Avni Arbaş - Türk Resmi

Transkript

Avni Arbaş - Türk Resmi
RESİMLE BÜTÜNLEŞEN BİR HAYAT
AVNİ ARBAŞ
1919 da İstanbul'da doğan Avni Arbaş'ın resimle ilişkisi çocukluk günlerine,
babası, Kuvâyi Milliye subaylarından süvari albayı Mehmet Nuri Bey'in çalışma
odasında gördüğü suluboyalara ve yine babasıyla başladığı ilk resim
alıştırmalarına kadar uzanıyor. Sanatçı bu süreci ' Kendimi bildim bileli, resimle
iç içeyim, hayatımın hiçbir dönemimde "ne yapmalıyım?", "ne olmalıyım?" gibi
bir düşüncem ve endişem olmadı' sözleriyle açıklıyor.
1946 yılında Galatasaray'dan mezun olup, kazandığı bursla Fransa'ya giden
sanatçı, aynı dönemde yaşamlarını Paris'te sürdüren ressamlarımız Fikret
Mualla, Abidin Dino, Nejad Devrim, Mübin Orhon ile birlikte "L'Ecole de Paris"
sanatçıları arasında anıldı.
1951'den bu yana İstanbul, New York, Paris, Ohio gibi sanat merkezlerinde
kişisel sergiler gerçekleştiren Avni Arbaş, yaşamının 30 yılını Paris'te geçirdi ve
1977'de Türkiye'ye döndü. 1970 ve 80'lerde ağırlıklı olarak "Mustafa Kemal"
portrelerinin yanı sıra, "İstanbul" ve "Boğaz" konulu yapıtlar üreten Avni Arbaş,
yaşamını Foça'da sürdürüyor. Sanatçının yapıtları İstanbul Resim ve Heykel
Müzesi, Ankara Resim ve Heykel Müzesi, Musee de Picasso (Antibes), Amman
Güzel Sanatlar Müzesi gibi kurumların yanı sıra, Türkiye, Fransa, İtalya, İsviçre
ve ABD'deki özel koleksiyonlarda bulunuyor. Sanatçı, 60 yılı aşkın sanat
yaşamını bir cümle ile özetliyor: "Kendime hiç ihanet etmedim!"
Kendi resminin peşinde
Avni Arbaş ilk kez gerçek bir resimle, bir kartpostalda tanıştı. Turner’in bir
resmiydi bu. 1928’in Üsküdarı’nda bir kırtasiyeciye hangi rüzgâr atmıştı bu
kartpostalı? Yaşamın şaşırtıcı rastlantılarından biri olsa gerek. Avni Arbaş,
kalem ve defteriyle birlikte aldığı bu avuç içi büyüklüğündeki karta günlerce
bakıp durdu. Daha sonra Galatasaray Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında, yavaş
yavaş yeteneğini keşfetmeye başlayacak, çok geçmeden de yaşamında
tutacağı tek bir yol olduğunun bilincine varacaktır; ressam olmak...
O yıllarda Fındıklı’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nin orta bölümü vardır.
Arbaş, Galatasaray Lisesi’ndeki öğrenimini yarıda bırakıp buraya kaydını
yaptırır.
Ama hayatındaki ilk resim hocası babasıdır; Kuvayi Milliye subaylarından
Albay Mehmet Nuri Bey. “Babamı hep resim yaparken, kendimi de onun
yanında boyalarla oynarken hatırlıyorum. Yani kendimi bildiğimden beri sürekli
resim yaptım ben. Beni resme babam teşvik etti. Bana hep ‘Sen ressam
olacaksın’ derdi.”
Yıl: 1937; Akademi’nin kapısından içeri adımını attığı andan itibaren, el
değmemiş ak tuvaller, terebentin, bezir kokuları ve samur fırçaların içinde bulur
kendini. Bu onun düşlediği dünyadır; resmin büyülü dünyası... Yıllar sonra
“Resim sanatının kuralları olduğunu ben Leopold Levy’den öğrendim “
diyeceği hocasıyla yakın bir ilişki kuracaktır o yıllarda. 1946 yılına kadar
kalacağı akademi yıllarında çeşitli sergilere (başta Liman Sergisi olmak üzere)
katılır. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in çabalarıyla düzenlenen
CHP’nin yurt gezilerine seçilen ressamlardan biri de genç Avni Arbaş’tır. İlk kez
o yılların yoksul Anadolu’sunun acı yüzüyle tanışır.
