VERTİGO Ayaklarımın üstünde durmak isterken dünya durdu
Transkript
VERTİGO Ayaklarımın üstünde durmak isterken dünya durdu
VERTİGO Ayaklarımın üstünde durmak isterken dünya durdu sanırım başım dönüyor Yere paralel günlerimdeyim yorgan döşek bedenim içimde bir kova derin bir kuyudan su çeker gibi Alabora olan gemilerde filikalar olması lazımdı batmak istemiyorum kulaçlarım olacaktı benim hani en derin sularda bile sevgi sunduğum şiirlerime kanat Aldığım havada bir koku var balık etli solungaçlarıma su kaçmış Kendime indikçe kıyıya çekilmiş sandallar sahile vurmuş beni çağırıyor Bir deniz kabuğu olsaydım taşlar bile dile gelirdi şifa dilekleri ile ellerimi açtım ince ince yağıyorum Çapraz adımlarla Arnavut kaldırımlı taş bir sokakta hedefe doğru Adı VERTİGO ama ben sevmedim . Meryem Maman CAN ÖZŞAHİNOĞLU 05 Yetişmiş Doktorun Gücü; Can Özşahinoğlu BAŞ DÖNMESİ Küçükken hepimiz kendi etrafımızda dönüp dururduk. Durduğumuzda hem güzel hem de korkunç bir duygu hissederdik. Şimdi düşünün ki başınız sürekli öyle dönüyor. Korkunç bir duygu değil mi? Nedensiz, herhangi bir hareket olmaksızın baş dönmesi. Ne zaman geleceği hiç belli olmuyor. Üstelik bir anda geliyor. Hiçbir neden yokken. Bir gün yataktan kalkınca başınız durmaksızın dönmeye başlıyor. Çoğu zaman buna bulantı ve kusma ekleniyor. Bu durumu daha da korkunç hale getiriyor. İşte bu duruma vertigo diyoruz. Vertigo bir hareket halüsinasyonu ya da uzayda bir dezoryantasyon hissidir. Bu bazen baş dönmesi şeklinde, bazen de dengesizlik, emniyetsizlik ya da sallanma hissi tarzında olabilir. Kişi, kendisinin veya etrafındaki eşyanın boşlukta döndüğünden şikayet eder. Vertigo 7’den 70’e herkesi etkileyebiliyor. Nedeni anlaşılamayan bir hastalık veya dünyanın en kötü hastalığı. Aniden gelip vuruyor, kendinizi birden yerde buluyorsunuz. Uzun süre hiçbir şey yokken, aniden ölüm gibi yakalıyor. Küçük ölüm de diyebiliriz ona. Kan tahlilleri, beyin tomografileri, beyin emarları ve yapılan birçok konsültasyonlar bile nedenini tam olarak açığa çıkaramıyor. Çok sinsi geliyor. İnsanları genelde hep dışarıda yakalamak gibi pis bir huyu var. Sokakta normal bir şekilde yürürken aniden vurgun yemiş gibi yere düştüğünüzü hissedebiliyorsunuz. O kadar ani ve hızlı bir düşüş oluyor ki, ne olduğunu anlamaya fırsat bile vermiyor. Sonra yavaş yavaş günlerce devam edip, birden kesiliyor. Ta ki, tekrar gelene kadar. Bu süre zarfında insanı robot gibi yaşamak zorunda bırakıyor. Can Özşahinoğlu mesleki yaşamının büyük kısmını insanların bu sorununa ayırmış. O sadece bir KBB uzmanı, hocası değil. Yıllarını Çukurova Üniversitesi ve Tıp Fakültesi’ne adamış bir bilim insanı... Üniversitenin bugünkü hale gelmesinde emeği en fazla geçenlerden birisi… Bir eğitim ve yönetici şövalyesi…İlişkilerinde çok mütevazi, yaşamında çok sakin, ancak yaptıkları hiç de öyle değil. Biz, Adana’ya önemli şeyler kattığını, güç verdiğini düşündüğümüz böylesine bir insanı genç nesile tanıtmak için yola çıktık. Yöntem olarak da sormayı tercih ettik. Sordukça, o yanıtladı... CAN ÖZŞAHİNOĞLU 07 ÜNİVERSİTE ÇOCUKLUK VE GENÇLİK Eflatun ve Aristo’nun hiçbir politik ve dini baskı unsuru olmadan, öğrencileri ile felsefi tartışma yarattıkları, ortamından esinlenerek, günümüze kadar gelmiş, evrensel ölçekte bağımsız ve tüzel kişiliğe sahip kurumlar; “universitas” üniversite adını almışlardır. Üniversite, felsefi tartışma ortamında akıl sürecini duygusal sürecin önüne alarak, kişilerin olayları görerek ve tartışarak farkına varılabilirliğini sağlayan ortamlardır. Rektör ise bir üniversitenin akademik ve yönetimsel olarak en üst düzey yetkilisidir. Latince kökenlidir ve bu dilde ‘yöneten’ anlamına gelir. Üniversiteler bir ulusun kültür değerlerini dünden bugüne taşıyan kurumlar olarak ulusal kültürün temel taşları ve insanlığın paylaştığı bilim ve düşünce dünyasına açılan kapılardır. Üniversiteler yaşlandıkça kökleşen, kurumsallaşan ve ekol haline gelen kuruluşlardır. Bugün kırk yaşında olan Çukurova Üniversitesi çağdaşlığı yakalamış ve kendine göre “Çukurova” ekolunu bilimsel, kültürel ve sosyal olarak oluşturmuştur. Hocam, bize çocukluk ve gençlik günlerinizi anlatırmısınız? 4 Mart 1939 Tarsus doğumluyum. Evimiz Tarsus’un en eski mahallelerinden İnceark Mahallesi’ndeydi. Bir sürü çocuk mahalle aralarında koşardık, oynardık. İlkokulum evimize çok yakın olan Duatepe İlkokulu’ydu. Evimizin ve okulumun çok yakın olması nedeniyle şanslıydım. Okulda zil çalınca evden duyar hemen okula giderdim. İlkokul yıllarım böylece rahatlıkla geçti. Ortaokulu ve liseyi ise; Tarsus Amerikan Koleji’nde okudum. O dönemler Tarsus Amerikan Koleji’ne derece ile giriliyordu. Şimdiki gibi bir sürü sınav yoktu. Bende ilkokulu başarı ile bitirmiştim. Tarsus Amerikan Koleji de evimize yakındı. O zamanlar kolejde hem yatılı hem de gündüz okuyanlar vardı. Ben okulumun da eve yakın olması nedeniyle gündüzcüyTarsus Amerikan Koleji düm. Bu bakımdan kolej yıllarımda çok rahat geçti. Hem ilkokul, hem ortaokul, hem lise evimin dibindeydi.. Biz yedi kardeşiz. Dört erkek, üç kız. Ben ikinci sıradayım. Bir erkek kardeşim İsanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya bölümünü bitirdi. Bir diğeri İktisadi İdari Bilimler mezunu. Üçüncüsü liseden sonra Çukurova Fabrikası’na girdi oradan emekli oldu. Üç kız kardeşimde o dönemdeki şartlara göre enstitüde okudu. KRİPTİK ANJİN Bademciklerin apseli iltihabı. Çok ateş ve ileriki yıllar için komplikasyon yapabilen ağır bir hastalık. Can Hoca da muhtemelen o yıllarda bu hastalığa yakalanırmış. Saliha Nine ise herhalde parmakları ile bademcik üzerindeki apseyi patlatarak hastayı rahatlatırmış. Penisilin bu hastalığa çok iyi gelen bir ilaçtır. TARSUS BAKLAVASI CAN ÖZŞAHİNOĞLU’NUN BADEMCİĞİ Babam esnaftı, baklava imalatı yapardı. Daha Antep baklavası yokken Tarsus baklavası Türkiye’de Hacı Bekir gibi çok meşhurdu. Yenice de tren istasyonunda Tarsus baklavası diye satılırdı. Çok iyi hatırlıyorum, kocaman bir atölyemiz vardı. Baklavalar şimdiki gibi küçük tepsilerde değil koca koca tepsilerde yapılırdı. Şimdiki gibi güzel kutularda değil mukavva kutularda satılırdı. Biz de gerek İzmir Fuarı’ndan, gerek Adana Ekonomi Fuarı’ndan aldığımız belgeleri kutuların üzerine yapıştırırdık. Sonra aileden bu işe kimse girmedi. Baklava Antep Fıstığıyla ön plana çıktı ve eski Tarsus baklavası unutuldu diyebilirim. O zaman baklava Antep fıstıklı değildi. Daha çok cevizli, fındıklı veya bademli yapılırdı. Ben halen cevizli baklavayı fıstıklıya tercih ederim. Ben ilkokula giderken çok hasta olurdum. En çok bademciklerim iltihaplanırdı ve çok sık ateşim yükselirdi. Saliha Nine diye bir hanım vardı. O zamanın tedavisiyle kafamı koltuk altına alır, tülbent sarılı işaret parmağını ağzıma sokar, bademciği ezerdi. Bademcik üzerindeki iltihabi şeyler çıkınca bir süre sonra ateşim düşer, daha rahat yutkunmaya başlardım. O zamanlar halk arasında öyle bir uygulama vardı. Ayrıca ateş düşürücü olarak penisilin ve streptomisin karışımı tek antibiyotik kombiyotik diye bir iğne vardı. O bana çok yapılırdı. Streptomisin, ototoksik yani kulak sinirlerini ve labirinti yani denge organına zarar verebilen bir ilaçtır. O yüzden çok kullanılmaz. Mesela benim denge bozukluğum vardır. Ben zifiri karanlıkta dengemi kaybederim. Rahat yürüyemem. Tutunmak CAN ÖZŞAHİNOĞLU 09 ihtiyacı duyarım, dengesiz olurum. Muhtemelen streptomisine bağlı. Can Hoca çocukluğundan beri devam eden denge bozukluğundan bahsedince, aklımıza ilk olarak, acaba bilimsel yaşantısında Vertigo’ya yönelmesinde bu hastalığı etkili olmuş mudur sorusu geldiyse de, “hayır” yanıtını net ve hızlı olarak alınca, konumuza yeniden odaklanarak sormaya devam ettik; OYUN Küçükken oynamayı sevdiğiniz oyunlar nelerdi? Yağmur yağdığında çok çamur olurdu, saplama oynardık. Kazıkların ucunu ince yapıp çamura kim saplarsa oyunu o kazanırdı. Çok zevkli olurdu. Hatta toprak sert olursa su döker yumuşatırdık. Arkadaşımızın sapladığı kazığın üzerine kendi kazığımızı atar, onunkini devirirsek o kazık bizim olurdu. Üstümüz başımız çamur olurdu. Bu yüzden çok azar işitirdik. Futbol maalesef bir yerimizi kırarız diye yasaktı. Tarsus’un her tarafı su, nehir olmasına rağmen, kaçıp suya gidemezdik. Çünkü annemiz izin vermezdi. Ben suya girenleri kenardan hayranlıkla izlerdim. Spor olarak en çok voleybol oynardık. İlkokulda takım kaptanıydım. GALATASARAY Size nasıl Galatasaraylı olduğumu söylemedim değil mi. Yıl 1950’ydi. İlkokul beşinci sınıftaydım. Bir Pazar günü Galatasaray -Fenerbahçe maçı vardı. Hiç unutmam dayım gel maçı dinleyelim dedi... Dayımların evinde oturduk,Sulhi Garan kendine has ses tonuyla maçı anlatırdı. O maçta Galatasaray’a çok haksızlık ettiler. Hakem şöyle yaptı, böyle yaptı, Galatasaray maçı kaybetti. O zamanlar Türkiye’nin büyük çoğunluğu Fenerbahçeliydi. Korkunç hakimiyetleri vardı. İşte o dönem ben orada isyan ettim. Ertesi gün okula gittim. Bizim okulun flaması da sarı kırmızıydı. Ancak ben pek farkına varmadan o gün bu gün Galatasaraylıyım. Fanatik olduğum söylenmez ama zevkine