1 Mayıs 2008 - Yeni Dünya İçin Çağrı

Transkript

1 Mayıs 2008 - Yeni Dünya İçin Çağrı
AYLIK
SİYASİ
GAZETE
Karkerên jin û mêr!
Ji xeynî zencîrên we tiştekî
we yê wendakirinê tune!
Hûn dikanin cîhanekê
nu wergirin!
SAY
E
I l H JM
AR
Kadın ve erkek işçiler!
Zincirlerinizden başka
kaybedecek birşeyiniz yok!
Kazanacağınız
yeni bir dünya var!
Mayıs 2008/05 • FİYATI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X122
1 Mayıs 2008:
Devletin işçi
sınıfına faşist
terörü
Emekçi bir
Ermeni’nin
mektubu…
İşgal ve savaş
sürüyor,
değişen
rakamlar…
•
editörden - içindekiler
Editörden...
Değerli Okuyucu,
Uzun yıllardan beri ilk defa 1
Mayıs'ı işçi sınıfı için 1 Mayıs
Meydanı anlamını taşıyan
Taksim'de kutlamak için
sendikalardan kitle örgütlerine,
legal sol partilerden devrimci
gruplara kadar çok geniş bir yelpaze
irade belirledi.
Geçen yıla karşın bu yıl Taksim'e
hiç çıkılamamış olsa da, hiç bu
kadar Taksim'e yaklaşılamamıştı.
Egemenler yapacaklarını yaptılar,
burjuva medyanın bile dudaklarını
uçuklattıracak ölçüde -gerçi
onların derdi biraz da başkaydı,
onların derdi çok da 1 Mayıs'ın
şiddetle bastırılmasına tepki
göstermek değildi, daha ziyade
AKP hükümetini zayıflatmanın
bir aracı olarak kullandılar- yoğun
bir şiddetle saldırdılar işçilerin ve
eyleme katılanların üzerine.
İçindekiler
İşçi sınıfının birlik, dayanışma
ve mücadele gününe duyulan bu
nefretin nedeni neydi?
Emeğin bayramından neden bu
kadar korkulur acaba?
İşte bu sorulara bir cevap dışında
bulunacak başka mantıklı bir cevap
yoktur, o da şu: sınıf kini ve sınıf
korkusu!
Evet egemenlerin en büyük
korkusu sömürdükleri işçi
sınıfının bilinçlenerek, birliğini
ve dayanışmasını pekiştirip
mücadeleye atılmasıdır.
Onlar sınıf mücadelesinden
korkuyorlar!
Korkmakta da haklılar...
Çünkü onlar bugün açısından işçi
sınıfından daha çok işçi sınıfının
gücünün farkındalar.
O yüzden önlem alırken hiç bir
şiddetten de kaçınmıyorlar.
Önemli olan işçi sınıfının kendi
gücünün farkına varmasıdır.
İşçi sınıfı kendi gücünün farkına
vardığında, ilk sorgulayacağı şey
neden şiddet tekelinin burjuvazinin
elinde olduğudur.
İşte o zaman korkunun da ecele
faydası olmayacaktır!
YDİ ÇAĞRI,
06 Mayıs 2008 •
Yeni Dünya Gençliği
Bülteni Sayı 3 Çıktı!
GÜNDEM
Seçim sizin/bizim: Ya barbarlık, ya sosyalizm…. . . . . . . . . . . . . . 3
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN
Eski ve yeni Vakıflar Yasası. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4
18 Mayıs 1973 – 18 Mayıs 2008:
İbrahim Kaypakkaya yoldaş mücadelemizde yaşıyor!. . . . . . . . . . . 6
YENİ KADIN DÜNYASI
Kadın Emeği Kurultayı’ndan izlenimler . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7
Pippa Bacca’nın öldürülmesi kınandı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8
Tecavüz protesto edildi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8
YENİ İŞÇİ DÜNYASI
1 Mayıs 2008: Devletin işçi sınıfına faşist terörü. . . . . . . . . . . .
İzmir’de 1 Mayıs. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Mersin’de 1 Mayıs. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
1 Mayıs Adana: Sınıf dayanışması ve coşku . . . . . . . . . . . . . .
Stuttgart'ta 1 Mayıs . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Tez Koop- iş Sendikası İştanbul 4 No’lu Şubesi’nin
Olağan Genel Kurulu yapıldı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Tez-Koop-İş Sendikası İzmir 2 No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı . . . . .
Deri İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği kuruldu . . . . . . .
Eğitim Sen’den miting . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
"Yörsan Ürünlerini Tüketmeme” çağrısı. . . . . . . . . . . . . . . .
SSGSS yasa tasarısı Adana’da protesto edildi .... . . . . . . . . . . .
Sosyal Güvenlik Yasası Diyarbakır'da protesto edildi.... . . . . . . . .
Emekçi bir Ermeni'nin mektubu… . . . . . . . . . . . . . . . . . .
EK:1
EK:2
EK:3
EK:3
EK:3
EK:4
EK:4
EK:5
EK:5
EK:5
EK:6
EK:6
EK:7
PANORAMA
BÜKREŞ / ROMANYA: NATO-Zirvesi’nin gündeminde yine savaş vardı…. 9
IRAK / GÜNEY KÜRDİSTAN: İşgal ve savaş sürüyor, değişen rakamlar…. . 10
YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİ
Kozak Yaylası’nda çevre katliamı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Gıda krizinin sorumlusu kim? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Çevre talanı sürüyor. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Nükleer santrallere hayır!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
12
12
13
13
YENİ DÜNYA GENÇLİĞİ
“Ekmek ve Özgürlük Kavgasında Onurla Öleceğim Bir İşçiye Yakışırcasına”.14
Komünist Eğitim Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15
YDİ Çağrı'ya verilen cezalara ilişkin basından haberler. . . . . . . . . . 15
• ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer
• Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir • Yönetim Yeri ve Adresi:
Hüseyin Ağa Mah., Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul
• Tel. /Fax: (0212) 620 67 57 • Banka Hesap:
Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654
• Sayı: 122 · Mayıs 2008 • ISSN 1301-692X122
• Fiyatı: Türkiye: 2,00 YTL (KDV DAHİL) Türkiye Dışı: 2,50 Euro
• Baskı: Uğur Matbaacılık · Tel.: (212) 501 81 09 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi
6. Kat A Blok 4 NA 8-10-11-23 · Topkapı - İstanbul
• Yayın Türü: Yaygın Süreli
[email protected]
www.ydicagri.com
•
2
gündem
Seçim sizin/bizim:
Ya barbarlık, ya sosyalizm…
H
ayat insanı sürekli olarak
seçimlerle karşı karşıya bırakır. Kimi seçimleri kendi
irademiz, kimilerini de dış etkenlerin baskısı altında alırız. Yapılan her
seçim karşımıza bir sonuç, alınan
sonuçlar ise bir üst aşamada yeni bir
seçimi beraberinde getirir. Bu böyle
sürer gider.
Çağımız tek tek bireyleri, her ülkenin insanlarını ve dünya ölçeğinde
tüm insanlığı, önceki çağlarla kıyaslanmayacak kadar acil bir şekilde
büyük bir seçim ile karşı karşıya bırakıyor: Ya barbarlık, ya sosyalizm.
Gelişen olaylara ilişkin tavrımız,
sosyalizmi seçmediğimiz sürece bizi
barbarlık içinde çöküşe bir adım
daha yaklaştırıyor. Dünyadaki ve
ülkelerimizdeki gelişmeler her geçen
gün bu seçimi tekrar tekrar önümüze
getiriyor…
işçilerin verdiği mücadele ile seslerini
duyuran Tersane işçileri için komisyonlar kuruldu. Bazı tersanelerde
göstermelik önlemler alındı. Ancak
yaklaşık 30 bin işçinin çalıştığı tersanelerde işçilerin büyük çoğunluğu
için bir cinayete kurban gitme ihtimali sürüyor.
Bu cinayetler üzerine bilindik açıklamalar yapıldı. Ancak yapılanlar yıllardır açıklamaların ötesine geçmiyor. Sermaye açısından insan hayatının tek önemi onun maliyeti. Başka
bir önemi yok. İş güvenliğinden ve
insanca çalışma koşullarından yoksun işçiler açısından da seçim açık:
Ya her an bir cinayete kurban gitme
ihtimali ya da insanca çalışma ve yaşama için sosyalizm!
İktidar dalaşı tam gaz!
Sosyal Güven(siz)lik, artan
işsizlik…
Tüm dünyada işçi ve emekçilere
son yılların en büyük saldırılarını
başlatan sermaye ülkemizde de boş
durmuyor. Zaten kısıtlı olan Sosyal
Güvenlik hakkı iyice tırpanlandı.
Emeklilik işçi ve emekçilerin gündeminden tamamen düştü. İşçi ve memur sendikalarının 13-14 Mart’taki
birleşik eylemleri ile geri adım attığı
izlenimi veren sermayenin andaki
hükümeti AKP yeni yasayı meclisten
geçirdi. Bunda Türk-İş’in mücadeleyi bölen tavrı da etkili oldu. Ancak
her ne kadar tavrını eleştirsek bile,
tek suçlu Türk-İş yönetimi değildi.
Çünkü (bazılarını dışta tutarsak)
Türk-İş’e üye sendikalar ve bu sendikaların üyesi işçiler de farklı bir tavır
geliştirmediler. Asıl sorun işçi sınıfının sorunlarına karşı duyarsızlığı,
sendika bürokratlarının tavrını aşmayan/aşamayan durumudur. DİSK
ve KESK’in Nisan ayındaki eylemleri de gücü itibariyle hükümete geri
adım attırabilecek nitelikte değildi.
İşçi ve emekçiler genel olarak yeni
Sosyal Güven(siz)lik yasasına karşı
mücadele etmek yerine çözümü yasanın yürürlülük tarihi olan 30 Nisan’a
kadar çocuklarını sigortalatmakta
gördüler. 30 Nisan’a kadar binlerce
insan, eski yasadan yararlanabilmek
için sigortalandı.
Sermaye çalışanlara saldırırken
işsizler ordusunu da büyütmeyi ihmal etmedi. Artan işsizlik, işi olanların sömürüsünü arttırıyor. Türkiye
İstatistik Kurumu’nun açıkladığı
verilere göre Türkiye genelinde işsiz
sayısı Aralık (2007), Ocak ve Şubat
2008'i kapsayan üç ay içerisinde 59
bin kişi arttı. Böylece toplam işsiz sayısı 2 milyon 567 bin kişiye, işsizlik
oranı da yüzde 11.3’e ulaştı. TÜİK
verilerine göre 2007 yılında çalışma
çağındaki nüfus 750 bin kişi arttı.
Ayrıca tarımda çalışan 527 bin kişi de
diğer sektörlerde iş aramaya başladı.
Ancak bu 1 milyon 277 bin kişinin
sadece 249 bini iş bulabildi. Böylece
2007 yılı içerisinde 1 milyondan fazla
insan işsiz olarak yaşamına devam
etti. İşsizlik oranları genç nüfus arasında ise daha yüksek: yüzde 21.
İşsizler iş bulamıyor, işçilerin elinden hakları alınıyor. Seçim belli: Ya
sömürünün, işsizliğin barbar yüzü ya
da onurlu bir gelecek için sosyalizm!
Ayaklar-başlar ve 1 Mayıs
2008 1 Mayıs’ı işçi sınıfına karşı
saldırıların gölgesinde kutlandı.
İstanbul’da 1 Mayıs’ı her kesime açık
olan, sadece işçilere kapatılmak istenen Taksim alanında kutlamak isteyen sendikalara karşı AKP hükümeti
oldukça saldırgan bir tavır geliştirdi.
Geçen yıl işçi ve emekçilere azgınca
saldıran devletin güçleri bu yıl da
aynı görüntüler için hazırlandı. DİSK,
KESK ve Türk-İş’in Taksim alanında
ortak bir miting düzenlemek için ısrarlarına Başbakan Erdoğan “Ayaklar
başı yönetemez” sözü ile cevap verdi.
Başbakan’ın “ayaklar” dediği işçiler,
emekçiler, üretenler sermayeye, onun
temsilcisi Başbakan’a gereken cevabı
alanlara çıkarak, talepleri için mücadele ederek verebilirler.
Bu yılki 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan
edilmesi konusunda da gelişmeler
yaşandı. Bazı CHP’li ve AKP’li vekiller 1 Mayıs’ın resmi tatil olması
gerektiğini açıkladılar. TÜSİAD “1
Mayıs Çalışma Bayramı olsun” şeklinde öneride bulunarak, 1 Mayıs’ın
Çalışma Bayramı olarak kutlanması
gerektiğini, bunun “emeğe saygı ve
ekonomik büyüme hedeflerine moral katkı açısından olumlu” olacağını açıkladı. Bu konuda da hükümet olumlu adımlar atmadı. Ancak
burada da belirtilmesi gereken 1
Mayıs’ın işçi sınıfının mücadelesi
ile kazanabileceği, devletin, sermayenin bir lütfu olmadığıdır. Çünkü
mücadele ile kazanılmayan çok kolay
kaybedilebilir.
“Ayaklar” bu konuda da seçim yapmalıdırlar: Ya “başların” iktidarında
barbarlık, ya da “ayakların” mücadelesi ile sosyalizm!
İş cinayetleri…
Yaz aylarının yaklaşması ile birlikte
tarım işçilerinin göçü başladı. Bu
aynı zamanda kamyon kasalarında,
balık istifi şeklinde yolculuk ve kazalar ve ölümler anlamına geliyor.
İlk katliamın haberi Nisan ortasında
geldi. Şanlıurfa ve Hatay’ın köylerinden 46 tarım işçisini taşıyan kamyon
Afyon-Eskişehir karayolunda şarampole devrildi. Kazada yaşları 14 ile 21
arasında değişen, biri de 50 yaşında
olan 9 işçi öldü.
Tuzla tersanelerinde de ölümler sürüyor. Limter-İş sendikasının ve üye
Elindeki tüm araçları ile AKP’nin
iktidar yürüyüşünü engellemek isteyen Kemalist kesimin açtığı kapatma davasında süreç işlemeye
devam ediyor. Ve süreç işlerken taraflardan karşılıklı açıklamalar da
hız kesmiyor. “Kim daha laik”, “kim
daha Atatürkçü” yarışı içerisine giren taraflar birbirlerini suçlamaya,
halk karşısında kendini meşru göstermeye çalışıyor. AKP mağduru oynayarak, demokrasiden, özgürlükten
bahsediyor; Anayasa Mahkemesi laiklik üzerine açıklamalarda bulunuyor. Anayasa Mahkemesinin kuruluşunun 46. yıldönümü töreninde
konuşma yapan Başkan Haşim Kılıç
“Laiklik büyük barış projesi olarak
Türk toplumunun koruması altında”,
“yargıçlar hedef gösteriliyor”, “mahkemeler tarafsız olmalı” açıklamaları
ile üstü kapalı bir şekilde Hükümeti
eleştiriyor. Başbakan CHP’nin açıklamalarına karşılık laiklik ve demokrasi dersi veriyor.
Hemen her kesi m i n bi r şekilde karşı çıktığı 301. maddede
Nisan ayında değişikliğe gidildi.
Göstermelik olarak yapılan değişiklikte tek önemli yan dava açılabilmesi
için Cumhurbaşkanı’nın izin vermesi
şartı oldu. Yani aydınların, düşüncesini açıklamak isteyenlerin üzerinde
sallanan demoklesin kılıcını şimdi
Cumhurbaşkanı tutuyor. AB tipi
demokrasiye ve özgürlüğe soyunan
AKP’nin ufku buraya kadar!
Bu dalaştan tarafların kuyruğuna
takılmak istenen işçiler, emekçiler
için seçim belli: Ya sömürenlerin değişik kesimlerinin iktidar dalaşında
figüranlık ya da kendi iktidarı için
mücadele!
3
halkların kardeşliği için
Pippa Bacca
Nisan ayındaki önemli bir gelişme de
barış için gelinliği ile yolculuğa çıkan
İtalyan performans sanatçısı Pippa
Bacca’nın Gebze’de tecavüz edildikten sonra öldürülmesi olayı oldu. Olay
büyük yankı uyandırdı, basın olayı
günlerce manşete taşıdı, milletvekilleri, Başbakan, Cumhurbaşkanı açıklamalar yaptı. Bunların ortak kaygısı
ise Türkiye’nin imajının Avrupa’da
zedelenmesi idi. Asıl sorun göz ardı
edilerek Türkiye’nin imajına indirgendi. Birçok kesim olaya şaşırdığını
belirtti, yazdı. Sanki bu yaşanan ilk
tecavüz olayıydı. Oysa bu ülkede her
yıl yüzlerce kadın tecavüze uğruyor,
öldürülüyor. Bu ülkenin karakollarında tecavüz bir sorgulama yöntemi olarak kullanıldı/kullanılıyor.
Kayıp yakınlarını arayan Cumartesi
Anneleri yıllarca yerlerde sürüklendi.
8 Mart’larda kadınlara karşı en vahşi
şiddet uygulanıyor.
Pippa Bacca’nın ardından yine
Nisan ayında 94 yaşında yaşlı bir kadına tecavüz edildi ve öldürüldü. Son
olay da 24 Nisan’da Kemer’de yaşandı. 68 yaşındaki yaşlı bir kadına
tecavüz edildi ve başı taşla ezilerek
öldürüldü.
Bu olaylar ile kendini gösteren devlet destekli erkek egemenliğine ve
şiddetine bu ülkenin kadınları hiçte
yabancı değil. Kadınların da seçimi
belli: Ya erkek egemen kapitalist sistem altında barbarlık ya da eşit, özgür bir yaşam için sosyalizm!
Dünya gıda krizi: Kitlesel açlık
kapıda…
Tüm bu gelişmelere rağmen Nisan
ayının en önemli gündemi, tüm
dünyayı sarstığından, gıda krizi idi.
Birçok ülkede yoksullar sokaklara
döküldü. İşyerleri yağmalandı. Birçok
devlet ve gıda kuruluşu gıda fiyatlarının, özellikle de pirincin fiyatının
artmasının endişe verici boyutlara
ulaştığını açıkladı. Dünyanın en
büyük pirinç ihracatçısı Tayland’da
pirinç fiyatı üç kat artışla ton başına
1000 dolara yükseldi. Ülkemizde de
perakende satış fiyatı 5 Ytl’yi buldu.
Hükümet bu soruna çok önemli bir
çözüm de buldu: “Pirinç yemeyin”.
Zenginlerin saltanatı karşısında
üretenlerin sefaleti. Dünyanın gıda
krizi yaşamasının tek nedeni yüksek kâr hırsından başka bir şey değil.
Tüm dünyada tarım üretimini felç
eden sermaye üretimi kendi kontrolüne aldı. Tüketimi karşılamayan
üretim ve üretilen hububatın bir
kısmının da yoğun olarak bioyakıt
yapımında kullanılması ile baş gösteren gıda krizinin derinleşmesi ve
böylece kitlesel ölümlerin yaşanması
ihtimali çok yüksek. Dünyanın gıda
krizine karşı da yapılacak tek şey bir
seçim: Ya barbarlık içinde çöküş, ya
sosyalizm!
4
30.04.2008 ✓
Eski ve yeni Vakıflar Yasası
Gayrimüslim
vakıfların ellerindeki
taşınmazlara el
konulması olayı
münferit bir olay
değildir. Türkiye'deki
"sermaye birikimi"
sürecinin temel
aşamalarından
birincisi ve
başlıcasıdır.
T
ü rk Ha k i m sı n ı f la r ı n ı n
Avrupa Birliği (AB) hayali
doğrultusunda atması gereken adımlardan en fazla zorlandıkları konulardan biri Azınlık Vakıfları
konusu olmuştur. Daha Osmanlı döneminde kurulan bir dizi Vakıf Gayri
Müslimlere aitti.
Buna göre Türkiye'de 1926'dan önce
kurulmuş 39 bin 850 mazbut (kontrolü Vakıf lar Genel Müdürlüğü'ne
geçmiş) vakıf var.
1926 yılından önce kurulmuş, vakfedenlerin soyundan gelenler tarafından yönetilen ve denetimi Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından yapılan
303 mülhak vakıf bulunuyor.
Padişah fermanlarıyla kurulan ve
13.03.1936 tarihinden önce verilen
beyannameyle vakıf olarak tanınan,
cemaatleri tarafından seçilen yönetim kurullarınca yönetilen 161 cemaat vakfı var.
13.03.1936 tarihinden önce kurulan
ve esnaflar tarafından seçilen kişiler
tarafından yönetilen bir esnaf vakfı
var.
17.02.1926 tarihinden sonra Türk
Medeni Kanunu hükümlerine göre
kurulan ve halen faaliyette olan 4 bin
530 vakıf var. Bunların 215'ine vergi
muafiyeti tanınmış.
1936’ya gelindiğinde devlet yeni bir
vakıflar kanununu yürürlüğe koyar.
Buna göre tüm vakıflardan ellerindeki taşınmazların listesini gösteren
bir mal beyannamesi ister. Bu beyanname ile -her ne kadar İslamcıların
ekonomik kaynaklarını kurutmak
için yapıldığı söylense de- esas amaç
gayrimüslim vakıflarına el koymaktı.
Özellikle Atatürk’ün ölümü ile birlikte beyanname verme işlemi deyim
yerinde ise dondurulur.
1972 yılından itibaren Vakıf lar
Genel Müdürlüğü (VGM), gayrimüslim vakıflarının vakıfnamelerini
istemeye başlar. Oysa vakıfnameleri yoktu, çünkü padişah fermanıyla kurulmuşlardı. Bunun üzerine
VGM, 1936'da alınan beyannameleri
bu vakıfların vakıfnamesi sayacağını
bildirdi, vakıf ların 1936 yılından
sonra herhangi bir yolla edindikleri
taşınmazlara el koymaya başladı.
Çünkü bu taşınmazlar 1936 mal beyannamesinde kayıtlı değillerdi. Bu
mal beyannamesinde bu vakıfların
taşınmaz edinebilecekleri de yazmamaktaydı. 1936'dan sonra özellikle
Ermeni ve Rumların mallarına el konulmaya devam edilir.
7 Nisan tarihli Hürriyet’te Rahmi
Turan "Bu sürgün işi (1915'teki
Ermeni tehciri) ne kadar büyütülüyor! Bu yüzden bütün Türk milletinin zalim, canavar ve vahşi olduğu
ileri sürülüyor. İşte resmi belgeler
gözümüzün önünde. Dört bin evli
koca kasabada ne kadar bayındır ve
saray gibi ev varsa hepsi Ermenilere
aitti. Memleketin gerçek sahipleri
kulübe denilebilecek izbelerde barınıyorlardı. Servet onlarda, para onlarda, refah onlardaydı. Memleketin
en iyi tarlalarına, en kıymetli bağ ve
bahçelerine onlar sahipti. Ticaret ve
sanat tamamen onların elindeydi.”
diyerek bu mülklerin Türk olan belli
nüfuzlu kişilerin eline nasıl geçtiğini
göstermektedir.
Bu ırkçı şoven köşe yazarına göre
aslında bu mülklerin sahibi Ermeniler
değildi. Ermeniler Türkleri borçlandırarak onların elinden mülklerini
alarak zenginleşmiş, bununla da yetinmemiş ‘Türkleri arkadan vurarak
kalleşçe katletmişler’. İşte Ermeni,
Rum ve diğer gayri Müslimlerin
mülkleri böylece ‘gerçek sahiplerinin’ eline geçerek ‘adalet yerini bulmuş’ oluyordu. 1955, 6-7 Eylül olayları ile saldırılar had safhaya gelmiş,
Başta Ermeni ve Rumlar olmak üzere
azınlıklardan canlarını kurtaranlar
ülkeyi terk etmişlerdir. Bu azınlık taşınmazlarına da şu veya bu şekilde el
konmuş, bu taşınmazlar da 3. şahıslara satılmıştır. Bu mallar hakkında
AİHM'ye başvurma olanağı da yok-
tur, çünkü Türkiye bu olanağı ancak 1987'de ve geriye dönük olmaksızın tanımıştır. Ayrıca Strasbourg'a
başvuruyu, bu tür haksızlıkların iç
hukukta giderilememesinden itibaren en geç 6 ay içinde yapmak gerekmektedir. Dolayısıyla, el konulan
malların üzerine bir bardak su içmek
gerekmektedir.
Bugünkü AKP hükümeti 2006’da
TBMM'de bir Vakıf lar Yasası tas a r ı sı k abu l ederek dönem i n
Cumhurbaşkanı Sezer’e onaylaması
için sunar. Bu tasarı fakat Kasım
2006'da Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edildiği için kadük (sonuçsuz) kalmıştı.
Veto gerekçesinin gayrimüslim vakıflarına ilişkin bölümlerinde, Sezer
özetle şunları dile getirmişti (bkz.
www2.tbmm.gov.tr/d23/1/1-0024.
pdf): 1982 Anayasasının Başlangıç
bölümünde "hiçbir etkinliğin... Türk
ulusal çıkarlarının... Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin... karşısında koruma göremeyeceği" belirtilmektedir. Yeni yasa bu vakıfların
Lozan'da olmayan "ekonomik ve siyasi güç" elde etmesine yol açacaktır.
Cumhurbaşkanı Sezer’in azınlıkları ve gayrimüslim TC vatandaşlarını "yabancı" ve dolayısıyla "tehlikeli"
olarak gören tavrı, Kemalistlerin ırkçı
şoven tavırlarının bir sonucudur.
