Kürdistan`da ulusal örgütlenme tarihine bakma: Rizgarî

Transkript

Kürdistan`da ulusal örgütlenme tarihine bakma: Rizgarî
Kürdistan’da ulusal örgütlenme tarihine bakma:
Rizgarî-Ala Rizgarî (III)
İbrahim GÜÇLÜ
([email protected])
Kürt ulusal ayaklanma ve direnme hareketlerinden (1938) sonra, Kürt egemenleri, aydınları,
emekçileri, ya katledilerek, ya teslim alınarak, ya da asimile edilerek tarih yapma eylemenin,
siyaset yapma misyonunun dışına itildiler.
Türkiye, 1946 yılında, dünyadaki demokrasinin gelişmesinden, faşizmin yenilmesinden
etkilenmenin ötesinde, esas olarak batının demokrasi dünyası ile bütünleşmek için çok
partili sisteme geçti. Bu, Atatürk’ün, asker ve sivil bürokrasinin partisi olan CHP dışında
diğer partilerin kurulabileceği anlamına geliyordu. Öyle de oldu. Türk burjuvazisi, asker ve
sivil bürokrasi dışındaki toplumsal kesimler, kısa sürede Demokrat Parti’yi kurdu. Demokrat
Parti, Celal Bayar, Adnan menderes ve arkadaşlarının öncülüğünde kuruldu. 1950 yılında
büyük bir kitle desteği ve oyla, tek başına iktidar oldu. İkinci dönemi de ezici bir çoğunlukla
kazandı tek başına hükümet oldu. Ne yazık ki, 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi ile iktidardan
uzaklaştırmakla kalmadı: Yöneticileri, Hükümet Başkanı ve Bakanları, milletvekilleri
tutuklandı, yargılandı, cezalara çarptırıldı. Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü
Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.
Türkiye’de çok partili sisteme geçiş yapmak demek, Kürtlerin de kendi partilerini
kurmalarına yasal ve toplumsal olanak tanımak anlamına gelmiyordu. Bu nedenle Kürtler,
parti kurma girişiminde bulunmadılar. Kürtler, ağırlıklı olarak Demokrat Parti’de olmak
üzere Türk kimlikli iki partide yerlerini aldılar. Bu partilerde yer alırken de, kendi ulusal
kimlikleriyle değil, kendi ulusal kimliklerini inkar ederek ya da seslendirmeyerek yer aldılar.
Ama, Demokrat Parti’nin konjoktürel olarak, sivil ve asker bürokratik iktidar karşısında halk
gücünü toplamak için, Kürtlere karşı daha toleranslı olduğu da bir gerçekti. Demokrat Parti
döneminde Doğu ve Kuzey Kürdistan sınırında 1943 yılında 33 Kürt köylüsünün kurşuna
dizilmesini emir eden General Mustafa Muğlalı hakkında meclis soruşturmasının açılması,
meclis komisyonunun dosyayı mahkemeye göndermesinden sonra Muğlalı’nın yargılanması
ve idam cezasına çarptırılması bunun en somut örneklerinden biriydi. Zaten 1960 sonrasında
da, Demokrat Parti yargılanırken, Kürtçülere yardım ettiği ve Büyük Kürdistan’ın
kuruluşunu teşvik ettiği, onun suçlandığı konulardandı.
1959 yılında Kürt okumuşlarının, dünyadaki toplumsal, sınıfsal, ulusal kurtuluş
hareketlerinden, Irak’ta 1958 yılında yapılan darbe sonucu gerçekleşen anayasal değişiklikle
Kürtlerin kendi bölgelerinde otonom bir şekilde yaşamasının anayasal hüküm haline
gelmesinden,
Sovyetler Birliği’nden dönen Barzani ve arkadaşlarından etkilenerek
hareketlenmeleri, devlet tarafından bastırıldı. Daha önce binlerce kişinin tutuklanması,
birçok kişinin idam edilmesi düşünülürken, operasyon 50 Kürt aydını ve okumuşunu
tutuklanması ile son buldu.
1960’tan sonra sosyalist Kürt aydınları TİP ve FKF içinde yer aldılar. Ama TİP’in programı ve
yaklaşımı, Kürt millet taleplerini doğrudan ve evrensel normlarıyla gündeme getirecek
konumda değildi. Bu nedenle, 1968’lerden itibaren sosyalist Kürtlerin Türk solu ile ayrışma
süreci başladı.
Sosyalist Kürt aydınları TİP içinde yer aldıkları zaman, partinin yönetiminde bir özel konum
kazandıkları gibi, sınırlı da olsa kendi ulusal kimliklerini ifade etme olanağına sahip oldular.
Bir aşamadan sonra, Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın (DDKO) ve Türkiye Kürdistan
Demokrat Partisi’nin (TKDP) etkisiyle Kürtlerin ulusal ve demokratik taleplerini 4. Büyük
Kongrede sınırlı da olsa karar haline getirme fırsatı buldular. Buna rağmen, sosyalist
Kürtlerin Türklerden bağımsız örgütlenmesi, önü alınmaz bir sorun ve süreç oldu.
TKDP, Kürdistan’ın kuzeyinde, Kürt ulusal ayaklanma ve direnme hareketlerinden sonra
1965 yılında illegal olarak kurulan ilk Kürt partisiydi. Bu parti de, kadro yapısı, programı,
çalışma tarzı itibarıyla kitlesel bir yapı kazanamıyor, Türkiye’de siyaseti etkileyemiyor,
Kürdistan’da halkın örgütlenmesine ön-ayak ve öncülük edemiyordu.
Tam da bu iki tarihsel gelişmenin çakıştığı momentte, DDKO, Kürt ulusal dayaklanma ve
direnme hareketlerinden sonra Türkiye’de kurulan ilk legal Kürt örgütlenmesi oldu. DDKO,
Türk siyaset arenasında kısa sürede etkili bir aktör olduğu gibi, Kürdistan’da da halkı
kucaklamaya başlayan, derinliğine ve genişliğine etkilemeye başlayan bir örgütlenme oldu.
Kısa sürede Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok Kürt şehrinde örgütlenmesini
gerçekleştirdi. Birçok Kürt şehrinde de örgütlenme hazırlıklarını başlatmış ve tamamlatma
aşamasında iken, 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasının hışmına uğradı.
DDKO, 26 Nisan 1971 tarihinde resmen kapatıldılar. Çünkü darbenin nedenlerinden biri,
bölücülük hareketi idi. Bölücülük hareketinin de, en aktif ve görünür aktörü de DDKO idi.
Bu nedenle DDKO’ya yönelik olarak kitlesel tutuklamalar ve yargılanmalar yapıldı. Bütün
Kürt yurtseverleri ve sosyalistleri, Ankara ve İstanbul’dan da getirilerek Diyarbakır-Siirt
İlleri Sıkı Yönetim Komutanlığı uhdesindeki hapishanede toplandılar ve yine bu
komutanlığa bağlı askeri mahkemede yargılandılar.
Kürt yurtseverleri ve sosyalistlerinin Kürdistan’daki bu toplaşması, Türkiye ile siyaseten
ayrışma/kopma şartlarını olgunlaştırdı. Türkiye’de Kürtlerin legal olarak örgütlenmelerinin
olanaksız olduğu ve devlet sisteminin zor dışında hiçbir şekilde dize getirilemeyeceği
kanaatini hakim, egemen hale getirdi. Bu büyük bir kopuşa neden oldu. Bu kopuş, aynı
zamanda Türkiyeci Kürtlerle de bir ayrışmaya/kopmaya yol açtı.
Bu bağlamlarda, 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında yargılanan DDKO, Türkiye Kürdistan
Demokrat Parti kadroları için, yeniden örgütlenme, güncel ve hayati bir konu oldu. Kürtler
arasındaki ayrışma, Türklerle ortak örgütlenme ve ayrı bağımsız örgütlenmeden öteye, farklı
ideolojik kabuller ve formatlar, ayrı mücadele biçimleri, örgütsel modeller üzerinden
gerçekleşmeye başladı.
