Samir Amin, Üçüncü Dünya-Demokrasi ve

Transkript

Samir Amin, Üçüncü Dünya-Demokrasi ve
I
UÇUNCU
DUNYA
DEMOKRASİ VE SOSYALİZM
SAMİR AMİN
M Ü L K İYE L İL E R
BİRLİĞİ
VAKFI
YAYIN LARI:12
S A M İR AMİN
Ü Ç Ü N C Ü DÜN YA
D E M O K R A S İ V E SOS YAL İZ M
Ç e v ire n le r
Yiğit BENER
Fikret BAŞKAYA
Yayına H azırlayanlar
O ktay E T İM A N
Fikret B AŞK AY A
4 ARALIK KONFERANSLARI
Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayııılan : 12
Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınlan
K onur Sokak No: 1 Kızılay-ANKARA
Tel : 417 80 98
Fax : 418 82 98
A nkara -1992
Bu k itab ın tü m y ay ın h a k la n
M ü lk iy eliler Birliği V akfı'na aittir.
Birinci Baskı: H aziran 1992
ISBN 975-7400-00-9
K a p a k : M ülkiyeliler B irliği V akfı
B a sk ı : Ö zkan M atbaası L td. Şti.
D izgi : Ç olak-H ız E lektronik D izgi
ve Yayıncılık Ltd. Şti.
İÇİNDEKİLER
S U N U Ş .....................................................................................5
I. Konferans
"ÜÇÜNCÜ
Sorular
DÜNYA'DA
ve
D E M O K R A S İ " ...... 9
Y a n ı t l a r ..........................................2 9
Ç e v ire n : Yiğit BEN ER
II. Konferans
"DEMOKRASİ
Sorular
ve
VE
S O S Y A L İ Z M " ..............3 7
Y a n ı t l a r ..........................................6 2
Ç e v ire n : Yiğit BEN ER
SOSYALİZMİN GELECEĞİ
OTU Z YILL IK S O V Y E T Sİ STEMİ
ELEŞTİRİSİ
(1960 - 1 9 9 0 ) ........... 7 1
Samir AMİN
Ç e v ire n : Fikret B A Ş K A Y A
Sorular
ve
Y a n ı t l a r ...................................... 1 0 5
SUNUŞ
M ülkiyeliler Birliği, M iilkiye'nin kuruluş yıldönüm ü
olan 4 Aralık'ın içinde yer aldığı bir haftalık süreyi, değişik
kültürel ve sanatsal etkinliklerle kutlam ayı, artık, gelenek
haline getirmiştir.
G eçen y ılın (1 9 9 1 'in ) 4 A ra lık k u tla m a la rı
çerçevesinde, çağım ızın önde gelen sosyal bilimcilerinden
ve kuram cılarından Sam ir A M İN 'i ülkem izde konuk ettik.
Samir AM İN, birisi İstanbul'da diğer ikisi A nkara'da olmak
ü zere üç k o n feran s verdi. İstan b u ld a'k i k onferansın
d üzenlenm esin d e B İLA R A .Ş .'n in işbirliğinden y arar­
ı n d ı k . A n k a ra 'd a k i k o n fe ra n s la r S iy asal B ilg ile r
î-akültesi'ne ait salonda düzenlendi.
Elinizdeki kitapçık, bu üç konferansın m etinlerini ve
bu konferansların ardından, izleyicilerin sordukları soruları
ve konferansçının bu sorulara verdiği yanıtları içermektedir.
Sam ir A M İN , içinde yaşadığım ız çağın en önde gelen
sosyal bilim cilerinden ve düşünürlerinden biridir. Sam ir
AMİN'in temsil ettiği düşünce çizgisi ve geliştii’diği kuram­
sal çözüm lem eler, son yıllarda m eydana gelen hızlı sosyal
ve siyasal gelişmeler dolayısıyla ayrı bir önem ve boyut ka­
zanmıştır.
S am ir A M İN 'in d ü şü n cele ri, y ery ü zü n d e asıl ve
önceliği olan çelişkinin, D oğu-B atı çelişkisi değil, KuzeyG üney çelişkisi olduğu görüşü üzerinde tem ellenm iştir.
5
Günüm üzde, Sovyetler B irliği'nin dağılm asıyla birlikte, bu
b irliğ i o lu ştu ra n ü lk elerin em p ery alizm in y örüngesi
üzerinde kendi konum larına uygun düşen yerlere serpilm e­
lerine, yani, D oğu-B atı çelişkisinin ortadan kalkm asına
karşın; K uzey-G üney çelişkisinin, varlığını sürdürdüğüne
ve giderek d erin leştiğ in e tan ık olm aktayız. Bu gerçek,
Samir A M ÎN 'in yıllardır üzerinde durduğu gözlemlere yeni
vurgulamalar getiriyor.
S am ir A M İN , 1931'd e K ahire'de doğ d u . Y üksek
öğrenimini Paris'te yaptı. 1957'de iktisat doktoru oldu.
1957-60 Y ıllarında K ah ire'd e P lanlam a Ö rgütü'nde
çalışan Sam ir AMİN, 1960-63 yıllarında Mali hükümeti nezdinde planlama danışmanlığı yapmıştır.
Sam ir A M İN , 1963-70 yıllarında D akar (Senegal) ve
Paris V III (V incennes) üniversitelerinde profesör olarak
öğretim üyeliği yapmıştır.
1970-80 Y ıllan arasında, Dakar'da Birleşmiş M illetler'e
bağlı A frik a E k o n o m ik K alkınm a v e P lanlam a E nstitüsü'nün direktörlüğünü yürüten Sam ir A M İN , 1980'den
bu yana üçüncü Dünya Forum u'nun direktörüdür.
Sam ir A M İN 'in halen direktörlüğünü yaptığı üçüncü
D ü n y a F o ru m u 'n u n m e rk e z i, S e n e g a l’in b a ş k e n ti
D akar'dadır. Ü çüncü D ünya Forum u, uluslararası nitelikli
bağımsız bir örgüttür.
Ü çüncü D ünya F orum u'nun,çoğunluğu A sya,A frika
ve Latin A m erika ülkelerinden 1000 kadar bireysel üyesi
6
v a rd ır. 1978'de K u ru lm u ş o lan bu ö rg ü t, U çiincü
D ünya'nın sorunlarına ve bunların alternatif çözüm lerine
ilişkin araşüım alar ve tartışmalı toplantılar düzenlemektedir.
Ü çüncü D ü n y a F o ru m u , bugüne dek, İngilizce,
fransızca, arapça v e İspanyolca gibi değişik dillerde 40
kadar kitap yayınlam ıştır. Bu kitaplar, Üçüncü D ü nyanın
so ru n ları k o n u su n d a tem el n itelik te önem li k atk ılar
oluşturur.
Samiı- A M İN , fransızca, arapça ve İngilizce dillerinde
yazılm ış çok sayıda kitabın yazandır. Bu kitaplar,ayrıca,
başka pek çok dile çevrilmiştir.
S am ir A M ÎN 'in k itap ların d an b aşlıcaların ı şöyle
smılayabiliriz:
- L'A ccum ulation à l'échelle m ondiale (D ünya ölçe­
ğinde birikim), 1970;
- Le Développement inégal (Eşitsiz gelişim), 1973;
- Classe et nations dans l'histoire et la crise contem po­
raine (Tarih'te sınıf ve uluslar ve çağım ız bunalımı), 1976;
- L’Eurocentrisme (Avrupa merkezlilik), 1988;
- La Déconnexion (Kopma), 1985;
- La Faillite du dévéloppem ent (K alkınm anın iflası),
1989.
7
Çok yoğun bir ilgi ile izlenm iş olan, Sam ir A M İN 'in
konferansları kadar, konferanslarının metinlerini içeren bu
kitabın da gereken ilgiyi göreceğinden eminiz.
Bu kitabı, ülkemizin düşünce ve kültür birikimine ka­
zandırm akla, bize d üşen b ir görevi daha yerine g etir­
diğimize inanmaktayız.
Prof. Dr. Alpaslan İŞIKLI
M ülkiyeliler Birliği Genel Başkanı
M ülkiyeliler Birliği Vakfı Başkanı
23 Ocak 1992
8
I.KONFERANS
ÜÇÜNCÜ DÜNYA VE DEMOKRASİ
S A M ÎR
A M ÎN
Ç e v ire n : Y İĞ İT B E N E R
H erşeyden ö ce ben de sizlere teşekkür etmek istiyo­
rum. V e bu vesileyi fırsat bilerek öncelikle beni buraya
davet etm e nezaketini gösterm iş olan ve böylece ülkenizi ve
başkentinizi görm em e fırsat veren. M ülkiyeliler Birliği'ne
ve Sayın Alpaslan Işıklı'ya d a özellikle teşekkür etm ek is­
tiyorum . Ankara'da iki konferans vereceğim arka arkaya.
İlkinde yeni dünya düzeni ve bunun dünya halklarını karşı
karşıya bıraktığı zorlukları irdeleyeceğiz. Özellikle Üçüncü
Dünyâ Ülkelerini ki ben şahsen Türkiye'nin de bu Üçüncü
Dünya Ülkelerine dahil olduğu kanaatindeyim. Yarınki kon­
feransım da ise D em okrasi v e D em okrasinin yaşadığım ız
ıeel kapitalizm koşulları içindeki güçlüklerini irdeleyeceğiz.
Tabi buıda da Demokrasi ve Sosyalizm için m ücadele so­
runu paralel olarak işlenecektir. Ö nceki gün İstanbul'da da
bir k o n feran s v erd im . B unun k o n u su da S o v y etler
B irliği'ndeki gelişm enin ve Sovyet sistem indeki çöküşe
ilişkin bir yorum idi. Burada, her ne kadar sizler bu konfe­
ransı izleme fırsatına erişm ediyseniz de, bu konferansın ko­
nusuna yeniden değinm eyeceğim , çünkü bu üç konferans
bir kitap haline getirilecek. Dolayısıyla tekrar olmaması için
bu konulara girm eyeceğim am a bugün irdeleyeceğimiz ko­
nuyla da Sovyetler B irliğindeki konuyla da ilgisi var. Ona
9
da dolaylı olarak değinm iş olacağız. Şimdi konferansım a
geçiyorum.
Bu akşam ki konferansta kısaca üç noktaya değinmek
istiyorum. Bunlardan birincisi reel kapitalizm in kalıcı olan
öğeleri, özellikle de dünyanın kutuplaşması ve kapitalizmin
yarattığı kutuplaşm alar üzerinde yoğunlaşacak. İkinci nokta
içinde bulunduğum uz, daha doğrusu Sovyetler Biıiiği'nin
çökm esiyle ve belki de K örfez Savaşı ile birlikte içine gir­
m ek te o ld u ğ u m u z dü n y a k a p ita list sistem in in yeni
aşam asına ait nitel olarak fark lı öğelerini irdelem eye
çalışacağım . Ü çüncü bölüm ün konusu ise kapitalizm in
çelişkileri ve esas olarak dünyanın kutuplaşm ası ve çeşitli
kapitalist m erkezler arasındaki kutuplaşm a. Buna Avru­
pa'nın doğurduğu sorunları d a dahil edebiliriz.
K apitalizm in sürekli olan özellik lerin i irdelerken
yukarıda da belirttiğim gibi esas olan, kutuplaşm adır. An­
cak esas olan derken iki soyutlam a düzeyini ayırm am ız
lazım: biri kapitalist üretim tarzının analizidir, İkincisi ise
daha düşük bir soyutlam a biçimi olan bugünkü fiili dünya
kapitalizm inin incelenm esidir. Bunları birbirinden ayır­
m am ız g erek ir. Ç ü n k ü ü re tim siste m in in an alizin e
girdiğim izde ki kanım ca esas tem el olan budur, M arx'ın
katkıları bugün hala geçerliliklerini korum aktadır. Ancak
bugün içinde yaşadığım ız reel kapitalizm bu kapitalist
üretim tarzının dünya çapında uygulanması değildir.
K apitalist üretim tarzının analizine girdiğim izde şu
öğeyi görürüz: pazar, ki p azar günüm üzde son derece
m oda bir tabirdir, entegre olm uş üç öğeyi içerir. Birincisi
10
üretim in pazarı, İkincisi serm aye ve serm aye ile birlikte ge­
lenler (yani teknoloji, tüketim tarzı, tüketim alışkanlıklarının
birliği) ve üçünciisü de em ek pazarının birliğidir. Sistem
olarak gerçekten kökenini incelediğimizde aşağı yukarı belli
m erkezlerde ulusal devletlerin oluşm a sürecinde bu üç
öğenin kadem eli olarak bütünleştiğini görürüz. Zam an
zam an devrim lerle, zam an zam an d a reform larla bu üç
öğenin bütünleşm esi m utlaka gerçekleşm iştir. B ir dünya
sistemi olarak kapitalizmi incelediğimizde de bu bütünleşme
eğilim inin var olduğunu görüyoruz. Ancak bu söz konusu
öğelerin sadece ikisinde b ir entegrasyon, bir bütünleşm e
var. Bu da m eta p aza rın d a y an i ürünlerin, m alların
pazarında, diğeri ise serm aye ve serm aye ile birlikte giden,
tüketim ilişkileri, teknoloji, iletişim vs gibi konularda, emek
pazarında bir bütünleşm e k esin lik le söz konusu değil.
(A slında burada uluslararası göç hareketlerini belirtm ek
lazım.) Bu marjinal bir olay değildir, ancak önemli olm akla
birlikte bu uluslararası göç hareketleri de bir bütünleşm iş,
entegre pazar yaratm aya kesinlikle yetm em ektediı. Yani
ıneta pazarındaki gibi bir bütünleşm eye gitmem ektedir. N i­
tekim IM F T ürkiye'ye geld iğ in d e, "pazarlarınızı açın"
dediğinde sadece ticaret ve sermaye pazarlarını kastediyor kı
daha çok d a T ürkiye'den serm ayenin dışarıya gitm esini
öngörüyor. Ama em ek pazarının iki yönlü olarak açılmasını
ve bütünleşm esini kesinlikle düşünm üyorlar. Bu, kanım ca
son derece belirgin bir özelliktir; çünkü emeğin entegrasyo­
nu, pazarı gerçekten kutuplaşm aya götüren öğedir, yani ku­
tuplaşm a bir kaza d a d eğ ild ir, çeşitli ülkelerdeki som ut
ö zellik lerin bir ürünü de d eğ ild ir. E lbette bu som ut
ö ze llik le r d ev letin o lu şm a sı sü recin d e , k ap italizm in
11
gelişm esi süresince önem lidir. A m a b ir dünya sistem ine
geçildikten sonra, artık bu özelliğini yitirmiştir. Kutuplaşma
tam am ıyla bu em ek pazarının bütünleşm em esi sorunundan
kaynaklanmaktadır. Nitekim, bugünlerde son derece hakim
olan k alk ın m a id e o lo jisi, bu k u tu p laşm an ın zam an
içerisinde kaldırılabileceğini iddia etm ektedir. Ancak bu
teori dünya kapitalizm inin çok belirgin b ir özelliği olan
em ek pazarının bütünleşm iş olm ayışının yarattığı kutup­
laşmanın gözardı edilmesine dayanmaktadır.
Bu kutuplaşm a ile ilgili bir iki söz söylem ekte yarar
var. K anım ca bu kutuplaşm a esasen, kapitalizm in tarihi
sınırını teşkil eder, yani kapitalizm in hiçbir şekilde, hiçbir
zaman çözemeyeceği, aşamayacağı bir temel çelişkiyi ifade
eder.Tabii bunu bu şekilde belirttiğim iz zam an da, dünya
kutuplaşması sorununun artık kapitalizm in aşılması ve yeni
bir üretim tarzına geçilm esinin gerekliliğinin d e temelini
oluşturduğunu söylem iş oluyoruz. Çünkü kutuplaşm anın
etkileri her alanda belirleyici b ir rol oynam aktadır. Sadece
çağdaş değil, modern dünyanın tüm öğeleri üzerinde belir­
leyici rolü vardır. S ın ıf savaşları üzerinde, dem okrasi
üzerinde, (dem okrasiyi de b u rad a zaten tarihi sosyal
m ücadeleler sürecinin bir ürünü olarak ele alıyorum ). Bu
sorun nedeniyle hakim olan çoğunluk ideolojisinin iddia
ettiğinin tersine dünya çapında kapitalizm le dem okrasinin
bir arada yürüm esi m üm kün değildir. Tabii ki şim diye
kadar kapitalizm i aşm a denem elerinde pek dem okratik
olduğu söylenem ez ve bunlardan kalkılarak dem okrasinin
ancak kapitalizm in ürünü olabileceği iddia ediliyor. Ancak
bu kesinlikle böyle değildir. Kapitalizm le dem okrasi bu ku­
12
tuplaşm a sorunu nedeniyle dünya çapında bir arada gide­
mez.
K anım ca, genel an lam ıyla sosyalist düşünce (buna
M arxizmle birlikte, M arxsizm öncesi veya M arxizm sonrası
düşünce biçimleri de dahil), genellikle bu kutuplaşm a soru­
nunu dram atik biçim de küçüm sem iş ve yeterince dikkate
a lm a m ış tır. H atta s o s y a lis t g e ç iş to p lu m la rın d a ,
Bolşeviklerin de eski sosyal dem okrat düşüncelerden kopa­
rak giriştikleri d eneyde bunun izlerin i görürüz. H atta
kanım ca, S ovyetler B irliği'nde daha sonra karşılaşılan
bütün sorunlar, yön aram alar v e hatalar zincirinin nedeni de
bu kutuplaşma sorununun yeterince dikkate alınmam asıdır.
Bu konuda A nti-M arxist bir yaklaşım getiriyor değilim el­
bette. A m a biz bu teoriyi, M arxist teoriyi, cansız, katı ta­
m am lanm ış b ir teori olarak görm üyoruz. M arx'ın, Lenin'in
veya M ao'nun ölüm üyle bu teorinin artık bittiği kanaatinde
değiliz. Aksine M arksizm geliştirilmesi gereken bir teoridir.
Bu kutuplaşm a sorunu, yukarıda da belirttiğim gibi, önce
dikkate alınmam ıştır ve bundan dolayı hepimiz, biz Üçüncü
Dünya sosyalistleri de suçluyuz. Bunun sorum lusu biziz.
Yani her zamanki gibi suçu başkalarına atıp, işte AvrupalIlar
Avrupa merkezli düşündüklerinden dolayı bu meseleyi yete­
rince dikkate alm adılar, kabahat onların diyem eyiz. Bu
aslında hepim izin, Ü çüncü D ünya'nın ilericilerinin, sosya­
listlerinin sorum luluğudur,/bizim hatam ızdır, çünkü esas
olarak bu sorunu yaşayanlar biziz. G ünlük hayatım ızda,
pratiğim izde bunları sürekli olarak yaşıyoruz, ancak bunun
boyutlarım yeterince irdeleyip ortaya koym uş da değiliz.
Dolayısıyla esas olarak biz sorumluyuz.
13
Bu kutuplaşm a k onusunda söyleyebileceğim iz bir
diğer öge de şudur: K apitalist proje, yani kapitalizm in ken­
disi değil, ama projesi, başka bir deyişle, dünya çapında bir
pazar aracılığıyla dünyayı bütünleştirm e projesi aslında bal
gibi bir ütopyadır. Hep sosyalizm için bir ütopyadır denilir,
am a özünde kapitalist projenin kendisi ütopyadır. Zaten ka­
pitalizm de hiç b ir zam an tarihte kendi pro jesin e göre
işlem em iştir. P azara d a y a lı d ü n y an ın b ü tü n leşm esi,
entegrasyonu, hiçbir zam an sağlanm am ıştır. Y akın tarihe
baktığım ız zam an da, son dönem lerde d e bunun böyle
olduğunu görürüz. A slında reel kapitalizm in tarihi sürekli
olarak dağılmalar, çözülmeler, ayrışm alar ve pazar nedeniy­
le çatışm alar tarihidir. Bir bütünleşm eler tarihi değil. Dünya
pazarının, tabii bozuk bir biçim de yani yukarıda belirttiğim
gibi, sadece iki öğesinin, m eta v e serm aye pazarının
bütünleşmesi için 19.yüzyılın ortalarını beklememiz gerekir.
Bu d a Çin ve O sm anlı İm paratorluğunun dünya pazanna
açılışına denk düşer. Y ani, aşağı yukarı 1840 civarında
başlam aktadır. A ynı şekilde, kıta A frikası'nın da pazara
açılması 19. yüzyıl Oltasına rastlamaktadır. Bu dönem de bu
pazarın bütünleşm esi İngiliz hegem onyası altında, İngiliz
baskısı altında gerçekleşmişti. Ancak taş çatlasa topu topu,
yirm i otuz sene, 1850-1880 arasında sürdü. D aha sonra bu
kutuplaşm alar nedeniyle çok uzun bir çatışm alar dönemine
yani kapitalist m erkezler arasındaki çatışm alara giriyoruz.
1880-1945 dönem i, boyunca yaşanan bu çatışm alar öyle
sıradan çatışm alar da olm am ıştır; nihayetinde İki D ünya
S a v a şın a n ed en o lm u ştu r. D o la y ısıy la o tu z y ıllık
bütünleşm iş bir p azar için altm ışbeş yıllık, iki dünya
sa v a şın ı içeren b ir ç a tış m a la r d ö n em i y aşan d ığ ın ı
14
görüyoruz. D aha sonra da, hatta buna p aralel olarak da
1917-1991 arasında so v y etler B irliği'n in de pazardan
kopm uş olduğunu eklersek (ki buna 1949'da Çin'in kop­
m asını da eklem ek gerekir), görüyoruz ki seksen sene
boyunca dünya pazarının bütünlüğünün kopmasını yaşamış
bulunuyoruz. Dolayısıyla sosyalizm bir ütopyadır diyenlere
şunu belirtm em iz lazım aslında; Esas ütopya, kapitalizmin
yeni bir dü n y a d ü zen i k u rm ası v e p aza rla d ünyayı
bütünleştirm esidir. K apitalizm şim diye kadar bunu hiç
başaram adığı gibi, aksine, sürekli bu sistem den kopuş d e­
nem eleri olm uştur. Çünkü gerçekten de kutuplaşm a, gerek
sosyal, gerek ekonom ik, gerek kültürel ve başka bir dizi ne­
denle taham m ül edilm ez birşeydir. K im se buna taham m ül
edem ez ve dünyanın yüzde sekseni bu kutuplaşm aya ta­
ham mül edem ediği için sürekli bundan kopuş, kaçış dene­
meleri yaşanmıştır.
İlk nokta, reel dünya kapitalizm inin kalıcı, tem el bir
özelliği olan kutuplaşm adır. A ncak kapitalizm , durağan bir
sistem de değildir. K apitalizm de bir dizi değişim ler, yeni
özellikler de vardır ve bunların belirtilmeleri gerekir. Başka
bir deyişle içine girdiğimiz yeni aşamada ortaya çıkan nitel,
farklı özellikleri dikkate alm ak gerek, çünkü bu değişim ler
yakın gelecekte, hatta orta vadede, kutuplaşm anın gelişimi
üzerinde etkili ve belirleyici olacaklardır. Çok bahsedildiği
için h erk esin m alum u o la n bu yeni ö ğ eleri şöyle
.sıralayabiliriz: D ünyanın giderek tek bir köy haline dönüş­
mesi ve iletişimin bilgilendirm e ve çeşitli uzak m erkezler
arasındaki iletişim in gelişm esi açısından kazanm ış olduğu
olumlu ve olum suz yeni boyutlar ve yeni katkılar; çevre so­
15
runları, ekolojik sorunlar. Biliyorsunuz Gorbaçov bu konu­
da dünyanın ekolojik sorunlarının b ir bütün olduğunu o r­
taya atarak bayağı sükse yapmıştı. A slında ekolojik sorunlar
insanlığın tarihinin başından beri var. Başından beri bu so­
runlarla beraber yaşıyoruz am a burada yeni bir boyut
olduğunu, nitel yeni bir boyut olduğunu da belirtmek lazım.
Bir diğer boyut da silahlanm ayla ilgili boyuttur. A slında
tabii atom bom bası 1945'ten beri var, ancak ilk defa
dünyada artık bir toplu soykırım , hatta insanlığın tümünün
ortadan kaldırılmasına varabilecek bir katliam olanağı tekno­
lojik olarak birikmiş oluyor. Tarihin en vahşi, en barbar im ­
paratorluklarında bile bu kadar toplu kıyım lar yapm aya ya­
rayacak düzeyde teknoloji ve silah yoktu. Ancak tüm bunlar
kanım ca ikincil önem dedir. Çünkü doğru olm akla birlikte
m eseleyi tasvir etm ekle yetinilm ektedir. Esas olarak temel
nokta daha farklıdır.
Artık kapitalist ekonom i uluslararası kapitalizmden bir
dünya kapitalizm ine geçm iştir. A slında burada kelim eler
arasındaki, uluslararasıyla d ü n y a kapitalizm i arasındaki
ayrımın belli bir önemi var. Bu değişim yaklaşık yirmi sene
önce başladı am a şu an bulunduğum uz dönem de esas
özellik lerin i ortaya k o y m ak tad ır. Ö n cek i dönem deki
gelişm iş kapitalist ekonom iler tarihi olarak kendilerini belli
m erkezlerde oluşturdular ve gelişm iş kapitalist ülkelerde
kendi m erkezlerine dayalı olarak oluşuyorlardı.Tabii dışa
kapalı değillerdi. A ksine dışarıya açık, hatta saldırgan bir
şekilde dışarıya açıktılar. Ancak yine kendi ulusal devletleri
sınırında oluşm uşlardı ve kendi m erkezleri tem elinde
gelişm işlerdi. U luslararası kapitalist ekonom i bu değişik
16
merkezler arasında her alanda (ekonomik, askeri vb.) bir re­
kabete, bir yarışm aya dayanm aktaydı. K endi aralarındaki
rekabete h izm et etm ek ü zere bu u lu sal p o litik aları
g e liş tiriy o rla rd ı. A ynı za m a n d a b ir so sy a l d ü zen
oluşturm ada, bir sosyal uzlaşm a yaratmada da kendi ulusal
politikalarım geliştirebiliyorlardı. Zaten gelişm iş kapitalist
ülk elerd ek i d em o k ra sin in tem eli d e budur. İtaly an
K om ünist Partisi'nin ve lideri Berlinguer'in m eşhur ettiği
bir ifadeyi k ullanm ak g erek irse, d em o k rasi b ir tarihi
uzlaşm anın, bir sosyal uzlaşm anın, ürünüdür. Siyasi ve
ekonom ik kurallar zinciridir, sosyal dem okrat dem okrasi­
nin, sosyal dem okrat devletin ve burjuva demokrasisinin te­
melini oluşturan bu sosyal uzlaşm a, siyasi ve politik alanda
son derece önemli bü- özelliğe sahiptir. Dünya kapitalizmine
bir geçiş g ü n d em e g eld iğ in d e artık ü retim süreçleri
parçalanmaya başlamakta, tek bir merkezde, tek bir merkezi
devlette gerçekleşm em ektedir. Eskiden gerçekten de ulusal
diyebileceğim iz serm ayeler söz konusuydu. A lm an ser­
mayesi vardı, Japon serm ayesi vardı vb. Lenin'iıı em perya­
lizm incelem esinde belirttiği gibi o zam anlarda da bu ser­
m ayeler arasında kesişm eler vardı elbette. Ancak gene de
ağırlıklı olarak ulusal özellikler taşıyan bir serm aye söz ko­
nusuydu. A ıtık içine girdiğim iz dönem de bu yönetim süreci
ve üretim in örgütlenm esi parçalanm ış durum da. U lusal
düzeyde bir tutarlılık ortadan kalkm akta am a kapitalizm in
bütünsel tutarlılığı bu kez dünya çapında yeniden kendini
dayatm aktadır. U lusal serm aye ortadan kalkm ış artık bir
uluslararası serm aye gündem e gelmiştir. Bunun sonucu ola­
rak da bu sürecin dağılmasıyla, ulusal kapitalizmin ve ulusal
devletin sosyal m ücadeleleri, sınıf m ücadelelerini idare et-
17
inekteki yeterliliği ve etkinliği de ortadan kalkm aktadır.
Ulusal devletin bu etkinliğini yitirm esine paralel olarak ise
henüz bir süper devlet, bir tüm dünya devleti oluşm uş
değil. Bu A vrupa'da yok, h atta trilateral düzeyde, yani
Japonya, A m erika ve A vrupa düzeyinde bile henüz böyle
bir süper devlet, etkinliğini yitiren ulusal devletlerin yerini
alabilecek bir dünya devleti onaya çıkmış değil. Dolayısıyla
artık ortak politik sosyal sistem ler, ortak sendikalar, ortak
partiler bu m erkezlerde bile yok. Sonuç olarak ortaya kor­
kunç bir kaos, korkunç bir başı bozukluk, bir düzensizlik
çıkmaktadır. Bu da yeni dönem in son derecede önem li yeni
nitel özelliğidir ve reel kapitalizm in ana çelişkisine yeni bir
boyut katmaktadır.
Önceki teknolojik devrim ler, gerek altyapı açısından,
gerek serm aye yatırım ı açısından, son derece külfetli m ik­
tarlarda para, sermaye çıkartılmasını gerektiriyorlardı. Oysa
şimdiki teknolojik devrim "C apital-saving" denilen, yani
serm aye tasaırufu sağlayan b ir yatırım gerektiriyor ve daha
az para harcanm asına yolaçıyor. Bu d a serm aye talebiyle
üretken yatırım arzı arasında bir dengesizliğe yolaçıyor ki
Üçüncü Dünya'nın borçlanm asının esas nedenini d e burada
görebiliriz. Bu öge ise ulusal olm ayan serm ayenin yeni
oluşum sürecini belirleyen b ir faktördür.
D ünya kapitalizm inin bu önem li ikinci nitel değişimi
klasik jargonda uluslararası iş bölümü olarak adlandmlıyor.
H ala uluslararası kelim esi k u llan ılıy o r burada, ancak
sözünü ettiğim iz sorun m erkez-periferi çelişkisi. A slında
m erk ez-p eriferi ç elişk isi b iz le r için 19. yy. b aşın d an
1950'lere kadar çok iyi bildiğim iz bir sorun. Ama bizim için
18
merkez- periferi çelişkisinin aldığı şekil 1950'lere kadar son
derece som ut, gözle görülür b ir çelişkiydi. Bunun sebebi
m erkezlerin gelişm iş sanayi toplum u oluşu, periferideki
ülkelerinse henüz sanayileşmem iş, geri toplumlar oluşuydu.
