Vitamin ve Mineral Takviyeleri Hüsamettin VATANSEV
Transkript
Vitamin ve Mineral Takviyeleri Hüsamettin VATANSEV
Sözlü Bildiriler VĠTAMĠN VE MĠNERAL TAKVĠYELERĠ Hüsamettin VATANSEV Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Konya, Türkiye E-posta: [email protected] Özet Vitamin ve mineraller, vücudumuzda sentezi mümkün olmayan, mutlaka dıĢarıdan almamız gereken temel besin öğeleridir. Ancak bunların alınması için en uygun yol içinde bulundukları gıdaları tüketmektir. Bu ise dengeli beslenmekle sağlanabilir. Bazı hastalıklara veya yetersiz beslenmeye bağlı vitamin veya mineral eksikliği geliĢirse, o zaman eksik olan vitamin veya mineral ilaç Ģeklinde alınarak eksiklik giderilmelidir. Bunun yanında sağlıklı bireylerin ek vitamin ve mineral takviyesi almasına gerek yoktur. Anahtar kelimeler: Vitamin, mineral, takviye, eksiklik VITAMIN AND MINERAL SUPPLEMENTS Hüsamettin VATANSEV Selcuk University, Faculty of Medicine, Department of Medical Biochemistry, Konya, Turkey. E-mail: [email protected] Abstract Vitamins and minerals are a part of the basic nutrients. Our bodies cannot synthesize them; therefore we have to obtain them from outside of the body. They are found in the foods and the most convenient way to obtain them is to consume the foods rather than to take supplements. Obtaining vitamins and minerals by food can be achieved by the balanced nutrition. If vitamin and mineral deficiency develops due to some diseases or malnutrition, vitamin and mineral supplements should be taking for healing. On the other hand, healthy peoples do not need to take additional vitamin and mineral supplements. Keywords: Vitamin, mineral, supplement, deficiency GĠRĠġ Vücudumuzun ihtiyaç hissettiği temel besin maddeleri proteinler, karbonhidratlar, yağlar, vitaminler, mineraller ve sudur. Bu yazımızda vitaminler ve mineraller hakkında genel bilgiler verilecek, ardından da vitamin ve mineral takviyeleri hakkında bir değerlendirme yapılacaktır. VĠTAMĠNLER Normal büyüme-geliĢme ve sağlığın sürdürülmesi için vitaminlerin yeterli miktarda alınımı gereklidir. Vitaminlerin ve minerallerin günlük alınması gereken miktarları (The Recommended Dietary Allowance; RDA) Amerikalı ve Kanadalı toplumların serum veya kan referans değerlerinin alt sınır konsantrasyonunu sağlayacak vitamin ve mineral alınımı temel alınarak yapılmıĢtır. Vitamin eksikliği yaygın olmamasına karĢın 296 Oral Sessions doğumsal metabolizma bozukluklarında veya diyet ile alımının ciddi Ģekilde kısıtlanması sonucunda ancak eksiklik görülebilir. Sıklıkla karĢılaĢılan vitamin eksikliği nedenleri beslenme bozuklukları, besinlerin emilimini etkileyen bazı hastalıklar, aĢırı kan kayıpları, hemodiyaliz, metabolik nedenler ve bazı ilaçların kullanılmasıdır. Vitamin düzeylerinin arttığı durumlar RDA düzeylerinin aĢıldığı zamanlarda görülmektedir. Vitamin düzeylerinin referans aralıkların dıĢına çıkmasına neden olabilecek durumlarda kiĢilerin vitamin düzeylerinin laboratuvar testleri ile belirlenmesi gerekliliği önem kazanır. Bu gereksinim yeni yöntemlerin kullanılması ile elde edilen sonuçların geliĢtirilmesini ve değerlendirilmesi konusunu gündeme getirir. Günümüzde laboratuvarlarda plazma, tam kan veya eritrositlerde vitaminlerin konsantrasyonlarını, vitamin durumunu kesin olarak değerlendirecek objektif metodlar ve veriler halen bulunmamaktadır. Vitaminleri kimyasal özellikleri açısından suda çözünen ve yağda çözünen vitaminler olarak iki grupta topluyoruz. 1-Suda Çözünen Vitaminler Bu gruptaki vitaminler B Kompleksi vitaminleri, P vitaminleri ve C vitaminleridir. Bunlar: ■ Tiamin (B1 vitamini, Anöyrin) ■ Riboflavin (B2 vitamini, Laktoflavin) ■ Niyasin (Nikotinamid, PP vitamini) ■ Piridoksin (B6 vitamini) ■ Biotin ■ Pantotenik asit ■ Paraaminobenzoik asit ■ Folik asit ■ Vitamin B12 ■ Lipoik asit ■ C vitamini 2-Yağda Çözünen Vitaminler ■ A vitamini ■ D vitamini ■ E vitamini ■ K vitamini Vitamin B1 (Tiamin) B1. vitamin olarak bilinen tiamin suda çözünen B-kompleks vitaminlerindendir. Yan gruplar taĢıyan bir pirimidil tiyazol halkasıdır. Tiamin insan vücudunda serbest tiamin ve fosforile formlar (tiamin monofosfat, tiamin trifosfat ve tiamin pirofosfat (tiamin difosfat olarak da bilinir) halinde bulunur. Tiamin pirofosfat (TPP) önemli enzimlerin 297 Sözlü Bildiriler koenzimi olarak görev yapar. Serbest tiaminden sentezlenebilmesi için magnezyum, ATP ve tiamin pirofosfokinaz gereklidir. Pirüvat dehidrogenaz, α-ketoglutarat dehidrogenaz ve dallı-zincirli ketoasit dehidrogenaz enzimleri TPP‘e bağlı mitokondriyal enzim kompleksleridir ve pirüvat, α-ketoglutarat ve dallı zincirli aminoasitler derivelerinin dekarboksilasyonuna katılarak enerji metabolizmasında esansiyel rol oynar. Ayrıca TPP pentoz fosfat yolağının transketolaz enzimi için de koenzimdir. Transketolaz oksidatif karbonhidrat metabolizmasını kontrol eder. Tiamin; aldehitler, polifenoller ve askorbik asit üzerine antioksidan etkiler yapar. Yapılan çalıĢmalarda tiamin-askorbik asit kompleksinin özellikle merkezi sinir sisteminde dopaminin serbest radikallerce okside olmasını inhibe ettiği belirtilmiĢtir. Tiamin eksikliği olan sıçanların beyin dokusunda serbest radikallerin, karaciğerde de lipid peroksidasyon ürünlerinin arttığı gösterilmiĢtir. Ayrıca tiaminin in vitro olarak sıçan karaciğer mikrozom-larında lipid peroksidasyonunu ve oleik asitin serbest radikallerle oksidasyonunu engellediği bildirilmiĢtir. B1 vitamini ile beraber diğer bazı B vitaminlerin eksikliğinde, bütün tiamin metabolizması bozukluklarını ihtiva eden "beriberi hastalığı" tablosu, yani nöritler, felçler, kalp fonksiyonunda bozukluklar ve ödem oluĢur. Tiamin en çok bira mayasında ve buğday, pirinç, arpa gibi tahılların kabuklarında bulunur. Gerek serbest gerekse bileĢik halde kalp, karaciğer, böbreklerde ve daha az miktarda olmak üzere iskelet kaslarında ve beyinde bulunur. Beyaz kristal bir maddedir, suda kolay çözünür, ısıya dayanıklıdır. Günlük ihtiyacı 1-2 mg kadardır. Vitamin B2 (Riboflavin) Riboflavin vücutta esas olarak flavin adenin dinükleotid (FAD) ve flavin mononükleotid (FMN) koenzimlerinin integral bir bileĢeni olarak bulunmaktadır. Riboflavinden türevlenen bu koenzimlere flavinler, flavin koenzimi