maç seyretmeyi severim. Sportmen de sayılırım. Kolej de okurken tek adım atlama da derecem var. Üç adım atlamada ise ikinciliğim var. Bisiklete binmeyi çok severdim. Çok zevkli olurdu. Benim babamın durumu iyiydi. İlkokul dördüncü sınıfta benim bisikletim vardı. İngiliz malı Rally marka... Meşhurdu o zaman. Biner parka gider, büyük havuzun kenarında oturur, ayranımızı içer, sonra tur atarak dolaşırdık. Her hafta bisikletle böyle dolaşmak büyük zevkti. Park, havuz, ayran deyince, bir de buna bisiklet eklenince, haliyle insan biraz geçmişe dönüyor. Nostal- jik duyguların etkisi artınca da soru ona göre oluyor; taraf çamur ve balçıktı, eve dönene kadar dizimize kadar çamur içinde kalırdık. Tarsus’un bence en önemli 1904 YILINDA ELEKTRİK olan güzelliği elektriğinin olmasıdır. Daha o zamanlar Tarsus’ta “elektrik” Hocam o zaman bize biraz eski Tar- vardı. Tarsus’a 1904 yılında Hidsus’tan bahsedermisiniz? ro Elektrik Santrali kurulmuştur. O hidroelektrik santralı bir köyde hala İstasyonun dış kısmında bir tek ev kullanılıyormuş. Ben ilkokuldayken bile yoktu. Oraya gitmek büyük bir Tarsus, Mersin’den büyüktü. Çok iyi mesafe gibi gelirdi. Demiryolunun hatırlıyorum Mersin’in nüfusu 25 dışında bağlar başlardı. Tarsus’un bin, Tarsus’un nüfusu ise; 28 bindi. hipodromu vardı ama bu günkü anlamda modern bir hipodrom de- TENİS OYNARDIM ğil. At yarışlarının yapıldığı büyük bir pist vardı. Şadi Eliyeşil’in atları, Tarsus’la ilgili başka anılarınız var Mehmet Karamehmet’in atları var- mı? dı. Bunlar büyük at yarışçılarıydı. Tahmin ediyorum hala da öyleler. Bu Eski Tekel binası Fransız mektebiydi. yarışlardan çok ödül almışlardır. Tarsus Parkı o zamanlar da varmış ve Kış döneminde hipodrom korkunç enteresan olan gayri müslümler orabir şekilde çamur olurdu. Biz ora- da tenis oynarmış. Babam da gider ya dayımla kaçamak giderdik. Her onları seyredermiş. CAN ÖZŞAHİNOĞLU 11 1930 öncesi Mersin MERSİN-TARSUS-İÇEL Mersin ve Tarsus 1929 yılına kadar Adana’ya bağlı iki ilçeydiler. Tarsus tarih boyunca önemli olmuş bir liman kentiyken, Berdan Irmağı’nın getirdiği alüvyonlar nedeniyle zamanla önemi azalmış bir kenttir. Ama yine de ekonomisi, kültürel yapısı ve kalıntıları ile değerlidir. Mersin ise; 19. Yüzyılda küçük bir balıkçı köyüyken, Adana’nın bir pamuk merkezi olarak gelişmesi ve 1883 yılında bu iki yerleşim arasına demiryolu yapılması sonucu canlanmış. Pamuk, bu demiryolu ile Mersin’e getirilip, buradan gemilere yüklenirmiş. 1929 yılında ise, Mersin ve Tarsus (belki de yanlış bir kararla) Adana’dan ayrılarak, İçel adıyla yeni bir vilayet olmuşlar. Merkez ise, Tarsus daha büyük olmasına rağmen Mersin olmuş. Son yıllarda ise, vilayetin ismi yeniden değişerek Mersin olmuştur. 12 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I Hatta aynı şekilde benim de tenis oynamamı istemişti. Mr. Murray diye Afrikan Amerikalı bir hocamız vardı, çok güzel tenis oynardı. Raket al, ben öğreteyim dedi. O zamanlar Tarsus’ta tenis raketi ne gezer. Yine de amcamla baklavacı dükkanımıza alışveriş yapmak için Adana ya gelirdik. Yağ, un, ceviz alırdık. Adana’ya alışverişe gittiğimiz bir gün, tenis raketi aradık ama bulamadık. Sonra bir şekilde Ankara’dan getirttik. Nasıl getirildi bilmiyorum, benim de tenis raketim oldu. Babam benim piyano kursu almamı da çok istemişti. O zamanlar için babamın böyle güzel düşünceleri vardı. TARSUS AMERİKAN KOLEJİ Bugün bile Tarsus ile birlikte sayılan şeylerden biri, Amerikan Koleji’dir. O Tarsus’u da anımsatan bir ekoldür. Tabi ki ekol olmasının ana nedeni de yıllara dayanan, nitelikli bir eğitim vermesi olsa gerek. O zaman Tarsus Amerikan Koleji’nin tarihi de lazım bize... Ama takdir edersiniz ki, bunu artık bilgisayarımızın bir tuşuna basarak öğrenebiliriz. Ama bizim amacımız başka. Bu okulun Can Hoca üzerindeki etkisini, kendi ağzından duyma hinliği içindeyiz. Hocam biraz da Kolejin tarihçesinden bahseder misiniz? Kolej, 1888 yılında kuruldu deniyor ama bizim zamanımız da 1881 deniyordu. Misyoner okulu olarak kurulmuş, o yöredeki gayri müslümlere hizmet amaçlı zannediyorum. Türkler pek gitmezdi. Bir tek benim dayım orada okumaya başlamış, dedeme de çocuğu bu gavur okuluna niye gönderiyorsun diye demediklerini bırakmamışlar. Tarsus Amerikan Koleji önemli bir okuldu size neler kattı? O zamanlar okulu yöneten bir Amerikan heyeti vardı. Daha sonradan orayı Sağlık Eğitim Vakfı adında bir vakıf haline getirdiler. Tarsus, İzmir, Üsküdar Amerikan Kolejlerini vakfa devrettiler. Bu gruba bir de Antep’teki Amerikan Hastanesi devredildi. Daha sonradan onlara devredilen para kesilince kolej bir dönem bocaladı. Fakat şimdi özel okullar gibi. Yatılıyı kaldırdılar. Tarsus Amerikan Koleji; bir Galatasaray gibi, bir TED gibi, Robert Koleji gibi bir kolejdir. Mezunları kendi içinde bir aile gibi birbirlerine bağlıdırlar. Birbirlerini koruyan, kollayan birbirine sevgi gösteren, büyük- küçük veya abikardeş ruhu çok gelişmiş bir kurumdur. Kişilik veren bir okuldur. Örneğin o zamanlar diğer okullarda öğrencilerin söz hakkı yokken, biz yönetim kuruluna bir öğrenci temsilcisi sokabilirdik. Bu öğrenci AMERİKAN KOLEJİNİN FOTOĞRAFI GELECEK Berlin temsilcisi seçimle gelir ve yönetim kuruluna öyle katılırdı. Öğrenci temsilcisi o kurulda öğrencilerin sıkıntılarını, ihtiyaçlarını dile getirirdi. Öğrenci temsilciliği diğer okullarda daha yeni yeni kurulmaya başlıyor. İşte bunun gibi şeyler, insana ayrı bir kişilik veriyor. Mesela biz yemekte ki peynir kurtlu çıkıyor diye boykot yapmıştık ve bundan dolayı bize hiç kimse bir şey diyememişti. Benim dediğim 1950’li yıllar. O zamanlar hangi lisede kim bunu yapabilirdi. Mümkün değil, kıyamet kopardı. Bu bakımdan işte bu kişilik, özellik, serbestlik vardı. Birde bizde kulüpler vardı. Müzik, tiyatro, kütüphane, spor gibi. Kütüphanemiz çok genişti. O zaman için tüm yazarların orijinal baskılı İngilizce kitapları vardı. Mesela kütüphanede kütüphanenin sorumlusu olabilir ve kitapların arşivlenmesi, numaralanması gibi şeyleri bir görevli gibi yapabilirdin. Zevkli ve kişilik geliştiren şeyler bunlar. 80 DOLARA YURTDIŞI Öğrenciyken yurt dışına gitmişsiniz. O günün koşullarında zor olsa gerek? 1957’de, 17 yaşında, lisedeyken yurtdışına gittim. Lisede öyle yurtdışına gitmek çok zordu. İşte kole- 14 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I jin en büyük özelliği size böyle bir kişilik veriyor, kendine güveni veriyor. O dönemler workcamplar (çalışma kampları) vardı. Ben Berlin’e gittim. Ama kendi paranla gidiyorsun. En fazla da 100 TL ile yurt dışına çıkabiliyorsun. Savaş sonu Avrupa’sıydı. Berlin henüz duvarla ikiye ayrılmamıştı. Henüz Türk işçileri Almanya’ya gitmeğe başlamamıştı. Berlin’e gitmek için 80 Dolar American Expresbank’ın Venedik şubesine aktarılıyor. İstanbul’dan gemiye biniyoruz. Venedik’te iniyoruz. Venedik’te pasaportumuzla gidip bankadan o parayı alıyoruz. Oradan trene biniyoruz, Hannover’e geçiyoruz, arkasından Berlin’e geçiyoruz. Berlin’e gitmek için önce Rusların kontrolünde olan doğu Berlin’den geçiyorsunuz. Hiç unutmam gece tren durdu. Rusların korkutan polis veya askeri geldi kontrol yaptı. Herhangi bir sorun olmadan Berlin’e öyle girdik. Berlin’de yıkılmış, harabe bir villayı onarmışlar, biz orada kaldık. 13 ayrı ülkeden, 23 kişi beraber kalıyorduk. Ben ilk gittiğimde gece ikide karnımız acıkmıştı. Şişman biri vardı, kolları fırfırlı önlüğünü bağlamış filmlerdeki gibi. Bir şeyler söyledi. Almancamız yetersizdi. Açma gibi bir şey getirdiler. Tadına baktık leziz, güzel yağlı kıyma içine domates falan koymuşlar, yedik. Sonra öğrendik ki domuz etiymiş. Aaaa biz müslümanız dedik. O günden sonra yemekte domuz eti olduğunda bize özel yemek çıkarırlardı. Ben Manchester United’ı çok tutarım: sebebi de bir gün Berlin’de Manchester United ile Berlin karmasının maçına gittik. Manchester United Berlin karmasını 4-1 yendi. Ertesi gün İtalya’da maç yapmak için giderken, Alplerde uçakları düştü. Futbolcuların hepsi öldü. O yüzden ben o Bu biraz enteresan aslında... Ben tıbgün bugün Manchester’lıyımdır. biyeyi hiç düşünmedim. Mühendislik düşünüyordum. Ve bu yüzden de Galatasaray ve Manchester örnekle- kolejde fen bölümünü seçtim. Ayrıca rinden iki şeyi çıkarabiliriz. Birin- Tarih ve Coğrafya’ya karşı merakım, cisi Can Hoca’nın futbol oynamaya eğilimim vardı ama yinede mühenfırsat bulamamış olmasına rağmen disliği düşünüyordum. futbola ilgisini, diğeri ise gençliğin- Ortadoğu Teknik Üniversitesi o zaden beri mazlumun veya haksızlığa man yeni kurulmuştu. 1955 veya uğramışın yanında yer aldığını. Za- 1956’da açılmıştı. Bütün Tarsus BİNA BOYADIK ten onun öğrencisi olmuş olan biz- Amerikan Koleji mezunları lisandan ler, bu özelliğini yakından tanıdık. dolayı hemen hemen sınavsız alınıNe yapıyorduk? Onarılan o binayı Sorulara devam edelim isterseniz; yordu. Ancak okulu haziranda bitirboyuyorduk. Başımızda bir tane Almeyip eylüle kalmışsanız o şansınızı man boyacı ustası vardı. Kızlı erkekli HARİCİYECİ OLACAKTIM, DOK- kaybediyordunuz. Ben de lise son 23 kişi o ne derse onu yapıyorduk. 