2. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi

Transkript

2. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
NEVŞEHİR ÜNİVERSİTESİ
KAPADOKYA ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ (NEVKAM)
1.Uluslararası
NEVŞEHİR
TARİH VE KÜLTÜR
SEMPOZYUMU
BİLDİRİLERİ
16-19 Kasım 2011, Nevşehir
2
Cilt
Editör
Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER
1. Uluslarası Nevşehir Tarih ve
Kültür Sempozyumu Bildirileri
Nevşehir Üniversitesi Yayınları: 2
Editör
Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER
ISBN: 978-605-4163-02-1 (tk)
978-605-4163-05-2 (2.cilt)
1. Baskı
Nisan, 2012 / Ankara
Kapak ve Sayfa Tasarımı
Grafik-Ofset Matbaacılık Reklamcılık
Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
1. Cadde 1396. Sokak No: 6
06520 (Oğuzlar Mahallesi)
Balgat-ANKARA
Tel
: 0 312. 284 16 39 Pbx
Faks : 0 312. 284 37 27
E-mail : [email protected]
Web : grafiker.com.tr
Baskı, Cilt
Ofset Yayıncılık Ltd. Şti.
Kazım Karabekir Caddesi
Ali Kabakçı İşhanı 85/3
İskitler-ANKARA
Tel
: 0 312. 384 00 18
Faks : 0 312. 342 16 52
DESTEKLERİ İÇİN
Nevşehir Valiliği’ne, Nevşehir Belediyesi’ne, TÜBİTAK’a,
Avanos Belediyesi’ne, Başdere Belediyesi’ne, Çat Belediyesi’ne,
Derinkuyu Belediyesi’ne, Göre Belediyesi’ne, Gülşehir Belediyesi’ne,
Göreme Belediyesi’ne, Hacıbektaş Belediyesi’ne, Kavak Belediyesi’ne,
Mustafapaşa Belediyesi’ne, Uçhisar Belediyesi’ne, Ürgüp Belediyesi’ne
TEŞEKKÜRLERİMİZLE
İÇİNDEKİLER
BİLDİRİLER
(Bildiriler Alfabetik Olarak Sıralanmıştır)
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve
Atölye Uygulamaları ........................................................................................ 5
Bekir KABAKÇI
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii
Kalemişi Çalışmalarının, Kompozisyonu Oluşturulan
Etmenler Açısından İncelenmesi .................................................................... 23
Beyhan ASMA
Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya ........................ 45
Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL
Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı .............. 63
Buket KÖREMEZLİ
Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve
Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Fiiller .................................................... 77
Burcu BAŞARAN
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak
Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler.................................................................. 91
Carmela CRESCENZI - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
Kültürel Miras İçin Araştırmalar ve İnteraktif Multimedya Belgeler ................ 111
Catherine JOLIVET LEVY
Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi:
Yeni Kilisede İsa’nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler ..................... 131
Celal Gülşen - Taner DURAN
Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi ............ 143
Chiara BORDINO
Tanrı’nın Yaşadığı Bir Yer. Nevşehir Bölgesi’nde
Hristiyan Kilisesinin Gelişimi (IV-XIII Yüzyıllar Arası) ve
Bu Kilisenin Görsel Sanatlardaki Rolü........................................................... 161
Cihan ÇAKMAK
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi .......................................... 185
Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL
Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri:
Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi .................... 209
Çetin PEKACAR- Filiz Meltem ERDEM UÇAR
Nevşehir Ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik
3. Şahıs Çekimlerinde /N/ Sesi ..................................................................... 225
Çiğdem DİRİK- Ahsen ARMAĞAN
Nevşehir’in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir........... 237
Deniz ULUKUŞ- Osman TURGAY
Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir)
Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri ................................................. 261
Dilek HERKMEN
Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve
Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi .................................................................... 271
Dilek YEŞİLTUNA
Popüler Kültür ve Film Turizmi ..................................................................... 287
Dimitrios KATSIKAS- KAPPADOKIS
Azız George Neapolıtıs (1730-1797) Biyografisi ve Mucizeleri ...................... 307
Doğan ATILGAN
Nevşehir’de Kültür ve Kütüphaneler ............................................................ 329
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011) ......... 353
Efkan UZUN
Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922) .............................. 375
Elif Esra ÖNEN
Tarihsel Bir Roman: Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar ......................... 391
Elif ŞENEL
Neşet Günal’ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta
Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma ....................................................... 399
Emin ERDEM KAYA
Nevşehir İli Ürgüp İlçesinde “Nahıl Övme” Geleneği .................................... 425
SERAMİK SANAT VE TASARIM EĞİTİMİNDE
MÜZE VE ATÖLYE UYGULAMALARI
THE MUSEUM AND STUDIO APPLICATION IN THE EDUCATION
OF CERAMIC ARTS AND DESIGN
Banu DAVUN* - Betül AYTEPE**
ÖZET
Araştırma, Nevşehir Üniversitesi, Avanos Meslek Yüksekokulu Seramik, Cam ve Çinicilik Programına devam etmekte olan birinci sınıf
öğrencilerin Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi ile Seramik Atölye derslerinde uygulanmak üzere Müze Eğitimi ve Estetik Eleştiri yöntemiyle özgün seramik uygulamalar gerçekleştirmek amacıyla yapılmıştır.
Müze eğitimi ve estetik eleştiri yöntemiyle desteklenmiş özgün seramik uygulamalarla daha önce ilköğretim ve lise programı dışında
kapsamlı bir sanat eğitimi almamış yüksekokul öğrencilerinin sanatsal gelişim ve estetik yetileri kazanmalarına katkıda bulunmak, beş
duyuya hitap eden özgün sanatsal uygulamalara aktif katılımlarıyla
kendilerini özgürce ifade etmelerine olanak sağlamak, müzede bulunan eski uygarlıkların sanatını tanıtmak, kısaca disiplinler arası sanat eğitimi bilincini oluşturmak bakımından önemlidir.
Araştırma Avanos Meslek Yüksekokulu Seramik, Cam ve Çinicilik
programı birinci sınıfa devam eden sekiz öğrenci ile yapılmıştır. Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi dersi kapsamında öğrenciler Nevşehir ilinde bulunan TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Nevşehir Arkeoloji Müzesine götürülmüşlerdir. Müzede yer alan tarihi dönemlere ait pişmiş topraktan yapılmış antik eserlerin dönem itibariyle yapımı, tekniği, dekorları hakkında bilgiler verilmiştir. Öğrencilerin
her birine soru-cevap şeklinde müzedeki eserlere ilişkin sanat eleştirisi yapılmış, incelenmiş ve uygulama kapsamında karakalem çizim* Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Görsel İletişim Tasarım Bölümü,
e-posta: [email protected]
** Öğr. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Avanos Meslek Yüksekokulu, El Sanatları Bölümü, Seramik, Cam
ve Çinicilik Programı, e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
5
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
ler yaptırılmıştır. Bu uygulamadan sonra öğrenciler seramik atölyelerinde seçtiği döneme ait, estetik eleştiri ve çizimleri esas alarak önce
eserin aynısını çamur malzemeyle elle şekillendirme yöntemi kullanarak uygulamışlardır. İkinci aşamada yine müzede seçtiği eserinden yola çıkarak biçimde ve tasarımda yorumlamalar yapmış, özgün
seramik çalışmalarıyla ikinci uygulamalarını gerçekleştirmişlerdir.
Yapılan çalışmalar karşılaştırılarak, değerlendirmeleri yapılmış ve çeşitli öneriler verilerek bundan sonra yapılacak araştırmalara rehber
olabilecek şekilde literatür ışığında tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi, Müze Eğitimi, Estetik Eleştiri, Disiplinler arası Sanat Eğitimi.
ABSTRACT
The research was applied on the first grade students of Nevsehir
University, Avanos Vocational School of Higher Education, Ceramic,
Glass and Tile Programs in order to perform original ceramic application with museum education and aesthetic criticism method in
their education of ceramic arts and design and workshop lessons
of ceramic.
Contributing the artistic and aesthetic development of the higher
education students that have not taken comprehensive art lessons
in their elementary and high school education with the museum
application and aesthetic criticism method, allowing them to express themselves to active participation of original artistic practices
that appeal to the five senses, introducing them of the ancient civilizations in the museum and in the summary, developing the interdisipliner art education training is important.
The research was applied on the eight first grade students of Nevşehir University, Avanos Vocational School of Higher Education, Ceramic, Glass and Tile Programs. As part of the Education of Ceramic Arts and Design lessons, students were taken to the Nevsehir
Archeology Museum which is under the Ministry of Culture and Tourism in the Nevşehir Province.
In the museum, some information about the ancient handworks
and their creation history, technics and sceneries were given to students, also art criticism and charcoal drawing under the application was given in the question-answer form. After these applications, students have chosen some ancient phase and designed their
handwork about this phase with mud which based on the aesthetic
criticism and drawings. Then, students have remarked their phases’
method and design, and effectuated their genuine ceramic works.
6
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları
In conclusion, these studies have been compared, rewieved and
discussed with some suggestions in the literature for the guide and
lead the other works.
Key Words: The Education of Ceramic Arts and Design, Education of Museum, Aesthetic Criticism, Interdisipliner Art Education.
1. Giriş
Araştırmanın konusunu Nevşehir Üniversitesi, Avanos Meslek Yüksekokulu Seramik, Cam ve Çinicilik Programına devam etmekte olan birinci sınıf
öğrencilerinin Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi ile Seramik Atölye derslerinde uygulanmak üzere, Disiplinler arası Sanat Eğitimi kapsamı içinde yer
alan Müze Eğitimi ve Estetik Eleştiri yöntemiyle gerçekleştirilmiş özgün ve
uygulamalı çalışmalar oluşturmaktadır.
Müze eğitimi ve estetik eleştiri yöntemiyle desteklenmiş Sanat ve Tasarım
Eğitimi dersiyle gençlerin sanatsal gelişim ve estetik yetileri kazanmalarına katkıda bulunmak, beş duyuya hitap eden uygulamalara aktif katılım
sağlanarak kendilerini özgürce ifade etmelerine olanak vermek, müzede
bulunan eski uygarlıkların sanatını tanıtmak, kısaca sanat eğitimi bilincini
oluşturmak amacıyla yapılmıştır.
Uygulamalı olarak çalışılan araştırmanın evrenini, 2010-2011 öğretim yılında Nevşehir Üniversitesine bağlı Avanos Meslek Yüksekokulu Seramik,
Cam ve Çinicilik Programına devam etmekte olan birinci sınıf öğrencileri
oluşturmaktadır. Bu evren içinden seçilen sekiz öğrenci örneklemi oluşturmak üzere belirlenmiştir. Araştırma grubuna dahil olan öğrenciler lise programı dışında kapsamlı bir sanat eğitimi almamış yüksekokul öğrencileridir.
Bu çalışmayla, yurt genelinde Meslek Yüksekokullarının sanatla ilgili bölümlerinin programlarında yer alan Sanat ve Tasarım Eğitimi dersleri incelenmiştir. Gençlere verilecek Sanat eğitimi programının oldukça önemli bir
adımını oluşturan Sanat ve Tasarım Eğitimi ders programı içeriği incelendiğinde teorik anlatımların yanı sıra desen, strüktür, boyama çalışmaları,
renk bilgisi vb. iki ya da üç boyutlu uygulamaların kurumlarda sistemli ya
da sistemsiz olarak yürütülmekte olduğu görülmektedir. Sanat eğitiminin
sadece dar ve kısıtlı çerçevede kalması, öğretim görevlisi eksikliği ya da sistemli bir eğitimin uygulanamaması sonucu gençlerin sanatsal gelişimi istenen düzeyde olamamaktadır. Bu da bu okullarda öğrenim gören gençlerin sanat eğitiminden beklentilerimizi önemli ölçüde azaltmaktadır. Eği-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
7
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
timde yeni arayışlar, bireylerin yaratıcılığının geliştirilmesine yöneldiğinde,
eski öğretim yöntemleri yerine daha çağdaş, kalıcı ve aktif öğretim yöntemleri karşımıza çıkmaktadır.
Bu aşamada sanatla ilişkilendirilen Gestalt psikolojisine göre yaratıcılığın
eğitilebilir olduğu, görme olayının objeleri mekanik olarak kaydeden bir
duyu olmadığı, görmenin beyin gücü ile gerçekleştiği, gibi birçok önemli gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu nedenle gençlerin sanat eğitiminde bu gerçekler doğrultusunda yeni arayışlar ve yaklaşımlar uygulanmaya başlanmıştır. Nitekim genç, sanat eğitimi sürecinden geçerken, diğer bilimsel aşamalarda olduğu gibi “sezer, düşünür, araştırır, dener ve çözüme varır” (Gökaydın, 2002: 31).
Sistemli bir şekilde planlanmış, estetik, estetik eleştiri, sanat tarihi, müze
eğitimi ve sanatsal uygulamaları kapsayan eğitim sonucunda lise programı dışında kapsamlı bir sanat eğitimi almamış yüksekokul öğrencilerinden
bu ders için beklenen sanatsal gelişim ve estetik yetileri kazanmaları hedeflenmiştir.
Sanat ve Tasarım Eğitimi dersi öğrencinin estetik duyarlılığını geliştiren,
kendi güçlerinin farkındalığını sağlayan, sosyal alışkanlıklarını, yaşam sevgilerini geliştiren, yaratıcı yapıcı ve düşünen bireylerin oluşmasını sağlamada önde gelen ve gerekli olan bir eğitim sistemidir. Bu konuda bir araştırma
yapılması, bu çalışmanın sonraki yapılacak araştırmalara zemin olması ve
eğitimcilere rehberlik etmesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir.
2. Anadolu’da Yaşamış Çeşitli Medeniyetler
Anadolu’da M.Ö. 2000-1800 yılları arasında özellikle Nevşehir ve Aksaray
civarında yerel Bruşanda Krallığı bulunuyordu. Bu krallıkların yakınlarında
Asur Ticaret Kolonileri (Karum) kuruluyordu. Orta Anadolu’da Hattiler, Hititler yaşamış ve dini nitelikli tapınaklar, potern denilen geçitler, heykeller,
kabartmalar, kil tabletler, pişmiş topraktan önceleri geometrik motifli sonradan insan ve hayvan tasvirli mühürler, çömlekler gibi pek çok kültürel
miras bırakmışlardır (Şahin, 2006: 99-101).
Torosların kuzeyinde bulunan engebeli platoda yer alan Kapadokya Antik
Bölgesi Nevşehir, Kayseri ve Niğde illerini içine almaktadır. Hititlerden itibaren burada Bizanslılar (Doğu Roma) gibi birçok medeniyet önemli kültür merkezleri kurmuşlardır. Özellikle din saldırılarına karşı korunmak için
direnmişler, Ihlara Göreme Zelve, Derinkuyu, Kaymaklı gibi yerlerde tüf
8
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları
kayaları oyarak kiliseler, şapeller ve yer altı şehirleri inşa etmişlerdir. Bu yerlerin duvarlarına fresco tekniğinde dini tasvirler resmedilmiştir. Erken Hıristiyanlık dönemi bu tasvirlerde, resimlerin simetrik, statik gruplar halinde mistik halleri doğunun, doğacı nitelik ve pastoral dekor içinde resmedilmeleri, Helenistik etkinin sonucudur. Yunan ve Roma sanatında heykellerde vurgulanan klasik estetiğe karşı Hıristiyan sanatında ideallerin ifade
edildiği estetik daha çok resim alanına yönelmiştir (Şahin, 2006: 192-197).
Anadolu’da yaşayan Lidyalılar, Frigyalılar gibi uygarlıklar ölülerini Tümülüslere, taştan yapılı mezar odalarına gömerek, yanlarına birçok kıymetli ölü
hediyeleri koyarlardı. Bu Tümülüslerde ele geçen mermer heykellerde doğu
ve batı sanatından etkilerin olduğu görülmüştür. Siyah ve kırmızı figürlü,
iki kulplu üzerlerinde geometrik bezemeli ve hayvan tasvirli yüksek konik
bir ayağa sahip toprak vazolar dönemin özelliğini yansıtmaktadır (Şahin,
2006: 109). Eski İlkçağ Kültürlerinin anlatımları tabletler, taş kabartmalar,
idoller, Ana Tanrıça motifleri sanatçının biçimlerinden yararlanarak yeni yorumlar getirmesini sağlayabilmektedir. Böylesine zengin bir kültürden yararlanarak, konu olarak seçilmesi ve sanatçıya yol göstermesi önemlidir.
3. Gençlerin Sanat Eğitimi
Bilimin bir dalı olan, sanat eğitimi sanatın, estetiğin, sanat tarihinin eğitimi
ve öğretimiyle ilgili bütün konuları araştıran sorulara yanıt arayan, bulan
bir bilim dalıdır. Diğer bilim dalları gibi felsefe, estetik, psikoloji, sosyoloji,
tarih vb. alanlarla ilişki kurarak sorunlara çözüm getirmektedir.
Sanat eğitimi yalnız kuramsal sorunlarla değil, sanatın ve estetiğin yaratıcı düşünceden, ürün vermeye ve eleştiriye kadar uygulamadaki tüm sorunları ve bunların çözümleriyle de ilgilenir. Bireyin görsel algı ve görsel biçimler yaratma yetileri bakımından gelişmesindeki etkin yöntemleri araştırır ve saptanan amaca göre en uygununu bulur. En önemli işlevlerinden
birisi yaratıcılığı geliştirmesidir. Gerek çalışma biçimi gerek kullanılan araç
gereç bolluğu ve öğrenciye sağladığı çalışma özgürlüğü sayesinde yaratıcılığın ilerlemesinde önemli bir yere sahiptir.
Sanatta öğrenme gerçek bir yaratıcı süreçte ve çalışmalar bütünü içinde
gerçekleşir. Bunun için; gereci nitelikleri ve olanaklarıyla öğrenmek, gerece biçim verirken estetik bütünlüğü sağlamak, kendi çalışmalarına olduğu kadar diğer çalışmalara da eleştirel bir tavırla yaklaşmak önemlidir (Kırışoğlu, 1989: 73-74).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
9
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
Gençlerin sanat eğitiminde yaş grubunun özelliklerini incelediğimizde
Yavuzer’e göre (2005: 31-52), özellikle 15 yaşından sonra başlayan artistik ifade devriyle hem anlatım, hem de kişilik kazanarak perspektif ve soyut kavramların geliştiği görülmektedir. Gördüğünü gerçeğe uygun yapma yerine iyi bir bütünlükle bir eser yapma çabası hakimdir. Bundan dolayı bazı sanat konuları, sanat tarihi ve sanat estetiği bu devirde kolaylıkla
verilir. Anlatım çeşitlenir, güçlenir. Romantik, Realist, Sembolik, Dekoratif
anlatım biçimlerine girerler. Tercihleri söz konusudur. Sanat çalışmalarına
yeterli görüp beğendiği her hangi bir kişinin etkisiyle başlarlar. Bu devreye
ulaşabilenlerden bazıları sanatçı kişiliğine bu etki kabuğunu kırarak ulaşmaktadırlar. Bu devirde dikkat edilecek en önemli nokta öğrencinin etki altında kalmaması için kendi eğilimleri içinde geliştirmek, yön verebilmek ve
rehberlik etmektir. Hiçbir basamakla diğeri arasında kesin bir sınır yoktur.
Sanatçı ve sanat eseri incelemenin amacı sanata karşı ilgi uyandırmak takdir duygusunu geliştirerek sanatla bir bağ kurulmasını sağlamaktır. Sanat
eseri ile karşı karşıya gelmek estetik etkileşimi sağlamaktadır. Duyumlarımızla algıladığımız sanat eseri karşısında kuşkusuz en yoğun olarak çıkarsızca uyanan etken, estetik heyecandır. Estetik heyecanın ilk koşulu olan
duyum imgeleri uyandırmazsa ve aklın değerlendirmelerinden geçmezse
heyecan bir anlık olur ve geçici kalır. Bir tablodan bir senfoniden beklediğimiz yalnızca çizgilerin renklerin sözcüklerin ya da seslerin soyut bir düzenlemesi değil ama bu düzenle sanatçının bir ruh anını sonrasızlaştırmasıdır.
Bu bakımdan eksiksiz estetik heyecan, duyusal hazzın biçimsel ve duygusal hazlarla birleşmesidir (Yetkin, 1979: 47).
Sanat yapıtlarını tanıtma, kuramsal bilgi aktarımını destekleyecek slaytlar,
CD’ler gibi çeşitli görsel malzemelerle tanıtılarak eser hakkında sorular yöneltilmesiyle öğrenci estetik sürece dahil edilmektedir. Ezberci, aşırı ussal,
ve bilgi yüklenmesine dayalı bilgisel eğitim sistemleri öğrencilerin okul yaşamından zevk almamasına, yaparak, yaşayarak kendi deneyimlerine dayalı duyuşsal ve sezgisel öğrenmenin bir tarafa atılmasına neden olmaktadır. Böyle sistemlerin karşısında yaratıcı uygulamalar eğitim sisteminde alternatif bir öğretim yöntemi ve öğrenim alanı sunmaktadır.
3.1. Eğitim Ortamı Olarak Müze
Anadolu Türk Sanatı, minyatür, çinicilik, el sanatları, mimari yapılar gibi
birçok alanda oldukça zengin kültürel ve tarihi mirasa sahiptir. Dolayısıyla
ülkemize topraklarda bulunan müze sayısı da oldukça fazladır.
10
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları
Müzeler, kültür ve bilim tarihine ait eserleri toplayıp, koruma, sergileme işlevini yerine getirirken yayınları hazırladıkları eğitim programları Sanatsal
ve kültürel etkinlikleri ile toplumun eğitimine büyük katkıda bulunmaktadır. Çağdaş müzeler gelen ziyaretçilerin eğlenirken öğrendiği, öğrenmekten zevk aldığı kültür merkezleridir. Okulun devamı olarak sanat eğitimi
içinde müzede yapılan tüm etkinlikler ve uygulamalar tarih bilincinin estetik beğeninin oluşmasını düşünmeyi ve öğrenmeyi sağlamaktadır.
Müze ortamları eşsiz sanat eserlerini görme, seçilmiş eserler üzerinde sanata ilişkin bilgileri öğrenme, inceleme ve karşılaştırma olanağı sağlanabilen zengin örnekler sunarlar. Tıpkıbasımlar vasıtasıyla, öğrencilerin esere
aşina olup olmadıklarına bakılmaksızın, zaman zaman özgün sanat eserlerini görme fırsatını elde etmelerini sağlamaktadır. Özgün sanat eserlerinin
bulunduğu en iyi kaynaklar ise sanat galerileri müzeler, yörede yaşayan sanatçılar ve özel koleksiyonculardır (Buyurgan ve Mercin, 2005: 106).
Müzeler ve sanat galerileri günümüzde okul dışı sanat eğitimi merkezleri
olarak görülmektedir. Özellikle sanat müzeleri; koleksiyonlarında estetik,
eğitsel, tarihi, bölgesel, görsel, değerli ve çeşitli objeleri esas alarak artistik
değerleri öne çıkaran çalışmaların olduğu sergiler gerekçesiyle sanat eğitiminin vazgeçilemez mekânlarıdır (Çakmak, 2002: 20).
Gençler için müze çevre ilişkisini içeren güncel konular kapsamındaki organizasyonlarda kendilerini ifade edip yaratıcı öğrenme konuları ile ilgili programlar hazırlanmaktadır. Çünkü insan öğrendiklerinin büyük çoğunluğunu bakıp görüp tanıyarak öğrenir. John Berger’in de belirttiği
gibi “Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan
önce bakıp tanımayı öğrenir.... Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme edimidir. Bu edimin sonucu olarak gördüğümüz nesne -her
zaman elimizle dokunabileceğimiz bir nesne anlamında olmasa da ulaşabileceğimiz bir alana getirilmiş olur.” (Berger, 2002: 7). Bu ifadeye göre,
sözcüklerden önce gelen ve sözcüklerle tam olarak ifade edilemeyen görme olayının sadece biyolojik tanımın ötesinde hayatımızın daha ilk günlerinde etrafımızı çevreleyen dünyayı algılamamıza, anlamlandırmamıza yardımcı olan oldukça önemli bir süreç olduğu görülür.
Sanat yapıtı karşısında bir üst dil olan eleştiri, sanatın yapısını, kültür alanları içindeki yerini, insan açısından işlevini ve anlamını araştıran, güzelin
ve güzel sanatların doğasını, yapısını işleyişini inceleyen, estetik ölçütlere dayalı katı mantıksal değerlendirmelerin yanı sıra, yapıtın eleştirmen-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
11
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
de uyandırdığı duyguları izleyicilere iletmeyi amaçlayan, öznel yorumlamalara kadar çok farklı yaklaşımları dile getiren bir değerlendirmedir (Ersoy, 2002: 81-82).
Müzede yapılabilecek diğer etkinlik ise, sanat eleştirisi ile bir sanat eserini yakından incelemektir. Sanat eleştirisi bir sanat araştırması ve ayrıca sanata duyarlı biçimde tepki verme sürecidir. Feldman bir sanat yapıtını tartışmak için yöntem geliştiren ilk sanat eğitimcisidir. Öznel sanat eleştirisi
sanat eserinde gözlemlenen ve duyusal bilgiden doğan, anlamlar oluşturan özelliklere ilişkin ipuçları üzerinde yoğunlaşır. Sanat eleştirisinin amacı
tanımlamalar çözümlemeler yorum ve bilgiye dayalı yargılar geliştirmektir. Bağlam içinde inceleme ise, eserin bulunduğu çevre ve koşulları içinde araştırılmasıdır.
Müze Eğitimi öğrencilere okulların verdiği estetik ve etik mantığını daha
açık biçimde kazandırır. Estetik mantığı uygulamaları, bir sanat müzesinde onların yaptığı çalışmaları tanımlamak için kullandıkları sanatsal terimlerden dolayı daha ivedi biçimde görülebilir. Fakat Dewey’in estetik deneyim kavramı, nesnelere bağlı olarak sınırlandırılamaz ve başka müze türlerinde aynı ölçüde uygulanmaz. Müze eğitim programı yaşam boyu öğrenme kavramına uygundur. Öğrenciler açısından sadece müzede gezmekle sınırlandırılamaz. Müze eğitim programları ve müze dışı eğitsel etkinlikler bir bütündür. Halk eğitimiyle toplumu aydınlatma bilginin yaygınlaştırılmasını sağlama gibi görevleri de vardır. Müzelerin eğitim açısından gerekliliği ve getirdiği yararlar değişik aktarımlarla ifade edilir. Buna göre temel eğitimde ve yaşam boyu eğitim sürecinde yaşantılara dayalı çok yönlü öğrenme ve yaşam alanları olarak müzelerin etkin kullanımını içermektedir. Batılı pek çok ülkede çocuklara ve yetişkinlere programlı olarak bilim, kültür ve sanat kursları düzenlenmektedir. İlk, orta, üniversite düzeyinde, derslerin bir kısmının uygulama amaçlı yararlanılmasında bir araç ya
da ortam olarak kullanılmalıdır. Örneğin sanat tarihi, resim, grafik, seramik, heykel, estetik, tarih, mühendislik gibi dersler müzelerde oluşturulacak mekânlarda farklı öğretim materyalleriyle ve teknikleriyle gerçekleştirilebilir (Buyurgan ve Mercin, 2005: 96-97). Müzelerde rehberli turlar dışında resimli konferanslar dokunma oturumu, drama ve sanat eseri karşısında estetik eleştiri etkinlikleri de düzenlenmektedir (Abacı, 1996: 42-48).
“Bireylerin sanata, sanatçıya, sanat eserine saygıyı öğrenmeleri, sanatsal
yetenek ve yaratıcılıklarının ortaya çıkarılması ve geliştirilmesi, duygulu,
12
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları
nazik ve zevkli birer yurttaş olmaları gerçek anlamda verilecek sanat eğitimiyle mümkün olacaktır. Bu amacı gerçekleştirmede okulların ve sanat
kurumlarının yanı sıra müzelerde etkili olmaktadır” (Özsoy, 2008: 295).
Bir toplumun kültür düzeyini o toplumun yetişmiş sanatçılarının ve sanattan anlayan, değer yargıları gelişmiş kişilerin çokluğu belirler. Bu nedenle sanat toplumların kültürel gelişimlerinin göstergesidir. Gençlerin sanat
eğitiminde kültür aktarımını sağlayacak en önemli sanat ortamları sergi ve
müzelerdir. Eserle karşı karşıya gelerek etkileşim çoğalacaktır. Sergi, müze
vb. etkinliklere gitmekten zevk alan bireyler sonuçta sanatı seven, takdir
eden, sanatsal yaşamdan pay almasını bilen bir toplumu oluşturur.
Eğitim boyutunda sanat programlarının niteliği bütün öğrencileri ilgilendirmektedir. Bu programlar öğrencilerin görsel sanatlarda fikir ve duygularını ifade etmeleri için olanak sağlarken, aynı zamanda yaratıcılıklarını da
geliştirmelerinde yardımcı olması amaçlanarak, uygulama sürecinde çeşitli kavram ve teknikleri de öğrenmelerini sağlamaktadır. Bu konuya değinen Boydaş’a göre:
“Nitelikli sanat programında öğrenciler, algısal, yorumsal ve çözümsel yetilerini genişletirler. Görsel imgelerle anlam bulmayı öğrenirler, sanat eserlerinin estetik niteliğini tespit etmeyi öğrenirler. Görsel sanatların dilini
doğru kullandıkları için fikirlerini de eksiksiz ifade ederler, estetik yargılara
varmak ve savunmak için yetilerini geliştirirler. Nitelikli sanat programında
öğrenciler, kendi kültürlerinin temel teşkil ettiği geniş kültürel yapıyı anlar
ve bu yapıya daha duyarlı hale gelirler” (Boydaş, 2004: 8).
Yaratıcılık eğitimi açısından çağın gereklerine uygun, nitelikli ve en son
teknolojik yeniliklere uyum sağlamak için kendini her adımda yenileyen,
öğrencinin bireysel gelişim basamaklarına uygun ve onları geliştirmeye yönelik kapsamlı görsel sanat eğitimi programlarına her zaman ihtiyaç vardır.
El Sanatlarının tanımını yapacak olursak bir elle ya da araç kullanarak herhangi bir gerecin, malzemenin ürüne dönüştürülmesidir. Tasarım, temel
sanat eğitimi programının büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Yaratıcılığın koşulu ya da kuralı çok yönlü bir Temel Sanat Eğitimi programından
geçmektedir (Güner, 1996: 81).
Sanat insanın günlük yaşamı içerisinde kültürel bir boyut kazanarak yaşama biçimi veriyor. Toplumun kültür ve estetik beğenide çağdaş bir bütünlüğe erişmesinde sanat eğitiminin etkisi çok büyüktür (Telli, 1990: 7).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
13
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
3.2. Konu ile İlgili Alan Araştırmaları
Bu bölümde kapsamlı bir literatür taraması sonucunda, yurtdışında ve yurt
içinde yapılan araştırmalar incelenmiştir. Bu araştırmalardan bazıları aşağıda yer almaktadır.
Crocket’in (1958: 34-35) makalesinde, Sanat eleştirisinin psikoanalizi yer
almaktadır. Bazı resimler sanatçının içinde bulunduğu zorlukları yansıtmaktadır. Bir resmi eleştirirken resmi yapan sanatçı hakkında bilgi sahibi
olmak doğru yorum yapılmasına ve o yapıtın nasıl ortaya çıktığını anlamak
açısından kolaylık sağlayacaktır. Herkesin bir resme bakışı farklıdır, kimisi
bir tablodaki dağ, köprü gibi objelere bakarken kimisi bu objeleri oluşturan doku ve çizgilere dikkatle bakar hatta hissettirdikleriyle ilgilenirler. Bir
sanat eserini tanımlamak kolay değildir. Genel olarak sanat eleştirisinin
keskin sınırları yoktur, bir eleştiri bir diğerine benzemez.
Montero’nun (2006: 231-233) çalışması estetik algı üzerine yapılmış bir
makaledir. Montero’ya göre, “Güzellik, çirkinlik gibi estetik özellikler görme ve işitme algıları ile hissedilir. Tatma, dokunma ve koklama algıları ile
estetik algılama yapılamaz. Mekâna bağlı resim-heykel gibi plastik sanatlar, tiyatro-bale gibi zaman ve mekâna bağlı müzik sadece duyma ve görme duyuları ile algılanabilir ve bu duyular ile algılama yaparak estetik deneyim kazanır ve sonuç olarak insan algıladığı sanat eseri ile ilgili estetik
yargıya varır.
Ata’nın (2002). “Müzelerle ve Tarihi Mekânlarla Tarih Öğretimi: Tarih Öğretmenlerinin ‘Müze Eğitimi’ne İlişkin Görüşleri” konulu doktora tezi araştırmasında Tarih bölümündeki sanat tarihi derslerinin, tarih öğretmeni
adaylarının, görsel kaynak ve müzeyi, öğretimde etkili kullanmaya yönelik
hazırlayamadıkları tespit edilmiştir. Ayrıca, gezi-gözlem ile yapılan bir dersin daha kalıcı olduğu belirlenmiştir. Tarih öğretmenlerine lisans eğitiminde müzelere ilişkin bir ders konması; tarih derslerinde müze ve tarihi yerlere yapılan gezilerin yıllık programlarda zorunlu hale getirilmesi ve müzelerde okul müze işbirliği bağlamında tarih öğretmenlerine hizmet içi eğitim verilmesi gibi bazı öneriler sunmuştur.
Bu çalışmaların genel bir analizini yapacak olursak; Estetik eğitim gençlerin eğitiminde önemli bir yere sahiptir. Sanat eğitimi almış bireyler, bilişsel,
duyuşsal, psikomotor, fiziksel ve sosyal olduğu kadar akademik anlamda
da diğerlerine göre daha başarılı olurlar. Özellikle, kritik düşünme becerileri, estetik yargı ve değişik iletişimleri geliştirmek için sanatı kullanan ye-
14
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları
nilikçi eğitim programlarının eğitim sistemi içerisinde yer alması tavsiye
edilmektedir.
4. Yöntem
Bu araştırma müze ve atölye uygulamaları olarak iki aşamada gerçekleştirilmiştir. İlk kısımda Nevşehir Üniversitesi Avanos Meslek Yüksek Okulu,
Seramik, Cam ve Çinicilik programında okuyan birinci sınıf öğrencileriyle
Nevşehir Müzesine gezi yapılmış, öğrencilerin tarihi dönemlerle ilgili bilgi
alması, orada sergilenen dönemleri incelemeleri istenmiştir. Öğretim elemanları tarafından eserler hakkında genel bilgiler verilmiş, pişmiş toprak
ürünlerin şekillendirme ve fırınlama yöntemleri anlatılmıştır (Fotoğraf 1).
Fotoğraf 1. Öğrencilere Müzede Verilen Eğitim.
Bu bilgiler ışığında, her öğrencinin bir dönemi ve o döneme ait olan pişmiş toprak ürünü seçmesi istenmiştir. Öğrencinin seçtiği eserin, karakalemle etüdünü yapmaları sağlanmış ve böylece eseri tanıması, bağ kurması hedeflenmiştir (Fotoğraf 2).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
15
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
Fotoğraf 2. Müzede Etüd Çalışması.
Bu süreçte öğrenciye bir sanat yapıtı ile ilgili bağlamsal sanat eleştirisi soruları yöneltilmiş ve soru cevap şeklinde tartışma gerçekleştirilerek öğrencinin uygulamaya bilinçli başlaması hedeflenmiştir. Sorular aşağıdaki gibidir.
Seçtiğiniz ürünün adı nedir?
Ürün ne zaman nerede yapılmıştır?
Ürün nasıl yapılmıştır?
Hangi amaçla yapılmıştır?
Ürünün bugünde önemi aynı mıdır?
Sanatçısı ya da ustaları belli midir, kimlerdir?
Ne gibi tarihi olaylar ürünün yapıldığı zamanı etkilemiştir? (Savaş, din
vs.)
• Ürün hangi öyküyü aktarmaya çalışmıştır?
• Bu araştırma çalışması sizin düşüncelerinizi nasıl değiştirdi?
• Bu ürünü daha iyi değerlendirebilmek için başka ne gibi sorular sorarsınız?
•
•
•
•
•
•
•
İkinci kısımda, etüdünü yaptığı eserin reprodüksiyonunu çamurla şekillendirmesi için atölye uygulamalarına geçilmiştir. Öğrenci eserin gerçeğini
16
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları
önce, müzede üç boyutlu görmüş, ardından karakalemle çizerek formun
hatlarını tanımaya çalışmış, çamurla maketini oluşturmuş ve son olarak üç
boyutlu şekillendirme ile en uygun seramik şekillendirme yöntemini seçip
uygulayarak sonuca ulaşmıştır.
Yeni bir bakış açısı kazandırmak için atölye uygulamasında yine aynı obje
üzerinden farklı bir tasarıma geçilmesi istenmiştir. Her öğrenci daha önce
müzede seçip, reprodüksiyonunu yaptığı ürününden yola çıkarak, özgün
tasarımlar üretmek için yoğunlaştırılmıştır. Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi dersinde aldıkları temel sanat eğitimini birleştirerek temel tasar ilkeleri ışığında özgün yorumlar tasarlamış ve seçilen bir tasarımın uygulaması yapılmıştır.
3.1. Estetik Eğitim Modelinin Hazırlanması ve Uygulanması
Atölye çalışmalarında, uygulamaya geçmeden önce çalışmanın çıkış noktası önemlidir. Bu araştırmanın çıkış noktası müzede bulunan çeşitli dönemlere ait pişmiş toprak ürünlerdir. Her öğrenci müzedeki bir eserden
yola çıkarak eserin aynısını üç boyutlu şekillendirmiştir. Ardından yine o
eserden esinlenerek farklı yorumlamalar getirmesi istenmiş, ortaya özgün
tasarımlar çıkarılması ve yine bu tasarımların üç boyutlu uygulamalarının
yapılması sağlanmıştır. Atölye uygulamaları bir dönemlik ders müfredatı
içerisinde tamamlanmış ve her öğrenci ikişer adet ürün yapmıştır.
Uygulamaya geçmeden önce kilden yapılacak modelin karakalem-renkli
çizimleri gerçekleştirilmiş ve teknik resimleri oluşturulmuştur (Fotoğraf 3).
Fotoğraf 3. Karakalem-Renkli Çizim ve Teknik Resim Uygulamaları.
Çizim: Esra ATIŞ.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
17
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
Çizim: Hacer DEMİR.
Çizim: Feride ŞİMŞEK.
Büyük boyut uygulamalara geçilmeden önce her çalışmanın maketi yapılmıştır. Belirlenen ölçüler doğrultusunda, tasarımlar hangi seramik şekillendirme yöntemine uygunsa, o yöntemi kullanarak reprodüksiyonları tamamlanmıştır (Fotoğraf 4).
Fotoğraf 4. Atölye Uygulamaları.
18
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları
Müzedeki pişmiş toprak ürünler kırmızı kilden yapıldığı için öğrenciler de
ilk ürünlerini kırmızı kilden çalışmıştır. Çalışmalar kontrollü bir şekilde kurutulmuş, 1000°C’de fırınlanmıştır (Fotoğraf 5).
Fotoğraf 5. Kırmızı Kilden Yapılan İlk Çalışmalar.
Esra ATIŞ, Hacer DEMİR, Feride ŞİMŞEK, Meral POLAT.
Şaban TOPUZ, Kadir KARAKUŞ, İbrahim YONCA, İclal TEOMAN.
İlk yaptıkları çalışmalarından esinlenerek ikinci aşamada, özgün yorumlar
yapmaları istenmiştir. Özgün yorum yapabilmeleri Seramik Sanat ve Tasarım Eğitimi dersinde aldıkları temel tasarım ilkelerini kullanabilme, perspektif, ışık-gölge, kompozisyon düzenleme, yeni fikirler ortaya koyabilme
vs. becerisiyle bütünlük oluşturmaktadır. Her öğrenci aldığı bilgiler ışığında, reprodüksiyonunu yaptığı ilk çalışmasından yola çıkarak artistik tasarımlar uygulamaya çalışmıştır (Fotoğraf 6).
Fotoğraf 6. Özgün Yorumlar.
Esra ATIŞ, Hacer DEMİR, Feride ŞİMŞEK.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
İbrahim YONCA, Kadir KARAKUŞ, Şaban TOPUZ, İclal TEOMAN.
5. Sonuç
Seramik, Cam ve Çinicilik programındaki birinci sınıf öğrencilerin çoğunluğu seramik, cam, çini, sanat, estetik, teknik resim vs. eğitimi almamış
olmasına rağmen ortaya çıkan ürünlerin oldukça başarılı olduğu gözlenmiştir. Eğitim programında verilen derslerin birbiriyle bütünlük gösterdiği anlaşılmış ve öğrencilerin aldıkları dersleri bir arada kullanabildikleri ortaya çıkmıştır. Bu araştırma ile öğrencinin çok yönlü düşünebilme özelliği
kazanmasını, farklı bakış açısı ile vizyonlarının gelişmesini desteklemiştir.
Soru-cevap yöntemi, bir sanat eserinde öncelikle neye dikkat edilmesi gerektiğini fark etmelerini sağlamış ve bilinci artırmıştır.
Bir objeye bakarak aynısını uygulamak kolay olmamakla birlikte, öğrencinin ilk çalışmaları oldukça başarılı sonuç vermiştir. Doğru görmeyi ve doğru bakmayı algılamışlar, şekillendirme yöntemlerini oldukça dikkatli uygulamışlardır.
6. Öneriler
Programların benimsediği eğitim yaklaşımları zamana, ihtiyaçlara ve teknolojik gelişmelere paralel olarak değişebildiğinden, özellikle gençler için
çok boyutlu bir yaklaşım gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Projelerle desteklenmiş daha ileri ve gelişmiş araştırmalar yapılması için kamu kurumları ya
da üniversitelerin işbirliğinde çalışmalar yapılabilir. Sanat ve estetik eğitimin öneminin, eğitimciler ve öğrenciler ön planda olmak üzere toplumun
tüm kesimlerine kitle iletişim araçları yoluyla yayılması, bu konuda (sanat
müzesi, sanat galerileri vb.) yatırımlar yapılması ve toplumun farkındalığının arttırılması sağlanabilir. Eğitimde nitelik önemlidir. Artistik kabiliyetlerini, yaratıcı düşüncelerini harekete geçirecek şekilde atölyelerin işlevsel
malzemelerle düzenlenmesi, öğrencilerin kullandığı malzemelerin kaliteli olması sağlanabilir.
Gençlerin içinde bulunduğu çevrenin (ev, okul) estetik olarak düzenlenmesi, estetik yargı gelişimlerini arttırdığı yönünde görüşler bulunmaktadır.
20
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Seramik Sanat ve Tasarım Eğitiminde Müze ve Atölye Uygulamaları
Eğitim ortamları estetik olarak düzenlenebilir. Okullarda Sanat Eğitimi kuramda, yöntemde ve uygulamada çağdaş bir düzeye getirilmelidir. Gençlerin plastik sanatların birçok dallarında kendilerini geliştirmelerine olanak
sağlanabilir.
Müze, Sanat Galerileri, Bilgisayar Teknolojisi gibi kitle iletişim araçları,
gençlerin sanat eğitiminde etkin bir rol oynamalı, Bu çalışmalarda kamu
kurumları ile birlikte üniversite ve Yüksekokullar sürekli işbirliği içerisinde
olmalıdır. Öncelikle anlatım tekniği kullanılmaktadır. Buna göre sanat eserinin yapıldığı yıl, dönem, teknik, akım, yapan kişi, eserde anlatılmak istenen yorum ve eserin yapıldığı döneme ait sosyo-kültürel özellikler tarihsel gelişim süreci içerisinde soru cevap şeklinde anlatılabilir. Anlatımın görsel anlamda kalıcı ve etkin olabilmesi için imkanlar dahilinde tepegöz, CD,
data-show, slayt ve video kaset gibi teknolojik eğitim materyalleri kullanılarak sanat eserlerine ait resim, planlar, çizim ve yapı özellikleri gösterilebilir.
Gerek yurt içi ve gerek yurtdışı sanat tarihi gezileri yapılabilir. Gezilerin
kapsamına tarihi yerler, arkeolojik kazı alanları, müzelerin gezileri dahil
edilebilir. Her alanda eğitimin etkileşimli olması gerekir. Bunun en önemli aracı, öncelikle müzelerdir. Sanat eserlerinin bulunduğu yerleri yerinde
görmek ve incelemek açısından bu geziler oldukça yararlıdır.
Dönemler arası üslup, anlayış ve ekoller hakkında görüş alabilmek için sanatçılarla veya uzmanlarla röportajlar yapılabilir.
Kaynaklar
Ata, B. (2002). Müzelerle ve Tarihi Mekânlarla Tarih Öğretimi: Tarih Öğretmenlerinin “Müze Eğitimine” İlişkin Görüşleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Berger, J. (2002). Görme Biçimleri. Çev. Yurdanur Salman, İstanbul: Metis Yayınları.
Boydaş, N. (2004). Sanat Eleştirisine Giriş, Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık.
Buyurgan, S. ve Mercin, L. (2005). Görsel Sanat Eğitiminde Müze Eğitimi ve Uygulamaları, Ed.: Vedat ÖZSOY, Ankara: Görsel Sanatlar Eğitimi Yayınları 2.
Çakmak, C. (2002). Günümüz Türkiyesi’nde Örgün Sanat Eğitiminde Müzelerin
Yeri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Ersoy, A. (2002). Sanat Kavramlarına Giriş, İstanbul: Yorum Sanat Yayıncılık.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
21
Banu DAVUN - Betül AYTEPE
Güner, G. (1996). Tasarımda Evrenselleşme, İTÜ 2. Ulusal Tasarım Kongresi Bildiri
Kitabı (Ed: Nigan Bayazıt) İstanbul: Güzel Sanatlar Matbaası, 81.
Kırışoğlu, O. (1989). Sanat Yazıları 2 H.Ü. GSF Yayınları: 7 Gençlerin Sanat Eğitimi Ankara: Özgün Matbaacılık
Montero, B. (2006). Proprioception as on Aesthetic Sense, The Journal of Aeshetics and Art Criticism Spring. 64 (2), p.231-242.
Özsoy, V. (2003). Görsel Sanatlar Eğitimi, Ankara: Ümit Ofset.
Şahin, T. E. (2006). Arkeoloji ve Sanat Tarihi, Ankara: Dikey Yayıncılık.
Telli, H. (1990). Ortaöğretim kurumlarında Resim İş Öğretimi ve Sorunları Türk
Eğitim Derneği Bilim Dizisi, (Ed. İnci San), Ankara: Şafak Matbaacılık, 8, 7.
Yetkin, S. K. (1979). Estetik ve Ana Sorunları, İstanbul: İnkılap ve Aka Basımevi.
Internetten Alınan Kaynaklar
Crocket, C. (1958). Psychoanalysis in Art Criticism. The Journal of Aeshetics And
Art Criticism. Publication of American Society for Aesthetics September
17 (1), p.34-35. http://www.jstor.org/ adresinden 02.06.2007 tarihinde
alınmıştır.
22
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR DAMAT İBRAHİM PAŞA KÜLLİYESİ KURŞUNLU
CAMİİ KALEMİŞİ ÇALIŞMALARININ, KOMPOZİSYONU
OLUŞTURULAN ETMENLER AÇISINDAN İNCELENMESİ
ANALYZING OF HAND CARVED WORKS COMPOSITION IN
NEVŞEHİR DAMAT IBRAHIM PASHA QULLIYE –SOCIAL COMPLEXKURŞUNLU MOSQUE
Bekir KABAKCI*
ÖZET
Damat İbrahim Paşa tarafından 1726 yılında yaptırılmış olan külliye, cami, medrese, hamam ve sübyan mektebinden oluşmakta,
mimarı Mimar Mehmet Ağadır. Lale dönemi mimarisi ve motifleriyle süslenmiş olan Kurşunlu Camii İstanbul’daki örneklerine yakın
bir zarafette inşa edilmiştir. 18. yüzyıl eseri olan cami, Osmanlının
her alanda olduğu gibi sanatta da batıdan etkilenip klasik üsluptan
uzaklaşmaya başladığı bir dönemdir. Bu etkilenme büyük oranda
kalem işi çalışmalarında da görülmüştür.
Kalem işi çalışmaları, kamuya açık en geniş mekânlardan olan mimari yapılarda uygulandığı için, camiler toplumların kültür ve medeniyetinin en büyük vitrini konumundadır. Geçmişten gelen bu engin
miras, ait olduğu dönemin sosyal yapısı da göz önünde bulundurularak kompozisyonu oluşturan etmenler açısından incelenmiştir.
Grafik tasarım ilke ve elamanlarından olan bu etmenler çizgi, biçim,
renk, perspektif, denge, ritim, zıtlık ve uyum şeklinde sıralanabilir.
Tezyini çalışmalarının kompozisyon kurgusunda çıkış noktası olan
bu etmenlerden hangi ölçüde faydalanıldığı, motiflerin kendi içinde
ve bir bütün olarak tamamında izleyici üzerindeki denge, ritim, zıtlık, çizgi, uyum ve renk açısından etkisi, sanatkârının sanat anlayışını
* Yüksek Lisans Öğrencisi, Selçuk Üniversitesi, Ahmet Keleşoğlu Eğt. Bil. Enstitüsü,
e-posta: [email protected] - [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
23
Bekir KABAKCI
ve ufkunu irdeleyip, sanatındaki titizliği üzerinde çizgi, perspektif ve
biçim yönünden ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kurşunlu Camii, Kalem işi, Kompozisyon, Grafik tasarım ilke ve elamanları.
ABSTRACT
The qulliye – social complex that was built in 1726 by Damat Ibrahim Pasha, includes mosque, madrasah, bath and primary school of
which architecture is Mimar Mehmet Ağa. Kurşunlu Mosque that
has been ornamented with Tulip Era architecture and motives has
been built in close elegancy to examples in Istanbul. The mosque is
work of 18th century in which Ottoman people affected from West
for art as it is common in every field and Ottoman people began to
far away from classical methods. This affection is seen most commonly in hand carved works.
Hand carved works is applied in the widest architectural places where are open to public, the mosques are at the biggest display case
of societies’ culture and civilizations. This wide inheritance arriving
from past has been examined regarding composition considering
social structure of its belonging period. Those elements, graphic
design, principles and components can be counted as line, style,
color, perspective, balance, contradiction and conformity. Those
elements that are output point of adorning works at composite
structure have been benefited in what dimension, the analyze understanding and horizon of artist regarding balance, rhythm, contradiction, line, coherency, and color has been considered in respect
of line, perspective and style aspects accuracy of artist.
Key Words: Kurşunlu Mosque, Hand carved, Composition, Graphic design principles and components.
1- Külliyenin yapılışı ve kalemişleri:
Nevşehir`deki Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılan külliye; camii,
medrese, imaret, sıbyan mektebi, hamam, kervansaray, çeşmelerden oluşmaktadir. Külliye içinde yer alan Kurşunlu Camii 1726’da tamamlanmış
olup, caminin hemen yanında külliyeye ait medrese, kütüphane ve imarethane ile hamam bulunmaktadır. 1718-1730 arasında tamamlanan ve
farklı fonksiyonlar taşıyan yapılar, şehri canlı bir kültür alanı haline getir-
24
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
miştir. Topografyanın elverdiği ölçüde bazen simetrik bir düzen bazen de
farklı açılara göre yerleştirilen yapılar içinde en önemlisi, oldukça geniş
bir dış avlunun orta kesiminde yer alan Kurşunlu Camii’dir (Resim 1-2).
Lale Devri’nin mimari özelliklerini taşıyan yapıda kullanılan malzemelerin
önemli bir kısmı İstanbul’dan getirtilmiş olup dönemin İstanbul’daki örneklerine yakın bir zerafetle inşa edilmiştir. Kalemişleri dönemin karekteristik özelliğini yansıtmaktadır. 1726 yılında tamamlanan camiin mimarı
Mehmet Ağa’dır. Külliye içinde yer alan medrese, bugün kütüphane olarak kullanılmaktadır. (wow.turkey, 2011).
Külliyede en çok bezemeye yapılan yerler camii ve medrese başodasıdır.
Buralarda kullanilan bezeme türleri en çok kalemişi ve taş olmak üzere,
ahşap, vitray, alçı ve çok az sayıda da çini bezemedir. Bezemede kullanılan
motiflerin çoğu genellikle Lale Devri natüralist üslupta çiçek, kıvrık sap,
rumi, palmet ve yaprak çeşitlerinden kurgulanmıştır. (Aktuğ: 1993, 51),
(Resim 3).
2- Kurşunlu Camii kalemişlerinin, tasarım öge ve ilkeleri açısından
incelenmesi:
Camideki kalemişlerine geçmeden önce kompozisyonu oluşturan etmenlerin belirtilmesi gerekmektedir. Kompozisyonu oluşturan temenler; çizgi,
renk, denge, ritim, zıtlık, uyum şeklinde sıralanabilir.
Külliyede yoğun bir şekilde kullanılan kalemişi çalışmaları harim kısmında,
son cemaat yeri ve şadırvanda görülmektedir. Harim kısmında kalemişleri,
kubbe, kubbeye geçiş unsurları, pencere kenarları, mahfillerin altındaki
tavanda, giriş kapısının üstündeki duvarda ve son cemaat yerindeki kubbelerde görülmektedir. Ana kubbede sekiz adet pencere bulunmasından
dolayı kalem işleri sekizgen bir göbek ve buradan kubbe eteğine uzanan
şemselerden oluşan 32 adet ışınsal bir merkezi kompozisyon üzerine tasarlanmıştır. Kompozisyon, göbek kısmında yaklaşık 50cm. genişliğinde lacivert zemine beyaz renkle İsra Suresi ilk ayetinin bir bölümü yazılmıştır. Yazının iç ve dış kısmına kırmızı ve mavi zemin üzerine yanyana ters simetrili
arasuyu uygulanmıştır. Siyah zeminli mukarnaslı geçişten sonra mavi rengin çoğunlukta olduğu sarı, kırmızı renkler ve beyaz zeminde çalışılmış genişliği yaklaşık 35cm. olan, yaprak, goncagül ve hatayilerden oluşan ikinci
bir arasuyu uygulanmıştır. Kenarsuyu deseni ise, tek renk kırmızı zemine
rumi çeşitlerinden bir tasarım yapılmıştır. Pencere üstleri ve aralarına uzanan ışınsal kompozisyonlar dörderli ve beşerli şemselerden oluşmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
25
Bekir KABAKCI
Zemindeki renk dengesini ve vurguyu artırmak için siyah, kıırmızı, beyaz ve
lacivert renklerden oluşan kompozisyonda şemse aralarına zencireklerden
arma çalışılmıştır (Resim 3-4). Kubbede kompozisyon kurgusu ve tezyini
elemanlardan iki farklı şemse uygulanmıştır. Birinde, sadece rumi çeşitlerinden ¼ oranında simetrik kompozisyon, diğer şemsede ise yaprak, penç,
kıvrım sap ve hatayi çeşitlerinden helezonik kompozisyon tasarlanmıştır
(Resim 5). Zemin rengi beyaz olan şemsede hatayi, penç, kıvrım sap ve
yaprak motifleri mavi renkle, gölgeleri ise kırmızı ve sarıya boyanmıştır. Zemini siyah renkli şemsede ise, hatayi, kıvrım sap, yaprak ve penç gibi süsleme elemanları beyaz, gölgelerinde ise sarı ve kırmızı renkler kullanılmıştır.
Rumilerden oluşan şemselerde zemin mavi, kırmızı ve gri den oluşan üç
farklı renkte boyanmıştır. Mavi zeminli şemsede kapalı form kırmızı, kırmızı zeminli şemsede ise kapalı form mavi, her iki şemsede rumiler beyaz,
gölgeleri sarı tahrirler siyah renkle çalışılmıştır. Üçüncü şemsede, zeminin
tamamı gri, rumiler sarı, tahrirler ise kırmızıdır.
Pencere kenarlarında yaklaşık 20cm. genişliğinde kırmızı ve mavi renkle çalışılmış zemin üzerine, rumiden ve palmet motifinden oluşan dikine
simtrik ulama bordür uygulanmıştır. Bu tür kompozisyonların başlangıç
ve bitiş yerleri tam olarak belli olmadığı için sonsuzluğu temsil etmektedir. Kubbe kompozisyonu bu bordürle sınırlandırlmıştır. Pencere bordürü
üzerine kenarsuyu kompozisyonundan yanyana simetrik natüralist üslupta hatayi yaprak ve sap motifleriyle ½ simetrik tepelik çalışılmıştır. Aynı
kompozisyonun pencere aralarına da uygulanmış olmasıyla kubbedeki
kurgu bütünlüğü sağlanılmıştır. Kırmızı, sarı, mavi, lacivert gibi sıcak ve
soğuk renkler arasında denge sağlanılmaya çalışılmıştır (Resim 6). Mimari
yapılarda duvara uygulanan renklerin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini
kalemişi çalışmalarınındaki yansımalarına değinmek gerekmektedir. Kalemişlerinde kullanılan renkler mekanın felsefesine ve insan psikolojisi üzerindeki etkisine dikkat edilerek uygulanmalıdır.
Becer`e (2005: 60) göre, “Sarı rengin mekanı olduğundan daha küçük ve
yakın göstermesi” mavi rengin ise “mekanıa uzaklık, sınırsızlık ve serinlik”
hissi vermesi etkilerinden faydalanılarak kalemişi çalışmasında uzaklıkyakınlık, soğuk-sıcak dengesinin sağlanılmaya çaılşıldığı düşünülmektedir.
Ayrıca simetri ile kompozisyonda denge desteklenmiştir.
Sekiz tane aslan göğsüne Allah, Muhammet, Hasan, Hüseyin ve dört halifenin isimleri lacivert zemin üzerine beyaz renkle yaklaşık 70cm. çapında
26
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
daire şeklinde yazılmıştır. Dairesel kompozisyonun etrafına yine aynı şekilde yaklaşık 20cm. genişliğinde kırmızı zemine üçiplik rumi kompozisyonu
çalışılmış. En dış kısma ise, tığ motifi çalışılmıştır. Aslan göğsünün köşebentleri boş bırakılarak doluluk-boşluk etkisinden faydalanılarak denge
oluşturulmuştur. Aslan göğsünün sınırlarını, üçgen kısmın kemerle birleştiği noktadan itibaren yaklaşık 7cm. boşluk bırakıldıktan sonra 40cm. genişliğe yakın beyaz zemin üzerine mavi, kırmızı ve sarı renklerden, kıvrım
yaprak, sap ve hatayi çeşitlerinden oluşan kenarsuyu deseni çalışılmıştır
(Resim 7). Yatay ve dikey çizgilerle dinamik bir etki yaratılmış zeminin koyu
renk hakimiyetiyle bu etki desteklenmiştir. Kullanılan tüm desenlerin kurgusunda ritmik tekrarlardan faydalanılmıştır. Bu tekrarlar yanyana, ardışık,
½ ve ¼ oraninda simetri şeklinde kullanılmıştır.
Kemerlerde beyaz zemin üzerine, yarım kubbe ve mihrap üstü yarım aynalı tonoz örtüde kullanılan şemselerin aynısı çalışılmıştır. Bu şemselerde
kırmızı ve mavi renkle zemin çalışılmış, rumiler beyaz bırakılmıştır. Hatayi,
sap ve yapraklardan oluşan siyah zeminli şemsede ise, sarı ve kırmızı renkler uygulanmıştır. Rumili şemse dikine ½ oranında kemerlerin kenar kısımlarına karşılıklı yapılmıştır. Ortaya ise siyah zeminli hatayi ve yapraklardan
oluşan şemse ise kenarlardaki şemselerin arasına kaydırılarak ortalanmış
bu şekilde hareketlilik sağlanarak siyah rengin etkisiyle de alandaki vurgu oluşturulmuştur. Kemer altlarında ise, kenarlara ana kubbedeki mavi
ve kırmızı zemin renginden oluşan arasuyu deseni çalışılmıştır. Arasularının ortasına yaklaşık 60cm. genişliğinde zemini beyaz ve siyahtan oluşan
ayrılma rumi, palmet, hatayiler ve yapraklardan kurgulanmış ardışık simetrili sazyolu deseni uygulanmıştır. Rumi ve palmet motifleri altın sarısı,
gölgeleri ise kırmızı renge boyanarak beyaz zemin paftalanmıştır. Yaprak
ve hatayiler mavi ve kırmızıya boyanmıştır. Siyah paftalı kısımdaki hatayi
ve yaprakların gölgeleri kırmızı ve sarıyı boyanmıştır. Aşağıdan yukarıya
doğru çalışılan sazyolu deseni kemerlerin altını tamamen doldurmuş olup,
caminin içindeki etkisi dikkat çekmektedir (Resim 8-9).
Tasarımda çizgi en basit ve en direkt yoldur. Görsel anlatımda ilk anlatım
unsurudur. Kalemişinde desen tasarımı, celvel, tahrir ve kontürler değişik
yapıda çizgilerle elde edilmektedir. Çizgilerin yapısına ve yönüne göre insan psikolojisi üzerinde önemli etkileri vardır.
Arıkan’a (2008: 11) göre, “Biçimsel açıdan çizgi; düz çizgi, eğik çizgi, kırık
çizgi.. Düz çizgi durağan bir etki yaratabilirken, buna karşılık eğik ve kırık
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
27
Bekir KABAKCI
çizgiler canlılık, hareket, hız etkileri yaratabilmektedir. Keskin açılara sahip
bir çizgi huzursuz edici duygular yaratırken, düzgün eğrileri olan bir çizgi
keyif verici neşeli duygular yaratabilir. Yatay bir çizgi sükûnet verici olarak
algılanırken, yukardan aşağıya doğru bir çizgi hüzün verici olarak algılanabilir”.Tepecik’e(2002: 32) göre, “Eğri ve helezonik çizgiler ise dinamizm
ve enerjiyi temsil eder”.
Kompozisyonlarda kullanılan çizgiler kıvrımlı helezonik, kırık ve eğik çizgilerle mekana; canlılık, hareket, hız ve dinamizm katmıştır. Buna karşılık
düz, yatay ve dikey çizgilerle; saygınlık, durağanlık ve sukunet sağlanıp
denge kurulmaya çalışılmıştır.
Yarım kubbelerin göbek kısımlarına beyaz zemin üzerine mavi ve kırmızı
renklerle hatayi, kıvrım sap ve yaprak motiflerini kullanarak yaklaşık 35cm.
genişliğinde yarım daire şeklinde desen uygulanmıştır. Yaklaşık 20cm. genişliğinde beyaz renk mukarnasla rahatlatılmıştır. Bunların dışına kırmızı
zeminli yaklaşık 17cm. genişliğinde üçiplik ayrılma rumi ve palmet motiflerinden kompoze edilmiş bordür kullanılmıştır. Dairesel, siyah ve altın
sarısı renkte cetvellerle kenarları sınırlandırılan desenin hemen akabinde
göbekte kullanılan renk ve motif ögelerinin aynısından oluşan kenarsuyu
(başlık) deseni çalışılarak, renk olarak göbekteki desenle uyum sağlanmıştır. Desenin bitimi......000.... kalın kenar kontürleriyle ve tığ motifleriyle
sağlanmıştır. Pencere üstlerine ve aralarına ise, ışınsal şemseli kompozisyon
uygulanmıştır. Bu kompozisyonda pencere üstlerine tek şemse, aralarına
ise ikişer şemse, üçer tane arma konmuştur. Pencere kenarlarına ve kubbe
eteklerine zemini kırmızı yaklaşık 15cm. genişliğinde hatayilerden ve yapraklardan oluşan dikine ulama bordür uygulanmıştır. Sarı ve mavi renklerin
uygulandığı desen mavi renklerin çoğunlukta olduğu yarım kubbede renk
ve kompozisyon dengesi açısından bütünlüğü sağlamıştır. Pencere aralarına ve tacına rumilerden oluşan yanyana simetri kenarsuyu deseni beyaz
üzerine mavi renklerden çalışılmış, kırmızı ile kapalı form oluşturulmuştur.
Böylece sıcak ve soğuk renklerin dengesi ve uyumu sağlanmaya çalışılmıştır. Kompozisyonda, aşağıdan yukarı doğru tasarım yapılarak hüzünlü
verici bir etki yaratılmıştır. Buna karşılık olarak düzgün eğrili çizgilerle keyif verici ve neşeli bir etki yaratılmaya çalışılmıştır. Özellikle şemse, arma
ve kenarsuyu desenlerinin dış kontürlerinde sıkça kullanılan düzgün eğrili
çizgiler dikkat çekmektedir. Ana kubbe ve aslan göğüslerindeki sıcak renklerin baskınlığı, yarım kubbelerde mavi rengin hakimiyeti ile caminin genel
kompozisyonu içinde renk dengesi oluşturulmaya çalışılmıştır (Resim 9).
28
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
Yarım kubbe ve aslan göğüslerinin hizasında bulunun üçlü pencerelerde,
ana kubbede yazının etrafına uygulanan bordürün aynısı kullanılmıştır. Yarım kubbe ve üçlü pencerelerin bulunduğu kademede mavi rengin egemenliği dikkat çekmektedir. Ana kubbe pencere tacı deseni burada da kullanılmıştır. Pencere aralarına ise, kemerlerde kullanılan siyah zeminli şemseler çalışılmıştır. Pencere aralarındaki boşluklara Yasin suresinden ayetler
yazılmıştır. Yazıların hemen alt kısımları pencere üstlerindeki kavisli kısımlara benzetilmiş olup, buralara beyaz zemine mavi, kırmızı ve sarı renkle
hatayi ve yapraklardan oluşan basit desenler çalışılmıştır. Benzer bir desen
de pencere köşelerine siyah zemin üstüne uygulanmıştır (Resim 10-11).
Mihrabın üzerindeki yarım aynalı tonoz örtüsündeki bezemede, kubbe
bezemelerine benzer kompozisyon tasarlanmıştır. Mihraba dik vaziyette
dikdörtgen göbek deseni, mavi, siyah ve kırmızı renklerin ortak dağılımıyla
dengelenmiş, sarı renkle desteklenmiştir. En içte mavi zemine lacivert ve
kırmızi ile helezonik kompozisyonda hatayi ve yapraklardan oluşan motifler kullanılarak desen oluşturulmuştur. Altın sarısı renkle boyanan mukarnasla geçiş sağlanmış. Mukarnaslı zeminin dışına, siyah zemine ikili sarmal
kompozisyonla hatayi, goncagül ve yapraklardan oluşan motifler kullanılarak yaklaşık 25cm. genişliğinde arasuyu çalışılmıştır. Sarı, kırmızı ve mavi
renklerle desteklenerek renk ve çizgi yönüyle hareketli bir kompozisyonla
tamamlanmıştır. Dışlarına çekilen sarı ve siyah cetvellerin etkisi beyaz boşlukla vurgulanmıştır. Kenarsuyu deseni, kırmızı zeminde mavi kapalı formla tamamlanmıştır. Rumilerden oluşan kompozisyon sade tutularak içteki
hareketlilik yumuşatılıp denge kurulmaya çalışılmıştır. Pencere aralarına ve
üstlerine inen ışınsal kompozisyon desen, renk ve kullanılan motif yönüyle
yarım kubbelerdeki kompozisyonun hemen hemen aynısıdır. Yarım kubbelerde ve mihrap üstü aynalı tonozlu kısımda yapılan çalışmalar kompozisyon, desen ve renk olarak büyük oranda biribirine benzer şekilde olması
dikkat çekmektedir. Her iki mekanda mavi ve kırmızı renklerin baskınlığı görülmektedir. Bunları siyah ve sarı renkler takip etmektedir. Pencere
aralarına sarı ve mavi renklerden oluşan tığ deseni caminin içini boydanboya dolandırılarak bu kademedeki desenleri adeta bitiş çizgisi niteliğini
taşımaktadır. Motifin cetvel çizgisi siyah ve kırmızı renkle çekilerek vurgu
artırılmıştır. Dikey kompozisyon kurgusunun hakim kılınmasıyla saygınlık
vurgusu elde edilmiştir. Yatay desenler ve çizgilerle, mekanda durgunluk
ve sükunet sağlanılmaya çalışılmıştır. Kıvrımlı ve helezonik çizgilerle hareket, hız ve dinamizm etkisiyle keyif verici bir hale sokulmuş, aynı zamanda
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
29
Bekir KABAKCI
zıtlık elde edilmiştir. Bu şekilde mekandaki renk, çizgi ve kompozisyonda
uyum sağlanmıştır (Resim 12-13-14).
Caminin harim kısmında ikinci kadame ve alt kademedeki tüm pencere
desenleri camiinin ana kubbesinde yazının etrafındaki ve pencerelerindeki
arasuyu desenlerinin aynısı olup (Resim 4-6-10-11), sadece giriş kapısının
üstünde bulunan taş kesme, bordür, köşebentler ve tepelik kompozisyonu
farklılık göstermektedir. Burada taş kesme birbirine geçmeli, değişik geometrik şekillerle tasarlanmıştır. Kahverenginin değişik tonlarıyla uygulanan
çalışma, alana farklı bir etki katmıştır. Kemerin etrafını dolanan arasuyu,
kırmızı zemin üzerine lacivert kapalı formla çalışılmış, desen üçiplik iki adet
kompozisyonun palmetlerle yanyana birleştirilmesinden oluşmuştur. Kenarlarına siyah ve altın sarısı renkte cetvel çekilmiştir. Köşelere ise, beyaz
zemin üzerine hatayi, yaprak ve saplardan oluşan helezonik kompozisyon tasarlanmıştır. Tasarım elemanlarının tamamı mavi renkle boyanmış,
kırmızı ile desteklenmiştir. Beyaz zemin alanın tamamında rahatlatıcı bir
etki uyandırdığı düşünülmektedir. Tepelik kompozisyonda ise, mavi zemine rumi, hatayi, kıvrım sap ve yapraklardan oluşan ½ oranında yanyana
simetrik bir desen uygulanmıştır. Rumiler sarı renge boyanarak kompozisyonda paftalama yapılmıştır. Hatayi ve yapraklardaki gölgeler kırmızı
renkle yapılmıştır. Kapının hemen üstünde altı köşeli dairesel, hatayi ve
yapraklardan madalyon uygulanmıştır (Resim 15).
Son cemaat yerinde beş adet küçük kubbe bulunmaktadır. Kubbelerin
göbek deseninde beşgen ve altıgen yıldızlardan geometrik şekiller, ayrıca arasuyu deseni ile tığ motifi kullanılmıştır (Resim 16). Asırlar boyu ayrıntılarda çok kullanılmış desen türlerinden biri hiç süphesiz geometrik
süslemelerdir. Türkler, kendi gelenek ve yorumlarıyla yoğurarak özgün bir
süsleme tarzı oluşturmuşlardır. Geometrik motiflerin sınırları katı çerçevelerle çizilmemiştir. Bu sebepten başlangıç ve bitiş noktası görülmemektedir. Uygulandığı satıh sınırlı olmasına rağmen yöneldiği her istikamete
sonsuzluğa doğru hareketine devam edip, geriye dönüşleri, tekrarları ve
hamleleriyle ebediyeti çağrıştırmaktadır (Sezgin: t.y., 123).
Geometrik şekillerin dışında, yaprak, hatayi ve tığlardan altıgen kompozisyon üzerine desen tamamlanmıştır. Daire, üçgen, baklava dilimi ve altı
köşe yıldızlardan oluşan, mavi, lacivert, sarı ve kırmızı renklerle çalışılmıştır.
İki farklı geometrik ve arasuyu deseni çalışılmış olup, arasuyu bordürün birisi yanyana simetri, palmet ve ayrılma rumiden yaklaşık 17cm. genişliğin-
30
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
de siyah ve kırmızı zemin üzerine çalışılmış. Kenar cetvelleri siyah renkle
çekilmiş. Bordür dışında ise, kırmızı renkten tığ motifi çalışılmıştır (Resim
17-18). Diğer kubbede ise, altıgen geometrik yıldız deseninden sonra siyah zemine yaprak ve hatayilerden oluşan yaklaşık 14cm. genişliğinde ardışık ulama bordür uygulanmıştır. Bordürde zemin renginin dışında sarı ve
kırmızı renkler kullanılmıştır. Her iki farklı kubbe deseni tasarımında tığlar
göbek ve etek kısımlarında desen ve renk olarak aynıdır. Kubbe eteklerinin
birinde, siyah zemin üzerine ardışık ulama rumi ve palmet motiflerinden
yaklaşık 18cm. genişliğinde bordür çalışılmıştır. Diğer kubbede ise, göbekte kullanılan arasuyunun aynısı uygulanmıştır. Yatay çizgilerin hakim
olduğu küçük kubbelerde, yanyana simetrik kompozisyon çoğunluktadır.
Yatay kompozisyon ve çizgilerlerin çokluğuyla durgunluk ve sükunet hakim kılınmıştır (Resim 19-20).
Şadırvanda sekizgen kompozisyon üzerine ışınsal şemşe modeli uygulanmıştır. Motiflerin tamamında kırmızı rengin hakimiyeti dikkat çekmekte
olup, mavi, siyah ve sarı renklerle çalışma tamamlanmıştır. Ana kubbede
yazının kenarlarına kullanılan arasuyu desenin tekrarı burada da kullanılmış. En içte mukarnaslı kısımdan sonra 10cm. kalınlığında siyah bir şerit
çekilmiş, içine ve dışına kırmızı cetvet çekilmiştir. Aynı çalışma, yaklaşık
25cm. genişliğinde beyaz zemine üzerine, mavi ve kırmızı renklerden,
hatayi, goncagül ve yapraklardan oluşan bordürün dışına uygulanmıştır.
Bunların dışında 10cm. eninde tığ deseni çalışılmıştır (Resim 21). Sekizgen
kurgunun etrafına 16 tane kenarsuyu deseni gri zemine kahve tonunda
tek renkten, palmet ve yaprak çeşitlerinden oluşan kompozisyon çalışılmıştır. Bunları karşılayan 16 tane simetri ekseni üzerine 8 adet ikişer şemse
birer arma, sekiz adette birer şemse ikişer armalı desen çalışılmıştır. Şemseler yaklaşık 90cm. boyunda, 50cm. eninde, penç ve yaprak çeşitlerinden
gri zemine kahve renkli, armalar ise mavi çalışılmıştır. Kubbe eteğine,son
cemaat yerindeki küçük kubbelerin göbeğine kullanılan bordürün aynısı
uygulanmıştır. Bordürün üzerine yanyana simetrik 32 adet kenarsuyu deseni çalışılmıştır. Rumilerden oluşan kompozisyonda, zemin kırmızı, kapalı
form siyah, rumiler ise beyaz renktir (Resim 22-23 ).
3- Sonuç
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii’nde yapılmış olan
kalemişi desenlerinde motifler estetik açıdan sanatın kurallarına uygun
şekilde çizilmiştir. Kompozisyon ve motifler dönemin karekteristik özelliği
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
31
Bekir KABAKCI
yansıtmaktadır. Mekanda genellikle lacivert, siyah ve kiremit kırmızısı gibi
koyu renklerin hakim kılınmıştır. Kalemişlerinde sıcak-soğuk renk dengesi;
kırmızı, sarı, kahve renklerine karşı, lacivert ve mavi renklerle eşit oranda
kullanılarak elde edilmiştir. Ana kubbe ve aslan göğüslerinde koyu renkler,
aşağıya doğru indikçe açık renkler daha çok kullanılmıştır. Hava perspektifi ve renk dengesinin sağlanılmasında böyle bir yol izlenildiği düşünülmektedir. Canlılığı ve verimliliği temsil edip, dinlendirici bir etkisi olan yeşilin,
sıva üstü kalemişlerinde kullanılmaması dikkat çekmektedir.
Renk uyumu yönüyle, harim kısmundaki mimari unsurları ayrı ayrı değerlendirmek gerekirse, renklerde yoğun bir hareketllilik dikkat çekmektedir.
Dar alanda kompozisyonu oluşturan desenler, renk ve süsleme elemanlarındaki zenginlik, caminin içindeki kalemişlerinin tamamında çok çeşitliliğe neden olmuştur. Çeşitliliğin yoğun olması izleyenin gözünü yorduğu,
özellikle siyah rengin çok kullanılması gereğinden fazla vurgu yapılmış olduğu düşünülmektedir.
Osmanlıda kalemişi çalışmalarındaki bozulmalar 19yy.’ın ilk çeyreğinde II.
Mahmut’un Ermeni ustalara “Nakkaşlık” müsadesi vermesiyle başlamıştır. Kurşunlu Camii’ndeki kalem işleri bu tarihten çok önce yapılmasına
rağmen çekilen cetvel, kontür ve tahrirlerde dönemin karekterini yansıtan
işçilik hassasiyeti ve titizliği görülmemektedir. Bu durum, camideki kalemişlerinin değişik dönemlerde yapılan restore çalışmalarından kaynaklandığı kuvvetli ihtimallerdendir.
Mekandaki doluluk-boşluk ilişkisi mimari yapının fiziki durumuna göre
olması gereken yoğunlukta yapılmıştır. Renkler miktar ve ton olarak, caminin ışık alma oranı dikkat edilerek kullanılmış, böylece caminin iç aydınlığında ferahlık sağlanmıştır. Kullanılan desen ve kompozsiyonların dış
kontürlerinin hemen hemen tamamında tığ motifi kullanılmış. Tığın bu
kadar abartılı şekilde kullanılması izleyicinin gözüzü tırmalamakta ve yormaktadır. Bazı alanlar sade olarak bırakılarak, gözü yoran bu yoğunluğu
dengeleme adına daha iyi olacağı düşünülmektedir.
Kalemişi çalışmalarında, geçmişten günümüze tarihi bir vesika niteliğindeki bu tür yapılar, toplumların kültür ve medeniyetinin en büyük aynası konumundadır. Sanatın ve sanatkarın kendi dönemi içindeki geldiği noktayı
görebilmede önemi büyüktür. Günümüz camilerinde de yoğun bir şekilde
yapılan kalemişi çalışmalarının, gelecek kuşakları sanatsal bir miras olarak
bırakma adına bu tür eserlerin incelenerek, günümüz kalemişi sanatına
ışık tutabilme adına önem arz etmektedir.
32
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
Kaynaklar
Aktuğ, İlknur (1993). Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Arıkan, A. Gani (2008). Grafik Tasarımda Görsel Algı. Konya: Eğitim Akademi
Yayınları.
Becer, Emre (2005). İletişim ve Grafik Tasarım. Ankara:Dost Kitabevi Yayınları.
Nevşehir-Damat İbrahim Paşa Külliyesi http://wowturkey.com/forum/. viewtopic
php?t=38071, Erişim Tarihi: 11.9.2011
Sezgin, Uğur (Tarih belirtilmemiş). XVIII. Yüzyılda Nevşehir ve İlçelerindeki Osmanlı Dönemi Dini mimari Eserleri. Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Van.
Tepecik, Adnan (2002). Grafik Sanatlar Tarih-Tasarım-Teknoloji. Ankara: Detay
Yayınları.
Resim 1
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
33
Bekir KABAKCI
Resim 2
Resim 3
34
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
Resim 4
Resim 5
Resim 6
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
35
Bekir KABAKCI
Resim 7
Resim 8
36
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
Resim 9
Resim 10
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
37
Bekir KABAKCI
Resim 11
Resim 12
38
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
Resim 13
Resim 14
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
39
Bekir KABAKCI
Resim 15
Resim 16
40
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
Resim 17
Resim 18
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
41
Bekir KABAKCI
Resim 19
Resim 20
42
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi Kurşunlu Camii Kalemişi Çalışmalarının,
Kompozisyonu Oluşturulan Etmenler Açısından İncelenmesi
Resim 21
Resim 22
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
43
Bekir KABAKCI
Resim 23
44
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
RUSYA - TÜRKİYE TURİZMİNİN VAZGEÇİLMEZ KÖPRÜSÜ:
KAPADOKYA
RUSSIA - TURKEY TOURISM`S ESSENTIAL BRIDGE: CAPPADOCIA
Beyhan ASMA*
ÖZET
Dillere destan Kapadokya, Pers dilinde Katpatuk; “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelir. Rusya vatandaşlarının yurtdışı tatil mekânları
arasında birinci sırada Türkiye gelmektedir. 1999’da Rusya’dan
Türkiye’ye giden turist sayısı 438.719 iken 2010’da ise 1 milyon
765 bin 951 kişi olmuştur. Türkiye’nin Rusya’dan sağladığı turizm
geliri yaklaşık olarak 1,5 milyar dolar seviyesinde tahmin edilmektedir. Buna göre Türkiye Rus turistlerin en çok tercih ettikleri ülke
sıralamasında ilk sırada yer alır. Son 15–20 yılda gelişen turistik
ilişkilerSoçi’nin pabucunu dama atarak “Rus tatil beldesi” olarak
adlandırılmaya başlanan Kapadokya-Nevşehir’e Rus turist akını yüzyıllardır komşu olan iki ülke halklarının yakınlaşması bakımından
siyasi-diplomatik ilişkilerin beceremediğini gerçekleştirmiştir. Artık
Ruslar için Türkiye Türkler için Rusya “Kaf Dağı’nın ardında” bilinemez yerler değildir. Hiç kuşkusuz, Rusya’dan Türkiye’ye gelen turist
sayısını artırmak ve her iki ülke arasındaki turizm, bilim ve eğitim
alanındaki işbirliğini geliştirmek amacıyla düzenlenen Kapadokya
Tanıtım Günleri başlamış, etkinlik dolayısıyla Rusya’dan 200’e yakın
tur operatörü, gazeteci ve bilim adamı Nevşehir’e gelmiştir. Bu etkinlik çerçevesinde, Kapadokya bölgesinin sosyo-ekonomik alanda
gelişimini sağlamak amacıyla çeşitli çalışmalar yapılmış ve bu çerçevede Rus turistleri Kapadokya’ya çekmek için böyle bir organizasyon düzenlenmiştir. Rus tur operatörlerinin Kapadokya’nın eşsiz
güzelliği ve turizm altyapısına hayran kalmışlar, önümüzdeki yıllarda
Türkiye ve Kapadokya’ya gelen Rus turist sayısında önemli artışlar
yaşanacaktır. Kapadokya Meslek Yüksek Okulu ile Rusya arasındaki
* Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
45
Beyhan ASMA
işbirliğinin önümüzdeki yıllarda artarak gelişmesi beklenmektedir.
Kapadokya turizm ile 45 yıl önce tanışmış, o yıllarda yeterli altyapı
olmadığından aradan geçen süre zarfında Kapadokya hızla gelişmiş
ve turist sayısında oldukça fazla bir artış yaşanmıştır. Ancak geçen
bu süreye karşın halen Kapadokya hakkında bilinmeyenler mevcuttur. Kapadokya tarihi ve kültürel açıdan gerçekten çok önemli
değerleri bünyesinde barındırmaktadır. Bu değerler Ruslar için de
oldukça önemlidir. İnanç turizmi açısından son derece önemli olan
ve özellikle Hıristiyan değerleri çok fazla olan bu bölgeye sadece
Hıristiyan turistler gelmemekte Japonya ve Çin gibi Uzakdoğu’dan
da çok fazla turist gelmektedir. Rusya’nın sahil ve deniz turizmi ile
başlayan Türkiye ile sıcak ilişkileri Kapadokya ile birlikte kültür, inanç
ve kayak turizmi ile devam edecektir.
Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Nevşehir, Turizm, Türkiye, Rusya.
ABSTRACT
Legendary Cappadocia, Katpatuk in Persia, “Land of Beautiful Horses” means. Turkey ranks first among foreign citizens in Russia at
resorts. The number of outbound tourists from Russia to Turkey
in 1999 was 438,719 in 2010 was 1 million 765 thousand 951
people. Russia provided the tourism income of Turkey is estimated at approximately 1.5 billion dollars. Accordingly, the Russian
tourists in Turkey in the first place ranking is the most preferred
country. Checkers developing tourist relations with the last 15-20
years of Sochi shoe throwing, “the Russian resort town” began to
be known as the influx of Russian tourists in Cappadocia-Nevşehir
centuries, the peoples of the two countries closer in adjacent carried out in terms of political-diplomatic relations. Russia to Turkey
for the Turks, the Russians no longer “Behind Mount Kaf” is not
known where. Without a doubt, increase the number of tourists
from Russia to Turkey and tourism between the two countries, cooperation in the field of science and education in order to improve
the Cappadocia Promotion Days began, from Russia to the event
so close to 200 tour operators, journalists and scientists Nevsehir ‘e
was. Within the framework of this activity, in Cappadocia, various
efforts were made to ensure the development of socio-economic
field and in this context such an organization designed to attract
Russian tourists in Cappadocia. Russian tour operators and tourist
infrastructure, admires the unique beauty of Cappadocia, in the
coming years there will be significant increases in the number of
Russian tourists coming from Turkey and Cappadocia. Cappadocia
Vocational High School of cooperation between Russia and the de-
46
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya
velopment is expected to increase in the coming years. Cappadocia
had met with tourism 45 years ago, in those years is not enough
infrastructure developed rapidly and the number of tourists in Cappadocia during the intervening period have increased a lot. But the
unknowns about this time, but is still available in Cappadocia. Cappadocia is incorporates the historical and cultural values are really
important. These values are also very important for the Russians.
Which is extremely important in terms of tourism, especially the
Christian faith and Christian values that are too many tourists in
this area just do not come from too many tourists from the Far East
such as Japan and China. Starting with the Russia’s coastal and
marine tourism in Cappadocia, Turkey and the warm relations with
the culture, beliefs, and will continue to ski tourism.
Key Words: Cappadocia, Nevşehir, Tourism, Turkey, Russia.
Giriş
Kapadokya bölgesi, doğa ve tarihin dünyada en güzel bütünleştiği yerdir.
Coğrafik olaylar Peribacaları’nı oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da, bu
peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık yaşlı medeniyetlerin izlerini günümüze taşımıştır. Roma İmparatoru Augustus zamanında Antik Dönem yazarlarından Strabon 17 kitaplık
‘Geographika’ adlı kitabında (Anadolu XII,XIII,XIV) Kapadokya Bölgesi’nin
sınırlarını güneyde Toros Dağları, batıda Aksaray, doğuda Malatya ve kuzeyde Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan geniş bir bölge olarak belirtir.
Bu günkü Kapadokya Bölgesi Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir illerinin kapladığı alandır. Daha dar bir alan olan kayalık Kapadokya
Bölgesi ise Uçhisar, Ürgüp, Avanos, Göreme, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara
ve çevresinden ibarettir. Kayalara oyulmuş geleneksek Kapadokya evleri
ve güvercinlikler yörenin özgünlüğünü dile getirirler. Bu evler 19. yüzyılda yamaçlara ya kayaların yada kesme taştan inşa edilmişlerdir. Bölgenin
tek mimarı malzemesi olan taş yörenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktıktan sonra yumuşak olduğundan çok rahat işlenebilmekte ancak
hava ile temas ettikten sonra sertleşerek çok dayanaklı bir yapı malzemesine dönüşmektedir.Kullanılan malzemenin bol olması ve kolay işlenebilmesinden dolayı yöreye has olan taş işçiliği gelişerek mimari bir gelenek
halini almıştır. Gerek avlu gerekse ev kapılarının malzemesi ahşaptır.Kemerli olarak yapılmış kapıların üst kısmı stilize sarmaşık veya rozet motifleriyle süslenmiştir.Yöredeki güvercinlikler 19. yüzyılın sonları, 18. yüzyılda
yapılmış küçük yapılardır. İslam resim sanatını göstermek açısından önemli
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
47
Beyhan ASMA
olan güvercinliklerin bir kısmı manastır veya kilise olarak inşa edilmişlerdir.
Güvercinliklerin yüzeyi yöresel sanatçılar tarafından zengin bir bezemeler,
kitabeler ile süslenmişlerdir. Kapadokya’ya gelen hemen herkesin aklına
ilk gelen soru Kapadokya’daki evleri, kiliseleri, yeraltı şehirlerini kimlerin
yaptığı olur. Kapadokya bölgesinde önemli bir Hıristiyan kültürünün geliştiği doğrudur ama Kapadokya kültünün kökenleri Hıristiyanlıktan binlerce yıl öncesine gider. Kapadokyada turizm amaçlı geziye açılmış olan
yerlerin büyük bölümü kiliselerdir ve bu yerler hıristiyanlık tarihine ait net
izler taşır. Bu noktada sanatın kültürün gelecek tarihlere aktarılmasındaki önemi birkez daha karşımıza çıkar çünkü Kapadokya’nın bir Hıristiyan
bölgesi olduğuna dair oluşan izlenimin en büyük nedeni hemen her yerde bulunan kiliselerin ve kilise duvarlarına çizilmiş fresklerin günümüze
kadar ulaşmış olmasıdır. Aslında bölgede fresklerden daha da önemli bir
sanat vardır ki Kapadokya tarihinin Hitit dönemine kadar uzandığının en
basit ispatıdır. Bu sanat Avanos’un hala önemli gelir kaynaklarından biri
olan testi yapımıdır. Bölgedeki el sanatları ticareti geleneğinin en az 5000
yıllık bir geçmişi vardır. Tabiî ki o zamanlar topraktan yapılan eşyalar süs
eşyası olmasının ötesinde gündelik ihtiyaçlar için de yaygın olarak kullanılmaktaydı. Günümüze ulaşan tarihsel kalıntıların büyük çoğunluğunun
Hıristiyan kültürüne ait olması ve bölgemize gelen turistlerin de genellikle
Hıristiyan olması nedeniyle bu kapsamdaki kültürün ticari olarak ön plana çıkartılıyor olması normal karşılanabilir. Ama bence bu kültürün göz
ardı edilmesinin bir nedeni de bizim 1071 öncesi Anadolu Tarihine fazla
ilgi duymamamız. Hâlbuki Türkler Anadolu’ya geldiklerinde binlerce yıldır
orada yaşayan toplumlar bir anda buharlaşıp kaybolmadılar. Sahip olduğumuz kültürün ve yaşam tarzımızın kökenleri mutlaka 1071 öncesine
de bir şekilde uzanıyor. Bu binlerce yıllık kültürün sahipsiz bırakılmadan
kendi kültürümüzün bir parçası olduğu bilincinin yaygınlaştırılması gerekiyor. Aksaray’da Ihlara vadi yerleşiminin bir uzantısı olan Aşıklı Höyük’te
yapılan arkeolojik çalışmalar Kapadokya Bölgesi’nin kerpiçten yapılmış ilk
mahallelerini ortaya çıkarmıştır. Yerleşik yaşamın en güzel ve en karmaşık
mimari örnekleri olan bu evlerin duvar ve tabanlarında sarı, pembe kil
duvar sıvaları kullanılmıştır. Ölülerini evlerinin tabanlarına hocker tarzında,
yani dizleri karınlarına çekik olarak gömmüşlerdir. Asılı Höyük’te araştırma
yapan Prof. Esin’e göre yerleşim yerindeki mahallelerin sıklığı, yapıların
çokluğu Akeramik Neolitik evre için sanıldığından daha yoğun bir nüfusun
varlığını göstermektedir. Höyük’te ele geçen yüzbine yakın obsidiyenden
48
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya
yapılmış çeşitli aletlerin Anadolu’da benzerleri yoktur. Taştan çok iyi bir
şekilde işlenmis yassı baltalar, kemikten bızlar, keskiler, bakır, akik ve çeşitli
taşlardan yapılmış süs eşyalarının yanısıra az pişmiş kilden figürinler de ele
geçmiştir. Aşıklı Höyük arastırmacıları, bu Höyük’te ele geçen bir iskelete
dayanarak dünyada bilinen en eski beyin amelıyatının (trepanasyon) 2025 yaşlarındakı bir kadına uygulandığını belirtmektedirler.
Tarihte Kapadokya
Anadolu Eski Tunç Çağı’nda madencilikte doruk noktasına erişmiştir. M.Ö.
2000-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamya’da yaşayan Assurlu tacirler Anadolu’da ticari koloniler kurarak ilk ticaret örgütünü oluşturmuşlardır.
Bu ticaretin merkezi Kayseri’deki Kültepe, Kanis - Karum’dur. Zengin altın,
gümüş ve bakır kaynaklarına sahip olan Anadolu, tunç alaşımı için gerekli
olan kalay bakımından fakirdi. Tacirlerin beraberlerinde getirdikleri kalay,
çeşitli kumaşlar ve kokular bu ticaretin ana malzemeleriydi. Hiç bir zaman
politik üstünlüğe sahip olmayan tacirler yerli beylerin himayesi altındaydılar.
Assurlu tacirler sayesinde Anadolu’da ilk defa yazı görülür. ‘Kapadokya
Tabletleri’ olarak adlandırılan Eski Assurca yazılmış çivi yazılı metinlerden,
tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere %10 yol vergisi verdikleri, borçlu
olan halktan %30 oranında faiz aldıkları, Anadolu krallarına sattıkları mal
üzerinden %5 vergi verdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu tabletlerde Assurlu
tacirlerin Anadolulu kadınlarla evlendikleri ve nikah sözleşmelerinde Anadolulu kadınların haklarını koruyacak maddeler bulunduğu görülmektedir.
Assurlu tacirler yazıdan baska silindir mühürler, madencilik, tapınak ve
tanrı fikirlerini de Anadolu’ya getirmişlerdir. Böylece Anadolu’nun yerli sanatı, Mezopotamya sanatının etkisi altında gelişerek kendine has yeni bir
sanat anlayışını ortaya koymuştur. Bu sanat daha da gelişerek Hitit sanatının temelini oluşturmuştur.
M.Ö. II.binin başlarında Avrupa’dan Kafkaslar üzerinden gelerek Kapadokya Bölgesi’ne yerleşen Hititler, daha sonra yerli halkla kaynaşarak
imparatorluk kurmuşlardır. Dilleri Hint-Avrupa dil grubundandır. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy) olan Hititlerin önemli şehirleri Alacahöyük
ve Alişardır. Kapadokya Bölgesi’nde bulunan bütün höyüklerde Hititlere
ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra Hitit İmparatorluk
Dönemi’nde özellikle Kapadokya Bölgesi’nde stratejik açıdan önemli geçitlere ve su kenarlarındaki yüksek kayalara rölyef olarak işlenmiş anıtlar
bulunmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
49
Beyhan ASMA
Frigler’in Orta Anadolu’nun önemli kentlerinin hemen hepsini yıkarak Hitit İmparatorluğu’nu ortadan kaldırılmasından sonra Orta ve Güneydoğu Anadolu’da Geç Hitit Krallıkları ortaya çıkmıştır. Kapadokya
Bölgesi’ndeki Geç Hitit Krallığı ise Kayseri, Niğde ve Nevşehir’i içine alan
Tabal Krallığı’dır. Bu döneme ait Gülşehir-Sivasa (Gökçetoprak), AcıgölTopada, Hacıbektaş-Karaburna Köyü’nde Hitit Hiyeroglifi yazılmış kaya
anıtları bulunmaktadır.
Kimmerler’in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu’da Medler
(M.Ö. 585), daha sonra da Persler (M.Ö. 547) görülür. Persler bölgeyi ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce yönettiler. Eski Pers dilinde Katpatuka olarak
adlandırılan Kapadokya bölgesi, ‘Cins Atlar Ülkesi anlamına gelmekteydi.
Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından ve ateşi kutsal saydıklarından
bölgedeki volkanları özellikle Erciyes ve Hasandağı’nı kutsal saymışlardır. Persler, Kapadokya’dan geçerek başkentlerini Ege’ye bağlayan, ‘Kral
Yolu’nu geliştirmişlerdir. Makedonya Kralı İskender M.Ö. 334 ve 332 de
Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük imparatorluğu
yıkmıştır. Pers İmparatorluğu’nu yıkan İskender Kapadokya’da büyük bir
dirençle karşılaştı. İskender, komutanlarından Sabiktas’ı bölgeyi denetimi
altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıktı ve eski Pers soylularından Ariarathes’i kral ilan etti. Çalışkan bir yönetici olan I. Ariarathes
(M.Ö. 332-322) Kapadokya Krallığı’nın sınırlarını genişletti. İskender’in
ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma’nın bir
eyaleti olduğu M.S. 17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslularla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiştir. M.S. 17’de
Tiberius Kapadokya’yı Roma’ya bağlayarak bölgedeki kargaşaya son verdi. Romalılar bölgeyi ele geçirdikten sonra batıya bir yol yaparak Ege’ye
ulaşımı sağladılar. Bu yol hem askeri hem de ticari açıdan önemliydi. Roma
egemenliği sırasında, yöreye gerek saldırı gerekse göç biçiminde doğudan
gelenler oldu. Romalılar bu yeni gelenlere karşı ‘Lejyon’ adını verdikleri askeri birlikleriyle karşı koydu. İmparator Septimus Severus döneminde ekonomik bakımdan oldukça canlanan Kapadokya’nın merkezi Kayseri, daha
sonraki yıllarda İran’dan gelen Sasaniler’in saldırılarına uğradı. Gordianus
III bu saldırılara karşı şehrin etrafını surlarla çevirtti. Bu sırada Anadolu’da
yayılmaya başlayan ilk hıristiyanların bir kısmı büyük şehirlerden köylere
göç etmeğe başladılar. Kayseri’nin önemli bir din merkezi haline geldiği 4.
yüzyılda, kayalık Göreme ve çevresini keşfeden hıristiyanlar, Kayseri Piskoposu da olan Aziz Basil’in dünya görüşünü benimseyerek kayalar içinde
50
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya
manastır hayatını başlattılar. Roma Imparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle
Kapadokya Doğu Roma İmparatorluğu’nun etkisi altıinda kaldı. 7. yüzyılın
ilk yıllarında Kapadokya’da Sasanilerle Bizanslılar arasında yoğun savaşlar oldu. Sasaniler bölgeyi 6-7 yıl kadar ellerinde tuttular. 651’de Halife
Osman Sasanileri yıkınca bölge bu kez Arap-Emevi güçlerinin akınlarına
uğradı. Uzun süredir devam eden mezhep çatışmaları III. Leon’un müslümanlıktan etkilenerek ikonları yasaklamasıyla doruk noktasına ulaştı. Bu
durum karşısında bazı hıristiyan ikon yanlısı kesişler Kapadokya’ya sığınmaya başladılar. İkonoklasm hareketi yüz yıldan fazla sürdü (726-843).
Bu dönemde birkaç Kapadokya Kilisesi ikonoklasm etkisinde kaldıysa da
ikondan yana olanlar burada rahatlıkla gizlenip ibadetlerini sürdürdüler.
Selçuklu Türkleri’nin Anadolu’ya girmesiyle yeni bir dönem başlar. İran ve
Mezopotamya bölgesindeki zaferlerinin ardından 11. yüzyılın ikinci yarısında Türkler Anadolu’ya hızla yerleştiler. 1071 yılında Malazgirt ovasında
Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, Selçuklu Hükümdarı Alparslan karşısında büyük bir yenilgiye uğrar ve esir alınır. 1080 yılında Süleyman Şah
Konya’yı başkent yaparak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurar. 1082 de Kayseri Türkler’in eline geçer. Aksaray, Niğde gibi şehirler imar edilir. Fethedilen yerlerde birçok kervansaray, cami, medrese ve türbe gibi eserler yapılır.
Anadolu’nun Selçuklu Türkleri tarafından fethi, Patrikhane’nin Kapadokya Bölgesi’ndeki idari etkinliğini etkilememiş, ancak 14. yüzyıldan sonra
sayı ve statülerini azaltmıştır.Kapadokya Bölgesi, Osmanlı Dönemi’nde de
oldukça sakindi. Nevşehir, Damat İbrahim Paşa Dönemi’ne kadar Niğde’ye
bağli küçük bir köydü. 18. yüzyıl başlarında özellikle Damat İbrahim Paşa
zamanında Nevşehir, Gülşehir, Özkonak, Avanos ve Ürgüp’te imar hareketleri gelişmiş; camiler, külliyeler, çeşmeler yaptırılmıştır. Özkonak kasabasının merkezinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in doğu seferi
sırasında (1514) yapılmış köprü, Nevşehir’deki erken Osmanlı yapısı olması açısından önemlidir. Osmanlı Dönemi’nde de Selçuklu Dönemi’nde
olduğu gibi yörede yaşayan hıristiyanlara karşı hoşgörülü davranılmıştır.
Ürgüp/Sinasos’taki 18. yüzyıla ait Konstantin-Eleni Kilisesi, Gülşehir’deki
19. yüzyıla ait Dimitrius adına yapılan kilise ve Derinkuyu’daki Ortadoks
Kilisesi buna en güzel örnektir.
Kapadokya’nın Konum ve Turistik Önemi
Pers dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen ve Türkiye’nin en önemli
turistik bölgelerinden biri olan Kapadokya, 60 milyon yıl önce Hasan Dağı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
51
Beyhan ASMA
ve Güllüdağ’dan püskürtülen lav ve küllerin oluşturduğu tabakaların yıllarca rüzgar ve yağmur tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır.
Her yıl yerli ve yabancı binlerce turistik bu büyülü ve egzotik bölgeyi görmek için akın ettiği Kapadokya Bölgesi; Avanos, Ürgüp, Göreme, Ihlara
Vadisi, Selime Köyü, Çavuşin, Güllüdere Vadisi, gibi turistik yerleri de içine
alır. Tarih, kültür ve inanç turizmi açısından dünyanın sayılı örnekleri arasında yer alan Kapadokya’da kiliseler, yer altı şehirleri, mezarlar gibi görülmesi gereken önemli tarihi yapılar da mevcuttur. Kapadokya’ya gidenlerin
mutlaka görmeleri gereken başlıca turistik bölgeler şunlar; Mükemmel bir
tekniğin ürünü olarak inşa edilen yeraltı şehirleri Kapadokya’da görülmesi
gereken yerlerdendir.
Kapadokya Bölgesi’nde turistlerin en çok ilgi gösterdiği yeraltı şehirleri
ise; içerisinde şarapüretimi yapılan su kuyuları ve ahırlar bulunan Derinkuyu, Hititler tarafından yapılan Kaymaklı, Mazı köyünde derin bir vadide
yer alan Mazı, apartman düzeninde inşa edilen Özkonak, Acıgöl’deki yamaçta yer alan Tatlarin, Kaymaklı kasabasında yer alan ve geniş bir alana yayılan Özlüce (Zile) ve henüz tamamı tepsi edilemeyen Gülşehir’deki
Sivasa Gökçetoprak’tır. Dünyanın nadir yerlerinde görülen ancak en yoğun olarak Kapadokya Bölgesi’nde karşımıza çıkan Peribacaları tam anlamıyla doğal bir sanat eseri gibi sıralanmaktadır. Volkanik dağlardan
yayılan lavların zamanla aşınması sonucu bugünkü şekillerini alan Peribacaları gizemli yapılarıyla ziyaretçilerin büyük dikkatini çekmektedir.
Bölgedeki Peribacaları en yoğun şekilde Avanos - Uçhisar - Ürgüp üçgeni
arasında kalan vadilerde, Ürgüp Şahinefendi arasındaki bölgede Nevşehir
Çat kasabası civarında, Kayseri Soğanlı vadisinde ve Aksaray Selime köyü
civarında bulunmaktadır.
Öte yandan Zelve Vadisi de Kapadokya’daki peribacalarının en yoğun olarak yer aldığı yerlerdendir. Kapadokya’nın en eski ve en uzun süre kullanmış yeri olan ve Hıristiyanlığın bölgede yayılmaya başladığı yer olan
Zelve’nin içinde manastırlar, kiliseler yer almakta. Zelve Vadisi’ndeki peribacaları sivri uçlu ve geniş gövdelidir. Kapadokya’da tarih öncesi dönemden kalan ve geçmişe ışık tutan höyükler de Kapadokya’yı ziyaret eden
turistlerin görmesi gereken yapılardan. En bilinenleri Bakır Çağı’na ait
Alacahöyük ve dünyanın en eski peyzaj resminin bulunduğu Çatalhöyük
olan ve yapılan arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan höyüklerden
Suluca Karahöyük, Acemhöyük ve Topaktı Höyük de önemlilerindendir.
52
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya
Kapadokya’ya gidenlerin mutlaka görmesi gereken yerlerden biri de
Göreme’de yer alan ve içinde kaya içine oyulmuş manastırlar, kiliseler,
şapeller, yemekhaneler, mutfaklar ve yaşam alanlarının bulunduğu Açık
Hava Müzesi’dir. Göreme Açık Hava Müzesi olarak ziyarete açık olan bölgedeki kiliseler, manastırlar ve şapeller şunlardır: Tokalı Kilise, Rahibeler
Manastırı (Kızlar Manastırı), Yılanlı Kilise (Aziz Onup/ırius Kilisesi), Elmalı
Kilise, Aziz Basil Şapeli, Karanlık Kilise, Çarıklı Kilise, Azize Barbara Şapeli,
Kadir Durmuş Kilisesi, Yusuf Koç Kilisesi, El-Nazar Kilisesi, Saklı Kilise, Kılıçlar Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi (Kuşluk Kilisesi), Azize Catherine Şapeli,
Aziz Eustathius Şapeli, Yamalı Kilise ve Eğri Taşı Kilisesi.
Kapadokya’nın en güzel manzaraya sahip yeri olan Uçhisar Kalesi,
Kapadokya’nın en önemli turistik yerlerinden. Kapadokya’nın zirve noktası olan kale bölgenin her yerinden görülen en büyük ve en güzel peri
bacasının olduğu yerdir. Kalenin zirvesinden benzersiz Kapadokya manzarasınıseydebilirsiniz. Kapadokya turuna çıkan tatilcilerin gün batımına
yakın vakitlerde Göreme’deki Kızılçukur’a mutlaka gitmeleri ve peri bacalarının güneş batarken oluşan görüntüsünü izlemeden geri dönmemeleri
tavsiye edilir. Doğal güzellikleri ve tarihsel özellikleriyle Kapadokya’nın bir
başka dikkat çeken noktası da Ortahisar. Kapadokya’nın ilk ve Tek Etnografya Müzesi’nin yer aldığı kasabada yer alan Ortahisar Kalesi de bölgenin
önemli tarihi yapılarındandır.
Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı yer olması bakımından 250’den fazla
kilisenin yer aldığı Kapadokya bölgesinde tarihin önemli devirlerinin izlerini taşıyan çok sayıda ibadethane meraklı ziyaretçilerini beklemekte.Bunların en önemlileri; Ürgüp’teki Pancarlık Kilisesi, Ortahisar’daki Üzümlü
Kilisesi, Özkonak’taki Belha Manastırı, Vaftizci Yahya Kilisesi, Güllüdere
Vadisi’ndeki Güllüdere Kilisesi ve Zelve Vadisi’ndeki Aziz Jean Kilisesi’dir.
Kapadokya’nın tarih boyunca ev sahipliği yaptığı medeniyetlerin kültürel izlerinden parçalar taşıyan müzelerde tarihe daha yakından tanıklık edebilirsiniz. Ziyaretçilerine büyülü bir atmosfer sunan Zelze Açıkhava Müzesi’nde
birbirinden ilginç yeryüzü oluşumlarını, farklı şekillerdeki peribacalarını güvercinlikleri, manastırları, kaya evleri ve kiliseleri keşfedebilir, Kapadokya
insanının kültür ve yaşam şeklinin cansız mankenler eşliğinde anlatıldığı
Ürgüp ilçesine bağlı Ortahisar beldesindeki Kapadokya Kültür ve Yaşam
Müzesi’ni gezebilir, Nevşehir il merkezindeki 15 bin 342 tarihi eseri ile bölge tarihine ışık tutan arkeoloji ve etnografya müzesini dolaşabilirsiniz.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
53
Beyhan ASMA
Vadisiyle ünlü olan Kapadokya’nın bir diğer önemli bölgesi olan Ihlara,
Aksaray ili sınırları içinde yer alır. Hasandağı’nın volkanından püskürtülen
lavların akarsu aşındırması sonucunda oluşan Ihlara Vadisi, 14 kilometre
uzunluğundadır. Ihlara’dan başlayıp Selime’de son bulan vadinin yüksekliği 100-150 metre civarındadır.
Yorucu bir yolculuk sonunda keşfedebileceğiniz Ihlara Vadisi boyunca
uzanan onlarca kilise bölgenin tarihi geçmişinin izlerini taşımaktadır. Günümüze kadar varlığını koruyabilmiş en önemli kiliseler Ağaçaltı, Pürenliseki, Kokar, Yılanlı, Aziz George (Kırkdamaltı) ve Sümbüllü’dür. Bağcılık ve
şarapçılığın çok gelişmiş olduğu Kapadokya’da şarap tadım mahzenlerine
düzenlenen turistik turlarla yıllanmış şarapların tatlarına dilediğiniz gibi
bakma imkanı bulabilmektesiniz.Bölgede yöreye özgü Emir üzümlerinden
üretilen beyaz şaraplar oldukça meşhurdur.
Turizm Nedir? Turizmin Amaçları Nelerdir?
Turizm, dinlenmek, eğlenmek, görmek ve tanımak gibi amaçlarla yapılan geziler ve bir ülkeye veya bir bölgeye gezmen çekmek için alınan iktisadi, kültürel, teknik önlemlerin, yapılan çalışmaların tümüdür. Turistik
gezi, insanların sadece bir yerden bir yere gitmesi değil kültürel, iktisadi
ve toplumsal olarak da iletişim içinde olmalarıdır. Turizm sayesinde insanlar hem diğer ülkelerin güzelliklerini görmüş bilgi edinmiş olurlar hem
de gittikleri ülkeye gördükleri yerler karşılığından para kazandırırlar. Yani
turizm ziyaret edilen ülkenin ekonomisine de çokça katkı sağlar. Turizm
sözcüğü ilkin XIX. Yüzyılda bazı İngilizlerin Avrupa’ya yaptığı yolculuklar
için kullanılmıştır. İkinci dünya savaşından sonra bu eylem, dünya çapında
yaygınlık kazanınca, turizm sözcüğü de dilden düşmez olmuştur. Eskiden
yalnız zengin ve aylak kimselerin yaptığı bu geziler, ulaşım kolaylıklarının sürekli olarak gelişmesi (hız, konfor, güvenlik... vb) ve kısa zamanda
herkesin tatil yapmasını sağlayan toplumsal gelişmeler (oteller, moteller,
kampingler, tatil köyleri vb) sonucunda gittikçe çoğalmıştır. Turistlerin barınmaları, eğlenip dinlenmeleri için yapılan oteller, moteller, pansiyonlar,
plajlar, lokanta ve gazinolar, kampingler, eğlence yerleri, spor ve avcılık
tesisleri, kaplıcalar, hep birer turizm kurum veya kuruluşudur. Bu kurumların sayısı, konforu, personelinin güler yüzlülüğü, buralara ulaşım kolaylığı
turist akımını arttırır. Turizmi arttıran bir başka bir etmen de tarihi anıtların
çokluğudur. Eski kent harabeleri, ünlü anıtlar (camiler, kiliseler, açık hava
tiyatroları, müzeler vb...) her zaman insanların ilgisini çekmiştir. Bunların
54
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya
yanı sıra doğa güzellikleri de önemli bir ilgi kaynağıdır. Türkiye çeşitlilik
gösteren doğal güzellikleri ve zengin tarihi kalıntılarıyla önemli bir turizm
potansiyeline sahiptir. Ilıman kuşakta yer alması nedeniyle 4 mevsimin belirgin yaşandığı ülkemizde özellikle Akdeniz ve Ege kıyılarında deniz turizmi gelişme göstermiştir. Çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış olması da
tarihi turizmin gelişmesinde önemli paya sahiptir. Milli parklar, çeşitli yer
şekilleri ve bitki türlerinin bulunduğu Türkiye’de doğa turizmi son yıllarda
deniz turizmi kadar ilgi görmeye başlamıştır. Uluslar arası düzenlenen festivaller ve fuarlarda ülkemizdeki turizm çeşitliliğini dışarıya sunmamızda
etkili olmaktadır.
Turizmin Türk Ekonomisine Katkıları
Turizm gelirlerinin ülke ekonomisine katkısı özellikle dış ticaret gelirleri
açısından büyük önem taşır. İspanya, İtalya gibi birçok ülke dış ticaret
açığının kapanmasında turizm gelirlerinden yararlanmaktadır. Türkiye’ye
son yıllarda gelen turist sayısının artmasına bağlı olarak turizm gelirinin
ekonomiye katkısı artmıştır. Dış ticaret gelirlerimizin yaklaşık % 15-20’siturizmden sağlanmaktadır.
Dünyada değişen turist talebine uygun büyük bir potansiyele sahip bulunan Türkiye, artık sıradan bir turistik varõş noktası olmaktan çıkıp, bütün
varlık ve kurumlarıyla Akdeniz ve Avrasya’nın en önemli bir turizm ülkelerinden biridir. Deniz, güneş, kum gibi geleneksel turizm denince akla ilk
gelen üç unsur açısından bakıldığında, Akdeniz’de sıradan bir ülke konumunda olan Türkiye, tarih, kültür, sanat, doğal güzellikler, gastronomi,
folklor, sıcak ve sevecen insanlara söz konusu olduğunda, aynı coğrafyada
eşsiz bir üstünlüğe sahiptir. Diğer bir deyişle Türkiye 21.inci yüzyılın farklı
renk ve tatlar arayan, değişen turist profilinin talep ettiği tüm özellikleri
barındırmaktadır. Ülkemizin bu eşsiz potansiyelini, sürdürülebilirlik özelliğini göz ardı etmeden, turizmin hizmetine taşıyabilmek, ciddi, bilinçli ve
bilimsel çalışma ve planlamayı gerekli kılmaktadır. Ekonomik, sosyal, kültürel, çevresel gelişmelerin izlenmesi, dış dünya ile verimli ilişkiler, turizm
varlıklarının rasyonel kullanımı ve turizm gelirlerinin maksimizasyonu ancak turizmde etkin bir planlama ile sağlanabilir. Tüm bu çalışmalar kamu
ve sivil inisiyatifin ortaklığı ile yürütülmelidir. Günümüze değin tanıtım,
nitelik ve niceliğin saptanması, planlama ve benzeri tüm fonksiyonları tek
başına yürüten kamu otoritesi, artık bu işlevleri sivil inisiyatifle ortaklaşa
yürütmelidir. Bu dönüşümü sağlama sorumluluğunu üstlenmiş bugünün
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
55
Beyhan ASMA
tüm sektör yöneticileri (siyasi irade, turizm bürokrasisi ve sektör kuruluşları) sivil yerel inisiyatifin itici gücünü doğru formüle eden bir yapılanmayı
geciktirmeden hayata geçirmek zorundadır. Bir parçası olmayı hedeflediğimiz Avrupa Birliği ilkeleri bağlamında da, sivil inisiyatiflerin önemi, sivil
toplum örgütlerinin ağırlığı, tüm politikaların oluşumu ve yönlendirilmesinde etkilerini göstermektedir. Artan rekabet ortamında, ülke geleceğinin
en önemli ekonomik ve sosyal sektörü turizmde seri kararlar alabilmek ve
gecikmesiz uygulayabilmek için, zaman oldukça kısadır. Burada doğru ilkelerle kurgulanmış bir plan sürecinin sektöre öncülük etmesi kaçınılmazdır. Planlama sürecinde güçlü yerel sivil inisiyatiflerin aktif olarak yer alması amaçlanmaktadır. Öte yandan ülkesel ve yerel boyutta sivil inisiyatif
oluşturmak sorumluluğunu üstlenen sektör kuruluşları, vizyon geliştirmek
ve kamu işbirliği içinde uygulanabilir projeler üretmek zorundadır. Bu noktada yerel envanterin saptanması, yerel değerlendirme ve yerel tanıtma
için projeler geliştirilmelidir. Bu projelerin üretiminde, merkezi yönetimden
tabana yöneltilen şekilde değil, tabandan merkeze yönelen bir sistem ile
oluşturulmasına özen gösterilmeli ve yerel sahiplenme esas alınmalıdır. Turizmin çok yönlü ve dinamik bir endüstri ve hizmetler sistemi olması, sektörle ilgili geliştirilecek plan ve politikalarda devletin ilgi ve desteğini gerekli kılmaktadır. Turizm sektöründeki unsurların ülkesel ve yerel boyutta
bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğu gerçeğinden hareketle, sivil inisiyatiflerin güçlenebilmesi ve etkinleşebilmesi için gerekli yasal yapının oluşturmasında ve uygulanmasında Kamu yönetiminin etkin bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Yenilik ve çeşitlilik talebi artmaktadır. Deniz, kum, güneşten oluşan talebin yerini kültür, tarih,sağlık, kongre, yatçılık, eğlence,
heyecan motifleri almakta, kıyı turizminin yerine tüm ülkenin, sezonluk
seyahatler yerine yolun tümüne yayılan turizm hareketi gelişmektedir.
Uzun mesafeli deniz aşırı seyahatlerde artış görülmektedir. Tüketicinin bilgilendirilmesi ve korunması, artık evrensel değer ve sistemlere bağlanmakta, kalıcı ve dengeli bir turizm gelişimi için tüketicilerin sürdürdüğü
kampanyaların etkisi artmaktadır. Destinasyon seçimi ve rezervasyon sürecinde internet hızla önem kazanmaktadır. Destinasyon seçimi ve rezervasyon sürecinde internet hızla önem kazanmaktadır. Turizmin ekonomik,
sosyal kültürel ve ekolojik etkileri üzerinde daha yüksek bilinç ve duyarlılık
egemen olmakta, parası ve zamanı daha fazla, zor tatmin olan, meraklı ve
seçici turist kitlesi önem kazanmaktadır. Gelişen turist yapısıyla birlikte kalite, saniter altyapı, çevre, konukseverlik beklentileri artmaktadır. Bu süreçte, dünya turizmindeki değişimleri Türk turizmine aktaracak projeler
56
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya
kilit öneme sahip bulunmaktadır. Bu projelerin başında Turizm Master Planı gelmektedir. Turizm Master Planı, turizmde ürün çeşitliliğine gidilmesi,
önceliklerin saptanması, uygulamanın mekân ve zamana yayılması ve bu
süreç içinde yer alacak aktörlerin tanımlanması, fonksiyonlarının belirlenmesinde yol gösterici olacaktır. Master plan ile turizmde bölgesel inisiyatifin güçlendirilmesi desteklenecektir. Bu noktada yerel envanterlerin yapılması, değerlendirilmesi ve yerel tanıtım için proje geliştirilmesi önem kazanmaktadır. Türk turizmi, Akdeniz çanağında tesislerin fiziki kalitesiyle
uluslararası standarda en üst seviyede ulaşmıştır. Ancak varış noktasında
toplam kalite kavramının geliştirilmesi ve yerleştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Turizm bölgelerindeki ekonomik yapının, sivil yerel inisiyatifin,
halkın ve bireylerin sektöre sahip çıkması sağlanmalı, bu yönde gerekli
bilinç yaratılmalı, turizm yöresi belediyeciliği geliştirilmelidir. Sektörde hizmetler zincirindeki kalite standardının genelde düşük olması, rekabeti engelleyen önemli faktörlerden biridir. Düşük fiyatlara rağmen talep yetersizliğinin temel nedeni, arz edilen turizmin talep edilen turizm olmamasıdır. Türk turizminin acilen gereksinim duyduğu değişimlerden bir diğeri de
yeniden yapılanmadır. Dünya turizminde değişen talep yapısı Türkiye’ye
büyük avantaj sağlamıştır. Geleneksel deniz, kum, güneş odaklı talep yapısından, geniş bir yelpazeye yayılan ve birçok değişik unsuru içeren talep
yapısına geçiş, Anadolu’nun sektöre sağladığı ortak kültür mirası arzı ile
örtüşmektedir. Bu noktada turizmdeki mevcut idari yapının yetersizliği
kendini göstermektedir. Merkez ağırlıklı bir yönetim şekli yerini, sivil toplum örgütlerinin yerel öncelik kullandığı bir yönetim tarzına bırakmalıdır.
Bu konudaki çağdaş yapılanmanın esasları ve işbölümü saptanırken, devletin koordinasyon sağlama, standart belirleme ve denetleme işlevlerini
yerine getiren, diğer işlevlerini ise özel sektör meslek örgütlerine devreden
bir yapıya kavuşturulması gereği dikkate alınmalıdır. Turizmde sivil ağırlık
kazanması, yurtdışı sivil örgütlerle yakın ilişkilerin kurulmasını, dolayısıyla
ülke tanıtımı ve pazarlamasında önemli adımların atılmasını sağlayacaktır.
Türk turizminin en büyük eksikliklerinden biri olan tanıtma konusunda
yapılması gereken işlerin başında, turizm sektörünün ekonomik, sosyal,
politik öneminin kamuya ve kamuoyuna anlatılması gelmektedir. Turizmde gerekli adımların atılmasında tüm kesimlerin sektör konusunda bilinçlendirilmesine ihtiyaç vardır. Tanıtma konusunda kamu ve özel sektör birlikte çalışmalıdır. Tanıtma ülke imajı ve sektörel tanıtma olarak iki temel
kavramla ele alınmalıdır. Ülke imajı, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, teknolojik ve yönetimsel boyutlarıyla Türkiye imajının geliştirilmesini ifade
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
57
Beyhan ASMA
eder. Ülke imajı konusunda örgütlenme ve kaynak yaratma fonksiyonları
ağırlıklı olarak kamunun sorumluluğunda olmalıdır. Tanıtmanın diğer kolu
olan sektörel tanıtma, sektörel bazda turizm ürününün geliştirilmesini ve
ülkeye yönelik turizm talebini arttırmayı hedeflemektedir. Sektörel tanıtma kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki Türkiye’nin toplam turizm varlığını ve potansiyelini ortaya koyan sektörel tanıtmadır. Burada sivil insiyatif ağırlıklı olarak söz sahibidir. Sektördeki sivil toplum kuruluşları,
meslek örgütleri, yerel yönetimler ve ticari birimler ortak sorumluluk ve
katkıya sahiptirler. Sektörel tanıtmanın ikinci unsuru ise, turistik yöre ya da
ürün bazlı tanıtmayı hedef alan bölge-ürün tanıtmasıdır. Sektördeki ticari
birimler kendilerini tanıtırken ülkeyi ve bölgelerini de tanıtmış olmaktadırlar. Ülke imajı ile ilgili politika ve strateji, kamu, üniversite ve özel sektörün
oluşturacağı Ulusal Tanıtma Konseyi tarafından belirlenmelidir. Sektörel
tanıtma ise özel sektör ağırlıklı olarak, kamu-sivil toplum örgütlerinin bir
araya gelmesiyle oluşturulacak kurul tarafından üstlenilmelidir.
Avrupa Birliği’ne uyum sektörün önemli konularından biridir. Avrupa Birliği, turizmi Avrupa kimliğini oluşturma açısından son derece önemli bir
katalizör olarak görmekte, bu nedenle sürecinde olduğumuz bu dönemde, Avrupa Birliği’ne uyumda gerekli düzenleme ve yapılanma için eğitim
ve koordinasyona ihtiyaç vardır. Mevzuat uyumunun başarıya ulaşması,
merkezi idare ve yerel yönetimler ile sivil toplum örgütlerinin uyum sürecine aktif katılmaları ile mümkün olacaktır. Diğer yandan Avrupa Birliği’nin
özellikle Akdeniz ülkelerindeki yatırım projelerine sağladığı finansal destek programları yakından izlenmeli, yerel ölçekte projelerin geliştirilmesine
önem verilmelidir.
Rusya Federasyonunun Türkiye İmajı
Rusya Federasyonunda Türkiye imajı en uygun tatil destinasyonu şeklindedir. Yapılan araştırmaya göre, Rusların %47’si tatil için en uygun ülkenin
Türkiye olduğunu belirtmiştir. Türkiye uygun fiyatlı, kaliteli tesisleri olan,
özgün tarihi ve kültürel değerleri olan ve medeni bir hedef olarak algılanmaktadır.
Türkiye ile ilgili çağrışımlar güneşli (37,8%), doğulu (36,4%), eğlenceli
(27,7%), pitoresk (21,2%), dostane (19,6%), rahatlatıcı (18,2%), karşıtlıklar ülkesi (17,8%), Akdenizli (15,8%) ve kendine özgü olmasıdır (14,9%).
Yapılan araştırmada, ankete katılanların %48’i daha önce Türkiye’yi ziyaret etmiş ve bir daha ziyaret etmek istemektedir. %30’u ise gitmediğini
ancak gitmek istediğini belirtmiştir.
58
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya
Türkiye’de tatil yapanların %59,4’ü Türkiye tatillerinden kesinlikle memnun kaldıklarını ifade etmektedir. Memnun kalmadığını belirtenlerin oranı
%7dir.