kullanan enzimlere de flavoproteinler adı verilir. Flavinler oksidaz, redüktaz ve dehidrogenaz enzimlerinin aktivitesi için esansiyel olan prostetik gruplardır. FAD ve FMN redoks tepkimelerinde elektron taĢıyıcısı olarak aktivite gösterirler. Flavin oksidazlar oksijeni elektron akseptörü olarak kullanarak H2O2‘e iki elektron veya suya dört elektron transfer ederler. Flavin redüktazlar substratların + + redüksiyonunu katalizler. NAD(P)H H , FAD‘ı FADH‘e redükte eder bu da sitokrom veya okside glutatyonu (GSSH) redükte eder. Flavin redüktaz için tipik bir örnek olan glutatyon redüktaz NADPH‘ı redükleyici substrat olarak kullanır. Flavin dehidrogenazlar substrat-tan hidrojen hareketini katalizler ve hidrojeni akseptöre transfer ederek oksidasyon-redüksiyon reaksiyonlarında kullanır. Riboflavin durumu genellikle eritrosit ya da üriner flavin düzeyleri ile veya eritrosit glutatyon redüktaz aktivitesi ile değerlendirilir. Riboflavin eksikliği glutatyon redüktaz aktivitesinde azalma ve düĢük glutatyon düzeyleri yanında glutatyon peroksidaz (Glutatyon oksidoredüktaz), katalaz, aldoz redüktaz (alditol: NADP oksidoredüktaz) aktivitelerinde de düĢmeye neden olur. Riboflavin en çok sütte, bira mayasında, ekmek mayasında, karaciğerde, ıspanakta, kurufasulye, balık ve yumurtada bulunur.Riboflavin eksikliğinde insanda ağız köĢesi çatlakları, gözlerde katarakt'a kadar gidebilen damarlanma, dil iltihabı ve deri iltihabı görülür. Günlük ihtiyacı 1,1-1,3 mg kadardır. Niasin(Nikotinik Asit) Niasin'in diğer adı PP vitaminidir. Bu ad "pellgra" adı verilen bir hastalığı önlemesi sebebiyle pellegra preventive'den baĢ harfler alınarak verilmiĢtir. Beyaz iğne Ģeklinde 298 Oral Sessions kristaller halindedir. Isıya, asit ve alkalilere karĢı dayanıklıdır. En çok ette ve özellikle karaciğerde bulunur. Bundan baĢka bira mayası, yeĢil sebzeler, ceviz, fındık, buğday, çay, kahve, çavdar, baklagillerde bu vitamin için birer kaynaktır. Nikotinamid dokularda nikotinamid adedin dinükleotid (NAD) ve nikotinamid adenin dinükleotid fosfat (NADP) Ģeklinde bulunur. Niasin vitamini yetersizliğinde görülen "pellegra" hastalığında dermatit, diare ve demans görülür. Günlük ihtiyaç 14-16 mg. kadardır. Vitamin B6 (Piridoksin) B6 vitamininin piridoksal piridoksamin ve piridoksin olmak üzere üç doğal Ģekli vardır. Bu üç doğal Ģeklin fosfat deriveleri piridoksal 5-fosfat, piridoksin 5-fosfat ve piridoksamin 5-fosfattır. Piridoksal 5-fosfat insan metabolizması için çok önemli reaksiyonlarda yaklaĢık 100 enzimin aktif koenzimidir. Vitamin B 6 direkt antioksidan aktiviteye sahiptir. Piridoksamin piridoksine göre glukoz otooksidasyonu boyunca süperoksit radikali oluĢumunu, glikolize hemoglobin oluĢumunu ve eritrosit lipid peroksidasyonunu daha etkin olarak önlemektedir. Vitamin B6 diabetiklerde antioksidan özelliklere sahiptir. Özellikle piridoksin tedavisi eklenen diabetik hastalarda oksidatif stresin ve diabetik komplikasyonların azaldığı gösterilmiĢtir. Piridoksamin H2O2‘e karĢı savunmada piridoksale göre daha etkin olmasına rağmen piridoksal süperoksit radikal oluĢumunu inhibe etmede daha etkilidir. Vitamin B6 indirekt olarak da Ģelatlama etkisi ile antioksidan olarak görev yapabilir. Piridoksin sıçan böbreğinde oksidatif stresi ve toksisiteyi azaltır. Piridoksal yine sıçanlarda demir Ģelatlama aktivitesi nedeniyle demir atılımını artırırken piridoksamin hepatositte artan oksidatif stres sitotoksisitesini azaltır. Mekanizması tam olarak bilinmese de vitamin B6‘nın antioksidan özellikleri peroksil radikalleri ile hidroksil ve/veya amin gruplarının etkileĢimi sonucu olduğu düĢünülmektedir. Vitamin B 6 metionin döngüsüne katılarak homosisteinin metabolize olmasında rol oynamaktadır. Homo-sisteinin kandaki regülasyonu vitamin B12, folik asit ve vitamin B6‘ya bağlıdır. Vitamin B6 transsülfürasyon reaksiyonları ile, folik asit ve vitamin B12 de metilasyon yolağıyla intrasellüler olarak metabolize olur. B vitamin eksikliği sonucu ortaya çıkan hiper-homosisteinemi durumunda homosisteinin tiyol gruplarının otooksidasyonu sonucu oluĢan intrasellüler süperoksid anyonu endotelyal vazodilatasyonu bozar. Gözlemler homosistein antioksidan enzimlerin ekspresyonunu azaltmaktadır ve hücreleri oksidatif ajanların oksidatif stres hasarına karĢı daha duyarlı kılmaktadır. Günlük ihtiyacı 1,3-1,7 mg. kadardır. Biotin Biotin'e H vitamini veya koenzim R de denir. Biotinin doğada α ve β olmak üzere biolojik aktiviteleri birbirinin aynı iki izomer Ģekli vardır. Biotinin en çok yumurta sarısında, karaciğerde, sütte böbrekte ve mayada bulunur. Biotin doğada, bileĢik olan kofaktörler halinde bulunmaktadır. Biotin organizmada karboksilasyon yapan, yani bir moleküle CO2 bağlanmasını kataliz eden enzim sistemlerinin prostetik grubunda bulunur. Biotin eksikliğinde insanda dermatitler, kas ağrıları, iĢtahsızlık, anemi, halsizlik görülür. Günlük ihtiyaç 30 µg. kadardır. Pantotenik Asit B5 vitamini adı da verilen pantotenik asit doğada serbest halde bulunur. Birçok bitkisel ve hayvansal besin maddelerinde bulunan pantotenik asit, karaciğer, böbrek, yumurta, bira mayası, bezelye, kuru fasulye, bal, karnabahar ve lahana çok miktarda mevcuttur. 299 Sözlü Bildiriler Organizmada pantotenik asidin önemi, koenzim A‘nın bileĢiminde bulunmasında ileri gelir. Hayvanlarda bazı eksiklik belirtileri görülebilir. Günlük ihtiyacı 5 mg. kadardır. P-Aminobenzoik Asit En çok karaciğer, bira mayası ve tahılda bulunur. P-amino benzoik asitin vitamin etkisi folik asidi sentez edebilen mikroorganizmalar için önemlidir. Ġnsanlarda eksikliği bilinmemektedir. Folik Asit Doğada en çok yeĢil yapraklarda ve karaciğerde bulunur. Sarı, renkli, kristal halde ve suda az çözünen bir madde olup alkali ortamda kolay çözünür. Folik asit eksikliğinde DNA sentezi bozulur ve çeĢitli amino asitlerin metabolizmasındaki bozukluğa bağlı olarak, kan tablosunda bozukluk görülür, megaloblastik anemi meydana gelir. Günlük ihtiyacı 400 µg. kadardır Vitamin B12 (Siyanokobalamin) Hayvanlar ve bitkiler siyanokobalamini sentez edemezler. Birçok bakteri tarafından sentez edilebilen siyanokobalamin önemli bir besin faktörüdür. Yapısında kobalt ihtiva eder. Kırmızı, kristal halde bir maddedir. B12 vitamini