15 Ağustos ruhu ile özgürlüğe yürüyor
Transkript
15 Ağustos ruhu ile özgürlüğe yürüyor
P STÊRKA CIWAN Tebax 2012 Hejmar:111 K o v a r a C i w a n a n a M e h a n e e l i u h u r s o t e s ğ u ü r ğ l o r y A ü ü g r 5 z ü 1 ö y Komalên Ciwan Rojava Örgütü yöneticisi ÇEKTAR İçindekiler Editörden PKK’nin demokratik ulus yaşamındaki yeri...................................... 2 Abdullah ÖCALAN Merhaba Güneş’in genç yoldaşları! Metin Aydın’a özgürlük........................................................................................................... 6 Stêrka CİWAN Rojava gençliği, Önderliğine bağlılığını devrim yaparak gösteriyor................................................................................................. 8 Ciwan AZAD 15 Ağustos bir ruhtu................................................................................................................... 11 Sterka CİWAN Agît Kürdistan’da gerilla çizgisidir................................................................ 14 Duran KALKAN Cinsiyetçilik................................................................................................................................................ 16 Fadile YILDIRIM Mazdek, Babek, Hürremizm ve Ebu Müslim Horasanî.............................................................................................................. 20 Stêrka CIWAN Kendekol, büyük yara.............................................................................................................. 23 Bir grup Kürt GAZETECİ Gençlerle 15 Ağustos’u konuştuk........................................................................ 32 Stêrka CİWAN Hevpeyvînên ji Festîvala Çand û Spora a Mazlum Doğan............................................................................................................................... 35 Stêrka CIWAN Di warê felsefik û ideolojik de parastina cewheri................... 38 Akademiya zanisten ya Abdullah ÖCALAN Ez di çi bibim........................................................................................................................................... 46 Abdullah DEMİR Her çi kêwî beno................................................................................................................................ 55 Jêhat BERTÎ Der Kapitalismus ist kein Wirtschaftssystem, sondern macht...................................................................................................................................... 57 Abdullah ÖCALAN La renaisance du peuple kurde................................................................................................. 61 Ali HAYIRLI 28 yıl önce Agit yoldaşın komutasında bir grup Apocu'nun Kürdistan tarihini yeniden yazdığı ve düşmana "vardık, varız ve var olmaya devam edeceğiz" diye haykırdığı Ağustos ayına giriyoruz ve ağustos ayı yine devrimlere gebe. Tüm Kürdistan'da 15 Ağustos ruhu dolaşıyor. Bu, Önder Apo ile doğru yoldaş olmanın, Kürt halkını zafere götürme kararlılığının ruhudur. Bizi tam 28 yıldır tüm acılara, engellere, zorluklara ve saldırılara rağmen bugünlere getiren bu ruhtur. Batı Kürdistan başta olmak üzere Kürdistan'ın dört parçası da devrime doğru yürüyor. Birçok kentin yönetimini ele geçiren halkımız kendi özgücü ve iradesiyle kendi kendisini yönetme iradesini göstermiştir. Ancak böylesi süreçler birçok şeyin birdenbire değişebileceği süreçlerdir. Bundan kaynaklı tüm Kürt halkı tek yürek olup kazanımlarına sahip çıkmalıdır. Kürt gençleri üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Bilindiği üzere tüm devrimlerin öncülüğünü gençler yapmaktadır. Egemen güçler de bundan hareketle devrim sürecini yaşayan Batı Kürdistan'da ilk olarak gençliği hedef almış ve Çektar yoldaşı kaçırıp şehit etmiştir. Çekdar yoldaşın şahadeti Batı Kürdistan başta olmak üzere tüm alanlarda Apocu Gençlik Hareketi çalışmaları ve mücadelesinin yükseltilmesi için büyük bir gerekçe olmalıdır. Bütün Kürt gençleri bilmelidir ki eğer gençler örgütlü bir biçimde mücaleye dahil olur ve devrime öncülük ederlerse halkımızın iradesini kırmaya, başlayan görkemli özgürlük yürüyüşünü durdurmaya, Demokratik-Özerk Kürdistan’ı kurma mücadelesini engellemeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Amed’de buluşmak dileğiyle... Genç kalın... Mail adresi; [email protected] Ö N D E R L İ K STÊRKA CİWAN PKK’nin Demokratik Ulus Yaşamındaki Yeri Abdullah ÖCALAN “PKK’yi tıpkı uygarlık tarihinin şafak vaktinde Zagros-Toros eteklerinde Proto Kürtlerin oynadığı rolün bir benzerini bu sefer sınıfsız, devletsiz, ekolojik kent, karsız ekonomi ve demokratik toplum doğrultusunda yeni uygarlık ve demokratik modernite lehine oynamaya aday kılmaktadır” Tebax 2012 Modern partilerin rolünü daha önceki çağlarda toplumların bilge kişilikleri, rahipleri, politik tarafları ve dinsel mezhepleri oynardı. Somutta çatışan hanedanlar, bürokrasinin askeri ve ilmiye kanatları yanlarına çok sayıda müttefik alarak etkinlik ve üstünlük kazanmaya çalışırlardı. Toplumsal sorunların doğuşuyla birlikte farklı çözüm partileri de beraberinde doğarlar. Gizli veya açık, çağlar boyunca partiler hep var olagelmiştir. Herhangi bir toplumsal soruna müdahale etmek, dışta ve içte yönetimlere karşı koymak için bireysel güç yetmeyince, parti gücüne başvurmak en rasyonel yoldur. Her karşı koymanın bir partisi vardır. Dinler ve dinlerdeki mezhepler ve tarikatlar bile çıkışta parti rolünü oynamaktadır. İdeolojik, politik ve ahlaki olarak kendilerini hangi kimlikle adlandırırlarsa adlandırsınlar sonuçta birer partidirler. Modernite döneminde bu tarihsel gelenekler yeni biçimlere evrilmişler, adım adım günümüzdeki parti anlamına kavuşmuşlardır. Partiler dayandıkları veya hedefledikleri toplumsal kesimleri görünür kılmak, temsil etmek, hak sahibi yapmak, yeniden ve daha çağdaş ölçülerde şekillendirmek gibi önemli roller oynarlar. Tüm bu gerekçeler parti gerçeğinin toplumlardaki rolünden kolay vazgeçilemeyeceğini kanıtlamaktadır. Gelişmek ve kendini savunmak isteyen bir toplum için partisizliği savunmak 2 kolay değildir. Fakat bu durumlar partilerin hiç gereksizleşmeyecekleri anlamına gelmez. Bir toplum geliştikçe, kendi işlerini tüm mensuplarıyla birlikte yaptıkça partileşmenin anlamı kalmaz. Bunun tersi de geçerlidir: Bir toplum ilkel klan halindeyken ve kabile boyları halinde yaşarken partileşme ihtiyacı duymaz. Tüm klan veya kabile zaten bir parti gibidir. Partilerin oluşması, toplumda karşıt sınıflar ve çıkarların varlığını gerektirir. Sınıfsal farklılıklar ortadan kalktıkça ve çıkarlar ortaklaştıkça, ayrı partileşmelerin anlamı kalmaz. Bazen de aynı toplumsal işlev için birden fazla parti kurulur. Bu tür partiler de tutarlılığı ve rol oynayabilirliğiyle kendini kanıtlayan bir parti karşısında tasfiye olmaktan kurtulamazlar. Anlatılanlar toplumsal partilerden neden vazgeçemeyeceğimizi kanıtlamaktadır. Devlete sahip olmak bile partileşme ihtiyacını tümüyle gidermeye yetmez. PKK’nin daha doğuşta büyük ilgiyle karşılanması, Kürt toplumunda büyük bir boşluğu doldurmasından ve hayati bir ihtiyacı gidermesinden kaynaklanır. PKK söylem ve eylemiyle tutarlılığını ne denli kanıtladıysa, toplumda kabul görmesi de o denli arttı. Tüm yetmezliklerine, hatta verdiği zararlara rağmen toplumdaki itibarını ve vazgeçilmezliğini koruyabilmesi, tarihsel toplumsal bir ihtiyacı karşılamasından, böyle bir rol oynamasından ileri gelmektedir. STÊRKA CİWAN PKK’nin yeni dönemde de rolünü oynayabilmesi, tarihsel ihtiyaca cevap vermesine ve güncel görevlere doğru sahip çıkmasına bağlıdır. Kürt kimliğinin tanınması ve özgür yaşam iradesinin belirmesi, toplumsal sorunun tümden çözüme kavuştuğu anlamına gelmez; sadece önemli bir aşamanın kat edildiğini gösterir. Kimlik ve özgürlük arzusunun sağlam güvencelere kavuşturularak süreklilik kazandırılması, çözümü beklenen sorunların başında gelmektedir. Hiçbir yasal, ekonomik, politik ve savunma güvencesi olmayan Kürt kimliği ve özgür yaşam arzusu düşmanları tarafından her an bastırılabilir ve katliamlara tabi tutulabilir. PKK’nin bu nedenlerle asıl bundan sonra pozitif rolünü başarıyla oynaması gerekir. PKK şimdiye kadar negatif görevleri, yani olumsuzlukların önlenmesi anlamındaki görevleri başarmak istedi. Bundan sonra ise pozitif yönü ağır basan inşa görevlerini başarması gerekir. PKK, temelinde demokratik ulusun inşasının yattığı bu görevleri ancak açıklanmaya çalışılan kimliği ve anlamını kazanmakla başarabilir. Herhangi bir PKK’lilikle bu görevler başarılamaz. içten her türlü saldırıya karşı kendisini ancak ideolojik ve politik kimliğiyle savunabilir; hamle gücünü kazanıp toplumla bütünleşebilir. Parti kadroları tamamıyla ideolojik ve politik yeterlilikle birlikte, özellikle her koşul altında özgür yaşam ahlakına bağlılığı sergileyecek güçte olmak durumundadır. Ortadoğu kültüründe ‘insan-ı kamil’ denilen kendi kendine yeterli birey olma gücünü güncelleştirerek sağlamak durumundadır. Tüm iktidarcı, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve liberal köreltici ve hakikatten uzaklaştırıcı ideolojileri ve yaşam tarzlarını boşa çıkaracak gücü sergileyebilmelidir. Çağlar boyunca insan-ı kamillere duyulan ihtiyaç en çok günümüz için gerekli olup, bu da ancak modern sosyalist kadrolar olmakla mümkündür. Ancak bu kadroların varlığı temelinde demokratik ulusal yaşamın inşa sürecine girişilebilir. Her kadro gerektiğinde kendini yüzlerce demokratik ulus örgütüne dönüştürerek görevini başarabilir. Yoksa adı geçen ideolojiler ve yaşam tarzlarının etkisi altında yaşayan bir kadro ve örgütü ancak sorunların kaynağı olabilir. İdeolojik, politik, ahlaki ve örgütsel yeterlilik, her önder kadronun demokratik ulus inşasındaki başarı güvencesidir. Yoldaşlık ilişkilerini iyi kavramak gerekir. Yoldaşlık ilişkileri toplumsal ilişkilerin özünü yansıtır veya yansıtmak durumundadır. Tarihsel toplumu olduğu kadar geleceğin toplumunu da yansıtır. Esas olarak ideolojik ilişkilerdir; ideolojinin açığa vurduğu ve ortaya çıkmasına yol açtığı hakikat ilişkileridir. İki yoldaşın birliği bu anlamda sadece ideolojik birlik olmayıp, ideolojik kapasitenin yol açtığı hakikat birliği olarak yaşanmak durumundadır. İki yoldaş eğer gerçekten yoldaşlık sırrına erip birlik olmuşlarsa, bunu hakikatin güçlü temsili olarak kavramak gerekir. Yoldaşların yoldaşı olmak, temsil edilen hakikatten pay almak demektir. Bunun dışında boşuna yoldaş tanımı aramamak gerekir. Büyük hakikat derdi olmayanların ‘yola’ girmemeleri gerekir. Basit hevesler, güdüler ve çıkarların peşinde olanlar asla yoldaş olamazlar. Bunlarla yoldaşlık yapılamaz. Kör inançların, fanatik duyguların meczubu gibi olanlar da yoldaş olamaz. Hele hele karı koca ideolojisini aşmamış, basit eril dişil ilişkisini kırıp zihniyet dünyasını özgürleştirememiş olanlar yoldaşlıktan dem vurmamalı ve bu yola girmeye bo- Yoldaşlık ilişkilerini iyi kavramak gerekir Demokratik ulus inşası sosyalizmin inşasından öncelikli olup, sosyalizme giden yolu da açar. Bu inşa sosyal bilimde devrimi gerektirirken, ahlaki ve politik görevleri birlikte yerine getirmekle de bağlantılıdır. Kapitalist modernitenin tüm kuşatmalarına rağmen, PKK öncülüğü bu çerçevede rolüne sahip çıktıkça başarılı olabilir. Bu durumda kadroların kendilerini eğitmeleri ve özgür yaşam felsefesini yaşam tarzı haline getirmeleri şarttır. Parti bir bütün olarak karşıdan ve 3 Tebax 2012 STÊRKA CİWAN şuna heves etmemelidir. Yoldaşlık ilişkisi para, mal, mülkiyet, karılık-kocalık, tüketim eşyalarına heveslilik, nefsinin peşinde koşmak, iktidar derdine düşmek, kör cesaret veya korkuya kapılmak vb. gibi hakikat yolcusu olmaktan ve temsil edici kimliğine varmaktan alıkoyucu her türlü ilişki, düşünce, söylem ve eylemden uzak durmalıdır. Bu yönlü tehlikelere başarıyla karşı koymalıdır. Aynı zamanda büyük hakikatleri her koşul altında söylemleştirecek ve eylemleştirecek ideolojik, politik, ahlaki ve örgütsel donanım da olmalıdır. Birleşilmesi, birlik olunması düşünülen parti ancak bu kapsamdaki yoldaşlık ilişkileriyle gerçekleştirilebilir. Tarihsel toplumun ve geleceğinin sözcüsü ve iradesi olabilir. PKK de ancak bu ölçülerdeki yoldaşlık ilişkileriyle tarihsel ve toplumsal rolünü oynayabilir. Demokratik çözüm büyük entelektüel ve politik yetenek ister PKK somut ve güncel olarak önünde duran dev gibi iki sorunla karşı karşıyadır. Birbirleriyle sıkı diyalektik bağ içinde olan barış veya savaş soTebax 2012 runlarından bahsediyoruz. Demokratik ulus olma hakkı, Kürt sorununda barışçıl çözüme en yakın asgari çözüm formülüdür. Fakat Kürdistan ve Kürtler üzerindeki soykırım statüsü, ulus devlet bütünlüğü içindeki barışçıl demokratik çözüm formülüne bile yaklaşmak istememektedir. İnkar ve imha hakkına ve gücüne sahip olmakta ısrar etmektedir. Kürdistan ve Kürtleri aralarında paylaşan ulus devletçi güç ve sömürü tekelleri, Kürt kökenli işbirlikçileri ve ajanları, soykırım siyasetini ‘bireysel haklar’ kandırmacası altında süsleyip maskeleyerek tekrar sürdürmek istiyorlar. Bunu ulusal ve sınıfsal vazgeçilmez hakları saymaktadırlar. Bu tutum, ulus devlet bütünlüğü içinde bile barışa ve demokratik çözüme imkan vermez. Barış ve demokratik çözüm olmayınca, bunun karşılığı tüm boyutlarıyla askeri, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, diplomatik ve psikolojik yöntemlerle soykırım savaşının bütünlük içinde yürütülmesidir. Zaten yürürlükte olan da büyük kısmı gizli ve örtülü olarak yürütülen bu Kürt soykırım savaşıdır. Yüzyılı aşkındır büyük kısmı tek taraflı yürütülen ve Kürtleri tarihten silmeyi ve özgür toplum olmaktan çıkarmayı 4 hedefleyen savaş çok müttefikli yürütülen soykırım savaşıdır. Son otuz yıllık savaşımdan çıkarılacak derslerle anlamlı bir barış ve demokratik çözüm gerçekleşebilirdi. Kürt ulus devletçiliğine ihtiyaç duymadan, hatta hakim ulus devletleri federasyon tarzı biçimlere dönüştürmeden gerçekleştirilmesi mümkün olan en başarılı çözüm demokratik ulus olma hakkıydı. Bu temelde devletle geliştirilen diyalog sonucunda Önderlik tarafından sunulan 160 sayfalık ‘Yol Haritası’ bunun için gereken çözüm ve barış ilkelerini yeterince ifade ediyordu. Ama soykırım geleneğinin güçlü etkilerini taşıyan devlet içi kesimlerle politik oligarşi (devlet propaganda aygıtı) barışa ve demokratik çözüme bir türlü karar verememektedir. Çeşitli defalar geliştirdiği tek taraflı ateşkes denemelerine rağmen, KCK gereken karşılığı bulamamıştır. Sürekli diken üstünde bir durum hüküm sürmektedir. Çok açık ki, bu durum uzun süremez. Ya iki tarafın da üzerinde ana ilkelerde uzlaştığı kalıcı, anlamlı ve onurlu bir barış ve demokratik çözüm sürecine girilecek, ya da otuz yıllık savaş sürecinin çok üstünde, yoğun geçecek yeni ve nihai bir savaş aşaması daha yaşanacaktır. PKK her iki süreç üzerinde tüm yönleriyle yoğunlaşmak durumundadır. Onurlu bir barış ve demokratik çözüm büyük entelektüel ve politik yetenek ister. Düşünülen barış ve demokratik çözümün tüm halkça paylaşılması gerekir. Sadece anlaşılmasını değil, halkın üzerinde eğitilmesini, örgütlendirilmesini ve eylemselleştirilmesini gerektirir; binlerce tartışma ve karar toplantısını, binlerce örgütlenme ve eylemini gerektirir. Söz konusu olan, tarihsel bir barış ve tüm bölge halklarına ve insanlığa örnek teşkil edecek bir demokratik siyasal çözüm tarzıdır. STÊRKA CİWAN Daha güçlü bir olasılık gibi duran savaş sorunları üzerinde de kafa patlatmak gerekir. Geçen otuz yıllık savaş deneyimi en acemice, hatta provokatörü bol olan, asgari bir gerilla tarzını bile tutturamayan, yarı isyana yarı gerillaya benzeyen bir tarzda yürütüldü. Önümüzdeki savaş tarzı böyle olamaz. Her şeyden önce halk eski halk değildir; savaşın gerçek halk savaşı boyutunda yürütülmesini dayatmaktadır. Otuz yıllık deneyimden sonra savaş önderliği yani HPG de kendini bütünleşik bir kır kent savaşına hazırlamak, gece gündüz, yaz kış, köy kent, dağ ova demeden, on binlerin aynı anda her alanda cereyan etmesi muhtemel olan savaşını geliştirmek, yürütmek ve denetlemekle yükümlüdür. KCK kapsamında yürütülse de PKK yeni savaş döneminin ideolojik, politik, ahlaki ve karar sorumluluğunu paylaşmak durumundadır. Eskisi gibi partizan savaşı, yarı isyan yarı gerilla, hatta avare asi türü çatışmalar döneminin tekrarlanamayacağını, tekrarlansa da kabul göremeyeceğini bilmek ve buna göre yeteneğini geliştirmek durumundadır. Yeni savaş aşaması ne denli gelişirse gelişsin, ortaya çıkacak tüm sorunlara ideolojik, politik ve ahlaki yetkinlik ve kararlılık yeteneğiyle her bakımdan zamanında cevap vermek zorundadır. Tüm iç ve dış koşulları değerlendirmek kadar, savaşın alabileceği tüm boyutların sonuçlarına zamanında katlanma ve lehine çevirme sorumluluğu da buna dahildir. Yeterli olamamak ve cevap verememek, PKK adına eskisi gibi anlayışla karşılanacak durumlar olamaz. Hesap vermek kadar hesap almak da daha yakıcı olacaktır. Eskisi gibi sorumluluğu birilerine yıkarak veya tasfiyeci pratiklere bel bağlayarak kurtulmak veya sıyrılmak mümkün değildir. Mevcut halk ve parti gerçeği buna imkan vermez. Kaldı ki, eski tasfiyeci ve kaçak unsurların akıbeti belli olmadığı gibi pek parlak da değildir. Devletler bile geçmişe ilişkin kendi gerçeğiyle yüzleşmeye ve kendisini temizlemeye çalışırken, itirafçı, işbirlikçi ve tasfiyeci unsurların durumu vahametini açıkça ortaya koymaktadır. Kürdistan artık eski mezar sessizliğinde değildir Bundan sonra her şey ya onurlu bir barış ve demokratik çözüm, ya da topyekun nihai bir savaşla bağlantılı olarak anlam bulacak ve yaşam değeri kazanacaktır. Gerisi arada çiğnenip geçilecektir. Tarihsel dönemler tarihsel kararlar ve eylemlerle geçer. Gerisi yalan ve hayallerle uçup gider. Kendini birey, örgüt ve halk olarak, devlet ve parti olarak böyle dönemlere hazırlayamayanlar, hazırlayıp da yanıt oluşturamayanlar tarihin çöp sepetine atılmaktan kurtulamazlar. PKK ancak geçmişin deneyiminden çıkarılacak dersler temelinde günceli tüm yönleriyle değerlendirip gerekli hazırlıkları yeterince yapmak ve pratiğin üzerine aynı cesaret ve kararlılıkla yürümekle önündeki iki tarihi görevin üstesinden gelebilir. Süreçten büyük zafer veya yenilgi beklemek gerçekçi değildir. Sonuç mutlaka onurlu bir barış ve daha da netleşmiş demokratik ulusal çözüm lehine olacaktır. Gerisi soykırım girdabında kaybolmaktır ki, mevcut insanlık durumu buna imkan vermeyecektir. Tüm koşullar önümüzdeki sürecin olası gelişmelerini çağdaş tarihteki büyük Fransız ve Rus devrimleri kadar önemli kılmaktadır. İster savaş ister barışla gerçekleşsin, Kürt halkı kendisi için sadece ulusal demokratik sorunu çözmüyor, bütün Ortadoğu 5 bölgesi ve insanlık için büyük anlam ifade edecek olan bir çıkışı gerçekleştiriyor. Bu çıkışla sayıları her gün çoğalan kapitalist modernitenin ulus devlet aygıtlarına bir yenisini eklemiyor; modernitenin çoktan hazırlamış olduğu kapitalist statüye, tekellere ve sanayi dünyasına katılmıyor; yeni bir uygarlığın, modernitenin ışıklarını saçıyor. Demokratik modernite olarak da adlandırılabilecek bu modernite çıkışı, tarihinin en kaotik dönemlerinden birini yaşayan Ortadoğu kültürüne gerekli çözüm yolunu gösterebilecektir. Bu rol çözümleyici değerini daha şimdiden özellikle Irak (Uruk) üzerinden kanıtlamış bulunmaktadır. Yaşanan ve bir nevi ‘III. Dünya Savaşı’ diyebileceğimiz bu süreç, PKK’yi tıpkı uygarlık tarihinin şafak vaktinde Zagros-Toros eteklerinde Proto Kürtlerin oynadığı rolün bir benzerini bu sefer sınıfsız, devletsiz, ekolojik kent, karsız ekonomi ve demokratik toplum doğrultusunda yeni uygarlık ve demokratik modernite lehine oynamaya aday kılmaktadır. PKK kendini baştan beri bu tarihsel role uygun olarak tanımladı. Birçok eksiği ve yanlışı olsa da fırtınalı geçen son otuz yılı bu rolünü oynayabileceğini kanıtlamıştır. Seslendiği Kürdistan halkı kendisine olumlu yanıt vermiştir. Kürdistan artık eski mezar sessizliğinde değildir. Önümüzdeki süreç ister barış ister savaşla kazanılsın, sonuç demokratik ulusların inşa çağı olacaktır. Böylece binlerce yıldır süren sınıflı, kentli ve devletli uygarlık oyunlarının kan deryasına çevirdiği, kabilelerin, dinlerin, mezheplerin ve ulusların birbirini boğazladığı Ortadoğu uygarlık kültüründe, demokratik ulusların bütünlüğü üzerinde yükselen demokratik modernite çağı olacaktır. *** Tebax 2012 STÊRKA CİWAN H A B E R METİN AYDIN’A ÖZGÜRLÜK Stêrka CİWAN Bu ay içerisinde geleneksel olarak her yıl Avrupa’da yapılan Mazlum Doğan Gençlik, Kültür ve Spor Festivali ile Hasan Kızıler Gençlik Kültür ve spor festivali gerçekleştirildi. Ayrıca Avrupa’da yaşayan Kürt gençleri, İsviçre’de tutuklu bulunan ve Almanya’ya teslim edilecek olan Kürt genci Metin Aydın için “Metin Aydın’a özgürlük” adı altında bir kampanya başlattı. Bu kampanya temelinde İsviçre’nin bir çok yerinde eylemler gerçekleştirildi. 15. Mazlum Doğan Gençlik Kültür ve Spor Festivali Bu yıl 15’incisi yapılan Mazlum Doğan Gençlik, Spor ve Kültür Festivali’ne binlerce Kürdistanlı genç katıldı. Hazırlığı aylar öncesinden başlayan festival, Bonn Pennenfeld Spor kompleksinde yapıldı. Bir dakikalık saygı duruşunun ardından başlayan yürüyüş kortejinde sarı-kırmızı-yeşil tişört giyen gençler, ulusal kıyafetleriyle TEV-ÇAND’a bağlı halkoyunları ekipleri ve müsabakalara katılan sporcular yer aldı. Festival öncesi üç yüz futbol takımı arasında yapılan elemeler sonucunda finale kalan Hanau’dan Serhildanspor ve Ludwisghafen’den Agitspor’un arasında yapılan final karşılaşmasında, Serhildanspor karşılaşmayı 3-0 kazanarak şampiyon oldu. Agitspor ikinci, Şeren Zapê üçüncü olurken, Özgür Roni takımı da festivalin en centilmen Tebax 2012 takımı seçildi. Serhildanspor’un kaptanı Şaban Sakalıkaba ise en centilmen futbolcu unvanını kazandı. Futbolun yanısıra, kick-boks, boks, masa tenisi, voleybol, dama, satranç, atletizm ve maraton dallarında oldukça çekişmeli geçen karşılaşmaların sonucunda yüz metre de Ramazan Yılmaz birinci olurken, Cudi Hüseyin de ikinci oldu. Bin metrelik koşuyu ise Hannover’den katılan Ahmet Zana kazandı. Boksta 63 kiloda Şiyar Yıldız, 59 kiloda Welat Yıldız, 57 kiloda ise Dewran Yıldız birinci oldu. Masa tenisinde Fehim Genç birinci olurken, Ali Güler ise ikinciliği kazandı. Uzun yılardır organizasyon içerisinde yer alan Kick Boks hakemi Mutlu Gündoğdu da şeref madalyası ile ödüllendirildi. Festivalde, Bengî Agirî, Hint dans grubu Spirit Of Bollywood, Koma Baran, Jan Jiyan, Koma Çar Newa, Grup Munzur, Ali Ciwan, davul şov, Ûse û Xwededa, Hozan Jala şarkılarıyla yer aldı. TEV-ÇAND halk dansları ekibi tarafından Roboskî katliamının işlendiği kareografi de büyük beğeni topladı. 6 7. Hasan Kızıler Gençlik Kültür ve Spor Festivali Bu yıl 7. si gerçekleştirilen Hasan Kızıler Gençlik Kültür ve Spor Festivali bu yıl İsviçre'nin Basel şehrinde yapıldı. Festival Kürdistan özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren şehitlere adandı. Futbol turnuvasıyla başlayan etkinlikler Kürt gitarist Azad'ın konseriyle devam etti. BDP Van milletvekili Özdal Uçer siyasal süreçle ilgili değerlendir- melerde bulundu ve gençlerin gerçekleştirmiş oldukları festivale ilişkin duygularını dile getiren bir konuşma yaptı. Uçer'in konuşması sık sık "biji Serok Apo" sloganlarıyla kesildi. Festivalde hiphop tarzında şarkılarıyla tanınan Rezan ve Delil Tofan sahne aldı. Ardından Nuarin, Bengi Agiri, Comerd, Sipan Xelat, Rotinda ve yerel gruplar sahne aldı. Festivalde Davullarla gösteri gerçekleştirildi. Gowenda Zaroken Çanda Med adlı folklor ekibi de oyunlarıyla festivale renk kattı. STÊRKA CİWAN Festivalde futbol, voleybol, masa tenisi, 100 ve 400 metre koşu dallarında turnuva ve yarışmalar gerçekleştirildi. Bu turnuvada kazananlar kupa ve madalyalarını aldı. Futbol turnuvasında birinci gelen Merdan Spor'a birincilik, Dirok Spor'a ise ikincilik kupası verildi. Ayrıca Esen Spor'a centilmenlik kupası verildi. Voleybol turnuvasında Avaşin takımına birincilik kupası verildi. 100 metre atletizm dalında İhsan Özçelik'e birincilik madalyası verildi. Hamburg'ta nöbet eylemi Hamburg'un Altona semtinde Kürt gençleri nöbet eylemi gerçekleştirdi. "Öcalansız Asla" şiarıyla başlatılan eylemde bilgilendirme stantları da açıldı. İki gün süren eylemde 2000 tane bildiri dağıtıldı. Bildirilerde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve Kürtlere uygulanan soykırım politikaları anlatıldı. Eylemin amacını Strasbourg'ta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için Nöbet eylemi gerçekleştiren Kürt siyasetçilere destek olmak olduğunu belirtildi. Metin Aydın'a Özgürlük 07 Temmuz 2012 Almanya ve Türkiye'nin yargılama talebi üzerine İsviçre'de gözaltına alınan ve 1 yıldır tutuklu bulunan Metin Aydın’ın serbest bırakılması için İsviçre'nin Zürih şehrinde kampanya başlatıldı. Kampanyanın ilk gününde Metin Aydın için açılan imza standına siyasetçi ve sanatçılar gelerek eyleme destek sundular. Komite konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Metin Aydın'ın Almanya'ya iadesi, Türkiye'ye iadesi anlamına gelmektedir. Aydın'ın Türkiye'ye verilmesi durumunda işkence ve karşılaşacağı hukuksuzlukla yaşamı tehlikeye atılmak istenmektedir. Human Rights, Uluslararası Af Örgütü Türkiye raporları da bu durumu teyit etmektedir. Biz İsviçre'den Metin Aydın'ın derhal serbest bırakılmasını, Türkiye veya Almanya'ya iade etmemesini istiyoruz” dedi. 12 Temmuz 2012 Metin Aydın için oluşan Özgürlük İnisiyatifi ve İsviçre Dernekler Federasyonu (FEKAR) yöneticilerinin de içinde yer aldığı bir heyet İsviçre Adalet Bakanlığı Bilgilendirme Büro Sözcüsü İngrid Ryser ile bir görüşme yaparak Metin Aydın'ın durumu ile ilgili bir dosya sundu. Heyetin yaptığı görüşmeden sonra FEKAR üyesi Hatice Sonu Adalet Bakanlığı ile yapılan görüşme hakkında şunları aktardı. “Metin Aydın'ın 1 yıldan fazla tutuklu olduğunu ve Almanya'ya teslim edileceğini, bu tutumun doğru bir tutum olmadığını biran önce Metin Aydın'ın özgürlüğüne kavuşması gerektiğini belirttiklerini söyledi” Adalet Bakanlığı'nın yaptığı açıklama ise Metin Aydın'ın Almanya'ya teslim edilmesi kararının İsviçre Berlizona Yüksek Ceza Mahkemesinin bir kararı olduğu ve kendilerinin buna yönelik bir şey yapamayacaklarını belirtti. İsviçre Halk Meclis'i adına Hanefi Ceylan İsviçre’de yaşayan Kürtlere seslenerek Metin Aydın için yapılan kampanyaya destek çıkmaya çağırdı ve Metin Aydın özgürlüğüne kavuşana dek 7 eylemlerinin devam edeceğini belirtti. Paris'te gençler Öcalan'a özgürlük yürüyüşü gerçekleştirdi Fransa'nın başkenti Paris’te Strasbourg-saint-denis semtinde "Azadiya Rêbertî Azadiya mey ye, An azadî an azadî" şiarıyla yürüyüş gerçekleştirildi. Yapılan yürüyüşte, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit ve Türk devletinin Kürtlere yönelik baskıları protesto edildi. Yağmura aldırış etmeyen gençler kontenjan oluşturarak yürüyüşe geçti. Yürüyüşte Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın posterleri ve KCK flamaları açıldı. Yürüyüşte sık sık, “biji serok Apo”, “Öcalan’a özgürlük”, “be serok jiyan nabe”, “PKK halktır, halk burada”, “terörist Türkiye” ve “katil Erdoğan” sloganları atıldı. Gençler Türkçe ve Fransızca attıkları sloganlarla Öcalan'a özgürlük taleplerini dile getirdi. *** Tebax 2012 P E R S P E K T İ V STÊRKA CİWAN Rojava gençliği Önderliğine bağlılığını devrim yaparak gösteriyor Ciwan AZAD “Halk ve hareket olarak zafere her geçen gün bir adım daha yaklaştığımız bu süreçte Kürt gençliği olarak her zamankinden daha yoğun bir örgütlülük, mücadele ve eylem içerisinde olmamız gerekmektedir. Bugünden sonra her yer İstasyon Meydan’ı, her yer Kobani ve Afrindir” Tebax 2012 Önder Apo üzerindeki tecrit birinci yılına girmiş bulunmakta, İmralı’da tecrit derinleştikçe direnişte tüm sahalardan artarak devam ediyor. Son olarak Amed’de gerçekleşen 14 Temmuz serhildanı da göstermiş oldu ki Kürt halkı, Önderliği özgürleşene kadar mücadelesinden asla taviz vermeyecektir. Amed’de gerçekleştirilen direniş bu anlamda salt Kürt halkı ile devlet arasında gerçekleşen bir sınav ya da savaşım olmamıştır. Amed’de sadece devlete değil, Kürt sorunu konusunda söz sahibi olan, direk ya da dolaylı olarak sorunla ilişkili olan tüm güçlere şu mesaj açık olarak verilmiştir. Önderliğimiz özgürleşmeden, sağlıklı ve güvenlikli hareket koşulları oluşturulmadan sorunun çözümü mümkün değildir. 