İndirmek İçin Tıklayınız!

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız!
Bakiyorum onlann yüzüne ne yenilmi ne eylem yorgunu, yeerttigi incecik tohumlar ülkemin;
incecik bir günele, ama direnç dolu, kabukları arasından gelecek günlerin.
K.Özer
Eylül 92'de
1
Merhaba
2
Bu Ses Hiç Susmayacak/
Grup Yorum
9
Sanatçılar Cephesinde Yeni Birey Yok/
Selçuk Demirci
13
Aranıyor/Hayati Azim
16
Ulusal Kurtulu ve Kültür 2/
Amilcar Cabral
20
Unutkan/Ekin Yılmaz
24
Diyarbakır Notları/Zozan Evindar
27
Kemal Burkay'ın iiri ve Türkülerimiz/
Grup Yorum
28
Susmak Onaylamaktır/Tavır
32
Dostluklara,Kavgaya ve Yaama Dair/
Selçuk Hazinedar
38
Küba Sineması/Manfred Scholz
41
Grup Yorum'a gıyabi tutuklamayla balayıp, Ortaköy Kültür Merkezi'nin defalarca basılmasıyla yo
unlaan son dönemdeki baskılar,
devrimci sanatçıları tatilde de buldu.
ktidarın, halktan yana sanata ve sanatçılara tahammülsüzlü
ü öyle bir noktaya gelmitir ki, onların dinlenmeleri bile "suçlur artık
24 A
ustos 1992 günü saat 21.00'de, Ortaköy Kültür Merkezi çalıanları, FOSEM, Aye Gülen Halk Sahnesi, Tavır Dergisi yazarları,
Grup Özgürlük Türküsü ve Grup Yorum elemanlarından iki kii, 10
günlük b? tatil yapmak üzere gittikleri Karadeniz Ere
li'de gözaltına
alındılar.
Dergimizin bu sayısı, aynı zamanda Tavır yazarlarının da içinde oldu
u 15 arkadaımız gözaltındayken matbaaya veriliyor.
Günele Ortak/AHS
44
Haber/Yorum
"Bir sabah ayaa kalktık Aynı anda,
birbirimizden habersiz Gözlerimiz yoksul
ve kocaman. Birlikte çarpıyordu artık Aynı
saçaın altında yüreklerimiz Yürüdük
yaamı savunmak için Bir yanda umut, bir
yanda düman"
T A V I R
1
Grup Yorum Üyeleri: Kemal Sahir Gürel, Elif Sumru Gürel, Taner Tanrıverdi, Hilmi Yarayıcı
KONYA DEVLET GÜVENL
K
MAHKEMES
BAKANLII'NA;
SORGUMUZDUR:
BU SES HC SUSMAYACAK
BU MAHKEMEDE SANIK
SANDALYESNDEYZ
iz Grup Yorum üye-leri
bugün Konya'da, Devlet
Güvenlik Mahkemesi'ndeki
bu durumada sadece
Eskiehir'deki bir sa-nat
etkinliininin deil, halktan
yana bütün kültür ve
sanat faali-yetlerinin ve
devrimci
sanatçıların
yargılanmakta olduunu biliyoruz
Bu salon-da mücadelenin sanatı ve
sanatsal
faaliyetleri
yargılanmaktadır.
Bugün bu durumaya in-sanlık
tarihine önemli kaza-nımlar olarak
yazılmı bir tavrı sürdürmeye
geldik. Ro-
2 TA V I R
ma
arenalarında,
ortaçaın
engizisyon
mahkemelerinde,
Osmanlı
zindanlarında,
Nazi
toplama kamplarında ve An-tikomünist
Soruturma
Komiteleri'nin karısında yargı-lanan
Phrynichus'un, Pir Sul-tan'ın, Paul
Robeson'un, Na-zım Hikmet'in,
Victor Jara'nın ve daha binlerce
sanatçının oturduu sandalyede
oturu-yor, çıkarıldıı kürsüden konuuyoruz. nsani deerleri, erdemi,
onuru yücelten bu mirasa sahip
çıkmaya çalıa-caız. Bu ülkede
sanatçıların da çadıı karanlıklara
ve yasakçı yasalara karı diren-me
gelenei
yaratabilecegini
kanıtlayacaız Bunun için buradayız.
Tutuklama karar-ları, zindanlar,
baskı ve i-kence bizi yıldıramaz.
Sanatımız
büyük
insanlık
davasına sahip çıkmaya de-vam
edecek. Emekçi yıınla-rın özgür,
eit ve kardeçe bir dünya kurma
mücadelesi-ne;
baımsızlık,
demokrasi
ve
sosyalizm
mücadelesine katılmaya devam
edecek tür-külerimiz.
Bu
mahkemede
sanık
sandalyesindeyiz! Çünkü baskıya
ve
sömürüye
karı
boyun
emezliin,
bakaldı-rının
türkülerini söylüyoruz.
Bu
mahkemede
sanık
sandalyesindeyiz! Çünkü sevgiden
ve umuttan, emekçi terinin suladıı
umuttan dillenen türkülerimiz meydanları saran uultuya, do-rukları
sarsan rüzgârlara ka-rııyor.
Bu
mahkemede
sanık
sandalyesindeyiz!
Çünkü
gecekondu mahallelerinin, yok-sul ve
acılı halkın türküsünü söylüyoruz.
Bu
mahkemede
sanık
sandalyesindeyiz! Çünkü hergün
hayatı
yeniden
yara-tanların,
alterlerin karısın-da, tribünlerin
akıında yük katarlarına çile
taıyanların;
limanlarda,
antiyelerde bek-leenlerin yürüyü
kolundan yükselen uultuyla yüklü
tür-külerimiz.
Bu
mahkemede
sanık
sandalyesindeyiz!
Çünkü
türkülerimiz üniverse koridorla-rında
savrulan yumruklara kı-vam, gerici
kuvvetlere karı kurulan etten ve
kandan set-lere dayanma gücü
oluyor.
Bu
mahkemede
sanık
sandalyesindeyiz! Çünkü ezi-len,
horlanan, soykırıma u-ratılan Kürt
halkını,
insansız-latırılan
da
köylerinde, tank ve top atei altındaki
kasaba-larda kentlerde yankılanan
türkülerimizle savunuyoruz.
Ve bir kere daha tekrar
ediyoruz ki: Türkülerimiz ölüm
pahasına savunulan her mevzide
dalgalanan
bay-raklarla
kucaklamaya de-vam edecek;
overlokçu kızla-rın, el arabalarının
arkasın-dan sürüklenen iportacıların, asfaltın erittigi yol içilerinin,
temizlik içilerinin, tozlu dosyaların,
uzun
yazı-maların
arasında
yoksulluk-tan usanan memurların,
ö -retmenlerin, aydınların sanatçıların içinde büyüyen öz-lemle
yükleyecek barikatları. Türkülerimiz
cesaretle, dü-manın kalelerini
sarsan cesa-retle bütünleecek.
Bu
mahkemede
sanık
sandalyesindeyiz. Tıpkı bun-dan
2486 yıl önceki gibi. Ya-zılı tarihin
bugüne dein bu-lunabilmi ilk
cezası bir sa-natçıya verilmitir.
Bundan 2486 yıl önce;yani sa'nın
doumundan 494 yıl önce,
tıpkı Grup Yorum gibi bir sanatçı ve sanatçı topluluu ellerinde sazlarla eski Yunan
kentlerinde
dolaıyor,
oluturdukları 50 kiilik koroyla
hem
dans
ediyorlar,
hem
oyunlar oynuyorlar hem de
lirik arkılar söylüyorlardı. lk
epik tiyatronun kurucusu diyebileceimiz
Phrynichus
494 yılında Atina'da "Pereler"
adlı bir oyun oynadı. Konusu
Millet kentinin Pereler tarafından nasıl alındıı. Bu tarih
Millet kentinin Pereler tarafından acımasızca ele geçirilii, kentin yamalanması, insanların öldrülmesi ve tutsak edilerek Persepolis'e götürülmesinin
birinci
yıldönümü. Phrynichus ve topluluu,
Atina'iı yöneticileri Millet kentinin
ezilen, öldürü-len halkına yardıma
koma-makla suçluyor, onların bencil
vurdum
duymazlıklarını
eletiriyordu.
"Atina'lılar
Asya
oniularını kendi balarına koskoca
Pere ordusu karı-sında yalnız
bırakmakla suç-luydular" Atinalı
yöneticiler koskoca bir kent halkının
öl-dürülmesi karısında suçluluklarını sergileyen bir sanat-çıya
tarihin yazılı ilk cezasını vererek
cezalandırmılar;
sazlarıyla,
korolarıyla kent kent dolaan
topluluun bun-dan 2486 yıl önce
tıpkı Grup Yorum'a yapıldıı gibi
oyun-ları, türkü söylemeleri yasaklanmı, ve o zamana dein
görülmemi bir para cezası ile,
1000 drahmi ile Phrynic-hus'u
cezalandırmılardır.
Bu neyi gösterir? Apaçık u
gerçei: Sanat douuyla birlikte
cezalarla karılamı-tır. Çünkü
sanat, sömürülen, ezilen, öldürülen
insanların yanında olmayla birlikte
do-mutur. Özgür düüncenin,
insan haykırıının ilk çılıı sanatta,
sanatçıda kendini biçimlendirmitir.
Ve tüm ce-zalara, yıldırmalara
karın in-sanın direnii sanatçıda
ken-dini belirleyerek tüm aama-
lardan geçe gece günümüze dein
gelmitir.
Devlet
Güvenlik
Mahkemeleri'nin yargıçları unu bil-mek
zorundadırlar:
Sömürü-nün,
haksızlıkların, ikence-nin, zulmün
olduu bir dün-yada sanatçıların
direnii kırılamayacaktır. Sanat direnile dodu, onunla sürüyor. Tıpkı
Phrynichus'un
örenci-si
Aiskhulos'da olduu gibi. Aiskhulos
"zincire vurulu Prometheus" adlı
oyunuyla ilk çaın ilk diyalektik
haykırı-ını bugüne dein ulatırabilmitir. "Bütün tanrılardan nefret
ediyorum.
Acımı
deimeyeceim...
Tüm
bu
zorlamaların hiç biri iktidar-dan
kimin kendisini (Zeus'u) yerle bir
edeceini söylete-meyecektir bana
(...) Acı çekmeye zorunlu olanla birlikte paylaacaım, onun ya-nında
ben de o acıyı "diyen ilk çaın bu
ilk trajedi ustası Aiskhulos kentinden
uzak-latırıldı, ülkesinin dıında ölmek zorunda bırakıldı. Ama sanatçı
en az üçbin yıldan bu yana "acı
çekmeye zorunlu olanla birlikte",
onun ya-nında, onunla birlikte o
acıyı paylamayı sürdürdü.
21. yüzyılın eiinde sanatçıları
hapse
koydurtmak
isteyenler kendilerini u iki kimliin
içinde kaskatı bula-caklardır:
1) Onlar engizisyon mahkemelerinin
yargıçlarıdır.
2)
Demokrasi sözcüklerinin ar-dına
gizlenme gücünü bula-mayacak
kadar
anti-demokrat
ve
despotturlar.
SANATIMIZIN KAYNAI
HALKTIR
nsanın doaya hükmet-meye
yönelik en önemli, en kapsamlı
eyleminin, baım-sızlık, demokrasi
ve sosya-lizm mücadelesinin
içinde yer alıyoruz. Sanatsal faaliyetlerimizle yeni bir dünya kurma
mücadelesine katılır-
TAV IR
3
ken toplumsal yaamın düzenlenmesinde politik müca-delenin
belirleyici rolünün bi-lincindeyiz.
nsan ruhunun mühendisleri olan
sanatçılar, eserleri ve sanatsal
faaliyet-leriyle yaamı yeniden düzenleyen politikanın hizme-tindedir.
17. yüzyılın sonlarında ta-rih
sahnesine ilerici bir sınıf olarak
çıkan burjuvazi, feo-dalizme karı
yürütülen ikti-dar mücadelesinde
emekçi halkı da yanına alırken sanatın insan ruhu üzerindeki etki
gücünden sonuna kadar yararlanmıtı. leri üretim iliki-sini
temsil eden burjuvazinin sanatı da
ilerici bir misyona sahipti. "Eitlik,
özgürlük, kardelik" sloganlarını
sanatsal üretime yansıtarak sanatı
sınıf çıkarlarına hizmet eden bir araç
olarak
kullanmaktan
çekinmemilerdi.
Ancak
emperyalizm ça
ında üretici güçlerin
gelimesini
engelle-yen
"emperyalist"
üretim
biçi-miyle
çürümeye balayan burjuva sistemi
siyasi olarak da, bilim ve sanat
alanında da gericilemitir.
Ülkemiz emperyalizme ba
lı bir
yeni sömürgedir. Emperyalistler ve
yerli ibir-likçileri egemenliklerini
kalıcı kılabilmek için kültürel yaamı
yönlendirmek
ister.
E
itim
kurumlarıyla, kitle iletiim araçlarıyla
hayatın her alanı-na müdahale
ederek halkın degerlerini, hayatı
kavrayı
biçimini
de
itirerek
kültürel kimli
i politik ve ekonomik
egemenliklerinin
sürdürülme-sine
uyum
sa
layacak
ekil-de
biçimlendirmeye çalııyor-lar. te
buna karı çıktı
ımız için sanık
sandalyesindeyiz.
Ruhsal ve düünsel kont-rolü
sa
lamak için dinsel ide-olojinin
etkinlik alanını geni-letiyor; ırkçı,
oven,
milliyeti
duyguları
körükleyerek
faiz -me kitle
tabanı yaratmaya çalııyorlar. te
buna karı
4 TAVIR
çıktı
ımız için
yesindeyiz.
sanık
sandal-
Emperyalizmin
kültür
politikalarını ve faizmin demagojilerini tehir ediyoruz. Si-yasi
gerçeklerin açıklanması-na, kitlelerin
bilinçlenmesine yardımcı oluyoruz.
Ezilen halkların çıkarlarını savunuyor, kurtulu yollarını sergile-yerek
emekçi yı
ınların birli
i do
rultusunda
mücadele ediyoruz. te bunun için
sanık sandalyesindeyiz.
Türkülerimizde yaam sevinci,
daha güzel bir dün-yaya olan inanç
var, hak alma bilinci var. Halkın
kültürel mirasını sınıfsız, sömürüsüz
bir dünya kurma mücadele-sinin
duyarlılıkları
ile
yo
urup
bu
mücadeleye moral de
er-ler, coku
ve direnme gücü aılayan türküler
söylüyoruz. Bizim yaptı
ımız müzik
bu topraklar üzerinde yaayan
halkların,
Türklerin,
Kürtlerin,
Çerkezlerin, Lazların, Erme-nilerin,
Arapların müzi
idir. Yoksul halkların
müzi
ini yapmak, onu gelitirmek,
ev-rensele ulatırmakla sorumlu
sayıyoruz kendimizi. Ulusal kimli
i,
dili, kültürü yok sayı-lan Kürt
halkının türkülerini inatla ve ısrarla
söylemek-ten, konserlerde ve
geceler-de bunun öncülü
ünü yapmaktan gurur duyuyoruz -te bunun
için sanık sandalyesindeyiz.
Kürt
halkının
özgürlük
mücadelesini savundu
u-muz için
bizi zindana atmak isteyenlerin
Galile'ye
dünya
dönmüyor
dedirtmeye
çalı-an
ortaça
engizisyoncula-rından farkı yoktur.
Dünyanın döndü
ü nasıl bir
gerçeklik-se Kürt halkının varlı
ı,
dili, kültürü ve türküleri de böyle bir
gerçekliktir. Kürt halkının türkülerini
söylemeye devam edece
iz.
Sanatımızın kayna
ı halk-tır.
Halkın içinde, omuz ba-ında,
gözünde, kula
ında,
dilinde,
sıkılı
yumru
unda,
umudunda,
sevdasında,
ekme
inde, akındadır türküle-rimiz.
Halkımız aydınlı
a do
ru giden
atılımıyla
esin
kayna
ımızdır.
Eserlerimizi kabul edecek ya da
redde-decek olan halktır. Sadece
halkımız yargılayabilir bizi. Sadece
halkın de
er ölçüle-rine ve
yargılarına önem ver-di
imiz için
gerici kurumlarla ve yasalarla
mücadeleyi er-dem saydı
ımız için
sanık sandalyesindeyiz.
Grup Yorum inat ve cesa-retle
do
ru bildi
i yolda iler-leyen
yasaklara
ve
tutukla-malara
ra
men türkülerini söylemekten
vazgeçmeyen, tutarlı ve ilkeli tavrını
sürdü-ren bir gruptur. Grup Yorum
küçük burjuva sanatçıların yaam
tarzlarıyla,
ahlaklarıy-la,
halka
yabancılamı ken-dini be
enen,
popülist ben-cil tavırlarıyla arasına
kalın çizgiler çekmitir. Grup Yorum'un zenginli
i kollektiviz-midir.
Mücadelenin soluk alıp verdi
i her
alan, mücadeleyi yüre
inde duyan
her insan iirleriyle, ezgileriyle,
eletiri-leriyle ve önerileriyle bu kollektivizmin içindedir. Grup Yorum
hayatın aktı
ı bir po-tadır. Siz
burada
sadece
bizi
yargılamıyorsunuz.
Burada,
kasetlerimizi
dinleyen,
konserlerimizde cokulu halaylar çeken
onbinleri de yargılıyor-sunuz. Bu
davada türkülerini yaptı
ımız yoksul
gecekondu halkı da, her yıl grizu
patla-malarına göçüklere yüzlerce
ölüveren maden içileri; aç ve
açıktaki emekbiler; pa-muk,tütün
ve çay içileri, topraksız köylüler;
üniversite ö
rencileri ve namuslu
ay-dınlar da yargılanmaktadır.
Bizi yargılayan iktidarı sa-mimi
olmaya davet ediyoruz. Siyasi iktidar
imza
koydu
u
uluslararası
anlamalara
uy-muyor.
Paris
artı'nı, Helsinki Senedi'ni, AGK
Anlama-
ları'nı hiçe sayan, baskıyı, ya-sa
ı ve
ikenceyi engelleme-yen iktidar
samimi davranıp bu anlamalardan
imzasını çekmelidir.
SÖMÜRÜNÜN,
HAKSIZLIKLARIN, KENCENN,
ZULMÜN OLDUU BR DÜNYADA
SANATÇILARIN DREN
SÜRECEKTR
nsanlık
tarihi
boyunca
egemenler
sömürüyü
sürdürebilmek için bilim ve düün
adamlarına ve sanatçılara baskı
uygulamılardır. Tarih "tek bir
nefesim ve kuvvetim kaldı
ı sürece
felsefeyle
u
-ramaya,
rastladıklarımı
bu
yönde
yüreklendirmeye ve onlara her
zamanki yöntem-lerle ders vermeye
devam edece
im" diyerek egemenlerin zehirini kendi elleriyle içen
Sokrates'e tanıklık etmitir. Tarih
"dünyanın yuvar-lak olabilece
ini"
ileri süren ve bunu engizisyon
mahke-melerinde tekrarladı
ı için
yakılarak katledilen Buru-no'ya da;
"yarin yana
ından gayri her yerde,
her eyde hep beraber" diyebilmek
için atını saraylara süren eyh
Bedrettin'e ve "ite kemend ite
boynum/ dönen dönsün ben
dönmezem yolumdan" diyen Pir
Sultan'a da tanıklık etmitir.
Nazım Hikmet "bir a
aç gibi tek
ve hür ve bir orman gibi
kardeçesine" yaamak istedi
i için
çeitli davalarda 61 yıl 6 ay hapis
cezasına mahkum edilmiti. "Ben
yan-masam/sen
yanmasan/biz
yanmasak/nasıl çıkar karan-lıklar
aydın
a" diyen ozan iyi ve güzel
gnler
görece
i-miz
inancını
yitirmeden top-lam 18 yıl yattı
cezaevinde
Nazi propaganda bakanı Göbels
"ben ne zaman kültür sözcü
ünü
duysam silahıma sarılırım" demekten
çekinme-mitir. Tarihin en büyük
vah-
etinin yaratıcısı Alman fa-istleri
tonlarca kitabı ve sa-nat eserini
yakmılardır.
2. Paylaım Savaı'ndan sonra
Amerika Birleik Dev-letleri'nde
acımasız bir sanat dümanlı
ı
sergilenmitir. Mc Carty döneminde
'"Ameri-ka'ya Karı Çalımaları Aratırma Komitesi"nce sendika-larda,
üniversitelerde, sine-ma ve tiyatro
alanında
komü-nistleri
ortaya
çıkarmak
için
geni
çaplı
soruturmalar
yü-rütüldü.
Bu
soruturma ko-misyonları aydınları,
sanatçı-ları kara listeye aldı isiz bıraktı, yoksulluk çekmeye mahkum
etti. Tanıklık etme-mekte direnenler
komiteyi aa
ılamak suçuyla hapse
atıldılar. Alger Hiss idam ce-zasına
çarptırıldı. Rosen-bergler bu cadı
kazanında öl-dürüldüler. Ancak Mc
Carty dönemi tarihe ilericiler, devrimciler açısından direni mi-rası da
arma
an etmitir.
arkıcı Paul Robeson "Asıl
Amerika'ya
karı
çalı-anlar
sizlersiniz. Ben kendi halkımın bu
ülkede haklarına kavumasını
istedi
im için buradayım. Yurt dıı
konser-lerinde yaptı
ım konumalardan dolayı buradayım..." di-yordu
ba e
meden oturdu-
u sanık
sandalyesinde.Se-narist
John
Howard Lasson "düüncelere sınır
çizmek ve haberlemeye sansür
koy-mak amacını güden, bu
amacını tutanaklarda da be-lirten
kimselerin saldırısına u
ramaktan
onur duydu
u-nu" söylüyordu.
Tarihin her sayfasında yasak
ve zulüm varsa direni de vardır.
1973 yılında ili'de CIA ve
emperyalist tekellerin deste
iyle
askeri
darbe
ger-çeklemi,
Amerikan
kuklası
generaller
yönetimi devral-mıtı. Victor Jara
12 Eylül Çaramba günü Teknik
Üni-versite ö
rencileri ve içilerle
birlikte "ili" stadyumuna ge-tirilir.
Üniversite hava akınla-rına u
ramı
ve bombalan-mıtır. Subayardan biri
onu tanıyarak üzerine atılır. Ünlü
halk arkıcısı ve tiyatro yönetmenine yapılan ikence-ler böyle
balar. Dipçiklerle rastgele karnına,
baıha ne-resine gelirse vururlar.
Victor Jara yalnız kollarıyla korunur, kesinlikle ba
ırmaz. kencecilerin komutanı "kesin ellerini"
diye emreder. Hava-cı subaylar ve
askerler salo-nun bir kenarına
sürükleyip ellerini tel örgülere
geçirirler
ve
hep
birlikte
parmaklarını parçalarlar. O gün
bebin-den fazla insan vardır stadyumda, hepsi de bu olaya ta-nık
olur. 15 Eylül Cumartesi sabahı onu
tribünden alıp yoldalarının arasına
kattıkla-rında yeni iirini "Stadyum
ili"yi yazmaya balamıtır bile
Victor Jara'yı uzun i-kencelerden
sonra kırk içiy-le birlikte kuruna
dizerler. Ama bir baka direniçinin
arkısında "varsın güç olsun yolum/
dönmeyece
im/
bili-yorum ve
inanıyorum/
amaca
erece
im"
demeyi
sürdürür
Jara
gibi
direnenler. Devrim-ci sanatçılar
mahkeme
kür-sülerinde
ve
zindanlarda Victor Jara'nın elindeki
direni bayra
ını taımayı sürdürecekler te bu inancı savundu
umuz için sanık sandalyesindeyiz.
Yunanistan'da Albaylar Cuntası
bir sıkıyönetim bildi-risiyle "Karar
verdik ve emre-diyoruz. Bu yasak
bütün
ülke
için
geçerlidir.
Theodora-kis'in
müzi
ini
ve
arkılarını söylemek ve da
ıtmak
ya-saktır. Bu emre uymayacak
vatandalar
derhal
askeri
mahkemeye
sevkedilecek
ve
ola
anüstü askeri durum artlarınca
yargılanacaktır"
diye
duyurmulardı.
stanbul Valili
i ise 14.2.1990
tarihli (1990/23 esas nolu) stanbul
1 Nolu
TAVIR
5
dare Mahkemesi Bakanlı-
ına
gönderdi
i yazıda Grup Yorum
için öyle diyor: "... Söz konusu
müzik toplulu
u mensuplarının
bugüne kadar çeitli eylemlere
katıldıkları tespit edilmi ve
konserlerde
aırı
solu
simgeleyen ya da bölücü
mahiyette sloganlar attırmak
suretiyle ço
unlu
u gençlerden
oluan
izleyici
toplulu
unu
galeyana getire-rek bir suçun
ilenmesi için aleni olarak tahrik
ettikleri THKP/C - DEV-SOL
örgütü-nün
militanı
ve
sempatizan-ları oldu
u (...) ve bu
tür kon-serlerden elde edilen
para-nın büyük bir bölümünü bu
örgüte aktararak maddi ve
manevi
destek
sa
ladıkları
anlaılmakta olup, söz konusu
konserlere (...) izin veril-mesi
uygun görülmemitir."
Albaylar Cuntası'nın sıkıyönetim
bildirisiyle
stanbul
Valili
i'nin mahkemeye gönd e rd i i yazı arasında hiç bir
fark yoktur. Soruyoruz: Dev-let
Güvenlik
Mahkemesi'nin
yargıçları cuntacıların bildirilerindeki engizisyon mantı-
ıyla
ve
polis
kaynaklı
valilik
fezlekelerine uyarak mı karar
verecek?
Halka ve halkın sanatçılarına uygulanan amansız baskılar egemen sınıfların gerici
düzenini korumaya yetmeyecek. Tarih köhnemi sistemlerin ve örümcek kafalı yöneticilerinin yok olup gidiinin
örnekleriyle doludur. Onuru
ve erdemi savunarak direnen sanatçıların, ilerici, devrimci sanatçıların halkın gönlünde ve bilincinde yaadı
ına tanı
ız. Pir Sultan Abdal'ın
direni
ruhu
yokedilebildi mi? Nazım Hik-met,
Yılmaz
Güney,
Ruhi
Su
halkmızın mücadelesine güç
katmaya devam etmiyor mu?