Türkiye'de sermaye birikim
süreci açısından gayrimüslim
vakıf malları meselesi
Bütün bu hukuk dışı uygulamalar
incelenirken, şu temel husus gözden
kaçırılmamalıdır: Gayrimüslim vakıfların ellerindeki taşınmazlara el
konulması olayı münferit bir olay
değildir. Türkiye'deki "sermaye birikimi" sürecinin temel aşamalarından
birincisi ve başlıcasıdır. Türkiye'de bu süreç şu sırayla işlemiştir: 1) Gayrimüslimlerden
Müslümanlara çeşitli yöntemlerle
halkların kardeşliği için
sermaye transferi; 2) Halkın tasarruf larını banker krizi gibi olaylarla bireylere transfer; 3) Devletin
1930'lardan beri yaptığı sermaye birikimini (fabrikalar, şirketler, bankalar, vb.) arsa fiyatına satmak suretiyle
bireylere transfer.
Sözü edilen birinci ve en önemli
aşamanın kilometre taşları şöyle
sıralanabilir:
1) 1915 Ermeni k at lia m la r ı.
Ermenilerin tehcir edilirken komşularına emanet ettikleri vs. taşınmazlar yağmalanmış ve/veya satılmıştır.
Bunlar, yörenin nüfuzlu kişilerinin
eline geçmiştir.
2) 1923 Türkiye-Yunanistan zorunlu
nüfus mübadelesi. Mübadeleye tabi
Rumların mallarının Yunanistan'dan
gelecek Müslümanlara verilmesi gerekmektedir. Fakat burada bunların
bazılarına devlet veya yerel nüfuzlu
şahıslar el koymuştur.
3) Türkiye'deki gayrimüslimler yapılan baskılar sonucu dışarıya göç
etmek zorunda kalmışlar, ellerindeki
malları ya yok pahasına satmışlar yahut geride bırakmışlardır. Bu geride
bırakılan mallar yağmalanmış durumdadır. Bunların en tipik örnekleri
bugün İstanbul Beyoğlu ve Tarlabaşı
mevkiinde yer alan ve işgal edilmiş
bulunan metruk apartmanlardır.
Bu baskılara özet olarak şu örnekler verilebilir:
soyundan olmak", "Türk ırkından
olmak"tır.
1934'te Trakya'da Yahudilerin
ev ve işyerlerine yapılan saldırılar
sonucu bu insanlar buraları terk
edip İstanbul'a kaçmak zorunda
kalmışlardır.
1941'de "Yirmi Kura İhtiyatlar"
diye adlandırılan olayda 20 ila 44
yaş arasındaki gayrimüslimler askere
alınmış, ellerine silah verilmeden
"Amele Taburu" olarak bilinen birliklerde çok zor koşullar altında askerlik yaptırılmışlardır.
1942 yılında, Varlık Vergisi çıkarılmıştır. Bu uygulama, Türkiye
Cumhuriyetinde kanun zoruyla gayrimüslimlerin parasına ve malına el
koyup bunu Müslüman vatandaşlara
aktararak en büyük sermaye transferini gerçekleştirmiştir, çünkü fahiş
Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat,
Uygulama adlı kitabının yeniden
güncelleştirilmekte olan bölümlerinde
Avrupa Birliği (AB) sürecinde
önemli tartışma konularından
biri olan Vakıflar Yasası nihayet
çıktı
Yasa öncelikle, Vakıflar Hukuku alanında ikili yapıya son verdi. Çünkü bu
yasanın tüm vakıfları medeni kanun
ile eşitlemesi öncesinde iki hukuk uygulanıyordu: Biri Osmanlı'dan kalan
Vakıflar Hukuku, diğeri ise medeni
kanuna göre kurulmuş vakıflara uygulanan hukuk.
Yeni Va k ı f la r Ka nu nu, esk i
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer'in veto ettiği dokuz maddenin
Meclis Genel Kurulu'nda kabul edil-
El konulan mallara ne olacak?
Yasa, mahkeme kararıyla azınlık vakıflarının elinden çıkan malların iadesini öngörüyor. Ancak mazbataya
alınan vakıf mallarının iadesini içermiyor. Bu durum çok sayıda maz-
1955, 6-7 Eylül
olayları ile
saldırılar had
safhaya gelmiş,
Başta Ermeni
ve Rumlar
olmak üzere
azınlıklardan
canlarını
kurtaranlar ülkeyi
terk etmişlerdir.
1920'lerde gayrimüslimlerin
İstanbul ili dışına çıkmaları izne
tabi kılınmıştır
Çeşitli yasalar ve yönetmelikler çıkartılarak gayrimüslimlerin iş hayatından uzaklaştırılmaları amaçlanmıştır. Örneğin 16 Mayıs 1929'da
çıkartılan "Menkul Kıymetler ve
Kambiyo Borsaları Kanunu"na göre,
borsa acentesi kurmak isteyenlerin
"Türk olması" gerekmektedir (madde
6, paragraf 1). "Menkul Kıymetler
ve Kambiyo Borsaları Nizamnamesi
madde 8, paragraf 1'de belirtildiği
üzere, aynı kural borsa acentelerinde çalışanlar için geçerlidir. 04
Haziran 1932'de çıkartılan 2007 sayılı "Türkiye'de Türk Vatandaşlarına
tahsis edilen sanat ve hizmetler hakkında kanun" sonucu Yunan uyruklu İstanbul'lu Rumlar işten atılmış, bunlarla evli olan TC vatandaşı
Rumlar zarar görmüştür. Sürekli bir
"Vatandaş Türk Malı Kullan" kampanyaları yürütülmüş ve gayrimüslim işadamları huzursuz edilmiştir.
Sonradan bu kampanyaların adı
"Vatandaş Yerli Malı Kullan"a dönüşecektir. 1950'lerin ilk yarısında,
Kıbrıs sorunu sonucu olarak "Türk
olmayanlardan alışveriş etmeyin"
kampanyaları başlatılmıştır.
1965'e kadar memur olma koşulu
"Türk olmak"tır; ancak 1965 sonrasında "Türk vatandaşı olmak"a dönüşmüştür. 1940'ların sonuna kadar
Avrupa'ya öğrenci gitmek, baytar
okuluna girmek, askerî okullara girmenin koşulu: "Türk olmak", "Türk
mek amacıyla vakıf kurulamaz" diyor.
Bu da uygulamada yabancılara yeni
vakıf kurma izni verilirken, gayrimüslim vatandaşlara vakıf kurmanın
önünde engel teşkil edebilir.
Vak ıf lar Genel Müdürlüğü 'ne
bağlı en üst seviyedeki karar organı
olan Vakıf lar Meclisi'nin oluşumu
da sorunlu görünüyor. Yeni bir organ olan bu Meclis, onbeş üyeli olacak. Bürokrasi ağırlıklı bu karar
organında, vakıf temsiliyeti oldukça
azınlıkta.
vergileri ödeyemeyenlerin malları
haraç mezat satılmıştır.
6-7 Eylül 1955'te İstanbul ve
İzmir'de gayrimüslim işyerlerini,
evlerini ve ibadet yerlerini yakıp yıkan ünlü pogrom (devlet desteğiyle
azınlığa yapılan saldırı) gerçekleştirilmiştir. Bundan sonra kimi Rumlar
Türkiye'yi terk etmişlerdir.
196 4'te Yu na n ist a n uy r u k lu
İstanbul Rumları sınır dışı edilmişler, onlarla evli olan TC vatandaşı
Rumlar da birlikte gitmek zorunda
kalmışlardır. İstanbul boşalmıştır.
1960'ların sonlarından itibaren,
gayrimüslim mallarına el koymada
sıra 1936 Beyannamesi'ne gelmiştir.
Bu olay, Türkiye'de gayrimüslimden
Müslümanlara sermaye transferinin
son halkasını oluşturmuştur.
Bütün bu olaylar, bir devletin kendi
vatandaşları arasında farklı dinden
olanlarına karşı açık biçimde ayrımcılık yapmasının örnekleridir.
Bütün bunlardan, unutulmaması gereken önemli husus şudur:
Her ayrımcılığın doğal sonucu
bölücülüktür.
Not: Bu dizi, Baskın Oran'ın,
Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar,
mesi ve Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül'ün onaylamasıyla yürürlüğe
girmişti.
Yabancılar vakıf kurucusu
olabilecek
Yeni yasayla yabancılara vakıf kurucusu ve yöneticisi olmanın yolu
açıldı, ayrıca bugüne kadar izne tabii
olan birçok uygulama konusunda da
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bildirim yeterli kılındı.
Ancak Cemaat Vakıfları açısından
Yasanın hâlâ tartışmalı maddeleri
var. Öncelikle azınlıklar konusunu
"mutakabiliyet" esasına bağlayarak
gayrimüslim Türkiye vatandaşlarına
rehine muamelesi yapılması uygulamasının izleri bu yasada da mevcut.
Yani vatandaşlara mutakabiliyet uygulaması hala geçerli.
Yabancılara izin, gayrimüslim
vatandaşlara engel
Yasanın 5. maddesi, "Yeni vakıflar;
Türk Medenî Kanunu hükümlerine
göre kurulur ve faaliyet gösterirler"
diyor. Medeni kanun'un 101/4. maddesi, "cemaat mensuplarını destekle-
but vakfı bulunan Rum cemaati için
olumsuzluk teşkil ediyor.
G e ç i c i 7. m a d d e , Va k ı f l a r
Meclisi'nin olumlu kararını almak
ve 18 ay içinde başvurmak şartıyla,
azınlık vakıf larının bazı malları
kendi adlarına kaydettirebileceğini
söylüyor:
"1936 Beyannamelerinde kayıtlı
olup, halen tasarruf larında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan
taşınmazlar..."
Yani 60 sonlarından itibaren gasp
edilmiş ve 3. şahıslara satılmış malların üzerine azınlık vakıflarının soğuk
su içmesi gerekiyor. Prof. Dr. Baskın
Oran'ın İletişim Yayınları'ndan çıkan Türkiye'de Azınlıklar adlı kitabındaki verilere göre 2002'den beri
bu vakıfların tapuya kaydettirmeye
muvaffak oldukları bütün malların
oranı yüzde 21,8'den ibaret.
Görüldüğü gibi yeni yasa eskiye
göre iyileştirmeler yapsa da özellikle 3. şahıslara satılan malların
geri iadesi belirsizliğini koruyor.
Gayrimüslim olanlara vakıf kurmanın önündeki engelin nasıl olacağını
ileride göreceğiz.
29.04.2008 ✓
5
18 Mayıs 1973 – 18 Mayıs 2008:
İbrahim Kaypakkaya yoldaş mücadelemizde yaşıyor!
1973
6
y ı l ı n ı n Oc a k
ay ı sonu nd a ,
İbrahim’i
Dersim’de bir ihbar üzerine tutsak
alan faşist devlet güçleri, 4 ay süren
hunhar işkenceler sonucu ağzından
örgütsel sır alamadıkları İbrahim’den
hınçlarını onu kurşunlayarak, katlederek çıkardılar.
Faşist katiller İbrahim’in vücudunu genç yaşında aramızdan söküp
aldılar. Fakat onun düşüncelerini ve
davasını yok edemediler, onun mücadelesini yok edemediler. İbrahim
bugün de davası, düşünceleri ile yaşıyor. İbrahim işçi sınıfının, ezilenlerin yeni bir dünya yaratma mücadelesinde yaşıyor ve her zaman da
yaşayacak!
İbrahim, 24 yıllık kısacık hayatına
muazzam bir işi, ülkelerimizde komünizm adına oportünizm/revizyonizmin kesin egemenliğine baş kaldırarak, komünizmin kızıl bayrağını
yeniden yükseltme işini sığdırdı.
İbrahim’in revizyonizmin egemenliğini kırdığı konulardan biri de
Kemalizm meselesidir.
İbrahim, bütün ‘sol’un Kemalizm
hayranlığı yaptığı, M. Kemal’i neredeyse sosyalizm taraftarı gördüğü bir ortamda, M. Kemal’in ve
Kemalizmin karşıdevrimci yüzünü
ortaya koyarak, ülkelerimiz devrimi
için tayin edici olan bu sorunda, çok
önemli, tarihsel ileri bir adım attı.
“Kemalizm küçük burjuvazinin en
sol, en radikal kesiminin milliyetçilik
tabanında antiemperyalist bir tavır
alışıdır” (Mahir Çayan), “Kemalizm
ile sosyalizm arasında Çin Seddi
yoktur” (Mihri Belli) gibi görüşlerin
hakim olduğu, Kemalizmin ilericilik,
antiemperyalistlik ve evet devrimcilik görüldüğü bir ortamda, İbrahim
Kaypakkaya, Kemalizmin faşizm
demek olduğunu cesaretle savunan,
bu alanda da buzu kıran komünist
önderdir.
Kema lizm sav unucu luğ u,
Kemalizm hayranlığı bugün de ‘sol’
içinde, İbrahim’in yaşadığı dönem kadar olmasa da, etkisini sürdürüyor.
Kemalizmi savunan, Kemalizm
hayranlığı yapan gruplardan biri
de, Kıvılcımlı geleneğinden gelen
Halkın Kurtuluş Partisi adlı partidir.
Hikmet Kıvılcımlı’nın düşüncelerini
savunan bu parti, Kemalizmin şampiyonluğunu yapmaktadır. İbrahim
yoldaşın Kıvılcımlı’nın çeşitli konularda revizyonist görüşlerini eleştirdiği bilinmektedir. Revizyonizm
yolunda emin adımlarla ilerleyen bu
parti, egemenler arasındaki iktidar
mücadelesinde, statükocu ordu merkezli Kemalist kanadın ‘sol’dan des-
Bundan
35 yıl
önce
işçi sınıfı,
en büyük
önderlerinden
birini,
İbrahim
Kaypakkaya’yı
yitirdi
tekçisi konumunda konaklamıştır.
‘Kurtuluş savaşı’ bu parti tarafından, “Antiemperyalist birinci ulusal kurtuluş savaşımız”, M. Kemal,
Kurtuluş Savaşının “önderi ve başkumandanı” olarak tanımlanmaktadır.
Kendi mücadelelerini, “ikinci kurtuluş savaşımız”, “ikinci Kuvayimilliye
Hareketi” olarak tanımlıyorlar.
Bu parti Lenin ile M. Kemal’i
“Marksizm Leninizm-Kıvılcımlı
Düşüncesi”!!, adına yan yana getirme ve birlikte savunma becerisini
gösteriyor! Savundukları gerçekte
Lenin değil! Marksizm Leninizm değil! İlerlettikleri Kıvılcımlı’nın revizyonist görüşleridir.
Emperyalist kuşatma altında sosyalizmi inşa etmeye çalışan genç
Sovyetler Birliği, Kemalistler gerçekten antiemperyalist oldukları için
değil, burjuva olmalarına “ulusal
reformist” olmalarına rağmen, emperyalist güçlerin doğrudan sömürgesi olmamak için güdükte olsa mücadele ettikleri, Sovyetler Birliği’ne
karşı emperyalistlerin saldırı üssü
olmadıkları için destek vermiştir.
Nitekim M. Kemal Lenin tarafından “iyi örgütçü bir burjuva” olarak
değerlendirilmiştir.
Stalin Kemalizm’i; "Kemalist devrim, bir üst tabaka devrimidir; milli
ticaret burjuvazisinin bir devrimidir.
Bu devrim, (...) aslında köylülere ve
işçilere karşı, evet bir tarım devrimi
imkanına karşı yönelen, milli ticaret
burjuvazisinin devrimidir." (Stalin,
Cilt 9, sayfa 204, İnter Yayınları) şeklinde değerlendirmiştir.
Kemalist hareket, en başından
itibaren özünde işçilere, köylülere düşman bir burjuva harekettir.
Kemalistler işçi sınıfının bağımsız
örgütlenmesine en başından itibaren
karşı çıkmışlar ve onu engellemek
için, başta açık terör olmak üzere her
yola başvurmuşlardır.
Amacımız bu yazıda HKP hakkında genel bir değerlendirme yapmak değildir. Bu başka bir yazının
konusu olabilir. İbrahim yoldaşın
bıraktığı komünist miras içerisinde,
onun katledilmesinin 35. yıl dönümünde, onu anarken bu yazıda öne
çıkardığımız Kemalizm değerlendirmesi ile bağ içerisinde, günümüzden
Kemalizmi savunan HKP örneğini
verdik.
İbrahim yoldaşın Kemalizm değerlendirmesi hakkında genel değerlendirmemiz ise şöyledir:
"1— Kemalist devrim, Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin, az miktardaki sanayi
burjuvazisinin, bunların üst kesiminin bir devrimidir. Yani devrimin
önderleri, Türk komprador büyük
burjuvazisi ve toprak ağaları sınıfıdır. Devrimde, milli karakterdeki
orta burjuvazi önder güç olarak değil, yedek güç olarak yer almıştır.
2— Devrimin önderleri, daha antiemperyalist savaş yıllarında iken
İtilaf emperyalizmi ile el altından
işbirliğine girişmişlerdir; emperyalistler Kemalistlere karşı hayırhah
bir tutum takınmış, bir Kemalist iktidara rıza göstermeye başlamıştır.
3— Kemalistler, emperyalistlerle
barış imzaladıktan sonra bu işbirliği daha da koyulaşarak devam
etmiştir.
4— Kemalist hareket, özünde «işçilere ve köylülere, bir toprak devrimi
imkânına karşı» gelişmiştir.
5— Kemalist hareketin sonucunda,
Türkiye'nin sömürge, yarı-sömürge,
yarı-feodal yapısı; yarı-sömürge ve
yarı-feodal yapı ile yer değiştirmiştir;
yani yarı-sömürge ve yarı-feodal iktisadi yapı devam etmiştir.
6— Sosyal alanda, eski milli azınlıklara mensup komprador büyük
burjuvazinin ve eski bürokrasinin,
ulemanın hakim mevkiini, milli
karakterdeki orta burjuvazi içinden
palazlanan ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni Türk burjuvazisi, eski Türk komprador büyük
burjuvazisinin bir kesimi ve yeni
bürokrasi almıştır. Eski toprak ağalarının, büyük toprak sahiplerinin,
tefecilerin, vurguncu tüccarların bir
kısmının hakimiyeti devam etmiş,
bir kısmının yerini yenileri almıştır.
Kemalistler, bir bütün olarak, milli
karakterdeki orta sınıfın çıkarlarını
temsil etmemekte, yukardaki sınıf
ve zümrelerin menfaatlerini temsil
etmektedir.
7— Politik alanda, hanedanlık çıkarları ile birleştirilmiş olan meşrutiyet idaresinin yerini, yeni hakim
sınıf ların çıkarlarına en iyi cevap
veren idare, burjuva cumhuriyeti almıştır. Bu idare, sözde bağımsız, gerçekte siyasi bakımdan emperyalizme
yarı-bağımlı bir idaredir.
8— Kemalist diktatörlük, sözde
demokratik, gerçekte askeri faşist bir
diktatörlüktür.
9— “Kemalist Türkiye bile, gittikçe
daha çok bir yarı-sömürge ve gerici
emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek nihayet kendini İngilizFransız emperyalizminin kucağına
atmak zorunda kalmıştır.”
10— Kurtuluş Savaşı'nı takip eden
yıllarda, devrimin baş düşmanı
Kemalist iktidardır. O dönemde
komünist hareketin görevi, hakim
mevkiini kaybeden eski komprador
burjuvaziye ve toprak ağaları kliğine karşı, Kemalistlerle ittifak değil
(böyle bir ittifak zaten hiç bir zaman
gerçekleşmemiştir), komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının bir
başka kliğini temsil eden Kemalist
iktidarı devirmek, yerine işçi sınıfı
önderliğinde ve işçi-köylü temel ittifakına dayanan demokratik halk
diktatörlüğünü kurmaktır." (İbrahim
Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Ocak
Yayınları, s. 140-141)
Nisan 2008 ✓
yeni kadın dünyası
A
Kadın Emeği Kurultayı’ndan izlenimler
ntalya serbest bölgede bulunan Novamed’deki kadın
işçilerin greviyle dayanışmak
amacıyla İstanbul’dan başlatılan ve
Türkiye’nin çeşitli illerinden kadın
platformlarının desteğiyle büyüyen
dayanışmanın da etkisiyle kadın işçiler grevi kazanarak tekrar sendikalı
olarak işlerinin başına döndüler.
İstanbul’da oluşturulan Novamed
Gre v iy le K a d ı n D ay a n ı ş m a sı
Platformu sadece Novamed greviyle
dayanışmayı değil, aynı zamanda bir
kadın kurultayının örgütlenmesi için
de çalışma başlattı. Bunun için oluşturulan bir komisyonun uzun süredir yürüttüğü hazırlık çalışmalarının
ardından nihayet 5 Nisan’da Kadın
Emeği Kurultayı gerçekleştirildi.
P e t r o l -İ ş S e n d i k a s ı G e n e l
Merkezinin konferans salonunda
“neoliberal dönüşümler karşısında
kadın emeği” başlıklı kadın kurultayı aslında 5-6 Nisan olmak üzere
iki günlük planlanmıştı. Fakat Pazar
günü Kadıköy Meydanında yapılan
ssgss mitingi nedeniyle bir günle sınırlandırılmak zorunda kalındı.
İki bölüm, toplam altı başlık ve altı
konuşmacıdan oluşan etkinliğin “savaş, göç ve Kürt kadın emeği” başlıklı konusu Handan Çağlayan’nın
katılamaması sebebiyle iptal edildi.
Öğleden önceki oturumun birinci konuşmasını Dilek Hattatoğlu
“neoliberal dönüşümler ve ücretli
kadın emeği” konusunda yaptı.
Konuşmasında öne çıkardığı noktalar şunlardı:
Enformel sektörde kadın sayısı artıyor. Kadın sayısının artması, kadın
emeği ucuz işgücü olarak değerlendirildiği için bu alanlarda emeğin değeri düşüyor. Ev eksenli çalışma gün
geçtikçe artıyor. Bu bağımlı ülkelerde
olduğu gibi örneğin İngiltere gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde de böyle.
Yoksulluk kadınlaşıyor. Yoksul kadınlar daha çok çalışıyor. Kadınların
işgücüne katılımı artıyor. Bu nedenle
emek örgütleri olarak sendikalar
kadınların örgütlenmesi için ciddi
adımlar atmak zorundalar yoksa
bu örgütlerin gelecekleri de olmaz.
Dünya üzerinde kadın sendikaları
var. Bunlar eğer %90 kadın çalışanı
kapsıyorsa bunlara kadın sendikası
demek doğrudur. Bu sendikaların
deneyimlerinden öğrenmeye ihtiyaç
vardır.
“Neoliberalizm ücretli kadın emeği
ve sendikalar” ile ilgili konuşmayı
KESK Kadın Sekreteri Sevgi Göyçe
yaptı. Göyçe: Sermayenin cinsiyetçi bir yönelime sahip olduğunun
Novamed örneğinde açığa çıktığını,
cinsiyetçilik ile kapitalizmin iç içe
geçtiğini, kadın emeğinin daha çok
serbest bölgelerde, ihracata dayalı
sanayide yoğunlaşmaya başladığını
söyledi. Kadınların göçe zorlanma-
KESK Kadın Sekreteri Sevgi Göyçe:
Sermayenin cinsiyetçi bir yönelime sahip
olduğunun Novamed örneğinde açığa
çıktığını, cinsiyetçilik ile kapitalizmin iç
içe geçtiğini, kadın emeğinin daha çok
serbest bölgelerde, ihracata dayalı sanayide
yoğunlaşmaya başladığını söyledi.
sının onların kentteki yoksullaşmalarını beraberinde getirdiğini,
kadınları kuralsız ve düzensiz çalışmanın adı olan esnek çalışmaya ittiğini, esnek çalışmanın emperyalist
kadınların oranı %60 iken bu oranın
erkeklerde %40 olduğunu çalışan kadınların üçte ikisinin güvencesiz çalıştırıldığını belirtti.
Bütün bunlara karşın sendikaların
ülkelerde de yaygınlık kazandığını
çünkü kadınların hem çalışıp para
kazanmak hem de evdeki işleri yapmakla sorumlu olduklarını ve bunun
başarılabilmesi için ise kadınların
geleneksel roller içerisinde kalmaya
zorlandıklarını kaydetti. Sosyal alanların tasviyesiyle kadın yükünün
daha da arttığını, kadınların ucuz
işgücü olarak sömürüldüğünü buna
karşı ‘eşdeğer işe eşit ücret’talebinin
yükseltilmesi gerektiğini vurguladı.
Güvencesiz ve sigortasız çalıştırılma anlamında kayıt dışı çalışan
ciddi bir çalışma yürütmekten uzak
olduklarını bunun toplumsal rollerden kaynaklandığını, kadın işçi ve
emekçilerin sorunlarının sendikaların gündemine girmesi gerektiğini,
örgütlenmede yetersizliklerin yaşandığını bunun en önemli nedenlerinden birisinin ise kadınların emek
örgütlerinin yönetim ve yönlendirme
kademelerinde yer almamalarından kaynaklı olduğunu dile getirdi.
