2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi

Transkript

2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
2. ERCİYES PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ
KONGRESİ
3-5 Mart 2016
Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Merkezi, Kayseri
BİLDİRİ KİTABI
Değerli Meslektaşlar,
Sizleri, 3-5 Mart 2016 tarihleri arasında Kayseri’de düzenlenecek olan II. Erciyes Pediatri Hemşireliği
Kongresi’ne davet etmekten büyük mutluluk duymaktayız.
İkincisini düzenlediğimiz bu kongrede güncel bilgileri paylaşma ve tartışma fırsatı bulacağımız
programımızın sizlerin de katılımıyla daha da verimli ve yararlı olacağına inanıyoruz.
Düzenlediğimiz bu etkinliğin, bilimsel kazanım ve deneyimlerimize katkıda bulunarak, ortak
çalışmalar, uygulamalar ve eğitim etkinliklerine zemin hazırlayacağını düşünüyoruz.
Programa katkı veren konuşmacılar ve bildiriler ile renklenecek olan II. Erciyes Pediatri Hemşireliği
Kongresi’nin ülkemize ve pediatri hemşireliğine zenginlik katacağı inancındayız. Multidisipliner
bilimsel programın yanı sıra, sosyal programda da sizlerle bir arada olmak en büyük dileğimiz. Tüm
katılımcılarımız ile birlikte verimli ve canlı bir program geçireceğimizi ümit ediyoruz.
Saygılarımızla...
Düzenleme Kurulu Adına,
Doç. Dr. Meral Bayat
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 2
Onursal Başkanlar
Prof. Dr. Muhammed Güven (Rektör)
Prof. Dr. Sultan TAŞCI (Dekan)
Başkan
Doç. Dr. Meral BAYAT
Sekreterya
Doç. Dr. Emine ERDEM
Yrd. Doç. Dr. Öznur TOSUN
Üyeler
* İsimler ünvan ve soyadına göre sıralanmıştır.
Doç. Dr. Emine ERDEM
(Erciyes Üniversitesi)
Araş. Gör. Yağmur SEZER EFE
(Erciyes Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Esma AKCAN
(Melikşah Üniversitesi)
Araş. Gör. Dilara KEKLİK
(Erciyes Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Zübeyde KORKMAZ
(Nuh Naci Yazgan Üniversitesi)
Araş. Gör. Nevin USLU
(Erciyes Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Öznur TOSUN
(Erciyes Üniversitesi)
Araş. Gör. Maksude YILDIRIM
(Erciyes Üniversitesi)
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Hemşire Serpil SARI
(KHB Kayseri Eğitim ve
Araştırma Hastanesi)
Hemşire Asuman SÖNMEZ
(Erciyes Üniversitesi Sağlık
Uygulama ve Araştırma
Merkezi)
Hemşire Pınar TUNCAY
(KHB Kayseri Eğitim ve
Araştırma Hastanesi)
Sayfa 3
Bilimsel Kurul
* İsimler ünvan ve soyadına göre sıralanmıştır.
Prof. Dr. Hicran ÇAVUŞOĞLU
(Hacettepe Üniversitesi)
Doç. Dr. Naime ALTAY
(Gazi Üniversitesi)
Prof. Dr. Nursan ÇINAR
(Sakarya Üniversitesi)
Doç. Dr. Duygu ARIKAN
(Atatürk Üniversitesi)
Prof. Dr. Emine EFE
(Akdeniz Üniversitesi)
Doç. Dr. Hatice BAL YILMAZ
(Ege Üniversitesi)
Prof. Dr. Yurdagül ERDEM
(Kırıkkale Üniversitesi)
Doç. Dr. Murat BEKTAŞ
(Dokuz Eylül Üniversitesi)
Prof. Dr. Firdevs ERDEMİR
(Adıyaman Üniversitesi)
Doç. Dr. Emine ERDEM
(Erciyes Üniversitesi)
Prof. Dr. Ayşe Ferda OCAKÇI
(Koç Üniversitesi)
Doç. Dr. Emine GEÇKİL
(Necmettin
Erbakan Üniversitesi)
Prof. Dr. Muzaffer Candan
ÖZTÜRK
(İstanbul Sabahattin
Zaim Üniversitesi)
Prof. Dr. Suzan YILDIZ
(İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Rana YİĞİT
(Mersin Üniversitesi)
Doç. Dr. Duygu GÖZEN
(İstanbul Üniversitesi)
Doç. Dr. Sevinç POLAT
(Bozok Üniversitesi)
Doç. Dr. Hatice YILDIRIM SARI
(Katip Çelebi Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Emine ALTUN
YILMAZ
(Cumhuriyet Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Sebahat
ALTUNDAĞ
(Pamukkale Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Özlem AVCI
(Kocaeli Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Zehra
ÇALIŞKAN
(Nevşehir Hacı Bektaş Veli
Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Mukaddes
DEMİR ACAR
(Gaziosmanpaşa
Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ulviye GÜNAY
(İnönü Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. İlknur
KAHRİMAN
(Karadeniz Teknik
Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Sibel KÜÇÜK
(Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Öznur TOSUN
(Erciyes Üniversitesi)
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 4
BİLİMSEL PROGRAM
03 MART 2016 (1. Gün)
08:00 – 08:15
08:15 – 09:15
09:15 – 09:30
09:30 – 11:00
11:00 – 12:30
12:30 – 13:30
13:30 – 14:10
14:10 – 15:30
15:30 – 16:00
16:00 – 17:20
17:20 – 18:00
18:15 – 19:00
AÇILIŞ
DEONTOLOJİ (ORTAK OTURUM)
Oturum Başkanları: Türkan Patıroğlu ve Derya Büyükkayhan
Tutku Özdoğan
 Yenidoğanda Etik Sorunlar
Rayhan Bozabalı
 Pediatride Hukuki Sorunlar
KAHVE MOLASI
BESLENME -1 (ORTAK OTURUM)
Oturum Başkanları: Zübeyde Gündüz ve Meral Bayat
 Anne Sütü ve Tamamlayıcı Beslenme: Soru ve
Meda Kondolot
Sorunlar
Nur Aslan
 Sağlıklı Çocuklarda ve Ergenlerde Beslenme
Selda Bülbül
 Çocuklarda Vitamin ve Mineral Desteği
BESLENME -2 (ORTAK OTURUM)
Oturum Başkanları:
Gülbin Gökçay ve Emine Erdem
Gülbin Gökçay
 İştahsız Çocuğa Yaklaşım
 Psikiyatrik Açıdan Bebek ve Küçük Çocuklarda
B.Didem Öztop
Yeme ve Yedirme Bozuklukları
Fatih Kardaş
 Malnütrisyon Tedavisi
ÖĞLE YEMEĞİ
BEBEK BESLENMESİ ve BESİN GÜVENLİĞİ
Oturum Başkanları:
Meral Bayat ve Emine Erdem
 Bebekler için hazırlanan besinler ne kadar
Betül Çiçek
güvenli?
Öznur Tosun
 Bebek beslenmesinde yapılan hatalar
ÖZEL DURUMLARDA BESLENME
Oturum Başkanları:
Murat Bektaş ve Zübeyde Korkmaz
 Yenidoğan beslenmesinde kanıta dayalı
Duygu Gözen
uygulamalar
 DM hastalarının beslenmesinde kanıta dayalı
Sebahat Altundağ
uygulamalar
 Nefroloji hastalarının beslenmesinde kanıta
Sibel Küçük
dayalı uygulamalar
 Onkoloji hastalarının beslenmesinde kanıta
Emine Erdem
dayalı uygulamalar
KAHVE MOLASI
PEDİATRİDE SIK GÖRÜLEN SEMPTOMLARA YAKLAŞIM
Oturum Başkanları:
Firdevs Erdemir ve Başak Nur Yıldız
Hülya Yavuz
 Ateş
Emine Gül Kuzucu
 Ağrı
Naime Altay
 Solunum sıkıntısı
Emine Altun Yılmaz
 Bulantı-Kusma-Diyare
SÖZLÜ BİLDİRİ
Oturum Başkanları:
Duygu Gözen ve Zehra Çalışkan
AÇILIŞ KOKTEYLİ
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 5
09:00 – 10:00
10:00 – 10:30
10:30 – 12:00
12:00 – 12:30
12:30 – 13:30
13.30 – 14.15
14:15 – 15:00
15:00 – 15:30
15:30 – 16:45
19:30
04 MART 2016 (2. Gün)
STOMA BAKIMI VE BAKIMDA KANITA DAYALI UYGULAMALAR
Oturum Başkanları:
Emine Erdem ve Zübeyde Korkmaz
Zehra Çalışkan
 Kolostomi
Hatice Pars
 Gastrostomi
Özlem Avcı
 Trakeostomi
KAHVE MOLASI
BİR PEDATRİ VAKASI ÜZERİNDEN BAKIM PLANI OLUŞTURMA
Oturum Başkanları:
Candan Öztürk ve Meral Bayat
Konuşmacı: Nurgün Platin
SÖZLÜ BİLDİRİ
Oturum Başkanları:
Hatice Bal Yılmaz ve Sebahat Altundağ
ÖĞLE YEMEĞİ VE POSTER SUNUMLARI
ENGELLİ ÇOCUK VE AİLESİNE YAKLAŞIM
Oturum Başkanları:
Duygu Gözen ve Naime Altay
Konuşmacı: Nazan Çakırer Çalbayram ve Zehra Çalışkan
SÖZLÜ BİLDİRİ
Oturum Başkanları:
Murat Bektaş ve Emine Altun Yılmaz
KAHVE MOLASI
PEDİATRİDE GÜNCEL SORUNLAR
Oturum Başkanları:
Candan Öztürk ve Öznur Tosun
 Madde bağımlılığı
 İnternet bağımlılığı
 Yeme bozuklukları
GALA YEMEĞİ
Dilek Akkuş
Murat Bektaş
Hatice Bal Yılmaz
09:15 – 10:00
05 MART 2016 (3. Gün)
PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİNE KÜLTÜREL YAKLAŞIM
Oturum Başkanları:
Firdevs Erdemir ve Öznur Tosun
10:00 – 10:30
10:30 – 12:00
Konuşmacı: Candan Öztürk
KAHVE MOLASI
ÇALIŞAN GÜVENLİĞİ ve HAKLARI
Oturum Başkanları:
Esma Akcan ve Özlem Avcı

12:00 – 12:15
Çalışan güvenliğine ilişkin yaşanılan sorunlar
(Üniversite hastanesi örneği örneği)
 Çalışan güvenliğine ilişkin yaşanılan sorunlar
(Devlet hastanesi örneği örneği)
 Beyaz Kod sisteminin işleyişi
 Çalışan güvenliği ve hakları
KAPANIŞ
Meral Başaran
Uğur Çağır
Serkan Demirkaya
Fatih Birtek
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 6
KONUŞMA METİNLERİ
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 7
BEBEKLER İÇİN HAZIRLANAN BESİNLER NE KADAR GÜVENLİ?
Doç. Dr. Betül Çiçek
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Son yıllarda dünya nüfusunun hızla artması, ekim alanlarının azalması, açlık sorununun artması, uygunsuz
çevre koşulları ve bitki zararlılarıyla mücadele, taşıma ve depolamaya uygunluğu artırmak amacıyla
biyoteknolojik yöntemler kullanılmaktadır. Genetik modifikasyon, modern biyoteknoloji yöntemleri
kullanılarak, gerçekleştirilen bir tür gen aktarımı işlemidir. Bu işlem; türde var olan gen diziliminin
değiştirilmesi, tür içinde gen aktarımı ve türler arası gen aktarımı ile uygulanmaktadır. Genetik
modifikasyonun olumlu kullanım alanları arasında böceklere ve yabani otlara karşı direncin artırılması,
çevre koşullarına uyumun artırılması, verimin artırılması, raf ömrünün uzatılması, organoleptik (duyusal)
özelliklerin geliştirilmesi, tıpta çeşitli aşıların üretilmesi, besin öğesi içeriğinin zenginleştirilmesi, sosyoekonomik düzeyi iyi olmayan ülkelerde görülen besin öğesi yetersizlikleri dikkate alınarak, bu vitamin
ve/veya minerallerin eklendiği yeni ürünlerin üretilmesi sayılabilir. Genetik modifiye besinlerin olası
riskleri arasında; antibiyotik direnci, alerjen özellik, potansiyel toksisite, çevresel etmenler, besin
kalitesinde istenmeyen değişimler, yeni virüslerin ve toksinlerin oluşumu, genetik çeşitlilik için tehdit
oluşturması, ekonomik sorunlar, dini-kültürel-etik sorunlar ve etiketlemeyle ilgili sorunlar sayılabilir. İlk
genetik modifiye ürünler 1990’ların başında piyasaya sunulmuştur. En yaygın genetik modifiye ürünlerden
bazıları soya fasulyesi, mısır, pamuk, kanola, patates ve domatestir. Dünya çapında, soya fasulyesinin yarısı
ve mısırın üçte biri transgenik türlerdir. İlk dönem üretilen ürünlerde amaç, böceklere ve hastalıklara
dirençli ve iklime ve herbisitlere dayanıklı ürünler elde etmek iken, günümüzde tadı daha güzel, raf ömrü
daha uzun, besin değeri artırılmış ve toksisitesi azaltılmış ürünler elde edilmesi hedeflenmektedir. Genetik
modifiye ürünler bebeklerde ve çocuklarda hem beslenmeyi desteklemek, hem de hastalıkları önlemek
amacıyla geliştirilmektedir. Çocuk sağlığını etkileyebilecek genetik modifiye besin örnekleri arasında; 1)
Yaygın yetmezlikleri önlemek amacıyla vitamin ve demirle zenginleştirilmiş pirinç, 2) Hastalık riskini
azaltan yağlı tohumlardan üretilen bitkisel sıvı yağlar, 3) Yenilebilir aşı sağlayan meyveler sayılabilir.
Potansiyel alerjen özelliklerine, besin öğesi olmayan maddelerin düzeylerinin artmasına ve modifiye
bitkilerden bakterilere ya da insanlara potansiyel gen transferine ilişkin kaygılar bulunmaktadır. Bebekler
vücut ağırlığı dikkate alındığında, görece daha fazla besin tükettiğinden; zararlı bir besin bileşeninin dozu
onlarda, görece daha yüksek olabilir. Hepatik detoksifikasyon ve metabolizma da tam olarak gelişmemiş
olabileceğinden, besin kaynaklı toksisiteye duyarlılık da yaşla birlikte değişebilir. Üretilen yeni ürünler
üreme, endokrin işlev, nörolojik gelişim ve immünotoksisite üzerindeki kısa ve uzun vadeli etkileri
açısından değerlendirilmelidir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 8
BEBEK BESLENMESİNDE YAPILAN HATALAR
Yrd. Doç. Dr. Öznur Tosun
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD
Büyümenin hızlı olduğu bebeklik dönemi, doğru beslenme alışkanlıklarının kazandırılması gereken kritik bir
dönemdir.
Bu dönemde kazanılan alışkanlıklar bebeklerin yaşama sağlıklı bir başlangıç yapmaları ve
sürdürmeleri için elzemdir. Bebekler kendilerini ifade etmedeki sınırlılıkları ve günlük yaşam aktivitelerinde
bağımlı olmaları nedeni ile beslenme açısından dikkat edilmesi gereken bir gruptur. Bebeğin beslenmesi, ona
bakım veren kişilerin/ebeveynlerin bilgisi, eğitim düzeyi ve kültürel özelliklerine bağlı olarak değişebilmektedir.
İdeal olanın, bebeklerin 6 ay süreyle yalnızca anne sütüyle beslenmesi olması ile birlikte ülkemizde bebek
maması kullanımı, diğer sıvılara erken başlama ve biberon ile besleme yaygındır. Türkiye’de bebeklerin
%26’sına anne sütünden önce başka bir ek gıda verildiği ve daha sonra emzirmeye devam edildiği, %96’sının bir
süre emzirildiği ve %30.1’inin ilk 6 ayda sadece anne sütü aldığı belirtilmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda
yürüttüğü projelere karşın bu oranlar istendik düzeyde değildir. İlk 6 ay anne sütü alamayan, yada anne
sütünün yetersiz olduğunun düşünüldüğü durumlarda genellikle ebeveynlerin tercih ettiği formül sütler (mama)
kullanılmaktadır. Endüstriyel olarak tüketime sunulan bu sütlerin içeriklerine (Whey-Kazein-Soya ağırlıklı formül
sütler) ve gerçekten kullanımının gerekli olup olmadığına karar verilerek bebeğe uygun şekilde başlanması ve
rastgele kullanılmaması gerekmektedir. Bununla birlikte UNICEF’in de Sağlık Bakanlığına destek verdiği
mikronutriyenlerin (demir, D vitamini vb) verilmesi konusunda da bakım veren kişiler/ebeveynler rastgele doz
başlama, verme ve kullanmama gibi davranışlar gösterebilmektedirler. Ayrıca abur cubur olarak nitelendirilen
çikolata, şeker, gazlı içecekler gibi yiyeceklerin çocuklardan uzak tutulması gerektiği bilinmekle birlikte
ebeveynlerin çoğu bunları ödül olarak kullanabilmekteler. Buna ek olarak sağlıklı gibi görünen ancak içeriğinde
pek çok zararlı madde bulunan ve bebeklerin gelişimi için iyi olduğu düşünülen endüstriyel
ürünlerin/atıştırmalıkların içeriğine dikkat edilerek kullanılması önemlidir. Bunun dışında sağlıklı gibi görünen
ancak incelendiğinde sakıncası olan başka bir durum da bir yaşından önce bebeklerin yetişkin sofralarına
taşınması durumudur. Ebeveynlerin kendileri için hazırladıkları yağlı, salçalı, baharatlı ve tuzlu yiyecekleri
bebeklere vermeleri, bebeklerde ileri yaşlarda hipertansiyon, diyabet ve obezite görülme riskini artırmaktadır.
Ya da besleyici ve lezzetli olduğu düşünülen yemek suyuna batırılmış ekmek verilmesi de buna benzer bir
durumdur. Bebek beslenmesinde genellikle yapılan diğer bir hata ise gıdaların bulamaç yapılarak verilmesidir.
Bu durumda bebekler hem yüksek enerji içerikli karışımı bir öğünde almakta ve sonraki öğünde iştahı azalmakta
hem de bebeğin farklı tatları algılayarak tat algısının gelişmesi engellenmektedir. Sonuç olarak, bedensel ve
zihinsel açıdan sağlıklı bir nesil için bebeklerin beslenmesine önem verilmelidir. Bebeklere verilen gıdaların
içeriği, miktarı, niteliği, pişirme yöntemi, verilme düzeni ve şekline özen gösterilmelidir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 9
YENİDOĞAN BESLENMESİNDE KANITA DAYALI UYGULAMALAR
Doç. Dr. Duygu Gözen
İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD
Yenidoğanların beslenme davranışlarının gelişimi beslenme yönteminin seçiminde en önemli faktördür.
Intrauterin dönemin 7-9 haftaları arasında fetusta ilk beslenmeye ilişkin davranış olan ağız açma ve
hareket ettirme gözlemlenir. Postmensturel 14. haftada temel tad alma duyusu gelişir, 28. haftadan
itibaren arama, yutma ve emme refleksi gelişmekle birlikte emme-yutma ve nefes alma fonksiyonlarının
koordinasyonu 36. haftada gelişmektedir. Bu nedenle özellikle preterm yenidoğanların beslenmesinde
genellikle parenteral ya da enteral beslenme yöntemleri tercih edilmektedir (McGrath et all 2010;
Breton&Steinwender 2008).
Yenidoğanın optimal beslenmesi büyümesini sağlar, olumsuz nörolojik sorunları önler, sepsis insidansını
düşürür ve özellikle preterm yenidoğanların sık görülen sorunlarından olan prematüre retinopatisini
azaltmada etkilidir. Kanıta dayalı geliştirilen rehberlerlerde yenidoğanın enteral beslenmesinde
sorumluluğun neanatolog, beslenme uzmanı, emzirme danışmanı, hemşireler ve terapistler olduğu
bildirilmiş ve multidisipliner yaklaşımın önemi üzerinde durulmuştur (Dutta et al. 2015).
Çok düşük doğum tartılı riskli pretermlerin parenteral beslenmeden enteral beslenmeye geçişi 1-2 hafta
da gerçekleştirilmektedir. Genellikle hedeflenen 150-180ml /kg /gün besin miktarını bebek tolere
edebildiği zaman bebek tam enteral beslenmeye başlamış kabul edilir (Dutta et all 2015). Enteral
beslenmede çoğunlukla tercih edilen orogastrik ve nazogastrik tüp ile beslenme yöntemi; 32-34 gestasyon
haftasından küçük, emme/yutma disfonksiyonu olan, oral yolla beslenemeyen, solunum sayısı 60-80/dk
arasındaki Respiratuar Distres Sendromu olan bebeklerde tercih edilmektedir (Rennie & Kendall 2013;
Kültürsay ve ark Türk Neonatoloji Derneği, 2014).
Gastrik tüpün doğru yerleşimini belirlemede en güvenilir yöntem radyografidir (Freeman et
all,2012,Svirskis 2009, McGrath et all 2010). Beslenme yönteminin seçimine ilişkin gerçekleştirilen
çalışmalarda OGS ya da NGS yönteminin beslenmeyi tolere etmeye etkisi, tam beslenmeye geçişe etkisi,
apne, desaturasyon, bradikardi insidansına etkisine ilişkin kanıt olmadığı bildirilmiştir (Watson & McGuire
2013).
Enteral beslenmeden oral beslenmeye geçişte sadece bebeğin gestasyon haftası ve tartısı değil aynı
zamanda beslenmeye hazır olduğunu gösteren ipuçları dikkate alınmalıdır. Bebeğin ellerini ağzına
götürmesi, ağzını açması, arama refleksi, yakalama refleksinin olması, aranması, dilini çıkartması, dokunsal
uyaranla yalanması bebeğin oral beslenmeye hazır olduğunu gösteren belirtilerdir (Kültürsay ve ark Türk
Neonatoloji Derneği 2014; Dutta et al. 2015).
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 10
Sonuç olarak kanıt temelli çalışmalarda bebeğin oral beslenmeye hazır oluş ipuçlarının değerlendirmesi,
erken dönemde beslenme amaçlı olamayan emmenin başlatılması önerilmektedir. Ayrıca, beslenme
yöntemi seçimine ilişkin kanıt temelli randomize kontrollü araştırmalar yapılması hemşirelere yol
gösterecek beslenme rehberi oluşturulmasına önemli katkı sağlayacaktır.
KAYNAKLAR
Breton S, Steinwender S. Timing introduction and transition to oral feeding in preterm infants: Current trends and practice.
Newborn & Infant Nursing Reviews. 8(3), 2008:153- 159.
Dutta S, Singh B, Chessell L, Wilson J, Janes M, McDonald K, Shaid S, Gardner VA, Hjartarson, Purcha M, Watson J, Boer C,
Gaal B, Fusch C. Guidelines for feding very love birth weight infants. Nutrients,7,2015: 423-442.
Kültürsay N, Bilgen H, Türkyılmaz C. Prematüre ve Hasta Term Bebeğin Beslenmesi Rehberi. Türk Neonatoloji Derneği, 2014.
McGrath JM, Medoff-Cooper B, Hardy W, Darcy AM. Oral feding and the high-risk infant. In; Kenner C, McGrath JM (Edts).
Developmental Care of Newborns and Infants. (Second ed),National Association of Neonatal Nurses, USA, 2010: 313-340.
Rennie JM, Kendall GS. A Manuel of Neonatal Intensive Care.(Fifth ed.),Taylor&Francis Group CRC Press, 2013.
Watson J, McGuire W. Transpyloric versus gastric tube feding for preterm infants. Cochrane Collaboration, John Wiley &
Sons Ltd, 2, 2013.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 11
DM HASTALARININ BESLENMESİNDE KANITA DAYALI UYGULAMALAR
Yrd. Doç. Dr. Sebahat ALTUNDAĞ
Pamukkale Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD
Diyabette tıbbi beslenme tedavisi (TBT), tedavinin en önemli bölümünü oluşturmaktadır. TBT diyabet
bakımı ve diyabet öz-yönetim eğitimin ayrılmaz bir parçasıdır. Uygulamada beslenme önerileri çok az veya
kanıt düzeyinde olmayan öneriler diyabetli kişilere verilmektedir. TBT ve yemek listeleri bütün DM’li
bireylere aynı şekilde mi uygulanmalıdır? Her bir birey için faklı beslenme örneklerinin olmasının etkili
olduğu gösterilmiştir. TBT kişinin tercihine (yaş, gelenek, kültür, din, sağlık inançları, ekonomi), bireyin
uygulayabilmesine, istekliliğine, katılımına, yaşam tarzına dikkat edilerek diyetisyen tarafından
düzenlenmelidir. Tedavinin etkili bir bileşeni olarak tip 1 ve tip 2 diyabetli tüm bireylere beslenme tedavisi
önerilir. Özellikle tip 1 diabetes mellituslu (T1DM) insülin tedavisi bireyin TBT ve fiziksel aktivite tarzına
entegre edilmelidir. Diyabetli bireylerde A1c’nin düşürülmesi için TBT eğitimi verilmelidir. Beslenme
eğitimi diyabet beslenmesinde deneyimli, uzman bir diyetisyen tarafından verilmelidir. T1DM’lu çocuk ve
adölesanın beslenmesi, kendi yaşlarındaki diabetli olmayan çocuklar gibidir. Ancak, diabetli bireylerin
TBT’nin karbonhidrat ve yağ bileşimi; bireyin fiziksel özellikleri, BKİ, aktivite düzeyi, laboratuvar bulguları,
yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları, ekonomik durumu, metabolik kontrolü ve uygulanan medikal
tedaviye yönelik hazırlanmalıdır. TBT’de kanıt düzeyindeki çalışmalarda diabetli bireyler için ideal olan
karbonhidrat (KH) tüketim, protein tüketimi, yağların kullanımı, tuz ve tatlandırıcıların kullanımı,
tamamlayıcı beslenme şekilleri, alkol kullanımı ile ilgili veriler yer almaktadır. Karbonhidrat tüketim ile
ilgili olarak KH sayımı, değişim listeleri veya deneyime dayalı hesaplama yolu ile KH alımının izlenmesi,
glisemik kontrolün sağlanması ve besin posa içerikleri ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Enjeksiyon veya
insülin pompası ile hızlı etkili insülin kullanan bireyler öğün ve ara öğünde yapacağı insülin dozunu öğün ve
ara öğünün KH içeriğine göre ayarlamalıdır. Diabetli bireylerin yağ tüketimi de diabetli olmayan
bireylerden farklı değildir. Ancak doymuş yağ alımı, toplam kaloriye etkisi, takip gerektiren kolesterol
düzeyleri, kardiyovasküler olayların önlenmesi ve tedavisi için yağ alımı ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.
Diabetli bireylerin TBT de enerji gereksinimi için protein kullanımı da yer almaktadır. Çalışmalarda kilo
kaybı sağlamak için yüksek proteinli diyetler önerilmemiştir. Ayrıca çalışmalarda genel popülasyonda
olduğu gibi diyabetli bireylere vitamin ve mineral takviyesi önerilmesini gerektiren açık kanıtlar
belirlenmemiştir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 12
NEFROLOJİ HASTALARININ BESLENMESİNDE KANITA DAYALI UYGULAMALAR
Yrd. Doç. Dr. Sibel KÜÇÜK
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD
0-16 yaş grubunda Son Dönem Böbrek Yetersizliği (SDBY) görülme sıklığı yaklaşık olarak %0.003’dür ve
sayının %6’sı 3 yaş altındadır (Potter et al, 1980; Foreman and Chan, 1988). Kronik böbrek yetmezliği ve
diyaliz uygulamaları gerek yetişkin gerek çocuk hastalar için beslenme ve beslenmeye eşlik eden sorunlar
morbidite ve mortalite ile yakından ilişkilidir. Yetersiz gıda alımı, kayıplar, metabolik ve endokrin
bozukluklar, artmış protein katabolizması ve sürece eşlik eden diğer hastalıklar beslenme yetersizliği
nedenleri arasındadır. Yetersiz gıda alımını; üremik toksinlerin neden olduğu bulantı, kusma ve iştahsızlık,
üremik gastroparezi, gastrit, enfeksiyona yatkınlık ve enfeksiyon sıkılığında artış, anemi, sosyo ekonomik
nedenler, ağız, diş sağlığı sorunları ve depresyon tetikleyebilmektedir (Mamoun, 1998).
Nefroloji hastalarının beslenme durumu yetişkin ve çocuklarda; biyokimyasal ölçümler (Serum albümin,
prealbümin veya kolesterol, serum transferrin düzeylerinde düşüklük), vücut kitlesinde azalma (azalmış
vücut veya yağ kitlesi), kas kitlesinde azalma, azalmış protein ve enerji alımı ile birlikte kilo kaybı olmak
üzere 4 temel kriter dikkate alınarak belirlenmektedir (Fouque et al, 2008).
Özellikle diyaliz hastalarının beslenme durumunun önemli göstergelerinden biri serum albümin düzeyidir.
Hipoalbüneminin en önemli iki nedeninin yetersiz beslenme ve diyaliz yeterliliğinin düşüklüğü olduğu ve
hipoalbüneminin mortalite ve morbidite oranlarını arttırdığı bilinmektedir. Özellikle hemodiyaliz
hastalarında serum transferrin, üre, kreatinin, total kolesterol, potasyum, inorganik fosfor, kompleman,
immunglobulin düzeyleri de beslenme durumunun diğer göstergeleri arasındadır (Lowrie and Lew, 1990;
Bergström, 1995; Parfrey et al, 1996).
Çocuk nefroloji hastalarının KBY(Kronik Böbrek Yetmezliği)’de ise küçük çocuklarda 1.2/1.5 g/kg/gün,
büyüklerde 0.8-1.2 g/kg/gün olması ve protein kaynaklarını %20’sinin esansiyel aminoasitlerden ve
ketoasitlerden sağlanması önerilmektedir (Fischbach et al, 2001). Hemodiyaliz ve periton diyalizi tedavisi
gören çocukların günlük protein alım miktarları değişiklik göstermektedir. Periton diyalizi tedavi gören
çocuklarda diyalizatla kayıpların yerine konabilmesi için 2 gr/kg/gün kadar protein alımı çıkarılabilmektedir
(Kohaut, 1997; Quan and Baum, 1996). Yaşa göre protein ayarlaması yapılması büyüme ve gelişmeyi
desteklemektedir. Bu amaçla 0-3 yaş arasında 2.5-3 g/kg/gün, 3 yaştan ergenliğe kadar 2-2.5 g/kg/gün,
ergenlik döneminde ise 1.5 gr g/kg/gün olarak protein alımı programlanabilir. Serum albümin düzeyinin
3.5 g/Dl’nin altında olmasının ölüm riskini arttırdığı bilinmektedir (Lowrie et al, 1995; Gökçe ve Alpay,
2009). Bu nedenle diyet ayarlanırken albümin seviyesi dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. Esansiyel
amino asitlerin (EAA) düşük protein diyetine destek olarak kullanılmasının büyümeyi olumlu şekilde
etkileyebileceği unutulmamalıdır (Elmas ve ark, 2012; Bilgiç ve ark, 2012).
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 13
Özellikle çocuklar için diyette en önemli zorluklardan biri fosfor kısıtlamasıdır. Renal osteodistrofinin
önlenebilmesi için fosfor, kalsiyum ve paratroid hormon (PTH) kontrolü önem taşımaktadır. 10 kilogramın
altındaki bebeklerde günlük fosfor alımının 400 mg’ın, 10-20 kilogram arası çocuklarda 800 mg’ın, 20-40
kilogram arasında çocuklarda 1000mg’ın altında olması önerilmektedir (Rees and Shaw, 2007).
Çocuklarda görülen anemi nedenlerin biri diyettir. Demir alımının ayarlanması ve demir emilimini azaltan
çay, kahve, kakao gibi gıdaların alımı kısıtlanması anemi gelişmesinin önüne geçilebilir. Ayrıca aneminin
önemli nedenlerinden olan iştahsızlığın ortadan kaldırılması gerekmektedir. Kan hemoglobin düzeyinin 711 mg/Dl, hematokrit düzeyinin ise maksimum 33 mg/Dl arasında (Wazny et al, 2002), transferrin
düzeyinin %20’nin, serum ferritin düzeyinin ise 100 ng/ml’nin üzerinde olması önerilmektedir (National
Kidney Foundation, 2001). Son dönem böbrek yetmezliği sebebi osbturüktif üropati yada kistik hastalık
olan çocuklarda sodyum kısıtlaması önem taşımaktadır (Warady et al, 1997). Sodyum kaybını artırdığı için
bu durumlarda kaybın yerine konmasının kronik sodyum kaybıyla ortaya çıkabilecek büyüme geriliğinin
azaltabileceği bildirilmektedir. Sodyumla birlikte su kaybının da olması kronik dehidratasyona
dönüştüğünde yine büyüme ve gelişmeyi olumsuz etkilemektedir (Sedman et al, 1996). Ancak tüm
beslenme tedbirleri alınsa dahi yaşamın ne kadar erken evresinde görülürse, son dönem böbrek yetmezliği
görülmesinin büyüme gelişmeyi daha olumsuz etkilediği bilinmektedir (Rotundo et al, 1982).
