Mart 2015 - bümed meç okulları

Transkript

Mart 2015 - bümed meç okulları
B
BÜMED BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ
MEZUNLAR DERNEĞİ AYLIK YAYINI
MART 2015 SAYI 204
OĞAZİÇİ
BÜMED
üyelerine
özel fiyat
avantajlarıyla
Odağın da hayat,
çevresinde şehir var.
Yatay mimarisiyle KÖY, size
Zekeriyaköy’de hem doğal
hem sosyal bir yaşam sunacak.
KÖY, Kilyos Sahili’nin ve Belgrad
Ormanı’nın yanıbaşında,
467.000 m2 alan üzerinde
her aile tipine uygun 5 farklı
konut tipinden oluşuyor.
Çocuklarınız doğayla iç içe
büyürken siz de çocukluğunuzun
mahalle hayatını, komşuluk
ilişkilerini tekrar yaşayacaksınız.
Doğal park alanları, meyve
bahçeleri, bisiklet yolları, orman
içindeki koşu parkuru ve yüzme
havuzları ile sağlıklı yaşam bir
ayrıcalık değil rutininiz olacak.
T
ecrübenin lüksle buluştuğu yerde…
5 yıldızlı bir dünya, olağanüstü bir kent yaşamı...
The Address Residence İstanbul’da.
İstanbul’un merkezinde Emaar tecrübesiyle seçkin bir yaşam başlıyor...
Emaar Square’de, The Address Residence’ın göz alıcı dünyasına sizi de bekliyoruz.
Emaar Square İstanbul Satış Ofisi: Ayazma Cad. No: 78 Çamlıca
Tel: 0216 547 17 17 emaarsquare.com.tr | emaar.com.tr
NEREDEYİZ?
-Üniversitemizin dünya
üniversiteleri arasındaki konumu
nedir?
-Yurtdışına gerek lisansüstü/
doktora çalışmaları için gitmiş
gerekse farklı ülkelerde
akademisyen olarak görev almış
mezunlarımız Boğaziçi’nin en çok
hangi özelliğinin diğer üniversiteler
arasında öne çıktığını düşünüyorlar?
-Farklı coğrafyalarda üniversite
sistemi nasıl işliyor?
B
6
Bu sayımızda dünya üniversitelerini
ele almaya çalıştık. Yukarıdaki
sorular, izlediğimiz yolda bize
yardımcı oldu. Böylelikle, dünya
üniversiteleri arasında nerede
olduğumuzu bulmaya, mezunlar
olarak neredeyiz sorusunun yanıtına
biraz olsun yaklaşmaya çalıştık.
ÖNLEME KÜLTÜRÜNÜN ÖNEMİ
Yukarıda bahsedilen sorular
üzerinde çalıştığımız esnada,
ülkemizdeki acı gerçeklerden biri
ile yine karşı karşıya geldik ve
bir kez daha şu başlığın önemini
anladık: Önleme kültürü. Bu başlığın
önemi teslim edilmedikçe ve buna
göre davranılmadıkça, yaptığımız
çalışmaların ne yazık ki hiçbir değeri
kalmıyor.
Önleyebilmek, gerekli tedbirlerin
önceden alınması, insanca
yaşamanın altyapısının yaşamın
tüm yönlerinin ele alınarak
oluşturulması, olaylar vuku
bulduktan sonra alınacak
tedbirlerden çok daha değerli.
Haziran 2014 sayımızda önleme
kültürünün önemine Soma faciasının
ardından değinmiştik. Ne yazık ki
tekrar tekrar aynı gerçeği farklı
olaylarla deneyimlemek durumunda
kalıyoruz. Bugün de Özgecan Aslan’ın
yaşamını yitirdiği facianın ardından
bu gerçek ile baş başayız.
Her şeyden önce insan olma, şiddete
karşı durma, insanca hırslarla,
egolarla mücadele etme, başka
hayatlara, insanlara, kadınlara, tüm
canlılara saygı gösterme gibi aslında
temel konularda yolun başında
dahi olmadığımızı görmekteyiz.
Gündemimiz bunu açıkça ortaya
koyuyor.
Üniversite gibi bilgi üreten, toplumu
dönüştürme gücüne sahip, eleştirel
düşünce yetisi gelişmiş bireyleri
topluma kazandırması beklenen
yapıların barışa, bilgiye, değerlere,
insan hayatına, tüm canlılara saygılı
bir toplum yaratma konusundaki
fonksiyonu şüphesiz çok önemli.
Bu değerlerin en aktif şekilde
işlenmesi ve hayata en hızlı ve etkin
şekilde geçirilmesi noktasında
üniversitelerin ve tüm eğitim
kurumlarının önemi çok büyük.
Bu yapıların yetiştirdiği bireylerin
mezun statüsü ile bu değerleri nasıl
taşıdıkları da bir o kadar mühim.
Eninde sonunda eğitimle ve eğitimin
kazandırması gereken değerlerle baş
başa kalıyoruz.
Yine zihnimizde pek çok soru,
bireysel çalışmalarımızın,
uğraşlarımızın bir noktada
anlamsızlaştığı bir ruh hali, bizleri
doğal olarak umutsuzluğa sevk
eden birçok duygu ile bu sayıyı
kapatıyoruz.
Aylin Buran ’02
52
62
BOĞAZİÇİ
DÜNYA YÜKSEKÖĞRETİM ALANINDA BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ GERÇEK BİR
MÜCEVHERDİR!
Dünya üniversitelerindeki Boğaziçilileri konuk ettiğimiz bu sayımızda, Boğaziçi
Üniversitesi’nin dünyadaki konumu hakkında daha detaylı bilgi almak üzere Boğaziçi
Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Taner Bilgiç’e sorularımızı
yönelttik. Okulumuzu ziyaret eden değişim öğrencilerinin profilleri, Boğaziçi
Üniversitesi’nin öne çıkan özellikleri, ele aldığımız başlıklardı.
46
40
HÜRRİYET İCRA KURULU'NDAKİ ÜÇ BOĞAZİÇİLİ'NİN GÖZÜNDEN MEDYAYA BAKIŞ
Medyayı diğer sahalardan ayıran en önemli özellik, günceli takip etmesi. Bu hızlı tempoda
ülke ve dünya gündemini izleyen üç Boğaziçili, Mart 2015 sayısındaki konuklarımız: Hürriyet
İcra Kurulu Başkanı Ahmet Özer '92, Pazarlama Direktörü ve İcra Kurulu Üyesi Birim
Gönülşen Özyürekli ’01, İnsan Kaynakları Direktörü ve İcra Kurulu Üyesi Tuba Köseoğlu
Okçu '94. Medya sektöründeki Boğaziçili bakış açısını hissedebileceğiniz röportajımızı
zevkle okumanızı diliyoruz.
BOĞAZİÇİ'NDE SCIENCE KÜLTÜRÜ DERSİ
Science 101 dersi, bu yıl 115 civarında sosyal bilim öğrencisinin aldığı çok
önemli bir ders. Şu an bu dersi yalnızca İngiliz Dili ve Edebiyatı, Felsefe Bölümü
öğrencileri zorunlu, diğerleri seçmeli olarak alıyorlar. Bu fen bilimleri dersini,
Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Alpar Sevgen bizler için anlattı.
Röportajımız kapsamında değerli asistanların ve dersi alan başarılı öğrencilerin
de görüşlerini sizinle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.
ÖNE ÇIKAN BİR COĞRAFYA, ÖNE ÇIKAN BİR SAHA: ASYA
Tarih Bölümü öğretim üyelerinden, aynı zamanda Asya Çalışmaları Yüksek Lisans
Programı Koordinatörü Sayın Prof. Dr. Selçuk Esenbel’e dünya üniversiteleri
temalı sayımız için sorular yönelttik. Asya Çalışmaları Yüksek Lisans Programı’nın
okulumuzdaki konumu, öğrencilerin bu programa olan yaklaşımı, Asya’daki
üniversitelerin eğitim felsefeleri ve Asya üniversiteleri ile Boğaziçi Üniversitesi
arasındaki işbirlikler üzerine aldığımız yanıtları sizlerle paylaşıyoruz.
56
HAYALİMDEKİ OKULDA OKUDUM,
HAYALİMDEKİ ŞİRKETTE ÇALIŞIYORUM
Samsung Electronics Türkiye Tüketici Elektroniği Direktörü Hüseyin
Erel '98 bu sayıdaki konuğumuz. Boğaziçi yıllarından kariyer öyküsüne,
Samsung’daki çalışmalarından Samsung’un ve Boğaziçi Üniversitesi’nin
yapısal benzerliklerine kadar pek çok konu başlığı altında kendisi ile sohbet
ettik.
BOĞAZİÇİ DERGİSİ, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ (BÜMED)
TARAFINDAN YAYIMLANAN AYLIK, ÜCRETSİZ BİR YAYINDIR. MART 2015 SAYI 204
YÖNETİM KURULU ADINA SAHİBİ: HAKAN ZİHNİOĞLU-BÜMED YÖNETİM KURULU BAŞKANI
YAYIN YÖNETMENİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: AYLİN BURAN [email protected]
YAYIN KURULU: TUNÇEL GÜLSOY, MURAT ÖNGÖR, MUSTAFA UYAL, SAVAŞ YAŞAR
IÇERIK HAZIRLIK: PS MEDYA YAYINCILIK VE PAZARLAMA SERVISLERİ LTD. ŞTİ.
EDİTÖRLER: DUYGU CANKILIÇ, ŞENAY ÇINAR, YASEMİN DUT
YAZI KURULU: GÜNEŞ BAŞAT, CÜNEYT BAYRAKTAR, METİN BİTİK, DUYGU CANKILIÇ,
YASEMİN DUT, AYŞEGÜL GÜNDÜZ, EMRE KAZANCIOĞLU, ECE KAVLAK, TANSU OSKAY, SEMİH
TEKTEN, PINAR TÜREN
KATKIDA BULUNANLAR: ANIL ALTAŞ, YELDA BALER, ESRA BAL, YEŞİM ÇAYLAKLI, MELİS ERTÜRK,
MURAT GÜLSOY, EVİN İLYASOĞLU, BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU, HANDE ORTAÇ, SEVGİN AKIŞ
RONEY, GÖNENÇ TARAKÇIOĞLU, NALAN YENİGÜN, BURCU ÜNLÜTABAK, OKANER ERTUĞRUL
FOTOĞRAFLAR: YAŞAR ARİF KARAGÜLLE, AHMET KIRAN, FATIH ÖZTÜRK
TEŞEKKÜR EDERİZ: ÖNDER BAHAR, SEFA COŞKUN, HÜSEYİN ÇETİN,
BAHADIR OTMANLI, NAZ VARDAR, EYLEM TAŞDEMIR, ÖZLEM GERÇEK, TUĞBA KARA
TASARIM: EMRE SENAN TASARIM VE DANIŞMANLIK [email protected]
REKLAM SATIŞ VE SPONSORLUK: TUĞBA ALARSLAN [email protected] 0212 359 58 16
YÖNETİM YERİ: BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ, LOJMAN KAPI YANI 34342 BEBEK-İSTANBUL
TEL: (0212) 359 58 00 FAKS: (0212) 257 35 68
BASKI: MAS MATBAACILIK SAN. VE TİC. A.Ş.
KAĞITHANE BİNASI, HAMİDİYE MAHALLESİ, SOĞUKSU CAD. NO:3
KAĞITHANE-İSTANBUL TEL: 0212 294 10 00 FAKS: 0212 294 90 80 SERTİFİKA NO: 12055
www.masmat.com.tr
B
7
yönetim kurulundan
’91
kanı
n i o ğ l u Ku ru l u B a ş
h
i
Z
n
et i m
Haka
em Yön
n
ö
D
.
14
Amerika’da Harvard, Dünyada Boğaziçi
B
8
Bu sözün telifi mezunlarımızdan
birisine ait. Ama mezunumuzun
müsaadesiyle, dünya üniversiteleri
temalı bu sayımızda Boğaziçi,
Boğaziçi, Boğaziçi diyeceğim.
Dünyada Boğaziçi gibi birçok saygın
eğitim kurumu var. Son senelerde
uluslararası kuruluşlarca hazırlanan
listelerle de tescillenen bir saygınlığa
sahip bir üniversitenin mezunlarıyız.
Bence dünyada en iyisi Boğaziçi
dediğimde birçok sebebim var.
Boğaz'da ve eşsiz bir lokasyonda
olmamız büyük bir şans iken şans
olmayan ve Boğaziçi kültürünün
yarattığı birçok değer var.
Son iki sene içinde BÜMED olarak
dünya üzerinde farklı coğrafyalardan
üniversite mezun dernekleri ile
iletişime geçtik. Amacımız bizim ne
yaptığımızı kıyaslayabilecek örnekler
ile tanışmak, daha iyileri araştırmak,
kendimizi geliştirecek alanlara önem
vermekti. Ülkemizde Boğaziçi’nin ve
BÜMED’in yaptığı ilkler ortada. Ancak
ilkleri yapmak değil, bunları bir kültür
olarak nesiller boyu sürdürmek lazım.
Nesiller boyu Robert Kolej ya da
Boğaziçi’nden mezun binlerce kişinin
ortak noktalarına bakarsak göreceğiz
ki, birçoğunun sıra dışı hayat
hikâyesi var. Birçoğunun “idealleri”,
doğruları için “tutkuları” var. Bunlar
için fedakârlıklar yapan, ilkelerini
bozmayan birçok Boğaziçili var.
Bunun tesadüf olmadığını, Boğaziçi
geleneklerinin ve yıllar boyu sahip
çıkılan bir kültürün sonucu olduğuna
inanıyorum.
Bugüne kadar ülke içinde ve dışında
birçok toplantıda bulundum,
sunumlar yaptım, tartışma
ortamlarında oldum. Aldığım
eğitim sayesinde hepsinde toplantı
paydaşları ile son derece doğru
iletişimler kurdum, fikirlerimi
savundum, kendimi ifade edebildim.
Defalarca tebrikle sonuçlanan
süreçlerin içinde bulunum. Bunlar
bana Boğaziçi’nin bir hediyesi diye
düşünüyorum. Dünya vizyonunda ve
donanımında bir mezun veriyoruz.
Gururlanıyorum.
Dünyadaki çeşitli mezun dernekleri
ile yaptığımız görüşmelerde,
gerek üniversitemizin, gerekse
derneğimizin dünya ölçeğinde son
derece başarılı ve doğru adımlar
attığını söyleyebilirim. Yaptıklarımızı
anlatmak, onların faaliyetlerini
dinlemek üzere ziyaret ettiğimiz,
Harvard Business School Mezunlar
Birliği ile yaptığımız temaslarda,
derneğimiz adına son derece pozitif
övgüler almamız da buna bir örnek
olsa gerek. Bu temaslarda gördük ki,
bizce çok yeterli olmasa da, bugüne
kadar BÜMED olarak, mezunları
organize etmek ve üniversitemize
katkıda bulunmak için yaptıklarımız
dünya ölçeğinde de kıyaslanabilir
ölçüde başarılı. Bu çerçevede, 2014
yılı Kasım ayında, Yale Üniversitesi’nde
bugüne kadar yürüttüğümüz
çalışmalardan bir tanesini “Best
Practice” kapsamında sunduk. 2015
yılında düzenlenecek forum için yeni
bir sunum yapmak üzere davet aldık.
Bu tip etkinlikler ile keşfedemediğimiz
bazı faaliyetleri öğreniyor, yaptığımız
çalışmaları geliştiriyor, bazılarını
da bizim örnek çalışmamız olarak
sunma şansı buluyoruz. Bu vizyon
ile, yapmak istediklerimizi, dünya
liginde bir oyuncu olmak şeklinde
tarif ediyoruz. 2015 yılı içinde bazı
üniversitelerin Avrupa kıtasındaki
dernek toplantılarını BÜMED'in
ev sahipliğinde yapacağız, ortak
çalıştaylar düzenleyeceğiz.
BÜMED olarak, mezunlarımızın
birbirleri ile olan iletişimlerini üst
düzeyde tutmak için gösterdiğimiz
çabalarımıza ek olarak, üyelerimizin
ilgi alanlarına giren birçok konunun
bir arada olduğu (sosyal ilgi alanları
diye tarif edilen) platform olmayı
hedefliyoruz. Mezunlarımız, bir konu
etrafında kendi aralarında organize
olarak çalışmak istediklerinde
BÜMED’in tesisleri, toplantı odaları
ve duyuru imkânları ile yanlarında
olmaya çalışıyoruz. Özgür, özgürlükçü
ve demokrat Boğaziçi kültürümüzle
birçok ilke daha imza atacak
faaliyetlerde bir arada olmayı istiyoruz.
Biz birçok üniversite ve mezun
organizasyonu tanıdık, yine
üniversiteli olsak, hepsi arasında
Boğaziçi diyeceğimiz kesin.
Amerika’da Harvard, dünyada
Boğaziçi. Sizce?
Bu ışık, tünelin ucundaki ışık olsun...
SUSMA
ARTIK SUSMA
ARTIK SUSMAK SUÇ ORTAĞI OLMAK DEMEK
ŞİDDETE, TACİZE, ÖN YARGIYA SESSİZ KALMA, GÖZÜNÜ KAPATMA, KULAĞINI TIKAMA
KADINA, ÇOCUĞA, HAYVANA, YAŞLIYA, DOĞAYA YAPILAN HAKSIZLIKLARA KARŞI DUR!
İNSAN OLMAYI SEÇ
camiadan haberler
İFAKAT’IN ARDINDAN SIRA DIŞI
İNSANLAR
B
10
Sosyoloji Bölümü mezunumuz
Nurdan Tümbek Tekeoğlu ’88,
İfakat ve Öyle Sevdim ki Seni
çalışmalarının ardından Yönetmen
Orhan Tekelioğlu ile birlikte Sıra Dışı
İnsanlar belgeselinin yapımına adım
attı. Kitlesel fonlama FONGOGO
aracılığıyla Karadeniz'de doğanın
çetin şartlarına karşı icatlarıyla
mücadele eden insanların öykülerinin
anlatılacağı film bir sosyal sorumluluk
projesi. Projenin detaylarına
www.fongogo.com adresinden
ulaşabilirsiniz.
Eğer projeye destek verirseniz:
· Belgeselin post prodüksiyon
maliyetleri karşılanacak.
· Uluslararası festivallerde Türkiye’yi
temsil edecek.
· Belgeselin galası yapılacak.
· Karadeniz insanı dünyaya tanıtılacak.
· Destekçiler belgesel ile birlikte
anılacak ve yapılan katkı karşılığında
armağanlar sunulacak.
LUCCA, 2 MART-1 NİSAN
ARASINDA AYLİN YLD’NİN
"İSTANBULMACA" ADLI KİŞİSEL
SERGİSİNE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR
Sanatçı, ilk kez sunulacak
çalışmalarında hayatı ve insanı
derinlemesine sorgulamaya olan
düşkünlüğünü kendine özgü
çizgileriyle anlatıyor.
Kişilerin kendilerini arayış
yolculuklarında kesişen yollarını,
desenlerini iç içe geçirerek ifade eden
sanatçı, tuvallerinde adeta bulmaca
gibi hikâyeler yaratıyor.
"Istanbulmacalarım" adını verdiği
eserlerine gizlediği bu hikâyelerle,
izleyenleri düşündürerek kendilerine
farklı açılardan bakmalarına aracılık
ediyor.
birlikte ele
alınmasının
gerekli
olduğunu
belirtiyor. Aynı
zamanda,
gazetecilik ve
haber etiğinin
demokrasi
bilinci
oluşturmada
önemli roller
üstlendiğini
savunan
Dedeoğlu, bu değerlerin işlevlerini
gerçekleştirememesi durumunda
demokratik toplum yapısının zarar
göreceğinin de altını çiziyor.
Başkalarını anlayabilmemizin tek
yolunun kendimizi anlamamızdan
geçtiğine ve aradığımız tüm
cevapların kendi içimizde saklı
olduğuna inanan sanatçı, “Önce
kaybolsunlar çizgilerimde ki sonra
kendilerini bulsunlar,” diyor ve
farkındalıklar arttıkça dünyanın daha
yaşanır bir yer olacağını ümit ediyor.
DEMOKRASİ BASIN VE
HABER ETİĞİ
İdari Bilimler Fakültesi İşletme
Bölümü mezunumuz Sayın Gözde
Dedeoğlu’nun (’82), Demokrasi Basın
ve Haber Etiği adlı kitabı Sentez
Yayınları tarafından basıldı. Kitabında
inceleme yöntemi olarak “Eleştirel
Söylem Çözümlemesi” yaklaşımını
seçen Dedeoğlu, haber üretiminin
belirli tarihsel arka plan, ekonomik ve
politik yapıyla
bağlantısı
dolayısıyla
bu konudaki
incelemelerin
ilgili alanlarla
TEBRİKLER
Tarih Bölümü mezunlarımızdan İrem
Sezer ’12, İstanbul Teknik Üniversitesi
tarafından, Ludwig Maximillians
Universitaet Muenchen’de sanat tarihi
alanında araştırmalarını sürdürmek
üzere görevlendirilmiştir. Sayın Sezer’i
tebrik ediyor, başarılarının devamını
diliyoruz.
camiadan haberler
Ayten ‘06, Experian Bilgi Hizmetleri
Ltd. Şti.'ye Ortadoğu Bölgesi Sorumlu
Satış Danışmanı olarak atanmıştır.
GIO ÖDÜLLERİ 2015
B
12
Mezunumuz Barış Müstecaplıoğlu’nun
(’99) kurucu üyeler arasında yer
aldığı Fantazya ve Bilimkurgu
Sanatları Derneği’nin (FABİSAD)
Giovanni Scognamillo onuruna her
sene verdiği Gio Ödülleri, 2015’te
“Roman”, “Yayımlanmamış Öykü”,
“Yayımlanmamış İllüstrasyon” ve “Çizgi
Roman” dallarında verilecek.
“Yayımlanmamış Öykü” ve
“Yayımlanmamış İllüstrasyon” dalları
için son başvuru tarihi 31 Mayıs
2015. Yazar ve çizerlerin eserlerini
bu tarihe kadar gioodulleri@fabisad.
com adresine göndermeleri gerekiyor.
Detaylı bilgiye www.fabisad.com
adresinden ulaşabilirsiniz.
KAKTÜS ÇİÇEĞİNİN SÜRGÜNÜ,
HALEP-İSTANBUL
Kaktüs Çiçeğinin Sürgünü Halepİstanbul, tarihçi yazar İsmail Keskin’in
(’08) ikinci romanı. Keskin, yanı
başımızdaki kirli savaşta yitip giden
mülteci çocukların hikâyelerine omuz
veriyor. Halep’ten Antep’e, oradan
İstanbul’a, oradan da Edirne ve
Meriç’in öte kıyısındaki Evros’a uzanan
bu roman, son üç yılda mülteciler ve
insan hakları ihlalleri üzerine yazılmış
raporlardan yola çıkarak kurgulanmış.
Yazarın 2011 yılında ilk romanı Hediye
Evdoksia, 2012 yılındaysa, Anadolu’da
konuşulan tüm dillerin Türkiye’de
ilk kez bir tema çerçevesinde bir
araya getirildiği Aşk Sevda Süveyda
(Anadilde Aşk Defteri) eseri de
Hayykitap tarafından yayımlanmıştı.
Boğaziçi Üniversitesi Elektrik ve
Elektronik Mühendisliği Bölümü,
mezunumuz Mehmethan Şişik ‘91,
Hosting İnternet Hizmetleri San. ve
Tic. A.Ş.' ye Türkiye Genel Müdürü
olarak atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü
mezunumuz Yeşim Gökpınar ‘95,
Hyundai Assan Otomotiv San. ve
Tic. A.Ş.' ye Pazarlama Genel Müdür
Yardımcısı olarak atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü
mezunumuz, İsmail Bütün ‘96,
Nestlé Türkiye Gıda Sanayi A.Ş.' ye
İçecekler Grubu Genel Müdürü olarak
atanmıştır.
ATAMALAR
VEFAT
Boğaziçi Üniversitesi Endüstri
Mühendisliği Bölümü,
mezunlarımızdan Orkun Gül ‘03,
Avon Kozmetik Ürünleri San. ve Tic.
A.Ş.' ye Türkiye Satış Direktörü olarak
atanmıştır.
Dergimizin yazı kurulu üyelerinden
Sayın Mehpare Sözener’in
(’88) ağabeyi, İşletme Bölümü
mezunlarımızdan değerli Talat
Sözener’in (’80) yaşamını yitirdiği
haberini büyük bir üzüntü ile
öğrendik. Merhuma Allah’tan
rahmet, yakınlarına başsağlığı
diliyoruz.
Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü
mezunlarından Burçin Baysak ‘03,
Pronet Güvenlik ve Danışmanlık
Hizmetleri A.Ş.' ye Pazarlama
Direktörü olarak atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi
ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
mezunumuz Adem Duman ‘94, Vakıf
Emeklilik A.Ş.' ye Finanstan Sorumlu
Genel Müdür Yardımcısı olarak
atanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar
Mühendisliği Bölümü mezunu Kemal
VEFAT
Mezunumuz Arcan Bülent Güner
’89, Ankara'da geçirdiği bir trafik
kazası sonucu hayatını kaybetti.
Değerli mezunumuza Allah’tan
rahmet, eşi Şeyda Güner başta
olmak üzere, tüm yakınlarına sabır
diliyoruz.
B
13
863
34 BU 1
MENTORLUK PROGRAMI ARA
DEĞERLENDIRME BULUŞMASI
B
14
Boğaziçi Network departmanı
tarafından faaliyetlerine devam
eden Mentorluk Projesi kapsamında
eşleştirilen mentor ve mentee’ler,
geçen zamanda nelerin yapıldığını
tartışmak üzere bir araya geldiler. 12
Şubat Perşembe günü Albert Long
Hall’da buluşan mentor ve mentee’ler
birbirleri ile kurdukları iletişimi pek
çok farklı açıdan değerlendirerek,
programın daha verimli ilerlemesi
için paylaşımda bulundular. Keyifli
sohbetlerin yapıldığı samimi bir
kokteyl ile son bulan etkinlik hakkında
kapsamlı bir dosyayı Nisan sayımızda
sizlerle paylaşıyor olacağız.
AVUSTRALYA'DA NİTELİKLİ
GÖÇMENLİK
İlkini Kanada üzerine
gerçekleştirdiğimiz nitelikli göçmenlik
konulu seminerlerimizin ikincisi, en
yaşanılır ilk beş ülke sıralamalarında
her zaman yer bulan Avustralya
üzerine gerçekleşti. 15 Şubat Pazar
günü, BÜMED Mustafa Kemal Atatürk
Seminer Salonu'nda düzenlediğimiz,
Avustralya’da Nitelikli Göçmenlik
başlıklı seminerimiz üye ve
mezunlarımızdan büyük ilgi gördü.
Sunduğu yüksek hayat standartları ve
elverişli iklimi ile dünyada en yaşanılır
ilk beş ülke arasında her zaman
yer bulan Avustralya’da yaşama ve
çalışma hakkına nasıl sahip olunduğu,
nitelikli göçmen olmak için aranan
şartlar, başvuru süreci, oturma ve
çalışma iznine kadar merak edilen pek
çok farklı konu başlığı konuşuldu.
Türkiye’de ikamet ederek “Resmi
Göçmen” danışmanlığı yapan
mezunumuz Ebru Betül Yıldırım’ın
(’97) sunumu ile gerçekleşen
etkinlikte, Avustralya’nın göçmenlik
için uyguladığı puan sistemi, bu
puanlara ulaşmak için gerekli
nitelikler, vatandaşlık başvuruları
için atılması gereken adımlar, eğitim
imkânları ve hayat standartları
gibi konular üzerinde detaylı
değerlendirmeler yapıldı.
olarak bir araya geldiler. Saat 21.00
itibari ile sadece Boğaziçililerin giriş
yaptığı mekânda özel buluşmalar
gerçekleşti; uzun zamandır birbirini
görmeyen mezunlarımız birlikte
keyifli bir gece geçirdiler. SociaLINK
buluşmaları hakkında bilgi almak için
sadece Boğaziçi mezunlarına özel
Facebook grubuna (www.facebook.
com/groups/bumedsocialink) üye
olabilir ya da [email protected]
adresine mail gönderebilirsiniz.
ABIM DENIZ
Can Dündar ve Hamdi Gezmiş’in birlikte
hazırladıkları Abim Deniz kitabının
söyleşisi için Sayın Hamdi Gezmiş’i
BÜMED’de konuk ediyoruz. Söyleşi 12
Mart Perşembe günü saat 20.00'de
BÜMED Mustafa Kemal Atatürk
Salonu’nda gerçekleşiyor. Bilgi ve
rezervasyon için: [email protected]
BOĞAZIÇI DERGISI'NDE GÖREV
DEVIR TESLIMI
SociaLINK VOL. 22
Boğaziçililer 20 Şubat Cuma akşamı
Billionaire Club’ın özel misafirleri
2011 Eylül ayından bu yana
dergimizde görev alan editörümüz
Duygu Cankılıç ‘11, akademik
çalışmaları nedeni ile görevini, yine bir
Boğaziçili olan mezunumuz ve Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde doktora
çalışmalarını sürdüren Şenay Çınar’a
(‘10) devrediyor.
B
15
BÜMED Ankara
863
06 BU 1
2014-2015 DÖNEMİNDE DÜNYA ÜNİVERSİTELERİ
ARAŞTIRMASI VE BU BAĞLAMDA BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ
Yunus Bayraktar RC ‘69
İngiliz Times Higher Education (THE) ile Thomson
Reuters’in birlikte yaptığı araştırmanın sonucuna
göre Boğaziçi Üniversitesi büyük başarı göstererek
sıralamaya 139. olarak girdi. Times Higher Education
(THE) değerlendirmesini, beş ana başlık altında
oluşturduğu ve aşağıda yüzdeleri verilen kriterlere göre
gerçekleştirdi:
l Eğitim (%30),
l Bilimsel yayınlara yapılan atıflar (30%),
l Araştırma (%30),
l Uluslararası görünüm (%7.5)
l Sanayi gelirleri (%2.5)
B
16
Dünya üniversiteleri arasında ilk dört sıraya
hangileri girdi?
1. California Institute of Technology
2. Harvard University
3. University of Oxford
4. Stanford University
Türkiye’den hangi üniversiteler ilk 200 arasında?
Türkiye’den Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte ODTÜ, İTÜ
ve Sabancı Üniversitesi dünyanın en iyi 200 üniversitesi
arasında yer aldı.
Sıralamalar şöyle:
85. ODTÜ
139.Boğaziçi Üniversitesi
165. İstanbul Teknik Üniversitesi
182. Sabancı Üniversitesi
Başta mezunu olmaktan
gurur duyduğum Boğaziçi
Üniversitesi olmak üzere, ilk
200 sıraya giren diğer Türk
üniversitelerini de içtenlikle
kutluyor, başarılarının
artarak devam etmesini
diliyorum.