Düüncelerini iirlere, öykülere, romanlara, resimlere
yansıtı
ı için komünizm propagandası yaptı
ı gerekçe-
6
T A V I R
siyle tutuklanan, zincire vu-rulan
Rıfat
Ilgaz'ın,
katledilen
Sabahattin
Ali'nin,
ikencelerden
geçirilen,
sürgüne
gönderilen H. zzettin Dinamo'nun, Orhan Kemal'in, A.
Kadir'in, Ahmed Arif'in, En-ver
Gökçe'nin, Aziz Nesin'in, Avni
Memedo
lu'nun, Bala-ban'ın ve
isimlerini
sayama-dı
ımız
yüzlerce sanatçının yasaklanan
eserleri bugün halkların kültürel
yaamında
nasıl
yaayan
de
erler olu-turuyorsa bizim de
türküleri-miz
baskılara
ve
yasaklama-lara ra
men halkların
bilincinde ve sesinde dillenecek.
Ateli silahların saldırısı-na
u
raması,
basılmasının,
yayılmasının hatta adından bile
söz edilmesinin yasak-lanması
Kürt kültürünü yoke-debildi mi?
Kürt kültürü üze-rindeki bütün
baskıları bu kürsüde mahkum
ediyoruz.
Bu
mahkemede
sanık
sandalyesindeyiz. Bizi tutuklamak isteyen anlayı Ruhi Su'yu
bile bile hastalı
ıyla babaa
bırakıp ölüme ter-keden, Yılmaz
Güney'i yıllar boyu halkına
yasaklayan, smail Beikçi'ye
tutaklama
kararları,
hapis
cezaları
ve-ren
anlayıın
devamıdır.
Yazdı
ı bir hikayede as-kerin
aya
ını tökezletti
i için Sait
Faik'i sıkıyönetim komu-tanlı
ına
ça
ıran; bir iirinde-ki "bu çürük
yapı
yıkıldı,
yıkı-lacak"
dizelerinden dolayı 1966 yılında
ö
retmen-air Talip Apaydın'ı
savunma hakkı bile tanımadan
bakan-lık emrine alan; "varmak
için o güzel yarınlara/ bizim de
da
larımız vardır Che Gua-vera"
dedi
i için 1967 yılında Metin
Demirta hakkında so-ruturma
açan; Haldun Ta-ner'in yazdı
ı
ve
1965
yılında
stanbul
Belediyesi
Yeni
Komedi
Tiyatrosu'nda oyna-nan "Ee
in
Gölgesi" adlı oyunda suç unsuru
bulundu-
u
için
oyunun
senaryosuna,
dekoruna, afi ve ilanlarına el
koyan; filmlerin oynanaca-
ı
salonlara
mahalli
polis
göndererek denetleten, san-sür
yasasıyla birlikte, örne
in 1960
yılında "oförün Karısı" adlı
filmdeki "kazancımızı or-taya
koyar birlikte harcarız" sözünü
"bir çeit komünizm düüncesi
aıladı
ı"
gerek-çesiyle
senaryodan çıkartan anlayıı ve
bu anlayıın ben-zer di
er
uygulamalarını yar-gılıyoruz bu
kürsüde.
1963 yılında açtı
ı resim
sergisini inceleme gere
i bile
duymadan komünizm propagandası yaptı
ı savıyla res-sam
Avni Memedo
lu hakkında dava
açan, onu tutuk-latan anlayıla,
19 Haziran 1992 tarihinde
Eskiehir'deki "Bu Yaam BizimSevgi Ve Dostluk enli
i"ndeki
sergi-ledi
imiz oyunlardan, slayt
gösterilerinden,
türkülerden
dolayı bizleri gözaltına alan,
tutuklayan, dia makinasına suç
unsuru diye el koyan ya-sakçı,
baskıcı, sansürcü anlayıı bu
kürsüde mahkum ediyoruz.
Biz halkın sanatçısıyız ve
halkımıza reva görülen her eyin
tanı
ıyız.
Onlara
yönel-tilen
namluların önüne iirle-rimizle,
türkülerimizle,
oyun-larımızla,
resimlerimizle
çıkı-yoruz.
Haksızlı
ın,
ikence-nin,
katliamların oldu
u her yerde
güzelliklere, mutluluk-lara do
ru
açan üretimleri-miz de olacak
Bizler
gözalıcı
vaatlerle
iktidara gelen hükümetlerin
ikiyüzlü
politikalarına
ba
lı,
onların kurallarıyla yaayan,
onlara tabi sanatçılar de
iliz.
Grup Yorum ulatı
ı yere düzenin bütün yozlatırıcı olanaklarına sırt çevirerek geldi.
"Politikadan
vazgeçin,
televizyon ve di
er medya olanaklarına kavuun, köe dö-nün"
tekliflerini
kabul
etme-dik,
etmeyece
iz.
Türküleri-miz
alınıp satılan bir mal
de
ildir. Üretimlerimizi onla-rın
icazeti
ve
yardımları
ekillendirmiyor.
Halkımız onyıllardır an-lamsız
vaatlerle,
nutuklarla
oyalandı,kandırıldı.
12 Eylül'ün ürünü ve fa-ist
yasaların
uygulayıcısı
ANAP
hükümeti halkların gö-zünde deifre
olunca
DYP-SHP
koalisyon
hükümeti gündeme geldi. Öyle
parlak vaatler, gözalıcı programlar
ortaya sürüldü ki geçmi dönemlerde her türlü baskıya u
rayan,
ikencelerden
geçi-rilen
ilericidemokrat sanatçı-aydınlar bile daha
80
öncesi
döktü
ü
kanlar
kurumamı, prim verdi
i katliamlar
unu-tulmamı olan sahte umutla-rın
peine d ü t ü l e r . Karakol-lar
effaf olacak, gözaltında kayıplar,
emniyet pencere-sinden atmalar,
kafasını du-varlara vurup intihar
etmeler ve ikence sona erecekti;
yargısız, sorgusuz infazlar son
bulacaktı. ktidar "ikence yapanın
ellerini kırarım, bana bir kayıp
gösterin bunu yapanların anasından
emdi
i sütü burnundan getireyim"
diyordu. Enflasyon düürüle-cek,
borçlar
ertelenecek,
üc-retler
artacak, düünen, sor-gulayan,
konuan bir Türki-ye, örgütlü bir
topluluk
kuru-lacaktı.
Kürt
realitesi tanınıyordu. DYP, düzene
yedeklenerek tekelci burjuva-zinin ve
ABD emperyalizmi-nin çıkarlarını
korumanın
ampiyonlu
una
soyunan, hak alma mcadelesini,
pro-testo eylemlerini iddet eyle-mi
olarak niteleyen SHP ile birlikte
iktidara geldi. Reform-lar için halktan
süre talep et-tiler. Ama bu sürenin
ne an-lama geldi
i ortadadır. Seçimlerde vaatlerle yaratılan pembe
bulutlar da
ıtıldı. De-mokrasi, insan
hakları, öz-gürlük söylemleri artık
inanır-lı
ını yitirdi. Seçimlerde kan
tazeleyen
iktidarın
demokrasi
maskesi dütü, katliamcı, sö-
mürücü yüzü açı
a çıktı. Tüm
gücüyle deVrimcilere, demokratik
muhalefet odak-larına ve halka
saldırıyorlar. Ancak karılarında
teslimiyeti de
il direni ve atılganlı
ı
bu-luyorlar.
Ekonomik gücü gün geç-tikçe
gerileyen halklar, yürü-yüleri ve
sendikal hak is-temleri copla
karılanan me-murlar; dileriyle,
tırnaklarıyla kurdukları ve ehitler
pahası-na korudukları kondulardan
binlerce polisin operasyonuy-la
kovulmaya çalıılan gece-kondu
emekçileri, do
uda ve güneydo
uda
kurumlatırılan
kontrgerilla
operasyonları
ve
infazlar,
ikenceler, gözaltında kayıplar ve
baskınlar so-nucu Kasım 1991'den
bu ya-na 200'ün üzerinde ölü var.
Ama demokrasicilik oyunu tüm
ikiyüzlülü
üyle devam ediyor. Tabii
ki kültür ve sa-nat alanında da
bitmeyen nu-tuklar, her fırsatta
tekrarla-nan ovlar ve peisıra gelen
baskılar, engellemeler gö-zaltılar,
tutuklamalar,
katliamlar.
Artık
Türkiye'de susturu-lamayan devrimci
sanatçılar katlediliyor. Aye Gülen
tiyat-rocuydu Halkının özgür yarınlara olan umudunu, co-kuyla
sahneye taıyordu. Sa-natın yaamı
belirleyen
politi-kadan
ayrılamayaca
ına, onunla içiçe
yeermesi ge-rekti
ine inanıyordu.
Bunun bedelini yaamıyla ödedi.
Ölümüyle baskılara, haksız-lıklara
nasıl karı konulaca
ı-nı gösterdi.
ktidar namlusu-nu devrimci bir
sanatçıya yö-neltmiken bu savaın
bir baka yöntemi olarak da demokrasi ovları devam edi-yordu.
"Yasaklar yasaklana-cak"... "Hiçbir
sanatçı
ürünle-rinden
dolayı
tutuklanmaya-cak" derken hemen
yanıbalarında
gerçekleen-leri
görmezden geliyorlar.
TE MD
KARINIZDAYIZ
Grup Yorum kuruldu
u 1985
yılından
bu
yana
kon-ser
yasaklarıyla,
gözaltılarla,
soruturmalarla
davalarla
ve
tutuklama kararlarıyla karı-latı.
Adlarımızın polis zabıt-larında,
mahkeme tutanakla-rında, arama
tezkerelerinde
yeralmasından
utanmıyoruz. Grup Yorum'un 20
konseri-nin yasaklanması, 8 kez ve
16 gün gözaltında tutulması, 12
soruturma ve davada sanık
sandalyesine oturtulup iki kez ve 95
gün cezaevine konulması, yasal
kasetlerinin bazı illere sokulmaması,
bazı illerde toplatılması, kasetleri-ni
dinleyen ö
rencilerin DGM'nde
yargılanması, kimi üyelerine hiç bir
yasal daya-nak yokken pasaport
veril-memesi bu ülkede ortaça
karanlı
ını sürdürmek iste-yenlerin
varlı
ıyla açıklanabi-lir.
Bu ülkede faizmin kültür ve
sanat dümanlı
ı hüküm sürüyor.
Çalımalarımızı
yü-rüttü
ümüz
Ortaköy Kültür Merkezi'ne ve
OKM'ndeki
di
er
sanatsal
faaliyetlere yönelik baskılar hiçbir
yasal ölçü ve sınıra sı
mıyor 19
Haziran 1992'de Eskie-hir'de
gerçekleen "Bu Ya-am BizimSevgi Ve Dostluk enli
i" için Grup
Yorum'un da içlerinde oldu
u 13
sanat-çı ve 7 tertip komitesi üyesi
hakkında tutuklama kararı verildi.
Bir sanat etkinli
ine 20 tutuklama
kararı veren hukuk ça
dııdır.
Eskiehir Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaya ve mahkeme üyeleri,
Grup
Özgürlük
Tür-küsü'nden
sanatçı Hüseyin Akbulut'un enli
e
katılıp ka-tılmadı
ını aratırmaya
gerek bile duymadan hakkında tutuklama kararı verdiler. Hü-seyin,
Eskiehir'deki konsere katılamamıtı.
Avukatlarının Hüseyin için verdikleri
itiraz dilekçelerinin de reddedilme-si
önyargılı ve saldırgan bir davranıla
karı karıya ol-
TAVIR
7
du
umuzu göstermiyor mu? te
bunun için teslim olma-dık.
Denetimden
geçerek
kasetimizde yeralan Em Ne Bınketi
Ne adlı Kürtçe arkı-nın bu kaset
yüzbinler sat-mıken savcılıkça suç
unsuru olarak gösterilmesi bizi potansiyel suçlu olarak görüp kural
tanımaz bir biçimde suç yaratılmaya
çalııldı
ını kanıt-lamıyor mu? te
bunun için teslim olmadık Bizi
günlerce
gözaltında
tutanlar,
tutukla-yanlar hakkımızda açılan bütün davaların beraatle sonuçlanmasını
dikkate
almayarak
Eskiehir kararlarıyla yeni bir
haksızlı
a u
ramamızı istedi-ler.
Hukuk diye diye hukuk'u katledenleri
tehir etmek için teslim olmama
hakkımızı
kul-landık.
Bugün
mahkemeye geliimiz de tehir
anlayıımı-zın sonucudur.
Eskiehir'de verilen karar-ların
sorumluları tarihin say-falarında
benzersiz
bir
yer
edindiler.
Ça
ımızın utanç belgeleri insanlı
ın
kara leke-si olarak aktarılacak
gelecek kuaklara.
te imdi karınızdayız!
Kuruluu
ça
da
hukuk
kurallarıyla
ba
damayan
bu
mahkemenin yargıçları ku-kusuz
verece
iniz
kararın
in-sanlık
tarihindeki yerinizi etki-leyece
ini
biliyorsunuz. Sa-natçıları zindanlara
atarak utanç payelerine ulamak da
elinizde, insan haklarına say-gı
duymak da. Kararınızın ne-siller boyu
tartıılaca
ını, gelecek kuakların
sizi kararla-rınızla anacaklarını
biliyorsunuz.
te imdi karınızdayız!
Emirlerin, yasaların, zin-cirlerin,
demir parmaklıkların, dara
açlarının
halktan
yana
sanatı
yokedebilece
ini
mi
sanıyorsunuz?
1973 darbesinden sonra ili
Cuntası Quena, Zampo-
8
T A V I R
na, Cherango adlı halk müzi-
i
çalgılarını yasaklamıtı. Bu müzik
aletlerinin kitlelere gösterilmesi, kitle
önünde
çalınması
politik
ayaklanma-nın propaganda araları
olarak görüldü
ünden, bu alet-leri
çalanlar siyasi faaliyet sürdürüyor
gerekçesiyle
tu-tuklanıyordu
Yasaklar ve katliamlarla korunan ili
cuntası yıkıldı. Ama onca yasa-
a
ra
men bu aletler bugün ili'nin
varolarında
Victor
Jara'nın
türküleriyle özgürlü-
ün, eitli
in,
ayaklanmanın sembolü olarak
yaıyorlar.
te imdi karınızdayız. Ve
soruyoruz:
Yunan cuntası Theodora-kis'i
toplama kamplarına ka-patarak
susturabildi mi? Theodorakis en
güzel
arkı-larını
hücrelerde
bestelemi-tir. Kalın duvarlar, paslı
de-mirler kâr etmemi, direni
arkıları Yunan halkına ula-mıtır.
Bir kere daha hatırlat-mak istiyoruz:
Mersin tutuk-laması Grup Yorum'u
susturabildi mi?
te imdi karınızdayız!
Çürüyen
düzene
uyum
sa
lamayı düünmedik, ica-zet
kabul etmedik. Bakaları gibi
bavullarımızı toplayıp teslim olmak
yerine direnme-yi ye
ledik. Güzel
bir dünya kurma, kardeçe yaama
özlemi için bedeller ödedik,
yenilerini
ödemeye
hazırız.
Ekme
ine ve türkülerine sal-dırılan
acılı, kahırlı ama umutlu ve
mücadeleci bir halkın ba
rında
saklanıyor-duk.
te
imdi
karınızdayız. Ama hapishaneleriniz
bizi yıldıramaz Konya ovasından
bahtsız tarlalara, ter yuma
ı
tezgahlara,
kondulara,
üniversitelere emekçi selinin yı-
ıldı
ı
meydanlara ve alev alev yanan
doruklara ulaa-cak türkülerimiz.
EMEKÇ HALKIN SÖYLENECEK
SÖZÜ OLDUKÇA, MÜCADELE
SÜRDÜKÇE GRUP YORUM
SUSMAYACAK
Hiçbir karar Grup Yo-rum'u
yolundan döndüre-mez.
Toplumsal ve siyasal ger-çekli
i
yorumlayıı, ülkesini ve dünyayı
de
itirme
müca-delesinde
duydu
u sorumlu-luk, devrimci
sanatçı tavrı Grup Yorum'un hiç
susma-yaca
ını gösteriyor. Halkın
hak arama ve alma mücade-lesi
eyleme dönüürken, Grup Yorum
bu mücadeleyi omuzlayan kollektif
yapının içinde mücadelenin acılarını,
sevinçlerini, umutlarını ve öf-kelerini
iliklerinde duyarak yaamaya ve
türkületirme-ye devam edecek.
Hiçbir karar Grup Yo-rum'u
yolundan döndüre-mez.
Hayat
yürüdükçe,
geni
meydanlara açılan bir yol se-riyor
önümüze. Yürüdükçe çiçeklenen
da
ları, kırları ge-tiriyor bize. Adım
attıkça yıkı-lan her köhnemi duvarın
ye-rinde, tu
laları kavganın alevinde piirilmi, harcına halkın
öfkesi, cokusu ve alınterinin
katıldı
ı bir yapı yükseliyor.
Hiçbir karar Grup Yo-rum'u
yolundan döndüre-mez.
"Dünyanın
kırlarında,
varolarında,
sokaklarında
fabrikalarında, okullarında öz-gürlük
güneine koanlara selam olsun"
Özgürlük mü-cadelesinin sesi Grup
Yorum'un sesi hiç susmayacak.
"Gelecek bizimdir, gele-cek
içilerin ve ezilen halkla-rındır."
Türkülerimiz birgün zafer türküleri
olarak
söyle-necek.
Buna
inanıyoruz. Bu inanç için mücadele
etmek-ten onu duyuyoruz.
AYDIN MISIN?
Kilim gibi dokumada mutsuzluu Gidip gelen kara
kular havada Saflar tutulmu top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin Duymuyor
musun
Kaldır baını kan uykulardan Böyle
yürek böyle atardamar Atmaz olsun
Ses ol ıık ol yumruk ol
Karayeller baına indirmeden çatını Sel suları
bastıın topraı döndm dönüm Alıp götürmeden
büyük denizlere Çabuk ol
Tam çaı ie balamanın doan günle Bu içine
tükürdüün kitapları yeniden Her satırında buram
buram alınteri Her sayfası günlük günelik Utanma
suçun tümü senin deil Yırt otuzunda aldıın
diplomayı Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmi alanlar sarılmı Tel
örgüler çevirmi yöreni Fırıl fırıl alıcı
kular tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun Aç iki
kolunu iki yanına Korkuluk ol
RIFAT ILGAZ
TAV I R
9
SANATÇILAR CEPHESNDE
YEN BR EY YOK.
Selçuk
DEMRC
EVGL
RUM,
GRUP YO-
Merhaba
arkadalar,
yürek dolusu merhaba.
Özgürlüünüz eliniz-den
almalı 48 gün ol-mu.
Birkaç gün sonra da
mahkemeniz var. Sizi
orada görebilecek olmanın
heyecanıyla
çarpıyor kalbim. Neredesiniz
bilmiyorum ama bizlere hiç de
uzak olmadıınızdan eminim.
Adresinizi bilmesem bile yakınlıınızın rahatlııyla yazıyo-rum
bu mektubu.
Tavır'da günlüünüzü okudum. Mücadelenin içinde yeeren sanatçıların her koul-da
üretkenliini,
yaratıcılıını
kanıtlıyorsunuz. Peki biz neler
yaptık, biraz bundan bahset-mek
istiyorum. Mahkemeye çarı
metniniz elimize ula-mıtı. Bu
metni her kesime ulatırmalıydık.
Ben sanatçıla-rı dolatım. Yüze
yakın isim belirledik ve baladım
dola-maya. lk duraım -Türkiye
Yazarlar Sendikası.
Hava oldukça sıcak. Fakat
birkaç saat sonra bile her ta-rafı
sel götürecek denli ya-mur
yama olasılıı var. Bu nedenle o
kızgın
günete
ya-nıma
emsiyemi alıp Türkiye Yazarlar
Sendikası'nın
Setüs-tü'ndeki
binalarına doru yola
10 T A V I R
koyuldum. Ellerinde emsiyelerle dolaan tiörtlü insanlar
dolu ortalık. Üstelik normal
bireymi gibi. Bu normallik
tuhafıma gidiyor. Nazım Hikmet'in dizelerini geçiriyorum
aklımdan. "Acayipleti hava-lar/
Bir güne, bir yamur, bir kar/
Atom bombası deneme-lerinden
diyorlar..." Havaların acayiplii
yalnızca
atom
bom-bası
denemelerinden
deil
ama,
kapitalizmin kar hırsı ve rekabeti
dünyada denge diye birey
bırakmamı. Ne ozon tabakası
salam kalmı ne de ormanlar.
Yazarlar
Sendi-kası'na
geldiimde bu günün toplantı
günleri olduunu ve hepsini
orada bulacaımı bili-yordum.
Dün aynı nedenle gittiimde
görevli söylemiti. Sizin çarı
metninizi de bırak-mıtım. Yani
neden geldiimi de biliyorlardı.
Görevli
arka-da
biraz
beklememi
söyledi.
Giri
kapısının
hemen
yanın-daki
masada duran sanat dergilerini
gözden geçirdim. Tavır yoktu.
Oysa
onlara
yol-lamıtık.
Gelmemi olduunu düünürken
Tahir Öz el ik elinde Tavır'la
yanıma geldi. "Biz de imdi
derginizi
inceli-yorduk.
Arif
Damar hakkında yazdıklarınızı
okuduk". Ardın-dan ekledi; "Valla
Arif solcu-luk üzerine mangalda
kül bı-rakmaz ama.." "Ama?"
"Ama
bu sözleri gerçekten söylemi
mi?...
Bilmiyorum.
Röportaj
yapan arkadaınız biraz da
gazetecilik gerei abartmı da
olabilir". Hatırlıyorsunuz deil mi
Arif Damar'ı? Aye Glen'in
katledilmesi ve ge-nelde kültür ve
sanat üzerin-deki baskılarla ilgili
birkaç sa-yıdır Tavır'da çıkan
"Susmak
Onaylamaktır"
baılııyla ya-yınladıımız seri
röportajda, önce küçümseyen,
sonra korktuunu söyleyip yanıt
vermeyen ve Bodrum'a gidip iir
yazacaını
söyleyen
"a-ir".
Geçmite
yazdıı
iirler-den
dolayı komünizm propagandası
yaptıı için hakkında defalarca
soruturma açılan air. "Hayır"
dedim, "aksine yumuatılmı hali".
Bir masa-ya otuVduk, biraz sonra
Haya-ti Asılyazıcı da geldi. çeride
Oktay Akbal, Demirta Cey-hun
ve dier yazarların da olduunu
biliyordum ama ne-dense onlar
gelmediler.
Etraf-lıca
Eskiehir'deki
enlii
ve
sonrasındaki gelimeleri anlattım. Onlara göre de 12 Ey-lül
uygulamaları devam edi-yordu.
Neydi bu Grup Yo-rum'un baına
gelenler. Ra-hat bıraksınlardı
artık unları. "Grup Yorum gibi
sanatçılar rahat bırakılmıyorsa,
halkların üzerindeki baskılar gün
geç-tikçe artıyorsa bunda aydın
ve sanatçıların duyarsızlıı ve
suskunluunun da payı var.
Birlikte hareket edip tepki
göstermedikçe, siyasi iktida-rın
vaatler ve uygulamalar konusundaki ikiyüzlülüünü hep
birlikte tehir edip bu konuda bir
baskı unsuru oluturma-dıkça
saldırılar daha da arta-cak.
Artık günümüzde sanatçılar
katlediliyor. Buna dur de-menin
ve bu suskunluu kır-manın ilk
adımı
12
Austos'taki
20
sanatçının durumasına gitmek
olsun". Bunları söylediimde
masada ilginç bir hareketlenme
oldu. Tedirginlikleri kolaylıkla
farke-diliyordu. Hayır hayır bu insanlar biraz önceki sözleri
söyleyenler deildi. Kısa sü-rede
evrim geirdiklerine ve her birinin
birer Arif Damar'a dönütüklerine
tanık oldum. "Eee, bugün son
toplantımızı yapıyoruz, sonra
tatile çıkaca-ız. Ben o tarihte
Antalya'da olacaım". "Ben de
ne za-mandır yurtdıına
gitmiyor-dum". Ve pei sıra
korkunun teorileri sıralandı: "Valla
aslın-da öyle bir dönemde
yaıyo-ruz ki Arif Damar
korkmakta haklı". "Ben ahsen bir
vatan-da olarak Sirkeci'den
Bakır-köy'e trenle gitmeye bile
kor-kuyorum". Teorilerinde de baarılı deillerdi. "Valla imza isteseniz verirdik ama Sendika
adına atamayız. Öyle sorunlarımız var ki, dernek muamele-si
yapıyorlar bize". Sendikacı-lık
görevlerini yerine getirebili-yorlar
mı acaba, diye düün-düm.
Egemen sınıfların, ken-dilerine
alternatif olan devrim-cilere,
devrimci sanatçılara ve
üretimlerine azgınca saldırmalarına karı çıkmak onların
tüzüklerinde yazmıyor galiba.
Peki ya kafalarında? Tam o
sırada Melisa Hanım belirdi;
Genel Sekreter ve o andaki
kurtaracıları. "Hah! Melisa Hn. bu
delikanlı OKM Tavır'dan.
Söyleyecekleri varmı, bir de siz
dinleseniz" dedi ve kalktı Tahir
Özçelik. Baa döndüm, tekrar
anlattım. "Gündem maddemize
alacaız" dedi, toplantıya
giderken. Arkaların-dan
seslendim, "o zaman lüt-fen
ciddiye de alın ve sonuç-larını
bize bildirin!". Tabi" dedi Melisa
Hn. "Biraz bekleyin imdi
gelirim". Beklemeye baladım.
Pencereden dıarı baktıımda o
nefis manzaray-la karılatım.
Hava hâlâ gü-zel ve açık. Boaz
tüm mavili-iyle Kabata'tan
Marmara'ya doru akıyor.
Salacak ve Kız Kulesi elle
dokunacak kadar yakın. "Off,
imdi Antalya ya da Bodrum'da
tatil ne de gü-zel olur". Evet
arkadalar, Se-tüstü"nde bunlar
düünülü-yor. Hem de
utanmadan, sı-kılmadan.
Sanatçının çaının
tanıı olduunu biliyorlar mı
acaba? Bence biliyorlar, hem de
çok iyi ve hâlâ bu sözü
söylemekten de kaçınmazlar.
Ama bir kere daha hatırlatmakta yarar var galiba; Sa-natçı
çaının
tanııdır.
Halkına
uygulanan baskıya ve teröre
sessiz kalamaz. Çalıır, çaba-lar,
üretir
ve
onların
özgürce
yaaması için gerekli mücadelenin bir halkasını oluturur.