Özellikle yenidoğan döneminde görülen KBY vakalarında büyüme ve gelişmenin sık değerlendirilmesi
gerekmektedir. Ciddi büyüme gelişme geriliğine neden olmamak için yeterli kalori alımı sağlanmalıdır.
Anne sütü ve düşük fosforlu formüla mamalar ile beslenme sürdürülmeli, günlük kalori alımı term
bebeklerde 150 kalori/kg, preterm bebeklerde 180 kalori/gün olarak ayarlanmalıdır. Daha büyük
çocuklarda kalori alımının ergen erkeklerde kalori 44-55 kalori/kg/gün, ergen kızlarda ise 40-50
kalori/kg/gün olacak şekilde düzenlenmesi önerilmektedir. Van Ayck ve arkadaşlarının (1999) yaptıkları bir
çalışmada sadece diyet, kalsiyum, Vit D, sodyum bikarbonat ve sodyum klorür replasmanını içeren
konservatif tedavi ile yeterli büyüme ve gelişmenin yeterli şekilde sağlanabildiği belirlenmiştir (Van Dyck et
al, 1999). Bu gerçekliğe karşın yetersiz beslenme durumunda NG veya gastrostomi gibi yoğun beslenme
yöntemleri kullanılmalıdır. Beslenmenin gün içinde aralıklı ve gece de sürekli intragastrik infüzyon ile
sağlanması da kullanılan yöntemlerdendir. Son yıllarda NG tüp yerine gastrostomi kullanımında belirgin bir
artış söz konusudur (Coulthard and Crosier, 2002; Coleman et al, 1998). Diyet ve ilaç tedavilerinin
ayarlanabilmesi için nefroloji hastası çocukların BUN, kreatinin, elektrolit, lipit, kalsiyum, fosfor, ALP,
hemoglobin ve hematokrit ve idrar incelemeleri aylık, demir, folik asit, B12 ve ferritin düzeylerine 3 aylık,
PTH düzeyine de 6 aylık aralıkla bakılmalı ve gereken şekilde gıda ve ilaç takviyeleri yapılmalıdır (
Karabudak ve Yıldırım, 2011).
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 14
Diyet tüm nefroloji hastalarının uyması gereken bir zorunluluk olmasına karşın tat duyusu bozuklukları,
ağızdaki aseton kokusu, diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, gastrointestinal hastalıklar gibi komorbid
hastalıklar, yanlış algılama, unutkanlık, bıkkınlık veya hasta yakınlarının yetersiz destekleri gibi sebeplerle
çocuklar diyetlerine tam olarak uyamayabilmektedir (National Kidney Foundation, 2001; Bailey and
Franch, 2010). Diyet düzenlemelerinde hasta çocuk ve ailesinin sağlık ekibi ile işbirliği son derece önem
taşımaktadır. Yaş, cinsiyet ve protein katabolizma hızına uygun olarak düzenlenen ve uygulanan bir diyetin
nefroloji hastası çocukların büyüme ve gelişmelerini etkileyerek yaşam kalitesini arttırdığı gözönünde
bulundurulmalıdır.
KAYNAKÇA
Bailey JL, Franch HA. Nutritional considerations in kidney disease: Core Curriculum. Am J Kidney Dis 2010; 55(6): 1146-61.
Bergström J. Nutrition and mortality in hemodialysis. J Am Soc Nephrol 1995; 6: 1329-41.
Bilgiç A. Akçayı A, Sezer S. Akut Böbrek Hasarında Beslenme Desteği. Turk Neph Dial Transpl 2013; 22 (1): 7-15.
Coleman JE, Watson AR, Rance CH et all: Gastrostomy buttons for nutritional support on chronic dialysis. Nephrol Dial
Transplant 1998; 13:2041-46.
Coulthard MG, Crosier J: Outcome of reaching end stage renal failure in children under 2 years of age. Arch Dis Child
2002;87:511-7.
Elmas A, Saral EE, Tuğrul A ve ark. Hemodializ hastalarında beslenme bilgi düzeyi ile klinik ve laboratuar bulguları arasındaki
ilişki. Kocaeli Tıp Dergisi 2012;3:23-6.
Fischbach M, Terzic J, Menouer S et al. Hemodialysis in children: Principles and Practice. Seminars in Nephrology 2001; 21:
470-9.
Foreman JW, Chan JCM: Chronic renal failure in infants and children. J Pediatr 1988; 113:793-800.
Fouque D, Kalantar-Zadeh K, Kopple J et al. A proposed nomenclature and diagnostic criteria for protein-energy wasting in
acute and chronic kidney disease. Kidney Int 2008; 73(4): 391-8.
Gökçe İ, Alpay H. Yenidoğan ve erken süt çocukluğu döneminde kronik böbrek yetersizliği. Türk Nefroloji Diyaliz ve
Transplantasyon Dergisi 2009; 18 (1): 48-54).
Karabudak SS, Yıldırım B. Kronik böbrek yetmezliği olan çocuk hastanın hemşirelik bakımında eleştirel düşünme. Electronic
Journal of Vocational Colleges 2011; 95-105.
Kohaut EC. Nutrition in the pediatric ESRD patient on peritoneal dialysis. Perit Dial Int 1997; 17:67-8.
Lowrie EG, Lew NL. Death risk in hemodialysis patients: The predictive value of commonly measured variables and
evaluation of death rate differences between facilities. Am J Kidney Dis 1990; 15: 458-82.
Lowrie E, HuangW, Lew N. Death risk predictors among peritoneal dialysis and hemodialysis patients: A preliminary
comparison. Am J Kidney Dis 1995; 26: 220-8.
Mamoun AH. Anorexia in patients with chronic renal failure progress towards understanding the molecular basis. Nephrol
Dial Transplant 1998; 13: 2460.
National Kidney Foundation. K/DOQI Clinical Practice Guidelines for Nutrition in Chronic Renal Failure. Am J Kidney Dis
2001; 37(1 suppl 2): 66-70.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 15
National Kidney Foundation K/DOQI. Clinical practice guidelines for anemia of chronic kidney disease: update 2000. Am J
Kidney Dis 2001: 37 (Suppl 1):182–23.
Parfrey PS, Foley RN, Harnett JD et al. Outcome and risk factors of ischemic heart disease in chronic uremia. Kidney Int
1996; 49: 1428-34.
Potter DE, Holliday MA, Piel CF. Treatment of end stage renal disease in children: 15-year experience. Kidney Int 1980; 18:
103-9.
Rees L, Shaw V. Nutrition in children with CRF and on dialysis. Pediatr Nephrol 2007; 22:1689-702.
Rotundo A, Nevins TE, Lipton M et al. Progressive encephalopathy in children with chronic renal insufficiency in infancy.
Kidney Int 1982; 21:486-91.
Sedman AS, Parekh RS, DeVee JL et al. Cost-effective management of children with polyuric renal failure. J Am Soc Nephrol
1996; 7:1398.
Quan A, Baum M. Protein losses in children on continuous cycler peritoneal dialysis. Pediatr Nephrol 1996; 10:728-31.
Van Dyck M, Bilem N, Proesmans W. Conservative treatment for chronic renal failure from birth: a 3 year follow-up study.
Pediatr Nephrol 1999; 13: 865-9.
Wazny LD, Stojimirovic BB, Heidenheim P, Blake PG. Factors influencing erythopoietin compliance in peritoneal dialysis
patients. Am J Kidney Dis 2002; 40:623-8.
Warady BA, He´bert D, Sullivan EK et al. Renal transplantation, chronic dialysis, and chronic renal insufficiency in children
and adolescents. The 1995 Annual Report of the North American Pediatric Renal Transplant Cooperative Study. Pediatr
Nephrol 1997; 11:49-64.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 16
ONKOLOJİ HASTALARININ BESLENMESİNDE KANITA DAYALI UYGULAMALAR
Doç. Dr. Emine ERDEM
Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Haslıkları Hemşireliği AD
Pediatrik kanserlerin tedavisindeki başarıların ve sağkalım oranlarının artması ile destek tedavilerinde ve
tedavi ilişkili morbiditenin azaltılmasında beslenmenin rolü giderek artmaktadır. Pediatrik Onkoloji’de
beslenme müdahalesinin amacı; normal gelişimi sağlamak, vücut depolarını olabildiğince ideale yakın
tutmak, fonksiyonel durumu en iyi durumda tutmaktır. Ama beslenme müdahelesinin kriterleri,
zamanlaması ve süresine ilişkin bir fikir birliği yok. Amerikan Pediatri Akademi’sine göre beslenme
desteğine başlanması için kriterler:
- Hastalık öncesi döneme göre (6 ay) %5’in üzerinde ağırlık kaybı
- Boya göre ağırlık oranının % 90’ın altında olması veya boya göre ağırlığın 10 persentilin altında olması
- Serum albümin düzeyinin 3.2 g/dl’nin altında olması
- Kol yağ ölçümlerinin ve subskapular cilt kalınlığının yaş ve cinsiyete göre 10 persentilin altında olması
- Ölçülen boy ve ağırlık persentillerinin, önceki değere göre 2 persentil düşmüş olması.
Kemoterapi alan çocukların beslenmelerine ilişkin sorunlar; yemek yeme sorunları (ilaçlara bağlı tat
değişiklikleri, öğrenilmiş bazı alışkanlıklar, bulantı-kusma, ağrılı yutma, oral mukozit ve iştah kaybı sonucu
oluşur) ve besin tercihinde değişikliklerdir. Kanserli çocuklarda beslenme desteği, yeterli protein ve enerji
sağlamak için, çocukların klinik durumları ve yaşları dikkate alınarak verilebilir. Malnütrisyon nedenli bazı
vitamin ve minerallerde eksiklik görülebilir. Beslenme desteği;
- oral beslenme desteği
- enteral beslenme (EN) desteği
- parenteral beslenme (PN) desteği şeklinde verilir.
Oral beslenme desteğinde; hasta beslenme açısından değerlendirildikten sonra; diyeti enerji, makro
(CHO, protein, yağ) ve mikro (vitamin, mineral) besin öğeleri ve posa alımı açısından düzenlenmelidir.
Hastanın durumu (nötropeni, iştahsızlık, bulantı-kusma, oral mukozit, tat değişiklikleri…) göz önüne
alınarak diyette bazı değişiklikler yapılması gerekebilir.
Enteral beslenme desteği; GİS sağlam olan hastalarda, aynı zamanda intestinal mukozanın bütünlüğünü
de koruduğu için tercih edilir. Beslenme desteği 3 aydan uzun sürmeyecekse nazogastrik (NG) tüp ile, daha
uzun sürecekse gastrostomi açılarak EN yapılabilir. Kullanılan silikon beslenme sondalarına bağlı bulantı,
kusma, mide boşalmasında gecikme, diyare ve tüpün yer değiştirmesi gibi sorunlar görülebilir. Çocuğun
durumuna ve ihtiyacına EN göre ayarlanır. Oral alımı yetersizse gece devamlı infüzyon ile; oral alımı yoksa
devamlı infüzyon veya aralıklı bolus tarzında EN verilebilir. Ürün seçimi hastaya göre ayarlanır. Sindirim
ve emilim fonksiyonları normal olan hastalarda tam protein, CHO ve uzun zincirli yağ asidi içeren polimerik
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 17
formülalar; konstipasyon geliştiğinde lif içeren ürünler kullanılır. Bu ürünler gerekli miktarda elektrolit,
vitamin ve eser element bulundururlar.
Parenteral beslenme desteği; GİS çalışmadığında veya oral beslenme yada EN ile yeterli şekilde
beslenemeyen hastalarda (şiddetli ağrı, ishal ve kusma yakınmaları varsa) kullanılmalıdır. Eğer kısa süreli
PN düşünülüyorsa (7-10 gün) periferik venöz yol, uzun süreli düşünülüyorsa (10 günden uzun) santral
venöz yol kullanılır. Günlük sıvı ihtiyacı; hastanın hidrasyonuna, klinik durumuna, idrar dansitesine ve
aldığı-çıkardığı sıvı izlemine göre değişir. Volüm yüklenmesi, hiperglisemi, venöz tromboz ve enfeksiyon
gibi komplikasyonlar daha sık görülür, bu nedenle yakın izlem gereklidir.
Kanserli çocuklarda malnütrisyon, tanı anında saptanmasa bile hastalığın seyrinde, kemoterapinin de
etkisiyle çoğu hastada gelişmektedir. Bu hastaların antropometrik ölçümler ve biyokimyasal testlerle yakın
takip edilerek erken dönemde malnütrisyonlarının tanımlanması ve gerekiyorsa beslenme desteği
yapılması, hem hastalığının seyri hem de çocuğun yaşam kalitesi açısından önemlidir.
Bu hastaların beslenmelerinin takibi ve sorunların erken teşhisinde çok disiplinli bir ekip çalışması
gereklidir. Ekibin bir parçası olarak ailelerin eğitimi zorunludur. Tedavinin potansiyel yan etkileri,
karşılaşılabilecek beslenme sorunları, beslenmenin önemi, mevcut besin takviye çeşitleri ve gıda güvenliği
konularına ilişkin ailelere eğitim verilmelidir.
Beslenme desteği ve izlemi, aile üyeleri veya sağlık çalışanları tarafından yapılır.
Çoğu pediatrik
hematoloji/onkoloji merkezi kendi hasta ve ailelerini bilgilendirmek için kaynak ve broşürler hazırlamış
olsa da, bu çalışmaların ilgili merkezler tarafından bir konsensüs oluşturulduktan sonra ulusal çapta
yapılması çok daha faydalı ve etkili olabilir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 18
PEDİATRİDE SIK GÖRÜLEN SEMPTOMLARA YAKLAŞIMLAR - ATEŞ
Uzm. Hem. Hülya Yavuz
T.C. Sağlık Bakanlığı, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Yoğun Bakım Ünitesi
Latince febris (Febris; mitolojide, insanları malariaya karşı koruyan tanrıça) sözcüğünden köken alan, vücut
ısısında normalin üzerine çıkış olarak tanımlanabilecek sık rastlanan bir belirtidir. Sağlıklı bireylerde çevre
ısısındaki değişikliklere rağmen vücut ısısı 36.5-37°C arasındadır. Bu kontrolde hipotalamustaki
termoregülasyon merkezi etkin rol oynar. Vücut sıcaklığı sirkadiyan ritm göstermekte olup, sabah
saatlerinde en düşük, akşam 16.00–18.00 arasında ise en yüksek değerlere ulaşacak biçimde gün içinde
0.6°C oynama göstermektedir (1-3).
Ateşin oluş mekanizması, tam olarak bilinmemekle birlikte endojen veya ekzojen pirojenlere karşı vücudun
savunma mekanizması olduğu öne sürülmüştür. Bu savunmada ilk olarak makrofaj ve dentritik hücreler,
mikroorganizmalar veya onların ürünleri ile temas eder ve çeşitli sitokinler (tümör nekrozis faktör α ve β
interlökin-1 ve 6, interferon α ve β) salgılar. Bu mediyatörler hipotalamustaki reseptörlere bağlanıp
fosfolipaz-A’yı aktive eder, bu da araşidonik asidi substrat olarak kullanıp PGE2 sentezlenmesine neden
olur. Prostaglandin E2 kolaylıkla kan beyin bariyerini geçip nöronları lokal olarak aktive ederek ateş yanıtı
oluş- masına neden olur(1-4)
Ateş, halen pediatristlere en sık başvuru nedenidir. Günümüzde, tıp alanındaki tüm gelişmelere rağmen
ateşli çocuklarda yalnızca % 13–20 ateş odağı saptanmaktadır. Büyük bir kısmının ise nedeni bilinmemekle
birlikte (nedeni bilinmeyen ateş) enfeksiyondan malignansiye kadar çok geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır
(5).
Ateşin nedenleri
İnfenksiyonlar (bakteri, virüs, mantar. protozon infeksiyonları), kollagen doku hastalıkları (SLE: sistemik
lupus eritematozis, PAN: poliarteritis nodosa, dermatomyozit, romatizmal ateş, juvenil romatoid artrit
(still hastalığı), malign hastalıklar (lenfoma, lösemi, solid tümörler), metabolik hastalıklar (hipertiroidizm),
kardiyovasküler sistem hastalıkları (miyokard infarktüsü, tromboemboli), gastrointestinal sistem
hastalıkları (inflamatuvar barsak hastalıkları) gibi birçok etmenler ateşe neden olabilmektedir (6-7).
Ateşin İyileşme Sürecine Etkisi
Hipokrat’ın, “Bana ateşi üretmek için güç verirseniz, bütün hastalıkları tedavi edebilirim” sözü, ateşin
iyileşme sürecine etkili olduğu düşüncesinin çok eski yıllardan beri bilindiğini göstermektedir (8). Ateş,
çocukların genel durumunu kötüleştirdiğinden aile bireylerini tedirgin etse de immün sistemin bazı
komponentlerine yararlı etkisi vardır ve özellikle viral enfeksiyonlarda vücudun korunmasına ve
iyileşmesine yardımcı olmaktadır.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 19
vücut sıcaklığının yükselmesi invazyon yapan bakterilerin makrofajlarca öldürülmesini kolaylaştırır.
Nötrofillerde antibakteriyel madde üretimini arttırır. İnterferonun antiviral ve antitümör aktivitesi, T-hücre
proliferasyonu ve serum ferritini artar ve serbest demir azalmış olur; bu da yüksek ısıda demir ihtiyacı
artmış olan patojen bakterilerin üremesini azaltır. Ateş sırasında gelişen iştahsızlık nedeniyle
mikroorganizmanın glikoz gereksinimi azalır. Kana serbest glukoz geçişinin azalması bakteri üremesini
olumsuz etkiler. Ayrıca ateşli dönemde karaciğerde akut faz reaktanlarının yapımı artar. Bu proteinlerden
bazıları çoğu mikroorganizma için gerekli olan iki değerli katyonu bağlar. Sonuçta organizma,
mikroorganizmalara karşı üstünlük sağlamış olur (6,9,10). Bununla birlikte yüksek ateş oksijen (%13), kalori
ve sıvı gereksinimi (%10) arttığından kalp ve beyin kanlanmasında sorun olan hastalarda genel durum
ağırlaşır. Kas yıkımı artar ve vücut ağırlığı azalır. Zihin yeteneklerinin geçici olarak azalması, bilinç
değişikliklerine (baygınlık, sayıklama) neden olabilir ve konvülsiyonu tetikleyebilir. Vücut sıcaklığı 42 0C’nin
üzerinde olduğu zaman nörolojik sekele neden olabilir (6).
Ateş Ölçümü
Çocuklarda ateş; rektal, oral, aksillar, timpanik, temporal arterden, temaslı/ temmasız kızılötesi yolla
(alından/ ciltten) ölçülebilmektedir (11-12).
Rektal yolla sıcaklık ölçümü; diğer yöntemlerle kıyaslandığında, ateşin belirlenmesi konusunda, iç sıcaklığa
en yakın değere ulaşılabileceğinden ve dış ortam koşullarından daha az etkilendiğinden klinik olarak altın
standartları taşımaktadır (13-14). En büyük avantajı ortam sıcaklığı değişimlerine karşı duyarlılığı azdır.
Ancak bu yöntem, pretermlerde ve yenidoğanlarda rektal perforasyon riski taşıması nedeniyle, yakın
zamanda rektal bölgeden ameliyat geçirmiş olanlarda, anorektal lezyonu olan, diyaresi olan, kemoterapi
alan ve trombostopenik çocuklarda tercih edilmemektedir (12).
Aksillar yolla sıcaklık ölçümü, kullanımı kolaydır ancak aksilla bölgesinin büyük arterlere yakın olmaması ve
ortam koşullarından etkilenmesi nedeniyle sonuçları tutarsız olabilmektedir Yenidoğanlar ve 1 yaşın
altındaki çocuklarda tutarsız ve duyarlılığı düşük sonuçlar verebilir. Bununla birlikte kullanımının kolay ve
güvenilir olması nedeniyle rektal yolla vücut sıcaklığı ölçümüne alternatif olarak gösterilmektedir (14).
Oral yolla sıcaklık ölçümü, iç sıcaklıktaki hızlı değişimleri gösterebilmektedir ancak rektal yolla sıcaklık
ölçümüne kıyasla doğruluğu daha düşüktür. İletişim kurulamayan, oral yolla oksijen tedavisi gören, ağız
içerisinde mukozit, travmatize bölge veya cerrahi bir girişim gerektiren ve 5 yaşın altındaki çocuklarda
önerilmemektedir (12).
Kulaktan ateş ölçümü, ateşin hipotalamusa yakın bir alandan ölçümünü sağladığı için ateş ölçümünde
daha doğru sonuçlar verebilmektedir. Ancak timpanik ölçümde propların yenidoğana uygun olmaması
nedeniyle sonuçların etkilenebileceği de bildirilmektedir. Rektal ve timpanik ölçümün 300 term bebek
üzerinde gerçekleştirildiği bir çalışmada, iki yöntem arasında pozitif yönde bir uyum saptanmıştır (15).
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 20
Alında/ciltten ateş ölçümü, karotis arterden yüksek düzeyde kan akımının gerçekleştirildiği yüzeyel
temporal arter aracılığıyla yapılır. Bebeği/ çocuğu rahatsız etmeden, hızlı ve kolay kullanımı olan bir
yöntemdir. Ancak doğruluğu ve tutarlılığına ilişkin çalışmalar sınırlıdır (14). Teller ve arkadaşlarının
yaptıkları bir çalışmada (2013); alın, timpanik ve rektal termometreler karşılaştırılmış, alından ve kulaktan
ölçer termometrelerin, rektal bölgeden ölçüm yapan termometreye kıyasla daha düşük ölçüm yaptığını
saptamışlardır (16).
Genel olarak aksiller ölçüme göre alınan sıcaklık tanılamasında; normal vücut sıcaklığı (36.5-37.2°C),
subfebril ateş (37.2-38.4°C), hafif ateş (38-38.5°c), orta ateş (38.5-39°c), yüksek ateş (39-40°c), hiperpireksi
(40,5°C ve üzeri) olarak değerlendirilmektedir (17).
Ateş tipleri
• Sürekli ateş (Febris continua): Sabah ve akşam farkı 1°C’tan daha az olan ateş şeklidir. Günlerce,
haftalarca sürebilir. Tifo, paratifo, bruselloz, infektif endokardit, tularemi, psittakoz, Kawasaki hastalığında
görülebilmektedir.
• Oynak ateş (Febris remittens): Sabah ve akşam farkı 1°C’tan fazla olup, gün içerisinde 37°C’nin altına
inmeyen ateş şeklidir. Tüberküloz, kızamık, tifo, bruselloz, falsiparum sıtması, lejyoner hastalığı,
mikoplazma pnömonisi ve grip gibi enfeksiyon hastalıklarında görülebilmektedir.
• Aralıklı ateş (Febris intermittens): Sabah ve akşam farkı 1°C’den fazla olup, gün içerisinde 37°C’nin da
altına inebilen ateş şeklidir. Sıtma, Kala-azar, bruselloz, romatizmal ateş, infektif endokardit, sepsis,
pyojenik apseler gibi hastalık hallerinde görülebilmektedir. Diürnal ritm çok abartılı bir şekilde olursa
hektik (septik) ateş olarak adlandırılır. Günde iki zirve yapan aralıklı ateş ise Kala-azar, erişkinin Still
hastalığı, miliyer tüberküloz, mikst sıtma enfeksiyonlarında görülebilir.
• Dönek ateş (Febris recurrens): Birdenbire yükselip birkaç gün süren, birdenbire düşerek ateşsiz
dönemlerin ardından birkaç günlük ateşli dönemlerin görüldüğü ateş şeklidir. Sıtma, dönek humma, Kalaazar, bruselloz da görülebilmektedir.
• Dalgalı ateş (Febris undulans): Ateş yavaş yavaş yükselerek 5-7 günde zirveyi bulduktan sonra birkaç gün
yüksek olarak devam edip yavaş yavaş azalarak normale dönen, izleyerek yeniden yükselerek
dalgalanmalar gösteren ateş şeklidir. Tipik örnekleri bruselloz ve Hodgkin hastalığında görülen Pel-Ebstein
tipi ateştir.
• Subfebril ateş: 37-37.7°C arasında seyreden ateş şeklidir. Tüberküloz ve bazı neoplastik hastalıkların
seyrinde görülebilir (18).
Ateş Fobisi
Birçok hastalığın önemli semptomlarından biri olan ateş, özellikle çocuklarda, acil polikliniğe veya
hekimlere gitmeyi gerektiren en sık şikâyettir (19). Aynı zamanda ateş, iyileşmeyi kolaylaştıran ve
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 21
hızlandıran, hastalıklara karşı gelişen normal bir fizyolojik yanıttır. Ancak ailelerde çocuklarının durumu ile
ilgili birtakım kaygılara (ateş fobisine) neden olmaktadır (20).
Ateş fobisi ise İlk kez Dr. Schmith tarafından dile getirilen ailelerin ateşe, ateş yönetimine ve beraberinde
getirdiği hastalıklara yönelik yanlış/ hatalı bilgilerle ilişkili korkularını/ kaygılarını tanımlamak için kullanılan
bir terimdir (21-22). Chiappini ve arkadaşlarının (2012) yaptıkları bir çalışmada toplam 388 aile ve 480
çocuk doktoruyla ateş ve yönetimi ile ilgili görüşülmüştür. Görüşülen bütün aileler, ateşin en az bir
olumsuz etkisinin olduğunu ve %89.9’u ateşin tedavi edilmediği durumlarda beyin hasarı veya nöbetlere
neden olabileceğini belirtmişlerdir. Pediatristlerin %78.5’inin ve ailelerin %77.8’inin ateşi düşürmek için
tıbbi tedavi yöntemlerini tercih ettikleri gözlemlenmiştir (21).
Annelerin ateş konusunda endişelerine neden olan beş etmen şunlardır (23).
1. Daha önceden ateşin ne olduğu ve tedavisi ile ilgili yeterli bilgilendirme yapılmamış olmaması
2. Ateşin 39 o C'nin üzerinde oluşu,
3. Annenin eğitim düzeyinin düşük olması,
4. Tek çocuk olması,
5. Annenin oturduğu yer.
Ateşli çocuğun doktora götürülmesi ile ilgili olarak da iki etmen belirlenmiştir (23).
1. Annenin endişesi,
2. Ateşin tanımı ve tedavisi konusunda daha önce bilgilendirme yapılmamış olması.
Ateş tedavisi
Ateşli çocuğun tedavisinde önemli olan, ateş kadar ateşe yol açan enfeksiyonun ciddiyetinin
belirlenmesidir. Ciddi bir hastalığın olup olmadığının belirlenmesinde en önemli parametre çocuğun genel
durumudur. Genel durumu kötü olan çocuk hasta görünümlü, soluk, halsiz ve huzursuzdur, sık nefes alır,
kalbi hızlı çarpar, parmak uçlarında ve dudaklarında morarma veya ciltte mor döküntüler olabilir, baygın
ve uykuya eğilimli veya huzursuzdur. Bu durum, zehirlenme, kanama, travma ve ağır susuzluk gibi hemen
belirlenebilen bir nedenle açıklanamamışsa, ağır bakteri enfeksiyonu veya buna bağlı flok tablosu olarak
kabul edilmelidir. Küçük bebek ve yenidoğanlar annesini emmiyor veya emerken çok çabuk yoruluyorsa;
huzursuz, aşırı ağlıyor veya uykuya eğilimli ise; soluk ve/veya el ayakları soğuk, morarması var ise ağır
enfeksiyon ve/veya flok tablosu düşünülür (24).
Ateş düşürülmeli mi?
Ateşi düşürülmeyen çocuklarda hastalığın daha çabuk iyileştiği klinik araştırmalarla gösterilmiştir.
Uzmanların çoğu ateşin enfeksiyonla mücadelede yararlı olduğu ve sadece hastaya verdiği huzursuzluk ve
fiziksel rahatsızlık nedeniyle, rektal 39°C üzerine çıktığı taktirde düşürülmesi gerektiği konusunda görüş
birliğindedir. Titreme, halsizlik, güçsüzlük, baş ağrısı, cilt kuruluğu, susama, iştahsızlık, kalp hızında ve
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 22
solunum sayısında artış, yaygın ağrılar gibi ateşe eşlik eden belirtiler çocukta fiziksel rahatsızlığa neden
olur. Ateş düşürücüler çocukta ateşin neden olduğu bu belirtileri azaltır. Bir klinik çalışmada ateşli
parasetamol ile düşürülen çocukların aktivitelerinin, keyiflerinin, iştahlarının, sıvı alımlarının ve dikkat
durumlarının düşürülmeyenlere göre daha iyi olduğu saptanmıştır. Bir başka çalışmada, diğer bir ateş
düşürücü olan ibuprofenin ateşli çocukların mutluluk derecelerini (gülen yüz hali) artırdığı saptanmıştır
(24-27).
Ateş hangi durumlarda düşürülmelidir?
 39°C üzerinde ise
 Huzursuzluk, halsizlik, baş ağrısı gibi diğer fiziksel rahatsızlıklar eşlik ediyorsa
 Ağır kalp ve akciğer hastalığı varsa
 Ateşe bağlı tekrarlayan havale nöbetleri varsa (24).
Ateş nasıl düşürülmeli?
Vücuttan ısı kaybına izin vermek için ateşli çocuğun giysileri çok sıkı olmamalı, tamamen de
çıkarılmamalıdır, hafif bir giysi giydirilmelidir. Odanın iyi havalanması sağlanmalı, oda sıcaklığı 25°C
civarında tutulmalıdır. Ateşli çocuğun metabolizma hızı arttığı için, sıvı kaybı artmaktadır. Susuzluk
(dehidratasyon) da ateş artacağı için çocuklara alabildikleri kadar su, meyve suyu gibi sıvılar verilmelidir.
Bulaşıcı hastalık olma oranı çok yüksek olduğu için ateşli çocuk veya bebek 24 saat boyunca ateşsiz kalana
kadar başkaları ile teması önlenmelidir (24-27).
Antipiretikler:
Çocuklarda ateşi düşürmek için kullan›lan ilaçlar kısıtlı sayıdadır.
Bu güne kadar çocuklarda ateşi
düşürmek için aspirin, parasetamol ve ibuprofen kullanılmıştır.. Ağrı kesici etkileri de olan bu ilaçlar,
beyindeki termostatın ayarını yükselten prostaglandin (PGE2) yapımını azaltmak suretiyle ateşi 1-2°C
düşürürler. Ancak ateş düşürücü ilaçlarla vücut sıcaklığı normale dönmez, sadece 1-2°Cazalır. Ateş
düşürücü ilaç vermede amaç çocuğu fiziksel olarak rahatlatmak, ağrılarını azaltmaktır. Parasetamol ile
ibuprofenin ateş düşürücü etkisi birbirine eştir Ateş düşürmede parasetamol 1. seçenek, ibuprofen 2.
seçenektir Aspirin çocuklarda ateş düşürmek için kullanılmamalıdır. Birden fazla ateş düşürücü ardışık
olarak kullanılmamalıdır (24-25).
Soğuk su ile duş, alkol veya sirke uygulaması, vantilatör ile soğutma gibi yöntemler halk arasında sık
kullanılmaktadır. Bu metotlar ateşi düşürmede tek başına etkili değildir, ateş düşürücülere üstünlükleri
yoktur, bu nedenle rutin olarak uygulanmamalıdır. Soğuk su ile yıkanan veya cildi ıslatılan çocuklara ateş
düşürücü ilaç verilmezse, vücut ısısı kısa bir süre için hafifçe düşer, ancak ateşe neden olan enfeksiyon
sırasında termostatın ayarı yükseltilmiş olduğu için, titreme başlar ve termostatın ayar derecesine
ulaşılana kadar tekrar yükselir. Parasetamol kullanımına ilaveten suyla yıkama, ateşin düşürülmesinde
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 23
parasetamolün tek başına kullanılmasından daha etkili değildir. Cilt ıslatma, suyla yıkama veya su içinde
bekletme gibi yöntemler, sıcak çarpması, yüksek ateşe bağlı bilinç bulanıklığı, yüksek ateşle birlikte havale
nöbeti geçirme, 41°C üzerinde ateş gibi acil durumlarda ateş düşürücü ilaçların etkisi çıkana kadar vücut
sıcaklığını hızlı düşürmek amacı ile kullanılmaktadır. Ilık su ile (soğuk olmamalı) cildin ıslatılması ve ıslak
tutulması, ılık su duşu veya ılık su (29-32°C) içinde 15 dakika bekletme yöntemlerinden daha hızlı ateş
düşmesine neden olmaktadır. Bu amaçla içinde 5 cm su düzeyi olan geniş bir kabın içine oturtulan
çocuğun cildi bu su ile sürekli ıslatılır, bu suretle hızlı bir şekilde ısı kaybı sağlanmış olur. Bu süre içinde
titreme başlarsa suyun sıcaklığı arttırılır veya ateş düşürücü ilacın etkisi çıkana dek beklenir. Ateşin 38.3°C
altına düşmesi beklenmemelidir. Soğutma amacıyla alkol asla kullanılmamalıdır, çünkü fazla miktarda
solunursa komaya neden olabilmektedir (24-27).