14 Temmuz Amed mitingi öncesi Kürt halkı kapsamlı bir hazırlık sürecini yaşamıştır. Kürdistan’ın tüm il ve ilçelerinden köylerine, Türkiye metropollerine kadar yayılan kapsamlı çalışmalar yürütülmüştür. Bu hazırlıklar AKP hükümeti cephesinden de ciddi bir tedirginlik oluşturmuştur. AKP, Amed’de bir milyondan fazla insanın bir araya gelmesi ve tek bir ağızdan Önder Apo’nun özgürlüğünü haykırması durumunda yürütmüş olduğu tecrit sisteminin hiçbir anlamının kalmayacağını görmüştür. Kuşkusuz Kürt halkı 15 Şubat’lardan Newrozlara, 1 Mayıslara tüm kitlesel eylemlerinde Önderliğinin özgürlüğünü her defasında talep etmektedir. Ancak 8 Amed’de gerçekleştirilen bu miting çok daha farklı bir durumu işaret ediyordu. Temel gündemi Önder Apo’nun özgürlüğü olan bir miting ve bu mitinge katılacak milyonlar. 14 Temmuz mitingi bu anlamda bir referandum niteliğine kavuşacaktı. AKP hükümeti bu korkudan dolayı 14 Temmuz mitingini engelleme kararı almıştır. Bizzat Tayip Erdoğan tarafından alınan ve valisi aracılığı ile açıklanan karar sonrası Amed’de, üst düzeyde bir devlet terörünün uygulanacağı günler öncesinden ilan edilmiş oluyordu. AKP devletinin bu engellemelerine rağmen Amed’in birçok noktasında bir araya gelen grubun İstasyon Meydan’ı’na yürüyüşe geçmesi ile beraber artık Amed’in her yanı istasyon meydan’ı halini almıştır. Kürt halkı en meşru hakkı olan demokratik bir miting yapma istemine karşı gösterilen yasakçı zihniyete karşı, halk serhildana kalkarak yanıt vermiştir. Bunlar Amed’den 14 Temmuz günü yansıyan görüntülerdir. Esas önemli olan ise 14 Temmuz serhildanın yaratmış olduğu politik yansımadır. 14 Temmuz göstermiştir ki, hiç bir güç Kürt halkının özgürlük talebi karşısında engel durumunda kalamaz. 14 Temmuz salt engellemeye karşı klasik bir direniş olmanın ötesine geçmiştir. Gençliğinden, kadınına, 60 yaşındaki insanına, seçilmişlerine, Kürt halkının mücadelesine destek veren demokrat ve sosyalist çevrelerine kadar herkes direniş içerisinde yer almıştır. Yine 14 STÊRKA CİWAN Temmuz sonrası Hak-Par’dan tutalım, AKP’ye yakınlığı ile bilinen Dicle Fırat Diyalog Grubu gibi birçok sivil toplum kuruluşu ortak bir basın açıklaması yaparak BDP’nin yanında olduklarını açıklamıştır. Bu anlamı ile 14 Temmuz Serhildanı aynı zamanda ulusal ve devrimci bir birlikteliği de ortaya koymuştur. Kürt halkı Rojava’da Demokratik Özerk bir sistemi örmektedir Kürt halkı tarihi bir dönemece girmiş bulunmakta, 14 Temmuz Amed Serhildanı'nın hemen ertesinde, Rojava’da yaşanan gelişmeler bu tarihin şafağını işaret ediyor. Ortadoğu her dönem dünya siyasetinde belirleyici bir rol oynamıştır. Ancak bugün gelinen aşamada Ortadoğu’daki gelişmeler tüm zamanlardan daha fazla böylesi bir öneme sahiptir. Zira Ortadoğu’da kemikleşen birçok iktidar son bir kaç yıl içerisinde ard arda yıkılmış, yerine yeni siyasal oluşumlar ya da iktidarlar gelmiştir. Hiç şüphe yok ki bu durum uzun vadede dünya siyasetini yönlendirecek ciddi gelişmeleri de beraberinde getirmektedir. Yaşanan bir diğer gerçeklik ise yenilenen yapıların ne kadar alternatif olacakları sorusuna verilecek yanıttır. Evet, Ortadoğu’da bir değişim süreci yaşanmaktadır. Ancak yaşanan değişim köklü bir değişimden uzaktır. Bunun sebebi geçmiş iktidarların ve sistemlerin cilalanarak sunulmasıdır. Bu durum dönemsel bir değişimi yaratmak ile birlikte Ortadoğu’daki siyasal, sosyal ve ekonomik krizlerin çözümüne çare olmayacağı gibi ilerleyen süreçte derinleşebilecek krizlerin habercisidir. Zira yaşanan sorunların temeli sistemsel krizlerdi, bu durumda geçmiş sistemlere alternatif bir sistem oluşturulmadığında gerçek bir kurtuluş gerçekleşmeyecektir. Ancak Rojava’da gelişen süreç ise çok daha farklı bir durumu işaret etmektedir. Hareketimiz Rojava’da izlediği politik çizgi ile devrimi adım adım örmüştür. Halk meclislerinden, mahalle ve köy komünlerine kadar bir yandan halk örgütlendirilirken, öte yandan halkın savunmasını alacak özsavunma birlikleri aşama aşama bu sürece hazırlanmıştır. Rojava bu anlamı ile Ve bugün Rojava tarihi gelişmeleri yaratan bir konuma gelmiştir. Rojava’daki gelişmeler Önder Apo’nun özgürlüğü noktasında da önemli bir rol sahibi olacaktır. Zira hareketimiz ve Önderliğimiz geçmiş süreçlerde yapmış olduğu değerlendirmelerde Ortadoğu’ya ilk müdahalenin 9 Ekim komplo süreç ile başladığını her defasında dile getirmiştir. Bilindiği üzere Önder Apo Arap Baharı olarak tanımlanan ve Ortadoğu ülkelerindeki değişmelerden ayrışan bir özellik taşımaktadır. Kürt halkı Rojava’da Demokratik Özerk bir sistemi örmektedir. Bu sürece Rojava’daki diğer Kürt oluşumları ne kadar dahil olur bilinmez ancak, bugün Rojava’da büyük oranda örgütlü olan Tev-Dem öncülüğündeki bileşen buna hazır görünüyor. Sonuç olarak Kobani ile başlayan ardından Afrin, Derik ve sonrasında tüm Rojava’ya yayılan bu süreçte neredeyse kan-sız bir devrim yaşanmaktadır. Bu süreçte harekemiz başta Türkiye olmak üzere kimi güçlerce Esad ile ortak hareket etmekle itham edilmiştir. Hareketimiz bağımsızlıkçı çizgisinde emin adımlar ile ilmik ilmik bu süreci örmüştür. uzun süre Suriye’de kalmış, bu süreçte Rojava’da bulunan halkın örgütlenmesi ile birebir ilgilenmiştir. Bu anlamda Rojava bir Önderlik sahası olma rolünü taşıyor. Ancak 9 Ekim 1998’de Türkiye ve ABD’nin baskıları sonucunda Önder Apo Suriye’den çıkmak zorunda kalmıştır. Bundan sonraki süreçte 15 Şubat komplosu ve Önder Apo’nun esareti ile başlayan bir süreci beraberinde getirmiştir. bugün Önder Apo’nun esaretine sebep olan bu gelişmeler Kürt halkının eli ile tersine evirilmeye doğru adım adım ilerliyor. Rojava gençliği Önderliğe olan bağlılığını devrim yaparak ortaya koymaktadır. Bu noktada şu tespit oldukça anlam kazanıyor. Önder Apo’nun esaretine sebep olan Suri- 9 Tebax 2012 STÊRKA CİWAN ye’den çıkış, bugün Önder Apo’nun özgürlüğünün yolunu açacak süreç olacaktır. Avrupa gençliğinin üzerine de önemli bir rol ve misyon düşüyor Bu anlamı ile Rojava devriminin bir diğer önemli noktası da gençlik yönünün ağır bastığı bir devrim süreci olmasıdır. Başlangıç sürecinden bu yana Rojava gençlik örgütü Komalen Ciwan Rojava (KCR) öncülüğünde Kürt gençlerinin gelişmelere dahil olma durumu vardır. Eylemlerden tutalım, özsavunma birliklerine, kurumlaşmalara kadar gençliğin bu sürece aktif katılımı vardır. Bu da Rojava’daki devrime dinamik bir boyut katmıştır. Öncüsü gençlik olan bir devrim hiç şüphe yoktur ki zafer ile taçlanacaktır. Tüm bu gelişmeler hiç şüphe yok ki AKP cephesinde büyük bir tedirginliğe neden olmaktadır. Binlerce tutuklamaya rağmen Amed’de gelişen halk serhildanı, Yine Rojava’daki devrim süreci, baharla birlikte gelişen ve her geçen gün artan gerilla eylemleri tüm sahalara yayılan bir direnişe işaret etmektedir. 2012 yılının Tebax 2012 başlangıcında hareketimiz yıl için tarihi gelişmelerin yaşanacağı, bu gelişmeler ışığında verilecek mücadelenin önümüzdeki on yılları belirleyecek nitelikte olacağı vurgusunu yapmıştı. bugün gelinen aşamada bu tahlil doğrulanır bir niteliktedir. Henüz yılın ortalarında olunmasına rağmen 2012 yılı şimdiden Kürdistan tarihi içerisindeki yerini almış bulunmaktadır. Yaşanan bu gelişmeler karşısında ise AKP hükümeti yaşadığı bozgunun üzerini örtmek için her türlü kirli savaş yöntemini devreye koymuştur. Basın kuruluşlarından tutalım, askeriyesine, polisine kadar tüm özel savaş birliklerini harekete geçirmiştir. Ancak şu bir gerçektir ki AKP iktidarı bir eşiğe ulaşmıştır. Bundan sonrası AKP için başaşağı bir gidiş olacaktır. Bu gidişatı başlatacak olan da hiç şüphe yok ki hareketimizin gerçekleştirmekte olduğu mücadele olacaktır. İç politikada ve dış politika da darbe üzerine darbe alan Erdoğan ve kurmaylarının mevcut durumdaki çırpınışları bu süreci zamana yayarak kurtulma arayışından başka bir şey değildir. Bu durumda yapılması gereken topyekûn direnişi örgütlemektir. 10 Amed ‘de gelişen direnişe nasıl ki Rojava’dan yanıt verildiyse, Rojava’da gelişen sürece tüm sahalardan güç sunmak gerekmektedir. Bu noktada hiç şüphe yok ki Avrupa gençliğinin üzerine de önemli bir rol ve misyon düşüyor. Avrupa gençliği bu sürece özgür Kürdistan özlemi ve tutkusu ile sarılmalı, örgütlenmesini her sahadan geliştirmelidir. Zira sürecin nereye evirileceği halen net değildir. Yarın Rojava’da gelişecek bir çatışmalı süreçte çok bir çok şey değişebilir. Bu durumda Kürdistan’da yaşanan gelişmelerin dünya kamuoyuna duyurulması noktasında Avrupa gençliği önemli bir yerde bulunmaktadır. Yine Önder Apo üzerinde devam ettirilen tecride karşı tepki eylemlerinin devam ettirilmesi ve Avrupa’da bir kamuoyunun yaratılması oldukça önemlidir. Zira yaşanan gelişmeler karşısında salt Kürt örgütleri ve devrimci demokrat yapılar değil, Avrupa Birliği de sorunun artık Önderliksiz ve PKK’siz çözülemeyeceğini açıktan ortaya koymaktadır. Son olarak Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye raportörü Josette Durieu’un, yaptığı açıklamada “Bunun başka çaresi yok. Kürtler hak taleplerinde o kadar ısrarlılar ki, bunu daha da ötelemek mümkün değildir” demesi sorunun geldiği aşamayı işaret etmektedir. Sonuç olarak halk ve hareket olarak zafere her geçen gün bir adım daha yaklaştığımız bu süreçte Kürt gençliği olarak her zamankinden daha yoğun bir örgütlülük, mücadele ve eylem içerisinde olmamız gerekmektedir. Bugünden sonra her yer İstasyon Meydan’ı, her yer Kobani ve Afrindir. An serkeftin An serkeftin *** A N A L İ Z STÊRKA CİWAN 15 AĞUSTOS BİR RUHTU... Stêrka CİWAN “15 Ağustos bir ruhtu, heyecandı, bir kararlılıktı, bilinç, irade ve inançtı. Şimdi 15 Ağustos Atılımlarını yenileme temelindeki yürüyüşümüz, bunun üzerine büyük bir birikimi, gelişmeyi de ekliyor. Zorluklar, engeller, ayak bağları geçmişte fazlasıyla vardı, hepsi çözüldü” 15 Ağustos düşüncede, örgütlenmede, eğitimde yürütülen çalışmaların diriliş mücadelesini gerçekleştirmek için sağlanan bütün hazırlıkların ete-kemiğe büründüğü, pratikleştiği, yaşamsallaştığı gün oluyor. 19 yıllık büyük ruh, duygu, büyük özgürlük yürüyüşü, binlerce kahramanı ortaya çıkartan, bir halkı kelimenin tam anlamıyla dirilten, 21. yüzyılın başında insanlığın büyük coşku ve heyecan kaynağı haline getiren yürüyüş, onun pratik kararlılığı bugünde başladı. Yürütülen tartışmalarla alınan kararlar, yapılan planlama bu 19 yıllık sürekli büyüyen, Kürdistan’ı da aşarak bir Ortadoğu demokrasisi, günümüzde ise yeni bir sistem, yeni bir çağ, Demokratik Uygarlık Çağı yaratma iddiasıyla yürüyen bir mücadelenin, yaratıcısı, geliştiricisi, başlatıcısı oldu. 15 Ağustos büyük atılımı başladığında doğanlar, şimdi bu ikinci hamlenin başlatıcısı, yaratıcısı oluyorlar. Bu bize daha büyük heyecan ve güç veriyor, kararlılığımızı ve irademizi daha çok pekiştiriyor. Bu temelde bu 20. yılla birlikte; Önderliğimizin açtığı yolda halkın beklentilerine daha fazla cevap verecek, demokrasi ve özgürlük mücadelesini Kürdistan’da ve Ortadoğu’da yeni bir çağı geliştirecek düzeyde bir atılımın ve mücadelenin başlatıcısı olacağız. Bunun kararlılığı içerisindeyiz. Özellikle de bu 19 yılda, 19 yıl önce bü11 yük mi li tan ge ril la cı Agit arkadaşımızın komutasında iki takım olarak başlayan gerillalaşmanın binlerce savaşçıyı içine alan büyük bir gerilla ordusu temelinde bu yeni başlangıçla sürüyor. Geçmişle elbette hiçbir biçimde kıyaslayamayacak durumdayız. Hem nicelik hem de bu son dört yılda yaptığımız büyük hazırlıklar, örgüt ve mücadele tarihimizin hiçbir döneminde yapılamayan büyük bir hazırlık anlamına geliyor. Ordumuz 20 yıllık mücadelenin deneyimiyle yenilendi, kendini iyi eğitti, donattı. Böyle bir gerilla gücünün sağlam duruşu, örgütlülüğü, yönlendirmesi temelinde sorun hangi yöntemle çözülecekse, toplum hangi yöntemle özgürleşip demokratik bir yaşama kavuşacaksa, her türlü mücadeleyi başarıyla yürütecek ve başlattığı özgürlük yürüyüşünü sonsuz kılacak güçte. 15 Ağustos koşullarının iyi irdelenmesi, çözümlenmesi, yine 15 Ağustos Atılımı’nı ortaya çıkartan ruhun, anlayışın iyi tespit edilmesi, değerlendirilmesi fazlasıyla önem arz ediyor. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunlara çözüm bulmada bize en fazla yol gösteren, ihtiyaç duyduğumuz gücü veren temel husus oluyor. Bu açıdan değerlendirilmesi, çok yönlü üzerinde durulması gerekir. Bugünün görevlerini yerine getirmede önümüzde engeller, zorluklar Tebax 2012 STÊRKA CİWAN var. Uluslararası gericilik, komployu yeniden tezgahlamaya, hareketimizin gelişimi üzerinde yeni bir baskı ve saldırı konsepti geliştirmeye çalışıyor. Bunu çok yönlü -ülke içinde, dışında hayata geçirmek istiyor. Bu engel ve zorlukların ortaya çıkardıklarını da yaşıyoruz. Bazılarımız bu zorluklar ve engeller altında ezilebiliyor, çözümsüzlüğe düşüp bunalan, umudunu ve inancını zayıflatan durumlar da yaşayabiliyor. Bugünün baskı, saldırı, zorluk ve engelleri; 15 Ağustos sürecinin gerici baskı ve saldırılarıyla kıyaslanamayacak düzeydedir. O açıdan bugünün zorluklarının, engellerinin, gerici baskı ve sal dı rı la rı nın abar tıl ma sı; tarihten bir şey anlamamak, tarihin derslerini, tecrübesini bilmemek, tarih bilincinden yoksun olmak anlamına geliyor. 15 Ağustos süreci ve gelişimi; dümdüz, imkanlarla dolu, her şeyin hazır olduğu, kolaylıkla yürüdüğü bir süreç değildi. O dönemde belirsizlik, kadrolaşmada, örgütsel gelişmede nicelik azlığı, tecrübe yoksunluğu, dolayısıyla neyin nasıl yapılacağı konusundaki bilinçsizlik, zayıflık Tebax 2012 ve güçsüzlük, bugünle kıyaslanamayacak düzeydeydi. Bu bakımdan da eğer bugünkü gücümüzü zayıf görüp “bununla özgürlük ve demokrasi mücadelemizi geliştiremeyiz, bir şey yapamayız” gibi düşün ce le re ka pı lan lar, umu du nu, inancını yitirenler oluyorsa, bu tarihten hiç bir şey anlamamaktır. 15 Ağustos bir heyecandı Önderlik PKK’nin kuruluşunun 10. yıl dönümünde; “geçmiş 10 yılda yaptıklarımız gelecek 10 yılda yapacaklarımızın aynasıdır” demişti. Geleceğe bakarken, geleceği çizerken her zaman böyle bir geçmiş bakışımız olmalı. 15 Ağustos’a yürürken, 15 Ağustos Atılımı’nı geliştirirken örgütümüzün bakacağı bir geçmiş yoktu. Bir gücün, bir toplumun, bir hareketin en zayıf olduğu dönem; bakacak, güç alacak, elle tutulur bir geçmişinin olmadığı zamanlardır. Geçmişi olmayanın, geleceği de olmaz derler. Tarih bilinci, bütün gelişmelerin anasıdır deniliyor. Dola12 yısıyla bakılacak, elle tutulur hiçbir geçmişi olmadığı koşullarda bu kadar büyük mücadeleleri, atılımları yaratmayı başarmış, bu kadar tecrübe kazanmış, güç biriktirmiş, gelişme yaratmış, Kürdistan’ı değil bölgeyi de aşarak, kendini bir uluslararası mücadele haline getirmiş bir Önderlik, bir çizgi, bir halk, bir örgüt -bugün sorunlar, zorluklar, engeller ne olursa olsun- neler yapamaz ki? Bu birikim üzerinde, geçmişin 20 yılına bedel gelişmeleri şimdi tek yıla sığdırabilir. Bu oldukça açık, kesin, kimsenin inkar edemeyeceği, reddedemeyeceği bir durum. 15 Ağustos bir ruhtu, heyecandı, bir kararlılıktı, bilinç, irade ve inançtı. Şimdi 15 Ağustos Atılımı’nı yenileme temelindeki yürüyüşümüz, bunun üzerine büyük bir birikimi, gelişmeyi de ekliyor. Zorluklar, engeller, ayak bağları geçmişte fazlasıyla vardı, hepsi çözüldü. Zayıflıklar, güçsüzlükler en çok geçmişteydi, yenildiler. Bu nedenle şimdi kendimizi zayıf görmemiz, sorunlarla yüklü görmemiz, daraltmamız, bunaltmamız, coşku ve heyecandan yoksun kılmamız yanlıştır. Kendini gerici ve köleci bağlardan kurtaramamaktır, çözememektir, özgürleştirememektir. Sadece 15 Ağustos sürecinin derslerinin doğru edinilmesi bile, hem halkımız için hem hareketimiz için büyük, özgür bir gelecek yaratmak için yeterlidir. 15 Ağustosun bu 20. yılına girerken; bu 20 yılın büyük dersleri, birikimi eğer doğru anlaşılır, iyi sahiplenilir, gerekleri 15 Ağustos ruhuyla yerine getirilirse etkisi yüzyıllara yayılacak kadar büyüktür. Çünkü bir kere bir umut, heyecan, inanç, gelecek görme, kararlılık, bağlanma oluştuktan sonra insan her şeyi yapabilir. STÊRKA CİWAN İnsanı engelleyecek hiçbir kuvvet yok tur. Bu ger çe ği en iyi kanıtlayan, 15 Ağustos Atılımı oluyor. Eğer imkansızlıklar, zorluklar, zayıflıklar insanı engellemiş, iş yaptıramaz kılmış olsaydı bu, 15 Ağustos’ta olurdu ve 15 Ağustos Atılımı gerçekleşemezdi. Ama böyle büyük bir diriliş devrimini ortaya çıkarmışsa demek ki iş yapmaya karar kılmış, azimli insanın önünde onu tutacak, engelleyecek hiçbir güç, hiçbir tutum olamaz. Bu gerçek, şim di de bi zim için önem taşıyor. Kuşkusuz geçmişle kıyaslanamayacak kadar birikimimiz, gücümüz, tecrübemiz, büyük mücadele mirasımız var. Tüm bunlar, iş yapmamız, ilerlememiz için büyük güç kaynakları ama yalnız bunlara dayanarak mücadele yürütmek elbette ki doğru ve yeterli olmuyor. Bunların olmadığı zamanlarda yapılan büyük atılımların derslerini anlayıp özümsersek yeni atılımlar, üzerinde büyük binalar inşa edilecek sağlam temeller atan büyük başlangıçları yapabiliriz. İrademizi, kararlılığımızı bu temelde geliştirmeliyiz. Bu, tabii ki boş, kof olmamalı, sadece bir övgüye, kendini abartmaya dayanmamalı. Kendini 15 Ağustos’la iyi bütünleştiren, o dersleri iyi özümseyen bir militanı, örgütü, halkı hiç kimse tutamaz, engelleyemez. 15 Ağustos, Kürdistan dağlarında çakılan bir kıvılcımdı Daha ‘90’ların başında PKK mücadelesi bir uluslararası mücadele haline geldi. Uluslararası sistemin öncülüğünü, liderliğini yapan güç, Önderlik ve PKK hareketiyle açıktan savaşmak, mücadele etmek durumunda kaldı. Uluslararası komplo da bir savaştır. Önderliğe, Kürt özgürlük ve demokrasi hareketine yöneltilen bir uluslararası saldırı oluyor. 15 Ağustos mücadelesinin ne kadar hızlı gelişip yayıldığını gösteriyor. Kürdistan dağlarında çakılan bir kıvılcımdı. Ama daha 10 yıl geçmeden sadece bölgeye yayılan olmakla da kalmadı, bütün uluslararası sisteme, dünyaya yayılan bir mücadele haline geldi. Bu gerçeği iyi görmeli, iyi anlamalıyız. 15 Ağustosla ne değişti, ne gelişti? Neden böyle oldu? Nasıl böyle bir mücadele geliştirilebildi? Böyle bir gelişmenin olacağına nasıl karar verildi? Şimdiki sonuçlara bakarak öncesinden de böyle olduğu sanılmamalıdır. kanıtıdır. Önderlik hep şunu söyledi; “benim gibi birisi böyle bir çıkış yapıp mücadeleyi bu duruma getirdiyse, Kürt toplumunda herkes bunu kat kat ileriye götürebilir, benden kat kat fazlasını yapabilir.” Bunu kulağımıza küpe yapmalıyız. Bize moral vermek için söylemiyordu, yanlış anlamamalıyız. Önderlik, kendi yaşadığı gerçeklikten çıkardığı sonucu ifade ediyordu. Eğer Önderlik özellikleri anlaşılır, kavranır, özümsenir, Önderlik tarzında karar kılınırsa yapılamayacak bir şey yoktur. Önderlik şöyle tanımlıyordu “bir yüce davaya kişi kendini yatırırsa onun yapamaya- Önderlik tek kişilik ordu olarak savaştı, savaşıyor. Tek kişilik bir liderlik olarak doğdu, çıkış yaptı. Bir kişi büyük karar verebilir mi? Bunun en açık kanıtı, Önderlik gerçeğimizdir. İnsan anlarsa, yoğunlaşırsa, çalışırsa, kafa yorarsa, azimli olursa, inançlı, iradeli olursa ve bütün bunlardan doğan büyük bir çabanın sahibi olursa büyük kararlar da verir, eylemler de, çıkışlar da yapar. Büyük gelişmeler ortaya çıkartan mücadelelerin yaratıcısı da olur. İşte 15 Ağustos bunun açık cağı hiç bir şey yoktur. En güzel duyguyu ve düşünceyi o üretir, en güzel davranışı o ortaya çıkartır, en güçlü eylemi, hareketi o kişi rahatlıkla yaratabilir.” Gerçeğin böyle olduğunu anlamalıyız. Bunu da soyut kavramlarla değil, 15 Ağustos, PKK ve Önderlik gerçeğinden çıkartılan temel derslere, karşımızda somutta gerçekleşmiş kanıtlara bakarak, yaşanmış gerçekler olarak anlamalıyız. 13 *** Tebax 2012 Ç Ö Z Ü M L E M E STÊRKA CİWAN AGÎT, KÜRDİSTAN’DA GERİLLA ÇİZGİSİDİR Duran KALKAN “Önderlik Agît arkadaşı Kürdistan’da gerilla çizgisi olarak kabul etti. Kendi çizgisinin hayata geçirilmesi olarak değerlendirdi. Dolayısıyla Agit kişiliğini ulusal kurtuluşta partileşme kişiliği olarak tanımladı, örnek olarak gösterdi. İkinci Partileşme Hamlesi’nin örnek militan kişiliği olarak tanımladı” Tebax 2012 Geniş bir birlik Botan’a düzenlendi. Agit arkadaşın da Botan’a gitmesi öngörüldü. Önderlik sahasından yeni gelmişti. Yol bulabilirse, sınırdan geçip kongreye katılıp geri dönmesi, olmazsa, Botan’da çalışmaları yürütmesi, gitmemesi biçiminde bir karar vardı. Görevden alınanlar da dahil, yönetimin diğer üyelerinin kongreye gitmesi kararlaştırıldı. Onlar hareket ettiler, Agit arkadaş o biçimde düzenlenen birlikle Botan’a geçti. Zaten iyi düzenleme de oydu. O zaman bizim düşüncelerimiz öyleydi. Agit arkadaş engelleniyordu. Yönetim olup destek vermek yerine, köstek olunuyordu. Hiç olmazsa yönetim oradan çıkarsa, daha rahat pratik yapabilir biçiminde bir düşünce vardı. Aslında önü açılmış oluyordu. Bu iyi de oldu. Öyle fırsat, imkân verecek bir durumdu. Çünkü önü ‘85’te hep engellenmişti; “Biz de yönetimiz, sözümü dinleyeceksin” diye birçok pratiğini engellemişlerdi. Bu biçimde biraz daha fırsat bulmuş olacaktı. Kış düzenlemesi böyle oldu. Ama pratik koşullar buna uymadı. Önderlik sahasına gidiş kolay olmadı. Savaş olmuş, koşullar değişmiş, siyasi ilişkilerde değişiklikler olmuştu. Önderlik sahasına gitme önünde engeller oldu. Birkaç kişi dışında birçoğu gidemedi. Bu ’86 yazına kadar uzadı. ‘85’in Aralık ayında gidip ’86 baharında kongreyi yapmış olarak geri dönmek hesaplanır14 ken, ‘86’ın yazına kadar Önderlik sahasına gidilemedi. Yönetimimiz, 15 Ağustos Atılımının siyasi süreçte yarattığı değişiklikleri öngöremedi. Eskisi gibi olur sanıldı, oysa savaş olmuş, siyasi koşullar değişmişti. Agit arkadaş da Botan’da kaldı. Çünkü sınırda önlemler çoktu. Onun üzerine gitmemeye karar veriyor. O da gidilip kışın toplantı yaparak, baharda dönmüş olduğunu düşünerek, Martta bazı eylemler ardından Habur tarafına gelip kongre sonuçlarını öğrenmeyi planlıyordu. Son gönderdiği not öyleydi. Böyle bir süreçteyken düşman operasyonu içerisinde Newroz’da eylemler geliştirildi, Gabar’da bir pusuda 28 Mart 1986’da şehit düştü. Agit arkadaşın şahadetinin etkisi büyük oldu. Olayın nasıl gerçekleştiğine dair hala somut bir şey yoktur. Önderlik son yazımlarında da komployla şehit düşürüldüğünü belirtiyor. Büyük bir birliktir, düşmanı görüyorlar. Yer değiştirmek için gece hareket ediyorlar. Nasıl oluyorsa birlik dönüp dolaşıp pusunun üzerine gidiyor. Öncüler pusuyu atlatıp geçiyorlar. Daha sonra çatışma çıkıyor. Birliğin başında Agit arkadaş vardı. Birlik vuruluyor ve yanlarında bir-iki yaralı var. Çatışma çıkıyor, biraz dağılıyor sonra toplanıyorlar. Ondan sonra “Agit arkadaş toplanma yerine gitmiştir, haydi gidelim” diye yürüyüp gidiyorlar. Çatışma yerini hiç aramıyorlar bile. Sabah buluşma yerine ulaşınca Agit arkadaşın olmadığını görüyorlar. Agit arkadaşın şehit düştüğünü radyodan duyuyorlar. Böyle bir gidiş var. Agit arkadaşı STÊRKA CİWAN orada bırakıyorlar. Kimin düzenlediği, nasıl olduğu konusunu henüz tam çözümleyemedik. Önderlik bu olayı, ondan sonra sürekli inceledi. Fakat olay tam açığa çıkmadı. Agit arkadaşın ‘bir kurşunla’ vurulduğu söylendi. Düşman günlerce bu olayın propagandasını yaptı. Türk gazeteleri “PKK cellâdı öldürüldü” diye manşet attılar. Düşman buna epey umut bağladı. PKK’nin şekillenmesi, Agit arkadaşın anısına geliştirildi Bu olayın hareket üzerinde de önemli bir etkisi oldu. Agit arkadaş Batman’da, lisedeyken katılmıştı. Ataktı, gençlik kavgalarında yer aldı. Sonra Siverek’teki mücadeleye katıldı. Askeri eğitim için yurtdışına çıkan ilk grubun içinde yer aldı. Batman’ın askeri sorumlusuydu. Siverek’te de o zamana kadar eylemlerde belli bir pratik sahibi olmuştu ve artık tanınıyordu. Yurtdışından sonra ’80 Mayısında Siirt-Botan alanında gerillayı örgütlemek üzere, Kemal Pir ile birlikte geri döndü, görevlendirildi. Kemal Pir arkadaş yakalandığında yaralı olarak kurtuldu. O olayda köprücük kemiği kırılmıştı. Bir süre tedavi olduktan sonra yurtdışına çıktı. I. Konferansa katıldı. Konferans sonrası o büyük eğitim yönetimi içerisinde yer aldı. Askeri ve ideolojik eğitimlere katıldı. Agit arkadaş, judocu, yakın dövüşçüydü. O konularda eğitimler verdi. Kısa boylu, biraz tıknaz bir fiziki yapıya sahipti. Fiziki olarak çok güçlü değildi; düztabandı, onun için yürümekte zorlanıyordu. Fakat kuvvetli ve ataktı. Yakın dövüş eğitimleri biliyor, refleksleri çok güçlüydü. Eğiteme çok fazla katkısı oldu. Eğitim sonrasında, yurtdışı eğitim süreci uzatılınca Önderlik birkaç arkadaşla birlikte Güney ve Doğu Kürdistan’daki çalışmalara katılması, Mehmet Karasungur arkadaşa yardımcı olması için ’81 Kasımında Güney Kürdistan’a gönderdi. Böylece Güney ve Doğu Kürdistan’da gerillaya hazırlık çalışmalarını yürüttü. Ülkeye geri dönen gerilla gruplarını onlar karşıladılar. 25 Mayıs ‘83’te Habur tarafında ilk sınır ötesi operasyon oldu. Bu operasyon sürecinde ülkeye girip Garzan’a kadar gitti. Birimleri denetledi, pratik çalışmalara katıldı. ‘84’te Çiyayereş’teki toplantı ardından Uludere’de askeri eylemliliği geliştirmek üzere görev aldı. Sonra ’84 ortasında 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliğinin komutanı olarak Eruh eylemini düzenledi. Denetimindeki takım, o alanda üç ay eylem yaptı. ’84 sonunda Önderlik sahasına gitti, ’85 Nisanında tekrar gelerek Botan’a geçti. Botan’da kayıplar verilirken, bir birlikle hareket etmişti. Kendi birliğini korumuştu, ama diğerleri üzerinde etkili olamadı, kayıpları önleyemedi. Yazın toplantıdan sonra Botan’da yine eylemliliği geliştirdi. Bir komuta duruşu vardı. Önemli bir bilinç birikimine sahipti. Az konuşuyordu, ama özlü konuşuyordu. Öyle boş zaman geçiren, sohbet eden değil, ya okurinceler ya da bir şeyler tartışır, bazı sorunlara çözüm arardı. Sakin bir kişiliği vardı. Kimseyi incitmez, kırmazdı. Farklı ilişkiler, yaşam arayışları içerisine hiç girmezdi. O bakımdan çok olgundu. Askeri tecrübe yanında, refleksleri de güçlü, belli bir yeteneği vardı. Hem örgütleme, hem de pratikleştirmede eylemci ve ataktı. Dolayısıyla parti çizgisinin, Önderlik çizgisinin askeri alanda uygulanması üzerinde çok yoğunlaşıyordu. Araştırma-incelemeleri vardı ve kendini pratiğini yapmaya vermişti. Agit arkadaş bir komuta çizgisi geliştirdi. 