akdeniz havzası`nın hidrojeopolitiği ve türkiye

Transkript

akdeniz havzası`nın hidrojeopolitiği ve türkiye
TMMOB Su Politikaları Kongresi
AKDENİZ HAVZASI’NIN HİDROJEOPOLİTİĞİ VE TÜRKİYE
Dursun Yıldız
DSİ Genel Müdürlüğü
Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı
[email protected]
ÖZET
Tarih boyunca Akdeniz, Doğu ve Batının buluştuğu siyasi,ekonomik,kültürel,ve beşeri
alışverişlerin gerçekleştiği bir kavşak noktası olmuştur.Bu özelliklerinin yanı sıra son dönemde
enerji yollarının kavşak noktası olması nedeniyle de artan jeostratejik önemi, Akdeniz’i
uluslararası sistemin güç merkezleri için vazgeçilmez bir bölge konumuna getirmiştir.
Gelişmeler Akdeniz’in özellikle de Doğu Akdeniz’in öneminin daha da artacağını ortaya
koymaktadır.
Türkiye bu gelişmelerin farkında olup son dönemde bölgede konum kazanmaya yönelik olarak
“Yeni Akdeniz Vizyonu”nu uygulamaya koymuştur. Ancak bu vizyondan beklediği sonuçları
elde edebilmesi için Temel Stratejisi kapsamında bölgede öncülük edebileceği alanlara yönelik
daha detaylı çalışmalar yapması gerekmektedir. Bu anlamda Akdeniz Havzası’nın
hidrojeopolitiği Türkiye’nin önüne bazı olanaklar koymaktadır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz için
geliştirdiği su temini projeleri , bu alanda uygulayabileceği politikalar için etkili araçlar olarak
ortaya çıkmaktadır.Ancak bu stratejik araçlardan beklentilerin geçmişte olduğu gibi
abartılmaması, tüm politikaların daha gerçekçi olarak tespiti ve birbirini tamamlayan adımlarla
uygulamaya konması önem taşımaktadır. Temel bir strateji ekseninde oluşturulacak bir
Akdeniz Vizyonu, bu coğrafyada birçok avantaja sahip Türkiye’ye bölgede istediği konumu
kazandırabilir. Akdeniz Havzası’nın hidrojeopolitiği çatışmadan daha çok ilişkileri
arttırabilmek ve işbirliği olanağı yaratmak için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.
1.Genel
Üç kıtanın buluştuğu Akdeniz Havzası, farklı kültür ve uygarlıkların ,ticari ilişkilerin,petrol ve
doğalgaz kaynaklarının ve okyanuslara açılan su yollarının yer aldığı ve bu nedenle de stratejik
açıdan dikkatleri üzerinde toplayan bir havzadır. 20. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan hızlı
ekonomik ve siyasal gelişmeler ve teknolojik ilerlemeler sonucunda Akdeniz sahiline kıyısı
bulunan ülkeler birbirine daha çok yaklaşmıştır. Kıyıdaş ülkeler arasında başta enerji,ticaret ve
çevre olmak üzere birçok sektörde karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin artmasıyla iki yüzyıl önce
büyük bir deniz olarak görülen Akdeniz göreceli olarak küçülmüştür.Akdeniz’i kapalı bir
- 616 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
havza niteliğindeki bir iç deniz konumuna taşıyan bu gelişmeler , ortak bir kaderi paylaşmak
durumunda olan havza ülkeleri arasındaki işbirliği arayışını da artırmıştır.
2. Akdeniz Havzası ve Güvenlik
Tarih boyunca savaşların ,ticari ilişkilerin ve kültürel etkileşimlerin yaşandığı Havza’da
Akdeniz bir bağlantı denizi olmuştur.
Akdeniz Havzası’nda halen kıyısı bulunan 20 ülke yer almaktadır. Bunlar İspanya, Fransa,
İtalya, Slovenya, Bosna-Hersek, Arnavutluk,Yunanistan, Türkiye Suriye, Lübnan, İsrail,
Filistin-Gazze Yönetimi, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas, KKTC, Kıbrıs Rum Kesimi ve
Malta’dır.
Tarih boyunca kıyılarında birçok renkli uygarlığın şekillendiği Akdeniz Havzası;Stratejik
önemi nedeni ile emperyal güçlerin askeri güç bulundurduğu ve kontrol altında tutmaya
çalıştığı bir havza özelliği taşımaktadır. Soğuk savaş döneminde ABD kadar Sovyetler
Birliği’nin de ilgi alanında olan havzanın Suriye,Mısır,Cezayir gibi bazı ülkelerinde SSCB
etkisinin arttığı görülmüştür Akdeniz’de soğuk savaş dönemi boyunca NATO ve dolayısıyla
ABD hegemonik tek güç olarak görünmüştür. Ancak AB’nin güçlenmesi ve havzadaki
çıkarları doğrultusunda kendi güvenlik ve savunma kimliği oluşturma süreci,şimdilik çok etkili
olmasa da ABD’nin havzada artık tek güç olmadığını ortaya koymaktadır.
Son dönemde Ortadoğu,Kuzey Afrika ve Orta Asya petrolü ve doğal gazının Akdeniz’e çıkışı
ile ilgili projeler havzanın stratejik önemini arttırırken ,göç ve mülteci sorunu,uyuşturucu
ticareti,etnik ve dinsel ayrıma dayalı çatışmalar havzada güvenlik ve istikrarın sağlanmasını
eskiye oranla daha öncelikli hale getirmiştir.