A ncak 1950'lerden itibaren artık bu özellik aşılmış, bu yapı
değişm iştir. Yeni çelişki, Ü çüncü D ünyanın sanayileşmesi
şeklinde ortaya çıkmaktadır. Türkiye örneğini de burada ve­
recek olursak, örneğin K em alist dönem de, sanayileşm e,
bağım sızlığı sağlam anın bir aracı olarak görülm ekteydi.
O ysa şimdiki dönem de sanayileşm e başlı başına bu bağım­
lılığı sağlayan bir öge olarak karşım ıza çıkıyor; tamamıyla
teknolojik, mali ve ekonom ik bağım lılığı getiren, bunları
artıran bir faktör. D olayısıyla sanayileşm e kutuplaşm ayı
azaltm ıyor, değişik bir şekilde yeniden sağlam laştırıyor.
Özellikle de fınans, iletişim ve silahlanma konularında bunu
gayet açık bir şekilde görebiliriz. M erkezler bu konuda ke­
sinlikle hiçbir Üçüncü Dünya toplumuna, ister diktatörce bir
rejim e olsun, ister iyi ister kötü b ir rejim e olsun, hiçbir
Ü çüncü D ünya toplum una askeri olarak kendini savunma
yeteneğini verm eyeceklerdir. K örfez Savaşı aslında bunun
çok önem li bir göstergesidir. Ben bu yeni oluşum a "yeni
kompradorlaşma", "neo-kompradorlaşma" adını veriyorum.
Biliyorsunuz 1800-1850 dönem lerinde bir kom pradorlaşm a
başlıyor. Örneğin Osm anlı toplum u içinde bu gayet açık bir
şekilde 1838 Londra an laşm asıy la ortaya çıkm ıştır. Bu
kom pradorlaşm a süreci, bir süre so n ra ayaklanm alara,
isyanlara yolaçıyor. B unların en belirgin iki örneği 1917
Rus D evrim i ve 1949 Çin D evrim i'dir. Ben bu iki devrim i
de aşağı yukarı denk gö rü y o ru m . B aşk a b ir düzeyde
Ü çüncü D ünya yine ulusal am a sosyal yönleri çok daha
19
zayıf olan ayaklanm a örnekleri yaşadı.B unlar da K em alist
Devrim ile N asır H areketi'dir. Ö zünde her ikisi de değişik
türde kom pradorlaşm a sürecine karşı ayaklanm alardır. Bu­
radaki am aç aslında sanayileşm iş bir toplum yaratarak bu
kutuplaşm ayı silm ek, kutuplaşm anın etkilerini ortadan
kaldırm ak idi. A ncak artık ku tu p laşm a sanayi yönüyle
yapılıyor ve daha farklı bir şekilde ortaya çıkıyor. Yeni bir
kom pradorlaşm a sürecinde yaşıyoruz. Tabii artık burada
söz konusu olan geçm işe dönm ek, sadece ticaretle, tarımla
geçinm ek değil. A m a yine d e b ir yeni kom pradorlaşm a
öğesi var. A slında bu yeni kom pradorlaşm anın d a dış
b o rç la rla v e D ü n y a B a n k a sıy la IM F 'n ın d a y a ttığ ı
düzenlem elerle ortaya çıkm ası herhalde bir tesadüf değil.
Dış borç Türk toplum u için bu 19. yy'ın ortalarında ilginç
çağrışım lar yaratsa gerek. B unun belli bir anlam ı var.
Dolayısıyla artık kanım ca bu toplum lardaki yeni burjuvazi­
ler de kom prador burjuvazilerdir, neo-kom prador burjuva­
zilerdir. H atta devletin kendisi de Ü çüncü D ünyada bir
kom prador devlet halini alm aktadır. Bu da kapitalizm in,
içinde yaşadığımız ıeel dünya kapitalizminin ikinci çok yeni
nitel özelliğidir ki, bunlara tabii daha önce ilk bölüm de
s ıra la d ığ ım ta sv ire d a y a lı ö z e llik le ri d e k atm ak
m üm kündür..
Ü çüncü bölüm de de yeni dü n y a dü zen in in , daha
doğrusu, yeni dünya düzensizliğinin iç çelişkilerini irde­
leyelim. Aslında bunları iki alt başlık halinde inceleyebiliriz.
Birisi m alum kuzey-güney çelişkisi, yani kuzey-güney
olarak adlandırılan çelişki. İkincisine de bir kuzey içi çelişki
diyebiliriz. Buna ay rıca b ir doğu-batı çelişkisini, daha
20
doğrusu eski doğu-batı çelişkisini ekleyebiliriz ki, kanımca
özünde doğu-batı çelişkisi de bir kuzey-güney çelişkisiyle
eşdeğer anlam dadır. A m a süreç içinde Batı içi bir çelişkiye
de dönüşebilir.
K uzey-güney diye adlandırılan çelişki (hem en belir­
teyim , ben bu tabiri sevm iyorum çünkü m eselenin özünü
biraz karikatürize eden ve basite indirgeyen b ir tabirdir)
aslında geçm iş kutuplaşm a dönem inde, yani sanayi devrim inden 20.yy'ın ortalarına kad ar olan dönem de daha basit
bir şekilde ortaya çıkıyordu. O dönem lerde sanayileşmiş periferi ülkesi yok gibi bir şeydi. D olayısıyla burjuvazi antiem peryalist bir faktör olarak da ortaya çıkıyor. En azından
kendini öyle görüyordu. Ama gelişm e hedefleri, kapitalizm
içi hedeflerdi. Kapitalizm içinde kalkınmanın gerçekleşebi­
le c e ğ in e ve k u z e y -g ü n e y ç e liş k is in in d e o rtad an
kaldırılabileceğine inanıyorlardı. Bu ise m erkezlerle bir
çatışm ayı da içeriyordu. Çatışm alı bir kalkınm a söz konu­
suydu am a yine d e kapitalizm -içi bir çıkış öngörülüyordu.
Her ne kadar bazı popülist rejim ler bu tür yapılara sosyalist
dedilerse de, özünde aslında bunlar kapitalist rejim lerdi ve
k ap italizm -içi rejim lerd i. Ç ağ ım ızd a bu kuzey-güney
ilişkisinin aldığı yeni şekil ise yukarıda belirtildiği gibi, bur­
juvazinin ve devletin kompradorlaşması sürecine dayanıyor
ve aslında yakın gelecekteki gelişim i belirleyecek olan da
budur. Bu yeni çelişki, hakiki periferi ülkelerinde, yani
belli oranda sanayileşm iş (ki buna y an sanayileşm iş de de­
n iy o r) p erife ri ü lk e le rin d e son d erec e s e rt sosyal
çatışm alarla kendini ifade edecektir. Artık sorun milliyetçi
söylemlerin belirttiği gibi kuzey devletleriyle güney devlet­
21
leri arasında bir çelişki değildir. Bu, güney devletlerinin
kendi içindeki kom pradorlarm ış burjuva devletle em ekçi
sınıflar arasındaki bir çelişki olarak oıtaya çıkacaktır ve son
d erec e sert, şid d etli so sy a l çatışm alar, so sy al sın ıf
m ücadeleleri v e sosyalizm m ücadeleleri yaşanacaktır.
D o lay ısıy la bu alan d ak i k u zey -g ü n ey sav aşı ulusal
düzeydedir ve geçm işteki ulusal kurtuluş m ücadelelerinin
yaşam ış oldukları çelişkiler v e karşılaşm ış oldukları sorun­
lar da artık bu yeni dönem de gündem de değildir. Bunun en
belirgin özelliklerinden biri d e Körfez'in işgali sırasında or­
taya çıkan görüntülerdir.
K uzey-g ü n ey ç e lişk isin d e batı ü lk elerin in tem el
kaygısı, güneyin tümünü kendi egemenlikleri altında tutabil­
mektir. K esinlikle güney halklarının hiçbirine herhangi bir
özerklik alanı tanım am aktır. A slında bu kaygıyı Bush çok
açık v e doğ ru d an bir şek ild e d ile getiriy o r. "S hared
hegemony" yani "paylaşılm ış hakim iyet", teorisiyle ortaya
çıkarıyor. Bu teoriyi şu ana kad ar Japonya ve A vrupa ka­
bullenmiş durumdadır. Yani kendi aralarındaki çelişkiler ne
olursa olsun, güney ülkelerini boyundurukları altında tut­
m a k söz k o n u su o ld u ğ u n d a g ü ç le rin i m u tla k a
birleştireceklerdir. Bu aynı zam anda gerilemekte olan Ame­
rikan em peryalizm inin hegem onyasını sürdürm esini sağ­
lam ak için ortaya atm ış olduğu bir taktikti. D olayısıyla
"paylaşılmış hakimiyet" teorisini tüm Batı devletleri şu ana
kadar kabul etm iş durum dadır. Ve Bush d a nitekim bunu
yeni dünya düzeninin, istik ran sağlayıcı tem el bir öğesi
olarak ortaya atıyor. A m a , paylaşılm ış hegem onyanın bu
anlayışla sürebileceği konusunda ciddi kuşkularım var. Ki
22
bu d a bizi şimdi açıklayacağım ikinci tem el çelişkiye geti­
riyor.
Bu ikinci çelişki kapitalist m erkezler arasındaki reka­
bettir ve önümüzdeki dönem lerde daha da gelişecek ve yeni
şekiller alacaktır. Ne v ar ki bu çelişki gelişecek derken
geçmiş dönem deki biçiminin bir yenilenmesi olmayacaktır.
Yani Lenin'in incelemiş olduğu em peryalist merkezler arası
rekabet şeklini almayacaktır. A slında bu konuda, Amerika,
Japonya, A vrupa arası rek ab et ve çelişk iler üzerine çok
şeyler söylendi, doğru şeyler söylendi am a daha çok tasvire
dayalı şeyler söylendi. A slında ikinci dünya savaşı sırasında
A vrupa ve Japonya öyle zayıflam ışlardı ki, her alanda,
ABD kesin üstünlük sağlamıştı. Her alanda derken de gerek
üretim alanında, gerek verim lilik alanında, gerek teknoloji
ve yeni teknoloji yaratma alanında neredeyse tekel sağlam ış.
durum daydı. A m a giderek, ki bu da kaçınılm az bir şeydi,
A vrupa ve Japonya, A m erika'ya yetiştiler. Bu herkesin
bildiği çok m alum bir konu, aslında durum bundan çok
daha karmaşık. Çünkü gelişm e düzeyleri farklı. Örneğin si­
lahlanm a k o n u su n d a A m erik a tek b aşın a büyük bir
üstünlüğe sahip ve uzun sü re de böyle kalacağa benzer.
A slında A lm anya ve Japonya isteseler üç günde A m eri k a'n ın k in e ben zer g ü çte b ir ordu k u rab ilirler. Bunu
sağlayacak alt yapıları var, h er şey hazır bunun için ama
yine de dünya çapında süper soykırım lar ve kitle katliamları
düzenlem e konusunda A m erika'nın üstünlüğünün henüz
daha uzun y ıllar sürecek olduğunu da belirtm ek lazım .
Am erika'nın bu konuda nitel bir üstünlüğü var. Teknoloji­
deki rekabette ise üretim sürecinde, üretim ve teknolojide
23
çeşitli farklılıklar var. Ö rneğin bilgisayar alanında Amerika
ile rek ab et ed eb ilecek olan, ve rek ab et eden tek güç
Japonya. A vrupa bu rekabetten tam am en düşmüş durumda.
A lm anya'nın özellikle, bilgisayar teknolojisi konusunda
A m erika'yla rekabet etm esi söz konusu değil. A ncak, buna
karşın ticari rekabet konusunda, ço k daha düşük gelişm e
düzeyine sahip ülkeler, örneğin bir İtalya, A m erika’yla bal
gibi başabaş rekabet edebilm ektedir. Çünkü burada belir­
leyici olan fak tö rler daha ço k bu d ev letler-içi sosyal
yapılanm alar, üretim in düzenlenm e biçim leri, vergi düzeni
vs.dir.
Önümüzdeki temel sorun şudur: bu kapitalist merkezler
arasındaki rekabetler sonucunda farklı siyasetler, farklı poli­
tikalar oluşacak m ı? Esas karşım ızdaki sorun bu ve kaosun,
başıboşluğun, düzensizliğin sebebi de budur. Bu konuda
henüz rasyonel b ir siyasi proje, bütünsel bir siyasi proje
üretm iş bir siyasi m erkez yok. Ne sağ, ne de daha iktidara
gelm e şansını taşıyan sol, yani sosyal dem okrat ılım lı sol
için de böyle bir bütünsel proje üretilm iş değil. B ir bilinç
yok dem iyorum am a bir proje yok. Bunun olm ayışı ayrıca
y ukarıda b elirtilen , u luslar ötesi bir süper d ev let de
olm adığına göre böyle bir projeye uygulam a şansı da, de­
nenm e şansı d a verm iyor. Bu sorunlar, ö zellikle O rtak
P azar A vrupası'nda son derece ağ ır b ir şekilde kendini
gösteriyor. H ele hele A vrupa'yı daha geniş anlam ıyla,
Doğu Avrupa'yı da katacak bir şekilde bir bütün olarak ele
alacak olursak , bu sorun ço k d ah a ağ ır b ir şekilde
yaşanmaktadn.
24
A vrupa için şöyle bir sorun ortaya çıkıyor. Ö zünde
O rtak P azar projesi, işin başından beri ve bugüne kadar
adından da belli olduğu gibi herşeyden önce bir ortak pazar
projesiydi ve bundan ibaretti. D olayısıyla O rtak Pazar eko­
nomisi yönünde siyasi bir yöneliş söz konusuydu. Bu ortak
pazarda iki boyut eksikti. Bunlardan biri, ortak bir sosyal
politika, diğeri ise siyasi birlik boyutları. Bu arada, m adem
A nkara'dayım , Türkiye gibi ülkelerde A vrupa ve Ortak Pa­
zarla ilişkiler konusundaki yanılsam alara yönelik bir paran­
tez açm am a izin verin. Bu ülkelerde ortak pazara girme ko­
nusunda illüzyonlar var. A slm da bu güne kadar ortak pazar
oluşum u cid d i b ir sorun y aratm ad ı. H atta (soldaki
gözlemcilerin bir kısmı da bu kanıda) bir başarı olarak kabul
edildi ve gerçekten de belli ölçütler açısından baktığımızda
bu bir başarıdır. Ancak şunu unutm ayalım ki, söz konusu
ülkeler m erkez kapitalist ülkelerdi. Belki Y unanistan ve
Portekiz için biraz istisnai durum lar sözkonusu olabilir am a
İspanya için, hatta İtalya için ve tabii A lm anya ve diğer
ülkeler için, açık olan şu ki, bunların hepsi merkezi kapita­
list ülkelerdi. O ysa bir periferi ülkesinin (ki bence Türkiye
de bir periferi ülkesidir) Ortak Pazar içine girmesinin tek so­
nucu, sadece ve sadece bu ü lk e içindeki kutuplaşm aları
artırm ak olacaktır ve nitekim yaşanm akta olan da budur.
A slında, Türkiye'nin O rtak Pazara girm ek isteyişinde, bir
rasyonellik var. O rtak Pazara üye olduğu takdirde em ek
göçü serbest hale gelecektir. O zaman ortaya çıkacak tablo
şudur, yirm i beş milyon T ürk A vrupa ülkelerine göç ede­
cektir. Tabii olabilirse fena değil, niye olm asın? Yani yirm i
beş milyon Türk, yirmi beş m ilyon M ısırlı başka ülkelere
gidip yeni Türk ülkeler, yeni M ısırlı ülkeler yaratabilirlerse
25
(ki tarihte bunun örnekleri vardır) neden olm asın? A m a bu
tamamen hayali bir projedir, bir illüzyondur. Böyle bir şey
k esin lik le siyasi o la ra k A v ru p alIlar tarafın d an kabul
görmeyecektir
S on b o y u t ise A v ru p a p ro je sin in , v aro la n ve
yürüm ekte olan başarılı bir proje olmasıdır. Batı Avrupa so­
lunun dahi geliştirdiği bir sosyal proje yok dem iştik am a bir
siyasi proje var. Bu siyasi projede de kilit nokta, Doğu Av­
rupa ve Sovyetler Birliği'nin Avrupa ile ilişkileri. Tabii A v­
rupa derken siyasi anlam da değil, kültürel anlam da Avrupayı kastediyoruz. Y ani V ladivostok'a kadar uzanan bir
R usya'yla ilişkileri gündem e geliyor. A slında A BD 'nin
kâbusu da bu. A m erikan önde gelenlerinin askeri konular­
daki yazılarını okursanız, A m erika'nın bu konulardaki
kaygılarını gayet açık bir şekilde görürsünüz. Ö zellikle de
bloklar arası gerilim in azaldığı yum uşam a dönem inde en
büyük korkuları B atı A vrupa'nın S o v y etler B irliği'yle
yakınlaşm asıy d ı. Ç ünkü bö y le bir y ak ın laşm a ortaya
çıktığında da, ki günüm üzde bunu görüyoruz, A vrupa
ülkelerinin Natocu olmaları zorunluluğu ortadan kalkacaktı.
Aslında bu Türkiye'nin de gündem inde. Çünkü coğrafi ola­
rak olm asa da siyasi anlam da bir A tlantik (NATO) ülkesi
sayılıyor. Aslında bu projeyi geliştiren iki Avrupalı siyaset
adamı vardır. Bunlardan birisi fizik olarak mefta olmuştur.
İkincisi siyasi olarak m efta olm uştur. Birincisi Fransa eski
devlet başkanı De Gaulle, Atlantik'ten Ural'a kadar Avrupa
projesi çizm iştir. U rallar'a kadar dem iştir. Çünkü onun
döneminde coğrafya faiklı bir şekilde öğretiliyordu, ama biz
U rallar'a kadar sınırlam ayalım , diyelim ki V ladivostok'a
26
kadar bir A vrupa söz konusu. D e Gaulle aslında ekonomiye
fazla önem veren bir insan değildi. "Ö nem li olan siyasi
gelişm eler" derdi. K om ünizm i de geçici b ir şey olarak
görüyordu. Bunda da aslında haklı çıktı. "Ruslar da A vru­
palIdır, onlar d a bizden sayılır" diyordu ki, bu konuda da
aslında haklı çıktı. Çünkü R uslar da A vrupalı olduklarını
sürekli vurguluyorlar. Ancak D e G aulle öldükten sonra bu
projenin arkası gelmedi. Fransa'da bile bu projeyi sürdüren
bir siyaset adam ı çıkmadı. Bu projeyi geliştiren ikinci siya­
set adam ı ise siyasi mefta olarak değerlendirebileceğim iz
G orbaçov oldu. A slında, o d a A vrupa ortak evi projesini
geliştirdiği sırada, 1985’ten 89'a kadar olan dönem de böyle
bir rol oynadı. G orbaçov’un projesi de şuydu: kapitalizm e
geçiş sü recin d e bu re fo rm la r v e p ro je y e S o v y etler
Birliğin'deki hakim sınıf egem en olabilir, bunları dilediği
gibi yönlendirebilir ve böylece A vrupa'yla bir yakınlaşm a
sağlanabilir. Bu yak ın laşm a bir ortak A vrupa evinde
sonuçlanır ve burada esas güçlü ülkeler, Sovyetler Birliği,
Alm anya gibi ülkelerin de siyasi alanda belli bir özerklik
marjları olacaktır. Böylece güçlü bir Avrupa kurulacaktır. Bu
proje gerçekleşse idi, A m erikalıların korktuğu kadar vardı,
çünkü böyle b ir A vrupa o lu ştu ğ u tak d ird e kesinlikle
A BD'niıı üstünlüğüne son verilirdi. Teknoloji alanında,
örneğin. Batı AvrupalIlar sayesinde sivil teknolojide, Ruslar
sayesinde de askeri teknolojide bu birleşik A vrupa kesinlikle
A BD'den üstün olacaktır. D oğal zenginlikler açısından da
sosyal güçler açısından da üstün olacaktır. Ancak bu proje­
nin g erçek leşm e şansı k alm am ıştır, çü n k ü S ovyetler
Birliğin'deki hakim sınıf kendi ülkesindeki reformlara hakim
olabilme, onları yönlendirebilirle yeteneğini yitirmiştir. Şu an
aslında yaşanm akta olan D oğu A vrupa'nın ve Sovyetler
27
Birliği'nin "Latin Amerikalaşması" yani birer periferi ülkesi
haline dönüşm esidir. Elbette tarihi koşullar farklıdır, ama
olup biten bir periferileşm eden ibarettir. Böyle bir yöneliş
sonuçlandığı takdirde A vrupa'nın herhangi bir uzun vadede
rol oynam a şansı da oıtadan kalkmaktadır. Örneğin yaşanan
gelişm elerden biri A lm anya'nın giderek ortak Pazar'dan da
uzaklaşmasına yol açmaktadır. Almanya'da böyle bir "Latin
Amerikalaşma", periferileşm e olduğu takdirde Almanya’nın
coğrafi olarak da, siyasi ilişkileri açısından da bu alana
yayılması ve bu alanda ilişkiler geliştirm esi söz konusu ve
bunun için artık O rtak P azar'a da ihtiyacı yok. Başka bir
deyişle A lm anya aıtık bağım sız olarak yeniden kendi ser­
mayesini geliştirip O rtak Pazar'dan kopm a sürecine girerek
Sovyetler Birliği'ne ve Doğu A vrupa'ya yönelik politikalar
oluşturabilecek durum dadır v e bunu yapm aya başlam ıştır.
A slında bu durum A m erika'nın çok büyük bir zaferidir,
çünkü böylece artık A vrupa kanalıyla değil doğrudan bir
şekilde M oskova'yla dialog kurm a şansına ulaşmıştır ve Av­
rupa'nın inşası da bu anlam ıyla sekteye uğramaktadır. Bu ise
tek başına bir kaos nedenidir. Çünkü bu durum siyasi olarak
kabul edilem eyecek bir şeydir ve A vrupalılar açısından bir
çok sonuç doğuracaktır. B unlardan bazılarını şim diden
yaşamaktayız: Orta A vrupa'da ve Doğu Avrupa'da popülistfaşist yönetim ler, hareketler ortaya çıkm aktadır. U lusal
düzeyde çözü lm eler o la cak tır.’ Y u goslavya'da ve diğer
ülkelerde de bunun örneklerini görüyoruz. Bunun ötesinde
İngiltere ve Fransa'dan da A lm anya'nın bu bağım sızlaşm a
sürecine ciddi bir siyasi tepki gelecektir'. Dolayısıyla, konfe­
ranstan çıkaracağım sonuç budur. Nereye bakarsak bakalım
bir kaos, bir dağınıklık ortaya çıkmaktadır. Hiç bir yerde, ka­
pitalizm in en gelişkin, en güçlü olduğu yerlerde bile bir
düzen, bir istikrar unsuru yok.
28
S O R U L A R VE Y AN IT LA R
Kısa bir süre içinde bu soruların tüm ünü tatm in edici
şekilde cevaplandırabilir m iyim bilm iyorum . O yüzden
elim den gelini yapacağım . Bu sorulara bu nedenle tek tek
cevap verm ek yerine tem alara göre bir araya getirip cevap
verm eye çalışacağım. Demokrasiye ilişkin som lara şimdilik
değinm iyorum . Çünkü aslında bu yarınki konferansın ko­
nusu. Yine de şunu belirtm ek isterim ki, gerçekten de kapi­
talizm le dem okrasi arasında ciddi bir çelişki vardır ve bu
çelişki gittikçe anacaktır. Çünkü kitlelerde dem okrasiye bir
özlem vardır. Bu sadece A vrupa'da değil, (A vrupa’dakiler
d e m o k ra s iy e a lış k ın ) a y rıc a D oğu A v ru p a 'd a k i
başkaldırmaların sebeplerinden biri de büyük ölçüde bu de­
m okrasi özlem iydi. G üney ü lk elerin d e, üçüncü dünya
ülkelerinde de artık b ir dem okrasi özlem i var. Eskiden
üçüncü dünya ülkelerinin halkları "daha çok sosyal adalet,
daha iyi ekonomik koşullar istemekle yetinirlerdi. Ama artık
dem okrasiyi de istiyorlar. Bu belki de iletişimin artm asının
olum lu so n u çların d an b irisid ir. B öyle b ir dem okrasi
özlem inin gelişm esi veya kentleşm enin artm ası, sosyal
koşulların düzelm esiyle de koşut giden bir özlemdir. Ve bu
dem okrasi özlem i gerçekten kapitalizm le çok şiddetli bir
şek ild e önüm üzdeki d ö n em d e ç a tışacak tır, çünkü bu
ülkelerde hakim olan vahşi kapitalizm in idare kurallarıyla
demokrasi taban tabana zıttır.
İkinci seri sorular sosyalizm e yönelik sorunlar. Sosya­
lizm niçin başarısız oldu? Bu soruların so ıuluş biçim i de
29
son d erec e g ü zel v e ilg in ç ; "so sy alizm in b aşarıy a
ulaşamaması sadece uygulam a hatasından m ı kaynaklandı"
diye bir soru sorulm uş. Ve bu ülkelerdeki kafa karışıklığı
ile ilgili bir soru:"Sosyalizm neden başarısız olurdu veya en
azından o ülkede yaşayan insanlar neden bunu başarısız bir
rejim olarak değerlendiriyorlar?" Aslında burada hem en bir
noktayı belirtmek isterim: bence bir şeyin özü doğru olup da
uygulam a y an lış olduğu iç in bu k ad ar kocam an bir
başarısızlık gündem e gelm ez. Yani m utlaka özünde de bir
yanlışlık aram ak lazım . A slında, "özü doğru, uygulam a
yanlış" yaklaşım ı İslam cıla ı'a has bir yaklaşım . "İslam
aslında doğru bir şeydir am a bir türlü uygulam ası başarılı
b ir sonuç ç ık a ra m ıy o r" d e rle r hep. S o ru n a b ö y le
yaklaşm am ak lazım. Bu id ealist bir yöntem bence. E ğer
sonuç bu olduysa, bunun tem ellerinin ne olduğunu ortaya
koym ak lazım . A slında bu felaketlerin yükünden M arx’ı
kurtarabiliriz, çünkü uygulananlar gerçekten d e M arx’ın
düşünceleri d eğildi. A m a M arx’ı k u rtarm ak la sorunu
çözm üş olm uyoruz. Bu y e te rsiz bir açık lam a. K endi
hesabıma, yukarıda belirtiğim gibi, M arxizm ’in ve özellikle
Rusya'daki M arxistler'in, devrim cilerin, sorunların özünü
te şk il eden k u tu p laşm a k o n u su n u cid d i b ir şek ild e
küçümsediklerini ve bu bakımdan ciddi bir hata yaptıklarını
belirtm iştim . Sorunun özü bu. Nitekim İstanbul'daki konfe­
ransta görüşlerim i daha ayrıntılı belirtm iştim . M ülkiyeliler
Birliği yaklaşık birbuçuk sene önce sosyalizm in geleceğine
ilişkin bir m akalem i y ayınlam ıştı am a işler çok çabuk
gelişiyor. O m akale ana hatlarıyla doğru olm akla birlikte
belli kısım ları artık aşıldı. Y a da yeni sorunlar ortaya çıktı.
"Varolan sosyalizm " konusunda korkunç b ir düş kırıklığı
30
ve bir kafa karışıklığı var. Bunu çok soğuk kanlı bir
biçimde analiz etmemiz lazım. Kanım ca bu hayal kırıklığı ve
çaresizlik son derece tehlikeli b ir öge. Çünkü bu durum ne­
ticede gerek Doğu A vrupa'daki gerek Ü çüncü Dünya'daki
gerek Batı’daki devrim ci p artiler için geçerli olan siyasi
boşluk doğu ru y o r. Bu d ev rim ci p artilerin geçm işine
baktığımız zaman her zaman olum suz şeyler bulmuyoruz el­
bette. Hatta zam anında Sovyetler B irliğine yönelik son de­
rece şiddetli eleştirilerde bulunm uş olduklarını görüyoruz.
A m a bu partiler de olup bitenden son derece olum suz bir
şekil de etkilendiler. G erek Doğu A vrupa da, gerek A vıupa'da varolan hakim partilerde ise ciddi kafa karışıklığı var
ve bu durum a cev ap v ereb ilm ed e yetersiz kalıyorlar.
D olayısıyla solda bir boşluk ortaya çıkıyor ve nasıl doğa
boşluğu sevm ezse, siyasi doğa da boşluğu sevm iyor ve bu
boşluk başka güçler tarafından, geçm işin gerici ideolojileri,
gerici siyasi akım ları tarafından dolduruluyor. Ö rneğin
İslam cılığın gelişm esinin sebeplerinden biri de bu. Bu
durum başlı başına bir kriz yaşandığının göstergesidir, ama
nedeni değil. H er şeyden önce sonucun böyle olm asından
biz sorumluyuz. Çünkü kanım ca gerçekten devrimci güçleı,
devrim ci sol, toplum daki sosyal m ücadelelerle bağlantısını
iyi kurabilirse, kendi konum unu bunlara göre oturtabilirse,
hiç bir zam an yenilm ez. Sosyalizm için m ücadele hiç biı
zaman yenilgiye uğramayacaktır. Olup bitenbir dönemin ka­
panması, yeni bir dönem in açılm asıdır. Ama eğer biz bunu
başaram azsak, o zam an doğacak boşluğu tam am en gerici
akım lar dolduracaktır ki, bu n lar sadece İslam cı akım lar
değil. Örneğin H indistan’da buna benzer H induist bir gerici
parti var. Batı A v ru p a'd a d a daha çok faşizan, faşist
31
akım lar gelişm ekte. Üçüncü D ünya'da ayrıca biliyorsunuz,
bir dizi şoven, milliyetçi ak ım lard a boşluğu doldurmaktadır
ve varlıkları em peryalizm in yeniden insiyatif almasına, ve
bu hareketlerin dolaylı o larak y ö n len d irilm esin e yol
açmaktadır.
