliserid olarak kullanılır. • CLA, PPARy (Peroksizom Proliferatörleri ile Aktive Olan Reseptör) reseptörünü engeller. PPARy adiposit farklılaşmasında rol oynar. Aktive olduğunda, yağ depolama kapasitesinde bulunmayan pre-adipositlerin, trigliserit formunda yağ depolayabilen adipositlere dönüşmesini uyarır. • CLA, LHS ( Hormona Duyarlı Lipaz) aktivitesini arttırır. • LHS, adiposit içerisindeki lipoliz işlemini aktifleştirir: Trigliserdin yağ asitlerine ayrıştırılmasını destekler. Serbest yağ asitleri böylece kan dolaşımı sistemine bırakılarak, hücreler için enerji kaynağı olarak kullanılabilirler. CLA, metabolizmayı yağ kütlesini azaltacak şekilde yönlendirir. • Olgun adipositlere dönüşmesinin engellenemesi • Trigliserid depolanmasının kısıtlanması • Yağ asitlerinin adiposite değil kaslara yönlendirilmesi CLA, yağ kütlesini azaltmayı hedefler ve kas kütlesini arttırmaya yardımcı olur. L- Karnitin • L-Carnitine karaciğer ve böbreklerde, lizin ve metiyonin amino asitlerinden üretilen bir dörtlü bileşiktir. • Vücuda giren besin maddelerinin enerjiye çevrilmesinde önemli rolü olan besin maddesidir. • Serbest haldeki yağların mitokondiriye taşınarak enerjiye dönüştürülmesinde görev alır. L-karnitin varlığında, yağ asitleri hücre içinde enerjiye dönüştürülmek üzere mitokondriye taşınırlar.(Yağ Asitleri Taşıyıcısı) • • Özellikle de uzun zincirli yağ asitleri, mitokondrinin iç zarını geçemezler. • Yağların enerji olarak kullanılmasını arttırır. • Yokluğunda yağ asitleri; kalp,karaciğer,iskelet kası ve arterlerde birikmeye eğilim gösterirler. • Kardiyovasküler açıdan önemli koruyucu özelliklere sahip olduğu yaygın olarak kabul edilmiştir. • Kalp, enerjisinin %70’ini yağın parçalanması sonucu elde eder. Yağın enerjiye dönüşümünde L-carnitin ana rolü üstlendiğinden, kalp enerji üretimi için L-carnitine ihtiyaç duyar. • Klinik veriler besinle alınan L-carnitinin sağlıklı kalp kasını olumlu yönde destekleyebildiğini, kalp kası yaşamını önemli ölçüde artırabildiğini ve normal kalp atışını desteklemede faydalı olduğunu göstermektedir. Marine Kollejen • İnsan vücudunun en önemli biyokimyasal yapı bileşenlerindendir. • Marine kollajen önemli bir kollajen kaynağıdır. • Kollajen memelilerde en çok bulunan proteindir. • • Vücudumuzun yaklaşık 4te biri kadar protein kollajendir. Vücut hatlarının sıkılaşmasına ve yeniden biçimlenmesine yardımcı olur. • Kollajen hareket sisteminin yapı taşlarını, özellikle kemik, kıkırdak, lif ve eklemleri oluşturan proteindir. • Yaşlanmaya eşlik eden kırışıklıklara bağlı bozulmalar ve cildin elastikiyetinden sorumludur.