3 TOR OLDUM sınıfta başarılı bir öğrenciydim ama aylık sürede hem çalışıyorduk, hem bir şansızlık sonucu tek dersten eylülisan öğreniyor ve hem de geziyor- Kolejden sonra Tıp Fakültesini seç- le kaldığım için Ortadoğu Üniversiduk. meniz nasıl oldu? tesine gitme şansımı kaybettim. CAN ÖZŞAHİNOĞLU 15 O ara Siyasal Bilgileri Fakültesi sınav açmıştı. Bir kararsızlık içerisindeydim. Fen bölümünden mezun olmama rağmen, iki bin kişi arasından Siyasal Bilimler Fakültesi sınavına girdim. Siyasal Bilgileri kazananların listesi radyoda ilan edilirdi. Benim Tarih öğretmenim İbrahim Akış radyodan öğrenmiş bize o haber verdi. Telefon falan yoktu. Ve ben Siyasal Bilgileri üçüncü ve burslu olarak kazanmıştım. Hariciyeci olma şansım olduğundan tamam dedim. Gidip kaydımı oraya yaptırdım. Yabancı dil dereceleme sınavında İngilizceden muaf oldum. Almancadan dördüncü sınıfa aldılar. Benim için her şey tamamdı. Fakat Ankara’da yurt bir türlü boşalmıyordu. Ankara’yı hiç bilmiyordum. Hergele meydanı diye bir yer vardı. Orada kalıyorduk. Bu arada dayım İstanbul İktisat Fakültesinde okuyordu. Annem çok arzu ettiğinden İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine de müracaat etmiştim orayı da dereceyle kazanmışım. Dayım pansiyonda kalıyordu. Rum kökenli Türk vatandaşı olan pansiyon sahibi matmazeller çok iyi insanlardı. Kendimi evimde gibi hissettim. Ankara hergele meydanından sonra İstanbul bana çok cazip gelmişti. Ve o oldu. Ben Siyasal Fakültesini bıraktım. 1964 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oldum. NİÇİN KULAK, BURUN VE BOĞAZ? 16 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I Biz hocamızı tanıyoruz. Bir yönetici olarak da yeteneklerini biliyoruz. Bu bilgiye dayanarak siyasal da okusaydı eğer, yine de çok başarılı olacağı açıktı diye düşünmeden edemiyoruz. Bunun böyle olduğunu, yazımızın sonuna geldiğinizde siz okuyucularımız da anlayacak. Şüphemiz yok. Sorumuz var; Hocam biraz da bugünkü tıp eğitimi ile karşılaştırmak için soruyoruz, o zamanki tıp eğitimi nasıldı? Arkadaşlarınızla, hocalarınızla ilişkileriniz ne durumdaydı ? Kulak Burun Boğaz uzmanlığını nasıl seçtiniz? Mezun olduktan sonra pratisyen olarak hiç çalışmadım. Ama şimdi keşke biraz o zaman ki adıyla hükümet tabipliği yapsaydım diyorum. Kulak Burun Boğazı seçmem biraz tesadüfi oldu. Kardiyovasküler cerrahi ve genel cerrahiye de ilgim fazlaydı, ihtisasımı yurt dışında yapmak istiyordum. Amerika’ya gitmek için stajyerken ECFMG sınavına girdim. En az 75 puan almak gerekiyordu, ben 72 puan almıştım. 70 puanın üstünde olduğum için 2 yıllığına gidebiliyor ve bu süre içinde puanımı en az 75’e çıkarmam gerekiyordu. Ancak bazı ailevi sorunlardan dolayı gidemedim ve mezun olduktan sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin Genel Cerrahi Kürsüsü’nün sınavına girdim ve kazandım. Hemen ihtisasa başlayacağımı zannediyordum. Ancak o zamanlar hem kazanmak zordu, hem de kadro almak sıkıntısı mevcuttu. Asistanların çoğu volanter (para almadan, gönüllü) olarak çalışırdı. Yani hem klinikte gece gündüz çalışıyorduk, hem de herhangi bir ücret almıyorduk. Ancak 2-3 yıl geçerdi ondan sonra asistanlık kadrosu alıp, maaş almaya başlardık. O kadroyu almakta aslanın ağzındaydı. Hem ücret almıyorsun hem kürsü başkanının gözüne gireceksin, hem de seni 2-3 sene orada oyalayabilir ve sonra seni almaz, senden sonra geleni alabilirdi. Ben de öyle girişken öyle delici biri değildim. En iyi dereceyle kazanmama rağmen burada bana ekmek yok dedim. CERRAHİ Mİ, KBB Mİ? O esnada Ankara Üniversitesine bağlı Hacettepe Tıp Fakültesi kurulmuştu benim çok sevdiğim sınıf arkadaşım şimdi Düzen Laboratuvarları sahibi Yahya Laleli Hacettepe’ye başlamıştı. Bana bir mektup yazdı “Can gel burası çok güzel” dedi. Hakikaten gittim gayet güzel. Amerikan sistemi, sen yiyor-içiyorsun, yatıyorsun lojmanını veriyor. Her türlü imkanın var. Her şey çok güzeldi. Hemen genel cerrahide asistanlığa başladım. Genel cerrahide hem sayımız çok fazlaydı, hem de ameliyatları Amerika’dan gelenler yapıyordu. Baktım birinci sene veya ikinci sene asistanlar apandisit bile yapamıyor. Hep idrar, kan getir-götür yapıyorlardı. O zaman öyleydi. Özetle önüm kapalıydı. Bu esnada yine yeni kurulan KBB bölümü asistanları Uğur Akbulut ve Kamil Ceylanoğlu ile tanıştım. Ayrıca, sınıf arkadaşım Sefa Kaya da asistan olarak başlamıştı. Dr. Nazmi Hoşal’ın baş-boyun ameliyatları, çeşitli laringoskopik girişimleri beni çok heyecanlandırmıştı. Daha önce KBB’yi hiç düşünmemiş, tonsillektomi (bademciğin ameliyatla alınması), sinüsit (sinüs iltihabı), mastoidektomiyle (kulak kemiğini oluşturan mastoid kemiğinin ameliyatla alınması) sınırlı bir alan olarak değerlendirmiştim. Aç ağzını bademciğini al, sinüziti var sinüs ameliyatı yap. ECFMG (Educational Commission for Foreign Medical Graduates) Merkezi ABD’nin Philadelphia şehrinde olan özel bir kuruluştur. Bu kuruluş ABD dışında eğitim almış hekimlerin diploma denkliklerini sağlamak ve ABD’de pratik yapmaları için gerekli ön koşulları belirlemektir. ECFMG sertifikası ABD dışından mezun olan bir hekim için ABD’de hekim olarak tanınmasını sağlayan ilk ve en önemli belgedir. Klinik tüm branşlarda diploma denkliği yerine geçer. CAN ÖZŞAHİNOĞLU 17 Burun eğriliği var onu yap, en büyüğü de kulak ameliyatıydı. Fakat benim amacım iyi bir cerrah olmaktı, ayrıca KBB’ye girersem önüm açık olacaktı. Mikro cerrahi var, zar ameliyatı var, işitme ameliyatları yapılıyor, baş boyun kanser cerrahisi, mikroskop falan derken ben buraya girmek için büyük bir uğraş verdim. Bu şekilde KBB’a girdim. Bizim zamanımızda mecburi hizmet yoktu, ihtisastan sonra klinikte uzman olarak devam ettim. ÇAY İÇECEKSEN 44’DE GEL Asistanlık yıllarınız nasıl geçti? En ağır asistanlık Hacettepe’de olurdu diye biliyoruz.. Gerçekten Hacettepe adamın canını okuyordu. 36 saat çalış, 12 saat dinlen. Dokuz sene aynı şeyi yaptık. 15 gün dışarı çıkmadığımı bilirim. Günlerimiz klinik ve kütüphane arasında geçerdi. Kütüphane yattığımız oda – iş. 44 isminde nöbetçilerin kaldığı çayhane gibi bir yer vardı, sabahlara kadar orada kalırdık. O ortam aile gibiydi. Şimdi hiçbir yerde yok. Herkes işini bitirip oraya gelirdi. Gece 12’de kahvaltı verilirdi. Her kes orada yatıp kalkardı, ayrı bir hava ayrı bir dostluk vardı. Branşlar arasında da ilişki, arkadaşlık, dostluk; herkes birbirine karşı saygılı, sevgili çünkü tanıyor. Bir işin olsa hemen yardımcı olunurdu. O kadar zorluk çekmeme rağmen, o günlerimi hala özlemle anarım. Hacettepe’den sonra üniversitelerde uyanış oldu. Devlette o zaman hiçbir şey yoktu. Ne alet ne edavat, ne anestezi hiçbir şey yok. Bütün vakalar üniversitelere akıyordu. Ama şimdi onu da kabul etmek lazım, artık devlette eğitim veren hastanelerde ki alet edavat imkanları üniversite düzeyinde. Ha bu iyilik hizmet yönünden çok güzel ama, bilimsel yönden son yıllarda tıp fakülteleri tırpanlanıp köreltildi. İSMET İNÖNÜ’NÜN KULAĞINI NASIL MUAYENE ETTİK Hocam asistanken İsmet Paşayla da ilginç bir diyalogunuz olmuş. Yıl 1965, Hacettepe’de asistanım. Bir gün İsmet İnönü hastanede yatan yakınını ziyarete geldi. Hocamla birlikte, herkes paşanın koridorda geçişini izliyordu. Hocam bana ‘Can, git paşaya ameliyatla duymayan kulağının açılabileceğini söyle’ dedi. Bende şaşkın bir şekilde İsmet İnönü’ye yaklaştım. Yanında o zamanki CHP genel sekreteri Kemal Satır vardı. Heyecan ve korkuyla kısık bir sesle, ‘Efendim dedim, hocam kulağınızın ameliyatla açılabileceğini söyledi’ dedim. Önce yüzüme baktı, elini omuzuma koydu. Sonra Kemal Satır’a dönenerek, ‘Bu genç doktor ne diyor’ diye sordu. Kemal Satır’da yüksek sesle ‘Paşam seni duyurabileceklerini söylüyorlar ‘dedi. İsmet İnönü bana daha da yaklaşarak,’Evladım ben bu kulakla neler duyuyorum, açarsan daha neler duyacağım, yok istemiyorum’ dedi. Ancak, hasta ziyareti sonunda Mevhibe hanım, İnönü’yü muayeneye getirmişti. İHSAN DOĞRAMACI Bunun üzerine Prof. Dr. İhsan Doğramacı’ya gittim. İhsan hoca beni bir şartla Amerika’ya gönderebileceğini söyledi ve Pediatrik Otolaringoloji yapmamı önerdi. O yıllar Pediatrik Otolaringoloji yeni ve çok sınırlı uygulamaları olduğu için istemedim. O zaman rektör olan Prof. Dr. İhsan Doğramacı çocuk hastalıkları uzmanı ve Hacettepe’yi çocuk hastalıkları temelinde kurmuş birisiydi. Ben daha sonra durumu Nazmi hocamla görüştüm. Hocam bana “Tamam da, güzelde daha Pediyatrik OtolaringoYURTDIŞI lojide bir şey yok. Bademcik ameliEğitim için yurt dışına nasıl gitti- yatı yaptıracaklar, geniz eti aldıracaklar, kulak yapacaksın, eee başka niz? ne var. Pediyatristler seni her gün İhtisastan sonra başasistan olarak konsültasyona çağırıp, canını okuyagöreve devam ettim. Yurtdışına git- caklar” dedi. me isteğim sürüyordu. Ancak, o İsmet İnönü yıllar yurtdışında yer bulmak ve finans sağlamak çok zordu. Baş Boyun Kanser Cerrahisi üzerine çalışma yapmak istiyordum. Bu alanda çok tanınmış olan Amerikalı John Conley’in New York’ta ki kliniğine gitme isteğimi Nazmi hocama ilettim. Bir kongrede Conley’le temas kurdum çalışmalarımı gönderdim, kabul etti. Ancak New York’ta geçinebilmek için aylık 600 dolara ihtiyaç olduğunu, bunun 300 dolarını karşılayabileceklerini bildirdiler. Diğer 300 doları bulmak çok zordu ve o zaman için büyük paraydı. CAN ÖZŞAHİNOĞLU 19 Ben pediatrik otolaringolojiden vazgeçince Doğramacı da beni başka bir bölüm için göndermedi. Yine aynı dönemde İstanbul’da ki bir toplantıya İngiltere’den bir grup KBB hocası davet edilmişti. Nazmi hocamla birlikte bu toplantıya katıldım. Orada Dr. Harrison ve Dr. McKenzie ile tanıştım. Nazmi Bey onları Hacettepe’ye davet etti. Geldiler, yaptığımız ameliyatları gördüler ve çok etkilendiler. Nazmi Bey beni İngiltere’ye gönderebileceğini söyleyince, Dr. Harrison kabul etti. Yurtdışı hayalim gerçekleşmişti, ama baş-boyun cerrahisi yerine nöro-otolojiye yönelmiştim. Pediatri; Çocuk hastalıkları ile uğraşan tıp dalı. Otolaringoloji; Oto kelimesi latince kulak, larinks ise boğaz demektir. Bilindiği gibi sonuna loji gelirse de bilimi olur. Yani Otolaringoloji; kulak-boğaz hastalıklarını inceleyen bilim alanı demektir. Nörootoloji; Latincede nöro kelimesi, sinir anlamına gelir. Oto ve loji’nin de anlamını yazmıştık. Kısacası Nörootoloji’de duyma sinirlerini inceleyen bilim alanıdır. Vertigo diye isimlendirdiğimiz baş dönmesini de bu alanı inceler. 