1. Otel kalitesi
2. Servis kalitesi
3. Sıcak İklim
4. Doğal güzellikler
5. Vize kolaylığı
6. Eğlence imkânları
7. Uygun fiyat
Türk-Rus Turizm İlişkilerinde Turizm Noktası Kapadokya
Kapadokya, inanç ve kültür turizmi ile Ruslar’ı bölgeye çekmek için çalışıyor. Yılda 400 bin turist çeken, peribacaları, yeraltı şehri ve pek çok
kilisesi bulunan bölge, Rusya’nın önemli kahramanları ve sembollerinin
Kapadokya kökenli olmasını avantaja çevirmek istiyor. Önemli bir Hıristiyanlık merkezi olan Kapadokya’yı daha çok Uzakdoğulu turistlerin ziyaret
ettiğini belirten iş çevreleri, Türkiye’de deniz turizmini tercih eden 2 milyon
Rus turistin 150 binini bölgeye çekmeye çalışacak. Geçtiğimiz günlerde
Kapadokya Turizm Meslek Yüksekokulu’nun düzenlediği Türk-Rus Kapadokya Tanıtım Forumu için bölgeye gelen din adamları, turizm operatörleri, Rusya Seyahat Acenteleri Birliği (RATA), Rusya Kiliseler Birliği, Rusya
Turizm Akademisi öğretim üyeleri ve bazı Rus milletvekillerinden oluşan
150 kişilik heyete Kapadokya tanıtıldı. Forumda Rusya’nın Kapadokya için
önemli bir pazar olduğuvurgulandı. Türkiye Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM) Başkanı ve Kapadokya Turizm Meslek Yüksek Okulu Dış İlişkilerden Sorumlu Müdür Yardımcısı Sinan Oğan,
Kapadokya’nın şu anda göç veren bölgeler arasında olduğunu ancak sahip
olduğu turizm potansiyeli ile göç alan bir bölge olması gerektiğini söyledi. Okullarının Kapadokya’nın kalkınma programı çevresinde kurulduğunu
belirten Oğan, “Kapadokya’nın tarihi turistik yerlerinin kimlerle alakalı olduğunu, bölgeye nerelerden daha çok turist çekebileceğimizi araştırınca
Rusya’nın önemli kahramanlarının ve sembollerinin Kapadokya kökenli
olduğunu gördük ve Rus turistleri çekmek için bölgesel çalıştay gerçekleştirdik. 2006’da 40’a yakın bilim adamını davet ettik. Turizmden organik
tarıma kadar uluslararası uzmanlar getirdik. İkinci olarak Kapadokya’nın
Türk-Rus ilişkilerindeki yeri ve önemini ortaya koymak için ortak konferans
düzenledik. Böylece bilimsel altyapıyı tamamladık. Ayrıca Rus televizyon-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
59
Beyhan ASMA
cularını getirip bölgede çekim yaptık. Tanıtım programları Rusya’da yayınlanıyor. Burada konferansa katılan insanlar ülkelerine döndükten sonra
bölgemizin lobisini yapar duruma geldiler. Medyada çok ciddi haberler
çıktı. Rus acenteler bölgemize turist getirmek için çalışıyor. Çalışmalarımızın geri dönüşümünü almaya başladık. Türkiye’ye gelen yıllık 2 milyon
Rus turistin sayısı giderek azalıyor. Rusya’ya farklı turizm çeşitleri ile hitap
edilmeli. Türkiye’nin Rusya için ayırdığı reklam bütçesi 15 milyon dolar sadece Antalya’nın tanımı için kullanılıyor. Zaten tanınan Antalya yerine bu
bütçe Ruslar’ın gezebileceği farklı yerlerin tanıtımı için kullanılmalı” dedi.
Nevşehir Valisi M. Asım Hacımustafaoğlu, Türk-Rus Kapadokya Forumu’nun
Nevşehir’de gerçekleştirilmesinin ve Rus yetkililerin Kapadokya’ya gelmesinin bile Kapadokya turizmi için büyük önemi olduğunu kaydederek, “Tarihi kiliseleri, doğal oluşumları, yeraltı şehirleri, ören yerleri ile Kapadokya
bir dünya markası. İslamiyet ve Hıristiyanlık için önemli bir merkez. Kapadokya ve Nevşehir yılda ortalama iki milyon turisti ağırlıyor. Bundan sonra
Rus turistleri de Kapadokya’ya bekliyoruz. Kapadokya çok sayıda uygarlığa beşiklik etmiş. Türkler ve Müslümanlar için bölgemiz önemli bir inanç
merkezidir. İç Kapadokya olan bilinen ve Nevşehir içinde olan bölgemizde,
zamanında barınma ve ibadet yeri olarak kullanılmış 300’e yakın yeraltı
şehri var. Ürgüp ilçemiz yakınlarında Sobesos adında bir antik kentimiz var.
Peribacalarımızın sayısı milyon ile ifade ediliyor” diye konuştu. Turizmde,
istenilen seviyede gelişim etkin pazarlama faaliyetlerini gerektirmektedir.
Etkin ve etkili pazarlama ise ülkeyi ziyaret eden turistlerin sorunları teşhis
edilerek ve beklentileri karşılanarak sağlanır. Türkiye için çok önemli bir pazar olan Rusya Federasyonu, Türk turizmi sektörü için neredeyse can simidi
haline gelmiştir. Son on yılda Rusya, Türkiye’ye turist gönderen ikinci ülke
konumundadır.Rusya,Almanya’dan sonra ikinci büyük turizm pazarıdır.
Rusya’dan Türkiye’ye gelen bir turistin kişi başına harcaması yaklaşık 900
dolardır.Bu miktarın önümüzdeki yıllarda artacağı beklenmektedir.
1900’lü yıllarda Kapadokya’ya gelen Rus turistler, bu dönemde alışveriş
ve inanç turizmi amaçlı gelmişlerdir. Erciyes’e yönelikte tatil turları son iki
yılda büyük artış göstermiştir. Rusları Kapadokya ve çevresine yönlendiren
bilgi kaynakları genelde, televizyon ve yazılı basın, internet yayınlarıdır.
Yapılan araştırmalar göre de; Türkiye Rusya’da tatil için en popüler ülke
olmuştur. Bu arada Rusya son 11 Eylül olaylarından sonra teröre az duyarlı
ülkeler arasında yer almıştır. Rusya, Türkiye ve Türkiye’nin turistik değerleri
hakkında olumlu yönde bilgilere sahip bir ülkedir.
60
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Rusya - Türkiye Turizminin Vazgeçilmez Köprüsü: Kapadokya
Kaynaklar
Aslantaş, Hülya, (2002), “Türkiye’nin Turizm Stratejisi ve Tanıtım Politikaları’’,
2.Turizm Şurası Bildiriler, 2. Cilt Turizm Bakanlığı, Ankara.
Denizer, Dindar, (1992), Turizm Pazarlaması, Ankara: Yıldız Matbaacılık.
Doğan, Selcen, (2002), “Yabancı Yayın Organlarında Yer Alan Türkiye Haberlerinin Türk İmajına ve Türkiye Turizmine Etkileri’’, 2. Turizm Şurası Bildiriler,
2.Cilt, Turizm Bakanlığı, Ankara.
Erol, Mikdat, (2003), Turizm Pazarlaması, Bursa: Etkin Kitabevi.
İncakara, Ahmet, (2001), Anadolu’dan Yeni Turizm Olanakları ve Bölgesel Kalkınmadaki Yeri, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, No:28.
İlkin, A. ve M. Z. Dinçer, (1991), “Turizm Kesiminin Türk Ekonomisindeki Yeri’’
Ankara: TOOB Yayını.
Kazak, Nazmi, (2001), Genel Turizm, Ankara: Detay Yayıncılık.
Köse, Filiz, (2005), “Rusya Pazarı, Değerlendirme Raporu’’, Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü Medya inceleme Şura Müdürlüğü.
Öztürk, Emin, (1992), “21. Yüzyıla Doğru Türkiye’nin Tanıtımı’’ Turizm Yıllığı, Ankara: Kalkınma Bankası Yayını.
Sevgür, Ayşe, (2002), ”Türk Turizmi İçin Tanıtma Projesi’’, 2.Turizm Şurası Bildiriler,
2.Cilt, Turizm Bakanlığı Ankara.
Tolungüç, Ahmet, (1990), “Türkiye’nin Dış tanıtım ve Turizmi Sorunları’’, Ankara:
Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulları Yayını.
Tunç Azize ve R. P. Şahbaz, (1998), “Türk Turizminin Gelişmesine Alternatif Çizim
Önerisi: Bölgesel Tanıtım Gazi üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 1:57-69.
www.haberrus.com/pid=1789
www.kulturturizm.gov.tr
www.turizmdebusabah.com
www.turizmgazetesi.com
www.tutav.org.tr
www.word_tourism.org
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
61
TURİSTİK BİR BÖLGE OLAN NEVŞEHİR İLİNİN YÖREDEKİ
EL SANATLARINA KATKISI
THE CONTRIBUTION OF THE CITY OF NEVŞEHIR, A TOURISTY
REGION, TO THE HANDICRAFT ARTS IN THE AREA
Birnaz ER* - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL**
ÖZET
Turizm, bütün sektörlerle doğrudan veya dolaylı olarak etkileşim halinde olan bir etkinlik alanıdır.
Gelişmekte olan Türkiye için turizm çok önemli bir ekonomik kaynaktır. Bir ülkede turizmin gelişebilmesi için turistik faaliyetlerin oldukça çeşitli olması gerekir. El sanatları da bir ülkenin turizmine ve
gelişmesine katkı sağlayan önemli kültür varlıklarımızdan biridir.
Bir şehrin sanatsal yönü o şehrin turizm etkinliklerini güçlendirir,
gelen turistlere şehrin kültürü ve sanat anlayışı hakkında bilgi verir.
Turizmi güçlü olan bir yörenin yerel halkı ekonomik yönden kalkınırken bir yandan da kültürünü tanıtıp, sahip olduğu bu değerlerin
gelişmesine katkı sağlar.
Nevşehir ilinin sahip olduğu tarihi ve doğal miras, turizm için büyük
bir potansiyel oluşturmaktadır. Kültürel etkinlikler bir şehre dinamizim kazandıran etmenlerdir. El sanatları ise bir şehri kültürel yönden
tanıtmanın en iyi yollarındandır. El sanatları bir şehrin tarihi, kültürü
ve sanat anlıyışı hakkında bilgi verir. Nevşehir ili el sanatları yönünden zengin bir ildir. İlde gerçekleştirilen en önemli el sanatı çömlekçilikdir. Türkiyede çömlekçilik sanatında Nevşehir ili ilk sırayı alır.
Çömlekçiliğin yanı sıra Nevşehir ili turizmine katkı sağlayan bir diğer
el sanatı ürünleri ise, halı (kilim) dokumacılığı, el yapımı bebek üretimi ve oniks taşı işlemeciliğidir.
* Öğr. Gör., Dumlupınar Üniversitesi, Kütahya Meslek Yüksekokulu, El Sanatları Bölümü,
e-posta: [email protected]
** Öğr. Gör., Gazi Üniversitesi, Ankara Meslek Yüksekokulu, El Sanatları Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
63
Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL
Bu bildiride Nevşehir ili turizmine katkı sağlayan el sanatlarımızdan;
çömlekçilik, halı (kilim) dokumacılığı, el yapımı bebek üretimi ve
oniks taşı işlemeciliği hakkında bilgi verilecek, ürünler fotoğraflarla
belgelenerek nevşehir yöresindeki el sanatları ürünlerinin turizme
olan etkileri hakkında bilgiler verilecektir.
Anahtar Kelimeler: El sanatları, Turizm, Sanatsal Turizm, Nevşehir
El Sanatları.
ABSTRACT
Tourism is a field of activity which is in an interaction with all other
sectors directly or indirectly.
Tourism is a very significant economic source for a developing Turkey. In order to develop tourism in a country, tourism activities should be so various. Handicraft arts are one of the significant cultural
assets of a country that can contribute to the tourism and development of a country.
The artistic side of a city reinforces the tourism activities of that
city, informing the visitors about the understanding of the culture
and art of that city. While the inhabitants of a region with strong
tourism makes the people develop economically, it also introduces
its culture by contributing the values it has to develop.
The history and natural inheritance the city of Nevşehir has makes
a great potential for tourism. Cultural activities are the factors that
put dynamism into a city. Handicraft arts are one of the ways to
introduce a city culturally. Handicraft arts give information about
the history, culture and perception of art of a city. The city of Nevşehir is a rich city in terms of handicraft arts. The most important
handicraft art made in the city pottery. Nevşehir is the first place in
the art of pottery in Turkey.
Besides pottery, other handicraft arts making a contribution to the
tourism of Nevşehir are tapestry, hand-made doll production and
onyx stone carving.
In this paper, pottery, tapestry, hand-made doll production and
onyx stone carving, some of the handicraft arts that contributes to
the tourism of Nevşehir, will be introduced, and the items will be
documented with photos and information will be given about their
contribution to tourism in the region of Nevşehir.
Key Words: Handicraft Arts, Tourism, Artistic Tourism, Nevşehir
Handicraft Arts.
64
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı
1. Giriş
Turizm, ‘dinlenme, eğlenme, görme, tanıma vb. amaçlarla yapılan gezi’ ve
‘bir ülkeye veya bir bölgeye turist çekmek için alınan ekonomik, kültürel,
teknik önlemlerin, yapılan çalışmaların tümüdür. (http://tdkterim.gov.tr/
bts/)
Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi turizm, ekonomik sosyal ve kültürel bir değer olarak görülmektedir. Günümüzde turizmin yarattığı ekonomik, sosyal
ve kültürel etkiler giderek önem taşımaktadır. Turizmin bu rolü, dünyada
ve ülkemizde turizme verilen değeri artırmakta, turizm olanakları çeşitlilik
kazanmakta, yeni yerler yeni turizm türleri insanların ilgisini çekmektedir.
Turizmi çekici hale getirecek unsurlar da çeşitliliği doğurmaktadır.
Kıyı turizminde, yayla turizminde, termal turizmde, kırsal turizmde yapılan
tüm aktiviteler içinde kültürel unsurlar bulunmaktadır. Bu turizm türlerine
katılırken yapılan aktiviteler, sunulan yemek ve müzikler, görülen kıyafetler
ya da yerel halkla kurulan ilişkiler, kültürlerarası etkilenmeler kültürel turizm
ile ilgilidir. Bu nedenle, turizmin kültürlerin birbirini anlamasına yardımcı
olması gibi bir fonksiyonu vardır. Özellikle son yıllarda amaçsız gezmenin
yerini artık bilinçli bir kültürel turizmin aldığı bilinmektedir (Emekli, 2005).
Ülkemizde kıyı turizmiyle başlayan turizm hareketleri zamanla çeşitlenmiş,
kültürel ağırlıklı ziyaretler ve diğer turizm türleri ile yeni yapılanmaya gidilmiş, mekânsal çeşitliliğe uğramıştır. Alternatif turizm politikaları üretilerek,
turizm türlerini çeşitlendirme açısından yayla turizmi, kırsal turizm, köy turizmi, eko turizm, termal turizm, kültürel turizm, inanç turizmi gibi turizm
türleri ve rafting, trekking, kuş gözetleme, atlı doğa yürüyüşleri, yamaç
paraşütü, mağaracılık, avcılık gibi turistik etkinlikler öne çıkmaktadır.
Kültürel turizm, giderek yaygınlaşan, milletler ve ülkeler arasındaki anlaşmayı sağlamada sıradan turizmden çok daha etkin bir süreçtir. Kültür mirasına ilişkin yaklaşımlar ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, değişebileceği
gibi kültür mirasının türüne, niteliğine, mekân özelliklerine, tarihçesine,
turizmdeki moda anlayışlara göre de değişebilmektedir (Emekli, 2003). Turizmin kıyı bölgelerine yığılması yerine ülkenin hemen her yerine yayılmasını sağlayacak, geçmişi seçicilikten uzak bir şekilde tanıtacak olan kültürel
turizmin belirli niteliklere kavuşması için çok yönlü çabalar sarf edilmektedir. Bu nedenle dünyada son 20 yıl içinde kültür mirası ve bunun bir sektör
olarak ele alınması giderek önem kazanmış, bu konuda yalnızca yeni uygulama türleri değil, yeni kavramlar da gelişmiştir (Herbert, 1995,7).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
65
Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL
Kültürel turizm kavramı ile ülke-bölge toprakları üzerinde/altında bulunan
ve geçmiş dönemlerden beri süregelen birikimi içeren her türlü maddi
kalıntı ile sözel geleneğin, bunlara zarar vermeden toplumun yararlanabileceği değere dönüştürülmesi, insanların birbirini daha iyi tanımasının,
ortak değerlerden oluşan kültürel ve doğal mirasın korunması ve bu miras bilincinin yükseltilmesiyle gerçekleşeceğine inanılmaktadır. Bu amaçla,
kültür varlıklarını ya da kültür mirasını ortak ilkeler doğrultusunda evrensel boyutta korumak amacıyla oluşturulan önemli uluslararası kuruluşlar
ve sözleşmeler vardır. UNESCO kültürel mirasın korunmasını hedefleyen
kuruluşların başında yer almaktadır (Emekli, 2005).
Kültür turizmi, gelir sağlayıcı etkisinin yanında, kültürel değerlerin korunması açısından da üzerinde durulan bir turizm şeklidir (Öztürk ve Yazıcıoğlu, 2002). Çünkü kültür turizmi sayesinde turistik bir ürün haline getirilen
somut ve somut olmayan kültürel değerler bir taraftan korunurken, diğer
taraftan bu sayede geleneksel kültürü tekrar canlandırmaya da katkı sağlayabilmektedir (Gülcan 2010).
Geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu’da, sayısız uygarlıklar varlıklarını sürdürmüştür. Bu uygarlıklar sayesinde Anadolu zengin
kültür ve sanat birikimine sahip olmuştur. Sahip olunan kültürel zenginlikler içinde örf, adet, tarih, müzik, resim, din, mimari yapı, el sanatları ve
giyim tarzı da dikkate değer özellikler sunmaktadır.
Bu kültürel zenginlikler içerisinde el sanatlarının ayrı bir önemi vardır. El
sanatları bir kültürü birçok yönden tanıtabilme özelliğine sahiptir. El sanatları bir kültürü, örf ve adet, yeme içme kültürü, sanat anlayışı, giyim tarzı,
inanışları, yaşam biçimleri, ekonomik olanakları gibi birçok yönden tanıtır.
Bu nedenle bir coğrafyayı kültürel açıdan tanıtmanın en iyi yollarından
birisi de el sanatlarıdır.
Günümüzde turizm olanaklarını artırma konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Yapılan çalışmalarda el sanatları alternatif turizm olarak değerlendirilmekte ve ilgi görmektedir. El sanatları, kültür mirasını korumaya yönelik,
geleneksel değerleri tanıtmaya ve yaşatmaya özen gösteren, kültürler arası yakınlaşmayı sağlayan önemli bir unsurdur.
El sanatları kültürel iletişimi sağlayarak, kültürlerin birbirleriyle olan benzer
ve ayrıcı özelliklerini belgeleyen kanıt niteliğindedir.
El sanatları ürünleri bölgelerin coğrafik, ekonomik ve kültürel özellikleri
ve ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkar. Bir bölgeye özgü olan el sanatı
66
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı
ürünler, bölgenin sahip olduğu koşullara göre şekillenir. Eğer bir bölgede
soğuk iklim mevcutsa, orada soğuktan korunmaya yönelik ürünlerin üretilmesi yoğunluk kazanır. Hayvancılık gelişmişse dokumacılık ön plandadır.
Bir bölgede turistik ürünler, bölgenin sahip olduğu kültürel özelliklere göre
tasarlanır ve üretilir. Üretilen ürünler bölgenin kültürel özelliklerini temsil
edecek şekilde sembol niteliğinde üretilir. Böylece hem turistlerin ziyaret
deneyimleri artar hem de hediyelik eşya satışı bu ürünler etrafında şekillenir. Sonuç olarak el sanatları da turizm içerisinde ayrı bir önem kazanarak
hem bölge hem de ülke ekonomisine katkı sağlamış olur.
Turizm ve el sanatları olumlu kültürel ve ekonomik sonuçlar doğurabilecek
bir işbirliği içerisindedir. El sanatı ürünler, turistlerin alışverişinde ayrı bir
yer tutmaktadır. Türkiye’de turistik el sanatı ürünler dekoratif ve geleneksel niteliklidir. Bu ürünler arasında dokuma, çömlek, doğal taşlar, seramik,
çini, ağaç oyma ürünler, altın ve gümüş ürünler, tezhip ve minyatür vs.
vardır.
Turizmin yoğun olduğu yerlerde el sanatı ürünler daha fazla üretilmekte
ve satılmaktadır. Türkiye’ye gelen turistlerin geleneksellik ve özgünlük arayışları el sanatı ürünlerin önemini artırmıştır. Bu sayede yöre halkı sahip olduğu el sanatlarına ve geleneklerine sahip çıkarak devam ettirtme çabası
göstermektedir. Bu devinim diğer yörelerde de örnek alınarak ve el sanatları kaybolmaya yüz tutmaktan kurtarılarak gelecek kuşaklara aktarılması
sağlanmaktadır. Bu devinim sayesinde ekonomik gelir elde edilmekte ve
kırsal kalkınma sağlanmaktadır. Böylece büyük sermaye gerektirmeden
üretilebilen el sanatı ürünler sayesinde işsizlik oranı azalmakta ve ek gelir
getirici kaynak sağlanmaktadır.
Turizm sayesinde el sanatlarına gereken önem verilmekte ve ülkenin var
olan kaynakları verimli bir şekilde kullanılmaktadır. Bu sayede bölgelerde
kaybolmaya yüz tutan el sanatları canlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda turistik ürünler geliştirilmekte ve kaliteli ürün üretme
arayışı başlamıştır. Bu durum el sanatı ustalarının kaybolmasını önlemekte,
yeni ustaların yetişmesine katkı sağlamakta ve mesleki eğitimi destekleme
ve geliştirme ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır.
Türkiye’nin giderek artan turizm potansiyeline büyük katkı sağlayan turistik yörelerden birisi de Nevşehir ildir. Nevşehir ili yerli ve yabancı turistler
tarafından en fazla ilgi gören turistik yerler arasındadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
67
Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL
Nevşehir, sahip olduğu doğal ve kültürel güzellikler bakımından, UNESCO
tarafından hem kültürel hem de doğal miras kapsamında dünya Miras
Listesine alınan yerlerden birisidir.
Nevşehir yöresinde turizm olgusunun ortaya çıkısı ve gelişmeye başlaması
1960’lara rastlar. Göreme çevresi, Ürgüp, Avanos, Ortahisar, Kaymaklı,
Derinkuyu, Soğanlı vadisi, Ihlara vadisi ve çevresi 1973 yılında alınan kararlarla ‘Turizm gelişim alanı’ olarak belirlenmiştir. Kapadokya’da turistlere kültür turizmi, vadi turizmi, atlı doğa turizmi, inanç turizmi, kongre
turizmi ve kıs turizmi gibi olanaklar sunabilen eşsiz bir bölgedir (Nevşehir
Belediyesi 2005).
Kapadokya’daki, Peri bacaları, vadiler, kaplıca ve içmeler ile mesire yerleri
yörenin doğal turistik değerlerini oluştururken; Yeraltı şehirleri, kaya kiliseleri ve manastırlar, kaleler, höyükler, kervansaraylar ve hanlar külliyeler,
medrese ve camiler müzeler ise tarihi ve kültürel turistik değerleri temsil
etmektedir.
1.1. Nevşehir İli El Sanatı Ürünler
Nevşehir ili el sanatları yönünden zengin bir ildir. Ürgüp ve Avanosta halıkilim dokumacılığı, Avanosta çömlekçilik, Hacı Bektaş ilçesinde oniks taş
işlemeciliği, soğanlı köyünde Soğanlı Bebekleri ilin el sanatları ürün yelpazesini oluşturmaktadır. Turizm olanaklarının yüksek olduğu Nevşehir ilinde
el sanatları yöre halkı için bir geçim kaynağı olmuş ve geleneksel olan
sanatları bu sayede yeniden canlanmıştır.
Nevşehir ‘de satışa sunulan el sanatları ürünleri daha çok halı-kilim;
çanak, seramik ve oniks taşından yapılmış aksesuar ağırlıklıdır. El sanatları ürünlerini turistik eşya olarak satan mağazalar Avanos, Ürgüp,
Uçhisar, Göreme, Ortahisar, Nevşehir, Derinkuyu, Çavuşin ve Soğanlı
Köyü’ndedir. Avanos’ta yaklaşık olarak, 13 adet halı ve kilim satış yeri,
47 adet çanak ve seramik atölyesi ve bunlara ait satış yeri bulunmaktadır. Ürgüp’te yaklaşık olarak, 32 turistik eşya satış yerinin 24’ünde halı ve
kilim satışı yapılmaktadır. Ürgüp’te bir El Sanatları Çarşısı da mevcuttur.
Uçhisar’da yaklaşık olarak, 6 adet halı satış yeri, 4 adet oniks taşı satış
yeri bulunmaktadır. Göreme’de yaklaşık olarak, 6 adet turistik eşya satış
yeri vardır. Bunların üçünde halı ve kilim satılmaktadır. Ortahisar’da yaklaşık olarak, 1 adet halı satış yeri, 2 adet oniks taşı satış yeri bulunmaktadır. Nevşehir kent merkezinde 2 adet Derinkuyu’da 1 adet halı ve kilim
68
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı
satış yeri vardır. Çavuşin’de 1 adet oniks taşı satış yeri bulunmaktadır.
Soğanlı Köyü’nde köylüler tarafından yol üzerine kurulan tezgâhlarda
el yapımı bebekler satılmaktadır. (www.nevsehir.gov.tr/nevsehir/sosyokulturel-yapi)
1.1.1. Çömlekçilik
Nevşehir ilinde yapılan el sanatı ürünlerinden birisi de çömlekçiliktir. Çömlekçilik ilde en fazla ilgi gören el sanatıdır. Nevşehir ilinde çömlekçilik Avanos ilçesinde yapılır.
Avanos volkanik bir arazi üzerine kurulmuştur. İlçe çevresinin nitelikli kil
yataklarıyla çevrili olması ve Kızılırmak’tan gelen nitelikli çamur sayesinde
yörede kaliteli çömlekçilik yapılabilmektedir.
Avanos çömlekçiliği ilçe merkezinde yapılmaktadır. Avanos’ta çömlekçilik
geleneksel yöntemlerle yapılmaktadır. Bu nedenle turistler ilçeyi büyük bir
ilgiyle ziyaret etmektedir.
Çömlekçiliğin yapıldığı atölyelere “işlik” veya “çanakhane” denilmektedir. Bu atölyeler güneş almayan mekânlardır. Çömlek yapım tezgâhları kapıya yakın yerlerde bulunur. Bu el tezgâhlarına “çıkrık” adı verilir. Çömlek
yapımında kullanılacak çamur hazırlanırken, çamur teknelerinde, toprak
suyla karıştırılarak istenilen kıvama gelene kadar bekletilir. Elde edilen yatağın türüne göre hazırlanan çamurlar, silisli, gevşek, yumuşak veya yağlı,
sert ya da milli olarak isimlendirilirler. Çamur türlerine göre üretilen kaplar, fırında pişirilerek sanat eserine dönüştürülür. Bölgedeki turizm hareketliliğinden kaynaklı çanak-çömlek ustaları, daha çok turistik hediyelik
eşyaların yapımına yönelmiştir. Bu eşyalar arasında dekoratif testiler, şamdanlar, ofis malzemeleri, su testileri, küllükler, şekerlikler, yemek kapları
vs.bulunmaktadır.
Avanos’ta turizm kaynaklı ticaret ilçenin en önemli geçim kaynağıdır. Bölgeye gelen turistler hem el yapımı çömleklerden satın almakta ve kendileri de çömlek yapımını deneme olanağına sahiptirler. Bölgeye gelen
turistlerin çömlek yapımına ilgi duymalarının en büyük nedenlerinden biri
de geleneksel niteliği bozulmayan, çıkrık adı verilen, çamur tezgâhının
eski formunda olmasıdır. Ahşap formlu tezgâh turistlerin ilgisini çekmektedir.
Son yıllarda Avanos çömlekçiliğine yeni bir boyut kazandırmak ve turistik
hediyelik eşya satışındaki düşüşü önlemek adına rapido tekniği geliştiril-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
69
Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL
miştir. Bu teknikle, üretilen çömlekler rapido kalemiyle desenlendirilmektedir. İnce bir işçilik olan rapido tekniği yerli ve yabancı turistler tarafından
ilgi görmektedir. Ancak başka alternatiflerden yoksun olunması sebebiyle
çömlek atölyelerinde Kütahya çinileri de satılmaktadır.
Fotoğraf No1: Çömlek yapımı
Fotoğraf No3: Rapido tabak (İşçen, 2003)
Fotoğraf No2: Çömlek yapımı
Fotoğraf No4: Kütahya Çini Vazo
1.1.2. Dokumacılık
Nevşehir ilinde dokumacılık Bizans dönemine kadar gitmektedir. Geçmişteki popülerliğini yitiren dokumacılık, ildeki turizm hareketliliğinden sonra
tekrar canlanmıştır.
70
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı
Daha önceleri çeyiz ve genel kullanım amaçlı dokunan halıcılık günümüzde yerini turizm amaçlı üretime bırakmıştır. Halı dokumacılığı en çok Ürgüp ve Avanos ilçelerinde yapılmaktadır. İlde Avanos halısının yanı sıra
diğer bölgelerin yöresel halıları da satılmaktadır. Bunlar, Hereke, Milas
ve Kayseri halılarıdır. Ürgüp’te, halıcılığın devamını sağlamak, turizm olanaklarını artırmak ve el sanatlarını devam ettirmek için şehir merkezine
Kültür Bakanlığı tarafından kurulmuş halı dokuma atölyesi bulunmaktadır. Bu sayede hem yöre kadınlarına iş olanağı sunulmuştur hem de dokumacılık sanatı devam ettirilmektedir. Yöreye gelen turistler halı dokuma
atölyesine uğramadan gitmezler, halı satın almasalar bile Geleneksel Türk
sanatları hakkında bilgi edinmektedirler. Ayrıca ilçelerde özel halı dokuma atölyeleri de bulunmaktadır. Bu atölyeler de turistlerin uğrak yerleri
arasındadır.
Dokuma ürünleri her zaman her kesimce ilgi gören bir el sanatıdır. Dokumalar yöreye özgü olsun olmasın her turizm bölgesinde halı satışı yapılmaktadır. Bu işletmeler Türkiye’deki her yöreye özgü halıları bulundurmaktadırlar. Nevşehir’de Yöre halkı dokumacılıktan istediği geliri elde
edemese de ilçelerde ve il merkezlerinde gerek devlet tarafından gerekse
özel işletmeler tarafından dokuma atölyeleri kurulmaktadır. Turistlerin dokumalara olan bu ilgisi sayesinde dokumacılık sanatı yaşatılmaya çalışılmaktadır. Turistler tarafından ilgi gören el dokuma ürünleri ise, heybeler,
halılar, kilimler, yastık, masa ve koltuk örtüleri gibi ürünlerdir.
Halı dokumacılığı en çok Ürgüp ve Avanos’ta, kilim dokumacılığı ise Kozaklı ve Gülşehir’de yaygındır. Avanos’ta çubuk desenli, parçalı kilim dokumacılığı da yapılmaktadır.
Fotoğraf No5: Halı dokuma atölyesi
(İşçen, 2003)
Fotoğraf No6: Hereke halısı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
71
Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL
Fotoğraf No7: Hereke halısı
Fotoğraf No8: Avanos
Halısı (İşçen, 2003)
1.1.3. Soğanlı Bebekleri
Kapadokya Bölgesinde bir vadi içinde yer alan Soğanlı Köyü, M. S. 4.
yüzyıldan itibaren çeşitli uygarlıklara öncülük yapan Hıristiyan aleminin
Kapadokya’daki merkezlerinden biri olmuştur. 7. ve 8. yüzyıllarda da önemini sürdürmüştür.
Soğanlı Köyü, Yeşilhisar ilçe merkezine 15 km. mesafede, kaya kiliseleri ve
mağaraların bugünkü evler ile iç içe girdiği bir yerleşim yeridir. Yaklaşık 25
km uzunlukta olan Soğanlı Vadisi, yer sarsıntısı sırasında çökmelere uğramış ve çöken alan doğal etkilerle daha da derinleşerek vadi ve platoları
meydana getirmiştir. (http://www.soganli.com/soganli-bezbebek)
Kapadokya bölgesinin giriş kapısı olarak da bilinen Soğanlı Köyü, köyün
simgesi haline gelen Soğanlı Bez Bebekleri ile ünlüdür.
Köylü kadınlar tarafından yapılarak bütün Kapadokya bölgesinde satılan
ve Soğanlı Bebeği adı ile ün yapan bu bebekler, köyün en önemli gelir
kaynaklarından biridir. İlk olarak Kayseri iline bağlı Soğanlı köyünde yapılan bez bebekler, turistler tarafından hediyelik eşya olarak ilgi görmeleri
üzerine Nevşehir’de de yoğun olarak yapılmaya başlandı.
Geleneksel giyim kuşam kültürüne uygun olarak köylü kadınlar ve genç
kızlar tarafından evlerde yapılan Soğanlı Bez Bebekleri turistlerin yoğun
ilgisi üzerine bir sektör haline gelerek turistik hediyelik eşya niteliği kazanmıştır.Soğanlı Bebeklerinin yapımı oldukça kolaydır. Bebeklerin yüzleri,
72
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı
gazoz kapaklarının kaplanmasıyla yapılır. Yüz hatları kalemle boyanmaktadır. Bez bebeklerin vücudu, tahtadan yapılan iskeletin pamukla sarılmasıyla oluşturulur. Bebeğin giysileri ise yöresel kumaşlar kullanılarak çeşitli
yapılmaktadır.
Fotoğraf No9: Soğanlı
Bebek (İşçen, 2003)
Fotoğraf No10: Soğanlı
Bebek (İşçen, 2003)
Fotoğraf No11: Soğanlı
Bebek (İşçen, 2003)
1.1.4. Oniks-Taş İşlemeciliği
Yunancada “onyks” olarak kullanılan ve tırnak anlamında kullanılan bu
kelime Türkçeye “oniks” olarak girmiştir. Türkçede oniks kelimesi hem
bir tür mermer hem de kalsedon türlerinden yarı değerli bir taş türü olan
akiğin bir çeşidi için kullanılmaktadır. Gerçek oniks, büyük ölçüde silisyum
minerallerinden oluşan bir tür akik taşıdır. İç yapısı lifli ve hareli olan bir
türü “kedi gözü” olarak adlandırılır ve takı yapımında kullanılır. Bu taşa
benzediği için mermer türlerinden biri de oniks olarak adlandırılmıştır. Karışıklığı önlemek için oniks ve oniks mermeri olarak ifade etmek daha doğrudur. Oniks mermeri dekoratif hediyelik eşya yapımında kullanılmaktadır
(İşçen, 2009)
Oniks-Taşı konut, ibadethane, mimari süslemelerinde kullanılmasının yanı
sıra takı ve süs eşya yapımında da kullanılmaktadır.
Özellikle Hacıbektaş çevresinde yoğun olan oniks taşı, sarı, pembe, kırmızı, beyaz renklerdedir. Damarlı taş adı verilen birden fazla rengi içeren çeşitleri de bulunmaktadır. Üzerine çeşitli motifler işlenen ve biçimlendirilen
oniks taşı kişisel süs eşyası ve ev aksesuarı yapımında kullanılır. Geçmişte,
özellikle Hacıbektaş dergâhına bağlı kişiler arasında Teslime Taşı olarak
bilinen kolyelerin yapımında kullanılmıştır.
(http://www.nevsehir.gov.tr/nevsehir/sosyo-kulturel-yapi)
Nevşehir’ oniks taşı atölyeleri küçük işletmelerdir. Bu işletmelerde fazla kişi
çalışmaz. Üretim genellikle kış aylarında yapılır ve yaz aylarında ise üreti-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
73
Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL
len ürünlerin satışı yapılır. Ancak atölyelerde yaz aylarında gelen turistlere
gösteri amaçlı üretim de yapılmaktadır.
Fotoğraf No12: Oniks Taşı Fotoğraf No13: Oniks Taşı Fotoğraf No14: Oniks Taşı
(İşçen, 2003)
(İşçen, 2003)
(İşçen, 2003)
2. Sonuç
Kültürel mirasın korunarak gelecek kuşaklara aktarılmasında, toplumun
her kesiminin yararlanabileceği düzeye getirilmesine katkı sağlamada ve
doğru kültür bilincinin oluşturulmasını sağlamada kültürel turizmin rolü
oldukça büyüktür.
Sayısız uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu topraklarında bulunan yerel
kültür ürünleri, kültürel turizm kapsamında değerlendirilmektedir.
Nevşehir ili turizm potansiyeli yüksek olan bir ildir. İle her yıl yerli ve yabancı turistler tarafından yoğun ilgi gösterilmektedir. Bölgenin sahip olduğu
doğal, kültürel ve tarihi zenginlikler, bölgenin sahip olduğu turizm olanaklarını artırmaktadır. Turizm olanakları sayesinde il ekonomik ve kültürel
açıdan gelişmektedir.
Turizm ve el sanatları olumlu kültürel ve ekonomik sonuçlar doğurabilecek
bir işbirliği içerisindedir. El sanatı ürünler, turistlerin alışverişinde ayrı bir
yer tutmaktadır. Türkiye’de turistik el sanatı ürünler dekoratif ve geleneksel niteliklidir. Bu ürünler arasında dokuma, çömlek, doğal taşlar, seramik,
çini, ağaç oyma ürünler, altın ve gümüş ürünler, tezhip ve minyatür vs.
vardır.
Turizm sayesinde el sanatlarına gereken önem verilmekte ve ülkenin var
olan kaynakları verimli bir şekilde kullanılmaktadır. Bu sayede bölgelerde
kaybolmaya yüz tutan el sanatları canlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu durum el sanatı ustalarının kaybolmasını önlemekte, yeni ustaların yetişmesine katkı sağlamakta ve mesleki eğitimi destekleme ve geliştirme ihtiyacını
ortaya çıkarmaktadır.
74
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turistik Bir Bölge Olan Nevşehir İlinin Yöredeki El Sanatlarına Katkısı
Ancak bir yörede turizm olanaklarının yüksek olması el sanatları açısından
bir avantaj olduğu kadar dez avantajdır. Çünkü ortaya çıkan ekonomik
kaygı geleneksel değerlerin yitirilmesine de sebep olmaktadır. Az emekle
daha ucuz maliyetli ürün üreterek daha fazla kazanmak isteği el sanatı
ürünlerin, kültürel kimliği yansıtıcı rolüne gölge düşürmektedir.
Üreticiler tarafından yapımı kolay olan ve daha fazla kazanç getiren ürünlerin üretiminin tercih edilmesi geleneksel ürün yapımının terk edilmesine
ve kaliteli üretimden uzaklaşılmasına sebep olmaktadır.
İldeki turizm hareketliliğinden ekonomik gelir elde etmek için yöresel el
sanatlarını kalkındırmak yerine kazanç getirici ürünlere yönelip, bunları en
ekonomik şekilde üretme kaygısı, geleneksel ürünlerin üretiminde yozlaşmayı beraberinde getirmektedir. Yöredeki el sanatlarını geliştirip devam
ettirmek ve bunu alternatif turizm olanakları içerisinde değerlendirmek
yerine farklı bölgelerdeki el sanatlarını daha yoğun olarak bulundurmak
Nevşehir ili el sanatlarının gerilemesine sebep olmaktadır.
Kaynaklar
Bilgin, Nuran (1992). Toplumda Değişen Beğeni ve İstekler Doğrultusunda Avanos Toprak Kap Sanatının Bugünkü Durumuna Dair Bir Yaklaşım, Kamu Ve
Özel Kuruluşlarla Orta Öğretimde, Üniversitelerde El Sanatlarına Yaklaşım
Ve Sorunları Sempozyumu Bildileri, İzmir.
Emekli Gözde (2005). Avrupa Birliği’nde Turizm Politikaları Ve Türkiye’de Kültürel
Turizm Ege Coğrafya Dergisi, 14 99-107, İzmir.
Öztürk, Yüksel ve Yazıcıoglu, İrfan (2002). Gelişmekte Olan Ülkeler için Alternatif
Turizm Faaliyetleri Üzerine Teorik Bir Çalışma, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara.
Gülcan Bilgehan (2010). Türkiye’de Kültür Turizminin Ürün Yapısı ve Somut Kültür Varlıklarına Dayalı Ürün Farklılaştırma İhtiyacı, İşletme Araştırmaları
Dergisi 2/1 99-120.
Gülcan Bilgehan (2010). Türkiye’de Kültür Turizminin Ürün Yapısı ve Somut Kültür Varlıklarına Dayalı Ürün Farklılaştırma İhtiyacı, İşletme Araştırmaları
Dergisi 2/1 99-120.
Kızılırmak İsmail ve Kurtuldu Hüseyin (2005). Kültürel Turizmin Önemi Ve Tüketici
Tercihlerinin Belirlenmesine Yönelik Bir Çalışma. Ticaret ve Turizm Eğitim
Fakültesi Dergisi Sayı: 1. Ankara.
Herbert, David, (1995). Haritage, Places, Leisure, and Tourism, Haritage, Tourism
and Society. Mansell Publishing, s: 1-20 London.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
75
Birnaz ER - Zeliha SARIKAYA HÜNEREL
Nevşehir Belediyesi (2005). (www.nevsehir.gov.tr/nevsehir/sosyo-kulturel-yapi)
İşçen, Yavuz ( 2010). Avanos’ta Halıcılık. Peri Bacası Dergisi, Ağustos, Nevşehir.
İşçen, Yavuz (2010). Avanos’ta Çömlekçilik. Peri Bacası Dergisi, Mayıs. Nevşehir.
İşçen, Yavuz (2009). Kapadokya’da Oniks Mermeri İşlemeciliği. Peri Bacası Dergisi, Ağustos, Nevşehir.
Öter, Zafer (2010). Türk El Sanatlarının Kültür Turizmi Bağlamında Değerlendirilmesi, Millî Folklor Dergisi, Yıl 22, Say, 86, Ankara.
Temizkan, Saadet Pınar (2005). Turistlerin Alışveriş Davranışı: Kapadokya Örneği,
Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hatay.
Türk Dil Kurumu, http://tdkterim.gov.tr/bts/
http://www.nevsehir.gov.tr/nevsehir/sosyo-kulturel-yapi
http://www.soganli.com/soganli-bezbebek
76
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
KARAMANLICA YAZILMIŞ İLK ROMAN TEMEŞA-İ DÜNYA VE
CEFAKÂR U CEFAKEŞ’TE KULLANILAN ZARF-FİİLLER
VERBAL ADVERBS USED IN ‘TEMAŞA-I DÜNYA VE CEFAKÂR U
CEFAKEŞ’ THE FIRST NOVEL WRITTEN IN KARAMANLIDIKA
Buket KÖREMEZLİ*
ÖZET
Karamanlıların menşeileri henüz kesin olarak tespit edilememiş olsa
da Karamanlılar Türkçe konuşan Ortodoks Hristiyanlar olup konuştukları dil, Karamanlıca ismini almaktadır.
Karamanlılar Balkan, Kırım, Suriye, İstanbul ve Anadolu’nun birçok
yerinde yaşamış, Anadolu kültürü ve hristiyanlık unsurlarıyla yazdıkları eserleri günümüze kadar taşımışlardır. Anadolulu Ortodoks
Hristiyanlar, Karamanlılar, 1924 mübadelesiyle Yunanistan’a yerleşmiş ve bugün neredeyse Karamanlıca konuşan kimse kalmamıştır.
Grek alfabesiyle yazılmış eserlerin başlangıcı olarak İstanbul’un fethi
neticesinde İstanbul Patriği seçilen Gennadios’un Yunanca yazdığı
itikatname (bağlılık yemini) kabul edilmektedir. Roman olarak ise
Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş kabul edilmektedir. Karamanlıca için önemli bir roman olan Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u
Cefakeş çalışmamıza konu olmuştur. Eser ilk kez Evangelinos Misailidis tarafından 1871–1872 yıllarında basılmıştır. Eseri 1988 yılında ikinci basıma hazırlayan isimler ise Vedat Günyol ve Robert
Anhegger olmuştur ve eseri “Seyreyle Dünyayı” olarak günümüz
Türkçesine çevirmişlerdir.
Bu çalışmamızda yazılı kültür ürünü olması açısından önemli bir yere
ve Karamanlı Türkçesi ile yazılmış ilk roman olma özelliğine sahip
Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te kullanılan zarf-fiil ekleri
incelenmiştir. Karamanlı Türkçesindeki zarf fiil eklerinin günümüz
Türkçesi ve çeşitli ağızlardaki kullanımlarıyla gösterdiği benzerlikler,
*
Öğr. Gör., Kapadokya Meslek Yüksekokulu, e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
77
Buket KÖREMEZLİ
kitabın yazıldığı dönem Türkçesinin Temaşa-i Dünya’nın diline olan
etkileri örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır.
Bu çalışmamızın konu üzerine yapılacak diğer çalışmalara katkı sağlamasını ümit ediyoruz.
Anahtar Kelimeler: Karamanlıca, Karamanlı edebiyatı, Zarf-Filler.
ABSTRACT
Although the origins of the Karamanlides have not been specifically
determined, it is known that Karamanlides were Turkish-speaking
Orthodox Christians, and their language was named Karamanlidika.
Karamanlides lived in various parts of Balkans, Crimea, Syria, Istanbul and Anatolia, and they carried the works they wrote intertwined with Anatolian culture and Christianity through our time.
Anatolian Orthodox Christians, Karamanlides, settled in Greece in
accordance with the 1924 population exchange and today, there is
nearly no Karamanlidika speaking people left.
The first example of works written in Greek script is accepted to
be the oath of allegiance by Gennadios who was elected as the
Patriarch of Istanbul in the aftermath of Istanbul’s conquest. And as
a novel, ‘Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’. A very important
novel for Karamanlidika, ‘Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’ is
the subject of this study. This novel was first published by Evangelinos Misailidis in 1871-1872. And the people who prepared it for
the second edition were Vedat Günyol and Robert Anhegger; and
they also translated this work into modern Turkish with the title of
“Seyreyle Dünyayı” (Watch the World).
In this study, verbal adverb suffixes used in ‘Temaşa-i Dünya ve
Cefakâr u Cefakeş’ which was the first novel written in Karamanli
Turkish and which has a very important place as it is a product of
written culture have been inspected. The similarities between the
verbal adverb suffixes in Karamanli Turkish and modern Turkish and
its various dialects, together with the effects of Turkish used in the
era in which this novel was written to the language of ‘Temaşa-i
Dünya’ have been explained with examples.
We sincerely hope that this study will contribute to other studies
conducted on this subject.
Key Words: Karamanlidika, Verbal Adverbs, Karamanian literature.
Karamanlılar
Karamanlıların tarihi hala yazılmamıştır, bununla birlikte menşeileri de hala
araştırılmakta olan bir konudur. Karamanlıların menşei hakkında birçok fi-
78
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler
kir ortaya atılmıştır. Karamanlıca konuşan topluluğun Bizans döneminden
kalma Hristiyan Türkler oldukları bu fikirlerin ilkini oluştururken; Türkçe
konuşan Ortodoksların aslında eski Yunanlıların torunları oldukları görüşü
de ikinci bir görüştür. Bu iki fikir, yapılabilecek en kapsamlı gruplandırmayı
oluşturmaktadır.
Macar bilgin Janos Eckmann, Ortodoks Hristiyanların Balkanlar, Kırım, Suriye, İstanbul ve bilhassa Anadolu’nun muhtelif yörelerinde dağınık olarak yaşamış olduklarını ve bunlardan Türkçe konuşanlarının Karamanlı; dillerinin
ise Karamanlıca ismini aldığını belirtmiştir. Ayrıca Eckmann, Karamanlıcayı
Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Türk- Yunan toplumların değişmesine kadar, özellikle Orta Anadolu’da (Kapadokya’da) oturan Türkçe konuşan Ortodoks ve Karamanlıların diyaleği olarak tanımlamıştır. (Eckmann 1989: 89)
Karamanlı adının ise bir boydan mı veya yer isminden mi geldiği ve bir
boydan ise hangi boydan geldikleri hakkında kesin bir şey söylemek zordur çünkü Türkçe yazan bu Ortodokslara ne zamandan beri Karaman
dendiği hakkında belli bir tarihî veriye ulaşılamamıştır. Eckmann bu konuda “Hristiyanlığı kabul etmiş Türklerin soyundan gelen Karamanlılar, XVI.
Yüzyılda Karaman beyliğinin himayesine girdiği için Karamanlı adını almış,
daha sonra da Anadolu’da yaşayan bütün Hristiyan Türkler ve Karamanlı
beyliğinin dışında yaşayanlar için de “Karamanlılar” adının kullanıldığını
belirtmiştir. (Eckmann 1989: 89)
Karamanlılar 1924 mübadelesiyle Orta Anadolu’dan Yunanistan’a gönderilmişler Ve Yunanistan’a giden çoğu Karamanlı orada Türkçeyi unutmuştur. Karamanlıca yaşlılar arasında konuşulmaya devam etse de genç kuşak
Türkçeyi hemen hemen hiç bilmemektedir. 1924 yılında 1 milyon nüfusa
sahip olan Karamanlıların sayısı bugün iyice azalmış ve büyük çoğunluğu
Türkçeyi tamamen unutmuştur. (Ağca 2006/11: 3–18)
Karamanlı Edebiyatı
Yunan harfleriyle yazılmış Türkçe eserler başka bir deyişle Karamanlıca
eserler zengin bir edebiyat oluşturmaktadır. Bugünkü sayılarına göre Karamanlıca eser sayısı 752 olarak tespit edilebilmektedir. Bu eserlerden
çoğu Hristiyanlıkla ilgili dinî ve ahlakî öğretileri anlatan ve Yunancadan
tercüme eserlerdir.
Karamanlı edebiyatını oluşturan eserler sayıları fazla olmamakla birlikte
bazı bibliyografya çalışmalarında toplanmıştır. İlk bibliyografik çalışma Hüdaverdioğlu (Theodotos)’a aittir. Bir diğer çalışma ise R. Pere Severien Sa-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
79
Buket KÖREMEZLİ
laville ve Eugine Dallaegio’nun Theodotos’un eserinin daha kapsamlı hale
getirilmesiyle oluşmuş olan bir bibliyografik çalışmadır. Bu eser üç ciltten
oluşmakta ve 1584- 1900 yılları arasında yazılmış olan eserleri kapsamaktadır. Bibliyografik çalışmaların sonuncusu ise Evangelia Balta tarafından hazırlanmıştır. Evangelia Balta tarafından hazırlanmış olan bu eser daha önceki çalışmalar arasında kapsamı en geniş olan bibliyografik çalışma olmakla
beraber bu eserde Karamanlıca eserlerin sayısı 752 olarak tespit edilmiştir.
Karamanlıca yazılmış ilk eser İstanbul’un fethi neticesinde İstanbul Patriği seçilen Gennadios’un yazdığı İtikatnâme kabul edilmektedir ve eserin
yazıldığı dönem 18. yüzyıla rastlamaktadır. 19. yüzyıla gelindiğinde Karamanlıca yazılmış eserlerin sayısında artış olmuştur. Karamanlıca asıl eserlerini ise 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarında vermiştir.
Çoğunluğunu dinî kitapların oluşturduğu Karamanlı edebiyatında dindışı
eserler 19. yüzyılda artış göstermekte olup dindışı basılmış ilk eser Büyük
İskender Risalesi olarak kabul görmektedir.
Dinî nitelik taşımayan kitaplar arasında kültür kitapları, hukuk kitapları,
lügatler ayrıca 1872–1909 yılları arasında basılmış olan halk edebiyatı niteliğinde eserler; Köroğlu hikâyeleri, Nasreddin Hoca hikâyeleri, atasözleri,
Şah İsmail ve Âşık Garip hikâyeleri de vardır. Bununla birlikte Karamanlı edebiyatını oluşturan eserler içinde gazetelere, mecmualara, tercüme
eserlere rastlamak da mümkün. Tercüme edilmiş kitaplar için anılması gereken isim Antalyalı Seraphim’dir. Antalyalı Seraphim Karamanlı Edebiyatı
için önemli bir isim olup birçok kitabı tercüme etmiştir.
Karamanlı Edebiyatı için önemli bir diğer isim ise Evangelinos Misailidis’tir.
Misailidis öncelikle Gazetayı Anatolia isimli bir gazete çıkarmış ardından
ise 1871 yılında dört ciltten oluşan Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş
isimli kitabı yazmıştır. Kitabın ilk cildinin basımı 1871 yılında yapılmış olup
ikinci, üçüncü ve dördüncü ciltlerin basımı 1872 olarak bilinmektedir. (Misailidis 1988: 653.)
Biz de bu makalemize konu olarak, Karamanlıca eserlerdeki zarf- fiiller üzerine çalışmanın yeterli seviyeye ulaşmamasından ötürü, Temaşa-i
Dünya’daki zarf- fiiller olarak belirlemiş bulunuyoruz. Araştırmamızda
Temaşa-i Dünya’da kullanılan zarf- fiiller tespit edilmeye çalışılmış ve böylelikle bu konuda yapılacak daha sonraki çalışmalara kaynak olması amacı
güdülmüştür.
80
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler
Karamanlıcada Kullanılan Zarf- Fiiler
Zarf fiiller Türkçenin karakteristik eklerinden biri olup Eski Türkçeden beri
kullanılagelen ve kullanım alanı geniş eklerden biridir. Türkçede kullanılan
zarf-fiiller üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Karamanlıcada kullanılan
zarf-filler üzerine kapsamlı bir çalışmanın yapıldığını söyleyemeyiz. Ancak
Karamanlıcadaki zarf-fiiller alanında Thury, Kowalski, Deny ve Eckmann
gibi birkaç Türkoloğun kısmî çalışmalarından bahsedilebilir. Karamanlıca
zarf-fiiller konusunda, yapılan çalışmalara ilk örnek Janos Eckmann’ın bir
çalışması gösterilebilir. Bir diğer önemli çalışma ise Hayrullah Kâhya tarafından yapılmıştır. Kâhya’nın çalışması Karamanlıca Zarf-fiil Eklerinden
Örnekler ismi altında verilmiştir.
Bizler de bu çalışma ile Karamanlıcada kullanılmış zarf-fiiller konusunda
yapılacak araştırmalara katkı sağlamayı amaçlamış bulunuyoruz. Zarffiillerin Karamanlıcadaki kullanımı üzerine yapılan bu çalışma için Temaşa-i
Dünya romanını seçtik ve kitapta geçen zarf- fiil eklerini birer ikişer cümle
ile örneklendirdik. Ayrıca örneklerin ağız özelliklerini yansıtan ifadeler olmasına özen gösterdik.
Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’teki Zarf- Fiil Örnekleri
Zarf-fiiller, hareket hâli ifade eden fiil şekilleridir. Zarf-fiiller hareket
hâlinden başka, bilhassa bazıları devamlılık, zaman ve sebep gibi zarf
fonksiyonlarını da ifade eder.
Zarf-fiiller, şahsa ve zamana bağlı olmayan soyut bir hareketi belirtirler.
İncelediğimiz metinden örneklerle en sık kullanılan zarf-fiiller şunlardır:
1. –a zarf- fiili
Eski Türkçe döneminden beri dilimizde kullanılan ekin Karamanlıca bir
metin olan Temaşa-i Dünya’daki kullanımı genellikle birleşik fiil yapma
şeklindedir.
Metindeki birleşik fiil (yeterlilik fiili, tezlik fiili ve süreklilik fiili) kullanımında
görülen zarf- fiil örnekleri şunlardır:
“Bunda da kabahat atalardadır ki vakti ile hüsn-ü terbiyesinde
ve tahsil-i ulûmunda kusur edüp, rütbe ve liyakatından özge
bir kıza alâka etmenin encamı harabiyet oldugunu tarif edememişler.” (88/14).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
81
Buket KÖREMEZLİ
“Bazı karı kısmında parayı görüşün, damarı gevşeyiveriyor.”
(135/32)
“Artık hacet kalmadı, çocuğu teslim eyle, zira büyük bir zata
can veledi edeceğiz dedikleri anda, Çaça Kiriakula’nın lehçesi
bozulup, dizbağları çözülerek oraya yığıla kalmış.” (244/8)
2. –arak, -erek
Çok işlek zarf-fiil eklerinden biri olan –arak/-erek eklendiği fiile devamlılık
fonksiyonu katmıştır. Türkiye Türkçesinde olduğu gibi incelediğimiz metinde de oldukça sık kullanılmıştır. Metinden bazı örnekler şunlardır:
“Ben artık Fener’deki evi terk ederek, göçü Galata’ya kaldırdım ve yüksek kaldırımdan denize nazır bir güzel ev isticar
ederek (kiralayarak) Sultana ve çocuklar ve Vasiliki hepimiz de
oraya sakin olduk”. (114/32)
“Cümle halk Allah ömürler versin, Allah ocağına zeval vermesin, deyü çağırışarak, cümlesi ondan defoldular gittiler.”
(126/14)
3. –alı, -eli
Devamlılık bildiren bir zarf- fiil ekidir. Genellikle beri edatıyla kullanılmaktadır. Ayrıca ek –dan, -den çıkma/ayrılma hâl ekini de alabilmektedir. İncelediğimiz metinde Osmanlı Türkçesinde olduğu gibi “-dan beri” kalıbıyla
kullanılmıştır.
“Anadolu’da mektepler icad olalıdan beri bazı Allah’tan korkmaz din kavaflarından boyası açıklamış ve hrisovulon tabir
ettikleri tirşe kağıt (parşömen) üzerinde Rum İmparatorlarının tasdiknamesi ile makbul olmuş ayia lipsanadanmaadası
ifadesi kabule şayan (değer) görülmediğinden, varan taklit
keşişlerden ayia lipsanalarını tasdik eder hrisovulonlar teftiş
etmeye başlayışın, hoşafın yağı kesilmiş.” (59/17)
4. –dı ise
İ- fiilinin şart hâli, yani –dı+ise kalıbı zaman bildiren bir zarf-fiildir. Bu şekil
“-dığı zaman, -ınca, -dıkda” gibi zarf-fiillerle aynı anlamı karşılar. (Kahya
2008: 131-152)
“Doğrusunu söyleyin, Allah kerimdir çaresini buluruz, ne ettiniz bu çocuğu, telef mi ettiniz? dedim ise, Estağfurullah!
82
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler
Allah göstermesin ki lekesiz kana girdim, fakat bir gün ansızdan nabedid oldu (kayboldu), çaldılar mı, kuyuya mı düştü,
ne oldu bilmeyiz dediler.” (246/21)
“Arap yüzbaşı beni gördü ise, niyeti tebdil eyledi ve hava
hoş esmeğe başlamış olmağ ile, biz ambarda Kaptan Yani
ile görüşürken, birden Timur aldırıp yelkenleri küşat ederek,
Mısır yolunu tutmuş, baktık ki gemi dolu yelken ile gidiyor.”
(203/20)
Ekin metinde iki şekline rastlanmıştır. Bunlardan biri görülen geçmiş zaman ekinden sonra i- fiilinin şart halinin gelmesiyle oluşan –dI+ise kalıbı;
bir diğeri ise görülen geçmiş zaman ekinin yerine öğrenilen geçmiş zaman
ekinin gelmesiyle oluşan kalıptır. Her iki kalıp da metinde oldukça sık kullanılmıştır ve her ikisi de zaman bildirmektedir.
Metinde kullanılan –mış ise kalıbına örnekler ise şunlardır:
“Hiddetle sual etmiş ise, “affedin efendim, şeytana uydum”
cevabını vermiş.” (119/16)
“Kızın bekâr olduğunu anlamış ise, kokona ben de yeni dul
kaldım, istersen kızını alırım trahoma ve cehiz istemem, Allahın verdiği ikimize de yetişir deyüp, nihayet kandırmış.”
(188/19)
5. –dığı birle
Ek, zaman ve çabukluk anlamı taşımaktadır. “-dığı gibi” ile aynı anlamı
karşılamaktadır. İncelediğimiz metinden örnekler şunlardır:
“Korkumdan kızın kolunu kaptığım birle taşra sıçradım ise,
Pappas, cinler kovalıyor kıyası ile, Soson Kirie ton Laon su!
(Tanrı, halkını koru!) okuyarak bir şamatadır kopardı.” (100/10)
“Kir Silvestros benim Sultana’ya zir-i himayeye alıp, baındırdığım için teşekkür birle kâffe-i familyanın bir mahalde oturması için Beyoğlu’nda bir konak isticar edeceğini vaad ederek
gitti.” (298/29)
6. –dıkça, -dikçe
Eski Türkçede kullanılmayan bu ek, -dık sıfat-fiiline –ça ekinin gelmesiyle
oluşmuş bir kalıptır. Eklendiği fiile süreklilik anlamı katmaktadır. Metinde
sık kullanılan eklerdendir. Metinden örnekler şunlardır:
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
83
Buket KÖREMEZLİ
“Efendim, bir kelp dört gâvura bedeldir, onun için bu dükkândaki gâvurların cümlesini de telef etmedikçe buradan bir
adım ileri gideceğimiz yoktur.” (125/27)
“Kokona, paranız sizin olsun, bende para çok elhamdüllah,
istersen kocaya yol vereyim, ancak seni bırakmam dedikte,
ben çıldırma derecesine gelüp, hemen denize atlayacağım
onda, birden beni yakalayıp kamaraya indirdiler.” (203/27)
7. –dıkta, -dikte
Osmanlı Türkçesindeki –dığında eki ile aynı fonksiyona sahip bir zarf-fiil
ekidir. Aynı zamanda “-dığı zaman, -ınca, -dığında” zarf-fiil ekleriyle aynı
anlamda kullanılmaktadır.
“Tavşan nam Haydut ise refikleri ile bile cadde üzerinde bir
tepede gizli oldukları halde, davul zurna sedasını işittikte, pusudan çıkmışlar.” (422/1)
“İskender, Diogenis’in şu vazifesizliğinden ve dervişane tedbirinden hoşlanmakla, Ey Diogeni, dile benden her ne dilersen
vereyim dedikte, Diogenis cevaba ayaz edüp, Mikron tu iliu
metastithi yani şunu dilerim ki, güneşimden bir miktar şöyle
çekil de, veremeyeceğin şeye bari mani olma demiş.” (369/28)
8. -diğinde, -dığında
Ekin incelediğimiz metinde zaman zarfı olarak kullanıldığı görülmektedir.
“–dığı zaman” kalıbıyla aynı alamı vermektedir.
Metinden seçtiğimiz örnekler ise şunlardır:
“Tamir ettirmek bahanesi ile birkaç dahi yüzük ve küpe alarak, ondan gitmiş ve altı ay geçüp görünmediğinden, keyfiyeti Babıâli’ye bildirmişler.” (188/19)
“Ve beni gördüğünde ulan şu âdem ne zevzek imiş, keçiye
can, kasaba yağ kaygısı fehvasınca, bana can, buna bilmem
ne kaygısı deyü hiddetlenmiş imiş.” (98/5)
9. –dıktan sonra
Anlam bakımından –madan önce zarf-fiilinin zıttı olduğu anlaşılan bir
zarf-fiil ekidir. –dık sıfat-fiil ekinin üzerine –dan çıkma/ayrılma ekinin gelmesiyle genişlemiş bir ektir. İncelenen metinde genellikle ardından sonra
kelimesini almıştır.
84
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler
“Ve onda bir miktar eğlenip çıbık (çubuk), kahve içtikten sonra bazı mükâlemede bulundular ise de, bir acaip lisan söylediklerinden bir şey anlamadım.” (288/23)
“İki taraftan haylice nüfus telef olduktan sonra, nihayet Kula’lı
Veli ağa nam bir zat gelebe edüp, bizi deruhde eyledi (üstüne
aldı).” (280/3)
10. –ı, -i, -u, -ü
Yardımcı fiil yapmakta kullanılan ek, kimi yerlerde zarf olarak da bulunmaktadır.
Yardımcı fiil olarak;
“Meğer bir müddet evvel sıcaklık (ahbaplık) yapıverdiğim Yeniçeri ağası beni görüp tanımış imiş.” (115/14)
Zarf görevinde;
“Telefine on dakika kalmış, hâlâ Pithias görünmemiş ise de,
Damon canım, bir an evvel işinizi bitirin o gelmeyecek deyü
cellatları teşvik eder imiş.” (87/6)
“Be ey mübarekler beni vekil etseniz ne olur deyü sayıklar
idim ve gören âdemler beni divâne zannederler idi.” (82/19)
11. –ınca, -ince
İncelediğimiz metinde örneği az bulunan bir zarf-fiil ekidir. Ekin yerine
aynı anlamı taşıyan diğer zarf-fiiller kullanılmıştır.
“Ve bana şöyle geldi ki, sıcaklık tesir etmiş olmalı da benim
için yanıp tutuşmakta olmalı bak beni görünce de nasıl bozuldu diyor idim.” (98/3)
Ekin kendinden sonra gelen bir edatla birlikte daha sık kullanıldığı bilinse
de incelediğimiz metinde örneğine rastlanmamıştır.
12. –ışın, -işin
–ınca, -ince fonksiyonunda kullanılan bir zarf-fiil ekidir.
Anadolu ağızlarında sık görülen ek Karamanlıcada da oldukça çok kullanılmıştır. Ünlülerle biten kelimelere –(y)ışın şeklinde, ünsüzle biten kelimelere ise –ışın şeklinde gelmiştir. İncelediğimiz metinde her iki şekilde de
kulanım mevcuttur.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
85
Buket KÖREMEZLİ
“Bereket versin, İstanbul’da ayakta su satıcı her saat beher
mahalde ekdik olmadığından, anide ondan geçen bir sucudan bir kadeh su alarak yüzüne serptim, bir miktar aklı başına
gelişin, ne olduğunu sual ettim.” (251/18)
“Zavallı âdem gûya mezhebimizin şerefe ihtiyacı var idi gibi, doğru soluğu Simav’da almış ve haraçcı ile buluştuğu yerde İslamlara küfretmeye başlayışın, bunu onda telef etmişler.” (121/13)
13. –ıp, -ip, -up, -üp
Türkiye Türkçesinde eskiden beri en işlek eklerden biridir Yüklemi hareket
hâli bakımından tamamlar. Karamanlı Türkçesinde de oldukça geniş bir
kullanımı vardır:
“Üsküdar çorbacıları benden sonra derhal kandılapti’yi (zangoç) gönderip, çaça Kiriakula’yı celp ve çocuğu sual etmişler.”
(243/31)
“Ne hikmettir ki, bazı defa umur-i politikada olduğu misilli,
hususu umur-u diniyede mesnet için elyak (en layık) âdem
aramayup, âdem için mesnet ararlar.” (260/5)
14. –ken/ iken
—ken zarf-fiilinin kullanımı Türkiye Türkçesindeki ile aynıdır. Karamanlıcada da Türkiye Türkçesinde olduğu gibi ince haliyle kullanılmış, ekin kalın
hali incelediğimiz metinde bulunmamıştır.
Fiilin bildirdiği hareketin yapıldığı anı bildirir:
“Vakti ile bir âdem vefat edüp dört evlât ile haylice emlâk ve
eşya bırakmış olmağ ile , tereke tahriri (yazma) zımnında müvella (görevli) celp ederek, malları bölüşür iken , sıra eşekliğe
geldikte, büyük bir oğlan asayı dikip, ben kebir veledim (büyük evladım) babamdan miras kalmış olan eşekliği kimseye
vermem demesinin üzerinde, küçük oğlan ben sagir (küçük)
veledim, ancak eşeklik bana düşer deyü iddiaya kalkışmış ise
de, başka türlü çaresi bulunmadığından eşekliği dört karındaşa taksim etmiştir.” (250/10)
15. –madan, -meden
Eski Türkçede –madın şeklinde kullanılan ek, Eski Anadolu Türkçesinin
sonlarına doğru –madan şekline geçmiştir. Ek, fiile “öncelik” anlamını katmaktadır.
86
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler
Karamanlı Türkçesinde pek sık kullanılmayan ek, zaman bildiren bir zarffiildir.
“Bu hiyanet ve hayasız delikanlı, yevmiye hanemizden eksik
olmayıp, nihayet valideme alaka etmiş olmağ ile, bir gün utanıp arlanmadan, nihayet ifade-i meram ve fiil-i şeniayı (kötü
işi) bilâ perva icraya kıyam eylemişse de, validem ehl-i ırz olup,
şu terk-i edep cesaretinden veleh (şaşkınlık) getirmiş.” (30/4)
16. –makla
Karamanlıcada tarz ve durum bildiren zarf-fiil eklerinden biri de –makla
ekidir.
Bu ek, -mak ve ile edatıyla oluşmuş bir şekildir. Eski Türkçe ve Osmanlı Türkçesinde bulunmayan bu şekle ağızlarda da rastlanmamıştır. (Ağca
2006/11: 3–18)
“Büyüdükçe güzelliğim ve ferazetim feyiz bulmakla (anlayışım
artmakla), cümlesi de, ne şeytan ve ne akıllı çocuktur bu, bakasın ki bu bir büyük zat olacaktır derler imiş.” (34/5)
17. –mazdan evvel
Fiile, –madan zarf-fiil ekiyle aynı anlamı (öncelik anlamını) katmaktadır.
-mazdan zarf-fiil şekli kendinden sonra daima evvel kelimesini almıştır.
“Gözlerim ile gördüm ve hatta mükâlemelerinden anlayabildiğime göre, siz nikâhlanmazdan evvel bunların münasebeti
var imiş, işte madde bu merkezdedir.” (30/33)
18. –maksızın, -meksizin
Eski Anadolu Türkçesinde olmayan ancak Osmanlı Türkçesinde oldukça
sık kullanılmış ve günümüz Türkçesine Osmanlı Türkçesinden gelmiş bir
zarf-fiil ekidir. “–maksızın” zarf-fiil eki “-madan” zarf-fiiliyle aynı anlam
ve fonksiyondadır:
“Bir muhalif fırtuna zuhur ederek, bizi Rodos limanı içine soktu ise, öbür bağlı olan on bir esirleri boğup denize atmaya
vakit kalmaksızın, Rodos kale muhafızı tarafından üzerimize
felukalar gönderilerek ve limanının ağızı gemiler ile ihata olarak, cümlemizi de güzelce onda tutup bağladılar.” (204/25)
“Hemen o gece pappas getürüp güya koca yağması var idi
gibi, teftiş ve tecessüs etmeksizin nikâhlanmışlar.” (188/19)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
87
Buket KÖREMEZLİ
Sonuç
Bazı ufak farklılıklara rağmen Temaşa-i Dünya’daki çoğu şekil, Türkçenin
yazı dilinde ya da ağız dilinde geçmektedir. Eserdeki her yapı, kalıp Türkçenin yapısına uygun şekilde türetilmiş ya da çekime sokulmuştur. Bu,
açık bir şekilde Karamanlıcanın Türkiye Türkçesine ait bir ağız olduğunu
göstermektedir. Metinden verilen örnekler de
Eser incelememiz neticesinde, eserde kullanılan zarf- fiillerin tespit edilmesinden yola çıkarak Karamanlıcadaki zarf-filler hakkında ayrıca şunları
söyleyebiliriz:
1. –a zarf-fiili genellikle birleşik fiil yapmaktadır.
2. Zarf fonksiyonlarından aynı işlevi gören –ınca, -dıkda/-dıkta, -dığı zaman, -dı ise eklerinden bazıları sık bazıları hemen hemen hiç kullanılmamıştır. –ınca/-ince, –dığı zaman zarf fiil ekleri çok az kullanılmış;
-dıkda/-dıkta ve –dı ise ekleri oldukça çok kullanılmıştır.
Ayrıca dıkda/-dıkta ekinin ses uyumu açısından ünsüz uyumuna uymadığı gözlemlenmiştir. Kimi yerde ünsüz uyumuna uyulmuş kimi yerde
bu kurala uyulmamıştır.
Dönemin dil özelliklerine bakıldığında ekin iyelik eki almış örnekleri de
mevcuttur. Ancak incelediğimiz metinde iyelik eki almış örneklere pek
rastlanmaz.
3. Bilindiği üzere bugün çoğunlukla birleşik fiil yapmada kullanılan –ı/-i/u/-ü zarf-fiil eki, incelediğimiz metinde hem birleşik fiil yapma hem de
zarf olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüz ağızlarındaki gibi şekliyle
ise yalnızca de- fiiline gelip zarf olarak kullanılmıştır. Ayrıca de- fiiline
gelen –ı zarf-fiilinin kullanımı genellikle –ü şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
4. –(y)ışın/-(y)işin zarf fiili Karamanlı Türkçesinde ve aynı sahadaki ağızlarda kullanılmaktadır. Ayrıca incelediğimiz metinde –ınca, -ince çok az
kullanılmış, yerine yine –(y)ışın/-(y)işin zarf- fiili oldukça sık kullanılmıştır.
5. –ıp/-ip zarf fiili kimi yerlerde dönem özelliğini taşıyarak –up/-üp şekillerinde de kullanılmıştır. Genel olarak bakıldığında ise Türkiye Türkçesiyle
kullanım bakımından hiçbir farklılık göstermez.
6. –ken/ iken zarf- fiili kimi yerde ek olarak kimi yerde iken şeklinde kullanılmıştır. İncelenen eserde günümüzdeki gibi bir kullanım alanı vardır.
7. Karamanlı Türkçesinde, Eski Türkçe ve Osmanlı Türkçesinde kullanıl-
88
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıca Yazılmış İlk Roman Temeşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş’te Kullanılan Zarf-Filler
mamış bir zarf- fiil eki mevcuttur. –makla zarf- fiil eki ağızlarda da yer
almamaktadır.
8. Fiile öncelik anlamı katan eklerden –madan ve –mazdan/-mazdan evvel
şekilleri sıkça kullanılmıştır. -mazdan zarf-fiil şeklinden sonra daima evvel kelimesi gelmektedir.
9. Dönem Osmanlı Türkçesinde sıkça kullanılmış olan –maksızın zarf fiili,
incelenen metinde de oldukça sık karşımıza çıkmaktadır.
Kaynaklar
Ağca, Ferruh; Karamanlı Türkçesinin Morfolojisi, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Soysal Bilimler Enstitüsü, 1999.
Ağca, Ferruh; “Hristiyan Karamanlı Türkleri ve Karamanlı ağzı Üzerine”, Türkbilig, 2006/11:3–1.
Anzerlioğlu, Yonca; Türkiye’de Ortodoks Türkler (XVI. yy.- XX. yy.), Hacettepe
Üniversitesi Doktora Tezi, Ankara 2002.
Baykurt, Cami; Osmanlı Ülkesinde Hristiyan Türkler, İstanbul 2007.
Diehl, Charles; Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev: Cevdet R. Yularkıran, Kanaat
Kitabevi, İstanbul 1939.
Dilçin, Cem; Yeni Tarama Sözlüğü, TDK, Ankara 1983.
Eckman, Janos; “Anadolu Karamanlı Ağızlarına Ait Araştırmalar” Ankara, DTCF
Dergisi, Cilt VIII, Sayı: 1–2, 1950, s. 165–200.
---------------------; “Yunan Harfli Karamanlı İmlâsı Hakkında”, Türk Dili ve Tarihi Hakkında Araştırmalar, F. Köprülü’nün Doğumunun 60. Yıldönümünü
Kutlamak İçin, Ankara 1950, s. 28–31.
---------------------; “Karamanlıca’da Birkaç Gerundium Terkibi”, Türk Kültürünü
Araştırmaları Dergisi, s.26. Ankara.
---------------------; “Karamanlı Türkçesinde –Maca Ekli Fiil Şekli”, TDAY, Belleten,
1953, II. Baskı, Ankara, 1988.
Balta, Evangelia; “Karamanlıca (Karamanlidika) Basılı Eserler”, İstanbul, Tarih ve
Toplum, XI, sayı: 62, s. 57–59.
----------------------; “Karamanlidika Additions (1584-1900)”, BibliograpieAnalytique, Athen.
---------------------; “Karamanlı Kitapların Önsözleri”, Çev: H. Milas, Tarih ve Toplum, sayı: 74, s. 18–20, İstanbul.
Ergin, Muharrem; Türk Dili, İstanbul, 2001.
Eröz, Mehmet; Hristiyanlaşan Türkler, Ankara 1983.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
89
Buket KÖREMEZLİ
Ekincikli, Mustafa; Türk Ortodoksları, Ankara 1998.
Gabaın, A. Von; Eski Türkçenin Grameri, Ankara 2000.
Galanti, Avram; Ankara Tarihi, İstanbul 1950.
Güngör, Harun; Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, Kayseri 1998.
----------------------; “Karamanlıca Üç Kitabe”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, İstanbul
1989, c. III, sayı: 34.
Eyice, Semavi; “Anadolu’da Karamanlıca Kitâbeler (Grek Harfleri ile Türkçe
Kitâbeler), Belleten, Ankara 1975, c XXXIX, sayı: 153.
Kahya, Hayrullah; Grek Harfli Osmanlı Türkçesi Bir Eser: İspat-ı Mesihiye Üzerinde
Dil İncelemesi, Fatih Üniversitesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2003
-----------------------; “Karamanlıca Zarf-Fiil Eklerinden Örnekler”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, sayı: 19, s.131–152, Konya
2008.
-----------------------; “Karamanlıca Bir Esere Göre Karamanlıcada Arapça ve Farsça
Kelimeler”, Turkish Studies (International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic), Volume 3/3 Spring 2008, s. 480.
-----------------------; Karamanlıca Bir Kitap Yeni Hazne ve Dil Özellikleri (İmlâ Özellikleri ve Ses Bilgisi), Turkish Studies (International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic), Volume 3/6 Fall 2008,
s. 365.
-----------------------; Karamanlıca Bir Zarf-Fiil Eki: {-IncAs}, Turkish Studies (International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic), Volume 4/3 Sipring 2009, s. 1242.
90
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
GELENEKSEL NEVŞEHİR KIYAFETLERİNDEN FAYDALANARAK
TASARLANAN TURİSTİK AMAÇLI GİYSİLER
TOURISTIC GARMENTS DESIGNED USING
TRADITIONAL NEVŞEHİR DRESSES
Burcu BAŞARAN*
ÖZET
Türk kültür tarihinde yer alan milli giysilerimiz, Türk milletinin yaratıcılığının, ince zevkinin, köklü kültürünün, sabır dolu el emeğinin
ve göz nurunun ürünüdür. Geleneksel Nevşehir giyimleri de malzemesiyle, kesimiyle, süslemesiyle önemli ve zengin örneklere sahiptir. Turizmin oldukça önemli olduğu Kapadokya bölgesinde yapılan
kültür, inanç, spor, kongre, doğa, eğlence ve termal turizmi her yıl
yerli ve yabancı yüz binlerce turisti çekmektedir. Bölgeye gelen turistlerin oluşturdukları ekonominin önemli bir kısmını da aldıkları turistik eşyalar oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalarda turistlerin hafif
ve fazla yer kaplamayan, yörenin özelliklerini taşıyan eşyaları tercih
etmeleri, bölgenin geleneksel giyimlerinden esinlenerek tasarlanan
giyim eşyalarının turistik açıdan değerlendirilebileceği fikrini ortaya
çıkarmıştır. Yapılan bu araştırmada Nevşehir’in geleneksel giyimlerinden örnekler verilmiş ve bu giysilerden faydalanarak tasarlanmış
güncel turistik giyim eşyası tasarımları oluşturulmuş, çalışmanın devamı olabilecek öneriler dile getirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Turizm, Nevşehir kıyafetleri, Çağdaş tasarımlar.
ABSTRACT
Our national clothes which make up a part of Turkish culture history are the product of the creativity, sophistication, deep-rooted
* Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, Uygulamalı Sanatlar Eğitimi Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
91
Burcu BAŞARAN
culture and patience requiring handicraft of Turkish nation. Traditional Nevşehir clothes with their materials, cut, ornaments provide prominent and rich sample of Turkish dress. Capadocia with
its culture, belief, sport, congress, entertainment and thermal tourism attracts hundreds of thousands of both domestic tourists
and foreign tourists. The souvenirs tourists purchase account for
a significant share of this tourism economy in the area. The fact
that the studies carried out reveal that tourists mostly prefer light
objects which are not bulky and which features the characteristics
of the region led to the idea that garment designs inspired from
the traditional clothes in the region can be appraised for touristic
purposes. In this study, samples of traditional clothes from Nevşehir were presented and modern touristic garments were designed
based on these samples. Finally, suggestions for further studies
were made.
Key Words: Tourism, Nevşehir dresses, Modern designs.
1. Giriş
Nevşehir, Kayseri, Niğde illeri arasında yer alan Kapadokya, üç milyon yıl
kadar önce faal olan Hasan ve Erciyes yanardağlarının püskürttüğü lavların, yıllarca su ve rüzgarlarla aşınarak ‘peri bacaları’ olarak adlandırılan
şekillerin meydana geldiği fantastik bir coğrafyadır.
Bölgenin kolay şekil alabilen kaya yapısı, Kızılırmak Nehri, önemli bir
kanyon olan Ihlara Vadisi’ni oluşturan Melendiz Çayı yüzyıllarca insanların yerleşmesi için bu bölgede cazibe kaynağı olmuştur. Neolitik Çağ ile
bölgeye başlayan yerleşim, Erken Bronz Çağı, Hititler, Tabal Krallığı, Pers
İmparatorluğu, Alexander ve Diadochi, Kapadokya Krallığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ve günümüz Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar uzanan pek çok devlet, beylik, imparatorluk, krallıklara yurt olmuştur
(Oral, Başarır: 1995,184-185).
Kapadokya Bölgesinin en güzel ve en çekici şekillerinin yer aldığı Nevşehir ili, coğrafi özellikleriyle, yüzyıllardan beri birikerek gelen kültürüyle, bağcılığı ve şarabıyla, el sanatlarıyla, özellikle çömlekçiliği ile ve son
yıllarda önem verilmeye başlanan alternatif turizm olanaklarıyla yerli ve
yabancı binlerce turisti kendisine çekmektedir. Nevşehir, Ürgüp, Hacıbektaş müzeleri, Kaymaklı ve Derinkuyu yer altı şehirleri, Göreme, Çavuşin
ve Zelve açık hava müzeleri, Uçhisar kasabası, Ortahisar Kalesi, Ürgüp,
Avanos ve Acıgöl ilçeleri en çok tanınıp ziyaret edilen yerlerdir. Bunların
92
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler
dışında bölgede yine pek çok coğrafi, tarihi ve kültürel yapılar bulunmakta, çevrede daha turizme açılmamış onlarca yer altı şehrinin var olduğu
bilinmektedir.
Ekonomisi güçlü olan ülkeler sürekli geliştirdikleri bilişim sistemleri, otomobil ve savaş teknolojileri gibi ürünlerinin ihracatından elde ettikleri yüksek gelir sonucunda, ellerine giderek daha fazla para geçen vatandaşları,
monoton buldukları çevrelerinden ayrılarak doğal güzelliklere sahip ülkelere dinlenme, eğlenme, gezip, görme ve kültürünü tanıma amaçlı olarak
ziyaret etmektedirler. Özellikle günümüzde artan teknoloji, sanayinin gelişimi, ulaşım ve haberleşmenin hızı ve kolaylığı, yükselen refah seviyesi çok
sayıda insanın seyahat etmesine olanak sağlamıştır. Gerçekleşen bu gelişmeler turizmi ekonomik ve ticari açıdan çok yükseklere taşımıştır. Turizm
ekonomik etkilerinin yanı sıra toplumsal ve kültürel açıdan da büyük öneme sahiptir. Turizm bir toplumun dünya görüşünü, başka ülke insanları
hakkındaki görüşlerini etkileyen sosyal ve kültürel bir olaydır. Turistler gittikleri bölgedeki halkın kültürünü, düşünüş ve davranışlarını, giyimlerini,
hayat tarzlarını, kişisel ilişkilerini ve tüketim davranışlarını etkileyebilmekte
ve tüm bunlardan etkilenebilmektedir (Ünlüönen, Tayfun: 2003, 2).
Türk kültür tarihinin önemli bir parçası olan milli giysilerimiz milletimizin
ince zevkinin, köklü kültürünün, yaşayışının, yaratıcılığının ve el emeğinin
göstergesi olan zenginlik kaynağımızdır. Geleneksel Nevşehir giysileri de
yöredeki kültür birikimini ve çeşitliliğini gösteren değerli örneklerdir. Ülkemizin ve kültürümüzün tanıtılması için bu tip kültürel öğelerimiz turizm
açısından da vazgeçilmez kaynaklar olmaktadır. Bölgeye gelen turistlerin
oluşturduğu ekonominin bir kısmını da aldıkları hediyelik eşyalar oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalarda turistlerin satın alırken hafif ve fazla yer
kaplamayan, yörenin özelliklerini taşıyan eşyaları tercih etmeleri, yörenin
geleneksel giyimlerinden esinlenerek tasarlanan giyim eşyalarının turistik
açıdan değerlendirilebileceği fikrini ortaya çıkartmıştır. Özbağı v.d.’nin
bu yönde yaptığı, kapsamında Ürgüp ve Göreme’nin de bulunduğu bir
araştırmada; satıcıların genellikle yörelerde yapılan ürünleri tercih ettikleri, turistlerin küçük veya orta büyüklükte ve hafif ürünleri almak istedikleri, en çok kültürel değerleri yansıtmasına, özgün ve yöresel olmasına
dikkat ettiklerini, dokuma türlerinin en çok alınanlar arasında olduğunu, ekonomik güçlerinin alım davranışlarını etkilediğini ve yörelerde yeterince el sanatı ürünün olmadığını tespit etmişlerdir (Özbağı v.d.:2007,
107,108,109,111,114).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
93
Burcu BAŞARAN
Yapılan bu çalışma; bir turizm yöresi olan Nevşehir ilinin kültürel değerlerinden giyim kuşamın tanıtılması, yapılacak yeni araştırmalara kaynak
olması, fikir vermesi ve milli değerlerimize sahip çıkılması, geleneksel giyimimizin güncel olarak ne şekilde değerlendirilebileceği, tasarım yaparken esin kaynağı olarak alınabileceğini göstermek ve önemini vurgulamak
amacıyla yapılmıştır.
2. Yöntem
Hazırlanan bu çalışma Kapadokya bölgesi içinde yer alan Nevşehir ilinin
kadın giyim kuşamıyla sınırlı tutulmuştur. Literatür taraması yapılarak konuyla ilgili kaynaklara ve giyim kuşam görsellerine ulaşılmıştır, görsellerin
içerisinden geneli temsil edecek olanlar tercih edilerek seçilmiştir. Ayrıca
Nevşehir müzesinde bazı fotoğraflar çekilerek bunların bir kısmı çalışmada kullanılmıştır. Yapılan turistik amaçlı giysi tasarımlarında sadece örnek
resimlerden elde edilen fikirlerden esinlenilmiş, üretime ve turistik amaçlı
satışa uygun tasarımlar yapılamaya çalışılmıştır.
3. Geleneksel Nevşehir Kadın Giyim Kuşamı
Farklı kültür yapılarına sahip topluluklardan oluşan bölge insanının yapısı, giyim kuşam kültürüne de farklılıklar olarak yansımıştır. Hacıbektaş,
Acıgöl, Gülşehir, Kozaklı ilçeleri giyim kuşamı göçebe Türkmen kültüründen yerleşik hayata geçiş aşamasını yansıtır. Avanos, Ürgüp ve Nevşehir’in
merkezinde ise yerleşik tarım toplumunun etkisi kıyafetlerde görülmektedir. Göçebe hayatta giyilen entarilerin yerini yerleşik hayatta şalvar(dimi),
göçebe Türkmen giyimlerinde görülen kırmızı ve yeşil gibi doğanın renklerinin yerini, gri, siyah, kahverengi ve bordo gibi koyu renkler almıştır. Hacıbektaş ilçesinde Bektaşilik inancına dayalı olarak farklı kıyafet tipi görünmektedir (Sevindik: 2009, 52). Kadınlar fes üzerine parlak renkli kumaşlar
bağlamaktadırlar ayrıca bu bölgede ortaya çıkan derviş giyimi de yine bu
inancın etkisiyle oluşmuştur.
Kadın giysileri özellikle baş süslemeleri ve renklerde, genç kızlık, gelinlik,
orta yaş ve yaşlılık dönemine göre farlılıklar göstermektedir. Günlük giyimde kadınlar vücut hatlarını belli etmeyen, rahat çalışma imkanı veren,
bol kesimli kıyafetleri tercih etmişlerdir. İç giyim olarak göğüslük üzerine,
yakasız, uzun kollu, kaput bezinden göynek ve altına uzun, paçalı don
giyilmiştir. İç giyimin üzerine kumaş arasına pamuk konularak kapitone ile
94
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler
yapılan uzun kollu, yakasız, üç düğmeli pamuklu hırka giyilmiştir. Bunun
üzerine ise yün veya pamuk ipliğinden ördükleri kolsuz kazağı giymişlerdir. ‘Küstü’ adı verilen düşük kalite kumaştan yapılma kıyafeti de çalışma
sırasında giysilerin üzerinden giymişlerdir. Altta ise geniş, iç kısımları cepli
şalvar (dimi) giyilmiştir. Bele kuşak bağlanmış, önlük (dizlik) giyilmiştir. Yemeni veya tülbentle başlarını örtmüşlerdir. Genç kızların başörtüleri beyaz
ve bağlama biçimleri yüzü açıkta bırakan ‘tatav’ denilen örtme biçimidir.
Nişan ve evlilikle beraber yüzlerini kapatan ‘yişmanma’ denilen örtünme
biçimine dönüşmektedir. Örtülerin rengi yaş ilerledikçe koyulaşmakta,
oyalar ve süslemeler sadeleşmektedir. Yaşlı kadınlar ise oyasız örtü altına penessiz fes giymekte, siyah veya beyaz renkli örtüleri tercih etmektedirler. Yas günlerinde siyah örtü kullanan Nevşehir kadını, nişanlanıp
evlendikten sonra dışarıya çıkarken başörtülerinin üzerine ‘çarşaf’ veya
‘çar’ denen koyu renkli örtüleri bağlamaktaydılar. Motifli veya motifsiz el
örgüsü çoraplar giyilmiş, kışın ‘mest’(lapçın) denen deri ayakkabılar, yazın
ise naylon ayakkabılar giyilmiştir.
Özel günlerde iki tip giyim çeşidi benimsenmiştir. İlkinde; boğma şalvar
denilen, geniş paçalı ve geniş peyikli şalvar üzerine pamuklu yelek, ‘üçetek’ veya ‘üçpişli’ denilen, genellikle kutnu kumaştan yapılan, uzun entari
üzerine ise ‘fermane’ veya ‘salta’ denilen kollu veya kolsuz ceket giyilmekteydi. Bele şal kuşak, boncuk örgüsü kuşak veya gümüş kemer takılmaktaydı. İkinci tarzda; peyikli, dar paçalı, işlemeli şalvar üzerine aynı renk ve
kumaştan bel altına inen, uzun, işlemeli ceket giyilmekteydi. Bordo ve
mavi renk kadife kumaştan yapılan giysi takım olarak giyilmekte ve ilk
tarza benzer aksesuarlarla tamamlanmaktaydı.
Baş süslemesinde saçlar ince belikler halinde örülür, önde zülüf bırakılırdı.
Üç sıra penesli tepelikli fes giyilir, fesin üzerine oyalı yazma veya pullu kıvrak denilen şifon örtü bağlanırdı. Özel günlerde giyilen kadın ayakkabısına
‘ışılak galiga’ adı verilirdi.
Gelinlere boğma şalvar üzerine, pamuklu yelek ve üçetek, onun üzerine
de salta giydirilir, başına tepelikli fes giydirilip, üzerine kırmızı duvak takılırdı (Sevindik: 2009, 53,54,55). Ayrıca fes, ‘cıngıl’ denilen fes kancası (alınlık) ile süslenir, boyun altından geçerek kulak hizasından fese ‘dulukçalık’
Bunun dışında gelinlere bindallı ve iki parçadan oluşan işlemeli gelinlik de
giydirilmekteydi.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
95
Burcu BAŞARAN
3.1. Geleneksel Nevşehir Kadın Giyim Kuşamı Örnekleri
Resim 1. Bindallı Gelinlik
(Sevindik: 2009, 55).
Resim 2. Bindallı Gelinlik
Nevşehir Müzesi.
Resim 4. İki Parça İşlemeli
Gelinlik Nevşehir Müzesi.
Resim 5. İki Parça İşlemeli
Gelinlik Nevşehir Müzesi.
96
Resim 3. Günlük Giyim
(Anonim: 1973).
Resim 6. Özel Gün Üçetek
Giyimi (Anonim: 1986, 133).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler
Resim 7. Özel Gün için Salta Giyimi (Özder: 1999, 196).
Resim 8. Günlük Üçetek Giyimi (Anonim: 1990, 21).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
97
Burcu BAŞARAN
Resim 9. Özel Gün Ceketli Takım
Giyimi Ön (Anonim: 1986, 131).
Resim 10. Özel Gün Ceketli Takım
Giyimi Arka (Anonim: 1986, 132).
Resim 11. Genç Kız Salta Giyimi (Anonim: 1973, 142).
98
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler
Resim 12. İşlemeli Özel Gün Ceketi
(Sevindik: 2009, 52).
Resim 14. Pamuk Sırınmış Hırka
(Sevindik: 2009, 53).
Resim 13. İşlemeli Özel Gün Saltası
(Sevindik: 2009, 52).
Resim 15. Fes Üzerine Baş süslemesi
(Özder: 1999, 169).
Resim 16. Boncuklu Kuşak (Sevindik: 2009, 55).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
99
Burcu BAŞARAN
Resim 17. İşlemeli Deri Ayakkabı
(Anonim: 1986, 132).
Resim 19. Tepelikli ve Penes Dizili
(Özder: 1999, 172).
Resim 18. Gümüş Tokalı Kemer
(Anonim: 1986, 133).
Resim 20. Penesli Gümüş Tepelik
(Özder: 1999, 182).
Resim 21. Gümüş Tokalı ve Gümüş Kemer, Gümüş
Penesli Tepelik, Gümüş Takılar (Anonim:1986, 131).
100
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler
Resim 22. Telkari Taş Kakma Gümüş
Tepelik (Özder: 1999, 178).
Resim 23. Telkari Taş Kakma Gümüş
Pullu Tepelik (Özder: 1999, 174).
3.2. Geleneksel Nevşehir Kadın Giyim Kuşamına Toplu Bakış
3.2.1. Başa Giyilenler
Fes: Kalıpta şekillendirilmiş, bordo renkli keçeden yapılma fes giyilmektedir. Fesin üzerinde gümüş telkarili, pullu, penesli veya kakma taşlı olabilen
tepelik takılmıştır. Fesin önü maddi duruma göre altın, gümüş veya imitasyon olabilen peneslerle(madeni para) süslenmektedir. Fesin üzerine süsleme amaçlı olarak ‘cıngıl’ (alınlık) denilen fes kancası, yanlara ‘yanaklık’ denilen gümüş zincir süsleme ve ‘dulukçalık’ denilen boynun altından geçip
kulak hizalarında tutturulan madeni zincir takılmaktadır. Fesinde üzerine
kadının sosyal statüsüne, bulunduğu yerleşim yerine, kullanacağı güne
ve yaşına göre değişik bağlama şekillerinde farklı örtüler bağlanmaktadır.
Baş Örtüleri: Başörtüsü olarak renkli yemeniler, beyaz tülbentler ve yazmalar kullanılmaktadır. Yazmalar genellikle uçuk pastel renklerin hakim
olduğu, Türk motifli, kenarları oyalı, özellikle boncuk oyaları tercih edilmektedir. Yörede en yaygın baş bağlama biçimi ‘kefiye’dir. Omuzdan aşırılarak örtünün bele kadar inip bele bağlandığı da görülmektedir. Örtünün üzerine kaymaması için ‘çelki’ denen bant bağlanmaktadır (Erden
vd.: 1999, 332). Nevşehirli kadınlar nişanlandıktan ve evlendikten sonra
dışarıya çıkarken örtülerinin üzerine ‘çarşaf’ veya ‘çar’ denen koyu renkli
örtüleri bağlamaktadırlar (Sevindik: 2009, 54).
Tepelik: Gümüş veya pirinçten çok farklı modellerde, telkari, penesli, pullu, işlemeli, taş kakmalı olabilen tepelikler feslerin üzerinde hemen hemen
tüm baş süslemelerinde kullanılmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
101
Burcu BAŞARAN
3.2.2. Vücuda Giyilenler
Göynek: İç giyim olarak yakasız sıfır kollu ‘içlik’ denilen göynek giyilmektedir.
İç Donu: Diz kapağına kadar uzun iç donu giyilmektedir.
Belleme: Pamuklu kumaş arasına pamuk sırınarak dikilmiş ‘belleme’ denilen hırkalar giyilmiştir (Erden v.d.: 1999, 332).
Dimi(Şalvar): Genellikle sık pamuklu bezden mamul, bel kısmı uçkurlu,
bol, paçaları geniş, içleri cepli olan veya beli ve paçası fazla bol olmayan
‘dimi’ denilen şalvar türü giyilmektedir.
Üçetek: Eteği üç parçaya ayrılan, genellikle kutnu kumaş türü kullanılan,
günlük ve özel günlerde giyilen, önü açık, uzun bir entari türü olan üçetek
giyilmektedir.
Ceket: Özel günlerde genellikle bordo ve mavi renkte kadifeden yapılan,
üzeri işlemeli, kalça altına kadar inen, şalvarı veya eteğiyle takım oluşturularak giyilen ve gümüş kemerle tamamlanan ceketler giyilmektedir.
Salta(Fermane): Boyu genellikle bele kadar olan, önü açık, işlemeli kısa
ceket türü olan ‘salta’ özel günlerde ve günlük olarak giyilmektedir.
Önlük: Üçetek üzerine, saltayla beraber giyilen önlük, bele bağlanmaktadır.
Dizlik: Üçeteğin üzerine siyah ve nakışlı dizlik bağlanmaktadır (Erden
v.d.:1999, 332).
Küstü: Düşük kalite kumaştan yapılan ‘küstü’ adı verilen giysi çalışma
esnasında giysilerin kirlenmemesi için giysilerin üzerinden giyilmektedir
(Sevindik: 2009, 53).
Kemer: Boncuk işlemeli, kumaş üzeri işlemeli, gümüş veya gümüş tokalı,
sim veya kordon işlemeli, pirinçten kemerler kullanılmaktadır.
3.2.3. Ayağa Giyilenler
Çorap: Yöresel motifli veya sade, elde örülmüş yün çoraplar giyilmektedir.
Ayakkabı: Sade veya önü tokalı, motifli deri ayakkabılar ve naylon ayakkabılar giyilmektedir.
Işılak Galiga: Üst kısmı deriden, tabanı köseleden yapılma, iki parçadan
oluşan, özel gün ve dışarı ayakkabısına ‘ışılak galiga’ denmektedir. İçe gi-
102
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler
yilen ‘mest’ kısmı, mestin içine girdiği hafif topuklu kısım dışarı ayakkabısıdır (Sevindik: 2009, 55).
4. Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan
Turistik Amaçlı Giysiler
Resim 24. Turistik Bluz, Kemer ve
Şalvar Tasarımı
Resim 25. Turistik Elbise, Kuşak ve
Fes Tasarımı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
103
Burcu BAŞARAN
Resim 26. Turistik Şal ve Şalvar Tasarımı
104
Resim 27. Turistik Elbise Tasarımı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler
Resim 28. Turistik Uzun Yelek ve Kemer
Tasarımı
Resim 29. Turistik Ceket, Kemer ve
Pantolon Tasarımı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
105
Burcu BAŞARAN
Resim 30. Turistik Etek ve Şal Tasarımı
106
Resim 31. Turistik Elbise, Bolero, Kemer ve
Tepelik Tasarımı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler
Resim 32. Turistik Bluz, Tayt Tasarımı Resim 33. Turistik Elbise ve Kemer Tasarımı
5. Sonuç ve Öneriler
Yüzyıllardır tarihin ve kültürün beşiği olan Kapadokya yöresinde yer alan
Nevşehir ili günümüzde bu köklü tarih ve kültür birikimiyle, çok özel coğrafi yapısıyla önemli bir turizm kenti haline gelmiştir. Turistik açıdan yerli
ve yabancı pek çok insanın ilgisini çeken bölge, Türkiye’nin önemli turistik
cazibe merkezlerinden birisi olmuştur. Bölgeyi ziyaret eden yerli ve ya-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
107
Burcu BAŞARAN
bancı turistler tarihi ve kültürel açıdan yöreyi tanımak istemekte, coğrafi
şekilleri gözlemlemekte, yörede konakladıktan sonra ayrılırken beraberlerinde buranın özelliklerini, kültürünü ve tarihini yansıtan hatıra eşyalarla yaşadıkları yerlere dönmektedirler. Yapılan araştırmalarda turistlerin
hediyelik eşya seçerken genellikle yörede üretilen, yörenin tarih ve kültür
özelliklerini yansıtan, özgün tasarımlı, küçük veya orta büyüklükte ancak
hafif olan eşyaları, bunların içerisinde de özellikle dokuma türlerini tercih
ettikleri tespit edilmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında köklü kültürümüzün ve ince zevkimizin ürünü olan geleneksel giyim kuşamımız, turistik
hediyelik eşya üretimi açısından bize ilham kaynağı olacak en zengin hazinelerimizdendir. Nevşehir ilinin geleneksel giyim kuşamı da yöreye has
özellikler taşıması, yörenin kültür ve tarih birikimini yansıtması, yöre halkının ince zevkinden ve el emeğinden oluşması bakımından turistik amaçlı
yeni giysi tasarımları oluşturmada kesiminden, kumaşından, süsleme ve
işlemelerinden, aksesuarlarından bize esin kaynağı olabilecek en güzel
örneklerdir.
Nevşehir ilinin kadın giyim kuşamının araştırılıp, ele alınan örneklerden
faydalanılarak yapılan giysi tasarımı modellerinin yanı sıra araştırma sonucunda dile getirilen öneriler aşağıda sıralanmıştır.
• Geleneksel giyim ve aksesuarlar bilimsel yöntemlerle detaylı olarak incelenip, belgelenmeli, kataloglar yapılmalıdır.
• Eski giysi ve aksesuarların doğru yöntemlerle saklanması için halk bilinçlendirilerek buna yönelik yayınlar yapılmalıdır.
• Geleneksel giyimlerin kaybolmaması için ilgili eğitim kurumlarında röprodüksiyonları yapılarak saklanmalı, yine eğitim öğretimde kullanılarak
öğrencilere tanıtılmalıdır.
• Eldeki örnekler ideal koşullarda müzelerde sergilenmelidir.
• Geleneksel giysilerin özelliklerini vurgulayan yeni yorumlarla modaya
uygun yeni tasarımlar yapılıp, üretilmelidir.
• Turistik olarak kültürümüzü tanıtıcı özelliklere sahip, turistlerin satın alabileceği giysiler tasarlanmalı, atölyeler ve butikler açılmalıdır.
• Proje biçiminde, turistik mekanlarımızda, uluslar arası düzeyde tekstil,
giysi ve aksesuar tasarımı kolonileri oluşturulmalıdır.
• Uluslar arası okullar arasında öğrenci değişimi yapılarak tasarım programlarında kültürel aktarım sağlanmalıdır.
108
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Geleneksel Nevşehir Kıyafetlerinden Faydalanarak Tasarlanan Turistik Amaçlı Giysiler
Kaynaklar
Anonim. (1973) Nevşehir İli Yıllığı. Tisa Matbaası Ofset ve Tipo Tesisleri, 142.
Anonim. (1973) Yöresel Türk Kadın Kıyafetleri/Costumes Locaux Feminins Turcs.
Ankara: Akbank Kültür Yayınları.
Anonim. (1986) Historical Costumes of Turkish Women. İstanbul: Ali Rıza Başkan
Güzel Sanatlar Matbaası, 131-133.
Anonim. (1990) Nevşehir’90. İzmir: Senbil Ofset, 21.
Erden, Bilge, Şenol, A., Tezsever, S., Kartal, K. (1999) Türk Halk Oyunları Giysileri.
Ankara: Milli Eğitim Basım Evi, 332.
Oral, Saime, Başarır, A. (1995) Alternatif Turizmin Önemi, Türkiye’de Alternatif
Turizm Çeşitleri ve Kapadokya’da Uygulanabilirliği. Kapadokya’nın Turistik
ve Kültürel Potansiyeli ve Pazarlama Sorunları: Hafta sonu Semineri II. Nevşehir, 179-194.
Özbağı, Tevhide, Çetintaş, V., Ülgen, N., Karaöz, B., Toktaş, P. (2007) Turizm
Amaçlı Geleneksel El Sanatları Üretim Projesi. Mesleki Eğitim Fakültesi Dergisi, 2/2, Ocak 2007, 101-117.
Özder, Lale. (1999) İç Anadolu Bölgesi Geleneksel Kadın Başlıkları. Ankara: Ekip
Grafik, 169, 172, 174, 178, 182, 196.
Sevindik, Hüseyin. (2009) Nevşehir Yöresi Giyim-Kuşam Kültürü. Geçmişten Geleceğe Nevşehir Kültür ve Tarih Araştırmaları Dergisi, 4/12, Ağustos 2009,
51-56.
Ünlüönen, Kurban, Tayfun, A. (2003) Turistlerin Yerli Halkın Tüketim Davranışlarına Etkileri Üzerine Ampirik Bir Araştırma. Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 10, Bahar 2003, 1-18.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
109
KÜLTÜREL MİRAS İÇİN ARAŞTIRMALAR VE INTERAKTİF
MULTİMEDYA BELGELER
FROM THE SURVEY TO THE INTERACTIVE MULTIMEDIA
DOCUMENTATION FOR CULTURAL HERITAGE
Carmela CRESCENZİ* - Giorgio VERDİANİ** - Sergio Di TONDO***
ÖZET
İnsanın geniş Kültürel Miras Varlığı kendini tüm dünyada etkileyici yapılarla ve zengin uzun hikâye ve gelenek örnekleriyle gösterir; yapılar
bazen neredeyse orijinal halleriyle muhafaza edilir, fakat bazen kalıntı
haline getirilir. En kötü durumda bile terk edilmiş bir yere olan derin
hayranlık gözlemciye anıtın ait olduğu zamanı hatırlatabilir. Paralel
şiirsel bir dille “vizyon” kullanmak yerine “rezonans” kullanarak iletişim kurar. Bu şekilde gerçek bir görüntüyü elde etmeyi amaçlayan
herhangi bir ciddi belge işlemi iki temel şartla karşılaşmaya muktedir
olmalıdır: gerçeği doğruluk ve ayrıntı düzeyi yüksek detaylarla yeniden
oluşturma yeteneğini ve mekânın orijinal ruhu ve halini iletme yeteneğini. Dijital araştırmalardan gelen araçları multimedia yaklaşımı ile
birleştirip kullanarak herhangi üç boyutlu ve/veya taşınabilir çözümlere
tam uyumlu yüksek kalite ve yüksek performanslı çözümler üretmek
mümkündür. Bu nedenle, gerçek, kapsamlı bir multimedia deneyimi
şüphesiz ki hassasiyet ve kültürel çaba meselesidir. Bizim geçmişteki
anıtsal arkeolojik alan üzerine dijital araştırmalarımızın yanı sıra kaya
anıtları üzerine gerçekleştirdiğimiz son çalışmalarımız sağlam bir algısal sonuç üretmeyi amaçlayan ne kadar farklı teknik çözümler olabileceğini açıkça göstermektedir. Bu sunumda Hadriyan’ın Roma’ya yakın
Villa in Tivoli anıtsal alanı üzerine deneyimimiz lazer tarayıcı ankete ve
gelişmiş görüntü esaslı ilerlemeye dayalıdır, aynı zamanda Ortahisar’da
Hallaç ve Balkan kayalık alanlarında geliştirdiğimiz interaktif panoramik görüntü özel yaklaşımımız tüm detaylarıyla farklı ama genellikle
önerisel çağrışımlı bir dil içinde birleşmiş dünyada herhangi bir kulla* Dipartimento di Architettura, e-mail: [email protected]
** Disegno Storia Progetto, e-mail: [email protected]
*** Facolta di Architettura di Firenze-Italy, e-mail: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
111
Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
nıcının anında görebileceği yeni bir medya yaklaşımında ele alınan iki
paralel türdeki arkiteknonik kalıntılar gösterilerek sadece teknik özelliklerle değil mekanın derin anlamını gözlemci ve meraklısının ilgisine
ileterek sunulacaktır. Sunumdaki grafik eserler Claudio Agostini, Filippo Fantini, Mirco Pucci tarafından gerçekleştirilir.
Anahtar Kelimeler: Kültürel miras, Multimedia, Dökümantasyon
ABSTRACT
The wide Human Cultural Heritage Patrimony, manifest itself all around the world with impressive constructions and rich sample of a long
story and tradition, the building sometimes are preserved in almost
their original state, but sometimes they are reduced to ruins. Even in
the worst condition the deep fascination coming from an abandoned place is capable to recall in the observer the time the monument
comes from. Using a parallel to the poetic language, it communicate
using the “resonance” instead than using the “vision”. In this way any
serious documentation operation aimed to produce an image of the
real must be capable to face a confrontation with two main terms: the
capability to reproduce reality with accuracy and high level of detail
and to communicate as much of the original mood, of the original
sense of the place as it can. Using the tools coming from the digital
survey and combining it with multimedia approach, it is possible to
produce high quality and high performance solutions, fully compliant
with any immersive and/or portable solution. Thus, creating a real,
pervasive multimedia experience is undoubtedly a matter of sensibility
and cultural effort. Our past experiences in digital survey on monumental archaeological site as well as the recent studies we brought on
rupestrian monuments show clearly how different technical solutions
can be aimed to produce a robust perceptive result. In this contribution,
our experience on the monumental area of the Hadrian’s Villa in Tivoli,
near Rome, based on laser scanner survey and advanced image based
processing, as well our development of interactive panoramic view in
the rupestrian site of Hallaç and Balkan in Ortahisar, will be presented
with the whole details about our specific approach, showing how two
parallel kind of architectonic remains, different but commonly united
in a suggestive evocative language can be treated with new media
approach in order to bring them immediately available at the sight of
any user around the world, communicating not only with technical
features but bringing the deep sense of the place to the attention of
the curious and the observer.
The graphical works in the presentation are realizations from Claudio Agostini, Filippo Fantini, Mirco Pucci.
Key Words: Cultural heritage, Multimedia, Documentation
112
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage
Part 1 – Introduction
The wide Human Cultural Heritage Patrimony, manifest itself all around
the world with impressive constructions and rich sample of a long story
and tradition, the building sometimes are preserved in almost their original
state, but sometimes they are reduced to ruins. Even in the worst condition
the deep fascination coming from an abandoned place is capable to recall
in the observer the time the monument comes from. Using a parallel to
the poetic language, it communicate using the “resonance” instead than
using the “vision”. In this way any serious documentation operation aimed
to produce an image of the real must be capable to face a confrontation
with two main terms: the capability to reproduce reality with accuracy and
high level of detail and to communicate as much of the original mood, of
the original sense of the place as it can. Using the tools coming from the
digital survey and combining it with multimedia approach, it is possible to
produce high quality and high performance solutions, fully compliant with
any immersive and/or portable solution. Thus, there is a continuous need
to look back to the real object, to its cultural background and to think to
the final user of the multimedia product. The main task of any multimedia
product is to evocate the real object and to communicate its features, this
process can not merely based on details and colors, but it must offer a qualitative approach, where the inner value of a place or of a monument can
be revealed increasing the desire to see the real one in the observer.
Here in this paper, a range of experiences about the use of digital media for
knowledge and dissemination will be presented, the three researches have
the same solid, Cultural Heritage oriented, approach. They show a way about how to build rich contests with the aim of multimedia, sharing and contributing to the knowledge of monuments using contemporary digital tools.
Part 2, From laser scanner survey to multimedia presentation, image based processing in the Hadrian’s Villa1
Obviously the Hadrian’s Villa is not a rupestrian architecture, it’s a meaningful masterpiece of genius from the Roman Imperial Age, but the
1
Responsible for the research in 2007 and 2008 survey campaigns: prof. Giorgio Verdiani, coordinator for the laserscan survey of all the survey missions: prof. Giorgio Verdiani. Topographical
survey coordinator arch. Francesco Tioli. Main Team unit for all the survey campaigns: Francesco
Tioli, Giorgio Verdiani, Sergio Di Tondo, Filippo Fantini, Mirco Pucci. Alessandro Peruzzi (Area3D
s.r.l.), Alessandro Blanco. The survey campaigns were hosted inside The Museography Workshop:
“Premio Piranesi” takes place in Villa Adriana each September since the 2003. Workshop director
prof. Luca Basso Peressut, Workshop coordinator prof. Pier Federico Caliari. All the operations and
researches in the Hadrian’s Villa are done in full agreement with the responsible for the Hadrian’s
Villa area, dott. Benedetta Adembri from the “Soprintendenza Archeologica del Lazio”. The graphical works in the presentation are realizations from Sergio Di Tondo, Filippo Fantini, Mirco Pucci.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
113
Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
large ruins, the still readable architectures, consumed by time, offer a
similar problem then the carved monuments when a survey is needed, so
the experience matured there is usable in both the context.
Figure 1 – Integrated survey of the Small Baths in the Hadrian’s Villa, Tivoli, Italy,
the two scanner laser units (2007: Faro 8080HE / 2008: Zoller+Fröhlich 4500)
and the Leica total station, All the survey data gathered were aligned on the
same topographical network.
Now a day the tools for documentation and survey are more powerful
than ever, laserscan surveys, high resolution digital photography, diagnostic readings, powerful tools for the representation, interactive three dimensional developments suitable for different needs… all this gives a great
series of opportunities and at the same time it creates a great challenge for
any scholars. One of the main complex environments is the one about the
graphical representation and the development of versatile 3D digital models capable to fill the gap between the data representation -as it is coming
straight from the laserscan survey- and the need to have a 3D digital model
more close to the direct perception of the real. In facts it is well known that
the raw data directly gathered during a survey campaign offers the best
correspondence between the real geometrical shape of an architecture
piece or of an archaeological monument and its representation, but at the
same time these data appear quite far from the perception of the real.
114
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage
Starting from the digital survey of some meaningful archaeological monuments in the Hadrian’s Villa in Tivoli, near Rome, we have developed
and applied a series of workflows aimed to produce a high quality representation result without losing accuracy and with the full exploiting of
the original high quality surveys. This is done mixing an approach based
on the laserscan digital survey with the use of image based processing:
the appliance of advanced tools and procedures previously developed for
video gaming allows exploiting the original complexity of the gathered
data to enhance the simplified version of the distribution models.
Figure 2 – Horizontal and vertical sections extracted from the Pointcloud of the
Small Baths, the sliced parts received a graphical filling to bring these representation more close to traditional drawings, the lower horizontal section is a “looking
up” view of the vault system (M. Pucci).
At the same time, our accurate study about the use of texture mapping
put in evidence certain solutions to avoid low quality in realistic rendering which are still frequent situations in laserscan survey result. We had
applied a clear example of this procedures in the Small Baths inside the
Hadrian’s Villa, this area is among the most interesting and well preserved
buildings of the imperial house.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
115
Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
The richness of this building is impressive, the number of technical and
architectural solutions shows a very high quality and very advanced choices. The overall condition of the building is still very good, it is really well
preserved if we think to the fact that it has been exposed for centuries to
thieves, plundering and left without any maintenance. Actually, the whole
survey of the Small Baths is complete. All the internal and almost all the
external surface are documented by laserscan survey. For some parts there
is a double survey, different in time and different in the aspect of the area
(before the excavations and after). All the laser scanner survey is brought
on as a system referenced over a solid topographical survey: working each
time with this kind of integration it is quite easy to combine the models coming from different kind of laserscan in different times in a coherent combination. We had to face three main question coming from the research
in the Hadrian’s Villa: how to manage the huge amount of data coming
from the survey; how to process the information keeping the best quality
starting from the pointcloud but adding at the same time an high level of
perception to the resulting model, creating them like enhanced classical
drawing or making the digital space not easily recognizable from a real
photo; and how to use the developing of the model and the developing
of the digital reconstruction a real moment of research and confrontation
with the archaeologists. The very first data treatment applied to a laser
scanner survey session is, obviously, the registration and the optimization
of the gathered data, this is done with clear and well known procedure.
The really interesting part starts immediately after the completion of this
phase. For first, the data post processing is aimed to produce plan views,
sections and fronts, all in orthographic projection. This set of drawings
allows a traditional reading of the monument and an easy interpretation
of elements and issues. They are the perfect base to start an analysis.
Later, while the two dimensional “classical” treatment still goes on, the
research team go back to the pointcloud, starting to extract a set of three
dimensional surfaces to digitally built a virtual model where surfaces and
continuous elements take the place of the transparent pointcloud.
A meaningful need is to produce high quality models very near to the real
geometric shape of the Small Baths but also very close to their aspect as
it appear to the sight. This is not possible in the pointcloud, while it will
always appear more like a sort of “too technical” image; we need a meaningful enhancement toward a photographic aspect to obtain a more
pleasant representation, but this must be done without losing accuracy.
116
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage
A spectacular use of this kind of digital models is the creation of high quality images for visualization. The most important thing in this process is to
choose the right level simplification of the surface mesh and its right level
of detail according to the use. From static image, to animation, to virtual
exploration, it’s a matter of working with the right tools and procedures.
In the workflow of the post processing from the pointcloud to the model
aimed to rendering or analysis the first step is the optimization of the
point sets, this is done removing any improper group of points and (if the
model is being built for rendering purpose) the decimation of the points.
In the case of the Small Baths, a specific mesh is built for each room. In
the creation of the mesh a great importance is given to the “weight” of
the produced polygonal model, this is strictly linked to the number of faces. A high number of faces can produce a hard to manage result, while
a small number of elements can bring to poor results. In our experience
a good and effective solution is the realization of a double model, one
with a more complex surface and the other with an simplified one, where
“simplified” means reduction of the polygons but means also optimization. The first surface model will be named “High Poly” and the other will
be named “Low Poly”. Obviously the difference is in the overall number
of faces. Starting from here the two models will work together; the High
poly will be used to produce a “Normal Map” to enhance the perceptive
result of the Low Poly model, without any need to overload the application. So we will have a “virtual” level of detail coming from the high poly
model applied –combined– on the low poly model.
Figure 3 – On the left: the concept used by the “normal mapping” to enhance
the appearance of simplified surfaces. On the right: an example about the process applied for realization of the digital surface model of the Small Baths.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
117
Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
Figure 4 – A series of rendering showing the Octagonal Hall and the Laconium,
the points of view are taken from the three dimensional digital model with the
textures and the normal mapping applied, the lighting is simulated using an unbiased rendering engine (M. Pucci).
As told before, there will be a series of models, more or less one for each
room of the Small Baths and a separated set to describe the external
parts; the borders between models will be treated in a dedicated part of
the process to put all the parts together in an accurate general result, a
great attention is always reserved to the welding of the boundary between each model.
A very important and time consuming phase of the work is the generation
of the right links system between the 3D model and its specific texturing:
the connection is to be done between a 2D element like a bitmap image
(usually in Tiff format) and a 3D model (usually a polygonal model), so a
specific set of tools is needed. The classical solution of UV mapping can
work greatly in combination of the Normal Maps procedure, giving back
a high realistic model. For the Small Baths: there was a separate campaign dedicated to the texturing, waiting the right lighting conditions and
using a proper lens and camera to have a full mapping of all the masonry
surfaces. After a first post processing on all the shots, a camera matching
process has involved the pictures and the 3D surface digital model. The
118
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage
overall result, treated in the “baking” process, has been applied to the
final rendering model using a classical UV linking system. In the section
crossing the frigidarium and the octagonal hall , the background based on
the pointcloud has been replaced. Instead of the point generated fronts,
there are the photographic fronts made with a digital rendering process.
The 3D surface digital model used to create the rendering sources is the
low-poly one, where the normal maps processing and the texturing based on the camera-matching operations give their best to enhance the
overall result. This effective result clearly shows how a correct procedure
in modeling and texturing can produce high quality imaging from a laser
scanner survey, with no lost of quality and/or details, bringing the graphical language back to a level really linked to the real, original architecture.
Part 3, bringing back the workflow from digital survey to multimedia
in the rupestrian environment: the Elephant Stone in Sardinia, Italy2
In the northern part of Sardinia, the main Italian island, near Castelsardo,
there is an unique volcanic stone: the natural forces worked on it giving to
the stone a strange elephant shape; the ancient humans worked on it carving sepulchers for their deaths; probably causing some parts of the stone
to fall down, giving it the particular shape. After this “initial” sepulchral
use, the stone was lost and forgotten, disappearing in the Mediterranean
vegetation. In the contemporary age, after centuries when the monument
was laying beneath bushes and earth deposited on it, the works for a new
road brought back to light the stone. Since its first find, it become clear
how this monument it’s a mix of natural and architectonic events and it’s a
very interesting case study for any real surveyor because it has a shape almost impossible to survey with traditional measuring solutions. The Stone
of the Elephant is a huge pyroclastic stone; probably it is rolled down the
hill to stop exactly where it is now after some massive eruption.
2
Responsible for the research in 2007 and 2008 survey campaigns: prof. Giorgio Verdiani, coordinator for the laserscan survey of all the survey missions: prof. Giorgio Verdiani. The main idea
about this research came out in 2006, all the operation were developed under the author supervision, the original survey team was composed by Francesco Tioli (Topographical survey), Sergio
di Tondo, Federico Piras and Giovanni Guccini, the main part about post processing treatment
and data elaboration was made by Federico Piras and Giovanni Guccini, the 3D printing and data
optimization were developed by Filippo Susca. The project reached its mature phase in 2009. Later
we have extended the operative area taking care about the geological aspects and enlarging the
subject study to all the monumental stones in the Sardinia Island; this was done thanks to the collaboration from Stefano Columbu, geologist researcher from the Cagliari University. The state of
the research and the approach suggested to manage these incredible monuments was presented
during the Euromed2010 conference in Cyprus.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
119
Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
The special shape of the stone was created through the centuries by the
weather agents; the action of the wind, of the water, and the chemical
reaction in the volcanic stone caused a progressive erosion, giving a kind
of “sponge” skin to the original boulder.
It is not possible to say exactly when the stone acquired the actual shape,
while it is possible to suppose that the works conducted by the ancient
men produced the falling of some large parts of the stone, this hypothesis can be supported by the fact that the higher level tombs have a more
simple, almost incomplete look, like they have been left undone because
of the fallen part. Overall the result caused by this event brought it, without any intention, to get the shape that recall the one of an elephant.
The stone is characterized by a series of ancient tombs carved in the stone
on two levels, a large part of the stone is fallen on the ground probably
a very long time ago, and it is not possible to say if this fracture happens
during the cut of the tombs or later.
Figure 5 – A) The Elephant stone in the November 2006 during the survey campaign operated using the Leica HDS 3000 Laserscan. B) View of the pointcloud
from the digital laser scanner survey in grayscale, showing the lowest tomb shape. C) From the same pointcloud, view of the elephant shape of the rock in false
colors. D) Orthographic views of the aligned pointclouds grayscale visualization
based on the reflectance values (G.Guccini, F.Piras).
120
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage
The group of the lower graves is the more interesting one in this monument; this is due to the presence of a double engraved taurine head in
the main tomb. The presence of this impressive sculptures and the fine
artwork of carving demonstrate the high value of this place for the prehistorical men who worked to use this strong presence to make it a part
of their own tradition and culture. To face this work it was chose to use
a Leica Geosystem HDS 3000 panoramic scanner, based on the time of
fly technology. In the 2006, at the time of the survey, it was a good choice for this work, and this was for two reasons: for first this scanner was
capable to gather a very accurate set of points from a very short distance
and this was a very important feature to allow the survey of the inner
parts of the graves. Secondly this scanner was also capable to gather a
very accurate result from a long distance, so it was possible to place the
scanner on the hill in front of the stone and take the survey of the upper
parts of the elephant stone with the same quality of the all the rest of the
monument. To allow an high quality result in the overall operation the
laser scanner survey was supported by a complete topographical survey,
aimed to build a specific network of all the special targets placed on the
monument and absolutely necessary for a clean reconstruction of the
single scans. It is important to remember that the use of a topographical
survey is not only fundamental because of the high level of accuracy in
the registration process and for the better and easier scanning planning;
it is important because when the topographical network is planned a series of permanent points are placed on the ground around the monument.
These special points can remain placed in the site for many years; so if
there is the need for a new survey, for example if it happens that a part
of the monument is damaged, or for simple monitoring aim needs, it is
possible to have a really accurate comparing of the two surveys according
to points which are external to the monument. In facts it would be possible to reply a new survey from any new position of the laser scanner and
there will be no need to have a complete new survey while also a single
part of the monument can be measured again.
The first part of the work over the data treatments clearly showed that an
approach developed with a small simplification of the model was capable
to give a good looking result, but it was interesting only for shape analysis
and monitoring purposes. The time consuming rendering and the impossibility to use the high resolution model for real time access creates the
need to face the modeling process in a new and specific way.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
121
Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
Figure 6 – A) Multi-resolution layout of the 3D model. The variations of the model from the high resolution version (on the right) to the low resolution version
(on the left), each single model was obtained with a simple variation of the level
of detail operated on a single multi-resolution model. B) Application of normal
map, displacement map and UV map (G.Guccini, F.Piras).