KAYNAKÇA
1.Keith RP. Fever without a focus. In: Kliegman RM, Behrman RE, Jenson HB, Stanton BF (eds) Nelson Textbook of Pediatrics.
18th Edition Philadelphia: Saunders-Elsevier, 2007;1087-1093.
2.Brook I. Unexplained fever in young children: how to manage severe bacterial infection. BMJ 2003; 327: 1094 –1097.
3.Calello PD, Shah SS. The child with fever of unknown origin. Pediatr Case Rev 2002; 2: 226 – 239.
4.Toprak D, Bakır M. Ateş: Patogenez ve tedavi. Klinik Çocuk Forumu 2006; 6; 1: 22 – 28.
5. Miller ML, Szer I, Yogev R, Bernstein B. Fever of unknown origin. Pediatr Clin North Am 1995; 42: 999 – 1015.
6. Altınkalem Dalkıran Y. Annelerin Ateş ve Ateşli Havale İle İlgili Bilgi Düzeyleri. Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi, T.C. Sağlık
Bakanlığı Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi. İstanbul. 2007
7. Patricia C. Evidence-Based Management of Childhood Fever: What Pediatric Nurses Need to Know. Journal of pediatric
nursing. 2014; 29(4): 372-375.
8. Bierman W. The history of fever therapy in the treatment of disease.Bulletin of the New York Academy of Medicine.
1942; 18(1): 65.
9. Roberts NJ. Impact of temperature elevation on immunologic defenses. Review of Infectious Diseases. 1991; 13(3): 462472.
10. Sullivan JE, Farrar HC. Fever and antipyretic use in children. Pediatrics. 2011; 127(3): 580-587.
11. Betz MG, Grunfeld AF. ‘Fever phobia’in the emergency department: a survey of children's caregivers. European Journal
of Emergency Medicine. 2006; 13(3): 129-133.
12. Hockenberry J. Assessment of the Child and Family. In J. Hockenbery, D. Wilson (Ed.). Wong’s Essetials of Pediatric
Nursing (9. Baskı), USA: Elsevier Mosby. 2013; 86-140.
13. Craig JV, Lancaster GA, Williamson PR, Smyth RL. Temperature measured at the axilla compared with rectum in children
and young people: systematic review. British Medical Journal. 2000; 320(7243): 1174-1178.
14. Smith J. Methods and devices of temperature measurement in the neonate: a narrative review and practice
recommendations. Newborn and Infant Nursing Reviews. 2014;14(2): 64-71.
15. Walsh AM, Edwards HE, Courtney MD, Wilson JE, Monaghan SJ. Fever management: paediatric nurses’ knowledge,
attitudes and influencing factors. Journal of Advanced Nursing. 2005; 49(5): 453-464
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 24
16. Teller J, Ragazzi M, Simonetti GD, Lava, SAG. Accuracy of tympanic and forehead thermometers in private paediatric
practice. Acta Paediatrica. 2014;103(2): 80- 83.
17. Kara B. Çocuklukta ateşle ilgili bilgilerin gözden geçirilmesi. Sürekli Tıp Eğitim Dergisi (sted). 2003; 12(1): 10-14.
18. http://cerrahpasa.istanbul.edu.tr/atesli-hastaya-yaklasim-sempozyumu/
19. Esenay FI, İşler A, Kurugöl Z, Conk Z, Koturoğlu G. Annelerin ateşli çocuğa yaklaşımı ve ateş korkusu. Türk Pediatri Arşivi
2007;42:57-60.
20. Betz MG, Grunfeld AF. “Fever phobia” in the emergency department: a survey of childrens’caregivers. European Journal
of Emergency Medicine 2006;13:129-33.
21. Schmitt BD. Fever phobia: misconceptions of parents about fevers. American Journal of Diseases of Children. 1980;
134(2): 176-181.
22. Chiappini E, Parretti A, Becherucci P, Pierattelli M et.al. Parental and medical knowledge and management of fever in
Italian pre-school children. BMC Pediatrics. 2012; 12(1): 97.
23. http://www.ttb.org.tr/STED/sted0103/cocuklukta_ates.pdf
24.Bakır M, Çocuk Hastalarda Ateşe Yaklaşım. Sempozyum Dizisi No: 53: Kasım 2006; s. 37-56
25. http://infek.med.ege.edu.tr/dersnotlari/ates.pdf
26. http://www.tfd.org.tr/eski/KFCG_cocuk_10_bulukol.pdf
27. http://www.thb.hacettepe.edu.tr/arsiv/2002/sayi_2/baslik2.pdf
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 25
PEDİATRİDE SIK GÖRÜLEN SEMPTOMLARA YAKLAŞIMLAR - AĞRI
Uzm. Hem. Emine GÜL KUZUCU
Erciyes Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Mustafa Eraslan ve Fevzi Mercan Çocuk Hastanesi
Pediatri Kemik İliği Nakli Ünitesi
Ağrı, insanları fiziksel, duygusal ve sosyal yönleri ile etkileyen korku, anksiyete ve depresyon gibi ciddi
duygusal sorunları beraberinde getiren karmaşık ve çok boyutlu bir olgudur. Aynı zamanda vücutta
yolunda gitmeyen olayların oluştuğunu haber vermesi nedeniyle yaşamın her döneminde önemlidir.
Özellikle yakınmalarını tam olarak dile getiremeyen yenidoğan, küçük çocuklar entübe hastalar ve özürlü
çocuklarda oldukça önemlidir. Tedavi süreci uzun olan ve sık sık ağrı deneyimi yaşayan çocukların yaşadığı
ağrı dikkate alınmazsa uzun vadede ağrı algılamasını değiştirerek, kronik ağrı sendromları ve somatik
şikayetleri arttırdığı, tekrarlayan ağrılar sonucunda ilerleyen dönemde öğrenme bozuklukları, davranışsal
sorunlar ve dikkat eksikliğine neden olduğu da belirtilmektedir. Her çocuk birbirinden farklıdır ve yaşadığı
sorunları ifade şeklide birbirinden farklıdır. Klinikte tanı ve tedavi aşamasında olan çocukların hemen
hemen hepsi ağrı deneyimini yaşamak zorunda kalırlar. Çocuğun yaşadığı ağrı akut ya da kronik olabilir.
Akut ağrı çocuğun yaşadığı duruma ilişkin bir bulgudur, ani başlar ve uygulanan müdahalelere iyi yanıt
verir. Kronik ağrı ise hastalığın seyrine ve bazı tedavi işlemlerinin sonucunda karşılaştığımız aylarca devam
edebilen semptomdur. Çocuğun yaşı, sağlık durumu, gelişimi, daha önce yaşadığı ağrı deneyimi, çevresel
faktörler, ilaçlar, ailenin desteği ve sağlık personelinin tutumu gibi faktörler ağrı algısını etkiler. Bu nedenle
sağlık personellerinin çocuğu iyi gözlemleyerek, çocuktan gelen uyaranlara açık olması, güvenirliği
kanıtlanmış araştırmaları incelemesi ve pratik, kullanımı kolay yöntemleri değerlendirerek kanıta dayalı ve
etkili değerlendirme ve bakımı yapabilmesi gereklidir. Ağrıyı gidermek için, hemşireler tarafından aile
merkezli bakım ve bireyseleştirilmiş gelişimsel bakım ile farmakolojik ve farmakolojik olmayan çeşitli
yöntemler kullanılır. Farmakolojik yöntemler ağrı gidermede yaygın olarak kullanılmaktadır. Yenidoğan ve
çocuklarda ağrının farmakolojik tedavisi için opioid ve/veya opioid olmayan analjezikler, sedatifler ve lokal
anestetikler kullanılmaktadır. Nonfarmakolojik yöntemler özellikle küçük invazif işlemlerde ağrı kontrolü
için değerli alternatiflerdir. Yapılan çalışmalarda çocuklarda sık tekrarlanan topuk kanı alma, aspirasyon
gibi ağrılı işlemler sırasında uygulanan nonfarmakolojik yöntemlerin ağrıyı azaltmada etkili olduğu
bulunmuştur. Yapılan araştırmalarda kanguru bakımı, masaj, müzik, terapotik dokunma, soğuk-sıcak
uygulama, transkütan elektriksel sinir stimülasyonu, dikkati başka yöne çekme, gevşeme egzersizleri, hayal
kurma, oyalama, anne sesi, anne sütü ve kokusu, emme, ağızdan sukroz, glukoz ya da diğer tatlı sıvıların
verilmesi, akupunktur, reiki, aromaterapi, pozisyon değişimi gibi farklı yöntemler kullanılmaktadır.
Hemşireler, insanın fertilizasyondan ölümüne değin yaşamın tüm evrelerinin herhangi bir noktasında rol
ve sorumluluk üstlenirler. Ağrının çocuk ve aile üzerindeki etkilerini daha bütüncül bir çerçevede ele
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 26
alabilmek için yenilikleri takip edilerek kuram ve modeller çerçevesinde hemşirelik bakımı vermelidir. Bu
doğrultuda, hemşirelerin çocuklarda etkin ağrı yönetimi konusunda bilgi sahibi olmaları, sağlıklı ya da
hasta bireylere tamamlayıcı ve destekleyici tedavileri etkin ve doğru şekilde kullanmaları beklenmektedir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 27
KOLOSTOMİ BAKIMI VE BAKIMDA KANITA DAYALI UYGULAMALAR
Yrd. Doç. Dr. Zehra (Işık) ÇALIŞKAN
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yükseokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD
Kolostomi, ameliyatla kolonun hastalıklı kısmının alınarak, geri kalan kısmının karın ön duvarına
ağızlaştırılmasıdır. Kolostomiler yapılış amacına göre, geçici ve kalıcı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kalın
bağırsak üzerindeki yerlerine göre; çıkan (assendan) kolostomi, yatay (transvers) kolostomi, inen
(desendan) kolostomi ve sigmoid kolostomi olarak isimlendirilmekte, ayrıca cerrahi teknik ve ağızlaştırma
şekillerine göre de tek ağızlı (single-barrel), çift ağızlı (double-barrel) ve loop kolostomi olarak
sınıflandırılmaktadır.
Çocuklarda ileostomi ve kolostomi açılmasına en sık neden olan faktörler şöyle sıralanmaktadır;
yenidoğanlarda; nekrotizan enterekolit, bebeklerde; nekrotizan enterekolit, imperfore anüs, mekonyum
ileus, intestinal tümörler, hirschprung hastalığı (konjenital magakolon), büyük çocuklarda; chrohn hastalığı
(regional enterit) gibi inflamatuar bağırsak hastalıkları ve abdominal travmalardır. Nadir görülse de
anorektal yaralanmalar, neonatal kolon perforasyonları, mekanik kalınbağırsak tıkanıklığı gibi nedenlerle
de çocuklarda kolostomi açılabilmektedir. Kolostominin komplikasyonları arasında; peristomal dermatit,
stomal kanama, prolapsus, stomal beslenme bozukluğu, evisserasyon, stomal stenoz veya obstrüksiyon
sayılmaktadır.
Nedeni ne olursa olsun, oluşturulan barsak stomaları, bireylerin/çocukların yaşam tarzını, beden imgesini,
benlik saygısını değiştiren ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen cerrahi girişimler arasında yer almaktadır.
Stomalı çocuklar ve ailelerinin karşılaştıkları sorunlar, uygun bakım, sürekli eğitim ve danışmanlık hizmeti
ile önemli ölçüde azaltılabilir. Ülkemizde 2011 yılında kabul edilen Hemşirelik Yönetmeliğinde; ‘Stoma ve
Yara Bakım Hemşireliği’ özel dal olarak kabul edilmiş, görev yetki ve sorumlulukları tanımlanmıştır. Bu
özelleşmiş bakımın, diğer bakımlarda olduğu gibi güncel bilgilere ve geçerli kanıtlara dayanması
gerekmektedir.
Yapılan çalışmalarda; ostomi ve peristomal alana ilişkin problemlerin erken tanılanması ve zamanında
müdahale edilmesinin bireyin yaşam kalitesini arttırdığı, stomaterapinin önemli ölçüde yaşam kalitesi
üzerine olumlu etkisinin olduğu, ostomi bakımını kendi yapabilen bireylerin ostomiye ve ostomili yaşama
uyumlarının daha kolay olduğu, ostomi ameliyatı sonrası psikolojik bozuklukları azaltmak ve
komplikasyonları önlemek için hasta ve ailesinin ostomi hemşiresi tarafından değerlendirilmesi ve
izlenmesinin önerildiği belirtilmiştir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 28
GASTROSTOMİ BAKIMI
Arş. Gör. Hatice Pars
Hacettepe Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD
Çocukluk çağında normal büyüme ve gelişme için, enerjinin ve temel besin öğelerinin yeterli düzeyde
sağlanması yaşamsal önem taşır. Beslenmenin oral alım yolu ile sağlanması ideal olanıdır. Ancak oral yol
ile enerji ve besin gereksinimlerinin karşılanamadığı durumlarda, eğer kişinin gastrointestinal sistemi işlev
ise, tüple enteral beslenme uygulanmaktadır (1,2). Enteral beslenmenin veriliş yolunun belirlenmesinde
en önemli faktör hastaya ne kadar süreyle enteral beslenmenin uygulanacağı kararıdır. Enteral nütrisyon
4-6 haftadan daha kısa sürecekse nazogastrik veya nazoenterik tüple eğer süre 4-6 haftadan uzun sürecek
ise stoma aracılığı ile uygulanmaktadır (1,2,3).
Gastrostomi tüpü ile beslenmede en sık görülen endikasyon emme, yutma, çiğneme gibi fonksiyonların
bozulduğu nörolojik hastalılardır. Bu endikasyonu, malnutrisyonla birlikte görülen onkolojik problemler ve
malnutrisyona götüren diğer klinik durumlar (kronik böbrek yetmezliği, kistik fibrozis, metabolik
hastalıklar, kardiyak hastalıklar, kısa barsak sendromu ve crohn hastalığı gibi) takip etmektedir (1,2,6,7).
Gastrostomi tüpleri endoskopik, cerrahi ve radyolojik yöntemle takılmaktadır. Ancak perkütan endoskopik
yöntem ( PEG ) ile gastrostomi açmak için laparotomiye gerek olmaması, kısa anestezi ve ameliyat zamanı,
daha az postoperatif ağrı, hastanede yatışın kısalması ve radyasyona maruz kalmama gibi avantajları
nedeni ile çocuklarda en sık kullanılan yöntemdir (3,8). Endoskopun özofagustan geçememesi (darlık,
anomali), gastrik varis, masif asit, koagülopati, geçirilmiş cerrahi ve gastrointestinal sistemin pozisyon
anomalileri durumunda PEG açılması kontraendikedir. Bu durumda radyolojik veya cerrahi yöntemle
gastrostomi açılır (3). Hastada bozulmuş mide motilitesi (atoni, mide boşalmasında geçikme), ciddi kusma,
pankreatit, ciddi reflü ve aspirasyon riski, komada olma, mide çıkım obstrüksiyonu gibi durumlar mevcut
ise hastanın postpilorik beslenmesi (jejenum ile) önerilmektedir (9,10).
Gastrostomi tüp kullanımı güvenli bir prosedür olarak çocuklarda yaygın olarak kullanılmasına rağmen bazı
istenmeyen durumların gelişmesine neden olabilir. Bu istenmeyen durumlar majör ve minör
komplikasyonlardır. Tüp tıkanması, tüp kenarından sızıntı, tüpün yerinden çıkması ve peristomal
enfeksiyonlar minör komplikasyonlar olarak %2-50 oranları arasında görülmektedir. Diğer taraftan
aspirasyon, peritonit, kanama, pnömoperiteneum gibi majör komplikasyonların görülme oranı %5-15 olup
minör komplikasyonlara göre daha az sıklıkta görülmektedir (10,12,13,14). Jejunostomi komplikasyonları
da PEG’ dekine benzerdir. Ayrıca jejunal volvulus ve barsak perforasyonu gibi ciddi komplikasyonlar
olabilir. Tıkanıklık ve tüpün fonksiyon görmemesi de yüksek oranlarda görülebilmektedir (10).
Bu komplikasyonların önlenmesi için gastrostomisi olan çocuğa verilecek hemşirelik bakımı çok önemlidir.
Gastrostomi tüpü ile beslenen çocukların aileleri ile yapılan bir çalışmada, aileler sağlık personeli
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 29
tarafından işlem öncesinde ve sonrasında yeterli bilgilendirilmediklerini ve bu nedenle evde doğru bakım
yolunu izleme ve hastalığı yönetmede problem yaşadıklarını bildirmişlerdir. Bu aileler işlem öncesinde
yeterli bilgilendirilmediklerini ve tüp takılma işlemi için çok acele ve ani karar verdiklerini ifade etmişlerdir
(15). Ülkemizde yapılan bir çalışmada ise, PEG tüpü ile beslenen çocukların ailelerinin yaşadıkları sıkıntılar
incelenmiş ve ailelerin %85’inin peg pansumanı yapmada sıkıntı yaşadıkları ve evde en sık yaşanan
komplikasyonun peg bölgesinde sızıntı ve kızarıklık olduğu belirlenmiştir. Bakımın daha etkili olabilmesi
için ailelerin %78’i peg bakımı ve komplikasyonları ile ilgili daha detaylı bir eğitim almak istemiştir. 16 Bu
sonuçlar bize gastrostomi ve jejunostomi işlem öncesi ve sonrasında hemşireler tarafından etkin bir
bilgilendirme ve eğitimin verilmediğini göstermektedir. Burada ameliyat öncesi gerekli bilgilendirmenin
yapılmaması ve aile ile çocuğun işleme psikolojik ve fizyolojik olarak hazırlanamaması, ameliyat sonrası ise
komplikasyon izlemi, beslenme intoleransı ve stoma bakımı gibi durumlar ile ilgili yeterli eğitimin
verilememesi hemşirelik uygulamalarındaki eksiklikleri göstermektedir.
Gastrostomi bakımında hastanın komplikasyonlar yönünden izlemi büyük önem taşır. Bu komplikasyonlar
5 grup altında toplanabilir. Bunlar; mekanik, gastrointestinal, metabolik, enfeksiyöz ve pulmoner
komplikasyonlardır.
1. Mekanik Komplikasyonlar
Mekanik komplikasyonlarda tüp tıkanması, tüp kenarından sızıntı, hipergranülasyon, gömülmüş tampon
sendromu en sık görülen komplikasyonlardır. Tüpün tıkanması, mekanik nedenler içerisinde beslenme
tüplerinin tamamını ilgilendiren ve sıkça görülen bir komplikasyondur. Tüpün çapı, uzunluğu ve elde
edildiği madde yanında enteral ürünlerin veriliş hızı ve yöntemi, tüpten gönderile ilaçlar, tüp bakımının
kalitesi tüp tıkanmasında etkili olan faktörlerdir. Küçük çaplı ve slikon tüplerin tıkanma riski daha fazladır.
Yüksek kalori ya da lifli ürünlerin yavaş infüzyonla verilmesi, blenderize edilmiş gıdaların tüplerden
uygulanması tıkanma riskini artırmaktadır.
İlaçların iyice ezilip eritilmeden uygulanması çok sık
tıkanmalara neden olur (6,11,13,17)
ASPEN’in ilaç uygulamalarına yönelik önerileri şu şekildedir (18);
•
İlaç enteral torba içine doğrudan eklenmemelidir
•
Fiziksel ve kimyasal geçimsizlik, tüpün tıkanması ve ilaçların teröpatik cevabının değişebilmesi
ihtimalleri nedeni ile beslenme tüpünden uygulamak için karıştırılmamalıdır
•
Her ilaç uygun şekilde ayrı ayrı uygulanılmalıdır. Mevcutsa ve uygunsa sıvı dozaj formları
kullanılmalıdır. Sadece normal salınım özelliğinde olan basitçe hazırlanmış tabletler ince toz haline
gelinceye kadar ezilerek ve su ile karıştırılarak uygulanabilir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 30
•
İlaç uygulamadan önce beslenme durdurulmalı ve tüp en az 15 ml su ile yıkanmalıdır. Katı ve sıvı
ilaçlar uygun şekilde dilüe edilmeli ve temiz bir oral şırınga (>20 ml üzeri) ile uygulanmalıdır.
Hastanın sıvı durumu da göz önünde tutularak tüp en az 15 ml su ile tekrar yıkanmalıdır.
•
Beslenme tüpünden ilaç uygulaması için sadece üzerinde “sadece oral kullanım içindir” yazan
oral/enteral şırıngalar kullanılmalıdır.
•
Enteral nütrisyon ile birlikte ilaç kullanımı durumunda sorumlu eczacıya danışılmalıdır.
Tüp tıkanması komplikasyonunu önlemek için düzenli olarak irrigasyon yapılması önerilmektedir. Devamlı
infüzyon uygulanan durumlarda dört sekiz saatte bir, bolus beslenmelerde ise her beslenme öncesi ve
sonrası yıkama işlemi yapılmalıdır. İlaç uygulama öncesi ve sonrasında mutlaka tüpün yıkanması
gerekmektedir. Tıkanma durumunda ise ılık su ile irrigasyon uygulaması, birbirini takip edecek şekilde hafif
basınç ve aspirasyon uygulaması yapılabilir. Sodyum bikarbonat ve pankreatik enzim karışımı uygulamaları
da önerilen durumlardır. Ayrıca tıkanıklığı açmak için rehber teller, sitoloji fırçaları, ERCP tüpü kullanılabilir
(6,12,13).
Tüp yerinden sızıntı, malnutrisyonlu hastalarda, hızlı kilo kaybedenlerde, yara iyileşmesi zor olan
immünosupresif kişilerde daha çok görülür. Öncelikle ostomi bölgesi enfeksiyon ve granülasyon dokusu
açısından değerlendirilmelidir. Tüpün fiksaasyonunun gevşek ya da sıkı olup olmadığı değerlendirilmelidir.
Bolonlu tüplerde balon volümü kontrol edilmelidir. Komplikasyonu önlemek için tüpün çok sıkı ya da
gevşek olmadan sabitlenmesi önemlidir. Müdahalede stoma etrafına dikiş atılabilir. Tüpün bir boy
büyüğünü takmak bazen başarılı olabilir. Ancak art arda tüp boyutunu artırmak stomada dilatasyona ve
daha çok kaçağa neden olabilir (12,13,15,17).
Granülasyon dokusu gelişiminde ise, kıyafetlerin tüpün etrafında sürtünmesi, tüpün aşırı hareket halinde
olması, kateterin kötü yerleştirilmesi, uygunsuz tüp kullanılması ve pansumandaki yanlış uygulamalar risk
faktörlerini oluşturmaktadır. Komplikasyonun önlenmesi için, dış fiksatör aracın deriye sabitlenmesi,
stoma etrafının temiz ve kuru tutulması, lif bırakmayan yumuşak spanç kullanılması ve pansuman
uygulamasının protokole uygun yapılması gereklidir. Oluşan hipergranülasyonda, hidrokortizonlu krem
uygulanması ve gümüş nitrat ile yakma önerilmektedir (6,12).
Nadir bir mekanik komplikasyon olarak görülen gömülmüş tampon sendromu için, özellikle iç ve dış
sabitleyicilerin çok sıkı olması, yara iyileşmesinin kötü olması, aşırı kilo alımı ve pansuman
uygulamasındaki yanlışlıklar risk faktörlerini oluşturmaktadır. Komplikasyonu önlemek için, her
pansumanda tüpün kendi içine yaklaşık 2-3 cm itilmesi ve çevresinde 180 derece çevrilmesi gerekir.
Oluşmuş gömülmüş tampon sendorumu durumunda tamponun acilen çıkarılması gerekir (2,3,4).
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 31
2. Gastrointestinal Komplikasyonlar
Komplikasyon takibi açısından ikinci olarak gastrointestinal komplikasyonların takip edilmesi gerekir. Bu
komplikasyon içinde en sık karşılaşılan durumlar bulantı, kusma, gastrik rezidü artışı, abdomainal
distansiyon ve ishaldir. Bulantı, kusma, abdominal distansiyon ve gastrik rezidü artışı üst gastrointestinal
sistem motilite bozukluğu ve mide boşalmasında gecikme durumlarında görülmektedir. Nedenleri
multifaktöriyel (inflamasyon, elektrolit anormallikleri, ilaçlar ve hipoperfüzyon) olmakla birlikte, enteral
nütritsyon ile ilgili nedenleri; kalori yoğunluk ve osmolaritenşn artması, enteral formülün çok hızlı
verilmesi olarak sıralanabilir. Komplikasyon gelişmesini önlemek için, formül verilme hızının ayarlanması,
hedef doza bir kaç günde çıkılması, post pilorik beslenme ise sürekli infüzyona geçilmesi,
kontaminasyonun önlenmesi, ürünün oda ısısında verilmesi gerekir. Eğer bu komplikasyon oluşmuş ise
prokinetik ajan kullanımı, ürünün değişikliği ve düzenli olarak gastrik rezidü kontrolü gereklidir (12-15,17).
En sık görülen diğer bir gastrointesinal komplikasyon ishaldir. İshalin gelişmesine neden olan bazı faktörler
vardır. Bunlar; besin intoleransı, inflamatuvar barsak hastalığı, kısa barsak sendromu, malnutrisyon gibi
hastaya ait nedenler, hiperozmolar ürün, hızlı infüzyon, mikrobesin eksikliği gibi beslenme ile ilişkili
nedenler, antibiyotik kullanımı, ilaçlar, enteral ürün veya tüp kontaminasyonu gibi diğer nedenlerdir.
Komplikasyonu önlemek için hastalığa özgü formül kullanılması, örneğin kısa barsak sendromlu bir hasta
için kısa zincirli yağ asidi içeren bir ürün kullanılması, ilaçların etken olması durumunda mümkünse IV
yoldan uygulanması, formlün veriliş hızının çok hızlı olmaması, ozmolaritesi çok yüksek olmaması, enteral
ürünlerin, tüp ve setlerin hijyeni ve güvenliğinin sağlanması gereklidir. İshal gelişmesi durumunda enteral
ürünün ozmolaritesi, içeriği ve infüzyon hızı gözden geçirilmelidir. Ciddi ishal durumlarında ishale neden
olabilecek başka durumlar araştırmalıdır. Özellikle hastanede yatan hastalarda ishal gelişmesi durumunda
gaita kültürü, mikroskopisi, gaita pH’sı, gaitada gizli kan ve redüktan madde varlığı açısından tetkik
edilmelidir. Hastanın kullanmakta olduğu ürün lifli ise lif içermeyen ürünü geçilmelidir ve infüzyonla
beslenmeye geçilmesi tercih edilir (2,3,4,12-15).
3. Metabolik Komplikasyonlar
Takip edilmesi gereken diğer bir komplikasyon metabolik komplikasyonlardır. Bu komplikasyonlarda
yetersiz beslenmeye bağlı komplikasyonlar (enerji ve protein alım azlığı, mikrobesin azlığı, hiponatremi,
hipokalemi, hipofosfatemi, hipoglisemi) ve aşırı beslenmeye bağlı (refeeding senromu) komplikasyonlar
görülebilir.
Yetersiz
enteral
beslenmeye
neden
olan
durumlar;
beslenme
durumunun
değerlendirilmesinde gecikme ya da ihtiyacın yanlış hesaplanması, sıvı kısıtlaması, vazoaktif ilaç ve kas
gevşeticilerin kullanılması, beslenme tüpüyle ilgili problemler, girişimsel işlemler önce ve sonrasında aç
bırakma, intolerans şüphesi, gastrik rezidüal volum, şiddetli ishal/bulantı/kabızlık neden olabilir. Aşırı
beslenmeye bağlı ise refeeding sendromunda ise, uzun süre açlıktan sonra ortaya çıkan elektrolit ve sıvı
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 32
bozukluğu mevcuttur. Uzun süredir yeterli enerji alamayan hastaların aniden yeterli miktarda
karbonhidratla tekrar karşılaşması durumunda, vücut bu duruma stres mekanizması olarak algılar. Glıkoz
metabolizması ATP ve 2.3 difosfogliserat üretimi seyrinde bol miktarda fosfat kullanılır. Hücre içine fosfat
çekilirken serumdaki düzeyi düşer. Hipofosfatemi RFS’nin en önemki bulgusudur. Ayrıca glikoz
metabolizmasında yer alan vitaminlerden tiamin (vitamin B1) eksikliği görülür. Kinik bulguda, kas
güçsüzlüğü, rabdomiyoliz, diafram paralizi, solunum güçlüğü, kalp yetmezliği (kardiyomiyopati), parestezi,
konfüzyon, ataksi, nöbet, ölüm görülebilir. Komplikasyonun önlenmesi beslenmeye yavaş başlanması,
monitör takibi, kardiyolojik ve nörolojik bulgular yönünden takip ve labaratuvar bulgularının (sodyum,
potasyum, magnezyum, glukoz, kalsiyum, fosfor, bilirubin, üre, kreatinin, hemoglobin, demir, ferritin,
yağda eriyen vitaminleri folat, B12, eser elementler ) takibi ve kilo takibi gereklidir (13-15,17,19).
Metabolik komplikasyonlardan en sık görülen son komplikasyon dumping sendoromudur. jejunostomisi
olan ya da gastrostomisi olup beslenme tüpü antrum distaline yerleştirilen hastalarda yüksek hacimde ya
da ozmolaritede enteral ürünlerin hızlı bir infüzyonla verilmesi dumping sendromuna neden olabilir.
Bulantı, kusma, distansiyon, kramplar ve ishal görülür. Enteral ürünün veriliş hızını ve ozmolaritesini
azaltma, devamlı infüzyonla beslenme ile komplikasyon önlenebilir (17,19).
4. Pulmoner Komplikasyonlar
Tüple beslenmenin en ciddi ve hayatı tehdit edici komplikasyonlarından biri pulmoner komplikasyonlardır.
Aspirasyonun yaratacağı komplikasyonların ciddiyeti, aspiratın volümü, PH’ı, içeriği, mikroorganizma
varlığı ve hastanın klinik durumu ile yakın ilişkilidir. Komplikasyonun görülme nedenleri; supin pozisyonda
yatma, yutma bozukluğu, uzamış mide boşalım zamanı, reflü, mekanik ventilatörde izlem, nöromüsküler
hastalıklar, aspire edilen materyalin gastrik asit oluşudur. Ayrıca gastrointestinal obstrüksiyon, yüksek
ozmolaritedeki enteral ürünlerin bolus verilmesi ya da hızlı infüzyonu, kusma ve aspirasyonu artırır.
Kompliksyonun önlenmesi için (13-15,17,19);
- Beslenme sırasında başın 30-45 derece yüksek tutulması,
- Mide boşalma zamanı uzun olan hastalarda prokinetik ilaç kullanılması,
- Beslenmenin sürekli infüzyonla yapılması,
- Tüpün transpilorik yerleştirilmesi (aspirasyon riskini azaltmakla birlikte ortadan kaldırmamaktadır).
- Beslenmenin ardından su verilmesi (gıda verildikten sonra 15 dakika içinde 10 ml su ile yıkama alt
özafagus basıncını düşürmektedir)
Gastrit beslenme sırasında supine pozisyonla karşılaştırıldığında yatak başının 45 derece yükseltilmesinin
ösefagus ve farenkse gastrik içeriğin reflüsü ve aspirasyon pnömonisinin azalmasıyla ilişkili olduğu,
mortalite insidansını azalttığı gösterilmiştir. Bu nedenle aspirasyon riskini azaltmak için hastanın yatak
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 33
başının 30-45 derece yükseltilmiş pozisyonda beslenmesi 20 ve hastanın bu pozisyonda beslenmeden
sonra 1 saat kalması önerilmektedir (21).
5. Enfeksiyöz Komplikasyonlar
Komplikasyon
izlemi
olarak
son
komplikasyon
enfeksiyöz
komplikasyonlardır.
