54 yıl önce bu günlerde Türkiye`de garip bir

Transkript

54 yıl önce bu günlerde Türkiye`de garip bir
Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, DTP Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ýn 12 Nisan
2009 tarihinde Van’ýn Muradiye ilçesinde
polislerle mahalle gençleri arasýnda yapýlan
dostluk futbol maçýnda yaþanan olaylarla
ilgili soru önergesini yanýtladý. Mahalle
maçýndaki olaylarýn iddia edildiði gibi
gençlerin Kürtçe konuþmasýndan
kaynaklanmadýðýný belirten Atalay’ýn þok
açýklamasý þöyle: “Meydana gelen tartýþma
olayý, oynanan maçýn heyecaný ve stresinden
kaynaklanmýþtýr.” Bakan Beþir Atalay,
polislerin dayak attýðýný da kabul etmeyip
yaþananlardan sadece “olaylar” diye söz etti.
Ailelere Þikayeti Geri Al Ziyareti
Polisin çocuklara þiddet uygulamasýyla
ilgili Muradiye Emniyet Müdürlüðü’ne
baþmüfettiþ görevlendirildiðini belirten
Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, olaylar sýrasýnda
yaralanan dört çocuðun ...
4’DE
2’DE
3’DE
3’DE
Bir yýl önce rahim ameliyatý olan üç
çocuk annesi 37 yaþýndaki Amine Akbulut,
‘10 dakikalýk’ denilen ameliyattan bitkisel
hayatta çýktý. Akbulut, ameliyat olduðu
hastanede tam bir yýldýr bitkisel hayatta,
makinelere baðlý yaþam savaþý verirken
eþi Hasan Akbulut doktorlar hakkýnda
hem Tabip Odasý’na hem de Cumhuriyet
Savcýlýðý’na suç duyurusunda bulundu.
Tabip Odasý’nýn incelemesinde doktorlar
‘kusursuz’ bulunurken, konuyu soruþturan
Cumhuriyet Savcýsý, doktorlarýn Türk
Ceza Kanunu’nun (TCK) 89/1 maddesine
göre ‘taksirle adam yaralama’ suçundan
altý aydan üç yýla kadar hapisle
yargýlanmasýný talep etti.
Doðumun býraktýðý tahribat
Amine Akbulut, Ýzmir’in Selçuk ilçesi
Zeytinköy Akpýnar Mahallesi’nde,
SSK’dan emekli 47 yaþýndaki kocasý
Hasan Akbulut, oðullarý 15 yaþýndaki Mert
ve 13 yaþýndaki Kadir ve kýzlarý 4
yaþýndaki Ýrem ile birlikte yaþýyordu.
Geçen 11 Eylül’de karýn aðrýlarýndan
Pir Sultan Abdal Kültür Derneði ve
Alevi Bektaþi Gençlik Platformu (AGEP)
üyeleri zorunlu din dersinin kaldýrýlmasý
için Taksim Tramvay Duraðý’nda basýn
açýklamasý yaptý. Okullarýn açýlacaðý...
3’DE
8’DE
kurtulmak için doktora gitti. Daha önce
de muayene olduðu Kadýn Hastalýklarý ve
Doðum Uzmaný Dr. Meral Tüzün’e
baþvuran Amine Akbulut, rahminde yýrtýk
Ýnsaný hayata tutunmaya zorlayan en
büyük güçtür inanç. En umulmadýk ve
en zor þartlarda dahi maddi ya da manevi
ufacýk bir umut kýrýntýsýna yüklediðimiz
anlam ve inançla sonranýn bilinmezliðine
olan merakýmýz kesiþtikçe yaþamaya
devam etme isteðimiz bilenir. Hayata bir
þekilde tutunarak yola devam etme
isteðimiz, en uç ve en eðlenceli
örneklerden biri olan ýssýz bir adaya
düþtüðümüzde yanýmýza alacaðýmýz üç
nesnenin ne olacaðý ile ilgili soruya
verdiðimiz yanýtlarda da kendini belli
eder. Sýrf daha da sonrasýna olan
merakýmýz yüzünden yapayalnýz
bedenimizi ýsýtmak, avlayabildiklerimizi
piþirmek ya da uzaklardan fark
edilebilmek adýna bir ateþ yakmak için
olduðunu öðrendi. Akbulut, doðum yapan
kadýnlarda görülebilen, bu rahatsýzlýðýnýn
çözümü için önerilen ameliyatý kabul etti.
2’DE
çakmak ya da kibrit götüreceðimizi
düþünürüz yanýmýzda.
Ya da ne olursa olsun zavallý
bedenimizi koruyabilmek ve hayata bir
þekilde devam edebilmek için çeþit çeþit
kesici aletten birini seçeriz.
5’DE
54 yýl önce bu günlerde Türkiye'de garip bir
hareketlilik vardý. Kýbrýs'ta yaþanan olaylar yýl
boyunca ülkenin gündeminden hiç düþmemiþti.
Dernekler kuruluyor, siyasetçiler halký Rumlara
karþý içten içe kýþkýrtýyor, "Kýbrýs Türk'tür"
mitingleri düzenleniyordu..
6 Eylül günü, Mithat Perin'in sahibi, Gökþin
Sipahioðlu'nun yazý iþleri müdürü olduðu,
Demokrat Parti yanlýsý Ýstanbul Ekspres gazetesi
"Atamýzýn evi bombalandý" manþetiyle ikinci
baskýsýný yaptý. Gazete, tirajý 20 bin civarýnda
olduðu halde, 6 Eylül'de 290 bin basýlmýþtý. O
dönemde kurulmuþ olan Kýbrýs Türktür
Derneði'nin üyeleri, o günkü sayýyý bütün
Ýstanbul'da satmaya ve halký galeyana getirmek
üzere kullanmaya baþladý.
6-7 Eylül gecesi Türkiye'nin tarihine bir kara
sayfa daha eklendi. Görgü tanýklarýnýn
ifadesiyle saat 19:00'da, Pangaltý'da, þu anda
Ramada Oteli'nin yerinde bulunan ve Rum bir
vatandaþýn sahip olduðu, dönemin popüler
mekânlarýndan Haylayf Pastanesi'ne yapýlan
saldýrýyla baþlayan olaylar, tüm Ýstanbul'a, oradan
da yurda yayýldý.
7’DE
2
Baþtan aþaðý þiir kesilmiþ, hayatýný þiire dönüþtürmüþ bu insaný
þairler olarak hepimizin kalbimizin güzel bir köþesine koymamýz
gerek diye düþünüyorum
Ýlhan Berk bir gün bana bir Lizbon anýsý anlatmýþtý. Yorgun
ve dalgýn halde bir kafeye oturmuþ; Lizbon ya hep aklýnda þair
Pessoa. Garson’a sormuþ: “Pessoa’nýn bir heykeli varmýþ; nerede?”
diye. Garson gülümsemiþ ve “Masanýzda sizinle oturuyor” diye
yanýtlamýþ. Ýlhan Berk baþýný çevirip bir bakmýþ gerçekten de
Pessoa heykeli yanýnda. “Müzeyi de gezdiniz mi?” diye
sormuþtum. Müzeden haberi yokmuþ. Ayrýntýlarýný anlatýnca çok
üzülmüþtü.
Geçen hafta Ýlhan Berk’e yolculuða çýktýk. Ben yaz baþýndan
beri ona yolculuktaydým zaten. Gümüþlük Akademisi’nde Latife
ile oturmuþ konuþuyorduk. “Burayla çok içli dýþlýydý. Ýlhan Berk’i
anmak Akademi’ye düþer” diye. Akademi’de de olaðanüstü bir
yaz yaþanmakta... Myndos konserleri, tiyatro gösterileri, atölyeler...
Tarihi boyunca yaþamadýðý bir yoðunluk ve doluluk... Ama Ýlhan
Berk olunca akan sular duruyor. Onun güzel anýsý öyle sýcak ve
öyle bizimle ki. O gerçi Latife’ye ‘þair romancý’ derdi ama þiir
akrabalýðýndan ve diðer yoðunluklardan iþin önemli bir bölümü
bana düþtü. Sonunda bir otobüs dolusu þairi ‘Þiirli Otobüs’e
doldurup Bodrum’a getirdim. 26 Aðustos sabahý erkenden yola
çýktýk. Ýlk espiri Hüseyin Alemdar’dan geldi. “Ýlhan Berk’in bu
yolculuktan haberi olsaydý þöyle derdi: Geri dönün!” ‘Þiirli
Otobüs’ün seyir defterini þiir sitelerinden okuyanýnýz, yolculuðun
fotoðraflarýna rastlayanýnýz olmuþtur. Ben, Ýlhan Berk
Buluþmasý’nýn koordinatörü olarak biraz da çekmediðimiz
fotoðraflar, yazmadýðýmýz ayrýntýlardan söz edeceðim.
Onun balkonunda durduðumuz; odasýna baktýðýmýz bir an
vardý. Oda pek bozulmamýþ. Mimar oðlu Ahmet Berk orayý ofis
olarak kullanmaya baþlamýþ ama ev yine Ýlhan Berk’in izlerini
taþýyor. Pessoa ve Avrupa kentlerindeki þair müzelerini düþününce
aklýma þu gelmedi deðil: Bu iþler nasýl yapýlýr bilmem ama örneðin
orasý Kültür Bakanlýðý tarafýndan satýn alýnsa ya da uzun süreli
kiralansa (mirasçýlar arzu ederse tabii) ve Ýlhan Berk’in evi olarak
hep yaþayabilse. Benim orada gözlerim doldu. Eminim o evde
onun güzel konukseverliðini yaþayan pek çok þaire de ayný þey
olmuþtur.
Gözlerimin dolduðu ya da gözyaþlarýmýn aktýðý tek an bu
deðildi tabii... Malum onca þairi idare etmek zor. Biz de bilindiði
gibi kolay aðlayan cinsiz. Hele ben bu konuda ünlüyümdür.
Gözyaþlarým hep hazýrda durur. Þairlerin çeþitli yaramazlýklar
yapýp beni üzdüðü anlarda Ýlhan Berk’in bana bakýp derin derin
düþündüðünü görmekteydim. Bu dünyayý býrakýp gitmiþ bir þairin
bilgeliðiyle bütün olup biteni izlemekte olduðunu...
Her yolculuðun içinde mutlu ve kederli anlar vardýr kuþkusuz.
Bir de ‘þairlik’ dediðimiz bir ‘arýza varoluþ’ var bu dünyada. Þiire
pek bir gerekli bir arýza hal ve gidiþi... Hem ‘ben çok önemliyim’
hem de ‘ben bir hiçim’i ayný anda hissetmek kolay deðil. Sonuçta
þairin halini en çok þair anlar.
Ýlhan Berk’in þu an yanýma gelebilseydi bana güzel þeyler
söyleyeceðini biliyorum. Çünkü hep söylemiþtir. 2000 yýlýnda
Yalova Þiir Festivali’nde onun için hazýrladýðýmýz sürpriz gece
sonunda baþýna defne tacý taktýðýmda gözyaþlarýný tutamamýþtý.
Þiir anlayýþýmýz ona yakýn olsun ya da olmasýn. (Onu sevmek
için böyle olmasý gerekmez zaten). Baþtan aþaðý þiir kesilmiþ,
hayatýný þiire dönüþtürmüþ bu insaný þairler olarak hepimizin
kalbimizin güzel bir köþesine koymamýz gerek diye düþünüyorum.
Seyir defterine girmeyen bir sahne var... Her þey bitip de
otobüsün gittiðinin ertesi gecesi Latife ile tozuttuðumuz an.
Ahmet Güntan’ýn yazdýðý muhteþem Ýlhan Berk metnini
yýldýzlara okuyarak çýlgýnlar gibi dans ediþimiz.