AB bu koşullar altındaki Akdeniz Havzası’ndaki hakimiyetini kolaylaştırmak amacıyla 1995
yılında Barselona Konferansıyla “Yeni Avrupa Akdeniz Ortaklığı” sürecini başlatmış ve bu
tarihten itibaren Akdeniz Havzası’nı ekonomi, dış politika ve güvenlik açısından doğrudan ilgi
alanı içine almıştır. Böylece AB ortak bir dış politika ve güvenlik stratejisi oluşturarak
bölgedeki hakimiyeti için önemli bir adım atmıştır.
- 617 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
3. Avrupa-Akdeniz Ortaklığı Süreci
Barselona Konferansı’nın düzenlenmesinde Akdeniz’de barış ve istikrarın AB için öneminin
yanısıra bu süreçte birliğin genel dış politikasına uyum sağlanması Kuzey Afrika’dan AB
ülkelerine yönelik göçün önlenmesi,enerji güvenliği gibi hedefler de etkili olmuştur. Enerjide
doğal gaz kullanımı Akdeniz Havzası ülkelerinde hızlı bir gelişme göstermektedir.Batı
Avrupa’nın 2000 yılında 384 milyar m3 olan doğal gaz talebinin 2010 yılında yaklaşık 560
milyar m3’e çıkması beklenmektedir. Yakın bir gelecekte doğalgaz başlıca Akdeniz enerji
kaynağı olacaktır. Halen Batı Avrupa’nın gaz ihtiyacının % 37’si başta Cezayir olmak üzere
Güney Akdeniz ülkelerinden sağlanmaktadır.Son dönemde Avrupa-Akdeniz elektrik ve gaz
pazarının tesis edilmesine yönelik somut adımlar atılmaktadır.Bu çalışmalarda öncelikle
uygulanacak kurallar belirlenmeye çalışılmaktadır. AB Güney Avrupa’nın enerji güvenliğini ve
bölge stabilitesini “Akdeniz’de İstikrar” adı altında “somut ekonomik ve askeri yöntemlerle
sağlayabilmek için “Ortak Dış Güvenlik Politikası” dahil yeni politikaları hayata geçirmeye
başlamıştır.
1995 Barselona Konferansı sonrasında yayınlanan deklarasyon bu süreci;
1.
Siyasi ve güvenlik ortaklığı
2.
Ekonomik ve Mali ortaklık
3.
Sosyal-kültürel ve beşeri ortaklık
alanlarında üç temel ortaklığa oturtan bir yol haritası çizmiştir.
1.
Bugüne değin sürecin siyasi ve güvenlik ortaklığı boyutu ile ilgili toplantılara daha
çok Arap-İsrail çatışmasının egemen olduğu görülmüştür.Toplantılarda Suriye ve Lübnan diğer
Arap ülkelerinin de desteğini alarak “İsrail ile savaş hali mevcut iken Avrupa’da çeşitli
Forumlarda geliştirilen Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemlerin uygulanmasının mümkün
olmadığı”nı savunmaktadır. Güney Akdeniz bölgesinin özellikle askeri boyutlu Güven Artırıcı
Önlemler oluşturulmasına hazır olmadığını belirten bu ülkeler bunun için öncelikle sosyal ve
kültürel güven artırıcı önlemlerin ele alınmasının gerektiğini ileri sürmektedirler.
Bu kapsamda üzerinde çalışılan en somut proje Fransa’nın bir “Barış ve İstikrar Şartı”
oluşturulması projesi olmuştur. Bu konuda 1996 yılında sunulan taslak metinde yer alan
sürecin siyasi boyutu Arap Grubu tarafından Ortadoğu Barış Süreci ile irtibatlandırılmıştır. Bu
nedenle 1997 Malta Bakanlar Konferansı’nda bu şart konusunda herhangi bir somut ilerleme
kaydedilmemiştir.
Suriye Orta Doğu’da barış sağlanmadan İsrail ile askeri boyutu da bulunan hiçbir girişimin
içinde yer almayacağını beyan ederek şart’ın akdine karşı çıkmıştır. 2000 yılında Marsilya’da
yapılan Dışişleri Bakanları 4. toplantısı Ortadoğu Barış Süreci çerçevesinde meydana gelen
olayların etkisinde kalmış,toplantıya Suriye ve Lübnan katılmamış,”Barış ve İstikrar Şartı” rafa
kaldırılmıştır.Ancak bu toplantıda MEDA-II den yedi yıl için (2000-2006) 6.4 milyar Euro
verilmesi öngörülmüş,Avrupa Yatırım Bankası’nın ise 1 milyar Euro sağlayacağı açıklanmıştır.
2.
Sürecin ikinci ayağını oluşturan ekonomik ve mali ortaklık konularında da AB
Akdenizli ortaklarına MEDA gibi programlar yoluyla ikili ve bölgesel düzeyde hibe ve krediler
vermektedir.Proje bazında tahsis edilen MEDA(Akdeniz Ekonomik Kalkınma Alanı) fonları ve
- 618 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
bu fon bünyesinde desteklenen Ulaştırma,Enerji ve Su Forumları toplantıları bu alandaki en
somut çalışmalar olmuştur.Bu çalışmalar ,2010 yılına kadar kurulması hedeflenen Avrupa
Akdeniz Serbest Ticaret Bölgesi çerçevesinde gerekli altyapının oluşturulması amacına yönelik
çalışmalardır.
Sürecin bu ayağındaki çalışmalarda forum’lardaki alanlarda ortak politikalar için ortak ilkeler
tespit edilmeye ,uygulamadaki güçlükler saptanmaya çalışılmıştır. Bunun yanısıra politikaların
uyumlaştırılmasına yönelik somut adımların tespiti amacıyla toplantılar yapılmış ancak bu
süreçte de belirgin hedeflere ulaşmak mümkün olmamıştır. Ancak ortaklık sürecinde ikili ve
bölgesel anlaşmaların gerçekleştiği görülmektedir. Örneğin Güney-Güney diyaloğu
çerçevesinde Fas, Tunus, Ürdün ve Mısır arasında Arap-Akdeniz Ticaret Anlaşması (Agadir)
Şubat 2004 de imzalanmıştır. Ancak halen AB-Suriye, AB-Cezayir anlaşmaları yürürlüğe
girmemiştir. Bu nedenle Kuzey-Güney Anlaşmaları Spekturumu tamamlanamamıştır.