Enfeksiyöz
komplikasyonların içerisinde cilt enfeksiyonları birinci sırada yer almaktadır. Tüple beslenen hastalarda
mekanik travma, gastrik ya da intestinal sıvıların yarattığı irritasyon mukozayı enfeksiyona açık hale getirir.
Yapılan çalışmalara baktığımızda gastrostomi/jejeunostomi tüpü takılan çakılan çocuklarda en sık görülen
minör komplikasyon cilt enfeksiyonudur (2,6,8,14).
Komplikasyonun önlenmesinde stoma bakımı önemli bir yere sahiptir. Stoma bakımında istenen standart
uygulama şu şekildedir; gastrostomi bakımının, peg tüpü yerleştirilmesini takiben ertesi gün sabah
yapılması, ilk 1-7 gün arasında iyot solüsyonu ile steril pansuman yapılması, granülasyon dokusu
oluşuncaya kadar geçen sürede her gün pansuman değişimi, her pansumanda bölgenin kızarıklık, akıntı,
şişlik ve vb. incelenmesi, yapışıklıkları (gömülü tampon sendromu) önlemek için tüpün mide içine yaklaşık
2-3 cm itilmesi ve sonra iç sabitleme parçasının direnci hissedilene kadar dikkatle geri çekilmesi, ve tüpün
etrafından 180° derece döndürülmesi, ardından tüpün altına bir y-kompres uygulanıp dış sabitleyici en az
üç-dört mm serbest kalacak şekilde kapatılması, steril pansumanı takiben tüpün etrafının katkısız sabun ve
su ile temizlenip kurutulması önerilmektedir. Tüp girişinde drenaj olmadığı sürece rutin antiobiyotikli
pomad kullanımı önerilmemektedir. Ayrıca enfeksiyöz komplikasyona neden olan enteral ürünlerin
kontaminasyonu riskini ortadan kaldırmak içinde ürünlerin hazırlanması aşamasında el hijyeni ve aseptik
koşullar önem kazanmaktadır ve enteral ürün setlerinin de en geç 24 saatte bir değiştirilmesi gereklidir (26,12-14).
SONUÇ
Pediatrik hastalarda beslenme tüpleri, hastalıkların kontrolüne ve yönetimine olumlu etkisi olan,
çocukların uygun bir beslenme durumuna ulaşılmasında çok yararlı olan bir yöntemdir. Bu önemli sürecin
başarılı bir şekilde devam edebilmesi için hemşirelerin tedavi sürecini, ameliyat öncesi ve sonrası bakımı
iyi yönetebilmeleri, olası komplikasyonların bilincinde olmaları gerekmektedir. Böylece kaçınılmaz olarak
meydana gelen sorunlar uygun bir şekilde önlenebilir, müdahale edilebilir ve süreç başarılı bir şekilde
sürdürülebilir. Ameliyat öncesi ve sonrası bakımda; hemşirelik uygulamalarının kanıta dayalı rehberlere
uygun olması, enteral beslenme uygulamaları ile ilgili kanıt düzeyindeki sonuçların pratikte uygulanabilir
hale getirilebilmesi için literatürde yer alan çalışma sonuçlarının klinik alanda çalışan hemşirelerle
paylaşılması, kliniklerde hemşirelerin kullanımına yönelik kanıt çalışmalarına göre hazırlanmış enteral
beslenme bakım rehberinin hazırlanması, hemşirelerin bu bilgileri ailelerle hastaneye yatıştan itibaren
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 34
taburculuk eğitimi ile paylaşabilmesi ve bu ailelerin evde izlemin devam etmesi gastrostomi olan
çocukların bakımında önemli basamaklardır.
KAYNAKLAR
1) Braegger C, Decsi T, Dias JA. Practical approach to pediatric enteral nutrition: a comment by the ESPGHAN committee
on nutrition. J Pediatr Gastroenterol Nutr 2010; 51(1): 110-122.
2) Löser C, Aschl G, Hébuterne X. ESPEN guidelines on artificial enteral nutrition—percutaneous endoscopic gastrostomy
(PEG). Clin Nutr 2005; 5: 848-861
3) Puntis WL J. Benefits and management of gastrostomy. Pediatrics and Child Health 2009; 19 (9): 415-423
4) Ackroyd R, Saincher M, Cheng S, El-matary W. Gastrostomy tube insertion in children: the edmonton experience. Can J
Gastroenterol 2011; 25(5) : 265-268
5) Volkert D, Berner YN, Berry E. ESPEN (Europen Society for parenteral and enteral nutrition) Guidelines on enteral
nutrition. Clin Nutr 2006; 25: 311-318
6) Goldberg E, Barton S, Xanthopoulos M. A descriptive study of complications of gastrostomy tubes in children. Journal of
Pediatric Nursing 2010: 25: 72–8
7) Szlagatys-Sidorkiewicz A, Popińska K, Toporowska-Kowalska E. Home enteral nutrition in children-2010 nationwide
survey of the polish society for clinical nutrition of children. Eur J Pediatr 2010; 171: 719-723
8) Rahnemai-Azar AA, Rahnemaiazar AA, Naghshizadian R, Kurtz A, Farkas D. Percutaneous endoscopic gastrostomy:
Indications, technique, complications and management. World J Gastroenterol 2014; 20(24): 7739-7751
9) Temizel Sİ. Enteral Beslenme Uygulama Şekilleri. Kale G, Editör. Enteral Beslenme. Ankara, Katkı Dergisi 2011; ss: 501511.
10) Gülşen HH. Enteral Beslenme Uygulama Şekilleri. Kale G, Editör. Enteral Beslenme. Ankara, Katkı Dergisi 2011; ss: 527543.
11) Itkin M, DeLegge HM, Fang CJ. Multidisciplinary Practical Guidelines for Gastrointestinal Access for Enteral Nutrition and
Decompression From the Society of Interventional Radiology and American Gastroenterological Association (AGA)
Institute, With Endorsement by Canadian Interventional Radiological Association (CIRA) and Cardiovascular and
Interventional Radiological Society of Europe (CIRSE). J Vasc Interv Radiol 2011; 22: 1089-1106
12) Friedman J, Ahmed S, Connoley B, Chait P, Mahant S. complications associated with ımage-guided gastrostomy and
gastrojejunostomy tubes in children. Pediatrics 2004; 114(2): 458-461
13) Soscia J, Friedman J N. A guide to the management of common gastrostomy and gastrojejunostomy tube problems.
Pediatr Child Health 2011; 16(5): 281-287
14) Crosby J, Duerksen D. A retrospective survey of tube-related complications in patients receiving long-term home
enteral nutrition. Digestive Diseases and Sciences 2005; 50: 1712−1717.
15) Mahant S, Jovcevska V, Cohen E, decision-making around gastrostomy-feeding in children with neurologic disabilities,
Pediatrics 2011; 127(6) : 1471 -14
16) Gedik G, Kurşun Ş, Çelik C, Esanay F. 18. Ulusal Çocuk Cerrahisi Hemşireliği Kongresi, Sözel Bildiri, 2014, Trabzon.
17) El-Matary W. Percutaneous endoscopic gastrostomy in children. Can J Gastroenterol 2008; 22(12): 993-998.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 35
18) Bankhead R, Boullata J, Brantley S, Corkins M, Guenter P, Krenitsky J.and et all. A.S.P.E.N. enteral nutrition practice
recommendations. J Parenter Enteral Nutr 2009; 33: 122
19) Fröhlich T, Richter M, Carbon R, Bartha B, Köhle H. Review article: Percutaneous endoscopic gastrostomy in infants and
children. Aliment Pharmacol Ther 2009; 31: 788–801
20) Heyland D, Cahill N, Dhaliwal R,Wanh M, Day A, Alanzi A. et all. Enhanced protein-energy provision via the enteral route
in critically ill patients: a single center feasibility trial of the PEP uP protocol. Critical Care 2010; 14
21) Gavi S, Hensley J, Cerva F, Nicastri C, Fields S. Management of feding tube complications in the long-term care resident.
Annals of Long-Term Care 2008; 16(4): 28-32
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 36
ÇOCUKLARDA TRAKEOSTOMİ BAKIMI VE KANITA DAYALI UYGULAMALAR
Yrd. Doç. Dr. Özlem Avcı
İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD
İlk kez M.Ö. 3600 yılında mısırlılar tarafından kullanılan en eski cerrahi işlemlerden birisi olan trakeostomi,
trakea ön duvarında bir açıklık oluşturarak trakeal ostiumun cilde ağızlaştırılması işlemidir. Nefes almanın
sona ermesiyle ölümün gerçekleşmesine dikkat çekiliş ve insanı yaşatabilmek adına akciğerlerine hava
göndermenin yolu olarak trakeostomi ortaya çıkmıştır. Önceleri takeotominin en sık açılma nedeni;
aşılama ile difteri gibi solunum yolu obstrüksiyonu yapacak hastalıkların kontrol altına alınması iken, 1909
yılında trakeostomiye cerrahi bir yaklaşım getirilerek standart, sistemik trakeostomi medodu
tanımlanmıştır. Bilimdeki gelişmeler beraberinde gümüş tüplerin yerini polivinil klorit tüplerin alması
trakeal hasarı azaltırken, endotrakeal entübasyon tekniğindeki değişiklikler beraberinde trakeotominin
aciliyetini ortadan kaldırmıştır.
Bu nedenlerle özellikle son 20 yıl içerisinde çocuklarda da trakeotomi endikasyon alanları değişmiştir.
Nazotrakeal entübasyon gelişene kadar trakeotomi, özellikle epiglotit ve laryngotrakeobronşit tedavisinde
kullanılmış, ventile edilen yenidoğanların artması nedeni ile sunglottik darlığı düzeltmek için trakeotomi
sayısı artmaya başlamıştır. Özellikle süt çocuğu dönemi trakeotomi açılan çocukların önemli bir kısmını
oluşturmaktadır.
Bebek ve çocuklarda havayolunda en dar bölgenin vokal kordların aşağısında yer alması, kıkırdak yapının
sert olmaması, boynun kısa ve şişman olması gibi nedenlerle çocuk hastalarda trakeotomi açılma işlemi
erişkine oranla daha zordur. Bu zor anatomik yapı nedeniyle havayolu pasajı hızlı ve kolayca bozulabilir. Bu
nedenle pediatrik trakeotomi mümkün olduğunca ameliyathane şartlarında, genel anestezi altında ve
uygun ekip ve cerrahi malzeme varken yapılmalıdır.
Çocuk hastalarda bazı nöromüsküler hastalıklar, kronik solunum yetmezliği, malformasyonlar gibi
durumlarda ventilatöre bağımlı olma ve üst havayolu obstrüksiyonlarını oluşturan durumlarda trakeotomi
uygulanabilmektedir. Trakeotomi uzamış entübasyon süresini sonlandırarak solunum yükünü azaltır ve
mobilizasyon daha rahat sağlanabilir.
Bununla birlikte, trakeotomide görülebilecek komplikasyonlar cerrahi işlem sırasında ve sonrasında olmak
üzere iki grupta ele alınmaktadır. İşlem esnasında; kanama, pnömotoraks, pnömomediastinum, ve
özefagus, kıkırdak ile larengeal sinirlerde hasarlar olarak sıralanabilir. İşlem sonrasında görülebilecek
komplikasyonlar arasında da; kanama, enfeksiyon, subkutan amfizem, trakeostomi kanülünün çıkması,
suprastomal granülasyon dokusu, suprastomal trakeomalazi, trakea stenozu, trakeoözefageal fistül ve
mortalite yer almaktadır.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 37
Pediatrik trakeotomi ile ilişkili komplikasyon oranının %20-49 arasında olduğu ve mortalitenin de %0-8
arasında değiştiği bildirilmektedir. En erken ve sık görülen komplikasyonların pnömotoraks, yara
komplikasyonları ve kanamalar olduğu bildirilmektedir. Ayrıca, granülasyonlar ve trakeal stenoz da daha
sonraki sıralarda yerini almaktadır. Bu komplikasyonların önemli bir kısmı, düzenli klinik değerlendirmeler
ve özellikle postoperatif dönemde etkili bir hemşirelik bakımı ile azaltılabilmekle birlikte düşük mortalite
oranları sağlanabilmektedir.
Özellikle trakeotomi öncesi çocuk ve ailelere yeterli bilgi verilerek işlem ve ameliyat öncesi hazırlıklara
ilişkin bilgi gereksinimlerinin karşılanması ile gerek işlem öncesi anksiyetelerinin giderilmesi gerekse işlem
sonrası uyum sağlamaları açısından önem taşımaktadır. Ameliyat olacak hastalar için aç kalma önerileri
sağlanmalıdır. Hastalar ameliyat öncesi 2 saat önce berrak sıvıları, 4 saat önce anne sütünü, 6 saat önce
katı besin, hazır süt ve inek sütü almayı kesmelidir. Bununla birlikte bu öneriler hastanın yaşına ve besin
tipine göre değişiklik göstermektedir.
Trakeotomi sonrası, postoperatif erken dönemde başlamak üzere standart bir bakım protokolünün cilt
hasarı oranını azaltacağı belirtilmektedir. Standart trakeotomi bakımı içerisinde endotrakeal aspirasyon,
postoperatif komplikasyonların izlenmesi, kanül temizliği ve yara bakımı, nemlendirme, dekanülasyon ve
taburculuk eğitimi ile evde bakıma hazırlık yer almaktadır. Özellikle çocukların yaş dönemlerine uygun
gelişim özellikleri kullanılarak, birlikte bakıma katılımın sağlandığı olgularda tedaviye uyumun iyi olduğu
gözlenmektedir. Trakeotomi işleminden sonra aileyi en çok kaygılandıran durumlardan biri de vokal
fonksiyonların kaybı ile ilgili endişelerdir. Özellikle bebeklerin dil gelişimi ve konuşmalarının etkilendiği de
bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda, valfli trakeotomi kanülünün kullanılması ve logopedik eğitimin dil
gelişimindeki gecikmenin önlenebileceğine ilişkin görüşler sunulmaktadır.
Trakeotomi bakımında multidisipliner trakeotomi ekiplerinin oluşturulması ve bu ekipte cerrah, cerrahi
asistan, solunum terapisti, konuşma-dil terapisti ile bu konuda uzman klinik hemşiresinin bulunması
sayesinde hastalar ve ailelerinin duruma uyum ve bakıma katılım konusunda iyileştirilebileceği
düşünülmektedir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 38
ENGELLİ ÇOCUK ve AİLESİNE YAKLAŞIM
Öğr. Gör. Dr. Nazan Çakırer Çalbayram
Ankara Üniversitesi, sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü
Çocuğun aileye katılımı, ailenin yaşamındaki en önemli geçiş dönemlerinden birisidir. Aile için bir çocuk
dünyaya getirme kararıyla başlayan süreç, doğumla birlikte ailede rollerin yeniden düzenlenmesini, yeni
rutinlerin oluşturulmasını ve pek çok alanda oluşacak değişikliklere uyum sağlamasını gerektirir. Bebeğin
engelli doğması veya engelliliğin doğumdan bir süre sonra fark edilmesi ise tüm olumlu beklenti ve
hayallerin yıkılmasına neden olur. Aile üyeleri inkâr, şok, kaygı, kızgınlık, korku, suçluluk gibi duyguları
yaşar. Sonuçta aile engelli olan bir çocuğa anne-babalık etmenin zorluğu ve bilinmezliğiyle yüzleşmek
zorunda kalır. Engelli çocuğa sahip olmak; ebeveynlerin anne baba rollerinde, özel yaşamlarında, sosyal
çevrelerinde, planlarında, iş yaşamlarında, ailenin yapısında ve işleyişinde, mali konularda büyük
değişikliklere neden olmaktadır. Engelli çocuğu olan ebeveynlerin yaşam kalitesi ve fiziksel aktivite
düzeylerinin azaldığı görülmektedir. Bu zorlu aşamada, aile içinde eski yaşantılarına kıyasla, aile bireyleri
kendilerine ve ailenin diğer üyelerine daha az zaman ayırmaktadırlar. Ebeveynler (özellikle anne) engelli
çocuğa kendini adamakta normal olan çocuğu ihmal edebilmektedir. Bu durumda sağlıklı kardeşte
kızgınlık, düşmanlık, kıskançlık, suçluluk, üzüntü, endişe ve korku, utanma ve sıkıntı, reddetme gibi
olumsuz duyguların yaşamasına neden olmaktadır.
Sistem teorisine göre aile; üyeleri ve çevresiyle sürekli etkileşimdedir ve bir aile üyesindeki fonksiyon
bozukluğu tüm aile sistemini etkiler. Engelli bir çocuk da bu sistem yaklaşımı ile aile ünitesini ve aile
ünitesinde yer alan tüm bireyleri ve bireyler arasındaki ilişkileri etkilemektedir. Aile sistemini ve aile
sistemini etkileyen engellilik durumlarında ailenin hangi boyutlarda etkilendiği, ne tür yaklaşımlara
gereksinimi olduğu hemşireliği ilgilendiren konulardır.
Engelli çocuk ve ailesinin bakımı ekip yaklaşımını gerektirmektedir. Bu ekipte; hemşire, hekim, diyetisyen,
fizyoterapist, psikolog, özel eğitim uzmanı, sosyal hizmet uzmanı gibi birçok profesyonelin yer alması
önerilmektedir. Hemşire engelli çocuk ile çalışırken eğitici, danışman, savunucu, karar verici, bakım verici
gibi birçok rolünü ve bağımsız işlevlerini kullanmalı; engelli çocuk ve ailesini bakımın merkezine alarak
diğer ekip üyeleriyle koordinasyonu sağlamalıdır.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 39
ENGELLİ ÇOCUK VE AİLESİNE YAKLAŞIM
Yrd. Doç. Dr. Zehra (Işık) ÇALIŞKAN
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD
Bilindiği gibi her çocuk bir diğerinden farklı olarak dünyaya gelmektedir. Her çocuğun kendine özgü
bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal bir yapısı vardır. Sağlıklı bir bebek beklerken, farklı özellikleri olan bir
çocuğun dünyaya gelmesi, ebeveynlerde değişik duygu, düşünce ve durumların yaşanmasına neden
olabilmektedir. Farklı özelliklere sahip bir çocuğun anne babası olma rolü, anne babaların kendi seçtikleri
bir rol değildir ve bu role hiçbiri kendini hazırlamaz. O nedenle aile üyelerinden birinin ya da birkaçının
geçici ya da sürekli hastalığı, engelliliği (görme, işitme, zihinsel ya da fiziksel engellik vb) tüm aile üyelerinin
uyumunu etkilemekte, en sağlam yapıdaki ailelerin bile dengeleri sarsılabilmektedir.
Engelli çocuğu olan ailelerle yapılan çalışmalarda, ailelerde sürekli kaygı, anksiyete, depresyon, suçluluk,
pişmanlık, umutsuzluk yaşandığı ve yaşam kalitelerinin olumsuz etkilendiği belirtilmektedir. Ayrıca aile
içinde iletişimin bozulduğu, eşler arasındaki uyumun ve evlilik ilişkilerinin de bu durumdan etkilendiği
vurgulanmaktadır. Özellikle başta anneler olmak üzere, engelli çocuğu olan anne babalar, çocuğun
bakımının daha zor, günlük görevlerinin daha yoğun olması ve çocuklarının bakımı, eğitimi, tedavisi vb. için
ayırdıkları zamanın daha fazla olmasından dolayı yüksek düzeylerde stres yaşamaktadırlar. Yaşanan yoğun
stresle bağlantılı olarak ruhsal ve fiziksel hastalıklar da daha sık görülmektedir. Ayrıca bu ailelerde
ebeveynlerin yanı sıra sağlıklı kardeşlerin de durumdan etkilendiği, ailelerin yetersizliği olan çocuğundan
dolayı diğer çocuklarıyla daha az ilgilendikleri ve onlara yeterince zaman ayıramadıkları belirtilmektedir.
Bu sorunları yaşayan ailelerin profesyonel destek hizmetlerinden yararlanmaları gerekmektedir. Bu
hizmetleri verecek olan ekipte; özel eğitimci, konuşma-dil terapisti, fizik tedavi uzmanı, psikolog, sosyal
çalışmacı, hemşire, pediatrist ve duruma göre gereken diğer sağlık profesyonellerinin olması gerektiği
savunulmaktadır. Yine, ailelerin benzer sorunları yaşayan ailelerle bir araya gelmeleri onları olumlu
etkilemektedir. Hemşireler, bu aileleri bir araya gelmeleri için cesaretlendirmeli, ailelere gereksinimleri
olan konularda bilgi ve danışmanlık sağlayarak bütüncül ve aile merkezli bir bakımı sürdürmelidir. Nitekim
yapılan çalışmalarda; ailelere planlı eğitim ve danışmanlık verildikten sonra, ailelerin bilgi düzeylerinin
arttığı, depresyon ve kaygılarının azaldığı, stresle baş etmelerinin arttığı ve tükenmişliklerinin azaldığı
belirlenmiştir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 40
PEDİATRİDE GÜNCEL SORUNLAR - MADDE BAĞIMLILIĞI
Öğr. Gör. Dilek Akkuş
Düzce Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü
Çocukluktan erişkinliğe geçiş sürecinde sık görülen riskli davranışlar ergenin akranları tarafından kabulüne,
aile içinde anne babadan bağımsızlığını kazanmasına, geleneksel değer ve normlara karşı çıkmasına,
başarısızlık beklentisine, engellenmeler ve kaygıları ile başa çıkabilmesine, kimlik gelişimine ve
olgunlaşmasına aracılık edebilmektedir. Riskli davranışlar ergenlik ve gençlik dönemlerinde sağlık ve
güvenlik açısından en önemli tehlikeleri oluşturmaktadır. Bu önlenebilir tehlikeler ergen ve gencin zarar
görmesi, hatta ölümü ile sonuçlanabilmektedir.
Adölesan döneminde başlanan madde kullanımı ilerleyen yaşla birlikte bağımlılığa dönüşüp, bireyin
yaşamını tehdit eder düzeylere ulaşabilmektedir. Bu yaş döneminde sigara kullanmaya başlayan her dört
kişiden üçünün bu maddeyi bağımlılık düzeyinde kullanmaya devam ettikleri bilinmektedir. Madde
kullanımı trafik kazaları, zehirlenmeler/aşırı doz, intiharlar, şiddet, istenmeyen gebelikler ve güvensiz
cinsel ilişki gibi diğer riskli davranışlarda bulunma açısından da tehlike oluşturmaktadır. Dünya Sağlık
Örgütü’nün verilerine göre 15-24 yaş grubunda kazalar, intiharlar ve cinayete bağlı ölümlerin dörtte üçüne
madde kullanımı sebep olmaktadır.
Tedavi ve danışmanlık yaklaşımında, psikofarmakolojik uygulamalar, aile ve sosyal destek sistemlerini
güçlendirmeye yönelik uygulamalar, akran ilişkilerini değerlendirme, psikoeğitsel yaklaşım, psikososyal
beceri eğitimleri, grup terapileri ve bireysel görüşmeler yapılmaktadır.
Madde bağımlılığı problemine pediyatri hemşireliği bağlamında bakıldığında; pediyatri hemşiresinin
çalışma alanlarına yönelik planlamalar yapılması yerinde olacaktır;
1. Bağımlılığın önlenmesi bağlamında; toplum sağlığı merkezlerinde ve okullarda çalışan
hemşirelerin bağımlılık hastalığının tanıtımına yönelik önlemler alması, gençlerde olumlu benlik
algısını ve özyeterliliği desteklemesi, biyopsikososyal sağlığı tehdit edebilecek her türlü madde
tekliflerine hayır demeyi öğretmesi hemşirenin eğitici rolü ile mümkün olabilir.
2. Bağımlılık hastalığı için risk faktörlerini tanıma ve riskli durumlara müdahalede; aile ve okul temelli
yaklaşımlardan yararlanılabilir. Uyarıcı ve uyuşturucu madde kullanımını erken dönemde
tanıyabilmek için risk altındaki çocukları ve onların ailelerini tanıyabilmek gerekir.
3. Madde bağımlılığının hastanede tanı ve tedavisinde acil seviste çalışan pediyatri hemşireleri
pediyatri servisinde ve pediyatrik yoğun bakımda çalışan hemşirelerin; madde kullanan ergeni
tanıyabilmesi ve bakım verici rolü ile uygun müdahaleleri yapabilmesi beklenmektedir. Acil
müdahale sonrasında ergen ile motivasyonel görüşme yapılması ergenin tedaviye katılımını
artırabilir.
Adölesanda madde bağımlılığını ve hemşirenin rollerini anlayabilmek için katılımcılar ile bir olgu
paylaşılacaktır.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 41
PEDİATRİDE GÜNCEL SORUNLAR - YEME BOZUKLUKLARI
Doç. Dr. Hatice BAL YILMAZ
Ege Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD
Yeme bozuklukları, etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte genetik, nörokimyasal, gelişimsel ve
sosyokültürel faktörlerin yol açtığı belirtilen bir hastalık grubudur. Çocukluk yaş gruplarında ebeveynlerin
boşanması, okul değişikliği, okulda alay konusu olmak gibi durumlar kiloyu kontrol altında tutma ve yemek
yememe gibi davranışlara yol açabilmektedir. Ailesel stres, şişmanlık ve kilo alma korkusu ile psikolojik
durumdaki dengesizlikler ve Menstrüasyon (adet kanaması) başlaması gibi tipik adölesan krizleri de kilo
verme isteğini tetikleyebilir. Ayrıca toplumun ve medyanın özellikle son zamanlarda “sosyal medyanın”
zayıf ve uzun kişilere olan ilgisi de yeme bozukluklarının görülmesinde önemli rol oynadığı
düşünülmektedir. Bu durumun genellikle gençleri etkilemesi ve bu etkinin boyutunun giderek artması,
sağlık personelini, eğitimcileri ve anne-babaları yakından ilgilendirmektedir. Bu hastalıkların tedavileri zor,
uzun ve pahalı olduğundan, toplumsal ve eğitsel anlamda koruyucu ve önleyici davranışlar önemlidir.
Hastalığın erken tanısında zamanında yönlendirme yaşamsal nitelik taşır. Bu nedenle, özellikle çocuklar ve
gençlerle çalışan sağlık personeline tanı ve yönlendirme aşamasında çok önemli sorumluluk düşmektedir.
Yeme bozuklukları, ICD-10 (International Statistical Classification of Diseases and Related Health
Problems) (Uluslararası hastalık sınıflaması) ve DSM-5 (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental
Disorders) (Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatiksel El Kitabı) gibi standart tıbbi kılavuzların tanı
ölçütlerine göre ruhsal bozukluk olarak sınıflandırılmaktadır. DSM-5’e göre yeme bozuklukları; temel
olarak Anoreksiya nervoza, Bulimia nervoza, Tıkanırcasına Yemek Yeme/Aşırı Yeme Bozukluğu olarak
sınıflandırılırken, diğer tanımlı yeme bozuklukları, yukarıdaki yeme bozuklukları kategorisine giren ama
tam olarak o bozukluğu karşılamayan durumlar için kullanılır. Atipik anoreksiya nevroza, kusma davranışı,
gece yeme sendromu bu durumlara örnektir. DSM-5’de ölçütlere uymayan diğer bozukluklara ise;
Ortoreksiya nervoza, Prader-Willi Sendromu, Diabulimia, Seçici yeme bozukluğu ve Gourmand sendromu
örnek olarak verilebilir.
ANOREKSİYA NERVOZA (AN)
Bu sözcük Eski Yunanca’da “óreksis”: "iştah" sözcüğünden -an-önekiyle türetilmiştir. Latince “sinirsel
kaynaklı iştah yoksunluğu” anlamına gelmektedir. Fransızca’da anoréxie, İngilizce’de anorexia olarak
"patolojik iştahsızlık" anlamına gelir. İlk kez William W. Gull (1873) tarafından kullanılmıştır. Zihinleri
uzun süre yemekle meşgul ve yeme istekleri mevcutken, kilolarını kontrol etme çabası nedeniyle, uzun
açlık periyotlarıyla iştahlarını engellemeye çalışırlar. Adölesanlarda tipik olarak 14-18 yaşlarda başlar.
Kadınlarda erkeklerde 9-10 kat fazla görülmektedir. Anoreksiya nervoza yaklaşık %10 oranında mortalite
oranına sahiptir. Anorektik olan kişiler zihinleri uzun süre yemekle meşgul ve yeme istekleri mevcutken,
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 42
kilolarını kontrol etme çabası nedeniyle, uzun açlık periyotlarıyla iştahlarını engellemeye çalışırlar. Bu
amaçla; yemeyi reddetme ya/ya da azaltma yoluna giderler ya da telafi edici bir takım davranışlarla
(kendini kusturma, laksatifve/veya diüretik kullanımı, aşırı egzersiz vb.) alınan kalorileri denetlemeye
çalışırlar.
BULİMİYA NERVOZA (BN)
Bulimia ‘bous (öküz)’ ve ‘limos (açlık)’ kelime anlamlarına gelmektedir. ‘Öküz kadar aç olmak’ veya ‘bir
öküzü yiyecek kadar aç olmak’ anlamlarını içerir. İlk kez 1979’da Russell tarafından tıbbi tanılaması
yapılmıştır. “Doymaz, iştah hastalığı” anlamına gelmekte olup çok miktarda (gizli) yemek yeme ve
yemekten hemen sonra kusmakla belirgin bir yeme bozukluğudur. Tipik olarak geç adölesanlarda ya da
erken yetişkinlikte yaşlarda başlar. Adölesanların ve genç yetişkinlerin gelişir, bunların % 85’i kadındır.
AN ve BN YÖNETİMİ
Temelinde yatan sebepler; zayıf olmaya yönelik akran baskısı ve sosyal baskı, cinsel korku, aile
anlaşmazlıkları ve genetik faktörlerdir. Amaç normal, sağlıklı ve kişiye uygun kiloyu sağlama ve devam
ettirmek, yiyecek kısıtlaması veya uygunsuz dengeleyici davranışları durdurmak, fiziksel komplikasyonları
tedavi etmek, akut düzelme sonrası beş yılda tekrarları önlemektir.
TIKANIRCASINA YEMEK YEME/AŞIRI YEME BOZUKLUĞU
DSM-5’te (2013) Başka Türlü Adlandırılamayan Yeme Bozuklukları kategorisinden çıkarılmış Beslenme ve
Yeme Bozuklukları bölümünde kendine özgü tanı ölçütleri olan bir yeme bozukluğu olarak tanımlanmıştır.
Görülme oranı yaklaşık % 1-4 oranında etkilidir. Bu kişiler genellikle hızlı yemek yeme, aç olmadığı
zamanlarda bile büyük parçalarda yemek yeme, aşırı rahat yemek yeme, utandıkları için yalnız yemek
yeme davranışları içindedirler. Sıklıkla obezite, diyabet ve kalp sorunları gibi tıbbi problemler görülebilir.
KAYNAKÇA
1.
American Psychiatric Association (APA), Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders. 5th ed. Arlington, VA,
American Psychiatric Association, 2013. www. DSM5.org. (Erişim tarihi:22.02.2016)
2.
Altun M., & Kutlu Y.Ergenlerin Yeme Davranışları ile İlgili Görüşleri: Niteliksel Çalışma F.N. Hem. Derg, 2015; 23(3): 174184.
3.
Arusoğlu G., Kabakçı E., Köksal G., Merdol TK. Ortoreksiya Nervoza ve Orto-11’in Türkçeye Uyarlama Çalışması. Türk
Psikiyatri Dergisi 2008; 19(3): 283-291.
4.
Bal Yılmaz H., Bolışık B. Çocuklarda Beslenme. Conk Z., Başbakkal Z., Bal Yılmaz H., Bolışık B. (Ed.) Pediatri Hemşireliği,
Akademisyen Tıp Kitabevi, Ankara, 2013.
5.
Celikel FC. et al., Psychologic correlates of eating attitudes in Turkish female college students. Compr Psychiatry 2008;
49: 188-194.
6.
Fidan T., Ertekin V. Işıkay S., Kırpınar I. Prevalence of orthorexia among medical students in Erzurum, Turkey.
Comprehensive Psychiatry 51 (2010) 49–54.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 43
7.
Goldschmidt et al., Overeating with and Without Loss of Control: Associations with Weight Status, Weight-Related
Characteristics, and Psychosocial HealthInt J Eat Disord 2015; 48:1150–1157.
8.
Herzog DB., Eddy KT. Diagnosis,epidemiology and clinical course of eating disorders. In Clinical Manual of Eating
Disorders (Eds J Yager, PS Powers):1-31. American Psychiatric Publishing, Arlington, 2007.
9.
Hockenberry MJ., Wilson D. Wong's Essentials of Pediatric Nursing, 9th Edition. Elsevier Mosby, USA, 2013.
