İndirmek İçin lütfen tıklayınız.

Transkript

İndirmek İçin lütfen tıklayınız.
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
ŞEHİR&TOPLUM
Sayı:2, Haziran 2015,
ISSN: 7897678343213
İMTİYAZ SAHİBİ
Recep Altepe
(Marmara Belediyeler Birliği Başkanı)
YAYIN YÖNETMENİ
Dr. M. Cemil Arslan
EDİTÖR
Ezgi Küçük
YAYIN KURULU
Doç. Dr. Nail Yılmaz
Yrd. Doç. Dr. Şevket Kamil Akar
Yrd. Doç. Dr. Ülkü Arıkboğa
Yrd. Doç. Dr. Songül Demir
Dr. Hasan Taşçı
DANIŞMA KURULU
Ahmet Güner Sayar (Prof. Dr.)
Ahmet İçduygu (Prof. Dr.)
Ali Yaşar Sarıbay (Prof. Dr.)
Beşir Ayvazoğlu (Yazar)
Coşkun Çakır (Prof. Dr.)
Fatih Andı (Prof. Dr.)
Feridun Emecen (Prof. Dr.)
Hüsrev Subaşı (Prof. Dr.)
Kemal Sayar (Prof. Dr.)
Korkut Tuna (Prof. Dr.)
Mustafa Armağan (Yazar)
Recep Bozlağan(Prof. Dr.)
Suphi Saatçı (Prof. Dr.)
Yusuf Kaplan (Dr., Yazar)
YAYIN ARALIĞI
Şehir & Toplum dergisi, Marmara Belediyeler Birliği
Şehir Politikaları Merkezi tarafından Haziran ve Aralık
aylarında yılda iki defa yayımlanmaktadır.
İÇİNDEKİLER
BURSA’DA OSMANLI FETHİNİ ZORLAŞTIRAN YA DA GECİKTİREN
COĞRAFÎ NEDENLER
Metin Tuncel ....................................................................................................................................7
TÜRK EDEBİYATI VE BURSA
Levent Ali Çanaklı........................................................................................................................13
SARAYBOSNA: BURSA’NIN GÜZEL KARDEŞİ
Hasan Korkut, Tülay Zıvalı....................................................................................................37
KENT, ÜTOPYA, PLANLAMA VE KAPALI TOPLUM
Ahmet Kemal Bayram................................................................................................................55
BURSA FETHİNE YÖNELİK YENİ YAKLAŞIMLAR VE BURSA’NIN
GERÇEK FETİH TARİHİ
Hakan Yılmaz ..................................................................................................................................61
BURSA VE ÇEVRESİNDE KOZA ÜRETİM SÜREÇLERİ
İsmail Yaşayanlar ..........................................................................................................................75
TÜRKİYE’NİN KENTLEŞME DENEYİMİ VE BURSA KENTSEL
DÖNÜŞÜM ÖRNEĞİ
Zeynep Arslan .................................................................................................................................89
BURSA YEREL YÖNETİMLERİ ÜZERİNDEN BİR OKUMA
Yasemin Çakırer Özservet ......................................................................................................103
ÜNİVERSİTE – KENT İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA YENİ BİR ÜNİVERSİTENİN
KURULUŞU: BURSA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Gökçen Kılınç Ürkmez .............................................................................................................117
ALIŞVERİŞ MEKÂNLARININ DÖNÜŞÜMÜNÜN KENTSEL MEKÂNA VE
YAŞAMA ETKİSİ: İSTANBUL ÖRNEĞİ
İrem Erin, Tenay Gönül ............................................................................................................129
İLETİŞİM
Tel: +90 212 514 10 00
Faks: +90 212 520 85 58
Adres: Marmara Belediyeler Birliği
Ragıp Gümüşpala Cad. No:10 Eminönü 34134
Fatih / İstanbul
BURSA VE YÖRESİNİN KÜLTÜR TARİHİNDEN NOTLAR VE YEREL
İDARECİLERE IŞIK TUTMASI GEREKEN BİR ÇERÇEVE: “PRESTİJ KÜLTÜR”
A. Sefa Özkaya .................................................................................................................................145
YAPIM
Gafa Ajans
İKİ BİLİM ADAMININ GÖZÜNDEN BİR ŞEHİR: BURSA ve CİVARI
Betül Erdem ......................................................................................................................................159
Adres: Katip Mustafa Çelebi Mah.
Anadolu Sok. No:23 D:13 Beyoğlu / İstanbul
Tel: +90 212 243 20 86 Faks: +90 212 243 28 59
GRAFİK TASARIM
Hasan Dede
KAPAK TASARIM
Max Lunin
BASKI
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
TAKDIM
Merhaba,
Marmara Belediyeler Birliği Şehir Politikaları Merkezi bünyesinde hazırlanan
ve birincisini deneme sayısı olarak çıkardığımız Şehir ve Toplum dergimizin
ikinci sayısı ile karşınızdayız. Yılda iki
sayı olarak planladığımız dergimizin kısa
denebilecek bir süre içinde hem yayın
periyodunun hem de sisteminin oturmuş
olmasının mutluluğunu yaşıyoruz.
bünyesinde daha önce başarılı çalışmalara imza atan Küçük’ün editörlük sorumluluğunu da başarıyla yerine getireceğine
inanıyoruz.
Şehir ve Toplum dergimizin “disiplinlerarası” çalışmalarla ve “geçmiş – bugün –
gelecek” bütünlüğü içinde yayın yapmasını istiyoruz. Bu nedenle de; coğrafya,
tarih, sosyoloji, mimari, planlama, edeÇalışmalarımızda eleştiri ve önerileri biyat, güzel sanatlar, mühendislik, yöneçokça önemsiyoruz. Şehir ve Toplum tim başta olmak üzere geniş bir çerçeve
dergimizin birinci sayısı ile ilgili olarak içinde ama bilgi, ahlak ve saygıyı rehber
da eleştirilere çok önem verdik. Yete- edinerek yolumuza devam ediyoruz.
rince değerlendirme yapılamadığını veya
yeterli veri toplanamadığını fark ettiği- Ülkemizdeki ve dünyadaki bütün memiz alanlarda, sözünü sakınmayacağını sele ve tartışmalar bizi ilgilendirir. Fabildiğimiz dostlarımıza dergimizi ulaştır- kat ilgilendiğimiz ve ele aldığımız hiçbir
dık ve bizi “bilhassa” eleştirmelerini iste- meselede; serinkanlılığı, saygıyı, bilginin
dik. Sonuçta da dergimizin kapağı dahil önceliğini ve ahlaki yükümlülüğümüzü
olmak üzere beğeneceğinizi umduğumuz göz ardı etmeyeceğiz. Bilhassa aktüel ve
bazı değişikliklerle yolumuza devam popüler konularda “ayartıcı” tuzaklara
etme kararı verdik.
düşmemeye, tam tersine kalıcı ve uzun
vadede toplumsal faydayı arttıran bir
Bu sayımız ile Şehir ve Toplum dergimi- yaklaşım sergilemeye özen göstereceğiz.
zin editörlüğünü Marmara Belediyeler
Birliği Şehir Planlama ve Tasarım Ko- Marmara Belediyeler Birliği’nin kırkıncı
ordinatörü Ezgi Küçük devralmaktadır. yılında; gerek yayınladığımız kitaplar ve
Dergimizin kuruluşunda yoğun bir emek etkin web sayfalarımız, gerekse dergilesarfeden ve birinci sayımızın editörlü- rimiz ile yerel yönetim alanında oluşan
ğünü de üstlenen Marmara Üniversite- birikimi ülkemizin hizmetine sunmaya
si öğretim üyesi Nail Yılmaz’a teşekkür çalışıyoruz.
eder, editörlük sorumluluğunu devralan
Ezgi Küçük’ e başarılar dileriz. Birliğimiz Keyifli okumalar…
Recep Altepe
Marmara Belediyeler Birliği Başkanı
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
EDITÖRDEN
Merhaba,
Her şehir hikâyeleriyle vardır. Şehir
halkları; fiziksel ve sosyal dokusunda
süregelen bir tarihin hem kahramanları hem yazarları olurlar. Günümüz
ise, şehirlerin oluşumunda toplum tarafından yetkinliği meşru mühendis,
tasarımcı ve yöneticilerce şekilleniyor.
Dolayısıyla, şehri ve toplumu anlamaya ve yönetmeye çalışmak; hatta yönlendirmeye çalışmak büyük bir gücü
gerektiriyor: Gerçek bilgiyi… Şehir ve
Toplum Dergisi, Marmara Belediyeler
Birliği Şehir Politikaları Merkezi’nin
bilgiyi, bilimsel araştırmayı ve özgür
düşünce ortamını savunan çalışmalardan yalnızca biri. İlk sayısını İstanbul
temalı olarak sunduğumuz dergimizin
editörlük görevini, Genel Yayın Yönetmenimiz M. Cemil Arslan’ın teklifi
ile bu sayıdan itibaren devralıyorum.
Bu vesile ile destek ve eleştirilerinize
olan ihtiyacımı belirtmek istiyorum.
Bursa şehrine dair çalışmalara odaklandığımız ikinci sayımızda başta
Bursa olmak üzere, kentleri oluşturan
süreçleri farklı uzmanlıklar gözünden
okuma fırsatı ediniyoruz. Bildiğiniz
üzere Bursa 2014 yılı itibari ile UNESCO Dünya Mirası Listesine; “Bursa ve
Cumalıkızık: Osmanlı’nın Doğuşu” ile
girmiş oldu. Cumalıkızık gibi korunarak yaşatılması gereken pek çok tarihi
kent dokusuna sahip Bursa’da, yaşam;
şehrin doğal ve kültürel zenginliğinin
yanında gelişen ekonomik sektörleri
ile de, şehir insanı ve yöneticileri için
üzerinde daha çok düşünmeyi ve üretmeyi getiriyor.
Bu sayımızda, pek çok medeniyetin izlerini taşımasının yanı sıra bir imparatorluk şehri olan Bursa’yı ilk olarak bir
coğrafyacının bakış açısından; Osmanlı fethini zorlaştıran ya da geciktiren
nedenleri görüyoruz. Bölgenin topografik haritası ve coğrafi analizleri ile
beslenen makalenin sahibi Metin Tuncel bir şehrin kuruluşundaki coğrafi
kriterleri irdelememizi sağlıyor. İkinci
makale Levent Ali Çanaklı tarafından
kaleme alınıyor. Bursa’yı Türk Edebiyatı üzerinden incelememizi sağlayan
bu çalışmada; Süleyman Çelebi, Ahmet Paşa, Lâmîî Çelebi, Mehmet Akif
ve Ahmet Hamdi Tanpınar eserleri ile
anılıyor. Dünya şehirleri kategorisinde Bursa’nın güzel kardeşi Saraybosna
var. Hasan Korkut ve Tülay Zıvalı’nın
hazırladığı bu makalede Saraybosna
şehrinin idari, mimari ve kültürel yapısı irdelenmekte. Dördüncü makale
S
I:2 H
IR N 2 1
Ahmet Kemal Bayram’a ait olan “Kent,
Ütopya, Planlama ve Kapalı Toplum”.
Ütopik şehir tasarımı tarihini, günümüz planlama anlayışı işe ilişkilendiren
keyifli bir yazı. Özellikle tarih araştırmalarını sevenlerin ilgiyle okuyacağı
bir diğer çalışma, Bursa fethinin gerçek tarihi ve süreci üzerine Hakan Yılmaz tarafından ele alındı. Akademisyen ve uygulamacılarca en tartışmalı
alanlardan biri olan kentsel dönüşüm
sürecini beşinci makalemizde Zeynep
Arslan, Bursa ili özelinde masaya yatırıyor. Bursa şehrinde üretim sektörlerinden biri olan ipek böcekçiliğini,
yaptığı röportajlar ile detaylı inceleme
fırsatı sunan İsmail Yaşayanlar; kozacılığın, bize yerel halk emeğiyle üretimden satışa süregelen sürecini anlatıyor.
Yedinci makalede Yasemin Çakırer
Özservet’in Bursa Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri kapsamında
yaptığı araştırma ile şehrin en önemli
kullanıcıları olan çocuklar için yerel
yönetimler bazında yapılmış projelerin derlemesi mevcut. Bir kentin temel
araştırma, geliştirme ve bilim insanı
ile uygulamacı yetiştirme noktası olan
üniversitelerin yapısal olarak kentle
ilişkisini inceleyen sekizinci makale de
ŞEHIR &
ise, Bursa Teknik Üniversitesi, Gökçen
Kılınç Ürkmez tarafından ele alınıyor.
Onuncu makale, İrem Erin ve Tenay
Gönül’den şehirlerin en hareketli alanı olan alışveriş merkezleri üzerine.
Alışveriş merkezlerinin tarihsel süreç
içindeki dönüşümü ve günümüz avm
yapılarının oluşumu, bu kez İstanbul
şehri özelindeki örneklerle irdeleniyor. Yerel yönetimlere bir bakış açısı
oluşturmak amacıyla Bursa’da prestij
kültür üzerine hazırlanan Sefa Özkaya’ın makalesi; tarihini ve kültürünü
bilerek oluşturulabilecek şehre aidiyet
vurgusunu yapıyor. Dergimiz bu sayısını Victor Marie de Launay ve Charles
Bonkowski’nin 19. yüzyılda Bursa üzerine pek çok alanda detaylı gözlem ve
araştırmalarına dayanan bir kitabına
odaklanarak bitiriyor. Türkçe çevirisi
Burcu Kurt ve İsmail Yaşayanlar’a ait
olan “Bursa ve Civarı” isimli kitap; Betül Erdem tarafından inceleniyor.
Bilginin herkes tarafından erişilebilir
olması ve günlük pratiklerde yer bularak bizi sorun çözen ve sorun önleyen
şehir yöneticileri / mimarları / kahramanları yapması dileğiyle iyi okumalar
diliyorum.
Ezgi Küçük
5
I
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
RS
ŞEHIR &
S
N I E HINI
R
Ş IR N
YA DA GECIKTIREN COĞRAFÎ
NEDENLER
Metin Tuncel*
Günümüzde Marmara Bölgesi’nin İstanbul’dan sonra ikinci büyük şehri olan
Bursa, Osmanlı topraklarına geç katılan
bir şehir olarak literatüre geçmiştir. Şu
ana kadar yapılan araştırmalara göre,
çevresindeki birçok yer ve geniş bir alan1
kendisinden önce Osmanlı topraklarına
katıldığı hiç değilse, itaat altına alındığı
halde, Bursa’nın fethi için 6 Nisan 1326
tarihini beklemek gerekmiştir.
Bursa’nın fethediliş tarihi, Osmanlı’nın
ilk dönem tarihine ait birçok yerin alınış
tarihi gibi, tarihçiler arasında tartışma
* Prof. Dr., Coğrafyacı
1 Bu konuda birkaç örnek vermek gerekirse, Bilecik 1299’da
fethedilmiş, Bilecik’le birlikte Yenişehir, Yarhisar, İnegel
de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Dimbos Saıvaşı adı
verilen savaşta (1303), Dimbûz (Dinboz, günümüzdeki
ismi Erdoğan) kalesiyle birlikte, Ulubat’a kadar olan
büyük bir alan Türkmen yerleşmesine açıldı.
konusu olsa da2 şehrin uzun süren bir
muhasaradan sonra alındığı bütün tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Biz
de bu makalemizde, Türkiye şehirlerinin
coğrafyası üzerinde yarım yüzyılı aşan
bir süreden beri çalışan biri olarak, fetihteki bu gecikmeye neden olan coğrafya
etkenleri üzerinde durmak istiyoruz.
Bilindiği gibi şehir konusu birçok araştırmacıyı ilgilendiren bir konudur. Arkeolog sanat tarihçisi, tarihçi, sosyolog,
şehirci mimar, edebiyatçı gibi meslek sahiplerinin hepsi şehirle ilgilenir. Bunlar
kadar, belki de bunlardan da fazla şehirle
ilgilenen bir başka bilim dalı da coğrafyadır. Üniversitelerin tüm coğrafya bölümlerinde mutlaka okutulan derslerden
birinin adı “şehir coğrafyası”dır (Géog2 Nitekim dergimizin bu sayısında, Hakan Yılmaz adlı araştırmacının Bursa’nın fethine ait bir yazısını bulacaksınız.
7
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
yası” deyimini kullanmayı tercih etmektedir. Bu ikinci sorunun karşılığını aramak, ilk bakışta tarih biliminin konusu
gibi görülebilir. Bu konuyu neden tarihçi
değil de bir coğrafyacı ele alıyor? Diye
düşünenler olabilir. Bununla birlikte,
Bursa’nın tarih olayları karşısındaki durumu coğrafyayı ve coğrafyacıyı yakından ilgilendirir ve tarihin bazen haşin ve
yıkıcı olan tesirlerine Bursa şehrinin ne
şekilde direnç gösterdiğini belirtmek bakımından şehrin yüzyıllarca önce burada
kurulmasına neden olan coğrafya şartlarının isabeti ortaya konmuş olur, bu da
coğrafyacının işidir.
Resim 1: Bursa şehrinin
kurulduğu yerin
topografya haritası
raphie Urbaine). Bu son verdiğimiz örnek de şehir araştırmalarının coğrafya
eğitiminde ve coğrafya araştırmasında
ne kadar önemli bir yer tuttuğunu kanıtlamaktadır. Yalnız, coğrafyacının şehre
bakış açısı, yukarıda sıraladığımız, şehirle ilgili diğer bilim dallarından daha
farklıdır.
Şehir coğrafyasıyla ilgilenen bir coğrafyacı şu üç soruya cevap arar ve bu üç sorunun cevabını verebilirse, Söz konusu
olan şehrin etüdünü tamamlamış sayılır:
Şehir nerede kurulmuştur? Neden orada
kurulmuştur? söz konusu yerde kurulmuş olmasının avantaj ve eğer varsa dezavantajları nelerdir?
8
E
Şehir kurulduğundan günümüze kadar
nasıl yaşamıştır? Bu sorunun cevabı bizi
şehrin alışılmış deyimle “tarihî coğrafyası”nı araştırmaya yöneltir. Bu satırların
yazarı “tarihî coğrafya” deyimi yerine,
“şehrin geçmiş dönemlerindeki coğraf-
Şehir günümüzde nasıl yaşamaktadır? Bu
sorunun da cevabı içinde, şehrin nüfusu,
ekonomik coğrafyası, fonksiyon özellikleri etüt edilir. Ayrıca şehrin çevresine
etkisi ve çevresinin şehre etkisi ele alınır.
Bu kısa makalede, Bursa şehrinin tam
bir etüdünü yapmayı düşünmediğimize
yani klasik bir şehir coğrafyası yapmayacağımıza göre, yukarıda sıraladığımız
sorulardan sadece birincisi üzerinde duracağız. Zira Bursa’da Osmanlı fethinin
gecikmesine sebep şehrin kurulduğu
yerin topoğrafyasıyla ilgilidir. Yani fizikî
coğrafya şartlarıdır.
Şehrin kurulduğu yerin fizikî coğrafya
şartları, daha yukarıda da değindiğimiz
gibi bazen avantaj, bazen da dezavantaj
sağlayabilir. Bursa da şehrin kurulduğu
yerin coğrafî özelliği, şehri ele geçirmek,
yani fethetmek isteyenler (yani Osmanlılar) için bir dezavantaj, şehri almak isteyenlere karşı şehri müdafaa etmek isteyenler (yani Bizanslılar) içinse bir avantaj
sağlamıştır. Şunu da söylemek gerekir
ki, şehrin kurulduğu yerin bu açıdan bir
S
I:2 H
IR N 2 1
avantaj ya da dezavantaj sağlaması günümüz savaş koşullarında, bir şey ifade etmeyebilir. Fakat Bursa’nın fethinin XIV.
yüzyılın ilk yarısında gerçekleştiği, yani
klasik savaş kurallarının geçerli olduğu
bir dönemden söz ettiğimiz düşünülürse,
şehrin kurulduğu coğrafî mevkiin, korunma açısından ne kadar önem taşıdığı
kendiliğinden ortaya çıkar.
Şehir araştırmalarında coğrafya biliminin önemini belirten bu giriş kısmından
sonra, şehrin kurulduğu yerin coğrafya
özelliklerine değinelim.
ŞEHIR &
Bursa’nın Kuruluş Yeri
Marmara bölgesinin İstanbul’dan sonra
ikinci büyük şehri olan Bursa, Uludağ’ın
kuzeybatı eteğinde ve Mudanya dağlarının denizden ayırdığı bir ovanın güney
kenarında, dağın sağladığı suyun yardımıyla gelişen bir yeşillik örtüsü arasında
yer alır. Şehrin kurulduğu yerde ovanın
(Bursa ovası) güney kenarı Uludağ kütlesinin (en yüksek doruğu Karatepe’de
2543 m., ikinci yüksek doruk Sığınaktepe’de 2493 m.) ön sırası ile sınırlanmıştır. Fakat ön sırayı oluşturan dağlardan
ovaya geçiş, her tarafta birdenbire yani
ani geçiş biçiminde olmayıp, bazı yerResim 2: Orijinal kesit
(hazırlayan Seda Akkurt)
9
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Resim 3: Aşağıdaki
kesitin ana kaynağı olan
topografya haritasıdır
(hazırlayan Mehmet
Fatih Döker)
10
E
lerde araya plato ve tepeler girmektedir.
Yapıları farklı olan bu plato ve tepelerin
hemen hepsi Bursa şehri ile onun yakın
civarında toplanmıştır. Uludağ masifinin ön sırasını meydana getiren, yer yer
dağ, yer yer plato ve yer ye de tepelik bir
görünüşte olan arazinin eteğinde bulunan Bursa şehri, genel olarak, kuzeye ve
doğudan (Işıklar civarında 310 m.) batıya doğru (Hisar tepesinde 250 m.) eğik
alçak bir plato üzerinde bulunmaktadır.
Şehrin kurulduğu bu kesimdeki arazi
parçasına plato dememiz, burada Gökdere ve kolları ile Cilamboz vadisi tarafından derin yarılmaların bulunması
nedeniyledir.3 Burada arazi yarılmasına
birkaç sayısal örnek vermek gerekirse
Hisar civarındaki 250-260 m. Yüksekliğindeki plato yüzeyi (Osmangazi ve
Orhangazi’nin türbelerinin bulunduğu
kesim) ile batısında bulunan Cılomboz
deresinin talveği arasında (coğrafyada
3 Fizikî coğrafyada arazi şekilleri içinde ova, dağ ve plato
olarak üç ana tip ayırırız, bunlardan platoyu derin akarsu
vadileriyle iyice yarılmış bir arazi şekli olarak tarif ederiz.
bir vadinin en derin noktalarını birleştiren çizgiye “talveg” çizgisi adı verilir)
seviye farkı 40-50 m., Hisar şehrinin
doğusundaki Gökdere vadisinde ise
“talveg” ile Gökdere’nin parçalandığı
yüzey (Setbaşı mevkii) arasındaki seviye
farkı 20-30 m. civarındadır. Başka bir
değimle burada araziyi yaran dar ve derin vadiler, aslında yaşlı topoğrafya içinde genç şekiller meydana getirmişlerdir.
İşte gerisini (güneyini) dağın dikliklerine (örneğin Diktekir mevkii) dayayarak
kendisini güvenceye almış olan Bursa
kalesi (Hisar mevkii), doğudan Gökdere
ve kolları, batıdan Cılomboz deresinin
dar ve derin vadisi ile yarılınca doğudan
ve batıdan gelecek saldırılardan da, coğrafya şatlarının yardımıyla, korunması
kolaylaşmıştır. Şehrin güneyi, doğusu,
batısı güvence altında olduğuna göre
şimdi kuzeyden yani ova tarafından gelebilecek bir saldırı akla gelebilir. Burada da coğrafya imdada yetişiyor. Hisar
tepesine çıkışta oldukça sert bir diklikle
karşılaşılır. Bu diklik makalemize ilave
ettiğimiz ve ilk defa bu yazı için hazırlanan orijinal kesitte de dikkatli çekmektedir.4 Burada münhanilerin (eş yükselti
eğrilerinin) son derecede sıklaşması,
Hisar’dan ovaya inişin ne kadar dik bir
kenarla olduğunu gösteriyor. (Bu dik
kenar bu kesimde kireçli suların oluşturduğu bir birikim şekli olan “traverten” taraçasının kenarıdır5 bütün Hisar
4 Bu orijinal arazi kesitlerini özel olarak bu yazı için hazırlayan, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Coğrafya Bölümü
araştırma görevlilerinden Seda Akkurt’a ve Sakarya
Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.
Dr. Mehmet Fatih Döker’e teşekkür ederim.
5 Hisar mevkiinin güzel bir tasviri çok yeni (yayını 2015
Mart) elimize geçen, iki genç tarihçi meslektaşının (Burcu
Kurt-İsmail Yaşayanlar) yayınlandığı eserde bulunmaktadır. Bakınız kaynakça.
S
I:2 H
IR N 2 1
Resim 4: Yukarıdaki topografya haritasından
yararlanılarak bu makale için özel olarak hazırlanan iki
kesit (hazırlayan Mehmet Fatih Döker)
tepesi bu travertenlerden oluşmaktadır.
İlk bakışta bir blok oluşturuyor gibi görünen travertenler, gerçekte tabakalar
halindedir. Bunların alt kısmı daha eğik,
üst kısmı az eğiktir. Travertenler bir
yere kadar Bursa ovasının altında da devam eder: Ovada denizden 140 m. Yükseklikteki kesimde, artezyen kuyuları
açmak için yapılan sondajlarda yeni çökeltiler altında 50 m. derinlikte travertenlere erişilmiştir. İşte bu traverten de
ve özellikle onun kuzey yamacı Bursa’yı
ele geçirmek isteyenleri, epeyce uğraştıran, coğrafî etkenlerdendir. Yalnız, bu
söylemek istediğimiz husus yani coğrafyanın tarihi olaylara kolaylık sağlaması,
ya da zorluk çıkarmasını, günümüzün
modern koşullarında söz konusu edilmeyeceğini hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerekir.
ŞEHIR &
Kaynakça
1.
Darkot, B.-Tuncel, M., 1981, Marmara Bölgesi
Coğrafyası, İstanbul,
2.
Chaput, E. 1936, Voyages d’etudes géologiques et
géomorphogeniques en Turquie, Paris,
3.
Ardel, A., 1944, “Uludağ”, Türk Coğrafya Dergisi
Sayı: 5-6, Ankara,
4.
Ardel, A., 1945, “Bursa Ovası ve Çerçevesi”, Türk
Coğrafya Dergisi, Sayı: 7-8, Ankara,
5.
Chaput, E., 1976, Türkiye’de Jeolojik ve Jeomorfojenik
Tetkik Seyahatları (çevrine: Ali Tanoğlu), İstanbul,
6.
Darkot, B., “Bursa”, İA, cilt: II,
7.
İnalcık, H., “Bursa”, DİA; Cilt: VI,
8.
İnalcık, H. 2010, Kuruluş Dönemleri Osmanlı
Sultanları (1302-1481), İstanbul,
9.
Marie de Launay-Boukowski Bey, 2015, Bursa ve
Civarı (trc. Ahmed Atâ, haz. Burcu Kurt-İsmail
Yaşayanlar), İstanbul.
Görsel Kaynakça
Resim 1: Chaput, Ernest, Türkiye’de Jeolojik ve
Jeomorfojenik Tetkik Seyahatları (çev. A. Tanoğlu),
İstanbul 1976, s. 305.
Resim 2: Seda Akkurt tarafından makale için
hazırlanmıştır.
Resim 3 - Resim 5 Mehmet Fatih Döker tarafından
makale için hazırlanmışlardır.
Resim 5: Kale’nin kuzey
kenarının dikkat çekici
dikliğini gösteren kesit
(hazırlayan Mehmet Fatih
Döker)
11
E
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
TÜRK EDEBIYATI VE BURSA
Levent Ali Çanaklı *
Giriş
Kuruluşundan bu yana geçen iki bin iki
yüz yıldan fazla bir zamanda farklı kültür
ve medeniyetlere ev sahipliği yapan ve
bu kültürlerin izlerini hâlâ da taşımaya
devam eden Bursa, esas olarak Türk-İslam medeniyetinin yarattığı en seçkin
merkezlerden biridir. Bursa, hiç kuşkusuz, asıl önemini ve değerini Türklerin
eline geçtikten sonra bulmuştur. Fethinden bir asır sonra Bursa’yı gören Avrupalı gezgin La Broquière’nin “Türklerin
en muazzam beldesi” sözü1, Bursa’ya ne* Yrd. Doç. Dr., Uludağ Üniversitesi, Eğitim Fakültesi
Türkçe Bölümü Öğretim Üyesi
1 Halil İnalcık, “Bursa”, DİA, c. 6, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, İstanbul, 1992, s. 446.
ler verdiğimizin özlü bir ifadesidir. Asya’dan batıya doğru ilerleyişimiz boyunca
ruhumuzla şekillendirdiğimiz coğrafyada
-kent tabiatının da harikulade katkısıyla- müstesna bir merhale olan bu şehir,
Emir Sultan menkıbesinde kandilin söndüğü yer olmasıyla manevi bir imtiyaza
da kavuşmuş; Türk Rumeli yaratılırken
tekrar tekrar geriye dönüp feyz ve güç
alınan bir manevi nüfuz alanı hâline
gelmiştir. Dünya tarihinin bütün büyük
şehirleri, kurucular eliyle yoğrulan bir
ruha sahiptir. Bursa, böyle bir ruhu olan
şehirler arasında yer alır. Ünlü mimar Le
Corbusier’ye 1950’lerde “Ben dünyanın
hemen tamamını gezdim, yeryüzünde
yalnız iki tane şehir gördüm. Bunlardan
13
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
biri Floransa, diğeri de Bursa.”2 dedirten
dikkatlerden biri belki de budur.
14
E
Siyaset ve şehircilik tarihimiz için olduğu
kadar kültür ve edebiyat tarihimiz bakımından da çok önemli olan Bursa, 1453’e
kadar başkentliği hasebiyle Anadolu’nun
en seçkin ilim ve sanat adamlarının yaşadıkları ve eser verdikleri bir şehir olmuştur. Saltanat merkezi İstanbul olduktan
sonra Bursa tabii olarak gölgede kalmış,
imparatorluğun yeni merkezi, hâliyle
kültür ve edebiyatın da merkezi olmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar bu noktada
Bursa’nın İstanbul karşısında 16. yüzyılda bile bir manevi saltanat sürdüğüne
işaret eder. Tanpınar’ın kastettiği manevi saltanat, Bursa hakkında kullanılan
“Burc-ı Evliya” övgüsüyle ve Emir Sultan, Muhyiddin Üftade gibi şahsiyetlerin İstanbul’a uzanan etkileriyle ilgilidir.
Bununla birlikte edebiyat sahasında ismi
Bursa’yla anılan bazı şahsiyetler vardır ki
bunların isimlerini ve eserlerini dikkate
alarak bu manevi saltanatın çerçevesini
edebiyatı da kapsayacak şekilde genişletebiliriz. Büyük önem ve değerlerini
bugün de koruyan Süleyman Çelebi ve
Ahmet Paşa isimlerini zikretmek bile bu
hususta yeterli olacaktır. Hatta büyük bir
sufi ve Bursa ruhunun temel taşlarından
olan Emir Sultan da, şöhretini belirleyen
asıl unsur şairliği olmamakla birlikte,
kendisine nispet edilen bazı ilahilerle bu
kurucu şahsiyetler arasında sayılabilir kanaatindeyiz.
Bursa’nın kültürel ve edebî anlamda önemi 16. yüzyıldan sonra da devam etmiş2 Hasan Tâib Efendi, Hatıra yahut Mir’ât-ı Burûsa, haz.
Mehmet Fatih Birgül, Bursa İl Özel İdaresi Yayınları,
Bursa, 2007, s. 11.
tir. İstanbul’un fethinden sonra Bursa
Osmanlı Devleti’nin en çok şair yetiştiren ikinci şehri olmuş, bu şairlerin birçoğu ilim ve sanat dünyamızın önde gelen
isimleri arasında yer almış ve çok sayıda
eserle kültürümüze büyük katkılarda bulunmuşlardır3. Bu çerçevede tezkire yazarı Kınalızade Hasan Çelebi, mutasavvıf
şairler Lâmiî Çelebi ve İsmail Hakkı Bursevi, şair ve tezkire yazarı İsmail Beliğ,
Bursa’nın ilk edebiyat ve sanat dergisi
Nilüfer’i çıkaran tiyatro yazarı Feraizcizade Mehmet Şakir, Osmanlı Müellifleri
adlı eseriyle ünlü biyografi âlimi Bursalı
Mehmet Tahir, isimleri zikredilmesi gereken Bursa’nın yetiştirdiği önemli edebiyat ve sanat adamlarından birkaçıdır.
Türk edebiyatında Bursa’nın yerini dört
başı mamur olarak belirlemek bir yazının başlı başına haddi değildir çünkü
Bursa’dan bahseden sadece seyahatnamelerin sayısı bile yüz seksendir4. Ayrıca şehir hakkında yazılan monografiler,
makaleler, denemeler, tezler, şiirler,
hikâye ve romanlardaki temaslar; şehrin
edebiyat tarihimizdeki yerine dair çalışmalar; klasik Türk edebiyatı, Tanzimat
ve Cumhuriyet Dönemlerinde şehirden
yetişen sanatkârlar; edebî çevreler vs.
bütünüyle düşünüldüğünde “Türk Edebiyatında Bursa”nın doktora düzeyinde
birden fazla araştırmanın konusu olacak
kadar geniş ve bereketli bir alan olduğu
görülecektir. Bu sebeple tercihimiz, edebiyat tarihimizde Bursa denince hemen
akla gelen beş büyük şair ve yazarımızın
eserlerine değinmek olacaktır. Ağırlık
3 Kadir Atlansoy, Bursa Şairleri-Bursa Vefeyatnamelerindeki Şairlerin Biyografileri, Asa Kitabevi, Bursa, 1998, s.
142-143.
4 Heath W. Lowry, Seyyahların Gözüyle Bursa 1326-1923,
çev. Serdar Alper, Eren Yayınları, İstanbul, 2004, s. 123.
S
I:2 H
IR N 2 1
merkezine Ahmet Hamdi Tanpınar’ın
Bursa’sını aldığımız yazıda Süleyman Çelebi, Ahmet Paşa, Lâmiî Çelebi ve Mehmet Akif Ersoy’a yer vereceğiz.
“Hazret-i Nâzım’’ Süleyman
Çelebi ve Mevlid
Toplumların
edebiyat
tarihlerine bakıldığında,
kutsal kitaplar dışında,
insanların dönem dönem
etrafında toplandıkları,
büyük önem atfettikleri
metinler görmek mümkündür. Çok okunan ve çok sevilen bu türden eserler –Firdevsi’nin Şehname’si gibi- bir millî kültür
hazinesi olarak görülür. Ancak çok uzun
bir tarihî dönem boyunca tümüyle bir
milletin tek bir eser etrafında toplanabilmesi; bu eserin asırlar boyunca bütün
sevinç ve keder günlerinde, toplumun
bütün tabakalarında hürmet ve sevgiyle
okunabilmesi, sırf bu eser okunmaya devam etsin diye vakıflar kurulması5; dilin
ve sanatın gücünü fazlasıyla aşan ve başka türlü kudrete ihtiyaç duyan bir başarıdır. Türk edebiyatında, belki de bütün
dünya edebiyatlarında hiçbir şaire, yazara nasip olmamış böyle bir mazhariyete
kavuşan Süleyman Çelebi, Vesiletü’n-Necât ya da çok sevdiğimiz adıyla Mevlid’i
bundan 606 yıl önce, Timur askerlerinin
yakarak harap ettiği Ulu Cami’nin imamı
iken, Fetret devrinin kargaşası içinde kaleme almıştır.
Kötü ve yakın hatıralar içinde ortaya
çıkan bu şaheser, Anadolu’daki parça5 Ali İhsan Karataş, “Osmanlı Toplumunda Mevlid
Vakıfları –Bursa Örneği-“, Uluslararası Süleyman Çelebi
ve Mevlid Sempozyumu, Osmangazi Belediyesi Yayınları,
Bursa, 2007, s. 34-42.
ŞEHIR &
lanmışlığın acısını gönüllerden silmek,
peygamber sevgisi etrafında halkı toparlamak noktasında çok önemli bir işleve
sahiptir diyebiliriz. Süleyman Çelebi bu
manada kendisinden önce benzer şekilde bu işi yapan Yunus Emre’yi andırır.
Yunus’un ve şiirlerinin devrinde çok sevilmesi şöyle açıklanır: “Moğol istilâsının
kan ve ateş çağında, o bitmez tükenmez
ıstırap, ölüm, hastalık, açlık ve ümitsizlik cehenneminde yaşayan insanlar bu
sevgiye, tahammülü imkânsız realitenin
ötesinde açılan bu geniş ve rahmanî ümit
kapısına ekmek ve su kadar, rahat yastık
ve uyku kadar muhtaçtılar.”6 Süleyman
Çelebi’nin Mevlid’inin de böyle bir etkiye sahip olduğu tahmin edilebilir. Öyle
ki sadece Anadolu’da değil, muazzam
imparatorluk topraklarının uzak köşelerinde bile Mevlid terennüm edilmiş; Süleyman Çelebi’nin sesi Boşnakça, Rumca,
Arapça, İngilizce, Arnavutça gibi pek
çok dilde yankılanmıştır. Günümüzde de
bütün tazeliğini koruyan bu şaheserden
sonra pek çok mevlid yazılmış olmasına
rağmen mevlid denince akla her zaman
Süleyman Çelebi gelmiştir:
“Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necât’ta
ulaştığı lirizm, yaşadığı asır olan XV. asrı
mevlid asrına dönüştürmekle kalmamış,
Türk edebiyatında mevlid çığırı denilebilecek bir edebî hareketin doğuşuna
da zemin hazırlamıştır. Ne var ki Süleyman Çelebi’den sonra bu türden pek çok
eser kaleme alınmış olsa da mevlid lafzı
Süleyman Çelebi’nin şahsında ebedîleşmiştir”7. Gerçekten de, Süleyman Çelebi
6 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Yunus Emre”, Edebiyat Üzerine Makaleler, haz. Zeynep Kerman, Dergâh Yayınları,
İstanbul, 1995, s. 135.
7 Süleyman Eroğlu, “Vesiletü’n-Necât’ta Ahenk Unsurları”,
Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid Sempozyumu,
Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa, 2007, s. 220.
15
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
ile bir tür olarak mevlid o kadar özdeşleşmiştir ki hemen her mevlid metni kataloglara Süleyman Çelebi’nin eseri olarak
geçirilmiştir8.
Eserin sahip olduğu bu kudretin sırrı
yazarın şahsiyetinde gizlidir: “Mevlid’in
zaferi, iddialı bir sanat adamından çok,
samimi, bilgili, Allah’ına ve peygamberine bütün varlığıyla bağlanmış duygulu
bir din adamının eseri olmasındandır.”9
Diğer taraftan, Süleyman Çelebi’nin kullandığı dilin de bunda payı vardır. Hz.
Peygamber’in rıhletine üzülen sahabeler
hakkındaki şu dizeler, eserin dilindeki
samimiyet ve sadeliğin güzel örnekleridir. (Süleyman Çelebi Mevlid’inde Hz.
Peygamber’in daha çok Mustafa ismini
kullanmıştır. Türklerde Mustafa isminin
sıkça kullanılmaya başlanmasında bunun
ne derece etkisi olduğu araştırılmaya değerdir sanıyoruz):
Ah idüp birbirine bakar idi
Birinin odu birin yakar idi
Didiler birbirine kim nidelüm
Çünki Hak emridurur sabridelüm
Çün sefer kıldı cihandan Mustafâ
Dünyadan hiç kimse ummasın vefâ
Gelünüz kim Mustafâ’ya gidelüm
Mustafâ’suz bu cihanı nidelüm10
16
E
Eserin sahibi Süleyman Çelebi hakkında
çok net bilgiler yoktur. Bursa’da büyük
ihtimalle 1351 yılında doğmuştur. Devrin devlet adamlarından Vezir Ahmet
Paşa’nın oğludur ve ilimle uğraşan kültürlü bir aileden gelir. “Çelebi” unvanından ârif ve kâmil bir insan olduğu anlaşılmaktadır. Yıldırım Bayezid devrinde
8 A. Necla Pekolcay, “Mevlid”, DİA, c. 29, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara, 2004, s. 486.
9 Eroğlu, “Vesiletü’n-Necât’ta Ahenk Unsurları”, s. 220.
10 Süleyman Çelebi, Mevlid, haz. Faruk K. Timurtaş, MEB
Yayınları, İstanbul, 1990, s. 77-78.
inşası tamamlanan Ulu Cami imamlığına Emir Sultan’ın tavsiyesiyle getirilir.
Zaten kendisi de Emir Sultan müritlerindendir. Mevlid’i kaleme alışıyla ilgili anlatılan yaygın rivayet de onun bu
görevi yürüttüğü yıllara aittir: Bir vaiz,
Bakara suresinin 285. ayetini açıklarken
peygamberler arasında bir fark bulunmadığını, bu sebeple Hz. Muhammed’in
Hz. İsa’dan ve diğer peygamberlerden
üstün olmadığını söyleyince cemaatten
bazıları vaize karşı çıkmış, tartışmalar
büyümüştür. Bunun üzerine Süleyman
Çelebi “Ölmeyip İsa göğe bulduğu yol
/ Ümmetinden olmak için idi ol” beytini söylemiş, halkın çok beğendiği bu
beyti Hz. Peygamber’in hayatının bazı
bölümlerini içine alacak şekilde geliştirerek eserini tamamlamıştır11.
Türk ve İslam dünyasının en önemli edebî metinlerinden olan Mevlid’in Bursa’da
ve bir Bursalı tarafından yazılması şehir
için başlı başına bir itibar kaynağı iken,
Süleyman Çelebi’nin etkisiyle birçok
mevlid şairi yetiştiren bir muhit haline
gelmesi de Bursa’ya ayrıca bir değer katmıştır12. Vesiletü’n-Necât bu manada bir
“kaynak metin” olma vasfına da sahiptir.
Bir Bursa Sürgünü: Ahmet
Paşa
Bursa ve edebiyat
deyince akla gelen
ilk isimlerden biri
Bursalı Şair Ahmet
Paşa’dır
(1426?1496). Büyük ihtimalle Edirne’de
11 Pekolcay, “Mevlid”, s. 486.
12 Bursalı Lâmiî Çelebi, Mevlidü’r-Resûl, haz. Süleyman
Eroğlu, Bursa Kültür A.Ş., Bursa, 2011, s. 15.
S
I:2 H
IR N 2 1
dünyaya geldiği halde ömrünün çoğunu Bursa’da geçirmesi ve burada ölmesi
sebebiyle Bursalı olarak bilinir. Babası
dönemin âlimlerinden, 2. Murat’ın kazaskeri Veliyyüddin Efendi’dir ve Ahmet
Paşa da babasının yolundan giderek ilmiyeye intisap eder. Tahsili bitince müderris olarak Bursa Muradiye Medresesi’nde
göreve başlar. Ardından Edirne’ye tayin
edilir. 2. Mehmet’in tahta geçmesinden
sonra kısa sürede yükselip önce kazasker, sonra padişah musahibi ve hocası
olur. Ahmet Paşa, âlim ve şairliği kadar
devlet adamlığıyla da öne çıkar. Bilhassa
İstanbul kuşatmasında 2. Mehmet onu
yanından ayırmamış ve askerin manevi
gücünün yükseltilmesinde ondan yararlanmıştır. Fakat Fatih’in en yakınında
bulunması kıskançlıklara yol açmış, bazı
dedikodular üzerine hapsedilmiştir. Bu
gözden düşmenin sebebi kesin olarak
bilinmemekle birlikte, Fatih’in Ahmet
Paşa’yı önce katlettirmek istemiş olmasından ciddi bir suçlama ya da komplo
söz konusu olduğu düşünülebilir. Fatih’e
hapisteyken yazdığı rivayet edilen, derin
bir yakarışın ifadesi olan meşhur Kerem
Kasidesi sayesinde affedilmiş ve Bursa’da
Orhan ve Muradiye medreseleri mütevelliliğine atanarak İstanbul’dan uzaklaştırılmış, bir daha da dönememiştir. Muradiye’de kendi yaptırdığı medresenin
bitişiğindeki türbeye defnedilmiştir13.
Devrinde şairler sultanı olarak anılan
Ahmet Paşa, divan şiirinin kurucu şairlerinden biridir. Onun şiirleriyle Türkçe bir şiir dili olarak daha da gelişmiştir.
Eski kaynaklarda Ahmet Paşa’nın bu başarısında Çağatay şairi Ali Şir Nevâi’nin
büyük payı olduğu ifade edilmektedir.
13 Günay Kut, “Ahmed Paşa”, DİA, c. 2, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989, s. 111-112.
ŞEHIR &
Tezkirelerin anlattığına göre, Ali Şir
Nevâi Sultan 2. Bayezid’e otuz üç gazelini
göndermiş, 2. Bayezid de bu şiirleri Ahmet Paşa’ya göndererek nazire yazmasını emretmiştir. Ahmet Paşa bu gazelleri
gördükten sonra güzel şiirler yazmaya
başlamıştır. Fakat bu görüşün hatalı olduğu ortaya konmuştur. Zira Ahmet Paşa’nın edebî şöhreti Nevâi’nin gazelleri
daha Anadolu’ya gelmeden önce teşekkül
etmiştir14.
Bu otuz üç gazel konusuyla ilgili bir tespite yer vermek gerekir. Orta Asya’dan
gönderilen bu siparişname, şöyle bir
meydan okumayı da içerir: “Bu siparişnameyle Hüseyin Baykara ve Nevâî’nin
şahsında Timuroğulları, Osmanoğullarına belki de şöyle sesleniyordu: ‘Bizim
ülkemizde Türk şiir dilinin çıktığı seviyeyi Nevâî’nin bu şiirleri göstermektedir.
Sizin ülkenizde bu şiirlere denk şiirler
yazacak şair var mıdır?’ Diğer bir ifadeyle Timuroğulları, Orta Asya şairleri ve
Herat, Nevâî’nin bu gazelleri vasıtasıyla
Osmanoğullarına, Anadolu şairlerine ve
İstanbul’a üstünlük taslamakta ve kendilerinin daha büyük olduğunu iddia etmektedir, denilebilir.”15
Ahmet Paşa, yaşadığı devirde bir manada
Anadolu şairlerinin temsilcisidir ve yukarıdaki çerçeveden bakıldığında cevap
verme görevi 2. Bayezid tarafından kendisine verilmiştir. “Özellikle o devirlerin
devlet geleneği siyasi rekabeti ve zaferleri
kültür ve sanat alanında da göstermeyi
gücünün mütemmimi olarak görmek14 Ali Alparslan, Ahmet Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1987, s. 11; Yusuf Çetindağ, “Ali Şîr
Nevâî-Ahmet Paşa Etkileşimi ve Otuz Üç Gazel”, Bursalı
Şair Ahmet Paşa ve Dönemi Sempozyumu, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2010, s. 110-120.
15 Çetindağ, a.g.b., s. 112.
17
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
teydi.” İşte edebiyattaki bu rekabetin
Anadolu tarafında yer alarak Anadolu
Türk şiirinin büyüklüğünü göstermek
Bursalı Ahmet Paşa’ya nasip olmuştur16.
Ahmet Paşa’nın yaptırdığı medrese bugün Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları
Müzesi olarak kullanılmaktadır. Türbe ise
ziyarete kapalıdır. Türbenin kapısını çevreleyen kenarlık, yüzyıllardan beri ziyarete gelen şairlerce âdeta bir taziye defteri
haline getirilmiş, Ahmet Paşa için beyitler
yazılmıştır. Tanpınar, Bursa’yı ziyaretlerinden birinde, o zamanlar harap halde
olan türbenin kapısındaki pervaz taşında
okuduğu bir beyitten şöyle söz eder:
“Bu türbenin kapısında -sol tarafta, pervaz taşında- Meşrutiyet’ten çok evvel
Bursa’ya kaplıcalar için giden Şeyh Saffet
Efendi’nin çok güzel bir ta’lik ile yazılmış
bir beytini okumuştum. Yazık ki ezberimde değil ve şu anda notlarım arasında
da bir türlü bulamadım. (…) Şeyh Saffet
Efendi bu beytinde Ahmet Paşa’ya, ‘Hasta vücudum için senin ruhaniyetinden
yardım istemeğe gelmiştim fakat türbeni kendi vücudumdan daha harab buldum.’ der. Son yirmi, yirmi beş senenin
ciddi çalışmalarına kadar Bursa’da sanat
eserlerimizin vaziyetini bu beytin isyanı
kadar iyi hülasa eden cümle yoktur zannederim”17.
18
E
Tanpınar’ın Şeyh Safvet Efendi’ye ait olduğunu söylediği beyit, hâlâ yerindedir.
Ne yazık ki okunamayacak kadar silinmiştir. Beyit üzerindeki silinti izleri, bu
yıpranmanın zamanla doğal şekilde ger16 Bedri Mermutlu, “Şair Ahmet Paşa’nın Döneminde
Toplumsal Algı”, Bursalı Şair Ahmet Paşa ve Dönemi
Sempozyumu, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları,
Bursa, 2010, s. 67.
17 Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, haz. Birol
Emil, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1996, s. 223.
çekleşmediğini düşündürüyor. Bununla
birlikte, kapının üzerinde bu silme ya da
silinmelerden kurtulmuş pek çok manidar beyit vardır. Tanpınar’ın andığı
beyte çok benzer bir tanesi, meşhur şair
Muallim Feyzi’ye aittir. Ahmet Paşa’nın
Kerem Kasidesi’ne hoş bir telmihte bulunarak türbenin perişanlığını şöyle anlatıyor şair:
Nola kerem kılup imara himmet eyleyesin
Harap cismimizin farkı yok mezarından
(1306/1888)
1620’lerde yazılmış olan bir diğer beyit,
Ahmet Paşa’nın çok istemesine rağmen
İstanbul’a ve hükümdara bir daha kavuşamamasına çok ince şekilde dokunur:
Ne kadar cehd edersen bir murada
Nasib olmaz mukadderden ziyade
Hadis-i şerifte “Âlimin ölümü, âlemin
ölümü gibidir.” denir. Âlim ve şair Ahmet Paşa’nın ölümüyle Bursa’da doğan
büyük boşluk, o sıralar henüz yirmi dört
yaşında bulunan Mahmud adlı bir genç
tarafından doldurulacaktır.
Bir Bursa Vurgunu: Lâmiî
Çelebi
Bursa’da kültür ve edebiyat denince akla
gelen ilk simalardan biri tartışmasız olarak Lâmiî Çelebi’dir (1472-1532). Asıl
adı Mahmud, mahlası Lâmiî olan sufi
şair, Yeşil Cami’nin nakışlarını yapan
Nakkaş Ali Paşa’nın torunudur. Muradi-
S
I:2 H
IR N 2 1
ye Medresesi’nde ilim tahsilinden sonra
tasavvufa yönelerek Nakşibendi şeyhi
Seyyid Ahmed Buhari’ye intisap etmiş,
Bursa’nın zengin manevi ortamında tasavvuf ve edebiyatı birleştiren bir Nakşi
şeyhi olarak yaşamıştır. Bütün ömrünü
Bursa’da geçiren Lâmiî, İstanbul’da şeyhini ziyaret dışında pek bulunmamış fakat
eserleriyle İstanbul’da tanınmıştır. Dört
hükümdar dönemini idrak eden şair, Yavuz Sultan Selim’e takdim ettiği Hüsn ü
Dil adlı eseri sayesinde 35 akçe yevmiye
ile maaşa bağlanmış; daha sonra Kanuni’ye de eser sunarak çeşitli ihsanlara kavuşmuştur. Eserleri sayesinde elde ettiği
gelir, herhangi bir resmî görev almadan
kendisini ilim ve tasavvufa, eser yazmaya
vermesini mümkün kılmıştır. Otuz yedi
yaşında eser vermeye başlayan Lâmiî Çelebi, çekildiği köşesinde tespitlere göre
telif ve tercüme kırktan fazla eser yazmıştır18. Klasik edebiyatımızın en verimli
yazarlarından biri olmasında onun resmî
bir görevi, herhangi bir işi olmamasının
büyük etkisi vardır. Bu yönüyle Lâmiî
Çelebi örneğinde, işi sadece okumak ve
yazmak olan bir aydın da görebiliyoruz.
Sanatkârın devlet eliyle desteklenmesinin ne büyük önemi olduğu da yine buradan çıkaracağımız derslerdendir.
Lâmiî Çelebi; İranlı büyük sufi, âlim ve
şair Molla Abdurrahman Câmi’nin başta
Nefehâtü’l-üns adlı eseri olmak üzere bazı
önemli eserlerini Türkçeye çevirdiği için
“Câmi-i Rum” yani Anadolu’nun Abdurrahman Câmi’si olarak da tanınmıştır.
Lâmiî’nin kendisi gibi bir Nakşibendi
olan Molla Câmi’ye hürmet ve sevgisinin
eseri olan bu tercüme eserler, aslında ter18 Lâmi’î Çelebi, Bir Bursa Efsanesi-Münâzara-i Sultân-ı
Bahâr Bâ-Şehriyâr-ı Şitâ, haz. Sadettin Eğri, Kitabevi
Yayınları, İstanbul, 2001, s. 42.
ŞEHIR &
cüme olmaktan ziyade uyarlama da sayılabilir. Şunun için ki Lâmiî Çelebi’nin
medresede öğrendiği ilimler, araştırmacılığı ve tasavvuf içinde kazandığı irfan
ve olgunluk, çevirdiği eserleri günün
şartlarına göre şekillendirmesini ve uyarlama biçiminde yazmasını sağlamıştır19.
Lâmiî’nin yazdıkları içinde doğrudan
Bursa hakkında olan iki eseri vardır: Şehrengiz-i Bursa20 ve Münazara-i Bahar u Şita.
Ağırlıklı olarak nesir şeklinde kaleme alınan Münazara-i Bahar u Şita yazarın ilk
eserlerinden olup Kanuni’ye takdim edilmiştir.21 Uludağ’da mevsimlerin savaşan
iki rakip hükümdar gibi temsil edildiği,
mevsim geçişlerinin alegorik tarzda anlatıldığı22 güzel bir eser olan Münazara’da
bitki örtüsü, yaylaları ve rüzgârlarıyla
bütün Uludağ tabiatı tanıtılmış olmaktadır. Eserin yazılış sebebi de ilginçtir: Lâmiî Çelebi’nin arkadaşlarıyla bir sohbeti
sırasında söz Keşiş Dağı’na (Uludağ’a)
gelir. Dağın bu isimle anılmasından hoşnut olmayan Lâmiî bir kelime oyunuyla,
Keşiş’in belki de rahip anlamında değil,
Farsça keşiden (çekmek) filinden çekişmek anlamında bir kelime olabileceğini
söyler. Dağın ismi de bahar ve kış mevsimleri arasında yaşanan çekişmeden
gelir. Arkadaşları, Lâmiî Çelebi’nin bu
yorumunu çok beğenirler ve bu konuyu
yazmasını dilerler. Lâmiî eseri yazmaya
bu sohbetten sonra karar verir23.
Şehrengiz-i Bursa ise, bir şehrin güzellerini anlatmayı hedefleyen şehrengiz
19 Günay Kut, “Lâmiî Çelebi”, DİA, c. 27, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s. 96-97.
20 Lâmi’î Çelebi, Bursa Şehrengizi, haz. Mustafa İsen-Hamit
Bilen Burmaoğlu, Bursa Kültür A.Ş., Bursa, 2011.
21 Lâmi’î Çelebi, Bir Bursa Efsanesi, s. 58.
22 Lâmi’î Çelebi, a.g.e., s. 75.
23 Lâmi’î Çelebi, a.g.e., s. 76-77.
19
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
türünün en dikkat çekici örneklerinden
biridir. Almancaya da çevrilmiş olan
Şehrengiz’in yazılış tarihi belli değildir.
Aslında şehrengizlerin konusu “güzellikleriyle şehirde fitne koparan güzeller”dir.
Lâmiî’nin şehrengizi ise güzelleri değil,
şehrin güzelliklerini anlatır. Çünkü devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman
Bursa’yı ziyarete gelecektir. Lâmiî, padişaha bir hediye olmak üzere bu eseri
yazar. Bursa’nın gezilip görülmeye değer
yerlerini anlatmak amacıyla yazdığı Bursa Şehrengizi, bu manada bir gezi rehberi
olarak görülebilir24.
Eserin giriş kısmından sonra ilk olarak
Uludağ’a övgüyle karşılaşılır. Mesire yerlerinin, sularının ve yaylalarının başka
başka güzellikleri karşısında hangisinin
tercih edileceği konusundaki şaşkınlık ifade edilir. Daha sonra medrese ve
tekkeler, ardından da Kale ve Pınarbaşı
anlatılır. Emir Sultan külliyesi tanıtılıp
bazı şeyhler zikredilir ve camilere sıra
gelir. Camiler içinde Ulu Cami özellikle
vurgulanır, Ulu Cami girenlerin çıkmak
istemeyeceği bir cennet olarak nitelenir.
Türbeler, çarşılar, kaplıcalar, bağ ve bahçeler de eserde ihmal edilmez. Bursa’nın
değişik mevsimlerde aldığı görünümlerle
şehrin tanıtımı tamamlanır25.
20
E
Ömrü boyunca Bursa’da yaşayan Lâmiî
Çelebi, doğup büyüdüğü bu şehri hem
manevi havası hem de tabiatının güzelliği bakımdan çok sever. Bursa’dan başka bir şehri tercih etmemesi bu sevgiden
kaynaklanır. Öte yandan, bu tür eserler
yazan diğer şairler gibi Lâmiî de Bursa
24 Lâmi’î Çelebi, Bursa Şehrengizi, s. 10.
25 Lâmi’î Çelebi, a.g.e., s. 11-12.
Şehrengizi’ni bir hemşehrilik borcunun26
edası gibi görür. Yine de Bursa’yı Mısır
ve Şam şehirlerini kıskandıracak kadar
güzel anlatma isteği, şairin şehre karşı
sevgisinin ifadesidir:
Getür hemşehrilik hakkın yirine
K’işidüp Mısr u Şâm anı yirine
Mehmet Akif ve Bülbül
Bursa, İstanbul’un
ne kadar kıyısında
da bulunsa, önemini şu ya da bu
konuda ne kadar
kaybetmiş de olsa
hem evliya yurdu hem de “payitaht-ı kadim” olması bakımından her zaman el üstünde
tutulmuştur. Bursa’nın Yunan ordusu
tarafından işgalinin etkisi bu yüzden çok
sarsıcı olmuştur. Bu olay üzerine Meclis
kürsüsüne siyah örtü serilmiş ve işgal bitene kadar orada kalmıştır. O dönemin
gazeteleri Bursa’nın işgalini büyük bir
üzüntüyle karşılamış, Hakimiyet-i Milliye
haberi “Türk’e verilen azapların en acısı”
diyerek şöyle duyurmuştur:
“Bursa bizim ikinci Kâbe’mizdi. Cedlerimiz, padişahlarımız, sanatlarımızla
taşlarına, topraklarına kadar Türk olan
Bursa şimdi hainlerin elinde çarmıha
gerilen, bin yarasında bin sızı, sabırlı bir
Mesih’ten başka bir şey değil. Bursa ne silahlı bir şehirdi ne de askerdi. Bursa Keşiş’in eteğinde itikâfa çekilmiş vecd içinde
derin bir sanatkâr, bir âbiddi. Medeniyet
26 Lâmi’î Çelebi, a.g.e., s. 9.
S
I:2 H
IR N 2 1
dünyasının bizi terbiye etmek için (!) silahlandırarak memleketimize salıverdiği
Yunan çocukları kim bilir ona neler yapmışlardır! Bursa bizden maddeten uzaklaşan Mekke’nin, Medine’nin içimizde
kalan son timsaliydi.”27
Türk edebiyatının Bursa’ya dair hissiyatımızı ifaden eden en güzel örneklerinden biri de, işgale dair çok kötü haberler
gelirken Mehmet Akif’in kaleme aldığı
anıtsal değerdeki Bülbül şiiridir. Büyük
bir hayıflanmanın ve çaresizce öfkelenmenin görüldüğü bu şiir, Bursa’nın bizim
için sadece kutsallığını ifade etmesiyle
öne çıkar. Diyebiliriz ki Akif için İstanbul’un işgali bile Bursa’nın düşmesi kadar
yıkıcı olmamıştır. Çünkü Bursa ocağın
yeniden tutuştuğu, asırlar boyu İslam’ın
hem kılıcı hem kalemi olmuş bir milletin
Selçuklu’dan sonra yeniden büyümeye
başladığı yerdir, kaynaktır. Yunan işgaliyle mahremiyetimize girilmiş, baba
ocağımız çiğnenmiş, hakarete uğramıştır28. Akif’in şiirde kendimize bu kadar
öfkelenmesinin, “Bugün bir hânümânsız
serseriyim öz diyarımda” diyerek kendisini yurtsuz hissetmesinin sebebi budur.
Mehmet Akif, bilindiği üzere pek çok
şiirinde İslam âleminin içine düştüğü
durumdan bahsederek felaketlerimizin
sebeplerini, kurtuluş yollarımızı gös27 Alev Sınar, “Bir Şehrin Edebiyata Yansıyan Acı Hikâyesi:
Milli Mücadelede Bursa”, U.Ü. Fen-Ed. Fakültesi Sosyal
Bilimler Dergisi, yıl: 8, sayı: 13, 2007/2, s. 343-344.
28 Yunan Başbakanı Venizelos’un oğlu Sophoklis, Osman
Gazi türbesine kılıç saplamış; sonra Orhan Gazi türbesinde sandukaya pervasızca yaslanıp fotoğraf çektirmiş
(Sınar, a.g.m., s. 343, 346.), Avrupa gazetelerine göndermiştir. Akif bu hayâsızlığa duyduğu öfkeyi de şiirinde dile
getirir. Aynı öfkeyi vatan şairi Namık Kemal’in oğlu Ali
Ekrem Bolayır “Dayanma” adlı şiiriyle gösterir: “Dayanma,
saye-i sakfında hâşiane eğil / Eğil bu türbede alçak canınla,
haddini bil!” (Ali Ekrem, Vicdan Alevleri, Ahmet İhsan ve
Şürekâsı, İstanbul, 1341, s. 50.)
ŞEHIR &
termeye çalışır. Akif, bunu yaparken
kendimizi zaman zaman çok sert şekilde eleştirir. Öyle ki “Pek az fikir adamı, Akif kadar kendi mensup olduğu
zümrenin insanlarını bu kadar ağır bir
şekilde tenkit edebilmiştir.”29. Bülbül’de
bu tenkidin en acı şekillerinden biriyle karşılaşıyoruz. Klasik edebiyatımızda âşığın sembolü olan, hep sevilen ve
acınan bülbül, Akif’le birlikte ve elbette
Bursa vesilesiyle bambaşka bir şekilde
düşünülmüştür. Bu şiirde bülbül, divan
şiirindeki gibi bir sembol olarak değil,
somut anlamıyla yer almıştır30. Aynı zamanda bu şiirle birlikte bülbül, bir şair
tarafından belki de ilk kez sevgi dışında,
öfke duygusuyla böylesine azarlanmıştır. Şiir, bunalmış olan şairin rahatlamak
için çıktığı bir akşam gezintisi sırasında
duyduğu bülbül sesiyle, daha doğrusu
feryadıyla başlar. Bülbülün şikâyet eder
gibi matemli feryadı Akif’e göre yersizdir çünkü bülbülün her şeyi vardır. Şair
ise onun sahip olduklarının hiçbirine
sahip değildir. Bülbülün ailesi, âşiyânı
(yuvası), gelmesini beklediği bir baharı,
kimselerin çiğneyemeyeceği bir yurdu,
neşeli, aydınlık bir dünyası ve özgürlüğü vardır. Şairse hânümânsızdır (evsiz),
baharı bile güze dönmüştür, ecdat toprağını Batı’ya çiğnetmiştir, memleket
ufukları yüzlerce yıldır aydınlığa hasrettir ve özgürlüğü elinden alınmıştır.