Kendine ihanet etmedi
Ve büyük savaş bitmiştir. Avni Arbaş akademiden diplomasını bile almadan,
Fransız hükümetinin verdiği bir bursla kapağı Paris’e atar. Avni’nin 30 yıl
sürecek Fransa serüveni başlamıştır. O yıllarda tüm dünya ressamlarının
Kâbe’si olan bu kent, savaştan yeni çıkmış olmasına karşın, sanat alanında
olağanüstü bir canlılık, arayış ve yenilikler içindedir. Tüm değerlerin
sorgulandığı ve soyut resmin kayıtsız şartsız egemenliğini ilan ettiği böyle bir
ortamda, Avni bu yeni akımlara kayıtsız kalmasa da, tuttuğu yolun yönünü
değiştirmez. Arbaş aynı dönemde yaşamlarını Paris’te sürdüren Fikret Mualla,
Abidin Dino, Nejad Devrim ve Mübin Orhon ile birlikte “L’Ecole de Paris”
sanatçıları arasında anılacaktır.
Paris’teki ilk sergisinde yer alan resimlerin çoğunluğunun Mahmut Makal’ın,
‘Bizim Köy’ adlı eserinden esinlenerek yaptığı Anadolu’dan insan manzaraları
olması, her gittiği yere kendi gerçeğini götürdüğünün kanıtıdır.
Yıllar sonra (1977)’de, uzak düştüğü kentine, İstanbul’a “kavuştuğunda”,
uzaktan da olsa ilk göz ağrısı Turner’ı anımsatan sisli deniz manzaraları
resmeder.
Avni Arbaş’ın, Fransa resimleriyle Türkiye resimleri arasında, ne konular, ne
resim dili açısından uçurumlar vardır. O gün, o saatte, orda olan ressamın
fırçasından çıkmış manzaralardır bunlar.
“Ben bildiğimi resmederim” diyen ustanın resimlerinde hiçbir öykü, metafor
ya da simgeyle karşılaşılmaz. Ressam renklerle, biçimlerle yaratacağı etkiden
başka bir şey düşünmemiştir. Onu ilgilendiren, yalnızca resminin gerçekliğidir.
AVNİ ARBAŞ
"Neden resim yapıyorum? Kendi hissettiklerimi anlatmak için...Başkalarının
söylediklerini yaparsam kendi resmimi yapmamış olurum. Geleceğin veya
geçmişin değil kendi resmimin peşindeyim ben" Ferit Edgü, resme başladığı
yıllardaki çizgisini geliştirerek bugüne kadar getiren ve bu süreçte moda olan
akımlara kendini kaptırmayan Avni Arbaş'ı kitapta şöyle anlatıyor: "O,
kendinden önce varolan resmin dilini kullanarak, o resim dili içinde kendi
sesini, dilini ve kişiliğini aramıştır.Bu nedenle Avni'nin yaklaşık yarım yüzyıllık
sanatında iniş çıkışlarla karşılaşmıyoruz. Nerede olursa olsun hep aynı resmi
yapıyor. Avni gibi sanatçılar, kendinde bir geçmiş ve o geçmiş içindeki
sanatçılardan bazılarını seçer yol gösterici olarak. Onlara öykünmek için değil,
onlarla bir göbek bağı olduğunu sezdiği için böyledir bu.."Modern resmin
ustaları arasında Avni Arbaş'a en yakın sanatçının Picasso olduğunu belirten
Edgü, 'resim, benden daha güçlü, ne isterse yaptırıyor bana" diyen Picasso'nun
tam tersine, Arbaş'ın "resme söz geçirmeye çalıştığını" söylüyor. Sanatçının,
öğrencilik döneminden yıllar sonra gerçekleştirdiği gerek desenlerinde, gerek
yağlıboyalarında beli bir ustalığın izlerini taşıdığını ekleyen Edgü, Arbaş'ın
sanat çizgisini ise şöyle değerlendiriyor: "...Bu resimlerde gördüğüm bir şey
var ki, o, pek o kadar olağan değil. Avni'nin Türkiye'de, daha sonra Fransa'da,
daha sonra yine Türkiye'de geçen, uzun sanat yaşamı boyunca, Akademi'deki
gençlik yıllarında tuttuğu yoldan ayrılmamış olması. Kuşkusuz, aradan geçen
yıllar boyunca hep aynı resmi yaptı demiyorum. Ama, her zaman, aynı anlayışta
resimler yaptı, diyorum" .Arbaş ise, "Resim bir itiraftır" diyor ve ekliyor
"Hayatın gayesi kendisi olmaktır insanın. Kalkıp başkası olmaya kalksam ne
ifade eder bu... sanatçı kendini ifade eder resimlerinde." Eleştirmenler, Avni
Arbaş'ı doğanın bir kopyacısı olmaktan kurtaranın, modeli yani doğayı kendi
tuvalinde yeniden yaratması olarak yorumluyor. Ferit Edgü ise "Arbaş'ın
yapıtlarında, sahte bir naiflik, folklara dayalı bir yerellik ve rastlantısal bir
şiirsellik yok. Arbaş'ın resimlerinde insanlar var, dünya var...özellikle de atlar,
hareket ve mücadele." diyor.