Akademi ahalisini uykularýndan ettiðimiz bu gecede Ýlhan
bizi bir yerlerden izliyor olsaydý: “Derhal yatýn!” derdi. Ama
insan bir kez coþtu mu önüne geçilemiyor. Sonuçta günler geceler
boyunca emek harcanmýþ ve önemli bir iþ baþarýlmýþ. Biraz deþarj
olmaya ihtiyaç var, deðil mi?
O gece yarýsý yýldýzlar ve Akademi gönüllüleri þu güzel sözlerle
uyandýlar:
Ýlhan, bir handý.
Ýlhan Han!
.............................
Bizlere üstünde top koþturacaðýmýz geniþ bir toprak býraktýn.
Büyük iyilik yaptýn.
"Buralarý benim" demezdin.
"Gelin çocuklar, buralarda oynayýn" diye bizi çaðýrýrdýn,
heveslendirdin.
.................
Ýlhan Han!
"Sensiz yoksuluz, anlýyor musun?"
* Bu güzel metnin tamamýnýný www.gumuslukakademisi.org
sitesinden okuyabilirsiniz.
BirGün
Nesrin Coþkun
ÝZMÝR - Bir yýl önce rahim ameliyatý
olan üç çocuk annesi 37 yaþýndaki Amine
Akbulut, ‘10 dakikalýk’ denilen
ameliyattan bitkisel hayatta çýktý.
Akbulut, ameliyat olduðu hastanede tam
bir yýldýr bitkisel hayatta, makinelere
baðlý yaþam savaþý verirken eþi Hasan
Akbulut doktorlar hakkýnda hem Tabip
Odasý’na hem de Cumhuriyet
Savcýlýðý’na suç duyurusunda bulundu.
Tabip Odasý’nýn incelemesinde doktorlar
‘kusursuz’ bulunurken, konuyu
soruþturan Cumhuriyet Savcýsý,
doktorlarýn Türk Ceza Kanunu’nun
(TCK) 89/1 maddesine göre ‘taksirle
adam yaralama’ suçundan altý aydan üç
yýla kadar hapisle yargýlanmasýný talep
etti.
Doðumun býraktýðý tahribat
Amine Akbulut, Ýzmir’in Selçuk
ilçesi Zeytinköy Akpýnar Mahallesi’nde,
SSK’dan emekli 47 yaþýndaki kocasý
Hasan Akbulut, oðullarý 15 yaþýndaki
Mert ve 13 yaþýndaki Kadir ve kýzlarý 4
yaþýndaki Ýrem ile birlikte yaþýyordu.
Geçen 11 Eylül’de karýn aðrýlarýndan
kurtulmak için doktora gitti. Daha önce
de muayene olduðu Kadýn Hastalýklarý
ve Doðum Uzmaný Dr. Meral Tüzün’e
baþvuran Amine Akbulut, rahminde
yýrtýk olduðunu öðrendi. Akbulut, doðum
yapan kadýnlarda görülebilen, bu
rahatsýzlýðýnýn çözümü için önerilen
ameliyatý kabul etti.
Geçen 11 Eylül’de de eþi Hasan
Akbulut’la birlikte randevulaþtýðý gibi
sabah erken saatte Özel Ege Saðlýk
Hastanesi’ne geldi. Amine Akbulut, Opr.
Dr. Tüzün ve Anestezi Uzmaný Dr. Özel
Kars Yýlýk tarafýndan, ‘10 dakikalýk’
denilen ameliyata alýndý. Ancak iddiaya
göre ameliyat sýrasýnda Amine
Akbulut’un kalbi durdu, müdahalelere
karþýn, Akbulut bitkisel hayata girdi.
Nefes almasý için boðazýndan delik açýlan
talihsiz kadýn, makinelere baðlandý.
Bilinci kapalý, makinelere baðlý hortumla
beslenen Amine Akbulut yoðun bakým
sonrasýnda hastanenin 203 numaralý
odasýna yatýrýldý. Talihsiz kadýn, bir yýldýr
hastenede bu halde yaþatýlýrken, Hasan
Akbulut eþinin ‘doktor kurbaný’ olduðu
iddiasýyla savcýlýða baþvurdu. Akbulut,
doktorlar hakkýnda Ýzmir Tabip Odasý
ve Ýl Saðlýk Müdürlüðü’ne de þikâyette
bulundu. Ýnceleme baþlatan Ýzmir Tabip
Odasý, doktorlarýn kusurlu bulunmadýðý
yolunda rapor hazýrladý. Bu duruma
þaþýran Akbulut þunlarý söyledi:
“Doktor eþimi ameliyata götürürken,
bana ‘Sen otur, 10 dakika sürecek. Birkaç
saat dinlenir, eve götürürsün. Gece
kalmayacak’ demiþti. Ancak ameliyata
girdikten kýsa bir süre sonra ben eþimin
odaya getirilmesini beklerken doktor
geldi, Amine’nin bir hastalýðý olup
olmadýðýný sordu, kalbinin durduðunu
söyledi. Sonrasýnda ise eþimi bize enkaz
gibi getirdiler. Eþim ameliyata alýnmadan
önce hiçbir muayene, tahlil yapýlmamýþtý.
Eþim bir yýldýr öylece yatýyor. Bana
birkaç kez ‘Hastaný al, git’ dediler. Üç
çocukla, hangi imkânla ben eþime evde
bakabilirim? Buradan eve götürmem,
eþimin ölmesi demek.”
TBMM’ye de baþvurdu
Savcýlýða baþvurduðunu belirten
Hasan Akbulut, davanýn açýldýðýný
kaydederek, þunlarý söyledi: “Doktorlar
Ýzmir 11’inci Sulh Ceza Mahkemesi’nde
yargýlanacak. Ama Ýzmir Tabip
Odasý’ndan gelen rapor çok ilginç.
Doktorlarda kusur bulunmamýþ. Bu
rapora itiraz ettik. Mücadelemden
vazgeçmeyeceðim. TBMM Ýnsan
Haklarý Komisyonu’na da þikâyetçi
oldum. Bu bir yýldýr kimse gelip de
eþimin durumunu tespit etmedi. Eþim
sözde yaþýyor, ölmediði için doktorlar
yaralamadan yargýlanacak. Tek umudum
yargýda. Biz yandýk baþkalarý yanmasýn.
Çocuklarým periþan, etkilenmesin diye
sadece oðullarýmý iki kez annelerini
görmeye götürdüm. Her gün baþýnda
ailemden biri nöbet tutuyor. Doktorlar
geri dönüþün olmayacaðýný söyledi, yani
yaþarsa böyle yaþayacakmýþ. 10
dakikalýk denilen ameliyat bizi mahvetti.
Tam bir yýldýr eþim bitkisel hayatta,
iyileþmesi mümkün deðil. Bana da
sadece evlatlarýma sarýlýp, umutla
adaletin yerini bulmasýný beklmek kaldý.”
Konuyu soruþturan Cumhuriyet
Savcýsý, doktorlarýn TCK’nýn 89/1
maddesine göre, taksirle adam yaralama
suçundan üç aydan bir yýla kadar,
maðdurun bitkisel hayata girmesi
nedeniyle de 89/3-A maddesine göre altý
aydan üç yýla kadar hapisle
yargýlanmalarý istemiyle dava açtý.
Davanýn görülmesine önümüzdeki
günlerde baþlanacak.
Radikal
Gazeteci Yesergepov'un 'devlet
sýrlarýný açýða çýkardýðý' gerekçesiyle 3
yýl hapse mahkûm edilmesiüzerine
Avrupa Birliði'nin yayýmladýðý 'basýna
özgürlük' deklarasyonuna katýlmayan
tek aday ülke Türkiye oldu
Avrupa Birliði, Kazakistan’daki
medya özgürlüðüyle ilgili bir
deklarasyon yayýmladý. Devlet sýrlarýný
açýða çýkardýðý gerekçesiyle tutuklanýp
3 yýl hapse mahkûm edilen Ramazan
Yesergepov adlý gazeteciyle ilgili
açýklamada basýn özgürlüðü dersi
niteliðinde bir paragrafa da yer verilerek
“Gazetecilerin, yetkililerin olasý
yanlýþlarýný ortaya çýkararak demokrasiye
hizmet ettikleri” vurgulandý.
Tüm AB üyelerinin onayýný alan
açýklamaya aday ülkeler Hýrvatistan ile
Makedonya ve potansiyel aday olan batý
Balkan ülkeleri de destek verdi.
Açýklamaya katýlmayý uygun bulmayan
tek AB adayý ülke ise Türkiye oldu.
Gazeteci özgür olmalý
Avrupa Güvenlik ve Ýþbirliði
Teþkilatý’nda (AGÝT) yapýlan bir toplantý
çerçevesinde yayýmlanan deklarasyonda
resmi hükümet bilgilerinin açýða
çýkarýlmasý konusunda gazetecilerin,
kamu memurlarý ve devlet yetkililerine
empoze edilebilecek yükümlülüklere tabi
olmamasý gerektiði ifade edildi.
Açýklamada, “Gazeteciler, devletin
nasýl iþlediðiyle ilgili yorumlar da dahil
olmak üzere kamunun yararýna olan tüm
konularla ilgili haber yapmakta özgür
olmalýdýr” denildi.
Araþtýrmacý gazetecinin önemi
Belgede, hükümetlerin hesap
verebilirliði açýsýndan araþtýrmacý
gazetecilerin çok önemli bir role sahip
olduðu da vurgulanarak, “Onlar
yetkililerin olasý yanlýþlarýný ortaya
çýkararak demokrasiye, hukukun
üstünlüðüne, insan haklarýna ve temel
özgürlüklere hizmet ediyorlar” ifadeleri
kullanýldý.
AB, açýklamada gazetecinin
yargýlanmasýnýn kapalý kapýlar ardýnda
yapýlmasýný da eleþtirdi.
Türkiye’nin tavrý deðiþmiyor
Türkiye, AB’nin Özbekistan’daki
medya özgürlüðü konusunda yaptýðý
açýklama için de ayný tavrý sergiledi. Bu
açýklamada da Özbekistan’ýn kriminal
suçlamalarla baðýmsýz gazetecilerin
seslerini kýsma çabasý içinde olduðu
yönünde bir tespitte bulunuluyor ve atýlan
adýmlarýn bu ülkenin medya özgürlüðü
konusunda AGÝT bünyesindeki
taahhütleriyle uyuþmadýðýnýn altý
çiziliyor.
Medya özgürlüðü konusunun
iþlendiði bu iki açýklamaya destek
veremeyen Türkiye, Daðýstanlý bir
gazetecinin öldürülmesiyle ilgili olan ve
gazetecilere yönelik þiddetin kýnandýðý
Rusya’yla ilgili AB açýklamasýna
katýlmayý uygun gördü.
(Milliyet)
Dostluk Maçýnda Dayak Atmýþlardý
Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, DTP
Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ýn 12
Nisan 2009 tarihinde Van’ýn Muradiye
ilçesinde polislerle mahalle gençleri
arasýnda yapýlan dostluk futbol maçýnda
yaþanan olaylarla ilgili soru önergesini
yanýtladý. Mahalle maçýndaki olaylarýn
iddia edildiði gibi gençlerin Kürtçe
konuþmasýndan kaynaklanmadýðýný
belirten Atalay’ýn þok açýklamasý þöyle:
“Meydana gelen tartýþma olayý,
oynanan maçýn heyecaný ve stresinden
kaynaklanmýþtýr.” Bakan Beþir Atalay,
polislerin dayak attýðýný da kabul
etmeyip yaþananlardan sadece “olaylar”
diye söz etti.
Ailelere Þikayeti Geri Al Ziyareti
Polisin çocuklara þiddet
uygulamasýyla ilgili Muradiye Emniyet
Müdürlüðü’ne baþmüfettiþ
görevlendirildiðini belirten Ýçiþleri
Bakaný Beþir Atalay, olaylar sýrasýnda
yaralanan dört çocuðun da Muradiye
Cumhuriyet Baþsavcýlýðý’na þikâyette
bulunduklarýný anýmsattý. Bakan,
“Emniyet Müdürlüðü tarafýndan
olaydan sonra taraflarýn þikâyetlerinden
vazgeçmeleri hususunda herhangi bir
giriþimde bulunulmadýðý gibi üst rütbeli
personelce gençlerin ailelerine yanlýþ
anlamalarýn giderilmesi için çeþitli
ziyaretler yapýldý” dedi.