Kaynak: http://www.
timeshighereducation.co.uk
Bir Boğaziçili’den Steinbeis Yorumu
SANAYI ILE İÇ IÇE BIR YÜKSEK
ÖĞRENIM MODELI: STEINBEIS
ÜNIVERSITESI
Melih Aral ’84
Almanya’da dual eğitimin babası olarak bilinen Ferdinand von
Steinbeis adına kurulan Steinbeis Vakfı’na ait olan Steinbeis
Üniversitesi, Steinbeis’ın iş ve eğitim felsefesine uygun olarak bir
yandan öğrencilerin sanayi kuruluşlarında çalışmasına imkân
verirken bir yandan da yüksek lisans ya da doktora yapmalarını
sağlamaktadır.
Sadece bir projede çalışan ya da çalışmak isteyen öğrencilerin
kabul edildiği üniversitede öğrenciler üniversite ücreti ödemek
yerine bir sanayi kuruluşunda çalışmakta böylece bir yandan
eğitimlerini sürdürürken bir yandan da iş dünyasına adım atmış
olmaktadır. Öğrencilerin programlara başvurusu çalıştıkları şirket
tarafından üniversiteye öneri yapılması şeklinde olduğu gibi
sanayi kuruluşları tarafından belirtilen çalışma konularında yer
almaya niyetli öğrencilerin seçilmesi ile de olabilmektedir. Sanayi
kuruluşları tarafından talep edilen profile göre seçilen adaylar
yine talep edilen profillere uygun tasarlanan programlara kabul
edilmektedirler. Üniversitede yapılan araştırmaların tamamı
bir sanayi kuruluşunda uygulanmak zorundadır. Bu nedenle
öğrenciler zamanlarının önemli bir kısmını çalıştıkları şirkette
geçirmektedirler.
Almanya’da giderek artan nitelikli işgücü açığı nedeniyle
Steinbeis Üniversitesi’nin yüksek lisans ve doktora programlarına
Almanya dışından giderek artan sayıda öğrenci kabul
edilmektedir. Proje yürütülen şirketlerin çoğu çok uluslu
olduğundan Almanca bilmek bir ön koşul değildir.
Daha fazla bilgi için:
http://www.steinbeis.de/en/experts/steinbeis-university-berlin-shb.html
İrtibat: Melih Aral - 0312 440 01 13
BÜMED İzmir
863
35 BU 1
VİSKİ TADIM VE EĞİTİMİ
B
18
15 Ocak 2015 Perşembe akşamı Swissotel
Büyük Efes İzmir’de Johnie Walker
Mentoru Ertan Engin konuğumuz oldu.
Kendisi viskiyi yeniden keşfetmemizi
sağladı.
Viski tadım ve eğitimi etkinliğimize ilgi
düşündüğümüzden daha fazlaydı.
Üyelerimiz dışında birçok misafirimiz
de bize katıldı. Yer kısıtlaması sebebiyle
katılamayan arkadaşlarımız için
aynı etkinliği ikinci kez 23 Şubat 2015
tarihinde tekrarlıyoruz.
Viski tadım salonuna geçmeden önce
viskiye lezzetle eşlik eden ikramlar bizi
bekliyordu. Birçok peynir çeşidi ve sıcak
minik ikramlar dışında meyve çubukları
ve çeşit çeşit çikolatalar harikaydı. Salona
geçtiğimizde bizler için hazırlanan yedi
adet viski çeşidi kadehlere doldurulmuştu.
Mentorumuz Ertan Engin bizlere 521
yıllık viski tarihini anlattı. İskoç iklimi ve
coğrafyasının viski üretimine çok uygun
olduğunu belirtti. İçtiğimiz viskide bazen
dağların mis gibi çam kokusunu bazen de
deniz kokusunu duyduk. Engin, viskinin
nerede üretildiğinin önemine değindi.
Meşe fıçılarda yıllandırılan içkinin
%2’sinin buharlaşıp havaya karıştığını
ve buna da “Meleklerin Payı” dendiğini
öğrendik. 23 Şubat 2015’teki tadıma dair
notlarımızı paylaşacağız.
üniversiteden haberler
ALH SAHNESINDE 2015’IN İLK
KONSERLERI
BOĞAZIÇI'NDE GERI
DÖNÜŞÜME DESTEK!
B
20
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden
oluşan BountoGreen takımı Türkiye’de
ilk defa düzenlenen ‘’Kampuslararası
Çevre Yarışması’’ StudentsGoGreen’de
ödüle değer bulundu. BountoGreen’in
projesi sayesinde Boğaziçi
Üniversitesi’nde 3 ayda 1 ton 650
kg e-atık toplanarak geri dönüşüme
kazandırıldı.
Sizler de bu harekete destek olabilir,
e-atıklarınızın belirli alanlarda
toplanıp geri dönüştürülmesine
yardımcı olabilirsiniz.
BOĞAZIÇI ÜNIVERSITESI’NDEN
BILGI TEKNOLOJİLERİNDE PATENT
BAŞARISI
Doç. Dr. Arda Yurdakul, Doç. Dr. Alper
Şen ve Doğan Fennibay’dan oluşan
araştırma ekibinin hazırladığı proje,
‘’Gömülü Sistemler’’ kullanılarak
telekomünikasyondan otomotiv
sanayine pek çok sektörde sanal ve
gerçek sistemlerin entegrasyonunu
hedefliyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde geliştirilen
bu sistem, yazılım ve donanım
alanlarında aynı anda entegrasyonu
hedefleyen içeriğiyle Türkiye’de bu
alanda patent alan ilk proje oldu.
BOĞAZIÇI ÜNIVERSITESI
MEZUNLAR OFISI’NDE BULUŞMA
Okulun mezunlar ile etkileşimini
güçlendirmeye yönelik faaliyet ve
etkinlikleriyle çalışmalarını sürdüren
Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar
Ofisi 5 Şubat günü mini bir kokteyl
düzenledi. Boğaziçi Üniversitesi
Mezunlar Derneği’nin de tüm
birimleri ile yer aldığı etkinliğe, farklı
departmanlardan da temsilciler
katıldı.
Boğaziçi Üniversitesi Albert Long
Hall İlkbahar Dönemi, "Romantizm
Dorukta" temasıyla 18 Şubat 2015’te
“Piyano ve Üfleme Çalgılar” konseriyle
başladı. 18 Şubat 2015, Çarşamba
akşamı 19:30’da başlayan Beş ÇalgıBeş Coşku başlıklı konserle Mozart
ve Beethoven’ın beşlilerinin yanı
sıra, neşeli sürprizlerle keyifli bir
mevsim açılışı yaşandı. Sebastian
Manz (klarnet), Ramon Ortega Quero
(obua), Marc Trenel (fagot), David
Fernandez Alonso (korno), Gülru
Ensari’nin (piyano) oluşturduğu
topluluk, obua, klarnet, fagot
ve korno gibi üfleme çalgılar ve
piyanoyu içeriyor.
ALH Sahnesi'nde Şubat ayının
ikinci konseri ise 25 Şubat akşamı
gerçekleşti. Efsane Aileler başlıklı
konserde müzik tarihinde efsane
olmuş kemancı Yehudi Menuhin’in
piyanist oğlu Jeremy Menuhin ve
orkestra şefi olarak efsane olmuş
Gennady Rozhdetsvensky’nin
kemancı oğlu Sasha Rozhdetsvensky
konuk oldu. Jeremy Menuhin bu
dinletide eşi Mookie Lee Menuhin
ile birlikte 4-el piyano için yazılmış
romantik Schubert yapıtları da sundu.
*Üniversiteden Haberler bölümünde yer alan
haberlerin derlenme aşamasında okulumuzun
sosyal medya kanallarından destek alınmaktadır.
Başarıyla yetişen nesiller
45 yıldır Eyüboğlu’nda
Eyüboğlu Tanıtım Günü ve Düzey Belirleme Sınavı:
14 Mart 2015
Atatürk ilkeleri doğrultusunda, uluslararası
programlarla desteklenen eğitim sistemimizle
45 yıldır, akademik kariyerleri ve sosyal becerileriyle
geleceğe güvenle bakan, başarılarıyla
hayatta öne geçen bireyler yetiştiriyoruz.
14 Mart 2015, Cumartesi günü 4., 5., 6. ya da
7. sınıfa başlayacak olan çocuğunuz Düzey Belirleme
Sınavı’na girerken sizi de anaokulu ve ilkokul
düzeyindeki çocuğunuzla birlikte Çamlıca veya
Kemerburgaz kampüslerimizde keyifli ve öğretici bir
tanıtıma davet ediyoruz.
Düzey Belirleme Sınavı için son başvuru tarihi:
11 Mart 2015, Çarşamba
Okullarımızdan veya web sitemizden bilgi ve
randevu alın, Eyüboğlu Eğitim Kurumları ile
neden gurur duyduğumuzu yerinde anlatalım.
Çocuklarımızı sınava, velilerimizi onların parlak
geleceği için eğitime adını veren okulumuzu
keşfetmeye bekleriz.
Eğitim: Eyüboğlu
eyuboglu.k12.tr
0216 522 12 12
BÜMED'İN HARVARD VE MIT ZİYARETLERİ
@ BOSTON, MA
Emre Kazancıoğlu '95
BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi
B
22
2014 yılı BÜMED açısından,
başta dünyanın önde gelen
üniversiteleri ve mezun
dernekleri ile olan temaslar
olmak üzere, uluslararası
çalışmalar açısından çok etkin
ve verimli bir yıl olarak geçti.
Geçtiğimiz yılın Nisan ayında
New York’ta gerçekleşen
Boğaziçi Üniversitesi 150.
Yıl Gala Yemeği ile başlayan
temaslar, sonrasında
Amerika’nın önde gelen
üniversiteleri ve mezun
dernekleri ile karşılıklı görüşme
ve ziyaretlerle devam etti.
Balonun hemen ertesinde, New
York Üniversitesi ve mezun
derneği temsilcileri, Yale
Üniversitesi ve mezun derneği
AYA’nın yetkilileri ve son olarak
da Columbia Üniversitesi’nde
Columbia Alumni Center ile
gerçekleştirilen görüşmeler,
BÜMED’in bu kuruluşlar ile
yapmış olduğu ilk temaslar oldu.
Çok verimli geçen bu ilk
temasların sonrası, Yale
Üniversitesi tarafından, 12-15
Kasım 2014 tarihleri arasında
New Haven’da AYA tarafından
düzenlenen Yale Global Alumni
Leadership Forum 2014’e davet
edildik. Geçtiğimiz aylardaki
sayılarımızda, Amerika’nın
saygın üniversiteleri ve
bu üniversitelerin mezun
dernekleri ile devam ettirilen
çalışmaları sizlerle detaylı
olarak paylaşmıştık. Bu
ayki yazımda da, Amerika
ziyaretlerimizin en son durağı
olan Boston ve burada yaptığımız
görüşmeleri paylaşmak
istiyorum.
12-15 Kasım tarihleri arasında
katıldığımız Yale Global Alumni
Leadership Forum 2014’ü
fırsat bilerek, forumun ikinci
gününün gecesinde, New Haven’a
trenle yaklaşık iki saatlik
uzaklıktaki Boston’a geçtik. 13
Kasım Perşembe akşamı trenle
geldiğimiz Boston’da, hızlıca
konaklayacağımız Irving House’a
yerleştikten sonra, geç saatlerde
de olsa Cambridge ve Harvard
kampuslarında kısa bir keşif
yürüyüşü gerçekleştirdik.
eski ve en varlıklı şehirlerinden
birisi. 17. yüzyılın başlarında
Amerika'nın yerlileri
tarafından kurulmuş olan
Boston, ülkenin Avrupa'dan
göç alan ilk şehirlerinden
olmuş. Bu tarihi şehir adını,
bölgeye ilk yerleşen Püriten
mezhebine bağlı İngilizler
sayesinde, İngiltere'deki
Boston kasabasının adı gibi St.
Botolph's Town kelimesinin
kısaltılmasından almış.
Boston, aynı zamanda
ABD'nin en önemli eğitim
merkezlerinden birisi. Ev
sahipliği yaptığı, Amerika’nın
en prestijli okulları arasında
yer alan Harvard, MIT ve Boston
Üniversiteleri ile tam anlamıyla
bir üniversiteler şehri. Aynı Tuna
tarafından Buda ve Peşte diye
ayrılan Budapeşte, Boğaziçi ile
Anadolu ve Avrupa yakaları diye
ayrılan İstanbul benzeri, Boston
da, şehrin tam ortasından geçen
Charles Nehri ile Boston ve
Cambridge olarak ikiye ayrılıyor.
Boston, New England
Bölgesi'ndeki Massachusetts
eyaletinde yer alan, ABD'nin en
Ertesi sabah erken saatlerdeki
ilk durağımız, tekrar Harvard
kampusu ve Soldiers Field’daki
B
23
Mezunlar Derneği Direktörü
Stephanie Goff Governali’nin
ofisi oldu.
Harvard Üniversitesi, eğitim
verdiği birçok alanda, dünyanın
en önde gelen üniversitelerinden
biri olarak kabul ediliyor.
1636 yılında kurulan ve Ivy
League üyesi olan Harvard,
aynı zamanda ABD'de halen
eğitim vermekte olan en eski
yükseköğretim kurumu. 13
Mart 1639’da, ilk yöneticisi John
Harvard’ın ölümünün ardından
adı Harvard Koleji olarak
değişen okulun resmi olarak
üniversite olarak anılması
1780li yıllara rastlıyor. John
Harvard’ın vasiyetinde bıraktığı
400 kitapla temelleri atılmış
olan Harvard Kütüphanesi
bugün, raflarında sıralanan 15
milyondan fazla kitap ile hem
dünyanın en büyük akademik
kütüphanesi hem de tüm
kütüphaneler arasında ilk beşte
yer almakta. Kampusundan
birçok devlet adamı ve başkan
çıkartan Harvard’ın bu alandaki
en son mezunu da, 2008 yılında
ABD Başkanı seçilen, Harvard
Hukuk Fakültesi mezunu Barack
Obama olmuş. Soldiers Field’daki
ofiste çok sıcak bir ortamda
gerçekleşen toplantıda karşılıklı
bilgi paylaşımları sonrası, ileriye
dönük çalışma dilekleriyle
mezunlar derneğinden
ayrılıyoruz.
Bir sonraki randevumuzun
olduğu MIT’ye yetişmeden
önce, Harvard Kampusu ve
özellikle de Harvard Business
School’un içinde bulunduğu
Soldiers Field’daki birçok
akademik bina, konferans
salonu ve kütüphaneyi ziyaret
etme şansı yakalıyoruz.
Tarihi ve modern binaları
iç içe ve birbiriyle müthiş
B
24
uyumlu bir şekilde barındıran
Harvard kampusundan
oldukça etkilenmiş bir şekilde
ayrılıyoruz.
Massachusetts Teknoloji
Enstitüsü ya da bilinen adıyla
MIT, bilim, mühendislik
ve ekonomi konularındaki
başarılarıyla tanınan teknik
ağırlıklı bir üniversite ve
teknoloji ve mühendislik
alanlarında da, açık ara
dünyanın en iyi üniversitesi
olarak kabul edilmekte. MIT'nin
öğretim ve araştırma üyeleri,
öğrenci ve mezunları arasından
Nobel alanların sayısı 72'ye
ulaşmış durumda. Üniversite
ile ilgili ilginç başka bir not
olarak şunu da paylaşabiliriz:
1861 yılında kurulmuş olan
üniversitenin, 1900 yılında
hemen bitişiğindeki Harvard
Üniversitesi'yle birleşmesi
gündeme geliyor, ancak bu
öneri MIT mezunlarından gelen
şiddetli tepki ve muhalefet
üzerine hayata geçmiyor.
MIT Alumni Association, MIT
kampusu içerisindeki W98
isimli(!) bir binada yer almakta.
MIT’de ilk dikkatimizi çeken ve
bize enteresan gelen de zaten
bu oluyor. Harvard ve Yale
kampuslarında binalara, Rose
Alumni, Dwight Hall, Kirkland
House ya da Mifflin Place gibi,
hep tarihi karakterlerin ya
da öğelerin isimleri verilmiş.
MIT kampusunda ise, adeta
farkını ve kimliğini vurgulamak
istercesine, oldukça mekanik
bir sistemle, kampusun Charles
Nehri boyunca doğu batı
yönündeki yerleşimi göz önünde
bulundurularak, E (Doğu) ve
W (Batı) kodlarıyla numara ve
isimler verilmiş. Kampusun en
doğusunda EE koduyla başlayan
binalar, batıya ilerledikçe önce
B
25
E, sonra W ve kampusun batı
ucunda da WW kodunu alıyorlar.
Memorial Drive üzerindeki
W98 binasında yer alan
mezun derneğinin girişinde
karşılanıyor ve görüşmemizi
yapacağımız ofise çıkıyoruz.
Buradaki görüşmemizi MIT
Mezunlar Derneği Mezun
İlişkileri Direktörü Allison
Dolan Wilson ve Fon Yönetimi
Direktörü Steve McAlister ile
gerçekleştiriyoruz.
Görüşme sırasında, MIT ile
ilgili bazı bilgiler ve rakamlar
oldukça ilgimizi çekiyor.
Bu ziyaretlerimizin hemen
hepsinde duyduğumuz ortak
ve çarpıcı gerçeklerden
biri de, özellikle Ivy League
okullarının hemen hepsinin
bütçelerinin 10 milyar dolar
seviyelerinde olması. Harvard
Üniversitesi, Yale Üniversitesi
ve MIT'nin mezunlarından
topladığı yıllık bağış miktarı,
okul başına ortalama 4 milyar
dolar civarında. Elbette ki böyle
bütçelere sahip okulların dünya
çapındaki şöhret ve başarılarını
devam ettirmeleri de ona göre
daha imkânlı hale geliyor.
Geçtiğimiz yıl başlattığımız
bu temasları, BÜMED’in
kuruluşunun 30. yıldönümünü
kutladığımız 2015 senesi
boyunca da yoğunluğunu ve
çeşitliliğini artırarak devam
ettirmeyi planlıyoruz. Bütün
bu çalışmaları yaparken tek
motivasyon kaynağımız, sadece
sizlerin varlığı ve destekleri
ile devam edecek olan BÜMED
çatısı altında, okulumuz ve
mezunlarımız adına en iyiyi
arıyor olmanın verdiği haz
ve mutluluktur. Boğaziçi
Üniversitesi ve BÜMED’in
adının, Ivy League gibi prestijli
okullarla aynı platformlarda yer
alması ve bu okullarla birlikte
anılıyor olması, Boğaziçi’nin
marka değerinin Türkiye’de
olduğu kadar uluslararası
platformlarda da biliniyor ve
anılıyor olması, bizlerle birlikte
tüm camiamız için bir mutluluk
ve gurur kaynağı olacaktır diye
düşünüyoruz.
SECTORS TOGETHER, 2015’İN İLK
ETKİNLİĞİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ
B
26
Sectors Together, Eylül
ayında tanıtımı yapılan
BÜMED Network çatısı altında
gerçekleşen en önemli etkinlik
dizilerinden birisi. Farklı
sektörlerin önde gelen, başarılı
isimlerini Boğaziçililer
ile bir araya getirmeyi
hedefleyen etkinliğin ilki 15
Ocak Perşembe günü Akbank
Sponsorluğu’nda ve finans
sektörü kapsamında BÜMED
Mustafa Kemal Atatürk
Salonu’nda yapıldı. Sectors
Together’ın ilk etkinliği
kurumsal finansörlerin ve
özellikle banka sektöründe
kariyerini sürdüren
Boğaziçililerin büyük katılımı
ile gerçekleşti.
Finans sektöründeki başarıları
ve getirdiği yenilikler ile
duayen olarak kabul edilen
Burhan Karaçam ’72 ve
AKBANK Ödeme Sistemleri
ve Kurumsal İletişim Genel
Müdür Yardımcısı Mehmet
Sindel’in (’92 )konuşmacı
olarak katıldıkları etkinliğin
ilk haberine geçtiğimiz ay
kısaca yer vermiştik. Bu sayıda
da hem Sayın Karaçam ve
Sayın Sindel’in katılımcılar ile
paylaştıklarının altını çizmek
hem de Sectors Together’ın
önemini ve işleyişini
belirginleştirmek adına, ilk
etkinlikten edindiğimiz notları
sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Etkinliğin ilk konuşmacısı
finans sektörünün en
deneyimli isimlerinden Burhan
Karaçam idi. Kendisinin
Türkiye ekonomisine yön veren
engin başarı ve tecrübelere
sahip olmasından dolayı,
herkes konuşmayı büyük
bir ilgi ile dinledi. Karaçam,
bir saatlik konuşmasında
geçmiş deneyimlerinden yola
çıkarak, Türkiye ekonomisinin
ve bankacılık sektörünün
geleceği üzerine detaylı bir
tablo çizdi. Konuşmasının en
dikkat çeken noktalarından
birisi, bankacılık sektörünün
dönüşümü ve Boğaziçi
Üniversitesi’nin bu
dönüşümdeki rolü üzerine
gerçekleştirdiği tespitlerdi.
Sektörün tarihçesini kırılma
noktaları ile birlikte ele alan
Karaçam, 1980’den bu yana
gelen adımların seyrine dair
görüşlerini paylaştı. 24 Ocak
B
27
Kararları’na, 1994 krizine,
bunları takip eden süreçte özel
bankaların sayısındaki artışa
ve bankacılık sektörünün
geçirdiği değişimlere dikkat
çekti.
2001 krizi ile yabancı
bankaların ülkemizdeki
artışının altını çizen
Karaçam, kamu bankalarının
geçirmiş olduğu değişimi
gösterdi. 1980 ile günümüzün
karşılaştırmasını sayısal
veriler üzerinden ele alan
Karaçam, 1980’de özel banka
sayısının 24, kamu bankası
sayısının 12, yurtdışı yerleşik
banka sayısının ise dört
olduğunu belirtti. Bugün ise
18 yurtdışı yerleşik bankanın,
11 özel bankanın ve üç kamu
bankasının ülkemizde
Sectors Together
faaliyette bulunduğunu
Construction 19 Mart,
ifade etti. Mevduat
payları, mevduat dışı
Perşembe günü BÜMED’de…
kaynaklar, sermaye
yeterliliği, kârBÜMED, sektör profesyonellerini bir araya getirmeye
zarar, ticari
devam ediyor!
ve bireysel
Gayrimenkul ve yapı sektörünün liderleri ve yöneticileri bir
kredilerin,
ülkemizdeki
araya geliyor.
bankacılık
Etkinlik, Boğaziçi Üniversitesi mezunu ya da misafirine,
sektöründeki
sektör ile ilgilenen herkese açıktır.
geçmişi ve
Katılım sınırlı olduğu için lütfen acele ediniz.
geleceğine
Rezervasyon için: Ad/soyad/telefon numaranızı
yönelik
[email protected] adresine,
izlenimlerini
Boğaziçililer ile
0 212 359 58 57 numaralı telefondan Burcu
paylaştı.
Büyükgünay’a iletmeniz gerekmektedir.
İlk Sectors Together
etkinliğinin ikinci
konuşmacısı Sayın
B
28
Mehmet Sindel idi. Kendisi,
konuşmasını “Bankacılık
Sektöründeki Yenilikler”
başlığı adı altında
gerçekleştirdi.
Sayısal verilerden çok
finans sektöründe çalışan
bireyler, sektörün bu kişiler
üzerindeki etkisi, bireylerin
hedefleri, başarı istekleri
ve yerine göre tesadüflerin
sektörü, dolayısıyla
kişinin kendi yaşamını
nasıl şekillendirdiğinden
bahsetti. Sindel’in sektöre
ve bununla ilişkili olarak
bu sektörde çalışan bireyler
olarak yaşamın kendisine
dair tespitleri katılımcılar
tarafından not alınarak kayda
geçirildi. “Bankacılık, özünde
zengin olma hayaline sahip
insanlara yoldaşlık yaparak,
zengin olma becerisidir,”
ifadesi üzerine tartışıldı.
Sindel konuşmasının
diğer bölümlerinde dijital
bankacılık, “self service
kiosk”lar, küçük şubeler,
kullanım değeri, değişim
değeri, paylaşım değeri gibi
bankacılığın dönüşümünü
tanımlayan tabirlere vurgu
yaptı.
Sindel, FMCG’den başlayan
çalışma hayatının bankacılığa
doğru ilerlediği dönemleri
bankacılık sektöründeki
değişimlerle beraber ele alarak
sektöre dair profesyonel
bilgiler aktardı. İnsan
yaşamının yapılan iş ile nasıl
anlam kazandığına yönelik
tespitleri ve bunu yönlendiren
güçlere, dinamiklere dair
yaptığı vurgular çok önemliydi.
Konuşmaların ardından
etkinliğin soru-cevap
bölümüne geçildi. Tüm
merak edilenlerin
yanıtlarının alındığı
diyaloglar, katılımcılarımızı
son derece memnun etti.
Etkinliğin ardından finans
çalışanlarının network
ağlarını güçlendirdikleri
bir kokteyl gerçekleşti.
Finans sektörünün seçkin iş
adamları ve yöneticileri bu
etkinlik sayesinde buluşarak,
deneyimlerini birbirleri ile
paylaşma fırsatı buldular.
Böylece, Sectors Together
etkinliği hem belli bir
alanda ilerlemek isteyen
öğrencilerimizi sektördeki
deneyimli ve seçkin isimlerle
buluşturmuş oldu hem de aynı/
benzer sektörde görev alan
Boğaziçililer için camia olma
duygusunu pekiştirdi.
Sectors Together etkinlikleri kapsamında
siz de kurum olarak yer almak isterseniz,
[email protected]
adresinden bize ulaşabilirsiniz.
SECTORS TOGETHER
CONSTRUCTION
Gayrimenkul ve yapı sektörünün liderleri bir araya geliyor.
Farklı firmalardan alanında uzman konuşmacıların katılacağı bu etkinlikte
liderlerin deneyimlerini ve tavsiyelerini dinleme şansını kaçırmayın.
19 Mart’ta gerçekleşecek bu buluşmada siz de yerinizi alın.
KONUŞMACILAR
• Emre AYKAR Yapı Merkezi İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi ve
Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB) Başkanı
• Serdar iNAN İnanlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı
Rezervasyon için: 0212 359 5857 - [email protected]
Tarih: 19 Mart 2015, Perşembe
Saat: 19:30
Yer: BÜMED, Mustafa Kemal Atatürk Salonu
KARŞI KIYIDAKİ BİZ, SELANİK...
Emre Kazancıoğlu '95
BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi
B
30
Selanik adını her duyduğumda,
zihnimde hep uçsuz bucaksız sarı
buğday tarlaları, ortalarında
bir yerlerde, altında gölgesiyle
koskoca bir ağaç ve elindeki sopayla
kargaları kovalayan güzel bir
çocuk canlanır. Hepimizin bildiği
gibi Selanik, modern Türkiye’nin
kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün
doğduğu, çocukluğunu geçirdiği
şehirdir. Bilmeyenler için ise, aynı
zamanda Büyük İskender, babası
Kral Filip ve şair Nazım Hikmet
Ran’ın da memleketidir bu güzel
sahil şehri.
“Thermaikos Körfezi'nin Gelini”
olarak da tarif edilen, Osmanlı
döneminde İstanbul’dan sonra
imparatorluğun ikinci büyük kenti
olan Selanik, bugün Yunanistan’ın
başkenti Atina’dan sonra ikinci
büyük, Yunanistan Makedonyası’nın
ise en büyük şehri olma özelliğine
sahip. Birçok ziyaretçisinin
gördükten sonra hemfikir oldukları
gibi, İzmir'in yıllar öncesinde Ege'nin
öteki yakasında bıraktığı küçük
kardeşi sayılabilir.
BÜMED’in 30. Kuruluş Yıldönümü’nü
kutladığımız 2015 yılı ile beraber,
yurtdışı faaliyetlerine ağırlık
veren BUgezi, 23 Nisan tatilini
fırsat bilerek, gurme ve kültür
gezilerine yönelik harika bir Toscana
gezisi ile birlikte, derneğimiz
bünyesinde son bir senedir oldukça
ilgi gören “Sirtaki” kursumuz
müdavimlerinden aldığı geri dönüş
ve talepler doğrultusunda, sirtakinin
anavatanı Yunanistan’a minik
bir “Sirtaki Workshop” kaçamağı
yapmayı kararlaştırdı. İki gecelik
bu küçük ama lezzetli kaçamakta,
sadece sizlere özel, başka hiçbir
yerde bulunamayacak bir program
hazırlamaya çalıştık.
İki gün boyunca, Atatürk’ün
doğduğu ev, Beyaz Kule, Bizans
Kiliseleri, Agios Dimitrios gibi
Selanik’in olmazsa olmazlarını
ziyaret ederken, diğer yandan,
bu geziyi çok özel kılan “Sirtaki
Workshop”umuza katılma şansına
sahip olacaksınız. İki gün süresince,
günde 2.5 saat olmak üzere
toplam beş saatlik bu workshop
ile, dinlemekten ve izlemekten
zevk aldığımız sirtakinin en temel
ve basit figürlerini yapabilir hale
geleceksiniz. İki gün süresince
katılımcılar, akşamüstleri
gerçekleşecek çalışmaların hemen
B
31
ardından, burada öğrendiklerini,
ilk gece Imbros, ikinci gece ise
Odos Oniron isimli tavernalarda
pratiğe dönüştürme şansına
sahip olacaklar. Elbette ki boş
zamanlarımızı geçirmek ve alışveriş
yapmak isteyenler için de, Selanik’in
popüler Tsimiski ve Mitropoleos
caddelerinde bol bol vaktimiz
olacak.
BÜMED’in 30. Kuruluş Yıldönümü’nü
kutladığımız 2015 yılı içerisinde,
BUgezi faaliyetlerimizle ilgili
yepyeni ve birbirinden renkli
programları sizlerle paylaşmaya
devam edeceğiz. Ayrıca, sizlerden
gelen talepler doğrultusunda
oluşturduğumuz BUgezi 2015-2016
Kitapçığı’nı da, en kısa zamanda
sizlerle paylaşıyor olacağız.
B
32
Birbirinden renkli ve oldukça
ses getireceğine inandığımız bu
programla ilgili çalışmalarımız
büyük bir heyecanla sürüyor. Çok
kısa bir zamanda sonuçlarını sizlerle
paylaşıyor olacağız.
Hepinizi 30. Kuruluş Yıldönümü’nde,
tüm amacı Boğaziçi markasını daha
da yukarılara taşımak olan BÜMED’e
ve faaliyetlerine katılmaya davet
ediyoruz. Son olarak, her zaman
olduğu gibi, hâlâ tanışmadıysanız
sizleri, BUgezi faaliyetlerimizi
yakından takip etmeye ve eğlenceli
gezilerimize katılmaya çağırıyoruz.
Gezi faaliyetlerimizle ilgili olarak,
ayrıntılı bilgi ve ön rezervasyonlar için:
0212 359 58 13 Tuba Taşyürek
[email protected]
Osmanlı’nın İstanbul’dan sonraki en büyük şehri...
Atatürk’ün, Nazım’ın memleketi...Öteki taraftaki İzmir...
Sirtaki Adımlarıyla
SELANiK
BUgezi ile, anavatanında harika bir ‘ Sirtaki Workshop’ u!