12 Mart Muhtırası sonrasındaki tutuklamalar ve yargılamalar hapishanedeki tartışmalar ve
çalışmalar, Kürtler olarak kendimiz için siyaset yapma, Kürtler olarak örgütlenme, Kürtler
olarak değişim sürecine katılma dönemini başlattı.
DDKO Komünün oluşumu…
Bu dönemi, tutuklu olan tüm Kürt okumuşları ve değişik kesimlerden gelen aktörlerle
birlikte sürdürmenin daha yararlı olacağı ortadaydı. Ama gelişmeler, hapishanedeki
karşılıklı ilişkiler, aydınların farklı düşüncelere, toplum ve yaşam tasarımlarına sahip
olmalarından dolayı, farklılaşmaların, farklı köklü tutumların, öngörü ve vizyonların ortaya
çıkmasını kaçınılmaz kıldı.
Öncelikle yargılamalarda mahkemeler karşısındaki yaklaşım ve tutum,
temel
farklılaşmalara ve gruplaşmalara yol açtı. Yargılamalar başlamadan önce, mahkemeler
karşısında takınılacak tutum, yapılacaklar etrafında gelişen tartışmalar iki ana gruplaşmaya
yol açtı. Bu ana gruplaşmalardan biri, mahkemelerde sessiz sedası olmak, DDKO’yu
savunmamak, Kürtlerin ulusal hak ve özgürlüklerini savunmamak, ideolojik, etnik ve ulusal
kimliklerini dışa vurmamak gibi bir yaklaşıma sahipti. Bu grup, yargılamalar sonucunda
tutuklu olan Kürt aydınlarının, diğer yurtsever kesimlerinden çoğu aktörün yargılanıp idam
edilecekleri korkusunu taşıyordu. İkinci ana grup, DDKO’yu, sahip olunan ideolojik
değerleri, Kürt etnik ve ulusal kimliğini, Kürtlerin ulusal hak ve özgürlüklerini savunmayı;
yapılan örgütlenme ve çalışmalardan dolayı riski göze almayı bir yaklaşım olarak
benimsiyordu. 1974 sonrasında Rizgarî Dergisini çıkaran ve bir hareket olarak örgütlenen
kesim, bizler, ikinci yaklaşımı benimsiyorduk.
Bizim grup, DDKO Komünü olarak tanımlanıyordu.
Hapishanedeki gruplaşma, bu iki ana eğilim etrafında gelişirken, tutuklu olmayan, dışarıda
olan Kürt yurtseverlerini de kendisiyle birlikte şekillendiriyor ve evrimleştiriyordu. İçerdeki
gelişmeler doğrudan cezaevi dışına aktırılıp, gelişmeleri etkilerken, dışarıdaki gelişmelerde
içerdeki gelişmeler şekillendiriyor, evrimleştiriyor, zenginleştiriyor. Böylece karşılıklı bir
genişleme ve derinleşme sağlanıyordu.
Hapishanedeki bu iki ana eğilim ve yaklaşım etrafındaki gruplaşma, başka ana konuları da
içine alarak zenginleşmeye, derinleşmeye, genişlemeye, hayata dair farklılaşmalara yol açtı.
Kürtlerin, Türklerden bağımsız örgütlenmesi ya da birlikte örgütlenmeleri konusu da bu
gruplaşmaları belirleyen ana düşüncelerden biri oldu. Mahkemede tutumsuzluğu ve
sessizliği öneren, DDKO’yu, TİP’i, Kürdistan Demokrat Partilerini savunmaya karşı çıkan,
Kürtlerin hak ve özgürlüklerini dile getirmeyi tehlikeli bulan, Kürt ulusal kimliğinin itirafını
sakıncalı bulan grup, aynı zamanda Kürtlerin bağımsız örgütlenmesine de karşı çıkıyordu.
Bizim de içinde bulunduğumuz grup, Kürtlerin bağımsız örgütlenmesini, bir hak ve hem de
mutlak bir hak olarak ele alıyordu. Daha da ötesi de vardı: Bağımsız örgütlenmeye karşı
çıkanlar, sosyalizmi ve sosyalist yönetimi ele geçirmeyi öncelikli bir konu olarak ele alıyor.
Sosyalizmin Türkiye’de yönetim olması halinde, Kürtlerin de haklarına sahip olacaklarını
savunuyorlardı. Kürtlerin kurulacak yeni sosyalist sistemde yerlerinin ve statülerinin ne
olacağı konusunda kesin bir belirsizliğe sahiptiler. Ama sosyalist ülkelerin deneyleri,
Sovyetler Birliği ve Çin’in uygulamalarına bakıldığı ve ele alındığı zaman, Kürtlerin yeni
sosyalist iktidar döneminde de uydu, bağımlı, kendi kendini özgürce ve bağımsızca
yönetmeyecek bir ulus olarak yaşamını devam ettireceği tartışmasızdı.
Bizim içinde bulunduğumuz ve Kürtlerin bağımsızlığını savunan grup, Kürtlerin, sosyalizm
gerçekleşmeden önce de bağımsız devlet olabileceği, ulusal haklarına kavuşabileceğini
savunuyordu.
DDKO Komünü, yargılanmaların sonuçlanması ve büyük cezalara çarptırılmamızdan sonra,
bu ana hedefler ve düşünceler etrafındaki çalışmalarını yoğunlaştırdı. Hapishanede
olunması halinde de, örgütlenmeyi ve dışarıda mücadeleyi geliştirmenin koşullarını
olgunlaştırmayı çalışıyordu. Bu nedenle, bir yanda kendi iç çalışmalarını derinleştirip,
olgunlaştırırken, konseptini düşünce ve davranış biçimi olarak çerçevelendirirken, aynı
zamanda dışarıda ilişkili olduğu Kürt yurtseverleriyle ilişkileri geliştirmeye, onlarla daha
fazla bütünleşmeye gayret gösteriyordu.
1974 Genel Af öncesi…
1974 Af’ından önce, DDKO Komünü, üç kompartımanlı bir proje ortaya çıkarmaya çalıştı. Bu
projeye göre: Kürt ulusal örgütlenmesi ve bağımsız mücadele tarzı için yeni ve özgün
düşüncelerin ortaya çıkarılması, bağımsız bir ideolojinin olgunlaştırılması gerektiği bir ön
kabulümüzdü. Çünkü Kürtlere yönelik asimilasyon, sömürgeci statü ve uygulamalar,
Kürtleri kendi bağımsız kişiliklerinden uzaklaştırdığı gibi, Kürtlerin kendine özgü
düşüncelerini de yok etmiş, bir kimliksizlik konumunu ortaya çıkarmıştı.
Bu süreci tersine çevirmek gerekiyordu. Bu da ideolojik bir dirilişle ve entelektüel güçlü bir
bağımsız faaliyetle oluşabilirdi.
Bu nedenle bir ideolojik aygıta ve platforma ihtiyaç vardı. Rizgarî Dergisi fikri, bu temelde
gelişti ve olgunlaştı.
Bunun yanında, Atatürk ve arkadaşlarının, Osmanlı hanedanından iktidarı almaları, Türk
ulusu temelinde devleti yeniden yapılandırılmalarından sonra, Kürtlerin Osmanlı
İmparatorluğu dönemindeki otonom statüsüne son vermekle kalmamış, aynı zaman
Kürtlerin varlığını inkar etmeyi, Kürtlerin Türk olduğunu anlayışını resmi siyaset haline
getirmişti. Devletin bu resmi siyasetinden dolayı da, bütün Kürt değerleri yok edilmiş,
gizlenmiş, tahrip edilmiş durumdaydı. Kürt dili yasaklanmış, Kürt tarihine ve toplumuna ait
tüm araştırmalar ortadan kaldırılmıştı. Bu sürecin de tersine çevrilmesi gerekirdi. Bu nedenle
de, bir yayınevinin kurulması projelendirildi ve bunun sonucu da KOMAL Yayınevi
kuruldu.
