VERTİGO Ayaklarımın üstünde durmak isterken dünya durdu

Transkript

VERTİGO Ayaklarımın üstünde durmak isterken dünya durdu
VERTİGO
Ayaklarımın üstünde durmak isterken
dünya durdu sanırım
başım dönüyor
Yere paralel günlerimdeyim
yorgan döşek bedenim
içimde bir kova
derin bir kuyudan su çeker gibi
Alabora olan gemilerde
filikalar olması lazımdı
batmak istemiyorum
kulaçlarım olacaktı benim
hani en derin sularda bile
sevgi sunduğum şiirlerime kanat
Aldığım havada bir koku var
balık etli solungaçlarıma
su kaçmış
Kendime indikçe kıyıya çekilmiş sandallar
sahile vurmuş beni çağırıyor
Bir deniz kabuğu olsaydım
taşlar bile dile gelirdi
şifa dilekleri ile
ellerimi açtım
ince ince yağıyorum
Çapraz adımlarla Arnavut kaldırımlı taş bir
sokakta
hedefe doğru
Adı VERTİGO
ama ben sevmedim .
Meryem Maman
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 05
Yetişmiş Doktorun Gücü;
Can Özşahinoğlu
BAŞ DÖNMESİ
Küçükken hepimiz kendi etrafımızda dönüp dururduk. Durduğumuzda hem güzel hem de korkunç bir
duygu hissederdik. Şimdi düşünün
ki başınız sürekli öyle dönüyor. Korkunç bir duygu değil mi? Nedensiz,
herhangi bir hareket olmaksızın baş
dönmesi. Ne zaman geleceği hiç belli olmuyor. Üstelik bir anda geliyor.
Hiçbir neden yokken. Bir gün yataktan kalkınca başınız durmaksızın
dönmeye başlıyor. Çoğu zaman buna
bulantı ve kusma ekleniyor. Bu durumu daha da korkunç hale getiriyor.
İşte bu duruma vertigo diyoruz. Vertigo bir hareket halüsinasyonu ya da
uzayda bir dezoryantasyon hissidir.
Bu bazen baş dönmesi şeklinde, bazen de dengesizlik, emniyetsizlik ya
da sallanma hissi tarzında olabilir.
Kişi, kendisinin veya etrafındaki eşyanın boşlukta döndüğünden şikayet
eder.
Vertigo 7’den 70’e herkesi etkileyebiliyor. Nedeni anlaşılamayan bir hastalık veya dünyanın en kötü hastalığı.
Aniden gelip vuruyor, kendinizi birden yerde buluyorsunuz. Uzun süre
hiçbir şey yokken, aniden ölüm gibi
yakalıyor. Küçük ölüm de diyebiliriz
ona. Kan tahlilleri, beyin tomografileri, beyin emarları ve yapılan birçok
konsültasyonlar bile nedenini tam
olarak açığa çıkaramıyor. Çok sinsi
geliyor. İnsanları genelde hep dışarıda yakalamak gibi pis bir huyu var.
Sokakta normal bir şekilde yürürken aniden vurgun yemiş gibi yere
düştüğünüzü hissedebiliyorsunuz.
O kadar ani ve hızlı bir düşüş oluyor
ki, ne olduğunu anlamaya fırsat bile
vermiyor. Sonra yavaş yavaş günlerce
devam edip, birden kesiliyor. Ta ki,
tekrar gelene kadar. Bu süre zarfında
insanı robot gibi yaşamak zorunda
bırakıyor.
Can Özşahinoğlu mesleki yaşamının
büyük kısmını insanların bu sorununa ayırmış. O sadece bir KBB uzmanı, hocası değil. Yıllarını Çukurova
Üniversitesi ve Tıp Fakültesi’ne adamış bir bilim insanı... Üniversitenin
bugünkü hale gelmesinde emeği en
fazla geçenlerden birisi… Bir eğitim
ve yönetici şövalyesi…İlişkilerinde
çok mütevazi, yaşamında çok sakin,
ancak yaptıkları hiç de öyle değil.
Biz, Adana’ya önemli şeyler kattığını,
güç verdiğini düşündüğümüz böylesine bir insanı genç nesile tanıtmak
için yola çıktık. Yöntem olarak da
sormayı tercih ettik. Sordukça, o yanıtladı...
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 07
ÜNİVERSİTE
ÇOCUKLUK VE GENÇLİK
Eflatun ve Aristo’nun hiçbir
politik ve dini baskı unsuru
olmadan, öğrencileri ile felsefi
tartışma yarattıkları, ortamından esinlenerek, günümüze
kadar gelmiş, evrensel ölçekte
bağımsız ve tüzel kişiliğe sahip
kurumlar; “universitas” üniversite adını almışlardır. Üniversite, felsefi tartışma ortamında akıl sürecini duygusal
sürecin önüne alarak, kişilerin
olayları görerek ve tartışarak
farkına varılabilirliğini sağlayan ortamlardır. Rektör ise
bir üniversitenin akademik
ve yönetimsel olarak en üst
düzey yetkilisidir. Latince kökenlidir ve bu dilde ‘yöneten’
anlamına gelir.
Üniversiteler bir ulusun kültür değerlerini dünden bugüne taşıyan kurumlar olarak
ulusal kültürün temel taşları
ve insanlığın paylaştığı bilim
ve düşünce dünyasına açılan
kapılardır.
Üniversiteler yaşlandıkça kökleşen, kurumsallaşan ve ekol
haline gelen kuruluşlardır.
Bugün kırk yaşında olan Çukurova Üniversitesi çağdaşlığı yakalamış ve kendine göre
“Çukurova” ekolunu bilimsel,
kültürel ve sosyal olarak oluşturmuştur.
Hocam, bize çocukluk ve gençlik
günlerinizi anlatırmısınız?
4 Mart 1939 Tarsus doğumluyum.
Evimiz Tarsus’un en eski mahallelerinden İnceark Mahallesi’ndeydi. Bir
sürü çocuk mahalle aralarında koşardık, oynardık. İlkokulum evimize
çok yakın olan Duatepe İlkokulu’ydu.
Evimizin ve okulumun çok yakın olması nedeniyle şanslıydım. Okulda
zil çalınca evden duyar hemen okula
giderdim. İlkokul yıllarım böylece
rahatlıkla geçti.
Ortaokulu ve liseyi ise; Tarsus Amerikan Koleji’nde okudum. O dönemler Tarsus Amerikan Koleji’ne derece
ile giriliyordu. Şimdiki gibi bir sürü
sınav yoktu. Bende ilkokulu başarı ile
bitirmiştim. Tarsus Amerikan Koleji
de evimize yakındı. O zamanlar kolejde hem yatılı hem de gündüz okuyanlar vardı. Ben okulumun da eve
yakın olması nedeniyle gündüzcüyTarsus Amerikan Koleji
düm. Bu bakımdan kolej yıllarımda
çok rahat geçti. Hem ilkokul, hem ortaokul, hem lise evimin dibindeydi..
Biz yedi kardeşiz. Dört erkek, üç kız.
Ben ikinci sıradayım. Bir erkek kardeşim İsanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya bölümünü
bitirdi. Bir diğeri İktisadi İdari Bilimler mezunu. Üçüncüsü liseden sonra
Çukurova Fabrikası’na girdi oradan
emekli oldu. Üç kız kardeşimde o dönemdeki şartlara göre enstitüde okudu.
KRİPTİK ANJİN
Bademciklerin apseli iltihabı. Çok
ateş ve ileriki yıllar için komplikasyon yapabilen ağır bir hastalık.
Can Hoca da muhtemelen o yıllarda bu hastalığa yakalanırmış.
Saliha Nine ise herhalde parmakları ile bademcik üzerindeki apseyi patlatarak hastayı rahatlatırmış.
Penisilin bu hastalığa çok iyi gelen
bir ilaçtır.
TARSUS BAKLAVASI
CAN ÖZŞAHİNOĞLU’NUN BADEMCİĞİ
Babam esnaftı, baklava imalatı yapardı. Daha Antep baklavası yokken Tarsus baklavası Türkiye’de Hacı
Bekir gibi çok meşhurdu. Yenice de
tren istasyonunda Tarsus baklavası
diye satılırdı. Çok iyi hatırlıyorum,
kocaman bir atölyemiz vardı. Baklavalar şimdiki gibi küçük tepsilerde
değil koca koca tepsilerde yapılırdı.
Şimdiki gibi güzel kutularda değil
mukavva kutularda satılırdı. Biz de
gerek İzmir Fuarı’ndan, gerek Adana
Ekonomi Fuarı’ndan aldığımız belgeleri kutuların üzerine yapıştırırdık.
Sonra aileden bu işe kimse girmedi.
Baklava Antep Fıstığıyla ön plana
çıktı ve eski Tarsus baklavası unutuldu diyebilirim. O zaman baklava Antep fıstıklı değildi. Daha çok cevizli,
fındıklı veya bademli yapılırdı. Ben
halen cevizli baklavayı fıstıklıya tercih ederim.
Ben ilkokula giderken çok hasta olurdum. En çok bademciklerim iltihaplanırdı ve çok sık ateşim yükselirdi.
Saliha Nine diye bir hanım vardı. O
zamanın tedavisiyle kafamı koltuk
altına alır, tülbent sarılı işaret parmağını ağzıma sokar, bademciği ezerdi.
Bademcik üzerindeki iltihabi şeyler
çıkınca bir süre sonra ateşim düşer,
daha rahat yutkunmaya başlardım. O
zamanlar halk arasında öyle bir uygulama vardı. Ayrıca ateş düşürücü
olarak penisilin ve streptomisin karışımı tek antibiyotik kombiyotik diye
bir iğne vardı. O bana çok yapılırdı.
Streptomisin, ototoksik yani kulak
sinirlerini ve labirinti yani denge organına zarar verebilen bir ilaçtır. O
yüzden çok kullanılmaz. Mesela benim denge bozukluğum vardır. Ben
zifiri karanlıkta dengemi kaybederim. Rahat yürüyemem. Tutunmak
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 09
ihtiyacı duyarım, dengesiz olurum.
Muhtemelen streptomisine bağlı.
Can Hoca çocukluğundan beri devam eden denge bozukluğundan
bahsedince, aklımıza ilk olarak,
acaba bilimsel yaşantısında Vertigo’ya yönelmesinde bu hastalığı
etkili olmuş mudur sorusu geldiyse de, “hayır” yanıtını net ve hızlı
olarak alınca, konumuza yeniden
odaklanarak sormaya devam ettik;
OYUN
Küçükken oynamayı sevdiğiniz
oyunlar nelerdi?
Yağmur yağdığında çok çamur
olurdu, saplama oynardık. Kazıkların ucunu ince yapıp çamura kim
saplarsa oyunu o kazanırdı. Çok
zevkli olurdu. Hatta toprak sert
olursa su döker yumuşatırdık. Arkadaşımızın sapladığı kazığın üzerine kendi kazığımızı atar, onunkini devirirsek o kazık bizim olurdu.
Üstümüz başımız çamur olurdu.
Bu yüzden çok azar işitirdik. Futbol maalesef bir yerimizi kırarız
diye yasaktı. Tarsus’un her tarafı su,
nehir olmasına rağmen, kaçıp suya
gidemezdik. Çünkü annemiz izin
vermezdi. Ben suya girenleri kenardan hayranlıkla izlerdim. Spor
olarak en çok voleybol oynardık.
İlkokulda takım kaptanıydım.
GALATASARAY
Size nasıl Galatasaraylı olduğumu
söylemedim değil mi. Yıl 1950’ydi.
İlkokul beşinci sınıftaydım. Bir Pazar
günü Galatasaray -Fenerbahçe maçı
vardı. Hiç unutmam dayım gel maçı
dinleyelim dedi... Dayımların evinde oturduk,Sulhi Garan kendine has
ses tonuyla maçı anlatırdı. O maçta Galatasaray’a çok haksızlık ettiler.
Hakem şöyle yaptı, böyle yaptı, Galatasaray maçı kaybetti. O zamanlar
Türkiye’nin büyük çoğunluğu Fenerbahçeliydi. Korkunç hakimiyetleri
vardı. İşte o dönem ben orada isyan
ettim. Ertesi gün okula gittim. Bizim
okulun flaması da sarı kırmızıydı.