Maçýn heyecanýyla dövmüþler
Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay' Van’da
yapýlan ‘dosluk maçý’nda polislerin
Kürtçe konuþtuklarý gerekçesiyle
çocuklarý dövdüðü iddiasýna ilgin bir
þekilde açýklýk getirdi Atalay, polisin
çocuklarý maçýn heyecanýyla
dövdüðünü ve açýða alýnan polis
olmadýðýný belirtti
‘Dostluk maçý’nda dayak atmýþlardý!
Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, Van’ýn
Muradiye Ýlçesi’nde polisin 'dostluk
maçý' yaptýklarý gençleri ‘Kürtçe küfür’
ettikleri gerekçesiyle dövdüðü
iddialarýyla ilgili soru önergesine garip
yanýtlar verdi.
Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay, DTP
Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ýn 12
Nisan 2009’da Van’ýn Muradiye
ilçesinde polislerle mahalle gençleri
arasýnda yapýlan futbol maçýnda
yaþanan olaylarla ilgili soru önergesini
yanýtladý. Mahalle maçýndaki olaylarýn
iddia edildiði gibi gençlerin Kürtçe
konuþmasýndan kaynaklanmadýðýný
belirten Ýþte Atalay’ýn þok açýklamasý:
Maçýn heyecanýyla yaþandý:
Meydana gelen tartýþma olayý, oynanan
maçýn heyecaný ve stresinden
kaynaklanmýþtýr.
Kürtçe konuþmayla ilgisi yok: Bölge
hassasiyetlerini bilen Emniyet
Müdürlüðü personelinin vatandaþlarýn
sokakta Kürtçe konuþmasýný
engellemeye çalýþmasý veya böyle bir
talimat vermesi gibi bir þey sözkonusu
deðildir.
Dayakçý Polis Ýþe Devam Ediyor
Polisin Kürt çocuklara þiddet
uygulamasýyla ilgili Van Emniyet
Müdürlüðünce idari tahkikat için
Muradiye Ýlçe Emniyet Müdürlüðü’ne
iki baþmüfettiþ görevlendirildiðini
belirten Bakan Atalay, olaylar sýrasýnda
yaralanan dört yurttaþýn da Muradiye
Cumhuriyet Baþsavcýlýðý’na þikayette
bulunduklarýný hatýrlattý.
Açýða alýnan polis yok: Konuyla
ilgili adli ve idari soruþturma halen
devam etmektedir. Bu olayla ilgili açýða
alýnan herhangi bir polis memuru
bulunmamaktadýr.
Ailelere ziyarette bulunuldu:
Muradiye Ýlçe Emniyet müdürlüðünce
olaydan sonra taraflarýn þikayetlerinden
vazgeçmeleri hususunda herhangi bir
giriþimde bulunulmadýðý gibi üst rütbeli
personelce gençlerin ailelerine yanlýþ
anlamalarýn giderilmesi için çeþitli
ziyaretler yapýlmýþtýr.
BirGün
Pir Sultan Abdal Kültür Derneði ve Alevi
Bektaþi Gençlik Platformu (AGEP) üyeleri
zorunlu din dersinin kaldýrýlmasý için Taksim
Tramvay Duraðý’nda basýn açýklamasý yaptý.
Okullarýn açýlacaðý 24 Eylül’e dek her pazar
yapýlmasý kararlaþtýrýlan eylemde Avrupa
Ýnsan Haklarý Mahkemesi’nde açtýðý zorunlu
din dersi davasýný kazanan Hasan Zengin de
yer aldý.
“Yargý kararlarý uygulansýn, zorunlu din
dersi kaldýrýlsýn” yazýlý pankart taþýyan AGEP
üyeleri adýna açýklamayý okuyan Semra
Güneyli, Anayasa’nýn 24’üncü maddesinde
herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat
hürriyetine sahip olduðu, kimsenin ibadete,
dini ayin ve törenlere katýlmaya, dini inanç
ve kanaatlerini açýklamaya
zorlanamayacaðýnýn, dini inanç ve
kanaatlerinden dolayý kýnanamayacaðý ve
suçlanamayacaðýnýn yazdýðýný hatýrlattý.
Güneyli, din dersinin zorunlu olmasýnýn hem
anayasal hem de etik açýdan hukuksuz
olduðunu dile getirdi.
Zorunlu din dersinin 12 Eylül
darbecilerinin eseri olduðunu belirten Güneyli,
din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin seçmeli
olmasýný, müfredatýn yeniden hazýrlanýp
alevilikle ilgili kýsýmlarýnýn alevi eðitimcilere
býrakýlmasýný istediklerini ifade etti.
soL - Haber Merkezi
GEREKLÝ TELEFONLAR
Hükümet, kasým ayýnda yeni kamu emekçisi
alýmlarý için startý verdi. Devlet Bakaný Hayati
Yazýcý, kamu kurumlarýna yazý göndererek
taleplerini bildirmelerini istedi.
Bakanýn yolladýðý yazýda, KPSS sýnavýný
kazananlardan kasým ayýnda memur atamasý
yapýlacaðýný belirtilerek, kamu kurum ve
kuruluþlarýndan ihtiyaçlarýný 30 Eylül tarihine
kadar iletmesi istendi. 2009 bütçesinde
üniversiteler için 4 bin, diðer kamu kurumlarý
için 21 bin olmak üzere toplam 25 bin kamu
emekçisi atanmasý öngörülüyordu.
BirGün
MUSTAFA SÜMEN
Kaymakam
Kaymakamlýk Yazý Ýþ.
Sos. Yar. ve Day.
Özel Ýdare
Nüfus
Belediye Baþkanlýðý
Milli Eðitim Müd.
Halk Eðitim Müd.
Askerlik Þubesi
Kapalý Spor Salonu
Devlet Hastanesi
Ýlçe Saðlýk Grup Bþk.
Tapu Sicil
C.Savcýlýðý
Adliye
Adliye
Kütüphane
H.B.V Kültür Merkezi
Müze
Turizm Danýþma
Emniyet Amirliði
Karakol Amirliði
Jandarma
Ýlçe Tarým
Lise
Kýz Meslek Lisesi
Mal Müdürlüðü
Kadastro
Karaburna Belediye
Kýzýlaðýl Belediye
PTT.
T.M.O.
Türkiye Ýþ Bankasý
Ziraat Bankasý
Þoförler Cemiyeti
Esnaf Odasý
Tarým Kredi Koop.
TEDAÞ
Çiftci M.K.Baþkanlýðý
Rýfat Kartal Huzurevi
Sulucakarahöyük Gzts
Taþýyýcýlar koop
Nevþehir Seyahat
Þanal Seyahat
Mermerler Seyehat
Dergah Taksi Duraðý
Terminal Taksi
Huzurevi
Hacýbektaþ Noterliði
441 3009
441 34 10
441 39 77
441 31 01
441 31 02
441 37 44
441 30 16
441 30 48
441 30 10
441 35 20
441 30 15
441 36 32
441 32 49
441 35 38
441 35 38
441 30 18
441 30 19
441 33 94
441 30 22
441 36 87
441 26 97
441 36 66
441 38 08
441 30 20
441 37 74
441 31 08
441 30 56
441 35 37
453 51 30
455 61 29
441 35 55
441 30 11
441 35 00
441 33 26
441 30 74
441 37 42
441 32 76
441 31 42
441 36 80
441 33 38
441 39 47
441 20 06
441 30 43
441 33 59
441 21 73
441 25 25
441 27 97
441 33 38
441 35 23
ARAÞTIRMA
Global kapitalizm, üretim, tüketim,
üleþim gibi iktisadýn doðal yasalarý ile
müthiþ bir çeliþki içine girdi. Söz konusu
çeliþki, kapitalizmin rekabetçi ve ithal
ikameci dönemlerde olduðu gibi kendini
bir üst düzeyde üretmesine olanak tanýmýyor.
Geçmiþ kriz dönemlerinde olduðu gibi,
yeniden Pazar paylaþýmý için bir dünya
savaþý çýkartýp, milyonlarca tüketiciyi kýrýp,
üretimi yükselterek krizden çýkamýyor.
Çünkü krizin çýkýþ nedeni talep fazlalýðý
deðil arz fazlalýðý. O nedenle krizden
çýkabilmek için öncekilerden farklý
yöntemler kullanmak zorunda kalýyor.
Global kapitalizm, canlý emeðin yerine
nesnelleþmiþ emeði yani makineyi koydu.
Dolaysýyla üretim güçleri ile arasýndaki
çeliþkiyi asgari düzeye indirdi. Ama hem
üretici hem de tüketici olan canlý emeði
üretim sürecinin dýþýna itmekle bu sefer de
tüketici güçleri zayýflattý. O nedenle
tüketiciyi imha etmiyor tüketicinin alým
gücünü yükseltmeye çalýþýyor. Tüketiciye,
“simit alýn, sarýmsak alýn, bir þeyler alýnki
krizden çýkalým” reklamý yapýyor. Bu
reklamlarý deve diþi gibi ekonomistlere
yaptýrýyorlar. Ekonomi profesörleri, alýcýyý
bir þeyler almaya ikna etmeye çalýþýyorlar
ki, sistemi kurtarsýnlar. Ama sistemin böylesi
uyduruk þeylerle kurtulma þansý hiç kalmadý.
Nesnelleþmiþ emeðin ürettiðini,
tüketebilecek yeterli bir tüketim gücü yoktur.
Arz talep dengesi köklü bir þekilde bozuldu.
Pazar dolu, alýcý yok. Global kapitalizm,
kendisini var eden üretim, tüketim, üleþim
gibi iktisadýn doðal yasalarý ile derin bir
çeliþkiye düþerek, kendini aþma, yenileme
yeteneðini kaybetmekle kalmadý, önlenemez
bir yýkým sürecine de girdi. Buna raðmen
bir devrim durumu da doðmadý. Ama, evrim
süreci, nitel sýçramaya doðru bir geliþim
eðrisi izlemeye baþladý. Bu verili durum,
kapitalizmi, zorlu ve zorunlu bir iç
baþkalaþým sürecine sokuyor.
Global kapitalizm ayný þeyi Türkiye ye
de yaþatýyor. Bazý þoven güçlerin baðýrma,
çaðýrma, çeþitli çýðlýklarý arasýnda, dýþ
dinamizm Türkiye’yi bir yerlere doðru
sürüklemeye devam ediyor. Düne kadar
emperyalizme sýrtýný dayayarak Türkiye’nin
ilerici, devrimci, dinamik güçlerine kan
kusturanlar, þimdi anti emperyalist kesildiler.
Bu durum belli olanaklar da yaratýyor. Ortam
bir çok þeye gebe. Ergenekon gibi devlet
destekli, bir cinayet örgütünün çözülmesine,
Ordunun cunta yapma yetkisinin elinden
alýnmasýna, Kürt sorununun çözümüne,
Alevilerin taleplerinin elde edilmesine,
dolaysýyla da ortamýn biraz daha
demokratikleþmesine doðru bir gidiþ var.
Bu gidiþ her demokrasi gücüne belli
olanaklar saðladýðý gibi Alevilere de
baðýmsýz politika üretme, toplumun politize
olma düzeyini yükseltme gibi olanaklar
saðlýyor.
Aleviler; kendi tarihlerinde ilk kez, politik
zeminli, ideolojik bir iç bölünme yaþýyor.