20 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I LONDRA’DA HEKİMLİK mın başında odyoloji, klinik ve deneysel araştırma uygulamaları, HalHocam yurtdışı deneyimlerinizden lpike-Dix manevraları, Hallpike-Dix bahseder misiniz? bitermal kalorik test uygulamamaları, yeni nistagmografik rotatuar test1969 yılında İngiltere’de Londra Üni- leri yer alırdı. Ayrıca her türlü kulak versitesi The National Hospital for ameliyatları yapılırdı. Nervous Disease, Nöro-otoloji bölümüne gitmiştim. O zaman bu branş BAŞ DÖNMESİ-VERTİGO Türkiye’de yoktu. Benim en büyük şansım, nöro-otolojiye İngiliz dok- En sık yapılan ameliyatların başıntorlarının sahip olduğu tüm haklara da vertigoya bağlı ameliyatlar, kulak sahip olarak, “senior resident” olarak ameliyatları, stapes cerrahisi, beyin atanmamdı. Maaşım İngiliz hükü- cerrahisiyle köşe tümörü cerrahisi, meti tarafından ödeniyordu. Nati- posterior fossa yaklaşımıyla çıkarıonal HospitalQueen Sq. Hastanesi lan köşe tümörlerine bağlı fasial sinir bu alanda dönemin en meşhur dok- paralizilerinin fasial- hipooglossus, torları olan; Sir Terence Cawthorne, fasial-accessorius anastomozları saDix, Hallpike, Harrison ve Hood ile yılabilir. adını duyuran bir klinik ve araştır- Bende bundan ilham alarak doçentma merkezi idi. Ben gittiğimde Sir lik tezi olarak, hayvan laboratuarlaTerence Cawthorne vefat etmişti, ye- rında tavşan yüz sinir kesilerinde derine veliaht olarak Harold Ludman ğişik tamir yöntemlerini araştırmaya geçmişti. Bedensel özürlü olan Hall- başladım. İngiltere’de iki yıl bir İngipike, emekli olmuştu ama kliniğe sık liz doktoru gibi önce asistan maaşıyla sık uğrardı. Bayan Dix’le poliklinik başasistan gibi çalıştım. Dix ve Haryapar, Harrison ve Ludman’la ameli- rison Londra’da kalmamızı istediler, yatlara girerdim. Diğer kliniklerden ancak eşim ve ben dönmeyi tercih rotasyona gelen asistanlara yardımcı ettik. 1971 yılında Hacettepe’ye geri olurdum. Poliklinik uygulamaları- döndüm. Tavşanlarda Fasiyal Sinir Kesilerinde Deneysel Değişik Tamir Londra Üniversitesi Yöntemleri konusunda tezimi Türkiye’de tamamladım. Can Hocamız arka arkaya tıbbi isimleri saymaya başlayınca kafanız karıştı biliyoruz. Ama ne yapalım tıp bilimi böyle bir şey işte. Hocamızın bu saydıklarından sadece birini biz burada açıklamaya kalksak, bir meslek yüksek okulu öğrencisinin alacağı bilgi kadar şeyi sizlere aktarmamız gerekir. Sizlerin bunların hepsinin bir tıbbi terim olduğunu bilmesi ve günümüzde sık sık hırpalanan hekimlerin ne zorlukla yetiştiğini anlaması yeterli zannederiz. Ama yine de bu işi biraz daha kurcalayalım isterseniz; KBB’ın hangi alanlarına daha çok ilgilisiniz ve yayınlarınızdan bahseder misiniz? İki yüzün üzerinde yurtiçinde ve yurtdışında yayınlanmış yayınım var. “Pratik Pediatrik Otolarengoloji” kitabım ve çeviri editörü olarak yer aldığım “Kulak Burun Boğaz Semptomlarından Tanıya, Tanıdan Tedaviye Algoritmik Yaklaşım” adlı eserim var. KBB ile ilgi alanlarım daha çok fasial sinir, nöro-otoloji, otoloji ve parotis (tükrük bezi) hastalıklarıdır. Ülkemizde BERA, lazer ve nazal endoskopiyi ilk uygulayan klinik olmaktan dolayı övünürüm. Şimdi “VERTİGO” üzerine bir kitap yazmaktayım. ÇUKUROVA TIP FAKÜLTESİ VE EN GENÇ KURUCU Adana’ya gelişiniz nasıl oldu? Hesapta olmayan bir durum sonucu oluştu. 1972 yılında tezimi yazarken, Nazmi Hoca bana; “Sen Tarsuslusun, Mersinli sayılırsın, Mersin’de bir tıp fakültesi açılacak, bizler Hacettepe’den bir grup olarak gitmeyi düşünüyoruz, sen de benimle gelir misin?” dedi. Memnuniyetle gidebileceğimi söyledim. Fakat fakültenin Mersin yerine Adana’ya açılmasına karar verilince, ekip gitmekten vazgeçti. Ben ise kararımı değiştirmedim, Adana’da açılacak yeni tıp fakültesinin 7 kişilik kurucu kadrosunda yer aldım. 1972 kasımında Hacettepe’de doçentliğimi aldıktan sonra Tıp Fakültesi’nin ve Çukurova Üniversitesi’nin kurucu kadrosunun en genç üyesi olarak yerimi aldım. Üç asistanla işe başladım ama tonsillektomi (bademcik ameliyatı) yapacak aletlerimiz bile yoktu. Bir ara moral bozukluğuna uğradım. Daha sonra kendi kendime, “Ben buraya geldiğime göre Hacettepe imkanlarını yaratmalıyım” dedim. Kurucu ve yönetici imkanlarımı kullanarak, 1-2 yıl içinde yetiştiğim kliniğin imkanlarına ulaştık. Bu özgüvenimi arttırdığı gibi beni çok mutlu etti. Daha sonra ki yıllarda klinikte ilk lazer uygulamasını başlatmak, BERA ve endoskopik sinüs cerrahisi uygulamaları gibi ilkleri başarmak beni daha da mutlu etti. 1977 yılında profesör oldum. Çukurova Üniversitesinde uzun süre rektör olarak da görev yaptınız. Biraz da rektörlük döneminizden bahsedermisiniz. 1980 yılında gerçekleşen askeri darbeden sonra, kurulan YÖK; yasası nedeniyle atamayla rektör seçiyordu. Bu kanundan sonra Prof. Dr. Mithat Özsan uzun süre bu görevde kaldı. 22 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I CAN ÖZŞAHİNOĞLU 23 İHSAN DOĞRAMACI (D. 3 Nisan 1915, Erbil, Ö. 25 Şubat 2010, Ankara) Iraklı Türkmen doktor ve akademisyendir. Hacettepe üniversitesini kurmuş ve modern tıp eğitiminde çığır açarak bir çok tıp fakültesinin daha nitelikli tıp eğitimini vermesini sağlamıştır. Yüksek Öğretim Kurulunun oluşturulmasında büyük çabalar harcamış ve 10 Aralık 1981 - 10 Temmuz 1992 tarihleri arasında bu kurumun başkanlığını yapmıştır. Son olarak Bilkent Üniversitesini kurmuş ve aynı üniversitenin Mütevelli Heyet Başkanlığı görevini sürdürmekte iken 25 Şubat 2010 tarihinde vefat etmiştir. Daha sonra YÖK yasasında değişiklik oldu ve rektörlerin seçimle gelmesine karar verildi. Arkadaşlar rektör olmam konusunda bana baskı yapmaya başladılar. “ Hocam bir sürü arkadaş var ama biz sizin olmanızı istiyoruz” dediler. “Muayenehanem var yapmam, yani, para kazanıyorum, işim çok iyi falan” dedim. “ Olur mu bir defa da tıptan olsun, siz girmezseniz kazanma şansımız olmaz” dediler. Osman Tekinel, Muhsin Yılmaz ve Ural Dinç Ziraat Fakültesi’nden çok güçlü adaylardı. En yüksek oyu ben alınca 1992’de rektör oldum. İki dönem rektörlük yaptım, seçim olmasaydı daha yapardım. Çünkü ilk dönem %40, ikinci dönem %80 oy aldım. Ama yasaya göre iki dönemden fazla aday olunmuyordu. Tabii üniversite kurulduktan sonra üniversitenin her kademesinde görev yaptım. Sadece muayenehanem olduğu için dekanlık yapmadım ama dekan yardımcılığı, bölüm başkanlıkları, ameliyat sorumluluğu, üniversite senatosundan, üniversite yönetim kurulundan, komisyon başkanlıklarından, dergisinden, kütüphane enstitü müdürlüğünden, sağlık bilimleri enstitü müdürlüğüne kadar her kademede çalıştım. 2006’da yaştan dolayı üniversiteden ayrılıp,emekli oldum ama yine de çalışmaya devam ediyorum. Çünkü çalışmadan olmuyor, alışkanlık. Çukurova Tıp Fakültesi’nin ilk öğ- 24 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I rencileri hocalarını şöyle anlatır; Can Özşahinoğlu, kuruluşta sadece 33 yaşında bir hekim olmasına rağmen yüksek bilgi birikimine sahip olan, bu bilgiyi ustaca öğrenciye aktaran, arkadaş gibi davranarak eğitim veren bir kişiydi. İçimizden bazıları onu servisinin kuruluşunda yatak taşırken bile görmüş olabilir. 1980 öncesinin kırılgan ortamında hoca, farklı dünyalarda yaşayan gençleri , bir ağabey tavrıyla toplayıp, dönemi kırıksız atlatmalarında da rol oynamıştır. Öğrencilerine sorduğumuzda söylenenleri kısaca böyle aktarabiliriz. Ya ona hocalarını sorarsak? BİR KEZ DAHA İHSAN DOĞRAMACI Yıllar sonra Prof. Dr. İhsan Doğramacı ile karşılaşmışsınız? Doğramacı benimle Amerika’ya pediatrik otolaringoloji konusunda istediği ihtisasa gitmediğim için konuşmuyordu. Ben daha rektör olmadan önce üniversite arası kurul toplantısı Adana’da yapıldı. O toplantıya Doğramacı da YÖK başkanı olarak gelmişti. Sürmeli Oteli’nde kalıyordu. Yanına ziyarete gittim. Bana “Seni seni” dedi. Hocam dedim; “Bakın size ne getirdim”. Önüne kısa bir süre önce yazdığım “Pratik Pediatrik Otolarengoloji” kitabını koydum. Çok mutlu oldu. Ondan sonra sık sık görüşmeye başladık. Hocam siz tıptaki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri hem akademik anlamda hem de idareci anlamında yaşadınız. Bu gelişme ve değişiklikler hakkındaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız? C.