3.
Sürecin üçüncü ayağı olan sosyal-kültürel ve beşeri ortaklık konularında taraf ülkeler
çeşitli kültürel konularda toplantı ve etkinlikler düzenlemiştir. MEDA fonları ile kültürel
mirasın korunması amacıyla çeşitli ve yararlı projeler gerçekleştirilmiştir. Ancak ortak işbirliği
alanlarının kurulması ve kurumsallaştırılması amacıyla toplantılarda çeşitli ülkeler tarafından
getirilen öneriler siyasi amaçlı ve önyargılı olarak değerlendirmeye alındığından çoğu kez
gerçekleşmemiştir.
4. Azalan Ortaklar , Katılım Talepleri ve AB’nin Yeni Akdeniz Stratejisi
205 yılında Malta ve Kıbrıs’ın üyeliğiyle AB Akdeniz’de iki önemli stratejik mevzi daha
kazanmıştır. Böylece Barselona Konferansı’na imza atmış Akdenizli AB üyesi olmayan ortak
sayısı da (Türkiye, Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Fas, Suriye, Tunus, Filistin) 10’a
düşmüştür. Bir diğer deyişle AB-Akdeniz süreci,müzakerelere başlama tarihi bekleyen Türkiye
hariç AB-Arap ülkeleri diyaloğuna dönüşmüştür. Bu diyalogda hem Arap olmayan hem de
Arap ülkelerinin birlikte olmak istemedikleri tek ülke İsrail kalmıştır.
Ancak çeşitli ülkeler Avrupa-Akdeniz ortaklığına katılmayı istemektedir. Örneğin 2 yıl önce
EUROMED Komite toplantılarında Hırvatistan’ın Avrupa-Akdeniz Sürecine katılım isteği
gündeme gelmiştir.Bu istek karşısında Türkiye Arnavutluk, Slovenya, Bosna-Hersek gibi
Akdeniz’e kıyıdaş Balkan ülkelerinin de sürece katılımını desteklemeye hazır olduğunu
belirterek genişlenme sürecine müdahil olmuştur.
Suriye ve Cezayir’in başını çektiği Arap ülkeleri ise sürece yeni katılımcılar alınacaksa
bunların öncelikle Moritanya ve Libya olmasını savunmaktadır. BM yaptırımları askıya
alındıktan sonra Libya bazı toplantılara önce özel davetli olarak çağrılmış, 1999 yılında ise AB
Genel İşler Konseyi bu ülkenin Barselona sürecine ilişkin müktesebatı kabul etmesi halinde
sürece tam üye olarak katılabileceği kararını almıştır. Bu konuda resmi bir yanıt alınana kadar
bu ülkenin komite toplantılarına gözlemci statüsü ile çağrılmasına devam edilmesi yönünde
görüş birliği oluşmuştur.
Libya ise AB ile ilişkilerinin mevcut durumunu değerlendirmek için zamana ihtiyacı olduğunu
ancak diyaloğu devam ettirmeyi arzuladıklarını bildirmiştir.
- 619 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
Diğer taraftan Ocak 2000 de Rusya Federasyonu EUROMED-Avrupa “Akdeniz Barış ve
İstikrar Şartı”na taraf olmayı arzuladıklarını ve bazı toplantılara gözlemci olarak katılmak
istediklerini duyurmuştur.
2000 yılındaki AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde kabul edilen taslak metinde
“Barselona sürecini yeniden canlandırmak için AB’nin bu süreci tekrar gözden geçireceği” yer
almıştır.Akdeniz ülkelerine yönelik uyumlu ve yeknesak ortak bir politika belirlemek amacını
taşıyan bu ortak stratejinin 4 yıl için geçerli olacağı,ancak bu sürecin benzer bir zirvede
uzatılabileceği belirtilmiştir.Bu stratejinin Barselona sürecine tam üye olmayan Libya ile
ilişkileri de kapsadığı dikkat çekmektedir.Böylece AB’nin Arap ülkelerinin Libya ile ilgili
önerilerini de karşılamayı değerlendirdiği görülmüştür.AB tarafı bu ortak stratejinin sürece
ilişkin müktesebatın uygulanmasında kendi içinde nasıl organize olacağını belirten bir belge
niteliğinde olduğunu açıklasa da ,bu stratejinin tespit gerekliliği,süreçteki bazı aksaklıkları
ortadan kaldırmaya yönelik bir ihtiyacın göstergesi olarak da ortaya çıkmıştır.
5. Türkiye’nin Akdeniz Vizyonu
Türkiye Akdeniz’de kalıcı bir siyasi istikrarın ekonomik ve mali işbirliğinin geliştirilmesiyle
sağlanabileceği görüşü ile Barselona sürecini desteklemiştir. Avrupa-Akdeniz süreci
bünyesinde ortaya çıkacak ekonomik işbirliği olanaklarından yararlanmak ve iki bölge arasında
köprü olma rolünü güçlendirmek amacıyla sürece bakan Türkiye, Avrupa-Akdeniz işbirliği ve
serbest ticaret anlaşmaları yoluyla bölgede 2010 yılına kadar bir serbest ticaret alanı
oluşturulması hedefini de desteklemiştir. Bu kapsamda AB’nin Cezayir, Tunus, Fas, İsrail,
Lübnan, Mısır, Suriye, Ürdün, Malta, Filistin gibi ülkeler ile başlattığı serbest ticaret anlaşması
müzakerelerine 1997 yılından itibaren Türkiye de dahil olmuştur.Bu çerçevede Türkiye, İsrail
ile bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalamış, Mısır, Fas, Tunus, Filistin Özerk yönetimi ile
görüşmelere başlamıştır.