AVNİ ARBAŞ’IN NAZIM HİKMET’İ KONU
ALAN DESEN DİZİSİ
Ressamın BU desenleri çizebilme fırsatını bulabildiği ana kadar uzaktan izlediği
şairi nihayet karşısında – desen defteri ile kuşun kaleminin menzili içerisinde bulan –
bir büyük desen ve portre ustasının heyecanını ve coşkusunu yansıttığı gibi , onun
ilgisini çeken bir kimliği nasıl etüt ettiğini ve ileride gerçekleştireceği yapıtlarının ön
çalışmalarını , kurgulama kararlarını verme yönteminin ip uçlarını da sezebilmemizi ve
konularına da genelde nasıl yaklaştığını da algılayabilmemizi de sağlıyor.
Desen Defteri Kapak
18 x 11 cm.
Ressam Avni Arbaş anlatıyor:
"Nazım'ı ilk gördüğümde 15 yaşındaydım. O dönemde, Galatarasay'da her sene
fuar yapılırdı. Orada bir hoca vardı. Ressam. O da fuarda bir pano almış, bir
şeyler yapıyor, ben de yardım ediyordum. Hava güneşliydi. Bahçedeydik, Yusuf
Ziya da vardı. O zamanlarda o çevrede gazetelerin büroları vardı.
O sırada beyazlar giymiş, uzun boylu, sarı hatta kızıl saçlı bir adam geldi.
Hemen tanıdım. Daha önce resimlerini görmüştüm çünkü. Orada tanışmadık
ama o onu ilk görüşümdü.
Sonra aradan seneler geçti. Paris'teydim. 1958 senesiydi. Abidin Dino aradı.
"Nazım geldi" dedi. "Yarın Montparnasse'da bir kafede bulaşacağız sen de gel".
Eşimle birlikte gittik.
Beni gördüğünde sanki uzun süredir görmediği bir dostuymuşum gibi
kucaklaştık. O sırada eşim Henriette'i Nazım'la tanıştırırken ona başımızdan
geçen bir olayı anlattım.
Picasso ile tanıştığımızda Henriette "Dünyada en çok tanışmak istediğim iki kişi
vardı biri sizsiniz (Picasso) biri de Charlie Chaplin demişti. Henriette bunu
söyledikten sonra Picasso " Ve Nazım Hikmet" diye eklemişti.
Bunu anlatınca Nazım, kalkıp Henriette'in elini öptü ve teşekkür etti. Nazım'a
"Niye Henriette'e teşekkür ediyorsun" diye sorunca da " Beni düşündüğü için"
diye cevap verdi.
Ben Nazım'a onu düşünenin Henriette değil Picasso olduğunu söyleyince de
epey gülmüştük.
1962 Kasımında Paris'te Avni Arbaş, Güzin Dino, Nâzım, Abidin Dino, Vera Tulyakova.
18 x 1
Portfolyo Kapak
Karton / Ofset Baskı
30.2 x 21.7 cm.
Mas Matbaacılık, Aralık 1990
500 Adet Basılmıştır.
Desen, 17 Nisan 1961
Kağıt / Kurşunkalem
18 x 11 cm.
Desen, 17 Nisan 1961
Kağıt / Kurşunkalem
18 x 11 cm.
Desen, 17 Nisan 1961
Kağıt / Kurşunkalem
18 x 11 cm.
Desen, 17 Nisan 1961
Kağıt / Kurşunkalem
18 x 11 cm.
Desen, 17 Nisan 1961
Kağıt / Kurşunkalem
18 x 11 cm.
Desen, 17 Nisan 1961
Kağıt / Kurşunkalem
18 x 11 cm.
Desen, 17 Nisan 1961
Kağıt / Kurşunkalem
18 x 11 cm.
Desen, 17 Nisan 1961
Kağıt / Kurşunkalem
15.1 x 11 cm.
Desen, 1961
Kağıt / Kurşunkalem
15.1 x 11 cm.
Desen, 1961
Kağıt / Kurşunkalem
15.1 x 11 cm.
Desen, 1961
Kağıt / Tükenmez Kalem
15.1 x 11 cm.
Desen, 1961
Kağıt / Tükenmez Kalem
15.1 x 11 cm.
Desen, 1961
Kağıt / Tükenmez Kalem
15.1 x 11 cm.
AVNİ ARBAŞ
VE ATATÜRK PORTRELERİ
Ailesiyle Aydın'da bulunurken 6 yaşındadır. Mustafa Kemal İzmir'e
geldiğinde babasıyla birlikte karşılamaya gider. O zaman İzmir
suikastı yapılmıştır. Babası "Bu bizim son şansımız, kıymetini
bilelim" demiştir. Avni Arbaş o gün bugündür Mustafa Kemal
portreleri yapmaktadır.