Eiticidir, gelitiricidir. Sanatçı
susmaz, kendisine bir baskı
uygulanırsa korkup bir köeye
çekilmez. Sanatçı katledilir ama
emekten yana ürünleri, inancı ve
düünceleriyle hal-kın kültüründe
hep yaar. Öl-mek, yokolmak
istiyorlarsa
böyle
yaamaya
devam etsin-ler ama yaamak
istiyorlarsa kalemlerini silaha
çevirsinler,
silahlarını
da
dorultsunlar zorbalıa.
Yarım saat kadar bekledim,
kimse gelmedi. Görevliye sonuçları OKM'ye iletmelerini istedim. Kapıdan çıkarken Tür-kiye
Yazarlar Sendikası lev-hası iliti
tekrar
gözüme.
Lev-hayı
deitirmek
istedim
ama
olanaım yoktu. Olsaydı unu
yazardım herhalde; "Ölü" Yazarlar Sendikası". Emperya-lizmin
pazar kavgasının so-
nuçları doayla birlikte kimi
sanatçıları da dengesizletir-mi.
Bir o yana, bir bu yana. Ama
halktan
yana
deil.
Toplantılarının
sonuçlarını
iletmediler, mahkemenizde de
olmayacaklar. Çünkü;
Onlar imdi tatilde.
Çarınızı en geni kesimle-re
ulatırmak ve onların mahkemeye gelmelerini sala-mak
için
öylesine
youn
bir
çalımanın içindeyiz ki, size
duyduumuz özlemin ve sevginin, inancınızı ve kavganızı
paylamanın istekli ve heye-canlı
uraını veriyoruz. Ak-amları
biraraya
geiip
kimle-re
ulamıız, kimler gelecek diye bir
muhasebe
çıkardıımızda..."eee... eyy"... ama yok
yok hiç de aırtıcı deil, hayal
kırıklıı
deil,
sanatçılar
cephesinden aldıımız yanıt-lar.
Ah u sanatçılar! Üstelik hepsi
de pek duyarlılar. Söy-lediimiz
hereye
katılıyor-lar,
bizi
doruluyorlar,
kendi
balarındaki
sorunlardan
bahsediyorlar ama öylesine
younlar ve o kadar çok ile-ri
var ki, mahkemeye gelemezlermi, gelmeyi çok istedikleri halde. Örnein Selda Hn.
o tarihlerde TV çekimi ol-masa
gelirmi. Aytaç Arman
TAVIR
11
ve Halil Ergün Adıyaman'da film
çekimindelermi, çekim olmasa
gelirlermi.
Fotorafçı
Sevil
Üzrek'in Karadeniz'de ani bir
çekim ii çıkmı, bu nedenle
gelemezmi. Kemal Özer o
tarihlerde
burada
olmayacakmı, yoksa gelirmi. Mi
mi
mi...
Önyargılı
düündüümü, olayları subjektif
deerlendirdiimi sanmayın. Evet
bu gerekeler doru ola-bilir ama
eer 20. yüzyılda ve demokrasi
nutuklarının atıldıı bir ülkede bir
gecede sanat-sal etkinliklerinden
dolayı 13 sanatçı ve bir sanatsal
etkinlik
düzenleyen
7
kii
hakkında
tutuklama
kararı
çıkartılıyor, o sanatçıların evleri
basılıyor, bulunanlar cezaevine
gönde-riliyorsa ve mahkemeye
çıka-rılıp yargılanacaklarsa ite o
anda kalemler bırakılır, film
çekimleri, TV çekimleri yarıda
kesilir, tatiller ertelenir ve o
mahkemeye
gelinir.
Sizleri
dünyanın merkezine koymu da
deilim. Çünkü unun bi-linmesi
gerekir. Orada, Konya DGM'de
suçlanan, yargılanan sadece siz
deilsiniz.
Sustu-rulamayan
türküler,
oyunlar,
iirler,
yokedilemeyen
düün-celer
suçlanacak ve savunu-lacak o
kürsülerde.
Üzerlerine
alınmıyorlarsa kendi bilecek-leri
i.
mız ya da telesekreterlerine
defalarca not bıraktıımız sanatçılar da var. Ama bir du-yarlılık
göstermek için ille de bizim
ulamamız mı gerekir? O
insanların
gazetelerde,
dergilerde, bazen küçük bir kö-ede
bazen de büyük punto-larla
hakkınızda
çıkan
haber-leri,
röportajları okumadıkları-nı yani
olaydan haberdar olmadıklarını
düünmek
fazla
iyimserlik,
gereksiz bir hogö-rü olur
herhalde. Ama bu hogörüyü
kimi sanatçılara gösterdik. Bunlar
özellikle aramadıımız, gerek
görme-diimiz
sanatçılardı.
Örnein Edip Akbayram. Çünkü
eer arasaydık karımıza ei
çıka-bilirdi ya da kendisi. Ve diyebilirdi ki bize; "hayır efendim,
gelmiyoruz. Yorum'un 'potansiyel suçlu' olmadıı ne malum".
Aye Gülen'in katlinden sonra
açtıımız imza kam-panyasında
telefona
ei
çıkmı,
imza
vermeyeceklerini söylemi ve
ardından
ekle-miti:
"Onun
terörist
olmadıı-nı
nereden
bilelim". "Bu konu-da aynı yanıtı
Melike Demi-ra'dan da almıtık.
Geçmite yaptıklarını reddeden
ve dev-letin icazetiyle ortalıkta
boy gösteren bir sanatçıya deer
vermemiz mümkün deil. Eh biz
de
gereksiz
yere
vakit
kaybetmek, böylesi bir sinir
bozuculukla tekrar karıla-mak
Her olumsuz yanıttan sonra istemedik ve aramadık onları.
Orhan yilerle evinde yaptıı-mız Yani Edip Akbayram ve Melike
sohbette
konutuumuz
bir Demira'ı hogörü-yoruz. Çünkü
cümle geliyor aklıma. "n-sanlara, onlardan her-hangi bir duyarlılık
devrimci düüncele-rimiz ve beklemiyo-ruz.
ürünlerimizle hak alma ve
mücadele bilincini gö-türürken bu
bilinci önce bir yana savrulmu
aydın
ve
sa-natçılara
Haa, bir de "ulaılmayan"
kazandırmak
gereki-yor.
Bu
bizim sorumluluu-muz". Ve bu sanatçılar var. Tabii çalı, çabala,
sorumluluk
iin-de eletiriden yüksek mertebelere gel. Ondan
sonra öyle herkesle görümek
kaçınmayız.
olur mu hiç? Örnein Zülfü
Bir yandan sanatçılar, ayLivaneli. Sekreter duvarını amak
dınlar, bir yandan bürokratlar,
mümkün de-il. Aynı kalın duvar
gazeteciler, çevremizde tanıTimur Selçuk'u ararken de çıktı
dıımız, tanımadıımız pek çok
karımıza. Telefonda sekreter
insanla konuuyor, çarı-nızdan
önce "kendisi yok, bana söyve 12 Austos'un öne-minden
leyin, ben iletirim" dedi. Ko-nuyu
bahsediyoruz.
anlatınca
da
ne
söylese
Tabii arayıp da bulamadıı- beenirsiniz; "Kendisi uzun
12 TAVIR
süre gelmeyecek, ona ne siz
ulaabilirsiniz ne de ben".
Bence iyi bir ogrenci. Dersini de
iyi ezberlemi.
Ulatıımız ve ulaamadıı-mız
sanatçılardan bekledii-miz hiç
bir zaman bir yardım deildi.
Bütün istediimiz so-rumlulukları
çerçevesinde ya-amaları ve
davranmaları. Or-tak noktalarda
biraraya
gelip
dayanıma
içerisinde
olmak
bu
sorumluluun gereidir. Konya
Devlet Güvenlik Mah-kemesi
iddia makamı sizi "kürtçülük ve
bölücülük"
prog-pagandası
yapmakla
suçlu-yor.
Siz,
halkların kardelii, Kürt ve Türk
emekçilerinin or-tak kurtuluu için
söylüyorsu-nuz
türkülerinizi.
Kürdistan'lı devrimcilerin, Kürt
sanatçıların ve Kürt kültür
kurumlarının sizin yanınızda
olması gerek-miyor mu?
Çalımalarımız
çerçevesinde
bu bilinci taıyan sanatçı-larla
karılatık. Avni Meme-dolu,
Rıfat Ilgaz, Aydın Il-gaz, Hayati
Azim, Orhan yi-ler, Mehmet
Arslan, Adnan Yücel, Zeynep
Oral. Bu in-sanlar kaleme,
fırçaya, boya-ya olan tutkularını
hayata
ve
insanlıa
karı
duyarlılıkla
bu-luturabilmi
sanatçılar. Hep-si gelemeyecek
mahkemeni-ze
ama
tüm
samimiyetleriyle
duyarlıklarını
bize
aktardılar.
Ve
adsız
devrimci sanatçılar... Üzerlerine
düen görev-leri eksiksiz yerine
getirdiler.
Siz kürsüde "bizi ancak halk
yargılayabilir,
siz
deil"
diyeceksiniz eminim. Ve hal-kın
kimleri yargılayacaını bu zor
günler çok iyi gösteriyor.
Halkın içinde yaayan ve
içinde halkı yaatan sanatçılar
yargılanamaz.
Hiç bir güç onları ve eserlerini
engelleyemez.
Özgürlüünüzün engellendii bu günlerde yepyeni Cemo'lar ve
Cesaret'lerle çıkıp geleceksi-niz
yine. Dörtgözle bekliyoruz sizi.
Hoçakalın.
Ö Y K Ü
t geçidin karısın-da
merdivenlerin bitimindeki
duvarın önünde durmu
ba-na bakıyorsun. nanamıyorum. Merdivenleri
ikier üçer atlayıp komak
isti-yorum sana. Kar taneleri uçuyor hücrelerinde.
Donakalıyorum.
Rüzgârlar esiyor dört bir yandan.
Akıp gidiyorsun. Günee karımı
saçların rüzgârlarla salınıyor. Açılmı
alnın biraz, böyle de
ildi son
gördü
ümde.
Da
ların
doru
undasın.
Duyamadı
ım
bir
türküye durmu
dudakların.
Mavzerin teti
inde parma-
ın
okuyorsun yavatan.
Alt geçitten çıkıp dolaıyo-rum
tüm
gecekonduları.
Emek
kavgasının türküsünü söylüyor
diyorum zmir'de Zeybek... Kars'ta
Bar'dasın. Ekmek çıkınlarını sırtlayıp
ko-uyorum pein sıra. Karaça-lılar
aya
ımı kanatıyor.
yorum. Benim diyorum ses-sizce.
Beni tanımadın mı? Uçup bir a
aca
konuyorsun o ara. Bir bakası
geliyor ya-nına... Sonra bir bakası
da-ha... Karanlıklarda yitip gidiyorsun. Kaybetmek seni ve bir
daha hiç görememek bel-ki de.
Korkularım
alevlen-mi,
kouyorum
karanlı
ın
içinde.
Kouyorum,
kouyo-rum,
kouyorum... Yine alt-geçitteyim.
Hâlâ
alacakaran-lık.Sen
yine
orada, duvarın önündesin ve
gülümsüyor-sun.
Yakalıyorum bu kez seni. Sarılıp
öpmek, gö
süne yas-lanmak sonra.
Yüre
inin türküsünü dinlemek. Elin
omu-zumda, yürüyoruz istanbul
bomboçasına.
Zaman
nıyorum.
yok
diyorsun.
Ara-
Elim elinde kouyoruz. Siren
sesleri yankılanıyor her bir yanda.
Panzerler tutmu köebalarını.
Köpek havla-malarına karımı
siren ses-lerine . Projektörler parçalıyor
geceyi. Gece bölünmü ve
apaydınlık O zaman görebi-
Gel diyorsun.
Bir merdiven çıkıyorum.
Merdivenler geri-sin geri akıyor,
gele-miyorum.
Öylece kalakal-mısın orada.
ARANIYOR
End yazacak perdede. Kut-larım
sizi çocuklar derken küçük efendi,
anariye dar-be indirdik demeçleri
vere-cek büyük efendi/
Yaralısın.
Bu taraftan diyor bir ses. Bir
araba frenliyor yanıbaı-mızda.
Çarçabuk
biniyoruz.
aıyorum,sürücü koltu
u bo.
Bir yürek var sadece tıp tıp atılarını
duyumsadı
ım Araba kullanmada
usta mı usta. Uçuyoruz gökdelenlerin üstünden. Köpek havla-maları,
siren sesleri duyul-mazlaırken
panzerler kay-boluyor birer birer.
Küçücük bir evdeyiz. Uzanıyorsun boyluboyunca. Gözlerim
gökyüzünden
bir
parça,
ya
murlarını bırakıyor avucumdaki
eline. ki yürek daha geliyor o ara,
beyaz gi-yimli. Göz kapaklarını açıp
bakarken biri, tansiyon aleti-ni
koluna takıyor yanındaki.
Do
rulup
kalkıyorsun
tıpkı
masallardaki gibi Gazetede-ki
resimlerine
bakıyo-rum.Çekip
uzatıyorum saçını sakalını, kesip
kısaltıyorum.
Gözlerimi kapatıp açana
kadar ben kaybolup gidiyorsun kuluk vakti
Aranıyorum ben diyorsun.
iki kii yanımdan
geçip
merdivenleri
çıkıyor. Bakıp geçiyorlar sana.
Burada kimse yok
diyorum.
Yürümeye balıyorsun. Arada
bir arkana dönüp bakıyorsun
izleniyor muyum di-ye Gerisingeri
giden merdivenler de akıyor pein
sıra. Ne bir sokak lambası, ne bir
ıık...
Koyu karanlık.
Gözlerinin parıltısını görü-
Hayati
AZM
liyorum. Geni mi geni bir
caddedeyiz, kouyoruz elele.
Apartmanlara,
dük-kânlara
kaçııyor kimi. Bal-konlardan,
perde araların-dan bakanlar da
var ürkek-çe. Banketlerde dikilip
kal-mı binlerce insan bir gerilim
filminin son karelerini izliyor. Kızla
o
lan vurulacak, The
Yine o alt geçitte-yim. Ne
zaman gel-dim buraya.
Biraz daha karanlık imdi. Sen yine orada-sın.
Duvarın önünde. O
gördü
üm yürekler de
yanın-da.
Gülümsüyorsu-nuz.
Merdivenler size akıyor bu kez.
Bu bir duvar, bu bir ilan. Aranıyor
yazmılar ba-ınıza. Çekip alıyorum
sizi duvardan. Bulamayacak-lar...
T A V I R 13
SUSARAK KONUANLAR
Susun
Konumayın siz
Çünkü bundan böyle
En çetin susmalarıyla yücelenler
Kayıp bedenlerinde suskunun keskinli
iyle
bilenenler
konuacak
Susun siz ıssız yolların gece ıslıkları
Konumayın
Küfür kâr ve korku ma
arasının tortuları
Siz rüvet gözlüler
afyon bakılılar
emanet hırsızları
Konumayın siz batanaa
ı bunalım girdapları
Susun
Açmayın a
zınızı zehirli sözcükler kusanlar
üphe ve tereddüt dünyasının ayya kahramanları
Yeil bir dolara esir
Yeil bir doların gölgesinde
nsan ruhu satanlar
14 T A V I R
Susun siz
Konumayın
nsanlık suçlarının uzmanları
Arabeski dubleler eli
inde
Babelası gerçeklerden kaçarak a
layanlar
Ahh yalanlar yalanlar...
Yalandan a
layanlar
Susun siz
Konumayın
Sevgi diyarı halkımın kalpsiz çölleri
ak yoksulları
nefret adaları
Susun siz
Konumayın
Lanet dualarının iman tahtaları
Nem üre ve kan yurdu kuytulukların
sahte kabadayıları
ibilenler
güçten anlayanlar
gündüzgözü kabusları
Susun siz
nsan kılı
ında dolaan akrep kuyrukları
Susun siz
Konumayın
Banka borsa ve sanayi artıklarında
Tırnaklarına kadar ya
ba
layanlar
Doping haplarında efelik arayanlar
Bayan Manukyan bile utanırken rekorundan
Manukyanların dizi dibinde kirli ya
lı
kirli ya
lı gülenler
kirli ya
lı korkanlar
kirli ya
lı a
layanlar
kirli ya
lı yalanlar yalanlar...
Susun
Susun siz susun
Kirli ya
lı döllenip
kirli ya
lı ölenler...
Susun siz
Konumayın
Özleri ve sözleriyle insanlık dümanlar ı
Bolukta savrulan yel sözlüler Dolar ve
riyal kırması gözlüler Sizin ruhunuz Ferhat
ve irinsizdir Beyinleriniz sermaye
medyalarının oyunca
ı yüreksizdir
yürekleriniz
Susun siz
Konumayın
Çünkü bundan böyle
En çetin susmalarıyla yücelenler
Kayıp bedenlerinde suskunun keskinli
iyle
bilenenler
konuacak
Susun yoksa suçlarınızı anarsınız
andıkça ölürsünüz
susun yoksa
ölürsünüz
ölürsünüz...
BAK ALTIN
TAVIR 15
ULUSAL KURTULU VE KÜLTÜR II
Amilcar
CABRAL
urtulu
mücadelesi,
yükseli
sürecinde
farklı çıkarları uyum
içine sokup çelikile-ri
çözmeli ye kurtu-lu ve
ilerleme
ara-yıında
ortak hedef-ler tayin
etmelidir. Bu hedeflerin
halkın geni kesimleri
tarafından benimsenmesi -ki bu
kendini halkın özveri gerekti-ren
güçlükler
karısında
aldı-ı
kararlı tavırla gösterir- bü-yük bir
politik ve moral zafer-dir. Bu
aynı
zamanda
kurtu-lu
hareketinin geliimi ve baarısı
açısından da belirle-yici önemi
olan bir kültürel baarıdır... Baskı
altına
alın-masına,
gördüü
zulme, sö-mürgecilerle ittifak
halindeki bazı sosyal grupların
ihaneti-ne ramen Afrika kültürü
köylere
ormanlara,
sömürgeciliin kurbanı olan kuakların ruhlarına sıınarak tüm
fırtınaları atlatmayı bilmitir.
Türünün ayakta kalıp geliebilmesi için uygun bir filizlen-me
anınrkollayan tohum gibi, Afrika
halklarının kültürü de ulusal
kurtulu
mücadelele-rinde
bugün
yeniden
serpilip
gelimektedir Bu mücadele-nin
biçimleri, baarı ve geli-milik
düzeyleri ne olursa ol-sun,
bunlar kıtanın tarihinde
16 T A V I R
yeni bir dönemin balangıç
noktasını oluturmakta ve hem
biçim hem de içerik ola-rak Afrika
halklarının
yaa-mındaki
en
önemli kültürel unsur olmaktadır.
Bu kültürel gücün hem meyvesi
hem de bir kanıtı olan Afrika
halklarının özgürlük mücadelesi,
kül-türün ilerlemenin hizmetinde,geliiminde yeni yeni ufuk-lar
açmaktadır.
Afrika kültürünün evrensel
degeri artık su götürmez bir
gerçektir; ancak u da unutulmamalıdır ki elleri ,ozanın deyiiyle, "tarihin temel talarını bir
bir yerletiren" Afrika insa-nı, eer sürekli degilse- ou zaman
kültürünü güç koullar içinde,
çöllerden ekvator or-manlarına,
sahillerdeki batak-lıklardan büyük
nehirlerin sık sık sel altında kalan
kıyılarına, bitkiler ve hayvanların
yanı sı-ra insanları da yok eden
sal-gın gibi onca güç koullara
ramen gelitirebilmitir. Basil
Davidson'la dier Afrika ta-rih ve
kültür aratırmacılarının da hem
fikir olduu gibi, Afrika insanı,
olumsuz
çevre
ko-ullarına
ramen gösterdii ekonomik,
politik,
sosyal
ve
kültürel
alanlardaki
baarıla-rıyla
bir
destan yaratmıtır.
Kukusuz bu gerçeklik Afrika
halklarının
kurtuluu
ve
ilerlemesi uruna savaanlar için
bir gurur ve tevik kayna-ıdır.
Fakat hiçbir kültürün tam ve
mükemmel
olmadıı-nı
da
unutmamak gerekir. Tarih gibi
kültür de büyüyen ve gelien bir
olgudur.
Ancak
daha
da
önemlisi, u gerçek de hesaba
katılmalıdır ki,bir kültürün temel
karakteristii, çevrenin ekonomik
ve sosyal gerçekligiyle yani onu
yara-tan
toplumun
üretici
güçleri-nin düzeyi ve üretim
tarzıyla arasındaki balarının
baımlı ve iki yanlı bir nitelik
göster-mesidir.
Tarihin bir meyvesi olan
kültür, her an toplumun, bi-reyinsanın ve kendisini do-ayla ve
ortak yaamın zo-runluluklarıyla
karı karıya getiren çelikileri
içinde top-lumsal bir varlık olan
insanın
maddi
ve
ruhsal
gerçekliini yansıtır. Buradan da
kültü rün
temel
ve
tali
unsurlardan,
güçlülükle
zayıflıklardan,
ba-arıyla
baarısızlıklardan, olumlu ve
olumsuz yönler-den, ilerleten
faktörlerle dur-duran ya da
gerileten
faktör-lerden
olutuunu
görürüz.
Yine
buradan unu da göre-biliriz ki toplumun yarattıı bir olgu ve
tarihinin her bir
rak
Afrika
halklarının
kültürel deerlerinin sürekli
gözardı edilmesi Afrika'ya
büyük zarar vermitir.
Aynı biçimde, hayati
aamasnı belirleyen çelikileri
çözmek üzere toplumun ürettii çözümlerle
dengelerin sentezi olan kültür sosyal bir gergekliktir ve insanların
iradesinden,
derisinin
renginden veya gözlerinin
biçiminden
baımsızdır.
Hiç kuku götürmez ki, ırkçı bakı
açısına ve Afrika'lının
yabancılar tarafından sömürülmesinin devamlılıını
salama niyetlerine balı olaönem taıyan ilerleme ihtiyacının
gerekliligi
çerçevesinde
olur
olmaz her eyin övülmesi;
hataların görmez-likten gelinip
sadece
dorula-rın
yüceltilmesiyle
yetinilme-si;
kültürel deerlerin o anda ya da
potansiyel olarak taı-dıkları
gerici
unsurlarını
hesa-ba
katmaksızın
körü
körüne
benimsenmesi; objektif ve maddi
tarihsel gerçekliinin ifa-desi
olanla garip bir mizacın ürünü ya
da zihnin yaratisi olarak ortaya
çıkanın birbiri-ne karıtırılması;
sanatsal ya-ratıcılıın sözde
ırksal özellik-lerle açıklanmaya
kalkılması; ve nihayet kültür
olgusunun bilimsel olmayan bir
ekilde deerlendirilmesi... gibi
tavır ya da davranılar da Afrika'ya daha az zarar vermemitir.
Bu yüzden önemli olan, Afrika kültür deerlerinin özgülözgül olmayan karakteristik-leri
üzerindeki bo tartıma-larla
zaman
kaybetmeyip,
bu
deerlere insanlıın evriminin bir
ya da birkaç evresinde meydana
getirdigi ortak mira-sı adına
küçük
bir
parçasının
ele
geçirilmesi olarak bak-maktadır.
Yine
Onemli
olan,
Afrika
kültürlerinin, kurtulu hareketi ve
ilerlemenin ge-
reklilikleriyle
ilikileri
çerçevesinde
eletirel analizlerinin
yapılması-dır. Afrika
kültürlerinin evrensel
uygarlık çerçe-vesindeki
deerinin bilin-cinde
olmak ancak bu ara-da,
-üstünlüünü veya
aaılıını saptamak için
deil- ilerleme mücadelesinin genel çerçevesi için-de
Afrika kültürünün ne gibi
katkılarla bulundugunu ve
bulunabileceini ve dierlerinden neler alabileceini ya
da alması gerektiini saptamak
üzere bu deeri dier
kültürlerinkiyle karılatırmak da
önemlidir.
Daha once de söylediimiz
gibi, kurtulu, hareketi eylemi-ni
halkın kültürünün tam bilgi-si
üzerine kurmalı, bu kültü-rün
unsurlarını ,gerçek yerle-rini ve
her bir sosyal grupta ulatıı
düzeyi
tesbit
edebil-melidir.
Hareket aynı biçimde, halkın
kültür deerlerinin bütünlüü
içinde temel olanla tali olanı,
olumluyla
olumsu-zu,
ilerici
olanla gerici olanı ve güçlülükle
zayıflıı
birbirin-den
ayırdedebilmelidir. Mü-cadelenin
gerekliliklerinin bir fonksiyonu
olmaları ve tali olanı unutmadan
eylemin temel olan üzerinde
younlatı-rılabilmesi, olumlu ve
ilerici
unsurların
gelitirilebilmesi, olumsuz ve
gerici
unsurlarla
mücadele
edebilmesi ve ni-
n verimli bir
ekilde
hayet
gücü
kullanılabilmesi ve zayıflıın
ortadan kaldırılma-sı ya da
güce
dönütürülebil-mesi
bakımlarından bütün bunlar
gereklidir.
Kurtulu
hareketinin
asıl
hedefinin, politik baımsızlıın kazanılmasından da öte,
daha üstteki, üretici güçlerin
tam kurtuluuna, halkın ekonomik, sosyal ve kültürel geliiminin salanması düzeyine geçilmesi oldugu ne kadar kavranılırsa, kültür deerlerinin
kurtulu
mücadelesi
çerçevesinde
seçmeci bir analize tabi tutulmasının gereklilii de o kadar
çok
ortaya
çıkar.
Kültür
deerlerinin böylesi bir analize
tabi tutulmasının gereklilii
özellikle, özgürlük
T AV I R
17
ları
ve
kendi
sorunları
için
buldukları çö zümleri
aynen
benimsemenin ne
kadar üto-pik ve
saçma
olduunu
gös-termitir.
davasında iddete bavur-mak
üzere halkın güçlü ve disiplinli bir
politik örgütü-nün yönetiminde
harekete geçirilip örgütlenerek sömürgeci iddete karı koy-ması
gerektii zamanlarda yani silahlı
ulusal
kurtulu
mücadelesi
dönemlerin de acil bir nitelik
kazanır.
Kültürün olumsuz deerle-ri
genellikle mücadelenin geliiminin
ve ilerlemenin önünde bir engel
oluturur-lar.