Bunların yanında kitlesel bir legal, açık bir örgütlenme ile de bu çalışmaların
yaygınlaştırılması, toplumsallaştırılması, kitleselleştirilmesi gerekirdi. Bunun için de,
DDKO’yu model alan bir örgütlenme yoluna gidildi. Devrimci Demokratik Kültür
Dernekleri (DDKD) de bu projenin bir ürünü olarak şekillendi. DDKD, bir ideolojik yapı
olarak kurgulanmadı. Bütün Kürt kesimlerinin içinde yer aldıkları bir yığınsal demokratik
bir örgütlenme oldu. Ama ne yazık ki, 1976’lardan sonra Kürdistan’da ideolojik
yoğunlaşmanın gelişmesi, ideolojik temelde siyasi örgütlenmelerin şekillenmesinden sonra,
DDKD’ye de bu virüs bulaştı. Ankara DDKD’nin mahkemece kapatılmasından sonra, DDKD
Şıvancı ekibin ve siyasi grubun yan örgütlenmeleri haline gelmekle kalmadı, daha sonra
onları tümüyle tanımlayan bir örgütsel yapı kazandı.
Rizgarî’nin fikri konseptinin hazırlanması, tartışılması, birlik için arayışlar…
Anlatılanların ortaya çıkardığı gibi, Rizgarî Dergisi fikri, bu derginin olgunlaştırdığı fikirler
etrafında örgütlenme ve siyasi kümelenme olgusu, cezaevinde gelişmeye başladı. 1974
Genel Af’ından sonra, 13 Temmuz 1974 gününden sonra, cezaevindeki üçlü projenin hayata
geçirilmesi; kesintisiz bir entelektüel, fikri, ideolojik, örgütsel, siyasi çalışmanın başlatılması
için hemen harekete geçildi. 2 Ağustos 1974 yılında Ergani’de benim nikâhım için bir araya
gelen DDKO Komünü ekibi, bu nikahı aynı zamanda, süreci başlatan ve resmi bir çerçeveye
kavuşturan bir tarihi başlangıç haline getirdi.
Nikâh sonrasında yapılan toplantıda, hapishanede düşünülen projenin hayata geçirilmesi
karar altına alındı. Bir derginin yayın yaşamını başlatmak için karar alındı. Tabi bu süreç,
salt bir yayın süreci ve olgusu olarak düşünülmediğinden, bir siyasi hareket ve örgütlenme
sürecini başlatma olarak da düşünüldüğünden, bir derginin ilkelerini aşan bir programatik
çerçevenin ortaya çıkarılması gerekirdi.
Daha sonra “Rizgarî Deglerasyonu” olarak tanımlanan programatik metnin hazırlıklarına
kolektif bir mantık ve metod çerçevesinde başlandı.
Kısa bir sürede bu program niteliğindeki deglerasyon hazırlandı. Bu deglerasyonun
hazırlanmasından sonra, DDKO Komünü olarak tek başımıza harekete geçmenin doğru
olmadığını düşünerek, başka siyasi çevre ve kadrolarla bütünleşme yoluna gitmenin doğru
olduğunu saptadık. Bunun için de, aylarca metropollerde ve Kürdistan’da kadroları
saptayarak tek-tek ya da gruplar halinde görüş ve tartışma sürecini başlattık. Tartışmalar,
yüzlerce Kürt yurtseveri, modern ve dini aydınlarla sürdürüldü. Onların görüş ve önerileri
alındı.
Bu çalışmalar sonucunda, yeni kadrolarla bütünleşmemize rağmen, siyasi gruplarla
yaptığımız görüşmelerden sonuç alıcı olmadık. O tarihten sonra, Kürdistan’daki siyasi
örgütlenmenin çokçu bir karakterde yürüyeceği belli olmaya başladı.
Rizgarî’de, 21 Mart 1976 tarihinde, Newroz günü yayın hayatına başladı. Rizgarî Dergisi’nin
yayın hayatına başlamasından sonra, dile getirdiği düşünceler, büyük depremler yarattı.
Rizgarî, hem devletin ve hem de Kürtlerin ezberini bozdu, düşünce ve davranış sistematiğini
alt-üst etti. Çünkü Rizgarî, ezop dili kullanmıyor, Kürt ulusuna, Kürdistan’a dair gerçekleri
olduğu gibi, kendi kavramları ve yaklaşım tarzıyla, takkîye yapmadan sunuyordu.
Kürdistan’ın sömürge ve hem de uluslararası sömürge yapısını saptama olarak ortaya
çıkardığı zaman, Türk devletiyle kesinlikle bir ayrışmayı gündeme getiriyordu. Kemalizm’i,
devletin resmi ideolojisini karşı alırken, eleştirirken, teşhir ederken yeni bir Kürt ulus
ideolojisinin temel taşlarını diziyordu. Bundan dolayı da, Rizgarî bu süreci, “Kürtlerin ve
Kürt ulusunun ideolojik inşası” olarak tanımlıyordu.
Rizgarî sürecini başlatan, onaylayan, karar altına alanlar: Mümtaz Kotan, Sosyolog İsmail
Beşikçi, Orhan Kotan, Mehmet Uzun, Hatice Yaşar, İkram Delen, Av. Şerafettin Kaya, Feqî
Hüseyin Sağnıç, Yılmaz Balkaş, Av. Ruşen Arslan, Yümnü Budak, Ali Beyköylü, Mahmut
Kılıç, Recep Maraşlı, Fikret Şahin, Kazım Baba, Ali Yalçın, Mustafa Özer, Bettal Batte, Zülküf
Şahin ve bendim.
Rizgarî Dergisi’nin yayınlanmasından sonra, entelektüel, siyasi, örgütsel çalışmalar;
metropollerde ve Kürdistan’da komiteleşmeler, sürekli bir hal aldı.
Rizgarî’nin deglerasyonunda dile getirilen ve daha sonra geliştirilen temel düşünceleri…
1- Kürdistan Kürtlerin ülkesidir. Kürdistan’da Kürt uslusu dışında başka etnik topluluklar
da yaşamaktadırlar. Kürtlerin aynı zamanda bu etnik topluluklarla yeni bir yaşam tarzını
senaryolaştırması gerekir.
2- Kürdistan, Kasr-ı Şerîn Antlaşması sonucunda Osmanlı İmparatorluğu ve Fars
İmparatorluğu arasında ikiye bölünmüş. Kürdistan’da Kürtler o dönemde parçalanmış
otonom yapıya sahip olmalarına rağmen, egemenlik, imparatorlukların elindeydi.
Kürdistan, Lozan Antlaşması’ndan sonra Türk, İran, Irak ve Suriye Devletleri arasında
paylaşıldı. Kürdistan’ın bütün parçaları işgal edilmiş ve sömürge statüsüne sahiptir. Türk,,
İran, Irak, Suriye Devletleri de sömürgeci devletler konumundadır. Kürdistan’ın bütün
yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip oldukları gibi, Kürt milletinin bütün ulusal haklarını
da gasp etmişlerdir.
Kürdistan, aynı zamanda Ortadoğu’da uluslararası bir sömürge konumundadır.
3- Kürt ulusu, ezilen ve sömürge bir ulustur. Bütün ulusal hakları gasp edilmiş, kendi
kendisini yönetme ve egemenlik hakkından mahrumdur. Bundan dolayı da, Kürt ulus
sorunu, bir kurtuluş ve bağımsızlık sorunudur.
4- Kürt ulusu bu yapısından dolayı, özgürleşmek ve ülkesini bağımsızlığa kavuşturmak için,
siyasi ve silahlı nitelikli bir ulusal kurtuluş hareketinin örgütlenmesine ihtiyacı vardır.