Mustafa Kemal
65x50 cm
1987
Yağlıboya
116x81 cm.
Yağlıboya
Mustafa Kemal
50x40
1990
Yağlıboya
Mustafa Kemal
91x71
1990
Yağlıboya
Bazen küçük bir kız çocuğu, bazen Asmalımescit’in bir hamalı, ama her zaman
at ve atlılar. Ressamların sevgilisi bu soylu hayvan, Avni’nin tuvalinde Nâzım
Hikmet’in Kuva-i Milliye atlarına dönüşmüştür. Atlar onun yakasını da, fırçasını
da bırakmadı. 1950’lerdeki Nâzım, 1970-80’lerdeki Mustafa Kemal portrelerine
birer ‘Avni Arbaş klasiği’ denilebilir. Kimbilir belki de yaşamının sonuna değin
sürdürecek bu resimlerini. Onunkisi yalnızca resme adanmış bir yaşam. Bu
onun kendi yolu.
Başa dön
Mustafa Kemal ve Kuvayi Milliye Atlıları
92x81
1995
Yağlıboya
Atlı Mustafa Kemal
72x54
1988
Yağlıboya
Atlı
100x76
1986
Yağlıboya
Atlı
35x48
2000
Yağlıboya
Bu atlar Avni'nin atları
Kuvayi Milliye Atları
Kara yamçı altında ak sağrı dolgun
Titrer burun kanatları
Bu atlar Avni'nin atları"
Atlı
1976
Suluboya
Atlı
40x32 cm.
1996
Yağlıboya
Kuvayi Milliye Atlıları
475x545 cm.
1995
Yağlıboya
Atlılar
93x73 cm.
1990
Yağlıboya
Kuvayi Milliye Atlıları
130x162 cm.
1973
Yağlıboya
Atlı
37x41
1981
Yağlıboya
At olmak güzel bir şeydir
Bir vesile ile resimlerini çok beğendiğini öğrendiği Picasso ile tanıştığında
önce heyecanlanmış Avni Arbaş, sonra içinden düşünmüş “O Picasso ise, ben
de Avni Arbaş’ım. Ben hiç onu taklit etmedim ki”. Gelenekçi, muhafazakar bir
ressam hiç değildi Arbaş, ama onun meselesi resmin kendisiyle olduğundan,
başkalarına benzemekten, hazmetmediği bir akıma kapılmaktan da çekinirdi.
Hastalığının son dönemlerine kadar ya İstanbul Asmalımescit’teki atölyesinde
ya da Foça’daki evinde yedi, sekiz saat tuvalinin başında olurdu. Aksini,
kendine ihanet olarak addediyordu çünkü usta...
Bir anektodla bitirelim: Dostu Nazım Hikmet’in de gördüğünde “Avni’nin Atları”
adlı şiirini yazdığı “Atlar” serisi bir panelde tartışılırken, “Bazen kendimi at gibi
hissediyorum” demiş Avni Arbaş, panel yöneticisi can havliyle araya girmiş
“Aman efendim, estağfurullah”. “Halbuki”, diyor “at olmak güzel bir şeydir”.
Oturan Kadın
46x55 cm.
1997
PasteL
Oturan Kadın (Zerrin Abraş)
65x54cm.
1944 -45
Yağlıboya
Kırmızılı Kadın
1945
Yağlıboya
Kız Çocuğu
67x46 cm.
1987
Guaj
İki Çocuk
73x104 cm.
1972
Yağlıboya
Deniz kıyısında kız çocuğu
1962
Kedili Çocuk
104x70 cm.
1990
Yağlıboya
Flüt Çalan Çocuk
104x70 cm
1990
Yağlıboya
Clochard
100x60 cm.
1975
Yağlıboya
Clochard
112x75 cm.
1975
Yağlıboya
Clochard
1975
Demirci
1975
Otoportre
63x48 cm.
1975
Pastel
Zerrin Abraş Portresi
65x54 cm.
1944
Yağlıboya
1948
Suluboya
Henriette’nin Portresi
70x50 cm
1954
Clochard
1976
Şapkalı Çıplak
92x73 cm.
1998
Yağlıboya
Oturan Çıplak
1998
Yağlıboya
Yol gösterici doğa
Onun resimlerinin çıkış noktası heyecanlar, gözlemler, sevgiler, tutkular,
başkaldırılar, özlemler...
Resminin temelinde doğa vardır. Nerede yaşadıysa, oranın manzarasını, yani
doğal görünümlerin, renklerini tuvalinde yansıtmıştır. Çoğu kez insanlarıyla
birlikte. Sokaklar, kırlar, deniz kıyısındaki insanlar, balıkçılar. Natürmortlar;
Çiçekler 1950’lerin ortalarından beri karşımıza çıkar.