Bu
perspektifle
kurtulu mücadelesi, yukarıda sözü
edilen analizlerin ötesinde, siyasal
eylemin geliimine paralel olarak ve
derece de-rece, mücadelede yer
alan farklı sosyal grupların "kültür
düzeylerini biraraya getirip içiçe
sokmalı" ve
bunları silahlı
mücadelenin geliimine destek ve
zemin oluturan
18 T A V I R
ulusal
kültür
gücüne
dönütürmelidir. u da bilinmelidir ki,
kültürel gerçekliin analizi daha
batan
halkın
mücadelenin
gereklilikleriyle karı kar-ıya kaldıı
andaki
güçlü
yan-larını
ve
zayıflıklarını az çok ortaya koyar ve
böylece politik ve askeri alanlarda
izlene-cek strateji ve taktiklerin oluumuna önemli katkılarda bu-lunur.
Fakat buna ramen, kültürel
sorunların
karmaıklı-ı
ancak
mücadele sırasında trn boyutları ile
kendisini gösterir. Bu da, sadece
mücadelenin ortaya çıkarabilecei
bu gerçekliklere göre sık sık strateji
Ve taktik uyarlamaları gerektirir.
Mücadele deneyim-leri, kendi yerel
gerçeklerini (ve özellikle de kültürel
ger-çekliini) hesaba katmaksızın
dier halkların kurtulu mücadelelerinde gelitirdikleri plan-
Yapılan
hazırlıkların
boyutu ne olursa olsun,
mücadele
nin
balangıcında
ne
kurtulu
hareketinin, liderle-rinin,
ne
militan
kadroların ve ne
de halk kit-lelerinin,
kültür deerlerinin
mücadelenin geliimi
üzerin-deki
güçlü
etki-si, kültürün yaratacaı ola-naklar
getire-cei
sınırlamalar
ve
hepsinden önemlisi
kültü-rün halk açısından ne kadar bitmez
tüken-mez
bir
cesaret kaynaı, moral destek,
zorluklarını gö-üslemelerini ve
hatta "mucizeler" yaratmalar salayacak fiziksel ve ruhsal bir enerji
kaynaı olduu hakkın-da net bir
fikirleri yoktur.
Fakat aynı kültür bazı alanlarda,
tam bir engel ve güçlük,
gerçeklerin yanlı yorumlan-masına
yol açan, görevleri saptıran, savaın
bilimsel, teknik ve politik gereklilikleriyle karı karıya olan müca-delenin
verimliliiyle tempo-sunu düüren
bir kaynak da olabilmektedir.
Sömürgeciye karı balatı-lan
silahlı kurtulu mücadele-si, hem
kurtulu hareketinin lider kesiminin
hem de mü-cadelede yer alan çeitli
sos-yal grupların kültür düzeyleri-nin
geliimi açısından zorlu
fakat verimli bir unsura dönüür.
Genellikle "küçük burjuvazinin" (aydınlar, memurlar) ya da
kentli emekçi sınıfın (içi-ler,
oförler, genel olarak üc-retliler
içinden
çıkan
kurtulu
hareketinin
liderleri,
kırsal
bölgelerdeki farklı köylü gruplarıyla gün gün, yan yana yaayarak halkı her gün daha fazla
tanırlar.
Onların
kültürel
deerlerinin
(felsefi,
politik,
sanatsal, sosyal ve ahlaki
zenginliini kefeder, ülkenin
ekonomik
gerçekleri, halkın
sorunları, acı ve umutları
hakkında daha net yargılara
sahip olurlar.
Emekçi kitlelere ve de özellikle büyük çounluu okuma-yazma bilmeyen ve hayatı boyunca köyünden ya da
yakın çevresinden dıarı çıkmamı olan köylülere gelince, bunlar dier gruplarla temasa geçerek, daha önceden bu tür temaslarını engelleyen
komplekslerinden
kurtulurlar. Mücadelede oynadıkları hayati rolün farkına
varır; daha dün sadece köylerinden oluan evrenlerinin
sınırlarını aıp, ilerici bir ekil-de
ülkeleriyle ve dünyayla birleir;
mücadelenin acil ve gelecekteki
gereklilikleri açı-sından yararlı
olacak sonsuz yeni bilgiler edinir
ve müca-delenin hedefledii
ulusal ve sosyal devrimin
ilkelerini özümleyerek politik
bilinçleri-ni
güçlendirirler.
Böylelikle kurtulu hareketinin
ardında-ki temel gücü salama
biçi-mindeki belirleyici rollerini
daha kolay oynarlar.
Bildiimiz gibi silahlı kurtulu
mcadelesi, halkın önem-li bir
bölümünün harekete ge-çirilip
örgütlenmesini, çeitli sosyal
sınıfların
politik
ve
moral
birliinin salanmasını, modern
silahların
ve
dier
sava
araçlarının en verimli ekilde
kullanılmasını, kabile
zihniyeti kalıntılarının ilerici bir
ekilde tasfiyesini ve mücadelenin geliiminin önünde
engel oluturan sosyal, din-sel
kural ve tabuların (Jeron-tokrasi
(1), nepotizm 2), ka-dının ikinci
plana atılması, mücadelenin
rasyonel ve ulusal karakterine
ters düen dinsel tören ve
uygulamalar, vs.) reddedilmesini
gerektirir Mücadele yıınların
yaamı-na derin deiiklikler
getirir. Bundan dolayı silahlı
kurtulu mücadelesi, kültürel
ilerleme yolunda yapılan gerçek
bir zorlu yürüyütür.
Silahlı kurtulu mücadelesi-nin
doasında var olan u özellikleri
getirin
gözünüzün
önüne:
Demokrasinin,
eleti-riözeletirinin hayata geçiril-mesi,
kitlelerin
kendi
yaam-larını
yönlendirme
sorumlulu-unun
artması,
okuma-yazma
çalımaları,
okulların
salık
hizmetlerinin yaratıl-ması, köylü
ve içi kökenli kadroların
eitilmesi ve dier birçok
baarılar.
Bu
özellikleri
düündüümüzde unu görü-rüz
ki, silahlı mücadele kültü-rün
sadece bir ürünü deil, aynı
zamanda "onun belirle-yicisidir".
Bu da kukusuz sa-vaın
gerekleri
dorultusun-da
gösterdii
özverilerinin
karılıında halkın elde ettii bir
ödüldür. Bu perspektifte kurtulu
hareketinin,
müca-delenin
belirleyici ve ayrılmaz bir parçası
olarak
kültürel
di-reniin
hedeflerini net bir ekilde
saptaması gerekir.
Buraya kadar söylenenler-den
u sonuca varabiliriz ki, ulusal
baımsızlıın
kazanıl-ması
çerçevesinde
ve
halkın
ekonomik-sosyal
geliimi
perspektifinde hedefler en az
aadaki gibi olmalıdır: "Bir halk
kültürünün" ve tüm olumlu yerli
kültür deerlerinin gelitirilmesi;
mücadele-nin tarihiyle baarıları
üzerin-de yükselen "bir ulusal
kültü-rün gelitirilmesi"; halkın
(tüm sosyal grupların) "politik,
mo-
ral ve yurtseverlik bilincinin",
baımsızlık, adalet ve ilerleme
davasına balılık ve öz-veri
ruhunun
gelitirilip
yükseltilmesi; mücadelenin gereklerine uygun teknik, teknolojik ve "bilimsel bir kültürün"
gehtirilmesi; in-sanlıın sanat i
bilim, edebi-yat vb. alanlarda
gerçekle-tirdii
ilerlemelerin
seçmeci bir yolla özümlenmesi
teme-linde,
kendi
evrimi
perspekti-finde
çada
dünyayla
bü-tünlemek
amacıyla
"evren-sel
bir
kültürün"
gelitirilmesi;
hümanizm,
dayanıma,
insanlıa karılıksız sadakat
duygularının
sürekli
olarak
yükseltilmesi.
Bu hedeflerin gerçekletirilmesi hiç de olanaksız deildir, çünkü emperyalist bir
tehditle karı karıya bulu-nan
Afrika halklarının somut yaam
koullarında silahlı kurtulu
mücadelesi
tarih
içinde
gerçekleen
bir
döl-lenme
eylemi-kültürümüzün ve Afrikalı
özümüzün balıca ifadesidir.
Zafer anında bu, kurtuluunu
gerçekletiren halkın kültürünün
ileriye do -ru bir sıçramasına
dönüt-rülmelidir.
Bunun
gerçekletirilememesi demek, mücadele sırasında harcanan çaba ve özverilerin boa gitmesi, mücadelenin hedeflerine varamaması ve halkın genel tarihsel
çerçevedeki ilerleme fırsatını
kaçırması demek olacaktır.
(1) Jerontokras i: h tiyarla r ın yönetimi
(2) Nepotizm::Akrabalarınkayrılması
* Bu metin ilk kez Syracuse
Üniversite'sinde, Dou Afrika Aratırmaları
Program çerçevesinde Eduardo Mondlane
anısı-na düzenlenen seminerler sıra-sında,
20 ubat 1970 günü su-nulmutur.
TAVI R
19
Ö Y K Ü
BR MLTANA
Ören ayrımına varmayı inceliklerin ve çiçeklerin
kokularını ayırmayı
hakkın yok arasıra bile yanlı yapmaya uzun yollar
için dünyaya geldin
"gündem'' inde ıık var seçtiin yolun ve cesaret
yalnızca insana özgü!
NICOLE DRAGO
Türkçesi: Kemal Özer
Erem Melike Roman
UNUTKAN
Ekin
YILMAZ
gün
de,
dier
günlerde olduu gibi
istedii
saatte
uyanamamıtı. Perde
aralıından sızan ve
oda ka-ranlıını bir
çizgi halinde bölen güne ııı da alma-saydı
gözünü, kimbilir daha
ne
kadar
uyuyacaktı.
Yataın sıcaklıı, kalkmaya olan isteksizliiyle bütünleince yatak
daha da çukurlama-ya, baı biraz
daha yastıa gömülmeye baladı.
.... Alelacele üstünü giyin-mi,
saını solunu devire devire hem
atıtırıyor hem de çıkmaya
hazırlanıyordu. Çok önemli bir
randevusunu kaçırmak üzereydi. O
sırada olanlar oluyor, ardı ardına
gerçek yaamda aklına gelmeyecek denli aksilik gelii-yor, bir
türlü kendisini evin dıına, sokaa
atamıyordu. Alnının, gösünün ve
koltuk
20 T A V I R
altlarının ter içinde olduunu
farketti. Sıkıntı ile ne yapa-caını
düünürken, bir el sır-tını sarsarak
"Al u havluyu, çok terlemisin"
dedi...
Aynı sarsıntıyı bu kez ger-çekten
hissediyordu sırtın-da. Hafifçe
gözünü araladı-ında Kemal'in
elinde bir havluyla "A u havluyu,
ne çok terlemisin böyle" diyen
sevecen
yüzüyle
karılatı.
Gerçekten ter içindey-di,hafızasını
yokladı, biraz önce rüyada
yaadıkları
geçti
gözünün
önünden.
Randevuya
yetiemeyiinin ne kadar anlamsız
aksilikler-den
kaynaklandıını
hatırla-yınca kendisi de güldü rüyasına.
Birkaç dakika içinde gülü-ü
dondu.... imdi sadece tedirginlik,
geç
kalmılıın
douracaı
aksilikler, bunla-rın altından nasıl
kalkacaı-nın telalı burukluu
okunu-yordu gözlerinden. Kırmızı-
laan yüz, daha sonra sa-rafmaya
baladı.
Randevuya geç kalabile-ceini
düünerek
süratle
fır-ladı
yataından. On dakika sonra
kendisini sokakta, te-lala yürür
buldu. Ne sokak-lar, ne insan
yüzleri, ne tela-ını merakla izleyen
köebaı müdavimlerini umursamıyordu. Öyle ya da böyle bir tek
ey
vardı
aklında
"Yetimeliyim..."
Heyecanla sol kolunu kal-dırıp
baktıında
saatini
tak-mayı
unuttuunu farketti. Al-ternatif
randevu saati de nerdeyse geldi
de geçiyordu. Bir ara soluklanmak
için duraksadı. Sol tarafta, önüne,
kaldırıma küçük masalar
dizilmi bir kahvede çayını
yudumlayan birini gördü. Bu oydu.
Yüzünün yeniden kı-zardıını ve
midesinin kasıl-dıını hissetti.
imdi kahve-nin içindeydi ve eli
nasıl ya-natıını
bilmedii
Meh-
Ö Y K Ü
met'in avucundaydı.
Mehmet sinirli olduunu belli
etmemeye çalıarak, sessizce
ama etkili sözlerle konumaya
baladı... Nasıl böyle sorumsuz
olabilirdi?
"Bir açıklaması vardır herhalde."
Düündü...
in
açıkçası,
söylenecek birey yoktu, dudaklarından mırıltı halinde" Saat..."
sözcüü döküldü... Sonra bu
sözcüe daha bir güçlü sarılarak
sürdürmeye çalıtı konumasını.
"Ama çalmadı... "Bunları söylerken
elindeki çay kaıı ile masa-nın
soluk bordo örtüsü üze-rinde
sürekli daireler çiziyor-du. Gözleri
buz gibi olmu çaydaydı. Bir süre
sonra
çiz-dii
dairelerin
küçüldüünü farketti. Hep aynı
noktada
dönüp
durdugunu
düündü birden... Ve içinden bir
ses fısıltı halinde unları söyledi
ona.. "..t... samimi ol"
Kendisine i yarattıını, kı-sa
sürede
bitirebilecekken,
aır
davranıp çok geç yattı-ını ama
saatini kurmayı unuttuunu anlattı
birbir...
Anlatırken yüzünün kırmı-zılıı
daha da allaıyor, ama endieli yüz
konuuyor, dü-rüstçe paylaıyor
olmanın verdii huzurla doluyordu.
Mehmet
elini omzuna koyduunda sanki Ta-mam.."der
gibiydi. "Anla-dım". Yapmı olduu
hata-nın altında ezildiini ve ciddi
kaygılarla düncelerini aça-bildiim
görünce Mehmet de vazgeçmiti,
daha fazla üze-rine gitmekten.
Soluk tahtalı küçük kahvenin ön
camına yakın masada imdi,
birbiri-nin sıcaklıını ve samimiyetini bütünleyen bir hava ha-kimdi.
Yapılacak
olan
çalı-manın
detaylarını konumak üzere daha
uygun bir yere doru yola
koyuldular.
... Kemal, arkadaının te-
lala kendini sokaa atmasını biraz akın, biraz ne ol
duunu anlama gayreti içinde izlemiti. Sonra o da kahvaltı yapmadan, elinde keyifle
ısırdıı
küçük
peynirli
ekmeiyle
dütü
yollara.
Otobste önde oturan çocuk
dikkatini çekmiti. Çok sevimli kocaman kara gözleriyle oförü izliyordu. Öylesine
dalmıtı ki oföre, otobüsü
kendi sürüyor gibiydi. Çocuun kara gözleri içinde kendi
çocukluuna
dalıp
gitti
Kemal... Nasıl da parçalardı
kendini tahta arabasını sürerken. En güzel oyuncaıydı.
Elinden
düürmez,
sokakta, evde, balkonda büyüklerin
azarlamasına
aldırmaz,oynamaya
devam
ederdi. Sonra bilyalı küçük bir
araba daha yapmıtı ken-disine...
Otobüsün ani tre-niyle sıyrıldı
düüncelerin-den. Kafasını soluna
doru çevirip baktı, inmesi gereken
duraı geçtiklerini anladı. Ancak
asıl sorun bu degildi. Yaklaık 100
metre ötede çevirme vardı.
Otobüsün durduu durak ise öyle
inip, kolayca gidebilecei bir yere
benzemiyordu.
Çaresiz
ne
yapacaını
düünürken
elini
gösüne
doru
götürdü...
Parmakları imdi daha hızlı
çalııyor, gösünü yırtarcası-na
dolanıyordu. Eli,bir göm-leinin, bir
ceketinin cebine giriyor, olmadı
pantolonunun cebini yokluyordu.
Ama yok-tu ite Birden vücudunun
ürperdiini, souk ter damlacıklarının önce alnında birik-tigini,
sonra
akaından
ya-vaça
süzüldüünü hissetti.
"Lanet olsun..." üzerinin temiz
olduuna mı sevinsey-di, yoksa
nerde bıraktıını ya da nerde
düürdüünü
anımsayamadıı
notları bu-lamayıına mı üzülseydi.
Kendisini alıp yıllar öncesine
götüren küçük çocuu fark
etti yeniden, ne gerei vardı
duygusallıın? Ya üzerinde olsaydı
notu yok edebilecek miydi acaba?
nmesi gere-ken yeri geçmemi
olsaydı, bu tür muhasebeye hiç
ge-rek kalmayacaktı.
Önce telalı ifadeyi sildi
yüzünden. Yava yava sa-kin,
sıradan bir insanın sa-dece
meraklı gözlerle ba-kan hali gelip
oturdu yüzü-ne. Hafifçe ama acıyla
gü-lümsedi.
Tıpkı
evde
arkadaının
geç
kaldıını
anladıında
yüzüne
donan
gülümseme gibi... Sorum-suzca
davranmasının yükü-nü binlerce
kat
daha
fazla
hissetti
omuzlarında. Kam-buru hafifçe
çıkmı,
öylece
oturuyordu.
Kimliini cüzda-nından çıkarıp
uzatırken çok özenli ve doal
davrandı.
Fazlaca
elinde
tutmadan geri verdi polis,aynı
sakinlik-le aldı o da.Kimlii
cüzdanı-na
yerletirirken
birdenbire ortaya çıkan katlanmı
küçük kaıtları gördü.Tehlike
geçmiti ama öfkeden don-du
kaldı. Elinde cüzdanı, öylece durdu
biraz... Aklından cüzdanı kendisine
armaan eden yoldaının sözleri
geç-ti:
"Özverili çabalarla ina et-tiimiz,
kanla canla beslediimiz mücadeleyi gelitir-mek için
öncelikle
zaafları-mızı
ve
eksikliklerimizi
gi-dermeliyiz.
Bunu bir an olsun aklından
çıkartma."
çinden bir kere daha söz verdi
kendine. Kontrol bit-mi, otobüs
hareket etmiti. Artık ne dalgın
küçük çocu-un gözleri ne de
sokak-ta,evde ve odada elinden
düürmedii tahta araba vardı
aklında.
Yoldaının söyledii
sözleri
kafasında
yinelerken,
dudaı hafifçe titriyordu...
T A V I R 21
UMUT
Umutluyum ben
bu uzun yürüyüten
bizim yürüyüümüzden
sıcak ve ateli günlerden
ve emekçi ellerden umutluyum ben
umutluyum
bu zorlu mücadeleden
Gençlerin ve kızların
omuzlarındaki silahlardan
Siyahların Afrikasından
Ve Atlantiin eteklerinden umutluyum ben
Afrikalı kadınlar alıyor
çocuklarımız açtır diyorlar
onların gözyaları, ülkelerin bakaldırısıdır
azı kanlıdır emperyalizmin
ölüyor siyah bebekler
siyah bebekler aç
Afrika aç
ve çıplak
umutluyum ben bugün zencilerin mızraklarından
bu umutlarımız, ki
bugün Filistin ve Kürdistan direnilerinde
kızıl afaklardır.
bugün halklar uyanı içerisinde
Devrimlere gebedir Paul Robeson'un ülkesi
ve özgürlük güllerinden bir soluktur,
siyahların bakaldırısı.
umutluyum sevgilim:
bilinçli ve aydın içilerden
Emekçi köylülerden
ve sarı, kırmızı, yeil renkli bayraktan
bu özgürlük yürüyüünden umutluyum ben
O senin umudundur benim
umudumdur bizim umudumuzdur
mazlum halkların umududur Ve
biliyorum, O uzaklarda deil.
bomba ve top sesleriyle birlikte
Savaçı kızların zılgıt seslerini duyuyorum
Emperyalizm sarsılıyor
özgürlük kavgası kızgınıyor
ve kavga güzelleiyor
artık deliniyor karanlık geceler
ve onlar devrimlerin aydınlıından korkuyorlar
umutluyum yoldalar!
daların doruklarındaki halaylardan
kızıl çiçeklerden
bahardan ve yazdan umutluyum ben
açtı kızıl karanfiller, ortadouda
intifadayla süslendi, Filistin kentleri
Mem-û Zîne'nin ülkesinde,
Kürt halkı halay tutmu
nan ki, bu sevdadan umutluyum sevgilim!
22 T A V I R
HEVDAR
Hevîdarım ez
Ji vêmea dırej
Jı mea me
Jı va rojên germ û bı agır
Û ji desten kedkar hevîdarım ez
Hevîdarım
Ji vê tekoîna bı dıjwar
Ji çekên l mılên xort û keçikan
Ji Efrîqaya reıkan
ÛJ ji pea Atlantikê hevîdarım ez
Jınên Efrîqayê dıgrîn
û dıbêjın: zarokên me bırçîne
û hêstırên çavên wana
serhıldanên welatane
Emperyalî dev bı xwîne
derguên reık dımırın
derguên reık bırçîne
Efrîqa bırçîye
û tazîye
îro ji rimên reikan hevîdarım ez
Van hevîyên me
îro berbangên sorın dı berxwedanên
Fîlîstîn û kurdîstanê da
îro dı nav îyarbunêdane gel
ji oreanra avıse welatê
paul robson
û behnekî ji gûlen Azadîye
Serhldana reıkan
Hevîdarım Lê yara mın
Ji karkerên zana û bıbawerî
Ji gundîyen zehmetke
û ji Ala kesk û sor û zer
Ji vê mea Azadî hevîdarım ez
Ew hevîy a teye
hevîya mıne
hevîya meye
hevîya gelen bındeste
û zanım ew en Lı dure
bı dengen topan û orıncaura
zılxıten keçikên ervan dıbîsım
Emperyalî hejan dibe
Serê Azadî germ dıbe
û er xwe dıbe
êdî dıçırın van even tar î
û wana ji ronahîya oreen dıtırsın
Hevîdarım havelno!
Ji dîlana serê çîyan
Jı kulîlkên sor
Jı havînan
û ji bıharan hevîdarım ez
Qeranfilen sor vebun
lı rojhılata navînê
bı întifadayê xemılîn
ar îs tanên Fîlistînê
Geê kurd govend girtîye
Lı welatê men û zînê
û bawerke, jı vê evînê, hevîdarım ez yarê
SALEHÊ HESEN
T A V I R 23
DYARBAKIR
NOTLARI
SEYRANTEPE'DE
YAAM
Z o z a n EVÎNDAR
iyarbakır'dayız,
Di-yarbakır'ın en büyük
gecekondu
mahallelerinden
biri
olan
Seyrantepe'de...
Seyrantepe; Siirt, Urfa,
Elazı yolunun kesitii
bölgede ku-rulmu, ehir
merke-zine 5-6 km.
uzaklıkta 3000 hanelik bir yerleim birimi.
Adeta bir köy 2-3 yl-dır inaatı
süren
salık
ocaı
henüz
bitirilememi. Ortao-kul 1 yıl önce
yapılmı. lko-kula birletirilen
lköretim okulu yasak savar gibi
Mahallenin giriinde ek-mek
piirdikleri tandırlarla karılaıyoruz
ve tandır yapı-mında kullandıkları
malze-
24 T A V I R
meler yıılı; toprak ve su tenekeleri
Tandırlar sıra sıra, kuyu aızları,
kesik küpler gibi toprak heykeller.
Bir yanda da TEK binası... Beton
duvarın tel kafeslerin yanında dizi
dizi bidonlar, fo-toraf çekerken
yüzlerini
ka-payan
kadınlar,
çocuklar.
ki gözlü bir gecekondunun
önünde duran insanlar bize bakıyor
merakla. Yanlarına yanaıyoruz.
Dergimizi, da-ha önce dergimizde
yayınla-nan "Beritan Göçebeleri" adlı
yazımızı gösteriyoruz. Böyle bir yazı
hazırlamak
istedii-mizi
söylüyoruz.
Yazıyı görünce içlerinden
- "Bizim durumumuz onlar-dan
kötü." diyor.
- "Ama bu insanlar göçe-be,
yerleik hayatları bile yok."
desek de diretiyorlar.
- "Bizim de iimiz
yok, bo geçiyor."
gücümüz
Ayak üstü yapılan bu soh-bet
gittikçe koyulaıyor. Ya-nımızdan su
taıyan kadınlar geçiyor. Burnuna
sinekler üümü küçük bir kız
çocu-u elinde bo bir bidon çemeye doru yürüyor. Kadın-lar ve
çocuklar sabahtan ak-ama kadar
birkaç kez ve arasıra giriyorlarmı.
Ara sıra barımalar,su kavgaları
olu-yormu.
Kadınların günlük yaamla-
nnın bir parçası, bitmez çilesi
olmu u toprak.
Gençler botaymı, hepsi-ni
kahvede
bulabileceimizi
söylüyorlar. bulabilme umuduyla
köyden ehire gö-çün sonucu
olumu
bu
ge-cekondu
mahallelerini dola-ıyoruz gençlerle
birlikte. "Benim köyde 6 dönümlük
arazim var Ancak 8 nüfu-suz, iki
ortaız. Araziyi aa-dan satın
aldık. Gel gör ki ekip biçmek
masrafı bile kar-ılamıyor." Herkes
umutla dümü yola, Seyrantepe'de
umutların
daraldıını,
yittiini
bilmeden.
"Belediye Bakanı suları toprak
aalarına satmı." di-yorlar. ki yer
var su alabil-dikleri. TEK binası ve
Diyar-
çalı çırpıyı ve ölenin o sıca-ında
bakır'ın giriindeki trafik kulübelerinin yanındaki çeme. Bazen su taımaktan vakit bu-lup cıvıl cıvıl
oynayan çocuk-lar...
günlerce su akmıyormu bu çemlerden.Akınca
da Gecekonduları nasıl
yaptıkince bir ip gibi, zoraki akı-yor.
larrın ı soruyoruz.
- "Tüm malzemeleri gece-den
Elden düme eyaların sa-tıldıı
bir pazarda eski panto-lon ve hazırlar ve ustayı da ayarlarız. O
ceket sattıını söyle-yen Hazro'lu bir gece sabaha ka-dar iimizi bitirmek
day 15 se-nedir burada olduunu ve zorundayız. Onun için evler böyle iki
15 senedir hiçbir eyin deime- göz."
diini söylüyor. "Bir seferinde 12
- "Hiç geldiler mi?"
metre kazdım ama su bu- "Kim" diyorlar,
lamadım."
- "Yıkmaya"
Kıın
çamurundan
yazın
kanalizasyon
kokusundan - "En son üç dört yıl önce
geçilemeyen Seyrantepe yol-larında, gelmilerdi. Yenilerde gelme-diler."
tandır ekmei piiren kadınları, evlerin - "Yine gelirlerse ne yaparkenarına sı-ralanmı tezekleri, cam sınız?"