Ö: Bilimsel ve teknolojik gelişme sadece KBB’de değil, tıbbın bütün dallarında devrim niteliğinde değişiklikler yaptı. Biz mastoidektomiyi çekiçle yapardık, şimdi tur ve mikroskoba geçtik. Stapedektomiyi başarıyla yapmak, effüzyonlu otitlerde çok iyi sonuçlar almak, odyolojide diyapozonda bugünkü durumlara gelmek, koklear implantasyon dönemini başlatmak, kaba Caldwell-Luc sinüs ameliyatlarından, endoskopik sinüs cerrahisine geçmek gibi çok büyük gelişmeler olmuştur. Bu gelişmeler sonucunda hastaların hastanede kalma sürekleri kısalmış, ameliyat sonrası dönemlerini çok daha konforlu geçirir olmuşlardır. Baş boyun kanser cerrahisi, kafa kaide cerrahisindeki gelişmeler hep bu dönemde olmuştur. Aynı zamanda anestezideki gelişmeler bizim ameliyatlarımızı çok rahatlatmıştır. Yine medikal ve radyasyon onkolojisindeki gelişmeler bizim ulaşamadığımız yerlerdeki kanserli dokunun farklı yöntemlerle tedavisini sağlamıştır. Bizim zamanımıza göre; bugünkü KBB bir umman haline gelmiştir. Bu gelişmeleri günümüz gençleri çok güzel uygulamaktadır, ben de bundan büyük zevk alıyorum. REKTÖRLÜK Meslek yaşantınızda bir çok idari görevlerde bulundunuz. İki dönem rektörlük yaptınız. Üstelik o güne kadar rektörler hep ziraat fakültesinden seçiliyordu. Rektörlük haricinde bir çokta idari görevde bulundunuz. Bir taraftan akademik olarak eğitmenlik yapmak, bir taraftan muayenehanenizin olması diğer taraftan idari görevlerde bulunmanız bunların hepsinin bir arada olması nasıl bir şey? Kurucu rektör ziraat fakültesinden Mithat Özsan’dı, sonra kısa bir dönem tıptan rahmetli Lütfullah Aksungur rektörlük yaptı. Daha sonra uzun bir süre Mithat Bey yeniden rektör oldu. Bu büyüklerimiz çok başarılı işler yapıp üniversitemizi bugünkü duruma getiren taşların temellerini atmışlardır. Ben tıp fakültesinin kuruluşundan itibaren işin içinde olduğum için dekan yardımcılığı, eğitim konseyi başkanlığı, fakülte ve yönetim kurulu üyeliği, kütüphane ve sağlık bilimleri enstitüsü müdürlüğü gibi bir çok görevde bulundum. Aynı zamanda üniversite senato ve yönetim kurullarına devamlı seçilmem fakültede ve üniversitede çok iyi tanınmama neden ol- muştur. Bu bahsettiğim tüm görevler sizin işinizi aksatmadan, fedakarlıkla gerçekleştirilebileceğiniz görevlerdir. Ancak bundan da öte sizin olaylara doğru, dürüst, tarafsız, bilimsel, eğitici, aklı öne çıkaran, haksızlıklara karşı dik duran, herkese adil, adaletli yaklaşan bir kişilik sergilemenizle olur. Yoksa kimse sizi herhangi bir yere özellikle üniversitede göreve getirmez veya uzun süre o görevde tutmaz. ONUR VERİCİ BİR GÖREV Rektörlük konusuna tekrar geri dönersem. Rektörlük çok önemli ve büyük sorumluluklar taşır. İnsana onur verici bir görevdir. Rektör olduktan CAN ÖZŞAHİNOĞLU 25 sonra artık dünyanızın değişmesi gerekir. Dünyanız sadece tıp fakültesi değildir, her türlü bilim alanında gelişme göstermek isteyen çok sayıda fakülte, yüksek okul ve meslek yüksek okullarını kapsar. Bu sorumluluk dahilinde üniversitenizi geliştirmek, yüceltmek ve en ön sıralarda yarışa sokmak zorundasınız. Bu çok büyük bir deneyim gerektirdiği gibi; çok iyi ilişkiler ve iyi bir takım oluşturmakla olur. Bu da ancak geçmişten gelen deneyimlerinizin olmasıyla mümkündür. Bu yoğun çalışma temposunda bazen asıl mesleğinizi yani hekimliğinizi, bir miktar feda etmek durumunda kalıyorsunuz. Benim bu konuda en büyük tesellim ana bilim dalımızı çok iyi yetişmiş bir ekibe bırakarak, diğer görevlerimi huzurla yapmış olmamdır. Genç arkadaşlara önerim, çalıştıkları kurumda bilimsel çalışmalarını ve asli görevlerini aksatmadan, bir şekilde yönetime katılma gerektiğidir; idari görevlerden kaçmamak gerekir. Çünkü insan yaşamına bu görevlerden de bir şeyler koyuyor. Yoksa hayata tek yönlü bakıyorsunuz. Bu görevler sizin yaşama bakışınızı değiştiriyor, geliştiriyor, insanlar arası ilişkilerinizi daha iyi yönlendiriyorsunuz. Bu görevler size saygınlık kazandırdığı gibi kurumunuzun gelişmesi için de önemli oluyor. Aksi takdirde ortalığa çıkarları için bu görevlere talip olanlar çıkıyor. Felsefik olarak sonuna kadar katıldığımız bu cümlelerden sonra, Can Hoca’ya rektörlüğü süresince fiziki olarak yaptığı şeyleri sormak istiyoruz. Yani geriye kalanlardan hangilerinde parmak izi var? törlük bünyesindeki idari ve akademik kurullarda çeşitli görevleri üstlendim. 1992 yılında da hiç aklımda olmamasına rağmen rektör oldum. 1992-2000 yılları arasında rektörlük görevimi yaparken Çukurova Üniversitesi’ni Türkiye’nin en iyi, en Benim hayatımdaki en büyük hiz- önde gelen üniversiteleri seviyesine metim; yetiştiğim bir kurum olduğu çıkarmak birinci görevim oldu. Bunu gibi benim de yetiştirdiğim bir ku- da belli ölçülerde başardığıma inanırum olarak kabul ettiğim ve bir ev- yorum. lada verilebilecek kadar emeğimin geçtiği Çukurova Üniversitesi oldu. Can Özşahinoğlu belli ölçülerde diÇukurova Üniversitesini bir bütün yerek, mütevazi davranmaya çalışolarak, hem Türkiye’de hem de yurt sa da günümüzde dünyanın en iyi dışında en iyi yerlere taşımak ve ba- 500 üniversitesi arasına girebilmiş şarılı olması için belli bir düzen için- bulunan Çukurova Üniversitesi’nin de çalışmalar yaptım. Çukurova Üni- ondan aldığı gücü Adana’da herkes versitesi 1973 yılında kurulduğunda biliyor. Buna rağmen bizim bile şaTıp Fakültesi’nde ki görevlerimle şırdığımız bir nokta var. Haliyle de birlikte; Daha önce bahsettiğim rek- aklımıza takılanı soruyoruz; CAN ÖZŞAHİNOĞLU 27 Bu kadar yoğun çalıştıktan sonra emekli olmak nasıl bir duygu? Sağlıklı bir şekilde, mutluluk içerisinde görevini yapmış birinin huzuru içerisinde emekli olmak çok güzel. Emekli olduktan sonra insan bir rahatlık hisseder derler ancak ben bu rahatlığı hiçbir zaman hissetmedim. Hala zaman zaman sabahları erken kalkıp “Bugün ameliyat mı var?”, “Derse girecek miyim?” diye panik içinde uyandığımı biliyorum. İnsan emekli olduktan sonra boşluğa düşüyor. Sabah kalkıyorsunuz, sporunuzu yapıyorsunuz, yazılarınızı okuyorsunuz, bilgisayar işlemlerinizi yapıyorsunuz ama vakit geçmiyor. Halbuki emeklilikten önceki sabah ameliyata girmek, öğrencilere ders vermek, günlük bilimsel çalışmaları, araştırmaları yapmak, değerlendirmek, arkadaşlarla sohbet etmek vardı. Emeklilikten sonra bunların hiç biri olmuyor. Tek tesellim muayenehanemin olması. Buna rağmen kendime başka uğraşlar bulmam gerekiyor; çünkü zamanımı dolduramıyorum. Hocam hayatınızda keşkeleriniz oldu mu? Mutlaka herkesin yaşamının bir kesitinde keşkeleri olmuştur. Ama olmazsa olmaz diyebileceğim bir keşkem olmadı. Mesela yurtdışında kalmam için ısrar edildiği bir zaman28 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I da eşim istemediği için Türkiye’ye dönmüştüm.1979 yılında ise benzer teklif geldiğinde bu kez eşim kalalım demişti, ama ben kabul etmemiştim. Çünkü profesör olmuştum ve orada sil baştan her şeye yeniden başlayamazdım. Hacettepe Üniversitesi’nde kalsaydınız diyebilirsiniz. Ben buraya genç bir doktor olarak geldiğimde kliniği kurana kadar 5 yıl geçmişti. Halbuki kurulu bir düzen olan Hacettepe Üniversitesi’nde iken hu 5 sene, benim bilimsel çalışmalarımda çıtayı yükseltmemde çok farklı olabilirdi. Ancak ben buna rağmen mutluluğum işçin; bir yer kurmak, bir yerde başarılı olmak, bulunduğum yerdeki fakülteyi, üniversiteyi bir yerlere getirmek arzusu ile Adana’ya geldim. Bunları karşılaştırınca, gönül rahatlığı ile pişmanlık duyabileceğim bir şey olmadı diyebilirim. Siyasetten de teklif aldınız. Ama bulaşmadınız... Rektörlük dönemimden sonra Adana Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde sosyal demokrat bir partiden ısrarla aday olmam için teklif edildi ve baskı yapıldı. Ama ben kabul etmedim. AİLESİ Biraz da ailenizden bahseder misiniz? Eşiniz, çocuklarınız, kardeşleriniz? Özel zevkleriniz? CAN ÖZŞAHİNOĞLU 29 1968’de evlendim. Eşimin adı Buket. Bir tane çocuğum var. Eşim hukuk fakültesinden terk. Eşimle tanışmam şöyle oldu. Hacettepe’de yeni ihtisas almıştım. Apendektomi (Apendisit Ameliyatı) oldum. Bir ay izin verdiler. İzin dönüşü ikinci günü mü ne hoca “Can boyun da küçük bir nodülü olan bir hasta var, onu alacağım. Poliklinikte bana yardım edermisin?” dedi, “Tabii hocam” diye cevap verdim. Meğerse hasta bizim hanım olacakmış. . Hacettepe’de KBB’dan ihtisas alan dördüncü uzmanım ama öncekiler bölümden ayrıldığı için klinikte kalan iki uzmandan biriydim. Önümüzde bir hocam var başka kimse yok. Uzman olarak derslere de girerdim. İşte orada hocaya yardım ederken baktım güzel bir bayan. Ameliyatı yaptık. Ameliyattan sonra hoca “bundan sonra sen takip edersin” dedi. Beğendim ama hastaya açılamadığım için her gün dikiş almak için çağırıyorum. Her gün geliyor, bir dikiş alıyorum. Annesi telefon ediyor “her gün dikiş mi alınır” diye. Dikişlerin hepsini alsam gidecek bağlantı kopacak. Bir şeyde söyleyemiyorum. Ben derdimi anlatana kadar dikiş alma işi devam etti. Bana göre çok güzel günlerdi. Sonra iyice tanıştık ve sonunda birbirimizi severek evlendik. Uzun süre çocuğumuz olmadı. 