So a different approach was chosen, no more direct modeling from the
pointcloud, but a process starting from a new rebuilt and optimized polygonal model and then a reconstruction based on the subdivision surface
modeling. The further steps in modeling produced a variable resolution
model, capable to switch gradually from a full resolution representation
to a lower polygon representation, crossing all the intermediate steps of
the representation. The keywords for this process of variable simplification were: edge loop modeling and Re-Topology modeling. To greatly
enhance the representation two advanced digital modeling and texturing
solutions were adopted, the classical texture Unwrap procedure based
on the photographical documentation and a specific Normal Mapping
procedure based on the information coming from the high resolution
model in itself. In this way a whole new model was produced, not aimed
122
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage
to monitoring or accurate information extraction, but greatly suitable for
multimedia and representation.
Fig. 7 – Digital 3D reconstruction of the Elephant Stone and of the area around
as it is now a day. The low resolution model is rendered in realistic lighting using
the advanced, specific texturing and normal maps coming from the high resolution model (G.Guccini, F.Piras).
The strange and original shape of the Elephant Stone gives no guaranties
about the health status of this monument: if a small part should get lost it
will not be easy to verify the real damage. A complete survey of the shape
of the stone was never done before, so it was decided to go there and
to produce a meaningful case study, facing the not surveyable stone with
contemporary laser scanner technology and with bringing a well eradicated research experience to meet a difficult subject. The work was done
according to common integrated digital survey procedures. The whole
survey required only two days to be completed, producing an accurate
laser scanner survey integrated by a topographical network.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
123
Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
Figure 8 – A) The final heavy paper 3D model: an example of “3D printing systems
for home and small office solutions”. B) Assembling of the model, focusing sections in the tomb’s level, this model assembly offers the opportunity to quickly
disassemble some parts (G.Guccini, F.Piras, F. Susca).
The further treatment of this survey was oriented to the creation of a
versatile, dynamic digital model, bringing the main benefit to allow a
wide series of operation to take place, going from image rendering to 3D
printing this kind of model shows its capability to fulfill complex needs. At
124
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage
the same time the evolved solution for texturing and detail enhancement
allows a very high level of perceptible realism. This works perfectly with
physical lighting as well to produce interactive models. At the same time
The quality of the 3D printing can be chosen according to the printing
scale and the printing technology. The digital tools make it easier and
more versatile than ever before. In this way, these particular monuments
will be treated like they deserve, like any other monument from the Earth
Heritage, giving to the “monumental witnesses” their right value and
preserving their memory from the risk of deterioration and decay, creating
the right conditions for knowledge and protection. The creation of a repository of knowledge based on accessible criteria and three-dimensional
access, will in time allow to repair or even to rebuild them, if necessary,
even when the monument should be seriously damaged.
In the past years the rapid prototyping technologies had a big diffusion,
coming from automotive and aerospace environment they opened to a
wider range of users thanks to specialized providers who were able to
produce real shapes based on CAD data.
There are many different technologies related to the accuracy, costs and
final use. SLS, SLA, FDM, 3D print etc... are abbreviations for different
process but they are based on the same general concept to build a 3d
volume by thin layers overlapping using several materials.
The technologies for 3D printing have lately become more and more affordable, offering a wide range of solutions, suitable for many operating environments, while, at the same time, the introduction of technologies based
on low cost materials allows the production of models with cost effective results. The two main groups of technologies for physical 3D model production starting from 3D digital models, are the group of the subtractive systems
(the older ones) and the additive systems (introduced in the last years). The
systems which use the subtractive method, start from a piece of material
(usually rock, marble, wood, foam or other materials compliant with the
machine) and remove part of the block of material based on the digital
3D model using a series of tools (a drill, a mill etc.). The systems which use
additive technologies really “print” the model in the 3D space, depositing a
series of layers or droplets of unshaped raw material (usually resins based on
chalk or plastic etc.) based on a series of cross sections derived from the 3D
digital model. In the additive process almost all types of materials are able to
be used only in the quantity needed for the model production.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
125
Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
Part 3, Cultural Rupestrian Heritage In The Circum-Mediterranean
Area. Multimedia for its diffusion and knowledge3
Core of the project is communication. Communication in its two meanings of “community”: in its ancient and fundamental of the “pool”
things and “join together” to events, meaning that calls on community
social structures; in its metaphor of “making common” ideas and thoughts that do not have the community as center, but individuals as interlocutors individually thought.
To attract consensus and interest, engage new generations (not only in
the sense of young people) need to communicate and communicate with
the image that focuses a plurality of interests, the same features that characterize a “ culture “, not only the past, but that current in continuous
training. To Inform - to Persuade - to Suggest - to Emotion - to Interact
are the basic principles to bring to completion the project we have just
proposed. To meet the prerequisites website http://www.rupestrianmed.
eu will support both the spread of individual initiatives, and the activity of
individual researchers who will share the knowledge.
Figure 9 – The homepage of the CHRIMA website, as updated in the October
2011
3
For more information about the CHRIMA research project please consult the web page http://
www.rupestrianmed.eu/, project coordinator: prof. Carmela Crescenzi, all the graphical samples
in this paragraph come from the research work of Claudio Giustiniani.
126
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage
The site, created for a global spread of cultures and rupestrian to promulgate and connect the various initiatives of the network and other media,
has a grassroots organization in development and likely to vary according
to the demands of the various disciplines that contribute to creating new
entries and completeness of existing ones. The project was born and will
grow up with the contribution of all participants different voices, with different and varied knowledge, from interaction of multiple disciplines. The
heterogeneity expressed by project will use the media in its dual interpretation of a physical instrument and physical -mechanical instrument -.
Immediacy the media, old and new (books ... television, internet), are the
means of communications, but they are actually distribution instruments
(media), then the transmission or communication instrument (medium) is
the “message “with its expressive and representative ways with relational
skills of human cognitive and perceptual processes.
For example singular and unique in their expression pat-terns are depicted on rock-paintings are the media of the distant past of which we do
not have unique interpretation codes (of comprehension).
Keeping in mind that one of the research goals is the diffusion of “rupestrian culture”, so communicate it, you need to ask to whom and for
whom the work is done. Having to reach more users with different interests and levels of preparation and dialogue, tools and models necessary
for use are diverse, understanding and relationships. The cultural media
that wants to tell are handwork or graphical, iconic and aniconic sign, a
story to reveal written in architecture by subtraction and parallel to the
history subdial. The story of a cross culture that takes place over time without interruption, through the civilizations, peoples and their territories.
To meet the needs of the project it was built a web site (www.rupestrianmed.eu), offering a relational database, with iconic and textual interface
that makes use of different media according to the needs and skills of
the researchers who contribute to the enrichment of the database. This
presents a wealth of arguments that relate the phenomenon of living in
a cave. It is not intended to restrictive and exclusive scope architectural
elements and artistic expressions, but is related to the characteristics (biotic, abiotic and limiting) reference (bearing related) rocky habitat. The
dossiers of individual artifacts and monuments have a textual description
and references. They are associated with icons that indicate the acquisition of the documentation of the plan, paintings, drawings, photographs,
graffiti, inscriptions, restoration, multimedia processing and text-depth.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
127
Carmela CRESCENZİ - Giorgio VERDİANİ - Sergio Di TONDO
Figure 10 – Panoramic interactive view of the Hallaç site, Ortahisar (C. Giustiniani).
The heterogeneity of the public who want to involve (scholars and students of different levels), requires different tools for the graphic and multimedia description, both to understand the continuity of living in a cave,
both for the representation of the architecture and the environment. The
representation, in all its modalities, is one of the most useful tools for the
documentation of monuments already ruined by the passing of time and
that are destined to destroy.
The acceleration of degradation is clear: in the environments of the monastery of Hallaç (Ortahisar – Cappadocia), in a few years, there has
been a loss of quality of the drawings and the integrity of the rock appears more compromised. In 2007 the village of Zelve was accessible,
while in 2010 was closed to the public and now is only passable in the
valley. Failing to safeguard and restore the abundance of cave sites, any
form of documentation, even if only photographic or aimed at a simple
survey, it would be desirable in order not to lose the memory of the
legacy left to us over the centuries. To document in a quick, affordable,
and effective way these monuments the choice of photographic survey
seems the most interesting solution, the use of a simple common tool
like a digital photographic camera allows to avoid the moving of complex and expensive tools like a laser scanner, moreover this is a renounce
128
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
From The Survey to the Interactive Multimedia Documentation for Cultural Heritage
to the level of accuracy of the overall result and to its versatility, but the
high level of detail and the high multimedia vocation it is possible to
obtain from a panoramic interactive view, allow to read minimal details
and at the same time allows to produce easy to use and to interpreter
visualizations.
Figure 11 – Panoramic interactive view of the Hallaç site, Ortahisar (C. Giustiniani).
Some software, exploiting the ownerships projective of the photo, can
recreate three-dimensional reality with a good visual surrender, allowing
to appreciate quality environmental and single elements with sure effect
and involvement. In this way it is possible to create full panoramic view,
not easy to reproduce on paper, but really effective in the task to communicate the sense of a place using digital multimedia tools. The possibility
to create “light weight” visualizations allow to bring this product directly
on the Internet for sharing making them easy to find and to navigate.
The Internet based approach of many personal devices allows the direct
use of this kind of images directly on a netbook, a tablet or a mobile
telephone.
Part 4, Conclusions
According to our past experience the best way to approach a monument
is to face it with correct tools, the large use of digital survey and of ad-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
129
vanced digital photography today represent a double effective tool to
document and disseminate a large set of information about a place.
Thus, panoramic photography and digital metric survey are not similar at
all, nor in the procedures, nor in the kind of result, they are absolutely different, but both, if used with intelligent will can bring to the production
of precious and easy to use multimedia products. This kind approach will
produce in time two great versatile results: first of all the dissemination
using multimedia web based systems of the images of the rupestrian
settlements, making even more interesting, complete and desirable the
direct visit to these places not only as simple tourists. The second and
important result will be the one to contribute to the overall documentation of these important and impressive monument, preserving a rich and
detailed image of the realty as it was at the moment of the survey. This
will be not a melancholic issue, it’s a point of strength to allow preservation and possibility of intervention if any destructive evolution will come
in time.
TOKALI KİLİSESİNİN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ: YENİ KİLİSEDE
İSA’NIN VAİZLİK DÖNGÜSÜ ÜZERİNE YENİ DÜŞÜNCELER
TOKALI KILISE REVISITED: NEW CONSIDERATIONS ON CHRIST’S
MINISTRY CYCLE IN THE NEW CHURCH
Catherine JOLIVET-LEVY*
ÖZET
Tokalı Kilisesinin yeni bir yaşam alanına dönüştürülmesi hususunda yapılması gereken ilk şey ikonların ve efsanelerin seçimidir. İnsanın ötesinde mucizevi birisi, Tanrı tarafından gönderilen çift başlı
Jerus’un, inanç için 10. yüzyılda Hristiyan olmayanlarla mücadelelerine bakılması, onlardan çıkarımlar elde edilmesi gerekmektedir. Bu
doğa dışı akım, mezhep olayları, zamanın doğasına, Tanrı için bir
inkar sapkınlığı içinde ele almaya kadar gidiyor. Ayrıca, Tokalı Kilisesinin dekor özellikleri Aziz Basil döngüsünde kompozisyon olarak
onaylamamızı gerektiriyor.
Anahtar Kelimeler: Tokalı kilisesi,Dekor, Nevsehir.
ABSTRACT
The first thing that should be done for turning the Tokalı Church
into a new living space is the selection of icons and legends. It is
necessary to take into consideration double-headed Jerus’, who is
a supernatural one beyond man and who is sent by God, struggles
for faith against non-Christians in the 10th century. This unnatural
trend goes down to approach the sect incidents within time, nature
and even denial of God. Furthermore, the design characteristics of
the Tokalı Church require us to accept it as a composition with in
St. Basil’s Cycle.
Key Words: The Tokalı Church, Decoration, Nevsehir.
* Ecoles Pratique des Hautes Etudes (Sorbonne)-Paris, e-mail: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
131
Catherine JOLIVET-LEVY
It is not necessary to introduce here Tokalı kilise, which is not only one
of the best known and remarkable monuments in Cappadocia1 but also
one that ranks among the finest in the entire Byzantine world. Everyone
knows the sophistication of the structure, the quality and the ambitious
nature of the paintings, which left a lasting and tangible mark, symbolizing the power and prestige of the patrons who commissioned them
(Fig. 1). In accordance with Guillaume de Jerphanion, Nicole Thierry, Ann
Wharton Epstein and others2, I agree with a dating of the New Church’s
paintings around the middle of the tenth century, despite the tentative
attribution to the 13th century by German scholars (Marcell Restle, Hanna Wiemer-Enis, Rainer Warland)3.
Within the allotted time, I shall limit myself to some observations on the
cycle of Christ’s public life depicted in the New Church. The iconographic programme of the nave is largely devoted to a Christological cycle,
which, compared to the traditional “Archaic” programme, introduces
several innovations (Fig. 2). The development of the Ministry cycle, narrated in a continuous frieze along the north, east and south walls of
the nave, represents one such innovation, as all the scholars, starting
with Jerphanion, have already noted; during this period, this sequence is usually much more restricted, in Cappadocia4 as in the Byzantine
churches of other regions; the Public life cycle is in fact missing in the
mid-byzantine churches of Constantinople known to us through textual
sources (except the Raising of Lazarus which is part of the Dodekaorton
cycle). Instead, scenes of this cycle, and in particular miracles, are de1
For beautiful photographs of the paintings, see C. Jolivet-Lévy / A. Ertug, Sacred Art of Cappadocia. Byzantine Murals from the Sixth to 13th Centuries, Istanbul 2006.
2 G. de Jerphanion, Une nouvelle province de l’art byzantin. Les églises rupestres de Cappadoce,
Paris 1925-1942, t. I, fasc. 2 (chap. IX), N. Thierry, La peinture de Cappadoce au Xe siècle. Recherches sur les commanditaires de la Nouvelle Église de Tokalı et d’autres monuments, Constantine VII Porphyrogenitus and His Age, Athènes 1989, p. 217-233, A. Wharton Epstein, Tokalı
kilise. Tenth-Century Metropolitan Art in Byzantine Cappadocia [Dumbarton Oaks Studies XXII],
Washington 1986.
3 M. Restle, Byzantine Wall Painting in Asia Minor, Greenwich 1967, I, p. 35-37, p. 111-116 (n° X);
II, fig. 98-123, H. Wiemer-Enis, Die Wandmalerei einer kappadokischen Höhlenkirche: Die Neue
Tokalı in Göreme [Europäische Hochschulschriften: Reihe 28, Kunstgeschichte, 175], Francfort
1993, Ead., Zur Datierung der Malerei der Neuen Tokalı in Göreme, Byzantinische Zeitschrift 91,
1998, p. 92-102, R. Warland, Das Templon der Neuen Tokalı Kilise in Göreme, Kappadokien,
Lithostrôton. Studien zur Byzantinischen Kunst und Geschichte. Festschrift für Marcell Restle, éd.
B. Borkopp / T. Steppan, Stuttgart 2000, p. 325-332.
4 An exception is Pancarlık kilise (St Theodoros), whose Christ’s Ministry cycle shows some similarities with Tokalı kilise.
132
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler
picted - and sometimes they are very numerous - in manuscripts, as for
instance in the Homilies of Gregory of Nazianzus, Parisinus graecus 510
(879-882), where both Sirarpie der Nersessian and Leslie Brubaker have
associated this sequence with the defence of Orthodoxy and condemnation of heretics5.
Up to now, the only reason put forward for the detailed cycle of Tokalı
kilise, is the requirement to fit an unusually vast space, and to adapt the
paintings to the sprandel spaces of the eastern arcade. Indeed, the detailed Christological cycle is undoubtedly related to the ambitious enterprise
of the New Church, attested by the scale of the transverse nave, the
refinement of its architectural decoration, the complexity of the iconographic programme, its high aesthetic quality and also the materials used
(gold and silver leaf on the halos of Christ and the Virgin, blue pigment
made of lapis lazuli).
But the privileged location of this cycle, in the eastern part of the church,
close to the bema (sanctuary), the most sacred space, thereby enjoying
a good visibility for the believers, invites speculation as to other explanations. To propose a new hypothesis, I have considered, in light of the
exegesis of the Church Fathers, the choice of the episodes depicted, the
iconography of the individual scenes, the captions inscribed into the pictures, and the integration of the cycle within the whole decoration of
the church. It is clear that this iconographic programme was designed by
someone, probably a member of the Clergy, who was very well versed in
the theological content of the episodes.
The cycle of the Public life in Tokalı kilise counts sixteen scenes - among
them nine miracles - depicted in an order which is neither chronological
nor liturgical. It starts on the north wall of the nave (Fig. 3) with a small
rather traditional sequence dedicated to the Baptism of Christ, including
the previous episodes devoted to John the Baptist: the angel appearing
to John in the desert, and his meeting with Jesus. Following the Baptism,
we have the Temptation of Christ and the Calling of the apostles (first
Matthew, then Peter, Andrew, James and John). At the end of the wall,
the Marriage at Cana marks the beginning of the cycle of miracles, which
5
S. der Nersessian, The Illustrations of the Homilies of Gregory of Nazianzus Paris. gr. 510 : A Study
of the Connections between Text and Images, Dumbarton Oaks Papers 16, 1962, p. 195-228; L.
Brubaker, Vision and meaning in ninth-century Byzantium : image as exegesis in the homilies of
Gregory Nazianzus, Cambridge 1999, p. 86-90, 262-273.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
133
Catherine JOLIVET-LEVY
are depicted in the spandrel spaces of the eastern arcade (Fig. 4). The first
two, for the most part eroded away, narrate the Healing of the two blind
men of Jericho and the Healing of the leper. Then we see the miraculous
healings of the man with the withered arm, on the south wall (Fig. 5), the
man suffering from dropsy (left corner), the officer’s son, the daughter of
Jairus and the paralytic. The cycle of Miracles ends with the Raising of Lazarus. In the center of the eastern wall, between the Healing of the leper
and the Healing of the man with the withered arm, the Widow’s mite is
set, which is not a miracle.
The cycle of Baptism (Fig. 6) includes, as in the former cycles of Cappadocia, the angel appearing to John in the desert, and the meeting of John
with Jesus coming to the Jordan river to be baptized. The first picture
has no title but rather a quote from Luke’s gospel (3. 2): “The word of
God came to John son of Zechariah”. The second image - John greeting
Christ, who asks him to baptize him - includes their dialogue, which
resulted in the recognition and proclamation of Jesus’ divinity by John:
“Baptize me according to the flesh”, “I need to be baptized by you, and
you do come to me”. John’s words are borrowed from the evangelical
text (Matthew 3, 13), but it is not the case for Jesus’s words (“Baptize
me according to the flesh”), which have been inspired by the liturgical
readings for the feast of Epiphany which celebrates Christ’s baptism at
the beginning of January. This may be an indication, confirmed by numerous other examples, of the role of clerics for the choice of the captions
inscribed into the pictures6.
As a manifestation of the divine nature of Christ, a theophany, the scene of the Baptism (Mt. 3. 13-17; Jn. 1. 29-34) is larger than the other
scenes around it. The usual title (“the baptism of Christ”) is replaced by
the words of God from Matthew 3. 17, proclaiming Jesus’ divine nature:
“This is my beloved son in whom I am well pleased.” The alignment of
Christ, the dove of the Holy Spirit and the hand of God, expresses the
Trinitarian signification of the theophany, which is underlined by the rituals (triple declaration of faith, triple abjuration, triple immersion). Christ
6
They were memorized or possibly recorded in some kind of “model-book” ; see I. Hutter, The
Magdalen College “Musterbuch”. A Painter’s Guide from Cyprus at Oxford, in Medieval Cyprus,
éd. N. Patterson Sevcenko et Ch. Moss, Princeton 1999, p. 117-129, and more generally R. W.
Scheller, Exemplum. Model-Book Drawings and the Practice of Artistic Transmission in the Middle
Ages (ca. 900 - ca. 1470), Amsterdam, 1995.
134
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler
blesses the water, which once sanctified, cleanses humanity of its sins, as
is made clear in the liturgy.
After the Baptism comes the third Temptation of Christ (Mt. 4. 8-10), a
very seldom depicted episode at this time. On the left, before the “very
high mountain” referred to in the text, a small grey devil, with wings
and upright hair, is painted in profile. The words of the protagonists provide the captions for the scene. The partially naked creature addresses
Christ with the following words from Matthew 4. 9: “All these things I
will give you, if only you will bow down and worship me.” Jesus turns
away with vehemence and replies, according to Matthew 4. 10: “Away
from me, Satan!” The Church Fathers saw Christ’s struggle with Satan
as analogous to the struggle of the Church against heresy. In the illuminated manuscript of Gregory of Nazianzus, Paris. gr. 510, the three
temptations are pictured on folio 165, to accompany a sermon wherein
Gregory posited his definitions of orthodox doctrine in opposition to the
great heresy of his own day, Arianism. The third temptation shows Christ
standing frontally, while Satan strides and gestures towards a gold casket
representing the glory of all kingdoms of the world: though the positions
of Satan and Christ are reversed, the composition resembles the wallpainting in New Tokalı kilise. This scene which shows Christ refusing “the
kingdoms of the world, and the glory of them”, is joined, regardless the
chronology of events, to the Calling of Matthew, the tax-collector, who
decided to abandon everything to follow Christ7: they form a thematic
pair. In the manuscript gr. 510, folio 87 v., the Calling of Matthew illustrates (with other scenes) the 18th sermon of Gregory delivered on
the death of his father: the image is used to allude to his conversion to
Christianity, but also to his behaviour: a rich man (as the publican of the
Gospel), Gregory’s father made a good usage of its wealth by practising
philanthropy.
The Calling of Matthew, narrated in Matthew 9. 9, is followed by Christ
calling the four apostles, Peter, Andrew, James and John, at the sea of
Galilee, an event which took place before, according to the account of
7
Let’s note that the caption, «about Matthew the tax-collector», is the title of the liturgical reading
on November 16th; sometimes inscribed in miniatures of manuscripts (as in the illustrated Four
Gospels Harley 1810 in the British Library), this kind of title does not occur usually in wall-painting.
Its frequent use in the scenes of the Public life, in the New Church, suggests an influence of liturgical readings, and perhaps of an illustrated manuscript or model-book.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
135
Catherine JOLIVET-LEVY
Matthew 4. 18-22 (Fig. 7). Both episodes, distant from each other in the
gospels and unrelated, have been connected here, as in exegesis and
homilies of Church Fathers, and as in the manuscript of the Homilies of
Gregory of Nazianzus, owing to their common meaning on the theme of
conversion. Christ’s calling concerns everybody, be they rich or poor. Serving as a prelude to the cycle of Miracles, these scenes already manifest
recognition (by the future apostles) of the wisdom and power of Christ.
Christ calling the apostles at the lake illustrates the account of the two
first synoptic gospels Matthew 4.18-22 and Mark 1. 14-20, but the texts
inscribed in the picture are from Luke 5. 10 and 5. 8: “Behold,” Christ announces to the fishermen, “from now on you will be fishers of men” (Lk.
5. 10), and the words of Peter: “Depart from me, for I am a sinful man”
(Lk. 5. 8). These captions thus underline the fact that the calling of Christ
is directed to everybody, including the most modest and the sinners; furthermore the event took place in Galilee, a region of blended population
and considered by the Jews to be full of pagans.
Then start the miracles. Christ’s miraculous works are an important part
of the Ministry cycle at Tokalı kilise, just as they are an important part of
Christ’s life (Fig. 8). Christian authors view them as works of love and
mercy performed to show compassion for sinful and suffering humanity,
and as a promise of salvation for all the believers: poor and rich, women
and men are the beneficiaries of Christ’s actions in the gospel narratives.
But first of all, these miracles are viewed as acts of power and omnipotence, as signs revealing the divine power of the human Jesus. They attest to
his divinity and to the dual natures of Jesus as God and Man: as a human
he carries out miracles showing his divinity. For this reason, they are often
mentioned by the Christian authors to allude to the struggle of the Orthodox Church against heresies, and the Sabbath miracles are associated
with invectives against the Jews.
The Wedding at Cana (Fig. 9) and the miraculous turning of water into
wine (Fig. 10), depicted at the north-eastern corner, is related only by
John (2. 1-11). It is the first miracle to be performed by Christ, the first
sign revealing his divine power, and here the first miracle depicted. Its location at the junction of the north and east walls conveys its pivotal role
in the Ministry of Christ. The rather unusual iconography highlights the
signification of the scene: instead of the bride and groom, usually depic-
136
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler
ted (as, for instance, in the Old Tokalı church), we actually see, besides
Christ and the Virgin, the four apostles from the preceding scene, sitting
around a semi-circular table. The presence of the apostles points out the
signification of the miracle expressed at the end of John’s account: “There Jesus showed his glory, and his disciples put their faith in him”. In this
first sign operated by Jesus, the Church Fathers saw a strong symbolic
dimension. The transformation of water into wine, which is depicted
around the corner of the nave (Christ blesses the water jars, changing
the water into wine), was interpreted at length. It is first viewed as the
announcement of the passage from old to new covenant: at Cana, the
water used for the purification of the Jews and the fulfillment of the requirements of the law, becomes the new wine of the wedding banquet,
symbol of the final union between God and humanity. The miracle announces the mystery of Easter, through the symbolism of wine, poured
in abundance, as will the blood on the cross, and Mary is present at the
wedding feast as at Calvary. The wedding at Cana has also a strong eucharistic symbolism, expressed in the New Church by the iconography: the
chalice depicted at the centre of the table, the shape of this table which
resembles the table of the Last Supper, the presence of the apostles. It is
in accordance with the location of the scene in the north-eastern corner
of the nave, close to the north apse. The turning of water into wine is a
clear allusion to the changing of wine into blood of Christ, in the Eucharistic sacrament.
The Healing of two blind men (Mt 20. 29-34), carried out at the entrance
to Jericho, on the path that will lead Jesus to Jerusalem where he will die,
takes place at the end of Jesus’ ministry: it is the last personal healing, just
before the entry into Jerusalem (Fig. 11). The title inscribed in the image “about the healing of two blind men” - is borrowed from the title of the
gospel passage read on the 7th Sunday of Matthew. The miracle attests
not only to the divine power of Christ, called by the messianic title “son
of David”, but also to the power of the faith who saved the blind. Their
cure is seen as the fulfillment of the prophecy of Isaiah 29.18: “And in
that day (...) the eyes of the blind shall see out of obscurity and out of
darkness», as the revelation of the knowledge of God to all those who
for one way or another are blind. Blindness refers to spiritual blindness
and healing shows that the true light is Christ. The illustration of the Homilies of Gregory of Nazianzus, in the manuscript Paris. gr. 510, confirms
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
137
Catherine JOLIVET-LEVY
the significance that can be attributed to this miracle. At folio 310v are
grouped a series of episodes not mentioned in the text they are meant
to illustrate: the Healing of the man with the withered arm, the Healing
of two men born blind, and, on the following register, the Healing of the
bent woman and the Parable of the withered fig tree. The text of Gregory
is the first letter written to Kledonius in order to condemn the heresy of
Apollinarius8. The three miracles depicted on folio 310v function as visible
proof of the dual nature of Christ. Jews are also included in the condemnation of the heresy of Apollinarius: at the end of his letter, Gregory
compares the heresy of Apollinarius to a “second Judaism” and Photius
also sees in Apollinarius an imitator of “the madness of the Jews and their
false teaching.” The same ideas could have inspired to the designer of the
iconographic programme of Tokalı kilise the choice of this miracle.
The Healing of the leper (Fig. 12) opens in Matthew 8. 1-4 a narrative
section of miracles that introduces the next section on the Mission of
the Apostles. The image has no title, but the inscription of the dialogue
between the leper and Christ, as reported by the Synoptics: “Lord, if you
choose, you can make me clean. I do choose. Be made clean!” Purified,
the leper gets the forgiveness of sins, and the scene symbolizes the divine
power of spiritual and moral healing. But the healing of the leper was
also interpreted from a perspective anti-heretic: Romanos, in the sixth
century, observes that it proves the error of the Arians by revealing the
divinity of Christ; Photius, in the ninth century, deals with the healing
of the leper in a speech against heresies and uses the miracle to curse
the Jews. The illustrator of the manuscript Paris. gr. 510 introduces this
miracle (with others), on folio 170, to demonstrate the divinity of Christ
and the victory over heresies, and to attack the Jews. None of the miracles represented on this folio9 is mentioned in the sermon of Gregory,
which is his 27th homily “Against Eunomians” (or Anomoeans), an Arian
heretical sect that was fought also by Basil of Caesarea. The scenes have
been chosen for their anti-heretic meaning, and they function as a pictorial exegesis of the polemical text of Gregory of Nazianzus. A similar
signification can be attributed to the Healing of the leper in Tokalı kilise;
8
Apollinarius was a bishop of Laodicea (Syria) in the fourth century; as an opponent of Arianism, he
emphasizes the divinity of Jesus, denying the existence of a human soul in Christ’s human nature.
9 The Healings of the leper, of the man with dropsy, of the demoniacs, of the centurion’s servant,
and of Peter’s mother-in-law; Christ walks on water.
138
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler
the scene is located close to the central apse, where the Crucifixion and
Resurrection scenes are depicted, as well as the portrait of St. Basil. The
episode of the Widow’s mite10 (Fig. 13) and the Healing of the leper, two
mirrored compositions placed on either side of the apse (Fig. 14), display
also the desire to maintain a balance between the sexes, an arrangement
traditionally observed in the cycles of miracles: the forgiveness of sins and
salvation, purpose of the action of Christ on earth, is provided impartially
to both male and female. The leper cleansed as the poor widow will share
in the salvation promised by Christ and made possible by his death on the
cross, shown in the central apse. But the widow’s offering can also receive
an interpretation anti-heretical: it illustrates, in the Parisian manuscript,
folio 316, the second letter of Gregory to Kledonius, against the heresy
of Apollinarius, considered a “second Judaism.”
The next two scenes form a thematic pair: the cure of the man with the
withered arm11 (Fig. 15) and that of the man with dropsy12, two miracles
performed on Sabbath, a day when, according to the Pharisees, it was
forbidden to heal. Placed along side each other because of their common
meaning, they participate in the general condemnation of the attitude of
the Pharisees with regard to Sabbath13. In the miniature of the Parisinus
graecus 510, the Healing of the man with the withered arm is one of the
events selected to illustrate the first letter to Kledonius, already referred
to, although the event is not mentioned in the sermon. As for the Healing
of the man suffering from dropsy, it is often used in anti-Jewish polemic,
and in the Paris. gr. 510 it is included in the miniature folio 170 to provide
a visual exegesis to Gregory’s sermon “Against Eunomians”, emphasizing
the divinity of Christ and challenging the Jews.
The next pair of miracles shows the Healing the officer’s son and the
Healing of the daughter of Jairus14; their association indicates that the de10
11
12
13
14
The captions are inspired from Mk 12. 41-44: «the two lepta of the widow «, and the Jesus’
words «amen amen I tell you, this poor widow has put more than all the others».
Mt. 12. 9-13 (Monday of the 5th week of Matthew), Lk 6. 6-6-10 (Saturday of the 4th week of
Luke), Mk 3. 1-5 (1st Saturday of Lent).
Lk 14. 1-6 (Saturday of the 3rd week of Luke).
The titles of the the two compositions are taken from the liturgical gospel : “about the man with
the withered hand” and “about the healing of the dropsy”.
Healing of the officer’s son : Jn 4. 46-54, reading on Monday of the 3rd week after Easter; Raising
of Jairus’s daughter: Mt 9.18-26 (Saturday of the 6th week of Matthew), Lk 8. 40-56 (7th Sunday
of Luke) et Mk 5. 21-43 (Friday of the 14th week of Mark).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
139
Catherine JOLIVET-LEVY
signer intended to maintain the balance of male and female (Fig. 5). Both
miracles involve not poor people (as the widow or the man with dropsy),
but children (boy and girl) of important persons - an officer, a nobleman
with royal connections, and the synagogue ruler - and they take place, as
does the next miracle (Healing of the paralytic), in the same place (Capernaum). The texts inscribed in the former scene are “about the officer”,
and “Go, your son lives”. The narrative of the gospel presents this healing
as the gift of life, a sign and anticipation of eternal life, and emphasizes
the conversion of the nobleman and his family. As for the synagogue
ruler, Jairus, he is part of the elite of society, but he also represents the
Jewish people.
The Healing of the Paralytic15 is another miracle which was performed in
Capernaum, and it is also liturgically associated with the story of Jairus’
daughter: their narratives are read respectively on Sunday and Saturday
of the sixth week of Matthew. As it is often the case, the image shows
the end of the story, when the cured paralytic leaves, his mat on his back.
The miracle reveals the power of God to an audience of Pharisees and
scholars of the law. It is also a lesson about faith and forgiveness (“your
sins are forgiven”, says Christ), that Jesus sought to teach. Commentators have often given an anti-Jewish interpretation to this miracle - and
the scene has been selected in the gr. 510 to illustrate on folio 316 the
second letter of Gregory to Kledonius against the heresy of Apollinarius.
Finally, the cycle ends with the Raising of Lazarus, whose feast is on Saturday just before Palm Sunday (Entry into Jerusalem): it has deliberately
been placed in the centre of the register to emphasize its importance, but
it is useless to discuss it here. Then the cycle of the Passion starts with the
Entry into Jerusalem (Fig. 5).
This tentative explanation of the cycle of Christ’s public life in Tokalı kilise as an anti-heretic imagery is supported by the emphasis in the south
part of the church on subjects related to the mission of the apostles: the
Pentecost, the Mission of the Apostles and Saint Peter ordaining the first
deacons (Fig. 16). It has been argued that they have been depicted to
celebrate missionary work that was going on at that time and to exalt
15
Mt 9. 2-8 (6th Sunday of Matthew); Mk 2. 1-12 (2nd Sunday of Lent); Lk 5, 17-26 (2nd Saturday
of Luke). The title of the image is: “about the healing of the Paralytic”.
140
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tokalı Kilisesinin Gözden Geçirilmesi: Yeni Kilisede İsa'nın Vaizlik Döngüsü Üzerine Yeni Düşünceler
the proselytizing politics of the emperors striving for the universality of
Christianity. The presence in the northern part of the church of an exceptional cycle devoted to St. Basil of Caesarea has to be explained in the
same context (Fig. 17). The dispute over the possession of the church of
Nicaea, that emperor Valens had assigned to the Arians, was narrated in
five episodes (Fig. 18). Despite three days and three nights of prayers, the
Arians fail to open the doors of the church, while the Orthodox succeeded in one night. As a result of this miracle, they were given the church.
This account therefore underlined the victory of Orthodoxy over heresy.
Furthermore, the church - Tokalı kilise - was probably dedicated to St.
Basil (shown in the center of the main apse and two other locations), and
St. Basil is known as one of the main opponents to Arianism, considered,
in medieval times, to be the paradigmatic heresy, the reference case for
all forms of heresy.
Of course, in the tenth century, the time of the great heresies (Nestorianism, Monophysism, Monothelism) is over; but they have become the religions of populations close to Cappadocia, as Armenians and Syrians - and
the Byzantine reconquest in the East in tenth century made Syrians come
back into the Empire. Various heretic and judaizing sectarian groups, who
denied the union of both natures into the incarnated God, persisted in
Asia Minor16: iconography could confirm their supposed persistence in
Cappadocia in 10th century. But of course this reading of the paintings is
by no means exclusive, and the polysemy of images, especially in such a
sophisticated monument as Tokalı kilise, allows other readings17.
16
See G. Dagron, in Histoire du Christianisme, t. 4. Évêques, moines et empereurs (610-1054), p.
226-234.
17 For instance, we find in several episodes the theme of wealth: the Temptation of Christ, renouncing all the treasures of the world that offered him the devil, the Calling of Matthew, the publican
who renounces his gainful occupation as a tax-collector to follow Christ, the episode of the poor
Widow’s mite. These subjects could have had a special resonance for the sponsors or the designers of the iconographic programme.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
141
YÜKSEKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNİN BAŞARILARINA
TAKIM ÇALIŞMASININ ETKİSİ
EFFECT OF TEAM WORK ON THE SUCCESS
OF THE STUDENTS OF HIGHER EDUCATION
Celal GÜLŞEN* - Taner DURAN**
ÖZET
Çağdaş eğitim sistemlerinin en önemli unsurlarından biri olan ‘Takım
Çalışması’na olan gereksinim, öğrenen okullarda olmazsa olmazlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyin var olan potansiyelini ortaya çıkarmasında aktif rol üstlenen, tek başına yapamadığı veya elde
edemediği hedeflerini işbirliğiyle aşmaya çalıştığı takım çalışmaları,
eğitim sürecinde beklenen hedeflere ulaşmayı sağlamada da önemli
bir gereklilik olarak görülmektedir. Bu gereklilikten hareketle Nevşehir
Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin başarılarına takım çalışmasının etkisini araştırmak önemli görülmüştür. Bu öneme binaen de 2010-2011 öğretim yılında Nevşehir Üniversitesi Ticaret
ve Turizm Eğitim Fakültesinde öğrenim gören öğrencilerin başarılarına
takım çalışmasının etkisini ortaya koymak amacıyla böyle bir araştırma
yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Genel tarama modeli kullanılarak yapılan araştırma kapsamında, öncelikle araştırmanın hedeflenen amaca
ulaşabilmesi için ilgili literatür taraması yapılmış ve elde edilen veriler
yardımıyla görüşlerin belirlenmesi için, Kara (2006) tarafından geliştirilmiş olan 45 maddelik anket (ölçek) kullanılmıştır. Anket, evren olarak seçilen Nevşehir Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesinde
öğrenim gören öğrencilerin tamamına uygulanmıştır. Ayrıca örneklem
alınmamıştır. Ankete katılan öğrencilerin önermelere katılım derecelerini belirlemek amacıyla ‘’Beşli Likert Ölçeği’’kullanılmıştır. Araştırmaya
katılan öğrencilerin görüşleri, Nevşehir Üniversitesindeki “takım çalışmalarının düzeyi”, “takım çalışmalarının eğitim öğretime etkisi”, “takım çalışmasının yönetimde etkisi”, “takım çalışmalarının öğrenciler
* Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölüm Başkanı,
e-posta: [email protected]
** Nevşehir Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi, e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
143
Celal GÜLŞEN - Taner DURAN
üzerinde etkisi” olmak üzere_dört farklı boyutta ele alınarak frekans
(f) ve aritmetik ortalamalara (x) göre değerlendirilerek yorumlanmıştır.
Araştırma sonucunda, Nevşehir Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim
Fakültesi Öğrencilerinin “Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına
Takım Çalışmasının
Etkisi”ne yönelik ankette, genel ortalama olarak
_
“çok” (x=3,54) düzeyinde katılım gösterdikleri görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Üniversite, Eğitim, Takım Çalışması, Başarı.
ABSTRACT
The need for “Team Work”, one of the most important elements of
contemporary education systems, is really essential in learning schools. Team work in which an individual tries to reach the targets that s/
he could not achieve alone, and plays an active role in revealing existing potential of him/her is seen as an essential necessity in accomplishing targets expected in the process of education. Thus, studying
the effect of teamwork on the success of the students at the Faculty
of Commerce and Tourism Education of Nevşehir University is considered necessary. Therefore, a study to find out the effect of teamwork on the success of students at the Faculty of Commerce and
Tourism Education of Nevsehir University in the academic year 20102011 is felt necessary. In the scope of the study carried out through
general screening pattern, in order for the study to reach the target,
first relevant literature review is made and to reach ideas using obtained data a 45-item survey(scale) developed by Kara (2006) is used.
The survey is conducted on each student studying at the Faculty of
Commerce and Tourism Education at Nevşehir University, who are
selected as the population. Sampling is not performed additionally.
“5 Point Likert Scale” is used to determine the extent of students’
opinion of the statements. The opinions of the students taking part
in the survey are assessed
_ and interpreted according to frequency (f)
and arithmetic mean (x) within four different parts as “level of teamwork”, “effect of teamwork on education”, “effect of teamwork on
administration”, and “effect of teamwork on students” at Nevsehir
University. As a result of the research, in the survey “The Effect of
Team Work on the Success of University Students” by the students of
the Faculty of Commerce and Tourism Education at Nevsehir
Univer_
sity, their participation as general average is “high” (x=3,54).
Key Words: University, Education, Team Work, Success.
Giriş
Çağdaş eğitim sistemlerinin önemli öğelerinden birisinin de, öğrenen bireyi sosyal yönden geliştirirken, karşı tarafın fikirlerine saygı duymayı sağla-
144
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi
yacak beceriler kazandırmak ve sorumluluk almaya isteklendirmek olduğu
vurgulanmaktadır. Öğrencilerin sorumluluk almaya isteklendirilmesinde
ise, işbirlikçi öğrenmeye ağırlık verilmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır.
İşbirlikçi öğrenmede, birey, içinde bulunduğu grupta elde ettiği başarıyı
birbiriyle paylaşır, birbirini etkileyerek öğrenmenin etkili bir şekilde gerçekleşmesini sağlayıcı bir ortam oluşturulması için çaba sarf eder. Eğitimde
işbirlikçi öğrenme, takım çalışması yapılmasını gerekli kılmaktadır.
Takım denildiğinde daha çok birbiriyle iyi ilişkiler kurabilen bir işi yapmada
en usta olan kişilerin bir araya gelmesi, kendi yöneticilerini kendilerinin
seçmesi, birlikte dayanışma içinde çalışması kastedilmektedir (Kara, 2006;
Ölçüm, 1998).
En basit şekilde takım, “ortak bir amaç ve yardımlaşma için birliktelik,
üyelerini geliştiren ve değiştiren güç,” olarak tanımlanabilir. Takım olgusundan söz etmek için “en az iki kişinin varlığı, üyelerarası iletişim, bilinçli
topluluk, her üyenin amaçların gerçekleştirilmesine katkısı, amaçlara ulaşma konusunda anlaşma, eylem biçimi üzerinde birleşme, üyeler arasından
grubu yöneltmek üzere seçilen kişi (lider) konusunda anlaşma” gibi bazı
temel özelliklerin bulunması gerekir: (Doğan, 2002; Erdoğan, 1996; Kara,
2006; Sabuncuoğlu ve Tuz, 1995; TDK, 2011).
İnsanlar, pek çok sorunu tek başlarına çözemezler, güçlerini birleştirmek
zorunda kalırlar. İnsanlar, güçlerini bir liderin önderliğinde, takım bilincine
ulaşarak birleştirdiklerinde, bir üstün güce (synergy) ulaşırlar. Bir örgütün,
ürününü üretmekten sorumlu tüm takımlar, sorun çözme güçlerini böylesine artırdıklarında ise, örgütsel etkililiği istenen düzeyde gerçekleştirebilirler. Takım çalışmalarında, ortak bir amaca inanmak ve yönelmek,
işbirliği havası içinde ortak çaba harcamak, üyelerin güvenini ve desteğini
kazanmış ortak bir lidere inanmak, üyelerin moral düzeylerini olumlu yönde etkileyecek çalışma koşullarını sağlamak, bir takımı başarıya götüren,
örgütsel etkililiği arttıran faktörler olarak gösterilmektedir (Başaran, 2000;
Kara, 2006; Sabuncuoğlu ve Tuz, 1995).
Takım üyelerinin farklı çevreden, farklı kültürden gelmiş olduğu unutulmamalıdır. Bununla birlikte bir takımda yer alan üyelerin yapması gereken
etkinlikler aşağıda verilmektedir (Kara, 2006):
¾ İşgörenler tartışmayı başlatmalı,
¾ Düşünceleri ve bilgileri araştırabilmeli,
¾ Amaçlara erişebilmek için öneriler getirmeli,
¾ Fikirler üzerinde ayrıntılı ve açık olmalı,
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
145
Celal GÜLŞEN - Taner DURAN
¾ Görüşlerini özetleyebilmeli,
¾ Birlik duygusu ile hareket etmeli,
¾ Çalışmaları sahiplenmeli,
¾ İşgörenler yaratıcı olmalı,
¾ Zor konularda doğru çalışma takımı içerisinde yer almalı,
¾ Takımın duygularını açıklayabilmeli,
¾ Takım ile beraber hareket edebilmeli,
¾ Bilgi, doküman ve kaynakları referans olarak kullanmalı,
¾ Övgüyü de şikayeti de kabul etmeli,
¾ İşgörenlerde üyelik bilinci gelişmiş olmalı,
¾ İşgörenler eşgüdümlenmeli,
¾ Işgörenler hedef için güdülenmeli,
¾ İşgörenler arasında çatışma olmamalı,
¾ İşgörenler arasında güven olmalı,
¾ İşgörenler birbirlerine inanmalı,
¾ İşgörenler birbirlerini tanımalı,
¾ İşgörenlere takımın hedefleri ve iş cazip gelmeli,
¾ İşgörenlerin karara ve çözüme katılması sağlanmalı,
¾ İşgörenler arasında iş ile ilgili aykırılıklar olmamalı,
¾ Çatışma ortamında işbirliği yapmalı,
¾ İşgörenler kendilerini ve diğer üyeleri geliştirmeli,
¾ Karşılaşabilecekleri engelleri aşabileceğine inanmalı,
¾ Takım lideri her işgörenin yeni düşünce ve yöntem yaratacağına inanmalı,
¾ İşgörenler etkilemeye ve etkilenmeye açık olmalı,
¾ İş ile ilgili toplanan bilgiler işgörenlerce bilinmelidir.
Yukarıda vurgulanan etkinliklerin eğitim örgütlerinde uygulanabilmesi,
eğitimde takım çalışması konusunu karşımıza çıkarmaktadır. Eğitim örgütlerinde takım çalışmalarının yapılmasına yönelik çeşitli yasal düzenlemeler
yapılmakla birlikte uygulamada bazı sıkıntılar görülmektedir (MEB, 2001,
MEB, 2011).
Eğitim Kurumlarında Takım Çalışması
Eğitim sistemlerinde geçmişten günümüze çoğu iyi niyetli çeşitli reform
çalışmaları yapılmasına rağmen, siyasi boğuşmalar nedeniyle birçoğu
146
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi
amacına ulaşamamış ve bazı bürokratik düzenlemelerden öteye gidememiştir (Gülşen, 2009). Eğitim sistemlerinde son dönemlerde yapılan iyileştirme faaliyetlerinde ise, eğitimde kalite geliştirme çalışmalarının ön plâna
çıkarıldığı görülmektedir. Okullarda yapılacak kalite çalışmalarında, tüm
çalışanların katılımını sağlayacak takım çalışmaları, kalite geliştirmenin
temel taşı olarak görülmektedir. Bu nedenle okulların takım çalışmasına
yönlendirilmesi bir ihtiyaç olarak ortaya karşımıza çıkmaktadır. Eğitim kurumlarında takım çalışmalarına kurul toplantıları ve bölüm toplantılarında gereken önemin verilmesi gerekli görülmektedir. Takım çalışmalarının,
okulların tüm etkinliklerinde sürekli olarak işlevsel kılınması kurumun verimliliği açısından büyük önem taşımaktadır (Ünal, 1998). Toplam kalite
yönetimi çalışmaları ile takım çalışmasının yararları kavranmaya başlanmıştır. Problem çözme ekipleri, kriter ekipleri ile daha etkili takım çalışmaları uygulamaları görülmeye başlanmıştır (MEB, 2011).
Amacına uygun olarak eğitim kurumlarında takım çalışması yapıldığında
birçok faydasının olduğu görülecektir. Takım çalışması yapan eğitim kurumlarında bazı olumlu gelişmelerin olması beklenmektedir. Bu olumlu
gelişmeleri okula/kurama ve çalışanlara/öğrenciye faydalar olarak ayrı ayrı
inceleyebiliriz (Kara, 2006; MEB, 2011).
Takım Çalışmalarının Okula/Kuruma Yararlarını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
¾ Çalışanlar arasında işbirliğini geliştirir,
¾ Çalışanların okul/kurumun sorunlarına karşı duyarlılıkları artar,
¾ Hizmet kalitesinde gelişme sağlanır,
¾ Devamsızlıklar azalır (sevk, rapor gibi),
¾ Okul/kurumda fark edilmemiş sorunların görülmesini ve çözümünü sağlar.
Takım Çalışmalarının Çalışanlara/Öğrencilere Yararlarını ise aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
¾ Çalışanların/öğrencilerin düşüncelerini ifade edebilecekleri bir ortam
yaratır,
¾ Çalışanlarda/öğrencilerde okul/kuruma karşı ait olma duygusunu geliştirir,
¾ Çalışanların/öğrencilerin liderlik yeteneklerini geliştirir,
¾ Çalışanların/öğrencilerin çalışma alanları ile ilgili faaliyetlerde etkin rol
almalarını sağlar,
¾ Çalışanlarda/öğrencilerde iş doyumu sağlanır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
147
Celal GÜLŞEN - Taner DURAN
Takım çalışmalarının faydaları bulunmasına karşın, uygulama aşamasında bazı durumlarda bir takım sıkıntılarının bulunması da doğaldır. Bireyci
kültürlerde takım ruhunun oluşturulmasının güç olmasına karşılık, ortaklaşa davranışı öne çıkaran toplumcu kültürlerde bunun başarılması daha
kolaydır. Bireyci kültürlerde ben kavramına vurgu yapılırken, toplumcu
kültürlerde biz kavramı önem kazanmaktadır. Okul yöneticisi, okulda bütünleşmeyi sağlamaya dönük, ortaklaşa davranışı öne çıkaran ortak bir
kültürün oluşmasına ve sürdürülmesine öncülük etmelidir” (Ölçüm ve Yaman, 2004; Şişman, 2002).
“Eğitim insandaki gizil güçleri geliştirmek ve onu olabildiğince yetkinleştirmek olarak algılandığında, bireyin duygu ve düşüncelerine karşılık
vermeyen bir eğitsel etkinliğin yararlı olması beklenemez. Bu anlayış tüm
okul örgütünün bir takım ruhuna sahip olmasının önemine işaret etmektedir. Okul bir emir komuta ya da ast üst ilişkileri örgütü değil, bir paylaşım ve dayanışma birimidir. Dolayısıyla insan ilişkileri açısından “ben-sen”
ikiliği ve karşıtlığı yerine “biz” duygusu yerleştirilmedikçe etkili bir eğitsel
ortam sağlanamaz. Bu açıdan eğitim yöneticilerinin etkili liderlik özellikleri
göstermeleri ve durumsal değişkenleri dikkate almaları gerekir. Öğrenci,
öğretmen ve yöneticilerin amaç ve süreçler üzerinde odaklanmaları, eğitsel etkinlikleri daha yararlı ve kalıcı sonuçlara ulaştıracaktır. Bu nedenle
öğretmen, yönetici ve öğrencileri örgüt içinde birbirlerine daha çok yaklaştıracak toplantılar gibi etkinliklere yer verilmelidir (Gülşen vd, 2010).
Okulun bir parçası olduğunu düşünen öğrenci ya da öğretmen, kendisini takımın başarısızlığından sorumlu hisseder. Aynı şekilde takım ruhu örgütsel başarılardan haz ve kıvanç duymaya yol açar. Buna göre birey ancak parçası olduğunu düşündüğü bütüne yönelir ve bu süreçte gönül gücüyle çaba gösterir.
Bir kararın etkileyeceği birey ve gruplar, o kararın alınmasına ne kadar çok
katılırlarsa, uygulanmasına da o kadar çok katılmaktadırlar. Toplam kalite
yönetimi yaklaşımında insanın rolü de, onun bu gönül gücünü ortaya çıkartmak ve herkesi takımın bir organı haline getirmek olarak karşımıza çıkmaktadır. Çağdaş okullarda tüm olarak okulun bir takım haline gelmesine çalışılmaktadır. Bu anlayışta okulun, alt sistemlerinin toplamından daha fazlasını
ifade ettiği kabul edilir. Bunun gereği olarak da bireylerarası işbirliği, etkileşim özendirilir. Takım haline gelebilmiş örgütlerde sinerji anlayışı hakimdir. Bu
kavram da çalışanların işbirliği ve etkileşime girmesini, birbirlerinden öğrenmelerini gerektirir. Takım haline gelebilmiş bir okulda çalışanların topyekün
bir takım halinde hareket etmeleri sağlanır. Takımda bir başına hareket etme,
“ben görevimi yapayım da başkaları ne yaparsa yapsın” yaklaşımları kabul
148
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi
görmez. ”Herkes kendinden sorumlu” anlayışı yerine, “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” yaklaşımı egemendir” (Gülşen, 2009; Kara, 2006).
Eğitimde biz duygusunu yerleştirecek olan işbirliğine dayalı öğrenme diye
de nitelendirebildiğimiz takım çalışmalarında, birçok olumlu gelişmenin
gözlenebileceği doğaldır. Eğitimdeki takım çalışmalarıyla öğrencilerin düşünme becerileri geliştirilmektedir. İşbirlikçi öğrenme yönteminde, pasif
bir şekilde bilgisayar ekranından bilgi okuma ya da öğretmenin sunduğu
bilgiyi dinleme yerine, birlikte çalışan öğrenciler öğrenme sürecine bağlanmış olurlar. Birlikte çalışan öğrenci çiftleri en etkili iletişim formunu ortaya
koyar, üçlü grup ve daha büyük gruplarda öğrenciler çiftler halinde çalışırken bir kişi, öteki partneri araştırma altındaki problemi tartışırken dinler.
Her ikisi de, partnerinin yorumları ve sorularını cevaplayarak ve daha hızlı
geri bildirim alarak, onları tartışarak, kendi fikirlerini formüle ederek değerli problem çözme yeteneklerini geliştiriyorlar.
İşbirlikçi öğrenme eleştirel düşünceyi teşvik eder ve tartışma boyunca öğrencilerin fikirlerini açıklamalarına yardım eder. İkili, üçlü grup ya da daha
fazlasının içinde tartışma ve müzakerenin seviyesi, bir öğretmenin tartışmaya rehberlik ettiği geniş hacimli bir sınıfa iştirak edenlerden çok daha
fazladır. Öğrenciler, tartışmaya iştirak etmek için uzun bir süre beklemek
zorunda kalmaksızın, fikirleri ve cevapları hakkındaki sorular ya da acil
geri bildirim alırlar. İşbirlikçi öğrenmenin bu yönü bütün sınıfın tartışmasını engellemez. Tartışmanın seviyesi daha memnun edici olur. İlaveten,
öğretmen geçici olarak bir grubun tartışmasına katılabilir ya da öğrenciler
tarafından ortaya çıkarılan kavram ya da sorunların izahına ya da grup
üyeleri tarafından yapılan sorulara kısa süreli katılabilir.
İşbirlikçi öğrenme sınıf içinde ve sınıf dışında öğrencilerin yeteneklerini ve
pratiklerini arttırmaktadır. İşbirlikçi öğrenme aktiviteleri ile eğitimin temel
görüşü olan bilgi kazanma ve üretme yeteneklerinin kazanılması kolaylaştırılabilir. Eleştirel düşünme yeteneklerini geliştirmek için öğrenciler temel bilgiye ihtiyaç duyarlar. Bu temel yetenekleri elde etmek bir dereceye
kadar hafıza çalışması ve tekrar gerektirir. Bu bireysel olarak yapılmaya
çalışıldığında sıkıcı olur. Bu süreçte öğrenciler birlikte çalışırsa, tekrar etme
yerine, daha eğlenceli ve ilginç bir öğrenme süreci olur.
İşbirlikçi öğrenme sözlü iletişim becerilerini geliştirir. Öğrenciler çiftler
halinde çalışırken bir partner öteki dinlerken kendi cevabını açıklar, soru
sorar ya da ötekinin duyduğu şey hakkında yorumlarını sorar. Birinin cevabını açıklaması, işbirlikçi sürecin çok önemli bir parçasıdır ve daha yüksek
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
149
Celal GÜLŞEN - Taner DURAN
düşünme yeteneği sunar. Öğrenciler gruplarda çalışırken sözlü olarak kendilerini ifade ederken, bir probleme yaklaşmanın uygun yollarını görür, bir
problem hakkında yalnız başına düşünme yerine bir grup olarak düşünmeyi öğrenir, gruptaki acemi öğrencilerin probleminin çözümüne iştirak
edebilirler. Bunu yaparken öğrenciler yüksek seviyede eleştirel düşünme
seviyesi de kazanırlar (Kara, 2006).
Takım çalışması esasına dayalı olan işbirlikçi öğrenme, öğrenme sorumluluğu alma, keşfedici ve etkin bir öğrenme ortamı da yaratmaktadır. İşbirlikçi öğrenmenin büyükçe bir merkezi (odak noktası) öğrencilerin öğrenme sürecine aktif bir şekilde katılmalarıdır. Her ne zaman iki ya da
daha fazla öğrenci bir soruyu cevaplamaya ya da bir problemi çözmeye
teşebbüs etse, öğrenciler keşfedici öğrenme sürecine karışırlar. Öğrenciler
birbirleriyle etkileşime girerler, bilgilerini ve fikirlerini paylaşır, ilave bilgi
arar, düşündüklerinin sonuçları hakkında karar alır ve bulgularını tüm sınıfa sunarlar. Onlar eşlerine ders verebilir ya da ders alabilirler. Öğrenciler,
sınıfın şekli ve tarzı ile ilgili öneriler boyunca, sınıfın yapısının oluşumuna
yardım etme fırsatına sahiptirler. Bu, konferans formatındaki derste ya da
öğretmen öncülüğündeki tüm sınıf tartışmalarında bile erişilemeyecek bir
öğrenci yetiştirme seviyesidir (Ölçüm ve Yaman, 2004).
İşbirlikçi öğrenmede öğrenciler birbirlerine yardım ederler ve grup içinde
okuyucu, kayıt tutucu gibi farklı roller alırlar. Öğrencilerin yeterli kılınması,
öğrencide olgunluk ve öğrenme süreçlerinde sorumlulukları besleyen bir
ortam yaratır. Öğretmen yönetici olmak yerine kolaylaştırıcı olur ve öğrencide pasif takip edici yerine iştirak etmeye gönüllü olur.
İşbirlikçi öğrenme, öğretmen adaylarına etkili öğretme stratejilerinin eğitimini sağlar. Öğretmen adayları işbirlikçi öğretime dayalı bir eğitim süreci
sonrası mesleğe başladıklarında, yöntemin önemli faydalarını ve öğrencilerin etkileşimini gözlemleyerek, kendi becerilerini de ilave ederek kendi
derslerinde uygulamaya gayret edeceklerdir.
İşbirlikçi öğrenme, öğrencilerin, öğretmenleri bilginin tek kaynağı olarak
düşünmelerinden vazgeçmelerine de yardımcı olmaktadır. İşbirlikçi öğrenme, öğrenci merkezli felsefeden hareket eder, öğrenciyi öğrenme sürecinde sorumluluk almaya teşvik eder ve sınıf dışında da grup halinde enerji
harcamaya teşvik eder. Öğretmen bir uzman olmaktan ziyade, rehber ve
kaynak olarak hizmet verir. Öğretmen bu durumda pasif değildir. İşbirlikçi
öğrenme, büyük oranda öğretmen tarafından hazırlık ve planlama gerektirir. Sonuçta öğretmen ve öğrenci seviyesinde yükselmeler görülür. Ayrıca
150
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi
öğrencilerin bir bilgiyi kendi kendilerine elde edebilmeleri yeteneğine sahip olması da motivasyon düzeyini yükseltir.
İşbirlikçi öğrenme yarış temelli olmaktan ziyade öğrenme temelli yaklaşımı
teşvik ettiği için yapıcı yaklaşıma da uyar. Bunun neticesinde öğrencilerin
araştırma yapmalarına ve derslere devam oranlarına olumlu etki gözlenir.
Öğrenciler kendi yapıları ve çözümlerini bir kez formüle etti mi, öğrenciler
eleştirel düşünürler. İşbirlikçi teknikleri, metin kitabı ya da öğretmen tarafından sunulan materyali yeniden üretmek yerine birlikte, cevaplar üretmeye çalıştıklarında ve soruları kendi dilleriyle tanımlama işine aktif bir
şekilde katıldıklarında yapıcı (etkileyici) yaklaşım oluştururlar. İşbirlikçi sürecin temeli olan etkileşim, öğrenciyi süreçleri kontrol edebileceği bir pozisyona yerleştirir ve öğrencileri özel vazifelerinin ürünü için tam sorumluluk
almaya teşvik eder. Öğrenciler takım yönetimi, anlaşmazlıkların çözümü
ve sosyal yetenekler oluşturma eğitimi alırlar. Kontrol öğrenci ile beraberdir çünkü öğretmen yönetmen değil, kolaylaştırıcı(rehber)dır. Öğrenciye,
gruplarının ürününün ne olacağına ve nasıl iş yapacaklarına karar vermeleri için bolca imkan verilir. Öğretmenleri ile tanışarak onlar ile bireysel
ilişkiler kuran öğrenciler ve sınıf dışında projelerde çalışan öğrenciler daha
iyi sonuçlar alırlar ve okulda kalmaya meylederler. Öğrencilerin problemlerini anlayan ve öğrencilerini tanıyan (bilen) öğretmenler bu problemlerle
ilgili yollar bulabilirler. Bu öğretmenler öğrencilerine yardım etme yollarını
formüle etmede büyük bir avantaja sahiptirler. Öğrenciler, genellikle öğrencilerini tanımak için zaman harcayan öğretmen tarafından etkilenirler
ve bu onları daha iyi performans için cesaretlendirir; bunun öğrencide ilave faydaları olur; öğrencinin notu yükselir, öğrenciler daha uzun hatırlama
gerçekleştirirler ve bilgiyi daha iyi transfer ederler. Derse devam ile dersteki
başarı arasında çok güçlü pozitif bir ilgileşim vardır” (Şimşek, 2006).Takım
çalışması temelinde işbirliğine dayalı bir eğitim sisteminde eğitimin kalitesinin yükseleceği kaçınılmaz bir gerçeklik olarak görülmektedir. Bu kadar
olumlu etkileri olduğu gözlenen bir anlayışın eğitimin bütün aşamalarında
uygulanması beklenmektedir. Yüksek öğretim kurumlarında da bu beklentinin yüksek düzeyde gerçekleşmesi için çaba gösterilmesi, eğitim sistemlerinin iyileştirilmesi çabalarının bir gayreti olarak görülmektedir. Yüksek
öğretimde özellikle öğretmen yetiştiren kurumlarda öğrenim gören öğrencilerin, meslek yaşamlarında da öğrenci merkezli bir anlayış benimsemeleri
için takım çalışmasına ağırlık verilmesi daha da önemsenmelidir. Bu öneme
binaen eğitim fakültesi öğrencilerinin takım çalışmalarına bakışlarını öğrenmek amacıyla böyle bir araştırma yapılması gerekli görülmüştür.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
151
Celal GÜLŞEN - Taner DURAN
Yöntem
Araştırmanın Amacı
Bu araştırma; “Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi”ni öğrenmek amacıyla yapılmıştır.
Araştırma Modeli
Araştırmanın yürütülmesinde genel tarama modeli kullanılmıştır. Nevşehir
Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi” konusundaki
görüşlerini belirlemek amacıyla “Takım Çalışması” anketi kullanılmıştır.
Araştırmanın Evren ve Örneklemi
Araştırmanın evrenini, Nevşehir Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim
Fakültesi’nde 2010-2011 eğitim ve öğretim yılında öğrenim gören öğrenciler oluşturmaktadır. Evrenin tamamına ulaşıldığı için ayrıca örneklem
alınmamıştır. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin ankete katılım frekans (f) ve yüzde (%) dağılımları Tablo 1’de gösterilmiştir.
Tablo 1. Örneklem Grubunun Ankete Katılım Frekans (f) ve Yüzde (%) Dağılımları.
Ankete
Örneklem Grubu
Nevş. Ünv. Ticaret ve Tur.
Eğt. Fak. Öğrencileri
Cevap Verenler
f
%
96
76,19
Cevap
Vermeyenler
f
%
30
23,81
TOPLAM
f
%
126
100
Veri Toplama Aracı ve Geliştirilmesi
Araştırmanın kuramsal verileri, alanyazın taraması yapılarak ve ilgili uzman
görüşleri alınarak belirlenmiştir. Görüşlerin belirlenmesi amacıyla da Kara
(2006) tarafından geçerlik ve güvenirliği test edilmiş olan “Beşli Likert Ölçeği’’ ile geliştirilmiş 45 maddelik “Takım Çalışması” anketi uygulanmıştır.
Verilerin Toplanması, Çözümlenmesi ve Yorumlanması
Araştırmada kullanılan anketle elde edilen verilerin yorumlanmasında evrenin tamamına ulaşıldığı için değerlendirmelerde sadece yüzde (%), aritmetik ortalama () ve frekans (f)’lara yer verilmiştir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin görüşleri, Nevşehir Üniversitesindeki “takım çalışmalarının düzeyi”, “takım çalışmalarının eğitim öğretime etkisi”,
“takım çalışmasının yönetimde etkisi”, “takım çalışmalarının öğrenciler
152
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi
üzerinde etkisi” olmak üzere dört farklı boyutta ele alınarak değerlendirilmiş ve tablolara yerleştirilerek yorumlanmıştır.
Bu yorumlama yapılırken ölçekteki aralıkların eşit olduğu düşüncesinden
hareket edilmiştir. Ölçeğin seçenekleri, sınırları ve ağırlık dereceleri Tablo2’deki şekilde belirlenmiştir.
Tablo 2. Anketteki Önermelere Katılım Derecelerine Verilen Ağırlıklar ve Bu Ağırlıkların Sınırları.
Ağırlık
1
2
3
4
5
Seçenek
Hiç
Az
Orta
Çok
Tam
Sınırlar
1.00–1.79
1.80–2.59
2.60–3.39
3.40–4.19
4.20–5.00
Bulgular, Tartışma ve Yorumlar
Araştırma sonucunda aşağıdaki bulgular elde edilmiştir. Elde edilen araştırma sonuçları tablolara yerleştirilerek Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin görüşlerini ışığında dört alt grup/problem halinde ele alınarak
Tablo:3, Tablo:4, Tablo:5 ve Tablo:6’da değerlendirilerek yorumlanmıştır.
Tablo 3. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Üniversitedeki Takım
Çalışması” ile ilgili Görüşleri.
Sıra
SORULAR
No
1 Üniversitemizde takım çalışmaları gereklidir.
2 Üniversitemizde takım çalışmaları yeterli düzeydedir
Okulumuzda yaratıcı ve faydalı takım çalışmaları
3
yapılmaktadır.
4 Okulumuzda takımlar arasında sağlam bağlar vardır.
5 Okulumuzda takımın içinde yaratıcılık teşvik edilir.
6 Takım çalışmaları ile okuldaki çatışmalar en alt düzeye iner.
Okulumuzda Kalite Yönetimi kapsamında öğrencilerin
7 problemlerini çözmeye yönelik oluşturulan öğrenci
temsilcilikleri öğrencilerin önerilerini dikkate almaktadır.
f
_
x
96
3,42*
*Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00
Tablo 3 incelendiğinde; ankete katılan öğrencilerin “Üniversitedeki Takım
_
Çalışması” ile ilgili önermelere genel aritmetik ortalama olarak “çok” (x
=3,42) düzeyinde katılım gösterdikleri görülmektedir. Öğrenciler yükse-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
153
Celal GÜLŞEN - Taner DURAN
köğretimde takım çalışmasının yapılmasının gerekli olduğuna, okullarında
yararlı takım çalışmalarının yapıldığına ve öğrencilerin takım çalışmalarına
katıldıklarına “çok” düzeyinde katılım göstermektedirler. Tablodaki
_ önermeler içerisinde en yüksek katılımın gerçekleştiği önerme “tam” (x=4,59)
düzeyinde katılımın gerçekleştiği “Üniversitemizde takım çalışmaları gereklidir.” önermesi olmuştur.
Tablo 4. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Takım Çalışmasının
Eğitim Öğretime Etkisi” ile ilgili Görüşleri.
_
Sıra
SORULAR
x
f
No
1 Takım çalışmaları okulların yapısına uygundur
Takım çalışmaları ile dayanışma ve iletişim sağlanarak daha
2
verimli çalışma elde edilir
Takım çalışmaları eğitim öğretimde kalitenin artmasına katkı
3
sağlar.
Takım çalışmaları ile fakültemizde zamandan tasarruf
4
sağlanmaktadır.
5 Takım çalışmaları ile kişisel gelişime fırsat verilir ve teşvik edilir.
6 Takımlar, işlerin yapılmasını daha kolay hale getirir.
Öğrencilerin yeteneklerinden daha fazla yararlanmak için
7
takım çalışmaları en uygun yöntemdir
8 Takım çalışmaları öğrencilerin derse katılmalarına imkân verir
Takım çalışmalarında öğrenciler yeteneklerini deneme fırsatı 96 3,69*
9
bulurlar.
10 Takım çalışmalarında üyelere fikirlerini uygulama fırsatı verilir.
11 Takım çalışmaları ile karşılıklı saygı geliştirilir.
Takım çalışmaları, takım yanında bireysel başarıyı da
12
geliştirmeye yardım eder.
13 Takım çalışmaları okuldaki demokratikleşme sürecini hızlandırır.
Takım çalışmaları öğrencilerin derslerden daha fazla
14
hoşlanmalarını sağlar
Takım halinde çalışmak, öğrencilerin enerjisini ve başarısını
15
arttırır.
Takım çalışmalarında öğrenciler hedefe ulaşmak için
16
birbirlerine destek olurlar.
*Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00
Tablo4 incelendiğinde; ankete katılan öğrencilerin “Takım Çalışmasının
Eğitim Öğretime
Etkisi” konusundaki önermelere genel ortalama olarak
_
“çok” (x=3,69) düzeyinde katılmaktadırlar. “Takım çalışmasının eğitim
öğretime etkisi” yönündeki görüşleri “çok” olarak desteklemektedirler.
154
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi
Önermeler içerisinde ayrıntılı değerlendirme yapıldığında_ise, öğrencilerin
en yüksek düzeyde katılım gösterdikleri önerme, “tam” (x=4,19) düzeyinde katılımın gerçekleştiği “Takım halinde çalışmak, öğrencilerin enerjisini
ve başarısını arttırır.” önermesi
_ olmuştur. En az düzeyde katılımın gerçekleştiği önerme ise, “orta” (x=3,08) düzeyi ile “Takım çalışmaları okulların
yapısına uygundur” önermesi olmuştur. Bu sonuçlara bakarak öğrencilerin üniversitelerde takım çalışmasının eğitim ve öğretime etkisinin “çok”
olduğunu; ancak takım çalışmasının okulların yapısına uygun olmadığını,
yapılan takım çalışmalarının okulların yapısına yeterli düzeyde önem verilmeden yapıldığını belirttikleri görülmektedir. Genel değerlendirme yapıldığında ise, üniversitelerde takım çalışmalarının eğitim öğretim üzerindeki
etkisinin çok düzeyinde olduğunu düşündükleri görülmüştür.
Tablo 5: Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Takım Çalışmasının
Yönetime Etkisi” ile ilgili Görüşleri.
_
Sıra
SORULAR
x
f
No
1 Takım çalışmaları öğretim elemanlarını motive eder.
2 Takım çalışmaları yöneticileri motive eder.
3 Takım çalışmaları okulda her bireye sorumluluk bilinci verir.
Öğrenciler arasında takım çalışması yapılması okulumuzun
4
kendisini geliştirmesine yardımcı olmaktadır.
Okulumuzda yapılan takım çalışmaları okul yönetiminin
5
planlamasına katkı sağlar.
Okulumuzda yapılan takım çalışmaları okulun örgütsel
6
yapısını kurmada etkilidir.
Başarılı yöneticiler başarılı takımlarla çalışarak öğrenci
7
başarısını olumlu olarak etkilemektedir.
Okulumuzda yapılan takım çalışmaları işgörenin
96 3,84*
8
eşgüdümlenmesinde etkilidir.
Takım çalışmaları ile yönetim ve öğrenciler arası iletişim
9
sorunlarına etkili çözüm getirilir.
Takım çalışmaları ile öğretmenlerin daha disiplinli çalışması
10
sağlanır.
Okulumuzda yapılan takım çalışmaları okulumuzun
11
denetleme sürecini olumlu etkilemektedir.
Yöneticilerimiz, öğrenci temsilciliklerinin önerilerini dikkate
12
alarak iyileştirme yaparlar.
13 Yöneticilerimiz okuldaki takım çalışmalarını desteklemektedir.
Okulumuzda yapılan takım çalışmaları yönetsel iletişimi
14
olumlu etkilemektedir.
*Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
155
Celal GÜLŞEN - Taner DURAN
Tablo 5 incelendiğinde; ankete katılan öğrencilerin “Takım Çalışmasının
Yönetime
Etkisi” konusundaki önermelere genel ortalama olarak “çok”
_
(x=3.84) düzeyinde katılmaktadırlar. “Takım çalışmasının yönetime etkisi”
yönündeki görüşleri “çok” olarak desteklemektedirler. Önermeler içerisinde ayrıntılı değerlendirme yapıldığında ise,_ öğrencilerin en yüksek düzeyde katılım gösterdikleri önerme, “tam” (x=4.29) düzeyinde katılımın
gerçekleştiği “başarılı yöneticiler başarılı takımlarla çalışarak öğrenci başarısını olumlu olarak etkilemektedir.” önermesi
olmuştur. En az düzeyde
_
katılımın gerçekleştiği önerme ise, “orta” (x=3.00) düzeyi ile “yöneticilerimiz, öğrenci temsilciliklerinin önerilerini dikkate alarak iyileştirme yaparlar.” önermesi olmuştur. Bu sonuçlara bakarak öğrencilerin üniversitelerde
takım çalışmalarının yönetimde önemsenmesi ve kullanılması gerektiğini
düşündüklerini; ancak üniversitelerde yöneticilerin öğrencilerin isteklerine
gereken önemin verilmediğini ve bunu dikkate alarak iyileştirmelerin yapılmadığını belirttikleri görülmektedir. Genel değerlendirme yapıldığında
ise, üniversitelerde takım çalışmasının yönetimde etkisinin çok olduğu görülmektedir.
Tablo 6. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Takım Çalışmasının
Öğrenciler Üzerinde Etkisi”ile ilgili Görüşleri.
Sıra
SORULAR
No
1 Takımlar, daima yapabileceklerinin en iyisini yaparlar
Takım çalışmaları ile öğrenciler arasında karşılaşılan disiplin
2
sorunlarına etkili çözüm getirilir.
Okulumuzdaki öğrenciler birbiriyle kolay ve sıkça iletişim
3
kurarlar.
4
Okulumuz öğrencileri, okul kurallarına uyarlar
5
Okulumuz öğrencileri, derslere devamsızlık yapmazlar
6
Okulumuz öğrencilerinin derslere katılımı yeterli düzeydedir
7
Okulumuz öğrencilerinin okula geç kalma sorunu yoktur
Okulumuz öğrencileri, birbirlerine karşı saygılı
davranmaktadır
8
f
×
96
3,21*
*Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00
Tablo 6 incelendiğinde; ankete katılan öğrencilerin “Takım Çalışmasının
Öğrenciler Üzerinde
Etkisi” konusundaki önermelere genel ortalama ola_
rak “orta” (x=3,21) düzeyinde katılmaktadırlar. Takım çalışmasının öğ-
156
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi
renciler üzerindeki etkisinin “orta” düzeyde olduğunu düşünmektedirler.
Önermeler içerisinde ayrıntılı değerlendirme yapıldığında ise,
_ öğrencilerin
en yüksek düzeyde katılım gösterdikleri önerme, “çok” (x=3.86) düzeyinde “Takım çalışmaları ile öğrenciler arasında karşılaşılan disiplin sorunlarına etkili çözüm getirilir.” önermesi
olmuştur. En az düzeyde katılımın
_
gerçekleştiği önerme ise, “az” (x=2,44) düzeyinde ile “Okulumuz öğrencileri, derslere devamsızlık yapmazlar.” önermesi olmuştur. Bu sonuçlara
bakarak öğrencilerin takım çalışmasının öğrenciler üzerinde olumlu olduğunu düşündüklerini; ancak devamsızlık üzerinde herhangi bir etkisinin
olmadığını düşündükleri görülmektedir. Genel değerlendirme yapıldığında ise, takım çalışmasının öğrenciler üzerinde etkisinin “orta” düzeyinde
olduğunu düşündükleri görülmüştür.
Tablo 7. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi öğrencilerinin “Takım Çalışmaları”
İlgili Önermeler Konusundaki Görüşlerinin Genel Ortalamaları.
Grup
Sıra
No
1
2
3
4
SORULAR
“Üniversitedeki Takım Çalışması” İle İlgili Görüşleri
İçeren Maddeler
“Takım Çalışmasının Eğitim Öğretime Etkisi” İle İlgili
Görüşleri İçeren Maddeler
“Takım Çalışmasının Yönetime Etkisi” İle İlgili Görüşleri
İçeren Maddeler
“Takım Çalışmasının Öğrenciler Üzerinde Etkisi İle İlgili
Görüşleri İçeren Maddeler
GENEL ARİTMATİK ORTALAMA
Madde
sayısı
_
x
7
3,42
16
3,69
14
3,84
8
3,21
3,54
*Hiç(1):1.00-1.79 Az(2):1.80-2.59 Orta (3): 2.60-3.39 Çok(4): 3.40-4.19 Tam(5):4.20-5.00
Anketinin alt bölümler olarak ayrı ayrı değerlendirmesi yapıldığında ise,
öğrencilerinin “Üniversitedeki Takım Çalışmasına
_ İlişkin” düşünceleri içeren önermelere genel ortalama olarak “çok” (x=3,42) düzeyinde katıldıkları görülmüştür. “Takım Çalışmasının Eğitim Öğretime _Etkisine İlişkin” yönündeki önermelere ise genel ortalama olarak “çok”(x=3,69) düzeyinde
katılım gösterdikleri görülmüştür. “Takım Çalışmasının Yönetime
_ Etkisine
İlişkin” düşünceleri içeren önermelere genel olarak “çok” (x=3,84) düzeyinde katılmışlardır. “Takım Çalışmasının Öğrenciler Üzerinde _Etkisine
İlişkin” yönündeki önermelere ise genel ortalama olarak “orta” (x=3,21)
düzeyinde katılım gösterdikleri görülmüştür.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
157
Celal GÜLŞEN - Taner DURAN
Sonuçlar ve Öneriler
Araştırmada varılan genel sonuçlar şunlardır:
1. Öğrencilerin üniversitelerde takım çalışmalarının gerekli olduğunu düşünmektedirler.
2. Yükseköğretimde takım çalışmasının eğitim ve öğretime etkisinin olumlu olduğunu; ancak takım çalışmasının okulların yapısına uygun olmadığını yapılan takım çalışmalarının okulların yapısına yeterli düzeyde
önem verilmeden yapıldığını belirtmektedirler.
3. Yükseköğretimde takım çalışmalarının yönetim tarafından önemsenmesi ve kullanılması gerektiği; ancak üniversitelerde yöneticilerin, öğrencilerin isteklerine gereken önemi vermediği düşünülmektedir.
4. Öğrenciler okulda kalite yönetimi kapsamında öğrencilerin problemlerini çözmeye yönelik oluşturulan öğrenci temsilciliklerini yeterli düzeyde
desteklenmediğini belirtmektedirler.
Araştırmada varılan sonuçlar doğrultusunda şunlar önerilebilir:
1. Yükseköğretimde takım çalışmalarının yapılmasını temin edecek, yapılan çalışmaların gelişmesini teşvik edecek düzenlemeler (eğitimöğretim, müfredat, öğretim ilke ve yöntemler vb.) yapılmalıdır.
2. Üniversitelerde takım çalışmasına mevcut durumdakinden daha fazla
önem verilmelidir ve takım çalışmalarına ilişkin etkinlikler arttırılmalıdır.
3. Yükseköğretimde kalite yönetimi kapsamında öğrencilerin problemlerini çözmeye yönelik oluşturulan öğrenci temsilcilikleri yeterli düzeyde
desteklenmelidir.
4. Araştırmanın daha genel sonuçlara ulaşabilmesi için ilgili değişik kesimlerin de görüşlerine başvurulmalıdır.
Kaynaklar
Başaran, İ.E., 2000, Eğitim Yönetimi Nitelikli Okul, Feryal Matbaası, Ankara.
Cafoğlu, Z., 1996, Eğitimde Toplam Kalite Yönetimi, Avni Akyol Ümit Kültür ve
Eğitim Vakfı, İstanbul.
Doğan, E., 2002, Eğitimde Toplam Kalite Yönetimi, Academyplus Yayınevi, Ankara.
Erdoğan, İ., 2004, “Okul Ortamında Performans Geliştirme ve İnsan Kaynakları
Yönetimi”, Özel Okullar Birliği Yayınları, Özel Okullar ve Eğitim Yönetimi
Sempozyumu, 25-27 Ocak 2004, Antalya.
158
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yükseköğretim Öğrencilerinin Başarılarına Takım Çalışmasının Etkisi
Gülşen, C. (2009). “Eğitim Denetiminde Kalite Yönetimi”. Milli Eğitim Dergisi.
Yıl:38, Sayı:182, Sf:149-167.
Gülşen, C, vd. (2010). Kuram ve Uygulamada Sınıf Yönetimi. Anı Yayıncılık. Ankara.
Kara, M. (2006). Eğitimde Takım Çalışması ve Okul Başarısı (İstanbul Okullarında
Ampirik Bir Çalışma), Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Yeditepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
MEB.(Milli Eğitim Bakanlığı), 2001, “T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Personel Genel
Müdürlüğü Yönetimi Değerlendirme ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı MEB
Taşra Teşkilâtı Toplam Kalite Yönetimi Uygulama Projesi Kılavuzu”, MEB
Yayınevi, Ankara.
MEB, (2011). www.meb.gov.tr. (ET:10.09.2011).
Ölçüm Ç. M. 1998, İlköğretim Okullarında Takım Çalışması, Alfa Basım Yayım
Dağıtım, İstanbul.
Ölçüm Ç. M. ve Yaman, E. (2004). “Kaliteli Okulda Etkin Yönetim Anlayışının Bir
Göstergesi: Takım Çalışması”, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı:19, s.43-54, İstanbul.
Sabuncuoğlu, Z. ve Tuz, M. (1995), Örgütsel Psikoloji. Ezgi Kitapevi, Bursa.
Şişman, M., 2002, Öğretim Liderliği, Pegem A Yayıncılık, Ankara.
TDK (Türk Dil Kurumu). (2011). “Türkçe Sözlük”. www.tdk.gov.tr. (ET:10.09.2011).
Ünal, S., 1998, “Takım Kurma ve Yönetme Süreci”, Marmara Üniversitesi Atatürk
Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı:10, s.287-297, İstanbul.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
159
TANRI’NIN YAŞADIĞI BİR YER. NEVŞEHİR BÖLGESİ’NDE
HRİSTİYAN KİLİSESİNİN GELİŞİMİ (IV-XIII YÜZYILLAR ARASI)
VE BU KİLİSENİN GÖRSEL SANATLARDAKİ ROLÜ
A LAND DWELT BY GOD. THE DEVELOPMENT OF CHRISTIAN
CHURCH IN THE REGION OF NEVŞEHIR (IV-X CENTURIES) AND
ITS ROLE IN VISUAL ARTS
Chiara BORDINO*
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, görevleri Hristiyanlığı dört bir yana yaymak
olan ve M.S. V. yüzyılda bunun için çok çaba gösteren başlıca
Hristiyan yazarlar zamanından, Bizans hükümdarlığının hakim
olduğu yüzyılların da sonrasına kadar olan dönemde, Nevşehir
Bölgesi’ndeki Hristiyan Kiliseleri’nin gelişimini, yazılı kaynaklar ve
kullanılan malzemeleri inceleyerek ortaya çıkarmaktır. Nevşehir
Bölgesi’nde, hatta daha genel anlamda Kapadokya’da yer alan ve
yüzyıllar öncesine dayanan keşiş kiliselerinin tüm özellikleri ile gözler önüne serilmesi, bölgede Bisanz döneminde son derece gelişen
olağanüstü güzellikteki sanat ile ilişkisinin tam olarak ne olduğunu
anlamada çok faydalı olabilir. Konuyla ilgili olarak çalışmada farklı
özellikler ele alınacaktır: rahiplerin, keşişerin bölge toprakları üzerinde dolaştıkları yerler, papazların konakladığı mekanların bölge
topraklarında yayılımı ve bu kişilerin, eserlerin yapılmasını emreden, finansman sunan kişilerle aralarındaki ilişkiler; ikonografik
çalışmalarda Kapadokya’da mevcut olan teolojik düşüncelerin etkisi; gerçek inancın, Hristiyanlık içinde mevcut olan sapkınlıklara
karşı savunulması ve aziz rahiplerin tanıtılması ile Hristiyan olmayan işgalcilerin etkileri. Bu araştırma, Tuscia Üniversitesi’nin,
2006 yılından beri Nevşehir Bölgesi’nde yürüttüğü kayalık resimlerle ilgili çalışmalar çerçevesinde gerçekleştirilecektir. (Bakınız M.
Andoloro’nun ve P. Pogliani’nin bu Sempozyum’daki katkıları).
* Researcher at University of Tuscia, Department of Sciences of Cultural Heritage, Viterbo, Italy,
e-mail: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
161
Chiara BORDINO
Anahtar Kelimeler: Bizans, V. yüzyılın Hristiyan Yazarları, Rahipler,
Keşişler, Kayalık Resim, İkonografi.
ABSTRACT
From the time of Church Fathers to the subsequent centuries of the
Byzantine era, the paper aims to investigate written sources and
material evidence in order to retrace the development of Christian
Church in the region of Nevşehir. A clearer focus of the several
faces of Church in Nevşehir and more generally in Cappadocia will
be useful for a better understanding of its role in the extraordinary
artistic flowering that occurs in the region in the Byzantine era.
Concerning this, several aspects will be considered: the spread and
circulation of bishops, presbyters and monks on the territory and
their role in artistic patronage; the influence of Cappadocian theological reflection on the elaboration of iconographic programs; the
defence of orthodoxy against christian haeresies and non Christian
invaders through the representation of the series of saints bishops.
This investigation will be conducted within the context of the study
of rock paintings in the region of Nevşehir that Tuscia University is
carrying out since 2006 (see also M. Andaloro and P. Pogliani in
this Symposium).
Key Words: Byzantium, Church Fathers, Bishops, Monks, Rock
painting, Iconography.
Within the research project of the University of Tuscia in Cappadocia, presented in this symposium by Maria Andaloro and Paola Pogliani1, we’re
carrying out studies on written sources and material evidence in order to
reconstruct the development of Christian Church in Cappadocia in the
Byzantine era and its role in the realization of cave churches and pictorial
decorations.
Christianity grows in Cappadocia in really ancient times, in the Apostolic
age (I a.D.)2. The first Epistle of Peter (1,1) mentions the Christian commu1
For the research mission of Tuscia University in Cappadocia, see ANDALORO 2008, ANDALORO
2009 a, ANDALORO 2009 b, ANDALORO 2010, ANDALORO 2011 a, ANDALORO 2011 b, ANDALORO 2011 c.
See also the contributions of Maria Andaloro and Paola Pogliani in these proceedings.
2 For the beginning of Christianity in Cappadocia, see KOSTOF 1972, pp. 6-8; THIERRY 2002, pp.
61-63.
162
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
nities of Cappadocia, along with those of Bithynia and Galatia. Caesarea
(Kayseri) was bishopric since the 2nd century. In the 3rd century it was a
metropolitan see and an important centre for theological reflection at the
time of the bishops Alexander and Firmilianus.
In the 4th century Cappadocian Church lived a golden season, being in
a position of power never gained again. The metropolis of Caesarea was
the ecclesiastical centre of the Diocese of Pontus and also the Mother of
Armenian Church: Bishop Leontius of Caesarea consecrated St. Gregory
the Illuminator, sending him to baptize and evangelize the Armenian King
Tiridates and his people3.
Meanwhile, an articulated system of dioceses had been established. The
Council of Nicaea of 325 (first ecumenical council) was attendend by five
cappadocian bishops: the bishops of Cesarea, Tyana, Kybistra, Komana,
Parnassos. Each of them was accompained by five chorepiscopoi, rural
bishops, who were intermediaries beetween episcopal sees and countryside4. In the second half of the century Cappadocia becomes one of
the most important regions of the Christian world, thanks to the three
Cappadocian Fathers, Basil of Caesarea, Gregory of Nazianzus, Gregory
of Nyssa5. Bishops and figures among the most important of the Early
Christian Church, they were actively engaged in theological debates,
exegesis of the Holy Scriptures, Christian preaching; they’re venerated
as saints in both Western and Eastern Church, and with their writings
they’ve transmitted an outstanding theological and doctrinal heritage to
all Christendom.
Basil, M metropolitan of Cesarea, appointed his brother Gregory bishop
of Nyssa, diocese that he established after losing control on many bishoprics due to reform of Emperor Valens, who, in 372, divided Cappadocia into two smaller provinces: Cappadocia Prima, whose metropolis was
Caesarea, and Cappadocia Secunda, with metropolis Tyana6.
The acts of ecumenical councils and the Notitiae Episcopatuum (i.e. documents that provide the list and hierarchical rank of bishoprics in a region)
allow us to reconstruct the evolution of the system of dioceses in the
3
4
5
6
GAIN 1985, pp. 6-7.
HILD-RESTLE 1981, pp. 112-113.
GAIN 1985; THIERRY 2002, pp. 65-67; VAN DAM 2003; MÉTIVIER 2005.
HILD-RESTLE 1981, pp. 112-113; MÉTIVIER 2005, pp. 41-42.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
163
Chiara BORDINO
provinces corresponding to the territory of present-day Cappadocia, from
5th to 9th century:
province of Cappadocia Prima: metropolis: Caesarea; suffragan sees
(under the control of metropolitan bishop): Nyssa (4th century), Basilica
Therma (5th century), Kamulianai (6th century), Theodosiupolis Armenias, Kiskisos;
province of Cappadocia Secunda: metropolis: Tyana; suffragan sees: Kybistra, Phaustinopolis, Sasima;
province of Cappadocia Tertia (founded by Justinian): metropolis: Mokissos; suffragan sees: Nazianzus, Koloneia, Parnassos, Doara.
Province of Armenia Secunda: metropolis: Melitene; suffragan sees:
Arka, Kukusos, Ariaratheia, Komana, Arabissos7.
From the 7th to 9th centuries no further development of the episcopal
structure could take place in Cappadocia, since the region had to fight
with recurrent invasions ad attacks by Arabs. The conformation established in the previous centuries remained formally unchanged; anyway,
not in every time and not in all dioceses the Church was able to maintain
a real control on the territory; sometimes the bishops were forced to live
outside the province8.
The Notitiae Episcopatuum issued in the 10th century by Emperor Leo VI
and by the Patriarch Nicholas Mystikos (901-907) record a considerable
increase of dioceses in Cappadocia I, while the situation did not change
substantially in Cappadocia II and III. Cappadocia I had now fifteen suffragan sees: Nyssa, Basilica Therma, Dasmendron, Kamulianai, Kiskissos,
Euaissa, Seberias,
Ariaratheia (Kase), Aipolioi, Aragena, Hagios Prokopios, Sobesos Tzamandos, Siricha. It is important to notice that some of these are located in
the territory of cave churches, monasteries and buildings (Haghios Prokopopios, Sobesos, Tamisos), as well as some newly founded bishoprics in
other cappadocian provinces: Balbissa in Cappadocia II and Matiane, near
the settlement of Göreme, in Cappadocia III9.
7
8
9
HILD-RESTLE 1981, pp. 112-114.
IBID., pp. 114-115.
IBID, pp. 116 ff.
164
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
We have briefly traced the evolution of the system of diocesis. Aiming to
investigate the different faces of the Church in Cappadocia in the Byzantine age, we must nevertheless take account also of another important
component, that is, monasticism. In the 4th century Basil founded the
monastic system of the region, establishing a rule that would have been
the most followed in Eastern Christianity. This rule, although admitting
moderate forms of asceticism, was based essentially on cenobitism, the
most perfect form of monastic life in Basil’s opinion. The life of monks
was marked by work and prayer, obedience and poverty. Monastic communities were subordinate to the authority of the Bishop, so as to integrate the monastic system in the structure of the Church10.
Sources of the subsequent centuries provide us very few news about the
development of monasticism in Cappadocia. We know that Cappadocian
monks played an active role in founding Palestinian monastic communities11. Sabas, leader of the palestinian monasticism, was born in Cappadocia. In the Middle Byzantine Period eminent monks or nuns belong to families of the cappadocian aristocracy: among them, Irene of Chrysovalantou
(9th century)12 and Michael Maleinos, uncle of Nicephorus II Phocas13.
The sources so far considered allow us to reconstruct the evolution of
the Episcopal structure and of the monastic system in Cappadocia in
the Byzantine period, but offer us few evidence about the role actually
played by bishops, priests and monks in patronage and attendance of
cave churches.
For this it is essential to link the study of the sources with survey and
direct observation of monuments. First of all we must consider the distribution of cave churches and monastic settlements in the territory. Studies of ecclesiastical topography led notably by Frederick Hild shows that
churches and monastic settlements were located near major civic centres,
Urgup, Avcilar, Sovis, Ortakoy, Avanos, Niğde, Nevşehir, and of the main
arteries of the region’s highway system14.
In addition to that, within the survey that we are conducting since 2006
10
11
12
13
14
PATRICH 1995, pp. 28 ff.; CREMASCHI 2001; KOSTOF 1972; RODLEY 1985.
PATRICH 1995, pp. 39, 45, 47-48, 68, 227.
STAVRAKAS 1978, p. 104; TETERIATNIKOV 1996, p. 191.
PETIT 1902; TETERIATNIKOV 1996, p. 191.
HILD 1981; TETERIATNIKOV 1996, pp.184-187.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
165
Chiara BORDINO
in the region of Nevşehir, and that in the last campaign was particularly
focused on the territory of Göreme Open Air Museum, we aim not only
to study the individual monuments and their pictorial decorations, but
also to reconstruct the general context in which they are placed, investigating the dynamics of the progressive spread of churches and monastic
settlements and trying to understand relationships between churches,
monasteries and rock buildings with civil function15. We are conducting
this survey also taking account of more recent studies, due to american
scholars, like Robert Ousterhout and Veronica Kalas, which are particularly attentive to the extent of civil architecture in Cappadocia, and tended
to reduce the importance of monastic presence, interpreting as aristocratic residences cave buildings which had previously been identified as
monasteries16.
Other channel to be considered for the study of religious patronage in
Cappadocia is that of the portraits and inscriptions that mention the role
of purchasers and donors in the paintings of rock churches. Here the
direct observation of monuments has to be placed side by side to wideranging studies of Nicole Thierry and Catherine Jolivet Levy17 and filings
of donor portraits and inscriptions made by Natalia Teteriatnikov and Lisa
Bernardini18. A general consideration in this regard reveals a mixed role
of civil society and religious patronage (monks, priests, deacons) and the
existence of close relations between secular and monastic communities,
with the first ones supporting even economically, the monks coming from
Cappadocian aristocracy and middle class.
Among the many possible cases, we remember here two inscriptions that
are object of study in our mission: the dedicatory inscription of the Forty
martyrs Church in Şahinefendi, which mentions the patron, abbot Makarios, and the painter, the monk Etius19;
15
16
TETERIATNIKOV 1996, pp.184-187; 230-232.
See MATHEWS-DASKALAKIS MATHEWS 1997; OUSTERHOUT 1997; KALAS 2004; OUSTERHOUT
2005; KALAS 2006; KALAS 2007; KALAS 2009.
17 THIERRY-THIERRY 1963; THIERRY 1983; THIERRY 1994; THIERRY 2002; JOLIVET-LÉVY 1991;
JOLIVET-LÉVY 2001 (2002).
18 BERNARDINI 1992; TETERIATNIKOV 1996, pp. 187-224. On portraits of donors in Cappadocian
painting see also LAFONTAINE-DOSOGNE 1963; SCHIEMENZ 1976; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002),
pp. 55-90.
19 DE JERPHANION 1925-1942, texte vol. II.1, pp. 158-159; RESTLE 1967, vol. I, p. 159. English
translation by Chiara Bordino.
166
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
«Ἀνεκενίσθυν ὁ πάνσεπτως να[ό]ς [οὗτος]
τὸν τοῦ Χ(ριστοῦ) μαρτήρον μ’, δηὰ σινδρ[ομῆς]
τοῦ δούλου τοῦ Θεοῦ Μακάρει εἰερομο(νά)χ(ου), ἀντ’ἀδι
[κημάτων]
αὐτ[οῦ, χι]ρὶ Ἐτίου μο(νά)χ(ου), ἔτους ͵ςψξε’, ἐνδ(ικτιῶνος) ε’,
ἐπὴ βασυλέος
[Θεοδώρου Λάσκαρι]»
This most august Temple of the Forty Martyrs of Christ was
renovated by abbot Makarios, in expiation for his sins, at the
hand of Aetius monk, in the year 6725, 5th indiction, at the
time of emperor (Theodore Lascaris) (picture 1).
Picture 1. Şahinefendi, Forty Martyrs Church, dedicatory inscription.
and that of saint Basil in Mustapaşa, which names the patron Nicander,
perhaps belonging to military aristocracy, and the priest Constantine, in
addition to the painter, whose name is missing20:
20
DE JERPHANION 1925-1942, texte vol. II.1, p. 109. English translation by Chiara Bordino.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
167
Chiara BORDINO
Κοσμος Ν]ικαντ[ρου δαπ]α[νη σ]εβ(α)σμ[ιος]
κ(ε)νοτα τ[υ]χη τυς ενδο[ξου] υκησας,
ηκον υπαρχη του σεβας[μ]ηου ξυλου.
Κ(υρι)ε παντοτε φυλατε [τ]ω σω δουλ[ω Νικαντρω?] κ(ε)
Κοσταντηνο πρεσβυτερον
χαρησε αυτους αφεσην αμαρτηον χαρη [σε κ]ε ελεος κε) βοηθηαν
το σο δουλο ζουγραφο.
The venerable decoration that, at the expense of Nicander,
renews the walls of this glorious residence, consists of an
image of the Holy Wood. Protect your servant Nicander and
priest Constantine always, oh Lord.Grant them forgiveness of
sins and give your compassion and your help to thy servant,
the painter (picture 2).
Picture 2. Mustafapaşa, Church of saint Basil, dedicatory inscription, detail.
Considering now specifically the paintings, I should like to suggest some
food for thought about the role of the Church in the elaboration of the
iconographic programs. It seems that Cappadocian bishops and presbyters were very actively involved in ideating pictorial decorations, supported by a deep, original and long lasting tradition of theological reflection
and biblical exegesis.
168
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
Cappadocian church had to face specific problems and conditions, and,
although it maintained relations with the Patriarchate of Constantinople,
to whom authority it was subjected, it was also able to develop a considerable autonomy, thanks to the distance from Byzantium. All these
circumstances had consequences in artistic production.
Many issues would be implied, and we cannot dwell on them here; we
mean to focus on one element, the glorification and commemoration of
local early Christian church. This attitude developed little by little from the
early Christian times to the subsequent centuries of the byzantine era,
and it was particularly strong and aware in 10th century. The theological school of Caesarea is supposed to be the birthplace of this attitude,
which we can find both in literary works and in pictorial decorations.
Cappadocian Church boasts its really ancient origins referring particularly
to the figure of the Apostle Peter. Already in previous centuries there was
an early and wide diffusion, in this region, of the many apocryphal writings concerning Peter or attributed to him, like the Gospel, the Preaching,
the Apocalypse and the Acts21. The commentary on the Apocalypse by
Andrew of Caesarea, written in the 6th century, quotes the apocryphal
Acts of Peter22. Little by little a legendary tradition takes hold, according
to which Peter was the first bishop of Caesarea, after having been Bishop
of Antioch and before leaving for Rome. In the first half of 10th century
this legend is upheld by Arethas (860-930), bishop of Caesarea, in a letter
addressed to Eustathius, Bishop of Side23:
Πέτρος σοι, βέλτιστε, τῶν τοῦ Χριστοῦ ἀποστόλων ὁ πρόκριτος
καὶ τῆς κατὰ Χριστὸν πίστεως ὁ θεμέλιος, τὴν τῶν μεταθέσεων
ἐμπεδοῖ ἀταξίαν, ἐξ Ἀντιοχείας δῆθεν τῆς Συρίας εἰς τὴν
Καππάδοσσαν Καισάρειαν μεταβαίνων κἀντεῦθεν εἰς τὴν ἐπὶ
Θύμβριδι Ῥώμην;
ἀλλ’ὦ περιττὲ τὴν πολυπλανεστάτην σοφίαν, εἰ πρὸς τὰ
21
22
NORELLI 1991; THIERRY 2002, p. 62.
Andrew of Caesarea, Commentary on Apocalypse, XXXVII, in MIGNE 1857-1866 (PG), vol. 106,
340. See VOUAUX 1922.
23 Arethae archiepiscopi caesariensis Scripta minora, recensuit L. G. Westerink, Lipsiae, 1968-1972,
vol. I, 1968, 298.9-14-299.1-3. English translation by Chiara Bordino. The role of Arethas in transmitting the tradition of Peter first bishop of Cesarea is affirmed also by C. Jolivet and N. Thierry,
although without mentioning the letter to Eustathius: THIERRY 2002, p. 62, n. 4; JOLIVET-LÉVY
2001 (2002), p. 246.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
169
Chiara BORDINO
ἀρχαΐζοντα τῆς ἡμῶν πίστεως ἀναλάμενος καὶ τὰς οἱονεὶ
κρηπῖδας τῆς μετὰ ταῦτα ἀσφαλεστέρας ἐποικοδομῆς
κατολιγωρεῖς.
So, my excellent friend, does Peter, first among the Apostles
of Christ and foundation stone of the faith in Christ, support
you in your insubordination about changing episcopal see,
because he moved from Antioch of Syria to Caesarea in Cappadocia and later to Rome on Tyber?
Your extraordinary wisdom actually leads to many mistakes,
if, wandering in this way among the antiquities of our faith,
you disregard the fundamentals of the safe construction
which is based on them.
Extolling the link with the Apostle, Caesarea of Cappadocia presented
itself as a new Rome, alternative and not inferior to the old one and to
Byzantium.
The exaltation of Peter is evident even in paintings. First of all we remember how in the complex iconographic program of Tokalı Kilise Peter has,
in some scenes of Acts of the Apostles painted on the ceiling (the Sending
out the Apostles on a mission and the Consecration of the first deacons),
a leading role, which is not expressly attributed to him in the text of the
Acts24.
Secondly, we may focus on the representation, quite rare in Cappadocia,
of the martyrdom of Peter and Paul in the vault of the north bay of the
Church of Balkan Dere n. 4 near Ortahisar (pictures 3-4)25. Peter, naked,
wearing only a white cloth around his waist, stands in front of Emperor
Nero in the western part of the vault, holding a big cross and being accompanied by two executioners. A long inscription states that the saint,
declaring himself unworthy to be crucified like his master, is asking to
be crucified upside down on an inverted cross. This painting follows the
narrative of the apocryphal Acts of the Martyrdom of Peter and Paul,
24
DE JERPHANION 1925-1942, vol. I, pp. 355-356; WHARTON EPSTEIN 1986 pp. 76-77; THIERRY
2002, p. 62; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), 259-260. Peter has a leading role also in the Great
Dovecote of Cavuşin, where he is represented at the foot of the cross of Christ, receiving Jesus
forgiveness for denying him, according to an apocryphal tradition echoed by Christos Paschon,
mediaeval drama on the Passion of Christ attributed to Gregory of Nazianzus. See JOLIVET-LÉVY
2001 (2002), p. 246.
25 DE JERPHANION 1925-1942,vol. II.1, pp. 53-56; JOLIVET-LÉVY 1991; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002),
p. 312.
170
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
although the inscription does not quote accurately the text of the Acts26.
The scenes of the martyrdom of the Apostles painted in the Balkan Dere
have certainly a funerary meaning27, but they are also connected to a
strong purpose of celebration of the local church, as it’s evident considering overall the iconographic program.
In the south arm of the church are depicted three episodes from the life
of St. Basil: the baptism of Joseph the Jew and his family by the hand
of dying saint Basil, the death and entombment of Basil (pictures 5-7)28.
These scenes are taken from an apocryphal Life of Basil attributed to
Amphilochius of Iconium, but probably composed in the 8th century by a
Cappadocian monk29. On the same source was based the cycle of stories
of saint Basil depicted in the northern part of west wall and in the northern wall of Tokalı Kilise, although a different selection of episodes took
place here, focusing on the fight against Arian heresy and on the victory
of orthodoxy30. The scenes depicted in Balkan Dere and Tokalı Kilise prove
the existence in Cappadocia, at least from 10th century, of a biographical
cycle of Saint Basil which had been devised in Cesarea and was an illustrious model for other paintings in cave churches of Cappadocia31.
Returning to Balkan Dere No 4, the exaltation Early Christian Church is
also confirmed by the representation of bishop saints in the apse.
Series of Church Fathers in the lower part of the apses are very frequent
starting from 9th century32. Basil of Caesarea has generally a place of
honour, next to John Chrysostomus, because of liturgical reasons: they
are the authors of the two liturgies used in the Byzantine world33. Beside
them we can often see bishops who distinguished themselves in the defense of orthodoxy against heresies, like Gregory of Nazianzus, Epipha26
27
28
29
30
31
32
33
DE JERPHANION 1925-1942,vol. II.1, pp. 54-55. The martyrdom of saint Peter and Paul is painted
also in the Kubbeli Kilise of Soğanli: see JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), p. 312.
JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), pp. 312-313.
DE JERPHANION 1925-1942,vol. II.1, pp. 52-53; WALTER 1978, pp. 245-247; DE JERPHANION
1931, p. 541.
Besides bibliography indicated in the previous footnote, see: HARRELL 2001, pp. 134-141; VAN
DAM 2003, pp. 162-169. For the text of the apocryphal life of saint Basil attributed to Amphilochius of Iconium, see: COMBEFIS 1644; BARRINGER 1980.
DE JERPHANION 1925-1942,vol. I.2, pp. 358-366; WALTER 1978, p. 245; DE JERPHANION 1931,
p. 535-541; WHARTON EPSTEIN 1986, pp. 77-78.
WHARTON EPSTEIN 1986, p. 37.
WALTER 1982, pp. 171 ff.; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), pp. 139-141.
JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), p. 139; THIERRY 2002, p. 66. For the liturgy of saint Basil, see SCAZZOSO 1975; GRIBOMONT 1983.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
171
Chiara BORDINO
Picture 3. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Martyrdom of Peter.
172
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
Picture 4. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Martyrdom of Paul.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
173
Chiara BORDINO
Picture 5. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Basil baptizing Joseph the Jew
and his family.
174
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
Picture 6. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Death of Basil.
nius of Salamis, Proclus of Constantinople, or in performing miracles, like
saint Nicholas of Myra.
The theme can assume then more specific declinations, depending on
the meaning attributed to the iconographic program. In some cases is
particularly evident an aim to celebrate the local Church through the depiction of bishop saints of the 4th century, intent that goes beyond the
common devotion for local saints.
Thus, in the apse of the Balkan Dere No 4, the three great Cappadocian
Fathers, Basil, Gregory of Nyssa and Gregory of Nazianzus, starting from
left, open the series of bishops (picture 8). Contrary to what one might
believe, it’s not common to find them depicted together and in close position in the cave churches of Cappadocia.
Another noteworthy example can be seen in the Church n. 4 of Göreme,
which we visited whitin the survey conducted in the Open Air Museum
during our last campaign34.
34
RESTLE 1967, vol. I, pp. 40, 106-107; JOLIVET-LÉVY 1991, pp. 87-89.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
175
Chiara BORDINO
Picture 7. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, Entombment of Basil.
176
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
Basil is painted in the wall to the right of the apse (picture 9), and, very close
to him, at the beginning of the northern wall, there’s a panel with three
saints named Gregory: Gregory of Nazianzus, Gregory of Nyssa and Gregory the Wonderworker (picture 10), who evangelized the area of Pontus at
the beginning of 4th century and was highly venerated in Cappadocia35.
In the lower part of the apse we find, as usual, figures of bishops. Most
of them are no longer identifiable, but we can still recognize, thanks to
the inscription, saint Leontius, bishop of Cesarea in the first half of the
4th century, who consecrated St. Gregory the Illuminator, sending him to
evangelize the Armenia. Leontius appears quite frequently in the paintings of the region from 10th century36.
Picture 8. Ortahisar, Church of Balkan Dere n. 4, apse, Basil of Cesarea, Gregory
of Nyssa, Gregory of Nazianzus.
35
36
VAN ESBROECK 1999; THIERRY 2002, p. 63.
JOLIVET-LÉVY 1991, p. 89; JOLIVET-LÉVY 2001 (2002), p. 140.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
177
Chiara BORDINO
Picture 9. Göreme, Church n. 4a, wall to the right of the apse, Basil of Caesarea.
178
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
All these paintings were done in the first half of the 10th century, at
a time when Cappadocian Church was strongly turning her attention
to the Early Christian era, and particularly to the Church Fathers of 4th
century. Arethas is undoubtedly without comparison for the extent of
his cultural interests: pupil of patriarch Photius, in close relations with
Constantinople, he had collected a remarkable library, including works of
authors of the first centuries of Christianity37.
Picture 10. Göreme, Church n. 4a, southern wall, Gregory of Nazianzus, Gregory
of Nyssa, Gregory Thaumaturgus (Wonderworker).
But besides him other figures belonging to the milieu of Cesarea showed
a deep interest in Cappadocian bishops of Early Christian Age.
Basilius Minimus, bishop of Caesarea at the half of 10th century, who
took this epithet to distinguish himself from the illustrious predecessor,
wrote Scholia to the Orations of Gregory of Nazianzus, dedicating his
work to emperor Constantine VII Porphyrogenitus38.
We can suppose deep relations between written sources and pictorial
decorations also for other themes, which will be object of future investigation within the Tuscia University research mission in Cappadocia.
37
38
DVORNIK 1953, pp. 92-93.
CANTARELLA 1925-1926; SCHMIDT 2001.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
179
Chiara BORDINO
BIBLIOGRAPHY
ANDALORO 2008
M. Andaloro, Rock Paintings of Cappadocia: Images, Materials and State of Preservation, in XXV International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Kocaeli, 28 May - 1 June 2007), Ankara 2008, pp. 163-178.
ANDALORO 2009 a
M. Andaloro, Project on the Rock Paintings in Cappadocia. The Church of the
Forty Martyrs in Şahinefendi (Report 2007), in The XXVI International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Ankara, 26-30 May
2008), Ankara 2009, pp. 187-200.
ANDALORO 2009 b
M. Andaloro, a cura di, L’Università della Tuscia in Cappadocia – Kapadokya’ daki Tuscia Universitesi, in La Cappadocia e il Lazio rupestre. Terre di roccia e pittura/
Kapadokya ve kayalik Lazio bolgesi. Kayalarin ve resmin topraklari, Catalog
of the exhibition, (Rome, 18 June – 3 July 2009), Rome 2009, pp. 108-115.
ANDALORO 2010
M. Andaloro, Project on the Rock Paintings in Cappadocia. The Church of the
Forty Martyrs in Şahinefendi (Report 2008), in The XXXI International
Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Denizli, 25-29 May
2009), Ankara 2010, pp. 517-533.
ANDALORO 2011 a
M. Andaloro, The project on the rock paintings in Cappadocia and the Church of
the Forty Martyrs in Şahinefendi. Analyses and Restoration (Report 2009),
in The XXXII International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Istanbul, 24-28 May 2010), Ankara 2011, pp. 155-172.
ANDALORO 2011 b
M. Andaloro, Committenti dichiarati e committenti senza volto: Costantino, Niceforo, Leone nella Tokalı Kilise in Cappadocia, in Medioevo: i committenti, XIII
convegno internazionale di studi dell’Associazione Italiana Storici dell’Arte
Medievale (Parma, 21-26 settembre 2010), Milano, 2011, pp. 67-86.
ANDALORO 2011 c
M. Andaloro, International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry
(Malatya, 23-27 May 2011), in press.
BARRINGER 1980
R. Barringer, The Pseudo-Amphilochian Life of St Basil: Ecclesiastical Penance and
Byzantine Hagiography, in “Theologia”, 51, 1980, pp. 49-61.
BERNARDINI 1992
L. Bernardini, Les donateurs des églises de Cappadoce, in “Byzantion”, 62, 1992,
pp. 118-140
180
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
CANTARELLA 1925-1926
R. Cantarella, Basilio Minimo. Scolii inediti con introduzione e note, I, in “Byzantinische Zeitschrift”, 25, 1925, pp. 292-309; 26, 1926, pp. 1-34.
COMBEFIS 1644
Pseudo-Amphilocius, Vita Sancti Basilii, ed. F. Combefis, SS. Patrum Amphilocii
Iconiensis, Methodii Patarensis et Andreae Cretensis Opera omnia, Paris
1644, p. 155-177 (= BHG n° 247).
CREMASCHI 2001
L. Cremaschi, La vita comune secondo Basilio, in Basilio tra Oriente e Occidente:
Convegno Internazionale “Basilio il Grande e il Monachesimo Orientale”, Cappadocia, 5-7 ottobre 1999 Comunità di Bose, Magnano, 2001, pp. 93-110.
DVORNIK 1953
F. Dvornik, The Patriarch Photius and Iconoclasm, in “Dumbarton Oaks Papers”,
7, 1953, pp. 69-97.
GAIN 1985
B. Gain, L’église de Cappadoce au IVe siècle d’après la correspondance de Basile
de Césarée (330-379), Roma, 1985.
HARRELL 2001
C. L. Harrell, Considerazioni su Basilio nel monachesimo bizantino, in Basilio tra
Oriente e Occidente: Convegno Internazionale “Basilio il Grande e il Monachesimo Orientale”, Cappadocia, 5-7 ottobre 1999 Comunità di Bose,
Magnano, 2001, pp. 129-141.
HILD 1981
F. Hild, Il sistema viario della Cappadocia, in Le aree omogenee della Civiltà Rupestre nell’ambito dell’Impero Bizantino: La Cappadocia, Atti del quinto
convegno internazionale di studio sulla civiltà rupestre medioevale nel
mezzogiorno d’Italia (Lecce–Nardò, 12–16 ottobre 1979), a cura di C. D.
Fonseca, Galatina 1981, pp. 115–123.
DE JERPHANION 1925-1942
G. De Jerphanion, Une nouvelle province de l’art byzantin. Les église rupestres de
Cappadoce, Paris 1925-42.
DE JERPHANION 1931
G. De Jerphanion, Histoires de Saint Basile dans les peintures cappadociennes et
dans les peintures romaines du Moyen Age, in “Byzantion”, 6, 1931, pp.
535-58.
GRIBOMONT 1983
J. Gribomont, Basilio (liturgia – CPG 2905), ad vocem, in Dizionario Patristico e di
Antichità Cristiane, a cura di A. Di Berardino, Roma, 1983, vol. I, p. 489.
HILD-RESTLE 1981
F. Hild, M. Restle, Kappadokien (Kappadokia, Charsianon, Sebasteia und Lykandos), Tabula Imperii Byzantini 2), Wien, 1981.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
181
Chiara BORDINO
JOLIVET-LÉVY 1991
C. Jolivet-Lévy, Les églises byzantines de Cappadoce: le programme
iconographique de l’abside et de ses abords, Paris 1991.
JOLIVET-LÉVY 2001 (2002)
C. Jolivet-Lévy, La Cappadoce médiévale: images et spiritualité, Saint-Léger-Vauban 2001, trad. it. L’arte della Cappadocia, Milano 2002.
KALAS 2004
V. Kalas, Early Explorations of Cappadocia and the Monastic Myth, in “Byzantine
and Modern Greek Studies” 28, 2004, pp. 101-19.
KALAS 2006
V. Kalas, The 2004 Survey of the Byzantine Settlement at Selime-Yaprakhisar
in the Peristrema Valley, Cappadocia, in “Dumbarton Oaks Papers” 60,
2006, pp. 271-93.
KALAS 2007
V. Kalas, Cappadocia’s Rock-Cut Courtyard Complexes: A Case Study for Domestic Architecture in Byzantium, in Housing in Late Antiquity: from Palaces to Shops,
ed. by L. Lavan, L. Özgenel, and A. Sarantis, Leiden, 2007, pp. 393-414.
KALAS 2009
V. Kalas, Challenging the Sacred Landscape of Byzantine Cappadocia, in Negotiating Secular and Sacred in Medieval Art: Christianity, Islam, and Buddhism, ed. by A. Luyster and A. Walker, Aldershot, 2009, pp. 147-173.
KOSTOF 1972
S. Kostof, Caves of God. The monastic environment of Byzantine Cappadocia,
Cambridge Mass. – London, 1972.
LAFONTAINE-DOSOGNE 1963
J. Lafontaine-Dosogne, Nouvelles notes cappadociennes,in “Byzantion”, 33,
1963, pp. 121-183.
MATHEWS-DASKALAKIS MATHEWS 1997
T. Mathews, A.C. Daskalakis Mathews, Islamic Style Mansions in Byzantine Cappadocia and the Development of the Inverted T-Plan, in “Journal of the
Society of Architectural Historians”, 56, 1997, pp. 294-315.
MÉTIVIER 2005
S. Métivier, La Cappadoce, IVe-VIe siècle : une histoire provinciale de l’Empire
romain d’Orient, Paris, 2005.
MIGNE 1857-1866
J. P. MIGNE, Patrologiae cursus cumpletus.Series Graeca (PG), Parigi, 1857-1866.
NORELLI 1991
E. Norelli, Situation des apocryphes pétriniens, in “Apocrypha”, 2, 1991, pp. 31-83.
182
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
A Land Dwelt By God. The Development of Christian Church in the Region of Nevşehir
(IV-X Centuries) and its Role in Visual Arts
OUSTERHOUT 1997
R. Ousterhout, Questioning the Architectural Evidence: Cappadocian Monasticism, in Work and Worship at the Theotokos Evergetis 1050-1200, ed. by
M. Mullett and A. Kirby, Belfast, 1997, pp. 420-431.
OUSTERHOUT 2005
R. Ousterhout, A Byzantine settlement in Cappadocia, Washington D.C., 2005
(Dumbarton Oaks studies, 42).
PATRICH 1995
J. J. Patrich, Sabas, leader of Palestinian monasticism : a comparative study in
Eastern monasticism, fourth to seventh centuries, Washington D.C. 1995.
PETIT 1902
L. Petit (ed.), Vie de saint Michel Maléinos suivie du traité ascétique de Basile le
Maleinote, in “Revue de l’Orient Chrétien”, 7, 1902, pp. 543-603.
RESTLE 1967
M. Restle, Byzantine Wall Painting in Asia Minor, Recklinghausen 1967.
RODLEY 1985
L. Rodley, Cave monasteries of Byzantine Cappadocia, Cambridge 1985.
SCAZZOSO 1975
P. Scazzoso, Introduzione all’ecclesiologia di San Basilio, Milano, 1975, pp. 144-170.
SCHIEMENZ 1976
G. P. Schiemenz, Herr, hilf deinem Knecht. Zur Frage nimbierter Stifter in den
kappadokischen Höhlenkirchen, in “Römische Quartalschrift für christliche Altertumskunde und Kirchengeschichte”, 71, 1976, pp. 133-174.
SCHMIDT 2001
Basilii Minimi in Gregorii Nazianzieni orationem XXXVIII commentarii, editi a
Thomas S. Schmidt, Turnhout, 2001.
STAVRAKAS 1978
S. Stavrakas, The Byzantine provincial elite: a study in social relationships during
the ninth and tenth centuries, University of Chicago, 1978.
TETERIATNIKOV 1996
N. Teteriatnikov, The liturgical planning of Byzantine churches in Cappadocia,
Rome, 1996.
THIERRY-THIERRY 1963
N. Thierry, M. Thierry, Nouvelles églises rupestres de Cappadoce, Région du
Hasan Dagi, Paris 1963.
THIERRY 1983
N. Thierry, Haut Moyen Age en Cappadoce. Les églises de la région de Cavushin,
I, Paris, 1983.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
183
Chiara BORDINO
THIERRY 1994
N. Thierry, Haut Moyen Age en Cappadoce. Les églises de la région de Cavushin,
II, Paris, 1994.
THIERRY 2002
N. Thierry, La Cappadoce de l’Antiquité au Moyen Age, Turnhout 2002.
WALTER 1978
C. Walter, Biographical scenes of the Three Hierarchs, in “Revue des études byzantines”, 36, 1978, pp. 233-260.
WALTER 1982
C. Walter, Art and ritual of the Byzantine Church, London, 1982.
WHARTON EPSTEIN 1986
A. Wharton Epstein, Tokalı Kilise. Tenth-century metropolitan art in Byzantine
Cappadocia, Washington DC 1986.
VAN DAM 2003
R. Van Dam, Becoming Christian : the conversion of Roman Cappadocia, Philadelphia, 2003.
VAN ESBROECK 1999
M. van Esbroeck, Le martyre géorgien de Grégoire le Thaumaturge et sa date, in
“Le Muséon “, 112, 1999, pp. 129-185.
VOUAUX 1922
Les Actes de Pierre, introduction, textes, traduction et commentaire par Léon
Vouaux, Paris, 1922.
184
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
KARAMANLI TÜRKÇESİNE GENEL BİR BAKIŞ DENEMESİ
A GENERAL OUTLOOK ON KARAMANLI TURKISH
Cihan ÇAKMAK*
ÖZET
Esas yurtları Kayseri, Nevşehir, Niğde, Konya, Isparta, Burdur ve Antalya olan Karamanlı Türklerinin ve Karamanlı Türkçesinin bugüne
kadar Türkoloji çalışmalarında çok fazla üzerinde durulmamıştır.
Karamanlı Türkleri tıpkı Ermeniler, Yahudiler ve diğer gayrimüslim
topluluklar gibi Osmanlı İmparatorluğu içerisinde uzun yıllar yaşamış Ortodoks Hıristiyan dinine mensup; fakat ana dili Türkçe olan
bir topluluk idi.
Son yıllarda Atatürk’ün kurmuş olduğu Türk Dil Kurumu gerek
Ermeni harfli Kıpçak metinlerinin gerekse Grek harfli Karamanlı
Türkçesi metinlerinin araştırılması için bu alanda çalışmak isteyen
öğrencilere burs desteği sağlayarak teşvik etmektedir. Bu bakımdan son yıllarda Karamanlı Türkçesi üzerindeki çalışmalarda bir artış
olmuştur.
Bu çalışmamızda Karamanlı Türkçesi hakkında etraflıca bilgi verildikten sonra ilerleyen süreçte bu konuda ne gibi çalışmalar yapılabileceği üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Karamanlılar, Karamanlı Türkçesi, Grek alfabesi.
ABSTRACT
Not many studies have been carried out on Karamanlı Turks, a community belonging to Orthodox Christianity although having Turkish
as their mother tongue, whose motherland is Kayseri, Nevşehir,
Niğde, Konya, Isparta, Burdur and Antalya that lived within the borders of the Ottoman Empire in the same way as the Armenians, the
* Arş. Gör., Çankırı Karatekin Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
185
Cihan ÇAKMAK
Jews and other non-Muslim communities and their native tongue
Karamanlı Turkish.
In the last few years, Turkish Language Institution, founded by
Mustafa Kemal Ataturk, has been encouraging the students who
want to study both Kipchak texts written in Armenian alphabet and
Karamanlı Turkish written in Greek alphabet by providing scholarship for them.
In this study first of all we aim to give detailed information about Karamanlı Turkish then mention what kind of studies could be
made on Karamanlı Turkish from now on.
Key Words: Caramanians, Karamanlı Turkish, Greek alphabet.
1. Giriş
Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında Ortodoks kilisesine ve
Ortodoks inancına mensup Sırp, Arnavut, Boşnak, Grek, Bulgar ve Rumen
gibi pek çok etnik unsur bir arada yaşamaktaydı.
İşte bu unsurlardan biri olan Karamanlılar, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Grek harfleriyle Türkçe yazan, yazmakla kalmayıp aynı zamanda Türkçe konuşan ve Türkçe ibadet eden Hıristiyan bir topluk olması münasebetiyle dikkat çekmektedir.
Bugün özellikle Orta Anadolu’da izlerini gördüğümüz Karamanlılar Lozan
Antlaşmasıyla Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türklerle mübadeleye
tabi tutulmuşlar fakat arkalarında Grek harfleriyle Türkçe yazmış oldukları
pek çok eser bırakmışlardır.
1.1. Karamanlılar
Karaman1, XVIII. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’ne bağlı bir yerleşim yeridir.