15 Ağustosu hazırlayan, gerçekleştirip devam ettiren öncü komuta gücüydü. Şehit düştüğü için Agit ismiyle olaylar geliştirilmiyor, onu pratikte yapıyordu. Şehit düşmeseydi, gerilla ordusunu kendi komutasında yine kurardı. Önderlik “Bu ger15 çeği pratiğe geçirmeye kendini adadı” diyordu. Anısına, gerilla ordusunun kurulmasını öngördü. Yani gerilla komutanlığını savaşarak, pratikte yaparak hak etmişti. Öyle kendine sonradan verilmiş bir şey değildir. Olduğu yerde yönetimdi, komutandı. Herkes sözünü dinlerdi, kendisi de çalışırdı. Yetkiciliği, kariyerizmi asla yoktu. Olduğu yerde ne gerekiyorsa oydu, pratik iş yapardı. Başkomutan olmak gerekiyorsa onu yapardı, birlik komutanlığıysa onu yapardı. Bir yerde yönetim varsa, kendisi bir nefer olarak katılırdı. Hiçbir ayırımı, bu yönlü bir yaklaşımı kesinlikle yoktu. Eğitici, çekici bir kişilikti. Kırmayan, etkileyen, hep insanları olgunlaştıran, fikir veren, ama daha çok da pratikte iş yapıp insanları iş yapmaya katarak eğiten bir konumdaydı. Onun için herkes Agit’le olmak isterdi. İş yapıyordu, yeteneklerini geliştiriyordu, güç kazanıyordu. O nedenle öncülüğü yetkiyle değil, fiilen vardı. Zaten bir resmi yetkisi yoktu, kongrede seçilmiş bir yönetim değildi. Fiili bir savaşçıydı, yönetim düzenlemesinin verdiği görev düzeyinde onu yaptı. Yoksa öyle yetki almış, onu kullanan durum resmen de yoktu. Ama elbette gerilla ordusunun oluşmasına, 15 Ağustos Atılımının gelişmesine öncülük etti. Bir komuta çizgisi, gerilla çizgisi yarattı. Önderlik bu çizgiyi Kürdistan’da gerilla çizgisi olarak kabul etti. Kendi çizgisinin hayata geçirilmesi olarak değerlendirdi. Dolayısıyla Agit kişiliğini ulusal kurtuluşta partileşme kişiliği olarak tanımladı, örnek olarak gösterdi. İkinci Partileşme Hamlesi’nin örnek militan kişiliği olarak tanımladı. Birinci Partileşme Hamlesi nasıl ki Haki arkadaşın anısına gerçekleştirildiyse, İkinci Partileşme Hamlesi, gerilla partisi olarak PKK’nin şekillenmesi de Agit arkadaşın anısına geliştirildi, gerçekleştirildi. *** Tebax 2012 K A D I N STÊRKA CİWAN Cinsiyetçilik devletli uygarlığın değişmez karekteridir Fadile YILDIRIM “Kölelikte en derinleşmiş toplum kadını en çok küçümseyen toplumdur. Yaşamaktan en anlamayan toplum da kadınla rastgele yaşamayı kabul eden toplumdur. Yine en kötü, duyarsız, heyecan ve anlamdan uzak yaşam da köle kadınla gerçekleştirilen yaşamdır” Tebax 2012 Biz kimiz? Biyolojik bir cinsiyetten mi ibaretiz? Tarihin içinde neden görünmüyoruz? Uygarlık tarihi kadın kırımına mı dayanır? Devletin, iktidarın temel karakteri nedir? Sorulara elbette ki yenilerini eklemek mümkün ancak konun başlığının açımlanması dahi tarihin en çarptırılmış ve kapatılmış alanını irdelerken işimizin kolay olmadığını anlatır gibi…”Uygarlığı” devletin, iktidarın yarattığı koca bir anlam kirliliği olarak yorumlayabiliriz. Bilme eylemi olarak bilimin cinsiyeti Biz kadınların, tarihsel süreç içerisindeki yerini ve geldiği aşamayı irdelemek“kendini bilme” sürecine doğrudan müdahale olduğu kadar, bedenimizden başlayarak toplumsalın kendisini sorgulamayı ve anlamlandırmayı gerekli kılar. Mevcut egemenlik ilişkileri ve cinsler arasındaki eşitsizliğin kökenine ışık tutma beklentisini taşıdığımız sosyal bilimler ve tarih yazıcılığı, geldiği nokta itibariyle yetersiz olduğu kadar cinsiyetçidir. Bilginin etikten ve bütünselliğinden koparılmış olması bilimin cinsiyetçiliğin en yoğun olduğu alan olma özelliğinden ileri gelir. Tarihi egemenler yazar ve ideolojik olarak kurgular. Biz yani ötekilerin sesi bu 16 egemen yazıcılık içerisinde siliktir. Bilginin üretim şekli ve kulanım biçimi iktidarın kendini ürettiği ve kurguladığı bir alan olma niteliğini içinde barındırır. Bu nedenle tarihsel bilginin nasıl oluştuğu, kimler tarafından ele alındığı ve yazıldığı bilginin oluşum süreçlerinin kendisi kadar önem kazanır. Sosyal bilimlerin cinsiyetçi karakteri egemenlik ilişkilerinin meşrulaştırılmasının önünü açar. Bir özgürleşme adımı olarak, Kadın bilimine (jineoloji) ihtiyaç her zamankinden daha yoğun ve hissedilir düzeydedir. Kadın çözülmeden devlet ve sınıf çözülmez “Hiyerarşik sistemle başlayan kadının içine alındığı statü çözümlenmeden, ne devlet ne de dayandığı sınıflı toplum yapıları izah edilebilir. En temel yanılgılardan da bu nedenle kurtulunamaz. Kadın bir cins olarak değil, bir insan olarak doğal toplumdan koparılıp en kapsamlı köleliğe mahkûm edilmiştir”(A.Öcalan) Devletli uygarlık tarihinin kendisi kadar, yazıcılığının da cinsiyetçi ve ideolojik bağlardan yoksun olmadığını aklımızda tutarak, egemenlikli sistemin geçtiği yollara ışık tutmak beslendiği cinsiyetçilik, ataerkil, milliyetçilik gibi ideolojik kodlarla iliş- STÊRKA CİWAN kisini görmek açısından aydınlatıcı ve anlamlı olacaktır. Kadının toplumsal tarihine bakış, tahakküm zincirinin ilk halkasını anlamlandırmak açısından devleti, toplumu, iktidar ilişkilerini ve bunlara içkin olan cinsiyetçiliğin görünür olmasını sağlar. Kadın, toplumlaşmanın gövdesidir Ataerkil dönem ve devletli uygarlığın zeminini, yoğunca ifade edilen sınıf çelişkisi değil cins çelişkisi oluşturur. Çelişki ve eşitsizliğin kökenine ilişkin ifade edilen biyolojik izahın kendisi indirgemeci olduğu kadar ideolojiktir. Kadını tamamlanmamış, eksik kusurlu olarak kurgulama, kadını toplumsal değişim alanının dışında konumlandırılmasının önünü açar. Mitoslardan(Sümerler kaburga kemiği)antik felsefe Aristo(kadın eksik erkektir deyisi) ve günümüz bilimcilerinin Freudçu (elektra kompleksi) ifadeleri birbirini besleyen ideolojik süreçlerin ürünüdür. Oysaki gerek arkeolojik bulgular gerekse dilin kültürleri aydınlatmadaki rolü ve mitolojik anlatılar göz önüne alındığında insanın toplumsallaşmasında kadın belirleyici olanın kendisidir ve bilim dahil doğal toplumun açığa çıkardığı tüm değerlerin oluşumunda başat bir rol oynamıştır. Ekolojik bütünlük-komünal yaklaşım Evet, başka bir dünya mümkündü ve kadın toplumsallığının ifadesi ana tanrıça kültü etrafında şekillenen toplum bu gerçeğin en görünür kısmıydı. Gerek komünal ilişki biçimi gerekse ani mistik inanç sistemiyle doğayla canlı bir beslenme süreci geliştiren kadın, kır toplumunun başat öğesiydi. Bu konumunu doğadan kopmayan zeka olarak nitelendirilen duygusal zekanın gelişkin oluşuyla bağlantılı olduğu kadar “eko-nomi”ye ilişkin koyduğu ahlaki yasalar ve artı ürünün değerlendirilmesine ilişkin geliştirdiği yöntemlere borçluydu. Doğurganlık ise klanlarca uzunca süreler kutsallaştırılacaktı. Çocuk komünalite içerisinde şekillenirken tanımsal olarak anayla ilişkilendirilirdi. Devrimsel gelişmelerin yaşandığı bu tarihsel dönem ilk bilimsel icatların da or- sonucu olan bu birlik bugünkü ordu devlet din üçlüsünün çekirdeğini oluşturur. Kadın başta olmak üzere çocuk ve erkeklerin de köleliliğinin başlangıcıdır bu. Devlet kutsal üçlünün ve kentlerle ortaya çıkan sınıflaşmanın omuzları üzerinde yükselir. Ailenin kendisi bu toplumsal sürecin sonucudur. Egemen erkek kadın üzerinde ilk mülk ilişkisini kurar ve soyunun devamı olarak gördüğü çocukları sahiplenir, küçük iktidarını ilan eder. taya çıktığı dönemdir. İlk politikanın demokrasinin toplumun ihtiyaçlarına paralel üretildiği bu dönem halen hak ettiği ilgiyi görmekten uzaktır. Artık ürün birikimi akışı, güçlü adam tarafından süreçler içerisinde hedeflenmesinin ana gerekçesini oluşturur. Bu anlamda kadının hedeflenmesini biyoloji ve cinsel güdüyle izah etmek büyük bir saptırmadır. Devletli uygarlığın temel karekteri cinsiyetçilik Devletli uygarlığın doğuşu Güçlü erkek+tecrübeli yaşlı erkek+şaman işbirliği ekseninde gelişen ve artı-ürüne göz koymanın 17 Tarihsel örgü içinde Ortadoğu'da ortaya çıkan bu süreç toplum yaşamı üzerinde büyük bir cinsel kırılmaya yol açar. Uygarlığın ilerlemecilik ve gelişmişlik olarak değerlendirişinin aksine başaşağı gidişin ilk adımıdır. Yani bu bir karşı devrimdir. İnsanlık beş bin yıldır bu karşı devrimin yarattığı sistemle yaşamaktadır. Bu karşı devrimin yol açtığı sonuçlar ise bugün katmerleşmiş biçimde kendini ortaya koymaktadır. Toplumun olumlu gelişmesini dumura uğrattığı gibi ana tanrıça ekseninde şekillenen Tebax 2012 STÊRKA CİWAN toplumsallığın, kırın, gönüllü, yatay temsiline büyük bir darbe niteliğindedir. Cins kırım öylesine sarsıcı olur ki kadın tanrıça adeta bir fahişeye çevrilir. Bu talancı kültüre karşı direnen kadınlar ve gruplar cinsiyetçi tarih anlatılarında görünmez kılınır, Amazonlar masalımsı bir hikayeye dönüştürülür. Devletli uygarlık kadın köleleştirilmesi üzerine inşa edilmiştir Kadının toplumsallığı ve bedeni üzerinden gelişen iktidar militarizmi beslerken kendini daha güçlü üretir. Tebax 2012 Ele geçirilecek topraklar, mülkleştirilen insanlar, talan edilen doğa tecavüz kültürünün kanlı evreleridir. Devletli uygarlık “ilkel” olan her şey karşı savaş başlatmıştır. Kadın bedeninin ve kimliğinin parçalanması üzerine inşa edilen iktidar tıpkı kadın bedeni gibi yeryüzünü parçalamaya girişir. Savaş aletleri bugün olduğu gibi fallus görünümündedir. Devletler arasında savaş kılıcı, aile içinde erkek eli egemenlik göstergelerdir. Toplum kılıç ve elin kıskacındadır. Bugün dahi savaşlar “ilkelleri” sözümona “uygarlaştırmak” adına yapılır. Mitolojiler kadınların acılı çığlıklarını, kaybedilen yaşamı dillendirir. 18 Komünal sömürüden uzak, paylaşıma, üretkenliğe, emeğe dayalı cennet bahçeleri yeryüzü cehennemine çevrilir. Yaşam çoğulcu çokluğunu yitirmeye başlar. Kadın susturulur. Geriye erkeğin hala da yeri göğü inleten naraları kalır. Her yer erkekleşmeye çalışır. Teklik devletli uygarlığın temel karakteri haline gelir. Şüphesiz ki kaybeden kadın şahsında toplum, yaşam, adalet ve özgürlük olur. Kazanan egemenler ve tecavüz kültürü olarak görülmede hakikatten düşürülen ve kaybeden insanlıktır. Bu kaybediş adım adım derinleştirilir. Ahlaki ve politik toplum adım adım kendi karar alma gücünü, toplumsal kimliğini yitirmeye başlar. Tek tanrılı dinlere ulaştığımızda geriye son çırpınışlarda bulunan kadınların sessiz çığlıkları kalır. Demokratik toplum aleyhine gelişen bu kırılma dinlerin devreye girmesiyle bir diğer kırılmanın önü açılmış olur kadın cennetsi bir yaşamın öncüsüyken bu kez de büsbütün kapatma konumuna indirgenir. Toplumun manevi dünyasında olabildiğince silikleştirilir. Ademi baştan çıkaran kadın şeytansılaş-tırılır, lanetlenir. Yahudilik İslami-yet ve Hıristiyanlığın ortak noktalarından biri de kadınların denetlenmesi gerektiği ve eksik oldu-ğunu kabul etmesidir. Kadın şehvet yüklü, kirli olandır. Çıkışı itibariyle dinlerin yayılma felsefesini eşitlik ve barış söylemleri oluştursa da pratikte sorunun çözümüne etkisi olmadığı gibi din adı altında büyük kıyımların yaşanma gerekçesi olduğu ortadadır. Uygarlık kadın ve temsil ettiği değerler toplamından hala çok ürkmektedir. Salt kadın için tehdit olmayı çoktan aşmış erkeğe, kadın bedenini denetleyebildiği oranda kimlik bütünlüğü bağışlamıştır. Cinsiyetçilik kendini hanedanlık, kral-lık ve ulus STÊRKA CİWAN devlet gibi aygıtlar içerisinde tanımlayarak iktidarını milliyetçilik dincilik bilimcilik gibi formlarda güncel kılar. İktidar toplum gözeneklerine sızarak her defasında anlam dünyası üzerindeki cinsiyetçi perdeye yenilerini ekler. Kadın değersizleştirilerek ayaklar altına alınırken toplum belleksizleştirerek bilimsellik adı altında parçalara ayrılır. 16. yy ile birlikte Avrupa'da yaygınlaşmaya başlayan kapitalist modernite aydınlanmanın entelektüel birikimini de arkasına alarak toplum karşıtı pozisyonunu güçlendirir. Devletli uygarlığın çürüttüğü toplum yapısı kapitalist modernite için yaşam zeminidir. Felsefi gücünü aydınlanmanın insan ve aklı merkeze alan bilgi birikimiyle oluşturur. Teknolojinin gücünü kullanarak boyut kazanır. Kapitalizm toplumun artık ürün potansiyeli geliştikçe bunları kemirmenin yollarını bulabilmek için esnek nitelikler gösterir. Kapitalist modernitenin kendini sürdürebilmesi için yönlendireceği yığınlara ihtiyacı vardır. İktidar kendinin devamını sağlayacak gönüllü köleler ve yönlendirmeye açık yığınlar oluşturur. Kadın bir kez daha iktidar politikalarının nesnesi durumundadır. Bedeninin her bir parçası meta haline getirilmiş kimliği parçalanmıştır. Cinsellik azgınlaştırılıp kışkırtılarak pazara sunulur alınıp satılan kadın bedenidir. Seks köleliği erkek ve çocuklar dahil olmak üzere dev bir endüstri halini almıştır. Hiçbir ahlak kural tanımayan kapitalist modernite toplum kırımının merkezini bedenlerin denetlenmesi ve metalaşması üzerine kurmuştur. Sistemin ideolojik dumuruna uğratılan beyinler köksüzleştiği gibi anlam ve sorgulama gücünden de uzaklaşırlar. Arzu nesnesi olarak kurgulanan kadının beden ölçülerinden tutalım nasıl davranacağına neyi nasıl yemesi gerektiğine kadar cinsiyetçi kalıplarla belirlenir. İçselleştirilen bu roller kadınlık ve erkekliği koflaştırıp çarpıtarak yeniden üretir. Kadınlaştırılan doğa, kadınlaştırılan halklar ve nihayetinde kadınlaştırılan erkeklik sömürünün geldiği düzeyin görünürlülüğü açısından oldukça önemlidir. Kapitalist Modernite cinsiyetciliği aşan bir tecavüz kültürüdür Kapitalist modernite liberalizmi kullanarak toplumun özlemlerini çarpıtıp kar ve iktidara dönüştürmekte en az ilizyonistler kadar yeteneklidir. Doğaya, özgürlüğe, kadına yönelimin altında yatan bunların toplumsal özlemlerin simgeleri olmasıdır. Asıl kaygı verici olan ise allayıp pulladığı özünden saptırdığı bu değerlerin alıcısı olacak yığınların her daim hazır olmasıdır. Kültür, sanat ve spor endüstrisi ile yönlendirilen güdümlenmiş bir toplum gerçekliği söz konusudur. Evrenin çeşitliliğine aykırı olarak insanın gönüllü tek tipleşme hali oldukça dramatiktir. Hazın ve arzunun iktidarın 19 temel kurgu alanına girmesi tüketim toplumunun oluşturulması anlamında anlaşılırlık kazanır. Bu kapsamda değerlendirildiğinde kapitalist modernite cinsiyetçiliğin tahripkar boyutunu kat be kat aşan bir tecavüz kültürüdür. Kapitalist modernitenin sirayet ettiği her alanda kadın erkek kutuplaşmasının arttığı ve cinsiyetçi rollerin güçlendiğini gözlemleyebiliriz. Dolayısıyla da devletli uygarlığın temel ve değişmeyen en temel karakteri cinsiyetçiliktir. Yani ataerkillik beş bin yıllık erkek egemenlikli sistemin temel yapılanmasıdır, ideolojisidir. Bu gerçeklikle cesurca yüzleşmeden hiç bir toplum özgürleşmeyecektir. Başta kadınlar olmak üzere tüm ezilenler olarak özgürlüğün yolunun devletçi zihniyet ve uygar-lıkla mücadeleden geçtiğini bilmek durumundayız. “Kölelikte en derinleşmiş toplum kadını en çok küçümseyen toplumdur. Yaşamaktan en anlamayan toplum da kadınla rastgele yaşamayı kabul eden toplumdur. Yine en kötü, duyarsız, heyecan ve anlamdan uzak yaşam da köle kadınla gerçekleştirilen yaşamdır. Şeytan ve eksik denilen kadın, aslında kaybetmiş erkek toplumun en aşağılık bir yalanıdır. Erkek egemen ideolojiye, ahlaka ve toplumsal güç ve bireylere karşı güçlü bir savaşım verilmeden özgür yaşam kazanılamaz. Dolayısıyla kadın köleliği çözümlenmeden diğer kölelikler çözümlenemez. Kadın köleliği aşılmadan diğer kölelikler aşılamaz. Gerçek bir demokratik toplum yaratılamaz. Dolayısıyla eşitlik olarak sosyalizm de gerçekleştirilemez. Halkların politik seçeneği sadece demokratik değil, demokratik ve cinsiyet özgürlüklü toplumdur.”(A:Öcalan) *** Tebax 2012 Y A Z I D İ Z İ S İ STÊRKA CİWAN Mazdek, Babek, Hürremizm ve Ebu Müslim Horasani Stêrka Ciwan “Hürremizmin eşitlikçi ve özgürlükçü yaşam anlayışı Babek’in ölümünden sonra da yok olmamış ve Ebu Müslim Horasani şahsında yeniden direnişe geçmiştir” Tebax 2012 Mazdek isyanı tarihin tanık olduğu ilk komünalist hareketlerden biri olarak önemli bir yere sahiptir. Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen Mazdek, Hamedan’lı olup 499 tarihinde katledilen reformcu bir halk önderidir. Mazdek geliştirdiği felsefi anlayışla, Zerdüşt rahipleri ile Sasani aristokratlarının ortaklığıyla bozulan toplumsal düzene karşı eşitlikçi, ortakçı ve özgürlükçü bir düzeni savunmuştur. 1-Mal ve servetlerin paylaşılması anlamında ortakçılığı 2-Kadın-erkek arasında eşitliği 3-İnsanlar üzerinde iktidar ve tahakküm kurulamayacağını savunmuştur. Toprak sahibi Dikhan’lar ve tapınak topraklarının sahibi din adamları buna karşı hemen tavır almışlardır. Her çağda olduğu gibi egemenlerin karalamasına maruz kalan bu düşünceleri çarpıtarak “Mazdek, kadınların da aynen servetler gibi ortak olması gerektiğini savunuyor” iftirasını ortaya atmışlardır. Tüm saldırılara rağmen Mazdek’in düşünceleri ve savunduğu toplumsal düzen anlayışının toplum içinde hızla kabul görmesinin ve yaygınlaşmasının en temel sebebi, Mezopotamya topraklarında yaşayan halkların ortakçı yaşama aşinalığı ve o günkü koşullarda halen canlı olan köy komünlerinin varlığıdır. 20 Ne var ki 499’da Mazdek tutuklanmış, taraftarları yenilgiye uğratılmıştır. İnanç kaynağı gereği şiddet karşıtlığını savunmuş -pasifist- olan ve devletin içine girerek reform çalışmalarına yönelen Mazdek ve taraftarları kendilerini korumayı başaramamış ve katliamdan geçirilmişlerdir. Mazdek’in katledilmesinden sonra eşi Hürrem bu mücadeleyi yüklenmiştir. Mazdekizm Hürrem tarafından sürdürülmüş ve daha sonra Hürremizm adını alacak olan harekete de kaynaklık yapmıştır. Hürremizm, kökenleri Zerdüşti felsefeye dayanan özgürlükçü, eşitlikçi komünalist bir mücadele çizgisidir. Anadolu Aleviliğinin de temel çıkış kaynağıdır. Mazdekilere karşı takibatlar Mazdek’in öldürüldüğü katliamla birlikte bitmemiştir. Bundan dolayı Hürremizm yayıldığı her yerde farklı adlar almış, bazen yer altına çekilmek zorunda kalmış ve kültürel olarak etkisini toplum içinde ve direnişlerde sürdürmüştür... Mazdek’ten esinlemeli Hürremizm hareketinin gücünün zirvesine ulaşması Babek döneminde gerçekleşmiştir. 808 yılında Azerbaycan’ın Bezz bölgesinde bir isyan başlatmış olan Hürremi hareketin başında Cavidan bin Sehl bulunmaktadır. Cavidan’ın ölümünden sonra Babek Hürremi hareketin başına geçmiştir. STÊRKA CİWAN Babek hareketin güçlendirilmesi için gerekli tüm hazırlıkları yapar ve 816 yılında Bezz bölgesinde programının tebliğlerine başlar. Programı en sade haliyle eşitlikçi, ortakçı bir yaşam kurmaktır. Bu yaşamı korumak için bir nevi kurtarılmış alanlar yaratmanın mücadelesini başlatmıştır. Babek genellikle Bezz karargâhından savaşları yönetse de, birçok savaşa bizzat katılmıştır. Mücadeleyi yürüttüğü coğrafyanın niteliği ve kayıtlara düşen savaş sahnelerinden anlaşılmaktadır ki, özellikle dağlık araziyi iyi kullanarak yer yer pusu, sızma, baskın gibi gerilla tarzları ile başarılar elde etmiştir. Abbasi zulmünden bıkan Kürtler, Türkmenler, Farslar, Bedeviler, Ermeniler ve Gürcüler tarafından desteklenen Babek esas gücünü de buradan alarak savaşlardan galip çıkmaktadır. Abbasiler 835’te Babek’e karşı saraydaki devşirme Türk komutan Afşin’i hazırlar ve Bezz üzerine gönderirler. Savaş birçok cephede yürür ve üç yıl boyunca sürer. Afşin orduları yenildikçe Halife destek gönderir ve en son Bezz kalesini kuşatmaya almayı başarırlar. Kuşatma karşısında Babek kent halkının savaş bölgesi dışına çıkması için anlaşma önerir. Afşin bunu red edip üstelik Halifeden bir af belgesi isteyip ardından teslim olursa ancak o zaman bağışlanacağını söyler. Babek’in yanıtı kimsenin affına ihtiyacının olmadığı şeklinde olur ve bir yarma hareketiyle kuşatmayı aşıp Ermeni topraklarına doğru yol alır. Kaledeki halk-Müslümanlığı kabul edenler hariç-kılıçtan geçirilir. Ermeni emirlerinden Sehl İbnSumbat, yanına sığınmış olan Babek’e ihanet eder. Babek Bizans topraklarına geçip gücünü toparlamak isterken onu oyalayıp bir komployla, yanındaki yoldaşlarıyla birlikte Abbasilere teslim eder. Babek kendi döneminde kurduğu toplumsal düzenle eşitlikçi, ortakçı yaşamı hâkim kılmış ve ezilen bölge halklarının umudu haline gelerek 20 21 yıl sürecek olan isyanlara katılımını sağlamıştır. Fakat kimi yetmezlik ve hatalar bu büyük mücadeleyi kalıcı kılmanın önüne geçmiştir. Birincisi; Devlet ve iktidar dışı olan toplumsal alanda eşitlikçi-ortakçı bir yaşamı savunurken devlet ve iktidar ilişkilerinden tümden soyutlanamamış olması, ideolojik ve stratejik olarak sistem karşıtlığını uzun vadeli başarıya ulaştırma şansının olmadığını göstermektedir. Taktik olarak ise dağlara dayandıkça savaşlarda başarılar elde ederken kaleye girip de kuşatmada kalınca yenilgi ile karşılaşması neredeyse kaçınılmaz olmuştur. İkincisi; Diğer bölgelerdeki Hürremi hareket ve isyanları örgütleme ve birleştirme gücünü gösterememiş olmasıdır. Bunu başarmış olsa Abbasi zulmünü bertaraf etmesi mümkün olabilirdi. Üçüncüsü; İslam dininin ve feodalitenin yaygınca geliştiği ve henüz rolünü tam oynamadığı bir döneme denk gelmiş bir isyan olarak karşı Tebax 2012 STÊRKA CİWAN hamlesi objektif olarak dezavantajlı durumdaydı. Dördüncüsü; İslam’ın yorumlanması, içtihat dönemi devam ediyor ve sistem kendini gerektiğinde düşünsel düzeyde esneterek sürdürme kabiliyetini gösterebiliyordu. Beşincisi; Buna karşı Babek’in toplumsal düzeninin teorik-felsefi temellerini çok kapsamlı ortaya koyabilmesi gerekmekteydi fakat daha çok eylemsel yönüyle öne çıkmıştı. Abbasi orduları zulüm ve vahşette sınır tanımıyordu. Bu durumda Babek ve halkı seçeneklerini ‘Ya özgürlük ya ölüm’ biçiminde belirlemişti. Onlarınki bir yenilgi değil tarihe sökülmemecesine yazılmış bir özgürlük destanıydı. Sonuçta dost bildiğinden gelen ihanet Babek’i dönemin Abbasi başkenti olan Samarra meydanına kadar getirmiştir. Samarra’da ölüme giderken bile Babek’in sergilediği tutum tek başına insanlığa bahşedilmiş çok büyük bir onur ve direniş mirası olmuştur. Af dilerse kurtulacağını söyleyen Halifeye karşı ölürken de diz çökmemiştir. Said Nefisi Babek’i anlattığı kitabında bu son anları şöyle hicveder: "Mutesim onun ellerinin ve ayaklarının kesilmesini emretti. Onun bir elini kestiklerinde, öteki elini kana Tebax 2012 batırıp yüzüne sürdü ve yüzünü gözünü kanla kıpkırmızı yaptı. Mutesim, 'ey it bu ne iştir?' diye sordu. Babek şöyle dedi: '... İnsanların yüzü, bedenlerindeki kan nedeniyle kırmızı oluyor. Kan bedenden akıp gittiğinde, yüz sararır. Bedenimden kan akıp gittiği zaman halk, 'yüzünün rengi korkudan sararmıştır' demesin diye yüzümü kana boyadım." "Ona acı çektirmek amacıyla Mutesim, cellâda kılıcı onun iki alt kaburgasının arasından yüreğine sokmasını emretti. Bunu yaptıktan sonra, Mutesim'in emri üzerine onun dilini kestiler, onun vücudunu darağacına astılar. Başını Bağdat'a götürüp, köprü üzerinde bir ağaca taktılar. Sonra aynı başı, Horasan'ın kent ve kasabalarında dolaştırdılar. Nedeni ise şuydu ki; o, halkın yüreğinde kök salmış büyük bir nüfuza sahipti. Babek’in son sözleri: "... Bütün müstebitler (zalim hükümdarlar) gibi sen de yanılıyorsun. Çünkü benim destanım öyle bir destandır ki, ne Babek'le başlamıştır, ne de Babek'le bitecektir. Ey zavallılar, siz hiçbir zaman özgürlük yangısının ne demek olduğunu anlamayacaksınız. O dehşetli yangı ki, yüreği yakıp küle çeviriyor. Özgürlük, o ister tatlı olsun, isterse acı; yalnız oydu benim secdegâhım! Ve müstebit ki beni öldürüyor, o da hiçbir zaman anlamayacak ki, ölümü ile özgürlük fedaisi büsbütün yok olmuyor..." Hürremizmin eşitlikçi ve özgürlükçü yaşam anlayışı Babek’in ölümünden sonra da yok olmamış ve Ebu Müslim Horasani şahsında yeniden direnişe geçmiştir. 22 Ebu Müslim Horasani’nin asıl adı Abdurrahman'dır. Çeşitli kaynaklarca 718 yılında geçmişte İran-Horasan’a bağlı olan bugün Afganistan sınırlarında yer alan Belh kentinde dünyaya geldiği belirtilmektedir. Emevi egemenliğine son verip iktidarın Emevi Hanedanlığı’ndan Abbasi Hanedanlığı’na geçmesine yol açan büyük ayaklanma hareketine liderlik eden Ebu Müslim, Abbasi devletinin kuruluş sürecinde de önemli roller üstlenmiştir. Ebu Müslim’in temel özelliği muazzam bir birleştirici olması, örgütçü özellikleriyle temel ve tali çelişkileri halklara göstermesidir. Bunu büyük bir ustalıkla gerçekleştirmiş, Emevi zulmünden rahatsızlık duyan tüm kesimleri, aralarındaki çelişki ve çatışmaları bir kenara koymaya ve birlik olmaya ikna edebilmiştir. Önderlik ettiği isyan hareketiyle Abbasi devrinin açılmasına yol açan Ebu Müslim, katledildiği 754 yılına kadar yönetimini yürüttüğü Horasan eyaletinde ilginç bir biçimde adaletli ve eşitlikçi bir yaklaşımı esas almış, kendisini Arap kabilelerinden çok mevaliye, yani şu ya da bu nedenle İslam’ı kabul etmiş kavimlere, özelde de Kürt kabile ve aşiret yapılarına dayandırmıştır. Birliklerini Kürt, Acem ve Türkler başta olmak üzere bölgenin Arap olmayan diğer halklarından oluşturmuş, Zerdüşti ve diğer inançtan insanlara saflarında yoğun olarak yer vermiştir. Onlarla eşitlikçi, adil bir ilişki içinde olmuş, aynı haklardan yararlandırmıştır. Ebu Müslim’in eşitlikçi alternatif yönetimini ve bunun güçlenmesini kendileri için tehdit olarak gören Abbasiler 754’te Ebu Müslim’i davet ettikleri Bağdat’ta sinsice hazırladıkları komployla katlederler. *** STÊRKA CİWAN Kendekol, büyük yara! Katliamdan hemen sonra Kendekol’a giden Kürt gazeteciler “Dönemin Başbakan yardımcısı Mesut Yılmaz Kendekol katliamı ardından basının karşısına çıkıp açıklama yaptı. Yılmaz ‘zomların’ yanlışlıkla vurulduğunu söyledi” 15 Ağustos 2000 tarihinde saat 16.05 sularında havalanan Türk savaş uçaklarının bombardımanı sonucu Kendekol'de çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan 30 kişi yaşamını yitirirken, onlarca kişi de yaralandı... Kürt trajedisinin en çarpıcı örneklerinden biri Kendekol katliamı... Sebebi ne diye sorulamaz. Zira katletmenin hiçbir sebebi olamaz. O zaman ‘‘niye hep Kürtler katlediliyorlar” diye sormak gerekiyor! Kendekol katliamı Türk uçaklarının Lolan-Xinere bölgesinde gerçekleştirdiği en büyük katliamlardan biridir. Herki, Surçi, Bradost ve Mamsal gibi aşiretleri yazın Kelaşin, Lolan, Xinere ve Xakurkê yaylalarında koyun sürülerini otlatarak geçirirler. Bu göçebe Kürt aşiretleri kışları Musul, Hewlêr ve Behdinan’ın ovalarında bulunan köylerinde geçirirlerken, yazları ise zozanlara çıkarlar. Her aşiret kendisine ait otlatma alanında kışa kadar kalır. Herkiler, Sideka’dan Axa Çeka’ya, yine Sideka’dan Nazdara Daxê’ye ve Türk sınırı boyunca kendi koyunlarını otlatırlar. Diğer aşiretler ise, Kela Şin’den Berbizina’ya kadar olan alanlara yerleşirler. Barzan aşireti ise daha çok kurulu düzen içerisinde ve yaşadığı alanlarda kalır. Herki aşireti için en çekici yer Kendakolê ve Xinêrê alanlarıdır. Herkilerin gönlünde yatan ve onlara yaşama sevinci veren otlaklar ve suların bolluğu, 23 bu alanları onlar için çok daha değerli kılmıştır. Her Herkili Kani Germiyanê’yi bilir. Hiç görmeyen sadece ismini duymuş bir Herkili bile bu kaynağın suyunu içmek için bin bir bahane uydurur... Yaşamlarını böyle sürdüren Herki koçerlerine yönelik Türk savaş uçakları tarafından gerçekleştirilen saldırıların ilk halkası 1992 yılında başlar. Xinêre alanına yönelik bir hava saldırısı düzenlenir. Hedef; Herki aşiretine ait göçebe çadırlarıdır; ölenler kadın ve çocuklardır. Gerekçe; ‘‘teröristlerin yuvaları...” İlkin Irak’a ait olduğu sanılan uçakların kısa süre sonra Türklere ait olduğu anlaşılır. 1995’de Xinêre ve Lolan alanı yeni bir hava saldırısına maruz kalır, gerekçe yine aynıdır. Hedef de. Ölenler de… 1997’de 8 uçağın katıldığı hava saldırısı Mêrga Hewşê’den başlayarak Lolan, Xinêre, Şewa Bihikê’de bulunan kıl çadırları birer birer vurulur. Gerekçe biliyoruz. 1999’de aynı uçaklar bu kez Kelaşin yakınlarında 10’a yakın İran askerini de vururlar. Bu saldırıda da ölen Kürt kadınları ve çocukları İran askerlerinin gölgesinde unutulup gider... Ve 15 Ağustos 2000. Saat; 16:15. Yer; Xinêrê ve Lolan arasına sıkışmış, Qaşmukê ve Avxwar vadilerine bakan Kendekol! 100’e yakın reşmal (kıl çadır), Xîwet (beyaz çadır) ve Kepîr (çardak). Tebax 2012 İ Z L E N İ M STÊRKA CİWAN Kendekolê'de bir vahşet anı Ve gökyüzünde ölüm gürültüsü... 30 kadın ve çocuk bombardımanda hayatını kaybeder. Katliamdan sağ kurtulan Kendekol sakinleri, bombardımandan hemen sonra, kan ve göz yaşı içinde kendilerine en yakın Sideka kasabasının yollarına düştüler. Arkalarında havada uçuşan canavarlardan yağan bombalarla parçalanan ölülerine ait parçaları toplayamadan, yaşadıkları basıncın şokunu henüz atlatmadan düştüler Sıdeka yollarına. Sadece yanıp kül olan xîwet, çadır ve kepirler ile yanıp harap olan bir doğaydı arkalarında bıraktıkları gibi. Sıdeka’ya giden köylüler 5-6 gün sonra tekrardan zozanlarına geri döndüler. Yaz mevsiminin kızgın sıcağında hayvan sürülerini otlatabilecekleri hiçbir yerleri olmadığından, ölüm tehlikesine rağmen geldiler... Sideka’ya gidip geri dönenlerden biri de Cewher Haco. Katliamda yakınlarını yitiren Cewher Haco 60 yaşlarında. Bize katliam anını anlatmakta güçlük çeken Haco’ya soruyoruz: * Uçaklar geldiğinde neredeydiniz? - Cewher Haco: Xinere Suyu’nun üstündeydik. Bêri (koyun ve keçiTebax 2012 lerin sağıldığı yer) için aşağı inmiştik. Kadınlar süt sağıyorlardı. Aniden uçak seslerini duyduk. Bombalayacaklarından korktuğumuz için hayvanları kurtarmaya çalıştık. Sonrasında uçakların aşağıya bıraktıkları bombaların patlama sesleri gelmeye başladı. Ağaçların arasına gizlendik. Bombalanan yerden biraz uzaktık. Bombardımanın uzun sürmesi ve bombaların bizim zomlarımızın (göçebelerin konakladıkları yerler) üzerine yağdığını anlayan kadınlar, çocuklara bir şey olduğu kaygısıyla gizlendikleri yerlerden çıkarak, ağlama ve bağrışmalarla bombardıman altında zomlara doğru koşmaya başladılar. İstemediysem de ayaklarım beni de onların peşinden sürükledi. Ancak bombardıman bitinceye kadar zomlara yaklaşamadık... * Kendekol’e geldiğinizde ne gördünüz? - Cewher Haco: Şîva Bihîkê tepesinden baktığımız zaman kocaman bir köyü andırıyordu. Geri döndüğümüzde aynı tepeden baktım. Dizlerim beni taşıyamaz oldu. Bütün reşmaller (kıl çadırlar) xîwetler (beyaz çadırlar) kepirler (çardaklar) alevler içindeydi. Uçaklar uzaklaşıp gittikten sonra aşağıya indik. Yanık et kokusu burnu24 muza kadar geliyordu. Beriye giderken sağ bıraktığımız birçok kadın ve çocuk parça parça olmuştu. Kimisinin kafası, kimisinin kolu ve bacağı yoktu. Bazılarının gövdeleri parçalanmış, iç organları ortalığa saçılmıştı. ... Bine yakın insanın yaşadığı bir zom yerleşim alanın yanlışlıkla, gerilla sığınakları olduğunun düşünülerek vurulması bizimle dalga geçmektir. Düşmanlarımız hem katlediyorlar ve hem de bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka bize yalan söylemeye kalkıyorlar. Renga renk entarileri giymiş yüzlerce kadın ve çocukları, silahlı gerillalara benzetmeleri mümkün mü? Hem PKK’nin çıplak bir arazide reşmal ya da xîwet açabilecek kadar acemice hareket etmeyeceğini çok iyi biliyor. Bunun için bizi, kadınlarımızı ve çocuklarımızı bilerek ve hedef seçerek vurduklarına inanıyorum. * Peki neden hep sizi, Herki aşiretini vuruyorlar? Cewher Haco: Düşmandır, vuruyor işte. Sadece Herkileri değil, Kürt olan her şeyi vuruyorlar. Türkler de vuruyor, Farslar da vuruyor, Araplar da... Sideka’dan geri dönüp gelen köylüleri bulabilmek için YDK üyesi Ali Şerif ile birlikte Xinere’den yola çıktık. Xinere suyu boyunca saatleri alan bir yürüyüşten sonra Şekîf suyu ile Xinere suyunun birleştiği üçgene ulaştık. Her iki suyun birleştiği yerde ceviz ağaçlarının altına yaptıkları kepirlere yerleşen birkaç aileye rastladık. Yere serilecek battaniyeleri yoktu, belimizi yaslayacağımız yastıkları da kalmamıştı. Düzettikleri kum yüzeyin üzerine kurutulmuş ağaç yapraklarını serip üzerine oturuyorlardı. Yaşlı, kadın, çocuk ve genç herkesin gözle- STÊRKA CİWAN rinden yaşadıkları dehşet anını okuyabilmek mümkündü. Katliamı yaşayanlardan Mahir ve Xecê ile burada ve böyle bir ortamda konuştuk... Mahir 45 yaşlarında ve sürü çobanı. Son katliamda ve daha önceki katliamlarda yakınlarını yitirmiş... * Katliam günü Kendekol’de miydiniz? - Mahir: Sürünün yanındaydım. Uçaklar vurup gittikten sonra Kendekol’ye doğru geldim. Tam bir vahşetle karşılaştım. Et parçaları ve kan izleri hala ortalıktaydı. Çadırlar, içindekilerle beraber yanıp kül olmuşlardı. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilemedim. Her şey parça parçaydı. Hepsini yaktılar... * 97’de vurdukları zaman yine burada mıydınız? -Mahir: Buradaydım. O zaman da 25 kadın ve çocuğumuzu şehit ettiler. 30 yaralımız vardı. 97’de sadece bir yeri vurmadılar. Mêrga Hewşê’den başladılar, Dola Mendokê, Dola Berrûbar, Mêrga Fatokê ve Xinêre Suyu’nun kıyısında açılmış bir çok çadırı vurdular. O zaman 8 uçaktı. 45 saat boyunca bombaladılar. Dört uçak cephanelerini bize yağdırdıktan sonra gidiyor, yerine dört uçak daha geliyordu. Tam beş saat! Çocuklarımız ve kadınlarımız böyle yaşıyorlar... Tam o esnada yaşlı bir kadın Mahir ile konuşmalarımızın arasına girerek şöyle dedi; 95’te de vurdular o zaman da ben buradaydım. Yine Kendekol’deydim. Kendekol dışında her yeri vurdular. O zaman sayımız azdı. Şimdiki gibi fazla değildi. Çadırlarımız dağınık olduğu için bize fazla zarar veremediler. Yine çoğu kadın ve çocuk 17 kişiyi öldürdüler. Ne için vurduklarını bilmiyorum. PKK için değil, KDP için de değil, bizim için, Kürt olduğumuz için vuruyorlar. Onlar için olsa yerleri zaten belli, onların bulundukları yerleri vururlardı... * Katliamın gerçekleştiği akşam siz de burayı terk ettiniz. Niçin geri döndünüz? - Mahir: Niçin mi? Elbette yaşamak için. Bu mevsimde çocuklarımı ve hayvanlarımı ovaya indiremem. Susuzluktan dolayı hepimiz kırılırız. Burada uçak tehlikesi olsa da gelmek zorundayız. Bizim tek çaremiz budur. Onun için geri döndük. Dönmek zorundaydık. Kapkara elbiseleri içindeki on çocuk annesi Xecê, en çok dikkatimi çekenlerden biri oluyor. Giysileri gibi kara olan başörtüsünün altında göze çarpan ak saçları ve sözlerine yansıyan kesinlik ise, bütün yaşadıklarının göstergesi adeta... Katliamdan sonra dünya kamuoyunun seşiz kalmasından şikayetçi... rımız yok ki içinde kalalım... Birkaç gün başkaları bize baktı. Ölümü göze alan kadınlar Konuştuğumuz bütün kadınlar katliam esnasında ilk düşündükleri şeyin çocukları olduğunu söylediler. Erkekler ise, aynı şekilde hareket edememişler. Erkeklerde yaşam korkusu her şeye hakim gelirken kadınların ilk yaptığı şey çocuklarını kucaklayıp kaçmak olmuş. Bazı kadınlar ölümü göze alarak kalan çocuklarını alabilmek için bombardıman altında zomlara koşmuşlar. Zaten can kaybının bu kadar fazla olmasının bir sebebi de bu. Çocuklar annelerini bırakmadıkları için kaçamamışlar, anneler de çocuklarını. İki çocuk annesi Fatma da kendisini çocuklarına siper eden kadınlardan... * Uçaklar geldiğinde ne yaptınız? - Fatma: Kaçtım. Kayalıkların arasına gizlendim. * Uçakları gördünüz mü? * Siz de katliamı yaşadınız, birkaç soru soracağız... - Xecê: Vurdular! Tonlarca bombayı bir çırpıda yağdırdılar! Kaçtık, ne erzak, ne battaniye, ne ekmek kaldı... O yollara düştük. Perişan olduk. Kuranın hakkına söylüyorum. Çıplak ayaklarla düştük yollara. Gittik buralardan aziz oğlum. Her zaman olduğu gibi. Kadın ve çocukları vurdular... * Neden kadınlar ve çocuklar? - Xecê: Hepsini öldürdüler. Dört kere dönüp dolaştılar özellikle gelip bizim çadırlarımızı vurdular. Tüm her şeyimiz yandı. Şimdilik bir çadı25 - Fatma: Gördüm. İlkin iki taneydi. Sonra dört tane oldular. Üzerimizde üç-dört kez döndükten sonra bize vurmaya başladılar. Aşağı zomlara iki kez vurdular, sonra da bize vurdular. * Zomlarda kimse kalmış mıydı? - Fatma: Bizim zomlarda kimse kalmamıştı. Hepsi kayalıklara gizlenmişti. Aşağıdaki zomlarda kadınlar ve çocuklar kalmıştı. Hepsi parçalanarak, yanarak can verdiler. * Yanınızda çocuklar var mıydı? - Fatma: Vardı. Benim çocuklarım Tebax 2012 STÊRKA CİWAN da yanımdaydı. Kadınlar çocuklarını alıp kaçtılar. Ben de çocuklarımı kucaklayıp kaya oyuklarına gizlendim. Bedenimle çocuklarımı korumaya çalıştım. Uçaklar gidene kadar öyle kaldım. Sonra kayalıktan çıktık. Çadırlarımız yanmıştı. Dört aydır emek vererek postlara doldurduğumuz peynirler heder olmuştu. Birçok çocuk ve kadın yanarak parçalanmıştı... (Hıçkırıklar içinde) bizi bitirdiler... - Heja: Gençti, on yedi yaşlarında. * Hayvanlarınızı satıp başka işlerle uğraşamaz mısınız? * Çocuklarınız yanınızda mıydı? - Heja: Hayır, olmaz. Satmayız. Yapabileceğimiz hiçbir iş yoktur. Biz hayvansız yapamayız. Hayvanlarımız dışında hiçbir şeyimiz yok - Heja: İki çocuğum vardı. Biri yanımda değildi. Uçak sesiyle birlikte kendimden önce çocuğumu kurtarmaya çalıştım. Çocuğumu kaptığım gibi kayalıkların arasına gizlendim. Uçaklar gidene kadar çocuğumu hiç bırakmadım. --------------------------Çimen 8-9 yaşlarında kız çocuğu katliam gününü anlatıyor: * Sonra ne yaptınız? * O an ne düşünüyordunuz? - Fatma; Sağ kalanları alarak kaçtık. Sinînê’ye gittik. Üç gün aç kaldık. Kaybolmuştuk. Sonradan Sininê yakınlarında bazı zomlara gittik. Göçerler çoktu. Zomların erzağı azdı. Hepimize verebilecek ekmekleri yoktu. Beş gün sonra ailemi buldum, çocuklarımla birlikte buraya geri döndüm. Katliamdan sağ kurtulan 25 yaşındaki iki çocuk annesi Heja ile konuşuyoruz. * Uçaklar geldiğinde neredeydiniz? - Heja: Zomların arkasındaki kayalıklara gizlenmiştim. * Yanınızda ölen oldu mu? - Heja: Üç yakınım şehit oldu. Bir genç kız kayalıkların arasında yanımdaydı. Tam arkamda oturuyordu. O da şehit oldu. Adı Bahar’dı. * Vurulduğunu gördünüz mü? - Heja: Parçanın değdiğini görmedim, birisi Bahar’ın öldüğünü söyledi. Yengesinin yanındaydı. Yan düştü, hiç sesi çıkmadı, kafasının üstüne baktım delikti. Saçları kan içerisinde kalmıştı. Beyni dışarı çıkmıştı. * Kaç yaşlarınadaydı? Tebax 2012 * Uçaklar geldiğinde ne yapıyordun? - Heja: Valla hiçbir şey düşünmüyordum. Ben diyordum kimse kalmaz. Ben de çocuklarım da hepimiz öleceğiz. Ne zaman parça değeceğini düşünüyordum. ‘‘Hepimiz parçalanarak ya da yanarak öleceğiz” diyordum. - Çimen: Uçaklar geldiğinde Xınêrê’deydim. Beriye gitmiştik. Sesleri duyduğum zaman söğüt ağaçlarının altına gizlendik. Beri için gelen bütün kadınlar ve çocuklar kaçıp saklandılar. * Uçaklar gittikten sonra ne yaptınız? * Uçakları gördüğün zaman ne düşündün? - Heja: Ne yapalım, kayalıkların içinden çıktık, etrafıma baktım; her taraf harabe. Her taraf ateşler içerisinde. Her tarafta ceset parçaları vardı. Ne konuşabildim, ne ağlayabildim. Uçaklar yeniden gelir diye her şeyimizi alevler içinde bırakarak Sıdeka’ya doğru kaçtık. - Çimen: Bizi vuracaklarını. Evlerimizi vuracaklarını anladım. Babam hep söylerdi; oradan bilirim. Uçaklar Kendekol’nin üzerinde dolaştıkları zaman bizim çadırları vuracaklarını düşündüm... * Çadırınızda neler vardı, değerli eşyalarınız var mıydı? - Heja: Peynir, lor, erzak, para, yatak... Bir şey kalmadı. Hepsi kül oldu. * Kaç aydır Peynir hazırlıyordunuz? * Heja: Üç aydır, hepsi yandı. Bir şey kalmadı. Bütün çabamız boşuna gitti. 26 Newroz; (Altı yaşında kız çocuğu) *Uçakları gördün mü? Newroz: Gördüm. Ne yaptın? Newroz: Kaçtım. Önce ağaçların altına gizlendim. Sonra kayalıkların arasına gizlendim. Uçaklar vurdular, çok vurdular. Korktun mu? STÊRKA CİWAN Newroz: Çoook... Annen, baban yanında mıydı? *Uçak sesini duyduğun zaman ne yapıyorsun? Beru: Hayır, akrabalarım yanımdaydılar. *Eve geldiğinde ne yaptın? Ferho: Ağladım. Çadırlarımız yanmıştı. Ölenler, parçalananlar vardı. En çok ne zaman ağladın? Newroz: Kaçıyorum, taşların arasına gizleniyorum. Ferho: Annemin ve babamın nerede olduğun bilmiyordum. Onların öldüğünü düşünüyordum. Onlar için ağladım. Rewşen: (Dört yaşında) *Başka kimin için ağladın? *Sen ne yaptın? Rewşen: Taşların arasına saklandım. 9 yaşındaki Çimen *Annen, baban yanında mıydı? Rewşen: Hayır, yalnızdım, yalnız başıma saklandım. *Çok korktun mu? Beru: Ağladım, çok ağladım. *Sonra ne yaptın? Rewşen: Uçaklar gidene kadar bekledim. Sonra çıktım. *Ağladın mı? Rewşen: Evet Ferho: (Dokuz yaşlarında erkek çocuğu) Ferho: Sadece onlar için değil, herkes için ağladım. *Cenazeleri gördün mü? Ferho: M.Ali yi, Fatma yı ve Beritan’ı gördüm, parçalanmışlardı. *İlk gördüğün zaman ne yaptın? Ferho: Ağladım. *Uçaklar geldiğinde sen ne yaptın? *En çok kimin için ağladın? Ferho: Söğüt ağaçlarının arasına gizlendim. Ferho: Beritan... Beritan için ağladım... *Çok mu? *Neredeydin? Rewşen: Çoook. Çok ağladım. Sonra annem geldi beni götürdü. Beru: (8 yaşında) *Uçaklar geldiği zaman neredeydin? Ferho: Xınêrê’deydim. Çobandım. Hayvanları bir tarafa sürdüm. Bir tümseğin üstüne çıktım, uçaklara baktım. Uçaklar çadırlarımızı vuruyorlardı. *Ne düşündün? *Beru: Zomdaydım. Ferho: Çok korktum. *Ne yaptın? *Kimin uçaklarıydı? Beru: Kaçtım. Kayalıkların arkasına saklandım. Ferho: Türklerin. 27 *Beritan kim? Ferho: Dayımın kızıydı. Seviyor muydun? Ferho: Çook... Beritan’ı çok özlüyorum. Dönemin Başbakan yardımcısı Mesut Yılmaz Kendekol katliamı ardından basının karşısına çıkıp açıklama yaptı. Yılmaz ‘zomların’ yanlışlıkla vurulduğunu söyledi! *** Tebax 2012 S Ö Y L E Ş İ STÊRKA CİWAN Gençlerle 15 Ağustos’u konuştuk Stêrka CİWAN “Halk olarak, gençler olarak, gerilla olarak 15 Ağustos Atılımına, 15 Ağustos ruhuna denk bir duruş sergilememiz gerekiyor. Dönemin bizden istediklerini dönemin görevlerini 15 Ağustos’un bize bıraktığı mirasla, inançla, kararlılıkla göğüslememiz gerekiyor” 15 Ağustos yıl döneminin yaklaşması ile Medya Savunma Alanları’nda bir grup gerillayla ve Avrupa’daki Kürt gençleri ile 15 Ağustos’un anlamı ve bugün Kürt gençlerine düşen görevler ve yapılması gerekli olanlar üzerine konuştuk. ARGEŞ AFRİN: Adım Argeş Afrin. Başta tüm devrim şehitlerini anıyorum. 15 Ağustos bizim için yeni bir adımdı. Köleliğe sıkılan ilk kurşun ve özgürlüğe atılan ilk adımdı.15 Ağustos eylemi Eruh’ta yapıldı. TC devletine ve düşmanın etkisine giren işbirlikçilere karşı yapıldı.15 Ağustos Agit arkadaşın öncülüğünde gelişti. Her yıl olduğu gibi bu yılda 15 Ağustos’la heval Agit’i ARGEŞ AFRİN Tebax 2012 28 anıyoruz. Her yıl 15 Ağustos ile güçleniyor ve yeni adımlar atıyoruz. Bu yılda önderliğin özgürlük yıl faşizmin sisteminin yıkılacağı, halkın başkaldırışlarına cevap bulacağı yıl olacaktır.15 ağustos’ta şehit düşün her yoldaşımız 15 Ağustos’u temsil ediyor.15 Ağustos bizim için büyük bir adımdı, bize düşen görevde bu adıma güçlü bir şekilde sahip çıkmak ve bu adımı daha da güçlendirmektir. FİKRET HOZAT: Adım Fikret Türk Hozat Dersim’liyim.15 Ağustos dönemine yaklaştığımız bu dönemde insan çok şey söyleyebilir. Halkların tarihinde de böyle önemli günler vardır. Öncülüklerin çıktığı, halkların ege- STÊRKA CİWAN menlere karşı kinlerini açığa çıkardığı tarihi anlar yarattığı, tarihi süreçler yarattığı günler var. Kürdistan özgürlük hareketi de bu temelde gelişen ortaya çıkan bir gerçekliğe sahip, ancak şöyle bir gerçeklik var ki Kürdistan da büyük bir bastırılmışlığın, yenilgi psikolojisinin olduğu, yeni bir başkaldırıya yeni bir serhildana hazır almayıp, yok oluşu kendisine kabul eden bir dönemdi. Önderlik etrafında hareketlenen çıkışta, diğer hareketlerden ayıran şey de halk zemininde kendilerini oluşturma gibi bir durumları var. Yani önderliğin deyimiyle “sıfırdan” başlanılıyor. Üzerinde yürünebilecek ne bir halk zemini ne bir hareket vardır. İnancını yitirmiş, yok oluşu kabullenen bir halk gerçekliği vardır. Zaten düşmanda “üstünü betonladık Kürdistan’ın” diyorlar. Böyle koşullarda çıkıyor bu hareket, önderlik etrafında şekilleniyor. Yine 12 Eylül darbesi sürecinde Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin, Alilerin, Akiflerin ve nice büyük devrimcinin direnişleri var. Bu direnişlerde bu temelde ortaya çıkıyor. Yani herkesin bitti dediği, herkesin olmaz dediği, inançsızlığın var olduğu koşullarda Mazlumların Kemallerin önderliği anlayarak, önderlikle birlikte yaşayarak, yoldaşlık görevlerini yerine getirerek yürüttükleri eylemler var. 14 Temmuz direnişini de dışarıda gerillayla tamamlayan 15 Ağustos eylemidir. İlk’tir, bu anlamda ilkler önemlidir. Her tarafta baskı var. Her tarafta zulüm var. Kürdistan halkı üzerinde yılarca uygulanan katliamlar var. Halkın kendisinde de çok fazla bir inanç bir umut yok. Yani bir şeylerin gelişeceğine inanmıyor. Bu nedenle 15 Ağustos tarihi önemlidir. Böyle bir tarihi öneme sahip olması öyle bir dönem olmasındandır. İmkânlar, koşullar yok. Daha önceden bir tecrübe yok. Önderliğin perspektifleri doğrultusunda, önderliği doğru anlamak, önderliği pratikleştirerek yaratılan bir gündür. Gerilla hareketini geliştirmenin çok fazla imkânı olmadığı koşullarda eldeki var olan imkânlarla yoktan var ediFİKRET HOZAT lerek düşmana vurulabileceğini, gerilla hareketinin başlatıla bi- mirasla, inançla, kararlılıkla göğüslieceğini önderliğin tezleri doğrul- lememiz gerekiyor. Bu temelde önderlik üzerinde yütusunda, önderliğin perspektifleri doğrultusunda, önderliği anlayarak, rütülen bir tecrit var, halkımız üzerinde önderlikle yoldaşlık yaparak Agit yürütülen baskılar, zulümler var. Kürtler arkadaş öncülüğünde gelişen tarihi üzerinde uluslar arası düzeyde halen oynanılan oyunlar var. Böyle bir döbir hamle. Bizler açısından da çok öğretici, nemde 15 Ağustos ruhuna denk inanç HPG militanları olarak sadece yıl ve kararlılıkla hepimizin kendi cepdönemlerinde değil her anımızda hemizden cevap olması gerekiyor. 15 Ağustos inancı, morali, ruhu canlı yaşayan bizlere öğreten, bizleri eğiten bizlere moral ruh aşılayan ta- bizlere Bugüne kadar bir miras olarihi bir gündür. “Agit arkadaş ölüm- rak kalmıştır. Bizlere bu mirasın süzdür. Şehitler ölümsüzdür” diyoruz. yarattığı değerler var. Bizlerin bunGerçekten bu boyutuyla ölümsüzdür. lara denk bir pratikle sürece katılHala da bizlere bıraktıkları mirasla mamız gerekiyor, üzerimize düşeni önderliği doğru anlama noktasında yapmamız gerekiyor.15 Ağustos’un bizleri eğitiyor, bizlere inanç veriyor. bizlere gösterdiği şöyle bir gerçeklik Önderlikle olan yürüyüşüne devam var, olmazı, imkânsızı başarabiliyorsun. Apocu hareketin bizlere gösediyor. Böyle bir günde yaşadığımız dö- terdiği şey imkânların olmadığı konem itibariyle 4. stratejik döneme şullarda imkânlar yaratılabiliyor. girmiş bulunuyoruz. Böyle bir süreç Günümüz açısından çok büyük bir itibariyle önümüzde büyük görevler Apocu ruh var, güçlü bir gelenek var. Halk olarak, gençler olarak, ge- var. Bu temelde bu miras ve geleneği rilla olarak 15 Ağustos Atılımına, güçlendiren önderliğin, özgürlük 15 Ağustos ruhuna denk bir duruş şiarıyla bizimde sürece kendi cepsergilememiz gerekiyor. Dönemin hemizden yüklenmemiz gerekiyor. bizden istediklerini dönemin görev- Buna inanmamız bu temelde pratiğe lerini 15 Ağustos’un bize bıraktığı girmemiz gerekiyor. 29 Tebax 2012 STÊRKA CİWAN BAZ MORDEM: 15 Ağustos Direniş ve Diriliş Bayramı Kutlu Olsun! Kürdistan halkının, bin yıllık kölelik ve esaret zincirini Reber Apo çizgisinde büyük komutan Agit komutasında 28 yıl önce Kürdistan dağlarında karanlığı aydınlatan şanlı Eruh-Şemdinli atılımıyla, düşmanın Kürtler üzerindeki korKAMURAN ZAGROS ku ve umutsuzluğunu yerle bir etmiştir. Bu temelde özgürlüğe kiKAMURAN ZAGROS: Adım litlenmiş olmanın heyecanını ve onuKamuran Zagros. 15 Ağustos’un yıl runu Kürt halkına yaşatmıştır. 15 Ağustos bu anlamda, her şeyden dönümü vesilesiyle bende görüşlerimi önce lanetli tarihe, her türlü düşürüldile getirmek istiyorum. 15 Ağustos bizim için yeniden ye- müşlüğe ve horlanmaya karşı bedeli niden doğuşun güçlü adımların dö- ne olursa olsun özgür ve onurlu yanemleridir. 15 Ağustos, 14 Temmuz şamda ısrar ve sinirsiz bir direnisin zindan direnişlerine destek amaçlı geliştirme kararlığıdır. 15 Ağustos zingelişmiş ve direnişi dağlara taşırmıştır. dan direnişçileri ile ve kahraman şeSilahlı mücadeleyle ilk kurşunu dev- hitlerle buluşmanın adıdır. 15 Ağustos, her türlü inkârcılığa letin etkisine giren feodal kompradorlara, ağalara ve işbirlikçilere sı- ve inançsızlığa karşı halkın kendi karak 14 Temmuz direnişine 15 Ağus- özgücüne ve özgürlüğüne inanmanın tos adımıyla direnişi yükseltmenin mucize düzeyde devrimsel gelişmeye sözünü verir heval Agit. Bizde bu vesile olmuştur. Apocu çizginin PKK öncülüğünde, direnişi daha da güçlendirmek için, teslimiyeti, inkârcı, imhacı anlayış ve onların izinde yürüyeceğimizin sözünü yönelimlere karşı haklılığı ve doğruluğu veriyoruz. Bu yılki hedefimiz önderliğin öz- 15 Ağustos direniş ruhuyla ortaya cıkgürlüğüdür. Önderlik özgürleşirse mış ve kanıtlanmıştır. Uluslararası söonunla beraber halkta özgürleşecektir. mürgeci ve şoven güçlerin halkımızın Halk uyanmış bunu biliyor. Onun geleceğini belirleme kudreti olmadığı için her gün sokaklardadırlar. 15 ve Kürdistan halkının kendi Önderliği Ağustos’un anlamı bizim için çok ve öz gücüyle direnerek varlığını ve önemlidir. Agit arkadaşın mirası yeni özgürlüğünü koruyabileceğini ortaya doğuşların, yeni hamlelerin dönemidir. koymuştur. Kürdistan da bugün basta Bu anlamda 15 Ağustos’la biz her yiğit Kürdistan gençliğinin ve halkıyıl heval Agit'le yeniden doğuyoruz. mızın ayağa kalkışı ve topyekûn müBu yılda bizim final yılımız olacağını cadelesi ruh ve direnme geleneğini 15 Ağustos'tan almaktadır. söyleyebilirim. Tebax 2012 30 Reber Apo ve kahraman şehitlerimiz öncülüğünde, özgürlüğe ve zafere en yakin olduğumuz tarihi bir aşamada bulunmaktayız. Hareket ve halk olarak kırk yıllık amansız engin mücadelenin kazanım ve tecrübesiyle karsımıza çıkacak olan zorluklar ne olursa olsun bunları bertaraf ve yerle bir edecek güç ve kararlıktayız. Mücadelemizin bu tarihsel ve zafer sürecinde 15 Ağustos Diriliş Bayramını yiğit Kürdistan gençliği başta olmak üzere tüm Kürdistan halkına kutlu olsun.15 Ağustos zafer ruhuyla mücadeleye sarılmaya, Reber Apo'nun özgürlüğüyle birlikte özgür geleceği inşa etmeye ve bu temelde bir kez daha direniş ve dirilişin adı olan 15 Ağustos Atılımını kutluyoruz. Avrupa’daki Kürt Gençleri 15 Ağustos’un Kürtler açısından anlamı nı nasıl değerlendiriyorlar DENİZ: 15 Ağustos 1982 atılım kararını, birçok yönden değerlendirebiliriz.‘İlk kurşun', 'ilk komutanlaşma' olarak tarihe geçen bu moment. Özellikle Kürt’ün soykırımcılığın yüreğine beynine şıkmış olduğu bir kurşundur. Böyle nitelendirmek mümkün; Özgür yürüyebilmenin açık kanıtı da diyebiliriz. Kürdistan realitesinin dününü ve bugününü de belirleyen, muazzam cesaret, üstün ve fedakârlık ile yürütülmüş harekettir. Deniliyor ya: “an tarih yaratır, tarihçe bir anda gizlidir”. Evet, öyle. Yani, 15 Ağustos atılım gerçekleştiği için, bugünün zemini var olabildi, bugün güncel, sosyal gerçeklik ile karşı karşıyayız. Aslında Önderlik gerçeğidir 15 Ağustos. Çünkü Önder Apo hiç bir zaman, varolanla olup bitene razı olmayan ve bunun için de çocukluk yıllarından tutalım ilerleyen yaşlara kadar, yanlışları görüp bunlara karşı sonuna kadar doğru mücadele etmeyi bilen bir STÊRKA CİWAN kişilik gerçeğidir. Mucize gibi bir şeydir aslında, ama bence 15 Ağustos Atılımı, Önderlik gerçeğinde saklıdır. 15 Ağustos, Ortadoğu hafızasının yok olmadığının devrimci ifadesidir. Hallaç-ı Mansur var bir hakikat savaşçılığın başlangıç momentidir. Denilir ya, “Gerçeğin gücü ile yaşadığım sürece kâinatı bile fethedebilirim.” Bu gerçeğe dayanma, mücadelede kolay kaybetmememin ifadesidir aslında. Önemli olan bu bilince varmaktır. Bugün İmralı çukuruna gömülmek istenen ise bu gerçekliktir. Ancak oradan bile düşmana 15 Ağustosların ne demek olduğu her gün yaşatılmaktadır; orada üstlenilen bir başkomutanlıktır. Yani bir anlamda teslimiyetsizliğin de ifadesidir. Gerçeğin peşini bırakmadığı için bugün dünya ile bağı kesilmiş durumunda. Fakat hakikatin ömrü sonsuzdur, o hep özgürdür. Ona gem vurmak, çarpıtmak, diz çöktürtmek hiç olası değildir. 15 Ağustos tarihinde şehit düsen Agit komutanı anıyorum. Önünde saygıyla eğiliyorum. FIRAT: 15 Ağustos, kesinlikle Türk faşizmin ve işgal zihniyetin kürdün kişiliğine yerleştirilmiş hainliğe sıkılan ve buna karşı mevzi alan, anlamı büyük bir atilimdir. Komutan Agit’ten süre gelen PKK kusaklarında örnek ve anlam yerini bulmuştur ve bu temelde anılarına sahip çıkmıştır. Nasil ki Koçgiri isyanlarinda Alişer'ler, ihanete uğratılmış, nasıl ki Seyit Rıza ve Şex Saitler ihanete uğratılmışsa Kürt tarihinde ihanet ve kahramanlık hep başabaş gitmiştir. Komutan Agit kahramanlığın sembolüdür. Yaşamın mimarı, tüm ezilen halkların savunucusu ve Kürt halkının Önderi “PKK’de ölmek zordur” diyor. Komutan Agit bu anlamda yaşamaktadır. Komutan Agit, Kürt’ün kanına işlenmiş ihanet zehrinin panzehiri olarak yerini Bugün PKK komutanlık mertebesinde almış ve gelecek kuşaklara aktarmıştır. Komutan Agit, Kürdistan’da süregelen ihaneti kendi yürüyüşünde ve Başkan Apo’ya bağlılığıda yakmıştır. kalacak ve 15 Ağustos’u her zaman yaşatacağız. ŞEWDER: 15 Ağustos, sömürgecilerin Kürtleri tarihte kaybetme çabalarına karşı verilmiş bir başkaldırı cevabı ve bugünkü başkaldırıların öncüğü olmuştur. 30 yıl önce kimilerinin adına birkaç eşkiya dedikleri devrimciler bugün milyonları ayağa kaldırarak Türk devletinin nefesini kesecek derecede bir direniş, başkaldırı ortaya koymuştur. O kutsal eylem(15 Agustos), sadece bir karakol baskını değil, bir silahın ilk ateşlenmesi değil bir halkın susturulmasına karşı bir haykırıştır. Bir halkın karanlıktan sonra doğan en anlamlı güneşi, özgürlüğe giden adımlarıdır. Bu sayede bambaşka bir 15 Ağustos yaşıyoruz. Bugün Komutan Ağit fiziksel olarak olmasada onun ruhu, cesareti hala aramızda dolaşıyor. Onun inancıyla bizler mücadeleni devamını getirmeye amadeyiz. Onun mücadelesi ve anısına her zaman bağlı Ağustos yapan bu özellikleridir. Kürtlerin ölümden yaşama geçiren bir gündür. Büyük Komutan Agit yoldaşın izinden 15 Ağustos’un içinde bulundurduğu özellikleri taşımaya, kanımızın son damlasına kadar 15 Ağustos ruhunu yaşatacağımıza söz veriyoruz. 31 REZAN: 15 Ağustos patlayan ilk kurşun, Kürt halkının köleliğine sıkılmış bir kurşundur. Sömürgeciliğe, zulme ve ihanete sıkılmıştır. 15 Ağustos özünde direniş, umut, kararlılık ve inançtır. 15 Ağustos’u 15 SERKAN: Gerilla denilince elinde silah dağların şahini ölümsüz tarihi 15 Ağustos’u yazan efsane Komutan Agit’i anıyoruz. 15 Ağustos, Kürtlerin kaderini belirleyecek ilk hamle ve özgürlük umudunun başlangıcı olmuştur. 15 Ağustos’tan aldıkları güçle halkımız günümüzde serhildanlara devam etmektedir. Biz Kürt gençleri olarak bu efsaneleşen tarihe ve değerlere sahip çıkarak mücadeleye devam edeceğiz. *** Tebax 2012 STÊRKA CİWAN A N I AĞUSTOS SICAĞININ ÖZGÜRLÜK GÜLLERİ Çiçek TEKOŞİN 24 Ağustos 2007 tarihinde şehit düşen Şehit Roza, Şehit Delila, Şehit Avesta şahsında Önder Apo’nun tüm fedailerine... Tebax 2012 Ağustos ayı, Kürdistan tarihinde ‘84 yılıyla, Agit arkadaşın zihinlerimizdeki düşmana attığı ilk kurşunla yer edinmiş bir zaman parçasıdır. İlk kurşun ile bu zaman diliminde aralanan küçücük kapı zaman içinde öyle büyümüş, çoğalmış ve kendi dilimini dahi aşmıştır ki, bir kıvılcımın sığabildiği aralıklar Kürt halkının yüreğinde büyük özgürlük yangınları başlatmıştır. Özgürlüğün ekmek ve sudan daha değerli olduğunu söyler Önder Apo. Bu vurgusunu çok defa dile getirerek özgürlüğe olan açlığımıza da dikkat çeker. Bu uyarılar biz kadın özgürlük militanlarını tüm zamanlarda özgürlük mücadelesine çeken temel bir yaşam manifestosu olmuştur. Roza arkadaş işte Önderliğimizin bu uyarısını her zaman için kendine esas alan değerli yoldaşlarımızdan biriydi. Bu uyarıyı bir emir bilmiş ve aynı diriliş ruhunu Ağustos günlerinde Kuzey’e yönelerek kendi yürüyüşünde yeniden başlatmıştır. Roza arkadaş özgürlüğün yangınını kendi yüreğinde tutuşturmuş bir komutandır. Roza arkadaş Kürdistan özgürlük mücadelesinde kadın ordulaşmasının önemli görevlerini üstlenmiş öncü arkadaşlardan biridir. Mücadelenin en kızgın zamanlarında en zorlu pratiklerde yer almış, Garzan sahasındaki zorluklarla örülen mücadelenin ilk zamanlarına kendi emeğiyle kendi gücünü katmış ve kendini bu anlamda yaratmış bir kadın öncüsüdür. Ülke ve dağ 32 sevgisi Garzan’da somutlaştığından yeniden aynı topraklara, mücadeleyi ilk öğrendiği, kendi gücünün değerini ilk görmeye başladığı ve özgürlüğün onu kanatlandırışını ilk tattığı sahalara gitmedeki ısrarı, O’nu bir kez daha Kuzey yolculuğuna çıkardı. Özgürlüğü, kendi hakikatini aşkla yaşamanın tek yolu bildi ve o yolu Kuzey yollarıyla birleştirdi Roza arkadaş. Bu O’nun bağlılığının da göstergesiydi. Garzan’da mücadele yürütmek, Garzan dağlarını adımlamak ve o dağların havasını solumak, Şehit Mizgin’in (Gurbet Aydın) sesiyle su gibi aktığı, savaşıyla öncü kadın gerillacılığının ilk örneklerini oluşturduğu ve kadın özgürlüğünün kadın ordulaşmasıyla olacağı gerçeğini yüreklere yerleştirdiği zamanları kendi yürüyüşünde yeniden duyumsamanın da bir yoluydu. Kürdistan’ın kalbi Botan ile karşı karşıya olan Garzan dağları Kürdistan özgürlük mücadelesinde derin izler bıraktığı kadar yaratılan anlamlı zamanlarıyla da gönüllerde yer edinmiş bir ülke parçasıydı. Ve bu ülkeyi yüreğinde yeniden yaşatmanın, özgür zamanlarla bu ülkeyi yüreğine nakışlamanın arzusu, Roza arkadaşta aşk düzeyindedir. Ve bu arzuyu zirvede yaşamanın kararlılığıyla Garzan yolculuğuna çıkmıştı. Dağlarda özgürlüğün zirvede yaşanacağının somutlaşmış ifadesiydi Roza arkadaş. Komutanlaşmış bir öncü olarak Roza arkadaşın kadın ordu çalışmalarındaki anlamı ve değeri, her kadın STÊRKA CİWAN militan tarafından bilinmektedir. Kadının savaşta yer alışıyla, savaşın anlamsız ve gereksiz şiddete boğulmasını engellediğini, çeteci çizgilere karşı kadın ordulaşmasının nasıl bir panzehir rolü oynadığını ve toplumun özgürleşmesinin kadın özgürleşmesi olmadan mümkün olmadığını en iyi bilen ve bu bilgisini kendi pratiğiyle gerçeğe dönüştüren bir komutandır. Bunu bilmek, öz anlamında her arkadaş için kendini bilmenin bir parçasıdır. Çünkü Roza arkadaşın yer aldığı ve kendinden bir parça katarak ördüğü anlamlı zamanları, kendi tarihini bilince çıkarmak, kendini bilmenin bir kıstasıdır. Roza arkadaşın, Önderliği görme şansı olmamıştı. Bu O’nun içinde derin bir iz bırakmıştı. Mücadele içinde yaşadığı zorlukların her zaman üstesinden gelmeyi bilmişti ve hiçbir zorluk O’nda derin kırılmalar yaratmamıştı. Bir tek zorlandığı nokta Önderliği görememesiydi. Bunu kendi mücadelesini yükselterek tamamlamak istiyordu. Mardinli olmasına ve kendi doğduğu, özünü şekillendirdiği toprakları büyük bir toprak sevgisiyle yüreğinde taşımasına rağmen Garzan’ın en acılı, zorlu ve yoğun bedellerin verildiği zamanlarına terini, kanını, emeğini, yüreğini katmış olduğundan, tam bir Garzan kızı olmuştu. Güney sahalarında belli bir süre kalmıştı. Örgütün tüm çalışmalarına kaygısız, hesapsız katılımıyla emeğiyle kendini yaratmış bir arkadaştı. Onun bağlılıkları ideolojik kaynaklardandı. Kimseden beklemeden, Önderlik ideolojisinden aldığı güçle kendini yaratan ve bu yaratımı özgürleşmenin bir şartı sayan duruşu her zaman için saygı uyandırmıştır her arkadaşta. Garzan’a gidişi de orada yeni bir açılım yapma üzerindeydi. Uzun aradan sonra o