5- Kürt ulusu da bağımsız bir devlete ihtiyaç duymaktadır ve devletleşme onun da hakkıdır.
Bağımsız Kürdistan’ın, Kürdistan’ın kuzeyinde de gerçekleşmesi için, Kürt sosyalistlerinin
kendi aralarında ittifak ve koalisyon oluşturmaları; Kürt sosyalistlerinin de Kürt
milliyetçileri ve Kürt yurtseverleriyle ulusal bir cephe oluşturmaları gerekir. Ondan sonra
da, Türkiye işçi ve sosyalist hareketiyle ittifak oluşturmaları gerekir.
6- Kürdistan, dört sömürgeci devlet tarafında yönetilen ve bölünen bir ülke olmasından
dolayı, Kürdistan’ın her parçasının bağımsızlık sorunu, parçaya bağlı olarak düşünmek ve
ele almak doğru değildir. Çünkü sömürgeci devletler de, Kürt ulusal hareketlerine karşı
siyaset belirlerken ve mücadele ederken, dört devletin birlikte hareket etmesini
planlamaktalar. Kürt ulusal hareketlerinin bastırılması için birlikte hareket etmektedirler.
Bundan dolayı, herhangi bir Kürdistan parçasında ulusal kurtuluş hareketi planlanırken,
diğer parçalardaki gelişmelerin hesaba katılması, genel olarak ulusal çıkarların savunulması,
ortak ulusal çıkarlar merkezinde hareket edilmesi gerekir. Bu temelde, Kürdistan
sosyalistlerinin tüm parçalarda kendi aralarında bir ittifak oluşturmaları; Kürdistan sosyalist
ve milliyetçilerinin de Kürdistan çapında bir milli cephe oluşturmaları kaçınılmazdır.
Bu ortak ulusal cephe de, ortak bir stratejiyi ve programı öngörmektedir. Bunun için çalışma
yürütülmesi, ortaklaşmanın sağlanması gerekir.
7- Kürt ulusunun sosyalist ve milliyetçi karakterli örgütlenmesinin, ezen ve egemen ulustan
kesinlikle ve mutlak bir şekilde bağımsız, ayrı olması gerekir.
8- Rizgarî, geniş tabanlı bir hareketin oluşturulması ve kadroların olgunlaştırılmasından
sonra bir partinin oluşmasını öngörüyordu. Bu nedenle, bir grup insanla hemen parti
kurmayı, çadır kurmak olarak değerlendiriyordu. Bürokratik parti kurma tarzı yerine,
evrimci ve tabandan geliştirilen, liderler kadrosuna dayanan bir partileşmeyi savunuyordu.
9- Kürdistan’ın özgürleşmesinin ve bağımsızlaşmasının, Türk Devleti’nin militer, inkarcı,
sömürgeci, işgalci karakterinden dolayı silahla gerçekleşeceğinin öngörüyor, ona göre
hazırlıkların yapılmasına çalışıyordu. Silahlı mücadelenin savunulmasını, Türk Devleti’nin
zoruna karşı bir zorunluluk olarak ele alıyordu. Ama ha deyince silahlı mücadelenin
yapılmayacağı bilinciyle, halk içinde örgütlenmeyi ve halk kitlelerini hazırlamayı elzem
görüyordu.
10- Türk Devleti’nin resmi ideolojisi Kemalizm karşısında, Kürt ulusal ideolojisinin
oluşturulmasını, derileştirilip, toplumsallaştırılmasını, ulusal devrimin gerçekleşmesi,
zihniyet değişikliğinin sağlanması, asimilasyonun önüne geçilmesinin olmazsa olmaz koşulu
olarak ele alıyordu.
11- Rizgarî, sosyalist bir siyasi Kürt ulusal hareketi idi. Ama Sosyalist sistemin Kürt millet
sorununda tarihte yaptığı yanlışları hep eleştirdi. Ayrıca sosyalist dünya içinde Sovyetler
Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin sosyalizm anlayışını eleştiren, onların dış politikalarını
tümüyle onaylamayan ve eleştiren bir hareket konumdaydı.
Bu bağlamda da, sosyalist kampa karşı bağımsız sosyalist çizgiyi temsil ediyordu. Sosyalist
kampı bir bütün ve parçalı olarak Kürt ulusal kurtuluş hareketinin stratejik müttefiki olarak
kabul ediyordu. ABD’nin başını çektiği emperyalist sistemi düşman görüyor ve karşı
alıyordu. Özellikle de Türkiye’nin, ABD ve Batı Avrupa’nın müttefiki olmasında dolayı,
ABD ve Batı Devletlerine karşı bir konumlanma içindeydi.
12- Rizgarî, Türk Sol örgütleri, Kürdistan’daki yurtsever örgütlerle ilişkilerinde ideolojik
mücadele ve politik dostluk ilkesini hayata geçirmeyi benimsemişti. Bu prensip gereği, hiçbir
örgüte karşı şiddet uygulamamıştır. Örgütler arası ilişkilerde zor ve şiddetin kullanılmasına
da büyük tepki göstermeyi bir hayati görev kabul etmiştir. Bu nedenle, Sovyetçilik ve
Çincilik/Maoculuk konusunda Türkiye ve Kürdistan’da ortaya çıkan çatışmalara taraf
olmadığı gibi, ortaya çıkan çatışmaları da engellemiş, çatışmaya karışan örgütleri de
eleştirip, teşhir etmiştir.
PKK’ya karşı ilk başlarda da en büyük tepkisi de bundan dolayı olmuştur.
Ala Rizgarî döneminde de bu düşünce ve davranış tarzını sıkı bir şekilde sürdürmüştür.
*****
Rizgarî, bu prensipler, temel düşünceler, bu prensiplerin ve düşünceşlerin ortaya çıkardığı
paradigma ve çerçeve anlayış içinde hareket etti. Açık ve illegal, legal örgütlenmeler yaptı.
Türk Devleti’nin örgütlenmelerden ayrışmayı mutlak bir görev olarak önüne koydu. Bütün
Kürt toplumsal kesimlerinin, kendi meşru örgütlenmelerini yaratmaları ve örgütlenmeler
kanalıyla mücadele yürütmelerini öngördü. Elbette Türk kurumlarıyla ayrışmayı önerirken
ve öngörürken, yeni bir özgür ve eşitlikçi bir yaşam tarzını, yönetim ve devlet yapısını da
olgunlaştırmış, kurgulamış oluyordu.
Rizgarî, bir ideoloji oluşturmaya çalıştı. Bunun için de bütün temel konularda, analiz ve
araştırmalara dayalı dosyalar hazırladı. Diyebilirim ki Rizgarî, 1974’ten sonra Kürdistan’ın
kuzeyindeki ulusal hareket için bir ideoloji yarattı. Bu yeni ideolojik inşa süreci, harekete yol
göstericilik yaptı. Fikre dayalı sağlıklı bir hareketin gelişmesine temel oluşturdu ve kaynak
oldu.
Bu dosyalardan biri, Kürdistan’daki oportünist ve Kürt milliyetçiliğine karşı olan
düşünceleri eleştiren, özellikle de Özgürlük Yolu’nu eleştiren ve derinleştiren dosyaydı.
Diğer bir Dosya da, “Ant—Sömürgeci siyasetin Seçim Siyaseti”ni kapsıyordu. Seçim
siyasetinde, Kürtlerin, Türk siyasi partilerine kesinlikle oy vermemesi, Sömürgeci Türk
Devleti’ne karşı olan mücadele ve ideolojik bir tutumun tutarlı bir parçası olarak ele
alıyordu. Bağımsız bir ant—sömürgeci siyasetin geliştirilmesi gerektiğini tavizsiz
savunmuştur. Bu siyasete uygun, bir pratik geliştirmiştir. Bundan dolayı da Şivancı
Hareketin ve Özgürlük Yolu’nun CHP’yi ant-faşizm ilkesi çerçevesinde destekleme
siyasetini sert bir şekilde eleştirmiştir.