Böyle bir durumda matem tutmak ve
feryat etmek bülbülün değil, şairin şahsında Türk milletinin hakkıdır. Akif’in
kurduğu bu tezat, şiirin sanat gücünü
arttıran bir unsur olarak görülebilir.
29 Orhan Okay, Mehmed Akif Bir Karakter Heykelinin
Anatomisi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005, s. 79.
30 Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal Eve Dönen Adam, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1995, s. 58.
21
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Şiirde matem hakkı bize verilir fakat İslam ülkelerinin düştüğü durumdan dolayı bütün millete hatta topyekûn İslam
âlemine yöneltilmiş bir öfke de vardır.
İstiklal şairimiz gelinen noktayı, dört kelimeyle özetler: hüsran, zillet, hicran ve
haybet (mahrumiyet). Selahaddin-i Eyyûbi ve Fatih gibi büyük cetlerin yurtlarının Doğu’nun “vefasız ve kansız” evlatlarınca baştan başa çiğnetilmesi hüsran;
Osman Gazi’nin türbesinde çan sesinin
duyulur olması, ezan sesinin göklerden
silinmesi, Orhan Gazi türbesinin düşman
ayakları altına alınması büyük bir zillet;
Yıldırım Camisi gibi mabedlerin öksüz
kalışı, kudretli bir maziden ayrılış ve ona
duyulan hasretimiz hicran; sığınaksız kalan Müslümanların yerlerde sürünmesi
ve öldürülmesi ise haybettir. Bu şekilde
Akif, Batı’nın emperyalist saldırıları ile
bizim dinî ve millî değerlerimizi yok etmeyi hedeflediklerini de vurgulamış olmaktadır.31 Şiirde İslam âleminin sahipsiz
kalışı, Osmanlı’nın yıkılışına bağlanır; bu
yıkılışın en büyük acısı da Osmanlı’nın
kurulduğu şehri kaybedişimizdir. Mehmet Akif bu şehri “İslam’ın haremgâhı”
olarak niteler çünkü tam anlamıyla bir
İslam şehridir Bursa; Peygamber torunu Emir Sultan’ıyla, Horasan erenleriyle,
Mevlid’i ve Ulu Cami’siyle bir İslam şehri.
22
E
Akif, Ankara’da Tâceddin Dergâhı’nda
gözyaşı dökerek yazdığı32 bu şiirini çok
sever ve tekrar tekrar okurmuş fakat
okurken yüzünün rengi değişirmiş33.
“Allah bu millete bir daha Bülbül şiiri yazdırmasın.” diyerek, şairin dövündüğü şu
kısmı aşağıya alalım:
31 Nurullah Çetin, Emperyalizme Direnen Türk: Mehmet
Akif Ersoy, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012, s. 63.
32 Cemal Kutay, Necid Çöllerinde Mehmet Âkif, Tarih
Yayınları, İstanbul, 1963, s. 259.
33 Mustafa Kara, Bursa’da Kırklar Meclisi, Bursa Büyükşehir
Belediyesi Yayınları, Bursa, 2011, s. 121.
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem
benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez
âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânümânsız serseriyim öz diyârımda!
Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefasız, kansız
evlâdı,
Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i
ecdâdı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Selahaddin-i Eyyûbi’lerin, Fatih’lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkus inlesin beyninde
Osman’ın;
Ezan sussun, fezalardan silinsin yâdı
Mevlâ’nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mazi serâb
olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb
olsun!
Çökük bir kubbe kalsın mâbedinden Yıldırım Hân’ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri
Orhan’ın!
Ne haybettir ki: Vahdetgâhı dinin devrilip,
taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan
dindaş!
Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle
kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce
doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın haremgâhında
nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın
değil mâtem!34
34 Mehmet Akif bu şiirin altına şu notu düşmüştür: “Bu
manzume yazılırken Yunan istilası altındaki topraklarımıza hususiyle Bursa’ya dair, elîm haberler geliyordu;
tetkikine de imkân yoktu.” Mehmet Akif Ersoy, Safahat,
Akçağ Yayınları, Ankara, 1994, s. 450.
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
ürünleridir. Ancak tamamlayıcı sıfatını Bursa’da Zaman38 şiiri için kullanmak
doğru olmaz çünkü Bursa’ya yazılmış
en güzel birkaç şiirden biri olan Bursa’da
Zaman, Beş Şehir içindeki Bursa’da Zaman
bölümünün özüdür diyebiliriz.
Tanpınar Estetiğinde Bursa
Bursa’yla ilgili olarak yazılan yüzlerce
şiir, makale, deneme, şehir tarihi, roman vs. vardır. Bunların listesine kabaca bir bakış atıldığında Lâmii Çelebi’nin
Şehrengiz-i Bursa’sından Mustafa Armağan’ın Bursa Şehrengizi’ne, Hüseyin Vassaf’ın Bursa Hatırası’ndan Attila İlhan’ın
Bursa’dan Yaylımateş’ine varana kadar
pek çok önemli isim ve eser bu noktada
zikredilebilir. Ancak bu yazarlar içinden
biri, kendisinden sonra Bursa hakkında
yazanlardan pek çoğunu etkilemesi, yazdıklarıyla Bursa’nın kültür ve edebiyat
tarihinde bu manada âdeta bir milat olmasıyla diğerlerinden ayrılır. Bu yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Yazarın
Bursa’yla ilgili en önemli nesri, 1946’da
tamamladığı Beş Şehir35, daha doğrusu Beş
Şehir’deki Bursa’da Zaman bölümüdür.
1941’de Bursa’da Zaman ve Hülya Saatleri
adıyla yayımlanan bu metin, Beş Şehir’i
doğuracak olan ilk eserdir aynı zamanda. Ayrıca Bursa’nın Daveti (1948)36, Bursa
Yangını (1958)37 adlı yazıları Tanpınar’ın
bu metni tamamlar nitelikteki diğer
35 Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, MEB, İstanbul, 1969.
36 Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 215-219.
37 Tanpınar,, a.g.e., s. 220-225.
Bursa hakkında yazdığı eserleri ile Tanpınar neden en öne çıkmış ve bu kadar
sevilmiştir? Kanaatimizce bunun iki sebebi var: Birincisi, Tanpınar’ın ilim adamı kimliğidir. Hem kendi kaynaklarımıza hem de Batılı kaynaklara derin vukufu
bilinen yazarımızın Bursa yazılarında
tarih, edebiyat ve sanat konularında verdiği hükümlerin isabeti bununla ilgilidir.
İkincisi, o büyük bir sanatçıdır ve bilgiyi
en güzel, en etkileyici form içinde vermek ister. Tanpınar’ı anlatmak için kullanılan sıfatlardan birinin “estet” olduğu
burada hatırlanmalıdır. Yani hayattaki
ve sanattaki her unsura sağlam bir estetik terbiye ile bakar. Bu estetik yaklaşım
onun yazdığı edebiyat tarihinden tutun,
Avrupa’da gezdiği resim sergilerinde
aldığı notlara varana kadar bütün yazılarında, her kelimesi özenle seçilmiş,
düşünce ağırlığından başka hiçbir yükü
olmayan harikulade cümlelerinde rahatlıkla görülür39. Bu bakımdan “Tanpınar’ın bir kelimesini bile feda etmemek
lazım.” diyen Birol Emil çok haklıdır40.
Büyük yazar, biraz da insana kendi dilinin imkânlarını yeniden öğreten yazardır. Tanpınar’ın yaptığı işin bir boyutu
da budur. Onun Bursa’nın Daveti, Bursa
38 Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirleri, Dergâh Yayınları, haz. İnci Enginün, İstanbul, 1994, s. 50.
39 İnci Enginün-Zeynep Kerman, Günlüklerin Işığında
Tanpınar’la Başbaşa, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008.
40 Turan Alptekin-Birol Emil, “Tanpınar’ın Bir Kelimesini
Bile Feda Etmemek Lazım”, Kitap-lık, sayı: 40, YKY,
İstanbul, 2000, s. 127.
23
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Yangını yazılarını ve en önemlisi Beş Şehir’in Bursa’da Zaman bölümünü böyle
bir açıdan okuduğumuzda, tanıdığımız
şehri gözlerimizin önünde adım adım
nasıl billurlaştırdığını görürüz. Bu doğrudan doğruya onun kendisine kurduğu
ve mücevher gibi işlediği Türkçe ile ilgilidir. Sihirbazın dokunduğu nesnelerde
gerçekleşen olağanüstülükler gibi, Tanpınar’ın dokunuşundaki büyü de dikkatine çarpan her şeyi değiştirir ve artık
eskisinden daha başka ve daha değerli
bir hâle getirir. Bursa’nın ilk kahramanları, ilk aşkları, Bursa mimarisi, Horasan
erenleri, Muradiye hüznü ve bütün tabiat, Tanpınar’ın özgün ifade şekilleriyle ve
elbette o muazzam dikkatiyle bambaşka
bir havada karşımıza çıkar. Yazar “Ben ki
dikkati ilahlaştırmışımdır” der. Dolayısıyla buradaki anahtar kavramın “dikkat”
olduğunu vurgulamalıyız.
Tanpınar’ın Bursa üzerine yazılarını
bütün sanatkâraneliğine ve subjektif
görünüşlerine aldanıp sadece birer deneme olarak kabul ettiğimizde, yazarın
üzerinde çok düşünüldüğü belli olan tarih yorumlarını ve sosyolojik tahlillerini
gözden kaçırma ihtimali vardır. Dolayısıyla bu yazılar böyle bir yaklaşımla da
okunmalıdır.
24
E
Tanpınar’ın ilk Bursa metni, 1941 yılında yazdığı Bursa’da Zaman şiiridir. Aşkı,
ölümü ve sonsuzluğu Bursa’da birleştiren
bu şiir o kadar sevilmiş ve etkili olmuştur ki kendisinden sonra yazılan Bursa
şiirlerinden pek çoğu onun dilinden ve
duygusundan bağımsız kalamamıştır.
Sanatının “bütün bir tarafını” borçlu
olduğu şehir hakkında yazdığı bu şiire
baştan sona hâkim olan tevazu ve sükûnet, şiirin olduğu kadar Bursa’nın da asıl
büyük taraflarını oluşturur. “Bursa’da bir
eski cami avlusu / Küçük şadırvanda şakırdayan su” girişi, bu tevazu ve sükûneti en baştan çok güzel gösterir. Bursa’yı
kuruluş devrinin kutlu hatıraları içinde
sade fakat güçlü motiflerle vermesi, şiirin etkisini açıklayan diğer unsurdur:
Bir duvar, bir çınar, birkaç semt ismi ve
su sesiyle kadim başkentimizin çehresi
Türk şiirinde ölmeyecek surette belirir.
Sonra, tarihimizin acılarından olan kardeş ve evlat katli meselesini bir çırpıda
özetleyen “Muradiye sabrın acı meyvası”
yahut tarihe gark olmuş bir şehir halkını
anlatan “Bu hayalde uyur Bursa her gece”
gibi yoğun ve düşündürücü dizeler de şiirin niçin çok etkili olduğu hakkında fikir
vermektedir.
Şiirden yedi yıl sonra yazılan Bursa’nın
Daveti, yazarın şu sorusuyla başlar: “Niçin
Bursa’yı bu kadar seviyoruz?” Yazının tamamı aslında bu soruya verilmiş zengin,
ayrıntılı bir cevaptır. Bu cevabın özü de
şu cümledir: “Onda en saf şeklinde kendimizi gördüğümüz için Bursa’yı seviyoruz”41. Kendimizi; yani tarihimizi, dilimizi ve yaratıcı sanat kudretimizi. Kuruluş
devrinin bütün şiirselliği, yeni yaratmaya
başladığımız dünya, Bursa’dadır. Kazandığımız toprakların anavatana dönüşmesinde onun büyük yeri vardır. Gerçi Malazgirt’i tamamlayan İstanbul’un fethidir
fakat Bursa bu ikisi arasında yolun yarısı
denemeyecek kadar önemlidir; o, “yolun
yarısından daha kuvvetli bir şeydir”42 yazara göre.
Bu yazıda Tanpınar, Bursa hakkında daha
önce başka yazarlarca belki de pek farkına
varılmayan bazı konulara da işaret eder.
41 Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 216.
42 Tanpınar, a.g.e., s. 217.
S
I:2 H
IR N 2 1
Bunlardan biri Türkçenin Bursa’da aldığı
kıvamdır. Üzerinde ilk durduğu örnek,
kalıcı fetihlerin kılıçtan önce dil ile gerçekleştirildiğini ima eden “Gümüşlü” örneğidir. Geleneğe göre, Osman Gazi’nin
gömülmek istediği yere verdiği bu isim,
Türkçenin Bursa’yı bizim adımıza fethedişidir; “Türk muhayyelesinin Bursa’da ilk
çalışmasıdır.”43 Beş Şehir’de ise Gümüşlü’yü
anlatırken bu hususa daha başka ve sanatkârca yaklaşarak Gümüşlü kelimesinde
sihirli bir aynanın parladığını, bir “istikbal
rüyası”na benzediğini söyler.
Türkçe ile ilgili diğer bir yargısı şöyledir: “İstanbul Türkçesi dediğimiz şey
İstanbul’un fethinden evvel başlar.” Bu
yargının hiç kuşkusuz Türkçeyi aşan
bir tarafı vardır: İstanbul Türkçesi nasıl
ki Somuncu Baba’nın sohbetinde, Emir
Sultan’ın ilahilerinde, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde, Ahmet Paşa’nın, Ahmed-i Dai’nin şiirlerinde ve nihayet bu
yeni başkent ahalisinin dilinde neşv ü
nema bulan Türkçeden nasiplendiyse;
mimaride, yaşayış üslubunda ve kültür
hayatında da böyle bir devamdan belli
ölçüde bahsedilebilir. Yazar bu noktada
özellikle mimari konusuna işaretle: “(…)
Yıldırım’la, Muradiye’yi ve Yeşil’i yepyeni bir nisbet fikri, aydınlığı yeni kabul
şekli onlardan ayırır. Bu, artık Akdeniz’i,
Marmara’yı gören, onun dehasını benimseyen bir milletin mimarisidir. Bu,
güneşin dilini bilen bir konuşmadır.”44
diyerek Bursa mimarisinin Asya’da bıraktığımız mimari ile ayrılıklarını ortaya
koyar ve İstanbul’da devam edip yükselecek olan mimarinin başlangıcını da göstermiş olur.
43 Tanpınar, a.g.e., s. 216.
44 Tanpınar, a.g.e., s. 217.
ŞEHIR &
Tanpınar’ın en öznel görünen yargılarında bile bizi onun nesnelliğine inanmaya
zorlayan bir çekicilik vardır. Yine Bursa
mimarisi hakkındaki ilginç yorumlarını
içeren aynı yazıdan aldığımız şu iki parçada bunun örneklerini görüyoruz. Yazar, Orhan Gazi ve Hüdavendigâr devirlerinde mimarlık eserleri olmadığını
ileri sürdükten sonra şöyle devam ediyor:
“Halbuki isteseler yaparlardı. Bütün Anadolu’da, İran, Suriye, Irak ve Mısır’la beraber çok kuvvetli (…) bir Türk mimarisi
vardı. Fakat onlar yeni vatanın kendine
mahsus bir mimarisi olmasını istediler.”
“Kuruluş devrinin bütün füsûnu Bursa’dadır. Bu füsûnu, üstünde yükseldiği toprağı kavramasını bilen ve o kadar
asırdan sonra ilk günlerin tazeliğiyle bizi
saran mimari yapar. Bütün hayat orkestrasını bir sanatın tek başına idare ettiği
bir şehir görmek isteyenler –hiç olmazsa
vatanımızda- Bursa’yı görmelidirler.”45
Tanpınar Bursa’nın Daveti’nden on yıl
sonra ve maalesef korkunç bir yangın vesilesiyle kaleme aldığı Bursa Yangını adlı
yazıda, bu millî felakete hayıflanmakla
kalmayıp kendimize karşı kayıtsızlığımızı sebepleriyle tahlil eder. Bu tahlilde
sözü bağladığı yer, pek çok yazısında
gördüğümüz gibi, insan ve zihniyet meselesidir. Bir Batılıdan naklen söylediği
“daima bir şey bekliyormuş gibi” yaşamak, mensup olduğumuz zihniyetin en
büyük zaaflarından biridir. Kapalıçarşı
bölgesi gibi bir millî serveti “bir kıvılcımın tesadüfüne” bırakmak, ancak bu zaafla açıklanabilir. Çarşının yangınla neticelenen derbederliğine razı oluşumuza
da bu türden anlamsız bir bekleyiş sebep
olmuştur. Doğu, ya alışkanlıklarıyla yaşar
45 Tanpınar, a.g.e., s. 216.
25
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
ya da hayale kaçar: “Bunu yapar yapmaz
da bugünün baskısı üzerimizden kalkar,
kuş gibi hafifleriz. İçimizde daima aralık
duran bu firar kapısı yüzünden tecrübe
denen şeyin hayatımızda bir türlü sarih
bir yeri olmamıştır. Son Bursa yangını
cinsinden felaketlerin hakiki sebebi realiteye sarahatle bakmamamızdır.”
Yazar, bu felaketten kendisini de sorumlu tutar. Bursa’yla ilgili korkularını, endişeli düşüncelerini hiç yazmamış, bunlardan kimseye bahsetmemiştir. Tek başına
şu cümlesi bizim zihniyet dünyamızın
bir tarafını bütün çıplaklığıyla ortaya koyar: “Bizde sorumluluk vicdan azabının
çocuğudur.” 46
Bursa’nın yaşadığı doğal felaketlerin kısacık bir tarihçesini de veren yazarın
yangından sonra şehri yeniden imar
ederken dikkat etmemiz gerekenleri anlattığı kısım, bugün dahi bir şehircilik
manifestosu olarak okunup değerlendirilecek kadar önemlidir. Ayrıca yazının
bütünüyle birlikte bu kısım, Tanpınar’ın
büyük üzüntü zamanlarında bile dilinin
iç disiplininden, üslubundan hiç ödün
vermediğini de bize öğretmektedir. Bursa ovasının ziyan edildiğini özellikle vurguladıktan sonra şöyle diyor Tanpınar:
26
E
“Bugünün Türkiye’sine bu felaketle yeni
bir vazife daha düşüyor. Bursa’yı yeniden
kuracağız. Aman yanılmayalım ve üstünde bu mühim ameliyeyi yapacağımız
şeyin Bursa şehri, yani bütün bir tarih
olduğunu unutmayalım. (…) Bu ovayı
bizim için o kadar manalı yapan ruhun,
Bursa’nın tarihi ve sanat eserleri olduğunu söylemem icap ediyor. Tarih insandır.
Tabiat insanla birleşince güzeldir. Bursa
46 Tanpınar, a.g.e., s. 221.
cinsinden şehirler daima tarihî çehreleriyle ve ona sadık kaldıkları nispette
mevcutturlar. Bu tarih bizden sonra da
devam edeceğine göre onu yalanlayacak,
onunla çatışacak hamlelerden sakınmalıyız. Bursa’ya benzeyen Floransa, Ravena
gibi İtalyan şehirlerinin, Granada, Sevilla
gibi İspanyol şehirlerinin güzelliklerini,
bugünle tarihin kucak kucağa yaşaması
vücuda getirir. Bu sadece tarihî eserlere
hürmetle, onları, velev ki yıkık bir duvar
yahut bir taş parçası olsun, ehemmiyetle
muhafaza etmekle olmaz. (…) Ayrıca bu
tarihin dikte ettiği dersi iyice dinlemek
lazımdır. Bursa peyzajının rahatça tahammül edeceği mimarinin üslubunu,
şehrin alacağı manzarayı ancak o zaman
gerektiği gibi tayin edebiliriz. Zamanın
yarattığı büyük ve canlı terkipler daima
büyük dikkatler ister.”47
***
Rahmetli Hocamız Mehmet Çavuşoğlu’nun tabiriyle bir “çağrı-eser” olan Beş
Şehir’in48 Bursa kısmı, Tanpınar’ın Bursa üzerine asıl konuşmasıdır. Bursa’da
Zaman’ın şu yedi unsur üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz: zaman, kuruluş
dönemi kahramanları, aşk, su, mimari,
ölüm ve sükûnet. Bu unsurlardan bazıları birlikte ele alınmıştır. Mesela ilk dönemin önemli şahsiyetlerinden bazıları
aynı zamanda Bursa’nın ilk aşk hikâyelerinin de kahramanlarıdır. Yazar, dört
aşk hikâyesi üzerinde durur: Osman Gazi
ve Malhun Hatun, Orhan Gazi ve Nilüfer Hatun, Abdurrahman Gazi ve tekfur
kızı, Emir Sultan ve Hundi Hatun. Ölüm
47 Tanpınar, a.g.e., s. 225.
48 Mehmet Çavuşoğlu, “Beş Şehir’i Okurken”, Bir Gül Bu
Karanlıklarda-Tanpınar Üzerine Yazılar, haz. Abdullah
Uçman-Handan İnci, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 182.
S
I:2 H
IR N 2 1
ve sükûnet de aynı şekilde birlikte değerlendirilir. Mimari, yazının ağırlık noktalarından birini teşkil eder. Bursa suları
bahsinde ise iki isim anılır. Biri, “Velhasıl
Bursa demek, sudan ibaret bir kelamdır.”
sözü vesilesiyle Evliya Çelebi, diğeri sürgün geldiği Bursa’da yaptırdığı iki yüz
kadar çeşme ile meşhur olan Şeyhülislam
Abdülaziz Efendi’dir.
Bölüm, kişisel bir izlenimle başlar. Bursa
Tanpınar için iki zamanlı bir şehirdir; birincisi aktüel zamandır, ikinci zaman ise
“Billur bir avize Bursa’da zaman” dizesinin ifade ettiği gibi, kristalleşmiş ve her
an şehirli hayatının içine karışmış olan
zamandır. İkinci zaman sanattan, ihtiras
ve imanla yaşanmış hayattan ve tarihten
oluşur. Bursa’nın belli bir döneme ait oluşundaki kuvvet de bunlardan doğmaktadır. Bu ikinci zaman kendisini o kadar
kuvvetle hissettirir ki yazar birdenbire
sırçadan bir kubbenin çatlayacağı ve altta birikmiş bu zamanın dışarıya taşacağı
ŞEHIR &
vehmine kapılır. Tarih elbette büyük bir
tarafıyla mimaridir fakat isimler, yani dil
bu tarihin hem parçası hem aktarıcısıdır.
Gümüşlü, Yeşil, Muradiye, Geyikli Baba,
Nilüfer vs. Bursa’da tarihi Türkçe adına
ve belki yapılardan da fazla korur. “Siz
mazi dediğimiz ıtrı bize zaman içinde
uzatan altın, gümüş, billur mahfazalarsınız.”49 diyen Tanpınar’ın isimler üzerinde fazlasıyla durması, bu isimlerin kendi
üzerindeki etkisini “tenha saatlerinize
küçük ve munis rüyalar gibi sokulurlar.”
yahut “çok hasretli lezzetleri vardır.” gibi
sanatkârca yorumlarla vermesinin bir sebebi bu olsa gerek.
Yukarıda sebeplerine işaret edildiği üzere Tanpınar, ilgili bütün metinlerinde
Bursa’nın mimarisi üzerinde ısrarla durur. Önemli gördüğü eserler hakkında
kuru bilgi vermek yerine sanat değerleri ve sanat tarihimizdeki yerleriyle ilgili
tespitlerde bulunur. Elbette bu tespitleri
kendine has üslubu ve dikkatleri çerçevesinde yapar. Mesela, Beş Şehir’de “Osmanlı macerası bir aşk romanıyla başlar.”
deyip Orhan Gazi ve Nilüfer Hatun aşkından bahsettikten sonra Nilüfer Hatun
vesilesiyle sözü İznik’teki Nilüfer Hatun
İmareti’ne getirir:
“İznik’teki o güzel imaret beş kapılı revakı ve çok rahat kubbesiyle Nilüfer Hatun’a
izafe edilir. Selçuk mimarisinin renkli,
teferruat üzerinde fazla duran itikâfından, bu imaretle ve Murad-ı Hüdavendigâr’ın Çekirge’deki camiiyle çıkarız.”50
Yukarıda vurguladığımız tamlama, Tanpınar’ın sanat eserini yorumlama tarzını anlamakta da bir ipucu sayılabilir.
49 Tanpınar, Beş Şehir, s. 112.
50 Tanpınar, a.g.e., s. 114.
27
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Bir kubbe için basık, geniş, büyük, dar,
küçük, gösterişli, muhteşem vs. sıfatlar
kullanılabilir fakat rahat sıfatını kullanan
Tanpınar olmuştur.
Osman Gazi ve Orhan Gazi türbeleriyle
Emir Sultan türbesine geldiğinde ise yazarın epeyce hayıflandığını görüyoruz.
Tarihî adıyla Gümüşlü Kümbet depremde yıkıldıktan sonra bu türbeler Tanzimat zamanında yapılmıştır ve özel bir
önem gösterilmesi gerekirken “gülünç
şekilde resmi bir üslup”la karakol binası
gibi yapılmıştır. Hiçbir ruhaniyet taşımayan bu binaların içinde iki büyük şahsiyet
gurbette gibi yatmaktadırlar. Başlarının
ucunda ise torunları Sultan Abdülaziz’in
ihdas ettiği birer Osmanlı nişanı asılıdır.
Tanpınar buna “talihin korkunç istihzası” der51. Yazarın korkunç bir alay olarak
değerlendirdiği bu durum, yani devleti
kuranların göğsüne torunları tarafından
aferin der gibi ve üstelik kurucunun adını taşıyan bir nişan takılmasındaki tuhaflık, üslubun ve inceliğin kaybedilişinin
de bir göstergesidir.
28
E
Zaman içinde harap olan ve 3. Selim zamanında yenilenen Emir Sultan türbesi de
Gümüşlü’de olduğu gibi asıl ruhunu kaybetmiştir. Zengin bir malzemeyle yapılmış
olmasına rağmen bu bina “boş, manasız
bir cümle gibi zekâyı bir müddet yorduktan sonra ‘Ben bir hiçim!’ diye zaafını itiraf”
eder. O artık “büyük ruh rüzgârlarının estiği” bir mekân olmaktan çıkmıştır. Türk
müziğinin Dede Efendi ile yaptığı rönesans
devrinde böyle cansız bir mimari eserin
vücuda getirilmesi ise yazarın asıl şaşırdığı
ve tezatlı bulduğu durumdur52.
51 Tanpınar, a.g.e., s. 117.
52 Tanpınar, a.g.e., s. 125-126.
Tanpınar yenilenen bu tür eserlerde
kaybolmasından şikâyet ettiği ruhu Yeşil Cami ve Yeşil Türbe’yi gezerken bulur. Yazar, “Cedlerimiz inşa etmiyorlar,
ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini
ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı.” diyerek övdüğü mimari anlayışın bu
iki güzel örneği karşısında heyecanlanır
ve Yeşil Türbe’de ölümün kazandığı yumuşak çehreyi şöyle ifade eder: “Bu türbe ve buna benzer yerlerde yatanlar için
perdenin arka tarafı, şüphesiz ki sadece
tatlı bir uyuşukluk içinde, kaybedilmiş
nimetlerin hasreti duyulan bir rüyadan
ibarettir. Onlar, velveleli bir hayatın sonunda dinlendirici hassaları olan bir suda
yıkanır gibi bu mezarlarda uyuyorlar.”
Bursa’da Zaman şiirinde geçen “İsterdim
bu eski yerde seninle / Baş başa uyumak
son uykumuzu” dizeleri, Yeşil Türbe’nin
yazar üzerindeki bu etkisinden gelmektedir. Aynı etki, bizim ölümle kurduğumuz ilişkinin boyutlarını anlatırken de
kendisini gösterir. Tanpınar’a göre ölümün korkunç gerçekliğini bizim kadar
yumuşatabilen, onu ehlileştiren millet
pek yoktur. Bu ehlileştirme ve hayatın
bir parçası haline getirme işi de çok basit unsurlarla yapılır: “Sade mimarili bir
türbe, çok defa tahtadan, sırasına göre
oymalı ve zarif, bazen de düz ve basit bir
sanduka, birkaç işlenmiş örtü veya düz
yeşil çuha, bir kavuk, bir tuğ... İşte cedlerimize ebedî hayatı tecessüm ettirmeğe
yeten malzeme bundan ibarettir.”
Bu malzemeyi büyük bir sükûn yaratacak
şekilde toparlayan eski sanatkârlar hanedan türbelerine bir şey daha kazandırırlar
ki Tanpınar buna “evliya talihi” diyerek
mimarinin toplum üzerindeki psikolojik
etkisine işaret eder:
S
I:2 H
IR N 2 1
“Bütün ömrü boyunca didişen, yabancı
şöyle dursun oğul-kardeş kanı dökmekten çekinmeyen insanlar, usta mimarların ve sanatkârların ellerinden sızan
hüner ve rahmaniyet sayesinde bir evliya
talihini paylaşıyorlar.”53
Yazar, Bursa’da en beğendiği yapılardan
biri olan Yeşil Cami’yi anlatmaya André
Gide’den başlar. Ona göre, Yeşil Cami’yi
en iyi anlayan yazar Gide’dir. Gide’in
Günlük’ünde bu mabed karşısında ürperti, coşkunluk ve hayranlıkla söylediği
sözler, İstanbul için söylediklerini Tanpınar’a affettirir, “Gide’i Bursa için yazdıklarından dolayı yine seviyorum.” der.
Peki, Gide Bursa ve Yeşil Cami için neler
söylemiştir? Günlük’ünden birkaç satırı
takip edelim:
“Çamların gölgesinde, derin bahçeleriyle nazlı bir gül, sâfiyet gülü olan Bursa,
gençliğimin seni görememiş, tanımamış
olması nasıl mümkün oluyor? (…)
Bir dinlenme, berraklık, denge yeri,
kutsal bir gök mavisi, kırışığı buruşuğu
olmayan bir mavi; mükemmel bir zihin
sağlığı… Ey Cami! Nefis bir Tanrı’nın
mekânısın sen.
Bu kutsal yerde uzun müddet murakabeye daldım ve nihayet tenkit Tanrı’sının
ibadet için bizi burada beklettiğini ve bizi
duruluğa çağırdığını anladım.”54
Gide’in bu hayranlığına Yeşil Cami’yi
fazlasıyla layık görür Tanpınar. Mimarimizin en mükemmel eseri değildir kuşkusuz fakat Süleymaniye’nin ihtişamına
giden yolda Yeşil Cami vardır. Tanpınar
53 Tanpınar, a.g.e., s. 122-124.
54 André Gide, Günlük (Seçmeler), çev. Fuat Pekin, MEB,
Ankara, 1963, s. 221-223.
ŞEHIR &
üslubunda bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Bayezid ve Süleymaniye’nin mükemmeliyetine ve ihtişamına doğru yol
alan oluş halinde bir tekniğin bu camide
en güzel ve en fazla telkin edici tereddütlerinden birini geçirdiği de muhakkaktır.
(…) Ve daha ziyade ileriye doğru yürürken geriye atılan son bir bakışa benzer.
Fakat bu bakış ne kadar hesaplı bir tecrübe ile doludur.”55
Bu tecrübeyi anlattığı bundan sonraki
cümlelerinde Tanpınar âdeta bir tarih
felsefesine gider. İlginçtir, aşağı yukarı aynı şablonu çok sonra yazdığı Huzur
adlı romanında da kullanır. Dolayısıyla
Beş Şehir, yazarın temel metinlerinden
biri olarak sonraki eserleri üzerinde de
fikir ve yaklaşım tarzı bakımından etkili
olmuştur diyebiliriz. İlginç bulduğumuz
bu durum, aşağıdaki iki parçada karşılaştırılabilir. İlk parça yukarıdaki paragrafın
devamı, ikinci parça ise Huzur romanındaki bir yemek sahnesinden alıntıdır:
“Gelenek ona erişmek için ne kadar zenginleşmiş, ne karışık merhalelerden geçmiştir. Bu hendesenin günün birinde bu
vuzuh ve nispet içinde bu kadar sade bir
oyunda kendini göstermesi için, ihtiyar
Asya yerinden oynamış, medeniyetler
birbirine girmiş, insan cemaatleri en geniş manada değişikliklere uğramıştır.”
“Şu barbunyayı burada bu akşam beraberce yiyebilmemiz için kaderin asırlarca çalışmasını düşün. Evvela Yahya Kemal’in dediği gibi Don ve Volga, Tuna
suları Karadeniz’e akacak. Dedelerimiz
kalkıp Orta Asya’dan gelecek, İstanbul’a
yerleşecekler. Sonra, İkinci Mahmud
Nuran’ın büyük dedesini Bektaşidir diye
55 Tanpınar, a.g.e., s. 125.
29
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
yoksa vur deyince öldürmek deyimiyle
mi anlatmalı, doğrusu bilemiyoruz.)
İstanbul’dan Manastır’a nefyedecek; orada Merzifonlu zengin bir binbaşının
kızıyla evlenecek. Benim dedem, karısı
kaçtıktan sonra kendisini teselli için yazdığı, sonra bilmem hangi paşaya hediye
ettiği bir Kur’an’ın parasıyla bu köşkü
alacak. (…) Sonra Nuran’ın babası çocukken hastalanacak, annesi Aziz Mahmud
Hüdai Efendi’ye adayacak, büyüyünce
pirin dergâhına girecek, orada babamla
dost olacaklar. Nuran doğacak… Siz doğacaksınız…”56
30
E
Tanpınar Bursa sularına sözü getirdiğinde iki ismi anar. Bunlardan biri, büyük
seyyah Evliya Çelebi’dir. Evliya’nın Bursa için söylediği çok meşhur iki cümlesi
vardır: “Bir ruhaniyetli şehr-i kadimdir.”
ve “Velhasıl Bursa demek, sudan ibaret
bir kelamdır.” Bu sözleri çok önemseyen
yazar, “Canım Evliya! Sade bu iki cümlen için benim hafızamda adın Bursa ile
birleşiyor.” dedikten sonra, ruhunu şad
etmek için Bursa çeşmelerinden birine
onun adının verilmesi dileğinde bulunur. (Tanpınar’ın bu dileği yıllar sonra
gerçekleşmiş ve UNESCO tarafından
Evliya Çelebi Yılı ilan edilen 2011’de
Bursa’ya Evliya Çelebi adına elli tane çeşme yapılmıştır57. Bunu kadirşinaslıkla mı
56 Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Tercüman 1001 Temel
Eser, s. 141.
57 http://www.bursa.bel.tr/bursalilar-evliya-celebi-cesmelerinden-su-icecek/haber/7990/
Su vesilesiyle sözü geçen ikinci isim, sürgün geldiği Bursa’da yaptırdığı iki yüz
kadar çeşme ile meşhur olan Şeyhülislam Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’dir.
Mustafa Armağan’ın hoş yakıştırmasıyla
“Su gibi aziz ol!” sözünün kendisine atfen
söylenmesi muhtemel olan eski şeyhülislam58, yazara göre bir su şehrinde hiç de
ihtiyaç duyulmadan bu çeşmeleri yaptırmıştır. Abdülaziz Efendi’nin üzerine titrediği bu çeşmeleri yaptırmasının psikolojik temelinde Tanpınar iki sebep bulur:
Güzelliğini gördüğü Bursa’ya -tıpkı çılgın
bir âşığın sevdiği kadını değerli taşlara
boğması gibi- “su seslerinden çelenkler,
âvizeler” hediye etmek istemesi; sürgün
geldiği bu şehirden bir daha dönemeyeceği sevgili İstanbul’una olan hasretinin
bu çeşmeler aracılığıyla anılması.
Yazar 17. yüzyılda yaşamış bu iki önemli sima vesilesiyle tarihimiz hakkında
tahlillere de girişir. Devrin sözünü esirgemeyen sufilerinden bahisle vardığı şu
düşünceyi örnek olarak verelim:
“İslam ulemasının ve şeyhlerinin tarihteki rolü kadar tezatlı hiçbir şey yoktur.
Bir taraftan fitneyi ortadan kaldırmak
veya ona yol vermemek için en çetin istibdatlara razı olurlar. Diğer taraftan da
cezbeleri tutunca en olmayacak zamanda
hakikatleri söyleyerek sözün ayağa düşmesine ve fitne kapılarının ardına kadar
açılmasına sebep olurlar.”59
Tanpınar, kanaatimizce en güzel Bursa
58 Mustafa Armağan, Bursa Şehrengizi, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 80.
59 Tanpınar, Beş Şehir, s. 120.
S
I:2 H
IR N 2 1
hatırasını sona saklamıştır. “Bütün pınarlardan içmiş olsam bile ne çıkar?” diyerek
Bursa’da dolaşırken ölüm ve yokluk düşüncesinin boğuculuğu içinde bunalıp sıkıştığı bir anda, oturduğu kır kahvesinin
ihtiyar kahvecisi, elindeki kocaman kırmızı bir gülü kurnanın içine atar. Tanpınar, şaşkınlığını ve hayranlığını şöyle
ifade eder: “Bu ihtiyar ve biçare adam
bu sanatkâr hareketi nereden öğrenmişti? Kendi talihine bırakılmış bu biçare
adamda hangi asil terbiye, hangi güzellik ananesi devam ediyordu?”60 Sıradan
bir göz için basit sayılabilecek bu jestle,
Tanpınar bir hamlede “kıymetlerin dünyasına”, hayatımızın güzelliklerle dolu
taraflarına yeniden döner. Suyun üzerinde yüzen bir gül, onun sanatkâr ruhunu
ferahlatır. Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın
hayatında güzelliğin oynadığı rolü hiçbir
şeyin bu parça kadar anlamlı şekilde izah
edemeyeceği tespitinde bulunur. Buradaki azaplı ruh halinden birdenbire kurtuluş, Şeyh Galib’in o nefis müseddesinde
anlattığı hali andırırken Tanpınar da çok
sevdiği Galib’e benzer:
Mahzun idi bir gün dil meyhane-i mânâda
İnkâra döşenmişdim efkâr düşüp yâda
Bir pîr gelip nâgâh pend etdi alelâde
Al destine bir bâde derd ü gamı ver bâda61
(Bir gün gönül mana meyhanesinde mahzundu
Aklıma efkâr düşüp inkâra döşenmiştim
Ansızın bir pîr geldi, basitçe öğüt verdi:
Eline bir kadeh al, dert ve kederi rüzgâra ver)
***
60 Tanpınar, a.g.e., s. 134.
61 Şeyh Gâlib Dîvânı, haz. Muhsin Kalkışım, Akçağ Yayınları, Ankara, 1994, s. 192.
ŞEHIR &
Son olarak Beş Şehir’in Bursa’sı ve Bursa’da Zaman şiiriyle ilgisi bakımından
Tanpınar’ın bir hikâyesini gözden kaçırmamak gerektiğini söyleyelim. Emirgân’da Akşam Saati (1944-1946)62 adlı bu
hikâyenin kahramanı Sabri, Bursa üzerine bir eser hazırlamaktadır. Bursa camileri ve mezarları üzerine çalışırken ölüm
hakkında düşündükleri, aşk ve mimariyi
iç içe görmesi, bu eserlerle benzer yanlar
taşımaktadır. Bursa’da Zaman şiirindeki
Yeşil Türbesini gezdik dün akşam
(…)
İsterdim bu eski yerde seninle
Baş başa uyumak son uykumuzu
dizelerinin bulunduğu ikinci kısım ve Beş
Şehir’in Bursa bölümünde ölüm ve mimari üzerine söylenenler, hikâyedeki şu
parçayla hemen fark edilen bir yakınlık
gösterir:
“Karısının hasreti âdeta beraberinde yürüyordu. Tanıdığı semt ve mimari eserlerinin, hayatlarını düşündüğü geçmiş
insanların adlarına rast geldikçe ürperiyor, Bursa’daki hayatını özlüyordu. Yemek sofrasını, çocuklar yattıktan sonra
geç vakte kadar Seher’le baş başa oturmalarını, içini altüst eden bir sıcaklıkla
hatırlıyordu. Bu sıcaklık, mevzuuna da
geçmişti. Daha doğrusu onun sayesinde
kendi hayatı, Bursa mimarisi, hiç yaşamadığı devirler bir potada erimiş madenler gibi birbirlerine geçmişler, tek bir
şey olmuşlardı.
(…) Hiçbir şey kendisine yabancı ve kendisinin dışında değildi. Yeşil ve Muradiye, Seher’in kendisi değil miydiler? O
62 Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Dergâh Yayınları,
İstanbul, 1992, s. 327-364.
31
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
türbelerin çinilerindeki renklerde onun
sabahlarından, hâlâ gördüğü rüyaların
akisleriyle -tıpkı güneş vurmuş bir akşam denizi gibi- zengin, mahmur uyanışlarından bir şeyler yok mu idi? Sonra bütün o ölüler, şimdiye kadar sandığı gibi
kendisinden o kadar başka başka insanlar
mı idi? İnsan ruhu o şekilde yaratılmıştır
ki eşyanın dışında dolaşıp kalmazsak her
şeyi benimseyebiliriz.
(…) Evet bu ölüler kendisinden çok ayrı,
çok başka şeyler değildi. Onların hepsi
ömür dediğimiz o çeşitli kumaşı kendi
içlerinden kopan bir şeyle dokumuşlar.
Hepsi sevmişler, ayrılmışlar, mahzun bir
yalnızlığa bir anne memesi gibi zaman
zaman asılmışlar, gurbeti, ıstırabı, anlaşılmamazlığı, sevginin sıcaklığını tatmışlardı. Bütün bunlar her insanda o kadar
bir olan şeylerdi ki bizden evvelkileri anlamak için kendi hayatımızı şuurla yaşamak yeterdi.”63
***
Edebiyat bir kültür işidir, bir yaşama ve
görme biçimidir. Tanpınar Bursa’ya dikkatinin penceresinden ve böyle bir açıdan bakmış; sevdiği, gururlandığı, huzur
bulduğu şehri kendi estetiği içinde yansıtmıştır. Bursa, değerini ve sahip olduklarını Tanpınar’a borçlu değildir elbette
ama şurası kesin ki Tanpınar olmasaydı
Bursa’yı bu kadar zengin ve derin şekilde
hissedemeyecektik.
32
E
63 Tanpınar, a.g.e., s. 347-348.
Sonuç
“Türk Edebiyatı ve Bursa” başlığı altında
andığımız bu büyük şahsiyetler dışında
muhakkak ki Bursa’yla ilgili unutulmaması gereken önemli eserler veren pek
çok yazar vardır ve bunların başında Evliya Çelebi gelir. Türk nesrinin şaheserlerinden sayılan Seyahatname’nin yazarı
Evliya Çelebi, İstanbul’dan sonra ilk olarak Bursa’ya gitmiş; eserinin ikinci cildinde şehrin kuruluşuna dair rivayetleri, lodosu, Bursa sularını, ârifler mekânı
olarak nitelediği Bursa kahvehanelerini,
yılın her gününe bir tane düşecek kadar
bol olan mesire yerlerini vs. mizahının
büyük bir tarafını oluşturan o çok hoş
abartmalarını da kullanarak anlatmıştır. Evliya Çelebi’nin yanında, Bursa’yı
kaplıcalarından çarşı ve okullarına kadar tanıtan Bursa’dan Konya’ya Seyahat
adlı kitabıyla Mehmed Ziya Bey’i, Bursa Haffaflar Çarşısı esnafının garip ve
hasta kuşlara gösterdikleri alicenaplığı
öğrendiğimiz Gurebahane-i Laklakan’ın
yazarı Ahmet Haşim’i, Bursa’nın yeşili hakkında yazılmış en güzel şiir ve
yazılardan biri olan Merhaba Yeşil’iyle
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu, zengin bakış
açıları ve çağrışımlar taşıyan Bursa adlı
şiiriyle M. Niyazi Akıncıoğlu’nu yahut
“işte bursa şehri secdeye varmış” diyen
Attila İlhan’ı da bu yazarlar arasında
mutlaka hatırlamamız gerekir.
Bursa daima sevilen bir şehir olmuştur.
Ona duyulan sevgide hürmetle karışık
ince bir hissiyat bulunur. Belki de bu
sevginin sırrı, Hasan Âli Yücel’in sözünde gizlidir: “Her Türk biraz Bursa’da
doğar, onun için Bursalı olmayan Türk
S
I:2 H
IR N 2 1
yoktur.”64 Fakat İstanbul için öyle değildir;
Nedim’den sonra çok sular akmış, İstanbul, mesela Tevfik Fikret için “facire-i
dehr”; Mithat Cemal için ikiyüzlülüklerin,
türlü ahlaksızlıkların yaşandığı bir şehir;
Yakup Kadri için ateşle temizlenecek bir
Sodom-Gomore olabilmiştir kimi zaman.
İstanbul, kendisini o kadar seven Attila İlhan’ın bile “Ulan İstanbul” hitabına
uğramıştır. Oysa Bursa daima hürmetle
sevilmiştir; tarihî hatıraları, tabiatı, ipeği
ve sularıyla daima çok hoş bir zariflikle
sevilmiştir. Bugünkü korkunç göç dalgasından ve münasebetsiz şehirleşmeden
sarfınazar, sükûnet telkin eden kimliği ve
mekânlarıyla edebiyat ve sanat adamlarını
hâlâ da çekmeye devam etmektedir.
Medeniyet içinde insan, şehir, sanat ve
edebiyat aynı ahenge mensuptur. Yükseliş
birlikte olduğu gibi çöküş de birlikte gerçekleşir. Yükseliş ahengini tekrar yakaladığımızda asıl olarak üzerine titrememiz
gerekenin Bursa’ya bu çekiciliği kazandıran tabii ve tarihî nitelikler olduğunun
daha çok farkına varacağız, insanla sanat
arasına giren mesafeleri kaldırmaya başlayacağız. Bu gerçekleştiği zaman, mimari
tarihimizin başyapıtlarından olan, yerli
yabancı onlarca sanat adamına coşkunluk
veren Yeşil Cami gibi bir abidenin bulunduğu şehirde, yağlıboya ile çiğ bir yeşile
boyayıp densizce “Yeşil Cami” adını verdiğimiz betonarme bir ibadethanenin hangi
edebiyat adamına neyi yazdıracağını düşünmek zorunda kalmayacağız.
ŞEHIR &
Kaynakça
1.
Ali Ekrem, Vicdan Alevleri, Ahmet İhsan ve Şürekâsı,
İstanbul, 1341.
2.
Alparslan, Ali, Ahmet Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987.
3.
Alptekin, Turan-Emil, Birol, “Tanpınar’ın Bir Kelimesini Bile Feda Etmemek Lazım”, Kitap-lık, sayı: 40,
YKY, İstanbul, 2000.
4.
Armağan, Mustafa, Bursa Şehrengizi, İz Yayıncılık,
İstanbul, 1998.
5.
Atlansoy, Kadir, Bursa Şairleri-Bursa Vefeyatnamelerindeki Şairlerin Biyografileri, Asa Kitabevi, Bursa, 1998.
6.
Ayvazoğlu, Beşir, Yahya Kemal Eve Dönen Adam, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1995.
7.
Bursalı Lâmiî Çelebi, Mevlidü’r-Resûl, haz. Süleyman
Eroğlu, Bursa Kültür A.Ş., Bursa, 2011.
8.
Çavuşoğlu, Mehmet, “Beş Şehir’i Okurken”, Bir Gül
Bu Karanlıklarda-Tanpınar Üzerine Yazılar, haz. Abdullah Uçman-Handan İnci, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002.
9.
Çetin, Nurullah, Emperyalizme Direnen Türk: Mehmet
Akif Ersoy, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012.
10. Çetindağ, Yusuf, “Ali Şîr Nevâî-Ahmet Paşa Etkileşimi ve Otuz Üç Gazel”, Bursalı Şair Ahmet Paşa ve
Dönemi Sempozyumu, Bursa Büyükşehir Belediyesi
Yayınları, Bursa, 2010.
11. Enginün, İnci-Kerman, Zeynep, Günlüklerin Işığında
Tanpınar’la Başbaşa, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008.
12. Eroğlu, Süleyman, “Vesiletü’n-Necât’ta Ahenk Unsurları”, Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid Sempozyumu,
Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa, 2007.
13. Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, Akçağ Yayınları, Ankara, 1994.
14. Gide, André, Günlük (Seçmeler), çev. Fuat Pekin,
MEB, Ankara, 1963.
15. Hasan Tâib Efendi, Hatıra yahut Mir’ât-ı Burûsa, haz.
Mehmet Fatih Birgül, Bursa İl Özel İdaresi Yayınları,
Bursa, 2007.
16. http://www.bursa.bel.tr/bursalilar-evliya-celebi-cesmelerinden-su-icecek/haber/7990/
17. İnalcık, Halil, “Bursa”, DİA, c. 6, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1992.
18. Kara, Mustafa, Bursa’da Kırklar Meclisi, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2011.
64 Hasan Âli Yücel, “Bursa Bir Dış Değil, Bir İçtir”, Edebiyatımızda Bursa, c. 1, haz. Fâzıl Yenisey, Berksoy Basımevi,
İstanbul, 1956, s. 18.
33
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
19. Karataş, Ali İhsan, “Osmanlı Toplumunda Mevlid
Vakıfları –Bursa Örneği-“, Uluslararası Süleyman
Çelebi ve Mevlid Sempozyumu, Osmangazi Belediyesi
Yayınları, Bursa, 2007.
20. Kut, Günay, “Ahmed Paşa”, DİA, c. 2, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989.
21. Kut, Günay, “Lâmiî Çelebi”, DİA, c. 27, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2003.
22. Kutay, Cemal, Necid Çöllerinde Mehmet Âkif, Tarih
Yayınları, İstanbul, 1963.
23. Lâmi’î Çelebi, Bir Bursa Efsanesi-Münâzara-i Sultân-ı
Bahâr Bâ-Şehriyâr-ı Şitâ, haz. Sadettin Eğri, Kitabevi
Yayınları, İstanbul, 2001.
24. Lâmi’î Çelebi, Bursa Şehrengizi, haz. Mustafa
İsen-Hamit Bilen Burmaoğlu, Bursa Kültür A.Ş.,
Bursa, 2011.
25. Lowry, Heath W., Seyyahların Gözüyle Bursa 13261923, çev. Serdar Alper, Eren Yayınları, İstanbul, 2004.
26. Mermutlu, Bedri, “Şair Ahmet Paşa’nın Döneminde
Toplumsal Algı”, Bursalı Şair Ahmet Paşa ve Dönemi
Sempozyumu, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2010.
27. Okay, Orhan, Mehmed Akif Bir Karakter Heykelinin
Anatomisi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005.
28. Pekolcay, A. Necla, “Mevlid”, DİA, c. 29, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2004.
29. Sınar, Alev, “Bir Şehrin Edebiyata Yansıyan Acı
Hikâyesi: Milli Mücadelede Bursa”, U.Ü. Fen-Ed.
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, yıl: 8, sayı: 13,
2007/2.
30. Süleyman Çelebi, Mevlid, haz. Faruk K. Timurtaş,
MEB Yayınları, İstanbul, 1990.
31. Şeyh Gâlib Dîvânı, haz. Muhsin Kalkışım, Akçağ Yayınları, Ankara, 1994.
32. Tanpınar, Ahmet Hamdi, “Yunus Emre”, Edebiyat
Üzerine Makaleler, haz. Zeynep Kerman, Dergâh
Yayınları, İstanbul, 1995.
33. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Beş Şehir, MEB, İstanbul,
1969.
34
E
34. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Bütün Şiirleri, Dergâh Yayınları, haz. İnci Enginün, İstanbul, 1994.
35. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Hikâyeler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1992.
36. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Huzur, Tercüman 1001
Temel Eser.
37. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi, haz. Birol
Emil, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1996.
38. Yücel, Hasan Âli, “Bursa Bir Dış Değil, Bir İçtir”,
Edebiyatımızda Bursa, c. 1, haz. Fâzıl Yenisey, Berksoy Basımevi, İstanbul, 1956.
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
35
E
ŞEHIR &
DÜNYA
ŞEHIRLERI
36
N
ŞEHIR ERI
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
SARAYBOSNA: BURSA’NIN
GÜZEL KARDEŞI
Hasan Korkut *, Tülay Zıvalı **
Giriş
Avrupa’nın göbeğinde bulunan bir saraydır burası. Dağlar asında gizlenmiş
bir ova. İsmini de bu birleşimden alıyor:
Saray Ova veya bizim Saraybosna’miz.
Avrupa’nın Kudüs’ü olarak bilinir ve
eski Yugoslavya’nın en dinamik, en
stratejik şehri olan Saraybosna bugün
Bosna Hersek Cumhuriyet`nin ve Bosna Hersek Federasyonu`nun başşehri
ayrıca Saraybosna Kantonu`nun merkezidir. Osmanlı medeniyeti ve kültürünü yansıtan ve Osmanlı`nın kurduğu
* Doç. Dr., Uluslararası Saraybosna Üniversitesi, İşletme
Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
* * Uluslararası Saraybosna Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi
Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi
Resim 1: Boşnak Kapısı
37
N
ŞEHIR ERI
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
bir şehiridr. Saraybosna’yı aslında iki
temel özelliği ile anlayabiliriz. İlki, tarih boyunca birçok medeniyete, birçok
ideolojik ayrılığa, farklı dinlere ve farklı
milletlere ev sahipliği yapan ve halen
misafirperverliğini devam ettiren bu
Balkan şehri, kendini hiçbir zaman ara
bölge olma konumundan çıkaramamıştır. İkincisi ise, zorluklar ve acılarla dolu
tarihine rağmen, parlaklığını artırmayı
ve büyümeyi becermiş, cok kültürlü tarihi tecrübesi ve toleranslıya hem Asya
hem de Avrupa’daki medeniyetlere örnek olmayı başarmıştır.
Tarih
Bosna Hersek’in başkenti olan Saraybosna’nın tarihi Osmanlıların bölgeyi
fethiyle birlikte önem arzeder ve yeni
bir safhaya girer. Topografik yerleşim
alanı olarak geleneksel bir şekilde nehir
kenarında merkezini kuran ve zamanla
nehrin iki tarafına da yerleşimini geliştiren Saraybosna’nın, kentleşme anlamında ilk yerleşimi fetihle birlikte gerçekleşmiştir. Saraybosna’nın bugünkü
Baščaršija (Başçarşı) ve etrafında başlayan hikâyesi, zamanla kendini şehrin
38
N
ŞEHIR ERI
Resim 2: Saraybosna Panaroma
batısında bulunan Ilidža (Ilıca), bölgesine kadar uzatmıştır. Miljacka (Milyaçka) nehrinin tam ortasından aktığı
Saraybosna, uzunlamasına büyüyen bir
şehirdir. Evliya Çelebi de nehrin güneyinde bulunan Hünkâr Camii’nin olduğu yerde bir saray inşa edilmek suretiyle
şehrin ismine Saray dendiğini, nehrin
adının ise Bosna olduğunu, nehir isminin şehir ismine izâfe edilmesiyle
“Bosna-Saray” tabirinin ortaya çıktığını
belirtir. Linguistik incelemelerde şehrin ismi; Slav dillerinde, Boşnakça’da
ve Batı literatüründe Sarajevo, Osmanlı
Türkçesi’nde Saray, Saray ovası, Saray
kasabası, Saray veya Bosna Sarayı (Bosnasaray) adlarıyla geçer. İsimleri dillerde ve medeniyetlerde değişiklik gösterse de coğrafi özelliği, şehrin dağlarla
çevirili olup, nehir ile süslenmesi ve bir
ova içinde yer alması onu her hâlükârda
Saray tadında bir şehir yapmaktadır.
Şehir, önemli ulaşım yolları üzerinde
bulunduğundan gelişmeye devamlı müsait olmuş ve bölgedes ürekli bir başkent potansiyeli taşımıştır. Topografik
yapısından ziyade, stratejik önemi ile
de kendisinden bahsettiren bu başkent
S
I:2 H
IR N 2 1
tarih boyunca pek çok defa yıkıma ve
kuşatmaya maruz kalmıştır. Tarihten
günümüze Bosna Hersek’in coğrafi sınırları ve yönetim yapısı birçok kez
değişmiştir. Farklı dönemlerden ve
yönetimlerden geçen Saraybosna, çok
kültürlü yapısını hala daha koruyabilmektedir. Osmanlı’nın Saraybosna’sını
kolaylıkla ikiye ayırabiliriz. İlk olarak en
parlak dönemi olan 16. yüzyıl ve diğeri
ise 17. ve 18. yüzyıllarıdır.
16. yüzyıl Saraybosna için altın çağ
olarak kabul edilebilir. En parlak döneminde, Balkanlarda en ehemmiyetli
Osmanlı şehri olarak bölgeyi yönetmiştir. Osmanlının Balkanlarda zayıfladığı
ve güç kaybettiği 17. ve 18. yüzyıllarda,
Saraybosna’nın düşüşü ve ayrıca toplu
yaygın hastalıkların aşırılaştığı bir döneme şahitlik ediyor bu topraklar.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Saraybosna’ya yeni olarak getirdiği en büyük katkı, şehri Avrupai bir
hale sokmak olmuştur. İmparatorluk
için gayet ender bir biçimde korunan
Saraybosna’ya yatırımlar birçok alanda
gerçekleşmiş, yeni mimarı getirilmiş ve
şehrin ruhu olabildiğince korunup çok
ŞEHIR &
kültürlü yapısı desteklenmiştir. Avusturya-Macaristan dönemi Saraybosna’ya mimarı bir imza atmış ve dünya
tarihinde bir devri bitirip bir devri başlatmasıyla ünlüdür.
Dünyanın sadece bir şehri yirminci asra
savaşla başlayıp aynı asrı yine savaşla
noktaladı. Balkanların merkezindeki
Saraybosna, tüm dünyayı içine sürükleyecek bir harbin de başladığı yer oldu.
Bosna’nın bir asırlık acısını tarif etmek
mümkün mü? Doksanlı yıllardan beri
tüm tepeleri işgal eden mezarlıklar başkente tepeden bakıyor. Yüzyıla savaşla
başlayan Saraybosna 11 bin kişinin ölümü ile yüzyılı yine savaşla noktaladı.
Eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin parçalanmasının ardından,
altıncı federe olan Bosna-Hersek, bağımsızlığını doksanlı yılların başında
ilan etmiştir. Bu ayrılık ve bağımsızlık
hareketi, ülke için çok kolay olmamış,
Bosna yıkım ve soykırıma terk edilmiştir. Savaş, 20. yüzyılda da etnik ayrılıklar
ve dini farklılıklar üzerinden ortaya çıkmıştır. Söz konusu ayrım ve farklıklar ve
savaşın izlerini günümüzde de hissedilebilmektedir. Buna rağmen Saraybosna’yı
39
N
ŞEHIR ERI
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
zengin kılan, bu farklılıkları hala bir arada barındırabilmesi olsa gerek. Bosna
Hersek bugün bağımsız bir cumhuriyettir ve iki entitiden meydana gelmektedir:
Toprakların %51’ine sahip olan Bosna-Hersek Federasyonu ve toprakların
%49’una sahip olan Bosna Hersek Sırp
Cumhuriyeti.
Stratejik Önem
40
N
ŞEHIR ERI
Balkan Yarımadasına hâkim konumu
ve merkezi bir yerleşimi olması sebebiyle, tarih boyunca Osmanlılar için
Avrupa’ya geçiş noktası olma özelliği
taşıyan Saraybosna, Avrupa için de batı
merkezinden doğuya açılan bir kapı olarak algılanmıştır. 20. yüzyılda ise birçok
büyük Avrupa ve Balkan kentine olan
komşuluğu veya rahat ulaşılabilirliği
açısından Sovyet Bloku için önemli bir
jeopolitik rol üstlenmiştir. Şehrin, Balkanların kuzey batısında kalması aslında onu Batı ile Doğu arasında bir köprü haline getirmiştir. Şehrin bugünkü
ulaşım şartlarından bahsedecek olursak,
Bosna Hersek ülke olarak bu tür büyük
yatırımlarda dış desteğe muhtaçtır. Bu
minvalde, bugünlerde Türk şirketi tarafından Bosna’nın doğu ve batısındaki
en önemli şehir olan Zenica (Zenitsa)
ve Mostar’ı birbirine bağlamak üzere
yaklaşık iki sene önce başlatılan otoban
projesinden de bahsetmek gerek. Bu
projenin şu anda son ayağı tamamlanmak üzeredir.
Mimari Yapı ve Tarihi Eserler
Tarihin kattığı farklılıklar özellikle şehir mimarisinde oldukça göze çarpıcıdır. Çeşitli dönemlerden zenginlikler
taşıyan Saraybosna, doğası ve çevre planı ile hem kendini hem de ülkeyi ifade
edebilir bir niteliktedir. Saraybosna’nın
bir ova içinde inşa edildiğini düşünerek,
şehrin her tepeden izlenilebildiği gerçeği ile karşılaşıyoruz ve bu sayede şehri
tanımamızda kolaylıklara sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Öyle ki, dört bir
yandan şehri kuş bakışı izlemek mümkün. Günümüzde yaygın bir spor haline
gelen free running yapanların bu şehri
tercih etmesi de garip değil. Çünkü şehirde yürümek kadar şehri kuş bakışı
izlemekte en az o kadar ilgi çekicidir.
Parkur sporu yapan ve kendi alanında
oldukça ün kazanan Alman asıllı Jason
Paul şöyle anlatıyor tecrübelerini:
“Saraybosna üç kültürün bir karışımı ve
o yüzden çok ilginç bir şehir. Bir kilisenin yanından geçiyorsunuz ve sokağın
sonunda cami ile karşılaşıyorsunuz ve
fark etmeden yolunuz bir sinagoga çıkıyor. Çok ilginçbir şeydir bu, çünkü gezdiğim yerler arasında hiç böyle bir şey
görmedim daha önce. Parkur yaparken,
binadan binaya atlarken, sokakta koşarken, kendimi her an başka bir mimari
tarzla inşa edilmiş yapılarda buluyorum.
Eski yıkık dökük duvarlar, Viyana’dan
veya Avrupa’nın diğer şehirlerinden
tanıdık gelen binalar, çok alışkın olmadığımız minareler ve benzeri taşyapılar.
Bunları görmek güzel, çünkü free runner olarak bizde bir şehrin mimarisi ve
o mimarının çeşitliliği ile besleniyoruz”.
Şehrin dokusu freerunning gibi bir dinamizm içinde tecrübe edinilebilindiği gibi,
belirli durak noktalarını da şehri inceleyebilmek için kullanabiliriz. Bazen ise çeşitli binaların üst katına çıkıp yine Saraybosna manzarasından yararlanabiliriz.
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
Resim 3:
Avaz Tower
Şehri kuş bakışı izlerken gözümüze ilk
çarpacak olan binalardan birisi Avaz
Tower. 176 Metre yüksekliğinde olan
gökdelen hem Saraybosna’nın, hem de
bugünkü Eski Yugoslavya topraklarında bulunan ülkeler arasında en yüksek bina olma özelliğine sahiptir. Kule
kıvrak bir şekle sahip olmakla birlikte,
cephesi renkli camdan oluştuğu için yakından ve uzaktan hemen göze çarpar
niteliktedir. Bosna’nın tanınan medya
grubuna ait olan bu binada ofis katları,
en üst katında ise halka açık olan bir kafeterya bulunmaktadır. Şehrin ortasında bulunduğundan, buradan şehrin her
yerini panoramik açıdan izleyebilirsiniz.
Aynı hissiyata bir başka açıdan ve bir
başka yapıdan varmak istenilirse merkezin hemen içinde Otel Hecco bulunmaktadır. Özgürlük ateşinin yanında
ve Saraybosna’nın en önemli caddeleri
Maršala Tita (Marsala Tita) ile Ferhadıja’nın (Ferhadiye) kesiştiği noktada bulunan bu otelin onuncu katına çıktığı-
nızda dört bir yanı açık, dolaysıyla şehre
360 derece bir manzara sağlayan bir kafe
bulabilirsiniz. Özellikle eski kent merkezine güzel bir manzara sunan bu kafede zaman zaman iş toplantıları için
kullanılan mekân, ayrıca aileler ve gençlericin deçok nezih bir ortam.