bölgeyi tanıyan, halkı bilen, oraya emek vermiş bir arkadaş olan Roza arkadaşın aynı alana yönelmesi bir anlamda kadın özgürlük mücadelesi için de büyük bir kazanımı getirecekti. Bunun öncülerinden biriydi Roza arkadaş. Büyük yaşamasını ve büyük eylemlere adını yazdırmasını bilmiş olan öncülerimizden olan Roza arkadaş, şahadetiyle de kendi büyüklüğünü bizlere bir kez daha göstermiş oldu. 1 Haziran 2004 hamlesinin başlamasıyla birlikte örgüt içinde yaşanan sorunlar, zorlanmalar karşısında bu arkadaşlar şahsında yaşanan büyük direnişler her zaman için özgürlük umudu olmuşlardır. Önderliğimiz getirmiştir. Ailesi metropollere göç etmesine rağmen ulusal özünü tüm egemen ulus baskılarına rağmen korumasını ve yaşatmasını bilmiş bir ailedir. Bu öz Roza arkadaşta mücadele değerleriyle buluşmuştur. Bu buluşmanın kaynağı da Roza arkadaşın arayışlarının yüksek düzeyde olmasıdır. Bu arayışlar katılımdaki sıcak ruhu, coşku dolu duruşu ve her şeyi öğrenmeye hazır yaklaşımlarıyla ortaya konulmuştur. Güney’de kaldığı zamanlarda her zaman için Kuzey’e gitmenin mücadelesini vermiş, büyük ısrarlarla Kuzey sahalarına gitmeyi dayatmış ve kendi ısrarını pratikleş- “Beni seven kızlar yönünü Botan’a çevirsin” demişti. Bu arkadaşlar da bu sözü yaşam manifestosu sayarak yönlerini Botan başta olmak üzere tüm Kuzey alanlarına dönmüşlerdir. Sadelik ve doğallık kadar komutanlaşmanın en anlamlı duruşunu yaşatmasını bilmiş, askeri çizgiyi geliştirmek kadar kadın özgürlük çizgisini temsil etmenin güçlü örnekleri olmuşlardır. Roza arkadaş işte bu arkadaşlardan biridir. Aile olarak da yurtsever bir ailesinin olması, onun yurtseverlik değerleriyle büyümesini, düşman bilincini erkenden yaşamasını ve mücadele ruhuyla dolu olmasını tirmenin ilk adımlarını büyük bir arkadaş grubuyla birlikte paylaşmıştır. Bizler için Roza arkadaşın şahadeti bir onurdur. Bir tek şey var içimizi burkan ve yüreğimizde bir ince sızı yaratan, o da Roza arkadaşın Garzan topraklarına ulaşamadan şehit düşmesidir. Botan’ın kutsal toprakları O’nu bağrına basmasını, O’na sinesinde anlamlı bir toprak ayırmasını bilmiştir. Ama her şeye rağmen yarım kalan bir yürüyüş, yürüyüşün tam ortasında şehit düşmesi bizlerin de içinde bir yara açmıştır. Tabii ki O’nun ve aynı grupta bulunduğu tüm arkadaşların kahramanca 33 Tebax 2012 STÊRKA CİWAN direnmeleri, son dakikalarına kadar direnişi elden bırakmadan düşman karşısında savaşmaları ve onurlu bir direnişi esas alarak Botan topraklarına düşen anlam tohumları olmaları bizlerin onur kaynağıdır. Mücadelenin kızgın bir zaman kesitinde, yüreğini ve özgürlük aşkını omuzlamış ve yollara düşmüş olan 11 arkadaş, 11 yüreği özgürlüğe sevdalı gerilla, 11 yaşam ve hakikat aşığı, adım adım kendini yaratmanın, emekle, yürekle, zihniyet dönüşümüyle ve aşkla mücadelenin anlam damlalarını yüreğine akıtmanın onurunu yaşamışlardır. Yaşam ve anlam damlalarını yüreğine akıtmanın sanatçı inceliğini gösteren ise Delila arkadaştır. Delila arkadaşın sanatçı kişiliği onun dağ yaşamındaki katılımına incelik katmış, tüm zamanlardaki duruşuna da bu incelik, bu estetik yaklaşım yansımıştır. Yaptığı işi, bulunduğu ortamı, yaşadığı zamanı en anlamlı olanına çevirmesini bilmiştir. Yine Avesta arkadaş, yaşadığı tüm zorlanmalara karşı yoğun bir mücadele yürütmüş, kendini aşmanın zirvesine Kuzey topraklarında, mücadelenin en kızgın alanlarında ulaşacağına inanmış ve inancına yürümekte gözünü kırpmamış bir arkadaştır. Avesta arkadaşın bu direnişinde ailesinin dile getirdiği onurlu sözler halk olarak hepimizin onuru olduğu kadar, gerillalar olarak bizlerin ayrıca onur kaynağıdır. Kadın özgürleşmesinin önemli bir aşaması olan kadın ordulaşmasını yeni bir zaman diliminde yaşatmanın yolcuları olan her üç arkadaş da kadın özgürlük mücadelesinin en anlamlı yaşam abideleri olmuşlardır. Yine Garzan grubuna bu kutsal yolculukta öncülük eden, kuryelik yapan Xwinrej ve Andok arkadaşlar, yaptıkları kutsal eylemin, üstlendikleri Tebax 2012 kutsal görevlerin bilinciyle, yürüdükleri her adıma yüreklerini katmasını bilmiş arkadaşlardandır. Her adımda yüreklerinin coşkusunu, emeklerinin en moralli ve anlamlısını yürüyüşlerine katarak, Garzan yolculuğunu gerçek anlamda kutsallaştırmış olan bu arkadaşlar şahsında Kürdistan özgürlük mücadelesinin en anlamlı gelecek ışıklarını görmek mümkündür. Çünkü bu arkadaşlar, kendi yaktıkları kıvılcımla yolları aydınlatmakla kalmamış, attıkları her adımla yönünü Kuzey’e dönmüş gerillaların yüreklerini de aydınlatmışlardır. Gerillacılık, bir anlamda karanlık zamanlarda ışık olabilmektir. Bu anlamda en büyük gerilla Önder Apo’dur. Kürt halkının en karanlık zamanlarında en aydınlık zamanların umudu olmuş, kuru dallara can vermiş ve verdiği umudu gerçeğe dönüştürmüş olan Önder Apo, 4. stratejik hamle döneminden geçerken “Varlığını korumak, özgürlüğünü sağlamak” esprisini belirleyerek yaşadığımız sürecin görevlerini de ortaya koymuştur. Bu mücadele aşamasının Kürdistan özgürlük militanlarına verdiği görevlerin öncü gücü HPG ve YJA Star 34 güçleridir. Bizler ancak, Zilan arkadaşın tanrıçalık yanlarını anlayarak, bilince çıkararak ve Rozaların, Nudaların, Gülbaharların komutanlık çizgisinde yürüyerek, Viyan ve Semaların iç yoğunlaşma derinliğine ulaşarak ve tüm fedai arkadaşların yaşamı uğruna ölecek kadar sevme kararlılığını kendi yaşamımıza uyarlayarak, bu öncü görevleri başarıyla yerine getirebiliriz. Bundan başka şansımız yoktur. Bundan başka tercih edilecek bir yol da yoktur. Özgürlüğün tek şartı başarmaktır ve başarmak da bilinçli ve anlamlı bir mücadele yürütmekle mümkündür. Agit yoldaş öncülüğünde yaratılan 15 Ağustos diriliş ruhunu tüm zamanlarda yaşayarak, imha ve inkar siyasetinden kendimizi kurtarmanın öncü gücünü yaratma kararlılığını pratiklerimizde görünür kılarak ancak kendimizi anlamlı yaşam sahipleri haline getirebiliriz. Nasıl ki bu direniş Kürdistan tarihinde bir milat olduysa, Ağustos sıcaklığının direniş ve diriliş ruhuyla Kuzey’e yönelen arkadaşların mücadele kararlılığı da bizler için bu miladın tüm zamanlara yedirilmesi anlamını taşımaktadır. Adil ve Nuda arkadaşların öncü duruşu, fedai ruhu da bunları anlatır bizlere. Kuzey sahalarına, savaşın en sıcak alanlarına nasıl ki özgürlüğe yöneliş sevinciyle, gerilla gülüşleriyle ve sımsıcak yürekleriyle yürüdülerse, bizler de aynı ruhu kendimizde yaratarak, aynı zafere kilitlenmiş mücadele ruhuyla, başarıdan başka hiçbir yola ihtimal vermeyen kararlı bir duruşla yaşadığımız zamanı özgür ve ahlaki toplumun yaşanacağı bir geleceğe dönüştürebiliriz. Özgürlükte ve Önderlik çizgisinde ısrarımız, bizlere bunu emretmektedir. *** STÊRKA CİWAN Hevpeyvînên ji Festîvala çand û sporê ya Ciwanan a Mazlum Doğan Stêrka CİWAN Dayîkek Kurd Ez wekî dayîkekê kurd festîvala Mazlum Dogan ya 15. li tevahiya gelê kurd û bi taybetî jî li Serokê Serokan pîroz dikim. Me dixwest ciwan, dayîk, xwişk û birayên me hemû di festîvalê de amade bûna. Ji ber ku tecrîdeke gelekî giran û qirêj li ser Serokatiya me, li ser gelê me û şervanên me tê meşandin. Birastî jî bêbextiyeke pir mezin bi gelê kurd re dikin. Gelê kurd mafda e. Em jî wekî cîhanê 40-50 milyon kurd hene. Yanî ji xwe yên ku em perçekirin ev cîhana bêbext bû. Em kirin çar perçe û em di ewrûpa re derketin. Bangewaziya min ji bav û dayîkên kurd hemûyan re heye. Li netewa xwe, serokatiya xwe, li şervanên xwe, li şeref û namûsa xwe xwedî derkevin. Dayîka Kurd Ezîze Di serî de ez ji ber vê Festîvala Mazlum Dogan gelekî spasiya xwe dikim. Çiqasî tevlîbûn û coşa vê festîvalê gelek be em jî ewqasî pê kêfxweş dibin. Li ewrûyê belavbûna ciwanan heye. Ji çand û hunera xwe vediqetin. Bangawaziya me li tevahiya dayîk û bavê ciwanan heye; ji çand, huner, festîval û ji nirxên xwe veneqetin. Bila gelê kurd yê li başûr, bakûr, rojava û rojhilat dest bidin hev û tecrîda li ser serokatiya xwe ji holê rakin. Ev saleke ku tecrîda giran li ser Serokatîya me dewam dike. Bi Serokê me re hevdîtin pêk nayê û agahiya me jê tine ye. Em dixwazin ev tecrîd bi dawî bibe û Rêberê me di nava me de be. Dewleta Tirk ne ziman, ne jî nasnameya me dide me. Lê em ziman û nasnameya xwe dixwazin. Em welatekî azad û serbixwe dixwazin. Erdogan dibêje ez misilman im, lê em naletê li erdogan dikin. Ew kurdên ku li pey erdogan diçin em wan şermezar dikin. Erdogan kafir e, wahş e û ji Hîtler jî xerabtir e. Hîtler eşkere dikir, Erdogan dizî dike. Erdogan zarokê me yê 10 salî dikûje. Polîtîkayên destavêtinê li ser zarok û jinên kurd pêk tên. Êdî bes e. Bila kurd dest bidin hev û li serokatiya xwe xwedî derkevin. 35 Tebax 2012 R O P O R T A J STÊRKA CİWAN Medîne Festîvala Mazlum Dogan ya 15. wekî her sal îro jî xweş e. Ez dixwazim ku gelek ciwan tevlî vê festîvalê bibin. Herkes were ser riya kurdayetiyê û nekeve riya xerab de. Her kesek li ser serokatiya xwe soz bide ku li dijî dewleta tirk ku me tine dike serî hilde. Wekî ku Serokatî gotiye me bi ciwanî dest pê kir, em ê bi ciwanî serkevin. Ez hêvî me ku her ciwanê li çar aliyê cîhanê bibe yek û Serokatiya xwe ji wê zilm û zextê derxînin. Taswa Ez vê festîvala hevalê Mazlum Dogan ya 15. pîroz dikim. Paşeroja gelê me ciwan in. Bi taybetî ciwanên ku li vê derê ne ez hemûyan silav dikim. Ji ber ku li çand û dîroka xwe xwedî derdikevin ez wan pîroz dikim. Li ser Serokatiya me tecrîdek giran tê meşandin. Her wiha polîtîkayek xerab li ser gelê kurd jî tê meşandin. Ev dewletên ewrûpî berjewendiyên wan li kuderê hebe ew der demokrasiya wan e. Ji bo ku ciwanên me li ewrûpa nekevin riyên xerab divê dayîk û bav li zarokên xwe xwedî derkevin. Divê zarok û ciwanên me werin tevlî meş û festîvalan bibin. Dema zarok werin komeleyên xwe wê zanibin bê çand û dîroka wan çawa ye. Li aliyê din ev saleke agahiya me ji Serokatiya me tine ye. Divê em li Serokatiya xwe xwedî derkevin. Îro ne roja rûniştinê ye. Tecrîdeke gelek giran li ser girtiyên siyasî jî heye. Bi taybetî wekî dayîyek kurd li ewrûpayê ez Erdogan şermezar dikim. Dayîkên kurd li benda aştiyê ne û dilê dayîkan dişewite. Bila dilê Erdogan û jina wî jî bişewite. Em dixwazin rojek beriya rojekê vegerin welatê xwe Kurdistanê. Xwedê mafê dayîkan ji Erdogan re nehêle. Ez bi dil û can vê festîvala çand û hunerê ya Mazlum Dogan tevahiya hevalan pîroz dikim. Me jî îro li vê derê xwepêşandanek folklorê pêşkêş kir. Komploya qirêj ku li ser gelê kurd tê meşandin me bi vê lîstika xwe şermezar kir. Her wiha me komkujiya Roboskiyê jî şermezar kir. Em bi van xebatên xwe dixwazin balê bikşînin ser rewşa kurdan. Ji îro û şûnde êdî bila nasnameya me jî hebe. Em jî dixwazin bi çand, huner, ziman û rengê xwe û siyaseta xwe bi zimanê xwe binirxînin. Em azadî û serfiraziyê ji bo xwe jî dixwazin. Em ji bo serokatiya xwe azadî û gelê kurd re jî yekîtiyê dixwazin. Tebax 2012 36 STÊRKA CİWAN Festîvala îsal gelekî xweş bû û bi coş derbas bû. Em hêvîdarin ku salên pêşiya me de jî ciwanên kurd hê bêtir tevlî van festîvalan bibin. Ev festîval yekîtiya ciwanên kurd dide nîşandan. Ev cîhan hemû li vê festîvalê dinêre. Pêşeroja gelê kurd ciwanên kurd in. Divê ciwanên kurd destê hev bigirin û di rojên wiha de bên cem hev. Divê ciwanên kurd nîşanî dewleta Tirk bidin ku ew her dem li pişt serokatiya xwe ne. Ciwanên ku li vê derê amade ne ez hemûyan pîroz dikim. Festîvala çand û sporê ya Mazlum Dogan wekî her sal vê carê jî bi coş derbas bû. Dirûşmeya festîvala îsal jî “An Azadî An Azadî” bû. Ne tenê di rojek wiha de divê hemû deman hovîtiya dewleta Tirk were şermezar kirin. 34 hevalên me yê ku li Roboskiyê jiyana xwe ji dest dabûn me îro li vê derê bibîranî. Tecrîda li ser serokatiya me jî nêzî salekê dewam dike. Ti agahî ji serokatiya me nayê girtin. Ciwanên kurd bi vê festîvalê peyamên xwe yên li dijî tecrîdê anîn ziman. Li ber çavên hemû cîhanê ciwanên kurd rastî zilm û zorê tên. Lê dengê ti kesî dernakeve. Ciwanên kurd jî bi dirûşmeyên xwe tînin ziman ku ne dewleta Tirk û hevkarên wan nikarin wan ji serokatiya wan dûr bixin. Dîlan Festîvala me gelekî xweş û coş derbas bû. Li vê derê lîstika folklorê hat pêşkêşkirin. Di vê derê de komkujiya Roboskiyê hat nîşandan. Ev peyamek gelekî girîng bû. Bi vî awayî jî ez festîvala Mazlum Dogan li tevahiya ciwanan pîroz dikim. Ev saleke em ji serokatiya xwe ti agahiyan nagirin. Lê divê em li serokatiya xwe xwedî derkevin. Filiz Di van festîvalan de xebatên tên kirin mirov dibîne. Min jî îsal dît ku festîval pir xweş e. Yanî li vê derê xebat û têkoşîna gelê kurd û ciwanê wan tê dîtin. Gelekî xweşiya min çû. Ji niha şûnde her sal ez ê werim û tevlî vê festîvalê bibim. Divê em jî ji bo azadiya welatê xwe têbikoşin û di nava hewldanan de bin. Çawa ku welatên xelkê hene em ê jî di nava xebata wê de bin ku welatê me jî hebe. 37 Tebax 2012 C Î V A K STÊRKA CİWAN DI WARÊ FELSEFÎK Û ÎDEOLOJÎK DE PARASTINA CEWHERÎ Akademiya Zanistên Civakî ya Abdullah Öcalan “Feraseta parastina rewa û parastina cewherî di cewhera xwe de, heman aliyê îdeolojiyê îfade dikin. Her çiqas xebatên parastina rewa bi HPG’ê re bê îfadekirin û weke hêzên parastina gel HPG di vê mijarê de misyona bingehîn bigire ser xwe jî, cewhera parastina rewa û parastina cewherî; di her qadê de gel bikaribe mekanîzmayên parastinê ku xwe bi xwe biparêze biafirine dikare pêk bê” Tebax 2012 Têkoşîna mirov a li jiyîn û berdewamkirina jiyana xwe du bûyerên wisan in ku ji hev venaqetin û hevdu dimercînin. Weke hebûn mirov çiqas ji xwezayê re xerîb bibe jî girêdanên xwe yên bi xwezayê re nikare tu carî biqetîne. Ji ber ku mirov berhemeke xwezayê ye û mîna her hebûnê di dawiyê de digihîje xwezayê û bi wê re dibe yek. Wekî her madeyê di xwezayê de, mirov jî mîna encameke derfetên jiyanê yên ku xweza ji bo mirov çêdike, heye. Ger mirovahî zêde dibe û bêyî ku bandoreke çêkirî ya ji hundir û derve ve hebe jiyana xwe demeke dirêj bikaribe berdewam bike, ev ji ber guncawî û besbûna mercên xwezayê ye. Mirov, qasî ku xwezayê fêm dike û wê derdixe zanebûnê, dikare ji derfetên jiyanê yên ku xweza dide zêdetir feyde bigire û demeke dirêjtir bijî. Ji ber ku xweza, tevî hemû tevliheviya xwe, bi behre û qabiliyeta fikirandinê ya ku pêşkêşî (dide) mirov dike, bingeha bipêşxistina jiyanê û dahûrandina qanûnên xwezayî pêşkêş dike. Xweza, weke hebûnekî/ê her ku ji bo mirov bijî derfet pêşkêş dike, mafê jiyankirina mirov heye. Mafê jiyanê, mafê mirov ê herî bingehîn û pîroz e. Felsefeya parastina rewa jî li ser mafê jiyanê yê pîroz ê mirov şekil (teşe) digire. Ji ber vê yekê, têkoşîna ku wê li hember her cure êrîş û gefxwarinên (tehdîtên) bi armanca jiholêrakirin û astengirina jiyana mirov bê dayîn jî têkoşîneke pîroz e. Bûyer û diyaroka (olgu) parastina rewa, vegu38 here şerekî parastina cewherî yê bi amûrên leşkerî tê dayîn, xwe dispêre merca ku ji bo jiyanê tu vebijark (hilbijêrk-alternatîf) nemaye. Di encamê de; şerê parastina cewherî ne weke vebijark, mîna pêwîstiyekê derdikeve holê. Ger hema çi kes û civak, ji bo jiyana xwe berdewam bikin, ji bo bibin xwedî amûrên zor û şîdetê (tundiyê), vana bikar bînin û bigihên hêzeke leşkerî zor li ser wan hatibe kirin, ev, weke pêwîstiyek encama hebûna êrîşeke ku mafê jiyanê yê pîroz ê mirov tehdît dike ye. Ger em jiyana mirov, li gel jiyaneke biyolojîk, bi awayê jiyana ku xwe ji aliyên civakî, çandî, siyasî, fikrî û hestiyarî yên mirov dikin mirov, xwe pêk tîne û îfade dike bi kurtasî pênase bikin; ji bo mirovê ku xwe îfadekirina wî/ê hatiye astengkirin, mercên şerê parastina rewa çêbûne. Ji ber vê yekê, bi armanca xwe bi awayekî herî bi bandor û bi hêz biparêze xwe bi amûrên leşkerî bipêçe (bixemilîne), rêxistinbûnên leşkerî çêke, ji bo êrîşa pê re rû bi rû maye bêbandor bike taktîk û rêbazên cur be cur bi kar bîne, ev weke mafekî rewa derdikeve holê. Ev şer, sînorkirin û jiholêrakirina xetereyên ku jiyana mirov û jiyaneke mirovane tehdît dikin bi sînor dibe an jî ji holê radibe. Weke di qanûna tek û bertek a di xwezayê de, ger ji diyarokên ku hevdu dimercînin diyaroka ku bandor dike biguhere û veguhere, diyaroka ku bertek (refleks) nîşan dide jî wê biguhere û veguhere. Ev guherîn, bi çendayitî û wes- STÊRKA CİWAN fayetiya bandora ku diguhere û vediguhere re paralel (rastênhev) bi pêş dikeve. Ev paraleltî, li gor merca hêzên defdan û kişandinê yên di xwezayê de bi hevseng hene, ango bi hêzeke ku wê hem girêdana tam, hem jî serxwebûna tam (serberadaytî) hevseng bike, hevdu li beramber hev notralîze (bêalî) bike re bê bidestxistin (pêkanîn). Mirov, bi qabîliyeta xwe ya fikirandinê, ji ber ku xwedî hêza bikaranîn an jî sekinandina potansiyela heyî ye, mecbûr e dînamîkên xwe li gor rêgezên diyalektîkî derbasî tevgerê bike. Di vî warî de, di diyalektîka civakî de jî îzaha bertekekê, dikare bi bandoreke pêre rû bi rû hatiye mayîn bê kirin. Piştî bandorên ji holê rabûne, çawa ku wate û ravekirina zanistî ya bertekên naqedin tune ne, ev tê wê maneyê ku ev ji armanca xwe derbas bûne. Diyarokên tek û bertekê ji ber ku du diyarokên hevdu dimercînin in, ger ji bo şerê parastina rewa bide sedemên (mercên ku bandor dikin) civakekê tune bin bikaranîna amûrên zor û şîdetê bertekeke wateya wê ya mirovî tune ye û dijxwezayî û mirovahî ye. Ango terorîzm e. Şerekî ku gihîştibe armanca xwe, xetere û tehdîta heyî bêbandor kiribe ger nesekinîbe û berdewam bike, ji armanca xwe bihuriye û ji rewabûnê derketiye. Di şert û mercên serdema me de şerê parastina cewherî xwedî pênc merheleyên bingehîn e ku ev ji rêgezên diyalektîkî serbixwe nikare bê destgirtin: -Di şert û mercên ku ji bo mafê jiyanê yê bingehîn ê civakê, bi xebatên siyasî, çandî, civakî, aborî, hiqûqî û leşkerî xespkirin û ji holê rakirinê de; ji bo navendên êrîşa bi tevahî bêbandor bike xebatên civakî, siyasî, çandî, aborî, hiqûqî û leşkerî kirin; -Di merceke ku amûrên zor û şîdetê, bi rêya hêzên leşkerî yên birê- xistinkirî, bi rêya rêbaz û taktîkên cur be cur, bi armanca tunekirinê bên bikaranîn de; amûrên parastina cewherî, bi rêya hêza parastina rewa ya leşkerî bikaranîn, hêza leşkerî ya bi armanca tunekirinê bêbandor kirin, tunekirin, ji bo vê serî li rêbaz û taktîkên cur be cur dayîn û parastina çalak kirin; -Di merceke ku posîzyona êrîşê hatiye şikandin, armanca tunekirinê nîn e û veguheriye rewşeke armanca parastinê de; ji bo maf û mafên jiyanê yên bingehîn ên civakê bên bidestxistin, hêza parastina leşkerî, heta merceke ku wê xeteriyên nû bi pêş nekevin di rewşeke parastina pasîf de girtin, bi sûdwergirtina ji hemû qadên jiyanê, mercên siyaseta demokratîk avakirin, -Di mercên ku pêwîstiyên civakê yên siyasî, civakî, çand, aborî û hiqûqî li ser bingehên exlaqî bi sazî dibe û ji aliyê hemû hêzên civakî ve digire bin ewlehiyê de dawî li rewşa şerê çekdarî ya parastina rewa anîn. Ev bûyer bi berxwedan û berteka madeya di nav ahenga bandorkirina beramber hev ku dixwaze hebûna xwe berdewam bike re heman weke hev e. Di diyalektîka civakî de şerê parastina cewherî wê di kîjan şîdet û hêzê de bi pêş bikeve, di kîjan kûrahî û berfirehiyê de wê birêxistin bibe, li gor qanûna defdan û kişandinê tê eyarkirin. Çawa ku kes di nav civakê de ye, civak jî di nav qanûnên xwezayê û qanûnên xwezayê de ye. Li ser civakekê êrîş û şîdeta herî mezin (bandor); wê ji cewhera wê ya madî û manewî, ji nirxên wê yên civakî dûrxistin e. Vê bandorê, em dikarin bi hêzeke kişandinê ya bi bişaftin, helandin û tunekirina civakê re di heman wateyê de bigirin dest, li hember vê bandorê berteka ku wê civak nîşan bide bi hêzeke hevsenger ku wê hêza defdanê derxe holê rave bike û bê bandor bikin. Di bûyera defdan û kişandinê 39 yan jî bandor û bertekê ya bi çendanî (nîcel) û wesfanî (nîtel) hevdu parseng, hevkêşî nekin de, çawa ku xebitîna xwezayî ya made xera dibe, ji şîdet û sînordarkirinan, ji tunebûnan, ji cewherê xwe qutbûn û ji dagirkeriyê xelasî ne mimkun e. Bêyî ku şert li ber çav bên girtin her cure rêxistinbûn, rê û rêbaz, amûr û taktîkên bên bikaranîn, polîtîkayên ku wê bên pêşxistin, ji şerê parastina rewa re xizmetê nakin. Di civakên roja me de desthilatdar, bi eciqandina mafên jiyanê yê pîroz ê civakên din, bi êrîşkirina ser wan, bi sedemên çêkirî yên curbecur tenê bi rewa dîtina jiyana xwe jiyankirinê, ji xwe re kirine weke felsefe, îdeolojî û siyasetê. Li çar aliyên dinyayê, di bi dehan şerên ku bi bikaranîna rê û rêbazên herî li derveyî mirovahiyê berdewam dikin de jî ev rewş tê fêmkirin. Felsefe, îdeolojî, siyaset û ola wê çi dibe ew dizane, şerekî ji bo jiyankirin û bicîanîna pêwîstiyên hebûnê yên herî bingehîn, ji bo sûdwergirtina derfetên pêşketî yên serdemê bê kirin rewa ye. Ji bo rastiyeke weke civaka kurd ku ji cewhera xwe hatiye qutkirin, dagirkirin, nirxên wî yên herî mirovahî hatine perçiqandin, dema ku xwestine di qetlîam û tunekirinên bi tevahî re derbas kirine, şer, weke pêwîstiyeke jiyanê ya bingehîn erka qanûneke xwezayî girtiye ser xwe. Ji bo civaka kurd a ku di merhaleyên cur be cur ên şerê parastina rewa re derbas bûye, merhaleyên ku hê jî divê bên temamkirin, bi nirxandina objektîf a mercan ve girêdayî ye. Birastî jî navendên hêzê yên dinyayê, hêzên Rojhilata Navîn û neteweyên serdest, bi awayekî ji rêgezên diyalektîkî qut, teng û seransere destgirtinê re ketina rewşeke netêr, kêm, bi madî û manewî ji tunebûnê re derfet pêşkêşkirin e. Têkoşîneke çiqas dirêj berdewam bike jî, heta armanceke dawî ya ku wê Tebax 2012 STÊRKA CİWAN aştiya navbera mirovan bê bidestxistin, di merhaleyên cur be cur ên vî şerî de cîgirtin (kozik girtin), ewlehiya vê armanca dawî ye. Felsefeya Apocî, bi çendanî û wesfanî, di mercên hêzê yên bêhevseng û newekhev ê nav civakan de, mirov, fikir û hêza razberkirinê (soyut), bawerî, hêvî û îradeya wê weke dînamîkeke kontrolê ya bingehîn tespît dike; polîtîka, taktîk, rêbaz, şêwaz û tempoya mirov digire navendê û birêxistin dike û derbasî jiyanê dike; viya weke çavkaniya enerjiyeke potansiyel, şert û mercên newekhev û bêhevseng bi nêzikatiyeke diyalektîk vediguherîne hêza berevajî, bingeha pratîk-kirina viya li Kurdistan û dinyayê afirandiye. Têkiliya Parastina Rewa û Parastina Cewherî Mafê herî bingehîn ê ku demokrasî pêşkêşî civakê dike; mafê parastina rewa ye. Parastina rewa encax di mercên dagirkeriyê de watedar dibe. Şerê parastina rewa yê li hember sîstemeke biyanî ku hebûn û azadiya gelekî digire bin pêkutiyê (çewisandinê) rêya herî bingehîn a sazkirina demokrasiyê ye. Li şûna têkoşîneke rizgariya neteweyî ya ku dewletê dike armanc, Tebax 2012 şerê parastina rewa ya bi armanca demokrasiyê, ji bo rastiya rojane jî hîn zêdetir guncaw dike. Çawa ku şerê parastina rewa ji bo gel û civakan di demên ku pêkutî û şîdet heye de dikeve rojevê, parastina cewherî sekneke bingehîn a ji bo her demê derbasdar e. Parastina cewherî; çandeke wisan e ku gel bi jixwe re biyanîbûne winda kirine. Di civakan de çanda parastina cewherî pêşxistin, di asta herî bingehîn de pirsgirêkeke azadî û hebûnî ya civakekê ye. Gel û civakên ku dixwazin bigihên sîstemeke demokratîk, destpêkê bi pêşxistina çanda parastina cewherî, divê bikaribin cewhera hebûn û azadiya xwe fêm bikin. Bikaribin hêza parastin û xweykirina wê nîşan bidin. Di vî warî de parastina cewherî, di bingeh de karê hişmendî, rêxistinbûn û çalakiyê ye. Hişmendiya xwebûnê, hişmendiya parastina xwe bi xwe. Ev yek bi hişmendiya bi kîjan amûr, bi kîjan rê û rêbazan tê pêşxistin? Ev hemû pêşketinên bi zanebûn bi xwe re rêxistinbûnekê pêwîst dike. Weke kes, di nav hişmendî û çalakvaniyeke parastina cewherî de bûyîn, weke xwedîbûna nasnameyeke civakî ne bes e. Di vê wateyê de rêxistinbûn, hêza herî bingehîn a gelekî ye. Li hember neheqiyeke li keseke/î din hatiye kirin 40 wekî ku li me hatibe kirin bertek dayîn û helwest nîşandan, bi şikandina dinyaya egoîst a ku kes tê de hatiye asêkirin de bi pêş dikeve. Rêxistinîbûn, civak û keseke/î ku xwedî tu tiştekî nîn in, ji bo azadiya gel di têkoşîna xwe de hêza herî bingehîn e ku xwe bispêrê. Tu hêzek bi qasî hişmendiyeke hatiye rêxistinîkirin ku sîstemên serdest bitirsîne û hilweşîne tune ye. Li ser vê bingehê rêxistinbûneke ku derbasî çalakiyê bûye jî, di têkoşîna li hember neheqiyan de, bi bêdengî sekinandin an jî tenê wî qîrkirin nîn e, ji bo jiholêrakirina vê neheqiyê gaveke ku wê bê avêtin û kevirekî bê avêtin be. Çalakîbûnên parastina cewherî divê pir teng neyên destgirtin. Li hember hêzên çewisîner û dagirker bi qasî ku wê di rengekî leşkerî de be, li hember kes an jî saziyên ku berjewendî û îradeya gel temsîl nakin, gendeliyê dikin, di qada siyasî de têkoşînê digire nava xwe. Dîsa li hember nêzikahiyên ku ji exlaq û nirxên gel re berevajî ne, fihûş û sektorên weke vê, di qada civakî de têkoşînekê, dîsa em ji têkoşîneke di qada hiqûqî de bigirin heta qada çandî hemû qadên civakî digire nav xwe. Parastina cewherî çalakiya kes bixwe ye. Kes, civak an jî gel parastina xwe bixwe kirin, vî karî dewrî kesên din nekirin e. Parastina cewherî, bi civakî, yek ji amûrên herî bingehîn ê gihîştina sîstem û zîhniyeteke demokratîk e. Divê weke rêxistineke civaka sivîl neyê fêmkirin. Di vê qonaxa ku têkoşîn gihayê de, her çiqas stratejiyeke ji aliyê çareseriyeke aştiyane û demokratîk ve esas bê girtin jî, li hember nêzikatiya hêzên serdest ku dixwazin pirsgirêkê bi tunekirin, înkarî û şîdetê ji holê rakin, parastineke cewherî ya çekdarî ya xwedî dîsîplîneke leşkerî, wê bibe nîşaneya daxwazî û baweriya gel a ji azadî û STÊRKA CİWAN demokrasiyê re. Li ser vî esasî, parastina cewherî bi gelek aliyên xwe, xwe bispêre exlaq û wîcdana gel (giştîkamu), bi gelek aliyên xwe jî pêwîst bi rêxistinbûneke xweser heye. Bi qasî di pêvajoyên şer de, di pêvajoyên aştiyê de jî bi armanca parastina nirxên cewyerî yên gel hebûna xwe berdewam dike. Rêber Apo, vê rastiyê di parêznameya xwe ya ‘Parastina Gelekî’ de wiha tîne ziman, di dema nû de têkoşîneke xwe spartiye îrade û hêza cewherî ya gel bingeha demokrasiyê ye. “Li derveyî rewşên neasayî (derasayî) di mercên normal de pirsgirêka parastina cewherî ya gel jî nikare piştguh bê kirin. Di şert û mercên qeyranê (krîz) de li derveyî ewlehiya giştî, ewlehiya cewherî hîn zêdetir girîng e. Pîvanên ewlehiyê yên klasîk ên dewletê, bi gelek aliyên xwe ve nikare pêwîstiya ewlehiya gel bi cî bîne. Desthilatdariya dewletê ku bikeve destê hêzên olîgarşîk û dîktaparêz, ewlehiya hiqûqî ya bi sînor jî ji holê radike. Dewlet, her wekî tê parselkirin. Gelek çete û mafyayên seriyekî wan bi navendên dewletparêz ve girêdayî derdikevin holê. Li ser gel tam terorek tê meşandin. Sûc bi rêjeyeke mezin zêde dibin. Li şûna rêyên hiqûqî yên maf gerînê hêzên taşeron tên girtin. Hiqûq her wekî dibe meta. Hêzên ewlehiyê yên dewletê bixwe dibin pirsgirêka ewlehiyê. Di gelek welatên di qonaxên qeyranê de, di roja me de, li hember pirsgirêkên ewlehiyê yên wiha, parastina cewherî dibe pêwîstiyeke jênerevîn. Divê hêzên parastina cewherî bên sazkirin.” Di qonaxa ku têkoşîna me gihayê de, di demokratîk-kirina civak û siyasetê de, ji demokrasiyê re hestiyarkirina dewletê, li gel têkoşîna gerîla, pêşxistina hêza parastina cewherî ya civakê, li gor pêwîstiyên rojane wê hîn rastîparêz (rasttir) be. Mîrasa têkoşîna me ya sî salî, di gelê me û bi giştî di civakê de rêxistinbûn û hişmendiyeke diyar bi pêş xistiye. Gelê me fêm kiriye ku azadiya xwe ji keseke/î din hêvî neke, ji bo vê dibê têkoşîn bide, di qadên aborî, siyasî, çandî û her qadê de divê xwe birêxistin bike. Azadiya civakî, bi rêxistinbûn tevgerkirina her kesî tê bidestxistin. Weke mînak, mirov dikare têkoşîna ku gelê Filîstînê daye, weke berxwedana parastina cewherî bigire dest. An jî li Iraqê rejîma Sedam her çiqas ji aliyê DYE’ê ve di rojekê de hatibe hilweşandin jî, heta îro jî têkoşîna berxwedanvanan li hember hêzên emperyalîst û mudaxeleker berdewam dike. Bi çalakiyên parastina cewherî yên ji aliyên berxwedanvanên gel ve tên meşandin, DYE û hêzên hevgirtî yên ku di mudaxeleyê de hema bibêje qet windahî nedane bi hezaran windahî û zirareke mezin a aborî hatiye dayîn. Ji aliyê rastiya têkoşîna me bixwe ve jî, sedema herî bingehîn ku dijmin heta îro encam negirtiye, têkoşîna me xwe spartiye cewhera berxwedêr a gel. Bipêşxistina hêza parastina cewherî, gel ne tenê dike weke piştek, spartek, wan dike birêvebirê û rasterast beşdarê têkoşînê bixwe. Di vê wateyê de ne tenê xwe dispêre şêwaza têkoşîna gerîla, xwe dispêre bi çalakvaniyên gel danîna holê ya berxwedêriyê. Çawa ku têkoşînê tenê bi çiya û gerîla