Rizgarî, yapılanmaya başladığı günden itibaren, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ile
yakın temas içinde olmuş, çalışmalarında Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi taraftarlarının
destek ve dayanışmasını kazanmıştır. Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi, Rizgarî siyasi
grubunun partide yer almasını hep istemişlerdir. Ama bu istekte, parçalı bir yaklaşıma
sahiptiler. Ayrıca, Rizgarî’nin sosyalist ideolojik yaklaşımı, Türkiye Kürdistan Demokrat
Partisi ile birleşmeye engel olmuştur.
Rizgarî, Güney Kürdistan’daki Kürt Ulusal Hareketi’ni, hem Türk solunun ve hem de Kürt
solunun bir kesimine karşı sürekli korumuş, Güney Kürdistan’daki ulusal kurtuluş hareketi
kesinlikle desteklemiştir. 1975 yılındaki yenilgiden sonra, Özgürlük Yolu ve Şıvancı
Hareketin Berzani’ye ve Kürt Ulusal Hareketine karşı, Sovyetçi ve iç çelişki nedenleriyle
yaptıkları saldırıları göğüslemiştir. Türk Soluna karşı aynı konuya ilişkin olarak bir ideolojik
saldırı başlatılmıştır. Barzani’ye yönelik saldırılara karşı durulmuş, Barzani sonuna kadar
savunulmuştur.
Bu nedenle, Rizgarî siyasi bir grup olarak, hem Kürdistan ulusal hareketinin bir sonucu ve
hem de ulusal düşüncenin gelişmesinde belirleyici aktörlerden biriydi.
Rizgarî Örgüt müydü ve nasıl bir örgüt idi?
Son yılların tartışma konularına bakıldığı zaman, en önemli tartışma konularından biri
Kürdistan
ulusal
hareketi
ve
bu
hareketin
örgütsel
öğeleridir.
Rizgarî, 1978 yılında, bünyesinde geçirdiği bölünmeden dolayı sıkı bir tartışma ve
sorgulamaya tabi tutuldu. Rizgarî hakkındaki tartışma, sorgulama, değerlendirmeler daha
sonraki tarihlerde de devam etti. Çünkü Rizgarî, soğuk savaş döneminde, Ortodoks Stalinist
ortamda gelişen Kuzey Kürdistanlı Örgütlerden farklı bir özgürlüğü ve özerkliği içinde
barındırıyor, diğer Kürdistanlı örgütlenmelerden farklı ve özgünlükleri olan bir
yapılanmaydı. Rizgarî, geleneksel örgütsel bir yapıya sahip olmadığı için de, örgütlenmesi
de hep tartışma konusu olan bir yapılanmaydı. Rizgarî’nin bu özgürlükçü, özgün ve özerk
yapılanması, Rizgarî yöneticilerinin ve taraftarlarının yargılama, sorgulama ve
değerlendirme yapma konularında, daha rahat davranmalarına ve daha özgür hareket
etmelerine
olanak
sağlıyordu.
Rizgarî’nin örgüt olup-olmaması, nasıl bir örgüt olduğu konusu da en çok tartışılan önemli
konulardan biriydi. Rizgarî’nin örgüt olup-olmaması daha çok 12 Eylül 1980 Askeri
Diktatörlüğü döneminde tartışılan bir konu oldu. Bu tartışma hem mahkemelerde ve hem de
mahkemeler dışında devam ediyordu. Mahkemelerde, Rizgarî’nin birinci dereceden sorumlu
ve yöneticisi olan arkadaşlar, Rizgarî’nin bir örgüt olmadığını ileri sürdüler. Bu yaklaşımın,
yargılama sonucunda yüksek cezalardan kurtulmak için ileri sürülen bir düşünce olduğuyla
açıklama yeterli değildir. Bu düşünce aynı zamanda, örgüte dair dar ve sınırlı bir düşünce
yaklaşımının
da
bir
sonucuydu.
Devrimci Yol’un yargılamaları sırasında da böyle bir tartışmanın gündeme gelmiş olduğu
biliniyor. Devrimci Yol yargılamasından gündeme gelen bu tartışmanın da, bir cephesini
yargılamalardan kaçınma amacını taşıdığı halde, bir cephesini de örgüte olan yaklaşım teşkil
ediyordu.
Mahkemede bu düşünceyi ileri süren Rizgarî’nin sahibi Değerli Arkadaşım Ruşen Arslan,
Ali Bayramoğlu ile katıldığı bir televizyon programında da aynı düşünceyi ileri sürdü.
Bu tartışmada, Rizgarî’nin örgüt olup-olmadığı konusu, en can alıcı konudur. Bu konu tüm
Rizgarî kurucularını, yöneticilerini, yazarlarını, taraftarlarını ilgilendiren bir konudur.
Özeklikle de günümüzde Rizgarî’yi, “Partiya Rizgariya Kurdistanê (Kürdistan Kurtuluş
Partisi”
olarak
sürdüren
arkadaşları
daha
çok
ilgilendirmek
durumundadır.
Bu konuda tekrardan bir değerlendirme yapmayı, geçmişi tanımlamak, günümüzle ilgili
yeniden yapılanma ve örgütlenme sorununa açıklama getirme açısından da yararlı
görüyorum.
*****
Rizgarî yapılanması, 12 Mart Askeri Darbesi’nin Kürdistan’da askeri mahkemelerde
gerçekleştirdiği yargılamalar sırasında cezaevinde, “Kürdistan’ın bağımsızlığı”, “Kuzey
Kürdistan’da bağımsız örgütlenmenin gerekliliği ve zorunluluğu” gibi temel konulardaki
tartışmaların
içinde
gelişti
ve
büyüdü.
Rizgarî, Askeri cezaevinde değişik Kürt aydın grupları arasındaki tartışmalardan sonra,
ikirciksiz bir şekilde bağımsız olarak örgütlenmeyi benimseyen bir Kürt aydın gurubunun
eliyle yapılandı. Rizgarî, 1974 yılının Temmuz ayından sonra, birçok ünitenin oluşumuyla
şekilendi
ve
gelişme
ivmesi
kazandı.
Rizgarî yapılanması, DDKO benzeri bir yurtsever kitle örgütlenmesinin oluşumu, Komal
Yayınevi gibi bir yayınevinin kuruluşu, Rizgarî gibi bir derginin yayın hayatına sokularak
“Kürdistan’da ulusal ideolojinin inşasına” karar verilmesi, bütün alanlarda yönetici ve
yönlendirici birimlerinin oluşumuyla bütünlüklü bir yapılanma karakterini taşıdı.
Rizgarî, bu bağlamlarda, ideolojik inşa aracı olan Rizgarî Dergisi’ni doğrudan
çağrıştırmasına rağmen, Rizgarî dergisi ile sınırlandırılmayacak olan, daha kapsamlı, farklı
üniteleri
içinde
barındıran
örgütsel
bir
yapılanmaydı.
Rizgarî yazı kurulunda yer alanların, aynı zamanda diğer ünitelerin de birinci ve merkezi
yöneticileri olmaları, yöneticilik fonksiyonunun sadece Rizgarî ile sınırlı olduğu yanlış ve
eksik
algılanmasına
yol
açmıştır.
Bu söylenenlerden yapılacak bir çıkarsama, Rizgarî yapılanmasında değişik ünitelerin
üzerinde
farklı
bir
merkezi
yönetimin
var
olması
gerçeğidir.
*****
Rizgarî’nin fonksiyonu, misyonu, teknik yapısından hareketle bir örgüt olup-olmadığına,
nasıl
bir
örgüt
olduğu
sonucuna
varmak
daha
kolay
olacaktır.