Bir kýsmý, kendisi olmak, kendisine özgü
tüzel ve özel politik kimlik ve kiþilik
yaratmak için mücadele ederken, bir kýsmý
da onlarca yýldýr olduðu gibi bugün de
kuyrukçuluk yaparak, Alevileri, sistem
partilerinin yedeðine takma çalýþmalarýna
devam ediyor. Bu yeni ve önemli bir yol
ayrýmýdýr. Aslýnda yol ayrýmý, sadece kendi
özel ve tüzel kiþiliðine bir kimlik oluþturanlar
için geçerlidir. Kuyrukçuluða devam
diyenlerin yeni bir þey yaptýklarý ya da
denedikleri yok. Onlarýn bir kýsmý, yýllar
önce olduðu gibi, CHP-MHP’nin kuyruðuna,
bir kýsmý da AKP’nin kuyruðuna takýlmaya
devam ediyor.
Kendisi olmak, kendisi için siyaset
yapmak, kendi özel ve tüzel kiþiliðini
geliþtirip, siyasi arenadaki yerini alabilmek,
halklarýn kurtuluþuna ve üyesi olduðu insan
topluluðuna katký yapmak için
Cumhuriyet’ten beri, (nesnel ortam
itibariyle) Alevilere ilk kez böylesi bir fýrsat
düþtü. Tek partili dönemde Alevilerin böyle
bir þansý yoktu zaten. Çok partili döneme
geçildikten sonra da, inanç temelli partiler
yasaðý vardý. O nedenle de ideolojik hiçbir
yakýnlýðý olmayan, sistem partilerinden
birisinde kendini ifade etmek ve siyasete
müdahil olmak zorunda kalýyordu. TÝP’ in
kurulmasýndan sonra Alevilerin bilinçli olan
kesimi TÝP’e yöneldi. Burjuvazi buna bile
tahammül edemedi. Sözüm ona 12 yýldýzlý
bir aslanlý Alevi partisi kurup, Alevilere hile
yaparak TÝP’i parlamentonun dýþýna itti.
Sonra da Alevi partisi diye kurmuþ olduklarý
partinin milletvekillerinin bir kýsmýný satýn
alarak, Alevilerin onuru ile oynadý ve o
partiyi de bitirdiler.
Sonraki süreçte, sistem partileri Aleviler
üzerinde çeþitli oyunlar oynayarak, Alevi
toplumunu peþlerinden sürüklemeye devam
ettiler. Bu gün artýk Alevilerin alýn teri,
emeði, yüreði ve bileðiyle kendini ifade
edeceði, Türkiye halklarýnýn çýkarlarý
temelinde mücadele yürüteceði bir siyasi
yapýlanma yaratabilmek için yeni bir ortam
oluþmuþ durumda.
Ama buna raðmen, kuyrukçular aktif
bir þekilde iþlevlerini sürdürmeye devam
ediyorlar.
Söz konusu kuyrukçuluðun baþýný
Ýzzettin Doðan’la Çamuroðlu çekiyor.
Çamuroðlu AKP’nin kuyruðuna, Ýzzettin
Doðan’da MHP ile CHP’ þovenizminin
kuyruðuna takmaya çalýþýyor.
Aleviler, bu güne kadar sistem tarafýndan
çok istismar edildi. Ama hiçbir istismar,
Ýzzettin Doðan’ýn ki kadar utanç verici ve
Alevilerin de insanlýðýn da yüz karasý olmadý.
Ýzzettin Doðan, Aleviliði 12 Eylül faþizminin
bir dayanaðý haline getirmeye çalýþtý. 12
Eylül’ün partisi olan Milliyetçi Demokrasi
Partisi (MDP)’nin kurucu üyeliðini yaptý.
O partide Malatya Milletvekili adayý olup
Alevilerin o partiye oy vermesini,
desteklemesini istedi. Malatya Alevileri oy
vermedi. Dolaysýyla Parlamentoya
seçilemedi. MDP, Türkiye çapýnda hezimete
uðradý. Türkiye halklarý faþist MDP’yi
benimsemedi, reddetti. Yine de cuntanýn
zoruyla, parlamentoya 71 milletvekili soktu.
Meclis celselerinin birinde, bir
milletvekili iþkence iddialarýyla ilgili önerge
verdi. Ýþkence iddialarýnýn arasýnda,
iþkencecilerin kadýnlarýn cinsel organlarýna
cop kullandýðý iddiasý da vardý.12 Eylülün
partisi olan MDP’nin genel baþkaný Turgut
Sunalp, Kürsüye çýkýp, “zýpkýn gibi genç
delikanlýlar var elimizde, kadýnlara karþý
neden cop kullanalým o gençleri kullanýrýz”
gibisinden laflar etti. Bir Alevi dedesi olan
Ýzzettin Doðan, kadýn erkek eþitliðini Batýdan
da önce tanýmýþ, onlarý yaþamýn olmazsa
olamazý olarak görmüþ Alevilere, kadýný bu
þekilde aþaðýlayan bu adamýn liderliðindeki
partiyi salýk verdi. Bu amaçla kurucu üyesi
ve milletvekili adayý olarak, Alevileri bu
liderin öncülüðündeki partiye katýlýp destek
vermeye çaðýrdý.
Yüz yýllardýr Kendisi de mazlum bir
topluluk olarak, zalime karþý mazlumdan
yana olan Aleviler, böyle bir faþist parti ve
böylesine ahlak düþkünü liderin kuyruðuna
takmaya çalýþtý. Bu ahlak dýþý olay,
Alevilerin hiç unutmamasý gereken, onur
kýrýcý, rencide edici, utanç verici, yüz karasý
bir olaydýr. Geçen parlamento seçiminde
de, Alevileri, þoven MHP, CHP
koalisyonuna oy vermeye davet etti.
Çamuroðlu’nun içine yatmýþ olduðu
çamurun üzerinde durmaya hiç gerek yok.
Ýçine düþtüðü çamur onu düþkün etti zaten.
Alevileri, sistem partilerinin kuyruðuna
takmaya çalýþan bu kuyrukçulara raðmen,
Alevilerin artýk, katýlýmý oranýnda, kendi
bileðinin gücü, alýn teri, emek deðeri olacak
olan bir partinin kurulmasý için çalýþan,
Alevileri kendi özel ve tüzel kiþilikleri ile
kendisi olmaya davet eden Alevi Bektaþi
Federasyonu var. Aleviler için böylesi bir
tarihi fýrsat ilk kez doðmuþ durumda.
Aleviler, birilerinin partisine destek olup
kuyruðuna takýlmak yerine, sadece kendileri
için de deðil, halk için halkala birlikte
örgütlenme sürecini yakalamýþ durumda.
Bu, süreç hýzla ilerliyor. Yakalanmýþ olan
bu süreç, alevi halký tarafýndan güçlü bir
þekilde desteklenir ve hedefine
ulaþtýrýlabilirse, Aleviler kendileriyle birlikte,
Türkiye halklarýnýn ve insanlýðýn geleceðine
de katký yapmýþ olurlar.
Alevilerin özgürleþmesi: özgürleþme
yolunda yürüyen, solcular, sosyalistler,
emekçiler, Kürt özgürlük hareketi gibi
ezilenlerin kurtuluþunu amaçlayan güçlerle
birlikte bir siyasi yapýlanmanýn yaratýlmasý
ile mümkün olacaktýr.
Bunlarý görmeyip, eskiden kalma
kuyrukçuluk yapma ve Alevileri de bu
mecrada tutmaya çalýþmak, kötülük üstüne
kötülük yapmak anlamýna gelir. Siyasal
olarak özgürleþmeyen, özgürleþme
mücadelesi veren güçlerle bütünleþmeyen
ve hala þu ya da bu partinin eteðine takýlan
bir Alevi topluluðu inanç özgürlüðünü de
elde edemez. Alevileri ve Alevilerle birlikte
Aleviliði de özgürleþtirecek tek fenomen,
Alevilerin kendisi için politika yapabileceði,
özgürleþmek isteyen diðer güçlerle birlikte,
siyasi ortama müdahale edebilecek bir politik
perspektife sahip olmasýdýr.
alamayacaðýmdan korkuyordum”.
Böylesine güçlü bir inanca sahip olmak
insan doðasýnýn da bir gereði olarak çok
büyük umutlarýn beklentisiyle yaþamaya
devam etmek demektir. Hastalandýðýmýzda
iyileþeceðimize olan inancýmýzla yola çýkar,
hastayken yapamadýðýmýz fakat daha önceki
rutin hayatýmýzda yaptýðýmýz her eylemi
tekrar yapabilmeyi umut ederiz. Baþarýsýz
geçen bir sýnavýn ardýndan yenilgimizden
kazandýðýmýz deneyimimize olan
inancýmýza sarýlarak azimle bir sonraki
sýnavda baþarýlý olacaðýmýzý umut ederiz.
Ýnsaný hayata tutunmaya zorlayan en
büyük güçtür inanç. En umulmadýk ve en
zor þartlarda dahi maddi ya da manevi ufacýk
bir umut kýrýntýsýna yüklediðimiz anlam ve
inançla sonranýn bilinmezliðine olan
merakýmýz kesiþtikçe yaþamaya devam etme
isteðimiz bilenir. Hayata bir þekilde
tutunarak yola devam etme isteðimiz, en
uç ve en eðlenceli örneklerden biri olan
ýssýz bir adaya düþtüðümüzde yanýmýza
alacaðýmýz üç nesnenin ne olacaðý ile ilgili
soruya verdiðimiz yanýtlarda da kendini
belli eder. Sýrf daha da sonrasýna olan
merakýmýz yüzünden yapayalnýz bedenimizi
ýsýtmak, avlayabildiklerimizi piþirmek ya
da uzaklardan fark edilebilmek adýna bir
ateþ yakmak için çakmak ya da kibrit
götüreceðimizi düþünürüz yanýmýzda.
olan inanç; yolumuzun sonuna kadar
karþýmýza çýkan her türlü hayata katlanarak
yürümeye devam etmemizi saðlýyor.
Ya da ne olursa olsun zavallý bedenimizi
koruyabilmek ve hayata bir þekilde devam
edebilmek için çeþit çeþit kesici aletten
birini seçeriz. Bedenimizin yanýnda çaresiz
kalmasýn diye ruhumuz için de oyalanacak
bir kitap alarak kelimeleri yalnýzlýðýmýza
ilaç yaparýz. Ayna, ip, defter, kalem, pusula,
olta... Bir adanýn ýssýzlýðýnda bizi
yalnýzlýktan uzaklaþtýrabileceðini
düþündüðümüz binlerce somut cankurtaran
sayabiliriz. Peki ya bunlardan hiçbirini, bir
kibrit çöpünü bile yanýmýzda götüremeyecek
olsaydýk yaþamaya devam etmek için neye
ihtiyacýmýz olurdu?
Yann Martel’in; hayatýn getirdiði
olaðanüstü ve hatta biraz da olaðandýþý
zorluklara karþý mücadele eden 16 yaþýndaki
Hintli Pi Patel'in (tam adýyla Piscine Molitor
Patel) hikâyesini konu alan romaný “Pi'nin
Yaþamý”; rutin hayatýndan koparýlmýþ genç
bir insanýn yaþamaya olan inancý ve meraký
sayesinde, sýkýca tutunduðu hayatla,
endiþelerine ve umutsuzluklarýna raðmen
inatlaþmasýný ve korkularýyla baþa çýkarken
beslendiði muazzam bir inanç anlayýþýný
anlatan kurgu harikasý bir yapýt. Öncülüðünü
Gabriel García Márquez ‘in üstlendiði
(Yüzyýllýk Yalnýzlýk) ve Patrick Süskind
(Koku) , Günter Grass ( Teneke Trampet)
, José Saramago (Baltasar ve Blimunda)
gibi yazarlarýn da eserleriyle devam ettirdiði
büyülü gerçekçilik akýmýnýn en güzel
örneklerinden biri olan romanýn ilk bölümü,
okuyucuyu Piscine Molitor Patel ile
tanýþtýrýyor. Ýsmini Fransýzcada “havuz”
anlamýna gelen Piscine kelimesinden alan
Pi; romanýn ikinci bölümüne kadar, bir
okyanusla kýyaslamak gerekirse sýnýrlarý
açýsýndan adeta bir havuza benzetilebilecek
16 yýllýk yaþamýný, çok geniþ bir dünya ve
inanç anlayýþýyla þekillendirerek neredeyse
ansiklopedik ama bir o kadar da eðlenceli
bir dille bizlere anlatýyor.