10. Hudson JI., Hiripi E., Pope HG., Kessler RC. The Prevalence and Correlates of Eating Disorders in the National
Comorbidity Survey Replication. Biol Psychiatry, 2007; 61(3): 348-358.
11. Kessler RC, Berglung PA, Chiu WT, Deitz AC, Hudson JI, Shahly V et al. (2013) The prevalence and correlates of binge
eating disorder in the World Health Organization World Mental Health Surveys. Biol Psychiatry, 73: 904-914.
12. Kugu N., Akyuz G., Dogan O., Ersan E., Izgic F. The prevalence of eating disorders among university students and the
relationship with some individual characteristics . Australian and New Zealand Journal of Psychiatry 2006; 40:129–135.
13. McLean et al. Photoshopping the Selfie: Self Photo Editing and Photo Investment are Associated with Body
Dissatisfaction in Adolescent Girls. International Journal of Eating Disorders, 2015: 48(8):1132–1140.
14. Özenoğlu A., & Dege G. Üniversite Gençliğinde Yeme Bozukluğunun Yordayıcıları Olarak Benlik Saygısı ve Beslenme
Eğitiminin Ortoreksiya Nervoza Gelişmesi Üzerine Etkisi. Bozok Tıp Derg 2015; 5(3): 5-14.
15. Turan Ş., Aksoy Poyraz C., Özdemir A. Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2015; 7(4): 419435.
16. Ünalan D. Öztop B., Elmalı F., Öztürk A., Konak D. Pırlak B. & Güneş D.Bir Grup Sağlık Yüksekokulu Öğrencisinin Yeme
Tutumları ile Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Arasındaki İlişki. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2009; 16 (2):
75-81.
17. Vardar E., & Erzengin M. Ergenlerde yeme bozukluklarının yaygınlığı ve psikiyatrik eş tanıları iki aşamalı toplum
merkezli bir çalışma. Türk Psikiyatri Derg, 2011; 22: 205-212.
18. Yücel B. Estetik bir kaygıdan hastalığa uzanan yol: yeme bozuklukları. Klinik Gelişim 2009; 22 (4):40-4.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 44
ÇALIŞAN GÜVENLİĞİNE İLİŞKİN YAŞANAN SORUNLAR (Üniversite Hastanesi Örneği)
Hem. Meral BAŞARAN
Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hastaneleri, Başhemşirelik
İnsanlık tarihi boyunca varolan şiddet kavramı, dar anlamıyla yalnızca fiziksel şiddeti, genel anlamda; “aşırı
duygu durumunu, bir olgunun yoğunluğunu, sertliğini, kaba ve sert davranışı, beden gücünün kötüye
kullanılmasını, bireye ve topluma zarar veren etkinlikleri” kapsar.
Sağlık kurumlarındaki şiddet ise “hasta, hasta yakınları ya da diğer herhangi bir bireyden gelen, sağlık
çalışanı için risk oluşturan; tehdit davranışı, sözel tehdit, ekonomik istismar, fiziksel saldırı ve cinsel
saldırıdan oluşan durum” olarak tanımlanmaktadır.
Sağlık kurumunda çalışmak diğer iş yerlerine göre şiddete uğrama yönünden daha risklidir. Değişik
çalışmalarda, sağlık kurumlarında çalışmanın, diğer iş yerlerine göre şiddete uğrama yönünden 16 kat
daha riskli olduğu belirtilmiştir. Özellikle sağlık ortamında hemşire ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet son
yıllarda artış göstermektedir. Sözel şiddetin ise fiziksel şiddette göre daha sık yaşandığı görülmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Uluslararası Hemşireler Birliği (ICN)’nin
(2002) “Sağlık sektöründe iş yeri şiddeti ” başlıklı ortak raporuna göre tüm şiddet olaylarının çoğu sağlık
sektöründe gerçekleşmektedir.
Şiddet çeşitli ülke ve kültürlerde de farklılık göstermektedir. Avustralya’da şiddetin en ciddi olduğu yer
sağlık sektörüdür. Finlandiya’da yapılan bir araştırmaya göre ise hapishane gardiyanları ve polis
memurlarının ardından şiddete maruz kalma sıralamasında psikiyatri hemşireleri 3. sırayı, doktorlar 4.
sırayı almaktadır.
Sağlık kurumlarında, 24 saat kesintisiz hizmet verilmesi, stresli aile üyelerinin varlığı, hastaların uzun süre
beklemesi ve bakım hizmetlerinden yeterince yararlanamaması gibi şiddet riskini arttıran değişik faktörler
bulunmaktadır. Ayrıca işlerin yoğun fakat personel sayısının az olması, aşırı kalabalık ortamda çalışma, tek
başına çalışma, şiddetle baş etme konusunda çalışanın eğitim yetersizliği ve yeterli sayıda güvenlik
elemanının olmaması gibi bir takım faktörler de şiddet riskini artıran unsurlar arasında sayılmaktadır.
Tüm sağlık çalışanlarının güvenli ortamlarda ve yüksek motivasyonla çalışmalarının sağlanması için
14.05.2012 tarihinde çalışan güvenliğinin sağlanmasına yönelik genelge yayınlanmıştır. Bu genelgeye göre:
1. Çalışan güvenliği birimi oluşturulmuştur.
2. Beyaz kod uygulaması yürürlüğe konulmuştur.
Çalışan güvenliği birimi, çalışan güvenliği kültürünün geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına ve bunu
sağlayacak uygun yöntem ve tekniklerin belirlenmesine yönelik çalışmalar sürdüren bir birimdir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 45
Beyaz kod uygulaması ise, Sağlık bakanlığının kamu ve özel hastanelerde gerçekleşen şiddet olaylarına
gereken müdahalelerin yapılabilmesi, takip edilmesi ve adli mercilere iletilmesi, beraberinde gerekli
analizlerin yapılabilmesi, ilgili kuruma özgü gerekli tedbirlerin alınabilmesi için oluşturulmuş bir sistemdir.
Hastanelerimizde Beyaz Kod çağrısı 11155 ile telefondan yapılmakta, güvenlik ekipleri maksimum 3 dakika
içerisinde olay yerine ulaşmaktadır. Buna ilave olarak hastanelerimizin otomasyon yani Hastane Bilgi
Yönetim Sistemi (HBYS) üzerinden Panik Buton uygulaması da geliştirilmiştir. Hastanelerimizin tüm
birimlerindeki bilgisayarlarda etkin olup, telefondan bağımsız olarak beyaz kod çağrısı başlatılabilmektedir.
Olayın saldırıya dönüşeceğini hisseden her personel tarafından kullanılabilmekte, otomasyon sistemi
üzerinden çağrı verildiği için erken müdahale edilebilmektedir.
Hastanelerimizde Beyaz Kod uygulamasının başladığı 2012 yılından itibaren müdahale edilen olaylar
aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:
YIL
OLAY TÜRÜ
TOPLAM
DARP
HAKARET
TEHDİT
SÖZLÜ TARTIŞMA
2012
6
4
1
45
56
2013
7
7
4
98
126
2014
3
5
4
85
97
2015
5
60
65
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 46
ÇALIŞAN GÜVENLİĞİNE İLİŞKİN YAŞANAN SORUNLAR (Devlet Hastanesi Örneği)
Uğur Çağır
T.C. Sağlık Bakanlığı, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çalışan Güvenliği Birimi
Hastanemiz bünyesindeki 2015 yılı içerisinde çalışanlarımıza yönelik uygulanan şiddetlerin % 35 i acil
servis hizmetleri esnasında olmuştur..Bunların % 52 sözel şiddet 48 sözel şiddet + fiziksel şiddet olarak
gerçekleşmiştir.
Çalışan güvenliği birimi olarak hastanemizin muhtelif yerlerine hasta ve yakınlarının görebileceği şekilde
her türlü şiddetin suç teşkil ettiğini belirten afişler asılmakta broşürlerin dağıtılmaktadır.
Hastane personellerimize ve taşeron çalışanlara yönelik hizmet içi eğitimlerde şiddete uğramamak için
alınacak önlemler konusunda eğitimler verilmektedir. Bu eğitimlerde personelimizi; hasta ve yakınlarının
nereye müracaat edecekleri, hangi iş ve işlemleri yapacakları, beklemeleri gerekiyorsa ne kadar süre
bekleyecekleri vb. gibi konular da bilgilendirmek amaçlanmaktadır. Aynı zamanda personele Beyaz Kod
başvuru ve başvuru şekilleri ile başvurma sürecinin nasıl işleyeceği hakkında eğitimler düzenlenmektedir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 47
BEYAZ KOD SİSTEMİNİN İŞLEYİŞİ
Av. Serkan DEMİRKAYA
T.C. Sağlık Bakanlığı, Kayseri İl Sağlık Müdürlüğü
Toplumsal şiddet olaylarındaki artışa paralel olarak sağlık hizmetlerinde sağlık çalışanlarına yönelik
gerçekleşen şiddet olaylarında da bir atış gözlemlenmektedir. Sağlık Bakanlığı sağlıkta şiddetin önlenmesi,
şiddete karşı gerekli cezai yaptırımların uygulanması ve mağdur personele hukuki yardım yapılması için
gerekli yasal düzenlemeleri hayata geçirmiş ve “sağlıkta şiddete sıfır toleransı” ilke edinerek Beyazkod
sistemi kurulmuş ve sağlık personeline hukuki yardım sağlanmaya başlanmıştır.
Sağlık kurumlarında hastalar, hasta yakınları, meslektaşlar gibi farklı birçok kaynaktan doğan şiddetin
ortaya çıkışında yine birçok etken rol oynamaktadır. Sağlık kurumlarındaki şiddetin az oranda bilindiği,
sadece yaralanma gibi ciddi olayların şiddet olarak algılandığı medyanın çok sık rastlanan sağlıkta şiddete
sadece ölüm veya ciddi yaralanma olduğunda yer verdiği bilinen bir gerçektir.
Kayseri’de mevcut sağlık kurum ve kuruluşlarında sağlık çalışanlarına yönelik gerçekleşen şiddet olaylarına
ilişkin beyazkod sistemine yapılan bildirimleri ve hukuki yardım talep edilen dosyaları değerlendirildğinde;
sağlık kurum ve kuruşlarında kurulan çalışan güvenliği birimleri yaşanan şiddet olaylarını kayıt altına
almakta ve yaşanan şiddet olayları adli makamlara bildirilmektedir. Adli makamlarca bu olaylar
soruşturularak şiddet uygulayanlar hakkında kamu adına ceza davaları açılmaktadır. Hukuki yardım talep
eden Sağlık Bakanlığı personellerine Sağlık Müdürlüğünde görev yapan bakanlığımız avukatlarınca hukuki
yardım sağlanmakta ve ceza dosyaları avukatlarımız tarafından takip edilmektedir.
Beyazkod bildirimlere ilişkin açılan davalar genellikle hakaret, tehdit ve yaralama suçlarına ilişkindir. Sağlık
çalışanlarının en çok mağdur olduğu suç tipi ise hakaret suçudur. Şiddet uygulayanlara karşı açılan ceza
davalarının
tamamına
yakınında
şiddet
uygulayanlar
hüküm
giymiş
ve
cezalandırılmışlardır.
Çalışanlarımızın yani sağlık personelimizin güvenliği bizim için çok önemlidir ve beyazkod il koordinatörü
olarak bu yolda alınması gereken idari tedbirlerin alınması ve hukuki sürecin izlenmesi açısından
hassasiyet göstermekteyiz.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 48
SÖZEL BİLDİRİLER
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 49
HS-1: Yenidoğan Hemşirelerinin Anne-Bebek Bağlanma Sürecindeki Rollerine İlişkin Görüşleri:
Niteliksel Çalışma
Sevinç Polat1, Ayşe Şener Taplak1
1
Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat
Amaç: Sağlıklı anne bebek ilişkisinde, doğumdan sonra anne bebek bağlanmasının gerçekleşmesi
önemlidir. Sağlıklı bağlanma, bebeğin sağlığı ve fiziksel, psikolojik ve entelektüel gelişimini etkilemesi
bakımından önemlidir. Doğum sonrası dönemde bağlanmanın değerlendirilmesi ve güvenli bağlanmanın
oluşmasında hemşirenin önemli rolleri bulunmaktadır. Bu çalışma yenidoğan hemşirelerinin anne bebek
bağlanmasının sağlanmasındaki rollerine ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla yapıldı.
Yöntem: Bu çalışma bir üniversite hastanesinin Yenidoğan Kliniği’nde çalışan 7 hemşire ile odak grup
görüşmesi yöntemi kullanılarak gerçekleştirildi. Araştırmaya başlamadan önce etik kurul izni alındı.
Hemşirelere ses kaydı ve araştırma hakkında bilgi verilerek sözlü onamları alındı. Görüşmeler 9 Aralık 2015
tarihinde bireysel görüşme şeklinde gerçekleştirildi ve ortalama 30 dakika sürdü. Tanıtıcı bilgi formu ve
yarı yapılandırılmış soru formuyla toplanan veriler içerik analizi yöntemiyle çözümlendi.
Bulgular: Çalışmaya katılan hemşirelerin yaş ortalamasının 35.85+6.01, yenidoğan ünitesinde çalışma
sürelerinin 14.85+8.19 yıl olduğu ve %85.7’sinin lisans mezunu olduğu belirlendi. Çalışmada anne bebek
bağlanmasını hemşirelerin 5’i, “Annenin bebeği kabullenmesi ve bebeğin ihtiyaçlarını karşılaması, annenin
bebeği emzirmesi ve kucağa alması”, 2’si “Anne ile bebeğin birbirine olan psikolojik bağıdır” şeklinde
tanımladı. Ayrıca anne bebek arasındaki bağlanmanın başlama zamanını hemşirelerin 4’ü “bebek anne
karnında iken”, 2’si bebek doğar doğmaz, biri “Doğumdan itibaren başlamakta fakat en yoğun olarak 4.
aydan sonra anne bebeği daha iyi tanıdığında başlar” olarak bildirdi. “Size göre sağlıklı bağlanmanın
göstergeleri nelerdir?” sorusuna hemşireler, ”Bakımı üstlenme, bebeği ağlayınca düşünme, emzirme, sevgi
gösterme, bebeğin ne demek istediğini anlayabilme” olarak belirtti. Bir hemşire “Bebeğin gelişiminin iyi
olması, annenin kendini yeterli hissetmesi ve bu durumdan mutlu olması” şeklinde görüş bildirdi. “Sağlıklı
anne bebek bağlanmasında hemşirenin rolünü açıklar mısınız?” sorusuna hemşireler, ”Anneye eğitim ve
destek sağlama, bebeğin gelişimi hakkında bilgi verme, annenin kendini yeterli hissetmesini sağlama ve
anneyi takdir etme, bebeği emzirmesini, bebeği kucaklayıp onunla bağlılık duygusunu artırmasını, annenin
özgüvenini artırmasını sağlama, bakıma yardımcı olma, anneyi rahatlatıcı ve destekleyici sözler söyleme,
anneye psikolojik destek olma” şeklinde cevapladı.
Sonuç: Çalışmadan elde edilen bulgular doğrultusunda; hemşirelere annelerin anne-bebek arasındaki
sağlıklı bağlanma sürecini değerlendirebilmelerini ve doğum sonrası anne-bebek bağlanmasını
kolaylaştıran rollerini içeren mezuniyet sonrası eğitim programlarının uygulanması önerilmektedir.
Anahtar kelimeler: anne bebek bağlanması, hemşire, rol, görüş
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 50
HS-2: Annelerin, Anaokuluna Devam Eden Çocuklarının Beslenmesine İlişkin Davranışları
Ayşe Şener Taplak1, Sevinç Polat1
1
Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat
Amaç: Günümüzde çocuklarda sağlıklı olmayan beslenme alışkanlıkları ve davranışları giderek artmaktadır.
Buna bağlı olarak çocuklarda iştahsızlık, yemek seçme ya da aşırı yemek yeme gibi pek çok sorun ortaya
çıkmaktadır. İlerleyen dönemlerde anemi, büyüme gelişme geriliği, obezite, kalp damar hastalıkları ve
diyabet gibi çeşitli sorunlar yaşanmaktadır.
Ebeveynlerin beslenme davranışları ve tutumları, çocukların beslenme alışkanlıklarını doğrudan
etkilemektedir. Bu nedenle çocuklarda sağlıklı beslenme alışkanlığının kazandırılmasında ebeveynlerin
davranış ve tutumlarını değerlendirmeleri önem kazanmaktadır. Çocukların ek gıdalara başlamasından
itibaren anneler, çocukların yiyecek seçimlerinden sorumludur ve değişik besleme yöntemleri kullanarak
yeterli ve dengeli beslenme davranışını geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu çalışma, anaokulu döneminde
çocuğu olan annelerin çocuklarının beslemesine ilişkin davranışlarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı
olarak gerçekleştirildi.
Yöntem: Araştırmanın örneklemini bir il merkezindeki iki anaokuluna devam eden ve çalışmaya katılmaya
kabul eden 3-6 yaş grubundaki 189 çocuğun annesi oluşturdu. Çalışmaya başlamadan önce İl Milli Eğitim
Müdürlüğü’nden ve Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu’ndan izin alındı. Verilerin toplanmasında
literatür doğrultusunda hazırlanan anket formu kullanıldı. Elde edilen veriler bilgisayar ortamına
aktarılarak tanımlayıcı istatistikler ile değerlendirildi.
Bulgular: Araştırmaya katılan annelerin yaş ortalamasının 32.49±4.99, %49.7’sinin üniversite mezunu ve
%68.8’inin gelirinin giderine denk olduğu belirlendi. Çocukların yaş ortalamasının 5.33±0.96 olduğu,
%77.2’sinin ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslendiği, %72.5’inin yemek seçtiği ve %56.6’sının tabağındaki
yemeği bitirmediği belirtildi. Annelerin %39’u çocuğunu 3 öğün beslediğini, %74’ü yemek yeme süresini
yarım saat olarak belirlediğini, %54’ü çocuğunun televizyon başında yemek yenmesine izin verdiğini, %60’ı
evinde abur-cubur dolabı olduğunu, %20’si çocuğunun yemekten önce atıştırmasına izin verdiğini ve %68’i
ödül olarak yiyeceği kullandığı belirtti.
Sonuç: Bu çalışmada annelerin, çocuklarının beslenmesinde kolay ve çabuk tüketilen abur cubur kullanma,
televizyon başında yemek yedirme ve ödül olarak yiyeceği kullanma gibi olumsuz besleme davranışları
olduğu tespit edildi. Elde edilen bulgular doğrultusunda başta ebeveynler ve çocuklar olmak üzere tüm
toplumun sağlıklı beslenme davranışları konusunda bilinçlendirilmesi önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: ebeveyn, çocuk, besleme, beslenme davranışı
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 51
HS-3: Aile Sağlığı Merkezine Başvuran Annelerin Ateş, İshal ve Yanığa Yönelik
Çocuklarına Yaptıkları Uygulamalar
Emine Altun Yılmaz1, Şenay Aras Doğan1, İlknur Yıldız1
1
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Sivas
Amaç: Çocukluk döneminde ateş, ishal ve yanık ailenin en sık sağlık yardımı aradığı sorunlardır. Çocuğun
bakım sorumluluğunu üstlenen aile bireyi genellikle anne olduğundan; annelerin bu durumlarda ilk
müdahale yöntemlerini bilmeleri oldukça önemlidir. Bu çalışma aile sağlığı merkezine başvuran annelerin
ateş, ishal ve yanığa yönelik çocuklarına uyguladığı tamamlayıcı bakım uygulamalarının belirlenmesi
amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı tipteki araştırmanın örneklemini, Mart-Mayıs 2015 tarihleri arasında Sivas’taki Aile
Sağlığı Merkez’ine başvuran 385 anne oluşturmuştur. Araştırmanın verileri araştırmacılar tarafından
oluşturulan anket formuyla, yüz yüze görüşülerek elde edilmiştir. Veriler SPSS (14.0) paket programında
sayı, yüzde, ortalama ve ki-kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalaması 34.27±8.89, %36.9’unun eğitim düzeyi ilkokuldur.
Ailelerin çoğunluğu (%80) çekirdek aile olup çocuk sayısı ortalama 2.64±1.45’dir. Annelerin %83’nün
çocuklarındaki ateşe yönelik uygun müdahalelerde (soğuk uygulama, hidrasyon sağlama vb.) bulunduğu
ancak %19’unun ateşi düşürmek için sirkeli su, %1’inin kolonya kullandığı belirlenmiştir. Çocuklarındaki
ishale yönelik annelerin %63’ünün ishal diyeti (patates püresi, şeftali, pirinç lapası, yoğurt vb.) uyguladığı
% 6.2’sinin kahve, % 6.2’sinin kola-aspirin karışımı içirdiği, %3.9’unun posalı besinler verdiği belirlenmiştir.
Yanığa yönelik uygulamalarında ise; annelerin % 88.6’sının uygun tıbbi girişimde (yanık bölgesini suyla
soğutma, yanık kremleri sürme, doktora başvurma vb.) bulunduğu, %27.8’inin diş macunu, salça, yoğurt
gibi maddeleri yanık bölgesine sürdüğü belirlenmiştir.
Sonuç: Annelerin, çocuklarda görülen ateş, ishal ve yanık gibi durumlarda genellikle uygun müdahalelerde
bulunduğu ancak bilgi ve uygulamalarında yetersizlikler ve yanlışlıklar olduğu görülmektedir. Aile sağlığı
merkezlerinde eğitim ve danışmanlık rolleri bulunan hemşirelerin ateş, ishal ve yanığa yönelik
uygulamalarda annelere eğitim vermesinin hatalı uygulamaları azaltacağı düşünülmektedir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 52
HS-4: İlkokul Öğrencilerinin Yeme Davranışlarının ve Ebeveynlerin Besleme Tarzlarının
Çocukluk Çağında Görülen Obeziteye Etkisi
Murat Bektaş1, Dilek Demir2
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, İzmir
2
Alsancak Nevvar-Salih İşgören Devlet Hastanesi Ortopedi Kliniği, İzmir
Amaç: Bu çalışma, ilkokul öğrencilerinin yeme davranışlarının ve ebeveynlerin besleme tarzlarının
çocukluk çağında görülen obeziteye etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Yöntem: Bu çalışma, tanımlayıcı-kesitsel bir çalışmadır. Çalışmaya Eylül 2014-Mart 2015 tarihleri arasında
İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı ilkokullar arasından basit rastgele örneklem yöntemi ile seçilen
İnönü İlkokulu, İlhan Onat İlkokulu ve Mustafa Şık İlkokulunda bulunan 1201 öğrenci ve ebeveyni
alınmıştır. Veriler, çocuk-ebeveyn sosyo-demografik veri toplama formu, çocukların yeme davranışları
anketi ve ebeveynlerin besleme tarzı anketi ile toplanmıştır. Veriler, yüzdelik hesaplamalar, ortalama,
çocukların obezite durumların değerlendirilmesinde ki-kare, spearman korelasyon analizi, pearson
korelasyon analizi ve çoklu regresyon analizi ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmamızın bulgularına göre, çalışmaya katılan öğrencilerin %52’si kız, %48’i ise erkektir.
Öğrencilerin daha çok 9 yaşında olduğu belirlenmiştir (%26.0). Çalışmaya katılan öğrencilerin %16.9’u
obezdir. Çalışma değişkenleri ile obezite durumları arasındaki ilişkiler göz önüne alınarak beş model
oluşturulmuştur. Birinci modelde; ebeveynin çocuğun kilosu hakkındaki düşüncesi, çocuk cinsiyeti, çocuk
sayısı, baba eğitimi, anne ve baba beden kitle indeksi, ikinci modelde; gıdadan keyif alma, duygusal aşırı
yeme, gıda hevesliliği, tokluk hevesliliği ve yemek seçiciliği, üçüncü modelde; cesaretlendirici besleme, sıkı
kontrollü besleme, dördüncü modelde; gıdadan keyif alma, duygusal aşırı yeme, gıda hevesliliği, tokluk
hevesliliği, duygusal besleme, yemek seçiciliği, beşinci modelde; ebeveynin çocuğun kilosu hakkındaki
düşüncesi, çocuk cinsiyeti, duygusal aşırı yeme, gıdadan keyif alma, çocuk sayısı, sıkı kontrollü besleme,
cesaretlendirici besleme ve baba beden kitle indeksi çocukluk çağı obezitesini etkilemektedir (p<0.05).
Sonuç: Bu çalışmada, çocukların yeme davranışlarının ve ebeveynlerin besleme tarzlarının çocuklarda
obezite görülme durumunu etkilediği belirlenmiştir. Ebeveynlerin besleme tarzlarının ve çocukların yeme
davranışlarının çocuklarda görülen obeziteyi nasıl etkilediğinin boylamsal olarak incelenmesi önerilir.
Anahtar Kelimeler: çocuk, obezite, çocukların yeme davranışları, ebeveynlerin besleme tarzları.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 53
HS-5: Ortaöğretim Öğrencilerinin Okul Sağlığı Hemşiresinin Rol ve Görevlerine İlişkin Bilgileri
Esin Akturan1, Sevinç Polat2, Fatma Acarbaş3, Selda Yüzer2
1
Yozgat Devlet Hastanesi Genel Yoğun Bakım Servisi, Yozgat
2
Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat
3
Yozgat Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Yetişkin Yoğun Bakım Servisi, Yozgat
Amaç: Bu araştırma; ortaöğretim öğrencilerinin okul sağlığı hemşiresinin rol ve görevlerine ilişkin bilgilerini
belirlemek amacı ile yapıldı.
Yöntem: Çalışma Kasım-Aralık 2015 tarihleri arasında, Yozgat’ta tam gün eğitim veren, özel bir okulda
okuyan 78 ortaöğretim öğrencisi ile gerçekleştirildi. Araştırma için etik kurul izni ve okuldan resmi kurum
izni alındı. Çalışmaya başlamadan önce araştırma hakkında bilgi verilerek öğrencilerden sözel onam alındı.
Verilerin toplanmasında, araştırmacılar tarafından ilgili literatür doğrultusunda hazırlanan ve 23 sorudan
oluşan bir anket formu kullanıldı. Verilerin analizi, bilgisayar ortamında yüzdelik oranlar kullanılarak
yapıldı.
Bulgular: Çalışma kapsamına alınan öğrencilerin yaş ortalamasının 12.431.28 olduğu, %55.1’inin erkek,
%44.9’unun kız olduğu ve %37.2’sinin 8.sınıfta okuduğu belirlendi.
Çalışmada okul sağlığı hemşiresinin rol ve görevleri hazırlanarak, öğrencilerin ilgili olduğunu düşündükleri
şıkları; katılıyorum, katılmıyorum ve kararsızım şeklinde işaretlemeleri istendi. Okul sağlığı hemşiresinin rol
ve görevlerine ilişkin bilgiler değerlendirildiğinde; öğrencilerin, “Okul sağlığı hemşiresi görev yaptığı
okulda, okul sağlığı hizmetleri ile ilgili sorunları, gereksinimleri saptar ve okul idaresine bildirir” (%50.0)
sorusu ile “Hemşire okulda sağlığı geliştirme davranışları; beslenme, hijyen, kazalardan korunma, uyku,
egzersiz ve boş zamanları değerlendirme vs. konularında öğrenci, aile ve öğretmenlere danışmanlık yapar”
(%51.3) sorusuna katılıyorum cevabını vererek doğru bildiği belirlendi.
Yine çalışmada öğrencilerin “Okul sağlığı hemşiresi kazalardan korunma ve güvenlik önlemlerinin
geliştirilmesinde öğrencileri görevlendirir” (%39.7) sorusu ile “Okul sağlığı hemşiresi okulda çevre sağlığını
ilgilendiren durumları gözler ve öğrencilere bildirir” sorusuna katılmıyorum (%35.9) cevabını vererek, okul
sağlığı hemşiresinin belirtilen görevlerini doğru bildiği belirlendi.
Çalışmada öğrencilerin %33.3’ünün “Hemşire sağlık risklerinin erken tanılanması ve uygun girişimlerin
planlanması, gereken önlemlerin alınması konusunda okul idaresi ile koordinasyonu sağlar” sorusuna
kararsızım cevabını vererek, okul sağlığı hemşiresinin bu rolü hakkında bilgi sahibi olmadıkları belirlendi.
Aynı zamanda çalışmada öğrencilerin boş bıraktıkları sorular, okul sağlığı hemşiresinin diğer rol ve
görevlerine ilişkinde bilgi sahibi olmadıkları şeklinde değerlendirildi.
Sonuç: Çalışmada ortaöğretim öğrencilerinin okul sağlığı hemşiresinin bazı rol ve görevlerini bildiği ancak
genel olarak bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadıkları belirlendi. Elde edilen bulgular doğrultusunda
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 54
öğrencilere, okul sağlığı hemşiresinin rol ve görevleri hakkında kapsamlı eğitim verilmesi ve okul sağlığı
hemşirelerinin bu anlamda etkin rol üstlenmesi önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: öğrenci, okul sağlığı hemşiresi, rol, görev, bilgi
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 55
HS-6: Astımlı Adölesanlarda Motivasyonel Görüşmenin Ev Ortamı Düzenlemesi ve İlaç Uyumuna Etkisi
İlknur Yıldız1 Meral Bayat2
1
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Sivas
2
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Amaç: Astımlı adölesanlarda, çevresel kontrol önlemlerinin alınması, atakların önlenmesinde, ilaç
kullanımının azalmasında, dolayısıyla astım kontrolünün sağlanmasında önemli rol oynar. Son yıllarda
astım kontrolüne yönelik yapılan eğitimlerin davranış değişikliği sağlamada yeterli olmadığı bu nedenle
bilgiyi davranışa dönüştürmeyi sağlayan motivasyonel tekniklerin kullanımı önerilmektedir. Bu çalışma
astımlı adölesanlarda motivasyonel görüşmenin ev ortamı düzenlemesi ve ilaç uyumuna etkisini
belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Deneysel tipteki çalışmaya, bir üniversite hastanesinin Çocuk Alerji ve İmmünoloji Polikliniği’nde
astım tanısı ile izlenen 30 adölesan (15 çalışma, 15 kontrol grubu) katılmıştır. Çalışma için etik kurul, kurum
onayı, adölesan ve ebeveynlerinden yazılı onam alınmıştır. Veriler; Tanıtıcı Bilgi Formu, çalışma öncesi ve
sonrası ev ziyareti yapılarak doldurulan Ev Ortamı Değerlendirme Formu ve İlaç Uyum Anketi ile
toplanmıştır. Çalışma grubundaki adölesanlarla yarı yapılandırılmış Motivasyonel Görüşme Formu ile üç
motivasyonel görüşme yapılmıştır. Veriler, SPSS 14.0 programında tanımlayıcı istatistikler, ki-kare,
McNemar testleri kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan adölesanların yaş ortalaması çalışma grubunda 14.13±1.84 kontrol grubunda
13.60±1.40 olup, çoğunluğu kızdır (çalışma ve kontrol grubunda %60.0). Evde sigara içilme oranı çalışma
grubunda %26.7, kontrol grubunda %46.7’dir. Her iki grupta da astımı en fazla tetikleyen maddelerin
sırayla sigara, koku ve ev tozu akarı olduğu saptanmıştır. Motivasyonel görüşme sonrası çalışma
grubundaki adölesanların
“ilaçlarını düzenli alma” davranışının arttığı, “ilaç almayı aksatma”, “ilacı
zamanında almayı unutma”, “kendini iyi hissettiğinde ilacı içmeyi bırakma”, “doktor söylemediği halde
ilacını azaltma” davranışlarının azaldığı bulunmuştur (p<0.05). İnhaler ilaç kullanımında da görüşme
sonrası çalışma grubundaki adölesanların “inhaleri doğru tutma/çalkalama”, “inhaleri kullanıma doğru bir
şekilde hazırlama”, “ağız parçasını dudaklarının arasına alma”, “nefesini vermeden ilacı ağızdan çekme” ve
“nefesini 5-10 saniye tutma” basamaklarının doğru yapılma oranının arttığı bulunmuştur (p<0.05). Ev
ortamı özellikleri açısından, çalışma grubunda çalışma sonrası yatağın gündüzleri örtü ile kapatılması, yün
yatak kullanılmaması, yatak takımlarının yıkanma sıklığı, zemin döşemesinin tipi, pelüş oyuncak
kullanılmaması, evde hayvan beslenmemesi, temizlik maddelerinden uzak durulması, odalarda çamaşır
kurutulmaması, evde bitki bulunmaması ve polenlerden korunmaya yönelik önlemlerin alındığı
belirlenmiştir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 56
Sonuç: Çalışmada, motivasyonel görüşme sonrasında, çalışma grubundaki adölesanların ilaç kullanım
özelliklerinde ve ev ortamında olumlu değişimler olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin astımlı adölesanlarda
ev ortamı düzenlemesi ve ilaç uyumunun sağlanmasında motivasyonel görüşmeyi kullanmaları
önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: astımlı adölesan, motivasyonel görüşme, ilaç uyumu, ev ortamı.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 57
HS-7: Yenidoğan Ünitesinde Bebeği Yatan Annelerin Sosyal Destek Düzeylerinin Belirlenmesi
Gülgün Sevimligül1, Yasemin Topaloğlu1, İlknur Yıldız2, Serap Çetin1, Fatih Bolat 1
1
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Sivas.