Kapitalizmin gelişme sürecine ilişkin sorulara gelelim:
"Neden kapitalizm bir dünya em ek pazarı da yaratm asın?"
gibi bir soru var. Teorik olarak bunun böyle olm aması için
bir neden yok. N itekim M arx da 19.yy'da bunun böyle
olacağını düşünüyordu, h atta yazdı da. K apitalizm i belki
g ö zü n d e b iraz b ü y ü ttü , g id e re k d ü n y a çap ın d a bir
bütünleşm eye varıp bir dünya pazarı yaratacağını, sınırların
giderek ortadan kaldırılacağını ve tek bir kapitalist devlete
doğru gidileceğini düşünüyordu. Ve buıdan kalkılarak bir
dünya devriminin nesnel koşullarının oluşacağını belirtiyor­
du. A m a yanıldı M arx. Bu çok büyük bir yanılgı değil,
başka doğru şeylerini ortadan kaldırm ıyor, am a bu konuda
yanıldı! Kapitalizmin otuz, elli veya yüz yılda (ki tarihi ola­
rak çok kısa bir süreçtir bu) beşyiiz yılda yapam adığını ya­
pacağını zan n etti. A m a k ap italizm bu bü tü n leşm ey i
sağlayam adı, ne kültürel, ne politik, ne ideolojik, alanda
bunu sağlayabilecek temel öğeler de yok! Ne yazık ki bu
nedenle bir dünya işçi sınıfı d a yok, aslında keşke olsaydı,
olm asını isterdim . B ir dünya işçi sınıfının var olduğunu
iddia edenler de var elbette, am a som ut veriler tam aksini
gösteriyor; böyle bir öge yok! D olayısıyle analizlerim izi
geliştirirken bunu d a düşünm em iz lazım . A ksi takdirde
gerçeklerle alakası olm ayan bir söylem geliştirm iş oluruz,
ve ayaklanınız yere basmaz.
32
Bir dizi soru da Üçüncü D ünya ülkelerindeki modem
kapitalist gelişmenin, sanayileşm eyle ilgili ve bu bağlamda
da Türkiye'nin dünya sistem indeki yeri ile ilgili. Benzeri bir
d iğer soru da Kore, T ayland gibi ülkelerin konum larına
ilişkin. A slında dünya bankası (ki salt ekonom ik düzeyde
bir analiz yapm akta, m akro ekonom ik göstergeleri ele al­
m aktadır) basit bir gerçeğe işaret ediyor. Dünya Bankası,
bu ülkelerin, büyüme oranlarını dikkate alıyor ve buradan
kalkılarak eğ er bu oranlarda gelişm e devam ederse, bu
ülkeler bir süre sonra gelişm iş kapitalist ülkeler düzeyine
gelil', diyor. Ama bu salt ekonom ik bir analiz. O ysa analizi
daha çok toplum sal ve ekonom ik düzeye getirm ek lazım.
Ö nüm üzde üç örnek var. Bunlar 1920 devrim lerini yaşam ış
olan M eksika, diğeri K em alist d ev rim i yaşam ış olan
T ürkiye ve N asırcı d ev rim i y aşam ış olan M ısır. Bu
ülkelerdeki devrim sürecine "donm uş ulusal kurtuluş devrimleri", belli bir aşamada dondurulm uş devrim ler diyebili­
riz. Yani Çin örneğinde olduğu gibi bir ulusal kurtuluş ha­
reketi olarak başlayıp sosyalizm e geçilm iyor. A slında
Çin'de d e lıeışey bitm iş değil henüz, tarih hiç bir zaman
durm uyor, tarihin sonu yok. A m a, Çin'de bir ulusa! kurtu­
luş sürecinden başlayıp daha radikal sosyalizm e varan bir
süreç vardı. Bu, T roçkistler'in dediği anlam da bir sürekli
devrim değil kanım ca, am a kadem eli olarak radikalleşen,
sosyalizm e doğru y ö n elen b ir süreç sö z konusuydu.
Türkiye ve M ısır örneklerindeyse bu süreç belli bir aşamada
dondu. Başka ülkelerde de bunu gözlem leyebiliyoruz. Bu
1955 yılında B andung konferansı ile başlayıp 1975'lere
kadar ilerleyen bir süreç. B urada anti em peryalist içerikleri
olan bir dizi sanayileşm e ve gelişm e projeleri yapıldı, am a
bir noktadan itibaren bir bir geriye dönüş yaşandı. G eriye
dönüş derken tabi söz konusu olan, tam am en ilk kalkış
noktasındaki durum a dönüş değil. A m a bir yeniden periferileşm e, bir neoperiferileşm e süreci yaşanıyor. Türkiye bir
33
Üçüncü Dünya ülkesidir dem emin sebebi de bu. Ancak bu,
resm i ideolojiye tam am en aykırı. Çünkü resm i ideolojiye
göre Türkler kendilerini A vrupalı olarak tanım lıyorlar. Ne
var ki, Türkiye b ir Üçüncü D ünya ülkesidir. K aldı ki, yeri
gelmişken belirteyim , A vrupa hiç bir zaman ellibeş milyon
M üslüm an'dan oluşm uş bir ülkeyi kendi içine kabul et­
m eyecektir. İstersen iz ü çy ü z yıl boyunca A vrupa'nın
kapısını çalın hiç bir zam an ortak pazar üyesi olm aya­
caksınız. Elbette M üslüman Türkiye bir gelişm iş kapitalist
ülkeye dönüşebilir, bu m üm kün, am a şu an öyle değil. Peki
o zaman yapısı ne? A slında M ısır'da d a bu yaşandı. İnfitah
h areketiyle, N asırcılık d ö n em in e k ıyasla b ir gerilem e
yaşandı. M eksika'da da C ardenas dönem inden sonra bir
geri adım atıldı. Sözü edilen diğer ülkelerde de sanırım ben­
zer bil' süreç biraz gecikmiş b ir şekilde yaşanıyor. Korkanın
bunların da sonu böyle olacak. Peygam berlik yapm ak iste­
miyorum, yani tarihte istisna olm ayacaktır dem ek istemiyo­
rum , belki b ir istisn a o lab ilir, örneğin K ore belki bir
gelişm iş kapitalist ülkeye dönüşebilir am a o konuda da
kuşkularım var. Kaldı ki hele Tayland gibi, M alezya gibi
ülkelerde böyle b ir süreç yaşanacağını hiç zannetmiyorum,
Ç ünkü onların d a şu an v arm ış oldukları sanayileşm e
d ü zey i, T iirk iy e’nin k in d en v e y a M ısır'ın k in d en daha
gelişkin değildir. A slında bu ülkeleri Burundi gibi bir Afri­
ka ülkesinin durum uyla d a kıyaslayanlayız. Yani Üçüncü
Dünya'da da ciddi farklılaşm alar olduğunu reddetmiyorum.
A ncak yine de, kanım ca, belirli değ işim lerin m erkezi
Ü çüncü D ünya'nın bu daha gelişm iş, daha sanayileşm iş
ülkelerinde olacaktır.
Son seri sorular da çok önem li sorular. Kompradorlaşm anın bu ülkelerdeki sınıfsal aynşm alar üzerindeki etki­
lerine yönelik sorular. İzin v erirseniz bu noktada biraz
Üçüncü Dünya Forumu'nun d a reklam ını yapayım. Üçüncü
D ünya Forum u’m uzda, bence çok tem el bir konuyu içeren
34
bir tartışm a program ım ız var ve kendi jargonum uzda da
temel komprador hegemonik ittifak kavramını kullanıyoruz.
Çünkü biliyorsunuz tepedeki k o m pradorlar her zam an
gangsterlerden oluşm uş insanlar değil. Her ne kadar çoğu
zaman öyle olsa da, her zam an öyle değil! Zaire'de örneğin
yönetim de gangsterler v ar am a her ülkede bu söz konusu
değil. Bazen dem okratik yöntem lerle, bazen dem okrasisiz,
bazen sınırlı demokratik yöntemlerle, çeşitli sosyal ittifaklar
sayesinde yönetim de k alm ay ı v e k en d ilerin i yeniden
üretm eyi başarıyorlar. Bunun alternatifi olarak da ulusal
sosyal, halk ittifakları y alatm am ız söz konusudur. Ya da
M aocu ja rg o n u k u llan m ak g erek irse, "h alk içindeki
çelişkilerin çözümü" tabirini kullanabilüiz. Burda genel bir
cevap verm ek m üm kün değil. H er durum da farklı şeyler
söz konusu, yani som ut durum un som ut tahlilini yapm ak
lazım. A m a bir dizi klasik m odeller öne sürebiliriz. Örneğin
bir B rezilya m odeli var. B u rd a biliyorsunuz askeri dik­
tatörlük, orta sınıfla proletaryaya karşı bir ittifak yaptı.
Ü cretler yüzde kırk oranında aşağıya çekildi. A ncak orta
sınıflanıl pazarı genişletildi ve onlar da gerçekten nicel ola­
rak genişlediler. A rtık toplum un ufak bir azınlığını değil,
yüzde onbeş, yüzde yirm ilik bir kesimini oluşturur hale gel­
diler ve bunlara yönelik çarpıtılm ış bir sanayileşme yaşandı.
A slında bu model de bir süre sonra kendi sınırlarına ulaştı
ve yeniden düzenlenm e politikaları orta sınıfın da yeniden
fakirleşm e sürecini geliştirdi. A slında, Brezilya'da dem ok­
rasinin oluşm asının tek sebebi, orta sınıfların bu program a
karşı isyanıdır. Yani, bu dem okrasi bir halk hareketinin de­
m okrasisi olm adı, orta sınıfın dem okrasisi oldu. (H er ne
kadar daha sonra halk hareketi bunu sahiplendiyse de.) Bu
b ir m odel. B ir d iğ e r m o d el d e b azı tro p ik A frika
ülkelerindeki m odeldir. Z a y ıf b ir bürokratik burjuvazi,
ücretliler ve işçi sınıfının bir kesim iyle köylüye karşı ittifak
yapıyor. Çünkü bu ülkelerde de işçi sınıfının köylülüğe
35
karşı görece ay rıcalık lı b ir konum u var. A slın d a işçi
sınıfının görece ayrıcalıklarını fazla genelleştirm em ek ve
abartm am ak lazım . A m a bazı ü lk elerd e bu geçerli.
D o lay ısıy la k ö y lü lerin aşırı sö m ü rü lm esin e dayanan,
köylülere karşı b ir ittifakla bu rejim ler ayakta kalabiliyor.
Ü lkeden ülkeye değişen ittifak m odelleri var ve tabii buna
karşı d a oluşturulabilecek k arşıt halk ittifakları m odelleri
var, ki bence de en önemli konulardan biri de bu ittifakların
ne şekilde oluşturulacağıdır.
B ir dizi dağınık soru v ar am a dağınık olm aları az
önem li oldukları anlam ın a gelm iyor. Ö zel durum lara
yönelik, tek tek ülkelerin konum larına yönelik sorular. Ba­
site indirgem ek istem iy o ru m . D ev let Ü çüncü D ünya
ülkelerindeki kom pradorlaşm a sürecine girdi dediysem ,
Ü çüncü Dünya'daki Ülkelerin hepsi de aynı şekilde ve ben­
zer yapılarda dem ek değildir bu. Bazen farklı siyasi tavırlar,
anti em pery alist o larak d eğ erlen d ireb ileceğ im iz ya da
değerlendiremeyeceğimiz tavırlar da söz konusu, am a so­
m u tta in celed iğ im iz zam an , an ti em p ery alist o larak
görebileceğim iz ülkelerde dahi sosyal tabanın uygulanan
politikaların bir kompradorlaşma sürecine yol açtığını
görebiliriz. Bu antienperyalist tavırların da son derece cılız
kaldığı ve giderek zayıfladığı ortaya çıkıyor. Elbette henüz
bir kaç direniş odağı var, V ietnam ve Küba gibi. A m a bun­
ları d a tek tek incelemek lazım. Çünkü genelleştirmelere git­
m ek son derece tehlikeli olur. Her ülkenin tek tek durum u­
nu incelemek lazım.
36
II. KONFERANS
D E M O K R A S İ VE S OS Y AL İZ M
S A M İR AMİN
Çeviren : YİĞİT BENER
G eçtiğim iz on ile yirm i yıldan bu yana tüm dünya
çapında kanım ca çok da haklı olarak, dem okrasi ile ilgili
özlemlerin, taleplerin yükseldiği gözleniyor.
A ncak m aalesef bu taleplerin yükselm esi, bir yandan
bir tarihi tesadüf olarak pazar ekonom isinin, yani kapitaliz­
min bir gelişme-güçlenme dönem ine, öte yandan pazar eko­
nom isinden uzaklaşm aya yönelik deneylerin gerek doğu
ülkelerinde, gerek üçüncü dünya ülkelerinde çöktüğü bir
dönem e rastladı.
Bu tesadüfün bir sonucu olarak da yoğun bir neoliberal ideolo jik taarru z y aşan m ış oldu. Bu ideolojik
saldırının temel noktası d a şuydu: D em okrasi olm ası için
kapitalizm şarttır ve kapitalizmin gelişmesi de otomatik ola­
rak dem okrasiyi getirir.
Bu konferansta ise bunun pek de böyle olm adığını
kanıtlam aya çalışacağım. K apitalizm in hiç de dem okrasiyi
getirmediğini, içermediğini, aksine dem okrasinin kapitaliz­
me karşı kazanılm ış zaferler sayesinde elde edildiğini ve
buna karşı da sosyalizmin dem okrasi olm aksızın olam aya­
cağını kanıtlamaya çalışacağım. Her ne kadar bu güne kadar
37
yaşanmış olan sosyalizm denem elerinden çıkan sonuç pek
böyle olm asa da...! K utuplaşm a tezinin bir sonucu olarak,
halkların isyanları ile karşı karşıyayız. Özellikle de periferi
ülkelerinin halklarının isyanı ile karşı karşıyayız. B unlar ya
kendilerini sosyalist olarak nitelendiren, algüayan devrimler
şeklinde ortaya çıkmakta, ya d a anti-emperyalist ulusal kur­
tuluş savaşları şeklini alm aktadır. A ncak bu aşam adan
geçen ülkelerin halkları, üretici güçlerin gelişmesi, kapitaliz­
m e y etişm ek , k a p ita liz m le aynı ek o n o m ik b aşarıy ı
göstermek, am a aynı zam anda da kapitalizmden daha farklı
birşeyler yaratabilm ek sorunu ile karşı karşıyalar. Bu da
ciddi bir çelişki yaratmakta.
Demokrasi sorununu da dolayısı ile bu çerçeveye oturt­
mamız gerekil-. Bunu yaparken de aynı zamanda neden daha
önceki sosyalizm girişim lerinde ya da ulusal kurtuluş hare­
ketleri girişim inde dem okrasi yaşanmadığını yeniden analiz
etmeliyiz. Aynı zamanda, neden kapitalizmde demokrasinin
olm ayacağım (istisnalar hariç) ve en azından çoğunluğu
teşkil eden periferi ülkelerindeki kapitalizmde demokrasinin
neden olamayacağım irdelem em iz lazım. Üçüncü bir nokta:
Emekçi sınıfların ihtiyacı olan dem okrasinin ne olduğunun
irdelenmesini de bu çerçeveye oturtmamız gerekir.
Bize en m ükemmel m odel olarak sunulan gelişm iş ka­
pitalist ülkelere baktığım ız zam an, bunlarda dem okrasi ol­
g u su n u n b ir ç ifte u zlaşm ay a d a y a n d ığ ın ı gö rü rü z.
Çoğunluğun kabul ettiği bir çifte uzlaşm a, sözkonusu; siya­
si hayatın idaresinde bir uzlaşm a ve ekonom ik hayatın ida­
resinde bir uzlaşma. Yani bu toplum larda dem okrasi farklı
iki alanda bir uzlaşm ayla yürüm ektedir. Siyasi hayatın ida­
38
resinin bir takım kurallara dayandığını görüyoruz, ki bunlar
gerçek kurallardır, dem okrasi kuralları dediğim iz kural­
lardır; insan h ak lan , siyasi çoğulculuk, seçim sistem i,
seçim lere saygı gösterilm esi ve yönetenlerin (hükümetin)
seçilmesidir.
Ekonom ik alana baktığım ız zam ansa, siyasi alandaki
gibi dem o k ratik k u rallar çerçev esin d e o rtak b ir idare
olm adığını gözlüyoruz. Buradaki ekonom ik idare tamamen
rekabete ve özel mülkiyete dayanıyor, ki bunların dem okra­
tik kurallar olduğu söylenem ez! A ksine, ekonom ik alanın
idaresi tam am iyle ekonomist yabancılaşm aya dayalı bir ida­
redir. Sonucu ve am acı dikkate alm ayan, ondan tamamen
kopuk ve bağım sız bir verim lilik tezine dayanm aktadır ve
siyasi alanı, dem okrasiyi dikkate alm ayan bir idare tarzı
sözkonusudur.
Herşeyden önce temel b ir noktayı vurgulam ak gerekir:
K apitalist üretim tarzının tü m geçm iş diğer üretim tarz­
larından farklı b ir özelliği vardır. D aha doğrusu, şöyle de
ifade edebiliriz, geçm iş diğer üretim tarzlarının kapitalizm ­
den farklı bir özelliği vardı. K apitalizm de, ekonom ik alan
tamamen rekabete dayalı. Bu d a ekonomi ile siyasetin birbi­
rinden ay rılm asın ı ve ek o n o m in in de siy asete hakim
olmasını gerektiriyor. Bunun bir sonucu olarak da burjuvazi
sınırlı, kendine has bir dem okrasi geliştirdi. N itekim ilk
burjuva dem okrasilerinde d e tam am en hakim sınıflarla
sınırlı bir dem okrasi olduğunu görüyoruz.
Bu sınırlı siyasi dem okrasinin daha genel bir idare
yöntemine dönüşmesi, yani herkese açık bir dem okrasi hali­
39
ne gelmesi için çok zam an geçm esi gerekti ve bu ancak ve
ancak işçi sınıfının b u rjuvazinin siyasi tek elin e karşı
yürütm üş olduğu m ücadele sayesinde gerçekleşti. A slında
bunlar çok m alum şeyler am a unutm am ak lazım. G eçm işte
kaldı, am a unutm ayalım ki genel oy gibi artık herkesin bu
gün kabul ettiği bir öge bile ancak ve ancak 19. yüzyılın
sonlarında gerçekleşti. H atta genel oy derken bile, herkesin
oy kullanm ası söz konusu değildi. Çünkü insanlığın yarısı,
yani kadınlar, o tarihlerde oy kullanmıyordu. Kadınların oy
kullanm ası için, yani genel oyun herkese yayılm ası için,
bazı ülkelerde 1940'ları, 1945'leri beklem ek zorunda
kaldık. Ö rneğin Fransa'da ancak 1945'de bu hak tanındı.
A yrıca şu noktayı da gözlem lem ek gerekir ki, bu geç
oluşan siyasi dem okrasinin gerçekleşebilm esi de ancak ve
ancak m erkez ve periferi çelişkisinin iyice keskinleşm esi
çerçevesinde mümkün oldu. Gelişm iş kapitalist ülkelerin bir
sosyal uzlaşm aya zem in sağlayabilecek m addi tem elleri
oluşturabilm esi ancak v e ancak em peryalizm aşam asına
g e çm ele ri ve p e rife riy i d a h a ş id d e tli b ir şek ild e
söm ürebilm eleri sayesinde gerçekleşebildi. Sosyal dem ok­
rasinin tarihi uzlaşm ası, ilk tarihi uzlaşm adan sözediyorum
(19 .y y s o n la rın d a ), sa d e c e bu şe k ild e g erçe k leşti.
Dolayısıyla bu ülkelerde dem okrasinin oluşumu da kesinlik­
le kapitalizm in kendiliğinden bir ürünü değildir. B ir kon­
jonktür m eselesiydi ve aynı zam anda çok uzun yıllar süren
bir taıihi mücadelenin eseri olarak ortaya çıkmıştır.
Y ine de şunu da belirtm ek gerekir ki, eğer bu siyasi
dem okrasi sorunsalının kültürel köklerine dönecek olursak,
bu dem okrasinin olu şab ilm esin i sağlayan kapitalizm in
40
doğuş yıllarındaki kültür devrim idir. Bu bağlam da 15. ve
16. yüzyıllarda Avrupa'daki rönesansı belirtmek lazım.
Kapitalizm öncesi ileri sın ıf üretim tarzı ile kapitalizm
arasındaki temel fark da burada yatmaktadır. Ekonom ik te­
m eller ile siyasi v e ideolojik üst yapılar arasındaki ilişki,
kaba-ilkel M arksizm in iddia ettiğ i gibi pek de sim etrik
değildir. Yani ekonom ik alt yapının doğrudan doğruya
ideolojik ve politik üst yapıyı belirlediği tezi kesinlikle
doğru ve geçerli değildir.
İnsanlık tarihinde ilk defa ekonomi kapitalizm altında
sosyal hayatın belirleyici öğesi haline gelm ektedir ve belir­
leyici bir özerklik kazanm ıştır. Ö zellikle d e genel pazar
sayesinde, sosyal ilişkilerin gizli hale gelm esi sayesinde
bunu elde etmiştir.
Pre-kapitalist, kapitalizm öncesi tarzlarda ise bunun
tam tersi geçerlidir. O rada belirleyici ve hakim olan siyasi
ve ideolojik yapıdır. Çünkü ekonom ik yapı ve ilişkiler son
derece basit ve şeffaftır. A ksine orda gizli olan ise bu sosyal
ilişkileri belirleyen iktidar ilişkileri, ideolojik ilişkilerdir.
Bunlar gizli hale getirilmiştir.
K arikatüre kaçm adan b asitleştirirsek, kapitalizm de
ekonom ik zenginliğin ik tid ara ulaşm ayı sağladığı daha
önceki üretim tarzlarında ise iktidarın ekonom ik zenginliği
sağladığını söyleyebiliriz.
Tem el içeriğe dönecek olursak, kapitalist sistem deki
temel ideolojik özellik (ki bunu söylem iş olan da M arx’tir)
birçok M arxist düşünür buna benim verdiğim tem el önem i
41
verm ese dahi, M arx'ın da söylediğine göre kapitalist sis­
tem deki tem el ideolojik yapı ekonom ist yabancılaşm aya
dayanır. Y ani ekonom ik yasalar sanki doğa yasaları imiş
gibi ortaya çıkar.
M arx d e r ki, a s lın d a İn g iliz le rin h ak ik i d in i
H ıristiyanlık değ ild ir, o n ların hakiki dini arz-taleptir.
G erçekten de, düşündüğüm üzde, bu gün bir D ünya B an­
kası ya d a bir kapitalist banka yöneticisinin ya da bir tek­
nokratın dini hakikaten de arz-taleptir.
O ysa, tüm kapitalizm öncesi üretim tarzlarının temel
ideolojik içeriği metafiziktir.
M etafizik için bir sorgulam a alanı yok dem ek istemiyo­
rum. Sanırım metafizik sorgulam a insan tabiatının sürekli
özelliklerinden birisidir. A ncak metafizik hakimiyetin, yani
bii' devlet dini aracılığı ile tüm üyle toplum hayatına egemen
olm ası, tam am en kapitalizm öncesi ekonom ik üretim tarz­
larının özelliğidir. A vrupa rönesansının gerçekleştirildiği
kültür devrimi ise elbette dini yok etmedi. Bu gün Avnıpada
Hıristiyanlık hâlâ var v e hâlâ d a ciddi ve önemli bir ağırlığı
olan bir öge. Ancak, rönesansın yarattığı bu kültür devrim i,
metafizik kaygıların hakimiyetine son verdi ve bunun yerine
tamamen ekonomist yabancılaşmanın kaygılarını ikame etti.
Bu dönüşüm tüm Avrupa'da Hıristiyanlığı^ yeniden gözden
geçirilm esine yol açtı. (Ö rneğin Protestanlık hareketinin
o ta y a ç ık ış ı). H ıris tiy a n lığ ın bu ş e k ild e y en id en
değerlendirilmesi, onun ekonom ist yabancılaşm aya uyum u­
42
nu sağlayacak şekilde gerçekleşti, hatta bu uyumu sağlamak
üzere yapıldı.
K anım ca kültür d ev rim i, olm azsa olm az bir şarttır
Başka bir deyişle, kapitalizm in yaratm ış olduğu ve kapita­
lizmin ötesinde de var olm asını arzulayacağımız demokrasi,
bu kültür devrimi olmadan gerçekleşemez.
Bu anlam da baktığım ızda dem okrasi m odern bir kav­
ramdır. Ve A vrupa merkezli ideolojik söylem lere göre d e­
m okrasi A vrupa kültürünün b ir parçasıdır. K ökeni A ntik
Yunan'da, Eski Yunan'dadır. Bu ideolojiyi tam am en redde­
diyorum . Bazı İslamcı akım ların da dem okrasinin ilk İslam
devletlerindeki İslam 'da var olduğuna yönelik ideolojik
söylem lerini d e aynı şekilde reddediyorum . Evet doğru,
belki A ntik Y unan'da dem okrasinin bazı öğeleri vardır. İlk
İslam toplum larında da bunu görebiliriz. A m a o dem okrasi
kavramı ile bizim sözünü ettiğim iz demokrasi kavranılan ta­
m am en farklı şeylerdir. B urada üstü kapalı olarak söz
ettiğim konu örneğin İslam 'daki şuralar kavramıdır.
M etafizik kaygıyla ki, m etafizik kaygının da insani bir
kaygı olduğunun altını çizelim , dem okrasinin gerekleri
arasındaki ilişki son d erece karm aşık b ir ilişk id ir ve
gelişm iş ileri kapitalist ülkeler bu sorunu yeri geldiğinde
çok radikal bir şekilde çözümlemişlerdir.
Bu konudaki en radikal cevap olan laiklik ise aslında
tamamen bir istisnadır. Gelişm iş kapitalist ülkelerde bu laik­
liği gerçekleştirilebilen tek ülke Fransa ve Fransız devrim idir. Örneğin İngiltere'yi ele aldığım ızda İngiltere kesinlikle
bir Fransa kadar laik değildir.
43
Ne var ki reel bir dem okrasinin işleyişi açısından bu
çok önemli bir kültürel öğedir. Özellikle yukarıda değinilen
metafizik kaygılarla dem okrasinin gereklerini yerine getir­
m ede yani çok farklı dini, felsefi, inançlarla bezenm iş in­
sanlar arasındaki ilişkilerin idare edilm esi konusunda bu
nokta çok önemlidir.
Bu, özellikle bizim ülkelerim izde, T ürkiye'de olsun,
benim ülkem M ısır’da olsun, çok önem li bir nokta. Çünkü
bilindiği gibi İslam cı harekete hakim olan çoğunluk akımı
İslam'la laikliği birbirine zıt kavram lar olarak ortaya atmakta
ve bir arada yüriiyemiyeceğini söylemektedir.
A ncak bundan farklı düşünen İslam cı akım lar veya
düşünürler de var. İslam i açıdan İslam lık la laikliğin bir
arada olabileceğini ve İslam 'ın laiklik çerçevesinde yeniden
değerlendirebileceğini iddia eden ve hatta bunun gerçekten
reel bir şekilde İslam'ın yeniden canlanması için temel bir şart
olduğunu iddia edenler var. Bence, bu son derece haklı olan
ve İslami açıdan da gayet rahat savunulabilecek bir tezdir.
Dem okrasi ile kültür ilişkisinin başka boyudan da var
elbette. Batı toplum lanndan başka bir örnek verelim . Hoş
biliyoruz. Batı toplumları bizi en çok ezen, baskı altına alan
toplumlardır. Ama aynı zam anda bir takım açılım lar yapabi­
len, bir takım adım lar da atabilen toplumlardır. Feminizmin
gelişm esi bunun güzel bir örneğidir. Ç ünkü, gerçek bir
eşitliğin sağlanabilmesi için bu vazgeçilmez bir koşuldur.
Bir de sam ım ı T ürkiye'de de çok bilinen tezler de var
ki, bence bunlar da son derece önem lidir v e genel dem okra­
44
tik düşüncenin içine yedirilm esi gerekir. W ilhem Reich'ın
ailede son derece baskıcı ve hiyerarşik bir yapılanmanın d e­
m okratik olm ayan sosyal davranışlara yol açtığına, bu ko­
nularda hatta faşist-faşizan davranışlara yol açıtığına dair
tezleri vardır. K anım ca bu konular da son derece önem lidir
ve düşüncemizin bir boyutunu oluşturm alıda.
V e buradan d a ik in ci n o k tay a g eçe b iliriz. H er
halükârda Üçüncü D ünya'ya baktığım ız zaman, bu Üçüncü
Dünya ülkelerinde yukarıda tarif ettiğim iz boyutları ile bile,
yani bir siyasi eylem ve kültürel içeriğiyle bile demokrasinin
bir istisna olduğunu, hatta ara sıra, geçici dönem ler dışında
pek var olm adığını, şurada burada oıtaya çıktığını görürüz.
Bunu gözlem lediğim iz zam an d a ortaya şu soru çıkıyor.
Neden peki? Bu konudaki en yaygın tez m odernleşm e tezi­
dir ki, sanırım B atı k am uoyunda hâlâ en yaygın olanı
budur. O ysa b ilim se l ç e v re le rd e tam b ö y le olduğu
söylenemez. Yani m odernleşm e oldukça, başka bir deyişle
kapitalizm geliştikçe dem okrasi de gelişecektir tezi. Böyle
düşünen insanların söyledikleri şudur; Azgelişm iş ülkelerde
dem okrasi yoktur çünkü bu ülkeler azgelişm iştir. Dolayısı
ile ülkeler geliştikçe o zaman dem okrasinin nesnel koşullan
da olgunlaşacaktır ve bu ülkeler o zaman kendiliğinden bir
şekilde dem okrasiye ulaşacaklarda. Aslında bunun en belir­
gin bir özelliği de 1950 ve 60'larda Latin A m erika'da savu­
nulan "Desarolismo" (G elişm e) tezidir. Bu teze göre de bu
ülkelerde dem okrasi yoktur, çünkü orta sınıflar yoktur.
Dolayısı ile gelişm enin sağlanm ası gerekir.G elişm eden de
kasıt, tabii ki kapitalizm dir. Bu sağlandığı takdirde orta
sınıflar gelişecektir, orta sınıflar geliştikçe ve sanayileşme
45
geliştikçe bunun beraberinde gelecek olan kentleşm e, vs.
gibi noktalar geliştikçe de dem okrasi sağlanabilecektir.