Saraybosna’nın en popüler manzara
noktalarından bir tanesi olan Žuta Tabija (Sarı Kale), eski kent merkezinin
hemen yokuş üstünde bulunup, özellikle güneş batımınnda ziyaret edilecek
yerlerden bir tanesidir. Vratnik tepesinde bulunan ve Sarı Kale’ye on dakika
yürüme mesafesinde bulunan Bijela Tabija’da (Beyaz Kale) görebileceğiniz antik bir mekan özelliği taşımaktadır. Kale
Vratnik mahallesini koruma amaçlı çekilen duvarların bir parçası olarak inşa
edilmiştir ve ziyaretçiler için Başçarşı’ya
panoramik bir manzara sunar.
Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin
yanyana yattığı mezarlık, sözü edilme-
41
N
ŞEHIR ERI
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
Resim 4: Başçarşı
si gereken tarihi bir dokudur. Kovačići
(Kovacıcı) tepesi eteklerinde bulunan
ve Skenderija (İskenderiye) mahallesine
ve merkeze görünüm sağlayan yeşil bir
alandır. Yahudi mezarlarının olduğu kısım Avrupa’nın en büyük ikinci Yahudi
Mezarlığı olması özelliği ile de tanınmaktadır.
Daha önce de bahsettiğimiz üzere Bosna
Hersek’te üç dönemin sentezi kendini
hemen hissettiriyor; Osmanlı İmparatorluğu dönemi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemi ve Yugoslavya dönemi. Bu dönemler en çok mimaride ve
kentsel yapılanmada somut olarak göze
çarpmaktadır. Osmanlı mimarisi insan
merkezli, sıcak, canlı bir yapı arz ederken, Avusturya mimarisi soğukluğunu
hissettirmektedir. Yugoslavya döneminde ise Doğu Bloku etkisi ile yüksek katlı
binalar kendini göstermektedir. Son olarak da yeni dönemde inşa edilen modern
binalar şehrin dokusuna eklenmiştir.
Osmanlı Dönemi
Bosna Hersek, Avrupa’da Osmanlı mirasını taşıyan ülkelerden biridir. Osmanlı
kültürünü en batıda yaşayabilmek, ama
aynı zamanda Avrupa’yı Osmanlı gözü
ile görmek mümkün burada. Bosna
Hersek’teki diğer Osmanlı mirasçısı şehirler gibi başkent de, Osmanlı kültürünü çok kuvvetli yaşatmaktadır.
42
N
ŞEHIR ERI
Saraybosna deyince ilk akla gelen Başçarşı, şehrin merkezinde bulunan derin
tarihi ve kültürel birikimleri içinde barındıran meşhur bir Osmanlı çarşısıdır.
15. yüzyılda merkezin genişlemesiyle
birlikte inşa edilen bu çarsı, 19. yüzyılda büyük bir yangın dolaysıyla yarısını
kaybetmiştir. Savaş sırasında ise çeşitli
saldırılara uğrayan bu çarşının sadece
bir bölümü günümüze kadar ulaşmıştır.
Saraybosna’nın sembolü haline gelen,
1753 yılında yaptırılan Sebil, Başçarşı’nın ana meydanında yer almaktadır.
Zamanla yeniden yapılandırılan Sebil
ve çeşmeleri şehirlilere ve yolculara şu
ikram etmek için kullanılmıştır. Başçarşı başlıbaşına bir merkez olarak kullanıldığı için, çeşitli işlevleri olan binalara
sahiptir ve mahalle yapısı özelliklerini
korumaktadır. Bu mahalle anlayışı, dar
ve kısa sokaklardan oluşur ve genelde araç trafiğine kapalıdır. Dükkânlar,
hanlar, camiler, medreseler ve kapalı
çarşılar içermektedir.
Saraybosna`nın kuruluş hikâyesi Osmanlının Anadolu ve Balkanlar’da kurduğu şehirlerin temel özelliklerini taşır.
Osmanlı şehirleri kurulurken genellikle İmaret, Bedesten Kervansaray, Ulu
S
I:2 H
IR N 2 1
Cami (merkez cami) gibi sosyal, iktisadi
ve dini müesseseler etrafında şekilendiği dikkati çeker. Saraybosna`da şahit
olduğumuz diğer bir Osmanlı şehir geleneği ise vakıf anlayışına dayalı bayındırlık faaliyetleridir. Böylece Saraybosna`da olduğu gibi Osmanlı şehirlerinin
kuruluşu, imarı ve iskânında vakıflara
önemli rol düşmüştür. Balkanlar’da Osmanlıların kurduğu diğer şehirlerde olduğu gibi Saraybosna da klasik Osmanlı
şehircilik anlayışı ile şehir kimliğine kavuşmuştur.
Saraybosna onaltı ve onyedinci yüzyıllarda büyük bir gelişme göstermiş, Gazi
Hüsrev Bey’in sancak beyliğine getirilmesi ile birlikte altın çağına ulaştğı
bilinmektedir. Gazi Hüsrev Bey Külliye’si şehrin en önemli ve en görkemli
tarihi yapıdır. Külliye Gazi Hüsrev Bey
tarafından yaptırılıp bizzat onun ismini almıştır. Külliyenin yanı sıra vakıf-
ŞEHIR &
ların kurulmasında, ticari ve kültürel
bakımdan şehrin zenginleşmesinde de
onun katkısı çok önemlidir. Fatih Sultan Mehmet’in temellerini attığı Saraybosna, Hüsrev Bey tarafından ise
güçlendirilip zenginleştirilmiştir. Gazi
Hüsrev Bey Külliye’si; cami, türbeler,
hamam, medrese, tekke, saat kulesi, fırın, çeşmeler, kapalı çarşı ve kütüphaneden oluşur. 1530’da inşa edilen Gazi
Hüsrev Bey Camii külliyenin başyapıtı
olarak hala kullanılmaktadır. Caminin
yapısı tipik Osmanlı mimarisini temsil
eder. 26 metre yüksekliğindeki kubbesi,
camiyi özellikle iç kısımdan daha görkemli hale getirmektedir. Cami minaresi ise 47 metre yüksekliğindedir. Kubbe ve diğer kısımlarda yer alan işleme,
süsleme ve halı gibi detaylar görülmeye
değerdir. Caminin avlusunda zengin
işlemeleri ile meşhur ahşap bir şadırvanbulunmaktadır. Külliyeye sonradan
eklenen türbeler ise yine camii avlusunda görülebilir. Cami karşısında ise Gazi
Hüsrev Bey medresesi yer alır. Kurşunlu medresesi olarak da isimlendirilen
bu yapı Osmanlı döneminde mektep
olarak kullanılmıştır. Medresenin iç
kısmında bir avlu, avlunun içinde bulunan bir havuz günümüze kadar korunmuş ve ulaşmıştır. Medrese hali hazırda
eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam
etmektedir.
Tarihi bir diğer önemli yapı ise Morića Han’dır (Morica Han). 16. yüzyılda
yapılan ve günümüze kadar ayakta kalan tek han, bir vakıf binası olarak inşa
edilmiştir. Gazi Hüsrev Bey külliyesinin
aynı sokağında bulunan han, eski çarşının en gözde mekânlarından bir tanesidir. Morića Han (Morica Han), 300
Resim 5: Başçarşı
43
N
ŞEHIR ERI
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
yolcu ve 70 at kapasiteli bir kervansaray
olarak kullanılmıştır. Hala vakıf idaresinde bulunan bu binayı sosyal ve dini
aktiviteler düzenleyen kurumlar, restoran ve dükkânlar süslüyor.
Öte yandan bir diğer Osmanlı tarihi mirası olan Svrzina Küća (Svrzo’nun Evi),
konak tarzında olan bir mimari eserdir.
Önemi ise 17. yüzyıla ait Müslüman bir
ailenin yaşayışını anlatan bir ev olması
dolayısıyladır. Klasik bir Osmanlı yapısına sahip olan bu ev, sadece dış cepheden
değil, eve girildiğinde de haremlik-selamlık ayrımı ile dikkat çeker. Bugün
müze olarak kullanılan ev, kendi dönemine ait orijinal eşyalar içermektedir.
Avusturya-Macaristan Dönemi
Saraybosna’nın yönetimi 1878 yılında
Avusturya-Macaristan`a devredilir ve
bu yönetim değişikliği şehirde kırk sene
içinde önemli gelişmelere kapı açar.
44
N
ŞEHIR ERI
Resim 6: Latin Köprüsü (Latinska ćuprija)
Öyle ki, hâlâ kullanımda ve şehirliler
için vazgeçilmez bir toplu taşıma aracı
olan Avrupa’nın ilk elektrikli tramvay
hattı burada uygulanır. Viyana’dan bile
önce, sokak lambaları yerleştirilir, yollar
ve köprüler geliştirilir. Bununla beraber farklı ilginç gelişmeler de olur şehir
adına; Teknolojinin müsaade edişi ile
gelişen şehirde binaların yükseklikleri
artar ve kamu alanlarının Osmanlı döneminden çok farklı kullanıldığı görülür. Avusturya-Macaristan döneminde
kamusal alan ve özel alanların kullanım
algısında değişim yaşanmış ve mevcut
ayrımlar ortadan kalkmış, halka açık ortak kamusal alanlar çoğalmıştır.
Avusturya-Macaristan döneminde yeni
yatırımların ve inşaat çalışmalarının sonucunda, kazıma ve yapılanma işlemleri
sırasında şehrin, Bütmir Kültürüne ait
eski kalıntıları bulunur ve önemli arkeolojik değere sahip seramik eşyalar
ve çanaklar tespit edilir. Bu eserlerden
S
I:2 H
IR N 2 1
bazıları Bosna Hersek müzesinde sergilenmektedir.
Osmanlı döneminde insa edilmiş köprülerden bir tanesini olan Latinska ćuprija, Saraybosna’nın ve dünyanın kaderini değiştirecek bir olaya şahitlik eder.
Sırp milliyetçisi Gavrılo Princip, Avusturya tahtının varisi Franz Ferdinand’ı
1914’te bu köprünün yanı başında düzenlediği suikast sonucu öldürür ve bu
olay tüm bölgenin sınırlarının yeniden
çizilmesiyle neticelenen Birinci Dünya
Savaşı’nın başlamasına yol açar.
Avusturya-Macaristan dönemi mimarisini en iyi temsil eden binalardan bir
tanesi milli kütüphane binası olan Vijećnica’dır (Viyecnitsa). Bu bina, hem
görkeminden, hem yerleşiminden ve
hem de tarihe şahitliğinden dolayı oldukça meşhurdur. 19. yüzyılın sonlarında inşa edilen ve idari bir bina olarak
kullanılan yapı, 1949’da Bosna Hersek’in
milli kütüphanesi olarak kullanıma geçmiştir. Doksanlı yıllardaki savaş nedeni
ile yapının ve içeriğinin yüzde 80’i kadarı yakılır ve çok sayıda kitap ve belge
kullanılmaz hale gelir. Sarı kırmızı tonlarda Endülüs mimarisi tarzında yapılan
kütüphanenin yenilenmesi yıllar almıştır. 2014 yılında restorasyonu biten bu
mimarı eserin, bugünlerde kütüphane
hizmeti verebilmesine dönük çalışmalar
devam etmektedir.
Yugoslavya Dönemi
Yugoslavya dönemine gelindiğinde ise
Saraybosna ülkenin kültürel merkezlerinden biri oluyor. II. Dünya Savaşında
Yugoslav partizanları tarafından korunan şehir, savaştan sonra endüstrileşme
ŞEHIR &
yaşayarak bölgenin en önemli sanayi ili
konumuna geliyor. Saraybosna tarihinde önemli bir yere sahip olan 1984 Kış
Olimpiyatları, bu durum farklı kültürleri içinde barındıran şehri daha da tanınır hale getirmiştir.
Kendini savaş anılarıyla hatırlatan Yugoslavya döneminin en önemli mimarı
mekânı Saraybosna’nın bir diğer dikkat
çekici yapısı olan ve Vječna Vatra’dır
(Özgürlük Ateşi). Saraybosna’nın modern şehir yapısına ev sahipliği yapan
Maršala Tita (Marsala Tiata) caddesi
üzerinde yer almakta olan bu anıt; II.
Dünya Savaşı’nda ölen askerler ve sivillerin anısına yapılmıştır. 1946 yılında Almanya ve Hırvatistan tarafından
dört yıllık bir işgalin bitmesiyle birlikte
savaşta ölenlerinin anısına yakılmış ve
bugüne kadar hiç sönmemiştir. II. Dünya Savaşından olumsuz anlamda oldukça etkilenen Saraybosna, bu dönemler
içinde pek gelişim gösterememiştir.
Batı Saraybosna’da sanayi bölgeleri yeni
semtlerin oluşumunda önemli bir rol
oynamıştır. Yugoslavya döneminde yapılan fütüristik ve sosyalist tarzdaki binaları görmek için Çiğlane semti güzel
bir örnek teşkil etmektedir. Bu 60’li ve
70’liyıllarda inşa edilen işçi semti, merkeze yürüme mesafesiyle yarım saatlik
bir uzaklıkta bulunur. Binalarını incelediğimiz zaman, oldukça dik olan dağ
eteklerine kat kat inşa edilmiş komünizm tarzı binalar görebiliriz. Kış Olimpiyatları için kurulan Alipašino polje
semti de tipik Yugoslavya dönemine ait
izler taşımaktadır. On katlı apartmanlar, geniş kamu alanları ve merkezden
uzak bulunan bu semt, olimpik havuza
da ev sahipliği yapıyor.
45
N
ŞEHIR ERI
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
Bosna Hersek Dönemi
Saraybosna eski Yugoslavya’nın günümüzde en hızlı gelişen kentlerinden
birisidir. Bosna savaşı sırasında tahrip
olan binaların büyük bir kısmı onarılmış, bazılarının yerine yenileri yapılmış
ancak yine de savaş izlerini binaların
üstünde görmek mümkündür. Bazı binaların savaştan aldığı tahribi üzerinde
hala daha taşımasının sebebi ise, Savaş
hatıralarını diri ve taze tutması içindir.
Çeşitli modern binaların şehrin gelişimine katkısı tartışılmazdır. Bunlardan
en önemlileri Saraybosna’nın vazgeçilmez olan alışveriş merkezi binalarıdır:
BBI Center, Sarajevo City Center ve
Alta Center merkezde ki en büyük ve en
bilinen alışveriş merkezleridir. Üçü de
meydana ve ana caddeye bakmaktadır.
Demografik Özellileri
46
N
ŞEHIR ERI
Saraybona tarih boyunca bölgesinde
çekim gücü yüksek olmuş bir şehirdir.
Bundan dolayı da sürekli nüfus yoğunluğu yaşamıştır. Osmanlı`nın Balkanlar`dan çekilmesiyle birlikte kısmen
önemini kaybetmiş olsa da nüfus demografik staratejisini hep muhafaza etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında,
özellikle Yugoslavya dönemi sanayileşmeye yönelik yatırımlar Saraybosna`nın
nüfusunun hızla yükselmesine sebep olmuştur. Yüzyılın ortasında nüfusu yüzbin civarında iken son çeyreğinde üçyüz
elli-dört yüzbin cıvarlarına sıçramıştır.
1948 yılında 116 bin iken 1991 yılında
üç kat artarak 360 bin yükselmiştir
1992-95 yıllarında yaşanan savaş şehrin
nüfus yapısını elbette olumsuz etkilemiştir. Saraybosna 1.425 gün kuşatma
altında kalmıştır. Modern savaş tarihinin en uzun kuşatması olarak bilinir.
Kuşatma sırasında sadece şehirde binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Hayatını kaybedenlerin çoğunluğu Müslüman Boşnak’lardır.
2012 yılında yapılan son nüfus sayımına göre Saraybosna kantonunun
toplam nüfusu 442.669`dir. Kanton
nüfusu aslında şehir nüfusu anlamına
gelmektedir. Zira Kantonu oluşturan
yerleşim birimleri merkez şehir ile birleşmiş durumda. Saraybosna konton
olarak dokuz belediyeden müteşekkildir. Bu belediyelerin nüfus bilgileri sırasıyla soyledir: Centar Sarajevo: 68.933,
Hadžıći: 22.777, Ilidža: 61.160, Ilijaš:
19.590, Novi Grad Sarajevo: 12.5626,
Novo Sarajevo: 73.820, Starı Grad Sarajevo: 42.031, Trnovo: 2.850 ,Vogošća:
25882. (The Agency For Statistics of the
Bosnia and Herzegovina, Sarajevo, 09.
2013. Broj / Number: 14.2.1)
2012`de yapılan sayımda nüfusun etnik
dağılımı henüz ilan edilmemiş olsada
Saraybosna`da yaşayan Müslüman Boşnakların sayısının artış gösterdiği ifade
edilmektedir. Şehir nüfusunun yaklaşık
yüzde 85-90`ı müslüman Boşnaklardan
oluşmaktadır. Son yıllarda şehir göç alması hasebiyle nüfusun artış gösterdiği
gözlemlenmektedir.
Eğitim Kurumları
Saraybosna tarih boyunca eğitim kurmlarına ev sahipliği yapmıştır. Daha önce
ifade edildiği gibi Saraybosna Osmanlılar tarafından inşa edilmiş bir şehirdir.
Şehirde kurulan medreseler şehrin ilk
eğitim kurumları olarak sayılmakta-
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
dır. Avrupa`nın eski tarihi eğitim kurumlarından biri olan Gazi Hüsrev Bey
Medresesi sembolik öneme sahiptir.
Bugün hala faal olan Medreseler bu geleneği sürdürmektedirler. Türkiye`deki
İmam Hatip Okulları tarzı eğitim veren medreseler ülkenin siyasi ve idari
alanda yaşadığı değişimlere uygun bir
biçimde müfredat değişikliği yaşamış
olsa da şehrin en önemli dini okulları
konumundadırlar. Özellikle Yugoslavya
döneminde Saraybosna eğitim ve kültür şehri olarak öne çıkar. Bu çerçevede
Saraybosna Üniversitesi bir çok ünlü
ismin eğitim gördüğü yüksek öğrenim
kurumu olur.
Hukuk Fakültesi eğitime başlamıştır.
1949 yılında ise Mühendislik Fakültesi
açılır. Aynı yıl Sarabosna Üniversitesinin ilk rektörü atanacaktır.1950`de
Felsefe Fakültesi ve 1952`de Ekonomi
Faultesi`nin açılması ile üniversitenin
kurumsallaşma sürecinin ilk safhası tamamlanmış olur. 1955-1969 dönemi
üniversitenin gelişme döneminin ikinci
aşamasını oluşturmuştur. 1975 tarihine
kadar Saraybosna Üniversitesi ülkenin
tek üniversitesi idi. 1975`de Banyaluka,
1976`da Tuzla ve 1977`de Mostar`da
kurlan üniversitelere de öncülük etmiştir. Bu dönemde üniversite biraz daha
büyümüş ve yüksek lisans ve doktora
programları da sürece eklenmiştir.
Saraybosna Üniveritesi
(Univerzitet u Sarajevu)
Doksanlı yılların başlarına kadar üniversite göreceli olarak büyümüş, öğrenci sayısı artmış ve ulusal ve uluslararası
düzeyde önemli akademik faaliyetler
üretmiştir. 1992-1995 savaşı ülkenin
diğer krumlarında olduğu gibi üniversiteyi de her açıdan ciddi ölçüde olumsuz
etkilemiştir. Şehrin üç buçuk yıl kuşatma altında kalmasının getirdiği zorluklara rağmen Üniversite`nin yöneticileri,
hocaları ve öğrencilerinin gösterdiği
gayret neticesinde eğitime ara verilmemiştir. Savaşın hemen arkasından, üniversite fiziki ve akademik alanda yeniden inşa süreci yaşamıştır. Bu süreçte
uluslararası örgütlerin önemli desteği
olmuştur. Savaş sonrasında üniversite
özellikle Avrupa yüksek öğretim modellerine uyum sağlayacak şekilde adımlar atmıştır.
Saraybosna Üniversitesi yüksek öğretim alanında yüzyıllara uzanan derin
bir tarihi tecrübe ve geleneğe sahiptir. Üniversitenin tarihsel geleneğini
Gazi Hüsrev beyin şehri inşa ederken
kurduğu ve dönemin usullerine uygun
olarak eğitim veren medreselere kadar
uzanmaktadır. Osmanlı klasik dönemi
eğitim kurumlarında olduğu gibi Medrese olarak eğitime başlar sonra İslam
hukuku eğitiminin verildiği yüksekokula dönüşür ve uzun süre eğitim verir. Avusturya-Macaristan döneminde
zorluklarla yüzleşse de eğitimine devam
eder.
Saraybosna Üniversitesi`nin modern
dönem tarihi 1940 yılında ilk seküler eğitim kurumu olan Tarım ve Orman Fakültesi`nin kurulması ile başlar.
Hemen akabinden 1944 yılında Tıp
Fakültesi kurlur. Ardından 1946`da
Bugün Sarabosna Üniversitesi ülkenin
en büyük devlet üniversitesi olarak otuz
civarında birimi vardır. Bunlar: 22 fakülte, 3 akademi, 5 araştırma merkezi-
47
N
ŞEHIR ERI
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
dir. Sosyal bilimler, temel bilimler, tıp,
teknik bilimler, fen, bio-teknoloji ve
sanat üniversitenin akademik çalışma
alanlarıdır. Saraybosna Devlet Üniversitesi bini aşkın akademik kadrosu ve
yaklaşık elli bin öğrencisi ile Balkanlardaki büyük üniversitelerden biridir.
Eğitim dili Boşnakça olan üniversitede
İngilizce eğitim veren yüksek lisans ve
doktora programları da vardır.
Uluslararası Saraybosna
Üniversitesi (International
University of Sarajevo)
Boşnak Hersek`in ilk cumhurbaşkanı
olan rahmetli Alıja İzzetbegoviç`in vasiyetini yerine getirmek üzere kurulur.
Üniversite, kurucuları Türk ve Boşnak, akademisyen ve işadamları olan
Saraybosna Eğitimi Destekleme Vakfı (SEDEF) tarafından 2003 tarihinde
kurulmuştur. Ülkenin ilk ve en büyük
özel/vakıf yükseköğretim kurumu durumundadır. Eğitim dili tamamen İngilizce olan üniversite; 40 ayrı ülkeden gelen öğrencisi, 20`yi aşkın farklı ülkeden
gelen akademik kadrosu ve uluslararası
standartlara uygun eğitim kalitesiyle
dikkatleri üzerine çekmektedir.
48
N
ŞEHIR ERI
IUS halen üç fakülte (Mühendislik ve
Doğa Bilimleri Fakültesi, Ekonomi ve
Yönetim Bilimler Fakültesi, Sanat ve
Sosyal Bilimleri Fakültesi) altında 14
ayrı bölümde yaklaşık iki bin öğrenciyle
eğitimine devam etmektedir. Araştırma
Merkezi, Liderlik ve Girişimcilik Merkezi, Balkan Araştırmaları Merkezi,
Hayat Boyu Öğrenme Merkezi ve İngilizce Hazırlık Okulu üniversitenin hem
öğrencilere hem de Saraybosna halkına
eğitim imkanı sunduğu diğer birimlerdir. Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora
alanında yerli ve yabancı öğrencilere
verdiği başarılı eğitimi dolayısıyla Bosna Hersek Avrupa Haraketi Ofisi tarafından 2014 yılında ödüllendirilmiştir.
Saraybosna Bilim ve
Teknoloji Üniversitesi
(Sarajevo School of Science of
Technology)
2004 yılında eğitime başlayan Saraybosna Bilim ve Teknoloji Üniversitesi,
İngiltere’deki Buckingham Üniversitesi
ile işbirliği içerisinde çalışmalarını sürdürmektedir. Buckingham Üniversitesi
ve İngiltere’nin akademik yapısını ve
eğitim anlayışını benimseyen üniversite, öğrencilerine 8 farklı dalda eğitim
imkanı sağlamaktadır. Üniversitenin
eğitim dili İngilizce’dir, bunun yanı sıra
Almanca da zorunlu ders olarak okutulmaktadır. Yüksek lisans ve doktora
programları da mevcuttur.
Amerikan Üniversitesi
(American University in
Bosnia and Hersegovina)
Aslında Tuzla şehrinde lisans eğitimi
veren Amerikan Üniversitesi, 2007 yılında Saraybosna’da işletme alanında
yüksek lisans eğitimi veren bölümünü açmıştır. Akademik kadro, eskiden
ABD’de görev yapmış profesyonellerin
yanı sıra Avrupalı ve Bosna Hersek’li
akademisyenlerden oluşmaktadır. New
York Devlet Üniversitesi ile işbirliği
içerisinde olan okul, öğrencilerine bir
dönem Amerika’da eğitim imkanı da
sunmaktadır. 2011 de bu işbirliği son
S
I:2 H
IR N 2 1
bulduktan sonra 2012’de West Virginia
Üniversitesi ile işbirliği protokolü imzalanmıştır.
Uluslararası Burch
Üniversitesi (International
Burch University)
Bosna Hersek`te savaş sonrası dönemde eğitime destek vermek üzere Türk
girişimciler tarafından 1998 yılında faaliyete geçen Bosna Sema Özel Eğitim
Kurumu tarafından 2008 yılında kurulmuştur. Üniversite eğitim dili İngilizce`dir ve üç fakültesi vardır. Bunlar:
Eğitim Fakültesi, Ekonomi ve Sosyal
Bilimler Fakültesi ve Mühendislik ve
Bilgi Teknolojileri Fakültesi`dir.
Orta Eğitim Kurumları
ŞEHIR &
Gazi Hüsrev Bey Medresesi (1537) daha
önce de ifade edildiği gibi şehrin en eski
dini eğitim kurumudur. Ülkede lise düzeyinde dini eğitim veren altı medreseden biridir. Diğer medreseler sırasıyla
şöyledir: 1626 tarihinde Tuzla şehrinde
kurulan Behram-bey Medresesi; 1706
tarihinde Travnik şehrinde kurulan Elči
İbrahim Paşa Medresesi; 1992 tarihinde
Visoko`da kurulan Osman-ef. Redžović
Medresesi; 1993 tarihinde Cazın`de kurulan Džemaludin-ef. Čaušević Medresesi; ve 1557 tarihinde Mostar`da kurulan Karagöz-Bey Medresesi. Medreseler
lise satüsüne sahip olup mezunları üniversite eğitimine devam etme hakkına
sahiptirler.
İktisadi Durum
Saraybosna’da yaklaşık 46 tane ilköğretim okulu, 33 tane lise vardır. Orta
eğitim okulları daha çok Almanya ve
Avusturya`da eğitim kurumlarının yapılanmasına benzemektedir. Gimnajıja,
meslek okulları ve dini eğitim veren
okullar şeklinde yapılanmıştır. ‘Druga
gimnazıja’ adı verilen lise, öğrencilerine Uluslararası MYP ve İB diplomaları
alma şansını sağlamaktadır. ‘Prva bošnjačka gimnazıja’ lisesi ise IGCSE and
GCE gibi ileri düzey eğitimler sağlamaktadır. Ayrıca Saraybosna’da ilköğretim ve lise alanında eğitim veren İsa
Beg İshakoviç Özel Ortaokulu, Uluslararası Saraybosna Okulu ve Fransız
Uluslararası Saraybosna Okulu gibi özel
eğitim kurumları da bulunmaktadır.
Ekonomik yapı açısından bakıldığında,
ülkedeki ticari firmaların büyük çoğunluğunun Saraybosna merkezli olduğunu görmekteyiz. Bunlar arasında BİH
Havayolları, BİH Telekom, Bosnalıjek,
EnergoPetrol, Bosmal, Fabrika Duhana
Sarajevo ve Klas bulunmaktadır. Ticari
alandaki bu şirketler kazandıkları gelir
ile ilk sırayı alırken aynı zamanda toplam çalışanların % 20’sini istihdam etmektedirler. Sanayide, yiyecek ve içecek
üretimi, tütün ürünleri, kimyasal ürünler, elektrik makineleri, metal üretimi,
pamuklu ve tekstil üretimi, inşaat ve inşaat malzemeleri üretimi ön plana çıkmaktadır. Komünist dönemde daha geniş sanayi alt yapısına sahip olunmasına
rağmen zamanla piyasa ekonomisine
adapte olabilen şirket sayısında azalma
görülmüştür.
Medreseler Bosna`nın dini eğitim veren diğer orta eğitim kurumlarıdır.
Saraybosna, dış ticarette uzun yıllardır
negatif bir seyir izlemekte ve dış ticaret
49
N
ŞEHIR ERI
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
açığı vermektedir. Bunun en iyi göstergesi toplam ithalatın toplam ihracattan
5 kat fazla olduğunu gözlemlediğimiz
verilerdir. İthalat en çok yiyecek ve içeceklerde, kimyasal ürünlerde, iletişim
cihazları ve ekipmanlarında yapılırken
çeşitli makineler ve motorlu taşıtlarda
da ithalat yapıldığı göze çarpmaktadır.
Bazı önemli iktisadi kurumların Saraybosna’da bulunması da önem arzetmektedir. Bosna Merkez Bankası savaştan 2
yıl sonra Saraybosna’da kurulmuştur ve
merkezi burada bulunmaktadır. Yaklaşık 19 farklı bankanın da idare merkezleri ile 2002 yılında kurulan Saraybosna
Menkul Kıymetler Borsası Saraybosna’da bulunan diğer önemli iktisadi kurumlardır.
50
N
ŞEHIR ERI
Saraybosna çok geniş bir turizm sektörüne sahiptir ve hızla gelişen bu sektör
turist sayısının yıldan yıla artmasıyla
daha da güçlenmektedir. Saraybosna’nın
Doğu ve Batı kültürlerinin etkisi ile şekillenen 600 yıllık tarihi geçmişi büyük
bir turizm cazibesidir. Saraybosna’yı
çevreleyen dağlardaki kayak merkezleri
kış sporlarına ev sahipliği yapma şansını
da bu şehre sağladığı için kış aylarında
da sektörü canlı tutmaktadır. 2013 yılında 302.750 turist Saraybosna’yı ziyaret etmiştir ve bu 2012 yılına göre %
17,9 artış olduğunu göstermektedir. Bu
durum Saraybosna ekonomisini pozitif
etkilemektedir.
Uluslararası yatırımın artması, uzun
süre devam eden endüstriyel kalkınma
ve Kış Olimpiyatları’nın da etkisiyle artan turist patlaması sonucu 1980’li yıllar Saraybosna ekonomisinin zirvede
olduğu yıllardır. 1981 yılında Saray-
bosna’da kişi başına GSYH Yugoslavya
ortalamasının % 133’üne ulaştı. Ancak
1992-1995 savaş dönemi Saraybosna
Kuşatması’nda, Bosnalı Sırp güçler, çoğunlukla büyük şirketlerin merkezleri,
birçok işyeri ve kamu binaları gibi şehrin ekonomisini ayakta tutan anahtar
noktaları hedef aldılar. Savaşın sonu
ekonomik açıdan tahripkâr sonuçları da
beraberinde getirdi. Kişi başı GSYH 500
doların altına düştü ki bu durum savaş
öncesi seviyenin % 20’sı kadardır. Toplam üretim azaldı; fiziki sermaye tahrip
edildi ve işgücü de ağır yara aldı. Nüfusun büyük bir kısmı yer değiştirdi ya da
hayatını kaybetti. Şehir halkının sosyal
dokusu derinden yara aldı. Savaşın hemen sonrasında, fiziksel ve psikolojik
yaraların sarılmasının yanı sıra merkezi
sistem ekonomiden piyasa ekonomisine
geçiş yapıldı. Tüm bu yaşananlar, iktisadi kalkınmayı negatif yönde etkiledi.
Yine de savaş sonrası dönemden bugüne kadar, Saraybosna ekonomisi tekrar
hızlı bir gelişim dönemine girmiş ve
bugün 1996 yılı savaş sonrası dönemden önemli ölçüde daha iyi bir duruma
gelmiştir. 2011 yılında Saraybosna’da
ortalama GSYH’nin 6.30 milyar dolar
olduğu ve bunun Bosna GSYH’sının %
37’sine tekabül ettiği tahmin edilmektedir.
Saraybosna’da ortalama net maaş yaklaşık 575 avro ya da 11225 marktır ve
bu rakam tüm Bosna Hersek’te en yüksek ve Balkanlarda da en yüksek rakamlardan biridir. Ancak istihdam düzeyi
savaş öncesi dönemin çok altındadır ve
bu durum Saraybosna ve çevresindeki
bölgelerde önemli bir sorun teşkil etmektedir. Ülke genelindeki % 40 işsiz-
S
I:2 H
IR N 2 1
lik oranı, hayat pahalılığı ve genel iktisadi durumun kötü olması nedeniyle
Şubat 2014 yılında Tuzla’da başlayan,
daha sonra Bihac, Zenica gibi şehirlere
de sıçrayan, yalnız en çok ses getiren
eylemlerin yine başkent Saraybosna’da
yaşanmasıyla son bulan eylemler yaşanmıştır. Saraybosna’da Merkez Belediye Binası, Saraybosna Kantonu Binası ve zamanında Alıja İzzetbegoviç’in
de görev yaptığı Cumhurbaşkanlığı
binasını yakmak suretiyle ateşe veren
protestocular, başlangıçta mevcut iktisadi duruma ve yolsuzluklara karşı
başlattıkları haklı eylemlerini, bazı organize grupların ve siyasi kesimlerin
kendilerine çıkar sağlama amacıyla işin
içine girerek olayları siyasi ranta dönüştürmesiyle bambaşka bir şekle bürünerek son buldu.
Sorunları
1995 yılında Dayton Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla Bosna’da savaş
resmi olarak sona erdi. Ancak aynı antlaşma ülkenin savaş öncesi topraklarını
ve Saraybosna şehrini de bir anda ikiye böldü. Sırpların çoğunlukta olduğu
bölgeler Sırp Cumhuriyeti ve Boşnak
ve Hırvatların yaşadığı Bosna Hersek
Federasyonu olmak üzere ikili bir yapı
ortaya çıktı. 1996 yılında Saraybosna,
bölünmüş ve tahrip edilmiş bir şehir
olarak yine bölünmüş, tahrip edilmiş
ve uluslararası toplum tarafından yönetilen bir ülkenin sınırları içinde savaş
sonrası birçok problemle karşı karşıya
kaldı. 3 yıldan fazla süren Saraybosna
Kuşatması’nda şehirdeki binaların % 65’
i zarar gördü, yaklaşık 70.000 apartman
dairesi hasara uğradı. Şehrin yeniden
ŞEHIR &
imarı, şehirde ve özellikle kırsal bölgelerde yoğun olan mayınların temizlenmesi, savaş mültecilerinin savaştan önceki evlerine dönebilmesi gibi konular
öncelikli hale geldi.
Savaş sonrası Saraybosna, harap olmuş
kentsel yapısına dair problemlerin yanı
sıra tamamen farklı bir nüfus yapısıyla
da karşı karşıya kaldı. Şehire savaş sırasında gelen birçok mülteci savaştan
sonra da burada kaldı ya da savaş sebebiyle şehirden ayrılan birçok mülteci de
başka bölgelerde yaşamaya başladı. Dayton Antlaşması’ndan sonra, eskiden çok
kültürlü, heterojen olan şehir yapısı, neredeyse tamamen bölünmüş ve iki etnik
yapıdan oluşan bir hale geldi. Saraybosna şehrinin bir tarafında Bosna Hersek
Federasyonu’nun başkenti olan, şehir
halkının % 87’den fazlasını yaşadığı, sayıları yaklaşık 350.000’e varan yerleşik
halk olan Boşnaklar ve geri kalanın da
büyük çoğunluğunu oluşturan Hırvat
azınlık; şehrin diğer tarafında savaş öncesi mahallelerini ve evlerini içine alan
yaklaşık 30.000 kişinin ikamet ettiği ve
çoğunluğu Bosnalı Sırplardan oluşan
Sırp Cumhuriyeti’nin bir kısmı bulunmaktadır.
Bu bölünmüş yapı, savaş sonrası Saraybosna’nın yeniden inşasına negatif
bir etki olarak yansıdı. Yeniden inşada
tek bir ana plan oluşturmak imkânsız
hale gelirken her iki tarafın belediyeleri ve kamu kurumları arasında işbirliği
yok denecek kadar azdı. Saraybosna’da
Federasyon bünyesinde bulunan 4 belediye, şehrin yeniden inşası için uluslararası fonlardan ve bilirkişilerden
yararlanarak günümüze kadar önemli
adımların atılmasını sağladılar. Bürok-
51
N
ŞEHIR ERI
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
ratik engeller yine de bu sürecin oldukça
uzun zaman almasına neden olmuştur.
2014 Şubat ayında bir dizi gösteri ve
ayaklanmalarda, Saraybosna şehri savaştan sonra en şiddetli olaylara şahit
olmuştur. Tuzla’da başlayan eylemler
ülkenin diğer şehirlerine de sıçramış,
Saraybosna’da belediye binası, Saraybosna Kantonu binası ve cumhurbaşkanlığı binasının yakılması ile had safhaya ulaşmıştır. Yüksek işsizlik oranı,
siyasi istikrarsızlık ve yolsuzluklar eylemcilerin hükümeti devirme amacıyla
sokaklara dökülmesine sebep olmuştur.
Ancak sonrasında olayların hükümeti
devirmeyi amaçlayan siyasilerin ortak
planları ile alevlendiği ve gerçek amacından saparak rant kavgasında sivil
halkın kullanıldığı gibi iddialar da dile
getirilmiştir.
52
N
ŞEHIR ERI
Sonuç olarak Saraybosna, tarihi boyunca uluslararası önemi olan birçok olay
yaşamıştır: Osmanlıların 15. yüzyılda
bölgeyi fethiyle birlikte şehirde büyük
bayındırlık faaliyetleri başlar ve bunun
sonucunda Saraybosna, Türklerin Avrupa’da kurduğu en büyük kent olur.
1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olarak gösterilen Arşidük
Franz Ferdinand’ın Gavrılo Princip tarafından suikastı bu kentte gerçekleşmiştir. Bundan 70 yıl sonra 1984 Kış
Olimpiyat oyunları bu kentte yapılmış
ve şehir, Bosna Savaşı sırasında dünya
modern savaş tarihindeki en uzun kuşatmaya maruz kalmıştır. Bugün Saraybosna, Bosna-Hersek’in en büyük kültürel ve ekonomik merkezi olarak savaş
sonrasında kendini yenilemeye ve geliştirmeye çalışmaktadır. Türklerle olan
bağlılığını hala kaybetmeyen bu güzel
ova, bizler için her zaman farklı anlamlar taşımaya devam edecektir.
Kaynakça
1.
ARUCI, Muhamed, “Saraybosna“, TDV İslam Ansiklopedisi, XXXVI
2.
DONIA, Robert J., Sarajevo: A Biography, University of Michigan Press. 2006.
3.
DJURDJEV, Branislav, “Bosna-Hersek“, TDV İslam Ansiklopedisi, VI, 305.
4.
EMECEN, Feridun, “Bosna Eyaleti”, TDV İslam
Ansiklopedisi, VI, 297
5.
EVLİYA ÇELEBİ, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, V,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
6.
GARCIA, Sofia ve KOTZEN Bronwyn, ‘Re-Constructing Sarajevo’ Report, www.lse.ac.uk/ Reconstructing- Sarajevo.pdf
7.
HUKIC, Mersiha, Re-Building Bosnia and Herzegovina: Achievements and Difficulties, Report
written for Center for Balanced Development,
2000.
8.
PELIDIJA, Enes, EMECEN, Feridun, “Îsa Bey“ ,
TDV İslam Ansiklopedisi, XXII, 476.
9.
RAYMOND, Andre, “Şehir“ TDV İslam Ansiklopedisi, XXXVIII, 441-446.
10. ŞAHİN, İlhan, “Osmanlı Döneminde Saraybosna’nın Kuruluşu ve Yükselişi (1455-1561)”, Bosna-Hersek, İstanbul 1992.
11. The Agency for Statistics of the Bosnia and Herzegovina, Sarajevo, 09. 2013. Number, 14.2.1.
12. http://www.sarajevo.ba/en
Görsel Kaynakça
1.
Resim 1 – Resim 2 Tülay Zıvalı fotoğraf arşivi
2.
Resim 3: http://www.devimtours.com/img/photo-gallery/Sarajevo/o/avaz-tower.jpg
3.
Resim 4: http://www.herseyianlatirim.com/
wp-content/uploads/2011/09/g3.jpg
4.
Resim 5: http://tr.bosniatravels.com/cms/
tekstovi2/tekstovi_slike/120523050648_Bosnia-1680%20Bosnia%20Sarajevo%20Turkish%20
quarter.jpg
5.
Resim 6: https://d38ls2kcjnhfdj.cloudfront.
net/21d38826-3e35-4eb0-bda5-7c5310cb28a7.JPG
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
53
N
ŞEHIR ERI
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
KENT, ÜTOPYA, PLANLAMA VE
KAPALI TOPLUM
Ahmet Kemal Bayram *
“Devleti cehennem haline getiren şey,
insanın onu cennet haline getirmeye
kalkışmasıdır.”
F. Hoelderlin
“… işe önderlik eden kimseden, anlayışça aşağı olanların gözlemleriyle düzeltilmeyen hiçbir plan görmedim.”
E. Burke
Kentler, ister geçim tarzındaki köklü
dönüşümün, ister güvenlik ihtiyacının,
isterse ticaretin bir sonucu olarak ortaya
çıksın (Şahin, 2011), insanlık tarihinde
yerleşik yaşam ve dolayısıyla uygarlıkla
başa baş bir gelişim çizgisi göstermişlerdir. İnsan topluluklarının, maddi ve
maddi olmayan ihtiyaçlarını gidermek
üzere hem doğal hem de sosyal çevresindeki değiştirme ve dönüştürme süreciyle
ortaya çıkan kültürlerin kentsel ölçekte
etkileşime girmesi, uygarlığı doğurmuştur. İnsan topluluklarının tamamının
özgün bir kültür sahibi oldukları söylenebilse de bu kültürlerin bir araya gelip,
etkileşerek uygarlığa dönüşmesi, tanımı
gereği, zorunlu olarak kentsel mekânı
gerektirir. Geniş ölçekli mekânlara kurulan kentlerde yerleşik yaşamla beraber
güvenlik, artı değerin muhafazası ve paylaşımı, barınma, savunma gibi sorunlar,
avcı ve toplayıcı geçim tarzı sürdüren
toplumlara göre daha hassas ve karmaşık bir nitelik edinmiştir. Hatta öncelikle
ordu bürokrasisinin ardından da devletin
* Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi
Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
55
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
bu ihtiyaçların giderilmesi adına ortaya
çıktığı, literatürde genel kabul gören bir
iddiadır.
Yerleşik yaşamın getirdiği bu ihtiyaçları gidermek adına, hem işbölümü hem
de başından beri kentler için planlamalar söz konusu olmuştur. Kentleşme
ile planlama arasındaki zorunlu ilişkiye
dikkat çeken Keleş (2010:1), kentleşme
sürecinde karşılaşılan meselelerin ana
sebebi olarak plansızlığı ya da plandan
sapmaları göstermiştir. Bu çerçevede
tartışılması gereken meseleler arasında;
planlamanın neleri kapsaması gerektiği,
planlamanın nasıl yapılacağı, kim tarafından yapılacağı, kapsamının ne olacağı,
‘plancıları kimin planlayacağı’ gibi ‘teknik’ ya da ‘haritacılık hüneriyle’ (Tekeli,
2010:11) ilgili noktalar yer alabilir. Bu
yazının amacını, söz konusu meseleler
dışında, birer mekânsal tasarım, plan
olan kent ütopyalarına yöntembilim ve
özgürlük açısından yöneltilen eleştirileri
ortaya koymak oluşturmaktadır.
56
E
Yunanca, ‘hiçbir yer, olmayan yer’ anlamındaki outopia’dan veya ‘iyi yer’ anlamındaki eutopia’dan türetilen ütopya,
ideal veya mükemmel toplum demektir
(Heywood, 2007). Ütopyacılık ise, Kumar’ın (2009: 1045) ifadesiyle, ideal bir
devlet veya toplum içinde istenen değer
ve pratikleri destekleme çabalarından
oluşan bir sosyal kuram biçimidir ve
ütopyacı yazarların kendileri de bu tür
devletlerin gerçekleştirilebilir nitelikte,
en azından mükemmel şekilde resmettikleri gibi, olmadığının farkındadırlar.
Düşünce tarihinin önemli kaynaklarından sayılabilecek “ütopyaların” tarihi,
sistematik düşüncenin ilk ürünlerinin
ortaya konduğu Antik Yunan dönemine,
Platon’un Devlet eserine kadar götürülebilir. Orta çağlar boyunca hem Hıristiyan
(örn. Aziz Augustine’nin ‘Tanrı Kenti’)
hem de İslam dünyasında (Farabi’nin Erdem Kenti) ütopya örnekleri görülmüştür. Mevcut işleyişten duyulan rahatsızlığın bir ürünü olarak ortaya çıkan ütopya,
kavram olarak ilk kez Thomas More
tarafından aynı adlı kitabında kullanılmıştır (Ertan, 2003: 145). Bu çerçevede
düşünüldüğünde ütopyalar, modern zamanlara damga vuran eserlerdir ya da
modern zamanlara hâkim olan, rasyonel hümanizmin kışkırttığı bir akımdır.
Thomas More’un Ütopya (1516), Campanella’nın Güneş Ülkesi (1602), Bene’nin
Hakikat Kenti (1602), Francis Bacon’un
Yeni Atlantis’i (1624) gibi en ünlü ütopyaların, modern zihniyetin kuruluş aşamasında ortaya çıkması tesadüf değildir.
Resim 1: Thomas More’un Ütopya (1516) adlı eserinin ilk
baskısı üzerindeki resim
Rönesans hümanizmi ile beraber, aklın sesine kulak verildiğinde insanlığa
kurtuluşu getirecek ilerlemenin müm-
S
I:2 H
IR N 2 1
kün olduğu şeklindeki iyimser inancı
barındıran Aydınlanma zihniyetini içeren modern anlayış, hesaplanabilir bir
evren kavrayışı (Weber) dairesinde her
şeyin planlanabileceğini ve plandan her
sapmanın akıl kuralları dairesinde yola
getirilebileceğini öngörüyordu. Günümüz ekolojik ütopyalarıyla beraber, tüm
ütopyalarda ortak olan rasyonalizm,
modern zamanlarda edindiği popülerlik
çerçevesinde ütopya ‘…çocuksu bir akılcılıkla dinden bağımsızlaşmış bir meleklik karışımı’ (Cioran, 2010, akt. Yüksel,
2012:9) olarak, insanoğlunun egemenliği altında tuttuğu doğaya hiyerarşik
bir ‘ayar çekme’ aracıydı. Bu zihniyetin
ilk somut yansımaları Rönesans dönemi kentlerinin planlamasında ortaya
çıkmıştı (Kürkçüoğlu, 2010). Yine aynı
dönemde Kostof’un (1991, akt. Kürkçüoğlu, 2010) ifadesiyle ‘sınır’, düzenlilik,
kapalılık, tanımlı bir nüfus, kontrol edilebilirlik’, ilkelerini barındıran geometrik
biçimler, dönemin ideal kent anlayışını
yansıtıyordu.
Ancak bu donmuş, formüle edilmiş önceleri mekânı, daha sonra da zamanı
(Kumar, 2009: 1046) - temel alan bu rasyonel tasarımlar, gerçek yaşamı karşılamak açısından kaçınılmaz olarak bazı eksikleri barındırmaktadır. Mannheim’ın
(1954:36) ifadesiyle, “…ütopyacı düşünce,
toplumun mevcut koşulların dönüştürülmesi
ve tamamen ortadan kaldırılmasına o kadar
odaklanılır ki… düşünce, toplumun mevcut
durumunun doğru teşhis edilmesi becerisini
kaybeder. …tüm ilgi, var olanın gerçekten ne
olduğundan ziyade değiştirilmek istenen duruma yönelir. Hüsn-ü zannın yönlendirdiği
ütopyacı zihniyetteki eylem istenci, gerçeğin
belli başlı boyutlarını örter. …ütopya, gerçek-
ŞEHIR &
liğin ötesine geçer ve mevcut düzendeki bağları parçalar.” Gerçekle bağları bir şekilde
parçalanmış olsa da, ütopyalarda hem
doğal hem de sosyal çevre beraberce, plan
ve projeler marifetiyle birer mühendislik
nesnesine dönüştürülür. Yani, her ütopya aynı zamanda bir toplum mühendisliği, hatta davranış mühendisliği (Kumar,
2009:1046) projesidir. Bu açıdan, ütopya,
topografya ve topoloji kelimelerinin aynı
kökten gelmesi dikkat çekicidir.
Resim 2: Bartolomeo Del Bene’nin 1609 tarihli Civitas Veri
(Hakikat Kenti) gravürü.
Kentsel ölçekteki ütopyalar da dâhil olmak üzere, sosyal yaşamın bir plana tabi
tutulması görüşünü gerçekçi bulmamakla
beraber şiddetle reddeden Hayek (2004),
her türlü kolektivist tasarımın ve planın
kaçınılmaz olarak özgürlüklere karşı bir
risk barındırdığını belirtmiştir. Ona göre
planlama, özgürlük düşmanlığıdır. Çünkü sosyal ilişkiler planlanamayacak kadar
karmaşıktır. Planlamacılığın gerçekçiliğe
aykırı bu özelliğinin yanında, Hayek’in
asıl dikkat çektiği yön, planlamacılığın
kolektivizme hizmet etmesiyle beraber,
bir anlamda mühendisliğin sağladığı ‘bilimsellik’ avantajını kullanan ve zımnen
de olsa ‘hakikatin sözcüsü’ plancının işgal
ettiği konum itibariyle, vesayetçi unsurlar barındırması çerçevesinde bireysel
özgürlükler için taşıdığı risktir.
57
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Resim 3: Ebenezer Howard’ın Bahçe Kentler (1902) tasarımı
58
E
Tarihsici (historicist) bir Arşimet noktasıyla işe koyulan ütopyacılar, ‘yeryüzünde
cennet çağının geleceği kehanetini savunan peygamberlere…’ (Popper, 2008:5)
dönüşmüşler ve Sokratesçi ‘soylu yalan’dan beslenen ‘aydın despotizmlerinin’
değirmenine su taşımaya başlamışlardır.
Tek düzelik, türdeşlik, yalıtılmışlık, özel
yaşamın her boyutunun düzenlendiği
totaliter yekparelik, denetim, süreklilik,
değişimden azadelik, hiyerarşik yapı, tanımlı-kısıtlı bir özgürlük, durağan bir
kentle (Altunoğlu, 2012:6) beraber, toplum-doğa üzerinde mutlak egemenlik ve
meritokrasi, ütopya örneklerinde sıklıkla
rastlanan özelliklerdir. Ütopyalarda ön
plana çıkarılan siyasal değer her ne kadar eşitlikçilik olsa da, meritokratik işle-
yişin kaçınılmaz sonucu olarak yönetici
elitler dışındaki herkesin yoklukta ya da
ona bahşedilende eşitlenmesi, aldatıcı bir
eşitlikçilik idealidir. Çünkü bir organizma olarak ütopyada yer alan kentin ‘sağlıklı” işleyişi adına meritokratik, liyakate
dayalı işbölümü düzenlemesiyle herkes
kendine en uygun işi yapacak, korporasyonlar oluşacak ve bir bütün olarak
organın sağlıklı işleyişi teminat altına
alınacaktır.
Tüm bu özellikler beraberce, mükemmellik arayışındaki ‘erdem cumhuriyetlerini’, ütopyalar özelinde ise dini, ruhani
boyutları olan ‘yeryüzündeki cennetlere’
dönüşmüş ‘gettoları’ işaret eder. ‘Kibirli akıl’ tarafından üretilmiş, totaliter bir
plan, tasarım, umut, arzu barındıran
ütopyalar, her entelektüel tasarım gibi,
S
I:2 H
IR N 2 1
hakikat rejimi (Foucault) kuran bilginin
vesayetini barındıran –bu açıdan yukarıda resmi yer alan Bene’nin ütopyasının
adının Civitas Veri, Hakikat Kenti olması
oldukça dikkat çekicidir- komüniteryan
projeler olarak, ideolojik renklerle hala
varlıklarını devam ettirmektedirler.
Sonuç olarak, hızlı kentleşme gerçeğinin,
ütopyalarda olduğu gibi, bir nesne gibi
önceden belirlenmiş, planlanmış bir kent
inşasını pratikte imkansız kıldığı gerçeği
(Tekeli, 2010:11) gözden kaçırılmamalıdır. Ait olduğu ulus devlet dışında kendi
başına siyasal aktör olabilen kentler, artık
küresel rekabet ölçeğinde, klasik planlamalar dışında kent, bir plancının ürünü
değil de toplumun bütününün ürünü
olarak görülmeye başlanmıştır. Küreselleşme süreciyle örtüşen bu dönüşümle
beraber, ütopyalarda en uç örneklerine
rastlanan planlamanın da ‘müzakereci’ bir
nitelik edinerek, yönetişim sürecine dâhil
olması, bir anlamda demokratikleştirilmesi gerekmektedir.
ŞEHIR &
Kaynakça
1.
Altunoğlu, M. (2012). “Takdim”, İdeal Kent, Sayı 5,
ss.5-7.
2.
Ciaron, E. M.(2010). Tarih ve Ütopya, İstanbul:
Metis Yayınları.
3.
Ertan, K. A. (2003). “Kentin Tükenişi ve Ütopyalar”,
Amme İdaresi Dergisi, Cilt 36, Sayı 2, ss. 143-165.
4.
Hayek, F.A.von, (2004) Kölelik Yolu, (çev.T.
Feyzioğlu, Y. Arsan), Ankara: Liberte Yayınları.
5.
Heywood, A. (2007). Siyaset, (çev. B.B. Özipek vd.),
Ankara: Adres Yayınları.
6.
İmga, O., Olgun, H. (2010) “Akademyanın Velut
Kalemi”: Prof. Dr. İlhan Tekeli ile Kent Üzerine,İdeal
Kent, Sayı 1, ss.8-27.
7.
Keleş, Ruşen, (2010) “Önsöz”, Y. Şahin, (2011)
Kentleşme Politikası, Trabzon: Murathan Yayınları.
8.
Kostof, S. (1991). The City Shaped: Urban Patterns
and Meanings Through History, London: Thames
and Hudson Ltd.
9.
Kumar, K. (2009). “Utopianism”, The Social Science
Encyclopedia, (ed. A. Kuper, J. Kuper), London:
Routledge.
10. Kürkçüoğlu, İ.E. (2010) “İdeal Arayışında Bir Dönüm
Noktası: Yıldız Şehirler”, İdeal Kent, Sayı 1, ss.78-95.
11. Mammheim, Karl, (1954) Ideology and Utopia:
An Introduction to the Sociology of Knowledge,
London: Routledge and Keagan Paul Ltd.
12. Popper, K., (2008) Açık Toplum ve Düşmanları,
(çev. M. Tunçay), Ankara: Liberte Yayınları.
13. Şahin, Yusuf, (2011) Kentleşme Politikası, Trabzon:
Murathan Yayınları.
14. Yüksel, Ü.D. (2012). “Antikçağdan Günümüze Kent
Ütopyaları”, İdeal Kent, Sayı 5, ss.8-37.
Görsel Kaynakça
1.
Resim 1 – Resim 2 İş Bankası Kültür Yayınları,
Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, İstanbul, 2006.
2.
Resim 3 http://archimaps.tumblr.com/image/9470866525
59
E
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
RS
ŞEHIR &
E HINE
NE I
ENI
ŞI
R E
BURSA’NIN GERÇEK FETIH
TARIHI
Hakan Yılmaz *
Giriş
Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olan
Bursa’nın fethi, şehrin fethinden iki asra
yakın bir süre sonra yazılmış olan Osmanlı kaynaklarına, Osmanlılar’ın Bizans sınırında yaptıkları kayda değer ilk
büyük fetih olarak yansımıştır. Osman
Gâzî’nin daha önce sağlığında iken Bilecik ve çevresinde yaptığı fetihler ve Latin
işgâli sırasında bir dönem Bizans’a başkentlik yapan İznik’in 1331’deki fethi bile
onun kadar etkili olamamış; tümü XIV.
yüzyılın ilk yarısında Bithynia çevresinde
gerçekleştirilmiş olan bu fetihlerin hep-
si, büyük Osmanlı fetihlerinin başlangıcı
olarak kabul edilen Bursa fethinin gölgesinde kalmıştır.
Nitekim XVI. yüzyıl Osmanlı müelliflerinden Seyyid Lokman ‘Aşûrî, Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâ’ili’l-‘Osmâniyye’sinde1
yazdığı şu dizelerinde, Bursa’nın fethini
sonraki tüm Osmanlı fetihlerinin aslı ve
başlangıcı olarak nitelendirerek, şehrin
fethine “Ümmü’l-fütûhîn: Fetihlerin anası”
ibâresini tarih düşürmüştür:
* Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ
Tarihi Yüksek Lisans Öğrencisi
1 Seyyid Lokman ‘Aşûrî, Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâ’ili’l-‘Osmâniyye, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 1216.
61
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
“Çü feth itdi Bursa’yı Orhân tamâm
Mutî’ oldı dergâhına hâss u ‘âmm
O mülki açub Şâh-ı ‘âlî-nihâd
Livâ-yı Hüdâvendigâr itdi âd
Geçüb tahta oldı Şeh-i dîn-penâh
Tapu kıldılar cümle mîr ü sipâh
Yeñiden yapub kal‘asın kıldı harb
Açıldı anuñla kamu şark u garb
Açılmış bahâr-idi ol perde-nev
Havâ müşk-i Çîn’den iletmiş grev
Megârib meşârıkda pür zîndür
Ki târîhi ‘Ümmü’l-fütûhîn’dür = 726.”2
Olub reşk-i Firdevs her cûybâr
Müzeyyen şükûf-ile her şâhsâr
Geyinmiş çemen Husrevî pür-niyân
Yire la‘l saçmış gül-i erguvân
Kamû sahn ü hâmûn çü mînâyıdı
Zemîn sebzeden misl-i deryâyıdı
Olub minber kamerî serv-i sehî
Perr olmışdı hutbe ile mülk-i Şehî
Gülüñ nakdine sikke urdı sabâ
Nisâr itdi Şeh yolına câ-be-câ
Zırhdan çıkub sîne kıldı siper
Ne ider hûrde gonce başdan geçer
Benefşe büküb hidmete kâmetin
Bülend itdi serv i sehî râyetin
Nefîr ü nakkâre sadâsın rimâh
İrişdürdi âfâka şâm u sabâh
Gülistân gibi baht-ı ‘Osmâniyân
Açılmış güli feth idi der-miyân
Alub koynına gonce koca koca
Sanasın ki ak güldür Akça Koca
62
E
Cihâda sanavber hırâmân idi
Kızıl gül rıh-i ‘Abdu’r-Rahmân idi
Çeküb nîze nevrestelerden nihâl
Gazâ ‘azmine misl-i Köse Mîhâl
Seyyid Lokman Bursa’nın fethine “Ümmü’l-fütûhîn” ifadesiyle, hatalı bir şekilde
“726/1326” tarihini düşürmekle birlikte3,
şimdiye kadar Bursa’nın gerçek fetih tarihini tespit ya da kontrol etmemizi sağlayacak tek bir çağdaş kaynak ya da belge
ibrâz edilememiştir. Bu durum ise, Osman Gâzî’nin şehrin fethini görüp-göremediği ya da fetihten önce mi, sonra mı
vefât ettiği gibi önemli tarihî belirsizlikleri beraberinde getirmiştir.
Bursa’nın gerçek fetih tarihi konusu ve
fetihle ilgili çelişkili meseleler, daha önce
Necip Âsım-Mehmed Ârif gibi son devir Osmanlı tarihçileri ve İsmail Hakkı
Uzunçarşılı gibi modern Türk tarihçileri
tarafından tartışılmış ve bu konu, XV.
yüzyılda yazılmış Osmanlı tarihlerindeki
çelişkili rivâyetler ve kısa Bizans tarihlerindeki kaynağı meçhul bilgiler ekseninde, doğruya en yakın ihtimâller üzerinden çözümlenmeye çalışılmıştır4. Bu
2 Seyyid Lokman, a.g.e., vr. 23a-23b.
3 Son mısrâdaki “Ümmü’l-fütûhîn” târih ibâresi, ebced
hesabına göre 726/1326 yılına değil, 626/1229’a denk düşmekte olup, bu durum kısa bir süre sonra Künhü’l-Ahbâr’ı
kaleme alacak olan ünlü Osmanlı tarihçisi Gelibolulu ‘Âlî
tarafından eleştirilmiştir. ‘Âlî’nin bu tenkidi hakkında, bk.
a.mlf., Künhü’l-Ahbâr, TTK Ktp. nr.: Y/546, vr. 13b.
4 İlk iki müellif, Târîh-i ‘Osmânî Encümeni’nin Târîh’inde
726 yılını zikredip, diğer kaynaklarda yer alan bilgileri
-çoğunu hatalı bir şekilde olmak üzere- dipnotta sıralamakla yetinirken; Uzunçarşılı aynı kaynak grubunu temsil
eden birkaç Osmanlı tarihinin verdiği ortak bilgiden
hareketle, fethin 726/1326 yılında gerçekleştiğini kesin
olarak kabul etmiştir. Krş. N. Âsım - M. Ârif, Osmanlı
Târîhi, I, 1335/1919, s. 627 vd.; İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
Osmanlı Tarihi, c. I, TTK, Ankara, 1973, 118, dn.: 3.
S
I:2 H
IR N 2 1
konuların kesin olarak tespit edilmesini
zorlaştıran en önemli etkenler; fethin
çağdaşı sayılabilecek tek bir tarihî kaynak
ya da belgenin mevcut olmadığı varsayımı, ya da mevcut kimi belgelerin şimdiye
dek göz ardı edilerek, bu gibi tartışmalı
konuları çözümleyecek tarihî birer malzeme olarak kullanılmamasıdır.
İşte biz bu makalede ilk kez, Osman
Gâzî’nin ölümünden birkaç ay önce düzenlenmiş bir belgeye, Orhan Gâzî’yi
oldukça erken bir târihte Bursa/Beg-sarayı’nda ziyâret etmiş bir seyyahın izlenimlerine ve yine 763/1362’den sonra
Orhan Gâzî adına kaleme alınmış çağdaş
bir kroniğe dayanarak, Bursa’nın gerçek
fetih tarihini ve fethin diğer tartışmalı
meselelerini aydınlatmaya çalışacağız.
Bursa’nın Fetih Tarihi
Hakkında XV.-XVI. Yüzyıl
Osmanlı Kaynakları Neler
Diyor?
XIV. yüzyılda temelleri atılıp, XV. yüzyıllarda yazılmaya başlanan ve XVI.
yüzyılda tamâmen yaygınlaşan Osmanlı
tarihlerinde, Bursa’nın fetih tarihi hakkında 710/1310 ilâ 727/1327 yılları arasında değişen çok farklı tarihlere yer verilmiştir.
Ünlü şâir Ahmedî, İskender-nâme’sinin
içindeki “Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i
Âl-i ‘Osmân” adlı mesnevîsinde Bursa ve
İznik fetihlerini özellikle ön plâna çıkarmasına rağmen, kronolojiden tamamen
yoksun bir metin kaleme aldığı için her
iki şehrin de fetih tarihinden söz etmez.
Bununla birlikte, Fatih devrinde Behce-
ŞEHIR &
tü’t-Tevârîh adında Farsça bir İslâm tarihi
yazmış olan Şükrullah Çelebi, aynı kaynağa dayanarak Osman Gâzî’nin Bursa
kuşatması sırasında öldüğünü ve şehrin
Orhan Gâzî tarafından 710/1310’da fethedildiğini belirtmekle yetinir5; onu tâkip eden Mehmed bin Hacı Halîl el-Konevî de Târîh-i Âl-i ‘Osmân ve’s-Selçûk adlı
eserinde yine aynı tarihi verir6.