1981 yılında oğlumuz doğdu. Adını Gür koyduk. 30 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I Tahmin edersiniz ki biz röportajı yaparken, bir taraftan da fotoğraf çekiyoruz. Ancak röportaja hiç müdahale etmeyen hoca, fotoğraf çekmemize ediyor. Işık şurdan gelsin, arkayı düzenle vesaire... Çok şaşırtıcı gelen bu durumu kurcalamadan edemeyiz... Hocam fotoğraflarınızı çekerken sürekli olarak ışıktan, kompozisyondan, fotoğrafın nasıl çekileceğinden bahsediyorsunuz. Bu nasıl iş? Eskiden fotoğrafçılığa merakım çoktu. Ortaokuldan üniversiteye kadar kullandığım, bir 46 model körüklü ZEİSS ikon marka fotoğraf makinem vardı. O dönemin en meşhuruydu. Babam ilkokulu bitirdiğimde almıştı. 6x9 santimetre büyüklüğünde siyah beyaz fotoğraf çekerdim. Film banyosunu da evde kendim yapardım.. Karanlık odada kırmızı ışıkta 3-5 saniye ışık yakıp söndürür ayarını yapardım. Koyuysa açardım. Açıksa zamanı uzatırdım. Bazen fotoğrafları kalp içine koyardık. Fondeli tabir edilen fotoğraflarım çok beğenilirdi. İstanbul’a tıbbiyeye gittiğimde Tünel’deki fotoğraf malzemeleri satan yerlerden çeşitli banyolar alırdım. O zamanlar renkli filmler yoktu. Fotoğraf çekmek çok hoşuma giderdi. Ancak tıbbiye ye başladıktan sonra zaman bulamadım. BAŞARI ÜZERİNE Keşke zaman bulabilseymiş diye düşünmeden edemiyor insan. Çünkü incelediğinizde hocanın el attığı her işi başarıyla yaptığına şahit oluyorsunuz. Acaba başarıya bu kadar tutkun bu insanın sırrı ne ola ki? Soralım... kornea refleksinden veya işitmesinden emin değilsin. Ne yaparsın? Gidersin bir beyin MR’ı çektirirsin teşhis koyarsın. Bizim zamanımızda öyle değildi. Beyin cerrahisi bize gönderirdi bakın diye. Kulağında işitme kaybı var mı? Ondan sonra rotasyon testleri kalorik test yapardık. Meslekte başarınızı neye bağlıyor- Özetle, hasta ve hekim yönümden sunuz? çok büyük zorluklar vardı. Bu güne baktığımızda teknolojik gelişmeler Yukarıda kısmen bahsettim ama ve imkanlar birçok tanı güçlüğünü insan, öncelikle dürüst olmalıdır. ortadan kaldırdı. Mesleğini seven ve özveriyle yapan ancak başarılı olur. Bunları yapar- Sizce tıp bir sanat mı yoksa zanaat ken insan kendisine yüksek hedefler mıdır? belirlemelidir. Bu hedeflere ulaşmak için basamakları sabırla çıkmak ge- Tıp hem sanat, hem de zanaattır. rekir. Bunun için hırsın aklın önüne Bu biraz da yaptığın işe göre değigeçmesine müsaade etmemek gerekir. Artık günümüz tıbbında hangi branşta olursa olsun kişi belirli bir konuya ağırlık vererek çalışmalıdır, başarı ancak böyle kazanılır. İnsan yeri geldiğinde yapmadıklarını da söylemelidir, yaptıklarını başarı ile uygulayanlar yücelir. Eğitim açısından neler söylersiniz? Geriye baktığınız zaman o zamanın şartlarında imkanlar çok kısıtlıydı. Teknoloji diye hiçbir şey yoktu. Şimdi ben sana beyin cerrahisiyle ilgili bir şey söyleyeyim. Baş ağrısı, baş dönmesi, çift görme, işitme kaybı veya kulak çınlaması olan bir hasta geldi. Nörolojik muayeneni yaptın, CAN ÖZŞAHİNOĞLU 31 şir. İngilizler dahiliyeci, nörolog gibi hizmet veren hekimlere Dr. derler. Ancak cerrahi branşlarda çalışan hekimlere Mr. olarak hitap ederler. O açıdan cerrahlık aslında bir zanaattır. Yani usta çırak işidir. Ama siz buna kendi yeteneğinizi, bilginizi, becerinizi eklediğiniz ve daha iyi bir duruma getirdiğiniz zaman bu bir sanat olur. halde. VERTİGO üzerine kitap yazıyorum. Günde en az 4-5 gazete okurum. Arada televizyon izleriz. Güncel romanlar var, onları okuyorum. Yürüyüş yapıyorum. Böyle zaman geçiyor. doktor gücü dediğimiz şey de sıradan bir şey değil, İngiltere’den hasta cezbedecek kadar, hatta Avrupalı hekime ders verecek kadar yetişmiş bir güçten bahsediyoruz. İşte yazımızın son kısmında, teleGünümüzde Adana önemli bir sağ- vizyon izleyip, yürüyüş yapıyorum lık merkezi... Bırakın bölgeyi, Tür- diyen bu insan; o yetişmiş doktor kiye’nin çeşitli yerlerinden, hatta gücünü oluşturan bir kaç kişiden biyurtdışından insanlar koşarak, çare ridir. Bakmayın onun bugün güncel aramaya geliyorlar kentimize. Azer- romanlar okuduğuna, bizleri de o ve SONUÇ baycan’dan gelen var, Irak’tan gelen aşağıda kısa tarihçesini okuyacağıHocam son zamanlarda Galeria var... Kıbrıs’tan, hatta İngiltere’den nız üniversitenin kurucuları yetişKBB Merkezinde hasta bakarak za- gelen var... Üstelik azımsanmayacak tirmiştir. man geçirdiğinizi biliyoruz. Başka sayıda. Tabi ki bunlar kentlinin kaşı veya gözü için değil, tıbbi teknoloji, Saygıyla... neler yapıyorsunuz.? daha da önemlisi yetişmiş doktor Şimdide çalışmasam ölürüm her- gücü nedeniyle geliyorlar. Yetişmiş Yararlanılan Kaynaklar: 1- 25. yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çukurova Üniversitesi Basımevi, ADANA, 1997 2- Çukurova Üniversitesi 20. Kuruluş Yıldönümü Kutlamaları, Çukurova Üniversitesi Basımevi, ADANA, 1993 3- KBB’de Trent Dergisi, Prof. Dr. Levent Soylu söyleşisi, sayı 10, 2011 4- Çukurova Üniversitesi Dergisi. Yıl:3 Sayı:7, ADANA, 2007 Ekler 1- Çukurova Üniversitesi’nde Özşahinoğlu Döneminde (1992-2000) Yapılanlar 2- Çukurova Üniversitesi ve Tıp Fakültesi’nin Kuruluş Tarihçesi CAN ÖZŞAHİNOĞLU 33 hastanelerinden biri konumuna getirilmiştir. Tıp fakültesinde Türkiye’nin en büyük ve en modern yoğun bakım ünitesi, pediatrik hematoloji-onkoji kliniği, duyma engelliler binası, nükleer tıp merkezi açılmış, merkez laboratuvarında yenileme çalışmaları, medikososyal merkezinde yenilikler yapılmıştır. EK-1 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ’NDE ÖZŞAHİNOĞLU DÖNEMİNDE (1992-2000) YAPILANLAR: Öğrenci Sayısı: 1992 yılında ön lisans ve lisans öğrenci sayısı 11782 iken 2000 yılında 21100’e, Doktora ve yüksek lisans öğrenci sayısı 1992 yılında 1535 iken 2000 yılında 2000’e, Öğretim üyesi sayısı 1992 yılında 462 iken 2000 yılında 760 ulaşmış. Akademik Birimler: Ç.Ü 1992 yılında 6 fakülte, 1 yüksekokul, 10 meslek yüksekokulu ve 1 devlet konservatuvarına sahipken, su ürünleri, diş hekimliği ve güzel sanatlar fakültesi, 2 meslek yüksek okulu, beden eğitimi öğretmenliği beden eğitimi yükseko34 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I sabancı tekstil mühendisliği binası, kendini geliştirme merkezi, Karaisalı meslek yüksek okulu açılmış. İktisadi ve idari bilimler fakültesinin temeli atılmış, inşasına başlanmış. Bütçe: 1992 yılında 71 milyon ABD Araştırma görevlileri konutları inşadoları iken 2000 yılında 60 milyon atı devam etmiş, Rektörlük binasına dolar olmuş (Bütçede ki bu azalma ekler yapılmış, İlahiyat fakültesi ingöreceli bir azalma olup o dönemde şaatı tamamlanmış, Güzel sanatlar izlenen ekonomik programlardan fakültesi faaliyete geçmiştir. dolayıdır). Basımevi makina parkı için 150.000 Yatırımlar: Osmaniye meslek yük- ABD doları değerinde ofset baskı sek okul inşaatı, Ceyhan meslek makinası alınmış. yüksek okul inşaatı, Karataş turizm işletmeciliği ve otelcilik yüksekokul Tıp fakültesinin 550 ek yatak kapasiinşaatı, Su ürünleri fakültesi binası, teli binasına 2 kat daha eklenmiş ve Kadirli meslek yüksekokulu inşaatı, 450 kişilik tıp fakültesi konferans saKozan meslek yüksek okul inşaatı, lonu yapılmıştır. Tıp fakültesi deneysel cerrahi araştırma merkezi hayvan R2 dersliklerinin inşaatları tamamlanmış. Diş hekimliği fakülte- barınağı ve idari binasının inşaatı si kurulmuş, Devlet konservatuvarı bitirilmiştir. Tıp fakültesi teknolojik yeni binası, Mühendislik ek binası, olarak yenilenerek Türkiye’nin en elit kuluna dönüştürülmüş, Karataş turizm işletmeciliği ve otelcilik yüksekokulu ve Adana sağlık yüksek okulu açılmış. Sosyal ve kültürel alanda yapılan yatırımlar: Açıkhava tiyatrosu müzik ve sanat gösteri merkezi, üniversite girişine anıt yapımı, kreş ek bina yapımı, cep sineması, sosyal tesislerin, öğretim üyeleri ve idari personel yemekhanesi restorasyonu yapılmış, öğretim üyeleri için yeni bir yemekhane binası yapılmıştır. rel arboretumu kurulmuş, kampus içi ağaçlandırma çalışmalarına devam edilmiştir. Kampus ve hastane girişleri yeniden düzenlenmiştir. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler: 1992’den 2000 yılları arasında 2995 projeye destek sağlanmıştır. Bu projelere 6 milyon ABD doları maddi destek sağlanmıştır. versitenin bir marşı olmamasından rahatsız olan Can Özşahinoğlu, ünlü Türk bestecisi Nevit Kodallı’ya Çukurova Üniversitesi marşını hazırlatmıştır. Adımızı almışız Güzel Çukurovadan Zenginliği nam salmış Verimli topraklardan Yayınlar: 1992-2000 yılları arasında Üniversitemizdir 7885’i türkçe, 3514’ü yabancı toplam Yurda ışılar saçan Karanlığa yok aman 11399 yayın yapılmıştır. Balcalı kartalından Üniversite-Sanayi işbirlikleri: Adana yenilik merkezi inşaatı bitirilmiş. Biz Çukurova Üniversitelileriz Ç.