Ancak MEDA-I Programından Türkiye’nin yararlanmasının siyasi amaçlarla engellenmesi ve
ayrımcı bir muameleye tabi tutulması, Türkiye’de bu sürece ait ilginin azalmasına yol
açmıştır.Gümrük Birliği görüşmeleri sırasında Türkiye için hayata geçirilmeyen mali işbirliği
paketinin bir ölçüde MEDA fonlarıyla ikame edileceğinin AB tarafından beyan edilmesine
rağmen, MEDA-I kapsamında Türkiye’ye taahhüt edile 376 milyon Euro’nun ancak bir
bölümünün aktarılması Türkiye’nin sürece bakış açısını daha da farklılaştırmıştır.
Özet olarak;Türkiye zaten sembolik olarak değerlendirdiği bu mali işbirliği olanağından fazla
bir yarar sağlamamıştır. Diğer taraftan güvenlik boyutunda ise Türkiye NATO ve BAB’ta AB
ile birlikte otururken EUROMED’de Akdeniz Ülkeleri ile birlikte karşı tarafta oturmak
durumunda kalmıştır.
Katıldığı Barselona süreci toplantılarının bir Avrupa-Arap diyaloğuna dönüştüğü tespitini
yapan Türkiye ,Akdeniz işbirliğine katılımı teknik düzeyde tutup,mesafeli davranarak sürece
yaklaşımını sınırlı bir çerçevede sürdürmüştür.
Ancak son üç yıldır Türkiye’nin sürece ilişkin politikasının daha aktif davranma yönünde
değiştiği gözlenmektedir.Bunda 1999 Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin AB’ye aday olarak
tescil edilmesi ve müzakerelere başlama tarihi alma konusunda açılan perspektifler de etkili
olmuştur.Bu gelişmelerin Türkiye’nin süreçte statü açısından yaşadığı sıkıntıların ortadan
kalkmasına ortam yaratabileceği düşünülmüştür.Bu anlayışla Türkiye Akdenizli Ortaklarla
- 620 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
Serbest Ticaret Anlaşmalarına hız vermiş ve Türkiye-Fas Serbest Ticaret Anlaşması Nisan
2004 tarihinde,Filistin-Türkiye Serbest Ticaret Anlaşması ise Temmuz 2004 de imzalanmıştır.
İlk defa Arap ülkeleriyle serbest ticaret anlaşması imzalayan Türkiye Akdeniz Ortaklığı
Programı içinde önemli adımlar atmaya başlamıştır. Bu anlaşmaların Tunus ,Lübnan,Suriye
gibi diğer Arap ülkeleriyle yürütülmekte olan müzakerelere de ivme kazandırabileceği
görülmektedir.
Türkiye’nin Yeni Akdeniz Vizyonu:
Son dönemde İspanya;İtalya,Yunanistan,Fransa gibi Akdeniz ülkeleriyle ticari ve siyasi
ilişkilerini artıran Türkiye, yeni bir “Akdeniz Vizyonu “yürürlüğe koymuş görünmektedir.“AB
perspektifine Akdeniz Vizyonunu yerleştirmek“ şeklinde özetlenebilecek bu politikanın temel
hedefinin “AB’nin çekim alanının Akdeniz’e çekilmesi”olduğu belirtilmektedir.
Bu politikası doğrultusunda özellikle İtalya ve İspanya’dan Akdeniz eksenine öncülük
yapmasını isteyen Türkiye, bu eksenin siyasi,ekonomik ve kültürel anlamda AB’ye önemli
katkılar yapabileceği görüşünü taşımaktadır.Barselona sürecinin ticaret gündeminde ilerleme
kaydedilmesi amacıyla gerçekleştirilen Avrupa-Akdeniz Ticaret Bakanları Konferansı’nın
dördüncüsü 21 Temmuz 2004 tarihinde İstanbul’da yapılmıştır. Beklentilerini abartmadığı ve
ulusal çıkarlarımız doğrultusundaki diğer dış politika atakları ile desteklediği ölçüde
Türkiye’nin bu Yeni Akdeniz Vizyonu’ndan çeşitli kazanımlar elde edebileceği görülmektedir.
6. Avrupa Akdeniz Ortaklığı ve Su
Ortaklık çalışmaları içerisinde önemli bir yer tutan su konusunda “Yerel Su Yönetimi” başlıklı
ilk Avrupa-Akdeniz Bakanlık Konferansı Marsilya’da gerçekleşmiştir.Toplantı sonunda
katılımcılar,bir açıklama yaparak “öngörülebilir su ihtiyaçları ile mevcut su kaynakları arasında
giderek büyüyen uyumsuzluğun ekonomik açıdan çaba sarf edilmesini gerektireceğini
“vurgulamıştır.
Bu toplantıda aşağıdaki kararlar alınmıştır:
•
Ortak su yönetimi ,birlikte planlanmış bir yönetimi zorunlu kılmaktadır.Suyun farklı
kullanım şekilleri,kurumsal ve yasal mekanizmaların toplumsal,kültürel,fiziksel ve
ekonomik şartlara uyarlanmasını gerektirmektedir.
•
Su kalitesi izlenmelidir.Bu alanda uzun vadeli bir yatırım politikası sürdürülmelidir.Su
yönetimi,beceri isteyen bir iştir.Su ile ilgili konulardaki eğitim programlarının
geliştirilmesi için çaba harcanmalıdır.