üstle-rinde yıılmı tandıra yakılan
TAVIR
25
diyor.
Biz 12 nüfusuz. Üç kii ça-lııyor.
Babam köyde iftçilik yapıyor. Yani
geçim çok zor. Ben ilkokuldan sonra
okuya-madım, u an traktör oförüyüm."
Yanımızdan at arabasıyla su
taıyan insanlar geçiyor. Baka birisi
konumaya de-vam ediyor:
- "Adam
seçim
zamanı
oyumu alıp koltuunda oturuyor. nsan cahil olmazsa bunu yutar mı? nsan Hakları
Bakanı buralı, ama konutuunda Türkiye'de ikinci sınıf
vatanda yok diyor. Aldıkları
bu oyun hakkı nerede."
Yollar asfaltsız. Geçen yıl kıın
bir kamyon çakıl getirilip dökülmü.
Az da olsa çamur-dan kurtulmu. Ya
bundan sonra...
Kukusuz
anlatılanlar
ve
gördüklerimiz, ülkemiz ger-çeinin
küçük bir parçası. Bir de Kürt olmak
buna eklenin-ce...
Fotorafını çekerken zafer iareti
yapan çocuklara bunu niçin
yaptıklarını
sorduu-muzda
içlerinden biri bize:
- "Biz Kürdüz, Kürt" diyor
-Ne yapalım yıkarlar.Ama artık
para
vererek
geçitirdi-imiz
oluyor."
Bunun
böyle
çözümlenemeyeceini, beraber karı çıkmak
gerektigini
söylüyo-ruz. Sonra
Küçükarmutlu'dan bahsediyoruz.
Yürüyoruz.
Kanalizasyonlar
tıkanmı, sokaklara akıyor.
Fotorafını çekmek istedii-miz
tandır ekmei yapan bir kadın bize
çıkııyor
Tandır
gecekondu
halkının
yaamının ayrılmaz bir parça-sı
olmu. Çarıda, fırınlarda yapılan
ekmee para verme-mek için kendi
ekmeklerini kendileri yapıyorlar
tandırlar-da.
Tandırın
nasıl
öreniyoruz.
26 T A V I R
yapıldıını
- Bize yardımcı olan mahallelilere teekkür edip ayrıl-mak
istediimizde, bir çay ikram
etmeden
bırakmaya-caklarını
söylüyorlar.
Traktörle taıyoruz. 100.000 TL
taıma ücreti ve-riyoruz. Her bir
tandır yapımı 4-5 gün sürüyor.
Tandırı ka-dınlar yapıyor Tandırın
tane-sini 55-60 binTL'dan satıyoruz."
Girdiimiz iki gözlü gecekonduda aramızdaki iliki yıl-ların
verdigi tanııklık kadar yakın.
Gözümüz evin içindeki renkli
televizyona iliiyor.
Tandır yapımının emek ve özen
isteyen bir i olduunu seyrederek
görüyoruz.
- "Yeni mi aldınız?" diyoruz.
3.000.000
TL'ye
aldıklarını,
daha
parasını
ödeyemediklerini söylüyorlar.
Çok sıcak olduundan, bir
duvarın gölgesinde oturuyo-ruz. Bu
susuzluk içinde Haz-ro'lu day bize
buzlu souk su ikram ediyor.
Bir genç anlatıyor:
"Evlerin çou kiralık. Çünkü
burada oturanların çounun köyle
balantısı
var.Burada
i
bulamayan tekrar köye gi-
Önümüze getirdikleri bakır bir
tepsinin içindeki peynir, yourt ve
tandır ekmeiyle birkaç parça
atıtırıp müsaa-de istiyoruz.
Tavır'ın yeni sayısını bıra-kıp,
ayrılıyoruz.
2.8.1992
tarihli
Özgür
Gündem'de "Okur Mektubu"
köesinde, Cizre'den yazan
Meh-met Kızılbayrak'ın Kemal Burkay'ın yazdı
ı bir iirin
Grup
Yorum
tarafından
bestelenip kasede alınmasına
yö-nelik eletirileriyle karılatık.
Öncelikle belirtmek isteriz
ki, dostluk çerçevesinde ge-len
böylesi eletirileri, yapıcı buluyoruz.
Bizi sevindiriyor.
Kemal Burkay'ın siyasi kim-li
ine
yönelik eletirilere katı-lıyoruz.
Sanatsal üretimin yalnız ideolojik
yaklaımla de
il, aynı zamanda
yaam tarzıyla da uyum içinde olması gerekti
ine inanıyoruz.
Kemal Burkay, silahlı mücadeleyi terörizm olarak adlandırırken, yalnızca pasifist bir
çizgiye dümekle kalmı-yor,objektif
olarak da Kürt halkının ulusal ve
toplumsal kurtuluunun karısında
yer alıyor.
ktidarın,
emekçi
yı
ınların
mücadelesini demokrasicilik oyunu
ve kanlı politikalarla uysallatırmaya
çalıtı
ı
bir
süreçte
savaı
reddetmek, savaanları terörist
olarak adlandırmak, düzen kanallarının içinde akmak, iktidarın
demokrasi vitrininde irin bir parça
olmak demektir.
Kavga kaçkınları bir halkın
direniinde söz hakkına sa-hip
de
illerdir.
Mücadele kaygıları olma-yanlar
için zafer ya da yenilgi kavramfarı da
yoktur.
Oysa Kemal Burkay'ın, "Em Ne
Binketi Ne" (Yenik De
iliz) adlı
iirinde Kürt hal-kına yaatılan acılar,
direnç ve gelece
e dair umut var,
kavga var
Kukusuz Kürt halkının mücadefesine dair ileri de
erleri
duyumsayabilmek için ideolojik
yaklaım ve yaam tarzı açısından,
bu de
erlerin ya-nında yer almak
gerekir. Bu de
erlerin yanında yer
alma-
KEMAL BURKAY'IN R VE
TÜRKÜLERMZ
Grup YORUM
masına karın, Kemal Bur-kay'a bu
iiri yazdıran neden-ler çok kapalı
de
il.
Bir
döne-min
Zülfü
Livaneli'sine, Çetin Altan'ına, Atilla
lhan'ına bes-te yaptıran, iir
yazdıran ne-denler de aynı.
Nesnel gerçeklik, kiileri etkileyen, yönlendiren bir olgu haline
geliyor.
Nasıl
ki
toplumsal
muhalefetin yükseldi
i bir süreçte,
küçük burjuva sa-natçılar, devrimci
bir söylem-le yükselen yeni insan
de
er-lerini yapıtlarına konu edinmilerse Em Ne Bınketi Ne iirini
yazdıran da Kürt halkının kurtulu
mücadelesidir.
Her ne kadar küçük burjuva
sanatçılar, seksenli yılların yenilgi
psikolojisiyle bir döne-
Grup Y o r u m ve Kemal
Burkay
min mücadelesini ve bu mücadelenin yönlendiricili
i ile gelien
sanatsal üretimlerini yadsımılarsa
da,
bu
ürünler,
devrimci
mücadelenin, emekçi yı
ınların
de
erleri olarak halklara mal
olmutur.
Bu yanıyla baktı
ımızda, Em Ne
Bınketi Ne iiri de Kemal Burkay'ın
degil, Kürt hal-kınındır artık. Çünkü
Kemal Burkay'a "Yenik De
iliz" dedirten, kendi politik mücade-lesi
de
il, Kürt halkının büyüt-tü
ü
direnitir. Bir bütün olarak, devrimci
dinamiklerdir. Dolayısıyla, iir bir
anlamda, anonimlemitir. Çünkü
Kemal Burkay, siyasi yaklaı-mıyla
kendi iirini inkâr eder-ken, Kürt halkı
serhıldanlarıy-la iirin asıl sahibi
olmutur.
Bu nedenle, iiri, içeri
i ve özü
açısından sahipleniyo-ruz. Ancak
Kemal Burkay'ın adını yazmak
zorunda olma-dı
ımızı belirtmek
istiyoruz.
iirin
bestelenmesi
süresin-de yaptı
ımız tartımalarda
da isim yazmama kararı al-mıtık.
Ancak, teknik aama-lardaki bir
iletiim kopuklu
u, böylesi bir
talihsizli
e neden oldu.
Bu
noktadaki
eletirilerinize
katılıyoruz. Bu tür eletiriler almak,
bizi sevindiriyor. Kemal Burkay'ı
Grup Yorum'a yakıtıramamak,
Grup Yorum'a verilen de
eri
gösteri-yor. Grup Yorum, kendisine
duyulan güveni sarsmamaya daha
fazla özen gösterecek
T A V I R 27
SUSMAK ONAYLAMAKTIR
TAVIR
ye Gülen'in 16-17
Nisan'da öldürülme-si
ile ilgili sürdürdü-
ümüz
dizi
röportaj
bu
sayımızda son buluyor.
Ancak bili-yoruz ki,
halka ve onun yarattı
ı
her eye saldıranların
düzeni de
imedik-çe
bu
tartmalar
son
bulma-yacak. 19. sayımızda Rıfat
Il-gaz, Metin Sever, Adnan Yücel, A.Hicri zgören ve Vey-sel
Öngören'e yönelttik sorularımızı.
"AYE GÜLEN'N ÖLDÜRÜLMES NANCIMI DAHA DA
PEKTRYOR"
"Son dönemde siyasi parti-ler
ve iktidar partileri ne denli
demokratikleme
vaatlerinde
bulunurlarsa
bulunsanlar,
Cumhuriyet'in
kuruluundaki
"askeri devlet" gelene
i tüm
varlı
ıyla devam ediyor. Baskılar bu yapının do
al sonu-cu.
Askeri
devlet
yapısı
demokratiklemeyi ve siville-meyi
engelliyor. Bu konuda hükümeti
bile sindirmi du-rumda. Genel
Kurmay
Ba-kanlı
ı'nın
Milli
Savunma
Ba-kanlı
ı'na
ba
lanaca
ına da-ir söz veren
hükümet liderleri
28 T A V I R
imdi bu konudaki sorulara bile
yanıt veremiyorlar.
Baskıların infazlara dönümesine
gelince,
12
Eylül
sonrasındaki bir çok geli-menin
bu konuda etken ol-du
unu
sanıyorum. 70 yıllık Komünist
Parti'nin legalle-mesi, daha
sonra kapanıp düzen çarkında
erimesi, 141-142. maddelerin
kaldırıl-ması
ve
Anti-Terör
yasasının getirilmesi gibi olgular
baskı-lara yeni bir boyut getirdi.
Askeri devletin gözünde 70 yıllık
sol artık evcillemi du-rumda.
Geriye kalanlarsa te-rörist ilan
edilmi
durumda.
Bunlara
yaama
hakkı
tanı-mak
istemiyorlar sanıyorum." diye
söze giren A.Yücel ay-dınları,
sanatçıları duyarlılı
a davet
ederken öyle diyor:
"Aydınların,
devrimci,
demokrat sanat çevrelerinin bu ve
benzeri olaylar karısın-daki
tepkisizli
ini
ülkemizde
aydınların
gerek
anlamda
aydın
olmaktan
korkmaları
nedenine ba
lıyorum. Olayı
protesto etmek için imza atmaktan
bile
çekinmelerinin
baka nedeni olamaz. Cumhuriyet'in baından beri aydınlar
hep
susturulmutur.
Susturuldukça suskunla-mı,
suskunlatıkça da kor-
kaklamılardır. Oysa aydın-lar
tarihin el fenerleri olmak-la
yükümlüdürler. Demokrasi ve
insan hakları mücadele-sinde ön
saflarda
olmakla
yükümlüdürler."
Yücel, sanatçı ve aydınların
örgütlenmesinden
yana.
Varolan
duyarsızlı
ı
örgütsüzlü
e de ba
layan air,
"ö rgü tl ü sanatçı" kavramını
tartııyor:
"Aydınların, sanatçıların elbette ki bir örgütlülü
ü olabilir. Böyle bir örgütlülü
ün etkisinin de çok büyük olaca
ı-na
inanıyorum. Çünkü sanatçı tek
baına bir birey olarak örgütü
içinde
bulun-maz.
Her
sanatçının bir de okur kitlesi ya
da izleyici kit-lesi vardır. Bu
nedenle üç-yüz kiilik bir sanatçı
örgütü-nün en az üçmilyon
kiilik
bir
etki
gücü
sözkonusudur.
Bu
büyük
kamuoyu yaratma gücü ne yazık
ki
kullanılamıyor.
Benim
düündü
üm
aydın-sanatçı
örgütlü
ü, toplu-mun gerisinde
de
il, toplu-mun önünde olan bir
örgüt-lülük.
nsan
hakları
mücade-lesinde
tiyatrocu
dernekleri ya da Yazarlar
Sendikası
bir
TAYAD'ın
gerisinde
kalma-malı.
Tam
aksine onların içinde, onlarla
birlikte ve on-
lara öncü olmalı-dır.
"Örgütlü
sa-natçı"
kavramına
daha
de
iik yaklamak
gerekir. Bence sanatçı hem örgütlü ol-malı
hem de ken-di sanat
örgütü içinde yer
alma-lı."
"BU
MEMLEKETTE DE BR GÜN
SABAH
OLACAKTIR"
"Bunlara karı sanatçı ne düünsün. Hiç bir sanatçı bir gün
benim de baıma gelmeyecektir
diye düünmez. Düzene karı
olan herkese karı bu baskılar
uygulanı-yor" diyor Rıfat Ilgaz
"Elbet-te bir gün benim de kapım
çalınabilir" derken bunun genç
kuaklarda korku uyan-dırmaması
gerekti
i üzerinde ısrarla duruyor.
"Önce i sendikadan balı-yor, bir
kere sendika kuramı-yoruz.
Bir kiiyle olmaz bu i, bir
örgütlenme olacak. O ögüt-ten
kukulanıyorlar. Sendika kurma
özgürlü
ümüz yok. Aydın olarak,
sanatçı olarak bir örgütümüz
olmadı
ı için ilk adımı atamıyoruz.
Yazar-lar Sendikası diye bir sendika
var, ben bunun sendika oldu
una
inanmıyorum. Ora-daki bir kaç
kiinin kendisini tanıtmak için
kullandı
ı bir yer. Kendi kellemizi
kurtar-mak için bile gayret dayıya
dümütür. bu raddeye gelmitir.
Gerçe
i görüyoruz. Can kardei,
kan kardei, an kardei demesini
biliyor-lar ama esas yapılacak olan
eyleri yapmıyorlar."
Aye Gülen'in öldürülüü-nü bir
cinayet olarak nitele-
yen yazar konumasını öy-le
sürdürüyor:
"Birtakım
güçler
kararlar
veriyorlar. Falanı gidin te-mizleyin.
yi
aydınlar
gerekir,
iyi
toplumculuklar gerekir. Ça
ına
yaraır, bütün bu kukulardan uzak
bir aydın ve sanatçı olarak da ileri
bir devrimci sanat. Bütün bu kötülüklerin kökünü kurutan sonuçlar
elde edecek atılım gerekir"
"NSANLARIN
YÜRENE
KORKU
TOHUMLARINI
BIRAKMAYI HESAPLIYORLAR"
"Öldürülen insanların içeri-sinde
bir sanatçının olması önemli tabii.
Ama bence sanatçı olmayabilirdi
de. So-nuçta son infazlar ve ondan
önceki infazlar düünüldü-
ünde
artık Türkiye'de dev-let güçlerinin
kendi
koyduk-ları
yasalar
çerçevesinde
yargı
mekanizmalını ilet-mek diye bir
dertleri yok. Özellikle çelikilerin
daha keskinleti
i noktalarda, mücadelenin daha keskin sür-dü
ü
alanlarda
tavırları
mümkün
oldu
u kadar bu.
Bunun kitlelerde ciddi bir pasifikasyon
yaratmanın
yolu
oldu
unu
düünüyorum.
Kamuoyunda ciddi bir yılgınlık
yaratmanın,
devleti
güçlü
göstermenin bir yolu. nsan-lara
ciddi olarak gözda
ı veriyorlar yani
e
er hayatın bir alanında mücadele
ediyor-sanız bir gece ansızın kapınız çalınabilir ve öldürülebi-lirsiniz.
Kendi
koydukları
yasalar
çerçevesinde sizi yar-gının önüne
çıkarmadan çok rahat size terörist
damgası-nı, anarist damgasını
vurup çok rahat öldürebilirler. nsanların yüre
ine bu ekilde korku
tohumlarını
bırakmayı
hesaplıyorlar.Burada bir sanatçının
olmasının esprisi bence u:
Sanatçı da olabi-lirsiniz, legal
görünümünüz de olabilir ama
mücadele-nin
içinde
bir
yerdeyseniz si-zin sanatçı olmanız,
legal ol-manız da sizi çok fazla bu
akıbetten
kurtaramaz
imajını
kitlelere vermeye çalııyor-lar."
diyen gazeteci-yazar Metin Sever
yanıtlıyor soru-larımızı.
Metin Sever, hükümetin in-faz
politikalarıyla kitlelerden ciddi bir
destek aldı
ını sa-
T A V I R 29
erlendiriyor:
nesi. Belki de Türkiye'nin bugün
"Türkiye'de aydınlar bence hiçbir geldi
i bu olumsuz du-rumun
zaman aydın kavramı-nın içerisine arkasında yatan ne-denlerden birisi
fazlaca durma-dılar. Bu dün de de bu."
böyleydi, bugün de böyle. Bugün o
"YERNDE NFAZ" DEY-M
genel havayla biraz daha net YANLITIR
ortaya çıkıyor bunlar. Bence
Bu kez evinde ziyaret edip
Türkiye'deki aydın dedi
imiz kuak görülerine bavurdu
umuz A.Hicri
Cumhuri-yet'ten bu yana devletin zgören'le tartııyo-ruz:
göl-gesi altında kalmı bir aydın
"Türkiye'de 'Ölü olarak ele
kuak. Yani devletin sınırları-nı
çizdigi meruiyet zeminin-de büyük geçirildi' diye bir terim türetiloranda kalmı, devletin izin verdi
i di son zamanlarda. Nerede
oranda sınırları zorlamı bir aydın dilbilimcilerimiz? Birileri çıkıp da bu
yanlı
oldu
unu
kuak. Kemalist anlayıtan aydınlar deyimin
hiç bir zaman kurtu-lamamılardır. söylemiyor.
Ama son dö-nemdeki daha da
Ele geçirmenin anlamı sa
olarak
katmerlen-mitir. "Yorgun aydınlar" anlaılır ve öyledir Öldürmeye,
or-dusu var. 80'den sonra ve son katletmeye, kat-liama 'ölü olarak ele
dönemde artık o liberal-lik dalgası geçirildi' deniyor. Yerinde infaz'
hedefe daha
içerisinde bir anlamda radikalli
ini deyi-mi de yanlıtır. Sanki öldürüyitirmi bir aydınlar ordusu var. O len
ulatılar,
vatandalar
yargılanmı
yüzden beni aydınların tavrı çok olsalardı onlara böyle bir ce-za
kitlelerin
Tüm aydınlar, sanatçılar,
deste
ini bir
fazla aırtmıyor ne ya-zık ki."
verilecekti
gibi
bir
anlam
barındıyor.
Aye'lere sıkılan her kurun ünüyorum.
Sever, sanatçı olmak vas-fından
hareketle
kurulacak
bir
Evet bunun adı yargısız inBunu üç-be
siz lere de sıkılmı demektir. kiinin
örgütlülü
ü oldukça zor görüyor:
fazdır."
veya
prova"Belki her alanın kendi içerisinde
Aye Gülen'i soruyoruz zKarı çıkmadıkça, sesinizi
katörlerin
bir örgütlülü
ü olabi-lir. Bu tür gören'e:
olaylardan
örgütlenmelerin verimli oldu ü unu
"Aye Gülen bir sanatçıydı. Bu
yükseltmedikçe sıkılan her
sonra bay-rak
düünüyo-rum. Bu örgtlülüklerin konuda aydın ve sanatçı-lardan
açması olarak
sınırı-nı ve çerçevesini çizmek ge- yeterince kar cikıın olmayıı
kurun savunduunuz
de-
erlendirmirekiyor. Genel bir sanatçı ör- ürkütücüdiJı . Türki-ye Yazarlar
yorum.
Kitgütlenmesinin sınırlarını çiz-mek Sendikası, PEN ve benzeri
deerlere ve onurunuza da
lelerin
gerdaha zor ama her alana yönelik kuruluların
tepki-sizli
i
genel
çekten
bu
örgütlülü
ün yaratılması bana biraz ahvalimizi yete-rince gösteriyor.
konuda ses-siz
sıkılmı demektir. Korku
daha anlamlı geliyor. Bu nereye
Ortada bir suç varsa hepikaldıkla-rını ve
kadar gider bilmiyorum, o konuda
mizindir.
Görmüyorsak,
duymed-yaların bu
teslim olmaktır, susmak
da çok iyimser de
i-lim. Ama en
muyorsak, susuyorsak evet bizim
konuda cid-di
azından denen-mesi gerekti
ini de suçludur, kirlidir el-lerimiz.
i gör-düklerini
onaylamaktır.
düünüyo-rum. Sadece sanatçılar Madem bana bir air olarak
dü-ünüyorum."
için de ü il hayatın her alanında sordunuz, isterseniz birkaç dizeyle
örgtlüysen sesini çıkarma ansın de vurgulaya-lım:
Metin Sever'le
vardır. Hayatın her alanındaki
bu konuda aynı
örgütlülugü parça parça etmi
görüleri
olması
80'in
en
büyük
paylamamız
mümkün de
il Ke disinin "Halk darbelerinden bir ta"Bir yalanın flaları patlar
polise destek veriyor" balı
ı
yüzümde
altında çizilen senar-yolardan
Bütün bilgeler susmanın
fazlasıyla etkilen-mi oldu
unu
ustası
sanki
düünüyoruz.
Talan,
kazan kaynatır beSever, aydınların bu olaya
yinlerinde"
tavırsız kalılarını öyle devunuyor:
"Son bir yıl içinde bence
Türkiye'nin geldi
i en olum-suz
noktalardan bir tanesi bu. Hem
basında hem de genel olarak
kamuoyunda yaptıklarına karı çok
fazla ses çıkmaması ve yaptıklarının, bu infazların kitleler tara-fından
büyük oranda onay-lanmı olması.
Öyle bir nok-taya gelindi ki Cihangir
Ope-rasyonu ile balayan infazlar ve
son infazlardan sonra bel-ki de
sistematik olarak he-defledikleri
noktaya
geldiler,
infazları
gerçekletirebiliyor-lar,
soldemokrat kesimlere gözda
ını
verebiliyorlar,
bu
anlamda
hedeflerine
ulatılar.
Belki
beklemedikleri bir
30 T A V I R
"BU
TÜR
TEPKLER
DEL, YEN
FORMÜLLER
BULMAK
GEREK"
Prova
sırasında görütü
ümüz air ve
tiyatro
hocası
Veysel
Öngören,
yargısız
infazların yan-lı
oldu
unu,
bu
infazlara karı
dergiler-de
yayınlana-cak
birkaç
sö-zün
çözüm
olamayaca
ını
söyledi.
Aye
Gülen'in Türkiye'de devrimci sa-natçı
olarak
katledilen
ilk
in-san
oldu
unu, bu nedenle yazar ve
sanatçılarla
bu
ko-nuyu
tartıtı
ımızı söyledik. Bu konuda
birkaç ey söyle-menin bile önemli
oldu
u bu süreçte bundan kaçınan
in-sanların da oldu
unu belirt-tik.
Bunun üzerine Veysel Ön-gören,
bugüne kadar DKÖ'lerin bu
konuda, böyle olaylar karısında
çok eyler yaptı
ını ve birbirinin
tekrarı olduunu söyledi. "Yeni formüller bulmak gerek, çözüm
olabilecek yollara bavur-mak
gerek"
diyerek korkma-dı
ını,
sayfalarca yazı yaza-rak altına imza
atabilece
ini ama bunun çözüm
olmadı
ı-nı tekrarladı. Bu tür
olaylara karı duyarsız olmadı
ını
da ayrıca belirtti.
oyunun bir parçası. Artan, yükselen
muhalefeti
parçala-maya,
yok
etmeye yönelik politikaların a
ırlıklı
bir yanı "infazlar". Düzene bakaldıran, "Hayır" diyebilenlere alt-tan alta
bir mesaj iletiliyor: Susun, yoksa
ölürsünüz. Aye, susmayanlardan,
sustu-rulamayanlardan biriydi ve
bunun bedelini yaamıyla ödedi.
Ancak örgütlü olmanın bilin-cinde
olmak, bunun sorum-lulu
unu
duymayı da gerek-tiriyor. Evet,
aydın oldu
unu, sanatçı oldu
unu
iddia edenler yaanan tüm baskıların, infazların sorumlulu
u sizlerin
de omuzlarınızda.
Aye, bu sorumlulu
u korkmadan,
yılmadan
yükle-nenlerdendi.
Ve sanatçılarımız, aydınla-rımız
Sanatın
yaamı
belirleyen
sustular. Üstelik "bile bile" sustular.
politikadan ayrı olmadı
ını ama
Susmanın da bir tavır alı oldu
unu
onunla içiçe yeermesi gerekti
ini
bile bile sustular. Aydın ça
ının tasavu-nanlardandı. Ölümüyle de
nı
ıdır diyoruz, topiumun bir parçası
baskılara, haksızlıklara nasıl
ama ondan bir adım ileride,
karı konulaca
ını gösterdi Aye.
do
ruyu, güzeli, hak-lıyı savunandır
Bir örgütlü sanatçı olarak toplumsal
aydın. Bu bir sınavdı. Ve aydınlar,
muhalefetin
en
billurlamı
sanatçı-lar onlarcasından oldu
u gibi
yerinde ken-dini ifade etmesini
bu sınavdan da baarısızlıkla çıktılar.
bil-di.Ölümü, katledilii bir ça
Evet, bir kez daha kendilerine rıdır, bir mesajdır onun:
biçilen sıfatın, "aydın" sıfatının
"Demokrasi"
nutuklarıyla, a
ırlı
ı altın-da ezildiler.Demokrat
Tüm
aydınlar,
sanatçılar,
gözboyamalarla
gölgelenme-ye ilerici, olumlu unsurlar da yok mu Aye'lere sıkılan her kurun sizlere
çalıılan devlet terörünün, baskıların aralarında? Evet, var Varol-du
unu
de sıkılmı demektir. Karı
günbegün yaygın-latı
ı bir süreci yaptı
ımız "aydın so-ruturması" da
çıkmadıkça,
sesinizi
yaıyoruz. Gün geçmiyor ki gösterdi. Ör-gütsüzlükten, seslerini
yükseltmedikçe
skılan
her
kurun
gözaltındaki kayıplara, ikencede duyu-ramamaktan yakınan sanatsavundu
unuz
de-
erlere
ve
çılar,
aydınlar
ço
unlukta.