Ü. kosgeb ve sanayi odası işbirliği Azmimiz çağımızı aşmaktır protokolu imzalanmış ve TÜBİTAK Biz Çukurova Üniversitelileriz desteğiyle Ç.Ü.-sanayi ortak araştır- Yolumuz Atatürk’ün yoludur. Çukurova üniversitesi mezunları ma merkezi (ÜSAM) kurulmuştur. Bire bin ürün verir, derneği kurulmuş. Kütüphane: Yapımına 1988 yılında Bilim, teknik, sanatta Sportif alanda yatırımlar: 1500 se- başlanan kütüphane 1996 yılında bi- Özgürlükten hız alır Yücelir semalara yirci kapasiteli çok fonksiyonlu spor tirilmiştir. salonu kompleksi inşaatı bitirilmiş- 1999 yılında 53.000 olan kitap sayısı tir. Yelken ve kürek sporları için su 2000 yılında 122.000’e, süreli yayın Üniversitemizde sporları merkezi oluşturulmuş, tenis sayısı 4.000’den 8.000’e çıkarılmıştır. Her fakülte bir çıra kortu, mini futbol sahaları ve açık Kütüphanede ulusal ve uluslararası Yanar, ışıklar saçar, Tüm yurda insanlığa spor sahalarına yeni sahalar eklen- veri tabanlarına elektronik sistem üzerinden ulaşılmaya başlanmıştır. miştir. Biz Çukurova Üniversitelileriz Kampus geliştirme ve çevre düzen- Ödüller: Ç.Üniversitenin çeşitli fa- Azmimiz çağımızı aşmaktır lemeleri: Su isale hattı ve sepici pom- kültelerindeki bilim adamlarına çe- Biz Çukurova Üniversitelileriz pa istasyonu açılmış, kampus içi yol şitli ulusal ve uluslararası bilimsel Yolumuz Atatürk’ün yoludur. ve ışıklandırma çalışmaları yapılmış, ödüller verilmiştir. Söz ve Beste: Nevit Kodallı botanik bahçesi projesi oluşturulmuştur. Çukurova Süleyman Demi- Çukurova Üniversitesi Marşı: ÜniCAN ÖZŞAHİNOĞLU 35 “Biliyorsun, ben Erzurum’dan istifa EK-2 edip Mersin SSK Hastanesi’nin cildiye uzmanı oldum. Bir süre sonra ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ VE Mersinliler: ‘Hocam, seni, buraya TIP FAKÜLTESİ’NİN KURULUŞ Allah gönderdi, bina dahil her türTARİHÇESİ lü destek bizden, gel bir tıp fakültesi kuralım’ diye bana başvurdular. Ne Ç.Ü Tıp Fakültesi 1971 yılının ayla- dersin Süha, yeterli hoca bulabilirrında başlayan kuruluş öyküsü 3 Ni- miyiz?”. san 1972 de Atatürk Üniversitesi’ne Lütfü benim Askeri Tıbbiye’den çok bağlı Çukurova Tıp Fakültesi’nin ku- yakın bir sınıf arkadaşım. Dedim ki? ruluşu ile sonuçlanmıştır. “Fakülte kurmak kolay mı? Hangi Bunu takiben daha önce Ankara üniversiteyle kuracaksın ki?” ... Üniversitesi’ne bağlı olarak kurul- “Hacettepe Üniversitesi’ne kurduramuş olan Adana Ziraat Fakültesi ile biliriz. Ankara Üniversitesi en uyguÇukurova Tıp Fakültesi’nin birleş- nu ama oraya senin de, benim de etmesi ile 22 Kasım 1973’te Çukurova kili olmamız mümkün değil, En iyisi Üniversitesi kurulmuş ve Fakültenin ben Erzurum’a dönmenin yollarını adı da Tıp Fakültesi şeklinde değiş- arayayım. Orası özerk olmadığından, miştir. Ogünleri yaşayanların anıları hem kuruluş kanunu, hem de tayinbu konudaki ilk girişimleri ve bunu ler çok kolay gerçekleşir. Ben Hatakip eden çabaları ve aşamaları cettepe’den güvendiğim kişileri ikna renklendirmektedir. etmeye çalışayım. Sen de Ankara Tıp ve Gülhane’den bulabildiklerini bul. MERHUM PROF. DR. SÜHA DE- Listeyi yapar, Devlet Planlamaya giMİRTAŞ ANLATIYOR deriz.”diye cevap verdi. Lütfullah Aksungur, Süha Demirtaş 1971 yılının ilk aylarında, vakit gece ile konuşmalarında da belirttiği bazı yarısına doğruydu. Telefon çaldı. avantajlar dolayısıyla Atatürk ÜniMerhum Prof. Dr. Lütfullah Aksun- versitesi Rektörü ile görüşmeye karar gur telefondaydı; veriyor. “ Süha, ben Lütfü, hemen giyin ve TIP FAKÜLTESİ bize gel.” diye beni yanına çağırdı. MERSİN’DE Mİ KURULACAK? “Ne söyleyeceksen telefonda söyle.” dedim. “Telefonda olamaz” diye ce- Rektör Prof.Dr. Kemal Bıyıkoğlu’nu vap verdi. Çaresiz giyinip gittim. He- telefonlar arıyor. Rektör onu içtenlikmen konuya girdi: le karşılıyor. 24 Şubat 1971 tarihinde 36 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I Prof. Dr. Kemal Bıyıkoğlu, Mersin İli Üniversite Kurma Derneği’nin davetlisi olarak Mersin’e geliyor. Mersin’de bir tıp fakültesi kurulması için yardımları rica ediliyor. Teklif Rektör tarafından olumlu karşılanıyor. Yürürlükte bulunan Üniversiteler Kanunu gereğince bir tıp fakültesinin kurulabilmesi için; Üniversite Senatosunun teklifi ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı’nın olumlu görüşü üzerine, Milli eğitim Bakanlığı’nın onayı gerekmektedir. Bu koşulların yerine getirilmesi amacı ile 1 Mart 1971 tarihinde; Mersin İli Üniversite Kurma Derneği Başkanı Mersin Valisi İlhan Aras, Milli Eğitim Bakanlığı’na, Mersin’de Atatürk Üniversite’ne bağlı bir tıp fakültesi kurulması için yazılı teklifte bulunuyor. 2 Mart 1971 tarihinde; Milli Eğitim Bakanlığı bu dernek yazısı hakkında Atatürk Üniversitesi’nin görüşünü istiyor. Hemen ertesi gün Atatürk Üniversitesi’ne ulaşan Bakanlık yazısı aynı gün Üniversite Senatosu’nda görüşülüyor. Fakat karar aleyhte çıkıyor. Prof. Dr. Lütfullah Aksungur derhal Erzurum’a gidiyor. 5 Mart 1971 tarihinde; yeniden toplanan senatoya Mersin İli Üniversite Kurma Derneği’nin üyesi olarak katılıyor ve teklif bu sefer oy birliği ile kabul ediliyor. 6 Mart 1971 tarihinde; Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Bı- yıkoğlu, Çukurova’da bir tıp fakültesi üzere temaslarda bulunuyor. kurulması için Milli eğitim Bakanlığı’ndan olur istiyor. Milli Eğitim ADANA’DA KURULMASINA KARBakanlığı, 10 Mart 1971 tarihinde ŞI ÇIKIŞLAR DPT’nin görüşünü soruyor. Aynı günlerde Adana Ziraat FakülTIP FAKÜLTESİ ADANA’DA KU- tesi’nin bağlı olduğu Ankara ÜniRULACAK versitesi’nin öğretim üyelerinin, kurulmakta olan yeni tıp fakültesi Ancak bu sırada 12 Mart Muhtırası konusuna sıcak bakmadıkları duveriliyor ve devlet bütünüyle hassas yumları geliyor. Atatürk Üniversitebir döneme giriyor. Tüm bakanlık- si’ndeki öğretim üyelerinin bir kısmı lar ve parlamento ordunun bir an da Erzurum Tıp Fakültesi’nin boşalönce çıkarılmasını istediği kanunlar masından endişe duyarak olumsuz ile yoğun bir çalışma içersindeyken; bir tutum takınıyorlar. Prof. Dr. Lütfullah Aksungur, Dr. Atatürk Üniversitesi İşletme FakülKemal Demir, Mehmet Ünaldı ve tesi Dekanı Prof. Dr.Tufan Yüce, 26 Kasım Gülek’in desteği ile 16 Mart Temmuz 1971 tarihinde Rektörlüğe 1971 tarihinde DPT’nin olumlu gö- verdiği bir dilekçede endişesini şöyle rüşünü alıyor. Ancak DPT daha önce dile getiriyor: Adana’da bir üniversite kurulması “Yüksek malumlarımız olduğu gibi, kararı aldığı için, Çukurova Tıp Fa- Atatürk Üniversitesi, Türkiyemiz’in kültesi’nin Mersin’de değil, Adana’da Doğu bölgesini kalkındırmak, bu kurulmasını kararlaştırıyor. Milli bölgeye hizmet etmek amacı ile kuEğitim Bakanlığı da 18 Mart 1971 rulmuştur. tarihinde Adana’da Tıp Fakültesi ku- Bu aynı zamanda, Doğu ile Batı ararulmasına onay veriyor. sındaki açık ve feci dengesizliği giProf. Dr.Lütfullah Aksungur,Nisan dermeye yönelen plan hedeflerine de 1971 sonunda Atatürk Üniversitesi uygundur. Tıp Fakültesi’ne tayin olarak, Erzu- Gerekçelerinden ve Meclis görüşrum’da tekrar göreve başlıyor ve 21 melerinden açıkça anlaşılmaktadır Haziran 1971 tarihinde kurulmakta ki, 6990 sayılı kanunun amacı Doğu olan Fakülteye Dekan olarak atanı- Anadolu’ya hizmettir. Buna göre yor. Bu sıralarda Doç. Dr. Süha De- Üniversitemizin, Çukurova’da bir tıp mirtaş, Doç. Dr. Ali Namık Şener fakültesi kurma çalışmaları tümü ile ve Doç. Dr. Faruk Özer ile Fakülte kanunsuzdur. Bu çalışmalar kanunkuruluşunda birlikte hareket etmek suzdur ve bu çalışmalardan vazgeç- mek gerekmektedir. Bu çalışmalar kanunsuz olmakla birlikte, Doğu ile Batı arasındaki dengesizliği daha da arttıracak sonuçlar verecektir.” TIP FAKÜLTESİ’NDE ÖĞRENİM BAŞLIYOR Bütün bunlara rağmen Eylül 1971’de kuruluş aşamaları devam eden Fakültenin 1.sınıfına kayıt yapılıyor ve 1.sınıfta 64 öğrenci alınıyor. Bu öğrenciler 1971–1972 döneminde Atatürk Üniversitesi’nde eğitim ve öğretim görüyorlar. Prof. Dr. Lütfullah Aksungur, Ağustos 1971-Ocak 1972 arasında defalarca Ankara’ya gidip gelerek ve orada adeta bir karargâh kurarak bütçe, kadro ve yatırımlar ile ilgili çalışmalarına devam ediyor. Ocak 1972’de yeni Fakültenin bütçesi onaylanıyor. Aynı dönemde Ankara Üniversitesi öğretim üyeleri yeni kurulan fakültenin kendi üniversitelerine bağlanması için girişimlere devam ediyor. Bu girişimler Dr. Kemal Demir ve Dr. Kemal Satır’ın büyük destekleri ile önleniyor ve 3 Nisan 1972 tarihinde Çukurova Tıp Fakültesi Kuruluş ve Kadro Kanunu Meclisten çıkıyor. Haber Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 8.4.1972 tarihinde resmi yazı ile Atatürk Üniversitesi Rektörlüğüne bildiriliyor. Zamanın Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Kemal Demir, halkın yaCAN ÖZŞAHİNOĞLU 37 taklı hizmetlerinin de karşılanması şartıyla, Adana Numune Hastanesi ve Sıtma Savaş Enstitüsü binalarının Fakülteye verilmesi için protokol imzalıyor. Bunu takiben Anakara Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Çukurova Tıp Fakültesi’nin yasal olmadığını ileri sürerek bu fakültenin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyor. TIP FAKÜLTESİNİN KADROSU İtiraz temelde; Atatürk Üniversitesi’nin özel bir kanun ile kurulan bir 4 Eylül 1972 