Rizgarî, Kürdistan’ın bağımsızlığını ve birliğini amaçlıyordu. Bu amaca varmak için, politika
üretiyor,
taktikler
geliştiriyor,
mücadele
biçimleri
tayin
ediyordu.
Kürdistan’ın bağımsızlığının
öngörüyordu.
ve
birliğinin
gerçekleşmesi
için,
silahlı
mücadeleyi
Kürdistan’da yeni bir rejimin, sosyalist ve demokratik bir rejimin kurulması için uğraş
gösteriyordu.
Kuzey Kürdistan’da var olan siyasi örgüt ve partilerle rekabet ediyor. Uluslararası siyasette
farklı
bir
taraf
ve
konum
belirliyordu.
ABD ve Batı Avrupa’nın emperyal siyasetlerine kesinlikle karşı, Sovyetler Birliği ve Çin’in
siyasetlerine
eleştiriciydi.
Yerel planda, Kürdistan’da, Türkiye’de işbirliği ve güç birlikleri kuruyor; Kürdistan’da
ulusal
bir
cephenin
kurulması
için
çaba
gösteriyordu.
Kürdistan’ın diğer parçalarındaki gelişmeler ve siyasi örgütler hakkında görüşler
geliştiriyor; Kürdistan’ın bütününde ulusal bir cephenin ve sosyalist birleşik bir partinin
kurulmasını
hedefliyordu.
Bir siyaset merkezi gibi hareket ediyor, siyaset üretiyordu. Dar ve geniş kitle eylemler
geliştiriyordu.
Rizgarî, legal ve illegal örgüt ünitelerine sahipti. Bir merkez tarafından yönetiliyor. Merkez
yönetime bağlı, bölge komitelerine, il ve ilçe komitelerine, köylü ve işçi komitelerine,
öğretmen
ve
memur
komitelerine
sahipti.
Merkezi kitle demokratik kitle örgütlerinde, meslek kuruluşlarında özel örgütlenme
komitelerine sahipti. Yukarıdaki satırlarda söz ettiğim gibi, Komal diye bir yayınevine,
Rizgarî diye bir fikir dergisine, Ant-Sömürgeci Kültür Dernekleri gibi kitle örgütlerine
sahipti.
Ayrıca
özel
alanlarla
ilgili
çalışma
gruplarına
da
sahipti.
Bir hiyerarşisi vardı: Bu hiyerarşi demokratik özellik taşıyordu. Daha gevşek, kendi kendini
eleştirebilen, sekreteri ve tek liderliği olmayan bir hiyerarşiydi. Güçlü liderlere ve kanat
önderleri
içinde
barındıran
bir
hiyerarşiydi.
Bütün
bu
özellikler
üst-üste
konulduğunda
ortaya
bir
örgüt
çıkmaktadır.
Bu örgüt, siyasi bir örgüt. Hiç şüphe yok ki, bir siyasi parti örgütlenmesi olmadığı gibi,
klasik bir sol siyasi örgütlenme de değildi. Bu nedenle, çerçevelenmiş bir programa ve
tüzüğe sahip değildi Tabir caizse, yazılı olmayan bir anayasaya sahipti. Devrimci ve
demokratik
geleneklerle
hayatını
sürdüren
bir
siyasi
örgütlenmeydi.
Bilinen en klasik örgütlenme, yukarıdan aşağıya yapılan örgütlenmedir. Bu örgütlenme
modelinde, belirli sayıda insanlar bir araya gelerek, bir program ve tüzük üzerinde anlaşma
sağlayarak, siyasi parti kurarlar ve ondan sonrada kitle tabanında örgütlenmelerini
genişletmeye
ve
geliştirmeye
çalışırlar.
Klasik ve geleneksel olmayan örgütlenmelere göre, öncelikle örgütlenme tabandan
geliştirilerek, kadrolar oluşturulur. Kadrolar oluşturulurken ve örgütlenme geliştirilirken,
program ve tüzük olgunlaştırılarak, siyasi parti örgütlenmesine doğru evrimleşir. Bu
nedenle
bu
örgütlenme
biçimi,
evrimci
örgütlenme
biçimidir.
Rizgarî, siyasi partileşme açısından evrimci örgütlenmeyi benimseyen bir konsepte sahipti.
Bu bağlamlarda, siyasi bir parti değil. Siyasi parti oluşumunu, merkezdeki yöneticileri de
dahil olgunlaştırmaya ve geliştirmeye çalıştığı kadrolarla gerçekleştirmeye çalışan bir siyasi
örgütlenme
modeliydi.
Bir örgüt olmadan, yukarıda sıraladığımız amaçları tespit etmek ve onlara ulaşmak için çaba
göstermek olanaklı olamazdı. Çünkü Rizgarî, önüne çok kapsamlı görevler koymuş, önemli
fonksiyonlar
icra
etmeyi
benimsemiş,
önemli
bir
misyon
yüklenmişti.
Rizgarî’ninanti-stalinciliği…
Rizgarî ile ilgili konuşulacak çok konunun olduğu tartışmasız. Ama yeri gelmişken
Rizgarî’nin anti-stalinciliği üzerinde de birazcık durmak gerekiyor. Çünkü bu konu ile ilgili,
Kürt siyasi çevrelerinde ve Rizgarî taraftarlarının kendilerinde de gerçekle ilgisi olmayan bir
algılanma
söz
konusu.
Rizgarî, Kürtçü ve bağımsızlıkçı sosyalist bir yapı ve örgütlenmeydi. Uluslararası sosyalist
hareketin kamplaşması karşısında, bağımsız, Sosyalist hareketin ve sistemin bütün
öğelerini, Sovyetler Birliği ve Çin’in siyasetini eleştiren bir konuma sahipti. Bütün bunlara
rağmen, Rizgarî de otoriter sosyalist sistemin içinde bir yerde duruyordu. Sosyalist sistemi
kendisine
ittifakçı
kabul
etmişti.
Rizgarî’nin diğer Kürdistanlı sosyalist örgütlerinden farkı, egemen, reel ve resmi sosyalizme
yönelik eleştirici; sosyalist sistemden sınırlı bir çerçevede bağımsız ve özerk hareket
edebilme
özeliğine
sahip
olması
ve
eleştirici
olmasıydı.
Bu nedenle Rizgarî, Lenin’in ve sosyalist ülkelerin, S. Birliği ve Çin’in, Kürtler ve Kürtlerin
bağımsızlık hareketleri hakkındaki yanlış politikalarına yönelik olduğu gibi, Stalin’in bu
alandaki
politikalarını
da
açıkça
eleştiren
bir
pozisyondaydı.
Sosyalist sistem ve onun tayin edici aktörleri S. Birliği ve Çin’in demokrasiye aykırı olan
tutumlarını, oralardaki bürokratik diktatörlüğü eleştirdiği gibi, Stalin’inin antdemokratikliğini
de
eleştiren
bir
konumdaydı.
Stalin ve yönetimini, bugünkü kadar faşizan, otoriter, totaliter insanlık dışı sistemler içinde
görmüyordu.
Troçkist
olduğu
için
de,
Stalin’i
eleştirmiyordu.
Rizgarî’nin sosyalist kamp, Stalin, reel ve klasik sosyalizm, S. Birliği ve Çin’le ilgili olarak
Kürdistanlı diğer siyasi örgütlerden farklı bir konumda olduğu da tartışmasızdı.
Bu eleştirel konumumuz, Kürt Milliyetçiliğimizle ve daha az sosyalist olduğumuz şeklinde
tanımlanıyor, eleştiriliyor. Bazı durumlarda da sosyalizme düşmanlık olarak ele alınıyordu.