ve bisînor hiştin wê ne rast be, li qadên weke bajêr, metropol û hwd. de girîngiya jiyanî ya tevgeriya ku wê rêxistinbûnên li ser esasên parastina cewherî bên kirin bide çareseriya demokratîk divê bê dîtin. Bi li ber çav girtina rastiya dewleta olîgarşîk a Tirkiyeyê, li ser bingehê parastina rewa, bi şêwazeke li gor rastiya bajêr, divêtiya rêxistinbûniyeke wiha bi aşkereyî tê dîtin. Divê bê zanîn ku ev jî paras41 tina cewherî ya gelê kurd e. Rêxistinbûniya parastina cewherî ya bi gel re hatiye pêşxistin di demên derbasbûyî de her çiqas hatibe meşandin û beşdariya gel pêk hatibe jî, ji bo ev bigihê rêxistinbûneke zêdetir û bi berdewamî be, divê li gor rêzikên xebatên bajêr bê meşandin. Di serî de di nav hêzên me yên gerîla de ji bo kadro bigihê vê astê, bikeve ferqa girîngiya jiyanî ya xebatê, divêtiya vê û pêwîstiya bi kadroyên pêşeng ên ku wê viya pêk bînin bê zanîn. Parastina cewherî, xebateke hêza milîsî an jî eniyê nîne. Weke yek ji piyên (lingên) herî bingehîn ên têkoşîna parastina rewa, çalakvaniya hêza cewherî ya gel e. Ev, ji çalakvaniyên bêîteatiya sivîl bigire heta serhildanan, ji çalakvaniyên herî hêsan heta yên herî tevlihev diçe çalakvaniyên leşkerî digire nav xwe. Ji çalakiya agirpêxistinê, molotofkirin, sabotaj û heta çalakiyên çekdarî di qadeke berfireh de çalakiyên gel in. Xwe dispêre hêza xwecihî û sivîl. Parastina cewherî xebateke kadro nîn e. Xwedî avabûneke gelek nerm, pir-reng, bikaribe her beşî di nav xwe de bigire ye. Ji ber ku mafê parastina xwe bi xwe ne tenê aydî hinekan a her kesî ye. Qadeke wisan e ku rola pêşengiyê ya jin û ciwanan e lê hemû beşên civakî jê berpirsiyar in. Dema rêxistinbûna parastina cewherî bê pêşxistin armanc tenê hin deran xerakirin an jî kuştin an lêdana hin kesan nîn e. Yek ji rolên wan ên herî girîng jî jiholêrakirina astengiyên li ber pêvajoya avakirina demokratîk e. Ji bo jiholêrakirina jirêderketina civakî ya ji ber polîtîkayên şaş û niheq ên ku dewlet dimeşîne û pêvajoya şerê ku bi salan e berdewam dike, beriya her tiştî bi şêwazekî bi zanebûn sazî û amûrên ku jirêderketina civakî bi pêş dixe hedefgirtin girîng e. Çetekarî, sîxurkirin, sektora fihûşê, bazirTebax 2012 STÊRKA CİWAN ganiya mirovan, bazirganiya tiştên tevizîner, tiryak û hwd. ên heta roja me berdewam kirine û sazî û dezgehên rê li ber jirêderxistina nirxên manewî vekirine hedef digire. Armanca wê ya bingehîn wê bibe pêşîlêgirtina texrîbatên nirxên manewî yên ku di encama van pêkanînên dewletê de birîndar bûne. a)Gerîla Tevgera Sekinandina Qirkirina li Ser Kurdan e Gotinek heye, dibêje destpêk dawiyê diyar dikin. Serdemên stratejîk ên ku alî, serî vedibin û careke din digihên hev hene. Mirov salên destpêkê yên têkoşîna rizgariya neteweyî fêm bike, ji bo mirov hem gerîla hem ji berxwedanên gel divê çawa bin, wê bi ku derê ve biçin û pîvana serfiraziyê çi ye fêm bike gîring e. Divê berxwedana Hîlwan û Sêwregê dubare bê destgirtin. Berxwedana Hîlwan û Sewregê di wateyeke teng de weke bûyereke li hember navendên çete û hevkar nirxandin wê kêm bimîne. Di mînaka Hîlwanê de têr neke, kêm be jî, prototîpa awayê parastina cewherî ya hem gerîla hem jî gel heye. Derfet û asta stratejîk ên berfireh ên roja me yên têkoşîna me bi wan deman re dan ber hev şaş, xelet be jî di wateya otorîteya xwecihî de bidestxistina asta ku Hîlwan gihayê girîng e. Mirov şerê li Kurdistanê di pêşengiya gerîla de bi pêş ketiye bi têkoşînên gelên din re tevlihev bike ev şaşiyeke mezin e. Bûyera gerîla ya li Kurdistanê, ji parastina rewa zêdetir têkoşîneke hebûna cewherî, parastina cewherekê ye. Rêber Apo got ku pirsgirêka kurd beriya her tiştî pirsgirêkeke ontolojîk e. Ango pirsgirêkeke li ser mustewiya hebûn û tunebûne diçe û tê ye. Gerîlayê Kurdistanê bi têkoşîna ku daye hewl da çand, ziman û dîroka kurdan roj bi roj heyî û rewa bike. Parastina Tebax 2012 rewa ya bûyera kurd a ku ji tunekirina fizîkî zêdetir tê xwestin bi qirkirineke spî bê tunekirin, dihêle ku em bi zehmetî têbigihîjin ku çi, çawa hatiye afirandin, çawa derketiye holê. Rêber Apo di parêznameya xwe ya bi navê ‘Ji Dewleta Rahib a Sumer Ber bi Komara Demokratîk ve’ de bûyera kurd û rastiya PKK’ê şiband bizavên pêxemberî yên ku li hember wehşet û zilmê serî rakirine. “Wan dema dest bi kar kirin tenê meşiyan. Destpêkê bername û stratejiyeke wan a saxlem tune bû. Tiştê ku dikirin guhdarkirina li wîcdana xwe bû. Serhildanên koleyan ên pir mezin ên li dû ezîz û ezîzeyên meşiyan Romayê derketin, li pey van mirovên ku serê wan hatin jêkirin, çermê wan hatin gurandin bi pêş ketin.” Di dahûrandineke din de jî got; “Ez bang li ruhê kurdan dikim. Girêdaneke rêxistinî ya bi çav tê dîtin tune be jî tiştê ku wan radike ser piyana ev dengê ku digihê ruhê wan e.” û bi berdewamî got; “Di serî de ji bo ku ev pirsa ‘ev kî ne?’ bi cî bikim, bi dehan komên me bêyî ku kefenên wan jî hebe ketin axê.” Vaye gotin û biwêjên gel ên wekî ‘ên ji me çêtir, ê çolê’ aydî gerîla ne û li Kurdistanê sînorên têkoşîna gerîla bi awayekî aşkere îfade dike. Her wiha weke dilopeke ava cewherî ya ku ji bûyera kurd ku ber bi tarîtiyê ve diçû veqetiya, şitleke kêmdîtî, nadîde ku di axa ketiyê de şîn dibe, awayekî hebûnê ye. Ev rewş parastina tiştekî heyî nîn e. Şêwazekî afirandin û zêdebûnê ye. PKK û gerîla tê wateya vê dilopa cewherî. Di rastiya Kurdistanê de wateya gerîla cuda dibe. Li Kurdistanê gerîla hêzeke parastina cewherî ye. Pêşketina dîrokî û stratejîk a bûyera kurd û Kurdistanê, li hember qirkirina fizîkî di nav berxwedaneke dijwar de bûye, wisa hatiye roja me. Têkiliya Med û Asûr, Helen û kurd di xala ku gihîş42 tiye qirkirina fizîkî de rastî berxwedaneke dijwar hatiye. Kengê di qada çandî û îdeolojîk de qirkirinê dest pê kiriye, pêşketinên bi bişaftina çandî encam dane derketine holê. Dema herî aşkere jî serdema Îslamê bûye. Êrîşên Ereban di warê çandî de kurdan kirine bin çav, di bin çav de hiştine. Ber bi nav sîstemê ve kişandin, belênaya çiya û deştê bi vê serdemê re dest pê dike. Kevneşopiya Osmanî, ev taybetiya kurdan zanibûne ku ji qirkirina fizîkî reviyane, buyerê di hevsengiya siyasî de girtine. Îslamiyet bûye xaleke gihandina hev a hevpar. Lê di eslê xwe de belavbûna erdnîgarî ya kurdan û qirkirina fizîkî ya ji …… doku… çandî çavkaniya xwe digire li gor berjewendiyên osmaniyan nebûye. Îdeolojiya komara tirk vê rewşê bi kontrol kiriye, bi asîmîlasyonê xwestiye bi tirkîtiyê ve entegre bike, bike parçeyekî ji tirkîtiyê. Hikûmetên dawî, bi piştgiriya îdeolojiyên gerdûnî xwestiye nirxên exlaqî û polîtîk ên ku têkoşîna azadiya kurd bi dest xistiye parçe bike, bi hilweşandina exlaqî hewl dane bi tevahî teslîm bigirin. Em dîsa diçin 78’an. Me gotibû destpêk dawiyê diyar dikin. Li Kurdistanê qirkirina çandî bi 78’an dest pê nake. Lê dîroka berxwedanê, lê dîroka gavên berxwedana gelekî ku anîne ber tunebûnê ye ev sal in. Têkoşîna li hember hevkarên kurd ên ku enterne kirine, girtine bin kontrolê, heta bibêjî di cî de ye. Rêbertî ji bo vê rewşa li Kurdistanê gotibû “xesandına çandî”. Yekem mînaka gelê me ku bû otorîteya xwecihî Hîlwan e. Bi acemîtî, nezanî be jî gerîla û gel di nav hev de ye. Di maneya komîteya xwecihî û parastina cewherî de Hîlwan li Kurdistanê modêla yekem e. Gerîla xizmeta viya dike. Xalên ku hêza parastina cewherî ya xwecihî tê de asê dibin, kadroyên pêşeng parçe STÊRKA CİWAN dikin. Li hember eşîreta Bûcak, ewlehî û hêzên paramîlîter ên din ên ku çalakiyên pêximker (caydırıcı) dikin gerîla ne. Ewlehiya tax û semtan bi hêzên parastina cewherî ve girêdayî çêdibe. Ger derbeya faşîst a leşkerî ya 12’ê Îlonê li dar nekeve pêşketinên pir mezin en ku wê Hîlwan, Sêwreg û Mêrdînê bigirin nav xwe li ber derî ne. Generalê faşîst Kenan Evrenê ku viya ferq dike gotibû “Em dema bi helîkoptêrê di ser Êlihê re diçûn agirê serhildanê heta ba me dihat.” Ev gavên biçûk lê watedar bi derbeyeke weke 12’ê Îlonê bi zorekê tê sekinandin. Di warê otorîteya xwecihî de hema bêje dewlet li bin dikeve. Diyalektîka Hîlwanê, bi şerê gel ê bi demdirêjî ku piştî vekişandinê pêş dikeve re nakeve nakokiyê. Berevajî, weke encamên dersên ji Hîlwanê tên girtin ev pêşketin derdikevin holê. Weke modêl otorîteya xwecihî û parastina cewherî rast e. Lê bi qadeke teng ve bi sînor mayîn û hişmendiya kêm a gelê kurd dezavantaj in. Qonaxa ku şerê gel ê demdirêjî digihê, dîsa modêleke weke Hîlwanê ye. Weke dema parastina stratejîk merheleya propagandaya bi çek serkeftî ye. Rêber Apo wate û girîngiya gerîla ya di vê pêvajoyê de wiha dinirxîne: “Gerîla tenê ji bo xwenîşandana hêz û egîdiyê nîn e. Gerîla ne tenê ji bo lêdanê ye. Gerîla ji bo parçeya destpêkê ya rastiya ku min ji gel re gotiye bi bîr bîne, ji bo peyama ‘Ji vî dijminê har netirse, ji terora wî ya sedsalî, ji artêşa wî, ji qemçiya wî nekeve fikaran.’ bide heye. Di vê mijarê de gerîla bi çalakiya xwe viya nîşan daye: Ji aliyê pergalê ve deng ji me birîn çarenûs, qederek nîn e. Ger te hinek dest bi axaftina zimanê xwe kir, ev hêza ku deng ji te dibire, te bêdeng dike, qet jî hêzeke wisa ku mirov ê nikaribe li hember bisekine nîne. Gerîla dibêje kû em dikarin li hember vê dij- minî bisekinin, em jî dikarin bi rêbaz û zimanê ku ew jê fêm dike hin tiştan vebêjin. Vaye gerîla ev bû, di vê mijarê de hin tiştan kir û baweriyeke mezin da gel. Gel jî êdî nihêrt û dît, dibêje ‘Dijmin hêzeke ku wê deng ji min bibire nîne’. Gelê ku dibîne artêşa faşîst a dijmin dikare bê tirsandin, heta derbe li ser derbeyê dikare lê bê dayîn, tê qonaxa ku bibêje ‘em dikarin têk bibin, bi ser bikevin’. Dêmekî gerîla ew tevgera ku; wê hêza li ser serê vî gelî ye dide bêdengkirin, navê wî nake devê wî û heta mêjiyê wî tirsê dide, dibêje ‘Ev parçeyekî ji jiyana te ye ku naveqete’ û jê re dibêje ‘Hûn nikarin wiha bikin’. Ew tevger e ku nahêle kes bibe bela gel, li hember gel na, ji serî heta binî ji bo gel, ji bo derxistina holê ya hêza gel û parastina gel û bipêşxistina hêza siyasî ya gel hene.” Berhema ku van pêşketinan dan bilindbûna gerîla ya navbera salên 90 û 91’an û serhildanên gel ên 89 û 93’yan e. Piştî 93’yan bi ketina dewrê ya lobiya şer a nû hat xwestin ku 12’ê Îlonê careke din biafirînin. Tevî meylên tasfiyekar ên hundirîn û derveyî di navbera 93 û 99’an de gerîla têknebirina xwe îspat kiriye. Dijmin bi tevahî artêşa xwe xwest Kurdistanê dagir bike. Her wekî gelê welatekî neqlî welatekî din hat kirin. Kurdistan hat valakirin. Berxwedana gerîla, bişaftin û entegrasyonê daye sekinandin, vala serê gel. Û dîsa ew tevgera ku bi temsîlkirina îradeya gel, li hember zora dijmin zorê dide ser wî û ev bûyera destavêtinê ya mezin bi dawî dike ye. Ev rola gerîla di cî de ye. Roleke ku cihê wê di serê dîrokê de ye leyîstiye, wê hîn jî bilîze. Hêzên şer ên çekdar ên gel, hêzên îradeya gel in. Hêzên şerker ên gel, ji bilêvkirina peyv û gotinên yekê bigire heta ku bibe hêzeke mezin a îradeyê, hêzên parastina rewa û parêzkar in. Her wiha hêzeke li ser derxistiye, qirkirina spî bêbandor kiriye. Komîteya parastina rewa a ku bi dema stratejîk a nû re ji nû ve hatiye birêxistinkirin pêkhatina xeta parastina rewa û cewherî bi kurtasî wiha dinirxîne: “Tevî ku sîstema KCK’ê di makezagona xwe de parastina rewa û parastina cewherî pênase kiriye, li ser vê bingehê çarçoveya xwe ya xebat û rêxistinkirinê diyar kiriye jî divêtî, pêwîstiyên viya hîna têra xwe nehatine 43 Tebax 2012 STÊRKA CİWAN bicîanîn. Feraseta parastina rewa û parastina cewherî di cewhera xwe de, heman aliyê îdeolojiyê îfade dikin. Her çiqas xebatên parastina rewa bi HPG’ê re bê îfadekirin û weke hêzên parastina gel HPG di vê mijarê de misyona bingehîn bigire ser xwe jî, cewhera parastina rewa û parastina cewherî; di her qadê de gel bikaribe mekanîzmayên parastinê ku xwe bi xwe biparêze biafirine dikare pêk bê. Xwe birêxistinkirina sîstema KCK’ê, ji komunên tax, gund û kuçeyan, heta KONGRA GEL a ku îdare û navenda rêxistinbûna konfederal a demokratîk e, rêxistinbûneke fireh û piralî pêş dibîne. Di nav vê sîstemê de nîqaşên xebatên parastina cewherî divê çawa bên rêxistinkirin, li ser esasên rêxistinbûna xweser a ku Rêbertî jî weke perspektîf daniye holê hatiye danîn. Ev rêxistinbûna xweser jî divê şaş neyê nirxandin. Rêxistinbûna xweser carcaran weke xebateke mîna li derveyî sîstemê, di nav sîstemê de cihekî wê yê pir cidî tune ye tê destgirtin. Ev nêzikahiyeke şaş e. Berevajî, heta ku parastina rewa û parastina cewherî bikaribe di navenda hemû xebatan de bê rûniştandin, ewlekirin û biberdewamîkirina xebatan dikare mimkun be. Xweserî jî, têkoşîna siyasî û deTebax 2012 mokratîk a li ser qada dewletê, venêrîn û serdestiya dewletê tê meşandin, mîna pêwîstiyeke di nav çarçoveya qanûnî de girtinê tê avakirin. Viya, divê HPG’ê di nav xwe de weke rêxistinbûneke xweser pêk bîne ava bike. Lê parastina cewherî ya gel, di cî de parastin, parastina cîgayî (heremî), li hember hêzên rantxur (gendelî), hêzên ewlehiyê yên dewletê yên ew bixwe bûne pirsgirêka ewlehiyê, hêzên milîtarîst ên sivîl, divê pêkhateyên xwe yên ku bikaribin parastina xwe bikin jî pêk bîne. Di demên ku ev êrîş berfireh û pir dijwar bûn de, parastin dikare bi HPG’ê re bê pêkanîn, di mercên ku parastina rojane pêwîst nake ku mutleq bi çek û bi şêwazê şîdetê be de divê Hêzên Parastina Sivîl û mekanîzmayên parastina sivîl bên avakirin. Ev hemû, li hember ferzkirina tunekirinê divê bi perspektîfeke ku bikaribe hevpar tevbigere û hemû civakê biparêze bên avakirin. Di vê xalê de pirsgirêka bingehîn, hişmendiya parastina cewherî û parastina rewa têra xwe nehatiye rûniştandin. Her wiha di sîstema KCK’ê de xebata herî pêşekî ku divê li ser parastina cewherî bê kirin; navendeke xebatê ya ku gel di vê mijarê de perwerde bike, zana bike, perspektî44 fan bide bê çêkirin e. Ev navenda perwerdê jî xebateke di bin banê HPG’ê de bê kirin nîn e. HPG avahiyeke zêdetir xebata wê ya leşkerî ya profesyonel li pêş be û li gor pêwîstiya viya hatiye rêxistinkirin e. Ev xebatên perwerdeyê, di nav Komîteya Parastina Gel de bên rêxistinkirin wê hîn guncawtir be. Ji bo vê jî, hem di nav hemû sîstema KCK’ê de ji bo avakirina vê hişmendiyê bi awayekî seferberî pêvajoya zanakirinê bê destpêkirin, hem jî divê ber bi biryargehbûneke (qerargeh) ku viya weke navendî bi berdewamî bike, venêrîn bike, kadro û mekanîzmayên viya yên pêwîst biafirîne bê çêkirin. Ev biryargehbûn jî di bin banê Komîteya Parastina Gel de bi şêwazê Biryargeha Parastina Cewherî bê birêxistinkirin û pêkanîn.” b)Hîlwan û Şemzînan awayê pêkhatina bihara kurd e Îfadeya herî rast û rasteras a parastina cewherî mînakên Hîlwan û Şemzînanê ne. Bidestxistina otorîteya cîgayî û pêkanîna însiyatîfa cewherî ya gel e. Bi dirûşma ‘Her bajar û navçe bibin Hîlwan û Şemzînanek’ biharê pêşwazîkirin, wê bibe dirûşma herî rast a sala 2012’an. Di 78’an de biberdewamîkirina Hîlwanê zor, zehmet bû, lê li gor qonaxa ku gelê kurd gihayê Hîlwanîkirina hemû Kurdistanê mimkun e. Kurd, li Rojhilata Navîn, di mijara serhildanan de gihane rewşa gelekî bi ezmûn, tecrûbe. Di 2006’an de berxwedana gel a Amedê, li Geverê her sal meşên ciwanan û gel, bûyerên Şemzînanê mînakên herî baş in. Her wiha şerê gel, di têkoşîna azadiya kurd de nayê wateya merhaleyeke pir nû. Rewşeke stratejîk a ji destpêk û derketina tevgerê ve ye nas dike. Mezinahî û bi- STÊRKA CİWAN çûkahiya çapana wê bûyereke demî û mekanî ye. Di vê mijarê de tevlihevî, di hin qadên me yên xebatê de tê dîtin, şerê gel ê şoreşgerî weke bûyereke pir cuda û hatiye cêribandin tê fêmkirin. Di vê mijarê de pir eşkere ye ku dijmin şerekî pir zêde yê psîkolojîk dide meşandin. Analîzên wek “PKK’ê pêşketinan şaş nirxand, Tirkiye û dewletên Ereb tevlihev kir” bi qonaxa ku têkoşîna azadiya kurd gihayê re tu eleqeya xwe tune ne. PKK bi salan e tîne ziman ku rastiya dewleta neteweyî ji bo Rojhilata Navîn weke kirasekî teng e. Ev roj ji bo PKK’ê mucîzeyek nîn in. Her wiha pêvajoya şerê gel ê şoreşgerî yê ji bo Kurdistanê hatiye destpêkirin, nayê maneya Tehrîra deh rojî. Li Kurdistanê pêşketin wê cuda bin. Ev karê pêvajoyê ye. Girtinên zêde ku dewlet di bin navê operasyonên KCK’ê de dike weke rêya astengkirina şerê gel ê şoreşgerî difikire, derdixe holê ku ji şerê gel ê şoreşgerî fêm nake. Mirov bifikire ku yên di qada siyaseta demokratîk de dixebitin wê pêşengiya şoreşê bikin, mînaka herî aşkere ye ku kî Bihara Ereban şaş dinirxîne. Operasyonên KCK’ê operasyonên zayînên zû dan kirin e. Mirov potansiyela gelê kurd bi van girtinan bipîve şaş e. Divê bê qebûlkirin ku girtin rê li ber belavbûn û jiberxwebûnekê vekirin. Sedema viya, tê zanîn ku sekna lawaz a kadroyan e. Rastkêşa (bo pîvandinê) şoreşan tune ye. Tu şoreş bi planên mutleq û sabit (neguherbar) pêk nayên. Taybetiya herî mezin a hemû şoreşan tenê biryardarî ye. Em di serdemeke wisan de ne ku gel dizanin pêwîst e çi bikin. Em bi vê gotinê pêwîstiya bi kadroyan piştguh nakin. Kadro hêzên biryardariyê yên van deman in. Di demên wiha de serkeftin û serfirazî, bi asta biryardariya kadro diyar dibe. Mîna ku gel dibêje, “yê ku kevir (ber) kun dike ne hêza avêye , berdewamiya dilopan e”. Vaye di vê demê de maneya kadro ev e. Berdewamîkirina kevneşopiya berxwedanê di wateya çîmentoya şerê gel ê şoreşgerî de ye. Dirûşma parastina hebûna xwe, bidestxistina azadiya xwe, ji bo şerekî gel ê şoreşgerî di maneyeke xurt de ye. Parastina hebûna xwe şoreşgertî ye. Ji bo vê hêz û wêrekiya (cesareta) gelê kurd heye. Tiştê ku li Hîlwan û Şemdînliyê hat kirin jî ev bû. Dema kelepçe li îradeya gel bê xistin, gel dizane viya parçe bike. Gavên parastina cewherî ya herî rast ji vê derê dest pê dikin. Parastina cewherî ya xweseriya demokratîk; gel li îradeya xwe xwedî derkeve û otorîteya cîgayî xurt bike ye. c) Çalakiyên Çelê, asta biryardariya gerîla ye Pratîka 2011’an a gerîla, li derveyî hin windahiyên bêsihûd moral dide. Bûyera Farqînê (Slîva) û pratîka havînê ya Amedê, îlankirina xweseriya demokratîk, di warê nîşandana îradeya parastinê de di cî de ye. Dest danîna ser mamoste û leşkerên dîl hatin girtin, ji bo esasên parastina rewa operasyonên di cî de bûn. Zêdebûna çalakiyên li ser hêzên ewlehiyê jî gavên rast bûn. Vê dawiyê çalakiya konvoyê ya Çelê û êrîşên li ser girên (tepe) garnîzonê, bi aşkerayî nîşan daye ku tu hedefeke ku wê gerîla nikaribe bi ser de biçe tune ye. Çalakiya hatiye kirin û hedefên ku bi ser de hatiye çûndin mirov tenê ji girekî pêk tê bibîne şaş e. Bi ser cihê herî saxlem a artêşa KT’ê (TC) ve hatiye çûndin û encam hatiye girtin. Weke vekirina taktîkî ya şerê gel ê şoreşgerî, li gel encamgirtina di taktîk de, awayê herî sade yê ruhê fedaî yê Apocîtiyê ye. 45 Çalakiyên li hember hedefên polêsan moral daye gel, pêşî li êrîşên ku wê li ser gel bên kirin hatiye girtin. Li hember qirkirina siyasî, çalakiya herî pêximker (caydırıcı) çalakiyên li hember hêzên ewlehiyê tên kirin in. Li Kurdistanê di pêvajoya deh salên dawîn de, di qirkirina çandî de rola herî çalak hêzên ewlehiyê lîstine. Wisa tê fêmkirin ku bi sererastkirinên qanûnî yên dawiyê wê vê qirkirinê hîn jî kûr û berfireh bikin. Yên ku li Kurdistanê li gel fihûş û narkotîkê çanda modernîteya kapîtalîst belav dikin, karmendiya viya dikin hêzên ewlehiyê ne. Çalakiyên di eniya gerîla de pêk tên, dertê holê ku wê li hember van êrîşan hîn jî xurt bibin. Weke encam; bi sedsala nû re dinyaya me ketiye fetlonekeke nû. Bi taybetî piştî her du şerên cîhanê mirovahî hîn bi zanebûn bi daxwaz e, li dû maf û azadiyên xwe yên bingehîn e. Di vê mijarê de standardeke gerdûnî ya biçûk neyê dîtin jî derketiye holê. Tevî hemû kêmasiyên xwe jî, mafên mirovan û azadî û mafên binghîn têgînên di rewacê (balê dikşînin) de ne. Ev serdema ku desthilatdariya klasîk bi tevahî hilweşiyaye, bi şertê ku civak baş bê rêxistinkirin, demeke wisan e ku wê ji serdestan mafên xwe yên bingehîn bi stratejiya parastina rewa û parastina cewherî bigire ye. Şert û merc ji bo vê guncaw in. Sparteka bingehîn a rêxistinbûna parastina cewherî, parastina rewa ye. Di roja me de li Rojhilata Navîn, rastiya rejîmên heyî yên despotîk û olîgarşîk rêxistinbûneke bi vî rengî ji pêwîstiyê wêdetir aniye rewşeke mecbûriyetê. Parastina nirxên mirovahiyê yên gerdûnî û ev ji bo gelê me jî bê bidestxistin, tenê û tenê ev bi sekna parastina cewherî wê bi dest bikeve. *** Tebax 2012 STÊRKA CİWAN J Î Y A N “Ez Dê Çi Bibim” Abdullah DEMİR Girtîgeha Elbîstanê ya girtî ya tîpa E “Encamên pirsa “ez dê çi bibim” bi kesan bisînor namîne û nîne. Ev ferasetek e, ev ferasetekî girêdayî bîrdozîya sîstema heyî ye. Ji ber vê endamekî/ê têkoşînê dibê ku bi têgîna “ez dê çi bibim” re di nava redekî teqez de be. Nexwe li cî û warê ku rojê çend kes xwe bi awayekî feda dikin, berdêl didin, mirov behsa “ez” bike, ango pirsa “ez dê çi bibim” bîne rojevê, çiqas sincî û wijdanî ye, çiqas mirovahî ye” Tebax 2012 Beriya ku em li bersiva vê pirsê bigerin, ez dixwazim di derbarê gelemperiyên pirsan de çend gotinan bêjim. Dibêjin ku pirskirin îdîakirina di jiyanê de ye. Ji aliyê din ve pirskirin israra lêgerîna jiyanê ye. Ku em vegerin pirsa xwe ya mijara gotinê; “Ez dê çi bibim?” Bi taybetî ev pirs ji me re ne biyanî ye. Hema bêje ji destpêka partîbûna tevgera azadiya Kurd û heta îro, bê hejmar ev pirs hatiye rojevê. Bi vî awayî jî bûye mijara nîqaşan û hatiye dahurandin. Lê balkeş e ku li gel ewqas dahurandin û girtina dest, dîsa jî di demên ku êrîş zêde dibin û demên qels de pirsa “ez dê çi bibim” wekî ku qet nehatibe rojevê û nehatibe bersivandin tê pêşberî mirov. Gelo çima? Gelo çima di vê pirsê de ewqas tê israrkirin? Beriya ku em li bersivên van pirsan bigerin, dibê têgîna “ez” bigirin dest. Gava ku “ez” tê gotin, qala miroveke, kesayeteke tê kirin; miroveke bi serê xwe ango di nava “ez”an de “ez”eke bi serê xwe. Baş e, ev “ez” çawa tê hole, ji ku destpê dike, xwe çawa ava dike? Ji bo em bersiva van pirsan bidin, hewceye ku em herin destpêka avabûna kesayet. Gava ku mirov ji dayik dibe, kesayet û “ez”a mirov tuneye. Baş tê zanîn ku zarokek pirsa “ez dê çi bibim” nikare jixwe bike. Heta di dema zarokatiyê de mirov nikare behsa vînekî an jî kesayetekî bike. Yanî zarok heta demekî temenê xwe di asta zindewarekî de ye. Tê gotin ku zindiyê herî bi hêz, herî bêparastin û hewceyê alîkariyê ye. Di vê demê de kesayet û “ez”a zarok, di serî de dayik û 46 bav, bi gelemperî jî kesên derdorê zarok kesayetî û “ez”a zarok dibersivînin û valahiya heyî tijî dikin. Lê ev dem bisînor e. Di heman demê de, di serî de malbat bi gelemperî jî giştiyê civakê bi awayekî alîkariya gihîştina kesayetî bi hêz û vîna xwe li ser lingên xwe bisekine. Baş dizanin ku alîkariya wan bi alîkarî û hêza vê zarokê hebe. Her wekî ku alîkariya ku dane zarok, piştî demekî jê paşve dixwazin. Ev xwezayî ye jî. Ferqa nava mirov û zindewarên di vê xalê de derdikeve pêş. Di jiyana zindewarên din weke ajalên mezin û biçûk de, têjikên xwe mezinkirin di asta ajoyî de ye. Têjik ji bo bersiva keda mezinkirina make û her wekî din derdorên xwe nakeve nava hewldanekî. Kes jî li benda tiştekî welê nîne. Belkî jî di vî derbarî de hin têkîliyên welê di nava ajalan de jî hebin lê li ber çav nayê xuyakirin. Weke ku min li jor jî got, di vê xalê de taybetiya mirovan ya bersivandina kedê, li kedê xwedîderketin, keda heyî mezinkirin, ked û nirxên heyî dewrê pêşiya xwe kirin, taybetmendiyekî mirovan e. Belkî wekî nakokiyeke jî xuya bike, lê zindewarek anjî ajalek pirsa “ez dê çi bibim” birin nayê xuyakirin. İncax di asta her sê ajoyên bingehîn (xwarin-vexwarin, parastin û zayendî) de domandina jiyana xwe dişopîne. Li gel vê rewşa ku li jor derdikeve holê, li rex taybetiyên mirov ku me rave kir, di heman demê de ji ber taybetiyên qebîliyeta fikirandina mirov, pirsa “ez dê çi bibim” di demên xeternak STÊRKA CİWAN de ji xwe dike. Di nava şîroveyên heta niha de ku me kir, ev pirs wekî taybetiyekî mirov û bi xwezaya mirov ve girêdayî derdikeve holê. Vê gavê pirsa “gelo şaşî li ku ye, ango şaşî heye yan na” tê rojevê. Ji bo mirov bersiva vê pirsê bide, dibe mirov ji aliyê felsefî, bîrdozî, siyasî û civakî-kesayetî ve binirxîne. Di dîroka mirovatiyê de, piştî ku mirovatiyê bi qebîliyeta fikirandina xwe, xwe ji jiyana ajalî qutkiriye, heta îro mijara kes û civak bi awayekî zindî timî di rojevê de ye. Carnan civak, carnan jî kes derketiye pêş. Civakê ev kes û “ez” eciqandiye bertek çêbûne. (Ku ev xala kes eciqandin jî bi nîqaş e. Ji ber ku ezitiya ku ji aliyê pergala kapîtalîst ve hatiye pêşxistin rewşeke cûdatir e; divê mirov vê xalê bi baldarî bigre dest). Naxwe, gelo civak çima nirxên herî mezin endameke xwe, ku ewqas ked dide, kê, çima bieciqîne û zirarê bide kê? Li vê derê hin pîvan û nêrînên felsefîk, bîrdozî û konevanî derdikevin pêş. Gelo mirov van nêzîkbûnan çiqasî dikare bike malê gelcivakê û bi vê awayê civakê tawanbar bike? Mirov gava ku li mijara têkiliyên civak û kes (ango “ez”) dinêre, tenê di dema neolîtîk de kefeyên mêzin a kes û civakê wekî hev xuyaye. Destpêka xerabûna dengeya mêzin ji dema koletiyê dest pê dike. Her çiqas ji aliyekî ve kes û kesayetî rakiriye di asta koletiyê de be jî, ji aliyê din ve kes û kesayetî rakiriye asta keyxweda û xweda bixwe. Helbet li vir jî zagona kes ku kesek din bigire ew bixwe jî ne azad e, di meriyetê de ye. Di vêdera mijarê de divê mirov balê bikişîne ser lêgerîna çareseriyên ku ji aliyê civakê ve bi rêya fikir û raman xwestiye dengeyê çêbike. Vêya jî bi taybetî bi pêşketina mêjiyê analîtîk, di destpêkê de zimanê metelok, çîrok û hwd. bikar aniye. Ramana pêşîn ku herî bi sîstematîk mijar girtiye dest felsefe bixwe ye. (Di vê navberê de beriya felsefe, helbet mîtolojî (çîrok) û ol jî heye) Felsefe ji aliyekî ve “ez” û kesayetî girtiye dest, ji aliyê din ve jî kes û takekesî jî bi kûrayî û berfirehî girtiye dest û aliyê baş-xerab, xweşikpîs, sinc, wijdan, erdem û hwd. ve nirxandiye. Ya balkêş jî ew e ku mirov gava li felsefeya giştiyên feylezofan dinêre, balê kişandine ser xetereyên dengeye mêzin a kes û takekesiyê. Ji aliyekî ve “ez” û kesayetiya ku li aliyê pergalê ve hatiye pelçiqandin û tunekirin ji nû ve tê avakirin, ji aliyê din ve ew “ez” û “kesayetî” ji bo ku berbi takekesiyê ve neçe û nirx û heyiyên civakê biparêzin, di nava hewldanên çareseriye de bûne. Helbet hin aliyên wan yên ku xwe ji pergala desthilatî rizgar nekirine û bûne mijara rexneyan hene, lê li ser mijara “ez” û “kesayetî” pir rawestiyane û serê xwe êşandine. Ku em di van derbaran de çend mînakan bidin; Platon wiha dibêje; “Mirovê/a ku pirolatî (aşırı) ketibe destê êş û xweşîyê (haz) dê rastiyê berovaj bike û rast nefikire”. Platon li vir balê dikişîne ser pirolatiya xweperestî û bêhnpakiyê (erdem) derdixe pêş. Platon, di derbarê xweşikî û hezkirina yekes ya bi gelemperî ve de wiha dibêje: “Ewil ji yekes hez dike, jê re tiştên xweş dibêje, paşê fem dike ku ew xweşikiya di wî/ê bedenî/ê de xwîşk û birayê di bedenên dinan de ye. Ango xweşikiyên giştiyên bedenan yek in. Mirov wexta ku vêya fêr dibe jî giştiyê bedenan hez dike û girêdana wî/ê ya bi yek bedenî/ê ve hindik dibe”. Platon balê dikişîne ser hezkirina kevekêlî ya ber bi gelemperî ve. Li vê derê pêşiyê hezkirina yekes û ber bi pirkesan ve diçe. Bi temenê mirov ve jî girêdayî ev zagon timî wisa jî tê jiyandin. Ya balkêş ku mirov bal bike ewe ku; ev zagon berepaşkî nayê jiyandin û heta îro nehatiye jiyandin. Em ji Platon mînaka têkiliya kes û civakê jî bigrin. Platon di 47 vê derbarê de wiha dibêje: “Mirov incex bi civakê re dikare hebûna xwe bidomîne; jiyana bi serê xwe hêza mirov derbas dike”. Di heman xalê de Arîsto jî heman tiştê dibêje: “Mirov hebûnekî civakî ye. Ev hebûn (kes) bextewariya ku jixwe re dike armanc incex bi kesên din re di nava têkîliyan de bigihêje kê. Kes nikare we ji civakê qut bike, li gel vê li hember civakê berpirsyariyên xwe hene”. Di vê derbarê de Thomas Hobbes, têkîliyên nava kes û civakbûnê di du beşan de digire dest. Ya yekemîn, rewşa kes ya beriya civakbûna wî/ê ye. Ji vê demê re dibêje, “rewşa xwezayî”. Ya duyemîn jî “rewşa civakbûn”e. Divê mirov ji merheleya “rewşa xwezayî”, rewşa kes ango “ez” ya necivakbûyîn fêm bike. Dibêjin ku Hobbes gotina “mirov gurê mirov e” ji bo dema “rewşa xwezayî” bikar aniye. Ji rastiya takekesiya ku heta îro hatiye jiyandin mirov vê rastiyê bi rehetî dikare derxe holê. Di nêrînên Hobbes de “mirov di cewherê xwe de dercivakî ye”. Ya şaş jî heye. Lê ji aliyê din ve