Kanûnî’nin ünlü veziri Lütfi Paşa Tevârîh-i
Âl-i ‘Osmân’ında Bursa’nın fethinin
716/1316’da7, Fâtih devri tarihçilerinden
Enverî Düstûr-nâme’sinde 720/1320’den
sonra8, Rûhî Çelebi 725/1325’te gerçekleştiğini9 ifade ederlerken; Karamânî
Mehmed Paşa10, Âşık Paşa-zâde11, Anonim târihler12 ve Edirne’li Oruç Beg, şehrin fethinin 726/1326 yılında gerçekleştiği
noktasında birleşirler13.
5 Şükrullâh Çelebi, Behcetü’t-Tevârîh, Nuruosmaniye Ktp.
nr.: 3059, vr. 159b; Behcetü’t-Tevârîh Tercemesi (trc.: Mustafa Fârisî), Süleymaniye Ktp. Hafîd Efendi, nr.: 222, vr.
232b.
6 Krş. Mehmed bin Hacı Halîl el-Konevî, Târîh-i Âl-i
‘Osmân ve’s-Selçûk, Bibliothèque Nationale, Supp. Persian,
nr.: 1394, vr. 17a-18a.
7 Krş. Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, ‘Âli Beg neşri,
İstanbul, 1341, s. 27.
8 Enverî, Düstûr-nâme, haz.: M. Halil Yınanç, İstanbul,
1928, s. 8.
9 Rûhî Çelebi, Târîh-i Rûhî, Berlin Staatsbibliothek,
Tübingen, MS Or. Quart, nr.: 821, vr. 25a; Y. Yücel - H. E.
Cengiz neşri, TTK Belgeler, XIV/18, s. 383.
10 Karamânî Mehmed Paşa, Tevârîhu’s-Selâtîni’l-‘Osmâniyye,
Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3204, vr. 4a.
11 Âşık Paşa-zâde, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, İstanbul Arkeoloji
Mz. Ktp. nr.: 1504, vr. 13b.
12 Friedrich Giese, Die Altosmanischen Anonymen Chroniken, Breslau, 1922, s. 13.
13 Oruç bin ‘Âdil, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, Manisa İl Halk
Ktp. Yzm. Genel, nr.: 5506/2, vr. 158a, st. 1-2. Bursa
kuşatmasını 725’te başlayıp 726’da fetihle sonuçlanmış
gösteren II. Bâyezid dönemi tarihçilerinden İdris-i Bitlisî
ve Kemâl-Paşa-zâde de, Rûhî Çelebi’yi ve bu son kaynak
grubunu takip etmiş gözükmektedir: İdrîs-i Bitlîsî, Heşt
Behişt (Türkçe trc.), c. I, haz.: Dr. Mehmet Karataş-Dr.
Selim Kaya-U. Yaşar Baş, Ankara, 2008, s. 181-183, 232;
İbn Kemâl, Târîh-i İbn Kemâl, I. Defter, haz. Şerafettin
Turan, TTK, Ankara, 1991, s. 193.
63
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Görüldüğü üzere, erken dönem Osmanlı târihlerinde Bursa’nın fetih târihi
1310-1326 yılları arasına odaklandırılarak, 16 yıllık geniş bir zaman dilimine
yayılmıştır. Bu târih kaynakları arasında, aynı takvimi tâkip eden son dört
kaynaktaki “726” tarihi, S. Lampros ve
K. Amantos’un yayınladıkları XVIII.
yüzyıla ait Grekçe bir târihteki “6 Nisan”
bilgisiyle birleştirilerek14, fethin gerçek
târihinin 6 Nisan 1326 olduğu sonucu
çıkarılmıştır15.
Bursa’nın Gerçek Fetih
Tarihine Işık Tutan Çağdaş
Kayıtlar
Yukarıda sıraladığımız tutarsız ve çelişkili tarihlere bakılırsa, mevcut bilgilere
dayanılarak, Bursa’nın kesin olarak hangi tarihte ele geçirildiğini tespit etmek
pek mümkün gözükmemektedir. Bunlardan sadece birkaçı, Bursa’nın fethinin
726/1326’da gerçekleştiği noktasında
birleşmektedir. Yapılan yazım hataları
yüzünden yılların tarihî takvimlerden
sürekli yanlış olarak aktarılması, zamanla
birbirinden çok farklı ve hatalı tarihlerin
ortaya çıkmasına sebebiyet vermiş ve bugüne kadar bu tarihlerden hiçbiri o asra
ait bir bulgu ile desteklenememiştir.
64
E
Osmanlı tarihçileri arasında Bursa’nın
fetih tarihini kesin bir te’yidle verebilen
yegâne isim, Sultan II. Bâyezîd devrinde
Kitâb-ı Cihân-nümâ adında bir dünya tarihi yazmış olan Bursa’lı Mehmed Neş14 Krş. S.P. Lampros & K. Amantos, “Brachea Chronika”
(Βραχέα Χρονικά), Athens: Akademia Athenon Mnemeia tes
Ellenikes Istorias, (A, 1932-1933), XII, No.: 27 (also in 1834
Bonn edition of Ducas, op. cit., ed. I Bekker, pp. 515-527),
pp. 340.
15 Krş. Uzunçarşılı, a.g.e., c. I, s. 118, dn.: 3; H. İnalcık, “Bursa”, DİA, VI, 446, v.s.
rî’dir. Rivayetlerini seçmedeki titizliği
ve yüksek sentez gücü ile dikkati çeken
Neşrî, eserinde yukarıdaki tarihçilerin
tümünden farklı olarak, Bursa’nın fethinin “Hicretüñ yedi yüz yigirmi ikisinde” (722/1322) gerçekleştiğini söyler ve
726/1326 yılı da dahil olmak üzere, diğer
kaynaklarda verilen tüm tarihlerin asılsız
olduğunu öne sürerek: “Burûsa’nuñ fethi
bu târîhden idügine (bu târihte gerçekleştiğine) hiç nizâ‘ (şüphe) yokdur.” der16.
Görülüyor ki, birbirinden farklı tarihler
veren onca Osmanlı târihçisi arasında,
Bursa’nın fethi konusunda sadece Neşrî
verdiği tarihin doğruluğundan emindir
ve o da 722/1322 yılını zikrederek, fethin tarihini bilinenden 4 yıl daha geriye
götürmektedir. Şu kadar var ki, Neşrî’nin
kesin bir dille te’yid ettiği bu tarih de ancak, o dönemde yazılmış kaynak ya da
belgelerle ispatlanabildiği takdirde “Bursa’nın gerçek fetih tarihi” olarak kabul
edilebilir.
Öyleyse Neşrî’nin bu iddiâsını haklı çıkaracak çağdaş kanıtlar mevcut mudur;
yoksa o, bu kadar güvenilir bir tarihçi
olmasına rağmen, bu konuda târihî gerçeklere aykırı bir yol mu tutmuştur?
İşte, aşağıda ilk kez gündeme getireceğimiz XIV. yüzyıla ait çağdaş belge ve
kanıtlar; Bursa’nın gerçek fetih tarihinin
722/1322 olduğu konusunda Neşrî’nin
neden bu kadar kesin konuştuğunu göstermeye yetecektir.
Bunlardan ilki; XIII.-XIV. yüzyıllar arasında yaşamış olan sûfî gezgin Seyyid
16 Mehmed Neşrî, Kitâb-ı Cihân-nümâ, I, haz.: F. Reşit Unat
- M. Altay Köymen, Ankara, 1949, s. 134; Ğıhânnümâ: Die
Altosmanische Chronikdes Mevlânâ Mehemmed Neschrî, T.
Menzel nsh., nşr. F. Taeschner, Leipzig, 1951, s. 39.
S
I:2 H
IR N 2 1
Kâsım el-Bağdâdî’nin (ö. 750/1350), otobiyografisini ve yaklaşık bir asır boyunca
gezdiği ülke ve beldelere âit izlenimlerini içeren Arapça Seyâhat-nâme’sidir17.
Günümüz araştırmacılarının çoğunun
ismini bile işitmediği, ünlü Tanca’lı seyyah İbn Battuta’nın (ö. 770/1368) çağdaşı
olmakla birlikte ondan çok daha önceki
bir tarihte, 724/1324 yılı içinde Orhan
Gâzî’yi Bursa’daki Beg-sarayı’nda ziyaret
etmiş olan Seyyid Kâsım el-Bağdâdî’nin
gezi notları, Bursa fethini bu ziyaretten 2
yıl sonrasına odaklandıran geç Bizans ve
Osmanlı kaynaklarındaki 726/1326 tarihini peşinen çürütmekle kalmaz; Orhan
Gâzî’nin Bursa’daki Saltanat sarayının,
tahta müstakil bir “Sultan” olarak yerleştiği 1324 yılı başlarında mevcut olduğunu da, bir görgü şâhidinin ifadeleri
ışığında kesin bir biçimde ortaya koyar18.
Abdülkâdir Geylânî silsilesinden olup
130 yıl gibi uzun bir ömür sürmüş olan
Bağdâdî, soy şeceresi, irşad icâzet-nâmesi ve 656-750/1258-1350 yılları arasında gezmiş olduğu yerlere ilişkin izlenimlerini biraraya topladığı bu küçük
Seyâhat-nâme’de; tasavvufî faaliyetlerinin
yanı sıra, özellikle Bağdat’ta Hülâgu tarafından katline şâhid olduğu son Ab17 Günümüze Seyyid Kâsım el-Bağdâdî neslinden iki şahsın
elinde; biri rulo şeklinde, diğeri klasik formatta iki yazma
nüshası ve yine kayıp bir yazmaya dayanan tıpkıbasım
metni olmak üzere toplam üç ayrı metni ulaşmış bulunan
bu Seyâhat-nâme’yi, ileride Arapça tenkidli metni, Türkçe
tercümesi ve tıpkıbasımlarıyla birlikte yayınlayacağız.
Eserin sınırlı sayıda bastırılıp dağıtılan tıpkıbasımı için, bk.
Seyâhat-nâme li’ş-Şeyh Hacı Kâsım Bağdâdî, İbrahim Arvas,
1371/1951 (28 s).
18 Bursa Beg-sarayı’nın bu târihte mevcut olduğunu gösteren diğer bir kanıt, Orhan Gâzî’nin 1324 yılı Mart ayında
düzenlenen Mekece Vakfiyesi’dir. Krş. İBB Atatürk
Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10. Bu vakfiyenin
Orhan Gâzî tarafından Harem ağası Tavâşî Şerefüddîn
Mukbil’e verilmiş olması, hâl-i hazırda onun bir sarayı da
bulunduğunun delilidir. Bu sarayın Bursa’daki Beg-sarayı
olduğu, burada yayınladığımız yeni kayıtlar ışığında kesin
olarak ortaya çıkmaktadır.
ŞEHIR &
bâsî halifesi el-Musta‘sım Bi’llâh, Cizre
yakınlarındaki Küfra kalesi beyi Şerefü’d-dîn Şeref bin ‘İsâ Beg, Mısır Memlûk Sultânı Melikü’n-Nâsır’ın vezîri Husrev Paşa, Osmanlı Sultânı Orhan Gâzî ve
Van-Hakkârî taraflarında hüküm süren
Sutaylılar’dan İbrâhîm Şâh gibi zamanının ünlü devlet adamları hakkındaki izlenimlerini de ayrıntılı olarak aktarmıştır.
Bağdat’tan Mısır’a kadar uzanan geniş
bir coğrafyayı gezmiş olan Bağdâdî’nin,
iki oğlu ile birlikte gittiği en uzak diyarın Bursa olması ve bu ziyaretin Mısır
seyahatinden hemen sonraya rastlaması
oldukça dikkat çekicidir19.
İşte İbn Battuta’dan 8 yıl önce Orhan
Gâzî’yi sarayında ziyaret eden Seyyid Kâsım el-Bağdâdî, Seyâhat-nâme’sinin Bursa
seyahati ile ilgili kısmının ilk satırlarında; 1324 yılı Haziran ayında gittiği ve 6
aylık bir misafirlikten sonra 21 Aralık
1324’te ayrıldığı20 Bursa’nın, ziyaret ettiği
tarihten tam iki yıl önce, yâni 722/1322
yılında fethedildiğine açıkça işaret ederek
şöyle der:
“Dokuz ay bu tarz üzere orada (Mısır/Ezher’de) durdum, sonra ayrıldım; ashâbımla
birlikte Bursa tarafına, merhûmü’l-mağfûr
es-Sultân Gâzî Sultân ‘Osmân Hân’ın oğlu,
Halîfetü’l-‘âlem (yeryüzünün Halîfe’si),
Sultânü’l-İslâm (Müslümanların Sultân’ı)
19 Bu noktada Osman Gâzî’nin, Orhan’ın dışındaki oğullarından birine “Melik” ve yine Orhan Gâzî’nin oğlu Gâzî
Süleyman Paşa’nın da oğullarından birine “Melik Nâsır”
adını koymuş olması, bu devirde Osmanlı-Mısır Memlûk
yönetimleri arasındaki yakınlığın boyutlarını ortaya
koyması açısından önemlidir.
20 Bağdâdî, Bursa sarayında 6 ay kaldığını söyledikten sonra,
Orhan Gâzî ile vedâlaşma ânını anlatırken: “Bunlar yedi
yüz yirmi beş yılı Muharrem’inin dördünde (21 Aralık 1324),
Pazartesi günü oldu.” diyerek, saraya geliş târihinin 1324 yılı
ortaları olduğuna ilişkin açık bir işâret verir. Krş. Seyyid
Kâsım el-Bağdâdî, a.g.e., rulo nüsha, st. 168; matbû’ nüsha
(tıpkıbasım), s. 24.
65
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Gâzî Sultân Orhân’ın yanına doğru hareket
ettim. Bursa fethi sonrasıydı, orayı kâfirlerin
elinden alalı henüz iki yıl olmuştu.”21
Seyyid Kâsım el-Bağdâdî Bursa topraklarına 1324 yılı Haziran’ında ayak bastığına
ve şehrin fethini bu tarihten iki yıl öncesine odaklandırdığına göre; Bursa’nın
fethinin 722/1322 yılı ortalarında gerçekleştiği bizzat kendi ifadeleri ışığında
ortaya çıkmış olmaktadır.
Bağdat ve Mısır gibi, İslâm hilâfetinin
uzun yıllar merkezi olmuş iki büyük beldede bulunan ve hayatı boyunca İslâm coğrafyasının önemli bir kısmını gezmiş olan
Seyyid Kâsım’ın, burada Orhan Gâzî’den
“Halîfetü’l-‘âlem” ve “Sultânü’l-İslâm” vasıflarıyla söz etmiş olması, İslâm dünyasını iyi
bilen bir tasavvuf önderi olarak, umum
İslâm hükümdarları arasında uç sultânı
Orhan Gâzî’ye nasıl bir gözle baktığını
çözmemizi sağladığı gibi; onu hükümdarlığının daha ilk aylarında, birkaç ay önce
vefât etmiş olan babası ile birlikte “gâzî”
unvanıyla anması ve ayrıca kendisinin ve
neslinin kıyâmete kadar gazâ yolunda olmaları yönünde duâda bulunması da, ilk
Osmanlı hükümdarlarının iddiâ edildiği
gibi “yağma” ve “çapul” amacıyla değil, başından beri “din uğrunda” gazâ yaptıklarına kesin olarak ışık tutmaktadır22.
Bursa’nın gerçek fetih tarihinin 722/1322
olduğunu gösteren diğer bir çağdaş ka66
E
21 Bağdâdî, a.g.e., rulo nüsha, Seyâhat-nâme kısmı, st. 146148; matbû’ nüsha (tıpkıbasım), s. 22.
22 Bu konuda ayrıntılı bilgi, ileride kaleme alacağımız “gazâ”
ile ilgili makalemizde ve Osmanlı Araştırmaları Kongresi’nde sunacağımız “Seyyid Kâsım el-Bağdâdî ve Seyâhat-nâme’sinin Kuruluş Devri Osmanlı Tarihi Açısından Önemi”
adlı bildiride yer alacaktır. Bu bildiride Seyâhat-nâme’nin
bu devrin müessese ve medeniyet târihi açısından önemi
hakkında vereceğimiz bilgiler, Kuruluş dönemi Osmanlı
bürokrasisine ilişkin mevcut bazı bilgileri değiştirecek
niteliktedir.
yıt; Celâl-zâde Sâlih Çelebi’nin Hadîkatü’s-Selâtîn adlı eserinde yararlandığı başlıca kaynaklardan olup, Orhan Gâzî’nin
ölümünden kısa bir süre sonra, onun
adına yazılmış olduğu anlaşılan Menâkıb-ı Orhânî adlı kayıp eserde yer alır.
763/1362’den sonra kaleme alınmış olan
bu kaynakta Orhan Gâzî’nin vasıflarından
söz edilirken: “Tamâm kırk bir yıl dergâhında (sarayında) kös-i saltanat (saltanat davulu)
dögüldi.” denilerek23, Bağdâdî’nin yukarıdaki kaydına paralel şekilde Bursa’nın
1322’de fethedildiği ve iç kalede bulunan
Beg-sarayı’nın fetihten hemen sonra inşâ
edildiği açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla
bu çağdaş kayıt da, 763/1362’de ölmüş
olan Orhan Gâzî’nin24, ölümünden tam
41 yıl önce, yani 722/1322’de Bursa’yı
fethettiğini ve oturduğu Saltanat sarayını
aynı yıl içinde faaliyete geçirdiğini belgelemektedir.
Bursa’nın 726/1326’dan daha önce Osmanlı hâkimiyetine girdiğini gösteren
üçüncü çağdaş belge ise; Osman Gâzî’nin
ölümünden birkaç ay önce düzenlenmiş
olup, şimdiye kadar üzerinde kayda değer
hiçbir bilimsel çalışma yapılmamış olan
Ramazân 723/Eylül 1323 tarihli Asporça Hâtûn vakfiyesidir25. Vakfiyeye göre
23 Celâl-zâde Sâlih Çelebi, Hadîkatü’s-Selâtîn, vr. 43b-44a; H.
Yüksel - H. İ. Delice nşr., TTK, Ankara, 2013, s. 48.
24 Ankara Alâeddîn Câmii’nin 763/1362’deki restorasyonu
sırasında hâlâ hayatta olan Orhan Gâzî’nin, aynı yılın
Mart ayında vebâdan öldüğü hakkında, bk. Zeynü’l-Müneccim bin Süleymân el-Konevî, Zikr-i Tevârîh-i Ba‘z
ez-Selâtîn-i Moğol, Nuruosmaniye Ktp. nr.: 2782, vr. 8a; O.
Turan, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler,
TTK, Ankara, 1954, s. 72-73; Peter Schreiner, Die Byzantinischen Kleinchroniken, II: “Chronica Byzantina Breviora”,
290, Österreichiscen Akademie der Wissenschaften,
Vienna, 1977.
25 Arapça olan bu vakfiyenin günümüze toplam dört sûreti
ulaşmış olup, bunlar; Ankara Millî Ktp. Bursa Şer’iyye
Sicilleri, nr.: 4121, vr. 82-83; VGMA, Defter, nr.: 891,
s. 1-4; VGMA, nr.: 590/181, s. 207-208 ve Millet Kütüphanesi, Arabî, nr.: 4469’da kayıtlıdır. Bunların tümü,
vakfiyenin aslından Cemâziye’l-evvel 963/Mart 1556’da
S
I:2 H
IR N 2 1
Osman Gâzî, oğlu Orhan Gâzî’nin eşi ve
torunları Şerefullâh ve İbrâhîm’in anneleri olan Asporça Hâtûn’a, Kite kazâsına
bağlı olup Gemlik yakınlarında bulunan
Nârlu, Kapaklı, Bürüm-hisâr, Mudânya,
Firenkli, Çepni ve Yörükli köylerini bağışlamakla kalmamış; “Bursa kazâsı”nın
içindeki “Balıklı çiftlük” adlı mezra‘ayı da
bu bağış alanının içine katmıştır26.
Devrin Kite kadısının düzenlediği vakfiyede, henüz fethi gerçekleşmemiş olan
bir şehri Osmanlı Uç Sultanlığı’nın hâkimiyet alanı içinde göstermesi ve hâl-i
hazırda hayatta olan Osman Gâzî’nin de
bu şehrin sınırları içindeki bir mezra‘ayı
gelinine vakfetmesi mantıken mümkün
olmadığından, mevcut en eski tarihli
Osmanlı vakfiyesi olan bu resmî belge
de Bursa’nın 1323’ten daha önceki bir
tarihte, yâni Seyyid Kâsım el-Bağdâdî
Seyâhat-nâme’si ve Menâkıb-ı Orhânî’deki kayıtlara paralel şekilde 722/1322 yılı
içinde Osmanlı hâkimiyetine girdiğine
açık bir delil teşkil etmektedir27.
Dolayısıyla tamamı Bursa’nın fethi ile çağdaş olan, doğrudan Orhan Gâzî asrından
kalma bu resmî belge ve kaynaklara göre,
çıkarılan sûretin kopyalarıdır. Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından yayınlanan Bursa Vakfiyeleri-I
adlı kitapta (H. Basri Öcalan-Sezai Sevim-Doğan Yavaş,
Bursa Kültür A.Ş., Bursa, 2013, s. 24-29) vakfiyenin
sûretlerinin sayısı “2” olarak gösterilmiştir. Yakında bu
vakfiyenin, yukarıdaki 4 sûretinin Arapça karşılaştırmalı
metni, Türkçe tercümesi ve kuruluş devri Osmanlı tarihi
açısından önemine ilişkin bir makale neşredeceğiz.
26 Krş. VGMA, nr.: 590/181, s. 207, st. 28-29; nr.: 1891/1, s.
2, st. 11.
27 Yukarıdaki çağdaş materyallerle tamamen örtüşecek
şekilde, ünlü seyyah Evliyâ Çelebi de Seyâhat-nâme’sinde:
“Bursa’yı kemâ-kân muhâsaraya şürû‘ idüp, …keferelere kaht
[u] galâ müstevlî olup, âhir küffâr bir sene muhâsaradan soñra
vire ile, bâ-sulh kal‘ayı Orhân Gâzî’ye sene 722 târîhinde teslîm
itdiler.” cümleleriyle, Bursa’nın 722/1322’de fethedildiğine
açıkça işâret etmiştir. Bk. a.mlf., Seyâhat-nâme, II, TSMK,
Bağdat, nr.: 304, vr. 222b. Onun burada Neşrî’nin ana
kaynağını ayrıntılı bir şekilde kullandığı, iki rivâyetteki
ortak ifadelerden anlaşılmaktadır.
ŞEHIR &
Bursa’nın gerçek fetih târihinin 722/1322
yılı olduğu kesinlikle söylenilebilir.
Bursa’nın Fethi ile İlgili
Tartışmalı Diğer Meseleler
Osmanlı târih kaynaklarında Bursa’nın
fethi ile ilgili müphem ve çelişkili konuların, yalnız şehrin fetih tarihiyle sınırlı
olmadığını belirtmiştik. Bursa’nın gerçek
fetih tarihinin bilinmeyişinden kaynaklanan bu belirsiz noktalardan biri; Osman
Gâzî’nin Bursa fethini görüp-göremediği ve oğlu Orhan Gâzî Bursa’yı tahtgâh
edindiği sırada hayatta-olup olmadığı
meselesidir.
Yukarıda saydığımız kaynaklardan bâzıları, Osman Gâzî’yi Bursa’nın fethini
göremeden ölmüş gösterirken; başta
Âşık Paşa-zâde olmak üzere diğer kaynakların çoğu, Bursa’nın fethi sırasında
Osman Gâzî’nin hayatta bulunduğu, yalnız ayağındaki nikris hastalığı sebebiyle
kuşatma işini oğlu Orhan’a teslim etmiş
olduğu bilgisi etrafında birleşirler.
Ahmedî kuruluş devrinde yazılmış en
eski tarih metni olarak bilinen Osmanlılar’la ilgili “Dâsitân”ında, Bursa ve İznik
kuşatmalarını Osman Gâzî’nin başlattığını kabul etmekle birlikte, onun bu iki
şehrin fethini göremeden öldüğünü öne
sürerek şöyle der:
Turmadı her yaña leşker saldı ol
Az zamânda çoh vilâyet aldı ol
Kâfiri yıhub, yahub ol nâmdâr
Bursa vü İznîk’i eyledi hisâr
Eylâ takdîr itdi Hakk ‘azze ve cell
Ki almadın ol ikiyi irdi ecel28
28 Ahmedî, “Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i ‘Osmân”,
İskender-nâme içinde, Bibliothèque Nationale, Supp. Turc.
nr.: 309, vr. 291a.
67
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Osman Gâzî’nin Bursa kuşatmasına oğlu
Orhan’ı hayatta iken kendisinin gönderdiği konusunda tüm Osmanlı tarihçileri
görüş birliği içindedir.
Bu konudaki rivâyetlerin ana kaynağı
olan Âşık Paşa-zâde, fetih sırasındaki durumu kısaca şöyle özetlemektedir:
“Su’âl: Bu fethler kim olundı, ‘Osmân Gâzî
hayâtda mıdı?
Cevâb: Esahh kavl budur kim; ‘Osmân hayatdayıdı. Zîrâ ki oğlını bu seferlere atası
göndermişidi.
Su’âl: Ya ‘Osmân Gâzî kendü n’îçün bile varmadı?
Cevâb: Anuñ-çün kim Orhân Gâzî’nüñ
dahı iki oğlı varıdı ve bunı kasd iderdi kim:
‘Orhân Gâzî benüm zamânumda şevket bulsun!’ diridi. Ve hem ekser ‘Osmân’uñ ayağında zahmet vâkı‘ olmışıdı, varmamağa
sebeb olıdı.”29
Bursa’nın fetih tarihinin 722/1322 yılı
olduğunu doğru olarak zikreden Mehmed Neşrî de, bu târihin doğruluğunda
hiçbir şüphe olmadığını söyledikten sonra: “Ammâ nizâ‘ anda kaldı ki; hîn-i fethde
‘Osmân Gâzî hayâtda mıydı, degül-miydi?
Meşhûr ve esahh budur kim; hayâtda idi,
zîrâ kim oğlını ol sefere ‘Osmân kendü göndermişdi.” diyerek30, asıl belirsizliğin bu
noktada yoğunlaştığına dikkati çeker.
68
E
rında yerini oğlu Orhan’a terk etmesi31;
cülûsun mantıken bir önceki hükümdârın ölümünden sonra gerçekleşmesi
gerektiğini düşünen sonraki Osmanlı tarihçilerinin bilinçaltına, Osman’ın ölmesi ve Orhan’ın babasının yerine geçmesi
şeklinde yerleşmiş; bu nedenle Osman
Gâzî’nin bu tarihten 2 yıl sonra meydana
gelen Bursa fethini göremediği, fethin de
onun ölümünden sonra, tek başına oğlu
Orhan Gâzî tarafından gerçekleştirildiği
düşüncesi akıllarda yer etmiştir.
İşte bu konudaki tüm şüphe ve tereddütleri giderecek şekilde; 1332’de Bursa
ve İznik’e gelerek Orhan Gâzî’yi ziyaret
eden İbn Battuta, Orhan’ın beylik topraklarında bulunduğu sırada Sultân’ın
bizzat kendisinden ya da yakınlarından, Bursa’yı hayatta iken bizzat Osman
Gâzî’nin fethettiğini, ancak İznik’in fethini göremeden vefât ettiğini işitmiş ve
bu bilgiyi Seyâhat-nâme’sine şu ifâdelerle
kaydetmiştir:
“Onun (Orhan’ın) babası Rumlar’ın elinden
Bursa şehrini fethetmiş. Kabri oradaki bir
mesciddedir. Oranın mescidi daha önceleri
hıristiyanların kilisesi imiş. Söylendiğine
göre; o İznik şehrini de yirmi sene kadar kuşatmış, ancak fethini göremeden ölmüş; zikrettiğimiz bu oğlu (Orhan) on iki sene daha
kuşattıktan sonra nihâyet onu fethetmiş.”32
Osman Gâzî’nin 719/1319 yılı sonlarında ayağındaki nikris hastalığı nedeniyle
Söğüt’te inzivâya çekilip, 720 yılı başla-
İbn Battuta, Osman Gâzî’nin kabrinin
önceden bir manastır olduğuna yaptığı
atıfla, Neşrî’nin “Gümüşlü kubbe” adıyla
anıyla anılan bu türbenin, hıristiyanlar
tarafından yeni yapılmış bir manastır
29 Krş. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., vr. 13b-14a. Ayrıca bk. F. Giese,
a.g.e., s. 13.
30 Neşrî, a.g.e.,F. R. Unat - M. A. Köymen nşr., I, s. 136;
Menzel nsh., s. 39, st. 21- s. 40.
31 İbn Kemâl, a.g.e., I. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih,
nr.: 30, vr. 33a, 34a; Ş. Turan neşri, I, s. 190, 194.
32 İbn Battuta, Tuhfetü’n-Nüzzâr fî Garâ’ibü’l-Emsâr ve’l-‘Acâ’ibü’l-Esfâr, bas.: Beyrut, ts., s. 308-309.
S
I:2 H
IR N 2 1
olduğu yönündeki rivâyetini de33 tasdik
etmektedir.
Dolayısıyla bir görgü şâhidi olan İbn-i
Battuta’nın kayıtlarından çıkan kesin
sonuç; gerek Bursa, gerekse İznik kuşatmalarının Osman Gâzî tarafından
başlatıldığı, Bursa’yı hayatında iken
Osman Gâzî’nin aldığı, ancak İznik’in
fethini göremeden öldüğü, bu yüzden
ileride Orhan tarafından alınacak olan
bu ikinci şehrin fethine tanık olamadığı
yönündedir.
İbn Battuta’nın bu sözlerine ve yukarıdaki Osmanlı rivâyetlerine paralel olarak,
1323 Eylül’ünde düzenlenen Asporça
Hâtûn vakfiyesi de, Bursa’nın Osman
Gâzî henüz hayatta iken alındığını ve
ömrünün son yıllarını hastalıklar içinde
geçiren Sultân’ın, fetihten sonra bir buçuk yıl daha yaşadığını çağdaş bir vesîka
olarak ispat etmektedir34.
Bununla birlikte, Osman Gâzî ayağındaki rahatsızlık nedeniyle kuşatmaya oğlu
Orhan’ı gönderdiği için, Bursa’nın fethi
resmî belgelerde doğrudan Orhan’a nisbet edilmiş; bu nedenle o, 761/1359-60
tarihli Bursa vakfiyesinde kendisini: “Kâli‘-i kılâ‘-i kefere’-i menhûsa, Fâtih-i kal‘a’-i
Burûsa = “Uğursuz kâfirlerin kalelerinin
33 “Ol vakt kâfirler manastırı yiñi örtmişlerdi, gümiş-gibi
yalabırdı, ırakdan gören gümiş sanurdı.” Krş. Neşrî, a.g.e.,
Unat-Köymen neşri, I, s. 144.
34 Bu vakfiyede Osman Gâzî henüz hayatta, ancak mahkemeye çıkamayıp yerine vekil tâyin edecek kadar hasta
olarak görünürken, 1324 Mart’ında düzenlenen Mekece
vakfiyesi’nde artık ölmüş ve yerine oğlu Orhan mutlak
bir surette hükümdarlık tahtına oturmuş gözükmektedir.
Bu durumda o, 723/1323 yılı sonunda vefât etmiş ve
724/1324 yılı başlarında oğlu Orhan tahta geçmiş olmalıdır. Bağdâdî’nin yukarıda naklettiğimiz parçada 1324
yılı Haziran’ında Osman Gâzî’den: “el-merhûmü’l-mağfûr
es-Sultân ‘Osmân Hân el-Gâzî” diye söz etmiş olması da; bu
tarihten 3 ay önce düzenlenen Mekece Vakfiyesi’ni te’yid
edecek şekilde, Osman Gâzî’nin 1324 yılı başlarında artık
hayatta olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
ŞEHIR &
zaptedicisi, Bursa kalesinin fâtihi” unvânıyla anmakta herhangi bir sakınca görmemiştir35.
*
Bursa’nın fethi hakkında, asırlar önce
tartışmaya neden olan bir başka konu
da; şehrin “harp” ile mi, yoksa “sulh” ile
mi alındığı meselesidir. Bu konu ilk kez
XVI. yüzyıl tarihçilerinden İbn Kemâl
tarafından ayrıntılı şekilde ele alınmış ve
topografik deliller ışığında kesin bir sonuca bağlanmıştır.
O, Târîh-i İbn Kemâl adlı eserinin Osman
Gâzî dönemini anlattığı ilk defterinde
bu konuyu: “Burûsa hisârınuñ keyfiyyet-i
fethinde rivâyet arasında çok hilâf var; ‘Osmân Hân mı feth itdi, yohsa oğlu Orhân
[mı], rivâyetlerinde ihtilâf var.” diyerek36
yukarıdaki mesele ile birlikte gündeme
getirmiş; önce şehrin sulh yoluyla teslim
olduğunu ve Osman Gâzî’nin o sırada
hayatta olduğunu gösteren rivayetleri37,
ikinci olarak ise Neşrî’den, şehrin savaş
yoluyla ele geçirildiğini, Osman Gâzî’nin
tekfurun isteğiyle hisar önüne gelerek
burada rûhunu teslim ettiğini gösteren
diğer rivayeti nakletmiştir38. Nihâyetinde
ise, Bursa’nın mevcut topografyasını şiddetli bir “harb”e delil göstererek: “Mezkûr
diyâr-ı meşhûruñ küffâr-ı bed-girdârı bahr-i
harbe gark olub, Bûrsa şehri kahr-ile feth olmışdur; bu vechi mü’eyyeddür bu ki, ol hisâr
dârü’l-İslâm oldukdan soñra, içinde ‘imâret-i
küfrden (kâfirlerin binâlarından) ne eser
görülmiş, ne nişân bulunmışdur.” demek
35 VGMA, Pâdişah Vakıfları, Defter: 574, s. 99; TİEM, nr.:
2203, s. 3.
36 İbn Kemâl, a.g.e, vr. 33a; Ş. Turan neşri, I, s. 190.
37 İbn Kemâl, a.g.e., vr. 32b-33a; Ş. Turan neşri, I, s. 187189. Neşrî’nin Cihân-nümâ’sındaki rivâyet için, bk. a.g.e., I,
s. 144.
38 İbn Kemâl, a.g.e., vr. 33a-34a; Ş. Turan neşri, I, s. 190-194.
69
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
suretiyle39; şehrin şiddetli ve yıkıcı bir
savaştan sonra fethedildiği ve kaynaklarda sözü edilen sulhün ancak bu savaştan
sonra gerçekleştiği neticesine ermiştir.
Geyikli Baba ve Dervişleri
Bursa Kuşatmasında
Bursa’nın fethi, İslâm ulemâ ve mutasavvıfları açısından da kuşkusuz son derece
önemliydi. Mısır’dan Bağdat’a, Azerbaycan’dan Şam’a kadar İslâm dünyasının
dört bir köşesindeki âlimler, seyyidler,
abdallar, şeyhler ve dervişler; gerek Orhan
Gâzî’nin Bursa’yı fethi sırasında, gerekse
fetihten sonra uç diyarına yönelmişler,
şehrin etrâfına ve çevresine âdetâ akın
etmişlerdi40. Bunların en meşhurlarından
biri olan Bâbâî şeyhlerinden Geyikli Baba
da, rivâyete göre Bursa henüz kuşatma hâlindeyken Azerbaycan’ın Hoy şehrinden
gelip İnegöl sınırına yerleşmiş ve muhâsaraya bizzat katılarak, dervişleriyle birlikte
Kızılkilise taraflarını fethetmişti.
Geyikli Baba’nın Bursa kuşatmasına katılması, fetihten sonra Orhan Gâzî ile tanışması ve Orhan Gâzî’nin İnegöl yakınlarında fethettiği yerleri ona vakıf olarak
bağışlaması, Fetret devrinde Mûsâ Çelebi’ye hitâben düzenlenen bir belgeye şu
ifâdelerle yansımıştır:
“Kutbu’l-‘ârifîn Şeyh Geyiklü Baba Hôy’dan
gelmişdür. Ulu geyigâ binüb gelmişdür, geyikler kendüye musahhar imiş, gâlib Eyne-
70
E
39 İbn Kemâl, a.g.e., vr. 34a. Analitik bir yaklaşıma sahip
olan müellifin, burada rivâyetlerin doğruluğunu tespit
ederken topografyadan yararlanmış olması ve tarihî bir
gerçeğin belirlenmesinde bunu tek başına yeterli bir delil
sayması kayda değerdir.
40 Bu konuda, bk. Hakan Yılmaz, “Muslihuddîn Fakîh ve
Orhan Gâzî’nin Oğlu Gâzî Süleyman Paşa Adına Yazdığı
‘Tebâreke Tefsîri’ ”, HAİD, XIX/220 (Ocak/2012), s. 4546.
göl’de mekân dutmış. Merhûm Sultân Orhân
pâdişâh hazretlerinüñ fethinde merhûm
Orhân pâdişâh ol kıyıları feth iderken, kutbu’l-‘ârifîn Şeyh Geyiklü Baba dahı ol cânibde üç yüz altmış kapulı bir kilîsâ va[r]mış,
‘Kızıl kilîsâ’ dimekle meşhûr imiş; ol kilîsâ’ı
kendüler feth itmişler. Ceng iderken bir
kestâne agacı varmış; cengi ider idermiş, ol
kestâneye vardukda ol kestâne yarılub Baba’yı saklar imiş, kâfirler arar bulumazlar
imiş. Sabâh gine çıkub kâfirlerle ceng iderdi;
erenlerle, bu nev‘-ile alınmışdur. O zamânda
Hazret-i Orhân pâdişâha şöyle haber virmişler ki: ‘Hôy’dan bir er gâlib, ulu geyigâ
binüb Kızıl kilîsâ’yı aldı!’ diyü cevâb virmişler; virdüklerinde merhûm Orhân pâdişâh:
‘Baba mey-hôrdur’ diyü iki yük ‘arakî ve iki
yük şarâb gönderüb, Baba dahı yanındaki
Bâlum Sultân’a | cevâb virüp: ‘Pâdişâh bize
iki yük bal ve iki yük yağ göndermişler!’
diyü bir kazân gâtürdüp, âteş yakdurub,
kaynatdurub, içine pirînç koyub, a‘lâ zerde
olub, gâtüren âdem naẓarında ve hem anuñla biraz zerdeden pâdişâha gönderüp ve hem
altında yanan âteşden biraz kor bir panbuk
içine koyub pâdişâha göndermiş. Pâdişâh anı
görüb, bî-ihtiyâr naẓarlarına varup, anlar
dahı gâyibden ta‘âm gâtürüp ziyâfet itmişler.
Musâhabetde Baba’ya pâdişâh hazreti: ‘Bizüm dahı bir eserimüz olsun, ne dilerseñ vireyüm; gözüñ bakduğı yiri vireyüm!’ dimiş,
anlar dahı: “Benüm gözüm çok yire bakar ve
illâ benüm feth itdücegüm yiri virüñ!’ deyüp,
pâdişâh hazreti dahı iki pâre kendünüñ feth
itdügi köyi anlara vakf itmişdür. Ol vakf
olan köyler mahsûlinden Baba’nuñ üzerinde
Umâc şorbası bişüb, | âyende ve revende ve
fukarâya bezl olınur. Baba bile cevâb idüb:
‘Her kim Baba şorbasın ister, bunda sâkin
olsun ve hem her kim pilâv, zerde ve nefâyis isterse Tahtalı-köy’e gitsün!’ O zamânda
Bûrsa’ya ‘Tahtalı-köyi’ dirler imiş. Ve dahı
S
I:2 H
IR N 2 1
şikâr-î hümâyûnuñuzda buyurduğuñuz
Geyikli Baba’nuñ ve Bâlum Sultân’uñ örtüsi
tecdîd olup, kırk kazkân keşkek, üç dâne sığîr
ve üç mût un yufka ve on kazkân pilâv ve on
koyun dahı kurbân ihyâ olmışdur gönderdügüñüz ö[r]tüyile.”41
Mûsâ Çelebi’nin emriyle, Geyikli Baba
türbesindeki örtülerin yenilenmesi ve Baba’nın ve Balım Sultan’ın çorba ve kurban
geleneklerinin ihyâsı için icrâ edilenleri
özetleyen bu belgede, Geyikli Baba’nın
kuşatmaya iştirâki ve fetih sırasındaki faaliyetleri, Bursa’nın fethinden bir asra yakın
bir süre sonra otantik bir dille hikâye edilmiştir. Dolayısıyla bu belge, uç bölgesini
mekân tutan Türkmen babaları, şeyhleri
ve dervişlerinin, Bursa’nın fethi sırasında
mânevî bir rol üstlendikleri kadar, şehrin
fethine zâhiren de destek verdiklerine ilginç bir biçimde işâret etmektedir.
41 BOA, Ali Emîrî Tasnifi, Musâ Çelebi, nr.: 1. Bu belge,
tıpkı Geyikli Baba gibi Bâbâî şeyhlerinden olan Kızıl Deli
Sultan’ın Dimetoka’daki vakıflarına ilişkin mülk-nâme
ve benzeri diğer belgelerin kaydedildiği 11 sayfalık bir
defterin arasında, üç ayrı parça hâlinde yer almaktadır.
Yakın zamana kadar yalnızca ilk parçasından hareketle,
üzerinden erken dönem Osmanlı Türkmenleri’nin dinî ve
tasavvufî ekolünün mahiyetine ilişkin pek çok spekülasyonlar türetilen bu belge, yukarıda yayınladığımız tam
metninden anlaşılacağı üzere Geyikli Baba’nın ve emsâli
olan diğer Bâbâî şeyhlerinin yaşantısının klasik Sünnî
İslâm anlayışının dışında bir yaşantı olmadığını, Heterodoksi/Gevşek İslâm iddialarının bâriz bir yanılgıdan
öteye geçmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu belgenin
tam metni aslında ilk kez, tartışmayı başlatan Hilmi Ziyâ
(Ülken)’in makalesinde referans gösterdiği Ahmed Refik
(Altınay) tarafından, bu makaleden 3 yıl sonra Bizans Karşısında Türkler kitabının içinde yayımlanmış (Krş. a.mlf.,
“Geyikli Baba Hakkında Vesîka”, a.g.e., Ma‘rifet Matba‘ası,
İstanbul, 1927, s. 169-170), daha sonra belgenin devamı
Haşim Şahin’in doktora tezinde yeniden ibrâz edilerek
(krş. a.mlf., Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde Dinî
Zümreler (1299-1402), MÜ Türkiyat Arş. Enst. Türk Tarihi
ABD, Ortaçağ Tar. Bilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul,
2007, s. 2, 96-98, 101, 219-229 vb.) tartışma kapsamlı bir
şekilde mercek altına alınmıştır. Bu arada konu ile ilgili
bir makâlemizde, belgenin devâmını Ahmed Refik’in
eserinden ve Paris’teki anonim bir yazmadan çıkarıp yayınlayarak, mevcut iddiâların asılsızlığını biz de delilleriyle
göstermeye çalışmıştık. Krş. Hakan Yılmaz, “Geyikli Baba
Üzerine İlginç Bir Vesîka ve Hakkında Ortaya Atılmış
Asılsız Bir İddiâ”, HAİD, XVI/192 (2009), s. 42-44.
ŞEHIR &
Bursa’nın fethi İslâm dünyâsında büyük
bir yankı uyandırmış, İslâm dünyasının
meşhur âlimlerinden, mutasavvıf ve seyyahlarından pek çok kimse, dâimî olarak yerleşmek ya da fethedilen bu büyük
Rum şehrini görmek için, uzak diyarlardan yola çıkarak Orhan Gâzî’nin sarayına
gelmişlerdi. Yukarıda işaret ettiğimiz sûfî
gezgin Seyyid Kâsım el-Bağdâdî, fetihten
iki yıl sonra, ünlü seyyah İbn Battûta ve
yine Seyâhat-nâme’sinde ünlü bir seyyah
ve şeyh olduğunu belirttiği42 Abdullâh
el-Mısrî ise şehrin fethini tâkip eden
on yıllık süreç içerisinde, Orhan Gâzî’yi
Bursa’da ziyâret eden bu ünlü şahsiyetlerden sadece birkaç tanesidir.
Mısır, Suriye ve Irak çevrelerinde yetişerek, 731/1330’da Orhan Gâzî ve oğlu
Gâzî Süleyman Paşa adına bir Tebâreke
Tefsîri yazmış olan, devrin meşhur âlimlerinden Ankara’lı Muslihuddîn Mustafâ
bin Mehmed’in Osmanlı hânedânı ile
geçmişe dayanan yakınlığı da43 Bursa’nın
fethinden hemen sonra başlamış gözükmektedir.
Sonuç
Yukarıda ortaya koyduğumuz çağdaş
kayıtlar Neşrî’nin iddiasını haklı çıkaracak şekilde, Bursa’nın 726/1326’da değil,
722/1322 yılında fethedildiğini; şehrin
şiddetli bir savaştan sonra sulh yoluyla ele
geçirildiğini, fetih sırasında hayatta olan
Osman Gâzî’nin bir buçuk yıl daha yaşadıktan sonra vefât ettiğini ve kuşatmaya
Geyikli Baba ve müridleri gibi Türkmen
abdal ve dervişlerinin de destek verdiğini
42 İbn Battuta, a.g.e., s. 308.
43 Bu konuda, bk. Hakan Yılmaz, “Muslihuddîn Fakîh ve
Orhan Gâzî’nin Oğlu Gâzî Süleyman Paşa Adına Yazdığı
‘Tebâreke Tefsîri’ ”, HAİD, XIX/220 (Ocak/2012), s. 45-46.
71
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
açıkça belgelemektedir.
Birincil kaynaklar olma özelliği taşıyan
çağdaş kaynak ve belgelerin tarihî gerçekleri tespit noktasında, diğerlerine
nazaran kesinlik ve öncelik arz ettiği
herkesçe bilinmektedir. Şimdiye kadar
çağdaş tek bir kaynak ya da belgeye dayanılmaksızın belirlenen mevcut tarih
tezi, burada ortaya koyduğumuz çağdaş
kanıtlar doğrultusunda yeniden inşâ
edilmeli; Bursa’nın gerçek fetih tarihi ve
ona bağlı olarak ortaya çıkan yanlış veya
belirsiz noktalar bu tarihî veriler ışığında
düzeltilmelidir.
Kaynakça
Arşiv Belgeleri:
- Asporça Hâtûn Vakfiyesi (Ramazân 723/Eylül 1323):
VGMA, nr.: 1891/1, s. 1-4.
VGMA, nr.: 590/181, s. 207-208.
Ankara Millî Ktp. Bursa Şer‘iyye Sicilleri, nr. 4121, vr.
82-83.
Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 4469.
- Mekece Vakfiyesi (Rebî‘u’l-evvel 724/Mart 1324):
İBB Atatürk Ktp. Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10.
- Orhan Gâzî Vakfiyesi (761/1359-60):
VGMA, Pâdişah Vakıfları, Defter: 574.
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, nr.: 2203.
- Geyikli Baba Türbesi’ne İlişkin Belge:
BOA, Ali Emîrî Tasnifi, Mûsâ Çelebi, nr.: 1.
Kaynak Eserler ve Araştırmalar:
Ahmed Refik (Altınay), Bizans Karşısında Türkler,
Ma‘rifet Matba‘ası, İstanbul, 1927.
Ahmedî, “Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i ‘Osmân”,
İskender-nâme içinde, Bibliothèque Nationale, Supp.
Turc. nr.: 309.
Âşık Paşa-zâde, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, İstanbul Arkeoloji Müzesi Ktp. nr.: 1504.
“Bursa Vakfiyeleri-I”, haz.: H. Basri Öcalan-Sezai Sevim-Doğan Yavaş, Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., Bursa, 2013.
Celâl-zâde Sâlih Çelebi, Hadîkatü’s-Selâtîn, TTK Ktp.,
nr.: 21.
____________ Hadîkatü’s-Selâtîn, haz. Hasan Yüksel - H.
İbrahim Delice, TTK, Ankara, 2013.
Enverî, Düstûr-nâme, nşr. M. Halil Yınanç, İstanbul,
1928.
Evliyâ Çelebi, Seyâhat-nâme, II, TSMK, Bağdat, nr.:
304.
72
E
Gelibolu’lu Mustafa Âlî, Künhü’l-Ahbâr, TTK Ktp. nr.:
Y/546.
Giese, Friedrich, Die Altosmanischen Anonymen Chroniken, Breslau, 1922.
İbn Battuta, Tuhfetü’n-Nüẓẓâr fî Garâ’ibü’l-Emsâr ve’l-‘Acâ’ibü’l-Esfâr, bas.: Dârü’s-Sâdır, Beyrut, ts.
S
I:2 H
IR N 2 1
İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde), Târîh-i İbn Kemâl, I. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30/1.
____________ Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, I. Defter, haz.: Şerafettin Turan, TTK, Ankara, 1991.
İdrîs-i Bitlisî, Heşt Behişt, c. 1, Dr. Mehmet Karataş-Dr.
Selim Kaya-U. Yaşar Baş, BETAV Yay., Ankara, 2008.
İnalcık, Halil, “Bursa”, DİA, c. VI, s. 446.
____________ “Osman I”, DİA, c. XXXIII, s. 451.
____________ Kuruluş Dönemi (1302-1481) Osmanlı Sultanları, İSAM Yay., İstanbul, 2010.
Karamânî Mehmed Paşa, Tevârîhu’s-Selâtîni’l-‘Osmâniyye, Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3204.
Lampros, S. P. & K. Amantos, “Brachea Chronika”
(Βραχέα Χρονικά), Athens: Akademia Athenon Mnemeia
tes Ellenikes Istorias, (A, 1932-1933), XII, No.: 27 (also
in 1834 Bonn editionof Ducas, op. cit., ed. I Bekker, pp.
515-527), pp. 340.
Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, Âlî Beg neşri, İstanbul,
1341.
Mehmed bin Hacı Halîl el-Konevî, Târîh-i Âl-i ‘Osmân
ve’s-Selçûk, Bibliothèque Nationale, Supp. Persian, nr.:
1394.
ŞEHIR &
li’l-‘Osmâniyye, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 1216.
Şahin, Haşim, Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde
Dinî Zümreler (1299-1402), MÜ Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Türk Tarihi Ana Bilim Dalı, Ortaçağ Tarihi
Bilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul, 2007.
Şükrullâh Çelebi, Behcetü’t-Tevârîh, Nuruosmaniye Ktp.
nr.: 3059.
_____________ Behcetü’t-Tevârîh Tercemesi (trc.: Mustafa Fârisî), Süleymaniye Ktp. Hafîd Efendi, nr.: 222.
Turan, Osman, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, TTK, Ankara, 1954.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. 1, TTK,
Ankara, 1973.
Yılmaz, Hakan, “Geyikli Baba Üzerine İlginç Bir Vesîka ve Hakkında Ortaya Atılmış Asılsız Bir İddiâ”,
HAİD, XVI/192 (2009), s. 42-44.
_____________ “Muslihuddîn Fakîh ve Orhan Gâzî’nin
Oğlu Gâzî Süleyman Paşa Adına Yazdığı ‘Tebâreke
Tefsîri’ ”, HAİD, XIX/220 (Ocak/2012), s. 45-46.
Zeynü’l-Müneccim bin Süleymân el-Konevî, Zikr-i
Tevârîh-i Ba‘z ez-Selâtîn-i Moğol, Nuruosmaniye Ktp.
nr.: 2782.
Mehmed Neşrî, Kitâb-ı Cihân-nümâ, c. 1, haz.: F. Reşit
Unat - M. Altay Köymen, TTK, Ankara, 1949.
____________ Ğıhânnümâ: Die Altosmanische Chronikdes Mevlânâ Mehemmed Neschrî, T. Menzel nsh., F. Taeschner, Leipzig, 1951.
Necip Âsım (Yazıksız)-Mehmed Ârif, Osmanlı Tarihi,
c. 1, İstanbul, 1335/1919.
Oruç bin ‘Âdil el-Edrenevî, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, Manisa İl Halk Ktp. Yzm. Genel, nr.: 5506/2.
Rûhî Çelebi, Tevârîh-i Âl-i ‘Osmân, Tübingen MS Or.
Quart, nr.: 821.
____________ “Ruhi Tarihi”, Belgeler, XIV/18, s. 359472 (+ 466 s. tıpkıbasım), haz. Yaşar Yücel - Halil Erdoğan Cengiz.
Schreiner, Peter, Die Byzantinischen Kleinchroniken, II:
“Chronica Byzantina Breviora”, Österreichiscen Akademie der Wissenschaften, Vienna, 1977.
Seyyid Kâsım el-Bağdâdî, Seyâhat-nâme’-i Şeyh Kâsım el-Bagdâdî, 750/1349-50’de yazılan aslî nüshadan
1098/1686’da istinsah edilmiş rulo nüsha.
____________ Seyâhat-nâme li’ş-Şeyh Hacı Kâsım Bagdâdî (Arapça harflerle tıpkıbasım), İbrahim Arvas,
1371/1951.
Seyyid Lokman Aşûrî, Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâ’i-
73
E
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
BURSA VE ÇEVRESINDE KOZA
ÜRETIM SÜREÇLERI 1
Ismail Yaşayanlar *
Giriş
1
İpek böceği yetiştirme, kozasından ipek
çekme ilk olarak Çin’de yapılmaya başlamıştır. Dayanıklılığı ve kalitesiyle pek
çok insanın tercih ettiği ipek, özellikle
Ortaçağ’dan itibaren lüks tüketim maddesi sınıfına dahil olmuştur. İpekli kumaşa olan talep koza yetiştiriciliğinin
Çin’den Türkistan’a, İran sahasına, Ana* Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih
Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi
1 Bu çalışma Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Prof. Dr. Cafer ÇİFTÇİ’nin
yürütücülüğünde gerçekleştirilen 111K295 numaralı ve
Bursa’da Koza Yetiştiriciliği ve İpekli Dokumacılık Sektöründe
Sosyo-Ekonomik Değişim Analizi (1837-1990) başlıklı TÜBİTAK projesinin hazırlık sürecinde elde edilen sözlü tarih
verileri ile hazırlanmıştır.
dolu’ya ve Avrupa’ya yayılarak ipek üretiminin artmasına ve ülkeler arası önemli
bir ticari meta olmasına sebep olmuştur.
İran kökenli Anadolu ipekçiliğinin en
önemli üretim merkezlerinden biri 14.
yüzyıldan itibaren Bursa idi2. 15. ve 16.
yüzyıllar boyunca Bursa, hem ham ipek
üretimi hem de dokunmuş ipekli kumaş
ihracatı hususunda önemli bir ticaret
merkeziyd3. Özellikle 18. yüzyılda önce
sadece ham ipek, sonra da mahsul koza
ihracatçısı konumuna gelmiştir. Yarı iş2 Halil İnalcık, “İpek”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 22, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayını,
2000, s.362.
3 Kamil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, Cilt 2, Haz. Hüseyin
Algül ve diğerleri, Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi
Yayını, 2009, s.238-239.
75
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Resim 1: Koza Han’da Koza Borsası
lenmiş mamul olarak değerlendirilebilecek ham ipek 1810’a kadar yoğun bir
şekilde ihraç ediliyordu. Fakat yoğun ihracat piyasada yerli üretici için ham ipek
sıkıntısına yol açtığından, yarı mamul
maddenin ihracatı yasaklanmıştır. Bu
durum dokumacılıkta kullanılan çeşitli
boyaların Avrupa’dan ithalatına da sekte
vurmuştur4.
76
E
Bursa ipeğinin üretim aşamasındaki
problemlerden bir diğeri de kozalardan
tepme mancınık adı verilen ve insan gücü
ile çalışan makinalarla iplik çekilmesidir.
Bu durum hem üretimi yavaşlatıyor, hem
de işgücüne olan ihtiyacı arttırarak maliyetleri yükseltiyordu. Fransa’da ilk defa
1828’de buharlı makinelerle kozadan
4 Donald Quataert, “19. Yüzyıla Genel Bakış: Islahatlar
Devri 1812-1914”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve
Sosyal Tarihi, Cilt 2, Ed. Halil İnalcık ve Donald Quataert,
İstanbul: Eren Yayınları, 2000, s.1020-1021.
ipek çekilmeye başlanılmasından ancak
on yıl sonra Bursa’da ilk filatür açılmıştır5. Yüzyılın ikinci çeyreğinde ham ipek
talebinde bir artış gözlemlenmektedir6.
Bu artışın sadece filatürlerden kaynaklandığını söylemek ise yanlış olur. Fransa ve İtalya’da 1850’lerde ortaya çıkan ve
ipekböceklerinde görülen pebrine (karataban) ve flacherie (baygınlık) hastalıkları, kısa sürede Avrupa’da üretilen koza
miktarın dörtte üç oranında düşmesine
sebep olmuştur7. Bu noktada özellikle
Fransa’nın dış kaynaklara yöneldiği gö5 Fahri Dalsar, Türk Sanayi ve Ticaret Tarihinde Bursa’da
İpekçilik, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Yayını, 1960, s.410. ; Leila Thayer Erder, The Making
of Industrial Bursa: Economic Activity and Population In A
Turkish City 1835-1975 [Yayınlanmamış Doktora Tezi],
New Jersey: Princeton University, 1976, s.99-100.
6 Donald Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı
İmalat Sektörü, Çev. Tansel Güney, İstanbul: İletişim
Yayınları, 1999, s.211-214.
7 Cafer Çiftçi, “Hudâvendigar Vilâyetinde İpekböcekçiliğinin Canlandırılmasında Düyûn-i Umûmiyye İdâresi’nin
Rolü”, Belleten, C. LXXVI, S. 277, 2012, s.912.
S
I:2 H
IR N 2 1
rülür ki bu kaynakların en mühimi de
Bursa’dır8. Fransız sermayedarlarının ve
kalifiye elemanlarının desteği ile gelişen
bu sanayi, yerli müslim ve gayrimüslim
unsurların da katılımı ile yüzyıl sürecinde daha da gelişecektir9. Fakat bu durum
dokumacılık sektörünün gelişmesini engelleyen sonuçlar doğurdu. Bursa’da işlenmemiş kuru koza fiyatları, ham ipek
fiyatları ile aynı seviyeye geldiğinden,
yerli üreticiler koza üretimine yönelmiştir10. Esasen Bursa ve köylerinde ipek
böceği beslemenin yaygınlaşması, aileler
tarafından tercih edilen bir faaliyet haline
gelmesi bu dönemin bir ürünüdür.
İpek böceği yetiştiriciliği bakımı oldukça zor olan ve titizlik gerektiren bir iştir.
1850’lerden sonra başlayan yoğun üretim, böcek bakım kalitesini düşürmüş
buna dış faktörlerin de eklenmesi ile Avrupa’daki salgınlar, Anadolu coğrafyasına da sıçramıştır. 1865 sonrası hastalık
sebebiyle krize giren kozacılık sektörü
ancak Düyûn-i Umûmiyye İdaresi’nin
kurulması ve bu idare tarafından gerçekleştirilen faaliyetler sayesinde düzelecektir11. Pasteur usullerinin Anadolu’da da
uygulanmasını sağlayan bu faaliyetler,
kısa sürede ürün kalitesini arttırdığı gibi,
yerel üreticinin bilinçlenmesine de yardımcı olacaktır.
8 Zeynep Dörtok Abacı, “Bursa’daki Yabancı Konsolosluklar (19. Yüzyıl)”, Osmanlı Modernleşmesi ve Bursa
Sempozyum Kitabı, Ed. Cafer Çiftçi, Bursa: Osmangazi
Belediyesi Yayını, 2009, s.237-238.
9 Sevilay Kaygalak, Kapitalizmin Taşrası 16. Yüzyıldan
19. Yüzyıla Bursa’da Toplumsal Süreçler ve Mekansal
Değişim, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, s.140.
10 Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, s.217.
11 Çiftçi, agm., s.937.
ŞEHIR &
Koza Üretim Süreçleri12
Pulkanatlılar familyasından olan ipek
böceği, doğal gelişim sürecinde tırtıldan
kelebeğe dönüşürken kendini ürettiği
ipek kozaya hapseder. Kozanın içinde
kelebek halini alan tırtıl, olgunlaştıktan
sonra kozayı delerek dışarı çıkar, çiftleşir ve yumurtalarını bırakarak ölür. Barınma, yeme-içme ve giyinme gibi temel
ihtiyaçların bir ürünü olarak ortaya çıkan
dokuma ürünlerinden biri de ipekli kumaştır. İnsanoğlu bu süreçte ipek böceğinin doğal gelişimine müdahale etmiştir. İpekli kumaşlar üretim aşamalarının
zorluğu, yünlü-pamuklu kumaşa nazaran daha maliyetli ve zahmetli olması
sebebiyle, tarihin her döneminde “lüks”
kategorisine giren önemli ticari ürünlerden olmuştur. Binlerce yıllık kıtalararası ortak bir üretim alanı olan kozacılık,
yaklaşık 500 yıllık bir süreçte Anadolu
coğrafyasında yapılmaktadır. İran sahasından Anadolu’ya nüfuz eden kozacılık,
ipek ipliği üretimi ve dokumacılık sektörleri, bir yandan somut kültürel miras
ortaya koyarken, bir yandan da oldukça
zengin somut olmayan sözlü geleneği de
bırakmıştır.
İpek böceği üç-dört milimetre büyüklüğündeki tohum adı verilen yumurtalardan çıkarak 4 aşamalı bir gelişim sürecine girer. Böceğin tohumdan çıkması
halk arasında inficar olarak adlandırılır
ve bunun için belirli koşulların sağlanmış olması gerekir. 25-26 derecelik bir
ısı ve nemli ortam, böceklerin tohumdan çıkması için ilk koşuldur. Bu süreç
havaların ısındığı Mayıs ayının ilk veya
12 Bu bölüm Bursa merkez ve ilçelerine bağlı 32 köyde,
203’ü erkek 65’i kadın olmak üzerine toplam 268 kişi ile
yapılan görüşmeler sonucunda elde edilen veriler çerçevesinde oluşturulmuştur.
77
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
ikinci haftasına tekabül etmektedir. Üreticiler evlerinde sobaya yakın bir alanda,
eleğin içine serdikleri tülbentin üzerine
tohumları dökerek böceklerin tohumdan
çıkma sürecini hızlandırırlar. Bu esnada
sobanın üzerine bir tencere içinde su koyulur, kaynayan su buharlaşarak ortamın
nemini arttırır. Koşulların uygun olması
durumunda böcekler birer birer yumurtalarından çıkmaya başlarlar. Yapılan görüşmelerde, böceklerin tohumdan erken
çıkmasını isteyen üreticilerin tohumları
bir kese içine koyarak evdeki yaşlı büyükannenin koltuk altında inficar ettikleri
bilgisi elde edilmiştir.
İnficar sürecinde tohumdan çıkan ipek
böcekleri birinci yaşlarına girmiş olurlar.
Toplam beş yaş ve dört uyku geçirecek
olan böcekler kozalarını örene kadar
yoğun bir şekilde beslenirler. İpek böceğini besleyebilecek tek şey dut ağacının yaprağıdır. Başka hiçbir yaprak türü
böceğin gelişmesini ve hayatta kalmasını
sağlayamaz. Kimi görüşmelerde mecbur
kalındığında marul yaprağı da verildiği
söylense bile, bu durum ipeğin kalitesini
düşürücü bir etken olarak görülmektedir. Bir bölgede aktif koza üretimi yapılıyorsa, o çevrede geniş dut bahçeleri bulunmaktadır. Bugün Bursa ve çevresinde
koza üretimi oldukça az olduğundan -ne
yazık ki- dut bahçeleri de azalan üretimle
78
E
Resim 2: Dut yaprağı
yiyen ipek böcekleri
birlikte yok edilmiştir. Sözlü kültürde yer
eden “Buralar eskiden hep dutluktu” ifadesi
bu durumun bir göstergesidir.