T arihe baktığım ızda bu tezin pek d e o kadar sağlam
olm adığını görüyoruz. Çünkü m odernleşm e, çağdaşlaşma,
dem okrasinin değil, diktatörlüğün çağdaşlaşmasını m odern­
leşmesini getirmiştir. Ö rneğin sözü edilen bu orta sınıflar,
halk sınıflarına karşı bu diktatörlüğe destek verm işlerdir.
D iktatörlüğün tabanını oluşturm uşlardır. Dolayısı ile dik­
tatörlüklerin m odernleşm esini sağlam ışlardır. Çünkü eski
d ik tatö rlü k ler sosyal ilişk ile rd e , y arı feodal y ap ılara
dayanırken bunun yerine gelen diktatörlükler çok daha yet­
kin çok daha verimli, başarılı, polisleriyle, şusuyla, busuyla
daha başarılı ve etkili diktatörlükler olmuşlardır. Bu konuda
Brezilya örneği de tek değildir. Örneğin Osmanlı döneminin
diktatörlükleriyle daha yakın tarihlerde Türkiye'de yaşanan
bir takım diktatörlükleri k ıyasladığım ızda bunun böyle
olduğunu görürüz. Ç ok daha etkin başarılı diktatörlükler
gelmiştir! A m a Demokrasi gelmemiştir...
Bu konuda, yine m oderleşm e tezi çerçevesindeki bir
başka tezin, yani kapitalizm in dem okrasiyi doğuracağını
varsayan tezin, daha rafine, daha ince bir yönü de Weber'ci
tezlerdir. D aha doğrusu neo-W eber'ci tezlerdir ki, bunlar
özellikle Batı'da aydınlar arasında son derece rağbet gören
parlak ve çok başarılı tezlerdir.
W eber'in tezi pre-kapitalist toplum lann, kendisi buna
"pre-m odern, m odernizm öncesi, toplum lar" dem ektedir,
siyasi sistemi ile kapitalizminkini zıt sistem ler olarak ortaya
koyar. M odernizm öncesi dediği toplum lardaki iktidar m o­
46
deli tem el olarak kişiselleşm iş bir iktidar m odelidir. Yani
buıda iktidara sahip olan kişiler, devletin, halkın m alını
mülkünü ve hatta idaresini kendi şahsi m alıym ış gibi, ken­
disine aitm iş gibi yönetir. O ysa W eber'e göre m odem toplumlarda siyasi iktidar, tam am ı ile bürokratlaşmış ve yasal­
laşmış bir iktidardır. Başka bir tabirle, bu iktidardaki kişinin
kendisinden bağım sızlaşm ıştır. Yani kişi kim olursa olsun
siyasi iktidar birtakım bürokratik ve yasal kurallara göre
işlemektedir ve kişilerden bağımsızlaşmıştır.
Bugünlerde Am erika'da, Avrupa'da, İngiltere'de moda
olan bu neo-W eberci teze göre peri ferilerde, yani azgelişmiş
ü lkelerde, d em o k rasin in o lm ay ışı tam am en iktid arın
kişiselleşm iş olm asıyla açıklanıyor. Yani, ister karizm atik
bir devlet başkanı olsun, ister halkla ilişkisinde bir diktatör
gibi hareket eden küçük büro şefinin, devlet dairesi şefinin
yapısında olsun ve seçim , görüş özgürlüğü olsa da olm asa
da bu ülkelerdeki iktidarın tam am ı ile kişiselleşm iş olduğu
ve kam u m alın a karşı tav rın ın da bu kişiselleşm ey e
dayandığı iddia ediliyor.
K anım ca, bu son derecede yüzeysel bir tez. Ü stelik
genel anlam da yüzeysel olm akla kalm ıyor aynı zam anda
gerek kapitalizm öncesinin tai’ihine bakışında olsun, gerekse
kapitalizmin talihine bakışında olsun yüzeysel kalıyor.
O ysa kapitalizm öncesi büyük toplum lar, özellikle de
kültürel girişimlerinin en parlak olduğu dönem lerde, kesin­
likle kişiselleşmiş toplumlar değil, tam aksine W eberyen an­
lamda bürokratlaşmış ve yasallaşmış idarelere sahiptirler.
47
İki önemli örnek verm ek isterim. Bunlar Türk ve Doğu
tarihine yönelik örneklerdir. Ö rneğin İslam i toplum larda
devletin işleyişine ilişkin k urallar kesinlikle kişiselleşm iş
değildir. Aksine şeriata dayanm aktadır. Şeriat da tamamen
kişilerden bağım sızdır, yani bu toplum ların idaresi bir ya­
saya dayanmaktadır.
Bu toplum ların iktidar yapısının örgütlenm esi de,
ö rn e ğ in O sm an lı İm p a ra to rlu ğ u 'n d a (ki O sm an lı
İm p arato rlu ğ u d erken çö k ü ş d ö n em i değ il, y ü k seliş
dönemi, örneğin Kanuni Sultan Süleym an dönem inde) ikti­
darın örgütlenmesi tamamı ile bürokratlaşmış bir yapıdadır.
Yani devlet yönetimi bir devlet bürokrasisine dayanır ve ke­
sinlikle kişiselleşm iş değildir. Sultanın kişiliğini bir yana
bırakacak olursak, devlet aygıtı tam am ıyla nesnelleşmiştir.
Bu aynı şekilde Çin'de de böyledir, hatta eski firavunlar
M ısır'ında da bu böyledir.
■ Bu sözünü ettiğimiz kişiselleşmiş kamu mülküne sahip
çıkm a yöntemi aslında kapitalizm öncesi toplumlarda kural
değil istisnadır. Ve bu tür bir toplum sal yapı sadece ve sa­
dece A vrupa feodalizm inde ortaya çıkmıştır. Oysa, bu çok
garip olan Avrupa m erkezci bir yaklaşım nedeniyle tarihte
istisna olan A vrupa örneği sanki bir kuralm ış gibi sunulmak tadır!
A ynı şekilde çağdaş kapitalist toplum lara baktığım ız
zaman, Weber'in çağdaş kapitalist toplumlara bakış açısının
d a yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü bu toplunılardaki
idarenin örgütlenm esinin tem el özelliği de bürokratik ve
yasacı oluşu d eğ il, b u rju v a ve d em okratik oluşudur.
48
Bürokratik ve yasal yapı bir araç olarak ortaya çıkmaktadır.
A m a üretim sisteminin kendini yeniden üretmesi için ve ka­
p italist sistem de en b elirley ici, en önem li n okta olan
m ülkiyetin güvence altına alınm ası için bürokratik yasalcı
sistem, sadece ve sadece bir araçtır. Öz, burjuva dem okratik
bir özdür.
A slında W eber'in bu tezi A vrupa merkezci bir tez bile
değildir. Germ en merkezci, yani Alm anya merkezli bir tez­
dir. W eber aslında A vrupa bile değil, A lm anya'ya özgü bir
durum u bütün dünya çapına genelleştirm ektedir. Çünkü
gerçekten A lm anya'ya baktığım ızda, A lm anya'nın gelişimi
diğer A vrupa ülkelerine göre daha geri, daha geç olmuştur.
İki alanda geç kaldığını görüyoruz. B irincisi A lm anya'da
feodalizm çok daha uzun sürdü ve Almanya'da mutlakiyetçi
monarşinin gelişmesi kapitalizmin gelişmesi ile aşağı yukarı
özdeş oldu ve diğer kapitalist ülkelerdekinden çok daha geç
oluştu.
K apitalizm e baktığım ız zam an A lm anya, Fransa gibi
radikal ya da İngiltere gibi daha az radikal bir burjuva devri­
mi yaşamadığını görürüz. Buradaki kapitalist siyaset sistemi
bir aydınlanma çağı despotizmi olarak ortaya çıkmaktadır.
Kanımca burjuva sosyal bilimi, bize kapitalizm altında
dem okrasinin bu kadar kırılgan olm ası ve hatta Üçüncü
D ünya ülkelerinde hemen hem en hiç olm am ası konusunda
hiç bir şekilde inandırıcı ve tatm in edici bir açıklam a getir­
memektedir.
K apitalizm in g elişm esin in d o ğurduğu kutuplaşm a
dünya çapında bir bölünme yaratmaktadır. A ktif em ek ordu­
49
suyla, M arx'ın p asif em ek ordusu dediği yedek işgücü
arasında coğrafi bir farklılaşm a, bölünm e yaratm aktadır.
A ktif em ek ordusunun ezici çoğunluğu kapitalist merkezler­
d e to p lan m ak tad ır. Y ed ek işg ü cü o rd u su n u n ezici
çoğunluğu ise Ü çüncü D ünya ülkeleıindedir, bu orduyu
Üçüncü Dünya halktan oluşturm aktadır. Yani kapitalizmin
gelişm esi bu iki em ek ordusu arasında coğrafi bir bölünme
yaratmaktadır.
K anım ca bu çok tem el bir nokta. D olayısıyla "neden
bir dünya em ek pazarı yoktur?" ve "neden bir dünya proleteryası yoktur?" sorularına geliyoruz.
G erçekten de, M arx'ın düşüncesinin gerek özüne ge­
rekse de lafzına baktığım ız zam an bu anlam ıyla bu iki ordu
arasında sürekli bir iletişim olduğunu görüyoruz. Yani aynı
insanlar yeri geldiğinde ak tif em ek ordusunda yer alıyor,
yeri geldiğinde işsiz kalıyor, öbür tarafa geçiyorlar, ya da
konjonktür değişince işsizler tekrar iş sahibi oluyorlar.
Ancak bu coğrafi ve siyasi bölünm eye benim verdiğim
tem el önem i v u rg u lad ığ ım ız zam an, M arx'ta rastlayam adığım ız iki olgu oıtaya çıkıyor. Bunlardan birisi sosyal
dem okrat tarihi uzlaşm a", yukarıda sözünü ettiğim iz bir
çifte uzlaşm ayı gerektiriyor. Demokrasi alanında, belli ku­
rallar çerçevesinde işlemek v e buna karşı, ekonom ik alanda
da pazann kabullenilmesi v e ikisinin birbirinden ayrılması.
O ysa periferi ü lk elerin d e b öylesine b ir çifte uzlaşm a
müm kün değildir. Çünkü bu periferi ükelerde var olan ezici
çoğunluk işsizler ordusudur.
50
Dolayısı ile demokrasi, kapitalizmin bir ürünü değildir,
ak sin e m e rk e z k a p ita lis t ü lk e le rd e k i k a p ita liz m in
gelişmesinin belli bir özelliğidir, özgünlüğüdür. Kesinlikle
üretim tarzı düzeyinde kendiğilinden olan tem el b ir olgu
değildir. K apitalizm in özünde, dem okrasi, bir zorunluluk
değildir, belli bir yöredeki tarihi gelişimin bir ürünü olarak
ortaya çıkm ıştır. A yrıca dem okrasinin geleneklerle de ala­
kası yoktur. B izim g elen eğ im iz öbürkilerden daha iyi
değ ild ir am a daha b eter de değildir. K aldı ki şunu da
söyleyebiliriz, kapitalist A vrupalIlar, kendi geleneklerini
aşarak dem okrasiye varm ışlardır. B iz niye aşm ayalım ,biz
daha gerim iyiz ki aşm ayalım ! Ü çüncü D ünya ülkelerinde
dem okrasi yokluğu m odern bir olgudur. D em okrasinin
yokluğu kapitalizmin yarattığı, kapitalizme bağlı bir öğedir.
Dolayısı ile periferide böyle bir sistem in var olm ası,
doğası gereği istikrarsızlık yaratır. H er an patlam alara,
büyük dönüşüm lere, alt-üst oluşlara yol açabilir. H atta bu
ü lk e le rd e d e m o k ra si b ir g ü v e n lik sü b a b ı o la ra k
işlemektedir. Başka bir deyişle hakim olanlar çoğu kez kit­
leleri sakinleştirmek için dem okrasi verirler. Demokrasi, alttakilerin, siyasi m ücadelesinin dayatm asının da ürünüdür.
Bu d a siste m in z a y ıfla d ığ ı an lard a k o p a rıla b ile n ,
gerçekleştirilebilen bir kuzanımdır.
Bu konuya bağlı olarak inceleyebileceğim iz uzun so­
runlar listesinden üç tanesini ele alıp incelem ek istiyorum.
Birincisi popülist halkçı rejim lerin yapısı, İkincisi tektük
rastlayabileceğim iz dem okrasi örneklerinin zayıflığının ne­
denlerinin irdelenm esi, üçüncüsü ise dördüncü dünya kav­
ramının incelenmesidir.
51
K utuplaşm a tüm üyle taham m ül edilem eyen birşey.
Düzenli aralıklarla bu kutuplaşmayı aşma yönünde denem e­
lere de rastlıyoruz. Y ani kapitalist m erkezlerle çatışm alar
gündem e gelm ektedir. Bu k o n u d a çok zengin örnekler
taşıyan Türk tarihine ve K em alizm örneğine bakacak olur­
sak, bu kutuplaşm anın reddedildiği, aşılm aya çalışıldığı
dönem lerde sürekli olarak popülist denem elere girişikliğini
gözlemliyoruz.
Bu popülist rejim lerin özelliği, halk lehine birtakım
d ö n ü şü m le r y a p m a la rı a m a k e sin lik le d e m o k ra tik
olm ayışlarıdır. U lusal b ir takım haklar, anti-em peryalist
yönde bir takım ey lem ler v erm ek te. Sosyal birtakım
dönüşüm ler yapm aktadır. Ö zellik le sosyal hareketliliği
arttırıcı, geliştirici eylem ler yapmaktadır. Ama kesinlikle ini­
siyatifin tabandan gelmesine izin vermezler. Kesinlikle! Bir
takım haklar veren her zam an için iktidardır, h er zaman
değişiklikler yukarıdan gelir.
Bu 1955-1975 arası dönem de ki, bu en sonunda, o za­
m anki bağlantısız ü lk elerin başkanı olan Bum edyen'in
başkanlığında önerilen bir yeni ekonom ik dünya düzeni ta­
lebinin ortaya çıkışına kadarki dönem dir, bir dizi popülist
denem eler görüyoruz. Bu denem elerin çoğu d a zaten kendi­
ni sosyalist olarak tanımlıyor.
O ysa tüm bu popülist denem eler çok kısa sürede kendi
tarihi sınırlarına ulaştılar. Ç ünkü, pervasız burjuva iktidar­
ları doğurdular. O lan biten, d ah a çok burjuva özlem lerin
n etleşm esi, net b ir şek ild e o rtay a çıkm ası o ldu. İlk
aşam alarında bu süreç em peryalistlerle çelişki ve halk taba­
52
kalarıyla yakınlaşm aya varsa bile, bir süre sonra burjuva­
ların kendi özlemlerinin netleşmesi sonucuna vardı.
Meksika, Türkiye ve M ısır örneklerinde olduğu gibi bu
gelişme çok kısa süre içinde donm aya, durm aya, tıkanmaya
varıyor v e kesinlikle bir dem okratikleşm eye yol açm ıyor.
Ne burjuva radikal anlamı ile ne de sosyalist anlamı ile de­
m okratikleşm eye varm ıyor. A ksine, bir yeni kom pradorlaşmaya ve diktatörlüklere varıyor.
Bu konuda başka b ir örnek verecek olursak, "küçük
dem okrasi" olarak adlandırdığım bir noktaya değinm ek is­
tiyorum. Bu çok bilimsel bir tabir değil, periferi ülkelerinde
belli d ö n em lerd e d em o k ra tik re jim le r d e olduğunu
görüyoruz. Yani bir tür çoğulculuğun var olduğu seçimlere
çok fazla hile karıştırılm adığı ve insan haklarının tüm üne
değilse bile bir kısm ına, kısm en saygı duyulduğu rejim ler
ortaya çıkıyor.
A slında şimdi söyleyebileceğim düşünce biraz provo­
kasyon olarak algılanabilirse de, bence bu ülkelerdeki bu
"küçük dem okrasi" aslında diktatörlüğün krizine bir çözüm
olarak ortaya çıkıyor. Yani norm al yönetim tarzı d ik ­
tatörlük. O tıkandığı zam an dem okrasiye başvuruluyor.
Aslında biz solcular genellikle tersinin olmasını isteriz. Yani
kurulanın d em o k rasi o lm asın ı, d ik tatö rlü ğ e b aşv u ru l­
duğunda bunun b ir k riz işareti olm asını isteriz. O ysa bence
bu tam tersidir. Dem okrasi genellikle diktatörlüklerin iflas
ettiği anlarda gündem e gelmektedir. Bu konunun en açık en
belirgin örneği de Brezilya'dır.
1960'lı 70’li yıllarda B rezilya'daki diktatörlüğe baka­
cak olursak, ağırlıklı olarak orta sınıflara dayanm aktaydı ve
53
uygulanm akta olan politikalarla orta sınıfı büyük ölçüde
geliştirdi. Pazarın gelişimi de ağırlıklı olarak orta sınıfın ta­
leplerine yönelik olarak y ap ılıyordu. O rta sın ıflar ise
ağırlıklı olarak diktatörlüğü desteklediler. Yani Brezilya'da
60'lı 70'li yıllardaki diktatörlük, bir avuç tepedeki cani ge­
neralin diktatörlüğü değildi. Toplum sal desteği olan b ir dik­
tatörlüktü.
A m a ekonom ik gelişm e yavaşladığı andan itibaren ve
halk katm anlarını daha fazla söm ürm ek, daha fazla baskı
altına almak müm kün olam az hale geldiğinde bu sefer orta
sınıflar başkaldırdılar ve dem okrat olmaya başladılar. Bu da
diktatörlüğün krize girmesine yol açtı.
Dolayısıyla bu dem okrasiler son derece zayıf, kırılgan,
dem okrasiler olmaktadır. Çünkü bir an gerçek bir dem okra­
sinin hayata geçtiğini varsayalım . Bu dem okratik iktidar ya
gerçekten ciddi, sosyalist dem eyeyim am a ilerici sosyal
dönüşüm ler gerçekleştirecektir, yani örneğin bir toprak re­
form u yapacaktır, sendikal h a k la n artıracak tır, yaşam
düzeyini düzeltecektir ve bunu yaptığı andan itibaren de ka­
pitalizmin gelişiminin m antığına ters düşecektir. (Özellikle
dış borçlar konusunda b ir k ap italist gelişm e m antığı ile
çatışm ak noktasına gelecektir.) Y a da bu tür dönüşüm ler
yapm ayacaktır. Sadece parlam entonun var olm asıyla, mil­
letvekillerinin seçilm esiyle yetinecektir. B öyle yaptığı
zam an ise daha ötelere gitm ek isteyen halk kitleleriyle ile
k arşı k arşıy a k alacak tır. D o lay ısıy la ç atışm a ortaya
ç ık a c a k tır ve p o p ü list d e n e y in y en id en y aşan m ası
tıkanacaktır.
54
Brezilya örneği kesinlikle bir istisna değildir. Çünkü
Ü çüncü D ünya ülkelerindeki dem okrasinin "yarım dem ok­
rasilerin", "çeyrek dem okrasilerin", "cılız dem okrasilerin"
çıkm azı da işte bu noktadadır. Bir başka örnek verebiliriz.
A rjantin; orada da dem okratik rejim de yapılan seçim lerde
halk kitleleri, dem okratik olanı; yani Başkan A lfonsin'i
değil, faşizan bir popülist yönetim i seçim le işbaşına getir­
meyi tercih ettiler. Çünkü bu dem okratik başkan ciddi so­
syal dönüşüm ler yapm aktan çekiniyordu. D olayısı ile bu
ülkelerde (ki Türkiye gibi ülkeler için de bu geçerli) geçerli
olan demokrasi son derece zayıf ve tehdit altında bir dem ok­
rasidir. Çünkü var olan rejim ler ayakta kalm ak için ciddi
sosyal dönüşüm ler yapm ak v e kendilerine bir halk tabanı
yaratmak zorundadır. Bunu yapm aları da onları iktidara ge­
tiren sosyal ittifakların çok dışında sosyal ittifaklar yaratma­
ları, başka sosyal tercihler yapmaları anlamına gelir.
Üçüncü örneğimiz ise dördüncü dünya diyebileceğimiz
ü lk e lerd ek i d em o k rasin in im k â n sız lığ ıd ır. N ed ir bu
dördüncü dünya ülkeleri? B unlar en geri ülkeler değil, kapi­
talizm in g elişm esi ta ra fın d an en çok tah rip edilm iş
ülkelerdir. Buradaki faktör şu, kapitalizm elbette merkezde
olduğu kadar periferide de belli b ir gelişmeyi içeren bir re­
jim dir. A m a aynı zam anda bir tahribat da yapar. Kapitalizm
bu gelişme-tahribat çelişkisine dayanan bir rejimdir.
Bu tahribat, kültürel alan d a buna dahil olm ak üzere
birçok alanda ortaya çıkar. K apitalizm in bu tahrip etm e
özelliği belli dönemlerde, belli coğrafi alanlar üzerinde, belli
ü lk eler v e b elli h alk lar ü zerin e y o ğ u n laşm ıştır. Bu
ülkelerdeki kapitalist tahribatın sonuçları sürekli gizlenir,
55
çünkü bu tahribat kapitalizm in "iyi" görüntüsünü zedele­
mektedir.
Kapitalizmin dünya gelişim ine baktığım ız zaman periferik ülkelerin bir dizi işlevler gördüğünü gözlemleyebiliriz.
Bu işlevler m erkezdeki birikim i tam am layıcı işlevlerdir.
A m a çeşitlidir. Tek boyutlu değildir. Ancak, bazen gelişim
sürecinde bu periferi ülkeleri sahip oldukları işlevi yitirirler.
Ve o zam an da tam am en m arjinalize olm aya, dışlanm aya
başlarlar: Bunun tarihte bir dizi örneği var. Ö rneğin, merkantilist dönem de, periferide en gelişmiş yapı Amerika’ydı.
O tarihlerde bir Dünya Bankası uzmanı Brezilya’nın kuzey­
doğusuna gittiği zaman Karayipler’de dolaştığında bir m uci­
zeye tanık olduğu kanatine varabilirdi. Çünkü gerçekten de
büyüm e oranları son derece yüksekti. Son derece gelişkin
bir toplum sözkonusuydu. A m a kapitalizm in daha sonraki
gelişm e evresinde, m erkantilist dönem den sanayi dönem ine
geçildiğinde, bu yöreler işlevlerini tam am en yitirdiler ve
sonuç olarak bugün hâlâ geçerli olan geri yapısıyla başbaşa
kaldılar. B rezilyanın kuzey-doğusu ve Haiti örneği sürekli
kıtlığın yaşandığı, sürekli açlığın yaşandığı, geri kalm ış
yöreler haline dönüşm üş durum dadır. O zam anın m ucizesi
şimdi tam felakete yol açtı. D önem değişti, eski işlevini
kaybetti.
Ayrıntısına girm eyeceğim , çeşitli nedenlerle bugün bir
dizi ülke, örneğin tropikal Afrika'daki ülkeler için, Karayipler'deki bir dizi ülkeler için, A sya'daki bir dizi ülkeler için
durum bu. D ördüncü dünyayı oluşturanlar bu ülkelerdir ve
dolayısı ile bu ülkelerdeki siyasi iktidarlar, yani, kapitaliz­
min gerektirdiği siyasi iktidarlar ister istem ez tüm üyle son
56
derecede ilkel, gangsterlerden oluşm uş m afya tipi diktartörlüklerdir. Bunun ise geleneklerle filân kesinlikle ala­
kası yok. Bu tam am en kapitalizm in yarattığı tahribatın ge­
rektirdiği yönetim biçimleridir.
Dolayısı ile bu nesnel başarısızlık, yani genel dünya
kapitalizminde dem okrasinin genel başarısızlığı sözkonusu.
T ab ii in san lığ ın % 7 5 'in i o lu ştu ran Ü çü n cü D ünya
ülkelerini dikkate alm ayıp, önem li olan sadece kapitalist
m erkezdekileıd ir, orda dem okrasi v ar g erisin i dikkate
almayız, demezsek, yani kapitalizm in tüm ünü sistem olarak
ele alırsak, kapitalizm içerisinde dem okrasinin başarısızlığı
ve imkansızlığı d a bizi şu noktaya getiriyor: Demokrasinin,
yani ihtiyacımız olan, üçüncü dünyanın sorunlarını çözm ek
için ihtiyacım ız olan dem okrasinin sorunları ve konumları
nelerdir?
Olaya öncelikle fotoğrafın negatifinden bakalım. Yani
bu konudaki bir değişim deneyinin başarısızlığının nedenle­
rin i ird eley erek , son 70 y ıld a S o v y et d en ey im in in
başarısızlığının nedenlerini irdeleyerek başlayalım.
Bu noktada da önce dem okrasi noksanlığının korkunç
sonuçlarına değinelim :
K orkunç so n u çlard a n sö z ed iy o ru m , çü n k ü bu
ülkelerde sosyalizm in başarıya ulaşm am asının nedeni, bu
rejimlerin dem okrasiden yoksun oluşudur.
Bu düşünce aslında hakim ideolojik söylemin tam tersi
bir düşüncedir. Çünkü hakim ideoloji der ki: Bu ülkelerde
sosyalizmin başarısızlığa ulaşması çok doğal. Çünkü sosya­
57
lizm olduğu için bu ülkelerde dem okrasi yoktur. Ve tersine
de kapitalizm var olduğu için dem okrasi vardır. Oysa benim
savunduğum bu hakim ideolojinin tezinin tam zıttı bir tez­
dir.
A yrıntıya girm eden değinecek olursak, Rus devrim i
aslında kutuplaşmaya karşı b ir başkaldırı idi. Bir başkaldırı,
bir isyan olarak başladı ve devrim e dönüştü. Bunu yapar­
ken de kendisini oluşturan itici güçler arasında bir çelişkiyi
yaşıyordu. Yani kendisini sosyalizme iten güçle kapitalizme
iten güçler arasında bir çelişk iy i yaşıyordu. B aşka bir
deyişle, yaşanan, öncelikle kapitalizm e yetişm e teziyle (ki
bu, ister istemez, teknolojilerin nötr-tarafsız olm ayacağını
dikkate alırsak, kapitalizmi yeniden üretmeye veya kapitaliz­
min benzeri bir yapıya dönüşm eye itiyordu) daha başından
itibaren farklı bir şey oluşturm aya yönelik güç arasındaki
çelişkiydi. Alternatif M aoist söylem le ifade edecek olursak,
politikaya öncelik verm ek, yani şim diden uzun vadeli bir
p ro je y e uygun b ir y ap ıla n m a y a doğ ru b ir g elişm e
sağlamaktı.
D em okrasi yo k lu ğ u h erşey d en önce k ap italizm e
yetişme tezinin ağır bastığının tercih edildiğinin ifadesiydi.
Tabii bu kadem e kadem e oldu. Yani işin başından beri,
1917'de böyle bir tez olduğunu sanmıyorum.Ancak kademe
kadem e bu tez hakim o ldu. D o lay ısı ile k apitalizm e
yönelindi. K apitalizm y en id en ü retild i ve dem okrasi
yokluğunu doğuran da bu kapitalizme yöneliştir.
Dolayısıyla devrimi gerçekleştiren parti de süreç içinde
d eğ işti. B aşlan g ıçta b elk i ön cü n ü n , diyelim ki halk
58
sınıflarının , proletaryanın, am a sadece proletaryanın değil,
geniş halk sınıflarının öncüsü iken, oluşm akta olan yeni
burjuvazinin bir aracı haline dönüştü ve halk kitlelerini de­
netim ve baskı altına alan bir araç haline dönüştü. Bu ise tek
parti rejimi şeklinde kendini ifade etti. Şunu da belirtm ek
ilginçtir. T ek parti rejim i b ir dizi p opülist örnekte de
yaşanmıştı. Tekrar Türkiye deneylerine de çağrıştırm a ya­
p arsak şunu g ö rü rü z : Bu re jim le r b u rju v az in in
netleşm esinin, ortaya çıkm asının ürünüdür. Yani sosyalist
ya d a antiem peryalist ulusal kurtuluş yönünde gelişm eyip,
burjuvazinin çık arların ın netleşm esi biçim inde ortaya
çıkmasının sonucudur.
Dolayısıyla son iki sene içinde 1989-1991 döneminde,
Sovyetler Birliği'nde olup bitenler kanım ca bir karşı devrim
değildir. Hakim söylemin iddia ettiğinin aksine, var olan bir
gelişim in hızlanm asının son noktasıdır. Soruna böyle bak­
m ak çok farklı bir bakıştır.'Ç ünkü, sosyalizm ile dem okra­
sinin bir arada yaşayamayacağı tezine çok karşıt bir tezdir.
Bu b ak ış açısın d a n k a lk ıla ra k , D oğu A v ru p a
ülkelerinde olup bitenin bir dem okratik devrim olarak su­
nulm asına da karşıyım . O laylar böyle bir görüntü verse de.
Çünkü burda var olan şey diktatörlüğün krizi olduğu için
dem okrasiye geçiş var ve bu dem okrasi de son derece zayıf,
tehdit altında bir dem okrasi. Buna bir çok örnekler verebili­
riz. N itekim bu zayıflığı çok çabuk ortaya çıktı. Örneğin
Polonya'daki faşizan popülist sapm alar ya da Y ugoslav­
ya'daki çürüm enin, dağılm anın ortaya koyduğu gibi, bu
örneklerdeki dem okrasi son derece zayıftır.
59
Son olarak da bu Ü çüncü Dünya ülkelerindeki demok­
rasi sorununu biraz önce y ap ağ ım ız gibi olum suz yönüyle,
yani başarısızlıkları açısından değil, daha olum lu yönüyle
"ne şekilde dem okrasiye varabiliriz" açısından bakarak irde­
leyebiliriz.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki; bizim var olan toplum­
sal yapıyı ilerici yönde dönüştürm eye yönelik bir araç ola­
rak dem okrasiye ihtiyacım ız var. Yani var olan taham m ül
edilm ez eşitsizliklerin, idare edilm esinin bir aracı değil,
bizim için d em o krasi.Ç ünkü bunlar taham m ül edilm ez
şeylerdir. B izim bu taham m ül edilm ez noktaları olum lu
yönde kaldıracak b ir araç olarak dem okrasiye ihtiyacım ız
var.
Yani, bizim ihtiyacımız olan demokrasi bir tü r Jakoben
demokrasidir.