23x27 cm.
Yağlıboya
30x23 cm.
Yağlıboya
54x32 cm
Yağlıboya
Vazoda çiçekler
100x71 cm.
1955
Yağlıboya
Vazoda çiçekler
49x39 cm.
1980
Yağlıboya
Vazoda çiçekler
73x50 cm.
1955
Yağlıboya
Vazoda çiçekler
40x30 cm.
1979
Yağlıboya
Vazoda çiçekler
1955
Yağlıboya
Vazoda çiçekler
1993
Suluboya
Çiçekler
100x50 cm.
1984
Yağlıboya
Vazoda Çiçekler, 1956
Tual / Yağlıboya
90 x 64 cm.
AVNİ ARBAŞ’IN VEFATINDAN
SONRA HAKKINDA YAZILAN YAZILAR
Ünlü ressam Avni Arbaş vefat etti.
Ünlü ressam Avni Arbaş, bugün İzmir'in Foça İlçesi'ndeki
evinde vefat etti.
Yapılan açıklamada, uzun süredir kanser rahatsızlığı
bulunan Avni Arbaş'ın (84) uyurken vefat ettiği bildirildi.
Arbaş'ın cenazesinin yarın Foça'daki evinin önündeki
yapılacak törenden sonra İstanbul'a götürüleceği ve 18
Ekim Cumartesi günü, Aşiyan Mezarlığı'nda toprağa verileceği kaydedildi.
1919 yılında İstanbul'da doğan ve resimle ilişkisi, çocukluğunda, babasıyla başladığı
ilk alıştırmalara uzanan Arbaş, sanat yaşamının 30 yılını Fransa'da geçirdi. 1951'den
bu yana İstanbul, New York, Paris ve Ohio gibi sanat merkezlerinde kişisel sergiler
açan Arbaş, 1977'de Türkiye'ye döndü.
Sanatçı, 1970 ve 1980'lerde ağırlıklı olarak ''Mustafa Kemal'' portreleriyle ''İstanbul''
ve ''Boğaz'' konulu yapıtlara imza attı. Ünlü sanatçının, manzara, natürmort, portre,
insan manzaraları ve atlar gibi temaları işlediği 110'u aşkın eseri ve yaşamından
önemli kesitleri yansıtan fotoğrafları bulunuyor.
BU ATLAR AVNİ’NİN ATLARI
Hatırlarsanız Atların, Kuvayi Milliye Atlıları'nın ressamı Avni Arbaş'ı yaşamının son yıllarını
geçirdiği Foça'daki Atölye/evinde üç yıl önce yitirmiştik.
2003 yılı yaz başlarıydı sanıyorum. Bir gazete, satır aralarında geçen bir haberde Avni
Arbaş'ın amansız hastalığa yakalandığından söz ediyordu. Piriç Han'daki atölyemde resim
çalışırken, Foça'ya gidip bir şekilde kendisiyle tanışmayı, ona yakın olabilmeyi çok
istemiştim. Ama, olmadı işte... Kısmet değilmiş. Oysa ki, 1978'de yitirdiğimiz ünlü ressam
Orhan Peker'in izini sürebilmek, hayatına-kişiliğine dair bir iki kelime duyabilmek için
İnebolu'nun yolunu tutmuştum. Atlar, her ikisinin de vazgeçemediği ortak konuydu. Öyle
ki, Ferit Edgü'nün söylediği gibi "Avni'nin atları epik, Orhan'ınkiler
ise lirik" idi.
Dörtnala koşulmuş 84 yıllık (1919-2003) uzun soluklu hayatını
tamamlamış, resimlerindeki o Kuvayi Milliye Atları'ndan birinin
kanatları üzerinde sanat tarihimizdeki yerini almıştı. Sanki,
Japonların ünlü ressamı Hokusai ustayı örnek almıştı. Çünkü,
Hokusai 80 yaşında harika işler yapmış ve "...bir seksen daha yaşasam ne güzel şeyler
yaparım" demişti. Avni Arbaş da Hokusai'e atfen "bu ressam bir seksen yıl daha yaşasa
eminim yine aynı şeyleri söylerdi" diyerek resme ve yaşama olan bağlılığını dile
getirmişti.
Sanırım 2001 yılıydı. İstanbul'da İş Bankası Kuleler'indeki Kibele sanat galerisinde Avni
Arbaş retrospektif* sergisi açılmıştı. Yine hayıflanıyordum İstanbul'da yaşamadığıma.