eksikliğinde "pernisiyöz anemi" meydana gelir. Bu anemi durumunda kan yapımında bozukluklar görülür. Bu nedenle "antipernisiyöz faktör" de denir. B12 vitamini özellikle alyuvarların geliĢimi ve olgunlaĢma-sı için gereklidir. B12 vitamini yaĢam için çok gerekli bir madde olmasına rağmen günlük ihtiyaç 2,4 µg kadardır. Vitamin C (Askorbik Asit) Vitamin C vücudumuzun normal metabolik fonksiyonu için gerekli suda çözünen esansiyel bir vitamindir. Ġnsanlar ve diğer primatlar glukronik asit yolağından C vitamini sentezlenmesi için gerekli L-glukanolakton oksidaz enzim geninin mutasyonu sonucu C vitaminini sentezleyemezler. Bu nedenle C vitamininin diyetle alınması zorunludur. Vitamin C biyolojik sıvılardaki önemli suda çözünen antioksidandır Askorbik asit kollajen yapısında yer alan prolin ve hidroksi prolinin hidroksilasyonunda ve öteki hidroksilasyon reaksiyonlarında rol oynadığı bilinmektedir: Aktif nötrofil ve monositlerden kaynaklanan oksidanları nötralize eder Güçlü bir elektron donörüdür ve redükleyici ajandır, serbest radikallere karĢı scavenger görevi yapar OH radikali O2 , Radikali ve hipokloröz asidi indirger -. Demir ve bakır içeren reaksiyonlara etki eder. Örneğin; Fenton Reaksiyonu Lipid peroksidasyonu baĢlamadan önce sulu ortamdaki peroksil radikalleri ile direkt olarak reaksiyona girerek membranları peroksidatif hasardan korur LDL oksidasyonunu önler ve elektronları membrandaki E vitaminine transfer eder OluĢan E vitamini radikalini redükte ederek E vitaminini yeniden oluĢturur. Böylece E vitamininin yeniden kullanılmasını sağlar. Ayrıca antiproteazların oksidan maddelerle inaktive olmasını engeller. C vitamini eksikliği devam ederse "Skorbüt" adı verilen bir eksiklik hastalığı meydana gelir ki bu hastalıkta diĢ etlerinde Ģiddetli kanamalar olur. DiĢlerde ve damakta yapı 300 Oral Sessions bozuklukları görülür. C vitamini hidrofilik bir molekül olduğundan sulu ortamlarda E vitaminine göre daha iyi bir antioksidandır. Suda çözünebilen diğer antioksidanlarla kıyaslandığında plazma lipid peroksidasyonu engelleyen en iyi antioksidandır. Askorbik asit özellikle meyve ve sebzelerde bulunur. Limon, portakal, çilek, domates, yeĢil biber vs. fazla miktarda askorbik asit ihtiva ederler. Günlük C vitamini ihtiyacı 7590 mg. kadardır. α - Lipoik Asit Bitkilerin çoğunda ve tiroid hariç bütün hayvansal dokularda bulunur. Lipoik asit α keto asitlerin oksidatif dekarboksilasyonu için gerekli bir kofaktördür. Yüksek yapılı hayvanlar için zorunlu bir diyet faktörü olup eksikliği bilinmemektedir. Vitamin A A vitamini en çok hayvansal besinlerde ve özellikle balıkların karaciğer yağlarında bulunur. Süt, tereyağı, havuç, domates, kayısı gibi besinlerde de vardır. A 1 ve A2 vitamini olarak iki çeĢidi vardır. A2, A1'in %40'ı kadar vitamin etkisine sahiptir. Vitamin A siklohekzenil halkası taĢıyan bir poliizopren bileĢiğidir. Alkol (retinoller), aldehitler (retinaller) ve retinoik asitler baĢta olmak üzere A vitamininin çeĢitli vitaminik türleri bulunur. Doğadaki en potent ve en iyi bilinen provitamin A, ß-karotendir. A vitamininin metabolik ön maddesi olan ß-karoten antioksidan özelliklerini ―söndürücü etki ‖ ile yapmaktadır. Karotenoidlerin yapısındaki konjuge çift bağlar antioksidan aktiviteden sorumludur. Son derece güçlü bir singlet Oksijen temizleyicisi olan ß-karoten ayrıca hidroksil, peroksil ve alkoksil radikalleriyle de doğrudan reaksiyon vererek lipid peroksidasyonunun zincir reaksiyonlarını önleyebilir. Bu reaksiyon esnasında ßkaroten membran iç yüzünde antioksidan rol oynarken vitamin E dıĢ yüzde görev yapar. Her ß-karoten molekülü iki peroksil radikalini bağlayarak ortamdan uzaklaĢtırır. Ortamdaki oksijen konsantrasyonu-nun yüksek olması halinde ise reaktif bir peroksil radikali oluĢur. A vitamini eksikliğinde muhtelif mukozalarda ve cilt epitelinde bozukluklar meydana gelir. Epitelyum hücreleri çekirdeklerini kaybederek keratinize olurlar. Aynı zamanda epitelin enfeksiyonlarına karĢı direnci azalır. Örneğin A vitamini eksikliğinde gözde kornea kuruması görülür. Sonraki aĢamada kornea yumuĢar. A vitamini yetersizse niktalopia (gece körlüğü) ortaya çıkar. Bunlardan baĢka A vitamini eksikliğinde mukoza yapısında bozukluklar, solunum, cilt ve üregenital yollarda sertleĢme, diĢ oluĢumunda bozukluklar ve sinirsel dejeneras-yon görülür. Günlük alım miktarı 800-1000 µg/gün kadardır. Vitamin D D vitamini etkisi gösteren on kadar farklı bileĢik bilinmektedir. D vitaminlerine "kalsiferoller" de denir. En önemli olanları D2 ve D3 vitaminleridir. D2 vitamini en çok mantar ve mayalarda bulunur. D3 vitamini ise balıkların karaciğer yağlarında ve az olarak yumurta sarısı, süt ve tereyağında bulunur. D vitaminleri kalsiyum ve fosfat iyonlarının bağırsaklardan emilmesini hızlandırır ve bu suretle kemiklerin kalsifikasyonuna yardım ederler. Ġnsanlar D 3 vitamininin ön maddesi olan 7-dehiro kolesterolü organizmalarında sentezleyebilirler. Daha sonra bu madde cilt yüzeyinde ultraviyole ıĢınlarının etkisi ile D3 vitaminine (kolekalsiferol) dönüĢür. D vitamini eksikliğinde kalsiyum ve fosfat emilmesi azaldığından kemikler yumuĢar ve bunun sonucu olarak çocuklarda "raĢitizm" denilen bir hastalık görülür. Bu patalojik 301 Sözlü Bildiriler duruma yetiĢkinlerde "osteomalasi" denir. D vitamini raĢitizm'i önlediği ve tedavi ettiği için "antiraĢitik vitamin" adı ile anılır. Günlük alım miktarı 5-10 µg/gün kadardır. Vitamin E Vitamin E yağda çözünen esansiyel bir vitamindir. DoymuĢ yan zincirli tokoferoller olarak isimlendirilen birbiri ile iliĢkili iki grup için kullanılan bir terimdir. Bu gruplar kromanol halkalarının 5, 7, 8. pozisyonlarındaki spesifik metil gruplarına göre alfa, beta, gamma ve delta olarak izoformlara ayrılırlar. Alfa tokoferol insan dokularında en fazla bulunan ve en yüksek biyolojik aktiviteye sahip formdur. Antioksidan etkisi en fazla olan alfa tokoferolün yapısında bulunan fenolik hidroksil gruplu aromatik halka, vitaminin kimyasal olarak aktif formunu oluĢturur ve antioksidan özellik de bu aromatik gruptan kaynaklanmaktadır. Alfa tokoferol oluĢan reaktif oksijen ve reaktif nitrojen türlerine karĢı çok güçlü bir scavengerdır. E vitamini, peroksitler üzerindeki nötralize edici etkisini