BU gezi
&
işbirliği ile
Tarih: 23 - 26 Nisan 2015
2 Gece / 3 Gün
• Atatürk’ün Evi • Agios Dimitrios Kilisesi • Yukarı Şehir
• Zincirli Kule • Beyaz Kule • Fuar alanı ve Döner Kule
• Bizans Kiliseleri • 15.-16. Yüzyıl Osmanlı Eserleri
• Bedesten • Hamam
Üye Fiyatı:
İki Kişilik Odada Kişi Başı: 375 Euro
Tek Yatak Farkı: 50 Euro
Misafir Fiyatı:
İki Kişilik Odada Kişi Başı: 450 Euro
Tek Yatak Farkı:75 Euro
Bilgi ve Kayıt için: 212 - 359 5813 / [email protected]
/bumedofficial
/bumedofficial
www.bumed.org.tr
/bumed
BUGEZİ KÜBA’NIN ARDINDAN...
Emre Kazancıoğlu '95
BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi
B
34
2013 yılı sonlarında başlattığımız,
2014 yılı itibariyle hızlandırdığımız
ve BÜMED’in 30. Kuruluş
Yıldönümü’nü kutladığımız
2015 ile birlikte artık ses getiren
organizasyonlar yapmaya
başladığımız BUgezi faaliyetlerimizi,
şimdiden üzerinde çalıştığımız 2016
programıyla birlikte bambaşka bir
seviyeye taşıyacağız.
BUgezi organizasyonlarımızın
ilk yurtdışı noktası olarak, artık
BÜMED’in sayfalarında yerini alan
KÜBA gezimiz, katılımcılarımızdan,
beklentilerimizin de üzerinde
beğeni ve övgüler alarak hem bizleri
sevindirdi hem de önümüzdeki
günler için cesaret ve enerji verdi.
“Castro ölmeden Küba’yı mutlaka
görmek gerek!” sloganıyla yola
çıkarak, “BUgezi ile KÜBA, Tek
başına bir ada…” ismini verdiğimiz
gezimize katılan 33 Boğaziçili,
geçirdikleri birbirinden güzel
günlerin ardından, dönüşlerinde bu
mutluluklarını bizlerle paylaştılar.
Bizler de Boğaziçi Dergimizin
sayfalarında, onların bu güzel
yorumlarını ve BUgezi’nin bu ilk
seyahatinden akılda kalan kareleri
sizlerle paylaşmak istedik.
Sizleri de, 30. Kuruluş Yıldönümü’nü
kutladığımız 2015 yılında, tüm
amacı Boğaziçi markasını daha da
yukarılara taşımak olan BÜMED’e
ve faaliyetlerine katılmaya, eğer
hâlâ tanışmadıysanız, BUgezi
faaliyetlerimizi yakından takip
etmeye ve eğlenceli gezilerimize
katılmaya çağırıyoruz.
Gezi faaliyetlerimiz, ayrıntılı bilgi ve ön
rezervasyonlar için:
0212 359 58 13 Tuba Taşyürek
[email protected]
“Mağaradan botla genç
kızların kenarında şarkı söylediği küçük
göle çıktığımızda, herhalde cennet bu olmalı
dedim.
Varadero'da turkuaz denizle bütünleşmek gezinin
bonuslarındandı.
Hâlâ devrim ruhunu yaşayan ve kahramanlarına sonsuz saygı
duyan insanların arasında olmak biraz buruk; ama heyecan
vericiydi.
Rahmetli babamın '58 Chevrolet'sini ve diğer eski Amerikan
arabalarını mükemmel kromajları ve tropik kuşlardan esinlenmiş
renkleriyle görmek gerçek bir şölendi.
Trinidad'daki barda Sibel Hanım'ın muhteşem dansını ve hepimizi
coşturmasını unutmayalım.
Her ne kadar puro ve mojitonun yanından geçmesem de sizi
mutlu etmesi beni de etti.
Her köşebaşında nasıl bu kadar mükemmel müzik
yapıldığına akıl erdiremedim.”
Gül Bayram
“Tüm grup
arkadaşlarımızla
aramızdaki uyum da zamanı
çok keyifli geçirmemizi sağladı.
Birlikte daha nice keyifli
seyahatler gerçekleştirmeyi
diliyorum.”
Hale Aksuna
“Olağanüstü
keyifli bir gezi; çok değerli
dostluklar ve harika anılara
dönüştü.
Bizi bundan sonraki
organizasyonlarınızda da vaktimiz
oldukça göreceksiniz.
Değerli arkadaşlarımız, bu vesile
ile başladığımız dostluklarımız,
umarım önümüzdeki günlerde de
perçinlenir.”
Asuman Özcengiz '88
“Gezinin tüm
heyecanı yüreğimde pır
pır ederken tekrar sizlere ses
verebilmek çok keyifli.
Sevgili Işıl ve ekibi ile şahane bir gezinin
parçası olduk. Sizleri tanımak da bu geziyi
taçlandırdı.
Tekrar birlikte olabileceğimiz günlere…
Kendim, Berke ve Sinan adına çok
teşekkürler.”
B. Funda Süzer
“Sevgili Işıl'ın
rehberliğinde yaşadığımız
güzel günlere katkınızdan
dolayı hepinize ayrı ayrı ve teker
teker teşekkür ediyoruz.
Başka seyahatlerde de sizlerle
olmaktan keyif alacağımızı
bilmenizi isteriz.”
Oktay Baker Gürpınar &
Mine Eser '86
“Hayal ettiğimizin bile çok
ötesinde güzel ve etkileyici geçen
Küba gezisi için hepinize tek tek ailece
teşekkür ediyoruz.
Bizim için inanılmaz bir deneyim oldu.
Darısı sonraki gezilere.
Sevgili Işıl, gezi boyunca yapıcı ve güleryüzlü yaklaşımınla
hepimize gerçek manada rehber oldun, ben en çok Santa
Clara yolunda sergilediğin derin ve bir o kadar da dokunaklı
performansından etkilendim. O her köşesi Che kokan
Küba atmosferinde o yüreğimize dokunan şiirleri ve son
mektupları nasıl boğazın düğümlenmeden okuyabildin,
hayran kaldım doğrusu.
Tebrikler ve teşekkürler!
İlk (ve son) puro deneyimimin sonuçlarına sizleri
de katlanmak durumunda bıraktığım için
hepinizden tekrar özür diliyorum.”
Alişan Günseli '92
“Bu unutulmaz
anılarla dolu gezi için
hepinize teşekkür eder,
daha birçok seyahatte
birlikte olmayı dilerim!”
Aliye Taner '82
“Işıl Göktürk’ün
rehberliğinde, tadı
damaklarda, sesi kulaklarda ve
şahane manzaraları hafızalarda kalan
çok güzel bir seyahat yaptık. Açıkçası
beklentilerimin üzerinde bir deneyim oldu.
Bu seyahatte birlikte olduğumuz ve uyum
içerisinde güzel anılar paylaştığımız için
hepinize teşekkür ederim
Yeni gezilerde birlikte olma dileğiyle!”
Leyla Spencer '92
B
35
“Gerçekten, bir
hafta boyunca süren keyifli
beraberliğin tadını hatırlatan güzel
yorumlar ve hatıralar paylaşılmış. Gerçekten
her biri çok keyifli anlardı; ama benim için sevgili
Sibel'in Trinidad'da dansa başlamasıyla Gruppo
Turco'nun adeta pistin yerini değiştirerek köşesinden
bir anda ayağa fırlaması unutulmazdı.
Işılcığım, senin turuna katılarak sadece mükemmel bir
rehber tanımadık, aynı zamanda fark ettirmeden yöneten
bir yöneticiyi, sorun yaratmayan bir sorun çözücüyü,
gönül kırmayan bir gönül alıcıyı, hayır demeden
reddedebilen bir zamanlama ustasını, deneyimli ve
paylaşımcı bir gezgini ve her şeyden öte mükemmel
bir insanı tanıdık. Çıtayı o kadar yükselttin ki,
bundan sonra farklı bir rehberin turunda (eğer
katılırsak) epey zorluk çekeceğiz.
Esra & Atilla Öztuna'89
"MERAK EDEN ÇOCUK"UN PENCERESİNDEN
ÖĞRETMENİN VASIFLARI ÜZERİNE
Doç. Dr. Zeynep Kızıltepe
B.Ü. Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi
BÜMED MEÇ Okulları Akademik Danışmanı
B
36
Eğitim fakülteleri ilk
kurulduğundan beri,
Türkiye’de gerek vakıf gerekse
devlet üniversitelerindeki
eğitim fakültelerinde
öğretmenlik formasyon
dersleri başta olmak üzere,
programlarda yer alan dersler,
kuramsal ve uygulamalı
ders yükleri, Yüksek Öğretim
Kurumu (YÖK) tarafından
belirlenmiş ve uygulanmak
üzere eğitim fakültelerine
iletilmiştir. Eğitim fakülteleri
bazı değişikliklerle, gönderilen
bu şablona uymaktadırlar.
Eğitim fakültelerinde
verilen dersler çoğunlukla
meslek dersleri olup, genel
kültür dersleri azdır. Çok
az sayıda fakülte kendi
iradesini kullanıp özellikle
dört yıllık programının ilk
yıllarında öğrencilerine diğer
fakültelerden sosyal bilgiler
içeren dersleri zorunlu ya da
seçmeli olarak almalarını
sağlamakta, öğrencilerinin
girdikleri programların
dışında da bilgi sahibi
olmalarına fırsat vermektedir.
Genel kültür olarak verilen
derslerin dışında bir de
öğretmenlik mesleğinin temel
taşlarını teşkil eden dersler
vardır ki onlar da artık ne
yazık ki eğitim fakültelerinin
programlarından
çıkarılmıştır. Örneğin,
eğitim sosyolojisi ve eğitim
felsefesi. Üniversitemizin
eğitim fakültesi, bu dersleri
programlarına dahil etmekte
her zaman ısrarlı ve titiz
olmuştur.
Son zamanlarda, tüm dünyada
yüksek öğretim kurumlarının
amaçlarını, hedeflerini
irdeleyen ve bu kurumlarda
öğrencilere verilen bilgileri
sorgulayan çalışmalar
yapılmaktadır. Bu çalışmaların
vardığı ortak nokta şudur:
Yüksek öğretim kurumları
işlevlerini klasik anlamda
B
37
yitirmiş; işe yararlılık
öne geçmiş; müfredatlar
öğrencileri birer ‘kültürlü’
veya ‘entelektüel’ insan
yapmaktan ziyade onlara
sadece bir meslek edindirme
görevini yüklenmiş ve zamanla
işin doğası sanki buymuş gibi
bir durum ortaya çıkmıştır.
Bunun sonucu olarak, ne yazık
ki öğretmenlerle öğrenciler
arasındaki ilişki de değişmiş,
öğretmen hizmetli ve öğrenci
de müşteri olmuştur.
Dolayısıyla bugün - diğer
fakültelerin yanı sıra - bir
eğitim fakültesi mezunundan
bahsederken, üniversitesine
göre onun iyi bir meslek bilgisi
edinerek mezun olduğundan
bahsedebiliriz ama eğitiminin
sonucu olarak bir yaşam boyu
öğrenme kültürü, bir uzak
görüşlülük, bir açık fikirlilik,
bir dünya vatandaşlığı ya da
sorumlu vatandaşlık kültürü,
insanlık değerleri edindiğini
söylememiz o kadar da
mümkün olmayabilir.
Bu değişimin en önemli
nedenlerinden biri, son
yüzyılda gerçekleşen bilgi
devriminin, dikkatleri sadece
bilgi üreten mesleklere
çevirmesidir. Bu durum,
yüksek öğretim kurumlarının
daha çok bireysel fayda ya
da bireysel çıkar sağlama
durumunu ön plana çıkarmış,
kişilerin öncelikli kaygısını
“Milli gelirden en fazla payı
nasıl kapabilirim?” haline
getirmiştir. Küreselleşme ve
bilgi teknolojilerinde olan
gelişmeler, eğitim sektörünü
şekil ve içerik olarak da
değiştirmiştir. Sadece malını
pazarlamaya yönlenme;
öğrencileri memleket, dünya ya
da toplum meselelerine karşı
duygusuz, ilgisiz, kayıtsız,
üreticilikten ziyade tüketici,
pragmatik ve iş merkezli
yapmıştır. Netice olarak, şöyle
demek acaba çok mu abartılı
olur? Öğrenciler, daima ileriye
gitmek isteyen, yaşam boyu
öğrenime gereksinim ya da ilgi
duyan, kendilerinin yanında
başkalarına da fayda sağlayan
kişiler olmaktan çıkmışlar;
geleceğin işçileri haline
gelmişlerdir.
Öğretmenlik sadece bir meslek
midir? Sadece işini yapıp,
para kazanmak mıdır? Sadece
‘Ne nasıl öğretilir’, ‘Sınıf
yönetimi nasıl yapılır’, ‘Öğrenci
psikolojisi nedir’, ‘Nasıl sınav
B
38
yapılır’ı mı bilmektir? Yoksa
bu konuların yanı sıra; eğitim
felsefesi, eğitim ahlakı,
sosyal bilinç, toplum ahlakı
ve anlayışı, kamu yararı,
vatandaşlık görevleri gibi son
derece önemli konuları da mı
içselleştirmektir?
Eğitim fakültelerinin
amacı, öğrencilerini ileride
öğretmenlik yaptıkları
zaman kendi öğrencilerine
rehber olacak ve onların
yollarına ışık tutacak şekilde
bilgilendirmek; onların
hayat tarzlarını, düşünce
ve yaşam stillerini aynı
amaçla biçimlendirmektir.
Bu kurumlarda yurttaşlık,
vatandaşlık bilgileri elde
edilmeli; ‘Sorumlu davranış
nasıl olmalıdır’ öğretilmeli;
aldıkları genel kültür
dersleriyle bakış açıları
genişletilmeli; öğrencilerin,
sadece mesleki bilgilerle
yetinmeyip; yaşam, toplum,
dünya vatandaşlığı ve sorumlu
vatandaşlık gibi konularda da
enine boyuna düşünmelerine
fırsat tanınmalıdır. Bu
kurumlarda geleceğin
liderleri yetiştirilmelidir;
bu liderler iş hayatının
liderleri olmayabilirler;
ama toplumun liderleri,
ailelerin liderleri olmaları
mümkündür. Kısacası, eğitim
fakültelerinin asıl amacı
meslek edindirmenin yanı
sıra, yarının öğretmenlerine
mesleklerinin temelini
teşkil eden bu felsefeyi de
benimsetmektir.
Eğitim fakültelerinde ve
tabii ki diğer fakültelerde
de okuyan öğrencilerimizi;
çok iyi okumuş, başarılı
olmuş ama insan olmamış,
sadece âtıl bir bilgi deposu
olmuş kişiler olarak
yetiştirmemeliyiz. Onları,
bilgisini kendi yararının
yanı sıra başkalarının yararı
için de kullanan kişiler
olarak yetiştirmeliyiz.
Kendini kolladığı kadar
çevresindekileri de kollayan
kişiler olmalarını istemeliyiz.
Tüm canlılara saygılı; bildiği
ve gördüğü haksızlıkları
dile getiren; faydalı, hayırlı
ve barışa yönelik işler
yapan kişiler olmaları için
çalışmalıyız. Onları, iyi
birer vatandaş olmanın
sorumluluğunu taşıyan kişiler
olarak yetiştirmeliyiz.
Öğretmenlik kısa bir süre için
yapılacak bir ‘iş’ değildir. O bir
yaşam felsefesi, bir gönül işi,
bir toplum rehberliğidir.
Kaynakçalar
Akerlind, G. S. A new dimension to
understanding university teaching,
Teaching in Higher Education, 9(3), 364375, 2009.
Bleiklie, I. & Byrkjeflot, H. Changing
knowledge regimes: Universities in a new
research environment, Higher Education,
44, 519-532, 2002.
Gültekin, N., Çelik, A. & Nas, Z.
Üniversitelerin kuruldukları kente
katkıları,Electronic Journal of Social
Sciences, 7(24), 264-269, 2008.
Kızıltepe, Z. Motivation and demotivation
of university teachers, Teachers and Teaching: Theory and practice, 14(5-6),
515-530, 2008.
Kızıltepe, Z. Purposes and identities
of higher education institutions, and
relatedly the role of the faculty, Eurasian
Journal of Educational Research, 40, 1731, 2010.
Okçabol, R. Öğretmen yetiştirme
sistemimiz. İstanbul: Ütopya Yayınları,
2005.
Rowland, S. Teaching for democracy in
higher education, Higher Education CloseUp Konferansında sunulan bildiri,
Lancaster Üniversitesi, 16-18 Temmuz,
2001.
Prof. Dr. Taner Bilgiç
DÜNYA YÜKSEKÖĞRETIM ALANINDA BOĞAZIÇI
ÜNIVERSITESI GERÇEK BIR MÜCEVHERDIR!
Aylin Buran '02
Boğaziçi Üniversitesi gerek
akademik altyapısı, gerek
geleneklerine bağlı anlayışı,
gerek kampusunun özel
konumu nedeniyle hem
Türkiye’de hem dünyada özel
bir yere ve saygınlığa sahip.
Dünya üniversitelerindeki
Boğaziçilileri konuk ettiğimiz
bu sayımızda, Boğaziçi
Üniversitesi’nin dünyadaki
konumu hakkında daha
detaylı bilgi almak üzere
Boğaziçi Üniversitesi Endüstri
Mühendisliği Bölümü Öğretim
Üyesi ve 2009 yılından beri
üniversitemizin Uluslararası
İlişkilerden Sorumlu Akademik
Koordinatörü olarak görev
yapan Prof. Dr. Taner Bilgiç’e
sorularımızı yönelttik.
Üniversitemizin değişim
programları, okulumuzu
ziyaret eden değişim
öğrencilerinin profilleri,
Boğaziçi Üniversitesi’nin öne
çıkan özellikleri, ele aldığımız
başlıklardı.
ve dünyanın geri kalanı ile olan
ilişkilerimiz de gelişti. Bugün
üniversitemize her yıl 600 kadar
öğrenci, değişim/ Erasmus öğrencisi
ve özel öğrenci olarak geliyor. Biz
de yaklaşık 500 öğrencimizi 33
ülkedeki akademik ortaklarımıza
gönderiyoruz. Değişim programlarına
katılım genellikle üçüncü sınıfta
oluyor. Böylece öğrenim hayatları
boyunca dört öğrencimizden birini
değişim programına yolluyoruz.
Bazı bölümlerimizde bu oran
%50’yi buluyor. Hedefimiz tüm
üniversitede %50 oranını yakalamak.
Değişim programlarında öğrenciler
karşı kurumlara öğrenim ücreti
ödemiyorlar ama diğer masraflarını
(yol, kalacak yer, sağlık sigortası,
yeme-içme vb.) kendileri karşılıyorlar.
Erasmus Programı kapsamındaki
anlaşmalarda öğrenciler bu masrafları
için ayda 300-500 Avro arasında
değişen kısmi bir destek alıyorlar.
Boğaziçi Üniversitesi’nde
öğrenci değişim programının
şu an geldiği noktadan
bahseder misiniz?
En yüksek değişim kapasitemiz
olan ülke Almanya. Almanya’dan
130 kadar öğrenci geliyor. Ardından
ABD’den 100 kadar öğrenci geliyor.
Bunu Fransa, Hollanda ve İtalya 25-35
öğrenci ile izliyor. Gelen öğrenciler
ağırlıklı olarak lisans öğrencileri; ikinci
ya da üçüncü sınıfta oluyorlar. Sosyal
ve beşeri bilimler okuyanlar ağırlıklı
ama son yıllarda artan sayılarda doğal
bilimler ve mühendislik öğrencileri de
gelmeye başladılar.
Boğaziçi Üniversitesi’nin Robert
Kolej’den devraldığı geçmişi
ve geleneğinden dolayı Kuzey
Amerika üniversiteleri ile çok
güçlü ilişkileri var. Üniversitemizde
öğrenci değişim programlarının
büyümesi ise 2004 yılında Erasmus
Programı'nın bir parçası olmamızın
ardından gözlediğimiz bir olay.
Bu sayede Avrupa üniversiteleri
ile gelen gidenimiz çok arttı ve
bunun getirdiği öğrenci değişim
altyapısı ve görünürlük ile ABD
Üniversitemize çoğunlukla
hangi ülkelerden hangi
profilde öğrenciler geliyor?
Gelenlerin en yoğun tercih ettikleri ilk
üç bölüm Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler, İşletme ve Tarih. Sadece bu
üç bölüme gelen öğrenci sayısı tüm
gelenlerin üçte birine karşılık geliyor.
Gelenlerin en yoğun almak istedikleri
dersler ise “Turkish for Foreigners.” Bu
derslerin kapasitesi çok zorlanıyor.
Bunu siyaset dersleri izliyor.
Yıllar içinde gelen öğrenci profilinin
daha iyiye doğru evrildiğini
gözlüyoruz. Üniversitemiz hangi
kurumlarla anlaşma imzalayacağı
konusunda çok titiz ve seçici
davranıyor. Türkiye’ye sadece sosyal/
kültürel deneyim için gelen bir
grup öğrenci var. Bunlar giderek
İstanbul’daki başka üniversiteleri
tercih etmeye başladılar. Bize hem
akademik hem de sosyal/ kültürel
deneyim için gelenlerin oranı artıyor.
Kendi kendini düzelten bir sistem
olarak gelişti bu.
Boğaziçili öğrenciler
yurtdışındaki hangi okulları
tercih ediyorlar?
1.200 öğrencimizi 33 ülkeye
yollayacak kapasitemiz var.
Programlara her yıl 1.000 öğrencimiz
başvuruyor; 750’sini bir programa
yerleştiriyoruz. Yerleşenlerden 500’ü
programa katılıyor. Her yıl değişim
programları ile yurtdışına giden 500
kadar öğrencimizin 120-130’u Kuzey
Amerika üniversitelerine gitmeyi
tercih ediyor. Tahmin edeceğiniz gibi
New York, Boston, Kaliforniya en çok
tercih edilen şehirler ve bölgeler.
University of California sistemi ile
yüksek sayıda karşılıklı kapasitemizin
olduğu bir anlaşmamız var. 2011
yılında imzaladık. En popüler
anlaşmalarımızdan biri oldu.
Avrupa’ya gidenlerin ilk tercihleri
Hollanda, Fransa, İngiltere, İspanya,
İtalya şeklinde sıralanıyor. Bu
tercihlerde, gidilen üniversitelerde
İngilizce ders bulabilmek en
önemli etkenlerden biri. Boğaziçi
B
41
B
42
Üniversitesi gidilen ülkenin dilinde
en az dört dönem ders alınmamışsa
o programa öğrenci yollamıyor.
Öğrencilerimizin akademik başarısı
için bunu önemsiyoruz. Öte yandan,
Uzakdoğu'ya ilginin arttığını
gözlüyoruz. Japonya, Hong Kong,
Singapur, Kore, Çin, Hindistan giderek
daha fazla öğrenci yolladığımız
bölgeler.
Portekizce öğretmediğimiz için
Portekiz ve Brezilya üniversiteleri
ile öğrenci değişim ilişkimiz
yoktu. Gelecek yıldan itibaren
üniversitemizde Portekizce de
öğretmeye başlıyoruz. Bu bölgeler
ile ilişkimizi güçlendirecek bir adım
olacak bu.
Yurtdışındaki okullar
ile Boğaziçi Üniversitesi
arasındaki benzerlikler
ve farklılıklar hakkında
gözlemleriniz nelerdir?
ABD üniversiteleri ile ilişkilerimiz
çok kolay yürüyor. Sistemlerimiz
birbirine çok yakın. Dersler bizdeki
gibi işleniyor, derslerin ara sınavları,
ödevleri, projeleri, finalleri var.
Dönemler bizdeki gibi 12-13 hafta.
Kredi transferleri görece çok kolay.
Amerikan eğitim sisteminin mirasçısı
olmamızın büyük avantajı var. Öte
yandan Avrupa’nın yükseköğretim
sistemleri çok çeşitli ve karmaşık.
Derslerin işleniş biçimleri çok farklı.
Öğrenciye daha çok sorumluluk
yükleyen ve sadece dönem sonunda
sınavlar ile ölçüm yapan sistemler var.
İngiltere’de çoğu üniversite sadece
yıl sonunda sınav yapıyor. Bu da
bizim tek dönem İngiltere’ye giden
öğrencimizi çok zorluyor. Fransa’da
sözlü sınavlar var.
Güney Avrupa sistemleri çok kalabalık
öğrenci kitlelerini üniversiteye alıp
çoğunu ilk sene sonunda eliyor.
Hollanda’da sınav performansı
bazında öğrenci seçip üniversiteye
almak yasal değil! Son yıllarda
Avrupa ülkeleri, Bologna Süreci
ile birbirilerine daha uyumlu bir
yükseköğretim sistemi oluşturmaya
çalışıyor. Fakat bunu yaparken öyle bir
bürokrasi yaratıyorlar ki sonu nereye
varacak emin değilim. Her şeye
rağmen öğrencilerimizin bu değişik
sistemlerde birer dönem geçirmesi
müthiş bir tecrübe. Erasmus Programı
tartışmasız olarak Avrupa Birliği’nin
en başarılı projesi. Avrupa’yı
birleştirme ve nesilleri kaynaştırma
işlevlerinde büyük katkısı oluyor.
Öğrencilerimizin bu projenin içinde
olmasından ve sadece Türkiye’nin
değil, Avrupa’nın da geleceğini
şekillendirecek nesiller içinde yer
almasından çok memnunuz.
Uzakdoğu üniversiteleri atılım
içindeler. Kore, Hong Kong ve
Singapur yükseköğretime çok büyük
kaynak aktardılar. Çin üniversiteleri
de büyük atılım içinde. Hindistan
biraz geriden gelmekle birlikte çok
dinamik. Bu gelişen ekonomilerin
ve sistemlerin içinde olmak da
öğrencilerimiz için farklı bir deneyim.
Öğrencilerin yaklaşımlarını
nasıl gözlemliyorsunuz?
Mini Şampiyonlar
Final Yolunda!
Bu zamana kadar siz onun elini tuttunuz. Şimdi dünya yıldızları onun elini tutacak.
3 şanslı Mini Şampiyon Berlin'de oynanacak UEFA Champions League finalinde
futbolcularla el ele sahaya çıkacak. Aileleri bu Paha Biçilemez heyecanı
MasterCard’ın özel davetlisi olarak tribünde yaşayacak.
Hadi siz de çocuğunuzun fotoğraflarıyla MasterCard Facebook sayfasındaki
Mini Şampiyonlar yarışmasına katılın, Paha Biçilemez bir deneyim yaşayın.
/MasterCard
Boğaziçi Üniversitesi çoğunlukla
kendi karşılıklı değişim programı
anlaşmaları ve özel öğrenci programı
sayesinde bağımsız başvuru yoluyla
öğrenci aldığı için bize daha “özgür
ruhlu ve maceracı” öğrenciler geliyor.
Yoksa dünyada bu işi yapan üçüncü
parti kurumlar var. Bunlar sizi alıp
bir başka ülkeye götürüyor, her türlü
ihtiyacınız ile ilgileniyor, kalacak
yerinizi ayarlıyorlar. Bize de özel
öğrenci getiren birkaç kurum var
ama az sayıda öğrenci getiriyorlar.
Boğaziçi’ne gelenlerin çoğu (sırt)
çantalarını alıp geliyorlar!
B
44
Gelen Amerikalı öğrencilerin hemen
hepsi Superdorm’da kalıyorlar.
Avrupalı öğrencilerin ise hemen hepsi
şehrin çeşitli bölgelerinde ortak ev
kiralıyorlar. Çoğunun Türkiye ile ilgili
iyi kötü fikirleri ve önyargıları oluyor.
Bunlar, burada geçirdikleri zaman
içinde dönüşüyor. Çoğu, derslerimizi
ve sınavlarımızı zor, notlarımızı kıt,
öğrencilerimizi İngilizce konuşmakta
tutuk buluyorlar. Ama Uluslararası
İlişkiler Ofisi’nin her dönem
düzenli olarak yaptığı anketlerde
“Boğaziçi’nde geçirdiğim dönem
beklentilerimi tümüyle karşıladı,”
cümlesine %45 oranında “Kesinlikle
Evet”, %40 oranında “Evet,” diye yanıt
veriyorlar.
Aynı şekilde giden öğrencilerimiz
de deneyimlerinden çok hoşnutlar.
Yarısından fazlasının ilk yurtdışı
deneyimi oluyor. Mezun olduktan
sonra lisansüstü programlara
katılmak isteyenler ve yurtdışında
çalışmak isteyenler için daha
yararlı bir deneyim olduğunu
söyleyebiliriz. Daha çok öğrencimizi
gönderecek kapasitemiz var ancak
maddi imkansızlık, daha fazla
sayıda öğrencimizin programlara
katılımını engelliyor. Öğrenim
ücreti ödememelerine rağmen
ABD’deki programlara katıldıklarında
öğrencilerimiz 5.000-10.000 Dolar
arasında bir masraf yapmak zorunda
kalıyorlar. Mezunlarımızın katkısı ile
Boğaziçi Üniversitesi Vakfı bünyesinde
oluşturduğumuz bir Değişim
Öğrenci Bursu programımız var. Burs
Ofisi aracılığı ile ihtiyacı olanlara
dağıtıyoruz. Bu burs programına olan
ilginin artması öğrencilerimiz için çok
yararlı olacaktır.
Üniversitelerin uluslararası
ortaklıklarının önemini nasıl
yorumluyorsunuz?
Çok yüksek nitelikli üniversitelerden
oluşan bir ortak portföyümüz var.
Dünyanın en saygın yüksek öğrenim
kurumları ortaklarımız arasında.
Örneğin “Ivy League” üniversiteleri
hemen hiç değişim programı
yapmazken bizim ikisi ile (Columbia
ve Brown) değişim anlaşmamız
var. Princeton’un Woodrow Wilson
Okulu’nun Türkiye programını ve NYU
Stern School of Business’in “Doing
Business in Turkey” programına biz ev
sahipliği yapıyoruz. İşletme Kulübü,
Harvard College in Asia programını
başarı ile yürütüyor.
Yükseköğretim sistemleri tüm
dünyada değişim içinde. Hem küresel
ölçekte rekabet hem de bilgiye farklı
biçimlerde erişim daha önce hiç
olmadığı oranda arttı. Tüm kurumlar
buna ayak uyduracak stratejiler
geliştirmeye çalışıyorlar. Boğaziçi
Üniversitesi olarak öğrenci değişim
programlarından çok memnunuz.
Ancak “Daha farklı neler yapabiliriz,
öğrencimize, öğretim üyemize ve
ortaklarımıza katma değeri yüksek
yeni modeller oluşturabilir miyiz?”
sorularını sürekli gündemimizde
tutuyoruz.
Araştırma odaklı ortaklıklar hem
öğrencimizin hem de öğretim
üyelerimizin profillerine daha uygun.
Doktora öğrencilerimize çalışmaları
süresince ve mezun olduklarında
araştırma olanakları sunan ortaklıkları
önemsiyoruz. Lisansüstü seviyede
ortak ve çift diploma programlarında
çok seçici davranarak bu programları
destekliyoruz.
Dünya üniversiteleri içerisinde
Boğaziçi Üniversitesi'ni nerede
konumlandırıyorsunuz?