2
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD. Sivas
Amaç: Doğum ve bebek sahibi olma, aileye yeni bir üyenin katılmasından dolayı yeni düzenin kurulduğu
ebeveynler için önemli ve zor bir dönemdir. Sağlıklı ve normal gelişimini tamamlamış bebek sahibi olmak
hayal edilirken, çeşitli nedenlerle bebeğin yenidoğan ünitesine yatışı, aileyi etkileyerek, özellikle bebeğin
primer bakım vericisi olan annenin yoğun stres ve kriz yaşamasına neden olur. Bu dönemde annenin
karşılaştığı güçlüklerle başetmesine yardım eden sosyal destek sistemlerinin belirlenerek harekete
geçirilmesi duruma uyum sağlanmasında ve sorunların çözümünde oldukça önemlidir. Bu çalışma,
yenidoğan ünitesinde bebeği yatan annelerin sosyal destek düzeylerini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı tipteki çalışmaya 01 Haziran 2013-31 Aralık 2013 tarihleri arasında bir üniversite
hastanesinin yenidoğan ünitesinde bebeği yatan 283 anne alınmıştır. Çalışmaya başlamadan önce etik
kurul izni alınmıştır. Veriler; araştırmacılar tarafından geliştirilen Tanıtıcı Bilgi Formu ve Zimmet ve ark.
(1988) tarafından geliştirilen, Eker ve ark. (1995) tarafından geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılan, üç alt
ölçek ve 12 maddeden oluşan Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) ile
toplanmıştır. Ölçekten alınabilecek en düşük puan 12, en yüksek puan 84 olup, puanın yüksek olması
algılanan sosyal desteğin yüksek olduğunu göstermektedir. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 14.0 paket
programı ile tanımlayıcı istatistiksel yöntemler, varyans analizi ve iki ortalama arasındaki farkın önemlilik
testi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalaması 27.89±3.41 olup, %43.5’i ilkokul mezunu, % 89.3’ü ev
hanımıdır. Annelerin %72.8’inin gebeliğinin planlı olduğu, %67.5’inin sezeryanla doğum yaptığı, %13.1’inin
daha önce prematüre bebeğinin olduğu, %48.5’inin birinci bebeği olduğu ve %83.2’sinin bebeğinin anne
sütüyle beslendiği belirlenmiştir. Bebeklerin %45.9’unun prematüre, %28.8’inin prematüre+yenidoğan
sarılığı tanısıyla izlendiği bulunmuştur. Çalışmada annelerin sosyal destek ve alt ölçek puan ortalaması aile
desteği 24.15±5.82, arkadaş desteği 20.42±9.35, özel kişi desteği 25.98±8.88, genel ölçek puan
ortalaması 70.55±15.88 olarak belirlenmiştir.
Sonuç: Çalışmada yaş, eğitim düzeyi ve evlilik süresinin sosyal desteği önemli ölçüde etkilediği
bulunmuştur (p<0.05). Yenidoğan ünitesine yatış süreciyle birlikte annenin sosyal destek sistemleri
tanımlanarak, gerekli desteğin sağlanmasında hemşireye önemli görevler düşmektedir. Eğitim düzeyi
düşük, evlilik süresi 5 yıldan fazla, yaşı 24’ten küçük ve 30’dan büyük olan annelere hemşirelerin sosyal
destek yönünden daha fazla dikkat etmeleri önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: anne, yenidoğan, sosyal destek
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 58
HS-8: Öğrenme Güçlüğü, Parçalanmış Aile ve Yoksulluk Kıskacında Bir Çocuk ve Hemşirelik Yaklaşımı:
Olgu Sunumu
Kamuran Özdil1, Tuğba Üzel1
1
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Semra ve Vefa Küçük SYO, Halk Sağlığı Hemşireliği AD, Nevşehir
Giriş: Öğrenme güçlüğü; çocuğun okuma-yazma, matematik-aritmetik beceriler, konuşma-dinleme, akıl
yürütme yeteneğini kazanma ve kullanabilmesindeki yaşadığı zorluklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
zorluklar hem nedenleri hem de sonuçları açısından çocukların sağlığını tehdit etmektedir. Yoksul ve
parçalanmış aile çocuklarında ise bu süreç dağa ağır ve kısır bir döngü haline gelmektedir. Amacı
toplumdaki bireylerin sağlığını korumak ve geliştirmek, sağlığın bozulduğu durumlarda ise iyileştirmek olan
hemşirenin her çocukta olduğu gibi özel gereksinimi olan çocukların bakım ve sağlığının sürdürülmesinde
de önemli rol ve sorumlulukları vardır.
Bu olguda, halk sağlığı hemşireliği dersi uygulaması kapsamında, öğretim elemanı danışmanlığında öğrenci
hemşire tarafından hafif düzeyde öğrenme güçlüğü olan bir çocuk ve ailesine yapılan hemşirelik
girişimlerinin sonuçlarının sunulmuştur. Olguya ait verilerin, bilimsel amaçlı kullanılacağı konusunda
aileden sözlü onam alınmıştır.
Olgu Sunumu: 06.03.2006 doğumlu S.P. 2 yaşında iken annesini kaybetmiştir. Anne ikinci doğumu
esnasında vefat etmiştir. Annenin ölümünden sonra baba, S.P.’nin bakımını reddetmiş, küçük kardeşinin
ise bakımını sürdürmüş ve yeni bir evlilik yapmıştır. S.P’nin bakımını anneannesi ve büyükbabası
üstlenmiştir. Aile 2 küçük oda ve evin girişinde bir ocak ve mutfak gereçleri bulunan, tuvaleti/aynı
zamanda banyosu dışarda olan bir evde yaşamaktadır. Hafif düzeyde öğrenme güçlüğü olan S.P.
bulunduğu okulun özel eğitim sınıfında farklı düzeyde öğrenme güçlüğü olan 8 çocukla öğrenim
görmektedir. Aileye bir eğitim öğretim döneminde toplam 14 ev ziyareti yapılmıştır. 20.10.2015 tarihinde
yapılan ilk ziyarette ailenin hakkında veriler toplanmış ve çocuk eş zamanlı olarak okulda izleme alınmıştır.
Toplanan veriler doğrultulunda saptanan sorunlar şunlardır: Uyku örüntüsünde bozulma, enürezis, hijyen
eksikliği, beslenmede dengesizlik, sosyal izolasyon, akademik başarısızlık.
S.P’nin sağlık bakım gereksinimlerini karşılayabilmek amacıyla ev ziyaretleri yoluyla hemşrelik süreci
uygulanmıştır. Bu süreçte Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, Rehabilitasyon Araştırma Merkezi ve özel
eğitim öğretmeni ile işbirliği yapılmıştır.
Yapılan girişimler sonucunda enürezis problemi çözülmüş,
bireysel hijyende değişim sağlanmış, beslenmesi için bir plan hazırlanmış ve ailenin temel gıda
gereksinimlerini için Aile ve Sosyal Politikalar İl müdürlüğü tarafından ekonomik destek kaynağı sağlanmış,
sosyal izolasyonla çözüm için Rehabilitasyon Araştırma Merkezi ile okul ve çevresinde farkındalık
çalışmaları başlatılmıştır. S.P. ödevlerini okulda yapmaya başlamış, okuması nicelik ve nitelik açısından
artmıştır.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 59
Sonuç: Sonuç olarak, ev ziyaretleri, multidisipliner çalışma ve sürekli izlem öğrenme güçlüğü olan çocukta
olumlu sağlık kazanımlarının elde edilmesini sağlamıştır.
Anahtar Kelimeler: çocuk, parçalanmış aile, hemşirelik süreci, ev ziyareti
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 60
HS-9: Çocukların Televizyon İzleme Durumları ile Davranış Problemleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Pınar Bekar1, Duygu Arıkan2
1
Erzincan Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Erzincan
2
Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Erzurum
Amaç: Beş yaşındaki çocukların televizyon izleme durumları ile davranış problemleri arasındaki ilişkinin
incelenmesidir.
Yöntem: Tanımlayıcı özellikte olan bu araştırmanın evrenini 2014-2015 eğitim öğretim yılında Erzincan il
merkezinde bulunan 2 anaokuluna giden, 5 yaşındaki çocuklara sahip olan anneler oluşturdu. Araştırmada
örneklem seçimine gidilmeyip araştırmaya tüm çocuklar (159 kişi) alındı. Yirmi bir kişinin annesi çalışmayı
kabul etmediği, 17 kişinin annesi anketleri eksik doldurduğu için 121 anne ile çalışma yürütüldü. Veriler
araştırmacı tarafından literatür taraması yapılarak oluşturulan soru formu ve “Çocuk Davranışlarını
Değerlendirme Ölçeği” kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplandı. Verilerin toplanmasından önce
araştırmanın amacı annelere anlatıldı ve sözel izin alındı. Etik kurul onayı, ebeveynlerden sözel ve ilgili
kurumdan resmi yazılı izin alınmıştır.Verilerin analizinde Frekans, Yüzde, t Testi, Tek Yönlü Varyans analizi
(ANOVA), LSD Post Hoc testi, Mann Whitney U testi kullanılmış olup, bu analizler bilgisayarda SPSS 22.00
istatistik paket programı ile yapıldı.
Bulgular: Araştırmaya alınan anaokulu çocuklarının % 100’ünün TV (televizyon) izlediği, % 45.5’inin günde
2 saat TV izlediği ,% 42.1’inin televizyonda şiddet (dövüşme, bağırma vb.) içeren programları izlediği ve %
98.3’ünün televizyon izlemesini ailesinin kontrol ettiği saptanmıştır. Çocukların isyankar davranışlar
boyutu puan ortalamasının 68.03±16.07, Uyum boyutu puan ortalamasının 37.97±7.52, Sosyal Kaygı
boyutu puan ortalamasının 39.74±9.25, Çocuk Davranışlarını Değerlendirme Ölçeği toplam puan
ortalamasının 148.39±25.21 olduğu bulunmuştur. Çalışma sonuçları, çocuğun TV izleme süresinin (gün)
isyankâr davranışlarının boyutunu etkilediğini göstermektedir. Günde 3 saat ve üzerinde televizyon
seyreden çocukların, günde 1 saat televizyon seyreden çocuklara göre isyankâr davranışlar boyutu
puanlarının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Çocuğun televizyon izleme süresinin ailesi tarafından takip
edilme durumunun, çocuğun isyankâr davranışlarını etkilediği bulunmuştur. Çocuğunun televizyon
izlemesini takip etmeyen ailelerin çocuklarının TV izlemesini takip eden ailelere göre isyankâr davranışlar
boyutu puanlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir.
Sonuç: Çalışmada çocukların isyankâr davranışlar, uyum ve sosyal kaygı düzeyinin hafif düzeyde olduğu
saptanmıştır. Bu sonuçlar doğrultusunda annelere çocuğunun izlediği TV programlarını denetlemesi
önerilebilir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 61
HS-10: Preterm Yenidoğan Diyabetli Bir Hastada: İnsülin Pompa Deneyimi
1
Nevin Uslu , Nurten Variyenli2, Meral Bayat1, Ülkü Gül2, Ahmet Özdemir3, Mahir Ceylan3, Sabriye Korkut3
1
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
2
Erciyes Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Çocuk Endokrinoloji Bölümü, Kayseri
3
Erciyes Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Neonataloji Bölümü, Kayseri
Giriş: Pretermlerde hipergliseminin tedavisinde insülin pompa kullanımının; kilo alımını arttırdığı, kan
glikozunun etkili şekilde kontrolünü sağladığı, hipo/hiperglisemi, sepsis sıklığını azalttığı bildirilmektedir.
Bu çalışmada Neonatal Diyabetes Mellituslu bir pretermde insülin pompası kullanma deneyimi
paylaşılmıştır.
Olgu Sunumu
19 yaşındaki annenin ilk gebeliğinden 1400 gr ağırlığında sezaryen ile 34. gebelik haftasında prematür
olarak doğan erkek hasta 21 günlükken hiperglisemi ön tanısıyla prematür servisine kabul edilmiştir.
Fiziksel muayenesinde; ağırlığı 1650 gr (‹3p), boyu 42,5 (‹3p), baş çevresi 31 cm (‹3p), vital bulguları ve
diğer sistem muayeneleri normaldi. Kan biyokimyası ve kan sayımı normal sınırlarda olan hastanın hafif
transaminaz yüksekliği mevcuttu. Glukoz 224 mg/dl, HbA1c %6.3, C-peptit ‹0.010 ng/mL bulundu,
bununla birlikte hipotiroidi tespit edildi. EKO’da PDA bulundu, batın USG’de safra kesesi izlenemedi ve
karaciğer biyopsisinde dev hücreli hepatit saptandı. Hastaya regüler insülin, glargin, NPH ve detemir
denendi. Ancak insülinlerin pik yaptığı saatlerde hipoglisemiler olması nedeniyle yatışının ikinci ayında
insülin pompası takıldı. Pompa takılmadan önce annenin diyabet izlemini iyi yürütme konusunda isteklikararlı ve bilişsel olarak yapabilecek düzeyde olduğu belirlendi. Aileye pompa kullanımının avantajları,
amaçları ve beklentiler açıklanarak bilgilendirilmiş onamları alındı. Pompa ile insülin infüzyonunda aspart
insülin tercih edildi. Hastanın günlük insülin ihtiyacı göz önüne alınarak infüzyon hızı ayarlandı. Aynı
zamanda karaciğer ve egzokrin pankreas bozukluğu da olan vakada beslenme ile kilo alımı sağlanamadı ve
TPN verildi. Sık ve az beslendiğinden insülin infüzyonu çoğunlukla kan glikozunun saatlere göre değişimi
göz önüne alınarak bazal insülin üzerinden ayarlandı. Enfeksiyon dönemlerinde bu infüzyon hızları
kademeli olarak arttırıldı, gerektiği dönemlerde bolus insülin ile araya girildi.
Bu süreçte aileye pompa ile ilgili teknik bilgiler, pompa ile yaşamaya ilişkin öneriler verildi. Kan glukozunu
kontrol etmek için gerekenler ve sorun olursa kiminle iletişim kurulacağı ile ilgili eğitim yapıldı. Anneye
pompa kullanma fırsatı verilerek doğrular-yanlışlar belirlenerek gerekli bildirimler verildi. Annenin pompa
kullanımına ilişkin eğitim süreci devam etmektedir. Serviste takip edilen yenidoğanın glukoz düzeylerinin
100-200 mg/dl arasında olması hedeflenmiştir.
Kan glukoz düzeyleri regüle olan hastanın üç ayda vücut ağırlığı, boy ve baş çevresi artmıştır.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 62
Sonuç: İnsülin pompa kullanımına ilişkin aileye gerekli bilgi ve becerinin kazandırılması hasta güvenliği
açısından önemlidir. Hemşireler, pretermlerde pompa tedavisini yönetmede eğitim ve danışmanlık
rollerini kullanarak ekipte aktif rol alabilirler.
Anahtar Kelimeler: preterm, hiperglisemi, neonatal diyabetes mellitus, insülin pompası
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 63
HS-11: Bir Devlet Hastanesinde Bakım Verilen Çocukların Beslenme Şekillerinin Belirlenmesi
Bahriye Kaplan1 , Nuray Caner1, Zehra Çalışkan1, Derya Evgin1
1
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük SYO Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD,
Nevşehir
Amaç: Bu çalışma, bir devlet hastanesinde yatarak tedavi gören 0-16 yaş grubu çocukların beslenme
şekillerini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Kesitsel tanımlayıcı tipte olan çalışmanın örneklemini 07.03.2015-30.05.2015 tarihleri arasında
bir devlet hastanesinin çocuk servislerinde yatarak tedavi edilen ve çocuk sağlığı ve hastalıkları hemşireliği
dersi uygulaması esnasında bakım verilen 486 çocuk oluşturmuştur. Araştırmanın verileri öğrencilerin
bakım planlarının geriye dönük taranmasıyla elde edilmiştir. Çalışmanın yapılması için kurum izni alınmış,
veriler bilgisayar ortamında tanımlayıcı istatistikler ve ki kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Bakım verilen çocukların; %34.8’inin 0-1 yaş aralığında, %68.9’unun erkek, %69.1’inin akut
solunum yolu enfeksiyonu tanısı aldığı, %53.1’inin daha önce hastaneye yattığı, %32.1’inin boy, %31.5’inin
kilo percentillerinin 25 ve altında olduğu belirlenmiştir. Kilo percentili 25’in altında olan çocukların daha
fazla oranda hastaneye yattıkları ve annelerinin eğitim düzeylerinin ilk öğretim ve altında olduğu
saptanmıştır (p<0.05). Bakım verilen çocukların cinsiyeti, hastalık tanısı ve anne yaşı ile vücut ağılıkları
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05).
Çocukların beslenme durumlarına bakıldığında; %11.3’ünün anne sütü almaya devam ettiği %41.4’ünün
ilk 6 ay sadece anne sütü aldığı, kahvaltıda çoğunlukla yumurta, peynir, zeytin ve süt/yoğurt (sırasıyla
%61.5, %47.1, %25.7, %22.3) tükettikleri belirlenmiştir. Öğle yemeğinde çorba, tahıl grubu besinler, sebze,
kuru baklagil ve et/etli yemekler (sırasıyla % 59.7, %36.8, %33.5, %22.8 ve %22.0) tükettikleri, akşam
yemeğinde ise benzer şekilde çorba, tahıl grubu besinler, sebze, kuru baklagil ve et/etli yemekler (sırasıyla
%60.2, %46.1, %43.1, %37.9 ve %37.9) tükettikleri tespit edilmiştir. Annelerinin ifadelerine göre ara
öğünlerde çocukların % 65.3’ünün meyve, % 18.1’inin de abur-cubur tükettikleri belirlenmiştir.
Sonuç: Çalışmanın sonucunda bakım verilen çocukların daha çok akut solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle
hastaneye yattıkları, kilo percentili 25 ve altı olan çocukların tekrarlı hastane yatışları için risk grubunda
olduğu bulunmuştur. Özellikle eğitim düzeyi düşük olan annelere, akut solunum yolu enfeksiyonlarından
korunma ve yaş dönem özelliklerine göre beslenme konularında eğitim ve danışmanlık verilmesi
önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: beslenme, çocuk, hastaneye yatma
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 64
HS-12: Pediatri Hemşirelerinin Kanıta Dayalı Uygulamalara Yönelik Bilgi ve Uygulamaları
Ulviye Günay1, E. Hilal Yayan1, Suat Tuncay1, Ramazan İnci1, E. Aysel Taşçı1
1
İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Malatya
Amaç: Kanıta dayalı uygulama, araştırma kanıtlarının klinik uzmanlıkla birleştirilerek, hastanın değerleri ve
kültürü dikkate alınarak kullanılması olarak tanımlanır. Hemşireliğin görev yetki ve sorumluluklarına
yönelik yayınlanan yönetmelikte Hemşire, her ortamda bireyin, ailenin ve toplumun hemşirelik girişimleri
ile karşılanabilecek sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını belirler ve hemşirelik tanılama süreci kapsamında belirlenen
ihtiyaçlar çerçevesinde hemşirelik bakımını kanıta dayalı olarak planlar, uygular, değerlendirir ve denetler
ifadesi yer almaktadır.
Hasta bakımında ve hemşireliğin profesyonelleşmesinde böylesine önemli bir yere sahip olan kanıta dayalı
hemşirelik uygulamaları pediatri hemşireliğinde ne oranda yer almaktadır?
Bu araştırma, kanıta dayalı uygulamalara yönelik pediatri hemşirelerinin bilgi ve uygulamalarını
değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Bu araştırma, Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan iki üniversite hastanesinin (Malatya, Elazığ)
pediatri kliniklerinde çalışan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 120 hemşireyle, Kasım 2015-Ocak 2016
tarihlerinde tanımlayıcı olarak yapıldı. Veriler, katılımcıların tanıtıcı özellikleri ve kanıta dayalı
uygulamalara yönelik, literatür doğrultusunda hazırlanan anket formu ile toplandı.
Bulgular: Çalışmaya katılan hemşirelerin yaş ortalaması 30.5, %82’sinin kadın, %88’inin üniversite mezunu
olduğu, mesleki deneyimlerinin ortalama 7.2 yıl, pediatri deneyimlerinin 5.4 yıl olduğu belirlendi.
Hemşirelerin % 12’sinin kanıta dayalı uygulamanın ne olduğunu tanımlayabildiği, % 33’ünün kanıta dayalı
uygulamaya yönelik daha önce bilgi aldığı, %20’sinin kanıta dayalı hemşirelik uygulamalarının sonuçlarını
tanımlayabildiği belirlendi. Hemşirelerden hiçbirinin güncel bilgileri ve yayınları takip etmediği ve
%80’ninin bunun nedenine yönelik açıklama yapmadığı saptandı. Bu çalışmada hemşirelerin sadece
%6’sının klinik uygulamalarında kanıta yer verdiği tespit edildi.
Sonuç: Çalışmada pediatri hemşirelerinin kanıta dayalı hemşireliğe yönelik bilgi ve uygulamalarının yeterli
düzeyde olmadığı saptandı. Bu nedenle pediatri hemşirelerinin alanlarına özel kanıta dayalı uygulamalara
yönelik sürekli eğitim programlarının verilmesi önerilebilir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 65
HS-13: 6-18 Yaş Çocuklarda Dental Anksiyete Düzeyi ve Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi
Volkan Düzgün1, Yurdagül Erdem2
1
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Beyin Cerrahi Kliniği, Kayseri
2
Kırıkkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kırıkkale
Amaç: Ülkemizde TUIK 2012 Türkiye Sağlık Araştırmasına göre 7-14 yaş çocuklar arasında %24.5 ile ağızdiş sağlığı sorunları birinci sırada yer almaktadır. Buna rağmen okullarda, evlerde koruyucu ağız-diş sağlığı
uygulamaları yetersiz görülmektedir. Literatürde dişçi kaygısı olanların diş bakımı ile zayıf uyum yaptıkları
ve diş çürükleri ile dişçi kaygısı arasında pozitif bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Dental kaygının Türk
toplumunda %21.3-%23.5 arasında değiştiği bildirilmiştir. Bu çalışmada Kayseri’de özel bir ağız-diş sağlığı
merkezine başvuran 6-18 yaş arası çocukların dental anksiyete düzeyleri ve etkileyen faktörlerin
belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Kesitsel yapılan çalışmaya 100 çocuk katılmıştır. Veriler, demoğrafik veri formu yanında Corah
tarafından geliştirilmiş 4 sorulu Dental Anxiety Skalası [DAS] ile toplanmıştır. Skalada 4-20 aralığında skor
elde edilmekte, 4 skoru hiç kaygı yok, 13 ve üzeri kaygı olduğunu, 15 ve üzeri yüksek düzeyde kaygı
olduğunu göstermektedir. Invaziv işlemin anksiyete skoru üzerinde etkisinden kaçınmak için ölçek dental
muayene öncesi doldurulmuştur. Çocuklardan sözel onam alınmıştır.
Bulgular: Çocukların %55’i kız çocuk olup, yaş ortalaması X:11.7±3.35 yaştır. Dental Anksiyete Puan
Ortalaması (DAS) X: 12.4±4.24 bulunmuştur. Buna göre çocukların orta düzeyin üzerinde kaygı duydukları;
kaygı duyma düzeyini çocukların yaşı, cinsiyeti, ebeveyn mesleğinin etkilemediği; ilk kez tedaviye gelme ve
gelme nedeninin etkili olduğu belirlenmiştir. Tedaviye getirilen çocukların %43’ü diş ağrısı, %33’ü çürük
nedeniyle başvurmuşlardır. Çocukların %35’i kaygı yaşamadıklarını ifade ederken, %34’ü iğne olmaktan,
%12’si ağrı çekmekten, %8’i diş temizliğinden, %11’i diğer (koku, bulantı vb) nedenlerden kaygı
duymaktadır. İşlem öncesi kaygı yaşadıklarını belirten (n= 67) çocukların %61.2’si hastaneye girerken
kaygısının başladığını belirtmiştir. Kaygı duyduğunda en çok %71’i huzursuzluk, %15’i uyku bozukluğu, %5’i
kas gerginliği, bayılma hissi yaşadığını belirtmiştir. %74’ü ağız-diş sağlığı konusunda eğitim aldığını, eğitimi
%68 okulda derste aldıklarını, %24’ü ailesinden aldığını, çok azı kitle iletişim araçlarından (%6.7) söz
etmişlerdir. Çocukların yalnız %6’sı ilk kez tedaviye gelmiştir. Gelme sıklığı ile DAS puanı arasındaki fark
istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (p< 0.01). İlk kez gelen çocuklar (X: 17.1±1.16)
yüksek düzeyde kaygı göstermiştir. Geliş nedeni çürük diyen çocuklar, diğer nedenlere göre anlamlı
düzeyde kaygılı bulunmuştur (p< 0.05).
Sonuç ve öneriler: Bu sonuçlara göre tedaviye ilk kez gelen çocuklara tedavi öncesi rahatlatıcı uygulamalar
yapılması, diş çürüklerinin önlenmesine yönelik koruyucu ağız-diş sağlığı uygulamalarının okullarda
verilmesi önerilebilir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 66
HS-14: Annelerin Tuvalet Eğitiminde Kullandıkları Ödül ve Ceza Stratejilerinin
Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi
Sevim Uğur1
1
Aksaray Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Aksaray
Amaç: Tuvalet eğitimi ilk çocukluğun önemli gelişimsel görevlerinden birisidir. Psiko-seksüel ve psikososyal gelişim kuramlarına göre tuvalet eğitimi kişilik gelişiminde önemli etkiler bırakır. Tuvalet eğitimi
sırasında çocuğun aşırı cezalandırılması yetişkinlik döneminde aşırı düzenlilik, katı görüşlülük, cimrilik
eğilimi şeklinde görülürken saplantı oluşması durumunda obsesif-kompulsif bozukluk görülebilmektedir.
Bu dönemi olumlu geçiren bireylerde ise kendini kontrol etme, uyumlu ilişkiler sürdürme, özgürce seçim
yapma ve karar verme özerkliğini sürdürme, çabalarda bulunma, yeni denemelere girişme ve işbirlikçi
özellikleri gelişir. Bu bağlamda tuvalet eğitiminde çocuğun istenilen davranışları ödüllendirilirken
istenmeyen davranışların cezalandırılmaması gerekmektedir. Bu çalışma tuvalet eğitiminde yaygın olarak
kullanılan ödül ve ceza yöntemlerinin sosyo-demografik özelliklere göre incelenmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Araştırma ilişkisel modele dayalı olup, araştırmada tarama (survey) yöntemi ve anket tekniği
kullanılmıştır. Araştırmanın evrenini 15 Aralık 2015 ile 15 Ocak 2016 tarihleri arasında Aksaray Devlet
Hastanesi Çocuk Polikliniğine başvuran ve 1-3 yaşları arasında çocukları bulunan anneler oluşturmaktadır.
Araştırmanın örneklemini ise söz konusu evrenden araştırmaya gönüllü olarak katılan 200 anne
oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından geliştirilen anket
kullanılmıştır. Verilerin toplanmasında çalışmaya katılmayı kabul eden ebeveynlere yüz yüze görüşülerek
anket formu doldurulmuştur. Verilerin analizinde SPSS 20 istatistik paket programı kullanılmış ve tanısal
(descriptive) istatistik tekniklerinden yararlanılmıştır.
Bulgular ve sonuç: Araştırma sonucunda, annelerin tuvalet eğitiminde kullandıkları ödül ve ceza
stratejilerinin onların kişisel özellikleri ile yakından ilgili olduğuna dair önemli bulgulara ulaşılmıştır. Bu
bulgular, tuvalet eğitiminde annelerin kullandıkları ödül ve ceza stratejilerinin annelerin genel yaşam
alışkanlıkları ve özellikleri ile yakından ilgili olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 67
HS-15: Hemşirelik Öğrencilerinde Bilinçli Farkındalık ve Empatik Eğilim Düzeyi Arasındaki İlişkinin
İncelenmesi
1
Türkan Kadiroğlu , Fatma Güdücü Tüfekci1, Fatma Gülcan2, Öznur Tosun3
1
Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Erzurum
2
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Ağrı
3
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Amaç: Hemşirelerin nitelikli bakım verebilmeleri için empatik eğilim becerisinin kazanılması önemlidir.
Hemşire empatik eğilim becerisine sahip ise hasta birey ve ailesi ile etkili iletişim kurabilmektedir. Etkili
iletişimin anahtar olduğu hemşirelik mesleğinde empatik eğilim becerisinin hemşirelik öğrenimi sırasında
öğrenciye kazandırılması gerekmektedir. Farkında olma ve dikkatlilik olarak tanımlanabilen bilinçli
farkındalık düzeyinin arttırılması ile empatik eğilim becerisinin geliştirilebileceği düşünülmektedir. Bu
araştırma, hemşirelik öğrencilerinde bilinçli farkındalık ve empatik eğilim düzeyi arasındaki ilişkinin
incelenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır.
Yöntem: Araştırma verileri, bir Sağlık Bilimleri Fakültesi’nin hemşirelik bölümünde öğrenim gören 85
gönüllü katılımcıdan toplanmıştır. Araştırmada, etik ilkelere bağlı kalınmıştır. Verilerin toplanmasında;
Demografik Bilgi Formu, Bilinçli Farkındalık Ölçeği ve Empatik Eğilim Ölçeği kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 20.98±1.49 yıl, %61.2’si kız ve %77.6’sının gelir
durumu gidere denktir. Öğrencilerin %63.5’i hemşireliği kendi isteği ile tercih ettiğini ve %82.4’ü
hemşirelik mesleğini sevdiğini ifade etmiştir. Öğrencilerin cinsiyetlerine göre Bilinçli Farkındalık Ölçeği
toplam puan ortalamaları incelendiğinde; erkek öğrencilerde 62.21±10.80 iken kız öğrencilerde
56.98±12.38 olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Hemşirelik mesleğini seven öğrencilerde Bilinçli Farkındalık
Ölçeği ve Empatik Eğilim Ölçeği toplam puanı daha yüksek bulunmuştur (p<0.005). Araştırmaya katılan
öğrencilerin bilinçli farkındalık düzeyi ile empatik eğilim arasında istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde ilişki
belirlenmiştir (p<0.001).
Sonuç: Bu çalışmada cinsiyetin bilinçli farkındalığı etkilediği ve mesleğini seven öğrencilerin hem bilinçli
farkındalık hem de empatik eğilimininin daha iyi olduğu belirlenmiştir. Bilinçli farkındalık ile empatik eğilim
arasında ise ileri düzeyde anlamlı ilişki tespit edilmiştir. Hemşirelik öğrencilerinde bilinçli farkındalık
düzeyinin artırılarak empatik eğilim becerisinin geliştirilebileceği söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: hemşirelik öğrencisi, bilinçli farkındalık düzeyi, empatik eğilim
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 68
HS-16: Diyabetli Ergenlerde Metabolik Kontrol ve Tedaviye Uyum
Sümeyra Topal1, Emine Erdem2
1
Sakarya Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Sakarya
2
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Çocukluk çağında en sık görülen kronik hastalıklardan olan Tip 1 Diyabetes Mellitus, çocuk ve ailesinin
yaşamını etkileyen bir hastalıktır. Diyabet yönetiminde diyet, egzersiz ve insülin uygulamasının getirdiği
kısıtlamalar ve ebeveynlerin davranış ve tutumları ergenlerin hastalığa uyumunu ve HbA1c düzeylerini
olumsuz etkileyebilir. Bu araştırma, diyabetli ergenlerin HbA1c düzeylerini ve tedaviye uyumunu
belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Araştırma örneklemini, bir üniversite hastanesinin Pediatrik Endokrinoloji Polikliniği’nde izlenen 13-18 yaş
grubu 55 ergen oluşturmuştur. Etik kurul, kurum, ebeveyn ve ergen onamı alınan araştırmada; veriler
Ekim 2012-Şubat 2013 tarihleri arasında ergenlerle yüzyüze görüşülerek anket formu ve dosya bilgileri ile
toplanmıştır. Veriler, bilgisayar ortamında tanımlayıcı istatistikler, Shapiro-Wilk ve Ki-Kare testleri ile
değerlendirilmiştir.