Bu olasýlýðý düþündüðümüz anda
görüyoruz ki devreye " inanç" giriyor.
Bedenimiz de dâhil olmak üzere
çevremizdeki tüm somut düzene ve dünyaya
katlanabilmemizi saðlayan ve devam etme
isteðimizi güçlendiren en soyut
yoldaþýmýzdýr inanç. Tolstoy'a göre "hayata,
ölümün yok edemediði bir anlam vermek”
Kanadalý bir ailenin; gözlerini
Ýspanya’da dünyaya açan oðlu Yann
Martel’in Meksika, Fransa, Alaska, Kosta
Rica baþta olmak üzere dünyanýn birbirinden
farklý birçok ülkesinde geçirdiði çocukluk
ve gençlik yýllarý ve ardýndan Ýran, Hindistan
ve Türkiye’de geçirdiði zaman dilimi,
roman kahramanýnýn da geniþ bir dünya
görüþünün, evrensel inanç kavramlarýnýn
ve zengin mizah anlayýþýnýn okuyucuya
yansýmasýný saðlýyor.
Kahramanýn; romanýn birinci bölümünde
anlattýðý aile yaþantýsý (Hindistan’ýn Fransýz
sömürgesi olan Pondicherry kentinde geçen
çocukluk ve okul yýllarý) hakkýnda
edindiðimiz bilgilerden sonra Patel ailesinin,
sahip olduðu hayvanat bahçesini Kanada’ya
taþýma kararlarýyla ve bu köklü kararýn
ardýndan gelen trajik bir kaza sonucu yük
gemisinin okyanusun derinliklerine batýþýyla
karþýlaþýyoruz. Romanýn sonuna kadar
heyecanla okunacak ve asýl hikâyenin
baþladýðý ikinci bölümünde ise yaklaþýk 250
gün boyunca Richard Parker adýndaki 300
kiloluk bir Bengal kaplanýnýn da varlýðýyla
( kazadan kurtulan tek hayvanat bahçesi
sakini) uçsuz bucaksýz Pasifik Okyanusun
ortasýnda bir filika üzerinde yaþam
mücadelesi veren Pi’nin; korkularý,
endiþeleri, umutsuzluklarý karþýsýnda yüce
bir güce olan kuvvetli inancý sayesinde
yaþadýklarý, okuyucunun empati duygularýný
keskinleþtirirken olay örgüsünün
kusursuzluðuyla okuyucuya
yadsýnamayacak bir haz yaþatýyor.
Pi’nin vahþi Pasifik okyanusunun
ortasýnda bir Bengal kaplaný ile geçirdiði
zor günler boyunca zaten Tanrýca zengin
bir ülkenin vatandaþý olarak Tanrý’ya olan
inancýný daha da güçlendirdiðini görüyoruz
: “ Tanrýya baðlýlýk bir açlýk, bir deliliktir,
derin bir inançtýr, özgür bir sevgi
gösterisidir”… Güçlenen inancýn bir sonucu
ve en yakýn arkadaþý olarak bu sefer de
karþýmýza ümit etmek çýkýyor : “ …ama
bazen sevmek o kadar güçleþir ki. Bazen
öyle bir ümitsizlik, terk edilmiþlik ve
býkkýnlýk hissine kapýlýyordum ki; yüreðimin
Pasifik’in dibine batacaðýndan ve onu geri
Yaþadýðýmýz hayatýn zorluklarýna
katlanýrken Tanrý’ya olan inancýmýzýn
ýþýðýnda son nefesimizi verdikten sonra
ödüllendirileceðimizi umut ederiz. Hayatta
karþýmýza çýkabilecek her türlü zorluða
katlanabilmemizi ve hayata dört elle
tutunabilmemizi saðlayan güçlü bir daldýr
inançlarýmýz ve ardýndan gelen umutlarýmýz.
Romanýn kahramanýnýn da düþtüðü
boþluktan ve yaþadýðý bir anlýk ümitsizlikten
sonra kendini nasýl ümitlendirdiðini ve
telkin ettiðini görüyoruz: “Böylesi anlarda
moralimi yükseltmeye çalýþýyordum.
Gömleðimden geriye kalanlarla yaptýðým
sarýðý elleyip yüksek sesle, bu Tanrý’nýn
þapkasý diyordum. Richard Parker’ý iþaret
edip yüksek sesle, bu Tanrý’nýn kedisi
diyordum. Filikayý iþaret edip yüksek sesle
bu Tanrý’nýn gemisi diyordum.
Gökyüzünü iþaret edip yüksek sesle bu
Tanrý’nýn kulaðý diyordum. Ve böylece
evreni ve içindeki yerimi hatýrlamýþ
oluyordum. Ýçimi saran karanlýk harekete
geçiyor ve en sonunda da kayboluyordu ve
Tanrý, yüreðimin içinde parlak bir nokta
gibi kalýyordu. Ben sevmeyi
sürdürüyordum”.
Yazarýn bize anlattýðý bu macera
hikayesini kendi hayatlarýmýza metaforik
açýdan uyarladýðýmýzda yani uçsuz bucaksýz
ve vahþi Pasifik Okyanusu’nu dünya,
kahramanýn içinde sürüklendiði filikayý
hayatýmýz ve bu zorlu yolculuk boyunca
ona eþlik eden yýrtýcý kaplan Richard
Parker’ý da hayatta karþýmýza çýkan ya da
çýkabilecek tüm zorluklar olarak
tanýmladýðýmýzda içimizde yüce bir güce
olan inancýn pekiþtiðini hissediyoruz.
Peki, bu kadar inançlý ve ümitli olmak
bize hayatýmýzdaki her zorluða katlanabilme
gücünü verir mi yoksa tam tersine inançlý
olmamýza raðmen yaþadýðýmýz en ufak bir
hayal kýrýklýðý sonucu ümitlerimiz
yýkýldýðýnda Nietzsche’nin de buyurduðu
gibi kendimize kötülük mü ederiz? Yann
Martel’in sunduðu inanç ve huzur dolu
dünya mý yoksa Tanrý’nýn öldüðünü iddia
eden Nietzsche’nin yýllar önce yýktýðý
tabularýn ardýndan seslendiði gibi “ümit
etmek insanýn kendisine yapabileceði son
kötülüktür ve iþkenceyi uzatýr” felsefesinin
ýþýðýnda bir dünya mý? Sanýrým bu ayýrýmý
yapmak ve karar vermek tamamen
okuyucuya kalýyor.
***
Yann Martel, Pi’nin Yaþamý,
Ýnkýlâp Yayýnlarý, 2003
BirGün
Aleviler niçin CHP’ye meylediyor?
Geçen hafta Alevilerdeki partileþme
fikrine iliþkin düþüncelerimi yazýya dökerken,
Aksiyon’a mülakat veren Murteza Demir’in
iddialarýný deðerlendirmeyi bir sonraki yazýda
yapabileceðimi yazmýþtým.
Demir’in Aksiyon’da yaptýðý mülakat,
“CHP’nin kitle partisi olmasýný Aleviler
önlüyor” baþlýðýný taþýyor. Acaba
söylenenlerden hareketle Dergi mi bu baþlýðý
atmýþ diye merak ediyor olabilirsiniz. Ben
de öyle düþünüp mülakatý okudum; Demir,
“CHP’nin her kesimden oy alan bir kitle
partisi olmasýna Aleviler engel olmaktadýr”
ifadesini kullanýyor. Baþlýkla içerik olarak
çeliþmiyor. Dolayýsýyla Demir’in CHP ve
Aleviler iliþkisine dair iddialarý üzerinde
durmak gerekiyor.
Eðri Cetvelden Doðru Cizgi Çýkmaz!
“Alevilerin yeni bir siyasi arayýþa
girmesini nasýl deðerlendiriyorsunuz”
sorusuna Demir, “Alevilerin... Kendilerini
ifade etmekten baþlayýn, ötekileþtirme
çabalarýna kadar. Fakat oy verdikleri partinin
(CHP) bu sorunlarýn çözümüne dair projesi
yok” cevabýný veriyor. Bununla yetinmiyor;
“Hükûmetin Alevi oy tabaný olmamasýna
raðmen, hakkýný teslim etmek... Alevilerin
sorunlarýna çözüm getirme noktasýnda
çabalarýný görmezden gelmemek... Ýnkârcý,
çifte standartçý olmamak gerekiyor” diyerek
Hükümete de bir güzelleme yapýyor. CHP
karþýtý ve Hükümete sempatik ifadeler ayný
paragrafta peþ peþe söylenince Demir’in
“doðru” kabul edebileceðimiz saptamalarý
da güme gidiyor. Zira “eðri cetvel” kullanýyor.
Yaklaþýk altý ay önce Türkiye bir yerel
seçim yaþadý. Hükümetin bu seçim öncesinde
Aleviler için olumlu bir cümle kullanmadýðýný
biliyoruz. Seçim sonrasýnda giriþtiði
“çalýþtay” serüveniyse orta yerde duruyor.
Hükümetin ilk “çalýþtay”da alýnan,
Cemevlerinin ibadethane olarak kabul
edilmesi, zorunlu din dersleri konusunda
alýnan yargý kararlarýna uyulmasý gibi “ortak
kararlar”a iliþkin adým atmadýðý da dikkate
alýnýrsa insanýn Demir’e sorasý geliyor;
neymiþ bu “hak teslim etme”yi gerektirecek
çabalar?
CHP’nin yerel seçim bildirgesi olan
Pusula 2009’da, “Farklý inanç ve düþüncelere
saygý gösterilecektir.../Cemevleri de dahil
olmak üzere tüm ibadethanelerin elektrik ve
su giderleri bedelsiz olacaktýr” ibaresi, özel
bir vurguyla belirtiliyor. CHP’li baþkanlarýn
bu vurguya uygun davranýþlar gösterip
göstermeyeceðini; bu vurguya aykýrý
davranýþlar gösterecek olan baþkanlara karþý
CHP’nin nasýl bir yaptýrým uygulayýp
uygulamayacaðýný yaþayarak göreceðiz.
Ancak ayný paragrafta icraatýn baþýna yönelik
sempatik ifadeler kullanýlýrken, muhalefetteki
partiyi projesizlikle suçlamak, insaf ölçülerini
aþýyor.
Aleviler Hükümete Haksýzlýk mý Yapýyor?
Alevilerin CHP ile iliþkisini, yerinde bir
saptamayla, bir çeþit “gönüllü tutsaklý(ða)”
benzeten Demir, hemen akabinde, “kendine
yakýn davranmaya çalýþan, çözüm öneren
siyasi kesimlere de uzak duruyor” ifadesiyle
“adrese teslim” bir cümle kuruyor. Ýddialarýný
ifrata vardýrýp, üstü örtük bir biçimde
Alevileri, AKP’yi “günah keçisi ilan etmek”le
suçluyor.
Doðrusu, CHP ile Aleviler arasýndaki
iliþki, bir çeþit gönüllü tutsaklýða benziyor.
Ancak bu tutsaklýkta Alevilerin bir kusuru
bulunmuyor. Osmanlý gibi Ýslam’ýn yönetim
anlayýþýyla þekillenen bir devletten
Cumhuriyet gibi bütün din ve inançlara
negatif bir yaklaþým gösteren devlete geçiþ
sürecinde Alevilerin tercihlerinin Cumhuriyet
olmasý; bu süreci þekillendiren CHP’ye oy
vermeleri bir zorunluluða iþaret ediyor.