öldürü-lenlere yenileri eklenmesin.
onurunuza da sıkılmı demektir.
"nfazlar" da oynanan bu
Korku teslim olmaktır, susmak
onayla-maktır.
T A V I R 31
Nejdet PMLER'E bütün yüreimle...
DOSTLUKLARA,
KAVGAYA VE
YAAMA DAR
Selçuk
ki eski ve gerçek dost
dünyanın
herhangi
bir
yerinde, herhangi bir sa-atte
karılasalar ne ya-parlar..?
Nasıl anlatılır böyle bir anın
tüm ayrın-tıları, yaananın
zenginli-ini,
güzelliini
yoksul-latırmadan..?
Sanye-lerle ölçülen ilk
irkilite
yüreklerden,
gözlerden,
beyinlerden
neler ge-çer... Zaman, yıllar,
hayat.. Neler gitmi, neler gelmi,
neler kalmıtır... Merak sevinç
karıır
birbirine.
ki
dosttur
karılaan. Ve onların dostlukları
zamanın amansız yıpratıcılıına,
kirine-pasına yenik düesi deildir.
Acının ve atein ortasında mayalanmı, fırtınalarda sınanmı-tır
çünkü.
lk an. O tatlı akınlıın gözlere, yüze yayılan bir ııltıya dönümesi hızla Vücudun aırlı ı yok
olmu, zaman mekan silin mitir.
Sadece onlar vardır dün-
32 T A V I R
Hazinedar
yada. Sadece kardelik, vefa,
namus... Sarılırlar ııltılarını kaçırmadan gözlerinin taa öteleri-ne,
onları
tamamlayan
çizgiler-le
mimiklere merakla, eskiye göre
daha katıksız, daha uslan-maz,
diplerden gelen sevinçler, dirençler
bulmak kaygısıyla ba-karlar...
Ortak olan umutlar, sevdalar, anılar
büyütülmü ço-altılmı mıdır...
Yüreklerin kut-sal, en temiz en özel
yerleri ne-leri korur, neleri saklar,
neleri çoaltır...
te bahse konu karılama-da
bütün bunlar yaandı ve düünüldü bir an. Sonra yaprakla-rı
sararmı koca çınarın altında-ki bo
masalardan birine oturu-lup çaylar
söylendi. "Çaylar demli olsun"du.
Dostluklar gibi, sevgi gibi, namus,
vefa, içten-lik, kavga gibi onun da
kokusu, rengi hissedilmen, yürei
ısıt-malıydı. (Anlatımı mümknsüz,
ozanın deyiiyle, "kurun geç-mez
geceler" günler ikisini de
çaya sigaraya alıtırmıtı.)
Konutular konutular... Daha
çok da gözleriyle.
Ancak
dostluun kardeliin erbabı
anlayabilirdi böyle konumala-rı.
Sonra bir de çok hasret, çok
yokluk, çok sevda, çok çi-le
çekenlerle, çok umut çok namus
taıyanlar...
Sessizlik... Yürekler ve göz-ler
hereyi içmiti sanki. Tatlı bir
doygunluk çöktü üzerleri-ne.
Bakılar uzak boluklara doru
çivilendi karılıklı... Ne-den sonra
biri dierine fısıldar gibi (yücelten,
çoaltan, arıtan sessizliin o
tanımsız büyüsü-nü bozmaktan
korkarak) "sa-na bir iirimi
okumak istyo-rum" dedi...
Birden imekler çaktı. Biraz
önceki
zamandıı
sevdanın
yüreinde kaybolu, bir baka
boyutta tür deitirdi. O ak-am
bulundukları semtte elekt-rikler
kesik olduundan masa-
larını küçük bir mum gecenin len sözcükler, yüzün co
rafyası,
sessizli
ini bozmaktan korkar-casına bakılar, jestler, mimikler birer
titrek ııklarıyla aydınlatı-yordu. ipucudurlar ço
u zaman ama bu,
Masalar
boalmı
çevre az sayıda insan sarrafına
ıssızlamıtı. Ve hayret çoktan göre böyledir.
balamıtı gece. 12'yle bala-yan
bir sonbahar gününden beri gitgide
iir devam ediyordu:
soyları tüketilmeye çalıı-lan bu
hilesiz hurdasız dostluk-lara kendisi
de hasret kalan ya-lı çınar, do
al
( ........ )
bir içgüdüyle bu iki dostu ve
Düünüyorsun
dostlu
u yaamın binbir tuza
ına,
Kaç arkada kaldı kua
ından
kalleli
ine kar-ı perdelemi, sarıp
Ortak
sevdaları kavgaları bösarmalamı-tı sanki... Unutmaya yüz
tuttu
u mutluluk duygusunu yeniden lütü
ün
Sade efendi ölümüne namus-lu
kefeder gibi oldu. Dallarında,
yaprak uçlarında gayri ihtiyari u
o sonsuzca yaafısıltı dolatı: "Bunlar bizim ço- yası çocuklardan
cuklar, bunlar bizimkiler...! De-mek
Nasıl alçakça yok ediyorlar
yok edemediler. Yine bi-zimleler!."
nsanlık bahçesinden yeri dol-maz
Bir an onlar da bu güngörmü koca
çiçekleri
çınarı, rüzgârı, yaprak hıırtılarını
Nasıl hoyratça yoluyorlar
dinlediler... Garip bir yakınlık do
du
arala-rında... Bir sıcaklık, saygı,
( .....)
kader-dalık..
Gelgeç
olana
Ve tarih yazılmıyor
modaya, zamana direnç gibi ortak
(bakaları yapsın
kaygı-lardan kaynaklanan. Gökyüzü
onu)
kopkoyu bir lacivert içindeydi ve
Yaratılıyor
yıldızlar gizli yürek köpüklenme-leri,
kanın ve atein
daha fazla iç hesaplama iste
i
dogurarak, yüzleri soylu-luklara ortasında
dönük, o dokunulmamı muzip
inceli
in onurun
çocuk gülücükleri gibi pı-rıltıyla mihenk taında
yanıp sönüyorlardı...
Yaratılıyor
iir, her yanı sırılsıklam sevgi
Kürdistan da
larında
yüklü bir dostluk gecesinin üze-rine
stanbul'un zmir'in
damla damla dütü:
Ankara'nın Adana'nın varolarında
DÜENLERE VE YÜRÜYEN-LERE..."
Yoksullu
un ve sömürünün
(...... )
Nabzının attı
ı heryerde
..... diye balıyordu. Sözcükler
Gecekondularda
fabrikalarda
kristal oklar, gümü damlalar gibi
üniversitelerde
beyine, yüre
e iliyordu. Ne
okuyan esmer adam ne de sözcükler ba
ırıyorlardı. Daha do
-rusu
te Olcay, Ferit, ite Faruk
gerek
duyulmuyordu
böyle
Akif...
u "nice selden sonra"
zorlamalara. Bedelini ödemi ve yerli
yerine oturmu her ey gibi sade
lk 1 Mayıs'ta
a
dasız,
alçakgönüllüydü-ler.
"pi en önde gö
üsleyen" ço-cuk
Büyüklükleri daha ziyade gerekli
te Birtan
oldukları zamanlarda ve olaylar
Kafası demirlerle parçalanan
içinde ortaya çıkan he-men
Faizmin karanlı
ında herke-se
hereyin esas cevheri, dur-gun
zamanlarda ola
anın sıra-dan, bir ıık
mütevazi kabu
una sarınır, özüne
Bir-Taan olan
çekilir. Ancak yine de tec-rübeli, usta
Ser verir sır vermez
gözler kabu
un öte-sindeki cevheri
u yaman delikanlı
sezebilirler. Gözlerdeki ıık, sesin
tınısı, seçi"YAKN GEÇME,
Alnı yıldız yıldız
gömle
i kanlı
Ve ite geliyorlar arkadan
erefli zincirin tunçtan halka-ları
Geliyorlar
12 Temmuz
17 Nisan destanının kahramanları
Yıkılıyor bedenlerine sapla-nan
her kurunla
Yıkılıyor
Faizmin zulümden sarayları
Çevreyi unutmulardı. Üzerinden yorgunluk akan bir gar-son
iki ayran barda
ını kibarca
masalarına bıraktı. ki dost "bu da
nereden çıktı" dercesine baktılar.
"u
karı
masada
otu-ran
beyefendi 'lütfen kabul et-sinler
dedi. Kusura bakmayın sohbetinizi
böldüm" diyerek uzaklatı garson.
aret edilen yere do
ru baktılar.
Gerçekten
de
hemen
yakınlarındaki karı masalardan
birinde oturan yal-nız, orta yaın
üzerinde birinin kendilerine derin bir
muhabbet-le baktı
ını gördüler.
Çekilen uzun eski acıların,
sevinçlerin sindi
i bu yüzde ve
bakılarda çok ey gizliydi. Biraz
tereddüt-lüce kalktı. Çekingenli
i
çok zor farkedilen adımlarla iki can
dos-tun masalarına do
ru yürüdü.
Selamlayarak "masinıza otura-bilir
miyim?" dedi. ki dost bu il-ginç
davetsiz konu
u buyur et-tiler.
"Kardeler damdan düer gibi oldu,
kusura bakmayın. Ka-nımıza girmi
bir kere bu virüs. Namuslu, iyi
güzel olana kayıt-sızlık ne mümkün
artık.."
diye-rek
sandalyesine
yerleti.
Göz-lerinde
hereye
ra
men
yor-gunlu
un
ve
yenikli
in bastıra-madı
ı çocuksu,
sevecen,
namuslu
ııklar
oynaıyordu. Göz kenarları, alnı
hayli kırı-mı, saçları neredeyse
yarı ya-rıya aklamıtı. Yüzünde
güven veren bfr duruluk, arınmılık,
bilgece bir ifade vardı. "Anlıyo-rum
kardeler" dedi. "Yüre
im sizden
yana... Ve inanın ben bu yetersiz
yürekle bile görüyorum ki insan
adil, onurlu ve güzel olanı
arayacak. Ancak insanlık
T A V I R 33
buldu
u ve oynadı
ı son dere-ce
de
erli
eylerin
oyuncakla-rın
de
erini bilmeden onları kı-rıp
döken, yeniden yapan ve tekrar
bozan bir çocuk gibi... Bu çocuk
büyüyecek Hem de be-nim gibilere
ra
men, hem de el-leri ayakları
kanayarak, hem de zulmün ve
sömürünün bütün tu-zaklarına,
kalleliklerine ra
-men... Onu
kırdıranlara,
korku-tanlara,
uyutanlara ra
men... te o
zaman kurup-yaptıklarının kendisi
ve insanlık için anlamını çok daha
derinden kavramı olarak, eserini
tarifsiz bir tutkuyla kıskançlıkla
koruyup gelitirecektir. te o
zaman
ya
pılanları
kimse
yıkamayacak,
yıkmayacaktır.
Kardeler. Bü-tün bunlar; dünya,
emek ve insanlık ailesi sizlerin
öncülü
ün-de yaratılacak.. Siz
hamuru na-mustan, onurdan,
yi
itlikten
yo
rulmuların
öncülü
ünde.
iirinize sohbetinize ister iste-mez
kulak verdim. Ben de bir iirimi
okumak istiyorum size.."
ki can dosttan iir okuyan esmeri "Tabi buyur oku. Biz iiri de
airleri de severiz" deyince,
zamana direnmeye çalıan bu
kırılgan eski tüfek bo
uk bir sesle
u buruk dizeleri okudu:
"Her ey biraz tozlanmı my-dı ne
Dostlukları aradım anıları
Terkedilmi Rum-Ermeni evlerinin bembeyaz
Öksüz yalnızlıklarını buldum
hüzünbaz
Korkunç bir mevsimsizlikti gezinen
Herey biraz paslanmı mıydı
ne..."
Dostlardan esmer olanı: "iiri-ni
sevdim. Ama bu hüzün bu kı-rıklık...
neden? Haydi diyelim ki Asya'lı,
Do
u'lu ve Akde-nizliyiz... Yine
de bu iirde bir eyler eksik de
il
mi?..
"Evet bireyler eksik.. Belki de
o eksikli
i buradan kalktık-tan
sonra giderebilece
im.. Yıl-lar önce
yitirdiklerimin ayak izle-ri ile
karılatıktan sonra. Yani iirimde
eksik olanın yaamdaki karılı
ı
karımda oturan sizler-siniz.. iirin
devamı sizlersiniz. Bu anlamda
hem eksik hem de-
il. Acıya
gelince, acı belki de
34 TAVIR
hayatın yarısı.. Demin bahsetti-
im
co
rafyadan, tarihten, kül-trden
gelen özellikler de ekle-nince belki
yarıdan da fazladır. nsanın gerçek
insan olmasın-da u ya da bu
orandaki rolünü yadsyamayız.
Hatta insanlı
ın tarihi, acıyı
sevince
dönütür-menin
de
tarihidir diyebiliriz.
Sevinçle acı ikiz kardetir
bence. Acıyı derinligine duyumsayıp irdeleyemeyen, mutlulu
u ve koullarını üretemez. Sorun acıya yenilmemekte, teslim
olmamaktadır.
Güzeli-iyiyido
ruyu arar, onlar için kavga
ederken; onu bir kaldıraç, dina-mo
gibi kullanabilmektedir. Mutluluk
ve
sevinç
için
kavga-nın
fedakârlı
ın
boyutu,
zulmün
sefaletin sömrünün ve insanlı-
ın
tüm acıları karısında duyu-lan
sızının büyüklü
ü ile orantı-lıdır.
Bilirsiniz gitar Akdeniz'in insanlı
a arma
an etti
i içli bir
çalgıdır. Sayın ki, ben bu çalgı-nın
en hüzünlü ses veren telle-rinden
biriyim. Bize de bu dü-tü. Ve ben
di
er tellerin beni dengeleyip
kurtaraca
ına inanı-yorum.
Sonuç olarak gitarın di
er tellerine sonsuz saygım ve sempatim var. En olumsuz durumlarda bile kendimi insanhgin
kurtuluu davasına ba
lı saydım..." dedi gittikçe canlanan bir
ses tonu ve pıhltıyla gözle-rinde...
Dostlardan o ana kadar hiç
konumayan kumralı, özgüveni ve
adanmılı
ı çok derin bir insanın
kararlı yumuaklı
ı ve ses
tonuyla;
"Bugün
belki
her
zamankinden çok daha zorlu
günlerdeyiz. nsanlık tarihinin en
acı cezirlerinden birini yaı-yoruz...
En aa
ılık caniler, en utanmaz
alınteri
hırsızları,
tes-cillikaarlanmı namussuzlar güruhu
bugün ortada barı ve iyilik mele
i
olarak dolaıyorlar, kabul göryorlar.
Kümes tilkiye emanet edilmi,
"barı ödülle-ri"yse en aa
ılık
militaristlere veriliyor... Yaratılan
sis ve toz duman arasında
gerçekler bu-landırılarak beyaz
siyah, siyah-sa beyaz olarak
gösteriliyor. Vicdan akıl ve nice
insanlık de-
eri artık dolara ayarlı.
Do
ruyu
ve yanlıı para tayin ediyor. Paranın sömürünün ve zulmün
saltanatı ezeli ve ebedi gibi
gösterilmeye çalıılıyor. nsanlık bir
yalan
bombardımanı
altında.
nsanlı
ın en soylu davranıları,
bakaldırı, adalet ve onur tutku-su
anlamsız, modası ça
ı geç-mi
övalyelikler
veya
enayilik-ler
derekesine düürülmeye ça-lıılıyor.
Hani mehur iirde söylendi
i gibi,
"antenler, Vota-tifler, kalemler"
yalan söylüyor. Sınıflı topluma
karı çıkmak ayıp ve anormal, ama
onayla-yıp övgüler dizmek çok
normal. Böyle bir mantıktan daha
aa
ı-lık, daha riyakâr ne olabilir..?
Hayır! Namussuzlu
a, yalana
bırakılmamalı meydan. Sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız, nüfus
ka
ıtlarının miliyet kısmında sadece insan yazan milyarlardan
olumu
"Dünya
Emekçiler
Cumhuriyeti"
özlemi,
"Dünya
nsanlık Cumhuriyeti" kavga ve
tasarımı hiç bir zaman bu kadar
gerekli, bu kadar yakın, bu kadar
haklı olmadı. . Sosyalizm davasına
ve devrimci prensiple-re ba
lı
kalmak ancak bir onur ve dahası
bir ayrıcalıktır bugün. nsan sonsuz
ve tükenmez bir arkıdır. Onun
tükenmezli
ini bil . oruz. nsanlık
erginleecek-tir..
Burada sözü arkadalardan
esmer olanı aldı:
"Her son aynı zamanda bir
balangıçsa, insanlı
ın o çileli ve
uzun ama erefli yürüyüün-de
sonuna gelinen ve tüketilen sadece
yanlılarımızdır... Do
-rularımızsa
yürek ve bilinç dal-galandıran
yıldızlar kümesinden ebedi kurtulu
do
rultusunu
gösteren
bir
Samanyolu olarak hep bizimle...
Namussuzlar, uaklar, satılmılar ve kafa yerine mide, yü-rek
yerine cüzdan taıyanların hereyi
oralardan görenlerin söyledikleri ya
da özledikleri gibi insanhgın eitlik,
adalet, onur tutkuları hedef
tasarım ve dü-leri sönmedi,
yenilmedi,
bitme-di,
imkansızlamadı... Aksine yeni ve
çok daha olanaklı bir aamada...
Bedreddin'den,
Pir
Sultan'dan, Nesimi'den, Sandi-no'dan
daha elverisiz koullar-
da mıyız? Spartaküs'ten, Pugaçev'den, Zapata'dan, Panço Villa'dan daha mı çaresiz...? Asla..!
Her afaktan önce koyu bir
karanlık sarar gökyüzünü; sanki hiç
sabah olmayacakmı gibi gelir
insana... Derken birden ta a
arır...
te kimisi o koyu ka-ranlık anında
tereddüte
düer,
umutsuzlu
a
kapılır... Tereddüte dümeyenler,
karanlı
a aldırma-dan arkasındaki
afa
ı
görenler
ve
onu
yakalayanlardır..."
Esrarengiz eski devrimci çok
sevilen bir eski dostla karılaın-ca
duyulan sevinç, heyecan, akınlık
karıımı tatlı bir tela içinde sanki
kendi kendine ko-nuur:
"Herhalde her insan, 'hayatın
anlamı nedir' sorusuna namuslu bir
cevap vermek zorundadır... Evet bu
cevap erefli olmalıdır. Erteleyebilir,
oyalayıp avutabilir insan kendini ve
çevresini. Ama bütün bunlar bir
sonuca ba
lan-mak zorunda.
Havasız kalmı gibi bo
uluyo-rum.
Temiz havaya ve beni ora-ya
taıyacak bir eylere iddetle
ihtyacım varken size rastladım. u
parkın kalabalı
ı içinde farklı bir
haliniz vardı. Sanki bireyler beni
size çekti. Sezdim. iirinize kulak
verdim. Gelmeden ede-medim
yanınıza. yi ki de edeme-dim. Hiç
olmazsa biraz insanlı
ı-ma döndüm.
Tazelendim,
güç-lendim
yanınızda.
Garip bir trajedi bizimkisi...
Kendimi, iç dünyamı gözlüyo-rum;
yüre
im, aklım, vicdanım... Bir gücü
tam
olarak
bulamıyo-rum
kendimde... Evet... bulamı-yorum.
Ama yine de bir eyler yapmak...
bu gö
üslenmeli...!
Gerçi ne benim haddim ne de
sizin ihtiyacınız var ama yine de
yüre
imden geliyor ve hogörece
inizi
umarak
söylüyorum:
Dayanın kardelerim! Umudu,
sevdayı, kavgayı öksüz, o hepimizin Küba'sını yalnız komayın.
Karaib'lerin, Che'nin iirine bu
co
rafyadan yeni iirler eklen-mesi,
kimbilir ne titreimler yara-tırdı
dünyanın
turn
izilenlerinin
yüreklerinde..."
Yine bir an zamanın ve meka-nın
dıına
çıkarak
bakılarını
nesnelerden geçmie do
ru
döndürdü. Kimseyle de
il kendi
vicdanı ve yüre
yle konuur gibiydi:
"Dokunulmamı lekesiz dü-ler,
çıkarsız kavgalar. Faizm... da
lar,
zindanlar, vuruanlar, düenler... O
Metris, o Dyarba-kır.. Kırımlar,
kıyımlar... Ve yıl-lar... Acılarla
ayrılıklarla ödenen zaferlerle örülmü
destan yıllar... Yorulanlar, yitip
gidenler bir da-ha gelmemecesine...
Geçmiini ilaçlı bir süngerle hiç iz
bırakma-macasına
silenler;
yetinmeyip bandı ters saranlar ve
bunu di yalektikle açıklayanlar... Ve
ya-amı bir bitmemi iir, bir anda
içimizi coku ve umutla doldura-rak
kayan bir göktaının ııklı izi
kılanlar... Hep yüksek ve yalçın
da
larda, derin vadilerde, ulu az
tanınan ormanlarda günein zor
batt
ı sonsuz uzak ovalarda açan
çiçekler...
Ütopyalarımız hiç yitmeyen...
Hülyalarımız
varlık
nedenimiz
vazgeçemedi
imiz... Yol..; yürünmesi, demir asa, demir çarık
yürünmesi gereken o yüce ey.."
Gözleri dolmutu.. Ama bakılarındaki eski yorgun gölgeler yoktu
artık. Taa içerlerden gelen seviç
güven ııltıları vardı yerlerinde.
"Ah kardeler" dedi; "bu kırık
Akdeniz gitarının en acılı teli sevinirken bile hüzünlü sesler çıkardı görüyorsunuz.."
ki dost gülümsediler bu insa-na,
kollarından tutup sevecen-likle
sıktılar... Bu sıkıta here-ye karın
namuslu kalmaya ça-lıan bu eski
devrimciye karı bir efkat, yardım
için uzanan elini tutma iste
iyle
daha birçok duygu ve düünce
gizliydi...Bi-liyor ve sezyorlardı ki
bu namuslu, tedirgin ve kendini
sor-gulayan yan onu hep sınırın bu
tarafında tutacaktır..
Bu ilginç konuk neden sonra
kalktı. Minnet, sevgi ,güven do-lu,
genç bir sesle; "Baarılar dostlar"
dedi.
"Sıkıırsanız
ad-resim
budur." Yürüdü. Çökük omuzları
imdi daha dik durur gibiydiler.
ki dost bakıtılar... Esmer,
sessiz, bilge görünen: "te insanın evrensel trajedisi ve dar
kalıplara sı
mazlı
ı..." deyince
öbürü "evet.. insanda akıl al-maz
yücelikleri de cücelikleri de
görmek mümkün" cümlesiy-le
tamamladı onu.
Ayrılık denen u
ursuz eve
davetsiz misafir, onların da kapılarını çalmaya hazırlanıyordu.
Yaamlarında böyle anlar azdı
zaten. Eski tanılar, yakınlar, aile,
sıla, kimi anılar gökyüzü-
T A V I R 35
nün çook uzak derinliklerinde belli
belirsiz parıldayan unutulm u y i t i k
yıldızlar gibiydiler. B u daha ziyade
mücadelenin gere
i olarak yapılan
gönüllü bir seçimdi. Onun için de bu
bulu-m anın her saniyesini de
erlendirmek istiyorlardı.
Nihayet o an geldi. Yaam buy- du
ite. Sanki bir yanıyla h e p yarım
kalmaya yazgılı, hali özel ve insani olan
her ey çok çok ilerde bir gün
gerçekleecek maddi kısmının yerine
imdilik iiriyle cevap veriyor, onunla
sarmalıyordu insanlı
ı... Evet insan
bölünmütü, sevgiler bö -lünmütü...
Çoraklama, çölleme, kokuma
korkunçtu... Ve sanki bundan öte
hiçbir ey
yokmu gibi görünüyordu
ama iir ve umut hep yanı baındaydı
bütün bunların... nsanlı
ın vicdanı
yarını, u m u d u , bilinci olanların
eylemlerinde,
dülerinde,
arayılarında soluk alıp veriyordu...
Masadan kalkıp a
ır a
ır yürü
meye baladılar. Kumral olan sessizli
i
bozdu: " E v e t karde" dedi
"biliyoruz ki temel hayati sorunların
çözülmedi
i bir dünyada ne gerçek
sevgi ve arkadalıklar, ne de insani
moral de
erler yeerebilir. te
bunun için de g e r ç e k insan, tüm
tali sorunların çözümü için temel
sorunun çözümüne kendini adayan,
bir ermi vazgeçiiyle koulların,
yaamın önüne ve üstüne fırlayarak
onu aarken, kendinde, y a a m ı n d a
insanlı
ın da çoraklaıp çöllemesinin
en b ü y ü k engeli olandır. O insan
adına hak kazanarak, gelece
in
kurtuluunda ve kazanılmasında
yapı taı olurken, yeni ve gerçek
insanın da vicdanlara, akla ve yüre
e
hitap eden esin-leyici m o d e l i
olmaktadır.
" E e r bir y e r d e insanlar açlıktan
ölüyorsa orada, ekilecek tarladaki
kır çiçeklerinin güzelli
inin farkına
varabilmek
zordur.
Çiçeklerin
kalması için insanların açlıktan
ölmelerine kayıtsız kalabilmek, en
azından ciddi bir psikolojik bozuklu
a
dengesizli
e iaret eder."
" E v e t bir ç o k insani ve do
a
36 T A V I R
ihtiyaç baka temel önceliklerin içinde
eriyor, dılanıyor.. Birgün kusursuz
olarak
eit
ve
herkesçe
gerçekletirilebilmelerinin asgari ve
a z a m i ortamını yaratabilmek için."
" imdiden kestirilemeyen bilinmezler,
sorunlar var tabii. Aılması gereken
zorluklar. H e r türlü çözüm, reçete
hazır de
il... D e n e y l e r i n v e aklın ç ö z d
ü -
ü yerde onlar, imdilik onların
çözemedi
i y e r d e u m u t , yürek ve iir
bizimle... te bu nedenledir ki bir büyük
devrimcinin ifade etti
i gibi: " Bütün
gerçek devrimciler birer ozandır."