Görevim nedeniyle katıldığım
toplantılarda bu soru bana çok
soruluyor. Bu soruya hep verdiğim
yanıtın en kolay derginizin okurları,
üniversitemizin mezunları tarafından
anlaşılacağını sanıyorum. Dünya
yükseköğretim alanında Boğaziçi
Üniversitesi gerçek bir mücevherdir!
Olağanüstü güzel kampusuyla,
akademik ve sosyal gelenekleri ile,
müthiş öğrencileri ve akademik
kadrosu ile, işlerini seven personeli ile
yakalamış olduğu ahenkli üniversite
yaşamının eşi benzeri çok az bulunur.
Günümüzde dünya üniversitelerini
çeşitli kriterlere göre sıralayan birçok
kurum ortaya çıktı. Bunlar basında
ve sosyal medyada da çokça haber
oluyorlar. Üniversitenin çok yönlü
faaliyetlerini genellikle tek bir skora
dönüştürerek ölçmeye çalışan bu
sıralama yöntemlerini eleştirenler
de yok değil. Boğaziçi Üniversitesi
bu lig tablolarında son yıllarda
yükselen bir performans ile yer
bulmaya başladı. Bu yıl Times Higher
Education sıralamasında 139. sırada
yer aldık. Bunun başlıca nedenleri
gittikçe artan yüksek etkili araştırma
performansımız ve artan uluslararası
görünürlüğümüz. Fakat unutmamak
gerekir ki bu sıralamalarda kullanılan
ölçme yöntemleri yüksek salınımlar
üretmeye çok açık ve araştırma
performansına çok ağırlık veriyor. Bir
yıl ilk yüzde yer alırken bir başka yıl
ilk iki yüz arasına girememek işten
bile değil. Bu salınım genellikle ilk
25-50 üniversite için çok azalıyor. O
bölgedeki üniversitelere bakarsanız
Boğaziçi Üniversitesi’nin dünyadaki
akranlarını da görürsünüz.
HÜRRİYET İCRA KURULU'NDAKİ ÜÇ BOĞAZİÇİLİ'NİN
GÖZÜNDEN MEDYAYA BAKIŞ
Hakan Zihnioğlu ’91, Tamer Atabarut '88
B
46
Basın ve medya sektörünü
diğerlerinden ayıran en
önemli özellik, günceli takip
etmesi. Bu hızlı tempoda
ülke ve dünya gündemini
izleyen üç Boğaziçili Mart
sayısındaki konuklarımız:
Hürriyet İcra Kurulu Başkanı
Ahmet Özer' 92, Pazarlama
Direktörü ve İcra Kurulu Üyesi
Birim Gönülşen Özyürekli ’01,
İnsan Kaynakları Direktörü
ve İcra Kurulu Üyesi Tuba
Köseoğlu Okçu '94. Medya
dünyasındaki Boğaziçili bakış
açısını hissedebileceğiniz
röportajımızı zevkle okumanızı
diliyoruz.
olduğunu da söylemeliyim. Öte
yandan, sadece medyanın değil,
dünyanın temposu böyle. İşinizin
temposu yüksek olunca, siz de
otomatikman güncel, taze ve hep
ileriye bakarak yaşıyorsunuz. Bu
tempoya iş nedeniyle alışmak,
dünyaya da adapte olmak
konusunda, bir fark yaratma şansı
veriyor.
Basın ve medya sektörünü
diğerlerinden ayıran en önemli
özellik, günceli takip etmesi.
Bu noktada nasıl bir tempoda
çalışıyorsunuz ve bunu nasıl
yönetiyorsunuz?
ettiğiniz durumu zorunluluk olarak
değil, fırsat olarak görüyorum. Bu
çatı altında çalışmak, çok fazla kişisel
gelişim fırsatı veriyor, kurumun da
hızlı ilerlemesi için toplamda bir
enerji yaratıyor.
Birim Gönülşen Özyürekli: Çılgın
bir tempo olduğu kesin. Ancak
keyif alanların yapabileceği bir şey
Her gün ilgi çekecek bir şeyler
bulmak zorundasınız, yani her
gün adeta şapkadan tavşan
çıkarmak durumundasınız.
Reyting ve tiraj kaygısı ciddi
bir stres olmuyor mu?
Birim Gönülşen Özyürekli: Tarif
Tuba Köseoğlu Okçu: Birim’in
dediği gibi, bu bir fırsat. Açıkça
söyleyebilirim ki, yirmi küsur senedir
çalışıyorum; ama Hürriyet’teki kadar
kendimi sürekli bir şey öğrenerek ve
geliştirerek, taze tutma hissiyatını
başka bir yerde hissetmemiştim.
Gerçekten hızlı bir tempo var ve
bu hızlı tempo, artık günlük rutin
tempoya dönüşmüş durumda.
Burada en heyecan verici olan
şu: Her şeyinizi planlıyorsunuz;
ama öyle bir olay gelişiyor ki
bütün planınızı bir kenara bırakıp,
yepyeni bir gündem hazırlamak
zorunda kalıyorsunuz. Gerçekten
çoğu sektörde görülmemiş bir
adaptasyon, kriz yönetimi refleksi
var burada. Bunların hepsini
Hürriyet’te elde edebiliyorsunuz.
Birçok profesyonelin böyle bir
tempoya girip, kendini “crash” teste
tabi tutması lazım; ayakta kalıyor
mu, kalmıyor mu? Çünkü Birim’in
dediği gibi, severseniz müptelası
olacağınız bir şey; fakat sevmeyenler
için de, bence dayanması çok zor.
Birim Gönülşen Özyürekli: Benim
FMCG (Fast Moving Consumer
Goods) deneyimim var. Bence
FMCG’nin “fast” tanımıyla, Hürriyet
dünyasının “fast” tanımı arasında
bir uçurum var. Aynı “fast”ten
bahsetmiyoruz. Onu burada
çalışınca anlıyor insan.
Ahmet Özer: Katılıyorum. Hepimiz
işimiz gereği çok yüksek bir
adrenalinle çalışıyoruz. Çünkü haber
çok hızlı tüketilen bir şey. Günümüz
dünyasına dijitalin de girmesiyle,
artık her şey çok hızlı eskiyor. Geçen
gün gündemdeki çok önemli bir
haberi web sitemizde göremedik.
Öğrendik ki birkaç saat yayında
tuttuktan sonra okunma istatistikleri
azalınca kaldırmışlar. İnanılmaz bir
hız... Sadece yayın değil,
reklam teknolojileri de
takip ettiğimiz KPI’lar da
çok hızlı değişiyor, bir sene
Ahmet Özer
İcra Kurulu Başkanı
1972 doğumlu olan Ahmet Özer lisans
eğitimini Boğaziçi Üniversitesi İktisat
Fakültesi’nde tamamlamış, iki yıl çeşitli
firmalarda proje geliştirme rollerinde
görev yaptıktan sonra 1997 yılında
Doğan Holding bünyesine katılmıştır.
2005 yılına kadar Doğan Holding
bünyesinde İş Geliştirme Müdürlüğü
pozisyonunu üstlenen Özer, 2005
yılında Strateji ve Yatırımcı İlişkileri
Koordinatörü olarak Hürriyet’e geçmiş,
2009 yılı itibariyle de İcra Kurulu üyesi
olarak Hürriyet İnternet Grup Başkanı
pozisyonuna atanmıştır. Hürriyet’in
yurtdışı iştiraki olan Trader Media
East’in satın alınma sürecinin başarıyla
yürütülmesinde ve tamamlanmasında
önemli katkılarda bulunan Özer,
Temmuz 2010 itibariyle bu şirketin
yedi ayrı ülkedeki tüm birimlerinin
yönetim sorumluluğunu da üstlenerek,
TME İcra Kurulu Başkanlığı (CEO)
görevine getirilmiş ve 2014 yılına kadar
Moskova’daki merkez ofiste bu görevini
sürdürmüştür. Ahmet Özer, Haziran
2014 itibariyle Hürriyet Dünyası İcra
Kurulu Başkanı (CEO) olarak atanmıştır.
Özer, evli ve 2 çocuk babasıdır.
Birim Gönülşen Özyürekli
Pazarlama Direktörü
İcra Kurulu Üyesi
Tuba Köseoğlu Okçu
İnsan Kaynakları Direktörü
İcra Kurulu Üyesi
1979 yılında İzmir’de doğan Birim
Gönülşen Özyürekli, Karşıyaka Anadolu
Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi
Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve
uluslararası ilişkiler eğitimi almıştır.
Profesyonel hayata 2001 yılında,
Management Trainee olarak CocaCola A.Ş.’ de başlayan Birim Gönülşen
Özyürekli aynı kurumda hem yurt
içinde hem de yurtdışında birçok görev
üstlenerek çalışma hayatına devam
etmiştir. Coca Cola A.Ş.’ de; Schweppes
& Burn Marka Müdür Yardımcılığı
ile başladığı pazarlama kariyerinde
ilerleyerek Orta ve Doğu Avrupa CocaCola Pazarlama Müdürlüğü, Avrasya ve
Afrika Grubu İş Geliştirme Müdürlüğü
ve son olarak da Türkiye Meyve Suyu
Kategorisi Pazarlama Müdürlüğü
görevlerini başarıyla sürdürmüştür.
Birim Gönülşen Özyürekli, 20 Mayıs
2013 tarihi itibariyle Pazarlama
Direktörü ve İcra Kurulu üyesi olarak
Hürriyet ailesine katılmıştır.
1971 yılında İstanbul’da doğan Tuba
Köseoğlu Okçu, Notre Dame de Sion
Fransız Lisesi’ni takiben,1994 yılında
Boğaziçi Üniversitesi MütercimTercümanlık Bölümü’nden mezun oldu.
Köseoğlu Okçu, çalışma hayatına
1994 yılında Simültane Konferans
Tercümanı olarak başladı ve Tercüme
Konseyi’nde görev aldı. Boğaziçi
Üniversitesi’nde öğretim görevlisi
olarak çalışan Köseoğlu Okçu, 19972008 yılları arasında Doğuş Grubu
bünyesinde görev yaptı ve sırasıyla
Garanti Bankası Eğitim Müdürlüğü’nde
Performans Danışmanı, Humanitas
Doğuş İnsangücü Yönetimi’nde Üst
Düzey Yönetici Geliştirme Müdürü,
Doğuş Holding’de İnsan Kaynakları
Bölüm Başkanı ve Doğuş Otomotiv’de
İnsan Kaynakları Koordinatörü olarak
görev aldı. Köseoğlu Okçu,15 Mart
2012 tarihinde başladığı Hürriyet
bünyesindeki İnsan Kaynakları
Direktörü ve İcra Kurulu Üyeliği
pozisyonundan önce, 2008-2012
arası Eastpharma Deva Holding İnsan
Kaynakları Organizasyonel Gelişim
Direktörlüğü görevini yürütmekteydi.
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı Yönetim
Kurulu Üyesi olan Köseoğlu Okçu’nun
ayrıca seyahat yazıları yazdığı
paullende.blogspot.com ve kitap
tanıtımları yazdığı paullendereads.
blogspot.com isimli blogları
bulunmaktadır.
B
47
kullandığınız KPI’a bakıyorsunuz
sonraki sene bizim için önemini
yitirmiş. Bütün bu hız, dijitalin
hayatımıza girmesiyle başladı.
Dolayısıyla, tabii çok keyifli.
Daha önce geleneksel bir
medya düzeni vardı. O
geleneksel medya düzeninden
dijitale hızlı bir geçiş var;
ama buna bağlı olarak
gazetelerin, gazetecilerin ve
buradaki personelin alıştığı
ortamlar çok farklı. Bunu
nasıl yönetebiliyorsunuz? Çok
hızlı bir değişim var sizin de
dediğiniz gibi. Bu değişim iç
dinamiklere nasıl yansıyor?
Nelerde zorlanıyorsunuz?
Tuba Köseoğlu Okçu: Benim
2012’de Hürriyet’e gelişim, o
değişimin dijital transformasyon
sürecinin artık yapısal bir şekilde
başlamasının kararıyla ortaya
çıkmıştı. 2012’de geldiğimde birçok
proje aynı anda gidiyordu. Şimdi
unutmamak gerekiyor ki, evet
medya çok hızlı, günü yakalayan
bir sektör olmakla beraber, bu tür
yapısal değişiklikleri çok yaşamış
bir sektör değil, daha geleneksel.
Özellikle Hürriyet’in çalışanlarıyla
farklı bir bağı var. Kişiler çok uzun
yıllardır ve aynı pozisyonlarda
çalışıyorlar. 50. sene kıdem ödülü
verdiğimiz çalışanlarımız oldu.
İşlerini belli bir şekle sokmuş ve
yıllardır yapan kişilerin dönüşümünü
sağlamak en zor süreçlerden
biriydi ve çok hızlı yapabildiğimiz
bir şey olmadı. Teknolojiyi satın
alabiliyorsunuz, süreçleri gidip
başka şirketlerden “benchmark”
edebiliyorsunuz. Basın işinde
Türkiye’ye uygun bir “benchmark”
da olmadığı için, yolunuzu kendiniz
bulmanız gerekiyor. O anlamda,
insan kaynağı boyutu, burada da en
büyük fark yaratan boyut. Mesela
transformasyon başladığında, iş
zekâsı uzmanı, kullanıcı deneyimi
uzmanı gibi pozisyonlar için
adaylar aramaya başladık. “Hürriyet
İnsan Kaynakları’ndan arıyorum”
diyorsunuz, “Ben gazeteci değilim
ki, beni niye arıyorsunuz,” diyor
aranan kişi. Hem içeride bir algı
yönetimi yaparken, hem de dışarıda
Hürriyet’in yalnızca bir gazete
olmadığını, dijital anlamda da, çok
ciddi atılımlar yapan bir mecra
olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Tabii ki, çeşitli eğitimler oldu;
değişim yönetimi ile ilgili destekler
oldu. Çok uzun yıllardır bu mesleği
yapıp, çok kısa sürede buna adapte
olup, bunu benimseyenler olduğu
gibi, çok kısa süredir bu meslekte
olup da bu değişime direnç
gösterenler de oldu. O anlamda da,
birçok teknik destek verdik.
Dünyada bu konular artık çok
konuşuluyor, çok çeşitli konferanslar
var. Önceleri sadece takipçi olarak
katıldığımız konferanslarda 2014’te
biz bir şeyler anlatır hale geldik,
konuşmacı olarak gitmeye başladık.
O anlamda, çok hızlı bir mesafe
katedildi. Aslında ben, “Hürriyet’in
DNA’sı değişiyor,” diyorum.
Rakiplerimiz de değişiyor. Artık
sadece gazetelerle değil dünya
devleri ve dijital, çevik kurumlarla
rekabet ediyoruz. İşte o DNA
değişim süreci hâlâ devam ediyor.
Hem yöneten insanlar için, hem de
çalışanlar için kolay değil. Yaptığınız
mevcut işte başarılısınız, en iyisiniz;
ama ona rağmen değişmeniz
gerekiyor. Değişimi kavramak ve
kabul etmek, biraz vizyonu açmakla
mümkün. Belirtmem lazım ki,
Yönetim Kurulu Başkanımızdan, İcra
Kurulu Başkanı'na, bütün yayındaki
yöneticilere kadar, herkesin elini
taşın altına koyduğu bir süreç oldu
bu.
bu kadar aşabiliyor olması, artık bu
markanın daha önce hiç olmadığı
başka alanları kapsayabilecek
duruma gelmesi, gerçekten çok
büyük bir başarı hikâyesi. Bunun
içinde olanlar da, bunu hissettikçe,
yoluna devam etmek için daha
fazla motive oluyor. Ben kendi
ekibimde bunu çok net görüyorum,
başkalarıyla çalışırken de, bu bakış
açısının aktarıldığını hissediyorum.
Ahmet Özer: Bu sadece insan
Hürriyet’in dijitalde rakipleri
karşısında konumu nedir?
kaynaklarındaki organizasyonel
değişimle ilgili değil, tam bir “kafa
yapısı, anlayış” dönüşümü. O yüzden,
bir yandan çok sancılı, bir yandan da,
heyecanlı olduğunu düşünüyorum.
Öyle pat diye olan bir şey de değil.
Bir yandan gündemimiz; gazeteden
dijitale dönüşüm, bir yandan da,
kendi içimizde bilgisayardan mobile
dönüş yaşıyoruz. Anlayacağınız,
bizde dönüşümün sonu yok.
Birim Gönülşen Özyürekli:
Konuşmanın başında “Bunu nasıl
yönetiyorsunuz?” diye başlamıştık
ya, bunun bir parçası olmak,
herkese bunun bir parçası olduğunu
hissettirmek, en kilit nokta oluyor.
Kurumun içerisinde o his yayıldıkça,
yöneticilerin de ekipleriyle
çalışmaları çok kolaylaşıyor. Bu hissin
bana nasıl geçtiğini söyleyeyim.
Çok enteresan bir geçiş hikâyesi
oldu. Pazartesi günü işe başladım,
Salı günü bir ekiple, ABD’ye Silikon
Vadisi’ne gittim. Daha önce 12 yıl
uluslararası bir şirkette çalışmıştım.
Bu şirketin merkezi Amerika’ydı
ve bu süre zarfınca ABD'ye ziyaret
sayım sınırlıydı. Burada hayat çok
hızlı ve fark etmeden dönüşümün ya
parçasısınız, ya da dışarıdasınız.
Bunu bu şekilde başlatıp, büyük
harflerle arkasında durduğunuzu
hissettirdiğiniz ve işlere de bunu
yansıtmaya başladığınız zaman,
herkes dönüşümün bir parçası
olmak için daha istekli oluyor.
Bu demek değildir ki, yüzde yüz
kabulleniş oluyor. Önemli bir kısım
için de, motivasyon kaynağı oluyor.
Çünkü insanlar şirketin baktığı o
geniş vizyondan etkileniyorlar. 67
yıllık bir gazete markasının, kendini
Ahmet Özer: Basında olduğu
gibi dijitalde de en büyük yayıncı
biziz. Ancak bu bize yetmiyor,
insanların bizim platformlarımızda
geçirdiği vakti artırmak istiyoruz.
Gelip orada kalmasını, haberlerle
angaje olmasını, yorum yapmasını,
tanıdıklarına göndermesini istiyoruz.
Diğer sosyal medyanın KPI’larıyla
yarışıyoruz. Yapacak çok işimiz var,
düz haber sitesi olarak görmüyoruz
kendimizi.
Birim Gönülşen Özyürekli: 2013-
2014’te en çok paylaşılan haber
sitesi olduk, bu çok önemli. Bütün
bunlara ek olarak da, www.hurriyet.
com.tr aslında bir referans kaynağı.
Bu da, bizi diğer mecralardan
ayırıyor. Okuyucuya, kullanıcıya
internet sitesinde de sorduğumuzda
“www.hurriyet.com.tr’ ye bakmadan
emin olamıyorum, www.hurriyet.
com.tr’den bakıyorum ve tamam
doğrudur diyorum,” diyor.
Boğaziçi’ni üç kelimeyle tarif
et deseler ben, “Özgürlüğü
öğreten yer” derim. Siz
Hürriyet’i ve şimdiki
pozisyonlarınızı üniversitedeki
kadar özgür buluyor musunuz?
Boğaziçi’nin verdiği özgür
düşünme yeteneği, öğretisi
burada sonuna kadar işliyor
mu?
Ahmet Özer: Boğaziçi özgürlük
dışında kendine güven de verir; bir
yaşam formatı verir. Burada 1.700
kişi çalışıyor. Bizim markamızda
en çok gördüğümüz şey, köklü
olması, güvenilir olması, gazetecilik
ilkelerinin çok güçlü olması ve bu
ilkelere sadık olması. Bu değerleri,
dijitale de taşıyabiliyoruz. Aynı
zamanda Hürriyet’te geleneği de,
yeniliği de, özgürlük ve kendine
güven içerisinde yaşatabiliyoruz.
B
49
O anlamda çalıştığım kurumu
üniversiteme benzetiyorum.
Birim Gönülşen Özyürekli: Şu anki
Birim Gönülşen Özyürekli: Boğaziçi
benim için özgürlük kadar, her şeyi
yapabilirim hissini de çağrıştırıyor.
Boğaziçi’ne ilk geldiğimde, onun
heyecanını hissederek gelmiştim. Bir
İzmirli olarak, o ruhu da, geldiğim ilk
gün fark ettim. Her şeyi yapabilirim
hissi, çok değerli bir his. Dünyayı
değiştirebilirim, diyerek geçirdim
Boğaziçi yıllarımı. Değiştirip
değiştirmemeniz önemli değil;
ama bence 18 yaşında bir insanın
kafasından öyle şeyler geçebilmesi
Boğaziçi’nin öğrencilerine
hediyesidir. Buraya geldiğimde de,
bu hissi aldım ve içimde bugün
de devam ettirebiliyorum. Bu çok
değerli. Ben ikisini bu anlamda çok
örtüştürüyorum.
Tuba Köseoğlu Okçu: Ben Notre
B
50
Dame de Sion mezunuyum.
Boğaziçi’ne geldiğimde kültür şoku
geçirdim. Lisede kurallar vardı ve
kural sorgulanmaz, uygulanırdı.
Boğaziçi onu hakikaten çok iyi
tamamladı. Boğaziçi’nde çok
zorlanmama rağmen, bakış açımı
genişlettim. Hürriyet’e gelinceye
kadar, büyük, kurumsal firmalarda
çalıştım; bu şirketler kuralların,
standartların ve çerçevelerin belli
olduğu yerlerdi. Hürriyet’e ilk
geldiğimde, şunu hissettim; her
türlü öneriyi getirebilirim. Hatta ilk
zamanlarda “niye o önerileri ben
getirmeden başkası getiriyor”u
sorgulamaya başlamıştım. O
anlamda Boğaziçi’ndeki “farklı
düşün, farklı şeyleri ifade et”
kültürünü, Hürriyet’te kendi
yaptığım işte birebir yaşıyorum.
Her şeyi ifade edebiliyorum. Her
seferinde uygulanmaya alınmasa
bile fikirlerimi özgürce ifade etmeyi
çok değerli buluyorum. Ekibimdeki
arkadaşlarıma “Hürriyet’te
çalışmanın en güzel tarafı ne?” diye
sorduğumda, “Burada çok özgürüm,”
diyorlar. Gençlerin bakış açısından
da o hürriyetin devam ettiğini
görüyoruz.
Boğaziçi Üniversitesi’nin
150. yılını yakın zaman
önce kutladık. Tabii bu 150
yıllık süreç içinde toplum
yapısında birçok değişiklik
oldu. İlk başlardaki öğrenci
profiliyle, şimdiki öğrenci
profili arasında çok büyük
farklar var. Hatta 15-20 yıl
önceki öğrencilerle, şimdiki
öğrenciler arasında bile
bu farkı görüyorsunuz. Bu
bağlamda, 30-40 yıl önceki
okuyucuların beklentileriyle
şu andakiler çok farklılaşıyor.
Toplumsal ve teknolojik
değişim sürerken, Hürriyet’e
bağlılığı devam ettirmek
nasıl bağdaşacak? Çoğu insan
gazeteye bile bakmadan,
sitelere ve sosyal medyaya
bakarak gününü geçirebiliyor.
Hürriyet, okuyucularının
aidiyet duygusunu
sürdürebilecek mi?
genel yayın yönetmenimiz, Sedat
Bey’in Hürriyet Çocuk Kulübü üyelik
kartı varmış. Hürriyet o kadar çok
hikâyesi olan, o kadar duygusal
bağları kurulmuş bir marka ki... Bu
sadece Hürriyet’in değil, insanla ilişki
kurma ve insanla yeniden bir bağ
kurma sorunu, bütün markalar için
geçerli. Bugünün dünyasında, sosyal
medya, ya da diğer bütün hayatı
bölen şeyler için de, her marka için
de geçerli. Benim pazarlama işinde
14. yılım. Bir ürünün lansmanını
yaptığınızda televizyona koyardınız,
“outdoor”a çıkardınız, radyoda da
olursa güzeldi ve emin olurdunuz.
Sokaktaki insanın yüzde şu kadarı
bunu bilecek diye, gönül rahatlığıyla
o lansmanı yapardınız. Şimdi öyle
bir şansınız yok. Daha çok mücadele
etmeniz gerekiyor. Daha çok hikâye
anlatmanız gerekiyor. Daha çok
duygulara hitap etmeniz ve böyle
bir ilişki kurmanız gerekiyor. Hürriyet
diğer markalar gibi, bu zorluğu
yaşasa da, işi 7/24 hikâye anlatmak
olduğu için, biraz daha şanslı.
Ahmet Özer: Bazı insanlar, gazeteye
bakmadan gününü geçirebilir.
Benim de böyle yaşayabilen
arkadaşlarım var. Geçenlerde
Sultanahmet’te bir bombalama
olayı oldu. İntihar bombacısı
kadın için, ilk gün bir isim verildi.
Yayındaki arkadaşlarımız, bu ismi
teyit edemediği için, ne web'de ne
de gazetede ismi yayınlamadılar.
Bizim için zor bir karardı, herkes
isim vererek olayı anlatıyor, biz ise
sessiz kalıyorduk. Bir gün sonra saat
10.00’da, emniyet bu isim doğru
değil, diye açıklama yaptı. Hepimizi
o gün görmeliydiniz. Emin değilsek,
inanmıyorsak onu söylemeyiz.
İşte, Hürriyet böyle bir marka. Bir
yandan geleneksel, köklerine bağlı,
sağlamcı; öte yandan atak, risk alan
ve yeniliklere açık.
Sizce bu kadar dijital yayın
varken basılı yayın neden hâlâ
satılıyor?
Birim Gönülşen Özyürekli:
Dokunduğunuz hiçbir şey, öyle çok
kolay vazgeçilebilir bir kategoride
olamaz. Trendler değişiyor, biz
de takip ediyoruz, bir kısım
insan basılı gazeteden vazgeçti.
Bu işimizin barışık olduğumuz
bir gerçeği. Biz de bakıyoruz,
gazeteler nereye gidecek diye. Öte
yandan sorduğumuz insanlar için,
dokundukları, paylaştıkları, sayfasını
çevirdikleri bir şey diğerinden çok
farklı yerde. Pazar sabahı tablet açıp
okumakla, gazetenin kahvaltıyla
beraber etrafa dağılarak okunması
arasında yaşanan deneyim olarak
fark var. “Ne kadar devam edecek?”
sorusunu bütün dünya tartışıyor. Biz
de yaşayıp göreceğiz.
Tuba Köseoğlu Okçu: İskandinav
ülkeleri dijital transformasyonu
gazeteler konusunda en yüksek
oranda gerçekleştirmiş ülkeler
neredeyse. Fakat oralarda bile hafta
içi sadece dijital olan, basılmayan
gazetelerin, hafta sonu basıldığını
görüyoruz. O alışkanlık, o kullanıcı
deneyimi, hafta sonu gazete
karıştırmak devam ettiriliyor. Çünkü
o bir seremoni. Sonuç itibariyle
bütün fütüristik öngörülerde
gazetenin var olacağı ifade ediliyor.
Hep beraber göreceğiz; ama şu anda
var ve o alışkanlıklar hâlâ çok güçlü.
Ahmet Özer: Şu anda yapmaya
çalıştığımız her platformda olmak.
Tuba’nın dediği gibi her platformda
farklı okuyucu tecrübesi var. Çünkü
okuyucu gazetenin sayfalarını
çevirirken, başka bir ihtiyacı var ve
o ihtiyacı gideriyor. Ama ofisinde
huriyet.com.tr’ye girdiğinde başka
bir beklentisi var. Başka bir tür haber
tüketim alışkanlığı var. Arabasında,
otobüste giderken yine başka bir
tüketim formatı var. Yarın öbür gün
muhtemelen gözüne “google glass”
taktığında, orada da Hürriyet’i başka
bir tecrübeyle tüketmek isteyecek.
Dolayısıyla biz her platformda, o
platformun gerektirdiği format ve
frekansta içeriği sunacağız. Hepsinin
tecrübeleri değişik olacak, hepsinin
favori platformları olacak. Hepsini
anlıyoruz ve biri diğerinden daha
değerli değil bizim için.
Boğaziçi Üniversitesi 152.
yılında oldukça olgun, diğer
yandan her sene yenilenen
gençlerle çok genç kalan bir
kurum. Yani 150’yi devirmiş
durumda ama hep 18-20li
yaşlarda. O yüzden müthiş
bir dinamizm var. Hürriyet de
köklü bir kurum, pekiyi burası
nasıl genç kalıyor?
Birim Gönülşen Özyürekli:
hurriyet.com.tr 18. yılını bitirdi.
Boğaziçi’nde hayat çok net, içeriye
her yıl taptaze yeni kanlar, öğrenciler
geliyor. Hürriyet ise, genç olan her
şeyin içine giriyor. Hürriyet, genç
olan bütün mecralarda var. Bu
şekilde, genç kalmayı garanti altına
almış oluyoruz. Çok eleştirilen bir
markayız, eleştirilmek güzel bir
şey. Bir gün bizimle ilgili hiçbir
eleştiri olmazsa, biz o zaman
kendimizi sorgulamalıyız. Bunları
alt alta koyduğunuzda zaten genç
kalıyorsunuz.
Tuba Köseoğlu Okçu: İnsan
Kaynakları olarak, hedef kitlemiz
olan 18-25 yaş arasına, çok ciddi bir
şekilde ‘’Hürriyet’’i işveren markası
olarak anlatmaya çalışıyoruz.
Burada çok hızlı mesafe katetmiş
durumdayız. Üniversitelerle çok
sayıda projemiz var. Boğaziçi
Üniversitesi Endüstri Mühendisliği
Bölümü ile, öğrencilerin aldıkları
kredilerin bir kısmının burada
yapacakları projelerle beslendiği bir
işbirliğimiz var.
Ahmet Özer: Hürriyet için
kafa yoran kişilerin de profili
değişiyor. Profiller değiştikçe bizim
sunduğumuz şeyler de değişiyor
ve oraya yansıyor mutlaka.
Ekibimizde dinamizmi sağlayan yeni
Hürriyetliler hep oluyor. Bu sayede
genç kalabiliyorsunuz.
Bizim de bir projemiz var.
Amerika’da böyle bir kurgu
var: Üniversite programına
siz marka olarak partner
oluyorsunuz ya da onun bir
parçası oluyorsunuz. Aslında
kurumunuzdaki bazı kurguları
ya da çözemediklerinizi ortaya
atıyorsunuz. Öğrenciler de size
bu problemleri çözüyorlar.
Aslında tamamen çerçeve
dışında düşünen bir program.
Tuba Köseoğlu Okçu: Harvard
Business School’un bir programı var:
FIELD Global Immersion Program.
MBA sınıfında birinci sınıfta olan
öğrenciler, dönem başladığı anda bir
şirketin bir projesini alıyorlar. Biz iki
senedir bu programda yer alıyoruz.
Halihazırda üzerinde çalıştığımız
projeleri gönderiyoruz. Onlar
daha ziyade müşteriye dokunan
projeleri tercih ediyorlar ve birer
tane projeyi seçiyorlar. Hem geçen
sene, hem de bu sene, hurriyet.
com.tr ile ilgili önemli projelerimizi
verdik Harvard öğrencilerine.