Ancak ben pek farkına varmadan o
gün bu gün Galatasaraylıyım. Fanatik olduğum söylenmez ama zevkine
maç seyretmeyi severim.
Sportmen de sayılırım. Kolej de
okurken tek adım atlama da derecem
var. Üç adım atlamada ise ikinciliğim
var. Bisiklete binmeyi çok severdim.
Çok zevkli olurdu. Benim babamın
durumu iyiydi. İlkokul dördüncü sınıfta benim bisikletim vardı. İngiliz
malı Rally marka... Meşhurdu o zaman. Biner parka gider, büyük havuzun kenarında oturur, ayranımızı
içer, sonra tur atarak dolaşırdık. Her
hafta bisikletle böyle dolaşmak büyük zevkti.
Park, havuz, ayran deyince, bir de
buna bisiklet eklenince, haliyle insan biraz geçmişe dönüyor. Nostal-
jik duyguların etkisi artınca da soru
ona göre oluyor; taraf çamur ve balçıktı, eve dönene
kadar dizimize kadar çamur içinde
kalırdık. Tarsus’un bence en önemli
1904 YILINDA ELEKTRİK
olan güzelliği elektriğinin olmasıdır.
Daha o zamanlar Tarsus’ta “elektrik”
Hocam o zaman bize biraz eski Tar- vardı. Tarsus’a 1904 yılında Hidsus’tan bahsedermisiniz?
ro Elektrik Santrali kurulmuştur. O
hidroelektrik santralı bir köyde hala
İstasyonun dış kısmında bir tek ev kullanılıyormuş. Ben ilkokuldayken
bile yoktu. Oraya gitmek büyük bir Tarsus, Mersin’den büyüktü. Çok iyi
mesafe gibi gelirdi. Demiryolunun hatırlıyorum Mersin’in nüfusu 25
dışında bağlar başlardı. Tarsus’un bin, Tarsus’un nüfusu ise; 28 bindi.
hipodromu vardı ama bu günkü
anlamda modern bir hipodrom de- TENİS OYNARDIM
ğil. At yarışlarının yapıldığı büyük
bir pist vardı. Şadi Eliyeşil’in atları, Tarsus’la ilgili başka anılarınız var
Mehmet Karamehmet’in atları var- mı?
dı. Bunlar büyük at yarışçılarıydı.
Tahmin ediyorum hala da öyleler. Bu Eski Tekel binası Fransız mektebiydi.
yarışlardan çok ödül almışlardır.
Tarsus Parkı o zamanlar da varmış ve
Kış döneminde hipodrom korkunç enteresan olan gayri müslümler orabir şekilde çamur olurdu. Biz ora- da tenis oynarmış. Babam da gider
ya dayımla kaçamak giderdik. Her onları seyredermiş.
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 11
1930 öncesi Mersin
MERSİN-TARSUS-İÇEL
Mersin ve Tarsus 1929 yılına kadar Adana’ya bağlı iki ilçeydiler.
Tarsus tarih boyunca önemli olmuş bir liman kentiyken, Berdan
Irmağı’nın getirdiği alüvyonlar
nedeniyle zamanla önemi azalmış
bir kenttir. Ama yine de ekonomisi, kültürel yapısı ve kalıntıları ile
değerlidir.
Mersin ise; 19. Yüzyılda küçük bir
balıkçı köyüyken, Adana’nın bir
pamuk merkezi olarak gelişmesi ve 1883 yılında bu iki yerleşim
arasına demiryolu yapılması sonucu canlanmış. Pamuk, bu demiryolu ile Mersin’e getirilip, buradan gemilere yüklenirmiş.
1929 yılında ise, Mersin ve Tarsus
(belki de yanlış bir kararla) Adana’dan ayrılarak, İçel adıyla yeni
bir vilayet olmuşlar. Merkez ise,
Tarsus daha büyük olmasına rağmen Mersin olmuş.
Son yıllarda ise, vilayetin ismi yeniden değişerek Mersin olmuştur.
12 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
Hatta aynı şekilde benim de tenis oynamamı istemişti.
Mr. Murray diye Afrikan Amerikalı
bir hocamız vardı, çok güzel tenis oynardı. Raket al, ben öğreteyim dedi.
O zamanlar Tarsus’ta tenis raketi
ne gezer. Yine de amcamla baklavacı dükkanımıza alışveriş yapmak
için Adana ya gelirdik. Yağ, un, ceviz
alırdık. Adana’ya alışverişe gittiğimiz
bir gün, tenis raketi aradık ama bulamadık. Sonra bir şekilde Ankara’dan
getirttik. Nasıl getirildi bilmiyorum,
benim de tenis raketim oldu.
Babam benim piyano kursu almamı
da çok istemişti. O zamanlar için babamın böyle güzel düşünceleri vardı.
TARSUS AMERİKAN KOLEJİ
Bugün bile Tarsus ile birlikte sayılan şeylerden biri, Amerikan Koleji’dir. O Tarsus’u da anımsatan bir
ekoldür. Tabi ki ekol olmasının ana
nedeni de yıllara dayanan, nitelikli bir eğitim vermesi olsa gerek. O
zaman Tarsus Amerikan Koleji’nin
tarihi de lazım bize... Ama takdir
edersiniz ki, bunu artık bilgisayarımızın bir tuşuna basarak öğrenebiliriz. Ama bizim amacımız başka.
Bu okulun Can Hoca üzerindeki etkisini, kendi ağzından duyma hinliği içindeyiz.
Hocam biraz da Kolejin tarihçesinden bahseder misiniz?
Kolej, 1888 yılında kuruldu deniyor
ama bizim zamanımız da 1881 deniyordu. Misyoner okulu olarak kurulmuş, o yöredeki gayri müslümlere
hizmet amaçlı zannediyorum. Türkler pek gitmezdi. Bir tek benim dayım orada okumaya başlamış, dedeme de çocuğu bu gavur okuluna niye
gönderiyorsun diye demediklerini
bırakmamışlar.
Tarsus Amerikan Koleji önemli bir
okuldu size neler kattı?
O zamanlar okulu yöneten bir Amerikan heyeti vardı. Daha sonradan orayı Sağlık Eğitim Vakfı adında bir vakıf haline getirdiler. Tarsus,
İzmir, Üsküdar Amerikan Kolejlerini vakfa devrettiler. Bu gruba bir
de Antep’teki Amerikan Hastanesi
devredildi. Daha sonradan onlara devredilen para kesilince kolej
bir dönem bocaladı. Fakat şimdi özel
okullar gibi. Yatılıyı kaldırdılar. Tarsus Amerikan Koleji; bir Galatasaray
gibi, bir TED gibi, Robert Koleji gibi
bir kolejdir.
Mezunları kendi içinde bir aile gibi
birbirlerine bağlıdırlar. Birbirlerini koruyan, kollayan birbirine sevgi
gösteren, büyük- küçük veya abikardeş ruhu çok gelişmiş bir kurumdur. Kişilik veren bir okuldur.
Örneğin o zamanlar diğer okullarda öğrencilerin söz hakkı yokken,
biz yönetim kuruluna bir öğrenci
temsilcisi sokabilirdik. Bu öğrenci
AMERİKAN KOLEJİNİN
FOTOĞRAFI GELECEK
Berlin
temsilcisi seçimle gelir ve yönetim
kuruluna öyle katılırdı. Öğrenci
temsilcisi o kurulda öğrencilerin
sıkıntılarını, ihtiyaçlarını dile getirirdi. Öğrenci temsilciliği diğer
okullarda daha yeni yeni kurulmaya başlıyor. İşte bunun gibi şeyler, insana ayrı bir kişilik veriyor.
Mesela biz yemekte ki peynir kurtlu çıkıyor diye boykot yapmıştık
ve bundan dolayı bize hiç kimse
bir şey diyememişti. Benim dediğim 1950’li yıllar. O zamanlar
hangi lisede kim bunu yapabilirdi.
Mümkün değil, kıyamet kopardı. Bu bakımdan işte bu kişilik,
özellik, serbestlik vardı.
Birde bizde kulüpler vardı. Müzik, tiyatro, kütüphane, spor gibi.
Kütüphanemiz çok genişti. O zaman için tüm yazarların orijinal
baskılı İngilizce kitapları vardı.
Mesela kütüphanede kütüphanenin sorumlusu olabilir ve kitapların arşivlenmesi, numaralanması
gibi şeyleri bir görevli gibi yapabilirdin. Zevkli ve kişilik geliştiren
şeyler bunlar.
80 DOLARA YURTDIŞI
Öğrenciyken yurt dışına gitmişsiniz. O günün koşullarında zor
olsa gerek?
1957’de, 17 yaşında, lisedeyken
yurtdışına gittim. Lisede öyle yurtdışına gitmek çok zordu. İşte kole-
14 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
jin en büyük özelliği size böyle bir kişilik veriyor, kendine güveni veriyor.
O dönemler workcamplar (çalışma
kampları) vardı. Ben Berlin’e gittim.
Ama kendi paranla gidiyorsun. En
fazla da 100 TL ile yurt dışına çıkabiliyorsun. Savaş sonu Avrupa’sıydı.
Berlin henüz duvarla ikiye ayrılmamıştı. Henüz Türk işçileri Almanya’ya gitmeğe başlamamıştı. Berlin’e gitmek için 80 Dolar American Expresbank’ın Venedik şubesine aktarılıyor. İstanbul’dan gemiye
biniyoruz. Venedik’te iniyoruz. Venedik’te pasaportumuzla gidip bankadan o parayı alıyoruz. Oradan trene biniyoruz, Hannover’e geçiyoruz,
arkasından Berlin’e geçiyoruz.
Berlin’e gitmek için önce Rusların
kontrolünde olan doğu Berlin’den
geçiyorsunuz. Hiç unutmam gece
tren durdu. Rusların korkutan polis
veya askeri geldi kontrol yaptı. Herhangi bir sorun olmadan Berlin’e
öyle girdik. Berlin’de yıkılmış, harabe
bir villayı onarmışlar, biz orada kaldık. 13 ayrı ülkeden, 23 kişi beraber
kalıyorduk.
Ben ilk gittiğimde gece ikide karnımız
acıkmıştı. Şişman biri vardı, kolları
fırfırlı önlüğünü bağlamış filmlerdeki gibi. Bir şeyler söyledi. Almancamız yetersizdi. Açma gibi bir şey
getirdiler. Tadına baktık leziz, güzel
yağlı kıyma içine domates falan koymuşlar, yedik. Sonra öğrendik ki domuz etiymiş. Aaaa biz müslümanız
dedik. O günden sonra yemekte domuz eti olduğunda bize özel yemek
çıkarırlardı.
Ben Manchester United’ı çok tutarım: sebebi de bir gün Berlin’de Manchester United ile Berlin karmasının
maçına gittik. Manchester United
Berlin karmasını 4-1 yendi. Ertesi
gün İtalya’da maç yapmak için giderken, Alplerde uçakları düştü. Futbolcuların hepsi öldü. O yüzden ben o Bu biraz enteresan aslında... Ben tıbgün bugün Manchester’lıyımdır.
biyeyi hiç düşünmedim. Mühendislik düşünüyordum. Ve bu yüzden de
Galatasaray ve Manchester örnekle- kolejde fen bölümünü seçtim. Ayrıca
rinden iki şeyi çıkarabiliriz. Birin- Tarih ve Coğrafya’ya karşı merakım,
cisi Can Hoca’nın futbol oynamaya eğilimim vardı ama yinede mühenfırsat bulamamış olmasına rağmen disliği düşünüyordum.
futbola ilgisini, diğeri ise gençliğin- Ortadoğu Teknik Üniversitesi o zaden beri mazlumun veya haksızlığa man yeni kurulmuştu. 1955 veya
uğramışın yanında yer aldığını. Za- 1956’da
açılmıştı. Bütün Tarsus
BİNA BOYADIK
ten onun öğrencisi olmuş olan biz- Amerikan Koleji mezunları lisandan
ler, bu özelliğini yakından tanıdık. dolayı hemen hemen sınavsız alınıNe yapıyorduk? Onarılan o binayı Sorulara devam edelim isterseniz;
yordu. Ancak okulu haziranda bitirboyuyorduk. Başımızda bir tane Almeyip eylüle kalmışsanız o şansınızı
man boyacı ustası vardı. Kızlı erkekli HARİCİYECİ OLACAKTIM, DOK- kaybediyordunuz. Ben de lise son
23 kişi o ne derse onu yapıyorduk. 3 TOR OLDUM
sınıfta başarılı bir öğrenciydim ama
aylık sürede hem çalışıyorduk, hem
bir şansızlık sonucu tek dersten eylülisan öğreniyor ve hem de geziyor- Kolejden sonra Tıp Fakültesini seç- le kaldığım için Ortadoğu Üniversiduk.
meniz nasıl oldu?
tesine gitme şansımı kaybettim.