Bu ilin sınırları içine Konya, Akşehir, Niğde, Aksaray, Nevşehir, İçel, Ereğli,
Ermenek, Antalya ve Fethiye de girmekteydi. Bu sınırlar içinde yaşayan halkın büyük çoğunluğu Müslüman Türk olmakla birlikte; Türkçe’den başka
bir dil bilmeyen ve Türkçe’yi Grek harfleriyle yazan, gelenek ve görenekleri
bu bölgede yaşayan Türklerle aynı olan Ortodoks Hıristiyan topluluk da
1
“Larende şehrinde, daha doğrusu bugün Karaman adı verilen şehrin bulunduğu noktada , ilk ne
zaman kimlerin yerleştiği konusunda kesin bir bilgimiz yoktur. Fakat, Hititler dönemindeki Lalanda,
Lanta ve Laranta’nın Larende olarak lokalize* edilmesi, burada en az MÖ 2000’lerden beri insanların yaşadığını kanıtlamaktadır.” (Gümüşçü: 2001, 67).
*lokalize: Yerleşme yerlerinin tespit edilmesi. (Gümüşçü: 2001, 47).
186
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
vardı. Bu topluluğa “Karamanlı”, konuştukları Türkçeye de “Karamanlı
Türkçesi” ya da “Karamanlıca” denmektedir. Karamanlılara Osmanlı arşiv
belgelerinde “Zimniyân-i Karaman” ya da “Karamaniyân” denmektedir.
Karamanlılar ise kendilerine “Anadolu Hıristiyanı” veya “Anadolulular”,
konuştukları dile de “Yavan Türkçe”, “Sade Türkçe”, “Anadolu lisanı”
derler (Ekincikli: 2002, 236).
1453 yılında İstanbul’un fethiyle Ortodoks Hıristiyan dünyasının merkezi
Osmanlı idaresi altına geçmiştir. Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla tarihe karışan Ortodoks kilisesi Osmanlı İmparatorluğu’nun hoşgörülü yönetimi altında yeniden hayat bulmuştur (Ekincikli: 1996, 12).
Karamanlılar aslında XI. yüzyılda Bizans tarafından Anadolu’da özellikle
Toros dağlarına yerleştirilen paralı askerlerdi. Bunlar tıpkı Bizans ordusu
içindeki diğer paralı askerler olan Peçenek ve Kuman Türkleri gibi Türk
boylarından biriydi. Daha sonra Ortodoks Hıristiyan inancını kabul eden
Karamanlıların çoğu bugün Lozan Antlaşmasında imzalanan mübadele ile
Yunanistan’da yaşamaktadırlar (Kahya: 2008, 131).
“XIV.-XX. yüzyıllar arasında yazılı belgeler bırakan Karamanlılar, bir görüşe
göre Türklerin İslamiyeti kabulünden önce Anadolu’ya gelen ve Bizans ile
sıkı münasebetleri sonucunda Hıristiyanlaşan Türklerin torunlarıdır. Türk
halkı kendi ırkından olmayan ve Rumca konuşan Hıristiyan-Ortodoks halka Rum, kendi ırkından olup Türkçe konuşan Hıristiyan-Ortodoks halka ise
Karamanlı diyerek iki topluluk arasındaki farkı çok açık bir şekilde vurgulamıştır.” (Sertkaya: 2004, 1).
“Karamanlıların isimlerinin kökeni konusunda Abdulkadir İnan, Karaman
İsminin İntişar Sahasına Dair başlıklı makalesinde Karamanlıların 24 Oğuz
boyunun Salur boyundan olduklarına dikkat çekmektedir. İnan’ın belirttiğine göre Oğuzların Türkistan’da özellikle Sirderya’nın kuzeyinde bulundukları dönemde Karamanlılar, Salurların önemli bir şubesini oluşturmaktaydılar. Nehirlerin, destanlardaki kahramanların, Şamani ruhlardan
bazılarının isimlerinde ve bazı kabilelerin küçük oymaklarında Karaman
ismine rastlanmaktadır. Örneğin, Kazak, Kırgızların Kiçiyüz heyetindeki
Bayoğlu kabilesinin Tana şubesine bağlı Karaman adında ufak bir oymak
vardır. Ayrıca Orta Yüz heyetinde de Argın kabilesinde Karaman bir şubedir. Eski Oğuz yaylalarının kuzeyinde bugün Samara denilen yerdeki iki
nehrin isimleri Ulu Karaman ve Kiçi Karaman iken, Kazak Kırgız Şamani
ilahilerinde Karaman bir ruhun ismi olarak, XVI. yüzyılda da Kalmuk kah-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
187
Cihan ÇAKMAK
ramanlarından birinin adı olarak karşımıza çıkabilmektedir.” (Anzerlioğlu:
2009, 140’tan: İnan: 1968, 8-9).
1.2. Karaman ve Karamanlı Adı
Eckmann’a göre Karamanlı adı 1553-1555 yıllarında İstanbul Macar Elçiliğinin azası olan ve Anadolu’nun büyük kısmını gezen Hans Dernschwam’ın
günlüğünde kayıtlı olan Caramani, Caramanos (=i hali), Caramanier
kelimelerinden gelmektedir (Eckmann: 1988, 89). “İstanbul’da Yedikule yakınlarında bir mahallede oturan ve Caramanos denilen bu insanlar
Dernschwam’a göre Karaman’dan gelmişlerdir. Ortodoks Hıristiyan’dırlar.
Hiç Yunanca bilmemekte ve Türkçe konuşmaktadırlar. Yine Dernschwam’a
göre I. Selim, Karamanlılar’ı İstanbul’a göndererek Yedikule ile Samatya
arasında güzel ve büyük bir kilisesi olan Rum mahallesini oluşturmuştur.”
(Anzerlioğlu: 2009, 137’den: Dernschwam: 1992).
“Türk Ortodokslarına ne zamandan beri ‘Karamanlılar’ dendiği hakkında
kesin bilgilere sahip değiliz. ‘Karamanlıca’ adı verilen ve ‘Grek harfli Türkçe’ yazının kullanılmaya başlamasını, şayet Türk Ortodokslarına, ‘Karamanlılar’ adının verildiği tarihi kabul edersek, o zaman Fatih Sultan Mehmet dönemini esas almamız gerekecektir. Gerçi Selçuklular dönemine ait,
yazarı bilinmeyen, fakat XIII. yüzyılın ikinci yarısında yazılan bir kaynakta;
‘Yaranşahrda iki kilisenin inşa edildiği, bunlardan birinin Romalıların kilisesi diğerinin de Karamanlıların kilisesi olduğu’” belirtilmektedir (Ekincikli:
2002, 236’dan: Scher: 1907, 222).
Yunan harfli ilk Türkçe gazeteyi çıkaran Evangelinos Misaelidis Karamanlı
adlandırmasının esas olarak Anadolu’nun Karaman vilayetinden gelenleri
ifade etmek için kullanıldığını belirtmektedir. “Anadolululara Karamanlı
ismi tâ Sultan Murad Han-ı Gazi hazretlerinin asrından sehven İstanbul’un
Karamanından dolayı kalmıştır. Şöyle ki, Anadolu’dan İstanbul’a gelen
taşçı, duvarcı, sıvacı ustalarının ve amelenin cümlesi Büyük Karaman ile
Küçük Karaman’da otururlar idi. Ve devlet ebniyesine (binalarına) veyahut
onun bunun binasına ustalar iktiza ettiğinde, ‘gidin birkaç nefer Karamanlı usta getirin’ derlerdi, yani Karamanda oturan ustalardan demek idi.
Ve ustaların kaffesi Anadolulu olduklarından vakit geçerek, İstanbullular
kaffe-i Anadoluluları Karamanlı zanneylediler. Ve böylelikle bu isim kalmış ise de yanlıştır, asıl Karaman İstanbul’dadır.” (Anzerlioğlu: 2009, 137138’den: Anhegger: 1979-1980).
188
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
Dilleri Türkçe fakat Ortodoks Hıristiyan olan bu halkın yerleşim yerleri dikkate alınarak Karamanlı denmesi bugün yaygın olan bir görüştür. “Semavi
Eyice’ye göre dilleri gibi bazen adları bile Türkçe olan bu Ortodokslara Orta
Anadolu’nun Karaman bölgesinde rastlandığından dolayı Karamanlı Rumlar adı verilmektedir. Yine benzer bir görüşü ifade eden Speros Vryonis de
Karamanlıların her ne kadar Anadolu’nun birçok yerinde yaşadığını belirtse
de, çoğunluğunun Anadolu Türkmen Beylikleri döneminde Karamanoğulları beyliğinin hüküm sürdüğü topraklarda yaşadığından dolayı bu isimle anıldıklarını belirtmektedir.” (Anzerlioğlu: 2009, 138’den: Eyice: 1962, 369).
Karaman adının Peçenekler arasında da şahıs ismi olarak kullanımı tespit
edilmiştir. Akdes Nimet Kurat, Rus ve Bizans kroniklerinde yer alan Peçenek başbuğlarının isimlerinin Kataleym, Suldüz ve Karaman olduğunu
belirtmektedir. Bunun yanında Gyula Moravcsik’in Byzantino Turcica adlı
eserinde Karamanos adlı bir Peçenek başbuğunun adı zikredilmektedir.
Tüm bu bilgiler ışığında Karaman adının Anadolu dışında hem İç Asya’da
hem de Balkanlar’da yaşayan Türk toplulukları arasında yaygın olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır (Anzerlioğlu: 2009, 141’den: Kurat: 1937, 52).
Harun Güngör, Karamanlılar adının ortaya çıkışı hususunda şu değerlendirmede bulunmaktadır: “Anadolu’nun diğer yörelerinde yaşayan Rum
halka ‘Rum’ denmesine rağmen Karaman bölgesinde yaşayan Rumlara
diğer Rumlardan ayrı olarak ‘Karamanlı’ adının verilmesi, onların diğer
Rumlardan ayrı bir özelliğe sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü
bu bölgede yaşayan Ortodoks Rum halkı sadece Türkçe konuşuyor, Türkçeden başka bir dil bilmiyordu.” (Güngör: 1989, 97).
“Türkçe konuşan Ortodoksların genel bir ifadeyle Karamanlılar olarak adlandırılmaları bir kenara bırakılacak olursa bu insanların kendilerini nasıl
isimlendirdikleri sorusunun cevabının da oldukça ilginç olduğu görülür.
Konuyla ilgili olarak incelenen hemen hemen tüm kaynaklarda Karamanlılar için çoğunlukla Türkofon Ortodokslar tabiri kullanılmaktadır.” (Anzerlioğlu: 2009, 148-149’dan: Balta: 1990, 84; Ekincikli: 1998, 117; Anhegger: 1988, 159).
Karamanlılar tüm değerlendirmelere rağmen kendilerini ne Türk ne de
Rum olarak adlandırmışlardır. Karaman kitaplarında bu topluluk “Anadolu Hıristiyanları”, “Anadolu Ortodoks Hıristiyanları”, “Yunan dilini bilmeyen Anadolu Hıristiyanları” veya sadece “Anadolulu” olarak kaydedilmiştir (Eckmann: 1991, 21).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
189
Cihan ÇAKMAK
1.3. Karamanlıların Yaşadıkları Bölgeler
Karamanlılar tarih boyunca özellikle Anadolu’nun İç ve Güney bölgelerinde takriben Trabzon-Fırat-Toros-Silifke hattından batıya düşen kısmında,
Karadeniz Bölgesi’nde, Ortadoğu’da başta Suriye civarında, Baserabya’da,
Balkanlar’da ve Kırım’da yoğun olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir (Eckmann: 1950, 165).
Ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Alanya ve Antalya civarında bu tür Hıristiyanlarla yani Karamanlılarla karşılaştığını şöyle dile
getirmektedir: “Alanya-Kadim eyyamdan beru Urum (Rum) keferesi bir
mahalledir, cümle üç yüz haraçtır (üç yüz hane); amma asla urum lisanı bilmeyub, bâtıl Türk lisanı bilürler. Antalya…ve dördü Urum keferesi
asla urumca bilmezler. Batıl Türk lisanı üzre kelâmet ederler.” (Eröz: 1983,
33’ten: Turan: 1948, 71).
Karamanlılar Anadolu’nun Nevşehir, Kayseri, Niğde, Karaman, Isparta, Burdur, Aydın, Antalya, İzmir, İstanbul, Trabzon, Ankara, Konya ve
Karadeniz’in sahil kesimlerinde yoğun olarak varlık göstermişlerdir.
Tarih Araştırmacısı Soysü’ye göre ise, Karamanlılar 1924 yılına kadar kendi
öz topraklarında kalmışlardır. Kendi topraklarına ek olarak Aksaray, Ihlara
Koyağı, Peristrama, Ürgüp, Göreme, Derinkuyu, Akşehir, Ereğli, Ermenek,
İçel ve Fethiye’de yaşadıklarını belirtmiştir. (Aygil: 2003, 72’den: Soysü:
1992).
Janos Eckmann Anadolu toprakları dışında da Karamanlıların yaşadığını
belirtir. Hatta buna örnek olarak bugün Gagauz topraklarında Karamanköy adında bir yerleşim yerinin bulunduğunu belirtmiştir (Anzerlioğlu:
2009, 148).
1.4. Köken
1.4.1. Karamanlıların Etnik Menşei Hakkındaki Görüşler
Karamanlıların menşei hakkında farklı görüşler vardır. Bu görüşleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Karamanlıların etnik kökeniyle ilgili sorular bugün hâlâ açıklığa kavuşmamıştır. Karamanlılar büyük olasılıkla Bizans ordusunda asker olarak görev
yapmışlardır. Bunun yanı sıra söz konusu halk mülteci ya da esir olarak Bizans İmparatorluğunun Küçük Asya Eyaleti’nde yerleştirilmiş, Hıristiyanlığı
kabul etmiş Türklerin soyundan gelmektedirler. 14. yüzyılda bu Hıristiyan
190
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
Türklerin büyük çoğunluğu Karaman Beyliğinin himayesine girdiği için
daha sonra bütün Hıristiyan Türkler ve daha önce Karamanlı Beyliğinin
dışında yaşayan halk da Karamanlı adını almıştır. (Eckmann: 1988, 89).
Janos Eckmann’a göre Karamanlıların menşeiyle ilgili yaygın iki nazariye bulunmaktadır: Bunlardan birincisine göre Karamanlılar Türkleşmiş
Rum’lardır. İkincisine göre ise Selçuklular zamanında Bizanslılarla olan sıkı
münasebetler sonucunda Türklerin bir kısmı Hıristiyanlığı kabul etmiştir.
Karamanlılar da bunların torunları olup aslen Türk’türler. Pek çok görüş
bu ikinci nazariyeyi desteklemektedir (Eckmann: 1950, 165’ten: Dmitriev:
1928).
Evangelia Balta da Karamanlıların etnik kökeni konusunda iki farklı görüşün hakim olduğunu belirtir: “Bunlardan birincisine göre bu topluluklar
Yunan kökenlidirler ve zorla ya da Batı Anadolu’nun kıyılarında yaşayan
ve Yunanca konuşan öteki Ortodoks Hıristiyanlardan uzak ve kopuk kaldıklarından Türkçe konuşmaya mecbur kalmışlardır. Diğer bir görüşe göre
ise bu topluluklar Türk soyundan gelmedirler; bu insanlar Anadolu ele
geçirilmeden önce Bizans toprakları içine girip yerleşmişler ya da Bizans
ordusuna paralı asker olarak katılmışlar ve -yeni efendilerinin dillerini benimsemeden- dinlerini değiştirmişlerdir.” (Balta: 1990, 83).
Mustafa Ekincikli, Türk Ortodokslarının menşei konusunda farklı görüşler
bulunduğunu ifade ettikten sonra şu değerlendirmede bulunmaktadır:
“Millî Mücadele’nin sonuna kadar Anadolu’da Müslüman Türklerden tamamen farksız bir şekilde yaşayan ve Rumca bilmeyen bu Ortodokslar,
acaba ana dillerini unutmuş, Türkleşmiş Hıristiyanlar mıdır? Yoksa ırken
Türk olup da sonradan Hıristiyanlığı kabul etmiş, lisanen değilse bile hissen Rumlaşmış insanlar mıdır? Bu görüşlerden biri diğerine göre henüz
üstünlük sağlayabilmiş değildir. Ancak biz Türk Ortodokslarının kimliğini ortaya çıkarırken ikinci görüşe ağırlık vereceğiz. Tarihi olarak Türk Ortodokslarının Türk menşeli oldukları söylenebilir. Bilindiği gibi XI. yüzyıla
kadar, Orta Asya’dan Batı’ya doğru gelişen Türk fütuhatının istikameti,
Hazar ve Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlardan Tuna boylarına doğrudur.
IV. yüzyıldan itibaren bu istikameti takip eden Türk boyları, ilk numune
Batı Hunları olmak üzere Avrupa’da kavimler göçüne sebep olmuşlardır.
Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler, Uzlar, Kıpçaklar (Kuman) hep bu yolu takip
ederek Balkanlar’a, Bizans ülkesine gelen Türk boylarıdır. Bu Türk boyları ilk göründükleri zamanlarda Bizans’ı meşgul etmişler, fakat zamanla
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
191
Cihan ÇAKMAK
eski güçlerini kaybederek bu imparatorluğun nüfuzu altına girmişlerdir.
Bizans’ın bu Türk boylarına karşı uyguladığı siyaset; önce gelenleri daha
sonra gelenlerle savaştırmaktır. Bu Türk boyları, siyasî bir güç olmaktan
çıkınca da Bizans İmparatorları tarafından sistemli bir şekilde Hıristiyanlık
tesirinde bırakılarak eritildiler. Bizans’ın tesiri altına giren bu Türkler ya
Anadolu’da sınır muhafızı olarak yerleştirildiler veyahut da paralı asker
olarak orduda çalıştırıldılar.” (Ekincikli: 2002, 233).
Karamanlıların menşei konusunda İstiklal Savaşında Milli Mücadele saflarında yer almış, Papa Eftim adıyla bilinen fakat Atatürk tarafından yaptığı hizmetlerden dolayı “Baba Eftim” ismiyle taltif ettiği Papa Eftim2’in oğlu Türk
Ortodoks Kilisesi Patriği Selçuk Erenerol şu ifadeleri kullanmaktadır: “Bizler
Orta Asya’dan gelen Selçukilerdeniz. Selçukluların bir kısmı İslamiyeti bir
kısmı da Hıristiyanlığı seçmişlerdi. Anadolu’da Türkler asırlardan beri, hatta
Alparslan Gazi’nin Anadolu’ya girmesinden binlerce yıl önce yerleşmişlerdi. Kafkaslar üzerine gidenler Romanya, Moldavya gibi ülkelerde Gagauz
Türklüğünü oluşturmuştur. Babam Papa Eftim Anadolu çocuğudur. Aslen
Akdağ-Madenli, annem ise Ankaralı’dır. Beş kardeşimin dördü Anadolu’da
ben İstanbul’da doğdum.” (Öztürk: 1996, 87; Rüşen: 1994).
Türkler arasındaki Hıristiyanlık faaliyetleri Balkanlar ve Orta Asya’da yoğun
bir şekilde yürütülmüştür. Bu bölgedeki Hıristiyanlık faaliyetlerinin yoğun
2
“Papa Eftim 1300 (1884 -1885) yılında Ankara Vilayeti Yozgat Sancağı Akdağmadeni kasabası İstanbulluoğlu Mahallesi’nde doğmuştur. Küçükken kilise okulunda eğitim gören Eftim, 1918
yılında Ankara’ya giderek babasının mesleği olan manifaturacılığa başlamış ve 1911 yılında da
evlenmiştir. Küçük yaştan itibaren dine karşı büyük bir ilgi duymuş ve bu ilgisinin sonucunda da
manifaturacılığın dışında 1912 yılında kilise bünyesinde diyakoz* olarak göreve başlamıştır. Diyakozluğu 1915 yılında papazlık takip etmiş ve Kayseri Metropolidi Nikolaos tarafından takdis edilerek aynı yıl Eftim Akdağmadeni’ne papaz olarak atanmıştır. Daha sonra ise 1918 yılında Keskin
Metropolit vekili olmuştur.” (Anzerlioğlu: 2009, 262-263’ten: Ergene: 1951, 5-6).
*diyakoz: Hıristiyanlıkta papazın yardımcısı olan din adamı. (Türkçe Sözlük: 2005, 543).
“Papa Eftim işgale uğrayan Anadolu topraklarındaki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Papa Eftim
Anadolu’daki direnişe katılarak Milli Mücadele boyunca ve daha sonra Cumhuriyet Türkiye’sinde
Fener Patrikhanesi’nin Türkler ve Türkiye devleti aleyhine giriştiği tüm faaliyetlerin karşısında yer
almıştır. Papa Eftim bu kararını takiben işgale karşı Müslümanlar kadar Hıristiyanların da rahatsız olduğuna dikkat çekmiş ve iki noktayı özellikle vurgulamıştır. Bunlardan birincisi Anadolu’da
yaşayan Ortodoksların dilleri, âdetleri ve kültürleriyle Türk olduklarını ispatladıklarıdır. İkincisi ise
Fener Patrikhanesi’nin bu gerçek karşısında takındığı Helenleştirme politikası ve bağlı olduğu devlete karşı giriştiği ihanetlerdir. Papa Eftim, Millî Mücadeleye katıldığı andan itibaren sürekli olarak
Ortodoks halkın dikkatini Fener Patrikhanesi’nin geçmişten itibaren Osmanlı idaresi ve sonrasında
TBMM hükümetine karşı takip ettiği aleyhtar siyasete çekmeye çalışmış ve Anadolulu Hıristiyanların Millî Mücadeleye tüm gayretleriyle destek vermeleri gerektiğini ve Müslüman Türklerle aynı
soydan geldiklerini hatırlatmıştır.” (Anzerlioğlu: 2009, 266).
192
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
bir şekilde yürütülmesi buradaki Türk boyları arasında Hıristiyanlığın daha
fazla kabul görmesinden anlaşılmaktadır (Ekincikli: 2002, 233; Ekincikli:
1998, 44).
Balkanlara Karadeniz’in kuzeyindeki hattı izleyerek gelen Bulgar, Avar, Peçenek, Uz (Kuman), Kıpçakların millî bilinç yerine kabile şuuruna sahip
olmaları, Bizans İmparatorluğu’nun işine gelmiş, asırlarca bu Türk boylarını birbirine kırdırarak düşman etmiştir. Bugün Rusya da özellikle 1991’de
SSCB’nin dağılmasının ardından aynı yöntemi kullanarak Türk boylarını
birbirinden ayırmış ve onları Hıristiyanlaştırmak için yoğun çaba sarf etmiştir (Eröz: 1983, 3).
Faruk Sümer, Karamanlıların köklerinin Anadolu’daki Türk olmayan kavimlerden oluştuğunu, fakat bunların zaman içinde dillerini unuttuklarını
ve Türkçe konuşmaya başladıklarını belirtir. Taşıdıkları Türkçe adlar, konuştukları dil, şeriyye sicilleri ve tahrir defterlerinin incelenmesine dayanarak
Karamanlıların Türk menşeli olduklarını savunan bilim adamları da bulunmaktadır. Dmitriyev ve Talat Tekin gibi bilim adamları Karamanlıların Türk
kökenli olduğunu kabul etmektedirler. (User: 2006, 87-88’den: Cami,
Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler ve Bizans İmparatorluğu’na Dahil
Olan Turanî Akvam, İstanbul 1932’den naklen M. Şakiroğlu, “a.g.m.”,
236.s.; Mehmet Eröz, a.g.e., 28-29.s., F. Sümer, “Anadolu’ya Yalnız Göçebe Türkler mi Geldi?”, TTK-B, XXIV,s. 93-96, Ankara 1960, 575-576.s.,
H.F. Turgal, “Anadolu’da Gregoryen ve Ortodoks Türkler”,Ülkü, c. IV, sayı
22, 173-182.s.; T. Tekin “Tarih Boyunca Türkçenin Yazısı”, Ulusal Kültür,
I/2, 1978, 29.s.)
“Selçuklular, XI. asırda Anadolu’ya geldiklerinde, burada, Hıristiyanlaştıkları halde Türklüklerini koruyan Bulgar, Avar, Peçenek, Uz ve Kıpçak
Türkleriyle ve onlardan çok daha uzun zaman evvel yerleştirilmiş Hun
zümrelerinin torunlarıyla karşılaşmışlardır. Ortodoks Hıristiyan inancını benimsemiş bu zümreler, Selçuklularla birlikte Anadolu’nun Türkleşmesine
katkı sağlamışlardır. İşte bu zümreler dikkate alındığında, N. Dmitriyev’in,
Selçuklular devrinde Bizanslılarla sıkı ilişki içinde olan Türklerden bir kısmının Hıristiyanlığı benimsediği ve Ortodoks Karamanlıların da bunların
torunları olduğu şeklindeki teorisine karşı, Selçuklulardan çok daha eski
tarihlerde Bizans İmparatorluğu’nda iskan edilen Türk topluluklarının söz
konusu zümreyi oluşturdukları şeklinde bir teori geliştirmek daha gerçekçidir. Zira tarihî kayıtlarda Selçukluların Hıristiyanlaşmasıyla ilgili hiçbir kayıt yoktur. Anadolu’da yüzyıllar sonra, Osmanlı-Arap alfabesinin dışında
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
193
Cihan ÇAKMAK
bir alfabeyle son derece zengin ve gelişmiş bir edebî miras bırakacak olan
Hıristiyan Türkler, muhtemelen daha VI. asırda Anadolu’da paralı asker
olarak iskan edilen, buna karşılık dillerini unutmayan, dolayısıyla millî kimliklerini kaybetmeyerek Bizans asimilasyonundan kendilerini tecrit eden
Bulgar, Avar, Peçenek, Uz ve Kumanların torunlarıdır.” (User: 2006, 8788’den: Kafesoğlu: 1993, 172; Eröz: 1983, 23; Eckmann: 1950, 165).
Mustafa Ekincikli Karamanlıların kimliği üzerinde yazmış olduğu makalesinde şu sonuca varmıştır: “Türk Ortodoksları, ‘ana dillerini unutmuş eski
Anadolu Rumları’ değildirler. Çünkü; Rumca basit bir konuşma dili değildir
ki kolayca unutulabilsin. Ayrıca Türk Ortodoksları, Anadolu’da Müslüman
Türklere nispetle küçük bir azınlık oluşturuyorsa bile kendi ana dillerini
unutmayacak derecede bir yoğunluğa sahiptirler. Diğer yandan, Türk
hâkimiyeti, hiçbir zaman kendi idaresi altındaki milletlerin ana dillerini
unutturmaya çalışmamıştır. Göz ardı edilemeyecek bir başka önemli husus,
Anadolu’da yüzyıllardan beri Türk hâkimiyeti altında yaşayan bir takım Ortodokslar vardır ki onların ana dilleri Rumca’dır. Eğer Türk hâkimiyeti Türk
Ortodokslarına zor kullanarak ana dillerini unuttursaydı, bunların da Rumca bilmemeleri gerekirdi. Hâlbuki böyle bir uygulama tarihimizde görülmemiştir. Türk Ortodoksları, Bizans döneminde Anadolu’ya gelip yerleşmiş
Bulgar, Avar, Peçenek, Uz ve (Kuman) Kıpçak’ların bakiyeleridir. Tarihî olarak Türk ırkından oldukları isbat edilen Türk Ortodokslarının ‘hissî’ olarak
ne derece Türkleşip Türkleşmedikleri tartışmaya açıktır.” (Ekincikli: 2002,
238-239).Karamanlıların kimliğini belirlemek için mensup oldukları din ve
Grek harfleriyle yazmış oldukları Türkçe eserler belirleyici olmaktadır. Evangelia Balta, Karamanlılar için Türkofon Ortodoks tabirini kullanır. Balta’ya
göre Karamanlıların kimliğinin tespitinde kullanılacak iki temel veri olan
din ve dil faktörleri yetersiz ve birbiriyle çelişen bir durum göstermektedir.
Balta’ya göre mevcut Karamanlıca kitapların önsözlerinden hareketle etnik
kimlik konusunda bir sonuç elde edilebilir. Eldeki kaynaklar incelendiğinde
ilk yayınlanan ve dinî içerikli eserlerde Hıristiyanlar, Anadolu Hıristiyanları
sözcüklerinin kullanıldığı görülmüştür. Daha sonra yazılan eserlerde buna
bir de Ortodoks kelimesi eklenmiştir (Balta: 1990, 82).
Sonuç olarak Karamanlıların menşei hakkındaki tartışmalar bugün hâlâ
tam olarak netlik kazanmış değildir. Bu konuda iki baskın görüş hâkimdir.
Bir görüşlerden birine göre Karamanlılar Rum kökenlidir. Diğer bir görüşe
göre ise Karamanlılar Türk menşeli olmakla birlikte Hıristiyanlaştırılmış bir
topluluktur.
194
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
Kısaca özetleyecek olursak Karamanlılar Yunan değildi. Kullandıkları dil
ise Türkçe idi. Yani Karamanlıların konuştuğu dil hemen yakınında oturan Müslüman komşusunun kullandığı dilin aynıydı. Karamanlılar günlük
konuşma dillerinin yanı sıra kiliselerinde ibadetlerini de Türkçe yapmışlardı. Ayrıca gelenek, görenek, yaşam tarzları ve alışkanlıkları da Müslüman
Türklerden farklı değildi (Anzerlioğlu: 2009, 248).
2. Dil ve Edebiyat
2.1. Alfabe
2.1.1. Grek Alfabesi
“Grek alfabesi, Kuzey Sami yazısından gelişen yazı sistemlerinden biridir.
Yunanlılar, sıkı ticarî ilişkiler içinde bulundukları Fenikelilerin mallarını belirlemede bazı işaretler kullandıklarını görüp bu işaretleri öğrenerek, takriben M.Ö. 1000 yıllarında Grek yazısını kullanmaya başlamışlardır.” (User:
2006, 91’den: Malay: 1987, 8; Diringer: 1968, 359).
Kendisinden gelişen farklı alfabelerle yazı tarihinde önemli bir yer tutan
Grek alfabesi, ünsüz çatılı bir yazı sistemi olan Sami alfabesini, modern
anlamdaki alfabeye dönüştürmüş ve bu yazıya estetik şeklini vermiştir.
Antik devirde Etrüsk, Likya, Frigya, Lidya ve Karya alfabelerine, Mısır Kıptî
yazısına kaynak teşkil eden, modern Latin ve Kiril alfabelerinin de atası
olan Grek alfabesi, ticaret, din ve savaş yollarıyla Avrupa’nın tamamında
ve Asya’nın büyük bir bölümünde yaygınlaşmıştır (User: 2006, 91).
2.1.2. Karamanlı-Grek Alfabesi
Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur, Soğut, Mani, Brahmi, Çin, Arap,
İbrani, Süryani-Estrangelo, Grek, Kiril ve Latin alfabelerini kullanmışlardır.
İncelememize konu olan Karamanlılar da Grek harfli Türkçe ile çok sayıda
mezar kitâbesi ve matbu eser ortaya koymuşlardır.
“Türkçenin veya Türkçe kelimelerin yazımında kullanılan ilk alfabelerden
biri de Grek (Yunan) alfabesidir. Bugünkü bilgilerimize göre Grek harfleriyle
yazılmış en eski Türkçe kelimeler Ural nehrinin Türkçe adı olan Yayık ile eski
Türklerin cenaze töreni anlamında kullandıkları yoğ kelimesidir. Bunlardan
Yayık adı ilk olarak ünlü İskenderiyeli astronom, matematikçi ve coğrafyacı
Ptolemais tarafından II. yüzyılda Δάιζ (Dayıks; kelime sonundaki -s Grekçe nominativus ekidir) olarak kaydedilmiştir. Aynı adı Bizanslı Menandros
Protektor VI. yüzyılda Δαίχ (Dayih veya Dayik) şeklinde yazar. Göktürklerin
cenaze töreni anlamında kullandıkları yoğ kelimesi ise 576 yılında Gök-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
195
Cihan ÇAKMAK
türk hakanı Ektel’e gönderilen Bizans elçilik heyeti başkanı Valentinos’un
Bizans’a dönüşünde yazdığı raporunda δοχια (dohia) biçiminde kaydedilmiştir. Burada hi ve yota (hi), Türkçenin ğ sesi için kullanılmış olmalıdır.
Kelime sonundaki -a ise Grekçe ektir.” (Tekin: 1977, 105-106).
“Bizans tarihlerinin Türklerle ilgili bölümlerinde ve Batı Hun birliğine dahil
Bulgar Türklerinden kalma dil yadigarlarında da Grek harfleri ile yazılmış
Türkçe kişi adları, ünvanlar ve belirli bazı kelimeler (12 hayvanlı Türk takvimindeki hayvan adları ve sayılar gibi) vardır. Grek alfabesiyle yazılmış
eski Tuna Bulgarları kitabelerinde (IX. yüzyıl) zikrolunan Omurtag, Tervel
vb. gibi Türkçe hükümdar adları ile Bayan, Boyla, Bagatur vb. gibi Türkçe
ünvanlar bunlar arasındadır.” (Tekin: 1977, 107).
“Osmanlıcanın veya Türkiye Türkçesinin Grek alfabesiyle yazılmış en eski
örnekleri XVI. yüzyıla aittir. Grek harfleri ile yazılmış en eski Osmanlıca
(Türkçe) metin İstanbul patriği ünlü Gennadios Scholarios’un Fatih Sultan
Mehmed’in emri üzerine hazırlamış olduğu Hıristiyan İtikatnamesidir. Patrik Gennadios’un bu İtikatname’nin Grekçe metnini 1455 veya 1456 yılı
başlarında hazırladığı biliniyor. Bu İtikatname Vertoria (Karaferye) kadısı
Ahmed tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Daha sonra Arap harfli Türkçe
İtikatname çevirisi Grek harfleri ile de yazılmıştır.” (Tekin: 1977, 107).
Karamanlıların ana dillerinin Türkçe, kullanmış oldukları alfabenin ise Grek
harfleriyle olmasını Osman Fikri Sertkaya şöyle açıklamaktadır: “Türklerin
başlangıçtaki dinî inançları, bugün için, meçhulümüzdür. Bilinen devrelerden itibaren ise Şamanist, Budist, Maniheyist, Musevî, Nestoriyen (Süryani), Hıristiyan, Müslüman vs. olan Türkler, değiştirdikleri din gereğince o
dine uyan alfabeyi kullanmışlardır. İşte Tengriist Türklerin Köktürk, Budist
Türklerin Uygur ve Brahmi, Maniheyist Türklerin Mani, Musevî Türklerin
İbrani, Müslüman Türklerin Arap, Hıristiyan Türklerin ise Latin, Ermeni, Kiril, Grek… vs. gibi yazıları kullanmalarını, bu değişen din faktörü ile açıklamak istiyoruz. Bu izah tarzı aynı zamanda Karamanlıların Türkleşmiş Rum
olduğu görüşünün yanlışlığını da ispat etmektedir.” (Sertkaya: 2004, 2).
Grek alfabesi, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Hıristiyanlığın Ortodoks
mezhebine mensup olan Karamanlı toplumu tarafından XVIII. ve XX. yüzyıllar arasında kullanılmıştır. Grek alfabesinin kullanımının bilhassa Karamanlılar arasında bu kadar geç bir tarihte başlamış gibi görünmesine rağmen, Grek Alfabesiyle Türkçe kişi, yer ve kavim adlarının kaydedilmesi çok
daha eski tarihlere gitmektedir (User: 2006, 85).
196
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
Karamanlı-Grek alfabesinin Grek harfli yazımı ile ses karşılıklarını aşağıdaki tabloda şu şekilde göstermek mümkündür:3
Tablo 1. Karamanlı-Grek Alfabesi.
Ses karşılıkları
a
b
c
ç
d
e
f
g
ğ
h, k·
ı
i
j
h·
l
m
n
ñ
o
ö
p
r
s
ş
t
u
ü
v
y
z
Karamanlı-Grek Alfabesi
Harfler
Aα
μπ, π, ππ, μ
τζ, δζ, ντζ, τ̃ζ, τ̇ζ
τζ, δζ, ντζ, τσ, τ̃ζ, τ̇ζ
ντ, τ, δ, ττ,
Εε
Φφ, Υυ
Γγ, γκ, γγ, κ̇
Γ
Χχ
Ιι, ει, υ, η
Ηη, Ιι, ει, η
Ζζ, σ, τζ
Κκ, κκ, γκγ, χ
Λλ
Μμ
Νν
γκ, γχ, γ, νγ, γγ, γν, νγγ
Ο ο, Ω ω
Ο ο, ιο, εο, õ, ο̇
Ππ, ππ, χ
Rρ
Σς, σ, σσ
ς, σ, σσ, σ̇, σ̃, σσι
Ττ, ττ, δ, δ̇
Ου
ον, ον̃, õν, ιου, ιõ, ο̇υ
Ββ, υ
Ιι, γι, γ, η, ιγ
Ζζ, σ
Türkçenin 31 sesinden c, ç, h, ı, j, ö, ş ve ü harflerini Yeni Yunan alfabesinde göstermek mümkün değildir. Bunun dışında Grek alfabesiyle yazılmış
3
Tablo 1 için bakınız. USER, Hatice Şirin (2006), Başlangıcından Günümüzü Türk Yazı Sistemleri,
Ankara, Akçağ Yayınları.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
197
Cihan ÇAKMAK
eski metinlerde çoğu zaman b, d ve g harfleri p (ϖ), t (τ, υ), ve k (χ) ile
gösterilmiştir (Eckmann: 1950, 172).
“Grek alfabesi, Karamanlı Türkçesinin ses sistemini tam olarak yansıtmamaktadır. Bu alfabe, Türkçedeki dar-düz damak ünlüsü ı’yı, dar-yuvarlak
ön damak ünlüsü ü’yü, geniş-yuvarlak ön damak ünlüsü ö’yü, sedalı ve
sedasız diş-damak patlayıcıları c ve ç’yi, sedalı ve sedasız diş-damak sızıcıları j ve ş’yi ve sedasız arka damak sızıcısını karşılayan harf değerlerine
sahip olmadığı için, söz konusu sesler farklı harf birlikleriyle ve diyakritiklerle temsil edilmişlerdir. c ünsüzü τζ, j ünsüzü ζ, ş ünsüzü σ ve ς, ı ünlüsü
ι, ει, η, ve ν harfleri ve harf birlikleriyle, ö ünlüsü ο, ü ünlüsü de ον ile
yazılmıştır. Bununla beraber, söz konusu harf birlikleri ve ayırıcı işaretlerin (diyakritik) kullanılışı, bölgeden bölgeye değişmiş ve neticede ortaya
son derece istikrarsız bir imla çıkmıştır. Bu seslerin yanında Grek alfabeli
Karamanlı Türkçesi metinlerinde b için hem μϖ hem ϖ, d için hem ντ
hem τ harflerinin kullanılması, χ’in hem k hem de h seslerinin karşılığında
kullanılması, imladaki karışıklığı iyice arttırmıştır.” (User: 2006, 91-92’den:
Eckmann: 1950, 27-31). Tüm bunlara ek olarak Karamanlıcada, Yunan
alfabesinde bulunmayan harfler vardır. Örneğin epsilon (Ψ) ve ksi (Ξ) gibi
Grek harfleri Karamanlıcada yoktur. Çünkü Türkçede bu harflerin temsil
ettiği ses bulunmamaktadır. Karamanlıcada bazı sesleri karşılamak üzere
özgün harfler de yaratılmıştır. Karamanlı alfabesine Latinceden C, Kiril alfabesinden ise Δ harfleri girmiştir (Korat: 2003, 67).
Karamanlıların kullandıkları Grek alfabesiyle ilgili nihai olarak şunlar söylenebilir: Karamanlıların Grek alfabesini kullanmalarının en önemli nedenlerinden biri dinî gerekçeleridir. Bunda kilise önemli bir rol oynamaktadır.
Yunan harfleriyle Türkçe yazmanın diğer bir önemli gerekçesi de Karamanlılar arasında örgün eğitimin olmayışıdır. Yerel topluluklar ve dinî cemaatler kendi eğitimini kendileri veriyordu. Bunda Osmanlı İmparatorluğunda dil ve yazı çeşitliliğinde herhangi bir baskının olmaması, aksine tam
bir özgürlüğün hâkim olması etkendir (Korat: 2003, 67).
Grek alfabesi; Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine bağlı olan Karamanlılar
tarafından XVIII. ve XX. yüzyıllar arasında kullanılmıştır. Sınırlı sayıda ve
dar bir bölgede kullanılmasına karşın söz konusu alfabeyle çok sayıda eser
yazılmıştır. Bu alfabe, Göktürk yazısı dışındaki diğer tarihî Türk alfabeleri
gibi, Türkçenin sahip olduğu seslerin tamamını karşılamada yeterli olmamıştır. Grek alfabesi ise kullanıldığı coğrafya itibariyle Anadolu, Suriye,
198
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
Balkanlar, Baserabya ve Kırım’ın bazı bölgelerindeki Ortodoks Hıristiyan
Türkler ve Rumlar tarafından sınırlı bir bölgede kullanılmıştır. Bu noktada
din ve inanç sistemlerinin alfabe seçimindeki belirleyiciliği etkili olmuştur.
Tarihî süreçteki siyasî olaylar ise (Lozan Antlaşması’yla yürürlüğe giren Mübadele yasası), Grek alfabesinin Türkler ve Türkçe konuşan Rumlar tarafından kullanılmasına son vermiştir (User: 2006, 92).
2.2. Karamanlıca
Karamanlıca, XVI. yüzyıldan XX. yüzyılın başlarına kadar Grek alfabesinin
kullanılmasıyla yazılan Türkçedir. Karamanlıcanın ilk dönemlerinde bilhassa konuşma dilinin fonetik özellikleri Orta Anadolu lehçesiyle, son dönemlerde ise Osmanlıca ile benzerlikler gösterir (Korat: 2003, 65).
Anadolu’daki Ortodoks Hıristiyanların konuştukları Türk ağzı, Karamanlı
Türkçesi veya Karamanlıca olarak adlandırılmıştır. Lozan Antlaşması’nın ardından mübadeleye tabi tutulan Karamanlı Ortodoks Türkler, Türkiye’den
ayrıldıkları tarihe kadar yüzlerce mezar kitabesi, el yazması ve matbu metin bırakmışlardır (User: 2006, 89).
Karamanlıcanın nasıl bir dil olduğunu ilk kez Jacob ele almıştır. Jacob,
Karamanlıcanın klasik dile çok yakın bir dil olduğunu ifade etmiştir (Eckmann: 1950, 168’den; Jacob: 1898). Bu iddia Eckmann’a göre Karamanlıca eserlerdeki hususiyetler incelendiğinde kısmen doğrudur (Eckmann:
1950, 168).
Karamanlıcada müşterek bir yazım birliği yoktur. Yaşanılan bölgeden bölgeye harflerin kullanımları, stilleri değişiklik gösterebilir. Bazen sadece bir
bölgede kullanılan ve o bölgeye has harf stiline rastlanabilir4 (Korat: 2003,
65). Bu bakımdan Karamanlıca eserlerin dil ve imlâsı standart bir dil özelliği taşımamaktadır. Karamanlıca yazılmış eserlerin pek çoğu tercüme eser
oldukları için mütercimlerinin dil ve imlâ anlayışlarını yansıtmaktadırlar.
Bunun yanında mütercimlerin farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda
yaşamış olmaları onların kendi aralarında da bir birlik oluşturamamalarına
sebep olmuştur. Bu mütercimlerin esas gayesi ortaya koydukları eserlerin
4
Buna örnek olarak Niğde’nin Yeşilburç köyü Ayios Theodoros Kilisesi yazıtı çok tipiktir. Söz konusu
kitabede “i” harfi haç işareti ile gösterilmiştir. Bunun yanı sıra yerel söyleyiş özellikleri de dikkat
çekicidir. Örneğin Sille yazıtında “şefaati ile” ifadesi “şefaatıylan” şeklinde gösterilmiştir. “Hak
taala” yerine “Hak taale” yazılmıştır. Bir diğer örnek ise Kayseri Endürlük’teki yazıtta “bin” sayısı,
aynı yörede yaşayan Kayserililer gibi nazal n söylenişi ile Binn (ΒΙΓΓ) şeklinde kaydedilmiştir (Korat:
2003, 65).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
199
Cihan ÇAKMAK
dili değil içeriğidir. Bu yüzden mütercimler hitap ettikleri topluluğun kendilerini anlayabilecekleri sade ve anlaşılır bir dil kullanmayı tercih etmişlerdir. Zira bu dinî kitapların çoğu okunmak için değil dinlenmek için kaleme
alınmıştır (Kılıçarslan-Kahya: 2009, 730).
Karamanlıların yazılı eserlerinde, kitabelerinde ve mezar taşlarında Türkçe kelimelere yer vermelerinin yanında bilhassa karındaş gibi Eski Türkçe
kelimelere de yer vermiş olmaları son derece dikkat çekicidir. Alanya’nın
Tepe Mahallesi’nin Hıdırellez Mevkiinde bulunan Agios Georgios
Kilisesi’nin 1873 yılında tamir edildiğini anlatan kitabe buna örnek olarak
gösterilebilir.5
Abdülkadir Baykurt Cami yazılarında Karamanlılardan geniş bir şekilde bahseder. Cami’ye göre İstanbullular Karamanlılar’ı ayırt etmek için
Karamanlı Rum tabirini kullanarak onları diğer Rum ahaliden ayırırlardı.
Cami, bu Hıristiyan topluluğun son derece duru bir Türkçe kullandığını ve
ibadetlerini yaptıkları kiliselerinde dinî ritüellerini yine sade bir Türkçe ile
yapmalarıyla dikkati çektiklerini belirtmektedir (Aygil: 2003, 73-74’den:
Cami: 1932, 5-6).
Sonuç olarak bugün Yunanistan’da birinci ve ikinci kuşak Karamanlı toplumu içinde Türkçe hâlâ canlı bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Üçüncü
kuşak içinde konuşulanları anlayanların yanı sıra az sayıda da olsa Türkçe
konuşabilen insanların yaşadığı bilinmektedir (Anzerlioğlu: 2009, 171).
2.3. Karamanlıca Eserler
Karamanlıca eserlere XV. ve XVII. yüzyıllar arasında yazma olarak rastlanmaktadır. Matbu eserler ise XVIII. yüzyılın başlarından itibaren yazılmaya başlamıştır. Karamanlı Türkçesine tercüme edilen bilinen en eski eser
ise İstanbul’un fethinden sonra ilk Ortodoks patriği olan Gennadios’un
“İtikadname” adlı eseridir. Bunun yanı sıra Karamanlıca metinler içinde
Adalia (Antalya)’lı Serapheim (Serafim)’in tercüme ettiği eserler büyük bir
yekûn tutmaktadır (Sertkaya: 2004, 2).
5
Kitabenin günümüz Türk harflerine çevrilmiş şekli şöyledir:
“1. Agios Georgios kilisesi kadîmden burada bulunur.
2. Şimdi bu tarihte Aziz kilise yeniden
3. Ortodoks Hıristiyan karındaşlarımız kuvveti ile
4. yapılmıştır. Biz de Kilise’nin tarihinin
5. bilinmesi için bu tarihi yazdırmışızdır.
6. Alanyalı Manuloğlu Sabba 1873 Abril 23.” (Gönüllü: 1996, 24).
200
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
“Karamanlıca basılan ilk kitap 1718 yılında neşredilmiştir. O zamandan
itibaren çeşitli Avrupa ülkelerinde Karamanlıca diyaleği ile yazılmış pek
çok eser yayınlanmıştır. Karamanlıca kitapların en önemli koleksiyonu
Atina’daki Millî Kütüphanede (National-bibliothek) ve Yunan Bilim Akademisi Kütüphanesinde (Bibliothek der Griechischen Akademie der Wissenschaften) bulunmaktadır. Karamanlıca kitapların ilk listesi (yeni basımlı
71 kitapla birlikte 54 eser) S. A. Chudaverdoğlu-Theodotos tarafından bir
araya getirilmiştir. Karamanlidika adında düzenlenen büyük bir katalog
Türkçe olup, Yunan alfabesiyle basılmış olan eserlerin analitik bir bibliyografyası son zamanlarda Atinalı âlimler S. Salaville ve E. Dalleggio tarafından başlatılmıştır. İlk cildi 1584-1850 yıllarındaki 113 eseri tasvir eden
1958 yılında Atina’da neşredilen bir katalog Karaman Edebiyatı hakkındaki bilgimizi esaslı bir şekilde zenginleştirecektir.” (Eckmann: 1988, 90).
Grek harfleriyle yazılan Karamanlıca metinler incelendiğinde eserlerin,
1850’ye kadar genel olarak dinî konuları içerdiği görülür. Yayınlar, XIX.
yüzyılın ortalarından itibaren giderek çeşitlenir. Aralarında gazete, dergi,
tarih, coğrafya, gramer, sözlük (Osmanlı Türkçesi-Yunanca), ders kitabı,
hukuk kitabı, çeviri romanların da bulunduğu din dışı eserler ortaya konulmaya başlamıştır (User: 2006, 90’dan: Stathis: 1994, 2055-2063).
“Grek harfli Karamanlı Türkçesi kitaplar XVIII. ve XIX. yüzyıldan kalmadır.
Bunların içinde en eskisi, ilk baskısı 1718’de İstanbul’da (diğer baskıları:
Amsterdam 1743, İstanbul 1803 ve 1883) yapılmış olan Gülzar-ı iman-i
Mesihi adlı din kitabıdır. XVIII. yüzyıl başlarından XIX. yüzyıl sonlarına kadar yani iki yüz yıl içinde İstanbul, Venedik, Atina, Viyana, Leipzig, Amsterdam, Bükreş gibi şehirlerde basılmış Karamanlıca kitapların toplam sayısı
500’ü aşar.” (Tekin: 1977, 107-108). “Karamanlı ağzıyla çok sayıda sözlük, din, felsefe, tıp, ticaret ve bilim eseri ortaya konmuştur. Bu gelenek,
Lozan’da 30 Ocak 1923’te imzalanan ‘Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukâvelenâme ve Protokol’ün yürürlüğe girdiği güne kadar
aralıksız olarak devam etmiştir.” (User: 2006, 86).
Karamanlılar Yunanca bilmedikleri için dinî ve din dışı konulu eserlerini
Grek alfabesiyle yazmışlardır (Tekin: 1977, 107). Bu topluluk sadece matbu eserler yazmakla kalmamış, cenazelerini gömdükten sonra diktikleri
mezar taşlarına, ibadetlerini yerine getirdikleri kiliselere ve su içtikleri hayratlara da kitâbeler yazmışlardır (User: 2006, 90).
Karamanlıca eserlerin yazılmasındaki en önemli ve birincil amaç dinî akidelerini yerine getirmek isteyen fakat Yunanca bilmeyen Anadolulu Or-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
201
Cihan ÇAKMAK
todoks Hıristiyanlara dinî inanç ve ritüellerinin öğretilmesidir (KılıçarslanKahya: 2009, 730).
Karamanlı dili, Grek harfleriyle yazılmış eserlerde olduğu gibi bir birlik göstermemektedir. Fakat burada da bir edebî dil ve çeşitli ağızların varlığı söz
konusudur. Janos Eckmann incelemiş olduğu metinlerden hareketle Karamanlıca eserleri dil bakımından şöyle sınıflandırmıştır:
“I. Doğrudan doğruya edebî Türkçe ile yazılmış eserler: Bu eserler aslen
Arap harfleriyle yazılmış Türkçe eserlerin Yunan harfli neşirleridir. Bu guruba giren eserler nispeten yeni olmakla birlikte transkripsiyon sistemleri
genellikle doğrudur. Ayrıca kelimelerin vurgusunu göstermesi bakımından
da faydalıdır. Rumlar için yazılmış olan Türkçe gramer ve sözlükler bu tür
eserlere örnek olarak gösterilebilir. Bu tür eserlerde Arap alfabesiyle yazılmış olan metin bir de Yunan harfleriyle tekrar edilerek yazılmıştır. Bunlara
ek olarak XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında İngiliz Mukaddes
Kitap Şirketi tarafından yayımlanmış olan Yunan harfli Türkçe Mukaddes
Kitap Tercümeleri de bu grupta yazılmış eserler içinde değerlendirilebilir
(Eckmann: 1950, 167).
II. Halk unsurları ile az çok karışık bir yazı dili ile yazılmış eserler. Bunlar
arasında türlü kademeler vardır:
a. Dili edebî Türkçeye yakın olmakla birlikte halk ağızlarına ait bazı fonetik
özellikleri (eksik vokal uyumu: anler, arzuler, oğlı, güni, yoktır, oldı, kurtıl-,
bulın-, doldır-, kalup, yetisüp, nufuzlı,; et-, de-, eşit-, ver-, gece oo it-, di-,
işit-, vir-, gice; ses boşluğu: bean, temie, tek tük asimilasyon ve disimilasyon ses hadiseleri: şeher, mimkin, muhasere, vb.) içeren metinler.
Bunların dışında Anadolu Hıristiyanlarına Yunanca’yı öğretmek amacıyla
Türkçe kısmı da Grek harfleriyle yazılmış sözlükler de bu gruba dahildir. Bu
sözlükler esas olarak edebî dille yazılmış olmakla birlikte bazı ağız özellikleri ile ağızlara da ait az da olsa kelimeleri de içermektedir.
b. Bu gruba dahil edilen metinler a grubunda sayılan özelliklerinden başka, sadece Karamanlıca metinlerde karşılaşılan bazı özellikler göstermektedir. Örneğin; Arapça isim ve sıfatlara –lik ve –li eklerinin getirilmesi gibi:
aflık, mübarekli.
c. Bu metinlerde ağız hususiyetleri bundan önce sayılan gruplardan daha
çoktur. Fakat sentaks bakımından bu metinler Türk sentaksından fazla
farklılıklar göstermemektedir.
202
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
III. Karamanlı halk dili veya ona çok yakın bir dille yazılmış eserler bu gruba girmektedir. Bunlar dil bakımından tam bir birlik teşkil etmezler. Fakat
temelde aynı ağız özelliklerini taşırlar.” (Eckmann: 1950, 167-168).
Özetle söyleyecek olursak Karamanlılar hem dinî ve hem de din dışı konulu çok sayıda matbu eser ortaya koymuşlar ve bu eserlerde Türkçe düşünüp Türkçe yazmışlardır.
3. Karamanlı Türkçesinin Türk Dili Tarihi İçindeki Önemi
Karamanlı Türkçesi Türklerin tarih boyunca kullandıkları pek çok alfabe içinde Grek harfleriyle Türkçe yazılması bakımından büyük önem
taşımaktadır.6
Karamanlıların kullandığı Grek alfabesi tıpkı Latin alfabesinde olduğu gibi
seslerin tespit edilmesi noktasında büyük önem taşımaktadır. Çünkü Arap
alfabesinin kullanıldığı o devirlerde a ile e’nin ya da o, ö, u ve ü harflerinin
okunuşunda bazı zorluklar yaşanıyordu. Fakat Grek alfabesinde söz konusu harfler net olarak ortaya konmuştur.
Yazıldığı dönemin halk dilini yansıtması ve bölgeden bölgeye söyleyiş
farklılıklarının ortaya konulması bakımından da özel bir yere sahip olan
Karamanlıca metinler ciddî bir şekilde ele alınmalı, ses hususiyetlerinin7
yanında geniş kapsamlı bir grameri ve sözlüğü hazırlanmalıdır.
4. Sonuç
Toplumun mensup olduğu inanç sistemi ve siyasî yapı her zaman dil ve
özellikle de alfabe üzerinde etkili olmuştur. Bir başka ifadeyle dil ve alfabeyi toplumun bağlı olduğu siyasi yapı ve dinî itikatlerden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu bağlamda Karamanlılar da bağlı oldukları
Ortodoks-Hıristiyan dininin ve kilisenin etkisiyle Grek alfabesini benimsemişlerdir.
Genel olarak bugüne kadar yapılmış çalışmalarda Karamanlı Türkçesinin
belli özellikleri üzerinde durulmuştur. Dolayısıyla bu alanda yapılmış çalış6
Türkler tarih sahnesinde var oldukları süreç içerinde Göktürk, Uygur, Soğut, Mani, Brahmi, Tibet,
Süryani-Estrangelo, Grek, İbrani, Kiril, Arap ve Latin alfabelerini kullanmışlardır. Daha geniş bilgi
için bk. USER, Hatice Şirin, Türk Yazı Sistemleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2006.
7 Karamanlıcanın ses hususiyetleri Janos Eckmann tarafından ele alınmıştır. Ayrıntılı bilgi için bk.
ECKMANN, Janos (1965), “Anadolu Karamanlı Ağızlarına Ait Araştırmalar I, Phonetica”, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, C. VIII, s.
165-200.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
203
Cihan ÇAKMAK
malar bir bütünlük arzetmemekte ve Karamanlı Türkçesi hususunda kısmi
bilgiler içermektedir.
Çalışmamızda Karamanlılar ve Karamanlı Türkçesi hakkında derli toplu
bilgi verilmeye çalışılmış, bundan sonra, Karamanlıların dil ve kültürlerini
muhafaza etmeleri ve canlı tutmaları için ne gibi çalışmalar yapılabileceği
üzerinde durulmuştur.
Bu konuda yapılması gereken çalışmalar şu şekilde sıralanabilir:
1. 1950’lerde Janos Eckmann’ın başlattığı çalışmalarla son yıllarda ulusal
ve uluslararası düzeyde Karamanlı ağzının ele alındığı çok sayıda sempozyum düzenlenmiştir. Bu çalışmaların artması ve her yıl düzenli olarak Karamanlıların dillerinin, ağız özelliklerinin, kültürlerinin, gelenekgöreneklerinin ve Karamanlıca eserlerin konu edildiği sempozyum,
kurultay ve çalıştaylar düzenlenmelidir.
2. Karamanlıca yazmaların ilim âleminde kapsamlı bir şekilde tanıtıldığı
akademik çalışmalar yapılmalıdır.
3. Karamanlı Türkçesiyle kaleme alınmış gazete ve dergilerin tanıtımına
ağırlık verilmelidir.
4. Karamanlıca konusunda yapılan yayınların kaynakçalarının hazırlanması sağlanmalıdır.
5. Slav harfli Karamanlıca eserlerin katalogları hazırlanmalıdır.
6. Karamanlı Türklerinin başta dilleri olmak üzere, tarih, kültür, gelenek
ve göreneklerinin araştırılacağı Karamanlı Türkleri Araştırma Merkezi
kurulmalıdır (Stathis: 1989, 60).
7. Karamanlı Türkçesi daha önce ifade edildiği gibi bölgeden bölgeye
değişiklikler göstermekte ve dilciler tarafından bir ağız olarak kabul
edilmektedir. Bu bakımdan Karamanlı ağzıyla ilgili bugün hayatta olan
kişilerle birebir görüşerek derlemeler yapılmalı ve söz konusu ağzın kelime zenginliğini gösteren bir Derleme Sözlüğü hazırlanmalıdır.
8. Lozan Antlaşmasıyla mübadeleye tabi tutulan ve bugün Yunanistan’da
birinci, ikinci ve üçüncü kuşak Karamanlı Türkleri Türkiye’ye düzenli
olarak davet edilmeli, bu sayede Karamanlıların geçmişle olan kültürel
bağlarının devam ettirilmesi sağlanmalıdır.
9. Yunanistan’a götürülmüş binlerce Karamanlıca eserin tekrar Türkiye’ye
getirilmesi sağlanmalı, bu eserlerin yeterli maddî kaynağın bulunması
suretiyle incelenmesi ve kataloglanması için projeler oluşturulmalıdır
(Hazar: 2008, 345).
204
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
10. Türk Dil Kurumu son yıllarda gerek Ermeni harfli metinlerin gerekse
Grek harfli metinlerin incelenmesinde özellikle Üniversitelerde lisansüstü öğrenim gören öğrencilere burs desteği sağlamaktadır. Söz konusu burs desteği başka kamu kuruluşları tarafından da desteklenmeli
ve bu alandaki çalışmalar bu sayede bir artış göstermelidir.
11. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanlık’a bağlı kısa adı TİKA olarak bilinen Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı son yıllarda bilhassa Orta
Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinde ve Balkanlarda (Bosna Hersek, Kosova, Makedonya, Karadağ vb.) önemli projelere imza atmıştır. Aynı
şekilde geçmişte yoğun olarak Anadolu’nun iç kesimlerinde yaşamaktayken Lozan Antlaşmasıyla bugün Yunanistan’da yaşayan ve hâlâ
dillerini muhafaza eden Karamanlı Türklerinin yaşadıkları bölgelerde
çalışmalar yapılmalı, tam nüfusları tespit edilmeli ve yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde kültür merkezleri kurulmalıdır.
12. Karamanlı Türklerinin başta inanç ritüelleri olmak üzere, gelenekgöreneklerinin, yaşadıkları coğrafyaların, kullandıkları alfabelerin
vb.nin anlatıldığı belgesel filmler çekilmeli ve bu kültür bizden sonraki
kuşaklara aktarılmalıdır.
Kaynaklar
Anhegger, R. (1979-1980), “Hurûfumuz Yunanca. Ein Beitrag zur Kenntniss der
Karamanish-Türkischen Literatür”, Anatolica, no. VII, s. 159.
Anzerlioğlu, Yonca (2003), Karamanlı Ortodoks Türkler, Ankara, Phoenix Yayınları.
Aygil, Yakup (1995), Hristiyan Türklerin Kısa Tarihi, İstanbul.
Aygil, Yakup (2003), Turanlı Hristyanlar, İstanbul, Ant Yayınları.
Balta, Evangelia (1989), Karamanlidika, Atina 1987 (Pinelopi Stathis, Karamanlıca, Çev. Bülent Berkol), Tarih ve Toplum Dergisi, S. 62, (Şubat), İstanbul,
s. 59-60.
Balta, Evangelia (1998), “Karamanlıca Kitapların Dönemlere Göre İncelenmesi
ve Konularına Göre Sınıflandırılması”, Müteferrika, S. 13, İstanbul, s. 1-7.
Balta, Evangelia (1990), “Anadolu’lu Türkofon Hıristiyan Ortodoksların ‘Ulusal
Bilinç’lerini Araştırmaya yarayan Kaynak olarak Karamanlıca Kitapların Önsözleri”, Tarih ve Toplum Dergisi, 13/74 (Şubat), İstanbul, s. 84.
Baykurt, Cami (1932), Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler, İstanbul.
Dernschwam, H. (1992), İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, (Çev. Prof. Dr.
Yaşar Ören), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 78.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
205
Cihan ÇAKMAK
Dırınger, D. (1968), The Alphabet A Key to the History of Mankind, vol. I, New
York, 1..s.
Duman, Mustafa (1989) “Karamanlıca, Yunanca, Ermeni Harfli Türkçe ve Ermenice Nasrettin Hoca Kitapları”, Tarih ve Toplum Dergisi, XVI, S. 92, İstanbul,
s. 61-64.
Eckmann, Janos (1950), “Yunan Harfli Karamanlı İmlâsı Hakkında”, Türk Dili ve
Tarihi Hakkında Araştırmalar, Ankara, s. 27-31.
Eckmann, Janos (1951), “Karamanlıca –işin’li Gerundium Hakkında”, Türk Dili
Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara, s.14-15.
Eckmann, Janos (1953), “Karamanlı Türkçesinde –maca Ekli Fiil Şekli”, Türk Dili
Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara, s.45-48.
Eckmann, Janos (1965), “Anadolu Karamanlı Ağızlarına Ait Araştırmalar I, Phonetica”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, C. VIII, s. 165-200.
Eckmann, Janos (1965), Philologiae Turcicae Fundamenta II, Wiesbaden: s. 819835.
Eckmann, Janos (1988), “Karamanlıca’da Birkaç Gerundium Terkibi”, (Çev. Müjdat Kayayerli), Türk Kültürü Araştırmaları, S. XXVI, 2, Ankara, s: 89-94.
Eckmann, Janos (1991), “Karaman Edebiyatı”, (Haz. Halil Açıkgöz), Türk Dünyası
Edebiyatı I, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, s. 20-38.
Ekincikli, Mustafa (1998), Türk Ortodoksları, (1. baskı), Ankara, Siyasal Kitabevi.
Ekincikli, Mustafa (2002), “Türk Ortodokslarının Kimliği Üzerine Bir Değerlendirme”, Türkler Ansiklopedisi, C. 6, (Edit. Hasan Celal GÜZEL, Prof. Dr. Kemal
ÇİÇEK, Prof. Dr. Salim KOCA), Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, s. 233-239.
Ergene, Teoman (1951), İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları, İstanbul.
Eröz, Mehmet (1983), Hristiyanlaşan Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü,
Ankara.
Eyice, Semavi (1962), “Salaville Severien ve Dalleggio, Eugine, Karamanlidika,
Bibliographie analytique d’ouvrages en langue Turque imprimes en caracters Grecs I, 1584-1850, Belleten, C. XXVI, S. 102, (Nisan), Ankara, s. 369.
Eyice, Semavi (1975), “Anadolu’da Karamanlıca Kitabeler” (Grek harfleriyle Türkçe Kitabeler)”, Belleten, C. XXXIV, S. 153, (Ocak), Ankara, s. 25-48.
Eyice, Semavi (1977), “Rum Harfleri ile Türkçe (Karamanlıca) Bir Nevşehir Salnamesi (Yıllığı)”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Fındıkoğlu Armağanı,
İstanbul, s. 77-102. (4 resim ile)
Eyice, Semavi (1980), “Anadolu’da Karamanlıca Kitabeler” (Grek harfleriyle Kitabeler) II” Belleten, C. XLIV, S. 176, (Ekim), Ankara, s. 683-696 (9 resim ile).
Gönüllü, Ali Rıza (1996), “Alanya’da Karamanlıca (Grek alfabeli Türkçe) Bir Kitabe”, Yesevi, Aylık Sevgi Dergisi, S. 28, (Nisan), İstanbul.
206
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlı Türkçesine Genel Bir Bakış Denemesi
Güler, Ali (1998), “Yunanistan’da Etnik Gruplar I: Dil Grupları”, Avrasya Dosyası,
C. IV, S. 1-2, Ankara, s. 12-21.
Gümüşçü, Osman (2001), XVI. Yüzyıl Larende (Karaman) Kazasında Yerleşme ve
Nüfus, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Güngör, Harun (1984), “Karamanlıca (Grek Alfabeli Türkçe) Bir Kitabe”, Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, S. 33, İstanbul, s. 95-101.
Güngör, Harun (1989), “Karamanlıca Üç Kitabe”, Türk Dünyası Tarih Dergisi,
C.III, S. 34, İstanbul, s.29-31.
Güngör, Harun (2000), “Niğde-Nevşehir Yöresinde Karamanlıca Kitabeler”, Türk
Dünyası Tarih Dergisi, (Aralık), S. 168, İstanbul, s. 44-46.
Gürsel, Korat (2003), “Karanlıktaki Dil: Karamanlıca”, (Foto: Şebnem Eraş), Atlas
Dergisi, S. 125 (Ağustos), s. 56-74.
Hazar, Mehmet, ÖZDEM, Oğuz (2008), “Grek Asıllı Karamanlı Türkçesi Alfabesinin Kullanımı Üzerine”, Turkish Studies, Vol. 3/6, Fall, s. 337-353.
İnan, Abdulkadir (1968), Makaleler ve İncelemeler, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Yayınları.
Kafesoğlu, İbrahim (2005), Türk Millî Kültürü, İstanbul, Ötüken Yayınları.
Kahya, Hayrullah (2003), “Grek Harfli Osmanlı Türkçesi Bir Eser: İspat-ı Mesihiye
Üzerinde Dil İncelemesi”, Fatih Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
Kahya, Hayrullah (2008), “Karamanlıca Zarf-fiil Eklerinden Örnekler”, Selçuk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Edebiyat Dergisi, S.19, Konya, s. 131-152.
Kahya, Hayrullah, (2008), “Karamanlıca Zarf-Fiil Eklerinden Örnekler”, Selçuk
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 19, Konya, s. 131-152.
Kahya, Hayrullah (2008), “Karamanlıca Bir Esere Göre Karamanlıcada Arapça ve
Farsça Kelimeler”, Turkish Studies, Volume 3/Spring, s. 480-501.
Kılıçarslan, M., Kahya, H. (2009), “Yunanca-Osmanlıca/Karamanlıca Bir Sözlük:
Leksikon Ellinoturkikon”, Turkish Studies, Vol.4/4, Summer, Erzincan.
Korkmaz, Zeynep (1977), Nevşehir Yöresi ve Ağızları I. Cilt Sesbilgisi (2. baskı),
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara: 230.s.
Kurat, Akdes Nimet (1937), Peçenek Tarihi, İstanbul.
Kurat, Akdes Nimet (1972), IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk
Kavimleri ve Devletleri, Ankara.
Malay, Hasan (1987), Epigrafi (Yazıtbilim), İzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir, s. 8.
Moravcsık, Gyula (1953), Byzantino Turcica, II, Sprachste der Türkvölker in den
Byzantine Quellen, Leiden, s.151.
Öztürk, İbrahim (1996), “Niğde’de Yaşamış Türk Ortodokslar ve Onlardan Kalan
Üç Kitabe”, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.1, Niğde, s. 81-87.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
207
Cihan ÇAKMAK
Sertkaya, Osman Fikri (2004), “Grek Harfleriyle Yazılmış Anadolu Karamalı Ağzı
Metinleri Üzerine”, Journal of Turkish Studies, 28/II, Günay Kut Armağanı
IV, s. 1-21.
Soysü, Hale (1992), Kavimler Kapısı-I (Gagauzlar ve Karamanlılar Bölümleri), Kaynak Yayınları, İstanbul.
Şahin, Alpay (2000), “Karamanlides”, Milliyet, 17 Ekim 2000.
Şakiroğlu, Mahmut (1974), “S. Salavielle ve E. Daleggio, Karamanlidika, Bibliographie analytique D’ourrages en Alngue Turque Imprimes en caracteres
Grecs,III, 1866-1900”, Belleten, C. XXXVIII, S. 149-152, s.758.
Tekin, Talat (1977), Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Ankara, Simurg Yayınları.
Turan, Osman (1948), “Selçuk Devri Vakfiyeleri”, Belleten, XII/45, Evliya Çelebi
Seyahatnamesi, IX, Ankara, s.71.
User, Hatice Şirin (2006), Başlangıcından Günümüzü Türk Yazı Sistemleri, Ankara,
Akçağ Yayınları.
User, Hatice Şirin (2002), “Türklerde Alfabe ve Kimlik”, Türkler Ansiklopedisi,
C.III, Ankara, s. 740-753.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1988), Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu
Devletleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Ansiklopediler
Türkçe Sözlük (2005), Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Türkler Ansiklopedisi (2002), (Edit. Hasan Celal GÜZEL, Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK,
Prof. Dr. Salim KOCA), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
Büyük Larousse, cilt II, s. 9392.
208
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
DESTİNASYON PAZARLAMASI VE MARKA KENT
OLUŞTURMA STRATEJİLERİ: NEVŞEHİR İLİ İÇİN MARKA KENT
TEMELLİ BİR TURİZM STRATEJİSİ ÖNERİSİ
CITY MARKETING AND “CITY-BRANDING” STRATEGIES:
A “CITY-BRANDING” BASED TOURISM STRATEGY
PROPOSAL FOR NEVŞEHİR
Çağatan TAŞKIN* - Cem Okan TUNCEL**
ÖZET
Uluslararası turizm pazarı, ülkelerin pazar paylarını koruma ya da
arttırma amaçları için yoğun çaba gösterdikleri önemli bir ekonomik
girdi kapısı haline gelmiştir. Günümüzde turizm, ülkelerin kalkınmasında artık çok daha önemli bir rol oynamaktadır. Ülkeler bunun
için, gerek hükümetler düzeyinde gerekse yerel yönetimler düzeyinde turizm stratejileri geliştirmektedirler. Destinasyon pazarlaması
kavramı da söz konusu stratejilerin etkinliğinin arttırılması açısından
oldukça önemlidir. Belirli destinasyonların ayırt edici özelliklerinin ön
plana çıkartılarak, potansiyel hedef pazarlara ya da pazar bölümlerine sunulması, günümüzde yaygın olarak kullanılan bir “destinasyon
pazarlaması” stratejisidir. Ancak, hemen her alanda olduğu gibi,
turizm sektöründe de rekabet yoğundur. Giderek artan, çeşitlenen
turist ihtiyaç ve istekleri ile yaşanan yoğun rekabet ülkelerin ve kentlerin yöneticilerini daha etkin stratejiler geliştirmeye zorlamaktadır.
Bunu gerçekleştirmenin yolu da kentin marka değerini ölçmekten
geçmektedir. Bu makalenin amacı, Nevşehir ili özelinde marka kent
oluşturmayı kültür endüstrileri bağlamında açıklamak ve marka değeri ölçümünün kent markalaşmasındaki önemini vurgulamaktır.
Anahtar Kelimeler: Turizm Pazarlaması, Marka Kent, Kültür Endüstrisi, Marka Değeri Ölçümü, Nevşehir.
* Arş.Gör., Dr., Uludağ Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü, e-posta: [email protected]
** Arş.Gör., Dr., Uludağ Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
209
Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL
ABSTRACT
International tourism market, where countries are competing to
keep or increase their market shares, has become an important economic income source. Today, tourism has a vital role in the development of countries. That’s why; countries develop tourism strategies
both in government and municipality levels. “Destination marketing” is very important for increasing the efficiency of these strategies. Promoting a destination to the target market by mentioning
the specific characteristics of this destination is a commonly used
“destination marketing” strategy. Besides, competition is severe in
tourism sector like in many other industries. Severe competition forces countries and cities to develop more efficient strategies. One of
the ways of achieving this goal is to measure the brand equity of the
destination. The purpose of this paper is to explain creating a brandcity in a culture industry context for Nevşehir and to mention the
importance of brand equity measurement in destination branding.
Key Words: Tourism Marketing, Brand-City, Culture Industry,
Brand Equity Measurement, Nevşehir.
1. Giriş
“Rekabet sadece ürünler ve firmalar arasında gerçekleşmez.
Ülkeler ve şehirler de birbirleriyle rekabet eder.”
Philip Kotler
Küreselleşme çağında kentler, dünya ekonomik sisteminin bir alt birimi olarak küresel ölçekte rekabet edebilmek için, yatırımları ve turizm faaliyetlerini kendilerine çekebilecek farklı stratejiler izleme yoluna gitmektedirler.
Küreselleşmenin getirdiği sonuçlara bağlı olarak kentlerin birer ekonomik,
sosyal ve kültürel figür olarak öne çıkışları oldu. Bu gerçek ile birlikte kentlerde sanki birer ekonomik işletme imiş gibi çağın sert rekabet ortamı içinde
yer almaktadırlar. Bu rekabet sürecinde yarışın ön saflarında yer alamayan
kentler, barındıkları işletmelerin ticari ve sınaî rekabette geri kalmalarına
katkı koydular Uluslararası turizm pazarı, kentlerin pazar paylarını arttırma
amaçları için yoğun çaba gösterdikleri önemli bir ekonomik girdi kapısı haline gelmiştir. Günümüzde turizm, ülkelerin kalkınmasında artık çok daha
önemli bir rol oynamaktadır. Ülkeler bunun için, gerek hükümetler düzeyinde gerekse yerel yönetimler düzeyinde turizm stratejileri geliştirmektedirler.
“Marka kent” olgusu da kentlerin birer cazibe merkezi haline gelmesinde
özellikle son on yıllık dönemde öne çıkan temel strateji olmuştur. Küreselleşmenin tüm hızıyla yaşandığı son yirmi yılda küresel sermayeyi cezbedebilen ve yeni teknolojilerin ortaya çıkardığı iletişim imkânlarını barındıran
210
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri:
Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi
kentler uluslararası rekabetten galip çıkmaktadırlar. Şöyle ki küresel sermaye sınır gözetmeksizin kendisine daha iyi imkânlar sunan kentlerde yatırım
yapmakta diğerlerini ise dışlamaktadır. Şu halde ulusal kalkınmanın yolu
kentlerin kalkınmasından yani markalaşmasından geçmektedir. Bu bağlamda kentler, küresel sermaye akımlarından ve bunun yanında küresel turizm
pazarından daha fazla pay alabilmek için kentte yer alan farklı aktörlerin
ve paydaşların işbirliği ile kente özgü farklı unsurları ön plana çıkaracak
markalaşma stratejileri uygulamaya koymaktadırlar. Bu stratejiler içerisinde
başat unsur kimi durumda tarih ve kültür, kimi zaman doğal çevre, kimi
zaman da coğrafi ürün ya da o kentin sahip olduğu üretim yetenekleri olabilmektedir. Buna ek olarak bazı kentler içerisinde karma, eşdeyişle birden
fazla faktöre dayalı strateji izleme olanağı mevcuttur. Bu çalışmanın amacı,
Nevşehir ili özelinde marka kent oluşturmayı kültür endüstrileri bağlamında
açıklamak ve kentsel politika üreten her kesim, bir başka ifade ile kentsel
yönetimin paydaşlarına yönelik politika önerilerinde bulunmaktır.
2. Küreselleşme ve Kentlerarası Rekabetin Yükselişi
Küreselleşme süreci ile birlikte kapitalizmin mekânsal dönüşümüne bağlı olarak bölge ve kentlerin dünya ekonomisinin bir alt sistemi olarak etkinliği ve
önemi artmıştır. Bu süreç içerisinde dünyada sanayinin küresel olarak örgütlenmesi dönüşüme uğramaktadır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler Thomas
Friedman’ın kullandığı metafor ile tanımlanırsa “düzleşen dünyada” ekonomik gelişmenin en temel itici gücünü oluşturmaktadır. Friedman iletişim
teknolojilerine bağlı olarak gelişen yeni küreselleşme evresini şu şekilde tanımlamaktadır:2000 dolaylarında yepyeni bir döneme girdik: Küreselleşme
III. Küreselleşme III dünyayı hem küçük boydan minik boy’a getirmekte hem
de oyun alanını düzleştirmektedir (Friedman,2006:4). Küreselleşme dünyayı
düzleştiren bir süreç olmanın yanında küresel üretim sisteminde yerel ekonomilerin konumlanmasını da dönüştürmektedir. Dünya sanayi üretiminde
gelişmekte olan ülkelerin payı artarken tüm dünya küreselleşme ve yerelleşme çelişkisi içinde birleşik olarak değişmektedir. Örneğin Global Metro Monitor raporunda yayımlanan verilere göre ekonomik değer ve istihdam bakımından dünyanın en büyük 150 kent ekonomisi 53 ülkede bulunmaktadır.
2007 yılında Dünya GSMH’nin % 46’sı bu 150 kent tarafından üretilirken
ile dünya nüfusunun % 12’ye yakın kısmı da bu kentlerde yaşamaktadır.
(The Brokings Institution; 2010:9) Bu dönemde kentler dünya ekonomisinin
başat aktörleri konumuna gelmekte ve ulusal ekonominin bir alt sistemi
olmaktan çıkarak doğrudan dünya ekonominsin bir parçası olmaktadırlar.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
211
Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL
Küreselleşme sürecinde kentler, ülkelerindeki ve dünyadaki yatırımları, alıcıları ve turistleri kendisine çekmek için birbirleriye rekabet etmektedir. Kentin
paydaşlarına daha yüksek yaşam kalitesi sunmak için dünyadaki tüm kentler
ile rekabet edebilmek için farlı stratejilere gereksinim duymaktadır. kentler
ve bölgeler, rekabet üstünlüğü sağlayabilmek için ekonomik ve/veya ekonomi dışı faktörlerin farklı birleşimlerini bir araya getirme becerisini sergileyebilmek zorundadırlar..Kentler bir çekim merkezi haline gelebilmek için sahip
oldukları taklit edilme olanağı zayıf olan kaynak ve özelliklerini ön plana
çıkararak bir rekabet stratejisi geliştirmeye başlamışlardır.
Artık şehirlerde kaynaklarını daha etkili kullanmak, yaranabilir mekânlar
yaratmak, cazibe merkezi haline dönüştürebilmek amacıyla pazarlamayı
kullanmaktadırlar. Küresel rekabet ortamında giderek küresel sistemin bir
alt unsuru haline gelen kentler için temel amaç daha fazla ilgi çekmek ve
turizm faaliyetleri ve sinai ve hizmet yatırımları bakımından tercih edilebilir
olmaktır. Yani şehre ziyaretçi sayısını artırmak, yatırım isteklerini teşvik etmek ve şehirde oturanların sorunlarını anında çözümleyecek hizmet sektörlerinin varlığı yoluyla değer oluşturmak anlamına gelmektedir. Bu kapsamda fikrilerin, sermayenin ve yerel bilginin yeni kaynakları yerel politikaların
uygulanmasına yönelik olarak harekete geçirilmektedir.Bu anlamıyla kent
pazarlaması özel sektör ile işbirliği ahinde sürdürülen kamu planlamasına
stratejik bir yaklaşım olarak düşünülebilir (Helbrect,1994:528). Kent pazarlaması, kente yönelen yatırımların ve turizm faaliyetlerinin arttırılması yanında, kent toplumunun gelişmesi, yerel kimliğin güçlenmesi ve dışlanmışlığı
engelleyecek toplumsal güçleri harekete geçirilmesi amacıyla kentin rekabetçi üstünlüğünün tesisi olarak anlaşılabilir (Kavaratzis,2004:70). Kentlerin
kültürel varlıkları ve tarihlerine, doğal özelliklerine, sahip oldukları özgün
ürünlere ve yetkinliklere dayanarak marka kent olmak için caba harcamaya
başlamışlardır. 1990’ların başında ağırlık kazanan marka kent kavramı da,
markalaşması hedeflenen kentin öncelikle kendi halkına, daha sonra da küresel alanda tüm bireylere daha iyi şartlar sunması amacına yönelmektedir.
Bu bağlamda, bir kent, uluslararası platformda bir ya da birkaç alanda en
bilinen olmak, tercih edilmek, markalaşmak istiyorsa, öncelikle kendi sınırları içinde yaşayan insanlar için yeterli olabilmeli, ekonomik, kültürel, sosyal
açıdan tüm açıklarını kapatabilmelidir. Bu nedenle rekabette kendine iyi bir
yer bulmak isteyen bir kentin, yeni türden endüstrilerin gerektirdiği bilim,
teknoloji ve ar-ge altyapısını hazırlaması gerekmektedir. Dolayısıyla yaşanabilir bir kent; parklar, eğlence mekânları gibi bir donanım yanında ar-ge
merkezleri, teknoparklar ve bilim müzelerine de sahip olmalıdır.
212
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri:
Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi
Bölgesindeki diğer üretim merkezleri ile ticaret yapma imkânına sahip olan
ve üretim yelpazesini genişletip girişimcisinin önündeki engelleri kaldırabilen, tarihi ve kültürel mirasını iyi koruyarak bunu iyi sunabilen kentler
küresel rekabet güçlerini ve ekonomik ağırlıklarını artırabilmektedirler. Dolayısıyla marka kent yaratma çalışmaları içinde yapılan stratejik planlarda
turizm ya da kültüre yer vermenin yanında ticaret ve sanayiye de gereken
önemi vermek gerekmektedir. Böylelikle her alanda sürdürülebilir bir rekabet edilebilirlik ile markalaşma çalışmasına bütünsel bakmakta fayda vardır.
Küreselleşen ve giderek yaratıcığa ve fikir üretmeye dayalı hale gelen ekonomik yapı içersinde rekabetin anahtarı bilgiyi ve yaratıcılığı denetleme gücüne bağlı hale gelmektedir. Bu bilgi ekonomisi çağında ekonomiyi yaratıcı
ekonomi olarak tanımlayan Howking’e göre bu yaratıcı ekonominin temek
sanayileri artık yaratıcı sektörler olmaktadır (Howkins ,2005) Bu yaratıcı
sektörler ise Araştırma ve Geliştirme, Yayımcılık, Yazılım, TV ve Radyo, Tasarım, Müzik, Film, Oyuncak ve Oyunlar, Reklamcılık, Mimarlık, Sahne Sanatları, Zanaatkârlık, Video oyunları, Moda, Sanat faaliyet alanları olmaktadır
(Howkins, 2001, 116). Tablo 1 ‘de sunulduğu gibi yaratıcı endüstrilerin
payı özellikle gelişmiş ülkelerde hızla yükselmekte ve bu ülkelerdeki iktisadi
büyüme sürecinin ve refahın temel taşıyıcı gücü haline dönüşmektedir.
Tablo 1: Yaratıcı Ekonominin Temel Endüstrileri (Milyar Dolar, 1999).
Sektör
Ar-Ge
Yayımcılık
Yazılım
TV ve Radyo
Tasarım
Müzik
Film
Oyuncak ve Oyunlar
Reklamcılık
Mimarlık
Sahne Sanatları
Zanaatkârlık
Video oyunları
Moda
Sanat
Toplam
Küresel
$545
506
489
195
140
70
57
55
45
40
40
20
17
12
9
$2240
A.B.D.
$243
137
325
82
50
25
17
21
20
17
7
2
5
5
4
$960
A.B.D.’nin Payı
%44.6
%27.1
%66.5
%42.1
%35.7
%35.7
%29.8
%38.2
%44.4
%42.5
%17.5
%10.0
%29.4
%41.7
%44.4
%42.8
Kaynak: Florida, 2002: 47.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
213
Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL
Yaratıcı sınıf, kent markalama sürecinde önemli bir aktördür. Yaratıcı sınıf kavramı bir kısım planlamacılar, pazarlamacılar, reklâmcılar tarafından
kullanılan yeni bir terimdir. Ekonomide yaratıcılığa olan ihtiyaç bu sınıfın ortaya çıkmasını ve yükselmesini sağlamıştır. Bilim adamları, mimarlar,
mühendisler, sanatçılar, müzisyenler, eğitimciler ve yeni teknolojiler, yeni
fikirler, yeni içerikler üreten daha birçok iş kesiminden kişiler yaratıcı sınıfı oluşturur (Florida,2002) Yaratıcı endüstriler de çalışan bu sınıf temel
olarak ekonomiye entelektüel sermayesini aktararak var olmaktadır. Bu
yaratıcı sınıfların varlığı kentin rekabet gücünün en önemli bileşeni haline
gelmektedir. Yaratıcı sınıfların varlığı kentin ekonomik ve sosyal yaşamı
üzerinde yaratacağı dönüştürücü etkiye bağlı olarak kentin marka değerinin sürdürülebilir olmasının da başat gücü haline gelecektir.
Kentlerin değişim ve dönüşümü daha karmaşık kavramları içermeye başladığından beri yetenekli ve yaratıcı insan olan ihtiyaç artmıştır. rekabet
basıksından sıyrılmak ve küresel ölçekte rekabet etmek isteyen şehirler
basit ve taklit edilebilir ürünlere odaklanmaktan vazgeçmişler bunun yerinde daha sofistike ürünlere yönelmeye başlamışlardır. Yaratıcı sınıf bilim,
mühendislik, mimarlık ve tasarım, eğitim, sanat, müzik, gösteri sanatları
alanında yer alan iktisadi faaliyetlerle ile yeni fikirlerin yeni teknolojilerin
doğmasına neden olan insanlardan oluşmaktadır. Bunlar ister sanatçı ister
mühendis ister yazar ister müzisyen ister bilgi işlem uzmanı olsun hepsinin
ortak paydası yaratıcılığa, farlılığa liyakate ve kişiliğe değer vermeleridir.
Kentselleşme, modern binalar ve kültürel yapılar sayesinde kentler küllerinden doğarak değişim içine girerler. Böylece yenilik, sanat ve yaratıcılık
yaygınlık kazanmaya başlarlar. Bu sayede öğrenciler, girişimciler, entelektüeller, sanatçılar, yöneticiler ve siyasiler arasında karşılıklı etkileşim olur,
bu da yaratıcılığın, ekonomik başarının, güçlü kurumların, yeni fikirlerin
yaratıcısı olur.
Bir kente yaratıcı kent olarak tanımlanabilmesi için dört temel şart bulunmaktadır (İlgüner ve Asplund,2011:320):
1. Kentin sanat ve kültür altyapısına sahip olması gerekmektedir. Kent sanat ve kültür faaliyetlerini destekleyecek vizyona ve kurumsal mimariye
sahip olmalıdır.
2. Kent yaratıcılığın teknolojinin öne çıktığı yaratıcı sanayilere dayalı bir
ekonomik yapıya sahip olmalıdır. Bunun için sanat ve kültürel miras,
medya eğlence endüstrileri, moda, turizm, yaratıcı teknoloji yoğun hizmetler, yazılım ve bilgi ve iletişim sektörleri desteklenmelidir.
214
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri:
Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi
3. Kent yaratıcı sınıf ile güçlü işbirliği bağlarına sahip olmalıdır. Kent fikir
üretebilen yaratıcı insanları kentin yaşam ve çalışma alanına çekmek
için stratejiler geliştirmelidir.
4. Yaratıcı kentler yaratıcılığın bir kültür olarak geliştiği kentler olmalıdır.
Yaratıcı kent kavramı hem yaratıcı ekonomi hem de yaratıcı sınıf kavramlarından daha geniş kapsamlıdır. Yaratıcı bir kent içinde ister kamu
ister özel sektör olsun tüm kent paydaşları için yaratıcılık ve fikir üretme
rutin bir faaliyet olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kent sürekli gelişmek için tamamen farklı grupların bir araya geldiği yaratıcı yenilikçi
yanlardan yararlandığı bir dinamik geliştirmelidir.
Tablo 2’de de sunulduğu gibi kentler farklı unsurlarını öne çıkararak ve
geliştirerek birer çekim merkezi haline gelmektedirler. Yaratıcı kentler bu
nedenle hem küresel yatırımları, hem küresel beyinleri hem de turistleri
çekebilen birer kent konumuna yükselmektedir. Yaratıcı kent liginde yer
alan farklı kentler farklı karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmakla birlikte
hepsinin ortak özelliği üstünlük faktörünü destekleyecek kurumsal mimariye sahip olmaları olamaktadır.
Tablo 2: Yaratıcı Kentler Ligi.
Şehir
Edinburg
Iowa City
Melbourne
Dublin
Bologna
Ghent
Glasgow
Sevilla
Berlin
Buenos Aires
Kobe
Montreal
Nagoya
Shenzhen
Şangay
Seul
St. Etienne
Ülke
İngiltere
A.B.D.
Avustralya
İrlanda
İtalya
Belçika
İngiltere
İspanya
Almanya
Brezilya
Japonya
Kanada
Japonya
Çin
Çin
G.Kore
Fransa
Aswan
Mısır
Başlık
Edebiyat Şehri
Edebiyat Şehri
Edebiyat Şehri
Edebiyat Şehri
Müzik Şehri
Müzik Şehri
Müzik Şehri
Müzik Şehri
Tasarım Şehri
Tasarım Şehri
Tasarım Şehri
Tasarım Şehri
Tasarım Şehri
Tasarım Şehri
Tasarım Şehri
Tasarım Şehri
Tasarım Şehri
Folklor ve El
Sanatları Şehri
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
215
Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL
Kanazawa
Japonya
Santa Fe
A.B.D.
Icheon
G. Kore
Chengdu
Popayan
Ostersund
Çin
Kolombiya
İsveç
Lyon
Fransa
Bradford
Sydney
İngiltere
Avustralya
Folklor ve El
Sanatları Şehri
Folklor ve El
Sanatları Şehri
Folklor ve El
Sanatları Şehri
Gastronomi Şehri
Gastronomi Şehri
Gastronomi Şehri
Medya Sanatları
Şehri
Film Şehri
Film Şehri
Kaynak: İlgüner ve Asplund,2011:320.
Son olarak, marka kent olmanın amacı; cazibeyi arttırarak ziyaretçi akışını
hızlandırmak, işletmelerde yatırımı canlandırmak, halkı ve öğrencileri söz
konusu kentte yaşamaya ikna etmektir. Bu nedenle marka kent olabilmek
turizm faaliyetlerinin yanında yaratıcı endüstrilere sahip yaşam alanlarını
da geliştirebilmek ile olanaklı olacaktır.
3. Destinasyon Pazarlaması ve Kent Markalaşması
Destinasyon pazarlaması, bir yerin öz niteliklerine uygun olarak oluşturulan bir destinasyon kimliğinin seçili hedef kitlelere dönük olarak etkin
iletişim çalışmaları ile daha çekici hale getirilmesini amaçlar. Destinasyon
pazarlamasının yönetiminde, o destinasyonda yasayan, destinasyonu iyi
tanıyan ve destinasyonun geleceği hakkında bir takım hayalleri ve beklentileri olan özel ve/veya tüzel kişilikler bulunduğundan bu pazarlama
türü, destinasyonu rakiplerinden farklılaştırmak için daha esnek, hızlı ve
yaratıcı çözümler sunabilme ve olası riskleri en aza indirebilme potansiyeline sahip bir stratejidir. Bunun yanında destinasyon pazarlaması, mikro
düzeyde ve tek bir yer bazında yapıldığı için, ürünün özü, temel işlevleri
ve yardımcı işlevleri konusunda tüketiciyi daha fazla bilgilendirir ve satın
alma kararı üzerinde daha etkili olabilir. Bu tip bir pazarlama stratejisi ile,
ülkenin bir bölgesi ile ilgili olarak ortaya çıkan olumsuz bir durumun diğer bölgeleri de etkilemesinin önüne geçilebilir. Dünyadaki yoğun turizm
rekabeti içerisinde her gün çok özgün nitelikleri olan, yeni destinasyonlar
sahneye çıkmaktadır. Birbirine benzer turizm ürünleri sunan birçok ülke
bu tip rekabetten olumsuz etkilenmektedir. Akdeniz çanağında bulunan
216
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri:
Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi
ve turizmde yeni olan Tunus, Cezayir gibi ülkelerin turistlere temel üründe
çok cazip fiyatlar sunabilme ihtimalinin yüksek olduğu düşünüldüğünde,
Türkiye için gelecek yıllarda rekabetin daha da şiddetleneceği beklenmelidir. Turizm sektöründe iyi bir başlangıç ve sağlam adımlarla ilerleme
için destinasyonların kendilerini sürekli olarak yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir. Destinasyonlar geçmişlerini, tarihlerini ve kültürel değerlerini yeniden keşfedip, yeni bir kimlik ve vizyonla dünyanın karsısına
çıkmalıdırlar. Turizm sektöründe, globalleşmenin getirdiği yoğun rekabet
ortamında yapılmayanı yapmanın, henüz girilmemiş fakat belli potansiyele sahip, küçük ve niş pazarlara girmenin daha kolay ve karlı olacağı
yapılan tahminler arasındadır. Bu bağlamda, destinasyon bazında turizmi geliştirme ve pazarlama faaliyetlerinin ilgili bölge, yöre ve kentlere
önemli fırsatlar sunduğu açıktır. Destinasyonlar, öncelikle ziyaretçilerine
sundukları temel fayda ya da değeri öne çıkaracak ve rekabet güçlerini
artıracak politikaları geliştirmek durumundadır. Pazarlamaya konu tüm
ürünler için olduğu gibi bir destinasyonun da bunları gerçekleştirmesinde, marka çok önemli bir yere sahiptir. Destinasyonlar, potansiyel olarak,
dünyanın en büyük turizm markalarıdır. Destinasyonlar, genellikle üzerinde bulundukları coğrafi alanın marka adı altında temsil edilmektedir
(Afrika, Fransa, New York, Kapadokya vb. gibi). Destinasyonun sunduğu
temel değerin ifade edilmesi ve diğerlerinden farkının ortaya konabilmesi markalaşma ile mümkün görünmektedir (Yavuz, 2007: 40-41; Yavuz,
2009: 58-59).
3.1.Markalaşma
Markalama yazınında, marka kavramının birçok tanımı mevcuttur. Marka
tanımlarının bu denli çeşitli olmasının iki temel sebebi mevcuttur. Bunlardan birincisi, marka ya da markalama konusunun ele alındığı zaman
dönemi, ikincisi ise marka tanımını yapan işletme paydaşının bakış açısıdır. Marka kavramını açıklayan farklı yaklaşımların olmasının, bir anlamda
farklı felsefelerin varlığından ve paydaşların farklı bakış açılarından kaynaklandığı söylenebilir. Örneğin marka kavramı, tüketici bakış açısı veya
işletme bakış açısı ile tanımlanabilir. Ayrıca markalar amaçları yönünden
veya özellikleri açısından açıklanabilirler. Aşağıda marka tanımına ilişkin
ilgili yazında bulunan farklı yaklaşımlar incelenmektedir. Örneğin, Amerikan Pazarlama Birliği’nin 1960 yılındaki işletme odaklı marka tanımı şöyledir (Wood, 2000: 662):
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
217
Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL
“Bir satıcının veya bir grup satıcının ürün veya hizmetlerini tanımlayan ve
rakiplerinkinden ayırt eden isim, terim, işaret, sembol veya tasarım ya da
bunların birleşimine marka denir.”
Bu tanım ürün ya da işletme odaklı bir yaklaşımın sonucu olup, ürünün
görülebilir özellikleri üzerine vurgu yapmaktadır. Yazında bu tanım söz
konusu açılardan eleştirilmiştir. Bu eleştirilere rağmen, 1988 yılında ilgili
yazına biraz değişmiş olarak girmiştir. Söz konusu değişmiş marka tanımı
aşağıdaki gibidir (Wood, 2000: 662):
“Bir satıcının ürün veya hizmetini tanımlayan ve rakiplerinkinden ayırt
eden isim, terim, tasarım, sembol veya herhangi bir özelliğe marka denir.”
Orijinal tanımdan farklı olan temel nokta, “herhangi bir özellik” kelimeleridir. Çünkü bu kelimeler göz ile görülemeyen veya görsel olmayan (örneğin imaj) özellikleri de içermektedir. Bu tanımın önemli bir yönü, markanın farklılaştırma temel amacına odaklanmasından ileri gelmektedir. Tüm
markalar, farklılaştırma stratejilerinin son derece önemli olduğu bir pazar
çevresinde faaliyetlerini sürdürürler. İşletmenin faaliyet gösterdiği pazar
tekel yapıda da olsa, işletmeler gelecekte oluşabilecek farklı rekabet koşullarına karşı markalarını konumlandırmayı seçebilirler. Bu tanımın diğer
bir özelliği de, tüketiciden çok işletme bakış açısına sahip olmasıdır. Tüketici odaklı bir marka tanımı ise yazında şöyle yer almaktadır:
“Tüketicinin satın aldığı ve tüketiciye tatmin sağlayan çok sayıda özellikle
ilgili işletmenin vermiş olduğu vaatlerdir.” Bir markayı oluşturan özellikler,
gerçek ya da hayali, akılcı veya duygusal, somut veya soyut olabilir (Akın
ve Avcılar, 2007: 40).
3.2.Marka Kentler ve Turizm Stratejisi
Bir kentin markalaşması konusuna, markalaşmanın nedenleri ya da sonuçlarının çeşitlendirilmesinden önce, “marka” olgusunun farklılık yarattığı
gerçeğinin açıklanması ile başlanmalıdır. Ayırt etmek/edilmek, diğerlerinden
ayrıştırıcı niteliklerle ön plana çıkmak, bir analiz konusuna özne olmak ya da
incelenmeye emsal gösterilmeye değer bulunmak, herkes ve her şeyin elde
etmek ve ulaşmak istedikleridir. Şüphesiz ki, bu niteliklere sahip olan her ne
ise “diğerleri”nden daha önemli olacak ve değerli kılınacaktır. Diğerlerine
göre değeri ile farklılaşmak, marka olmanın en önemli kıstasıdır. Dolayısıyla,
başarılı bir marka, satın alıcısına ya da ilgilinin ihtiyaçlarını en iyi karşılayacak
şekilde ilgili ve değer katılmış olarak algılanan, tanımlanabilir bir ürün, hizmet, kişi ya da yerdir. Dahası bu başarının nedeni, rekabet halinde bu değer-
218
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri:
Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi
leri sürdürebilmesidir. Bu bağlamda, “yer” unsuru kapsamında kentler de,
diğerlerinden ayrılarak, insanlar tarafından değer katılmış olarak algılanabilir. Yani kentler de, bir marka olarak algılanabilir. Bunu marka olgusunun
dört düzeyi olan “faydacı işaret, ticari işaret, sosyo-kültürel işaret, ürünün
efsanevi değerlerini gösteren işaret” kapsamında analiz etmek mümkündür
(Önal, 2009: 4–5). Buna ek olarak markalaşma stratejisi izlerken kültürel
miras, doğal yapı, çevre, özgün çıktı ve yerleşik beceri gibi unsurlardan bir
ya da birkaçı üzerine yoğunlaşılabilir (İlgüner ve Asplund, 2011: 278). Örneğin Paris sahip olduğu kültürel miras ile bir turizm merkezi, Rio sahip
olduğu doğal çevre ile bir eğlence merkezi, sahip olunan beceriler ile Güney
Almanya otomotiv, Londra ise bir finansman merkezidir. Kimi durumda ise,
coğrafi işarete sahip olan ürün kenti ve bölgeyi uluslar arası platformda temsil etmektedir. Örneğin, “Champagne” olarak bilinen alkollü içki aslında,
Fransa’nın “Champagne” bölgesine aittir (İlgüner ve Asplund, 2011: 295).
Kentlerin “uluslararası bir marka olma” çabaları öncelikle ekonomik nedenlere dayanır. Aslında kent için uluslararası bir kimlik ile sabit sermaye
yatırımlarını ve dolaşımdaki sermayeyi (ulaştırma, turizm, kültürel etkinlikler vb. gibi) çekmek, neredeyse evrensel bir ekonomik kalkınma stratejisi haline gelmiştir. Ulusal ve kentsel ekonomilerin, refaha ve zenginliğe
ulaşmalarını yani kalkınmalarını sağlayacak her zaman geçerli bir reçete
yoktur. Ancak gerekli eylemlerin sistematik bir yöntemle yapılmasına ihtiyaç vardır. Bir kentin markasının güçlü bir marka haline getirilmesi için
öncelikle o kentte marka olmayı destekleyecek değerlerin ve niteliklerin
bulunması gerekir. Bu nedenle kentlerin marka olmasında önemli bazı
noktaların dikkatle irdelenmesi gereklidir. Bir şehrin iyi bir markaya sahip
olması için gerçekten var olmasa bile ayırıcı bir özelliğe sahip olması gerekmektedir. Kent markası, şehrin görünüşü, kent insanlarının deneyimi
ve inançları ve davranışlarını da kapsamaktadır. Her türlü kentsel gelişimi
tamamlamışta olsa marka olamayan kentler vardır; bunun sebebi de söz
konu ek değere sahip olmamalarıdır. Genel anlamda duygusal bir bağ anlamına gelen ek değer; şehre gelen turistlerin, iş adamlarının, vb. şehirde
bulundukları süre içerisinde yaşadıkları deneyimler, kişilerin kenti algılama
biçimleri, kente inanma, kentin kişiye ifade ettikleri anlamına gelir. Algılama, kentin kişiye ne anlatmak istediği anlamına gelir, örneğin İstanbul
denince akla kozmopolit ve tarihi bir şehir gelir. Kente inanmak, kişinin
kentten bir şekilde yararlanacağına inanması anlamına gelir. Kentin ne ifade ettiği kişiden kişiye değişmekle birlikte, güçlü bir marka haline gelmiş
bir kent hemen hemen herkese aynı şeyi ifade eder.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
219
Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL
4. Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi:
“Marka Değeri Ölçümü”
Türkiye’de kentsel ölçekte marka kent projesi ilk kez “Türkiye Turizm Stratejisi 2023” çalışması ile birlikte gündeme gelmiştir. Türkiye Turizm Stratejisi
2023, “turizm gelişim bölgeleri”, “gelişim koridorları” ve “gelişim ana aksları”, “turizm kentleri”, “eko-turizm bölgeleri” ve “marka kentler” üzerine
oturmaktadır. Turizm gelişiminin sürdürülebilir kılınmasında, markalaşma
stratejisinin bir araç olarak kullanılacağı belirtilmektedir. Kentsel ölçekte
markalaşma, Türkiye turizm stratejisinde temel kabullerden bir tanesidir. İç
turizmin çeşitlendirilmesi ve tüm yurda yayılması ana politikası çerçevesinde
kültür turizmine önem verilerek, marka kentlerin oluşturulmasına çalışılacağı ifade edilmektedir. Kentsel ölçekte markalaşma stratejisi; “Zengin kültürel ve doğal değerlere sahip kentlerimizin markalaştırılarak, turistler için bir
çekim noktası haline getirilmesi” amacına yönelmektedir. Bu amaç doğrultusunda 2023 hedefleri şu şekilde sıralanmaktadır (Tek, 2009: 172-173):
- Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya’da şehir turizmini geliştirmeye yönelik
plan ve projeleri yaşama geçirilecektir.
- Adıyaman, Amasya, Bursa, Edirne, Gaziantep, Hatay, Konya, Kütahya,
Manisa, Nevşehir, Kars, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Trabzon illerinde
kültür turizmi canlandırılarak marka kültür kentleri oluşturulacaktır.
- İç ve dış turizmde kültür turizmi hareketini artırmak için her yıl Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından bir şehir “Kültür Turizmi Kenti” olarak ilan
edilecektir.
- Tarihi, kültürel ve mimari özelliği olan yapıların ve ören yerlerinin restorasyonu yaptırılacaktır.
- Yöresel etkinlikler uluslararası standartlara uygun biçimde geliştirilecektir.
- Kültürel ve sanatsal gösterilerin sergileneceği tesisler ve mekânlar yapılacaktır.
- Yerel halkın soyut ve somut kültürel mirasın değeri ve korunması konusunda bilinçlendirilmesi sağlanacaktır.
- Şehirlerimizin zengin kültürel mirasını vurgulayan ulusal uluslar arası düzeyde tanıtım ve pazarlama yapılması sağlanacaktır.
Sıralanan hedeflere ulaşmada, mimari, ulaşım sistemi, kültürel akslar,
fiziksel-sosyal düzenlemelerin gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Kentsel
ölçekte marka kentlerin haricinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca planlama çalışmaları devam eden beş turizm kentine ek olarak 10 yeni turizm kentinin turizm sektörüne kazandırılacağı ifade edilmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere benimsenen turizm stratejisi, çok yönlü, çok çeşitli,
220
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri:
Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi
kapsamlı, farklı stratejilerin yer aldığı, çok düzeyli (ulusal, bölgesel, yerel,
nokta bazlı), çok renkli ve zengin bir içeriğe sahip görünmektedir. Ancak
bu karakteristik nitelik aynı zamanda her şeyi yapmak isterken, hiçbir şey
yapamama riskini de barındırır görünmektedir (Tek, 2009:173).
Kültür turizmi dendiğinde Nevşehir’in önemli ve çeşitli turizm değerleri
mevcuttur. Bunlar “müzeler ve ören yerleri” ve “diğer tarihi yapılar” olmak
üzere iki grupta incelenebilir (http://www.nevsehirkulturturizm.gov.tr):
• Nevşehir müzesi, Ürgüp Müzesi, Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi, Hacı Bektaş
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Göreme Açık Hava Müzesi, Rahibeler ve
Rahipler Manastırı, Aziz Basil Şapeli, Elmalı Kilise, Azize Barbara Şapeli,
Yılanlı (Aziz Onuphrius) Kilise, Yemekhane, Karanlık Kilise, Azize Catherine Şapeli, Çarıklı Kilise, Tokalı Kilise, Paşabağları ve Zelve Ören Yeri,
Çavuşin Kilisesi, Açıksaray Harabeleri, Aziz Jean Kilisesi, Özkonak Yeraltı
Şehri, Kaymaklı Yeraltı Şehri, Derinkuyu Yeraltı Şehri, Mazı Yeraltı Şehri,
Özlüce Yeraltı Şehri, Tatlarin Kilisesi ve Yeraltı Şehri, Tağar (St. Theodore)
Kilisesi, Kırk Şehitler Kilisesi, Pancarlı Kilisesi, Mustafapaşa (Sinasos).
• Nevşehir Kalesi, Uçhisar Kalesi, Ortahisar, Medrese, Kütüphane, İmaret,
Sübyan Mektebi, Hamam, Taşkınpaşa Külliyesi, Cami, Sekizgen Kümbet, Altıgen Kümbet, Medrese, Beylik Hanı, Sarıhan (Avanos)
Belirtildiği üzere, Nevşehir ili kültürel varlıkları açısından oldukça zengin bir
destinasyondur. Nevşehir ilinin kültürel açıdan marka bir kent olabilmesi
için izlenecek temel strateji “Nevşehir kent markası değerinin ölçümü”, bir başka ifade ile Nevşehir destinasyonunun hedef kitlesini oluşturan “turistlerin belleklerindeki konumunun tespiti” olmalıdır. Marka
değeri denildiğinde akla en basit haliyle herhangi bir markanın “algısal
değeri” gelmelidir. Marka değeri hakkında çalışmalar yapan araştırmacılar
arasında Aaker ve Keller önde gelmektedir. Aaker’e göre marka değeri,
“işletmenin tüketicilere sunduğu ürün ve hizmetlerin değerini arttıran veya
azaltan, markanın isim veya sembol gibi ayırtedici özelliklerine bağlı varlık
ve yükümlülüklerden oluşan bir kümedir”. Keller ise daha tüketici odaklı
bir marka değeri tanımı yapmıştır. Keller’e göre marka değeri, “tüketicilerin
bir markanın pazarlanmasına verdikleri tepkiler üzerindeki, marka bilgisine
bağlı fark etkisi” olarak tanımlanabilir. Öz bir ifade ile, marka değeri rekabet
gücü sağlayacak şekilde markanın pazardaki gücünü yansıtır. Dolayısıyla da
işletmeler açısından yaşamsal öneme sahiptir (Koçak ve Özer, 2004: 1-2).
Bacasız sanayi olarak da adlandırılan turizm sektörü; ulaşım, iletişim ve bilgi teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle gerek ülkelere gerekse
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
221
Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL
de çeşitli destinasyonlara önemli bir gelir kaynağı olan büyük bir pazar haline gelmiştir. Turizm pazarından alınan payın arttırılması ise müşteri odaklı, etkin turizm stratejilerinin oluşturulmasına ve uygulanmasına bağlıdır.
Nevşehir ili için, etkin turizm stratejilerini oluşturmada, öncelikle Nevşehir
destinasyonu, daha sonra Kapadokya, Ürgüp, Göreme vb. turizm destinasyonları için “marka değeri” ölçümü yapılarak, “destinasyon marka değerini” oluşturan unsurlar arasındaki ilişkilerin modellenmesi son derece
önemlidir. Modelleme sonucunda elde edilecek bulgular, bölgesel turizm
stratejilerine yön veren paydaşlara hem kaynakların tahsisinde hem de
sürdürülebilir rekabetçi turizm stratejilerinin oluşturulmasında önemli bilgiler sağlayacaktır. Destinasyon marka değeri en geniş anlamda; “marka
bilinirliği”, “marka imajı”, “marka bağlılığı”, “algılanan kalite” ve “fiyat”
boyutlarından oluşmaktadır. Yapılacak marka değeri ölçümü ile belirtilen
boyutlardan hangisinin destinasyon markalamasına katkısının daha fazla
olduğu ortaya konabilecektir. Böylece, destinasyon markalaması için etkin
stratejik amaçlar da belirlenmiş olacaktır. Özetle, Nevşehir destinasyonu
ve Kapadokya, Ürgüp, Göreme gibi marka bilinirliği yüksek destinasyonların marka değeri ölçümü, Nevşehir kentinin paydaşlarına destinasyon
pazarlaması için bir yol haritası sunmuş olacaktır.
5. Tartışma ve Sonuç
Küreselleşme çağında kentler, dünya ekonomik sisteminin bir alt birimi olarak küresel ölçekte rekabet edebilmek için, yatırımları ve turizm faaliyetlerini kendilerine çekebilecek farklı stratejiler izleme yoluna gitmektedirler.
Kentlerin birer cazibe merkezi haline gelmesinde son on yıllık dönemde öne
çıkan en temel strateji “marka kent” olgusudur. Bu bağlamda kentler, küresel sermaye akımlarından ve bunun yanında küresel turizm pazarından
daha fazla pay alabilmek için kentte yer alan farklı aktörlerin ve paydaşların
işbirliği ile kente özgü farklı unsurları ön plana çıkaracak markalaşma stratejileri uygulamaya koymaktadırlar. Bu stratejiler içerisinde başat unsur kimi
durumda tarih ve kültür, kimi zaman doğal çevre, kimi zaman da coğrafi
ürün ya da o kentin sahip olduğu üretim yetenekleri olabilmektedir. Buna
ek olarak bazı kentler içerisinde karma, eşdeyişle birden fazla faktöre dayalı strateji izleme olanağı mevcuttur. Nevşehir bölgesi birden fazla faktöre
dayanabilecek bir markalaşma stratejisi üretebilme potansiyeline sahip olmakla birlikte, kültür endüstrilerine dayalı markalaşma stratejisi izlemelidir.
Ancak, etkin markalaşma stratejileri oluşturmanın temel yolu markalaşmış
ya da marka olmaya aday destinasyonların (Örneğin, Nevşehir destinasyonu, Kapadokya destinasyonu, Ürgüp destinasyonu, Göreme destinasyonu
222
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Destinasyon Pazarlaması ve Marka Kent Oluşturma Stratejileri:
Nevşehir İli İçin Marka Kent Temelli Bir Turizm Stratejisi Önerisi
gibi) marka değerlerinin ölçülmesi, bir başka ifade ile “destinasyon marka
değerini” oluşturan unsurlar arasındaki ilişkilerin modellenmesidir. Modelleme sonucunda elde edilecek bulgular, Nevşehir ilinin turizm stratejilerine
yön veren paydaşlara hem kaynakların tahsisinde hem de sürdürülebilir rekabetçi turizm stratejilerinin oluşturulmasında önemli bilgiler sağlayacaktır.
Kaynaklar
Akın, Murat ve Avcılar, Mutlu Yüksel (2007), “Tüketici Temelli Marka Değeri Kavramı”, Pazarlama Dünyası, Yıl:21, Sayı:1, ss. 39–46.
Aktuğoğlu, Işıl Karpat (2005), “Pazarlama Stratejileri İçinde Marka Değeri ve
Önemi”, TMMOB Makine Mühendisleri Odası, Marka Yönetimi Sempozyumu, Gaziantep, ss. 323–328.
Bayram, N. (2004) Sosyal Bilimlerde SPSS ile Veri Analizi. Ezgi Kitabevi, Bursa.
Bernstein Aaron (2005) “Talent: Will America Lose Out?” BusinessWeek, http://
www.businessweek.com/magazine/content/05_20/b3933044_mz005.htm
Body, C. (2005). “A Rose by any other Name May Smell as Sweet but “Group Discussion” is not another Name for a “Focus Group” nor should it be”. Qualitative Market Research: International Journal, Vol: 8, No: 3, pp. 248 – 255.
Eroğlu, Hüsrev (2007), “Şehirlerin Markalaşması” Yerel Siyaset, Kasım Sayısı, ss.
65–68.
Fielding, N. (1993), “Qualitative Interviewing”. İç: Gilbert, N. Researching Social
Life. London: Sage Publication, USA.
Florida R L, (2002), The rise of the creative class and how it’s transforming work,
leisure, community and everyday life Basic Books, New York.
Friedman, Thomas (2006), Dünya Düzdür: Yirmi Birinci Yüzyılın Kısa Tarihi, Boyner Yayınları, İstanbul.
The Brokings Institution (2010) Global Metro Monitor: A Preliminary Overview of
150 Global Metropolitan Economies in the Wake of the Great Recession
Brookings Metropolitan Policy Program (Erişim:10.03.2010) http://www.
brookings.edu/~/media/Files/rc/reports/2010/1130_global_metro_monitor/1130_global_metro_monitor.pdf
http://www.nevsehirkulturturizm.gov.tr.
Howkins, John (2005), “The Creative Economy: Knowledge-Driven Economic
Growth” Asia-Pacific Creative Communities: A Strategy for the 21st Century Senior Expert Symposium Jodhpur, India, pp. 22–26.
Howkins, John (2001), The Creative Economy: How People Make Money from
Ideas Penguin, USA.
İlgüner, Muhterem ve Asplund, Christer (2011), Marka Şehir, 1. Basım, Markating Yayınları, İstanbul.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
223
Çağatan TAŞKIN - Cem Okan TUNCEL
Kavaratzis, Michalis (2004), “From city marketing to city branding: Towards a
theoretical framework for developing city brands” Place Branding ,Vol: 1,
No:1, pp. 58–73.
Keyman, F. ve Lorasdağı B. K. (2010), Kentler: Anadolu’nun Dönüşümü,
Türkiye’nin Geleceği, Doğan Kitabevi, İstanbul.
Koçak, Akın – Özer, Alper (2004), “Marka Değeri Belirleyicileri: Bir Ölçek Değerlendirmesi”, 9. Ulusal Pazarlama Kongresi, Ankara, ss. 1–15.
Kutanis, Rana Özen ve Kayaalp, Esma Görkem (2005), “Tüketiciler İçin Logo
Önemli Mi?”, TMMOB Makine Mühendisleri Odası, Marka Yönetimi Sempozyumu, Gaziantep, ss. 21–26.
Luo, Sarah (2011) “Innovation Economy: Wealth Embedded in Ideas— An Interview with John Howkins, Father of Creative Industry” China IP Magazine.
14.4.2011 http://www.chinaipmagazine.com/en/journal-show.asp?id=674
Neuman, W.L. (2003), Social Research Methods: Qualitative And Quantitative
Methods. Boston: Pearson Education.
Önal, Hilal (2009), Kent Politikaları Analizi, Bursa’nın “Marka Kent” Hedefi Anholt
Indeksi’ne Göre Bir Değerlendirme, (Yayınlanmamış Çalışma) Bursa (Teksir)
Özdemir, Şuayip, Karaca, Yusuf (2009), “Kent Markası Ve Marka İmajının Ölçümü: Afyonkarahisar Kenti İmajı Üzerine Bir Araştırma” Afyon Kocatepe
Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:11, Sayı: 2, ss. 113–134.
Patton, M.Q. (2002), Qualitative Research and Evaluation Methods. Third Edition. Thousand Oaks: Sage Publications.
Pratt, Andy C. (2008), “Creative cities”. Urban Design, No: 106, pp. 35–38.
Selvi, Murat Selim (2007), Marka Yönetimi, Detay Yayıncılık, Ankara.
Tek, Murat (2009), “Kamu Yatırımlarında Turizmin Yeri, Türkiye Turizm Stratejisi 2023’de Marka Kentler Projesi: Eleştirel Bir Değerlendirme”,
Anatolia:Turizm Araştırmaları Dergisi, Cilt:20, Sayı:2, 2009, ss. 169-184.
Ulueren, Serife Deniz (2007), “Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel: Hedefimiz Antalya’yı Marka Kent Yapabilmek”, Kent ve Yasam, No:23.
UNCTAD (2008), Creative Economy Report.
Yavuz, Mehmet Cihan (2007), Uluslararası Destinasyon Markası Oluşturulmasında Kimlik Geliştirme Süreci: Adana Örneği, Çukurova Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Adana, 2007.
Yavuz, Mehmet Cihan (2009), Kent Markalaması: Adana Marka Kimliğinin Geliştirilmesi, Adana Ticaret Odası, Adana, 2009.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2005), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri,
Seçkin Yayınevi, Ankara.
Wood, Lisa (2000), “Brands and Brand Equity: Definition and Management”,
Management Decision, Vol:38, Issue: 9, 662–669.
224
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR VE DİĞER ANADOLU AĞIZLARINDA
FİİLLERİN TEKLİK 3. ŞAHIS ÇEKİMLERİNDE /N/ SESİ
THE SOUND /N/ IN THE INFECTION OF 3RD PERSON SINGULAR
IN THE LOCAL DIALECTS OF NEVŞEHİR AND
OTHER ANATOLIAN DIALECTS
Çetin PEKACAR* - Filiz Meltem ERDEM UÇAR**
ÖZET
Türk dilinde /n/ türemesi ile ilgili pek çok durum ve olay vardır. Buna
ait türeme olaylarından bir kısmının sebebi aydınlatılmış, bir kısmı
ise belirsizliğini korumaktadır. Henüz aydınlatılamayan /n/ türemesi
olaylarından biri de, bazı Anadolu Ağızlarında fiillerin teklik 3. şahıs çekimlerinde görülen /n/ sesidir. Bu çalışmada Nevşehir ve diğer
Anadolu Ağızlarında fiillerin teklik 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ sesinin türeme olup olmadığı üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir ağzı, Anadolu Ağızları, Ünsüz türemesi, N türemesi, Son ses türemesi, Teklik 3. şahıs.
ABSTRACT
There are many examples and cases of the epithesis of /n/ sound in
Turkish Language. The cause of some of these cases has been clarified while there exist some examples which remain unclarified yet.
For example, one of the hitherto unclarified cases of the epithesis
of /n/ sound is the one observed in the infection of 3rd person singular in some Anatolian dialects. This study focuses on whether the
/n/ sound emerging during the infection of the 3rd person singular
in the local dialects of Nevşehir and other Anatolian dialects is a
case of epithesis or not.
Key Words: Turkish, Nevşehir Dialect, Anatolian Dialects, Epithesis,
Epithesis of Sound n, Final Phoneme Epithesis, 3rd Person Singular.
* Prof. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, e-posta: [email protected]
** Dr., Nevşehir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
225
Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR
0. Giriş: Ses Türemesi, /n/ Türemesi, Son Ses /n/ Türemesi
Ses türemesi, seslerin özelliklerine ve birbirleriyle etkileşimlerine bağlı olarak kelimenin aslında bulunmayan bir sesin sonradan ortaya çıkması olayıdır. Ünlü ve ünsüz türemesi biçiminde kendini gösteren bu ses olayının
seslerin türediği yere göre ön ses türemesi (ön türeme), iç ses türemesi (iç
türeme) ve son ses türemesi (son türeme) olarak üç çeşidi bulunmaktadır.
Türkçede ses türemesi üzerine bir çalışma yapan Janos Eckmann, /n/
sesinin ortaya çıkışını şu sözlerle açıklar: “Diş sesinin boğumlanması tamamlanmadan önce damak perdesi inerek ağız yolunu kapadığı için, akciğerden gelen hava burundan geçmek zorunda kalınca bir burun sesinin
türemesine sebep olur.” (Eckmann: 1988, 11-22). Eckmann’ın ünsüzlerin
boğumlanma hareketleri sırasında senkronizmin bozulmasına bağladığı
/n/ türemesi örnekleri, yukarıda da bahsedildiği gibi Anadolu ağızlarında
sık sık karşımıza çıkar.
Kelimenin aslında bulunmayan ve çeşitli sebeplerle ortaya çıkan seslerden
biri de /n/ sesidir. Türkçede /n/ türemesi ile ilgili pek çok durum ve olay
vardır. Buna ait türeme olaylarından bir kısmının sebebi aydınlatılmış, bir
kısmı ise hâlâ belirsizliğini korumaktadır. Henüz aydınlatılamayan /n/ türemesi olaylarından biri de, bazı Anadolu Ağızlarında fiillerin teklik 3. şahıs
çekimlerinde görülen /n/ sesidir. Bu bildiride, Nevşehir ve diğer Anadolu
ağızlarında fiillerin teklik 3. şahıs çekimlerinde (geldidin “O geldiydi.”,
kóylü odadaydın “köylü odadaydı” vb. örneklerde olduğu gibi) ortaya
çıkan /n/ sesinin türeme olup olmadığı üzerinde durulacak, kökeni aydınlatılmaya çalışılacaktır.
1. Fiil Çekiminde Görülen /n/ Sesi ile İlgili Görüşler ve Örnekler
Türk dilinde fiillerin teklik 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ sesi üzerine başlı başına bir çalışma yapılmamıştır. Ancak ses türemesi olayını ele
alan bazı çalışmalarda ve ağız çalışması niteliğindeki bir kısım lisans ve
lisansüstü tezlerde gerek teklik 3. şahıs fiil çekiminde gerekse diğer kelime türlerinde ortaya çıkan /n/ türemesi olayına değinilmiş ve bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Konuyla ilgili olarak burada sadece fiil
çekiminde ortaya çıkan /n/ sesi ile ilgili çalışmalardan tespit edilebilenler
özetlenmiştir.1
1
Burada verilen örneklerin bazılarının anlamları, ilgili araştırmacının kendi yayınında da olmadığından maalesef yazılamamıştır.
226
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi
Zeynep Korkmaz, Nevşehir ağızlarında kelimelerin son seslerinde oluşan
/n/ sesinin anorganik bir türeme olmayıp herhangi bir morfolojik şekle
benzetme yolu ile getirildiğini ya da herhangi bir ekin kalıntısı olabileceğini
ifade eder. Ancak bu konuda kesin bir yargıya varabilmek için yeteri kadar
malzemenin Türk dilinin bütün dallarında izlenmesi gerektiğini de belirtir.
Korkmaz’ın /n/ türemesi ile ilgili verdiği örneklerden konumuzla ilgili olanlar şunlardır: idi / idin: geldidin “geldiydi.” (27-8); diller idin “derler idi.”
(13-1) vb. (Korkmaz: 1994a, 102). Görüldüğü gibi bu örneklerdeki /n/ sesi,
fiillerin görülen geçmiş zaman 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkmıştır.