Grup, proje üzerine ekim ayından
aralık ayına kadar çalışıyor. Bu
süre boyunca biz onlara belgeler
yolluyoruz, Skype üzerinden
toplantılar yapıyoruz. Sonra ocak
ayında geliyorlar, bir hafta Türkiye’de
kalıyorlar. O bir hafta boyunca, bizim
yöneticilerimizle bir araya geliyorlar,
odak grup çalışmaları yapıyorlar.
Ondan sonra bize “recommended”
bir ürün sunuyorlar. Geçen sene de,
bu sene de, sunulanlar içerisinde
hayata geçirilebilecek öneriler
gördük. Bizim için de faydalı oluyor;
çünkü farklı bir bakış açısı getiriyor.
B
51
BOĞAZİÇİ’NDE SCIENCE KÜLTÜRÜ DERSİ
Yasemin Dut ’10
B
52
Science 101, bu yıl 115
civarında sosyal bilimler
öğrencisinin aldığı çok
önemli bir ders. Şu an bu
dersi yalnızca İngiliz Dili ve
Edebiyatı, Felsefe Bölümü
öğrencileri zorunlu, diğerleri
seçmeli olarak alıyor. Bu fen
bilimleri dersini, “Science
101 dersinin öğrencilerin
sağlam bir hayat felsefesi ve
olaylara eleştirel yaklaşım
geliştirmelerine de katkısı
olduğunu düşünüyorum,” diyen
Fizik Bölümü Öğretim Üyesi
Sayın Prof. Dr. Alpar Sevgen
bizler için anlattı. Ayrıca
değişik senelerde görev yapan
değerli asistanların ve dersi
alan başarılı öğrencilerin
de görüşlerini sizinle
paylaşıyoruz.
Neden sosyal bilimler
öğrencileri için Science dersi
düşünüldü?
Bugün bırakın Boğaziçi gibi seçkin
bir üniversitenin mezunlarını, artık
her aydın yurttaşın hem hümaniter
konularda örneğin adalet, ifade
özgürlüğü, eşitlik, edebiyat, güzel
sanatlar gibi hem de fen bilimleri
ve teknoloji hakkında bir fikre
ve temele sahip olması lazım.
Bu konularda sağlam bir temel
anlayış için konunun uzmanı
olmak gerekmiyor. Her iki alan da
çağdaş toplumun çağdaş bireyinin
kültürünün ayrılmaz parçaları.
Bir anlamda Science dersini
belki de Boğaziçi’ni tanımlayan
Humanities dersinin içerisinde veya
tamamlayıcısı olarak düşünmek
lazım.
Science.101 fizik (evrenin evrimi
dâhil), Science.102 ise kimya ve
biyoloji (biyolojik evrim dâhil)
ağırlıklı. Science 101 ve 102 esas
olarak iki yarıyıllık fen kültürü dersi.
Science 101 dersinizin
içeriğinden kısaca bahseder
misiniz?
Science 101 dersi özetle içinde
bulunduğumuz evren nasıl bir
şey, başlangıçtan bugüne nasıl
evrildi ve nasıl sonlanacak soruları
ile bu evrenin fiziksel kuralları
nelerdir, bildiğimiz maddenin (Bir
de bilmediğimiz kara madde var)
yapı taşları (atom ve çekirdeği,
moleküller, temel parçacıklar…)
nelerdir sorularının cevaplarını
vermeye çalışıyor.
Tabii öğrenciler dünyada geçerli
olan fizik kurallarının görülebilir
evrenin şu anda her yerinde, üstelik
zamanın başlangıcından beri geçerli
olmasına biraz da hayret ediyorlar.
Bu ders ayrıca bilimsel yaklaşımın
şaşmaz kurallarını da vurguluyor:
• “Nullius in Verba” yani “kimsenin
sözü ve baskısıyla değil”, bilim
insanının kendi aklının yatması lazım
o bulguya ve sonuca. (“Nullius in
Verba” İngiliz Bilimler akademisinin
1662’den beri “motto”sudur.)
• “Sınama ve deneme” yöntemi.
Onun özelliklerini anlamak için
doğaya bakmak lazım. Yoksa ölçüm
yapmadan ve kendi önyargınızla
“Benim felsefeme göre doğa
böyledir,” yaklaşımı olmaz tabii.
Bunu bizzat tecrübe etmeleri için
Science 101’de öğrencilere basit
deneyler yaptırıyoruz ve rapor
yazdırıyoruz.
• Doğruluğu belirlenmiş “veri”ler
bilim adamının kutsalı ve
namusu. İşinize gelen verileri alıp,
gelmeyenleri almamak ve böylece
başkalarını bilerek yanıltmak bilimde
en büyük etik dışı davranış.
Dersin formatı nedir?
Derste “lecture”ların yanısıra yoğun
biçimde multimedya kullanıyorum.
Ders saatlerinin yanı sıra asistanların
girdiği “Sorular ve Problemler”
şubeleri var. Science 101 örneğin
bu dönem 12 asistanla çalıştı.
Öğrenciler 10’ar kişilik gruplar
halinde asistanlarla o haftanın
konuları üzerine sorulan soru
ve problemleri tartışıyorlar. Hep
süper asistanlarla çalıştım. Geçen
dönemlerin asistanları şimdi
Harvard, MIT, CalTech, Berkeley,
Columbia gibi üniversitelerde
doktora yapıyorlar. Umarım bu
ilgi ve tempoyu devam ettirmek
mümkün olur.
Sosyal bilimler ile fen bilimleri
arasındaki ilişkiyi -üniversite
eğitimi çerçevesinde- nasıl
yorumluyorsunuz? Her iki
alanda eğitim almak bireyin,
yaşama ve eleştirel düşünceye
yaklaşımını sizce nasıl etkiler?
Üniversite eğitiminin bazı dengeleri
gözetmesi gerekir. Öğrenciler bir
taraftan bölümün verdiği meslek
derslerini alırken, diğer taraftan
yaşadığımız dünya hakkında
geçerli fikirler edinmeli. Dolayısıyla,
örneğin fen ve mühendislik
alanlarındaki öğrenciler beşeri ve
sosyal bilimlerden dersler alırken,
beşeri/sosyal bilim öğrencilerinin
de kendilerine uygun hazırlanmış
derslerle fen kültürü alabilmeleri
lazım. Aksi takdirde eğitim bir
beceri kursları kümesine dönüşür.
Bugün örneğin enerji yatırımlarında
sosyal etki incelenmesi isteniyor,
ülkelerin dış politikalarında bilim
ve teknolojiye ulaşmak da önemli
rol oynuyor. Pek çok beşeri/sosyal
bölüm mezunu yoğun teknoloji
kullanan veya üreten şirketlerin
üst yönetim kademelerinde. Fen
kültürüne de sahip olan sosyal
bilimler bölümleri mezunlarına
duyulan ihtiyacın önemi çok açık
değil mi? Aynı şekilde beşeri
ve sosyal bilimler eğitimi almış
mühendislerin doğaya, tarihe,
ALP SİPAHİGİL FALL '09
EE, Phys CAP
Harvard Üniversitesi Fizik
Bölümü’nde Deneysel Yoğun
Madde Alanında Doktora
Prof. Dr. Alpar Sevgen
topluma saygısının ve sorumluluk
bilincinin başka türlü olacağı aşikâr.
Fen ve beşeri bilimler dengesi
gözeten eğitime dışarıda “Liberal
Arts Education” diyorlar ki ABD’nin
en önde gelen üniversitelerinin
eğitim modeli böyledir.
Şunu ilave etmeliyim. Robert Kolej
1960lı yıllardan başlayarak provost
Profesör Howard Hall zamanında
mükemmel bir Liberal Arts eğitimi
verebiliyordu. 1970’lerin sonlarından
itibaren ve YÖK düzeninde Boğaziçi,
meslek derslerinin sayı ve kalitesinin
artmasına karşın, Liberal Arts
yaklaşımından uzaklaştı; çünkü
bu tarz, üniversite çapında yaygın
ve kaliteli eğitim verebilmek hiç
de kolay değil. Ama son yıllarda
bu konu üzerinde düşünmeye ve
düşünülmeye başlanması sevindirici.
Dünya üniversitelerinde
Science 101 gibi derslerin
uygulamalarını nasıl
gözlemliyorsunuz? Bu
bağlamda Boğaziçi
Üniversitesi'ni nerede
konumlandırırsınız?
Önde gelen ABD üniversitelerinin
hepsinde programlardan,
bölümlerden bağımsız olarak,
bir genel kültür (fen ve beşeri/
sosyal) veriliyor. Onların hepsinde
(Harvard, Yale, MIT) Liberal Arts
eğitim felsefesi hâkim ve “general
university requirements” mevcut.
Öğrenci öncelikli olarak bölümün
değil, üniversitenin öğrencisi.
Columbia Üniversitesi “Frontiers
in Science” dersini bölümlerinden
bağımsız olarak bütün Columbia
Üniversitesi öğrencilerine
zorunlu kılıyor. Bu dersten sonra
öğrencilerin ayrıca seçimli olarak
iki science dersi daha almaları
gerekiyor.
Science 101, içeriği ve uygulanışı
açısından özel bir ders. Bu ders
ile Boğaziçi öğrencileri kuantum
mekaniğinden evren bilimine
doğa bilimlerindeki heyecan verici
gelişmeler ve kavramlar ile tanışmış
oluyor. İçerik açısından benzer
bir ders Harvard'da da beşeri ve
sosyal bilim öğrencilerinin çekirdek
programının şu an bir parçası.
Science 101'in işlenişinde diğer
asistanlarla birlikte öğrencilerle
ufak gruplar halinde buluşup
teknik detaylar yerine kavramlara
odaklanan haftalık tartışmalar
yürüttük. Ufak gruplar öğrencilerin,
daha kalabalık gruplarda sormaktan
kaçınabilecekleri, görünürde saf ama
oldukça temel soruları çekinmeden
sormalarına ve bilimsel sorgulama
yeteneklerinin gelişmesine fırsat
tanıdı.
Bu ufak grup tartışmalarından
öğrencilerle karşılıklı zevk aldığımızı
düşünüyorum. Benzer bir deneyimi
daha fazla insanla paylaşabilmek
için de Boston'da iki biyolog
arkadaşımla, Bilim Kazanı adlı bir
popüler bilim cep yayınında güncel
bilimsel gelişmeleri sade bir dille ele
almaya devam ediyoruz.
B
53
AYSUN KAN FALL' 09
Boğaziçi Üniversitesi İngiliz
Dili ve Edebiyatı (BA- 2012),
Boğaziçi Üniversitesi İngiliz
Edebiyatı (MA 2013- )
B
54
2009 yılında Science 101 dersinin
ilk öğrencilerinden biriydim. Bu
kapsamlı ders fizik biliminin farklı
alanlarında öğrencilere temel
bir anlama ve fikir beyan edecek
gücü vermekte olan muhteşem
bir ders. Nihayetinde Boğaziçi’nin
akademik vizyonunun en önemli
noktalarından biri, öğrencilerinin
kendi konularında uzman bireyler
olmasının yanı sıra farklı konularda
da bilgi sahibi bireyler olmaları.
Aslında Science 101 dersi bir nevi
çoğumuzun aldığı Humanities
derslerinin ve vizyonunun Temel
Bilimler ve Sosyal Bilimler öğrencileri
için olan versiyonu. Sonuç olarak
bu ders vasıtasıyla bir İngiliz Dili ve
Edebiyatı öğrencisi olarak kuantum,
rölativite gibi kavramlar hakkında
ufak da olsa, diğer arkadaşlarım
gibi, kelam etme yetisi kazanıyor
insan. Bu ders ayrıca konuşma
serisi ve etüt üzerine kurulan yapısı
itibariyle insanı normal şartlarda
tanıma imkânı olamayacağı
insanlarla da bir araya getiriyor.
Kendi alanlarında yetkin John Freely
gibi efsanelerden kısa süreliğine de
olsa şahsen ders dinleme, geleceğin
efsaneleri olabilecek şu an Harvard,
MIT, Carnegie Mellon gibi yerlerde
eğitim ve çalışmalarına devam
eden asistanlarla tanışma fırsatı
edindim. Bu dersin açılmasında ve
yürütülmesinde emeği geçenlere
teşekkür etmekten başka bir şey
gelmiyor insanın elinden.
SINAN CAN, (EE, Phys CAP)
FALL '10, '11 Berkeley Fizik
Bölümü’nde Biyofizik Doktora
Science dersinin, bir fizik dersi
olmaktan ziyade, etrafımızda olup
biten olaylara farklı bir bakış açısı
verebilmesi sebebiyle bir genelkültür dersi olarak değerlendirilmesi
gerektiğine inanıyorum. Sosyal bilimler
alanında okuyan öğrencilere hitap
eden bu ders, Newton mekaniğinden
başlayıp kuantum mekaniğine,
Einstein’ın Genel ve Özel Rölativite
teorilerine değinerek bir bakıma
insanlığın geçirdiği bilimsel ve teknolojik
ilerlemeyi neden ve nasıllarını göstererek
anlattığından bir bilim tarihi dersi
olarak da düşünülebilir. Etrafımızdaki
dünyayı ampirik yöntemler kullanarak
inceleyen sayısal bilimlerin olaylara
bakış açısının çalışma ve düşünme
tarzını gösterdiği için, sosyal ve beşeri
bilimlerde okuyan öğrencilerin düşünce
ufuklarını genişletmekle beraber, günlük
meselelerde de yardımcı olacağına
inandığım bir ders. Bu tarz dersler
dünyanın önde gelen üniversitelerinde
de okutuluyor ve ilgiyle takip ediliyor.
PhD yaptığım University of California
Berkeley’de de fizik ve biyoloji alanında
Science dersiyle paralel içerikli ve
oldukça popüler dersler var. “Physics for
Future Presidents” ve “Biology for Voters”
ismiyle verilen derslerde, Boğaziçi
Üniversitesi'nde verilen Science dersine
yakın bir içerik işlenerek, sayısal ve sözel
bilimler arasında bir köprü kurulmaya
çalışılmaktadır. Alanında derin bir
anlayışa ve bilgiye sahip insanların,
başka bir konu hakkında konuşmakta
yetersiz kalabildiği günümüzde, Science
dersi bu boşluğu doldurmak adına
önemli bir yer teşkil ediyor.
Şimdi bizde de son zamanlarda
rektörümüz ve Senato bir “core
program” komitesi kurdu. Değerli
arkadaşlarımız çalışıyorlar ve ümitle
bekliyoruz bu çabanın sonuçlarını.
Umarım iyi sonuçlar alınabilir ve o
zaman güzel haberleri derginizde
Boğaziçi camiasına duyurabilirsiniz.
Sınav odaklı bir lise öğretim
döneminden gelen öğrencilerin,
yıllardır uzak kaldıkları
fen bilimleri konularına
yaklaşımları nasıl oluyor?
Yıllardır uzak kalmış olmayı bırakın,
örneğin İngiliz Dili ve Edebiyatı
öğrencileri lisede neredeyse hiç
fizik, matematik dersleri almamış
olabiliyorlar. Dolayısıyla Science 101
dersi toplama, çıkarma, çarpma ve
bölme dışında bir matematik bilgisi
beklemiyor. Hele fizik bilgisi hiç
beklemiyor. Başlangıç noktası bu.
Ama dersin sonunda kuantum
mekaniği, atomlar, genel relativite,
kozmoloji konuları hakkında epey
fikirleri oluyor. Dersi tamamladıktan
sonra bazılarından “Önce çekindik;
ama neticede ufkumuzu açtı,”
şeklinde mesajlar alıyorum. Beşeri ve
sosyal bilimlerdeki öğrencilerimizin
çok değerli olduğunu ve kendileri
için belki de yepyeni olan
konulardaki başarılarını görmekten
mutlu oluyorum.
Şunu da belirtmek isterim, örneğin
İngiliz dili ve Edebiyatı öğrencilerinin
Humanities dersindeki başarı oranı
ile Science 101 dersindeki başarı
oranı senelerdir neredeyse tıpatıp
aynı. Bu da "Bizler sosyal bilimciyiz,
science dersinde başarılı olmamız
nasıl beklenir!" yakınmalarını toptan
geçersiz kılıyor. Yani düzgün çalışan
öğrenci Humanities ve Science'ta
aynı şekilde başarılı oluyor.
Science 101 dersi öğrencilere
özetle ne kazandırmış oluyor?
Sanırım öncelikle beşeri/sosyal
bilim öğrencilerinin fen konuları
hakkındaki “Biz ne anlarız ki!”
psikolojik bariyeri kırılıyor. Konuları
anlayabildiklerini hissedince daha
da meraklı ve ilgili oluyorlar. Bu
bariyerin kırılmasında “Sorular ve
Problemler” şubelerini yöneten çok
değerli asistanlarımızın gayretlerinin
önemini de vurgulamak isterim.
Bir diğer önemli husus olayları
anlayabilmek için kendi aklını
kullanmak, deneme sınama
yöntemiyle düzgün data almak
ve bu datayı izah edebilen, üstelik
“öngörü” sağlayabilen bir model
geliştirmek. Eleştiriye her zaman
açık olmak ve modeli gerektiğinde
daha iyiye götürebilmek. “Veriler”le
desteklenmeyen teorilerden
vazgeçebilmek. Bunlar sadece fizik
için geçerli olan değil, hayatta size
yol gösterecek anahtar yöntemler.
Dolayısıyla Science 101 dersinin
öğrencilerin hiç olmazsa önemli bir
kısmının sağlam bir hayat felsefesi
ve olaylara eleştirel yaklaşım
geliştirmelerine de katkısı olduğunu
düşünüyorum.
DENIZ LEFKELI FALL' 11
Batı Dilleri ve Edebiyatları
Bölümü
TÜLAY PINAR TAŞDEMIR FALL'
13 Batı Dilleri ve Edebiyatları
Bir Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü
öğrencisi olarak, Science 101 dersinin
bölümümüz öğrencileri için en
yararlı derslerden biri olduğunu
düşünmekteyim. Sosyal bilimler
öğrencileri için tasarlanmış bir
fizik dersi olduğundan, tamamıyla
matematiksel işlemler ve formüle
dayalı anlatım içermemesi sayesinde
her öğrencinin anlayabileceği
seviyede bir dersti. Kozmolojiden
başlayıp kuantum fiziğine uzanan
konular oldukça kapsamlı olmakla
beraber, Science 101 dersi temelinde
bir genel kültür dersi olduğu için,
oldukça zevkli bir ders deneyimiydi.
Bir edebiyat öğrencisi olarak ikinci
sınıfta aldığım Science 101 dersi,
benim için yeni bir dünyanın
kapılarını açtı. Bizi tek yönlü
yetiştiren eğitim sisteminden sonra
üniversitede edebiyat okurken
bilim dersi almak, fiziğin farklı
alanlarının temelini öğrenmek,
benim dünya görüşümü geliştirdi.
Bu alanda daha önce hiçbir ders
almamamıza rağmen, bizimle
ilgilenen hocalarımız ve dersin
asistanları sayesinde kozmolojiyi,
evrenimizi, yaşadığımız dünyanın
fizik kurallarını öğrenerek kendimizi
geliştirdik. Geriye baktığımda beni
en çok geliştiren derslerden biri
olarak Science 101’i görüyorum. Bu
dersi alarak bilim dünyasıyla bir bağ
kurduğum için çok mutluyum.
MÜGE GEDIK FALL '14
Batı Dilleri ve Edebiyatları
Bölümü
Batı Dilleri ve Edebiyatları lisans
programında yer alan Science 101
dersi, fen bilimlerinden uzak kalan
biz edebiyat öğrencilerine evren
bilimiyle başlayan ve Newton'ın
hareket kanunları, termodinamik,
görelilik kuramlarından kuantum
fiziğine kadar uzanan farklı
bir deneyim sunuyor. Derslerin
anlayabileceğimiz düzeyde
işlenmesi ve ders asistanlarının
yardımcı olduğu ek derslerle bu
konulara uyanan merak ve ilgi canlı
tutuluyor. Konu çeşitliliği tek bir
döneme sıkıştırılmış olsa da derslere
düzenli katılım ve düzgün bir sınav
çalışmasıyla başarısız olmanın
neredeyse imkânsız olduğu bir ders.
Sözel derslerle çevrili bir öğrenci
olarak bu konulara ayıracağım
vakit pek de sağlayamadığım
kişisel disiplinime bağlıydı. Science
101, daha önce araştırmaya vakit
bulamadığım evrenin oluşumu
ve bilinmesi gereken fizik konuları
hakkında bilgi edinmemi sağladı. Bu
dersin bu kadar ilgimi çekeceğini asla
düşünmemiştim. Dersin temposuna
alışan ben -ders bitmiş olsa daaklımda beliren soru işaretleriyle
kozmoloji videoları izlemeye
başlıyorum. Dersin mottosu, üzerine
düşünmeden hiç kimsenin bilgisini
kabul etmememizi öneren "Nullius
in Verba", hayatımızın her alanında
uygulayabileceğimiz bir bakış açısı
aşılıyor bizlere.
B
55
ÖNE ÇIKAN BİR COĞRAFYA,
ÖNE ÇIKAN BİR SAHA: ASYA
Şenay Çınar ‘10
B
56
Tarih Bölümü öğretim
üyelerinden, aynı
zamanda Asya Çalışmaları
Yüksek Lisans Programı
Koordinatörü Sayın Prof.
Dr. Selçuk Esenbel’e dünya
üniversiteleri temalı sayımız
için sorular yönelttik. Asya
Çalışmaları Yüksek Lisans
Programı’nın okulumuzdaki
konumu, öğrencilerin bu
programa olan yaklaşımı,
Asya’daki üniversitelerin
eğitim felsefeleri ve Asya
üniversiteleri ile Boğaziçi
Üniversitesi arasındaki
işbirlikler üzerine aldığımız
yanıtları sizlerle paylaşıyoruz.
Asya'daki üniversitelerin
temel bileşenlerinden
bahseder misiniz? Nasıl bir
eğitim anlayışları/felsefeleri
var?
Asya üniversiteleri dünyanın başka
yerindekiler gibi çeşitli kalite ve
düzeylerdedir. Eğitim anlayışı
olarak seviyesine göre küresel
standartlara uygun olanlar, daha
mütevazı olanlar gibi farklılıkların
dışında, özel bir eğitim anlayışları
olduğunu söylememiz doğru
değil. Genelinde başarılı Asya
üniversiteleri Batı modelini temel
alan laik ve bilimsel anlayışa göre
kurulmuş köklü kurumlardır. Dünya
sıralamalarına bakarsak aralarında
Türkiye’deki eğitim kurumlarının çok
üstünde olup, üst sıralarda çıkanlar
olduğunu görebiliriz. Örneğin devlet
üniversitesi olan Tokyo Üniversitesi,
bugün bilimsel araştırma ve yayında
dünyanın başı çeken üniversitelerden.
Çoğu Asya üniversitesi Türkiye’deki
gibi kıta Avrupa modelini takip
etmiş olup daha yakın tarihlerde
de Amerikan modelinin etkisini
göstermektedirler. Kimisinin çok eski
bir geçmişi var. Örneğin, önce 18.
yüzyıldan itibaren köklü bir geçmişi
olan Shogunların “samurai”lar için
kurduğu yüksekokullarının mevcut
eğitim birimlerini temel alan Tokyo
Üniversitesi, 1877 yılında Avrupa
üniversitelerini model almıştı.
Araştırma üniversitesi olarak dünya
çapındadır. Çin’in en ünlü Peking
Üniversitesi ise eski imparatorluk
eğitim kurumunun yerine, 1898
yılında kurulmuştur. Gene araştırma
üniversitesi olarak dünya çapındadır.
Şüphesiz bazı Asya üniversitelerinin
kökeni, ya 19. yüzyıl misyoner
okullarına dayalı olduğu için ya da
Anglosakson eğitimi ve İngilizce
eğitimine önem verdikleri için
İngiliz ve Amerikan üniversite
geleneğini güçlü bir şekilde temsil
etmektedirler. Örneğin, Chinese
University of Hong Kong, Kyoto’daki
Doshisha Üniversitesi, köken olarak
Robert Kolej’i kuran Protestan kilise
camiasının kurduğu okullar olup
bugün ise misyonerlik dönemi
kapanmış, dünyaya açılan çağdaş
üniversiteler olarak gelişmişlerdir.
Öte yandan, Japonya’da devlet
üniversiteleri kadar güçlü olan özel
üniversite geleneğini başlatmış
olan Keio Üniversitesi, kurulduğu
1863 yılından itibaren Anglosakson
dünyası ile yakın etkileşim içinde
olan laik eğitimi ile ünlüdür. Asya
üniversitelerinin bir özelliği de
Hindistan, Malezya gibi geçmişte
İngiliz kolonisi olmuş olan ülkelerde
güçlü İngilizce eğitim yapan ve
İngiltere yükseköğrenimi ile entegre
önemli üniversitelerin varlığıdır.
Burada, University of Delhi (İki Nobel
ödülü kazanan mezun ve hocası var.)
örnek gösterilebilir.
Asya’da üniversite sayılarına bakıldığı
zaman, nüfus yoğunluğunun getirdiği
ihtiyaçlar ayrıca da eğitimin genelinde
Asya toplumlarında Ortadoğu’ya
nazaran eskiden beri daha ileri ve
20. yüzyılda hızla daha da modern
yüksek eğitime yatırım yapılıyor
olmasından dolayı rakamlar çok fazla
gözükecektir. Örneğin, Japonya’da
89’u ulusal devlet üniversitesi, 95’i il
bazındaki üniversiteler olmak üzere
toplam 181 devlet üniversitesinin
yanı sıra tam 597 özel üniversite
vardır. Şüphesiz bunların arasında
kalite, eğitim çeşitliliği, gibi konularda
çok farklı standartlar da mevcuttur.
Yılda bir kere yapılan üniversite giriş
sınavı, artı her üniversitenin ayrıca
uyguladığı kendi giriş sınavlarında,
öğrencilerin en sıkı rekabet içinde
girmek için yarıştıkları bu yüksek
sayının içindeki ilk 10-15 üniversitedir
diyebilirim. Ancak, 125 milyon
nüfusunun neredeyse hepsi lise
mezunu olan Japon halkının lise
mezunlarının %50’ye yakını bir
şekilde bir üniversiteden mezun
olabilmektedir. Geri kalanlar içinde
binlerce meslek okulu, teknoloji
yüksekokulları mevcuttur.
Asya’nın geneline baktığımızda,
Japonya ve Çin’i örnek alırsak, yakın
zamana kadar İngilizce eğitim
Ortadoğu’daki gibi (Türkiye’de ODTÜ,
Robert Kolej/Boğaziçi ile başlayan
gelenek. Lübnan’da American
University of Beirut gibi) popüler
olmamıştır. Bunda başından itibaren
Japonların özellikle bilim dilini
yoğun çeviriler yoluyla geliştirmiş
olmalarının etkisi olmuş olsa gerek.
Ancak son 20 yıldır Japonya’da da
dünya gelişmelerine ayak uydurarak
birçok üniversitede İngilizce
eğitim yapan programlar, özellikle
yabancı öğrencileri davet etmek
B
57
Prof. Dr. Selçuk Esenbel
için kurulmaktadır. Bunun nedeni
olarak, nüfusun yaşlanmasıyla, artık
bu üniversite programlarını ayakta
tutacak genç öğrenci sayısının
yetersiz kalmasının yarattığı ihtiyacı
gösterebiliriz. Tokyo Üniversitesi’nin
Uluslararası İlişkiler/ Ekonomi doktora
programı, Waseda Üniversitesi’nin
keza İngilizce master programları,
Japonya’nın kaliteli üniversitelerinden
International University of Japan,
benim okuduğum Japonca ve
İngilizce iki dilli eğitim yapan
International Christian University,
İngilizce başarılı eğitim ve öğretimi
sürdürmektedirler.
Asya’da okumak isteyen gençlerin,
bu çok sayıda üniversite içinde
dikkatli seçim yaparak çok kaliteli ve
uluslararası ün salmış üniversitelere
yönelmelerini öneririm. Bugün bazı
konularda (tıp, elektronik, mimari,
mühendislik, Asya ekonomisi) parlak
bir Asya üniversitesinde okumak genç
yaşta önemli bir uluslararası deneyim
zenginliği verecektir.
Boğaziçi Üniversitesi ile
Asya'daki üniversiteler
arasında nasıl işbirlikleri
geliştiriliyor?
Boğaziçi Üniversitesi, 1988 yılında
kurulan Japonca dil programı,
lisans öğrencilerine yönelik
B
58
Japonca sertifikası, Japon tarihi ve
Çin tarihinde verdiği lisansüstü
eğitimi mezunları, 2002 yılında
kurulan Çince, 2008 yılında kurulan
Konfüçyüs Enstitüsü’nün katkıları,
son yıllarda ilgi toplayan Kore
dili eğitimiyle Asya konusunda
Türkiye’de birinci kulvara yerleşmiş
öncü bir konumdadır. Bugün sekiz
Japon Üniversitesi (Keio, Waseda,
Tokyo Foreign Studies University,
Kansai Foreign Studies University,
Hiroshima University, Shizuoka
Pref. University, Shimonoseki
City University, International
University of Japan vesaire), Üç
Çin üniversitesi (Shanghai, Fudan,
Peking), uygulamaya yeni başlayan
Kore üniversiteleri ile her yıl
öğrenci değişimi antlaşmalarını
yürütmektedir. Ayrıca, Japan
Foundation, Korean Foundation
gibi önemli vakıflardan kütüphane
bağışı, doktora öğrencilerine
burs, misafir öğretim elemanı
katkıları sağlamaktadırlar. Uzun
yıllardır Kandilli Rasathanesi, Tokyo
Üniversitesi ile Mitsubishi şirketinin
de yardımıyla, deprem çalışmaları
sürdürmektedir.
Asya dillerinde son derecede başarılı
10’ar öğrenci toplam 30-40 kişi
mezun olmaktadır. Bu öğrencilerin
çoğu kendi bölüm eğitimlerinde
gösterdikleri başarının yanı sıra
Asya dillerinde de üstün başarıyı
sağladıklarından, İstanbul’daki birçok
Japon şirketinde iş bulmaktadırlar.
Bu eğilimin daha sonra başlamış
olan Korece ve Çince için de
gerçekleştiğini görmekteyiz.
Boğaziçi Üniversitesi
öğrencilerinin Asya
çalışmalarına yaklaşımları ne
yönde?
Buradan mezun olan öğrencilerin,
profesyonel olarak, yükselen Asya
dünyasıyla ilgili yurtiçi ve yurtdışı iş
olanaklarını değerlendirmeleri veya
Asya ile ilgili doktora programlarına
devam etmeleri mümkün olacaktır.
Şimdiden yeni mezunlarımızın Çin ve
Japonya ile ilgili çalışma dünyasına
ve akademik dünyaya girdiklerini
gözlemleyebiliriz.
Öğrencilerimiz Asya dilleri ve
konularına son yıllarda (35 yıldır
bu konuda tecrübem olduğu için
gözlemleyebiliyorum) büyük ilgi
göstermektedirler. Japonca dili
programında okuyan Mühendislik,
Fen-Edebiyat, İdari Bilimler, UBYO,
Eğitim Fakülteleri’nin öğrencileri
dengeli bir dağılım göstermektedir.