Cumhuriyet döneminde Alevilere yönelik
olumlu bir adýmdan söz edilemez; ancak, hiç
olmazsa Alevi kimlikleri nedeniyle
soruþturulup, sürgünlere gönderilmiyor.
Bütün bunlarý bir yanlýþa dikkat çekmek
için yazýyorum. Yoksa Cumhuriyet’in
demokratikleþmesi, baþta Aleviler olmak
üzere bütün din ve inançlara ve bu arada
inançsýzlýklara da özgürlükçü bir ortam
saðlanmasý, temel insan hak ve
özgürlüklerinin en geniþ anlamýyla
uygulanmasý gerektiði fikri tartýþma
götürmez. Diyanet’in ortadan kaldýrýlmasý
ya da bir çeþit üst kurula dönüþtürülmesi,
Devlet eliyle Sünni Müslümanlýðýn
yaygýnlaþtýrýlmasýnýn önüne geçilmesi
gerektiði açýktýr. Ancak, Demir’in söyledikleri
bu çerçeveyi aþýyor.
Sanki Alevilerin taleplerini programýna
koyan; Hükümet olunca da bu talepleri
gerçekleþtiren partiler varmýþ da, Aleviler
buna raðmen CHP’de ýsrar ediyorlarmýþ gibi
bir hava yaratýyor. Mesela mevcut Hükümet,
devleti temsil eden Cumhurbaþkaný, yüzlerce
yýldýr Alevilere yönelik gerçekleþtirilen yok
etme politikalarý nedeniyle Alevilerden özür
mü dilemiþler; mesela insanlýk tarihinin
gördüðü en vahþi katliam olan Madýmak’ýn
müze olmasý talebini kabul mü etmiþler;
mesela Alevi çocuklarýna zorla Ýslam dininin
gereklerini öðretmeyi amaçlayan zorunlu din
dersinin kaldýrýlmasý konusunda talimat mý
vermiþler? Bütün bu sorularýn yanýtlarýnýn
olumsuz olmasýnýn sorumlusu kim? CHP mi,
Aleviler mi?
Doðru Tespitleri Yanlýþ Yerde
Söylemek!...
Demir’in söylediklerini ayýkladýðýmýzda
CHP’ye iliþkin eleþtirilerinde doðru kabul
edilebilecek ifadeler de, bu “adrese teslim”
ifadelerin arasýnda kaynayýp gidiyor.
Alevilerden büyük destek alan CHP’nin
ülkenin temel meseleleri hakkýnda daha açýk
sözlü, daha çözüm üretici olmasý gerektiði
doðrudur. Ancak AKP ile karþýlaþtýrýldýðýnda
CHP’nin “çabasýzlýðýndan” bahsetmek insaf
ölçülerini aþar. Yedi yýlý aþkýn bir süredir
Hükümette olan AKP’nin Aleviler lehine
yaptýðý bir tek olumlu icraatý göstermek bile
mümkün deðilken, AKP’ye yakýn bir
Dergi’de CHP’yi eleþtirmek ne kadar insaf
ölçülerine sýðar?
Peki gönül rahatlýðýyla oy verebilecekleri
bir partinin bulunmamasý ve bu nedenden
dolayý ehven-i þer gördükleri CHP’ye oy
vermiþ olmalarý Alevilerin suçu mu?
Yukarýda açýklamaya çalýþtýðým gibi oylarýný
blok olarak CHP’ye vermek zorunda kalýyor
olmalarý, niçin bir suçmuþ gibi gösteriliyor?
Demir’in “Aleviler, diðer partilere oy
verirse, diðer partilere verilen oylar da
daðýlacak” saptamasýysa sosyal bilimleri alt
üst edecek bir içerik taþýyor. Evet, Aleviler,
CHP’ye oy veriyor; çünkü, hiç olmazsa CHP,
Alevilerin varlýðýný tanýyor. Hükümet
olduklarýnda bu tanýmanýn nasýl bir seyir
izleyeceðini göreceðiz ama yedi yýldýr
Hükümet olup da hiçbir þey yapmayanlarý
eleþtirmek dururken CHP’yi ve hatta CHP’ye
oy veriyor diye Alevileri eleþtirmek için
“rota”yý kýrmýþ olmak gerekiyor.
NOT: Geçen haftaki “Alevilerdeki
partileþme fikri neyi ifade ediyor” baþlýklý
yazýma çok sayýda sözlü ve yazýlý tepki aldým.
Elektronik postama özel mail atanlara ve
telefonla ulaþýp fikirlerini paylaþanlara,
“görüþlerinizi kamuoyuyla paylaþýn”
önerisinde bulundum. Kamuoyuyla
paylaþýlýrsa hep birlikte “ortak akla”
ulaþabileceðimizi düþünüyorum. Çünkü eðer
herhangi bir Alevi, Alevi kimliði nedeniyle
yeni kurulabilecek bir parti sürecinde aktif
rol oynamanýn gerektiðine inanýyorsa ayný
nedenden dolayý bir Sünni de Sünni
kimliðiyle bu sürece katýlmayý hak ediyor
olmaz mý? Öte yandan “partileþme fikri,
yalnýzca Alevileri deðil, herkesi kapsýyor”sa
baþtan “Alevi partisi” tanýmlamasýnýn süreci
daraltacaðýný da düþünmek gerekiyor. Bir
kez daha belirtmek istiyorum; eleþtirilerdeki
hareket noktam, “daha önce iki kez denendi,
baþarýsýz oldu” görüþü deðil. Zira bu bir
gereklilikse iki kez de, 22 kez de denenebilir.
Kýrmýzý Baþlýklý Kýz masalýnýn kötü kurdu, Çin'de
kaplan oluyor; baþkahraman küçük kýz da Ýran'da
bir erkek çocuðuna dönüþüyor
Ýngiliz Durham Üniversitesi’nde yapýlan bir
araþtýrma, çocuklarýn okumaktan büyük keyif aldýðý
masallarýn kökeninin, zannedildiðinden çok daha
eskiye dayandýðýný ve anlatýldýðý yerlere göre
kahramanlarýnýn deðiþtiðini ortaya koydu.
Araþtýrma için biyologlarýn sýklýkla kullandýðý
‘taksonomik yaþam aðacý’ tekniðini (tüm türlerin
ortak bir atadan nasýl geldiðini gösteren teknik)
benimseyen antropologlar, pek çok halk hikâyesinin
köklerini keþfederek, farklý ülkelerin kültürlerinde
anlatýlan versiyonlarýn arasýndaki iliþkinin izini sürdü.
35 versiyonu var
Durham Üniversitesi’nden kültürel antropolog
Dr. Jamie Tehrani, Fransýz yazar Charles Perrault
tarafýndan 17. yüzyýlda kaleme alýnan ‘Kýrmýzý
Baþlýklý Kýz’ masalýnýn dünya çapýnda 35 farklý
versiyonu olduðunu belirtti. Buna göre Çin’de kýrmýzý
baþlýklý kýz, kötü kurt tarafýndan deðil, kötü kaplan
tarafýndan kandýrýlýyor.
Ýran’da ise küçük kýz çocuklarýnýn gezintiye
çýkmasý garip karþýlandýðýndan, hikâyenin kahramaný
bir erkek çocuðuna dönüþüyor.
2 bin 600 yýl önce...
Hikâyenin tüm çeþitlemelerinin, 2 bin 600 yýl
öncesine kadar uzanan ortak bir ataya dayandýðýný
belirten Dr. Tehrani, halk hikâyelerini biyolojik
organizmalara benzeterek “Bu öykülerin pek çoðu
yakýn zamana dek kâðýda dökülmediðinden, nesiller
boyunca ya yanlýþ anýmsanýyor ya da bazý ögeler
baþtan kuruluyor. Bu da bize insan psikolojisi ve
neleri hatýrlanmaya deðer bulduðumuz hakkýnda
ipuçlarý veriyor” diye konuþtu.
Radikal
7
Tanýklarý Samatya'da 6-7 Eylül'ü Anlatýyor
Samatyalý Aðavni Tantig anlatýyor: Demirci Oskiyan Sokaðý’nýn köþesinde oturuyorduk; sonra Demirci Osman oldu
adý. O gün akþamüstü sokaktan geçen bir kamyon gördük kardeþimle. Arkasý adam dolu. Ellerini boðazlarýnýn altýna
götürüp býçak gibi göstererek bize iþaret yapýyorlardý. Çok kondurmamýþ, gülüp geçmiþtik.
Aris NALCI Ýstanbul - Agos
54 yýl önce bu günlerde Türkiye'de garip bir
hareketlilik vardý. Kýbrýs'ta yaþanan olaylar yýl
boyunca ülkenin gündeminden hiç düþmemiþti.
Dernekler kuruluyor, siyasetçiler halký Rumlara
karþý içten içe kýþkýrtýyor, "Kýbrýs Türk'tür"
mitingleri düzenleniyordu..
6 Eylül günü, Mithat Perin'in sahibi, Gökþin
Sipahioðlu'nun yazý iþleri müdürü olduðu,
Demokrat Parti yanlýsý Ýstanbul Ekspres gazetesi
"Atamýzýn evi bombalandý" manþetiyle ikinci
baskýsýný yaptý. Gazete, tirajý 20 bin civarýnda
olduðu halde, 6 Eylül'de 290 bin basýlmýþtý. O
dönemde kurulmuþ olan Kýbrýs Türktür
Derneði'nin üyeleri, o günkü sayýyý bütün
Ýstanbul'da satmaya ve halký galeyana getirmek
üzere kullanmaya baþladý.
6-7 Eylül gecesi Türkiye'nin tarihine bir kara
sayfa daha eklendi. Görgü tanýklarýnýn ifadesiyle
saat 19:00'da, Pangaltý'da, þu anda Ramada
Oteli'nin yerinde bulunan ve Rum bir vatandaþýn
sahip olduðu, dönemin popüler mekânlarýndan
Haylayf Pastanesi'ne yapýlan saldýrýyla baþlayan
olaylar, tüm Ýstanbul'a, oradan da yurda yayýldý.
Çoðumuz yakýn tarihimizdeki bu olaylarý
yayýmlanan fotoðraflardan ve kitaplardan takip
edebildik. Beyoðlu Ýstiklal Caddesi'ne dökülmüþ
gayrimüslim iþyerlerine ait mallarýn fotoðraflarý,
akýllarda kalan en çarpýcý karelerden oldu. Ancak
6-7 Eylül sadece Pera'da deðil, Ýstanbul'un
genelinde, hatta Türkiye'de büyük ölçekli bir
etki yarattý.
Yýllar sonra, emekli orgeneral Sabri
Yirmibeþoðlu, gazeteci Fatih Güllapoðlu'na
verdiði bir röportajda, 6-7 Eylül olaylarýný,
"Mükemmel bir özel harp harekâtýydý, amacýna
da ulaþtý" diye anlatacaktý. Selanik'teki
bombalama olayýnýn da Türkiye devleti
tarafýndan tertiplenen bir kýþkýrtma olduðu,
Yunanistan makamlarýnca o günlerde ortaya
çýkarýldý. Olayla ilgili olarak, Selanik Hukuk
Fakültesi'nde burslu öðrenci olarak okuyan ve
MÝT ajaný olduðu belirtilen Oktay Engin ve
Selanik Baþkonsolosluðu Kavasý Hasan Uçar
yakalandý. Konsolosluk yetkilileri
dokunulmazlýklarý olduðu için yargýlanamazken,
Uçar ve Engin bir süre tutuklu kaldýktan sonra
tahliye edildiler. Engin, daha sonraki dönemde
MÝT'te önemli görevlere getirildi, devlet
kademelerinde hýzla ilerledi, ve 1992'de Nevþehir
Valiliðine kadar yükseldi.