kendisinin bir fenolik hidrojen atomunu peroksil radikaline (ROO) transfer etmek suretiyle iki basamakta yapar. Tokoferol hücre membran fosolipidlerinde bulunan çoklu doymamıĢ yağ asitlerini lipid peroksidasyon zincir reaksiyonlarını sonlandırarak serbest radikal etkilerinden korur ve bu nedenle zincir kırıcı antioksidan olarak bilinmektedir. Reaksiyon sonucu oluĢan tokoferoksil radikali stabil bir bileĢiktir. Vitamin C, ubiquinon, glutatyon ve NADPH molekülleri ile rejenere olabilir veya glukronik asitle oksidasyona uğrayarak safra yolu ile atılır. Günlük alım miktarı 8-10 mg/gün kadardır. Vitamin K K1 ve K2 olmak üzere iki doğal K vitamini saptanmıĢtır. K1 vitamini özellikle ıspanak, kaba yonca vs. yeĢil yapraklarda mevcuttur. Bundan baĢka karnabahar, lahana, domates, soya fasulyesi, pirinç kepeği ve yulaf filizlerinde de vardır. K 2 vitamini aynı zamanda bağırsak bakterilerinin bir metabolizma ürünüdür. Normal bir besin bol miktarda K vitamini ihtiva eder. K vitaminleri ısıya dayanıklıdır, fakat ıĢık, alkali ve alkolde harap olurlar. Organizma normalde K vitamini ihtiyacını besinlerden ve bağırsaklarda sentez ettiği vitaminlerden sağlar. K vitaminleri yağda çözündükleri için yağ emiliminin yetersizliğinde K vitamini noksanlığı söz konusu olabilir. K vitamininin en önemli görevi, karaciğerde protrombin sentezini katalize etmesidir. K vitamininin yetersizliği halinde, kan pıhtılaĢmasında gecikme görülür. Yani kanın protrombin düzeyi düĢmektedir. K vitamini hayvan dokularındaki oksidatif fosforilasyonda, bitkilerde fotosentezdeki fosforilasyon olaylarında önemli bir tamamlayıcıdır. Günlük alım miktarı 60-80 µg/gün kadardır. MĠNERALLER Ġnsan vücudunun yaklaĢık % 4'ünü mineraller oluĢturur. Bunlar vücutta, tuzlar, bileĢikler ya da iyonik Ģekilde bulunurlar. Günlük gereksinimi 50 mg'ın üzerinde olan minerallere makromineraller, altında olanlara ise mikromineraller (eser elementler) denir. 1.Makromineraller: BaĢlıca potasyum, fosfor, ve klordur. makromineraller kalsiyum, magnezyum, sodyum, 2.Mikromineraller: BaĢlıca mikromineraller demir, çinko, iyot, selenyum, bakır, mangan, fluor, krom ve molibdendir. 302 Oral Sessions World Health Organization(WHO)(Dünya Sağlık Örgütü) yaptığı sınıflandırma ile eser elementleri kendi aralarında 3 ayırarak gruplandırmıĢtır: 1.Esansiyel eser elementler: Iyot (I), Çinko (Zn), Selenyum (Se), Bakır (Cu), Molibden (Mo), Krom (Cr). 2.Belki esansiyel eser elementler: Manganez (Mn), Silikon (Si), Nikel (Ni), Bor (B), Vanadyum (V). 3.Potansiyel toksik elementler: Flor (F), KurĢun (Pb), Kadmiyum (Cd), Civa (Hg), Arsenik (As), Alüminyum (Al), Lityum (Li), Kalay (Sn). Eser elementler eriĢkinde günlük gereksinimin 50 mg'ın altında olan minerallerdir. Eser elementlerin birçoğu vücudumuzdaki enzimatik reaksiyonlarda kofaktör veya prostetik grup olarak görev yapar. En çok eksikliği görülenler demir, iyot ve fluordur. Diğer eser element yetersizlikleri (özellikle çinko) nisbeten nadir olup daha çok prematür bebeklerde, protein enerji malnütrisyonunda ve uzun süre parenteral beslenenlerde ortaya çıkar. Ġntrauterin yaĢamda eser elementlerin yaklaĢık 2/3'ü gebeliğin son 10-12 haftası içinde anneden bebeğe aktarılır. Bu nedenle parenteral beslenen prematürlerde eser elemetlerin tedaviye aklenmesi gerekebilir. Ġyot Deniz ürünleri ve çeĢitli yiyecekler içinde bulunur. Ġyotun %100'e yakın bölümü ince bağırsaklardan emilir. Tiroksin ve triiodotironinin yapısına girer. Daha çok idrar ile atılır. Ġdrardaki iyot miktarının tesbiti ile iyot eksikliği taraması yapılabilir. Hafif ve orta derecede iyot eksikliğinde eksikliğinde basit guvatr ve hipotiroidi oluĢur. Günümüzde dünya nüfusunun %30'u iyot yetersizliği olan bölgelerde yaĢamaktadırlar. Dünya nüfusunun %12'sinde iyot ekskliğine bağlı guvatr, %1.6'sında zihinsel kusurlar ve %0.44ünde ise kretinizm mevcuttur. Ġyot eksikliği yemek tuzlarına iyot eklenmesi ile önlenebilir. 2000 yılından itibaren Türkiye'de yemek tuzlarının iyotlanması zorunlu hale getirilmiĢtir. Günlük alım miktarı 150 µg/gün kadardır. Çinko Ġnsanlar için esansiyel bir element olup; vücutta demirden sonra en çok bulunan ikinci elementtir. Ġnsan vücudunda 300‘den fazla enzim aktivitesi için çinkoya ihtiyaç duyar. Bu enzimlerden baĢlıcaları; karbonik anhidraz, alkalen fosfotaz, DNA ve RNA polimeraz, (deoksiribonükleik asit, ribonükleik asit) timidin kinaz, retinen redüktaz, süperoksit dismutaz, karboksipeptidaz ve alkol dehidrogenazdır. A vitaminin plazmada normal seviyelerde yer almasında, tat ve koku almada yara iyileĢmesinde, sinir myelinizasyonunda, hipofizden hormon salgılanmasında, virüslere ve bakterilere karĢı allerjen durumlarda, immün sistem üzerinde, gebelik sürecinde, bebeklik ve çocukluk döneminde vücudun büyümesi ve geliĢmesinde, spermlerin oluĢmasında ve fetüsün geliĢiminde önemli bir role sahiptir. Çinko enzimatik fonksiyonlar dıĢında hücre membranlarını oksidatif olaylara karĢı koruyarak stabilizasyonunu sağlar. Ġnsülin ile kompleks bir yapı oluĢturur. Diyabet hastalığında hastalara insülin yerine çinko insülin verildiğinde, insülin daha uzun süreli etki sağlamıĢ olur Ġnsan vücudunda 1,4-2,3 gr çinko yer alır. Total vücut çinkosunun %50-60 kas dokusunda yer alır. Çinko en fazla karaciğerde, böbrekte, kemikte, retinada, pankreasta, prostatta, kas dokusunda ve semende bulunur. Süt ve süt ürünlerinin çinko galvenizli kaplarda uzun süre bekletilmesi akut çinko zehirlenmesine neden olabilir. Akut çinko zehirlenmesi günde 4-8 gr çinko alımında 303 Sözlü Bildiriler ortaya çıkar. Diyetle alınan çinkonun yaklaĢık %10-15‘i emilebilmektedir. Bu emilim onikiparmak bağırsağında ve proksimal jejenumda olmak üzere ince bağırsakta gerçekleĢir. Histidine, sistein ve D vitamini çinko emilimini arttırır. Fitik asit, bakır, kil ve lifli gıdalar emilimi engeller. Bağırsaklardan emilen çinko kanda proteinlere bağlanır. Emilmeyen çinkonun atılımı safra ve idrar ile az olmakla birlikte, büyük kısmı feçesle dıĢarı atılır. Çinko eksikliğinde yetersiz büyüme, tat alımında azalma, genç eriĢkinlerde hipogonadizm, çocuklarda büyüme ve geliĢme geriliği, saç deri ve tırnaklarda bozukluklar, saç dökülmesi, diyare, ödem, mental bozukluk, çinko eksikliği cüceliği ve