T üm burjuva devrim leri içinde en radikal olanının
Fransız devrim i olduğunu söylem iştim . A slında Fransız
devrim i asıl burjuva devrim inin gereklerinin çok ötesine
gitm iştir. Bunu aşan boyutları olm uştur, bir halk boyutu
olm uştur, Fransız devrim inin. Çünkü esas burjuva devrim
aslında bir devrim dahi sayılam ıyacak olan İngiliz devrimidir. O ysa Fransız devrim i ço k daha öteye gitmiştir. Nitekim
ö te y e g itm iş olduğu iç in d ir ki genel oy k avram ını
keşfetm iştir. V e bu yüzden d e Jakobenler bunun itici bir
gücü olm uştur, öncü gücü olm uştur. Y ine Jakobenlerin
içinden de, örneğin, B abeufçüler gibi kom ünizm in atası
sayılabilecek olan,henüz maddi şartları olgunlaşm asa dahi
kom ünizm in ilk öncüleri sayılab ilecek o lan bir akım
60
doğmuştur. Jakobenler ayrıca şu son derece modem sloganı
k eşfetm işlerd i "ek o n o m ik lib e ra liz m , d em o k ra sin in
düşmanıdır" demişlerdir. B aşka bir deyişle pazar, dem okra­
sinin düşmanıdır. Bunu keşfetm ek için Marx'ı beklememize
gerek kalm am ıştır. 1793'de Jak o b en le r bu ço k tem el
gerçeği keşfetmişlerdi.
D aha öteye gitm ek için aslında, ülke ülke, tek tek
örnekleri ele alarak som utta her ülkedeki kom prador hakim
sosyal ittifakın analizini ortaya koymak lazım. Ve bu analiz­
den kalkarak da alternatif ulusal halk ittifakının ne olacağı,
alternatif somut programın ne olacağını ortaya çıkarabiliriz.
Böyle yaptığım ız takdirde işte dem okrasi, halkın içindeki
çelişkilerin bir idaresinin aracı olarak oıtaya çıkıyor. Bu ise
her ülkenin som utunda farklı bir şekilde gerçekleşecektir.
Her yerde gerekli ve geçerli olan değerlerin yani gerçek bir
çoğulculuk, insan h akları, h er türlü felsefi, dini inanca
hoşgörü, gerçek anlam ıyla, bir çok partili sistem , sosyal
kurum ların ve sendikaların özerkliği, bağım sızlığı gibi
öğelerin ötesinde d em o k ra si, h er ülkenin som utunda
değişecek olan bu farklı sosyal güçler arasında, toplumun
ilerici yönde dönüşüm ünü sağlayabilecek olan konuların pa­
zarlık edildiği bir alan olacaktır. Bu konuda da son derece
iyimserim. Çünkü bu aynı zam anda bir kültür devriminin de
koşullarını yaratacaktır ve böylece de dem okrasi ve ileriye
yönelik sosyal dönüşüm ler, kökü olan ve geri dönüşsüz bir
yapıya kavuşacakta.
61
SO R U L A R V E Y A N IT L A R
Gelen sorulardan birinin soruluş tarzı oldukça naif gibi
geldi ama çok önemli bir som . Çünkü hakim ideolojiyi çok
iyi yansıtan bir soru bence. Bu da şu; "Gelişm iş ülkelerde
kapitalizm tam olarak uygulanıyor onun için orda sorunlar
çözülüyor. A zgelişm iş ülkelerde kapitalizm tam olarak uy­
gulanm ıyor, o yüzden d e so ru n lar çözülm üyor" türü bir
yaklaşım var. Aslında mesele hiç de öyle değil. İktidar karar
verecek, siyasi bir tercih yapacak, işte kapitalizmi tam ola­
rak uygulayalım diyecek ve kapitalizm tam olarak uygulana­
cak. İşler hiç de böyle gelişmiyor! Aslında bütün yapmamız
gereken, nesnel, sosyal sorunların ne olduğu, neden bu
ülkelerde kapitalizmin böyle olduğu ya da olmadığını incele­
mektir. Bu sosyal ilişkiler m erkez ve periferilerde farklıdır,
ve birbiriyle bağlantılıdır. Ş unu yapam ayız; işte m erkez
ülkelerde neler var neler yok, bunların listesini çıkaralım,
bunların içinden iyileri - kötüleri ayıklayalım . Bizde neler
var neler yok, listesini çıkaralım , kötüleri ayıklayalım, öbür
taraftaki iyileri alalım. Böyle bir yöntemle gidemeyiz. Çünkü
kapitalizm bir bütündür. B irbirine bağlı bir bütündür. Yani
burada olanla ya da olmayanla, orda olan ya da olmayan bir­
birine bağıntılıdır. İktidarın tercihleri ile olacak birşey değil
bu. Örneğin G orbaçov kapitalizm i istiyor. Bakıyor İsveç'te
kapitalizm iyi gelişmiş, yaşam düzeyi fena değil, o zaman biz
de İsveç'teki kapitalizmi isteyeceğiz dem eye karar verip, uy­
gulam ağa kalktığı andan itibaren illa da iş öyle gitmiyor.
İsveç olm uyor öyle dedi diye. Dolayısı ile soruna bu şekilde
bakm ak kanım ca pek bilim sel değil. A m a son derece de
62
önemli. Çünkü, halk arasında hakim bir düşünce olarak son
derece yaygın. Mesele bir tercih sorunu değil. Buna yakın bir
soru da "en az kötüsü", "elıven-i şeri hangisi ise onu
seçelim” tarzında bir görüş var. Yani sisteme entegre olm az­
sak maıjinalize oluruz, o zaman sisteme girelim de bari kuıtaralım, türü bir yaklaşım da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Aslında bu da mümkün değil. Zaten ehven-i şer, içinde bu­
lunduğumuz durumdur. Yani bu sistem e entegre olduğumuz
zaman bunun en iyisini yapalım da sorunlar en aza indirgen­
sin diyemeyiz. Çünkü bu sistem e entegre olduğumuz zaman,
bu, ister istemez kutuplaşm ayı yaratacaksa ve halklar da bu
kutuplaşmayı tahammül edilem ez bir şey olarak görecekse,
ister istemez farklı bir şey düşünm ek zorundayız. Çünkü bu
öbür türlü çatışm aya götürecektir. Bu farklı sistem ise, var
olan sistemin mantığı ile bir kopuşu getirmektedir. V ar olan
sistemin dışına çıkmak derken, tamamen içine kapanıp kendi
iç dünyasında yaşam ak, tüm d ış dünyayla ilişkileri kesmek
değil elbette kastedilen. B unun yaşam a şansı yok. Dış
ilişkilerimiz olacaktır elbette. A m a bu dış ilişkileri neye göre
ayarlayacağız? Yani bu ilişkilerde dış dünyaya mı m ahkûm
o la c a ğ ız yo k sa iç erd ek i d u ru m u ilerici b ir yö n d e
dönüştürmeye mi yönelik dış ilişkilerde bulunacağız? İki kilit
kelime var burada. Ya uyum laşm a ya kopuş. Uyumlaşmada
var olan iç gelişm e d inam iğinin dış hakim sistem e tabi
kılınmasıdır. Diğeri ise dış ilişkileri denetleyip, onları ilerici
yöndeki iç dönüşümlerimize tabi kılmaya çalışmak mantığına
dayanır. Bunlar aslında birbirine zıt iki mantıktır. Bunu bu
şekilde görmek lazım. Yani bü' tercih meselesi gündeme ge­
liyor burada. Münasip bir karar verip şunu mu seçelim bunu
mu seçelim değil. Burada tam am ıyla zıt iki mantık ve zıt iki
tercih gündemdedir.
63
Ö nem li bir diğer boyut dalıa var. A slında bunlara hiç
değinm edim . Bu d a karşılaşılan ulusal baskılar. Örneğin
T ü rk iy e'd e yaşanan K ürt so ru n u . A slın d a bu soruna
değinm em em in nedeni diplom atik nedenlerle konuyu hasır
altı etm eye çalışm am değildi. H ele hele bunu ikincil bir
sorun olarak görm em de değildi. T ürkiye'de de. Üçüncü
Dünya'da da, her yerde hayati önem e sahip sorunlar bunlar.
A slında bu ülkelerde var olan iktidarların, etnik dini veya
kültürel çeşitlilikleri idare etm edeki yeteneksizliklerinin de
bir göstergesi, bu tür sorunlar. H atta ve hatta yukarıda
sözünü ettiğim iz "cılız dem okrasinin", kısmi dem okrasinin
var olduğu ülkelerde bile özellikle bu ulusal konuda ciddi
bir açılım görm üyoruz. A ncak bu tür sorunların, zaman ve
m ekan içinde tek tek ele alınm ası lazım. Ciddi bir şekilde
analiz edilm esi lazım . Kürt sorunu için de sözkoııusu bu.
Konunun özgünlüğü var. A slında daha genellem e yapacak
olursak, bu da halk içindeki çelişkilerin bir boyutudur. Yani
tam dem okratik bir rejim gündem e geldiğinde de, bu rejim,
bu çeşitlilikleri ne şekilde idare edecektir, ne şekilde çözüme
kavuşturabilecektir, bu da başlı başına bir sorundur.
Başka bir konu da -buna da hiç değinm edim - A vru­
pa'da ülkelerin yaşam akta olduğu kriz. Aslında bu da gide­
rek önem kazanm akta olan b ir konu. Batılı dem okrat ve
aydın ortamlarda çok tartışılan bir konu. Çoğulcu parlamen­
ter dem okrasi Batıda da son derece büyük tehditler altında,
tahribata uğram akta. Bunun bir nedeni de m edya alanında
yaşanm akta olan çok tehlikeli bir gelişim. Halkın ne şekilde
k o şu lla n d ırılab ild iğ i, şa rtla n d ırıla b ild iğ in i görüyoruz.
Ö rneğin körfez savaşında bunun ço k canlı bir örneğini
64
yaşadık. A m a bu yeni bir olgu değil. A ynı zam anda A vru­
pa'da da seçim lerden ve partilerden bir uzaklaşma var. Par­
tilerin hepsi bir k riz y aşam ak ta. Ş ö y le b ir ikilem
düşünülüyor. Ö nce politik dünya ya da politik sınıfla halk
arasında bir farklılaşm a yaşandığı söyleniyor. Kimi politi­
kacıların diyelim , kendi içinde yaşadıkları çelişki ne olursa
olsun, bunlar tam am en halktan farklı bir grup olarak halkı
yönlendiren bir grup olarak değerlendiriliyor. H atta halkı
kandıran bir g rup olarak , d eğ erlen d iriliy o r. A B D 'de
özellikle bu politikadan uzaklaşm a çok önemli boyutlarda.
Biliyorsunuz ABD Cumhurbaşkanını seçmenlerin yüzde el­
lisinden azı seçiyor. Çünkü seçmenlerin yüzde ellisi oy ver­
meye dahi gitm iyorlar. İlginçtir ki oy verm eyen bu yüzde
elli dolayındaki seçm en, en fakir seçm enler. Çünkü şöyle
bir düşünceden hareket ediyorlar ki, pek de haksız değiller
aslında: "kim gelirse gelsin, ister dem okratlar, ister cum hu­
riyetçiler bizim durum um uzda birşey değişm eyecek." Yani
seçim in sonucu ne o lu rsa o lsu n b izim için birşey
değişm eyecek diye düşü n ü y o rlar. K ısm en h ak lılar bu
d ü şüncelerind e. D olayısıyla bize işte en gelişkin, en
mükemmel model olarak sunulan bu Avrupa demokrasisi de
aslında bir kriz yaşam akta.Şunu da belirtm ek lazım ki, bu
b izim Ü çü n cü D iin y a'd a y a ş a d ığ ım ız te rö rist d ik ­
tatörlüklerden yine de iyidir! A m a talihin sonu gelm iş değil,
batı A vrupa'daki d em o k rasiler de herşeyi çözüm lem iş
değiller.
Bir dizi soru, som ut olarak günüm üz Türkiye'si ile il­
gili. Aslında Türkiye benim için çok iyi bir örnek. Nasıl bir
doktor, biı- hastalığın bütün sem ptom larını taşıyan bir hasta
65
gördüğü zam an, "aman bu nasıl iyi bir örnek derse, ben de
Türkiye için aynı şeyleri söyleyebilirim . A slında popülist
deneylerin, kanlı gerici diktatörlüklerin ve "cılız demokrasi
dediğim sınırlı dem okrasilerin arka arkaya geldiği, birbirini
izlediği çok güzel bir örnek bütün söylediklerim e. Bugüne
gelince, yanılabilirim tabii, siz benden daha iyi bilirsiniz
am a, kanım ca küçük d em o k rasi aşam asındayız. D aha
doğrusu, "çok küçük dem o k rasi" aşam asındayız. A m a
unutm ayalım , beterin de beteri var. Ancak önemli olan şu
ki, bütün bu n lar O sm anlı tarihinin bir ürünü, bir m irası
değil. T ürkiye'nin m üslüm an bir ülke olm asının da ürünü
değil. Çünkü m üslüm an olm ayan bir takım ülkelerde de, ta­
m am en farklı tarihlere sahip ülkelerde de benzer durumlarla
k a rşıla şıy o ru z . D o la y ısıy la bugün y a şa n a n d u ru m ,
Türkiye'nin dünya kapitalist sistemindeki yerinden kaynak­
lanıyor. M odern b ir olgu. G eçm işin bir kalıntısı geçmişten
gelen birşey d eğ il, tam am en m odern kap italizm d e yer
alm asından kaynaklanan birşey. Ama tabii ki geçm işten de
gelen bir takım öğeler var. Yani bugünkü sistem geçmişten
bazı öğeleri alıyor. İşine gelen yönleri geçm işin m irası,
geçm işin kalıntısı olarak sunuyor. Ama yaşanan olgu tama­
men m odem , çağdaş bir olgu.
En son sorular kanımca da en zor sonalar, tamamen ge­
leceğe yönelik som lar. Sosyalizm in ne olacağı dem okrasi­
nin ne olacağına yönelik sorunlar. Ve özellikle de militanlar­
dan gelen sorular. A çıkça kendini sosyalist veya dem okrat
m ilitan olarak gören, açıkça kendini anti-kapitalist militan
olarak gören, kapitalizm in b ir üretim tarzı veya bir sosyal
sistem olarak reddedilm esi yönünde açıkça tavır alm ış olan
66
insanlardan gelen sorular en zor sorular. M utlaka ve mutla­
ka bu konudaki cev ap larım ızı den eylerle, eleştirilerle
karşılıklı tartışm alarla çözebiliriz. K im se önceden en doğru
reçete budur d iy e o rtay a çık am az. D olayısıyla kendi
içim izdeki dem okrasiye herşeyden önce önem verm ek zo­
rundayız. B unu sağlam adan bir çözüm bulam ayız. Ve
benim için, bir Üçüncü Dünya vatandaşı olarak benim için,
kutuplaşm a o kadar tem el b ir konu ki, geleceğe yönelik
söyleyebileceğim şu önümüzdeki asırda da geçm iş asırda da
olduğu gibi çok şid d etli k o p u şlar yaşan acağ ıd ır. Bu
koşullarda ciddi k o puşlar yaşanacaktır. V e bu kopuşlar
geçm iş kopuşların karşılaştığı sorunlarla da karşılaşacaktır.
Yani gelişm eye mi ağırlık verm eli (ki bu kapitalizmi tekrar
yaratacaktır) yoksa başından itibaren farklı bir şey mi yarat­
m aya çalışm alı. A slında bu konuda sanırım Troçki'nin ge­
tirmiş olduğu eleştiri son derece güçlü ve önemli bir eleştiri.
Bu te k ü lk e d e so sy a liz m in ta m a m la n a b ile c e ğ in e ,
bütünleşebileceğine yönelttiği eleştiri sanırım çok güçlü ve
önem li bir eleştiri. Çünkü bu görüş çok tehlikeli bir
görüştür. K apitalizm in ve sosyalizm in gelişm esi sınırsız
am a bu farklılıkların başka bir şekilde ortaya çıkacağı toplu­
ma doğru gidiş, burada şunu d a belirtm ek isterim , sosya­
lizm homojenleşm iş, herkesin aynı ortak rotada yürüyeceği
bir şey olam ayacaktır, tam am en varolan farklılaşm anın ye­
niden varolacağı fakat, farklı bir şekilde var olacağı bir
yapıdır. Sosyalizm i atlayıp ya da sosyalizm sayesinde bir
homojenleşm e olmayacaktır. Bu kapitalizmden sınırsız top­
luma, sosyalizme varıştaki süre kanım ca çok uzun bir süre
olacaktır. V e ne yazık ki, söylem ek gerekirse, M arks'ın
düşündüğünden çok çok uzun bir süreç alacaktır bu toplu­
67
m un oluşm ası. L enin'in tah m in ettiğ in d en de, benim
düşündüğümden de çok uzun bir süre alacaktır. Ama dedim
ya fazla kızm ıyorum . O 1924 'de öldü. Devrim de 1917'de
yeni olm uştu . A slın d a bu uzun süreyi, bunun uzun
sürebileceğini öngören tek M arksist önder de, ki tesadüf
değil, sanırım M ao olm uştur. Devrim in tam am lanm asının
çok uzun zam anlar alacağını yüzlerce devrim yüzlerce
çalkantı geçireceğini düşünm üştür. A sya'da M ısırlılarla
Çinliler arasında sanırım bu konuda ortak bir anlayış, felse­
fi bir yaklaşım var. Tarihi süreci çok uzun bir zaman olarak
algılayabiliyoruz. D olayısıyla bu uzun bir süreç olacaktır.
Bu nedenle bence yakın bir gelecekte merkezlerde ciddi bir
kopuş olam ayacaktır. Yani Lenin ve Troçki'nin 1917'leıde
geliştirdiği m odeldeki gibi, R usya'daki bir devrim in A vru­
pa'daki ya da en azından Alm anya'daki bir devrim i alevlendirebileceği gibi bir dü şü n ce bence bugün artık geçerli
değil. Bunu yapm aya m üsait değil. A m a m erkezlerde bir
kopuş olm ayacağı, b ir devrim olmayacağı bu merkezlerden
bize gelebilecek olan b ir takım olum lu şeyler olm ayacak
dem ek değildir. B ir takım açılım lar, bir takını kazanımlar el­
bette olacaktır. Özellikle kültürel alanda. Yukarıda feminizm
örneğini verdim . Bu, B atı'dan aldığım ız bir şey. A m a bu
açılım ları, bu kazanım ları sistem yine de yutacaktır. Yuta­
caktır derken kendi lehine saptıracaktır dem ek istemiyorum.
A m a bu f a r k lılık la r ı k a p ita lis t sis te m b ir sü re
barındırabilecektir. Bundan sonra ne olur? Yani merkezdeki
bu yeni açılım lar bu yeni kazanım larla periferilerde olacak
kopuşlar, yüzyıl sonra ne şekilde bütünleşebilir bunu bile­
mem. M ilitan kaygılarla sorulan sorulara gerçekten büyük
saygım var. Yani ne yapm alı, nasıl örgütlenm eli, ne şekil
68
p artiler k u rm alı, n e şekil h arek ete geçm eliy iz, nasıl
dönüştürebiliriz diyenlere çok büyük saygım var. Ama şunu
da söylem ek isterim ki bu konuda hazır reçeteler, hazırlop
haplar yoktur. Ve size de işte reçete budur diyecek kadar
ukalaca bir tavra girm ek istem iyorum . A slında, sizin,
bizim, benim tüm deneylerim izde şu ortaya çıkıyor: kendi iç
işleyişlerim izde, dem okrasiye, ne yazık ki gereken saygıyı
gösterem edik. Bu konudaki yetersizliğim iz, var olan hata­
ların, tüm ünün d eğ ilse bile, çok önem li bir kısm ının
kökenidir. Demokrasiye gerekli kaygıyı gösterseydik bu ha­
taların büyük bir kısmını yapm ayabilirdik, çözebilirdik. Bir
soru v ar örn eğ in d e m o k ra tik m e rk e ziy etçiliğ i nasıl
değiştirelim diye. Bence tabirin kendisi o kadar yanlış değil.
H em dem okrasi var içinde, hem de daha etkin olm ak için
bir m erkeziyetçilik var. Ama bunun bugüne kadarki uygu­
lanışı gerçekten bir karikatür oldu, hoş olm adı. Sonuç ola­
rak: Her zam an her yerde geçerli olan form üller yoktur.
69
S O S Y A L İZ M İN G E L E C E Ğ İ*
O TU Z Y IL L IK SOVYET SİSTEM İ
E L E Ş T İR İS İ (1960-1990)
S A M İR A M İN
Ç ev iren: Fikret BAŞKAYA
I
Peygam ber m izaçlı kişiler dışında kim se, Sovyetler
Birliği ve D oğu A vrupa'daki sosyo-ekonom ik rejim lerin
hızlı ve toptan çö k ü şü k a rşısın d a a z ço k şaşk ın lığ a
düşm ediğini söyleyem ez. Şaşkınlık etkisi geçince, değişik
kesim lerin otuz yıldan bu yana söz konusu sistem e ilişkin
olarak ortaya koydukları tahlillere dönm ekte yarar vardır.
T ev azu y u b ir y an a b ırak m ak p ah asın a , 1989-1991
aralığında aniden ortaya çıkan olayı 1960'lardan bu yana
genel çizgileriyle tahm in edebilen bir eğilim (çok küçük de
olsa) içinde yer aldığımı söylemeliyim. Elbette bizim büyük
bir olasılık olarak öngördüğüm üz bu çöküş, Sovyet sistemi­
nin krizine tek çıkış yolu değildi. Tarihte herhangi doğrusal
ve sapm az bir determ inizm olduğuna inanm ıyorum . H er
toplum , yaşadığı krize değişik çözüm ler, değişik çıkış yol­
ları bulabilir. Bu nedenle Sovyet sistem inin sağa düşm esi
de (ki bugün olan budur) sola düşm esi olasılığı da m evcut­
tu. Bu sonuncu olasılık en azından dışlanmış olsa da, tarihin
gündem inde kalm aya devam edecektir. Bu sadece uzun va­
dede değil, kendi payım a halen geçerli sağ çözümün orta va­
dede bile bu toplumlara istikrar getireceğine inanmıyorum.
(* ) S am ir A m in'in elinizdeki d erlem e için bize gönderdiği bu m akalesi
İstan bu l k o n feran sıy la aynı içe rik te o lduğu için, İstanbul K o n fe­
ransında sorulan sorular m etnin sonuna eklenm iştir.
71
Başka bir çözüm için verilecek mücadelenin elbette kendine
özgü sorunları olacaktır.
Böyle olunca, otuz yıl boyunca (1960-1990) bu konu­
da yazdıklarım ın yanlış ve eksik yanlarını nihai gelişmeler
karşısında saptam ak mümkündür.
Bu tahlilleri, değerlendirm eleri ve hatta öngörüleri,
gelişmelerin ortaya çıktığı dönem in olasılıklarından az çok
etkilendiği bir çerçeveye oturtm ak gerekir. Nitekim Sovyet
sistem inin kendisi de değişik dönem lerden geçti ve kendi
krizine farklı çözüm ler arayan bir evrim süreci yaşadı: i)
Stalin'in ölüm ünden (1953), özellikle d e X X 'inci Kongre'den (1956) K ruşçef deneyinin düşüşüne (1964), kadarki
dönem (1964), Stalinizm 'i ilk aşm a dönem iydi. U luslara­
rası planda da M oskova'yla Pekin arasında ideolojik ve po­
litik çatışm aya neden oldu; ii) Bunu "Brejnevci buzlaşma"
olarak da nitelenen G orbaçov'a kadar uzanan dönem izledi;
iii) 1985'den başlayıp 1989-1991’de çöken G orbaçov'un
"peresü'oyka" girişimi.
Buna paralel olarak Ç in de kendi kullandığı bir de­
neyimle "sosyalizmin kurulm ası" sorununa başka yollardan
çözüm aradı. 1961-1970’de geçerli olan ve doruk noktasına
kültür devrim iyle (1966) ulaşan M aoist strateji, 1980'lere
dam gasını vuran Deng X iaoping'in ekonom ik ve politik
stratejisine doğru kayan bir yol izledi.
Bu gelişm eleri ve birbirini izleyen dönem leri dünya
ölçeğindeki gelişmelerle eklemlenmiş olarak ele almak gere­
kir. Bu d eğişik seviyelerde ortaya çıkıyordu: K apitalist
72
yayılm a düzeyinde, daha açık olarak, AET'nin kurulması ve
evrim i, AET, A BD , Japonya rekabeti yeni ekonom ik glo­
balleşm e vs. İki süper güç arasındaki askeri dengeler ve si­
lahlanma yarışm a siyasi çözüm ler bulma, özellikle Brejnev
dönem inde Üçüncü Dünya'ya yönelik Sovyet girişimleri ya
d a Ç in 'le olan an laşm azlık 1980'den so n ra R eagan
tarafından gündem e getirilen "yıldız savaşlarına" kadar
A m erikan soğuk savaş stratejisi gibi. D olayısıyla 30 yıl
boyunca iç politika tercihleri ile dış politika tercihleri iç içe
geçm iş durumdaydı.
Elbette Sovyet sistem i 1960’da başlam adı. Bu yüzden
görüşlerim iz 1917 devrim ine v e tabii Çin devrim lerine, Le­
ninizm 'e, M aoizm 'e, Stalinizm 'in tahliline dayanıyor. Ne
var ki, buradaki am acım ız Sovyet varlığının 75 yıllık tarihi­
ni yeniden ele alm ak değil. D olayısıyla 1917-1957'yi kap­
sayan kırk yıla fazlaca değinmeyeceğiz. Elbette bu dönemde
de Sovyet sistem inin değişik evrelerinin evrim i, dünya
ölçeğinde tarihsel sürecin farklı dönem lerine eklem lenm iş
durum daydı. A ynı şekilde savaş sonrası Stalinist dönem ve
soğuk savaşın ilk döneminin talihline de girmiyoruz.
Bu söylediklerim e kişisel bir not eklemem gerekir. Bir
Mısırlı olarak. N asır deneyim ini yaşadım ve hiçbir övünme
payına gerek o lm aksızın, 1 9 60'larda N asır sistem inin
m antığının, zorunlu olarak 197 l'd e açıkça ortaya çıkan
Sedat'ın infitah açılım ına varan süreci, yani kom pradorlaşm a yoluna tek rar d ö n eceğ in i öngörm üştüm . (A ynı
yöndeki kaygılarım ı 1960'ların ilk yarısında A frika'daki,
Cezayir-M ali-G uine-Ghana gibi ilk sosyalist kuşak ülkeler
için d e yinelemiştim.) O dönem de M ısır solu ve uluslararası
73
solun çoğu tarafından saçm a bulunup itiraz edilen bu
değerlendirm em , beni 1957-1958 Çin K om ünist Partisi
tarafından Sovyetler B irliği'ne yöneltilen, henüz açık ol­
m ayan ama 1963'de "25 m addelik mektupla" ve daha sonra
kü ltü r devrim iyle (1966) açık ça ifadesini bulan, ancak
1968’den sonra Batı kam uoyunda popüler olan, "sosyaliz­
m in krizi"ne bir ilk çö zü m arayışı o larak gördüğüm
eleştirilere ana hatlarıyla katılmaya götürdü.
1Daha 1957’den başlayarak ama asıl 1960'dan sonra
S ovyet toplum unu ünlü T ro ç k ist tez o lan bürokratik
yozlaşmaya uğramış işçi devleti biçiminde bile, artık sosya­
list ve işçi devleti olarak nitelemekten vazgeçtim. Ve hemen
onu bir yönetici (açıkça sınıf kavram ını kullanarak) sınıf ve
söm ürücü burjuva sınıfı olarak niteledim . B undan şunu
kastediyorum : Bu sınıf ya d a nom enklatura, tüm istek ve
özlem lerinde kendini Batı aynasında görüyordu ve onu ye­
niden üretm e arzusu taşıyordu. M ao 1963’d e K om ünist
Parti kadrolarına yaptığı b ir konuşm ada bunu açıkça ifade
etm işti. "Siz (yani K P kadroları) Sovyetler B irliği’ndeki
gibi bir burjuvazi oluşturdunuz. U nutm ayınız, burjuvazi
sosyalizmi değil kapitalizmi istiyor."
Bu tahlilden, paıti ve kitlelerin iktidara karşı tavrıyla il­
gili m antıklı sonuçlar çıkardım . Bana göre em ekçi kitleler
k e n d ile rin i a ç ık ç a ik tid a rın d ış ın d a g ö rü y o rla rd ı.
(Sözkonusu iktidar her ne kad ar kendini sosyalist olarak
tanım lam aya devam etse de). T am tersine ve hakli olarak
onu gerçek sosyal d üşm anları olarak görüyorlardı. Bu
koşullarda "parti çoktan beri çürüm ekte olan bir kadav­
raydı" ve söm ürücü sınıf tarafından em ekçi sınıfları baskı
74
altına alan bir sosyal denetim aracıydı. Baskıcı kuram ların
(KGB) tamamlayıcısı durum undaki KP, kendini halk içinde
destekleyecek bir yandaşlar kesim ini örgütlüyor (bunu da
en küçüğünden en b ü y ü ğ ü n e kadar sosyal avantajları
dağıtıp den etley erek ) ve btı sayede onların m uhtem el
isyanını etkisizleştiriyordu. Bu haliyle ve bu nitelikteki
parti, aslında Ü çüncü D ünya'daki birçok partiden farklı
değildi. (N asır, C ezayir-FLN , Baas ve M ali, Gine, G hana
ve T a n z a n y a 'd a k i k e n d ile rin i ra d ik a l-u lu şçu o la ra k
tanım layan çok sayıdaki partiden ya da açıkça kapitalizm
tercihi yapan, Fildişi S ah ili ve başkaları). Bu anlam da
oluşmakta olan, burjuvazinin henüz hegem onya kuramadığı
durum lara özgü genel birşeydi. (O lgunlaşm ış kapitalizm le
ilgili olarak M arx, egem en sınıfın ideolojisi toplum un eg e­
men ideolojisidir der.) Ve bu niteliğinden ötürü de m eşru
sayılan bir iktidar olarak görülm üyordu. (Bunun olabilmesi
için, egem en sınıfın ideolojisine dahil edilmesi gerekir)
Bu tür iktidar biçim leri, belirli ayrıcalıklar yaratarak
em ekçi kitleleri böler ve depolitizasyon yaratan sonuçlar
doğurur ki, bunlar hafife alınm am ası gereken bir tahribata
neden olur. Yaşanan olaylar, Sovyetler Birliği'ndeki depolitizasyonun son derece derin olduğunu ortaya koyuyor. O
kadar ki, em ekçi kitleler kurtuldukları rejim in sosyalist
olduğunu ve bu yüzden safçasına "kapitalizm in daha iyi
olduğunu" kabul ediyorlar.