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 15
O ara Siyasal Bilgileri Fakültesi sınav
açmıştı. Bir kararsızlık içerisindeydim. Fen bölümünden mezun olmama rağmen, iki bin kişi arasından
Siyasal Bilimler Fakültesi sınavına
girdim. Siyasal Bilgileri kazananların listesi radyoda ilan edilirdi. Benim Tarih öğretmenim İbrahim Akış
radyodan öğrenmiş bize o haber verdi. Telefon falan yoktu. Ve ben Siyasal
Bilgileri üçüncü ve burslu olarak kazanmıştım. Hariciyeci olma şansım
olduğundan tamam dedim. Gidip
kaydımı oraya yaptırdım. Yabancı dil
dereceleme sınavında İngilizceden
muaf oldum. Almancadan dördüncü sınıfa aldılar. Benim için her şey
tamamdı. Fakat Ankara’da yurt bir
türlü boşalmıyordu. Ankara’yı hiç
bilmiyordum. Hergele meydanı diye
bir yer vardı. Orada kalıyorduk.
Bu arada dayım İstanbul İktisat Fakültesinde okuyordu. Annem çok
arzu ettiğinden İstanbul Üniversitesi
Tıp Fakültesine de müracaat etmiştim orayı da dereceyle kazanmışım.
Dayım pansiyonda kalıyordu. Rum
kökenli Türk vatandaşı olan pansiyon sahibi matmazeller çok iyi insanlardı. Kendimi evimde gibi hissettim.
Ankara hergele meydanından sonra
İstanbul bana çok cazip gelmişti. Ve
o oldu. Ben Siyasal Fakültesini bıraktım. 1964 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oldum.
NİÇİN KULAK, BURUN VE BOĞAZ?
16 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
Biz hocamızı tanıyoruz. Bir yönetici olarak da yeteneklerini biliyoruz.
Bu bilgiye dayanarak siyasal da
okusaydı eğer, yine de çok başarılı olacağı açıktı diye düşünmeden
edemiyoruz. Bunun böyle olduğunu, yazımızın sonuna geldiğinizde
siz okuyucularımız da anlayacak.
Şüphemiz yok. Sorumuz var;
Hocam biraz da bugünkü tıp eğitimi
ile karşılaştırmak için soruyoruz, o
zamanki tıp eğitimi nasıldı? Arkadaşlarınızla, hocalarınızla ilişkileriniz ne durumdaydı ? Kulak Burun
Boğaz uzmanlığını nasıl seçtiniz?
Mezun olduktan sonra pratisyen olarak hiç çalışmadım. Ama şimdi keşke biraz o zaman ki adıyla hükümet
tabipliği yapsaydım diyorum. Kulak
Burun Boğazı seçmem biraz tesadüfi oldu. Kardiyovasküler cerrahi
ve genel cerrahiye de ilgim fazlaydı, ihtisasımı yurt dışında yapmak
istiyordum. Amerika’ya gitmek için
stajyerken ECFMG sınavına girdim.
En az 75 puan almak gerekiyordu,
ben 72 puan almıştım. 70 puanın
üstünde olduğum için 2 yıllığına gidebiliyor ve bu süre içinde puanımı
en az 75’e çıkarmam gerekiyordu.
Ancak bazı ailevi sorunlardan dolayı gidemedim ve mezun olduktan
sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin
Genel Cerrahi Kürsüsü’nün sınavına
girdim ve kazandım. Hemen ihtisasa başlayacağımı zannediyordum.
Ancak o zamanlar hem kazanmak
zordu, hem de kadro almak sıkıntısı
mevcuttu. Asistanların çoğu volanter
(para almadan, gönüllü) olarak çalışırdı. Yani hem klinikte gece gündüz çalışıyorduk, hem de herhangi
bir ücret almıyorduk. Ancak 2-3 yıl
geçerdi ondan sonra asistanlık kadrosu alıp, maaş almaya başlardık. O
kadroyu almakta aslanın ağzındaydı.
Hem ücret almıyorsun hem kürsü
başkanının gözüne gireceksin, hem
de seni 2-3 sene orada oyalayabilir
ve sonra seni almaz, senden sonra
geleni alabilirdi. Ben de öyle girişken
öyle delici biri değildim. En iyi dereceyle kazanmama rağmen burada
bana ekmek yok dedim.
CERRAHİ Mİ, KBB Mİ?
O esnada Ankara Üniversitesine bağlı Hacettepe Tıp Fakültesi kurulmuştu benim çok sevdiğim sınıf arkadaşım şimdi Düzen Laboratuvarları
sahibi Yahya Laleli Hacettepe’ye başlamıştı. Bana bir mektup yazdı “Can
gel burası çok güzel” dedi. Hakikaten
gittim gayet güzel. Amerikan sistemi, sen yiyor-içiyorsun, yatıyorsun
lojmanını veriyor. Her türlü imkanın
var. Her şey çok güzeldi. Hemen genel cerrahide asistanlığa başladım.
Genel cerrahide hem sayımız çok
fazlaydı, hem de ameliyatları Amerika’dan gelenler yapıyordu. Baktım birinci sene veya ikinci sene asistanlar
apandisit bile yapamıyor. Hep idrar,
kan getir-götür yapıyorlardı. O zaman öyleydi. Özetle önüm kapalıydı.
Bu esnada yine yeni kurulan KBB
bölümü asistanları Uğur Akbulut ve
Kamil Ceylanoğlu ile tanıştım. Ayrıca, sınıf arkadaşım Sefa Kaya da
asistan olarak başlamıştı. Dr. Nazmi
Hoşal’ın baş-boyun ameliyatları, çeşitli laringoskopik girişimleri beni
çok heyecanlandırmıştı. Daha önce
KBB’yi hiç düşünmemiş, tonsillektomi (bademciğin ameliyatla alınması),
sinüsit (sinüs iltihabı), mastoidektomiyle (kulak kemiğini oluşturan
mastoid kemiğinin ameliyatla alınması) sınırlı bir alan olarak değerlendirmiştim. Aç ağzını bademciğini
al, sinüziti var sinüs ameliyatı yap.
ECFMG (Educational Commission for Foreign Medical Graduates)
Merkezi ABD’nin Philadelphia
şehrinde olan özel bir kuruluştur.
Bu kuruluş ABD dışında eğitim
almış hekimlerin diploma denkliklerini sağlamak ve ABD’de
pratik yapmaları için gerekli ön
koşulları belirlemektir. ECFMG
sertifikası ABD dışından mezun
olan bir hekim için ABD’de hekim olarak tanınmasını sağlayan
ilk ve en önemli belgedir. Klinik
tüm branşlarda diploma denkliği
yerine geçer.
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 17
Burun eğriliği var onu yap, en
büyüğü de kulak ameliyatıydı.
Fakat benim amacım iyi bir
cerrah olmaktı, ayrıca KBB’ye
girersem önüm açık olacaktı.
Mikro cerrahi var, zar ameliyatı var, işitme ameliyatları yapılıyor, baş boyun kanser cerrahisi, mikroskop falan derken
ben buraya girmek için büyük
bir uğraş verdim. Bu şekilde
KBB’a girdim. Bizim zamanımızda mecburi hizmet yoktu,
ihtisastan sonra klinikte uzman olarak devam ettim.
ÇAY İÇECEKSEN 44’DE GEL
Asistanlık yıllarınız nasıl geçti? En ağır asistanlık Hacettepe’de olurdu diye biliyoruz..
Gerçekten Hacettepe adamın
canını okuyordu. 36 saat çalış, 12 saat dinlen. Dokuz sene
aynı şeyi yaptık. 15 gün dışarı çıkmadığımı bilirim. Günlerimiz klinik ve kütüphane
arasında geçerdi. Kütüphane yattığımız oda – iş. 44 isminde nöbetçilerin kaldığı çayhane gibi bir yer vardı, sabahlara
kadar orada kalırdık. O ortam
aile gibiydi. Şimdi hiçbir yerde
yok. Herkes işini bitirip oraya
gelirdi. Gece 12’de kahvaltı
verilirdi. Her kes orada yatıp kalkardı, ayrı bir hava ayrı
bir dostluk vardı. Branşlar arasında
da ilişki, arkadaşlık, dostluk; herkes
birbirine karşı saygılı, sevgili çünkü
tanıyor. Bir işin olsa hemen yardımcı
olunurdu. O kadar zorluk çekmeme
rağmen, o günlerimi hala özlemle
anarım.
Hacettepe’den sonra üniversitelerde
uyanış oldu. Devlette o zaman hiçbir
şey yoktu. Ne alet ne edavat, ne anestezi hiçbir şey yok. Bütün vakalar
üniversitelere akıyordu. Ama şimdi onu da kabul etmek lazım, artık
devlette eğitim veren hastanelerde ki
alet edavat imkanları üniversite düzeyinde. Ha bu iyilik hizmet yönünden çok güzel ama, bilimsel yönden
son yıllarda tıp fakülteleri tırpanlanıp köreltildi.
İSMET İNÖNÜ’NÜN KULAĞINI
NASIL MUAYENE ETTİK
Hocam asistanken İsmet Paşayla da
ilginç bir diyalogunuz olmuş.
Yıl 1965, Hacettepe’de asistanım. Bir
gün İsmet İnönü hastanede yatan yakınını ziyarete geldi. Hocamla birlikte, herkes paşanın koridorda geçişini
izliyordu. Hocam bana ‘Can, git paşaya ameliyatla duymayan kulağının
açılabileceğini söyle’ dedi. Bende şaşkın bir şekilde İsmet İnönü’ye yaklaştım. Yanında o zamanki CHP genel
sekreteri Kemal Satır vardı. Heyecan
ve korkuyla kısık bir sesle, ‘Efendim
dedim, hocam kulağınızın ameliyatla
açılabileceğini söyledi’ dedim. Önce
yüzüme baktı, elini omuzuma koydu. Sonra Kemal Satır’a dönenerek,
‘Bu genç doktor ne diyor’ diye sordu.
Kemal Satır’da yüksek sesle ‘Paşam
seni duyurabileceklerini söylüyorlar
‘dedi. İsmet İnönü bana daha da yaklaşarak,’Evladım ben bu kulakla neler duyuyorum, açarsan daha neler
duyacağım, yok istemiyorum’ dedi.
Ancak, hasta ziyareti sonunda Mevhibe hanım, İnönü’yü muayeneye getirmişti.
İHSAN DOĞRAMACI
Bunun üzerine Prof. Dr. İhsan Doğramacı’ya gittim. İhsan hoca beni bir
şartla Amerika’ya gönderebileceğini
söyledi ve Pediatrik Otolaringoloji
yapmamı önerdi. O yıllar Pediatrik
Otolaringoloji yeni ve çok sınırlı uygulamaları olduğu için istemedim.
O zaman rektör olan Prof. Dr. İhsan
Doğramacı çocuk hastalıkları uzmanı ve Hacettepe’yi çocuk hastalıkları temelinde kurmuş birisiydi. Ben
daha sonra durumu Nazmi hocamla
görüştüm. Hocam bana “Tamam da,
güzelde daha Pediyatrik OtolaringoYURTDIŞI
lojide bir şey yok. Bademcik ameliEğitim için yurt dışına nasıl gitti- yatı yaptıracaklar, geniz eti aldıracaklar, kulak yapacaksın, eee başka
niz?
ne var. Pediyatristler seni her gün
İhtisastan sonra başasistan olarak konsültasyona çağırıp, canını okuyagöreve devam ettim. Yurtdışına git- caklar” dedi.
me isteğim sürüyordu. Ancak, o
İsmet İnönü
yıllar yurtdışında yer bulmak ve finans sağlamak çok zordu. Baş Boyun
Kanser Cerrahisi üzerine çalışma
yapmak istiyordum. Bu alanda çok
tanınmış olan Amerikalı John Conley’in New York’ta ki kliniğine gitme
isteğimi Nazmi hocama ilettim. Bir
kongrede Conley’le temas kurdum
çalışmalarımı gönderdim, kabul etti.