anemi görülebilir. Enfeksiyonlara dayanıksızlık, timus atrofisi ve bakteri, virus ve fungus enfeksiyonlarının sıklığında artıĢ, iĢtahsızlık ve kilo alamama, öğrenme ve dikkat eksikliği, akne, dermatit, adet bozuklukları, ciddi eksiklik durumunda çocukların cinsel geliĢiminde aksaklıklar, ergenlik çağında cinsel olgunluğa eriĢememesi ve üreme kabiliyetinde ciddi hasarlar ortaya çıkar. Çocukluk çağında toprak yiyenlerde bağırsak paraziti olanlarda ve devamlı olarak lifli besinleri bol tüketenlerde çinko eksikliği görülebilir. Alkolizm, steatore, ciddi yanıklar, kronik böbrek yetmezliği, ileri yaĢ, orak hücreli anemi hastalığı olanlarda, gebelik ve laktasyon durumlarında çinko eksikliği artar. Çinko için besin kaynakları meyve, sebze, fındık, kepekli tahıllar, sığır karaciğeri, yengeç, yağsız veya az yağlı süt ve süt ürünleridir. Çinko metabolizmasının en belirgin genetik bozukluğu olan nadir görülen ve bebeklerde ortaya çıkan kalıtsal hastalığı akrodermatis enteropatikadır. Akrodermatis enteropatika anne sütünden kesilen bebeklerde 2-4 hafta içinde baĢlar. Bu hastalıkta vücut orifislerinden baĢlayan ve zamanla ellere ve ayaklara yayılan deri lezyonları akut perioral ve perianal dermatit, alopesi, tırnakların dökülmesi, steotore ile birlikte diyare ve geliĢme geriliği ile karakterizedir. Hastalık, defekt nedeniyle geliĢen ağır çinko eksikliğine bağlıdır. Plazma çinko düzeyleri 30 ug/dl veya altındadır veya azalmıĢtır. Serum alkalen fosfotaz aktivitesi düĢüktür. Tedavi ek oral çinko verilerek yapılır. Günlük alım miktarı 12-15 mg/gün‘dür. Selenyum Ġnsanlar için esansiyel bir elementtir. Enzim aktivitesinin korunması amacıyla serbest radikallere karĢı koruyucu bir maddedir. Selenyum organik ve inorganik olmak üzere 2 yapıda bulunur. Ġnorganik yapılarda selenat ve selenit Ģeklinde, organik yapılarda ise selenosistein ve selenometiyonin Ģeklinde bulunur. Selenometiyonin insanlarda ve hayvanlarda bulunmaz, bitkisel kaynaklıdır. Selenyum deposu olarak vücutta görev yapar. DıĢardan selenyum alınmadığı zamanlarda vücudun selenyum ihtiyacını karĢılar. Selenosistein hayvansal kaynaklıdır. Selenosistein glutatyon peroksidaz, iyodotiroinin deiyodinaz, selenoprotein P, selenoprotein W, tiyoredoksin redüktaz gibi selenoproteinlerin yapısında yer alır. Selenyum glutatyon peroksidaz ve iyodotiroinin deiyodinaz enzimlerin bir bileĢeni olup önemli bir antioksidandır. Ġyodotiroinin deiyodinaz enzimi T3 hormonunu aktive edici ve T4 hormonunun prekürsor hormonudur. Selenyum emilimi iyi olan bir elementtir. Selenyumun %50‘den fazlası gastrointestinal yol ile duedonum ve proksimal jejunumdan emilmektedir. Atılımın %90‘ı idrarla ve %10‘u feçesle gerçekleĢir. 304 Oral Sessions Selenyum antioksidan sistemin bir parçası olan glutatyon peroskidaz enziminin koenzimidir. Glutatyon peroskidaz enziminin parçası olan katalaz, süperoksit dismutaz ve E vitamini ile birlikte sitolozik hidrojen peroksiti ortadan kaldırarak hücreleri oksidatif hastalıklardan korur. Selenyum bağıĢıklık sisteminde fagositer etkiyi, natürel killer hücre aktivasyonunu, T hücre çoğalmasını ve immünoglobülin sentezini arttırarak bağıĢıklık sistemini güçlendirir. Vücudun enfeksiyonlara karĢı direnci arttırır. Doğal katil hücrelerinin oluĢumunu sağlar. Selenyum sitokrom P450 enzimlerini uyararak bazı kanser moleküllerinin temizlenmesine yardımcı olur. Üreme fonksiyonlarında görev alır. Kanserlere karĢı koruyucu etkisi olmakla birlikte özelliklede mide ve bağırsak kanserlerinin önlenmesinde önemli rol oynar. Virüs üremesini engellediği için HIV, Hepatit B ve Hepatit C tedavisinde önemlidir. Çocuklarda hipotiroidizmin tedavisinde oral selenyum alımı gereklidir. E vitamini vücutta ancak eser miktarda selenyum elementinin bulunması halinde etkili olur. Çinin bazı bölgeleri ve ABD‘nin bölgelerindeki topraklar çok miktarda selenyum içerir. Bu bölgelerde üretilen ve yetiĢtirilen gıdalar ve sebzelerde selenyum fazladır. Bu durum selenyum toksisitesine yani selenosise neden olur. Selenosisin bulguları; sarımsak kokulu nefes, saçta dökülme, alopesi, halsizlik, saç kırılması, tırnak zedelenmesi, deri lezyonları, hemipleji, periferal nöropati, yorgunluk ve paralizi ile karakterizedir. Selenyum toksisitesine maruz kalan çocuklara dimercaprol 5 gün süre ile 4-8 saat aralarla intramusküler olarak 3-4 mg/kg/doz ve daha sonra 12 saatte bir 3 mg/kg/doz‘dur. Selenyum eksikliği sadece damardan beslenen hastalarda görülebilir. Uzun süreli total ve parenteral beslenenlerde, selenyumdan fakir diyet ile beslenenlerde selenyum eksikliği ve buna bağlı kardiyomiyopati hastalığı görülebilir. Hastalık daha çok tahılla beslenenlerde ve topraktaki selenyum miktarının azalmıĢ olduğu bölgelerde daha çok ortaya çıkar. Uzun süreli selenyum eksikliğinde vücudun tüm dokularında glutatyon peroksidaz enziminin aktivitesinde azalma görülür. Selenyum eksikliği olan insanlarda, özellikle yaĢlılarda, kas ağrıları gözlenmiĢtir. Plasentadan fetüse ve süt yoluyla da anneden bebeğe geçtiği için hamile ve emziren annelerin selenyum ihtiyacı artar. Oral beslenen prematüre bebeklerde düĢük kan serum selenyum düzeyleri eritrosit frajilitesini artırır. Bunun sonucu da preterm bebeklerde kas ağrısı, miyopati ve tırnak yatağı değiĢiklikleri ortaya çıkar. Süt çocuklarının ani ölümlerinde (beĢik ölümü) selenyum eksikliğin rolü olduğunu belirten yayınlar vardır Selenyum eksikliğinde risk altındakiler daha çok bebekler, küçük çocuklar ve doğurganlık çağındaki kadınlardır. Selenyum eksikliğinde pankreatit, hepatit, aritmi, karaciğer sirozu, inflamatuvar bağırsak hastalığı, karsinomlar, böbrek yetmezliği, hemodiyaliz ve antioksidan tükenmesine neden olan oksidatif stres içeren inflamatuvar hastalıklarla kendini gösterir Selenyum eksikliğine ciddi malnütrisyon eksikliği de eklendiğinde halsizlik, kaslarda ağrı, saç ve cilt renginde değiĢiklikler, tırnak yatağında beyazlaĢmalar ile kendini gösterir. Çin‘in Keshan bölgesinde ortaya çıkan ve tanımlanan baĢlıca bulgusu kas ağrısı ve buna bağlı kardiyomiyopati olan, Keshan hastalığı selenyum eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkmıĢtır. Hastalığa hassas topluluklar 2-7 yaĢ arası çocuklar, bebekler ve doğurganlık çağındaki kadınlardır. Uzun