Araştırmada, diyabetli ergenlerin %63.6’sının 12-15 yaş grubunda, %50.9’unun erkek olduğu ve
ilköğretime devam ettiği belirlenmiştir. Ergenlerin %52.7’sinin tanı ve insülin kullanım süresinin 1-5 yıl
olduğu, %56.4’ünün insülin uygulamasını kendisinin yaptığı, %16.1’inin insülin pompası kullandığı,
%52.7’sinin metabolik kontrolünün kötü olduğu, %29.1’inin son bir yılda diyabet komplikasyonu nedeni
ile hastaneye yattığı ve hastane yatışlarının %43.8’inin hipoglisemi olduğu, %40.0’ının hemşire ve
doktordan diyabete ilişkin eğitim aldığı ve %63.6’sının 3 ayda bir poliklinik kontrolüne gittiği belirlenmiştir.
Ergenlerin %76.4’ü okul, %50.9’u sosyal yaşantısının hastalık nedeniyle etkilendiğini belirtmişlerdir.
Diyabetli ergenlerin %10.9’u tedavi programını uygun bulmadığını belirtirken, %47.3’ü egzersiz
programına, %34.5’i karbonhidrat sayımına ve diyetine uymadığını, %5.5’i insülini düzenli kullanmadığını
belirtmişlerdir. Metabolik kontrolü kötü olan ergenlerin %86.2’sinin tedavi programını uygun bulduğu,
%44.8’inin düzenli egzersiz yaptığı, %62.1’inin karbonhidrat sayımına ve %58.6’ının diyetine uyduğu ve
%96.6’sının düzenli insülin kullandığı belirlenmiştir (p>0.05)
Bu sonuçlar doğrultusunda, diyabetli ergenler ve ailelerine yaş dönem özellikleri dikkate alınarak
multidisipliner yaklaşım ile sürekli kontrol ve eğitimin uygulanması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: diyabetli ergenler, metabolik kontrol, tedaviye uyum
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 69
POSTER BİLDİRİLER
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 70
HP-1: Kemirgen Öldürücü İntoksikasyonu Gelişen Pediatrik Hastanın Acil Bakımı: Olgu Sunumu
Bahise Aydın1, Melek Serpil Talas2
1
2
Gediz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, İzmir
Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AD, Ankara
Giriş: Her yaş grubunda görülebilen zehirlenmeler, çocukluk döneminde daha sık karşımıza çıkmakta ve
daha ölümcül seyretmektedir. Kemirgen öldürücüler antikoagülan özellikleri nedeniyle kanama ve buna
bağlı ciddi semptomlara yol açabilmektedir. Bu nedenle zehirlenme nedeniyle acil servise başvuran
pediatrik olguların acil tanı ve tedavilerinin yapılması ve çocuk ihmali yönünden değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Bu olgu, fare zehiri intoksikasyonu nedeniyle acil servise başvuran pediatrik hastanın hemşirelik
yönetiminin değerlendirilmesi amacıyla ele alınmıştır. Değerlendirme ile hemşirelere, bu tür
zehirlenmelere yönelik bir rehber oluşturulması hedeflenmiştir.
Olgu Sunumu: Kemirgen öldürücüleri oral yolla aldığı düşünülerek acile getirilen N.N.A., annesinin ilk,
babasının ikinci evliliğinden doğan 2 yaşında bir kız çocuğuydu. Anne çocuğun sokakta “fare zehiri” yazılı
bir paketle oynadığını ve çocuğun ellerinde, ağzının içinde ve dişlerinde buğday büyüklüğünde yeşil zehir
taneleri olduğunu belirtti. Anne çocuğunun bir kez kustuğunu, kusmuğunda yeşil renkli her hangi bir şey
görmediğini, kanamasının olmadığını ve olaydan iki saat sonra acil servise getirdiğini açıkladı. Ayrıca anne
çocuğun alerjik astım öyküsü olduğunu ve bunun için kış aylarında sık sık acil servise başvurduklarını ancak
doktorun önerdiği inhaler ilaçları sürekli kullanmadıklarını ifade etti. Çocuğun değerlendirmesinde, bir
hafta önce karbon monoksit zehirlenmesi nedeniyle acil servis başvurusunun olduğu ve oksijen tedavisi
aldığı bulundu.
Yapılan fiziksel değerlendirmede çocuğun çenesinde, alnında ve sırtında yaklaşık 0.5 cm x 0.5cm
büyüklüğünde hiperemik lezyonları (ekimoz) ve 385 0C vücut sıcaklığı değerlendirildi.
Hastanın DIC
panelinde D-dimer 0,81 mg/dl, PTZ 13,33 sn idi.
Acil serviste takip edildiği süre içerisinde ekimotik lezyonların arttığı gözlendi. Ayrıca ateşin varlığı viral üst
solunum yolu enfeksiyonu düşündürdü.
Acil Bakım: Hastanın tıbbi tedavisinde K vitamini ve antipiretik ilaç tedavisi uygulandı. Hastaya vücut
sıcaklığında değişim, annenin çocuk bakımına ve çocuğun tedavisine ilişkin bilgi eksikliği, kanama riski, sıvı
volüm eksikliği riski, düşme riski vb. hemşirelik tanılarına göre planlanan hemşirelik bakım/girişimleri
uygulandı.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 71
Sonuç: Hasta, kanama faktörleri ve vücut sıcaklığının normal sınırlarda değerlendirilmesi sonucu taburcu
edildi. Değerlendirme sonucunda; çocuğun tedavi ve bakımına ilişkin uyumunun sağlanması, çocukluk
dönemi kazalarının ve çocuk ihmalinin önlenmesi için primer bakıcıların/ebeveynlerin ele alınması ve aile
ile işbirliğinin sağlanmasının önemli olduğu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: intoksikasyon, pediatrik aciller, ihmal, hemşirelik bakımı
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 72
HP-2: Ergenlik Döneminde Tip 1 Diabetes Mellitus: Olgu sunumu
Bahriye Kaplan1, Zehra (Işık) Çalışkan1, Meral Bayat2
1
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük SYO Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Nevşehir
2
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Giriş: Çocuklar kronik hastalıkla hangi yaşta karşılaşırsa karşılaşsınlar kabullenmekte, baş etmekte ve
hastalık yönetiminde zorluk yaşamaktadırlar. Çocukluk çağında en sık görülen kronik hastalıklar arasında
yer alan Tip 1 Diabetes Mellitus (T1DM) ciddi komplikasyonları olan, çocukların yaşantısını değiştiren,
çocuk ve ailelerinin yaşam kalitelerini olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Ergenlik döneminde T1DM’un
yönetiminde bazı sorunlar ortaya çıkabilmektedir.
Bu olguda, bir üniversitenin pediatri adölesan servisinde, T1DM tanısı ile izlenen, 15 yaşındaki adölesan ve
ailesine yönelik yapılan hemşirelik girişimlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Olguya ait verilerin,
bilimsel amaçlı kullanılacağı konusunda çocuk ve ailesinden sözlü onam alınmıştır.
Olgu Sunumu: 2 yıldır T1DM ile takip edilen 15 yaşındaki erkek olgu evde kan şekerini 640 mg/dl ölçmesi
üzerine Çocuk Acil Polikliniğine başvurmuştur. Bulantısı da bulunan hastanın ketonu 3.9 mmol/L olarak
ölçülmüş olup geceyi acil serviste geçirdikten sonra bir üniversitenin pediatri adölesan servisine yatışı
yapılmıştır. Dört çocuklu ailenin en küçüğü olan olgunun, diğer 3 kardeşinde herhangi bir hastalık öyküsü
bulunmamaktadır. Anne-babada ikinci derece akraba evliliği bulunan olgunun KB: 110/70 mmHg, Nabız:
88/dk ritmik, Solunum sayısı: 22/dk idi. Order bilgisi, 3x12 ünite Humolog mix, 1x24 ünite lantus
şeklindedir. Yapılan görüşmelerde, hastanın hastalığına yönelik bilgi eksiğinin olmadığı fakat uygulamada
sorunlar yaşadığı tespit edilmiş olup ergenlik döneminde olmasının bu durumu etkilediği düşünülmüştür.
Toplanan veriler doğrultusunda belirlenen hemşirelik tanıları;
Etkisiz bireysel baş etme, Uyumda
yetersizlik, Rol performansında etkisizlik, Sosyal etkileşimde bozulma, Anksiyete, Ümitsizlik, Benlik
saygısında bozukluk, Durumsal düşük benlik saygısı olarak belirlenmiştir. Beş günlük verilen bakımda
uygulanan hemşirelik girişimleri: Akran ve psikiyatrist desteği ile diyet ve egzersiz programının yeniden
düzenlenmesi, diyetisyenle görüşülerek grup değişimi ve karbonhidrat sayımının öğretilmesi, sevdiği
besinlerin diyete eklenmesi ve yakın arkadaşlarının da diyetisyenle görüşmesinin sağlanması, diyabet
hemşiresiyle görüşülerek, olgunun tanı ve tedavisi hakkında hazırlanan bir bilgilendirme mektubunun okul
yönetimine gönderilmek üzere hazırlanması, arkadaşlarının hastaneye davet edilmesi ve diyabet hakkında
eğitim verilmesi sağlanmıştır. Verilen bakım sonucunda; olgu hastalığını yönetecek gücü kendisinde
gördüğünü, aktif ve sağlıklı bir yaşam için diyet ve egzersiz programını uygulayacağını ifade etmiştir.
Sonuç: Ergenlik döneminde kronik hastalıklarda hemşirelik bakımı kapsamında multidisipliner yaklaşımın
yanısıra akran desteğinin de ele alınmasının, hastalığın yönetimindeki etkisi bu olguda vurgulanmıştır.
Anahtar Kelimeler: ergenlik dönemi, hemşirelik, kronik hastalık, T1DM
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 73
HP-3: SMA Tip II Hastasında Akut Solunum Yetmezliği Tedavisinde
Yüksek Akışlı Nazal Kanül Kullanımı ve Hemşirelik Bakımı
Buse Ateş1, Yurdagül Erdem2, Nebahat Bora Güneş2
1
Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi Pediatri Yoğun Bakım Ünitesi, Ankara
2
Kırıkkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kırıkkale
Spinal muskuler atrofi (SMA) proksimal kasları tutan, ilerleyici güçsüzlük ve kas atrofisi ile giden
nöromusküler bir hastalıktır. SMA Tip I kolaylıkla tanı konulabilirken, SMA Tip II ve III gözden
kaçabilmektedir. SMA Tip II 7-18 aylık dönemde başlar ve daha yavaş seyirlidir. Beşinci kromozomun uzun
kolundaki SMN (survival motor neuron) genindeki delesyondan kaynaklanmaktadır. Tedavisi henüz
mümkün olmayan bu hastalıkta amaç hastaların yaşam kalitesini arttırmaktır.
Bu tip hastalarda akut gelişen akciğer hastalıkları sıklıkla görülmektedir. Hastalarda solunum güçlüğü
geliştiği zaman etkin tedavi yapabilecek, solunum desteği verebilecek merkezlerde izlenmeleri önemlidir.
SMA tip 2 nedeni ile Pediatrik Nöroloji Bölümü’nün takibinde olan 5 yaş 2 aylık erkek olgu BS bir gün önce
başlayan ateş, son günlerde öksürük, burun akıntısı, aralıklı uyku hali nedeni ile Çocuk Acil Polikliniği’ne
getirildi. Fizik muayenesinde uykuya meyilli olduğu, dispnesinin, interkostal ve suprasternal çekilmelerinin
olduğu saptandı. Akciğer grafisinde sol akciğerde atalektazi görüldü. Yatışı boyunca göğüs fizyoterapisi ve
postural drenaj hemşire ekibi tarafından yapıldı. Hasta 5 gün yüksek akışlı nazal kanül ile izlendikten sonra
akciğer dinleme bulgularının düzelmesi, solunum sayısının azalması, kan gazı değerlerinin stabil seyretmesi
üzerine akış değerleri kademeli azaltılarak yüksek akışlı nazal kanülden (HFNC) çıkartıldı. Kontrol akciğer
grafisinde sol akciğerdeki atelektazinin düzeldiği gözlendi. Effektif şekilde yapılan postural drenaj derin
solunum öksürük egzersizi ve aspirasyon işlemi hemşirelik hizmetlerinin bir parçasıdır ve olgumuzda bu
işlemlerin rutin olarak uygulanıp hastamızın rahatladığı gözlenmiştir. Yatışı boyunca düzenli olarak
hemşire ekibi tarafından Postural Drenaj yapılmış, derin solunum öksürük egzersizi ile sekresyonlarını
çıkarması sağlanmış, inatçı sekresyonlar aspire edilmiştir. Olgu BS’ nin yapılan işlemler sonunda
dispnesinin azaldığı görülmüştür. BS’nin yatışında entübasyonu ya da BİPAP cihazına bağlanması
düşünülmüş ancak HFNC cihazı denenerek hastanın rahatladığı gözlenmiştir. Literatürde akut hipoksemik
solunum yetmezliği olanlarda noninvazif pozitif basınçlı ventilasyon uygulanıp uygulanmaması
tartışmalıdır. Nazal bir kanül aracılığı ile yüksek-akımlı oksijen uygulanması hipoksemili hastalarda
alternatif bir tedavi yöntemi olabileceği belirtilmiştir. Bu olguda, hastanın yüksek akışlı nazal kanül ile iyi
uyum göstermesi, akut hipoksik solunum yetmezliğinin tedavi edilmesi, kas hastalıklarının akut
alevlenmelerinde HFNC’nin kullanılabilecek tedavi seçeneklerinden olabileceği ve akciğer bakımında
hemşirenin rolünün önemi gösterilmiştir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 74
HP-4: Çocuk Suçluluğu ile İlgili Gazete Haberlerinin Değerlendirilmesi
Hümeyra Barbaros1, Dilek Derince2, Fatma Dilek Tel3, Yasemin Ucun2, Ayfer Karakaya2
1
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Bilecik
2
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Bilecik
3
Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Eskişehir
Amaç: Toplumsal sorunların anlaşılmasının ve farkındalık oluşturulmasının en etkin yolu kitle iletişim
araçlarıdır. Kitle iletişim araçlarından olan gazeteler toplumun bilgilendirilmesinde kullanılan önemli
kaynaklardandır. Ancak haber sunumu yapılırken konunun gerektirdiği hassasiyetlerin dikkate alınması
önemlidir. Özellikle çocuk ve çocuk suçluluğu konusunda yapılan haberlere bu anlamda daha özen
gösterilmelidir. Bu araştırma, çocuk suçluluğu ile ilgili basında yer alan haberlerin incelenmesi amacı ile
planlanmıştır.
Yöntem: Retrospektif, tanımlayıcı tipte planlanan bu araştırmada araştırmanın verileri için 12.01.2015 12.01.2016 tarihlerinde tirajı en yüksek olan 5 gazete referans alınarak bu gazetelerin resmi sitelerinden
“çocuk suçluluğu, çocuk ve suç, suç ve çocuk” anahtar kelimeleri kullanılarak konu ile ilgili yayınlanmış
haberler taranarak toplanmıştır. Gazete haberleri taranırken, haberlerde konu olan çocukların yaş,
cinsiyet, yaşadıkları bölge, suç çeşidi, çocukların aldıkları cezalar ve gazetelerin haberleri sunarken
çocukların isim ve görüntülerini ifşa etme durumları analiz kriterlerini oluşturmuştur. Veriler SPSS
programında sayı ve yüzdelik olarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Son bir yıldır gazete haberlerinde yapılan tarama sonucunda çocuk suçluluğunu konu alan
toplam 25 habere ulaşılmıştır. Haberlerde çocuk yaş sınırı 13-17 yaş aralığı olarak belirlenmiştir. Bu
haberlerde konu olan çocukların 18’i erkek, 5 tanesi kız çocukken 2 haberde cinsiyete yer verilmemiştir.
Yaşanılan bölgeler incelendiğinde 7 Ege, 2 Akdeniz, 2 Karadeniz, 6 Marmara, 3 Güneydoğu Anadolu, 2
Doğu Anadolu, 3 İç Anadolu bölgeleri olduğu görülmüştür. İşlenilen suçun çeşidi açısından incelendiğinde
3 hırsızlık, 6 cinayet, 2 yaralama, 1 tecavüz, 3 uyuşturucu satıcılığı ve 10 provokatif eylem olduğu tespit
edilmiştir. Gazetelerin çocukların kimliklerini gizlemedeki özeni incelendiğinde ise 2 haberde isim ve soy
isimin açık verildiği yine 2 haberde çocukların resimlerinin açıkça verildiği dikkat çekmiştir.
Sonuç: Gazetelerde çocuk suçluluğuna yönelik haberler incelendiğinde sadece işlenen suçların türü, kim
tarafından işlendiği, suçun içeriği ve yapılan işleme yönelik haberler yer almaktadır. Bu sonuçlar
bağlamında; gazetelerde çocuk suçluluğunun nedenlerine ve bu durumla mücadeleye toplumun dikkatini
çekmeye yönelik haberler yapılması ve yayınlanan haberlerin çocukların şahsi bilgilerini ifşa etmeyecek
şekilde düzenlenmesi önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: çocuk suçluluğu, haberler, gazeteler.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 75
HP-5: Bir Devlet Hastanesinde Çalışan Güvenliği Açısından İletişim Risklerin Belirlenmesi
Esma Akcan1
1
Melikşah Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Amaç: Çalışma ortamı gözle görülen ya da görünmeyen tehlikelerle doludur. Bu tehlikeler sağlık hizmeti
sunucularında çalışanların sağlık ve güvenliklerini etkileyebilecek çeşitli faktörleri içinde barındırır. Bu
faktörler; biyolojik, kimyasal, fiziksel, çevresel, psikososyal ve biyomekanik faktörler olarak
sınıflandırılabilir. Çalışanların sağlığının korunması ve çalışma ortamlarında güvenliğin sağlanması için
kurumlarda risk analizi yapılarak risk yönetiminin sağlanması gerekmektedir.
Sağlık çalışanları açısından büyük risk oluşturan faktörlerin başında iletişim sorunları gelmektedir. Bu
çalışma Antalya Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreterliği’ne bağlı bir ilçe hastanesinde çalışanların
iletişim konusunda risk değerlendirmelerinin yapılarak, çalışan güvenliği açısından alınabilecek önlemleri
ve önerileri sunmak amacıyla yapıldı.
Yöntem: Antalya Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreterliği’ne bağlı ilçe hastanesinin tüm birimleri (14
birim) risk değerlendirme ekibi ve birim çalışanları tarafından hasta ve yakınlarıyla yaşanan iletişim
sorunlarına bağlı öfke, stres gelişme riski, iddia ya da dava edilme riski, tükenmişlik sendromu riski, fiziksel,
sözel, cinsel şiddet görme riski ve mobinge bağlı iş gücü kaybı riski açısından değerlendirildi. Birimlerde
orta, yüksek ve tehlikeli riskler değerlendirmeye alındı.
Bulgular: Tüm birimlerde hasta ve yakınlarıyla yaşanan iletişim sorunlarına bağlı öfke, stres gelişme riski,
iddia ya da dava edilme riski, tükenmişlik sendromu riski, fiziksel, sözel, cinsel şiddet görme riski ve
mobinge bağlı iş gücü kaybı riski açısından 18 orta risk, 4 yüksek risk tespit edildi. Acil ünitesinde öfke stres
gelişme riski ve fiziksel şiddet riski, idari birimde dava edilme riski, görüntülemede sözel şiddet yüksek
düzeyde riskli bulunurken, ameliyathane, sterilizasyon, atık, morg, evde sağlık, çamaşırhane ve endoskopi
birimlerinde iletişim açısından risk düşük risk tespit edildi. Riskleri azaltmaya yönelik kurumda çalışan
güvenliği biriminin kurulması ve aktif çalışması ve güvenlik ekiplerinin hastanenin tüm birimlerinde
güvenlik uygulamalarını arttırması, birimlerin görüntülenmesi açısından kör noktalar tespit edilerek
güvenlik kameralarının arttırılması, ziyaretçi uygulamalarına yönelik düzenlemelerin getirilmesi, acil
biriminde danışan hizmetinin aktif kullanılması gibi faaliyetler sağlandı.
Sonuç: Yapılan değerlendirmede en hızlı hasta sirkülasyonunun olduğu birimlerde iletişim sorunlarının
daha fazla görüldüğü tespit edildi. Sağlık hizmeti sunucularının sağlığının korunması ve güvenliğinin
sağlanması için olası riskleri ortadan kaldırılmalı ve kaçınılmaz riskleri kontrol edecek planlar yapılarak kötü
tesadüfler önlenmelidir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 76
HP-6: Ortaöğretim Öğrencilerinin Sağlıklı Okul Kantini Uygulamasına İlişkin Görüşleri: Kalitatif Çalışma
Sevinç Polat1, Fatma Acarbaş2, Ayşe Gürol3, Esin Akturan4
1
Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat
Yozgat Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Yetişkin Yoğun Bakım Servisi, Yozgat
3
Atatürk Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Erzurum
4
Yozgat Devlet Hastanesi Genel Yoğun Bakım Servisi, Yozgat
2
Amaç: Bu çalışma ortaöğretim öğrencilerinin sağlıklı okul kantini uygulamasına ilişkin görüşlerini
belirlemek amacı ile nitel olarak gerçekleştirildi.
Yöntem: Araştırma 24 Aralık 2015 tarihinde, yaşları 10-13 arasında,5’i kız 8öğrenci ile yürütüldü. Araştırma
İç Anadolu’da tam gün eğitim veren bir özel okulda gerçekleştirildi. Veriler tanıtıcı bilgi formu ve yarı
yapılandırılmış soru formu kullanılarak, birebir derinlemesine görüşme yöntemiyle toplandı.
Araştırma için etik kurul izni ve kurum izni alındı. Ayrıca görüşmelere başlamadan önce araştırma ve ses
kaydı hakkında bilgi verilerek çocuklardan sözlü onam alındı. Elde edilen veriler, içerik analizi yöntemiyle
çözümlendi.
Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin tümü okullarının kantininde, “Cips, kola, çikolata, bisküvi, meyve
suyu, kek ve dondurma gibi gıdaların” satıldığını belirtti. Öğrenciler okullarında öğle yemeği olduğunu,
tavuk ve sebze yemeklerinin sık, meyvenin daha az çıktığını söyledi. Okulda yeterli ve dengeli
beslendiğinizi düşünüyor musunuz? Sorusuna, öğrencilerden 7’si hayır cevabını verdi. Bir öğrencinin
ifadesi çarpıcı idi,” Evde yeterli ve dengeli besleniyorum. Annem sebze yemekleri falan yapıyor ve yemem
için ısrar ediyor. Ama okulda öyle değil. Çünkü kimse karışmıyor, çok fazla abur cubur yiyorum”.Sağlıklı
gıda tüketimini açıklar mısınız? sorusunu; öğrencilerden üçü meyve, sebze ve süt ürünlerini tüketme, ikisi
abur cubur yiyeceklerden kaçınma, ikisi yumurta ve süt gibi sağlıklı gıdaları, biri et, sebze, meyve ve süt
ürünlerini tüketme olarak ifade etti. Sağlıklı okul kantini uygulamasını biliyor musunuz açıklar mısınız?
Sorusunu, 3 öğrenci bilmiyorum,5 öğrenci biliyorum şeklinde cevapladı. Bir öğrenci, “Zararlı ve açık olan
yiyeceklerin satılması yasaklandı. Bunların yerine sağlıklı yiyecekler satılmaya başlandı. Televizyonda elma
kurusu falan kuruyemiş satılabilir demişlerdi. Ya da meyveler falan gelecekmiş” dedi. Öğrencilere sağlıklı
kantin uygulamasını destekliyor musunuz? diye soruldu. Öğrencilerin çoğu destekliyorum cevabını verdi.
Bir öğrenci “Sağlığımız için böyle bir uygulamanın olması güzel olur. Bu sayede ben de çok sevdiğim cips ve
kolayı alamam” derken, bir diğeri “Desteklemiyorum. Çünkü ben okuldan çıktıktan sonra da zararlı
yiyecekleri alabilirim” şeklinde görüş bildirdi.
Sonuç: Bu çalışmada öğrencilerin çoğunun okulda yeterli ve dengeli beslenemediği ve bazı zararlı gıdaları
tükettiği belirlendi. Öğrencilerin yarıya yakınının sağlıklı okul kantini uygulamasını bilmediği saptandı. Elde
edilen bulgular doğrultusunda, öğrencilerin sağlıklı okul kantini uygulaması ve sağlıklı beslenme alışkanlığı
konusunda bilgilendirilmeleri önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Öğrenci, sağlıklı okul kantini uygulaması, görüş
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 77
HP-7: Çocuklarda Vücut Isısını Düşürmeye Yönelik Kullanılan Geleneksel Uygulamalar
Fatma Bozdağ1, Öznur Tosun2
1
Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
2
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Gelenek, geçmiş kuşaklardan günümüze kadar gelmiş, yaşatıldığı toplum bireyleri arasında kuvvetli bir bağ
oluşturmuş veya o toplulukta eskiden kalmış olmaları sebebiyle saygı duyulup kuşaktan kuşağa aktarılan
kültürel bir harekettir. Geleneksel toplumlarda hastalık ve sağlık hakkındaki düşünceler, halk kültürünün
bir parçası olarak günümüze kadar etkisini göstermektedir. Çocukların tedavisinde geleneksel uygulama
kullanımının yaygınlaşması ile birlikte bu tür tedavilere bağlı yan etkilerin görülme oranı da artmaktadır.
Ayrıca bu uygulamalar sıklıkla doğal olmaları nedeniyle güvenli olarak bilindikleri için zararlı etkilerinin
olabileceği göz ardı edilmektedir. Bunun yanı sıra geleneksel uygulamalar, tıbbi tedaviyi geciktirme, tıbbi
tedaviyi bırakma ya da reddetme gibi sağlığı olumsuz etkileyebilecek durumlara da yol açabilmektedir.
Çocuklarda en sık karşılaşılan semptomlardan olan ateş, ebeveynlerde hemen vücut ısısının düşürülmesi
gerektiği fikrini tetiklemekte ve ebeveynler olabilecek zararlı etkilerini düşünmeksizin geleneksel
uygulamalara yönelebilmektedirler. Yapılan çalışmalarda ebeveynlerin çocuğun vücut ısısını düşürmeye
yönelik yaptıkları geleneksel uygulamalar; çocuğu soğuk suya tutmak, çocuğu sıkıca örtüp terlemesini
sağlamak, başına soğuk suyla ıslatılmış bez koymak, demli çayın içine aspirin karıştırıp içirmek, çocuğun
göğsüne kül ve kepek koymak, limonlu sirkeli su ile veya sirkeli suya aspirin konulmuş su ile çocuğun
vücudunu silmek, sabun ile kınayı karıştırıp macun haline getirdikten sonra çocuğun el ve ayaklarına
sürmek, zeytinyağı içine aspirin-limon suyu-karabiber karıştırıp çocuğun vücudunu silmek, çocuğu keçi
sütüne batırılıp kurutulmuş bez ile sarmak, sumak ve şekeri kaynatıp içirmek, ayaklarına çiğ patates
sarmak olduğu belirlenmiştir.
Ebeveynlerin vücut ısısını düşürmeye yönelik kullandıkları bu uygulamaların birçoğu çocuk sağlığını
olumsuz etkilemekte ya da etkilerinin nasıl olduğu tam olarak açıklanamamaktadır. Çocuğa uygulanan
bazı geleneksel uygulamalar, hastalık, enfeksiyon gelişmesine ve tedavi sürecinin uzamasına, hatta
çocuğun ileriki yaşamında sekel kalmasına neden olabilmektedir. Bu konuda Birleşmiş Milletler Çocuk
Haklarına Dair Sözleşmesinin 24. maddesinde de “Taraf Devletlerin çocukların sağlığı için zararlı geleneksel
uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her türlü önlemin alınması” gerekliliği
vurgulanmaktadır.
Bu doğrultuda hemşireler, kültürel inanç ve uygulamalarının sağlığa yansımaları konusunda dikkatli
olmalıdır. Geleneksel uygulamaların yararları ve olası yan etkileri araştırılmalı, yararlı uygulamalar
desteklenerek ve zararlı uygulamalar konusunda bilgilendirme ve farkındalık sağlanarak sağlık üzerindeki
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 78
olumsuz etkileri engellenmelidir. Ayrıca kitle iletişim araçlarıyla yapılacak sağlık eğitimi programlarının da
geleneksel uygulamalara yönelik hatalı uygulamaların önlenmesine katkıda bulunacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: ateş, çocuk, geleneksel uygulamalar, hemşirelik
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 79
HP-8: Relaktasyon
Pınar Göv1, Sevgül Dönmez1
1
Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Gaziantep
Relaktasyon, son yıllarda popülerliği artan ve gelişmekte olan ülkelerde bebek ölümlerini azaltmak için
kliniklerde uygulanmaya başlanan bir yöntemdir. Relaktasyon, anne sütünün azaldığı, durduğu ya da
olmadığı durumlarda anne sütü ve emzirme desteğinin tekrar başlatılması sürecidir. Annenin zamansız
sütten kesilmesi, meme problemleri, prematürite ya da hastalıktan dolayı anne ve bebeğin ayrılması,
bebeğin mamayı tolere edememesi ve deprem, kasırga gibi doğal afet durumlarında kullanılabilmektedir.
Relaktasyon doğumdan sonraki süt üretiminden bağımsız olarak kadında laktasyonun başlatıldığı fizyolojik
bir süreçtir. Dolayısıyla relaktasyon yalnızca yeniden emzirmek isteyen anneler için değil, evlat edinip
emzirmek isteyen anneler ve annenin emziremediği durumlarda bebeğin kız kardeş, anneanne ya da vekil
anne tarafından emzirilmesinde uygulanabilmektedir. Relaktasyonda, emzirme takviyesi ve ‘damla damla’
yöntemleri kullanılmaktadır. Emzirme takviyesi yönteminde ince plastik bir borunun bir ucu bebeğin
ağzına doğru meme ucuna yakın olarak bantlanmakta, diğer ucu ise süt kabına yerleştirilmektedir.
Böylelikle bebek beslenirken bir yandan da meme ve meme ucunun uyarılması sağlanmaktadır. ‘Damla
damla’ tekniğinde ise bebek memeyi emerken süt meme üzerinden bebeğe damlalar şeklinde verilir. Bu
yöntem, bebeğin emzirme çabalarındaki başarısızlıkta yaşadığı hayal kırıklığını azaltıp bebeğin bunu
başardığını hissetmesine neden olmaktadır. Relaktasyonla ilgili literatürde sınırlı sayıda çalışma yer
almaktadır. Yapılan çalışmalarda vakaların %55.7-%85’inde relaktasyonda başarı sağlandığı ve
relaktasyonun aile ilişkilerini olumlu yönde etkilediği saptanmıştır. Ayrıca yapılan çalışmalarda
relaktasyonun daha genç bebeklerde ve daha önce emzirmiş annelerde daha kolay olduğu
belirtilmektedir. Genelde kadınlar memelerinde süt olmadığında, emzirme yeteneklerini kaybettiklerini ya
da emziremeyeceklerini düşünmektedir. Bu yüzden relaktasyonda ilk adım, annenin bu yeteneğini
kaybetmediği ve tekrar emzirmeyi başarabileceğiyle ilgili güvenini sağlamaktır. Relaktasyon, normal
emzirmeden daha zor ve strese karşı daha duyarlıdır. Ancak motive olmuş, iyi danışmanlık almış, iyi bir
destek sistemi sağlanmış ve düzenli meme ucu uyarılmış kadınlarda relaktasyonun başarılı olduğu
gösterilmiştir. Bu nedenle hemşire ve ebeler, relaktasyon sürecinde annelere iyi bir bakım verilmesi,
annenin iyi beslenmesi, yeterince sıvı alması, dinlenmesi, destek gruplarının oluşturulması ve
motivasyonun sağlanması konusunda önemli role sahiptir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 80
HP-9: İnfantil Kolik ve Tedavi Yaklaşımları
Sevim Çimke1, Meral Bayat2
1
Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat
2
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Ağlama bebeklik döneminde açlık, sıcaklık, rahatsızlık veya ağrı gibi fizyolojik ihtiyaçlarının giderilmesi için
bebeğin çevresine uyarı vermesine aracılık eden normal bir davranıştır. Bu normal davranış bebeklerin
%5-40’ı arasında ağlama nöbetleri şeklinde uzun süreli ve kolaylıkla sakinleştirilemeyecek şekilde aşırı
ağlama olarak da açığa çıkabilmektedir.