Ancak New York’ta geçinebilmek
için aylık 600 dolara ihtiyaç olduğunu, bunun 300 dolarını karşılayabileceklerini bildirdiler. Diğer 300 doları
bulmak çok zordu ve o zaman için
büyük paraydı.
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 19
Ben pediatrik otolaringolojiden vazgeçince Doğramacı da beni başka bir
bölüm için göndermedi. Yine aynı
dönemde İstanbul’da ki bir toplantıya
İngiltere’den bir grup KBB hocası davet edilmişti. Nazmi hocamla birlikte bu toplantıya katıldım. Orada Dr.
Harrison ve Dr. McKenzie ile tanıştım. Nazmi Bey onları Hacettepe’ye
davet etti. Geldiler, yaptığımız ameliyatları gördüler ve çok etkilendiler.
Nazmi Bey beni İngiltere’ye gönderebileceğini söyleyince, Dr. Harrison
kabul etti. Yurtdışı hayalim gerçekleşmişti, ama baş-boyun cerrahisi
yerine nöro-otolojiye yönelmiştim.
Pediatri; Çocuk hastalıkları ile
uğraşan tıp dalı.
Otolaringoloji; Oto kelimesi
latince kulak, larinks ise boğaz
demektir. Bilindiği gibi sonuna
loji gelirse de bilimi olur. Yani
Otolaringoloji; kulak-boğaz hastalıklarını inceleyen bilim alanı
demektir.
Nörootoloji; Latincede nöro kelimesi, sinir anlamına gelir. Oto
ve loji’nin de anlamını yazmıştık.
Kısacası Nörootoloji’de duyma
sinirlerini inceleyen bilim alanıdır. Vertigo diye isimlendirdiğimiz baş dönmesini de bu alanı
inceler.
20 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
LONDRA’DA HEKİMLİK
mın başında odyoloji, klinik ve deneysel araştırma uygulamaları, HalHocam yurtdışı deneyimlerinizden lpike-Dix manevraları, Hallpike-Dix
bahseder misiniz?
bitermal kalorik test uygulamamaları, yeni nistagmografik rotatuar test1969 yılında İngiltere’de Londra Üni- leri yer alırdı. Ayrıca her türlü kulak
versitesi The National Hospital for ameliyatları yapılırdı.
Nervous Disease, Nöro-otoloji bölümüne gitmiştim. O zaman bu branş BAŞ DÖNMESİ-VERTİGO
Türkiye’de yoktu. Benim en büyük
şansım, nöro-otolojiye İngiliz dok- En sık yapılan ameliyatların başıntorlarının sahip olduğu tüm haklara da vertigoya bağlı ameliyatlar, kulak
sahip olarak, “senior resident” olarak ameliyatları, stapes cerrahisi, beyin
atanmamdı. Maaşım İngiliz hükü- cerrahisiyle köşe tümörü cerrahisi,
meti tarafından ödeniyordu. Nati- posterior fossa yaklaşımıyla çıkarıonal HospitalQueen Sq. Hastanesi lan köşe tümörlerine bağlı fasial sinir
bu alanda dönemin en meşhur dok- paralizilerinin fasial- hipooglossus,
torları olan; Sir Terence Cawthorne, fasial-accessorius anastomozları saDix, Hallpike, Harrison ve Hood ile yılabilir.
adını duyuran bir klinik ve araştır- Bende bundan ilham alarak doçentma merkezi idi. Ben gittiğimde Sir lik tezi olarak, hayvan laboratuarlaTerence Cawthorne vefat etmişti, ye- rında tavşan yüz sinir kesilerinde derine veliaht olarak Harold Ludman ğişik tamir yöntemlerini araştırmaya
geçmişti. Bedensel özürlü olan Hall- başladım. İngiltere’de iki yıl bir İngipike, emekli olmuştu ama kliniğe sık liz doktoru gibi önce asistan maaşıyla
sık uğrardı. Bayan Dix’le poliklinik başasistan gibi çalıştım. Dix ve Haryapar, Harrison ve Ludman’la ameli- rison Londra’da kalmamızı istediler,
yatlara girerdim. Diğer kliniklerden ancak eşim ve ben dönmeyi tercih
rotasyona gelen asistanlara yardımcı ettik. 1971 yılında Hacettepe’ye geri
olurdum. Poliklinik uygulamaları- döndüm. Tavşanlarda Fasiyal Sinir
Kesilerinde Deneysel Değişik Tamir
Londra Üniversitesi
Yöntemleri konusunda tezimi Türkiye’de tamamladım.
Can Hocamız arka arkaya tıbbi
isimleri saymaya başlayınca kafanız karıştı biliyoruz. Ama ne yapalım tıp bilimi böyle bir şey işte.
Hocamızın bu saydıklarından sadece birini biz burada açıklamaya kalksak, bir
meslek yüksek okulu öğrencisinin alacağı bilgi kadar şeyi
sizlere aktarmamız gerekir.
Sizlerin bunların hepsinin
bir tıbbi terim olduğunu bilmesi ve günümüzde sık sık
hırpalanan hekimlerin ne
zorlukla yetiştiğini anlaması
yeterli zannederiz. Ama yine
de bu işi biraz daha kurcalayalım isterseniz;
KBB’ın hangi alanlarına
daha çok ilgilisiniz ve yayınlarınızdan bahseder misiniz?
İki yüzün üzerinde yurtiçinde
ve yurtdışında yayınlanmış
yayınım var. “Pratik Pediatrik
Otolarengoloji” kitabım ve
çeviri editörü olarak yer aldığım “Kulak Burun Boğaz
Semptomlarından
Tanıya,
Tanıdan Tedaviye Algoritmik
Yaklaşım” adlı eserim var.
KBB ile ilgi alanlarım daha
çok fasial sinir, nöro-otoloji, otoloji ve parotis (tükrük
bezi) hastalıklarıdır. Ülkemizde BERA, lazer ve nazal
endoskopiyi ilk uygulayan
klinik
olmaktan
dolayı
övünürüm. Şimdi “VERTİGO” üzerine bir kitap yazmaktayım.
ÇUKUROVA TIP FAKÜLTESİ VE EN GENÇ
KURUCU
Adana’ya gelişiniz nasıl oldu?
Hesapta olmayan bir durum sonucu oluştu. 1972 yılında
tezimi yazarken, Nazmi Hoca bana; “Sen Tarsuslusun,
Mersinli sayılırsın, Mersin’de bir tıp fakültesi açılacak,
bizler Hacettepe’den bir grup olarak gitmeyi düşünüyoruz, sen de benimle gelir misin?” dedi. Memnuniyetle
gidebileceğimi söyledim. Fakat fakültenin Mersin yerine
Adana’ya açılmasına karar verilince, ekip gitmekten vazgeçti. Ben ise kararımı değiştirmedim, Adana’da açılacak
yeni tıp fakültesinin 7 kişilik kurucu kadrosunda yer aldım.
1972 kasımında Hacettepe’de doçentliğimi aldıktan sonra Tıp Fakültesi’nin ve Çukurova Üniversitesi’nin kurucu
kadrosunun en genç üyesi olarak yerimi aldım. Üç asistanla işe başladım ama tonsillektomi (bademcik ameliyatı) yapacak aletlerimiz bile yoktu. Bir ara moral bozukluğuna uğradım. Daha sonra kendi kendime, “Ben buraya
geldiğime göre Hacettepe imkanlarını yaratmalıyım”
dedim. Kurucu ve yönetici imkanlarımı kullanarak, 1-2
yıl içinde yetiştiğim kliniğin imkanlarına ulaştık.
Bu özgüvenimi arttırdığı gibi beni çok mutlu etti. Daha
sonra ki yıllarda klinikte ilk lazer uygulamasını başlatmak, BERA ve endoskopik sinüs cerrahisi uygulamaları
gibi ilkleri başarmak beni daha da mutlu etti. 1977 yılında profesör oldum.
Çukurova Üniversitesinde uzun süre rektör olarak da
görev yaptınız. Biraz da rektörlük döneminizden bahsedermisiniz.
1980 yılında gerçekleşen askeri darbeden sonra, kurulan YÖK; yasası nedeniyle atamayla rektör seçiyordu. Bu
kanundan sonra Prof. Dr. Mithat Özsan uzun süre bu
görevde kaldı.
22 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 23
İHSAN DOĞRAMACI
(D. 3 Nisan 1915, Erbil, Ö. 25 Şubat 2010, Ankara)
Iraklı Türkmen doktor ve akademisyendir. Hacettepe üniversitesini kurmuş ve modern tıp
eğitiminde çığır açarak bir çok
tıp fakültesinin daha nitelikli tıp
eğitimini vermesini sağlamıştır.
Yüksek Öğretim Kurulunun oluşturulmasında büyük çabalar harcamış ve 10 Aralık 1981 - 10 Temmuz 1992 tarihleri arasında bu
kurumun başkanlığını yapmıştır.
Son olarak Bilkent Üniversitesini kurmuş ve aynı üniversitenin
Mütevelli Heyet Başkanlığı görevini sürdürmekte iken 25 Şubat
2010 tarihinde vefat etmiştir.
Daha sonra YÖK yasasında değişiklik oldu ve rektörlerin seçimle
gelmesine karar verildi. Arkadaşlar
rektör olmam konusunda bana baskı yapmaya başladılar. “ Hocam bir
sürü arkadaş var ama biz sizin olmanızı istiyoruz” dediler. “Muayenehanem var yapmam, yani, para kazanıyorum, işim çok iyi falan” dedim. “
Olur mu bir defa da tıptan olsun, siz
girmezseniz kazanma şansımız olmaz” dediler. Osman Tekinel, Muhsin Yılmaz ve Ural Dinç Ziraat Fakültesi’nden çok güçlü adaylardı. En
yüksek oyu ben alınca 1992’de rektör
oldum. İki dönem rektörlük yaptım,
seçim olmasaydı daha yapardım.
Çünkü ilk dönem %40, ikinci dönem
%80 oy aldım. Ama yasaya göre iki
dönemden fazla aday olunmuyordu.
Tabii üniversite kurulduktan sonra üniversitenin her kademesinde
görev yaptım. Sadece muayenehanem olduğu için dekanlık yapmadım ama dekan yardımcılığı, bölüm
başkanlıkları, ameliyat sorumluluğu,
üniversite senatosundan, üniversite
yönetim kurulundan, komisyon başkanlıklarından, dergisinden, kütüphane enstitü müdürlüğünden, sağlık
bilimleri enstitü müdürlüğüne kadar
her kademede çalıştım. 2006’da yaştan dolayı üniversiteden ayrılıp,emekli oldum ama yine de çalışmaya
devam ediyorum. Çünkü çalışmadan
olmuyor, alışkanlık.
Çukurova Tıp Fakültesi’nin ilk öğ-
24 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
rencileri hocalarını şöyle anlatır;
Can Özşahinoğlu, kuruluşta sadece
33 yaşında bir hekim olmasına rağmen yüksek bilgi birikimine sahip
olan, bu bilgiyi ustaca öğrenciye
aktaran, arkadaş gibi davranarak
eğitim veren bir kişiydi. İçimizden
bazıları onu servisinin kuruluşunda
yatak taşırken bile görmüş olabilir.
1980 öncesinin kırılgan ortamında
hoca, farklı dünyalarda yaşayan
gençleri , bir ağabey tavrıyla toplayıp, dönemi kırıksız atlatmalarında
da rol oynamıştır.
Öğrencilerine sorduğumuzda söylenenleri kısaca böyle aktarabiliriz.
Ya ona hocalarını sorarsak?
BİR KEZ DAHA İHSAN DOĞRAMACI
Yıllar sonra Prof. Dr. İhsan Doğramacı ile karşılaşmışsınız?
Doğramacı benimle Amerika’ya pediatrik otolaringoloji konusunda
istediği ihtisasa gitmediğim için konuşmuyordu. Ben daha rektör olmadan önce üniversite arası kurul toplantısı Adana’da yapıldı. O toplantıya
Doğramacı da YÖK başkanı olarak
gelmişti. Sürmeli Oteli’nde kalıyordu. Yanına ziyarete gittim. Bana
“Seni seni” dedi. Hocam dedim; “Bakın size ne getirdim”. Önüne kısa bir
süre önce yazdığım “Pratik Pediatrik
Otolarengoloji” kitabını koydum.