süre total ve parenteral beslenen yetiĢkinlerde, diyetinde selenyum ve hayvansal protein alımı çok düĢük olanlarda hastalığa yakalanma riski daha fazladır. Kashin–Back hastalığı Çin‘de ergenlik döneminde ve öncesinde görülen endemik osteartite neden olan bir hastalıktır. Bu hastalık ölümcül kalp hastalıklarına, akut ya da kronik kalp yetmezliğine yol açabilir. Günlük alım miktarı 75-250 µg‘dır. 305 Sözlü Bildiriler Molibden Molibdenin biyolojik fonksiyonları genelde bakır metabolizması ile iliĢkilidir. Molibden insan ve hayvanların yapısında bulunan ksantin oksidaz, aldehit oksidaz ve sülfit oksidaz gibi birçok enzimlerin yapısına katılır. Bitkiler için gerekli bir elementtir. Bitkiler protein sentezleyebilmek için azotu bağlamada molibdene ihtiyaç duyarlar. Birçok endüstride parça yapımında da kullanılır. Günlük molibden ihtiyacı 2 μg/gün kadardır. Kobalt Kobalt, B12 vitaminin yapıtaĢıdır. Kobalt eksikliği anemiye yol açar. Kalp üzerine toksik etkisi vardır. Sağlıklı beslenenlerde eksikliği görülmez. Hayvansal gıdalarla alınması önemlidir. Kobalt siyanür zehirlenmelerine karĢı kullanılabilir. Vitamin B 12‘ nin yapısında oluĢan foto kararsızlık nedeniyle bitkiler B12 vitamini içermez. Kobalttan zengin kaynaklar karaciğer, sakatatlar, et, peynir, balıktır. Günlük alım miktarı 5 μg/gün kadardır. Krom Krom, 1959 yılında glikoz tolerans faktörünün aktif maddesi olarak tespit edilmiĢtir. Organizmada esas görevi glikoz tolerans faktörü yapısında görev almasıdır. Karbonhidrat çevriminde rol oynar. Endüstriyel kullanımı yaygın olan gri renkli sert bir elementtir. Kromun hekzavalan formu toksiktir. Kroma maruziyet baĢlıca deri ile temas sonucu ve krom içeren toz ve buharların solunması ile olur. Endüstride çalıĢanlar kroma dermal maruz kaldıklarında kontakt dermatit hastalığına neden olur. Kromdan zengin besin kaynakları bira, mantar, maya, et, karaciğer, böbrek ve baharatlardır. Günlük alım miktarı 50- 200 μg/gün kadardır. Nikel Nikel, membranların yapı ve metabolizmasında rol oynar. Metaloenzimlerde kofaktör olarak görev yapar. Arginaz, karboksilaz ve asetil koenzim sentetaz gibi enzimleri, tripsin fermentini aktifleyerek, asit fosfatazın etkisini azaltarak yağ dokusu ve hormonları etkiler. Demir elementinin canlılar tarafından daha fazla değerlendirilmesi için gerekli bir elementtir. Nikel endüstrisinde çalıĢanlarda inhalasyon sonucu zehirlenmeler oluĢabilir. Nikele maruziyetin oluĢturabileceği baĢlıca sağlık riski kontakt dermatit hastalığı ve solunum sistemi kanserleridir. Bunlar içerisinde burun ve akciğer kanseri en sık rastlanılanlarıdır. Nikel allerjisi olanlara zararlıdır. Nikelden zengin besinler çikolata, katı yağlar ve sebzedir. Günlük alım miktarı 100–300 μg/gün olmalıdır. Brom Brom bileĢikleri sanayide ve laboratuarda kullanım alanı yaygındır. Ġlaçların içeriğinde, özellikle sedatif etkili ilaçlarda, organik ve inorganik formlar Ģeklinde kullanılır. AĢırı alınması kiĢide alıĢkanlığa ve brom zehirlenmesine yol açar. Yer kabuğunda bol bulunan bir elementtir. Deniz suyunda, deniz bitkilerinde ve maden yataklarında bulunur. Günlük alım miktarı 2-8 mg/gün kadardır. Bakır Daha çok istiridye, karaciğer, balık ve yeĢil sebzelerde bulunur, ince bağırsaktan emilir; albumin (%10) ve serüloplazmin (%90) ile taĢınır; Serbest miktarı %1'in altındadır. Ġdrar ve safra yolu ile atılır. Bakır birçok metaloenzimin (tirozinaz, katalaz, sitokrom oksidaz, süperoksit dismütaz, dopamin beta-hidroksilaz, lizil oksidaz vb.) 306 Oral Sessions kofaktörüdür ve aminolevülenik asit yapısına girer. Bakır intestinal memir emilimini arttırır. Serüloplazmin transferine bağlanmadan önce üç değerli (ferrik) demiri, iki değerlikle (ferröz) demire dönüĢtürür. Bu nedenle bakır eksikliğinde hipokrom mikrositer anemi olur. Bakır eksikliğinde büyüme geriliği, hipokrom mikrositer anemi, nötropeni, seberoik dermatit, hipotoni ve hepatomegali görülür. Günlük bakır ihtiyacı 1,5-3 mg/gün kadardır. Demir Demir en önemli esansiyel eser elementtir. Yeryüzünde en çok bulunan ve insan için önemli bir elementtir. Kanda oksijen taĢıyan hemoglobinin, myoglobülin, sitokromun ve birçok enzimin yapıtaĢıdır. Beyin geliĢiminde ve immün sistemde rol oynar. Hücrelerde biyokimyasal oksidasyonlarda görev alır. Kadınlarda ve hamilelik süresincedeki kadınlarda fetüs geliĢimi için önemlidir. Demir eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkan demir eksikliği anemisi dünyada en sık rastlanan ve bilinen hastalıklardan biridir. Demir eksikliğinde enfeksiyonlara karĢı direnç azalır. Bu eksiklik demir takviyeleri ile giderilebilir. Demirden zengin besin kaynakları sakatatlar, istiridye, mısır gevreği, sığır karaciğeri, tüm kepekli tahıllar, et ve et ürünleridir. Günlük alım miktarı 10-15 mg/gün‘dür. Bor Bor, insan vücudunda fonksiyonu tam olarak bilinmemektedir. Dünya üzerinde doğal olarak bulunmaz. Endüstride ve sanayide kullanım alanı yaygın bir elementtir. Diyette bor yokluğu; beyin fonksiyonları, enerji değiĢikleri ve kalsiyum metabolizması ile tarif edilmiĢtir. Günlük alım miktarı 2-5 mg/gün olmalıdır. Manganez Manganez, bazı enzimlerin yapısında oksidatif fosforilasyonda, bağ dokusunda, üreme ve büyüme fonksiyonlarında görev alır. Biyokimyasal olarak metalloenzimlerin bileĢeni ve enzim aktivatörü olarak görev yapan esansiyel bir elementtir. Manganez kümesinin ayrıntılı yapısı tam olarak bilinmemektedir. Protein ve karbonhidrat metabolizmasında ve yağ asitlerinin sentezinde rol alır. Manganezin etkileri baĢlıca plazma, karaciğer, solunum sistemi ve beyinde görülür. Manganez endüstrisinde ve ocaklarında çalıĢanlarda manganez zehirlenmesi görülür. Belirti olarak canlı tendon refleksi ve ağır biliĢsel kayıplar ile kendini gösterir. Erkekler uzun süre manganezin etkisi altında kaldıklarında iktidarsızlık oluĢabilir. Manganezden zengin besinler çay yaprağı, kepekli un, ıspanak, fındık, soya, tahıl tohumları, ceviz ve kabuklu yemiĢlerdir. Günlük alım miktarı 2,5- 5 µg/gün ‗dür. Silisyum Silisyum, doğada oksijenden sonra en yoğun bulunan elementtir. Cam endüstrisinde kullanılır. Ġnsanlarda asit mukopolisakkaritlerin, kollajenin ve elastinin yapısında yer alır. Silisyum iĢlenmemiĢ tahılda fazla miktarda olup, hayvansal gıdalarda