Rizgarî-Ala Rizgarî ayrılığının nedenleri…
Hem hapishanede yeni bir siyasi ve örgütsel yapıyı projelendirirken, hem de daha sonra
Rizgarî hareketi olarak örgütlenmeye ve güçlü bir fikir hareketi olarak yolumuza devam
ederken, aramızda görüş ayrılıkları vardı. Bu görüş ayrılıklarının olması da oldukça doğal ve
olması gereken bir durumdu. Zaten Rizgarî’nin ideolojik birliğinden bahsettiğimiz zaman
da, bu düz bir olgu değildi. En genelinde ortak bir şablon ve çözümleme projelerine sahiptik.
Rizgarî siyasi grubunun gerçeği de, görüş ayrılıklarını içinde barındırmasına rağmen, biz
zoraki ve doğru olmayan bir yaklaşımla, katı görüş birliği içinde olduğumuzu dışarıya
anlatmaya çalışıyorduk. Bu yaklaşım, iyi niyetle kendimize, çevremize yaptığımız en büyük
kötülüktü.
Rizgarî deglerasyonunun hazırlanması sırasında yapılan tartışmalar, sağlanan birlik yapısı
zaten bu ayrı görüşlerin en büyük delili konumundaydı. Bu nedenle, Rizgarî deglerasyonu
bizim azami değil, asgari düşüncelerimizin bir sentezini anlatıyordu.
Ayrıca, liderliğin, somut siyasi, kitlesel, kadro ilişkileri, çalışma tarzlarında da ayrılıklar
vardı.
Pratik siyasi mücadele geliştikçe, örgütlenme çalışmaları ilerlerken, kitle ile bağlar
geliştirilmeye başlandıkça, önderlik içindeki bürokratizm kendini dışa vuruyordu. Kitle ile
ilişkilerin geliştirilmesinde de, liderlik içinde farklı davranışlar ve yaklaşımlar oluşuyordu.
Ama bütün bu ayrılıklar, ayrılığımızı ve ayrı gruplar haline gelmemiz için neden değildi.
O zaman da, ideolojik birlikle, örgütsel birliğin aynı şeyler olmadığını savunuyordum.
İdeolojik birlik olmadan, ya da ayrı ideolojik yaklaşımlara sahip olan kişiler ve topluluklar,
belli bir siyasi ve toplumsal proje üzerinde anlaşarak, bunun gerçekleştirmeye çalışabilirler.
Netice olarak da, ortak yaşam, farklı sosyal, siyasal, fikri, sınıfsal, hatta ulusal, dinsel ve
mezhepsel grupların aynı ortak hukuk içinde birlikte yaşayabilmeleri, ortak bir yaşam
kurgulamaları da bunun en somut delili değil mi?
Kürdistan’da kitle içinde çalışmalarda aramızda bir sorun durumundaydı. Daha sonra
Rizgarî önderliği içinde yer alan arkadaşlar, Kürdistan’daki kitle çalışmalarına önem
vermiyorlar, çalışmaları metropol kentlerde sınırlandırmak gibi bir yaklaşımla hareket
ediyorlardı. Kürdistan’daki kadrolarla anlaşma ve uzlaşma sağlayamıyorlardı.
Rizgarî, daha önceki bölümlerde belirttiğim gibi, Kürdistanî bir siyasi hareketti. Bundan
dolayı, Kürdistan’ın diğer parçalarıyla, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki örgütlerle sıkı
ilişkiler geliştirmesi gerekiyordu. Rizgarî önderliğindeki bir kesim arkadaş, doğrudan bu
ilişkilere muhalefet etmezseler de, ama bu ilişkiler konusunda bir gevşeklik gösteriyorlardı.
Böyle olduğu zaman da, Kürdistan’daki sosyalistler arasında ittifak oluşturmak, Kürdistanlı
millici örgüt ve partilerle milli cephe oluşturmak sözden öteye geçemiyordu.
Rizgari önderliğinde, çalışma ve mücadele tarzı konusunda da ayrılıklar vardı. Rizgarî siyasi
hareketi geliştikçe ve örgütlenme ilerledikçe, bu konudaki ayrılık gittikçe derinleşiyor,
önderlikteki açı açılıyordu. Rizgarî önderliği içinde, bürokratizm yanında, komploculuk ve
tasfiyecilik de bir çizgi olarak gelişmeye başladı, kurumu bütün yönleriyle ve alanlarıyla
etkilemeye kemirmeye, etkilemeye başladı.
Bunun yanında, silahlı mücadelenin tarzı ve hazırlanması konusunda da ayrılıklar vardı.
Demokratik kitle örgütlerinin oluşumu konusunda da Rizgarî önderliği içinde ayrılıklar
vardı. Rizgarî Siyasi Hareketi, DDKD’nin Şivancı Hareketin hegemonyasının altına
girmesinden sonra, Anti-Sömürgeci Demokratik Kültür Derneklerini (ASDK-DER),
demokratik kitle örgütü projesi olarak geliştirdi. Rizgarî önderliğindeki bir grup arkadaş, bu
örgütlenmelerle Rizgarî’nin gençliğin egemenliği altına gireceğini ileri sürüyordu. Bununla
da, Rizgarî önderliğinin bir kanadının, gençlikten korkusunu ortaya koyuyordu.
Bütün bu gerçekler, Rizgarî de iki kanadın, bir yanda aktifist, diğer yandan da pasifist bir
kanadın olduğunu ortaya koyuyordu. Ala Rizgarî, Rizgarî’nin aktifist kanadını
oluşturuyordu.
Ama Rizgarî-Ala Rizgarî ayrılığında bire-bir bu anlamda bir ayrılık olmadı. Ayrışma, iç içe
geçen halkalardan oluştu. Dengesiz bir gelişmeye kaynaklık etti.
Kürdistan’ın kuzeyindeki ulusal hareket, 2. Baharını yaşıyordu. Bu nedenle, olgulaşmaya,
yeni saflaşmalara, kaynaşmalara aday konumundaydı. Oluşumu doğal bir süreç sonucu
olmadığından, mevcut örgütlenmelerin Kürt ulusal kurtuluş hareketlerinin ihtiyaçlarını
karşılamadığı görülüyordu. Bunun içinde yeni yapılanmalara hazırlıklı olmak, ona göre
kendini projelendirmek gerekiyordu. Rizgarî’deki bürokratik kanat, buna da kapalıydı ve bu
konuda büyük bir muhafazakarlık ve tutuculuk gösteriyordu.
Günümüzde de Kürt ulusal hareketi, aynı sorunla karşı karşıya. Kürt hareketinde
statükocularla reformcular, muhafazakarlar ve tutucularla yenilikçiler arasında da önemli
bir mücadele var.
Rizgarî-Ala Rizgarî ayrılığı demokratik yöntemle gerçekleşti…
Rizgarî içinde ayrılıkların tartışma gündemine gelmesinden sonra, bunların ortadan
kaldırılıp kaldırılamayacağı öncelikle demokratik bir tarzda önderlik, yönetici kadro içinde
tartışıldı. Bir sonuca varılmadığı zaman, farklılıkların ve bütün yöneticilerin kendi
düşüncelerini yazılı hale getirmeleri karar altına alındı. Bu durumda, ayrılıkların giderileceği
düşünüldü.
Yazılı görüşler de bir masada tartışıldı. Ayrılıkların giderilemeyeceği anlaşıldığı noktada,
özgür iradeyle yol ayrımına karar verildi. Bu özgür iradeye dayanan yol ayrımının,
demokratik ve özgür iradeye layık bir şekilde de sürdürülmesi gerekiyordu. Öyle de oldu.
Rizgarî’nin organik tasfiyesinin ve ayrışmasının sağlanması için iki arkadaş görevlendirildi.
Bu konuda görevlendirilenler, Ruşen Arslan ve İkram Delen arkadaşlarımızdı.
Yine tartışma masasında, ayrılık nedenlerimizi, legal ve illegal yapılarımızda tartışarak
netleşmenin sağlanması önerisi yapıldı. Ne yazık ki, Rizgarî’deki bürokratik kanat bu
öneriye karşı çıktı. Ama Ala Rizgarî kanadı, bu yöndeki çalışmalarını ve tartışmalarını
sürdürerek organik bir ayrılığı sağlamaya çalıştı.