Çok mutlu oldu. Ondan sonra sık
sık görüşmeye başladık.
Hocam siz tıptaki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri hem akademik
anlamda hem de idareci anlamında
yaşadınız. Bu gelişme ve değişiklikler hakkındaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
C.Ö: Bilimsel ve teknolojik gelişme
sadece KBB’de değil, tıbbın bütün
dallarında devrim niteliğinde değişiklikler yaptı. Biz mastoidektomiyi
çekiçle yapardık, şimdi tur ve mikroskoba geçtik. Stapedektomiyi başarıyla yapmak, effüzyonlu otitlerde
çok iyi sonuçlar almak, odyolojide
diyapozonda bugünkü durumlara
gelmek, koklear implantasyon dönemini başlatmak, kaba Caldwell-Luc
sinüs ameliyatlarından, endoskopik
sinüs cerrahisine geçmek gibi çok
büyük gelişmeler olmuştur.
Bu gelişmeler sonucunda hastaların
hastanede kalma sürekleri kısalmış,
ameliyat sonrası dönemlerini çok
daha konforlu geçirir olmuşlardır.
Baş boyun kanser cerrahisi, kafa kaide cerrahisindeki gelişmeler hep bu
dönemde olmuştur. Aynı zamanda
anestezideki gelişmeler bizim ameliyatlarımızı çok rahatlatmıştır. Yine
medikal ve radyasyon onkolojisindeki gelişmeler bizim ulaşamadığımız
yerlerdeki kanserli dokunun farklı
yöntemlerle tedavisini sağlamıştır.
Bizim zamanımıza göre; bugünkü
KBB bir umman haline gelmiştir. Bu
gelişmeleri günümüz gençleri çok
güzel uygulamaktadır, ben de bundan büyük zevk alıyorum.
REKTÖRLÜK
Meslek yaşantınızda bir çok idari
görevlerde bulundunuz. İki dönem
rektörlük yaptınız. Üstelik o güne
kadar rektörler hep ziraat fakültesinden seçiliyordu. Rektörlük
haricinde bir çokta idari görevde
bulundunuz. Bir taraftan akademik olarak eğitmenlik yapmak, bir
taraftan muayenehanenizin olması diğer taraftan idari görevlerde
bulunmanız bunların hepsinin bir
arada olması nasıl bir şey?
Kurucu rektör ziraat fakültesinden
Mithat Özsan’dı, sonra kısa bir dönem tıptan rahmetli Lütfullah Aksungur rektörlük yaptı. Daha sonra
uzun bir süre Mithat Bey yeniden
rektör oldu. Bu büyüklerimiz çok
başarılı işler yapıp üniversitemizi
bugünkü duruma getiren taşların
temellerini atmışlardır. Ben tıp fakültesinin kuruluşundan itibaren
işin içinde olduğum için dekan yardımcılığı, eğitim konseyi başkanlığı,
fakülte ve yönetim kurulu üyeliği,
kütüphane ve sağlık bilimleri enstitüsü müdürlüğü gibi bir çok görevde
bulundum. Aynı zamanda üniversite
senato ve yönetim kurullarına devamlı seçilmem fakültede ve üniversitede çok iyi tanınmama neden ol-
muştur. Bu bahsettiğim tüm görevler
sizin işinizi aksatmadan, fedakarlıkla
gerçekleştirilebileceğiniz görevlerdir.
Ancak bundan da öte sizin olaylara
doğru, dürüst, tarafsız, bilimsel, eğitici, aklı öne çıkaran, haksızlıklara
karşı dik duran, herkese adil, adaletli yaklaşan bir kişilik sergilemenizle
olur. Yoksa kimse sizi herhangi bir
yere özellikle üniversitede göreve
getirmez veya uzun süre o görevde
tutmaz.
ONUR VERİCİ BİR GÖREV
Rektörlük konusuna tekrar geri dönersem. Rektörlük çok önemli ve büyük sorumluluklar taşır. İnsana onur
verici bir görevdir. Rektör olduktan
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 25
sonra artık dünyanızın değişmesi
gerekir. Dünyanız sadece tıp fakültesi değildir, her türlü bilim alanında
gelişme göstermek isteyen çok sayıda
fakülte, yüksek okul ve meslek yüksek okullarını kapsar. Bu sorumluluk
dahilinde üniversitenizi geliştirmek,
yüceltmek ve en ön sıralarda yarışa
sokmak zorundasınız. Bu çok büyük
bir deneyim gerektirdiği gibi; çok iyi
ilişkiler ve iyi bir takım oluşturmakla olur. Bu da ancak geçmişten gelen
deneyimlerinizin olmasıyla mümkündür.
Bu yoğun çalışma temposunda bazen
asıl mesleğinizi yani hekimliğinizi,
bir miktar feda etmek durumunda
kalıyorsunuz. Benim bu konuda en
büyük tesellim ana bilim dalımızı
çok iyi yetişmiş bir ekibe bırakarak,
diğer görevlerimi huzurla yapmış olmamdır.
Genç arkadaşlara önerim, çalıştıkları kurumda bilimsel çalışmalarını
ve asli görevlerini aksatmadan, bir
şekilde yönetime katılma gerektiğidir; idari görevlerden kaçmamak
gerekir. Çünkü insan yaşamına bu
görevlerden de bir şeyler koyuyor.
Yoksa hayata tek yönlü bakıyorsunuz. Bu görevler sizin yaşama bakışınızı değiştiriyor, geliştiriyor, insanlar
arası ilişkilerinizi daha iyi yönlendiriyorsunuz. Bu görevler size saygınlık kazandırdığı gibi kurumunuzun
gelişmesi için de önemli oluyor. Aksi
takdirde ortalığa çıkarları için bu
görevlere talip olanlar çıkıyor.
Felsefik olarak sonuna kadar katıldığımız bu cümlelerden sonra, Can
Hoca’ya rektörlüğü süresince fiziki
olarak yaptığı şeyleri sormak istiyoruz. Yani geriye kalanlardan hangilerinde parmak izi var?
törlük bünyesindeki idari ve akademik kurullarda çeşitli görevleri üstlendim. 1992 yılında da hiç aklımda
olmamasına rağmen rektör oldum.
1992-2000 yılları arasında rektörlük görevimi yaparken Çukurova
Üniversitesi’ni Türkiye’nin en iyi, en
Benim hayatımdaki en büyük hiz- önde gelen üniversiteleri seviyesine
metim; yetiştiğim bir kurum olduğu çıkarmak birinci görevim oldu. Bunu
gibi benim de yetiştirdiğim bir ku- da belli ölçülerde başardığıma inanırum olarak kabul ettiğim ve bir ev- yorum.
lada verilebilecek kadar emeğimin
geçtiği Çukurova Üniversitesi oldu. Can Özşahinoğlu belli ölçülerde diÇukurova Üniversitesini bir bütün yerek, mütevazi davranmaya çalışolarak, hem Türkiye’de hem de yurt sa da günümüzde dünyanın en iyi
dışında en iyi yerlere taşımak ve ba- 500 üniversitesi arasına girebilmiş
şarılı olması için belli bir düzen için- bulunan Çukurova Üniversitesi’nin
de çalışmalar yaptım. Çukurova Üni- ondan aldığı gücü Adana’da herkes
versitesi 1973 yılında kurulduğunda biliyor. Buna rağmen bizim bile şaTıp Fakültesi’nde ki görevlerimle şırdığımız bir nokta var. Haliyle de
birlikte; Daha önce bahsettiğim rek- aklımıza takılanı soruyoruz;
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 27
Bu kadar yoğun çalıştıktan sonra
emekli olmak nasıl bir duygu?
Sağlıklı bir şekilde, mutluluk içerisinde görevini yapmış birinin huzuru içerisinde emekli olmak çok güzel. Emekli olduktan sonra insan bir
rahatlık hisseder derler ancak ben
bu rahatlığı hiçbir zaman hissetmedim. Hala zaman zaman sabahları
erken kalkıp “Bugün ameliyat mı
var?”, “Derse girecek miyim?” diye
panik içinde uyandığımı biliyorum.
İnsan emekli olduktan sonra boşluğa
düşüyor. Sabah kalkıyorsunuz, sporunuzu yapıyorsunuz, yazılarınızı
okuyorsunuz, bilgisayar işlemlerinizi yapıyorsunuz ama vakit geçmiyor.
Halbuki emeklilikten önceki sabah
ameliyata girmek, öğrencilere ders
vermek, günlük bilimsel çalışmaları, araştırmaları yapmak, değerlendirmek, arkadaşlarla sohbet etmek
vardı. Emeklilikten sonra bunların
hiç biri olmuyor. Tek tesellim muayenehanemin olması. Buna rağmen
kendime başka uğraşlar bulmam
gerekiyor; çünkü zamanımı dolduramıyorum.
Hocam hayatınızda keşkeleriniz
oldu mu?
Mutlaka herkesin yaşamının bir
kesitinde keşkeleri olmuştur. Ama
olmazsa olmaz diyebileceğim bir
keşkem olmadı. Mesela yurtdışında
kalmam için ısrar edildiği bir zaman28 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
da eşim istemediği için Türkiye’ye
dönmüştüm.1979 yılında ise benzer
teklif geldiğinde bu kez eşim kalalım
demişti, ama ben kabul etmemiştim. Çünkü profesör olmuştum ve
orada sil baştan her şeye yeniden
başlayamazdım. Hacettepe Üniversitesi’nde kalsaydınız diyebilirsiniz.
Ben buraya genç bir doktor olarak
geldiğimde kliniği kurana kadar 5 yıl
geçmişti. Halbuki kurulu bir düzen
olan Hacettepe Üniversitesi’nde iken
hu 5 sene, benim bilimsel çalışmalarımda çıtayı yükseltmemde çok farklı olabilirdi. Ancak ben buna rağmen
mutluluğum işçin; bir yer kurmak,
bir yerde başarılı olmak, bulunduğum yerdeki fakülteyi, üniversiteyi
bir yerlere getirmek arzusu ile Adana’ya geldim. Bunları karşılaştırınca,
gönül rahatlığı ile pişmanlık duyabileceğim bir şey olmadı diyebilirim.
Siyasetten de teklif aldınız. Ama bulaşmadınız...
Rektörlük dönemimden sonra Adana Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde sosyal demokrat bir partiden
ısrarla aday olmam için teklif edildi
ve baskı yapıldı. Ama ben kabul etmedim.
AİLESİ
Biraz da ailenizden bahseder misiniz? Eşiniz, çocuklarınız, kardeşleriniz? Özel zevkleriniz?
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 29
1968’de evlendim. Eşimin adı Buket.
Bir tane çocuğum var. Eşim hukuk
fakültesinden terk. Eşimle tanışmam
şöyle oldu. Hacettepe’de yeni ihtisas
almıştım. Apendektomi (Apendisit
Ameliyatı) oldum. Bir ay izin verdiler. İzin dönüşü ikinci günü mü ne
hoca “Can boyun da küçük bir nodülü olan bir hasta var, onu alacağım. Poliklinikte bana yardım edermisin?” dedi, “Tabii hocam” diye
cevap verdim. Meğerse hasta bizim
hanım olacakmış. .
Hacettepe’de KBB’dan ihtisas alan
dördüncü uzmanım ama öncekiler bölümden ayrıldığı için klinikte
kalan iki uzmandan biriydim. Önümüzde bir hocam var başka kimse
yok. Uzman olarak derslere de girerdim. İşte orada hocaya yardım ederken baktım güzel bir bayan. Ameliyatı yaptık. Ameliyattan sonra hoca
“bundan sonra sen takip edersin”
dedi.
Beğendim ama hastaya açılamadığım için her gün dikiş almak için çağırıyorum. Her gün geliyor, bir dikiş
alıyorum. Annesi telefon ediyor “her
gün dikiş mi alınır” diye. Dikişlerin
hepsini alsam gidecek bağlantı kopacak. Bir şeyde söyleyemiyorum. Ben
derdimi anlatana kadar dikiş alma
işi devam etti. Bana göre çok güzel
günlerdi. Sonra iyice tanıştık ve sonunda birbirimizi severek evlendik.