Aynı durumun Güneybatı Anadolu ağızlarında da görüldüğünü ifade eden
Korkmaz, şu açıklamalarda bulunur: “Ünsüz düşmesi, ünsüz benzeşmesi,
hece kaynaşması gibi ses olaylarından bilhassa anlaşılacağı üzere, boğumlanma bakımından basitleşme niteliği gösteren Güney-Batı Anadolu ağızları, herhangi bir yapı fonksiyonu bulunmayan ve boğumlanmada fazla
emeği gerektiren parazit ünsüzlere dayanıklı değildir. Bununla beraber,
çoğu birinci şahıs zamir -n ve -m’sine ait olmak üzere, benzetme ile meydana gelmiş az sayıda türemeli kelimeler de vardır.” Korkmaz’ın bahsettiği
kelimelerin bizim konumuzla da ilgili olanları şunlardır: var ıdın “var idi”
(Manisa, Denizli); evelden idin “evvelden idi” (Denizli), yoğ udun “yok
idi” (Denizli) vb. (Korkmaz: 1994b, 82-83).
Leyla Karahan, Çalış Beldesi (Haymana) ağzı üzerine yaptığı çalışmasında
“Yörede tespit ettiğimiz en ilgi çekici ünsüz türemesi, teklik 3. şahıslarda
-DI ekinin sonunda karşımıza çıkan /n/ türemesidir. Bu türemeyi İç, Batı ve
Kuzeybatı Anadolu Ağızlarında soruşturma yoluyla dağınık olarak tespit
ettik.” açıklamalarıyla bu ses olayına işaret eder: akrabamızıdın (VIII/1),
varıdın (VIII/2), yoğudun (VIII/2), olmasaydın (VIII/1), neneydin (VIII/3) (Karahan: 2003, 41-61).
Ünsüz türemeleri ile ilgili yapılmış kapsamlı çalışmalardan biri de Aylin
Koç’a aittir. Koç, çalışmasında Türkiye Türkçesi, Türkiye Türkçesi Ağızları
ve Çağdaş Türk Lehçelerindeki kelime sonunda ortaya çıkan ünsüz türemesi olayını ayrıntılı olarak ele almıştır. /n/ türemesi bahsine de geniş
bir şekilde yer veren Koç, alıntı ve Türkçe kelimelerin sonundaki /n/ türemesinin Türkiye Türkçesi, Türkiye Türkçesi Ağızları ve Çağdaş Türk Lehçelerindeki görünümlerini örnekleriyle incelemiş; ek fiilin görülen geçmiş
zaman teklik 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ türemesi konusuna da
değinmiştir. Çalışmada, özellikle Adana, Osmaniye, Muğla ve Nevşehir ili
ağızlarında görüldüğü belirtilen söz konusu ses olayına Boyama/Hayta,
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
227
Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR
Aşçılar, Sarıtekeli ve Tekeli Yörük ağızlarında da rastlandığı ifade edilmiştir:
diller idin “derler idi” (Nevşehir), döüşüllerdin “döğüşürler idi” (Adana,
Osmaniye), gibiydin “gibi idi” (Muğla), var ıdın “var idi” (Manisa), yoğ
udun “yok idi” (Denizli Tavşanlı yöresi) vb. (Koç: 2010, 47-67).
Emin Eren, Zonguldak-Bartın-Karabük illeri ağızlarında, görülen geçmiş zamanın teklik 3. şahıs çekiminde bir /n/ sesinin türediğini ifade eder: hanım
oldun “hanım oldu” (11-25), vardın “vardı” (19-65), zevkliydin “zevkliydi”
(27-4), mahallemizdeydin “mahallemizdeydi” (28-63) vb. (Eren: 1997, 46).
Hüseyin Kahraman Mutlu, Balıkesir ve yöresi ağızlarında, bazı zarf ve
edatların sonu ile ek fiilin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekiminde
/n/ türemesi görüldüğünü, özellikle çekim sırasında görülen /n/ türemesinin bölgede, Türkmen ağızları dışında çok yaygın olduğunu ifade eder.
Çepni ağzından örnekler: ağlardın “ağlardı” (II.3.88), boludun “boldu” (II.4.187), dillerdin “derlerdi” (II.4.194), gelirdin “gelirdi” (II.12.3),
içebilirdin “içebilirdi” (II.4.149), isdelleridin “isterlerdi” (II.9.43), oturudun “otururdu” (II.4.148), öyleydin “öyleydi” (II.12.132), sıkardın “sıkardı” (II.9.203), vardın “vardı” (II.1.242), yapardın “yapardı” (II.3.65),
yinmezdin “yenmezdi” (II.3.89). Manav ağzından örnekler: alırdın
“alırdı” (III.8.38), bakımıdın “bakımıydı”2 (III.16.124), derlēdin “derlerdi”
(III.7.98), satarlādın “satarlardı” (III.8.155), senedin “seneydi” (III.16.19),
vādın “vardı” (III.16.47) (Mutlu: 2008, 192-193; 2010, 42).
Ebru Silahşör, Amasya merkez ağzı üzerine yaptığı çalışmasında çok sık
rastlanmamakla birlikte hikâye birleşik zamanın teklik 3. şahsı ile çekimlenmiş şeklinde ve cevher fiilin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekiminde bu ses türemesinin görüldüğünü belirtir: yaparıdın, alularıdın,
varıdın (Silahşör: 2010, 47-84).
Hale Bozalan, hazırladığı yüksek lisans tezinde Bergama merkez ilçe ve
köylerinde yaşayan yörüklerin ağızlarındaki fiillerin ve ek fiilin teklik 3.
şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ sesine dikkat çeker: oludun “olurdu”
(26/23), vādın “vardı” (23/60) (Bozalan: 2008, 64).
Huriye Tokat, Bodrum’un Çömlekçi köyü ağzı üzerine yaptığı bitirme tezi niteliğindeki çalışmasında, bu yörede, görülen geçmiş zamanın teklik 3. şahıs
çekiminde bir /n/ türemesi görüldüğünü dile getirir: yetişidin 153, diyidin
512, vardın 741, bağlarlardın 1678, görügdurdun 1915 (Tokat: 2008, 16).
2
bakımıdın “bakımıydı”: Bu örneğin anlamı yanlış yazılmış olmalı.
228
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi
Şakir Madran, bitirme tezi olarak hazırladığı çalışmasında Aydın’ın Bozdoğan ilçesine bağlı Kavaklı Köyü ağzında, görülen geçmiş zamanın teklik
3. şahıs çekiminde /n/ türemesinin görüldüğünü ifade eder: olūdun “olurdu” (2322), gidēdin “giderdi” (2373), durūdun “dururdu” (2381). Çalışmada bu ses olayının sebebi teklik 2. şahsa benzeme olarak açıklanmıştır
(Madran: 2010, 26).
Hakan Akca, Ankara ili ağızları üzerine yaptığı çalışmada konuyu “Kelime
Sonunda Ünsüz Türemesi” başlığı altında incelemiştir: “Ankara ili ağızlarında meydana gelen dikkat çekici bir türeme ise fiillerin ve ek fiilin bilinen
geçmiş zaman III. teklik şahıs çekimlerinde sonda meydana gelen /n/ türemesidir. Bu türeme I. ve II. ağız gruplarında âdeta kurallıdır. III. ağız grubunda ise nadir görülür: yohdun (I/36-12) “yoktu”, kóylü odadaydın (I/36-12)
“köylü odadaydı”, kópäkler bōşurdun (I/36-14) “köpekler boğuşurdu”,
yıardın (I/44-40) “yığardı”, ābim vardın (II/70-43) “ağabeyim vardı”, ahıllıymışdın (II/79-13) “akıllıymıştı”, çalacaklarmışdın (II/79-23) “çalacaklarmıştı”, derlerdin (II/89-32) “derlerdi”, gidellēdin (II/99-57) “giderlerdi”,
gäldi midin (II/99-81) “geldi miydi”, anaşid vardın (III/106-58) “anarşist
vardı”, balıh olurdun (III/106-75) “balık olurdu” (Akca: 2009, 207-208).
Son olarak Mehmet Dursun Erdem ve Ramazan Bölük tarafından Kaş ağzı
üzerine yapılan çalışmada, fiillerin hikâye birleşik zamanının ve isimlere
gelen cevher fiilin görülen geçmiş zaman teklik 3. şahıs çekimlerinde sık
sık /n/ sesinin türediği ifade edilir: edellerdin, olurdun, örürdün, varıdın,
verilerdin, yakardın (Erdem, Bölük: 2011, 411-452).
Yukarıdaki çalışmaları gözden geçirdiğimizde /n/ sesinin, fiillerin hikâye
birleşik çekiminde ve i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıktığı kolayca göze çarpmaktadır. Bunlara mukabil Emin
Eren’in Zonguldak-Bartın-Karabük illeri ağızlarında tespit ettiği hanım oldun “hanım oldu” (11-25) örneği ilgi çekicidir. Çünkü bu örnekte i- ek fiili
değil, ol- “olmak” fiilinin basit çekimi söz konusudur. Bazı tarihî ve çağdaş Türk lehçelerinde ol- fiilinin i- ek fiili gibi kullanıldığını biliyoruz. Burada gördüğümüz örnek, böyle bir kullanıma örnek teşkil ediyor olabilir.
Dolayısıyla bu ağzın söz konusu olay açısından daha ayrıntılı incelenmesi
gerekir.3 Diğer bütün örneklerde /n/ sesi, fiillerin hikâye birleşik çekiminde
ve i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman 3. şahıs çekimlerinde ortaya çık3
Belki de bu örnekteki kullanılış hanım oldun “hanım oldu” biçiminde değil de, “hanım olurdun”
anlamını verecek şekilde hanım oludun (<ol-ur-du-n) biçiminde idi.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
229
Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR
maktadır. Bilindiği gibi hikâye birleşik çekimi, aslında i- ek fiilinin görülen
geçmiş zaman çekimi ile yapılır. Öyleyse bildirimize konu olan /n/ sesinin,
bütün örneklerde i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman çekiminde kullanıldığı hükmüne varabiliriz. Bu olayın özellikle Güney, Batı ve Orta Anadolu
ağızlarında görüldüğü de not edilmelidir.
Yukarıda zikredilen çalışmaların büyük çoğunluğunda söz konusu /n/ sesinin ortaya çıkışı ile ilgili tatmin edici bir açıklama yapılmamış; bu ses,
genellikle türeme sesi olarak izah edilmiş veya teklik 1. ve 2. şahıs zamirlerindeki /n/ sesine benzeme yoluyla oluştuğu düşünülmüştür. Mevcut
açıklamalar arasında Zeynep Korkmaz’ın ve aşağıda değineceğimiz üzere,
Gürer Gülsevin’in görüşleri dikkat çekicidir.
Z. Korkmaz, Nevşehir ağızlarında kelimelerin son seslerinde oluşan /n/
sesinin anorganik bir türeme olmayıp herhangi bir morfolojik şekle benzetme yolu ile getirildiğini ya da herhangi bir ekin kalıntısı olabileceğini
ifade eder. Ancak bu konuda kesin bir yargıya varabilmek için yeteri kadar
malzemenin Türk dilinin bütün dallarında izlenmesi gerektiğini de belirtir.
Kanaatimizce konumuz olan /n/ sesi ile ilgili bu görüş, gerçeğe en yakın
olan görüştür. Yani fiil çekimi sırasında ortaya çıkan bu /n/ sesi, türeme ses
veya yardımcı ses değildir; herhangi bir sese ya da eke benzeme yoluyla
da oluşmamıştır. Bu sesin ortaya çıkma sebebini, dilin yazılı olmayan dönemlerinde aramak gerekir.
2. Fiil Çekiminde Görülen /n/ Sesinin Kökeni
Kanaatimizce fiil çekiminde görülen /n/ sesi, Çağatay Türkçesi ve bu yazı
dilinin devamı niteliğinde gelişip şekillenen Özbek ve Yeni Uygur Türkçeleri dışındaki hemen bütün Tarihî ve Çağdaş Türk Lehçelerinde, isimlerde
iyelik ekleri ile hâl eki arasında düzenli olarak kullanılan ve araştırmacılar
tarafından zamir n’si, pronominal n, zamir ünsüzü, iyelik zamiri n, adıl n’si,
zamircil n, zamirsel n, yardımcı konsonant n, yardımcı ünsüz n, türeme
ünsüzü n gibi farklı terimlerle adlandırılan /n/ sesi ile ilişkilidir. Bu ilişkinin
açıklanmasına geçmeden önce, meşhur adı zamir n’si olan dil ögesi ile
ilgili görüşleri gözden geçirmekte fayda var.
“Zamir n’si” hakkında bugüne kadar yerli ve yabancı Türkologlar tarafından çoğu birbirine benzeyen, bazen de farklılık gösteren görüşler ileri
sürülmüştür. Bu görüşlerden belli başlıları aşağıda özetlenmiştir.
Muharrem Ergin, yardımcı konsonanat, yardımcı ses, zamir n’si ve pronominal n olarak adlandırdığı /n/ sesinin türeme ses olduğu görüşündedir. Ergin
230
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi
bu görüşünü şu sözlerle ifade eder: “n sesi, yalnız iyelik ekleri ve ki aitlik eki
ile isim çekim ekleri arasında kullanılan yardımcı sestir. Tabiî iyelik eklerinin
de ancak vokal ile bitenlerinden sonra gelir. Kendisinden sonra gelen isim
çekim eki, vokal veya konsonant ile başlayabilir. Demek ki n yardımcı sesi,
iyelik ekli kelimelerde iki vokal arasında veya bir vokal ile bir konsonant arasında kullanılır... Bu n sesi aslında pronominal n yani zamir n’si, zamir çekimlerinde de görülen türeme n sesidir. Fakat Türkçenin bilinen devirlerinden
bugüne kadar hep yardımcı ses karakterini taşımıştır.” (Ergin: 1990, 137).
Talat Tekin, bu /n/ sesinin Ana Altaycaya ait bir özellik olduğunu, yani 3.
şahıs iyelik ekinin kökeni ile ilgili olduğunu dile getirerek bu konuda şunları kaydeder:
“Ana Türkçede isimleri bağımsız olarak izleyerek iyelik ifade eden 3. kişi
zamiri *in, yalın hâlde, Moğolca ve Mançu-Tunguzcada olduğu gibi, sonundaki /n/ fonemini yitirmiş ve ekleşmiş olmalıdır. Yalın hâlde, başka bir
deyişle söz sonu durumunda, yiten bu /n/ fonemi çekimde yeniden belirir.
Aslında bu olay, söz içinde /n/ belirmesi değil, *in zamirindeki /n/ foneminin son ses durumunda yitmesidir. Bu bakımdan, çekimde 3. kişi iyelik
ekinden sonra korunmuş olan bu /n/ fonemini kaynaştırma ya da geçiş
sesi saymak yanlıştır. Zaten Türkçede iki ünlü arasındaki boşluğu doldurmak için kullanılan biricik ses /y/dir. Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi,
Türkiye Türkçesinde ünsüzle biten isimlere eklenen 3. kişi iyelik ekini, bir
ses biçim birimi olarak (morphophonemically) {-I} biçiminde yazmak yanlış
olur; ekin bu türü {-I(n)} şeklinde yazılmalıdır” (Tekin: 2003, 131-138).
Görüldüğü gibi Tekin’e göre teklik 3. şahıs iyelik eki, aslında Ana Altayca
iyelik ifade eden 3. şahıs zamiri *in’den başka bir şey değildir.4
Gürer Gülsevin, 3. şahıs iyelik eki üzerinde yapılan incelemelerin sonucuna göre bu ekin +(s)I(n)+ biçiminde olduğunu, ünlü ile biten kelimelerde,
başta s’nin, isim hâl eklerini alınca da sonda n’nin ortaya çıktığını söyler.
4
Ana Altaycadaki in zamiri hakkında birçok çalışma yapılmıştır. Bunları özetlersek; Altay dil ailesine
mensup olan dillerden bugünkü Moğolca, Mançuca ve Korecede teklik 3. şahıs zamiri *i’dir (Poppe:
1987, 214; Möllendorff: 1892, 6; Choi: 1991, 191-196). Poppe, Moğolcada teklik 3. şahıs zamiri
*i’nin yalın hâliyle hiçbir metinde geçmediğini, yalnız çekimli şekillerde görüldüğünü ifade eder: *i
(yalın hâl), *inu (ilgi hâli), *imadu(r) (yönelme-bulunma hâli) gibi. Ayrıca bu zamir, Klasik Öncesi Moğolcada (Pre-Classical Mongolian) teklik 3. şahıs iyelik eki olarak kullanılmıştır (Poppe: 1987, 214).
Bu zamirin Mançucada da yalın hâli *i biçimindedir. Ancak bazı çekimli şekillerinde /n/ sesi ortaya
çıkmaktadır: *i (yalın hâl), *ini (ilgi hâli), *inde (bulunma hâli), *inci (çıkma hâli) gibi (Möllendorff:
1892, 6). Bu konuda daha fazla bilgi ve değerlendirme için Choi’ye bakılabilir (1991, 191-196).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
231
Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR
Ekin sonunda ortaya çıkan /n/ sesinin, ekin aslında olan bir öge olduğunu ispata dair Eski Anadolu Türkçesi metinlerinden tespit ettiği örnekleri
sıralar (Gülsevin: 1990, 187-190). Gülsevin’in makalesine aldığı sekiz örnekten ikisi aşağıdadır:
c
Aliyi resulün pehlivān-ın kıldı. (Behcetü’l-Hadāik, 2:42-B, 10/XIII. yy)
Bana sensüz cihān mülk-in gerekmez. (Yusuf ve Zeliha, 46, 2/XIV. yy.)
Han Woo Choi, “Ana Altayca İyelik zamiri *n” başlıklı makalesinde, bu
konuda daha önce Ramstedt, Poppe, B. H. Kim, W. Huh, S. N. Lee, Gronbech, B. Laufer, Schiefer, Castren, Tekin vb. tarafından yapılan çalışmaları
değerlendirdikten sonra kendi görüşlerini şu şekilde dile getirir:
“Daha önce Poppe (1965: 194)’nin yalnız ‘oblique stem’ demekle yetindiği ve daha sonra T. Tekin’in Ana Altayca 3. kişi zamiri olarak tasarladığı
*in, bence tek morfem olmayıp Ana Altayca 3. kişi zamiri *i ile iyelik
zamiri *n’den, iki morfemden oluşmaktadır... Sonuç olarak, Ana Altayca
iyelik zamiri *n, Altay dillerinin başta kişi zamirleri olmak üzere bazı zamirlerinin çekimlerinde kendini korumuş ve büyük ihtimalle, Altayca genitif
eki *-n’ye gelişmiştir.” (Choi: 1991, 191-196).
Efrasiyap Gemalmaz, teklik ve/veya çokluk 3. şahsı ekleşerek temsil etmiş olan bir iyelik sıfatının kalıntısı olabileceğini düşündüğü /n/ ünsüzü
için şunları söyler: “Nitelenen hâli eki, üzerine doğrudan diğer hâl eklerini
aldığında lehçe ve ağızların birçoğunda ‘zamirsel (=pronominal n) n’ adı
verilen bir sesin, bu ekle hâl eki arasında yer aldığı görülmektedir. Bu ‘n’
sesinin; Türkçenin genelinde, bilinen tarihi boyunca herhangi bir ses bütünlüğü ile işaretlenmemiş olduğu için bugün /ø/ ile gösterebileceğimiz
teklik ve/veya 3. şahsı ekleşerek temsil etmiş olan, tarihin karanlık devirlerinde işaretli olduğunu düşündürebilecek bir iyelik sıfatının, yani ‘...+(y)
A ait olan’ anlamındaki bir sıfat fiilin (= participe) kalıntısı olması kuvvetle
muhtemeldir.” (Gemalamaz: 1996, 165-172).
Cengiz Alyılmaz ise konu ile ilgili görüşlerini şu sözlerle ifade etmiştir:
“Söz konusu n ünsüzünün Türkçenin hem önceki dönemlerinde, hem de
günümüzde değişik lehçe, şive ve ağızlardaki kullanımları, bu ünsüzün basit bir türeme ünsüzü veya yardımcı ünsüz olmadığını açıkça ortaya koyar
niteliktedir. Zira bu ünsüz, üzerine belirtilen/nitelenen/tamlanan eki almış
bir isim veya isim soylu kelime veya kelime grubunun hâl kavramı ifade
eden görevli bir eleman (ek, ek+ek, ek+edat, edat)’la birlikte kullanımı sı-
232
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi
rasında ortaya çıkmakta ve iyelik eki 3. teklik ve/veya çokluk şahıs eklerini
karşılamaktadır. n ünsüzü, bu fonksiyonuyla Türkçenin üzerine herhangi
bir hâl eki almamış tamlamalarında işaretsiz /+ø+/ olarak karşımıza çıkan
iyelik eki 3. teklik ve/veya çokluk şahıs eklerinin Türkçenin karanlık dönemlerinde (belki de Ana Altayca döneminde?) n ünsüzü ile karşılanmış
olabileceğini düşündürmektedir.” (Alyılmaz: 1999, 403-415).
Yukarıda özetlediğimiz açıklama ve yorumlara bakıldığında; teklik 3. şahıs
iyelik ekinden sonra görülen /n/ sesini, türeme hatta yardımcı ses olarak nitelendiren görüşler de bulunmakla birlikte son yapılan çalışmalarda bu sesin
basit bir türeme sesi ya da yardımcı ses olmayıp bir görev elemanı özelliği
taşıdığı ve Ana Altayca *in zamirinden geldiği yaygın olarak kabul edilmiştir.
İsim çekiminde ortaya çıkan /n/ sesi, gerek Türkiye Türkçesi ve diğer Çağdaş Türk Lehçelerinde, gerekse Altay ailesine mensup öteki dillerdeki fiil
çekimlerinde ortaya çıkmaz. Ancak, bu sesi yukarıda da belirttiğimiz Orta,
Güney ve Batı Anadolu’daki bazı ağızlarda ek fiilin görülen geçmiş zaman
teklik 3. şahıs çekiminde görmekteyiz. Kanaatimize göre iyelikli isimlerin
çekiminde ortaya çıkan /n/ sesi gibi bu ses de Ana Altaycadaki iyelik ifade
eden teklik 3. şahıs *in zamirinin (veya Choi’nin görüşüne göre iyelik zamiri *n’nin) bir kalıntısıdır ve i- ek fiilinin görülen geçmiş zaman teklik 3.
şahıs çekiminde kendini göstermektedir.
Türk dilinde fiillerin görülen geçmiş zaman çekimlerinde şahısları göstermek için iyelik ekleri kökenli eklerin kullanıldığı (gel-di-m, gel-di-n/-ŋ vb.)
göz önünde bulundurulunca, bildirimize konu olan /n/ sesinin, Ana Altayca iyelik ifade eden 3. şahıs zamiri *in morfeminin bir kalıntısı olduğu iyice
kesinleşmiş olur.
3. Sonuç
Ses türemesi, seslerin özelliklerine ve birbirleriyle etkileşimlerine bağlı olarak
kelimenin aslında bulunmayan bir sesin sonradan ortaya çıkması olayıdır.
Kelimenin aslında bulunmayan ve çeşitli sebeplerle ortaya çıkan seslerden
biri de /n/ sesidir. Türkçede henüz aydınlatılamayan /n/ “türemesi” olaylarından biri de, daha çok Orta, Güney ve Batı Anadolu ağızlarında, i- ek fiilinin
görülen geçmiş zaman 3. şahıs çekimlerinde ortaya çıkan /n/ sesidir.
Zannedildiğinin aksine bu ses, türeme ünsüz veya yardımcı ses değildir;
herhangi bir sese ya da eke benzeme yoluyla da oluşmamıştır. Aslında bu
ses, iyelikli isimlerin çekiminde ortaya çıkan ve genellikle zamir n’si diye
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
233
Çetin PEKACAR - Filiz Meltem ERDEM UÇAR
adlandırılan /n/ sesi gibi, Ana Altayca iyelik ifade eden 3. şahıs zamiri *in
morfeminin bir kalıntısıdır. Dolayısıyla “gel-di-m” çekimindeki “-m” eki
nasıl teklik 1. şahsı gösteriyorsa veya “gel-di-n/gel-di-ŋ” çekimindeki “-n/
-ŋ” eki teklik 2. şahsı gösteriyorsa, Türkiye Türkçesi Ağızlarında i- ek fiilinin çekiminde görülen son ses /n/ ünsüzü de teklik 3. şahsı gösteren bir
ek durumundadır.
Gülsevin’in Eski Anadolu Türkçesi metinlerinden tespit ettiği +in biçimindeki 3. şahıs iyelik ekine benzer olarak başka tarihî veya çağdaş Türk lehçe
veya ağızlarında i- ek fiilinin veya başka fiillerin görülen geçmiş zaman
teklik 3. şahıs çekimlerinde buna dair örnekler bulunması, burada ifade
etiğimiz görüşü destekleyecektir.
Öte yandan söz konusu /n/ sesinin 3. şahsı gösterecek şekilde sadece i- ek
fiilinin çekiminde görülmesi, başka fiillerin çekiminde kullanıldığına dair
örnek bulunmaması da dikkatten kaçmamaktadır. Bunun sebebini i- ek
fiilinin kullanım sıklığında aramak doğru olacaktır. Bilindiği gibi Türkçede
birleşik kip çekiminde kullanılan bu fiil, doğal olarak öteki fiillere göre
daha sık olarak görülen geçmiş zaman (hikâye) ekini almaktadır. Aynı
zamanda bu fiil, isimlerin yüklem çekiminde de kullanılmak bakımından
öteki fiillere göre kullanım sıklığı bakımından avantajlı durumdadır. Bu sebeple 3. şahsı gösteren /n/ sesi, sadece i- ek fiilinin çekiminde, adeta onun
bir parçası hâline gelme şansına erişmiş görünmektedir.
Bu konuda bir başka soru da şudur: Bu /n/ sesi neden görülen geçmiş
zaman ekinin çekiminde kullanılıyor da şart çekiminde kullanılmıyor? Bunun sebebini, şart ekinin (-sA) yaşında aramak gerekir. Bilindiği gibi şart
eki Eski Türkçe döneminde kip eki hâline gelmiştir. Oysa bildirimize konu
olan /n/ sesi, Anadolu Ağızlarına, Eski Türkçeden çok önceki dönemlerden
miras kalmıştır.
Kaynaklar
Akca, Hakan (2009), Ankara İli Ağızları (inceleme-metinler-dizin), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
Alyılmaz, Cengiz (1999), “Zamir n’si Eski Bir İyelik Ekinin Kalıntısı Olabilir mi?”,
Türk Gramerinin Sorunları II, Ankara: TDK Yayınları, s. 403-415.
Bozalan, Hale (2008), Bergama Merkez İlçe ve Köylerinde Yaşayan Yörüklerin
Ağız İncelemesi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve
Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Edirne.
234
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir ve Diğer Anadolu Ağızlarında Fiillerin Teklik 3. Şahıs Çekimlerinde /n/ Sesi
Choi, Han Woo (1991), “Ana Altayca iyelik Zamiri *n”, Türk Dilleri Araştırmaları
1991, s. 191-196.
Eckmann, Janos (1988), “Türkçede D, T ve N Seslerinin Türemesi”, TDAY- Belleten 1955, s. 11-22.
Erdem, Mehmet Dursun, Ramazan Bölük (2011), “Kaş (Antalya) Ağzı Ses Özellikleri Üzerine”, Turkish Studies – International Periodical For the Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, 6/1, s. 411-452.
Eren, Emin (1997), Zonguldak-Bartın-Karabük İlleri Ağızları, Ankara: TDK Yayınları.
Gemalmaz, Efrasiyap (1996), “Türkçede İsim Tamlamalarının Derin Yapısı”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 4, s. 165172.
Gülsevin, Gürer (1990), “Eski Anadolu (Türkiye) Türkçesinde 3. Kişi İyelik Ekinin
Özel Kullanılışı”, Türk Dili, Sayı: 466, s. 187-190.
Karahan, Leyla (2003), “Türkiye Türkçesi Ağızlarında ş > s Değişmesi Çalış Beldesi
(-Haymana) Ağzı”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi 13, s. 41-61.
Koç, Aylin (2010), “Kelime Sonunda Ünsüz Türemesi”, Türkiyat Araştırmaları
Dergisi 28, s. 47-67.
Korkmaz, Zeynep (1994a), Nevşehir ve Yöresi Ağızları, Ankara: TDK Yayınları.
Korkmaz, Zeynep (1994b), Güney-Batı Anadolu Ağızları Ses Bilgisi (Fonetik), Ankara: TDK Yayınları.
Madran, Şakir (2010), Kavaklı Köyü (Aydın-Bozdoğan) Ağzı (Metin-Gramer- Sözlük), Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü, Bitirme Tezi, Muğla.
Möllendorff, P. G. Von (1892), Manchu Grammar with Analysed Texts, Shanghai.
Mutlu, Hüseyin Kahraman (2008), Balıkesir İli Ağızları (İnceleme-Metinler-Sözlük),
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim
Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
Mutlu, Hüseyin Kahraman (2010), “Balıkesir Tahtacı Türkmenleri Ağzının Fonetik
Özellikleri”, Diyalektolog 1, s. 21-46.
Poppe, Nicholas (1987), Introduction to Mongolian Comparative Studies, Helsinki.
Silahşör, Ebru (2010), “Amasya Merkez Ağzının Ses Bilgisi Özellikleri”, Diyalektolog 1, 47-84.
Tekin, Talat (2003), “Üçüncü Kişi İyelik Eki Üzerine”, Makaleler 1 Altayistik, (hzl.
Emine Yılmaz, Nurettin Demir), Ankara: Grafiker Yayınları, s. 131- 138.
Tokat, Huriye (2008), Çömlekçi Köyü (Bodrum) Ağız Özellikleri, Muğla Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Bitirme Tezi, Muğla.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
235
NEVŞEHİR'İN BASINA YANSIYAN İMAJI VE
MARKALAŞMA SÜRECİNDE NEVŞEHİR
THE IMAGE OF NEVŞEHİR IN THE MEDIA AND
NEVŞEHİR IN THE PROCESS OF BRANDIZATION
Çiğdem DİRİK* - Ahsen ARMAĞAN**
ÖZET
Küreselleşme bir yandan dünyada tüm dengeleri değiştirirken, bir
yandan da iletişim ve ulaşım olanaklarıyla birlikte ülkeler arası mobiliteyi artıran ve kıyasıya rekabet ortamı yaratan bir süreç olarak
işlemektedir. Bu rekabet ortamında yerelin önemi giderek artmakta
ve yerel kendisini daha çok markalaşma yoluyla ön plana çıkartmak
istemektedir.
Günümüzde sadece kurumların, ürünlerin ve hizmetlerin değil,
kentlerin de markalaşma yolunda rekabete girdikleri görülmektedir.
Kentler açısından markayı gereklilik haline getiren unsurları Hanna
ve Rowley şu şekilde ifade etmektedir:
“Uluslararası medyanın artan gücü, uluslararası seyahat maliyetinin
düşmesi, tüketicilerin harcama gücünün artması, sunulan hizmetler açısından şehirlerarası benzerliklerin artması ve insanların farklı
kültürlere olan ilgisinin artmasıdır.” (Özdemir, Karaca: 2009,115)
Nevşehir’inde markalaşma yolunda zengin olanakları olan bir kent
olduğu düşünüldüğünde bu konu ile ilgili atılacak adımlar daha
önemli hale gelmektedir.
Nevşehir doğal dokusu, sosyo-ekonomik düzeyi, kültürel çeşitliliği
ve çoğulculuğu, mimari yapısı, sanat yapıtları, yerel gelenek ve görenekleri, gündelik yaşam biçimiyle birlikte davranış örüntüleri, alışkanlıkları ve etkileşim kalıpları ile dünya ülkelerinin dikkatini çekmeye aday bir kent konumundadır. Bu nedenle Nevşehir, markalaşma
sürecinde farklı olanaklarını ve özgünlüğünü gündeme getirmek
durumundadır.
* Yrd. Doç. Dr., E. Ü., İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü e-posta: [email protected]
** Doç. Dr., E. Ü., İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
237
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
Bu noktadan hareketle bu çalışmanın temel amacını; a-) Nevşehir’in
kültürel zenginliği ve gündelik yaşam pratiklerinin basında nasıl
temsil edildiği ve kamusal yaşamda nasıl bir imaj yaratıldığının saptanması, b-) Nevşehir’in bir marka kent olabilmesi sürecinde günümüz kıyasıya rekabet ortamında ayrıcalığını ortaya koyabilecek özelliklerinin ve izlenecek yol haritasının nasıl olabileceği konusunda bir
model geliştirilmesini içermektedir.
Bu bağlamda; basında yer alan Nevşehir ile ilgili haberler Van Dijk’in
söylem analizi yöntemi ile irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Kültürel zenginlikler, Gündelik yaşam, Basın, Marka kent.
ABSTRACT
Globalization, while changing all balances in the world, is also a
process that creates a competition based environment and increases intercountry mobility via oppotunities of communication and
transportation. In this competitive environment, the importance of
the ‘local’ is getting higher and the ‘local’ wants to show itself up
by rather brandization.
Today, it can be seen that not only institutions, products and services but also cities are in competition in the path to brandization.
Hanna and Rowley state the elements which make brandization a
necessity for cities as follows:
‘Increasing power of international media, the decrease in international travelling costs, increasing spending power of consumers,
the rise in similarities among cities as for the services provided and
the increase in people’s interest in different cultures’ .”(Özdemir,
Karaca: 2009,115) Considering that Nevşehir is also a city which
posseses rich opportunities for brandization, the steps to be taken
in this issue becomes more important.
Nevsehir, with its natural texture, socio-economic level, cultural diversity and pluralism, architectural structures, works of art, local
customs and traditions, behavioural patterns together with daily
life style, habits and interaction forms, is a canditate city to attract
the attention of most countries in the world. Therefore, Nevşehir
has to bring forward its different possibilities and genuineness in
the process of brandization.
Setting off from this point, the main purpose of this study includes;
a) Determining how Nevşehir’s cultural wealth and daily life practices are represented in the media and what the image in public
life is, b) Developing a model for Nevşehir’s specific characters that
238
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
can prove its distinction in today’s severely competitive environment
and a road map which will enable Nevşehir to become a ‘brand city’
Within this context the news in the press about Nevşehir will be
analyzed by Van Dijk’s method of discourse analysis.
Key Words: Nevşehir, Cultural wealth, Daily life, The media, Brand
city.
Giriş
Teknoloji ve iletişimde yaşanan baş döndürücü gelişmeler ile birlikte, bir
yandan ulus ötesi kavram ve kurumlar iç içe geçerken, diğer yandan da
yerel kültürler, kimlikler ve farklılık algıları pekişmekte ve bu bağlamda,
kıyasıya rekabet ortamında kentler, devletlerden daha fazla ön plana çıkmakta ve markalaşma yolu ile dünya ekonomik, sosyal, siyasal sisteminde
kararları yönlendirici temel birimler haline gelmektedir.
Aslında her kent özgün bir marka olarak düşünülebilse de önemli olan
kent markalaşmasını dışa açabilmenin avantajlarını yaşayabilmek ve rekabette önemli bir paya sahip olabilmekten geçmektedir.
Marka kentlerin görünürlük kazanabilmesi ve pazarlanmasında temel bileşen olarak medya en önemli aktör konumundadır. İletişim ağlarının her
yerdeliği, bilgiye anında ulaşım ve sosyal medyanın interaktif etkileşime
olanak sağlanması kent markalaşma sürecini kolaylaştırmaktadır. Bu nedenle bu çalışmanın kuramsal kısmında; marka olgusu ve kent markalaşma sürecinin evrelerine ve özelliklerine değinilmiş, uygulamada Nevşehir
özelinde odaklanılmıştır. Nevşehir’in markalaşma sürecindeki konumunu
belirleyebilmek için; ulusal gazetelerde nesnel, öznel ve davranışsal örüntülerinde nasıl temsil edildiğine bakılmış ve çözüm önerileri geliştirilmiştir.
1. Marka Nedir:
Liberal sistemin giderek tüm ülkeleri kuşattığı, günümüz tüketim toplumlarında kültürünün haz ve zevk odaklı hale gelmesi ve öznenin kurgulanarak tüket ve at ideolojisini içselleştirmesi, bu alanda özneyi motive edecek
markalaşma sürecine daha fazla ivme kazandırmıştır. Ayrıca günümüzdeki
iletişim teknolojisi ve ağlarını yaygınlığı ve sosyal medyanın interaktif iletileri ile dünya yüzündeki herkesin her şeye anında ulaşması, seçicilikte
markayı olmazsa olmaz bir olgu olarak pekiştirmektedir. Gün geçtikçe
küreselleşen kıyasıya rekabet ortamında, yerel sesini duyurma çabasına
odaklanmakta ve kişiler bölgeler ulusal kentler markalaşma yolu ile farkındalığını ortaya çıkarmakta ve uluslar arası arenaya açılmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
239
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
Türk Patent Enstitüsü epistemolojik olarak markayı; bir kurumun mal ve
hizmetlerini başka bir kurumun mal ve hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşulu ile, kişi adları dahil, özellikle sözcükler, şekiller, amblemler,
sayılar, ürün biçim ve ambalajları gibi çizimlerle de görüntülenebilen veya
benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yolu ile yayımlanabilen, çoğaltılabilen her türlü gösterge, simge ve imge olarak tanımlamaktadır (http://
turkpatent.gov.tr).
Markalar her dönemde hep var olmuştur ve gelişim süreci içinde, iktidarın, gücün, prestijin göstergesi olarak farklılığı simgelemede ve kullanım
alanında kaliteyi sembol ve simgelerle betimlemiştir (Moon ve Millison,
2003: 30-37).
Okay’ında ifade ettiği gibi(2000: 50), markalar aslında nesne, obje yada
özneye atfedilen bir kimliktir onun kültürel değerlerini özetleyen bir bütünlüktür. Aynı zamanda kendiside özgün bir değer yaratma gücüne sahiptir.
Marka, sadece bir ürün ya da bir hizmeti diğer bir ürün ya da hizmetlerden ayırt etmek ya da farklılaştırmak için kullanılan bir olgu değil, aynı
zamanda ünlü bir sanatçı, siyaset veya bir bilim adamını ve onların yapıt
ve dolaşıma soktuğu düşün ürünlerini, bir ülkeyi, bir bölgeyi ve bir kenti
betimlemek içinde kullanılan nesnel, öznel ve eylemsel bir göstergedir.
Markalar nesnel olduğu kadar öznel değer taşırlar ve hedef kitlelerin sosyal psikolojik olarak algı ve tutumlarına da seslenirler. Markalar sadece
yasal bir tescil işlemi olarak görülmemelidir.
Bunun ötesinde ve art alanında sunulan bir kalite ve performans simgesi
olarak algılanmalıdır. Hedef kitlenin ayırtına varmada ve talep potansiyelini kamçılamada prestij yetisine de sahiptirler (Perry ve Wisnom 2003,12).
Markalar, öznelere, bölgeye, nesneye, kente değer katarak; güvenirlik
pompalayarak ve özdeşim yaratarak karşılaşılan risk faktörlerini minimize
etme gücü yaratırlar (Zengin ve İldeniz 2003,12).
Günümüzde markayı güçlü kılan en temel iki özelliğin başında:
a) Markanın tüketicinin belleğinde yarattığı farkındalığı
b) Marka ile ilgili algılamalara bağlı kuvvetli imajdır.
Güçlü marka yaratmanın ilk adımı, ona kimlik kazandırmakla başlar (http://
gokcankaraali.blog.com). İkinci adım, ona soyut ve somut özellikler atfeden anlam yaratmaktır. Üçüncü adım ise marka hazzı ve arzusu oluşturmak ve tüketici ile arasında kopmaz bağlılık kurmakla gerçekleşebilecektir.
240
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
Marka yaratacağı marka değeri ile kendi kurumuna, bölge, kişi ya da bağlı
olduğu kentle kendi kimliğini sağlamlaştırma ve imajını pekiştirmeye katkı
yaratabileceği gibi, günümüz hızlı rekabet koşullarında öncelikli konuma
yerleşmeye, pazar payını korumaya, fiyat tutarlılığına, güvenliğe, müşteri
sadakatine, daha fazla kaliteye odaklanmasına itibar ve ün yaratmasına
da katkı sağlar (http://marketingpower.com).
Markanın hedef kitleye de sağlayacağı pek çok fayda vardır. Örneğin; kalite, talep kolaylığı, olumsuz durumlarda tüketici haklarını koruma, fiziksel,
finansal, sosyal-psikolojik, işlevsel ve zaman kaynaklı riskleri miniminize
etmede önemli bir etmendir (Çiftçi; 2007:69). Tüketici imgesinde markanın temel anlamı, sorumluluk, saygınlık ve güçlü kişiliği imlese de bir kısım
tüketici için sağlamlık, konfor, lükse öykünme, gösteriş gibi anlamları da
ön plana çıkarabilmektedir.
Hangi mecrada (kişi, bölge, kent, ulus) olursa olsun marka oluşturmak hedef haline geliyorsa, stratejik planlama yapmak ve stratejik karar sürecini
çok iyi yönetmek gerekmektedir.
Bu sürece iyi bir durum analizi yapmak ve hedef pazarı belirlemekle işe
başlanmalıdır. Aeker’e göre; pazarlama tekniğinin özünde marka değerinin içeriğini açıklamak ve bilgiyi sağlamak yolu ile, temelde tüketiciye, satın alma kararında, güven düzeyini sağlama ve onlarda doyumu arttırma
itkisi de ön planda gelmektedir. Bu nedenle işe ilk adım olarak;
• Müşteri analizi ile yani müşteri potansiyeli, motivasyonu, gereksinimlerinin saptanması ile başlanmalıdır. Ayrıca bu evrede rekabet analizinde;
yani marka imajını, kimliğini, değerlerini, güçlü ve zayıf yönlerinin ne
olduğu irdelenmelidir. Kişisel analizler bunu takip etmelidir.
• İkinci adım; marka kimliğinin
• belirlenmesidir.
a) Ürün olarak markanın kapsamı; katkıları, kullanımı, kalitesi ve ülke
menşei vb.
b) Organizasyon olarak marka kapsamı; yeniliği, ilgi yaratması, etkinliği,
güvenirliği vb.
c) Kişi olarak marka kapsamı; kişiliği etik ilkeleri, adil, yenilikçi, enerjik
ve girişimciliği vb.
d) Sembol olarak marka kapsamı; görsel imge ve simgeler, sloganlar vb.
özellikler araştırılmalı ve belirlenmelidir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
241
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
• Üçüncü adımda; değer önerileri yer almaktadır. Bunlar fayda sağlayacak
unsurlardır. İşlevsel, duygusal, ilişkisel ve iletişimsel faydalara dair değerler sistemine ilişkin önerilerdir.
• Son adım; marka kimliğinin yerleştirilmesidir. Daha sonra bunu hedef
kitle ile ilişkiler ve konumlandırıp uygulama aşaması izler. Uygulamayı
izleme ve sürekli hale getirme ise geri bildirim alınarak düzenlenir.
2. Marka Kent Nedir:
Fiziksel bir mekan olduğu kadar psiko-sosyal etkinlik ve özellikleri içeren
kentler, yeni kent algılarının inşasında da önemli roller üstlenmekte, kültürel, sosyal, siyasal ve sembolik anlamlarla yüklü olarak kabuğunu kırarak
dışa açılmakta ve dünya kenti kavramı ortaya çıkmaktadır.
Bir cazibe merkezleri olarak bu kentler ulus devletin ötesinde bir anlam
kazanmakta ve kendi markasını yaratma yoluna giderek farkındalığını pazarlamaktadır.
Şahin (2010, 8-9) Kavaratzis’in, kent markalaşmasına uzanan tarihsel süreci üç evreye ayırdığını ifade etmektedir.
Bu evrelerden ilki kent pazarlama etkinliği, ikinci evre kent pazarlama
karmasına yönelim, üçüncü evre ise kent markalaşma süreci olarak ifade
edilmiştir.
Birinci evrenin endüstrileşme sürecinde yaşanan ve şirket sahiplerinin yatırım yapmaları için, tanıtım politikası eşliğinde davet edildiği dönemi kapsar.
İkinci evrede, ilk evreye ilave kentin alt yapı ve kamu hizmetlerinin sağlandığı dönemdir. Hizmetlerin sağlanmasına koşut olarak, yaratıcı kültürel
endüstrinin oluşması, ekonominin gelişmesi ve turizmin büyümesi sağlanmış, kentlere ilişkin olumsuz imgeler istendik imajla yer değiştirmiştir.
Üçüncü evre yani kentlerin markalaşmaya geçme evresinde, günümüz ve
geleceğin mesleklerine sahip insan kaynaklarının yetiştirilmesi, küresel rekabet ortamında iş fikirlerin, özel taleplerin karşılanma sürecidir.
Bireylerin, iş adamlarının gereksinimini karşılayarak, dış kamuoyuna pozitif imge sunmak bireylerde psikolojik ve duygusal çağrışımları yaratmak
bu evrenin özelliği haline gelmiştir (Şahin 2010, 9).
Simon Anhold’a göre bir kent markasını şekillendiren altı öge söz konusudur (http://xtypo-rounded.2, global market). Turizm, ihracat, yönetişim,
yatırım ve göç, kültür, kültürel miras ve halktır.
242
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
Büyük bir şehir olmak ya da coğrafi avantaja sahip olmak, kendi kaynakları ile büyüyebilmek, dönüşebilmek, kişi başına düşen geliri arttırabilmek,
çevre temizliğine önem vermek, lüks yapılara ya da çalışan kamu kuruluşlarına sahip olmak, milyonlarca nüfusa sahip olmak markalaşma açısından
gerekli görülse de yeterli şart değildir. Sadece bu özelliklere sahip olma o
kenti markalaştırmaz. Öncelikli olarak marka kent kimliğinin, kent imajının ve kent değerlerinin oluşması ve bir bütünlük içinde markalaşmaya
adım atılması gerekmektedir.
3. Kent ve Marka Kimliği Nedir:
Kentlerinde sahip oldukları olanaklar, donanımlar ve kendi iç dinamikleri
ile tıpkı bireyler gibi kimlikleri vardır. Kent kimliği; kentin imajını etkileyen
ve kendine özgü nitelikleri bünyesinde barındıran fiziksel, kültürel, politik,
tarihsel, sosyo-ekonomik, sosyo-psijik ve normatif etkenlerle şekillenmiş,
kamusal alanda, içinde barındırdığı yurttaşların yaşam biçimlerinin belirlediği, sürekli gelişen ve sürdürülebilir kent kavramlarını yaşatan, geçmişten
geleceğe uzanan, büyük bir sürecin ortaya çıkardığı anlam yüklü bütünlüktür (Şafak, 2010, 392) (http://solencol.com/biohtm).
Bir kentin kimliğinden söz edildiğinde kentte yaşayanların, onda bulundukları değerler sisteminden ve kente yüklenen idealleştirmeden söz edilmiş olmaktadır. Örneğin Floransa sanat, Paris kültür, Viyana klasik müzik,
Vatikan din kenti olarak çağrışım yapar (Çizgen; 1994, 36).
Aktaşın’da (http://haber7.com) ifade ettiği gibi, kent kimliği statik değil
dinamiktir. Bu nedenle kimlik kavramının süreklilik, dayanıklılık, bütünsellik ve gerçeklik ve akışkanlık temelinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bir kent markasının yaratılması, bir ürün ya da hizmete ilişkin marka yaratmadan daha fazla bütünsel çabayı gerektiren bir süreci ifade etmektedir.
Bu nedenle de kent markasının yaratılmasında olmazsa olmaz olan ve ilk
aşamayı ifade eden kent kimliğinin yaratılması ile işe başlanmalıdır. Bunu
kentsel pazarlama çalışmaları takip etmelidir.
Açık bir anlatımla; kentteki tüm paydaşların ortak, tutarlı, güvenilir ve
bağlayıcı vizyon oluşturmaları; mevcut durumu betimleyen kaynakların,
rekabet üstünlükleri ve zayıflığını belirleyen durum analizi yapmaları; tüm
taraflarca benimsenebilecek marka stratejilerini açık ve net olarak belirlemeleri; marka konumlandırma, çalışma ve uygulamalarına yer vermeleri;
iletişim eylem planlarını saptamaları ve uygulamaları; yatırımcı ağ bağlantı
örüntülerinin sağlanması gerekmektedir (http://xtypo-rounded.2).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
243
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
Küresel rekabet ortamında kendi farklılığını ortaya koyarak yerini alabilmek için, kent marka kimliğini oluştururken kentsel pazarlama stratejilerine de yer vermek durumundadırlar.
Kentsel pazarlama stratejileri; kentleri cazip hale getirmek, kent sosyoekonomik ve sosyo-kültürel yaşamına canlılık sağlamak, kentin güçlü ya
da zayıf taraflarını saptayarak sürdürülebilir kentsel kalkınma için seferber
olarak, kente pozitif değer katmakla ve kaynak akışı sağlamakla; ürün,
hizmet temelli markalar yaratmakla belirlenebilir.
Başarılı kentsel pazarlama stratejileri geliştirip uygulayan kentler gözlemlendiğinde şu ortak özellikler dikkatleri çekmektedir (Cushman, 2002).
Haberleşme, teknoloji ve iletişim sektörlerinde öncü oldukları, dengeli üretim ve istihdam ilişkisi, yenilikçilik, bilgi temelli üretim, kültürel ve sanatsal
aktiviteler yoğunluğu, iyi bir çalışma yönetimi (suç, uyuşturucu, alkol, şiddet), çevrecilik bilinci, ulaşım kolaylığı, yeni firmalar ve teknoloji, alt yapı ve
hizmet sektörlerinin varlığı, kentin uluslar arası statüsü gibi temel etmenlerin varlığı bu kentlere markalaşma ve pazarlama yolunda itki kazandırmıştır.
4. Kent Marka İmajı:
Kent markalaşmasının ikinci bileşeni ise kent marka imajının oluşturulmasını içermektedir.
Her kentin kendine özgü bir imajı vardır. O kente ilişkin düşünülenin, hissedilenin özeti ve kente ilişkin yaratılan çağrışımların, izlenimlerin, algıların
ve atfedilen tutumların tümü kent imajını imler.
Kent imajı, girişimcilerin alacakları kararları, turizm potansiyelini, rekabet
önceliğini ve yapılacak iç ve dış yatırımları etkiler. Pazarlama, halkla ilişkiler, reklam ve iletişim araç ve ağlarının etkinliği, kent algısını olumlu kılma
enstrümanlarıdır.
Abraham (2004,370) bir kentin açık imajı (kalıp yargıların kırıldığı) olabileceği gibi kapalı imajının da olabileceğini ifade etmektedir. Bu nedenle
kent imajının oluşturulması için mevcut imajın ve hedef kitle özelliklerinin
analiz edilmesini ve imaj yönetiminin oluşturulmasını önermektedir. Bu
konuda kamuoyunun, yönetim kademeleri, STÖ, medyanın işbirliği zorunlu görülmektedir.
5. Kent Marka Değeri:
Kent marka değeri, hedef kitlenin kente ilişkin bir marka ile özdeşleştirdiği
ve diğer markalardan ayırt edebildiği, o markaya atıfta bulunduğu soyut
244
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
ve somut değerler bütünüdür. Güçlü ve itibarlı bir kent markası yaratmak,
rekabet avantajı yaratmak demektir.
Sonuç olarak; kent markası yaratabilmek için, kent marka kimliğinin, kent
marka imajının ve değerlerinin açık ve net belirlenmesinin yanında kent
markalaşma süreci için stratejik plan ve program yapmak bir zorunluluktur. Daha sonra, bu sürece katkı sağlayacak kişi ve kurumlar konsensusa
ulaşmalı, bunu konumlandırma çalışmaları ve projeler izlemelidir. Ayrıca
bir iletişim planı hazırlanarak, tasarım ve uygulamaları gerçekleştirilmeli
ve süreç danışmanlığı ve denetimi ile alınan geri bildirimler sürekli kılınmalıdır.
Marka kent olabilmek için kenti dışarıya açmak, yatırımcıların, turistlerin,
alıcıların taleplerini sürekli ve artan bir ivme ile kente çekmek ve ilgi uyandırmakla olanaklıdır. Bu da onlarda; algısal dönüşüm ve zihinsel tatmin
yaratıp kenti merak ettirerek, fiziksel ve hizmetsel, kentte keyifle yaşanılacak bir ortam yaratarak, kültürel ve duygusal tatminlerini ön plana
alıp onlara misafirperver davranarak, kendi kültürünü dayatmadan onların kendi kültürel özelliklerine uygun hizmet vermekle ve ekonomik tatminlerini kamçılayacak sanayi, ticari ve bürokratik işlemleri kolaylaştırarak
olanaklı olacaktır.
6. Yöntem
Nevşehir’in basına yansıyan imajı ve markalaşma süreci ile ilgili bulgulara
ulaşabilmek için ulusal basından Hürriyet gazetesi seçilmiştir. Çalışmada
2010 yılının tamamı ve 2011 yılının ilk altı ayına ait olmak üzere toplam
1.5 yıllık süre içinde Hürriyet gazetesinde yer alan haberler incelenmiştir.
Sonuçta Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili 119 haber analiz edilmiştir. Yapılan çalışmada öncelikle markalaşma yolunda Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili nesnel
göstergeler, soyut göstergeler ve gündelik yaşam pratikleri her haberde
tek tek incelenmiştir. Sonuçlar tablo haline getirilerek yorumlanmış ve ayrıca Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili haberlerden bazıları seçilerek sadece haber
başlığı bazında söylem analizi yapılmıştır.
7. Analiz ve Bulgular
Çalışmaya konu olan Nevşehir ile ilgili toplam 119 haber taranmıştır.
1.1.2010 ve 30.06.2011 tarih aralığı temel alınmış ve ulusal basından
Hürriyet gazetesinde yer alan Nevşehir ili ve ilçeleri ile ilgili haberler tek
tek analiz edilmiştir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
245
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
Markalaşma yolunda Nevşehir’in nasıl bir yol izlemesi gerektiği ile ilgili
durumu saptayabilmek için haberler kendi içinde ayrıma tabi tutulmuş;
nesnel, soyut ve gündelik yaşam pratikleri başlığı altında kategorileştirilerek irdelenmiştir.
Nesnel kriterler olarak şu kavramlar ele alınmıştır:
“Üniversite, planlı şehirleşme, tarihsel zenginlik, ulaşım olanakları, iletişim olanakları (e-ticaret, internet kullanımı vb.), eğitim olanakları, yerel
yönetim faaliyetleri, çevre temizliği, folklor turizm, sağlık altyapısı, sanayitarım-ticaret sektörleri, kültürel etkinlikler, sportif aktiviteler, sanat yaşamı,
sivil toplum örgütleri”.
Soyut göstergeler olarak ele alınan kriterler şu şekildedir:
“Çevre bilinci, özgürlük ve eşitliğe yönelim, güvenlik ve güvenlik güçleri,
gelişmişlik, modernleşme, dışa açıklık, dinsel eğilim, siyasal eğilim ve simgelere yönelimdir.”
Gündelik yaşam pratikleri başlığı altında ise “geleneksel davranış, sosyalsiyasal ve toplumsal yaşama katılım, samimi davranış, yardımseverlik, girişimci ruhlu olma, misafirperverlik, cömertlik, yenilikçi ve değişime açık
olma ve şiddete yönelim, trafik kazası, kaçakçılık ve diğer yüz kızartıcı
suçlar” kavramları incelenmiştir.
Ayrıca Nevşehir’in imajını etkileyen ilçelerden hangisinin daha fazla katkı
sağladığını saptayabilmek için ilçeler bazında da ayrım yapılmış ve irdelenmiştir.
Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili nesnel, soyut ve gündelik yaşam pratikleri ile
ilgili göstergeler sırasıyla Tablo-1, Tablo-2 ve Tablo-3 de ele alınmıştır.
246
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
70
16
8
1
1
7
2
3
4
2
3
10
1
1
12
4
-
1
4
4
3
2
1
1
4
6
1
1
1
1
2
2
7
5
5
7
2
3
1
1
11
2
5
1
1
2
NEVŞEHİR ACIGÖL AVANOS DERİNKUYU GÜLŞEHİR HACIBEKTAŞ KOZAKLI ÜRGÜP
*Toplam 52 haberde rastlanan nesnel göstergeler yukarıdaki tabloda yer almaktadır.
NESNEL
GÖSTERGELER
ÜNİVERSİTE
PLANLI ŞEHİRLEŞME
TARİHSEL ZENGİNLİK
ULAŞIM OLANAKLARI
İLETİŞİM
OLANAKLARI
EĞİTİM OLANAKLARI
YEMEK KÜLTÜRÜ
YEREL YÖNETİM
FAALİYETLERİ
ÇEVRE TEMİZLİĞİ
FOLKLOR
TURİZM
SAĞLIK ALTYAPISI
SANAYİ-TARIMTİCARET SEKTÖRLERİ
KÜLTÜREL
ETKİNLİKLER
SPORTİF AKTİVİTELER
SANAT YAŞAMI
SİVİL TOPLUM
ÖRGÜTLERİ
TOPLAM
TABLO-1
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
247
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
İncelenen 119 haberden nesnel göstergeler ile ilgili olarak toplam 52
haberde toplam 70 adet nesnel göstergeye rastlanmıştır. Bu haberlerde
Nevşehir’in nesnel göstergelerinden en fazla payı turizmin aldığı görülmektedir.
İncelenen haberlerde nesnel göstergeler açısından ikinci sırayı sanayitarım ve ticaret sektörleri ile ilgili haberlerin aldığı gözlenmektedir. Bu durum özellikle tarım sektörünün gelişmesi ve belli ürünleri (patates v.b) ön
plana çıkması ayrıca ticaret ve sanayi sektörü ile ilgili olarak da yatırımları
çekip markalaşması açısından önemli bir göstergedir.
Nevşehir ile ilgili nesnel göstergelerden üçüncü sırayı tarihsel zenginlik ve
sanat yaşamı almaktadır. Gerek sanat aktiviteleri gerekse tarihi dokusu
ile ilgili göstergeleri içeren haberlerin medya da yer alması markalaşma
yolunda önemli bir adım teşkil etmektedir.
Diğer nesnel göstergelerden önemli birisi olan yemek kültürün oldukça
geri planda kaldığı görülmektedir. İncelenen haberlerde yemek kültürü
ile ilgili haberlere az rastlanmış bu nedenle bu tarz haberlerin medyada
daha fazla yer almasının sağlanması gerekmektedir. Nevşehir’in tanıtımına
katkıda bulunacak yemek kültürünün medyada sıkça yer alması yerli ve
yabancı turistleri çekmesi açısından önemlidir. Nevşehir tavası, ağpakla,
soğanlama, ayva dolması vb. lezzetlerin medyada yer bulması markalaşma yolunda Nevşehir’e katkı sağlayacak unsurlardandır.
Taranan haberlerde nesnel göstergelerle ilgili olarak üniversite, ulaşım olanakları, eğitim olanakları, yerel yönetim faaliyetleri, sivil toplum örgütleri,
kültürel etkinlikler ve sportif aktiviteler ile ilgili daha az nesnel göstergeye
rastlanmıştır.
İncelenen haberlerde nesnel göstergelerden en dikkat çekici olanlarından
birisi olan “çevre temizliği” ile ilgili hiçbir göstergeye rastlanmazken, aynı
şekilde “folklor” ile ilgili gösterge de bulunamamıştır. Kent kimliğinin bir
parçası olan ve kent imajına katkıda bulunan çevre temizliği ve folklorik
özelliklerin oldukça geri planda olması dikkat çekicidir. Oysa Nevşehir’in
bu özellikleri ile temsil edilmesi markalaşmasında temel katkı unsurlarındandır.
Nesnel göstergeler ilçeler bazında ele alındığında en fazla nesnel göstergenin Avanos ilçesi ile ilgili olarak yer aldığı en az göstergenin ise
Derinkuyu ilçesi ile ilgili olarak yer aldığı, taranan haberlerde Nevşehir’in
248
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
Acıgöl ilçesi ilgili olarak ise hiçbir nesnel göstergenin olmadığı görülmektedir.
İncelenen haberlerde en fazla nesnel göstergeye sahip olan Avanos ilçesinde birinci sırayı yerel yönetim faaliyetlerinin aldığı, ikinci sırayı sportif
aktivitelerin aldığı daha sonra tarihsel zenginlik, ulaşım ve iletişim olanakları ve turizm ile ilgili göstergelerin aldığı belirlenmiştir. İncelenen haberlerde Nevşehir’in Avanos ilçesini nesnel gösterge sayısı açısından Ürgüp
ilçesi takip etmektedir. Ürgüp ilçesi ile ilgili olarak da en fazla turizm ile
ilgili nesnel göstergeye rastlanmış daha sonraki sıraları tarihsel zenginlik,
sanat yaşamı, eğitim olanakları, yerel yönetim faaliyetleri ile ilgili nesnel
göstergeler almıştır. Nevşehir’in ilçelerinden Gülşehir ile ilgili taranan haberlerde çok az nesnel gösterge bulunmaktadır. Bu göstergeler ise yerel
yönetim faaliyetleri, sağlık altyapısı ve sanayi ve ticaret sektörleri ile ilgili
göstergelerdir. Derinkuyu ile ilgili olarak ise sadece tarihsel zenginliği ile ilgili bir nesnel göstergeye rastlandığı gözlenmiştir. Hacıbektaş ilçesi ile ilgili
olarak taranan haberlerde yerel yönetim faaliyetleri, kültürel etkinlikler ve
sanat yaşamı ile ilgili göstergelere rastlanırken, Kozaklı ilçesi ile ilgili olarak
da ulaşım olanakları, turizm, sağlık altyapısı ve sanayi- ticaret ve tarım
sektörlerine rastlanmıştır.
Özetle ele alınan haberlerde en fazla Nevşehir ili ile ilgili nesnel gösterge
yer almaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
249
250
1
GELİŞMİŞLİK
-
1
1
1
1
-
* Toplam 13 haberde saptanan soyut göstergeler yukarıdaki tabloda yer almaktadır.
TOPLAM
SİMGELERE YÖNELİM
20
5
DİNSEL EĞİLİM
SİYASAL EĞİLİM
3
DIŞA AÇIKLIK
MODERNLEŞME
10
1
-
1
1
1
1
NEVŞEHİR ACIGÖL AVANOS DERİNKUYU GÜLŞEHİR HACIBEKTAŞ KOZAKLI ÜRGÜP
GÜVENLİK,
GÜVENLİK GÜÇLERİ
ÖZGÜRLÜK VE
EŞİTLİĞE YÖNELİM
ÇEVRE BİLİNCİ
SOYUT
GÖSTERGELER
TABLO-2
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
Tablo-2 de yer alan soyut göstergeler bazında haberler tarandığında toplam 13 haberde soyut göstergeye rastlanmıştır.
Soyut göstergeler söz konusu olduğunda da incelenen haberlerde en fazla Nevşehir ili ile ilgili soyut göstergeye rastlanmıştır. Bu göstergelerden
birinci sırayı güvenlik ve güvenlik güçleri ile ilgili göstergeler alırken ikinci
sırayı dinsel eğilim üçüncü sırayı dışa açıklık ve daha sonra gelişmişlik ve
özgürlük ve eşitliğe yönelim almıştır. Özellikle güvenlik ve güvenlik güçleri ile ilgili soyut göstergelerin fazlaca olması ve güvenlikle ilgili olumsuz
haberlerin medyada yer alması markalaşma yolunda Nevşehir’in imajını
zedeler niteliktedir.
Soyut göstergeler açısından taranan haberlerde Nevşehir’in Acıgöl, Gülşehir ve Hacıbektaş ilçeleri ile ilgili göstergeye rastlanılmamıştır. Avanos,
Derinkuyu, Kozaklı ve Ürgüp ile ilgili olarak sadece 1’er nesnel soyut bulunmuş bu göstergelerinde özgürlük ve eşitliğe yönelim, güvenlik güçleri
ve dışa açıklık olduğu tespit edilmiştir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
251
252
1
5
1
1
2
1
1
2
7
24
45
GİRİŞİMCİ RUHLU
OLMA
MİSAFİRPERVERLİK
CÖMERTLİK
YENİLİKÇİ VE
DEĞİŞİME AÇIK
OLMA
ŞİDDETE YÖNELİM
TRAFİK KAZASI,
KAÇAKÇILIK,
HIRSIZLIK ve DİĞER
YÜZKIZARTICI
SUÇLAR
TOPLAM
*Toplam 61 haberde rastlanan nesnel göstergeler yukarıdaki tabloda yer almaktadır.
8
5
1
YARDIMSEVERLİK
3
1
1
SAMİMİ DAVRANIŞ
-
5
2
3
SİYASAL-SOSYALTOPLUMSAL
YAŞAMA KATILIM
14
3
3
3
-
3
3
NEVŞEHİR ACIGÖL AVANOS DERİNKUYU GÜLŞEHİR HACIBEKTAŞ KOZAKLI ÜRGÜP
GELENEKSEL
DAVRANIŞ
GÜNDELİK YAŞAM
PRATİKLERİ
TABLO-3
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
İncelenen 119 haberden gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergeler incelendiğinde ise toplam 61 haberde göstergeye ulaşılmıştır. Ancak bazı
haberlerde gerek soyut göstergeler gerekse nesnel göstergeler gündelik
yaşam pratikleri ile birlikte var olmuştur.
Nevşehir ile ilgili gündelik yaşam pratikleri incelendiğinde en fazla işlenen
suçlarla ilgili yaşam pratiklerine rastlanmıştır. Gündelik yaşam pratiklerinden gerek trafik kazası, kaçakçılık, hırsızlık ve yüz kızartıcı suçlar gibi göstergeleri içeren haberler gerekse şiddet haberleri birinci sırada yer almaktadır. Medyada bu tarz göstergeleri içeren haberlerin fazlaca yer alması
marka kent olma yolunda Nevşehir’in imajını zedeleyici bir unsur teşkil
etmektedir. Bu nedenle bu tarz haberlerin sayıca azalması onun yerine
tanıtımını arttıracak onun olumlu özelliklerini ön plana çıkartacak haberlerin daha fazla medyada yer bulması Nevşehir’in markalaşmasına katkıda
bulunacaktır. Bu noktada bu konu ile ilgili olarak taranan haberlerden seçilen bazı haberler haber başlıkları bazında söylem analizine tabi tutulacak
ve olumlu ve olumsuz haberlerin imaja ve marka kent olma hedefine nasıl
katkısının veya zararının olduğu tespit edilmeye çalışılacaktır.
Gündelik yaşam pratikleri ile ilgili Nevşehir’in Avanos ilçesinin öne çıktığı gözlenmektedir. Özellikle yardımseverlik ile ilgili göstergeleri içeren
haberler sayıca fazla iken aynı oranda trafik kazası, hırsızlık ve kaçakçılık
haberlerine de rastlanmıştır. Nevşehir’in Avanos ilçesini gündelik yaşam
pratikleri ile ilgili göstergeler açısından Hacıbektaş, Gülşehir ve Ürgüp izlemektedir. İncelenen haberlerde gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergeleri en fazla siyasal-sosyal ve toplumsal yaşama katılım konusunda
olması yöre halkının farkındalığı ve bilinç düzeyi ile ilgili önemli bir bulgu
olarak karşımıza çıkmaktadır.
İncelenen haberlerde özellikle ilçeler bazında girişimci ruhlu olma, misafirperverlik, cömertlik, yenilikçi ve değişime açık olma ile ilgili göstergeye
rastlanamamıştır. Özellikle misafirperverlik göstergesinin haberlerde fazlaca yer alması marka kent olması yönünde ve kenti görmeyi planlayan yerli
ve yabancı turistler üzerinde olumlu etki yapacaktır.
Özetle ifade etmek gerekirse incelenen haberlerde en fazla Nevşehir ili
ile ilgili göstergelere rastlanmıştır. Çoğunluğun nesnel göstergeler, daha
sonra gündelik yaşam pratikleri son olarak da soyut göstergelerle ilgili olduğu gözlenmiştir. İlçeler bazında ele alındığında ise taranan göstergeler
bazında Nevşehir’in imajına katkı yapan ilçelerin Avanos ve Ürgüp olduğu
görülmüştür.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
253
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
Özellikle nesnel göstergeler söz konusu olduğunda Avanos’un haberlerde
en fazla nesnel göstergeye sahip olduğu, Nevşehir’in Acıgöl ilçesinin ise
taranan haberlerde nesnel göstergeler açısından hiçbir şekilde yer almadığı dikkat çekmiştir.
Soyut göstergeler açısından ele alındığında yine taranan haberlerde Nevşehir ilinin ön planda olduğu tespit edilmiş ilçeler bazında ise Avanos, Derinkuyu, Kozaklı ve Ürgüp’ün çok az nesnel gösterge ile Nevşehir’e katkı
sağladığı, Acıgöl, Gülşehir ve Hacıbektaş’ın ise soyut göstergeler açısından Nevşehir’in imajına katkı sağlayamadığı tespit edilmiştir.
Gündelik yaşam pratikleri söz konusu olduğunda ise Nevşehir’in gündelik
yaşam pratikleri ile ilgili göstergelerde ön planda olduğu dikkat çekmektedir. Nevşehir’in ilçelerinden ise en çok Avanos’un gündelik yaşam pratikleri ile ilgili göstergeler açısından medyada yer aldığı gözlenmektedir.
Derinkuyu ve Kozaklı ile ilgili ise gündelik yaşam pratikleri ile ilgili taranan
haberlerde hiçbir göstergeye rastlanmamıştır. Bu bağlamda bakıldığında
ilçelerinde gerek nesnel, gerek soyut, gerekse gündelik yaşam pratikleri ile
ilgili göstergeleri içeren olumlu haberlerle medyada daha fazla yer alarak
Nevşehir’in imajını desteklemeleri gerekmektedir.
Konu ile ilgili olarak araştırmayı tamamlayıcı nitelikte taranan haberlerden
bazılarının başlıkları söylem analizi yöntemiyle analiz edilmiştir. Böylece
markalaşma yolundaki Nevşehir’in imajını destekleyici ve imajına zarar
verebilecek nitelikte olan haberler örnekler üzerinden gösterilmeye çalışılmıştır.
Hürriyet gazetesinin incelenen 1 Ocak 2010 ve 30 Haziran 2011 yılına ait
dönemi içeren bir buçuk yıllık haberler içinden Nevşehir ve ilçeleri ile ilgili
olan olumlu ve olumsuz haberler seçilmiştir. Rastgele seçilen 8 haberin 4’ü
olumlu olup olumlu haberlerin 2’si il merkezine 2’si ilçelere aitken, diğer 4
haberinde 2’si olumlu 2’si ise olumsuzdur.
Bu haberlerin başlıkları söylem analizi yöntemi ile incelenmiştir. İncelenen
haberlerden ilki Nevşehir ili ile ilgili 30.01.2010 tarihinde Hürriyet Gazetesinde yer alan “Yeni fakülte ve yüksekokullar kurulacak” başlıklı haber
her ne kadar direkt Nevşehir ile ilgili bir vurguya yer vermese de fakülte
ve yüksek okulların kurulacağı yolundaki bilgi markalaşma yolunda nesnel
göstergelerden birisi olan Üniversite ve eğitim olanakları ile ilgili olumlu
çağrışım yapmaktadır. Haberin spotunda ve devamında ise Nevşehir üni-
254
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
versitesine bağlı fakülte ve yüksekokulların kurulacağı ile ilgili bilgi yer
almaktadır. Bu haber makro açıdan Nevşehir’in imajını destekleyici olumlu
bir haberdir.
İncelenen ikinci haber 25.09.2010 tarihli Hürriyet gazetesinin ekonomi
sayfasında yer almaktadır. Markalaşma yolunda gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıları çekebilmenin önemli olduğu bilinmektedir. Bu haberde
de bu konuya gönderme yapılmaktadır. “Antalya’yı Akdeniz’in en büyük
havalimanı yaptı, gözünü İzmir ve Nevşehir’e dikti” Haberin spotunda ise
yatırımcının havalimanı yapmak için Nevşehir ve İzmir’le ilgilendikleri ile
ilgili bilgi yer almaktadır. Nevşehir’e yatırım yapma isteğinin olması o kentin gelişmesi ve markalaşması bağlamında önemlidir. Ayrıca haber imajı
destekleyici olumlu ifadelerle verilmiştir.
Nevşehir ile ilgili ilçeler bazındaki olumlu ifadelere yer veren haberlerden
ise şeçilenler şunlardır:
“Ortahisar Kalesi turizme kazandırılacak” ve “Hastane açıldı, ilçe hareketlendi” başlıklı haberlerdir. 13.03.2011 tarihli “Ortahisar Kalesi turizme
kazandırılacak” başlıklı haberde Ortahisar kalesinin turistlerin ziyaretine
yeniden açılacağı ile ilgili olumlu bir ifade yer almaktadır. Özellikle nesnel
göstergelerden birisi olan turizmin ve tarihsel zenginliklerin vurgulandığı
başlık Nevşehir’in imajına olumlu bir katkı yapacak niteliktedir Yine aynı
şekilde “Hastane açıldı, ilçe hareketlendi” başlığı ile 24.04.2011 tarihinde
yayınlanan haberde nesnel göstergelerden sağlık altyapısı ile ilgili gösterge başlığa taşınmıştır. İlçe adına gelişmeye vurgu yapan haberde, haber
olumlu bir başlıkla ve imajı destekleyici nitelikte verilmiştir.
Nevşehir ile ilgili olarak incelenen olumsuz haberlerden ilki Hürriyet Gazetesinde “Nevşehir’de iki kadın kayıp” başlığı altında 01.02.2010 tarihinde yayınlanmıştır. Başlıktaki iki kadın kayıp ifadesi olumsuz bir ifade
olup Nevşehir’de güvenlikle ilgili bir açığı çağrıştırmaktadır. Bu nedenle bu tarz başlıkların ve haberlerin medyada sıklıkla yer alması Nevşehir
markasına zarar verebilecek niteliktedir. Haberin devamında ve spotunda
kadınların neden kayboldukları ve akibetleri ile ilgili bir bilgi yer almazken polisin soruşturma başlatması ile ilgili ifadeler yer almaktadır. Bu tarz
nesnel göstergelerden güvenlik ile ilgili olumsuz nitelikteki haberler ve
başlıklar ve başlıktaki Nevşehir vurgusu Nevşehir’i güvenli bir kent olduğu yolundaki algıdan uzaklaştırmakla birlikte turizm ve sosyal mobilite
açısından kenti dışa kapatmaktadır. Yine aynı şekilde “Nevşehir’de izinsiz
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
255
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
kazı yaparken yakalandılar” başlığı ile 25.03.2010 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayınlanan haberde başlıktaki Nevşehir kelimesi ve izinsiz kazının yan yana gelmesi olumsuz bir ifadedir. Nevşehir’in başlığa taşınması
ve izinsiz kazının da orada yapılıyor olması yine diğer örnekte olduğu
gibi marka kent olma yolundaki Nevşehir için uygun olmayan bir ifadedir.
Nevşehir ile ilgili var olan tarihsel zenginlerin gündeme getirilmesi ile ilgili
olumlu haberler yerine bu tarz olumsuz ifadelerin olması, sözü edilen
zenginliklerin heba edilmesi ile ilgili bir bilinç yoksunluğunun ifadesi olarak algılanabilecektir.
Ayrıca sosyal sorumluluğa sahip medyanın bu anlamda Nevşehir’i olumsuzlayan haber yapması Nevşehir’i içe kapatma açısından önemli bir göstergedir. Hürriyet gazetesinde 11.05.2010 tarihinde yayınlanan “Hacıbektaş’ta
içme suyunda yüksek oranda nitrat çıktı” başlığı Nevşehir’in Hacıbektaş
ilçesi ile ilgili olumsuz bir anlam içermektedir. Nitratın insan sağlığı için
son derece zararlı bir madde olduğu düşünüldüğünde bu maddenin de
içme suyunda bulunması hem nesnel göstergelerden olan yerel yönetim
faaliyetleri hem de sağlık koşulları hakkında olumsuz bir yargıya neden
olmaktadır. Bir başka haber ise “Kanser köyü gömülecek” başlığı ile yayınlanmıştır. 6.10.2010 tarihinde yayınlanan haberde başlık çağın korkulan
hastalığı kanser üzerine kurulmuştur ve olumsuz bir anlam içermektedir.
Haberin devamında Nevşehir’in Gülşehir ilçesine bağlı bir belde de karın
zarı kanserinin yaygın olarak görüldüğü dünyanın ikinci yeri olduğu ile
ilgili bir açıklama yer almaktadır. Bu durum Nevşehir’in ilçesindeki yasam
koşulları ile ilgili bir tehdit unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarz
olumsuz haberler Nevşehir’in imajına zarar verebilecek, sosyal sorumluluktan uzak niteliktedir.
Özetle yukarıda sıralanan örneklerde olduğu gibi medyada oluşturulmak
istenen imajı destekleyen haberler yer aldığı gibi marka kent olma yolundaki Nevşehir’in imajına zarar verici nitelikte olumsuz haberlerinde yayınlandığı gözlenmektedir. Bu olumsuz haberlerin çıkmasının engellenmesinin mümkün olmadığı düşünüldüğünde yapılması gereken Nevşehir’le ilgili olumlu ifadelere yer veren gerek nesnel, gerek soyut, gerekse gündelik
yaşam pratikleri ile ilgili göstergelerden olumlu olanlarının medyada daha
fazla yer almasının sağlanması gerekmektedir.
Ancak sözü edilen bu öneriler Nevşehir’in markalaşması yolunda önemli
ancak yeterli değildir. Medyanın desteğinden yararlanmanın yanında bir
256
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
plan program dahilinde hareket edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda öncelikle Nevşehir’in varolan potansiyeli saptanmalı ve oluşturulması planlanan Nevşehir markasının güçlü ve zayıf yönleri analiz edilmelidir. Rekabet
analizinin yapılacağı bu evrede Nevşehir’in marka imajı, marka kimliği ve
marka değeri irdelenmelidir. Bu tespitlerden sonra öncelikle marka kimliğinin belirlenmesi adımının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Nevşehir markasının kente katkıları, Nevşehir markasına dair markanın
kullanımı, kalitesi, yeniliği, ilgi yaratması, etkinliği, güvenilirliği, yenilikçiliği, etik ilkeleri, girişimciliği v.b unsurların belirledikten sonra sembol
olarak Nevşehir markasının görsel imge ve simgeleri ile sloganları belirlenmelidir. Bu adımları Nevşehir markası ile ilgili işlevsel, duygusal, ilişkisel
ve iletişimsel faydalara dair değerler sitemine yönelik öneriler izlemelidir.
Son adımda ise marka kimliği yerleştirildikten sonra, bunun hedef kitle
ile ilişkilendirilip, konumlandırılıp uygulanması aşaması gelmelidir. Uygulamanın izlenmesi ve süreklilik haline gelmesi ise ancak geribildirim yoluyla
gerçekleşebilecektir (Aeker, 1996).
Bunlara ilaveten yapılması gereken diğer öneriler şu şekilde sıralanabilir:
- Kamuoyunda gönüllü kamuoyu öncülerinin oluşturulması gerekmektedir. Nevşehir’le ilgili Nevşehir’e sempati besleyen gerek yurtiçinden
gerekse yurtdışından markalaşmasını sağlayacak gönüllülerin olması
önemli bir adımdır.
- Nevşehir’in dünyaca tanınan bir marka kent haline gelebilmesi için uluslararası örgütlerle, büyükelçilikler ve daimi temsilciliklerle iletişim halinde olunması gerekmektedir.
- Ayrıca Nevşehir ile ilgili sosyal lobicilik yapılması ve bu çalışmaların meslek kuruluşlarının ve yurt dışında Türk temsilcilikleri bulunan kuruluşların
katılması önemlidir.
- Yukarıda sıralanan Nevşehir markası ile ilgili adımların gerçekleştirilebilmesi için, bir marka ve iletişim grubunun kurulması gerekmektedir. Ulusal ve uluslararası marka uzmanları ve ajanslar marka ile ilgili çalışmalar
yaparken bir yandan halkla ilişkiler görevini yürütecek bir yandan da
kentsel imaj ve itibarı geliştirecek bir grubun oluşturulması anlamlı olacaktır.
- Ayrıca üniversitelerde Nevşehir’in kültürü, tarihi dokusu v.b içeren araştırma proje, sempozyum gibi bilimsel etkinliklerin yapılması Nevşehir’in
hem tanıtımı hem de medyada daha fazla yer alması açısından önemli-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
257
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
dir. Bilimsel etkinliklere ek olarak sportif, sanatsal ve kültürel faaliyetlerin
ulusal ve uluslararası düzeyde sıkça gerçekleştilmesi ve bunları planlayıp
gerçekleştirebilecek bir ekibin kurulması gerekmektedir (Armağan, Yıldız, Bitirim, 2007, 535). Ancak sözü edilen bu öneriler bir arada uygulanırsa Nevşehir markalaşma yolunda hızla ilerleyebilecektir.
Sonuç
Markalaşma açısından zengin imkanları olan bir kent konumunda olan
Nevşehir, özellikle doğal dokusu, sosyo-ekonomik düzeyi, kültürel çeşitliliği, tarihsel zenginliği, yerel gelenek ve görenekleri, gündelik yaşam biçimi
vb. ile dünya ülkelerinin dikkatini çekmeye aday bir kent konumundadır.
Bu nedenle Nevşehir, markalaşma sürecinde farklılığını ortaya çıkarmak ve
daha etkin tanıtımını yapmak durumundadır. Sözü edilen farklılığın ortaya
çıkartılmasında ve pazarlanmasında medya en önemli aktör konumundadır. Nevşehir’inde markalaşma sürecinde medyada daha fazla yer alması,
Nevşehir’in özgünlüğünü gündeme getiren olumlu haberlerin daha çok
yayınlanması markalaşma sürecini hızlandıracak koşullardan birisi olmakla birlikte sadece meydanın katkısı markalaşma açısından yeterli değildir.
Öyle ki iyi bir planlama yapılması ve bu planın etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir.
Bu nedenle öncelikle marka kent kimliğinin, kent imajının ve kent değerlerinin oluşması ve bir bütünlük içinde markalaşmaya adım atılması ön
koşul olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte ayrıca bir marka ve iletişim
grubunun kurulması gerekmektedir. Marka ile ilgili grup bir yandan kent
markası ile ilgili çalışmalar yaparken bir yandan halkla ilişkiler görevini yürütecek, kentsel imaj ve itibarı geliştirecek bir grubunda ayrıca oluşturulması sürecin işlerliği açısından önem arz etmektedir. Ayrıca üniversitelerde
Nevşehir ile ilgili bilimsel etkinliklerin düzenlenmesi, Nevşehir’in hem tanıtımına katkı sağlayacak hem de medyada daha fazla yer almasına zemin
hazırlayacaktır.
Bilimsel etkinliklere ek olarak sportif, sanatsal ve kültürel faaliyetlerinde
ulusal ve uluslar arası düzeyde sıklıkla gerçekleştirilmesi ve bunları gerçekleştirebilecek bir ekibin kurulması markalaşma sürecinde Nevşehir için
yapılması gereken çalışmalardan birkaçıdır. Bunlara ek olarak uluslar arası
örgütlerle iletişim kurulması ve Nevşehir ile ilgili sosyal lobicilik yapabilecek kuruluşların markalaşma sürecindeki çalışmalara katılması gerekmektedir. Tüm bu yapılanmaya ayrıca Nevşehir’in markalaşmasına katkıda
258
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'in Basına Yansıyan İmajı ve Markalaşma Sürecinde Nevşehir
bulunacak gönüllerin ve sivil toplum kuruluşlarının eklenmesi markalaşma sürecinde atılması gereken adımlardandır. Ancak bu şekilde planlı ve
programlı çalışmalarla ve medyanın da desteğini alarak Nevşehir’in marka
kent konumuna getirilebileceği düşünülmektedir.
Kaynaklar
Aeker D., 1996, Building Strong Brands, NY Free Pres.
Aktaş İ., 2009, Kentlerin Kimliği (http://www.haber7.com, erişim tarihi: 21.08.2011).
Armağan A., Yıldız E., Bitirim S., “Uluslararası Kamuoyunda Bir Marka Oluşturma
Yolunda Türkiye”, Medya ve Siyaset Sempozyumu, İzmir, 2007
Abraham E., 2004, Cities and Media İmages, Cities Vol 17, No 5-370)
Ceritoğlu B., 2006, Markanın Gerçek Konumu Tüketici Algısı, TMMOB Marka
Yönelim Sempozyumu, Gaziantep.
Cushman, 2002, European Cities Monitor, Aktaran (http://www.markasehirizmir.
com , erişim tarihi: 29.08.2011).
Çiftçi S., Cop R., 2007, Marka ve Marka Yönetim Kavramları, Finans, Politik ve
Ekonomik Yorumlar Dergisi, Cilt 44, Sayı 512.
Çizgen N., 1994, Kent ve Kültür Say Yayını, İstanbul.
Hanna S., Jennifer R. “ An analalysis of terminology use in place branding” Place
Branding and Public Diplomacy, Cilt No:4 Sayı:1, 2008;
Hürriyet Gazetesi 1.01.2010-30.06.2011 (Bu aralıkta yayınlanan Hürriyet Gazeteleri)
Okay A., 2000, Kurum Kimliği, MediaCat Yay., Ankara.
Özdemir Ş. , Karaca Y. “Kent Markası ve Marka İmajının Ölçümü: Afyonkarahisar
Kenti İmajı üzerine bir araştırma, Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F.Dergisi
(CXISII, 2009)
Moon and Millison D., 2003, Ateşten Markalar, İnternet Çağında Marka Yaratmak Çev: Ş.T.Kalkay, MediaCat Yay., İstanbul.
Perry A., Wisdom D., 2003, Markanın DNA’sı Eşsiz ve Dayanıklı Markalar Yaratmanın Kuralları, Çev.Yılmaz Z., MediaCat Yay., İstanbul.
Simon Anhold (http://www.xtypo.rounded2 , Global Market, 2007, erişim tarihi:
08.08.2011).
Şafak A., 2010, MKÜ. Sosyal Bil. Ens.Dergisi, Cilt 7, Sayı 14, Sayfa 373-392.
Şahin G., 2010, Turizmde Marka Kent Olmanın Önemi, Ankara Üniversitesi S.B.E.
Halkla İlişkiler ve Tanıtım ABD Ankara Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Zengin ve İldeniz, 2003.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
259
Çiğdem DİRİK - Ahsen ARMAĞAN
İnternet Kaynakları
http://www.turkpatent.gov.tr erişim tarihi: 20.08.2011.
http://gokcankaraali.blogcu.com, Marka ve Marka Stratejileri, erişim tarihi:
20.08.2011.
http://marketingpower.com , erişim tarihi: 27.08.2011.
http://solencol.com/ , erişim tarihi: 30.08.2011.
http://www.xtypo.rounded2 , erişim tarihi: 17.08.2011.
260
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
ÜRGÜP, DERİNKUYU VE HODUL DAĞI (NEVŞEHİR)
ARASINDA KALAN BÖLGENİN FLORİSTİK ÖZELLİKLERİ
THE FLORISTIC CHARACTERISTICS OF THE REGION AMONG
ÜRGÜP, DERINKUYU AND HODUL MOUNTAIN (NEVŞEHİR)
Deniz ULUKUŞ* - Osman TUGAY**
ÖZET
Bu çalışma Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) arasında
kalan bölgenin florasını tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Çalışma
alanı Türkiye florasındaki kareleme sistemine göre B5 karesi içerisindedir. Çalışma alanından 2008-2010 yılları arasında toplanan 1460
bitki örneğinin değerlendirilmesi sonucu 76 familya ve 327 cinse
ait 594 tür (601 takson) tespit edilmiştir. Çalışma alanındaki endemik takson sayısı 104’tür. Taksonların fitocoğrafik bölgelere göre
dağılımları şöyledir: İran-Turan elementleri 169 (% 30.95), Akdeniz elementleri 33 (% 6.04), Avrupa-Sibirya elementleri ise 18 (%
3.29). Geriye kalan 329 (% 60.03) taksonun 100’ü (% 18.31) geniş yayılışlı iken 226’sı (% 41.39) fitocoğrafik bölgesi bilinmeyendir.
İçerdikleri takson sayısına göre büyük familyalar sırayla Compositae
(Asteraceae) 87, Leguminosae (Fabaceae) 74, Labiatae (Lamiaceae)
47, Cruciferae (Brassicaceae) 38, Gramineae (Poaceae) 31, Boraginaceae 30, Caryophyllaceae 28, Rosaceae 26, Umbelliferae (Apiaceae) 21 ve Liliaceae 21’dir. Takson sayısına göre en büyük cinsler
ise Astragalus 26, Salvia 15, Centaurea 13, Silene 11, Allium 9,
Alyssum 7, Euphorbia 7, Veronica 7, Onobrychis 7 ve Vicia 6’dır.
Anahtar Kelimeler: Flora, Ürgüp, Derinkuyu, Hodul Dağı, Nevşehir.
ABSTRACT
This research has been made to determine The Flora of the region
among Ürgüp, Derinkuyu and Hodul Dağı (Nevşehir). The research
area is in the B5 square according to the Grid system in the flora
* Y. Biyolog, Selçuk Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, e-posta: [email protected]
** Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
261
Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY
of Turkey. As a result of the examination of 1460 plants specimens
which were collected from the research area between 2008-2010,
594 species (601 taxa) that belong to 76 families and 327 genera
have been determined. In The research area the number of endemic
taxa is 104. According to the phytogeographical regions the figures
of the taxa are as follows: Irano-Turanian are 169 (30.95 %), Mediterranean are 33 (6.04 %) and Euro-Siberian are 18 (% 3.29). While
329 (% 60.03) taxa out of the remaining 100 (18.31 %) taxa are
widespread, 226 (% 41.39) taxa are unknown. The largest families
according to the number of taxa that in the research area are as
follows: Compositae (Asteraceae) 87, Leguminosae (Fabaceae) 74,
Labiatae (Lamiaceae) 47, Cruciferae (Brassicaceae) 38, Gramineae
(Poaceae) 31, Boraginaceae 30, Caryophyllaceae 28, Rosaceae 26,
Umbelliferae (Apiaceae) 21 and Liliaceae 21. The largest genera are
Astragalus 26, Salvia 15, Centaurea 13, Silene 11, Allium 9, Alyssum 7, Euphorbia 7, Veronica 7, Onobrychis 7 and Vicia 6.
Key Words: Flora, Ürgüp, Derinkuyu, Hodul Mountain, Nevşehir.
1. Giriş
Bu çalışma Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) arasında kalan bölgenin floristik özelliklerini ortaya çıkarmak amacıyla yapılmıştır. Asya ve
Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan ülkemizin floristik zenginliği; içinde bulunduğu coğrafi konum, jeolojik ve jeomorfolojik yapı, Akdeniz, karasal ve
okyanus iklimi olmak üzere farklı iklim tipleri, habitat çeşitliliği ve 0 m’den
5165 m’ye çıkan yükseklik farklılıkları gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır.
Türkiye florasıyla ilgili en önemli çalışma 1965-1988 yılları arasında
P.H.Davis’in editörlüğünde yayınlanan “Flora of Turkey and the East Aegan Islands” adlı 10 ciltlik eserdir (Davis 1965-1985; Davis et al. 1988).
Türkiye Florası 11. cildi ise Türk bilim adamları tarafından yazılmıştır. Yayınlanan bu son cilt sonuçlarına göre ülkemizdeki takson sayısı 11014’e
çıkmış olup Çizelge 1.1.’de gösterilmiştir (Güner ve ark. 2000).
Türkiye Florası 11. cildin basılmasından sonra yayınlanan yeni taksonlar
Çeklist halinde yayınlanmaya devam edilmiş. Bunlardan Çeklist III’te 2004
yılı sonuna kadar yayınlanan 295 yeni taksonun listesi verilmiştir (Özhatay
ve Kültür 2006). Daha sonra Çeklist IV’te 2007 yılı sonuna kadar yayınlanan 175 yeni taksonun listesi verilmiştir (Özhatay ve ark. 2009). Bu da
bize göstermektedir ki son yıllarda ülkemizden yaklaşık 4 gün 4 saatde bir
yeni takson yayınlanmaktadır. 2007 yılı sonuna kadar eldeki verilere göre
toplam takson sayısı 11.484’ü bulmuştur.
262
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri
Çizelge 1.1. Türkiye Florası 11. cildine göre toplam takson sayıları (Güner ve ark.
2000.)
Pteridophyta
Gymnospermae
Dicotyledones
Monocotyledones
TOPLAM
Doğal
101
35
8887
1731
10754
Endemik
1
3
3319
389
3708
%
1
9.1
37.3
22.5
34.5
Yabancı
79
22
101
Kültür
97
62
159
TOPLAM
101
35
9063
1815
11014
2. Kaynak Araştırması
Vural ve ark (1996) “Göreme Milli Parkındaki Bitkilerin Tespiti ve Bunların
Peyzaj Mimarisi Yönünden Değerlendirilmesi” adlı çalışmasında bölgeden
77 familya ve 325 cinse ait 674 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 17’dir. Fitocoğrafik bölge dağılımı ise: İran-Turan 200,
Akdeniz 35, Avrupa-Sibirya 24’tür.
Hamzaoğlu (1996) “Kervansaray Dağı’nın Florası (Kırşehir)” adlı çalışmasında bölgeden 68 familya ve 310 cinse ait 619 tür tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 16.8’dir. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise:
İran-Turan % 32.1, Akdeniz % 5.8, Avrupa-Sibirya % 6.8’dir.
Ünal ve Dinç (2000) “Ekicek Dağı (Aksaray) ve Çevresinin Florası” adlı çalışmasında bölgeden 69 familya ve 281 cinse ait 494 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 13.9’dur. Fitocoğrafik bölgelerin
oranı ise: İran-Turan % 26.9, Akdeniz % 7.5, Avrupa-Sibirya % 7.1’dir.
Duran ve Hamzaoğlu (2002) “Kazankaya Vadisi’nin Florası (Yozgat-Çorum)”
adlı çalışmasında bölgeden 60 familya ve 216 cinse ait 308 takson tespit
edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 7.8’dir. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 16.9, Akdeniz % 13.3, Avrupa-Sibirya % 3.6’dır.
Uzunhisarcıklı ve Vural (2004) Korumaz Dağı’nın (Bünyan-Kayseri) Florası”
adlı çalışmasında bölgeden 63 familya 242 cinse ait 420 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 17.7’dir. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 25.9, Akdeniz % 5.3, Avrupa-Sibirya % 3.1’dir.
Vural ve Aytaç (2005) “Erciyes Dağı Florası (Kayseri)” adlı çalışmasında
bölgeden 89 familya 433 cinse ait 1170 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 17.2’dir. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise:
İran-Turan % 29.7, Akdeniz % 6.8, Avrupa-Sibirya % 5.9’dur.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
263
Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY
Martin ve Aydoğdu (2005) “Niğde-Ulukışla Arasında Kalan Bölgenin Florası” adlı çalışmasında bölgeden 60 familya 234 cinse ait 423 tür tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 15’dir. Fitocoğrafik bölgelerin
oranı ise: İran-Turan % 31.2, Akdeniz % 4.9, Avrupa-Sibirya % 4.2’dir.
Özkan ve Koyuncu (2005) “Pınarbaşı (Kayseri) İlçesinin Florası” adlı çalışmasında bölgeden 80 familya 329 cinse ait 735 takson tespit edilmiştir.
Endemiklerin toplam floraya oranı % 19.3’tür. Fitocoğrafik bölgelerin oranı ise: İran-Turan % 34.7, Akdeniz % 5.7, Avrupa-Sibirya % 7.8’dır.
Karavelioğulları ve ark. (2005) “Çiçekdağı (Kırşehir) Florası” adlı çalışmasında bölgeden 79 familya 376 cinse ait 822 takson tespit edilmiştir. Endemiklerin toplam floraya oranı % 16.6’dır. Fitocoğrafik bölgelerin oranı
ise: İran-Turan % 28.3, Akdeniz % 5.3, Avrupa-Sibirya % 3.4’tür.
3. Materyal ve Metot
Araştırma materyalini 2008-2010 yılları arasında yapılan arazi çalışmaları
sonucunda toplanan bitki örnekleri oluşturmaktadır. Bitkilerin değişik vejetasyon devrelerine rastlayan Mart-Eylül ayları arasında yapılan arazi çalışmaları sonrasında toplanan bitkiler arazide numaralandırılıp preslenmiş
ve yaygın herbaryum tekniklerine göre kurutulmuştur.
Toplanan bitki örnekleri teşhis edilirken 1-10 cildi Davis, 11. cildi Güner
ve ark. tarafından yazılan “Flora of Turkey” adlı eserden faydalanılmıştır
(Davis 1965-1988; Güner ve ark. 2000).
4. Çalışma Alanı Florasının Genel Özellikleri
Çalışma sonunda toplanan 1460 bitki örneğinin değerlendirilmesi sonucu
76 familya ve 327 cinse ait 601 takson tespit edilmiştir.
Çalışma alanındaki 1 takson Pteridophyta divizyosundan olup, 600 takson
ise Spermatophyta divizyosuna aittir. Gymnospermae alt divizyosu 6 taksona, Angiospermae alt divizyosu ise 594 taksona sahiptir. Angiospermae
alt divizyosundan 523 takson Dicotyledones sınıfına, 71 takson ise Monocotyledones sınıfına aittir.
Çalışma alanımız İran-Turan fitocoğrafik bölgesi içerisinde bulunmaktadır. Çalışma sonucunda taksonların fitocoğrafik bölgelere göre dağılımları
şöyledir: İran-Turan elementleri 169 (% 30.95), Akdeniz elementleri 33
(% 6.04), Avrupa-Sibirya elementleri ise 18 (% 3.29). Geriye kalan 329
(% 60.03) taksonun 100’ü (% 18.31) geniş yayılışlı iken 226’sı (% 41.39)
fitocoğrafik bölgesi bilinmeyendir (Çizelge 4.1; Şekil 4.1).
264
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri
Çalışma alanında fitocoğrafik bölgesi bilinmeyen takson sayısı 226 (%
41.78) olup oldukça fazladır. Bu durumun özellikle Türkiye Florası ilk ciltlerinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.
Çizelge 4.1. Araştırma alanındaki bitkilerin fitocoğrafik bölge dağılımı.
Fitocoğrafik Bölge
Doğal
Geniş
İranAvrupa- Yayılışlı Bilinmeyen Takson
Akdeniz
Sayısı
Turan
Sibirya
Toplam Takson 169
33
18
100
226
546
Oranı (%)
30.95
6.04
3.29
18.31
41.39
100
Şekil 4.1. Araştırma alanındaki bitkilerin fitocoğrafik bölge spektrumu.
Çizelge 4.2. Araştırma alanında en çok taksona sahip familyalar.
Sıra
No
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Familya Adı
Compositae (Asteraceae)
Leguminosae (Fabaceae)
Labiatae (Lamiaceae)
Cruciferae (Brassicaceae)
Gramineae (Poaceae)
Boraginaceae
Caryophyllaceae
Rosaceae
Umbelliferae (Apiaceae)
Liliaceae
Diğerleri
Toplam
Takson
Sayısı
87
74
47
38
31
30
28
26
21
21
198
601
Oranı (%)
14.47
12.31
7.82
6.32
5.15
4.99
4.65
4.32
3.49
3.49
32.94
100
Türkiye
Florası’ndaki Sırası
1
2
3
4
5
10
6
11
8
9
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
265
Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY
Çalışma alanında takson sayısı bakımından en büyük familyalar sırayla Çizelge 5.2’de verilmiştir. Bu çizelgede görüldüğü gibi ilk sırayı 87 taksonla
Compositae almaktadır. Diğer familyalar sırayla Leguminosae, Labiatae,
Cruciferae, Gramineae, Boraginaceae, Caryophyllaceae, Rosaceae,
Umbelliferae ve Liliaceae olmak üzere ilk on içerisinde yer almaktadırlar.
Çizelgeden de görüldüğü gibi familyaların Türkiye Florası’ndaki sıralanışında oldukça fazla benzerlik görülmektedir. Alanımızdaki familya sıralanışı ile
Türkiye Florası’daki sıralanışı arasında büyük bir uyum görülmektedir. Çalışma alanımızda ilk 5 sıradaki familyalar Türkiye Florası’ndaki sırayla aynıdır.
Çalışma alanımızdaki ilk 10 familyanın toplam takson sayısı 403’tür. Buda
toplam floranın % 66.84’üne tekabül etmektedir. Geriye kalan 200 takson ise % 33.16’sına karşılık gelmektedir. Araştırma alanında en çok taksona sahip familyaların spektrumu Şekil 4.2’de verilmiştir.
Şekil 4.2. Araştırma alanında en çok taksona sahip familyaların spektrumu.
Araştırma alanımızda en çok cinse sahip familyalar Çizelge 4.3’te verilmiştir. Çizelge incelendiği zaman Türkiye Florası sıralanışı ile aşağı yukarı
uyumlu olduğu görülmektedir. İçerdikleri cins sayısına göre ilk on familya
sırayla Compositae (Asteraceae), Leguminosae (Fabaceae), Gramineae (Poaceae), Cruciferae (Brassicaceae), Labiatae (Lamiaceae), Umbelliferae (Apiaceae), Rosaceae, Boraginaceae, Caryophyllaceae ve
Scrophulariaceae’dir. Türkiye Florası’nda Gramineae familyası 1. Compositae familyası 2. sırada iken çalışmamızda Compositae 1. iken Gramineae 3. sırada yer almaktadır. Gramineae familyasının 3. sırada olmasının
266
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri
sebebi kanımızca bu familyadan az bitki toplanmış olmasıdır. Yukarıdaki
familyalarla beraber Leguminosae, Cruciferae, Labiatae, Umbelliferae,
Rosaceae, Boraginaceae ve Caryophyllaceae familyaları hem Türkiye
Florası’nda hem de çalışmamızda ilk 10 içerisinde bulunmaktadır. Araştırma
alanında en çok cinse sahip familya spektrumu aşağıda Şekil 4.3’te verilmişir.
Çizelge 4.3. Araştırma alanında en çok cinse sahip familyalar.
Sıra No Familya Adı
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Compositae
Leguminosae
Gramineae
Cruciferae
Labiatae
Umbelliferae
Rosaceae
Boraginaceae
Caryophyllaceae
Scrophulariaceae
Diğerleri
Toplam
Cins Sayısı Oranı (%)
47
23
22
22
20
18
17
16
11
9
122
327
14.37
7.03
6.72
6.72
6.11
5.50
5.19
4.89
3.36
2.75
37.30
100
Türkiye
Florası’ndaki Sırası
2
5
1
4
6
3
10
8
7
12
Şekil 4.3. Araştırma alanında en çok cinse sahip familyaların spektrumu.
Araştırma alanında en çok taksona sahip cinsler sıralaması Çizelge 4.4’te
veilmiştir. Takson sayısına göre ilk on cins ve içerdikleri takson sayısı sırayla
Astragalus 26, Salvia 15, Centaurea 13, Silene 11, Allium 9, Alyssum
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
267
Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY
7, Euphorbia 7, Veronica 7, Onobrychis 7, ve Vicia 6’dır. Çizelge incelendiği
zaman Türkiye Florası’nda 1. sırada bulunan Astragalus cinsinin çalışma
alanımızda da 1. sırada olduğu, Türkiye Florası’nda 3. sırada bulunan Centaurea cinsi çalışma alanımızda 3. sırada olduğu görülmektedir. Ayrıca Türkiye Florası’nda ilk 10 sıra içerisinde yer alan, Silene, Allium ve Alyssum’un
çalışma alanımızda da ilk 10 içerisinde yer aldığı görülmektedir. Araştırma
alanında en çok taksona sahip cinslerin spektrumu Şekil 4.4’ te gösterilmiştir.
Çizelge 4.4. Araştırma alanında en çok taksona sahip cinsler.
Sıra No Cins Adı
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Astragalus
Salvia
Centaurea
Silene
Allium
Alyssum
Euphorbia
Veronica
Onobrychis
Vicia
Diğerleri
Toplam
Takson
Sayısı
26
15
13
11
9
7
7
7
7
6
493
601
Oranı (%)
4.32
2.49
2.16
1.83
1.49
1.16
1.16
1.16
1.16
0.99
82.02
100
Türkiye
Florası’ndaki Sırası
1
13
3
5
4
10
12
16
26
20
Şekil 4.4. Araştırma alanında en çok taksona sahip cinslerin spektrumu.
268
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp, Derinkuyu ve Hodul Dağı (Nevşehir) Arasında Kalan Bölgenin Floristik Özellikleri
Türkiye Florası 11. cilt sonuçlarına göre endemizm oranı % 34.5’tir. Çalışma alanımızdaki doğal yayılış gösteren bitkiler değerlendirildiğinde endemik bitki sayısı 104, endemizm oranı % 19.05 olup Türkiye genelinin
altında kalmaktadır (Çizelge 4.5). Bunun başlıca nedenleri; araştırma alanında bulunan yerleşim merkezleri, tarım alanları, kültür bitkileri, sulak
alanlar, yol kenarları ve ruderal alanlarda yetişen kozmopolit bitkilerdir.
Floraya bu türler de dahil edildiği için endemik oranını düşürmektedir.
Ülkemizdeki endemik bitkiler genellikle dar yayılışlı bölgesel yada lokal
endemiklerdir.
Çizelge 4.5. Araştırma alanının endemizm durumu
Doğal Takson Sayısı
Yüzde Oranı (%)
Endemik
104
19.05
Endemik değil
442
80.95
Toplam Doğal Takson
546
100
Kaynaklar
Davıs, P. H. 1965-1988. Flora of Turkey and The East Aegean Islands. Edinburgh
Üniv. Pres. Vol. 1-9, Edinburgh.
Davıs, P. H., Mill, R. R., Tan, K. 1988. Flora of Turkey and The East Aegean Islands
(Supplement). Edinburgh Üniv. Pres. Vol. 10, Edinburgh.
Duran, A., Hamzaoğlu, E. 2002. “Kazankaya Vadisi’nin Florası (Yozgat-Çorum)”,
Türk, J. Bot., 26, 351-369, Ankara.
Güner, A., Özhatay, N., Ekim, T., Başer, K. H. C. 2000. Flora of Turkey and The East
Aegean Islands (Supplement 2). Edinburgh Üniv. Pres. Vol. 11, Edinburgh.
Hamzaoğlu, E. 1996. “Kervansaray Dağı’nın Florası (Kırşehir)”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 3, 1, 1-24, Ankara.
Karavelioğulları, F., Vural, M., Polat, H. 2005. “Çiçekdağı (Kırşehir) Florası”, OT
Sistematik Botanik Dergisi, 12, 2, 63-102, Ankara.
Martin, E., Aydoğdu, M. 2005. “Niğde-Ulukışla Arasında Kalan Bölgenin Florası”,
OT Sistematik Botanik Dergisi, 12, 1, 73-92, Ankara.
Özhatay, N., Kültür, Ş. 2006. “Check-List of Additional Taxa to the Supplement
Flora of Turkey III”, Turk J Bot, 30, 281-316, Ankara.
Özhatay, N., Kültür, Ş., Aslan, S. 2009. “Check-List of Additional Taxa to the
Supplement Flora of Turkey IV”, Turk J Bot, 33, 191-226, Ankara.
Özkan, A.M., Koyuncu, M. 2005. “Pınarbaşı (Kayseri) İlçesinin Florası”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 12, 1, 47-72, Ankara.
Uzunhisarcıklı, M.E., Vural, M. 2004. Korumaz Dağı’nın (Bünyan-Kayseri) Florası”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 11, 1, 63-94, Ankara.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
269
Deniz ULUKUŞ - Osman TUGAY
Ünal, A., Dinç, M. 2000. “Ekicek Dağı (Aksaray) ve Çevresinin Florası”, OT Sistematik Botanik Dergisi, 7, 2, 89-110, Ankara.
Vural, M., Kol, Ü., Çopuroğlu, S., Umut B. 1996. “Göreme Milli Parkındaki Bitkilerin Tespiti ve Bunların Peyzaj Mimarisi Yönünden Değerlendirilmesi”,
Ormancılık Araştırma Enstitüsü Yayınları, 263, 1-94, Ankara.
Vural, C., Aytaç, Z. 2005. “Erciyes Dağı Florası (Kayseri)”, Türk, J. Bot., 29, 185236, Ankara.
270
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR AĞIZLARINDAKİ SÜREKLİLİK TASVİRÎ FİİLLERİNİN
TARİHÎ VE ÇAĞDAŞ LEHÇELERLE MUKAYESESİ
COMPARISON OF DESCRIPTIVE VERBS THAT NOTIFY
CONTIUNITY IN NEVŞEHİR DIALECTS WITH HISTORICAL AND
CONTEMPORARY DIALECTS
Dilek HERKMEN*
ÖZET
Bu çalışmanın amacı Nevşehir ağızlarında yaşayan süreklilik tasvir
fiillerini tespit etmek ve bu fiillerin tarihî lehçelerden günümüze
seyrini ortaya koymaktır. Çalışmada öncelikle Nevşehir ağzılarında
kullanılan süreklilik bildiren tasvir fiilleri tespit edilerek, örnekler verilecektir. Tarihî lehçelerde yer alan ve çağdaş lehçelerde yaşayan süreklilik tasvir fiilleri örnekleri ile Nevşehir ağızlarında kullanılan tasvir
fiilleri ile karşılaştırılacaktır. Bu karşılaştırmada tasvir fiillerindeki ses,
yapı ve anlam değişiklikleri belirtilecektir.
Anahtar Kelimeler: Süreklilik tasvir fili, Nevşehir ağzı, Tarihî lehçeler, Çağdaş lehçeler.
ABSTRACT
The aim of this study is to identify the descriptive verbs that notify
continuity in Nevşehir dialects and to determine these descriptive
verbs’ evolution from historical dialelects to present. Firstly, in this
study, descriptive verbs that notify continuity will be identified in
Nevşehir dialects and some examples will be given. The descriptive verbs in Nevşehir Dialects will be compared with the examples
of descriptive verbs which are taking part in historical dialects and
living in contemporary dialects. In this comparison phonological,
morphological and meaning changes will be determined.
Key Words: Descriptive verbs that notify continuity, Nevşehir dialects, Historical dialects, Living dialects.
* Yrd. Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
271
Dilek HERKMEN
Türkiye Türkçesinde süreklilik bildiren tasvir fiilleri esas fiile eklenen A, -I,
-Ip zarf-fiilleri ve dur-, gel-, gör-, kal-, koy- yardımcı fiillerinden müteşekkildir. Oluş ve kılışın zaman içinde süreklilik gösterdiğini, durum bildiren
fiillerinse hareketsiz olarak sürmekte olduğunu anlatan bu fiiller tasvir fiilleri içinde süreklilik (istimrar) fiilleri olarak adlandırılmışlardır (Ergin 1993:
365-366, Korkmaz 2003: 820-830, Banguoğlu 1995: 491-493).
Nevşehir ve yöresi ağızlarında süreklilik bildiren tasvir fiilleri tespit edilmiş
olan örneklerde -A/-I kal-, -A/-p dur-, -I, -Ub/-p bat- olarak yer almaktadır:
yığıla galmıssım orıya, hē yığıla galmıssım. (Korkmaz
1994: 120, 1/33)
nene ha ’bi de sen söyle de ben de bi belliye-durım. (Korkmaz 1994: 120, 1/40)
gız anşā gah ne yatıp duruyoñ bā gidecāh... (Korkmaz
˘
˘
1994: 125, 4/31)
adam gapā aşmış ki tandırda herif oturub-batır. (Korkmaz
1994: 135, 12/19)
yorganına g·ore ayānı uzadır “elindeğ_ossa alır, alıb-batır niy
olmasıñ dir.” (Korkmaz 1994: 136, 12/50)
biz de gelmişler ne sahlayoñ gelib-batırlar dirik. (Korkmaz
˘
1994: 136, 12/54)
bir_eve çoh gelip ge·derseñ “ne gelip-batıñ?” de·rik. (Korkmaz 1994:˘ 139, 14/25)
Me·hriban uşah evde yatıp-batır. ne yatıp-batıñ gah gah
˘
gayrın zabah_oldu
suya_ğedilecek. (Korkmaz 1994: ˘ 139,˘
14/26-27)
niye gülüp-batıñ la! (Korkmaz 1994: 139, 14/30)
“goy” hākim “şöyle” didi, ben d_öyle doruşup duruyom.
(Korkmaz 1994: 139, 14/32)
ne bahıp yatıñ Hanife bi keleme de sen gonuş. (Korkmaz
1994: ˘149, 23/24)
Şōrdan şurdan ’hediye gelip-batır. (Korkmaz 1994: 173,
40/12)
niye_ğelmesiñ, gelib-batır. (Korkmaz 1994: 173, 40/13)
namköllük yapıyor, alıb-batır. (Korkmaz 1994: 173, 40/14)
272
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi
’e· atıñ dırnāna ’yığılı-galmış... (Korkmaz 1994: 189, 51/11)
hanım da buradan gidecәğımış canım sıòılıyorur. (Çiloğlu
2008: 66)
geçimimiz kepÀzelik a ńōrelim oñsuz olmüyörür. (Çiloğlu
2008: 66)
Nevşehir ağızlarında sürekliliğin ifadesi, ölçünlü dilden, yani ortak ağız
olarak kabul gören İstanbul ağzından yoru- / yörü- ve bat- yardımcı fiillerinin kullanımı ile farklılık göstermektedir. Süreklilik tasvirî fiillerinin Türk
dilinin tarihî lehçelerindeki durumu incelenerek Nevşehir ve yöresinde kullanılan fiiller değerlendirilecektir.
Türk dilinin ilk yazılı kaynaklarının olduğu Eski Türkçede -A tur-, -p yür-,
-U kal-, -U/A kel- yapıları ile eylemin devam ettiği veya edeceği; -u yorı- ile
ise fiilin uzunca bir zaman sürüp gittiği anlatılmaktadır (Tekin 2003: 100):
altayu tur- “aldatmayı âdet hâline getirmek”, yatıp yür- “yatmayı âdet hâline getirmek, yatıp durmak” (Gabain 2000: 9091); yatu kal- “yata kalmak, uzun süre yatmak” (KT K 9, T
19), udu kel- “ardı sıra gelmek, takip edip durmak” (MÇ D 2)
ud-u yorı- “uzun süre izlemek” (MÇ D 4) (Tekin 2003: 100).
Karahanlı Türkçesinde süreklilik, hareketsiz olarak devam etme, durum ya
da olayın yavaş yavaş gerçekleşmesi, geçmişte tamamlanmış bir eylemin
sürekliliği anlatılırken -A/-U/-(I/U)p tur-, -A, -U kel-, -U/-p kal-, -U/-p baryapıları kullanılmıştır:
Tak
· ı ögrenü tur usanma bu kün “Öğrenedur ve bugünü boşa
geçirme.” (Arat 1999: 323, KB 3169); Ak
· a kelsü arzu ·kurımaz
bolup “Arzuların kurumayan (ırmak gibi) olup akmaya devam
etsin.” (Arat 1999: 111, KB 943); ...yatu ·kalga barça asıg·lıg·
sözüŋ “...bütün faydalı sözlerin olduğu yerde kalır.” (Arat
1999: 115, KB 983); körü barg·u begler tapug·çı neçe “Beyler
hizmetkarlarının nasıl olduklarına (sürekli) dikkat etmelidir.”
(Arat 1999: 307, KB 2973) (Güner 2008: 220-226).
Nevşehir ağızlarında görülen süreklilik ifade eden yat- fiili Eski Türkçede
....küçi küsüni üzü (22) lüp unakaya ölgeli yatur erti... “... güçleri bitmiş
hemen hemen ölmek üzereydiler. ” (Kaya 1994: 321, Çağatay 1945: 75)
örneğinde olduğu gibi yaklaşma bildiren bir yardımcı fiil olarak yer almaktadır. Bununla birlikte Altun Yaruk’ta yat- fiili yer aldığı bazı cümlelerde
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
273
Dilek HERKMEN
doğrudan devamlılık ifade eden bir yardımcı fiil olarak varlık göstermemekte, bununla birlikte zarf-fiil eki almış olan önceki fiilin anlamını hareketsiz olarak devam ettirir görünmektedir: ...öngi saçılıp yatur... (16) ay
...kalmış süngük yir sayu.. “...saçılmış yatıyor... eyvah... kalan kemikleri her
yerde” (Kaya 1994: 328, Çağatay 1945: 109); Bayudı bud
· un inçke tegdi
yatur (Arat 1999: 318, KB 3104) “Halk zenginleşti ve huzura kavuştu.”
(Arat 1959: 228). Bu cümlelerde “kemiklerin saçılıp yatması” ve “huzura
kavuşma” ifadelerinde yat- fiili başka bir fiille de karşılanabilir görünmektedir. Bu kullanımlar zamanla örnek teşkil edip adı geçen fiilin, yardımcı
fiil olarak kullanılmasına imkan sağlamış olabileceğini düşündürmektedir.
Harezm Türkçesinde kal- ile bir eylemde ısrar ve devamlılık; tur- ile ise
eylemin bir anlık oluşu veya daimîliği (Eckmann 2003: 25) ifade edilmiştir:
Mukaddimetü’l-Edeb’de...vilāyet çekini sak
· layu turdılar...
“...vilayet sınırını muhafaza ededurdular...”, ...sak
· layu turdı.. “saklaya durdu” (Yüce 1988: 54). Kutb’un Hüsrev ü
Şirini’nde alark
· a sözleşü ol avnu tursun (2113) (Hacıeminoğlu
1968: 304), bak
· a ·kalur körüp endamı ak
· ın (4048) (Hacıeminoğlu 1968: 418).
Kıpçak Türkçesinde tur-/dur- yardımcı fiili ile hem süreklilik hem
de şimdiki zaman ifade edildiği belirlenmiştir: ayta dur, bak
· a dur örneklerinde süreklilik, kile turur “gelir, geliyor, gelmekte devam eder”, bire turur
“vere durur, vermekte devam eder” örneklerinde de hem şimdiki zaman
hem de devamlılık gösterilmektedir (Karamanlıoğlu 1989: LXX).
Çağatay Türkçesinde de süreklilik -A kél-, -A ·kal-, -A tur- / dur- yardımcı
fiilleri ile yapılmaktadır (Eckmann 1988: 109-110):
...bu vilâyetler ·kadîmdin Türkke bola kélgendür “...bu
vilâyetler, eskiden beri Türklere âit ola gelmiştir”, cihân
husrevleri bak
· a ·kaldı yüzüŋge “cihan padişahları (senin) yü˘
züne
bakakaldı”, méni tirig duta durg·an hayâlıdur “beni
˘
(devamlı) diri tutup duran (onun) hayalidir” (Eckmann
1988:
109-110).
Eski Anadolu Türkçesinde süreklilik ifade eden yardımcı fiiller sayıca artmıştır. Aralıksız, sürekli, kararlı bir şekilde devamlılığı bildiren süreklilik fiilleri -A/-I/-U dur-/-tur-, -A/-I/-U gel-, -A/-I/-U git-, -A/-I/-U gör-, A/-I/-U kal-,
A/-I/-U koy- / ko-, -U sür-, A/-I / -U var-, -A yorı-, -A /-I /-U bak- (Demir
274
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi
2004: 111-114). Ayrıca az sayıda örnekte uzun süren bir şaşkınlık ve tereddüt ifade etmek için kullanıldığı belirtilen -A bat- yapısına değinilmiştir.
Burada -A bat- tasvir fiili için verilen örnek daña bat-/ taña bat- tasvir
fiili değil yardımcı fiil örneği olarak değerlendirilmelidir. Türkiye Türkçesi
Grameri’nde, tasvir fiillerinin içinde yer alan süreklilik fiilleri “...esas fiilin
–(y)A, -(y)I veya (y)Ip zarf-fiil biçimleri üzerine dur-, gel-, kal-, gör-, koy(ko-) yardımcı fiillerinin getirilmesi ile oluşturulur.” (Korkmaz 2003: 820)
şeklinde açıklanmıştır. Görüleceği üzere ilk kısımın da fiil olması gerekmektedir. dañ / tañ isim olduğu için tasvir fiili kategorisine girmemektedir.
Bu döneme ait örneklerden Dānişmend-nāme adlı eserde: uma geldüm
40b/12, eyleyü gör 209b/14, ·tona kaldı 226b/2, alı ·kodılar 48b/15, gide
·tursun 150a/4, avlayu sürdi 103a/9 (Demir 2002: 119); Dede Korkut
Hikâyeleri’nde irişi gel- D.76/8, aña tur- D.293/8, bak
· a ·kal- D.73/9 (Cemiloğlu 2001: 39); 14. yüzyıla ait Kısas-ı Enbiyâ’da eylük uma geldük, …yiri
eşdi göme ·kodı (Cemiloğlu 2000: 30-31) örnekleri tespit edilmiştir.
Eski Anadolu Türkçesi döneminde sayıca fazlalaşan süreklilik fiilleri Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesinde de kullanılagelmiştir. Mufassal Yeni
Sarf-ı Osmânî’de Fil’l-i İstimrârî başlığı altında sadece dur- fiili zikredilse
de (Toparlı 2003: 74) Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi)’nde İstimrārī
duratif fi’l başlığı altında dur-, yat-, gör-, gel-, git- fiilleri verilmiştir. “Gel-,
git- alışlık hâline getirilen fiillerde devamlılığı dur-, yat-, gör- ise rastgele
hadesleri, git- geçmiş, gel- şimdiki veya gelecekteki hadesleri ifade edebilir.” açıklamasının yanında İstimrari fiiller başlığı altında yorı- yardımcı
fiiline de değinilmiş, kal- ve ko- filleri ise yerindelik filller başlığı altında
verilmiştir (Deny 1941: 472-475).
Tahsin Banguoğlu, sürek fiilleri olarak adlandırdığı oluş ve kılışın zaman
içinde sürekliliğini ifade eden yardımcı fiillerin dur-, kal-, gör-, gel- olduğunu belirtir. Anadolu ağızlarında koy-, ko- yardımcı fiilleri ile de sürek
fiili yapıldığına dikkat çeken Banguoğlu, ayrıca şimdiki zaman kipinin
yorı- yardımcısı ile kurulmuş bir sürek fiilinden meydana geldiğini de ekler
(Banguoğlu 1995: 490-492). Türkiye Türkçesi Grameri’nde esas fiillerin
yardımcı fiillerle bağlanırken –(y)-A, -(y)-I veya –(y)Ip zarf-fiillerini aldıklarına dikkat çekilir. Burada “Yardımcı fiilin esas fiile kattığı anlam inceliği
ve iki ayrı fiil şeklinin birleşme biçimine göre, bir oluş ve kılışın belirli bir
zaman içinde yapıladurma, bir zamandan beri yapılagelme veya belirli bir
durumda kalakalma gibi birtakım işlev ayrılıkları söz konusudur.” açıkla-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
275
Dilek HERKMEN
ması yapılarak süreklilik ile kasdedilen açıkça belirtilmiştir (Korkmaz 2003:
820-821).
Türk dilinde tur-/ dur-, yür-, kal-, kel-/gel-, bar-/ var-, gör-, kal-, koy-/ko-,
yorı-, yardımcı fiilleri tarihî lehçlerde çeşitli zarf-fiil ekleri ile birlikte kullanılmıştır. Belirtilen yardımcı fiillerden hâlen dur-, kal-, gör-, gel-, koy- standart
dilde; yoru- / yörü-, bar- / var-, başla-, yiber-, git- ise ağızlarda süreklilik için
kullanılmaktadır (Çiloğlu 2008: 109-110). Nevşehir ağızlarında kullanılan
-A / -I kal-, -A/-p dur-, -I, -Ub/-p bat-, -I/-U yoru- / yörü- yardımcı fiilleri ise
standart dilden bat- ve yoru- / yörü- yardımcı fiilleri ile farklılık göstermektedir. yorı- yardımcı fiili bugünkü şimdiki zaman ekinin ekleşmemiş hâlidir.
Ek Eski Anadolu Türkçesinden sonra hece düşmesi yolu ile ekleşerek –yor
ekini vücuda getirmiştir. Eski Anadolu Türkçesi döneminde süreklilik ifadesi için sıkça kullanılmış olan yoru- fiili Nevşehir ağzında şimdiki zaman ve
tasvir fiili işlevi ile mevcudiyetini korumuş görünmektedir. bat- yardımcı fiili
ise çağdaş lehçelerdeki kullanımı değerlendirildikten sonra ele alıncaktır.