wiha jî dibêje; “Mirovê ku ji rewşa xwezayî derbasî rewşa civakîbûnê bûye, çalakiyên wî rewşeke sincî û konevanî qezenc kiriye. Hobbes, di berdewama vê xalê de wiha dibêje: “Mirov piştî ku ji rewşa xwezayî ber bi rewşa lihevhatina civakî ve çû jiyana bisinc û bi edalet dest pê kir. Cardin Locke di derbarê civakbûnê de wiha dibêje: “Rewşa civakbûnê ji bo mirovatiyê rewşeke xwezayî nîne, ji lihevhatina şirîgatiyan hatiye holê.” Li gorî Locke, rewşa xwezayî li derveyî giştiyên rêzikan (qural) dihatin jiyandin. Civakbûn ji ber xwe ve nehatiye holê. Bi ked û nirxên sedhezaran hatiye avakirin. Nêrîn û nêzîkbûnên Locke ji bo kes (“ez), mirov dikare wiha rêz bike; lê kes di nava civakê de tucarî bi temamî hebûnekî bêtebat (edilgen) hebe, berovajî dê qedera xwe ya rastir qedera civakê nîqaş bike û hewce bike tevlî kar bibe. Tebax 2012 STÊRKA CİWAN Di vî derbarî de F. Nietsche pirtir bi coş û hêcan e, heta xwedî helwesteke dijwar e: “Ez mirovêjor (üst insan) hînê we dikim. Mirov tiştekî ku were derbaskirin e. We, ji bo ku wî/ê derbas bikin hin tişt afirandin. Wîn dixwazin bibin vemirîna ev pêlên mezin û ji derbaskirina mirovên heyîn bêtir paş ve berbi ajaliyê ve diherin.” Ji aliyê din ve dibê mirov ji aliyên bîrdozî ve jî bigre dest. Gelo bîrdoziyan mijara “ez” / kes û civak çawa girtine dest? Em pir dûr neçin. Bi destpêka pergala kapîtalîst re “ez” û kesayetî di asta herî jor de ketiye rojevê, zincirên kesayetî hatine qetandin û kesayetî di asta herî jor de ketiye nava xweperestî û di nava vê xweperestiyê de li hember nirxên civakê tu sînor û sinc nasnekiriye. Li hember vê bi destpêka sedsala nozdehemîn re bi bîrdoziya sosyalîzmê pergalek hatiye avakirin û berovajiyê bîrdoziya kapîtalîst li hember kesayetiya takekes civakbûn derxistiye pêş. Lê weke ku tê zanîn ev pergal nêzî 80 sal bi navê sosyalîzma reel ev bîrdozî û feraseta ku kes tune hesiband hate jiyandin. Weke ku tê zanîn, piştî bandora sosyalîzma reel ya demekî ya li ser bizava tevgera Kurd bi rengê rexne û xwerexneyê di bîrdoziya xwe de zelalbûnekî çêkir. Ev zelalbûn û xwe ji şaşiyên sosyalîzma reel derxistin bixwe re alternatîfbûyînekî anî û di nava “ez” / kesayetî û civakbûnê de dengeyekî rastîn derxist holê. Niha di vê bîrdoziya alternatîf û jiyandar de şêlîbûn û nezelalî xuya nake. Di vê xalê de gelo mirov dikare ji aliyê bîrdozî ve pirsa “ez dê çi bibim” çawa binirxîne? Ango ev pirs bingeha xwe ji ku û kîjan bîrdoziyan digire? Wekî ku bi zelalî xuya dike ev pirs bingeha xwe ji takekesî û xwebesiyê digire. Bîrdoziya pergala kapîtalîst dixwaze kesayeteke çawa derxe holê? Helbet bersiv kesayetî û “ez”eke xwekes e. Tebax 2012 Dijminên gelê Kurd, bi taybetî ev 30 sal in çawa bi şerê qirêjê taybet û derûnî bi ser endamên tevgerê û gel de hatiye? Dibê ku mirov vê pirsê bi çend mînakan veke. Bi rêya çapemenî û belavokan çawa xwest serê endam û şervanên azadiyê şêlû bike, tê zanîn. Giştiyên hewldanên dijmin ji bo yek tiştekî bûn, pirsek di nava serî û mêjiyan de ava kirin.: “Pir na, tenê saniyekê Apo ji serê xwe derxin, nefikirin û li xwe, li ciwantî û jiyana xwe bifikirin. Ma jiyana we jî heye? Hûn çima nejîn? Şerê taybetê qirêj çima ewqas di van xalan de israr kir û çima tevgera azadiyê li hember ev pirs helwêstekî dijwar nîşan da. Ji bo bersiva vê pirsê dibê em çend mînakan ji dîroka tevgera azadiyê bînin bîra xwe. Mirov dikare bêje ku pêşengê vê pirsê Şahîn Dönmez e. Hema di dû wî re Semîr tê. Hewce nake ku mirov texrîbatên kiryarên wana rave bike. Mirov difikire, gelo pirsa “ez dê çi bibim” ya ku di serê Şemo (Şemdin Sakık) de çêbû texrîbatên çawa çêkirin? Xwediyên vê pirsê herî dawî Osman (Osman Öcalan) û Botan (Nizamettin Taş) bûn. Ev pirs bi dijwarî di pratîka Osman û Botan de hate ziman. Ev mînak bi tenê ku mirov bîne ber çav, dê bersiva çima ev pirs di serê mirov de zelal bibe. Gelo ku Osman û Botan ev pirs ji xwe nekirana, pêvajoya piştî 2003’an de bi vî awayî bihata jiyandin? Pirsa “ez dê çi bibim” carnan çawa dibe sedema bi 48 dehan, sedan, heta bi hezaran şehadetan, van pratîkan baş bidin xuyakirin. Bersiva çima dijmin ewqas di vê pirsê de israr dike û çima bizava azadiyê ewqas helwêst nîşan dide di van mînakan de veşartiye. Baş e, ev pirsa ku taybetiyekî mirov dide xuyakirin û xwezayî tê pejirandin, çima ewqas dibe qada şerê bîrdozî, siyasî û leşkerî? Nakokî li ku ye, an jî şaşî li ku tê kirin? Dem, mêjû (zeman) û cih rist û taybetiyekî çawa dide vê pirsê? Mirov beriya karekî, di nava kar de û piştî qedîna kar ku vê pirsê jixwe bike, encamên cûda cûda bigire. Wateya pirsê li gorî dem, cih û mêjû rewş diguherîne, bandorên cûda çêdike û encamên cûda derdixe holê. Mînak; endamekî/ê şerê azadiyê beriya ku tevlî nava tekoşînê bibe, pirsa “ez dê çi bibim” ji xwe bike, dê çi derxe holê? Belkî kesên li dora mirov ku xwedî ked in, bêbersiv bên hiştin, ewqas. Zirara ev kes nagihîje civakê û tu kesan. Mîsyon û wateyekî siyasî jî li pirsa vê demê nayê kirin. Heman kes ku dest bi mesa azadiyê (ango karekî) kir, êdî wateya vê pirsê diguhere. Heta mirov dikare bêje ku têgîna “ez” bi xwezayî “em” digre. Helbet wateya têgîna “em” her dem di têkilî û jiyana mirov de heye lê piştî ku kesekî/ê dest bi têkoşîna civakî kir, êdî ev têgîn nabe nabe ye. Êdî têgîna “ez” di xezîneya têgînên kesayetî de cihê xwe tune ye. Ji ber ku di nava têkoşîna man û nemana civakî de texrîbatên ku çêbike bi kes û kesan bisînor namîne, nirx û heyînên civakê û berjewendiyên civakê texrîp dike. Li vê derê dibê mirov teqez bêje ku hin tişt hene bar û berpirsyariyên mezin û giran didin ser pişta mirov. Ji bona vê ye ku hin rê hene ku mirov dest pê kir, nikare li paş xwe binêre. Gotina Lût pêxember ku dibêje; “Kî li pişt xwe binêre dê bibe kevir” tê zanîn. Li vê derê paşve nêrin waswase ye, dûdilî ye. Ji cihê ku herin nebaweriyekî bixefî STÊRKA CİWAN ye. Pirs e. Pirsa “Gelo tiştên ku li pêşiya min in, di giranbiha tiştên li paşmanê de ye.”. Pirsa “ez dê çi qezenc bikim, ez dê çi bibim” e. Li vê derê “ez” heye, “ez”ê xweperest, takekesî, tucarî, di tu demên dîroka civakan de nehatiye pejirandin. Timî hatiye naletkirin. Mirov dikare bêje ku encamên pirsa “ez dê çi bibim” bi kesan bisînor namîne û nîne. Ev ferasetek e, ev ferasetekî girêdayî bîrdozîya sîstema heyî ye. Ji ber vê endamekî/ê têkoşînê dibê ku bi têgîna “ez dê çi bibim” re di nava redekî teqez de be. Nexwe li cî û warê ku rojê çend kes xwe bi awayekî feda dikin, berdêl didin, mirov behsa “ez” bike, ango pirsa “ez dê çi bibim” bîne rojevê, çiqas sincî û wijdanî ye, çiqas mirovahî ye? Şervaneke di nava tevgerekî ku îdîaya berzkirina mirov û mirovatîyê dike de, xwe desteserê ajoyên ajalî ku “ez” û kesayetî jî ji holê radike çawa asayî dibe? Belê rast e, sê ajoyên bingehîn (xwarin, parastin û zayende) ji bo her zindewarek pêkanîn mafên (mirovan û hwd.) bingehîn e. Lê divê ev maf çawa were bikaranîn, ango di kîjan rewşan de were bikaranîn? Mînak; ajalekî ku van ajoyên xwe dibersivîne dem, cih û mêjû li ber çav digre. Ji bo çûkek, mîhek ango çêlekek dem, cih û mêjû pir girîng û teqez e. Ajal jî ji xwe re hin zagonên jiyanê datînin û li gorî van zagonan jiyana xwe didomînin. Ev ji bo wan zelal û teqez e. Wekî ku di mînakan de jî xuya ye, ajal jî li gorî hin pîvanan ku jiyana xwe didomînin, lê li gel vê mirovên ku ewqas ji aliyê mêjiyê analîtîk û fikrandin ve pêşketiye, di hin hal û deman de tiştên ku ajal jî nakin çawa ew bixwe dikin? Em ne xwe û ne jî hev bixapînin. Di mînakên heta îro derketine pêş de, derketiye holê ku di bingeha pirsa “ez dê çi bibim” de ajoya zayendî serî dikişîne. Bi vê ve girêdayî têkîliya mêr û jinê dikeve rojevê. Di vê derbarê de bîrdoziya tevgera azadiyê (bi taybetî jî nêrînên Serokatî Apo) hin pîvan û çarçoveyekî aniye holê. Ya ku pirsa “ez dê çi bibim” ji holê rabike, mêjî û ferasetan sererast û zelal bike, têkîlî û jiyana alternatîf bîne ev bixwe ye. Mirovê/a ku ji aliyê bîrdozîve serê wî/ê zelal nebe, ji vê pirsê rizgar nabe. Her çiqas ku şîroveyên ku me heta niha kir, zindan jî di nav de ji bo gelemperî be jî, bi taybetî gelo pirsa “ez dê çi bibim” li zindanan xwedî rist û encamekî çawa ye? Weke ku tê zanîn, zindan ji jiyana herikbar qutkirî ye. Her wekî ku jiyan çemekî herikî ye û mirov tim û tim li qeraxê vê herikînê rawestandiye. Her roj, her gav û her deqqe her ku diçe keser û daxwazî di hundirê mirov de gur û pir dibe. Keser hestan tenik û ajoyan jî tehrîk û mezin dike. Ser û mêjiyên ku li hember bîrdozî û utopiya rojên pêş nezelal be, her ku diçe dikeve bin bandoran. Di serî de mêjiyan de pirs çêdibin. Ewil pirsên mehsûm, ji rêzê û xwezayî ne. Pê re pirsên ku hêdî hêdî “ez” û kes derdixin pêş. Pirsa ku derbeya dawîn diweşîne, pirsa “ez” û didome “dê çi bibim?” Ev merhele destpêkek e. Ewilîn yê/a ku vê pirsê ji xwe dike jî belkî ne di wê fêrbuniyê de ye. Ango haydar e, lê vê dixwaze. Li vê derê divê mirov balê bikişîne ser ferqa zindanan. Li zindanan ev pirs di hundir de ye, di quncikên tarî û xetkirî de ye. Wekî derve, pratîkên ku vê pirsê derxe holê tune ne. ev pirs her ku diçe kes paşve dikişîne û dirizîne. Ji derv eve tu tişt nexuya ye, heta berovajî ye. Kes li hember vê dikeve nava parastina xefkirinê. Di vê navberê de heta ji bo xwe rûpûş bike, rizandinê li dora xwe jî bi hostayî belav dike. Jiyanê timî şêlû û tevlîhev dike. Jiyan ku qels û ne bi pîvan û rûniştî be, dixwaze li gorî xwe pîvanan deyne. Li hember pîvan û nirxan bêperwa û bihêrs e. Çavtarî ye. Salên ku ji ciwaniya wî bûne sedemê zilm û zira ku lê hatiye kirin partî ye. Tehammulî navê partiyê 49 û nirxên partiyê nake. Bi derê xefi û rûpûşî, hin caran dide pêş û şer dike. Dikeve nava tolhildana salên çûyî. Niyetên baş ên qezenckirinê xerab bikar tîne. Heta di asta dawîn de êdî mêjû û hestan de dost, heval û dijin cih diguherin. Her feraset ji vê seknê dertê holê, lê tenê lixwe mikurhatin çênabe. Bi dûristî nêzî xwe bibe dê rewş biguhere. Lê tu nêzîkbûn û derfet (ji bilî pîvanên rast û zelaliyê) vî/ê seknî nikare derxe holê. Ji bona vê jî ev sekn tu carî îflah nabe. Lê timî jî bixwe re mijûldanê, êş û janê tîne. Ya xeter ev e ku bunyeya rêxistinê qels be, îhtîmala xerakirin û tasfiyekirinê jî timî heye. Ji ber ku mirovê/a ku vê pirsê jixwe bike çavên wî tarî dibin û ji bilî takekesiya xwe tu tişt nabîne û nafikire. Ji bo gotina dawî mirov dikare wana bêje; şervan û endameke meşa azadiyê li gel nêrîn û ferasetên bîrdozî bi berpirsyariyekî mezin ve rûbirû ye. Divê xwedî wijdanekî qayîm, sinceke mirovî û civakî, fedekarî û sebreke bêdawîn be. Divê mirov bê şik bêje ku endameke meşa azadiyê di van şert û mercan de teqez nikare bêje “ez dê çi bibim”. Helbet jiyan diherike û her roj parçeyekî ji jiyana mirov didize û pêşeroj jî, ango dawiya rê jî hêj xuya nake. Li gel vê jiyan her roj berdêl ji mirov dixwaze. Ji her alî ve rastiya ku mirov pêbigre û xwe ji her alî ve li ser piyan bigire, ji dayina ev berdêl û wê de tu alternatîf nîne. Ji bo seknekî xurt pêşerojekî zelal û birûmet, dibê mirov li hember pirsa “ez dê çi bibim” têbikoşe, ev feraset ji xwe û jiyana rêxistinî derbiçe. Ev jî ne bes e, jiyana xwe ya îro, sibehê û pêşerojê ji vê pirsê rizgar bike. Ev pirs ne biçûk û basît e; alî û encamên bîrdozî, konevanî û civakî derdixe holê. Ev pirs destpêka tercîhek e. Ev pirs tercîha destpêka jiyan û bîrdoziyek e. Divê mirov bi vê baldariyê nêzîk bibe. *** Tebax 2012 B Î R A N Î N STÊRKA CİWAN Ber bi jor ve Sarya KOBANÎ “Ez li derfetekê digeriyam bo ku ji mirina jênerev bifilitim. Heyama di navbera derketina gulê ya ji devê lûleya MG3 ê ta gihîştina min gelek kêm e, tew nîne! Yanî rizgarbûn weke aşop û rewrewkê diyar dikir! Çerxa rojgarê ya lezgîn zivirî, û tiliya xwe bi ser tetikê de dagirt, êdî mirin hat! Lê ew deng û brûska ku ez li bendê bûm çênebû gûleya yekem rîzî derket. Leşker jî matmayî di şûna xwe de cemidî” Tebax 2012 Şev ji me re berg e, bi roj jî xewa di himbêza latên li vir û wir hilkişiyayî ku weke şaxên gayên berbi ezmanan ve de . Çenteyên ku bêhna xwîdan, hilma nanê sêlê û tama xwêyê jê tê ji xwe re dikin balîv û palgî. Em ezmana nakin mitêl (lihêv) weke ku hozan û stranbêj li ser me dibêjin!! Baranpoş ebrîşîmê me ye, dolbend(kefiye) jî istebreqê me ye, ku havîn û zivistanê bi me re hevrêtiyê dike, êdî bûye parek ji jiyana me ya herdem. Jiyana me ne gelek binakok û serhev e, ne jî belav e û bêpergal e; giyan û naveroka hevaltiyê şêwaza jiyana me ye. Rojekê li vir û roja dîtir jî li cîhekî ku lingên me yên bi hedar, weke hedara H. Eyûb, me bigihîne. Her tişt li vê derê bi du aliye! Her tişt dijminekî neyar e û di heman demê de, hevalekî dilnaz e; av, agir, çeka ku te diparêze û di heman demê de jî dikare xala kutahiyê ji bo jiyana te dayne û heman tişt jî ji bo hemû tiştên ku li dora teneyan jî bi te re ne. Her ku em digihîjin gewriya çiyayekî bilind, an jî girekî ji girên ku berbi erşa yezdanan ve bilind bûyî dibin, vinevin û xûşexûşa dengê bêsîman weke baranê tê guhên mirovan; di navbera yekîne, tabûr û bîryargehên ku li nava çiyan belav belav in; her yekê ji wan navekî xwe yê cuda heye (Qendîl, Kawa, Botan, Herekol 50 û hwd...) Ev yek jî dihêle ku em (koma rênasan) dilşad bibin, û bi hêviya ku bîryara şandina me ji bo erkekî heta Besta, ji ber ku ev bû demeke dirêj e me hîn hevalên xwe yên wê derê nedîti ne. Lewra her tim me bi bendewariyeke mezin li hêviya wê bîryarê bûn. Dema ku hûn bi lûtkeyên berz ve hilperikîn (hilkişiyan) tu car li jora xwe mêze nekin; ji ber ku ew yek dihêlê mirov biweste û ji wî lûtkeyî bitirse, gihiştina lûtke jî ne mimkun dibîne. Lewra pêwîste tu gavan bi lez biavêjî û ji xwe re bibêjî “ Ev lûtke gelek hêsan û besît e, ezê niha bigêhêjim serê wê lûtkeyê”. Çendî ku lûtke bilind û çetîn be, gîhîştina serê wê lûtkê tiştekî gelek xweş û cuda ye, nikarim bi çend peyvan ve wê hestê daberînim. Ked û westabûnê, hêl û vejeneke mezin ji te standi ye, westabûneke ku galte pê nabin. Xwîdana ji laşê te yê germ herikî ye, li te weke cawekî teze ji avşoyê derxistiye dike. *** Lûtke: Çi pêzanînên te hene li ser lûtke?... Nîgareke bilind, li bin jî kendal û newalên kûr, ên ku devê xwe weke tîmsahekî birçî- bo hemû kesên bi lûtkeyan ve hildiperikin vekiriye! Hişyar be ji bo tu nekevî; tuyê weke zebeşekî hencirî bibî, ew STÊRKA CİWAN jî berî ku tîmsahê birçî perçeyên te yên mayî ji xwe re bike firavîn! Dema ku tu digihîjî lûtkeyê herî bilind di herêmê de, bi dilşadiyeke mezin hîsdikî; dilşadiyeke ku ji kûrahiya mêjuyê mejiyê te dertê. Mêjuyê ku ji keştiya Nuh û ço yê musa-bi hezar salan- kevintir e. Li hawirdorê temaşe bike, cîhan hemû di bin lingê te de ye. Bajarên dûr, biriqîna fener û çirayên bi xembariya xwediyên xwe dilşad in. Rêkên xwar ên weke marmasiyên avê li ser rûpela tobografiya hatine kişandin û deştên kapikî û belek ku weke welatê strincê li ser xaknîgarê rêxistî xuya dike. Tiştekî gelek şanaz û bihter e, dema ku tu çavdêriya cîhana di bin xwe de dikî!! Weke ku tu di keştiyeke ezmanî de yî... Hun jî ezmûn bikin ku rojekê bi lûtkeyekî bilind ve hilperikin û bi xwe azweriya vê yekê bibînin... Li pêşiya te gelek lûtkeyên bilind û newalên kûr hene; evrazî û sernîşîvî, rabûn û daketin. Ev e zagona jiyanê, bilind bûn û nizimbûn!! *** -Berwar berwar, berwar... berwar..... Dengê banga bêsîmê ez ji avjêniya di olgeha deryayên lazewerdî yên aşopan de şiyar kirim. Bêsîmê bihedarî û li ser hev bangî min dikir. -Belê belê, kî bangî Berwar dike? -Berwar! Ez im ez, Sîpan! Tu dengê min digrî? -Rast e Sîpan. -Silav û rêz. -Silav û rêz Sîpan. -Ya tu li kû dere bûyî? Min kanalek nehîşt û ez li te digerim? -Vaye em êsta gihîştin nûqta Patata! -Berwar, ku tu ji van me nasdikî ka biçî? -Belê! Ez nasdikim. Yekser min bêsîma xwe bir ser kanala ku berê me di nava xwe de diyar kiribû. -Berwar! Noteke min a lezgîn ji we re heye. -Fermo, guhdar im. -(M/ 7 hene. Di h4 b....... por dirêj!!! Kv 20.... û ...!) berwar! Ma te fêm kir? -Belê Sîpan! Fêm bû. Tiştekî din dibêjî? -Na spas Berwar. Serkeftin ji we re! Çawa ku min bêsîm ji destên xwe danî, yekser hevalên min weke mêşên hingiv li dora min kom bûn û bagerên pirsan bi ser min de berdan. Ka bibêje, Sîpan çi dixwast? Emê bi kû ve biçin? Gelî hevalên hêja! Hun dizanin berê me li kûderê ye? Ma emê çawa bizanibin? Ka de bibêje heval bi lezî. Bila hevalên hêja xwe amade bikin û berê xwe bidin Bestayê. Min hîn gotinên xwe bi dawî nekiribûn ta yekser ken û dilşadiyeke mezin kete nava hevalan ji ber ku gelek bîrê hevalên Bestayê kiribûn. Lê hevalê herî balkêş di vê yekê de, hevalê Şiyar bû. Dema ku me sedema dilşadiya wî ya evqas mezin jê pirsiyar kir, wiha bersiv da; “Hemû nivîs û defterên min li Bestayê veşartîne, dê ev 51 yek firsenda derfeta dîtina wan nivîsan careke din bide min” Hevalê Ferzad, kete navberê û got: - “Ji bîr bike heval! Şeytan bixwe jî niha nizanê ka xezîneya te ya biha li kîjan derê ye. Dibe ku niha di bin erdê de riziyayîbe. - Na heval Ferzad! Min di cîhekî hêmin de veşartiye, her wiha ez wî cîhî gelekî baş nas dikim. -“Ev edeta me ya her carê dinivisînin, dinivsînin, her tiştî dixin deftera xwe, helbest, bîranîn, rojane û çîrokên xwe, lê belê hezar car mixabin! Çawa ku dijmin derdikeve çiyan û şer dertê, yekser em defterên xwe weke termekî mirî dixin zikê gorên teng û tarî, di nav kevir û zinaran de vedişêrin, bi hêviya ku careke din lê vegerin. Lê belê, yan emê şehîd bikevin, an birîndar bibin û heremê ji binî ve biguherin. Hopî Tebax 2012 STÊRKA CİWAN her tişt li ber ba çû!! Ku erd her tiştê me dixwe, zikê wê tu car têrnabe. -Tu caran ez bêhêvî nabim, ezê ji nûve wan defterên xwe derxînim û ji bo çapemeniyê rêbikim, belkî ji bo weşandinê guncawbin. Hevalekî bi awayekî matmayî û galtewarî ji heval Şiyar pirsî: -Heval Şiyar! Ma ev nivîsên te ne gelek mezin in? Weke romana Mamiş Oğlî ne. - Na, na heval! Min li ser jiyana yekîneyeke gerîla di heyama salekê de, bi çalakî, bûyerên baldar, şehadeta hevalan, reva çend xayînan û hindek helbestên xwe nivîsandine. - Te li ser kîjan çalakiyê nivîsandibû? - Min babeteke berfireh li ser çalakiya Deriyê Qaçê nivîsand û li ser çend çalakiyên dîtir. - Çalakiyeke gelek mezin bû. - Heval Avareş! Ma tu beşdarî wê çalakiyê bûyî? -Kêmekî, Ew çalakî berhema ked, raman û taktîkeke gelek mezin û jîr bû, derbeyeke mezin li hundirê dilê dijmin xist, difna dijmin xiste bin heriyê, hîşt ku ew duvika xwe bikşîne bin şeqên xwe û bêveger ji wir bireve. Tebax 2012 Di vê dere de hevalê Kawa – ê heya niha bêdeng bû-xwe xist nav germahiya vegotina nêrîn û bîranînan. Leşkerên dijmin weke kevroşkan direviyan! Nêzî nod kesî mirin, gelek ji wan xwe ji kendalan –ku weke qoçên gayên mezin inavêtin. Serê wan weke zebeşan ji serê Mihemedê Oso ketibûn û dipelixîbûn. Leşkerên ku ji ber narincok û guleyên me filîtîbûn, bibûn mêvandarên gelî û kendalên kûr, ên ku himbêza xwe fireh-fireh ji wan re vekiribûn. “Bi xêrhatin, ser ser û ser çavan re hatin, fermo! Ezê we ji rovî û çeqelan re bikim şîv û paşîv!” -Ya heval! Hemû dîn û kêjbibûnî jixwe piştî wê bûyerê, serkirdetiya dijmin neçar ma ku hemû leşker û serleşkerên heremê biguherînin. -Ku ne hevkariya hemû yekînê û hêzên heremê bûya ev çalakiya mezin bi ser nediket! -Rola wê çalakiyê di bilindkirina moral û erwê hevalan de gelek hebû, bi taybet jî piştî ku her kes li ser şehadeta hevalê Rojhat xemgîn û bêzarbûn -Hevalno ku hûn amade ne, em dest bi rê bikin. Dereng e, heval niha li benda me ne. Bi nîvbûna rojê re, em gihîştin 52 nêzî gundekî wêran û barkirî, ku ji hovên lawirî, mirovên hov ji cerdevan û leşkeran re bêparastin û bêdergîvan mayî ye. Ev gund û gelek gundên hawirdorê berê ji bo şoreşê piştevaniyeke mezin di hemû aliyan de dikirin, lê xebînete ku niha bûye lîstokgeha hov û lawirên çolê. -Em nêz bûn hevalno! Ka kêmekî em bilezînin. Lingên min ji erdê gav dixwarin, min hîsdikir ku kêm mayî ye- berbi şûnwarê gundê ku biaramî di himbêza dayîka xwe ya jîngeh de bi narîniyeke bêzagon û bêpanusk de razabû -ku ezê bifirim! Min dît ku dûmanek ji xaniyên gund derdiket ezmana, min di dilê xwe de got:“law ev hevalên me çiqasî bêxem in, nehişyar in, tu dibêjî qey derketina seyranê li kenarên çemê Firatê!! „. Bala min ji hemû tiştî valabû, tenê di mejiyê min de dîtina hevalan- ku ev bû demeke dirêj me ew nedîtine- hebû. Vê yekê jî hîşt ku ez gelek bilez berbi gund ve biçim. Min her bêhtir dilezand, bi sedan hizir û hestên curbecur weke pêlên agirekî gur di bin çilkên baranê de dilîstin, di mejiyê min de diçûn û dihatin. Çawa ku ez gîhîştim ber xaniyê despêkê, bi hêviya ku yekser ez hevalan himbêz bikim, lêîîîîîîî.. Yekser bizav û libatên min di cîhê xwe de hişk bûn, li min weke putekî ji kevir afirî hat, bêeman hest û gisikên gur û har di mejî yê min de bûne mêvan! Brûsk, bager, ba û ziryan di mejiyê min de tar û bar, har û dîn bûn, weke ecacê deşta Sirucê û Heranê bûn. Vê sprîzê zimanê min bi girekorekê xirpoxe kir, çilkên xwîdana sar weke çaviyan ji memleketa laşê min ê kevirî diherikîn. Mejî, hest, hizir û raman hemû jî, ji karkirinê rawestiyan weke ku STÊRKA CİWAN di bêhndana havînê de ne. Yên ku yekser li hembera min weke stunekê disekinî, tenê di navbera me de çend gav hene, wî jî bi sersamî û matmayîyeke bêhempa li min mêze dikir, li wî jî lerzîn, tirs û bizîn bibû mêvan. Ez bawerim ku me herdûyan jî baweriya me bi rûniştina Hîtler a li ser kursiya papazê Vatîkana Roma hebû, bi firîna çêlekên di ezmanan de hebû û dîtina stêrkên nîvro hebû, lê belê ku di vê nêzikahiyê de, rûbirû li hemberî hev weke keviran bisekinin, me tu caran ev yek hizir nekiribû. Min hilmên hinaseya wî ya germ û bêzagon li rûyê xwe hîs dikir, di navbera me de tenê dû-sê sapên zirav hebûn, sînorê di navbera agir û barutê de, roj û tariyê de, di navbera erê û na de. Di navbera mirin û mayînê de! Bi awayekî netebitî li min dinêrî, dizanibû ku em di çi rewşê de ne. Min amartina her saniyekê bi hemû beşên wê dikirin! Min tê derxist ku dema min û rabûna bi çi tiştî nîne. Wî jî bi rûyekî zaroktî yê bêfam û serê kurkirî li min dinêrî. Di jiyana min de ev cara yekem e ku ez dikevim rewşeke wisa, rewşeke pir çetin û bêrihm. Xendeyeke melul li ser rûyê wî yê di bin komê qirmijokî û cilên belek de derhat. Min re hat weke ku ew xendeya, dibêje “silav li temen û jiyana te ya borî, êdî dawiya te hat” maf a wî bû, însîyatîf di destê wî de bû, destpêk û dawî di devê lûleya MG3 a ku arasteyî sîngê min de bû, jixwe çeka min bi milê min ve daleqandîbû, derfeta kişandina çekê tûnebû. Min li rûyê leşkerê ku weke siya li pêşiya min sekiniye mêzekir. Di ber çavên min re her tişt weke brûskê derbasbûn, rûyê dayîka min a westayî ku bi destên xwe yên narîn li serê min dixuşand, dibistan û demên zarok- tiyê, şer, mirin, çalakî, hevalên şehîd ên ku min bi destên xwe ew binaxkirin û her tişt bêzagon, tevlîhev derbas dibû. Nizanim! Lê min awêneyeke cuda di rûyê wî leşkerê bûrjuwazî de dît, nermatî û nezantiya bajarvanî yê. Min di dilê xwe de wisa dikir ku hevalên min neyên, bo ku ew jî weke min nekevin çembera dijmin. Ez li xaleke lewaz û derfeteke biçûk-bi qasî serî derziyekê-ji bo rizgarbûna ji vê belayê digeriyam. Di heman demê de dengek ji pişt leşker ve hat, komek cerdevan bûn, dema ku çavên wan li min ketin, yekser kenekî weke yê çeqelan li ser rûyê wan ê weke ewrên bêbaran derhat, diranên wan ên reş û kurisî di bin simbêlên wan ên kujul de na, ey kesên bêrûmet! Ez bi hêsanî namirim! Ji bo hemû kesên baş, ji bo hevalên xwe ez namirim ku hun çibikin jî ez namirim „ xuya dikirin, te digot qey nû ji ser xwarina fişqiyan rabûne! -Ka wî terorîstî bikuje “Haydi vur asker, vursana!” ka wî bike weke pateteya kelandî “Çabuk asker, bitir bu terorîstin işini„ Cerdevanan dest bi dijûn û xeberên pîs ji min û şoreşê re kirin. Min dît ku leşkerê tirk tiliya xwe da ser tetikê bo ku xala dawiyê ji jiyana min re dayne“ lê na û hezar hêz û vejena xwe dest bi revê kir, lê min ji nişka ve xwe li qeraxa kendaleke kur dît!! Lê bêyî ku ez bi çi tiştî bihizirim, bêyî ku li ser encamê bifikirim, yekser min xwe ji ser wî zinarê bilind avêt jêr. Çawa ku ez li ser erdê hişk û biring ketim, hemû hestiyên min weke kayê lê hatin, hemû laşê min weke hevîr bibû. Lê tişt nabe, ne xema min e, niha jî pêwîste ku ez ji vir 53 *** Ez li derfetekê digeriyam bo ku ji mirina jênerev bifilitim. Heyama di navbera derketina gulê ya ji devê lûleya MG3 ê ta gihîştina min gelek kêm e, tew nîne! Yanî rizgarbûn weke aşop û rewrewkê diyar dikir!! Çerxa rojgarê ya lezgîn zivirî, û tiliya xwe bi ser tetikê de dagirt, êdî mirin hat! Lê ew deng û brûska ku ez li bendê bûm çênebû gûleya yekem rîzî derket. Leşker jî matmayî di şûna xwe de cemidî. Yekser, bêyî ku demê windabikim, bi hemû Tebax 2012 STÊRKA CİWAN birevim. Heyanî ku leşker û koma cerdevanan hatin ser hişê xwe û ji wê suprîzê derketin, dest bi gulebarana bêserûber li min kirin. Di navbera saniyan de min dest bi revê kir, ez weke bayê dibeziyam, bêyî ku guh bidim kevir, dar, strî û barana guleyên agir ên ku ji her mil û alî ve dihatin. Gelek gule li kevir û latên derdora min diketin û bi xwe re qîjînî, ax û toz radikirin ezmanan. Êlegê min ji sedema bayê bezê lê weke pereşutê hatibû, guleyan gav bi gav bi min re tevdigeriyan, min didît ku gelek bizotên agir di elegê min re derbas dibin. Armanca min ew bû ku xwe bigihînim dola jêr. Çawa ku ez gîhîştim nava daristanê, min dît ku agirê guleyan berbi hêzên dijmin tê,“bijî hevalên min ên qehrema. Hevalên min, ji bo ku bala dijmin bikşînin ser xwe, dest bi êrîşê kirine. Ev yek jî bo sedema ku ez hema ji bin rihma agirê dijmin bifilitim. Min di nava daristana tarî de, komek heval (ên ku em ji bo wan hatibûn vir) dîtin, kêfa min gelek xweş bû. -Heval! Ka zû were vê derê, bilezîne. -Bi xêr hatî heval. Înşalah tu nexweşî bi serê te de nehatiye? Tu birîn bûyî? Wê demê êdî ez bi azareke weke agir di tenişta xwe ya rastê hesiyam, min mêze kir ku xwîna germ jê diherike. Lê ji bo dilniyatiya hevalan min xemsarî nîşan da: - Çi tişt nîne, ez başim baş. Hun çawan in? Baş ê, hûn neketin çembera dijmin? -Na! nexêr, me tedbîrên xwe girtibûn. Di heman demê de, hevaleke keç bi xembarî ber bi min ve hat û got: “Biborîne hevalê hêja, em bûn Tebax 2012 sedema beleyê ji bo we, ji rûyê me ve tu jî birîndar bûyî, me bi serê we de bela anîn” -Na heval! Ma ne şerm e? Ev karê me ye, çi gunehê we nine. Ka titun li gel we heye, dilê min cixareyekê dixwaze! Dem derbas nebû da ku dengê hirhura kobrayê ji derdorê hat. Agirê xwe berdida cîhê hevalan, her wiha jî car car diavêt nava daristanê ji bo ku me vekişîne livandinê, lê em nehatin lîstika wî. Hevalên me li rexê dîtir şer germ kiribûn, ji sedema ku ew û leşkerên dijmin di nava hev de bûn lewra kobrayê nikaribû bi serbestî cîhê wan gulebaran bike. Hevalan dixwestin ku dijmin bi xwe re mijul bikin ta ku em xwe ji wê dolê derbixînin. -Hevalno! Ka bi bêsîme bi hevalên me re biaxivin ta ku xwe bikşînin hêmnatiyê, bila jiyana xwe nexin xeteriyê (Lê min hevalê xwe baş nas dikirin ku tu car bi hêsanî dev ji şer bernadin, jixwe ev bû demeke dirêj e ku ew li derfeteke wisa digeriyan, ji bo ku dilê xwe rihet bikin, lê dîsa jî pêwîste ku jiyana xwe biparêzin.) -Biborîne heval! Em nikarin bi wan re biaxivin; rewş gelek xeter e pêwîste ku em biçin alîkariya wan. Çend hevalan berê xwe dan cîhê pevçûnê, di heman demê de firiniya moşekekê hat û li ber me teqiya, duman û ax avête ser me. -Ez bawerim ku cîhê me tê derxistin e, pêwîst e ku em hemû ji vir derbikevin. Lê ji şensê min ê xirabe ku birîna min her çû xerab bû û azarî bêhtir bûn, lewra ez neçar kirim ji bo ku du heval bi min re biçin cîhekî dûr ji gule û narincokên dijmin. Çendî ku min ev yek nepejirand jî lê dîsa 54 hevalan daxwaza min nepejirandin -Na hevalê hêja! Tu birîndarî, pêwîste ku tu xwe biparêzî, yê dîtir jî emê çareser bikin, baweriya xwe bi me bîne. Xwîna min her diherikiya, tiştekî ku me bida ser tunebû, hevaleke keç, fanêleyê xwe qetand û ji min re kir pêçek, vê yekê jî hîşt ku hestên hevaltiya rast di dilê min de bikelin û dilê min li ser hevalên min bişewite. Çi nexweş e ku hevalên te di tekoşîna di navbera mirin û jiyanê de bin û tu jî li vê derê di bin zinarekî de xwe veşêrî. Ez bêzarbûm. Çi nebaşî bi hevalên min neyê. Ax xwaziya ez niha li gel we bûma. Lê heya ku roj neçe ava, ev şer ranaweste! (Ey mehrîbanê şanaz û mezin, wê çi demê ev roja avabibê ye, ku dêla