Uzun süre çocuğumuz olmadı. 1981
yılında oğlumuz doğdu. Adını Gür
koyduk.
30 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
Tahmin edersiniz ki biz röportajı
yaparken, bir taraftan da fotoğraf
çekiyoruz. Ancak röportaja hiç müdahale etmeyen hoca, fotoğraf çekmemize ediyor. Işık şurdan gelsin,
arkayı düzenle vesaire... Çok şaşırtıcı gelen bu durumu kurcalamadan
edemeyiz...
Hocam fotoğraflarınızı çekerken sürekli olarak ışıktan, kompozisyondan, fotoğrafın nasıl çekileceğinden
bahsediyorsunuz. Bu nasıl iş?
Eskiden fotoğrafçılığa merakım çoktu. Ortaokuldan üniversiteye kadar
kullandığım, bir 46 model körüklü
ZEİSS ikon marka fotoğraf makinem
vardı. O dönemin en meşhuruydu.
Babam ilkokulu bitirdiğimde almıştı.
6x9 santimetre büyüklüğünde siyah
beyaz fotoğraf çekerdim. Film banyosunu da evde kendim yapardım..
Karanlık odada kırmızı ışıkta 3-5
saniye ışık yakıp söndürür ayarını
yapardım. Koyuysa açardım. Açıksa
zamanı uzatırdım. Bazen fotoğrafları kalp içine koyardık. Fondeli tabir
edilen fotoğraflarım çok beğenilirdi.
İstanbul’a tıbbiyeye gittiğimde Tünel’deki fotoğraf malzemeleri satan
yerlerden çeşitli banyolar alırdım.
O zamanlar renkli filmler yoktu. Fotoğraf çekmek çok hoşuma giderdi.
Ancak tıbbiye ye başladıktan sonra
zaman bulamadım.
BAŞARI ÜZERİNE
Keşke zaman bulabilseymiş diye
düşünmeden edemiyor insan. Çünkü incelediğinizde hocanın el attığı
her işi başarıyla yaptığına şahit oluyorsunuz. Acaba başarıya bu kadar
tutkun bu insanın sırrı ne ola ki? Soralım...
kornea refleksinden veya işitmesinden emin değilsin. Ne yaparsın?
Gidersin bir beyin MR’ı çektirirsin
teşhis koyarsın. Bizim zamanımızda öyle değildi. Beyin cerrahisi bize
gönderirdi bakın diye. Kulağında
işitme kaybı var mı? Ondan sonra rotasyon testleri kalorik test yapardık.
Meslekte başarınızı neye bağlıyor- Özetle, hasta ve hekim yönümden
sunuz?
çok büyük zorluklar vardı. Bu güne
baktığımızda teknolojik gelişmeler
Yukarıda kısmen bahsettim ama ve imkanlar birçok tanı güçlüğünü
insan, öncelikle dürüst olmalıdır. ortadan kaldırdı.
Mesleğini seven ve özveriyle yapan
ancak başarılı olur. Bunları yapar- Sizce tıp bir sanat mı yoksa zanaat
ken insan kendisine yüksek hedefler mıdır?
belirlemelidir. Bu hedeflere ulaşmak
için basamakları sabırla çıkmak ge- Tıp hem sanat, hem de zanaattır.
rekir. Bunun için hırsın aklın önüne Bu biraz da yaptığın işe göre değigeçmesine müsaade etmemek gerekir. Artık günümüz tıbbında hangi
branşta olursa olsun kişi belirli bir
konuya ağırlık vererek çalışmalıdır,
başarı ancak böyle kazanılır. İnsan
yeri geldiğinde yapmadıklarını da
söylemelidir, yaptıklarını başarı ile
uygulayanlar yücelir.
Eğitim açısından neler söylersiniz?
Geriye baktığınız zaman o zamanın
şartlarında imkanlar çok kısıtlıydı.
Teknoloji diye hiçbir şey yoktu. Şimdi ben sana beyin cerrahisiyle ilgili
bir şey söyleyeyim. Baş ağrısı, baş
dönmesi, çift görme, işitme kaybı
veya kulak çınlaması olan bir hasta
geldi. Nörolojik muayeneni yaptın,
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 31
şir. İngilizler dahiliyeci, nörolog gibi
hizmet veren hekimlere Dr. derler.
Ancak cerrahi branşlarda çalışan hekimlere Mr. olarak hitap ederler. O
açıdan cerrahlık aslında bir zanaattır.
Yani usta çırak işidir. Ama siz buna
kendi yeteneğinizi, bilginizi, becerinizi eklediğiniz ve daha iyi bir duruma getirdiğiniz zaman bu bir sanat
olur.
halde. VERTİGO üzerine kitap yazıyorum. Günde en az 4-5 gazete
okurum. Arada televizyon izleriz.
Güncel romanlar var, onları okuyorum. Yürüyüş yapıyorum. Böyle zaman geçiyor.
doktor gücü dediğimiz şey de sıradan bir şey değil, İngiltere’den hasta cezbedecek kadar, hatta Avrupalı
hekime ders verecek kadar yetişmiş
bir güçten bahsediyoruz.
İşte yazımızın son kısmında, teleGünümüzde Adana önemli bir sağ- vizyon izleyip, yürüyüş yapıyorum
lık merkezi... Bırakın bölgeyi, Tür- diyen bu insan; o yetişmiş doktor
kiye’nin çeşitli yerlerinden, hatta gücünü oluşturan bir kaç kişiden biyurtdışından insanlar koşarak, çare ridir. Bakmayın onun bugün güncel
aramaya geliyorlar kentimize. Azer- romanlar okuduğuna, bizleri de o ve
SONUÇ
baycan’dan gelen var, Irak’tan gelen aşağıda kısa tarihçesini okuyacağıHocam son zamanlarda Galeria var... Kıbrıs’tan, hatta İngiltere’den nız üniversitenin kurucuları yetişKBB Merkezinde hasta bakarak za- gelen var... Üstelik azımsanmayacak tirmiştir.
man geçirdiğinizi biliyoruz. Başka sayıda. Tabi ki bunlar kentlinin kaşı
veya gözü için değil, tıbbi teknoloji, Saygıyla...
neler yapıyorsunuz.?
daha da önemlisi yetişmiş doktor
Şimdide çalışmasam ölürüm her- gücü nedeniyle geliyorlar. Yetişmiş
Yararlanılan Kaynaklar:
1- 25. yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çukurova Üniversitesi Basımevi, ADANA, 1997
2- Çukurova Üniversitesi 20. Kuruluş Yıldönümü Kutlamaları, Çukurova Üniversitesi Basımevi, ADANA, 1993
3- KBB’de Trent Dergisi, Prof. Dr. Levent Soylu söyleşisi, sayı 10, 2011
4- Çukurova Üniversitesi Dergisi. Yıl:3 Sayı:7, ADANA, 2007
Ekler
1- Çukurova Üniversitesi’nde Özşahinoğlu Döneminde (1992-2000) Yapılanlar
2- Çukurova Üniversitesi ve Tıp Fakültesi’nin Kuruluş Tarihçesi
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 33
hastanelerinden biri konumuna
getirilmiştir. Tıp fakültesinde Türkiye’nin en büyük ve en modern yoğun
bakım ünitesi, pediatrik hematoloji-onkoji kliniği, duyma engelliler
binası, nükleer tıp merkezi açılmış,
merkez laboratuvarında yenileme
çalışmaları, medikososyal merkezinde yenilikler yapılmıştır.
EK-1
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ’NDE
ÖZŞAHİNOĞLU
DÖNEMİNDE
(1992-2000) YAPILANLAR:
Öğrenci Sayısı: 1992 yılında ön lisans ve lisans öğrenci sayısı 11782
iken 2000 yılında 21100’e,
Doktora ve yüksek lisans öğrenci sayısı 1992 yılında 1535 iken 2000 yılında 2000’e,
Öğretim üyesi sayısı 1992 yılında 462
iken 2000 yılında 760 ulaşmış.
Akademik Birimler: Ç.Ü 1992 yılında 6 fakülte, 1 yüksekokul, 10 meslek
yüksekokulu ve 1 devlet konservatuvarına sahipken, su ürünleri, diş hekimliği ve güzel sanatlar fakültesi, 2
meslek yüksek okulu, beden eğitimi
öğretmenliği beden eğitimi yükseko34 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
sabancı tekstil mühendisliği binası,
kendini geliştirme merkezi, Karaisalı meslek yüksek okulu açılmış.
İktisadi ve idari bilimler fakültesinin
temeli atılmış, inşasına başlanmış.
Bütçe: 1992 yılında 71 milyon ABD Araştırma görevlileri konutları inşadoları iken 2000 yılında 60 milyon atı devam etmiş, Rektörlük binasına
dolar olmuş (Bütçede ki bu azalma ekler yapılmış, İlahiyat fakültesi ingöreceli bir azalma olup o dönemde şaatı tamamlanmış, Güzel sanatlar
izlenen ekonomik programlardan fakültesi faaliyete geçmiştir.
dolayıdır).
Basımevi makina parkı için 150.000
Yatırımlar: Osmaniye meslek yük- ABD doları değerinde ofset baskı
sek okul inşaatı, Ceyhan meslek makinası alınmış.
yüksek okul inşaatı, Karataş turizm
işletmeciliği ve otelcilik yüksekokul Tıp fakültesinin 550 ek yatak kapasiinşaatı, Su ürünleri fakültesi binası, teli binasına 2 kat daha eklenmiş ve
Kadirli meslek yüksekokulu inşaatı, 450 kişilik tıp fakültesi konferans saKozan meslek yüksek okul inşaatı, lonu yapılmıştır. Tıp fakültesi deneysel cerrahi araştırma merkezi hayvan
R2 dersliklerinin inşaatları
tamamlanmış. Diş hekimliği fakülte- barınağı ve idari binasının inşaatı
si kurulmuş, Devlet konservatuvarı bitirilmiştir. Tıp fakültesi teknolojik
yeni binası, Mühendislik ek binası, olarak yenilenerek Türkiye’nin en elit
kuluna dönüştürülmüş, Karataş turizm işletmeciliği ve otelcilik yüksekokulu ve Adana sağlık yüksek okulu
açılmış.
Sosyal ve kültürel alanda yapılan
yatırımlar: Açıkhava tiyatrosu müzik ve sanat gösteri merkezi, üniversite girişine anıt yapımı, kreş ek bina
yapımı, cep sineması, sosyal tesislerin, öğretim üyeleri ve idari personel
yemekhanesi restorasyonu yapılmış,
öğretim üyeleri için yeni bir yemekhane binası yapılmıştır.
rel arboretumu kurulmuş, kampus
içi ağaçlandırma çalışmalarına devam edilmiştir. Kampus ve hastane
girişleri yeniden düzenlenmiştir.
Bilimsel ve teknolojik gelişmeler:
1992’den 2000 yılları arasında 2995
projeye destek sağlanmıştır. Bu projelere 6 milyon ABD doları maddi
destek sağlanmıştır.
versitenin bir marşı olmamasından
rahatsız olan Can Özşahinoğlu, ünlü
Türk bestecisi Nevit Kodallı’ya Çukurova Üniversitesi marşını hazırlatmıştır.
Adımızı almışız
Güzel Çukurovadan
Zenginliği nam salmış
Verimli topraklardan
Yayınlar: 1992-2000 yılları arasında Üniversitemizdir
7885’i türkçe, 3514’ü yabancı toplam Yurda ışılar saçan
Karanlığa yok aman
11399 yayın yapılmıştır.
Balcalı kartalından
Üniversite-Sanayi işbirlikleri: Adana yenilik merkezi inşaatı bitirilmiş. Biz Çukurova Üniversitelileriz
Ç.Ü. kosgeb ve sanayi odası işbirliği Azmimiz çağımızı aşmaktır
protokolu imzalanmış ve TÜBİTAK Biz Çukurova Üniversitelileriz
desteğiyle Ç.Ü.-sanayi ortak araştır- Yolumuz Atatürk’ün yoludur.
Çukurova üniversitesi mezunları ma merkezi (ÜSAM) kurulmuştur.
Bire bin ürün verir,
derneği kurulmuş.