Birinci yaşlarındaki böcekler eleğin içinde beslenir. Günde dört veya beş defa dut
yaprakları tağra isimli bıçakla kıyılarak
böceklerin üzerine serpilir. Çünkü birinci yaştaki böcekler bütün bir yaprağı
yiyecek güce sahip olmaz. Birinci uykusunu uyuyup kabuk değiştirerek ikinci
yaşına giren böcekler, kerevet adı verilen
geniş altı delikli çerçevelerin üzerine alınırlar. Artık böceklere bütün yaprak verilebilir. Üçüncü yaştan itibaren ise dut
yaprakları dalları ile birlikte kerevetlere
koyulur.
Her kerevetin altında yaprak artıklarının, böcek kabuklarının ve dışkılarının
düştüğü küne adı verilen bir yaygı bulunur. Küne her yaşta değiştirilmelidir.
Değiştirilmediği takdirde atık maddeler küflenip böceklere zarar verebilir.
Aşırı nem böceklerin hastalanmasına
hatta ölmesine neden olacak ilk faktördür. Yeni kesilmiş bir dut yaprağının
doğrudan ipek böceğine verilmesi yahut yaprakların uzun süre bekletilerek
verilmesi böceklerin çeşitli hastalıklara yakalanmasına sebep olur. İkinci en
önemli faktör ise sentetik kokulardır.
Tarım ilacı, parfüm, kolonya, sabun ve
benzeri ürünlerdeki koku ipek böceğinin aniden ölmesine sebep olmaktadır.
Özellikle Bursa merkez köylerinde kozacılığın bitmesinin en önemli sebebi
sentetik kokulardır. Sanayileşmiş alanlardaki atık gazlar da böceklerin ölümüne yol açan önemli faktörlerdendir. Bunun yanında zeytin ve meyve ağaçlarına
atılan tarım ilaçları da ipek böceğinin en
büyük düşmanıdır. Bu sebeple zeytinci-
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
Resim 3: Hatice Softa,
Düğüncüler Köyü,
10.06.2012
lik ve meyvecilik yapılan köylerde koza
üretimi imkansız hale gelmektedir.
İpek böceği dördüncü yaşında iken üreticiler son aşama için askı toplamaya
başlarlar. Askı bölgede yetişen meşe,
pıynar, katırkuyruğu, hardal otu gibi
bitkilerden yapılır. Bu geleneksel askıların haricinde son yıllarda plastikten
mamul suni askılar da kullanılmaktadır.
Fakat üreticiler doğal askı kullanımının
ürünün kalitesini arttırdığında hemfikirdir. Dördüncü uykusunu uyuyan
böcekler koza örme öncesi son yaşlarına gelirler. Beşinci yaş toplam yedi gün
sürer ve bu döneme halat yahut aladı
adı verilir. Halat sürecinde böceklere
durmaksızın dut yaprağı verilir. Yapılan görüşmelerde bu süreçte böceklerin
bir mandadan daha çok yaprak yedikleri
ifadelerine rastlanmıştır.
Son yaşlarında yoğun bir şekilde yaprak
yiyen ipek böcekleri kendilerine koza sarabilecekleri bir yer ararlar. Bu sürece askı
arama adı verilir. Üreticiler daha önce
topladıkları ve temizledikleri meşe, pıynar, katırkuyruğu, hardal gibi bitkilerin
dallarını ipek böceklerinin koza sarması
için askı olarak üzerlerine koyarlar. Koza
sarmak için kendine en uygun yeri bulan
ipek böceği, kendini ürettiği ipeğin içine hapseder. Koza sarma süreci bittikten
sonra, henüz koza saramamış olan zayıf ve
az gelişmiş böcekler üreticiler tarafından
toplanır ve tavuklara yem olarak verilir.
Zira bu böceklerin koza sarmaları durumunda, kozayı tamamlayamadan içinde
ölerek suları çıkacak ve diğer sağlıklı kozalar bundan zarar görecektir.
Askıdaki kozalar sertleşmeleri için üçdört gün üreticiler tarafından toplanmaz.
Sertleşen kozalar toplandıktan sonra ise
etrafındaki fazla ipekler ve askı parçalarının temizlenmesi gerekir. Bu işlem elle
yapılabildiği gibi, basit makinalar vasıtası
ile de yapılmaktadır. Temizlenen kozalar
küfelere yahut harhar adı verilen büyük
çuvallara konulurlar. Üretilen koza çoğunlukla Koza Han’da Haziran ayında
kurulan koza borsasında satışa çıkarılır. Burada kozanın kalitesine ve cinsine
göre eksperler ve tüccarlar tarafından fiyat biçilerek adeta bir açık arttırma usulü
ile satış yapılır.
79
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Resim 4: Kestelek
Köyü’nde Necla
Cansever’in İpek
Böcekleri
Koza Üretiminin Gündelik
Hayata Etkileri
Kolektif bir faaliyet olan koza üretimi ailenin tüm bireylerinin katılımı ile
gerçekleşir. Bu süreçte erkekler yaprak
toplama ve eve getirme işini üstlenirler.
Dut yaprakları sabah erken saatte yahut
akşam güneş battıktan sonra toplanır.
Amaç, yaprakların içindeki suyun dışarı çıkmasını engellemektir. Kadınlar ise
yaprakları ayıklama ve kıyma, küne temizleme, böcekleri besleme ve kozaları
temizleme gibi işleri gerçekleştirirler.
Evin çocukları süreçlerin tamamına dahil olur.
80
E
Koza üreticileri çoğunlukla yaşadıkları
evin belirli odalarını boşaltarak, böcekler
için alan açarlar. Hane başı ortalama ikiüç kutu böcek beslendiğinden bu durum
büyük problemler oluşturmaz. Fakat üç
ve üstü paket tohum açılması halinde
daha geniş alanlara ihtiyaç duyulacaktır.
Üç-dört milimetrelik tohumlardan çıkan böcekler, son yaşlarında 7-8 santim
boyutlarına ulaşırlar. Bu durumda her
uykudan sonra böcekleri seyreltmek gerekmektedir, aksi takdirde hastalanma
riskleri artacaktır. Çok miktarda kutu
açan üreticilerin çoğunlukla gündelik
hayatlarını geçirdikleri hane alanının
haricinde böcek evi adı verilen ve genellikle iki yahut üç katlı, dikdörtgen formlu
geniş binaları bulunur. Bu yapıların kat
araları ahşap malzeme ile örtülüdür. Bu,
binanın hava almasını kolaylaştırır ve
nem oranını sabit tutar.
Koza üreticileri ile yapılan görüşmelerde
yaygın olarak karşılaşılan batıl inançlar,
böceklerin bakımı esnasında üreticilerin hassasiyetlerini göstermesi açısından
önemlidir. En yaygın batıl inanışlardan
olan nazar, üretim esnasında aile dışı bireylerin üretim alanına alınmaması olarak kendini göstermektedir. Üreticiler
komşularını dahi böceklerin bulunduğu
odalara almak istemezler. Bir diğer inanış
ipek böceklerinin doğadaki düşmanlarından olan fareler ve karıncalardan korunmaları için ise dut yapraklarının sap-
S
I:2 H
IR N 2 1
larından örülen halkaların dua okunarak
böcek beslenen odalara asılmasıdır. Bu
uygulamaya farelerin ağzını bağlamak
adı verilir. Bunlardan başka yapılan görüşmelerden üretim yapılan bölgede
bulunan yatırların mezarlarından alınan
toprağın böceklerin üzerine serpilmesi
gibi uygulamaların da gerçekleştirildiği
anlaşılmaktadır.
Mahsulün Satılması
Koza mahsulünün satılması, üretimin esasen en önemli kısımlarındandır. Doğduğu
köyden başka hiçbir yer görmeden ölen
insanların var olduğu düşünüldüğünde,
koza satımı için yılda bir defa şehre gidilmesi üretici ve ailesi için oldukça önemlidir. Satış işlemi genellikle erkekler ve
çocuklar tarafından gerçekleştirilir. Koza
Han 15 Haziran’da açılan Koza Borsası ile
üreticilerin on günlük süreçte en uğrak
noktası olur. Borsanın açıldığı ilk günler
köylerden Koza Han’a gelen o kadar çok
ŞEHIR &
üretici olur ki içeri girmek için saatlerce
çuvallarıyla sıra beklemek zorunda kalırlar. Eksperlerin kontrolünde açık arttırma
usulü ile satılan koza kısa süre içinde elden
çıkarılmalı ve işlenmek için fabrikaya yahut atölyeye götürülmelidir. Mahsulünü
bir gün içinde satamayan köylü çoğunlukla Koza Han’a yakın arabacı hanlarında
konaklamak zorunda kalırlar.
Mahsulünü satan üretici şehirden evine
götürmek üzere belli başlı ürünler alır,
çocuklarını üretime yaptıkları katkıdan
dolayı ödüllendirmek için onları köfte-kebap yahut dondurma yemeğe götürür. Üretime katılan fakat koza satışında
bulunamayan aile bireyleri için şehirden
hediye almak da adettendir. Şehirden
köye götürülen hediyeler arasında elbiselik kumaş, ayakkabı, çamaşır, ziynet
eşyası şehir ekmeği ismini verdikleri
francala ekmek, simit, yaşadıkları köyde
yetişmeyen meyve-sebze çeşitleri ve koza
şekeri bulunur.
81
E
Resim 5: Meryem
Zeybek ile ropörtaj
yaparken (Kestelek
Köyü, 31.05.2012)
ŞEHIR & TOPLUM
ISSN: 7897678343213
Resim 6: İkinci yaş
ipek böcekleri
zamanına denk gelmektedir. Bu bağlamda kozadan kazanılan paranın bir kısmı
bu ürünleri biçtirmek amacıyla adam
tutmak için kullanılmaktadır. Bunun
haricinde aynı dönemde tütün ekimi de
yapıldığı bilinmektedir. İpek böcekleri
beslenirken, bir yandan da köylü tütün
filizlerini eker. Tütün mevsimi bittiğinde
ise yazlık sebzeler ekilecek, yazlık sebzeleri kışlık sebzeler takip edecek ve böylece zirai döngü bir sonraki bahara kadar
işleyecektir.
Kozadan Elde Edilen Gelirin
Değerlendirilmesi
82
E
Yaklaşık 40 gün gibi bir süreçte ürünün
yetiştirilmesi ve satılarak nakde çevrilmesi göz önüne alındığında, koza üretimi zahmetinin yanında oldukça karlı bir
iştir. Somut olarak fark edilmeyen ancak
yapılan görüşmeler neticesinde anlaşılan köylünün zirai döngüsü içinde koza
hem bir ara gelir kaynağı, hem de tarımsal sermaye olarak kullanılmaktadır. Kış
boyunca köy bakkalından alınan malzemelerin parası çoğunlukla koza satılınca
ödenir. Köy bakkallarının veresiye defterlerinde koza parası zamanı ödenecek
ibarelerinin bulunduğu çalışmalar esnasında ulaşılan bilgilerdendir.
Koza, zirai döngü içinde tarımsal sermaye olarak değerlendirildiğinde ise şunlar
karşımıza çıkmaktadır: Öncelikle koza
satış zamanı, buğday-yulaf-arpa biçme
Büyük koza üreticileri, elde ettikleri
gelirin bir kısmını menkul ya da gayrimenkul yatırımlar için de kullanırlar.
Düğün-nişan gibi merasimler koza mahsulünün satıldığı döneme denk getirilir.
Dolayısıyla özellikle Haziran-Temmuz
arası Koza Han ve Kapalı Çarşı bölgesinde ekonomik hareketlenme yaşanır.
Sonuç
Yüzlerce yıllık tarihi mirasımızın bir
öğesi olan “ipek üretimi” sosyal, kültürel
ve ekonomik süreçleri kapsamaktadır.
Üreticinin gündelik yaşamını etkilemesinden, mahsulden elde edilen gelirin
değerlendirilmesine, kozadan ipek çekilmesinden, çekilen ipeklerin kumaş
haline getirilmesine kadar geçen süreç
ipeğin maliyetini arttırmakta ve onu lüks
tüketim ürünleri arasına sokmaktadır.
Özellikle 1992’den sonra gümrük politikalarındaki değişim, üreticinin desteğinin kesilmesi, artan sanayileşme gibi
sebeplerle kozacılıktan uzaklaşan üretici, böcekler için temel ihtiyaç olan dut
ağaçlarını dahi sökerek bu işten tamamen uzaklaşmışlardır. Bugün devletin
ve Kozabirlik’in de destekleri ile yeniden
canlandırılmaya çalışılan kozacılığın en
S
I:2 H
IR N 2 1
önemli sorunlarından birisi yetişmiş
ağacın bulunmaması ve ipekli ürünlerin
eskisi gibi tercih edilmemesidir. 1900’lerden itibaren kumaş dokumacılığından
halı dokumacılığına kayan sektör, bugün
hammadde temini konusunda yerli kaynakları değil yabancı kaynakları tercih
etmektedir. Tüm bu faktörler kozacılığı
tehdit etmektedir. Bunun yanında az sayıda üretim yapan merkezden uzak köylerin sayısının desteklerle arttırılmaya
çalışıldığı da görülmektedir.
Ek-I:
ŞEHIR &
tane, onlar çıktı kelebek oldu. Çiftleştiler,
tohum verdi. Ama verimli olmuyor.
Koza üretirken uğurlu veya uğursuz
olduğuna inandığınız şeyler var mıdır?
Böcekleri göstermek istemezdik. Nazar
değiyor derler. Hele üçüncü uykudan
sonra kimseye böcekleri göstermezlerdi.
Davulgu Dede vardı bizim orada.
Kadınlar hıdrellez günü böcekleri
koyunlarına alırlar, gezirirler ve Davulgu
Dede’ye götürürlerdi. Böcekler iyi olsun
diye, hasta olmasınlar diye yapılırdı.
Çekirge’de evliya kurnasından su alınırdı
bir şişe, ağzını bağlardık sıçanlar yemesin
diye, böcek beslenen odaya bırakılırdı.
Kozalar toplandıktan sonra suyu tekrar
götürür evliya kurnasına dökerdik.
Yine dut saplarını birbirine bağlar halka
yapardık. Üç İhlas, bir Fatiha okunurdu,
onu da böceklerin olduğu odaya asardık.
Sıçanların ağzını bağladık derdik, onu
odaya asardık.
17.12.2011 tarihinde Kayapa Köyü’nden
Hatice Ertürk ile Yapılan
Röportaj
Koza Han’a kozaları satmaya siz de
gidiyor muydunuz?
Gidiyorduk evet. Çocukları götürürdük.
O bir şenlikti artık. Dondurma yerdik,
salatalık alırdık. Akide şekerleri alırdık.
Sıçırtma13 yaptınız mı hiç?
Bir defa yaptım. İri kozaklar kalmış birkaç
13 Kelebeklerin kozadan çıkarak çiftleşmeleri ve yumurta
bırakmalarına müsaade edilmesine verilen isim. Bu yolla
elde edilen tohumlar kalitesiz ipek yapacak böceklerin
oluşmasına sebep olur, verimi düşürür.
83
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Ek-II:
10.12.2011 Tarihinde Hasanağa Köyü’nden
Kadri İlhan İle Yapılan
Ropörtaj
Yılda ortalama kaç kutu besliyordunuz?
Aşağı yukarı 9 kutu besliyordum.
Kutu başına ortalama kaç kilo koza elde
ediyordunuz?
Ortalaması 25 kilo.
Tohumları nereden alıyordunuz?
Tohumları enstitüden14 veya kooperatifinden15 alıyorduk.
Tohum fışkırtmayı16 nasıl yapıyordunuz?
84
E
Fışkırtma çeşit çeşitti. En iyisi tabla vardır altı siyah bez. Aşağı yukarı 12 santim
genişlik 30 santim uzunlukta bir tabladır
bu. Bu siyah bezin üzerine kutu böceği
dökeriz. Onu tohum kutusuyla elimizi
14 Tarım Bakanlığı’na bağlı Bursa İpekböcekçiliği Araştırma
Enstitüsü
15 Görükle Tarımsal Kalkınma Kooperatifi
16 Tohum fışkırtma, inficar.
sürmeden incecik yayarız. Oda sıcaklığını aşağı yukarı tahminime göre 24-25
derecede tutarız. Bu kuluçkaya girdiği
zaman bir hafta içinde kendiliğinde canlanma başlar. Hareketlenir canlanır yumurtayı deler. Deldikten sonra içinden
karınca gibi böyle kıllı bir mahlûk böcek
çıkar. Ondan sonra dut bahçeleri vardır,
dut bahçelerinden yaprakları keseriz bıçakla koyarız. O yaprakları bütün bütün
o fışkırtının üzerine koyarız. O kokuya
hayvanlar hemen gelir. Kerevetleri kurarız. Kerevetlerde böcek kâğıdı derler
böyle yağsız kâğıtlar onları yayarız. O
yaprakları birer birer alıp kerevetlere
koyarız. Kerevetlere koyduktan kelli o
yaprakların suyuyla 24 saat beslenirler.
Tekrar böcek yaprağını alırız birer birer
ayırdıktan sonra bıçakla kıyarız parçalarız yani. Kıydıktan kelli böyle un sepeler gibi sepeleriz. O böcek kendiliğinden dağılır. Arada bir hafta geçer sonra
uyku denen uykuya yatar. Ondan sonra
yaprağı yemez altına pusar. 24 saat sonra
tekrar uyanır. Kılıf değiştirir. Kılıfını atar
içinden başka çıkar. Karınca kadar olan
böcek aşağı yukarı 1-2 santim büyür.
Ondan sonra o böcek tekrar yem veririz
o böcek dağılır. Dağıldıktan kelli aradan
bir hafta geçer. Bir haftadan sonra böcek
tekrar uykuya yatar. Yine yemini keseriz. Ama yaprağı hep parçalar da veririz.
İkinci uyku deriz buna. Tekrar uyandığını zaman tekrar kılıf değiştirir. Ondan
sonra böcek beş santimse bu sefer sekiz
santim olur. Kâğıdın üzeri dar gelmeye
başlar. Biz onları alırız bu yandaki temiz
kâğıdın üzerine koyarız. Pis kâğıt böceği
hasta yapar o yüzden onu atarız. İki metre olan yeri genişletiriz. Böcek büyüyor
çünkü. Haftada tekrar uyur biz buna küçük uyku deriz. O uykudan sonra aynen
S
I:2 H
IR N 2 1
gider yemi kesilir. Böceklerin başları kocaman olur, ağızları da bağlı olur. Orayı
açar oradan kılıf çıkar. Velhasıl üçüncü
uykudan sonra uyandığı zaman üzerine
dal koyarız altını alır tekrar temiz kâğıda koyarız. Bir kerevet üç kerevet olur.
Üçüncü uykudan sonra 8-10 santim olur.
İki gün falan uyur böcek, yemez. Uyandıktan sonra yeniden dal koyarız ve yahut da ben azıcık da fenni baktım. Şimdi
naylonlardan böyle örgü şeyler vardı. Un
eleği gibi böyle delik delik vardı. Hala var
onlardan. Onu bu kerevetin üzerine koyardık. Koyduktan sonra mesela bunun
üzerine yaprağı koyardık. Böcek onun
üzerine çıkar. İki gün bunu dağıtmadan
yemlerdik. Yaprağı alır başka kağıda
koyarız. Kolaylık olurdu altta böcek kalmazdı. Böcek çoğaldı artık. İyi bakıldığı
zaman çıkışından 27. veya 28. gün askı
dikilir. Hava şartları çok önemli. Havalar
serin giderse askıyı geç dikeriz. En son
dördüncü uykudan kalktığı zaman dut
yaprağını verdiğinde şarıl şarıl yer. Mandadan fazla yer affedersiniz. Ben o zaman
kendim beygir koşuyordum. Günde üç
araba dolusu yaprak getiriyordum yetmezdi mübarek hayvana.
Sizin dutluğunuz var mıydı eskiden? Kaç
dönümdü?
Derleyip toplarsan 7-8 dönüm bahçe
vardı. Ekseriyetle tarla kıyılarına ekerdik.
Tarla kıyılarında hem zararlı olmaz hem
dutlar çok gelişir. Çünkü serbest.
Dutlar duruyor mu?
Duranları var. Tarla kıyılarından olanlar
duruyor.
Kozadan kazandığınız parayı nereye
harcardınız?
ŞEHIR &
O zamanlar babalarımız kozağı sattığı zaman nişanımı yapıyordu babam. Tütünü
sattığı zamanda düğünü yapıyordu. Öyle
yerlere harcıyorduk. Kozağı sattığım zamanda ben eşime üç tane beşibirlik yaptığımı biliyorum. Hemen sarrafa gider
beşibirlik yaptırırdık ya da çocuğuma
nişan hazırlığı yapardık
Kozaları nereye satıyordunuz?
Kozahan’da tüccara veriyorduk.
Sıçırtma yapıyor muydunuz? Böcekleri
tohuma bırakıyor muydunuz?
Yok, onu biz yapamayız. Onu ancak enstitü yapardı.
Böcek beslerken uğurlu ya da uğursuz olduğuna inandığınız şeyler var mıydı?
Çok nazara gelen bir hayvandır. Hele
rahmetli anam vardı, böcekleri kimseye
göstermezdi. Misafir dahi gelse böcek
odasına sokmazdı.
Siz bu işten en çok ne zaman para kazandınız?
75 senesine kadar kozacılık çok para kazandırdı.
Ne zaman bitti?
96 senesinde bitti. Ben işi bıraktım.
Neden bitti peki sizce?
Rusya dağıldı. Oradan Azerbaycan, Nahcivan demokrasiye geçti. O yanda bu
ipekçilik çok olduğu için onlara kapıları
açtık. Oradan gümrüksüz ipek hatta kozak geldi. Buradaki adam pasif kaldı. Ondan sonra da bu iş çığırından çıktı.
85
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Böcek beslediğiniz odaları nasıl temizliyordunuz?
Böcek tutacağınız odayı en az 10 gün evvel odayı tamamen yıkar temizler badana
yaparız. İkincisi; göz taşıyla iki tarafa tahtalara göztaşının suyunu sepelerdik. .
Askı olarak ne kullanıyordunuz?
Askı olarak ekseriyetle pıynar, hardal,
meşe dalları dikeriz.
Kaç gün çalışıyordunuz bu işte?
45 gün.
Kozaları buradan Kozahan’a nasıl götürüyordunuz?
Köy otobüsleri vardı otobüslerle götürürdük. Daha evvelinden eşeklerle götürürdük.
Bu işi yaparken komşular arasında yardımlaşma olur muydu?
Mesele bu komşu bana gelir benim son
zamanda yaprak çoğalınca gelir yardım
eder. Koza toplarken yardım eder.
86
E
Görsel Kaynakça
1.
Resim 1 – Resim 6 İsmail Yaşayanlar fotoğraf arşivi
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
87
E
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
88
E
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
R I E NIN EN
EŞ E ENE I I E
BURSA KENTSEL DÖNÜŞÜM
ÖRNEĞI
Zeynep Arslan *
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iktidarlarca benimsenen ekonomi politikalarıyla birlikte Türkiye; fiziksel izlerinin
bugün dahi kentsel mekânlarda gözlemlenebildiği, hak ihlallerinin zaman içinde
hak, yasa ihlallerininse yasa doğurduğu,
beraberinde birçok sosyal problemi de
getiren ve geçen 60 yıllık dönemde gerek
politika üretilemediği için piyasa mekanizmasına bırakılan konut sorunu, gerekse de bu hususta üretilen politikaların
yetersizliği sebebiyle, ortaya çıkan farklı
mülkiyet tipleri sebebiyle günümüz koşullarında çözümü daha da güçleşen bir
kentleşme süreci deneyimlenmiştir.
* Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi
Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi
Türkiye, 1947 yılında önerilen ve 19481951 yılları arasında yürürlüğe konan
ABD kaynaklı Marshall Planı yardım
paketinden yardım alan 16 ülkeden biridir. 1948-1951 yılları arasında toplam
137 milyon dolar yardım almış, savaş
sebebiyle düşen tarımsal üretimi ve buna
bağlı ihracat gelirlerini arttırmak amacıyla, parti tabanını da göz önünde bulunduran Demokrat Parti, Ziraat Bankası
aracılığıyla ucuz krediler sağlayarak köylünün makine alması amaçlamıştır. Dönemin başbakanı Menderes bu politikayı
şu sözlerle dile getirmiştir:
Türkiye’nin %80’i köylerde yaşıyor. Köylerde üretim toprağa bağlıdır. Toprak iyi
tohum ister, gübre ister, makine ister,
89
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Tablo 1.
1927- 2014 Dönemi Kır ve Kent Nüfusu ile Yüzdeleri
Yıl
Toplam
Nüfus
Kent Nüfusu*
Kır Nüfusu
Sayı
%
Sayı
%
3.305.879
24,2
10.342.391
75,8
13.648.270
3.802.642
23,5
12.355.376
76,5
16.158.018
4.346.249
24,4
13.474.701
75,6
17.820.950
4.687.102
24,9
14.103.072
75,1
18.790.174
5.244.337
25
15.702.851
75
20.947.188
1955
6.927.343
28,8
17.137.420
71,2
24.064.763
8.859.731
31,9
18.895.089
68,1
27.754.820
1965
10.805.817
34,4
20.585.604
65,6
31.391.421
13.691.101
38,5
21.914.075
61,5
35.605.176
16.869.068
41,8
23.478.651
58,2
40.347.719
19.645.007
43,7
25.091.950
56,1
44.736.957
26.865.757
53
23.798.701
47
50.664.458
33.326.351
59
23.146.684
41
56.473.035
44.006.274
64,9
23.797.653
35,1
67.803.927
49.747.859
70,5
20.838.397
29,5
70.586.256
56.222.356
76,2
17.500.632
23,7
73.722.988
71.286.182
91,8
6.409.722
8,2
77.695.904
1927
1935
1940
1945
1950
1960
1970
1975
1980
1985
1990
2000
2007
2010
2014**
* 1927-1990 yılları arasında nüfusu 10.000’in üstünde olan yerleşim yerleri; 2000
yılından itibarense il ve ilçe merkezleri kentsel nüfus olarak kabul edilmiştir.
**2012 yılında kabul edilen ve 2013 yılında yapılan mahalli idareler genel seçimiyle
birlikte yürürlüğe giren 6360 sayılı kanunun getirdiği yeni düzenlemeyle birlikte
büyükşehir belediye sınırları il sınırlarına genişletilmiş böylece il sınırları içerisinde
köy ve belde kalmadığı için bu kapsama giren illerde ki kır nüfusu da kentsel
nüfusa dâhil edilmiştir.
90
E
sulama ister Köylümüz bunları bir başına yapamaz. Devlet olarak buna elimizi
uzatmamız gerekli. Ziraat Bankası yoluyla, kooperatifler yoluyla ucuz faizli krediler sağlayacağız. Köylüler bunu kullanarak makine alacak1.
Marshall Planı kapsamında Türkiye’nin
1 Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, Der: İsmail
Bozdağ, 1. Basım, Baha Matbaası, 1969, s137.
aldığı yardımların başında büyük ölçüde
tarımsal malzeme ve mekanizasyon gelmiş, özellikle traktörlerin ülke topraklarına girmesiyle birlikte üretim hızlanmış,
meralar ve diğer kırsal alanlar daha fazla
üretim amacıyla ekili alanlara çevrilmiş
ve küçük, bağımsız çiftçilerin güçlenmesiyle aile içi üretim modeline geçilmiştir
(Oktar, Varlı 2010). Meraların ekili alanlara dönüştürülmesinden en çok hayvancılık sektörü etkilenmiş, özellikle de geçimini otlakçılıktan kazanan kesim zarar
görmüştür. Bunun yanı sıra daha önceleri ekonomik sebeplerle bir araya gelerek
üretim yapan ve ortakçılık olarak geçen
üretim modeli terk edilmiş, ortakçılar da
zarar gören kesime dâhil olmuştur. Böylece, tarımda makineleşme akımına ayak
uydurarak traktör sahibi olamayan, meraların azalmasıyla otlakçılık yapamayan
ve aile içi üretim modeline geçilmesiyle
işleri sekteye uğrayan ortakçılık yapan
kesim, kırdan kente göç eden ilk dalgayı
oluşturmuştur.
Tarım sektörünü kalkındırmaya ek olarak, sanayi sektörünü de geliştirmek o
dönemin ekonomik politika hedeflerinden biri olmuş, devlet destekli özel
sektör öncülüğünde ithal ikameci sanayileşme stratejisi benimsenmiştir. İthal
ikameci sanayileşmenin özelliklerinden
biri de esas olarak yurt içindeki pazarı
önemsediği için, bu malları tüketecek bir
tüketici kitlesine ihtiyaç duyulmasıdır bu
bağlamda üretim esnasında işçilere ödenecek olan ücretler maliyet unsuru olmanın yanı sıra aynı zamanda birer talep
unsurudur (Eşiyok, 2004). İthal ikameci
sanayileşme modelinin benimsendiği
1950’lerden, 1970’li yılların ortasına kadar devam eden dönemde kırdan kente
S
I:2 H
IR N 2 1
gelen göç dalgası, sermayenin ihtiyaç
duyduğu ucuz iş gücünü karşılamış aynı
zaman da tüketici kitlesi arasında yerini
almıştır.
Tüm bu gelişmelere ek olarak, kentlerde hali hazırda ikamet eden orta sınıf
1940’larda dahi konut stoku problemi
yaşadığını ve kentlerde zaten var olan bu
problemin gelen göçlerle birlikte kentlerdeki önlenemez nüfus artışıyla daha
da kötüleştiğini söylemek mümkündür.
Hatta, orta sınıfın konut problemini
çözmek amacıyla kat mülkiyeti kavramı
gündeme getirilmiştir. 1948 yılında parlamentodan geçemeyen kat mülkiyetine
ilişkin kanun teklifi 1954 yılında tekrar
gündeme getirilmiş ancak 1960 darbesinden sonra, 1965 yılında kabul edilen
irtifa hakkı ve kat mülkiyeti neredeyse 30
milyon konutu ilgilendirmiş ve 1966 yılında yürürlüğe girmiştir (Tekeli, 2012).
Kentlerdeki mevcut nüfusun bile konut
stoku sorunuyla karşı karşıya kaldığı
yıllarda, kırdan kente göç eden nüfusun
kentlerde yaşadığı konut bulma sorununun boyutları anlamak için Tablo 1’de
yer alan nüfus bilgileri ve kent nüfusundaki değişimin yüzdeleri yol gösterici
olacaktır. 1950’li yıllardan itibaren kent
nüfusu dramatik bir artış gösterirken, kır
nüfusu da aynı zamanda azalarak artmaya devam etmiştir. 1980’li yıllara kadar
ülke nüfusunun yarıdan fazlası kırlarda
yaşarken bu gösterge 1980’den son tersine dönmüş ve 1985’ten nüfusun yarıdan
fazlası kentlerde yaşamaya başlamıştır.
2013 yılı itibariyle hayata geçen yeni
yasal düzenlemeyle birlikte Türkiye’de
kentlerde ikamet eden nüfus %77’den
%92’ye yükselmiştir.
ŞEHIR &
Tablo 2. Yıllara göre Türkiye’de Gecekondu
Sayısı ve Gecekonduda Yaşayan Kentli Nüfus
Yıl
Gecekondu
Tipi Konut
(Birim)
Gecekonduda
Yaşayan Kentli
Nüfus (%)
1950
50.000
4,7
1960
240.000
16,4
1965
430.000
22,9
1967
400.400
-
1968
450.000
-
1969
-
23,2
1970
600.000
23,6
1980
1.150.000
26,1
1990
1.750.000
33,9
1995
2.000.000
35
Kentlere gelen yoğun göçle ortaya çıkan
barınma ve konut ihtiyacı mevcut konut
stokuyla çözülememiş, buna paralel olarak bu amaçla bir konut politikası oluşturulmayarak sorunun piyasa mekanizmasına bırakılması, göçle gelenlerin bu
sorunun çözümüyle kendi yöntemlerince başa çıkmasına sebep olmuştur. Ortaya çıkan hemşehri ağları ve diğer enformel ağlarla birlikte hazine arazilerinde ve
imarsız alanlarda gecekondu tipi konut
inşası başlamış, dönem dönem yıkımlar olsa da Tablo 2’de görüleceği üzerine
gecekondu sayısı ve gecekonduda oturan nüfus kent nüfusundaki artış da göz
önünde bulundurulunca ciddi oranda
artış göstermiştir. Yıllar içinde gecekondu yapımının önüne geçilememiş aksine
geliştirilen patronaj ilişkileri ve çıkarılan
imar aflarıyla birlikte gecekondu tipi konutlarda çok katlı apartmanlaşmaya dahi
gidilmiştir. 1953 yılında çıkarılan 6138
sayılı Bina Yapımını Teşvik ve İzinsiz
Yapılan Binalar Hakkında Kanunu takip
eden 1966 tarihli 775 sayılı gecekondu
91
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
kanunu ve 1976 tarih 1990 sayılı, 1983
tarih 2805 sayılı, 1984 tarih 2981 sayılı,
1984 tarih 2985 sayılı, 1986 tarih 3290
sayılı, 1987 tarih 3336 sayılı ile 2012 yılında çıkarılan ve 2B yasası olarak bilinen
6444 sayılı af kanunları özellikle gecekondu kanunu olarak bilinen kanunlar
olup 3184, 5162, 5216, 5302, 5366, 5392,
5706, 6306 sayılı kanunlarda da gecekondulara ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır. Çıkarılan af kanunları, gecekondu
tipi konutlara ve kaçak yapılaşmalara
imar affı gelmesi üzerinden hak sahipliliği yaratması sebebiyle yıllar içerisinde
gecekondulaşmayı önlemekten ziyade
insanlar üzerinde neredeyse özendirici
bir rol oynamıştır.
Bursa, her zaman için nüfus itibariyle
büyük şehirlerden biri olmakla birlikte
Türkiye kentleşme deneyimini batı bölgesinin gerek göç alan gerek de göç veren
şehirlerinden biri olarak bizzat deneyimlemiştir.
Tablo 3.
1950-2014 Dönemi Bursa Nüfusu
Yıl
1950
1960
1965
1970
E
-
420.456
Kent
(İl ve İlçe
Merkezleri)
-
335.048
Toplam
103.818
153.866
755.504
431.222
416.662
847.884
454.533
507.106
961.639
1980
511.582
636.910
1.148.492
1990
2007
459.877
1.979.999
2.439.876
0
2.787.539
2.787.539
1975
92
Kır
(Belde
ve Köy)
1985
483.921
840.094
1.324.015
445.332
1.157.805
1.603.137
2000
494.200
1.630.940
2.125.140
2014
Tablo 3’de sunulan veriler ışığında Bursa’nın yıllar içinde aldığı göç ve kır- kent
nüfusundaki değişimi gözlemlemek
mümkündür. 1. Beş Yıllık Sanayi Planı kapsamında aldığı teşviklerle 1925
yılında Bursa Dokumacılık Fabrikası,
1938 Yılında Bursa Merinos Fabrikası ve
Gemlik Suni İpek Fabrikası kurulmuştur. Bursa hızlı endüstrileşme ve kentleşme deneyimini tecrübe eden şehirlerden
biri olmuş ve 1950’li yıllara kadar özellikle tekstil sektörüne yapılan yatırımlar ve
1960’li yıllardan sonra da otomotiv sektörünün gelişmesiyle birlikte büyük bir
işgücü ihtiyacı doğmuştur (Taş, 2015).
1961 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın yaptığı araştırmada Bursa, İstanbul,
Adapazarı, Adana, Mersin ve Zonguldak
illeriyle birlikte sanayi alanı için uygun
şehirlerden biri olarak seçilmiş ve 1961
yılında Bursa Organize Sanayi Bölgesi
türünün ilk örneği olarak hayata geçmiş
ve 1966 yılında resmi olarak hizmet vermeye başlamıştır. Tablo 3’de de görüleceği üzere 1960’lı yıllarda aldığı göçlerle
birlikle Bursa nüfusunda bir sıçrama yaşanmış, 1950’den 1965 yılına kadar geçen
15 yıllık süre zarfında neredeyse 7 kattan
daha fazla bir artış göstermiş, günümüze
gelindiğindeyse Bursa nüfus bakımından
Türkiye’nin en büyük dördüncü şehri
konuma gelmiştir (TUİK 2013). Tüm
bunlara ek olarak ifade etmek gerekir ki
Bursa sadece yurt içinden gelen göçlere
maruz kalmamış, kendi içinde de sunduğu iş imkânları ve yoğun işgücü gereksinimiyle birlikte kırdan kente göçe maruz
kalmıştır.
1960’li yıllara kadar daha çok kültür,
tarım ve sanayi merkezi olarak gelişen
Bursa, 1960’lı yıllardan itibaren daha çok
S
I:2 H
IR N 2 1
bir sanayi şehri olarak anılmıştır. Endüstrileşmenin getirdiği bu yoğun nüfus artışı şüphesiz ki konut alanlardaki
değişikliği de beraberinde getirmiştir.
Türkiye genelinde çoğunlukla imarsız
alanlarda görülen kaçak yapılaşmadan
farklı olarak, Bursa sanayiye yakın ve
yerleşilecek imarlı alan olmasına rağmen
kaçak yapılaşmanın en çok görüldüğü şehirlerden biridir.
ŞEHIR &
ti ve Yakın Çevresi Nazım Planı yapılmış ancak Bursa’nın hızla artan nüfusu
ve Bursa’nın tarihi dokusunu korumak
sebebiyle yeni imar planına ihtiyaç duyulmuş ve 1984 yılında 1/5000 ölçekli
imar planı hazırlanmıştır. 1990 ve 1995
yıllarında yapılan planlar 1/5.000 ve
1/25.000 ölçekli imar planlarının revizyon imar planı olarak gerçekleşmiş, 1998
yılında ise 1/100.000 ölçekli Bursa Çevre
Düzeni Planı yeni yerleşim alanları açmak ve mevcut alanlardaki plansız gelişmeyi önlemek amacıyla Bursa 2020 Çevre Düzeni Planı olarak kabul edilmiştir.
Resim 1: Piccinato Planı (Kaynak: Bursa Kent Raporu-2009,
TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi)
Bursa’nın ilk planı 1924 yılında Karl Löcher tarafından Ebenezer Howard’ın bahçe-şehir akımından esinlenerek yapılmış
fakat mevcut kullanımları göz ardı eden
bir planlama yaklaşımı olduğu için Bursa
kentsel alanının şekillenmesinde bir rol
oynamamıştır. 1938-1944 yıllarında uygulamaya konan ve Hausmann’ın Paris
planına benzerlikler taşıyan ikinci plansa
1940 yılında Henri Prost tarafından yapılmış ve ana yollar bu planla belirlenmiştir. Luigi Piccinato danışmanlığında bütüncül planlama anlayışıyla 1960
yılında hazırlanan 1/4.000 ve 1/10.000
ölçekli imar planları aynı zamanda Bursa
Organize Sanayi Bölgesinin kurulacağı
düzlemi de belirlemiştir. Ancak yaşanan
aşırı göç imar planlarının önüne geçmeyi
başarmıştır.
1976 yılında 1/25.000 ölçekli Bursa Ken-
Resim 2: 1984 İmar Planı (Kaynak: Bursa Kent Raporu-2009, TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi)
1998 yılında yapılan bu plan 2003 yılında 1/100.000 Ölçekli Metropoliten Alan
Planı olarak değiştirilmiş ve onaylanmış
ancak farklı idarelere verilen plan yapma yetkisi sebebiyle iki plan da farklı
idarelerce üst ölçekli plan olarak kabul
edilmiş ve uygulamalar yapılmıştır. Bu
bağlamda Bursa Büyükşehir Belediyesi
1998 yılında yapılan 1/100.000 ölçekli
Çevre Düzeni Planını esas alarak 2006
yılında 1/25.000 ölçekli Nazım İmar
Planlarını onaylamıştır. Bursa iline ait
onaylanmış en güncel plan 2020 yılı
1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı
olup Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2013 yılında onaylanmıştır. İmar
planlarına ek olarak 2006-2009 yılına
93
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
ait ilk Stratejik Plan 2006 yılında Bursa
Büyükşehir Belediyesince hazırlanmış
bunu 2010-2014 ve 2015-2019 Stratejik Planları izlemiştir.
Resim 3: Merkez İlçeleri içeren 1/25.000 ölçekli Merkez ve
Batı Planlama Bölgesi 2006 Yılı Nazım İmar Planı
1987 yılında çıkarılan 3391 sayılı Kanunla birlikte Büyükşehir statüsü kazanan
Bursa’da kent merkezi Yıldırım, Osmangazi ve Nilüfer olmak üzere üç merkez
ilçeye ayrılmıştır. 2005 yılında çıkarılan
5216 Sayılı kanunla da Büyükşehir sınırları genişletilmiş; Gemlik, Mudanya,
Kestel ve Gürsu ilçeleri de merkez ilçeler
arasına katılmıştır. 2013 Yılında Çıkarılan 6360 sayılı kanunla büyükşehir belediye sınırlarının il sınırına genişletilmesiyle birlikte bugün, Bursa Büyükşehir
Belediyesi 17 ilçeden oluşmaktadır.
94
Resim 4: Bursa Büyükşehir Belediyesi ve İlçe Belediye Sınırları
E
Osmangazi ilçesi ve yakın çevresi eskiden beri Bursa ilinin merkezi olmuştur.
Uludağ’ın kuzey yamaçlarının uzandığı
kentin güneyindeki tarihi kent merkezinden, kuzeyde Bursa Ovasına kadar
geniş bir alana yayılmış olan yerleşim
bölgesinde Uludağ’ın yamaçları olan
güney yönünden doğu ve batı aksında
çevrelemiş 20’ye yakın gecekondu mahallesinden oluşan gecekondu kuşağı bulunmaktadır (Çalışkan, Akbulak 2010).
Özellikle ipek fabrikalarının kentin bu
kısmında yer alan derelere yakın kurulması ve bu fabrikalarda işgücüne duyulan gereksinim gecekondu yerleşiminin
bu bölgede yoğunlaşmasının temel sebeplerinden biri olmuştur (Dostoğlu,
2004). Bursa’daki gecekondu türü konut
yapılaşmasının coğrafik izdüşümü Türkiye pratiğine benzerlik arz etmekte Erman (1997)’ın da vurguladığı üzere hem
şehir merkezine yakın alanlarda hem de
yüksek eğilimli ve akarsu yatakları gibi
coğrafi olarak uygun olmayan alanlarda
yaygınlaşmıştır. Ancak, gerek Türkiye ölçeğinde gerekse de Bursa özelinde
gecekondu türü konutun yıllara göre
gelişimine ilişkin net ve devamlılık arz
eden veriler bulunmamaktadır. Özellikle
kalkınma planlarında ulusal ölçekte bir
konut politikası oluşturmak ve mevcut
politikaların etkinliğini değerlendirmek
maksadıyla değinilen gecekondu sorununa ilişkin veriler üç büyük il olan ve
gecekondu türü yapılaşmanın daha yoğun olarak rastlandığı İstanbul, Ankara
ve İzmir illerine ilişkindir. Bu bağlamda
özellikle Bursa’nın kentsel gelişimine ilişkin veriler ve çalışmalar oldukça sınırlıdır (Çalışkan, Akbulak 2010).
Bursa’da her ne kadar çeşitli yıllarda
imar planları yapılıp, kaçak yapılaşmanın önüne geçilmeye çalışılsa da göçlerle meydana gelen konut ihtiyacının
piyasa mekanizmasıyla karşılanamaması, kaçak yapılaşmanın imarlı alanlarda
S
I:2 H
IR N 2 1
meydana gelmesine yol açmıştır. Özellikle imar planlarıyla birlikte açılan yeni
yollar ve oluşturulan yeni mahallelerin
çevrelerinde gecekondu mahalleleri
oluşmuştur (Çalışkan, Akbulak 2010).
Bursa’nın %60’ı plansız olarak gelişmiş yapılaşma alanına sahipken, kaçak
olarak oluşmuş kentsel yapılaş alanın
%76’sı 1/1000lik ve 1/5000 ölçekli imar
planı olan arazilerde gerçekleşmiştir.
Kaçak konut inşa etmeye yönelik girişimler ve göz yummalar sadece 2000
öncesine ait olmayıp, yıllar içinde gelişen
ve kemikleşen patronaj ilişkisiyle birlikte
2000’li yıllara da taşınmıştır. Bu çalışma
değinilmemekle birlikte patronaj ilişkilerinin kentlere verdiği zararın boyutunu anlamak açısından 16 Temmuz 2008
tarihli Milliyet gazetesi haberi örneği
önemlidir.
Bursa’da gecekondu yapmak isteyenlere
yer temin ettikleri iddia edilen çeteye yönelik operasyonda, aralarında rüşvet alıp
kaçak yapıya izin veren 6 belediye zabıta
memurunun da bulunduğu toplam 15
kişi gözaltına alındı. Bursa Cumhuriyet
Savcılığı, kaçak yapıların giderek arttığı
merkez Yıldırım ilçesinde inceleme başlattı. Polis ekiplerinin yaptığı araştırmada, belediye zabıta memuru olarak çalışan Y.D….ve R.Y.’nin aldıkları 1500 ile 3
bin TL rüşvet karşılığı, kaçak bina yapan
kişiler hakkında tutanak tutmadıkları ve
bu kişilere, ‘Gönül rahatlığıyla binanı
yap, güle güle otur’ dedikleri belirlendi
(Çakır, 2011).
Bu gelişmelere paralel olarak çıkarılan
ve patronaj ilişkilerini güçlendiren imar
aflarıyla birlikte Bursa’da müstakil mülkiyet yapısından ziyade hisseli ve özel
hisseli mülkiyet yapısı gelişmiş, tek katlı
ŞEHIR &
yapılar çok katlı apartmanlara dönüşmüş ve yıllar içerisinde daha yoğun bir
kentsel doku ortaya çıkmıştır. Gelişen
bu patronaj ilişkisinin ve çıkarılan imar
aflarının sonucu olarak kaçak yapılaşma
gerçeği zaman içinde kanıksanmıştır.
Bursa Büyükşehir Belediye sınırları içerisinde, 2004-2008 yıllarını kapsayan 5
yıllık dönemde 18.472 kaçak yapı zaptı
tutulmuştur, bu zabıtları 8173’ü Osmangazi, 7329’u da Yıldırım Belediye sınırları
içinde tutulmuş olup toplamda 2970 yapı
yıkılmıştır (Bursa Kent Raporu).
Yıllar içinde sayısı oldukça artan ve sanayinin ana ulaşım aksları boyunca yayılması kent merkezinin tarihi dokusuna
bir hayli zarar vermiştir. Günümüzde
Bursa’da tecrübe edilen ve hayata geçirilmeye çalışılan kentsel dönüşüm projeleriyle birlikte hem kentin kaçak yapı
dokusundan arındırılması hem de kentin
tarihi dokusunun yenilerek yeni bir kent
kimliği oluşturulması amaçlanmaktadır.
Resim 5: Bursa’daki Kentsel Dönüşüm Projeleri (Kaynak:
Kentsel Dönüşüm ve Bursa Raporu üzerinden yazar
tarafından güncellenmiştir)
TBMMOB Şehir Plancıları Odası 2008
tarihli Kentsel Dönüşüm ve Bursa Raporu’na göre Bursa ili sınırları dâhilinde
10 kentsel dönüşüm projesi yürütülmekte ve yürütülen bu projelerden 9 tanesi
Bursa Büyükşehir Belediyesi sınırları
içerisinde yer almakta, biri de Karacabey
95
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
ilçesi sınırların toplu konut projesi olarak yer almaktadır. Kükürtlü Dericiler
Bölgesi Sıcaksu Kentsel Dönüşüm (KD)
ve Gelişim Projesi (GP), Santral Garaj ve
Çevresi KD vs GP, Emirsultan Camii ve
Çevresi KD ve GP, Yalova Yolu KD ve
GP halen daha İntam ve Çevresi KDP ile
Gemlik Kayhan Mahallesi ve Engürücük Kentsel Dönüşüm Alanıyla birlikte
Bursa Büyükşehir Belediyesi kentsel dönüşüm projeleri arasında yer almaktadır.
Bunun yanı sıra aynı raporda yer alan ve
Yıldırım Belediyesi tarafından yürütülen
dört kentsel dönüşüm projesi tamamlanmıştır. Tamamlanan kentsel dönüşüm
projelerine ek olarak Yıldırım Kentsel
Dönüşüm Projesi Master Planı Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanmıştır2. Tamamlanan kentsel dönüşüm
projeleri içinde en çok tepki çeken proje
ise Bursa Osmangazi Doğanbey Kentsel
Yenileme Projesidir.
de tarifi imkânsız bir zarar verilmiştir.
Yapılan plan değişikliğiyle 75-100kişi/
ha’dan 800 kişi/ha’ya çıkarılan yoğunluk
sebebiyle gelecekte alt yapı kaynaklı birçok sorunla da karşılaşılabileceği meslek
odalarınca öngörülmüştür3.
Bursa Büyükşehir Belediyesi 2013 Faaliyet Raporuna göre Emirsultan Kentsel
Dönüşüm Projesi kapsamında bölgedeki
mevcut konutlar yıkılarak 4000m2 açık
alan 50 konut ve 13 dükkânın inşa edilmiştir.
Resim 7: Emirsultan Kentsel Dönüşüm Proje Alanı ve
Meydan Düzenlemesi (kaynak: http://projeler.bursa.
bel.tr/emirsultan-meydani.html)
Resim 6: Bursa Doğanbey Kentsel Yenileme Projesi TOKİ
Konutları
96
E
Şekil 5’te yer alan görsellerden de anlaşılacağı üzere kent dokusuyla çelişen,
çevresindeki emsallerin kat kat üzerindeki emsalle kadim şehrin tarihselliğine
2 http://www.yildirim.bel.tr/haber/haberler/kentsel-donusume-bakanliktan-onay/249.html
http://www.olay.com.tr/bursa-haberleri/kentsel-donusum-projesi-master-plani/11816/erişim 01.03.2015
Osmangazi ilçesi sınırları içerisinde yer
alan Santral Garaj Kentsel Dönüşüm
Projesi 12 hektarlık bir alanı kapsamakla beraber 2004’te yarışmaya çıktığından
bu yana yüksek rayiç bedellerden dolayı
kamulaştırmaları yapılamayan binalar
sebebiyle halen daha hayata geçirilememiştir.
3 http://www.bursamimar.org.tr/index.php?p=haberler&s=basin&lid=390
S
I:2 H
IR N 2 1
Çekirge Mahallesi İntam Kentsel Dönüşüm Projesi 2006 yılında yaşanan heyelandan sonra gündeme alınmış, anlaşılamayan hak sahiplerinin mülkleri için de
kamulaştırma çalışmaları başlamış ancak
2015 yılı itibariyle proje henüz nihayete
erdirilememiştir. Gemlik Kayhan Mahallesi heyelan sebebiyle yaşanan yıkımların ardından riskli binalar boşaltılmış
ve 2010 yılında Gemlik Kayhan Mahallesi ve Engürücük Kentsel Dönüşüm ve
Gelişim Proje alanı ilan edilmiştir, TOKİ
işbirliğiyle geliştirilecek olan proje onayıysa 2015 yılı itibariyle henüz gerçekleşmemiştir.
Yalova Yolu Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi henüz hayata geçmemekle
birlikte Osmangazi ilçesi Yalova yolu
çevresinde Santral Garaj ve Yakın Çevre Yolu kavşağı arasındaki 9 mahalleden
oluşmaktadır. Osmangazi Kentsel Dönüşüm Master Planına göre bu projeyle birlikte şehir merkezinde yer alan ve tarihi
bölgeye kadar uzanan bu yolun yayalaştırılıp, raylı ve toplu taşıma hizmetlerinin
geliştirilerek merkezden Merinos Kültür
Merkezine kadar yeşil bir aks oluşturulması planlanmaktadır4.
4 http://www.osmangazi.bel.tr/sayfa.asp?mdl=projeler&param=278
ŞEHIR &
Resim 8: Yalova Yolu Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi
(Kaynak: Bursa Büyükşehir Belediyesi 2012 Faaliyet
Raporu ve Kentsel Dönüşüm Alanları Faaliyet ve
Proje Bilgileri)
Planlanan kentsel dönüşüm projelerine
ek olarak tamamlanmış projeler arasında
yer alan Bursa Merinos Kentsel Dönüşüm Projesi Bursa’da çalışmaları başlayan
dönüşümün karakteristiğini anlamak
bakımından önemlidir. Şekil 5’te de görüleceği üzere, kentsel dönüşüm projeleri özellikle eskiden beri kent merkezini
oluşturan Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini kapsamakta ve kenti her anlamıyla
yeniden inşa etmeye yönelik projelerden
oluşmaktadır. Merinos Yün Fabrikası
1933 yılında, Türkiye’ nin endüstrileşme
çabalarının ilk girişimlerinden biri olarak Osmangazi ilçesinde İzmir- Ankara
karayolunun kuzeyinde kurulmuş fakat
yeni teknoloji ihtiyaçlarına yönelik yatırımların yapılamaması sebebiyle 1991
yılında özelleştirme programı kapsamına alınmış ve 2000 yılında Özelleştirme
Yüksek Kurulunun kamu yararını gözettiği kararıyla 314.569 m2 lik alanı kültür,
sanat ve spor alanı yaratılması için Bursa
Büyükşehir Belediyesine devretmiştir
(Polat, Erbil 2011). Bu dönüşüm sade-
97
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
ce fabrikanın kurulu olduğu alanı değil,
yakınındaki iş merkezi ve gecekondu
alanlarının dönüşümünü de sağlayarak
Bursa merkezinde başarılı bir kongre ve
kültür merkezi oluşturmaya başardı ve
Bursa’nın sanayi kimliğini geri plana atarak stratejik planlarda da yerini alan yeni
kimliğ;i çağdaş turizm kenti olma yolunda ilk ve en temel adımı da atmış oldu
(Polat, Erbil 2013; Tomruki Akpınar,
2010; bursa.bel.tr; artitera.com). Bursa
Merinos- Atatürk Kültür Merkezi dönüşüm projesinin tamamlanmasıyla birlikte özellikle uluslararası kongre merkezi
olma yolundaki girişimiyle birlikte Hilton, Baia, Crowne Plaza gibi uluslararası
zincir otellerle beraber yabancı sermaye
de Bursa’da varlık göstermeye başlamıştır (Polat, Erbil 2013).
98
E
Resim 9: Merinos Fabrikası ve Merinos Atatürk Kültür
Merkezi (Kaynak: http://v3.arkitera.com/UserFiles/
Image/news/2006/09/20/manset1.jpg, http://fotograf.bursa.com.tr/galeri/ATATURK-KONGRE-KULTUR-MERKEZI-MERINOS-18-1024x682.jpg)
Bursa’nın tarihi kimliğini yeniden canlandırarak kentin turizm kenti kimliğini
pekiştirmeyi amaçlayan kentsel dönüşüm projelerine ve bu çalışmada yer verilmeyen birçok meydan yenileme projesine eşlik eden, heyelan riski altındaki
alanların ve gecekondu mahallelerinin
dönüştürülmesine yönelik kentsel dönüşüm projelerini şüphesiz ki olumlu karşılamak gerek. Ancak ne var ki Merinos ve
Doğanbey projeleri, kentsel yenilemenin
ve dönüşümün iki yüzünü de ortaya çıkarmaktadır. Çevre görüntüsünü güzelleştirmeyi ve daha sağlıklı konut ve yerleşim düzeni planlayan kentsel dönüşüm
ve gelişim proje alanı ilan edilen alanların
çoğunlukla imarlı alanlarda olup, mülkiyet bakımından hak sahipliliği problemi olmayan alanlardır fakat imar planı
kararları gerektiği gibi uygulanamadığı
için sağlıksız ve düzensiz yapılaşma sorunu ortaya çıkmıştır. Proje aşamasında
belediye hak sahipleriyle anlaşma yolunu
tercih etmekle beraber anlaşmanın sağlanamadığı hak sahiplerine ait taşınmazlar
için kamulaştırma yoluna gidilmiştir. Kamulaştırması yapılacak olan taşınmazlar
Bursa kent merkezinde kaldığı için rayiç
bedeller yüksek çıkmakta ve kamulaştırma işlemleri tamamlanamadığı için projeler hayata geçirilememektedir. Diğer
yandan kamulaştırma işlemleri tamamlanmış, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar
planı, zemin etüt ve ekspertiz raporu çalışmaları tamamlanmış olan ve TOKİ’yle
imzalanan protokol kapsamında hayata
geçirilen ve inşa edilen konutlar Doğanbey örneğinde olduğu gibi kent dokusuna ve siluetine zarar vermekte ve hayata
geçirilecek olan diğer projelere kuşkuyla
yaklaşılmasına sebep olmaktadır.
Çok sayıda olan geniş alanlara yayılan
projelerin farklı belediyeler tarafından
S
I:2 H
IR N 2 1
ilan edilip uygulamaya geçirilecek oluşu,
birbirinden kopuk ve bütünlük arz etmeyen dönüşüm alanlarıyla bir kentsel alan
yaratma riski de taşımaktadır. Özellikle
çevresel koşulların ve kent kimliğinin
gözetilmediği, estetik yoksunu TOKİ konutlarının kent kimliğine vereceği zararla birlikte Bursa tarihi kimliğini yeniden
canlandırmak isterken kimliksizleşme
riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
ŞEHIR &
Kaynakça
1.
Çakır, Sabri (2011) Türkiye’de Göç, Kentleşme/Gecekondu Sorunu ve Üretilen Politikalar. SDÜ Fen
Edebiyat Fakültesi SDU Faculty of Arts and Sciences Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2011, Sayı:23,
ss.209-222.
2.
Çalışkan Vedat, Akbulak Cengiz (2010) Bursa Kentine Yönelik Göçlerin Gecekondulaşma Sürecine
Etkileri: Uludağ Yamacındaki Gecekondular. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 3(12) s.115-122.
3.
Dostoğlu, Neslihan (2004) Bursa’nın Kentsel Gelişimi. Bursa’da Yaşam. Mayıs s.52-68.
4.
Ekici Yusuf (2012) Neoliberal Politikalar Ekseninde
Doğal çevre Üzerinde Yaşanılan Mekânsal Değişim
ve Dönüşüm: Bursa “Yeşil Şehir Örneği”. Mekânsal
Değişim Dönüşüm. TMMOB Şehir Plancıları Odası s.807-824.
5.
Erman Tahire (1997) Squatter Housing Versus
Apartment Housing: Turkish Ruralto- Urban Migrant Resident Perspectives. Habitat International
28(1) s. 91-106.
6.
Eşiyok, Ali B. (2004) Türkiye Ekonomisinde Kalkınma Stratejileri ve Sanayileşme. Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. s.3-21.
7.
Küçükali Ufuk Fatih (2013) Risks Caused by the
Spatial Formation of the Cıty of Bursa (Turkey)
in Historical Process, Current Development Plans
and Land Usages Based on Development Plans. 1st
Annual International Interdisciplinary Conference
AHC, Portugal. s. 376-385
8.
Oktar, Suat; Varlı, Arzu (2010) Türkiye’de 19501954 Döneminde Demokrat Parti’nin Tarım Politikası. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt
XXVIII, Sayı I, s. 1-22.
9.
Polat Sibel, Erbil Yasemin (2011) Trademark City
Bursa: Merinos Park and Ataturk Culture and
Congress Center. Ozean Journal of Applied Science
4(2) s.171-181.
10. Taş Nilüfer, Taş Murat (2015) Determining of the
Local Housing Identity in Urban Transformation
Areas Under Disaster Risk: Bursa, Turkey. Springer. Natural Hazards 75: 119-139
11. Tekeli, İlhan (2012) Türkiye’de Yaşamda ve Yazında Konutun Öyküsü (1923-1980). Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, s. 61-63, 142-1433, 277-278
12. Tomruk Banu, Akpınar İpek (2009). Bursa Interrogated, Search For a New Urban Identity. International IAPS-CSBE& Housing Network, İstanbul,
s.43-57.
99
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
13. Tomruk Banu, Akpınar İpek (2010). Emerging
Urban Dynamics: The Making of Public Spaces in
Bursa. 14th IPHS International Planning History
Society Conference, ITU Istanbul, s.103-117
14. Kentsel Dönüşüm ve Bursa Raporu (2008) TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi s.20-37
15. Türkiye’de Konut Sorunu ve Konut İhtiyacı Raporu http://www.imo.org.tr/resimler/dosya_ekler/
9ca6617c167713d_ek.pdf
16. Nüfus Projeksiyonları 2013-2075 http://www.tuik.
gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=15844
17. Bursa 2020 Yılı 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı Plan Kararları ve Uygulama Hükümleri
http://www.bursa.bel.tr/dosyalar/resimler/meclis_imar/105_100000_lekli_plan_deBursa_hkmler_
tarm_ve_orman__onama_snrl_tm_1003_2014onayl.pdf
Görsel Kaynakça
100
E
1.
Tablo 1 TUİK verilerinden yazar tarafından
hazırlanmıştır, TUİK (www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=1587)
2.
Tablo 2 Kalkınma Raporu verilerinde yazar tarafından hazırlanmıştır.
3.
Tablo 3 TUİK verilerinden yazar tarafından
hazırlanmıştır
4.
Resim 1 Bursa Kent Raporu-2009, TMMOB Şehir
Plancıları Odası Bursa Şubesi
5.
Resim 2 Bursa Kent Raporu-2009, TMMOB Şehir
Plancıları Odası Bursa Şubesi
6.
Resim 5 Kentsel Dönüşüm ve Bursa Raporu üzerinden yazar tarafından güncellenmiştir.
7.
Resim 6 www.doganbeytokibursa.com/wp-content/uploads/2012/04/basbakan-dugumu-cozdu-doganbey-toki-de1.jpg, http://www.mimdap.
org/wp-content/uploads/11030.jpg
8.
Resim 7 http://projeler.bursa.bel.tr/emirsultan-meydani.html
9.
Resim 8 Bursa Büyükşehir Belediyesi 2012 Faaliyet
Raporu ve Kentsel Dönüşüm Alanları Faaliyet ve
Proje Bilgileri
10. Resim 9 http://v3.arkitera.com/UserFiles/Image/
news/2006/09/20/manset1.jpg, http://fotograf.
bursa.com.tr/galeri/ATATURK-KONGRE-KULTUR-MERKEZI-MERINOS-18-1024x682.jpg
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
101
E
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
102
E
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
RIN ŞEHRE
I I I:
BURSA YEREL YÖNETIMLERI
ÜZERINDEN BIR OKUMA
Yasemin Çakırer Özservet *
Giriş
Bir yerleşme biçimi ve bir topluluk türü
olarak şehir insana hizmet eder ve ettiği oranda şehirdir, medeniyettir. Şehrin
açık alanları her sınıf, kültür ve grubu
kapsayan kamusal mekânları olarak şehir bütünü için önemli rol oynamaktadır. Şehirde kamuya açık alanlar, birey
ve toplumun bir arada bulunmasına
imkân veren, sosyal etkileşimin yoğun
olduğu toplumun heterojen yapısını ortaya koyan ve grupları bir arada paylaşımda tutan mekânlardır. Elbette şehir
içerisinde farklı profillerde, farklı gereksinmeleri bulunan topluluklar ve gruplar bulunmaktadır. Cinsiyet, yaş aralığı,
etnik köken, fiziksel, zihinsel yeterlilik
* Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yerel Yönetimler Bölümü Öğretim Üyesi
ayrımı gözetilmeksizin her bireyin özgürce şehir mekânından faydalanabilmesi asıl olandır. Ülkemizde yaş grubu
olarak nüfusun üçte birlik diliminden
fazlasını temsil eden çocuk grubu adına şehirde daha özenli ve kapsamlı bir
çalışma yapılması gerektiği ortadadır.
Çocuğun şehir mekânında birebir her
şeyiyle var olabilmesi, yaşamı boyunca
sağlam bir temel oluşturması için çok
önemlidir. Şehir bağrında çocuğu kucaklayabilirse o şehir insani özelliklere
sahiptir denilebilir.
Şehir mekânını belirli bir kullanıcı açısından anlamaya çalışmak bizlere önemli
veriler sunar. Bugün bizler şehirleri nesne odaklı planlamadığımız için insanları
mutlu etmeyen mekânlar üretmekteyiz
ve yavaş yavaş şehrin içerisinde insani bir
yaşamdan uzaklaşmaktayız.