6-7 Eylül korkusu
6-7 Eylül 1955'te, gayrimüslimlerin yaþadýðý
bölgeler özellikle hedef seçilmiþti. Samatya'daki
olaylarý anlayabilmek için evinin kapýsýný
çaldýðýmýz Aðavni Tantig (teyze) ve kýz kardeþi
Hýripsime, hatýrladýklarýyla o günlerin
Samatya'sýna ýþýk tutmaya çalýþtý.
Ýki kýz kardeþ o dönemde 17 ve 19
yaþlarýndaymýþ. Gençliklerinin en önemli
yýllarýna, 6-7 Eylül olaylarý damgasýný vurmuþ.
Yaþananlarla ilgili bir yazý yazmak istediðimi
söylediðimde, elleri titreyerek, "Aman oðlum
aman, yaþandý bitti iþte. Yazma, bak þimdi bir
þey olmaz ama ilerde baþýna neler geleceðini
bilemezsin. Yazma" diyor. Oysa bize çay
getirirken elleri titremiyordu. Belli ki ellerinin
titremesi yaþlýlýktan deðil. Hem konuþmaktan
hem de olanlarý hatýrlamaktan ne kadar
korktuðunu anlýyorum.
"Bak, bizim ailemiz aksor'dan (sürgünden)
önce ne kadar zenginmiþ, ne kadar özgürmüþ.
Ne oldu þimdi, hepsi öldü, kimse kalmadý.
Yazma, sen beni dinle!"
Biraz heyecanýnýn geçmesini bekliyorum.
Havadan sudan sohbet ediyoruz. Son 1 Mayýs'ta
neler olduðunu anlatýyor bana. Kurtuluþ
Caddesi'nden geçenleri görmüþ. Olaylarýn geldiði
boyutu örnek göstererek "Yazma" sözünü
desteklemek istiyor.
Nafile... Dinlemek istediðimi söylüyorum.
O da kýramayýp, korkulu yýllara dalýyor yaþlý
gözlerle.
"Garo aðabeyim Kapalýçarþý'da çalýþýyordu
o zaman. Olaylardan bir gün önce eve geldi,
dedi ki 'Yarýn ortalýk karýþabilir, dýþarý çýkmayýn.
Bugün Çarþý'da bir dedikodu vardý, dikkat edin.'
Samatya'da Demirci Oskiyan Sokaðý'nýn
köþesinde oturuyorduk o zaman; sonralarý
deðiþtirdiler, Demirci Osman oldu adý... O gün
akþamüstü sokaktan geçen bir kamyon gördük
kardeþimle. Arkasý adam dolu. Sokaktan
geçerken, ellerini boðazlarýnýn altýna götürüp
býçak gibi göstererek bize iþaret yapýyorlardý.
Çok kondurmamýþ, gülüp geçmiþtik. Garo da
akþam öyle deyince bir tedirginlik baþladý tabii."
Kýsa bir ara veriyoruz. Demirci Oskiyan
Sokaðý adý ilgimi çekiyor. "Samatya Surp Kevork
Kilisesi'nin üç üst sokaðýydý. Bizim alt sokaðýn
adý da Doktor Miricanyan'dý" diye anlatýyor
Aðavni Tantig. Doktor Miricanyan Sokaðý'nýn
þimdiki ismi Mercan Sokak. 6-7 Eylül bölgedeki
gayrimüslim nüfusunu uzaklaþtýrmakla
kalmamýþ, ayný zamanda, gayrimüslimlerin
izlerini de silmiþti. Sokak isimlerinin
deðiþtirilmesi, olaylarýn hemen ardýndan, birkaç
yýl içerisinde gerçekleþmiþ.
Anlaþýlan o ki 6-7 Eylül'ün korkusu yýllarca
sürmüþ. "O tarihlerde korkudan kimse dýþarý
çýkmazdý" diye anlatýyor Aðavni Tantig.
Kilisenin atlýsý Surp Kevork
"6 Eylül akþamý, geç saatlerde baþladý yaðma.
Samatya Kilisesi'nin oradaki Ermeni manavýn
dükkânýný daðýtmýþlardý. Tüm Rum kiliselerine
girdiler, yaktýlar. Bizimkileri de. Altý Mermer
Kilisesi'ni de yakmayý denediler ama çok zarar
veremediler. Bizim Surp Kevork'u yakamadýlar
bir tek. Öyle anlattýlar bize. Kilisenin jamgoçu
bayrak asmak için kilisenin kapýsýný açýyor.
Kilise normalde içeri kýsýmda olduðundan
gözükmezdi. Bir tek þimdiki dernek binasý
gözükürdü. Ama kapý açýlýnca yaðmacýlar içeri
girmiþler. Önce müþtemilatý yakmýþlar, orasý
yanýp kül olmuþ neredeyse. Kiliseye girmeye
kalkmýþlar. Ama kapýdan girenler dýþarý çýkmýþ,
içeride elinde mýzraklý bir atlý ile karþýlaþtýklarýný
söylemiþler. 'Lanetleneceðiz' deyip, Surp
Kevork'a dokunmamýþlar. Bunu yapanlardan
biri ertesi gün Surp Kevork Kilisesi'nin
köþesindeki, sahibi Ermeni olan kahvehaneye
gidip anlatmýþ herkese. Oradan biliyoruz biz.
Sonra efsane olarak yayýldý bu, 'Samatya'daki
Ermenileri Surp Kevork kurtardý' diye. Ama
tüm Rum kiliselerini yaktýlar. Bütün gayrimüslim
esnafýn mallarý sokaklara döküldü."
Kasap Fikret'in ruhu þad olsun
"Bizim alt katta bir Kasap Fikret vardý.
Olaylar baþlayýnca ben ve kardeþim indik sokaða,
kapýlara vurmaya baþladýk. Kasap Fikret bizi
içeri soktu. Eline koca kasap býçaðýný aldýðý gibi
oturdu kapýnýn önüne. Kardeþimin kocasýna da
'Al bir bayrak, çýk yukarý as' dedi. Vahram
Aðabey de öyle yaptý. Evimiz köþede ya, çýkmýþ,
yukarýdan, elindeki bayraðý bir yan sokaða
doðru, bir diðer sokaða doðru sallýyor ki
gelmesinler. Biz de içeride korkudan titreyerek
seyrediyorduk olan biteni. Sað olsun, Kasap
Fikret kurtardý evimizi ve onun gibi birçok
Samatyalý yerli Türk aile de sahip çýktý o gün
Samatyalý gayrimüslimlere."
"Bizim Kasap Fikret kapýda beklerken, yan
binadaki Rum ailenin evini talan ettiklerini
görmüþ. Bir þey diyememiþ. Sonra evden çýkan
iki çocuk, oradan aldýklarý bir köstekli saati
paylaþamayýp sokakta kavgaya tutuþmuþlar.
Arkadaki evde Rum ailenin aðlayan kýzlarýný
gören Fikret sinirleniyor, dayanamayýp 'Evlerini
yaktýnýz, bir saatin peþine mi düþtünüz þimdi?'
diyor, saati de alýp satýrýyla parçalýyor."
6-7 Eylül'de Samatya'da bu tip hikayeler
çok. Ancak komþusu olan Ermeni'yi koruyup
oðlunu yaðmaya gönderenler de var:
"O dönem mahallede bir tren kondüktörü
vardý. Sokakta gördüm onu, evleri yaðmalamaya
gelenlere gayrimüslimlerin evlerini gösteriyordu.
Oðlunu da onlarla yaðmaya gönderdi."
"Mabel" adýyla gelen saldýrý
Aðavni Tantig devam ediyor anlatmaya:
"Köþede bir bakkalýmýz vardý. Türk'tü. O hafta
yurtdýþýndan mallar getirmiþti satmak için. Mabel
Çikolatalarý da vardý gelen mallar arasýnda. O
zaman tüm çocuklar hayrandý Mabel'e. Bakkal
Mabel tabelasý asmýþtý olaylardan bir gün önce.
O tabelayý görenler onu da Rum sanýp içeri
girdiler. Paramparça ettiler adamýn dükkânýný.
Hiçbir þey kalmadý."
Bir çocuðun gözünden
Uzun süre Samatya Sahakyan Nunyan Okulu
ve Surp Kevork Kilisesi Vakfý'nýn yöneticiliðini
yapmýþ olan Melkon Karaköse, çocukluk
yýllarýnýn en kara günlerini þöyle anlatýyor:
"Samatya'da, Marmara Caddesi Teferruat
Sokak'ta oturuyorduk. 8 yaþýndaydým. Hiçbir
þeyden haberimiz yoktu. Akþam saat 10 gibiydi,
'hareket' baþladýðýnda evimizin salonundaydýk.
Sokaktan patýrtýlar yükseldi. Kalabalýk bir grubun
uðultularýydý bu sesler. 'Bayrak as!', 'Rumlar
Yunanistan'a, Ermeniler yerin dibine!' diyerek
baðýrýyorlar. Bizim semtte o kadar Rum yoktu,
Rumlar daha çok Yedikule tarafýnda otururlardý.
Müthiþ bir kalabalýktý, çok iyi hatýrlýyorum.
O kalabalýk, bizim sokaðýn köþesinde oturan,
radyo tamirciliði yapan Niko'larýn evine daldý.
Hemen sonra yukarýdan, Niko'nun evinin
penceresinden radyolarý atmaya baþladýlar. Ben
o gece ilk kez bir buzdolabý gördüm. Niko'larýn
buzdolabýydý, evin camýndan aþaðý atýyorlardý.
Gördüðüm ilk buzdolabý sokakta parçalanýyordu.
Ateþin gökyüzünü kýrmýzý yaptýðýný ben o
yaþta öðrendim. Bir tarafta bizim Altýmermer
Kilisesi'nin yanýndaki Rum Kilisesi, öbür tarafta
da Pulcu Sokak'ta bulunan baþka bir Rum kilisesi
vardý. Bunlarýn arasýnda bir kilometre ya var ya
yok. Ýki taraftan yükselen ateþle gök kýpkýrmýzý
olmuþtu. Mamama, babama sordum, 'Nedir bu?'
diye. 'Yangýn var, bu onun kýrmýzýlýðý' dediler.
Kristali de, Pulcu Sokak'ta yakýlýp yýkýlan Rum
kilisesinin yere dökülen avize taþlarýndan
tanýdým."
6-7 Eylül zengini
"Nikolar bir daha evlerine gelmediler,
Ýstanbul'u terk ettiler. Ýki çocuðuyla birlikte
Yunanistan'a kaçtýlar. Babam o dönemde deri
fabrikasýnda ustabaþýydý. Patronlarý Rum'du.
Onlar da gittiler, evleri yaðmalanmýþtý o gece.
O zaman Kazlýçeþme'de hep Rum patronlarýn
fabrikalarý vardý, 'Çorbacý' derlerdi. Deri iþi
onlarýn elindeydi.
Bu arada, Samatyalý aklýselim Müslüman
komþularýmýz yaðma iþlerine karýþmadýlar ve
hatta korumaya aldýlar birçok evi. 6-7 Eylül
zenginleri de çok vardý. Büyüdüðümüzde, bize
gösterirlerdi 'Bu adam Varlýk Vergisi zengini,
bu adam 6-7 Eylül zengini' diyerek.
Kara bir gündü. Ermenilerden korkan çok
oldu, ama ayrýlmak için hiçbirimizin imkâný
yoktu. Zaten Yozgat'tan, Sivas'tan göçlerle oraya
gelmiþtik. Gidebileceðimiz bir yer yoktu. Ama
bu olay zaman içerisinde etkisini gösterdi.
Durumunu düzelten birçok Ermeni ülkeyi terk
etti."
Hasarlar
Basýna göre 11 kiþi, bazý Yunan kaynaklarýna
göre 15 kiþi öldürülmüþtür. Resmi rakamlara
göre 30 kiþi, gayri resmi rakamlara göre 300
kiþi yaralanmýþtýr. Tecavüze uðrayan kadýnlarýn
sayýsýnýn 200'ü aþtýðý tahmin edilmektedir. (Ayþe
Hür, "6-7 Eylül'de devletin 'muhteþem
örgütlenmesi'", Taraf gazetesi, 26 Nisan 2009)
4.214 ev, 1.004 iþyeri, 73 kilise, bir sinagog,
iki manastýr, 26 okul ile aralarýnda fabrika, otel,
bar gibi yerlerin bulunduðu 5.317 mekân
saldýrýya uðramýþtýr.