Kütüphane: Yapımına 1988 yılında Bilim, teknik, sanatta
Sportif alanda yatırımlar: 1500 se- başlanan kütüphane 1996 yılında bi- Özgürlükten hız alır
Yücelir semalara
yirci kapasiteli çok fonksiyonlu spor tirilmiştir.
salonu kompleksi inşaatı bitirilmiş- 1999 yılında 53.000 olan kitap sayısı
tir. Yelken ve kürek sporları için su 2000 yılında 122.000’e, süreli yayın Üniversitemizde
sporları merkezi oluşturulmuş, tenis sayısı 4.000’den 8.000’e çıkarılmıştır. Her fakülte bir çıra
kortu, mini futbol sahaları ve açık Kütüphanede ulusal ve uluslararası Yanar, ışıklar saçar,
Tüm yurda insanlığa
spor sahalarına yeni sahalar eklen- veri tabanlarına elektronik sistem
üzerinden ulaşılmaya başlanmıştır.
miştir.
Biz Çukurova Üniversitelileriz
Kampus geliştirme ve çevre düzen- Ödüller: Ç.Üniversitenin çeşitli fa- Azmimiz çağımızı aşmaktır
lemeleri: Su isale hattı ve sepici pom- kültelerindeki bilim adamlarına çe- Biz Çukurova Üniversitelileriz
pa istasyonu açılmış, kampus içi yol şitli ulusal ve uluslararası bilimsel Yolumuz Atatürk’ün yoludur.
ve ışıklandırma çalışmaları yapılmış, ödüller verilmiştir.
Söz ve Beste: Nevit Kodallı
botanik bahçesi projesi oluşturulmuştur. Çukurova Süleyman Demi- Çukurova Üniversitesi Marşı: ÜniCAN ÖZŞAHİNOĞLU 35
“Biliyorsun, ben Erzurum’dan istifa
EK-2
edip Mersin SSK Hastanesi’nin cildiye uzmanı oldum. Bir süre sonra
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ VE Mersinliler: ‘Hocam, seni, buraya
TIP FAKÜLTESİ’NİN KURULUŞ Allah gönderdi, bina dahil her türTARİHÇESİ
lü destek bizden, gel bir tıp fakültesi
kuralım’ diye bana başvurdular. Ne
Ç.Ü Tıp Fakültesi 1971 yılının ayla- dersin Süha, yeterli hoca bulabilirrında başlayan kuruluş öyküsü 3 Ni- miyiz?”.
san 1972 de Atatürk Üniversitesi’ne Lütfü benim Askeri Tıbbiye’den çok
bağlı Çukurova Tıp Fakültesi’nin ku- yakın bir sınıf arkadaşım. Dedim ki?
ruluşu ile sonuçlanmıştır.
“Fakülte kurmak kolay mı? Hangi
Bunu takiben daha önce Ankara üniversiteyle kuracaksın ki?” ...
Üniversitesi’ne bağlı olarak kurul- “Hacettepe Üniversitesi’ne kurduramuş olan Adana Ziraat Fakültesi ile biliriz. Ankara Üniversitesi en uyguÇukurova Tıp Fakültesi’nin birleş- nu ama oraya senin de, benim de etmesi ile 22 Kasım 1973’te Çukurova kili olmamız mümkün değil, En iyisi
Üniversitesi kurulmuş ve Fakültenin ben Erzurum’a dönmenin yollarını
adı da Tıp Fakültesi şeklinde değiş- arayayım. Orası özerk olmadığından,
miştir. Ogünleri yaşayanların anıları hem kuruluş kanunu, hem de tayinbu konudaki ilk girişimleri ve bunu ler çok kolay gerçekleşir. Ben Hatakip eden çabaları ve aşamaları cettepe’den güvendiğim kişileri ikna
renklendirmektedir.
etmeye çalışayım. Sen de Ankara Tıp
ve Gülhane’den bulabildiklerini bul.
MERHUM PROF. DR. SÜHA DE- Listeyi yapar, Devlet Planlamaya giMİRTAŞ ANLATIYOR
deriz.”diye cevap verdi.
Lütfullah Aksungur, Süha Demirtaş
1971 yılının ilk aylarında, vakit gece ile konuşmalarında da belirttiği bazı
yarısına doğruydu. Telefon çaldı. avantajlar dolayısıyla Atatürk ÜniMerhum Prof. Dr. Lütfullah Aksun- versitesi Rektörü ile görüşmeye karar
gur telefondaydı;
veriyor.
“ Süha, ben Lütfü, hemen giyin ve TIP FAKÜLTESİ
bize gel.” diye beni yanına çağırdı.
MERSİN’DE Mİ KURULACAK?
“Ne söyleyeceksen telefonda söyle.”
dedim. “Telefonda olamaz” diye ce- Rektör Prof.Dr. Kemal Bıyıkoğlu’nu
vap verdi. Çaresiz giyinip gittim. He- telefonlar arıyor. Rektör onu içtenlikmen konuya girdi:
le karşılıyor. 24 Şubat 1971 tarihinde
36 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
Prof. Dr. Kemal Bıyıkoğlu, Mersin İli
Üniversite Kurma Derneği’nin davetlisi olarak Mersin’e geliyor. Mersin’de bir tıp fakültesi kurulması için
yardımları rica ediliyor. Teklif Rektör
tarafından olumlu karşılanıyor.
Yürürlükte bulunan Üniversiteler
Kanunu gereğince bir tıp fakültesinin kurulabilmesi için; Üniversite
Senatosunun teklifi ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı’nın
olumlu görüşü üzerine, Milli eğitim
Bakanlığı’nın onayı gerekmektedir. Bu koşulların yerine getirilmesi amacı ile 1 Mart 1971 tarihinde;
Mersin İli Üniversite Kurma Derneği Başkanı Mersin Valisi İlhan Aras,
Milli Eğitim Bakanlığı’na, Mersin’de
Atatürk Üniversite’ne bağlı bir tıp fakültesi kurulması için yazılı teklifte
bulunuyor.
2 Mart 1971 tarihinde; Milli Eğitim
Bakanlığı bu dernek yazısı hakkında
Atatürk Üniversitesi’nin görüşünü
istiyor. Hemen ertesi gün Atatürk
Üniversitesi’ne ulaşan Bakanlık yazısı aynı gün Üniversite Senatosu’nda
görüşülüyor. Fakat karar aleyhte çıkıyor. Prof. Dr. Lütfullah Aksungur
derhal Erzurum’a gidiyor. 5 Mart
1971 tarihinde; yeniden toplanan senatoya Mersin İli Üniversite Kurma
Derneği’nin üyesi olarak katılıyor ve
teklif bu sefer oy birliği ile kabul ediliyor.
6 Mart 1971 tarihinde; Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Bı-
yıkoğlu, Çukurova’da bir tıp fakültesi üzere temaslarda bulunuyor.
kurulması için Milli eğitim Bakanlığı’ndan olur istiyor. Milli Eğitim ADANA’DA KURULMASINA KARBakanlığı, 10 Mart 1971 tarihinde ŞI ÇIKIŞLAR
DPT’nin görüşünü soruyor.
Aynı günlerde Adana Ziraat FakülTIP FAKÜLTESİ ADANA’DA KU- tesi’nin bağlı olduğu Ankara ÜniRULACAK
versitesi’nin öğretim üyelerinin,
kurulmakta olan yeni tıp fakültesi
Ancak bu sırada 12 Mart Muhtırası konusuna sıcak bakmadıkları duveriliyor ve devlet bütünüyle hassas yumları geliyor. Atatürk Üniversitebir döneme giriyor. Tüm bakanlık- si’ndeki öğretim üyelerinin bir kısmı
lar ve parlamento ordunun bir an da Erzurum Tıp Fakültesi’nin boşalönce çıkarılmasını istediği kanunlar masından endişe duyarak olumsuz
ile yoğun bir çalışma içersindeyken; bir tutum takınıyorlar.
Prof. Dr. Lütfullah Aksungur, Dr. Atatürk Üniversitesi İşletme FakülKemal Demir, Mehmet Ünaldı ve tesi Dekanı Prof. Dr.Tufan Yüce, 26
Kasım Gülek’in desteği ile 16 Mart Temmuz 1971 tarihinde Rektörlüğe
1971 tarihinde DPT’nin olumlu gö- verdiği bir dilekçede endişesini şöyle
rüşünü alıyor. Ancak DPT daha önce dile getiriyor:
Adana’da bir üniversite kurulması “Yüksek malumlarımız olduğu gibi,
kararı aldığı için, Çukurova Tıp Fa- Atatürk Üniversitesi, Türkiyemiz’in
kültesi’nin Mersin’de değil, Adana’da Doğu bölgesini kalkındırmak, bu
kurulmasını kararlaştırıyor. Milli bölgeye hizmet etmek amacı ile kuEğitim Bakanlığı da 18 Mart 1971 rulmuştur.
tarihinde Adana’da Tıp Fakültesi ku- Bu aynı zamanda, Doğu ile Batı ararulmasına onay veriyor.
sındaki açık ve feci dengesizliği giProf. Dr.Lütfullah Aksungur,Nisan dermeye yönelen plan hedeflerine de
1971 sonunda Atatürk Üniversitesi uygundur.
Tıp Fakültesi’ne tayin olarak, Erzu- Gerekçelerinden ve Meclis görüşrum’da tekrar göreve başlıyor ve 21 melerinden açıkça anlaşılmaktadır
Haziran 1971 tarihinde kurulmakta ki, 6990 sayılı kanunun amacı Doğu
olan Fakülteye Dekan olarak atanı- Anadolu’ya hizmettir. Buna göre
yor. Bu sıralarda Doç. Dr. Süha De- Üniversitemizin, Çukurova’da bir tıp
mirtaş, Doç. Dr. Ali Namık Şener fakültesi kurma çalışmaları tümü ile
ve Doç. Dr. Faruk Özer ile Fakülte kanunsuzdur. Bu çalışmalar kanunkuruluşunda birlikte hareket etmek suzdur ve bu çalışmalardan vazgeç-
mek gerekmektedir. Bu çalışmalar
kanunsuz olmakla birlikte, Doğu ile
Batı arasındaki dengesizliği daha da
arttıracak sonuçlar verecektir.”
TIP FAKÜLTESİ’NDE ÖĞRENİM
BAŞLIYOR
Bütün bunlara rağmen Eylül 1971’de
kuruluş aşamaları devam eden Fakültenin 1.sınıfına kayıt yapılıyor ve
1.sınıfta 64 öğrenci alınıyor. Bu öğrenciler 1971–1972 döneminde Atatürk Üniversitesi’nde eğitim ve öğretim görüyorlar.
Prof. Dr. Lütfullah Aksungur, Ağustos 1971-Ocak 1972 arasında defalarca Ankara’ya gidip gelerek ve orada adeta bir karargâh kurarak bütçe,
kadro ve yatırımlar ile ilgili çalışmalarına devam ediyor. Ocak 1972’de
yeni Fakültenin bütçesi onaylanıyor.
Aynı dönemde Ankara Üniversitesi
öğretim üyeleri yeni kurulan fakültenin kendi üniversitelerine bağlanması için girişimlere devam ediyor. Bu
girişimler Dr. Kemal Demir ve Dr.
Kemal Satır’ın büyük destekleri ile
önleniyor ve 3 Nisan 1972 tarihinde Çukurova Tıp Fakültesi Kuruluş
ve Kadro Kanunu Meclisten çıkıyor.
Haber Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 8.4.1972 tarihinde resmi yazı ile
Atatürk Üniversitesi Rektörlüğüne
bildiriliyor.
Zamanın Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanı Dr. Kemal Demir, halkın yaCAN ÖZŞAHİNOĞLU 37
taklı hizmetlerinin de karşılanması
şartıyla, Adana Numune Hastanesi
ve Sıtma Savaş Enstitüsü binalarının
Fakülteye verilmesi için protokol imzalıyor.
Bunu takiben Anakara Üniversitesi,
Atatürk Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Çukurova Tıp Fakültesi’nin yasal olmadığını ileri sürerek
bu fakültenin kapatılması istemiyle
Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyor.
TIP FAKÜLTESİNİN KADROSU
İtiraz temelde; Atatürk Üniversitesi’nin özel bir kanun ile kurulan bir
4 Eylül 1972 tarihinde fakültenin Üniversite olması, özerk bir Üniverkadrosu Adana’ya intikal ediyor ve site olmaması ve bu nedenle”… bir
bu binalarda hizmete başlıyor. Bu Üniversitenin kurulmasında pakadrolara 7 öğretim üyesi, 3 öğre- tronaj hakkına sahip olmayacağı”
tim görevlisi ve 30 asistan atanıyor. fikrine dayanmaktadır.