Bu m odele göre oluşturulm uş tüm partiler-yöneticileri
d ev le t g ü cü n ü k a y b e ttiğ in d e k ağ ıtta n y a p ıla r gibi
çöküyorlar. K im se bu tür aygıtı savunm ak için hayatını or­
taya atmaya yanaşmaz. Bu yüzden bu tipteki partilerde tepe­
75
deki m ücadele zorunlu olarak sarayda devrim biçim ini
alıyor. T aban asla m üdahale etm iy o r ve yenen tarafın
hükm ünü kabulleniyor. Bu yüzden N asır'ın "S osyalist
Birliği"nin ani bir şekilde Sedatlığa dönüşm esi aynı türden
diğer Üçüncü Dünya ülkeleri partilerinin de kendiliğinden
ortadan kaybolm aları, beni şaşırtm am ıştır. Bu yüzden
1989'dan bu yana milyonlarca Sovyet kom ünistinin sergile­
diği pasiflik benim için şaşırtıcı değildi.
2Ne ki benim için S ovyet toplum unun sosyalist
olm adığı bir vaka olsa da ne olduğunu söylem ek çok daha
zor görünüyordu.
Sosyalizm in ilkeleri k arşısın d a sözkonusu rejim in
neden sosyalist olmadığını çok kereler açıkladığım için, bu­
rada buna yeniden dönm eyeceğim . Bana göre, sosyalizm
sadece özel mülkiyetin lağvedilmesinden (ki bu olumsuz bir
tanımlamadır) öteye başka şeyleri gerektirir. Olumlu anlam­
da, bir bütün olarak toplum a ücretlilik dışında başka sosyal
ilişkileri egem en kılm ayı g erektirir (kendi adına, başına
buyruk hareket eden bir aygıt değil). Toplumun geleceğini
belirleyen ilişkilerin egem en olm asını gerektirir. Bu da en
iyi burjuva dem okrasisinden daha ileri bir dem okrasiyi zo­
runlu kılar. Tüm bu alanlarda Sovyet toplumu sanayileşmiş
burjuva topluluklarından farklı d eğ ild ir. O ndan uzak­
laştığında ise durum daha da kötüydü ve onu, otokratik ni­
teliği çevrede (az gelişm iş ülkeler) egem en olan m odele
yaklaştırıyordu.
Y ine de yönetici sınıf -bana göre- burjuva olsa da
Sovyetler Birliği'ni kapitalist olarak nitelem eyi reddediyor­
76
dum. Bu konudaki argümanım ş u d u r: Kapitalizm rekabetin
temeli olan mülkiyetin parçalanm ışlığını gerektirir, oysa bu
mülkiyetin devlet tarafından merkezileştirilmiş olması farklı
bir birikim mantığının egemen olması demektir. Buna ilave
olarak, siyasi plandaki argüm anım da şudur : 1917 devrimi,
gerek onun aktörü durum undaki sosyal güçlerin niteliği, ge­
rekse ideolojisi ve önderlerin toplum projesi bakım ından
burjuva devrim i sayılm azdı ve bu gerçek dikkate alınm ası
gereken bir şeydi.
Z aten siste m in o lu m lu a n lam d a (n e o ld u ğ u )
tanım lanm asına fazla önem verm iyorum . Bu konuda
sırasıyla devlet kapitalizm i, tekelci devlet kapitalizm i kav­
ram ların ı k u llan d ım am a b u n ların b e lirsiz liğ in i de
eleştirm ekten geri durm adım . D aha sonra da yansız (nötr)
bir kavram olan Sovyet üretim tarzı kavramını benimsedim.
Bana asıl önem li görünen, sistem in ortaya çıkış sorunu,
oluşumu, evrimi ve tabi onun geleceğiydi.
1917 devrim inden pişm anlık duyanlardan da değilim.
(Y apm am ak g erek ird i, zira so sy alizm i inşa etm enin
koşulları m evcut değildi, burjuva devrim i aşam asında dur­
durulm alıydı tülünden.) Zira bana göre kapitalizmin dünya
ölçeğinde yayılm ası kutuplaştırıcıdır ve bu yüzden onun
k u rb a n ı olan h alk la rın siste m in çev re sin d e oluşan
sonuçlarına karşı ayaklanm aları kaçınılm azdır. Bu savaşta
sadece o halklarla birlik, aynı saflarda olunabilir. Aksi
halde, yani, devrimi burjuva aşam asında durdurmak o halk­
lara ihanet etm ektir. Z ira sonuçta zorunlu o larak ortaya
çıkacak ve çevre kapitalizm ine götürecek bir sistemin ayak­
lanan kitlelerin sorunlarına çözüm getirmesi olanaksızdır.
77
Rus ve Çin devrim leri, sonucu belirsiz uzun bir geçiş
dönem i başlattılar. Evrim lerinin dinamiği, onları kapitaliz­
me (m erkez kapitalizm i veya çevre kapitalizm i) getirebile­
ceği gibi kendi ülkelerinde ya da dünya ölçeğinde sosyaliz­
m e d o ğ ru d a g ö tü re b ilird i. O la y la ra bu b içim d e
yaklaşıldığında önemli olan, hangi nesnel istikam ete doğru
gidildiğini tahlil etmektir. Sovyetlerin evrim inin analiziyle
ilgili ve (küçük bir komünist azınlıkla birlikte) benim de be­
nim sediğim iki önem li tez şu n lard ır : i) 1930'lardan
başlayarak Stalin'in uyguladığı biçimiyle tarım sal kollektivizasyon, 1917'de oluşan işçi-köylü ittifakını parçaladı ve
devletin otokratik karakterinin güçlenerek "yeni bir sınıfın"
Sovyet devlet burjuvazisinin oluşm asının yolunu açtı: ii)
Leninizm de kendi bazı tarihsel sınırlan nedeniyle (istemese
de) böyle bir yola girm ede k açınılm az olarak bu tür bir
seçim e uygun b ir zem in oluşturdu. B ununla kastettiğim
şudur : Leninizm II. E nternasyonal'in ekonom izm inden
(batı işçi hareketinden dem ek lazım ) radikal olarak kopmamıştı. Bu arada teknolojilerin tarafsızlığıyla ilgili anlayışı
buna örnektir.
Uzun süreli geçiş toplumu, açıkça birbiriyle çelişen iki
gereksinmeyle karşı karşıya k a lm ıştı: B ir yandan kelimenin
düz ve bayağı anlamında üretici güçleri geliştirmesi, "yaka­
lam ası" gerekiyordu : diğer yandan -sosyalizm e eğilim li"başka şey yapm ayı" yani ekonom ist bir yabancılaşm adan
arınm ış bir toplum düzeni oluşturm ayı öngörüyordu. Ki,
ekonom ist yabancılaşm a doğası gereği "zenginliğin iki
kaynağını" feda ediyor. Bunlar, "çalışm a gücüne indirgen­
m iş insan" ve (insanların kullanım ına konu olan tükenmez
78
kabul edilen) doğadır. Bunu yapabilir miydi? Bence, bu zor
olsa da olanaklıydı ve hep cevabın olum lu olm ası gerek­
tiğ in i d ü şü n d ü m . G id e re k , p ra g m a tik b ir u zlaşm a
geliştirildiği takdirde "başka şeyin" olduğuna inandım. L e­
ninizm 'in içinde barındırdığı tohum halindeki tercih, gide­
rek "yakalam a" hedefini, "başka şey yapm anın" önüne
geçirecekti.
Benim açıkça olm am akla birlikte, 1958'den başlayarak
ve daha sonra Kültür D evrim iyle (1966) birlikte M aoizm 'e
katılm am (ki inkar etm iyorum ) Leninizm 'in sözkonusu batı
ekonom izm inden yeterince kopm am ış olm ası tahliline
dayanıyordu.(Bunu Lenin'in ve K autsky'nin 1914'deki iha­
netinden duyduğu şaşkınlığı hatırlatarak hayretle ifade
etm iştim .) D o lay ısıy la B atı işçi h areketi tarafın d an
saptırılm ış Marx'a gerçek bir dönüş olduğunu düşündüğüm
için, M ao'nun tezlerini benim sedim . (Elbette bu sapm ada
em peryalizm olgusu ikincil önem de bir faktör değildi.)
Daha önce mevcut olan ekonomizm (kısmen varolmaya) Le­
ninizm'de de devam etti.
M aoizm 'e soldan bir eleştiri önerirken, Kruşçef, soru­
na sağdan eleştirerek yaklaştı. K ru şçef ekonom ik zor­
layıcılara (teknolojik ve bilim sel devrim , globalleşm e) ve
onun politik sonuçlarına (işletme yöneticilerine, yani Sovyet
burjuvazisine) yeterince ödün verilm ediğini düşünüyordu.
Kruşçef, bu koşullarda daha hızlı yakalarız diyordu. M ao
ise h er aşam ada nihai hedefi gözden uzaklaştırm am ak g e­
rektiğini söylüyordu. İşte p o litikayı kum anda m evkiine
yerleştirmenin önemi ve anlamı da buydu (ve asla kolay voluntarizm suçlam asıyla bir alakası d a yoktu). İşte, söz ko­
79
nusu nihai am acı gözden uzaklaştırm am ak için M aoizm,
eşitlik bu arada işçilerle k ö ylüler arasındaki eşitlik (bu
Ç inliler, için önem li bir sorundu ama aynı şey 1930'da
R usya'da da öyleydi) konusunda, ittifakı, bozm ak değil,
güçlendirm ek açısından ısrarlıydı. Bu hedefi "hangi değer
yasasını geçerli kılmalı"yla ilgili olarak açıklamıştım. Dünya
sistem i haline gelm iş kapitalizm i yöneten değer yasasına
uyum sağlam ak (bu bir çevre ülkesi olm a yolunda ilerle­
m eyi kabul etm ektir) yoksa dünya sistem inden kopmuş
kendi içine dönük (autocentre) am a g elişm iş kapitalist
ülkelerdeki gibi (değer yasasının devletleştirilm iş Sovyet
üretim tarzını yönettiği) bir ekonom i oluşturm ayı mı hedef
alacaktı. Bu durum da bir (Sovyet) ulusal burjuvazisinin
oluşması kaçınılmazdı. Ya da emekçi sınıflar arasında" sos­
yalizm e geçişi sağlayacak "değer yasasına" dayalı ilişkileri
egem en kılm ak? M ao haklı olarak şuna inanmıştı ki, -hem
Sovyetler'de hem Çin'deki daha sonraki gelişm eler onu
doğruladı- asıl sorun, yeni burjuvazinin oluştuğu pota olan
kom ünist partinin tekelini ortadan kaldırm aktı. Bu yüzden
K ültür D evrim i'ni harekete g eçiren parolası, "genel ka­
rargâha ateş" (kom ünist paıtisine) olmuştu. Bunun işçilerin
sosyal yaşam üzerindeki denetim lerini artırıp, bürokrasiyi
geriletm enin yegâne yolu olduğunu düşünüyordu. Haksız
m ıydı? O, pazar yasalarına verilecek daha çok ödünün böyle bir tercih işletme yöneticilerine daha fazla iktidar ve
aralarında daha fazla rekabet anlam ına gelirdi- halkın sosyal
iktidarını gerileteceğini düşünüyordu. H aksız mı çıktı? El­
bette pazara ödün v erilm esin d em iyorum . N EP bunu
zam anında yaptı, başarılı da oldu. Bu yapılm alıydı, üstelik
daha kararlı bir şekilde yapılmalıydı. Fakat bu yapılırken; i)
80
Siyasi planda bir dem okratikleşm eye eşlik etm eliydi; ii) Bu
dem okraside işçilerin gerçek iktidarı burjuvazi (teknokrat­
lar) aleyhine olarak güçlendirilmeliydi. iii) Sosyalist geçişe
uygun değer yasasına dayalı devlet politikasıyla pazar sıkı
bir çerçeve içine alınmalıydı.
Yugoslavlar bunu aşm çekingen ve kötü yaptılar. Dışa
aşırı açılarak, rekabet adına C um huriyetler arasındaki iç
eşitsizlikleri derinleştiren ödünler, özyönetim kollektiflerini
karşılıklı rekabete sokan aşırı adem-i merkeziyetçilikti. Sovyetler Birliği'nde bu alanda hiçbir şey yapılm adı. Çin'de de
öyle. Sadece M aoist dönem de niyet olarak ifade edildi ama
daha sonra terkedildi.
D aha sonraki gelişm eler tersini ortaya koym uş gibi
görünse de, M aoizm 'in hep haklı olduğu düşüncesindeyim.
Aslında evrim onun haksızlığını değil, haklılığını doğruladı.
Zira, kapitalizm e verilen ödünler burjuvaziyi güçlendirdi,
em ekçi sınıfların şansını da zayıflattı. B ugün, aradan
zam anın geçm esiyle, M aoizm in tarihsel sınırlarıyla ilgili
tartışm a açm ak, sadece arzulanır değil, am a gerekli olan bir
şeydir. Lenin ile (ekonom izm den yeterli olmayan kopuş) ve
hatta M arx'la (dünyanın kapitalist genişlem eye özgü kutup­
laşm ayı yeterince önem sem eyerek) ilgili olarak yapıldığı
gibi. Elbette bunlar bu makalenin konusu değil.
3.
B ence "Sovyet üretim tarzı"yla ilgili tem el sorun,
bunun geçişin karakteristiği o lan istikrarlı olm ayan bir
çözüm mü? (K apitalizm e veya sosyalizm e doğru evrilen)
yoksa tüm yetersizliklerine rağmen diğer toplum lann (nor­
mal kapitalist ülkelerin) geleceğini tem sil eden yeni bir
üretim tarzı olup olmadığıdır.
81
Bu konuda özeleştirim i yaptım . B ir dönem 1975-1985
Sovyet üretim tarzının istikrarlı, üstelik kapitalizmin de ser­
mayenin m erkezileşm esi ve özel tekellerin devlet tekeline
d ö n ü ş e re k u la ş a c a ğ ı m o d e lin ö n c ü lü o ld u ğ u n u
d ü şü n m ek tey d im . O d ö n e m d e bu y ö n d e biı eğilim
olduğuna dair em areler vardı. Elbette Brejnev dönem i Sovy e tle r B irliğ i'n in g e r ç e k o lm a y a n is tik r a r ın d a n
sözetm iyorum . D aha çok y a eskilere (B uharin in tekelci
devlet kapitalizm ine ya da dönem in önerilerine, gönderm e
yapıyorum: Tinbergen'in gerçekleşeceğini düşündüğü sis­
tem lerin yakınlaşm ası" gibi. B una göre sadece Sovyetler
Birliği B atı'ya yakınlaşm ayacak, gelişm iş Batı da Sovyetler'e yakınlaşacaktı. Bu tü r yaklaşım lar sosyal dem okrasi­
nin sol k an ad ın a (örneğin İsveç sanayinin sendikalar
tarafından satın alınm ası projesi) ve A vrupa kom ünizm i
yaklaşım larına bakıldığında ö y le görünüyordu ki, sermaye­
nin devletçe merkezileştirilm esi ve pazarın da saydamlığını
yitirm esi sonucu (tekellerin belirlediği fiyatlarla birbirine
yaklaşm ası.) Gosplan yeniden ideolojinin belirleyiciliğinin
yolunu açacak bir gelişm e olarak görülüyordu. B urada
sözkonusu olan, tribüter dönem in metafizik dinci ideolojisi
değildi. O zam anlar O n v ell’in 1984 im ajı güçlüydü. (Bu
konuda görüşlerim i ifade etm iştim .) Batı'nın sözde libeıaldem okratik rejim lerinde m onolitik b ir konsensüs, M aıcus'un tek boyutlu insanında som utlaşan tartışm alar ege­
m endi ve benim Polonyi'yi okuyuşum u yeniden anlam lı
hale getirmişti. Polonyi'ye göre devlet üretim tarzı kapitaliz­
m in nihai biçim ini tem sil ediyordu neden olm asındı? Bu
koşullarda S ovyet üretim tarzı (Stalin tek tip düşünceyi
oluşturm ayı hayal etm işti am a CN N televizyon kanalı,
82
Pravda yerine körfez savaşından beri bunu gerçekleştirdi)
g e leceğ in (k ed erli) sim g e si g ib i g ö rü n ü y o rd u . Bu
m ülahazalara ben şu yam ayı yapıyordum . B urjuva devrim inde feodaliteye karşı köylülerin savaşı, ezilenlerin zafe­
riyle sonuçlanmadı. Ama, üçüncü hırsızın, burjuvazinin ik­
tidara yükselm esiyle sonuçlanm ıştı. Ö yleyse işçilerin veya
ücretlilerin kapitalistlere k arşı m ücadelesi yeni bir sınıfın
sahneye çıkmasıyla sonuçlanamaz mıydı?
O laylar beni yalanladı. Sadece Sovyet rejiminin istik­
rarsızlığı ortaya çıkm akla kalm adı. Ü stelik Dünya sağının
saldırısı, özellikle 1980'den sonra ters istik am ette yol
alıyor: müdahalelerin kaldırılması, özelleştirme, ana temaları
oluşturuyor ve etkili de olm aya devam ediyor!
Y ine de biraz nüanse etm ek için , ö zelleştirm eye
dönmeliyim; Sovyet m odelinin diğerleri tarafından da taklit
edilecek bir model olmadığı oıtada. Olaylar öyle olmadığını
kanıtladı. A m a bu, belli ki, kendine özgü zaaflarından kay­
naklanıyordu. Bu, sözkonusu m odelin daha sonra başka
yerlerde -gelişmiş dünyada- yeniden gündem e gelmeyeceği
anlam ına gelm ez. B ir k ere n eo -lib eral ütopya dalgası
geçince -ki bu uzun sürm eyecek- Sovyetlerin sim gelediği
tarih öncesi model yeniden sahneye çıkabilir.
K endi payım a g ü n cel o la n a fazla uzak o lm a y a n '
mülahazalar üzerinde durdum. G eçiş sürecinin istikrarsızlığı
üzerine kurulu S ovyet sistem i gözüm üzün önünde son
buldu ve bir tarihsel dönem kapandı. Zam anın geçm esiyle d e v ir k ap an d ığ ın a g öre- k ap italizm in ö te sin e g eçişi
tanımlamak üzere kullanılan "sosyalist dönem" kavram ı ya­
83
rarlı olm aktan çok yanıltıcıydı. Şüphesiz, bu sosyalizm i
ilkel vs. olarak nitelem ek m üm kündü - bunu benimsedim.
Son zam anlarda, bana öyle geliyor ki -1989'dan sonra Sov­
yet sistem inin kesin olarak dağılm asından önce de- bu
geçişi "halkçı-ulusal" olarak nitelem ek daha uygundu. Zira
bu tür niteleme bir taraftan dünya kapitalizminin mantığıyla,
bu aşam anın am açları arasındaki çelişkiye vurgu yapıyor
(ulusal nitelem esiyle sem bolize edilen benim kopm a kav­
ram ım a gönderm e) öte yandan halkçı bloğun karm aşık
m uhtevasının çelişik niteliğine vurgu yapıyor. Ne burjuva
ne proleter olm ayan am a sosyalist bir yönelim e sahip olan
anlam ında. Bu şekilde ele alındığında uzun geçiş dönem i
doğası gereği istikrarsızdır. K apitalizm e varabileceği gibi Sovyetler B irliği'nde olduğu gibi- başka yere d e varabilir.
Bu soruna makalenin sonunda tekrar döneceğim.
4.
Sovyet dönem i artık kapandığına göre, bir bilanço
çık arm ak zorunludur. B öyle b ir bilanço ne bütünüyle
"olum lu" ne d e bütünüyle olum suzdur. S ovyetler, daha
sonra Çin ve hatta Doğu A vrupa'nın küçük ülkeleri, çevre
kapitalizminde hiçbir ülkenin başaramadığı ölçüde modern,
içe-dönük (autocentre) ekonom iler oluşturm ayı başardılar.
Benim tahlilim e göre bunun nedeni Sovyet burjuvazisi
(sosyalist denilen) halkçı-ulusal b ir devrim in ürünüydü.
O ysa üçüncü dünyanın burjuvazileri kapitalist yayılmanın
düm en suyunda oluştular. B u yüzden hakim nitelikleri
kom pradorluktur. Aynı şekilde devrim in belirsiz karakteri,
sosyalist boyutu öyle bir toplum sal yapı biçim lendirdi ki,
çalışanlar sosyal haklar elde ettiler (çalışm a hakkı, sosyal
hizm etlerden yararlanm a hakkı). O kadar ki bu haklardan
84
bazıları gelişm iş m erkez kapitalist ülkelerde bile m evcut
değildi. (Bu haklardan bazıları büyük m ücadeleler sonucu
ve oldukça geç bir dönem de, genellikle 1918'den sonra,
hatta 1945 sonrasında ö zellikle kom ünizm korkusuyla
sağlanabildi.) Zaten bunlar vahşi çevre kapitalizm inde
sözkonusu bile değildi.
F akat bugün, S o v y etler B irliği ve D oğu A vrupa
ülkelerinin açıkça kapitalizm tercihi yapmaları, ekonomileri­
nin ve toplum lannm yeniden çevreleşm esini gündem e geti­
riyor. Böyle bir şeye em ekçi kitleler ve mahalli burjuvaziler
de dahil hazırlıklı değiller. Zira, kör devlet despotizm inin
yarattığı depolitizasyon vahim boyutlardadır. Bugün açıkça
oıtada olan bu depolitizasyonun sonuçlarını yeterince dikka­
te alm adığım için em ekçilerin ve yönetici sınıfların kapita­
lizm doğrultu su n d a b ir dem ok ratik leşm ey i b aşarab ile­
ceklerini düşünüyordum . A ynı şekilde em ekçi kitlelerin
sosyalizm e uygun bir gelişm enin yolunu açabileceklerini,
işçilerin sosyalist ö zlem leriy le (sadece sosyal haklar
planında değil am a aynı zam anda işletm elerin yönetiminde
de ak tif rol oynayarak) pazarın gereksinm eleri arasında
(burjuvazinin özlemlerini de gerçekleştirmekle birlikte sade­
ce bu boyuta indirgenm iyecek olan) b ir dengenin kurul­
masıyla (ve halkla ulusal ittifakın yenilenmesiyle) sosyalizm
tartışm alarını yeniden başlatacağını dünüşüyordum . Bu
noktada özeleştirim i yapm am gerekiyor. Zira, bugün bu
perspektif gündem dışına çıkm ıştır. Ve sağa, vahşi kapita­
lizme doğru eğilim, karşı konm az biçim de yol almaktadır.
Fakat daha uzun vadede haksız m ıyım ? Bu çevreleşm e
sü re c i s o n u ç la rın ı o rta y a k o y u p , iş ç ile r y a şa m
85
koşullarındaki aşırı kötüleşmenin geçici değil (şimdilik öyle
sa n ıy o rla r) k e sin v e s ü re k li o ld u ğ u n u n b ilin c in e
vardıklarında nasıl bir durum oıtaya çıkar?
Çoktandır yaşanan kriz dönem i Sovyetler'in nihai kri­
ziyle sonuçlandı. Sistemin yinelenen başarısızlıkları sonucu
o rtay a çıkan bu krizi tah lil etm iştim . B aşarısızlık ilk
yarıdaki başarının nedeni olan ekstansif birikimden entansif
birikim e geçemem ekten kaynaklanıyordu. (Bu durum onun
kapitalist bir üretim tarzı olm adığının da göstergesiydi. Zira
kapitalist birikim tanımı gereği entansif bir birikim i temsil
eder.) Başka b ir ifadeyle, birinci aşamada gerçekleşen sos­
yal uzlaşm a ekstansif bir birikim e olanak verm işti. (Onun
gerisinde ki bazı halk yararına iyileştirmeler : Kitle eğitimi,
büyük sosyal m obilité vb. vardı. Togliatti ve B erlinguer
bunu kendi ü sluplarına uygun olarak ifade etm işlerdi.
B öylesi bir durum da ya Stalinizm 'in soldan b ir eleştirisi
yapılır, o d o ğrultuda ilerlenir, y a da sağa doğru evrim
hızlandırılır, "seçkinci bir m odernleşmeyle" Üçüncü Dünya
tipi bir kapitalizm e varılab ilird i. Burjuvazi bu sonuncu
seçenekten yanaydı. Pazar tercihi yapılıyor (işsizlik tehdi­
diyle emekçi sınıfları çalıştırm ak üzere ve soran çoktan bu
kavram larla ifade edilmişti) ve özelleştirmeler gündem e ge­
tiriliyordu. (A slında özelleştirm eler sosyal m obilité yolunu
tık a y a ra k b u rju v a z iy i is tik ra ra k av u ştu rm ak am acı
taşıyordu. Fakat bu sonuncu talep sistem in son yıllarında
açıkça ortaya çıkmıştı.)
Sovyet m odelinin bu özgün krizinin kapitalizmin kri­
ziyle özdeşleştirilm esine h er zam an karşı çıktım . Ve hep
çıkm aya da devam ediyorum . Zira kapitalizmin krizinin di­
namiği tamamıyla farklıdır.
86
Aynı şekilde, kapitalizm in propaganda araçlarıyla or­
taya konan ve medya tarafından yaygınlaştırılan tahlillerini
de hep reddettim. Ve reddetm eye devam ediyorum.
i) Sosyalizm in "kıtlık ekonom isi", kapitalizm in de
"bolluk ekonom isi" olduğuna d air karşıtlık önerisi anlamsız
bir ideolojik söylemdir. Son derece de açıktır ki, kıtlık deni­
len (kuyruklar vs....) fiyatların (bilinçli olarak) tespit edil­
mesi ve daha geniş kitleye tüketim yolunu açmak içindir...
B ir anlam da bu uygulam a, em ekçi sın ıfların ve orta
sınıfların eşitlikçi taleplerine verilm iş bir ödündür. Eğer
fiyatları yükseltirseniz k u y ru k lard a ortadan kalkar... Ama
k ıtlık sa d e c e g ö rü n ü ş te o rta d a n k alk m ış g ib id ir.
Tiiketem eyenler varolduğu için aslında kıtlık hep vardır.
M eksika'nın ve M ısır'ın m ağazaları ağzına kadar dolu, ka­
sapların önünde kuyruk da yok ama kişi başına et tüketim i
Doğu A vrupa'nın çok altında. Bu çocuksu tez, M acar Korııai'yi zengin etti ve Dünya Bankası tarafından da harekete
geçirildi.
ii) "Kendi kendini düzenleyen pazar"la "kumanda eko­
nomisi" karşıtlığı da Amerikan üniversite çevrelerince uydu­
rulm uş, sövgü dolu ideolojik bir basitleştirm edir. G erçek
S ovyet ekonom isi her zam an pazar uyum uyla (ex-post
işleyen, ya d a planla öngörülen, doğru ya da değil) idari
miidahelelerin (özellikle yatırım alanında) karışık bir uyu­
muna dayanıyordu. Liberalizmin egemen ideolojisinin idea­
lize ettiğinin (yücelttiğinin) aksine sosyal sistemin zorlaması
ötesinde ve çerçevesini devletin oluşturduğu bir ortam da
işlerliği olan pazar, aslında h içb ir zam an kendi kendini
düzenler değildir. Asıl sorun başka yerdedir : D evlet­
87
leştirilm iş ekonom ideki birikim dinam iği (bütünleşm iş biı
sınıf devlete uygun olarak) kapitalist birikim den farklıdıı
am a, m odern dönem in kapitalizm i ideal ve soyut olarak
tanımlanmış pazar yasalarına göre değil, tekeller arası reka­
bete göre gerçekleşir.
iii) Ekonom ik aygıtın tam am ının, m iliter sektöre veri­
len önceliğin ihtiyaçlarına göre belirlenm iş olm ası, beliıi
ölçülerde, hiç değilse 1935'den bu yana bir vakıa idi. Bura­
dan giderek, ileri sürüldüğü gibi Sovyet sisteminin "milita­
rist" dış yayılm acı (fetih yoluyla) ve "bulutun yağm urı
barındırm ası" gibi olduğu anlam ına mı gelir? Bu ideolojik
saçm alığı eleştirdiğim gibi, kapitalizm in de zorunlu olarak
"savaş çıkartıcı" olduğu tezini eleştirdim . A skeri harcam a­
ların ve onun sosyal ağırlığının göreli önemi tahlil edilirken
üretim tarzının mantığına gönderm e yapm ak yanlıştır. Ana­
lizi asıl çerçevesine, yani genel sistemin hangi konjunktürde
olduğu (lokal ve uluslararası düzeyde) gerçeğini dikkate
alm ak gerekir. S oruna bu açıdan b ak ın ca, S ovyetler
B iıiiği’ne silahlanm a yarışının başta A BD olm ak üzere
gerçek düşm anları (ve sahte dostları) tarafından em poze
edildiği (soğuk savaşı başlatarak) gayet açıktır.
iv) " T o ta literizm " sö y lem i d e iste r ü n iv e rsite
çevrelerinin iddiası olsun (A rendtvari) ister m edyanın
yaygınlaştırdığı versiyonu olsun, "şeytan im paratorluğu"
yakıştırması (bu bir Amerikan başkanına aittir v e Ayetullah
H u m ey n i d e ay n ı te rim le rle ifa d e e ttiğ i h ald e,
yakınlaşm aktan k açın m ışlard ır) olsun tutarlı olm aktan
uzaktır. Biı* zamanlar, toplumun biçim sizlem işliği ve hiçbir
zam an bu despotizm den kurtulam ayacağına d air tezleri
unutm uş görünüyorlar.
88
5.
Başlangıçtan itibaren -1960'ların ortalarından bu
yana- Sovyet reform cularının önerilerini eleştirdim , zira o
önerilerde Stalinizm 'in krizini soldan değil, sağdan aşm a
girişimi olarak görüyordum.
Sözkonusu öneriler benim "kapitalistsiz bir kapitalist
y ap ı o lu ştu rm a ü to p y a sı" d e d iğ im i sim g e liy o rd u .