Bugün Oğuz grubu lehçelerinden Türkmen Türkçesinde -(I)p, -(U)p, -(A)
p yör- ile hareketin uzun zamandır ya da âdet hâlinde devam ettiği; -Ap /
-Ip / Up gal- ile ise hareketsiz süreklilik ifade edilir:
Onuñ beynisinde emele gelen hile, söze salım yok, yene onuñ
yüzüne yılcıraklap galdı. “Onun beyninde ortaya çıkan hile,
söze yer yok, yine onun yüzüne sırıtıp kaldı.” (Şahin 2008: 93)1
Şol vagt baglarıň içinde gezip yören Vepa bilen Kelcäni tapıp,
bolan vakanı duydurman, olar bilen gürrüňdeş boldı. “O vakit
bağların içinde dolaşıp duran Vepa ile Kelce’yi bulup, olan hadiseyi duyurmadan, onlarla sohbet etti.’’ (Şahin 2008: 147).2
Türkmen Türkçesinde ayrıca -p yat- ve -Ap / -Ip / -Up gal- yapıları ile hareketsiz süreklilik ifade etmektedir (Şahin 2008: 140).
1
Oglum, sen yatıp galıpsın, indi giç bolar diyyärdi. “Oğlum sen uyuyup kalmışsın, simdi geç olur
diyordu.” (Şahin 2008: 94)
Emma näme üçin hem bolsa, ol bir zat barasında pikire düşdi ve gözleri bukcanıñ yüzüne dikilip
galdı. “Ama ne için de olsa, o bir şey hakkında düşünmeye başladı ve gözleri çantanın üzerine
dikilip kaldı.” (Şahin 2008: 96)
2 Çarı aganıň rugsada çıkandıgını, häzir bolsa gara deňizin boyunda “Pamirin!” tütedip yörendigini
aňıklandan soň, hırsını disläp, ızına gayttı. “Çarı Ağa’nın tatile çıktığını şimdiyse Karadeniz’in kenarında sigarasını tüttürüp durduğunu açıkladıktan sonra dudağını ısırıp arkasına döndü.’’ (Şahin
2008: 148).
276
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi
Şol gün garrı gız agtıgı bilen uzın giceläp aglap yatdı. “O gün
yaşlı kız torunu ile uzun gece boyunca ağladı.” (Şahin 2008:
141)3
Onuñ beynisinde emele gelen hile, söze salım yok, yene onuñ
yüzüne yılcıraklap galdı. “Onun beyninde ortaya çıkan hile,
söze yer yok, yine onun yüzüne sırıtıp kaldı.” (Şahin 2008: 93)4
-p dur- ile işin âdet hâlinde yapıldığını ya da konuşulan anda yapıldığını
ifade eden şimdiki zaman karşılanır. Bu yapı geçmişte başlayan hareketin
tekrarlanarak süregeldiğini anlatır.
Biziň endamımız çağa gusuň teni yalı gızarışıp dur. “Bizim
tenimiz yavru kuşun teni gibi kızarıyor.” (Şahin 2008: 77).
Balagıň agzı incigine sırlaşıp durdı. “Pantolonun ağzı bacağından salınıp durdu.” (Şahin 2008: 90)5
Bunların yanı sıra -p otıır yapısı ile de ılğırıp otıırdı “gülüp duruyordu” (Ercilasun 2007: 276) örneğinde olduğu gibi süreklilik ifade edilir. Türkmen
Türkçesinde dur-, yat-, otur- ve yör- yardımcı fiilleri ile süreklilik ifade eden
bir şimdiki zaman türü olduğu da belirtilmektedir (Kara 2001: 48).
Gagavuz Türkçesinde süreklilik fiili olarak kal- yardımcı fiili kullanılmaktadır: baka kalma, uyuya kalma (Ercilasun 2007: 133).
Uygur grubundan Özbek Türkçesinde -b otir-, -b tur-, -b yåt-, -b yür-, -b
kål- -ä/-y qål-, -b kel- (Ercilasun 2007: 335); Yeni Uygur Türkçesinde –p ol3
Ceyhunıň eredilen altına meňzeş mele suvı bütin gözyetimi tutup, çalaca tolkunıp yatır. “Ceyhun’un
eritilmiş altına benzeyen açık sarı suyu bütün gözle görülen alanı kaplayıp, yavaşça dalgalanıyor.”
(Şahin 2008: 140).
İçgili ertirlikten soň divanda meymirap keyp çekip yatan Merede yüzlendi. “İçkili kahvaltıdan sonra
divanda uyuklayıp keyif çatıp duran Mered’e baktı.” (Şahin 2008: 142)
Yatılyan otagdan Meredıñ hor çekip yatan sesi eşidildi. “Yatılan odadan Mered’in horlayıp duran
sesi isitildi.” (Şahin 2008: 143).
Aman yerine gidenden soň hem mekdep barada oylanıp yatırdı... “Aman yatağına gittikten sonra
da okul hakkında düşünüyordu...” (Şahin 2008: 140)
4 Oglum, sen yatıp galıpsın, indi giç bolar diyyärdi. “Oğlum sen uyuyup kalmışsın, simdi geç olur
diyordu.” (Şahin 2008: 94)
Emma näme üçin hem bolsa, ol bir zat barasında pikire düşdi ve gözleri bukcanıñ yüzüne dikilip
galdı. “Ama ne için de olsa, o bir şey hakkında düşünmeye başladı ve gözleri çantanın üzerine
dikilip kaldı.” (Şahin 2008: 96)
5 Onuň nirededigini, näme üçindigini aydıp durmagın elbetde, geregi yok, aytmaga hakımız hem
yok. “Onun nerede olduğunu, niçin olduğunu söyleyip durmanın elbette gereği yok, söylemeye
hakkımız da yok.” (Şahin 2008: 90).
Emma Vepa entek kiçicikti, onuň gara gözleri oynap duryardı. “Fakat Vepa henüz küçücüktü,
onun kara gözleri oynayıp duruyordu.” (Şahin 2008: 19).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
277
Dilek HERKMEN
tur-, -p tur-, -p yat-, -p yür- yardımcı fiilleri süreklilik ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca Uygur Türkçesinde -yat- fiilinin –p zarffiil eki ile kaynaşması
sonucu ortaya çıkan –vat-, -ivat, -Uvat eki de kullanılmaktadır: okuvat- <
okup yat- “devamlı okumak” (Öztürk 1994: 136) (Ercilasun 2007: 410).
Kıpçak grubundan Kazak Türkçesinde -p jat şeklinin hem devamlılık hem
de “eylemin devam ettiği sırada” anlamında kullanıldığı görülmektedir
(Tekin 2006: 92):
Minbere şığıp söz söylep jatır. “Minbere çıkıp konuşuyorlar.”
(Tekin 2006: 92)6
Kazak Türkçesinde yaygın bir kullanıma sahip olduğu görülen jat- yardımcı fiili –qanda zarf fiili ile birlikte de kullanılmaktadır. Zaman zarfı görevinde olan -qanda zarf fiili -p jat- yapısına eklendiğinde işin sürekliliği kesinlik
kazanmaktadır. Türkiye Türkçesinde –ken zarf fiilinin anlamını yüklenen
bu –p jatqanda yapısı “eylemin gerçekleştiği sırada” anlamını ifade etmektedir (Tekin 2006: 92):
Jazıp jatqanda qolı qattı dirildepti. “Yazarken eli çok titremiş.” (Tekin 2006: 93)7
Kazak Türkçesinde -p jat-, -p tur- ve a- jat-, -a tur- yapıları
süreklilik ifadesinin yanı sıra şimdiki zaman anlamı veren fiil
çekiminde de kullanılmaktadır (Tekin 2006: 93):
Biletin kisimsip aytqan sözderi turpayı yekendiği körinip tur.
“Bildiği, beğenerek söylediği sözlerin kaba olduğu belli oluyor.” (Tekin 2006: 93)8
Kazak Türkçesinde -A jat- ile Ejelden beri kele jatqan... “Ezelden beri süregelen...” (Tekin 2006: 107)9 örneğinde olduğu gibi süreklilik ifadesi muhafaza edilmektedir.
6
Tolıp jatqan beleki salağı bar... “Dolup duran ayrı odası var.” (Tekin 2006: 92)
Eki böşke kımızdı satıp, aqşanı köpirtip alıp jatır. “İki kova kırmızı kımız satıp, paraları topluyordu.”
(Tekin 2006: 92)
Juwınıp jatqan kezde “Yıkandığı sırada” (Tekin 2006: 118)
7 Jutınıp jatqanda tamağında bir qurğaqtıq. “Yutkunurken damağında bir kuruluk” (Tekin 2006: 92)
8 Jelbirep jatır güldi alap... “Sallanıyor çiçekleri yakıp...” (Tekin 2006: 93)
Üskirik-ayaz kızıl şartıldap tur. “Çok soğuk ayaz her şey çatırdıyor.” (Tekin 2006: 93)
Bara jatır kök jiyekke kün batıp. “Varıyor gök sınırına gün batarak.” (Tekin 2006: 110).
9 Qurttay bolıp kele jatam... “Kurtlar gibi olup geliyorum.” (Tekin 2006: 107)
Kele jatqanda qız Asan Mırza’dan üç nārse suradı. “Geldiklerinde kız Asan Mırza’dan üç soru
sordu.” (Tekin 2006: 107)
278
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi
Tatar Türkçesi –p yat-, -A/-p tor-, -p utır-, kal- (Ercilasun 2007: 722-723).
Men sena üpkelep yatarmın... “Ben sana kızıp dururum...”10
Atasının bir kulı yılım tartıp yatır iken. “Babasının bir eli balık
ağı çekip dururmuş.”11
Kırım Tatar Türkçesinde -A ber-, -A kel-, -p qal-, -p otur-, -p tur-, -p/-A
yat-, -p yür- ile devamlılık belirtilmiştir (Ercilasun 2007: 860). Sibirya Tatar
Türkçesinde ise -(I)p + kel- yardımcı fiili süre gelen veya konuşma sırasında
cereyan eden hareketin bitişini,12 –(I)p + qıylan- hareketin sürdüğünü, sürekli yapıldığını ve yapılması için çalışıldığını;13 -(I)p + otur-14 ve –(I)p / -A/-y
+ tur-15 devamlılığı; –(I)p / -A/-y + yat- harekette sürekliliği,16 –(I)p + yör-17
hareketin tekrarlandığını ve devamlı olduğunu ifade eder.
Başkurtçada –A/-p/-y + bar-, yat-, tur-, ultır-, yürü- ile süreklilik ifadesi
oluşturulur. Aynı zamanda şimdiki zamanda sürekli olarak yapılmakta
olan iş, oluş ve hareketleri anlatır (Ercilasun 2007: 793).
Nogay Türkçesinde tur-, yür- ve oltır- yanı sıra -(I)p yat- yapısı süreklilik
ifadesi için kullanılmaktadır:
Ekinşi türli aytqanda munın özi noğay embekşileri men
embekşiler küşinnen paydalanıp yatqan baylar arasındağı
küreslerdiñ belgili bir kepte aşıqtan aşıq maydanğa şığuwı
edi. “İki şekilde söylendiğinde, işin aslı Nogay çalışanları ile
çalışanların gücünden faydalanıp duran zenginlerin arasındaki mücadelenin belli bir şekilde, açıktan açığa meydana çıkmasıydı.” (Akbaba 2007: 6)18
Nogay Türkçesinde ayrıca -(I)p bara yat- ile hareketin iyiye, kötüye yönelişi,
kuvvetlenmesi, büyümesi, dura dura devam etmesi gibi anlamlar ifade edilir.
10
11
12
13
14
15
16
17
18
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-18654/h/curabatirhikayesi.pdf
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-18650/h/akkubek.pdf
Pı almağatstağı yös almanı patşa üz gömĭrĭne yaxşılap saqlap kilgen. “Padişah yaşadığı sürece bu
elma ağacındaki yüz elmayı iyi bir şekilde koruya gelmiş” (Alkaya 2008: 364).
Pĭtsen taşığalı qıylanafs. “Taşımakla uğraşıyoruz.” (Alkaya 2008: 365).
Eytüke yırlağanda mo·lla kitaptan qarap otırğan. “Eytüke şarkı söylerken molla kitap okuyormuş.”
(Alkaya 2008: 366).
Sanduğaç idĭm ay ilĭmde / Sayrıy torğan idim yirimde “Bülbül idim ah ilimde, ötüyordum yerimde.”
(Alkaya 2008: 370).
Töş tisirek quıp kötsö yĭtmey yatır. “İn çabuk, kovalamaya gücü yetmiyor.” (Alkaya 2008: 371).
Palamnı aŋa atadım ta qartatay tip yörteler. “Onun adını çocuğuma verdim, şimdi dede diyorlar.”
(Alkaya 2008: 372).
Bu bälelerdi şığarıp yatqanlardıñ birewi anaw yalañayaq Yawğaytar tuwılma? Bu belaları çıkarıp
duranlardan biri de şu yalınayak Yawgaytar değil mi? (Akbaba 2007: 5-6).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
279
Dilek HERKMEN
...toplasıp barayatqan ädemlerdiñ artınnan alğasadı. “...toplanmakta olan insanların ardından aceleyle gitti.” (Akbaba
2007: 6)19
(ı)p kele yat- ile hareketin sürekliliği gösterilirken özellikle yavaş yavaş gelişme, aralıksız gelişme anlatılır:
Atıp kele yatırğan tañnan qorqqanday bolıp, bulıtlar şaşılıp
baslay ediler. “Sökmekte olan şafaktan korkmuş gibi, bulutlar
(etrafa) saçılmaya başlıyorlardı.” (Akbaba 2007: 8)
-A/-y/-(I)p yatır şimdiki zamanı karşılmak için kullanılmaktadır:
Aysehan keleyatır, Aysehan! “Ayşehan gelmekte, Ayşehan!”
(Akbaba 2007: 9)
-(I)p bar-, -(I)p kel-, -(I)p otır-, -(I)p tur-, -(I)p jür- ile de süreklilik anlamı
verilir (Ercilasun 2007: 660).
Karaçay-Malkar Türkçesinde süreklilik fiili -A/-y + tur- şeklinde kurulmaktadır. Caza turama “yazaduruyorum, yazmaktayım” (Ercilasun 2007: 916).
Kırgız Türkçesinde süreklilik -A/-O, -y ve -p bar-, -A /-O bar- ve kel-, -y ve
-p cat-; -p cür-, -p oltur-/otur-, -p tur-, -p ber-, -p kal-, -A/-O, -y tüş- yapısındaki fiilleriyle yapılır (Tan 2005: 59). Kırgızcada şimdiki zamanın da
cat- yardımcı fiili ile oluşturulduğu bilinmektedir.
Neçen cıldan beri birgelesip turup kele catabız. “Nice yıldan
beri birlikte oturuyoruz.” (Tan 2005: 107)20
Karakalpak Türkçesinde -p otır- hareketin ya da durumun belirli bir süre
içindeki devamlılığını Bir küni ...avıl arasındağı hadiyseler jöninde söylesip
otırdı. “bir gün ... köy arasındaki hadiseler hakkında konuşup durdu.”
(Ercilasun2007: 593); -p atır- hareketin devamlılığını Sağan xızmet etip
atır tolı jurt. “Sana hizmet edip durur bütün yurt” (Ercilasun 2007: 594)
belirtmektedir. -p jat- yapısı ise hareketin devam ettiğini ve bu devamlılığın uzun süreli olduğunu ifade etmektedir:
19
Ol ketip barayatırğan atasınıñ artınnan qaray bere edi. “O gitmekte olan babasının arkasından
bakıyordu.” (Akbaba 2007: 7)
20 Hacı biy köbünçö Çatkalda tagaların camınıp cürgön. “Hacı Bey çoğunlukla Çatkal’da dayılarında
saklanırdı.” (Tan 2005: 59)
Men saga nasaat aytıp oturbaym. “Ben sana nasihat edip duramam.” (Tan 2005: 59)
Kırk cigit çıgarıp, Manastın kelatkan coluna ulak tarttırıp turdu. “Kırk yiğit çıkarıp, Manas’ın
geldiği yola oğlak çekiştiriyordu.” (Tan 2005: 59)
Karıskır, karıskırlar kuup kelatat, suu, suu bergile maga! “Kurt, kurtlar kovalıyor, su su verin
bana!” (Tan 2005: 107).
280
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi
Jumıs islegen bir jerde qarap jatqannan mıñ merte abzal eken.
“Çalışan, bir yerde bakıp durandan (çalışmayandan) bin kat
efdal imiş.” (Ercilasun2007: 594).
-p tur- hareketin devamlılığı ve devamlılık süresinin uzunluğunu belirtmektedir:
Arqadan tañ samalı esip tur. “Arkadan tan yeli esip durur.”
Aynı yardımcı fiil -A/-y zarf fiili ile kullanılırsa hareket süresinin kısalığını
göstermektedir:
Sen mına kitaptı oqıy tur. “Sen bu kitabı okuya dur.” (Ercilasun 2007: 594).
-p jür- yapısı Bir neşe onlağan jiğitler tınbay islep jür. “Nice onlarca genç,
durmadan çalışıyor” örneğinde hareketin sürekliliğini ifade ederken -A/-y
zarf fiili ile kullanıldığında hareketin devamlılığının daha güçlü ve sık olduğunu anlatmaktadır: ayta jüre “devamlı söyleyerek, söyleye söyleye” (Ercilasun 2007: 594). -A/-y ğoy-, -A/-y gör- ile de hareketin devamlılığı bildirilir.21
Kuzey Sibirya grubundan Saha Türkçesinde hareketin devamlılığı -a, (-ıı) turyapısı ile yapılmaktadır: Bu süge tulla turar. “Bu balta (sapından) devamlı
çıkar.” (Kirişçioğlu 2008: 10) -a (-ıı) sırıt- alışılmış ve sürekli hareketi ifade
eder: Kuruuk sanıı sırıt. “Her zaman düşün.” (Kirişçioğlu 1999: 126-127).
Güney Sibirya grubu lehçelerinden Hakas Türkçesinde odır-, tur-, çör- oluş
ve kılışın sürekliliğini ifade eder: çör tur “yürüyor”, idip tur “yapıyor”, kil
çör “geliyor” (Ercilasun 2007: 1121). Çat- “yatmak” fiili ise çadır > çat- >
-ça- değişimini tamamlayarak şimdiki zaman eki hâline geldiği belirtilmiştir (Ercilasun 2007: 1121). Hakas Türkçesinin sözlüğünde de madde başı
olarak yer alan çat- fiili için şimdiki zaman eki olarak kullanıldığı kör çadır
“bakıyor” ayrıca ekleşmiş olarak şimdiki zamanı bildiren yardımcı fiil olduğu açıklaması yer almaktadır:
Tört çastığ Aymir añnap çörgen pabazınıñ mıltiinanñ oynap körerge sağınça, çe ol pĭlçe: pabazı oynirğa pirbes. “Dört yaşındaki Aymir babasının avlandığı tüfeğiyle oynamayı düşünüyor, fakat o biliyor ki, babası oynamaya vermez.” (Arıkoğlu 2005: 85).
21
-p kiyat- kiyatır (< barıp yatır); barat- baratır (< barıp atır) yapıları ile de devamlılık bildirilmektedir:
dep kiyat- “deyip durmak”, uşıp baratırğan “uçup duran” (Ercilasun 2007: 594). -A/-y ber- hareketin devamlılığı ve sınırlanmadığı Ol oqımay jüre berdi. “O okumayıp kaldı”; A/-y kel- ile hareketin devamlılığı ancak bu devamlılığın bitmeye yaklaştığı bildirilir. Görekler pise keldi. “Çörekler
pişme noktasına geldi.” (Ercilasun 2007: 594).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
281
Dilek HERKMEN
Bu gruptan yine Tuva Türkçesinde -p tur- / çıt- / olur- / çor- oluş ve kılışın
sürekliliğini ifade ederken (Ercilasun 2007: 1205), Altay Türkçesinde ise
fiilde devamlılık -p cat-, -p cür-, -p tur-, -p otur- ile gösterilmektedir (Ercilasun 2007: 1062).
Agıp catkan aru suudı “Akıp giden şu arı suyu...” 5855 (Naskali 1999: 199).
Sogujıp turar cañdu boltır. Böylece dövüşüp gidiyorlar 7570
(Naskali 1999: 247).
Körüp oturar ol bolgozın... “Böyle bu okuyadursun...” 5549
(Naskali 1999: 191).
Sürekliliğin ifadesinde Nevşehir ağızlarında kullanılan -A/-I kal-, -A/-p
dur-, -I, -Ub/-p bat-, -I/-U yoru- / yörü- yardımcı fiillerinden Oğuz, Uygur,
Kıpçak, Güney Sibirya ve Kuzey Sibirya gruplarında tur- / dur- yardımcı
fiillerinin ortak olduğu; kal- / gal- yardımcı fiilinin Oğuz grubunda yer aldığı, Uygur ve Kıpçak gruplarının bazı lehçelerinde olduğu, Güney Sibirya
ve Kuzey Sibirya gruplarında kullanılmadığı; yorı- / yör- / yür- / yürü- /
jör- / cür- / çör- / çor- yardımcı fiilinin Kuzey Sibirya dışında Oğuz, Uygur,
Kıpçak, Güney Sibirya gruplarında genellikle varlığını sürdürdüğü; yat- /
cat- / çat- / jat-’ın ise Oğuz, Kıpçak, Uygur ve Güney Sibirya gruplarında
genelde kullanıldığı tespit edilmiştir. Nevşehir ağızlarında kullanılan yoru/ yörü- fiilleri ve bat- fiilleri Oğuz grubunda yer alan Türkiye Türkçesinde
ise ağızlarda kullanılmaktadır. yat- yardımcı fiili bütün lehçelerde bu şekli
ile süreklilik ve şimdiki zamanı anlatmak için kullanılırken Türkiye Türkçesi
ağızlarında yat- / bat- şekilleri ile yer almaktadır.22 Hatta bu yardımcı fiilin ses değişimine uğrayarak ekleşerek -patır/ -patı / -ba / -pa şekilleri ile
şimdiki zaman eki olarak kullanıldığı örnekler de Derleme Sözlüğü’nde
mevcuttur.
bat- yardımcı fiili için Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı’nda batII (yalnız –b fiilzarfı (gerundium) halindeki fiilden sonra ve geniş zamanı
olan batır şeklinde) ondan önceki fiilin geniş zaman halini bildirir. < yatır
(yat- fiilinin Eski Osmanlıcadak geniş zaman şekli) ondan evvel olan b harf
22
yatır (VI) ...durur: ...dér yatır. (Hasanoğlan - Ankara) (DS: 4201); -batır, -batı [-batırı] 2. Fiillerin
sonuna gelerek süreklilik bildirir: Ne yapıyorsun? – Çalışıp batırı. (Gölcükler – İzmir; Tavşanlı ve
köyleri, Alayunt – Kütahya; Eskişehir; Bor - Niğde) [-batırı]: (Nazillli – Aydın; Kemaliye Alaşehir
- Manisa) (DS: 570-571); -batırı [→ -batır (I) -2] (571); ayrıca patı (IV) [patır (III)] Eylemlerin
sonuna gelen şimdiki zaman eki : Geldimpatı. (İzmir - Muğla)
282
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi
ine benzeşmeyle uymasiyle batır olmuştur. Nazihter ·kalfa gene öyle fidān
gibi ·salınub batır mı? açıklaması yer almaktadır.˘ (Tietze )23
Ahmet Caferoğlu ve Zeynep Korkmaz da bat- şeklinin yat- yardımcı fiilinin sesçe değişiminden vücuda geldiğini düşünürler (Caferoğlu 1988:
109). Ahmet Bican Ercilasun ise bat- < yat- gelişimini kesin bir görüş ileri
sürmeksizin şüphe ile yaklaşarak vermektedir (Ercilasun 2007: 377). Benzer bir ifade Muğla Ağızlarının Karakteristik Bir Özelliği başlıklı makalede
de yer alır (Kara 2003: 164). “Baştaki, -ip zarffiil ekinin ünlüsüyle aynı
olan ünlü, çift dudak ünsüzü -b, -ip yat-ır > -iP Patır > -ibatır şeklindeki
gelişmeye işaret eder.” ifadesi ile Nurettin Demir batır şeklinin yatır şeklinden geldiğini ifade eder (Demir 2000: 206). Demir –p yat- tasviri fiilinin
süreklilik ifadesi ile kullanıldığını ve bundan ortaya çıkmış olan şimdiki
zaman eklerinin de bugün başta Güneybatı Anadolu olmak üzere çeşitli ağızlarda kullanıldığını belirtmektedir. Muğla ağızlarında şimdiki zamanı ifade etmenin yollarından biri olarak gösterilen -Ip/-I bat- yapısının
-Ip zarf-fiiline benzeşme yolu ile -Ip yat- şeklinden teşekkül ettiği ifade
edilmektedir (Akar 2001: 4-5). “yatmak yardımcı fiilinin Oğuz Türkçesi
alanındaki kullanışının uzun bir geçmişi vardır. Türkmencedeki bar-ı yatır şekli Muğla ağzında gel-i-p batırı < gel-i-p-yatırı telaffuzunu almıştır.”
(Caferoğlu 1988: 109) açıklamasına karşılık olarak “Türkmencedeki bar-ıyat-ır çekimi, şimdiki za-manın bar-a yorı-turur şeklindeki bir üçlü birleşik
fiil çekiminden geliyor olabilir.” diyen Sarıkaya bar-ı yat-ır biçiminin bar-a
yorı turur şeklindeki üçlü birleşik fiil çekiminden gelebileceğine dikkat çekmiştir (Sarıkaya 2003: 67-68). bar-a yorı turur çekiminin bar-ı yat-ır hâline
gelişini “Bu çekimde öncelikle çekimin sonunda bulunan iki tane ur hecesinden biri düşmüş, sonra ilerleyici yönde ünlü benzeşmesiyle düzlük
yuvarlaklık uyumunun bir sonucu olarak ilk heceden sonra o ünlüsü kullanılmaması yüzünden -o-> -a- değişmesi ve buna bağlı -u-> ı değişmesi
olmuş, böylece bar-a-yat-ır şekline gelen çekimin orta hece ünlüsünde
–a-> ı darlaşması meydana gelmiştir.” şeklinde açıklamaktadır (Sarıkaya
2003: 67-68). gel-i-p batırı yapısının da yat- fiili ile ilişkili olmadığına dikkat çeken Sarıkaya bu çekimi de kel-i-p bar-a tur-ur> kelip bar-a tır-(ı)>
gel-i-p-batırı şeklindeki bir seyir ile Kazakça ile ilişkilendirmektedir. Ayrıca
23
Ayrıca bak. Ötüken Sözlük yat- 24. yard. f. Bağ fiillerden sonra o şekilde kalmak, durmak anlamında birleşik fiiller yapar; belli bir vaziyet almak. Eski Türkçe, {ağız} (aynı) Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü
“...bekleyip yatıyor”, “...der yatır” DS (Çağbayır : 5248).
Kamus-ı Türki yat- “...efʻāl-i muʻāveneden olup devam ve istimrar beyan eder: bag·urup
yatmak,durmak.” (Şemseddin Sami 1989: 258).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
283
Dilek HERKMEN
“Bu çekim, Uygur Türkçesi’nde kel-i-va-t-ı şeklinde olup, o da kel-i-p bar-a
tur-ur çekiminden gelmektedir.” açıklamasına yer verilen yazıda ileri sürülen fikir –p yat- / -p bat- yapılarının yat- fiili ya da yardımcı fiili ile ilgili
olmadığı yönündedir. Doğu Türkçesinde özellikle de Kazakçada bar- yardımcı fiilinin hareketin devamlılığı için kullanıldığı belirtilerek “Türkçenin
değişik şivelerinde yat- fiili ya da yardımcı fiiliyle de çekim yapılabiliyor gibi
görünür. Ne var ki bunların çoğu vat- <bat- <barat <baratur- çekiminden
ibarettir.... Şimdiki zaman gibi devam etmekte olan durumları ve bilhassa
hareketleri anlatmakta yat- gibi bir durgunluk ifadesini kullanmak da pek
mantıklı görünmüyor.” ifadesine yer verilmiştir. Ancak Eski Türkçeden itibaren süreklilik ifade eden tur- yardımcı fiili de durgunluk belirtmektedir:
küzet-ip tur- “gözetip durmak, sürekli korumak” (Gabain 2000: 91). Bu
açıdan bakıldığında yat- fiilinin de süreklilik ifade edebileceği açıktır. Ayrıca Güney Batı Anadolu ağızlarından g·arı g·arı yanıP-börüz ag·ak
· sönüPbörüz. (Çiloğlu 2008: 71) örneğinde olduğu üzere yörü- yardımcı fiilinde
dudak ünsüzü olan -p zarf fiil ekinin etkisiyle y- > b- değişmesi olmuş,
yörü- > börü- hâline gelmiştir. Bu örnek Türkçede böyle (y > b) bir değişim
örneğine rastlanılmadığını, dolayısı bat- < yat- değişiminin olanaksızlığını
ifade eden görüşün aksine (Sarıkaya 2003: 68) yörü- fiilinin börü- olduğu
gibi yat- fiilinin bat- şekline dönüşebileceğini ispatlamaktadır.
Kaynaklar
Akar, Ali (2001), Muğla ve Yöresi Ağızlarında Şimdiki Zaman Biçimleri, Muğla
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Bahar 2001, 4, s. 1-10.
Akbaba, Dilek Ergönenç (2007), Gazi eğitim Fakültesi Dergisi, 2007 Özel Sayı,
“Nogay Türkçesinde Yat- Yardımcı Fiilinin Kip Ve Tasvir Fiili Olarak Kullanılışı”, Ankara, s. 153-161.
Alkaya, Ercan (2008), Sibirya Tatar Türkçesi, Turkish Studies Publication, Ankara.
Arat, Reşit Rahmeti (1999), Kutadgu Bilig I Metin, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara.
Arıkoğlu, Ekrem (2005), Örnekli Hakasça Türkçe Sözlük, Akçağ Yayınları, Ankara.
Banguoğlu, Tahsin (1995), Türkçenin Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Biray, Nergis (2003), “Acıpayam Ağızlarında Kullanılan Şimdiki Zaman Ekleri Ve
Etnik Yapı İle İlişkisi”, Acıpayam Sempozyumu, Denizli – Acıpayam, 1–3
Aralık 2003; I. Acıpayam Sempozyumu bildirileri, s. 375-382.
Caferoğlu, Ahmet (1988), “Muğla Ağzı”, TDAY Belleten 1962, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, s. 107-130.
284
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ağızlarındaki Süreklilik Tasvirî Fiillerinin Tarihî ve Çağdaş Lehçelerle Mukayesesi
Cemiloğlu, İsmet (2001), Dede Korkut Hikâyeleri Üzerinde Söz Dizimi Bakımından Bir İnceleme, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Cemiloğlu, İsmet (2000), 14. Yüzyıla Ait Bir Kısas-ı Enbiyâ Nüshası Üzerinde Sentaks İncelemesi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Çağatay, Saadet (1945), Altun Yaruk’tan İki Parça, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
– Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara.
Çağbayır, Yaşar (2007), Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz
Varlığı Ötüken Türkçe Sözlük, C. 5, Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Çiloğlu, Meral (2008), Anadolu ve Rumeli Ağızlarında Tasvirî Fiiller, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Danışman Yrd. Doç. Dr.
Fatma Sibel Bayraktar, Edirne.
Deny, Jean (1941), Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi), ter. Ali Ulvi Elöve, İstanbul
Maarif Matbaası, İstanbul.
Demir, Necati (2002), Danişmend-name Critical Edition – Turkish Translation –
Linguistic Analysis – Glossary – Facsimile, Part Three Linguistic Analysis
and Glossary, Turkish Sources XLVII,Published at The Department of Near
Eastern Languages and Civilations Harvard University.
Demir, Necati (2004), “Eski Türkiye Türkçesinde Tasvir Fiilleri”, Zeynep Korkmaz
Armağanı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s. 103-116.
Demir, Nurettin (2000), “Derleme Sözlüğü’nde Şimdiki Zamanla İlgili Veriler”, İlmi
Araştırmalar Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri, S. 10, İstanbul.
Eckmann, Janos (1988), Çağatayca El Kitabı, çev. Günay Karaağaç, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yatınları, İstanbul.
Eckmann, Janos (2003), Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, haz. Osman Fikri Sertkaya, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Ercilasun, Ahmet B. (2007), “Muğla Ağızlarında Kullanılan Bir Şimdiki Zaman
Şekli” Makaleler, Dil – Destan – Tarih – Edebiyat, haz. Ekrem Arıkoğlu,
Akçağ Yayınları, Ankara, s. 376-378.
Ercilasun, Ahmet Bican (editör) (2007), Türk Lehçeleri Grameri, Akçağ Yayınları,
Ankara.
Gabaın, A. Von (2000), Eski Türkçenin Grameri, çev. Mehmet Akalın, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara.
Güner, Galip (2008), “Karahanlı Türkçesinin Tasvir Fiilllerine Genel Bir Bakış”,
Akademik Araştırmalar Dergisi Kaşgarlı Mahmud Özel Sayısı, Journal of
Academic Studies Mahmud el-Kashgari Special Issue, Kasım 2008-Ocak
2009 Yıl: 10, Sayı: 39, İstanbul, s. 218-237.
Kara, Mehmet (2001), “Muğla Ağızlarının Karateristik Bir Özelliği”, Türk Dili
Araştırmaları Yıllığı Belleten 2001/II, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s.
163-169.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
285
Dilek HERKMEN
Kara, Mehmet (2001), Türkmence (Giriş-Gramer-Metinler-Sözlük), Akçağ Yayınları, Ankara.
Karamanlıoğlu, Ali Fehmi (1989), Seyf-i Sarayi Gülistan Tercümesi (Kitab Gülistan
bi’t-Türki), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Kaya, Ceval (1994), Uygurca Altun Yaruk Giriş, Metin ve Dizin, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara.
Kirişçioğlu, Fatih (2008), “Saha Türkçesinde Tasvir Fiilleri”, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, Ankara.
Kirişçioğlu, Fatih (1999), Saha (Yakut) Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Korkmaz, Zeynep (1994), Nevşehir ve Yöresi Ağızları, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara.
Korkmaz, Zeynep (2003), Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara.
Naskalı, Emine Gürsoy (1999), Altay Destanı Maaday Kara, Yapı Kredi Yayınları,
Ankara.
Öztürk, Rıdvan (1994), Yeni Uygur Türkçesi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Sarıkaya, Mahmut (2003), “Muğla Ağzında Şimdiki Zaman Çekimi Üzerine”, TÜBAR, XIV-2003-GÜZ, s. 65-75.
Şahin, Savaş (2008), Türkmen Türkçesinde Tasviri Fiiller Üzerine Örnekli Çalışma,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı Yüksek Lisans tezi, Ankara.
Şemseddin Sami (1989), Kâmûs-ı Türkî, Enderun Kitabevi, İstanbul.
Tan, Ali (2005), Kırgız Türkçesinde Tasvir Fiilleri, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Adana.
Tekin, Ayşe (2006), Kazak Türkçesinde Sıfat-Fiil ve Zarf-Fiil Ekleri, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans tezi, Edirne.
Tekin, Talat (2003), Orhon Türkçesi Grameri, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 9,
İstanbul.
Tıetze, Andreas (2002), Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı, Cilt 1 A-E,
Simurg, İstanbul.
Toparlı, Recep (2003), İkinci Seneye Mahsus Mufassal Yeni Sarf-ı Osmânî, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara.
Türkiyede Halk Ağzından Derleme Sözlüğü (1993), C. II-B, XI-U-Z, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Yüce, Nuri (1988), Mukaddimetü’l-Edeb Hvārizm Türkçesi ile Tercümeli Şuşter
˘ İndeks, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Nüshası, Giriş, Dil Özellikleri, Metin,
Ankara.
286
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
POPÜLER KÜLTÜR VE FİLM TURİZMİ
POPULAR CULTURE AND FILM TOURISM
Dilek YEŞİLTUNA*
ÖZET
Popüler kültür, farklı zaman ve mekan etkileşimi sürecinde, gündelik yaşamın üretkenliğini ve esnekliğini içeren dinamiklerde gelişen
bir kültür olmaktadır. Dolayısıyla, popüler beğeniler de metinler ile
gündelik yaşamın getirdiği dayanışmalar, gereksinimler zorlamaların
etkileşim yapıları temelinde biçimlenmektedir. Popüler kültürün en
karakteristik özelliği, endüstriyel olarak üretip toplumsal dolaşıma
sunduğu metaların, çeşitli ve çelişkili anlamlarını sürekli yenilemesidir. Günümüzde popüler kültür pazarının arz ve talep yapısının
sürekli büyümektedir.
Ulaşım, iletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişmelerin yanında popüler kültür ürünlerinin üretim, ürün, dağıtım ve tüketim sürecinde
hakim olan esneklik, onların küresel boyutta dolaşımını hızlandırmıştır. Buna bağlı olarak insanların beğenileri ve tercihleri de çeşitlenmiştir. Diğer yandan zaman ve mekanın örgütlenme ve düzenlenmesinin değişimine bağlı olarak insanların yaşam alışkanlıkları da
değişmeye başlamıştır.
Bu çalışmada, boş zaman etkinlikler içinde son yıllarda giderek artan film, dizi film gibi kültürel ürün tüketiminin, insanların seyahat
tercihleri üzerindeki etkileri ele alınacaktır. Bu temelde destinasyon
pazarlamasında bir strateji olarak gelişen film turizminin genel yapısı içinde Nevşehir’in konumu incelenecek ve öneriler getirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Popüler Kültür, Film Turizmi, Destinasyon, Pazarlama Teknikleri, Boş Zaman, Esnekleşme.
* Doç. Dr., Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
287
Dilek YEŞİLTUNA
ABSTRACT
Popular culture has been a culture which develops in dynamics that
contain productivity and flexibility of daily life in the process of interactions between different time and space. Therefore, popular likes
have been shaped by the structures of interactions between texts
and daily life that include cooperation, requirements and force. The
basic characteristic of popular culture is that it constantly renews
the meta it produces industrially and presents to the social circulation. Today the structure of offer-demand of market of popular
culture has been continuously growing.
Flexibility, which is predominant in both developments in transportation, communication, information technologies and in the process of the production, distribution and consumption, has made
their spread at global level faster. As a result, people’s likes and preferences have varied. On the other hand, in parallel with the change in organization and arrangement of time and space people’s
tendencies in life have started to change.
In this study the impact of consumption of cultural products, which
has been increasing gradually in recent years as free time activities,
such as films, soap operas, on people’s preferences of travelling will
be discussed. In this context Nevşehir’s position will be examined in
film tourism’s general structure which has developed as a strategy
in destination marketing and suggestions will be stated.
Key Words: Popular Culture, Film Tourism, Destination, Marketing
Techniques, Free Time, Flexibility.
1. Giriş
Günümüzde insanlar ve kültürler arasında iletişim ve etkileşim olanaklarının her geçen gün hızını ve yoğunluğunu arttırdığı bir dünyada yaşamaktayız. Küreselleşme kavramında ifadesini bulan bu durum, giderek yaşamın her alanını kuşatmaktadır. Bu süreç iletişim ve bilişim teknolojilerinin
gelişerek endüstrileşmesinin sonucu olup, turizm alanına da yansımaktadır.Turizm günümüzde, insanların uluslar arası hareketlerini ve mal ve
hizmetlerde geniş harcamaları içeren küresel bir endüstri olarak kabul ed
ilmektedir(Faulkner,Walmsley:1998,92). Bu hızlı değişim ve dönüşümün
temel sorunsalı, hemen her konuda olduğu gibi turizm alanında da “neyin nasıl, ne düzeyde ve ne yönde bir dönüşüm değişim eğilimi taşıdığını”
tanımlamak olmaktadır. Bu alanda saptanan her temaya verilen cevaplar,
çok çeşitlilik göstermekle birlikte, değişmeyen tek şeyin, gelişmenin ya-
288
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Popüler Kültür ve Film Turizmi
rattığı olanakların, bazı kayıpları da beraberinde getirmekte olduğunun
farkındalığıdır. Nitekim, bu çalışmada değerlendirilen turizm, film endüstrisi temelinde yeniden yapılanma süreci içindedir ve sektörün baş aktörü
olan turist, de toplumsal değişme sürecinin bu dinamiklerine bağlı olarak
değişmektedir.
Bu bağlamda, küreselleşmeye bir alt yapı kuran bilgi iletişim teknolojileri
ve onların uzantılarındaki medya sektörü, turizm alanındaki hem bireysel
hem kurumsal, tüm aktörlerin ilişki ve etkileşim süreçlerini her yönüyle
esnekleştirmektedir. Diğer bir deyişle esnekleşen bir turizm sektörünün,
sunduğu hizmet olanakları ve bu olanaklar içinde tüketim süreçleri de
küresel boyuta esnekleşmektedir. Bu nedenle son yıllarda tüm ülkelerde
sürdürülebilir turizm kapsamında; turizmin değişen yapısı hem akademinin hem de sektörün temel çalışma alanlarından birini oluşturmaktadır.
Bu çalışmada; küresel popüler kültürün yerel etkileri bağlamında filme dayalı turizmin genel özelliklerini saptanmaya çalışılarak, ülkemizin turizm
sektörünün gelişmesine olan katkısı, eleştirel bir bağlamda irdelenmeye
çalışılacaktır. Turizm destinasyonlarının, çeşitli yol ve yöntemler kullanılarak filmlerde yer alan temsilleri aracılığıyla popüler kültüre dahil edilmeleri
hususu tartışılacaktır.
2. Bir Popüler Kültür Aracı Olan Filmlerde Destinasyonların Temsili
Turistik destinasyonların pazarlanmasında filmler popüler kültürün önemli
bir bileşenidir. Hatta filmler bir pazarlama iletişimi haline gelebilmekte, bir
çok turizm merkezi bu bağlamda turist hacmini arttırabilmektedir. Örn.
Bir yörenin tarihi, tarihi bir filmin konusu olabilmekte ya da tarihi mekan
filmin çekim mekanı olarak benimsenebilmekte ve popülerleştirilebilmektedir.Nitekim gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yapılan çalışmalar,
filmlerin konu ettiği ülkelerde ve kentlerde turizm hareketini arttırdığını
ortaya koymaktadır(Yılmaz,Yolal:2008,181;Hudson,Ritchie:2006,389).Bu
temelde, popüler televizyon dizilerinden Asmalı Konak da Nevşehir’e olan
turizm hareketini etkilemiştir.
Popüler kültür, kısaca bir toplumda yaygın biçimde paylaşılan, inançlar,
pratikler ve nesnelere işaret etmektedir (Mutlu: 1994,181). Bu alanda çalışan araştırmacılar açısından şu an neyi işaret ettiği konusunda bir uzlaşma
söz konusu iken, onun kaynağının ne olduğu; nasıl konumlandığı noktalarında farklılıklar bulunmaktadır. Temelde bu durumda insanların kültürü
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
289
Dilek YEŞİLTUNA
nasıl tanımladığına bağlantılı olmaktadır. Amaç ne olursa olsun üretilen ya
da yaratılan bu kültür kısa zamanda piyasalaşmaktadır.Gelişmiş bir ülke
kültürü, kent kültürü olarak tüketime açılmaktadır. Modern şu anın kent
kültürü olarak algılanması elektronik kitle iletişim araçları ve internet olanaklarıyla yaygınlaşmasından kaynaklanmaktadır. Kültürel çalışma alanının da konusudur.
Bu temelde kültürel çalışmalar, sürekli değişen tarihsel ve siyasal koşullara
uyum sağladığı için her zaman göz önünde bulundurulan bir alan olmuş
ve çoğu zaman tartışma, anlaşmazlık ve müdahale ile biçimlenmiştir (Storey: 2000, 9). Oysa, kültürü, tarihsel olarak belirlenmiş bir grup, topluluk
ya da sınıfın kendi maddi ve sosyal varlığını yaratma, yeniden üretme ve
geliştirme biçimi yolu olarak tanımlamak mümkündür. Söz konusu yaratım süreci sadece maddi üretim biçimini ve ilişkilerini içermez. O aynı zamanda bilinçli ya da bilinçsiz tüm inançları, değerleri, tutum davranış v.b.
alışkanlıkları da içermektedir. Aynı zamanda kültür yaratımı ve yaratılanı
paylaşım süreci herkesi, her grubu, sınıfı vb. eşit kılmayan bir süreç olmaktadır (Alemdar, Erdoğan: 1994,171). Bu temelde ortaya çıkan kültürel
üretimler, onları yeniden üretenler çeşitli şekillerde farklılaştırmakta ya da
farklılaştırılmakta, böylece kültürel konumları belirlenebilmektedir.
Birçok heterojen toplumda, çeşitli gruplar ya da topluluklar arasında yaşanan, kaynakların kullanımı ve iktidar konularındaki savaşımlar ekonomik
ve siyasal alanla sınırlı kalmamakta, kültürel konuları da kapsayabilmektedir. Nitekim uzun süren kültürel savaşın alanlarından birini, yüksek (seçkin)
kültürün temsilcilerini, yoksul yada varsıl olsun son yılların esas olarak kitle
medyasınca ve diğer tüketim malları sanayince üretilmekte olan popüler
kültürün üyesi olan toplumun büyük bir bölümüyle karşı karşıya getiren
savaşım oluşturmuştur (Gans: 2005, 19). Frankfurt okulu temsilcilerinden
Adorno’da yüksek sanat, sanayi ürünü olan sanat ayrımında, pazara yönelik ürünleri, kültür endüstrisinin ürünü olarak gördüğü popüler kültürü
eleştirmiştir (Horkheimer, Adorno: 1996, 14-26).
Mc Luhan’ın olaylara bir kültür aracılığıyla bakmanın en açık yolunun o
kültürün konuşma araçlarını gözlemek olduğu görüşünü benimsediğini
belirten Postman, söz konusu araçların kültürün şekillenmesinde başat bir
etki yaptığını kabul etmektedir. Dolayısıyla, kültürün her iletişim aracıyla
yeni baştan yaratıldığını belirtir. Böylece her epistemoloji, medyanın gelişmesinin bir evresinin epistemolojisi olmaktadır. Televizyonun insanlara
290
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Popüler Kültür ve Film Turizmi
en yararlı hizmeti ona göre, saçma sapan eğlence programları yayınladığı
zaman, en kötü hizmeti ise ciddi söylem alanlarını (haber, politika, din,
eğitim, politika vb.) birleştirip onları eğlence paketlerine dönüştürdüğü
zaman vermektedir (Postman: 1994, 18-173).
Kitle iletişim araçlarıyla doğrudan organik bir bağı olan popüler kültür konusundaki eleştiriler belli temalarda toplanabilmektedir (Gans: 2005,43-68).
- Popüler kültür yaratmanın olumsuz özelliği: Bu konudaki eleştiri,
birbiriyle bağlantılı üç saptamaya dayanmaktadır. Onlar sırasıyla kitle kültürünün kâr amacıyla kurulmuş bir endüstri olduğu; söz konusu endüstrinin karını artırmak için bir kitle izleyicisi oluşturacak, homojen ve standartlaşmış ürünler yaratması gerektiği ve bu süreçte de potansiyel yaratıcı
bireyleri kendi beceri ve değerlerini ortaya koymada engellediğidir.
- Yüksek kültür üzerindeki olumsuz etkileri: Popüler kültürün yüksek
kültür açısından eleştirisi de iki kabulden kaynaklanmaktadır. İlki, popüler
kültürün yüksek kültür içeriğinden alıntı yapmasıyla onu sıradanlaştırması
ve basitleştirmesi; ikincisi, popüler kültürün ekonomik teşvikler sağlayarak, yüksek kültürün potansiyel yaratıcılarını baştan çıkararak, yetenek
kaynağını tüketmesidir.
- Popüler kültürünün izleyicileri üzerindeki olumsuz etkileri: Bu konudaki eleştirileri birkaç noktada özetlemek mümkündür. Popüler kültür,
sahte hazlar yarattığı için duygusal açıdan yıkıcıdır; izleyiciye hayali bir
dünyaya ilişkin içerik sunarak, gerçek hayattan onları kopartan ve gerçeklikle baş etme yeteneklerini zayıflatan bir kültür olması nedeniyle zihinsel
olarak yıkıcıdır; bu süreçte insanların yüksek kültüre katılma olanaklarını
azaltarak kültürel olarak da yıkıcı olmaktadır.
- Toplum üzerindeki olumsuz etkileri: Popüler kültürün topluma olan
olumsuz etkileri iki temel eleştiriye dayanmaktadır. İlki, popüler kültürün
yaygınlaşarak, toplumun bütünündeki beğeni düzeyini düşürerek, genel
olarak kalitesini zayıflatmasıdır. İkincisi de, kitle iletişim araçlarının insanları uyuşturarak, atomize ederek edilgen bir izleyici kitlesi yaratarak totaliter
rejimlere zemin hazırlamasıdır.
Bu bağlamdaki tartışmasında Gans, söz konusu iki kültürün ekonomik kurumlar olarak farklılıklarının iddia edildiğinden çok daha az olduğunu ileri
sürmektedir. Onun temel dayanaklarını da kısaca şu şekilde özetlemek
mümkündür:
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
291
Dilek YEŞİLTUNA
- Her iki kültür de Pazar ile ilişkilerinde benzer kaygılara sahiptir.
- İki kültürün de belli sanat alanlarında tür farklılıkları (Örneğin; Sinema)
bulunmaktadır.
- Popüler kültür yaratıcısı da, tıpkı yüksek kültür yaratıcısı gibi kendi değer
ve beğenilerini ifade etmek istemektedir. Buna karşın önem verdiği izleyici konusundaki farklılık, yüksek kültürdeki yaratıcı – izleyici uçurumunu küçültmektedir. Çünkü onun izleyici kitlesi daha küçük, homojen ve
çoğunlukla yaratıcısıyla aynı sınıfsal kökene dayanmaktadır. Dolayısıyla
kendi izleyicisine ulaşma çabalarında onlar benzemektedirler.
- Yüksek kültür ürün yaratıcıları da artık yalnızca manevi kazançlarla yetinmemektedirler. Onların artan maddi beklentileri de, popüler kültürü
ortadan kaldırarak değil, gelirlerini arttırarak karşılanabilecektir. Bunun
için de, devletin bazı kültürel etkileri vergilendirip, bazılarını kamu yararı
için desteklemesi gerekmektedir.
- İzleyici üzerinde olumsuz etkiler de onu daha çok ve yoğun kullanan
yoksul, sürekli stres altındaki güven duygusu düşük insanlar için geçerlidir. Fakat insanların çoğu soyutlamış atomlar gibi olmadıkları, aile arkadaş grupları gibi toplumsal grupların üyeleri olmaları anlamında, etkileşim kaynakları çeşitlendiğinden popüler kültürün temel dayanağı olan
medya iddia edildiği kadar etkili değildir. Dolayısıyla, olası olumsuzluklar
toplumun yapısında içerilen olumsuz koşulların etkileşimlerinin bir sonucu olmaktadır.
Günümüz medya ve iletişim alt yapısı olanakları içinde dolaşım kazanan
popüler turizm kültürü, Türkiye’deki ve dünyadaki kültür turizminin ana
bileşeni olmaktadır. Küresel dönemin kültürü olan postmodern tüketim
kültürü içinde yer alan popüler kültür de, tüketim toplumunun nesnel
gerçekliğinin tüketim söylemidir. Bu nedenle turizm varlıklarının simgesel
özelliklerinin tüketim göstergeleri biçiminde hazırlanmaları kaçınılmaz bir
hal almaktadır. Bir destinasyon pazarlama tekniği olarak,filmlere ürün yerleştirme ve filme dayalı turizmin gelişmesi, böylesi bir tüketim kültürünün
önemli bir bileşeni olmaktadır.
Kısaca, destinasyon pazarlamasını turizme konu olan yerin potansiyel turist kitlesine yönelik olarak etkinliğinin, verimliliğinin artırılmasını sağlamak
amacıyla gerçekleştirilen faaliyetler olarak tanımlamak mümkündür.Bu faaliyetler filmler temelinde çeşitli şekillerde gerçekleştirilirken farklı metaforlar, imgeler, yörenin doğasıyla tam uymayan mitler yüklenebilmektedir.
292
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Popüler Kültür ve Film Turizmi
Filmin anlatı retoriği içinde mekan dizinsel ve zaman dizinsel olarak kolaj
ve pastij özelliklerinin yer alması kaçınılmaz olabilmektedir. Turistin kendisine ait olmayan bu mekanlarla bir aidiyet ilişkisi kurabilmesi çerçevesinde
tasarımlardan yararlanılmaktadır. Bu ilişki, yaratılan popüler kültür imajlarından ayrı olmayan, değişik biçimlerde hazırlanmış versiyonları ve kopyalarıdır. Bu anlamda filmlerdeki turistik mekan temsilleri, bir yandan tarihsel
ve yerel kültürel fiziksel özelliklerden, toplumsal bellekten yararlanmakta
diğer yandan üretilmiş bir endüstriel kültür olarak kolay tüketilebilecek bir
tüketim metasına dönüştürülmektedir. Filmlerde turistik mekanlara yüklenen yerellikler, doğal, tarihsel, kültürel özellikler, popüler kültürün imajları
birlikteliğiyle sürekli bir arz talep dengesi temelinde eşleştirilmektedir.
Tüketiciler açısından, filmlerde temsil edilen turizm destinasyonlarının şu
an ve otantizm ile tutarlı gözüken bir bağlantı kurulduğu durumlarda, yerel ile kurulabilecek aidiyet ile ilgili duyum eşiği aşılmış olmaktadır. ancak
bu durumda yerel kültürlerin içeriği, anlamı dönüştürülerek içi boşaltılmaktadır. Yine de turistleri beldeye ya da yöreye çekebilecek bir yerellik
dekoruyla, film temsilleri aslının yerine geçebilmektedir. Böylelikle film
endüstrisi aracılığıyla turizm sektörü canlanabilirse de merkezin gözünden öteki kültürler, yerel kültürler olarak metalaşabilmektedir. Bu anlamda
turizm yereli ya da merkezin dışında kalmış küresel dünyanın öteki turizm
mekanlarını devşirerek sektöre eklemlerken, hem yeniden tasarlamakta
hem de yeniden üretim yaparak ötekine tüketim nesnesi olarak ilgi yaratmaktadır. Bu durum belirli bir süre turizmi canlandırıyor gibi gözükse de
ya da gerçekte canlandırmış olsa da, sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engellerden biri olmaktadır. bu nedenle popüler turizm kültürü diğer
popüler kültürlerden farklı olmamaktadır.
Kültür endüstrisinin homojenleştirme hedefine gereğinden fazla odaklanmış görülebilen Adorno’nun sözde bireysellik ile bireysellik, eğlence ile
mutluluk, uyumluluk ile özgürlük, sözde eylem ile eylem aldatıcı ötekilik
ile özdeş olmayan ötekilik arasındaki farka dikkat çeken analizi, günümüz
koşullarında da farklılıklara rağmen, geçerliliğini korumaktadır (Bernstein:
2007, 41)
Dolayısıyla günümüzde, küresel boyutta kendi koşullarını yaratan neoliberizmin ekonomik sosyal, siyasal, kültürel özellikleri dikkate alındığında,
popüler kültürün dinamiklerinin giderek keskinleştiğini söylemek mümkündür.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
293
Dilek YEŞİLTUNA
Fisk geç kapitalizm olarak nitelendirdiği dönemin Pazar ekonomisinin ayırt
edici özelliğinin, hiç kimsenin istese de kaçmasının olanaklı olmadığı, metotlar olduğunu vurgulamaktadır. Bunlar, temel ihtiyaç maddelerinden,
televizyon programları gibi maddi olmayan ürünleri içerecek biçimde geniş bir alanı kaplamaktadır. Böylece, maddi anlamda somut bir ihtiyaca cevap verebildikleri gibi kültürel anlamda tüm metalar tüketiciler tarafından
toplumsal kimliğin ve toplumsal ilişkilerin anlamlarını oluşturmada kullanılabilmektedirler. Dolayısıyla insanlar kapitalizmi metaları aracılığıyla yaşamakta, böylece onu geçerli kılıp güçlendirmektedir (Fisk: 1999, 22-27).
Dolayısıyla bir popüler kültürün en önemli ürünü kültürel ürün pazarına
sunduğu ürünleri tüketen ve tüketirken toplumsal kimliğini ve ilişkilerini
düzenleyen anlamları oluşturan, küreselleştirmiş medya izleyicisi olmaktadır. Böylesi bir süreçte medya izleyicilerinin kültürel ürünler karşısındaki
konumları farklılık gösterebilmektedir. Söz konusu farklılıklar da, ürünlerin insanların gündelik yaşamlarında nasıl yer alacaklarını ve mevcut kültürlerinin üretimlerini nasıl etkileyeceğini ortaya koyabilmektedir. Nitekim
popüler kültürün temelini de varlığının önkoşulu durumundaki üretilenin
tüketilme yapısı oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, herkesin potansiyel tüketici kılındığı koşullarda, tüketici tavrı ve davranışı özel bir öneme sahip
olmaktadır. Çünkü bazı kültürel ürünler popüler kültürü üretecek, güçlendirecek şekilde seçilip tüketilebilirken bazıları reddedilebilmektedir.
Hall, günümüzde modern iletişim araçlarının, toplumsal, siyasal ve ekonomik alanın tanımlanması ve inşası alanının giderek önemi artan bir parçası
haline gelerek, kültürel alana hükmettiklerini belirlemektedir (Hall: 2002,
107). Yeni iletişim endüstrisi, gelişmekte olan ekonomik düzene, bir taraftan sistemin işlemesini sağlayan enformasyon ve imgeleri dolaşıma sokmada kilit bir rol oynayarak, diğer taraftan eğlence endüstrisiyle birlikte daha
genel olarak tüketimin sunduğu yeni zevklerin tanıtımı yaparak, iki düzeyde hizmet etmektedir (Nurdock: 1994, 368). Böylece kültür endüstrisi, eleştirisiz bir uzlaşı satmakta dünyanın (kendi yarattığı) reklamını yapmakta ve
her bir ürünü de kendi kendinin reklamı olmaktadır (Adorno: 2007, 111)
Küreselleşme konusundaki tartışmaların ana konularından birini küresel
Pazar ve bu pazarın oluşturucularından olan ona yönelik üretim yapan ve
ondan kâr sağlayan çok uluslu şirketler olmaktadır. Bu pazarda yer alan
filmler, kitaplar ve diğer kültürel mallar ve hizmetler, karmaşık ve küresel bir
ticaret akış yapısı oluşturacak şekilde hareket etmektedir (Yeşiltuna: 2006,
294
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Popüler Kültür ve Film Turizmi
486). Söz konusu kültürel ürünler, doğrudan kültürel içerikle birleşen
“ana” ürünler ile onların üretimi dağıtımı vb. sağlayan “yan” ürünlerden
oluşmaktadır (Unesco: 2005, 14). Örneğin bir filmin kayıtlı olduğu DVD bir
‘ana’ kültürel ürün olurken, boş bir DVD ‘yan’ kültürel ürün olmaktadır.
Böylesi küresel boyutta dolaşıma sokulan kültürel ürünlerin, insanlar tarafından alımlanma sürecinde Hall, hegomonik, uzlaşımcı,ve muhalif olmak
üzere üç konumdan söz etmektedir (Maigret: 2011,191).Dolayısıyla her izleyici bireyin ya da grubun,herhangi bir mesajı çözümlemesi, yorumlaması
ve bu temelde mevcut kültürü ile aidiyet kurması farklılaşabilmektedir.Bu
bağlamda simgesel ürünler olarak tanımlanabilen (Thompson:1990,218),
kültürel ürünler ya da mallar ile, alımlayıcı konumundaki tüketicinin tutumu, hem toplumsal kimlik hem de toplumsal bellek açısından çok önemli
olmaktadır.
Toplumsal kimlik olarak tanımlanan sosyal aidiat bilinci, ortak bir simgesel
sistemin kullanımı ile ulaşılan ortak ilgi ve belleğe katılıma dayanmaktadır.
Burada ortaklığı belli eden her şey gelenekler, danslar, giysiler, yeme-içme,
resimler, yol işaretleri ve benzeri gösterge olabilmektedir. Dolayısıyla dilin
araçsallığı değil, simgelerin işlevi ve gösterge yapısı önemli olmaktadır.
Simgelerle gösterilen söz konusu ortaklığın tamamı, kültürel sisteme karşılık gelmektedir. Günlük yaşamın birçok alanında taklide dayalı alışkanlıklara dayanan davranışlar, insanları çevreleyen ve bir anlamda onların
yansıması olan eşyalar ve her bireyin diğerleri ile etkileşimleri temelinde
geliştirdikleri dil ve iletişim becerilerinin belli bir bütünsellik içinde buluştuğu alan bellek olmaktadır (Assmann: 2001,25,139).
Turizmde mekanların tüketilmesinde, her mekanın psişik boyutta simgesel
bir değeri bulunmaktadır. Küresel kapitalist ilişkiler içinde mekan tüketimi salt nesnel bir gerçekliğe karşılık gelmez, simgesel ve göstergesel bir
anlamı ve boyutu içermektedir. Medyada temsil edilen çeşitli turistik mekanların simgeleri söz konusu filmler, reklamlar, vb. aracılığıyla dolaşıma
girmektedir.
Simgesel ürünlerin dolaşımını sağlamada merkezi bir konuma sahip olan
kitle iletişim araçlarının küreselleşme süreci içindeki konumu, onun sembolik anlam inşa sürecindeki gücüne bağlı olarak belirlenmektedir (Tomlinson: 2004,37). Aynı şekilde popüler kültürün üretilmesindeki konumu da,
insanların kültürel deneyimlerinde kitle iletişim araçlarına alternatif oluşturacak deneyim kaynaklarının gücüne ya da zayıflığına dayanmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
295
Dilek YEŞİLTUNA
İletişim araçlarının küresel çapta birbirleriyle bağlantılı hale geldiği ve küresel bir pazar mantığıyla yaşamın her alanını kuşatması, onları temel bir
güç haline getirmektedir.
Nitekim araştırmalar, kitle iletişim kültürünün, davranış ve inanışları biçimlendirmede, kültürel ve artistik konularda estetik zevkleri belirlemede, toplum düzenini yenileştirmede ya da korumada ve tüm bunlarla bireysel, grupsal ve uluslararası yaşamın düzenlenmesinde ya da bozulmasında önemli
bir rol oynama gücüne sahip olduğunu göstermektedir (Real:1977,14).
Bu bağlamda küresel kitle iletişim şirketleri etki alanını genişlettikçe popüler beğenilerin daha tek tipleştirici bir eğilim yarattıklarına inanılmaktadır
(Chaney: 2008,317). Diğer yandan, küreselleşmenin içerdiği çok yönlü hareketlilik, sadece maddi ürün ve mallar ile bilgi ürünü ve malların değil,
insan akışına dayalı hareketliliği de kapsamaktadır. Bu hareketlilik çalışma
yaşamıyla ilişkili olduğu kadar boş zaman uğraşlarıyla da ilişkili olmaktadır. Günümüzde, böylesi hareketlilikler sıradanlaşmıştır. Ayrıca, günümüzde
dünyayı hareket etmeden de görmek mümkün olmaktadır. Artık, dünya biz
neredeysek oraya gelebilmektedir. Hareketlilik beraberinde yüz yüzeliği de
getirebilmektedir. Böylesi küresel karşılaşmalar ve etkileşimler, yeni yaratıcı
kültürel biçimler ve repertuarlar üretmektedir. Kültürlerin birbirleriyle karşılaşmaları gerilim ve sürtüşmede yaratabilmektedir (Robins: 2008, 287-289).
Kısaca kitle iletişim vasıtasıyla edindiğimiz deneyimler olarak (Tomlinson:
2004,216) dolayımlı deneyimlerimizin temeli olma anlamında, filmlerin
öneminin ve gücünün artması, bu alanı küresel bazda bir mücadele ve
rekabet alanı haline getirmektedir. Çünkü kısa ya da uzun metrajlı ya da
konulu filmler, dizi filmler, belgeseller v.b. gerek mali gerekse sosyal ve
kültürel sermaye açısından önemli popüler ürünler olmaktadır.
3. Film Turizmi
Teknolojilerindeki gelişmeler ve onların endüstri ve hizmetler sektöründe
yer almaları, hem istihdamda daralma yaratmakta hem de çalışanların boş
zaman/serbest zaman aktivitelerine daha çok zaman ayırmaktadır. Medya tüketimi bu süreç içinde giderek artmakta ve önemli bir boş zaman
etkinliği olarak gündelik yaşamda yerini almaktadır.Popüler medyaya dayalı turizm, günümüz dünyasında hem gelişmiş hem de gelişmekte ola
ülkeleri içerecek şekilde birçok ülkede gelişmektedir(Iwashita:2008,140).
Gerek destinasyonların web sitelerine yerleştirilen görüntüsel materyalleri
296
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Popüler Kültür ve Film Turizmi
ve tanıtım filmleri, gerekse sinema gibi bir başka kitle iletişim alanında yer
alan reklam filmleri veya herhangi bir filmin içine yerleştirilmiş gerçek ya
da simgesel mekan temsilleri aracılığıyla, turizm alanları turistlerin gündemine düşmekte ve bir pazarlama stratejisi içinde tüketicilerine sunulmaktadır.Böylece izleyiciye pasif film izleyicisi konumundan aktif rekreasyonistliğe doğru ilerleme olanağı sunulmaktadır Beton:2009,238).
Destinasyonların geleneksel pazarlama tekniklerine ek olarak geliştirilen
film ve benzeri simgesel ürünler içinde özel olarak ürün yerleştirme alanı, günümüzün tüketim kültürü içinde önemli olarak görülen boş zaman
ve turizm sektörü içinde gelişme kaydeden önemli bir pazarlama tekniği
olarak yerini almaktadır.Bu nedenle, boş zaman ve turizm çalışmalarında
‘filme dayalı turizm’, ‘sinemaya dayalı turizm’, ‘teleturizm’, ‘film turizmi’,
‘medya turizmi’,’sembolik hac’, ‘kült coğrafya’, sinematik turizm’ gibi çok
çeşitli terimlerle karşılaşılabilmektedir(Karpovich:2010, 10-11). Bu durum
da sözkonusu alanın çok yönlü bir söylemi geliştirdiğini göstermektedir.
Böylesi söylem çeşitliliğine dayalı filme dayalı turizm de, son yıllarda turizm
endüstrisinin hızlı büyüyen sektörlerinden biri olmaktadır.
Tüketiciler için, gündelik yaşamın içerdiği tüm etkinlikler zaman içinde çeşitlenmiş olmakla birlikte, hepsi çalışma yaşamıyla ilişkili olarak düzenlenmektedir. Bu düzenlenişte insanların oluşturdukları birlikteliklerin farklılaşması, değişen günlük etkinlikler karşısındaki konumlarının farklılaşmasının
da ifadesi olmaktadır.
Dolayısıyla, kısaca çalışma yaşamı dışında kalan boş zaman yaşamını insanlar, içinde yer aldıkları doğal ve toplumsal yaşamın içerdiği koşullar temelinde, onlarla etkileşim içinde yaşamaktadır. Bu temelde boş zaman aslında çalışmayı, çalışmanın varlığını vurgulamaktadır (Dumazadier:1974,15).
Bu nedenle serbest zamanı anlamlandıran, çalışma zamanı olmaktadır.
Günümüz tüketim toplumunun en ileri sektöründe “tamamen donanımlı” zaman blokları satılmaktadır. Bunların her biri, çeşitli mal ve hizmetleri
bir araya getirerek bütünleştirilmiş bir ürün olarak pazara sunulmaktadır.
Bu şekildeki zaman hem dar anlamıyla imajların tüketim zamanı hem de
genel anlamıyla zamanın tüketiminin imajı olarak, gösteri zamanı olmaktadır. (Debord:1996,86)
Kültürel her alanın metalaştığı, pazara konu olduğu, kimine göre gösteri
toplumu, kimine göre tüketim toplumu olarak tanımlanan günümüz top-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
297
Dilek YEŞİLTUNA
lumunda popüler kültür etkinliklerinin gerçekleştirildiği zamanlar, serbest
zamanlar olmaktadır. İletişim ve bilişim teknolojisindeki ve ulaşım olanaklarındaki gelişmeler, popüler etkinlikleri yaygınlaştırdığı gibi, onları küresel
pazarın önemli bir parçası haline getirmektedir. Özellikle, küresel bir kültürel meta haline gelmiş filmler, insanlar tarafından her koşulda tüketilebilir olmuştur. Böylece her tür film sinemada, televizyonda, CD, VCD, kaset kullanarak ya da bilgisayar ya da cep telefonunda internet üzerinden
izlenebilmekte, tüketilebilmektedir. Bu nedenle filmler, günümüz örgütlü
zamanın ve tüketiminin yaygın toplumsal imajı olan eğlence ve tatil etkinliğinde gerçek yaşam anlarının temsili olmaktadır.
Stacey yaptığı bir çalışmasında filmleri üç söylem üzerinden değerlendirmektedir (aktaran Strorey: 2000, 82-86). Bunlar gerçeklerden kaçış, özdeşleştirme ve tüketicilik şeklinde sıralanmaktadır. Stacey, analizini kadın
inleyiciler üzerinden yapmasına karşın, onlar tüm izleyiciler için uyarlanabilir niteliktedir. Şöyle ki:
Gerçeklerden kaçış, çok boyutlu bir karakter ortaya koymaktadır. Burada,
izleyicilerin yaşadığı problemler ile eğlence metinleri ya da pratiklerinde
yer alan çözümleri arasında karşıtlıklar saptanmaktadır. Örneğin kıtlık, bitkinlik, iç karartıcılık, manipülasyon ve parçalanma şeklindeki problemler,
filmlerin metinsel çözümlerinde bolluk, enerji, yoğunluk, şeffaflık ve birliktelik şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, sinemadan alınan zevkin, sinema metninden alınan görsel zevkten fazla olduğu ifade edilmektedir. O,
film yıldızlarının şaşasının çekiciliği ve diğer daha az belirgin zevkler, film
gösterimine girme ritüelinden, paylaşılan ortak deneyiminden, izleyicinin
birlikteliğinden ve sinema salonunun lüksünden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, alınan her keyif diğerlerini desteklemekte ve güvenceye almaktadır.
İkinci söylem olan “özdeşleştirme” film yıldızları ile izleyiciler ve mesajın sinemasal tarzı aracılığıyla izleyici kimliğini oluşturma süreci arasındaki geçici
bir değişkenliğe işaret etmektedir. Söz konusu geçici değişkenlik çoğunlukla benzerlik (kendisi ile oyuncu arasında) duygusu aracılığıyla harekete
geçirilmektedir. Diğer taraftan izleyicinin arzularının tatmin edildiği dünyaya götürdüğü için de farklılığa değer verebilmektedir. Böylesi bir özdeşleştirme, çoğunlukla film yıldızlarının hareketlerinden, görüntüsüne, taklit
etme pratiklerinde somutlaşarak farklı bir aşamaya taşınabilmektedir.
Üçüncü ve son söylem de tüketim alanı olmaktadır. Bu alan, sömürme ve
hakimiyet altına alma alanı olduğu kadar, uzlaşmalı anlamların, direnişin
298
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Popüler Kültür ve Film Turizmi
ve iç etmenin alanı da olabilmektedir. Burada önemli bir nokta olarak,
farklı yerlerdeki farklı izleyicilerin tüketim pratikleri ile tüketim söylemi arasında oluşacak olan etkileşimin yapısı olmaktadır. Çünkü, film yıldızlarının
ve diğer ürünlerin kendi imajının dönüşümü amacıyla, izleyici tüketimi
egemen kültürün gereksinimlerinden çok daha fazla şey üretmektedir.
Sennett, tüketim alanını teatral olarak tanımlamaktadır. Çünkü ona göre,
satıcı, tıpkı bir oyun yazarı gibi, tüketicinin satın alması için inanmayışın isteyerek askıya alınmasını amaçlamaktadır. Günümüzde tüketilen malların
büyüklüğü ve çokluğundan hareketle seyirci-izleyici tüketicinin tüketme
tutkusu, sunulan eşyanın kendisine dair anlayışını değiştirmesi açısından
dramatik bir güce sahip görünmektedir (Sennett: 2009, 113).
Böylesi bir güce sahip olan tüketim olgusunun, yer aldığı çağdaş tüketim
kültüründe, Featherstone, önemli olanın birbirine alternatif görünen şıklar arasında seçim yapmak değil, onların bir araya getirilmesi olduğunu
belirtmektedir. Ona göre, önceki dönemin merkezileştirici kültürel eğilimi,
günümüzde yerini merkezsizleştirmeye ve yerel, bölgesel ve alt kültürel
farklılıkların tanımına bırakmıştır. Böylesi bir popüler ve özel kültürlerin
izini sürmeye eğilimli ve kültürel meselelere ilgi duyan ve artış gösteren bir
izler kitle, gelişen kitle iletişim olanaklarıyla, söz konusu kültürlerin işitilmesini sağlamaya istekli çok sayıda kültür aracılarının ortaya çıkmasına yol
açmıştır (Fetherstone: 1996, 58, 231).
Bu süreçte en önemli sorun, gelişen ve yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının
yeni coğrafyalar yaratmadaki rolü olmaktadır. Çünkü günümüzde, kitle
iletişim araçları aktarım uzanımlarını aşarak yeni “topluluklar” yaratmakta, birbirinden ayrı olabilecek grupları, ortak bir televizyon (ya da sinema
vb.) deneyimi etrafında bir araya getirmekte; oranın ve buranın bir karışımını oluşturmaktadır ( Karley, Robins: 1997, 179-181).
Böylesi bir deneyim daha önce ifade ettiğimiz gibi, dolayımlı bir deneyim olmaktadır. Bu öylesine bir düzenleme, örgütlülük içermektedir ki,
doğrudan deneyimlerimizin de temel referansını oluşturabilmektedir. Aynı
zamanda söz konusu dolayımın Pazar ekonomisi içerisinde gerçekleşmesi,
çok yönlü bir metalaşmayı da beraberinde getirmektedir.
Günlük yaşamdaki metalaştırma sürdükçe, gösterge değerleri, kültür
üzerinde egemen olmakta ve tüketici kültürü vasıtasıyla, günlük yaşam
metalaştırılmaktadır. Bu, hem modern hem de postmodernin ortak özelliği olan, çok yönlü bir süreç olmaktadır. Buna karşın, sermayenin paraya
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
299
Dilek YEŞİLTUNA
dönüşmesi süreçlerinin imajın tüketim faaliyetleri ile olan ilgisi ve moda
yoluyla tüketimin hızlı devrine olan bağımlılık boyutu, bugünü öncesinden
farklı kılmaktadır (Gottdiener: 2005, 212-213).
Bu nedenle böylesi hızlı bir devingenlik, insanların hem öznellik ve ilişki
biçimlerini hem de doğaya ve başka toplumlara ilişkin estetik yargılarının
değişmesinden ve dolayısıyla dünyayı yaşama biçimlerinin dönüşmesinden
sorumlu olmaktadır. Giderek insanlar, zamanlarının çoğunda, ya gerçekten
devinen ya da çoklu göstergeler ve elektronik imajların yoğun akışkanlığı
aracılığıyla, simüle edilmiş devinimi yaşayan turistler haline gelmektedir.
Artık gelinen aşamada turizm hiçbir yerde olmamakta aynı zamanda her
yerde bulunmaktadır (Urry: 1995, 198-206).Çünkü yaşamın her alanı turizme konu olabilmekte ya da turizm her alanda var olabilmektedir.
Devingen etkinliklerin zaman mekan içinde genişletme ve sıkıştırma kapasitesini geliştiren sermaye (Jessop: 2009, 65) kendini yeniden üretmek için
işgücü piyasasında “kuralsızlaştırma” ve “esnekleştirme” ilkelerini egemen
kılmaktadır. Çalışmanın standartsızlaştırılması, kitlesizleştirilmesi ve sosyal
korumanın devletsizleştirilmesi “çalışma”yı yok etmektedir (Gorz: 2001,14).
Böylece çalışma zamanı ile boş zamanın sınırları belirsizleşmekte ve her etkinlik, bir başka etkinliğe dönüşebilmektedir. Bir başka deyişle, etkinliklere
yüklenen anlamlar, imajların akışkanlığına bağlı olarak kayganlaşmaktadır.
Bu çerçevede imaj teknolojileri genellikle gerçekçi anlamda, temsil etme
ve referansta bulunma özellikleriyle, dünyanın ve dünya olaylarının bir görünümünü vermektedir (Robins: 1999, 194).Bu nedenle, günümüzde popüler medyanın baskın şekli olarak filmler, özellikle kurgu filmleri, önemli
bir imaj kaynağı olmaktadır. Filmler, izleyicilerin ve rekreasyonistlerin taklit
etmeyi ya da denemeyi isteyebileceği belirgin aktiviteler sunmanın ötesinde, yerlere karşı güçlü duygusal bağlar yaratma gücüne sahip görünmektedir (Beton: 2008, 230). Bu çerçevede, küresel rekabetin içerdiği pazarlama endüstrisinde ortaya çıkan değişmelerden, turizm pazarlaması da
etkilenmiş ve yeni stratejiler geliştirilmiştir.
Turizm sanayilerinin geliştirilmesinde ilk adım, olumlu olarak değerlendirilebilecek imajlar ortaya koymak olmaktadır. Bu nedenle imaj yönetimi
gelişmekte ve kitle iletişim araçları hedeflenen imajların yaratılmasında
ve yayılmasında çok büyük bir rol oynamaktadır. Bu yeni çerçeve içinde
kurgusal medya, özellikle uzun metrajlı filmlerin medyası büyümektedir.
Kurgusal medya kullanımı, hemen seyahate çıkma imkanı olmayan in-
300
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Popüler Kültür ve Film Turizmi
sanların ilgilerinin sürdürülmesinde ve farkındalık yaratmada, unutulmaz
mesajların verildiği pazardan pay kapmada avantaj sağlamaktadır (Croy,
Walker , vd: 2005, 115-133).
Günümüzde imaj yönetimi çerçevesinde filmlerde yer alan mekanların etkisine ilgi öylesine artmıştır ki, film sektöründe yerleştirme endüstrisi yaratmıştır. Böylece, hem film hem de turizm endüstrisi gelişmektedir. Film
endüstrisi ve birleşik organik imajlar artarak turizmi teşvik edici imajlar
yaratmaktadır. Bütün turizm tipleri gibi film turizminin de, filmin potansiyel etkilerinin getirileri, destinasyon ve destinasyon topluluklarının çok
etkili ve sürdürülebilir kullanımını gerçekleştirmek için, yönetilmesi gerekmektedir. Onlar, eğer iyi yönetilir ise olumlu etkilere sahip olabilmektedir.
Filme dayalı turizmde sorun, destinasyon yöneticilerinin özel olarak neye
odaklanmaları gerektiğidir .(Croy: 2010, 21-22)
Film turizmini, insanların izleyici olarak filme dayalı deneyimlerinin, turist
olma durumları üzerine etkilerini ya da filme dayalı etkinlikleri içeren bir
turizm alanı olarak tanımlamak mümkündür.
Her geçen gün gelişen film turizmi içinde Tzanelli, dört sinematik turist
tipi tanımlamaktadır (Tzanelli: 2007, 3).
- İlki Hollywood turist tipi; onlar seyredilen filmlerde sinematik metin
içinde var olmaktadır. Onlar tatil zamanı para harcanacak, tüketilecek
mekân biçimlerini göstermektedir.
- İkinci turist tipi, filmi tüketilen, duyan, sinema izleyicisine karşılık gelmektedir.
- Üçüncüsü, turizmi teşvik etmede, filmin potansiyeli olarak işlediğinde,
turist endüstrisinin ürünleri yoluyla film mekânlarında yaratılmaktadır.
- Dördüncüsü, filmlerde gördüğü yerleri ziyaret eden, etkinlikleri filmden
etkilenen kişi olmaktadır.
Hudson ve Ritchie’de filmlerde destinasyon yerleştirmeyi konu alan araştırma olmamasına karşın, film turizmi ile ilgili genel olarak artan bir araştırma yapısı olduğuna işaret etmektedir. Onlar, bu araştırmaları dört başlık
altında sınıflamaktadır. Bunlar: (Hudson, Ritchie: 2006, 388).
- Seyahat kararı üzerine filmin etkisi
- Film turistlerinin kendileri üzerine
- Film turizminin, ziyaretçi sayıları ve konutları üzerine etkisi
- Film turizmi ile ilgili destinasyon pazarlama aktiviteleri olmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
301
Dilek YEŞİLTUNA
Diğer yandan, hızlı büyüyen bir fenomen olan film turizminin arkasındaki
faktörler tanımlamaya yönelik girişim olmadığını belirtmekte ve kendisi bir
model önermektedir. Bu modelde film turizmini, diğer faktörlerin merkezine yerleştirmektedir. Başlıklar olarak bu faktörler, destinasyon pazarlama
aktiviteleri; destinasyon nitelikleri; film-spesifik faktörler; film komisyon ve
hükümet çabaları ve mekan uygunluğu olmaktadır.
Busby ve Klug da çalışmalarında, filme dayalı turizmin özelliklerinin ve
farklı biçimlerinin kapsamlı bir listesini yapmaktadır (Aktaran, Heitmann:
2010, 33).
- Bir film mekânı, kendi başına bir cazibe mekânı olabilir (Filmde tasvir
edilmenin bir sonucu olarak ya da öncesinde)
- Film turizmi, ana tatilin bir parçası olabilir
- Film turizmi ,özel ilginin dışında temel amaç olarak ortaya çıkabilir
- Özel sektör tarafından oluşturulabilen film turizm paketlerinde, sadece
film öğeleri (resimler, aktörler, doğal senaryo, tarihsel arka plan, hikayesi,
sembolik içeriği, insan ilişkileri) sonuç olarak turistik ilgi odağı olmaktadır.
- Seyahat programları
Nitekim bu konuda hizmet veren bir kuruluşta, film turizmi çalışmalarının
geldiği aşamayı ortaya koymaktadır. Söz konusu kuruluşun hizmetleri şu
şekilde sıralanmaktadır: (http://www.film.tourism.com)
- Konferans sunumları ve endüstri görüşmeleri yoluyla dünya çapında
film turizmini teşvik
- Filme dayalı potansiyel için film prodüksiyonların ve konulu filmlerin kaynak değerlendirmesi
- Destinasyon pazarlama danışmanlığı (film haritaları, ana sayfa özellikleri, klasik promosyon malzemeleri)
- Film ile ilgili turizm ürünlerinin geliştirilmesi ve uygulanması
- Film mekânlarına turlar düzenleme
- Müzeler için ürünler ve film fuarları geliştirme
- Mevcut turistik ürünleri bir film ile bağlantılı olarak geliştirmek ve çeşitlendirmek için danışmanlık
- Küçük ve büyük ekran için turizm senaryosu geliştirme
- Filme dayalı turistlerle Pazar araştırması yapma.
Film turizminin genel etkilerine bakıldığında da, böylesi örgütlerin hizmet
alanlarıyla son derece bağlantılı olduğu görülmektedir. Genel olarak on-
302
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Popüler Kültür ve Film Turizmi
lar turizm sayısındaki artış ve sonrasında istihdam ve gelirde artış; turizm
altyapısının iyileştirilmesi; turizm ürünlerinin çeşitlendirilmesi, ev sahibitopluluk etkileşimi, kültürel değişme ve çatışma, metalaşma ve özgünlük
kaybı, doğal ve kültürel çevre için çoklu kullanım ve çok daha fazlası (Heitmann: 2010, 6).
Film turizminin gelişmesine bağlı olarak, gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında yapılan araştırma sayısının da arttığı görülmektedir. Tüm bu çalışmalar, belli filmler örneğinde ve ele alınan ülkenin turizminde olası değişmeyi
saptamaya yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Sonuçta da, mevcut turizm sektöründe katkıyı daha da arttırmak için filme dayalı turizm alanında neler yapılabileceği tartışılmaktadır.
4. Sonuç
Dünyanın gelişmiş bölgelerinin destinasyonları küresel kapitalin dolaşımı
ve karlı alanlara akışı gereği olarak, popüler film endüstrilerinde yerlerini
alırken, küresel eşitsizlik yeniden üretilmektedir. Hem sermaye hem de bilgi alt yapısı deneyimi, film endüstrisinin gelişmemiş olması nedeniyle, dünyanın daha az gelişmiş alanlarının bu alanda temsil edilmelerinin önünde
ciddi ekonomik, kültürel ve sektörel engeller ortaya çıkarmaktadır.
Turizm merkezleri, yeni teknolojilerin olanakları çerçevesinde turizmin sürdürülebilirliğinin sağlanması için, daha önce bilinmeyen ya da farkında olunmayan özelliklerin, belirli tüketim kalıplarına dahil edilerek pazara sunulmasını tercih etmektedirler. Ancak bu süreç içinde destinasyon bir ticarileşme
mantığı temelinde yönetildiği için, bölgesel ve yerel kimliklerin kaybolma
tehlikesiyle karşı karşıya geldiği dikkate alınmalıdır. Özellikle hükümetler, ülkelerinin sahip olduğu doğal, tarihsel ve kültürel zenginlikleri yalnızca ekonomik bir kaynak olarak görmemeli ve onları bu temelde pazarlamamalıdır.
Destinasyon yöneten kamu ve özel sektör işbirliği içinde olan kurum ve
kuruluşlar, “Turizmde bir bölgesel kimlik” analizi oluşturmaları gerekmektedir. Bu analiz çerçevesinde oluşturulabilecek bir kimlik envanteri
ile birlikte, bu kimliğin sürdürülebilinmesi önemli olmaktadır. Böylelikle
Türkiye gibi ülkelerde, devletin korumacılığında ya da sürekli bir gözetiminin ışığında sürdürülebilirliğin sağlanması ve turizmin geliştirilmesinde
ne şekilde bir stratejinin benimseneceği, nelerin imajının yer alacağı, ne
düzeyde değiştirilip ne düzeyde kalıcı olmasının sağlanacağının, önceden
tespit edilmesi gerekmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
303
Dilek YEŞİLTUNA
Turizmde politika yapanlar, karar verenler ve yöneticiler, fayda ve maliyeti
birlikte göz önüne almak durumundadırlar. Başarının ölçülmesinde, milli
parkların, kültürün ziyaretçi sayısı, gelir ölçümü vb. temelinde bir tespit ve
değerlendirme gerekmektedir. Fayda maliyet analizinde dengeyi sağlamak
için, kabul edilebilir değişimin sınırları, bütüncül koordineli bir yaklaşım
içinde kullanılabilir araçların, yani turizm olanaklarının üzerinde geliştirilecek bir planlama ve politikanın oluşturulması gerekmektedir (Ekonomic
and Social Commission for Asia and Pocific Bagkok: 2001, 5).
Bu bağlamda, doğal ve kültürel varlıkların birlikte gelişmesi ve birbiri ile
uyumlu dönüştürebilmesi için sosyo-kültürel çevre ve ekonomi birbirinin
ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir.Turizm alanlarına uygulanacak Gelişme Modelinde de süreç, örgütlü bir zaman mekanda ortaya çıkan, çok
yönlü değişiklikler bağlamında gerçekleşmektedir. Bu nedenle, turizmde
ele alınacak kararlarla küresel, ulusal, bölgesel ve yerel bir takım özellikler
pazarlanırken, aynı zamanda alt yapının gücü de dikkate alınıp, bütüncül
bir turizm politikasının düşünülmesi gerekmektedir.
Film turizminde kullanılacak fiziksel çevre öğelerinin, tarihi, sosyal, kültürel
yapının ve belleğin, sürdürülebilir turizm politikaları içinde değerlendirilmesi zorunlu olmaktadır.Bu nedenle, turizm geliştirilirken onun toplumsal,
kültürel, bireysel ve benzeri çok yönlü etkileri ayrıntılı şekilde incelenmeli ve yerel düzlemdeki yansımalarını dikkate alan politikalar geliştirilmelidir. Dolayısıyla, filmlerde temsil edilecek olan, ekolojik, sosyal, kültürel
ve mekânsal alanların kullanılabilirliğinin bu temelde dikkate alınması gerekmektedir. Böylelikle, film turizmi, sürdürülebilir turizm ve sürdürülebilir
kimlik modeli olarak, çok boyutlu bir etkileşim ortamında gelişimi hedeflenmesi gereken bir konu olmaktadır. Bunun için, filmlerde destinasyon
kullanımına yönelik planlar, gerek ülkemizin gerekse diğer ülkelerin,olumlu
olumsuz tüm turizm birikimleri dikkate alınarak planlanmalıdır.
Filme dayalı turizm aracılığıyla, popüler ve tüketilebilir hale gelen destinasyonun sürdürülebilirliği, pazarlamadan önce gelmelidir.Bu nedenle destinasyon kullanımına yönelik planlamalara yerel yönetimler, seyahat acenteleri, sivil örgütler ve benzeri, tüm birimler katılmalı ve ortak bir bilinç
yaratacak bir strateji oluşturmak için böylesi bir süreç içinde sorumluluk
almalıdırlar.Daha da önemlisi, filmler aracılığıyla gerçekleştirilen pazarlama sürecinin duyusal, duygusal ve düşünsel öğelerinin etkisinin çok yönlülüğü, sonuçları ve sürdürülebilirlik boyutu konusunda farkındalık yaratılmalıdır. Çünkü günümüzde, daha önce ifade ettiğimiz gibi,toplumsal kim-
304
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Popüler Kültür ve Film Turizmi
liğin, toplumsal ve kültürel belleğin inşasında yer alan deneyimler içinde,
filmlere dayalı dolayımlı deneyimlerin ve onların yönlendirdiği dolayımsız
deneyimlerin gücü her geçen gün artmaktadır.
Kaynaklar
Adorno, T.W., 2007, “Kültür Endüstrisi – Kültür Yönetimi, Theodor W. Adorno,
Kültür Endüstrisi, İstanbul, İletişim Yay.
Alemdar, K., Erdoğan, İ., 1994, Popüler Kültür ve İletişim, Ankara, Ümit Yayıncılık
Assmann, J., 2001, Kültürel Bellek, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Beeton, S., 2009, “Ekrandan Alana: Filmin Turizm ve Rekreasyon Üzerindeki Etkisi”, Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, Cilt: 20 Sayı: 2, Bahar (230-239)
Berstnein, J.M., 2007, “Sunuş”, Teodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi, İstanbul,
İletişim Yay.,
Croy, W.G, 2010, “Planning for film Tourism: Active Destination Image Management”, Tourism and Hospitality x Development, 7: 1, 21-30 London,
Routlerge
Croy, W.G., Walker, R.D., Hall, D., Roberts, L., Mitchell, M., Edit 2005, “Rural
Tourism and Film – Issues for Strategic Regional Development” , New Directions in Rural Tourism, England, Ashgate Publishing Limited
Debord,G., 1996, Gösteri Toplumu, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Dumazedier, J., 1974, Sociology of Leisure, New York, Elsevier Scientific Publishing Company
Economic and Social Commission for Asia and Pacific Bangkok, Managing Sustainable Tourism Development, Escap Tourism Rev. Ew no 22, United Nations New York.
Featherstone, M., 1996, Postmodternizm ve Tüketim Kültürü, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Fiske, J., 1999, Popüler Kültürü Anlamak, Ankara, Ark Yay.
Faulkner,H.,W.,Walmsley,D.,J.,1998,Globalization and the Pattern of Inbound Tourism in Australia,Australian Geographer, Vol.29,No.1,Geographical Society of New South Wales Inc., 91-106.
Gans, H.J., 2005, Popüler Kültür ve Yüksek Kültür, İstanbul, Y.K. Yay.
Gorz, A., 2001, Yaşadığımız Sefelat, Kurtuluş Çareleri, İstanbul, Ayrıntılı Yay.
Gottdiener, M., 2005, Postmodern Göstergeleri, Ankara, İmge Yay.
Hall, S., 2002 “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Der: Süleyman İrvan Medya, Kültür,
Siyaset, Ankara, Alp Yay.
Heitmann, S., 2010, “Film Tourism Planning and Development – Questioning the
Role of Stake holderns and Sustainability”, Tourism and Hospitality Planning x Development, 7: 1, 31-46, London, Routledge.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
305
Dilek YEŞİLTUNA
Horkheimer, M., Adorno, T.W. Aydınlanmanın Diyalektiği II., 1996, İstanbul, Kabalcı.
http://film.tourism.com, Film Tourism: research, marketing,products and promotions
Hudson, S., Ritche, J.R.B., 2006, “Promoting Destinations via film Tourism: An
Emperical Identification of Supporting Marketing Initiatives”, Journal of
Tramel Research, Vol: 44,May, 387-396. Sage Publications.
Iwashita, C., 2008, Roles of Films and Television Dramas in International Tourism: The Case of Japanese Tourists to the UK,Journal of Travel-Tourism
Marketing,Vol.24(2-3),139-151(http://jttm.hawortpress.com)
Jessop, B., 2009, Kapitalist Devletin Geleceği, Ankara, Epos Yay.
Karpovich,A.,I.,2010,Theoretical Approaches to Film-Motivated Tourism,Tourism
and Hospitality Planning- Development,Vol.7:No.1,7-20,London,Routledge
Maigret, E., 2011, Medya ve İletişim Sosyolojisi, İstanbul, İletişim Yay.
Mc Cheney, R.W., 2008,“Yeni Küresel Medya”, Der: David Held, Anthony Mac
Grew, Küresel Dönüşümler, Ankara, Phoenix Yay.
Morley, D., Robins, K., 1997, Kimlik Mekanları, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Murdock, G., 1994 “İletişim, Modernlik ve İnsan Bilimleri”, Der: Mehmet Küçük,
Medya İktidar, İdeoloji, Ankara, Ark Yay.
Mutlu, E., 1994, İletişim Sözlüğü, Ankara, Ark Yay.
Postman, N., 1994, Televizyon Öldüren Eğlence, İstanbul, Ayrıntı.
Real, M.R., 1977, Mass-Mediated Culture,USA, Prentice, Hall.
Robins K., 2008, “Küreselleşme Karşılaşmaları”, Der: David Held, Anthony
MecGrew, Küresel Dönüşümler, Ankara, Phoenix.
Robins, K., 1999, İmaj, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Sennett, R,.2009, Yeni Kapitalizm Kültürü, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Storey, J. 2000, Popüler Kültür Çalışmaları, İstanbul, Babil Yay.
Thompson, J.B., 1990, Ideology and Modern Culture: Critical Social Theory in the
Era and Mass Communication, Cambridge, Polity Press.
Tomlinson, J., 2004, Küreselleşme ve Kültürel, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Unesco, 2005, International Flows of Selected Cultural Goods and Services,
1994-2003, Montreal, Institute For Statistics.
Urry, J., 1995, Mekanları Tüketmek, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Yeşiltuna, D.Ç., 2006, “Kültürel Alanda Küresel-Yerel İlişkisi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, E.Ü.Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, İzmir, E.Ü.Türk
Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Yay.Cilt:VI,Sayı: 2, Kış.
Yılmaz, H., Yolal, M., 2008, Film Turizmi:Destinasyonların Pazarlanmasında Filmlerin Rolü, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt/Vol. 8, Sayı. 1,
175-192, Eskişehir.
306
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
AZIZ GEORGE NEAPOLITIS (1730-1797)
BİYOGRAFİSİ VE MUCİZELERİ
St. GEORGE OF NEAPOLIS (NEAPOLITIS) (1730-1797)
BIOGRAPHY AND MIRACLES
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS*
ÖZET
Damat İbrahim Paşa tarafından kurulan Kapadokya’da 1730 yılında
daha önceleri Hristiyan olan Nar(Nyssa) topluluğundan gelen Rum
bir ailenin önemli bir çocuğu dünyaya geldi. Nevşehir’de Papa-Savvas isimli bir rahip-öğretmenden ilk eğitimini aldı. Daha sonra rahip
oldu ve ardından da papazlığa atandı. Özverili ve gelecek vaad eden
birisiydi. Hem Hristiyan hem de Müslüman topluma karşı iyiliksever
bir tutuma sahipti ve Hristiyanlık dini tarafından belirlenmiş Tanrı
öğretileri ışığında yaşamıştı. 1797’de Malakopi’ye giderken Kopia
Deresi civarında çeteciler tarafından pusuya düşürüldü ve başı kesilerek İsa’nın şehitleri arasında yerini aldı. Kutsal kalıntıları çürümeye
bırakılmadı ve bedeni, mübadele döneminde, 1925’te Yunanistan’ın
Atina ve Selanik şehirlerindeki Neapoli bölgelerine götürüldü. Sayısız mucizeleri ile bilinir ve Neapoli halkı tarafından saygı görür.
Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Aziz George, Hristiyanlık, Yunanistan
ABSTRACT
In Neapoli of Cappadocia, founded by the Ntamat Ibrahim Pasha, in
the year 1730, an important child was born by Rwm parents who
decended from the former Christian community of Nar (Nyssa).
There, in Nevsehir, he received his first education by the native pri-
* Researcher, PhD in Worship, Archeology and Art Aristotle University of Thessaloniki.
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
307
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
est-teacher Papa-Savvas. Later, he became a monk. Then he was
ordained priest. He was a man of self-sacrifice and offering. He was
a benefactor to both Christians and Muslims and lived according to
God's will, as determined by the christian religion. In 1797, on the
way to Malakopi, he was ambushed by brigands in Kopia Deresi
site and became a martyr to Christ via his decapitation. His holy
remains were not delivered to physical decay. His body remained
intact until 1925 in Neapoli and then, through the exchange of
populations, was transferred to Greece, in the new Neapoli of Athens and Thessaloniki. His miracles are numerous and the people
of Neapoli honour him greatly.
Key Words: Cappadocia, Saint George, Christianity, Greece.
A. Saint Georges’ Biography
Saint George of Neapolis (Neapolitis) was born in the year 1730 A.D in a
village of Neapolis1 region, a few years after the founding of Nevsehir and
moved there with his family2. The exact name of the village is unknown.
Most likely is the version that sets Nar (Nera) as the saint’s hometown.
In 1730, as we know, St. Ioannis3 ‘rested in peace’ in the near Prokopio,
while in 1733 his sainthood was revealed by divine signs and the saint’s
miracles. Certainly, young George, along with his family, would be
among the crowds of pilgrims that would travel from Nevsehir (Neapolis)
to Urgiup (Prokopio), every year in 27th of May, to honor the memory of
St. Ioannis and kneel to his holly remains, which rested in the church of
St.George in Teknetzik Mahalesi in Prokopio4.
Since childhood, George was religious and loved Christ. He would find
refuge to the church of St. George5 and pray to his protector saint with
passion and chastity. St. George’s church was originally a small chapel in
one of the Christian cities that turned muslim and preceded Nevsehir. By
any chance it must have been the muslim village of Mouschari or Mouschara or Moschara, which also was the native place of Ibrahim6. In 1730
in Neapolis families of Rum are found from Fertek (Fertekion), Farasa
(Perasia), Misthi (Mistii), Gioltzuk (Limne), Tirhin (Trochos), Suvermez
(Flogita), Andaval (Andavalis), Til (Dela), Derinkoyiu (Malakope, the first
priest of the christian community being father-Savvas.
308
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
In the year 1744 the church of St. George was entirely remodeled, but
even then the need to become larger wasn’t foreseen, leading to 1794
(50 years later) for a new architectural intervention to become necessary
in order for the church to be sufficient for its parish at the time being. In
1837 another brave architectural intervention took place, in order for the
dome to be added, while in 1870 the three-levelled belltower that still
stands intact7 in the courtyard, was raised.
At the time that Neapolis was found, the level of the education in the
Christian community was poor. Only private tuition was offered by teachers, which in most cases were the priest of the parish or its chanter. There,
near priest-teachers, young George received his first education8 and
thanks to his will for knowledge, he enriched his religious knowledge and
increased his desire for solitarity and priesthood. At that time the bishop
of Kaesareia was Parthenios (1734-1760), leaving good fame conserning
the period of his presence in Kappadocia. Around 1750 George agreed
to be a monk. We don’t know the monastery he was addressed to, even
though it is likely that he would be written in monachologia (catalogues)
of Saint Prodromos of Flavianon9 near Kaesareia, as Neapoli belonged
regionally at the Bishop of Kaesareia. As a monk, he was distinguished for
his virtue. The stability of his character, his maturity and knowledge were
the ones that set the attention of Parthenios who ordained him priest in
the church of Saint George Tropaioforos. At the time that saint George
served in Neapoli as a priest, among his parishioners was Fournaris Ioannis
from Ipeiros and his son George10, later known as Kiotsoyk Keis (smallfigured priest). As it seems, at the church of saint Georgios in Neapolis
in 1790, alongside the martyr initially only father Vasileios served, while
later also the newly ordained priest father George. That the second father
is known as Kiotsoyk (small-figured) Keis, simply means that the martyr
George was taller in his stature. By the cordings of those times, we know
that the martyr, as unmarried priest, was a man of quietness, awakening,
prayer and serving in preaching, confession and acting on his religious
duties, while the other father George was concerned for social activities
and creating infrastructures for the good interest mainly of the Rum community, but also for the Ottoman subjects in general.
The martyr George was loyal in his duties as a priest and very much
interested in the salvation of his flock’s souls. Devoted at the Divine
Liturgy, he never omitted serving even daily, sometimes in the regional
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
309
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
church of Saint George Tropaioforos and at other times in small chapels
in the region of Nevsehir11. At all times he would teach and advise Christians so that they would be caring and also careful at their contact with
muslims and the rest of their countrymen. He would interpret God’s word
not only by words but also by actions. We made efforts to apply the
Gospel and was a filanthropist by protecting and releaving both Rum and
muslims. He made no discriminations against origin but between right
and wrong, between virtue and sin. With love, gentleness and lack of any
malice he spent every moment of his life on earth. He was loved and respected, not only by people and priests but also by the Kappadoces12 that
had different religious views. As much as the simple people admired him,
the fanatics envied him. As his good fame as priest of Neapolis spread,
the ignorants were raged against him, considering him dangerous, every
time that the muslims asked for his help and even in their miraculous
recovery that occurred after his prayer torwards the suffering fellowman.
The muslims of Neapolis, as new believers, were fanatics.
In the year 1797 the priest of Malakope, ill and scared by the facts of
the Russian-Turkish war in north and the Turkish-Greek war in the west
of the Ottoman empire, was hiding in its underground state and served
in Saint Anargyroi, leaving the other two churches13 (of Saint Theodoroi
and Taksiarches) with no Divine Liturgy. In November 1st he didn’t appear
at the celebration of Saint Anargyroi. The celebration of Saint Taksiarches
was also coming. The ecclesiastic commisioners, having no other choice,
since there wasn’t a second priest in Malakope, resorted to Neapoli where
there were three priests. Father Vasileios was an elder and in no position of
travelling. Young father George was busy with the social concerning and
perplexed in the disfavor of the clans. The only one available and willing
was father George, soon to be martyr. Saint George willingly accepted the
invitation by the people of Malakope to preach in November 3rd in Neapolis
at the celebration of the regional church and he would then be on his
way to Malakope14. He did not consider the danger by brigants that lured
at passages and promised that he would be present in Malakope in 7th
November at the latest, in time for the evening liturgy of Saint Taksiarches.
On November 3rd 1797 father George, father Vasileios and the smallfigured father George co-acted at the Divine Liturgy of Saint George
Tropaioforos, since on that day according to the ritual of our church, we
honor the transfer of his holy remains in Lyda. At the end of the liturgy,
310
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
Saint George charged his donkey with the essential baggage and begun
his 6 hour journey to Malakope.
Perhaps he was aware of what would follow, nevertheless, as Christ sat
on the donkey on the way to Jerusalem, he travelled to his martydom.
He passed before Kiore (Iero) and Gioyvertzinliki (Peristeronas)15. In front
of him layed dangerously the plain, as small hills were hiding small and
bigger ravines, suitable hiding places for bandits. At hills on the right the
community of Silata is located, opposite of Anakou which lies on the left,
while straight between them, the plain of Malakope. On that day the
great celebration at Silata took place, where there were two parishes, one
of the Apostoles (the new one) and the other of Saint George Tropaioforos
(the old one). Saint George was a known adoration point of the entire
region. Christians from every village (Anakou, Malakope, Dela) would
travel to his grace, with the exception of Neapoli, Flogita and Potamia
(the ancient Megarisos, hometown of Saint George Tropaioforos), where
there were great local festivals. Father George thought that it would be
good for his soul to attend the grace of Saint George of Silata16 to pay
his respects and then continue his journey to Malakope. Thus he thought
and thus he acted.
The bandits were informed of the festival and set ambush in the passages. It was a chance to acquire spoil by attacking unprotected passerbies, while the organized groups were in no danger as they rented
bodyguards, that in most occasions had a collaboration with the bandits,
leaving them a part of their payment in return for the safe passage of
travelers. In that way both the bodyguards gained money and the bandits
had a share. These bandits were usually draft dodgers or fugitives and
were led to illegality because they were obliged to hide in caves and live
of the loot of their raids mainly in villages but also in ships.
The martyr kneeled to Saint George at Silata, blessed the people on the
festival that had, at teams, rested in the courtyard of the temple, the school
and the fields between these two buildings and were seated on rags as
custom, ate and enjoyed themselves. Father George delayed no more.
He followed the road to Malakope. He reached Kopia Deresi17, at a point
that resembles a shallow gorge. There, by the bridge, he was attacked
by muslim brigants, dressed in lambskins and all kinds of borrowed or
other clothing, as shepherds or beggers with sticks, arms and knives on
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
311
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
their hands moving threatingly against ‘Giavour priest’, screaming and
hallowing as beasts at the humble priest. The donkey, scared, started
running torwards Nevsehir, leaving the priest on the ground along with
his baggage, as a sheep among wolves. They beat him, humiliated him,
robbed him, stripped him of his clothing and in the end, decapitated him
without mercy.
When father Vasileios noticed the donkey alone, he knew that something bad had happened to father George. Immediately he notified the
ecclesiastical committee, the elders and in their turn the state authority.
The next day at daybreak, along with gurads, the begun the search for
their priest. In every village they stopped and asked. In Anakou they
found that father George had passed by Silata and continued to Malakope. So, the most likely place would be the region of Kopia Deresi, where
bandits found refuge. Also when the people of Malakope heard that
father George begun his travel to Malakope but never made it, despite
the fact he was seen at Silata, begun the search of the priest. When their
team reached first the site of Kopia Deresi, they stood before the horrible
spectacle. The head was in one place and the looted relic elsewhere.
With grief and anger they digged a grave on the spot and piously buried
the body. On the grave they placed a stone, on which they carved a
cross and the words ‘PRIEST GEORGE OF NEAPOLIS’, as the people of
Malakope did not know his last name. Then the other group o Rum from
Malakope arrived and burst out in lamentation in the sight of the grave of
their beloved priest. At the time, bishop of Kaisareia was Leontios (17971802), an elder with no special action that quickly resigned in order to be
exempted of his duties.
Around 1800 St. George Neapolitis appeared in a woman’s dream, revealing her the facts of his martyrdom. The woman claimed that father
George reassured her that his soul was in heaven and his body intact in
his grave, at Kopia Deresi. He commanded her to seek the ecclesiastical committee and report every information she had received with every
detail. He still commanded to excavate his grave and return his remains
in Neapolis. The woman reported to father Neofytos and he asked her to
be patient, in case the incident was malice of Satan, but in given occasion he mentioned the fact to the elders. The revealing enypnia and the
pressure for excavating the grave continued and excalated threateningly.
The woman could not stand it anymore, presented herself to the elders
312
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
and begged for obedience to the command of Saint George. In the end,
the whole Christian community of Neapolis decided to exsume the body
and futhfill father George’s will. In Neapolis the bells of Saint George
Tropaioforos rang and the people gathered. The ecclesiastical committee,
the supervisory committee, the elders, father Neofytos, the pious woman
and several adult Christians with candles and digging tools formed ship,
and with mixed feelings (awe, devotion, faith) and also sadness, lament,
curiosity and joy begun their way to Kopia Deresi, where among weeds
the grave of saint martyr George18 would be found, with the encarved
stone on it, as the time it was placed on the day of his burial. It was not
easy to approach the grave since the place was filled with thorns, earth
and stones. They wouldn’t be able to find the saint’s grave if God had
not helped. When they got tired of looking and their hope had failed,
then heavenly light came down from the sky, according to narrations of
people from Neapolis that found refuge in Greece, and revealed the place
of burial of the saint. The people of Neapolis, around weeds and earth,
found the inscripted stone and gained courage. They gave eucharist to
God for the miracle and when they recovered from awe and holly emotion, they begun their godserving work.
With special care they began the excavation. In an instant a sweet odour
flooded the area. From the grave rose aroma, as if an invisible hand had
sprinkled myro on it. When they removed the soil, there stood all clean the
holly remains of saint martyr George, intact and calm as in deep blissfull
sleep, as the one of a just person. It was obvious that father George was
a saint. Carefully, they raised the body and placed it in a simple wooden
coffin, to transport it to Neapolis.
The news of the miracle travelled fast by a messenger. He passed the
word on to nearby Christian villages and when finally, the news reached
Neapolis, everybody convulsed, rose to meet the religious procession that
transported the heavenly treasure to Neapolis. Christians and muslims
kneeled to the man of God in his larnax. Initially they came to the temple,
where they all saluted their priest, to whose funeral were unable to attend. Then they thought, until they could get their bishop’s blessing, to
place the saint’s larnax elsewhere and with the consent of father Neofytos Asketopoulos, they placed it in one of the rooms of his house. The
stone on the saint’s grave was carried by Paraskevas Christides in his
home, which was beside Andreas Melekoploglou’s one. In father Neo-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
313
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
fytos’s house came many Christians and prayed in the presence of the
saint, where a constant candle was lit. The great attendance of faithfull
Christians caused the envy of the elders and that to which they initially
didn’t pay any attention, now became interesting even only for economic
purposes. They blamed father Neofytos that the new home he had built
was a product of explotation torwards the saint. Father Neofytos was not
bent by the unfair accusations of Neapolitans, who also hunted Kiotsoyk
Keis. He embellished the room with icons and conducted the liturgy to
martyr George, who performed numerous miracles due to the faith of
simple people. Thus, that room became a surgery for both bodies and
souls. The greatest adoration would take place every year on November
3rd, day in which the saint became martyr and was combined with the
parish’s festival, therefore Christians considered it a blessing, after the
liturgy, to stop by father Neofytos’ house and give respect to the saint.
Bishop of Kaesareia was then Filotheos (1802-1816). He would have the
obligation to acknowledge father Georges’s sainthood, a fact that isn’t
mentioned in the scripts, in spite of people’s different attitude torwards
the martyr’s19 sainthood.
B. Saint Georges’ Miracles
1805.a.D. Under the stress of the accusations against father Neofytos
and the persistence of the elders, the transport of the holy relic took place
to the temple of Saint George Tropaioforos. What took place wasn’t at
all to the saint’s approval and in his effort to bring back the elders to the
right path, he left them unprotected to an occurring epidemic, thus every
member of the council became ill. Only then they realized their fault,
apologized to father Neofytos and returned the larnax to his house, by
then their health was restored.
1806.a.D. Father Neofytos’ house was also visited by clergymen of nearby
Christian communities who conducted liturgies for the saint. Among these
priests came also the priest of Malakope. His name was Vasileios. One of
these times, father Vasileios, secretly, took a piece of the saint’s relic to
hold as charm. This in fact was an indecency because it happened in lack
of father Neofytos’ knowledge. When he arrived at his home in Malakope,
the priest and his entire family became ill. Then the saint appeared in his
sleep and scolded him about his lawless action,furthermore commanding
him to return his relic intact at its original place. Thus he did. Still ill, father
314
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
Vasilis deposited the small piece of relic to its place and he returned healthy
at home, after his repentance. This little piece of relic was bound along a
saint’s tooth with a silver chain, in a small silver sheath. These holly relics
were received by Christians from the larnax who transported them to their
homes for blessing ill and helpless Christian patients and then returned
them back to the larnax, in father Neofytos’ house.
1808.a.D. A woman following the sacred formality, lost the saint’s tooth
on the road without noticing it and realized it only at the delivery of
the silver sheath, where she noticed that the tooth was missing from
the silver chain. Shocked, she broke down in tears and beggings. She
blamed herself for her carelessness and apologized to the saint. With
tears in her eyes she returned home and tried to follow, if possible, even
her own footsteps on the muddy road, in order to find the missing holy
relic. And then the miracle happened. Her crush turned into joy when she
recognized the holy tooth among the pebbles. She piously held it in her
hands, kissed it, applied it to its silver sheath from where it had fallen and
her soul calmed down when she returned it into place.
1810a.D. A painter of Prokopio was childless. He begged St.John but his
prayers weren’t answered. Then he pleaded to martyr George’s grace, so
that a solution would be found for his problem. Along with his wife, they
came to Neapolis, kneeled to the saint, believed in him and promised: ‘If a
boy is born, we will name him George and when he walks, we will come
and kneel with the child and with a bottle of oil in our hand.’ Their prayer
was answered but their joy made them forget their promise. Thus the
saint came to the painters’ sleep and reminded him of their promise. Then
he added, that if they didn’t fulfill their promise, he would take back their
child. The painter and his wife, on the very next day, fulfilled their promise
and more, as this painter was the first to draw an icon of the saint as he
saw in his sleep and devoted it to his grace. From that same picture come
all copies that salvage the saint’s features.
1850a.D. The daughter of Pantelis Demertzis, Gesthemane, had her
young child ill and in such poor condition that he could not even walk.
She brought her child to father Neofytos’ house, for the saint to heal.
There, she saw Vasileios, the priest’s child, who suffered from terrible
aches in the eye and thought: ‘Since the priest’s child wasn’t cured, will
the saint cure my child?’ Immediately she slipped and fell of 12 steps.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
315
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
She was lying unconscious on the ground while her child stood healthy
beside her. To her aid ran Vasileios, his brother George, their grandmother Eugenia and their mother Maria (all members of father Neofytos’ Asketopoulos family). When she recovered in her senses the woman
confessed her indecent thoughts and was astonished by her child’s cure.
The all immediately ran to Saint George and thanked him for her child’s
recovery, who later became great as a cheese tradesman in Istanbul.
1860 a.D. 12 years had passed since the new temple of Panagia in Neapolis was built when father Neofytos died. After the priest’s death, the
final transport of the holy relic took place in the temple of Panagia, as an
act of official recognition of George’s sainthood according to the wish of
the bishop of Kaesareia Paisios B’ (1832-1871), who at all times, when
passing through the region alwaysvisited and kneeled to saint George
the martyr from Nevsehir. Similar devotion to the saint was shown by
Eustathios (1871-1876), Methodios (1876-1878) and also the great John
91878-1902), all Bishops of Kaesareia Kappadoce.
1865a.D. Thomas Sari’s chind, John, was seriously ill by a form of dementia.
He was aggressive torwards people and a danger to himself and others.
He was brought to the saint and chained, by the special chains that were
linked to the saint’s larnax. He remained close to the saint for three whole
days and nights, with fast, prayer and no sleep. On the third day, after the
divine liturgy and after the blessing of a priest, his family promised the
saint oil, candle and incence, the priest ritually freed the patient and then
the young man was cured. Not only he lived normally for the rest of this
life, but also made a name for himself as a tradesman in Istanbul.
1903a.D. During that year great famine occurred in Neapolis. Oil and
wheat were impossible to find. They couldn’t find oil, not even for the
saint’s candlelight. But miraculously the saint’s candle was lit without
anyone placing oil in it. This was seen ot only by Eugenia and George
Asketopoulos but also by many other pilgrims.
1924a.D. At that year was the exchange of populations and vicar to the
temple of Panagia was father Ignatios. He made sure that the holy relics
would be carefully packed and transported to Greece. Among the relics,
important were the remains of saint George from nevsehi. The refuges’
ship from Neapolis reached by horsecarriage Ouloukisla, and then via
train Mersina where they took the ship to Greece. Others from Neapolis
were deported to Thessaloniki, others to Volos and Larissa and others to
316
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
Peiraeus and Athens, depending on the route of that ship, that carried
them to their new homeland.
In the ship that father Ignatios was on, were also the holy relics, placed
in the hold. When the ship left the Turkish sea borders, it rained so much
that everybody feared it would sink. Then a priest appeared and led the
sailors. They did not realize that was a miracle and for an instant thought
that father Ignatios acted as captain, which made the captain of the ship
furious at the point of scolding father Ignatios, and telling him not to
mess in the commandment of the ship even if he used to be in the navy.
Father Ignatios wondered with all this, because he had never been in the
navy, didn’t know anything about ships and wasn’t meddling at all with
the crew as his only mission was to look after his parishers and their relics. When the vision of the crew was repeated, angry men tried to attack
the priest and found him praying along with women and children. Only
then they realized that something else must have been happening. Then
father Ignatios revealed Saint George’s presence. They came down in the
hold, found the larnax, placed it safely on the deck, prayed piously to
Saint George and the sea calmed down. The ship carrying people from
Neapolis once reached Peiraeus and after the necessary quarantine, Rum
were placed in tents or shack. Their holy relics were temporarily placed
in Ippocrates Mitsoyiannakes’ shop, until they could decide where the
would settle and take care of them.
1934a.D. The ministry gave land to people of Neapolis for settlement in a
sace near the Veikou thicket, next to the settlement of Saframpolis in New
Ionia in 1925. The people of Neapoli then built a wooden temple to Saint
Eustathios and there they thought to house their sacred relics. In 1934 it
was decided to move the relics from Peiraeus to Perissos. Among the relics
were also the remains of Saint George Neapolitis, the head of Saint John
of Nyssa and parts of the body of Saint Theodoros Stratelates. With care
of the bishop of Patara Meletios, Saint George was placed in a special
place on the left side of the temple. In 1999 with care of the bishop of
Neapolis and Stavroupolis Dionysios, parts of the holy remains of Saint
George Neapolitis were transferred to the new Neapolis of Thessaloniki.
C. Notes
1. Alivanoglou-Papaggelou Calliope, The Saints of Kappadocia, N.Karvali
2001, p.149.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
317
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
2. Gimenli Havvagül, Nevşehirli Damad Ibrahim Paşa, Nevşehir 12(2009),
p. 64 and 3(2005), p. 9.
3. Katsikas-Kappadoces Demetrios, Saint John Rossos (biography), Larisa
1989.
4. Eupraxiades Lazaros, Prokopi my hometown, Thessaloniki 1980, p. 83.
5. Nigdelis M. Konstantinos, Neapolis of Kappadocia, Thessaloniki 2006,
p. 62.
6. Rizos Nikolaos, Kappadocica, Konstatninoupolis 1856, p.94.
7. Hundred years at Konstantinople’s committee of greek schools at
Neapolis of Kappadocia (1820-1920), Konstantinople 1920, p. 28.
8. Georgiou Ioannis, Nevsehir In Kappadocia, Mikrasiatika Chronika
1(1938), p. 440.
9. Karathanasis Athanasios, Kappadocika, Thessaloniki 2001, p. 85.
10. Zampides Ioakeim, Pilgrimage to Fatherland. Neapolis in Kappadocia
and its outskirts, Athens 1954, p. 17.
11. IŞÇen Yavuz, NevŞehir Rum Mahallesi, Peribacasi, 12(2010), pp. 30-36.
12. Asketopoulos Georgios, Life, miracles and Asmatiki Akolouthia of
Martyr Georgios Neapolitis, Athens 1952, p. 6.
13. Koimisoglou Symeon, Nigdelis Konstantinos, Malakope in Kappadocia,
Sykies Thessaloniki 2006, p. 49.
14. Tzoutzia Eleni, Malakope in Kappadocia, Thessaloniki, p. 52.
15. Farasopoulos Symeon, Syllata, Study of Ikonium Community, Athens
1895, p. 58.
16. Nigdelis M. Konstantinos, Stamatiades Th. Ioannis, Syllata in
Kappadocia, Nea Syllata 2007, p. 57.
17. Laggis Mathaios, Megas Synaxaristis, November, Athens 1998, p. 165.
18. Simonopetrites Makarios, Neos Synaxaristis of the Orthodox Church,
Volume 3, November Athens 2004, p. 38.
19. Levides Anastasios, Istorikon Dokimion of Kappadocia, Volume A,
Ecclesiastical History, Athens 1885, p. 200.
20. Koukides Georgios, Neapolis in Kappadocia, Nevsehir, Athens 1975, p. 71.
21. Giannakopoulos Georgios, Refugee Greece, Athens 1992, p. 136,
137, 154, 155.
22. Teres Varnavas, Akolouthia of the Iera Synaxis of the three martyrs
Georgios Neapolitis, Athanasios Koulakiotis, Akakios Asvestochorinos,
Neapolis Thessaloniki 2003, p. 67.
318
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
1. Drawing of an icon of
Saint Georgios Neapolitis.
2. Saint Georgios Neapolitis’s
“sarantismos”.
3. Baptism of Saint Georgios Neapolitis.
4. Saint Georgios Neapolitis receives
an education in greek.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
319
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
5. Saint Georgios Neapolitis
prays in his parish.
6. Saint Georgios Neapolitis
becomes monk.
7. Saint Georgios Neapolitis is
ordained priest.
8. Saint Georgios Neapolitis as a
priest.
320
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
9. Saint Georgios Neapolitis as a
preacher of God.
10. Saint Georgios Neapolitis
declares his faith.
11. Saint Georgios Neapolitis in
Kopia Deresi.
12. Saint Georgios Neapolitis reveales
himself in ‘enypnia’.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
321
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
13. Exsuming the body of
Saint Georgios Neapolitis.
14. Identification of Saint Georgios
Neapolitis.
15. The cure of Gesthemane’s son
by Saint Georgios Neapolitis.
16. The exodus of Neapolitans from
Kappadocia to Greece.
322
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
17. Neapolitans of Thessaloniki
honour Saint Georgios Neapolitis.
18. Drawing of the martyrdom of
Saint Georgios Neapolitis by the
book “Fire and blood’.
19. Drawing with symbolic depiction of the holy relic of Saint Georgios Neapolitis.
From Nevsehir to Athens and Thessaloniki at the population exchange in 1924.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
323
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
20. Coloured drawing of
Saint Georgios Neapolitis’s icon.
21. Coloured symbolic drawing of
Saint Georgios Neapolitis.
22. Litany icon of Saint Georgios Neapolitis. 23. Icon of Saint Georgios Neapolitis.
324
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
24. Details of the icon of Saint Georgios Neapolitis.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
325
Dimitrios KATSIKAS - KAPPADOKIS
25. Holly place of Saint Georgios Neapolitis at Metropolitan Church in Neapoli
of Thessaloniki.
326
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
St. George of Neapolis (Neapolitis) (1730-1797) Biography and Miracles
26. Saint Georgios Neapolitis praying. By Chris Karapali.
27. Saint Georgios Neapolitis’ reliquary.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
327
28. Saint Georgios Neapolitis
declares his faith.
29 Saint Georgios Neapolitis in his
martydom.
30. Saint Georgios Neapolitis in Kopia Deresi.
NEVŞEHİR'DE KÜLTÜR VE KÜTÜPHANELER
CULTURE ANDA LIBRARIES IN NEVSEHIR
Doğan ATILGAN*
ÖZET
Kültür, çok geniş anlamı içinde barındıran bir kavramdır. Resim, tiyatro, kütüphane, yazılı ve yazılı olmayan belge ve arşivler, ören yerleri,
kültür kapsamı içinde yer alırlar. Toplumların yaşam biçimleri, gelenek
ve görenekleri ile örf ve adetleri kültür kapsamı içinde değerlendirilir.
Toplumların kültürleri, nesilden nesile aktarılırken, yaşam koşulları ve
toplumsal yapı da zamana göre değişiklikler göstermektedir. Toplumların kültürlerini yazılı ve sözlü kültür kapsamında ele almak mümkündür. Sözlü kültür, halk hikâyeleri, deyiş ve destanlarla nesillere
aktarılırken değişime uğraması ve toplumlar arasında farklılaşması
olağan kabul edilmektedir. Kültürel değerlerin kayıt altına alınarak
aktarılması ise toplumsal değişimin yazılı belgeleri haline gelmesi yanında, gelecek nesillere aktarılmasında kolaylıklar sağlamasına neden
olmaktadır. Bu bilinçle, yazılı kültürel mirasın korunması ve gelecek
kuşaklara aktarılması amacıyla uluslararası kültür kurumları, önemli
projeler geliştirmekte, ayrıca UNESCO gibi çok uluslu kültür kurumları, taşınır-taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve geleceğe aktarılması için çeşitli programları desteklemektedir.
Yazılı kültür mirasının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında, kültürel köprü görevini üstlenen kurumların başında da kütüphaneler gelmektedir.
Kütüphaneler, görev ve vizyonları gereği, kültürel mirasın korunması,
yazılı ve halk kültürüne kaynaklık teşkil eden tüm eserleri toplamak,
saklamak ve herhangi bir çıkar gözetmeden kullanıcıların hizmetine
sunmakla görevlidir.
* Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, DTCF, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi, Rektörlük Bilgi
Hizmetleri Koordinatörü, e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
329
Doğan ATILGAN
“Bir şehri yok edebilirsiniz ama şehrin kütüphanesi ve yazılı belgelerini koruyabilirseniz, o şehri yeniden inşa edebilirsiniz, Eğer kütüphane
ve yazılı belgelerini yok ederseniz o şehri yeniden kurmanız neredeyse imkânsızdır”. Bu nedenle, tarih boyunca birçok savaşlarda istila
edilen ülkelerin öncelikle kütüphaneleri yakmışlar, yok edilmiştir. Eski
çağda mısır’da, Roma’da, günümüzde ise Bosna’da ve Irak’taki savaşlarda böyle olmuş, ilk hedef olarak kütüphaneler ve müzeler seçilmiştir. Binalar yakılmış eserler yağmalanmış kent hafızaları yok edilmiştir.