tarihinde fakültenin Üniversite olması, özerk bir Üniverkadrosu Adana’ya intikal ediyor ve site olmaması ve bu nedenle”… bir bu binalarda hizmete başlıyor. Bu Üniversitenin kurulmasında pakadrolara 7 öğretim üyesi, 3 öğre- tronaj hakkına sahip olmayacağı” tim görevlisi ve 30 asistan atanıyor. fikrine dayanmaktadır. Öğretim Elemanları; Fakülte Dekan’ı Anayasa Mahkemesi, Ankara olarak Prof Dr. Lütfullah Aksungur Üniversitesi’nin bu itirazını haklı dışında Doç.Dr. Arif H. Yüksel (An- görmüş ve Atatürk Üniversitesi’ne kara Hastanesi), Doç. Dr. İlter Bilgin bağlı olarak kurulmuş olan Çukuro(Yüksek İhtisas Hastanesi), Doç. va Tıp Fakültesi’nin kuruluşunu 4936 Dr. Neşet Bilaloğlu (Dr.Sami Ulus sayılı Üniversiteler Kanunu’na aykırı Hastanesi), Doç. Dr. Cemil Kobal bularak kuruluş kanununu iptal (Gülhane As.Tıp.Ak.), Doç. Dr. Ruhi edilmiştir. Anayasa Mahkemesi bu Türkyılmaz (Hacettepe), Doç. Dr. kararı ile Çukurova Tıp Fakültesini Ali Namık Şener (Hacettepe), Öğr. kapatmamış, ancak bir yıl içerisinde Gör. Dr. Ertuğrul Özmen (Gülhane özerk bir yapıya kavuşmak şartı ile As.Tıp.Ak.), Öğr. Gör. Dr. Can Özşa- bir şans tanınmıştır. hinoğlu (Hacettepe), Öğr. Gör. Dr. Özetle; Anayasa Mahkemesi ÇukuroGüneş Yüreğir’den (Adana Numune va Tıp Fakültesi’nin bir yıl içerisinde Hastanesi) oluşuyor. herhangi bir özerk Üniversiteye Prof. Dr. Gülhan Slem ise Sağlık ve bağlamasını veya Çukurova ÜniverSosyal Yardım Bakanlığı’nın kadro- sitesi Kuruluş Kanununun çıkartılsunda öğretim elemanları arasında masını şart koşmuştur. O zamanki bulunuyor (Can Özşahinoğlu ise; yasalara göre bir Üniversite kurulaKasım 1972’de Doçentlik aşamasını bilmesi için en az iki fakülte gerekyaparak yeni Fakültenin ilk Doçenti mektedir. olmuştur.). CAHİT ÇERMEK ANLATIYOR YASADIŞI FAKÜLTE Tıp Fakültesinin ilk sekreteri Cahit 38 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I Çermek, Çukurova Üniversitesi’nin ve dolayısı ile Ç.Ü. Tıp Fakültesi’nin kuruluşunu şöyle anlatmaktadır: Anayasa Mahkemesi kuruluş kanunumuzu iptal ederek bir yıl içerisinde ya herhangi bir özerk üniversiteye bağlanmamızı veya Çukurova Üniversitesi kuruluş kanununun çıkartılarak oraya bağlanmamızı istemişti. Çukurova Tıp Fakültesi’nin kurucu Dekanı merhum Prof. Dr. Lütfullah Aksungur, daha önce Ankara Üniversitesi’nce Adana’da kurulmuş bir Ziraat Fakültesi’nin bulunması nedeniyle Ankara Üniversitesine Rektörlüğü’ne bir yazı ile başvurarak, Çukurova Tıp Fakültesi’nin de Ankara Üniversitesine bağlanmasını istemişti. Ankara Üniversitesi bu konuyu incelemek üzere Senato Üyesi 6 kişiden oluşan bir heyeti Adana’ya gönderdiler. Ne yazık ki Ankara Üniversitesi heyeti daha Adana’dan ayrılmadan tavırlarını ortaya koyup, Çukurova Tıp Fakültesi’nin Ankara Üniversitesi’ne bağlanmasına karşı çıktılar. Çukurova Üniversitesi Kuruluş Kanununu çıkartmaktan başka çaremiz kalmamıştı. Bunun üzerine gelen heyeti uçakla Ankara’ya yolcu ettikten sonra Merhum Prof. Dr. Lütfullah Aksungur, Ziraat Fakültesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ercan Tezer ve ben aynı akşam arabayla Ankara’ya hareket ettik. O zaman Sayın Süleyman Demirel hükümeti muhtıra ile düşürülmüş, yerine bağımsız başbakan atanmıştı. Fakat Meclis çoğunluğu yine Adalet Partisi’ndeydi. Kurulmuş olan hükümet ise, seçim hükümeti idi. Sayın Süleyman Demirel ile randevumuz olamadığı için, doğru o zamanki Adalet Partisi Hukuk Müşaviri Adanalı Avukat Kemal Çetinsoy’un yazıhanesine giderek, Sayın Demirel’den randevu alınmasını rica ettik. Sayın Çetinsoy bizi Sayın Demirel’e götürdü. Sayın Hocam Prof. Dr. Lütfullah Aksungur yarım saat içerisinde, yaşadığımız olayları ve sıkıntılarımızı, bir bir anlattı. Sayın Demirel bu konuda ikna olduğunu, bir gün sonra Meclise gelmemizi ve kuruluş kanunun önerge verdirerek çıkarılacağını bize müjdeledi. Sabah Meclise gittik. Meclisin tatil olmasına üç gün kalmıştı Sayın Demirel, Adalet Partisi gurup başkan vekilini çağırarak Çukurova Üniversitesi Kuruluş Kanunu’nun çıkarılması için önerge vermelerini istedi bir saat sonradan gurup başkan vekili, Demirel’e gelerek, daha önce Üniversite Kurulması Milli Eğitim Komisyonu’ndan geçmiş diğer illerin milletvekillerinin önergeyi imzalamadıklarını, kendi illerin üniversite kanunlarının da Çukurova Üniversitesi Kuruluş Kanunu ile birleştirilerek çıkarılmasını istediklerini söyledi. Demirel, bunu olumlu karşılayarak bizimle birlikte 6 Üniversite Kanununun Meclis’ten geçmesini sağladı.” PROF. DR. GÜLHAN SLEM ANLATIYOR Nihayet gece saat 12 sıralarında bu konu görüşülmeye başladı. Yasa tasarıları okundu.Çok sayıda milletvekili kendi illerinde de Üniversite açılmasını istediler. Komisyon adına söz alan, İstanbul Milletvekili Mehmet Yardımcı, önce ikna edici bir konuşma yaptıysa da sonradan milletvekillerini kızdıran bazı sözler söyledi. Dolayısıyla Meclis’in havası bir hayli gerginleşti. Aksungur ile bir hayli gergin ve endişeliydik. Nihayet Çukurova Üniversitesi ile yeni üniversite kuruluşları da yasallaştı. Bizler heyecanla birbirimize sarılıp kutladık. Ben kaldığım otele gittim. Sabahın erken saatinde otele Aksungur Hoca geldi. Üzgün olduğu her halinden belliydi.Meğer usul olarak kanun tasarısının ikinci defa oylanması gerekiyormuş. Meclis’te ikinci oylama sırasında gerekli çoğunluk kalmadığı için oylama ertelenmiş. Bu son günde, Meclis tatile gireceği için yasanın Senatoya gönderilerek onaylanması mümkün olamayabilirdi. Ancak o gün Meclis’te ikinci oylama yapıldı ve kanun tasarısı Senato’ya gönderildi. Ama Senato, Meclis ile birlikte tatile gireceği için yasallaşma işlemi gerçekleşmedi. Sonbahara kadar Meclis’in açılışını beklemek zorunluluğu doğdu. Nihayet Meclis ve Senato açıldı. Partiler bir türlü Cumhurbaşkanı’nı seçemediler… Uzun bir süre sonra Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçildi. Bir gün öğle yemeğinden sonra Dr. Ruhi Türkyılmaz’ın odasında otururken Dekan Aksungur’u telefona çağırdılar. Birkaç dakika sonra odaya döndüğünde, sevinçten gözleri parlıyordu. Senato Başkan Vekili, Adana Senatörü Mehmet Ünaldı, üniversite olduğumuzu bildirmiş ve kendisini kutlamış. Şaşırdık, bu işin nasıl olduğunu anlayamadık. Sonradan gerçek anlaşıldı. Senato’ya gelip de iki ay içinde görüşemeyen kanun tasarıları, otomatikman kanunlaşırmış… Orada bulunan tüm arkadaşlar sevinçten birbirimize sarıldık… Ne var ki, bir aşama daha vardı. Kanunun Cumhurbaşkanı tarafımdan onaylanması gerekiyordu. Fahri Korutürk’ün çok titiz bir kişiliği olduğunu biliyorduk. Herhangi bir nedenle (Örneğin görüşülmek üzere tekrar Senatoya gönderebilirdi) imzada bir sorun olmaması için, Aksungur ile birlikte Ankara’ya gidildi. Cumhurbaşkanı Hukuk Müşaviri hakim Amiral Fahri Çoker ile görüşüldü. Kendisi durumu inceletti ve herhangi bir sorun olmadığını bildirdi. Birkaç gün içinde de Cumhurbaşkanı onayı gerçekleşti. Ç.Ü kuruluş Kanunu 22 Kasım 1973 tarihli Gazetede yayınlandı. CAN ÖZŞAHİNOĞLU 39 Ali İhsan ÖKTEN 1963 Tarsus doğumlu. 1988 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra 1991-1997 yılları arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Beyin -Sinir-Omurilik Cerrahisi ihtisasını tamamladı. Halen Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin Cerrahi Kliniğinde Eğitim Görevlisi ve İdari Sorumlusu olarak çalışmakta. Türk Nöroşirürji Derneği, Nöroonkoloji Grubu, Spinal Cerrahi Grubu, Acil Tıp Derneği, Adana Tabip Odası, SES (Sağlık Emekçileri Sendikası), AFAD (Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği), Sınırsız Fotoğrafçılar Grubu, İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgüt’ü üyesi. Altın Oran Düşünce ve Sanat Platformu Derneği kurucu üyesi. Adana-Osmaniye Tabip Odası Başkanı. 2007 yılında Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği fotoğraf kursunu bitirdikten sonra 2008 yılında AFAD’a üye oldu. 2009 yılında Haluk Uygur İleri Fotoğraf Teknikleri ve Felsefesi Atölyesine katıldı. Atölye çalışmalarında fotoğrafın sadece çekilerek değil okunarak yapılacağını öğrettiği için fotoğraf tekniği, sanatı ve kültürü üzerine yazılmış kuramsal veya kavramsal kitap, dergi ve yazıları okudu. Bunları okuyup kendi düşünce süzgecinden geçirdikten sonra fotoğraf ve sanatı üzerine farklı konularda yazmaya başladı. “Fotoğraf Yazıları” ve “Fotoğrafın Eleştirisel Gücü” isminde fotoğraf ve sanatı üzerine yazmış olduğu kitapları var. Fotoritim, Fotoiz, Adana Tabip Odası Dergisi, Türk Nöroşirürji Derneği Bülteni, ARATOS Bilim ve Felsefe Dergisi, İFSAK Sinema ve Fotoğraf Dergisin de farklı konularda yazı yazmakta. Altın Şehir Adana Dergisi’nin yayın kurulunda ve yazarlarındandır. Sağlık politikaları, tıp, hekimlik ve felsefe konularında yazdığı yazıları elektronik ortamda yayın yapan HEKİMEDYA gazetesinde yayınlanmaktadır. Sağlık politikaları, tıp, hekimlik, sağlık ve sanat üzerinde yazdığı yazılardan oluşan yeni bir kitap hazırlığı içerisindedir. Fotoğrafta siyah-beyaz ve belgesel çalışmayı sever. Uluslararsı ve Ulusal ödüllere sahiptir. Bu kitap Seyhan Rotary Kulübü’nün ve Güney Rotary Kulübü’nün katkılarıyla basılmıştır.