"Devrimci, hayatın en temel ve tali
sorunlarının çözümü için aklın, bilimin,
iirin v e d ü ü n kullanımını en
güzel becerebilen evrensel vicdanıdır
insanın... Ezilenlerin ve insanlı
ın en
üst, en saf, en namuslu, en soylu
özlemlerinin, u m u t ve hülyalarına
sözcülük edendir. Günlük, do
al,
insani kimi ihtiyaç ve ilikilerinden u z
a k da olsa en bütünlüklü olan, insan
adına ihanet etmeyendir."
Yürüyorlardı...
Sa
larından
sollarından taksiler, sarho ve yıkık i
m a n c a h a y a t kadınları berdular, g
e c e vardiyasından gelen içiler,
e
lencesini biraz uzatmı orta ve ü s
t sınıftan insanlar geçiyorlardı... N e
d e n sonra esmer, bilge görünen,
"evet yaamda iir var. Bence iir
varlı
ın ya da yoklu
un, anlamın y a
d a anlamsızlı
ın e n u ç noktalarında ç
o k yo
un damıtılarak, kendi büyük
soru ve
sorunlarıyla
yeniden
yaratılmalarıdır. e y l e r i n bir d a h a
tekrarlan-m a y a n anlarının ve
görüntülerinin ve henüz bilinmeyen
yanlarının dille sözcüklerle resmidir..
Sözcüklerin kurgu ve mimarisiyle
gizleri neterleme, geçici ve ölümlü
olana m e y d a n okuyutur. Ozanlara
sözcüklerin simyacıları denir. Çok
güzel bir tanım bence de. Ozanların
ve sanatçıların güçleri ve büyüklükleri, eyleri yüreklerinin v e
akıllarının kristal p r i z m a l a r ı n -dan
geçirip
yeniden
do
urup
yaratırlarken, sonsuzlu
un bir yerinde
hep ıık saçan bir havai fiek, bir
rengarenk gökkua
ı
haline getirebilmelerindendir. Güçleri,
h a m olan, do
aya insanlı
ın uzun tarihi
sürecine y a
yılmı da
ınık olayları,
ekilleri, nesneleri yeniden yorumlayıp
sentezleyerek, insanlı
ı sonsuza
kadar heyecanlandırıp esinleyecek
doruk
yapıtlar
ortaya
koyabilmelerindendir.
" S o n r a a . . . sonra iir biziz" d e -di.
"Kavganın ve sevdanın haklı olarak
zor fırsat tanıdı
ı u k a r -ılamamız.
Hiç kir ve günah bu lamamı
dostluklar,
vefa...
Sonra
çınar
a
acı,hafiften esen rüzgâr,ıssızlamı
masalar... u arkıları, sloganları
kulaklarımıza kadar gelen, fabrikalarının önünü çocukları, eleri ve s e m t
halkıyla bayram yerine çevirmi grevci
içiler, koyu lacivert gece, bu güzel
karılamamızı ve grevci içileri
selamlarcasına g e cede kayan, göz
kırpan yıldızlar,
namuslu kalmaya
çalıan u eski tüfek, omuzlarında
matlamı havluları ve beyaz
gömlekleriyle son servislerini yapan
garsonlar"dı. Ve iir; "Direncimiz,
umudumuz
,
yenilgilerimiz,
zaferlerimiz,
çilelerimiz
ve
yarınlarımız"dı...
Suskunluk bir üzüncü büyütür, bir
yarayı
kanatırcasına
geniletir.
Durdular.. Elleri karılıklı birbirlerinin
omuzlarında öylece bakıtılar. Bu
bakılarında mutluluk, güven, doyum
biraz
da acı vardı. Birbirlerini bekle dikleri, h a y a l ettikleri gibi yi
it ve
ço
almı bulmanın mutlulu
u.. V e
ayrılı
ın ( belkide cis men ebedi ayrılı
ın)
hüznü . . birbirlerini sıkarlarken önce
hangisinin söyledi
i belli olmayan, yine bir büyük devrimcinin cümlesi;
verilen bir söz , içilen bir ant gibi döküldü
dudaklarından: "risklerin ve ideallerin
kar-eli
iyle.. S o n u n a kadar.. Sonuna
kadar..."
imdi bu nice umur görmü
tarihi kentin parke ta döeli ıssız
sokaklarında duyulan, vedalaan iki
dostun a y a k sesleri de
ildi yalnızca;
b i r d o s t l u k v e ayrılık senfonisinin o
yıpranmı, ilemeli oymalarıyla m a h s
u n ve öksüz ermeni-helen evlerine
çarpa çarpa, sokaktan soka
a
sonsuzca uzayıp giden iç bur -kucu
ezgisiydi de aynı zaman -da...
N
O T
A
MISR KIZ
SÖZ: ADNAN YÜCEL
MÜZK: GRUP YORUM
T A V I R 37
dökümanter
film
üretilebiliyordu. Üretimde kısa dökümanter filmler ve "Noticie-ros"
aktüel filmleri tercih edi-liyordu.
Bu tercih bugün de geçerli. Bu
çalımalar -ö
rencilik ve staj
evresi olarak- yeni sinemacılar
yaratıl-masına
da
hizmet
ediyordu.
KÜBA SNEMASI
Manfred
SCHOLZ
FLM BR SANATTIR
üba'da devrimden
sonra
hazırlanan
kültür yasasının önsözü bu cümleyle
balıyor. Bu yasayla 24 Mart 1959'da
ICAIC (nstituto Cubano de Artey ndustria Cinematopraficos- Küba Sinema Sanatı Enstitüsü
kuruldu.
Devrim
öncesinde köklü bir gelene-çi
olmamasına karın üç ay i i n d e
sinema sanatına yö-nelik önemli
de
erler
yaratıl-dı,
cesaret
verici adımlar atı-labildi. Bu
yasa ve ICA-IC,Küba için yeni
zenginlik-ler
yaratılmasının
yolunu açmıtır.
EKRANIN
LEMES
SÖMÜRGE-
Küba, sinema makinesiyle
1897 yılında tanıabilen ve kısa
bir süre sonra da film çekimine
balanılan bir Latin Amerika
ülkesidir.
Küba da diger küçük Latin
ülkeleri gibi öncelikle Kuzey
Amerika, Arjantin ve Meksi-ka
filmleriyle
istila
edilmiti.Birbirinin aynı fabrikasyon
filmlerin dıında az sayıda
gerçek
film
çekilebiliyordu.
Angaje olmamı filmler za-ten
diktatörlüklerin sansürü
38
TAVIR
altındaydı. Küba'daki tek film
stüdyosu Columbia Pictu-res'e
aitti.
Sinema
kültürel
hegemonyanın aracı haline
getirilmitir.
Küba
tarihini
çarpıtarak ulusal kimli
i yok
etmeye çalımılar, Ameri-kan
yaam
tarzını
sinema
aracılı
ıyla empoze etmiler-dir.
Devrimden
önce
Kü-ba'da
gösterilen filmlerin, yarısından
fazlası ABD'den olmak üzere
%99,65'i kapi-talist asıllıdır.
Küba o günlerde egzotik
do
asıyla macera filmlerinin
çekildi
i bir mekan olarak
görülmekteydi.
Ülkede
sinema
gelene
i
olumamı,yeterli teknik eleman yetitirilememiti. Tek-nik
donanım
ve
eleman
Meksika'dan getiriliyordu. ICAIC
bu
sorunu
da
çözmek
zorundaydı.
KÜBA SNEMASI
ICAIC kendi filmlerini çek-me
zorunlulu
undan do
du. Amaca
hizmet
etmeyen
kali-tesiz,
baya
ı yabancı yapım-ların
ucuz kopyaları yerine ICAIC'ın
akılcı perspektifiyle yava yava
ve adım adım nitelikli Küba
sineması yara-tıldı.
60'lı yıllarda ancak iki uzun
metrajlı sinema filmi ve bir
Bugün ICAIC yılda 10 sinema
filmi ve 60 dökümanter film
üretebiliyor. Ancak bu sayıyı üç
katına çıkarabi-lecek sayıda
sinemacı
var.
Küba'ya
uygulanan
ticari
ablukaambargo sinema alanında da
hissediliyor. Sinema alanında
kullanılan teknoloji eski, teknik
donanım yetersiz.
Yeni teknolojiyi edinebil-mek
hemen hemen olanak-sız.
Olanaksızlıklar
giderilmeye çalıılıyor, dokuz yıldan
bu yana yeni bir kopya atölyesi hizmet veriyor. Hemen
bütün filmlerde ORWO ve
FUJI ham filmi kullanılıyor.
(Küba'lılar
espriyle
KÜBACOLOR
diye
niteliyor.)Ancak uzun metrajlı filmler
için daha çok ham fil-me
ihtiyacımız var.
Gelimi
ticari olanaklara
sahip Brezilya sineması ile
karılatırıldı
ında Küba'lı sinemacıların
prodüksiyon
olanaksızlıklarından daha az
etkilendi
i görülür. Bu duruma
atıf yapan Küba'lı rejisör Julio
Garcia
Espino-sa
"Sadece
teknik ve sanat-sal güçle oluan
sinema her zaman geri bir
sinemadır" diyor.
HALKIN SNEMASI
Küba devrimi yeni sine-mayı
sadece
film
endüstrisi-nin
yaratılması
olarak
görmüyordu.
1959'da
sadece
büyük ehirlerde sinema salonu vardı. Halkın birço
u
sinemadan habersizdi. Bir halk
sanatı olan sinemayı benimsetmek
hiç de kolay olmadı. Küba'nın
gerçek
ka-pasitesini
yansıtmamasına karın binlerce
film
gösteril-di.Sinemacılar
1920'lerde Sovyetler Birli
i'nde
dene-nen bir yola bavurdular. Sinemayla ilgili malzemeler, kamera,
film makinesi, filmler kamyonlara,
sandallara,
at
arabalarına,
ka
nılara yüklendi. Ülkenin en ücra
köelerine
ulaıldı.
Seyyar
sinemalar, gezici sinema grupları
sinemayı Küba hal-kına tanıtmayı
baardı. Hal-kın da yo
un talebiyle
sinema
ehirlerdeki
ayrıcalıklı
kimli
inden
uzaklatı,
halka
maloldu.
Filmlerin yarısı kapitalist ülkelerden geliyor. Ticari am-bargoya
ragmen % 10'u ABD'den, büyük bir
bölümü Japonya'dan ICAIC'ın yönetmenlerinden Santiago Al-verez
1977'de öyle diyor: "Küba
sinemasının dünya si-neması içinde
önemli bir yeri var. Basın ve yayın
özgürlü-
ünün savunuldu
u ABD'de
filmlerimizin çok azı gösterilebiliyor. Üçüncü dünyadan bir
filmin ABD'de gösterime girmesi
çok zor. Ancak Küba farklı. Latin
Amerika'dan, Bo-livya'dan, ili'den,
Uruguayan... Kendi ülkelerinde
yasaklanmı iyi filmleri gösteriyoruz. Amerikan filmleri de
gösteriyoruz. Amerika'dan ödünç
film almak isti-yorduk, fakat
vermediler. Ama kapitalizmde
geçerli olan para kazanmaktır stedi
imiz bütün filmleri temin
edebiliyoruz."
ABD filmleri gösterirken, ideolojik
ayrılı
ı göz önünde tutuyoruz.
Gazete sütunla-rında, televizyon
programla-rında, i yerlerinde ve
kitle örgütlerinde filmler tartıılı-yor.
Halk emperyalist sine-
mayı da tanıyor,tartııyor.
DEVRMC
NEMA
BR
SLAH
S-
Küba için sinema sıradan bir
iletiim olana
ı de
ildir. Devrimci
mücadele içinde görevleri var, yani
halka bi-linç verip onlara zorlukları,problemleri amalarında yol
gösteriyor.
(Etkileyici
olanları
mesela "Retrado de Teresa" Pastor
Vego'dan, Sera Gomez'den "De
cierta manera" ikisi de Machismo'nun problemlerini yaka-lamaya
çalııyor.) Bir de em-peryalistlerin
Küba
devrimi
hakkındaki
demagojilerine gerçeklerle karı
konuluyor. Dökümanter filmlerin
Kü-ba'da di
er ülkelere göre da-ha
fazla de
eri var Küba'lı sinemacı
Santiago Alverez dökümanter
filmlerden bir sanat formu yarattı.
"Hanai, Martes 13" di
eri "De
America soy hijo... a ella me debo", "Yel cielo fue tomado por
asalto" ve "Abril de Vietnam en el
ano de galo" filmleri öyle sıradan
filmler de
il, politik ve tarihi dokuyu
ger-çek sanat eserleri olarak ili-yor.
Santiago Alverez dev-rimci filmi
öyle niteliyor: "Ben filmin bir silah
oldu
u-na inanıyorum, enformasyon
ve devrimci propaganda da bir
silah. Onun için pahalı çalıma
materyallerini
israf
etmeden
de
erlendirebilme-liyiz.
Çünkü
filmlerin ithali ve film bandı
üzerinde not almak için kullanılan
ya
lı ka-lemler pahalıya maloluyor.
Onun
için
devrimci
filmler
üretmeliyiz. Hollywood'da yapılan
filmler gerici ö
elerle mantıksız
iddet ve sadistlik-le dolduruluyor.
Onların amacı sadece para kazanmaktır.
De
iik
eyler onları
ilgilendirmez. Biz ise burada para
için de
il devrim için film
yapıyoruz"
T A V I R 39
OTUZ DÖRTLERN TÜRKÜSÜ
gün gecenin yataından uyanıp
bulutlara tutunup yekinip kalktı güne
sarı saçlı bir çocuk gibi koarken
sevinçle gökyüzüne gecenin esmer
nazlı kucaı haziran topraı kadar
sıcaktı
bulutların gözlerinde hüzün
tanyerinde tela vardı
kular ku diliyle
kurtlar kurt diliyle alıyorlardı
Dicle, Fırat'ın bilge suları
öfke ile köpürüp çalıyorlardı
sordum aaçlara otlara çiçeklere
güngörmü topraa sordum
yanıt bekledim vermediler
korkarım Kürdistan'da gene
gene acı gene aıt gene gözyaı vardı
keskin gagası kan içinde
güçlü kanatları yorgun
bir kartal getirdi bana haberi
otuz dört kürt köylüsü
otuz dört sevda çemesi
otuz dört tükenm ez umud
otuz dört yaam türküsü
sabahın seherinde söylenecekken
günün serin da rüzgârları
yarin saçlarını okar gibi
ipeksi saçlarını okayacakken
halkımın kurun geçmez ormanından
onun tarihler seyrangahı
uygarlıklar dergahı topraından
newroz günlerine düman
dehaklar tarafından
otuz dört tane nar
otuz dört tane selvi
otuz dört tane çınar
kesilip atılmılar
tufanlı kurunların bıçkısıyla
gelincikler kadar suçsuz insanların
ölülerini televizyonda gösterdiler
CNN'i ortak ederek yalanlarına onlara
teröristtir dediler kuzu sürüsüne dalan aç kurtlar gibi
öldürdüler kuzularımızı kıyıcılar kekik kokulu kırlarında
kürdistan'ın
40 T A V I R
turnalarımız üveyiklerimiz turaçlarımız
özgürce uçabilsinler diye
su balarına korkusuzca
inebilsinler diye ceylanlarımız
vurdularsa itleri çakalları
keklik dümanı akbabaları
avlamılarsa özgürlüün namlularıyla
halkımın nesimileri pir sultanları
zulüme bakaldıran dadaloulları
yüce kavanın çocukları
sorarım terörist olur mu
çubua durmu bir ekinken
biçilse de acımasızca halkım
kalır geride cudiler
kalır nemrut kalır zozan kalır arıdaı
kalır yaralı mazlum tarihim
kalır memelerinden uygarlıklar emzirmi
dizlerinde ninniler söylemi çalara
nice yıkımlar görmü geçirmi
sevdamız hasretimiz kalır
kalır mezopotamya topraı
dünya'ya seslendik duymadılar insanlar dedik
insanlar sesmize kulaklarını tıkadılar bir
türkülerimiz kaldı elimizde bir de ölülerimize
yaktıımız aıtlar feryadımıza türkülerimizi
çaırdık gelip canevimize konuk oldular
paylatılar acılarımızı kardeçe
oy dünya oy
duymaz mısın sesimizi
bilmez misin acımızı
gösümüze özgürlüün yangını dümü
yanarız yanarız oy
MEHMET ERCAN
OYUN
GÜNELE ORTAK
(Kadın elinde mektup sahneye girer. Sevinçlidir. Kocasına seslenir.)
ESMEHAN- Yakup! Yakup! gel, gel. Postacı mektup getirdi.
(Dıardan)
Y A K U P - Mektup m u ? N e mektubu?
ESMEHAN- Sakın Ankara'dan olmasın? Halil A
abey göndermesin?
YAKUP- Evet ya... Geliyorum, geliyorum.
(Sahneye girer. Mektubu alır, hızlı hızlı açar. Mırıldanarak okur. Sevinçle.)
Evet Esmehan, Ankara'dan mı . Artık bu köyü terk edece
iz.
Çocu
umuz ehirde gün yüzü görecek.
ESMEHAN- Halil A
abey yanında i ayarlayabilmi mi bari?
YAKUP- Halil iyidir. Biraz oynaktır, yaramazdır ama... Neyse canım ne de olsa hemerimiz.
Elin adamı de
il ki bizi hor görsün. Elimizden tutar, bizleri kardei gibi kollar. En kısa zamanda toplanın gelin, diyor.
ESMEHAN- Rahat edebilecek miyiz Yakup? Evimizi, barkımızı bırakıyoruz ama... Ne bileyim, korkuyorum.
YAKUP- çimde bir umut var. u günei görüyor musun? Sanki günele ortak. Ocakta yanan atele ısınır gibiyim.
ESMEHAN- Neler diyorsun Yakup?
YAKUP- Esmehan biliyor musun? Köyümüzü de seviyorum ama, artık yaanacak durum
kalmadı. Topra
ımız ilemez hale geldi. ehirde güzel günler hayal ediyorum. Sen hiç meraklanma, korkma... Haydi bir an önce bizimkileri haberdar edelim.
(Sahneden çıkarlar. Di
er köede Halil belirir. Kapı sesi duyulur kapıyı açarlar.)
HALL- Ooo... Hemerim Yakup gelmi. Ho geldiniz. Gelin oturun hele.
YAKUP- Nasılsın Halil abi?
HALL- yiyim, iyiyim.
YAKUP- ler nasıl?
HALL- Çok ükür. N'olsun ite. Ev buluncaya kadar burada kalırsınız. imdilik idare etmeye çalıın. Yakup yarından itibaren ie balayacaksın. Ben seni alırım. Sabah 5'te iyerinde
olmalıyız. Ona göre erken kalkmaya çalı.
YAKUP- Sen nerde kalacaksın?
HALL- Ben bir yerlerde kalırım. Siz düünmeyin beni. Neyse benim gitmem gerekiyor.
(Yakup'un kula
ına e
ilerek para ister. Yakup parayı uzatır.) Sonra derli toplu konuuruz.
Hadi bakalım, imdi iyi bir dinlenin. Görüürüz.
(Önce Halil, sonra di
erleri sahneden çıkarlar. Bu arada di
er taraftan içiler girmeye baT A V I R 41
O Y U N
lar. Üümektedirler. Aralarında konuup, akalamaktadırlar.)
1. Ç- Yanımda durma ya. Çek git urdan.
2. Ç- Nedenmi o? Dursam ne oluV?
1. Ç- Allah Allaah! ine baksana sen
3. Ç- Yahu ne dalaıp duruyorsunuz?
2. Ç- Akam oyunda kaybetti de. imdi hıncını benden alıyor.
3. 1. Ç- Ne bilgiç eysin sen be...
4. Ç- Yeter artık Cafer.
1. Ç- Ya hemerim. Saffet sizin paraları verdi mi?
3. Ç- Yok arkadaım yok. Nerdee... uramıza geldi artık. Üç ay oldu nerdeyse. Zaten al-dı
ımızla
karnımızı zor doyuruyoruz.
2. Ç- Napaca
ız abi be.
3. Ç- Bir çaresi olmalı. Yapaca
ımız bir eyler olmalı. Ama... (Yakup ve Halil
girerler.)
YAKUP- Burda mı bekleyece
iz?
(Herkes akın Yakup'a bakarlar. Aralarında fısıldaırlar.)
HALL- He ya. Selamünaleyküm arkadalar. Bu Yakup. Benim canci
er arkadaım.
(El sıkıırlar.)
3. Ç- Hogeldin arkadaım. Memleket nasıl?Anan,baban?
YAKUP- Hamdolsun iyiler abi. Sizler nasılsınız?
3. Ç- yi diyelim, iyi olalım be arkadaım. Böyle her sabahın köründe bekleriz burada.Ha geldi,ha
gelecek derken.gelir bir tanesi, seçer bizden iki, üç, sonra kalanın ansı, onu da bakası alır götürür.
Yoksa yarına kalır.
2. Ç- Tabii çalıanların nasıl çalıtı
ı da Allah'a kalmı.
3. Ç- He valla, koca bir inaatın içinde insan mıyız, hayvan mı belli de
il. Kendimizden, on kat
fazla yükü taımak var ya, öldürüyor adamı. Üstelik de sigortasız. Valla ne diyeyim ölüm kapıda
bekliyor bizi.
YAKUP- Niye? Hakkınız olanı isteyin siz de.
3. Ç- (Gülerek) Güzel söyledin be arkadaım.
2. Ç- Sıkıyorsa bir iste, sokakta bulursun kendini. Aç kalmak istiyorsan buyur. Yapı yakasına
YAKUP- Yo, ne aç kalmak isterim, ne de sokakta kalmak.
3. Ç- Aslında bu adamlar bize muhtaç. Bu ücrete kim çalıır ki?
1. Ç- Aha, Saffet geliyor.
(çiler tedirgin olmaya balar. Saffet gelir, hepsini teker teker inceler)
SAFFET- Selamünaleyküm millet. Yeni bir i alanına gidece
iz. ki tane babayi
it istiyo-rum. Güçlü
kuvvetli olacak. Halil sen garantisin. Gel bakalım bu tarafa.
3. Ç- Saffet bey bizim ücretleri bu ay içerisinde verebilecek misin? Güç durumda kaldık. Bir sürü
borçlandık.
SAFFET- Tamam o
lum, yazıyoruz deftere. Ne kadar çalıtıysanız alacaksınız paranızı. Ne gevezelik
ediyorsun? Biz sanki cennette mi yaıyoruz? Biz de zorluklarla bo
uuyoruz. Bak Halil neyin ne
oldu
unu iyi biliyor. (Halil'e) De
il mi Halil?
HALL- Tabii abi.
SAFFET- Adam olun biraz adam.
HALL- (Yakup'u göstererek) Bu benim hemerim abi.
SAFFET- Öyle mi? Hogeldin o
lum. lk iin galiba. Nasıl? Bu ilerden anlıyor musun. Seni de
götürelim.
YAKUP- Sa
ol beyim.
3. Ç- (Sinirli) Halil niye garanti diyorsun?
42 T A V I R
OYUN
SAFFET- Neeee?
3. Ç- Madem güçlü kuvvetli insana ihtiyaç var, burada daha yapılı insanlar var. Sen adam
kayırıyorsun. Hem ücretleri de zamanında vermeyeceksen niye gelelim ki senin iine?
SAFFET- (Geri geri yürüyerek, yapmacık gülerek) Neyse canım. (Yakup'a do
ru) Aman da aman u
pazulara bak, u cüsseye bak. Söyle bakalım en fazla kaç kilo kaldırırsın?
YAKUP- Yüz kiloya kadar kaldırırım abi.
SAFFET- (Alayla) Yemezler, karında enayi mi var? Seni be
enmedim. (1. çiye) Sen gel bakalım.
(Giderken) Sizler de aklınızı baınıza devirin. Hayırlı iler beyler.
YAKUP- Ne biçim insan bu yahu?
2. Ç- (3. Ç'ye) Fazla sert çıktın be arkadaım.
3. Ç- Çıkmasa mıydım? De
ien birey mi olacaktı?
2. Ç- Yok yani... Neyse, Allah sonunuzu hayretsin. (Kızarak)
Ulan bunların hepsi bir. Halil'e gelince, O da Saffet'in aya
ına takılmı sürüyor ite.
3. Ç- u ilerde kahve var. Oraya gidelim, biraz konualım isterseniz.
(Sahneden çıkarlar. Yakup ie girmitir. Karanlıkta bekçinin "MOLA" sesi duyulur. Yakup ve içiler
sahnededir.)
2. Ç- Eee Yakup nasıl gidiyor amelelik? Alıabildin mi hele?
YAKUP- Elbette alıtık ama...
1. Ç- Aması ne?
YAKUP- Bireyler eksik. Ne bileyim, köydeyken ne hayaller kurmutum.
Aha u güne, sanki ceketimden tutup çekiyordu beni. G e r i imdi de öyle. Baktıkça yüre-
im ısınıyor.
Umut doluyor içime. Sanki bireyler söylüyor bana .
(Hepsi bir süre bakarlar günee.)
1. Ç- Gözüm kamatı abi.
3. Ç- (Yere uzanır, ellerini baının arkasına alır.) Güne hep do
ruyu söyler.
YAKUP- Orta
ız onla. çimdeki umutla onun sıcaklı
ı bir.
3. Ç- Bana da varolana razı olma, diyor. Hakkını ara, diyor. Köle de
iliz, esir de
iliz onun bunun
emrinde sürünecek. Aha böyle diyor.
1. Ç- yi de abi, o zaman iten atarlar. Valla güneten beter yanarsın.
3. Ç- Yoo... Korkmakla bu i yürümüyor. Çalıan bizsek emek harcayan bu ellerse, yoru-lan aha bu
bedense hak eden de bu bedendir, bu yürektir.
2. Ç-Napabiliriz ki?
3. Ç- (Fırlar yerinden.) Hakkımızı ararız be.
2. Ç- Nasıl, yani?
3. Ç- Birlikte.
YAKUP- Birlikte mi?
3. Ç- Evet, hep birlikte. Kaybedecek neyimiz var ki?
1. Ç- Do
ru söylersin de, ya çoluk çocuk?
YAKUP- Sanki imdi aç de
iller mi?
3. Ç- Ama birlikte davranıp hakkımızı istersek ite o zaman (günee bakar)... ite o zaman günele
ortak oluruz.
2. Ç- Evet birlikte
1. Ç-Birlikte.
YAKUP- Birlikte.
3. Ç- Birlikte.
KORO-BRLKTE.
TAVIR
43
HABER
YORUM
KONYA NOTLARI
Hayati
AZM
skiehir'de ÖZGÜR-DER'in
katkılarıyla ger-çekleen
"Bu Yaam Bizim-Sevgi
Ve Dost-luk Gecesi"nde
Yorum için çıkarılan gıyabi
tu-tuklama yarın son bulacak. Bir olasılık elleri
kelepçeli cezaevine gidecekler.