Bu nedenle ulusal hafıza, kent hafızası ve kent kültürlerinin korunması ve geleceğe aktarılması açısından şehir kütüphanelerinin önemi
çok büyüktür.
Nevşehir, tarih boyunca kültür ve kütüphaneler açısından önemli bir
kent merkezi olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde, Nevşehir ve civarının
yaklaşık 7000 yıllık bir geçmişinden söz edilmektedir. Hititler, Frigler ve Lidyalılar bölgenin ilk sahiplerindendir. Asurlar, Persler ve daha
sonrasında da Romalılar, Bizanslar ve İslam orduları Nevşehir’in de
içinde yer aldığı Kapadokya bölgesinin hâkimleri olmuşlardır. Bu milletler doğal olarak kendi yaşamlarından izler ve kültür eserleri bırakmışlardır.
1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu’nun Türkler tarafından
fethedilmesinden sonra, Hititlerin NİSSA adını koyduğu Nevşehir’in
adı, MUŞKARA olarak değiştirilmiştir. 14. asrın sonlarında Nevşehir ve civarı, Osmanlı devleti hâkimiyeti altına girmiştir. Osmanlı
Hâkimiyetinin izleri Nevşehir ve yöresinde devam etmektedir. Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın Külliye içinde yaptırdığı temel yapılardan
biri de kütüphanedir ve hala aynı işlevle hizmet vermektedir.
Bu bildiride, Nevşehir ve yöresinde tarihsel süreç içinde kütüphane olgusu ele alınacak ve günümüzde kentlerin hafızası işlevlerini üstlenen
Kent Hafıza Merkezi kavram ve işlevleri üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir kütüphaneleri, Nevşehir Tarihi, Nevşehir kültürü, Bilgi hizmetleri.
ABSTRACT
Culture is a concept which includes wide variety of meanings. Painting, theater, library, written and unwritten documents and archives,
ancient ruins are all in the scope of culture. Societies’ lifestyles, customs and traditions and mores are evaluated in the scope of culture.
Social structure and lifestyles have been changed in time, while the
culture is being transferred from generation to generation. It is pos-
330
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
sible to deal with cultures of societies in the scope of written and
oral culture. It is accepted as normal to structural changes of oral
culture, folk tales, idioms and epics while transferring from one generation to another and differentiation of them among societies.
Transferring cultural heritages with documenting provides to become written documents of social changes, in addition to transfer
them to next generations easily. With this awareness, In order to
protect cultural heritages and transfer them to next generations,
International cultural ınstitutions develop important projects, also
some transnational cultural institutions, like UNESCO, support the
programs which aims to protect movable and immovable cultural
heritages.
Libraries are among the primary cultural bridge institutions for protecting cultural heritages and transferring them to next generations.
Because of their vision and mission, libraries are responsible for protecting cultural heritages, collecting all written materials and productions which are the source of folk cultures, preserving, and putting them into service to public as free of charge.
You can destroy a city, but, if you can save its library and written documents, you will be able to rebuild it. If you destroy the library and
written documents with the city, it will be impossible to rebuild it.
Therefore, throughout history when a country is invaded, first of all
libraries are fired and destroyed. Libraries and museums have been
primary target in Rome and Egypt in antiquity and Bosnia and Iraq
in today. The buildings were destroyed, heritages were plundered
and memories of the cities are eradicated. Hence, the city libraries
are indispensible for protecting memories of the nation and city and
transferring them to next generations.
Throughout history Nevsehir is an important city in respect to culture
and libraries. It is said that the history of Nevsehir and surrounding
area has a history of 7000 year. Hittites, Phrygians and Lydian were
the first rulers of the area. Later the Nevsehir and Its surroundings,
called Cappadocia Region, were ruled by Assyrians, Persians, later
Romans, Byzantines and Muslims. These nations leaved traces of
their life styles and left behind cultural heritages.
Conquering Anatolia by Turks just after the Battle of Manzikert in
1071, the name Nissa , the Hititian name of today’s Nevsehir, was
changed as Muşkara. Nevsehir and its surrounding area fell under
the Ottoman’s rule at the end of 14th cent. Footsteps of the ottoman administration in the region have still continued. Library, still
serves as the same function, is one of the basic structures of the
Külliye which Nevşehirli Damat İbrahim was constructed.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
331
Doğan ATILGAN
In this paper, the library fact in Nevsehir and its surrounding area in
historical process will be analyzed and the concept and roles of “the
Memory Centers of the Cities” will also be mentioned.
Key Words: Libraries in Nevşehir, History of Nevşehir, Culture of
Nevşehir İnformation services in Nevşehir.
1. Kültür
Kültür, çok geniş bir anlamı içinde barındıran kavramsal bir bütünü ifade eder. Sosyal antropolojiden başlayarak toplumbilim, halk bilimi, tarih,
sanat tarihi değişik bilimlerin ana konularından biri durumundadır (Turan: 1990: 9). Aynı zamanda kültür çok farklı biçimlerde kullanılmakta ve
birçok şekilde tanımlanmaktadır. Bilimde, giyim kuşamda, resim, müzik,
heykel gibi güzel sanatlarda, sahne sanatları ve şehir hayatında kültürün
önemli bir yeri vardır.
Kültür derin bir etki alanına sahip olması ve insan hayatının içinde yer almasından dolayı, tarihsel süreç içinde, süreklilik gösteren bir olgudur. Toplumların kültürleri, nesilden nesile aktarılırken, yaşam koşulları, toplumsal yapı
ve zamana bağlı değişiklikler gösterebilmektedir. Bu değişim, bir insanın
ömrü içinde gerçekleşebileceği gibi bazen da uzun yıllara yayılabilmektedir.
Kültür kelimesi dilimize Latinceden girmiştir. Ziya Gökalp kültür için
“hars” sözcüğünü kullanmış, Türk Dil Kurumu “ekin” sözcüğünü önermiştir. Ancak zamanla hars sözcüğünün unutulması, ekin sözcüğünün de
başka anlamlar çağrıştırması bu sözcüklerin uzun süreli kullanılmamalarında etken olmuş ve dilimizde “kültür” kelimesi yaygın olarak kullanılır
olmuştur(Turan: 1990:11).
İçinde çok farklı olguları barındıran kültür kelimesi kullanıldığı yer, alan ve
bilim dalına göre farklı bilim insanları tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bu nedenle tek bir kültür tanımından söz etmek veya kalıp bir
tanım vermek mümkün değildir. Emre Kongar “kültür üzerine” adlı çalışmasında kültürü tanımlamanın değil ortak bir tanım üzerinde anlaşmanın
güçlüğünden söz eder(1984: 16).
Bozkurt Güvenç ise “İnsan ve Kültür” adlı eserinde, kültür kavramının
dört farklı anlamda kullanıldığından söz eder (1994: 97).
1.Bilim alanında kültür: uygarlıktır”
2.Beşeri alanda kültür: Eğitim sürecinin ürünüdür
3.Estetik alanda kültür: Güzel sanatlardır.
332
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
4.Maddi(teknolojik) ve biyolojik alanda kültür:
üretme, tarım, ekin, çoğaltma ve yetiştirmedir.
Şerafettin Turan ise “Türk kültür tarihi” adlı eserinde çeşitli bilim insanlarının kültür için yaptıkları tanımları verdikten sonra kültür tanımının 200’ü
aştığını belirtmektedir. Kültür kelimesinin zaman zaman asıl anlamından
farklı olarak uygarlık yerine de kullanıldığını belirten Turan, kültürün günümüz Türkçesinde kullanılan yedi farklı anlamına yer vermektedir (1990: 13).
1.Tarımda: ekin ürün.
2.Tıpta: uygun koşullarda bir mikrop türünü üretmek.”Boğaz
kültürü yaptırmak”
3.Tarih öncesi dönemler için: İnsan eliyle yapılmış ve ortak nitelikleri bulunan eşyalar topluluğu ile belirlenen evreler, çağlar. “bakır kültürü, neolitik kültür…”
4.Belirli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi: Tarih kültürü, müzik kültürü…
5.Eleştirme, değerlendirme, zevk alma yetilerinin geliştirilmiş
olması durumu: Kültürlü kişi
6.Bir topluma, ulusa ya da uluslar topluluğuna özgü düşünce,
davranış ve sanat yapıtlarının tümü: Türk kültürü, Fransız kültürü, Halk kültürü, İslam kültürü…
7.Tarihsel gelişme süreci içinde yaşatılan bütün maddesel ve
tinsel(manevi) değerlerle bunları yaratma ve sonraki kuşaklara aktarmada kullanılan araçların tümü; uygarlık.
Bu kadar çok anlam barındıran kültürün eski olmakla birlikte en iyi ve bütüncül olanın Edward B. Tylor tarafından yapıldığını kabul eden Güvenç’in
aktardığı tanımı biz de burada kültür tanımı olarak vermek istiyoruz.
“Kültür ya da uygarlık, bir toplumun üyesi olarak, insanoğlunun öğrendiği
(kazandığı) bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve
alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütün’dür”(Güvenç: 1994: 101).
Kültür kelimesine çok farklı anlamlar yüklense, farklı biçimlerde tanımlanmış olsa da her olgu gibi kendine özgü özellikleri vardır. Güvenç, yukarıda
tanımını verdiği eserinde, antropolog Murdock’tan esinlenerek, kültür’ün
özelliklerini aşağıdaki başlıklar altında toplamıştır (Güvenç: 1994, 101-104).
Kültür öğrenilir:
Kültür içgüdüsel ve kalıtsal değil, her bireyin doğduktan sonraki yaşantısı içinde kazandığı alışkanlıklardır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
333
Doğan ATILGAN
Kültür tarihidir ve süreklidir:
Öğrendiklerini yavrularına aktarabilen tek canlı insandır. Bu
özelliğinin de konuşma yetisinden geldiği savunulmaktadır.
Böylelikle kültür bir kuşaktan diğerine geçer, yani süreklidir.
Kültürün sürekliliğini gelenek ve görenekler sağlar. Bundan
dolayı kültürün yaradılışa uzanan dolaylı bir geçmişi vardır.
Kültür toplumsaldır:
Kültürel öğretiler bir toplum içinde yaşayan insanlarca üretilir
ve ortaklaşa paylaşılır. Bir grubun üyeleri tarafından paylaşılan
alışkanlıklar, kabul edilen tutum ve davranışlar o toplumun
kültürünü oluşturur.
Kültür ideal ya da idealleştirilmiş kurallar sistemidir:
Kültür, ideal kural ve davranış biçimlerinden oluşsa da bireysel
tutum ve davranışlar her zaman ideal olmayabilir. İdeal olması
gerekendir, ancak her olay ideal davranış biçimleri içinde olmayabilir. İnsanlar aynı kültür grubu içinde olsalar da kültürel
ideale uygun hareket etmeyebilirler. Yani bütün davranışlar
kültürel ya da ideal olmayabilir.
Kültür, ihtiyaçları karşılayıcı ve doyum sağlayıcıdır:
Kültür temel ihtiyaçları ve bunlardan doğan alt düzeydeki diğer ihtiyaçlar büyük oranda karşılar. Kültürel ögeler toplum
ihtiyaçlarına doyum sağlayarak varlıklarını sürüdürler. Kültürel
ögelerin verdiği doyum ne kadar büyük olursa o oranda devam eder.
Kültür değişir:
Kültürel değişim uyum yoluyla gerçekleşir. Kültürler zaman
içinde doğal çevreye uyum gösterirler. Uyum her zaman değişimi gerektirmez. Kültürel değişimin yeni durumlara uyumu olarak kavramsallaştırılması tarihi görüşü savunanlara ters
gelmektedir. Kültürel değişme sistemin bütünlüğü içinde hemen gerçekleşmez. Bir kesimdeki değişme geri kalan kesimin
buna uyumunu zorlar. Ama bu her zaman gerçekleşmeyebilir.
Geri kalan kesim bazen değişmeyi durdurmaya çalışırken, bazen de destekleyip hızlandırmaya etken olabilir.
334
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
Kültür Bütünleştiricidir:
Uyum sürecinin bir ürünü olarak, belirli bir kültürün ögeleri
bütenleşmiş bir sistem oluşturma eğilimindedir. Ancak tarih
ve çevresel etmenler kültürel sistemde sürekli bir bütünleşmenin gerçekleşmesini engeller. Bütünleşmenin gerçekleşmesi uzun zaman alır. Bütünleşme tam olarak sağlanmadan yeni
ayrışma ve değişmeler ortaya çıkabilir.
Kültür bir soyutlamadır:
Kültür maddi, gözlemlenebilir bir olgu değildir. Kültür Soyut bir
kavramdır. Kültür kavramının soyut niteliği bilim adamlarını rahatsız eder. Çünkü soyut kavramı besleyen, destekleyen olaylar,
konular gözlemlenebilir türdendir. Kültür kavramı, bir toplumdaki kültürel ögeleri, kuram ve süreçler ile bunlar arasındaki
karşılıklı ilişkileri temsil eder. Ancak kültür kavramı toplumsal
yapı ve kurumların kendisi değil, kavramsal soyut bir modelidir.
Bu denli karmaşık ve soyut bir kavram olan ve toplumun tüm katmanları
ile ilişkilendirilebilen kültür, çok çeşitli alanları kapsamaktadır. Bilim ve sanattan, devlet ve yönetim biçimi ile insan ilişkileri, yaşam biçimlerinden örf
ve adetlere kadar çok çeşitli değişkenlerle birlikte anılan kültür kavramının
kütüphane ile ilişkisine de kısaca değinelim.
Kütüphaneler, ‘resim yazısından, elektronik ortamdaki bilgi kayıt ortamlarına kadar her türlü bilgi kayıt ortamını bünyesinde barındırıp düzenleyerek kullanıcının hizmetine sunan kurumlardır. Bu işlevlerini tarih boyunca
sürdürmüş, bundan sonra da sürdüreceklerdir. Üretilen bilgiyi tüketicinin
hizmetine sunma, kütüphanenin başlıca görevidir. Bilginin hizmete sunulması yani toplumsallaştırılması da kütüphanenin kültür hizmeti olarak
değerlendirilmektedir. Toplumların kültürlerini yazılı ve sözlü kültür kapsamında ele almak mümkündür. Sözlü kültür, halk hikâyeleri, deyiş ve
destanlarla nesillere aktarılırken değişime uğraması ve toplumlar arasında
farklılaşması olağan kabul edilmektedir. Kültürel değerlerin kayıt altına
alınarak aktarılması ise toplumsal değişimin yazılı belgeleri haline gelmesi
yanında, gelecek nesillere aktarılmasında kolaylıklar sağlamasına neden
olmaktadır. Kütüphanelerin, her türlü bilgi kaynağını toplayıp düzenleyerek hizmete sunması ve saklayarak gelecek kuşaklara aktarması kültür
varlıklarının korunması ve toplumlararası kültürel değişimin izlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
335
Doğan ATILGAN
Kültürün aynı zamanda uygarlık olarak da tanımlandığına ilişkin sosyal
bilimcilerin görüşlerine değinmiştik. Uygarlığın temelinde de eğitim vardır.
Ancak eğitimli insanlar uygarlığın gelişmesine ve ilerlemesine katkı sağlayabilirler. Kütüphanelerin temel işlevleri arasında, toplumların sürekli eğitimi bulunduğuna göre, yaşam boyu öğrenme ile yaygın-örgün eğitimde
de önemli görevleri vardır. Kütüphaneler bu görevleri ile birlikte kültürün
de önemli yapı taşlarından birisidir.
Kültür-kütüphane ilişkisini ortaya koyan önemli özelliklerden birisi de kültür ve demokrasi ilişkisinde yatmaktadır (Yılmaz: 2009, 75). Demokrasi,
kültürlü, eğitimli ve bilinç düzeyi yüksek insanların birbirlerine ve çevreye
saygı duydukları bir rejimdir. Demokrasinin ihtiyacı olan insan gücünün
yetişmesinde de kütüphaneler, yukarıda belirtilen özellikleri ile önemli katkılar sağlar.
2. Nevşehir’in Tarihi
Bu bildiri kapsamında, Nevşehir tarihi bulunmamakla birlikte, Tarihsel süreç içinde Nevşehir ve yöresine hâkim olmuş ulusların, kendi kültürlerini bölgeye yansıtmaları, Nevşehir ve yöresinin kültür kurumları ve yaşam
biçimlerinin oluşmasında önemli katkıları olmuştur. Bu nedenle, Nevşehir tarihine kısaca yer vermekte yarar vardır. Nevşehir yöresinde yapılan
arkeolojik çalışmalarda, Nevşehir tarihi İ.Ö. 3000 yıllarına kadar dayandırılmaktadır. Bilinen en eski adı Nissa’dır. Nevşehir İ.Ö 2000lerde Hitit
hâkimiyetine girmiş, daha sonra Kapadokya yöresinde hâkimiyet kuran
Frig’lerin egemenliğine girmiştir. Daha sonra da Frig’leri yenen Asurlular
Bölgenin hâkimi olmuşlardır. (Nevşehir: 2004,9)
M.Ö. VI. Yüzyılda Nevşehir ve yöresinin hâkimi Lidyalılar olurken. M.Ö.
350 yıllarında ise bölgede Pers egemenliği başlamıştır.
M.Ö. 334 yılında Makedonya kralı büyük İskenderin bölgeden geçtiği bilinmektedir. Buranın yönetimini komutanlarına bırakan İskender’in ölümünden sonra kurulan Kapadokya Krallığı, Nissa’da da hâkimiyet sürdürmüştür. Nissa, daha sonra Roma İmparatorluğunun himayesine girmiş ve
bir eyalet haline gelmiştir. (Çerçi:2003,30)
1071 Malazgirt savaşından sonra Göreme ve Nissa, Türk egemenliğine
girmiştir. Bölgenin eski halkı yerlerini yeni gelenlere bırakmış, bu tarihten
sonra yörede Bizans köyleri ve kasabalarına karşı Türk köyleri kurulmaya
başlamıştır. Göre, Nar, yeni kurulan köyler arasında yer almıştır. Hititlerin
336
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
Nissa adını koyduğu Nevşehir’in adı, Muşkara olarak değiştirilmiştir.
Büyük Selçuklu İmparatorluğunun bir kolu olan Anadolu Selçuklu Devleti
zamanında, Muşkara, doğuya ve İran’a giden kervan yolu üzerinde Ürgüp
kazasına bağlı 18 evden ibaret bir köydü(Nevşehir: 2004,15)
Anadolu Selçuklu Devleti yıkılınca, Moğollar 1243 yılında, Muşkara ve yöresini ele geçirerek, askeri bir üs olarak kullanmışlar. Daha sonra Nevşehir
yöresine Karamanoğulları ve Dulkadiroğluları hâkim olmuşlardır.
1515’te Dulkadiroğulları Beyliğine son veren Yavuz Sultan Selim, bölgeyi
kesin olarak Osmanlı devletine bağlamıştır. Osmanlı döneminde önemli gelişmeler gösteren Nevşehir, özellikle Padişah III. Ahmet zamanında,
Sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından önemli destek sağlanmıştır. Sarayın mimar başı Mehmet Ağa ve Bina emini Seyit Mustafa’yı Muşkara’ya
gönderen Sadrazam, birçok kalıcı eser yaptırmıştır.(Nevşehir’in: 2004, 18)
Nevşehir, cumhuriyet döneminde Niğde’nin il olmasıyla Niğde’ye bağlanmış, 20 Temmuz 1954’te Kırşehir ili, ilçe haline getirilirken 6429 sayılı
kanunla Nevşehir il olmuştur. Kırşehir’den Hacıbektaş, Avanos, Mucur;
Kayseri ilinden Ürgüp; Niğde’den Gülşehir ilçeleri alınarak sınırı genişletilmiştir. Ancak 1 Temmuz 1957’de yürürlüğe giren 7001 sayılı kanunla
Kırşehir tekrar il haline getirilince Mucur ilçesi Kırşehir’e geri verilmiştir.
Derinkuyu da 1 Nisan 1960’ta ilçe haline getirilerek Nevşehir’e bağlanmıştır. Son olarak Nevşehir’in Ürgüp, Avanos, Gülşehir, Derinkuyu, Kozaklı,
Hacıbektaş olmak üzere altı ilçesi vardır (Nevşehir’in: 2004, 29-30).
3. Nevşehir’in Kültür Hayatı
Kültür kavramı bildirinin başında ayrıntılı olarak ele alınmış, kapsamının
insan yaşamındaki tüm konularla ilişkili olduğu vurgulanmaya çalışılmıştı.
Bir kentin kültürü söz konusu olunca yaşam tarzları, insanların alışkanlıkları, sinema ve görsel sanatlar, müzeler, camiler, hanlar ve açık saraylar,
doğal güzellikler, arkeolojik alanlar, etnografik eserler, örf ve adetler ile
kütüphaneler gibi değerler söz konusu olmaktadır.
Nevşehir’in kültür zenginliklerini oluşturan eserler arasında, doğal güzellikler yanında, müze ve ören yerleri, tarihi eserler, yer altı şehirleri ve kütüphaneler sayılabilir. Nevşehir, tarihi süreç içinde taşınmaz kültür varlıkları açısından en önemli gelişmeyi Lale devrinde Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlık
döneminde göstermiştir. Günümüzde de varlığını sürdüren bu eserler arasında Kurşunlu Cami, han, hamam, medrese, imarethane, sıbyan mektebi
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
337
Doğan ATILGAN
ve çeşmeler sayılabilir. Doğal güzellikler arasında açık müze ve ören yerleri,
yer altı şehirleri sayılabilir. Ayrıca Nevşehir’in çömlekçilik ve halıcılık gibi el
sanatları alanında önemli bir kültür merkezi özelliğinden söz edilebilir.
Nevşehir’de, kültürel yapının oluşumunda şehrin kuzey ve güney ilçelerine
göre farklılık gözlenmektedir. Kızılırmağın kuzeyinde kalan Kozaklı ve Hacıbektaş ilçeleriyle güneydeki Merkez İlçe, Avanos, Derinkuyu, Gülşehir ve
Ürgüp tümüyle farklı özellikler taşımaktadır. Yerleşimden, ürün türlerine,
üretim biçimlerine ve toplumsal özelliklerde bu farklılık gözlenmektedir.
Kuzey ilçeleri olan Kozaklı, Hacıbektaş çevresi düz bir alandır. Geçim tarla
tarımına dayalıdır. Ancak, ekim alanlarının yetersizliği yoğun bir göç yaratmıştır. Aynı olgu Avanos’ta da görülür. Toprak özellikleri çanak, çömlek yapımına elverişlidir. Önceleri mutfak amaçlı üretim, 1980’li yıllardan sonra,
fonksiyon değiştirerek turizme yönelmiştir. Geçim kaynaklarının hızlı nüfus
artışını karşılayamaması göçü yaygınlaştırmaktadır. Bektaşiliğin doğuş ve
yayılma merkezi olan Hacıbektaş ve yöresindeki kültürel etmenlerin oluşumunda bu öğretinin etkisi gözlemlenmektedir. Ürgüp, ilin kentsel nitelik
taşıyan en önemli merkezlerindendir. İlçe doğal yapısının yanı sıra, toplumsal özellikleriyle de öbür yerleşim merkezlerinden ayrılmaktadır. Halkın
bu yapısı Ürgüp’ü kültürel etkinliklerin çekim merkezi yapmıştır. Geçmişte
ilçe ekonomisinin temel taşı olan bağcılık günümüzde önemini kaybetmeye yüz tutmuştur. Bunun yerini ise turizm sektörü doldurmaktadır. Ürgüp
ve Göreme ile özdeşleşen peribacaları ve kayadan oyma dinsel mekânlar
bölgeye turizm merkezi hüviyeti kazandırmaktadır. Avanos ve Ürgüp yurt
dışına göç veren merkezler arasındadır. İl merkezi ise bir geçiş alanı görünümündedir. Bölgedeki konumuyla da aynı özelliği gösteren Nevşehir’de
ticaret ve taşımacılık en yaygın uğraş durumundadır. Öte yandan bağcılık,
ek bir gelir kaynağı oluşturmaktadır(Nevşehir’in, 2004,117-118).
Taşınır kültür mirası olarak ele alabileceğimiz el sanatları özellikle Ürgüp ve
Avanos yöresindeki halı dokumacılığı ve Avanos’taki çömlekçilik ile Nevşehir yöresi el sanatları açısından önemli bir yer tutmaktadır. Ancak el
sanatları konuları da bildiri kapsamında ele alınmayacaktır.
4. Kütüphane
Kütüphanelerimizin Anadolu’daki tarihini Selçuklular zamanına kadar götürmemiz mümkündür. Anadolu Selçukluların saraylarında kütüphanelerin varlığı bilinmektedir. Osmanlılar döneminde Bursa’da zengin bir kütüphane kurulmuş, ancak bu Timur istilasında yok edilmiştir. Daha sonra Os-
338
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
manlı Saraylarında ve konaklarda özel kitaplıklar kurulmuştur. Kurulan bu
kütüphanelerde devrin saygın ulemaları görev almışlardır. Osmanlılarda
ilk bağımsız kütüphane de Topkapı Sarayında III. Ahmet devrinde (17031730) yaptırılmıştır (Şehsuvaroğlu, 1978: 5)
Osmanlılardaki kütüphane geleneği Cumhuriyet ile birlikte devam etmiştir. Cumhuriyet ile birlikte çıkarılan kanunlarla kütüphane yönetiminin bir
merkezde toplanması sağlanırken (Tevhid-i Tedrisat ve Tekke ve Zaviyelerin
Kapatılması Hakkındaki Kanunlar gibi), kütüphaneciliğin bilimsel anlamda
ele alındığı sürekli eğitim de bu dönemde başlamıştır.
1950’li yıllarda üniversite düzeyinde kütüphanecilik eğitiminin başlamasıyla kütüphanecilik meslek olarak algılanmaya başlanmıştır. Ülkemizde
kütüphanecilik mesleğinin geçmişi 1950’li yıllara dayandırılmakla birlikte
kütüphanelerin örgütlenmesi ve kütüphanecilik mesleğinin toplumda kabul görmesi aşamasında hala kimi sorunlar yaşanmaktadır. Bugün değişik
kütüphane türleri farklı örgüt yapısı altında hizmet vermektedir. Halk ve
çocuk kütüphaneleri ile Milli Kütüphane Kültür Bakanlığı’na bağlıdır. Okul
kütüphaneleri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak hizmet vermeye çalışmaktadır. Buna karşın üniversite kütüphaneleri Rektörlükler aracılığı ile
YÖK’e ve diğer kurum ve kuruluşlarda bulunan kütüphanelerde ait oldukları kurum yönetimlerine bağlı olarak hizmet vermektedir.
Kütüphaneler bulundurdukları kaynaklarla, hem araştırma ve geliştirme
faaliyetlerine destek olurken, hem de sürekli eğitim ve öğretimi desteklemektedir. Ülkemizde sürekli eğitim örgün ve yaygın olarak iki boyutta
incelenmektedir. Örgün eğitim okullarda verilirken, yaygın eğitim okula
hiç gitmeyen, ya da okul eğitimini tamamlayan insanlara verilmektedir.
Örgün eğitim aşamasında ilköğretim, lise ve yüksek öğretim kademesinde
verilen eğitimi kütüphanelerden ayrı düşünmek, ya da kütüphanesiz eğitimin istenen düzeyde bir eğitim olamayacağı gerçeği apaçık ortadadır.
Kütüphanelerin örgün eğitimdeki vazgeçilmez gerekliliği, yaygın eğitimde
de özellikle halk ve çocuk kütüphanelerinde ortaya çıkmaktadır. Kısacası
örgün ve yaygın eğitimde kütüphaneler önemli bir rol oynamaktadır. Eğer
eğitimi destekleyen kütüphaneler yok, ya da onların dermeleri insanların
kendilerini geliştirecek, onların başarılarını destekleyecek nitelikte değilse,
insanların okuma yazma becerilerini geliştirmeleri ve araştırma ve geliştirmeye katkılarını beklemek güçtür (Ersoy, 1994: 92).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
339
Doğan ATILGAN
Yeni teknolojilerin gelişmesi, yeni bilgi kaynaklarının ortaya çıkması, bilgi
merkezlerini de bu gelişmeye uymaya zorlamaktadır. 21.Yüzyıl’a girerken
bu baş döndürücü gelişme akıl almaz boyutlara ulaşmaktadır. Bu gelişmeye paralel olarak bilgi merkezlerinde de yeni kavram, yeni yöntem, yeni
örgütsel yapı ve hizmet birimleri ortaya çıkmaktadır. Bu teknolojilerle birlikte kütüphane dermelerinin niteliklerinde de değişiklikler olmuştur. Basılı materyaller yanında elektronik ortamdaki kaynaklar da dermede yer
almıştır. Bu nedenle kütüphaneler bu kaynakların denetimi ve hizmete
sunulmasında farklı yöntem ve işlemlerin geliştirilmesini gerektirmiştir.
Bu hızlı gelişime üniversite ve araştırma kütüphaneleri ile kimi kurum ve
özel kütüphaneler uyum sağlamış gibi görünmektedir. Buna karşın halk
kütüphanelerinin büyük bir çoğunluğu ile okul kütüphaneleri bu gelişmelerin oldukça gerisinde kalmaktadır.
5. Nevşehir’de Kütüphaneler
Kütüphaneler, görev ve vizyonları gereği, kültürel mirasın korunması, yazılı ve halk kültürüne kaynaklık teşkil eden tüm eserleri toplamak, saklamak
ve herhangi bir çıkar gözetmeden kullanıcıların hizmetine sunmakla görevlidir. Bildiri kapsamında yaşam boyu öğrenme ve halkın bilgi ihtiyacını
karşılamada birinci öncelikli görevi olan Halk Kütüphaneleri ele alınacaktır.
5.1. Nevşehir İl Halk Kütüphanesi
Nevşehir İlinde Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olarak hizmetlerini sürdüren 40 halk kütüphanesi bulunmaktadır. Bu kütüphanelerden Avanos Sarılar
Halk Kütüphanesi, Gülşehir Karacaşar ve Tuzköy Halk Kütüphanesi, Hacıbektaş Karaburna ve Ürgüp Şahinefendi Halk Kütüphanesi personel yokluğu nedeniyle geçici olarak kapatılmıştır. 37 kütüphane ise hizmetlerini sürdürmektedir. Nevşehir Üniversitesi Kütüphanesi ile ildeki diğer kamu ve özel
kütüphaneler ile okul kütüphaneleri bildiri kapsamında ele alınmamıştır.
Tarihsel süreç içerisinde Nevşehir’de kütüphanelerin kurulması ve hizmetleri açısından ele alındığında ilk olarak 1725 yılında Damat İbrahim
Paşa’nın emri yapılan Külliye karşımıza çıkmaktadır. Damat İbrahim Paşa
Külliyesi Camii, medrese, sıbyan mektebi, imaret, kervansaray ve iki çeşmeden oluşmaktadır (Rehber:1961, 14).
1727 Yılında tamamlanan külliyenin Medrese bölümünde hizmet vermeye
başlayan kütüphane binası dikdörtgen planlıdır ve düzgün kesme taştan
340
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
yapılmıştır. Giriş kapısı dikdörtgen bir çerçeve içinde kemerli bir kapıdır.
Kapı üzerinde Seyit Vehbi’ye ait olan bir kitabe yer almaktadır. Medrese
kapısı bir avluyla açılmaktadır. Bu avlunun etrafına dizilmiş on yedi kubbeli
medrese odası ve bir bas oda bulunmaktadır. Kütüphanenin ilk koleksiyonu Damat İbrahim Paşa tarafından bağışlanan 187 yazma eserden oluşmuştur. Kütüphane dermesi zamanla gelişerek medresede eğitim gören
öğrencilerin ve yöre halkının bilgi ihtiyacını karşılayan bir kaynak konumuna gelmiştir. Medrese 1961 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
onarılmış, Nevşehir İl Halk Kütüphanesi olarak hizmete açılmıştır. Damat
İbrahim Pasa tarafından kütüphaneye kazandırılan ve daha sonraları kütüphane dermesine eklenmiş değerli yazma eserler, saklama koşullarının
sağlanamaması ve gerekli güvenlik önlemlerinin alınamaması nedeniyle,
Milli Kütüphane’ye devredilmiştir. Su an Milli Kütüphane’de Nevşehir Damat İbrahim Paşa il Halk Kütüphanesi koleksiyonuna ait 688 yazma eser
hizmete sunulmaktadır (Atılgan: 2008, 57).
Damat İbrahim Pasa Halk Kütüphanesi, 1987 yılına kadar Nevşehir’in tek
halk kütüphanesi olarak kullanılmıştır. 1987 yılında Kültür Bakanlığı, Nevşehir il Halk Kütüphanesi, Kültür Bakanlığı tarafından yapımı tamamlanan
Kültür Merkezi binasında kendisine ayrılan yere taşınmıştır. Kültür Merkezinin giriş katında Çocuk Bölümü ve Ödünç Verme Bölümü; İkinci katta ise
İnternet Erişim Merkezi, Süreli Yayınlar Bölümü, idari bürolar, yetişkinler için
Okuma Salonu, Teknik Hizmetler Bölümü ve depo bölümleri bulunmaktadır. Külliye ise şube kütüphanesi olarak hizmet vermeye devam etmektedir.
İl Halk Kütüphanesi, bina içinde verdiği okuyucu hizmetleri yanında,
önemli bir hizmeti de 18 Temmuz 2006 tarihinde Ulaştırma Bakanlığı ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında, Bakanlar düzeyinde imzalanan proje
ile başlatmıştır.
Evlerine bağımlı vatandaşlara kütüphane hizmetinin götürülmesini amaçlayan projeye Nevşehir İl Halk Kütüphanesi yanında; Aksaray, Amasya,
Balıkesir, Bartın, Batman, Burdur, Çanakkale, Çankırı, Elazığ, Erzincan,
Gaziantep, Isparta, Kırıkkale, Kırşehir, Muğla, Nevşehir, Osmaniye, Sakarya, Samsun, Uşak İl Halk Kütüphaneleri de yer almaktadır. (Gazete haber Projenin işleyişi ise şöyledir: Ödünç kitap almak isteyen eve bağımlı
okuyucu, isteğini telefon, internet veya bir yakını aracılığıyla kütüphaneye
bildirmektedir. İstenilen kitap PTT aracılığı ile okuyucuya ulaştırılmakta ve
yine aynı yolla kütüphaneye iade edilmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
341
Doğan ATILGAN
Nevşehir İl Halk Kütüphanesi dışında Nevşehir ili içinde hizmet veren şube,
ilçe ve bunlara bağlı kütüphane memurluklarına da kısaca yer vermek istiyorum (Nevşehir İl:1998, ).1
5.1.1. Nevşehir İl Halk Kütüphanesine Bağlı Şube Kütüphaneleri
Çat Halk Kütüphanesi:
Çat Belediyesince ayrılan bir binada 30 Mayıs 1986 tarihinde hizmete açılmıştır. Kütüphane şimdilerde yeni binasında hizmet vermektedir
Göre Halk Kütüphanesi:
Göre Kasabası halk kütüphanesi 2002 yılında açılmış ve Belediye binasında hizmet vermektedir.
Göreme Halk Kütüphanesi:
Göreme Belediyesince tahsis edilen binada 1962 yılında hizmete açılmıştır.
Kaymaklı Halk Kütüphanesi:
Kaymaklı halk kütüphanesi 2002 yılında hizmete açılmış ve Belediyenin
tahsis ettiği müstakil binada hizmet vermektedir.
Nar (Hacı Osman Ağa) Halk Kütüphanesi:
Kütüphane binası yöre halkından Hacı Osman Ağa tarafından bağışlanmıştır. Kültür Bakanlığı tarafından gerekli tadilat yapılarak 1957 yılında
hizmete açılmıştır.
Uçhisar Halk Kütüphanesi:
1962 yılında hizmete açılan kütüphane binası Kültür Bakanlığı tarafından
yapılmıştır.
5.2. Acıgöl İlçe Halk Kütüphanesi
Acıgöl ilçe halk kütüphanesi, 1962 yılında açılmış olup, binanın arsası
Acıgöl Belediyesinden satın alınarak, 150 m2 arsa üzerine 1964 yılında,
Kütüphane Yaptırma ve Yaşatma Demeği tarafından yaptırılmıştır. 1993
yılında yapımına başlanan ilave kat 1995 yılında hizmete açılmıştır. Acıgöl
ilçe halk kütüphanesine bağlı olarak iki şube kütüphanesi vardır. Bunlar:
Tatlarin ve Karapınar kasabalarındaki halk kütüphaneleridir.
1
Bu kütüphanelerin 2010 yılı sayısal verileri ek-1 de iletişim bilgileri ve personel sayıları da Ek-2 de
verilen tablolarda yer almaktadır.
342
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
Tatlarin Halk Kütüphanesi:
Tatlarin halk kütüphanesi, 1991 yılında açılmış olup, Tatlarin Belediyesince
tahsis edilen Belediye binasının bir bölümünde hizmet vermektedir
Karapınar Halk Kütüphanesi:
Karapınar Halk Kütüphanesi, 1997 yılında hizmete açılmış olup, Karapınar
Belediyesi tarafından verilen binada hizmet vermektedir.
5.3. Avanos İlçe Halk Kütüphanesi
Avanos İlçe Halk Kütüphanesi Müdürlüğü, 1959 yılında hizmete açılmıştır.
Avanos ilçe halk kütüphanesi müdürlüğüne bağı Büyükayhan, Göynük,
Kalaba, Özkonak, Sarılar ve Topaklı halk kütüphanesi memurlukları şube
kütüphaneleri olarak hizmet vermektedirler.
Büyükayhan Halk Kütüphanesi:
Büyükayhan Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1973 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır.
Göynük Halk Kütüphanesi:
Göynük Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1992 yılında okuyucu hizmetine
açılmıştır.
Kalaba Halk Kütüphanesi:
Kalaba Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1973 yılında okuyucu hizmetine
açılmıştır.
Özkonak Halk Kütüphanesi:
Özkonak Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1963 yılında okuyucu hizmetine
açılmıştır.
Topaklı Halk Kütüphanesi:
Topaklı Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1963 yılında okuyucu hizmetine
açılmıştır.
5.4. Derinkuyu ilçe Halk Kütüphanesi
Derinkuyu İlçe Halk Kütüphanesi, Kütüphane Kurma ve Geliştirme Derneğinin çalışmaları sonucunda, 1962 yılında hizmete açılmıştır. Hizmete
açıldıktan sonra 1981 yılında mülkiyeti Derinkuyu Belediyesine ait olan iki
katlı binanın ikinci katında hizmete devam etmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
343
Doğan ATILGAN
5.5. Gülşehir İlçe Halk Kütüphanesi
Birinci Abdülhamit’in sadrazamlarından Kara Vezir Silahtar Mehmet Paşanın Gülşehir’e yaptırdığı en önemli eserlerinden biri de Karavezir adı
verilen külliyedir. 1779 tarihinde yapılan külliyenin bir bölümü de kütüphane olarak yapılmıştır. Karavezir Külliyesinin bir bölümü olan kütüphane
binası Cumhuriyet döneminden yakin zamanlara kadar hapishane olarak
kullanılmış. Ancak 1963 yılından itibaren de Kültür Bakanlığı bünyesinde
yeniden kütüphane olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Kütüphane
Müdürlüğüne bağlı olarak Karacaşar Kasabasında kütüphane memurluğu
hizmet verebilmektedir.
Karacaşar Paşa Halk Kütüphanesi:
Karacaşar Karahahil Paşa Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1982 yılında hizmete açılmıştır.
5.6. Hacıbektaş İlçe Halk Kütüphanesi
Hacıbektaş İlçe Halk Kütüphanesi 1961 yılında hizmete açılmıştır. Hacı
Bektaş Veli Külliyesi içerisindeki Dede-Baba Köşkü Vakıflar Genel Müdürlüğünce geçici olarak kullanıma verilen yerde hizmete başlayan kütüphaneye, 1986 yılında alt kattaki Kiler bölümü de eklenerek genişletilmiştir.
Külliye içerisinde kullanılan bölümlerin kütüphane hizmetine uygun olmadığı için 1993 yılında Hacıbektaş Belediyesince eski belediye binası yanındaki bir bölüm kütüphaneye tahsis edilmiştir. Kütüphane koleksiyonunun
bir kısmı buraya taşınarak her iki yerde de hizmetler verilmiş daha sonra
Kültür Bakanlığı tarafından yaptırılan Hacıbektaş Kültür Merkezi içerisinde
kütüphaneye ayrılan bölüme taşınmıştır. Hacıbektaş İlçe Halk Kütüphanesi
Müdürlüğüne bağlı olarak Avuçköyü, Kızılağıl ve Köşektaş Halk Kütüphanesi Memurluğu hizmet vermektedir.
Avuçköy Halk Kütüphanesi:
Avuçköy Halk Kütüphanesi, 1986 yılında hizmete açılmıştır. Köy tüzel kişiliğine ait bir binada hizmet vermektedir.
Kızılağıl Halk Kütüphanesi:
Kızılağıl Halk Kütüphanesi, 1995 yılında hizmete açılmıştır. Bakanlığa ait
kendi binasında hizmet vermektedir.
Köşektaş Halk Kütüphanesi:
Köşektaş Halk Kütüphanesi, 1969 yılında hizmete açılmıştır. Bakanlığa ait
kendi binasında hizmet vermektedir.
344
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
5.7. Kozaklı İlçe Halk Kütüphanesi
Kozaklı İlçe Halk Kütüphanesi, 1962 yılında hizmete açılmıştır. Kozaklı TEDAŞ şefliği binasında hizmet vermektedir. Kozaklı İlçe Halk Kütüphanesi
Memurluğuna bağlı Kanlıca, Karahasanlı ve Karasenir Halk Kütüphanesi
Memurluğu şube kütüphaneleri hizmet vermektedir.
Kanlıca Halk Kütüphanesi:
Kanlıca Halk Kütüphanesi, 2007 yılında açılmıştır. Kanlıca Belediyesi’nce
tahsis edilen yerde hizmet vermektedir.
Karahasanlı Halk Kütüphanesi:
Karahasanlı İlçe Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1985 yılında açılmıştır. Kütüphane Karahasanlı Belediyesince 25 yıllığına tahsis edilen yerde hizmet
vermektedir.
Karasenir Halk Kütüphanesi:
Karasenir Halk Kütüphanesi Memurluğu,1990 yılında hizmete açılmıştır.
Kütüphane Karasenir Belediyesince 25 yıllığına tahsis edilen yerde hizmet
vermektedir.
5.8. Ürgüp Tahsinağa İlçe Halk Kütüphanesi
Ürgüp’te kütüphanecilik, çok eski tarihlere kadar uzanmaktadır. Ürgüplü
Tahsin Ağa, sarayda kütüphanecilik hizmeti yapmaktaydı. Abdulmecit’in
iznini alarak önce Temenni Tepesine kütüphane görevi görecek bir kümbet yapı yaptırmıştır. Ardından saray kütüphanesinde birden fazla nüshası
olan el yazması 817 cilt eseri develere yükleterek, Ürgüp’e göndermiştir.
Kütüphane kurmak için görevlendirdiği Ürgüplü Hacı Derviş, Temenni Tepesinde bulunan kümbet yapıya kitapları yerleştirerek kütüphane ve medrese olarak halkın hizmetine açmıştır. Hacı Derviş, Tahsin Ağa kütüphanesinde, 39 yıl Hafız-ı Kütüp (Kütüphaneci) ve medrese yöneticisi olarak
çalışmıştır. 1894 yılından itibaren de Hacı Derviş’in oğlu Nail Derviş tarafından bu görevler devam ettirilir. Tahsin Ağa Kütüphanesi, 1914 yılında Milli
Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır (İleri ve Talipoğlu, 2007).
Mustafa Güzelgöz’ün kütüphaneye atanması sonrasında, Temenni tepesindeki kümbet yapının gelecekte amaçlanan kapasiteyi karşılayamayacağı
düşüncesiyle 1952 yılında Ürgüp’ün içinde yer alan yeni yapısına taşınmıştır.
Tahsinağa İlçe Halk Kütüphanesi, Türkiye’de ilk defa 1957 yılında Kütüphane Müdürü Mustafa Güzelgöz’ün büyük çabalarıyla Ürgüp’e bağlı köylere
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
345
Doğan ATILGAN
“merkepli gezici kütüphane” hizmetini başlatmıştır. Beş merkep, üç at, iki
katırın kullanıldığı kitap ödünç verme işi, ilkel bir başlangıç gibi görünse de
bu başlangıç adımıyla gerçekten olumlu sonuçlar alınmıştır. Hayvanların her
iki yanına yerleştirilen özel yaptırılmış iki sandıkla yüzlerce kitap, sarp yollarda zamanla yarışarak, kütüphaneciler tarafından köylere taşınmıştır.
Ürgüp’te, kütüphane geleneğinin yıllarca önce başlaması ve Mustafa
Güzelgöz’ün de çabalarıyla köylere kütüphane hizmetinin yaygınlaştırılması, Ürgüp İlçe Halk Kütüphanesine bağlı hizmet veren şube kütüphanelerine de yansımıştır. En çok şubeye sahip ilçe Ürgüp’tür. Ürgüp Tahsinağa
İlçe Halk Kütüphanesi’ne bağlı olarak hizmet veren Başdere, Mustafapaşa
ile Ortahisar Kasabası ve Karain, Sarıhıdır ile Taşkınpaşa köylerinde kütüphane binaları bulunmaktadır.
Başdere Halk Kütüphanesi:
Başdere Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1983 yılında okuyucu hizmetine
açılmıştır.
Mustafapaşa Halk Kütüphanesi:
Mustafapaşa Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1959 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır.
Ortahisar Halk Kütüphanesi:
Ortahisar Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1892 yılında okuyucu hizmetine
açılmıştır.
Karain Halk Kütüphanesi:
Karain Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1958 yılında okuyucu hizmetine
açılmıştır.
Sarıhıdır Halk Kütüphanesi:
Sarıhıdır Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1966 yılında okuyucu hizmetine
açılmıştır.
Taşkınpaşa halk kütüphanesi:
Taşkınpaşa Halk Kütüphanesi Memurluğu, 1964 yılında okuyucu hizmetine açılmıştır.
6. Sonuç:
Nevşehir ve yöresi, genel adıyla Kapadokya bölgesi, Unesco Dünya Kültür mirası içinde değerlendirilen ve tarihi, coğrafyası ve kültürü ile dün-
346
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
yada önemli merkezlerden birisidir. Geçmişten geleceğe bilgi aktarımında
önemli bir işlev üstlenen kütüphaneler de bu tarihi ve kültürel süreç içinde
yer almışlar ve önemli işlevler üstlenmişlerdir.
Bugün özellikle halk kütüphanelerimiz birer okuma odası konumunda
hizmet vermekte öğrencilerin ödev yaptıkları ya da ders çalıştıkları yerlerden öte gidememektedir. Bunun temel nedeni de yeterince işlevsel okul
kütüphanelerimizin bulunmamamsı yanında, halkımızda yeteri düzeyde
okuma alışkanlığının bulunmamasıdır.
Ülkemizde kütüphane hizmetlerinin geliştirilmesi ve Halk Kütüphanelerinin tarihsel süreç içinde üstlendikleri görevlerini yerine getirebilmeleri için
eğitim ve kültür politikalarının en üst düzeyde ele alınması ve uygulamaya
konulması için birlikte hareket edilmelidir. Halk kütüphanesi hizmetlerinde
arz-talep dengesinden doğan olumsuzlukları kısa sürede ortadan kaldırmak mümkün gibi görünmemektedir.
Halk kütüphanelerinin hizmetleri açısından kaynaklanan sorunları bir ölçüde ortadan kaldırmak ve bölgesel araştırmaları desteklemek amacıyla
kent arşivi ve kütüphanelerinin diğer bir adıyla kent hafıza merkezlerinin kurulmalıdır. Kentteki sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin,
kalkınma ajansları ve üniversitelerin destekleri ile kurulacak kent hafıza
merkezleri paylaşımın artmasına, kullanımın yaygınlaşmasına ve birlikte
hareket etme kültürünün de gelişmesine yardımcı olacaktır.
Bu bağlamda Nevşehir ve yöresi ile ilgili araştırmalara destek olacak ve/veya
bölgeye özgü eksikliği hissedilen konularda araştırmaların yapılmasını sağlayacak bir ‘Nevşehir Kent Arşivi ve Hafıza Merkezi’ne gereksinim vardır.
Merkez, Nevşehir ve yöresi ile ilgili yazılmış her türden (bilimsel, popüler)
yayının, kültürel-tarihi-doğal güzellikleri içeren fotoğraf ve video filmlerinin
yer alacağı merkez, hem kent hafıza merkezi olarak gelecek nesillere bilgi
aktarımı sağlayacak hem de yöre halkı ve araştırmacılara hizmet verecektir.
Aynı zamanda Kapadokya ile ilgili herhangi bir bilimsel çalışma, dünyanın
her köşesindeki araştırmacılar tarafından bu merkeze bağlı olarak yapılabilecektir. Bu düşünceleri geliştirmek için farklı meslek grupları, farklı
disiplinlerdeki uzmanlar, yerel yönetimler ve özel girişimcilerden oluşan
gruplar ile ortak çalışmalar desteklenmeli, sonuçlandırılması için gerekli
girişimler bir an önce başlatılmalıdır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
347
Doğan ATILGAN
Kaynaklar
Atılgan, Osman “Nevşehir Damat İbrahim Paşa Halk Kütüphanesi” Nevşehir kültür ve Tarih Araştırmalar. Nevşehir Belediyesi.3(9) 2008.56-59ss.
Çerçi, Fahri. Damat İbrahim Paşa ve Nevşehir. İzmir, İlya, 2003. 145 s.
Ersoy, Osman. ().”Eğitimde kütüphane”, Türk Kütüphaneciliği. 8 (2) 1994. 9194ss.
Eve Bağımlı Hasta, Yaşlı, Engelliler İçin Halk Kütüphanelerinden eve teslim kitap projesi[Elektronik adres] http://www.kygm.gov.tr/belge/1-74297/evebagimli-hasta-yasli-engelliler-icin-halk-kutuphanel-.html
Güvenç, Bozkurt. İnsan ve kültür. 6.bs İstanbul : Remzi Kitabevi, 1994. 398 s
Halman, Talat. (1995). “Babil’den `kütüp-uzay’a”, Türk Kütüphaneciliği. 9(4):
377-385ss.
Kongar, Emre “Kültür üzerine. 7. bs. İstanbul: Remzi, 2003. 207 s.
Nevşehir’in 50. Yılı. hazırlayan: Nevşehir Valiliği; fotoğraflar: Murat E.Gülyaz.
Nevşehir. 2004 197 s.
Nevşehir İl Yıllığı. Nevşehir: Nevşehir Valiliği,1989. 440 s.
Rehber, Remzi. Nevşehir ve Göreme, Nevşehir. 1961, 47 s.
Şehsuvaroğlu, Bedi N.(1978). “Tarihte ve bizde kütüphane”.TürkKütüphaneciler
Derneği Bülteni” 27(1), 1-9.
Turan, Şerafettin. Türk kültür tarihi: Türk kültüründen Türkiye Kültürüne ve
Evrenselliğe. Genişletilmiş 3.bsm. Ankara : Bilgi Yayınevi , 2000, 407 s.
Yılmaz, Bülent. Türkiye’de Kültür politikası ve kütüphane: 1980 sonrası durum/
Ankara:TKD Ankara Şubesi, 2009 272 s.
Ek-1 Nevşehir ili Halk Kütüphaneleri 2010 Yılı İstatistikleri
İlçe
1
Merkez
2
Merkez
3
4
Merkez
Merkez
5
Merkez
6
Merkez
7
Merkez
8
Merkez
348
Kütüphane Adı
Nevşehir İl Halk Ktp.si
Müd.
Nevşehir Damat İbrahim
Paşa Halk Ktp.
Çat Halk Kütüphanesi
Göre Halk Kütüphanesi
Göreme Halk
Kütüphanesi
Kaymaklı Halk
Kütüphanesi
Nar Hacı Osman Ağa
Halk Kütüphanesi
Uçhisar Halk
Kütüphanesi
Kitaplar
Kullanıcı Ödünç Verilen Üye
Genel
Sayısı
Kitap Sayısı
Sayısı
Toplam
37,228
58,020
16,505
940
10,416
6,740
2,272
274
5,551
1,691
6,632
5,080
2,655
597
132
96
10,223
4,398
616
173
1,925
4,495
614
93
10,583
10,782
1,929
174
15,899
6,429
1,449
196
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
9
Acıgöl
10 Acıgöl
11 Acıgöl
12 Avanos
13 Avanos
14 Avanos
15 Avanos
16 Avanos
Acıgöl İlçe Halk
Kütüphanesi
Karapınar Halk
Kütüphanesi
Tatlarin Halk
Kütüphanesi
Avanos İlçe Halk
Kütüphanesi Müd.
Büyükayhan Halk
Kütüphanesi
Göynük Halk
Kütüphanesi
Kalaba Halk
Kütüphanesi
Özkonak Halk
Kütüphanesi
11,893
10,660
749
371
2,290
11,517
4,561
123
5,863
8,859
4,212
3
17,121
28,783
5,261
401
6,332
16,002
3,689
219
3,965
2,614
627
126
8,050
14,758
4,174
442
9,957
11,869
3,929
215
17 Avanos
Sarılar Halk Kütüphanesi 5,433
PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ
KAPALI
18 Avanos
Topaklı Halk
Kütüphanesi
10,062
3,305
526
98
19 Derinkuyu
Derinkuyu İlçe Halk
Kütüphanesi
11,930
2,742
1,409
314
14,716
17,593
4,367
652
2,659
PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ
KAPALI
6,115
3,657
5,341
PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ
KAPALI
22,652
30,190
4,078
350
5,534
2,909
325
25
8,624
PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ
KAPALI
1,908
3,003
69
29
1,757
3,382
342
55
16,051
3,338
835
278
20 Gülşehir
21 Gülşehir
22 Gülşehir
23 Gülşehir
24 Hacıbektaş
25 Hacıbektaş
26 Hacıbektaş
27 Hacıbektaş
28 Hacıbektaş
29 Kozaklı
Gülşehir Karavezir İlçe
Halk Ktp.si Müd.
Gümüşkent Halk
Kütüphanesi
Karacaşar Kara Halil
Paşa H. Kütüphanesi
Tuzköy Halk
Kütüphanesi
Hacı Bektaş İlçe Halk
Ktp.si Müd.
Avuçköyü Halk
Kütüphanesi
Karaburna Halk
Kütüphanesi
Kızılağıl Halk
Kütüphanesi
Köşektaş Halk
Kütüphanesi
Kozaklı İlçe Halk
Kütüphanesi
828
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
135
349
Doğan ATILGAN
30 Kozaklı
31 Kozaklı
32 Kozaklı
33 Ürgüp
34 Ürgüp
35 Ürgüp
36 Ürgüp
37 Ürgüp
38 Ürgüp
39 Ürgüp
40 Ürgüp
Kanlıca Halk
Kütüphanesi
Karahasanlı Halk
Kütüphanesi
Karasenir Halk
Kütüphanesi
Ürgüp Tahsin Ağa İlçe
Halk Ktp.si Müd.
Başdere Halk
Kütüphanesi
Karain Mehmet İlhan
Halk Ktp.si
Mustafapaşa Halk
Kütüphanesi
Ortahisar Halk
Kütüphanesi
Sarıhıdır Halk
Kütüphanesi
Şahinefendi Halk
Kütüphanesi
Taşkınpaşa Halk
Kütüphanesi
GENEL
TOPLAM:
247
375
0
0
6,911
1,764
76
17
4,637
5,848
526
178
34,577
15,723
12,208
923
10,937
8,145
4,312
228
17,330
86
50
21
15,739
1,316
395
196
16,623
4,772
1,358
328
14,218
814
252
51
8,017
PERSONEL OLMADIĞI İÇİN GEÇİCİ
KAPALI
15,345
1,652
416,350 318,252
606
109
86,401
7,965
Ek-2 Nevşehir ili Halk Kütüphaneleri
Merkez
Nevşehir İl Halk
Kütüphanesi
Müdürlüğü
Merkez
Çat Halk
Kütüphanesi
Merkez
Merkez
Merkez
350
Nevşehir Damat
İbrahim Paşa
Halk Ktp.
Göre Halk
Kütüphanesi
Kaymaklı Halk
Kütüphanesi
Kuruluş
Tarihi
Pers.
Say
TEL
ADRES
0 384 213 1246
Yeni Kayseri Cad.
24.07.1987 17
Türbe Sok.
Yeni Mah.Şehit
0 384 256 6022 Hakan Askın
Cad.10
Cami Cedit
0 384 213 0857 Mah.Cami Kebir
S.No:60
0 384 232 8002 Belediye Binası
0 384 218 2124
30.05.1986 2
1726
6
2002
1
Cami Kebir Mah.
02.01.2002 1
İslamlı Sok.No:33
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir'de Kültür ve Kütüphaneler
Merkez
Merkez
Acıgöl
Acıgöl
Acıgöl
Avanos
Avanos
Avanos
Avanos
Avanos
Avanos
Avanos
Derinkuyu
Gülşehir
Gülşehir
Gülşehir
Gülşehir
Nar Hacı Osman
Ağa Halk
Kütüphanesi
Uçhisar Halk
Kütüphanesi
Acıgöl İlçe Halk
Kütüphanes
Karapınar Halk
Kütüphanesi
Tatlarin Halk
Kütüphanesi
Avanos İlçe Halk
Kütüphanesi
Müd.
Büyükayhan Halk
Kütüphanesi
Göynük Halk
Kütüphanesi
Kalaba Halk
Kütüphanesi
Özkonak Halk
Kütüphanesi
Sarılar Halk
Kütüphanesi
Topaklı
HalkKütüphanesi
Belediye Meydanı
1957
No:4
1
0 384 219 2194
Yukarı Mah.Kale
Sok.No:1
2
1962
Cumhuriyet Mah.
1962
Osmanlı Cad.
Karapınar
1997
0 384 321 4300
Kasabası
Belediye Altı
1991
0 384 324 6336
Tatlarin Kasabası
0 384 311 2016
0 384 511 4308
Uğur Mumcu
Cad.No:42 Kat.2
3
1
2
15.12.1952 3
Büyük Ayhan
26.02.1973 1
Köyü
Ragıp Üner Cad.
07.02.1992 1
0 384 521 6748
Göynük Kasabası
0 384 543 7049
0 384 561 2924 Kalaba Kasabası
0 384 513 8038
Özkonak
Kasabası
26.02.1973 1
06.03.1963 1
0 384 546 2432 Sarılar Kasabası
30.11.1993
0 384 551 2385 Topaklı Kasabası
15.01.1963 1
Baş Mahalle Şehit
Derinkuyu İlçe
1962
0 384 381 3129
Ali Güven Cad.48
Halk Kütüphanesi
Gülşehir
Karavezir İlçe
0 384 411 3010
Halk Ktp.si Müd.
Gümüşkent Halk
0 384 426 6676
Kütüphanesi
Karacaşar Kara
Halil Paşa H.
0 384 425 6233
Kütüphanesi
Tuzköy Halk
Kütüphanesi
Hacı Bektaş İlçe
Halk Ktp.si Müd.
Avuçköyü Halk
Hacıbektaş
Kütüphanesi
Karaburna Halk
Hacıbektaş
Kütüphanesi
Hacıbektaş
0 384 213 5817
0 384 441 3019
Nevşehir Cad.
No:2
1970
5
Gümüşkent
Kasabası
1995
1
Karacaşar
Kasabası
02.01.1982 1
Tuzköy Kasabası
1985
1
Hacıbektaş Veli
Kültür Merkezi
1961
3
1986
1
0 384 451 4005 Avuç Köyü
0 384 453 5430
3
Karaburna
Kasabası
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
351
Doğan ATILGAN
Kızılağıl Halk
Kütüphanesi
Köşektaş Halk
Hacıbektaş
Kütüphanesi
Hacıbektaş
Kozaklı
Kozaklı
Kozaklı
Kozaklı
Ürgüp
Ürgüp
Ürgüp
Ürgüp
Ürgüp
Ürgüp
Ürgüp
352
0 384 455 6044 Kızılağıl Kasabası
1997
1
0 384 463 6310 Köşektaş Köyü
1998
1
Kozaklı İlçe Halk
0 384 471 4093
Kütüphanesi
Kanlıca Halk
0 384 484 5780
Kütüphanesi
Karahasanlı Halk
0 384 483 5020
Kütüphanesi
Karasenir Halk
Kütüphanesi
Ürgüp Tahsin
Ağa İlçe Halk
Ktp.si Müd.
Başdere Halk
Kütüphanesi
Karain Mehmet
İlhan Halk Ktp.si
Mustafapaşa
Halk Kütüphanesi
Ortahisar Halk
Kütüphanesi
Sarıhıdır Halk
Kütüphanesi
Şahinefendi Halk
Kütüphanesi
Altunsu Mah.
No:23/A
27.03.1962 2
Kanlıca Kasabası
01.01.2007 1
Karahasanlı
1985
Kasabası
İnönü Bulvarı
0 384 485 6120 Yukarı Mah.
1990
Karasenir Kasabası
Kayseri Cad.
No:34
1
1
1855
6
0 384 351 4108 Başdere Kasabası 1983
1
0 384 355 6097 Karain Köyü
1958
1
1959
1
1892
2
1966
1
0 384 341 4026
Mustafapaşa
Kasabası
Ortahisar
0 384 343 3465
Kasabası
0 384 353 5106
0 384 363 7124 Sarıhıdır Köyü
Şahinefendi Köyü 1962
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR TURİZMİNİN İSTATİSTİKSEL OLARAK
DEĞERLENDİRİLMESİ (1982-2011)
STATISTICAL EVALUATION OF TOURISM
IN NEVSEHIR (1982-2011)
Duygu EREN* - Hediye LİMON** - Yusuf KARAKUŞ***
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, bir durum saptaması yapmaktır. Çalışmada
1982-2010 yılları arasında Nevşehir turizminin göstermiş olduğu
gelişme bazı parametreler açısından incelenmiştir. Nevşehir turizminin önceki dönemlerde gözlenen gelişmenin incelenmesi, hem
mevcut sorunların incelenmesi ve çözüm önerileri getirilmesi hem
de bölgede daha sonra gerçekleştirilecek planlama ve yatırım çalışmalarına yol gösterici olması açısından katkıda bulunması da
çalışmanın amaçları arasındadır. Çalışmada, öncelikle Nevşehir’in
turizm arzı değerlendirilmiş, daha sonra Nevşehir’in turizm talebi
incelenmiştir. Ören yerlerini ziyaret eden turistlere satılan bilet sayısı
ile konaklama istatistikleri ile karşılaştırılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir turizmi, Turizm gelişimi, Turizm istatistikleri.
ABSTRACT
The purpose of this study is to evaluate the current situation/status
of tourism in Nevşehir. In this study, the development of Nevşehir
tourism which has made progress between1982-2010 was examined in terms of some statistical indicators. By examining the history
of tourism development in Nevşehir, it has been aimed to investigate the current problems faced by the tourism industry and provide
*
Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölüm Başkanı,
e-posta: [email protected]
** Arş. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi. e-posta:[email protected]
*** Arş. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi. e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
353
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
solutions to them and to lead the future planning and investment
activities which will be carried out in the region. In the study, first
of all tourism supply and demand of Nevşehir was examined. Then,
it was compared with accommodation statistics by evaluating the
number of tickets sold to tourists who visit the museums.
Key Words: Nevşehir tourism, Development of tourism, Tourism
statistics.
Giriş
Nevşehir, doğal güzellikleri, kültürel zenginlikleri ve coğrafi konumu ile ayrıcalıklı bir turizm merkezidir. Tarih ve doğanın iç içe geçerek bütünsel bir
güzellik sergilediği ve bölgede hüküm sürmüş uygarlıkların zenginleştirdiği kültür birikimi ile hem Türkiye turizmi hem de dünya turizmi açısından
çok önemli bir değere sahiptir.
Böylesine önemli ve kendine özgü güzellikleri olan Nevşehir bölgesi ile
ilgili olan bu araştırmanın amacı, bir durum saptaması yapmaktır. Çalışmada 1982-2010 yılları arasında Nevşehir turizminin göstermiş olduğu
gelişme bazı parametreler açısından incelenmiştir. Nevşehir turizminin önceki dönemlerde gözlenen gelişmenin incelenmesi, hem mevcut sorunların incelenmesi ve çözüm önerileri getirilmesi hem de bölgede daha sonra
gerçekleştirilecek planlama ve yatırım çalışmalarına yol gösterici olması
açısından katkıda bulunması da çalışmanın amaçları arasındadır.
Çalışma hazırlanırken ikincil verilerden yararlanılmıştır. Kültür ve Turizm
Bakanlığının her yıl düzenli olarak hazırladığı Konaklama İstatistikleri Bültenleri, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün her yıl güncellediği Nevşehir
Turizm İstatistikleri, Nevşehir Valiliği tarafından hazırlanan 1998 Nevşehir
İl Yıllığı ve 2002 yılında Kapadokya Mevcut Durum Raporu çalışmanın veri
tabanını oluşturmaktadır.
Çalışmada, öncelikle Nevşehir’in turizm arzı incelenmiş ve bölgenin turistik
işletme belgeli tesis ve yatak, doluluk oranı, yiyecek içecek işletme sayısı
ve seyahat acenta sayısı açısından gösterdiği gelişme ortaya konulmuştur.
Çalışmada daha sonra Nevşehir’in turizm talebi incelenmiştir. Talep, öncelikle bölgede konaklayan yerli ve yabancı turist sayısı ve geceleme sayıları,
konaklayan kişi sayısı ve gecelemelerin milliyetlere göre dağılımı, ortalama
geceleme ve Nevşehir turizminin Türkiye turizmi içindeki payı, konaklama istatistikleri verilerinden yararlanılarak değerlendirilmiştir. Daha sonra,
354
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
ören yerlerini ziyaret eden turistlere satılan bilet sayısı açısından değerlendirilerek, konaklama istatistikleri ile karşılaştırılmıştır.
1. Nevşehir Turizm Arzı
1.1. Nevşehir’in Doğal, Kültürel ve Tarihi Çekicilikleri
Nevşehir, İç Anadolu Bölgesi’nde Kayseri, Aksaray, Niğde ve Kırşehir illeri arasında kalan Kapadokya’nın merkezinde yer almaktadır. Nevşehir’in
doğal güzelliğini, milyonlarca yıl önce aktif olan Erciyes, Hasan Dağları
ile başka diğer volkanların püskürttüğü lavların zamanla, yağmur, sel ve
rüzgar gibi doğal etkenlerin etkisiyle aşınması sonucu ortaya çıkmış sütun
ve konik şekiller ve şapkalı peribacaları ile derin vadiler oluşturmaktadır.
Yapılan araştırmalardan, bölgenin M.Ö. 1600’lü yıllarda Hitit Krallığı’nın
egemenliği altında olduğu saptanmıştır. Nevşehir, daha sonra M.Ö. 680610 yılarında Asur ve M.Ö. 610-550 yıllarında Med egemenliğine girmiş,
ardından Pers’lerin yönetimine girerek Katpatuka Satraplığı içinde yer almıştır. M.Ö. 332 yılında bölgede bağımsız Kapadokya Krallığı kurulmuştur. M.S. 17 yılında Roma İmparatorluğu’na katılan Nevşehir, sonra Bizans, Sasani daha sonra da Anadolu Selçuklu Devleti yönetimine girmiştir.
Bölge 1097 yılında Haçlıların eline geçmiştir. Daha sonra 1398’de Osmanlı
egemenliğine giren bölge, 1402’de Karamanoğlu yönetimine geçmiş ve
1466’da tekrar Osmanlı topraklarına katılmıştır. Nevşehir 1954 yılında il
olmuştur (Turizm Bakanlığı, 2002:2060).
Yukarıda bahsedilen medeniyetlere ev sahipliği yapmasından dolayı, bölgede, her medeniyetin izlerini taşıyan eserlere rastlanmaktadır. Antik şehirler harabeleri, eski kaleler, yer altı şehirleri, kaya oyma kiliseleri, camiler,
hanlar ve kervansaraylar, kütüphaneler, hamamlar ve eski kent dokusu,
bölgedeki tarihi çekicilikleri oluşturmaktadır.
1.2. Nevşehir’in Turistik İmkan ve Hizmetleri
Nevşehir bölgesinde 2011 yılı itibariyle Turizm Bakanlığı’ndan işletme
belgesi almış toplam 48 konaklama tesisi bulunmaktadır. Turizm işletme
belgeli tesislerde toplam oda sayısı 3.988, yatak sayısı ise 8.895’tir. 2011
yılı itibariyle, bölgedeki konaklama tesisi sayısının sınıf ve cinslerine göre
dağılımı ise; 5 adet 5 yıldızlı, 16 adet 4 yıldızlı, 4 adet 3 yıldızlı, 4 adet
2 yıldızlı, 18 adet Özel Belgeli ve 1 adet pansiyon şeklindedir (Nevşehir
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2011). Bölgedeki tesis ve yatak sayısının
1990 yılından itibaren gösterdiği gelişme Tablo 1’de görülmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
355
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
Tablo 1. 1990-2011 Yılları Arasında Nevşehir’deki Tesis ve Yatak Sayıları.
Yıllar
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
2001
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
Tesis Sayısı
23
26
27
28
30
27
27
32
45
49
38
41
41
42
41
41
44
44
48
Yatak Sayısı
3.559
5.003
5.030
5.273
5.629
5.756
5.624
6.449
7.897
8.052
7.390
7.784
7.272
7.344
8.094
7.990
8.324
8.417
8.895
Kaynak: Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü; Nevşehir İl Yıllıkları, Kültür ve Turizm
Bakanlığı.
Tablo 1’de bölgedeki konaklama tesisi sayıları incelendiğinde, tesis sayısının istikrarsız bir gelişme gösterdiği gözlenmektedir. 1990 yılında 23
olan tesis sayısı, 25 artarak 2011’de 48 olmuştur. Tablo’da tesis sayısının
en fazla 2001 yılında (49 tesis) olduğu görülmektedir. Tesis sayısındaki
istikrarsız gelişme, işletmelerin bir yıl kapanıp, bir sonraki yıllarda el değiştirerek veya yenilenerek tekrar açılamasıyla açıklanabilir. Tesis sayısının
istikrarsız gelişimine göre yatak sayısının nispeten istikrarlı artışı, mevcut
tesisler bünyesine ek bina ve ek katların inşa edilmesiyle açıklanabilir.
Bununla birlikte bölgede, 2010 yılı itibariyle, 226 adet Mahalli İdarelerce
Belgelendirilen konaklama tesisi bulunmaktadır. Mahalli İdarelerce Belge-
356
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
lendirilen tesis türleri otel, pansiyon, motel, kamping, butik otel ve cave
otel şeklindedir. Söz konusu tesislerdeki oda sayısı 5.048 ve yatak sayısı
13.088’dir (Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2011).
Tablo 2’de bölgedeki konaklama tesislerinin ortalama doluluk oranları
verilmiştir. Tablo incelendiğinde; bölgedeki tesislerin ortalama doluluk
oranlarının %26 ile %45 arasında değiştiği görülmektedir. 1995-2011
yılları arasında bölgedeki ortalama doluluk oranının %37.89 olduğu görülmektedir. Tesislerin yatak sayısı ve bölgeye olan talep dikkate alındığında, bölgede yaklaşık %60 oranında bir atıl kapasite sorunu olduğu
söylenebilir.
Tablo 2. Nevşehir’deki Tesis Doluluk Oranlarının Yıllara Göre Dağılımı (1995-2011).
Yıllar
Ortalama
Doluluk
Oranı %
1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011
26,1 37,4 37,9 36,2 28,8 34,5 38,2 37,92 39,7 33,16 40,7 31,6 34,8 44,34 41,8 57
44
Kaynak: Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü; 1998 Nevşehir İl Yıllıkları, Kültür ve
Turizm Bakanlığı.
Bölgedeki yiyecek-içecek işletme sayısının gelişimine yönelik değerlendirme yapılmaya çalışıldığında, geçmiş yıllara ait bir veriye ulaşılamamıştır. 2003 yılı itibariyle bölgede 4 tane turistik belgeli restoran (Ataman,
Altınocak, Karakuş ve Özhanedan) ve 88 adet Belediye Belgeli restoran
bulunmaktadır. 2004, 2005 ve 2006 yılları itibari ile bölgede bir adet
birinci sınıf lokanta, iki adet ikinci sınıf lokanta ve bir adet özel tesis
bulunmaktadır. 2011 yılı itibari ile ise 139 adet belediye belgeli yiyecek
ve içecek işletmesi mevcuttur. (Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü,
2011).
Tablo 3’te bölgedeki seyahat acentalarının bazı yıllara göre dağılımı verilmiştir. Tablo incelendiğinde, bölgede 2003 yılı itibariyle toplam 62 seyahat
acentası bulunmaktadır. 2003-2010 yılları arasında seyahat acentalarının
sınıflarına göre dağılımının istatistikleri tutulmadığından bu yıllara ait verilere ulaşılamamıştır. 2011 yılı itibariyle bölgedeki seyahat acentalarının
tamamı A grubu seyahat acentası olarak hizmet vermektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
357
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
Tablo 3. Seyahat Acentalarının Sınıflarına Göre Dağılımı.
Sınıf
A Grubu
B Grubu
AG Grubu
C Grubu
Toplam
1997
16
2
42
1
61
2001
16
2
41
1
60
Yıllar
2003
34
4
23
1
62
2010
76
0
9
1
86
2011
83
0
0
0
83
1.3. Bölgeye Yönelik Ulaşım İmkanları
15 Kasım 1998 tarihine kadar bölgeye ulaşım yalnızca karayolu vasıtasıyla
sağlanırken, belirtilen tarihte Nevşehir-Kapadokya Havalimanı’nın açılmasıyla bölge havayolu trafiğine açılmıştır. Haftanın 7 günü de hava trafiğine
açık bulunan Nevşehir-Kapadokya Havalimanının THY tarafından her gün
İSTANBUL –NEVŞEHİR –İSTANBUL iç hat tarifeli seferleri bulunmaktadır.
Yaz sezonunda ise İspanya, Yunanistan ve diğer ülkelerden dış hat turistik
charter seferleri yapılmaktadır.
2. Nevşehir’e Yönelik Turizm Talebi
Nevşehir’e olan turizm talebini turistik tesislerde konaklayan kişi sayısı ve
ören yerlerini ziyaret eden kişi sayısı açılarından iki şekilde değerlendirmek
mümkündür. Çalışmada öncelikle konaklama istatistikleri değerlendirilecektir.
2.1. Konaklama Verilerinin Analizi
Tablo 4. 1982- 2009 Yılları Arasında Nevşehir’de Konaklayan Kişi ve Geceleme
Sayıları.
Yıllar
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
358
Konaklayan Kişi Sayısı
Yerli
Yabancı
Toplam
12.723
39.619
52.342
17.186
53.317
70.503
17.290
61.441
78.731
25.519
92.182
117.701
25.274
112.337 137.611
19.441
143.440 162.881
22.155
150.742 172.897
24.389
145.034 169.423
35.794
130.665 166.459
Geceleme Sayısı
Yerli
Yabancı
Toplam
18.988
130.056 149.044
25.616
109.791 135.407
29.382
118.950 148.332
40.950
156.063 197.013
35.733
211.891 247.624
31.549
294.566 326.115
40.104
284.815 324.919
38.293
280.896 319.189
64.361
268.015 332.376
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
53.231
65.785
70.191
72.230
108.673
96.485
107.786
132.377
133.769
161.690
142.518
165.736
186.282
163.029
147.993
183.220
163.837
113.804
240.604
73.721
173.124
185.835
142.653
179.897
247.343
361.894
399.445
208.080
202.777
343.308
325.325
216.583
271.084
351.932
257.624
374.112
442.602
418.607
126.952
238.909
256.026
214.883
288.570
343.828
469.680
531.822
341.849
364.467
485.826
491.061
402.865
434.113
499.925
440.844
537.949
558.512
659.211
96.539
129.963
141.774
129.583
219.676
229.424
244.136
249.880
252.634
251.522
219.304
281.951
326.539
274.885
225.712
290.194
267.481
178.124
380.563
148.840 245.379
382.473 512.436
381.975 523.569
267.736 397.319
368.038 587.714
481.756 711.180
726.750 970.886
745.615 995.495
397.010 649.644
359.415 610.937
625.989 845.293
612.991 894.942
406.286 732.825
520.090 794.975
672.519 898.231
459.620 749.814
675.527 943.008
800.449 978.537
808.010 1.188.573
Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.
Tablo 4’te 1982-2009 yılları arasında konaklayan kişi ve geceleme sayıları görülmektedir. Tablo 4’deki veriler aşağıdaki Grafik 1 yardımıyla daha
rahat açıklanabilir. Grafikte de görüldüğü üzere Nevşehir Bölgesi’nde
konaklayan yerli ve yabancı turist sayısı, çeşitli olay ve krizlerin etkisiyle dalgalanma göstermektedir. Bölgede konaklayan yabancı turist sayısı,
1991 Irak krizinin etkisiyle bir azalma göstermiştir. 1994 yılına kadar artış
gösteren konaklayan turist sayısının, 1994 yılında daha çok Avrupa Ekonomik Krizi ve Dünya Kupası’nın etkisiyle düştüğü söylenebilir. Ekonomik
krizden sonra bölgede konaklayan yabancı turist sayısı, 1998 yılına kadar
önemli ölçüde artış göstermiştir. 1999 yılında bölgede konaklayan turist
sayısı kayda değer bir düşüş yaşamıştır. Bu düşüşün nedeni, terörist başı
Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve Marmara depremi olarak görülebilir.
2006 yılında bölgede konaklayan yabancı turist sayısında azalma görülmektedir. Bu durumun nedenini ise 2005 ve 2006 yılları arasında ortaya
çıkan kuş gribi salgını ile açıklayabiliriz. 2009 yılında bölgede turizm işletme belgeli konaklama tesislerinde konaklayan yabancı ziyaretçi sayısı
418.607 olmuştur.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
359
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
Grafik 1. Yıllara Göre Nevşehir’de Yerli ve Yabancı Konaklamaların Karşılaştırılması.
Bölgeye olan talep, iç turizm açısından incelendiğinde, yerli turist sayısının
yabancı turist sayısına göre, yıllar itibariyle sürekli artış gösterdiği söylenebilir. Ancak, söz konusu artış yıllar itibariyle istikrarlı değildir. Grafikte de
görüldüğü üzere, bölgede konaklayan yerli turist sayısında 2001 yılında
bir düşüş gözlenmektedir. Bunun nedeni ise, 2001 yılında ülkemizde yaşanan ekonomik kriz olarak düşünülebilir. 2002 yılında yerli konaklamalarda tekrar bir artış yaşanmıştır. 2005 yılının verilerine bakıldığında ise
yerli turist sayısında ciddi bir düşüşün varlığı göze çarpmaktadır. Bunun
düşüşün nedeninin kuş gribi salgını olduğu söylenebilir. 2007 ve 2008 yılları arasındaki yerli turist sayısında gözlenen düşüş o yıllardaki ekonomik
durgunluk ile açıklanabilir. 2009 yılında bölgede turizm işletme belgeli
konaklama tesislerinde konaklayan yerli ziyaretçi sayısı 240.604 olmuştur
(Tablo 4 ve Grafik 1).
Bölgeye olan talep Tablo 4 ve Grafik 2’den gecelemeler açısından incelendiğinde, konaklayan kişi sayısına paralel olarak, geceleme sayıları da,
yaşanan kriz ve olayların etkisiyle dalgalanmalar göstermektedir. En fazla
yabancı geceleme, 2009’da yaşanmıştır ve bunu 1998 yılı izlemektedir.
1991, 1994, 1999, 2000 ve 2003 yıllarında yaşanan kriz ve olaylardan
dolayı, bölgede konaklayan yabancı turist sayısına paralel olarak, yabancı geceleme sayılarında da düşüşler gözlenmiştir. 2009 yılında bölgedeki
360
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
turizm işletme belgeli konaklama tesislerindeki yabancı geceleme sayısı
808.010 olmuştur.
Yerli geceleme sayıları incelendiğinde ise, 2001 yılındaki ekonomik krize bağlanabilecek turist sayısı azalışına paralel olarak, geceleme sayısı da
azalış göstermiştir. Ancak, 2002 yılında bölgeye en fazla sayıda yerli turist
gelirken, geceleme sayısının azalması dikkat çekicidir. 2005 yılında görülen kuş gribi salgını bölgedeki yerli geceleme sayılarında düşüşe neden
olmuştur. Bölgede en fazla yerli geceleme 2009 yılında gerçekleşmiştir
(308.563) (Tablo4 - Grafik 2). Yerli ve yabancı gecelemelerin karşılaştırılması Grafik 2’de görülmektedir.
Grafik 2: Yıllara Göre Nevşehir’de Yerli ve Yabancı Gecelemelerin Karşılaştırılması.
Tablo 5’te Nevşehir’in Türkiye turizminden aldığı pay görülmektedir. Tablo
incelendiğinde Nevşehir’in Türkiye turizminden aldığı payın, yıllar itibariyle
artış ve azalışlar gösterdiği görülmektedir. Buna göre, 1986 ve 1987 yılları
Nevşehir’in ülke turizminden en yüksek payı aldığı yıllardır. 90’lı yıllara
bakıldığında, 1998 yılı itibariyle Nevşehir ülke turizminden aldığı pay ile
dikkat çekmektedir. 2000’li yıllarda ise, 2008 yılı Nevşehir’in Türkiye turizminden en yüksek paya sahip olduğu yıldır. Ülke turizminin etkilendiği her
olay ve kriz bölge turizmini de etkilemekte, bu durum hem konaklayan
kişi sayısına hem de geceleme sayılarına yansımaktadır. 1982-2009 yılları
arasında bölgenin ülke turizminden aldığı ortalama pay % 2,98’dir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
361
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
Tablo 5. Nevşehir’in Türkiye Turizmindeki Payı.
Yıllar
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Ort. Turist
Sayısı
1.148.000
1.507.000
1.855.000
2.190.000
2.397.000
2.906.000
4.265.000
4.516.000
5.398.000
5.553.000
7.104.000
6.525.000
6.670.000
7.726.000
8.614.000
9.689.000
9.752.000
7.483.000
10.412.000
11.618.000
13.246.875
8.991.456
10.981.763
12.952.616
11.896.571
14.794.270
13.647.606
14.388.998
Nevşehir’de
Konaklayan Turist
Sayısı (Yabancı)
39.619
53.317
61.441
92.182
112.337
143.440
150.742
145.034
130.665
73.721
173.124
185.835
142.653
179.897
247.343
361.894
399.445
208.080
202.777
343.308
325.325
216.583
271.084
351.932
257.624
374.112
442.602
418.607
7.793.863
218.026
Türkiye’ye Gelen
Turist Sayısı (Yabancı)
% Payı
3,45
3,53
3,31
4,20
4,68
4,93
3,53
3,21
2,42
1,32
2,43
2,84
2,13
2,32
2,87
3,73
4,09
2,78
1,94
2,95
2,45
2,40
2,46
2,71
2,16
2,52
3,24
2,90
2,98
Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.
Nevşehir’in Türkiye’de yapılan toplam gecelemeler içindeki payı Tablo
6’da görülmektedir. Tablo incelendiğinde, Nevşehir’in geceleme sayısı olarak ülke turizminden aldığı pay, turist sayısından aldığı paya göre daha
362
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
düşük olduğu görülmektedir. Bunun bölgede yapılan ortalama geceleme
sayısının, ülke genelinde yapılan ortalama geceleme sayısından daha düşük olmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Nevşehir’in Türkiye’deki toplam geceleme sayılarından aldığı payın en yüksek olduğu yıl 1982 yılıdır. 1982 yılında bölgede ortalama geceleme sayısı
yaklaşık 4 gecedir. Daha sonraki yılların geceleme ortalaması yaklaşık 2
gecedir. Ancak, ülkemize gelen turistlerin geceleme miktarı yıllar itibariyle
giderek yükselmiş, Nevşehir’deki ortalama geceleme sayısı aynı kalmıştır. Dolayısıyla, bölgedeki geceleme sayısının toplam gecelemeler içindeki
payı %3,5 ile %1,5 arasında değişmiştir. 1982-2009 yılları arasında bölge
turizminin toplam gecelemeler içindeki ortalama payı ise %1.97’dir.
Tablo 6. Nevşehir’deki Gecelemelerin Türkiye’deki Toplam Gecelemeler İçindeki Payı.
Yıllar
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
Türkiye’deki Toplam
Geceleme Sayısı
(Yabancı)
1.967.608
2.911.013
3.852.735
5.014.933
6.312.677
8.325.011
11.655.182
11.864.746
13.270.641
9.699.097
16.745.455
17.064.115
16.254.810
18.477.323
25.548.488
36.167.197
30.432.625
20.434.883
28.510.906
36.368.500
Nevşehir’deki
Geceleme Sayısı
(Yabancı)
130.056
109.791
118.950
156.063
211.891
294.566
284.815
280.896
268.015
148.840
382.473
381.975
267.736
368.038
481.756
726.750
745.615
397.010
251.522
625.989
% Payı
6,61
3,77
3,09
3,11
3,36
3,54
2,44
2,37
2,02
1,53
2,28
2,24
1,65
1,99
1,89
2,01
2,45
1,94
0,88
1,72
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
363
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Ortalama
Geceleme
43.312.498
40.866.002
49.727.905
56.108.453
46.640.460
56.539.898
56.918.298
59.986.967
612.991
406.286
520.090
672.519
459.620
675.527
800.449
808.010
1,42
0,99
1,04
1,19
0,98
1,19
1,40
1,34
11.636.908
413.865
2,16
Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.
Tablo 7’de bölgede konaklayan yabancı turist sayısının milliyetlerine göre
dağılımı yer almaktadır. Tabloya göre bölgeye en fazla turist Fransa, Japonya, Amerika, Almanya, İspanya ve İtalya’dan gelmektedir. 1994 yılına
kadar bölgeye en fazla turist gönderen ülke Fransa’dır. Ancak, 1994 yılında Fransa’dan gelen turist sayısında önemli bir düşüş yaşandığı gibi, İtalya
ve Almanya’dan gelen turist sayıları da azalış göstermiştir. Bu düşüşlerin
nedeninin, 1994 Avrupa Ekonomik Krizinden kaynaklandığı söylenebilir.
Ayrıca, 1994 Dünya Kupasının da, bölgeye gelen turist sayısını etkilediği
düşünülebilir. Bununla birlikte, 1994 yılına kadar bölgeye en fazla turist
Fransa’dan gelmekteyken, 1994 yılından itibaren bölgeye gelen Japon
turistlerin sayısı, Fransız turist sayısını geçmiş ve bölgeye en fazla gelen
milliyet olmuştur.
Tablo 7. Nevşehir’de Konaklayan Kişi Sayısının Milliyetlere Göre Dağılımı.
Yıllar
Ülkeler
Fransa Japonya A.B.D İtalya Almanya İspanya Benelüx İngiltere Diğer
1.719
1.730
Toplam
1982 16.040
2.014
1.185 6.141
6.557
1983 20.688
2.504
3.009 8.523
9.082
---
1.665
2.052
5.794 17.186 70.503
1985 44.821
2.585
3.120 12.507 14.860
2.045
2.255
2.459
7.530 25.519 117.701
1986 49.114
3.315
2.648 13.187 22.985
4.073
4.239
3.050
9.726 25.274 137.611
1988 54.261
3.307
2.141 27.708 35.340
5.547
5.435
3.034 13.960 22.155 172.897
1989 49.100
5.789
4822 21.394 29.717
6.457
8.668
5.050 14.037 24.389 169.423
1990 53.495
5.625
3.371 19.185 23.361
7.341
5.812
1.640 10.835 35.794 166.459
364
---
Yerli
4.233 12.723 39.619
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
1991 12.086
5.418
4.473 8.916
15.135
11.526
3.347
1.460 11.360 53.231 126.952
1992 43.220 17.101 13.036 23.135 23.742
25.231 11.515
2.196 13.948 65.785 238.909
1993 56.727 19.482 17.079 17.465 21.294
25.998 12.658
2.370 12.762 70.191 256.026
1994 25.891 33.095 21.271 10.862 10.500
10.391
8.325
1.833 20.485 72.230 214.883
1995 29.306 41.819 30.383 13.070 19.772
8.865
8.406
4.124 26.252 108.673 288.570
1996 52.603 51.799 30.357 26.467 22.648
18.151 13.918
2.773 28.627 96.485 343.828
1997 79.220 83.019 37.795 41.730 28.251
27.077 20.195
5.459 39.148 107.786 469.680
1998 80.399 91.459 55.421 49.198 26.467
33.132 22.395
4.322 36.652 132.377 531.822
1999 33.326 63.711 35.219 1.846
26.464
13.550 15.252
2.570 16.142 133.769 341.849
2000 35.394 37.527 24.021 11.740 25.428
18.767 12.788
7.677 29.435 202.777 364.467
2001 60.603 54.297 32.936 33.610 43.036
40.382 17.093
4.444 56.907 142.518 485.826
2002 34.883 54.774 19.513 32.144 46.995
46.352 15.128
4.810 70.726 165.736 491.061
2003 38.844 45.779 7.685 13.740 20.076
36.720 13.182
1.659 38.898 186.282 402.865
2004 58.034 29.374 11.177 14.752 41.247
32.630 19.314
3.411 61.145 163.029 434.113
2005 26.692 73.972 20.124 21.666 59.770
50.987 11.519
4.755 82.447 147.993 499.925
2006 13.696 57.162 21.042 11.705 29.493
1.484 71.484 183.220 440.844
46.951
4.607
2007
-
-
-
-
-
-
-
-
-
163.837 537.949
2008
-
-
-
-
-
-
-
-
-
113.804 558.512
2009
-
-
-
-
-
-
-
-
-
240.604 659.211
Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Yine, 1995 yılına kadar Alman turist sayısı, bölgede ikinci üstünlüğe sahiptir. Ancak, 95 yılından sonra İtalyan turistlerin sayısı Alman turistlere
göre daha fazla artmıştır. Ayrıca, 2002 yılında Amerika’da meydana gelen
terör olaylarına bağlı olarak, bölgeye gelen Amerikan turist sayısında da
düşüş yaşandığı söylenebilir. 2001 yılından itibaren bölgeye gelen İspanyol turist sayısındaki artışlar dikkat çekicidir. 2006 yılında ortaya çıkan kuş
gribi salgını nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri dışında turist gönderen
tüm ülkelerin bölgeye olan taleplerinde düşüş yaşanmıştır. 2000’li yıllardan
itibaren Amerika Birleşik Devletlerinden gelen turist sayısında ciddi bir artış
gözlenmektedir. Söz konusu, ülkelerin birbirine karşı üstünlükleri yaşanan
olayların etkisine bağlı olarak değişse de, her zaman bölgeye en fazla turist
gönderen ilk altı ülke içinde yer aldığı söylenebilir. 2007 yılından itibaren
konaklayan turist sayılarının ve gecelemelerinin milliyetlere göre dağılımı
tutulmadığından bu yıllardan sonra bir karşılaştırma yapılamamıştır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
365
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
Tablo 8. Nevşehir’de Gecelemelerin Milliyetlere Göre Dağılımı.
Yıllar Fransa Japonya A.B.D İtalya Almanya İspanya Benelüx İngiltere Diğer
Yerli
Toplam
1982 34.106 3.675
2.057 11.690 12.477
---
3.089
3.130 78.820 18.988 149.044
1983 74.200 4.613
4.074 17.760 17.220
---
3.337
3.963 10.260 25.616 135.407
1985 74.274 3.427
4.117 22.799 25.812
4.650
4.279
5.614 52.041 40.950 197.013
1986 100.638 4.860
3.814 24.235 37.673
9.497
8.967
6.341 51.602 35.733 247.627
1988 108.910 4.476
4.187 53.449 62.050 11.960 10.558 5.548 63.781 40.104 324.919
1989 104.152 8.043
9.221 42.451 54.316 12.331 17.096 9.134 62.445 38.293 319.189
1990 108.381 7.312
6.179 39.588 51.709 18.586 12.784 3.350 84.487 64.361 332.376
1991 25.789 7.478
8.086 19.933 31.467 24.052 6.676
2.626 119.272 96.539 245.379
1992 95.104 31.219 27.438 51.027 56.559 53.922 23.481 4.557 169.129 129.963 512.436
1993 116.928 28.260 41.701 37.353 49.083 55.247 24.294 5.349 165.354 141.774 523.569
1994 54.491 45.903 42.659 23.120 20.850 21.041 16.886 3.772 168.597 129.583 397.319
1995 73.423 61.660 63.319 38.665 41.709 19.246 18.172 6.286 265.234 219.676 587.714
1996 115.031 74.159 64.250 58.776 45.731 35.373 24.998 4.560 288.302 229.424 711.180
1997 186.183 116.456 75.776 101.607 58.560 55.103 44.081 9.510 323.610 244.136 970.886
1998 181.502 132.578 102.414 95.309 53.380 64.759 42.905 9.812 312.836 249.880 995.495
1999 68.215 109.828 74.406 3.506
48.996 26.106 28.117 4.495 285.975 252.634 649.644
2000 74.051 49.477 48.502 23.500 45.340 30.010 26.673 8.447 304.937 251.522 610.937
2001 131.115 70.823 68.844 67.373 77.228 63.857 35.666 6.547 323.840 219.304 845.293
2002 74.490 82.610 40.575 65.447 92.452 87.639 31.775 8.993 410.961 281.951 894.942
2003 84.205 66.392 15.118 27.067 40.921 78.147 26.398 3.741
64.297 326.539 732.825
2004 119.163 39.121 21.184 27.173 93.844 63.458 37.834 7.222 111.091 274.885 794.975
2005 57.616 103.920 35.783 91.155 142.560 91.155 29.287 8.615 112.428 225.712 898.231
2006 29.059 74.232 39.943 21.891 80.718 90.868 10.913 3.335 108.661 290.194 749.814
2007
-
-
-
-
-
-
-
-
-
267.481 943.008
2008
-
-
-
-
-
-
-
-
-
178.124 978.537
2009
-
-
-
-
-
-
-
-
-
380.563 1.188.573
Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Tablo 8’de ise, Nevşehir’deki gecelemelerin milliyetlere göre dağılımı yer
almaktadır. Ulaşılabilen veriler itibari ile, Kapadokya’ya gelen ilk beş milliyetin yapmış olduğu gecelemelere baktığımızda bölgede en çok geceleme yapan ülke Fransa’dır. 1994 yılından itibaren bölgeye gelen Fransız
366
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
turist sayısının Japonlara göre azalmasına karşın, Fransız turistlerin Japon
turistlerden daha fazla geceleme yaptıkları görülmektedir. 2002 yılında
Amerika’dan gelen turist sayısına paralel olarak geceleme sayısı da düşmüştür. 2005 yılında Fransa’dan gelen turistlerin geceleme sayısında ciddi
bir azalma göze çarpmaktadır. 2006 yılında ise A.B.D.’den gelen turistler
hariç, bölgede olan gecelemelerin azalması dikkat çekicidir.
Tablo 9. Milliyetlere Göre Ortalama Kalış Süresi.
Yıllar
Fransa
1982
2,13
1983
3,59
1985
1,66
1986
2,05
1988
2,01
1989
2,12
1990
2,03
1991
2,13
1992
2,2
1993
2,06
1994
2,1
1995
2,51
1996
2,19
1997
2,35
1998
2,26
1999
2,05
2000
2,09
2001
2,16
2002
2,14
2003
2,17
2004
2,05
2005
2,16
2006
2,12
Toplam 2,18
Japonya
1,82
1,84
1,33
1,47
1,35
1,39
1,3
1,38
1,83
1,45
1,39
1,47
1,43
1,4
1,45
1,72
1,32
1,3
1,51
1,45
1,33
1,4
1,3
1,46
A.B.D
1,74
1,35
1,32
1,44
1,96
1,91
1,83
1,81
2,1
2,44
2,01
2,08
2,12
2,0
1,85
2,11
2,02
2,09
2,08
1,97
1,9
1,78
1,9
1,90
İtalya
1,9
2,08
1,82
1,84
1,93
1,98
2,06
2,24
2,21
2,14
2,13
2,96
2,22
2,43
1,94
1,9
2,0
2,0
2,04
1,97
1,84
4,21
1,87
2,16
Ülkeler
Almanya İspanya Benelüx İngiltere
1,9
1,8
1,81
1,9
2,0
1,93
1,74
2,27
1,9
2,28
1,64
2,33
2,12
2,08
1,76
2,16
1,94
1,83
1,83
1,91
1,97
1,81
2,21
2,53
2,2
2,04
2,08
2,09
1,99
1,8
2,38
2,14
2,04
2,08
2,31
2,13
1,92
2,26
1,99
2,02
2,03
2,06
2,11
2,17
2,16
1,52
2,02
1,95
1,8
1,64
2,07
2,04
2,18
1,74
2,02
1,95
1,92
2,27
1,85
1,93
1,84
1,75
1,78
1,6
2,09
1,1
1,79
1,58
2,09
1,47
1,97
1,89
2,1
1,87
2,04
2,13
2,0
2,25
2,28
1,94
1,96
2,12
2,39
1,79
2,54
1,81
2,74
1,94
2,37
2,25
2,03
2,02
2,04
1,90
Yerli
18,6
1,77
6,91
5,31
4,57
4,45
7,8
10,5
12,1
13
8,23
10,1
10,1
8,27
8,54
17,7
10,4
5,69
5,81
1,65
1,82
1,36
1,52
7,66
Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Tablo 9’da 1982-2006 yılları arasında, bölgede ortalama kalış süresinin
milliyetlere göre dağılımı yer almaktadır. Buna göre, bölgedeki en fazla
geceleme Fransız turistler tarafından gerçekleştirilmektedir. 1982-2006
yılları arasında bölgeye gelen turistlerin ortalama geceleme sayısı 1.96’dır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
367
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
2.2. Ören Yerlerini Ziyaret Edenlere Satılan Bilet Satışına Göre İstatistiklerin Değerlendirilmesi
Tablo 10 ve Grafik 3’te 1982-2010 yılları arasında, Nevşehir’de ören yerlerini ziyaret eden ziyaretçi sayıları görülmektedir. Tablo 10 ve Grafik 5 incelendiğinde, konaklama istatistiklerinde olduğu gibi, ziyaretçi sayılarında
çeşitli yıllar itibariyle artış ve azalışlar gözlenmektedir. Yerli ve yabancı ziyaretçilere bilet satışlarının en fazla 2008 yılında gerçekleştirildiği görülmektedir. 2008 yılını 2010 yılı takip etmektedir. Tabloda görüldüğü gibi, Müze
ve ören yerlerini ziyaret eden turist sayısında 1991 yılında bir azalma söz
konusudur. Turist sayısındaki bu düşüşün sebebi olarak Irak Savaşı gösterilebilir. 1992 ve 1993 yıllarında artmaya başlayan ziyaretçi sayısının 1994
yılında tekrar azaldığı görülmektedir. 1994 yılındaki Avrupa Ekonomik Krizi ve Dünya Kupası bu düşüşe neden olarak gösterilebilir. 1999 yılındaki
ziyaretçi sayısında tekrar bir düşüş göze çarpmaktadır. Buna terörist başı
Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ve Marmara Depreminin neden olduğu söylenebilir. 2000 yılından itibaren Müze ve ören yerlerini ziyaret eden
turist sayılarının artış gösterdiği, ancak 2009 yılında bir azalma yaşandığı
görülmektedir. 2009 yılı itibari ile Nevşehir’de konaklayan kişi sayısında
azalma olmamasına rağmen, ören yerlerini ziyaret edenlerin sayısında ciddi bir azalma olması dikkat çekicidir.
Tablo 10. Nevşehir’de Müze ve Ören Yerlerini Ziyaret Eden Ziyaretçi Sayısı (Satılan
Bilet Sayısına Göre) (1982-2010).
368
Yıllar
Toplam
1982
201.932
1983
216.980
1984
248.046
1985
329.252
1986
661.669
1987
797.967
1988
1.056.278
1989
1.092.798
1990
1.257.143
1991
661.917
1992
1.104.524
1993
1.098.536
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
1994
724.156
1995
911.552
1996
1.210.409
1997
1.481.789
1998
1.297.242
1999
754.273
2000
1.011.933
2001
1.241.991
2002
1.033.139
2005
1.814.281
2006
1.819.221
2007
1.875.680
2008
2.139.427
2009
1.686.762
2010
2.089.046
Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Nevşehir
Turizm İstatistikleri 1982-2010.
Grafik 3. Nevşehir’de Müze ve Ören Yerlerini Ziyaret Eden Ziyaretçi Sayısı (19822010).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
369
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
Tablo 11. Ören Yeri Bilet Satışı Verileri ile Konaklama İstatistikleri Bülteni Verilerinin Karşılaştırılması.
Yıllar
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2005
2006
2007
2008
2009
2010
Konaklayan Kişi Sayısı
Yerli
Yabancı
Toplam
12.723
39.619
52.342
17.186
53.317
70.503
17.290
61.441
78.731
25.519
92.182
117.701
25.274
112.337
137.611
19.441
143.440
162.881
22.155
150.742
172.897
24.389
145.034
169.423
35.794
130.665
166.459
53.231
73.721
126.952
65.785
173.124
238.909
70.191
185.835
256.026
72.230
142.653
214.883
108.673
179.897
288.570
96.485
247.343
343.828
107.786
361.894
469.680
132.377
399.445
531.822
133.769
208.080
341.849
161.690
202.777
364.467
142.518
343.308
485.826
165.736
325.325
491.061
147993
351932
499925
183220
257624
440844
163837
374112
537949
113804
442602
558512
240604
418607
659211
147993
351932
499925
Bilet Satılan Ziyaretçi Sayısı
Toplam
201.932
216.980
248.046
329.252
661.669
797.967
1.056.278
1.092.798
1.257.143
661.917
1.104.524
1.098.536
724.156
911.552
1.210.409
1.481.789
1.297.242
754.273
1.011.933
1.241.991
1.033.139
1.814.281
1.819.221
1.875.680
2.139.427
1.686.762
2.089.046
Kaynak: Konaklama İstatistikleri Bültenleri(1982-2009). Kültür ve Turizm Bakanlığı; Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.
Tablo 11 ve Grafik 4’te Ören Yeri Bilet Satış Verileri ile Konaklama İstatistikleri Verilerinin karşılaştırması görülmektedir. Buna göre; konaklama
370
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
istatistikleri verileri ile bilet satışı verileri arasında, bölgeye gelen turist sayısı açısından oldukça büyük farkların olduğu görülmektedir. Dolayısıyla,
tutulan istatistikler konusunda bir sorun ortaya çıkmaktadır. Bu sorun iki
nedenden kaynaklanabilir: Birincisi; turizm belgeli konaklama isletmelerinin doldurmak zorunda oldukları istatistik formlarını doldurma ve geri
gönderme konusunda yeterince hassas davranmamalarıdır. Konaklama
İstatistikleri Bültenin de belirtildiği üzere konaklama işletmeleri bu konudaki görevlerini yeterince yerine getirmemektedirler. Bu konuda herhangi
bir zorunluluk ve yaptırımın olmaması böyle bir duruma yol açabilir. Dolayısıyla, konaklama işletmelerinden alınan veriler, gerçeklerden uzaklaşma
endişesi yaratabilmektedir.
Bununla birlikte, bilet satışına göre hazırlanan istatistiklerde de, bir sorun
yaşanmaktadır. Bu sorun, mükerrerlik sorunudur. Bölgeye gelen turistler
birden fazla ören yerini ziyaret etmektedirler. Aynı turistler müze ve ören
yerleri istatistiklerine 2 ya da 3 kere dahil olabilmektedirler. Bu da, ziyaretçi sayısının gerçekte olduğundan daha yüksek çıkmasına neden olabilmektedir. Konaklama istatistiklerinde olduğu gibi, bilet satışına göre
hazırlanan istatistikler de gerçek turist sayısını yansıtmamaktadır. Mükerrerlik sorunun azaltılması için iki öneri sunulabilir. Birincisi, bölgedeki tüm
müze ve ören yerleri için ayrı ayrı bilet satmak yerine, tek bir biletin satılmasıdır (kombine bilet). Böylece, müze ve ören yerlerini ziyaret eden her
ziyaretçi bir kez sayılacak ve böylece mükerrerlik sorunu ortadan kalkabilecektir. İkincisi ise, bilet satışları esnasında, pasaport numaralarının kayıt
altına alınması yoluyla, hangi ziyaretçinin hangi müze ya da ören yerini
ziyaret ettiği belirlenebilir. Bu verilerin internet üzerinden tek bir merkeze
aktarılarak en doğru istatistiklerin tutulması sağlanabilir. Bu sayede, her
ziyaretçi, ziyaret ettiği müze ya da ören yeri sayısı kadar bilet satışı istatistiklerine ve sadece bir kez müze ve ören yeri ziyaretçi istatistiklerine dahil
edilebilir.
Konaklama istatistikleri ile müze ve ören yerleri arasındaki farklılık, aynı
zamanda bize bölgeye gelen her turistin turizm işletme belgeli konaklama işletmelerinde konaklamadığını da gösterebilir. Aynı zamanda, bölgeyi ziyaret eden günübirlikçiler de bu farkın oluşmasında etkili olabilmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
371
Duygu EREN - Hediye LİMON - Yusuf KARAKUŞ
Grafik 4. Ören Yeri Bilet Satışları ile Konaklama İstatistiklerinin Karşılaştırılması
(1982-2002).
Sonuç
Nevşehir turizm açısından, hem tarihi ve kültürel, hem de doğal çok önemli zenginliklere sahiptir. Bölge turizminin geliştirilmesi açısından, bölge turizminin eğilimleri hakkında bilgi sahibi olmak, sağlıklı turizm istatistikleri
sayesinde olabilmektedir. Bu nedenle, bölgenin turizm istatistiklerinin sistematik ve bilimsel yöntemlerle hazırlanması gerekmektedir.
Turizm istatistikleri incelendiğinde bölgedeki turizm hareketlerinin istikrarsız bir seyir izlediği görülmektedir. Turizm sektörünün yaşadığı krizler
nedeniyle ülke turizmine paralel olarak belirli yıllarda azalışlar dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, bölgeyi en fazla 2009 yılında yerli ve yabancı
turist ziyaret etmiştir.
Nevşehir bölgesi turizm istatistiklerinde Konaklama İstatistikleri ve Müze
ve Ören Yerleri İstatistikleri arasında tutarsızlıklar söz konusudur. Bu tutarsızlığın bölgedeki turizm işletmelerinin konaklama istatistiklerine gereken
önemi vermemesinden ve ören yerlerini ziyaret edenlerin birden fazla istatistiklerde yer almasından kaynaklandığı söylenebilir. Bu durum bölge
istatistiklerinde, gerçek ziyaretçi sayısı konusunda sorun teşkil etmektedir.
Bölge turizminin gelişiminin, daha sağlıklı bir şekilde izlenmesi ve bu sa-
372
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminin İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi (1982-2011)
yede gerekli yatırımların yapılması ve/veya önlemlerin zamanında alınması
için mevcut istatistiklerin en güvenilir şekilde tutulması gerekmektedir.
Söz konusu sorunun giderilebilmesi için turizm işletmelerinin konaklama istatistiklerine gereken önemi vermesi gerekmektedir. Ayrıca, müze
ve ören yeri istatistiklerinde mükerrerlik sorununu ortadan kaldırmak için
doğru sonuçlar verecek istatistik süreç ve yöntemleri geliştirilmelidir. Yabancı ziyaretçilerin istatistiklere en doğru şekilde dahil olabilmesi için kişiye özel olan pasaport numarası kayıt altına alınabilir. Yine, müze ve ören
yerlerini ziyaret edenlere tek bir bilet satılması ve ziyaretçilerin bu biletle
tüm müze ve ören yerlerini gezebilmesi de bu sorunun ortadan kalkmasına yardımcı olabilecektir. Yerli turistlerin müze kart sayesinde, her bir
müze ya da ören yerinde istatistiklere dahil olmalarına karşın, bu verilerin
tek bir merkezde işlenmiyor olması büyük eksikliktir. Başka bir eksiklik ise,
İl kültür ve Turizm Müdürlüklerinin geçmiş yıllara ait verileri muhafaza etmiyor olmalarıdır. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığının her yıl düzenlediği
Konaklama ve Tesis İstatistiklerinin kapsamının genişletilmesi gerekmektedir. Bu sayede istatistiklerin çok daha rahat izlenmesi ve analiz edilmesi
sağlanabilir.
Bölge turizmi açısından istatistiklerin sağlıklı bir şekilde, sistematik ve bilimsel yöntemler kullanılarak tutulması ve raporlanması oldukça önemlidir. Bu nedenle, gerek bölgedeki turizm işletmelerinin ve sivil toplum örgütlerinin, gerekse kamu kurumlarının konuya gereken önemi vermesi ve
hassas davranması gerekmektedir.
Kaynaklar
Kültür ve Turizm Bakanlığı. Turizm istatistikleri Bültenleri 1982-2005. Ankara T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı. Konaklama istatistikleri Bültenleri 2005-2009. Ankara
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2004). Ören Yerlerini Ziyaret Eden Yerli
ve Yabancı Turist İstatistikleri 1982-2010, Nevşehir.
Nevşehir Valiliği (1999). 1998 Nevşehirli Yıllığı. Ankara: Başbakanlık Basımevi.
Turizm Bakanlığı (2002). Türkiye’nin Turizm Değerleri. Ankara: T.C. Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü.
Turizm Bakanlığı. Konaklama İstatistikleri Bültenleri 1982-2002. Ankara: T.C. Turizm Bakanlığı.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
373
ŞEYHÜLİSLÂM ÜRGÜPLÜ MUSTAFA HAYRÎ EFENDİ (1867-1922)
SHAYKH-AL-ISLAM MUSTAFA HAYRI EFFENDI (1867–1922)
Efkan UZUN*
ÖZET
Osmanlı ilmiye sınıfının en önemli kurumlarından birisi olan şeyhülislamlık, 1425’den 1922 tarihine kadar yaklaşık 5 asır boyunca konumunu güçlendirerek devam etmiştir. Bu süre zarfında 129
şeyhülislâm görev yapmış, içlerinden bazıları bu makama birden
fazla kere tayin edildiği için 185 meşihat değişikliği meydana gelmiştir.
Bu insanlardan birisi olan, Osmanlı’nın 124. şeyhülislâmı Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi; şeyhülislamlık makamına getirilmeden
önce ilmiye mesleklerinde, farklı coğrafyalarda ve farklı görevlerde
çalıştıktan sonra şeyhülislam olmuştur. Müderrislik, ceza mahkemesi
reisliği, Niğde Mebusluğu, Evkaf-ı Hümayun Nazırlığı gibi farklı vazife ve makamlarda memuriyet hayatını geçirmiştir. Mahmut Şevket
Paşa kabinesinde Evkaf Nazırı olmuş, Said Halim Paşa kabinesinde
bu görevini devam ettirirken, 16 Mart 1914 yılında Şeyhülislamlık
da uhdesine verilmiştir. 1914–1916 yılları içerisinde, 2 sene 1 ay 21
gün şeyhülislâmlık vazifesi yapan Hayri Efendi, 23 Ağustos 1922
gecesi vefat etmiştir.
Çalışmamızın amacı, Mustafa Hayri Efendi’yi daha yakından tanıtmaktır. Bunun için zamanımıza kadar yapılan çalışmalardan, Osmanlıca kitap ve mecmualardan faydalanılmış, Osmanlı Arşivi’nde
bulunan konuyla ilgili belgeler de kullanılmıştır. Yapılan bu çalışmada, nitel araştırma tekniklerinden biri olan tarama modeli ve doküman inceleme yöntemi kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Şeyhülislâm, İlmiye, Rütbe, Nazır, Fetva.
* Yrd. Doç. Dr., Niğde Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
375
Efkan UZUN
ABSTRACT
The post of Shaykh-al-islam (the chief religious leader), one of the
most important establishments in Ottoman Empire, continued to
exist and strengthen its position from 1425 to 1922 for about 5
centuries. During this time, 129 shaykh-al-islams served the empire.
185 appointments were made to this post since some of them were
appointed more than once.
One of them was Shaykh-al-islam Mustafa Hayri Effendi, who
was from Urgup and 124th shaykh-al-islam. He had served in different parts of the empire in different establishments and posts.
Teacher in madrassahs, head of punishment court, parlimentary
representative of Niğde, minister of foundations were among some
formal duties he performed. He became ministry of foundations
in the cabinet of Mahmut Şevket Pasha and Said Halim Pasha and
then he was appointed as shaykh-al-islam on 16 March 1914. He
served in the post between 1944-1916 for about 2 years and two
months. He died on 23 August 1922.
The aim of the study is to get informed about the shaykh-al-islam
Mustafa Hayri Effendi. For this purpose, various studies done so
far, newspapers, books have been benefited from and formal documents in the archive of the empire were examined. Screening
model, which is one of the qualitative research, and document examining method have been used.
Key Words: Shaykh-al-islam, Ulema Class, Rank, Minister, Fetwa.
1- Giriş
Osmanlı ilmiye sınıfı içerisinde en önemli makamlardan birisi olan şeyhülislamlık, 1425’de Molla Fenari’nin bu makama atanmasıyla başlamış
ve son Osmanlı Hükümeti’nin istifa tarihi olan 1922’ye kadar yaklaşık 5
asır boyunca konumunu güçlendirerek devam etmiştir. Bu süre zarfında
129 şeyhülislâm görev yapmış, içlerinden bazıları bu makama birden fazla
kere tayin edildiği için 185 meşihat değişikliği meydana gelmiştir. (Kaydu:1977,209; İpşirli:1994,269.)
Onuncu Asrın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlayan bu unvan;
o dönemlerde, fukaha arasında ihtilaflı konularda söz söyleme yetkisi ve
bilgisi olan etkili âlimler için kullanılmıştır. Osmanlı’dan önce bu unvanı
kullanan kimseler, ilmiye sınıfının en yüksek mercii olmadıkları gibi, ulemanın resmi işlerini takip etmek için müracaat ettikleri başvuru makamı
da değildi. Osmanlılardan önce bu unvan, ilmi sahada bir şeref payesi
376
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922)
olarak kullanılmıştır. Selçuklu Devleti’nde de Osmanlıdaki şeyhülislamlıktan farklı olarak Kadi’l-kuzat kurumunun varlığı bilinmektedir. (Ali Emiri:1334,304-306; Uzunçarşılı:1984,174; Eraslan:2009,14-16; Geniş bilgi
için bkz. Akgündüz: 2002, 37-106)
Başlangıçta oldukça mütevazı bir kurum olan şeyhülislamlık, XVI. Asırda Zenbilli Ali Efendi (ö.1526), İbn-i Kemâl (ö.1534) ve Ebussuud
Efendi (ö.1574) gibi zatların bu makama getirilmeleriyle giderek itibar
kazanmıştır. Bu makama getirilenler sadece müftülerin atanmasından sorumlu olmaktan çıkıp, bütün müderris ve kadıların idaresinden sorumlu
hale gelmişlerdir. Verdikleri fetvalar ile ayrıca siyasi etkilerini de arttırmış
olan şeyhülislamlar, Divan-ı Hümayun’un asli üyeleri olmadıkları halde sık
sık görüşlerine başvurulan ve Divan’a davet edilen kimseler olmuşlardır.
Meşihât makamına getirilen kimseler genellikle belirli ilmi merhaleleri kat
etmiş ilmiye mensupları arasından seçilmiş, Padişah katında bazen birinci,
bazen de sadrazamlardan sonra ikinci itibar sahibi kişi sıfatıyla, sanki bir
oto kontrol vazifesi görmüşlerdir. Siyasi otoritenin sert kararlarını gerektiği
yerde yumuşatmış, verdikleri isabetli fetvalarla devletin kuruluş, işleyiş ve
müesseseleşmesinde önemli rol oynamışlar, Osmanlı’nın bir cihan devleti
haline gelmesinde ciddi bir fonksiyon icra etmişlerdir. (İpşirli:1994, 270;
Mert: 1989, 61–62; Halaçoğlu: 2002, VI, 200-203; Fedayi: 1999, VI,447452; Akgündüz:2002,49-72.)
Bu insanlardan birisi de Osmanlı’nın 124. (170. Sırada göreve başlamıştır)
şeyhülislâmı Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi olup, Şeyhülislamlık makamına getirilmeden önce ilmiye mesleklerinin çeşitli kademelerinde, farklı
coğrafyalarda ve farklı görevlerde bulunmuş, memuriyet hayatının sonlarına doğru da şeyhülislam olmuştur. Şeyhülislâmlık vazifesi 1914-1916
yılları arasında devam etmiştir.
Çalışmamızın amacı, Mustafa Hayri Efendi’yi daha yakından tanıtmaktır.
Bunun için zamanımıza kadar yapılan çalışmalardan faydalanıldığı gibi bu
çalışmalarda belirtilmeyen Osmanlı Arşivi’ndeki belgeler de kullanılmıştır.
Yapılan bu çalışmada, nitel araştırma tekniklerinden biri olan tarama modeli ve doküman inceleme yöntemi kullanılmıştır. Tarama modeli, geçmişte ve halen var olan bir durumu olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan
yaklaşımlardır. Araştırmaya konu olan olay, birey ya da nesne, kendi koşulları içinde var olduğu gibi tanımlanmaya çalışılır. Onları herhangi bir
şekilde değiştirme, etkileme çabası gösterilmez. (Karasar, 2000.)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
377
Efkan UZUN
Çalışmamızda veri toplama aracı olarak; bilim adamları tarafından daha
önce yapılan çalışmalar ve Osmanlı Arşivinde bulunan konuyla ilgili tasniflere ait kataloglardan taranan belgeler kullanılmıştır. Bu belgelerin listesi
kaynakça kısmında detaylı olarak sunulmuştur. Ayrıca gerekli yerlerde,
belgelere ait açıklamalar dipnotlar aracılığıyla belirtilmiştir.
2- Nesebi, Çocukluğu ve Eğitimi
H. 1283 (1866/67) yılında o devirde Konya Vilayeti sancaklarından
Niğde’nin Ürgüp Kazası’nda doğan Mustafa Hayri’nin Babası, Harput
ve Trablusgarp evkaf muhasebeciliği vazifelerini yapmış olan Abdullah
Avni Efendi’dir. (Ö.1305/1888) Büyük babası, Ürgüp Kadısı İbrahim
Efendi, O’nun babası da ulemadan Nakîbü’l-eşraf Abdullah Efendi’dir.
Ataları, babasına gelinceye kadar, Ürgüp’te Karamanoğlu İbrahim Bey
tarafından yaptırılan Cami-i Kebirin mütevelliliği vazifesini yapmışlardır.
Hem babası hem de kendisi bu vazifeyi yakın akrabalarına devretmişlerdir. (Ahmet Refik: 1334, 636-637; Pakalın: 2008, IX,20; Albayrak: 1996,
4,74)
İlk tahsilinden sonra, Molla Câmi’ye kadar amcası Hacı Münif Efendi’den
okumuş, ardından Ürgübî Uzun Hoca diye ma’ruf Mahmud Efendi’den
güzel yazı dersleri almıştır. Daha sonra Adliye Müfettişi olan Abisi Hakkı
Bey’in yanına Sivas’a giden Hayri Efendi, burada bulunan âlimlerden Farsça ve Arapça dersleri almıştır.
R.1300 (1884) yılında Abisiyle İstanbul’a gelen Hayri Efendi, burada
Fatih’te Başkurşunlu Medresesi’ne kaydolarak, Taşköprülü Abdullah Rüşdi Efendi’den ders okudu. İki sene sonra 1302 (1886-87) yılında tekrar
Ürgüp’e dönen Hayri Efendi, buradan Kayseri’ye geçerek Yağmuroğlu
Medresesi’nde hücre-nişinlik yapmaya başladı. Aynı medresede; Mantık,
Meânî, Beyan ve Bedî’ derslerine devam etti. Yaz tatillerinde de Ürgüp’te
dayısı Müftü Ahmet Tahir Efendi’den Tefsir dersleri okudu. (Ahmet Refik: 1334, 636-637; Pakalın: 2008, IX,20; İpşirli: 1998, XVII, 62.)
R.1304 (1888/89) tekrar İstanbul’a gelen Hayri Efendi, burada eski medresesinde Hocası Abdullah Rüşdi Efendi’den Tasavvurat dersi okuyarak, 23
Zilkade 1312 (18 Mayıs 1895) tarihli icazetnamesini aldı. Aynı dönmede
bir yandan da Mekteb-i Hukuk’a devam ederek, Ağustos 1897 tarihinde
sınıf ikincisi olarak, aliyyülâlâ ile mezun oldu. (Ahmet Refik: 1334, 637;
Pakalın: 2008, IX,20).
378
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922)
3- Memuriyetleri ve Şeyhülislâmlığı
Hayri Efendi, Haziran 1880 tarihinde ibtida-i hariç Bursa ruusu ile müderrisliğe başladı. Uzunca bir müddet bu görevine devam ettikten sonra, Ekim
1897’de ibtida-i dahile, Temmuz 1904’de ise Musıla-i Süleymaniye’ye terfi
ettirilmiştir. Ağustos 1898 tarihinde Maraş Sancağı Bidayet Mahkemesi
müdde’î-i umûmî muavinliğine tayin olmuş, (BOA: BEO, 1470/110180) Nisan 1900’de de Trablusşam Sancağı Bidayet Mahkemesi müdde’î-i umûmî
muavinliğine getirilmiştir. (BOA: BEO, 1657/124226) Nisan 1901’de Lazkiye Sancağı Bidâyet Mahkemesi Ceza Dairesi reisliğine1 Mart 1903’te
terfi ederek Suriye Vilayeti Merkez Bidayet Mahkemesi müdde-i umumiliğine (BOA: BEO, 2025/151866), Eylül 1904 tarihinde ise Manastır Vilayeti
Merkez Bidayet Mahkemesi müdde-i umumiliğine getirilen Hayri efendi,
buradan da terfi ederek Aralık 1906 tarihinde Selanik Vilayeti Merkez Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesi reisliğine yükselmiştir. (BOA: TFR.I..MN..,
111/11038; Ahmet Refik: 1334, 637; Pakalın: 2008, IX, 21; Albayrak:
1996, 4, 75; İpşirli: 1998, XVII, 62)
Meşrutiyetin 2. defa ilan edilmesinden sonra 1908 yılının son aylarında
yapılan seçimlerde memleketinden aday olmuş ve Niğde Mebusu olarak
meclisteki görevine başlamıştır. İstanbul’a geldiğinde 1200 guruş maaşla
Darülfünun’da Hukuk Bölümü’nde mecelle muallimliğine tayin edilmiştir. Ardından Mekteb-i Kuzât’ta Ceza Kanunu muallimliğine, sonra da
yine aynı mektepte İ’lâmat-ı Cezaiye muallimliğine atanmıştır. 31 Mart
İhtilâli’nin ardından Tevfik Paşa’nın kurmuş olduğu yeni hükümette Adliye Nazırlığı’na getirilmek istenmiş ise de mazeret beyan ederek bu görevi
kabul etmek istememiş, mazereti kabul görmeyince de istifa etmiştir. (Ahmet Refik:1334, 638; Albayrak:1996, 4, 75.)
Hayri Efendi, Meclis-i Mebusân’ın üçüncü sene toplantısında yenilenen
seçimler neticesinde 14 Kasım 1910 tarihinden itibaren meclis birinci reis
vekilliğine seçilmiştir. Akabinde Aralık 1910 tarihinde İbrahim Hakkı
Paşa’nın sadrazamlığında kurulan hükümette 15 bin guruş maaşla Evkaf
Nazırlığı’na getirilmiştir. 1911 yazında Padişahın Rumeli seyahati esnasında
Dâhiliye Nazırı Halil Bey’in de bu seyahate iştiraki sebebiyle kısa bir müddet
dâhiliye nazırlığına vekâlet etmiştir. Ağustos 1911 tarihinde, Padişah iradesi
ile Hicaz bölgesinin sağlık işlerinin tanzimi ve hacıların sağlık işlerinin takibi
amaçlı kurulan komisyonda (Hicaz Sıhhiye Meclis Azalığı) vazifelendirilmiştir. (Ahmet Refik: 1334, 638; Albayrak: 1996, 4, 75; İpşirli: 1998, XVII, 62.)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
379
Efkan UZUN
Hakkı Paşa’nın istifasını takiben sadrazam Küçük Said Paşa’nın 9. sadaretinde kurulan yeni kabinede; Ekim 1911 tarihinden itibaren adliye Nazırlığı ile Şura-yı Devlet Reisliğini asaleten, Evkâf-ı Hümâyûn Nazırlığını ise
vekâleten yürütmekle vazifelendirilmiştir. Kısa müddet sonra Adliye Nazırlığı ve Şura-yı Devlet reisliğinden istifa etmesi üzerine, Evkaf-ı Hümâyûn
nazırlığına asaleten atanmıştır. Temmuz 1912 tarihinde Heyet-i Vükelânın
(bakanlar kurulu) toplu olarak istifası üzerine, Hayri Efendi de Evkâf Nazırlığından ayrılmıştır. Aralık 1912’de Medresetü’l-Kuzât’da ceza muallimliğine tayin edilen Hayri Efendi, 21 Nisan 1912’de tekrar Niğde Mebusu
seçilmiş, 1913 yılının Ocak Ayında üçüncü defa Evkaf-ı Hümâyûn nazırlığına atanmış ise de itirazı üzerine bu görevden ayrılmıştır. Çok geçmeden
Nisan 1913 tarihinde dördüncü defa olarak bu göreve tekrar atanmıştır.