•
Su, ekonomik ve toplumsal değeri olan bir kaynaktır.Şehirlerde ve kırsal kesimde yaşayan
yoksullar için de içme suyuna erişim imkanı etkili bir biçimde sağlanmalıdır.
•
Su kaynaklarının yönetimi ve kullanımı,ekonomik ,toplumsal ve çevresel kriterleri dikkate
alan kısa,orta ve uzun vadeli kalkınma planlarına dayandırılmalıdır.
Ekim 1992 tarihinde Roma'da Akdeniz havzasındaki ülkelerin sudan sorumlu Bakanları ile
Avrupa Birliği Komisyonu temsilcilerinin katılımı ile yapılan toplantıda Akdeniz Su
Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu sözleşmede Akdeniz bölgesi ülkelerinin; suyun önemi yanında
ekonomik bir değer olduğu, sürdürülebilir kalkınma için su kaynaklarının bölgesel ve ulusal
- 621 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
bazda entegre ve rasyonel bir anlayışla belirlenecek uzun vadeli stratejiler kapsamında
geliştirilmesi ve yönetiminin etkin bir şekilde sağlanması gerektiği inancında oldukları
belirtilmiştir. Bu konferansdan sonra, 1996 yılında yapılan Marsilya Konferansı'nda AvrupaAkdeniz Su Bilgi Sistemi (Euro-Mediterrenean Water Management Information System,
EMWIS)'nin kurulması gündeme getirilmiş ve bu sistem Aralık 1997 tarihinde Napoli' de
yapılan toplantıda fiilen kurulmuştur.
Su konusunda Akdeniz’de bölgesel işbirliğine gidilmesini öngören ve Akdeniz’e kıyısı
bulunan ülkelerin finanse ettiği çok sayıda ulusal irtibat noktasına dayanacak olan EMWIS’ın
kuruluş gayesi olarak aşağıdaki hususlar belirtilmektedir:
Su sektöründe:
•
Bilgiye ulaşımı kolaylaştırmak,
•
Bilgi paylaşım mekanizmasını geliştirmek,
•
İşbirliği programlarını geliştirmek
Ancak tanıtım toplantısı 2005 yılının Aralık ayında Ankara’da yapılan bu sistemin
geliştirilerek istenilen düzeye getirilmesinin zaman alacağı görülmektedir.
7. Barselona Sürecinin Değerlendirilmesi
Akdeniz’de barış ve istikrarın sağlanmasında en temel rolü Barselona sürecinin ekonomik ve
ticari ilişkileri geliştirmesi ve böylece kuzey güney arasındaki refah düzeyi farkının azalması
oynayacaktır.Bu kapsamda AB, Akdeniz’de zenginliğin yardım yoluyla değil ticaret yoluyla
dağılımını istediğini ifade etmektedir.Ancak Avrupa Akdeniz Ortaklığı sürecindeki sektörel
düzenlemelerde sanayi öne çıkarılmakta ve bu düzenlemelerin çoğunun tarıma dayalı
Akdenizli ortakların ekonomilerine zarar verme riski bulunmaktadır.2010 yılında Akdeniz
Serbest Ticaret Bölgesi oluşturulduğunda koruma duvarlarının süratle indirilmesinin bazı
zararlı etkiler yaratabileceği görülmektedir.
MEDA Programına dahil ülkelerin ekonomik yapılarının ve güçlerinin birbirinden farklı
olması, bütünleşme sürecinde ekonomisi güçlü ülkelerle daha zayıf olanlar arasında asimetrik
bir karşılıklı bağımlılık yaratma riski de taşımaktadır.Buna karşı AB geçiş döneminin, benzer
yapılarının karşılıklı bağımlılığının sağlanarak yaşanacağını ileri sürse de benzer yapıların
miktarı ve ekonomideki güçlerinin ne olacağı bilinmemektedir.Bu endişeler ortaklık sürecinin
sistemi konusunda da yaşanmaktadır.Ancak AB bu süreçte bir ülke hükümetinin düzenleme
programına ayak uyduramaması halinde AB’den doğrudan bütçe yardımı talep edebileceği ve
AB’de bunu karşılayacak mekanizmaların mevcut olduğu ileri sürülmektedir
Ancak bütün bu açıklamalara ve aradan yaklaşık 10 yıl geçmesine rağmen Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı sürecinin düzgün yürümediği ve beklenen yararı sağlayamadığı görülmektedir.Bunun
temel nedenleri aşağıda sıralanmıştır ;
a)
Bölge ülkeleri birbirinden çok değişik yapıya sahip olup kalkınma seviyesi olarak hem
kendi aralarında hem de AB ile aralarında büyük farklar mevcuttur.
b) Sürecin siyasi ve güvenlik ortaklığı boyutunda ilerleme kaydetmesi Ortadoğu Barış Süreci
ile doğrudan bağlantılı olup,ortaklar arasında İsrail’in bulunuşu ortaklıkta güven arttırıcı
- 622 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
önlemlerin uygulamaya geçirilmesini zora sokmaktadır.Bu durum ABD’nin Akdeniz
sürecine İsrail üzerinden dolaylı etki yapabilmesine de olanak yaratmaktadır.
c)
Ortaklık anlaşmalarının hepsi yürürlüğe girmemiştir.
d) AB’nin mali yardımlarla ilgili prosedürü son derece karmaşık ve uzun olup çok yavaş
ilerlemektedir.Bu durum hem sürecin ilerlemesine hem de ortak ülkelerin yardımların
getirileri konusunda tereddütte kalmalarına neden olmaktadır.
e)
Akdenizli ortakların bazıları çeşitli sosyal ve siyasal yükümlülükler getiren ekonomik
açılım sürecine istekli bakmamaktadır.
f)
Akdenizli Ortakların birçoğunda ülkesel ve bölgesel olarak çatışmalar sürmekte,ekonomik
ve siyasi istikrar sağlanamamaktadır.
g) Ülkelerde istikrar ve güven ortamının sağlanmasına yönelik iç yapısal reformların
gerçekleştirilmesinin önünde ancak uzun vadede ortadan kalkacak sosyo- kültürel ve
sosyo-politik engeller yer almaktadır.Bu yapısal reformlar gerçekleştirilmeden gelen kısıtlı
mali yardımlardan beklenen fayda sağlanamamaktadır.
h)
AB,bu ortaklığa yeteri kadar mali destek ayıramamaktadır.Bünyesine kattığı 10 ülkeden
sonra bunun biraz daha güçleşeceği görülmektedir.