Wessel tipik olarak akşam saatlerinde başlayan, genellikle yaşamın ilk haftasında açığa çıkan, ortalama
dört beş ay devam eden, günde üç saat, haftada üç gün ve en az üç haftadır devam eden ağlama ve
huzursuzluk ataklarını infantil kolik olarak adlandırır. İnfantil kolik sağlıklı ve normal büyüyen infantlarda
görülen durdurulamayan ağlama ve huzursuzlukla karakterize bir durumdur. Süt çocukluğu döneminin en
sık yaşanan rahatsızlığı olan kolik, 2 hafta ile 4 ay arası diğer yönlerden sağlıklı bebeklerde daha çok akşam
saatlerinde görülen belli bir nedene bağlanamayan, bacakları karına çekme, yumruklarını sıkma, gaz
çıkarma ile birlikte olan ve tüm çabalara rağmen durdurulması zor, aşırı ağlama ile karakterize davranışsal
bir sendromdur.
İnfantil koliğin etiyolojisi yeterince açık değildir ancak sindirilmemiş intestinal gaz, intestinal
kontraksiyonlar, inek sütü proteinine alerji, laktaz intoleransı, olumsuz yada yetersiz anne-bebek ilişkisi
gibi çeşitli teoriler bulunmaktadır.
İnfantil koliğin, bebeğe, aile-bebek ilişkisine zarar vermesi nedeniyle semptomların ortadan kaldırılması
veya hafifletilmesi önemlidir. İnfantil koliğin kesin nedeni bilinmediği için, tedavisinde de bilinen etkili tek
bir yöntem yoktur. Öneriler tedaviler genellikle klinik rehberlere de dayandırılarak oluşturulmuş destek
tedavileri şeklindedir. İnfantil koliğe yaklaşımda, farmakolojik tedavi, diyet tedavisi, davranışsal tedavi
uygulanmaktadır.
Bunun için 50 yılı aşkın süredir tedavi seçenekleri üzerine çalışmalar mevcuttur. Her bebeğin kliniği aynı
olmadığı, koliğin kesin nedeni bilinemediği, standart bir protokolün oluşturulamaması nedeniyle birçok
seçenek uygulanmış veya denenmiş ancak halen etkili bir tedavi biçimi bulunamamıştır.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 81
HP-10: İshalli Çocuğa Ebeveynlerin Uyguladıkları Geleneksel Yöntemler
Maksude Yıldırım1, Öznur Tosun1, Yağmur Sezer Efe1
1
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Gelişmekte olan ülkelerde, ishaller önemli bir sağlık sorunudur. Çocuğun sık ishal olması bağırsaklarda
kalıcı değişikliklere yol açabilmekte ve temel besin maddelerinin özümlenmesini engelleyebilmektedir. Bu
durum çocukların gelişimlerini olumsuz yönde etkilemekte hatta ölümlere neden olabilmektedir.
İshalin çocuk gelişimi üzerine olumsuz etkileri uygun bakım ve tedavi ile önlenebilmektedir. Buna karşın,
ishal durumunda ebeveynler genellikle ilk olarak geleneksel yöntemleri uygulamayı tercih etmekte, ancak
durum ciddi bir hal aldığında sağlık kuruluşuna başvurmaktadırlar. Geleneksel uygulamalar, dünyanın
hemen her yerinde yöreden yöreye, aileden aileye, kişiden kişiye bazı farklılıklar göstererek devam eder.
Bilinçsizce sadece kulaktan dolma bilgilerle yapılan geleneksel uygulamalar çoğu zaman sağlık açısından
zararlı olabilmektedir. Bu uygulamalardan en çok çocuklar etkilenmektedir. Dünyanın hemen her yerinde
yöreden yöreye, aileden aileye ve bireyden bireye değişebilen geleneksel uygulamalardan bazıları; çocuğu
aç ve susuz bırakma, su ile toprağı karıştırıp bir tülbentten süzerek içirme, ısıtılmış höllüğe yatırma, kahve
ile yoğurt veya kahve ile limonsuyunu karıştırılarak yedirme, çocuğun boyunu iple ölçüp sonra ipi yakma,
çocuğun karnına ve boynuna ısıtılmış şiş ile bastırma gibi uygulamalardır. Çocuğa uygulanan bu geleneksel
uygulamalar, hastalıklara, enfeksiyon gelişmesine ve tedavi sürecinin uzamasına, hatta çocuğun ileriki
yaşamında sekel kalmasına ya da ölümlere neden olabilmektedir.
Ebeveynlerin uyguladıkları geleneksel yöntemlere maruz kalan çocukların haklarının korunmasında
hemşireler anahtar rol oynamaktadır. Hemşireler çocukluk çağında sık görülen ishal durumuna ilişkin
bakımı planlarken, yapılabilecek geleneksel uygulamaları da göz önüne almalı ve çocuğun sağlık durumunu
tanılarken öncelikle çocuğun sağlığını olumsuz etkileyen risk faktörlerini belirlemelidirler. Bu doğrultuda,
hemşirelerin etkili sağlık bakımı ve eğitim verebilmeleri için hizmet sundukları toplumun kültürel özellikleri
hakkında bilgi sahibi olmaları önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: çocuk, geleneksel yöntemler, hemşirelik, ishal.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 82
HP-11: Tip 1 Diyabetli Adölesanlarda Stres Yönetimi ve Metabolik Kontrol
Nevin Uslu1, Meral Bayat1
1
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Amaç: Bu derlemede; Tip 1 Diyabetes Mellitus’lu (T1DM) adölesanların karşılaştıkları stresörler, nasıl
başettikleri ve stresin metabolik kontrol üzerindeki etkisi ele alınmıştır.
Yöntem: T1DM’li adölesanlarda stres yönetimi ve metabolik kontrol ile ilgili literatür incelenerek
oluşturulmuştur.
Bulgular: Biyopsikososyal değişikliklerin olduğu adölesan dönemde, yerine getirilmesi gereken gelişimsel
görevler, yaşanılan değişimler stres kaynağı olabilmektedir. Bu stresörlere ek olarak diyet, egzersiz, insülin,
kan glukozu izlemi, glukometre kullanımı gibi teknoloji kullanımını, hipo/hiperglisemi gibi komplikasyonlar
ile baş etmeyi gerektiren T1DM gibi kronik bir hastalığın olması adölesanların daha fazla stresörle karşı
karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Adölesanlar tıbbi kontrolleri ve T1DM’un gerektirdiği davranış
rejimini uygulamakta zorlanmaları nedeniyle okula ara verme, devamsızlık yapma ve okul başarısında
düşme gibi sorunlar yaşayabilmektedir.
Ayrıca adölesan dönemde önemli olan akran ilişkileri de hastalık yönetimine olumsuz olarak
yansıyabilmektedir. Yapılan çalışmalarda diyabetli adölesanlara arkadaşlarının duygusal destek
sağladığının belirtilmesine karşın, arkadaş ilişkilerinde stres yaşadıkları, hastalıklarını nasıl açıklayacaklarını
bilemedikleri, arkadaşlarının hastalık yönetimlerine tepki göstereceğine ilişkin korku yaşadıkları kendilerini
farklı algılamamak, dışlanmamak için diyetlerine uymadıkları, kan glukoz izlemlerini ve insülin
enjeksiyonlarını yapmadıkları bildirilmektedir.
Ayrıca yaşanan bu sorunlar ebeveynlerini de etkilemekte, ebeveynler hastalık yönetimine ilişkin endişeler
yaşayabilmekte, adölesanlara aşırı müdahale edici, koruyucu, emir verici, suçlayıcı davranabilmekte ve
aralarında çatışma yaşanabilmektedir.
T1DM’li adölesanların yaşadıkları bu sorunlar benlik saygılarını olumsuz etkileyebilmekte, yalnızlık,
anksiyete, saldırganlık, depresyon, kendine zarar verme, yeme bozuklukları gibi psikolojik-davranışsal
sorunlara, gelecek kaygısı ve umutsuzluğa yol açabilmektedir. Bütün bu sorunlar adölesanın stresini
artırmakta puberteyle bozulma eğiliminde olan metabolik kontrol, stresle daha da bozulabilmektedir.
Streste nöro-endokrin sistemin aktive olması, stres hormonlarının etkisiyle kan glukoz düzeyini doğrudan
etkilemektedir. Bu nedenle adölesanların karşılaştıkları stresörlerle etkili başedebilmeleri önemlidir. Ancak
literatürde T1DM’li adölesanların çoğunlukla sigara içme, yemek yeme, kaçınma gibi duygusal odaklı
başetme yöntemini kullandıkları, bu yöntemin düşük yaşam kalitesi, depresif semptomlar, tedavi rejimine
kötü uyum ve kötü metabolik kontrolle ilişkili olduğu gösterilmiştir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 83
Sonuç: İyi bir hastalık yönetimi için hemşireler, T1DM’li adölesanlara stresle baş etme yöntemlerini
öğretmeli ve bireylerin güçlendirilmeleri sağlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Tip 1 diyabet, adölesanlar, stres, metabolik kontrol, hemşire
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 84
HP-12: Bebek Beslenmesinde En Sık Yapılan Hata: Ek Besinlere Geçiş Zamanı
Öznur Tosun1, Maksude Yıldırım1
1
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Yaşamın her döneminde beslenme önemli olmakla beraber büyümenin en hızlı olduğu evrelerden biri olan
bebeklik döneminde ayrı bir önem taşımaktadır. Bebek yaşamını sürdürmek ve ihtiyaçlarının karşılanması
için tamamıyla anneye bağımlıdır. Bu nedenle bebeğin sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişebilmesi anne ile
bebek arasındaki karşılıklı ilgiye dayanan başarılı bir beslenme ile sağlanabilmektedir. Ancak anneler
sıklıkla çocuğun büyüme gelişmesinde gerilik olduğunu ya da bebek her ağladığında doymadığını
düşünerek endişe yaşamaktadırlar. Yaşadıkları endişe anneleri bebeğin beslenmesinde hatalı
uygulamalara yönlendirebilmektedir.
Anneler en sık ek besinlere geçişte hatalı uygulamalar yapmaktadırlar. Bu hatalardan bazıları; bebeklerin
farklı tatlara alışmaları ya da yetersiz beslendikleri düşüncesi ile için altıncı aydan önce ek besinlere
geçilmesi, fazla miktarda bebek bisküvisinin ve hazır gıdaların verilmesi, besinler verilirken biberon
kullanılması, öğün sayısının ve porsiyonların çok yüksek tutulması, gıdaların bulamaç yapılması, çay veya
bitki çaylarının bal ile karıştırılıp verilmesi, besinleri ezmek için blender kullanılması gibi uygulamalardır.
Çeşitli nedenlerle ek besinlere erken başlanması bebeğin beslenmesi, büyüme ve gelişmesini olumsuz
olarak etkilemekte ve bu etkiler yalnız çocukluk çağında değil, yaşamın bütün dönemlerinde kendisini
göstermektedir.
Ek besinlere çok erken başlamak; bebekte aspirasyon, alerji ve sindirim sistemi bozukluklarına yol
açabileceği gibi, bebeğin daha az anne sütünü almasına veya formula tüketimine neden olabilmektedir.
Ayrıca ek besinlere geç başlamak da besin öğesi ve enerji yetersizliklerine neden olacağından büyüme ve
gelişme periyodunu bozabilmekte ve bebeğin bu besinleri tüketmekte zorlanmasına neden olabilmektedir.
Dolayısıyla ek besinlere zamanında başlanması bebeklerin gereksinimlerinin karşılanması, uygun büyüme
ve gelişmelerinin sağlanması açısından vazgeçilmezdir. DSÖ, UNICEF, AAP, ADA ve ESPGHAN gibi bebek
beslenmesinde önemli otoriteler de, bebeklerin ilk 6 ay tek başına anne sütü almalarının büyüme, gelişme
ve hastalıkların önlenmesi açısından önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu doğrultuda çocuk sağlığını
korumak ve geliştirmek amacına yönelik olarak hemşirelerin, anne sütü, ek besinlere geçiş, bebeğin
büyümesi, gelişmesi ve gereksinimleri üzerine eğitim ve danışmanlık vermeleri önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: bebek, beslenme, ek besinlere geçme.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 85
HP-13: Preterm Yenidoğanlarda Osteopeni ve Hemşirelik Bakımı
Yağmur Sezer Efe1, Öznur Tosun1, Emine Erdem1
1
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
ÇDDA’lı preterm yenidoğanların yaşatılma oranlarının artmasıyla birlikte, hızlı gelişen sağlık problemlerinin
azaldığı belirtilmektedir. Ancak bilim ve teknolojideki gelişmeler sayesinde yenidoğan yoğun bakım
ortamlarının iyileştilmesiyle, yavaş ilerleyen, duyusal kayıplar, nörolojik bozukluklar, gelişimsel defisitler,
respiratuar yetmezlikler, kemik mineralizasyon problemleri (osteopeni) gibi hastalıkların arttığı
belirtilmektedir.
ÇDDA’lı preterm yenidoğanlarda görülen kemik mineralizasyon problemlerinden biri, osteopenidir.
Preterm yenidoğanlar gebeliğin son dönemlerinde maternal kalsiyum, fosfor, magnezyum, vitamin D,
parathormon geçişlerinden yararlanamadıklarından ve ayrıca extrauterin kalsiyum tutulumunun azalması,
kemiğin beslenme gereksiniminin artması gibi nedenlerle preterm yenidoğanlarda osteopeni sık
görülmektedir. Preterm osteopenisi 1000 gramın altında doğanlarda %55-100, 1500 gramın altında
doğanlarda %23 oranında görülmektedir. Osteopeni görülme oranını sadece doğum ağırlığı değil, aynı
zamanda beslenme sıklığı ve mineral desteği de etkilemektedir. Preterm osteopenisi, 28. gestasyon
haftasından küçük bebeklerde %100, anne sütü ile beslenen ÇDDA’lı bebeklerde %40 ve preterm formulası
ile beslenenlerde %16 oranında görülmektedir. Preterm osteopenisi;
yenidoğan döneminde uzun
kemiklerde fraktür, kostalarda yumuşama veya kırığa bağlı solunum yetmezliği, ventilatörden ayrılamama,
ileri dönemlerde ise diş gelişiminde gecikme ve boy kısalığına neden olabilmektedir. Bu nedenlerle
preterm osteopenisinin önlenmesi oldukça önemlidir.
Preterm osteopenisini önlemeye yönelik çalışmalar genellikle beslenme değişkenleri üzerine
odaklanmıştır. Günümüzde mevcut olan ticari preparatlar, preterm bebeklerin ekstra gereksinimleri için
yeterli mineral desteğini sağlayamamaktadırlar. Preterm yenidoğanlarda; annesütü güçlendiricisi veya
formula kullanılması, beslenemeyen yenidoğanlarda total parenteral beslenme solüsyonlarına kalsiyum ve
fosfor eklenerek mineral desteği sağlanabilmektedir. Ayrıca postnatal estrojen ve progesteron replasman
tedavisinin pretermlerde osteopeniyi önlemeye yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Bu konuda Trotter
ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalarda sadece mineral desteği verilen kontrol grubunda kemik
mineralizasyonunun etkilenmediği, mineral desteği ile birlikte verilen hormon replasman tedavisinin
kemik mineral artışına yardımcı olduğu belirlenmiştir. Preterm osteopenisini önlemeye yönelik bir diğer
yaklaşım, günlük fiziksel aktivite uygulamasıdır. Yapılan çalışmalarda, günlük fiziksel aktivitenin preterm
yenidoğanlarda postnatal kemik kuvvetindeki düşüşü azalttığı, vücut ağırlığındaki artış oranını yükselttiği,
kemik mineralizasyonunda ve kemik oluşum değerlerinde artışa yol açtığı gösterilmiştir.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 86
Preterm bebeğin sağlığının korunması, geliştirilmesi, bakım ve tedavisinde büyük sorumluluk taşıyan
hemşireler, preterm bebeklere günlük fiziksel aktivite programını uygulayarak preterm bebeklerin
osteopeni gelişmesini engellemeye katkıda bulunabileceklerdir. Yenidoğan hemşireleri bakım verdikleri
preterm yenidoğanlara düzenli masaj ya da fizik aktivite gibi girişimlerle kinestetik ya da dokunsal
uyaranlar vererek osteopeni gelişmesini önlemeye yardımcı olabilirler.
Anahtar kelimeler: hemşirelik, osteopeni, preterm
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 87
HP-14: Yenidoğanda Ağrı Yönetimi ve Hemşirelik
Yağmur Sezer Efe1, Öznur Tosun1, Emine Erdem1
1
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Ağrı, vücudun belli bir bölgesinden kaynaklanan, doku hasarına bağlı olan ya da olmayan, kişinin
geçmişindeki deneyimlerinden etkilenen ve istenmeyen durumu uzaklaştırmaya yönelik hoş olmayan
biyokimyasal ve duygusal bir durum ya da davranıştır. Uzun yıllar boyunca yenidoğanlarda sinir sisteminin
yeterince gelişmediği, ağrı deneyimleri için belleklerinin olgunlaşmadığı, ağrılı deneyimleri yorumlama ya
da hatırlamada rol oynayan kortikal fonksiyonların yetersiz olduğu gibi düşünceler yaygındı. Ancak,
embriyonik dönem tamamlanmadan önce miyelinizasyon hariç, afferent yolakların tamamı geliştiğinden,
ağrının algılanmasını sağlayan anatomik, fizyolojik ve biyokimyasal yapılanmalar yenidoğanlarda
mevcuttur. Bu doğrultuda yenidoğanların ağrıyı deneyimledikleri ve ağrı üzerine araştırmaların
yapılmasının gerekliliği gündeme gelmiştir.
Yenidoğanlarda ağrılı uyaranların algılanması ve yenidoğanın yanıtı gestasyon yaşı, cinsiyet, genel sağlık
durumu, hastalığın şiddeti, geçmiş deneyimler, bireysel farklılıklar, baş etme yeteneği ve ağrılı uyaranların
tipi, süresi, şiddeti, maruz kalma sıklığı gibi faktörler tarafından etkilenmektedir. Yenidoğanların maruz
kaldıkları invazif girişimler ve stres verici yoğun bakım ortamı nedeniyle yaşadıkları ağrı ve stres,
yenidoğanların davranışlarını, aile bebek etkileşimlerini, dış dünyaya uyumlarını, duyuların gelişimini ve
büyümelerini olumsuz yönde etkilemektedir. Yenidoğanlar hissettikleri ağrıyı sözel olarak ifade
edemediklerinden ağrıya fizyolojik (kalp atım hızı, kan basıncı ve solunum sayısında artma, O2
doygunluğunda azalma, solukluk ya da kızarıklık gibi), davranışsal (yüz, alın buruşturma, çene titremesi,
ağzın açık ve gergin olması, ellerini açma, yumruklarını sıkma, vücudun bir parçasını koruma, huzursuzluk
gibi) ve hormonal (plazma renin aktivitesi, katekolamin seviyeleri, büyüme hormonunda artma gibi) olarak
yanıt geliştirirler.
Yenidoğanlar ağrıyı sözel olarak ifade edemedikleri için, ağrının tanımlanması, şiddet ve niteliğinin
belirlenmesinde kullanılabilecek Yenidoğan Bebek Ağrı Ölçeği (NIPS), Yenidoğan Postoperatif Ağrı Skalası
(CRIES), Prematüre Bebek Ağrı Profili (PIPP) gibi çeşitli ölçekler geliştirilmiştir. Bu ölçekler kullanılarak ağrı
tanımlanabilir ve uygun hemşirelik girişimleri ile ağrı yönetimi sağlanabilir.
Ağrı yönetiminde kullanılacak farmakolojik yöntemler arasında; opioid ve nonopioid analjezikler,
antagonistler, sedatifler ve lokal anestezikler; nonfarmakolojik yöntemler arasında ise pozisyon
değiştirme, kanguru bakımı, masaj, emzik verme, tatlı maddeler, anne sütü, çevresel uyaranları azaltma,
müzik, bireyselleşmiş gelişimsel bakım yer almaktadır. Yenidoğan ağrı yönetiminde amaç, doğumdan
itibaren ağrılı girişimlere maruz kalan yenidoğanların hissettiği ağrıyı en aza indirmek ve yenidoğanın ağrı
ile baş etmesine yardım etmektir. Bu amaçla hemşirenin; yenidoğan haklarını göz önünde bulundurarak
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 88
yenidoğanlarda ağrının nedenlerini, özelliklerini, değerlendirilmesini ağrı kontrolünü sağlayan farmakolojik
ve nonfarmakoloji yöntemleri bilmesi ve kullanması önemlidir.
Anahtar kelimeler: ağrı, hemşirelik, yenidoğan
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 89
HP-15: Annelerin Anne Sütü Konusundaki Tutum ve Davranışları
Gizem Aytekin1
1
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Kayseri
Anne sütü; zamanında doğmuş, fetal depoları anneden yeterli oranda almış her yenidoğan bebeğin
normal gelişmesine yetecek besin ögeleri gereksinmesini karşılayan ve ilk 6 ay tek başına yeterli olan en
uygun besindir. Sadece anne sütü ile çocuğun yaşama iyi başlaması sağlanabilir. Dünya Sağlık Örgütü
(DSÖ) ve Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu ( UNICEF), her bebeğin ilk altı ay boyunca sadece anne sütü
almasını, altıncı ayda uygun şekilde tamamlayıcı beslenmeye geçilmesini ve iki yaşına kadar anne sütüne
devam edilmesini önermektedir.
Emzirmenin hem anne hem de bebek için çeşitli yararları vardır. Her zaman steril ve ucuz olması, koruyucu
etmenler içermesi, besin ögesi bileşiminin bebeğin gereksinimlerine uygun ve alerjiye karşı koruyucu
olması en önemli yararları arasındadır. Ayrıca çene ve diş gelişimini sağlama, solunum yolu ve
gastrointestinal sistem enfeksiyonları, orta kulak iltihabı ve bazı kronik hastalıkların oluşma riskini azaltma
(tip 1 diyabet, çölyak hastalığı, obezite, koroner kalp hastalığı gibi) gibi etkileri vardır. Anne ve bebeği
arasındaki duygusal bağı güçlendirerek bebeğin ruhsal, bedensel ve zeka gelişimine yardımcı olur. Annenin
sağlığını korur.
Türkiye’de annelerin %96.7’si bebeğini emzirmektedir. Ancak, bebeği emzirmeye geç başlama, ilk
emzirmeden önce şekerli su gibi besinler verme, ek besinlere erken ya da çok geç başlama gibi hatalı
uygulamalar kaliteli emzirme programını engellemektedir. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması (TBSA)
2010 verilerine göre 0-5 yaş grubu çocukların %70.6’sına doğumdan sonraki ilk üç gün anne sütü haricinde
hiç bir şey verilmediği görülmektedir. Belirtilen süre içerisinde verilen yiyecek/içecek dağılımına
bakıldığında genelde şekerli su ve hazır mama verilme durumunun en yüksek oranlarda olduğu
belirlenmiştir. Anne sütü dışında diğer süt verilen bebeklerin oranı %4 iken, bal/pekmez/lokum/reçel
verilen bebeklerin oranı %1.7’dir. Doğumdan sonra ilk 3 gün içinde düşük oranlarda da olsa bebeklere çay,
muhallebi vb. unlu mamalar, meyve suyu ve yemek suyunun da verildiği öğrenilmiştir. Bebeğin anne
sütünden erken kesilmesinin sebepleri arasında; “anne sütünün olmaması/yetersizliği”
ve “bebek
istemedi” yanıtı ilk sıralarda yer almaktadır. Diğer nedenler; annenin sağlık sorunları, çalışması, gebe
kalması ve bebeğin sağlık sorunlarıdır.
Annelerin emzirmeye başlayamamalarına, çok kısa sürede
vazgeçmelerine veya ek besinlere erken başlamalarına neden olan; genellikle sütün olmaması az
salgılanması, yetmemesi veya anne sütünün bebeğin besin ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyeceği
kaygısıdır.
Anahtar kelimeler: anne sütü, yenidoğan, tutum, davranış
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 90
HP-16: Mekanik Ventilatördeki Yenidoğanın Bakımında Güncel Yaklaşımlar
Ayşe Şener Taplak1, Meral Bayat2, Sevinç Polat1
1
Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Yozgat
2
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
Giriş: Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde en sık gereksinim duyulan tedavilerden biri mekanik
ventilasyon desteğidir. Mekanik ventilasyondaki bebeğin fizyolojik ve metabolik durumu ne kadar
dengede ise ve ventilatör tedavisi ile ilgili bakımları ne kadar iyi yapılıyor ise mekanik ventilasyon tedavisi
o kadar başarılı olacak ve bebek daha kısa sürede ventilatörden ayrılabilecektir. Bu nedenle mekanik
ventilasyon uygulanan bebeklerin bakımı diğer bebeklerin bakımlarından farklılık gerektirmektedir.
Yöntem: Bu çalışmada, mekanik ventilasyon uygulanan bebeklerin bakım alanlarına ilişkin uygulamalar
son beş yıllık süreçteki çalışmalar göz önünde bulundurularak tartışılmıştır. Bu doğrultuda Pub med,
Science Direkt ve Google scholar‘dan 2010-2015 yılları arasında yapılan çalışmalar taranmıştır. Mekanik
ventilasyon desteği alan yenidoğanların vücut sıcaklığının düzenlenmesi, cilt ve göbek bakımı, ağız bakımı,
ağrı kontrolü, pozisyon verilmesi, ventilatör ilişkili pnömoniden korunması, hava yolu güvenliğinin
sağlanması ve aspirasyonu, bireyselleştirilmiş gelişimsel bakımı ve aile merkezli bakımı gibi bakım
alanlarına yönelik hemşirelik uygulamaları hakkında kanıta dayalı çalışmalar doğrultusunda bilgiler
sunulmuştur.
Sonuç: Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yatan, özellikle ventilatörle solunum desteği gereksinimi olan
bebeklerin bakımında istenilen düzeyde başarı elde edilebilmesi için multidisipliner ekip yaklaşımı
gerekmektedir. Ekip içerisinde en etkin rol üstlenen kişi olarak hemşire, mekanik ventilatör desteğindeki
yenidoğanın bakımında güncel veriler ışığında düzenlemeler yapmalı ve kanıta dayalı uygulamalar
doğrultusunda bakımı planlamalı ve uygulamalıdır.
Anahtar Kelimeler: mekanik ventilasyon, yenidoğan, kanıt, hemşire.
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 91
HP-17: Preterm Yenidoğanın Enteral ve Parenteral Beslenmesi
Dilara Keklik1, Öznur Tosun1, Türkan Kadiroğlu2
1
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
2
Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Erzurum
Beslenmenin temel amacı, büyüme-gelişmenin sağlanması, vücut fonksiyonlarının sağlıklı olarak devam
etmesi ve organizmanın yenilenmesi için gerekli besinlerin yeterince alınmasıdır. Yenidoğanın beslenmesi,
esas olarak genel beslenme ilkeleriyle aynı olmakla birlikte bazı farklılıklara sahiptir. Bunun yanı sıra
preterm yenidoğanlar term yenidoğanlara göre beslenme açısından daha fazla risk taşımaktadır. Preterm
yenidoğanların çok hızlı büyüme süreci içerisinde olması, sindirim sistemi özellikleri, beslenme
yeteneklerindeki sınırlılıklar gibi nedenlerle diyetlerinde belirli besinlerin bulunması ve bu besinlerin uygun
yöntemlerle verilmesi elzemdir.
Preterm yenidoğanın besin gereksinimi; gestasyon yaşı, doğum ağırlığı, beslenme yöntemi, intrauterin
büyüme geriliğinin varlığı, hastalık ve tedavilerin yarattığı metabolik değişimlerden etkilenmektedir. Bu
özellikler göz önünde bulundurularak preterm yenidoğanın besin gereksinimine ve besleme yöntemine
(enteral veya parenteral) karar verilmesi gerekmektedir. Preterm yenidoğanların enteral kalori ve besin
gereksinimleri farklı otoriteler tarafından değişik miktarlarda önerilmekle birlikte Türk Neonatoloji Derneği
Beslenme Grubunun önerisi; enerji ihtiyacı 120-140Kcal/kg/gün, yağ ihtiyacı 4.4-6gr/100Kcal, karbonhidrat
ihtiyacı 10.5-12gr/100Kcal ve protein ihtiyacı 3-4gr/100Kcal olması şeklindedir.
Gestasyon yaşı 34 haftadan fazla ve emme-yutma-nefes alma koordinasyonu olan ve solunum hızı <60/dk
olan bebeklerde uygulanabilen enteral besleme; besinlerin oral (kap ile beslenme ve minimal enteral
beslenme) veya gavaj (orogastrik gavaj ve transpilorik beslenme) ile verilmesini kapsamaktadır. Parenteral
besleme yöntemi ise, preterm yenidoğanın enteral yol ile beslemesi mümkün olmadığı durumlarda hayati
fonksiyonlarını devam ettirmek için karbonhidrat, aminoasit, lipid, mineral ve vitaminlerin intravenöz
yoldan verilmesidir. Bu yöntemlerin uygun kullanımı yan etkiler açısından olası riskleri minimize ederken
klinik yararını en üst seviyeye çıkarmaktadır.
Preterm yenidoğanların gerekeli besin miktarlarının, uygun yöntem kullanılarak ve yöntemlerin yan
etkileri açısından takip edilerek verilmesi multidisipliner ekip yaklaşımını gerektirmektedir. Her yenidoğan
hemşiresi enteral ve parenteral beslenme yöntemlerini bilmeli, uygulama becerisine sahip olmalı, uygun
besleme yöntemini seçebilmeli ve olası komplikasyonları gözlemleyebilmelidir. Ayrıca anne ve yenidoğan
ile yakın iletişimde olmaları nedeni ile ailelere beslenme konusunda danışmanlık yapmaları hemşirenin en
önemli sorumlulukları arasındadır.
Anahtar kelime: beslenme, preterm yenidoğan, hemşire
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 92
HP-18: Klinik Uygulamada Kavram Haritası Kullanımı: Kronik Böbrek Yetmezliği
1
2
Dilara Keklik , Zübeyde Korkmaz , Meral Bayat
1
1
Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Kayseri
2
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri Bölümü, Kayseri
Amaç: Kavram haritaları; hemşirelik alanında öğrenme becerilerini geliştirerek, eleştirel düşünme ve karar
verme becerilerini artırmaktadır. Ayrıca kavram haritaları öğrencilerin alana özgü kavramları okuma,
anlama yeniden yapılandırarak yorumlama ve kalıcı bir öğrenme elde etmesini sağlamaktadır.
Bu
öğrenme yöntemiyle öğrenciler, klinik uygulama ve teori arasında bağlantı kurabilmekte, hemşirelik
sürecinde kullanabilmekte ve uygulamalarını değerlendirebilmektedir.
Yöntem: Bu çalışmada Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY) tanısı ile hastanede yatan 16 yaşındaki erkek
hastanın hemşirelik bakım planı kavram haritası ile tartışılarak bağlantıları gösterilmiştir. Vakada ilk olarak
KBY’nin fizyopatolojisi, birincil kavramlar olarak hastanın hikayesi ve dönem özellikleri, bulguları, tedavisi
ve komplikasyonları tartışılmış elde edilen veriler doğrultusunda hemşirelik tanıları konulmuş ve girişimler
kavram haritası üzerinde gösterilmiştir.
Bulgular: Periton diyalizi uygulanan hastada, peritonit gelişmesi ve hastane yatışlarının artması nedeni ile
hemodiyaliz uygulamasına geçilmesi planlanan hastanın hemşirelik bakımı kavram haritası üzerinden
öğrencilerle tartışılmıştır. Hastaya; Sıvı Volüm Dengesizliği, Enfeksiyon, Ağrı, Asit-Baz Dengesizliği Riski,
Terapotik Rejime Uyumsuzluk, Beslenme Örüntüsünde Değişim, Beden Gereksiniminden Az Beslenme,
Deri Doku Bütünlüğünde Bozulma, Yorgunluk, Kişisel Hijyen Eksikliği, Diyare, Büyümede Gerilik, Annede
ise Başetmede Yetersizlik ve Bakım Verici Rolünde Zorlanma hemşirelik tanılarını konulmuştur. Bu tanılara
yönelik planlanan ve uygulanan hemşirelik girişimleri tartışılarak değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak; kavram haritası ile yapılan vaka tartışmaları, hemşirelik öğrencilerinin problem çözme
becerisini ve eleştirel düşünme yeteneklerini kullanarak bütüncül bakmalarını sağlayan, öğretme,
öğrenme ve değerlendirmede kullanılabilecek iyi bir öğrenme yöntemidir.
Anahtar Kelimeler: hemşirelik, kavram haritası, kronik böbrek yetmezliği
2. Erciyes Pediatri Hemşireliği Kongresi
3-5 Mart 2016, Kayseri
Sayfa 93
2. ERCİYES PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ
KONGRESİ
3-5 Mart 2016
Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Merkezi, Kayseri

Benzer belgeler