azdır. Silisyum antiaterojenik etkiye sahiptir. Silisyumun tozlarının uzun bir süre solunması silikozis denen hastalığa yol açar. Günlük alım miktarı 21- 46 mg/gün olmalıdır. Kalay Kalay, mide suyunda gastrin hormonunu aktiflediği için protein sentezinde etkilidir. Normal beslenme ile eksikliği görülmez. Ġnsanlar için en tehlikeli kalay formu organik kalay bağlarıdır. Kalay bileĢikleri tarım, plastik ve boya endüstrisinde kullanılır. Kalay 307 Sözlü Bildiriler bileĢiklerinin toksik etkisi çevre faktörlerinden kaynaklanır. EriĢkin bir insanda 15-30 mg kadar bulunur. Günlük alım miktarı 0,1-1,6 mg/gün kadardır. Vanadyum Vanadyum, kemik ve diĢler için önemli bir elementtir. Yer kabuğunda çok az bulunan bir element olup insan için yaĢamsal öneme sahip bir elementtir. Tiroid metabolizmasında yer alır. Mikroorganizmaların ve bazı bitkilerde bulunan enzimlerin iĢlev görmesi için vanadyum gereklidir. Adenilat siklaz, protein kinaz, Na-K ATPaz ve fosforil taĢıyıcı enzimler üzerinde etkisi vardır. Toksisitesi daha kolay görülen bir elementtir. AĢırı alımı insanlarda manik depresif hastalığının etiyolojik faktörüdür. Kemik de diĢlerin oluĢumu için önemlidir. Diyetle alınan vanadyumun %85‘i emilmeden atılır. Vanadyumdan zengin besinler yumurta, balık, zeytinyağı, et ve et ürünleridir. Günlük alım miktarı 10-25 μg/gün kadardır. Kadmiyum Kadmiyum, vücuttaki fonksiyonu tam olarak bilinmemekle birlikte kimyasal özellikleri çinkoya benzemektedir. Çinkonun saflaĢtırılmasıyla elde edilir. Vücutta kadmiyum bulunmaz. Sindirim ve solunum yoluyla, sigara içimi ve sigara içimine bağlı ortama salınan dumanlar ile dıĢardan alınır. Sigara içmeyenlerde kadmiyumun temel kaynağı diyetle alımıdır. Vücutta ortalama 5-20 mg olan total kadmiyum oranı sigara içenlerde iki kat daha fazladır. Alınan kadmiyum ancak 20 yıl sonra vücuttan atılır. Endüstriyel sahalarda çalıĢanlarda fazla miktarda alınması tehlikeye neden olur. Lifli ve deniz kabuklularından zengin beslenme kadmiyum alımını arttırır. Günlük alım miktarı 50 μg/gün‘dür. Civa Civa, toksisitesi yüksek olan bir metaldir. Mikroorganizmalar civayı daha zehirli bir civa formu olan metil civaya dönüĢtürürler. Metil civa besinlerin en üst seviyesinde mikroorganizmalarla birlikte birikir. Civa solunması ve koklanması tehlikelidir. Bu durum merkezi sinir sistemini olumsuz etkileyerek ensefolapati ve nöbet, parkinsonizm, dizartri ve periferik nöropatiye neden olur. Metil civa kolayca plasentadan anneye, anne sütünden de bebeğe geçebilir. Günlük alım miktarı 2-6 μg//gün kadardır. Arsenik Arsenik, metalloid özellik gösteren, yer kabuğunda çok az olarak bulunan ve geniĢ bir dağılımı olan elementtir. Arsenik bulunabilen en toksik maddelerden biridir. Arsenik zehir kelimesiyle neredeyse özleĢmiĢtir. Ġnsanlar arseniğe gıdalar, su, havayolu ve toprak ile maruz kalabilirler. Günlük 2 miligramdan fazla arsenik alımı arsenik zehirlenmesine neden olur. Zehirlenme belirtisi olarak kusma, kanlı ishal, myoglobinüri, böbrek yetmezliği, aritmi, hipotansiyon nöbet koma ve ölüm görülebilir. ÇeĢitli arsenik bileĢikleri birçok endüstri kolunda kullanılır. Arseniği oluĢturan arsin renksiz, hafif sarımsak kokulu bir gazdır. Ġnsan beyninin lipid fazında bulunur. Deney hayvanları üzerinde yapılan araĢtırmalarda arseniğin insan için eser miktarda esansiyel olacağı gösterilmiĢtir. Ġnorganik bileĢikler organik bileĢiklerden daha toksik etkiye sahiptirler. Günlük alım miktarı 60 μg/gün olmalıdır. 308 Oral Sessions Alüminyum Yer kabuğunda en bol bulunan ve kullanım alanı oldukça geniĢ bir elementtir. Alüminyum kozmetik, gıda, ambalaj, inĢaat ve boya endüstrisinde yaygın olarak kullanılır. Tıpta antiasit ve büzücü özelliklerinden dolayı kullanılan bir elementtir. Diyetle alınan alüminyum böbrek glomerülleri tarafından kanda etkin bir Ģekilde filtre edilerek elimine edilirler. Renal yetmezliği olan hastalarda alüminyum eliminasyonu olmadığı için diyaliz süresince alüminyum toksisitesine ve buna bağlı diyaliz demansı tablosuna maruz kalırlar. Alüminyumun aĢırı alımı beyin ve kemikte alüminyum birikmesine neden olur. Kemik dokularında biriken alüminyum kalsiyum değiĢ tokuĢuna, eritrositlerde yetersiz hemoglobin bulunmasına, beyin kabuğunun zarar görmesine, ileri yaĢlarda hafıza kaybı ve unutkanlığa neden olur. Bu durumun devam etmesi sonucu vücutta aĢırı alüminyum birikimi adı verilen hastalık ortaya çıkar. Alüminyum üretimi ve alüminyuma maruz kalma 20. yy ‗da oldukça artmıĢtır. Bitki ve hayvan dokularında az miktarda bulunur. Yiyeceklerle tabii olarak alınmakla birlikte, alüminyumlu mutfak eĢyalarından da çok az miktarda alınır. Günlük alım miktarı 3,017 mg/gün kadardır. Flor Daha çok sularda, çayda, ette ve deniz ürünlerinde bulunur. %80-90 kadarı ince bağırsaklardan emilir. Hidroksiapatit kristallerinin yapısına girdiği için diĢ ve kemik oluĢumu için gereklidir. Florür diĢ minelerini sertleĢtiren ve çürümelerini önler. Anne sütü içinde az miktarda florür bulunmasına karĢın bebeklerde en az altıncı aya kadar florür eksikliği ortaya çıkmaz. Bu dönemde flor takviyesi yapılırsa sürmekte olan diĢ yapısı bozulabilir. Eğer Ģehir sularında yeteri kadar florür (0.6 ppm‘den az) yoksa, florürlü diĢ macunları kullanılmıyorsa ve diğer yiyeceklerden alınan flor miktarı düĢük ise flor takviyesi yapılmalıdır. Flor geliĢigüzel kullanılmamalıdır. Çünkü tedavi edici dozlar ile toksik dozlar arasındaki sınır fazla değildir. Flor fazlalığında diĢlerde siyah lekelenmeler (florozis) oluĢur. Günlük alım miktarı 3–4 mg/gün‘dür. KurĢun KurĢun, tabiatta doğal halde bulunan bir elementtir. Kolay iĢlenebilen, kullanım alanı oldukça yaygın ve ağır bir elementtir. Endüstrinin birçok kolunda kullanım alanı vardır. KurĢun gen transkripsiyon faktörleri, membran iyon taĢıma enzimleri, hücre içi sinyal enzimleri ve alfa-aminolevulinik asit dehitrataz gibi çinko bağımlı proteinlere irreversibl olarak bağlanır. Alfa-aminolevulinik asit dehitrataza bağlanarak hem yapımını ve hem bağımlı protein yapımını azaltmakta böylece alfa-aminolevulinik asit dehitrataz birikmesine yol açmaktadır. OluĢan bu birikim, oksijen depolanması ve taĢınmasını, mitokondride enerji yapımını ve P450 detoksifikasyon sistemlerini bozmaktadır. KurĢun, protein