Sendika yönetimlerinde yer alan az
sayıdaki kadınların dul, yaşlı, bekar
yada aile tarafından ciddi bir şekilde
desteklenmesi sonucunda oralara
gelebildiklerini diğer kadınların ise
olağanüstü çabalar sarfederek oralara
gelebildiklerini vurguladı. Kadınların
bu alanlarda ancak ‘erkekleşerek’ yer
alabildiklerini yada ciddi emek ve
siyasallaşma sonucu gelebildiklerini
söyledi. Kamuda bile kadınların yönetim kademelerinde yer alması zorken işçi sendikalarında bunun çok
daha zor olduğunu, erkeklerin yetenekleri çoğu zaman sorgulanmazken
kadınların her fırsatta yeterlilikleri/
yetersizliklerinin sorgulandığını, militan değilse, kavgacı değilse şansının
çok az olduğunu söyledi.
Buna karşılık son yıllarda kadın
emeğinin yoğunlaşması ve dünya
çapında kadınların örgütlülüğü için
yürütülen çalışmaların Türkiye’deki
sendikal hareketin de dikkatini çekmeye başladığını, bu alanda yeni çalışmalar ve yeni deneyimlerin sözkonusu olduğunu ve bunun geleneksel
sendikacılık anlayışının yıkılabilmesi için iyi bir başlangıç olduğunu
dile getirdi.
Birinci oturumun üçüncü konuşmacısı avukat Meriç Eyüpoğlu ise
“neoliberal dönüşümler ve yasal düzenlemeler” konulu sunumunda kadınların sadece iş alanında değil her
alanda ayrımcılıkla karşılaştığını
belirtti. Hukukun her ne kadar sınıflarüstü evrensel birşey olduğu söylense de dünyadaki bütün yasaların
egemenlerin kuralları olduğunu vurguladı. Eski iş kanunu ile yeni iş kanununu karşılaştırarak yeni yasada
kadınlar açısından bazı iyileştirmeler
olmasına karşın örneğin yüzelli kişilik işyerlerinde kreş zorunluluğu, 8+8
hafta doğum izni, taşıt yükümlülüğü
vs. bunların çoğunun kağıt üzerinde
kaldığına ve hayata geçirilmesi için
ciddi mücadelelerin yürütülmesi gerektiğine değindi. Ev kadınlarının ve
tarımda çalışan kadınların ise yasada
yer bulamayanlar olduğunu belirtti.
Öğleden önce yaapılan birinci oturumun ardından verilen yemek arası
sonrasında ikinci oturuma geçildi.
İkinci oturumun birinci konuşmacısı “neoliberal dönüşümlerin eviçi
emeğe yansımaları” başlığıyla iktisatçı Yelda Yücel idi. Yücel, neoliberalizmin etkilerini Hindistan ve Çin
örneği üzerinden ortaya koymaya
çalıştı.
Hindistan’daki kapitalist gelişmenin 1980’li yıllarda başladığını,
bunula birlikte kadınlar üzerinde
şiddetin arttığını, örneğin sati geleneği denilen bir gelenekle kocası ölen
kadınların yakıldığını, zengin toprak ağalarının yürüttüğü savaşlarda
kadınların sistematik tecavüze maruz kaldıklarını, bunun yer yer polis
eliyle gerçekleştirildiğini vurguladı.
Erkeklerin kadınlar üzerindeki cinsel istismarının çok yoğun olduğu
7
yeni kadın dünyası
Hindistan’da tarım alanının tasfiye
edilmesiyle kadınların kente göç ettiklerini ve buralarda da eve kapatıldıklarını dile getirdi.
Çin’nin 1980’li yıllardan itibaren
kapitalizmle ilişkisinin başladığını,
devlet denetimi altında kadın emeğinin alabildiğine sömürüldüğünü,
Çin mucizesi olarak adlandırılan
ekonomik kalkınmanın itici gücünü
kadınların oluşturduğunu belirtti.
Çin’de son derece yaygın bir şekilde
yatakhane sistemi ile genç kadınların
çalışma kamplarında biraraya getirilerek ve en fazla 2 yıl çalıştırılarak
korkunç bir sömürü ile karşıkarşıya
olduklarını belirtti. Çinde 120-200
milyon arasında işçi göçü olduğunu
ve bunların %70’ini kadınların oluşturduğunu dile getirdi. Çin’de adına
Hugo sistemi denilen doğduğun
yerde yaşama mecburiyeti nedeniyle
dışarıda en fazla 2 yıl çalışılabildiğini bu nedenle yatakhane sistemi ile
biraraya getirilen kadınların önemli
bir direniş ve karşı örgütlenme yaratamadıklarını yada yaratılsa bile
kalıcı olamadığını vurgulayarak bu
zaman içerisinde son derece katı bir
disiplinle 110-120 dolar karşılığı ve
yatak ve yemek için de ayrıca ücret
ödeyerek köle gibi çalıştırıldıklarını
belirtti.
Kurultayın son konuşmacısı feminist yazar Gülnur Savran idi. Savran
kapitalizmde patriarkanın ev içi
emeği ekonomi dışı tutup doğallaştırarak emek olarak değil bir doğallık
yatkınlık olarak gördüğünü ve değersizleştirdiğini belirtti. Kadınların ev
içi emeğinin aile bireylerine duyulan
sevginin bir gereği olarak görüldüğünü bu nedenle sevgi ile çalışma
saatlerinin içiçe geçtiğini vurguladı.
Kadınların sadece çamaşır, bulaşık,
yemek gibi ev işlerini değil aynı zamanda kaynana, kayınbaba, hasta
vs. gibi bireylerin de bakımından sorumlu görüldüğünü bu nedenle dışarıda ücret karşılığı yapılan bakım
emeğinin değerinin düşük olduğunu
söyledi. Ev içi emeğin kadınların doğasında olmadığını kadınların çok
küçük yaşlardan itibaren eğitildiklerini vurguladıktan sonra ev emeğinin
görünür olabilmesi için vergiler, annelik ödeneği vs. gibi sosyal politikaların hayata geçirilmesi gerektiğini,
erkeklerin çocuk bakımına çekilmesi
için anne veya babanın kullanabildiği
doğum izni değil ‘erkek izni’ olmasının talep edilmesi gerektiğini dile getirdi. Son olarak kadınların bütün bu
cinsiyetçi iş bölümünden kurtulmak
için bir ev kadınlarının grevinin iyi
bir başlangıç olacağını söyledi.
8
Kadın kurultayına katılım az sayıda kalmış olsa da forum bölümünde bakım hizmeti, ev emeği,
cinsellik, kadın işgücünün göçü, ev
eksenli çalışma konuları üzerinde
yoğunlaşarak katılımcıların kendilerini ifade edebildikleri verimli bir
kurultay gerçekleştirildi.
Nisan 2008 ✓
Pippa Bacca’nın öldürülmesi kınandı
M
ersin’de Kadınlar, İtalyan
sanatçı Pippa Bacca’nın tecavüz edilerek öldürülmesini 26 Nisan'da bir basın açıklaması
ile kınadılar. Yaklaşık 20 kadının katıldığı basın açıklaması İHD önünde
yapıldı.
Bu katliamın başka ülkelerde de
olabileceğini belirten kadınlar, bu
ülkede “tecavüz ve tecavüzcüleri
koruyan yasaların olduğunu, Pippa
Baca’yı öldürenin erkek egemen zihniyet olduğunu belirttiler.
Cinsiyetçi medyanın bu olay karşısındaki tavrının da eleştirildiği basın
açıklamasında; “Cinsiyetçi medya
tecavüzcüyü ve şiddeti dengesiz,
psikolojik sorunları olan bir adam
olarak yansıtmış ve bu olayı meşrulaştırmaya çalışmıştır” denilerek,
cinayetin “münferit ya da tesadüfî”
olmadığını erkek egemen zihniyetin
bir sonucu olduğu belirtildi.
Kadına yönelik şiddetin sistematik
olduğunu belirten kadınlar, Pippa
Bacca’dan iki gün sonra Gebze’de
polisin ev basıp evde bulunan kadına
tecavüz etmesi, birkaç ay önce kendisine tecavüze kalkışan ve öldüren
Ü.Y’nin katil kocasına “haksız” tahrik indirimi. … ve en son yılbaşı gecesi tecavüzcüye 57 YTL para cezası
verilerek serbest bırakılması karşısında kaygılıyız dediler.
İ
Kadınlar; “Biz her gün her yerde,
evlerde, caddelerde, en karanlık köşelerde ve hatta apaçık yerlerde bu
şiddeti ilmek ilmek dokuyan erkek
egemen sistem olduğunu biliyoruz.”
diyerek basın açıklamasını şöyle
bitirdiler;
“Pippa Bacca, sen beyaz gelinliğinle
savaşsız, şiddetsiz bir toplum hayaliyle,
beklide başına gelecekleri bile bile bir
barış yolculuğuna yelken açtın. Bizler
savaş coğrafyasının bir parçası olan
kadınlar, ne yapacağını, ne söyleye-
ceğini bilmeyenlere tek yolun savaşın
bitmesinde ve barışın sağlanmasında,
Türk, Kürt, Arap İtalyan… kadınlarının sesinin duyması gerektiğini bir
kez daha söylüyoruz. Savaşa hayır!
Yaşasın barış! Yaşasın halkların kardeşliği! Yaşasın kadın dayanışması!”
Pippa Bacca ile ilgili bir basın açıklamasının biraz geç olmakla birlikte
yapılmış olması olumludur.
Mersin YDİ Çağrı
28/04/2008 ✓
Tecavüz protesto edildi
talyan performans sanatçısı Pippa Bacca’nın tecavüz
edildikten sonra öldürülmesi Adana’da protesto edildi.
16 Nisan günü saat 18’de Eğitim-Sen Adana Şubesi
önünde bir araya gelen kadınlar sloganlarla Çakmak
Caddesine kadar yürüdüler.
Yaklaşık 100 kadının katıldığı eylemde Pippa Bacca
barış yürüyüşünü kadınların sürdüreceği vurgulandı.
Erkek egemenliğinin barbar yüzünün teşhir edildiği,
Pippa Bacca’nın ne ilk ne de son olduğu, ancak kadınların da erkek egemenliğine karşı mücadeleyi sürdürecekleri
belirtildi.
Eğitim-Sen’li kadınların yoğun katıldığı eylem yapılan
açıklamanın ardından sona erdi.
17.04.2008
Ydi Çağrı/Adana ✓
Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
1 Mayıs 2008:
Devletin işçi sınıfına faşist terörü
1 Mayıs bir kez daha faşist devlet terörüne sahne oldu
Taksim: 1 Mayıs Meydanı
Üç büyük sendika konfederasyonu
– DİSK, KESK, Türk-İş- bu yıl birleşerek 1 Mayıs’ı Taksim’de birlikte
kutlama kararı aldılar. Sendikaların
bu tutumu demokratik ve devrimci
kitle örgütlerinden, birçok emekten
yana olduğunu söyleyen partiye kadar çok geniş bir kesimden destek
gördü. İçinde bizim de YDİ Çağrı
olarak yer aldığımız birçok devrimci
gruptan oluşan “Devrimci 1 Mayıs
Platformu” zaten yıllardır 1 Mayıs’ı
Taksim’de kutlama kararlılığını bu
yıl da sürdürdü. Böylece önceki yıllardan farklı olarak bu yıl ilk kez bu
kadar geniş bir yelpazenin 1 Mayıs’ı
Taksim’de kutlama iradesini ortaya
koyması ve bu konuda ısrarlı olacağını başından ilan etmesi üzerine
hükümet sendika konfederasyonlarının temsilcileriyle görüşmeyi kabul
etmek zorunda kaldı.
Sendika temsilcileriyle 1 Mayıs’ın
tatil günü olarak ilan edilmesi ve
Taksim meydanında kutlanması konularında görüşmek üzere masaya
oturan başbakan ve diğer hükümet
temsilcileri, alay edercesine temsilcileri Taksim ısrarından vaz geçirmeye
çalıştı. Hükümet bunun karşılığında
büyük bir lütufta bulunarak, işçi sınıfına 1 Mayıs’ı “Emeğin birlik ve dayanışma günü” olarak ilan edilmesini
hediye ediyordu. Hükümet bu taktiğe
başvurarak bir taşla iki kuş vurmaya
çalışıyordu: Birincisi; burada zaten
her yıl şu ya da bu şekilde kutlanan
emeğin bayramının hükümet tarafından resmen ilan edilmesi “malumun ilanından” başka hiçbir anlam
taşımıyordu (olsa olsa hükümetin
taviz veriyormuş gibi yaparak işçi
düşmanı yüzünü gizlemesine hizmet
ediyordu). İkincisi (ve daha da önemli
olanı), daha önce de yapıldığı gibi bir
kez daha 1 Mayıs’ın mücadeleci ve
devrimci özü boşaltılmaya çalışılıyordu. 150 yıldır işçi sınıfının “Birlik,
Dayanışma ve MÜCADELE günü”
olan 1 Mayıs “Birlik ve Dayanışma
gününe” indirgenerek sessiz sedasız “mücadele”den arındırılıyordu.
Öyle ya, içinde bulunduğumuz çağ
sınıf mücadelesi çağı değil (bu artık
geride kalmıştı), sosyal diyalog ve
sosyal dayanışma çağıydı! 1 Mayıs’ın
tatil günü ilan edilmesi ise “milyarlarca zarara” yol açacağı gerekçesiyle
kesinkes reddediliyordu.
Aralarında her zaman kolayca mutabakat sağlanamayan hükümetin
ve devletin değişik yetkilileri arasında sözkonusu işçilerin hakları
olunca çok çabuk en güçlü ittifaklar kurulabildiği bir kez daha görüldü. 1 Mayıs’ın tatil günü olması
ve Taksim’de kutlama talebi hep bir
ağızdan reddedilmiştir. 1 Mayıs’ın bu
yıl bu kadar “medyatik” olmasından
da hiç çekinmeyen devlet ve hükümet
yetkilileri işçi düşmanı tavırlarından
taviz vermemişlerdir ve sonuna kadar Taksim’de kutlanmasında ısrar
edilmesi halinde İstanbul’u işçilere
cehenneme çevireceklerini yinelemişler ve öyle de yapmışlardır. 1
Mayıs’a günler kala ortam iyice gerginleştirilmiş, arka arkaya açıklamalar yapan İstanbul Valisi, İstanbul
Emniyet Müdürü, İçişleri Bakanı,
Çalışma Bakanı, Başbakan vd., provokasyonların olacağının ve olay çıkarılacağının duyumunu aldıklarını,
kimi illegal örgütlerin çatışmalara
hazırlandıklarını, Taksim’in izin
verilen gösteri alanı olmadığını vb.
söyleyerek, Taksim’de ısrar edilmesi
halinde gerekli önlemlerin alınacağını ve polisin “orantılı” şiddet uygulayacağını vb. söylediler.
Bu “gerekli önlemlerin ve orantılı
şiddetin” ne olduğu daha günler öncesinden ama en geç 1 Mayıs sabahı
görüldü.
Devletin işçilere “orantılı”
şiddeti
Hükümetin "Birlik ve dayanışma bayramı" olarak birkaç gün öncesinden
resmen ilan ettiği 1 Mayıs, devletin
yetkilileri ve güvenlik güçlerinin ortamı kızıştırarak yaptıkları hazırlıklardan sonra savaş gününe dönüştü.
Günler öncesinden başlayan 1
Mayıs tartışmalarında ve son olarak 1
Mayıs günü yaşananlar egemenlerin
açık işçi düşmanı saldırgan yüzünü
bir kez daha net biçimde gösterdi.
Öncelikli olarak 1 Mayıs’ın devrimci özünü boşaltıp onu bahar bayramı, birlik ve dayanışma bayramı
yapıp, mücadeleci özünü hafızalardan silmeye çalışanlar bunlarla yetinmeyip 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen
emekten yana olanlara vahşice saldırarak İstanbul'da Şişli ve Taksim çevresini savaş alanına çevirdi.
Sendikaların daha önce İstanbul'un
üç fa rk lı yerinden topla na ra k
Taksim'e girme kararı, hükümetin
vapur seferlerini ve metro hattını iptal ettiğini açıklaması üzerine yeni
bir değişiklik yapılarak Taksim'e tek
bir koldan – Şişli istikametinden - girilmesi kararlaştırıldı.
Sabah saatlerinde Şişli’de toplanmak isteyenler önce polisin sert tepkileriyle karşılaştı, katılımcıların geri
çekilmemesi sonucu panzerlerle ve
gaz bombalarıyla müdahale edilmesi
üzerine kalabalık ara sokaklara dağılmaya başladı ve bu andan itibaren
sokak aralarında polislerle çatışmalar baş gösterdi.
EK:1
Emekçilere yönelik ilk polis saldırısı ise sabah saat 06.30’da DİSK
binası önünde gerçekleşti. DİSK binasında sabahlayan ve bina önünde
bekleyen işçi ve emekçilere biber
gazı ve su sıkan polis, saldırılara
bütün gün devam etti. DİSK Genel
Başkanı Süleyman Çelebi, yaptığı
açıklamalarda saldırıyı kınayarak
bu yapılanların devlet terörü olduğunu söyledi.
DİSK önüne gelmek isteyen grupları da engelleyen polis, DİSK’in
olduğu caddeyi abluka altına aldı.
Saldırılar sırasında birçok kişi gözaltına alındı. Açıklamanın ardından dağılan kitleye saldıran çevik
kuvvet, işçi ve emekçilerin Şişli
Etfal Hastanesi bahçesine girmesi
üzerine buraya da gaz bombaları
attı. Saldırıdan özellikle hastalar,
çocuklar ve yaşlılar ağır biçimde
etkilendiler. Hastane bahçesinde
bulunan hasta yakınları ve sağlık
çalışanları, alkışlarla polisin bu tutumunu protesto ettiler.
YDİ Çağrı olarak Taksim’i
zorladık
1 Mayıs hazırlıklarımız günler
öncesinden başladı. Bir yandan
Devrimci 1 Mayıs Platformunun
ortak etkinliklerinde yer alırken
diğer taraftan 1 Mayıs'a ilişkin bildiri, kuşlama ve stiker çıkararak
bunları 1 Mayıs öncesinden değişik yerde dağıttık ve yapıştırdık.
1 Mayıs günü, YDİ Çağrı okurları
ve çalışanlarıyla birlikte önceden
yaptığımız plan üzerine sabah bir
grup arkadaşla hem toplanma yerini keşfetmek ve hem de 1 Mayıs'a
ilişkin hazırladığımız malzemeleri
götürmek için erkenden toplanma
alanına vardık. Daha sonra diğer
arkadaşlarımızla buluşarak Şişli
Camii önüne ve daha sonra da
DİSK binası önüne girmeye çalıştık. Yaşanan müdahaleler sebebiyle hazırladığımız bildiriler ve
pankartları kullanamadık. Fakat
bir çok sokak ve alandaki yürüyüşlerde 1 Mayıs’a yönelik hazırladığımız kuşlamaları dağıttık.
Saat 12.00 civarında DİSK binası önünde DİSK Genel Başkanı
Süleyman Çelebi ’nin olayları
kınayarak eyleme son verdiklerini açıklamasından sonra, diğer
grupların Taksim'de toplanacağı
duyurusunu almamız üzerine değişik yolları zorlayarak Taksim’e
gitmeye çalıştık. Bütün çabalarımıza rağmen polis barikatlarını
aşamadık. 500 kadar kişinin katıldığı kısa bir yürüyüşte "Yaşasın
1 May ıs, Dev rimci 1 May ıs
Seni Yaşatacağız, Ya Barbarlık
Ya Sosyalizm, İşçilerin Birliği
Sermayeyi Yenecek, Faşizme Karşı
Omuz Omuza, Yaşasın Devrimci
Dayanışma" sloganlarını attık ve
diğer katılan guruplar da bu sloganlara eşlik ettiler.
Tüm bu yaşananlar sonucunda
Taksime giremeyeceğimizi görmemiz üzerine yeni bir durum değerlendirmesi yaparak, polisin bu
saldırgan tutumu karşısında alana
girmenin imkansız olduğunu, bunun için işçilerin güçlü birlikteliğine ihtiyaç duyulduğunu ve bizim elimizden geleni yaptığımızı
belirterek bulunduğumuz yerden
ayrılma kararı aldık.
Taksim kararlılığı sonucunda devletin anti-demokratik, işçi-emekçi
düşmanı faşist yüzü daha açıkça
ortaya çıkmıştır. Bu, işçiler emekçiler açısından bu yılki 1 Mayıs’ın
1 Mayıs 2008: Devletin işçi sınıfına faşist terörü. . . . . . . . . . . . EK:1
İzmir’de 1 Mayıs. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:2
Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
alternatif üretme konusundaki yetersizlikleri her ne kadar burjuva
medya tarafından övgüye layık
görülmüşse de, eylemin gidişatını
olumlu değil olumsuz etkilemiştir.
1 Mayıs’ın devrimci özüne uygun olarak işçi kitleleri tarafından
kutlanabilmesi için sınıfın öncüsünün önünde sınıfı bilinçlendirmek ve örgütlemek gibi büyük görevler duruyor. Öncüler daha fazla
işçi sınıfına yönelik çalışmaya
ağırlık vermeli ve “Fabrikalar
K a le m i z , Ya ş a s ı n B ol ş e v i k
Mücadelemiz!” sloganına gerçeklik kazandırmalıdırlar.
Bunun için bir dahaki 1 Mayıs’a
kadar 1 yılımız var! Ancak hiç zaman kaybetmeksizin bu çalışmaya
hemen başlamalıyız. Öyleyse bu
şanlı görevi yerine getirmek için
görev başına!
1 Mayıs kızıldır, kızıl kalacak!
3 Mayıs 2008 ✓
İzmir’de 1 Mayıs
Sonuç
İÇİNDEKİLER
Mersin’de 1 Mayıs. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:3
1 Mayıs Adana: Sınıf dayanışması ve coşku . . . . . . . . . . . . . . EK:3
Stuttgart'ta 1 Mayıs . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:3
Tez Koop- iş Sendikası İştanbul 4 No’lu Şubesi’nin
Olağan Genel Kurulu yapıldı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:4
Tez-Koop-İş Sendikası İzmir 2 No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı . . . . . EK:4
Deri İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği kuruldu . . . . . . .
EK:5
Eğitim Sen’den miting . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:5
"Yörsan Ürünlerini Tüketmeme” çağrısı. . . . . . . . . . . . . . . . EK:5
SSGSS yasa tasarısı Adana’da protesto edildi .... . . . . . . . . . . . EK:6
Sosyal Güvenlik Yasası Diyarbakır'da protesto edildi.... . . . . . . . . EK:6
Emekçi bir Ermeni'nin mektubu… . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:7
EK:2
en önemli dersidir. İşçiler bu ders
ile birlikte egemen sınıf lardan
hakların dilenerek değil mücadele
ile alınabileceğini net biçimde görmüşlerdir. Bunlar olumlu kazanımlar olmuştur. Bununla birlikte
egemenler bir 1 Mayıs’ta daha işçi
sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününün coşkulu bir şekilde kutlanmasını, en geniş işçi
kitlelerinin bu vesile ile kendi devrimci sınıf fikirleriyle tanışmasını,
devrimcilerle buluşmasını – her ne
pahasına olursa olsun - engellemeyi başarmışlardır.
İşçilerin ve devrimci güçlerin taleplerinde kararlılık göstermeleri,
taviz vermemeleri, en yoğun saldırıların karşısında bile geri adım
atmamaları diğer olumlu kazanımlardır. Ancak devletin bu saldırıları ve engellemeleri karşısında
yeterince alternatif ler üzerinde
durulmamış olması bir eksikliktir.
Sendikaların saldırılar karşısında
erken gelen bitirme kararları ve
İ
zmir’de Türk-İş, KESK ve
TMMOB tarafından organize
edilen 1 Mayıs, Gündoğdu
Meydanı’nda kutlandı. Alsancak,
Basmane ve Kona k ’ta toplanan işçiler, emekçiler Gündoğdu
Meydanı’na yürüdü.
Türk-İş’e bağlı sendikalar; Tes-İş,
Tez Koop-İş, Petrol-İş, Tümtis,
Tek Gıda-İş, Türkiye Maden-İş
Alsancak Limanı önünde topla nara k, burada n Gündoğdu
Meydanı’na yürüdüler. Belediye-İş
ve Deri-İş Kapılar bölgesinden yürüyerek alana girdiler.
Emek Partisi, SDP, DTP, ESP,
SGDF, Özgür Yaşam Kooperatifi,
Deri İşçileri Derneği, Köz, BDSP
Basmane yönünden alana giriş
yaptılar.
KESK Şubeler Platformu, DHP,
DGH, ÖDP, Dev-Lis, Ege 78’liler,
78’liler Federasyonu, DİP Girişimi,
Halk Evleri, Alevi Bektaşi ve Yöre
Dernekleri Platformu, Partizan,
Alınteri, Tevkurd, TÖP, Devrimci
Dönüşüm, İŞHAKDER, Odak,
Devrimci Hareket, Mücadele
Birliği vb. Konak tarafından alana
giriş yaptılar.
DİSK Tertip Komitesi içerisinde
yer almadı. Genel İş 3, 4, 5 No’lu
şubeler, Genel İş Binası önünden
yürüyerek alana geldiler.
Kürsüden yapılan konuşmalarda,
İstanbul’da yaşanılan devlet terörü
eleştirilerek kınandı. 1 Mayıs 1977
katliamı sırasında katledilenlerin
isimleri tek tek okundu. Öldürülen
işçilerin isimlerinin okunmasının
ardından kitle, “yaşıyor” cevabı
verdi.