103
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Bu nedenle bu çalışma daha insani yaşamlar üretmek için şehrin yöneticilerinin dikkatini çocuk kullanıcıya (yani insanın özünü temsil eden gruba) çekmek
arzusundadır. Çalışma, Bursa bütününde
şehri mekânlarında çocuklara ayrılan
alanları, çocuklara sunulan fırsatları, çocukların sundukları fırsatları yerelden
sorumlu yerel yönetimler üzerinden anlamaya çalışmaktadır.
Çocuk ve Şehir Mekanı İlişkisi
Eskiden çocuklar, her yaştan bireylerin
bir arada bulunduğu geniş bir aile içerisinde, sayıları çok fazla olmayan taşıtların olduğu, seyyar satıcılar ve oyun oynayan diğer çocuklarla bir arada bulunulan
sokaklarda yaşardılar. Çocuklar komşularını ve mahallelerini keşfetme imkânına her zaman sahiptiler. Çok az bir özel
mekân ve geniş; genel bir serbest mekân
arasında yer alan bir hayata sahiptiler.
Günümüz şehirlerinde yaşayan çocuklar
ise bu yaşamın ve bu yerlerin tümüne
yabancı durumdadır. Bugün bir kısmı
kendisine ait bir odaya sahip; fakat hem
odasında hem de şehrin her noktasında
özgürlüğü kısıtlanmış şekilde nefes almaya çalışmaktadır. Günümüz çocukları
mekânsızlıktan kıvranmaktadırlar.
104
E
“Günümüzün, eğitilmiş, sakınılmış, hasta olunca tedavi edilmiş, izlenmiş, yönlendirilmiş ve hoş tutulup eğlendirilmiş
çocuğu, evine ve ailesine ancak üretim
dışı zaman dilimlerinde kavuşabilmektedir. Tehlikelerle dolu sokaklardan uzaklaştırılmış, avlu ve merdivenlerden püskürtülüp atılmış, komşularca unutulmuş,
aile büyüklerinden, teyze ve amcalardan
uzakta kalmış çocuk, artık yalnızca uz-
manlaşmış ilişkileri, sınırlandırılmış bir
mekanı ve düzenlenip denetlenmiş bir
zamanı tanımaktadır”(Barre, 1984).
Çocukların şehirde ihtiyaç duydukları
fiziksel mekanlar bugün sağladığımızın
çok ötesinde keşif duygusu verecek, merakı harekete geçiren bir karmaşıklık ve
doğallıktır. Şehrin sokaklarında inmeye,
tırmanmaya, mevsimleri algılamaya, sıcağı ve soğuğu tanımaya, ışığa ve gölgeye
ve hepsinden önemlisi akıp giden zamanın yavaş yavaş bıraktığı izleri okumaya
gereksinim duymaktadır”(Barre, 1984).
Şehirleri yönetenler ve tasarlayan ekipler
olarak biz bu bilincin ne kadarını yaşayabiliyor ve yaşatabiliyoruz sorusunu sormak gerekmektedir.
Ülkemizde, ulusal bir çocuk politikası
henüz oluşmadığı ve bir dizi çabanın da
henüz ulusal düzeyde yerleşmiş bir bilince işaret etmediği için yerel yönetimlere ve topluma büyük görevlerin düştüğünü söylemek durumundayız. Yerel
yönetimlerin sorumluluk alanında olan
sosyal hizmetler politikasının içerisinde,
yardım hizmetlerinin hemen akabinde çocuk ve aile refahı hizmetleri zaten
yer almaktadır (SHGM, 1968:364). Yerel yönetimler, çocuklar için yaşanabilir
çevreleri oluşturmak durumundadır ki
birçok konuda hem probleme hem de
çözüme en yakın kurumlar kendileridir.
Dolayısıyla çocuk konusunda belediyelerin öncü olması oldukça önemlidir. Dünyada gelişmiş ülke örneklerinde de görüleceği üzere, yerele yönelik hizmetlerin
karşılanmasında özellikle de çocuklara
yönelik konularda, belediyelerin merkezi
idareye göre daha etkin olması zorunluluk olarak görülmektedir (Çakırer-Özservet,2015a).
S
I:2 H
IR N 2 1
‘Çocuk Dostu Şehir’ Projesi, yukarıda
sayılan kaygıların ve sorumlulukların
farkında olunarak ortaya çıkarılmış ve
yerel yönetimlerin çocuğa uygun ortamlar sunması amacıyla bir dizi yapılması
gerekenler hatırlatması içeren projedir.
Belediyeleri şehirlerinde çocuk odaklı
çalışmalar yapmaya teşvik etmeye çalışmaktadır. IKEA ve UNICEF Türkiye
Milli Komitesi’nin finansal desteği ile
çocuk dostu politikalar ve programlar
geliştirilmesi ve çocuk dostu mekânlar
oluşturulması konusunda belediyelere
çeşitli destekler vermektedir .
‘Çocuk Dostu Şehir’ Projesinde bir şehir,
çocuk haklarını gözeten iyi bir idari sistemi öngören şehirdeki tüm hizmet birimleri aracılığıyla çocukların şehir yönetimine ve karar alma mekanizmasına aktif
katılımını sağlayan, ilgili bütün kararları
çocuk hakları perspektifiyle değerlendiren ve temel hizmetlere eşit erişim hakkı
sağlamak üzere gerçekleştirilmesi gereken
yapılanmalar ile etkinlikleri yaşama geçirmekle yükümlü olan şehirdir. Çocuk
Dostu Şehir kapsamında çocuklar, düşüncelerini ve görüşlerini ifade etme hakkına
sahip vatandaşlar olarak kabul edilmektedir. Bu durum, şehirlerin, kurumsal,
yasal ve bütçesel reformlar yapmalarını
ve çocukların ailelerinde, bulundukları
semtlerde ve şehirlerde yaşam çevrelerini
dönüştürmek için bir strateji geliştirmelerini gerektirmektedir (Riggio, 2002:45).
‘Çocuk Dostu Şehir’ girişimi bu düşüncenin hayata geçirilmesine olanak tanıyan
bir proje olma özelliğine sahiptir.
Çocuk haklarına yönelik sorumluluklarının farkında olan belediyelerin üzerinde
düzenleme yapmaları gereken alanlardan
genel olarak bahsedecek olursak; şehir
ŞEHIR &
hakkında karar vericilere etkide bulunma, nasıl bir şehir istedikleri hakkında
düşüncelerini paylaşma, aileye, topluma
ve sosyal hayata katılma, sağlık ve eğitim
gibi temel gereksinimlere erişme, temiz
suya ve sağlıklı besine ulaşma, şiddete ve kötülüklere karşı korunma, kendi
alanlarında güvenli bir şekilde yürüme,
arkadaşlarla buluşma ve oyun oynama,
bitkiler ve hayvanlar için yeşil bir çevreye
sahip olma, kirliliğin olmadığı bir çevrede yaşama ve kültürel ve sosyal etkinliklere katılma şeklindedir (Url1).
Çocuk Hakları Stratejisi ve çocuk dostu
olma durumu, çocuklar için gerçekten
bir şeyleri değiştirmek amacıyla yeterli
yetkinin sağlanması için yerel yönetimin
en üst siyasi düzeyinde kesintisiz taahhütünü gerektirmektedir (Url 2).
Çocukların şehre katılımı çocuk dostu
olmanın temel dayanağıdır ve çocukları
toplumun eşit ve katılımcı aktörleri haline getirmektir. Bu çalışmada çocukların
şehirdeki aktivitelere ve şehre katılımları;
Roger Hart’ın (1992) katılım merdiveni
olarak tanımladığı ve içerisinde kullandığı
gençlerin ve çocukların katılımı aşamaları ele alınmadan genel bir katılım ölçeği
oluşturularak değerlendirme yapılacaktır1. Çünkü katılım merdiveninde bahsedilen ve katılımı temsil eden 4. basamaktan ötesi henüz ülkemizde çok az örneğe
sahip olan aşamalardır. Birçok basamakla
çok olumsuz bir tablo çizmek yerine ve
hızlı çözüme ulaşmak adına daha genel bir
ölçeklendirme tercih edilmektedir.
1 Buna göre, bir merdivenin basamakları şeklinde
tanımlanan sekiz katılım aşaması bulunmaktadır ve ilk üç
aşama katılımcı görünen ama aslında katılımcı olmayan
aşamalardır. (Dekorasyon Aşaması, Sembolik Aşama,
Görevlendirip Bilgilendirme Aşaması ) Dördüncü aşamadan itibaren katılımcılığa adım atılmış olunmaktadır.
(Çakırer-Özservet,2014b) – (Kente Katmak) (Danışılma
ve bilgilendirme aşaması).
105
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Resim 1: Bursa metropoliten alan ve ilçeleri haritası
Yöntem
Çocuğun şehre katılımı üçlü bir ölçeklendirme üzerinden değerlendirilecektir.
İlki katılımcı olmayan çabalar, yarı katılımcı çabalar ve katılımcı olan çabalar
şeklindedir.
106
E
Bu çalışmada kullanılan veri derleme
yöntemi nitel araştırma yöntemlerinden medya tarama yöntemidir. Kullanılan ikinci yöntem de yerel yönetimlerin
birebir erişilebilecek telefonla iletişim
kanalından verileri derlemektir. E-posta yoluyla soru sormak üçüncü yöntem
ve çok az ele alınan bir yöntem olarak
benimsenmiştir. Çalışmada yer alan verileri yerel yönetimler medya araçlarını
sağlıklı kullanıp kullanmadıkları açısından ele alarak da biz öz değerlendirme
yapabilirler.
Çalışmada, Bursa ile ilgili verilere öncelikle Bursa’nın ilçe belediyeleri ve Bursa
Büyükşehir Belediyesi’ne dair web siteleri taranarak başlanmıştır. İkinci aşamada,
bütün belediyeler telefonla aranarak çocukla ilgili yaptıkları çalışmalar hakkında
bilgi alınmaya çalışılmış, kendilerinden
gerekli bilgiler yazılı olarak talep edilmiştir. Araştırma süreci yayılarak toplamda
2-3 ayı bulmuştur.
Bursa İl Bütününde
Çocuklara Yönelik Hizmetler
Araştırması Bulguları
Bursa ülkemizin nüfus açısından dördüncü sırada yer alan bir ildir. Ortalama
hane halkı büyüklüğü 3,4 kişidir. Nüfus
yoğunluğu Türkiye’nin ortalaması olan
101 kişinin 2,5 katı civarında ve 267 kişidir. Büyükorhan, Harmancık, Keleş ve
Orhaneli son yıllarda az da olsa nüfus
kaybeden ilçelerdir. Çocuk yaştaki nüfus
oranı il bütününde %30 ile Türkiye ortalamasına (%33) yakındır (Url 3).
Çalışmaya öncelikle Bursa metropoliten alanı üzerinden başlanılacaktır. Ardından diğer ilçelere değinilecektir.
S
I:2 H
IR N 2 1
Bursa Büyükşehir Belediyesi’ ne ait
web taramalarında, Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı çeşitli faaliyetlere rastlanmıştır. Bursa Büyükşehir Belediyesi
Kent Konseyi’ne bağlı bir Çocuk Meclisi
bulunmaktadır. Çocuk Meclisi üyeleri
seçiminin demokratik yollarla olduğu
ifade edilmiştir. Çocuk Meclisi’nin yaptığı çalışmalarda, çocukların bilinçlendirilmesine yönelik çeşitli çalışmalar göze
çarpmaktadır. Toplumsal sağlık ve çevre
sağlığı bilinçlendirilmesi, kariyer bilinci
geliştirme eğitim programları, “Bir umut
ol benim için” ve “Mutlu çocuk, umutlu
kent” adı altında çocuk eğitim programları, çocuk hakları ile ilgili bilinçlendirme
programları, çocuk işçiliğine karşı protesto gösterileri, çocuk istismarına karşı
veli bilinçlendirme programları ve ayrıca
çocuklar için düzenlenen şenlikler, tiyatro festivalleri faaliyetleri arasında yer
almaktadır. Bursa Büyükşehir Belediyesi
ile yapılan telefon görüşmeleri bilgi alma
talebinin bilgi verebileceği düşünülen bir
üst makama aktarılmasıyla ve görüşülecek kişilerin defalarca aranmasına rağmen bulunmaması ile sonuçlanmıştır.
En sonunda ulaşılan kişinin e-mail geri
dönüşü ile Bursa Büyükşehir Belediyesi
Çocuk Meclisi Kitapçığı’na ulaşılmıştır.
Çocuk Meclisi Kitapçığı’nda yer alan bilgilere göre; “çocuklara kendi sorunlarına
sahip çıkmaları, şehirdeki sorunların her
alanına katılmaları ve sorunlarına çözüm
arayışlarında gerekli karar alma mekanizmalarında yer almaları” hedef olarak
sunulmuştur. Bu mekanizmanın üyeleri
olarak, çocuklar ile ilgili kamu kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, ilk ve orta
öğretim temsilcilerinin oluşturduğu
Bursa Kent Konseyi Çocuk Meclisi’nden
bahsedilmiştir.
ŞEHIR &
Gemlik, Gürsu, Kestel, Mudanya, Nilüfer, Osmangazi ve Yıldırım Bursa metropoliten alanı oluşturan 7 ilçedir ve sırasıyla değerlendirilecektir.
Gemlik Belediyesi’ne dair yapılan web
taramasında yeni kurulan bir kent konseyi ve buna bağlı olarak da çocuk meclisi
kurulacağı haberi görülmüştür. Web’de
Gemlik Kumla’da bir çocuk sığınma evi
açıldığı ve burada yapılan sanat faaliyetleri de yer almaktadır. Gemlik Kent
Konseyi ile telefon görüşmesi yapılmış
ve görüşmede Çocuk Meclisi’nin henüz
kurulmadığı belirtilmiştir. Kaymakamlığın yönettiği Çocuk Koruma Kurulu
toplantılarına katıldıklarını belirtmişlerdir. Okullardan seçilmiş başkanlardan
oluşan Çocuk Meclisi’nin ise henüz kurulmakta olduğu söylenmiştir.
Gürsu Belediyesi ile yapılan web taramasında çocuklarla ilgili satranç turnuvası etkinliği, çocuklara kırtasiye yardımı, çocuklara ait parkların yapılması,
toplu sünnet töreni, çocuklara dair eğlenceler, başarılı sporcu çocuklara dağıtılan ödüller göze çarpmıştır. Belediyeye
ait facebook sayfasında çocuklara verilen
ilkyardım derslerinden de bahsedilmektedir. Gürsu Belediyesi’yle yapılan telefon görüşmesinde alınan bilgiler ise şöyledir: Gürsu Belediyesi Park ve Bahçeler
Müdürlüğü’nden alınan bilgilere göre,
belediyeye ait toplam 3500 m2 oyun alanı bulunmaktadır. Yani çocuk başına
0,16 m2 oyun alanı demektir ki bu yasal
standartların (1.5 m2) çok altında seyretmektedir. Çocuklara dair yapılan faaliyetler sorulduğunda, Hacivat Karagöz
gösterisi ve Ağaç Dikme Etkinliği’nden
bahsedilmiştir.
107
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
108
E
Kestel Belediyesi’nin web sayfasında
çocuklarla ilgili yürütülen faaliyetler
anlamında: açılan çocuk parkları, tiyatro etkinlikleri, okul ziyaretleri, başarılı
öğrencileri ödüllendirme, toplu sünnet,
park restorasyonları, okul açılışları, okul
bakımları, düzenlemeler, çocuk şenliği,
geziler, yüzme havuzu açılışı gibi haberler yer almaktadır. Kestel Belediyesi’nin
organizasyonu olan kent meydanında
ikincisi düzenlenen “Geleneksel Çocuk
Oyunları Şenliği”nden de bahsedilmektedir. Kestel’deki tüm okulların katılımları ile gerçekleşen bu etkinlikte çocuklar, mendil kapmacadan yakartop’a,
halat çekmeden tombik oyununa kadar
geçmişte sokaklarda oynan oyunlarla tanıştırılmaktadır. Kestel Belediyesi
ile yapılan telefon görüşmesinde çocuk
meclisinin bulunmadığı öğrenilmiştir.
Yazılı bilgi talep edildiğinde, “2015-2019
Stratejik Planı” gönderilmiştir. Stratejik
Planda, nüfusun eğitim çağı grupları
itibariyle dağılımı verilmiştir. Kestel’de
toplam 324.100 m2 park alanı bulunmaktadır. Bu da kişi başına 6m2 aktif
yeşil alan demektir. Bu yeşil alanların ne
kadarının çocuk oyun alanına ayrıldığı
belirtilmemiştir. Kestel Belediyesi’nin
stratejik planları arasında: “Toplum ve
çevre sağlığı konusunda bilinçlendirme
çalışmalarının yürütülmesi; Parkların
Bakım ve Onarımlarını Yapılması, Yeşil
Alanların ve Görsel Zenginliğin Arttırılması; Yeşil Alanların Nitelik ve Kullanılabilirliğinin Arttırılması; Çocuklar
ve Gençlerin Sağlıklı Bir Geleceğin Parçası Olması İçin Planlamalar Yapılması
ve Organizasyonlar Düzenlenmesi” yer
almaktadır. Çocuklarla ilgili ne yapılacağına yönelik alt stratejiler bulunmamaktadır.
Mudanya Belediyesi’nin web sayfasında yer alan “Kreş Müdürlüğü” dikkat çekmiştir. Web sayfasında yer alan güncel
haberlerde çocuklarla ilgili olarak spor
takımları galibiyet haberleri dışında bir
bilgiye rastlanmamıştır. Mudanya Belediyesi’yle telefon görüşmesi sonucunda
dönüş yapılan e-postada, atıl durumda ve
işlevsiz olan Mudanya Kent Konseyi’nin
yeniden aktif olarak yaşama geçirilmekte
olduğu ve bu yapı içinde bir çocuk meclisi olacağına dair bilgilendirme yapılmıştır. Öte yandan her bir mahallede Mahalle Meclisleri oluşturmaya başladıklarını
ve bu meclislerde de çocukların temsilini
sağlamaya çalışmakta olduklarını belirtilmiştir. Talep edilen bilgilerin tekrar dönüşü ise yapılmamıştır.
Nilüfer Belediyesi’yle ilgili yapılan web
taramasında, “Çocuk Meclisi” göze çarpmaktadır. “Çocuk Meclisi” üyelerinin
demokratik bir yarışla seçildiği haberine rastlanmıştır. Çocuk Meclisi’ne katılımın kolaylığı da, “Bizi arayın, katılın”
ibaresiyle belirtilmiştir. “Dünya Çocuk
Hakları Günü” kutlama ve etkinlikleri,
Nilüfer Belediyesi Çocuk Kütüphaneleri
ile ilgili haberler, kütüphanelerin çocuklar için bastırdığı kitaplar, çocuklarla birlikte yapılan ağaçlandırma kampanyaları,
hayvanseverlik aşılama projeleri, çevre
koruma bilinçlendirme çalışmaları, engelli çocuklarla ilgili çalışmalar, çocuk
işçiliği, çocuk gelinler ile ilgili bilgilendirme çalışmaları yer alan diğer haber
başlıklarıdır. Nilüfer Belediyesi Park ve
Bahçeler Müdürlüğü ile yapılan telefon
görüşmesine bilgi dönüşü yapılmamıştır. Nilüfer Belediyesi Kent Konseyi’yle
yapılan telefon görüşmesi sonucu: Nilüfer Kent Konseyi çatısı altında 3 Mart
2012’de Çocuk Meclisi kurulmuş olup
S
I:2 H
IR N 2 1
150 gönüllü üyesi vardır. Bunlardan yaklaşık 40’ı aktiftir. İlk kuruluş aşamasında
ve her genel kurulda Nilüfer sınırlarındaki tüm ilk ve ortaöğretim okullarına
çağrıya çıkılarak 1 erkek ve 1 kız temsilci
istenmektedir. 2 yılda bir seçimli genel
kurul yapılarak yürütme kurulu seçilmektedir. Meclis üyeleri hangi gün ve
ne sıklıkta toplanacağı kararını kendileri
verilmektedir. 22 Kasım 2014 tarihli seçimli genel kuruldan sonra yaptıkları ilk
toplantıda alınan karar doğrultusunda 15
günde bir, cumartesi günleri saat 15:00’da
toplanma kararı almışlardır. Çocuk Meclisi 2014 yılında “Oyun Engel Tanımaz”
adında bir proje yürütmüştür. Çocuk
Meclisi’nin daha da aktif olması için gerekli kolaylaştırıcılığı yapmaya çalıştıklarını eklemişlerdir. “Oyun Engel Tanımaz” projesinde, çocukluktan başlayarak
kendi yaşam çevresinin biçimlenmesinde
söz sahibi olma, sorumluluk alma ve aktif
biçimde yerel inisiyatifin bir parçası olma
bilinci yaratma hedeflenmektedir.
Osmangazi Belediyesi web sitesinde,
çocuklar için yapılması planlanan çeşitli
projelere yer verilmiştir. “Mutlu insanların sağlıklı şehri” projesi, sokaklarda boş
alanlarda sağlıksız ortamlarda oynayan
çocuklar olmasın diye ortaya çıkmıştır.
TRT 33. Uluslararası Çocuk Şenliği, 2011
yılında Osmangazi’de Türkiye’nin ilk telli
su kayağı tesisi olan Sukaypark’ta yapılmıştır. Bilgi evleri bu projelerden biridir
ancak kurumsal web sayfasında herhangi
bir bilgi yer almamaktadır. Genel web taramasında iki bilgi evi (Mehmet Akif ve
Demirkapı mahallelerinde) açıldığı anlaşılmıştır. Bilgi evlerinin hedefi ise şöyle
açıklanmaktadır: “Çocukların araştırma
yapma, soru sorma, merak etme ve oku-
ŞEHIR &
ma isteklerini desteklemek amacıyla oluşturulacak bu proje, çocuklar için hayata
geçirilecek en büyük sosyal projelerden
birisi olacak” şeklinde açıklanmıştır (Url
4). Küçükbalıklı bölgesinde bir atletizm
salonu projesi hedef projelerden birisidir.
“Çocuk Dünyası” projesi yine belediyenin
hedeflerinden biri olarak web sitesinde
yer almaktadır. Bununla İstanbul’da açılan
Kidzmondo benzeri bir proje hedeflenmektedir. Her köye spor ve park alanları
yapmak belediyenin hedefleri arasında
yer almaktadır. Ayrıca; “Geri dönüşüm
atığını getirene, sinema bileti hediye”
kampanyasıyla çocukları bilinçlendirme
yoluna gidilmektedir. Osmangazi Belediyesi Sahipsiz Hayvanlar Doğal Yaşam ve
Tedavi Merkezi›nde yer alan ağaçlar, anaokulu öğrencilerinin boyadığı kuş evleri
ile donatılmıştır. Sağlık İçin Hareket Et›
kampanyası kapsamında Yusuf Köstem
İlköğretim Okulu öğrencileri arasında bir
etkinlik gerçekleştirilmiştir.
Yıldırım Belediyesi web taramasında,
gençleri madde bağımlılığı ve sosyal problemlerden uzak tutmak için açılan 75. Yıl
Gençlik Merkezi’nden bahsedilmektedir.
Bunun dışında, Bursa Müzik Akademisi
ile birlikte engelli ve ailelerinin katıldığı
‘Engelleri Sevgiyle Aşıyoruz’ programı
düzenlemiştir. Yapılan bir başka organizasyon ise, çocukları bilinçlendirmeye
yönelik geri dönüşümün önemini anlatan
‘Atıkların Dünyası’ adlı oyunu olmuştur.
Yıldırım Belediyesi tarafından, içerisinde kapalı spor salonu, futbol sahası, tenis
kortu, engelli çocukların spor yapabileceği bir alan ve gençlik merkezi olan 5 bin
kişilik bir spor kampüsü inşa etmekte oldukları da web’de yer alan haberler arasındadır. Yıldırım Belediyesi Çocuk Masası
109
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
ile telefonla irtibat kurulmuştur. Çocuk
Masası’nın amacı, çocukların da söz haklarını olduğunu göstermek ve bunları rahatlıkla dile getirebildikleri bir masa oluşturmaktır. 0-18 yaş arası tüm çocukların
sorunlarına çözüm bulma, yerine göre
hem sosyal hem de kültürel etkinlikler
düzenlemek olarak açıklanmıştır. Çocuk hakları gününün kutlanması, lösemi
haftasının kutlanması, ev ziyaretlerinde
bulunulması, resim sergisi, okul ziyaretlerinde bulunma, çocuk masasını ziyarete
gelen miniklere hediyeler verme, ilçede
doğum yaptıran tüm hastanelerde yeni
doğanları ziyaret edip hediyelerini verme
olarak yapılan etkinler anlatılmıştır. 3 ay
önce kurulmuş bir Çocuk Meclisi’nden
de bahsedilmektedir. Meclis 85 kişiden
oluşmaktadır fakat katılım 35-40 kişi arasındadır. Ayda bir toplanan meclis üyelerine tek tek telefon açılması ve toplu mesaj
yolu ile irtibat sağlandığı söylenmektedir.
Üyeler en azından ilkokul öğrencisi olmak
zorundadır. Bu da çocuk işçileri ve sokakta yaşayan ya da engelli çocukları kapsayamadıklarını göstermektedir. Üye olmak
için Çocuk Masası’na başvuru yapmaları
yeterli görülmüştür. Çocukların şimdiden
çok güzel projeleri, hedefleri olduğundan
bahsedilmiştir.
Bursa’nın diğer ilçe belediyelerde ise durum aşağıdaki gibidir.
110
E
Büyükorhan Belediyesi’ne dair yapılan web taramasında çocukla ilgili hiçbir
şey bulunamamıştır. Yapılan telefon görüşmeleri sonucunda bilgi verebileceği
düşünülen yetkili kişi ile Ankara’da olduğu için görüşme de yapılamamıştır.
Harmancık Belediyesi ile yapılan web
taramasında çocuklara dair çok etkinliğe
rastlanmıştır. 23 Nisan’da sembolik bir
belediye başkanlığı, çocukların belediye
hakkında bilgilendirilme süreci, çocuklardan bir kısmının Almanya’ya gönderilişiyle ilgili bir manşet, başarılı öğrencilere dizüstü bilgisayar hediyeleri, çocuk
şenlikleri, spor aktivite haberleri, yapılan öğrenci misafirhaneleri gibi web’de
ayrıntısı bulunmayan bir takım bilgiler
vardır. Telefon görüşmesinin ardından
bilgilendirme dönüşü ise yapılmamıştır.
İnegöl Belediyesi web taramasında; başarılı çocuk sporcuların ödüllendirilmesi,
çocuk parkları açılışı, çocuk parkları restorasyonları, çocuklar için yapılan tiyatro
etkinlikleri, çevre kirliliği ile ilgili bilinçlendirme çalışmaları, öğrencilere verilen
hediyeler, çocuklar için düzenlenen eğlenceler, kreş ve okulları ziyaret, muhtaç
öğrencilere yardım, yaz okulları, spor
turnuvaları gibi haberler yer almaktadır.
Onun dışında çocukların katılım gösterdikleri herhangi bir program ya da meclis
çalışması bulunmamaktadır. İnegöl Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden
yetkili birine ulaşılamamıştır. Bilgi talep
mailine ise dönüş yapılmamıştır.
İznik Belediyesi web taramasında, belediyeye ait Facebook sayfasında ve belediye sayfasında da diğer ilçe belediyelerinden farklı haberlere rastlanmamıştır.
Özellikle de İznik Belediye’sine dair web
taramasında çocuklara dair haberler yok
denecek kadar azdır. Telefon görüşmesi
sonucu bilgi talebine de yanıt bulunamamıştır.
Karacabey Belediyesi web taramasında, hiçbir şey bulunamamıştır. Karacabey Belediyesi’ne ait Facebook sayfasında
ise, Karacabey Belediyesi’nin Karacabey
S
I:2 H
IR N 2 1
Ömer Matlı İlk ve Orta Okulu’nun tüm
orta öğrenim gören öğrencileri ile birlikte, “Argodan uzaklaşmak ve Türkçe’ye
sahip çıkmak için” atasözleri ve deyimler
yazılı tişörtlerle dolaşmalarına dair bir
haber yer almaktadır. Karacabey Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü ile
telefon görüşmesi sonucu bilgi talebine
herhangi bir geri dönüş yapılmamıştır.
Keleş Belediyesi’nin Facebook profilinde “Ben Oynadım Şimdi Sen Oyna”
adı altında, kullanılmış oyuncak ve kitapların hediye edildiği bir proje haberi yer
almaktadır. Belediye’deki tüm okulları
dolaşan üç çevre mühendisi ile çocuklarda “atıkların geri dönüşümü” bilinci
oluşturmak amaçlanan bir başka proje
haberi görülmektedir. Bunun dışında çocuk oyun parkları açılışları, yüzme kursu
etkinliği, futbol turnuvası ve sporcuların
ödüllendirilmesi, okul tadilatı, öğrenci
tiyatro aktiviteleri, ,belediye başkanının
okulları ziyaretleri haberleri yer almaktadır. Yazı İşleri Müdürü ile yapılan telefon
görüşmesi sonucu e-posta dönüşünde
verilen bilgilere göre Keleş Belediyesi’nde bir çocuk meclisi bulunmamaktadır.
Çocuklara yönelik parklarda çocuk oyun
gruplarının çoğaltıldığı; çocuklara daha
çok oyun alanları ve materyaller hazırlamak üzere çalıştıkları ve toplamda 4000
m2 Çocuk Oyun alanının mevcut olduğu
belirtilmiştir. Çocuk başına 1,01 m2 çocuk oyun alanı düşmektedir.
Mustafakemalpaşa
Belediyesi’nin
web sitesinde çocuklarla ilgili faaliyet
anlamında pek fazla haber bulunamamıştır. Sadece “Gençlik Merkezi Sosyal
Yaşam ve Spor Tesisleri” adı altında bir
alan planlandığı görülmüştür. Çocuklarla beraber düzenlenen piknik etkinliği,
ŞEHIR &
orman haftasında öğrencilerle birlikte
fidan ekimi ve yapılan tiyatro etkinlikleri
de yer almaktadır. Telefon görüşmesinde, Belediye’nin kültürel, sosyal ve sportif
alanlarda çeşitli çalışmaları olduğu söylenmiştir. İlçenin önemli 5 noktasında
Uğur Böceği Kültür Merkezleri kurulmuştur. Çocukların bilgisayar, televizyon vb. karşısında vakit geçirmemeleri
amacıyla çocukların ilgi duyacağı çeşitli
kurs faaliyetleri düzenlenmiştir. Kurslar;
Ebru, karakalem, karate, tiyatro, koro,
güreş, basketbol, gitar, satranç gibi alanlardadır. Belediyeye ait bir çocuk meclisi
yoktur. Çocuk nüfus oranı da belirtilmemiştir.
Orhaneli Belediyesi’nin web sitesinde
yer alan bilgilere göre her yıl Haziran
ayında, 3 gün süren Karagöz Şenlikleri
düzenlenmektedir. Sünnet şenlikleri yapılmaktadır. Facebook sayfasında, başarılı öğrencilere ödül verilmesi, düzenlenen sünnet ve karagöz şenliklerinden
başka bilgiye yer verilmemiştir. Orhaneli
Belediyesi’yle yapılan telefon görüşmesinde talep edilen bilgileri ancak Sosyal
İşler Müdürlüğü’nün yanıtlayabileceği
söylenmişse de defalarca aranmasına
rağmen kendilerine ulaşılamamıştır.
Orhangazi Belediyesi’nin web sitesinde hakkında çok bilgi bulunmayan yaz
kurslarından bahsedilmektedir. Bunun
dışında spor takımlarının başarıları, şiir
yarışması ve birinciye verilen ödül, çocuk parklarının yenilenmesi, bir engelli
çocuk parkı açılışı, eğitim seti dağıtımı,
halk oyunları festivalleri ve folklora destek (Uluslararası Halk Dansları Festivali),
sünnet şölenleri ile ilgili haberler ve fotoğraflar yer almaktadır. Facebook profilinde de yine aynı haberlerin tekrarları
111
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
yer almaktadır. Yaz ayına yetiştirilmek
üzere gençler için skate park (Patenli
Kaykay) ve basketbol sahası, çocuklar
için çocuk oyun grupları yapımı hazırlığına girmiştir. Orhangazi Belediyesi’yle
yapılan telefon görüşmeleri sonucu bilgi
talebimize dönüş yapılmamıştır.
Yenişehir Belediyesi Facebook sayfasında folklor, spor ve tiyatro faaliyetleri
ile ilgili haberler yer almaktadır. Yenişehir Belediyesi web sayfasında ise çocuklara dair bir bilgiye erişilememiştir.
Yenişehir Belediyesi santral telefonları
ısrarla aranmasına rağmen kimseye ulaşılamamıştır.
112
E
Tablo 1’de Bursa bütününde şehirlerde çocuk katılımının değerlendirmesini
görmek mümkündür. İlçe belediyelerinde genel olarak katılımcı bir yaklaşımla
faaliyetler yapılmamaktadır. Katılımcı
olmayan ancak çocuklara yönelik sunulan hizmetler noktasında yerel yönetimlerin ağırlığı bulunmaktadır. Yarı katılımcı olabilecek çeşitli faaliyetler olsa da,
çocuk sadece bu faaliyetlerin kullanıcısı
konumunda olduğu müddetçe tam katılım düzeyine ulaşmak mümkün değildir.
Bir yerel yönetimde çocuk meclisinin var
oluşu o yörede çocuğun katılımının varlığına işaret etmektedir. Bursa’daki yerel
yönetimlerin çoğunda çocuk meclisi var
olmamakla birlikte, var olan çocuk meclislerinin de göstermelik olmaktan öteye
gitmediği anlaşılmaktadır. Çocuk meclislerine çocukların seçim şekli de mekânsal
anlamda her mahallenin temsilini sağlamak durumundadır. Ayrıca toplantı
yapabilecek ve o toplantıda çocukların
birbirlerini dinleyebilecekleri optimum
sayıda olmalıdır. Çocuklar öncelikle bu
meclise inanmalı ve aldıkları kararların
yetişkin yöneticiler tarafından uygulanabileceğini görmelidirler. İtalya örneğinde, çocuk meclisleri oldukça aktif ve
çocuk meclisi kararlarının yerel yönetim
organlarınca oldukça dikkatli şekilde ele
alındığı görülmektedir.
“İtalya’da Çocuk meclislerinde konuşulan
konular, o an gündemde olan ve o şehirle
ilgili her şeydir. Genellikle oylama yöntemi
hiç kullanılmamakta ve çoğunluk
kararı gibi sonuçlar hedeflenmemektedir. Bir
kaç çocuğun bile ihtiyaçları, istekleri böylece
dikkate alınmış olmaktadır. Yetişkinler
bu meclise karışamıyor ve tek soru sorma ve
dinleme hakkı olan yetişkin belediye başkanı
olmaktadır. Çocuk meclisleri belediyelerin
kendi istekleri ile kuruldukları için yönetime
direk katılımları söz konusudur ve böyle bir
hakları vardır. Çocuk meclisi üyeleri istedikleri zaman belediye meclisi üyeleri ile görüşebilmektedirler” (Çakırer-Özservet, 2014d).
Olması gereken çocuk başına oyun alanı
standardı 1.5 m2’dir ve ilçelerdeki oyun
alanları bunun çok altındadır. Yerel yönetimlerin büyük bir kısmı da bu bilgileri
paylaşmamışlardır.
Sonuç ve Değerlendirme
İnsanların kentsel yaşama ve kentin yönetimine katılım hakkının uygulanmasında yerel düzeyin önemi çok büyüktür
(Çakırer-Özservet, 2014b). Çocuğun
şehre katılımı söz konusu olduğunda,
çocuğun yerel yönetim içerisinde bir
yerinin olması da gerekmektedir (Çakırer-Özservet, 2014c). Günümüz şehirlerinde çocuklar için tasarlanmış mekânlar sadece sıra sıra dizilmiş, doğadan ve
çoğunlukla birbirinden kopuk mekânlar sunulmaktadır (Çakırer-Özservet,
2015b). Çocuklar farklı mimari eserleri
tanımadan, kültür ve sanattan uzak bir
S
I:2 H
IR N 2 1
yaşam sürmektedirler. Çocuklar mekân
algılarını ve mekânla ilişkilerini bu kısır ortamlarda oluşturmak zorundadır.
Çocukların yetişmesindeki bu kısırlık
tehlike sinyallerini bir müddettir vermektedir. Sadece sanal mekânlara hapsedilmiş, sorgulamayan, düşünmeyen,
ezbere yaşayan bir nesilden ülke adına
daha korkutucu bir şey olamaz. İnsanları
tasarlanmış mekâna uydurmaya çalışmak
değil, mekânı ve tüm yönetim biçimini
katılımcı şekilde insana göre tasarlayarak adapte etmek birincil sorumluluğumuzdur. Çocuklar yalıtılmış, sadece
onlara ayrılmış mekânları kullanmaktan
hoşlanmamakta ve yetişkinlerle ortak
mekânlarda bir yetişkin gibi var olmak
istemektedirler, bu noktada insan yerine
konulma arzularını net şekilde vurguladıkları söylenebilir. Çocuklar geleceğimiz ise, onların en temel hakkı olan oyun
oynamalarına izin verecek politikaların
bir an önce geliştirilmesi gerekmektedir.
Çocuklar oyun oynarsa o şehir, insani bir
yerleşime dönüşecektir (Çakırer-Özservet, 2014d). Bugün, çocukların mekânı
dediğimizde aklımıza sadece çocuk parklarının gelmesi aslında çocukların ne
kadar mekânsız kaldığının da bir göstergesidir. Çocuğun yeniden şehirde aidiyet bilincine kavuşması için, ev ve yakın
çevresi (sokak dokusu) ve şehrin bütünü
ile ilişkisini kuracak araçlara acilen sahip
olması gerekmektedir. Çocuklar kentlerde sokağa çıkabilen ve kentsel mekânları güven içinde kullanabilen bir yapıya
kavuşmak durumundadır (Çakırer-Özservet, 2014a). Bugün yapacağımız düzenlemeler bizi yakın zamanda değil ama
daha uzak bir zamanda geleceğin sağlıklı
ve ideal şehirlerini oluşturmak adına çok
büyük altyapı çalışmaları olacaktır.
ŞEHIR &
Kaynaklar
1.
Barre, F. (1984). Çocuk Ve Mekan ya da Yitirilmiş
Kent. Mimarlık, 15-17.
2.
Çakırer-Özservet, Y. (2014a). How Do I See The
Neigborhood I Live in? Reading The Drawings
of Children from Kasımpaşa- Istanbul, EJRE
(European Journal of Research on Education).
Special Issue: Social and Behavioral Sciences: 2(2),
162-172. (DOI: 10.15527/ejre.201426260).
3.
Çakırer-Özservet, Y. (2014b). ‹Katılım Merdiveni›
ve Çocukları Kente Katma Çabalarımız. Marmara
Life (Marmara Belediyeler Birliği Dergisi). Sayı:35.
Sayfa:60-63.
4.
Çakırer-Özservet, Y. (2014c). 1990›lardan bu yana
Çocuk Dostu bir Şehir: Fano. Marmara Belediyeler:
Marmara Bölgesi Yerel Belediyeler Haber Dergisi,
Yıl:1 Sayı:2, sayfa:122-127.
5.
Çakırer-Özservet, Y. (2014d). «La Citta Dei
Bambini» Fano›dan Roma›ya Çocukların Şehri
Hareketi. Marmara Belediyeler: Marmara Bölgesi
Yerel Belediyeler Haber Dergisi, Yıl:1 Sayı:3,
sayfa:130-135.
6.
Çakırer-Özservet, Y. (2015a). Çocuk Dostu
Belediyecilik, TBB İller Belediyeler Dergisi. (yayın
aşamasında)
7.
Çakırer-Özservet, Y. (2015b). Bu yapılar insan olsa!
Esenler İlçesi Çocuklarının Mimari Yapılara Yönelik Algıları. (Poster sunum). 4. Ulusal İç Mimarlık
Sempozyumu, 6-8 Mayıs 2015. MSGU. İstanbul.
8.
Hart,R. (1992). The Ladder of Participation.
9.
(http://www.learningtolearn.sa.edu.au/tfel/files/
links/Ladder_of_Participation_1.pdf)
10. Riggio, E. (2002). Child Friendly Cities: Good
Governance in the Best Interests of the Child.
Environment & Urbanization, 14(2):45‐58.
11. Sosyal Hizmetler Genel Müdürlügü (SHGM).
(1968). III. Milli Sosyal Hizmetler Konferansı, Türkiye’de Sosyal Degişme ve Sosyal Hizmetler, Ankara.
12. Url 1 (http://unicef.org.tr/sayfa.aspx?id=64)
13. Url 2 (http://childfriendlycities.org/tr/building-a-cfc-2/cds-yapi-taslari/)
14. Url 3 (www.bursa.gov.tr/icerik/240/nufus.html)
15. Url 4 (http://www.milliyet.com.tr/bilgi-evleri-gelecege-isik-saciyor-bursa-yerelhaber-638434/)
Görsel Kaynakça
Resim1. (http://www.bursa.gov.tr/jandarma/img/
harita2.jpg)
Tablo 1. Yazar tarafından hazırlanmıştır.
113
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Tablo 1: Bursa bütününde şehirlerde çocuk katılımının değerlendirilmesi
Bursa Metropoliten Alan
Belediyeler
Nüfus
(2014)
Çocuk
Nüfus
(%30)
Çocuğun Şehre Katılım Düzeyine Yönelik Faaliyetler
Katılımcı Olmayan
Yarı Katılımcı
Çocuk Sanat evi,
Çocuk Meclisi
faaliyetleri (Örnek:
Katılımcı olan
Çocuk Meclisi varlığı
ancak kuruluma ve
sürece çocuk katılımı
konusu belirsiz (?)
Bursa
Büyükşehir
2.141.022
642.306
Gemlik
103.390
31.017
Pek Görünmüyor
Çocuk meclisi
kurulacak
Görünmüyor
Gürsu
74.827
22.448
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler, 0.16 m2 çocuk
oyun alanı
Görünmüyor
Görünmüyor
Kestel
52.938
15.719
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler, “Geleneksel
Çocuk Oyunları Şenliği”
Görünmüyor
Görünmüyor
Çocuklara yönelik çeşitli
hizmetler
“Mutlu çocuk, umutlu
kent” çocuk senliği)
Mudanya
80.385
24.115
Spor takımları faaliyetleri
Çocuk meclisi
kurulacak
Mahalle meclisleri
oluşturuluyor(genel
katılım açısından
çok olumlu
görünmektedir)
Nilüfer
375.474
112.642
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler,
Çocuk meclisi var
Çocuk Meclisinin
katılımcı olduğu
anlaşılmaktadır.
243.978
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler, Bilgi evleri,
Çocuk dünyası eğlence
merkezi
Görünmüyor
Görünmüyor
640.746
203.439
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler,
Çocuk Masası
Çocuk Meclisi var
ancak kuruluma ve
sürece çocuk katılımı
belirsiz (?)
Büyükorhan
11.396
3.419
Görünmüyor
Görünmüyor
Görünmüyor
Harmancık
6.873
2061
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler,
Görünmüyor
Görünmüyor
İnegöl
242.232
72.670
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler,
Görünmüyor
Görünmüyor
Osmangazi
Yıldırım
114
E
813.262
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
İznik
42.727
12.818
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler,
Görünmüyor
Görünmüyor
Karacabey
80.594
24.178
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler,
Görünmüyor
Görünmüyor
Keleş
13.123
3.936
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler, 1.01 m2 çocuk
oyun alanı
Görünmüyor
Görünmüyor
Mustafa
kemalpaşa
99.651
29.895
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler, Uğur Böceği
Kültür Merkezleri
Görünmüyor
Görünmüyor
Orhaneli
21.563
6.469
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler, Karagöz
şenlikleri,
Görünmüyor
Görünmüyor
Görünmüyor
Görünmüyor
Görünmüyor
Görünmüyor
Orhangazi
76.143
22.842
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler, engelli çocuk
parkı, Halk oyunları
festivali,
Yenişehir
52.215
15.664
Çocuklara yönelik çeşitli
aktiviteler,
TOPLAM
2.787.539
836.262
115
E
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
116
E
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
NI ERSI E
ŞEHIR &
EN I IŞ ISI
NI ERSI ENIN
R
IN
Ş :
ENI IR
BURSA TEKNIK ÜNIVERSITESI
Gökçen Kılınç Ürkmez *
Özet
Bursa’nın ikinci devlet üniversitesi olarak 2010 yılında kurulan Bursa Teknik
Üniversitesi, geçen beş yıl zarfında, bir
yandan kaliteyi esas alarak akademik
çalışmalarını sürdürmeye ve kent ve sanayi ile sağlıklı bir ilişki geliştirmeye çabalarken diğer yandan da mekânsal ve
kurumsal yapılanmasını tamamlamaya
çalışmıştır. Ancak Bursa gibi Türkiye’nin
dördüncü büyük kentinde yer almasına
* Yrd. Doç. Dr., Bursa Teknik Üniversitesi Doğa Bilimleri
Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Şehir ve Bölge
Planlama Bölümü Öğretim Üyesi
rağmen kuruluş süreci beklenildiği kadar hızlı ve sıkıntısız ilerleyememiştir.
Bu yazıda, BTÜ ile aynı zamanda kurulan diğer 6 devlet üniversitesinin özellikle yerleşkelerinin oluşmasında hangi
düzeyde oldukları incelenerek, üniversite-kent ilişkisi bağlamında BTÜ’nün
konumu değerlendirilmeye çalışılacaktır.
117
E
Giriş
Marmara Bölgesi’nin güneyinde yer alan
ve tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan
Bursa, Türkiye’nin en büyük kentleri
olan İstanbul Ankara ve İzmir’in oluş-
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
turduğu üçgenin merkezinde konumlanmıştır. Brookings Institution ve JP Morgan’ın 2014 yılı baz alınarak oluşturduğu
ekonomide yükselen kentler sıralamasında Türkiye’den dört şehrin yer aldığı
sıralamada, Bursa 300 şehir arasında İstanbul’un ardından 4. Sırada yer almıştır.
(İzmir 2, İstanbul 3, Bursa 4, Ankara ise
9’uncu sırada yer aldı)1.
118
E
Tarihsel süreçte pek çok medeniyete beşiklik etmiş olan Bursa, Bizans ve
Osmanlı dönemine ait eserlerle oldukça
zengin bir kültürel mirasın da ev sahipliğini üstlenmiştir. Cumhuriyet dönemindeki yatırımlar ile önemli bir sanayi
kenti halini alan kent, özellikle otomotiv
sektöründeki öncü rolü nedeniyle CNN
International tarafından “Türkiye’nin
Detroit”i olarak da tanımlanmıştır. Uzun
yıllar boyunca Anadolu sanayisi için pilot
il görevi üstlenen Bursa’nın diğer yandan, tarihi İpek Yolu üzerinde bulunmasından kaynaklı ticaret kenti olma özelliği de halen devam etmektedir. Kısacası
Bursa, Asya ile Avrupa, Doğu ile Batı uygarlığı arasında köprü görevi gören
bir coğrafyada konumlanmasından ve
önemli geçiş yolları üzerinde yer almasından dolayı bir ticaret kenti, Osmanlı
İmparatorluğunun ilk başkenti olması
sebebiyle tarihi bir kent, Türkiye’nin
otomotiv ve tekstil sanayinin merkezi
olması nedeniyle endüstri kenti, 20 km.
uzaklıktaki sahilleri ve kış sporlarıyla bir
turizm kenti, verimli topraklarıyla bir tarım kenti, kültürel avantajlarıyla bir sanat kenti olarak tarihin her döneminde
ilgi odağı olmuş, bu özellikleri ile de hızlı
bir kentleşme ile karşı karşıya kalmış1 Milliyet gazetesi, 23.01.2015 http://www.milliyet.
com.tr/4-turk-sehri-dunya-zirvesinde-/ekonomi/detay/2002817/default.htm
tır2. Kuzeyinde verimli tarım arazileri,
güneyinde ise Uludağ olduğu için kent
doğu-batı aksı boyunca yayılmaktadır.
Kent, sanayileşme ve Balkanlardan gelen
yoğun göçün etkisiyle hızlı bir göçe sahne olmuş, bunun sonucunda da pek çok
kentsel problemle yüzyüze kalmıştır.
Hızlı sanayileşme, göç ve nüfus artışı beraberinde çevre kirliliği, kaçak yapılaşma,
işsizlik, suç oranının artması gibi dünyanın büyük metropollerine özgü birçok
kentsel sorun doğurmuştur. Hızlı kentleşme ile birlikte ortaya çıkan kaçak yapılaşma Bursa Ovası’nı tehdit etmeye başlamış,
ruhsatsız konut ve sanayi alanları ovaya
yayılmıştır. (BTÜ Stratejik Planı, 2013)
Bursa’da ilk üniversite 1975 yılında “Bursa Üniversitesi” adıyla kurulmuş ve daha
sonra 1982 yılında çıkan kanunla “Uludağ Üniversitesi” adını almıştır. İkinci
bir üniversitenin kurulması konusu,
Bursa gündeminde uzun bir süre tartışılmış ancak bu konuda somut bir çalışma
yapılmamıştır. Ancak Bursa, hem nüfusu
hem de coğrafi konumu itibariyle öğrenciler ve akademisyenler tarafından çok
yoğun tercih alabilecek bir il durumundadır. Sonuçta Bursa ikinci üniversitesi
olan Bursa Teknik Üniversitesi’ne ancak
birincisinden 35 yıl sonra 2010 yılında
kavuşabilmiştir. Üniversite bünyesinde
halen Doğa Bilimleri, Mimarlık ve Mühendislik, İnsan ve Toplum Bilimleri,
Denizcilik, Orman, İletişim, Sanat ve Tasarım Fakülteleri olmak üzere 6 Fakülte,
Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler Enstitüleri olmak üzere 2 Enstitü ve Yabancı Diller Yüksek Okulu bulunmaktadır
(BTÜ Stratejik Planı, 2013).
2 http://markakentbursa.tr.gg/AVRUPA-YOLUNDA-KENTLESEN-BURSA.htm
S
I:2 H
IR N 2 1
BTÜ aynı kanunla kurulduğu diğer altı
üniversite (Yıldırım Beyazıt, Medeniyet,
Katip Çelebi, Abdullah Gül, Konya (Necmettin Erbakan) ve Erzurum Teknik) ile
birlikte kanun koyucu tarafından ‘araştırma üniversitesi’ niteliğinde yapılandırılması öngörülen bir yükseköğretim
kurumu niteliğindedir.
Üniversiteler bünyelerinde barındırdıkları eğitim birimleriyle, araştırma merkezleriyle, sosyal ve kültürel tesisleriyle
içinde bulundukları kentlerin ve hatta
bölgelerin sosyal, ekonomik ve fiziksel
gelişimlerini etkileyen/yön veren bir
yapıya sahiptirler. Ülkemizde de siyasiler tarafından hemen her dönemde üniversiteler bölgelerarası dengesizlikleri
gidermek, ekonomik canlılığını yitirmiş
kentlerin sosyal ve ekonomik olarak gelişimini sağlamak, başka bölge ve kentlere kayan nitelikli işgücünü o kentte
tutabilmek için önemli bir araç olarak
görülmüştür. Bu politikalar sonucunda,
bugün itibariyle Türkiye’de her ilde en
az bir üniversite olmak üzere, 193 adet
devlet ve vakıf üniversitesi kurulmuş bulunmaktadır3.
Üniversiteler dinamik birer kuruluşlardır
ve sürekli olarak değişim ve gelişim içindedirler. Bu nedenle de kuruluş yerlerinin
hem kent hem de kent içindeki konumları itibariyle en uygun şekilde seçilmesi ve
planlanması gerekmektedir. Kentin imar
planına ve gelişme yönüne uygun, üniversitenin akademik ve kurumsal olarak
gelişmesini destekleyecek, hızlandıracak
bir mekanda üniversiteler hızla gelişecek,
kent için beklenen olumlu katkıyı sunabileceklerdir. (Kavili Arap, 2007)
3 http://www.yok.gov.tr/web/guest/universitelerimiz
ŞEHIR &
Üniversite-kent ilişkisi
Türk Dil Kurumu üniversiteleri, bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine
sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim,
bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul vd. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu olarak
tanımlanırken, diğer bir kaynakta, genel
anlamda orta öğretim düzeyinden sonra,
kültürün yenilenmesi, kuşaktan kuşağa
aktarılması ve gençlerin bazı mesleklere hazırlanması gibi görevleri üstlenen
yükseköğretim kurumları olarak tanımlanmaktadır (Türeyen,2002).
Yüksek öğretim kurumları; toplumda
verimliliğin artması, işsizliğin azalması,
bireysel gelirin artması, bunların sonucunda ülkenin ekonomik gelişiminin
sağlanması ve pek çok sosyokültürel
gelişimleri de beraberinde getirdiğinden bireyler ve toplumlar için oldukça
önemli kuruluşlardır. Üniversitelerin
ana misyonu, kişisel gelişime ve insanların entelektüel yaşamlarına katkıda
bulunmak olsa da ekonomik etki potansiyelleri göz ardı edilmeyecek boyuttadır.
Yüksek öğretim kurumları 1960’lı yıllardan bu yana birçok Avrupa Ülkesinde
bölgesel kalkınma aracı olarak görülmüş
ve bulundukları bölgeleri çok yönlü etkileyecekleri beklentisiyle gelişmemiş ve
çöküntü bölgeleri halini almış alanlarda
yaygınlaştırılmıştır (OECD, 1982)
Kentler, üretim ve tüketim faaliyetlerinin önemli bir kısmının gerçekleştiği
yerler olarak sosyal, ekonomik ve fiziksel unsurların birbiriyle etkileşim içinde
olduğu ve bu unsurlar arasındaki dengelerin rahatlıkla gözlemlenebildiği bir
yapı sunmaktadırlar. Üniversitelerin
119
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
bulundukları kentle ve kentte yaşayan
insanlarla ilişkilerinin gelişmesi, güçlenmesi her iki tarafın da menfaatine olan ve
değişen dünya şartlarına uyum sağlayacak biçimde yeniden gözden geçirilmesi
gereken bir konudur. Bu, gelişmiş batı
toplumlarında da “kent-cübbe” ilişkisi
(town-gown relationship) deyimiyle sıkça gündeme gelmektedir. (Oktay, 2007).
Yeni bir üniversitenin doğuşu uzun yıllar alan, büyük, önemli ekonomik ve
toplumsal bir olaydır. Kurulacak üniversitelerin amaçları, ülke, bölge ve kent
içindeki yerlerinin seçimi, arazinin belirlenmesi, üniversitenin genel karakterinin ve büyüklüğünün saptanması, organizasyonel yapısının düzenlenmesi ve
dolayısıyla mimari tasarıma esas olacak
programların yapılması, gelişme nitelik ve kriterlerinin belirlenmesi, tasarım
temel kararlarının alınması gibi birçok
önemli aşamadan geçmesi gereken bu
sürecin, eksik ve yetersiz bir çalışma sonucunda başarısızlıkla sonuçlanma riski
büyüktür (Yekrek, 1999).
120
E
Günümüzde, üniversiteler, özellikle “çevrenin korunması ve sağlıklı bir
kentsel gelişmenin gerçekleştirilmesi”
konusunda artık kent yönetimlerinin
en önemli ortaklarından birisi olmak
durumundadır veya böyle bir sorumlulukla karşı karşıya kalmaktadır. Bir
yüksek öğrenim kurumunun kurulduğu
kentle nasıl ilişkiler geliştirdiği ve orada
neyi değiştirdiği sorusunun cevabı ise
kentlere ve üniversitelere göre farklılık
gösterecektir. Çünkü her yer için farklı
tarihi, coğrafi, kültürel, toplumsal ve
kurumsal yapılanma söz konusudur.
Ancak bu ilişkiyi belirleyen daha somut etmenler de ortaya koymak müm-
kündür. Öncelikle, üniversitenin kente
göre konumu, yani kentin içinde ya da
dışında oluşu ve ne biçimde planlandığıyla önemli bir unsurdur. Üniversitenin kent sınırları içinde olması, yani bir
kent üniversitesi olması, çok boyutlu bir
üniversite-kent ilişkisinin doğmasında
doğal olarak kolaylık sağlamakta, ama
bunu mutlak kılmamaktadır. Üniversitenin kentle olan ilişkisinde en önemli
etmenleri, iyi planlama ve iyi çevre tasarımı, çevreci yaklaşımların öncülüğü,
kentin sosyal-kültürel yaşamına destek
ve kentin ekonomisine katkı olarak sıralamak mümkündür. (Oktay, 2007).
Bu katkıları sunabilen bir üniversite kuşkusuz kentsel gelişmeyi de olumlu yönde
etkileyebilecektir. Özellikle bölgelerarası gelişmişlik farklarının azaltılması
konusunda üniversiteler önemli birer
araç olarak görülmektedir. Üniversiteler, bulundukları bölgelerin sosyal ve
ekonomik kalkınmasına sağladıkları
katkılar nedeniyle, genellikle bölge ve
kent halkı tarafından istenilen kurumlardır. Goddard (1997), özellikle şu iki
konu üzerinden üniversitelerin bölgesel
kalkınmada iş payına dikkat çekmektedir: (1) Üniversitelerin çalışanlarıyla ve
öğrencileriyle yerel ekonomi üzerinde
doğrudan iş gücü etkisi yapan ekonomik
gücü (Bu gücün ekonomik çözümlemelerle (analizlerle) ortaya konmasının gerekliliğini de vurgulamaktadır), (2) Teknoloji aktarımı. Teknoloji aktarımında
özellikle bilimsel parkların kurulması
(veya teknokentlerin oluşturulması) büyük önem taşımaktadır. (Goddard,1997,
aktaran: Özcan, 2008) Ayrıca üniversite
yerleşkelerinde hizmet sunan ve zamanla
değişen şirketlerin teknolojik yenilikleri
S
I:2 H
IR N 2 1
yakalama gizilgücü de teknoloji aktarımında başarı düzeyini etkilemektedir.
Bu bağlamda üniversiteler bulundukları
kenti teknolojiyle tanıştırmaktadırlar. Bu
durum başta sanayi kuruluşları olmak
üzere kentte üretim yapan tüm kuruluşları ilgilendirmektedir (Özcan, 2008).
Charles (2003) da, üniversitelerin kentsel
ve bölgesel gelişme açısından sermaye ve
işgücü hareketliliğine büyük destek sağladığını belirtmiştir. Ayrıca bu durumun
kentte ve bölgede yeni iş alanları yarattığını, sanayi kesimini malların ve hizmetlerin üretiminde ve dağıtımında bilimsel
temelli teknolojik yeniliklere veya yeni
yöntemler kullanmaya teşvik ettiğini
vurgulamaktadır (Özcan 2008).
Üniversite ve kent arasında sağlıklı bir
iletişimin kurulabilmesi için ise erişilebilirlik son derece önemlidir. Üniversitelilerle kentlilerin buluşması yalnızca
konferanslar, konserler, festivaller gibi
özel etkinlikler aracılığıyla değil, halkın
günlük yaşam içinde keyifle zaman geçirebileceği ve üniversiteden bir öğrenci,
bir öğretim üyesi ya da bir memurla iletişim kurabileceği ortamlar aracılığıyla da
gerçekleştirilmelidir (Oktay, 2007).
Keleş’e göre üniversiteler, bulundukları
bölgeye ve kentlerin gelişmesine katkıda
bulunmaktadır fakat bu katkının gerçekleşmesi için alanın iyi tanımlanması
ve gerekli koşulların sağlanması gerekmektedir. Üniversitenin kurulduğu bölgedeki fırsatlar, tehditler, güçlü ve zayıf
yanları en doğru şekilde saptanarak planlamaya başlandığı takdirde, üniversitenin
katkısı artacaktır. Örneğin; üniversitenin
kurulduğu kent bir sanayi kenti ya da tarım ve sanayinin gelişmesiyle varlığını
sürdüren bir kent olabilir. Bu bir potan-
ŞEHIR &
siyel olarak görülebilir ve üniversite bu
dallarda fakülteler açarak, araştırmalar
yapabilir, kenti de bir laboratuvar gibi
kullanabilir. Ayrıca üniversitenin kuruluş ve işleyişi sırasında ihtiyaç duyulacak
maddi fedakârlıkları kolaylıkla yapabilen
kentlerle, öğretim üyelerinin ekonomik
ve sosyal hayatta ek görevler yüklenerek
daha fazla yararlı olabilecekleri yerler
tercih edilebilir (Keleş,1972).
Bununla birlikte, üniversitenin kurulduğu kentin büyüklüğü de önemli bir
unsurdur. Metropollerin sunduğu ekonomik, sosyal, teknik ve politik imkânlar
üniversitelerin de gelişmesini destekleyecek/tetikleyecektir. Büyükşehirler,
üniversitelerin gelişmesi, büyümesi ve
hedeflerine hızlı ve kolay bir şekilde ulaşmaları için oldukça uygun bir zemin
oluşturmaktadırlar. Diğer yandan ise,
büyük şehirlerde fiziksel iletişim mesafesinin artması, üniversiteler açısından
erişilebilirlikle ilgili çıkabilecek sorunların önceden öngörülerek çözülmesini
gerektirecektir.
Ülkemizde yeni kurulan üniversitelerin
kampüs üniversiteleri şeklinde planlanması pek çok bilim adamınca Türkiye
için en geçerli planlama biçimi olarak
görülmektedir. Kuşkusuz bu yargının
oluşmasında bu tür üniversite yerleşkelerinin daha çağdaş bir planlama niteliği
göstermesi ve ülkemizdeki ilk yerleşke
üniversitelerinin başarılı olmalarının
örnek oluşturmaları, daha sonra kurulan üniversitelere model olmaları etkili
olmaktadır. Özellikle fakültelerin ihtiyaç duydukları arazilerin ortak kullanıma açık olarak tesis edilebilme kolaylığı,
farklı meslek disiplinlerinin bir arada
çalışma olanağının sağlanması, spor ve
121
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
rekreasyon alanlarının yeterli sayıda ve
sadece üniversite bileşenlerinin değil,
zaman zaman kentlilerin de ortak kullanımına açık olması başarılı bulunmada
önemli örnekler olmuşlardır (Oruçkaptan, 2003). Ancak yerleşke tipi üniversite
yerleşiminin tıpkı gelişmiş batı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye ölçeğinde de
benzer olumsuzluklara neden olduğu
üzerinde de durulmuştur. Bunlar, salt
ekonomik ve siyasal gerekçelerle gelişmemiş yörelerde kurulan üniversitelerin
kentle iletişiminin kopuk olması, birçoğunun kentsel gelişime uygun bir planlama içermemesi, geniş ve verimli arazilerin amaç dışı kullanılması, vb. olarak
sayılmaktadır (Kavili Arap, 2007).
Üniversitelerin kurulması ve yer seçimlerinde politik unsurlar her dönemde
ağırlıkta olmuştur. Tekeli (1972), üniversitelerin yer seçiminde etkili olan politik kararları şu şekilde sıralamıştır:
a. Üniversitelerin merkezleşmesi (büyük kent
merkezlerinde kurulması) veya çevreselleşmesi (bölge merkezi şehirlerde kurulması)
kararlarının belirlenmesi,
b. Üniversitelerin yerleşme kademelenmesinde,
kurulacağı şehrin kademe ve temel ekonomisinin belirlenmesi,
c. Üniversitelerin yer seçimi kriterlerinin, bölgelerarası dengesizliğe etkisinin belirlenmesi,
d. Üniversitelerin kurulduğu bölgeye değişim ve
kalkınma açısından getirilerinin belirlenmesi
122
E
Üniversitelerin planlama aşamalarında ise öncelikle ülke ve bölge içindeki
konumu, coğrafi kriterler, bulunduğu
kent ya da bölgenin demografik, sosyal
ve ekonomik yapısı gözönünde bulundurulmalıdır. Kent ölçeğinde de yeni bir
üniversite yerleşkesi için seçilecek yerin
özellikleri, planlama ve tasarım çalışmaları kadar önemlidir (Erkman 1990).