kerasê xwe yê sor û zêrîn bi pê xwe ve bixuşîne pişt asoyên bi ewr? Ji ber ku em tarîtiyê baş bikartînin, dijmin jî vê yekê dizanê, lewra newêrê di tarîtê de bi me re şer bike! Ka bilezîne ey roja pîroz, ka zû biçe mala xwe! Ey roja ku ji despêka afirandina gerdûnê, ta roja îro her tim bi ser me de gizingên xwe ên germ û narîn didî vê xaknîgara ku bi te teberuk dibe, ronahiya te ya ku dibe awêneya dil û hêviya hemû evîndaran, tu her tim ji pêxember û dilpakan re dibûyî rêber û ronî, ji kerema xwe kêmekî bilezgînî avabe, hevalên min di tekoşîna jiyanê li dijî mirinê de ne. Dilnaziyê bi me bike ey roja pîroz, ne tenê ji bo me; lê ji bo ew dayîkên ku li paş van çiyayên bilind bi hêviya dîtina zarokên xwe rojan dijmêrin)) *** STÊRKA CİWAN Her çî kêwî bêno… Jêhat BÊRTÎ Çeviri: Stêrka CİWAN “E kê waşt ma nê koyara bîvîsnê ma hîn zêdê kunmê zêrê koya. Ma amadêyê usêr benmê. Amadêyê usare bîl” Şodîr vejtîmêra. Na jü ser yo hewn ra wêjtara çayê xo nasnêkena. Waxto qê urzênara en wêrdê xora pêrskêna wana, ez kotî dera. Na rayê zaf dür û derge bîyê. mi bawêr nêkerdênê rayê qeydîna. Dormêmî heb kêwî amêy bî guretenê. ez piştêsêr mêrêdîyabî ra. Binêmidê jü mindêro tênik bî. Sêrrê midê jü battanîya pirçênê bîyê. Lê midê, binê battanîya pîrçînê dê ju tumo girs xurênê. Ez unêlê ra jü rojtîya barîyê amênê. Mı xoxodê wa wêrtê na kêwîtîyê dê gêrê roj nîya barî mêbo, hîn dür mêbo. Asmên kêwî yo ma no kêwîyo kê mi pîştaxo no sêr çiko. Piştaxo dayîna sêr kêwî çiko? Mordêm pista xo dano kamcî kêwîyê? Ez mêzanêbî jî mi piştaxo da kamcî kêwîyê zêrêmira êno kê ez cira wajîrî kêwîyê asmênî, kêwîyê dêryayî. Qêy hêrçî nîya kêwîyo? Pêydo wêrtê koyara jü qêsê êno vîla kêno nê pêrsanê mi. Wano xo hêp sêbêba mê qêcêlnê, şar külî usêrdêro nika. Mordêm sêrê koydê jî bi kaydê keyfê xo qe. Hêrmanê xo wêrtê battanîyêra wêjêna, Nazê jî bînê nînganê mi dê ajî üştara. Tûmê lê mi jî xo lêwnêno. Battanîya sêrê tûm jî qîş bêna. Sêrê dê o kê ezçîra wana kêçêl, o jî wano şanîtanê xo çêtîn kafîka xo wêjîna sêrê battanîyê. Rüyê xo dêjî çîyo kê mi hona manê nîdo çî êsto. Çî çînokê! Dêj, têngî, xêmgînîyê, bîrî, hêsrêt, îronî jü jî wêrtê nîna dê 55 jü hüyayîşo kê dînya şanênowê onca wîrazêno. Bînê çîmara kêytê mi kêno. Dêrgayî wano "rojbaş" ezjî wana rojbaş. Wano hêrhaldê qêy to rind nêkêwtara. Ez wana "nê qîrab nê bî" . Ez wazêna qêsê bîwîrnîya. O cîgarê weşnêno. Wano "ezfîkrîna qê nê cîgarî pêy sêran dîmê çawêrdî". Ez wana "zana kam nê koşara şoro, nê fîkrêno". Ez wana ez jî wazêna çawêrdî lê dostê çewres sêrî jü jî wayê xo kuno wêrtê hêwrê kêwîya nîşkîna cawêrdî. Wano kaşê Zagrosa xêyl tîryakî ya bê qêrar wêrdo. Mordêm wêjîya sêr nîşkîno cawêrdo, ên rınd to şîya verba çêr çawêrdê. Çî qêsê o… Hêb sêrano êno kuno wêrtê kêsêkêrdêna ma no mêrat. ê kê sêrê koyadarê rêwêna cawêrdê. Nîka tênya dêrdê dîna cîgarê tafîştênê nîya. Hêb sêrano têkoşînê vêrma cîgarî kênê, nîka nê kenê qêrarê rêqîstînê. Sêba ê kê têzê amêy mêkü zorê hêr roj pêydê êrzênê. Rêbêrtîya rêqîstînê rêwêna cawêrdê. Cepê nîkotîn dê hal rınd nîyo, cêpê vêrba nîkotîn jî hêr roj bêno xurt. Ez mêşarmayî ez jî cêpê xo vîrnêna. Nîka tênya mênda. Nîka jü şîkêfta kewîyê dê ra. Tunêla dêrgara dêrbas bêna sona şîkêftê, rengê odaya kêwî yo. Têr kês, têr jü çî îna nîşkino kêwîra dêstbîwêrdê. Sê kenê jü rayê vînênê hêm xo kêwî kenê hêm jî dînya kêwî kênê. Tênya Tebax 2012 V Î R A M E Y Î Ş STÊRKA CİWAN kêwîbîna asmên û dêryaya nê wazenê her cay bîkerê kêwî. E kê wanê "koyara bêrê" vêrba dîna qêrêtê çadayîna û rindêk kêrdêna koyana. No qof kêna zêrê tayîna. Zêrya mi dînya o kê bînê nê asmên, nê dêrya o kêwî dê amo wîraştênê wêrtê îtay de beno kêwî. Roştîya kêwîy tersnêna wêrtê labîrênta Rojhîlata miyayînê dê ê kê çîmê xo jî sîya bîyê. Ê kê zêrya xo hêsrêta kêwîy mênda înarê no projê tênya jü projêyo romantîk nîyo, hêm jî projêya dînya nêwê ya. Projê qêydîya. eznîka saha nê projêyî înşa kêrdênê dêra. Nênîgêmî wêrtê tuşadê ênê şona, roştayîya tunêlê jî sêrê jü tum dê kuna wêrtê jü sîpîtîyê bêna vîndî. Jü hêm vazdayînê kuno zêrê. ezwana têwêrra warê warêna. Wano nê! to nêwêrdana kê ma hêwnê xo bîçîmê hêyan şodîr ma dana kêsêkêrdênê. Ma jî hêr şodîr rojbaş dê nîşkînmê urzîmê ra. Kûlî domanê. Hêr wêxt doman. Jü 'Brr' oncênê enê kuna bêttanîya Tebax 2012 kîşta mi. "Mira wanê to sê wînit fêqirxanêma, rind şîya hêwn ra? mi wa "ya cayêmî rêhêt bî" Nayêra 20 sêr rawêrî mara nîya caya înşa kerdenê waştênê o qe xayalê koya wîndnêkerd. Ma here kewt me. Lê here jî bî ma destpêkêrd. Hona têzê ma ca danmê xo koyê kê ma cîra dür kêrdîmê. E wazênê ma îtara çirakêrê, berzêrê. Ma jî ca danmê xo. Xo amadêyê kıyamêtê kênmê. Dîna dêst dê têknîk zafo. Têknîkê dêstê dîna madê çîno. Kaytkê na şîkêfta kê ma vîraşta hêzar sêr manêna. Wazênê 56 bomba atom bêrzêrê sêrê ma. Pêrgala dîna şanînawê. Ma usar wîrazênmê zêrya koyadê. E kê waşt ma nê koyara bîvîsnê ma hîn zêdê kunmê zêrê koya. Ma amadêyê usêr benmê. Amadêyê usare bîl. Çîmê mi wertê kêvîtîya dê cere no. Kam nîvazêno qe bîküyo wêrtê kêwîtîyê. E kê lê midêrê kaydê ekranê vîranamî kenê. Nîvîsa pêyênê musnêna dîna. Hüyayîşê bîl hêşnêna. Kaytê çî kêna wano "zaf rindo xêzîka mi jî bîşkîyênê çîyê bînûsnî. A waxt ezzana mi çî ardênê ê mêtaforê to. ezwana to vajê eznîvîsnênê hîn xora bawêr. Wano tama çîmê to kêwtê kêwîtîyê qêy na battanîya sûrê nînîvîsnêna. Nazê kuna zêrê. Na şîkêftê dê ên kaytê kêyfê xo kêna a Nazê ya. Wana tayê axmakî zan kenê kê ma cao kê kêyf nîcênmê îja wîndên mê kê mara vanê koyara bêrê. Nazêra vano kaytkê zaf rü mêdê jêhatî hona têza ama kêyfîyêttê tora dêrbaz bîyo. Nazê vano mi rayê to hêwnra wêznayîna mi dîyo. To şo rüyê xo hêp warê buşüyê. A waxt kêwîtîya çîmanê to daha rind bêrêqîna. ezşona hêtê tunêlê vano to şona kotî. ezwana ezwêrdê zêrê xo mird kêrî pêydo kaydê çîma kêna. Ma külî pîya hünmê. Dînya mana kêwîya wêrtê koya hêb hüyayîş bêna pîr. Wêrtê kêwîtîyê dêrê karışê kêyfê mi mêkêrê. *** STÊRKA CİWAN Der Kapitalismus ist kein Wirtschaftssystem, sondern Macht Auszug aus Abdullah Öcalans türk. Verteidigungsschrift “Demokratik Toplum Manifestosu: Kapitalist Uygarlik”. Erschienen im Mesopotamien Verlag Abdullah ÖCALAN “Wo genau ist der Kapitalismus innerhalb des Nationalstaats sowie der Industrie zu orten? Obwohl ich die Antwort darauf akribisch suche, finde ich sie nicht in der Wirtschaft” Auszug aus Abdullah Öcalans türk. Verteidigungsschrift „Demokratik Toplum Manifestosu: Kapitalist Uygarlik“. Erschienen im Mesopotamien Verlag Sich zu vergewissern, dass der Kapitalismus keine Ökonomie verkörpert, ist ein Gedanke der mindestens genauso viele Ergebnisse hervorbringt wie „Das Kapital“ von Marx. Das, was ich versuche hier zu veranschaulichen, ist nicht ein Reduktionismus auf den Machtbegriff. Des Weiteren akzeptiere ich nicht den Gedanken, der den Kapitalismus als Wirtschaft mit dem Staat in Beziehung setzt. Ich spreche von der Begriffsbildung des Kapitalismus, der „kapitalistischen Wirtschaft“, von einer politischen Kraft, welche die Ökonomie lenkt; von der Entstehung einer Clique. Diese ist erstmals im Europa des 16.Jahrhunderts durchdrungen. England sowie die Niederlande haben sich hier zur realpolitischen Macht etabliert. Dass sie die Wirtschaft ausgenutzt haben, bedeutet nicht, sie hätten gewirtschaftet. Es kann gesagt werden, dass Fernand Braudel derjenige ist, der diese Wirklichkeit als Erster bemerkt hat, jedoch hat er seine Gedanken nicht systematisieren können. Auch wenn er registrierte, dass er damit ein Kredo des europäischen Denkens beschädigte, hat er dies nicht be57 sonders zu Wort gebracht. Vielleicht hat er seine Gedanken nicht in diese Richtung entwickeln können. Braudel sagt offen, dass der Kapitalismus gegen den Markt arbeite; als eine Plünderung durch Monopole sowie eine Insistenz von außen zu begreifen sei. So sollte man einschneiden und fragen: Was wirkt hier von außen, ist marktkonträr und keine Ökonomie? Die bestehende Antwort auf diese Frage fällt zu dürftig aus. Beschreibt es eine politische Kraft, eine Religion, eine Denkschule? Die Analyse praktischer Entwicklungen in Gebieten, wo sich die Theorie verzweigt, kann noch lehrreichere Resultate hervorbringen. Im Venedig des 13.Jahrhunderts besteht eine Händlergruppe. Diese Gruppe ist jedoch auch gleichzeitig in der Stadtverwaltung dominant. Sie konkurriert mit ihren Kontrahenten. Es gibt also auch ein militärisches Venedig. Ferner übt sie auch eine Schirmherrschaft über die Renaissance aus. Ihre Wirtschaftsdominanz sowie ihr Einfluss auf die Gesellschaft sind stark. Es kann mit Leichtigkeit konstatiert werden, dass all diese Beziehungen ineinander gehen und Geld als Bindemittel fungiert. Welcher Begriff könnte demnach auf die Vollständigkeit dieser Beziehungen eine Antwort liefern? Die Wirtschaft mit der großen Händlergruppe Tebax 2012 P O L İ T İ K STÊRKA CİWAN wird kontrolliert und einen bedeutsamen Teil des Mehrwertes lässt man durchsickern. Dafür wird das politische Regiment selbst bzw. die Kontrolle dessen in den eigenen Händen gehalten. Im Falle der Notwendigkeit, der Heranziehung von Gewalt, wird auf die Streitkraft zurückgegriffen. Auch wenn die Gruppe sich zeitweise neu formiert, besteht um Venedig eine entscheidende Clique. Charakterisieren wir die Gruppe aufs Neue: es beschreibt ein Handelsmonopol, einen Staat, das Militär sowie ein bürokratisches Gerüst; das Protektorat der führenden kirchlichen sowie künstlerischen Kreise. Es ist eine wahrheitsgetreue Feststellung, diesen Kreis als das Staatsgebilde übertreffende, sich der Wirtschaft wie ein Monopol dekretierende – jedoch nicht als Wirtschaft zu definierende – der Gesellschaft eine Hegemonie anordnende Machtdichte, als die Macht selbst zu definieren. Wäre der Zusammenschluss über ganz Italien prädominant, würden wir es als nationale Macht festmachen. Hätte es sich über der ganzen Gesellschaft verbreitet, würden wir es „Nationalstaat“ nennen. Hätte es die Kontrolle über die Wirtschaft des Landes, Tebax 2012 würden wir es als ökonomische Macht bezeichnen. Gesetz den Fall, der Bund hätte seine Prävalenz in Europa und sich von dort aus global ausgedehnt, würde man ihn als Europa- und Weltreich benennen. Ausgehend von diesen Wahrscheinlichkeiten, schauen wir uns die Niederlande und das England des 16.Jhr. genauer an. Entscheidend ist hier, dass sie sowohl vom französischen also auch vom spanischen Königtum ununterbrochen in die Enge getrieben wurden. Diese Königtümer intendieren dazu, sich zu Imperien zu proklamieren und England sowie die Niederlande zu ihrem eigenen Distrikt zu machen. Und das obwohl die Königinnen und Prinzen dieser Länder ihre politische Souveränität schützen bzw. ausbauen wollen. Deswegen müssen sie vehement an Macht zugewinnen. Ansonsten ist ihr Zerfall nur eine Frage der Zeit. Die als notwendig angesehene Macht ist von politischer, militärischer, monetärer sowie intellektueller Natur. Sie laden Denker und Künstler - darunter befinden sich Persönlichkeiten wie Descartes, Spinoza sowie Erasmus zu sich ein. Die jüdischen Kaufleute versammeln sich dort als Kapita58 leigentümer. Es wird ein Fundament für die neue Streitkraft gelegt, welche nun professionaler hervorsticht und über eine neue Disziplin sowie Technologie verfügt. Das Bemerkenswerte ist, dass sie europaweit eine ökonomisch ergiebige Praxis gebildet haben. Wenn wir uns all diese Faktoren zusammen vorstellen, legen England und die Niederlande eine bemerkenswerte Verteidigung zu Tage. Gegen Ende des Jahrhunderts ergreifen sie sogar die Chance, eine hegemoniale Machtstellung zu erzeugen. Dass die Entwicklungen sich im praktischem auf dieser Hauptgeraden bewegen, werden diejenigen, die zumindest ein wenig darüber aufgeklärt sind, rasch erfassen. So sollten wir unsere Fragen erneut formulieren: wie vermögen wir das ineinander und miteinander verknüpfte Beziehungsgeflecht zu benennen? Haben all diese Entwicklungen eine neue ökonomische Klasse geschaffen? Es wurde ein effizient gestaltetes Wirtschaftssystem hervorgebracht. Nur wer steckt dahinter? Myriaden von Handwerkern, Bauern, Arbeitern, Kleinhändlern; den Markt sowie die Zirkulation beschleunigende Gelder und Anleihen. Das Wichtigste ist vor allem, dass der Mehrwert die wirtschaftliche Effizienz maximiert. Wer übernimmt den Löwenanteil? Wahrscheinlich diejenigen, die es mittels Geld und der politisch- militärischen Kraft steuern. Denn mit dem Fehlen des Geldes, kann auch kein Verkauf stattfinden. Wenn das nicht eintritt, hört auch die Effizienz auf. Das Ausbleiben des Heeres sowie der politischen Kraft bringt neue Ineffizienzen mit sich. Einhergehend mit dem Einfluss des Geldes und der Derivate, persis- STÊRKA CİWAN tieren sie die Gewalt über die Wirtschaft und über den anschwellenden Mehrwert innezuhaben. Aller Voraussicht nach, stehen sie in enger Beziehung mit der politischen Elite und der militärischen Kraft. Mit ziemlicher Sicherheit waren sie als Prinzen und Könige Oberbefehlshaber des Heeres; benötigten Unmengen an Kapital und standen mit den Mehrwert Anhäufenden ebendeshalb in engem Kontakt. Kurzhin pflegen sie gute Beziehungen zu den künstlerischen und philosophischen Bewegungen. Es kommt ihnen in Europa gerade Recht, als den Freiheiten Nachdruck legende Monarchen eine besondere Achtung zu genießen. Stellen wir die Frage nochmal: wie können wir diese Bewegung in summa konzeptualisieren? Gesetzt den Fall wir definieren es als ökonomisch, werden wir feststellen müssen: es gibt nicht einmal eine in der Realwirtschaft tätige Person. Der Teil, der da jedoch geschäftig ist, ist derjenige, der den Mehrwert in Beschlag nimmt. Nur aus wem besteht dieser Teil? Jene, die von außen auf die Wirtschaft Einfluss nehmen wollen; jene, die den Umlauf des Geldes beschleunigen, es anhäufen und an den Staat als Schulden übertragen; im Gegenzug ggf. mit dem Staat assoziieren. Wir sehen, dass dieser Kreis den Kapitalismus, die „kapitalistische Wirtschaft“, die Wirtschaft auf Umwegen kontrolliert – faktisch jedoch nicht darin vertreten ist. Was bildet ihr wesentliches Tun? Sie beschäftigen sich mit dem Machtmonopol; bündeln ihre wirtschaftliche Alleinherrschaft mit den Machtmonopolen, führen Kriege. Gesetzt den Fall sie gewinnen eine Schlacht, dehnt sich ihre Machtstellung im Landinnern aus. Dies wiederum bedeutet den Mehrwert zu maximieren. Erringen sie einen externen Sieg, erlangen sie dadurch die auswärtige Besitzung eines Staates, dass politisch und wirtschaftlich von ihnen lediglich in Abhängigkeit steht; zum anderen bedeutet dies Hegemonie. Diese Entwicklung impliziert die monopolare Plünderung. Dehnen wir das Modell um England sowie der Niederlande räumlich und zeitlich aus, gewinnen die Entwicklungen mehr an Konkretheit. Sie nutzen das zwischen ihnen geflochtene Bündnis zunächst für ihre Vormachtstellungen in Europa. Gegen Ende des 16.Jhr. bricht die Un- Mit dem Dreißigjährigen Krieg schließt das Zeitalter der Religionskriege. Mit dem Westfälischen Frieden von 1649 legen sie damit die Grundlage für das System der Nationalstaaten. Frankreichs Revolution 1789 als Reaktion darauf, führte mit Napoleon zu einem Verlust der strategischen Hegemonie. Während des gleichen Zeitraums werden die Kolonialkriege gewonnen und das 19.Jhr. mit der industriellen Revolution betreten. Die industrielle Revolution hat das Imperium sichergestellt und den Weg für das Weltreich geebnet. Der in persona Preußens erst spät erwachende deutsche Riese erfährt nach terdrückung des spanischen Imperiums zusammen. Die imperialen Ambitionen bekommen im ganzen europäischen Raum eine tödliche Wunde. Mit dem Ende des 17. Jahrhunderts löst sich auch die Monarchie in Frankreich auf. Zudem erleidet die Republik einen schweren Schlag in ihren hegemonialen Bestrebungen. Darüber hinaus erfahren auch die herrschaftlichen Aspirationen der Habsburger Monarchie einen folgenschweren Hieb. dem Triumph von 1870 gegen Frankreich mit den beiden Weltkriegen – mit dem Ziel zu einer Europaund Welthegemonie aufzusteigen – zwei heftige Niederlagen. Die Vereinigten Staaten – als zweites England betitelt – gehen aus beiden Weltkriegen siegreich heraus und bilden seit dem 2.Weltkrieg die neue Welthegemonie. Die sowjetische Weltmacht, die darauf abzielt die Rolle Deutschlands zu wiederholen, verlor den Kampf um die 59 Tebax 2012 STÊRKA CİWAN hegemoniale Machtstellung. Gegenwärtig spielen die USA auf die Weltmachtposition hin und sind darin bemüht, ihren Zerfall mit sogenannten „Verteidigunskriegen“ zu verhindern und folglich ihre Lebensdauer hinauszuschieben. So sieht die Hauptroute der Macht aus. Der von der Stadt Uruk1 aus beginnende Machtfluss, bildete in seinem Strom tausende von Nebenarmen und verschwand in den Vereinigten Staaten, nahe New York in die Ozean Gewässer. Als andere Richtung wird die chinesische Pazifikküste überlegt; gegenwärtig besteht solch eine Annahme. Die Wahrscheinlichkeit, dass ein Arm dieses Machtflusses dort angelangen werde, ist höher als die Voraussicht, dass dies nicht geschehen werde. Es ist sehr wahrscheinlich, dass die bestehende Zivilisation sich aufzulösen vermag. Die weltweit vorherrschenden exorbitant gesellschaftlichen und ökologischen Probleme schaffen primär die Wahrscheinlichkeit für die Etablierung demokratischer Gesellschaften, die versuchen werden ihre eigene Zivilisation aufzubauen. Anstelle des aus dem Staatssystem verbliebenen Imperialkults, besteht die hohe Chance, dass ein Bündnis Tebax 2012 konföderaler Demokratien sich mit globalen Fragen konfrontiert sehen wird. Diese Annahmen werden aufgestellt, um den Kapitalismus richtig zu platzieren. Nachdem der Hauptfluss der Zivilisation einen mächtigen Wirbel an der Stelle Englands und der Niederlande gemacht hat, fließt er weiter; er gewinnt an Fahrt und erhält eine neue Farbe. Der traditionelle Nationalstaat und seine Industrie – nach der neolithischen Revolution, die größte wirtschaftliche Revolution – bilden zwei sehr starke Ströme. Es sind diese beiden Faktoren, welche die traditionelle Zivilisation beschleunigen und einfärben. Nun kommt wieder die so oft gestellte Frage ins Spiel: wo ist der Kapitalismus? Wo genau ist der Kapitalismus innerhalb des Nationalstaats sowie der Industrie zu orten? Obwohl ich die Antwort darauf akribisch suche, finde ich sie nicht in der Wirtschaft. Vielleicht vermag es einem seltsam erscheinen, meiner Meinung nach, ist die Frau die eigentliche Eigentümerin der Wirtschaft. Wenn wir die Wirtschaft aus soziologischer Perspektive versuchen zu beurteilen, ist dies die präziseste Haltung – möge man alleine daran denken, dass sie das Kind monatelang in ihrem Leib 60 und auch nach der Geburt versorgt; sie ist auch die Handwerkerin der Verpflegung im Hause; somit ist die Frau die grundlegende Kraft. Darüber hinaus beschreibt die Frau mit ihrer Rolle in der agrarwirtschaftlichen Revolution und ihrer seit Millionen von Jahren getragenen Rolle als Sammlerin, nicht lediglich innerhalb der Hausstätte, sondern in zahlreichen Sphären des wirtschaftlichen Lebens, eine tragende Funktion. An zweiter Stelle stehen natürlich die zivilisatorischen Kräfte, die es als Kunst betrachten, für die kontinuierliche Besitzergreifung des Mehrwerts, eigens kontrollierte Sklaven, Leibeigene sowie Arbeiter zu beschäftigen. An dritter Stelle stehen etwas freiere Handwerker, kleine Händler, Laden- und kleine Landeigentümer. Wenn wir dazu noch Architekten, Ingenieure, Ärzte etc. und einschließlich noch Selbstständige hinzufügen, werden wir die Liste ungefähr vervollständigen. Es ist unbestritten, dass im historischen Hergang gesellschaftliche Gruppierungen bzw. Klassen das wirtschaftliche Zahnrad in Lauf gebracht haben. Unter ihnen befinden sich keine Kapitalisten oder gar Landherren. Es ist eindeutig, dass diese keine ökonomische Elite, sondern ausbeuterische sowie assimilatorische Kräfte darstellen. Das was sich extern insistiert und nicht als Ökonomie zu deuten ist, ist nicht lediglich kapitalistisch. Auch gewisse Herren, Politiker, Soldaten sowie zivilisatorische Intellektuelle, die sich von den großen Händlern, Industriellen unterscheiden, sind non-ökonomisch und dringen von außen auf die Wirtschaft ein. *** STÊRKA CİWAN La renaissance du peuple kurde Ali HAYIRLI “Le 15 août est l’insurrection d’un peuple face à l’assimilation, à la négation, à l’extermination, à la trahison, à la peur, au silence, à l’injustice et à l’oubli. Ces actions des combattants kurdes ont changé le cours de l’Histoire car ils ont permis au peuple kurde de renaitre de ses cendres. Ce jour marque la volonté du peuple kurde de vivre librement et dignement parmi les autres peuples du monde” Un peuple trahi Depuis sa création, l’état kémaliste poursuit sa politique de négation et d’extermination des kurdes. Les kurdes n’ont cessé de lutter pour leurs droits depuis la trahison de Mustafa Kemal qui n’a pas respecté les promesses faites au peuple kurde. L’état turc a réprimé dans le sang et la terreur les différentes révoltes et résistances kurdes. Les dirigeants turcs avaient entrepris d’effacer de la mémoire humaine et de l’histoire écrite toutes les références à l’identité kurde. Les richesses des régions kurdes étaient exploitées par l’état turc qui maintenait le peuple kurde dans la misère et la peur. Les différents gouvernements turcs qui se sont succédé étaient hantés par la pensée d’une nouvelle révolte kurde. L’état kémaliste avait pris toutes les dispositions pour éviter un nouveau soulèvement des kurdes. Une assimilation intensive était menée dans les régions kurdes par le régime turc qui se présentait comme invincible. Les kurdes qui avaient perdu une grande partie de leur identité et de leur dignité espéraient secrètement la création d’un parti qui lutterait pour leur liberté et leurs droits face à l’état turc. Le contexte de l’époque allait faciliter la création d’un parti et d’une armée de libération kurde. 61 Le 15 août 1984 Des dizaines de milliers de kurdes sont arrêtés et torturés après le coup d’état du 12 septembre 1980. Les cadres du PKK qui n’ont pas pu quitter le pays mènent une résistance historique dans les geôles. La lutte armée du PKK est le résultat des politiques de négation et d’extermination menées par l’état turc envers les kurdes. Ces politiques de l’état turc n’avaient pas laissé d’autre choix aux kurdes que la lutte armée. Le président kurde et les militants qui s’étaient installés en Syrie organisaient la résistance armée des kurdes. Les combattants kurdes avaient choisi de mener une action militaire contre les forces armées de l’état turc le 15 août 1984 à Semdili , Eruh et Catak. Les actions avaient été soigneusement préparées par les combattants pour atteindre leurs objectifs. Le principal objectif de ces attaques était d’annoncer au peuple kurde et à la communauté internationale la création d’une guérilla kurde. Les combattants kurdes avaient attaqués avec leurs modestes moyens les postes militaires de Semdili et d’Eruh le jour convenu. L’attaque de la ville de Catak n’avait pas lieu pour différentes raisons. Les forces kurdes s’étaient rapidement emparées des deux villes. Les guérilleros kurdes Tebax 2012 P O L İ T İ Q U E STÊRKA CİWAN avaient utilisé les haut-parleurs de la mosquée pour transmettre leurs objectifs à la population. Malgré une préparation minutieuse des attaques, l’excitation et le manque d’expérience n’avaient pas permis aux combattants kurdes de respecter totalement le plan initial. Néanmoins, le commandant Agit et les résistants avaient atteint leur objectif qui était d’annoncer au monde entier la création d’une armée de libération kurde. Les autorités turques qui avaient dissimulé durant deux jours les atta- Tebax 2012 ques de Semdili et d’Eruh pensaient pouvoir capturer les rebelles. L’armée turque avait été mise en état d’alerte face à une insurrection générale de la population dans les régions kurdes. Ces mouvements au sein de l’armée n’ont pas pu permettre de dissimuler davantage les actions des combattants kurdes. Le 17 août 1984, les cadres du parti, la population kurde et la communauté internationale apprenaient à la radio les attaques de Semdili et d’Eruh. La nouvelle avait suscité un grand espoir et une grande fierté parmi les kurdes qui attendait ce jour depuis des décennies. Les combattants kurdes avaient rejoint leurs bases sans la moindre perte humaine et en emportant un butin de guerre. Le 15 août est l’insurrection d’un peuple face à l’assimilation, à la négation, à l’extermination, à la trahison, à la peur, au silence, à l’injustice et à l’oubli. Ces actions des combattants kurdes ont changé 62 le cours de l’Histoire car ils ont permis au peuple kurde de renaitre de ses cendres. Ce jour marque la volonté du peuple kurde de vivre librement et dignement parmi les autres peuples du monde. La détermination d’un peuple L’état turc qui avait tenté de minimiser les attaques de Semdili et d’Eruh est forcé de constater que le peuple kurde a décidé de prendre son destin en main. Depuis cette date, les kurdes mènent un combat légitime pour la liberté contre les forces d’occupation qui cherchent par tous les moyens à exterminer le peuple kurde. Cette renaissance kurde est célébrée partout dans le monde par les kurdes qui luttent pour leurs droits. Cette année, le peuple kurde célébrera le 28ème anniversaire du lancement de la lutte armée contre les forces d’occupation turques. Le 15 août, les résistants kurdes ont ouvert la voie vers la liberté pour le peuple kurde qui poursuit la lutte pour une vie digne. *** Ş İ İ R STÊRKA CİWAN ŞİİR KÖŞESİ K Ö Ş E S İ Bi Ser Çiyan Ketin CİGERXWİN KİMDİR? Heval megrî çiya herdem Cihê xweşmêr û şêra ye Dîwarê serxwebûna kurd Ji laşê xurtemêra ye Asıl adı Şehmuz olan Cigerxwin, 1903'te Mardin’in Gercüş kasabası Hesarê köyünde doğdu. Ailece 1914 yılında Kamışlı’ya bağlı Amud nahiyesine göçtüler. Savaş sonrasında Suriye sınırları içinde kaldılar ve tekrar köylerine dönmediler. Küçük yaşlarda çobanlık ve ırgatlık yaptı. Toprak ağaları ve beyleri iyi tanıdı. Halktan diğer insanlar gibi okul yüzü görmedi. 18 yaşında Diyarbakır’a geldi. Dini eğitimi veren şeyhlerin yanına gitti. 15 yıllık eğitimi 8 yılda tamamladı. Eğitim gördüğü her yerde Kürt halkının acı ıstıraplarını gördü. Medresede olduğu dönem Kürt kültür ve edebiyatını öğrendi, yazılı klasikleri tanıdı. 1928 yılında Kürtçe şiirler yazmaya başladı. 1925 Şeyh Said İsyanı’na katıldı, isyandan sonra bir grup Kürt aydın ve yurtseverle Suriye’ye gitti. 1937’de XOYBUN adında kurulan örgüt içinde yer aldı. Hawar dergisinde Cigerxwin isimiyle şiirler yazdı. 1949 yılında bir toplantıda komünistlerle tanıştı. Komünistlerle sıkı ilişki içinde çalışarak, 1957 yılına kadar Cizre İçin Barış Komitesi Başkanlığı’nı yaptı. Bu yıllarda Suriye Kürdistan Demokrasi Partisi’ne katıldı. Cigerxwin yaşamının sonuna kadar Suriye Kürdistan Demokrat Partisi Merkez Komitesi Üyesi olarak kaldı. 1961 yılında Irak’taki ulusal harekete yardım etti. Burada parti kadrolarını eğitti ve Kürdistan Akademisi’nde dersler verdi. Güney hareketi yenilince geri Suriye’ye döndü. 1973 yılında Suriye’nin baskısı karşısında Beyrut’a geçti ve tutuklanmaktan kurtuldu. 1979 yılında Stockholm’a geçti ve çalışmalarını burada sürdürdü. Cigerxwin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki şiirlerinde Kürt işçi ve köylülerin Kürt burjuvalarına ve toprak ağalarına karşı verdiği mücadeleyi işledi. Bu şiirlerindeki devrimci öz, bütün ülkenin işçilerinin mücadelesini yansıtıyordu. Cigerxwin’in birçok romanı ve şiir kitabının yanı sıra araştırma kitapları da vardır. Kürtçe sözlük hazırlayan Cigerxwin’in 16 tane Kürtçe eseri vardır. Sosyalist, araştırmacı ve şair olan Cigerxwin, 22 Ekim 1984’te Stockholm’da öldü. Serfirazî bilind e, lê; Bi xwîn û kotek û zor e Bi jêrdeçûne bindestî Berê kurdan li berjor e Tenê serbestî eywan e Bilind û berze bala ye Tenê şûna serê min, te Di jorê wê de vala ye Di kurtan de eger razî Tu dê xewnên bînî Kirasê tirs û sawîran Li xokî tim tu xemgînî Ji doza xwe venabin Dixwazin ta wekû saxin Gelek şerm e ku em sax in û dijmin hê dinav bax in. Cigerxwîn 63 Tebax 2012 STÊRKA CİWAN MİZAH Tebax 2012 64 M İ Z A H