Yürüyüş ve miting sırasında onlarca slogan atıldı. “Faşizme karşı
omuz omuza!, Her yer Taksim, her
yer 1 Mayıs!, İşte 1 Mayıs, alanlardayız!, Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın
sosyalizm!, Yaşasın 1 Mayıs, bıji
yek Gulan!, Yaşasın sınıf dayanışması!” atılan sloganlardan bazıları
idi.
1 Mayıs’a 30 bin civarında işçi,
emekçi katıldı.
Basma ne ve Kona k ’ta YDİ
Çağrı’nın “1 Mayıs’ta alanlara,
devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmeye!” başlıklı bildirisi
dağıtıldı.
1 Mayıs 2008
YDİ Çağrı/İzmir ✓
M
Mersin’de 1 Mayıs
ersin’de son yılların en
kalabalık ve coşkulu 1
Mayıs’ı kutlandı. Bu coşkuda ülke gündeminden hiç düşmeyen gerici-faşist olay ve uygulamalara olan tepkilerin yanı sıra,
hükümetin Taksim yasaklamasına
olan tepkinin de payı büyüktü.
S a at 11 su l a r ı nd a D e v le t
Hastanesi önünde toplanan gruplar 12’ye doğru yürüyüşe geçtiler.
İşçi sendikaları arasında DİSK’e
bağlı Genel-İş, Kristal-İş, Petrol-İş,
Liman- İş, Birleşik Metal-İş, Tümtis,
Yol-İş, Belediye-İş, BES ve GençSen yer alıyordu. Bunların içerisinde özellikle Yol-İş kitle sayısıyla
dikkatleri çekiyordu. KESK’e bağlı
birçok memur sendikası da alan-
daydı. Bunların içinde de EğitimSen dikkat çekiyordu. Yine çeşitli
dergi çevreleri, partiler, dernekler
özellikle gençler sayılarının fazlalığıyla alanı şenlendiriyorlardı.
Genellik le atı lan sloganlar
ise şunlardı: ‘Akılsız başa ayak
neylesin’,’Ayaklar baş olsun kıyamet kopmasın’,’Her yer isyan her
yer Taksim’, ‘İstanbul işçisi yalnız
değildir’,’İşçilerin birliği sermayeyi
yenecek’,’Yaşasın 1 Mayıs’…
Yürüyüş esnasında DTP’lilerin
‘Hepimiz PKK’lıyız.’ , alanda ise
‘Biji serok Apo’ sloganları atmaları ve yine CHP’nin alana girerken bir grup tarafından yuhalanması da not düşülmesi gereken
olaylardandı.
1 Mayıs Adana:
Sınıf dayanışması ve coşku
A
Milletvekili Özdal Uçar da katıldı. Yürüyüş başladığında arama
noktasında pankart ve döviz sopalarının kalınlığı nedeniyle bir
sorun yaşandı. Ancak olay büyümeden kapandı.
Miting alanında
yapılan konuşmalarda Taksim’de
yaşanan devlet terörü kınandı.
Özelleştirmelere ve SSGSS’ye
karşı mücadelenin sürdürüleceğinin vurgulandığı konuşmalarda
1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi talep edildi. Fabrikalarının
özelleştirilmesine karşı mücadele eden TEKEL işçilerinin de
yer aldığı eylemde TEKEL işçisi
olan Hatice Koçak bir konuşma
yaptı.
İşçilerin yürüyüş esnasında
ve alanda davul-zurna eşliğinde
halaylar çekmesi, coşkulu sloganlar ve kalabalık renkli görüntüler
oluşturuyordu. Yürüyüş boyunca
hoparlörlerden devrimci marşlar
çalındı, sloganlar atıldı. “Her yer
Taksim her yer direniş”, “Faşizme
karşı omuz omuza” sloganları gür
bir şekilde atıldı. CHP saflarında
bulunan gençler de sık sık devrimci sloganlar attılar.
Mitinge
Güney Sanat Topluluğu da “Sanat
gerçeğe tutulan bir ayna değil, onu
Mayıs’ı bitirdiklerini açıkladılar.
Çünkü hükümetin gözü kararmıştı’
dedi. Bir kulağı Taksim’de olan
kitle bu habere hem üzüldü, hem
de sevindi. Taksim’de kutlamanın
başarılamamasına üzülündü, kötü
bir olay olmamasına ise sevinildi.
‘Dünya’nın önünde herkese rezil oldunuz. Bir de işçi dostuyuz
diyorsunuz. Böyle işçi dostluğunuzu alında başınıza çalın.’ diyen
Aleybeyoğlu, tüm sorumluları
istifaya çağırarak ve her şeye rağmen alandakilerin 1 Mayıs’ını
kutlayarak konuşmasını bitirdi.
Konuşmanın ardından yerel bir
sanatçının marşlarıyla coşan grup,
halay çektikten sonra dağıldı.
değiştirmek için kullanılan bir çekiçtir” pankartı ile katıldı. Güney
Sanat Topluluğu üyeleri işçi sınıfının zincirlerini temsilen ellerinden
zincirli işçileri ve zincirleri elinde
tutan patronu canlandırarak yürüdü. Alanda sergilenen bir skeç
ile bir devrimcinin işçileri aydınlatması, işçilerin patrona karşı
isyan ederek devrimcileşmesi anlatıldı. Oyun, işçilerin üzerinde
“Bütün ülkelerin işçileri, birleşiniz!
Kaybedeceğimiz zincirlerimizden
başka bir şey yok! Kazanacağımız
yeni bir dünya var.” yazılı pankartı
taşıyarak slogan atması ile son
buldu. Yürüyüş boyunca ve alanda
oynadıkları oyun ile Güney Sanat
Topluluğu üyeleri ilgi odağı oldu-
lar.
Miting saat 19’a doğru sona
erdi. Gruplar dağılırken arama
noktasında bazı gruplar ile polis
arasında çatışma çıktı. 40’ın üzerinde insan gözaltına alındı. Çok
sayıda insan da polisin şiddetli
müdahalesi ile yaralandı, bayıldı.
İki polisin gözaltına almaya çalıştığı bir kişinin kolu kırıldı.
Çatışma ara sokaklarda devam
etti. Eylemcilere saldıran polis ara
sokaklarda göz yaşartıcı gaz ve biber gazı kullandı. Son anda yaşanan bu olay eylemin tamamındaki
coşkuya gölge düşürdü. Burjuva
medya Adana 1 Mayıs’ını yaşanan
olay üzerinden haberleştirdi.
02.05.2008
Ydi Çağrı/Adana ✓
B
1 Mayıs 2008
Mersin ✓
Stuttgart'ta 1 Mayıs
u sene yine 1 Mayıs devrimci özüne uygun bir şekilde, enternasyonalist içerikte kutlandı.
Her yıl olduğu gibi bu sene de
iki ayrı yürüyüş yapıldı. Birincisi
sarı sendika DGB önderliğinde
ve çeşitli göçmen örgütlerinin de
desteklediği bir katılımla yapıldı.
Katılım geçtiğimiz senelere nazaran kalabalıktı, takriben 2500
civarında idi. İşin ilginç yanı, sendikanın düzenlemesine rağmen,
sendika kortejinde yürüyen insan
sayısı 200 civarında idi. Diğerleri
T/KK, Tamiller, Filistinliler vb.
göçmen örgütleri idi.
Bu yürüyüşün bitiminden sonra
Devrimci 1 Mayıs yürüyüşü başladı. Yürüyüş Belediye binasının
önünde yapılan kısa bir mitingle
start aldı. Şehrin en işlek caddelerinde ara mitingler yapılarak
yüründü. Ara mitinglerden bir tanesinde biz Trotz Alledem okurları
olarak konuşma yaptık. Okunan
yazı direk Alman emperyalist devletine vuran, sosyal hak kısıtlamalarını teşhir eden, büyük insanlığı
yeni bir dünya için mücadeleye çağıran içerikte coşkulu bir konuşma
idi. Konuşma ilgi ile dinlendi ve
alkışlandı.
Katılım 700 kişi civarında idi.
Polis baştan itibaren keyfi kimlik
kontrolü, üst baş araması yaparak,
bir bölüm insanı keyfi gözaltına
alarak saldırgan yüzünü yine gösterdi. Buna rağmen eylem coşkulu
bir şekilde bitirildi ve amacına
ulaştı. Eylemden sonra ayarlanan
bir salonda müzikli, yemekli eğlence düzenlendi. Çeşitli dillerde
devrimci şarkılar söylendi. En son
Enternasyonal söylenerek eğlence
bitirildi.
Düzenleyenler: Trotz Alledem,
RAS ve değişik otonom çevrelerdi.
Eyleme sendika yürüyüşünden
sonra bazı T/KK’lı göçmen örgütleri de (tüm güçleri ile olmasa da)
katıldılar.
Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
dana’da düzenlenen 1
Mayıs mitingi son yılların en kalabalık eylemi
oldu. Mimar Sinan Açık hava
Tiyatrosu önünde saat 16.00 toplanan işçi ve emekçiler Uğur Mumcu
Meydanına kadar büyük bir coşku
ile yürüdü. Saat 19’a doğru eylemin sona ermesinden sonra çıkan
olaylar eyleme gölge düşürdü.
DİSK, KESK, Türk-İş, TMMOB
ve Adana Tabip Odası’nın oluşturduğu ve diğer demokratik kitle
örgütlerinin, emekten yana siyasi
partilerin ve dergi çevrelerinin desteklediği Tertip Komitesi ile düzenlenen 1 Mayıs mitingine yaklaşık
10.000 işçi ve emekçi katıldı. Yolun
iki şeridinden başlayan yürüyüşün
bir ucu alana girdiğinde arkadaki
gruplar toplanma yerinden çok az
uzaklaşmışlardı.
Türk-İş, DİSK ve
KESK’e bağlı sendikaların, ortak
bir pankart arkasında yürüyen
Devrimci 1 Mayıs Platformunu
oluşturan grupların, DTP, EMEP,
ÖDP, CHP, SDP, 78’liler Birliği,
Halkevleri, Adana Alevi Bileşenleri
ve daha birçok grubun katıldığı
eyleme DTP Batman Milletvekili
Ayla Akat Ata ile DTP Van
Alanda 5 binin üzerinde bir topluluk olmasına hemen herkes sevindi. Yalnız iş günü olması dolayısıyla olmalı, alanda toplanan grup
kısa sürede dağıldı. Konuşmanın
bitip halayların çekileceği sırada
alanın yarısı boşalmıştı.
Van milletvekili Fatma Kurtulan
ve Urfa milletvekili İbrahim Binici
de alandaydılar ve kitleyi selamlamakla yetindiler. Tertip Komitesi
adına konuşan Petrol- İş Şube
Başkanı Adil Aleybeyoğlu ise kısaca
şunları söyledi: ‘Bugün biz burada
gayet güzel bir şekilde 1 Mayıs’ımızı
kutluyoruz. Fakat 1 haftadır ortamı
geren başbakan, bakanlar ve vali
yüzünden 1 Mayıs İstanbullulara
zehir edildi. Şu an da aldığımız habere göre sendika başkanları can
kayıplarından korktuklarından 1
Yaşasın Devrimci 1 Mayıs!
Devrimci selamlar.
Eyleme katılan bir
Trotz Alledem okuru ✓
EK:3
Tez Koop- İş Sendikası İstanbul 4 No’lu Şube’nin Genel Kurulu yapıldı
Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
T
EK:4
ez Koop – İş sendikasının
İstanbul 4 Nolu şubesinin
6. Olağan Kongresi 27 Nisan
2008 günü İstanbul- Topkapı’daki
Holiday Otel’inde yapıldı.
Kongreye Şube Başkanı Cemal
Kement’in açılış konuşması ile
başlandı. Şube Başkanı bu kısacık
açılış konuşmasında kısa zaman
dilimi içinde şubelerinin üye sayısını %40'lara varan oranda artırdıklarını, işçi sınıfına yapılan
saldırılara karşı tüm eylem ve etkinliklere katılmaya çalıştıklarını
belirtti.
4 Nolu Şube'nin Tez Koop – İş
Sendikasının en güçlü şubelerinden biri olduğu, başta sendika
Genel Merkezinin tüm Yönetim
Kurulu üyeleri olmak üzere birçok ildeki şube başkanlarının da
katılmasından anlaşılıyordu. Her
Genel Kurulda olduğu gibi burada
da Genel Merkez yöneticileri divana seçildiler. Divan Başkanlığını
Genel Başkan Gürsel Doğru yaptı.
Doğru Genel Kurulun gündemine geçmeden “Ulusal kurtuluş
mücadelesi ve işçi sınıfının davası
için canını veren şehitleri anmak”
amacıyla İstiklal Marşı'nı okuttu.
Ardından yaptığı konuşmalarda
hükümetin IMF ve Dünya Bankası
emrinde bir hükümet olduğunu,
işçi sınıfına tüm saldırıların bundan kaynaklandığını, kendilerinin
sendika olarak buna karşı mücadele ettiklerini belirtti. Ayrıca
son yıllarda işkollarındaki şirket
birleşmelerinin ve satışlarının artığını, patronların kendi haklarını
koruyan anlaşmalar yaptıklarını
fakat işçilerin haklarını gasp etmeye çalıştıklarını belirterek, işçilerin birlik içinde mücadeleye hazır olmaları uyarısında bulundu.
Sendika şubesine yeni üye olan
İMKB, İstanbul Altın Borsası, Şok
ve Tansaş işyerlerinin işçilerine
sendikalarında örgütlendikleri
için teşikkür etti. Onlara andaki
hak yoksunluklarını önümüzdeki
günlerde yapacakları TİS ve imzalanacak Protokol anlaşmaları
ile gidereceklerni söyledi. Sendika
olarak birçok sendika zayıflarken
kendilerinin güçlendiğini ve güçlenmeye devam ettiklerini belirten
Doğru, sermayenin saldırılarına
özellikle SSGSS Yasasına karşı mücadele ettiklerini ve mücadelenin
bitmediğini, mücadelenin devam
ettiğini belirtti. Bir delegenin bu
konuda fazla birşeyin yapılmadığı
anlamında “Ne yaptınız Başkan?”
şeklindeki sorusuna, üç konfedarasyonun yaptıkları eylem ve
etkinlikleri tek tek sayarak kendilerinin en aktif şekilde katıldıklarını, bazı işçi arkadaşların böyle
eleştirilerinin nedenini o işçilerin
yapılanlardan haberdar olmamasına bağladı. Türk – İş’in SSGSS
yasasına karşı kısmen kazanım
elde edildiği şeklindeki iddiasına
katılmadığını, tersine var olan
hakların kaybedildiğini belirten
Doğru, 1 Mayıs'ta alanlara çıkılması, Taksim yasağının kalkması
İstanbul’da 1 Mayıs'ın Taksim’de
kutlanması için çağrıda bulundu.
Diğer konuklardan Tez Koop- İş
Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube
Bakanı Rabia Özkaraca yaptığı konuşmada işçi sınıfına yapılan saldırılara karşı başta “hükümetle anlaştık” diyen Türk – İş’in SSGSS'ye
karşı mücadelenin belini kırdığını,
DİSK ve KESK’in de gereken mücadeleyi vermediklerini belirtti.
Konfedarasyonların SSGSS yasası
gibi önemli bir saldırıya karşı 14
Mart'a kadar iyi giden mücadeleyi
işçilerin mücadelesiyle kazanacaklarına inanmadıkları için daha
etkili mücadele yöntemleri yerine
Basın Açıklaması, faks eylemleri
gibi daha pasif eylem kararları
almakla esasta bıraktıklarını, sermayeye teslim olduklarını belirtti.
Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı
vb.lerle görüşmek le, Anayasa
Mahkemesine bel bağlamakla işçi
sınıfının hak sahibi olamayacağını
belirten R. Özkaraca, işçilerin birlikte vereceği mücadele ile kazanacağını vurguladı.
Diğer konuşan konuklar da işçi
sınıfına çok büyük saldırılar olduğunu, önümüzdeki günlerde
bunun gibi büyük saldırılara girişecek sermayeye karşı işçilerin
sendikalarına sahip çıkararak tüm
işçi ve emekçilerin mücadele vermesi gerektiğini belirttiler.
Kongreye katılan 112 delegeden
(20’si kadın) 16 yıllık Migros işçisi
bir erkek ile bir de 18 yıllık Migros
işçisi (şube yönetiminde olan fakat
yeni yönetime aday gösterilmeyen)
bir kadın dışında hiçbir delege söz
alıp konuşmadı. Bu durumun ortaya çıkmasının önemli nedenlerinden bir tanesi de uzun konuşmalarıyla delegelere konuşacak
zaman bırakmayan yöneticilerin
tavrı idi.
Konuşan kadın delege 18 yıllık
Migros işçisi olarak temsilci ve yöneticilik yaptığını, bir önceki şube
yönetim kurulunda yer aldığını,
yöneticilik döneminde erkek yöneticilerin kendisine karşı ayrımcılık
yaparak kendisini dıştaladıklarını
belirtti.
Bu eleştiriyi yanıtlamaya çalışan yöneticiler ise kadın arkadaşlarının yönetimde olmasını çok
istediklerini fakat kadın arkadaşlarının yöneticilik döneminde sendikal çalışmada verimli olunması
için gerekli uyumlu çalışmayı
yapmadığı ve doğru dürüst çalışmadığı için yeni yönetim listesine
almadıklarını belirttiler.
Öğleden sonra yapılan seçimlerde tek liste ile giren Cemal
Kement 96 oy alarak Şube Başkanı
diğer Yönetim Kurulu üyeleri ise 76
ile 86 arasında oy alarak seçildiler.
Bizce 4 Nolu şubenin İstanbul’un
hem market işçilerinin hem de
sermayenin kalbi olan İMKB ve
İstanbul Altın Borsası gibi önemli
işyerlerinde örgütlü olması işçi
sınıfının sendikal mücadelesinde
onu çok önemli bir sendika şubesi
yapmaktadır. Çok kısa bir sürede
iki katına yakın işçiyi üyeliğine
kazanması kuşkusuz kutlanacak
bir durum.
Ancak şu an toplam 4 bin üyesinden 1500’ünün kadın olduğu
halde Yönetim Kurulunda ve diğer
yönetim kademelerinde hiçbir kadın yöneticinin olmaması olumsuz
bir tablo çizmektedir.
Her geçen gün gelişen ve kadın
işçi sayısı artan bu işkolundaki
sendikaların yönetimlerinin en
azından yarısının kadınlardan
oluşması ve bu temsilci ve yönetici
kadınların daha başarılı olması
için özel bir kadın örgütlenmesi
çalışması yürütmeleri, yönetici
adaylarını seçerken kadınlara
karşı pozitif ayrımcılık yapılması
acil bir gerekliliktir.
30 Nisan 2008 ✓
Tez-Koop-İş Sendikası İzmir 2
No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı
2007
'nin sonlarına doğru,
kimseye haber verilmeden yangından mal kaçırır gibi
kurucu bir yönetim kurulu atanarak
kurulan Tez-Koop-İş Sendikası İzmir
2 No'lu Şube ilk genel kurulunu 13
Nisan 2008 günü yaptı. Genel kurulda mevcut kurucu yönetim kurulu
üyeleri bir liste halinde çıkarken karşılarında bir de muhalif liste vardı.
Her iki grup da sınıfa yönelik azgınca saldırıların olduğu bir dönemde
sendika yönetim kurulu olabilmenin
verdiği hırsla genel kurulu mücadeleyi bir adım ileriye taşımayacak kısır tartışmalar içine hapsetti. Tarafsız
olması gereken divan başkanı Gürsel
Doğru mevcut atanmış yönetim kuruluna yönelik olumsuz eleştirilere
divandan cevap vermekte hiç bir
sakınca görmedi. Bir türlü örgütlenmesi başarılamayan Kipa işçilerinin
genelde meslek odaları, üniversitelerden ve özel idarelerde örgütlü işçilerden oluşan 2 No'lu şubedeki varlığı en büyük tartışma konusu oldu.
Genel Başkan Gürsel Doğru 2 No'lu
şubeyi meslek odalarının içerisine
hapsetmek istemedikleri için Kipa işçilerinin bu şubeye alındığını söylese
de genel kanı Kipa'nın genel merkezin
desteklediği listenin kazanabilmesi
için bu şubeye alındığı yönündeydi.
Kurucu yönetim kurulunun imzala-
dığı Ege Üniversitesi sözleşmesinde
kazanılmış haklardan geri adım atıldığı yönünde yapılan eleştirilere bir
yönetim kurulu üyesinin çıkıp “arkadaşlar muhasebeci hata yapmış, yıllarca fazla para almışsınız, bir nevi
sıfır faizli kredi yani, varsa böyle bir
işyeri biz de gidip orada çalışalım”
şeklindeki ifadesi sınıf düşmanı ve
lümpen zihniyeti gözler önüne sermeye yeter bir örnek olarak karşımıza çıktı. Öte yandan Kipa işçileri
muhalif liste adayları tarafından genel kurula gelmemeleri yönünde tehdit edildiklerini ileri sürdüler. Bu toz
duman içerisinde birbirinden beter
iki listeden genel merkez tarafından
desteklenen ve Şube Başkanlığını
Naci Boz'un üstlendiği liste kazandı.
Söylenen bütün havalı lafların dört
yıl sonra yapılacak olan 2. Genel
Kurul'da tekrar söylenmek üzere rafa
kaldırıldığı bir İzmir 2 No'lu Şube
bizleri bekliyor. Sendikaları içerisine
hapsoldukları bu bürokratik ve yağmacı anlayıştan ancak sınıf bilinçli
işçiler çıkarabilir. Ancak gerçek şu ki
sınıf bilinçli işçiler sendika organlarında ya hiç görev alamıyorlar ya da
çok azlar. Ama sendikaları emeğin
gerçek örgütleri yapana kadar mücadeleye devam...
Nisan 2008
İzmir'den YDİ Çağrı Okuru ✓
Deri İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma
Derneği kuruldu
E
snek üretim, taşeronlaştırma
ve parça başı üretimin
olumsuz sonuçlarını en
çok yaşayan işçiler, deri işçileridir. Onlar sigortasız, sendikasız,
sağlıksız çalışma koşulları, uzun
çalışma saatleri, parça başı ücret
vb. karşılığında çalışmak zorunda
bırakılıyorlar.
Bir süreden beri, İzmir Kapılar’da
Deri İşçileri arasında çalışma
yürüten Deri İşçileri Derneği
Girişimi, dernekleşerek çalışmalarını yürütecek.
Deri İşçileri, 12 Nisan günü gerçekleştirdikleri bir etkinlik ile dernek kuruluşunu ilan ettiler.
Et k in li k te; “Esnek üret im,
Eğitim Sen’den miting
taşeronlaştırma ve parça başı üretim karşısında örgütlenme sorunları, çözümleri ve deneyimleri”
konulu bir panel yapıldı. Panele
konuşmacı olarak, Deri-İş Genel
Başkanı Musa Servi, BATİS Genel
Başkanı Metin Burak, Deri İşçileri
Derneği’nden Yalçın Yanık katıldı.
Serbest kürsü bölümünde, etkin-
Deri İşçileri Derneği Kuruluş Etkinliğine!
Değerli arkadaşlar! Dostlar!
Uzun çalışma saatleri, parça başı ücret, sigortasızlık, sendikasızlık, sağlıksız çalışma koşulları vb. deri işçilerinin çalışmak zorunda kaldığı
koşullardan bazılarıdır. Deri işçileri hiçbir hakka sahip olmadan, kölelik koşullarında çalışmak zorunda kalıyorlar.
Ücretli köle olmak kader değil! İşçilerin gücü birleşmelerinden, üretim
içerisinde oynadıkları rolden doğar. Bütün zenginliklerin yaratıcısı,
yaratan ve üreten işçilerdir. İşçiler durduğu zaman, hayat da durur.
Deri işçileri Derneği, deri işçilerinin sorunlarının bilince çıkarılması,
deri işçilerinin örgütlenmesi alanında, ışık olacağına inanıyoruz.
Bu bilinçle, Deri İşçileri Derneği’nin kuruluşunu selamlıyoruz.
Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!
11 Nisan 2008
İzmir Yeni Dünya İçin Çağrı okurları ✓
"Yörsan Ürünlerini Tüketmeme” çağrısı
S
Toplanma alanında, YDİ Çağrı’nın SSGSS’na
karşı çıkardığı, “Susma karşı çık! Karşı
çıkmazsan hiçbir hakkın kalmayacak”
başlıklı, Nisan 2008 tarihli bildirisinden 300
adet dağıtıldı.
ları da yürüyüşe katıldı. Ayrıca
TMMOB, EMEP, ÖDP, Öğrenci
Kolektifleri, TKP, DHP, Alınteri,
BDSP, H K P, Ö z g ü r Ya ş a m
Kooperatifi, 78’liler Federasyonu,
Partizan vb. de yürüyüşe katıldı.
Yürüyüş ve miting sırasında,
mecliste görüşülmekte olan SSGSS
yasa tasarısına karşı yoğun tepkiler dile getirildi. Yoğun tepki atılan sloganlara da yansıdı.
Topl a n m a a l a n ı nd a , Y Dİ
Çağrı’nın SSGSS’na karşı çıkardığı,
“Susma karşı çık! Karşı çıkmazsan
hiçbir hakkın kalmayacak” başlıklı, Nisan 2008 tarihli bildirisinden 300 adet dağıtıldı.