Kurulacak üniversitenin, genel karakteri, seçilecek arsaya ilişkin bazı büyüklük,
biçim topoğrafik yapı gibi fiziksel nitelikleri belirleyici olacaktır. Bu nedenle, yer
seçimi öncesi, üniversitenin genel karakterinin bir ön program çalışmasıyla ortaya konması ve arsa konusundaki yönlendirici kriterlerin belirlenmesi gereklidir
(Korkut, 2011).
Tüm bu değerlendirmeler, üniversite-kent ilişkisinin ve kurulacak yeni bir
üniversite açısından doğru yer seçimi kararının hem üniversitenin gelişmesi hem
de kent ve bölge açısından beklenen faydaların sağlanması bağlamında ne denli
kritik ve mutlak olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede BTÜ ile aynı dönemde
kurulan üniversitelerin yer seçimleri ve
mevcut durumlarına bakarak, BTÜ’nün
katetmiş olduğu aşama ile karşılaştırmak
anlamlı olacaktır.
2010 yılında BTÜ ile
birlikte kurulan devlet
üniversitelerinin durumu:
BTÜ ile aynı Yasa ile kuruluş kararı alınan diğer 6 üniversitenin yerleşkelerinin
konumları ve şu anki durumları web
sayfalarından edinilen bilgilere göre şu
şekildedir.
Abdullah Gül Üniversitesi: Kayseri’nin
ikinci devlet üniversitesi olarak eğitim
sektöründe de kentin önemli bir merkez
olması vizyonu çerçevesinde kurulmuştur. Biri kent merkezinde (Sümer Kampüsü) diğeri ise kentin yeni gelişen bölgesinde (Mimar Sinan Kampüsü) olmak
üzere iki ayrı yerleşkede hizmet vermesi
S
I:2 H
IR N 2 1
planlanmıştır. Her iki yerleşke ile ilgili
tahsisler gerçekleşmiş ve projelendirme
aşamaları tamamlanarak Sümer kampüsünde inşaatlar başlanmıştır4.
Katip Çelebi Üniversitesi: İzmir’de kuzey
aksında sanayi ve yerleşimin hızla geliştiği bir bölgede yerleşkesinin kurulması
planlanan Katip Çelebi Üniversitesi için
üçüncü kuşak üniversite kavramında, sanayide üniversite prensibi çerçevesinde
Atatürk Organize Sanayi Bölgesi (AOSB)’ne bitişik olan ve özelleştirme kapsamına alınan “Balatçık Yaprak Tütün
İşleme Tesisleri’nin” bulunduğu arazinin
devir işlemleri tamamlanmıştır. Üniversitenin, Çiğli Ana Yerleşkesi olmak üzere, Bayraklı Sağlık Yerleşkesi, Urla Gemi
İnşaatı ve Denizcilik Fakültesi Uygulama
Alanı ve Necati Cumalı Yerleşkesi, Çiğli
Sasalı Su Ürünleri Yerleşkesi, Mithatpaşa
Rektörlük ve İdari Birimler, Çiğli Aydınlıkevler Sağlık Yerleşkesi, Çiğli Merkez
Eski Belediye Hizmet Binası (4-6. katlar)
olmak üzere toplam 346000 m2 kapalı,
813500m2 açık alanda hizmet sunması
planlanmıştır5.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi: Ankara’nın 5. devlet üniversitesi olarak kurulan Yıldırım Beyazıt üniversitesi, Etlik,
Cinnah, Bilkent, Esenboğa,Ulus ve Keçirören olmak üzere 6 farklı lokasyonda eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürütmekte olup, Esenboğa’da kurulması
planlanan merkez yerleşkesinin birinci
etap inşaatı 2014 yılında başlamış ve
2015 yıl sonu itibariyle tesliminin yapılarak eğitim öğretim faaliyetlerinde kullanılması planlanmıştır. Toplamda 12
fakültenin kurulacağı kampüs arazisinin
4 www.agu.edu.tr
5 http://www.ikc.edu.tr/Gelisim_Plani/tarihce.html
ŞEHIR &
1500 dönümlük bölümü yapılaşma için
ayrılmış, kalan bölümlerin ise “gelişme
bölgeleri, rekreasyon alanları, sosyal yaşam ve ormanlık bölgeler” olarak değerlendirilmesi projelendirilmiştir6.
Erzurum Teknik Üniversitesi: Atatürk
Üniversitesi’nin bir kısım arazisi üzerine kurulması planlanan üniversitenin
yerleşkesi ile ilgili “tarım arazisi” olduğu
gerekçesiyle mahkeme kararıyla bir süre
yürütmeyi durdurma kararı çıkmış ancak
daha sonra Danıştay 10. Dairesi tarafından bu karar bozulmuştur. Yürürlükteki
planlarda da “eğitim alanı “olarak planlanan arazinin Erzurum Teknik Üniversitesi’ne kampüs alanı olarak tahsis edilmesinden sonra Gelişim Raporu ve bu
rapora istinaden Kampüs Master Planı
hazırlanmış ve Kalkınma Bakanlığı’nca
onaylanmıştır. Yaklaşık 4000 dönümlük araziye sahip olan kampüs alanının
projelendirme çalışmaları tamamlanmış
olup 2012 yılı itibariyle kurulum çalışmaları başlatılmıştır7.
Medeniyet Üniversitesi: Medeniyet Üniversitesi, İstanbul’un Anadolu yakasında
ulaşım imkânlarının güçlü olduğu merkezi bir noktada 2 yerleşke üzerine kurulmuştur. Yabancı Diller Yüksekokulu
bünyesindeki İngilizce hazırlık sınıfında
okuyan öğrenciler, geçici bir süre için,
Maltepe’de 7000 metrelik alana sahip bir
binada eğitim görmektedirler. Rektörlük
ofisi, fakülteler, laboratuvarlar ve merkez kütüphane Kadıköy ve Üsküdar bölgesindeki ana kampüste yer almaktadır.
Tıp Fakültesi ve Tıp Fakültesi Hastanesi
6 http://www.ybu.edu.tr/ogrenci/custom_page-257-yerleskeler.html
7 http://www.erzurum.edu.tr/Menu/81/konum-ve-yerleske, http://www.haberler.com/etu-den-danistay-aciklamasi-4896270-haberi/
123
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
(Kadıköy) Göztepe Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde bulunmaktadır8.
Konya (Necmettin Erbakan) Üniversitesi: Konya üniversitesi adıyla kurulan ve
2012’de ismi Necmettin Erbakan Üniversitesi olarak değiştirilen üniversitenin
Meram ilçesi sınırlarında yerleşkesinin
kurulması planlanmış, bununla ilgili tahsis ve projelendirme işlemleri tamamlanarak etap etap inşaatlara başlanmıştır.
Geçen eğitim-öğretim yılında Köyceğiz
Kampüsünde 3 bloktan oluşan 27 bin m²
alanda yapımı tamamlanan kısımlarda;
Havacılık ve Uzay Bilimleri, Mühendislik-Mimarlık, Sosyal ve Beşeri Bilimler
fakülteleri faaliyetlerine başlamış, diğer
fakülte ve birimler de kent içinde kendilerine geçici olarak verilen alanlarda faaliyetlerini sürdürmektedirler9.
Bursa Teknik Üniversitesi:
Bursa Teknik Üniversitesi (BTÜ),
21.07.2010 tarih ve 27648 sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanan ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununa eklenen 95. Ek Madde ile rektörlüğe
bağlı olarak bulunan 6 fakülte (Doğa Bilimleri, Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi, Denizcilik fakültesi, İnsan ve Toplum
bilimleri Fakültesi, Orman Fakültesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi), 2 enstitü (Sosyal Bilimler Enstitüsü, Fen Bilimleri Enstitüsü) ve 1 yüksekokul (Yabancı Diller
Yüksekokulu ) olarak kurulmuştur.
124
E
Şu anda 3 yerleşkede eğitim-öğretim
faaliyetlerini sürdüren üniversitenin,
Yıldırm Yerleşkesinde Rektörlük, Ya8 http://www.medeniyet.edu.tr/universite_asil_yerleskemiz_hakkinda.html
9 (www.konya.edu.tr)
bancı Diller Yüksekokulu; Osmangazi
Yerleşkesinde Doğa Bilimleri, Mimarlık
ve Mühendislik Fakültesi, Fen Bilimleri
Enstitüsü; Merinos Yerleşkesinde Orman Fakültesi hizmet vermektedir. Halihazırda, tahsisli 45.880 m² yüzölçümlü
“Yıldırım Yerleşkesi” ile 8.648 m² yüzölçümlü “Osmangazi Yerleşkesi”nde eğitim
öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir.
Bursa Büyükşehir Belediyesinden kiralanan Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi
içerisindeki yaklaşık 1.300 m²’lik alanda
ise Orman Fakültesi faaliyetini sürdürmektedir
Üniversitenin merkez kampüsünün
Bursa’nın doğusunda Kestel ilçesi, Çataltepe-Kale ve Serme köyleri sınırlarında
toplam 1.537.928,51 m2’lik bir alan üzerinde kurulması öngörülmekte ve yerleşke tamamlandığında tüm birimlerin bir
araya toplanması amaçlanmaktadır.
Kestel yerleşkesinin kuzeyi Bursa-Ankara (D200) karayolu, güneyi, doğusu ve
batısı ise boş parsellerle çevrilidir. En yakın yerleşim yeri nüfusu yaklaşık 14000
kişi olan Kestel (500 m güneybatısında),
ve nüfusu yaklaşık 1000 kişi olan Çataltepe köyüdür (1000 m güneydoğusunda)
(Şekil 1, Foto.1,2). Arazide, kısmen hazine, kısmen orman, kısmen de özel mülkiyete konu olan parseller bulunmaktadır.
Oldukça engebeli bir topoğrafik yapıya
sahip arazinin (arazi içinde yaklaşık 200
metrelik kot farkı bulunmaktadır) Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası’na göre 1.
derece deprem bölgesi üzerindedir. Söz
konusu alan 24.12.2012 tarih ve 1343
sayılı Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi kararı ile 1/25000 ve 1/5000 ölçekli
nazım imar planlarında “üniversite alanı”
olarak ayrılmıştır (NET, 2013).
S
I:2 H
IR N 2 1
Resim 1: Bursa Teknik Üniversitesi Kestel yerleşkesinin
konumu
Resim 2: Bursa Teknik Üniversitesi Kestel Yerleşkesinden
görüntü
2013 yılı Mayıs ayında Kestel Çataltepe’nin Bursa Teknik Üniversitesi merkez
kampüs alanı olarak belirlenmesinden
sonra ÇED süreci başlatılmış ve sürecin
tamamlanmasının ardından arazide yapılaşmaya yönelik Jeolojik - Jeoteknik etüt
raporu hazırlatılması için Kestel Belediyesi’ne başvurulmuştur. Arazi içerisinde yer
alan 318 bin 235 m2 yüzölçümlü 44 adet
özel mülkiyetli taşınmazın kamulaştırılması işlemlerine de 24 Mart 2014’te alınan
Kamu Yararı Kararı ile başlanmış, kıymet
takdir komisyonu oluşmasının ardından
bütçede kamulaştırma için 2014 yılında 3
ŞEHIR &
milyon TL ödenek ayrılmıştır10.
Ancak geçen süre zarfında üniversitenin dışında gerçekleştirilmesi gereken
bürokratik işlemlerin uzaması, arazideki
kamulaştırma maliyetlerini de oldukça
artırmıştır. Bu konuda medyaya yansıyan haberlerde başlangıçta 6,5 milyon
TL olan kamulaştırma maliyetlerinin,
sürecin uzaması ve spekülatif nedenlerde
15 milyon TL’ye kadar yükselmesi11 yerleşkenin kuruluşunda en önemli sorun
olarak açığa çıkmış bulunmaktadır.
Sonuç ve Değerlendirme:
Üniversitelerin gelişmesi, bilimsel anlamda nitelikli çalışmaların ortaya koyabilmeleri ve kuruldukları bölgelerin
de kalkınmasına katkıda sunabilmeleri
için öncelikle kent ve üniversite ilişkisinin doğru kurgulanabilmesi gerekmek10 (http://www.hurriyet.com.tr/egitim/26991444.asp) Bursa
Teknik Üniversitesi kampüsüne kavuşuyor” 12 Ağustos 2014
11 http://www.emlakhaberleri.co/kent-haberleri-haberleri/
btu-kamulastirma-bekliyor_88741.html
125
E
Resim 3: Bursa Teknik Üniversitesi Kestel Yerleşkesinden görüntü
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
tedir. Üniversiteleri salt ekonomik ve
toplumsal gelişmenin bir lokomotifi gibi
görmek ve bu kurumların ihtiyaçlarını
gözetmeden bölge ve kent ölçeğinde yer
seçimi kararları vermek ülke kaynaklarının yanlış kullanılmasının yanı sıra,
sonuçları itibariyle de hem toplumda
hem de üniversitede çalışanlar için hayal
kırıklığı yaratabilecektir. Bu bağlamda
2010 yılında Bursa Teknik üniversitesiyle birlikte kurulan toplam 7 devlet üniversitesi geçen 5 yıl süresince bir yandan
misyonlarına uygun olarak araştırma ve
geliştirme faaliyetlerine ağırlık vermek
durumunda kalırken diğer yandan da
sağlıklı bir yerleşkede gelişmelerini sürdürme savaşı vermişlerdir. Türkiye’nin
en büyük kentlerinde-büyükşehirlerde
kurulmalarının avantajları olmakla birlikte özellikle yerleşkelerinin oluşmasında çok fazla dış faktörün devreye girmesi
gelişmelerinin istenilen düzeyde olmasını engellemiştir. Bulundukları kentlerdeki arazi fiyatlarının çok yüksek olması,
üniversitelerin gelişmesi ve büyümesi
için uygun arazinin sınırlı olması, yoğun
kentleşme sorunları, biran önce kuruluşlarını tamamlamaları yönündeki toplumsal ve siyasal baskılar bu dezavantajlardan bazıları olarak sayılabilir.
126
E
Özellikle yoğun göç alan ve önemli boyutta planlama sorunları ile karşı karşıya bulunan Bursa, İstanbul, Ankara ve
İzmir’de bu süreç daha bir sancılı yaşanmaktadır. Bugüne kadar, dağınık bir
şekilde kent içinde kendilerine tahsis
edilen geçici mekânlarda eğitim-öğretim
faaliyetlerini sürdürmeye çalışan bu yedi
devlet üniversitesi henüz yerleşkelerini
tamamlayabilmiş değildir. Web sitelerinden edinilen bilgiye göre BTÜ hariç
diğerleri yerleşkeleri ile ilgili projelen-
dirme aşamalarını tamamlayarak inşaat
faaliyetlerine başlamış görünmektedir.
BTÜ ise merkez yerleşkesinin yer seçimi
kararının gecikmesi, arazinin mülkiyetinden kaynaklı sorunlar nedeniyle inşaatlara başlamamış olmakla birlikte Yıldırım’da ve Osmangazi’de kendisine tahsis
edilen alanlarda yapılan yeni inşaatlarla
eğitim - öğretim faaliyetlerini aksatmadan bugüne kadar sürdürebilmiştir.
Doğu-batı aksı boyunca gelişen Bursa’nın batısında yer alan Uludağ Üniversitesi’nin kentin bu yönde gelişmesinde
önemli bir etken olması nedeniyle, nispeten geri kalmış doğu bölümünün gelişmesi için BTÜ yerleşke alanı olarak
Kestel ilçesi tercih edilmiştir. Bu karar,
üst ölçek planlama kararları açısından
yanlış olmamakla birlikte kamulaştırma maliyeti, ulaşım, kente uzaklık, arazinin yapısı, altyapı, depremsellik gibi
bir yerleşkenin oluşturulmasında dikkat edilmesi gereken diğer parametreler
gözönünde bulundurulmadığı için üniversitenin istenilen seviyede gelişmesi
önünde önemli bir engel teşkil etmiştir.
Kent-üniversite ilişkisinin sağlıklı bir
zeminde ilerleyebilmesi kentteki tüm
aktörlerin üniversitelerin kuruluş ve
gelişme aşamalarında destek olmalarıyla mümkün olabilecektir. Bu konuda
Kayseri, geçmişte güzel bir model oluşturmuş, kentteki 2. devlet üniversitesi
olan Abdullah Gül Üniversitesi’nin kuruluşunda da bu yapı devreye girmiştir. O nedenle AGÜ kuruluşunda diğer
üniversitelerin yaşamış oldukları problemleri nispeten daha az hissetmiştir.
Bu bağlamda BTÜ’nün kentsel aktörler
tarafından daha çok desteklenmesi hem
üniversitenin gelişmesini hem de kent
ile entegrasyonunu hızlandıracak önemli
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
bir unsur olarak dikkati çekmektedir.
İyi bir planlama, iyi bir çevre tasarımı, yüksek erişilebilirlik unsurları göz
önünde bulundurularak oluşturulacak
bir yerleşke kuşkusuz kentte ekonomik
kalkınmayı sağlayacak, sosyo - kültürel
yaşama destek verecektir. Üniversiteler
için kentler önemli birer laboratuvar
durumundadırlar. Bursa kenti de sanayi,
tarım, turizm, ticaret sektörlerinde öncü
rolüyle BTÜ için son derece kapsamlı bir
saha sunmaktadır.
Kaynaklar:
1.
BTÜ Stratejik Planı, 2013. “Rektör Sunuşu”.
2.
Erkman, U., 1990. Büyüme ve Gelişme Açısından
Üniversite Yerleşkelerinde Planlama ve Tasarım
Sorunları, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi, İstanbul
3.
Goddard, John (1997), “Universities and Regional
Development: An Overview”, (Background paper
to OECD Project on the response of Higher Education to regional need), Web: http://www.campus.
ncl.ac.uk/unbs/hylife2/lib/files/JBG3.pdf,
4.
5.
6.
7.
Kavili Arap, S. (2007) Türkiye’de Üniversitelere
İlişkin Politikalar ve Üniversitelerin Kuruluş Yeri
Seçimi, Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Malatya
Keleş, R., 1972). Yerleşme Kararları Açısından
Büyük Kent Dışı Üniversiteler Sorunu, Mimarlık
Dergisi, (12):25-35
Korkut, G., 2011. “Üniversite Yerleşkelerinin
Kentsel Mekan Kurgularının Biçimlenmesine
Kentin Etkisi” Yüksek Lisans Tezi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
NET (Netçevre Mühendislik Danışmanlık Mak.
Elk. San. Ve Tic. Ltd. Şti.), 2013 “Bursa Teknik
üniversitesi Merkez Kampüs Projesi Tanıtım
Dosyası”.
8.
OECD, 1982. The University and the Community,
The Problems of Changing Relationships, OECD
Pub., Paris
9.
Oktay, D., (2007) Üniversite-Kent İlişkisi, Yapı
Dergisi, (302):42-47
10. Oruçkaptan, A. (2003), “TMMOB Peyzaj Mimarları Odası”, H. H. Doğan, F. Akyıldız (Ed.),
(2004), Üniversite Yerleşke Planlaması ve Çevre
Düzenlemesi 1. Ulusal Çalıştayı 16-17-18 Ekim
2003, Malatya: İnönü Üniversitesi Çevre Sorunları
Araştırma Merkezi, s:165-172.
11. Özcan, Ayşe (2008) “Türkiye Üniversitelerinin
Çevre İşlevleri ve Kentsel Gelişmeye Katkıları”,
Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Malatya.
12. Tekeli, G., 1972. Büyükkent Dışı Üniversitelerin
Kuruluş Yeri Sorunları Üzerine, Mimarlık Dergisi,
Sayı:12, S.36-40, Ankara.
13. Türeyen, M. N., 2002. Yükseköğretim Kurumları-Yerleşkeler, Tasarım Yayın Grubu, İstanbul.
14. Yekrek, T., 1999. “Üniversite Yerleşkeleri Yerleşim
Sistemlerinin Fiziksel Sorunu, Mimarlık Dergisi,
(12):25-35
15. http://www.hurriyet.com.tr/egitim/26991444.asp.
Bursa Teknik Üniversitesi kampüsüne kavuşuyor”
12 Ağustos 2014 (erişim:25.06.2015)
16. http://www.emlakhaberleri.co/kent-haberleri-haberleri/btu-kamulastirma-bekliyor_88741.html
(erişim:25.06.2015)
17. http://www.ikc.edu.tr/Gelisim_Plani/tarihce.
html(erişim:25.06.2015)
18. http://www.ybu.edu.tr/ogrenci/custom_page-257-yerleskeler.html(erişim:25.06.2015)
19. http://www.erzurum.edu.tr/Menu/81/konum-ve-yerleske, (erişim:25.06.2015)
20. http://www.haberler.com/etu-den-danistay-aciklamasi-4896270-haberi/(erişim:25.06.2015)
21. http://www.medeniyet.edu.tr/universite_asil_yerleskemiz_hakkinda.html(erişim:25.06.2015)
22. www.konya.edu.tr(erişim:25.06.2015)
23. www.agu.edu.tr(erişim:25.06.2015)
24. http://www.yok.gov.tr/web/guest/universitelerimiz(erişim:25.06.2015)
25. http://www.milliyet.com.tr/4-turk-sehri-dunya-zirvesinde-ekonomi/detay/2002817/default.
htm (erişim:25.06.2015)
26. http://markakentbursa.tr.gg/AVRUPA-YOLUNDA-KENTLESEN-BURSA.htm(erişim:25.06.2015)
Görsel Kaynakça
1.
Resim 1 Google Earth
2.
Resim 2 – Resim 3 Gökçen Kılınç Ürkmez fotoğraf
arşivi
127
E
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
128
E
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
IŞ ERIŞ E N RININ
N Ş
EN SE
E N E Ş
E
N N
ISI:
ISTANBUL ÖRNEĞI
Irem Erin*, Tenay Gönül**
Giriş
Alışveriş mekanları tarih boyunca kentin
ana toplanma mekanlarında konumlanmış ve kentlileri bir araya getirme, sosyalleştirme ve farklı aktiviteleri barındırma özellikleriyle ana hedefi olan alışveriş
maksadını aşarak cazibesini arttırmıştır.
Kültürel değerlere ve kentleşme seviyesine göre çeşitlilik gösteren alışveriş
mekanları, tarihsel süreçte de form, işlev
ve konum açılarından dönüşüm geçirmiş, kendi dönüşümü ile birlikte kentte
de fiziksel ve sosyal açıdan değişimle* Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve
Bölge Planlama Bölümü Araştırma Görevlisi
** Yüksek Mimar – Şehir Plancısı
re yol açmıştır. En yalın haliyle tapınak
çevresinde kurulan açık pazarlar, sıra
halindeki yarı açık ve kapalı çarşılarla
düzenini geliştirmiş, biçim değiştirmiş
ve sonrasında alan, satış büyüklüğü ve
içerdiği aktiviteler ile kapasitesini arttırarak günümüzün alışveriş merkezlerine dönüşmüştür. Alışveriş merkezleri,
ilk aşamada tüketiciye kolaylık sağlama
amaçlı kurulmuş, birçok perakende dükkan ve hizmeti bir arada sunan, merkezi
bir birim tarafından idare edilen komplekstir. ICSC’ye (International Council of
Shopping Centers) göre, bu mekanların
AVM olarak kabul edilebilmesi için en az
5000 metrekare gibi belli bir büyülükte
kiralama alanı kaplaması gerekmektedir.
129
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Resim 1: Atina Kenti Agora Planı, M.S. 150
Böyle büyük bir alanı kapsayan AVM’lerin kentlere etkileri de yadsınamayacak
derecede büyük olmaktadır.
Bu çalışma, alışveriş mekanlarının tarihsel süreçte dönüşümünü, dönüşümün
nedenlerini ve kente etkisini incelemektedir. Günümüz alışveriş mekanlarının
özellikleri form, işlev ve konum çerçevesinde araştırılmış, geçmişteki özellikleri
ile yine bu çerçevede karşılaştırma yapılmıştır. Bu doğrultuda, alışveriş mekanlarının dönüşümünün kent mekanına
ve kent yaşamına etkisi İstanbul örneği
üzerinden değerlendirilmiştir.
Tarihsel Süreçte Gelişim
130
E
Alışveriş mekanları sanayi öncesi dönem,
erken modernizm dönemi ve metropolleşme dönemi olarak üç farklı dönemde
ele alınabilir (Dökmeci, 2010). Bu bağlamda sanayi öncesi dönemde alışveriş
mekanları Yunan agorası, Roma forumu, Orta Çağ pazarları ve Doğu çarşı-
Resim 2: Trajan Forumu, Roma
ları; erken modernizm dönemi alışveriş
mekanları pasajlar ve çok katlı mağazalar
(department store); metropolleşme dönemi alışveriş mekanları ise günümüz
alışveriş merkezleri olarak sınıflandırılabilir (Birol, 2003).
İlk çağlarda, alışveriş faaliyetleri insanların yetiştirdikleri tarımsal ürünleri
ve zanaat ürünlerini değiş tokuş etmesi ile başlamıştır. Açıkta satış ve birçok
satıcının birleşip toplu halde satış yapmasıyla pazar kültürü oluşmuştur. İlk
pazarlar toplanma mekanı yakınlarında
ve avlanma alanlarında kurulmuştur.
Bu ticari faaliyetler Antik Yunan’da
belli bir düzen içinde, agora adı verilen
şehrin merkezi olarak kabul edilen açık
meydanlarda yapılmaktaydı (Resim 1).
Şehrin kalbi olan agoranın en önemli
kısmı, sıra kolonlarla çevrili stoalardır.
Kamu kullanımı için üstü kapalı yürüyüş mekanını oluştururlar. Stoalar ve
porticolar sıra kolonları ile sivil mimariye önemli bir biçimsel unsuru ka-
S
I:2 H
IR N 2 1
zandırırken, sonrasında gelişen Roma
forumları ve bedestenlere de sistem
modeli olmuştur. Agora ile birlikte bir
uygarlaşma sembolü olan ticari faaliyetlerin kentlerin en merkezi alanında olması fikri yerleşmeye başlamıştır. Roma
Dönemi’nde bu gelenek devam etmiş
ve alışveriş faaliyetleri forum adı verilen meydanlarda süregelmiştir (Resim
2). Antik Yunan-Hellenistik dönemde
oluşturan agora da, Roma Dönemi’nde şehir merkezinde yer alan forum da,
planlanmış alışveriş noktaları olmakla
birlikte diğer kamusal alanları da kapsamaya başlamış ve şehrin merkezinde
tapınağa yakın konumlanmıştır.
Orta Çağ’da 500 yıllık bir karanlığa gömülen Avrupa’da, ticari faaliyetler çok
gelişmese de pazar alanlarında devam
etmiştir. Karanlık dönemin kapanmasından sonra ticari alanlar gelişerek ticaret merkezlerine dönüşmeye başlamıştır.
Bu merkezlerin ve ticari faaliyetlerin
getirdiği gücü kontrol altında tutmak
amacıyla, pazar alanı olarak kullanılan
meydanların yanında karma kullanımlı
binalar oluşmaya başlamıştır. Dönemin
kent merkezlerinde alt katları pazar alanı
olarak işlev gösteren binaların üst katları
belediye binası olarak kullanılmaya başlanmıştır (Coleman, 2007).
Avrupa’daki alışveriş mekanlarının gelişimine paralel olarak Doğu’da da pazar
alanları kentin önemli merkezi alanlarından biri olarak gelişme göstermiştir.
Çarşı olarak adlandırılan bu alanlarda organizasyon açısından Batı ile büyük bir
farklılık vardır. Çarşılarda satılan mallar
türlerine, gelişme ölçeklerine ve bulundukları alanın mimari biçimlerine göre
kategorize edilerek konumlandırılmış,
ŞEHIR &
mekan organizasyonu buna yapılmıştır.
Ana cadde etrafındaki çeşitli ölçeklerdeki
dükkanlardan oluşan ve gittikçe genişleyen bu çarşılar zamanla kapalı çarşılara
dönüşmüştür. Batılı pazar alanlarında çok
katlı binaların ilk katları ticari fonksiyona
sahipken, Doğu çarşılarında tüm alan ticaret fonksiyonuna sahip az katlı yapılardan
oluşmaktadır (Coleman, 2007).
XVI. yüzyılda pazar meydanları ve belediye binası ile bütünleşik pazar alanları
yerini bir aksın iki tarafında dükkanlardan oluşan lineer bir yapıya bırakmıştır.
Soğukta kısa sürede alışverişi bitirme zorunluluğu, sıcakta bitkin kalmaksızın alıveriş yapılabilecek yeni bir oluşum olarak kapalı alışveriş mekanları gelişmiştir.
Mağazalar dizi dizi bir araya gelerek bu
büyük mekanları oluşturmuş ve insanlara iklim açısından daha konforlu bir seçenek sunmuştur. Eski İtalyan şehirlerinde tonoz örtülerin altında, yağışlı hava
şartlarından etkilenmeden rahatça vitrin
bakılabilen ve içlerine girilip alışveriş yapılabilen sıralı kemerlerin yanında bulunan mağazalar bu yapının akla ilk gelen
örneklerindendir. İtalya’da başlayan bu
gelişim, XVII. yüzyılda kuzey Avrupa’da
merkezi caddelerin iki tarafı dükkanlar, kafeler ve barlardan oluşan alışveriş
caddelerine dönüşmesi ile devam etmiştir. Bu yönteme daha üst bir model olarak yağıştan ve sıcaklıktan etkilenmeyi
engelleyen tamamen kapalı mekanlar
ortaya çıkmıştır. Bu mekanların tarihi
olanlarında veya tarihi bağ kurmaya çalışanlarında tonoz örtüler ve kolonların
tekrarı görülmektedir.
XVII. yüzyıl sonu ve XVIII. yüzyılda
başlayan Avrupa’nın modern çarşıları
olan pasajlar, yayaların kullanımı açı-
131
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
sından kaliteyi arttırıcı yönde bir düzen
belirlemiştir. Kolonlar dizisi sayesinde
biçimlenen ve önceki düzensel gelişimini
referans alan ana yürüyüş yolu, alışveriş
yapan yayalara kolaylık sağlamış, taşıtla
bağlantısını kopartmıştır (Geist, 1983).
Pasajların mekansal organizasyonu Rönesans Dönemi binalarına benzer olarak,
ilk katı alışveriş mekanları, üst katları ofis
işlevleri olarak tasarlanmıştır. XIX. yüzyıla gelindiğinde ise, pasajların, bugün de
en belirgin yapısal özellik olan, cam kubbe örtüsü ortaya çıkmaktadır. Cam örtü
yağışlı iklim koşullarından korurken,
aynı zamanda gün ışığından faydalanılmasını sağlamıştır. Bu yüzyılda inşaatta
kullanılan yeni malzemelerin ortaya çıkmasıyla, demir ve cam malzemenin kullanıldığı en çok pasaj inşaatı, Avrupa’nın
en büyük şehirleri olan Paris, Milano,
Berlin ve Londra’da görülmüştür.
konseptinin oluşmasında department
storeların işlevsel düzeninin ve büyüklüğünün çok büyük bir önemi vardır.
En bilinen örnek olarak, 1851’de açılan
Londra’daki Kristal Palas verilebilir (Resim 3). Trend malzemeler olan demir ve
camın beşik tonoz şeklindeki kullanış biçimi, yapının büyüklüğü ve iç kısmında
yarattığı bahçe hissiyatı veren konsepti
ile Kristal Palas alışveriş mekanlarının
gelişiminde önemli bir yer teşkil etmiştir.
Avrupa’daki kapalı alışveriş mekanları
bu şekilde gelişirken Doğu’daki alışveriş
mekanları da bedestenler üzerinden gelişimini sürdürmüştür. Bedestenler, lineer
sıra düzeninde veya bu sıraların kesişme
düzeni ile organize olmuş birçok dükkanın bir araya geldiği, üstünün tonozla
örtülü olduğu genellikle tek katlı çarşılar,
alışveriş yapılarıdır (Resim 4).
Resim 3: Kristal Palas, Londra
132
E
Batıya bakıldığında, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda köşe, lineer, bina içinde saklı veya
aksine büyükçe olan pasajların daha üst
bir modeli olan department storelar (çok
katlı mağazalar) inşa edilmiştir. Department storelar, pasajların ayrık dükkan
düzenine karşın markaların büyük bir
birim altında toplanmasıyla oluşmuştur.
İthalat, ihracat ve üretim fazlasıyla desteklenmiştir. Bugünkü alışveriş merkezi
Resim 4: Mahmutpasa Bedesteni (Kursunlu Bedesten) Plani,
Ankara
S
I:2 H
IR N 2 1
XX. yüzyıla gelindiğinde, tamamen kapalı ve mevsim koşullarına bağlı yapay
yollarla iklimlendirilmiş alışveriş yapıları görülmeye başlar. II. Dünya Savaşı
sonrası ulaşım alt yapısının gelişmesi, araç sahipliğinin artması ve böylece
orta sınıfın kent merkezinden çeperlere
doğru taşınması ile banliyö yerleşmeleri
artmıştır. Bu gelişme alışveriş mekanlarının da tüm tarihsel sürecinde radikal
bir değişimine yol açmıştır. Daha önce
merkez ve merkez çevresinde yer alan
alışveriş mekanları, banliyölerde içerisinde donatı alanlarını da barındıran yapılara dönüşmeye başlamıştır. Özellikle
otomobile dayalı olarak gelişim gösteren
Amerikan kentlerinde banliyölerde, yeni
merkez arayışları ortaya çıkmış ve alışveriş merkezi konusundaki ilk değişim
Kuzey Amerika’da AVM’lerin hızlı artışı ile kendini göstermiştir. Yeni alışveriş
merkezi yani mall kavramı Avusturyalı
mimar Victor Gruen tarafından geliştirilmiştir. Gruen’nin düşüncesine göre,
yeni ‘mall’ olgusu geleneksel kent merkezi işlevi görerek, banliyölerde yaşayan insanları bütünleştirmek, sosyalleştirmek
ve bütün ihtiyaçları karşılanabiliyormuşçasına keyif almalarını sağlamaktı
(Tokay, 2005). Coleman’a (2007) göre ilk
alışveriş merkezi Amerika Birleşik Devletleri’nde Edin, Minesota’da kurulan
Southdale Center’dır. Bu konsepti baz
alarak ilk AVM’ler şehir dışında, ölçek
tanımaksızın, çevre mekanından kopuk
bir tasarım anlayışı içerisinde izole, büyük otoparklı kapalı ve klimalı mekanlar olarak inşa edilmiştir. Sonuç olarak,
genel özelliklerine bakıldığında endüstri
öncesi dönem, erken modernizm dönemi, metropolitenleşme dönemi olarak
sınıflandırılabilen alışveriş mekanlarının
ŞEHIR &
bu üç dönemde kent dinamizmine uygun
olarak konumlarının merkezilikten kent
dışına doğru kaydığı görülmektedir (Resim 5).
Resim 5: Alışveriş Mekanlarının Konumsal Açıdan Gelişimi
İstanbul’un Alışveriş
Hikayesi
Bizans Dönemi’nde pazar alanı Ayasofya
yakınlarından başlayıp Divanyolu, Çemberlitaş, Beyazıt, Şehzadebaşı’na, Aksaray
Koska’ya kadar uzanmaktadır. Bugünkü
Kapalıçarşı’nın bir bölümü ile Sirkeci’nin
133
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
bir kısmının da pazar alanı olarak kullanıldığı ve bu pazarlarda tüm mesleklerin bir arada bulunduğuna dair bilgiler
bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, Balık
Pazarı’nda balık satıcılarının bulunduğu
bilinmektedir. Bizans’taki ticaret yapıları Orta Çağ Avrupası’nda olduğu gibi
dükkan ve hanlardan oluşmaktaydı. İstanbul’da çarşı alanı ve alışveriş faaliyetleri Türkler’in fethinden sonra da aynı
yerlerde devam etmiş, fakat Kapalıçarşı
bölgesinde yoğunluk kazanarak artmıştır (Cezar, 1985). İstanbul’un ilk kapalı
alışveriş mekanı niteliğindeki Kapalıçarşı içinde 4000’i aşkın mağaza haricinde,
hemen yakınındaki camisi, çeşmeleri ve
bankası ile birlikte planlanmış bir kompleksin parçasıdır (Resim 6). Kendi bünyesindeki kafe ve restoranların dışında
zaman içinde çevresinde de yeme içme
yerleri açılmıştır. Alışverişini yapan ara
verdiğinde yemek ihtiyacını giderebilmekte, öğle yemeği için gelmiş olan geçerken alışveriş yapabilmektedir. Yani
alışveriş ve yeme içme yerlerinin birliktelikleri hem ekonomik açıdan hem de
kullanım rahatlığı açısından uyum içerisindedir.
134
E
Osmanlı Dönemi’nde Kapalıçarşı’ya ek
olarak Yeni Cami yakınındaki 1660 yılında inşa edilen Mısır Çarşısı ile Süleymaniye Külliyesi’ne dahil olan 1557
tarihinde yapılan Tiryaki Çarşısı da yoğun ticaret bölgelerini oluşturmaktaydı
(Özdeş, 1953). Kapalıçarşı ve diğer bedestenlerin sattıkları giysi, altın ve gümüş ürünlerinden farklı olarak baharatlar, yine kapalı bir alışveriş mekanı olan
Mısır Çarşısı’nda satılmaya başlanmıştır
(Resim 7). Böylelikle, Eminönü’ndeki
pazar daha da büyümüş ve İstanbul ekonomisi için önemli bir yer kazanmıştır.
Resim 6: Osmanlı Dönemi’nde Kapalıçarşı
Resim 7: Günümüzde Mısır Çarşısı
XIX. yüzyılda, gayrimüslim ve Levanten nüfuslarının arttığı Galata ve Pera
(Beyoğlu)’da da ticari faaliyetler önem
kazanmaya başlamıştır (Cezar, 1985).
Vitrin tasarımı ve reklam sektörünün de
gelişim göstermesi ile bölge vitrin seyretmeye, dolaşmaya çıkılan, büyük mağazalar, ticarethaneler, bankalar, pastane ve
kafelerin de bulunduğu Batılı tarzda bir
ticari merkez halini almıştır. 1810’larda
Avrupa’da gelişim gösteren pasaj kültürünün, Çiçek Pasajı (1875), D’Andria
(1875) ve Suriye Pasajı (1908) gibi ilk
örnekleri ve bonmarşeler de Pera’da görülmüştür (Şekil 8, Şekil 9). Üstü kapalı
alışveriş olanağı sağlayan bu pasajlarda
binaların alt katlarında mağazalar yer almakta, üst katlarında ise sigorta, acente
gibi hizmet ile konut fonksiyonları bulunmaktadır (Aksoy, 2009).
S
I:2 H
IR N 2 1
Resim 8: Çiçek Pasajı
Resim 9: Suriye Pasajı
Cumhuriyetin kurulmasından sonra
1950’lere kadar olan dönemde, başkentin
Ankara’ya taşınması ve II. Dünya Savaşı’nın yaşanması gibi nedenlerle İstanbul’da ticari faaliyetlerin gelişiminde bir
duraklama yaşanmıştır. Fakat bu dönemdeki faaliyetler yine Tarihi Yarımada ve
Beyoğlu - Galata çevresinde devam etmiştir. 1950’lere kadar alışveriş açısından
prestij alanı olan bu bölgeler, zamanla
alt ve orta-alt gelir grubuna hitap etmeye başlamış, perakende ticaret bu alanda
önemini yitirmeye başlamıştır. Buna karşılık İstanbul’da alışveriş alışkanlıklarına
ve mekanlarına dair üç gelişme yaşanmıştır. Öncelikle, süpermarket türünde
gıdaya yönelik ilk market zinciri Migros
ŞEHIR &
1955 yılında açılmıştır. Daha sonra Bon
Marche tipi çok katlı mağazalar 19 Mayıs
mağazaları ve Yeni Karamürsel mağazaları örnekleriyle 1960’larda kurulmaya
başlanmıştır. Son olarak, 1970’li yıllarda
Şişli’de yeni apartmanlarla birlikte tiyatro
ve sinema gibi aktiviteleri de içeren pasajlar yapılmaya başlanmıştır (Cengiz &
Özden, 2003; Aksoy, 2009).
Türkiye’de perakendecilik sektörünün Batılı tarzda büyük ölçekli gelişimi
1980’lerden sonra olmuştur. Ekonomide ithal ikameci ve devletçi politikalardan dışarıya açık ihracata dayalı serbest
ekonomiye geçilmesi alışveriş alışkanlıklarının da değişmesine neden olmuştur (Kompil & Çelik, 2006). Bu yeniden
yapılanma sürecinde ithal ürünlerin piyasaya girmesi, tüketici kesimin taleplerinin artması ve yurtdışı ile ilişkilerinin
sıkılaşması, kentleşme hızının artması,
kredi kart kullanımının yaygınlaşması
ve araç sahipliğinin artması Türkiye’de
alışveriş yapısının değişiminde etkili olmuştur (Özaydın & Firidin Özgür, 2009).
Buna paralel olarak gelişmiş ülkelerin
pazarlarının doygun seviyeye ulaşması dayanıklılık ve devamlılık sağlamak
açısından perakendecileri gelişmekte
olan ülkelerde yatırım yapmaya itmiştir.
Türkiye’deki radikal değişim ise, yabancı
yatırımcılar açısından bir çekim yaratmış ve özellikle 1990’lı yıllardan sonra
AVM’ler büyük bir hızla artış göstermiştir (Kompil & Çelik, 2006). İlki 1988’de
İstanbul Ataköy’de açılan Galleria’yı takiben 1993’te Altunizade’de Capitol ve
Etiler’de Akmerkez, 1995’te Bakırköy’de
Carousel, 1996’da İçerenköy›de Carrefour, 1997’de Beylikdüzü’nde Migros ve
Silivri’de Maxi City, 1998’de Profilo gibi
135
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
birçok AVM açılmış ve bu AVM’ler konum olarak alt merkezleri tercih etmişlerdir. İstanbul’da 1995 öncesi dönemde
6 adet olan AVM’ler, 2000 yılına gelindiğinde 16’ya ulaşmış, 2000’den sonra ise
her yıl katlanarak artan büyük bir ivme
kazanıp 2005’te 35’e, 2010’da 77’ye ve
2015’te de 117 adede ulaşmıştır (Özaydın
& Firidin Özgür, 2009; Url 1) (Grafik 1).
dana atlıkarınca yerleştirilmiştir ve halen
kullanılmaktadır (Resim 11). Bu iki yapının genel durumu ele alındığında çok
katlı olması, yapay havalandırma sistemlerinin olması, otopark alanlarının olması, çatılarının bazı kısımlarının gün ışığı
geçirebilecek şekilde tasarlanmış olması
yine eski alışveriş yapıları örneklerini
referans göstermektedir. Bu iki alışveriş
merkezinin de ortasında bulunan meydan işlevi gören alanlar incelendiğinde,
bina tasarımında dikkat çekme, farklı
yaratma ve içerideki satışı arttırmaya yönelik kararların ön planda tutulduğu görülmektedir. Fakat bu mekanlar, bu tarz
aktivitelerle kullanıldığında, mekansal
bütünlükten ve gerçek işlevinden kopmaktadır. Böylelikle, kullanıcının yasadığı tecrübe yavanlaşmakta ve yapaylaşmaktadır.
Grafik 1: Yıllara Göre İstanbul›da AVM Sayısı
136
E
İlk dönemde daha çok yüksek gelirli sınıfa hitap eden bir imaj çizen AVM’ler, günümüzde farklı konseptler ve fonksiyonları barındırmaktadır (Özaydın & Firidin
Özgür, 2009). Türkiye’nin ilk AVM’si
olan Galleria’ya (1988) bakıldığında toplayıcı meydanı, mağazaların sıra sıra ve
birbirine karşılıklı bakan düzeniyle tarih
boyunca örneklerini gördüğümüz alışveriş mekanı özelliklerini göstermekle
birlikte, üst katlarındaki ofis fonksiyonu
ve buz pisti gibi farklı bir aktivitenin kullanıma katılmasıyla da yeni bir konsept
oluşturmuş, cazibesini arttırmıştır (Şekil
10). 1993’te açılan Carousel’de de benzer
toplanma mekanı aktivitesi olarak mey-
Resim 10: Galleria Alışveriş Merkezi’nin Orta Alanının Buz
Pateni Kullanımı ve Değişimi
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
Resim 11: Carousel Alışveriş Merkezi Orta Alanın Atlıkarınca Kullanımı
İstanbul’daki birçok AVM’nin orta alanı
meydanı andıran ve meydana benzer işlevli, büyük bir açıklıkta, toplayıcı alan olarak düzenlenmiştir. Temel özellikleri olan
mağazaları, department storeları, hizmet
sektörüne yönelik işyerlerini, otopark,
büyük yeme-içme alanlarını, sinemalar ve
bazen ofis alanlarını bulundurmaktadır;
fakat son yıllarda AVM fonksiyonlarının
yelpazesi bir hayli genişlemiştir. Bu genel
fonksiyonlara ek olarak gelen konut kullanımı ve trend olan ‘mixed-use’ inşaat sektörünün revaçta olan ürünleri arasındadır.
İstanbul’daki Kanyon ve Zorlu Center örneklerinde, konut alanları çok katlı olan
alışveriş alanlarını aşıp dikeyde gelişmiştir. Bu iki AVM’nin bir diğer ortak özelliği
ise, tamamen kapalı ve klimalı alışveriş
merkezi tanımına uymaktan çıkıp, sokak
mağazası hissini uyandıran açık alanların
bulunduğu, mağazalara direkt açık alandan girişlerin verildiği ve peyzaj unsurlarının dış çevre ile bütünleştiği tasarımların olmasıdır. Bu yönelimin bir nedeni ise,
AVM’lerin kamunun sosyalleşme alanları
haline dönüşmüş olmasıdır.
Resim 12: Kanyon AVM Üstten Bakış
Resim 13:: Kanyon AVM Açık Alan ve Yeşil Kullanımı
Konumsal açıdan ise Eminönü ve Beyoğlu’ndaki tarihi alışveriş mekanlarına
ek olarak AVM’ler Şişli, Mecidiyeköy,
Gayrettepe, Levent, 4. Levent ve Maslak’ı kapsayan Büyükdere Caddesi başta olmak üzere merkezi iş alanı (MİA)
doğrultusunda ve alt merkezlerde geli-
137
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
şim göstermiştir. Bu gelişim durdurulamaz bir hal almış ve alışveriş caddesi
geleneğinin devam ettiği Nişantaşı Taksim gibi tarihi merkezlere de sıçramıştır
(Resim 14).
Resim 14: Günümüzde İstanbul’daki Alışveriş Mekanlarının
Konumları
138
E
Kentlerde alışveriş mekanlarının form,
işlev, konum ve niceliksel açıdan bu denli değişimi nüfus artışı ile nüfus artışının
tetiklediği nedenlerden dolayı meydana
gelmiştir. İstanbul, Türkiye’nin nüfusu en hızlı artan ve nüfus büyüklüğü en
fazla olan şehri olarak, bu değişimden en
çok etkilenen şehir olmuştur. 1950’lerden itibaren geç sanayileşme nedeniyle büyük bir göç dalgasına maruz kalan
şehirde, nüfusa paralel olarak alışveriş
talebi ve rekreasyon alanı talebi de giderek artmıştır. Aynı zamanda mekansal ve
ekonomik açıdan hızla gelişen şehir yeni
alt merkezlerin oluşmasıyla tek merkezli
bir yapıdan çok merkezli bir yapıya dönüşmüş, merkezi iş alanı (MİA)’nın konumu değişmiştir (Dökmeci & Berköz,
1994). Geleneksel ticaret alanlarında
otopark problemleri ve yetersiz altyapının oluşu, tarihi alanların yasalarla koruma altına alınması gibi nedenlerle yeni
alışveriş alanları eski kent merkezinden
uzaklaşmıştır. Böylelikle yeni alışveriş
mekanları çeşitli bölgelerde oluşmaya
başlamıştır. Başlarda sadece alışverişe
yönelik olan talep zamanla tüm donatı ve
olanakları içine alan mekanların talebine
dönüşmüştür. Buna kent meydanlarının
yetersiz sayı ve nitelikte oluşu da eklenince kentli nüfusun sosyalleşme, diğer
insanlarla karşılaşma, yüz yüze ilişkilerde
bulunma gibi kamusal alanlara yönelik
ihtiyaçlarının AVM’ler aracılığı ile karşılanmaya çalışıldığı bir dönem başlamıştır. Ulaşım ve altyapı sistemlerindeki gelişim de AVM’lerin sayısının artmasında
bir etken olmuştur. Boğaz köprüleri,
E-5 ve E-6 çevreyollarının gelişimine ek
olarak araç sahipliğinin artışı, daha çok
insanın uzun mesafelerdeki AVM’lere
ulaşmasını, böylelikle AVM’lerin sayısının artmasını sağlamıştır.
Alışveriş Mekanlarının
Dönüşümünün Kentsel
Mekana Etkileri
Yeni AVM’ler sahip oldukları işlevler ve
karşıladıkları talepler açısından kentin
ve gündelik hayatın bir parçası haline
gelmişlerdir. Dolayısıyla mekanın şekillenmesinde ve dönüşümünde doğrudan
etkili olmuşlardır. İlk ortaya çıkan ve
gözlemlenen etkilerden biri alışveriş mekanlarının kent mekanından yalıtması
ve kentsel doku ile ilişki kuramamasıdır.
Ayrıca sahte bir kamusallığın yaratıldığı AVM’lerin gelişmesi, desteklenmesi
ve cazibe merkezine dönüşmesi kentsel
kamusal alanların canlılığını yitirmesine
neden olmaktadır.
AVM’lerin gelişiminin alt merkezler
üzerinde de etkileri büyüktür. Alışveriş
mekanlarının dönüşümü, İstanbul›un
Eminönü ve Beyoğlu›nu merkez alarak
S
I:2 H
IR N 2 1
kapsayan tek merkezli bir yapıdan çok
merkezli bir yapıya geçmesini hem etkilemiş hem de bundan etkilenmiştir (Dökmeci & Berköz, 1994). Tüm alt merkezler
çevrelerinde bir ya da birden çok AVM
veya süpermarket bulundurmaktadır.
Ayrıca yeni yapılan AVM yatırımları
çevrelerindeki bölgelerin gelişmesine ve
alt merkeze dönüşmesine yol açabilmektedir. Yeni AVM’lerin çevresindeki arazi
değerleri artarken, köhneleşmiş alanlarda kentsel dönüşüm de tetiklenmektedir.
Buna ek olarak, arazi kullanımı değişim
göstermektedir. AVM’ler yakın çevresindeki konut alanlarını ticaret alanlarına
dönüştürmekte, ikincil etki alanındaki
konut alanlarının da yoğunluğunu artırmaktadır.
AVM’ler bulunduğu bölgede taşıt ve
yaya yoğunluğunu arttırmaktadır. Bundan dolayı özellikle bu alanların giriş ve
çıkış noktaları ile kavşak noktalarında
yoğun trafiğe neden olmaktadır. Kent
merkezlerinde ve ana ulaşım akslarında
yapılan AVM’ler mevcut trafik yoğunluğunu daha da artırmakta ve tüm kentin
ulaşımını negatif yönde etkilemektedir.
Bu sonuç, doğal çevre için de tehdit oluşturarak, hava ve gürültü kirliliğine neden
olmaktadır. Diğer bir etki ise kendi yapı
yoğunluğuna ek olarak çevresindeki yapı
yoğunluğunun da artmasına neden olan
ŞEHIR &
AVM’lerin çevresinde rekreatif alanların
azalmasıdır.
İstanbul’daki AVM sayısının, arazi değerlerinin ve nüfusun hızla artmasıyla,
kamu alanlarının kent içindeki dengeli varlığı çoklu değişkenlere bağlı hale
gelmiştir. İstanbul’da artan nüfus ile birlikte, açık yeşil alan, çocuk oyun alanları ve spor alanı ihtiyacı artmıştır. Fakat
İBB Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün
yayınladığı 2004-2010 yılları arasındaki
faaliyetleri sunan tabloda, 2008 yılından
itibaren, yapılan park sayısında ani bir
düşüş olduğu görülmektedir (Şekil 14).
Her ne kadar parklar açılmaya devam etmekteyse de, bu kamusal açık alanlar erişilebilir kent noktalarında görülmemektedir. Bir diğer kamu ihtiyacı ise, yetersiz
sayıda olan kültürel faaliyetlere yönelik
performans alanlardır. Bu ihtiyaç boşluğundan da faydalanan AVM’ler sanki
bütün kamu ihtiyaçlarını karşılamaya
yönelik bir misyon edinmişçesine, açık
yeşil alan, gösteri merkezleri içererek,
alternatifinin çok olmaması sebebi ile,
halkı kullanımına motive etmenin ötesinde bir şekilde mecbur bırakmıştır. Bu
alanlar sözü geçen ihtiyaçları geçici olarak karşılamaktadır. Hakikisi gibi olamaması, yapay ortamlar olması, birbirinin
benzeri ve kimlik yoksunu yerler olması
ve isimleri hatırlanamayacak kadar çok
Tablo 1. İBB
Park ve Bahçeler
Müdürlüğü
2004-2010
Faaliyet Tablosu
139
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
sayıda olmasıyla beraber kent alanında
birbirlerine çok yakın konumlanması ile
ihtiyacın neye yönelik olduğu konusunda kafa karışıklığı yaratmaktadır. Böylece
mekansal yanılsama görsel boyutu dışında da sosyal bir yanılsamaya dönüşmektedir.
Alışveriş Mekanlarının
Dönüşümünün Kent
Yaşamına Etkileri
140
E
Alışveriş mekanlarının dönüşümü tüketim alışkanlıklarının yanı sıra kent yaşamı ve gündelik aktivitelerde de değişikliklere neden olmuştur. Mekan ve yaşam
biçimindeki bu değişiklikler karşılıklı olarak birbirini etkilemiş ve günümüzdeki
halini almıştır. Günümüz İstanbul’unda
AVM’ler buluşma ve sosyalleşme mekanı olarak kamusal açık alanların yerini almıştır. Çeşitli aktivitelerin de AVM’lerde
toplanmasıyla alışveriş mekanlarındaki
aktif alış-satış davranışı pasif alış-satış
davranışına dönüşmüştür. Alışveriş yapma öncelikli olan bu mekanlar zamanla
boş zamanların geçirildiği merkezler
halini almıştır. Bunun nedeni AVM’lerin mağazalar, restoranlar, rekreasyon
alanları, dinlenme alanları, eğlenmeye
yönelik aktiviteler, tiyatro ve sinemalar,
sanat merkezleri, kişisel bakım ve spor
merkezleri barındırmalarıyla beraber
konforlu ve güvenli bir mekan sağlaması olmuştur. Özellikle gençler ve çocuklu
aileler için çekim merkezine dönüşen bu
alanlar ekonomik sınıflar açısından farklı
amaçlarla kullanılmaktadır. Kocaoğlu’na
göre AVM’ler düşük gelirli grup için gezinme alanı, orta gelirli grup için gündelik yaşamın bir parçası, yüksek gelirli
grup için ise ev ve iş arası zaman geçirme
noktası olmuştur (Dökmeci, 2010). Fakat
bu mekanlar kentsel doku ile ilişki kuramadıkları, yapay bir kamusallık sağladıkları ve kent mekanından kopuk oldukları
için geleneksel kent merkezinde olduğu
gibi bir kentsel aidiyet hissi oluşturamamaktadır (Özaydın & Firidin Özgür,
2009). AVM’lerin başka bir etkisi de alışveriş eylemini bir araca dönüştürmesi olmuştur. İnsanların birbirlerini incelediği
bir alana dönüşen AVM’ler şık giyinerek
gezinilen mekanlar halini almıştır. Bu
nedenle, AVM’ler yabancılar üzerinde
yüksek gelirli bir sınıfa mensup etkisi yaratmak, sosyal hayatta bir rol üstlenmek
amaçlarına hizmet etmekte ve insanların
bunun üzerinden kimlik kazanmaları
için araç olmaktadırlar (Dökmeci, 2010).
AVM’lerin günlük hayatın bir parçası haline gelmesiyle, yeni bir kültür doğmuştur. Yazılı olmamasına karşın, herkesin
bildiği ve takip ettiği kurallar bilinmektedir. Kullanıcılara hayranlık uyandırma
amacıyla tasarlanmış, işlevine göre abartılı mimari şekiller ve malzemeler, yapay
bitki ve havuzlarla pekiştirilmiştir. Bu
yapay ortamda kullanıcı ve satıcı da yapaylığın bir parçası haline gelmiş, tekdüze diyaloglar kurmaya, gerçek ifadelerini
ve davranış şekillerini sınırlandırmaya
yönlendirilmişlerdir. AVM’lerin içerisinde bulundurduğu havuzlar, teraslar ve
balkonlar, insanların birbirlerini görmesini sağlamaktadır. Bu şekilde ‘görmek’
ve ‘görülmek’ de alışveriş kadar temel bir
aktivite haline gelmiştir (Vural & Yücel,
2006).
S
I:2 H
IR N 2 1
Sonuç
Alışveriş mekanlarının tarih boyunca
konumları, işlevleri ve formları incelendiğinde, süreklilik veya benzerlik gösterdiği özellikleri olmakla birlikte zaman
içerisinde konumda farklılıklar göstermeye başlamış, fonksiyonlarını genişletip, hedef kitlesini arttırarak da kapladığı
alanı bir hayli büyütmüştür. Alış-veriş
ihtiyacına cevap vermesi en temel amacı iken, kamusal alanların yetersiz kalmasını ve kamunun farklı ihtiyaçlarını
fırsat bilerek, sosyalleştirme rolünü oynamakta; eğlence ve kültür aktivitelerini
de bünyesinde toplayarak çekim gücünü
arttırmakta kendi başına bir merkez halini almaktadır. Bu değişimin hem kent
mekanına hem de kentsel yaşama etkileri olmuştur. Mekansal açıdan kentsel
dokudan kopukluk, arazi kullanımının
değişmesi, arazi değerlerinin artışı, trafik problemi, hava ve gürültü kirliliği,
kamusal alanların canlılığını yitirmesi,
rekreasyon alanlarının azalması gibi sonuçlar doğurmuştur. Sosyal açıdan ise
kentsel aidiyet hissi yaratmakta başarısız olan ve kentsel kimlik yaratamayan
AVM’ler kişisel açıdan boş zaman geçirme/sosyalleşme mekanı ve kimlik edinme aracına dönüşmüştür.
AVM’ler, kentsel arazinin en etkin ve
verimli kullanımı ile kar maksimizasyonunu amaçlayan gayrimenkul geliştirme
projelerinin başlıcalarındandır. Buna ek
olarak donatı eksiklikleri ve tüketici talebi nedenleriyle son yıllarda İstanbul’da
AVM sayısında büyük bir artış olmuştur.
Fakat şehir planlamada amaç kar maksimizasyonu değil, kamu yararının gözetilmesidir ki bu nedenle bu iki amaç birbiri ile çelişki yaratmaktadır (Dökmeci,
ŞEHIR &
2010). Sonuç olarak, AVM’lerin kentsel
mekana ve sosyal hayata negatif etkilerinin yanında kar maksimizasyonu amacına yönelik olarak gelişim göstermesi,
dolayısıyla plansız gelişen bir metropol
olan İstanbul’da bu kadar yüksek sayıda
olması, bu mekanların bütün olarak kent
için yararından çok zararı olduğunu göstermektedir.
Kaynakça
1.
Aksoy, M.İ., (2009), Günümüz Alısveris Kavramında Değişme Olgusu ve Bu Olgunun Alısveriş
Merkezi Tasarım İlkeleri Üzerindeki Belirleyici
Etkilerinin İrdelenmesi: İstanbul Kenti Modeli,
Yüksek Lisans Tezi, Y.T.Ü., Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
2.
Birol, G. (2003). “Evolution of Trade Centres in
Relation to Changing Trade Activities”, Doktora
tezi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü.
3.
Birol, G. (2005). Çağdaş Alışveriş Merkezlerinde
Kent Dokusunun Yeniden Yorumlanması. Gazi
Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Dergisi,
20(4).
4.
Cezar, M. (1985). Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Sistemi, MS
Ü. Yayını, İstanbul.
5.
Coleman, P., (2007), Shopping Environments:
Evolution, Planning and Design, Architectural
Press, Oxford, USA.
6.
Dökmeci, V., & Berköz, L. (1994). Transformation
of Istanbul from a monocentric to a polycentric
city. European Planning Studies, 2(2), 193-205.
7.
Dökmeci, V. (2010), Transformation of Urban
Systems Ders Notları, İ.T.Ü, İstanbul.
8.
Geist, J. F, (1983), Arcades, The History of a Building Type, MIT Press, Cambridge.
9.
Kompil, M., & Celik, H. M. (2006). Analyzing the
retail structure change of Izmir-Turkey: integrative and disintegrative aspects of large-scale retail
developments. In 42nd ISOCARP Congress on Cities
between Integration and Disintegration: Opportunities
and Challenges.
10. Özaydın G., Firidin Özgür, E. (2009), “Büyük Kentsel Projeler Olarak Alışveriş Merkezlerinin İstanbul
Örneğinde Değerlendirilmesi”, Mimarlık Dergisi
347, 84-88.
141
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
11. Özdeş, G., (1953), Türk Çarşıları, Doçentlik Tezi,
İ.T.Ü., İstanbul.
12. Tokay, V., (2005), Yeni Tasarım Kültürü Işığında
Alışveriş Mimarlığı ve Gösteri Kültürü, Yapı
E-Dergisi.
13. Vural, T., Yücel, A., (2006), Çağımızın Yeni Kamusal Mekanları Olan Alışveriş Merkezlerine
14. Eleştirel Bir Bakış, İ.T.Ü. Dergisi, Mimarlik, Planlama, Tasarim, Istanbul
15. Url1, <http://www.businessht.com.tr/emlak/
haber/1063166-istanbulun-avm-haritasi>, Erişim
Tarihi: 30.06.2015.
Görsel Kaynakça
1.
Resim 1: http://www.agathe.gr/image?id=Agora:Image:2008.18.0013&w=800&h=600
2.
Resim 2: http://www.laits.utexas.edu/moore/
rome/image/forum-trajan
3.
Resim 3: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/
commons/f/f0/Crystal_Palace.PNG
4.
Resim 4: http://mehmet-urbanplanning.blogspot.
com.tr/2006/12/ankara-angora-geleneksel-kent-merkezi_23.html
5.
Resim 5: Dökmeci, 2010.
6.
Resim 6: http://kapalicarsi.com.tr/
7.
Resim 7: http://www.iamistanbul.tv/haber/eminonu-misir-carsisi.html
8.
Resim 8: http://www.iamistanbul.tv/haber/cicek-pasajinin-ismi-nereden-geliyor.html
9.
Resim 9: http://www.istanbulplaces.com/beyoglunun-pasajlari-istiklal-taksim/
10. Resim 10: http://i.milliyet.com.tr/YeniAnaResim/2010/04/02/fft99_mf578357.Jpeg
http://www.avmgezgini.com/upload/images/
avm-fotograflari/Galleria-avm-atakoyic.jpg
11. Resim 11: http://www.avmgezgini.com/upload/
images/avm-fotograflari/carousel_foto01.jpg
142
E
12. Resim 12: http://www.dsmimarlik.com/templates/images/galery/p16oltl4bigi1mn61m7mibe1gcff.jpg
13. Resim 13: http://www.kanyon.com.tr/_Media/
Images/TempImage/Kanyon4.jpg
14. Resim 14: http://www.businessht.com.tr/emlak/
haber/1063166-istanbulun-avm-haritasi.