8. Akdeniz Havzasının Hidrojeopolitiği Üzerine
Şekil.1. Akdeniz Havzası’nın Hidrojeopolitik Haritası
Akdeniz Havzasına Hidrojeopolitik açıdan bakıldığında Şekil 1 den de görülebileceği gibi 3
ayrı bölge ortaya çıkmaktadır. Kuzey Akdeniz ülkelerinden İspanya ve Türkiye dışında kalan
ülkelerin yılda kişi başına düşen yenilenebilir ortalama su miktarları 3000 m3’ün üzerindedir
Bu bölge Akdeniz Havzası’nın su potansiyeli açısından en sorunsuz bölgesidir.Güney Akdeniz
ülkeleri ,bir diğer deyişle Afrika’da Fas dışında Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler ise kuzeydeki
durumun tam tersine havzada su sorununu en ciddi olarak yaşayan bölgeyi oluşturmaktadır.
- 623 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
Yılda kişi başına düşen yenilenebilir su miktarı 1000 m3’ün altında olan bu bölgeye Güney
Doğu Akdeniz kıyılarındaki İsrail, Filistin Özerk Yönetimi ve Ürdün de girmektedir.
Yılda kişi başına düşen yenilenebilir su miktarı 1000-3000 m3 arasında olan İspanya, Fas,
Türkiye, Lübnan, Suriye’nin yer aldığı Doğu ve Batı Akdeniz bölgesi ise halen çok önemli
düzeyde su sorunu yaşamayan ancak bu sorunları yaşamaya aday olan ülkeleri kapsamaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında Akdeniz Havzası ülkelerinin Hidrolojisi ve Jeopolitiği bir
arada ele alındığında Kuzey-Güney arasındaki farkın AB-Arab ülkeleri arası ve hatta
kıtalararası bir fark olduğu görülecektir.
Akdeniz Havzasının Su Sorunları üzerine yapılan incelemelerin ve stratejik öngörü
çalışmalarının birçoğu kuzey-güney arasındaki bu farklılığın artacağını Doğu ve Batı
bölgelerinde ise sorunun ağırlaşacağını ortaya koymaktadır.Ancak Akdeniz Havzasının
hidrojeopolitik haritasına bakıldığında havzanın su sorunları ile birlikte jeopolitik önemi hızla
artan bölgesinin Doğu Akdeniz bölgesi olduğu görülecektir. Doğu Akdeniz Akdeniz güvenlik
mimarisinin anahtar taşıdır. Akdeniz ‘in güvenliği Doğu Akdenizin güvenliği ile doğrudan
ilişkilidir. Havzanın hidrojeopolitiğinin ortaya koyduğu en önemli sonuç;Akdeniz’de
jeostratejik önemi ile birlikte su sıkıntısı da artan bölgenin Doğu Akdeniz bölgesi
olduğudur.Bu nedenle özellikle Doğu Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkeler arasındaki işbirliğinin
artması gereklidir.Doğu Akdeniz’de bu süreçte en etkili rol oynayacak ülke ise Türkiye olarak
görülmektedir. Jeopolitik ve hidropolitik kartlarını iyi oynayabilen bir Türkiye bölgedeki
istikrarın devamında kilit ülke olma konumunu sağlamlaştıracak ve önemini arttırabilecektir.
9. Türkiye’nin Geliştirebileceği Politikalar
1995 Barselona sürecinin beklenen gelişmeyi gösterememiş ve Türkiye’nin sürece ilişkin
beklentilerinin karşılanmamış olması,dengelerin hızla değişmekte olduğu günümüzde bu
sürecin Türkiye için önemini azaltmamakta hatta arttırmaktadır.
Türkiye ulusal çıkarları açısından Akdeniz’in hızla artan ticari ve stratejik önemini de dikkate
alarak Akdeniz Ülkeleri ile ticari ve siyasi ilişkilerini geliştirmek için ortaklığa gereken ilgiyi
göstermelidir.Türkiye birbirini tamamlayan adımlar atarak Avrupa_Akdeniz ortaklığı sürecini
ticari,siyasi diyaloglarını artırmak ve manevra alanını genişletmek amacı ile kullanabilir.
Avrupa-Arap diyaloğuna dönüşen Barselona toplantıları sürecinde,bir köprü ülke avantajını
kullanarak güç ve konum kazanmaya çalışabilir.Son dönemde Türkiye’nin Avrupa-Akdeniz
Ortaklığını farklı bir açıdan değerlendirmesine olanak tanıyan yeni gelişmeler olmuştur.Artık
AB ile müzakerelere başlayacak olan Türkiye’nin Akdeniz Sürecindeki “statü” sorunu
azalmıştır.Türkiye’nin bu yeni gelişmeler ışığında bu süreçte öncü rolü üstlenebileceği alanları
belirleyerek üretim ve kalkınma gücünü artıracak politikalar izlemesi önem taşımaktadır.