Bugün Japonca, Çince, Korece okuyan
toplam öğrenci sayımız sırasıyla
200, 150, 100 olarak neredeyse
yakında 500’e varacaktır. Şüphesiz
bu öğrencilerin hepsi dört yıllık dil
eğitimini bitirmemekteler; ancak
seçmeli ders konumunda olan bu zor
Bazı öğrenciler ise üniversitemizde
Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı
Tarih Bölümü’nün ikinci master
programı olarak kurulan Asya
Çalışmaları II. Eğitim Tezli ve Tezsiz
Lisansüstü Programı, 2012 yılında
hayata geçtiğinden beri gerek
Boğaziçi Üniversitesi’nde birikim elde
etmiş öğrencilere gerekse yurtiçi
ve yurtdışından Asya Çalışmaları
üzerinde master yapmak isteyen
öğrencilerine, yetkin kadrosuyla
eğitim veren öncü bir konumdadır.
Şu anda 2013 yılında YÖK tarafından
yapılan yeni bir uygulama ile Asya
Çalışmaları II. Eğitim Tezli Lisansüstü
Programı, konusundaki tek
programdır.
ABD veya Avrupa üniversitelerinin
eskiden beri devam eden güçlü Asya
Çalışmaları geleneğine nazaran,
Türkiye’deki bu gelişim henüz ilk
aşamalarında görülebilir. Ancak
bugün Ortadoğu politikası ve
Avrupa ekonomisinde doğrudan
aktör olan Asya ülkelerinin iş
ve finans kuruluşları, düşünce
araştırma merkezlerinin yakınlığı göz
önünde bulundurulursa, Boğaziçi
Üniversitesi’nden Asian Studies
birikimi alan bir genç insanın küresel
platformda avantajlı bir konumda
olacağı da söylenebilir.
Ayrıca, kişisel bir gözlemim olarak
şunu söyleyebilirim ki bugün genç
kadın ve erkeklerimizin dünyaya
üstün bilgili, yüksek bilimsel ve dil
becerileriyle donatılmış bir düzeyde
açılmaları her zamankinden daha da
önem kazanmaktadır.
Gençlerimiz, yakın çevremizdeki
rasyonalitesi zayıf sonuçsuz gündelik
tartışmaların ve coğrafyamızda patlak
veren tehlikeli çatışmaların içinde
hapsolmayıp, hızla küreselleşen
dünyada başat bir yer tutan Asya
toplumlarına Batılılar gibi eş zamanlı
bir şekilde kendi birikimleriyle
entegre olmayı sağlarlarsa, Asya
odaklı eğitim ve birikim, ülkemizin
yakın gelecekte, küresel platforma,
“katma değeri” yüksek insan gücü ile
entegre olmasına olanak sağlayan
açık bir kapı olacaktır.
SAN DIEGO STATE ÜNİVERSİTESİ - BOĞAZİÇİ
ÜNİVERSİTESİ: BİR KARŞILAŞTIRMA
Yasemin Dut ’10
B
60
Boğaziçi Üniversitesi Makine
Mühendisliği Bölümü mezunu
olan ve şu anda San Diego
State Üniversitesi’nde görev
yapan Prof. Dr. Halil Güven'78,
dünya üniversitelerindeki
Boğaziçililere sorularımızı
yönelttiğimiz bu sayımızda
merak ettiğimiz noktalara ışık
tuttu. Boğaziçi’nin değerlerini
ve özelliklerini San Diego
State Üniversitesi’ne dair
özellikler ile kıyas ederken
hem okulumuzun sunduğu
üniversite deneyimine hem
de dünyadaki üniversite
anlayışına dair önemli
ipuçları verdi.
Şu an görev yapmakta
olduğunuz üniversitenin en çok
hangi geleneksel değerinin/
değerlerinin sürdürüldüğünü
düşünüyorsunuz? Boğaziçi
ile kıyas ederek neler
söyleyebilirsiniz?
Görev yaptığım üniversite Güney
Kaliforniya'daki San Diego State
Üniversitesi. Birçok Amerikan
üniversitesinde olduğu gibi, benim
üniversitemin de etrafında toplandığı
ana değer, okulun maskotu olan
AZTEC sembolü. Bütün üniversite
spor takımlarının (basketbol,
Amerikan futbolu, beyzbol, voleybol,
vb.) ve okulla alakalı bütün ürünlerde
kullandığı semboller ve renkler (siyah
ve bordo) AZTEC ile bağlantılı. Biz
AZTECLİYİZ demek ana unsur. Hatta
mezun olduktan sonra da mezunlar
derneği "AZTEC FOR LIFE" diye bir
kültürü lanse etmeye devam ediyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nin her ne
kadar benim bildiğim belirgin bir
maskotu olmasa da, öğrencilerini ve
mezunlarını birbirine bağlayan bir
"Boğaziçili ruhu" ve özgürlükçü bir
geleneği olduğu kesin.
Şu an görev yapmakta
olduğunuz üniversitenizi diğer
dünya üniversitelerinden
ayıran en temel özelliğin
hangisi olduğunu
düşünüyorsunuz? Boğaziçi'ni
-yurtiçinde ve yurtdışındadiğer üniversitelerden ayıran
özellikleri var mı? Varsa
hangileri?
San Diego State Üniversitesi’ni
diğer dünya üniversitelerinden
ayıran en temel özelliği, yumuşak
iklimden de kaynaklanan çok
"rahat" bir eğitim öğretim ortamına
sahip olması. Yıl boyu ortalama
22 derece olan ısı, öğrencilerin
derslere sandalet ve şortlarla
girmesine olanak veriyor ve
bu, öğrencilerin genel tarz ve
davranışlarına yansıyor. Boğaziçi’ni,
yurtiçinde ve yurtdışında, diğer
üniversitelerden ayıran temel bir
özelliği bence, kendine güven
duygusu ve girişimcilik anlamında
daha yetkin bir mezun profili
verebilen "gizli bir formüle" sahip
olması.
Üniversitenizin dünyada
gelişen politik ve toplumsal
olaylara karşı tutumunu nasıl
değerlendiriyorsunuz? Dünya
kamuoyunda üniversitenizin
açıklamalarının yönlendirici
güçte olduğunu düşünüyor
musunuz?
Her ne kadar üniversite yönetimi ve
öğrenci topluluğu, gazetesi ve diğer
sosyal medya olanakları ile dünyada
gelişen politik ve toplumsal olaylara
karşı duyarlı ve bu doğrultuda
haberler yapma, bildiri yayınlama ve
üniversiteye konuşmacı çağırmada
aktif olsalar da bunların fazla etkili
ve yönlendirici güçte olduğunu
sanmıyorum.
Boğaziçi Üniversitesi'ni
bu yönde ne şekilde
değerlendiriyorsunuz?
Boğaziçi Üniversitesi’nin de bu
konularda fazla aktif olduğunu
ve yönlendirici rol üstlendiğini
düşünmüyorum; fakat olmasını,
olabilmesini arzuluyorum. Bunun
için "düşünce kulübü" ve benzer
sosyal bir güç odağı oluşturabilmesi
çok sevindirici olur.
Üniversitenizin gelişen
teknoloji ile uyum içerisinde
bir eğitim pratiği gösterdiğini
düşünüyor musunuz?
Evet. Birçok Amerikan
üniversitesinde olduğu gibi San
Diego State Üniversitesi’nde de
teknoloji yakından takip ediliyor
ve eğitim pratiğine gecikmeden
yansıtılıyor.
Üniversitenizdeki sınav
sistemini Türkiye'deki sınav
sitemleri ile kıyas ettiğinizde
en çok hangi farkların öne
çıktığını düşünüyorsunuz?
Sınav sistemlerinin Türkiye’den pek
farklı olduğunu düşünmüyorum.
Üniversitenizdeki öğrenci
ve akademik personel
arasındaki iletişimi
Boğaziçi’ndeki ilişkiler ile
birlikte düşündüğünüzde neler
söylemek istersiniz?
Amerika’daki öğrenciler hocaları ile
çok daha rahat ilişki kurabiliyorlar
ve çok rahatlar. Fakat aynı zamanda
öğrencilerin eğitim sorumluluk
bilincinin çok daha yüksek olduğunu
ve üniversite için ödediği paranın
karşılığını almak için ciddi uğraş
verdiğini görmek mümkün.
Üniversitenizdeki kampus
yaşamının öğrencilerin
gelişiminde rol üstelenecek
kapasitede olduğunu
düşünüyor musunuz? Bu
soruyu Boğaziçi'nin kampus
hayatı ile kıyaslayarak
yanıtlayabilir miydiniz lütfen?
Üniversite kampus yaşamının
öğrencilerin gelişiminde,
sosyalleşmesinde çok büyük rol
oynadığı kesin. San Diego State
Üniversitesi’nde kampus yaşamı
bunu fazlası ile sağlıyor. Benzer
şekilde Boğaziçi Üniversitesi'nin
kampusu, öğrenci kulüpleri ve
diğer tesisleri ile bunu her zaman
hakkaniyeti ile yerine getiren ve
bu konuda da Türkiye’de örnek
gösterilebilecek bir kampus
olmuştur.
B
61
Üniversitenizde akademik
çalışmalara sağlanan katkıları
Türkiye ile karşılaştırdığınızda
neler söylemek istersiniz?
Amerikan kampuslarında çok daha
fazla akademik çalışma yapma
olanağı olduğu bir gerçek. Boğaziçi
Üniversitesi’nin bu konuda biraz
daha gayret sarf etmesi doğru olur
diye düşünüyorum.
Bulunduğunuz üniversitede
disiplinlerarası
çalışmalara yaklaşımı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Disiplinlerarası çalışmanın
günümüzde artık bir lüks değil
bir zaruriyet olduğu ortada. San
Diego State Üniversitesi’nin
birçok Amerikan üniversitesine
göre bu konuda öncü olduğunu
söyleyebilirim.
Prof. Dr. Halil Güven
“HAYALIMDEKI OKULDA OKUDUM,
HAYALIMDEKI ŞIRKETTE ÇALIŞIYORUM ’’
Hakan Zihnioğlu ’91
Samsung Electronics Türkiye
Tüketici Elektroniği Direktörü
Hüseyin Erel '98 bu sayıdaki
konuğumuz. Boğaziçi
yıllarından kariyer öyküsüne,
Samsung’daki çalışmalarından
Samsung’un ve Boğaziçi
Üniversitesi’nin yapısal
benzerliklerine kadar pek çok
konu başlığı altında kendisi
ile sohbet ettik. Röportajımızı
keyifle okumanızı diliyoruz.
B
62
Boğaziçi Üniversitesi
hikâyeniz nasıl başladı?
Boğaziçi benim için bir rüyaydı her
zaman. Gerçek bir rüyaydı. Neden
rüyaydı size anlatayım, eminim ilginç
gelecektir. Samsun Anadolu Lisesi
yıllığımda da hep “üniversite hayali
Boğaziçi" diye yazar. Tercihlerimi
sadece Boğaziçi olacak şekilde
yapmıştım, Boğaziçi’ne girmek için
üniversite sınavlarına hazırlandım,
tamamen hedefim buydu.
Boğaziçi haricinde başka bir
tercih yok muydu?
Boğaziçi, Boğaziçi, Boğaziçi...
Tercihlerim, Boğaziçi İktisat, İşletme
ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümleri idi. Son tercihime
girdim. Esas ilginç olan ise lise ikinci
sınıftayken, çok çok başarılı olan Işıl
ismindeki kuzenimle Rotary Bursu
ile İngiltere’de kısa dönem değişim
programına kabul edildiğimiz yaz,
Boğaziçi’ne gelmiştik ve orada
birbirimize söz vermiştik bu okula
geleceğimize dair. Ne olursa olsun
tüm zor şartlara rağmen Boğaziçi’ne
gelecektik. Biz hiç özel ders
almadan, tamamen burslu olarak
devam ettiğimiz dershanelerde
aldığımız eğitimle Anadolu’da
doğmuş büyümüş insanlar olarak bu
hedefi belirlemiştik.
Hayalinizdeki üniversitede
okuduğunuzu belirttiniz.
Samsung hayalinizdeki
şirketlerden birisi olarak tarif
edilebilir mi?
Samsung tabii ki hayalimdeki
şirketlerden birisi; fakat Samsung
dönemine gelmeden, öncesinden
biraz bahsetmek isterim. Üniversite
yıllarımızda firmalar okulumuza
tanıtım günlerine gelirlerdi.
Boğaziçili olmanın en büyük
avantajı da buydu bence. Boğaziçili
olduğunuzu o zaman çok net
hissedebiliyorsunuz; o etiket geçerli
bir etiket ve sizin için bir giriş kartı,
size her kapıyı açan bir maymuncuk
ya da şehrin altın anahtarı. Procter &
Gamble (P&G) Boğaziçi’ne gelmişti,
görüşmelerimiz oldu, iş teklifi
geldi. Okul ve askerlik sonrası 11
sene kadar Procter & Gamble’da
çalıştım. Çok mutlu olarak çalıştığım
şirketlerden biridir. Boğaziçili
olmanın avantajını o şirkette
yaşadım çünkü yöneticilerinin
tamamı, şu anki Genel Müdür Tankut
Bey de dâhil Boğaziçilidir.
P&G’de beni de “Campus Camp”
dedikleri Boğaziçi Üniversitesi
işe alımı ile görevlendirdiler. P&G
adına mülakat yapan kişi bendim.
Akmerkez’de sadece Boğaziçililerle
mülakat yapıyordum. Mümkün
olduğunca çok Boğaziçiliyi şirkete
almaya çalışıyordum. O dönemde
işe aldığım ve şu anda yönetici olan
birçok Boğaziçili kardeşim var.
Boğaziçi Üniversitesi çok
verimli bir eğitim kurumu
diyebilir miyiz?
Evet, farklı şirketlerde çalışınca
da Boğaziçi’nin gerçekten çok
verimli olduğunu gözlemledim.
P&G’den sonra L’oréal’de çalışmaya
başladım, L’oréal’den sonra sektör
değiştirmeye karar verdim.
Elektronik alanına geçtim ve
Telpa’nın sahibi Sebahattin Bey’le
beraber çalışmaya başladım. Çok
güzel işler gerçekleştirip, Samsung
akıllı telefonlarını önemli pazar
paylarına ulaştırdık. Sanırım burada
Samsung Genel Müdürü Mr.
Hong’un dikkatini çektim ve Mr.
Hong'un kariyerimi Samsung’da
devam ettirmemi istemesi, Telpa ile
el sıkışıp buraya gelmemi sağladı.
Yaklaşık 1,5 senedir, dünyanın
en büyük şirketlerinden birinde,
Samsung’da görev yapıyorum.
Samsung Electronics 1983’ten
bu yana Türkiye’de faaliyet
göstermektedir. Bununla birlikte,
Samsung’un Türkiye’deki varlığının
2000’in başından beri güçlendiğini
söyleyebiliriz. İrtibat bürosu
olarak faaliyet gösterdikten sonra,
2010’dan itibaren de bir satış ofisi
olarak, Türkiye’de yerleşik bir şirkete
‘’Samsung Electronics Türkiye’’ye
dönüşmüştür. Türkiye’deki faaliyetin
ve iş alanlarının genişlemesi ile
beraber topluma katkıyı öncelikli
hale getirmek de önem kazanmıştır.
Geçen yıl birçok toplumsal projeyi
desteklemiş, çevresine duyarlı bir
markadan bahsediyoruz.
Telpa’daki Samsung kariyeri
ile birlikte önemli bir
kariyer değişikliği yapmış
oluyorsunuz.
2012’den 2015’e kadar tamamen
Samsung odaklı çalıştım; Telpa’da
işimin %90’ı Samsung’du. Samsung,
elektronik sektörünü hedefleyen
B
63
HÜSEYIN EREL KIMDIR?
her kişinin hayallerinden bir tanesi.
Çok hızlı büyümüş, politikaları çok
hızlı değişebilen ve her duruma
bukalemun gibi ayak uydurabilen
bir şirket. Zorluklar içinden gelmiş
bir neslin yarattığı bir şirket. Bu,
farklı bir değerlendirme gerektiriyor.
1955’te Türkiye’de Demokrat
Parti’nin, Adnan Menderes’in
olduğu dönem; Kore, savaşını
yeni bitirmiş dünyada Angola ile
beraber 130 $ milli geliri olan bir
ülke, bugün ise dünyanın en büyük
ekonomilerinden biri haline gelmiş
durumda. Sadece Samsung, 225
milyar $ ile Türkiye’nin gayrisafi
milli hasılasının neredeyse dörtte
birini, Güney Kore ekonomisinin
%20-25’ini oluşturuyor. 60 yılda
gelinen bu nokta şapka çıkarılacak
bir başarı öyküsü. Samsung’dan ve
Kore’den, ülke olarak kendimize
bazı dersler çıkarmamız lazım. O
dönem gönderilen tugayımızın
Türkiye, Güney Kore ilişkilerinde
büyük katkısı var. O gün barışın tesis
edilmesinde Türklerin büyük emeği
var. Türkiye son dönem, sosyal
olarak da çok önemli yardımlarda
bulundu, Kore’de Ankara Okulu’nu
açtı. Güney Korelilerin çok yoğun
çalışmak, hedef koyup, onu
gerçekleştirmek üzerine kurulu bir
mantıkları var. Biz, hedefi koyuyoruz
olmazsa boynumuzu büküyoruz.
Burada kesinlikle böyle bir şey
yok, o hedef mutlaka olacak. Her
hedefin, altını doldurmak üzerine
kurulu bir politikaları var. Güney
Kore’de hedef kesinlikle yerine
getirilmek üzere belirlenir. Asya
kültürlerinin geleneğinde böyle bir
anlayış var, hedefi koyuyorlar ve
bunu mutlaka yapmaya çalışıyorlar.
Toplumsal olarak buna kanalize
oluyorlar. Güney Kore hiçbir
Hüseyin Erel, 1975 yılında
Samsun’da doğdu. Boğaziçi
Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü
mezunu olan Hüseyin Erel,
profesyonel yaşamına 1999
yılında Procter & Gamble'da Satış
Temsilcisi olarak başladı. 2010
yılına kadar çeşitli bölümlerde
yöneticilik görevlerinde bulundu
ve 2010 yılında Gillette-BraunDuracell Ticari Pazarlama
Grup Müdürü pozisyonundan
ayrıldı. 2012 yılına kadar
L'Oréal'de Tüketici Ürünleri
Bölümü Satış Direktörü olarak
kariyerine devam ettikten sonra
2012–2013 yılları arasında Telpa
Telekomünikasyon'da Satış ve
Pazarlama'dan Sorumlu Genel
Müdür Yardımcısı olarak çalıştı.
Eylül 2013’ten bu yana Samsung
Electronics Türkiye'de Tüketici
Elektroniği Satış ve Pazarlama
Direktörü olarak çalışmakta ve 85
kişilik bir ekip yönetmektedir. Evli
ve iki çocuk babasıdır.
SAMSUNG ELECTRONICS
HAKKINDA
l 2013’te 225 milyar dolarlık
B
64
doğal rezervi olmayan bir ülke, o
nedenle para kazanamazlarsa işgale
uğrayacaklarını düşünüyorlar. Diğer
ülkelerin Kore Yarımadası’nı yıllar
boyunca işgal ettiği gibi, tekrar
işgal edileceklerini düşünüyorlar ve
bu nedenle sürekli çalışıyorlar. Bu
durumda, çalışmanın kültür haline
gelmiş olduğunu söyleyebilirim.
Burada çalışan Koreli arkadaşlarımı
görüyorum, gerçekten cumartesi,
pazar demeden sürekli çalışıyorlar.
Müthiş bir çalışma tempoları var.
Çalışmak, çalışmak, çalışmak... Biraz
tempomuz düşünce onlardan büyük
bir enerji alıyoruz.
İyi bir Boğaziçili çevresine tamamen
açık olur, Samsung da tamamen
çevresine açık. Boğaziçili’nin
en büyük farkı bence içe dönük
değil, dışa dönük insan olmasıdır.
Samsung da tamamen dış pazarlara
odaklanan bir şirket. En önemli
benzerliklerden birisi bu.
de mensubu olduğum Samsung
Electronics şirketi 1969’da kuruluyor.
Benim orada hayran olduğum
durum şu: 1. 10 yıl, 2. 10 yıl şeklinde
10 yıllık planlamalar halinde gidiyor.
Ben de hayatımı öyle görmeye
çalışıyorum. Şimdi 2015’te 40’ıncı
yaşımı kutlayacağım. Ben de
şöyle düşünüyorum. 10x10’un
dördüncüsünü kutluyorum,
hedefimi koydum. Ben 100 yıl
yaşamak istiyorum, 100 yeterli
benim için şu anda. Allah ne kadar
ömür verir bilmiyorum; ama 100
yıl yaşamak istiyorum. Samsung
bu 10’ar yıllık planları içerisinde
dünyanın en büyük yarı iletken
üreticisi şirket haline geliyor ve
dünyayı domine ediyor. 2000’lerde
Samsung Led TV isimli bir televizyon
çıkarıyor ve dünya pazarında
satılan 155 milyon televizyonun
55 milyonunu Samsung satıyor.
Bu çok önemlidir. Ben de kendimi
planlamak, başarıya odaklamak,
gurur duyacağımız işlere imza atmak
istiyorum. Her 10 yılımı Samsung
gibi planlamak başarının anahtarı
diye düşünüyorum.
Boğaziçili dışa dönük olmanın
haricinde, son derece de sosyaldir.
İnsanın temel ihtiyaçlarını anlar.
Bu Samsung’da da tamamen
böyle, ihtiyaçları anlayarak ürünler
geliştiriyor ve geliştirdikleri ürünleri
dünya lideri haline getiriyorlar. Şöyle
örneklerle gitmek istiyorum: Benim
Gerçekten çok büyük
başarılardan bahsediyoruz.
Teknoloji ve ürünler nereye
gidiyor? Tüketici artık
markaların peşinde mi?
Yoksa markalar halen
tüketicilerini mi takip
ediyorlar?
Samsung ile Boğaziçi
Üniversitesi arasında nasıl bir
benzerlik görüyorsunuz?
satış rakamıyla 30 milyar dolar
kâr elde etmiştir.
l 2014 Interbrand verilerine
göre, dünyanın en değerli
yedinci markasıdır.
l 2014 Interbrand verilerine
göre, dünyanın en çevreci
11’inci markasıdır.
l Dünyada en çok patent
alan firmalar arasında 2006
yılından bu yana ikinci
sıradadır.
l 2013 yılında ABD’de, 4.676
ödüllü patentin sahibi
olmuştur.
l Dünya çapında altı tasarım
merkezine sahiptir.
l Dünya çapında 36 üretim
tesisine sahiptir. Üretiminin
%90’ını kendi tesislerinde
yapmaktadır.
Şu anda TV’de yüzde 30’un
üzerinde dünya pazar payı var.
Dokuz yıldır televizyon alanında,
Samsung bir numara. Çıtasını
sürekli olarak yükseltmek isteyen
Samsung, daha iyi nasıl yapabilirim
sorusunun ardından ilerliyor.
Bütün mühendisler bu anlayış ile
çalışıyor. Hedef olarak telefon ve
tabletlerin olduğu mobil alana
yöneldiler. Sonrasında da ev
yaşamını kolaylaştıracak, birbiri
ile iletişim kurabilen tüm ev
aletlerinin geliştirilmesi gelecek.
Markalar geleceğin hayatının
şekillendirilmesinde eskiye göre
daha fazla söz sahibi durumdalar.
Güney Kore’ye sıklıkla gidiyorum,
gördüğüm yenilikler, gerçekten
inanılmaz mutlu ediyor, çok
şaşırıyorum; hayal dünyamın
üzerinde şeyler var. Örneğin
hepimiz sabah kalkmak için
cep telefonlarımızın alarmlarını
kullanıyoruz, uyandığınız andan
itibaren hava durumunu öğrenerek
ona göre kıyafet seçimi yapmak,
randevularınızı kontrol etmek gibi
işlemler için oldukça büyük bir
zaman harcıyoruz. Halbuki yaşamı
Boğaziçili içe
değil dışa dönüktür,
dünya vatandaşıdır.
Samsung da dış
pazarlara açılmış olan
bir marka.
Dünya markası!
kolaylaştıracak bir teknoloji ile
sabah uyandığınız anda, sizin için
televizyonu açıp, günaydın modu
ile sevdiğiniz şarkıyı çalarak güne
başlamanızı sağlayan, kendi kendine
açılan tv ekranında hava durumunu
bildiren ve hızlıca randevularınızı
size gösteren, su ısıtıcısını çalıştırıp,
vakit kaybettiğiniz birçok işi
üstlenen teknolojiyi hayal etmek ve
bunun için çalışmak çok güzel.
Bir sene önce “Akıllı Şeyler”,
Smart Things şirketini satın aldık.
Başkanımız B.K. Yoon da hem
IFA’da hem de CES’te bununla ilgili
açıklamalar yaptı. Entegre evler
yaratmaya çalışıyoruz. Teknolojiyi
sizin hayatınızı zorlaştıran değil,
tam tersine kolaylaştıran bir formda
geliştirmeye gayret ediyoruz.
Samsung olarak vizyonumuz,
insanların ihtiyaçlarını algılayarak
onlara hayatlarını en kolay şekilde
geçirebilecekleri çözümleri
sunabilmek. Sağlık alanını da
kendimize odaklanacağımız
alanlardan biri olarak görüyoruz.
Sağlıkta da yeni ultrason cihazları,
MR cihazlarımız ile devreye
giriyoruz. Geçenlerde Turkcell
zirvesi için gelen Kaku, “Her şey
küçülerek devam edecek,” dedi.
Vücudumuzdaki hastalıkların
saptanması için şimdilik hastanelere
gidiyoruz, uzun dönemde belki de
sadece bir cep telefonu ile bütün
vücudunuzu taramanız mümkün
olacak.
SAMSUNG ELECTRONICS
HAKKINDA
l Fortune Global 500 listesinde
13’üncü sırada yer almaktadır.
l Dünya çapında 307.000
çalışana sahiptir.
l 2014 ilk çeyrek verilerine göre,
son 9 yıldır %31’lik global pazar
payıyla, TV segmentindeki
liderliğini korumaktadır.
Aynı dönem verilerine göre
buzdolabı pazarında da pazar
lideridir.
l Boston Consulting Group
verilerine göre, tüm dünyada,
inovasyon alanında 3’üncü
sırada yer almaktadır.
l 17 ülkede 36 Ar-Ge merkezi
ve bu alanda çalışan 71.000
personele sahiptir. Markanın
iş gücünün %23’ü Ar-Ge’ye
ayrılmıştır. Samsung her gün
Ar-Ge için 40 milyon dolarlık
yatırım yapmaktadır.
B
65
“EVİM” OLAN ÜNİVERSİTELER:
BOĞAZİÇİ’NDEN LEHIGH’A
Burcu Ünlütabak ’08
B
66
Boğaziçi Üniversitesi ile yolları
kesişen herkes eminim hem
akademik hem de sosyal ortamın
güzelliğinden etkilenmiş ve
üniversitede geçirdiği yıllar hiç
bitmesin istemiştir. Benim hikâyem
de aslında biraz böyle başladı.
Üniversite sınavları açıklandığında ve
Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandığımı
duyduğumda, hayatımın büyük
ölçüde değişeceğini tahmin
edebiliyordum; ama bir okulun
bakış açımı böylesine değiştirmesini
beklemiyordum. Üniversiteye
başlayan “ben” ile mezun olan “ben”
arasında çok fark vardı. Daha kültürlü,
insanları daha yakından tanıyan,
daha çok okuyan, düşünen, farklı
fikirleri sonuna kadar dinleyen, yeri
geldiğinde eleştiren bir insan olarak
yetiştim Boğaziçi’nde ve bana kattığı
bu bakış açısının değerini başka hiçbir
şeyle karşılaştıramam.
Boğaziçi aynı zamanda, İstanbul gibi
büyük bir şehirde, güzel bir ortamda
ömür boyu sürecek dostluklar
kurmamı, belki de başka hiçbir
yerde tanıyamayacağım insanlarla
tanışmamı ve farklı etkinliklerde yer
almamı sağladı. Boğaziçi’nin hem
akademik hem de sosyal açıdan bu
kadar doyurucu bir ortam sağlaması
mezun olduktan hemen sonra yine
Boğaziçi’nde yüksek lisansa devam
etmek istememin ardındaki en büyük
motivasyondur. Kim bu kadar güzel
bir ortamdan ayrılmak ister ki?
Yıllar sonra yüksek lisansı da bitirip
Boğaziçi’nden ayrılma vaktim
geldiğinde, gideceğim hiçbir yerin
daha güzel olmayacağını az çok
biliyordum. Yüksek lisans sonrası
Amerika’da birçok üniversiteye
doktora programları için başvuruda
bulundum. Önümde birkaç seçenek
vardı ve birlikte çalışacağım
profesörün çalışmalarının benim
ilgili olduğum ve çalıştığım
konularla yakın olması beni Lehigh
Üniversitesi’ni seçmeye itti. 2004
yılından beri neredeyse “evim”
olan Boğaziçi Üniversitesi’nden bu
vesileyle ayrıldım. Lehigh Üniversitesi
akademik yapısı ve kampusu
açısından Boğaziçi Üniversitesi’ne
benzese de öncelikle İstanbul
gibi büyük bir metropolde değil;
Bethlehem şehrinde, yani aslında
küçük bir Amerikan kasabasında yer
alıyor. Büyük bir şehirde uzun yıllar
yaşadıktan sonra toplu taşımanın
bile olmadığı küçük bir kasabaya
yerleşmenin ilk başta çok farklı
geldiğini itiraf etmeliyim. Şu an
çok daha az kalabalık ve hemen
hemen herkesin birbirini tanıdığı
bir ortamdayım. Tabii böyle bir
ortamda olmanın kendine göre
avantajları da var. Bir kere daha az
stresli olabiliyor (doktora öğrencisi
olmanın stresini saymazsak!), şehir
hayatının getirdiği trafik, kalabalık,
sinirlilik, kargaşa vb. şeylere daha az
maruz kalabiliyorsunuz, daha sağlıklı
yiyeceklere yöneliyorsunuz (Bahçeniz
varsa tez yazmadığınız zamanlarda
kendi domatesinizi kendiniz bile
yetiştirebilirsiniz) daha fazla doğa
sporlarına yöneliyorsunuz. Kısaca,
daha planlı bir hayatınız olabiliyor.
Ama ben şehir insanıyım diyorsanız,
bir yandan çok da sıkılabiliyorsunuz.
Ben kendimi hiçbir zaman bir şehir
insanı olarak düşünmemiştim.
Daha doğrusu bu konu üzerine hiç
kafa yormamıştım. Ancak burada
geçirdiğim ilk yılın sonunda arabam
olduğunda yaşadığım özgürlük hissini
anlatamam. Artık büyük şehirleri
özlediğim zaman yaklaşık bir ya da bir
buçuk saat uzaklıkta Philadelphia'ya
ya da New York’a gidebiliyorum.