Tesadüf bu ya, sergi bitmeden İstanbul'a görevli gitmiştim. İşlerimi aksatmayacak
şekilde, yaklaşık 1,5 saatlik bir kaçamak yaparak Karaköy'den Levent'e koşuşturmuş ve
nihayet Sergi salonuna kendimi atmıştım. Hangi yöne bakacağımı, nereden başlayacağımı
şaşırmıştım. O anda, dünyanın en zengin insanı, en şanslı kişisi bendim. Çünkü, Zeynep
Oral'ın söylediği gibi "Avni Arbaş:Resim ustası, çizgi, desen ustası, renklerin ustası, ışığın
ve gölgenin ustası: öyle olmasa, onun portrelerine bakınca, resmettiği insanın
görüntüsünden çok, gizli kişiliğini; manzaralarda bir coğrafyadan çok, bir tarihi ya da
zamanı; Kuvayi Milliye Atları'na bakınca Kurtuluş Savaşı'nın destanını ve duygusunu,
balıkçılarına bakarken balıkçıdan çok emeği; çocuk portrelerine bakınca coşkuyu,
çiçeklerine bakınca umudu görebilir miydik..."
"Bu atlar Avni'nin atları
Kuvayi Milliye Atları
Kara yamçı altında ak sağrı dolgun
Titrer burun kanatları
Bu atlar Avni'nin atları"
Diye yazmıştı Nazım Hikmet, 1958'de Paris'te Arbaş'ın Kuvayi Milliye Atlarını gördükten
hemen sonra.
1919'da İzmir'in işgal edildiği günlerde dünyaya gelmişti.
Babası Kuvayi Milliye saflarında yer almış bir subaydı. İlk
resim derslerini babasından almıştı. 1923'de Muğla'da
çekilen bir fotoğrafta giydiği Kuvayi Milliye kalpağının
getirdiği o ruhu hep taşımıştı. Galatasaray Lisesi'nde
okumuş, 1937'de girdiği Akademi'de Leopold Levy'nin
öğrencisi olmuştu. 1946'da Akademi'deki eğitimini yarıda
bırakıp, kazandığı bursla Fransa'ya gitmiş ve adeta resim
sanatının içerisine dalmıştı. Ancak, 37 yıl sürecek Fransa
serüveninin başlangıcında eşini doğum sırasında
kaybetmiş ve kızına eşinin adını vermişti.
İlk sergisini 1951'de İstanbul'da, ardından 1952'de
Paris'te Galeri La Rue'da açmıştı. O yıllarda Picasso ile
tanıştı. Paris Okulu sanatçıları arasında yer aldı ve
1952'de ünlü "Octobre" sergisine katıldı. Resim çalışmaları
nedeniyle, 1954'de çıkarılan
vatandaşlık kanunu uyarınca
askerlik için başvurmadığından
vatandaşlıkdan çıkarıldı. 1971'de
ölen annesinin cenazesine özel
Kızını uzun yıllar göremedi. 1977'de
vatansız ("haymatlos") idi. Çünkü,
geçmemişti! 1981'de Atatürk'ün
düzenlenen "Kurtuluş Savaşı ve
birincilik ödülünü kazandı.
Abidin Dino, Nazım Hikmet,
Erhat, Abdi İpekçi, Aziz Nesin, Yaşar
dostları onun sanat dünyasının ne
denli zengin olduğunun bir başka
göstergesidir. Öyle ki, Yaşar
Kemal'in "İnce Memed" romanının I. ve II. ciltlerinin kapak
desenlerini o yapmıştır.
izinle ancak yetişebildi.
yurda döndüğünde o bir
Fransız vatandaşlığına da
100.doğum yılı nedeniyle
Devrimler" yarışmasında
Sabahattin Eyüboğlu, Azra
Kemal gibi düşün insanı
Arbaş, hep kendi resmini yapmış, akımların peşine takılmaktan
hep kendini alıkoymuştur. 35 yıl önce, Zeynep Oral'a bir röportaj
sırasında "Paris'e ilk gittiğimde, en büyük akıllılığım, belki bir
ekole bağlanmamak oldu. Şu ya da bu ekole, şu ya da bu akıma
bağlanmak, doğaya karşı gelmek olurdu. Ve kişiliğim buna
elverişli değildi. Çünkü, akımların tümü elmanın yarısıysa, diğer
yarısı benim kişiliğim ve içimdeki birikimdir" demiştir.
Avni Arbaş "İnsan yaptığı şeyi tanımalı. Eğer söyleyecek sözünüz yoksa o zaman birşey
yapamazsınız. İnsanlar hayal etmesini unutmuşlar. Sessizlik yok, her tarafta gürültü var.
Düşünmek çok önemli. İnsanlar yavaş yavaş düşünmemeye doğru yönlendiriliyor."
demiştir.