Ancak Türkiye bu ortaklık sürecine aktif olarak katılımın getirileri konusundaki beklentilerini
abartmadan ,politikasını bölgeye ilişkin temel stratejisi içinde gerçekçi bir eksene oturtarak
yürütmelidir.Bu süreci kullanarak Türkiye Akdeniz’e kıyıdaş ülkelerle ticari ilişkilerini
sürdürülebilir bir seviyeye çıkartmak için çalışmalı ve ortaklıkta öncü rolü üstlenebileceği
alanlar için özgün politikalar üretmelidir.
Bu kapsamda Türkiye ,coğrafi konum avantajı,jeostratejik konumu ve bölgedeki ağırlığı ile
Doğu Akdeniz’de bir nüfuz alanı oluşturabilir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’in öncelikli ilgi ve
- 624 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
çalışma alanı olarak belirlenmesi önem taşımaktadır.Üç temel dinin doğduğu bu bölge halen
Akdeniz’de çatışmaların ve anlaşmazlıkların en yoğun olduğu bölge olma özelliği
taşımaktadır.Bu bölgede istikrar sağlanmadan Akdeniz Ortaklığının sağlıklı bir şekilde
yürümesi çok zor görünmektedir.
10. Sonuç ve Değerlendirme
AB’nin çok önem vererek başladığı Avrupa-Akdeniz Ortaklığı sürecinden beklenilen faydalar
sağlanamamaktadır.Bu sürecin düzgün yürümesinin yolu Doğu Akdeniz’deki istikrar ve
işbirliğinden geçmektedir.AB ile müzakerelere başlayacak olan Türkiye bu bölgede müslüman
kimliğiyle siyasi,ekonomik ve kültürel manevra kabiliyeti en yüksek ülke olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu nedenle izleyeceği stratejiler ile de ilişkili olarak bu istikrarın sağlanmasında
gözardı edilemeyecek ve etkili bir rol oynayabilecek yegane ülke Türkiye’dir.Ancak
Türkiye’nin Yeni Akdeniz Vizyonu’ndan beklentilerinin somut kazanımlara dönüşmesi için;
a)
a)Türkiye’nin “bölgede bir güç olmaya yönelik temel bir stratejisinin “bulunması ve bu
strateji doğrultusunda birbirini tamamlayan adımlar atarak ilerlemesi önem taşımaktadır.
b) b)Bu temel strateji;Akdeniz Havzası’ndaki gelişmelere ayak uydurmaktan daha çok
bölgede konum kazanmaya yönelik daha etkili bir strateji olmalıdır.
c)
c)Türkiye Avrupa-Akdeniz İşbirliği Politikasının kendisi için önemini yadsımadan
bölgede sadece bu politika kapsamına da sıkışmamalıdır.
d) d)Türkiye bölgedeki rolünü yeniden tanımlarken, AB-Akdeniz Ortaklığı içerisinde, buna
yardımcı olabilecek üstünlüklerini akılcı bir politika ile kullanmalıdır.
Bu çerçevede Türkiye,bölgede görece üstünlük taşıdığı konulardan biri olan su konusunda
dikkatli ve gerçekçi bir hidropolitik izleyerek elini güçlendirebilir.Ancak bunun en temel şartı
izlenecek hidropolitiği diğer politikaların tamamlayıcı bir unsuru olarak düşünmek ve
uygulamak olacaktır.Türkiye her fırsatta açıkladığı “suyu bölgede istikrarın sağlanmasına
yardımcı olacak bir işbirliği aracı olarak kullanacağı” yaklaşımına açılım getirecek çalışmalar
içinde olmalıdır.
Bu anlamda EUROMED bünyesinde kurulmaya çalışılan “Su Forumu” çalışmalarına daha
aktif bir şekilde katılım önem taşımaktadır.Bu Forumun temel amacı;bir plan çerçevesinde
kuraklıkla mücadele ,yerel su kaynaklarının rasyonel kullanımı,su talebinin miktar ve kalite
yönüyle değerlendirilmesi,klasik olmayan su kaynaklarının geliştirilmesi ve kullanımı gibi
alanlarda ortak ilkeler etrafında birleşmektir.Bu çalışmalar sürecindeki diyaloglar Türkiye’nin
bölgeye ilişkin hidropolitikasının da açıklanıp aktarılabilmesine ortam sağlayabilir.Su Forumu
çalışmalarında üniversiteler ve su ile ilgili araştırma merkezlerinin de sürece dahil edilmesine
çalışılmalı ve bu kurumların Akdeniz’le ilgili projelerde etkin rol almaları özel olarak
desteklenmelidir.
Doğu Akdeniz ülkeleri için yapılan çeşitli projeksiyonlar ve oluşturulan senaryolar,bu ülkelerin
birçoğunun 2025 yılına kadar olan ihtiyaçlarını ancak su kullanımın azaltacak tedbirler alarak,
derin yer altı suyu ,arıtılmış atık su ve arıtılmış deniz suyundan yararlanma veya su ithali gibi
alternatif yöntemlerle karşılayabileceklerini ortaya koymaktadır.Doğu Akdeniz Havzası’nın bir
diğer özelliği de, Havza Ülkeleri’nin yarısında su kaynaklarının bir bölümünün ülke dışından
- 625 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
gelmesi veya kıyıdaş bir ülkeyle birlikte kullanılmasıdır.Bu nedenle bölge hidropolitik ilişkileri
yoğun olan bir bölge hüviyetindedir.