G orbaçov'un akıl hocalarının çoğunun çıktığı Novossibirsk
okulu, W alras'm M antığını sonuna kadar zorlayarak, kendi
k en d in i d ü z e n le y e n m ü k e m m el işle y e n b ir p aza r
öngörüyordu. W alras bunu anlam ıştı. Borone de 1908'den
itibaren bu fikri ileri sürm üştü. Bu pazar, parçalanm ış
mülkiyeti değil, devletçe merkezileştirilmiş bir mülkiyeti ge­
rektiriyordu. Bu işleyişte her birey çalışm a gücünü satmak
üzere ya da üretimin örgütleyicisi (organizatör) olması, her­
kesin istediğini yapm akta ö zg ü r olacağı öngörülüyordu.
Toplumun bilimsel olarak yönetilmesi gerektiğine dair Saint
S im on'cu rü y a daha sonra A lm an sosyal dem okrasisi
tarafından da benimsendi. (Engels orada ilk kapitalistsiz ka­
pitalizm rüyasının farkına varm ıştı.) Bu m antık sonuna
kadar götürüldüğünde, burjuva ideolojisinin ekonom ist ya­
bancılaşmasından başka biışey değildi. Ve tarihsel materya­
lizm onun gerçek olm ayan ütopik karakterini oıtaya koy­
mayı amaçlamıştı.
Bu f e ls e f e K r u ş ç e f 'd e n G o rb a ç o v 'a , h a tta
yumuşaklaşmış dönem indeki biçim iyle Brejnev döneminde
bile tüm reform cu anlayışların anahtarı olm uştur. Tarih bu
anlayışın dayanaksız olduğunu ve sağ sapmanın nihai hede­
fine ulaşftğını gösterdi: Sovyet burjuvazisinin normal burju­
vaziye, özel mülkiyete dönüşü.
89
Bu g irişim le r 1989-1991 d ev rim in in yu k arıd an
y ö n etici s ın ıf ta ra fın d an y ap ılışın ı, h alk tarafın d an
y ap ılm ay ışın ı açık lıy o r. B enzer b ir gözlem i 1971'de
Sedat'ın karşı devrim iyle ilgili olarak yapmıştım. Bunun bir
karşı devrim değil, fakat zam anında var olan am a açıkça
ortay a çık m ay an b ir eğ ilim in h ızlan m ası old u ğ u n u
söylem iştim . Batı m edyası Doğu A vrupa devrim lerini
özgürlük devrim i olarak gösterm ek istiyor am a bu ülkelerin
dem okrasiye geçm esinin zorluklarım gözardı edip bunun,
zorunlu o la ra k d esp o tik vahşi k ap italizm e v aracağ ı
gerçeğini gözardı ediyorlar. Tarihsel deneyler kapitalist
-çevredeki durum u ortaya koym uyor mu? Ben tam tersini
söylüyorum. Bu devrim lerin dem okratikliği hak edebilm e­
leri için, dem okratik olarak nitelenebilm eleıi için, sistem in
sol güçler tarafından aşılm ası gerekiyordu. Bugünkü halle­
riyle (totaliter tıkanm a tezin e rağm en) sistem in olağan
işleyişi istikametinde yol alabilirler.
G orbaçov reform sü recin e eg em en o lab ileceğ in i
d ü şü n ü y o rd u . T em sil e ttiğ i sın ıfın (n o m e n k la tu ıa )
çoğunluğu tarafından aşılabileceğini düşünemem işti. (Yeltsin'in başarısın ın o rtay a koyduğu gibi) A ynı şekilde
kom ünist partisinin de kitleler düzeyinde bir iletişim aracr
olarak yetersiz kalacağını d a düşünem em işti. Artık Sovyet
burjuvazisi (nom enklatura) yarının burjuvazisi olacak ve
üretim araçlarına kollektif olarak, devlet aracılığıyla değil,
tekil kapitalistler olarak sahip olacak. Elbette bir sosyal dev­
rim sözkonusu değil, am a önem li bir siyasi alt-üstlük ola­
cak ve yönetici kadrolar düzeyinde büyük değişiklikler
gündem e gelecek. M ısır'd a S edat ın karşı devi im inde
90
olduğu gibi. Bu konuya zam anında işaret etmiştim. Bu ne­
denle maceracı yeni zenginlerin yükselmesi (Sovyet mafyası
Mısır'ın parazit burjuvazisine benziyor) eski nomenklaturada dem okratik b ir siyasi parçalanm aya neden olacak ve
yıkılan birliğin geride bıraktığı ulusal talepleri m anipüle
etmek kolay olmayacak. Elbette Batılı güçler de bu durumu
istism ar etm ek için ellerinden geleni yapıyorlar ve sorunları
daha da derinleştiriyorlar (m ali yardım yoluyla yapılan
şantajda olduğu gibi). Belki de R usya’yı XVI. yüzyıldaki
Sina'larına zorlayarak, bu ülkenin, dünya sahnesinde önemli
bir rakip olma umudunu söndürmek istiyorlar.
Burada da aynı şekilde özeleştirimi yapm am gerekiyor.
Ben de Gorbaçov gibi sistem in yukarıdan aşağıya doğru reforme edilebileceğini düşünüyordum . Reform projesi sağcı
nitelikte olsa da (özellikle ekonom ik yönetim anlayışı itiba­
riyle) olum lu dem okratik boyutun em ekçi kitlelere süreci
sola çekm elerine imkan vereceğini düşünüyordum . Depolitizasyonun yaptığı hasarın büyüklüğünü yeterince dikkate
alm adığım anlaşıldı. K itleler düzeyinde bu depolitizasyon
em ekçi sınıfları öylesine yaralam ıştı ki, olum lu bir karşı
proje oluşturarak dem okratikleşmeyi kendi lehlerine kullan­
m alarına olanak verm edi. Ş aşkınlıkları onları pasifliğe,
yanılsam alara, nihayet m illiyetçiliğe sürükledi. Ü st iktidar
tarafından eh lileştirilm iş y ö netici sınıfın parçalanm ası
("m uhafazakarlar", G orbaçov yanlıları sağ popülistler vs.)
reform ları yukarıdan düzenlem eyi olanaksızlaştırdı. Bu
sınıfın büyük güç m illiyetçiliğinin bir çeşit korkuluk işlevi
göreceğini düşünm üştüm . O y sa yavuz hırsızların zengin­
leşme tutkusunu tüketim düşkünlüğünü, zenginleşme acele­
91
ciliğini yeterince dikkate alm am ışım . A ynı şekilde Sovyet
em ekçi kitlelerinin vatanseverliğini de abartmiştım. Oysa
onlar ülkelerinin uluslararası cam iada işgal ettiği yerin
verdiği tatm inle açıkça alay ediyorlar. V atanseverliğin bu
şek ild e red d ed ilişi y in e d e bazı v eçh eleri itib arıy la
sağlıklıdır zira, uzun dönem de sosyal projenin gündeme ge­
tirilmesini kolaylaştırabilir. Fakat aynı şekilde çok da tehli­
keli. Z ira kısa dönem de dış d üşm anlan Rusya'yı ve diğer
devletleri çevreleştirm ek üzere hazır bekliyorlar. Özellikle
Almanya bu bölgeyi kendi Latin Amerika'sı yapmak isteye­
cektir.
II
1.
Sovyetler Birliği olsun, herhangi başka tarihsel bir
toplum olsun, dış politika seçenekleri sıkıca iç sosyal dina­
miğe eklem lenm iş durum dadır. D aha önce de söylediğim
gibi -Sovyetlerin doğası gereği saldırgan ya da mesela tam
tersine her zaman banştan yana olduğu- biçimindeki ideolo­
jik tezler hiçbir zaman bana inandırıcı gelmemiştir. Bunun
karşıtı olan som ut gerçekçi tahliller önerdim . Sovyetler'de
olsun Ç in 'd e o lsu n g e liş m iş k a p ita liz m in d eğ işik
bölgelerinde olsun (A BD, Japonya, A E T A vrupası) iç ve
dış politikalarının eklem lenm esinin aldığı biçim dünyayı
değişik senaryolara g ö tü reb ilir ve bunların her birinin
ağırlığı da farklı olm ak koşuluyla. E lbette bu bütünlük
içinde yönetici sınıfların realiteyle ilgili yaptıkları temsil
(doğru veya saptırılm ış) önem siz değildi. Sovyet olsun
olmasın, bu, tüm iktidarlar için geçerlidir.
Şüphesiz bu gerçekçi tahlillerin zorunlu olarak doğru
olacağına ilişkin bir garanti sözkonusu değildir. G üncel
92
olaylardan etkilenen bu tahliller ekseri aşırı genellem elerle
malül olabiliyor. Tabii sonraki dönem in olayları tarafından
da yalanlanıyor. Bu konuda eleştiri yapm aya vesile olacak
bazı örnekler verebilirim.
2.
Sovyetler Birliği'nin d ış politikası ve onun dünya
ölçeğindeki insani, d em o k ratik ve so syalist persp ek tif
açısından değerlendirm esi bu olduğunda, bu politikaların
dünya sistem inin hangi dönem ine tekabül ettiğini dikkate
almak gerekir.
1960'lara kadar Sovyet sistem i görece tecrit edilm iş
durum daydı v e savunm a k o n u m u n da bulunuyordu. O
dö n em d e y ap tığ ım bu d e ğ e rle n d irm e bana -zam an
geçm esine rağm en- doğru görü n ü y o rd u . Bu bütünlük
içinde bazı tezler getirm iştim . Burada bunlara girm eden
kısaca hatırlatmak isterim.
i) Batılı güçler (faşist veya dem okratik) 1917'den beri
Sovyetleri yıkm a niyetinden hiçbir zam an vazgeçm ediler.
Bu sonuncu ülke 1945 zaferinde belirleyici rol oynasa da,
ki bu savaştan bitkin çıkm ıştı ve ABD'nin nükleer tekelinin
tehdidi altındaydı, bu koşullarda Yalta anlaşm ası, muzaffer
em peryalistler arasında dünyanın paylaşılm ası değil, Sov­
yetler Birliği'nin-özgüvenliği için elde edilmiş bir ödündür.
ii) S ovyetler Birliği, Ç in , V ietnam ve K üba dahil,
hiçbiri devrimlerini ihraç etme yoluna gitmediler. Tam tersi­
ne her zam an özünde ihtiyatlı bir diplom asi izlediler ve
kendi devletlerinin varlığını korum ayı am açladılar. Bu
yüzden bütün devrim ler "Büyük Biraderin" arzusu hilafına
93
gerçekleşti. Çin devrim i M oskova'nın tavsiyelerine rağmen
gerçekleşti. V ietnam ve Küba devrimleri de kendilerini em ­
poze ettiler. Bu durum benim için hiç de şaşırtıcı değildi ve
nedenlerini anlam aya çalıştım . Elbette devrim cilerin oraya
teslim olm asını da onaylam am sözkonusu değildi. Tersini
yapm alı, kendi güçlerine güvenm eliydiler. Zaten başanlı
olan devrim cilerin yaptığı da buydu. (Ç in, Vietnam-Küba,
K am puçya, N ikaragua...)
iii)
Soğuk savaş inisiyatifi 1947’den itibaren W ashing­
ton ta ra fın d a n b a ş la tıld ı. S o v y e tle r B irliğ i Y alta
p a y la ş m a s ın a k e s in lik le b a ğ lıy d ı.Y u n a n d e v rim i
k arşısın d ak i tav rı bunun k an ıtıd ır. V e tarihin h içb ir
dönem inde Batı A vrupa'yı istila etm ek gibi bir niyet besle­
m edi. Sovyetler B irliği'nin savaş sever olduğuna ilişkin
iddia tam bir Kuzey A tlantik propagandasıdır. (Jdanovisme) D ünyanın iki kam pa ayrılm ası tam am iyle savunm aya
dönüktür. (A m aç Y alta sın ırları d ışın d a S ovyetlerin
müdahale etmediğini haklı göstermekti) ve Sovyetlere tercih
yolunu, 1949'dan sonra da Ç in'e A tlantik Bloku tarafından
em poze ed ilm işti. O y sa k en d ileri Ü çüncü D ü nya'ya
m ü d ah aled en h iç b ir zam an v az g e ç m e d ile r (söm ürge
savaşları, İsrail'in saldırı savaşları vs.)
Sovyetler v e Çin -sınırlı da olsa- Ü çüncü Dünya'daki
bağım sızlık hareketlerini desteklem enin yararlarım kav­
radıkları 1955 B andung K onferansından sonra, tecritten
kısmen de olsa kurtulmayı başardılar. Bu yardımdan dolayı
onları hiçbir zaman eleştirm edim am a fazla birşey de bekle­
medim . A ncak bu tutum ları A tlantik B lokunun itirazıyla
karşılaşıyordu.
94
Zamanla, Sovyetler askeri gayretlerini biraz geç de olsa
(1970'lere doğru) caydırıcı bir denge düzeyine ulaştırabildi.
İşte bu andan itibaren ve sadece o zam an Sovyetler Birliği
bir süper güç haline geldi. Bu yüzden yeni bir döneme giril­
di.
3.
Sovyetler B irliği’nin 1989-199l ’deki yıkılışını iz­
leyen son yirm i yılın iki kutupluluğu aslında asim etriktir.
Zira Sovyetler Birliği sadece askeri boyutu itibariyle bir
süper güçtü, yoksa ekonom ik planda batı em peryalizm iyle
rekabet edecek durumda değildi.
Bu nedenle iki süper gücün hareketinde hiçbir zaman
simetri sözkonusu değildi. A BD ve arkasındaki A vrupa ve
Japonya'nın geliştirdikleri diplom asinin bir tek am acı vardı
ve yöntemleri a ç ık tı: Çevre üzerindeki egemenliği güvence
altına almak (hamm addelere ulaşm ak, güvenli pazar, askeri
üsler vb.) Bu strateji sayesinde A B D , hegem onyasını
yerleştirdi. A m a daha sonra müttefikleri karşısındaki ekono­
mik üstünlüğü aşınm aya başladı. Ve bu üstünlüğü hegemonik konum una dayanarak korum aya yöneldi (Körfez Savaşı
bu stratejinin en yakın örneğiydi).
M alta stratejisi dışında Sovyetler'in müdahale stratejisi­
nin amaçlarını tanımlamak daha zordur.
Bana göre bu müdahalelerin temel amacı Batı kıskacını
gevşetm ek, dolayısıyla A vrupalılar’ı A B D ’den kopararak
Atlantik îttifakı'nı parçalamaktı. Bu am aç için seçilen temel
araç da Üçüncü Dünya'daki kurtuluş mücadelelerini ve radikal-uluşçu hüküm etleri desteklem ekti. (Filistin ve A rap
95
dünyası, A frika Boynuzu, A ngola, M ozam bik, A frika'nın
sosyalist devletleri) Sovyetler Birliği, A vrupalılar’a bazı
ham m adeler ve enerji konusundaki yetersizliğini ve zaaf­
larını hatırlatarak (örneğin petrol ihtiyaçlarını karşılamaktaki
p o ta n s iy e l te h lik e ) A B D 'd en a y rılıp k e n d ile riy le
anlaşm alarını istiyordu. Bununla birlikte stratejik am aç Av­
rupa’yı zayıflatıp daha sonra da istila etm ek değil, Sovyetler’in ekonom ik gelişmesini destekleyecek aktif bir birarada
y a şa m a an la y ışı d ü z e y in e ç ık a rm a k tı. (S ö zk o n u su
kalkınmada sağcı bir çizgi izlemek koşuluyla) De Gaulle bu
perspektifi anlayıp -benimseyen- tek Avrupalı politikacıydı.
Sovyetler'in bu stratejik projesi sonuçta başarılı olamadı.
N e K ru şçef in gülücükleri n e B rejnev'in sopa sallam aları
beklenen sonucu verm edi. D ahası G orbaçov ve Yeltsin'in
yenilenen gülücükleri A vrupalılar'ı Sovyetler’i müm kün
o ld u ğ u n c a ç ö k e rtm e ve z a y ıfla tm a p ro je le rin d e n
vazgeçilmeye yeterli olamadı.
Elbette bu koşullarda S o vyetler'in Ü çüncü Dünya
halklarına ve hüküm etlerine verdiği destek sınırlıydı. Her
zam an safım ı b e lirle d im , bu y a rd ım la rı (o lu m lu
bu ld u ğ u m u ) ifad e ettim am a b u n ları teo rik olarak
m eşrulaştırm a çabalarını da hiçbir zam an kabul etmedim.
Ö rneğin, kapitalist olm ayan kalkınm a yolunu zam anında
eleştirdim . B unların Ü çüncü D ünya'nın ilerici güçlerine
verdiği zararın altını çizdim . Elbette bu tavrım dan dolayı
M oskova A kadem isinin dalkavuklan ve Sovyetler'in A fri­
ka, O rta Doğu, K üba, V ietnam 'daki bağnaz çığırtkanları
tarafından horlandım . Bu zevatın çoğu şimdi kendilerini
anti-kom ünist ilan edenler listesinin başında yerlerini almış
durumdadırlar!
96
B ana göre Sovyetler'in m üdahaleleri "devrim ihraç"
etm ek, egem enliğini em poze etm ek gibi saldırgan bir istek
değil, göreli zaafiyet koşullarında daha çok savunm a amacı
taşıyordu. Nükleer caydırıcılıkta eşitlik sözkonusu olsa bile.
Bu arada sözkonusu m üdahaleler yükselen bir gücün
tezahürleri olarak d a algılandı. Bu aşam ada Çinliler'in or­
taya attığı bir kavram olan 'sosyal em peryalizm 'in üzerinde
durm ak gerekir. Burada Sovyet halkıyla, Sovyet burjuvazi­
si arasında bir uzlaşm a sağlanarak, Batı'daki sosyal dem ok­
rasinin "revizyonist uzlaşması" türünden dış yayılmaya ola­
nak v eren b ir projeden s ö z ed iliy o rd u . (B atı'd ak i
em p ery alist k o n sen sü se b en zey en b ir y ay ılm a.) Bu
yaklaşım da tahm in edilm esi güç, şaşırtıcı bir yan yoktur.
Asıl sorun Sovyet burjuvazisinin bunu arzulayıp arzula­
madığı değil, bunu yapm aya gücü olup olm adığıdır. Bana
göre bu sorunun cevabı henüz verilmiş değil!
Elbette Sovyet iktidarının bir kanadının bir dönemde
böylesi em eller beslediğine d air işaretler mevcut. Sovyet­
ler'in 1960'lı yıllarda Çin'i parçalam ak üzere gerçek bir
saldırı planı hazırladığı ve Ç in'in S ovyetler, Japonya ve
Batılı güçler arasında paylaşılm ası açıkça sözkonusu edil­
mişti. (V ictor Louis'nin eseıi bu konuda aydınlatıcıdır).
Bu koşullarda o dönem de sosyal em peryalizm hipote­
ziyle ilgili yazdıklarım la ilg ili özeleştiri yapm ayacağım .
Zaten bii'kaç yıl sonra Moskova bu girişimden vazgeçti.
Bununla birlikte dışardan bakıldığında Brejnev rejimi
güçlü görünüyordu! O dönem de anti-sosyalist yorum cular
97
da onu öyle görm e eğilim indeydiler! B enim bu görünen
gücün n iteliğ i hak k ın d a k u şk u larım v ard ı v e Ç in'e
saldırıdan vazgeçilm esini de bu zaafiyete bağlıyordum. Ve
rejimin bu yöne kayacağına dair kuşkular taşıyordum. N ite­
kim A fganistan'ın işgali bu türden risklerin varlığını oıtaya
koyuyordu. Zira artık gücü silaha dayanıyordu ve dünyayı
sosyalist am açlar konusunda ikna etm e gereğini de duy­
muyordu.
Ü stelik tam tersini yapıyor, bu konuda ödünler v e­
riyordu. A slında bu ödünler ekonom ik zorunluluklardan
k a y n a k la n ıy o rd u v e s o n u ç la n p e k ta tm in e d ic i
görünmüyordu.
4.
D ünya sisteminin m uhtem el gelişm e senaryolarıyla
ilgili olarak, 1970-1990 dönem inde ortaya atılan tahlillerin
sınırları ve tehlikelerine işaret etmiştim. Bu tür çabalar yine
de her şeye rağm en yararlıdır. Tahlillerde açık olm ayan
yanları netleştirmek gibi bir yaran vardır.
S ö zk o n u su d ö n em d e benim d e d ah il o ld u ğ u m
ta rtışm aları h a tırla tm a k k a b ilin d en d e o lsa b u rad a
değinm eyeceğim . Zaten bu tartışm aların bazılan bugün ta­
m am en geçersizleşm iştir. Ö rneğin, A B D 'nin göreli güç
kaybından y ararlan arak , sosyal em p ery alizm in dünya
ölçeğinde konum unu güçlendireceği ve onu A vrupa'ya
yakınlaştıracağına ilişkin "revizyonist uzlaşm a" senaryosu
gibi... Z aten zihinsel bir egzersiz olarak d a bunun fazlaca
bir değeri yoktur. Sovyet sistem inin iç zorluklarını hafife
alıp, A vrupa solunu da fazla ciddiye aldığım bir dönem
oldu ki, bu konuda da özeleştirimi yapm am gerekir.
98
Bununla birlikte, m uhtem el büyük uluslararası ittifak­
lara dayalı gruplaşm alar konusundaki (Paris, Bonn, M os­
kova ve W ashington, Tokyo, Pekin vs.) tartışm alar ve bun­
ların hangi karşıtlıklar senaryosu üzerine oturduğuna ilişkin
tartışmalar, gündem de kalm aya devam ediyor. (Avrupa'nın
A tlantik B irliği’ne yönelm esi, A vrupa solunun evrim i..)
G ünlük gelişmeler bu argümanların birini veya diğerini öne
çıkarabilir. Tersi sözkonusu olsa bile bunlar geçerliliklerini
korum aya devam edeceklerdir. D aha önce ortaya attığım
d ö rt grup soru S o v y et sistem in in çöktüğü bugünün
koşullarında bile geçerliliğini koruyor.
i) D .A vrupa'nın dünya sistem in e entegre edilm esi
dünya kapitalizm inin krizden çıkm asında önem li bir unsur
olabilir mi? (Kriz ortada ama artık sosyalizm m evcut değil)
Beş yıl önce ortaya attığım ız bu soru gündem de önemli bir
a ğ ırlığ a sahip . H er ne k a d a r b u rju v a b ir S o v y etler
B irliği'nin kendi isteğiyle k ap italizm e entegrasyonunu
gerçekleştireceğine ilişkin görüşü olaylar tarafından yalan­
lanmış olsa da.
ii) Y eniden bütünleşm iş b ir dünya pazarı oluşturm a
projesi geçerli olabilir mi? Bu sorudan bağım sız olarak
-dünya sistem iyle bütünleşm iş- Sovyetler o sistem de bir
m erkez ülkesi olarak mı yoksa çevre ülkesi olarak mı yer
alacak? Beş yıl önce ortaya atılan bu soru da güncelliğini
koruyor. Bu konuda benim tem el yaklaşım ım bunun bir
ütopya olduğudur. (K aos İm p arato rlu ğ u adlı eserim e
bakılabilir.)
iü ) D ünyanın değişik b ö lg elerindeki tutarlı sosyal
m ü c a d e le le rin k ıs a d ö n e m d e d e v le tle r ara sın d a k i
99
hasım lılıklar ve çatışm alar lehine olarak zayıflam ası (ki
m evcut ve potansiyel durum , yani çok uluslu devletlerin
parçalanmakta oluşu bunu gösteriyor) devletleri sınıflar gibi
tarihin ak tif özneleri h alin e mi getirecek? Bu aşam ada
1960'lardaki Çin tezinden esinlenen "Üç dünya" tezi akla
geliyor: "Devletler bağım sızlık, uluslar kurtuluş, halklar da
devrim istiyor". Bu k o n u y a burada girm iyorum . A m a
sözkonusu soruna ilişkin o dönem de ifade ettiğim görüşler
yalanlanm ak bir yana önem ini korum aktadır. A slında,
kaosla ilgili tezim bu tartışm ayı günümüz koşullarında daha
da ileriye götürme amacını taşıyor.
iv)
G elişm eler De G au lle anlam ında A sya-A vrupa
oluşturm a (A vrupa-Sovyetler Birliği) yönünde mi yoksa
G orbaçov'un "A vrupa O rtak Evi" doğrultusunda mı yol
alıyor? Yoksa Avrupa'nın kararsız politikası, iç çekişmeleri
A tlantik'e yönelm esi ve W ashington -M oskova yakınlaş­
m ası ABD'nin kâbusunu ortadan kaldırdı mı? B ana göre,
kısa dönem de ikinci seçenek yolalmakta ve Avrupa'nın yo­
lunu keserek onu "Parlak ikinci" yapacak "Japonya ve A l­
manya" çözüm ü revaçta görünüyor. Bu vesileyle de okuyu­
cu y a K ao s İm p a ra to rlu ğ u v e A B D 'n in Je o p o litik
Hegemonyası adlı eserlerimi salık veriyorum.
III
Sovyet sisteminin çöküşü,ki çoktandır tahmin ediliyor­
du, herhalde çağım ızın en önem li olayıdır. İleriye dönük
tüm düşünce ve senaryoların bu yeni durum karşısında ye­
niden düşünülüp değ erlen d irilm esi gerekiyor. A m a bu
yazının am acı bu değil. O kuyucu yukarıda sözünü ettiğim
iki esere başvurabilir.
100
Bu çöküş egem en medyanın yinelemekten memnunluk
duyduğu sosyalizm ve m arksizm in, tarihinin sonu, kapita­
lizmin sürekliliğini sağlayacak m onolitik bir uzlaşm a (kon­
sensüs) mı? B ence bu dönem kapanm ış olsa d a böyle bir
iddia saçmadır.
S osyalizm in b irin ci d ö n em i (S osyalizm I) kendi
emperyalizminin açıkça işbirlikçisi haline gelen II Enternasyonel'in Sosyal D em okrat Partilerinin iflasıyla 1914'de ka­
pandı. Lenin o zam an h ak lı o larak S o sy alizm I'nin
öldüğünü ilan etmişti.
O nun yerini alan III Enternasyonal'in, Leninizm 'inin
S osyalizm II'si de uzun bir hastalık dönem inden sonra,
bugün ölm üş durum da. Daha 1963'den başlayarak sosya­
lizm in g elişm esin in S o v y e tç ilik 'te n k o p m ay a bağlı
olduğunu, üstelik, bunun, Lenin'in 1914'de yaptığı ölçüde
radikal olması gerektiğini yazm ıştım . Ayrıca, Sovyetler'in
açıkça k ap italizm e k atılm ası Batı k ü ltü rü n e egem en
"Üçüncü Dünya düşm anlığı" (İnsanlığın % 75'i) pozisyo­
nuna katılması anlamına da geliyor.
O ğulun ölüm ü babayı d iriltm ez. A talarının eserini
sürdürm ek torunların işidir. O halde yaşasın geleceğin
Sosyalizm III'ü.
İnşa edilecek bu sosyalizm IH'ün genel doğrultusu
şimdiden çizilm iş m idir? Öyle olduğuna inanıyorum ve son
otuz yılda Sovyet sistem ine ve dünya kapitalizmine yönelik
eleştirilerden çıkardığım üç ders şun lard ır:
i)
"Başka şey yapm a" boyutunu ne pahasına olursa
olsun yakalama problem atiğinin yerine ve önüne koyarak.
101
ii) D ünya ölçeğindeki kutuplaşm anın, kopuşu zorunlu
kıldığı gerçeğinin kabulü, genel eğilim lerin ışığında evrimin
aldığı yeni biçim leri sürekli gözönünde tutup yeniden
gözden geçirerek.
iii) H alklara gelişm e özerkliği bırakacak çok merkezli
b ir d ü n y a o lu ştu rm a g iriş im in i sis te m a tik o larak
sürdürerek.
Bu üç koşul gezegenin halklarının olası ve zorunlu en­
ternasyonalizm ini gerektirir. V e ancak bu sayede uzak da
olsa sermayenin enternasyonalizm ine karşı evrensel olması
gereken so sy alist p ersp ek tifin yolunu açabilir. H ızla
çürütüp yok etm eye yönelm iş dünya sistem ine başkaca bir
cevap olanaksızdır.
On yıl kadar önce "kapitalizm ötesi geçiş" sorunlarıyla
ilgili olarak tartışm a açılm asını önermiştim . Skolastik devrim -reform ikilemi dışında ve uzun tarihsel deneyler m uva­
cehesinde sorunun yeniden tartışılmasını istemiştim. Ve bu
bütünlük içerisinde iki türlü geçiş olabileceğine işaret
e tm iş tim . B u n la rd a n b ir in c is i, s o s y a l p ro je y i
açıklayabilecek belirli bir ideolojik bilincin gerektiği tarzdır.
(Elbette benim devrim ci dediğim bu yol uygun ve birbirini
izleyen reform larla tam am lanm ayı dışlam az.) İkincisi de
herhangi bir -.Jeolojik bilinç gerektirm eyen nesnel zorlayıcılıkların kendiliğinden yolunu bulduğu tarzdır ki bunu
da çöküş -Dekadans- olarak nitelem iştim. Bu durum da sis­
temin anarşik bir şekilde dağılm ası kaçınılm azdır. Bu tarz
da örneğini Avrupa feodalizmine geçişte bulur.
102
M odern dünya da benzer bir durum la karşı karşıya.
Nasıl R om a im p arato rlu ğ u n u n trib ü ter m erkeziyetçiliği
barbar halklann gelişmesinin önünde bir engel oluşturduysa
ve bu parçalanm a üzerinde feodalizm yerini aldıysa, çok
sonraları kapitalizmin yeniden m erkezileştirilm iş olması da
aynı şek ild e in san lığ ın d ö rtte üçü n ü o lu ştu ra n ların
gelişm esinin önünü tıkar hale gelm iştir. K apitalist kutup­
laşm ayı aşm ak birleşik bir dünya sistem inin kurulm asını
sağlayıp, kapitalizm in m erkezileştirilm işliğini aşarak (kop­
mayla) mümkündür.
İn san lık bu g eçişe egem en o lab ilecek m i? Bunu
gerçekleştirm enin koşulu, tutarlı ve dünya ölçeğinde bir
Sosyalizm III'üıı yeniden oluşturulm asıdır. A ksi halde nes­
nel zorlam alar toplum u uzunca bir çöküş dönem i boyunca
kendi yolunu bulacağı an lam sız çatışm aların şiddetini
aıtırdığı bir barbarlık içine itecektir. Y aşadığım ız dönemde
sila h lan m an ın g ü cü tüm g e z e g e n i tah rib ed eb ilece k
düzeydedir ve medya , kalabalıkları akıl almaz düzeyde "eh­
lileştirecek" seviyededir. İnsanlık karşıtı bireycilik temel
değer haline gelm iştir ve dar görüşlü egoizm dünyanın eko­
lojik yaşam ının sonunu getirecek boyutlardayken barbarlık
kaçınılmazdır.