Avni Arbaş ve düzeltilen şiir
İstanbul'da, küçük, şık bir restoranda buluşmuştuk Avni Arbaş'la en son... İki yıl
önceydi. Nazım Hikmet belgeseli için konuşacaktık.
Başındaki şapkası, yüzünde epeydir taşıdığı o yorgun ifadeyi örtmeye yetmiyordu.
Nazım'la 1958'de Paris'te Abidin Dino aracılığıyla bir araya gelmişlerdi. O günlerde ünlü
Kuvayı Milliye atlarını çalışıyordu.
Nazım, "atları" görmek istemişti. Ama Arbaş'ın atölyesi 3. kattaydı.
"Gelme, kalbin var, çıkamazsın, ben resimleri getireyim" demişti Arbaş... Ama Nazım
direnmiş, çıkıp gelmiş, atları görünce de çok etkilenmişti.
Arbaş, bir süre sonra Nazım'dan bir mektup aldı.
"Avniciğim, atlarının sağrıları öyle doluydu ki, dayanamadım, düştüm aşağı" diyordu.
Mektuba bir de şiir eklemişti. Paris dönüşü Çekoslovakya'da yazdığı mısralar şöyleydi:
"Bu atlar Avni'nin atları/ Kuvayi Milliye atları/ kara yamçı altında ak sağrı dolgun/ titrer
burun kanatları, / bu atlar Avni'nin atları/
Kuvayi Milliye gelecek yine,/ şahin atlar aşarak yeli/ çiğneyecek gavuru da, Anzavur'u
da./ Kuvayi Milliye gelecek yine/ hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da orak - çekiçli..."
Yeniden buluştuklarında 1962 sonuydu. Nazım, ömrünün son yılına girmek üzereydi.
Görüşmedikleri 5 yıl içinde şairin yorgunluğunun arttığını fark etti Arbaş...
Bir restoranda uzun uzun sohbet ettiler.
Doktorlar, "kalbin paramparça" demişti Nazım'a, o yüzden sigara yasaktı. Ama yaktı
bir tane... Bir kadeh de içki ısmarladı.
"Ah bir döner kebap olsa da yesek" dedi. Bol bol vatan özleminden, Sovyetler'in
geleceğinden söz ettiler. Ve Arbaş'ın anlattığına göre o gecenin bir yarısı Nazım'ın
dudaklarından şu cümle döküldü:
"Keşke 15 yılımı oralarda geçirmeseydim".
***
Röportajda o son buluşmaya dair çok ilginç bir ayrıntı anlatmıştı Arbaş...
Eve gittiklerinde "Şu şiiri çıkarır mısın" demişti Nazım...
Aradığı şiir, "Avni'nin Atları" idi.
Mektubu bulup getirdi Arbaş...
Nazım yüksek sesle okudu şiiri ve bir mısrada gelip durdu:
Kuvayi Milliye gelecek yine/ hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da orak - çekiçli..."
"Şimdi şu 'orak - çekiçli'yi sil" dedi şair...
"Ben silemem, al sen yaz" dedi ressam ve kalemi uzattı.
Nazım kalemi alıp çizdiği o mısraın yerine şöyle yazdı:
Kuvayi Milliye gelecek yine/ hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da ışık içinde..."
***
O 5 yıl içinde ne olduysa olmuş, Nazım ay - yıldızlı bayrağın yanına "orak - çekiç"
yerine "ışık içinde" ifadesini yakıştırmıştı.
"Niye sizce" diye sordum:
"İnançlarından uzaklaşmamıştı tabii... Ama birtakım hakikatleri, yozlaşmaları
anlamıştı" dedi Arbaş...
Sonra Nazım'ın yeni basılan şiir kitaplarında o bölümün "..." diye, yani üç nokta ile
geçiştirilmesini yadırgadığını söyledi; "Niye düzelttiği gibi yazmıyorlar" diye sordu.
Bu düzeltmeye rağmen, Moskova'yı bırakıp Paris'e yerleşmeyi aklından bile geçirmemiş
ve yeniden ikinci vatanı Sovyetler'e dönmüştü Nazım...
Bu son yılbaşından 5 ay sonra da ölmüştü.
Son görüşmemizden 2 yıl sonra, önceki gün kaybettiğimiz Arbaş'ın tarihe emanet ettiği
bu ilginç ayrıntıyı sizlerle paylaşmak istedim.
"Işık içinde" yatsın.
Ressam Avni Arbaş vefat etti
16.10.2003
İZMİR (İHA) - Ressam Avni Arbaş (84), İzmir'in Foça İlçesi'nde yaşamını yitirdi.
Bir süredir sadece bir hemşire ve bakıcıyla yaşamını sürdürdüğü Foça Atatürk
Mahallesi 127 Sokak numara 17'deki evinde kalp yetmezliği sonucu saat 13.10
sıralarında yaşamını yitiren Arbaş için yarın sabah saat 09.00'da evinin önünde bir
tören düzenlenecek.