kinaz C ve kalsiyum bağımlı iyon kanallarını bozarak sinaps oluĢumunu azaltır. Her geçen gün çevremizdeki zararlı kurĢun oranı artmaktadır. Trafiğin aĢırı yoğun olduğu yerlerdeki bitkiler ve toprak kurĢunlu atıklar ile kirlenir Bu durum o bölgede yaĢayanların kanında kurĢun oranının yüksek olmasına yol açar. AĢırı kurĢuna maruz kalma kurĢun zehirlenmesi ile kendini gösterir. Belirti olarak gastrointestinal semptomlar; kolik, kabızlık, anoreksi, bulantı, myalji, baĢ ağrısı ve kramplar ile tanı konulur. KurĢun zehirlenmesi çocuklarda santral sinir sistemi, eriĢkinlerde ise periferik sinir sisteminin fonksiyonlarını daha çok etkiler. KurĢun zehirlenmesinde en güvenilir yöntem tam kanda kurĢun konsantrasyonunun ölçümü ile konulur. Vücuttaki kurĢunun önemli bir bölümü yiyeceklerle alınır. Bu 309 Sözlü Bildiriler yiyeceklere kurĢun, daha çok yiyeceklerin üretilmesi ve depolanması safhasında geçer. Organizmaya giren kurĢunun büyük miktarı kemik dokusu olmak üzere karaciğer, dalak ve böbrek dokularında birikir. DüĢük düzeyde ve uzun süre kurĢuna maruz kalınması hemoglobinin önemli bir parçası olan hem sentezine, eritropoeze, sinir sistemi ve kan basıncı üzerine etkisi olur. Günlük alım miktarı 21-160 μg /gün kadardır. Lityum Lityum, doğada lityum tuzları Ģeklinde bulunur. Alkali bir metaldir. Metabolik olaylarda sodyum ve potasyumun yerini alır. Endüstride geniĢ bir kullanım alanı olup pil üretiminde kullanılır. Lityum zehirlenmesi nadirdir. Lityum duygu durum bozukluklarında, bipolar bozukluklarda tedavi amaçlı kullanılan bir elementtir. Nötropeni tedavisinde de kullanılmaktadır. Lityum ilaç olarak kullanıldığında diğer ilaçlarla etkileĢiminin olması nedeniyle zehirlenmeye yol açabilir. AĢırı lityum alımı öldürücüdür. Kanda lityum oranı sürekli kontrol edilmeli ve kan lityum seviyesi 2 mEq/L geçmemelidir. Gastrointestinal sistem hastalıkları, konjestif kalp hastalıkları, kronik böbrek yetmezliği, psikiyatrik hastalıklar, merkezi sinir sisteminin dejenere hastalıkları ve addison hastalığı lityum zehirlenmesine yatkınlık sağlar. Lityumun toksik etkisi, nöron iletimini baskılar ve uyarılabilirliği azaltır. Günlük alım miktarı 60–70 μg /gün kadardır . VĠTAMĠN VE MĠNERAL TAKVĠYELERĠ Makro planda ele alındığında beslenme takviyeleri, vitamin ve mineraller, bitkisel ürünler, amino asitler, doku ekstraktları ve diğer bileĢimleri içeren ürünleri kapsamaktadır. Çoğu takviyelerin, hastalıkları önlemede pek de iĢe yaramadığı bilinmektedir. Buna rağmen on binlerce takviye satılmakta ve sadece az bir kısmı etkili olmaktadır. Daha da kötüsü, bazıları yarar sağlamaktan çok zarar verebilmektedir. Bunun nedenleri; — Besin takviyesi üreticileri, ürünlerinin etkili olduğunu satmadan önce kanıtlamak zorunda değillerdir. YoğunlaĢtırılmıĢ reklâmlarla etkili imajı oluĢturmaktadırlar. —Takviye üreticileri, ürünün içeriğinin yan etkisi olduğu bilseler bile, tüketiciye yan etkilerden bahsetmek zorunda değildir. BileĢmiĢ bitkisel takviyelerin sağlığa etkileri hakkında çok az Ģey bilinir. —Etiketlerde yazan içeriklerin miktarı genellikle hatalıdır: Çoğu takviye etikette yazdığından daha farklı miktarlarda içeriklere sahiptir. AraĢtırmalar düĢük kaliteli takviyelerin hem perakende satıĢ mağazalarında hem de internette satıldığını ortaya çıkarmıĢtır ve satılan her dört besin takviyesinden birinde, miktarların yanlıĢ etiketlediği tahmin edilmektedir. —Özellikle internet üzerinden satıĢa sunulan bazı takviyelerde, enfekte edici etkenlere rastlanmaktadır. Vitamin ve mineraller, vücüdumuzda sentezi mümkün olmayan, mutaka dıĢarıdan almamız gereken temel besin öğeleridir. Ancak bunların alınması için en uygun yol içinde bulundukları gıdaları tüketmektir. Bu ise dengeli beslenmekle gerçekleĢebilir. Dengeli ve yeterli beslenildiğinde vitamin ve mineral eksikliği oluĢmaz. Mineral eksiklikliği nadir görülür. Ancak bazı klinik durumlarda veya beslenme yetersizliklerinde vitamin ve mineral eksikliği geliĢebilir. Örneğin mide-bağırsak ülserine bağlı farkında olmadan sürekli kanayarak kan kaybediliyor ise, demir eksikliği 310 Oral Sessions geliĢebilir. Bu ve bunun gibi durumlarda eksikliği olan vitamin veya mineral ilaç Ģeklinde alınarak eksiklik giderilmelidir. Bunun yanında sağlıklı bireylerin ek vitamin ve mineral takviyesi almasına gerek yoktur. Tıbbi açıdan gerekli olduğu zaman gıda takviyelerinin güvenli kullanımı için ipuçları: 1. Ġhtiyacımız olmayan takviyelerden kaçınmalıyız. Takviyeleri ancak gerçekten faydalı olacak içeriklere sahip oldukları, hakkında sağlam bilgilerimiz varsa kullanmalıyız. 2. Sadece ihtiyacımız olan içeriğe sahip takviyeleri tercih etmeliyiz. Eğer D vitaminine ihtiyacımız varsa yalnızca D vitamini içeren bir takviye almalıyız. 3. Birden fazla bitkisel içeriği olan takviyelerden kaçınmalıyız. Birden fazla bitkinin sağlığımız üzerine etkisini belirlemek çok zor ve masraflı bir süreçtir. 4. Eğer ilaç kullanıyorsak veya bir sağlık sorunumuz varsa doktorumuza, almayı düĢündüğümüz takviyenin bize uygun olup olmadığını mutlaka danıĢmalıyız. 5. Hastalık iyileĢtirici olarak satılan takviyelerden uzak durmalıyız. Örneğin hipertansiyon, diyabet veya yüksek kolesterol gibi hastalıkları tedavi etmek amacıyla satılan takviyelerden sakınınız. Bu tip ürünlerin reklâmı çok yapılıyor olsa da, tedavi edici etkinliği tıbbi olarak kanıtlanmamıĢtır. 6. Kilo vermemize, cinsel ya da atletik performansımızı artırmaya yardımcı olduğu öne sürülen takviyelerden mutlaka kaçınılmalıdır. Bu takviyelerin sebepsiz ölümlerin nedeni oldukları unutulmamalıdır. KAYNAKLAR: BĠNGÖL G., Biokimya, Mis Matbaası ,Ankara, 1981. TEKMAN ġ. ÖNER N., Genel Biokimya, Fatih Yayınevi, Ġstanbul, 1981. LEHNĠNGER AL., Biochemistry, Worth Puplishers Inc, New York. 1988. GÖZÜKARA EM., Biyokimya, Ofset Pepianat Ltd. ġti. Ankara .1990. WORLD HEALTH ORGANĠZATĠON., Trace elements in human nutrition and health, Genova,1996. DOĞAN M., Sağlıklı yaĢamın kimyası. Popüler bilim dergisi, 2002;1:32-36. MEHMETOĞLU Ġ. Ankara. 2007 Klinik biyokimya laboratuvarı el kitabı. Nobel tıp kitabevleri, ÜNALDI M, YÖNTEM M. Biyokimya. Aybil dijital baskı sistemleri ve matbaa, Konya. 2011 ADAM B, YĠĞĠTOĞLU MR., Tıbbi biyokimya. Nobel Tıp Kitabevleri, Ankara. 2012 311