Öğretim Elemanları; Fakülte Dekan’ı Anayasa
Mahkemesi,
Ankara
olarak Prof Dr. Lütfullah Aksungur Üniversitesi’nin bu itirazını haklı
dışında Doç.Dr. Arif H. Yüksel (An- görmüş ve Atatürk Üniversitesi’ne
kara Hastanesi), Doç. Dr. İlter Bilgin bağlı olarak kurulmuş olan Çukuro(Yüksek İhtisas Hastanesi), Doç. va Tıp Fakültesi’nin kuruluşunu 4936
Dr. Neşet Bilaloğlu (Dr.Sami Ulus sayılı Üniversiteler Kanunu’na aykırı
Hastanesi), Doç. Dr. Cemil Kobal bularak kuruluş kanununu iptal
(Gülhane As.Tıp.Ak.), Doç. Dr. Ruhi edilmiştir. Anayasa Mahkemesi bu
Türkyılmaz (Hacettepe), Doç. Dr. kararı ile Çukurova Tıp Fakültesini
Ali Namık Şener (Hacettepe), Öğr. kapatmamış, ancak bir yıl içerisinde
Gör. Dr. Ertuğrul Özmen (Gülhane özerk bir yapıya kavuşmak şartı ile
As.Tıp.Ak.), Öğr. Gör. Dr. Can Özşa- bir şans tanınmıştır.
hinoğlu (Hacettepe), Öğr. Gör. Dr. Özetle; Anayasa Mahkemesi ÇukuroGüneş Yüreğir’den (Adana Numune va Tıp Fakültesi’nin bir yıl içerisinde
Hastanesi) oluşuyor.
herhangi bir özerk Üniversiteye
Prof. Dr. Gülhan Slem ise Sağlık ve bağlamasını veya Çukurova ÜniverSosyal Yardım Bakanlığı’nın kadro- sitesi Kuruluş Kanununun çıkartılsunda öğretim elemanları arasında masını şart koşmuştur. O zamanki
bulunuyor (Can Özşahinoğlu ise; yasalara göre bir Üniversite kurulaKasım 1972’de Doçentlik aşamasını bilmesi için en az iki fakülte gerekyaparak yeni Fakültenin ilk Doçenti mektedir.
olmuştur.).
CAHİT ÇERMEK ANLATIYOR
YASADIŞI FAKÜLTE
Tıp Fakültesinin ilk sekreteri Cahit
38 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
Çermek, Çukurova Üniversitesi’nin
ve dolayısı ile Ç.Ü. Tıp Fakültesi’nin
kuruluşunu şöyle anlatmaktadır:
Anayasa
Mahkemesi
kuruluş
kanunumuzu iptal ederek bir yıl
içerisinde ya herhangi bir özerk
üniversiteye bağlanmamızı veya
Çukurova Üniversitesi kuruluş
kanununun çıkartılarak oraya bağlanmamızı istemişti. Çukurova Tıp
Fakültesi’nin kurucu Dekanı merhum Prof. Dr. Lütfullah Aksungur,
daha önce Ankara Üniversitesi’nce
Adana’da kurulmuş bir Ziraat Fakültesi’nin bulunması nedeniyle Ankara Üniversitesine Rektörlüğü’ne bir
yazı ile başvurarak, Çukurova Tıp
Fakültesi’nin de Ankara Üniversitesine bağlanmasını istemişti. Ankara
Üniversitesi bu konuyu incelemek
üzere Senato Üyesi 6 kişiden oluşan
bir heyeti Adana’ya gönderdiler. Ne
yazık ki Ankara Üniversitesi heyeti
daha Adana’dan ayrılmadan tavırlarını ortaya koyup, Çukurova Tıp
Fakültesi’nin Ankara Üniversitesi’ne
bağlanmasına karşı çıktılar.
Çukurova Üniversitesi Kuruluş
Kanununu çıkartmaktan başka
çaremiz kalmamıştı. Bunun üzerine
gelen heyeti uçakla Ankara’ya yolcu ettikten sonra Merhum Prof. Dr.
Lütfullah Aksungur, Ziraat Fakültesi
Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ercan
Tezer ve ben aynı akşam arabayla
Ankara’ya hareket ettik.
O zaman Sayın Süleyman Demirel
hükümeti muhtıra ile düşürülmüş,
yerine bağımsız başbakan atanmıştı.
Fakat Meclis çoğunluğu yine Adalet Partisi’ndeydi. Kurulmuş olan
hükümet ise, seçim hükümeti idi.
Sayın Süleyman Demirel ile randevumuz olamadığı için, doğru
o zamanki Adalet Partisi Hukuk
Müşaviri Adanalı Avukat Kemal
Çetinsoy’un yazıhanesine giderek,
Sayın Demirel’den randevu alınmasını rica ettik. Sayın Çetinsoy bizi
Sayın Demirel’e götürdü. Sayın Hocam Prof. Dr. Lütfullah Aksungur
yarım saat içerisinde, yaşadığımız
olayları ve sıkıntılarımızı, bir bir
anlattı. Sayın Demirel bu konuda
ikna olduğunu, bir gün sonra Meclise gelmemizi ve kuruluş kanunun
önerge verdirerek çıkarılacağını bize
müjdeledi. Sabah Meclise gittik. Meclisin tatil olmasına üç gün kalmıştı
Sayın Demirel, Adalet Partisi gurup
başkan vekilini çağırarak Çukurova
Üniversitesi Kuruluş Kanunu’nun
çıkarılması için önerge vermelerini
istedi bir saat sonradan gurup başkan
vekili, Demirel’e gelerek, daha önce
Üniversite Kurulması Milli Eğitim Komisyonu’ndan geçmiş diğer
illerin milletvekillerinin önergeyi
imzalamadıklarını, kendi illerin
üniversite kanunlarının da Çukurova Üniversitesi Kuruluş Kanunu
ile birleştirilerek çıkarılmasını istediklerini söyledi. Demirel, bunu
olumlu karşılayarak bizimle birlikte
6 Üniversite Kanununun Meclis’ten
geçmesini sağladı.”
PROF. DR. GÜLHAN SLEM ANLATIYOR
Nihayet gece saat 12 sıralarında bu
konu görüşülmeye başladı. Yasa
tasarıları okundu.Çok sayıda milletvekili kendi illerinde de Üniversite
açılmasını istediler.
Komisyon adına söz alan, İstanbul
Milletvekili Mehmet Yardımcı, önce
ikna edici bir konuşma yaptıysa da
sonradan milletvekillerini kızdıran
bazı sözler söyledi. Dolayısıyla Meclis’in havası bir hayli gerginleşti. Aksungur ile bir hayli gergin ve endişeliydik. Nihayet Çukurova Üniversitesi
ile yeni üniversite kuruluşları da yasallaştı. Bizler heyecanla birbirimize
sarılıp kutladık. Ben kaldığım otele
gittim.
Sabahın erken saatinde otele Aksungur Hoca geldi. Üzgün olduğu her
halinden belliydi.Meğer usul olarak
kanun tasarısının ikinci defa oylanması gerekiyormuş. Meclis’te ikinci
oylama sırasında gerekli çoğunluk
kalmadığı için oylama ertelenmiş. Bu
son günde, Meclis tatile gireceği için
yasanın Senatoya gönderilerek onaylanması mümkün olamayabilirdi.
Ancak o gün Meclis’te ikinci oylama
yapıldı ve kanun tasarısı Senato’ya
gönderildi. Ama Senato, Meclis ile
birlikte tatile gireceği için yasallaşma
işlemi gerçekleşmedi. Sonbahara kadar Meclis’in açılışını beklemek zorunluluğu doğdu.
Nihayet Meclis ve Senato açıldı.
Partiler bir türlü Cumhurbaşkanı’nı
seçemediler… Uzun bir süre sonra Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı
seçildi.
Bir gün öğle yemeğinden sonra Dr.
Ruhi Türkyılmaz’ın odasında otururken Dekan Aksungur’u telefona
çağırdılar. Birkaç dakika sonra odaya
döndüğünde, sevinçten gözleri parlıyordu. Senato Başkan Vekili, Adana
Senatörü Mehmet Ünaldı, üniversite
olduğumuzu bildirmiş ve kendisini
kutlamış.
Şaşırdık, bu işin nasıl olduğunu anlayamadık. Sonradan gerçek anlaşıldı. Senato’ya gelip de iki ay
içinde görüşemeyen kanun tasarıları,
otomatikman kanunlaşırmış… Orada bulunan tüm arkadaşlar sevinçten
birbirimize sarıldık…
Ne var ki, bir aşama daha vardı.
Kanunun Cumhurbaşkanı tarafımdan onaylanması gerekiyordu.
Fahri Korutürk’ün çok titiz bir kişiliği
olduğunu biliyorduk. Herhangi bir
nedenle (Örneğin görüşülmek üzere
tekrar Senatoya gönderebilirdi) imzada bir sorun olmaması için, Aksungur ile birlikte Ankara’ya gidildi.
Cumhurbaşkanı Hukuk Müşaviri hakim Amiral Fahri Çoker ile
görüşüldü. Kendisi durumu inceletti ve herhangi bir sorun olmadığını
bildirdi. Birkaç gün içinde de Cumhurbaşkanı onayı gerçekleşti. Ç.Ü
kuruluş Kanunu 22 Kasım 1973 tarihli Gazetede yayınlandı.
CAN ÖZŞAHİNOĞLU 39
Ali İhsan ÖKTEN
1963 Tarsus doğumlu. 1988 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra 1991-1997 yılları arasında
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Beyin
-Sinir-Omurilik Cerrahisi ihtisasını tamamladı. Halen Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Beyin Cerrahi
Kliniğinde Eğitim Görevlisi ve İdari Sorumlusu olarak çalışmakta. Türk Nöroşirürji Derneği, Nöroonkoloji Grubu,
Spinal Cerrahi Grubu, Acil Tıp Derneği, Adana Tabip Odası, SES (Sağlık Emekçileri Sendikası), AFAD (Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği), Sınırsız Fotoğrafçılar Grubu, İnsan
Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgüt’ü üyesi. Altın Oran Düşünce ve Sanat Platformu Derneği kurucu üyesi. Adana-Osmaniye Tabip Odası Başkanı.
2007 yılında Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği fotoğraf
kursunu bitirdikten sonra 2008 yılında AFAD’a üye oldu.
2009 yılında Haluk Uygur İleri Fotoğraf Teknikleri ve Felsefesi Atölyesine katıldı. Atölye çalışmalarında fotoğrafın
sadece çekilerek değil okunarak yapılacağını öğrettiği için
fotoğraf tekniği, sanatı ve kültürü üzerine yazılmış kuramsal
veya kavramsal kitap, dergi ve yazıları okudu. Bunları okuyup kendi düşünce süzgecinden geçirdikten sonra fotoğraf
ve sanatı üzerine farklı konularda yazmaya başladı. “Fotoğraf
Yazıları” ve “Fotoğrafın Eleştirisel Gücü” isminde fotoğraf
ve sanatı üzerine yazmış olduğu kitapları var. Fotoritim, Fotoiz, Adana Tabip Odası Dergisi, Türk Nöroşirürji Derneği
Bülteni, ARATOS Bilim ve Felsefe Dergisi, İFSAK Sinema ve
Fotoğraf Dergisin de farklı konularda yazı yazmakta. Altın
Şehir Adana Dergisi’nin yayın kurulunda ve yazarlarındandır. Sağlık politikaları, tıp, hekimlik ve felsefe konularında yazdığı yazıları elektronik ortamda yayın yapan HEKİMEDYA gazetesinde yayınlanmaktadır. Sağlık politikaları,
tıp, hekimlik, sağlık ve sanat üzerinde yazdığı yazılardan
oluşan yeni bir kitap hazırlığı içerisindedir. Fotoğrafta siyah-beyaz ve belgesel çalışmayı sever. Uluslararsı ve Ulusal
ödüllere sahiptir.
Bu kitap Seyhan Rotary Kulübü’nün ve Güney Rotary Kulübü’nün katkılarıyla basılmıştır.

Benzer belgeler