Foça Askeri Hastanesi Başhekimi Dahiliye Mütehassısı Yzb. Dr. Murat Kantarcıoğlu
tarafından sağlık gözetiminde bulunan Arbaş'ın, kalp ve solunum kalp yetmezliğinden
öldüğü bildirildi. Arbaş'ın cenazesi, halen Foça Devlet Hastanesi Morgu'nda
bulunurken, yarın sabah evinin önünde yapılacak olan cenaze törenine, İzmir
Büyükşehir Belediye başkanı Ahmet Piriştina ve sanatçı dostlarının katılacağı
açıklandı. Törenin ardından Arbaş'ın cenazesi İstanbul'a gönderilecek. Sanatçı,
Cumartesi günü de Zincirlikuyu Aşiyan Mezarlığı'nda toprağa verilecek.
‘Avni Arbaş müzesi kurulsun’ Ferruh Başağa:(Ressam):
Ben önceki gün Foça’daydım. Onu ziyaret ettim. 70 yıllık dostumun durumu iyi
değildi; ama Avni’yi son kez göreceğimi nerden bilebilirdim ki... Bu kadar aceleci
olduğunu bilseydim, yanında kalırdım. Üzüntüm fevkalade büyük. Ama Türk halkı onu
unutmayacaktır, kalbinde ona daima yer verecektir. Devlet, ona ‘Devlet sanatçısı’
unvanını çok gördü. Avni, ‘devlet sanatçısı’ olamadı; ancak halkın sanatçısı oldu.
Ona sanatçı payesi vermeyen devlet, bu saatten sonra bir şey yapmak istiyorsa onun
adına bir müze kurmalı
‘Yapacak çok resmi vardı’ Ertan Mestçi (Artisan Galeri):
Avni Arbaş için söylenecek en güzel söz ‘kendi resmini yaptı’ demek olur her halde.
Taviz vermeden yaşadı, inançlarını ve düşüncelerini sanatına aynen yansıttı. Kendi
bildiğinden şaşmadı. Türk resmine çok önemli eserler armağan etti. Kesinlikle ticari
davranmadı. Resmi para için yapmadı. Kanser olduğunu öğrendiğinde gayet
soğukkanlılık gösterdi. Ancak ağzından şu cümlelerin döküldüğüne şahit oldum:
“Daha yapacak çok resmim vardı.”
‘O, resimleriyle yaşayacak’ Dr. Kıymet Giray (Sanat eleştirmeni):
Türk resminde bir dönem kapandı. 1940’lı yıllarda yanan ateş söndü. Lekesel soyut,
figüratif anlamlar içiren bir tarzı vardı. Çok lirik, çok etkili bir anlatıma sahipti. Onun
resimlerine bakarken çoğu zaman söz biter, zaman dururdu. Çok kısa bir hayatı oldu.
Son yıllarında yalnız ve zor günler geçirdi. Bunu düşündükçe daha da üzülüyorum.
Bizim yaşlanan ressamlar için onları koruyucu sistemlerimiz ne yazık ki yok! Türk
resmi çok önemli bir ustasını kaybetti; ama Avni Arbaş resimleriyle yaşayacak.
Kuban Paul Seauhmann :
Ölene kadar resime olan tutkusunu bırakmayan Arbaş, ölüm döşeğinde bile
yatağının yanındaki duvarlara desenler çizmiş. Hiçbir şeyi umursamadan, ölüme
yaklaştığı her saniyede yatağının yanındaki duvara resim yapmak her babayiğidin
harcı değil.
AVNİ ARBAŞ’IN HAKKINDA YAZILAN KİTAP
‘BAŞKALDIRAN ATLARIN RESSAMI’
Yazarı: Yaşar YILMAZ
AVNİ ARBAŞ’IN YAPTIĞI KİTAP
RESİMLEMELERİ
KAYNAKLAR
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
http://www.lebriz.com
http://dosyalar.hurriyet.com.tr/nazimhikmet/sair03.asp
http://www.turkishtime.org/22/115_1_tr.asp
http://www.alaattinbender.com/default.aspx?pid=26823
http://www.arkitera.com/v1/sanat/2001/12/mercekaltinda12/mercekaltinda1.htm
http://haber.mynet.com/detail_news/?type=actuel&id=A006757A&ref=haberdeta
il&date=16Ekim2003
http://www.milliyet.com.tr/2003/10/18/yazar/dundar.html
http://www.evrensel.net/01/12/28/kultur.html
http://www.imge.com.tr
http://www.estore.com.tr
http://www.haber.net.kk.tc/haber_detay.php?haber_id=1057
www.sanalmuze.org/

Benzer belgeler