13 Nisan 2008
YDİ Çağrı/İzmir ✓
endikalaştıkları için işten atılan Yörsan işçilerine destek
olmak amacıyla Tek Gıda-İş
Sendikası Güney Anadolu Bölge
Şubesi tarafından bir basın açıklaması düzenlendi. 17 Nisan günü
saat 12.30’da İnönü Parkında
toplanan Tek Gıda-İş yöneticileri
ve üye işçiler “Yörsan işçileri yalnız değildir” sloganlarını attılar.
Sendika adına Bölge şubesi başkanı Gürsel Diliçıkık yaptığı açıklamada işten atılan ve direnişi sürdüren 402 Yörsan işçisinin yalnız
olmadığını, sendikanın sonuna
kadar işçiler ile beraber olacağını
açıkladı.
Yapı l a n
açıklamada
“ Tek Gıda-İş
Sendikası olarak herkes
iç i n d emokrasi herkes için
örgütlenme
hakkı diyerek
yola çı ktı k.
YÖ R S A N ’ d a
bu bay rağı
göndere diktik
ve tüm yurttaşlarımızı anayasa l ha k olan
sendikal örgütlenme hakkını
kullanmak istedik leri için
işten çıkarılan
402 YÖRSAN
işçisini desteklemek amacıyla
buradayız.
İşçiler işlerine
geri alınana ka-
dar ve sendikalaşma hakları kabul
edilene kadar YÖRSAN ürünlerini tüketmemeye davet ediyoruz.”
denildi.
Özelleştirmeye karşı fabrikalarına kapanan ancak fabrika içindeki direnişi sona erdiren Tekel
işçileri de açıklamaya katılarak
YÖRSAN işçilerine destek oldular.
Basın açı k la ması YÖRSAN
ürünlerinin çöpe dökülmesi ile
son buldu.
17.04.2008
Ydi Çağrı/Adana ✓
Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
E
ğ i t i m S e n , 12 N i s a n
Cumartesi günü, “eğitim ve
yükseköğretimde yaşanan;
gericileştirmeye, piyasalaştırmaya,
anti demokratik uygulamalara,
ekonomik ve sosyal hakların gasp
edilmesine, öğretmenler arasında
ayrımcılık yaratan kariyer basamakları uygulamasına, iş güvencesiz çalıştırılmaya” karşı bölgesel bir
yürüyüş ve miting gerçekleştirdi.
Konak eski Sümer Bank önünde
toplanan kitle, düzenli kortejler
oluşturarak buradan Gündoğdu
Meydanına yürüdü. Yürüyüşe
binlerce kişi katıldı.
Yürüyüşe ağırlıklı olarak Eğitim
Sen katılmasına rağmen, Türk-İş’e
bağlı Petrol İş, TÜMTİS sendika-
liğe katılan deri işçileri, sorunlarını ve düşüncelerini ifade ettiler.
Etkinlikte, “Ya kızımız olursa”
adlı tiyatro oyunu oynandı. Grup
Cabbarlar müzik dinletisi sundu.
Etkinliğe, İzmir YDİ Çağrı okurları olarak bir mesaj sunduk.
13 Nisan 2008
YDİ Çağrı/İzmir
EK:5
SSGSS yasa tasarısı Adana’da
protesto edildi ...
H
ükümetin yasalaştırmak
istediği SSGSS yasa tasarısı 1 Nisan günü yeniden Meclis Genel Kurulunun
gündemine geldi. Aynı gün, yasa
tasarısını protesto etmek amacıyla yurt genelinde çeşitli sendika ve sivil toplum örgütlerinin
öncülüğünde iş bırakma eylemleri gerçekleştirildi. Adana’da tasarıyı protesto etmek amacıyla,
Herkese Sağlık Güvenli Gelecek
Platformu içerisinde birleşen çok
sayıda sendika ve sivil toplum örgütü, çeşitli gazete ve dergi çevreleri ve işçilerden oluşan yaklaşık
iki bin kişi bir araya geldi. Atatürk
Caddesi üzerinde bulunan Eğitim
– Sen Adana Şubesi önü ve Başkent
Üniversitesi Seyhan Hastanesi
önünden olmak üzere iki koldan
yürüyüşe geçen katılımcıların or-
tak buluşma noktası Uğur Mumcu
Meydanıydı.
Yürüyüş boyunca çiseleyen yağmura aldırmadan tüm
katılımcılar hep birlikte sloganlar atıp ıslıklar ve alkışlarla basın
açıklamasının yapılacağı alan olan
Uğur Mumcu Meydanına geldiler.
Basın açıklamasını platform adına
KESK Dönem Sözcüsü ve Sağlık
Emekçileri Sendikası Adana Şube
Başkanı Mehmet Antmen okudu.
Antmen konuşmasında, kamuoyunun tüm tepkisine, emek ve meslek
örgütlerinin itirazlarına rağmen
yasanın Meclis Genel Kurulundan
geçirilmek istendiğini söyledi.
Devamla “ Bu yasa gündeme geldiğinden bu yana, bizler bu yasanın IMF ve Dünya Bankası’nın
dayatmaları sonucunda hazırlandığını dile getirdik. IMF ve Dünya
Bankası’nın dayattığı tüm yasalar
gibi, bu yasanın da temel önceliği,
halkın değil, uluslar arası sermayenin çıkarlarıdır. Bu yasa, halkın
sağlık hakkına yapılan harcamaları, ülkemizin geleceğine yapılan
yatırımları “kara delik” olarak gören kara bir zihniyetin ürünüdür!”
dedi.
Basın açıklaması sonrasında
davul zurna eşliğinde halaylar çekilerek eylem sonlandırıldı. Hava
Sosyal Güvenlik Yasası
Diyarbakır'da protesto edildi...
Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
13
EK:6
Nisan 2008 tarihinde
yapı la n SSGSS yasasıyla ilgili EğitimSen'in düzenlediği “Farklılıkların
farkındayız, susmayacağız” başlıklı bölge mitingi saat 10'da Urfa
Kapı önünde bir araya gelen kitle
tarafından protesto edildi.
Eğitim-Sen emekçileri çeşitli
döviz ve pankartlarıyla, çoğunluğu genç olan, eşleri ve çocuklarıyla bu mitinge katılmışlardı.
Bölgenin değişik illerinden gelen Eğitim-Sen üyesi emekçiler
kendi illerini belirten pankartlarıyla katılmışlardı. Sabahın erken saatlerinden arabalarla çevre
illerden gelen emekçilerin bir
kısmı geciktiği için yürüyüş biraz
geç başladı, geç gelenlerle birlikte
İstasyon Meydanına alkış ve sloganlarla yüründü.
Beş binin üzerinde emekçi bu
eyleme katılmıştı. Dövizlerde çeşitli dillerle yazılmış “barış” ve
“güvercin resmi” dikkat çekiciydi.
Genç emekçilerin katılımı dikkat
çekiciydi, yasa ile en fazla mağdur
edilenler de onlardı.
Sıkı güvenlik önlemleri vardı,
birçok noktada aramalar yapılıyordu. Hem eylemin hem de güneşin sıcaklığı vardı.
Eylemde atılan sloganlar: “Katil
Erdoğan, faşizme karşı omuz
omuza, anadil haktır engellenemez, kurtuluş yok tek başına ya
hep beraber ya hiç birimiz, biji
biratîya gelan, yaşasın demokrasi
mücadelemiz vb.
Eyleme Eğitim-Sen Başkanı
Alaattin Dinçer, Eğitim-Sen şube
başkanları ve çeşitli sivil toplum
örgütleri temsilcileri de destek
sundular. Barış anaları inisiyatifine üye kadınlar da alandaki yerlerini almışlardı.
SSGSS Yasasına karşı konuşmalar yapıldı, anadilde eğitim hakkı
savunulurken hükümet protesto
edildi, Eğitim-Sen'in kapatılmasına gerekçe olan anadilde eğitim
hakkını Eğitim-Sen başkanı geçici
bir süre askıya aldıklarını, ileride
yeniden tüzüklerine alacaklarını
belirtti.
Dicle Fırat Kültür Merkezi sanatçılarının sunumuyla miting son
buldu.
Bu mitingin bize açık olarak gösterdiği, işçiler ve emekçiler haklarının elerinden alınmasına karşı
hep birlikte bu saldırıya karşı mücadele yürütmelidirler. Birlikte
güçlüyüz ve bu bizim en büyük silahımız, bu silahın kıymetini bilmeliyiz. Bu tek başına yetmez, bir
olmalı bu barbar sistemi birlikte
yıkmalıyız.
Bunun için:
Kahrolsun Kapitalizm!
Yaşasın Sosyalizm!
16.04.2008
Bir YDİ Çağrı okuru ✓
muhalefetinin de etkisiyle eylem
planlandığından daha kısa sürdü.
Eyleme en geniş katılım EğitimSen üyelerine aitti. Yürüyüş boyunca ve alana gelindiğinde de
dikkati çeken şey çevrede çok fazla
polis olmamasıydı. Genelde en küçük kitle eylemlerinde bile çevrede
neredeyse eylemci sayısı kadar polis olurken 1 Nisan’daki eylemde
durum alışkın olduğumuzun tersine bir durumdu ve eylem sorunsuz bir şekilde sonlandı. 12 Nisan
Cumartesi günü Adana’da SSGSS
yasa tasarısını protesto etmek
amacıyla bölgesel bir miting düzenlenecek. Tüm işçi ve emekçileri kazanılmış haklarımızın gaspı
anlamına gelen bu yasa tasarısına
karşı alanlara çağırıyoruz.
Eyleme
katılan kimi kurumlar şunlardı:
Sendikalardan; Eğitim- Sen
Adana Şubesi, DİSK Çukurova
Bölge Temsilciliği, Tekstil-Sen,
ESM, BES, Disk Dev Sağlık – İş,
SES, BTS.
Siyasi par ti ve meslek
Örgütlerinden; ÖDP, EMEP, ESP,
TMMOB, Adana Tabip Odası.
03.04.2008
Ydi Çağrı Adana ✓
Bu kitapları oku, okut
DÖNÜŞÜM
YAYINLARI
5
200 imli
lık
ir
Ara 0 İnd esi
4
t
% t Lis
a
Fiy
ULUSLARARASI KOMÜNİST HAREKETİN BELGELERİ
•
•
•
•
•
•
•
•
3. ENTERNASYONAL'DE ÖRGÜTLENME SORUNU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.00
BURJUVA-DEMOKRATİK DEVRİMİN PROLETER DEVRİME DÖNÜŞMESİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.50
POLİTİK BİR ÖRGÜTLENME BİÇİMİ OLARAK HALK DEMOKRASİSİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.00
3. ENTERNASYONAL'DE FAŞİZM ÜZERİNE TARTIŞMALAR BELGELER -I-…. . . . . . . . . . . . . . . . . . 6.00
3. ENTERNASYONAL'DE FAŞİZM ÜZERİNE TARTIŞMALAR BELGELER -II-… . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00
3. ENTERNASYONAL'DE DEVRİM AŞAMALARI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9.00
KOMÜNİST PARTİSİ MANİFESTOSU (Kürtçe-Türkçe) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4.00
MOSKOVA 1937 Lion Feuchtwanger . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
GÜNCEL POLİTİKA
STALİN ELEŞTİRİLERİ ÜZERİNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10.00
EKİM DEVRİMİ ÜZERİNE. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6.00
İŞÇİ SINIFI HAREKETİ ÜZE. YAZILAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12.00
MAO ZEDUNG ve ÇİN DEVRİMİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13.00
FAŞİZM NEDİR? SOSYAL DEMOKRASİ NEDİR? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6.50
DOĞA VE İNSAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00
BOLŞEVİK PARTİ İNŞA ÖĞRETİSİ ÜZERİNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00
ESERLERİ VE MÜCADELESİYLE R. LUXEMBURG . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.50
KEMALİST DEVRİM (1. Kitap) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15.00
Halkın Sanatçısı/Halkın Savaşçısı YILMAZ GÜNEY
(2. Baskı) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00
•
•
•
•
KADIN DİZİSİ
KADIN SORUNU ÜZERİNE YAZILAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9.50
SOSYALİST KADIN HAREKETİ İÇİN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00
KADINLARIN KURTULUŞU (Cilt : 1) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15.00
KADINLARIN KURTULUŞU (Cilt : 2) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13.00
• SİZİN MASALINIZ
Hasan Kıyafet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00
• BİZİM LİSE
Hasan Kıyafet
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9.50
• ARTIK AĞLAMAYACAĞIM N. Doğan (ANI ROMAN). . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00
• DİLAN
N. Doğan (ANI ROMAN) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00
• NAZİ KIZLARI Hermynia Zur Mühlen . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00
• YAĞMUR MASALI SADULLAH Şaban Demir. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00
ŞİİR DİZİSİ
• PANTA REİ
Hasan Erkul . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00
• HİKMETİ MAVİ Hasan Erkul . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.50
• ACILAR DA ÜŞÜR Orhan Bahçıvan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.50
• 45’LİK Hasan Erkul. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.00
• MEYDAN DÜŞÜ Hasan Erkul . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.00
Ankara Cad. No-31 / 51 Cağaloğlu–İstanbul Tel / Fax: (0212) 519 16 16
Emekçi bir Ermeni'nin mektubu…
Bugün 24 Nisan, neşe dolmuyor insan!
Tersine, Türkiye’de insanın kimliği
Ermeni kökenli olunca, tarihin bize son
93 yıllık süreçte yaşattığı acıları, zulmü
ve hüzünlü sessizliği düşününce kapkara
bir dünya ile karşı karşıya kalıyor insan
ve istemese de ediyor isyan. Evet artık
dayanamıyor ve isyan ediyorum.
İ
sakladığım için ve baskılara açıkça
karşı koymadığım için. Evet, özeleştiri yapmak istiyorum ama kolay olmuyor. Suçlu ben miyim,
yoksa…
D ü ş ü nü n k i , b e n i m g i bi
Aşkale’lisiniz. Bırakın 1915 yılı ve
sonrası dönemde, Birinci Dünya
Savaşı döneminde dedelerimizinninelerimizin yaşadıklarını, ya da
İkinci Dünya Savaşı döneminde
Aşkale’ye sürgünleri ve ölüleri bir
kenara, bugün hâlâ her yıl sözümona “Kurtuluş Günü”nde hep
yeniden süngüleniyorsunuz.
Çevrenizi algılamaya başladığınızdan itibaren “Ermeni” tanımının küfür, aşağılama ve düşmanlığı körüklemenin tanımı olarak
kullanıldığını görüyor, korkuyor
ve bu durumu kabul etmeseniz de,
kimliğinizi gizlemek zorunda kalıyorsunuzdur. Buna hemen her yıl
“Kutlama Günü”nde Ermenilerin
düşman olarak gösterilmesi ve sonunda “kahraman Türk güçleri”
tarafından süngülenmesi eklenince; hatta rol icabı bile Ermeni
olanların piyesi seyredenler tarafından yer yer linç edilecek kadar dövüldüğünü görünce siz ne
yapardınız? Yaşama arzusu size o
anda kimliğinizi inkar etmenin
bir açıklaması olmaktadır. Güçlü
olan “onlar” ve sana yaşama hakkı
tanımıyorlar. Sen ise en doğal
hakkın olan yaşama hakkını ancak kimliğini gizlemekle mümkün olduğunu görüyor ve seçimini
yapmak zorunda kalıyorsun. Yani
bir bakıma güçsüzlüğün kurbanı
oluyorsunuz.
Böylesi bir durumda tüm baskılara karşı kimliğimi açıkça ilan
Kuşkusuz ki ben Ermeni olmayı
başka millet veya milliyetlerden
üstünlük olarak anlamıyorum ve
böyle de savunmuyorum. Ama her
milletten veya milliyetten insanın
kendi kimliğini özgürce ifade etmesi ve tüm millet ve milliyetlerden insanların, tabii ki emekçilerin, halkların kendi farklılıklarıyla
kardeşçe, özgürce yaşaması benim
temel istemlerimden biridir. Bu en
insani istemin asgarisi bile bir devletin resmi sınırları çerçevesinde
uygulanmıyorsa, o zaman yaşananlara isyan etmemek elde değil.
İsyan edilecek olan olgular
kuşkusuz ki sadece bunlar değil.
Kökümüzü kurutmak isteyenlerin
kökü kurumadı daha! Onlar hâlâ
egemen durumda. Halkların kardeşliği için de, anda sevindirici bir
durum yok. Halklar egemenlerin
siyasetine hizmetçi rolünde.
Egemenlerin halklar arasında düşmanlığı körükleme siyasetine hizmetle kusur etmektedirler. “Ermeni
dölü”, “Ermeni uşağı” vb. tanımlar
bize küfür ve hakarettir. Ama Türk
ve diğer millet ve milliyetlerden
işçi ve emekçiler de böylesi tanımları sık sık kullanmaktadır. Türk
devletinin baskı ve zulmünden en
çok pay alanlardan olan Kürt milletinden insanlar bile bizi aşağılama, horgörme, kısacası ezen konumunda olmaktadır. Doğrusunu
isterseniz uğradığımız zulmü ve
baskıları anlatmaya ne gücüm var,
ne de bu sayfalar çektiğimiz acıları
dile getirmeye yeter. Bu yüzden
20. yüzyılda yaşadıklarımıza değinmekten vazgeçip günümüzdeki
kimi örneklerle, soruna dikkat
çekmeye karar verdim.
Ermeni düşmanlığının kimi
örnekleri…
Sözkonusu birkaç örneği aktarmadan önce iki noktanın bilince
çıkarılması gerekiyor. Birincisi,
sözkonusu tavırların temel yaklaşımı, soykırımın tarihsel gerçeklik olduğunun reddedilmesi
ve soykırımın tarihi bir gerçeklik
Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
syan ediyorum bunca yıldır zulme boyun eğmeye,
isyan ediyorum kimliğimi
gizli tutmak zorunda kalmaya.
Dayanamıyorum artık, bir halkın
kimliğinin baskılara maruz bırakılıp inkar edilmesine. Baskılardan
dolayı insanın kendi kimliğini açık
açık savunamamasına dayanamıyorum. İsyan ediyorum artık, her
24 Nisan’da ABD Başkanı’nın ağzından “soykırım” kelimesinin çıkıp çıkmamasına endekslenen bir
devletin sınırları içinde yaşamaya.
Evet, artık isyan etmeye karar
verdim bu duruma. İsyanımın ilk
adımı kendi kimliğimi herkese
açıkça ilan etmektir. Artık benimle
konuşan ve Ermeni düşmanlığını
körükleyenlere de karşı sesimi
yükselterek ve başımı dik tutarak
“ben de bir Ermeniyim” demeye
karar verdim. Bu kararımın yazılı
bölümünü de –yazıda ses çıkmıyor– sizin derginizin sayfalarında
çıkan yazılardan aldığım güç ve
güvenle Yeni Dünya İçin ÇAĞRI
üzerinden yapmaya karar verdim.
Yıllar sonra da olsa, Ermeni olduğumu bildiğim halde hep kimliğimi gizlemeye son veriyor ve itiraf ediyorum, ben bir Ermeniyim!
Emekçi bir Ermeni.
İnsanın kendisi yaşamayınca
anlayamazmış. Düşünün bir kere,
benim kimliğimi itiraf etmem, cesaret, isyan ve özeleştiri gibi değişik şeyleri içeriyor. Hangisiyle başlasam diye kendime sorduğumda,
seçmekte zorlanıyorum ve bu
mektubumu yazmaktan vazgeçmeye başlıyorum. İnadım bunu
engelliyor. Özeleştirimi yapmak
istiyorum, kimliğimi bunca yıldır
etmediğim için özeleştiri yapmamın, benim için gerçekte artık
böylesi yaşama isyan etmek ve evet
baskılara doğrudan doğruya maruz kalmak anlamına geldiğini de
artık sizler düşünebilirsiniz belki.
Bu bağlamda sadece itirafım değil,
özeleştirim bile isyan etmek anlamına gelmektedir.
Böylesi bir isyana kalkışmak,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi
bir devlette büyük bir cesaret ister.
Benim bu cesareti aldığım kaynaklardan biri, artık böylesi yaşama hayır demek ve bu durumda
ölünecekse artık insan onuruyla
ölmesinin, onursuzca yaşamaktan
daha iyi olduğuna karar vermektir.
İnsanların kimliğini inkar etmesini –gerekçesi ne olursa olsun ve
anlaşılır gerekçe bile olsa– yenilgiyi baştan kabul etmek ve onursuzluk olarak görüyorum artık.
Cesaret aldığım bir diğer kaynak
ise, artık son yıllarda giderek daha
fazla biçimde, kimliğini ortaya koyan kitapların yayınlanması oldu.
“Annaannem”, “Tehcir Çocukları”
gibi kitaplarda değişik insanların yaşam öyküleri ve kökenleri
dile getirilmektedir. Hepsinde
de “Ermeni” kimliği gizlenmek
zorunda kalınan bir kimlik olmuştur. Baskı altına alınmıştır.
Ninelerinin ya da başka akraba
veya yakınlarının Ermeni olduğunu bilenlerin de, bildiklerini ancak son yıllarda ortaya koymaları,
üzerinde düşünülmesi gereken bir
başka olgudur. Fakat tüm bunlara
rağmen, Türkiye’de artık kimliğini gizlemek zorunda kalanların
tavırlarında olumlu yönde bir değişiklik sözkonusudur.
İşte bu olumlu gelişmeler benim
cesaret aldığım temel kaynaklardan biridir. Ben nenemin ya da
dedemin Ermeni olduğunu sonradan öğrenenlerden değilim. Hayır.
Ben Ermeni kimliğimin bilincinde
olarak, kimliğimi gizlemek zorunda kalanlardanım. Bu olgu,
aynı zamanda nene ya da dedenin
Ermeniliğinden sonradan haberdar olmaktan farklıdır.
EK:7
Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
EK:8
olduğunu savunanlarla Ermenilere
karşı düşmanlığın körüklendiği
yaklaşımdır. Bu bağlamda güncel örnekler hemen her zaman
soykırıma yaklaşıma ilişkindir.
İkincisi, vereceğim örnekler mutlaka en göze batan ya da en ilginç,
en önemli örnekler değil, günlük
basında okunabilecek gelişigüzel
seçilen örneklerdir. Buna rağmen
ama biz Ermenilere ve tarihimize
yönelik şovenist tavırların özünü
görmek isteyenler, bu örneklerden
de gerçeği görebilirler.
Örneğin Ağrı Dağı olarak tanınan ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi sınırları içinde en
yüksek dağ olarak da bilinen dağın
tarihsel adı, tanımı Ararat’tır. Bu
bilebildiğim kadarıyla hemen tüm
yabancı dillerde de kullanılmaktadır. Bunu kullananlar otomatikman Türk düşmanlığı yapmamakta ve bu dağın biz Ermenilerin
coğrafyasına ait olduğunu savunmamaktadırlar. Türkiye’de ama
Ararat ismi “bölücülükle” eşdeğer
görülmektedir.
Hürriyet gazetesinin 6 Nisan
2008 tarihli haberinin öne çıkarılan
bölümünde şöyle denmektedir:
“Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı 11. sınıf coğrafya kitabının 133. sayfasındaki Türkiye haritasında Ağrı dağı’nın adı Ararat
olarak geçiyor. Bakanlık yetkilileri
kitabın yeni baskılarında hatanın
düzeltileceğini, ayrıca kitabı yazan,
inceleyen ve onaylayanlar hakkında
inceleme başlatıldığını açıkladı.”
Yoruma gerek kalmayacak kadar
açık. Yetkililer Ararat isminin kullanılmasını “hata” olarak değerlendirmektedir. Bu “hata” öyle bir
“hata” ki, “kitabı yazan, inceleyen
ve onaylayanlar hakkında” inceleme başlatılıyor!
Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı
İsmail Koncuk’un tavrı ise Bakanlık
yetkililerinin açıklamasının gerçek
özünü dile getirmektedir.
“Ararat kelimesi günümüzde
sözde ‘Ermeni Soykırımı’ iddiasının
sembolü haline gelmiştir. Bugün ülkemizin içten ve dıştan kıskaç altına
alındığı, Türkiye aleyhine lobi faaliyetlerinin alabildiğine arttığı, bölücü haritaların elden ele dolaştığı
bir dönemde Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin fiziki haritasında Ağrı
Dağı’na ‘Ararat’ denmesi oldukça
manidardır. Ararat’ın anlamı
Ermeniler için son derece önemlidir.
Ayrıca hatırlanacağı üzere 19151920 yıllarındaki Ermeni olaylarının konu alındığı ‘Ararat’ isimli bir
filmde tarihi gerçekler saptırılmış
ve Türk Milleti hak etmediği şekilde
suçlanmıştı. Bu hatanın Bakanlıkça
bir an önce düzeltilmesini istiyoruz.” (Hürriyet, 6 Nisan 2008)
Türk şovenleri şu ya da bu coğrafyanın ismini değiştirerek so-
runu ya da tarihi gerçekleri ortadan
kaldırabileceklerini düşünüyorlar
ama yanılıyorlar. Esas mesele biz
Ermenilerin böylesi tavırlardan
nasıl etkilendiğinin, Türk, Kürt ve
diğer halklardan işçi ve emekçiler
tarafından anlaşılması, bilinmesidir. Böylesi tavırlar her seferinde
bize soykırımı hatırlatıyor. Baskı
ve zulmün biçimleri değişiyor ama
zihniyet aynı.