Maddi hasarýn, o günün deðerine göre 150
milyon ile 1 milyar Türk Lirasý arasýnda olduðu
tahmin edilmektedir. Demokrat Parti hükümeti,
zarara uðrayýp tescil ettirenlere toplam 60 milyon
Türk Lirasý civarýnda tazminat ödemiþtir. ("67 Eylül Olaylarý", Radikal gazetesi, 6 Eylül
2005 )
Zamanýn gazetelerine göre asýl suçlu,
Türkleri provoke eden Rumlardýr. Halbuki 6-7
Eylül olaylarýnýn sadece Kýbrýs'la ilgili olarak
Rumlara yapýlmýþ bir misilleme olmadýðýnýn bir
göstergesi, tahrip edilen iþyerlerinin yüzde 59'u
Rumlara aitken, yüzde 17'sinin Ermenilere,
yüzde 12'sinin Yahudilere ait olmasý, hatta
dönmelere ve Müslüman olmuþ Beyaz Ruslara
ait mekanlarýn bile saldýrýya uðramýþ olmasýdýr.
Saldýrýlarýn kontrol edilememesi üzerine
Baþbakan Adnan Menderes Sapanca'dan çaðrýlýr
ve sýkýyönetim ilan edilir. Olaylarla ilgili olarak
önce 3 bin 151 kiþi tutuklanýr, daha sonra bu
sayý 5 bin 104'e yükselir.(Yahya Koçoðlu,
'Azýnlýk Gençleri Anlatýyor', Metis Yay., 2001.
s. 25-31.)
Kiliseler ve mezarlýklar da saldýrýlardan
payýný almýþtýr: Kiliselerin içindeki kutsal
resimler, haçlar, ikonalar ve diðer kutsal eþyalar
tahrip edildiði gibi, Ýstanbul'da bulunan 73 Rum
Ortodoks kilisesinin tamamý ateþe verilmiþtir.
Ýzmit ve Adapazarý'ndan gelen yaðmacýlar,
geri dönmek üzere Haydarpaþa istasyonuna
geldiklerinde, üzerlerinde yaðmaladýklarý
mallarla yakalanýrlar. Yaðmacýlarýn büyük bir
bölümünün baþka þehirlerden getirildiði ortaya
çýkar. Emekli hakim Amiral Fahri Çoker'in Tarih
Vakfý'na býraktýðý belgelerde yer alan verilere
göre, Sivas'tan 145, Trabzon'dan 117,
Kastamonu'dan 116, Erzincan'dan 111 kiþi
getirilmiþtir. (AN/TK)
Bianet
Vietnamlý Devrimci, halký ile birlikte
Üçüncü Dünya denilen ülkelerin,
uluslararasý kapitalist güçler tarafýndan
sömürülmesine ve sömürgeciliðe karþý
mücadelenin bir simgesi haline geldi. Onun
adý, ülkesinin sýnýrlarýnýn çok ötesinde,
komünist solun dünyadaki en ünlü
þahsiyetleri arasýnda bulunuyor.
Vietnam, Birleþik Devletlere karþý
kazandýðý zafer ile kaynaklarda büyük
eþitsizlik olmasýna raðmen emperyalizmi
yenmenin mümkün olduðunu gösterdi.
Dünyanýn her yerinde, büyük halk güçleri
Vietnam devrimi ile dayanýþma içinde oldu
ve Ho Chi Minh figürü dünya çapýnda hak
ettiði iyi bir üne ulaþtý.
Ho Chi Minh tarafýndan örgütlenen halk
ordusu, dönemin en güçlü üç emperyalist
gücünü bozguna uðrattý: Fransa, Japonya
ve Amerika Birleþik Devletleri. Bunlar, kitle
imha araçlarý karþýsýnda hiçbir korumasý
bulunmayan Vietnam halkýný katlettiler.
Ho Chi Minh, halký ezenleri ve istismar
edenleri, hatta kapitalizmi dayatmaya çalýþan
ve dünyaya hükmeden Amerika Birleþik
Devletleri'ni yendi.
19 Mayýs 1890 yýlýnda, bugünkü
Vietnam’ýn kuzeyinde bulunan Annam’da
doðdu. 30 yýldan beri Fransýz sömürge
yönetimi altýnda bulunan bu bölgede,
çocukluðunun ilk yýllarýndan itibaren
emperyalizmin ihlallerine tanýk oldu.
Bir doða bilimcisinin oðluydu,
Saygon’da okudu. Babasýnýn resmi
görevinden alýnmasý ve ailesinin
aþaðýlanmasýndan sonra ülkenin aðýr sosyal
koþullarý ve sömürgeci güçlerin baskýsý
nedeniyle göç etmeye karar verdi.
1912 yýlýnda, uzun ve karmaþýk bir
yolculuktan sonra Londra’ya geldi. Burada,
fotoðraf rötuþçusu ve otel bekçisi olarak üç
yýl boyunca düþük ücretle çalýþtý. Bu onun
sola olan inancýný güçlendirdi.
Paris’te, yeni baþlayan anti-sömürgecilik
hareketleri ile iliþki kurdu ve Fransýz
Sosyalist Partisi’ne katýldý. Tours
kongresinde, enternasyonalistlerin
çoðunluðu ile birlikte III. Enternasyonal’e
katýlmaya karar verdi. Daha sonra Fransýz
Komünist Partisi (PCF) adýný alacak olan
Komünist Enternasyonal'in Fransýz
seksiyonunun kuruluþuna katýldý ve bir
eylemci olarak ortaya çýkmaya baþladý.
L'Humanité’nin editörlüðünü yaptý. Daha
sonra, sömürge ülkelerinin devrimci
liderlerine sesleneceði “El Paria” gazetesini
kurdu. Burada, uluslararasý iþçi hareketinin
ve Marksizm'in önemli kiþiliklerini tanýdý.
Ve yine bu dönemde, þair yönü dâhil olmak
üzere büyük bir entelektüel üretim ile
hayatýnda çok önemli bir aþama yaptý. Onun
makalelerinde ve yazýlarýnda, sömürgecilik
tarafýndan egemenlik altýna alýnan halklara
uygulanan baskýya ve emperyalizme karþý
mücadeleyi, güçlü bir þekilde üstlenme
görülür.
Versalles konferansýnda, Hindiçin
kolonisi için eþit haklar tanýnmasý ve baskýya
karþý müdahaleleri dikkat çekti. Paris’ten
Moskova’ya taþýndý ve orada Enternasyonali
biçimlendirdi. Sonra Çin Komünist
Partisi’yle iþbirliði yapmak için Çin’e geçti
ve orada, askeri ve siyasi eðitimini
tamamladý.
1927 yýlýnda, bu ülkede, devrimcilere
karþý olan olaylardan sonra Çin’den kaçtý
ve yeraltýna geçerek Burma, Çin ve
Siyam’da (bugünkü Tayland) silahlý
ayaklanmalar ve grevler organize etti.
1930 yýlýnda, Vietnam Komünist
Partisi’ni kurdu. Fakat sonra bir kez daha
tutuklandý. Egemenlik durumunda
beklenmeyen bir deðiþiklik oldu ve Fransýz
egemenliði altýnda bulunan Hindiçin,
Japonya’nýn egemenliðine geçti.
1940 yýlýnda serbest býrakýldý ve ülkesine
geri döndü. Vietnam’ýn Baðýmsýzlýðý için
Birlik Cephesini (Viet Minh) kurarak
Vietnam’dan sürülene kadar Japon iþgaline
karþý beþ yýl mücadele etti.
Ýngiliz birliklerinin güneye girdikleri
sýrada Çinli milliyetçiler, ülkenin kuzeyini
iþgal etti. Ayrýca Fransýzlar da kendi sömürge
alanlarýný kurtarmak istediler ve ülkeyi
yeniden iþgal etmek için deri döndüler. Bu
sýrada Kuzeydeki Vietnamlý gerillalar,
Çinlilere karþý koyarak bu bölgeyi
özgürleþtirdiler.
2 Eylül 1945’te, Vietminh, Demokratik
Vietnam Cumhuriyeti’ni kurarak
baðýmsýzlýðýný ilan etti. Ama
emperyalistlerin planlarýnda, bölge için
baðýmsýzlýk deðil tersine bölgenin kapitalist
güçler arasýnda yeniden pay edilmesi vardý.
Fransýzlar, 1946 yýlýnda, Haiphng’i
bombalayarak binlerce sivili öldürdü ve
halk buna 19 Aralýk’ta genel bir ayaklanma
ile cevap verdi.
Fransýz ordusu yenildi ve Ho Chi Minh
Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’nin ilk
cumhurbaþkaný olarak ilan edildi. Ama Ngo
Dinh Diem’in liderliði altýndaki Güney
Vietnam, Ho Chi Minh’in seçim zaferi
öncesi, ABD’nin desteði ile seçimlere
katýlmayý reddetti.
General Eisenhower, Vietnamlýlarýn
yüzde sekseninin Ho Chi Minh’e oy
vereceðine inanýyordu ve bu yüzden Birleþik
Devletlerin Dýþiþleri Bakanlýðý, komünizmi
frenlemek ve bölgedeki nüfusunu korumak
için güneye askeri destek vermeye karar
verdi. Fransa’ya karþý savaþ, ABD’ye karþý
savaþa miras kalmýþtý.
Ho Chi Minh, hemen harekete geçti ve
Viet Kong ve Ulusal Kurtuluþ Cephesini
(FNL) kurarak gerillalara destek verdi.
5 milyondan fazla Vietnamlý öldü ve 3
milyon insan, güçlü bir kimyasal silah olan
portakal gazýnýn etkilerinden zarar gördü.
Savaþ süresince 7 milyon tondan fazla
bomba ve 100 bin zehirli kimyasal madde
kullanýldý. Ýkinci Dünya Savaþý boyunca
kullanýlan bombalardan daha fazlaydý.
Ho Chi Minh, 2 Eylül 1969 yýlýnda,
Hanoi’daki mütevazý evinde, 79 yaþýnda,
kalp durmasý nedeniyle hayatýný kaybetti.
Bir yaþamý adadýðý, devrim eserinin
tamamlanmadýðýný göremeden öldü.
Vietnamlýlar için Amerika Birleþik
Devletlerini yenen Ho Chi Minh’ti. Muzaffer
tanklarýn bir pankart taþýdýðý anlatýlýr: Ho
amca, daima bizimle yaþýyorsun.
[Rebelion’daki Ýspanyolcasýndan Atiye
Parýlyýldýz tarafýndan Sendika.Org için
Sendika. Org
Maya þehrinde biten yaþamýn sýrrýný kan
örnekleri aydýnlatacak. Þehrin yok olmasýnýn
ardýndaki neden büyük olasýlýkla bir savaþ
Guetamala’da Maya uygarlýðýnýn hüküm
sürdüðü en önemli þehirlerden olan El
Mirador’un sýrrý DNA testi ile çözülecek.
Arkeologlarýn yaptýðý kazýlarda ortaya
çýkan mýzrak ve ok kalýntýlarýndan alýnan kan
örneklerini inceleyen araþtýrmacýlar, þehirdeki
yaþamýn bitme nedeninin kanlý bir savaþ
olabileceði ihtimali üzerinde duruyor. Savaþ
aletlerinde bulunan kan örnekleri inceleniyor.
Yapýlan test sonucunda iki farklý DNA tipi
ile karþýlaþýlýrsa þehirdeki hayatýn bitmesine
büyük bir savaþýn neden olduðu ortaya
çýkacak.
BirGün

Benzer belgeler