Kasabanın küçüklüğü bir yana
Boğaziçi ve Lehigh Üniversitesi'ni
birbirleriyle kıyaslayacak olursam,
Lehigh Üniversitesi’nin de oldukça
aktif bir akademik ve sosyal hayatı
olduğunu söyleyebilirim. Akademik
olarak, kendi doktora tecrübem
özelinde konuşacak olursam, derslerin
içeriği ve sınavlar açısından kendimi
dezavantajlı hissettiğim bir durum
olmadı. Boğaziçi’nde bize verilen
kaliteli eğitimin meyvelerini topladım
diyebilirim. Öte yandan yüksek
lisans tecrübelerimi karşılaştıracak
olursam, burada özellikle yüksek
lisans ögrencilerinin avantajlı olduğu
bir konu, her öğretim üyesinin
kendine ait bir laboratuvarının olması
diyebilirim. Bu şekilde öğretim üyeleri
kendi laboratuvarında hem yüksek
lisans öğrencileriyle hem de lisans
okuyan ve araştırma yapmak isteyen
öğrencilerle istedikleri araştırmaları
yürütebiliyorlar. Ayrıca tüm yüksek
lisans öğrencilerinin paylaştıkları
ofisler var. Tüm yüksek lisans
öğrencileri ya araştırma ya da öğretim
görevlisi olarak eğitimleri sırasında
akademisyen olmak ile ilgili gerçekten
kapsamlı tecrübe kazanıyorlar.
Sosyal hayat açısından Lehigh
özellikle lisans eğitimini burada
görenler için çok hareketli bir
okul. Oldukça kökleşmiş bir
“Greek Life” var. Benim de buraya
gelince öğrendiğime göre Greek
Life “fraternity” (erkek öğrenci
grupları) ve “sorority” (kız öğrenci
grupları) olmak üzere ikiye
ayırabileceğimiz öğrenci cemiyetlerini
oluşturuyorlar. Özellikle cuma ya
da cumartesi akşamları kampusta
dolaşırken öğrenci yurtlarının
önünden geçerseniz bu grupların
düzenledikleri birbirinden ilginç
partilere denk gelebilirsiniz. Bunun
dışında yüksek lisans öğrencileri de
unutulmuş değil. Doktora öğrencileri
ve özellikle uluslararası öğrencilerle
tanışıp bir araya gelebilsinler diye
yıl boyunca kahvaltı, piknik, gezi
gibi birçok etkinlik düzenleniyor.
Boğaziçi’ndeyken özellikle BTS’de
düzenlenen klasik müzik konserlerine
gitmeyi bir alışkanlık haline
getirmiştim. Lehigh’da da aynı şekilde
BTS gibi büyük ve görkemli bir binada
perşembe ya da cuma akşamları
konserler oluyor. Burada her konsere
gittiğimde Boğaziçi’ni hatırlıyorum.
Uzun sözün kısası, Boğaziçi
Üniversitesi’nde okuyan herkes gibi
ben de kendimi tanımlarken bir
yerlerde Boğaziçi’nden bahsetmeye
çalışıyorum ve belki de hayatımın en
dolu dolu geçirdiğim yıllarını bana
veren üniversitemi çok özlüyorum.
Bir yandan da şu anda Lehigh’ın
bana sundugu akademik ve sosyal
ortamdan oldukça memnunum.
Bu yıl Lehigh’da üçüncü senemi
geçiriyorum ve biliyorum ki mezun
olurken buradan ayrılmak da zor
olacak.
Burcu Ünlütabak kimdir?
Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi
İngiliz Dili ve Edebiyatı, yüksek lisans
eğitimini ise Psikoloji Bölümü'nde
tamamlayan Ünlütabak, dergimizde
de editör olarak görev almıştı. Şu
anda doktora çalışmalarını Lehigh
Üniversitesi’nde sürdürmektedir.
B
67
BIR BOĞAZIÇILI'NIN OXFORD DENEYIMI
Duygu Cankılıç ‘11
Okulumuz Tarih Bölümü
mezunlarından Şeyma
Afacan’a (’03), 2010 yılından
bu yana doktora çalışmalarını
sürdürdüğü Oxford
Üniversitesi deneyimlerini
sorduk. Boğaziçi ve Oxford
arasındaki farklılık
ve benzerlikler, eğitim
sistemi ve iki üniversitenin
geleneksel değerleri konu
başlıklarımızdan bazılarıydı.
B
68
Bulunduğunuz üniversitenin
en çok hangi geleneksel
değerinin/değerlerinin
sürdürüldüğünü
düşünüyorsunuz? Boğaziçi
ile kıyas ederek neler
söyleyebilirsiniz?
Özel olarak, bir değerden
bahsetmeden önce Oxford’u
Oxford yapan unsurun
-bunu İngiltere geneli için
de söylemek mümküngeleneksel değer yaratmak
ve onu sürdürme azmini
göstermek olduğunu
söyleyebiliriz. Türkiye’de
eğitim tarihimizde böyle bir
özen ve birbirinin devamı
niteliğinde binalar bulmak
çok zor. Bu anlamda Boğaziçi,
Robert Kolej geleneğine sahip
çıkarak Türkiye’deki diğer
üniversitelerden farklılık
gösteriyor. Ben de tarihine
sahip çıkan, köklü geleneği
olan bir okuldan geldiğim için
gururluyum.
Her iki okul için de ortak
bir değer olarak global
vatandaşlık kavramından
bahsedebilirim. Tüm kültürel
farklara, ayrışmalara rağmen
insan haklarına, düşünce
özgürlüğüne saygılı bir
akademi yaratma çabası
Oxford’da da Boğaziçi’nde
de bence her şeyin üzerinde.
Bu anlamda Oxford’daki ilk
günlerimde ortama uyum
sağlamakta Boğaziçili
bir sosyal bilimci olarak
hiç sorun yaşamadım ve
okulumu her fırsatta saygıyla
andım. Boğaziçi’nde yüksek
akademik başarı gösterin
ya da göstermeyin, tüm
farklılıklara rağmen saygı
çerçevesinde temel hak
ve özgürlükler üzerinden
konuşarak yapıcı olma araçları
kesinlikle sunulur. Bu araçlar
ile hayatınızın devamında
belli bir seviyede pozitif ve
sosyal bilim alanlarında
çalışabilir, onun da ötesinde
bulunduğunuz ortamı
dünyada ortaklaşmış değerler
ile dönüştürebilirsiniz. Bu
da oldukça kapsayıcı ve
dönüştürücü bir değer.
Üniversitenizin
(yurtdışındaki) dünyada
gelişen politik ve toplumsal
olaylara karşı tutumunu nasıl
değerlendiriyorsunuz; dünya
kamuoyunda üniversitenizin
açıklamalarını yönlendirici
güçte olduğunu düşünüyor
musunuz? Boğaziçi
Üniversitesi'ni bu yönde ne
şekilde değerlendiriyorsunuz?
Boğaziçi’ndeki akademi
ile gurur duymamın en
temel sebepleri arasında
üniversitenin siyasi etiği ve
dönüştürücü gücü geliyor.
Bu anlamda hızlı bir şekilde
koordine olup, belli bir konuda
ortak ses yaratılabiliyor. Önemli
B
69
Şeyma Afacan
konularda mutlaka öğrenci ile
birlikte çalışacak ve akademi
içinde örgütlenme sağlayacak
çok değerli hocalarımız var.
Demokrasi adına öğrenciye
verdikleri desteğin ülke
siyasetinde şekillendirici rolü
olduğunu düşünüyorum.
Aynı şeyi Oxford için
söyleyemem. Oxford
akademisinin ortak bir
tutum içine girmesinin çok
daha nadir yaşandığını
düşünüyorum. Alanında
çok başarılı ve etkili isimler
elbette var. Ancak çoğu zaman
ivedilikle ortak bir aktivizm
içine giremiyorlar. Çok daha
geniş bir kitle oldukları ve
İngiltere siyasi yaşamının
daha seviyeli bir yapısı
olduğu için olabilir. Bazen hiç
beklemediğiniz yönde Oxford
değerlerine uymayan istisnai
açıklamalar duyabiliyorsunuz.
Boğaziçi bu anlamda
şaşırtmıyor ve öğrenciye büyük
bir güven veriyor.
Üniversitenizdeki sınav
sistemini Türkiye'deki sınav
sistemleri ile kıyas ettiğinizde
en çok hangi farkların öne
çıktığını düşünüyorsunuz?
Bizdeki üniversite giriş sistemi
elbette yanlışlarla dolu.
Öğrenciyi standart bir sınav ile
bölümlere ayırmadan sınava
tabi tutmak oldukça anlamsız.
Örneğin, kendi bölümüm
olan tarih departmanında
Oxford’un, öğrencilerin tarihe
olan ilgisini ölçen bir sınav
sistemine sahip olduğunu
söyleyebilirim. Bu ise elbette
herkese uygulanan standart
bir sınavın çok daha ötesinde.
Mülakat sistemini, konuya
özel sorular soran, öğrencinin
ilgi ve becerisini bölüm ve okul
bazlı test eden sınav sistemini
daha başarılı buluyorum.
TEMEL İMMÜNOLOJI ARAŞTIRMALARINDAN
ASC ZERRECIK AŞI
Yasemin Dut ’10
B
70
Okulumuz Moleküler
Biyoloji ve Genetik Bölümü
mezunlarından Doç. Dr. Nesrin
Özören '95 ile oda sıcaklığında
30 gün dayanabilen aşı taşıma
teknolojisini geliştirme süreci
üzerine konuştuk. Özeren,
projeyi birlikte yürüttüğü
öğrencileriyle nasıl bir çalışma
sürdürdüklerini detayları ile
bizlerle paylaştı.
tanınmasında görevli NOD-benzeri
(NLR) proteinleri üzerine çalışmalara
başladım. Bağışıklık sistemi, hücre
ölüm mekanizmaları ve çeşitli
kanser modellerinde kontrol dışına
çıkan yolaklar üzerine yoğunlaştım.
Bu çalışmalardan Nature, Nature
Immunology, Cancer Research gibi
dergilerde toplam 10 yayınım oldu
ve şu anda 2.000 üzerinde atıf almış
bulunuyorum.
İlk olarak sizi tanımak
isteriz, kendinizden ve
çalışmalarınızdan bahseder
misiniz?
2005 yılında Boğaziçi
Üniversitesi’nden teklif alınca,
mezun olduğum kuruma geri
dönmeye karar verdim. Çalışma
grubumu ve laboratuvarımı
kurabilmek için proje başvuruları
yapmaya başladım. 2006-2007
yılları arasında TÜBİTAK Kariyer
Projesi, TÜBA Üstün Başarılı Genç
Bilim İnsanı Ödülü'nü, ilk kez
verilen Avrupa Moleküler Biyoloji
-SDIG (EMBO Stratejik Yerleştirme
Ödülü’nü) kazandım ve 800.000 TL
gibi beş yıllık bir fon temin ederek
laboratuvarımı oluşturdum. Adını
da Apoptoz ve Kanser İmmünolojisi
Laboratuvarı (AKiL) koydum.
Yeni laboratuvarımızda bağışıklık
sistemi üzerine yoğunlaştık. Özellikle
henüz hiç çalışılmamış veya az yayın
bulunan NLR ailesi üyelerinden
NLRP3, NLRC3, NLRP7, NLRP9 ve
NLRP13 üzerine yoğunlaşıyoruz. Bu
proteinler (NLRP3) aracı ASC proteini
ve kesici bir enzim olan kaspaz 1
ile “enflamazom” adını verdiğimiz
çoklu bileşkeler oluşturuyorlar.
Projelerimizin bir tanesi ASC’nin
NLR’lerle beraber zerrecik
yapıları oluşturma kapasitesi ve
mekanizması üzerindeydi. Patentli
buluşumuz bu çalışmadan çıktı.
2007- 2014 yılları arasında toplam
dokuz yüksek lisans ve bir doktora
1990 yılında Boğaziçi Üniversitesi
Biyoloji Bölümü'ne girip 1995
yılında Moleküler Biyoloji ve
Genetik Bölümü’nden bölüm ikincisi
olarak mezun oldum, böylece bu
lisansa sahip ilk mezun oldum.
Buradaki kaliteli eğitim,1989
yılında Bulgaristan’dan göç etmiş
bir genç kız için son derece önemli
bir kariyer basamağı oldu. 1996
yılında ABD’nin “Ivy League”inde
yer alan University of Pennsylvania
(UPENN- Philadelphia) Biyoloji
Bölümü’nün doktora programına
tam burslu olarak kabul edildim ve
2002 yılında mezun oldum. 20022005 yılları arasında University
of Michigan - Ann Arbor’da
doktora sonrası araştırmalarımı
tamamladım. Doktora ve postdoktora çalışmalarımda hücre ölüm
mekanizmaları üzerine çalıştım.
Kanser gibi hastalıklarda hücre
ölüm mekanizmalarında çeşitli
sorunlar görebiliyoruz. Doktora
sonrası çalışmalarımın ikinci
yarısında doğal bağışıklık sistemi
üzerine yoğunlaştım. Dışarıdan
gelen patojenlere bağlı ajanların
öğrencisi mezun ettik. Şu anda
üç doktora, üç de yüksek lisans
öğrencim çalışmalara devam
ediyor. Yaptığımız çalışmalardan
kaliteli tezler dışında etki değeri
iyi olan hakemli dergilerde 5 adet
uluslararası yayın, bir de patent
ürettik.
Şu anda devam eden TÜBİTAK
1001 projemiz ise NLRP 7 proteini
üzerinedir. Bu protein özellikle
“immün ayrıcalık” bölgelerinde
ifade olmaktadır. Anne rahmi,
plasenta, göz ve beyin gibi ödemin
oluşmaması gereken bölgelerde
görev aldığını düşünüyoruz. Genel
tema olarak bağışıklık sisteminin
patojenler tarafından uyarılması,
bu uyarılmanın durdurulması ve
denetim mekanizmaları üzerine
çalışıyoruz. Tümörler de vücutta bir
çeşit “immün tolerans” indüklediği
için, immün ayrıcalık ve immün
tolerans mekanizmaları arasında
örtüşmelerin olabileceğini
düşünüyoruz.
Patente giden yol hakkında
bilgi verebilir misiniz?
Patent çalışmaları olağanüstü
zeki ve çalışkan eski yüksek lisans
öğrencimiz Ali Can Sahillioğlu’nun
tez konusuydu. Ali Can’ın çalışması
ASC zerrecik yapılarının nasıl
oluştuğuna dair bir mekanizma
araştırmasıydı. Bu çalışmanın
sonuçları 6 Kasım 2014’te Structure
(Cell) isimli dergide yayımlandı.
Küresel ASC zerreciklerinin hücrede
kendiliğinden nasıl oluştuğunu
çalışırken, üzerlerine başka
molekülleri (mesela, yeşil flüoresan
protein) yükleyebileceğimizi
gördük. “Bu zerreler nasıl oluşuyor?”
sorusuna yanıt ararken, baktık
Ali Can Sahillioğlu, Doç. Dr. Nesrin Özören
B
71
ki üzerlerine mikroplara has
“antijen” dediğimiz bağışıklık
sistemini tetikleyen parçacıkları da
yükleyebiliyoruz. Saflaştırdıktan
sonra, antijen yüklü zerrecikleri
akyuvarlardan olan makrofaj
hücrelerine besleyebiliyoruz.
Zerrecikleri endositoz yoluyla
yutan makrofajlar bunları
sindirmeye başlıyorlar. Bu da
yine ASC teknolojisinin en
önemli parçalarından birisidir.
Yani mikrobun ve akyuvarların
buluşmasını ve mikrobun
yutulmasını ve sindirilmesini
modellemiş olduk. Gördük ki
saflaştırdığımız zerrecikler çok uzun
süre oda sıcaklığında ya da ısının
yükseltilip düşmesi döngülerine tabi
tutulduklarında de bozulmadan,
sağlam yapılar olarak kalıyorlar. Bu
yüzden de aşıların daha uzun süre
yaşaması için elverişli bir taşıyıcı
sistem olarak bunu geliştirerek
patent aldık.
Pekiyi şu an gelinen nokta
nedir?
Şu anda, ASC zerre taşıyıcı sistemin
üzerine grip virüsünün (H5N1) etkin
ajanını (H5 proteinini veya parçasını)
yüklemek istiyoruz ve bununla
B
72
farelerde grip aşısının etkinliğini
test etmek istiyoruz. Bir set öncü
hayvan deneyi yaptık. Zerrecikleri
deri altına verdiğimiz zaman yedi
gün kadar o bölgede kalabildiklerini
gördük. Bu önemli bir süreç, çünkü
etkin bağışıklama için mikrobiyel/
viral ajanların birkaç gün boyunca
alıcının immün sistemini uyarması
daha güçlü bir koruma sağlıyor.
Bu proje Boğaziçi Üniversitesi
İleri Teknoloji Uygulama Projesi
desteğini aldı ve şu anda
yatırımcılarla görüşmekteyiz.
Boğaziçi Üniversitesi Teknoloji
Transfer Ofisi, fikri mülkiyeti ilk
kez üniversitemize devir olan
patentimizin, lisanslanması veya
satılması sürecine aracılık ediyor. Bu
teknoloji kullanılarak var olan aşılara
da seçenek geliştirilebilir veya
henüz düzgün çalışmayan grip aşısı,
bazı hepatit aşıları gibi aşılara yeni
seçenekler üretilebilir.
Bu projeniz dünyada bir ilk
olarak gösteriliyor. Dolayısıyla
maddi destek alınması gerekli
olan bir durum. Pekiyi,
günümüze kadar Türkiye’de
bu alanda nasıl çalışmalar
yapıldı?
1980’lere kadar, Refik Saydam
Hıfz-ı Sıhha Araştırma Merkezi’nde
aşılar üretilmekteymiş. Kuduz aşısı,
tetanoz, verem aşısı gibi yirmiye
yakın aşı üretilmiş ve II. Dünya Savaşı
sırasında Alman askerlerine bu
aşılardan gönderilmiş, yani aşı ihraç
etmişiz. Ama 70’lerin ve 80’lerin
politik ortamında bu alana yatırım
durdurulmuş ve merkez bir sonraki
nesil araştırmacıların yetiştirilmesi/
gelmesi yerine, bürokratik bir yer
haline dönüştürülmüş. 1970-80’lerde
yine Türkiye’de üretilen kuduz
aşılarından birkaç çocuğun hastalık
kapmasına yönelik haberler çıkmış.
Bundan sonra Türkiye’de aşı yapımı
durdurulmuş ve ülkeye dışarıdan
aşı alımı başlamış. Maalesef ki, şu
anda bütün aşılarımız dışarıdan
alınmaktadır. Her çeşit aşıya
bebekliğimizden itibaren bağlıyız.
Benzer bir durum piliç ve diğer
hayvan üreticiliğinde de geçerlidir.
Son yıllarda TÜBİTAK ve Kalkınma
Bakanlığı özellikle aşı konusunda
çağrılı projeler başlatmıştır ve
yerel sektörde hayvan aşıları
üretilmeye başlanmıştır. Bu adımlar
çok sevindiricidir. Yakın zamanda
insan aşılarının da üretilmesi
beklenmektedir.
Umarım bunlar başarılı olur, fakat
toplum olarak dışarıya kendi
araştırmacımızdan daha çok
güveniyoruz. “Türk aşısı bozuk!”
diye bir söylenti çıksa bu aşının
uygulanması çok zor olur. Oysa
serinkanlı olmak ve uzun vadeli
düşünmek zorundayız. Uluslararası
şirketler dünyaya ilaç satıyor, biz
de onların kalitesinde ilaç veya aşı
üretmek zorundayız. Bütün bu yerel
çalışmaların lekelenmemesi için
Sağlık Bakanlığı’nın öncülüğü ve
katkısı elzemdir. Öncelikle hayvan
deneylerinin tüm testlerde düzgün
çıkması gerekiyor. Ondan sonra
insanlarda Faz 1, Faz 2, en sonunda
da Faz 3 ve 4 çalışmaları gerekiyor.
Bu süreçler için tıp doktorları,
farmakoloji ve aşı uzmanları ve
bizlerden oluşacak büyük ekiplere
ihtiyaç vardır.
Bu tür insan denemelerini
Boğaziçi’nde baştan sona
götürmemiz mümkün değildir. Biz
işin temel bilimini ortaya koyduk
ve hayvanlarda “proof of principle”
deneylerini tamamlayacağız. Bizim
teknolojimiz hayvan deneylerinde
olumlu sonuç verirse ve insanda
uygulamaya geçilirse, dışarıdaki
sıcaklık 40 °C olsa bile aşı işlevsel
olabilecek. Yeni nesil aşılarımız
üzerine istediğiniz herhangi bir
parazitin, virüsün, mikrobun
ajanı yüklenebilir ve Afrika’ya
gönderilebilir. Hayalimizdeki
en ideal aşı ise, iğne ile değil de
ağızdan verilecek acısız aşıların
geliştirilmesidir.
Boğaziçi Üniversitesi’nde sizin
alanınızdaki çalışmalarla,
yurtdışındaki üniversitelerde
yapılan çalışmaları
karşılaştırdığınızda,
nasıl değerlendirmeler
yapıyorsunuz? Bu alandaki
çalışmalar ne derece yeterli ya
da neler yapılması gerekiyor?
Çalışmalarımız temel bağışıklık
sistemlerini ve mekanizmalarını
anlamak üzerine kuruludur. Ucu
tamamen açık temel bilim yaparken
ASC zerre teknolojisini keşfettik.
Bunun aşılara uygulanabilen bir
taşıma yöntemi sağladığını ortaya
koyduk. Bunu ilk biz bulduk ve
2012 yılında patentine başvurduk.
Yaptığımız çalışmaların benzerleri
bilimsel yayınlarda 2014 yılında
çıkmaya başladı, hepsi bizim
buluşlarımızı destekler niteliktedir.
Ancak, önermiş olduğumuz ASC
zerre taşıma yöntemi üzerine başka
bir patent yok ve dünyadaki ASC
zerre araştırmalarının en az iki
yıl önündeyiz. Patent hakkımızı
Boğaziçi Üniversitesi’ne devrettik
ve böylece üniversitemiz ilk
kez bir patente ortak olmuş
oldu. Bu ortaklık sayesinde
patentimizi daha sağlıklı bir
şekilde koruyabileceğimizi ve
geliştirebileceğimizi ümit ediyoruz.
Türkiye Patent Enstitüsü’nden alınan
20 yıllık korumanın dünya çapına
erişebilmesi için Avrupa, Amerika,
Çin ve Japonya’ya da patent
başvuruları yapılmıştır.
B
73
YAYINLAR:
1.“Structural and Dynamics Aspects of
ASC Speck Assembly.”
Sahillioglu AC, Sumbul F, Ozoren N,
Haliloglu T.
Structure. 2014 Dec 2;22(12):1722-34.
doi: 10.1016/j.str.2014.09.011. Epub
2014 Nov 6.
B
74
2.”Whole genome sequencing of
Turkish genomes reveals functional
private alleles and impact of genetic
interactions with Europe, Asia and
Africa.”
Alkan C, Kavak P, Somel M, Gokcumen
O, Ugurlu S, Saygi C, Dal E, Bugra K,
Güngör T, Sahinalp SC, Özören N,
Bekpen C.
BMC Genomics. 2014 Nov 7;15:963. doi:
10.1186/1471-2164-15-963.
3.”Overexpressed NLRC3 Acts as an
Anti-Inflammatory Cytosolic Protein.”
Gültekin Y, Eren E, Ozören N.
J Innate Immun. 2015;7(1):25-36. doi:
10.1159/000363602. Epub 2014 Sep 27.
4. “Immune regulation by
intralymphatic immunotherapy with
modular allergen translocation MAT
vaccine.”
Zaleska A, Eiwegger T, Soyer O, van de
Veen W, Rhyner C, Soyka MB, Bekpen C,
Demiröz D, Treis A, Söllner S, Palomares
O, Kwok WW, Rose H, Senti G, Kündig
TM, Ozoren N, Jutel M, Akdis CA,
Crameri R, Akdis M.
Allergy. 2014 Sep;69(9):1162-70. doi: 10.
1111/all.12461. Epub 2014 Jul 12.
5. “Novel NLRP3/cryopyrin mutations
and pro-inflammatory cytokine profiles
in Behçet's syndrome patients.”
Yüksel Ş, Eren E, Hatemi G, Sahillioğlu
AC, Gültekin Y, Demiröz D, Akdiş C,
Fresko İ, Özören N.
Int Immunol. 2014 Feb;26(2):71-81. doi:
10.1093/intimm/dxt046. Epub 2013
Oct 17.
İncelemeli Patent:
1.“Bir antijen gönderim yöntemi”
Sahillioglu AC, Ozoren N., TPE TR 20212
04773 B
MEKÂN SORUNU
PROJE VE FONLAR SORUNU
Moleküler Biyoloji ve Genetik
Bölümü'nde 2007 yılında kurulan
laboratuvarım için 35 m2 koridor
kapatılmıştı. Yedi yıl geçti ancak
maalesef halen 35 m2 alanda
çalışıyoruz ve genişleme imkânımız
olamadı. Grubumuzun bir sonraki
aşamada 10, 15 kişiye ulaşmasını
tercih ederim; doktora sonrası
araştırmacıları ve daha kıdemli
insanları da dâhil etmek isterim,
ancak bunun için 70 m2 ve üzeri
yere ihtiyacımız var. Yaşam Bilimleri
ve Teknolojileri UYGAR Merkezi için
Kandilli Yerleşkesi'nde planlanan
yeni ortak çalışma alanını dört gözle
beklemekteyiz. İki yıl önce yapılması
gereken ihale sürekli olarak
ertelenmektedir.
Şu anda devam eden TÜBİTAK 1001
ve Boğaziçi Üniversitesi BAP-TUG
projelerimiz olsa da şirketlere
gene borçlu kalıyoruz; çünkü
yapmaya çalıştığımız deneyler için
bütçelerimiz yetersiz kalıyor. Her
yeni proje için bağımsız olarak
başvuruyoruz, bazen ilk seferde
fonlanıyor, bazen dördüncü seferde.
Bu tür sorunlar çalışmalarımızın
hızını kesiyor maalesef. Az önce
bahsettiğim patent konusunda
da, geçen sene aşı konulu 1003
projemiz elendiği için, bu sene
yeniden başvuru yapıyoruz.
Birinci aşamayı geçtik, ikinci
aşama başvurumuz ise Ocak 2015.
Başvurumuzun ardından üç-dört ay
sonra sonuçlar açıklanacak. Sonuç
olumlu olursa paranın gelmesi Eylül
2015'i bulacak. Ne yazık ki bir yıllık
gecikme ile başlamış olacağız.
Binnur Görer
NAO’YLA EGZERSIZ
Emine Çavak
Bilgisayar Mühendisliği
Bölümü mezunlarımızdan
Sayın Binnur Görer '11
ile insansı robot olarak
tanımlayabileceğimiz, NAO
isimli robotun egzersiz
eğitmeni olarak çalışmasını
sağlayan projesi üzerine
görüştük. NAO’nun amacı,
geliştirilme süreci ve toplum
tarafından algılanışı konu
başlıklarımızdan bazılarıydı.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Ben Binnur Görer. 1988 Karabük
doğumluyum. 2011 yılında Boğaziçi
Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği
Bölümü’nden lisans derecemi aldım.
2013 yılında aynı bölümde yüksek
lisans eğitimimi tamamladım. Şu
an yine aynı üniversite ve bölümde
doktora eğitimime devam ediyorum.
Aynı zamanda araştırma görevlisi
olarak çalışıyorum. Temel araştırma
alanlarım içerisinde sosyal robotlar
ve insan robot etkileşimi konuları
yer almakta. Çalışma zamanlarım
dışında mümkün olduğunca spor
yapmaya çalışıyorum. Bunun yanı
sıra seyahat etmeyi ve fotoğraf
çekmeyi seviyorum. Yeni yerler
görmenin heyecanı benim için çok
değerli.
NAO fikrinin ortaya çıkışından,
yapılış sürecinden ve
amacından bahseder misiniz?
Öncelikli olarak şunu belirtmek
istiyorum. Prof. Dr. Levent Akın’ın
danışmanlığında geliştirmiş
olduğum egzersiz eğitmeni robotu
projesi bir yazılım projesi. Çalışmada
kullandığımız robotun adı NAO.
Aldebaran şirketi tarafından üretilen
küçük bir insansı robot. Biz bu
robota donanımsal olarak herhangi
bir değişiklikte bulunmadan
onun bir egzersiz eğitmeni olarak
kullanılabilmesi için gerekli olan
yazılımı geliştirdik.
Egzersiz eğitmeni robot yaşlılara
günlük egzersiz hareketlerinde
yardımcı olabilmesi için geliştirilmiş
bir robot. Amerika, Japonya gibi
hızla yaşlanan ülkelerde sağlıklı
yaşlanma konsepti çerçevesinde
yaşlı kişilerin kendi evlerinde
bir sağlık personeli ya da bakıcı
yardımı olmadan yaşamlarını
sürdürebilmeleri amaçlanıyor.
Teknolojinin bu alanda kullanımı ile
hem daha ucuza hem de daha çok
kişiye hizmet verebilmek mümkün.
Yaşlı kişiye hizmet edebilecek
otonom bir robot sistemi bu açıdan
oldukça değerli.
Egzersiz eğitmeni robotu bahsedilen
bu sistemin ufak bir parçası. Egzersiz
aktiviteleri yaşlı kişilerin gerek
mental gerek fiziksel sağlıkları
için oldukça önemli ve gerekli.
Bu sebeple yaşlı kişinin düzenli
olarak doğru bir şekilde egzersiz
yapmasına yardımcı olacak bir
robotik sistemin kişilerin sağlıklı
yaşlanma süreçlerine katkısının
oldukça büyük olduğuna inanıyoruz.
Bu proje bu tür ihtiyaçlara çözüm
getirebilme motivasyonu ile
ortaya çıktı. Yüksek lisans tezim
kapsamında yaklaşık iki yıl süren bir
çalışmanın sonucu olarak geliştirildi.
NAO'yu temel olarak diğer
çalışmalardan ayıran özellik
nedir?
Projenin benzerlerinden ayrılan
iki önemli yönü var: Robotun
egzersiz seansı sırasında yaşlı kişiye
gösterdiği egzersiz hareketleri,
statik olarak kodlanarak robota
yüklenen hareketler değil. Robot bu
hareketleri bir insan eğitmenden
öğreniyor. Derinlik algılayıcı bir
kamera sayesinde insan eğitmenin
yaptığı hareketleri izleyerek analiz
ediyor ve tekrarlıyor. Bu şekilde
hareketleri nasıl yapması gerektiğini
öğreniyor. Bu yöntem ile fiziksel
kısıtları izin verdiği sürece robota
çok çeşitli egzersiz hareketlerini
öğretmek mümkün.
Bir diğer nokta ise robotun analiz
yeteneği ile ilgili. Projenin ikinci
kısmı olarak gerçekleştirilen bu
tarafta, robot öğrendiği hareketleri
yaparak yaşlı kişiye gösteriyor
ve sesli olarak da açıklamasını
yapıyor. Yaşlı kişi robotla birlikte
hareketleri yapmaya çalışıyor.