Bu zihniyet, katlettikleri bizim
insanlarımızın akraba veya yakınlarına karşı olduğu gibi, onlarla
dayanışmada bulunanlara karşı
da düşmanlığı körüklemeyi sürdürmektedir. Hrant Dink’in katledilmesi olayının mahkeme duruşmalarında bunu her seferinde yaşıyoruz. Adı şu son dönemde öne
çıkarılmaya çalışılan “Ergenekon”
çetesiyle ilgili olayda geçen Avukat
Fuat Turgut gibileri, devletin yetkililerinin gözleri önünde Ermeni
düşmanlığı yapmaktadır ve kendisine yönelik hiç bir yaptırımla
karşılaşmamaktadır. Şubat ayındaki duruşmada da, küfürnameler
düzerek bize “Kuduz Ermeniler”
vb. demenin ötesinde şunları da
söyledi:
“‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyen güruh
nerede. Allah hepsini Hrantları’na
kavuştursun. Bu benim onlara
bu duruşmadan önceki duam”
(Hürriyet, 26 Şubat 2008)
Hrant’ı bizden koparıp alanlar,
yani katledenler mahkeme salonlarında böyle serbestçe konuşuyor.
Kökü kurutulmak istenen bir halkın mensubu olarak böylesi Türk
ırkçılarının tavırlarına karşı hangi
kavram veya sözcüklerle yanıt vereceğim bağlamındaki seçimde çok
zorlanıyorum. En önemli meselenin ise onların seviyesine, çukura,
böylesi Türk ırkçıları yüzünden
Türk halkına, işçi ve emekçilerine
karşı düşmanlık anlamına gelecek
tavırlara düşmemek olduğunun
bilinciyle davranmak gerektiğinin
kararlılığını pratiğimle göstermek
olduğunu düşünüyorum.
Bunları anlatırken aklıma gün-
cel olmayan ama aktarmak istediğim bir örnek geliyor. Bilindiği
gibi Türk devletinin resmi tezinin
savunucuları kabul etmedikleri bir
olgu karşısında hep “sözde” tanımını kullanırlar, kullanıyorlar da.
Ama devletin resmi kademeleri,
en azından 2007 yılından itibaren “sözde soykırım” tanımı yerine “1915 olayları” ifadesini kullanmaya yönelmiş durumdadır.
Bununla ilgili haber 24 Ağustos
2007 tarihinde kimi gazetelere de
–örneğin Zaman gazetesine– yansıdı. İnternetten de okuyabilirsiniz.
Zaman gazetesinin aktarımına
göre takınılan tavır şöyledir:
“Zaman gazetesinin sorularını cevaplayan bir yetkili, ‘Biz,
Ermenilerin ortaya attığı soykırım
iddialarına karşı çıkıyor ve böyle bir
hadisenin yaşanmadığını söylüyorduk. Ama cevap verirken bile aynı
kelimenin (soykırım) başına sözde
ifadesi ekleyerek olmamış bir olayı
tekrarlıyorduk. ‘1915 olayları’ ifadesini kullanmak daha doğru’ dedi.
Başbakan Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz ay ilgili kurumlara bir genelge
göndererek alınan kararı bildirdi.
Dışişleri de resmi açıklamalarda
sözkonusu uygulamaya başladı.”
(Zaman, 24 Ağustos 2007)
Evet, bu tanımlama değişikliği
tarihi gerçekliği kabul etmeye yönelik atılan ileri bir adım değil,
tersine, soykırım kavramını bile
kullanmamak için başvurulan bir
taktik değişikliktir. Kimi ırkçı akıldarlar bunun “uluslararası alanda
taktik açıdan daha iyi olacağı” yorumunu yapmaktadır. Hatta kimileri de “soykırım iddiaları” tanımının da kullanılabileceğini önermektedir. Böylece tarihi gerçekliği
ortadan kaldırabileceklerini ummaktadırlar. Kursaklarında kalacak elbette!
Son bir örnek ise AKP Kadın
Kolları’nın kullandığı bir fotoğrafla
ilgili. “nethaber.com” sitesindeki
habere göre Radikal gazetesinden
Tarık Işık’ın haberi şöyledir:
“AKP Ankara İl Kadın Kolları’nın
Türk kadınının çektiği sıkıntıları
anlatmak için hazırladığı sinevizyonda kullandığı bir karenin
Ermeni tehciri sırasında çekilen ve
‘soykırım’ propagandasında kullanılan fotoğraf olması şaşkınlıkla
karşılandı.” (8 Nisan 2008)
Bu olgu basın tarafından da “çok
ciddi bir hata” olarak propaganda
edildi. Ayrıca AKP ile çatışmalı
kesimin AKP’ye karşı kullandığı
bir durum oldu. Nasıl olurdu da
AKP Kadın Kolları, Ermeni tehciri sırasında, Alman kökenli
Armin T. Wegner’in Suriye çöllerinde çektiği kucağında bebeği ile
yürüyen Ermeni kadınının resmini kullanmıştır? Bu arada kimi
tarihi gerçekler dolaylı olarak dile
getirilmektedir.
Doğrusunu isterseniz bunları
aktarırken bile artık dayanamıyorum. Bugün 24 Nisan ve yaşadığımız tüm acılara, hüzne rağmen, artık kimliğimi itiraf etmekle kendi
çapımda bir devrim yaşadığımın
idrakiyle, halklar arasında kardeşliğin, eşitliğin, özgürlüğün yaşanacağı bir dünya yaratmak için
mücadeleye katılmanın onuruyla
geleceği yaratmaya bakıyorum.
Mektubumu yay ınlayacağ ınızı umuyor ve şimdiden halklar arasındaki kardeşliği yaratma
mücadelesinde dayanışmamızın
güçlenmesini arzu ediyorum. Biz
ezilenler birleştikçe, egemenlerin
tahtı daha çok sallanacaktır. Onu
yıkmak bizim görevimiz.
Bir Ermeni okur
24 Nisan 2008 ✓
ARARAT
... Ağrı Dağı olarak tanınan ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin
resmi sınırları içinde en yüksek dağ olarak da bilinen dağın
tarihsel adı, tanımı Ararat’tır. Bu bilebildiğim kadarıyla hemen
tüm yabancı dillerde de kullanılmaktadır. ...
Türkiye’de ama Ararat ismi “bölücülükle” eşdeğer
görülmektedir. ...
ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir • Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah. Balo
Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel./Faks: (0212) 620 67 57 • e-mail: [email protected] • www.ydicagri.com • SAYI 122’nin İşçi Eki · Mayıs
2008 • Baskı: Uğur Matbaacılık Tel.: (212) 501 81 09 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 6. Kat A Blok 4 NA 8-10-11-23 Topkapı - İstanbul •
Yayın Türü: Yaygın Süreli
panorama
NATO-Zirvesi’nin
gündeminde yine
savaş vardı…
- BÜKREŞ / ROMANYA -
NATO, bir savaş örgütü olarak genişlemek ve dünya çapında “önleyici savaş, müdahale”de bulunma planlarına
uygun olarak yeniden kendini yapılandırma sürecini yaşıyor. 1999 yılındaki stratejik anlayışı, “önleyici
müdahale” ya da “savaş” anlayışını içerse de, emperyalistlerin hedeflerine hizmet etmede yetersiz kalmaktadır.
Özellikle 11 Eylül 2001 olayları sonrasındaki gelişmelerle birlikte NATO, çok daha saldırgan biçimde davranacak
olan bir savaş örgütüne dönüştürülmek istenmektedir.
B
u yılki NATO-Zirvesi 2-4
Nisa n 20 08 ta r i h ler i nde
R o m a n y a ’n ı n B a ş k e n t i
Bükreş’te yapıldı. NATO sözcüsü
James Appathurai’nin açıklamasına
göre bu zirve, NATO tarihinin en büyük zirve toplantısı olmuştur. Zirveye
sadece NATO üyesi ülkelerinin yetkilileri değil, Birleşmiş Milletler
Genel Sekreteri Ban Ki Moon, AB
Güvenlik Sorumlusu Xavier Solana,
AB Başkanı Jose Manuel Baroso
gibilerin yanısıra, Rusya Başkanı
Putin, Afganistan Başkanı Karzai ve
NATO’ya üye olması beklenen ülkelerin yetkilileri de katıldı.
Zirvenin gündeminde öne çıkan sorunlar, NATO’nun genişletilmesi, NATO’nun stratejik anlayışı, Afganistan’daki savaş ve
durum, ABD’nin Polonya ve Çek
Cumhuriyeti’ne yerleştireceği füze,
roket savunma sistemleri vb. konular
oldu.
NATO’nun genişlemesi meselesinde en çok tartışılan Ukrayna ve
Gürcistan’ın durumuydu. Çünkü
Rusya bu ülkelerin NATO’ya üye olmasını reddediyordu. Rusya, NATO
üyesi ülke olmadığından veto etme
hak kı da yoktu. Ama özellik le
Almanya ve Fransa gibi emperyalist
güçler, en azından şimdilik bu ülkelerin NATO’nun “Üyelik Eylem Planı”na
alınmasına karşıydılar. ABD’nin
Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirmek istediği füze savunma sistemi konusunda da yine Rusya ile
karşı karşıya kalınmıştı. Bu iki konu
gibi Kosova sorunu da yine bu güçler arasındaki anlaşmazlıklardan
biriydi. Somut olarak bu konulardaki tartışmalar Rusya’nın yeniden
dünya siyasetini belirlemede önemli
ölçüde güçlendiğini, sözkonusu di-
ğer emperyalist güçlerin Rusya’nın
itirazlarını dikkate almak zorunda
kaldıklarını ortaya koymaktadır.
Tüm tartışmalar emperyalist güçler
arasındaki dalaşın NATO zirvesine
yansımasının birer görüntüsü oldu.
Özellikle Rusya ile yaşanan çelişkilerden bağımsız olarak NATO,
bir savaş örgütü olarak genişlemek
ve dünya çapında “önleyici savaş,
müdahale”de bulunma planlarına
uygun olarak yeniden kendini yapılandırma sürecini yaşıyor. 1999 yılındaki stratejik anlayışı, “önleyici
müdahale” ya da “savaş” anlayışını
içerse de, emperyalistlerin hedeflerine hizmet etmede yetersiz kalmaktadır. Özellikle 11 Eylül 2001 olayları
sonrasındaki gelişmelerle birlikte
NATO, çok daha saldırgan biçimde
davranacak olan bir savaş örgütüne
dönüştürülmek istenmektedir. Bu savaş içinde kuşkusuz ki NATO üyesi
olmayan tüm ülkeler hedef olma durumundadır. Özellikle de NATO’ya
hükmeden emperyalistlerin, başta da
ABD emperyalizminin dalaştığı güçler hedefe konmaktadır.
B u du r u m NAT O iç i nd e k i
emperyalistlerin kendi aralarındaki
çelişkilerinin üzerini örtemiyor tabii
ki. Bir yandan genişlemeye çalışılırken, aynı zamanda ABD emperyalizminin şimdiye kadar çok açık olan
belirleyici güç olma konumu da soru
işareti haline gelmiştir. NATO’nun
Afganistan’da yürüttüğü savaş tam
da bundan dolayı hem NATO’nun
üzerlendiği yeni rolüne layık olup olmayacağı meselesi ile, hem de ABD
emperyalizminin NATO üzerindeki egemen rolünün sorgulanması
meselesiyle doğrudan bağıntılı ele
alınmaktadır. Bu yüzdendir ki ABD
emperyalizminin yetkilileri son
dönemde NATO üyesi ülkelerden
Afganistan’a daha fazla asker gönderilmesini talep etmektedir.
Gündemde tartışılan diğer konuları bir yana bırakırsak, üzerinde yaşadığımız yerkürenin giderek daha
yoğun biçimde savaşların yaşanacağı
bir ortama sürüklendiğini tespit etmek yanlış olmayacaktır. Dünyanın
yeniden paylaşımı bağlamında yürüyen dalaş ve bu dalaşta gündeme
getirilen önlemler, bize dünyamızın
giderek daha çok barbarlığa doğru
yol aldığını göstermektedir.
Zirvede NATO’nun genişlemesi
meselesinde gündemde olan beş
ülke vardı: Arnavutluk, Hırvatistan,
Makedonya, Ukrayna ve Gürcistan.
Tartışmalar ertesinde Arnavutluk
ve Hırvatistan üyelik görüşmelerine
davet edildi. Yani NATO iki ülke
daha genişledi. Şimdi 26 yerine 28
ülkenin savaş örgütü… Makedonya,
Yunanistan’ın vetosu nedeniyle üyeliğe alınmadı. Yunanistan’ın vetosunun gerekçesi ise, Makedonya ismi.
Yunanistan bu ismin değiştirilmesini istiyor. Ukrayna ve Gürcistan
ise özellikle Almanya ve Fransa’nın
tavırları sonucu şimdilik “Üyelik
Eylem Planı”na alınmadılar. Bu iki
ülkenin şimdilik üyeliğe alınmaması ama bunların gelecekte üye
olamayacakları anlamına gelmiyor.
Bu konuda Rusya’ya yine şimdilik belli bir taviz verilmiştir. Fakat
buna karşın ABD’nin Polonya ve Çek
Cumhuriyeti’ne yerleştirmek istediği
füze savunma sistemine NATO zirvesi onay vermiştir. Hatta bu konuda
tüm NATO üyesi ülkeleri kapsayacak
bir füze savunma sisteminin geliştirilmesi sözkonusudur.
Rusya’ya şimdilik verilen taviz,
gerçekte anda arayı daha da fazla
kızıştırmamak içindir. Bunun perde
arkasında aynı zamanda Ukrayna ve
Gürcistan’da halkın önemli bölümünün NATO’ya karşı olması olgusu da
yatmaktadır. Buna rağmen zirvenin
bitiş açıklaması belgesinde Ukrayna
ve Gürcistan’ın gelecekte NATO üyesi
olacakları düşüncesi vurgulanmaktadır. Bu ise Rusya ile arayı şimdilik
fazla kızıştırmamak için Almanya ve
Fransa gibi emperyalistlerin seçtiği
yolun, sözkonusu çelişkileri ortadan
kaldırmadığının açık göstergesidir.
Yani NATO içindeki emperyalist
güçlerin Rusya’ya yönelik siyasetinde
değişik çıkar hesapları vardır. NATO
içindeki iç çelişkiler Rusya’ya yönelik
siyasette kendisini göstermektedir.
Bu çelişkiler ABD emperyalizminin Rus emperyalizmi ile pazarlıklarına, görüşmelerine de yansımaktadır. ABD emperyalizmi içinde
bulunduğumuz koşullarda Rus emperyalizmini, en azından lafta açıkça
karşısına almak istememektedir.
Fakat dünya üzerindeki gelişmelere
yönelik tavırlar ve tabii ki çıkarlar bu
iki emperyalist gücü de karşı karşıya
getirmektedir.
Bu noktada ilginç olan ABD emperyalizminin temsilcileri Rusya’ya
yöneldiği halde füze savunma sisteminin veya diğer noktalarda, bunlar
Rusya’ya karşı değil vb. açıklamalar
yaparken, Putin açıkça bu planlara
karşı olduğunu; şu ya da bu diplomatik kavrama değil, NATO’nun genişlemesi siyasetine anlayış olarak kökten karşı olduklarını açıklamaktadır.
Bu ise NATO’nun stratejik anlayışına da karşı olan bir anlayış olma
durumundadır.
NATO’nun stratejik anlayışının
yeniden formüle edilmesi büyük olasılıkla 2009 yılındaki -Almanya ve
9
panorama
Fransa’nın ortak örgütleyeceği- zirvede gündeme gelecektir. Sonucun
ne olacağı konusunda şimdiden kesin
bir şey söylemek mümkün değil.
Emperyalistlerin savaş örgütü olarak NATO’nun gelecekte “önleyici
savaş” ya da “önleyici müdahale”
adına nükleer silah, yani atom silahı kullanması gerektiği yönlü propagandaların, lobi çalışmalarının
olduğu koşullarda, önümüzdeki dönemde daha çok savaşın ve barbarlığın yaşanması ihtimali olduğunu
söylemek de, felaket tellallığı yapmak
olmayacaktır. Birleşmiş Milletler’in
kararı olmadan da NATO’nun askeri
şiddete başvurması, savaşların örgütlenmesi vb. planlar, NATO’nun küresel savaş örgütü olduğu gerçeğini
ortaya koymaktadır. Afganistan’da
NATO önderliğinde yürütülen savaş
bu küresel savaşın sadece bir parçasıdır. Fakat anda öne çıkan parçası
olma durumundadır.
ZİRVE’DE AFGANİSTAN’A
YÖNELİK TAVIR…
10
Afganistan’da NATO önderliğinde
yürütülen savaş, “terörizme karşı mücadele” adına emperyalistlerin tüm
barbarlıklarının meşru kılınmasının
bir aracı olarak ele alınmaktadır.
Afganistan’da savaşın kazanılması
ya da kaybedilmesinin aynı zamanda
NATO’nun kaderiyle endekslenmesi,
NATO’nun Afganistan’daki işini
zora sokmaktadır. Bu yüzden de tüm
NATO üyesi ülkeler Afganistan’da
yürüyen savaşla ilgili ortak tavır takındı. Bu tavıra göre temel düşünce
NATO’nun savaşı kazanmak zorunda olduğudur. Aksi halde “terörizm” zafer kazanmış olacaktır. Bu
konuda hepsi bir. Fakat yine de kendi
aralarında farklılar. Örneğin ABD
emperyalizmi Afganistan’da Taliban
güçleriyle doğrudan çatışan asker
gücü talep ederken, Türkiye gibi kimi
ülkeler “muharip asker” yerine, “muharip olmayan asker desteği” vereceğini açıklamaktadır. Bu açıklamalar
aslında siyasi sahtekârlıktan başka
bir şey değildir.
Siz, Afganistan’a askeri güç göndereceksiniz ve o gücün savaşa girmediğini kitlelere anlatacaksınız. Ne büyük
bir sahtekârlık! Cumhurbaşkanı Gül
aynen bunu yaptı. Gül, “Türkiye’nin
Afganistan’a hem askeri hem sivil desteğinin güçlü bir şekilde devam edeceğini söyledi.” (Hürriyet, 4 Nisan 2008)
Aynı zamanda “Muharip olmayacak.
Yani orada savaşa giren olmayacak.”
(aynı yerden) diyerek, Türkiye’nin
Afganistan’da bulunan askeri gücünün, savaş gücü olmadığını kitlelere
yutturmaya çalışmaktadır. Gerçek
durum, Afganistan’da bulunan her
askerin, orada yürüyen savaşın bir
parçası olduğudur. Savaşın hangi
cephesinde ya da bölümünde yer
alındığı o kadar önemli değildir.
Bel l i bi r dönem NATO’nu n
Afganistan’daki kıdemli temsilciliğini yapan Hikmet Çetin de,
NATO’nun Afganistan’da başarı kazanmasının, genişlemesinden daha
önemli olduğunu savunmaktadır.
Hikmet Çetin aynen şunları savunmaktadır: “NATO’nun Afganistan’da
başarıya ulaşması şart ve bu çok
önemli. Bunun tersi olursa, NATO
sorgulanır hale gelir. Aksi takdirde bu
terörün zaferi olacaktır.” (Hürriyet, 4
Nisan 2008)
Cumhurbaşkanı Gül’ün “Muharip
olmayan asker desteğine devam” edileceği yönlü tavır ile Hikmet Çetin
gibilerinin tavırları, Türkiye’nin
de Afganistan’da doğrudan savaş
içinde olduğunun ve bundan sonra
da olunmak istendiğinin açık belgesidir. Kim ne dersin desin, halkları
nasıl aldatmaya çalışırsa çalışsın,
olgu, Afganistan’da 39 ya da 40 ülkenin savaşın parçası olduğudur. Bu
ülkeler içindeki NATO üyesi olan ülkeler, sözkonusu zirvede resmen de
Afganistan’daki savaşla ilgili ortak
tavır sergilediler. “ISAF’ın stratejik
vizyonu” adı altında bir de zirvenin
sonuç açıklamasını yaptılar.
Tüm bu ortak açıklamalara rağmen bunların Afganistan’da işleri
zor. Fransa’nın 700-800 kadar askeri
güç gönderme sözü vermesi, ya da
Rusya’nın askeri olmayan malzemenin ikmalinin Rusya üzerinde yapılabileceğini açıklaması ve bu yönüyle
NATO’ya destek vermesi de bunların
işini fazla kolaylaştırmıyor.
Her ne kadar askeri yön ile inşayı
ilgilendiren sivil çabalar birleştirilmeye çalışılsa da, Afganistan’da yürüyen savaş kısa sürede son bulmayacak ve bu konu da gündemde kalmaya devam edecektir. Açık olan bir
nokta da, savaşın ilk dönemlerinden
bugüne, işgal güçlerinin sayısının giderek çoğaldığıdır. Afganistan’daki
NATO güçlerinin generali Dan
McNeill’in açıklamasına göre temel
sorun asker ve malzemenin eksikliğidir. Buna göre Taliban güçlerine karşı
başarılı mücadele için 400.000 kadar
askeri güç gereklidir. Ama andaki işgal gücü sayısı 60 binden azdır.
Tüm bu tartışmalar ve veriler önümüzdeki dönemde Afganistan’daki
işgal güçlerinin sayısının giderek çoğalacağını gösteriyor. Sonuçta savaş
giderek kızışıyor ve Afganistan’daki
ölülerin sayısı da giderek yükseliyor.
Artık ölülerin sayısı onbinlerle ifade
ediliyor. NATO ve Afganistan’daki
savaş daha birçok yıl gündemimizde
yerini korumaya adaydır. Sorun
emekçiler için böylesi gündemleri
tersine çevirip, işgalci, emperyalist
güçlere karşı mücadeleyi yükseltme
ve onları yenilgiye uğratma sorunudur. Bu, içinde bulunduğumuz dönemde biraz da hayal gibi görünüyor
ama imkansız değil. Yeter ki işçiler,
emekçiler kendi güçlerinin bilincine
varsın, yeter ki kapitalist barbarlığa
karşı gücünü birleştirsin. O zaman
göreceğiz, bu barbar sistemin yıkıntıları üzerinde kurulacak, sömürüsüz, sınıfsız özgür, yeni dünyayı!
23 Nisan 2008 ✓
İşgal ve savaş sürüyor,
değişen rakamlar…
- IRAK / GÜNEY KÜRDİSTAN Çatışmaların yeniden şiddetlenmesinin arkasında
yatan olgulardan biri de Sadr güçlerini seçimlerden
dıştalama amacıdır. Irak Başbakanı Maliki açıkça
Sadr’a Mehdi Ordusu’nu dağıtmadığı bir durumda
seçimlere katılamayacağı tehditini savurdu. Sadr
ise şimdilik ateşkese son vermiş ve işgalcilere karşı
mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceklerini açıklamış
durumdadır.
A
BD önderliğinde Irak’a karşı
sıcak savaş 20 Mart 2003’te
başladı ve 9 Nisan’da Saddam
rejiminin sonu geldi. 1 Mayıs 2003
tarihinde ise ABD emperyalizminin başı Bush, savaşın bittiğini ilan
etti. Atılan zafer çığlıkları, kısa sürede kursaklarında kaldı. Saddam
rejimi yıkılmıştı ama işgale karşı
direniş yeni başlıyordu… Ve bu direniş değişik düzeylerde, yer yer dinip
yine şiddetlenerek sürdü, sürüyor.
İşgalcilerle yerli işbirlikçileri elele işgale karşı direnişi bastırmaya çalıştı,
çalışıyor. Aradan geçen beş yıllık süreçte bu durumda özde değişen bir
şey olmadı.
Özellikle de “geçiş takvimi” sürecinin gecikmeli de olsa 2005 yılı sonuna doğru tamamlanması sonrası
dönemde, işgalin nasıl sürdürüleceği üzerine taktik değişiklik yapma
üzerine yürütülen tüm tartışmalara
rağmen işgalcilerin siyasetinde öze
ait bir değişiklik olmadı. Artık rutin hale, kanıksanmış hale gelen bir
savaş ve işgal süreci tartışmalarıyla
karşı karşıyayız. Irak’a yönelik savaş ve işgalin kamuoyunca gündeme
geldiği dönem esas itibariyle savaşın
yıldönümü oluyor.
Kuşkusuz ki bizim özde bir şey
değişmedi tespitimiz, genel siyasetle
ilgilidir. Sözkonusu genel siyaset
ise, esas olarak savaş ve işgalin başı
ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya
egemen olma amacında Irak-Güney
Kürdistan’a yönelik siyasetidir. Bu
siyasetin özü, biçimi ne olursa olsun Irak-Güney Kürdistan’da ABD
emperyalizminin egemenliğinin
sürdürülmesidir. Bunun ABD’ye bağımlı ve onlar için güvenilir bir Irak
hükümeti üzerinden mi, yoksa uzun
süre doğrudan işgal yoluyla mı sağlanacağı belirleyici değildir. Bu bağlamda ama andaki siyaset esas olarak
ABD emperyalizminin daha uzun
süre doğrudan işgalci güç olarak
Irak-Güney Kürdistan’da kalmaya
yöneliktir.
Dergimizin 105. sayısında yaptığımız: “Tüm zorluklarına, hesaplarının
tutmamasına rağmen, ABD emperyalizminin genel olarak Ortadoğu’yla
ve özel olarak da Irak’la hesaplarına,
projelerine bakıldığında Irak’tan vazgeçmeyeceği açıktır.