26 Ağustos 1913 günü Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye Heyet-i Umumiyesi
riyaset vekâletine tayin edilen Hayri Efendi, Şeyhülislam Mehmed Es’ad
Efendi’nin meşihat makamından çekilmesi üzerine, 16 Mart 1914 tarihli Hatt-ı Humâyûnla1 Evkaf-ı Humâyûn Vekâletine ilaveten Şeyhülislamlık
(BOA: HSD.AFT, 5/95) ile de vazifelendirilmiştir. Bu vazife karşılığında kendisine 20 bin kuruş tahsisât verilmiştir.2
25 Nisan 1916 tarihinde Evkaf Nazırlığından ve Şeyhülislamlıktan istifa
eden (BOA: HSD.AFT, 6/19) Hayri Efendi, akabinde Ayan Azası (BOA: MV,
245/112) olmuş, Ekim 1918’de kurulan Ahmet İzzet Paşa kabinesinde Adliye Nazırlığı (BOA: İ..DUİT, 9/38) ile görevlendirilmiş, daha sonra İttihatçılarla beraber Malta’ya sürgüne gönderilmiştir. Daha sonraki dönemlerde
memleketi Ürgüp’e dönmüş ve 7 Temmuz 1921 tarihinde burada vefat
etmiştir. Mezarı Ürgüp Cami-i Kebir’in avlusundadır. Yaptığı hizmetler
karşılığında kendisine birinci rütbeden Mecidiye Nişanı verilmiştir. (Ahmet
Refik: 1334, 638-639; Albayrak: 1996, 4, 75; Türkgeldi: 1987, 98; İpşirli:
1998, XVII, 62-63; Eraslan: 2009, 85.)
4- Eserleri, Hizmetleri ve Siyasetteki Yeri
Hayri Efendi, şeyhülislamlığı ve Evkaf nazırlığı döneminde çok ciddi ve
kalıcı bir takım icraatlara imza atmış bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmak1
“… kendisi esasen tarîk-i ilmiyeye mensub ve muamelât-ı şer’iyye vâkıf bulunmasına mebni
Mesned-i Meşihat-ı İslamiye uhdesine tevcih ve ihale olunarak Bâb-ı Alimizce i’zam kılınmıştır.
Cenab-ı Hak tevfikat-ı Semadaniyesine mazhar buyursun. Amin! Bi-hürmet-i Seyyidil-mürselîn” 18
Rebiülahir 1332/ 3 Mart 1330. Mehmed Reşâd
2 Kâinata böyle i’lân eyledim târih-i tâm
Mustafa Hâyri Bey oldu yümn ile müfti’l-enâm (1332 tarihli Ali Emîrî Efendi’nin beyiti)
380
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922)
tadır. Bir ara her iki vazifenin de uhdesine tevcih edilmiş olması yapacağı
yeniliklerde ve icraatlarda işini kolaylaştırmıştır. Yaptığı yenilikleri, eğitim
ve vakıfların ıslahı olarak başlıca iki alanda tasnif etmek mümkündür.
Medreselerde yaptığı yenilikler “Teşkilât-ı Hayriyye” olarak da bilinmektedir. Kendisinden önce başlatılan medreselerin ıslahı çalışmaları bu dönemde de sürdürülmüş ve Islah-ı Medaris Nizamnâmesi’nin çıkarılmasına önayak olmuştur. İstanbul pilot bölge seçilerek, mevcut medreseler bir hey’et
tarafından çeşitli cephelerden kontrol edilmiş ve binaları sağlam olanlar
tespit edilmiştir. Medresetü’l-Kuzât, Medresetü’l-vâizîn ve Medresetü’lhattâtîn adlarıyla bilinen üç yeni medrese kurulmuş, İstanbul’daki tüm
medreseler Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye adıyla bir çatı altında birleştirilmiştir.
Mektep ve medreselerde fiziki düzenlemeler yanında ders programları üzerinde de yeniliklere gidilmiştir. Dini derslerin yanında sosyal ve fen
derslerine de yer verilmiştir.3 İttihatçılarla arasının açılması sebebiyle istifa
etmesi yapılan bu yenilikleri de sekteye uğratmıştır. (İpşirli: 1998, XVII, 63;
Hatemî: 1985, 2, 506–510; Pakalın: 2008, IX, 23.)
Hayri Efendi’nin Evkaf nazırlı döneminde de önemli hizmetler yaptığını
belirtmek gerekir. Evkaf muamelelerinde düzen temin edilmesi ve işlerin
hızlandırılması, vakıf kiralarının arttırılması, imaretlerin ıslahı, “cihet”lerin
Tevcih-i Cihât Nizamnamesi ile uygun usullere göre verilmesi, ihtiyaca binaen vakıflarda bulunan kıymetli eserlerin (yazma eser, minyatür, eşya vb)
bir müzede toplanması amacıyla Evkâf-ı İslamiye Müzesi’nin kurulması ve
Evkaf-ı İslamiye Matbaası’nın tesis edilmesi önemli yeniliklerdendir. Yine
bu dönemde yapılan önemli işler arasında; özel mimari tarzlarda büyük
vakıf hanlarının inşa edildiğini, Gureba Hastanesi’nin yeni binalar eklenerek daha modern bir hale getirildiğini, vakıf kütüphanelerinde tamirat yapıldığını, Fatih Camii’ne elektrik sistemi kurularak ilk defa bir vakıf eserinin
bu şekilde aydınlatıldığını saymak mümkündür. Ayrıca dönemin ileri gelen
devlet adamlarının yazılı ve sözlü görüşleri alınmak suretiyle vakıfların ıslahı konusunda yapılacak işler planlanmaya çalışılmıştır. (İpşirli: 1998, XVII,
63; Hatemî: 1985, 6, 1676-1678; Pakalın: 2008, IX, 24.)
Hayri Efendi’nin Evkaf Nazırı olduğu dönemlerde Vakıflarla ilgili mevzularda sık sık şehremaneti ile ters düşmüştür. Bu işlerin belediyeden alınarak kendilerine bağlanması gerektiği hususunda o zaman Şehremini olan
3
Medreseler hakkında Geniş bilgi için bkz. Mübahat Kütükoğlu, “Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi”, DİA, VIII, s.507-508.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
381
Efkan UZUN
Cemil (Topuz) Paşa ile ters düşen Hayri Efendi, belediyenin bu konularda
gereksiz tasarrufta bulunduğunu ve vakıf mallarına ve arazilerine zarar
verdiğini düşünmekteydi. Buna karşılık Cemil Paşa da tam tersini düşünerek aslında vakıf işlerinin belediyenin kontrolünde olması gerektiğini
savunmuştur. (Topuzlu: 2002, 162-163.)
Hayri Efendi’nin şeyhülislamlığı döneminde yapılan en önemli icraatlardan
birisi de Cerîde-i İlmiyye’nin yayın hayatına başlamış olmasıdır. “Meşihât-ı
Celîle-i İslâmiye’nin Cerîde-i Resmiyesi” adıyla 3 Receb 1332 (28 Mayıs
1914) ile 1 Safer 1341 (23 Eylül 1922) tarihleri arasında İstanbul’da çıkarılan dergi, toplamda 79 sayı yayınlanmıştır. İlk sayısı Regaib Kandili’ne rast
gelen dergide I. Dünya savaşı ve İstiklal Harbi yıllarında sadece Osmanlıca
değil, Arapça, Farsça, Urduca ve Tatarca olarak da yazılar ve fetvalar yayınlanmıştır. Aylık yayın organı olan derginin 5. ve 6. sayıları arasında “Islah-ı
Medarise Dair Nusha-i Fevkalâde” adıyla yayınlanan özel sayı Türk Eğitim
Tarihi açısından da son derece önemlidir. Derginin ilk 40 sayısı Meşihat
makamına bağlı olarak yayınlanmış, 41. sayıdan itibaren derginin idaresi
Daru’l-Hikmeti’l-İslamiye’ye geçmiştir. Bu itibarla yayın politikasını da iki
dönem halinde incelemek gerekmektedir. Bu sayıdan itibaren resmi ilan
ve haberlerin yanında dini ve ilmi makaleler de yayınlanmaya başlamıştır.
Dergide Padişah dâhil önemli devlet erkânına ait, isim ve imzalarını taşıyan
resmi yazılara rastlamak mümkündür. (Cebeci: 2009, XIII-XXX ; Eraslan:
2009, 113-133; Akman: 2009, 85-88.)
Hayri Efendi’nin dikkate değer bir girişimi de Ocak 1889 tarihinde ilga
edilen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyeti’ni yeniden tesis etmek arzusudur. Ancak bu çabaları dönemin siyasi şartlarına bağlı olarak netice vermemiştir. (Mardin: 1946, 153.) Hayri Efendi’nin şeyhülislamlığı döneminde, dikkate değer bir yenilik de daha önce sıkı sıkıya Hanefi mezhebinin
görüşlerine göre fetva verilen bazı konularda, zamanın şartlarına göre
diğer üç mezhebin görüşlerine de müracaat edilmeye başlanmasıdır. Bu
amaçla 24 Temmuz 1913 tarihinde Fetvahânenin Hey’et-i İftâiyyesi Hakkındaki Nizamnâme ile Fetvahâne bünyesinde “telif-i mesâil” ve “taharrî-i
mesâil” adında iki ayrı büro açılmıştı. Buralarda görev yapanlar; meşihatça
uygun görülen konularda dört mezhebin görüşünün de incelenerek büyük bir fetva mecmuası düzenlemek ve gerek görülen konularda gerekçeli bir mazbata hazırlamakla vazifelendirilmişlerdi. Bu şekilde başlatılan
çalışmalar neticesinde başta nafakât, talâk ve nikâh gibi konurla olmak
üzere bütün hukuki meselelerdeki müftâ-bih görüşler bir araya toplanarak
382
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922)
“el-Ahkâmü’ş-şer’iyye fi’l-ahvali’ş-şahsiyye” adı altında tercüme ve te’lif
edilmesine karar verilmiştir. Bu eserin birinci cildi “Kitabü’n-Nafakât” adıyla Fetva Emini Ali Haydar Efendi tarafından yayınlanmış ancak devamı
gelmemiştir. (İpşirli: 1998, 64; Cebeci: 2009, XIII-XXX)
Hayri Efendi’nin bu gibi konulardaki geniş görüşlülüğü hükümet üyesi
bazı kimseler ile İttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından beğenilmemiş
ve aralarındaki problemlerin artmasına sebep olmuştur. Çünkü Hayri Efendi re’sen arz ile Padişah iradesi almak suretiyle teşri mercilerini devre dışı
bırakmış olmaktaydı. Bu durum yetki alanını aşıp, başka alanlara tecavüz
olarak algılanmış ve bazı çevrelerin husumetini çekmiştir.
Hayri Efendi’nin şeyhülislamlığı döneminde en dikkate değer hadiselerden
birisi de Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na katılmasıdır. Cihad-ı Ekber
fetvası pek tabi olarak Hayri Efendi tarafından verilmiştir. Geçmişteki Haçlı
Seferlerinden izahat verilerek açıkladığı fetvasını şu beş temel üzerine inşa
etmiştir:
1. Padişahın cihad emrine herkesin katılması farzdır.
2. İslam Hilafetini ortadan kaldırmak isteyen, Rusya, İngiltere
ve Fransa idaresinde olan bütün Müslümanların bu devletler
aleyhine birleşmesi şarttır.
3. Buna rağmen cihada katılmayanların ağır cezaya duçar olacakları açıktır.
4. İslam (Osmanlı) askerini öldüren yukarıdaki devletlerin tebaası Müslüman askerlerin büyük günaha gireceklerdir.
5. İngiltere, Fransa, Rusya, Sırp, Karadağ hükümetleri idaresinde bulunan Müslümanların, İslam Devletine yardımcı olan
Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmelerinin Osmanlı’nın
zararına olacağı ve bu yüzden büyük günaha girileceği. (Fetvanın aslı için bkz. İlmiye Salnâmesi: 822-823 ve Ekler 1-2)
Hayri Efendi’nin bu fetvası kendisinden sonra gelen şeyhülislamlardan
Mustafa Sabri Efendi (Bkz. İlmiye Salnâmesi: 1334, 526-528; Albayrak: 1981, IV, 251-252) tarafından usul ve kaide hatası olduğu gerekçesiyle ciddi eleştiriye maruz kalmıştır. Aslında bu fetva İttihat ve Terakki
Merkez-i Umumisi’nde hazırlanmış olup, Fetvahâne-i Âli’de sicile geçmiş
fetvalar arasında yoktur. Buna göre fetvahane kendisine bildirilen konularda taraf tutarak ve isim vererek hüküm veremez. Böyle olunca hâkimin
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
383
Efkan UZUN
hükmü devreye girer. Hâlbuki fetva başka kaza başkadır. Fetva daima
doğru olduğu halde, hüküm yanlış olabilir. Bu yüzden fetva içerisinde
Almanya veya İngiltere gibi bir Hristiyan devletin isimleri verilmeden,
Osmanlı’nın (İslam Devleti) ne durumda menfaati olup olmadığı hususları verilmeliydi şeklinde fetva usul ve kaidelerine uygunluk açısından ciddi
eleştiriye tabi tutulmuştur. (Alemdâr Gazetesi’nden aktaran, Kara: 2001,
584-586.)
Hayri Efendi, hem ilmi açıdan iyi yetişmiş olması, hem de dönemin kendisine sunmuş olduğu fırsatları iyi değerlendirmesi sayesinde siyasi alanda
da önemli bir kimlik ve kişiliğin sahibi olmuştur. Başarılı bir memuriyet
hayatının ardından, milletvekilliği görevine başlamış ve bu yolla, kurulan
hükümetlerde de önemli mevkilere getirilmiştir.
İttihat ve Terakki yöneticilerine göre; parti üyesi olmayanların hiçbir işe
yaramadığı görüşünün ağır bastığı bir dönemde Fırka’ın ilk merkez komitesinin üyeleri arasında yer alan Hayri Efendi bu sayede kurulan kabinelerde farklı bakanlıkları elde edebilmiştir. (İnal: 1982, IV, 1715, 1750; Akşin:
1985, 5, 1422–1435.) Bu partiyle olan münasebetleri ve üyeliği sayesinde
bürokraside ve siyasette sözü geçenler arasında yer aldığını söylemek de
mümkündür.
5- Kişiliği ve Hakkında Söylenenler
Her meşhur insanın hakkında olduğu gibi, Hayri Efendi hakkında da iyi
veya kötü birtakım şeyler söylenmiş olması muhakkaktır. Bunlardan bazıları hakikat olduğu gibi, bazılarında da iftira ve yanlış veya yalan bilgilerin
olduğunu söylemek mümkündür. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen mensuplarından olup, faal bir rol oynamıştır. Bu hal sebebiyle lehinde
ve aleyhinde pek çok şey söylenip yazılmıştır. Bununla beraber çalışkan,
disiplinli, iş bitiren, sabırlı bir zat olduğu genel kabul gören hususlardır.
Mabeyn Başkâtipliği yapmış olan Halid Ziya (Uşaklıgil) hatıralarında; ayanlığa tayini meselesinde kendisine yapılan itirazlar karşısında istişare etmek
için aklına ilk gelen kişinin Hayri Efendi olduğunu belirterek, Onun hakkında şunları söylemektedir: “Onun ahlakının salâbetine, muhakemesinin
rezânetine birçok ahvalde şahit olmuştum. Az söyler, daima uzun düşünür, harekete geçmek için acele etmez, fakat faaliyete başlayınca ağır yürüyor zannedilmesine rağmen çok iş çıkarır pek vakur bir zat idi. Onunla
pek anlaşmış, pek sevişmiştik.” (Pakalın: 2008, IX, 23.)
384
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922)
25 Nisan 1916 tarihinde Şeyhülislamlıktan ve Evkaf Nazırlığından istifa
etmesi üzerine istifadan vazgeçmesi için kendisine ricacı gönderilen Ali
Fuad Türkgeldi’nin hatıralarında; Enver Paşa’nın yalısında verilen bir ziyafette yapılan masrafları ve debdebeyi gören Hayri Efendi, Türkgeldi’ye
hitaben: “…ziyafette siz de hazırdınız. Gördünüz o masraflar o ihtişamlar
neyle oluyor; ben artık onlarla birlikte bulunmam” diyor ve istifadan vazgeçmiyor. (Türkgeldi: 1987, 118-122.) Bu anlatılanlara göre; Hayri Bey, bu
hadiseyle partilerinin kuruluşundan beri içerisinde yer aldığı İttihatçılardan
ayrılmış oluyor. Burada bahsedildiğine göre; israftan kaçınan, devleti zarara uğratmaktan hoşlanmayan, dürüst bir devlet adamı portresi de çizmektedir.
Ancak tarihi bilgi ve belgelerden, İttihatçılarla Hayri Bey’in arasının açılma
meselesinin sadece böyle olmadığını daha başka saiklerin de rolünün olduğunu öğrenmek mümkündür. Hayri Bey medrese kökenli olmakla beraber, daha Meşrûtiyetten önce başındaki sarığı çıkararak ilmiye ile bağlarını koparmış, uzun yıllar Nizâmiye mahkemelerinde hâkimlik ve savcılık
görevlerinde bulunmuştur. Bu yüzden onun şeyhülislâm olması, İttihat ve
Terakki içerisindeki Batı yanlısı kanadı oldukça heveslendirmiştir. Bunların
çoğu, Hayri Bey’in redingot ve fesini giyerek meşihat makamına oturacağını sanmışlardı. Oysa, Bâb-ı Âlî Caddesi’nden geçen Şeyhülislâmlık arabasındaki şahsın sarıklı ve şeyhülislâmların törenlere mahsus üniforması
olan “ferve-i beyzâ” yı giymiş olduğunu görünce ümitleri boşa çıkmış ve
Hayri Efendi’nin kendinden öncekilerin yolundan gideceği anlaşılmıştır.
(Gürer: 2010, 1195–1197)
Enver ve Talat Paşaların, Ziya Gökalp’in etkisiyle meşihat makamının yetkilerinin sınırlandırılarak yargı yetkisinin elinden alınmasını arzu etmeleri
ve bunu biran önce gerçekleştirmek istemeleri şeyhülislamlık için Hayri
Efendi’nin ismini ön plana çıkarmıştır. Ancak yukarıdaki anlatılan hadise
ile bu düşüncenin daha ilk günden suya düştüğünü gören cemiyetin önderleri ciddi bir düş kırıklığı yaşamışlardır. Bu sebeple Enver Paşa ile arası
açılan Hayri Efendi, bu şartlarda vazife yapamayacağını, düşünülen işleri
yapmaya Musa Kâzım Efendi’nin daha münasip olduğunu söyleyerek istifa etmiştir. Hayri Efendi ile aynı şekilde düşünen Padişah, Musa Kâzım
Efendi’nin Farmason olduğu iddialarını dikkate alarak bu konuda olumsuz
karar bildirmiş ise de İttihatçıların baskıları neticesinde sonradan meşihat
makamına onun getirilmesine razı olmuştur. (BOA: HSD.AFT, 6/19; Gürer:
2010, 1195–1197; Türkgeldi: 1987, 122.)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
385
Efkan UZUN
Devlet adamlığının sonlarına doğru Şeyhülislamlıktan istifa ettikten sonra Padişah tarafından Ayan azalığına atanan Hayri Efendi’nin hükümet
üyeleriyle ve özellikle İttihatçıların ileri gelenleriyle arası iyice açılmıştır.
Ayanlığa atandığını sonradan Maliye Nazırı Şükrü Bey’den öğrenen Talat
Bey, ertesi gün saraya giderek; “Hayri Efendi’nin âyanlığa tayinini tebliğ
etmişsiniz. Bizce âyanlığın ehemmiyeti olduğundan ba’dema bize malumat vermeden tebliğ etmeyiniz, iki üç ay tecrübe edelim. Hayri Efendi’nin
bize karşı ne vaziyet alacağını görelim; ondan sonra yaparız. Hem kendisinin beş yüz lira parası bulunduğundan birkaç ay onunla idare eder”
diyerek, ona karşı tavırlarını açıkça göstermiştir. Daha önceden yapmış
olduğu medrese ıslahatı esnasında da sık sık Maliye Nazırı Şükrü Bey’le
karşı karşıya gelmişlerdi. (Türkgeldi: 1987, 123.)
6- Çocukları
Oğulları Suad Hayri Ürgüplü (1903-1981) ve Münir Hayri Ürgüplü’dür.
Her iki oğlu da milletvekilliği yapmışlardır. Suad Hayri 1903 yılında babasının vazife yaptığı Şam’da doğmuş, Galatasaray Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiş, Türk-Yunan nüfus mübadelesi
mahkemelerinde çalışmış ve iki dönem (1939, 1943) Kayseri Milletvekili seçilmiştir. 2. Şükrü Saraçoğlu kabinesinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı
yapmıştır. 1950’de tekrar parlamentoya dönmüş, 1952 yılına kadar Kayseri Milletvekilliği yapmıştır. Avrupa İstişari Meclisi’nde başkan yardımcılığı görevinde bulunmuştur. 1952’de parlamentodan ayrılarak Bonn
Büyükelçiliği’ne getirilen Suad Hayri Ürgüplü, 1955’te Londra, 1959’da
Washington, 1960’da ise Madrid Büyükelçilikleri yapmıştır. 1961 seçimlerinde Kayseri Senatörü seçilmiş, Cumhuriyet Senatosunun ilk başkanı
olmuştur. Bu görevi tamamladıktan sonra 1965 yılında partiler üstü hükümetin başkanlığına getirilmiştir. 1966’da kontenjan senatörü seçilen Suad
Hayri 1972’ye kadar bu görevini devam ettirmiştir. (www.nevsehir.pol.tr ;
www.kimkimdir.gen.tr)
Kaynaklar
Arşiv Kaynakları
BOA, BEO, (08/Z /1317), 1470/110180.
BOA, BEO, (21/M /1319), 1657/124226.
BOA, BEO, (23/Z /1320), 2025/151866.
386
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922)
BOA, BEO, (19/L /1324), 2956/221681.
BOA, TFR.I..MN.., (21/L /1324), 111/11038.
BOA, HSD.AFT, (18/Ra/1332), 5/95.
BOA, HSD.AFT, (05/B /1334), 6/19.
BOA, MV, (14/M /1335), 245/112.
BOA, İ..DUİT, (07/M /1337), 9/38.
Tetkik Eserler Vd.
Ahmed Refik (Altınay), (1334), “Osmanlı Şeyhülislâmları”, İlmiye Salnâmesi,
Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye: Matba’a-i Âmire. (Bu eser günümüz Türkçesine
aktarılmıştır. Bkz. KAHRAMAN, Seyit Ali vd., İlmiye Sâlnâmesi, İstanbul,
1998, İşaret Yay.)
Ahmed Vefik Paşa, (2000), Lehce-i Osmanî, (Haz. R. Toparlı), Ankara: TDK Yay.
Akgündüz, Murat, (2002), Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislâmlık, İstanbul: Beyan Yay.
Akman, Zekeriya, (2009), Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye, Ankara:DİB Yay.
Akşin, Sina, (1985), “İttihat ve Terakki”, Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.5, s.1422-1435, İstanbul: İletişim Yay.
Albayrak, Sadık, (1996), Son Devir Osmanlı Uleması, C.4, İstanbul: İBB.
Ali Emîrî, (1334), “Meşîhat-ı İslâmiyye Tarihçesi”, İlmiye Salnamesi, Darü’lHilafeti’l-Aliyye: Matba’a-i Âmire.
Altunsu, Abdülkadir, (1972), Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara: Ayyıldız Matb. A.Ş.
Cebeci, İsmail, (Haz.), (2009), Ceride-i İlmiyye Fetvaları, İstanbul: Klasik Yay.
Eraslan, Sadık, (2009), Meşihat-i İslâmiyye ve Ceride-i İlmiyye (Osmanlılarda Fetva
Makamı ve Yayın Organı, Ankara: DİB. Yay.
Fedayi, Cemal, (1999), “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık Kurumu”, Osmanlı,
C.6, s.447-452, Ankara: Yeni Türkiye Yay.
Gürer, Ahmet Şamil, (2010), “İttihat ve Terakki’nin Bir “Fırka Şeyhülislâmı” Arayışı ve Musa Kâzım Efendi’nin Şeyhülislâmlığa Getirilişi”, Turkish Studies,
Vol. 5/4, Fall 2010, s.1186-1206.
Halaçoğlu, Yusuf, (2002), “Klasik Dönemde Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Genel Türk
Tarihi, C.6, s.149-224, Ankara: Yeni Türkiye Yay.
Hatemî, Hüseyin, (1985), “19. Yüzyılda Medreseler”, Tanzimat’tan Cumhuriyete
Türkiye Ansiklopedisi, C.2, s.501-510, İstanbul: İletişim Yay.
Hatemî, Hüseyin, (1985), “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıf”, Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.6, s.1658-1678, İstanbul: İletişim Yay.
İnal, Mahmut Kemal (İbnülemin), (1982), (3.b.), Son Sadrazamlar, C.IV, İstanbul:
Dergâh.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
387
Efkan UZUN
İpşirli, Mehmet, (1994), “Klasik Dönem Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, C.I, (Ed. E. İhsanoğlu), ss.139-279, İstanbul: IRCICA
İpşirli, Mehmet, (1998), “Hayri Efendi, Mustafa (1867-1921), DİA, XVII, s.62-64,
İstanbul: TDV.
Kara, İsmail, (2001), Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi (Temel Metinler), İstanbul:
Gerçek Hayat.
Karasar, N., (2000), Bilimsel Araştırma Yöntemi, (10.b.), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Kaydu, Ekrem, (1977), “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı”, İslami İlimler Fakültesi Dergisi, S.II, ss.201–210, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yay.
Kütükoğlu, Mübahat, “Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi”, DİA, VIII, s.507-508.
Mardin, Ebü’l-ulâ, (1946), Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul.
Mehmed Süreyya, (1996), Sicill-i Osmanî, C.III, (Haz. Ali Aktan ve Diğerleri), İstanbul: Sebil Yayınevi.
Mert, Hamdi, (1989), “Osmanlı İdaresinde Şeyhülislamlık Müessesesi ve Önemi”,
Türk Dünyası Araştırmaları, S.59, Nisan 1989, s.61–74.
Pakalın, Mehmet Zeki, (2008), Sicill-i Osmanî Zeyli, C.IX, (Haz. Ali Aktan), Ankara:
TTK.
Topuzlu, Cemil (Paşa), İstibdat-Meşrutiyet-Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık Hatıralarım, (Haz. Cemalettin Topuzlu), İstanbul: Topuzlu Yay.
Türkgeldi, Ali Fuad, (1987), (4.b.), Görüp İşittiklerim, Ankara: TTK Yay.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, (1984), Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilatı, Ankara: TTK.
İnternet Kaynakları
www.kimkimdir.gen.tr
www.nevsehir.pol.tr
388
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayrî Efendi (1867-1922)
EKLER:
1-BOA, HSD.AFT, (18/Ra/1332), 5/95.
Şeyhülislam Esad Efendi istifa ettiğinden yerine Evkaf-ı Hümayun Nazırı
Hayri Efendi'nin tayin olunduğuna dair
Hatt-ı Hümayun müsveddesi.
3 - Hayri Efendi’nin Cihad-ı Ekber Fetvası
2-BOA,HSD.AFT, (05/B /1334), 6/19. Şeyhülislam Hayri Efendi istifa ettiğinden yerine eski
şeyhülislamlardan Musa Kazım Efendi'nin tayin
olunduğuna dair Hatt-ı Hümayun sureti.
4- Hayri Efendi’nin Cihad-ı Ekber Fetvası
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
389
TARİHSEL BİR ROMAN: KAPADOKYA KAHRAMANI
YAĞIŞOĞLU YAŞAR
A HISTORICAL NOVEL: THE HERO OF CAPPADOCIA
YAĞIŞOĞLU YAŞAR
Elif Esra ÖNEN*
ÖZET
Tarihin değişik dönemlerindeki gerçek olayları işleyen tarihsel romanlar, belli bir amaca yönelik olan tezli romanlardır. Mustafa
Şimşek’in ilk romanı olan Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar
da gerçek bir hayat öyküsünün anlatıldığı tarihsel bir romandır. Başından geçen trajik olaylar neticesinde halkın gözünde epik bir kahramana dönüşen Yaşar Yağışoğlu’nun uğruna mücadele verdiği değerlerin anlatıldığı romanda, aynı zamanda Kapadokya’nın gerçek
mekânlarına ve tarihî kişilerine de yer verilerek bu bölge insanının
değer yargıları, yaşayış biçimleri sergilenmektedir.
Bu bildiride, Kapadokya Bölgesi’nde yaşamış erdemli, sözünün eri
ve vatanını seven bir kahraman olan Yaşar Yağışoğlu’nun hayat
hikâyesinin anlatıldığı tarihsel bir romanı inceleyeceğiz.
Anahtar Kelimeler: Tarihsel roman, Gerçek, Kurmaca, Yağışoğlu
Yaşar, Kapadokya.
ABSTRACT
Historical novels which handles the real events in different periods
of history are thesis novels that for particular purpose. Hero of the
Cappadocia Yağışoğlu Yaşar which is Mustafa Şimsek’s first novel,
also described a real life story as a historical novel. As a result of the
tragic events, Yaşar Yağışoğlu becames an epic hero in the eyes of
the people. The author describes as well as real places of Cappadocia and the historical people and also the value judgments, habits
of people of this region in his novel.
* Arş. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
391
Elif Esra ÖNEN
In this paper, we will examine on a historical novel which describes
Yaşar Yağışoğlu’s life story as a virtuous, man of his word and who
loves his country hero of the Cappadocia region.
Key Words: Historical novel, Factual, Fiction, Yağışoğlu Yaşar, Cappadocia.
Giriş
Alfred Döblin “Tarihsel roman her şeyden önce bir romandır, tarih
değildir.”1 der. Tarihsel roman, tarihsel bir dönemi ya da olayı gerçeğe
yakın ve sanatsal bir biçimde aktaran bir roman türüdür. Tarihsel roman
yazarının ise tarih bilincine sahip olması olmazsa olmaz bir koşuldur, tarihsel roman yazarı için önemli bir ipucu niteliği taşır. Tarihsel roman yazarı,
tarihten iki şekilde yararlanır; ya tarih kitaplarını ve tarihî belgeleri inceler
ya da tarihî olaylara kendi kurgusunu ekler.
Tarihsel roman yazarının ele alacağı tarihsel olay için bir kaç kuşaklık bir
zaman aralığı söz konusu olmalıdır. Seçilen olay ya da zaman kesitinin kriz
niteliği taşıması gerekir, bu seçimde ise yazarın düşünce dünyası önemli
bir rol oynar.2
Sekiz yıllık bir emeğin ürünü olan Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanı, Kapadokya’da doğmuş ve büyümüş bir yöre insanının, yazar
Mustafa Şimşek’in, bu yöre üzerine yazmış olduğu bir roman olması bakımından önemlidir.
Romanın iki farklı baskısı bulunmaktadır, ilki 2009 yılında basılmış olup
dört yüz on iki sayfadır; ikinci baskısı ise 2010 yılında yapılmış olup dört
yüz otuz üç sayfadır. İki roman arasında yirmi bir sayfalık fark bulunmaktadır. İkinci baskıda birkaç değişiklik yapmış olan yazar, en önemli değişikliği, Yaşar’ın kız kardeşi Melek’in ismini ikinci baskıda Nazlı olarak
değiştirmekle yapmıştır.
Mustafa Şimşek, romanında çocukluğunda aile büyüklerinden dinlediği Yaşar’ın hayat hikâyesini kurgulamaktadır. Romanın iki düzlemi bulunmaktadır. Birinci düzlemde dönemin canlı tanıklarından öğrenilen
bilgilere dayanılarak Yaşar’ın hayat hikâyesi anlatılırken ikinci düzlemde
Kapadokya’daki sosyal gerçeklerden bahsedilir.
1
2
Turgut Göğebakan, Tarihsel Roman Üzerine, Akçağ Yay., Ankara, 2004, s. 13.
Göğebakan, age., s. 16.
392
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tarihsel Bir Roman: Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar
Yağışoğlu Yaşar, Nevşehir’in Ortahisar Kasabası’nda doğar, İstanbul’da
askerî eğitim alır. İngiliz askerlerle girdiği bir kavga nedeniyle İstanbul’dan
kaçmak zorunda kalır ve Milli Mücadelecilere katılarak Doğu Cephesi’ne
katılır. Böylece Urfa ve Gaziantep’te mücadele eder. Savaşın kazanılmasının ardından tekrar İstanbul’a dönen Yaşar, hukuk eğitimi almak ister.
Fakat babasından gelen bir mektup tüm hayatını değiştirir. Kız kardeşi
Melek, Deli Veli ve Tilki Recep adlı eşkıyalar tarafından kaçırılır ve ailenin
namusuna el değer. Hemen Ortahisar’a giden Yaşar, jandarma ve belediye
başkanı ile görüşerek bu olayın sorumlularının yakalanacağı sözünü alır ve
İstanbul’a geri döner. Orada bir Rum kızı olan Lena ile evlenme hayalleri kurarken babasından kız kardeşinin kaçırılacağına dair yalan bir haber
taşıyan ikinci bir mektup alır ve tekrar Ortahisar’a döner. Babasının amacı
Yaşar’ın İstanbul’da evlenmesini engellemektir; fakat bu haberle çılgına
dönen Yaşar, Deli Veli ile görüşmeye gider, ondan dayak yer ve bunu gururuna yediremediği için intikamını almak amacıyla hareket etmeye başlar.
Bu esnada Alaz isimli cesur bir kıza âşık olur. Aynı zamanda Alaz’ı da kaçırma girişiminde bulunan Deli Veli adlı eşkıyayı öldürür ve artık bir kaçak
gibi yaşamaya başlar. Fakat Tilki Recep hala hayatta olduğu için jandarmaya teslim olmak istemez. Böylece ailesi ona Ortahisar yakınlarındaki
Kilise Deresi’ndeki kiliseyi kalması için ayarlar ve Yaşar orada ailesinden ve
Alaz’dan uzakta yaşamaya başlar. Romanın bundan sonraki bölümlerinde
Yaşar’ın bir kahramana dönüşme serüveni ve yöre halkına olan yardımları
anlatılır. Romanın sonunda Tilki Recep’in oyununa gelen Yaşar, bir jandarma baskınında vurulur ve elindeki bombanın patlamasıyla ölür.
Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanı, Osmanlı Devleti’nin çöküş
yıllarından başlayarak Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllardan Yaşar’ın ölümüne kadar yaşanan olayların, sosyolojik ve psikolojik nedenlerini aşk kurgusu etrafında anlatmaktadır.
Biz bu incelemede romanı, Turgut Göğebakan’ın Tarihsel Roman Üzerine
adlı eserinin alt başlıklarından yola çıkarak romanda tarih ve kurmaca,
kişiler, romanın didaktik-estetik boyutu ve anlatım teknikleri olmak üzere
dört başlık altında ele alacağız.
Tarihsel Romanda Tarih ve Kurmaca
Tarihsel romanlarda yazarların kurmacaya başvurması kaçınılmazdır. Romanlarda kurmaca (fiksiyon), tarihi tamamlama ve tarihî belgelerin yetersiz kaldığı yerlerde ortaya çıkan boşlukları doldurma aracı olarak
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
393
Elif Esra ÖNEN
görülmektedir.3 Zira tarih, zamanı özetleyerek ve atlayarak kullanırken
tarihsel roman yazarının, tarihçinin atladığı zaman noktalarının arasını
doldurması gerekir.4
Kurmacanın romandaki işlevini yazarın düşünce dünyası şekillendirmektedir. Yazarın düşünce dünyası dediğimiz şey ise yazarın bir tarihsel roman kaleme alırken tarihin bir kesitine dair asıl ortaya koymak istediği
savıdır. Bu bakımdan tarihsel romanlar, belli bir amaca yönelik birer tezli
romanlardır diyebiliriz. Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanında
vurgulanmak istenen tez ise Yaşar’ın vatanını canından çok seven, verdiği
sözden dönmeyen, erdemli, adaletli, ahlaklı bir örnek insan oluşudur.
Günümüz yazarları, romanlarında tarihsel bilgiden çok yazınsallığı önemsemektedirler. Ancak Mustafa Şimşek yazınsallıktan ziyade tarihî olayın
tüm detaylarını vermek amacıyla romanını kaleme alır. Fakat yazar, romanında yalnızca toplumsal gerçekliği değil; bu gerçekliği oluşturan koşulları
da anlatır. Romanda anlatılan olaylar, 1916-1930 yılları arasında yaşanmıştır. Yazar romanın tarihsel boyutunu anlatırken romanda kurmacaya
önem verir. Çanakkale Savaşı’ndan etkilenerek asker olacağını söyleyip
askerî okulda okuyan Yaşar, vatan sevgisini öğrenir. Vatanı için her şeyi
yapacağını söyleyip Güneydoğu Anadolu Cephesi’ne katılması, Urfa ve
Gaziantep’te milli mücadelecilerle birlikte vatanını savunması konuları
işlenirken Yaşar’ın vatanına, Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve inkılâplara olan
bağlılığı anlatılır. Böylece yazar, arka planda kısa da olsa döneme hâkim
olan siyasi-sosyal koşullara da romanında yer verir.
Yaşar, kız kardeşinin namusunu temizlemek için bütün iyi yolları denemesine rağmen eşkıyalardan birini öldürmek zorunda kalır. Halk bu durumu
normal karşılar. Çünkü Yaşar uzlaşmak için bütün yolları denemiş; fakat
sonuç alamamıştır. Romandaki toplumsal sorunu eşkıyalar oluşturur. Halk
eşkıyalarla mücadele edemediği ve jandarmalar da bu konuda yetersiz
kaldığı için Yaşar gibi namusunu ve yöre halkını koruyan, değerleri için
mücadele eden bir insan halk tarafından yüceltilir. Bu nedenle, yazarımız
da romanının adında “kahraman” sıfatını kullanmaktadır.
Yazar, Yaşar’ın ahlakî değerlere, örf ve adetlere olan bağlılığını anlatırken
romanın tarihselliğine de adım hazırlar. Romanda Yaşar’ın babasının kadim
3
4
Göğebakan, age., s. 27.
Alemdar Yalçın, Siyasal ve Sosyal Değişmeler Açısından Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı (19201946), Akçağ Yay., Ankara, 6. bs., 2006, s. 265.
394
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tarihsel Bir Roman: Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar
dostu olan Rum Vasili ve eşi Eleni ile arkadaşlıkları, birbirlerine duydukları
güven, Yaşar’ın bir Rum kızı olan Lena’ya gönül vermesi, yine başka bir Rum
kızı olan Despina ile olan arkadaşlığından bahsedilirken Türk, Rum örf ve
adetleri birlikte anlatılmaktadır. Böylece yazar, farklı inanç gruplarına mensup insanların bir arada mutlu mesut yaşarken savaş sırasında atılan yanlış
adımların topluluklar arasında yarattığı sorunlara da değinmiş olmaktadır.
Tarihsel romanlarda sadece olay değil, olaya sebep olan durumlar da aktarılır. Dolayısıyla romanda Yaşar’ın trajik ölümüne sebep olan tüm olaylar
detaylarıyla anlatılır. Kervan yolculuğu yapan insanların, kolay yoldan para
kazanmak için hırsızlık yapan eşkıyalar tarafından soyulması problemi o
dönem Türkiye’sinin sosyolojik bir problemini yansıtmaktadır.
Evliliğe ait örf ve adetler, kız kaçırma eyleminin meydana getirdiği tehlikeler, oturak âlemlerinde kaçırılan kızların oynatılması ve tüm bunların halk
arasında vahim sonuçlar doğuran olaylar olarak anlatılması yörenin ahlakî
değerlerini vurgulayan unsurlardandır. Yazar, romanda toplumsal anlamda kriz yaratan kız kaçırma eylemi ve sonrasında yaşanan olayları anlatırken çevredeki köylerle, kişilerle yardımlaşma, devlet organlarının (hâkim,
savcı, jandarmanın) yetersizliği gibi konulara da değinmektedir.
Yaşar’ın İstanbul ve Ortahisar arasında geçen hayatının kaçış serüveni ve
Alaz ile olan aşk ilişkisinin iç boyutu, kurmaca ile zenginleştirilerek eserin
hacmi artırılmaktadır. Romanda aşk, çok boyutlu olarak karşımıza çıkar.
Romanda ilk aşk, Yaşar ile Lena arasında yaşanır. İkinci aşk, Yaşar ile Alaz
arasında, üçüncü aşk ise Yaşar ile Despina arasında yaşanır.
Bunun dışında romanın kurgusu içerisinde yöresel unsurlara da yer verilir.
Örneğin; bağ bozumundan bahsedilmesiyle; pekmezlik, yemeklik, kurutmalık üzüm çeşitlerinin adlarının sayılmasıyla yörenin üzüm yetiştiriciliğinin geçmişten günümüze uzanan önemi öne çıkarılmaktadır.
Romanda geçen mekânlar ise yörede kullanıldığı şekliyle ve o dönemki
adlarıyla verilmektedir: Ağcaşar (Aksalur), Melağgubu (Derinkuyu), Sinason (Mustafapaşa), Eneğikoyu (Kaymaklı), Avaran (Ayvalı Köyü), Arapsun
(Gülşehir). Yer adlarında kurgu unsurunun kullanılmaması da romanın
gerçekçiliğine katkı sağlamaktadır.
Tarihsel Romanda Kişiler
Tarihsel bir romanda kişiler ya gerçekten yaşamış kişilerden seçilir ya da
kurmaca roman kişileri yaratılır. Bu tür romanlarda kişiler, olaydan daha az
önem taşırlar; ancak önemli kişilerin işlevleri ön plana çıkarılır. Bunun yanı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
395
Elif Esra ÖNEN
sıra tarihsel romanlarda karakterden ziyade, toplumun genel özelliklerini
yansıtan tipler tercih edilir. Yazar, romandaki tipleri tasvir ederken abartıya kaçmaz. Tarihsel romanlarda başkişi ve diğer yardımcı kahramanlar
sıradan insanlardır, büyük bir güce sahip değildirler. Tarihsel romanlarda
ayrıntılar üzerinde daha fazla durulduğu için tarihî kişiliklerin insanî, beşerî
yönleri ayrıntılı olarak ortaya konur; sevinçleri, korkuları, zaafları, kusurları
üzerinde daha fazla durulur.5
Mustafa Şimşek, romanında gerçek kişileri kullanmıştır. Yazar, o dönemde yaşayan kişilerin tanıklıkları çerçevesinde gözlemlerini ve duyduklarını
kendi özgür düşüncesi ile kahramanlarını konuşturarak aktarır. Tarihsel
romanlarda çok belirgin bir başkarakter olmamasına karşın bu romanda,
yapısı ve iç çatışmalarıyla Yaşar bir başkarakterdir. Yaşar, halka mal olmuş,
ahlakî değerleri ön plana çıkararak yaşamış ve sonuçta dillere destan olmuş epik bir kahraman olarak vefat eder.
Yazar, gerçekte yaşamış önemli şahsiyetleri ise figür olarak romana
dâhil etmiştir. Örneğin; Ürgüplü Ozan Refik Başaran, o dönemin Belediye Reisi Raşit Turan, yine Belediye Eski Reisi Mustafa Başaran, Ortahisar
Kütüphanesi’nde ders veren ve Yaşar’ın öğretmeni olan Muallim Süleyman Bey romanda adı geçen tanınmış şahsiyetlerdir.
Toplumda birbirini kolay tanımak için çokça kullanılan lakapla hitap etmenin romanda sıkça kullanıldığı ve soyadı kanunundan önceki dönemin
özelliğinin vurgulandığı gözlenmektedir.
Tarihsel Romanda Didaktik-Estetik Boyut
Tarihsel romanın yazınsal niteliği, estetik yönü ve zayıf kaldığı noktalar tartışılır. Fakat tarihsel romanlar tarihi yeniden canlandırmak, bir mesaj vermek, kimi zaman tarihi sorgulamak kimi zaman da tarihi sevdirmek maksadıyla yazılırlar. İncelediğimiz eserde yazar Mustafa Şimşek’in, Yaşar’ın
hayat hikâyesini genç nesillere öğretmek amacıyla eserini kaleme aldığını
görüyoruz. Ayrıca yazar, Yaşar’ın ölümüne sebep olan olaylar çerçevesinde bölgedeki toplumsal yaşamı, örf ve adetlerden kaynaklanan sorunları,
insanların okumamasını, yapılan hataların ders çıkarılmaması gibi durumları sorguladığını görüyoruz.
Yaşar’ın babasının gönderdiği ikinci mektuptaki yalan, Yaşar’ın bir daha
İstanbul’a dönmemesine neden olur ve onu ideallerinden, sevdiklerinden
5
Nurullah Çetin, Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara, 8. bs., 2009, s. 221.
396
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tarihsel Bir Roman: Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar
koparır; yapmak istemediği şeyleri yapmaya mecbur eder. Yazar tüm bunları
anlatırken aynı zamanda okuyucuya sosyal içerikli mesajlar vermeye çalışır.
Mustafa Şimşek ilk kez bir roman kaleme aldığı için eserinde roman tekniğini ihlâl eden birçok unsurla karşılaşmak mümkündür. Yazar, bilgi birikimiyle kaleme aldığı romanını, farkında olmaksızın detaylara boğar. Asıl
amacının tarihi öğretmek ve sevdirmek olduğu açıktır. Fakat romanın kimi
yerinde olayı bir kenara bırakır ve anlattığı devirle ilgili bilgiler verir; böyle
durumlarda romanın akışını kaçırır. Bu durum Ahmet Mithat Efendi’nin
öğretici kimliğe büründüğü romanlarını akla getirmektedir. Bu bakımdan
Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanının estetik yönden zayıf
olduğunu, didaktik yönden ise başarıyı yakaladığını söyleyebiliriz.
Romanın Anlatım Teknikleri
Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanının, anlatım teknikleri yönünden zayıf bir roman olduğunu söyleyebiliriz. Çağdaş Türk romanlarında kullanılan iç monolog, bilinç akışı, montaj gibi teknikler bu romanda
kullanılmamıştır. Roman, III. tekil şahıs anlatıcı tarafından anlatılmaktadır
ki bu anlatıcı, hâkim bakış açısına sahip olan yazarın kendisidir.
Yazarın en sık uyguladığı yöntem içe bakış yöntemidir, yazar kişilerin zihninden geçenleri okumaktadır. Bu nedenle romanın anlatımında kişisellik ön
plandadır. Bu da yazarın tezini ispatlamasında yardımcı bir tekniktir. Bu yolla, yazar kendi görüşlerini halka söyletmektedir. Romanın figürlerini oluşturan yöre halkı her fırsatta Yaşar’ın kahramanlıklarından, ahlakından bahsetmektedir. Yaşar hakkında olumsuz bir bakış açısına romanda rastlamayız.
Çoğunlukla anlatma tekniğini esas alan yazar, diyaloglara da yer verir.
Yazar kimi zaman yerel söyleyişten yararlanarak roman kişilerini yörenin
diliyle konuşturur:6
“Evlat, burası amma da yımışağımış pambık gibi manşallah, ben buradan
inmem gayrı.”
Romanda kullanılan dil ile yöre insanının günümüzde halen kullandığı dil
yer yer uygunluk göstermektedir.
Yazar bir serüven şeklinde kaleme aldığı Yaşar’ın hikâyesini anlatırken yakaladığı dinamik akış sayesinde başarılı bir roman ortaya koyar. Ancak
yazarın trajik hikâyesini çocukluğundan bu yana dinlediği Yaşar’ı kendi
6
Mustafa Şimşek, Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar, Pelin Ofset, Ankara, 2. bs., 2010, s. 28.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
397
Elif Esra ÖNEN
gözünde de bir kahraman olarak görmesi, onun bir kahraman olduğunu
ısrarla ifade etmeye çalışması, bu tercihi okura bırakmaması, onun kendi
eseri ile arasına bir mesafe koyamadığını göstermektedir. Kısacası yazar
inandığı şahsî fikrini roman dünyasında egemen kılmaya çalışmaktadır.
Ancak bunu romanın bir kusuru olarak algılayamayız zira bu durum hemen hemen tüm tarihsel romanlarda görülmektedir diyebiliriz.
Sonuç
Tarihsel romanlar unutulan geçmişin tekrar hatırlatılmasıdır. Kapadokya
Kahramanı Yağışoğlu Yaşar romanı, Yaşar’ın hayat hikâyesinin yeniden
hatırlanması, genç nesillere örnek olması amacıyla yazılmıştır. Eser, tarihsel
bir roman olmanın hemen hemen tüm özelliklerini taşımaktadır. Fakat bu
romanın çok başarılı olduğunu göstermemektedir. Bu romanı bizim için
önemli kılan tarafı, yöreyi tarih kitaplarının dışında tanımayı sağlaması ve
yörede yetişmiş bir şahsiyetin ilk romanı olmasıdır.
Yağışoğlu Yaşar, bu romanda gerçekte yaşadığı gibi ele alınmış; halkın
genel yargısının ortaya konduğu eserde Yaşar, yaşarken gösterdiği kahramanlık, erdem sahibi ve sözünün eri oluşu gibi yüce değerleriyle ön plana
çıkarılmıştır. Bunun dışında yazar, Yaşar’ın hikâyesine bir roman tadı verebilmek için kurmacadan faydalanarak kimi yerde Yaşar ve Alaz’ın aşkını bir
macera romanı havasında bir sürükleyicilikle aktarmıştır.
Tarihsel romanların yazınsal nitelik bakımından ve estetik yönden zayıf
romanlar oldukları tartışılır, fakat tarihsel romanlar tarihi yeniden canlandırma misyonuna sahiptirler. Ancak estetik yönden zayıf olduğunu gördüğümüz bu eser de taşıdığı sosyal içerikli mesajlar ve günümüzde tükenen
değerlere sahip çıkan Kapadokya’da yaşamış bir kişinin hayat hikâyesini
ele alması bakımından önemlidir.
Kaynaklar
Çetin, Nurullah. Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara, 8. bs., 2009.
Çevirme, Emir Ali. “Bir Tarihsel Roman: Şah ve Sultan”, Dergâh Dergisi, C. 21, S.
250, Aralık 2010.
Göğebakan, Turgut. Tarihsel Roman Üzerine, Akçağ Yay., Ankara, 2004.
Şimşek, Mustafa. Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar, Pelin Ofset, Ankara,
2009.
. Kapadokya Kahramanı Yağışoğlu Yaşar, Pelin Ofset, Ankara, 2. bs., 2010.
Yalçın, Alemdar. Siyasal ve Sosyal Değişmeler Açısından Cumhuriyet Dönemi Türk
Romanı (1920-1946), Akçağ Yay., Ankara, 6. bs., 2006.
398
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEŞET GÜNAL'IN ESERLERİ ÇERÇEVESİNDE SANATTA
YÖRESELLİK KAVRAMI ÜZERİNE BİR TARTIŞMA
A DISCUSSION UPON LOCALNESS NOTION IN ART WITHIN THE
FRAME OF ARTWORKS OF NESET GUNAL
Elif ŞENEL*
ÖZET
Sanatında kullandığı temalarla Anadolu insanını ve kendi yöresi
olan Nevşehir’i anlatan sanatçı Neşet Günal, Türk resim sanatının
önde gelen isimlerindendir. Sanatçı, biricik ifade yöntemi; sanat
aracılığıyla, sıklıkla resmettiği kendi toprakları ve dış dünya arasında
bağlantılar kurarak Türk resim sanatında yöresellik olgusunu vurgulamıştır. Onun, sanatında yöresini çağrıştırması ve bunu büyük
kitlelere ulaştırması bir kültürün resim sanatı aracılığıyla nasıl yaşatıldığının en açık örneklerinden biridir. Sanatta kullanılan temaların
belirlenmesi; bir yolu, bir tarzı benimsemekle açıklanabilirken sanatçıların beslendikleri kaynaklara duydukları bağlılık da bir etken
olarak ortaya çıkabilir. Neşet Günal uzun yıllar yurtdışında eğitim
aldıktan ve sanatını icra ettikten sonra ülkesine dönmüş ve sanatında kendi yöresine ve halkının insanlarına, belki de bir bağlılık duygusuyla, yer vermiştir. Bu araştırmada sanatta yöresellik kavramını,
Neşet Günal’ın eserleri üzerinden, aydınlatmak amaçlanmaktadır.
Bu araştırmada mevcut durum ortaya konulmaya çalışıldığından
tarama modeli uygulanacaktır. Bu modelin, konuyu belirlemeye
uygun olduğu kabul edilmiştir. Tarama modeli kapsamında, yazılı
kaynaklar ve internet kanalıyla ulaşılan bilgilerden ve görsellerden
yararlanılacaktır. Elde edilen veriler sanatta yöresellik olgusu açısından analiz edilecek ve ülkemizin önemli sanatçılarından olan Neşet
Günal’ın sanat anlayışına ışık tutulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Neşet Günal, Sanat, Sanatta Yöresellik.
* Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, Uygulamalı Sanatlar Eğitimi Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
399
Elif ŞENEL
ABSTRACT
Neset Gunal who is an artist that expresses Anatolian people and
Nevsehir where is his location is one of the prominent artists of Turkish painting art. He emphasized localness fact in Turkish painting
art by connecting with his own lands which were often painted
by him and rest of the world via art which is unique expression
method. He associated his location in his artworks and conveyed it
to large masses. This is one of the most apparent samples of how
a culture is maintained via painting. While to be determined of
the themes used in art may be explained with adopting a way; a
manner, loyalty that artists feel to sources which feed they may be
also admitted as an consideration. After Neset Gunal had gotten
training abroad and rendered his art for long years, he returned and
included his own location and his people, maybe with a loyalty, in
his art. The general purpose of this research is to enlighten localness notion in art over the artworks of him.
Due to the fact that the existing situation is tried to be presented in
this survey, surveillance method will be applied in this study. It has
been accepted that this model is suitable to determine the subject.
Informations and images that can be reached via written sources
and internet will be used in the context of this survey model. The
obtained findings will be analysed and sense of art of Neset Gunal
who is one of theour country’s major artists will be shed light on.
Key Words: Neset Gunal, Art, Localness in Art.
1. Giriş
Çağdaş Türk resim sanatı şüphesiz, her ülkenin sanatı gibi kendi öz kaynakları ve geleneklerinde temellenir. Biçimsel ve duyusal yönden, Türk resim
sanatının kaynakları kendi bölgesel, inançsal ve etnik geçmişinde aranmalıdır. Çağdaş dönemde Türk resminin Batı dünyasındaki sanat akımlarının
sürekli değişimlerine ayak uydurması ise bu gerçeği değiştirmez.
20. Yüzyılın başından beri Türk resim sanatçıları, önce Avrupa’da daha sonra Amerika’da oluşan ve haliyle giderek modalaşan akımlardan kendilerini
uzak tutamamışlardır. Ancak bu zorunluluk içinde bile daima kendilerine
özgü farklı duyuş ve kavrayış özellikleriyle bu akımları Türkleştirmişler, bunların tümüne farklı bir yorum çabasıyla yaklaşmışlardır (Tansuğ: 1997, 17).
Özellikle 1960’larda ve 1970’lerde toplumsal içerikli figüratif resmin en
400
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
önemli savunucularından olan Neşet Günal için de durum bundan farklı gelişmemiştir. Paris’te resim sanatında uzmanlık eğitimi gören sanatçı, burada
kaldığı dönem boyunca, hocalarından sürekli bir şeyler öğrenme çabasında,
örnek bir öğrenci olmuştur. Fakat onların yöntemlerini benimsemekle beraber yaptığı işlerin bir tür aktarma olmasından daima kaçınmıştır. Fransa’da
bulunduğu senelerde sanat, sanatçı ve sanatçının toplumdaki yeri ve sorumlulukları üzerine etraflıca düşünen Günal tek kurtuluşun ‘bize özgü’
olanı bulmak olduğunda karar kılmıştır. Yurda döndüğünde hocası Fernand
Léger’den aldığı biçimsel anlatım yöntemlerini geleneksel Doğu Sanatının
verileri ile uyuma sokarak, biçimde ve özde Doğu Sanatının akılcı ve üslupçu
yanını özümlemeye çalışmıştır. Ve resimde insanı temel unsur olarak almıştır.
Bu insanların yaşam çabalarını, tasalarını, acılarını, yoksulluklarını resmetmiş
ve onların gerçeğinde kendi gerçeğini yeniden bulmuştur. Böylelikle içinden
geldiği toplumsal ve doğal ortamdan ayrı düşmemiştir. Sanatında daima
bu ortamın yaşantısını biçimlendiren sınıfsal sorunlardan etkilenmiştir. Sanattaki gerçeğin, insan ve toplum gerçeği olduğuna ve sanatın, başından
beri toplumsal bir işlevi olduğuna inanmıştır. Kendi anılarından hareketle
yaşadığı yöreyi, Orta Anadolu’yu, bu bölgenin insanlarını ve yaşantılarını
toplumcu gerçekçi bir anlayışla resmetmiştir. Neşet Günal gibi çoğu aydına
göre; sanatta evrensele ulaşmanın yolu, sanatçının öncelikle kendi toplumunun sesi olmasıyla, kendi köklerine inerek öz kaynaklarından beslenmesiyle mümkündür. Aksi takdirde, tümüyle ve direkt farklı kültürlerin etkisinde
sanat üretmek taklitle veya aktarmayla paralellik göstermektedir. Diyebiliriz
ki; bütün kültürler arasında saygın bir yer edinmek ve tanınmak açısından
sanatta evrenselliğe giden yol yöresellikten ve ulusallıktan geçer.
Bu bağlamda, sanatta yöresellik kavramı problem kabul edilip, araştırılmaya değer bulunmuştur. Araştırma, sanat anlayışı ve tarzından yola çıkılarak, bu anlamda öncü olarak nitelendirilebilen Neşet Günal’ın eserleri
çerçevesinde yürütülmüştür.
1.1. Amaç ve Önem
Bu araştırmanın amacı, Neşet Günal’ın eserleri çerçevesinde sanatta yöresellik kavramını irdelemektir. Araştırmanın genel amacına ulaşmak için şu
sıra izlenmiştir.
- Sanatta yöresellik kavramının tanımlanması.
- Neşet Günal’ın sanat anlayışında ve eserlerinde bu kavramın nasıl şekillendiğinin belirlenmesi.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
401
Elif ŞENEL
Elde edilen veriler ışığında; Neşet Günal’ın eserleri çerçevesinde sanatta
yöresellik kavramını irdeleyen herhangi bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu
durum araştırmayı özgün ve önemli kılmaktadır.
Bir ulusun sanatı kendi köklerinde şekillenir. Özünü kavramadan, kültürünü, tarihini, coğrafyasını, o coğrafyanın insanlarını, o insanların geleneklerini ve yaşantılarını tanımadan yaratılan her sanat yapıtı farklı kaynaklara
gönderme yapmaktadır. Bu tarz yaklaşımlar, sanatta yöresellik/ulusallık
ve evrensellik sorunsalını gündeme getirmektedir. Yöresellik olgusu bu
bağlamda ön plana çıkmaktadır. Neşet Günal’ın sanata ilişkin tutumu ve
eserleri bu kavramı çok iyi örneklemektedir. Neşet Günal penceresinden
sanatta yöreselliği ele almak; hem çağdaş sanatta halka inmek/halkı anlatmak mefhumlarına dikkat çekecek hem de bir kültürün resim sanatı aracılığıyla kendi dışındaki çevrelere iletiliyor olması gerçeğinin altını çizecektir.
Bunlar araştırmayı önemli kılan diğer etkenlerdir.
1.2. Problem Cümlesi
Sanatta yöresellik kavramı nedir ve Neşet Günal’ın eserlerinde nasıl yansıtılmıştır?
1.3. Alt Problemler
Araştırma kapsamında şu alt problemlere yanıt aranmıştır:
- Sanatta yöresellik kavramı nedir?
- Neşet Günal’ın sanat anlayışında ve eserlerinde bu kavram nasıl şekillenmiştir?
1.4. Sayıltılar
Araştırma aşağıdaki ön kabuller doğrultusunda yürütülmüştür.
- Neşet Günal’ın eserleri çerçevesinde sanatta yöresellik kavramını irdelemek amacıyla toplanan veriler gerçeği yansıtmaktadır.
- Görseller, alıntılandığı kaynaklarda doğru isimlendirilmiş ve tarihlendirilmiştir.
1.5. Sınırlılıklar
Araştırmanın daha sağlıklı yürütülebilmesi için çeşitli sınırlılıklar getirilmiş
ve sanatta yöresellik konusu, Neşet Günal ve sanatıyla sınırlandırılmıştır.
402
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
1.6. Yöntem
Bu araştırmada mevcut durum ortaya konulmaya çalışıldığından betimsel
yöntem uygulanmıştır. Yöntem kapsamında; yazılı kaynaklar ve internet
kanalıyla ulaşılan bilgiler taranmıştır. Elde edilen veriler, sanatçının eserlerine ait görsellerle desteklenmiştir.
2. Teorik Çerçeve
2.1. Sanatta ‘Yöresellik’ Olgusu
Türk düşünce tarihinde ulusallaşma, ulusçuluk ve ulus gibi kavramlar,
düşünürler tarafından farklı biçimlerde ele alınmış, tarihsel döngü içinde
birbirinden beslenen ya da karşı duruşlarla biçimlenen bir düşünce sistematiği oluşmuştur. Türkiye’de Ziya Gökalp’ten bu yana maddi kültürü uygarlık, manevi kültürü ise kültür olarak gören ve manevi kültürü salt ulusal
değerler ile açıklama yoluna giden görüşler öne çıkmıştır. Ancak kültür
kavramının yalnızca üst yapı içinde değerlendirilmesi, terimin kendi içeriğinden soyutlanmasına ve kültür tanımının sosyo-ekonomik kavramlar
dışında ele alınmasına yol açmıştır. Sonunda ulusal kültür kavramı, Anadolu kültürü, Türk kültürü, İslam kültürü, Doğu-Batı kültürü ya da Osmanlı
kültürü gibi parçalara, kutuplara ayrıştırılarak tartışılır olmuş, dolayısıyla
kendi bütünlüğü içinde yeterince açıklanamamıştır (Çalışlar: 1988, 75).
Türkiye’de ulus kavramı gerçek anlamda ilk kez Cumhuriyetin ilanından
sonraki süreçte gündeme gelmiştir. Kurtuluş Savaşıyla birlikte Türk aydınları ulusal kimlik arayışına yönelmiştir. Bu arayışlar Cumhuriyet’in erken
dönemlerinden itibaren, çağdaşlaşmanın ön koşullarından biri olarak görülen kültür sanat politikalarını da etkilemiştir. Devlet politikaları arasında
yer alan Halkçılık ilkesiyle, kaynağını Anadolu kültüründen ve halk gerçeğinden alan, toplum yapısını, gelenekleri bir değer olarak gören kültür ve sanat edimlerinin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda,
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, kültür programının bir parçası olarak
1938-1944 yılları arasında, yurt güzelliklerini yerinde görmeleri amacıyla, her yıl on sanatçı değişik illere gönderilmiş, yurt gezileri ve sergileri
gerçekleştirilmiştir. Bu etkinliklerin sanata yansıması ise; Anadolu’ya özgü
süsleme öğelerinin ve folklorik kültürün resimlerinde yer etmesi biçiminde
olmuştur. Öte yandan bu etkinlikler, ulus bilincinin oluşmasında ve sanatta
yöresel/ulusal ve evrensel değerlerin gündeme gelmesinde rol oynamıştır
(Aktaran: Bek: 2008, 118-119).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
403
Elif ŞENEL
1940’lı yıllarda, toplumun yoksul kesimlerini ve ağırlıklı olarak İstanbul Limanı çevresindeki yaşantıları resmeden Yeniler Grubunun etkisiyle yerel sanat
anlayışı sözkonusu olmuş ve ulusallık evrensellik kavramlarını ele alan tartışmalar gündemdeki yerini korumuştur. Yine aynı yıllarda Devlet Resim Heykel
Sergilerinde sanatçılardan, ulusa özgü görüş ve duyuşu koruyabilmek için,
memleketin gelenekleriyle, destanlarıyla, yaşama tarzıyla, inanışlarıyla ilgili
kompozisyonlar istenmesi sözkonusu olmuştur (Aktaran: Bek: 2008, 120).
1960 askeri müdahalesinin ardından, sosyal devlet anlayışı anayasa ile güvence altına alınmıştır. Bu türden yeniden yapılandırmaların sözkonusu
olduğu 60’lı yıllar, Batı’nın hegemonyasından çıkma, özgün bir kimliğe sahip olma, kültür ve sanatta halka inme düşüncesinin ağırlık kazandığı bir
dönemi işaret etmiştir. Bu dönemde Türk resim sanatında, özellikle kırsal
kesim insanının yaşamını ve dramı konu alan Toplumsal Gerçekçilik, yeni
bir eğilim olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, bu oluşumun temelleri
1950’lere dayanmaktadır. 1950’li yıllar Türkiye’de kentleşme olgusunun
hızlandığı yıllar olmuştur. Tarımdan sanayiye dengesiz geçiş, yoğun göç
alan kentlerin çevresinde düzensiz ve sağlıksız yerleşim, denetlenemeyen, çözümlenemeyen ve hızla büyüyen sorunlar 1960’lı yıllarda bütün
sanat dallarına kaynak oluşturacak yeni veriler ve gerçekleri teşkil etmiştir.
Böylelikle bu dönemde gözlemlenen sosyo-kültürel, siyasi ve sanatsal oluşumlar, sanatta yöresellik-ulusallık ve evrensellik tartışmalarının yeniden
gündeme gelmesinde etkili olmuştur.
Bu yıllarda ve daha sonraki yıllarda , resim sanatında da birçok sanatçı toplum gerçeklerini yorumlayan resimler üretmiştir. Bunların bir kısmı, klişeleşen, salt slogan olarak değer taşıyan ve plastik değerlere sahip olmayan
yapıtlar olmuştur. Toplumun sorunlarına ses getiren yorumlarıyla Neşet
Günal, Haşmet Akal, Duran Karaca, Neş’e Erdok, Fevzi Karakoç, Kadir
Ata, Aydın Ayan, İbrahim Balaban, Ramiz Aydın, Cihat Özegemen, Seyyit
Bozdoğan, İbrahim Çiftçioğlu gibi sanatçılar bunların dışında kalmış ve bu
alanda özgün bir anlatıma ulaşmışlardır.
70’lerde, ulusal/evrensel kavramları, 1971 askeri müdahalesi ile gelecekteki on yıl koalisyonlarla yönetilen Türkiye’de partilerin siyasi söylemlerinin içeriği doğrultusunda tartışmaya açılmıştır. Bu kavramlar dönemin,
sanatçı, sanat yazarı ve edebiyatçıları tarafından bazı kültürel, tarihsel ve
sanatsal olgularla ilişkileri bakımından ele alınmıştır. Bu tartışmalar, gele-
404
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
nek, milli kültür, halka inmek gibi günün toplumsalcı bakış açısını yansıtan
söylemler etrafında yoğunluk kazanmıştır.
Gökalp’e göre; kültür, değişmez içe dair bir yapıyı işaret etmekte ve bu
yapının özgünlüğünün korunması gerekmektedir. Ancak öte yandan bilim, teknoloji gibi teknik gelişmelerde ileri seviyede olan Batı medeniyetlerinden yararlanılması zorunludur (Aktaran: Bek: 2008, 121). Ulusal olandan hareketle evrensele ulaşmanın yolu budur. Bu düşünce biçimi belli bir
kesim için geçerliliğini korumuş; ulusal olandan içerik, evrensel olandan
biçim kastedilmiştir.
70’lerde bazı felsefeci, eleştirmen, yazar ve sanatçılar ulusallık/yöresellik
ayrımına dikkat çekmişlerdir. Örneğin, İsmail Tunalı ulusallık kavramının yöresellikten ayrı tutulması gereken bir olgu olduğunu öne sürmüştür. Ona
göre, Osman Hamdi Bey Doğu’ya ait konuları, doğulu kıyafetler içindeki
figürleri resmetmekle; Şevket Dağ, konularını cami, mescit, han gibi Türk
mimarisinden alarak; Turgut Zaim günlük yaşantıları minyatür sanatı içinde
vererek; Bedri Rahmi Eyüboğlu köylü nakış sanatına yönelik resim anlayışı
ile ulusal sanat yapma yoluna gitmiştir. Ancak bu sanatçıların yapıtları, ulusal değerler içermekle birlikte, aslında yöreseldir. Onun görüşünde Neşet
Günal, Hüseyin Bilişik, Devrim Erbil gibi sanatçılar yöresellikle birlikte ulusallığı yakalamayı başarmıştır. Bu bakış açısına göre sanatın yöreselliği, içinde
doğduğu coğrafi-toplumsal çevreyi ifade ederken, ulusallık bir ulusun kavrayış, duyuş ve beğeni durumlarına işaret eder (Aktaran: Bek: 2008, 122).
Geleneksel sanatları, folklorik öğeleri ulusal motifler olarak kullanan Mustafa Esirkuş da, sanatta ulusal değerler aramakta ve Türk resmini bu değerlerle anlamlandırma yoluna gitmektedir. Esirkuş’a göre (Aktaran: Bek:
2008, 123); sanatta evrenselliği yakalamanın bir yolu da yerel olmaktır
ve yerel sanatlar ulusal kişiliğin oluşmasında önemli bir etkendir. Sanatçı,
Batılının hiçbir ulusu küçük görmeksizin, bölgeseldir ya da evrenseldir diye
ayrım yapmaksızın faydalanmasını bildiğini belirtmiştir.
Nurullah Bek ise, 1973’te Varlık dergisinde çıkan bir yazısında, resim sanatında kullanılan biçim, renk, çizgi gibi elemanların evrensel değerler olduğunu ve çağın uluslararasılığı gerekli kıldığını belirtmiştir. Bu tutuma göre,
sanatta ulusallık ve evrensellik çatışma halinde görülmektedir. Berk’e
göre, Türk sanatında yöresel/ulusal olma kaygısı geç oluşmuş bir duygu-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
405
Elif ŞENEL
dur. Ve dönemin değişen yapısı ulusallık kadar evrenselliği de kaçınılmaz
kılmaktadır(Aktaran: Bek: 2008, 124).
Nurullah Berk ile aynı görüşü paylaşan İsmail Altınok; dönemin, dünya
sanatına eklemlenmeyi gerektirdiğini ve bunu gören bazı sanatçıların, Batı’daki oluşumları izleyerek özgün kişisel arayışlar içine girdiklerini ifade
etmiştir. Kendi kaynaklarından yararlanarak Batı sanatını özümseyen sanatçılara, Cemal Tollu, Zeki Faik İzer, Sabri Berkel, Bedri Rahmi Eyüboğlu,
Cemal Bingöl, Neşet Günal, Adnan Turani, Adnan Çoker, Gencay Kasapçı,
Altan Gürman gibi isimleri örnek vermiştir. Ulusal ve evrensel değerlerin
birbirlerini yok etmeden de var olabileceğine inanan Altınok, doğru sanatın, taklitçilikten uzak, çözümleyici ve sağlam kuramsal temellere oturan
bir anlayışta olması gerektiğinden söz etmiştir. Ve buna Meksika sanatını
örnek göstermiştir. Orozco, Diego Riviera gibi sanatçılar yapıtlarında soyut-kübik bir yöntem kullandıkları ve Meksika halk efsanelerini kaynak
aldıkları için kalıcı olmuşlardır. Bir anlamda, biçimde evrensellik, içerikte
ulusallık esasına dayandıkları için dünya sanat ortamındaki yerlerini almışlardır (Aktaran: Bek: 2008, 126-127).
Yöresellik ya da ulusallık olgusunun temelinde halka ve o halkın insanlarına
bağlılık yatmaktadır. Yöresellik, toplumdan uzaklaşmadan, toplumun geleneklerine, inançlarına, yaşantılarına yönelik bir sanat anlayışında ve arayışında
şekillenmektedir. Bu arayışın yegane sebebi ise özü aramak ve anlamaktır.
2.2. Neşet Günal ve Sanatı
“Değişken olana karşı oldum; dural kalmanın imkansız olduğunu bildiğim için. Gereksemesiz her atılım olumsuz bir
değişkenliği sonuçluyor… Değişkenlik yenilenmek değildir;
oluşum önemli. (…) bugün, mutlak bir yaratı özgürlüğünün
rahatlığında kendini gerçekten ‘özgür’ sanan ressamın açmazı ile karşı karşıyayız. (…) resim, benim için bir oyun değil,
azaplı bir süreçtir.” Neşet Günal
Neşet Günal (d. 1923 Nevşehir - ö. 2002 İstanbul), küçük yaşlarda fotoğrafları model alarak çizdiği desenlerle resim sanatına olan ilgisini ortaokul
sıralarında (Nevşehir Ortaokulu) öğretmeni Kemal Zeren’den aldığı derslerle yönlendirmiştir. Nevşehir Belediyesi’nce sağlanan bir bursla 1939’da
Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümüne girmiş, bir süre Nurullah Berk
406
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
ve Sabri Berkel öğrencisi olduktan sonra Levy’nin atölyesine geçmiştir.
Öğrencilik yıllarından başlayarak figüratif anlayışta çalışan Günal, bu sıralarda Ses Tiyatrosu’nun dekorlarının yanısıra afiş çalışmaları da yapmıştır.
1946’da akademinin yüksek resim bölümünü birincilikle bitiren sanatçı
aynı yıl hem UNESCO’nun Paris’te düzenlediği “Uluslararası Modern Sanat Sergisi”ne katılmış hem de Avrupa sınavını kazanmıştır. Fakat yurt
dışına gidişi gecikince bir süre Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde dekoratörlük yapmıştır. 1948’de Paris’e giden sanatçı önce Andre Lhote’un sonra
da Fernand Léger’in özel atölyesinde çalışmış, 1950’de Paris Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda fresk öğrenimi görmüştür. Günal 1954’te Türkiye’ye
döndükten sonra Güzel Sanatlar Akademisine asistan olarak atanmıştır.
Fransa’da kaldığı süre içinde özellikle figür işleyiş yönünden hocası
Léger’den etkilenmiştir. Bu etki dış çizgi, modelaj ve el-ayak işleyişinde belirgindir. Bir süre Léger’in biçimsel anlatım yöntemlerini geleneksel Doğu
sanatlarının özellikleriyle bütünleştirmeye çalışmış; içerikte ise Doğu sanatının üslupçu ve akılcı yönünü özümlemiştir. Resimlerinin temel öğesi
insandır. 1955’te Ankara Helikon Derneği’nde ilk kişisel sergisini açmıştır.
Bu tarihten sonra pek çok kişisel sergi açan sanatçı yurtdışında ve yurtiçinde düzenlenen karma sergilere katılmıştır. 1957’de Ankara Hacettepe
Hastanesi’ne fresk tekniğiyle 30 m2’lik bir duvar resmi (bir yangın sırasında
binayla birlikte harap olmuştur) ve 1958’de de İstanbul Üniversitesi Fen
Fakültesi’ne aynı teknikle 22 m2’lik bir duvar resmi yapmıştır. 1960’larda
anlatıma ağırlık veren Günal, konu, renk, öz-biçim ilişkisinin ön plana çıktığı ve koyu-açık dengesiyle biçim bozmalarını ustaca kullandığı resimler
gerçekleştirmiştir. Sanatçının “Toprak Adamlar” adını verdiği anıtsal nitelikteki bu kompozisyonları özgün üslubunun en belirgin örnekleridir; Sami
Şekeroğlu’nun çektiği belgesel bir filme de konu olmuşlardır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
407
Elif ŞENEL
Resim 1: Kör Hasan’ın Oğlu, 1962,
Tuval Üzerine Yağlıboya, 175x84 cm.
(M.S.G.S.Ü. Resim ve Heykel Müzesi)
Kaynak: Ergüven, 1996, 96.
Resim 2: Baba-Oğul, 1961,
Tuval Üzerine Yağlıboya, 193x93 cm.
(M.S.G.S.Ü. Resim ve Heykel Müzesi)
Kaynak: Ergüven, 1996, 78.
1963’te Fransız hükümetinin verdiği bursla tekrar Fransa’ya giden Günal,
bir yıl süreyle Paris Uygulamalı Sanatlar Okulu’nda vitray ve goblen üzerine
çalışmalar yapmıştır. 1965’te Ankara’da Ajans Türk Matbaası cephesindeki
mermer mozaikli 20 m2’lik beton döküm kabartmayı gerçekleştirmiş, 1967
ve 1968’de İstanbul Operası Duvar Resmi Yarışmaları’nda ödüller kazanmış,
çeşitli kuruluşlara vitraylar, PTT için de bir seri pul hazırlamıştır. “Kör Hasan’ın
Oğlu” (Resim 1) adlı yapıtıyla 1969’daki 30. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde
birincilik ödülünü kazanan Günal, 1970’te profesörlüğe yükseltilmiştir. Günal
1980’de İDGSA dekanlığına getirilmiş ve bu görevini 1983’e dek sürdürmüştür. 1989’da Simavi Vakfı Görsel Sanatlar dalı ödülünü kazanmıştır.
408
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
Resim 3: Başakçılar, 1961, Tuval Üzerine Yağlıboya, 145x205 cm.
(İzmir Resim ve Heykel Müzesi) Kaynak: Ergüven, 1996, 72.
Günal, kıraç Anadolu toprağı üstünde tek, ikili, üçlü ya da kalabalık figürlerden oluşan kompozisyonlarında ustaca bir yaklaşımla resim ve doğa gerçeğini birbirinden ayırırken, bunu toplumsal bir eleştiri tabanına oturtmaktadır.
Yapıtlarında Anadolu insanını, onun yaşantısını ve doğayla olan ilişkisini konu
almış, bu insanları genellikle sakin, durgun ilişkiler içinde tuvale yansıtmıştır.
Örneğin, 1962 tarihli “Mola” (Resim 4) adlı resmi, gerek kompozisyon
şeması, gerek çizgi ve renkteki yalınlığıyla dikkat çeker. Çıplak ve çorak
toprağın egemen olduğu mekan, geri plandaki tepeler ve sınırlı bir gökyüzüyle dramatik bir ifade yansıtmaktadır. Kompozisyondaki üç figür, yerleştiriliş biçimiyle resme gizli bir içsel hareket katmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
409
Elif ŞENEL
Resim 4: Mola, 1962, Tuval Üzerine Yağlıboya, 139x210 cm.
(M.S.G.S.Ü. Resim ve Heykel Müzesi)
Kaynak: Ergüven, 1996, 77.
Resim 5: Yaşantı I, 1958, Tuval Üzerine Yağlıboya, 185x140 cm.
(Sabancı Koleksiyonu)
Kaynak: Ergüven, 1996, 95.
410
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
Resim 6: Ana, 1959, Tuval Üzerine Yağlıboya, 172x100 cm.
(Ankara Resim ve Heykel Müzesi).
Kaynak: Ergüven, 1996, 100.
1970’lerden sonra gerçekleştirdiği kalabalık figürlü kompozisyonlarında
da, kişileri belirli eylemler içinde betimleyen düzenlemelerinde de bu durgunluk egemendir. Figürün yanısıra arka planda, kaba taş duvarlar ya da
yıkıntılardan oluşan mimari öğeler kullanmıştır. Bu yıkıntılar figürlerin yüz
ifadeleri ve giysileriyle bütünleşerek resmin etki gücünü daha da artırmaktadır. Sanatçı portre gözlemlerinde özellikle kavruk görünümlü Anadolu
insanını gerçekçi, ancak belirli şemalaştırmayla yansıtmıştır. Figürlerindeki
en belirgin iki özellik el ve ayaklarla giysilerdir. İri ve heykelsi bir plastik
anlatımla işlediği eklem yerleriyle bu el ve ayaklar, anıtsallık etkisini güçlendirmektedir. Yoksul ve kaba giysiler vücutları sanki bedenin ayrılmaz bir
parçasıymış gibi sarmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
411
Elif ŞENEL
Resim 7: Bir Başka Yaşantı, 1970, Tuval Üzerine Yağlıboya, 250x120 cm.
(Özel Koleksiyon)
Kaynak: Ergüven, 1996, 106.
Resim 8: Yaşantı II, 1974, Tuval Üzerine Yağlıboya, 225x200 cm.
(Besi Cecan Koleksiyonu)
Kaynak: Ergüven, 1996, 109.
412
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
Neşet Günal’ın bütün resimlerinde, doğup büyüdüğü Orta Anadolu doğasından ve yaşamından izler egemendir. Bu yönüyle, yöre resminin toplumsal gerçekçi tabanı üzerinde sosyal içerikli bir sanat anlayışını geliştirmiştir
(Arslan: 1997, 728 ve Aktaran: Özsezgin: 1994, 171-172).
Bu sanat anlayışı ilk defa ressam Ruhi Bey (1880-1931) tarafından geliştirilmiştir. Ruhi Bey, ilk defa millileşme ve mahallileşmenin ne olduğunu gereği gibi duymuş ve duyurmuş sağlam bir sanatçı idi. Resimlerinde
basit gibi görünen folklor üslubu, kendisinden sonra yepyeni bir çığırın
meydana gelmesine yol açmıştır ( Güvemli: 1987, 54-55). Yeniler ile grup
etkinliğine bağlanan, 1960’lı yıllarda Yeni Dal ressamları ile canlanan bu
anlayış Neşet Günal’da toprak adamlarının tipolojisi üzerine kurulu anıtsal
kompozisyon türüne yönelmiştir (Aktaran: Özsezgin: 1994, 172).
Resim 9: Kapı Önü I, 1962, Tuval Üzerine Yağlıboya, 183x77 cm.
(Özel Koleksiyon)
Kaynak: Ergüven, 1996, 116.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
413
Elif ŞENEL
Türk resminde halkbilimi öğelerinin yer aldığı resimler, sanat tarihinin başlangıcından günümüze kadar sahnedeki yerini korumuştur. Ulusal kültür yaratma uğraşısı içinde olan Türk toplumu uzun yıllar Türk resminde
halkbilimsel öğelerden yararlanmıştır. Bu nedenle resimde, öncelikle Türk
insanını ve doğasını konu seçme gereğine inanılmıştır. Bu inanç halkçılık
politikası ile birleşince Anadolu insanı ve doğası belli başlı konu durumuna
gelmiştir. Bu konular sanatçıların eserlerinde kimi zaman yerel konuların
soyutlanması şeklinde, kimi zaman da gerçekçi bir ifadeyle yer almıştır.
Günal’ın resimlerinde halkbilimsel öğelerden oldukça fazla yararlandığı
görülmektedir. Günal, Anadolu insanının yaşam biçimini; bazen barındıkları evin mimari yapısını, bazen de o barınak içindeki günlük yaşamı, figürleri ön planda tutarak ifade etmiştir (“Sanal”: 2004, 94-97).
Resim 10: Kapı Önü IV, 1977, Tuval Üzerine Yağlıboya, 150x170 cm.
(Mustafa Taviloğlu Koleksiyonu)
Kaynak: Ergüven, 1996, 121.
414
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
Çağdaş teknolojide tanık olduğumuz gelişmeler, her gün biraz daha küçülen yerkürede yörenin düşselleşmesiyle noktalanmıştır; ulaşımda varılan hız, zamanın boşaltılmasıyla birlikte mekanı da kapsamına alınca
yöre düşsel hale gelmiştir. Anthony Giddens’a göre: “Modernliğin ortaya
çıkışı, konum olarak uzak kişiler arasındaki ilişkileri geliştirerek, uzamı
gitgide yöreden koparıp atar. Modernlik koşullarında yöre giderek düşselleşir. Bunun anlamı, mekanların oldukça uzak toplumsal etkilerden
adamakıllı etkilenerek biçim kazanmasıdır.” Günal ise düşselleştirilmiş
yöreye karşı açılan bir savaşın temsilcisi olarak bu belirlemeye kuşkuyla
bakmıştır. Çünkü çağdaş uygarlığın yöreyle sınırladığı yöre kavramı her
şeye rağmen halen yürürlükte olanın farklılığını dışlama eğilimindedir.
Hiç kuşkusuz, üçüncü dünya ülkesinde yaşayan sanatçı için yöreye ilişkin
bu tavır sorunu hayli hassas bir sınır çizgisinde yer almaktadır. Nitekim
her an yabancılaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir sanatçının, farkına
varmaksızın dıştan baktığı yöre’de folklorun tuzağına düşmesi işten bile
değildir.
Ne var ki bunun tersi, yani yöre’ye mutlak teslimiyet de, önünde sonunda
sonuçsuz kalmaya mahkumdur; zira çağcıl gelişmelerden bütünüyle soyutlanmış bir
yaratma duygusu ütopyadan ibarettir. Tam bu noktada, bilinç niteliğinin
devreye girdiği görülmektedir; çözüm sanatçının dünyaya bakış açısıyla
ilgili bir tavırda yatmaktadır.
Günal’ın çağdaş Türk resmi içindeki ayrıcalıklı konumu, bir bakıma bu
seçimin daha başlangıçta yapılıp ödünsüz sürdürülmesinden kaynaklanmaktadır. Zor koşullar altında geçen ilk yıllar, sonradan sadece yöreyle
ilgili gerçeğin ilk elden tanıklığına sıkışıp kalmamış, bilinç usul usul ön
plana çıkmıştır. Bir başka deyişle, yaşantı içeriğinin nesnesi olmaktan çıkan
ilk izlenim, sonuçta kendiliğinden bilinç niteliğinin ilgi alanı içine girmiştir. Günal, hemen her vesileyle o koşulların içinden gelmiş olduğunu vurgulamıştır, ama bunu dile getirirken bile alabildiğine dikkatli olup, onları
tanıdığını söylemekle yetinmiştir hep. Öyle ki Yeşim Karatay ile 1976’da
yaptığı söyleşide; “Benim kişiliğimi oluşturan resimlerimde anlatılan içinde
yaşadığım toplumsal ve doğal ortamın insanları, bana en yakın olan ‘toprak adamları’, yaşamlarının her yönüyle tanıdığım insanlar (…)” demiştir.
Oysa, en azından çocukluk yılları itibarıyla, kendisi de o insanlardan biridir;
gelgelelim kader birliği, onların dışına çıkıp yaşananı sorgulamayı engelle-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
415
Elif ŞENEL
mez. Bu yüzden ilk önce duyguyla hesaplaşmıştır Günal; duygu ne denli
sakıncalıysa duyarlık o denli önemlidir onun için. Çünkü biri eleştirel tavrı
köreltirken, öbürü olsa olsa daha insani bir boyut eklemektedir.
Günal kimi zaman resme yol açan dürtüyü tamamen eleştiriye indirgemiştir. Bunu, Oya Ayman ile 1988’de yaptığı söyleşide; “Benim resimlerim
tümüyle eleştiridir. Duyarlı olduğum gerçekleri vurgulamak kendiliğinden
bu eleştiriyi getiriyor. (…) Eleştiri bir tavır almadır bence. Sanatın ve sanatçının varoluş nedeni eleştiridir diyebilirim.” şeklinde ifade etmiştir (Ergüven: 1996, 10-12).
Resim 11: Duvar Dibi III, 1972-73, Tuval Üzerine Yağlıboya, 152x245 cm.
(Erol Aksoy Koleksiyonu)
Kaynak: Ergüven, 1996, 136-137.
Bir Rönesans sanatçısı titizliliği ile figüratif resimler yapan Neşet Günal
Anadolu insanı ve yaşantısını toplumcu gerçekçi bir anlayışla yorumlamaktadır. Neşet Günal resmi, bir gözlem sonucu ortaya çıkan her şeyin
bilinçli bir sorgulamasıdır. Yoksulluk, bezgin insanların dramı, kurak kıraç
topraklar vs. gerçekler trajik dramatik bir anlatımla ele alınmaktadır. Her
resim duruşu, oturuşu, giyinişi, çevresi ve vermek istediği mesajla öncelikle
sanatçının düşüncesinde şekillenip sonra plastik bir anlatımla tuvallere ak-
416
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
tarılmaktadır. Ağır oturaklı ve abartılı bir deformasyonla şekillenen desenler, klasik renkler ve pastel tonlamalarla Anadolu toprağını ve bu toprağın
insanlarının tüm özelliklerini veren titiz, sabırlı ve ince bir işçiliğin ürünleri
olmaktadır (Ersoy: 1998, 82).
Resim 12: Toprak Adamı, 1974,
Tuval Üzerine Yağlıboya, 185x96 cm.
(Özel Koleksiyon)
Kaynak: Ergüven, 1996, 82.
Resim: 13, Babam “Anı Portre”, 1974,
Tuval Üzerine Yağlıboya, 200x74 cm.
Kaynak: Ergüven, 1996, 134.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
417
Elif ŞENEL
Resim 14: Duvar Dibi IV, 1975, Tuval Üzerine Yağlıboya, 139x210 cm.
(Özel Koleksiyon)
Kaynak: Ergüven, 1996, 138-139.
Resim 15: Başakçı Kadın II, 1979, Tuval Üzerine Yağlıboya, 141x102 cm.
(Özel Koleksiyon)
Kaynak: Ergüven, 1996, 88.
418
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
Resim 16: Başakçılar, 1984, Tuval Üzerine Yağlıboya, 120x172 cm.
(Özel Koleksiyon)
Kaynak: Ergüven, 1996, 93.
Neşet Günal’ın anıtsal figür temasına duyduğu yakın ilgi, resmini bu tema
üzerinde sürekli bir çeşitlemeye götürmüştür. Ancak bu figür çağdaş Türk
resminde Osman Hamdi’de tanık olduğumuz etkisini, yine anıtsallık düzeyinde gösterir. Onun dışında bu figürün içeriksel bağıntıları, Anadolu
gerçekliği üzerine kurulmasından kaynaklanan toplumsal bir özle pekiştirilmiştir. 1950’lerin tarihlerini taşıyan “Bağ Bozumu” (Resim 17) dizisinden daha yakın yıllara doğru baktığımızda bu toplumsallığın, gerçekliği
bütün çıplaklığı ve olanca etkisiyle yansıtmaya yönelik bir ifadecilik mesajı çevresinde oluşup geliştiği gözlemlenir. Toprak insanlarından korkuluklar dizisine doğru bu mesaj daha da somutlaşır, resimlerin büyüyen
boyutlarıyla birlikte dayandığı içeriksel mesajın etkisi de yoğunluk kazanır
böylece.Toplumsallık, çağdaş resim sanatımızın geç dönemlerinde yaşanan olguların ve oluşumların bir uzantısı şeklinde kendini gösterdiği halde
Neşet Günal’ın sanatı, bu olgu ve oluşumların üzerine yükselmekte, toplumsallığı ya da toplumsal gerçekliği, insan doğasının yapısında yer alan
bir süreçsellik yönünden değerlendirmektedir (Özsezgin: 1998, 134).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
419
Elif ŞENEL
Resim 17: Bağbozumu, 1956, Tuval Üzerine Yağlıboya, 137x250 cm.
(Ankara Resim ve Heykel Müzesi)
Kaynak: Ergüven, 1996, 40-41.
Resim18: Çocuklar, 1963, Kağıt Üzerine Karışık Teknik, 27x27 cm.
(Vural Solok Koleksiyonu)
Kaynak: Ergüven, 1996, 147.
420
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
Resim 19: Korkuluk II, 1986,
Tuval Üzerine Yağlıboya, 184x116cm.
Kaynak: Ergüven, 1996, 173.
Resim 20: Korkuluk VIII, 1988,
Tuval Üzerine Yağlıboya, 184x112 cm.
(Özel Koleksiyon)
Kaynak: Ergüven, 1996, 189.
Resim 21: Sorun-Sorum I, 1990, Tuval Üzerine Yağlıboya, 142x195 cm.
(Korkmaz Yiğit Koleksiyonu)
Kaynak: Ergüven, 1996, 203.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
421
Elif ŞENEL
Resim 22: Sorun-Sorum IX, 1994, Tuval Üzerine Yağlıboya, 97x130 cm.
Kaynak: Ergüven, 1996, 214.
İçinden geldiği Orta Anadolu köy yaşamının izlenimlerini yansıtan
Günal’ın, her biri birer fresk tadı veren resimleriyle, genç sanatçıların figür
eğilimlerine yön veren çok etkili bir usta olduğu ifade edilebilir (Tansuğ:
1991, 269-270).
Anadolu köylüsünün yoksulluğunu abartan figür üslubu, heybetli görünümüyle öğrenci gençler üzerinde yarattığı etki yönünden, Neşet Günal’ın
çocukluk anılarıyla sınırlı bulunan kırsal yoksulluk dramının dar çerçevesiyle yetinmeyerek, politize olmaya yönelik bir figüratif düzen oluşturma
yoluna gitmektedir. Bu yolun en makul çerçevesi ise kent insanlarının yoksulluk dramını gözlemleyen bir üslupla belirlenmektedir. Neşet Günal’ın
1980’li yıllarda atölye mirasını devralan Neş’e Erdok, kentin yoksul insanlarına yönelen ilgilerini özgün çizimlere dayalı büyük boyutlu düzenlemelerle sürdürmektedir. Bu kentsel yoksulluk ve yalnızlığın dramı içinde kendi
yakın çevresinde yaşanan hüzünler de figürleşerek belirgin bir yer almaktadırlar (Tansuğ: 1995, 110).
422
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Neşet Günal'ın Eserleri Çerçevesinde Sanatta Yöresellik Kavramı Üzerine Bir Tartışma
3. Sonuç
Bu araştırmada Neşet Günal’ın eserleri çerçevesinde sanatta yöresellik
kavramı ele alınmıştır. Bu kapsamda, sanatta yöresellik olgusu, Neşet Günal ve sanatı konuları işlenmiştir. Çalışma, sanatçının toplumsal gerçekçi
üslupla ürettiği eserlerine ait görsellerle desteklenmiştir.
Çağdaş Türk resim sanatında yöresellik-ulusallık/evrensellik tartışmalarının
gerçek anlamda yaşandığı dönemler 1940’lara dayanmaktadır. Fakat toplumsal gerçekçilik anlayışıyla yöresel-ulusal değerleri, yaşantıları, sorunları
sanatına taşıyarak bir anlamda halkın sözcüsü olan sanatçılar, çağdaş Türk
resim sanatında özellikle 1960’lardan bu yana yankı uyandırmışlardır. Bu
sanatçılardan sadece bazıları bu üslupla tam anlamıyla özdeşleşebilmiştir.
Neşet Günal, toplumsal gerçekçilik akımı dahilinde özgün bir anlatıma
sahip olmuş, bu alanda uzmanlaşmış ve önemli bir konuma gelmiştir. Sanatçı, daima sanatın toplumsal bir görevi olduğuna inanmıştır. Bu çerçevede, içinde kendi çocukluğunu da barındıran, halkla bütünleşmenin,
halkın dışına çıkıp onu tasvir edebilmenin ve fırçasıyla yaşatmanın hazzını
hep duymuştur.
Sanat eserleri üretildikleri andan itibaren ölümsüzleşmekte ve beraberinde, içeriğinde bulundurduğu birtakım kültürel öğeleri de yaşatmaktadır.
Neşet Günal’ın eserlerinde ana unsur olan Anadolu insanı, hüznüyle, çaresizliğiyle, ezilmişliğiyle, tükenmişliğiyle ama aynı zamanda direnciyle, yaşama sımsıkı bağlanmasıyla tarih sahnesindeki yerini almaktadır. Sanatın
etkinliği bu noktada kendini göstermektedir. Neşet Günal, hem biçimsel
tarz açısından; özel yapım duvar dokulu tuvallerine işlediği anıtsal figür
çalışmalarıyla, hem de özde; mesajlar veren toplumcu yaklaşımıyla, figüratif eğilimde olan pek çok sanatçıya ilham kaynağı olmaktadır.
Kaynaklar
Arslan, N. (1997). Günal, Neşet. Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 2,728. İstanbul:
Yapı Endüstri Merkezi Yayınları.
Bek, Güler (2008). Çağdaş Türk sanatında “ulusallık/evrensellik” sorunsalı ve bazı
temel yaklaşımlar. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 17,
117-130.
Çalışlar, Aziz (1988). Ulusal Kültür ve Sanat (1. Baskı). İstanbul: Cem Yayınevi.
Çeken, Birsen (2004). Resim Sanatında Halkbilimsel Öğelerden Yararlanma.
http://www.turkoloji.cukurova.edu.tr/HALKBILIM/birsen_ceken_resim_sanati_
halkbilimsel_ogeler.pdf, Erişim Tarihi: 24.09.2011.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
423
Ergüven, Mehmet (1996). Neşet Günal (1. Baskı). İstanbul: Bilim Sanat Galerisi.
Ersoy, Ayla (1998). Günümüz Türk Resim Sanatı (1. Baskı). İstanbul: Bilim Sanat
Galerisi.
Güvemli, Zahir (1987). Resim Sanatı ve Türk Resmi (1. Baskı). İstanbul: Ak Yayınları Sanat Kitapları Serisi:11.
Özsezgin, Kaya (1998). Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Resmi (1. Baskı). İstanbul:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Özsezgin, Kaya (1994). Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedik Sözlük (1. Baskı).
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Tansuğ, Sezer (1991). Çağdaş Türk Sanatı (2. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi.
Tansuğ, Sezer (1997). Çağdaş Türk Sanatına Temel Yaklaşımlar (1. Baskı). Ankara:
Bilgi Yayınevi.
Tansuğ, Sezer (1995). Türk Resminde Yeni Dönem (4. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi.
NEVŞEHİR İLİ ÜRGÜP İLÇESİNDE "NAHIL ÖVME" GELENEĞİ
THE GREATER NEVSEHİR-URGUP DISTRICT
"NAHIL PRAISE" TRADITION
Emin Erdem KAYA*
ÖZET
Bu çalışmada Nevşehir’in Ürgüp ilçesi ve civarında evlenme, sünnet ve
düğün merasimlerinde görülen ve yerel tabiri ile “Nahıl Âdeti” olarak
bilinen geleneğe yer verilmektedir. Tarihi kayıtlara göre Anadolu’da
yaklaşık 500 yıllık bir merasim aracı olarak kullanılan nahılın, Hıristiyan kültüründen geldiği iddia edilse de çeşitli çalışmalar bu görüşün
aksini göstermektedir. Ayrıca Batı ve Doğu Anadolu’da bu geleneğin
benzerlerinin olduğuna da yine çeşitli kaynaklarda rastlanmaktadır.
Ayrıca nahıl, nahıl övme ve nahıl övme türküleri incelenerek, bu geleneğin günümüzdeki durumu hakkında bilgilere yer verilmektedir.
Farklı coğrafyalarda nahıl geleneğine benzer uygulamalara yine bu
çalışmada değinilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Nahıl, Nahıl Övme, Türkü.
ABSTRACT
In this study, a tradition, known as “Nahıl” that is seen in wedding
and circumcision feasts, has been examined. According to historical
records, Nahıl is a 500-year old Anatolian ceremonial instrument.
Although it is claimed that Nahıl originated from a Chiristian culture, various studies have shown otherwise. Additionly, several sources have shown that there are similar traditions in Western and
Eastern Anatolia.
Moreover, nahıl, nahıl praise, and songs of nahıl praise are examined. Also, the present status of the tradition is examined. The Nahıl
Tradition of various geographies also is touched upon in this study.
Key Words: Nahıl, Nahıl Praise, Song.
* Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
425
Emin Erdem KAYA
1. Giriş
İnsanoğlu binlerce yıldır müziğe törensel aktivitelerinde mutlaka yer vermiş, müzikten etkilenmiş, müzikle etkileşmiştir. Hatta bazı bilim adamları,
müziğin doğuşunu ilk insanların tapınma vb. törenlerine bağlamaktadırlar. Zaman içinde hem bu törenler, hem de müzikler değişip çeşitlenerek,
birbirlerinden farklı öğeler ile anlamlandırılmış ve süslendirilmiştir. Farklı
coğrafyalarda ve farklı kültürlerde kullanılan benzer objeler, bu törensel
aktiviteler içinde birbirlerinden çok farklı anlamlara ve işlevlere sahip olurken, değişen toplumlar ve zaman bu kültürel öğeleri de kendi içlerinde
mutasyona uğratmıştır. Aynı törensel obje farklı coğrafyalara çeşitli şekillerde taşınmış, yöreye özgü bir kimlik de kazanarak yörenin gelenek,
görenek, örf veya adetleri arasında yer almıştır.
İşte bugün bu çalışmada sizlere aktarmaya çalışacağım törensel bir obje
olarak “nahıl” ve bu objeye atfen oluşan “nahıl övme” geleneği (bu terim
yerine adet, görenek gibi terimler de kullanılabilmekte) Nevşehir ili Ürgüp
ilçesi ve birkaç civar köyünde günümüzde halen yaşatılmakta olan renkli
bir düğün merasimi etkinliğidir. Birçok halkbilimci ve antropolog bu merasimin bir gelenek, görenek veya bir adet olarak tanımlanması noktasında
farklı görüşlere sahiptir. Biz bugün bu merasimi bir gelenek olarak tanımlasak da, kafalarda soru işareti kalmaması adına bu kavramları açıklamak
gerektiğini düşünmekteyim. Görenek “bir şeyi eskiden beri görüldüğü
gibi yapma alışkanlığı adet, alışkı” (Türkçe Sözlük,2005:779) olarak tanımlanırken, Gelenek “Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan
kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane.” (Türkçe
Sözlük,2005:741) adet ise “görenek, usül, tabiat, alışkanlık” (Türkçe Sözlük,2005:22) olarak tanımlanmaktadır. Bu üç kavram arasındaki en önemli fark ise yaptırım güçleri arasındaki farklardır. Gelenek adet ve göreneğe
göre yaptırım gücü daha yüksek bir toplumsal olgudur. Görenekler ise
yaptırım gücü en zayıf olanlardır. Adette ise yapılması veya yapılmaması
hususunda daha kesin çizgiler vardır. Kavramsal olarak hangi kavram ile
tanımlanırsa tanımlansın, bu konuda farklı görüşler olacağından, bu konuyu burada noktalıyorum.
Gelelim nahıl kelimesinin tanımı ve kökenine. Yine bu konuda da ağırlıklı
olarak farklı iki tanım ile karşılaşmaktayız. Birincisi Arapça kökenli nakıl
veya nakl olarak söylenen, taşıma, nakletme anlamında olup, nahılın ta-
426
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği
şınabilen bir araç olmasından dolayı kelimenin kaynağı olabileceği düşünülen tanımdır.
Bu tanımlamayı destekleyen olgu ise İstanbul’da nahıl adını taşıyan üç
sokağın olmasıdır. Bunların üçünde de nahıl kelimesi bozularak nakıl denmiştir. Bunlardan biri Talimhane’de Nakıl sokağı, öteki ikisi de Nakılbent
sokağı ile Nakılbent Hisarı sokağı, ki her ikisi de At Meydanı’nın denize
bakan güney yönündedir. Her ikisinin de Nakılbent adını taşıması ve At
Meydanı’na yakın olması bir rastlantı olamaz. Büyük olasılıkla burada nahıl
yapan sanatçıların işyerleri vardı. (And,1989:20) Osmanlının özellikle XV
ila XVIII. yüzyıllarda yaptığı düğün ve şenlik törenlerinde sıkça nahılların
kullanıldığını gösteren minyatürler adeta bu görüşü destekler niteliktedir.
İkinci tanımlama ise nahıl kelimesinin yine Arapça nahl yani hurma, hurma
dalı veya yapma süs ağacı anlamlarındadır. Ayrıca Ürgüplü M.(im) Orhan
bize 1928 yılında Adana Maarif Mecmuası’nda yazdığı yazısında asıl halkın buna “nagıl” dediğini aktarmaktadır. Bununla beraber Arapça kökenli
olduğu için “h” harfinin “x” ile gösterilip daha gırtlaktan bir söyleyişle
“naxıl” olarak söylenmesinin daha doğru olacağını düşünenler de var. Bu
arada nahıl yapan kişiye de nahlbend dendiğini belirtelim. Keza Özön,
nahlbend’i “Balmumu taklidi süs ağacı yapan kimse” olarak tanımlamıştır.
(Baykan, 2004:5)
Gerek hurma ağacının eskiden beri bereketi simgelemesi, gerekse süslü
ağaç anlamını taşıması bu kelimenin kökeninin nahl ‘dan geldiği savını
güçlendirmektedir. Nitekim eski toplumlardan bu yana bolluk ve bereket
birçok simge veya obje ile karşımıza çıkmaktadır. Buradaki bereket simgesi
olan hurma dalı ise döllerin ve soyun bereketli olması temennisine dayandırılmaktadır.
Nahılın çok eski bir törensel obje olduğunu biliyoruz. Anadolu’nun yanı sıra
Eski Yunan’da, Frigya’da, Roma’da ve İran’da farklı şekillerde nahıllar kullanıldığı bilinmektedir. Nahılın aynı zamanda düğün mumu olduğunu da
gözden uzak tutmamak gerekir. Mum yalnız bizde değil, pek çok değişik
kültürde düğünle ilgili sembolik bir değer taşır. (And,1989:22) Anadolu’da
kına gecesi yakılan mumlar bu konuda bilinen en yaygın örnektir.
Anadolu’da nahıl çok eski tarihlere dayandırılmakla beraber özellikle Osmanlı döneminde İstanbul’da yaygın bir tören aracıydı. Özellikle 1582 ve
1612 şenliklerinde yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Nahıl’ın sembolik anlamını ilk açıklayan 1582 şenliğini anlatırken tarihçi Von Hammer
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
427
Emin Erdem KAYA
olmuştur. Hammer daha önce Türk kaynaklarına inerek bu şenlikteki nahılların büyüklerinin boylarının 24 ila 36 metreyi bulduğunu, renkli balmumundan yedi top olarak piramit gibi yukarıya doğru inceldiğini, tabanının
5 - 6 metre çapında olduğunu, bunlara kuşların, çeşitli hayvanların, yemişlerin, aynaların asıldığını, sokaklardan bunu geçirebilmek için evlerin yıkıldığını ya da çıkıntılarının açıldığını belirterek bunların erkek gücünü ve kadın
döl bolluğunu simgelemekte olduğunu belirtmektedir. 1576’da İkinci Vezir
Ahmet Paşa’nın kızının, 1612’de 1. Ahmet’in iki kızı ve büyük kız kardeşinin düğün alaylarında yine devasa nahıllardan bahsedilmektedir. Ayrıca
1675 şenliği de hem sünnet hem de evlenme vesilesiyle olduğundan nahıllar, şeker bahçeleri ve şeker heykeller bakımından ve de geçit alayları bakımından çok zengin olduğunu Dr. Covel’dan öğreniyoruz. (And,1989:22)
428
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği
Bugün Nevşehir İli Ürgüp İlçesindeki düğün merasimlerinde kullanılan
nahılın, her ne kadar Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın İstanbul’a davet ettiği Nevşehirlilerin etkisiyle geldiği iddia edilse bile, Ürgüp nahılı
İstanbul’dakinden farklılıklar göstermektedir. (Karabulut,2002:93) Şöyle
ki Damat İbrahim Paşa’nın Saray’a Ürgüplüleri alması ve onların emekliliklerinde Ürgüp’e dönmesiyle nahılın bu yöreye geldiği rivayet edilmektedir.
Ancak bu durumun aksine o dönemde Nevşehir, Kaymaklı, Nar gibi yerlerden de İstanbul’a gidildiği, ancak buraların düğünlerine nahılın girmediği
bilinmektedir.
Kaya, (2009:28) Ürgüp nahılı olarak tabir ettiğimiz nahılın, İran kökenli
olup Anadolu’da çok eski dönemlerden beri var olduğunu belirtmektedir.
Ancak İran’da nahıl düğünler gibi mutlu olaylarda değil, Muharrem’de
Kerbela şehitlerini anmak için yapılan ve deste-i ezadari denilen geçit alaylarında kullanılmaktadır. Buradaki nahıl Hz. Hüseyin’in tabutunu simgelemektedir. Burada nahılın Arapça’daki hurma ağacı anlamı da konuya uygun düşmektedir. Nitekim sözlü geleneklere göre Hz. Hüseyin Kerbela’da
aşure günü yakınlarıyla şehit edilince, şehitlerin ölülerini taşımak için hurma ağacının dalları ile üstüne bir hasır örtülmüş ve Hz. Hüseyin’in naaşı
böyle taşınmıştır. (And,1989:24)
Bir diğer görüşe göre Ürgüp nahılı, Kapadokyalı olduğu bilinen Dionissos’un
Bağ Bozumu veya Hasat şenliklerinde, tören alayının önünde taşınan ve
erkeklik organını temsil eden bir ritüel aracı olarak kimliklendirilir. Sonuç
olarak nahılın farklı formlarda da olsa Anadolu’da hep var olduğu, ancak
Osmanlı şenliklerinde kullanılmasından sonra yöresel törenlerde tekrar yer
edindiği düşünülebilir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
429
Emin Erdem KAYA
Ürgüp nahılının bugün elimizde H.İ. SOMYÜREK’in çizdiği bir şablonu
mevcuttur. Kendisi Ürgüp’e has nahılın kolaylıkla malzemelerinin temin
edilebileceğini ve yapılabileceğini dile getirerek bu güzel kültürel değere
sahip çıkılarak her Ürgüplünün evinde bir nahıl olması temennisinde bulunmaktadır.
Buna göre Somyürek çizdiği nahıl için gerekli malzemeleri ve yapım aşamalarını şu şekilde sıralamıştır:
1. Üst konik bölüm dayanıklı ambalaj kâğıdı ile kaplanır. Tam bir konik
görünüm için çemberden tepeye uzanan tel sayısı 8 tane olabilir.
2. Konik üst bölüm ve etek için renkli grafon veya elişi kâğıdı kullanılır.
3. Çember için teneke çember veya kontrplak kullanılır.
430
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği
4. Mumluklar alüminyum veya tenekeden yapılabilir.
5. Teller, 2,5 – 3 mm. Çapında herhangi bir metalden olabilir.
6. Etek kâğıtlarını (85 x 2 cm) ve gövde çiçeklerini yapıştırmak için zamk
veya herhangi bir yapıştırıcı gereklidir.
7. Çiçekler ve etek şeritleri için mümkün olduğu kadar çok renkli kâğıt
tercih edilmelidir.
8. Tepe kollar için yapılacak güller 4 adet ve farklı renklerde olmalıdır.
9. Çiçekler 5 cm çapında dairesel kesilmiş kâğıtlardan yapılır ve 3 – 4
tanesi üst üste yapıştırılır. Altıgen veya sekizgen şekillerde kesilerek de
yapılabilir.
10. Çiçekler bitirilmiş şekilde görüldüğü gibi sarmal olarak gövdeye yapıştırılır.
11. Etek şeritleri 1 cm ara ile bükülerek yapıştırılır. (Somyürek,1996:30)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
431
Emin Erdem KAYA
2. Nahıl Övme Geleneği ve Türküleri
Nahıl Övme merasimi Ürgüp düğünlerinin renkli ve bir o kadar da önemli
adetlerinden biridir. Her düğünde olmamakla birlikte birçok yakın ilçe ve
köye hiç girmemiş olması ilginçtir.
Salı günü başlayan düğünün Çarşamba akşamüzeri kalabalık bir erkek
topluluğu tarafından nahılın nahılcının evinden davul-zurna ile alınması
ile nahıl övme merasimi başlamış olur. Aynı esnada düğün alayı davulklarnet veya zurna eşliğinde kız evine kına ve çerez götürmektedir. Kız
evinden de küçük bir tabakla kına, bir tepsi burma baklava, tavuk ve bir
küçük tabakla yoğurt gelir. Nahılcının evinden gelen nahıl ile kız evinden
gelen düğün alayı oğlan evinin avlusunda veya bir meydanda buluşur ve
halaylar çekerek eğlenceye başlarlar. Bu bölüm zemah ya da semah adı
verilen oğlan evi eğlencesinin devamı niteliğinde olup Ürgüp düğünlerinin
en renkli bölümlerinden birisidir.
Damat mümkünse çocukluğundan beri tıraş olduğu berberi tarafından
oracıkta tıraş edilir ve giydirilir. Bu olaya güvey donatma denilmektedir.
Güvey donatma esnasında neşeyi arttırmak amacıyla damadın kıyafetini
iğnelemek, düğmelerin yerini değiştirmek gibi şakalar yapılır. Bu sırada
bir yandan da damadın yakın arkadaşları ve sağdıcı güvey donatılırken
“İğdenin Dalına Bastım” isimli Ürgüp’e ait güvey giydirme havasını söylerler.
432
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
433
Emin Erdem KAYA
Bu türkü 2+2+2+3 kalıbında devam eden 9/8’lik usul yapısına sahiptir.
Türküde en pes sesten en tize Rast, Dügâh, Si bemol 2, Çargah, Neva,
Hisar, Hüseyni, Acem, Gerdaniye olmak üzere 9 perde kullanılmıştır. Karar
perdesi dügâh olan türkünün ezgisel karakteri yaklaşık olarak Klasik Türk
Müziğinde Hüseyni Makamı’na, Türk Halk Müziği’nde ise Yahyalı Kerem
Ayağı’na denk gelmektedir. (Şenel, 2009: 40)
Türkü bitince de berber önce tavuğu sonra da baklavayı misafirlere dağıtır.
Tüm misafirler merakla eskiden beri gelenek olan baklava dilimlerinden
birinde saklı paranın kime çıkacağını gözleriyle takip ederler. Zengin ailelerin düğününde ise bazen bir küçük altın baklava dilimlerine saklanır.
Ayrıca baklava dağıtılırken baklavayı dağıtan berberin nükteli sözler söylemesi adettendir. Kimi zaman baklavayı dağıtan berber “evlilere bir daha
bekârlara sabır” sözlerini söyler. Ancak bu sözleri daha çok nahılcı nahılın
dibine atılan paraları yeterli gördükten sonra nahılı sağa sola sallarken
söyler. Bu sözlerin yanı sıra “evliler tazelensin, ergenler hazırlansın” ve
“evliler eve gitsin, bekârlar köşelerde kalsın” gibi mizahi sözler de söylenebilir. Ayrıca eskiden tepsi ile gelen yoğurda hiç dokunulmadan gelinin
evine aynen geri gönderilir, hatta gerdek odasına nahıl ile beraber konduğu bilinmektedir. Buradaki yoğurdun beyaz rengi ile bekâreti, temizliği,
aydınlığı ve ferahı temsil ettiği düşünülmektedir. Yoğurda dokunulmadan
geri gönderilmesi de bu anlamlar ile ilişkilendirilmektedir. Eski toplumlarda düğünlerde yumurta, un, pirinç gibi beyaz renkli gıdaların kullanılması
aynı zamanda bereket simgesi olarak da yorumlanmaktadır.
Baklavanın dağıtılmasından sonra sıra nahılı övmeye gelmiştir. Nahılın iki
yanında nahıl övücü ve damat yer alır. Eskiden bağlama, Rumların da etkisi ile şimdilerde klarnet ara nağmelerle övmeye eşlik eder. (Kaya,2009:25)
Eğer nahıl övücü bağlama çalabiliyor ise kendi çalar, çalamıyorsa yanında
bir bağlama ustası bulundurur. Klarnet ise yaklaşık 45-50 yıldır bu merasimlerde kullanılmaktadır. Bu övme şiiri Ürgüplü Aşık Mahfi Baba tarafından (1791-1853) yazılmıştır. Bu şiir aruz ölçüsünün “failatün” kalıbı
ile söylenmektedir. Ancak son dörtlük bu kalıpta yazılmamıştır. Zaten bu
dörtlüğün sonradan eklendiğine dair önemli bilgiler de elimizde mevcuttur. Birkaç kaynakta daha önceleri başka bir şiir ile bu övme merasiminin
yapıldığına, ancak beğenilmeyip Mahfi Baba’ya bugünkü şiirin yazdırıldığına dair söylemlere rastlasak da, bu konuda bir kayıt bulunmamaktadır.
Ayrıca şiirin Mahfi Baba’ya ait olması bu geleneğin çok eski olmadığını
desteklemektedir. Nahıl övme türküsü ise Klasik Türk Müziğinde gazel for-
434
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği
muna benzeyen bozlak havasına benzer bir ezgi ile her dörtlüğün başına
“aman yaaar” veya “aman heeey” sözleri eklenerek söylenmektedir. Beş
dörtlükten oluşan şiirin son dizesi bahşiş atın anlamında “Ruc edin cebasına güveyinin şanı artsın” şeklinde günümüzde değişik söylenmektedir.
Bir acayip nesne gördüm dallerina aferin / Beldemizde adet olan yollarına
aferin
Görmedim ömrün içinde böyle bir dürri dıraz / Elvan elvan ne hoş olmuş
tellerine aferin
Bir yere mahsus değildir, vasfeder illeri var / Bahçede yeni açılmış ne tuhaf
gülleri var
Meclise ziya verici bihesap telleri var / Kimi sarı, kimi beyaz, allarına aferin
Aşıklar derya misali bulanır umman gibi / Eşiğine baş keserler, Hakkolan
kurban gibi
Meclise verir letafet şüphesiz gülşan gibi / Etrafında mumu yanar hallarına
aferin
Şam ve Mısır, Halep, Bağdat, İstanbul ve Kayseri / Nice nice diyarlarda
görülmemiş benzeri
Ancak Ürgüp’lü vermiştir bu nahıla şöhreti / Şöhret-i icrasına pes, dallarına
aferin
Mahfiyanın hizmeti var üstadına pirine / Kimseler agâh olamaz ar u terki
sırrına
Adet sakin oldu ise gayrı kaldır yerine / Bunu yapan ustaların ellerine aferin
Aşağıda bu türkünün nota değerleri ile usulsüz olarak Cemil Demirsipahi
tarafından belgelendirilmiş, Ali Arı ve Ali Baran Numanoğlu kaynaklı notasını görmekteyiz.
Nahıl övme merasimi bittikten sonra mumlar söndürülür ve nahılcı için
sağdıçlardan başlayarak bahşişler nahılın altında yer alan tablaya veya yere
atılarak “güveyi kurtarma” gerçekleştirilir. Daha sonra nahılcı nahılı alır ve
eğer bahşişleri beğenmez ise nahılı sağdan sola eğerek nazlı nazlı sallar.
Sallarken de “evlerle bir daha, bekârlara sabır” diye bağırır. Yeni duyanlar
bu espiriye gülerken evliler “amiiin” der, bekârlar ise homurtulu seslerle
itirazlarını belirtirler. (Karabulut,2002:89)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
435
Emin Erdem KAYA
Daha sonra güveyin “münasipli adamı” yani sağdıcı nahılı nahılcı ile oğlan
evindeki gerdek odasına bırakırlar. Nahıl burada 3-4 gün kalır. Buradaki
amacını eski nahıl övücülerinden Ziya Uçaravcı eşler arasındaki “muhabbeti arttırmak” olarak açıklamaktadır. 3-4 gün sonra da nahılcı oğlan evindeki nahılı alıp bir sonraki düğüne kadar muhafaza etmek üzere alır ve
436
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Ürgup İlçesinde "Nahıl Övme" Geleneği
kendi evine götürür. (Kaya,1995:171) Eskiden gerdek odasında bir hafta
kalan nahıl, günümüzde 3-4 gün kalmakta, hatta bazen gerdek odasına
dahi konmamaktadır. Nahıl gittikten sonra damadın arkadaşları “güvey
başı” denilen eğlenceye katılarak düğüne devam ederler.
3. Sonuç
Nahıl, nadiren Ürgüp’ün köylerinde çeşitli farklılıklar göstererek görülmektedir. Örneğin Ortahisar kasabasında Nahıl övme işleminden önce
zengin bir tepsi hazırlanıp yenmektedir. Bu tepside bal, yağ, tavuk, fıstık, fındık gibi ikramlar sunulmaktadır. Son yıllarda, köyde nahıl övmeden önce hocanın toplu dua ettirmesi de adet haline gelmiştir. Sünnet
nahıllarının yanına “maşallah” ve çocuğun adının yazılması da yeni gelişmelerdendir. (Karabulut, 2002:92) Bazen zenginler sipariş üzerine sürekli kalması için nahıl yaptırabilmektedirler. Daha küçük boyutlu sünnet
nahılları ise çocuk büyüyüp evlenene kadar çocuğun odasında korunur.
(Kaya, 2009:25)
Bilindiği üzere günümüzde halen nahıl Mahfi Babanın yazdığı şiir ile
Ürgüp’te Erhan ARICA, İstanbul’da da Yusuf TERZİOĞLU tarfından övülür.
İsmi hatırlanan eski nahıl övücüler Lalanın Mehmet, “Aşkıdırın” Mustafa
Özaşık, Sinesonlu Kamil, Ortahisarlı Şevket Uçaravcı, Hayri Duygulu, “Göğüş” Ali Arı, Konakçıoğlu Mustafa ile Ziya Uçaravcı’dır. Ayrıca günümüzde
nahılbendler sayıları da azalmakla beraber, Ekmekçi Mustafa ve Ahmet
Kırışan akla gelen eski isimlerdendir.
Bu gelenek Anadolu’da Ürgüp dışında, Denizli’nin Çal ilçesinde gelbere
ismi ile yaşamaktadır. Üzeri bayrak, portakal, üzüm, iğde gibi yemişlerle
süslü çam dalı bezenerek yapılır. Bu merasim aracına, toğlak, yom, düğün
bayrağı, toy bayrağı ve şah adlar da verilmektedir. Kars yöresi terekeme köy
düğünlerinde Şah bezeme geleneğinde ağaç ya 7 veya 9 dallı, 65-70 cm
uzunluğunda yapılıp, hem kız hem de erkek ailesi tarafından hazırlanır. Şah
kaldırma ve Şah alayında bir yürüyüşle bu bezeli şah geçirilir.(And,1989:19)
Sonuç olarak ister İran’da, isterse Anadolu’da nahıl farklı amaçlarla yapılsa
da, merasimlerde kullanılmış ve genellikle bolluğun, bereketin sembolü
olmuştur. Ürgüp nahılı ise tüm bunların ötesinde çok eski bir gelenek olmamasına rağmen kaybolmaya yüz tutan, ancak halen günün şartlarına
göre değişime uğrayarak da olsa hayatta kalmaya çalışan eşsiz bir kültür
hazinemizdir. Umuyoruz ki bu gelenek yüzyıllar boyu korunarak nahılbendleri ile nahıl övücüleri ile varlığını sürdürür.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
437
Emin Erdem KAYA
Kaynaklar
And, Metin, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, Aralık 1982.
And, Metin, Düğünlerle İlgili Eski Bir Türk Sanatı “Nahıl”, Türkiye İş Bankası Kültür
Sanat Dergisi, Sayı:2, Nisan 1989.
Baykan, Fehmi, Bir Acayip Nesne Gördüm, Dallarına Aferin, Kayakapı Broşürü,
Sayı:2, 2004.
Büyükyıldız, H. Zeki, Türk Halk Müziği, Papatya Yayıncılık, İstanbul, 2009.
Karabulut, Murat, Nevşehir Yöresi Müzik Folklorunun İncelenmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara,
2002.
Kaya, Mustafa, Ürgüp Düğünlerinde Nahıl, Nevşehir Kültür ve Tarih Araştırmaları
Dergisi, Sayı:12, Ağustos 2009.
Kaya, Mustafa, Ürgüp’te Nahıl Âdeti ve Değişim Süreci, Folklor/Edebiyat Dergisi,
Sayı:2, Şubat 1995.
Metin, Nazlı, Nevşehir İli Ürgüp İlçesinin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısı, Yayımlanmamış Yükseklisans Tezi, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Niğde, 2010.
Somyürek, H. İbrahim, Ürgüp Düğünlerinde Nahılın Yeri ve Yapılışı, Gelenekler,
Ürgüp Dergisi, Sayı:9, Temmuz-Eylül 1996.
Şenel, Ümit, Nevşehir Yöresi Türkülerinin Melodik Yapı Bakımından Analizi, Yayımlanmamış Yükseklisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, Kayseri, 2009.
Türkoğlu, Ömer, Ürgüp’te Nahıl Merasimi, Adana Mıntıkası Maarif Mecmuası,
Sayı:5, Mayıs 1928 ( 2004 yılında Kayakapı Broşürünün 1. sayı 6. sayfasında tekrar yayımlanmıştır.)
438
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u

Benzer belgeler