Eğer yanlış yaptığı kısımlar olursa
robot bunları anlıyor ve kişiye
hareketini düzeltmesi için sesli
olarak geri bildirimde bulunuyor.
Seans sonunda ise verdiği geri
bildirimlerin toplamına göre kişinin
genel performansı hakkında bir
puan veriyor.
Egzersiz eğitmeni olarak
geliştirilen robot NAO'nun
yaşlılar tarafından
nasıl karşılanacağını
düşünüyorsunuz?
Şimdiye kadarki deneylerimize
dayanarak söyleyebilirim ki yaşlılar
egzersiz eğitmeni robotunu
oldukça olumlu karşıladılar. Bir
huzurevinde ve bir bakımevinde
ayrı ayrı deneyler yaptık. Yaşlı kişiler
robotla birlikte egzersiz yaptılar ve
biz de sonrasında kişilerle görüşüp
proje hakkındaki düşüncelerini
öğrendik. Aynı zamanda robotun
fonksiyonalitesini ölçmek için
yaşlı kişilerin hareketleri ne kadar
iyi takip edebildiği, ne kadar
doğru yapabildiği gibi metriklerle
veri analizleri yaptık. Sistemin
geliştirilmesi gereken yönleri
B
77
olduğu gibi mevcut durumuyla da
oldukça kullanışlı ve faydalı olduğu
sonucuna vardık.
Gelişen teknolojiyle birlikte
insan emeğinin yerini
makinelerin ve robotların
aldığını gözlemliyoruz. Robot
çalışmalarının bir zirve
noktası var mı? Sizce bu
ilerlemeler insan yaşamına
olumlu/olumsuz ne gibi
değişiklikler getiriyor?
B
78
Robot çalışmalarının zirve
noktası yapay zekânın insan
zekâsı seviyesine gelebilmesi ile
tanımlanabilir bana göre. Mevcut
duruma bakarsak şu an bu zirvenin
oldukça gerisindeyiz. Fakat hızlı bir
gelişim var ve yakın gelecekte ne
olacağını kestirmek çok da kolay
değil.
Teknolojinin insan hayatını
iyileştirme amacı ile kullanıldığı
takdirde herhangi bir zararı
olduğunu düşünmüyorum. Evinizi
sizin için temizleyen bir robot
sizin daha az hareket etmenize
değil, zamanınızı dilediğiniz gibi
geçirmenize yardımcı olur ya da
ameliyat robotları sayesinde daha
risksiz bir operasyon geçirmek
herkes için olumlu bir şeydir.
Ama bunun yanı sıra işsizlik ve
teknolojinin savaş gibi durumlarda
kötüye kullanılması konuları da
var. Belki robotlar bir işçinin duvar
boyama gibi bir görevini elinden
alabilir ama bu işçiye robot bakımı
ve tamiri gibi yeni bir iş alanı da
doğurabilir. Bir savaş robotu ise işin
en karanlık; ama maalesef günümüz
dünyasının kaçınılmaz tarafı.
Kısacası teknolojideki bu ilerlemeler
hayatımıza olumlu olduğu kadar
olumsuz değişiklikler de getirebilir.
YENI MEZUN BIR
BOĞAZIÇILI’NIN GÖZÜNDEN
Duygu Cankılıç '11
Mezunlarımızdan Gülin
Bülbüloğlu ‘14 ile Global Yurtdışı
Eğitim’de üstlendiği danışmanlık
tecrübelerinden ve öğrencilik
yıllarındaki deneyimlerinden yola
çıkarak, üniversitemizin dünya
üniversiteleri arasında nasıl bir
yeri olduğunu konuştuk. Genç
mezunlarımızdan olan Bülbüloğlu,
eski ve yeni kuşak Boğaziçililerin
okulumuzun dünya üniversiteleri
içindeki rolü hakkında farklı bakış
açısını görmemizi sağladı.
B
80
okulunun tartışma ya da Model
Birleşmiş Milletler Kulüpleri’nde
aktif olarak yer almış olmasını
tercih ediyor. Ayrıca, özellikle
İngiltere'deki eğitim sisteminde,
üniversiteye hazırlanan öğrenci 16
yaşından sonra yalnızca üç ya da
dört ders alarak, istediği bölüme
hazırlanabiliyor. Türkiye'de ise aynı
yaştaki öğrencilerin almak zorunda
olduğu ders sayısı çok daha fazla.
Bu yüzden, Türkiye'de okuyan
öğrencinin üniversiteye kadar
sınavların merkezde olduğu bir
hayatı oluyor maalesef.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim
Bölümü 2014 mezunuyum. İlk
kez 2009 yılında, Amerikan
Konsolosluğu'nun düzenlediği Genç
Liderler Programı ile Amerika'ya
gitme fırsatı yakaladım. 2010
yılında Walt Disney World Company,
Florida'da Guest Relations
üzerine staj yaptım. Üniversite
eğitimim sırasında ise, Boğaziçi
Üniversitesi'nin Exchange programı
kapsamında bir akademik dönem
boyunca Arizona State University'de
eğitim gördüm. Şu anda, yurtdışı
eğitim alanında Türkiye'nin en
köklü şirketlerinden biri olan
Global Yurtdışı Eğitim Danışmanlığı
bünyesinde, Amerika, Kanada ve
İngiltere'de eğitim konusunda
danışmanlık hizmeti veriyorum.
Yurtdışı danışmanlık hizmeti
veriyorsunuz. Gözlemlerinize
dayanarak, ülkemizdeki ve
yurtdışındaki eğitim sistemini
karşılaştırmalı olarak nasıl
değerlendirirsiniz?
Türkiye'deki eğitim sistemini
yurtdışındaki eğitim sistemi ile
Bir Boğaziçili olarak, üniversitemizi
dünya standartları içerisinde nasıl
konumlandırırsınız? Okulumuzun
diğer dünya üniversiteleri ile birlikte
hangi ortak/evrensel değerleri
paylaştığını düşünüyorsunuz?
karşılaştırdığımız zaman göze ilk
çarpan farklılık üniversiteye giriş
kriterleridir. Bilindiği gibi Türkiye'de
üniversiteye girişte çoktan seçmeli
sınav yöntemi uygulanıyor. Ancak
İngiltere, Amerika ve Kanada'da
öğrencinin sınav başarısının
yanında; yer aldığı projeler, katıldığı
aktiviteler, seminerler, uzun süredir
devam ettirdiği hobiler, gönüllü
olarak katkıda bulunduğu projeler
ve iş deneyimi üniversite kabulünde
büyük rol oynuyor. Örneğin tıp
okumak isteyen bir öğrencinin
seçmeli ders olarak el becerilerini
geliştirdiği seramik eğitimi almış
olması, üniversiteler tarafından
tercih ediliyor. Aynı şekilde,
dünyanın en iyi üniversiteleri,
siyasal bilimler okumak isteyen
bir öğrencinin tüm sınavlardan en
yüksek notları almış olmasındansa,
İdeal olarak üniversiteler, yalnızca
akademik bilginin öğretildiği
kurumlar olmanın ötesinde, her
türlü düşünce ve fikrin özgürce dile
getirildiği, tartışıldığı ve eleştirildiği
yerler olmalıdır. Bu konuda, Boğaziçi
Üniversitesi'nin Türkiye standartları
içerisinde özgün, dünya standartları
içerisinde ise en iyi örneklerden biri
olduğunu düşünüyorum. Dünyanın
en iyi üniversitelerinin büyük
önem verdiği "yeşil" bir kampus
olma konusunda da Boğaziçi
Üniversitesi'nin sürdürülebilirlik
konusundaki çalışmalarını başarılı
buluyorum. Ayrıca, Boğaziçi
Üniversitesi'nin bilim, sanat ve
kültür alanındaki etkinlikleri ile de
dünya standartlarını yakaladığını
düşünüyorum.
Boğaziçi Üniversitesi, yurtdışındaki
üniversitelere en çok öğrenci
gönderen okullardan birisi. Bu
eğilimin üniversitemize ne gibi
katkıları olduğunu düşünüyorsunuz?
Boğaziçi Üniversitesi'nin çok
iyi çalışan bir Uluslararası Ofisi
var. Düzenlenen Erasmus ve
Exchange programları sayesinde
birçok Boğaziçili yurtdışındaki
üniversitelerde eğitim görme
şansını yakalıyor. Farklı bir
ülkede yaşamak, farklı millet ve
kültürlerden insanlarla bir arada
eğitim görmek, kişinin uluslararası
iletişim becerilerini geliştirmesine
katkıda bulunuyor. Kişisel deneyimin
yanında, profesyonel anlamda
da yurtdışında eğitim görmenin
kişiye büyük avantaj sağladığını
düşünüyorum. Tüm dünyada olduğu
gibi, artık Türkiye'de de şirketlerin
kadrosunda birçok farklı kültürden
çalışan bulunuyor. Bu nedenle,
özellikle uluslararası şirketler için
yurtdışı deneyimi çok önemli. İşe
alım sırasında, yurtdışında eğitim
görmüş kişi bir adım öne çıkıyor.
Ayrıca Boğaziçi Üniversitesi'nin
yurtdışındaki üniversitelere
gönderdiği öğrenci sayısı ile
dünyanın birçok farklı ülkesinden
Boğaziçi'nde eğitim görmeye
gelen öğrenci sayısı arasında bir
bağlantı olduğunu düşünüyorum.
Yurtdışından gelen öğrencilerin
Boğaziçi Üniversite'sinin uluslararası
üniversite kimliğine katkısı oldukça
önemli.
B
81
Gülin Bülbüloğlu
BÜMED BUSINESS ANGELS (BUBA)
ENTREPRENEURSHIP 2.0
Cem Ener '13
Geçtiğimiz ay itibariyle
başladığımız BÜMED Business
Angels girişimcileriyle
buluşmalarımıza devam
ediyoruz. Bu ay, Whispto isimli
girişimden Sayın Oğuzhan
Urulu ve Sayın Ayhan Dorman
ile buluştuk. Kendileri, Whispto
uygulamasının gelişim
sürecini, kullanım kapsamını,
özelliklerini ve hedeflerini
anlattılar.
B
82
Whispto girişimine
başlamadan önce bir dijital
ajansınız vardı. Ajans işinizden
vazgeçip, Facebook, Instagram
ve Twitter gibi global
platformların hâkim olduğu
sosyal medya alanında yeni bir
proje geliştirme kararını nasıl
aldınız?
Birçok girişimcilik zirvesinde
Türkiye’den dünya çapında
bir başarı hikâyesinin neden
çıkmadığı konuşulur ve her
konuşmacı bir şekilde Türkiye
merkezli bir sosyal ağın dünya
geneline yayılamayacağını, bu
girişimcilerin destek bulmakta
zorlanacağını anlatırdı.
Neredeyse imkânsız olarak
nitelenen bu hedef, bizim için
doğru ekip ile doğru adımlar
atıldığı takdirde mutlaka
ulaşılacak bir noktaydı. Bu
çerçevede yaklaşık 1.5 yıl önce
var olan işlerimizin hepsini
bir kenara bırakıp tamamen
projemiz ile ilgilenmeye
başladık. Bu süreç zorlu olduğu
kadar keyifli de oldu.
Whispto fikri nasıl doğdu
ve kısaca projenin tarihçesi
nedir?
Yaşadığımız dünyada birçok
teknolojik gelişmeye rağmen
hâlâ duygu ve düşüncelerimizi
Oğuzhan Urulu, Ayhan Dorman
kolay hızlı ve etkili şekilde
paylaşamıyoruz. Bunun
nasıl daha kolay hale
geleceği, insanların mobil
cihazlardan nasıl sadece
birkaç tuşa basarak duygu
ve düşüncelerini etkili bir
şekilde paylaşacağı problemi
Whispto fikrini doğurdu. Altı
ay önce Whispto’nun kapalı
Beta sürümünü 400 kişiyle test
ettik. Uygulamamızın kolay
kullanımlı, keyifli, alışkanlık
yaratan ve bir ihtiyaca cevap
veren nitelikte olduğuna dair
geri bildirimler aldık. Bu bizim
için önemli bir motivasyon
kaynağı oldu ve aldığımız
geri bildirimler ışığında
uygulamamızı daha da
geliştirerek 27 Kasım 2014’te
resmi lansmanımızı yaptık.
Her gün yeni kullanıcılar
edinmeye devam ediyoruz. IOS
ve Android platformlarının
yanı sıra web sitemiz
aracılığıyla da kayda değer
istatistiklere ulaştık.
Whispto’yu rakip sosyal medya
platformlarından farklı kılan
özellikler nelerdir?
Whispto ile sosyal mecra
kullanan, fotoğraf paylaşan,
tweet atan kullanıcılar
tek bir platform üzerinde
kendi sesleriyle duygu ve
düşüncelerini çok kolay bir
şekilde ifade etme imkânı
buluyorlar. Sevdiğimiz ve takip
etmek istediğimiz insanların
seslerini duymanın, sadece
yazdıklarını okuyabilmekten
daha kıymetli olduğu inancıyla
geliştirilen Whispto, aynı
zamanda fotoğraf paylaşımına
da imkân vererek “an”ı
yakalamayı amaçlıyor. Henüz
dünya çapında fotoğraf ve ses
paylaşımını birlikte yapma
imkânı sağlayan bir platform
bulunmadığından, insan
sesinin dinleyicide yarattığı
etkiyi ve bu içeriğin kıymetini
çok yakın zamanda herkesin
daha da iyi anlayacağını
düşünüyoruz.
Türkiye’de sosyal ağların
gelişimi hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Sosyal ağ kullanım oranları
özellikle son beş yıl içerisinde
katlanarak arttı; fakat aktif
kullanıcı sayıları ise dünya
ortalamalarının altında
seyrediyor. Bu alanda sosyal
ağlar ve kullanıcıları için
en büyük sorun, nitelikli
içerik ile niteliksiz içeriğin
birbirinden ayrılmasının
gittikçe zorlaşmasıdır. Sosyal
platformların anonim kimlik
altında içerik paylaşımına
imkân vermesi, içeriklerin
kaynaklarının güvenilir olup
olmadığı hakkında kuşku
yaratıyor. Sadece kişisel
kullanımda değil kurumsal
iletişim açısından da giderek
önemini hissettiren sosyal
ağlar aracığıyla firmalar,
müşteri ilişkilerinden
pazarlama çalışmalarına
birçok alanda bu mecraları en
iyi kullanan yapılar olarak
öne çıkıyor. Bu bağlamda
giderek büyüyen bu platformda
Whispto’nun da kendine önemli
bir yer bulacağına inanıyoruz.
Kitlesel iletişimde
kullanılabilecek yeni bir mecra
yaratıyorsunuz. Whispto’nun
daha çok kişiye ulaşması için
neler yapacaksınız?
Hedefimiz, içerik üretimi
daha kolay, duygu ve düşünce
iletimi açısından daha hızlı
ve sesin karakteristik bir
özellik olması sebebiyle daha
etkili olan bir sosyal platform
oluşturmaktı. Şu andaki aktif
kullanıcı sayımız ve yeni
kullanıcı edinme oranımız
hedeflerimizle örtüşüyor ve
gelecek adına da olumlu bir
tablo çiziyor. Türkiye’de 200
bin kullanıcıya ulaştıktan
sonra uygulamamızı Avrupa
dillerine entegre edip
Londra merkezli olmak üzere
Avrupa’nın tamamına yaymayı
ve sonrasında ABD’de yaygın
olarak kullanılan sosyal
mecralardan biri olmayı
planlıyoruz.
Whispto girişimini büyütmek
için BÜMED Business
Angels (BUBA) ile işbirliği
yapıyorsunuz. Bu işbirliği
hakkında ne söylemek
istersiniz?
Bütün süreç boyunca şunu çok
iyi anladık: Girişimcinin en
büyük ihtiyacı, projesine ve
ekibine inanan, gerektiğinde
yol gösteren, gerektiğinde
ihtiyaçların karşılanması
noktasında elinden geleni
yapan bir birlikteliktir. BUBA
ile birlikteliğimizle, daha
öncesinde görmediğimiz kadar
motivasyon, network, teknik ve
pazarlama desteğine ulaşmış
olduk.
BUBA Haberleri
l BUBA, stratejik ortağı Garanti
Bankası ile birlikte Türkiye’deki
girişimleri hızlandırmayı
amaçlayan Garanti Partners
girişim hızlandırma
programını faaliyete geçirdi.
Program tüm sektörlerden ve
her ölçekten girişime hizmet
veriyor. Başvurmak ve detaylı
bilgi almak için:
www.garantipartners.com
l BUBA, T.C. Başbakanlık
Hazine Müsteşarlığı
tarafından Bireysel Katılım
Yatırımcısı (BKY) Ağı olarak
akredite edildi. BKY lisansı
alıp, yatırımlarında vergi
teşviklerinden yararlanmak
isteyenler BUBA üzerinden
lisans başvurularını
yapabilirler. Detaylı bilgi için:
[email protected]
B
83
ÇEVRE DOSYASI
İSTANBUL BOĞAZI DARBOĞAZI
Prof. Dr. Selmin Burak
İ.Ü. Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü
B
84
İstanbul Boğazı hem niceliksel
hem de niteliksel açıdan her
anlamdaki darboğaz unsurlarını
taşımaktadır. Dünyada mevcut olan
260 boğazdan hiçbiri ne morfolojik
özellikler ne de deniz trafiği ve kıyı
nüfusu açısından İstanbul Boğazı’na
benzemektedir. Yani İstanbul Boğazı
kendine has, hem oşinografik
hem de çevresel açıdan çok farklı
özellikler sunan bir suyoludur.
Yaklaşık 31 km uzunluğunda olan
İstanbul Boğazı’nın genişliği
698 m ila 1500 m arasında
değişmekte olup, seyir açısından
12 noktada 80 derecelik keskin
dönüşler gerektirmektedir. En dar
yeri Bebek-Kandilli geçişi olup aynı
zamanda da keskin dönüşlerden
birini oluşturmaktadır.
Yaklaşık 15 milyon nüfuslu İstanbul
metropolünün en gözde yerleşim ve
rekreasyon alanlarını da barındıran
bu bölgede çocuk parkları ve park/
bahçelerden yaklaşık 50 m ötede
groston mertebesinde petrol veya
yük taşıyan tanker veya şilepler
seyretmektedir. Ayrıca İstanbul
Boğazı’ndaki oşinografik ve
meteorolojik koşullara da kısaca
değinirsek, bu suyolunun gerçekten
ne denli farklı ve potansiyel
tehlikeler arz eden bir yapıya
sahip olduğunu anlayabiliriz. Seyir
açısından en büyük riski oluşturan
özelliklerin başında kuvvetli alt
ve üst akıntılar ve “orkoz” olarak
tanımlanan ve önceden tahmin
edilemeyen “ters akıntı”lar tehlikeli
oşinografik ve çevresel koşullara
neden olmaktadır. Bilindiği gibi
daha yoğun olan Akdeniz suyu
Akdeniz’den Karadeniz’e doğru
akan dip akıntıyı, yoğunluğu
daha az Karadeniz akıntısı ise
ters yönden akan yüzey akıntısını
oluşturmaktadır. Bazen yedi ila
sekiz knot akış hızına ulaşan bu
akıntılar Bebek – Kandilli gibi keskin
dönüş noktalarında çok şiddetli
türbülansa neden olmaktadır.
Buna bir de görüşü neredeyse sıfıra
düşüren sis veya yağmurdan kara
dönen yağışlar gibi ve ani oluşan
meteorolojik koşulları eklersek,
darboğazları daha iyi algılayıp
durumun güçlüğünü anlamak
mümkün olabilir.
Belki de İstanbul Boğazı’nın
jeopolitik özelliklerinin yanı
sıra sahip olduğu oşinografik ve
çevresel özellikleri bu suyolunu hem
estetik anlamda hem de ekosistem
anlamında eşsiz kılmaktadır.
Ne yazık ki UNESCO mirası olan
kentlerden biri olan İstanbul
Akdeniz Fokuhttp://www.
bilgiustam.com/
akdeniz-foku/
B
86
Tuzla tersaneler bölgesi-“Denizcilik Faaliyetlerinin Çevreye ve Biyolojik
Çeşitliliğe Etkileri”, T.C. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı,
www.ubak.gov.tr/BLSM.../20130226_142454_66968_1_67502.docx
kıyılarında mevcut olan deniz
biyoçeşitliliği, çok önemli ölçüde
insan kökenli olumsuz etkilerden
zarar görmüştür. Bunlar,
karakökenli (yayılı kaynak kirliliği
ve atıksu kirliliği, deniz çöpü
gibi), deniz trafiğine bağlı (sintine
suyu deşarjı, çöp atıkları gibi) ve
çarpışmaların neden olduğu kazalar
sonucu oluşan kirlilik (tanker ve yük
gemilerinin karıştığı petrol kirliliği
ve organik madde kirliliğine neden
olan kazalar) şeklinde sayılabilir.
Kıyı ekosisteminin barınağı olan
deniz canlılarının yumurta bıraktığı
ve üreme yerleri olan kıyı alanlarının
doldurulması sonucunda türlerde
de hem nitelik hem de nicelik
anlamında çok önemli ölçüde
azalmalar olduğu bilinen bir
gerçektir.
1970li yıllara kadar dünyanın en
zengin deniz alanlarından biri olan
Türk Boğazlar sistemi (İstanbul
Boğazı, Marmara Denizi, Çanakkale
Boğazı) ne yazık ki bu yıllardan
sonra yukarıda sayılan nedenlerle
tahribata uğramıştır. 1940’lara
kadar Marmara Denizi’nin bireyi
olan Akdeniz foku (Monachus
monachus) İstanbul sularını terk
etmiştir. Başlıca ıstakoz ve böcek
gibi kabuklu deniz canlıları yok
olmuş, uskumru, kılıç, lüfer gibi
balıklarda da önemli azalmalar
gözlenmiştir. İstanbul kıyılarında
sıkça görülen ve seyreden gemilerle
yarışan yunusların da artık
görülmediği bir gerçektir.
Ancak tüm bu doğal zenginliklerin
yerine kıyı alanlarında yer alan
ve hatta Pavli Adası gibi hem
karasal hem de deniz biyoçeşitliliği
açısından çok zengin olan adaların
karaya bağlanarak tersanelerin
yaratıldığını yakın geçmişte
deneyimledik. Tüm Marmara
kıyısı ve İstanbul Boğazı’nda
bölgesel dolguların yapıldığını
da gözlemlemekteyiz. Ancak
artan nüfus ve talep edilen
konfor ve dolaylı rant sağlamak
için sürekli tahrip edilen kıyılar
(daha rahat karayolu ulaşımı
için yapılan ring yolları, daha
rahat deniz yolu ulaşımı için
yapılan tersaneler ve marinalar
gibi) geriye dönüşü mümkün
olmayacak şekilde hem çevresel/
estetik hem de ekosistem verimliliği
açısından zarara uğratılmış
olup halen bu duyarsızlığın ne
yazık ki sürdürülmekte olduğu
görülmektedir. Artan nüfusa alan
yaratmak için sürekli denizden
yer kazanmanın uzun soluklu bir
planlama şekli olmadığı açıktır.
Çünkü sürekli artan nüfusun
ihtiyacına cevap vermek mümkün
olmayacaktır. Mevcut alanın
doğal sınırlarına göre akılcı bir
planlamayla çözüm üretmek başta
İstanbul’un göz bebeği olan Boğaz
için zorunludur. Tersini yapmak
geriye dönüşü olmayacak kalıcı
hasarlara neden olabilir. Geçmişteki
deneyimler bunu gösteriyor.
Dolgu, kazıklı yol, marina, tersane
faaliyetleri dün Arnavutköy, Yeniköy
civarındaydı, bugünlerde ise Bebek
civarında, yarın nerede olacak
acaba? Nereye kadar sürebilir? Tek
kalan boş alan kıyı ve deniz olduğu
için dolduralım mı denizi?
Tercih meselesi!
Ancak bu tercih herkesin tercihi
değil, gelecek kuşakların tercihi hiç
değil!
Kartvizitiniz
bizde var mıydı?
Kartvizitinizi http://www.bogazicinetwork.com/kartvizit.html
adresine yükleyin, binlerce Boğaziçili ile etkileşime girin.
/BogaziciNetwork
/BogaziciNetwork
/bumed
www.bogazicinetwork.com
KLASİKLEŞEN KAMPUS STİLLERİ
Ezgi Kırmızı ‘13
Hayatımın en güzel ve en özgür
yılları üniversite yıllarımdı
benim. Mezun olmuş olmamın
üzerinden henüz bir sene bile
geçmemiş olsa bile sanırım
bütün bir ömür üniversite
yıllarımı özleyeceğimi
anlayacak kadar iç çektim son
aylarda. Tabii bu özlemimin en
büyük sebebi Boğaziçili olmak
ve öğrencilik hayatımı sonsuz
özgürlük ve güvenle geçirmiş
olmaktan kaynaklanıyor.
B
88
Öyle bir özgürlüğü ve güveni
Boğaziçi’nden başka bir de
evimde hissediyorum sadece.
Şahsen bir yerde bu kadar
özgür hissetmem için olması
gereken en önemli etken
dilediğim gibi giyinebiliyor
olmamdı. Nasıl evde kafama
göre, rahat ya da absürt ya
da ekstra şık giyinip şekilden
şekile giriyorsam; okulda da
hep öyleydim aslında. Ama bazı
dönemlerde ben de diğer herkes
gibi üniforma addedebileceğim
kıyafetlere tutundum. O
dönemlerdeki gözlemlerim
sonucu da yalnızca benim
değil, herkesin neredeyse
bütün üniversitelerde aynı tarz
giyindiğini fark ettim.
Kampus İçi
Aslında bu kategoride stiller
biraz farklılık gösterse de
herkesin ortak teması rahat
olabilmek. Rahatlığın da en
vazgeçilmez unsuru jean'ler.
Tüm üniversitelerde, hatta
her yerde en çok gördüğümüz
kilit parça jean'ler kampusları
da işgal etmiş durumda.
Bazen şık bir gömlekle, bazen
kazakla, bazen hırkayla
kombinlenen jean'lerle spor
ayakkabısını tamamlayan pek
çok insana rastlayabilirsiniz
kampusta. Özellikle son
yıllarda her kıyafetin
sneaker'larla tamamlanabilir
hale gelmesine gözümüzün
alışmasıyla da kampuslarda da
Converse’lerden sonra Airmax
devri başladı.
B
89
Final Dönemi
Makyajın yok olduğu, uykusuz gözlerin hüküm sürdüğü, kampusun
biz zombi suretlerle çevrildiği en sıkıcı dönem... Genel olarak rahat
kıyafetlerin, tayt üstü sweat’lerin, yazsa flip flop’ların, kışsa en rahat
botların hâkimiyetini kampusta hemen hissedebilirsiniz. Az uykuyla
bir de giyeceği kıyafete zaman ayırmayı düşünmek istemeyen öğrenci
yurttaki/ evindeki haliyle study’de beliriverir.
B
90
Kampus Civarı
Sunum Zamanı
Son olarak da en eğlenceli senaryoların vücut bulduğu, üniversite
hayatının en güzel hatırlanan anlarına ev sahipliği yapan
kampus ve civarındaki kafe ve barlara giderken yaratılan stiller...
Yine kampus civarından çok uzaklaşmamış olmanın verdiği bir
rahatlık olsa da hafif makyajla, daha bakımlı ve özenli stillere
bürünüldüğünü söyleyebiliriz. Okulun verdiği rahatlık; bir yandan
da bir aktivite yapıyor olmanın verdiği ihtimamın beraber söz
konusu olduğu, üniversite hayatının en özlenilen tek hâli ve stil
kategorisi olarak hafızalarda yer ediyor.
Bir öğrencinin sıra dışı durumlar hariç kampusta
kısmen resmi göründüğü tek durum… Ciddi
bir sunum, bir kulüp aktivitesi, şirket sunumu
gibi durumlar varken senede birkaç kere giyilip
unutulan takım elbiseler, partiden partiye giyilen
yüksek topuklular, siyah elbiseler çıkıyor dolaptan
genellikle. Aslında hiç de fena olmuyor; arada
yaşam alanında stil değişikliğinin herkese iyi
geldiğini düşünmüşümdür.
Instagram: @esgilim
BÜMED'IN
OBJEKTIFINDEN
Bu ayki BÜMED’in Objektifinden dosyamızda, derneğimize
ve civarına dair birbirinden güzel kareleri görüyoruz. Sizler
de önümüzdeki sayılarda BÜMED’e ya da okulumuza ait
çektiğiniz fotoğrafların dergide yer almasını istiyorsanız,
bizimle iletişime geçebilirsiniz.
İletişim: [email protected]
B
92
Rönesans’ın ve şarabın vatanı,
doğa ile iç içe geçmiş bir açık hava müzesi
TOSCANA
BU gezi
&
işbirliği ile
Tarih: 22 Nisan - 26 Nisan 2015
4 Gece / 5 Gün
İstanbul / Bologna / İstanbul THY ekonomi sınıfı uçak bileti
Özel otobüs ile ulaşım
Müze giriş ücretleri
İki adet degüstasyon
Üye Fiyatı:
İki Kişilik Odada Kişi Başı: 1250 Euro / Tek Yatak Farkı:180 Euro
Misafir Fiyatı:
İki Kişilik Odada Kişi Başı: 1400 Euro / Tek Yatak Farkı: 220 Euro
Bilgi ve Kayıt için: 212 - 359 5813 / [email protected]
/bumedofficial
/bumedofficial
www.bumed.org.tr
/bumed
Elegance is an attitude
Simon Baker
Conquest Classic Moonphase
İstanbul – Akasya Avm Konyalı Saat – Akbatı Avm Konyalı Saat – Atatürk Havalimanı – Atabey Saat Sirkeci – Bağdat Caddesi Özgür Saat
Carrefour Kozyatağı Avm Konyalı Saat – Cevahir Avm Özgür Saat – Özdilek Avm Konyalı Saat – Tepe Nautilus Avm Özgür Saat
Kanyon Avm Tevfik Aydın Saat – Sirkeci Tevfik Aydın Saat – Eminönü Zindan Han – Metrocity Avm Erol Saat
Ankara – Ankamall Avm Bos Saat – Armada Avm Sinan Saat – Kentpark Avm Sinan Saat – Taurus Avm Konyalı Saat
İzmir – Pier Avm Külahçıoğlu -Alsancak Günkut Saat – Forum Bornova Avm Karaorman – Adana – Times Optik – Swiss Optik Saat
Antalya – Antalya Havalimanı – Argos Jewel Art – Violla Center –Mersin – Forum Avm Konyalı Saat – Fethiye – Telmessos Gold Center
Kemer – Viking Center – Gaziantep – Prime Mall Avm Antik Saat Kayseri – Park Avm Yenza Saat – KKTC – Reşat Optik
Diyarbakır – Ninova Park Avm Saat Dünyası – Ceylan Park Avm Aykaç 1971

Benzer belgeler

Dinamik gazete 65. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.

Dinamik gazete 65. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız. takip ettiği bu işgalden sonra elimizde bir sonuç olmadığını söylemek haksızlık olacaktır. İşgal sürecinin elbette birçok getirisi oldu, ancak bu getirileri ulaşılmak istenen ana sonuçlardan ayırt ...

Detaylı