ABD’nin çıkarları şimdilik Irak’ta
kalmayı gerektiriyor. Gündeme gelecek taktik siyaset değişiklikleri de,
temel siyaseti değiştirmek olmayacak-
panorama
tır. Biçimi nasıl olursa olsun kısa sürede Irak’tan çekilme durumu yok.…”
(sayfa 8) tespiti, her geçen gün yeniden doğrulanıyor. Gelinen yerde
ABD emperyalizminin Irak-Güney
Kürdistan’da doğrudan işgalci güçleriyle uzun süre kalmak istediği kamuoyuna da yansımış durumdadır.
Andaki tartışmaları işgal gücünün
sayısının azaltılıp azaltılmaması çerçevesinde yürümektedir. “Askeri geri
çekiyoruz” dediklerinde kamuoyuna
sanki tüm işgal gücünü geri çekeceklermiş gibi yansıtmaya çalışıyorlar.
Ama gerçekte durum Irak-Güney
Kürdistan’daki işgal gücü askerlerinin değiş-tokuş edilmesinden başka
bir şey değil. Bazen ABD işgal gücü
sayısı 140.000’e düşürülmekte, bazen
de 170.000’e doğru yükseltmektedirler. Bu sayının daha az ya da daha
yüksek olması işin özünü değiştirmiyor. İşgal ve işgale, işgalcilere karşı
direniş varlığını sürdürüyor.
Bu bağlamda hep yeniden bilince
çıkarılıp vurgulanması gereken gerçeklik, işgale karşı direnişin varlığına
ve işgalcilerin işlerinin istedikleri gibi
yürümemesine rağmen, Irak-Güney
Kürdistan’da egemen olan gücün
ABD emperyalizmi ve ortakları olduğu gerçeğidir. “Sol” ya da devrimcilik adına işgale karşı mücadele
edenlerin emperyalistlere yenilgi yaşattığı, ABD emperyalizminin Irak’ta
yenildiği gibi düşüncelerin savunulması gerçeklerin tersyüz edilmesi ve
bunu savunanların kendi isteklerini
gerçeklerin yerine geçirmesidir.
petrolün tankerlere yüklendiği kentlerin başında geliyor. Yani Basra, petrol ticaretinin merkezi durumunda.
Böylesi bir kentte Sadr yanlısı Şii
kesimin seçimlere katılıp çoğunluğu
elde etmesi ihtimali yüksek. Bu ihtimal ama başta ABD emperyalizmi
olmak üzere müttefikleri ve yerli işbirlikçileri tarafından istenen bir durum değildir.
Çatışmaların yeniden şiddetlenmesinin arkasında yatan olgulardan biri
de Sadr güçlerini seçimlerden dıştalama amacıdır. Irak Başbakanı Maliki
açıkça Sadr’a Mehdi Ordusu’nu dağıtmadığı bir durumda seçimlere katılamayacağı tehditini savurdu. Sadr
ise şimdilik ateşkese son vermiş ve
işgalcilere karşı mücadeleyi sonuna
kadar sürdüreceklerini açıklamış durumdadır. Irak’ta çatışmalar anda işgal gücü ve işbirlikçi yerli güç ile Sadr
güçleri arasında yürümektedir. Diğer
çatışmalar veya direniş eylemleri,
şimdilik geri plana kaymış durumdadır. Buna rağmen ama ABD’nin
rejimi yanlısı– iç etme taktiğinin ve
böylece işgale karşı direnişi zayıflatmanın birer aracıdır. Böylesi taktiklerle işgale karşı direnişi zayıflatabilme ihtimalleri vardır. Fakat işgale
karşı direnişi kısa sürede sonlandırabilme ihtimali anda görünmüyor.
Irak-Güney Kürdistan’daki işgal
gücünün komutanı General David
Petraeus, Bush’un 2008 yılının ikinci
yarısında 30.000 civarında askeri
geri çekme planının durdurulmasını, Eylül ayında yeniden sorunun
gözden geçirilmesini talep etti.
İşgalci güçlerin içine girdiği zorluklardan kurtulmak ve işgale karşı
direnişi sonlandırmak için başvurduğu taktiklerin başında, sözkonusu
güçleri sisteme entegre etme çabası
gelmektedir. Bunun doğrudan sonucu olarak da eski Baas rejimi yanlılarının, özellikle de işten atılan,
görevden alınan devlet memurları
ya da çalışanlarının yeniden işlerine
dönme yolunun açılmasıdır. Kimi
askeri ya da polis kesimi daha önceden yeniden görevlendirilmişti.
Şimdi bu daha da genişletilmiştir. Bu
yılın Ocak ve Şubat aylarında parlamentoda bu yönde üç yasa çıkarıldı.
Birincisi Baasçıların çıkışlarının geri
alınması, ikincisi onbinlerce Sünni
tutuklu için kısmi af ve üçüncüsü de
yerel yönetimlerin yetkilerinin ve kurumlarını seçiminin yeniden oluşturulması ile ilgiliydi. Bu yasalar özellikle işgale karşı çıkan Sünni kesimi
–ki bunların önemli bölümü Baas
böylesi bir durumda sıfır rakamının
da büyük önemi vardır.
Irak-Güney Kürdistan’a yönelik
savaşın ne kadar insanın yaşamına
mal olduğu üzerine tartışmalar değişik biçimlerde sürdürülüyor. Değişik
kurum ve kuruluşların hesapları da
değişik oluyor. Bu bağlamda bizim
kesin olarak şu kadar ölü var diyecek
durumumuz yok. Bu konuda açık
olan şey, her geçen gün ölü sayısının
arttığıdır.
Kimi tahminlere göre savaşın başlamasından bu yana geçen süreçte
ölenlerin sayısı bir milyonu aşmıştır. Yine milyonlarca Iraklı mülteci
komşu ülkelere kaçmak zorunda
kalmıştır. Milyonlarca –kimi verilere göre 4 milyon– mülteci ise ülke
içinde göç halindedir.
Milyonlarca Iraklı zaruri gıda yardımına muhtaçtır. Nüfusun %70’i
yeterli suya sahip değil, %80’i sıhhi
imkanlardan yoksun, hastanelere,
doktorlara gidemiyor. Doktorların
sayısında ise savaş öncesi döneme
göre yarıdan fazla azalma vardır.
Savaş öncesi dönemde toplam 34.000
kadar doktor kayıtlı iken, 2000’den
fazlası katledilmiş 20.000 civarında
doktor ise ülkeyi terketmek zorunda
5 YILIN KISA BİLANÇOSU…
Yazımızın başlığında da belirttiğimiz
gibi işgal ve savaş sürüyor, değişen
şey rakamlar. Rakamlar işin özünü
değiştirmiyor ama, yine de kimi
zamanlar çok şey anlatıyor insana.
Yeterki rakamların dilinden anlama
yeteneğine sahip olunsun. Kuşkusuz
ki rakamların kendisi değil ama dile
getirdiği olgu önemlidir. Örneğin
1.000.000 Türk Lirası’ndan altı sıfır
silinip 1 Yeni Türk Lirası olursa, bu
rakamın anlattığı olgu, 1.000.000
insanın savaştan dolayı yaşamını
yitirdiği, katledildiği olgusu ile aynı
öneme sahip değildir. Bir milyon
insanın rakamında sıfır atılamaz ve
ÖZETLE GÜNCEL DURUM…
28 Ocak 2008 tarihinde ABD Başkanı
Bush’un yaptığı “ulusa sesleniş” konuşmasında Irak’taki şiddetin geriletilmesi bağlamında “hiç kimsenin
beklemediği başarılı sonuçlar” elde
edildiği düşüncesi de savunuldu.
Bunun dayandırıldığı gerekçe ise,
Irak-Güney Kürdistan’da ABD işgal
gücü sayısının yükseltilmesi durumudur. Gerçekten de ABD işgal gücü
sayısı Şubat 2007’de 130.000 iken bu
sayı 2007 sonlarına doğru 172.000’e
çıkarılmıştı. Bu bağlamda sayının
yükseltildiği olgudur. Her gün yaşanan olaylardan, saldırılardan ve evet
ölü sayısından bu dönemde azalma
olduğu da olguydu.
Fakat bunun esas nedeninin ABD
işgal gücünün çoğaltılması olmadığı,
tersine Şii kesiminden Mukteda el
Sadr’ın 2007 Ağustos ayından beri
ilan ettiği ateşkesten kaynaklanan bir
durum olduğu son dönemde yeniden
başlayan çatışmalarla da günyüzüne
çıktı.
Özellikle Mart ve Nisan aylarında
Sadr güçleri ile –Mehdi Ordusu– ABD
işgal gücü ve Irak ordusu arasındaki
çatışmalar şiddetlendi. Çatışmaların
yoğunlaştığı alan esasıyla Bağdat ve
Basra’dır. Ekim ayı başında IrakGüney Kürdistan’da yerel seçimler
yapılacak. Tabii ki erteleme falan
gündeme gelmezse. Basra özellikle
kalmıştır. Varolan doktorların da
ellerinden fazla bir şey gelmiyor.
Çünkü ne ilacı ne de gerekli diğer
tıbbi malzeme bulunmaktadır. Kimi
hastahanelerde ne temiz su ne de cereyan düzenli biçimde vardır. İşsizlik
ise %50’inin üzerinde. Kimi verilere göre nüfusun yarısından fazlası
günde bir dolar gelire sahip. Yani açlık sınırında yaşama kavgası içinde.
800.000 civarında çocuk büyük yoksulluğun kurbanı olarak okula gidemiyor, 500.000 civarında çocuk ise
yetim ve sokaklarda…
İşgalci güçlerin günlük yaşamda
Irak-Güney Kürdistan halklarına yönelik taciz ve tecavüzleri, işkenceleri,
keyiflerine göre davranmaları; hiçbir
yasal yaptırıma tabi olmamaları gibi
durumlar ise, en iyi biçimde bunları
yaşayanlar tarafından anlatılabilir.
Rakamların dili, yüzbinlerce insanın öldürüldüğünü, milyonlarcasının yaralandığını, milyonlarcasının
mülteci konumuna düştüğünü ve
milyonlarcasının da işsiz, yoksul olduğunu bize anlatmaktadır.
Diğer yandan ama bize şunları da
anlatmaktadır rakamların dili: ABD
emperyalizminin sadece Irak savaşı
için harcadığı para yüzlerce milyar
dolarla hesaplanıyor. Yapılan hesaplarda değişik etmenler gözönüne
alındığı için, sonuçları da farklı oluyor. Ama hemen herkesin üzerinde
birleştiği rakamlar da var. Örneğin
ABD’nin Irak işgali ve savaşı için
gündelik harcaması 400 milyon dolardır. Kaba bir hesapla 400’ü 365 ile
çarpın, yıllık harcamayı çıkarırsınız.
Bunu da beşe çarpın Irak işgalinin
beş yıllık harcamasını 730 milyar
olarak hesaplayabilirsiniz. Ama bu
sonuç da savaşın gerçek maliyeti
değildir. Örneğin ABD Savunma
Bakanlığı 2007 yılı sonuna kadarki
askeri giderlerini 406 milyar olarak
göstermektedir. Buna karşın ABD
Kongresi’nin ekonomi ile görevli
kesiminin hesabına göre doğrudan
askeri/savaş gideri 1.3 billion (1300
milyar) dolardır. Kimi bilim insanlarının hesaplarına göre ise, Irak savaşının doğrudan ve dolaylı maliyeti 3
billion (3000 milyar) dolardır.
Hangi hesap doğru olursa olsun,
ortada saklanamayacak gerçeklik,
bu kadar paranın savaşa, işgale, yakıp yıkmaya, insan katletmeye ve kâr
getirmek için harcandığıdır. Bu olgu
bile bu kapitalist sistemin insana, insanlığa düşmanlığını çok açık, çıplak biçimde göstermektedir. İşçiler,
emekçiler için mesele bu gerçekliğin
bilincine varmak ve insana, insanlığa
düşman bu sistemi tarihin çöplüğüne
atmak için mücadeleye sarılmasıdır.
Savaşın başlamasından beş yıl sonraki manzara, öncekinden iyi değil.
Emperyalistlerin halklara dost olamayacağı, Irak-Güney Kürdistan
halklarının yaşadıkları somutunda
da görülmektedir. Savaşa ve işgale
tüm zamanlar için son vermek devrimi gerektirir, gerisi ham hayaldir!
25 Nisan 2008 ✓
11
yaşam temellerini koruma mücadelesi
Kozak Yaylası’nda çevre katliamı
K
o z a k Yay l a s ı , İ z m i r ’ i n
Bergama ilçesine 20 kilometre
uzaklıkta bulunuyor. Kozak
Yaylası, doğal bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. Fıstık çamı
ormanlarıyla kaplı olan bölgede, 5
milyon fıstık çamı bulunmaktadır.
17 köyden oluşan ve on bin insanın
yaşadığı Kozak Yaylası`nda, yılda 50
milyon YTL`lik organik çam fıstığı
ihracatı yapılıyor.
Kozak Yaylası aynı zamanda, su
açısından da zengindir. Yayla 300
binden fazla insanın su ihtiyacını
karşılıyor.
Bergama Ovacık’ta yargı kararlarına rağmen faaliyetlerine devam
eden Koza Altın Madencilik A.Ş,
Kozak Yaylası’nda da hakkında açılan
davalara rağmen altın arama çalışmalarını aralıksız olarak sürdürüyor.
Yaklaşık 10 aydır süren çalışma-
G
12
larda, 20’ye yakın noktada her biri 500
metreyi bulan sondajlar yapılmıştır.
S o n d a j s u l a r ı , Ay v a l ı k v e
Altınova’nın içme suyu su ihtiyacını karşılayan Madra Çayı’na
karışmıştır.
Kozak Yaylası, altın uğruna, kar
uğruna yok edilmek isteniyor!
Maden yasası çevre katliamına
olanak tanıyor!
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,
Maden İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre Maden Kanununda 2004
yılında yapılan değişiklikler, maden
arama ve işletme ruhsatı talebinde
patlamaya yol açtı. 2004 yılında 3.984
izin talebinde bulunulurken, 2005'te
15.149, 2006'da 18.208, 30.09.2007
itibariyle de 13.908 izin başvurusu
yapıldı.
Maden Yasası’na göre, maden
arama ruhsatı için Maden İşleri
Genel Müdürlüğü'ne başvuru yapılıyor ve koordinatları verilen bölgede
arama ruhsatı alınıyor. Arama ruhsatıyla başvuru yapan şirket çevre
etki değerlendirmesi gibi ikinci bir
işleme gerek duymadan maden rezervinin yüzde 10'una kadar işletebiliyor. Maden arama aşamasında kesilen ağaçların bedelleri peşin olarak
bakanlığa ödeniyor.
5177 Sayılı Maden Yasası; sit alanları, su havzaları, orman ve tarım
alanları, kıyılarda maden arama
ve işletmeye olanak sağlamaktadır.
Yasanın 7. maddesi, ''Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları,
kara avcılığı alanları, özel koruma
bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları,
tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları,
kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve
gelişim bölgeleri, askeri yasak bölgeler
ve imar alanları ile mücavir alanlarda
madencilik faaliyetlerinin çevresel
etki değerlendirmesi, gayri sıhhi müesseseler ile ilgili hususlar dahil hangi
esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlar
Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir" buyurarak,
her yerde maden aranmasını tekeller
için kolaylaştırmaktadır. Bu yasa ile
Türkiye’de maden arama ruhsatı almak çok kolaylaştırılmıştır.
Altıncılar her yerde!
Development Ltd., Cominco, Tüprag,
Eurogold, Teckcominco, Eldorado
Gold, Koza Madencilik A.Ş. vs. adlı
altın şirketleri çeşitli bölgelerde altın
arıyor ve çıkarıyorlar.
Uluslararası altın tekelleri siyanürle, Kazdağı, İzmir Efemçukuru,
Kozak Yaylası, Uşak-Eşme-Kışladağ,
Erzincan İliç Çöpler Köyü, Artvin
Cerattepe, Fırtına Vadisi, Munzur
Vadisi gibi birçok ormanlık alanda
altın arma faaliyeti yürütüyor, altın
çıkarıyorlar.
Uluslararası tekeller, yerli işbirlikçileriyle birlikte, yararlarına olan
Maden Yasası’na dayanarak her yerde
çevre katliamı yaparak, altın arıyorlar. Altın aranan, çıkarılan bölgelerde,
ağaçlar kesilmekte, yer altı suları kirletilmekte, toprak alt üst edilmekte,
kar uğruna çevre katledilmektedir.
Kozak Yaylası köylüleri, “Bizim
altınımız toprağın altında değil,
üstündeki çamlardır” diyorlar.
Köylüler, Kozak Yaylası Çevre
Koruma Kültür ve Turizm Derneği
çatısı altında örgütlenerek, yaylalarında altın aranmasına karşı mücadele ediyorlar.
Çevre katliamına son!
Kapitalistler kar uğruna çevreyi talan ediyorlar. Geleceğimizi ipotek altına alıyorlar. Bu gidişe son verelim.
Doğa ile uyumlu bir yaşam, gelecek
nesillere üzerinde yaşanılabilir bir
çevre bırakmanın yolu kapitalizmi
yok etmekten geçmektedir.
Çok geç olmadan mücadeleye, kapitalizmi yok etmeye!
R io Ti nto, A natol ia M i ner a l
6 Nisan 2008 ✓
Gıda krizinin sorumlusu kim?
eçtiğimiz günlerde, dünya
genelinde gıda fiyatlarında
yaşanılan artış gündeme
damgasını vurdu.
Haiti, Mısır, Kamerun, Fil Dişi Sahili,
Moritanya, Etyopya, Madagaskar,
Filipinler ve Endonezya'da gıda artışlarına karşı kitle gösterileri oldu.
Güvenlik güçleri ile çatışmalar yaşandı. Ölenler, yaralananlar oldu.
Haiti’de hükümet istifa etmek zorunda kaldı.
Türkiye de fiyat artışlarından payına düşeni aldı. Pirinç almak için
Toprak Mahsulleri Ofisleri önünde
uzun kuyruklar oluştu.
Türkiye’de pirinç fiyatı son bir yılda
yüzde 141 oranında arttı. Sadece pirinç değil, diğer kimi temel gıda maddeleri de zamlandı. Makarna yüzde
114, kırmızı mercimek yüzde 133,
barbunya yüzde 70, nohut yüzde 50,
şehriye yüzde 52, kuru fasulye yüzde
97 vb. oranında zamlandı.
Temel gıda maddeleri yanı sıra
benzine, doğal gaza, ulaşıma önemli
oranda zam geldi. İşçilerin, emekçilerin çekilmez yaşam koşulları, daha
da çekilmez hale geldi. İşçilerin,
emekçilerin midelerine giren yiyecek
miktarı azaldı. Temel gıda maddele-
rine zamlar at başı giderken, ücretler
yerinde saydı. Enflasyon rakamları
ise kâğıt üzerinde başka, çarşıda pazarda başka!
Gıda krizinin nedenleri medya
tarafından şöyle sıralanıyor: nüfus
artışı, küresel ısınma, petrol fiyatlarının artması, tarım alanlarının giderek daha fazla biyo yakıt için ayrılması, vurgunculuk vb.
Emperyalist ülkelerde gıda bolluğu yaşanırken, bağımlı ülkelerde
milyonlarca insan açlık çekiyor.
Milyonlarca insan yiyecek bir şey bulamazken, emperyalist metropollerde
son kullanma tarihleri geçen tonlarca
gıda maddesi yok ediliyor. Fiyatların
düşmesini engellemek için yine tonlarca gıda maddesi ortadan kaldırılıyor. Bir tarafta yiyecek bolluğu, diğer
tarafta açlık var. Kabaca emperyalist
dünyanın görünümü böyle.
Bunun temel nedeni emperyalizmdir. Emperyalist tekeller için temel
dürtü daha fazla kardır. Daha fazla
kar peşinde koşan tekeller, dünyanın dört bir tarafında gelişen tekniğin yardımı ile üretim yapıyorlar.
Toplumun ihtiyacı için değil, pazar
için üretim yapıyorlar. Genetiği ile
oynanmış, kısa sürede yetişen hor-
yaşam temellerini koruma mücadelesi
monlu ürünler, tekeller için önemli
kar kaynağı oluşturuyor.
Temelinde fosil yakıtların durduğu, küresel ısınma iklim değişikliğine yol açtı. Kimi bölgelerde fazla
yağışlar sellere, taşkınlara yol açarak
tarım alanlarına zarar verirken, kimi
bölgelerde yağış olmaması sonucu
kuraklık yaşanmaktadır. Küresel
ısınma tarımsal ürünün azalmasının
önemli nedenlerden biridir. Ama tek
başına belirleyici neden değildir.
Tarım alanlarında giderek daha
fazla biyo yakıt için üretim yapılmaktadır. Enerji üretimi için biyo yakıt
elde etme, dünyada giderek yaygınlaşmaktadır. Bu da tarım alanlarının
azalmasını beraberinde getiriyor.
Dünyada ve Türkiye’de gıda artışlarını fırsat bilen vurguncular türemektedir. Bunlar da sistemin ürünüdürler. Kar hırsı sınır tanımıyor.
Türkiye tarım alanında kendi kendine yeten bir ülke olmasına rağmen,
IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist
kuruluşların dayatmaları, işbirlikçi
burjuvazinin, hükümetlerin siyasetleri sonucu, tarım alanında da emperyalizme bağımlı hale gelmiştir.
Bir dizi ülkede patlak veren protestolar IMF ve Dünya Bankası yetkililerini korkuttu. Protestoların
yaygınlaşmasından, ayaklanmaya
dönüşmesinden korkanlar acil önlem
tavsiyesinde bulunuyorlar.
BM Dünya Gıda Programı Başkanı,
“20 ülke liderine gıda fiyatlarının
vurduğu yoksul ülkelere acil yardım
çağrısı” yaptı. “BM'nin altı ay önce
yardıma ihtiyaç duymayan 100 milyon kişiye daha gıda yardımı yapmaya başladığını, Asya'da bir ton pirinç fiyatının bir ayda 460 dolardan
1000 dolara çıktığını, dünyada tahıl
fiyatlarının bir yılda ikiye katlandığını” anlatan Sheeran, "Saat işliyor.
Uluslararası toplum hem acil ihtiyacı
giderecek hem de uzun vadeli çözüm
getirecek geniş çaplı, üst düzey eyleme geçmeli. Gıda talebini artıran
her etkene bakmalı. Biyo yakıt da kesinlikle bunlardan biri" demektedir.
(23 Nisan 2008, Radikal)
IMF’nın Başkanı Strauss-Kahn ise
“gıda fiyatlarındaki artışın Haiti ve
Mısır gibi ülkelerde isyan çıkardığını”, "Kriz tırmanması demokrasiyi
sorgulanır hale getirir. Savaş riski
var. Tarih bu tür nedenlerle çıkmış savaşlarla dolu" demektedir. (19
Nisan 2008, Radikal)
Gıda krizinin ‘sosyal patlamaya’
yol açacağından korkanlar, önlem
olarak emperyalistlerin daha fazla
yiyecek ve para yardımı yapmasını,
biyo yakıt üretiminin sınırlandırılması tavsiyesinde bulunuyorlar.
Gıda krizinin temel sorumlusu emperyalist sistemdir.
E m p e r y a l i z m b a r b a r l ı k t ı r.
Barbarlık kendisini hayatın her alanında gösteriyor. Barbarlıktan kurtulmanın yolu, emperyalizmi yok
etmekten geçmektedir.
27 Nisan 2008 ✓
Çevre talanı sürüyor
N
isan ayı içerisinde, basına
yansıyan birkaç örnek çevrenin kar uğruna nasıl hoyratça talan edildiğini, katledildiğini
gösterdi.
Yer Güllük Körfezi!
Muğla'nın Gü l lü k Körfezi 'nde,
Ha le p ç a m l a r ıy l a k apl ı P i na
Yarımadası'nda,
Orman içinde 85 dönüm alanı, beş
yıldızlı, 1200 yataklı turistik tesis
yapmak için 49 yıllığına kiralayan
MNG Holding A.Ş Şubat ayında çalışmalara başladı. Şirketin inşaattan
çıkan molozları bir ay boyunca denize doldurduğu ortaya çıktı.
Kıyıya kaçak dolgu yapmaktan sorumlu şantiye müdürünün pişkince
"Dolgu iznimiz yok ama başvurduk,
alırız. Denizi doldurduk, cezamızı
bekliyoruz" demesinin ardından
şantiyeye kaymakamlık ve İl Çevre
Müdürlüğü tarafından 21 bin 500
YTL para cezası kesildi.
Sadece bu kadar değil! “Turizme
yaptığı katkılardan ötürü” MNG
Holding’e bir de plaket verildi.
Üzerinde "Ülkemiz ve ilçemiz turizmine yapmış olduğunuz katkılardan dolayı teşekkür eder, saygılar sunarım. Kaymakam Bahattin Atçı ve
Kültür ve Turizm İlçe Müdürü Yusuf
Demir" yazılı plaketi, MNG Holding
A.Ş temsilcisi, “denizi doldurduk,
cezamızı bekliyoruz” diyen Sinan
Karaağaçlı aldı. Bu kadar da olmaz
demeyin! Oluyor, burası Türkiye!!
Yer Marmaris!
Ne s l i ş a h a d l ı ş i r k e t , E n e r ji
Bakanlığı'nın izniyle Marmaris’in
balı ile ünlü Osmaniye Köyü yakınlarındaki ormanlık arazide, toplam
600 hektar alanda manganez maden
rezervi aramaya başladı. Bölgede
maden aranmasına karşı dava açıldı.