Gözlerimizde
sevinç ve özlem parıltıları sarılıp
öpe-ce
iz onları belki de. Aynı gece
nedeniyle onbir kiinin tutuklu-lu
u
ise devam ediyor.
Grup Yorum iki ayı bulan gı-yabi
tutukluluk döneminde ka-muoyunu
duyarlı kılma çabala-rını sürdürdü
Bavullarını topla-yıp karakola
gitmeyi do
ru bul-madılar bu süre
içinde. Bir-dört yıl arasında
istenilen cezalar nedeniyle bir
Avrupa ülkesine göçmeyi ise hiç
düünmedi.
Grup
Yorum
dinleyenlerinin arasındaydı yine.
Konserlere
çıkamadılarsa
da
tutuklama ka-rarına denk düen
günlerde
pi-yasaya
sürülen
"Cesaret" ka-sedi her kasetçinin
tezgahın-dan ve evlerden haykırdı
cesaret diye.
Cesaret dedi Yorum'cular da.
Yakalanmamaya özen göster-diler
bu süre içinde. Kak ola-rak basın
toplantısı düzenledi-ler. 32. Gün'ün
çekimlerine ka-tıldılar.
12 A
ustos'taki mahkemele-rine
gideceklerini, tutuklanma-larının
ve ceza almalarının önemli
olmadı
ını,
baka
birile-rinin
Yorum'u devam ettirece
i-ni ve
Yorum'un hiç tükenmeye-ce
ini
söylediler basın toplantı-larında.
Türküler susmayacak, halaylar
sürecekti Yorum'cular olmasa da.
Yorum'un basın toplantıları,
kamuoyunu duyarlı kılmaya yönelik ça
rıları Özgür Gündem,
Yeni Ülke, Cumhuriyet ve Mücadele gazetelerinde yer alır-
44 T A V I R
ken, sanatı düzen savunuculu-
u
olarak veya bacak göster-mek
olarak algılayan basın gör-mezlikten
geldi Yorum'u.
Otobüsler kiralanmıtı. Sana-ta
yönelik baskıları protesto et-mek
ve Yorum'cularla dayanı-mak
isteyenlerin bir bölümü OKM'ye
gelmilerdi. kier üçer OKM'den
çıkılıp
Harem'e,
oto-büslere
gidilirken üç sivil görevli OKM'ye
gelip nasıl gidilece
ini soruyordu.
Bir bakaları da çev-redeki esnaftan
bilgi almaya ça-lııyordu. OKM'den
çıkan üç ki-iden karikatürist
Mehmet Ars-fan gözaltına alındı.
Bu arada amblemli iki poet tiörte
de el konulmutu.
Yorum tüm sanatçıları Kon-ya'ya
davet etmiti. Ulaabildik-lerine
yüzyüze, yüz kadar sa-natçıya
telefonla,ulaamadıkla-rına basın
aracılı
ıyla yapmıtı ça
rısını.
Sanata sanatçıya ya-pılan baskıları
boa çıkaralım demiti.
Harem'de birikmeye balayan
insanların arasında duyarlı yazarları, airleri özellikle de müzikçileri aradı gözlerim. air Fikret
Görken'le merhabalatık.
Gün ikindiyi geçse de hava sıcak
mı sıcak Ressam Avni Memedo
lu
sık sık çok sigara içti
imi
vurgulayarak
yaptı
ı
tablolar
nedeniyle dört kez yar-gılandı
ını
ve Harbiye hücrelik-lerini anlatıyor.
68 yaındaki ressamın hereye
karın tüken-memilikle parıldayan
ve sanat-çıya yönelik baskılarla
hüzünle-nen gözlerine bakıyorum.
Saat ondokuzotuz, gün grili-
e
bürünürken biniyoruz oto-büslere.
Yalnız degilsin Yorum, senin
türkülerini getiriyoruz sana. Biz de
yalnız
de
iliz.
Malat-ya'dan,
Ankara'dan,
Ada-na'dan
Eskiehir'den
de
kalkı-yor
otobüsler.
Yunanistan'dan
Hollanda'dan,sviçre'den gelen
heyetler de bizimle.
stanbul otobüslerinde Grup
Özgürlük Türküsü, Aye Gülen
Halk Sahnesi oyuncuları ve Ta-vır
Dergisi
çalıanları,
Ankara
otobüsünde Grup Ekin ve Ankara
Halk Sahnesi oyuncuları, size
geliyoruz.
stanbul ardımızda kalıyor gün
karardıkça.
nsanların
sesi
çatallaıp sustu
unda Yo-rum'un
kasetleri yırtıveriyor suskunlu
u.
Gece ilerledikçe uykular alı-yor
cokunun yerini. Sabah saat bete
otobüsümüz duruyor. Sekiz, on
katlı apartmanları gö-rüyorum ilkin.
"Burası
Konya
mı?"
diye
soruyorum
yanımda-kine.
"Konya'ya az kaldı. Sel-çuklu"
diyor
Bir polis kıyıda beklerken tavırlarından nereye gitti
imizi bil-di
i
belli olan bir sivil de "Nere-ye
gidiyorsunuz bakalım siz?" diye
soruyor.
Arkalardan kalkıp gelen bir
avukat mahkemeleri her isteye-nin
izleyebilece
ini de vurgulayarak
Yorum'un mahkemesine gitti
imizi
söylüyor. Kimlik kont-rolü yapılıyor
Kontrol bitti
inde gidece
imizi
düünüyoruz o ara. Otobüslerin
önünde
bir
polis
arabası.
Gidemiyoruz. He-men arkamızdaki
kavakta
po-lislerle
gidip
gidemeyece
imizi
tartııyor
avukatlar.
Avukata "Karakola mı gidiyoruz?" diye soruyorum. Daha bu
tartıma bitmeden önümüzde
giden polis otosu duruyor. Peinden otobüslerimiz. Sa
yanımızda altı-yedi katlı bir yapı:
Selçuklu Emniyet Amirli
i Cumhuriyet Karakolu.
Bu kez bir kaç kii birden biniyorlar otobüse. Kimlik kontro-lü
yapacaklarını söylüyorlar yine Az
önce kimlik kontrolünün yapıldı
ı,
mahkemeye geç kala-ca
ımız
söylense de yetiirsiniz diyorlar. Bu
kez daha a
ırdan gidiyor kimlik
kontrolü.
Yine sıcaktan terlemeye balayanlar aa
ıya iniyor, az son-ra
da otobüslerde sakatların dı-ında
kimse kalmıyor.
Yunan heyeti ikinci kez pasaportlarının kontrol edilmesine tepki
duyuyor. Vermek istemi-
yorlar pasaportlarını. Uzun tartımalar, karakollara davetler ve
gözaltı tehditlerinden sonra zo-raki
bir biçimde ikinci kez kont-rol
ediliyor pasaportları.
Avukatların "Bizi burada tut-makla
suç iliyorsunuz" uyarıları pek bir
eyi
de
itirmiyor
"Avukatlar,
gazeteciler ve yabancı heyetler
gidebilir, di
erlerini daha sonra
gönderece
iz" deni-yor. Yorumla
dayanıma
ama-cıyla
Yorum
dinleyicileriyle bir-likte yola çıkan
yabancı uyruklu heyetler ve
avukatlar
gitmek
is-temyor
Yorum'un mahkemesi-ne. Orada
olan insanlarla dayanıma ön plana
çıkıyor.
Gündem muhabirleri ise kendilerine foto
raf temin edilece
i
söylenmesine karın önce biraz
bocalasalar da daha sonra ayrılıyorlar oradan. Avukatlarsa sü-rekli
olarak otobüslerin bırakıl-ması
konusunda diretiyor.
Heyetlerin çabaları da sonuç-suz
kalyor.
Hollanda
heyeti
konsolosluklarını aramak istiyor.
Karakolun ehirlerarası konumalara kapalı oldu
u söylenince
baka bir telefondan ulaıyorlar
konsolosluklarına.
Malatya'dan gelen 11 kii ge-ce
saat 04'te Konya'da oluyor.
Adana'dan gelen onyedi kiiyle
Eskiehir'den gelenleri gözaltı
bekliyor Konya'da. Eskiehir'den
trene binen onsekiz kii bir olasılık
izleniyorlar yol bo-yunca. Konya'ya
iner
inmez
de
gözaltına
alınıyorlar.
Polisin muhtemel suçlu gibi
davranması ikide bir "Ben dev-letin
güvenli
ini almak zorunda-yım"
demesi mahkemeye yeti-ememe
kaygıları
yaayan
kitle-de
huzursuzlu
u arttırıyor.
Sakatlar otobüslerden kucaklanıp
indiriliyor,
arabalarına
oturtuluyor. Sakatlarla baston
yardımıyla yürüyebilen analar
kortejin önünde yürümek istiyor-
Gerekçe ise oldukça komik.
Mahkemeye gelenlerin halk tarafından dövüldü
ü, polisin on-ları
linç edilmekten kurtarmak için
gözaltına aldı
ı söyleniyor. Ancak o
gün söz edilen "halk" mahkeme
çevresinde hiç gö-zükmüyor.
Yorum saat dokuzda geliyor
mahkemeye. Konya'ya girebil-mi
dinleyicilerinin arasında giri-yorlar
mahkemeye.
stanbul otobüsleri ise hâlâ
gözaltında. Yorum'un mahkemeye
geli saati yaklatı
ında iki avukat
gözaltındaki otobüs-lerden ayrılıp
mahkemeye
gidi-yor.
Öteki
avukatlar ise otobüs-lerde.
Yorum'un mahkemesine yetiilemeyece
i kanısı arttıkça gerginlik de artyor. Özgürlük Tür-küsü
arabanın gölgesinde gitar
çalıp Yorum'un türkülerini söylemeye balıyor bu ara. Otobüsle-re
Avukatlar bırakılma konusun-da binip , gözaltından kaçarak
direttikçe Emniyet Amiri "Hiç-biriniz Yorum'un mahkemesinde olma
gözaltında de
ilsiniz" der-ken daha düüncesi a
ır basıyor. oförler
sözünü bitirmeden "Gözaltında korkup kabul etmiyor bunu.
de
ilsek bırakın da gidelim" sesleri Konya'ya yürüyüp gitmekten öte
çözüm yok artık.
yükseliyor kitle-den.
lar. Daha yürüme hazırlıkları tamamlanmadan gözaltında de
ilsiniz denilen insanların önü-ne
polis barikatı kuruluyor.
Yürüme kararıyla geri adım
atıyorlar ve ikinci bir aramadan
sonra bırakılaca
ımızı söylüyor-lar.
Aramanın
nasıl
yapılaca
ı
konusunda süren tartımalar-dan
sonra yine otobüslere bini-yoruz.
Bir kaç çantaya baktık-tan sonra
kimlik kontrolü yapılı-yor. Kendi
aralarındaki kısa bir tartımanın
ardından, Konya'ya do
ru hareket
ediyoruz.
Biz
gitti
imizde
mahkeme
balamı, Bu Yaam Bizim Gecesi'nin organizasyon görevlile-ri,
AHS oyuncuları ve air ve ozan
Muzaffer Özdemir savun-malarını
bitirmi, Yorumcu, ay-nı zamanda
da Tavır Dergisi yazı ileri müdürü
ve sahibi Elif Sumru Gürel yazılı
savunmayı okuyor. O sıcak
günde Yo-rum'un mahkemesini
izlemeye gelen yüzlerce insan
Yo-rum'cuları görebilmek için ayak
uçlarına dikiliyordu.
SAT-1 televizyonu, 32. Gün ekibi
ve gazetecilerin izledi
i mahkeme
yumuak bir ortam da geçti. Sanık
sandalyesinde oturan Yorum ve
öteki devrimci sanatçılar sanık
sandalyesinde de
ildiler o gün. Bu
Yaam Bi-zim Gecesi'nde görev
alan
gü-venlik
güçlerinin
tutumunu, mi-lattan önce 494 yıl
öncesinde
Phrynichus
toplulu
unun
müzik
aletleri
çalmasını yasaklayan mantı
ı ve
günümüze de
in gelen sanata
baskıları yargıladı-lar.
DUYURU
Kapitalist Emperyalizm ve birlikçi Uydu ülkelerin, temiz halk yı
ınlarını yozlatırmaya yönelik KÜLTÜR VE SANAT DEOLOJLER paralelinde, çirkin SANAT SMSARLARINCA,
çirkin bir META durumuna düürülen RESM SANATININ, Beyzadelerin ve Hanımefendilerin lüks salonlarını süsleyen bir MOBLYA AKSESUARI olmayıp, yaratıcılı
a dayalı, geni
bir kültür, sa
lam teknik ve yo
un bir içilik ürünü, ulusal, toplumsal ve evrensel sorumluluk
taıyan, kalıcılı
ı amaç edinen bir u
ra ve beceri oldu
una inananlar için Ressam AVN MEMEDOGLU tarafından atölye çalımaları sürdürülmektedir.
Bu derslere katılmak isteyenler her gün saat 9-12 ve 20-24 arasında 347 76 65 numaralı telefona, saat 14-19 arasında 337 84 83 numaralı telefona bavurmalıdırlar. Dostluk ve sevgilerle.
YENDAL SANAT GALERS
Altıyol, Halita
a Caddesi, emsitap Soka
ı, No: 2, DKC HANI
Teras katı. KADIKÖY-stanbul
TAVIR
45
HABER
YORUM
BR SERG VE KARKATÜRE
GÖZALTI
Mehmet
ARSLAN
onu sergi oldu
unda
yazılanlar,
genellikle
serginin açılıı, kok-teyl
sohbetleri, varsa ödül
töreni ve do
al olarak
sergideki
ürünlerin
de
erlendi-rilmesidir.
Ben de
bunlara de
inece
im. Ama ister
istemez
alıılmıın
dıı-na
çıkaca
ız.
Önce
çizerlerimizi
tanıyalım isterseniz.
kısaca
Türkiye'nin yaayan en yalı
çizeri Necmi Rıza Ay-ça: Onu yıllar
önce Akbaba mizah dergisinden
tanıyan-lar,
yıllar
sonra
gördüklerin-de sanki bir dostlarını,
arka-dalarını görmü gibi akın-lık
ve
hayranlıklarını
gizleyemiyorlardı.
Engin Gülen, ya
lı boya
tekni
iyle ilk kez karikatürler çizen
de
erli bir çizerimiz.
Muhittin Köro
lu pastel, guaj ve
di
er boyaların belki de tümünü
aynı anda kendi-ne özgü bir
biçimde
kullanan
usta
bir
çizerimiz.
Ve amatör olarak karikatür çizen
ben.
Sinop
Belediyesi'nin
düzenledi
i
"Turizm
enlikleri"
kapsamında açılması iste-nen
sergiye dört çizerden
46 T A V I R
yaklaık 60 karikatürle katıl-dık.
Necmi Rıza Ayça, Engin Gülen ve
ben davetli olarak Sinop'a gittik.
Sergimizin açı-lıını vali yaptı. Ayrıca
bir mil-letvekili, Belediye Bakanı,
Emniyet Müdür ve di
er yetkili ve
etkili insanlar da açılıa katılıp
sergiyi izlediler. O gün ve ertesi gün
bir sorun çıkmadı. Ne var ki polisin
hogörü sınırı ancak iki gün-lüktü ve
üçüncü günü dört karikatürümü ve
beni savcılı-
a götürdüler. Savcı
sorgula-mada,
karikatürlerimde
"Gü-venlik kuvvetlerinin ikence
yaptı
ını ima etmekle" suç-landı
mı
bildirdi ve dört kari-katürümü
"gözaltına"
aldı.
Oysa aynı
karikatürlerim da-ha önce çeitli
gazete ve dergilerde yayımlanmıtı.
Önce
burada
suçlamanın
komikli
ine bakalım, Türki-ye'de
nsan Haklarının ayak-lar altında
oldu
unu uzun uzun anlatmaya
gerek var mı? Veya bundan
haberdar olmayan hatta bu kötü
mua-mele veya ikencelerin her-
hangi bir türünü yaamayan var
mı?
Bakanlı
a görümeye gi-den
memur temsilcilerine panzerle
saldırılan bir ülke, sorgusuz infazların
yaandı-
ı, insanların kayboldu
u,
devrimci basın mensuplarının adeta
yok edilmek istendi
i, karakollarda
intiharların gide-rek arttı
ı bir ülkede
güvenlik güçlerinin ikence yaptı
ını
söylemek bir suçlama degil, ne
yazık ki açık bir gerçek
Bu açık gerçeklerin dıın-da,
devletin
halka
karı
aldı
ı
davranıların tümü bir anlam-da
insan hakları ihlali sayıla-bilir.
çilerin iten atılmaları, direnen
içilere copla, silahla saldırmaları,
DKÖ'ni kapat-maları, gecekondu
mahalle-lerini adeta kuatıp igal
et-meleri, ö
rencileri pencerelerden
atmaları,
konserleri
yasaklamaları, sanatçıları, sanat
eserlerini
gözaltına
al-maları,
devrimci
basına
san-sür
uygulamaları ve toplat-maları,
do
uda Kürt halkına adeta soykırım
politikaları ve daha
nice antidemokratik
HABER
uygulamaları bu ülkede yaı-yoruz.
Burada konumuz sanat mı? Sanat
bunca yaanan olum-suzluklardan
soyutlanabilir
mi?
Payını
alamayabilir mi? Bir de ona
bakalım.
Abdal oyunu bugün de yasaklanıyor.
Neden?
Onlara göre haksızlıklara karı,
halkın saflarında yer al-mak, halk için
iir yazmak, öykü-roman yazmak,
resim yapmak, karikatür çizmek,
türkü söylemek, sinema-tiyatro
yapmak, halk için oyun oynamak
suç...
Çünkü:
Onlar istiyorlar ki, sanatçı-lar
bankaların tehir salonla-rından,
sergi
galerilerinden
dıarı
çıkmasınlar.
Onlar istiyorlar ki, sanatçı-lar
entel barların sarholu-undan hiç
uyanmasınlar:
smini burada sayamayaca-ımız
kadar çok yazar, çizer, ressam,
ozan, düün adamı sinemacı, tiya
rocu insanımız sayısız ikence ve
baskı çei-dini tanıdı. Yattıkları
cezaev-leri, anıları ve sayıları belki bir
kütüphaneyi doldurabilir.
Ru-hi
Su'nun, pasaport verilme-dii için
tedavisizlikten öldü-üne daha dün
tanık olduk. Aye Gülen'in suçu halk
için sanat yapmaktı. Grup Yorum'un halkla beraber haykır-masını
hazmedemiyorlar. Asırlar önce
Onlar istiyorlar ki, ödül tö-renleri,
yaamı bilgelii kadar asi bir insan
plaketler, övgüler, renkli basın, TV
Pir Sultan
görüntüler yapmacık alkılar
sanatçılara
YORUM
yetsin.
Ve onlar istiyorlar ki, sanat-çılar
kendilerini güldüren, e-lendiren
soytarıları olsun.
Aksi olduunda, yani sa-natçı
yaadıı çaın ve toplu-mun
elikilerifii gördüünde ve bunlara
karı halktan ya-na tavır aldıında,
ite o za-man açık yüzlerini ortaya
ko-yuyorlar. Onların açık yüzleri
sansür, yasaklama, gözaltı, imha
etme, öldürme, kan ve kinden
baka bir ey deil.
Bunu yaıyor ve biliyoruz. Ve
biliyoruz ki bu kötü niyet-lerini yok
etmenin tek yolu daha çok
çalımak, yazmak, çizmek, türkü
söylemek, si-nema ve tiyatro
yapmaktır.
Halkımızla
ve
haklılıımızla birlikte...
BASINA
20 Austos 1992 tarihinden bu yana, Kültür ve Sanatta TAVIR Diyarbakır büromuza polisler gelip-gitmektedir. Geli-gidilerine neden olarak Hüseyin Aksoy ve
temsilcimiz Talat Ersoy'un birlikte kurmak istedikleri "ORTADOU KÜLTÜR SANAT B
L
MSEL ARATIRMA VE YAYGINLATIRMA ORGAN
ZASYON SANAY
T
CARET L
M
TED RKET
" ünvanlı irket için kiiler hakkında tahkikat yapıldıı
gerekçe gösterilmektedir.
Bugüne kadar dört kere gelen polisler tarafından ev adresi istenmi, dördüncü
gelite de temsilcimiz Talat Ersoy o anda büroda bulunmadıından onu görememiler "Hem irket kurmak istiyorlar hem de kaçıyorlar" diye bir yakıtırma yapmılar, Kültür ve Sanatta TAVIR büromuzun yasal olmadıını, bundan ötürü temsilcinin
Emniyete gitmesi gerektiini söyleyip ayrılmılardır.
Daha önce de ayrı polisler tarafından temsilcimiz, ifadesi olduu gerekçesiyle bürodan alınmı, birgün keyfi olarak hücrede tutulmutur. Daha önce de polis tarafından dört kez gözaltına alınan temsilcimiz hakkında her türlü bilgi Emniyet Müdürlü-ü'nde mevcuttur. Buna ramen hakkında güvenlik soruturması olduu gerekçe-yle rahatsız edilmektedir.
Ayrıca ne zamandan beri, ticari amaçla kurulmak istenen bir irket için güvenlik
soruturmasına gerek görülmektedir? Acaba Kemal Horzum için de güvenlik soruturması yapıldı mı zamanında, ya da bakaları hakkında...
Ayrıca dördüncü gelilerinde TAVIR tanıtım ve irtibat büromuzun yasal olmadıı
ve bunun için bildirimde bulunmamız gerektii söylendi. Ne zamandan beri Bakanlıkça onaylanan ticari bir irketin sözlemesinde yer aldıı ve çıkarmı olduu sanat
bülteni için bildirimde bulunmak gerekiyor? Bunun polisle ne ilgisi var?
Polisin bu keyfiyeti bölgedeki emekten ve halktan yana sanata tahammülsüzlüün göstergesidir. Ama biz bugüne kadar Kürt halkının ezgilerini, yaam biçimini
aratırdık, inceledik, söyledik, savunduk ve buna devam edeceiz.
Bakanlıın ve Emniyet Müdürlüü'nün bu keyfi tutumunu protesto ediyoruz.
Kültür ve Sanatta TAVIR
Diyarbakır Temsilcilii
TAVIR
47
BR
KTA P
TUTSAK ALELER 12 EYLÜL VE TAYAD
LANET OKUDUKLARINIZA BR
KEZ DAHA LANET
OKUYACAKSINIZ
u kitabı okumak için,
Türkiye'de bir siyasi tutuklu
veya hükümlü yakını
olmanız
gerek-miyor.
Çünkü
Türki-ye'de
yaamayı göze alan kii
zaten bu "risk"i de göze
alıyor
demektir. Bu kitap, dolayısıyla yarın
sizin için de yazılabile-cek gerçek
yaam
deneyimle-rini
aktarıyor.Anaların,
kar-delerin,
babaların, elerin ve dier yakınların
mütevazı ama onurlu, ürkek ama
gittikçe yol gösteren, cahil ama
ülkemiz aydınlarını bile utandıran bir
bilgelie doru komalarının devrimci
hikayesi... Yaayan canlı tanıklıkları;
yakın tarihi-mizin...
yetkililerin kendi halkına karı nasıl
gerektiinde kaçamak, kandırmacı;
gerektiinde ise dorudan bir
Amerikan igal subayı ya da
Gestapo efi kadar açık yüzlü
davranma becerisini gösterdiini
göre-cek, o günlük yaamınızın sorunları içinde kaynayıp giden görüntü
ve sözler aklınıza geldikçe "Aaa!"
deyip akın-lık geçirecek, ta
1981'lere uzanacaksınız. Yani
tarihiniz-le bir kez daha yüzleeceksiniz.
Meydanlarda, tanklar, dev-riyeler,
polis copları, düman-ca ve güvensiz
bakılardan
baka
bir
eyin
dolamadıı o "kuVak" günlerde,
anaların acılı feryatlarıyla önü açılan
serin rüzgârların, direnme, in-san
olma onurunun kendini hatırlatmaya
12 Eylül'ün dorudan aksa-kallı ve kabul ettirme-ye baladıını
dedelerden kucaktaki be-belere
göreceksiniz. Devlet kapılarında
kadar düen gölgesi-nin,yine her
zulüm ka-pılarını, yalanı, ikenceyatan insanları-mızı nereden nereye
yi,dayaı, kandırmayı, baın-dan
getirdii-ni görmek isteyenler bu kitabı
savmayı,
tehdit
etmeyi
ve
dura dura okumalı. Dura dura
tutuklamayı ama tüm bun-lara
okumalı, çünkü her öykü son-rasında
ramen 1981'lerden bu-günlere;
insan anlatılan tarih-sel kesitte adım
geliip
büyüyen
adım kendisi-ni sorgulama, "Ben o yuvarlandıkça
zaman neredeydim, ne yaptım" deme kartopu gibi güçlü bir muhalefet
odaı
haline
gelenlerin
ihtiyacı duyuyor
baemezliini gö-receksiniz. Ve
Bildik, tanıdık ilikiler ve kiilanet okuduk-larınıza bir kez daha
ler olmasına karın, cuntacı
lanet
48 T A V I R
okuyacak,
gerçek
annelii,
babalıı, kardelii, can yoldalıını sorgulayacak, kendi-nizde
yeni duygular kefede-ceksiniz.
Ne çok kapı var dünyamız-da.
Sadece devlet kapıları mı? Evlerin
feodal kapıları kı-rıldıktan sonra,
cahillie kat-lanıp, küçük küçük
cesaretle-ri yüreklerinde biriktire
birikti-re bir umut diye koulan "aydın" kapıları.. Ve aydın sanılan
kapıların bazen ger-çekte korkak bir
böbürlen-meyle tilki yuvalarından
fark-sız olduunun dolu gözlerle,
burkulan
yüreklerle
duyumsanması.. Ve yine de açıldık-ça
aydınlanan aydın kapıları. Kim ne
dedi, kim ne yaptı, hangi taı hangi
duvarın gedi-ine koydu ve kimler
birer fare gibi duvarın temeline sıvııverdi? ite ülkemiz yakın ta-rihine
bir de yaadıklarıyla, yaananların
dersiyle, bilinç-ten süzülen bilgiyle;
umudu, onuru çinetmeyen direnii
güzelleyen anaların tanıklııy-la
bakmak isteyenler; "Tutsak Aileleri
12 Eylül ve TA-YAD"ı okumalısınız...

Benzer belgeler