İnsanlığın karşı karşıya olduğu ikilem, yine de her za­
m ankinden daha çok kapitalizm ya d a sosyalizm değil,
sosyalizm ya d a barbarlıktır.
103
S A M İR A M İN 'İN İS T A N B U L 'D A B İL A R 'D A
V E R D İĞ İ K O N F E R A N S S O N U N D A
K E N D İS İN E Y Ö N E L T İL E N SO R U L A R A
V E R D İĞ İ Y A N IT L A R
SORU : Sosyalizmin üçüncü dönem inden bahsettiniz
ama, bu üçüncü dönem nasıl olacak ve özellikleri neler ola­
cak, bahsetmediniz. Biraz kısa bir açıklam a istiyorum.
Bir de bağlantılı olarak soracağım, yani bu sosyalizm
"üçüncü tür sosyalizm " dediğiniz şey yeni dünya düzeni
bağlamında nasıl olacak? Karşı bir em peryalist saldırı var ya
da A m erika'nın' tek yönlü tahakküm ü var. O rta D oğu'da
özellikle yoğunlaşan, M ısır d a buna dahildir, yani Senegal,
Mısır, Orta Doğu, A rap ülkeleri...
D olayısıyla, yeni ulusal kurtuluş hareketleri de olur
m u, olm az mı o bağlam da? Y eni dünya düzeni ve Türk
sosyalizm inin buna cevabı ya d a yeni dünya düzeninin;
Bush'un, A m erika'nın bunu bastırm a yönündeki tepkisi ne
olabilir? İkisini aynı bağlamda cevaplarsanız sevinirim.
SAM İR A M İN - Şim di, arkadaşların sorduğu sorular
birbirini tam am lıyor; ikinci soru birincisini genişletiyor.
İkisini birbirine bağlı olarak cevaplam ak mümkün.
Birinci tür, birinci tip sosyalizm in, Batı A vrupa'nın
işçi sınıfı hareketinin em peryalizm yanında yer alm asıyla
sona erm esi benim gözüm e ço k karakteristik, çok anlam lı,
çok tipik görünüyor. İkinci tip sosyalizm in, G orbaçov'un
105
yaptığı harakiri, intihar; aslında Gorbaçov'un kitabında açık
seçik biçim de ortaya konduğu gibi, dünyanın döıtte üçünü
görmezlikten gelen bir yeni yönelişle bütünleşiyor. Yani, az
gelişm iş ülkeler halkları tam am en görm ezlikten geliniyor;
bu d a karakteristik. Ç ünkü, aslında ilk iki tip sosyalizm
dünya çapındaki reel sistemin işleyişindeki kutuplaşmayı ve
geçiş olarak adlandırdığım ız süreci görmezlikten gelmiştir.
Ü çüncü tip so sy alizm in g ö rev le rin i bunun ışığ ın d a
tanımlayabiliriz.
Birincisi, ben, ihtiyacım ız olan devrim in bir ulusal
halk devrim i olm ası gerektiğini düşünüyorum . "Ulusal"
diyorum , m illiyetçi ya da uluşçu demiyorum. "Ulusal" der­
ken, m illiyetçi olm ayı değ il, kapitalizm in dünya çapında
gelişmesinin mantığı ile çelişki içine girmeyi kastediyorum.
"H alk devrim i" diyorum , "p o p ü ler devrim " diyorum ,
"Popülist devrim " dem iyorum ; çünkü, "popülist" dem ek ne
burjuvazi, ne proletarya dem ektir. Oysa, ben, buıjuvaziye
karşı olan, yalnızca proletarya değil diyorum. Birçok başka
emekçi sınıfı bir araya getiren ve yöneten bir devrimden söz
ediyorum.
Çin D evrim i'nden itibaren bu tip devrim lerin karşı
karşıya kaldığı ve gerçekleştirilmesi gereken görevleri şöyle
özetlemek mümkündür:
Birincisi, dünya kapitalizm i ile bunun yarattığı kutup­
sallaşm a ile v e bunun to p lu m içindeki yansım aları ile
çatışm aya girm ek, m ücadele etmek... Sonuç olarak içeriye
yansıyanlar, içeride bulunanlar, onunla işbirliği yapanlar
büyük ölçüde kom prador niteliğinde unsurlardır. Bu amaçla
106
bir dem okrasi kurmak; ama, bu dem okrasi ilerici toplumsal
dönüşüm leri gerçekleştirecek bir dem okrasi olm ak zorun­
dadır. Dikkat edin, "sosyalist" dem iyorum.
Bu dem okrasi bu tür görevlerle karşı karşıyadır, yoksa
B atı'daki g ib i sad ece to p lu m u v aro ld u ğ u b içim iy le
yönetm ek ve taham m ül edilm ezi taham m ül edilebilir hale
getirm ek için bir yöntem den, bir siyasi rejim den söz et­
miyorum.
İkincisi, bu tür rejim ler, bu tür devrim lerin sonunda
ortaya çıkan iktidarlar', uzun bir şiire boyunca kapitalizm ile
sosyalizm arasında, bu to p lu m la r için de bir çelişki
yaşanacağını önlerine k o ym alılar ve buna göre d avran­
m alıdırlar. Bu dem ektir ki, b ir ölçüde piyasaya yer ola­
caktır; öte yanda da, plan denen şey kitlelerin, halk kitleleri­
ni, örgütlerinin gücünü, özerkliğini, inisiyatifini tem,sil
etmek zorundadır.
Üçüncüsli de, bir d ü n y a sistem i içinde yer aldığına
göre bu tür iktidarların, dünyaya açılışın bir denetim altında
gerçekleşm esini sağlam asıdır, buradan tabii ki polisiye de­
netimi kasdetmiyorum. Burada, halk örgütlerince kapitalist
dünyadan gelecek zararlı etkileri asgariye indirecek bir d e­
netimden söz ediyorum.
İkinci konuya gelince, yani Yeni Dünya Düzeni konu­
suna gelince, elbette, arkadaşın fikrinin böyle olduğunu
düşünm üyorum ; am a, ne kadar dürüst ve iyi niyetli olsalar
da birçok sosyal dem okratın fikri şu: "İlerlem e, dünya
çapında ve hep birlikte sağlanacak, dünya bir bütün olarak
107
iyiye doğru gelişecek." Bunu safdil, naif bir bakış açısı ola­
rak değerlendiriyorum.
Bush'un ileri sürdüğü, ’’Y eni D ünya Sistem i, Yeni
D ünya Düzeni liberal bir ütopidir" demiştim. Aslında bu in­
sanlar, orada burada biraz dem okrasiye razı olurlar; tehlikeli
olana kadar, tehlikeli olunca ondan vazgeçerler. Zaman
zaman uluslararası ilişkileri düzenlem ek için; bazı uluslara­
rası anlaşm alara uyarlar, am a, hepsi bu, gerisi ütopidir.
Buradan sola açık, sola doğra bir proje inşa edilemez.
İzlenmesi gereken politika, çelişkileri derinleştirme po­
litikasıdır. Bu politika, b ir k ere em peryalist dünyada çok
merkezli bir dünya yaratmayı hedeflemelidir ve zaten bunun
ön belirtileri vardır. M esela, A vrupa Topluluğu'nun inşası
m eselesi, Alm anya'nın zaman zam an kendi başına davran­
m ası, hatta A vrupa'dan bağım sız olarak; A vrupa Toplu­
luğu'nun D oğu A vrupa ü lk elerin i S ovyetler B irliği'ni,
deyim yerindeyse, Latin Amerikalılaştırması, yani ya Alma­
nya'ya ya da "Avrupa'ya" bağım lı hale, tam am en bağımlı
hale getirm esi; L atin A m erik a'n ın K uzey A m erika'ya
olduğu gibi... Bütün bunlar, aslın d a bu ço k m erkezli
dünyanın ortaya çıkışının dinam iklerini gösteriyor.
Bu durumda yapılması gereken; Asya, Afrika ve Latin
A m erika ülkelerinin em peryalist dünyaya, bu em peryalist
odaklara karşı bağım sızlığını v e özerkliğini inşa etm eye,
kurm aya, oluşturm aya çalışm aktır. Y ani, bugün var olan
tek enternasyonalizm in, serm ayenin enternasyonalizm inin
karşısına hakların entem asyonlizm ini yerleştirmektir.
108
B en, aslında "K uzey-G üney çelişkisi" ifadesini hiç
sevmem. Sadece, zaman zam an kısa bir formül olduğu için
kullanm ak m üm kündür. Çünkü, ne K uzey, ne de Güney,
sınıfsız toplum lardır, türdeş toplum lardır; bunlar, sınıflara
bölünm üş toplumlardır. D olayısıyla, sözkonusu olan ulus­
lar arasında bir çatışm a değildir; hele hele sınıfların ötesine
taşm ış, sınıflarüstü bir uluslararası çelişki hiç sözkonusu
d eğ ild ir. U lu sların to p lu m sal y ap ısın ın o luşum unda,
aslında, sınıfların karşılıklı konum ları tam am en belirleyici­
dir.
İşe önce am pirik yanından, olgusal yanından bakalım.
Uzun bir tarih dilimini, yani 100-150 yıllık bir tarih dilimini
aldığınız takdirde, değişik toplum ların iç gelir bölüşümü
açısından şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: M erkezde 150 yıl
boyunca sınıflar arasındaki bölüşüm de büyük b ir istikrar
görülüyor; az çok aynı tür bir bölüşüm devam ediyor. Buna
karşılık, çevrede uzun bir zam an dilim ini, 150 yılı aldığınız
zaman zaten var olan eşitsizlik gittikçe daha kötülüyor, git­
tikçe d ah a k esk in leşiy o r. E lb ette, zam an zam an bu
kötüleşm eyi yum uşatm ak için önlem ler alındığı olmuştur;
M ısır'da Nasırcılığın yaptığı gibi. A m a, bu geçicidir, sonra
eski eğilim yeniden gündeme gelir.
Şimdi, bu ülkelere daha derinlem esine bakarsak, bur­
juvazi bana göre kom prador bir nitelik taşımaktadır. Elbette,
başlangıçta 1930'lu yıllarda Çin'de deyim in ortaya çıktığı
dönemdeki gibi dar bir anlam da kom prador değil, şu anlam­
da: Bu sınıfların denetlediği devletlerden kendisi komprador
olan devletlerin -Ü çüncü D ünya sistem indeki devletlerin
hepsini kom prador devletler olarak görüyorum- işlevi şudur
109
:Bu ülkeleri dünya ekonom ik sistem iyle bütünleştirm ek,
birleştirm ek ... Bu bütünleşm e, birleşm e ise yerel hakim
sın ıfların aley h in e o lm u y o r, y erel hakim sın ıflar bu
bütünleşm enin kurbanı falan değil; tam tersine, onlar bu
bütünleşmeden yararlanıyorlar. İşte bundan dolayıdır ki, bu
ülkelerde gerçekleşmesi sözkonusu olan devrim lerin burju­
va olam ayacağ ın ı, b u rju v a d ev rim leri olam ay acağ ın ı
söyledim; her ne kadar deminden beri bahsettiğim nedenler­
den dolayı bunlar sosyalist de, sosyalist devrim de olamasa
da.
Şimdi, örneğin, Türkiye benim için çarpıcı bir örnek.
Türkiye'de B atılılaşm a hedefi her zaman hakim sınıfların
bir hedefi olmuştur. Bu hareket. Batılılaşma hareketi yerin­
de; ancak, bu çerçevede, bu p erspektifte kazanır. G eri
dönersek, sınıf elbette tem el gerçekliktir, sınıf vardır; ama,
dünya çapında işleyiş sınıflar arası m ücadeleler ve ilişkiler
şeklindedir. Yalnız, bu dünya çapında işleyiş, dünya proleteryası ile d ü n y a burjuvalarının basit bir biçim de karşı
karşıya gelm esi değildir. O lan, azgelişm iş ülkelerde halk
kitlelerinin kom prador burjuvaziler ile karşı karşıya gelmesi
ve m ücadele vermesidir. Bu yüzdendir ki, Rus ve Çin Devriinlerini, çok daha ileriye itmiş olmalarına rağmen, Üçüncü
D ünya'nın k arşılaştığı sorunlarla, görevlerle; sorunları,
görevleri çözm ek zorunda olan devrim ler olarak, bu dev­
rimlerin ileri biçimleri olarak adlandırdım.
Ş im d i, Ü çü n cü D ü n y a c ılık ... B en , "Ü çüncü
Dünyacılık" terimini kabul etmiyorum. Üçüncü Dünyacılık,
zaten B atı'da gelişm iş bir akım dır. B atı'nın belirli uç sol,
devrim ci sol hareketlerinin a z gelişm iş ülkelerin halklarına
110
duyduğu sem patinin, naif, safdil bir ifadesidir. Esas olarak
tezi şudur: B atı'nın, işçi sınıfının yapam adığını Ü çüncü
Dünya'nm halkları yapacak; yani sosyalizm i, Batı'nın işçi
sınıfı kuram adı, Üçüncü D ünyanın halkları kuracak. Oysa,
■ben böyle b ir şey söylem iyorum ; S osyalizm Ü çüncü
D ünya'da ku ru lacak d em iy o ru m , k u ru lam az. Ç ünkü,
sosyalizm ancak dünya çapında kurulabilir.
Evet, siz buyurun.
SORU : Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile birlikte sosya­
lizmin ikinci evresinin kapandığını söylediniz. Yeni dal­
ganın geleceğini söylüyorsunuz. B unlar çok güzel şeyler.
Şimdi, aynı zam anda Çin'de d e devrim olm uştu, K ore'de
de devrim olm uştu. H er ne kadar bu ülkelerin bazı teorik
b elirle n m e le rin e k atılm a sa k d a b u n la rın so sy alizm
ç e rç e v e s in d e m ü c a d e le le rin e d e v a m e d e c e k le rin i
söylüyorsunuz. K endilerine d ay atılan bu yeni düzene
katılmamakta diretiyorlar.
Ş im d i, siz tab ii y en i b ir d alg a n ın g eleceğ in i
söylüyorsunuz; bu da doğru şey, güzel şey daha yeni ideal­
lerle, vizyonlarla gelecek. Fakat, bu K üba'nın, K ore'nin,
Çin'in, bunlara V ietnam 'ı da katabiliriz, son dönem lerde
bunların direnm esini nasıl buluyorsunuz? A caba, bunlar
şimdiden baştan başarısızlığa m ahkûm mu edildiler? Yoksa
bunlar sosyalizm pratiğinde ısrar ederek gerçek vizyonlarına
kavuşabilirler mi?
E lim de 1 T em m uz 1991'de Ç in K om ünist Partisi
G enel S ekreterinin yap tığ ı b ir k o n u şm a var. Y aptığı
111
konuşm ada, kendilerinin h ata yap tığ ın ı ve acı hatalar
yaptıklarını, ülkede b ir kutuplaşm a yarattıklarını şimdi
bunun gittikçe giderilmesi gerektiğini ve düzeltme kam pan­
yasının başlatılması gerektiğini söylüyorlar. Yani, hataları
görerek, bu sağcılaşma hatalarını görerek acaba yeniden bir
atılım yapabilirler mi? Böyle bir şans tanıyor musunuz?
SA M İR A M İN - S orduğunuz soru gerçek b ir soru.
Böyle bir sorun var; am a, her şeyden önce şunu belirtm ek
gerekiyor: Çin modeli, zam an zam an söylendiği gibi Sov­
yet m odeline indirgenem ez. N e de M aoizrn, Stalinizm dir,
Çin versiyonudur Stalinizm in. M aoizm , tam tersine Stalinizm 'i sağdan değil, soldan aşm a çabasıdır. Y alnız, unut­
m am ak gerekiyor; 1970'li y ıllard a M aoizm iktidarda
değildir artık, 1970'li yıllardan bu yana. 1970'li yılların so­
nunda, 1980'li yılların başında D eng'in yönetim i altında
Sovyetler Birliği'ndeki perestroyka sürecine benzer nitelik­
ler taşıyan bir süreç başlam ıştır. Bu da kapitalizm e geçişin,
yeniden geri dönüşün hızlanması sürecinin bir biçimidir.
B ir fark a d ik k a t çe k m e k g erek iy o r. S o v y etler
Birliği'nde Ekim Devrimi'nin tem elini oluşturan işçi-köylü
ittifakı, 1920’li yılların sonundaki şiddete dayanan kollektifle ş m e s c ıu c u n d a ta m am e n k o p m u ştu r, tam am en
dağılmıştır. Buna karşılık, Çin'de, kırdaki politikaları çeşitli
yönleriyle tartışabilirsiniz; am a, işçi sınıfı ile köylünün
arasında bu denli şiddetli bir kopuş olm adı. Son dönem de
Çin yönetim i dem okratizasyon açısından ya d a Partinin
toplumdaki rolüne ilişkin, öncülüğüne ilişkin rolü açısından
Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi, o ölçekte taviz vermedi.
H içbir dem okratik açılım a yönelm edi diyorum . Tam am , o
anlam da söylüyorum.
112
SAM İR A M İN - Şim di, soru şu: "Acaba, Çin, Sovyetler B irliği'nin geçtiği yoldan, benzer bir yoldan geçerek
aynı yönde mi evrilecek? Yoksa, Doğu A vrupa ve Sovyetler
B irliği'nin geçirdiği deneyim den ders çıkartarak, orada
yaşanılan Latin Amerikalılaşma ve emperyalizme tâbiyet ko­
numuna düşm e deneyiminden ders alarak başka bir yöne mi
evrilecek?" Bunu bilmiyoruz. İki olasılık d a mümkün. Ben,
doğrusal gelişm eye, tarihin kendisini tekrarlam asına inan­
mam. D olayısıyla, Çin kendi yolundan, kendine özgü bir
yoldan üçüncü tip sosyalizm e doğru geçebilir, böyle bir
olasılık vardır. Ama, bana göre sizin sözünü ettiğiniz, "ha­
talar yaptık" türünden açık lam alar, benim için h içbir
biçim de garanti değildir. Bu tür laflara daha önce de çok
rastladık.
Y ine d e tekrarlam ak istiyorum : Ç in ’in, Sovyetler
Birliği'nin gittiği yoldan gideceği konusunda hiçbir kesin
şey yok. İki yol da, iki alternatif de açıktır.
Peki, bakın şöyle yapalım.
B aşka soru var mı ark ad aşlar şu anda? Bitiriyoruz
çünkü, hepsini anladım. İki soruyu birden alacağım.
SORU : O ıta Doğu ve A frika ile ilgili bir som sormak
istemiştim.
Kendi kültürel özellikleri, özgün yapıları ve kalkınma
düzeyleri açısından bu iki bölgedeki halk kitlelerinin bu yeni
evredeki haklan nelerdir, im kanlan nelerdir?
SO R U : "Sovyetler B irliği'nde kapitalizm in kalıntılan
yoktu, kapitalizm yoktu; burjuvazi dolayısıyla yoktu" dedi.
113
Fakat, daha sonra, "Bürokratlar kapitalizmin temsilcisi idi"
dedi ve bu arada bir iki tane var olan görevin çelişkisinden
bahsetti ve bunun sonucunda bürokratların burjuva olduk­
larını, kapitalizme yöneldiklerini anlattı. Dolayısıyla, bir totoloji çıkm ıyor m u? K apitalist bile olm ayan bir ülkede
bürokratlar bu çelişen görevler nedeniyle, ki bu görevler
zaten gelecekte de varolacak gelişm em iş ülkeler için; o
zaman kesin olarak sonuçta öyle bir evrim gösterecekler ki,
kapitalizm orada yetkin olacaktır. Böyle bir totolojiye o
zaman gerek var mı?
SAM İR AMİN - Birinci soruya cevap olarak çok genel
bir cevap verm enin m üm kün olm adığını düşünüyorum .
Çünkü, sözünü ettiğiniz iki bölgede aralarında çok büyük
fark lılık lar olan, som ut yönleri çok farklılaşan, yer ve
zaman içinde çok değişen birçok toplum yer alıyor; bu, ister
gelişm e düzeyinde ele alınsın, ki aralarında yeni sanayi­
leşm iş ülkeler dahi vardır, ister bu ülkeler siyasi ve askeri
bakımdan zaafları ve em peryalizme karşı kendilerini içinde
buldukları güçlükler ne olursa olsun, değişik ülkelerin var
olduğunu söylem ek m üm kün. Şim di, bu bölgelerde ortaya
çıkan ve ulusal kurtuluş hareketi adı verilen, ben bu adın
önem li bir ölçüde doğruluk da taşıdığını düşünüyorum ,
"Ulusal Kurtuluş Hareketi" denilen hareketler göreli bir ra­
dikallik de taşıdı geçmişte, geçm işten beri görülüyor. Hatta,
K em alizm bile bir örnek olarak verilebilir. Bu bölgelerden
A frika'da son dönem de ortaya çıkan Ulusal Kurtuluş Hare­
ketlerinin bir bölümü de, üstelik kendilerine sosyalist adını
dahi taktılar, buna örnektir.
Fakat, bu Ulusal H areketlerin bir özelliği vardır. Bun­
lar, sosyalizmin ikinci tipi ile aynı zamanda ortaya çıktılar.
114
Aynı zam anda da, yine bu dönem de, çok uzun yıllar, onlar­
ca yıl boyunca em peryalistler arası çelişki büyük ölçüde
dünya sisteminin gelişm esine dam ga vurdu. Ama, Afrika ve
Orta D oğu'daki radikal, ulusal kurtuluş hareketlerinin bu
dönemin bir ürünü olarak görülm esi mümkün değil.
G enellem ek istem iyorum , b ir şeyin altını çizm ek is­
tiyorum. Yalnızca üretici güçleri ele alarak, onların gelişme
düzeyini ve hiçbir ülkeyi yargılam am alıyız ve şansını onun
üzerinden değerlendirm em eliyiz. Aynı zamanda, her ülkeyi
politik, kültürel m ücadelelere ilişkin özellikleriyle ve bütün
değişik özellikleri ile de bir arada ele almak gerekiyor.
İkinci soruya cevap olarak şunu söyleyeceğim : Evet,
çelişik. Söylediklerim çelişik bir yapıya işaret ediyor. Sovyetler B irliği'nin k ap italist olm adığını iddia ediyorum ;
çünkü, benim için kapitalizm sadece özel mülkiyet anlamına
gelmez. Aynı zamanda, özel mülkiyetin parçalanmış olması
ve rekabete yol açması gerekir. Oysa, Sovyetler Birliği hala
bugün bile böyle yapıya evrilm iş değildir ya da böyle bir
yapı orda gerçekleşmiş değildir. Elbette çok kısa süre içinde
bu gerçekleşebilir. Nomenklatura, muhtemelen çok uzun ol­
mayan bir gelecekte bütün üretim araçları üzerinde özel
mülkiyetini sağlamlaştıracaktır.
Bütün bunlara rağm en, nom enklatuıa'nın, bürokrasi­
sinin burjuva olduğunu söylüyorum . Evet, burjuva idi;
çünkü, am açları, hedefleri v e hatta, kültürü burjuva idi.
Bütün söylem leri bir B atılaşm a söylem i idi. "B iz d e Avrupalı'yız, biz de sizin gibi olm ak istiyoruz, biz de sizin gibi
tüketmek istiyoruz, biz de sizin gibi davranm ak istiyoruz"
115
diyorlardı. D olayısıyla, bu katm anın, bu grubun politik bi­
linci bunun b ir b u rju v a g rubu old u ğ u n u g ö sterir. O
aşamada, ekonom ik işleyişteki yeri bu anlamda bir burjuva­
zinin oynadığı role uygun olm asa bile. A m a bu çok daha
genel bir olgudur. Onu da hatırlatm ak gerekiyor.
Birçok ülkede burjuvazi doğuşunda devletçidir. Bu
durum da T ürkiye'den örnek verm ek en basitidir. Türkiye
burjuvazisi d e ilk doğuş d ö n em in d e dev letçi b ir sınıf
olmuştur; ancak, o aşamayı geçtikten sonra burjuvazi kendi
olağan biçimlerine doğru evrilir.
Hepinize iyi geceler. (Alkışlar)
116
Baskın Oran
Türk-Yunan İlişkilerinde
BATI TRAKYA SORUNU
“ Dış azınlıklar konusu, b iraz da T ü rk aydınının ilg isiz kalıp ’m illiyetçilik'
ve ’azınlıklar’ konularını ırkçı sağ'ın ch assc gard & 'si, özel av alanı olm aya terkcim esi y ü zü n d en , d a h a ço k iç p o litik a d a b ir is tism a r k o n u su o la ra k boy
gösterm iştir. Bunun sonucu olarak hem T ü rk dış azınlıkları bulundukları ülkelerde
daha da huzursuz edilm işler, hem T ü rkiye'de ırkçı sağ'ın istem eden aleti olm uşlar,
hem d e bu in sa n la rın so ru n ları T ü rk iy e 'd e b ir 'm u h a c ir sızlan m ası o larak
algılanm aktan öteye gidem em iştir.
B u kitapta konuya n e resm i görüş n e d e 'Esir T ürkler' sloganı açısından değil,
'insan' açısından y ak laşılm ıştır. İki y ü z e y akın sayfa b oyunca h ep araştırılan.
B atı T ra k y a insan ın ın k endi to p rak ların d a n a sıl m u tlu o lab ileceğ i sorusudur.
B u "ü n e dek 'D ince M üslüm an, soyca T ü rk b ir Y unan y u rttaşı' o larak insanca
yaşam aktan başka birşey istem em iş, için d e yaşadığı devlete kusursuz b ir sadakat
göstererek kim liğini d e .onurla korum uş olan B atı T rak y a azınlığının insan h ak ­
la rı, çağ d a ş u lu s la ra ra sı e ğ ilim le re u y g u n b ir b iç im d e d ile g e tirilm e y e
ç a lış ılm ış tır.”
M ülkiyeliler Birliği Vakfı Y ayınlan : 2
20.000 TL.
Tuncer Bulutay
BİLİMİN NİTELİĞİ
ÜZERİNE DENEMELER
Evrim ve Quantum Kuramları
“Kurulu toplumsal vc siyasal düzenlerin Tanrı istencesi sonucu
olmadığı, değişebilirliği ortaya çıkmıştır. Nc toplumun en üstünde bulunan­
ların (örneğin aristokratların) ayrıcalığı doğal bir üstünlüğün sonucudur, ne de
bu toplumsal düzen en altta yaşayanlar için kaçınılmaz bir yazgıdır.
Darwin kuramı, kurulu düzeni sarsıcı bu niteliği nedeniyle saldırılara
hedef olmuştur. Egemen çevrelerin, dinsel otoritelerin Darwin kuramına karşı
çıkmalarının temelinde yatan nedenlerden biri bu kurulu düzeni sarsıcı nite­
liğidir.”
M ülkiyeliler Birliği V akfı Y ayınlan : 3
20.000 TL.
M ÜLKİYELİLER B İR LİĞ İ VAKFI YAYINLARI
T Ü R K İY E 'D E M E M U R S EN D İK A C ILIĞ I,
U LU SL A R A R A SI S E M P O Z Y U M , 1 5 .0 0 0 .
TL. • T ü r k Y u n a n İliş k ile rin d e BATI TRAK­
YA SO R U N U , BASKIN ORAN, 1 0 .0 0 0 . TL. •
E G E 'N İN İK İ Y A K A SIN D A E K O N O M İ,
FA R U K Ş E N , 1 0 .0 0 0 . TL. • BİLİM İN N İ­
TE LİĞ İ Ü Z E R İN E D E N E M E L E R , T U N C E R
BULUTAY, 2 0 .0 0 0 . TL. • C A H İT TALAS'A
ARMAĞAN, 4 0 .0 0 0 .TL. • SADUN A R E N 'E
ARMAĞAN, 4 0 .0 0 0 .T L . • BAHRİ SAVCIYA
ARMAĞAN, 4 0 .0 0 0 . TL. • ANILARIM, F E H ­
Mİ YAVUZ, 5 .0 0 0 . TL. • ÇARŞAMBA S Ö Y ­
L E Ş İL E R İ, 2 0 .0 0 0 . TL. • Z A F E R PARK
D O SY A SI, 5 .0 0 0 . TL. • ANKARA K O N F E ­
RANSLARI, E R N E S T MANDEL, 1 0 .0 0 0 . TL.
İST E M E AD RESİ:
M ülkiyeliler Birliği Vakfı
K onur Sok. N o :l K ızıla y AN K ARA
Tel .-4 1 7 8 0 98
Faks : 418 82 98
v
"Kananca bu kutuplaşma aslımla, kapitalizmin
tarihi smmnı oluştumr, yani kapitalizmin hiçbir
şekilde ve hiçbir zaman çözemeyeceği,
aşamayacağı bir temel çelişkiyi ifade eder.
Dolayısıyla kutuplaşma sorununun çözümü,
zorunlu olarak kapitalizmin aşılması sorununu
insanlığın gündemine getirmiş durumdadır."
Sam ir Amin, 19 3 1 'd e Kahire'de doğdu. Yüksek öğrenim ini Paris'te yaptı.
1957'de iktisat doktoru olan Amin, 1957-60 yılları arasında Kahire'de
Planlama Ö rg ütünde çalıştı. 1 9 6 0 -6 3 yıllan arasında Mali hüküm eti
nezdinde planlam a danışmanlığı yaptı. 1963-70 yıllan arasında D akar ve
Paris VIII Üniversitelerinde profesör olarak, 1 9 7 0 -8 0 yıllan arasında ise.
Dakar'da Birleşmiş M illetlere bağlı olarak Afrika Ekonom ik Kalkınma ve '
Planlam a E nstitüsünün direktörü olarak çalıştı. Sam ir Amin, 1980 'd en
bu yana da m erkezi D akar'da bulunan Üçüncü Dünya Forum u nun
direktörlüğünü yapm aktadır.
ISBN 975-7400-00-9

Benzer belgeler

Mimarlık Herkes İçindir- Panel

Mimarlık Herkes İçindir- Panel Dahası İstanbul Büyükşehir Belediyesi durup dururken salt rant değeri d o la ­ yısıyla Altı Nokta Körler R ehabilitasyon M erkezinin boşaltılm asını istem e c e ­ saretini gösterebiliyor. Zira Altı...

Detaylı