Bu tartışmalar ve toplantılar sonucunda, örgütün çoğunluğuna hakim olundu.
Ala Rizgarî, yol ayrımından sonra, hızla Kürdistan’ın diğer parçalarına açıldı. Kürdistan
örgütleriyle sıkı ilişkiler geliştirdi. Silahlı Mücadele konusunda hazırlıklar yaptı. Bu
hazırlıklarını, Doğu ve Güney Kürdistan’la Filistin’de sürdürdü. Avrupa’nın birçok
devletinde yeniden örgütlendi. İsveç’te yığınsal örgütler kurdu. “Rizgariya Kurdistan” isimli
bir dergi çıkardı. Bu dergide, Kürdistan’ın bütün parçalarındaki hareketlerin ve örgütlerin
sorunlarının tartışılmasına yer verdi.
Ala Rizgarî silahlı mücadeleden neden vazgeçti?
Ala Rizgarî’nin silahlı mücadeleden vazgeçmesi kararı da oldukça önemli bir konudur. Bir
dönüm noktasına işaret etmek durumundadır. Üzerinde durulması gerekir.
Ala Rizgarî, silahlı mücadele için, Doğu ve Güney Kürdistan’da, Filistin’de silahlı mücadele
hazırlıkları içinde iken, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra, 1982 yılından itibaren
hayati konuları tartışmaya başladı. Bu tartışılan hayati konulardan biri de, silahlı mücadele
konusuydu.
Ala Rizgarî, Rizgarî döneminde savunduğu, Türk Sömürgeci sistemini silahla yıkma tezini
ve anlayışını devam ettirdi. Ama Ortadoğu’ya açıldıktan ve Kürdistan’ın diğer
parçalarındaki örgütlerle ilişkiler geliştirdikten sonra, bölgedeki herhangi bir devlete
dayanmadan, bölge devletleriyle ilişki kurmadan silahlı mücadeleyi sürdürmeyeceğini
somutça saptadı ve bilince çıkardı.
Bu bölge devletleri de, İran, Irak, Suriye idi. Bu devletler de, Kürdistan’ı sömürgeleştiren ve
egemenliği altında tutan devletlerdi. Bu devletlerin, bizim silahlı mücadelemize destek
vermelerinin karşılıksız olmayacağı, belli çıkarlar çerçevesinde olacağı da tartışmasızdı.
Kürtlerin somut konumundan dolayı da, bir bölge devletinin desteği karşılığında, kendi
devlet sınırları içinde devam eden Kürt ulusal hareketine karşı tutum geliştirmeyi, yeri
geldiğinde onlara karşı silahlı çatışma içine girmeyi istemekti.
Ala Rizgarî olarak Kürt ulusal hareketinin çıkarlarının ortaklığına inandığımızdan böyle bir
hareket içine girmemiz olanaklı olmadığı gibi, bölge devletleriyle ilişki kurmayı da bir ihanet
ve Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine karşı bir gelişme olarak değerlendirmekteydik.
PKK, silahlı mücadeleyi sürdürmek için, bölge devletleri (İran, Irak, Suriye) ile ilişkiler
geliştirmek durumunda kaldığı için, o devletlerin sınırları içinde Kürt ulusal mücadelesini
sürdüren örgütlere karşı da silahlı mücadele yürütmek, çatışma içine girmek
durumundaydı. Bununla PKK’nın hegemonik tekçi ve otoriter yaklaşımı birleştiği zaman da
büyük felaketler ortaya çıktı.
Ayrıca Ala Rizgarî olarak, Sosyalist sistemi, Sovyetler Birliği ve Çin’i stratejik müttefik olarak
saptıyor, silahlı mücadelede onların desteğini kazanacağımızı da düşünüyor ve
hesaplıyorduk. Ortadoğu’ya açıldıktan sonra, Sovyetler Birliği’nin devlet çıkarlarının
Kürtlerden ziyade, bölgede, ABD’ye karşı, bölge devletleriyle birlikte olduğunu açıkça
gördük. Böyle olunca da, önemli bir destekten daha mahrum olduğumuzu saptadık.
Bunun ötesinde, Türkiye’nin, ABD, Avrupa Birliği ve NATO ilişkileri de silahlı mücadele
açısından başka bir analiz yapmamızı, yeni bir yaklaşım ve tutum göstermemizi ortaya
koyuyordu.
Kurtarılmış bölge stratejisi de, belli devletlerin desteğine bağlı sürdürülebilir bir stratejiydi.
Ortadoğu koşullarında Kürtlerin bölünmüş statüsü içinde bunu sürdürmenin de,
geleceğimizi karartacağını saptamak zor olmuyordu.
Bütün bu tespitler ve yaşamsal koşulların sentezleştirilmesi sonucu, silahlı mücadele
stratejisinden vazgeçtik.
Günümüzde Kürt Hareketi açısından bu sorun hayati ve güncel bir sorundur. PKK silahlı
hareketinin Kürt ulusal hareketini nasıl bağımlı ve güdümlü hale getirdiğini, bu güdümlü
halden dolayı çözümsüzlüğün ortaya çıktığı konusu ana gündem maddelerimizden biridir.
Sonuç yerine…
Rizgarî ve Ala Rizgarî, Kürdistann’ın kuzeyinde somut ulusal ve ideolojik bir çizginin ortaya
çıkmasını sağladı. Rizgarî-Ala Rizgarî öncesinde, Kürdistan’ın kuzeyindeki ulusal hareket de
açık bir ideolojik çizgi bir söz konusu değildi. Kürdistan ulusal hareketi, ulusal bir ideolojiye
sahip olmadığı için, Türk Solu’nun etkisi altındaydı. Rizgarî-Ala Rizgarî’nin yarattığı ve
olgunlaştırdığı ulusal ideoloji hattı, Türk Solu’ndan ve genel olarak Türklerden bir ayrışmayı
sağladı.
Kürt ulusal hareketiyle Türk Sol Hareketi arasında bir sınır çizgisi çekti. Bu nedenle, Türk
Solu, Rizgarî-Ala Rizgarî ideolojik hattına karşı büyük bir rahatsızlık içindeydiler.
Diyarbakır, 26. 03. 2011
İbrahim GÜÇLÜ
([email protected])
w w w . g e la w e j. ne t 2 0 0 6
Yazışm a Adre si: info@ ge la we j . ne t
Aloaha PDF Suite Freeware Edition: http://www.aloaha.com

Benzer belgeler

Rizgarî`nin Sosyalist Hareket ve Kürdistan Ulusal Kurtulus

Rizgarî`nin Sosyalist Hareket ve Kürdistan Ulusal Kurtulus ortaya çıkmasına imkan tanımasıyla da etkileri oldu. Uzun yıllar boyunca önemli ölçüde çocuk ve kardeş sevgisiyle cezaevlerindeki yakınlarına sahip çıkan ailelerin, devlet aygıtının çıplak zoru ve ...

Detaylı

Rizgarî`nin Sosyalist Hareket ve Kürdistan Ulusal

Rizgarî`nin Sosyalist Hareket ve Kürdistan Ulusal Bağımsız Kürdistan’ın, Kürdistan’ın kuzeyinde de gerçekleşmesi için, Kürt sosyalistlerinin kendi aralarında ittifak ve koalisyon oluşturmaları; Kürt sosyalistlerinin de Kürt milliyetçileri ve Kürt ...

Detaylı

Sömürgeci

Sömürgeci Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi. Türkiye’de çok partili sisteme geçiş yapmak demek, Kürtlerin de kendi partilerini kurmalarına yasal ve toplumsal olanak tanımak anlamına gelmiyordu....

Detaylı