Türkiye bugüne kadar geliştirdiği Manavgat Su Temini,KKTC’ye Boruyla Su Temini,ve Barış
Suyu Projeleri ile bölgedeki bu su ihtiyacının bir bölümünü karşılamak üzere bazı atılımlar
yapmıştır. Ancak bölgede güven ve istikrar ortamının yerleşmemiş olması ve su konusunda
dışa bağımlılık endişeleri bu projelerin uygulamaya geçmesini etkilemiştir. Proje amaçları
arasında yer alan iç piyasaya yönelik su temini hizmeti projenin ekonomik açıdan geri dönüşü
daha yüksek olabilecek bölümünü oluşturmaktadır. Bu konuda ülke içinde proje çevresindeki
bölgenin hızla artan su taleplerinin projeden karşılanabilmesi için çalışmalar başlamıştır.
Ancak proje esas olarak Doğu Akdeniz’de istikrar için işbirliğine hizmet edebilecek stratejik
bir proje özelliği taşımaktadır.
Konuya su dış ticareti açısından bakıldığında ise bölgede suya olan ihtiyaç kadar su konusunda
bağımlılık endişesi projeden istenilen sonucun alınabilmesini geciktirmektedir. Ancak bölgenin
jeopolitiği dikkate alındığında bu da doğal bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.Bu nedenle su
dış ticareti ile ilgili sürecin istenilen hızda yürümemesi projenin ekonomik fizibilitesi ve
rantablitesi açısından soru işaretleri doğursa da Proje’nin Türkiye’nin beklentilerini hiçbir
şekilde karşılayamayacağı anlamına gelmemektedir.
Projeden beklenen fayda geçmişte olduğu gibi abartılmadığı sürece Manavgat Projesi Doğu
Akdeniz Havzası’nda Hidropolitik Rantablitesi yüksek olabilecek bir tesistir.
Tüm bu nedenlerle, Türkiye Akdeniz Vizyonu’nu bölgede güç olmaya yönelik temel bir
stratejiye oturtarak Akdeniz sürecini daha iyi değerlendirebilecek çalışmalara üniversiteler,
araştırma merkezleri ve ilgili kamu kuruluşları çerçevesinde hız vermelidir. Bunun yanı sıra
Türkiye su satıyor olmasının ve ihracatın gecikiyor olmasının olumsuz havasından
etkilenmeyerek, Manavgat ile ilgili daha esnek ve bölgedeki gelişmeleri dikkate alan strateji ve
politikalar üretebilir. Bu politikalarda Doğu Akdeniz’in batısı da değerlendirilmeli, projeden
beklenen fayda bölgedeki gelişmelere göre revize edilebilmelidir.Akdeniz’in Hidrojeopolitik
haritası iyi okunarak buna göre farklı açılımlar geliştirilmelidir.
KAYNAKLAR
1.
YILDIZ ,Dursun 2000 Akdeniz Havzasının Su Potansiyeli ve Hidropolitiği Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi.Temmuz 2000 Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.Ankara
2.
PAMUKÇU, Konuralp 2000 Su Politikası Bağlam Yayınları.İstanbul.
3.
YILDIZ,Dursun 2001 “Doğu Akdeniz’de Su Sorunları” Cumhuriyet Bilim Teknik 7 Eylül
2001. Sayı:755
4.
YILDIZ,Dursun 2002 “Akdeniz Havzası’nda Su Sorunları ve Türkiye” 2023 Aylık Dergi
1.Ağustos 2002.
5.
YILDIZ,Dursun 2003 Akdeniz Havzasında Su Sorunları ve Türkiye Kitabı TMMOB İMO
Ankara Şubesi Yayını.Mart 2003 Ankara.
6.
TINAR.Y.Mustafa 1998 “Avrupa Birliği’nin Akdeniz Politikası ve Türkiye” FriederichEbert Vakfı Yayını .İstanbu.
- 626 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
7.
AKDER,Halis 1996 “Avrupa Birliği’nin Akdeniz Politikası, Nedenleri, Hedefler, Araçları
ve Türkiye’nin AB’nin Akdeniz Politikasında Yeri”AB’nin Akdeniz Politikası ve Türkiye.
Friederich Ebert Vakfı Yayını .İstanbul.
8.
ARAKON ,Maya 2002 “Avrupa Akdeniz Ortaklığı Mali Aracı MEDA ve Türkiye” İKV
Yayını No:169 Haziran 2002 İstanbul.
9.
TC Dışişleri Bakanlığı 2002”Avrupa Akdeniz Süreci ve Türkiye’nin Sürece İlişkin
Yaklaşımı Konularında Bilgi Notu” Şubat 2002. http://www.mfa.gov.tr
10. Dış Tic. Müsteşarlığı AB Genel Müdürlüğü 2004 “4. Avrupa Akdeniz Ticaret Bakanları
Konferansı Sonuç Bildirgesi “.Temmuz 2004.
11. DÜDÜKÇÜ,Özlem 2004 “Avrupa Güvenlik Savunma Politikası ve AB Anayasası”
Cumhuriyet Strateji .Yıl:1,Sayı:9 .30-Ağustos 2004. Cumhuriyet-TUSAM.
- 627 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
HYDROGEOPOLİTİCS OF THE MEDITERRANEAN REGION AND
TURKEY
Dursun Yıldız
Planning and İnvestigation Department
State Hayraulic Works
[email protected]
ABSTARCT
Mediterranian region as a junction of energy transportation lines ıs gaining importance as the
years go by. Due to that reason Mediteranian region became a location which can not be
disregarded by the Power Centers of the International System.
Turkey has foreseen the future development of the region and developed “New Mediteranean
Vision”. In order to get maximum benefit from the vision; Basic strategy based on
hydrogeopolitically detailed analysis of the region is needed. Hydrogeopolitics of
Mediterranian region is serving an opportunity for Turkey’s vision to succed as a powerfull
nation in the Region. This paper reviews the current situation and hydrogeopolitics of the
region and gives suggestions for how water to be used as a cooperation element.
- 628 -

Benzer belgeler