Muğla İdare Mahkemesi ilk karar
olarak davalı Enerji Bakanlığı'ndan
savunma istedi ve bu sürede maden
arama çalışmalarını durdurdu.
Ancak bu arada henüz maden rezervi arama aşamasında olan şirketin Marmaris ilçe merkezine 20
kilometre uzaklıktaki ormanlarda
yüzlerce ağacı kestirdiği anlaşıldı.
Bölgede maden aranmasına karşı
oluşturulan platformun hazırladığı
rapor; bölgede maden işletilmesine
izin verilmesi durumunda 19 bin
kızılçamın kesileceği, çıkan tozun
13 bin zeytin ve çok sayıda meyve
ağacıyla ocakların 750 metre mesafedeki jeep safari güzergâhını olumsuz
etkileyeceği, madenciliğin 10 yılda 1
milyon 932 bin kilo bal kaybına yol
açacağını ortaya koymaktadır.
Yer Aliağa!
Nükleer santrallere hayır!
M
ersi n Nü k leer Ka rşıt ı
Plat for m ta ra f ı nda n
26 Nisan'da, “Nük leer
Santrallere ve Balık Çiftliklerine
Hayır” mitingi düzenlendi. Yaklaşık
3 bin kişi saat 13.00'de Devlet
Hastanesi önünde bir araya gelerek, Metropol miting alanına kadar
yürüdü. Mitinge değişik illerden ve
Mersin’e bağlı ilçelerden de destek
vardı. Miting boyunca nükleer santralleri protesto eden eylemciler ne
Akkuyu’da ne de Sinop’ta nükleer
santral yapılmasına izin vermeyeceklerini dile getirdiler.
D e v l e t H a s t a n e s i ö nü n d e n
Metropol Miting Alanına kadar yürüyen eylemciler sık sık “Nükleere
inat yaşasın hayat”, “Çernobil’i
unutma Akkuyu’ya sahip çık”, “AKP
süründürür, nükleer öldürür”, “AKP
sağlığa zararlıdır” sloganlarını attılar. Mitinge Akkuyu köylüleri de
katılarak destek verdi. Başbakan
Erdoğan’ın “Ayaklar baş olmaz” sözü
de miting boyunca protesto edildi.
Mersin Otistik Çocuklar Koruma ve
Eğitim Derneğinden otistik çocuklar
da sandalyelerinden Nükleer santrallere hayır dediler.
İstanbul NKP üyeleri yaptıkları ilginç skeçlerle mitinge ayrı bir renk
kattılar. Mitinge KESK ve DİSK’e
bağlı sendikalar, TMMOB’a bağlı
odalar, EMEP, ÖDP, SDP, Halkevleri,
sivil toplum örgütleri ve dernekler
katıldı.
Miting alanında Nükleer Karşıtı
Platform adına bir konuşma yapan
EMO Şube Başkanı Kamer Gülbeyaz,
ne Akkuyu’da ne Sinop’ta ne dünyanın başka bir yerinde nükleer sant-
1992 yılında Gencelli-Çakmaklı
Köyü arasına yapılması planlanan
termik santral, verilen hukuki mücadele sonucu Danıştay tarafından
iptal edilmişti.
16 yıl sonra, ENKA Holding Enerji
Piyasası Denetleme Kurulu’ndan,
aynı bölgede 800 megavat gücünde
termik santral yapmak için lisans
aldı.
İ z m i r A l ia ğa i lç e si ne ba ğ l ı
Çakmaklı Köyü’nde termik santral yapmak için lisans alan ENKA,
Çevre ve Orman Bakanlığı’na ‘ön
ÇED raporu’ başvurusu yapmadan,
arazide bulunan zeytin ağaçlarını
kesti. ENKA Teknik ve Yönetim
Müdürü Selim Özkan, ÇED raporunun aleyhlerinde çıkması halinde ne
yapacakları sorusuna, “Şu ana kadar
devlete o kadar enerji işi yapmış bir
kuruluşuz. Bizim dosyamız dönmez”
yanıtını kendinden emin bir şekilde
verebilmektedir. Selim Özkan neye
güveniyor sizce?!!
Bu kısa örneklerden çıkan sonuç
şudur: Yasalar çevre katliamını önleyememektedir. Nasıl önlesin ki?
Caydırıcı cezalar olmadığı, sadece
para cezası uygulandığı sürece, çevre
katliamı sürecektir. Kapitalistlerin
tavrı “çevreyi katlederim, parasını
öderim” tavrıdır. Sorun sadece yasalarda değil, sistemin kendisinde!
Bu sistem, yasalar çevre talanına
olanak tanımaktadır. Çünkü sistem
kara dayalıdır. Kar için üretim yapılmaktadır. Kar için her şey mübahtır.
Kapitalizmde çevre ile uyumlu bir
yaşam, çevre ile uyumlu bir üretim
mümkün değildir.
Doğa ile uyumlu bir yaşam, doğa
yasalarının bilincinde toplumun ihtiyacına göre bir üretim mümkündür.
Sadece sosyalizmde!
25 Nisan 2008 ✓
ral istemediklerini söyledi. Nükleer
santrallerin çevreye çok büyük zararları olduğunu ifade eden Gülbeyaz,
yeni Çernobillerin yaşanmaması için
nükleer santrallerin yapımına son
verilmesi gerektiğini belirtti. Enerji
ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi
Güler’in ‘Para yazı da gelse, tura da
gelse, dik de gelse Akkuyu’ya nükleer
santral yapacağız’ sözünü hatırlatan
Gülbeyaz’ın “Nükleer santral istiyor
musunuz” sorusuna mitinge katılanlar hep bir ağızdan “Hayır” diye
cevap verdi. Gülbeyaz, nükleer santrallere karşı verdikleri mücadelenin
devam edeceğini ifade ederek mücadele çağrısı yaptı. Haçova Kültür
Derneği müzik grubu Karar Sesi’nin
söylediği türkülerle mitinge katılan
kitle halaylar çekerek çoştu.
Daha sonra miting olaysız bir biçimde dağıldı.
Ydi ÇAĞRI Mersin ✓
13
yeni dünya gençliği
“Ekmek ve Özgürlük Kavgasında Onurla
Öleceğim Bir İşçiye Yakışırcasına”
1
14
Mayıs’ı; işçilerin ve emekçilerin
sınıfsız sömürüsüz bir dünya
mücadelelerinin simgeleştiği,
bayram günü olarak karşılıyoruz.
Tüm dünyada her renkten, her ırktan, kadın erkek tüm işçi ve emekçilerin farklı dillerde ama aynı istekleri
haykıracağı gün olan 1 Mayıs’ı karşılıyoruz. Bu mücadele gününün özüne
yakışan, kısa yaşamını sosyalizm
mücadelesine adamış olan genç komünist bir şairi, Nikola Vaptsarov’u,
şiirlerinden örnekler de vererek tanıtmaya çalışacağız bu sayıda.
Ni kola Vaptsa rov 24 A ra l ı k
1909’da Bulgaristan’ın Bansko kasabasında küçük üretici bir ailede
doğar. 1926 yılında babasının zorlamasıyla Varna’daki Deniz Makine
okuluna yazılır. Okulunu bitirdikten
sonra doğduğu kasabaya geri döner.
İsteği Sofya Üniversitesi Edebiyat
Bölümüne girmektir. Fakat ülkenin
içinde bulunduğu genel ekonomik
kriz ve toplumsal koşullar ve ailesinin olumsuz ekonomik şartları buna
izin vermez. Nikola Vaptsarov çalışmak zorundadır.
Koçerinovo’daki bir kağıt fabrikasında iş bulur ve çalışmaya başlar. Bu
dönem genç şairin hayatındaki dönüm noktasıdır. İşçi sınıfıyla iç içedir
ve kendisi de bu sınıfa dahil olmuş bir
proleterdir artık. Sosyalizm düşüncesiyle ilk olarak bu dönemde tanışır.
Yazınsal anlamda ilk ürünlerini bu
dönemde verir. Çeşitli şiirler ve işçi
piyesleri yazar. Amatör bir tiyatro
topluluğu kurmuştur. O dönemde
yazdığı bir piyes Bulgaristan’ın ilk işçi
piyesi olarak biliniyor. Tabiki piyesin
kahramanları işçilerden oluşuyor.
Şair, Bulgar şiirinin önemli köşe
taşlarından birisidir. İçerikte ve biçimde getirdiği yeniliklerle bu sıfatı
hak eden bir konumda durmaktadır.
Şiirlerinde iki ana tema oldukça yoğun bir şekilde kullanılır. Bu temalar “İnanç” ve “Kavga” temalarıdır.
Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın
var edileceğine dair “İnanç”ıyla,
bu dünyayı yaratmak için verilen
“Kavga”ya koşulsuz adamıştır kendisini. Şiirlerini genellikle söyleşi
tarzında yazmıştır. Kimi zaman bir
fabrikayla (Fabrika), kimi zaman hayatla (Karşılıklı Kavga) söyleşir.
11 Şubat 1932 yılında, kağıt fabrikasında makine teknisyeni olarak
çalıştığı dönemde tanıştığı Boyka
Vaptsarova ile evlenir. Evliliklerinin
ilk dönemlerindeki yaşam koşullarını Boyka Vaptsarova bir röportajda
şöyle anlatıyor: “…İlk oturduğumuz
ev, bir oda bir mutfaktan oluşan bir
fabrika eviydi. Evimizde bir divan, bir
masa, bir iki sandalye vardı. Kocam
teknisyen olduğu için işçilere oranla
daha iyi para alıyordu. Ancak eli çok
açıktı. Herkese para veriyor, sonra arkasını aramıyordu. O zamanlar ayda
3200 leva kazanıyordu. Ama bunun
dörtte biri eve giriyordu. Çünkü peşin para çekip arkadaşlarına borç veriyordu. Bize kalan parayı da kitaba
ve yemeğe harcıyorduk.”
Nikola Vaptsarov aynı dönemde
Bulgaristan Komünist Partisi üyesidir ve partide aktif olarak çalışmalar
yürütüyordur. Ülkedeki faşist rejimin tehditleriyle karşılaşıyordur sürekli. Bu nedenden ötürü çok geçmeden çalıştığı fabrikadan da kovulur.
Yaptığı iş başvuruları komünist kimliği nedeniyle sonuçsuz kalır. 1936
Mayıs’ında iş bulabilmek umuduyla
eşi ve çocuğuyla birlikte Sofya’ya giderler fakat umutları ilk dönemler
için yine sonuçsuz kalır. Çocukları
hastalanır ve parasızlıktan ötürü tedavi edilemediği için üç gün içerisinde ölür. Çocuklarını gömmek için
bile paraları kalmamıştır.
Bir süre sonra demir yollarında
makinist-ateşçi olarak iş bulur ve çalışmaya başlar fakat bu iş oldukça ağır
bir iştir. Şairin eşi o dönemi şöyle anlatıyor: “… Günde 10-12 saat kömür
taşıyordu. Kısa zamanda hastalandı.
Çok zayıfladı. Kan kusmaya başladı.
Bu işi bırakmak zorunda kaldı. O sıralarda bende işimden atıldım.”
Bunca zor koşullar altında bile yazmaktan, okumaktan ve üretmekten
vazgeçmiyordur şair. Özgürlük sevdasıyla yılmadan, yorulmadan çalışır. Öyle ki kurşuna dizilerek idam
edilmeden birkaç saat öncesine kadar
yazmaya devam eder.“ Genellikle geceleri geç vakitlere kadar mutfaktaki
küçük masada çalışırdı. Çünkü evimiz küçüktü. ‘Tarih’ şiirinde bunu
güzel anlatır. Geceleri uyandığım zaman onu hep çalışırken bulurdum.”
diye anlatıyor Boyka Vaptsarova.
Tarih 23 Temmuz 1942. Nikola
Vaptsarov daha 33 yaşında, en verimli çağındadır. Etrafına yaydığı aydınlıktan korkan faşist rejimin temsilcileri ondaki bu ışığı söndürmek
için kollarını sıvarlar.
Tarih 23 Temmuz 1942 Saat 21.00.
Makine teknisyeni, Lokomotif ateşçisi, Komünist Partisi üyesi, Komünist
şair Nikola Vaptsarov beş yoldaşıyla
birlikte geride son olarak şu dizeleri
bırakıp, kurşuna dizilerek katledildi:
Kavga amansız ve katı.
Kavga, dedikleri gibi destansı.
Ben düştüm. Yerimi bakası alacak… o kadar.
Burda, bir kişinin lafı mı olur?
Kurşuna diziliş, dizildikten sonra
kurtlar.
O kadar yalın ve akla yatkın.
Ama birlikte olacağız fırtınada,
halkım, çünkü sevdik seni.
Nikola Vaptsarov genç yaşta sosyalizm düşüncesiyle tanıştı. Yaşadığı
onca zorluğa rağmen yılgınlığa kapılmadı. Partisine bağlılığı ve sosyalizm
mücadelesine olan inancı bir parça
olsun sarsılmadı. Bir işçiye yakışırcasına onurla yaşadı ve onurla öldü. O
genç komünist bir işçi ve yetenekli ve
yenilikçi bir şairdir. O’nun yaşamı ve
mücadelesi biz genç işçi ve emekçilere
örnek oluşturuyor. Hepimizin ondan
öğreneceği çok şey var. Faşistler onun
genç bedenini kurşunlarla yok ettiler
ama “Kavga”sına olan “İnanç”ı yok
etmeye yarayacak kurşunu henüz icat
edemediler. Biz genç işçi ve emekçiler
O’nun inancını yüklenmeli ve özgürlük kavgasında söyleyeceğimiz her
türküde onun adını da yaşatmalıyız.
Şairin şiirlerinden örnekler:
Aydın Ateşçi
Karanlıkta tıkırdıyor
uykulu uykulu raylar
Tutmuyor bir yerim
öylesine yorgunum.
İç geçiriyor biri:
“Umut yok…”
Hayır! Var! Beni bekliyor dünya.
Biliyorum ben
yerimi hayatta
kaptırmam öyle
postumu ucuza.
Ekmek ve özgürlük
kavgasında
onurla öleceğim
bir işçiye yakışırcasına
Fabrika
Fabrika. Başı duman duman bulut.
Halk cahil,
hayay ağır, sıkıcı.
Hayat maskesiz ve makyajsız
hırlayan, azgın bir köpek.
Savaşacaksın bıkıp usanmadan,
ve direneceksin yılmadan,
bir dilim ekmek
koparabilmek için
kulaklarını dikmiş
bu kuduz köpeğin dişlerinden.
Kayışlar şaklıyor salonlarda,
her köşede
sesi dişlilerin.
O kadar boğucu ki hava,
olanaksız
ciğerlerini doldurmak,
derin bir solukla.
İki adım ötede bahar yeli
talazlıyor tarlaları, güneş ışıl ışıl…
Göğe
yaslanıyor ağaçlar,
gölgeleri
fabrikanın duvarlarına.
Ama nasıl da yabancı
ve gereksiz burada,
hepten unutulmuş
şu tarla!
Bir el fırlatıp atmış çöp kutusuna
mavi gökyüzü hülyalarını.
Çünkü bir an düşmek dalgalara,
bir an yumuşaması yüreğin,
yok yere gitmesi demektir
güçlü
işçi
ellerin.
Ve patırtısında
gürültüsünde makinelerin
olanca sesinle bağırman gerek,
sözlerin aşabilsin diye
aradaki boşluğu,
anlamlarını yitirmeden.
Ve yıllarca bağırdım ben
hayatım boyunca…
Duy uyordum bağırdığını
herkeslerin
makineler
fabrika
ve insanların
en kuytu
karanlık köşelerde.
Ve bütün bu haykırışlar
bir alaşım oldu
zırhladık hayatımızı onunla,
öyle bir alaşım ki
bir çubuk koydun mu tekerine
kırılır kolların o anda…
Ve sen, fabrika, bir de
kat kat
duman ve kurum
yağdırıyorsun üstümüze.
Boşuna! Sensin bize kavgay ı
öğreten
Ve biz indireceğiz
güneşi yanı başına.
Çalışmaktan yüzü kararmış
bunca insanı
ezinç içinde ezip geçen
fabrika
yorulmaz bir yürek var sende
binlerce yürekle birlikte çarpan.
Yeni Dünya Gençliği
Adana ✓
yeni dünya gençliği
G
Komünist Eğitim Üzerine
ençlik örgütlenmelerinde en
temel sorunlarından birisi
eğitim sorunudur. Komünist
bir dünya yaratma hedefi içerisinde
olan biz gençler ancak doğru bir
bilinç ışığında yolumuzu belirleyebiliriz. O halde Komünizm nedir?
Komünist toplum her şeyin (toprak,
fabrikalar, çalışma) ortak olduğu bir
toplumdur. Komünist kime denir?
Komünist toplumu yaratma hedefiyle yaşamını belli temeller üzerinde
şekillendiren kişiye denir. Yalnız,
komünizm ve komünist kavramları
sadece bir cümleyle açıklanabilecek
veya anlatılabilecek kavramlar değildir. Bizim burada esas üzerinde duracağımız mesele komünist gençlik
eğitiminin nasıl olması gerektiği meselesidir. Burada öncelikle komünist
olmak için şu temel özelliklerimizin
bulunması veya yaratılması gerekir.
Nedir bu temel özellikler? Sınıfsız
ve sömürüsüz bir dünya yaratabilmek için mücadele içinde dayanışma
ruhu, özgüven, fedakârlık, atılganlık
ve disiplin… Tabi bu kavramlar komünist kişide başta olması gereken
temel özelliklerdir. O halde komünist gençlerin, dayanışma ruhunu
aşılayan ve sergileyen, yeni bir dünya
yaratma hedefinde kendine güvenen, bu yolda yetenekleri ölçüsünde
her türlü fedakârlıktan kaçınmayan,
her işi yapmaya hazır bir militan ve
çelik disipline sahip olması gerekir.
Bu temel özellikler adımlarımızın
daha sağlam ve çelikten olmasını
sağlayacaktır.
İşçi sınıfı içerisinde çalışmayı ve işçi
gençliği komünist saflara çekmeyi
temel alan bizler, işçi sınıfının mücadele deneyimlerinden faydalanarak
A
rotamızı belirlemeliyiz. Bu bağlamda
yolumuzu aydınlatacak olan eğitim
çalışmalarına büyük önem vermeliyiz. Fakat burada eğitim çalışmasından ne anladığımız sorunu ortaya
çıkmaktadır. Bu konuda kimi zaman
yanılgılara düşülmektedir. Komünist
eğitimi, komünist kitap ve belgeleri
özümlemek biçiminde düşünülmektedir. Tabi ki bunları okumak çok
önemlidir ama sadece bununla yetinilirse çevremizde bir sürü sol lafazanlar yetişmiş olacaktır. Bu nedenle
komünist yazınlar pratik çalışma ve
mücadeleyle birleşmediği sürece hiçbir işe yaramaz. Komünist eğitimin
temelini mücadele, eylem ve sınıf
mücadelesine aktif katılım oluşturur.
Eğitim çalışması mücadeleyle değil,
mücadele eğitim çalışmasıyla tamam-
lanmalıdır. Bu bağlamda Komünist
Gençlik Enternasyonali’nin programı şunları söylemektedir:
“Marksizm-Leninizm’in dünya görüşü teori ile pratiğin ayrılmasına
izin vermez, eğitimle mücadele arasında bir çelişki görmez. Komünist
eğitimin temeli mücadeledir.
Genç komünistlerin genel görevi
‘komünizmi öğrenmek’ tir (Lenin).
Komünist Gençlik Birliği emekçi
gençlik için komünizmin okuludur
ama yetişen genç kuşak komünizmi
ancak, eğitimin her adımını proletarya ve emekçi kitlelerin köhne
sömürücü topluma karşı asla durmayan mücadelesiyle birleştirerek
öğrenebilir… Komünist ahlakın temeli, komünizmi sağlamlaştırma,
tamamlama uğruna mücadeledir ve
komünist eğitimin ve öğrenme yöntemlerinin temeli budur. Komünizmi
nasıl öğrenmek gerektiği sorusunun
cevabı budur.” (Lenin)
Görüldüğü üzere Lenin genç komünistlerin temel görevini komünizmi
öğrenmek olduğunu ve komünist
eğitimi sınıf mücadelesiyle birleştirerek öğrenilebileceğini söylemiştir.
O halde genç komünistler sınıf mücadelesi içerisinde yetişmelidirler.
Proletaryanın en devrimci (atılgan,
militan) kesimi olan işçi gençliğin
örgütlenmesi, komünist gençliğin
önünde duran en temel görevdir.
Sınıf içerisinde propaganda ve ajitasyon faaliyetleri yürütmek, eylemler
düzenlemek ve genç işçilerin komünizmin yaratılması uğruna mücadele
etmelerini sağlamak genç komünistlerin görevidir.
Egemenler bizleri en ağır şartlarda
ve koşullarda kölece çalışmaya itmektedirler. Genç işçileri bu sömürü
çarkında ezip, kanlarıyla yeni ve
azgın sömürü tezgâhları kurmaktadırlar. Yaşamlarını, işçilerin kanlarını iliklerine kadar emerek sürdürmektedirler. Bir avuç asalaklar sınıfı
olan burjuvaziyi sınıf olarak ortadan
kaldırmak ancak sosyalizmde mümkündür. Burada komünist gençlere büyük görevler düşmektedir.
Yaşamın her alanında (fabrikalarda,
okullarda, mahallelerde…) komünist
gençlik çalışmasını büyütmek için
çalışmalıdırlar. Durmadan, yılmadan, inatla komünist gençlik saflarını güçlendirmeliyiz.
Haydi, görev başına!
Genç proleterleri komünist gençlik
saflarında örgütlemeye!
Yeni Dünya Gençliği
27.04.2008 ✓
YDİ Çağrı'ya verilen cezalara ilişkin basından haberler
şağıda son dönmede bazı
medya organlarında gazetemiz Yeni Dünya İçin Çağrı ve sahibi
Aziz Özer hakkında yapılan yargılamalar ve verilen cezalarla ilgili kimi
yazıları okuyucularımızın dikkatine
sunuyoruz.
YDİ Çağrı
Bianet: Basın ve İfade Özgürlüğü
Davaları
"Medya Özgürlüğü ve Bağımsız
Gazetecilik İzleme ve Haber Ağı"BİA 2008 Ocak-Şubat-Mart Medya
Gözlem Masası
2 Mayıs 2008
...
28 Mart'ta İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesi, Yeni Dünya İçin Çağrı
dergi sahibi Aziz Özer'i, "Kürt Sorunu
Çözüm Arayışları ve Görevimiz" başlıklı bir yazıda "PKK örgütü propagandası yaptığı" iddiasıyla 15 ay hapisle cezalandırdı. Mahkeme Başkanı
Şeref Akçay, yazar olarak açıklanan
Erkan Akay'ın suça gerekçe gösterilen yazıyı kendisinin yazmadığını
beyan ettiğini açıklayarak, Özer'i
Terörle Mücadele Yasası'nın 7/2.
maddesi uyarınca mahkum etti. Ceza
verilen yazıda, PKK'nin silahlı mücadele başlattığından bu yana Kürt
Ulusunda bugüne kadar görülmemiş
bir ulusal bilinç geliştiği, devletinse
buna baskı ve katliamla yanıt verdiği
savunuluyordu. Yazıda DTP'nin muhatap alınmaması da eleştiriliyordu.
PKK'in ilan ettiği ateşkese karşı devletin, "Tek terörist kalmayana kadar savaş" politikası benimsediğini,
yüzde 10 seçim barajını aşamayan
DTP'nin hükümet yetkilileriyle görüşmek istemesine karşın muhatap
alınmadığı, buna karşın aydınların
324 imzayla bildiri yayımladığı ileri
sürülüyordu.
...
[Met nin ta ma mı için ht tp://
w w w.yd ic a g r i .c om /p d f s/
bianet_3mayis_2008.pdf]
Aksiyon Dergisi, Sayı 698
301'in görünmeyen mağdurları
| Nursel Dilek - n.dilek@aksiyon.
com.tr - Sayı: 698 - 21.04.2008
(http://www.aksiyon.com.tr/detay.
php?id=30081)
...
301’DEN AÇILAN DAVALARIMIN
SAYISINI HATIRLAMIYORUM
301. maddeden dolayı hakkında
mahkûmiyet kararı çıkanlardan
biri, gazeteci Aziz Özer. Yeni Dünya
İçin Çağrı Gazetesi sahibi ve Güney
Kültür Sanat Dergisi’nin sorumlu
müdürü, bir yıl hapis, 720 YTL de
para cezasına çarptırılmış. Kendisi
301’den dolayı açılan dava sayısını dahi hatırlamadığını söylüyor:
“Galiba 20 falandı. Çoğu yazımdan
dolayı yargılanıyorum. Artık sayısını
hatırlamıyorum.”
Aziz Özer tartışmalı maddeden ilk
yargılananlar arasında. Yapılan değişiklik Özer’i de tatmin etmemiş.
Düşüncenin özgür olması gerektiğine inanan gazeteci, düzenlemenin
kendisini etkilemeyeceğini belirtiyor.
Davaya neden olan ise Özer’in gazete ve dergide kaleme aldığı yazılar.
Özer, yazıların içeriğinin genellikle
Kürt sorunu ve devrimcilerle ilgili
olduğunu, haber ve yorum niteliği
taşıdığını belirtiyor. Bu davaların
bazıları halen devam ediyor. Yargıtay
tarafından onaylanan üç dava için
Özer, AİHM’e başvurmuş.
15

Benzer belgeler