15. Grafik 1: Yazarlar tarafından derlenmiştir.
16. Tablo 1: http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/BilgiHizmetleri/Istatistikler/Documents/bldhizmetleri/2010/parkvebahceler_mud_2004-%202010.pdf
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
143
E
ŞEHIR & TOPLUM
MAKALE
144
E
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
N
IR N 2 1
ŞEHIR &
RS E
RESININ
R RIHIN EN
R E ERE I RE I ERE IŞI
SI
ERE EN IR ER E E:
“PRESTIJ KÜLTÜR”
A. Sefa Özkaya *
Giriş
Son yapılan çalışmalara göre yaklaşık
8000 yıllık bir tarihi geçmişi olduğu
belirlenen1 Bursa, tarih boyu varlığını
koruyan şehirlerden olmuştur. Bilindiği üzere tarihte şehirler kurulurlar ve
zamanla gelişirler. Bazı şehirler ise kuruldukları yerde kalmaz, yer değiştirirler. Bazıları ise tamamen metruk olarak
kalmaya mahkûm olmuşlardır. Gelgelelim Bursa, tarih boyunca öneminden bir
şey kaybetmemiştir. Herodot (490-420),
Strabon (MÖ 64-MS 21) gibi birçok
antik dönem tarihçisi sık sık Bursa’dan
* Araştırmacı - Tarihçi
1 Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yusuf Oğuzoğlu; 8500 Yıllık Uygarlığın İzinden Bursa Tarihi, Bursa
Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa 2013
bahsederken, Olympos Dağı’ndan2 da
aynı Bursa gibi sürekli söz etmişlerdir.
Dolayısıyla Bursa antik dönem tarihinde İstanbul’dan farklı olarak bir dağ ile
birlikte anılır. Bizans döneminde de keşişlerin yaşadığı ve ibadet ettiği manastırların bol olduğu Olympos Dağı, Türk
fethinden sonra Müslüman dervişlerin
istirahatgâhı ve ibadethânesi olur. Dağ
ve kırsal böyle bir değişim geçirirken,
Bursa şehri ise büyük bir dönüşüm geçirir. Çünkü fetihle birlikte başşehirliğe
terfi eder3.
2 Bugünkü Uludağ’ın antik dönemdeki adı. 1925 yılında
Osman Şevki Bey’in önerisi ve Bursa Vilayeti Coğrafya
Cemiyeti’nin de öncülük etmesi ile dağın adı “Uludağ”
olarak değiştirilmiştir.
3 Bursa’nın gerçek fetih tarihi, Hakan Yılmaz’ın ilk defa bu
dergide ve bilhassa bu sayıdaki neşrinde makale olarak
kaleme alınmıştır.
145
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Aslında Bursa’nın ilk İslam fethi Osmanlı dönemi değil, Selçuklu dönemindedir.
Anadolu Fatihi Süleyman Şah 1080’de
önce İznik’i alıp kendisine merkez yapmış, daha sonra da Bursa’yı fethetmiştir4.
Fakat 1107’de Kılıçarslan’ın ölümü sonrasında başlayan şehzadeler kavgasında
Bursa’nın elden çıktığı tahmin edilmektedir5. Daha sonra yeniden Osmanlı’nın
fethi ile Bursa iktisadî, idarî, sosyal önemini artırmış ve Hindistan ile Avrupa
arasında ipek ticareti bakımından önemli bir merkez olmuştur6. Ticari önemi
koruyan her şehirde ise tarih ve kültür
hem varlık, hem de devamlılık gösterirler. Bursa da işte bu tarihi canlılık ve devamlılığın verdiği bir hızla büyümüş ve
1573 tarihli tahrir defterine göre 60.000’i
geçmiştir7. Böylelikle Bursa başşehirliği
İstanbul’a kaptırsa da, büyümesini ve gelişmesini sürdürmüştür.
Bu makalenin amacı Bursa tarihi ve
kültürü ile ilgili bazı verilerin arz edilmesi, bu kapsamda Bursa’nın tarihi derinliğine nüfuz edebilme kaygısına ve
Bursa’nın katma değer üreten bir şehir
olma potansiyeline kültürel bir katkı sunulmasıdır. Bu katkı şüphesiz önce şehirden ve kültürden sorumlu olan yerel
yönetimler bazında olmalı; daha sonra
şehri ve kültürü sahiplenen, şehrî kültürün bilinciyle hareket eden, hemşehrilik
hisleri yüksek bireyler için gereklidir.
146
E
Modern toplumlarda bilimsel ve teknolojik ilerlemeler birer gelişmişlik göstergesi
4 Halil İnalcık; “Bursa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 6, s. 446
5 Halil İnalcık, age, aynı yer
6 Halil İnalcık; “Bursa and the Commers of the Levant”,
Journal of the Economic and Social History of the Orient, Vol.
3, No. 2 (Aug., 1960), s. 131
7 Halil İnalcık; “Bursa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, c. 6, s. 447
kabul edilirken, diğer taraftan kültürel
çevre ve tarihi derinlik de, kültürel gelişmişlik düzeyini bölgesel ve küresel bazda
ortaya koyan birer gösterge olarak algılanmaktadır8. Bu yüzden bu göstergeler
şehirdeki mimari, etik, estetik, tarihi-kültürel varlıklar ve bunların tarihi derinliği, etnografik ve felsefi alanlarda taşıyıcı
görev ifa etmektedirler. Buna ilaveten bu
makalenin bir diğer amacı da Halil İnalcık’ın ortaya koyduğu prestij kültür kavramının içeriğini ve etrafını doldurmak
ve bu kavramın kullanımının gerekliliği,
sıhhati ve yetkinliğini ortaya koymaktır.
Faslı Seyyah İbn Batuta’ya
Göre Yedi Asır Önce Bursa
ve Çevresindne Kesitler
Bursa sadece iktisâdi anlamda değil,
sosyo-kültürel anlamda da bir merkez
olmuştur. İstanbul’a gelen her seyyah,
mutlaka eski başşehir olan Bursa’yı da
ziyaret etmiştir. Üstelik Bursa henüz
başşehir iken 14. yüzyılın ikinci çeyreğinde ünlü Arap seyyah İbn Battuta
1304-1369 tarafından da ziyaret edilmiştir9. Asıl adı “Şerefeddin Ebu Ab8 Küresel şehir endeksleri ve endekslerde kültürel çevrenin
yeri ile ilgili olarak bkz. A. T. Kearney Küresel Şehir Endeksi, Economicss İnteligence Unit-Küresel Şehir Rekabet
Endeksi, GaWC (Globalization and Worl Cities) Dünya
Şehirleri Endeksi, Knigt Frabk-Küresel Şehir Araştırması,
Mori Memorial Vakfı-Küresel Güç Şehir Endeksi.
9 Erken Osmanlı döneminde, Orhan Gazi’nin saltanatında
Bursa’ya gelen bir başka seyyah daha vardır ki; hem Bursa,
hem Osmanlıların kullandığı Bey Sarayı, hem de kuruluş
dönemi Osmanlı araştırmalarına açıklık getirecek bilgiler
ile dolu olan bir seyahatnâme kaleme alan bu kişi Seyyid
Kasım Bağdadî’dir. Osmanlı kuruluş dönemi üzerine
çalışan tarihçi Hakan Yılmaz adıgeçen seyyah ve onun seyahatnâmesi ile ilgili bir çalışmayı yakında neşredecektir.
Bu seyahatname; hakkında çok az şey bilinen Osmanlıların ilk sarayı olan Bursa Bey Sarayı hakkında oldukça
ilginç bilgilerin verilmesi, Osmanlı hükümdarı Orhan’ın
Sultan ünvânını kullanması, Osman Gazi’nin ölüm tarihi
ve Bursa’nın fetih tarihi ile ilgili çağdaş kaynak olarak bilgi
vermesi bakımından kuruluş dönemi Osmanlısı ile ilgili
belki de en önemli kaynak olacaktır.
S
I:2 H
IR N 2 1
dullah Muhammed bin Abdullah bin
Muhammed bin İbrahim et-Tancî elLevâtî” olan İbn Batuta seyahatnâmesi
“Tuhfetu’n-Nuzzâr fi Garâibi’l-emsâr
ve Acaibi’l-esfâr” adlı kitabı, daha çok
“Rıhle” adıyla tanınır. Seyahatnâme;
yeme-içme, giyim-kuşam, alet-edevât,
gelenek-görenek, iktisadî-beşerî hayat
gibi sosyal motifler hakkında muazzam
bir bilgi kaynağıdır. Birçok memleketi
gezmiş olan bu seyyahın Bursa’ya uğramış olması da Bursa için bir şanstır.
Burada “Osmancık oğlu İhtiyarüddin
Sultan Orhan Beğ” şeklinde adlandırdığı
Türk hükümdarının Bursa’da birçok ihsanına mazhar olduğunu anlatır10. Bursa’dan sonra İznik’e geçen İbn Battuta
İznik’le ilgili son derece ilginç bilgiler
verir:
“İznik Kalesi dört kat surla çevrilmiştir. Her
iki sur arasında su ile dolu bir hendek bulunur.
Şehre, istenildiği zaman kaldırılabilen ahşap
bir köprü vasıtasıyla girilir. Kalenin içinde
bostanlar, evler ve tarlalar bulunur. Herkesin
evi, tarlasına veya bahçesine bitişik vaziyettedir.
Halk su ihtiyacını civardaki kuyulardan temin
eder. İznik’te her cins meyve yetişir. Bilhassa
ceviz ve kestâne pek bol olup, fiyatı da ucuzdur.
Türkler ‘kastala’ya ‘n’ harfi ile ‘kastana’11,
‘ceviz’e ise ‘k’ ile ‘koz’ derler12. Orada yetişen
‘İzarî’ denilen üzümü dünyanın başka hiçbir
ülkesinde görmedim13. Çok tatlı bir üzüm olup
kabuğu ince, rengi şeffaf, taneleri ise iri idi. Her
tanesinde tek bir çekirdek bulunurdu.” 14
Yine Bursa tarih ve kültürü ile ilgili
10 Muhammed Et-Tancî; İbn Battuta Seyahatnâmesi I-II,
sadeleştiren ve baskıya hazırlayan: Mümin Çevik, s. 213
11 Kestane
12 Eski yazıda “kaf-vav-ze” harfleri ile yazıldığı için “kavaz”
yahut “koz” şeklinde telaffuz edilme farkından kaynaklanan okuma farklılığıdır.
13 İbn Battuta dünyanın pek çok ülke ve bölgesini gezmiştir.
Örneğin; Nil deltası, Irak, İran, Mezopotamya, Doğu-Orta- Kuzey-Güney ve Batı Anadolu, Kırım, Bulgaristan,
Harezm, Maveraü’n-nehir, Horasan, Afganistan, Hindistan,
Sumatra, Çin, bütün Kuzey Afrika, İspanya, Nijerya vs.
14 Muhammed et-Tancî; age, s. 213
ŞEHIR &
bize bilgi veren pek çok seyyah vardır.
Kronolojik olarak birkaçından bahsetmek gerekirse İbn Battuta, papaz
Stephan Gerlach, Reinhold Lubenau,
tabip Jacop Spon, botanikçi Georges
Wheler, seyyah Richard Pococke, rahip Dominique Sestini, papaz Jacques Dallaway, ünlü tarihçi Joseph von
Hammer, Charles Texier, Miss Pardoe,
Dr. Charles A. Bernard ve Mordtmann
bunlardan sadece bir kaçıdır.
İki Bizans Yapısında Yatan
İki Osmanlı Padişahı: Osman
ve Orhan Gazi
Farklı kültürlerin izlerini taşıyan Bursa’nın ilginç bir özelliği de iki kültürden
taşıdığı izleri, iki Osmanlı padişahının kabrinde birleştirmesidir. Osmanlı
Devleti’nin ilk hükümdarı olan Sultan15
Osman Gâzi’nin mezarı, ölümünün ardından Bursa’da şimdi bulunduğu yere
defnedilmiştir. Fakat defnedildiği yerde aslında eski bir Bizans kilisesi vardı.
Daha sonra yıkılan bu bina erken sayılabilecek Bizans mimarisi, yuvarlak bir
binadır. Bizans sanat tarihçisi Eyice’ye
göre narteks16 kısmı sonradan eklenmiştir ve bina en geç 6. yüzyıldan kalmadır17. Eyice, bu binanın vaftiz binası
yahut martyrion18 olabileceği ihtimalini
belirtir19. Orhan Gazi’nin türbesi ise
merkezi kubbesi bulunan, ortası dört
sütunlu, dışarı taşkın apsisi20 olan, ka15 Yakın bir tarihe kadar ilk Osmanlı padişahları olan Osman ve Orhan Gazilerin sultan ünvânını kullanmadıkları
görüşü hâkim olduysa da, son yıllarda yapılan çalışmalar
bunun aksini göstermektedir.
16 İslam mimarisinde son cemaat yeri
17 Semavi Eyice; Bursa’da Osman ve Orhan Gazi Türbeleri,
Vakıflar Dergisi, sayı 5, s. 143
18 Hristiyan mimarisinde şehitlik amasıyla yapılan bina
19 Semavi Eyice; agm, aynı yer
20 İslam mimarisinde ‘mihrap’a karşılık gelen bölüm
147
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
palı Yunan haçı planlı orta devir Bizans
mimarisidir. Her iki eser de 1855 depreminde tamir olunamayacak şekilde tahrip
olunca Sultan Abdülaziz’in emri ile yeniden yaptırılır. Osmanlı Arşivi’nde bulunan 29 Rebîu’l-ahir 1272 tarihli (M. 1856)
bir belgeye göre, Bursa’da depremden
zarar gören türbe ve camilerin tamiri ve
masraflarının karşılanması için bir emir
çıkarılmıştır21. İşte bu günkü bu iki türbe
binası da 1855 sonrası yapılan türbelerdir.
Geriye kalan Bizans devrini yansıtan ise
taban mozaikleridir. Bu mozaikleri şehre
gelen bazı seyyahlar bize haber vermektedir. 19 Mayıs 1779’da Bursa’ya gelen İtalyan rahip Dominique Sestini bu mozaiklerden “döşemesi harika bir mozaik” olarak
bahseder22. Yine Demiriz’in Bizans antrolaklı23 mozaikleri ile ilgili çok kıymetli eserinde belirtildiği gibi 1855 depremi sonrası 1856 yılında Bursa’ya gelen Alexander
von Warsberg, Orhan Gazi’nin yıkılan
türbesi ile ilgili olarak toprağın yüzeyinin
çok karışık olduğunu, porfir24, verde antico25, çeşitli renklerdeki taşlar ve hatta mozaik parçaları ile kaplı olduğunu belirtir
ve insanın kendisini burada bir taş ocağı
karmaşası içinde bulduğunu söyler26. Bursa’daki 1855 depreminin şiddeti ve türbenin durumu ile ilgili bu görgü tanığı da
Bursa için önemli bir kaynaktır. Orhan
Camii ile ilgili son olarak söylenebilecek
bir ilginç nokta da, burada bulunan Orhan Camii’nin kitabesinin daha sonra Hüdavendigâr Camii’ne konulmasıdır.
148
E
21 Başbakanlık Osmanlı Arşivi; A.}MKT.MVL. 73. 76
22 Yıldız Demiriz; Örgülü Bizans Döşeme Mozaikleri, s. 16,
dp. 7’den naklen; D. Sestini; Voyage dans la Gréce Asiatique
a la Peninsula de Cyzicue a Brousse et a Nicée, s. 101-105.
23 Bizans sanatında birbirine geçmeli, örgü şeklinde çerçeve
oluşturan yuvarlak mozaik
24 Bizans döneminde bir dönem imparatorluk ailesine mahsus
olan, kırmızı-bordoya çalan bir mermer
25 Antik yeşil rengi mermer
26 Yıldız Demiriz; aynı eser, s. 16, dp. 11’den naklen; A. Von
Warsberg, Ein Sommer in Orient, s. 118 vd.
Resim 1: Orhan Camii Türbesindeki Bizans taban Mozaikleri
Orhan Gazi türbesi ile ilgili olarak varılacak sonuç, seyyahların anlattıkları
ve mimarinin verdiği ipuçların birleştirilmesiyle ortaya konulmaktadır. Buna
göre Orhan Gazi türbesi kiliseden çevrilen cami ile birleşik bir yapıda idi. Çünkü
gelen seyyahlar türbenin caminin içinde
olduğunu belirtmektedir. Buna dayanarak caminin iç mekânından ziyade camiye
bitişik olan ve eksonarteks denilen dış son
cemaat yerinde27 türbenin var olduğunu
söyleyebiliriz.
27 Cami ve kilise binalarındaki orta mekândan çıkıldıktan sonraki kısma son cemaat yeri veya narteks, eğer varsa ikinci bir
çıkış olan kısma ise ikinci son cemaat yeri veya eksonarteks
(dış narteks) denir.
S
I:2 H
IR N 2 1
Ertuğrul Gazi Türbesi
ve Ertuğrul Gazi’nin
Ölümünden Sonra Türbede
Medfun Bulunan Hanımının,
Annesi Zannedilmesine
Sultan Hamid’den Müdahale
Yine Osmanlı Arşivi’nde Dâhiliye Mektûbi tasnifinde bulunan bir başka belge
de, Bursa’nın tarihçesi açısından ilginç
bir bilgi verir. 1313 (M. 1897) tarihli bu
belge “Söğüt kasabasındaki Ertuğrul Gazi’ye
ait sanduka örtüsünün yenilenmesi, mezar
taşlarından birinde Ertuğrul Gazi’nin validesinin ismi yazıldığından bu mezarın zevcesine ait olması dolayısıyla tashihi, Ertuğrul
Gazi Camiinin tamiri”28 hakkındadır. Görüldüğü gibi Ertuğrul Gazi’nin Söğüt’te
bulunan türbesinde medfun bulunan ve
Ertuğrul Gazi’nin annesi zannedilen kişi
aslında eşidir. Fakat nasıl olduysa mezar
taşına “validesi” şeklinde yazılmış, bu
yanlış dikkat çekince de, yanlışın tashihine dair emir çıkmıştır. Bu, Osmanlıların
Söğüt’teki bir mezar taşındaki hataya müdahalesini belirttiği için ilginç bir nottur.
Yani Osmanlı hanedanı, İstanbul’a taşındıktan sonra bu bölgeyi kaderine terk etmemiş, aksine Ertuğrul Gazi’nin defnolunmasından 6 asır geçmesine rağmen,
bu hatayı bir emir yollayarak düzeltecek
kadar hassasiyetini muhafaza etmiştir.
Daha sonra bunun üzerine türbenin avlu
kapısından girildiği zaman sağda bulunan bu mezara bir taş yaptırılmış, doğru
ismi ise Sultan Abdülhamid’in bulduğu
da, 1887 yılında29 taşa hâk edilmiştir:
28 Başbakanlık Osmanlı Arşivi; DH.MKT. 13/411
29 İbrahim Hakkı Konyalı; Söğüt’te Ertuğrul Gazi Türbesi
ve İhtifali, s. 23
ŞEHIR &
“Fatihâ-han istiklâliyet ve müessisi
Bünyan-ı Devlet-i Osmaniye Sultan Osman Gazi
Hazretlerinin valid-i macid-i kesiri’l-mehamidi
Ve cedd-i âlâ-i Hazret-i Padişah-ı Firdevs
Makam Ertuğrul Gazi Hazretlerinin
Zevce-i30 cihan-aşiyanları hanımının halife-i
Süleyman bargâh-ı zaman Sultan Gazi
Abdülhamid Han-ı Sani Hazretlerinin
Taraf-ı bahir-i eşref-i mülûkânelerinden
Buldurulan darih-i gufran
Sarihleridir Ruhiyçün Fatiha
Sene 1305”
Üstelik aynı belgede çok ilginç başka birkaç mesele daha vardır. Birincisi Bursa’daki Orhan Gazi Camiinin avlusunda
ve kapı ayağında bulunan ve üzerinde haç
olan taşların kaldırılmasıyla ilgili bir emirdir. Bu açıkça ortaya koyuyor ki Roma,
Doğu Roma, Osmanlı İmparatorluğu
gibi büyük devletler, devşirme malzemeyi
sık sık kullanmaktadır. Örneğin Çanakkale’de tarihte 9 antik dönem şehri var
olmasına karşın, günümüzde bunların
hiçbirinin kalıntıları dahi mevcut değildir.
Bunun sebebi hem Roma-Bizans, hem de
Osmanlı İmparatorluklarının bu devşirme malzemeye ihtiyacı olmasıdır. Çünkü
bu malzemeler zor bulunan, üretimi zahmetli olan malzemelerdir. Ayrıca devletler zorunlu olarak hizmet üretmeyi tarihi
eserlerin orijinalitesine tercih etmişlerdir.
Aynı bu örnekte olduğu gibi Bursa’da da
Osmanlı döneminde devşirme malzeme
kullanılmıştır. Fakat bu 19. yüzyıla kadar
bir sıkıntı teşkil etmezken, bu dönemde
bir soruna yol açması ilginçtir. Bunun
sebebi devletin zayıflamaya başlamasıyla
ilgili olsa gerektir.
30 Konyalı, age, aynı yerde bu kelimenin bulunduğu kısmın
kırıldığını da belirtmiştir.
149
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Mihrabında Beddua Yazısı
Bulunan Bursa Yeşil Camii
ve Yunan İşgali’nde İçinde
Ateş Yakılan İznik Yeşil
Camii
Bursa kültür tarihinden bahsederken ‘Yeşil Cami’lerden bahsetmeden geçmemek
gerekir. Bu isimde biri Bursa’da, diğeri
İznik’te olmak üzere iki cami vardır. İkisi
de erken devir Türk sanatı bakımından
son derece önemli eserlerdir.
İznik’teki Yeşil Cami Bursa’daki kadar
çini süslemesine sahiptir. Fakat biz, bu
şaheserin az bilinen kısmına değinmekle
iktifa edeceğiz. Bu cami Yunan işgali sırasında oldukça büyük bir mezalime ve
harabâta gark olmuştur. Minaresi zarar
görmüş, içindeki kıymetli levhalar ve halılar çalınmış, hatta binaya zarar vermek
için Yunanlılar, mihrabın sol tarafına,
ayrıca içeri girildiğinde sağda bulunan
büyük sütuna yağ sürerek yakmışlardır31.
Böylelikle bu taşıyıcı taşları çatlatabilmişlerdir. Bundan başka dış taraftaki el işçiliği mermer parmaklıkları da tamamıyla
tahrip etmişlerdir32.
150
E
Bursa’daki Yeşil Camiinin mihrabının ise
az bilinen bir hikayesi vardır. Bu caminin
yivli gövdelere sahip olan sütunçeler;
turkuaz-beyaz-sarı renkli rumili kıvrımlı dalların birbirine geçmeli şekilde
oluşturduğu sonsuzluk hissi veren bitkili
süslemelerden müteşekkil bir mihrabı vardır33. Bu mihrabın sağ tarafında
Arapça olarak “Tebrizli ustaların eseridir”,
sol tarafında ise Farsça “Bana zulmeden
31 A. Memduh Turgut; İznik ve Bursa Tarihi, s. 160
32 A. Memduh Turgut; age, aynı yer
33 Savaş Yıldırım; “Bursa Yeşil Cami Mihrabı”, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, sayı
47, s. 169
zalimin böbürlenmesi kendisine kaldı, bu
kötülük benden geçti, vebali bunu bana reva
görenlerin boynuna kaldı” mealinde İranlı
şair Sadi-i Şirâzi’nin Gülistan adlı eserinden alınma ilginç bir ifade vardır. Bu
ifade Yıldırım’ın makalesinde bahsettiği
gibi farklı yorumlara sebep olmuştur.
İlk yorum, binanın mimarı “Sahibü’s-seyf
ve’l-kalem ve’l-hesap”, yani kalem, kılıç ve
hesap (mühendislik) sahibi olan Hacı
İvaz Paşa’nın Çelebi Sultan Mehmed
tarafından gözlerine mil çekildiği için
bu yazıyı buraya koydurduğudur. İkinci yorum ise Timur’a yapılan bir atıftır.
Yani “Timur’un zalimlikleri bu topraklardan gelip geçti, ama buraya camimizi yaptık” şeklinde ifade edilen bir yorumdur.
Üçüncü yorum ise İvaz Paşa’nın işçileri
çok fazla çalıştırdığı, o yüzden bu yazının
buraya çalışanlar tarafından konulduğu
şeklindedir. Fakat bu son ihtimal biraz
zayıf gözükmektedir. Çünkü bunun arka
planında bu çinilerin hazırlanması vardır. Bu ise ciddi organizasyon ve sanat
isteyen bir iştir. Kaldı ki bu çiniyi buraya koyacak olanın, mimar İvaz Paşa’nın
bilgisi ve izni haricinde buraya koyması,
sonuçlarına katlanmasını gerektirebilir.
Nitekim İvaz Paşa’nın izni dışında konulan bu çini yerinden sökülebilir. Bu
yüzden ilk iki ihtimal daha akla yatkın
durmaktadır. Yani ya İvaz Paşa gözlerine
mil çekmekten daha ileriye gitmeyeceğini düşündüğü için bu yazılı çiniyi koydurmuş, yahut Timur’a atfen yaptırmış
olabilir. Bir diğer ihtimal bunu padişaha karşı yazdırmış, fakat muhtemel bir
sorgulama durumunda Timur seçeneğini kalkan olarak kullanmış da olabilir.
Her nasıl olursa olsun, bu çiniler bu gibi
hikâyeleri ve orijinal işçilikleri açısından
ve arka planındaki felsefesi bakımından
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
Resim 2: 1890’da
Yeşil Cami ve
Türbesi
Bursa için âsâr-ı nadiredendir.
Resim 4: Bursa Yeşil Camii Mihrap Sağ Kolunda Yer Alan
Usta Kitabesi
Bursa Kaplıcaları ve Türkiye’de
Modern Tıbbın Kurucusu
Olan Doktor Bernard’ın Bursa
Kaplıcaları İle Alakası
Resim 3: Bursa Yeşil Camii Mihrap Sol Kolunda Yer Alan
Beddualı İfade
Bursa kültürü ve tarihinden bahsederken
kaplıcalardan bahsetmeden geçilemeyeceği kanaatindeyiz. Tarih boyunca kaplıcalar Bursa’nın ününe ün katmış, hatta
Texier’ye göre Bursa, ününü kaplıcalara
borçludur34. Bursa’ya gelen birçok seyyah bu kaplıcalardan bahsetmektedir. Biz
bunlar içinde en ilginç olanından bahsetmek istiyoruz. Fakat hikâyeye tersten
başlamayı uygun buluyoruz.
34 Charles Texier; Küçük Asya, çev. Ali Suat, 207
151
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
Avusturya’daki Viyana Savaş Arşivi Kriegsarchiv’de35 bulunan vaftiz belgesine
göre 19 Aralık 1909’da36 bir bebek doğar.
Bebeğin vaftiz adı Charles Ambroisse
Bernard’dır. Bernard Viyana’da tıp fakültesini bitirdikten sonra Czernowitz’de
bulunan bir piyade alayında stajyer olarak göreve başladığında37 ileride Türkiye’nin modern tıbbının kurucusu olacağından habersizdir. Burada başladığı
görev hayatı daha sonra Osmanlı Sultanı
II. Mahmud’un daveti ile Türkiye’de devam eder. Bu davet ise padişahın sıhhatinin bozulması ile alakalıdır. Zira padişahın sağlığı kötüye gitmektedir ve yerli
tabipler bu konuda yetersiz kalmaktadırlar. Devreye padişahın damadı Ahmet
Fethi Paşa38 girer. O sırada Paris sefiri
olan Ahmet Fethi Paşa Avusturya Başvekili Prens Metternich’den Saray-ı Hümayun için nitelikli doktorlar bulmasını rica
etmiş, Prens de bunun üzerine özel doktoru Dr. Friedrich Jager von Jaxstthal’ı
bu iş için görevlendirmiştir. Dr. Jaxstthal
da Osmanlı sarayı için Dr. Bernard, Dr.
Neuner ve eczacı Hoffman’ı önermiştir39. Fakat Viyana elçisi Mehmet Rıfat
152
E
35 Genelkurmay Karargâhı’nda bulunan ATASE Daire
Başkanlığı’na denk düşen bir birimdir.
36 Bernard’ın doğum tarihi daha önce 1952 tarihinde
Beyoğlu’nda bulunan Santa Maria İtalyan Katolik
Kilisesi’ndeki mezar taşından Semavi Eyice tarafından
23 Şubat 1808/Praq olarak tespit edilmiştir. Krş. Semavi
Eyice; Mekteb-i Tıbbîye’nin İlk Müdürü Dr. Bernard’ın
Mezarı, İÜEF Tarih Dergisi, cilt 2, 1952, s. 92. Daha sonra
Viyanalı tıp tarihçisi Manfred Skopec Dr. Bernard’ın
vaftiz belgesini bularak doğru tarihi ortaya koymuştur.
37 Cem Uysal vd.; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Adli Tıbbın
Kurucusu: Charles Ambroise Bernard”, Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, c. 8, s. 25
38 1846 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda “Mecmua-i Esliha-i Atîka” veya Askeri Müze’nin kurucusu olarak bilinse
de, Askeri Müze’nin asıl kuruluş tarihi farklıdır. Bunla
ilgili tarafımızdan yazılan “İstanbul’da Cebehâbe Binasının
Teşekkülü ve Askeri Müze’nin Kuruluş Tarihinin Değiştirilmesi Üzerine Bir Öneri: 1453” adlı makale, yakında Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı tarafından yayınlanan
Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi’nde neşr edilecektir.
39 Cem Uysal vd.; agm, aynı yer
Bey nitelik bakımdan bu görevlileri bir
tıp imtihanına tâbi tutturmuş, imtihanı
geçmelerine rağmen İstanbul’da verim
elde edilemediği takdirde özellikle bu iki
doktorun değiştirilme haklarını elinde
tutan bir mukavele hazırlamıştır40. Nitekim bu üç modern tabip saraya gelerek
özel bir statüyle göreve başlamışlardır.
Bu kapsamda saraydan haricen dışarıda
iş yapma, kalacak yer, nakliye vs gibi ek
avantajlar da elde etmişler ve 1838 yılında payitahta gelmişlerdir.
Avusturya’dan gelen heyetin başında bulunan Dr. Bernard, saray hekimliğinin
yanı sıra Karantina Meclisi Üyeliği gibi
idari görevler de yapmıştır. Tıbbi alanda
poliklinik, diseksiyon41, otopsi gibi faaliyetler Galatasaray’da yeni kurulan tıbbiye binasında icra edilmeye başlanmış ve
o güne kadar Türkiye’de teorik olan bu
işlemler pratiğe kavuşmuştur42. Türkiye
tıp tarihine bu eşsiz katkılarıyla ün yapan bu genç bilim adamı, aynı zamanda
Avusturya Hastanesi’nde de görev yapmış, bu hastanede bazı klinik dersleri uygulamalı göstermiş, aynı hastanede mevcut olan ölüleri de normal ve patalojik
anatomi için değerlendirmiştir43. Fakat
özellikle cesetler üzerinde yaptığı otopsi
için padişahtan çok zor izin koparmıştır. Bunda şüphesiz İslâmiyetin ölüler
üzerinde bir işlem yapılmasına müsaade etmemesinin etkisi söz konusudur44.
İşin ilginç tarafı bu otopsinin bir gayrı40 Hülya Öztürk-Cezmi Karasu; “Mekteb-İ Tıbbiye-İ Adliye-i Şahane›nin Kurucusu Charles Ambroisse Bernard’ın
Eserleri Ve Osmanlıya Etkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, Adli Tıp Bülteni, sayı 19 (3), s. 126
41 Bir canlının üzerinde yapılan kesip parçalama, parçalara
ayırma işlemi
42 Cem Uysal vd.; agm, aynı yer
43 Cem Uysal; agm, s. 25-26
44 Bu konu hakkında Ebu Davud ve İbn Mâce kaynaklı hadisler
şu şekildedir: “Ölülerin kemiklerini kırmak, onları diri iken
kırmaya benzer”. Krş. Ebu Davut: 3207 ve İbn Mâce: 1616
S
I:2 H
IR N 2 1
müslim üzerinde tatbik edilmesidir. Adı
geçen gayrımüslim, bir inşaatta çalışan
Hırvat bir ameledir. Yine Türkiye tarihini ikinci otopsisi olan bir diğer otopsi de,
Avusturya savaş gemisinde görevli iken
ölen bir subay üzerinde uygulanmıştır.
Yapılan bu otopsi günümüz otopsilerine
çok benzemekte ve aynı bugünkü gibi
baş, göğüs ve batın boşluklarından vücuda üç adet delik açılmaktadır.
Dr. Bernard bundan başka eczacılık ve
ebelik okulları açmış, botanik bahçesi45,
kütüphane, fizik-kimya laboratuvarı kurmuş, ayrıyeten mineraloji koleksiyonu
oluşturmuştur. İşte bu gibi çalışmaları
Türkiye’ye getiren ve çok genç yaşta ölen
Dr. Bernard ölmeden önce Bursa ile ilgili
bir kitap yazmıştır. Bu eserin adı Les Bains
de Brousse, En Bithynie’dir. Bu kitapta modern tıbbın Türkiye’deki babası olarak, ilk
defa Bursa kaplıcalarındaki suların hangi
hastalıklara iyi geldiğini tespit etmiştir.
Görüldüğü üzere Bursa kaplıcaları herkesin olduğu gibi Dr. Bernard’ın da
dikkatini çekmiş ve bu incelemeler de
modern tıp bakımından Bursa kaplıcalarının tarihçesindeki ilk ilmî incelemeler
olmuştur46. Bütün bu veriler, Bursa tarihinde kaplıcaların nasıl bir yer kapladığının nişanesidir.
45 Dr. Bernard botanikle ilgili olarak ayrıca Element De
Botanique Ei’ Ecole De Medicine Imperial De GalataSerai adlı
bir de eser kaleme almıştır.
46 Bir müddet sonra 1869’da şehre gelen Leh kökenli Osmanlı
saray kimyâgeri Charles Bonkowsky (1841-1905) de Bursa
kaplıcalarını incelemiş ve bu incelemelerin sonuçlarını aynı
yılda Gazette Médicale d’Orient adlı gazetede “Excursion
a Brousse et Dans ses Environs” adlı makale ile yayınlamıştır. Bonkowsky ve Bursa üzerine yaptığı incelemelerin
detayları için bkz. Marie De Launay-Bonkowsky Bey; Bursa
ve Civarı, haz. Burcu Kurt-İsmail Yaşayanlar, Heyamola
Yayınları, İstanbul 2015
ŞEHIR &
Fransız Profesör Albert
Gabriel’in Bursa Sevgisi
1966 yılında Paris Türkiye Büyükelçiliği’nde büyükelçi Nurettin Vergin, Prof.
Dr. Albert Louis Gabriel’e İstanbul Üniversitesi tarafından layık görülen Doctoris Honoris Causa’sını sunarken onu Le
plus Turc des Français, et parfois , plus Turc
que les Turcs47 olarak selamlar48. Çünkü
o Türk sanatının ve mimarisinin özgün
olduğunu, asla kendinden önceki medeniyetlerin basit bir kopyası olmadığını
dünyaya ilk ve en iyi duyuran kişidir.
Kendinden sonraki kuşakları Türkiye
ve Türk sanatı üzerine çalışmaya teşvik
etmek ve bunda başarılı olmak, bilim
insanlarının Türkiye’de araştırma yapabilmesi için İstanbul’da Fransız Arkeoloji
Enstitüsü’nü kurmak, Türk toprakları
olan Rodos ve Oniki Ada İtalyanlar tarafından işgal edilince İtalyanlara ağır
eleştirilerde bulunan iki yazı kaleme almak, klasik Türk musikisine vakıf olacak
kadar Türk müziğini sevmek, Boğaziçi’ndeki yalıları ve medeniyeti incelemek
ve Anadolu tarihi eserleri üzerine değil
yıllarını, neredeyse ömrünü vermek gibi
Türkiye menfaatine olacak pek çok faaliyete imza atan Gabriel’in her zaman
övündüğü iki şey vardır. Bunlardan biri
İstanbul, diğeri ise Bursa hemşehriliği ile
övünmektir. Bu haklı övünç, onun Türk
kültürü üzerine yoğun bir şekilde çalışmasına yol açmasının bir sonucudur.
Anadolu ve Türk kültürüne olan hayranlığı herkes tarafından bilinen Gabriel
bu hayranlığını ortaya koyduğu eserler47 “Fransızların en Türk’ü, bazen de Türklerin en Türkü”
48 Zeki Arıkan; “Kitabiyat”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 6/15, s. 348
153
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
le kanıtlamıştır. Bu eserlerden bizi en
çok ilgilendireni ise Une Kapitale Turque:
Brousse’dir. Fakat Türkiye’deki en büyük
beşinci şehrini, Osmanlı’nın bir dönemki payitahtını anlattığı bu eserin 1958
yılında yayınlanmasına rağmen, tam
yarım asır sonra Türkçe’ye çevrilmesi
bizim kültürümüze verdiğimiz önem
bakımından hem manidar, hem de ibretlik bir durumdur. Neslihan Er, Hamit Er ve Aykut Kazancıgil tarafından
2008’de Türkçe’ye çevrilen bu eser, adı
geçen üç bilim insanı sayesinde Bursalı
Türk okuyucu ve araştırmacının istifadesine sunulmuştur49. Bir Türk Başkenti
Bursa adıyla Türkçe’ye kazandırılan bu
eser, Gabriel’in yoğun mesaisinin bir
ürünüdür. İstanbul’da “özene-bezene”
kurduğu enstitü gibi50 bu da Bursa için
özene-bezene emek verdiği bir eserdir.
Bursa yazarın son eseridir.
Gabriel’in Bursa için duyduğu sevgi sadece tarihi eserleri ile ilgili değil, aynı zamanda edebi eserleri ile de ilgilidir. Örneğin şiirini ve kendisini çok sevdiği Yahya
Kemal Beyatlı’nın Bursa’da Zaman adlı şiirini Fransızcaya çevirecek kadar da Bursa’ya ve Türk şiirine düşkündür. Bu hizmetlerinden dolayı Gabriel için “Dinince
dinlensin” şeklinde bir yorum yerinde
olur(Çünkü devlete hizmeti geçse de bir
gayrımüslim için “Allah rahmet eylesin”
denmez. Bunun yerine bu ifade kullanılır)
154
E
Onun Türk mimari ve sanat tarihi kökeninden gelen Bursa sevgisi, görüldüğü
üzere onu her yanından sıkı sıkı sarmış49 Zikredilen eser için bkz. Albert Gabriel, Bir Türk Başkenti
Bursa, II, çev. Neslihan Er, Hamit Er, Aykut Kazancıgil,
Osmangazi Belediyesi, İstanbul 2008
50 Kurulduğu dönemdeki adı “Fransız Arkeoloji Enstitüsü”
olan bu kurum günümüzde Fransız “Anadolu Araştırmaları Enstitüsü” adıyla faaliyetlerine devam etmektedir.
tır. Bir Fransız’ın Bursa üzerine olan bu
düşkünlüğünde, günümüz Bursa’sının ve
Bursalılarının alması gereken çok önemli
dersler vardır. Çünkü hala Bursa ne kadar modern-leşse de Osmanlı dönemi
sokak motifini muhafaza etmekte, modernite eksenindeki tahribata paralel olarak da hala tarihi dokusunun bir kısmını
korumaktadır.
Sonuç Yerine Yerel
İdarecilere Işık Tutacak Bir
Perspektif Kavram:
Prestij Kültür
Anlatmakla ve yazmakla bitmeyecek bir
kültürel geçmişi olan Bursa’nın görüldüğü üzere tarihin derinliklerinde kalmış
ve keşfedilmeyi bekleyen bir mazisi vardır. Bir şehir mazisi ile vardır ve mazisi,
bir şehrin hüviyeti, tapusudur. Her ne
kadar pek fark etmesek de, bir Osmanlı
münevveri olan Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa, Bursa’nın 1855 deprem sonrası
şehirleşme sürecini, bir dönem bulunduğu Paris’te belediye başkanlığı yapan
Haussmann’dan etkilendiği rol-model
olarak yürütmüştür. Şahsi çabaları ile
Fransa’dan getirdiği mimar Leon Parvillee, Bursa şehir planı üzerine tasarımcı
hüviyeti ile dokunuşlarda bulunur. Görüldüğü gibi şehirler farklı kültürlerin
izlerini bilinerek yahut bilinmeyerek
taşırlar. Bu izler şehirlerin ruhudur. Bu
ruhu oluşturan ise birkaç kişidir. Dolayısıyla birkaç münevverin faaliyeti, şehirlerin ruhunda ve dokusunda, çarpan
etkisi yüksek birer maniveladır. Fakat
birkaç kişinin elinden çıkan bu şehir ve
içindeki eserler bütün toplumu tesiri altına alır. Örneğin erguvan şenliği Bursa ile
özdeşleşmiş bir şenliktir. Ama bir kişinin
S
I:2 H
IR N 2 1
yön vermesiyle ortaya çıkmıştır. Zira bu
şenlik Yıldırım Bayezid döneminde yaşayan ve padişahın damadı olan mutasavvıf
Emir Sultan’la neşv-ü nevâ bulmuştur.
Aynı şekilde belediyecilik faaliyeti de
birkaç insanın elinden çıkan ve bütün
toplumu etkileyen bir faaliyettir. İşte bu
yüzden yerel idarecilerin topluma yakın
olması, toplumun değerlerini sahiplenmesi, hatta gerektiğinde toplumun kültürel kodlarını topluma nakş etmek için,
mahalli kültüre aşina olması gerekmektedir. Bu şüphesiz ki felsefi boyutu olan bir
meseledir. Mahalli idarecilerin de bu konuda kendini gerektiği kadar yetiştirmesi
gerektiği kanaatindeyiz. Bu ise şehirde
oluşan kültür çevrelerine girmek, sanat
faaliyetlerinin müdavimi olmak, şehrin
müziğinin armonisine ve şehre ait ezgilere nüfuz etmek demektir. Yerel idareci
şehir kültürü ve şehirlilik müesseselerinde yönlendirilen değil, yönlendirici olacak kadar kendini yetiştiren bir konuma
gelmelidir. Bunun başlangıç noktası ise
şehri tanımaktan geçer. Bunla ilgili bir
misal vermeyi zorunlu buluyoruz. Örneğin tarih boyunca İstanbul’un Boğaziçi’ndeki tepeleri, çalılık olup ağaçlık olmayan
bir morfolojiye sahiptir. 1880-1890’lı yıllarda çekilen fotoğraflara bakıldığında bu
tablo net olarak görülür. Yani bu fotoğraflar normalde bilinen aksine, İstanbul
tepelerinin sürekli rüzgâra ve yağmura
maruz kalmasından dolayı erozyona uğradığını ve bu sebeple üzerinde fazla toprağı tutamadığı için çalılıkla kaplı olduğunu gösterir51. Tek tük kalabilen ağaçlar
da genelde ya sınır belirlemek için bir
51 Örneğin Beykoz Akbaba’da bulunan bir arazinin çalılıkla
kaplı olduğunu gösteren 19. yy sonu haritası için bkz.
Sultan II. Abdülhamid Devri Harita ve Planlarında
İstanbul-Arşiv serisi-1, yay. haz. A. Yaşar Koçak vd., İBB
Kültür AŞ Yayınları, İstanbul 2013, s. 132-133
ŞEHIR &
şekilde tutturulmuş, yahut toprağın birikmeye müsait olduğu vadi tabanlarında
yetişmiştir. Boğaziçi sırtlarına evler ve
mezarlar yapılmaya başlandıktan sonra
çekilen fotoğraflar incelendiğinde, toprağın akmasını önleyerek suni set vazifesi
gören mezarlar ve duvarların mevcudiyetiyle Boğaziçi yeşillenmeye, yani ağaç
tutmaya başlamıştır. Bu tarihi dönüşümü
anlatmamızın sebebi ise konunun kendisinden daha ilginçtir. Çünkü görüldüğü üzere Boğaziçi sırtlarının ağaçtan
mahrum kalmaması için bu gibi setlerin
toprağı tutması elzemdir. Fakat gelgelelim, günümüzde Boğaziçi İmar Kanunu’na göre bugün Boğaziçi bölgesine set
yapmak yasaktır. Bundan çıkan sonuç,
bir şehir için karar alan kişi veya mekanizmalar, bu şehri tanımadığı zaman o
şehri yönetemez. Tarihçi İdris Bostan’ın
deyimi ile “Şehri yönetmek, tarihi yönetmek
demektir”. Dolayısıyla sadece mahalli idareciler değil, aynı zamanda kanun yapıcılar da şehri tanımak zorundadır. Tanımadıkları zaman o şehre zarar verdiğini
bilmeden şehrin tahrip olmasına sebep
olurlar. Bu yüzden bir şehrin kültürü,
hem tarihi derinlik açısından, hem kültürel-yerel-bölgesel sermaye açısından son
derece önemlidir. Günümüzde Paris, her
yıl milyonlarca turisti, yani direkt olarak
cazibeyi, endirekt olarak da küresel gücü,
kültürünü pazarlayarak toplamaktadır.
Bu yüzden kültürel sermaye bir şehirde
ve yönetiminde en ön planda yer almak
zorundadır. Bu kültürel sermaye bilinçli
şehirlilerin yetişmesine yol açacağı gibi,
şehrin ticari ve diğer iktisâdi faaliyetlerini
de şehrin kültürünü koruyarak geliştiren
bir insan havuzu meydana getirecektir.
Böylelikle tarihi süreçte devamlılıktan
kopmayacak, sosyokültürel kesintiye uğ-
155
E
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR & TOPLUM
ramayacaktır. Beşeri sermayenin nitelikli
olması sadece yerel-bölgesel bazda değil,
ayrıca küresel bazda da bir manivela işlevi görecektir. Halil İnalcık bu durum için
prestij kültür tabirini geliştirmiştir. Yani
hem kültür, hem de bu kültürün itibarı
söz konusudur. Bu kavramı, hiç şüphesiz
ki şehir, medeniyet ve kültür tarihimiz
için kullanmamız, anlamı üzerine tefekkür etmemiz, algılarımızı bu istikamete
kanalize etmemiz gerekmektedir.
Son yıllarda özellikle artan yerel yönetim
neşriyatları oldukça memnuniyet verici
ölçülere ulaşmıştır. 15 sene kadar önce
şehir ve şehircilikle ilgili çıkan her yayın
takip edilebiliyorken, artık bugün bunun
mümkünatı kalmamıştır. Bu çok ümit
verici bir gelişmedir. Fakat asıl mesele
nicelikten ziyade niteliktir. Çünkü Fransız İmparator-General Napolyon’un söylediği gibi “Savaşta insanlar hiçbir şeydir.
İnsan ise her şeydir”. Yani kitlelerden ziyade tek tek nitelikli bireylerin oluşturduğu
toplumlar daha takdire şayandır. Bu şehir ve şehircilik için de böyledir. Özellikle, Bursa tiyatrosunun kurucusu Ahmet
Vefik Paşa tarafından 15 Eylül 1879 gibi
erken bir tarihte Moliere’in Meraki’sinin
oynandığı bir şehir olan Bursa için bu
durum fazlasıyla geçerlidir.
156
E
Her tarihçi ve araştırmacının muhakkak
günün birinde başvurduğu ve özellikle
batılıların “Türklerin bibliyografya oluşturamayacak kadar eser telif etmekten geri
kaldığını” savunan batılı yazarların tezini
çürüterek “Osmanlı Müellifleri” adlı eseri kaleme alan52 ünlü bibliyograf Bursalı
Mehmed Tahir Bey’i (ö. 1925) yetiştiren
bu güzel şehir bütün bu temkini fazla52 Ömer Faruk Akün; “Bursalı Mehmet Tâhir”, Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 6, s. 458
sıyla hak etmektedir. Kaldı ki Gureba-i
Laklakân adında hasta ve yaralı leyleklere
vakıf kuracak kadar medeniyetin zirvesine tırmanan bir görgü müessesesi teşkil
etmiş bir milletin bu şehirde kültürel mirasa başka bir gözle bakması lazımdır.
Böylesine güzel bir şehrin bir anlığına
Fransızların elinde olduğu ve bir Türk’ün
buraya gelip hayran kaldığını farz edelim. Kültürüne sahip çıkan bir Fransız
“Bir Türk’ün kendi şehirlerine hayran kaldığını, bu kültüre kendilerinin sahip olduğunu,
bir başka milletin ferdinin şehre hayranlık
duymasını, hatta hemşehrilik hissi geliştirmesini” göğsünü gere gere söyleyecektir.
Dünyaca ve özellikle Avrupa’da ünlü
olan Prof. Dr. Gabriel, işte tam da tahayyül ettiğimiz gibi bir yabancının şehrine
âşıktır ve o şehre karşı hemşehrilik hissi
geliştirecek kadar sahiplenmiştir. Mekân
ve insan ortadadır. Sonuç da ortadadır.
Yeşil Cami’deki ilginç yazılı çinilerden
Bursa Hamamlarına, padişah Sultan II.
Abdülhamid’ün 500 sene evvel vefat
eden büyük ninesinin mezar taşına duyduğu hassasiyetten, Türkiye’deki modern tıbbın kurucusu olan Dr. Bernard’ın
Bursa kaplıcalarına duyduğu ilgiye kadar
kültür, hayatımızın her tarafındadır. Hiç
fark etmesek de şehir ve şehir kültürü
bizi her taraftan kuşatmıştır. Örneğin
Olympos Dağı’nın (Uludağ) eski adı, dağın eteklerinde keşişlerin yaşamasından
kaynaklanmaktadır. Yani mimari bir
konumlanma dağın adını belirlemiştir.
Fakat sadece dağın adını değil coğrafi
bir terimin de kaynağı olmuştur. Çünkü İstanbul’a güneydoğudan, yani Keşiş
Dağı’ndan gelen rüzgâr “Keşişleme” olarak adlandırılmıştır. Dolayısıyla mimari,
şehir planı, şehir coğrafyası, şehir tarihi
S
I:2 H
IR N 2 1
vs gibi farklı disiplinler toplandığı zaman
tek bir ana başlığı oluştururlar: Kültür.
Bu yüzden mesele kültürün var olup olmama meselesi değildir. Kültür her zaman vardır. Mesele prestij kültürden ne
kadar nasiplendiğimizdir.
Sonuç olarak, hem akademisyenlere,
hem de yerel yöneticilere burada düşen başlıca vazife, bir Fransız profesörü
Gabriel gibi bu şehre niteliklerini bilerek
hayran olmak, hemşehrilik hissiyatını ve
şehre olan aidiyetini kuvvetlendirmektir.
Tarih, kültüre hizmet ettiği müddetçe
vardır ve prestij kültüre sahiptir. Prestij
kültür yok olduktan sonra medeniyet de,
devlet müessesi de varlığını sürdüremez.
Kaynakça
1.
Akün, Ömer Faruk; “Bursalı Mehmet Tâhir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 6, İstanbul 1992
2.
Arıkan, Zeki; “Kitabiyat”, Çağdaş Türkiye Tarihi
Araştırmaları Dergisi, 6/15, 2007
3.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi; A.} MKT. MVL. 73/76
4.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi; DH. MKT. 13/411
5.
Demiriz, Yıldız; Örgülü Bizans Döşeme Mozaikleri,
Yorum Sanat ve Yayıncılık, İstanbul 2002
6.
Dostoğlu, Neslihan Türkün; Osmanlı döneminde
Bursa: 19. Yüzyıl ortalarından 20. yüzyıla Bursa fotoğrafları, Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri
Araştırma Enstitüsü, Antalya 2001
7.
Eyice, Semavi; “Bursa’da Osman ve Orhan Gazi
Türbeleri”, Vakıflar Dergisi, sayı 5, Resimli Posta
Matbaası, Ankara 1962
8.
Gabriel, Albert; Bir Türk Başkenti Bursa, II, çev.
Neslihan Er, Hamit Er, Aykut Kazancıgil, Osmangazi Belediyesi, İstanbul 2008
9.
İnalcık, Halil; “Bursa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, cilt 6, İstanbul 1992
10. İnalcık, Halil; “Bursa and the Commers of the Levant”, Journal of the Economic and Social History of the
Orient, Vol. 3, No. 2, s. 131-147, AUG 1960
11. Konyalı, İbrahim Hakkı, Söğüt’te Ertuğrul Gazi
Türbesi ve İhtifali, Sinan Matbaası, İstanbul 1959
ŞEHIR &
12. Launay, Marie De, Bonkowsky Bey; Bursa ve Civarı, haz. Burcu Kurt-İsmail Yaşayanlar, Heyamola
Yayınları, İstanbul 2015
13. Muhammed Et-Tancî; İbn Batûta Seyahatnâmesi
I-II, sadeleştiren ve baskıya hazırlayan: Mümin Çevik, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1966
14. Oğuzoğlu, Yusuf; 8500 Yıllık Uygarlığın İzinden
Bursa Tarihi, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa 2013
15. Öztürk, Hülya, Cezmi Karasu; “Mekteb-İ Tıbbiye-İ
Adliye-i Şahane›nin Kurucusu Charles Ambroisse
Bernard’ın Eserleri Ve Osmanlıya Etkileri Üzerine
Bir Değerlendirme”, Adli Tıp Bülteni, sayı 19 (3),
2014
16. Sestini, Domenico; Voyage dans la Gréce Asiatique a la Peninsula de Cyzicue a Brousse et a Nicée,
Londra-Paris 1789 (İtalyanca aslı Livorno 1785)
17. Sultan II. Abdülhamid Devri Harita ve Planlarında
İstanbul-Arşiv serisi-1, yay. haz. A. Yaşar Koçak, Abdullah Ademoğlu, Atilla Beşli, Zekiye Eraslan, N. Yasemin Akçay, İBB Kültür AŞ Yayınları, İstanbul 2013
18. Texier, Charles; Küçük Asya I, mütercimi: Ali Suad,
Matbaa-i Amire, İstanbul 1339
19. Turgut, A. Memduh; İznik ve Bursa Tarihi, Bursa
Vilayet Matbaası, Bursa 1935
20. Uslu, Fatma Serra; Bursa Yeşil Camii Çini Tezyinatı, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2012
21. Uysal, Cem; Mustafa Karapirli, Mehmet Akif İnanıcı; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Adli Tıbbın Kurucusu: Charles Ambroise Bernard”, Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, c. 8, Şanlıurfa 2011
22. Von Warsberg, Alexander Freiherr; Ein Sommer
im Orient, Viyana 1869
23. Yıldırım, Savaş; “Bursa Yeşil Cami Mihrabı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi,
sayı 47, s. 165-177, Ankara 2007
Görsel Kaynakça
Resim 1: Yıldız Demiriz, Örgülü Bizans Döşeme Mozaikleri
Resim 2: Sebah Joailler
Resim 3: Fatme Serra Uslu, Bursa Yeşil Camii Çini Tezyinatı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Resim 4: Fatme Serra Uslu, Bursa Yeşil Camii Çini Tezyinatı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
157
E
ŞEHIR &
KITAP
ANALIZ
ISSN: 7897678343213
S
I:2 H
IR N 2 1
ŞEHIR &
I I I I
ININ
N EN IR ŞEHIR:
BURSA VE CIVARI
Betül Erdem *
1822 yılında Fransa’da doğan Victor Marie de Launay (1822-?) ile 1841 İstanbul
doğumlu bir Leh olan Charles Bonkowski (1841-1905)’nin yolları 19. yüzyılın
ikinci yarısında Bursa’da kesişir. Her
ikisi de Osmanlı devlet hizmetinde olan
iki görevlidir. Her ikisi de aynı zamanda
bilim adamı olduğundan yaptıkları gözlemler hem bilimsel, hem de son derece
ilginçtir. Örneğin eserin içinde turizm,
tarih, bilim tarihi, demografi, kimya, jeoloji, botanik, iktisat tarihi gibi çok farklı
disiplinlerden önemli miktarda veriler
mevcut. Asıl adı Brousse et ses Environs
olan eser Fransızca kaleme alındıktan
sonra Osmanlı Gazetesi’nde tefrika halinde yayınlanıp, daha sonra ise TürkçeResim 1: Marie De Launay, Bonkowski Bey, Bursa ve
Civarı, Haz. Burcu Kurt, İsmail Yaşayanlar,
İstanbul: Heyamola Yayınları, 2015.
* MSGSÜ, Fen Edebiyat Fakültesi 4. Sınıf Öğrencisi
159
I
N
I
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
Yer isimleri ve özel isimler titizlikle çevrilmiş.
Eseri telif eden yazarlardan de Launay
Kırım Harbi (1853-1856) sırasında 1855
yılında Türkiye’ye gelen ve Bahriye Nezareti Fenerler İdaresi’nde çalışan bir ressam-mimar olduğunu öğreniyouz. Diğer
yazar Bonkowsky Bey ise Leh asıllı bir
İstanbullu ailenin çocuğu olarak dünyaya
geliyor. Paris’te kimya ve eczacılık eğitimi gördükten sonra Türkiye’ye dönerek
1880’lerin başlarında Mekteb-i Tıbbiye-i
Şahâne’de kimya öğretmeni olarak işe
başlıyor. 1894’te ise Saray-ı Hümâyun’un
Başkimyacısı oluyor.
Resim 2: Bursa ve Civarı isimli kitabın Osmanlıca ve
Fransızca nüshalarının bir arada bulunduğu
pembe kadife üzerine altın yaldızla desenler
işlenmiş cilt.
ye çevriliyor. Çeviri ise Ahmet Atâ tarafından yapılıyor.
İki tarihçi, Burcu Kurt ve İsmail Yaşayanlar; seyahatnâme kıvamında, fakat
aslında çok daha fazlasını ihtiva eden bu
eseri transkript (latinize) ettiler. Mart
2015’de, İstanbul’da Heyamola Yayınları
tarafından basılan eser böylelikle günümüz Türkçesine kazandırıldı. Şüphesiz bu çok önemli bir kazançtır. Çünkü
içinde iki bilim adamının gözünden hem
şehir hayatı ve yerleşimi, hem de meslekî-teknik gözlemler inanılmaz bir detaylılıkla okuyucuya arz ediliyor.
160
I
N
I
Kitabı yayına hazırlayan tarihçilerin oldukça nitelikli bir emek verdiği ilk bakışta belli oluyor. Örneğin metnin niteliğini
bozmamak için, günümüzde kullanılmayan Arapça-Farsça kelimelerin anlamı,
metnin içinde parantezle gösterilmiş.
1869 ve1881 aralığında Bursa’yı anlatan
eserin tamamı çok farklı alanlarla ilgili ve
Bursa açısından çok önemli olduğu için
biz birkaç ilginç nota dikkat çekmekle
yetineceğiz. Bunlardan ilki “Bursa şehr-i
lâtîfi” ifadesi ki, Bursa’nın niteliğini yansıtan bir vasıf taşıyor. Bir diğer önemli
bilgi ise şöyle: “Bu hoş manzaranın iki
ucundan birinde köyler ovaya doğru
uzanıp gitmiş, diğerinde ise Eski Kale
Mahallesi’nin evleri bir tepenin yamacından başlayarak tepenin arkasına doğru kayboluyor”. Bursa şehir yerleşimini
tam göz önüne getirecek şekilde yapılan
bu anlatım, dönemin tarihi topografyasını resmetmesi bakımından oldukça
etkili bir manzara sunuyor. Sadece Osmanlı dönemi değil, aynı zamanda Bizans dönemi kaynaklarından da yapılan
alıntılarda Bizanslı tarihçi Etienne’in,
“Orada bir therma (hamam) vardır. Bunlar Pruse şehrinde krala (İmparatoru kastediyor) mahsus hamamlardır” ifadesine
yer veriyor. Bursa hamamlarının Bizans
döneminde de ne kadar gözde olduğunu,
Osmanlı dönemindeki bir gayrımüslim
S
I:2 H
IR N 2 1
Osmanlı memurunun Fransızca eserinin
Osmanlıca çevirisinden yapılan Türkçe
transkripsiyonunda görmek, Bursa’nın
tarihi perspektifi hakkında daha iyi bir
manzara teşkil etmemizi sağlıyor. Hatta bu hamamlara İmparator Justinian’ın
daha önce kötü yola düşmüş olan eşi İmparatoriçe Theodora ve beraberlerinde
4000 hizmetkâr ile Pytia kasabasındaki
kaplıcaya gelişinden de bahsediyor.
Yine eserde Bursa tarihini ilgilendiren
ilginç bir detay daha geçiyor. II. Murad’ın savaşta giydiği ve günümüz insanın taşımakta oldukça zorlanacağı
sarığın türbeyi ziyaret edenlere gösterildiğini belirtiyor.
Müellifler az bilinen başka ilginç bilgiler
de veriyorlar. Abdal Murad’ın mezarında
bulunan bir kılıçtan bahsederken bu kılıcın Kutsal Roma Germen İmparatoru
Charlemagne’ın (Şarlman, 742?-814) yeğeni Du Randal Du Comte Roland’a ait
olduğunun sanıldığını ve Sultan I. Ahmed’in (1590-1617) bu kılıçtan bir parçayı kestirerek sarayına aldırıp hazinede
muhafaza ettiğini öğreniyoruz.
ŞEHIR &
yazarların ne kadar ince iktisâdi tetkikler
yaptığı da ortaya çıkıyor. Bundan başka
sosyal hayatla, özellikle yemek kültürü
ve otelcilik ile ilgili olarak da dikkat çekici bir noktaya parmak basılıyor. Don
Giuseppe Loschi ile Francesco isimli
iki idarecinin yönettiği ve giriş katının
deniz seviyesinden 180 metre yüksekte olduğunun belirtilerek jeomorfolojik
özelliklerinden de bahsedilen Keşiş Dağı
Oteli’ne pek çok dünya hükümdarının
ve prensinin kaldığını, burada Avrupa
usulü yemekler olduğunu, işin daha da
ilginci bu yemeklerin hakkını vererek
yapıldığından bahsediliyor.
Eserde Bursa’nın kaplıcalarından bahsedilmeden geçilmiyor. Bu kapsamda
Çekirge Menba’ı hariç diğer kaynakların
etrafındaki toprağın sürekli yükseldiği
Eserde, ipekçiliği ile ünlü olan Bursa’daki
meşhur İpek Hanı’nın tarifi verildikten
sonra, handaki fıskiyeli havuzdan bahsediliyor ve burada serin olduğu için memurların görev yaptığını söylüyor.
İktisâdi anlamda da özel bilgiler arz eden
eserde Gemlik ve Mudanya arasında tahminen 400.000 ağaç olduğundan ve bundan da tahminen 7.200.000 kg “zeytunyağı” elde edilebileceğinden bahsediliyor.
Buna ilaveten bir Ermeni cemiyetinin
Ermeni okulları için 16.000 kuruş yardım yaptığından da bahsedilen eserde,
161
I
Resim 3: Marie De Launay, Bonkowski Bey, Burusa
ve Civârı, Mütercimi Ahmed Atâ, İstanbul:
Kırkanbar Matbaası, 1298.
N
I
ISSN: 7897678343213
ŞEHIR &
belirtiliyor. Bu farkın ise Bursa kaplıcalarının bir kısmının kükürtlü, bir kısmının
ise madenli olduğundan kaynaklandığına dikkat çekiliyor. Ayrıca Çekirge Suyu’nun 48 derece sıcaklıkta olduğundan
ve buna müşterilerin dayanamadığından
dem vuruluyor.
Bursa ile ilgili saymakla bitmeyecek kadar
çok ilginç ve kıymetli bilgiler verdiği için
son olarak bir de kriminal bir vak’a ile
tanıtımı tamamlamakta fayda var. Bursa
Ovası’nın doğu ucuna doğru Ilıcak Boğazı adlı korkutucu yerden bahsediliyor.
Burada vaktiyle Manoli ve Lefteri adlı iki
eşkıyanın yolcuları soyduğu anlatılıyor.
Bursa ve Civarı adlı eserde kitabı hazırlayanlar Burcu Kurt ve İsmail Yaşayanlar
eseri Servet-i Fünun Arşivi, Sebah&Joaillier, Abdullah Freres ve Fettel gibi
sanatçıların fotoğraflarıyla süsleyip bizi
çok keyifli, her sayfasında bir heyecan ve
tarihi yaşanmışlık dolu bir yolculuğa çıkarıyorlar. Bu keyfe varmanız dileğiyle…
Görsel Kaynakça
1.
162
I
N
I
Resim 1 – Resim 3 İsmail Yaşayanlar fotoğraf arşivi

Benzer belgeler