Untitled - KIZIL BAYRAK

Transkript

Untitled - KIZIL BAYRAK
Parti
değerlendirmeleri-1
EKSEN
YAYINCILIK
EKSEN B asım Yayın Ltd. Şti.
Mollaşeref Mah., Turgut Özal Cad.
Fatih/İ stanbul
Tel: (2.12) 534 32 39
Fax: (212) 635 69 93
B askı tarihi: N isan. 2006
Baskı
ISBN
:
I
: 975-7271 -38-1
Baskı- Cilt
Step Ajans, 0212 446 88 46
Parti
değerlendirmeleri·1
İÇİNDEKİLER
Sunuş
Türkiye Komünist İ şçi Partisi kuruldu!
Yeni bir yılın başında dünya ve Türkiye
Seçim ler ve parti taktiği
Devirmeyen darbe güçlendirir
E mperyalizm ve Balkanlar 'da emperyalist savaş
Zorlu döneme örgütsel hazırlık
Kürt harekethde son gelişmeler
Yeni eylem dalgası
Yeniden inşa süreci
Ulucanlar katliamı ve ötesi
B irinci yılında parti
Emperyalist stratejilerin kıskacındaki Türkiye
Dostun düşmanın önünde yükseklere
çekilmiş bayrak
Gelişmekte olan işçi hareketi ve 1 Mayıs
Dönemin görev ve sorumlulukları
Gençlik hareketi ve partinin
güncel sorumlulukları
Hücre saldırısını püskürtmenin
sorunları ve sorumlulukları
Siyasal durum ve devrimci görevler
Hücre saldırısı ve yeni zindan direnişi
Yeni bir yıla girerken
Sarsıcı ve aydıntatıcı gelişmeler
Düzenin krizi ve devrimci sınıf alternatifi
Geleceği kucaklamak için
Dönemsel durum ve partinin sorumlulukları
Düzen bekçileri hazırlanıyor
S aldırı sonrası yeni dönem
Emekçilere ve halkiara savaş i lanı
Emperyalist savaşa karşı savaş!
Zor dönem zorlu görevler
Sınıf çalı şmasını n güncel sorunları
Öncü işçi p latformları
Sınıf çalışması ve kültür-sanat cephesi
Geli şmeler ve güncel sorunlar
Emperyal izmin kıskacında Ortadoğu
Seçimler ve devrimci sınıf çizgisi
Seçimler sonrası yeni dönem
Sunu ş
Burada iki kalınca kitap halinde sunduğumuz değerlen­
dirmeler büyük bir bölümüyle Türkiye Komünist İşçi Partisi
Merkez Yayın Organı Ekim'in başyazılarından oluşmaktadır.
Derleme başlangıçta yalnızca başyazılada sınırlı bir çerçeve­
de düşünülmüştü. Daha sonra belirli konulardaki (sınıf hare­
keti, kadın sorunu, kamu hareketi, kültür-sanat, ideolojik eği­
tim vb.) en temel bir ya da iki yazıyla desteklemenin amaca
daha uygun düşeceği sonucuna varıldı. Bu, derlemenin hac­
mini doğal olarak biraz genişletti, fakat sonuçta daha güçlü
ve amaca daha uygun bir bütün çıktı ortaya.
Bu değerlendirmeler bir partiye ve bir döneme aittir.
Döneme başlangıç olarak TKİP'nin kuruluş tarihi (Kasım
1998) ve bu çerçevede derlerneye başlangıç olarak da TK İP
Kuruluş Bildirisi seçilmiştir. Bu öznel seçim derlemenin ama­
cına uygundur; amaç, devrimci bir partinin kuruluşundan
bu yanaki temel siyasal değerlendirmelerini okura toplu olarak
sunmaktır.
Derleme bir döneme göre yapıldığı için aynı dönem içinde
7
çok değişik konulardaki metinler burada birarada yer almak­
tadır. Dünya ve Ortadoğu'daki siyasal gelişmelerden Türki­
ye'de siyasal süreçlerin çok yönlü seyrine, sınıf hareketinin
sorunlarından gençli k ve kamu hareketine, Kürt sorunu ve
hareketinden kadın sorununa, sendikalar sorunundan kültür­
sanat sorunlarına, hücre saldırısı ve zindan direnişinden dev­
rimci hareketteki tasfiyeci kan kaybına ve reformİst solun
yeni yönelimlerine, n ihayet partinin örgütsel sorunlarından
çalışma tarzına ve yayıniarına kadar, alabildiğine zengin b ir
konu çeşitliliğinden oluşan b ir derlemedir bu.
TKİP'n in kuruluş tarihi üzerinden seçilen bu döneme
damgasını vuran olaylardan bazılarını burada rastgele s ıra­
lamak, bu derlernede ele alınan konuların önemine bir başka
yönden ayrıca ışık tutmuş olacaktır. Dönem i n başlangıcı
yaklaşık olarak Kürt hareketindeki köklü konum ve kimlik
değiş imine denk geliyor. Devamında Ulucanlar katliamıyla
startı verilen hücre saldırısı ve büyük zindan direnişi var.
Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik çöküntüsünü i şa­
retleyen Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri aynı dönem için­
de bunları tamamlıyor. Bu aynı zamanda tahkim ve mezarda
emeklilikten özelleştirmelere ve kölelik yasasına kadar i şçi
sınıfı ve e�ekçilerin ekonomik ve sosyal kazanımiarına cum­
huriyet tarihinin en kapsamlı saldırılarından birinin yöneltil­
d iği bir dönemdir de. Ö te yandan Eylül 200 1 , dünyada İkiz
Kuleler saldırısını ve dolayısıyla Amerikan emperyalizminin
dünya halklarına karşı ilan ettiği yeni "haçlı seferi"ni i şaret­
liyor. Bunun devamında Afganistan ve Irak'a yönelik em­
peryalist savaşlar ve işgaller var. Bu aynı dönemde dünyada
sermaye yönünden neo-l iberal saldırılar ile polis devletine
geçiş uygu lamaları, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar
cephesinden ise yeni bir sosyal mücadeleler döneminin önemli
yeni çıkışları var. Türkiye'de sınıf ve kitle hareketleri yönün­
den nispeten durgun geçen bu dönem, sol harekette tasfiyeci
8
kanama ve savrulmaların yeni boyutlar kazanmasına da tanık­
hk ediyor. Reformist sol üzerinden parlamentarizınin yeniden
güç kazanması ve bunun burjuva düzen akımlarıyla ittifakları
gündeme getirmesi, anti-emperyalist mücadele sorununun or­
ta sınıfa denk düşen burjuva milliyetçi eğilimler halinde yoz­
laştırılması, devrimci program ve ilkeler bir yana bırakılarak
devrimi açıktan terketmiş Kürt hareketine kuyrukçuluk çizgi­
sinde ısrar, bunun dikkate değer göstergelerinden yalnızca
birkaçı olarak sıralanabilir. Sınıf ve kitle hareketindeki dur­
gunluk ile Kürt hareketindeki teslimiyet ve tasfiye yönelimi,
karşı yönden devletin son derece hesaplı ve kapsamlı ezıne
ve tasfiye etme saldırısı ile de birieşinet, l'u aynı dönem
geleneksel küçük-burjuva devrimci-demokrat harekette ye­
ni iç çözülmelere ve reformist safiara geçişlere tanıkl ık etti.
Bu temel önemde olaylar listesi, aynı dönemdeki genel ve
yerel seçimlerde geleneksel düzen partilerinin sandığa gö­
mülmesi ve dinci-Amerikancı AKP' nin siyaset sahnesinde
belirgin biçimde güç kazanması, dizginsiz bir şovenizmin
topluma egemen kılınmaya çalışılması ile devletin Kürt soru­
nundaki geleneksel politikasının çöküntüsü vb. olaylarla daha
da uzatılabil ir.
Burada okura iki kitap halinde sunduğumuz Parti De,�er­
lendirmeleri işte bütün bu konuları kapsıyor. bütün bu konu­
ları devrimci bir partinin bakışaçısından işleyen en temel
metinlerden oluşuyor. Yine de bu son ifadede yanılgıya yolaça­
bilecek büyük bir eksiklik de var. Zira buraya alınmış değer­
lendirmeler yalnızca dolaysız olarak Parti adına ve Parti 'nin
Merkez Yayın Organı üzerinden sunulmuş olanlardır. Oysa
devrimci her parti gibi TKİP'nin siyasal değerlendirmelerinin
de yeraltı basınıyla sınırlı olmadığını, dahası bugünün koşul­
larında yeraltı basınının bunun ancak küçük bir bölümünü tem­
sil ettiğini de biliyoruz. Buradan bakıldığında, bu derlemeler­
de sunulmuş değerlendirmeleri yalnızca daha kapsamlı bir
9
bütünün sınırlı bir parçası ol arak ele almak gerekir. Parti
Değerlendirmeleri'ni izieyecek yeni kitaplar dizisi ile bu
bütünü okurun kolay kullanımına sunmaya devam edeceğiz.
Yazık ki Türkiye solunda süreli yayınlar üzerinden sunul­
muş değerlendirmeleri bir dönemin ardından kitaplaştıTarak
böylece hem kalıcılaştırmak ve hem de okurun kolay kulla­
nımına sunmak alışkanl ığı fazlaca yok. Bu yola başvurul­
mamasının farklı nedenleri v ar kuşkusuz. Öncelikle bunun
önemi yeterince gözetilmiyor. Her hafta ya da her ay çıkan
bir yayında yeralan yazılara araya yıllar girdikçe okurun
ulaşabilmesinin güçlükleri yeterince gözetilmiyor. Öte yan­
dan belki bundan da önemli olan, bu değerlendirmelere biz­
zat sahipleri tarafından duyulan belirgin güvensizliktir. Ara­
dan yıllar geçtikten sonra politik ağırlıklı değerlendirmeleri
okurun karşısına dolaysız biçimde çıkarabilmek için bu değer­
lendirmelerin zamanında güçlü ve ayrıca da zamana dayanık­
lı olması gerekir. Oysa Türkiye, dönemsel siyasal değerlendir­
meleri bir yana bırakalım, 5 ya da 1 0 yıl gibi nispeten k ısa
zaman dil imleri içinde bazı siyasal çevreler payına temel
yaklaşımların, hatta programların bile eskitHebildiği bir ülke­
dir. Böyle olunca, süreli yayınlarda ortaya konulanların orada
unuıulmaya terkedilmesi belirgin bir pol itik tercih olarak
da kendini gösterebi liyor.
Komünistler Türkiye soluna, süreli yayınlarda yeralan
temel ve taktik değerlendirmelerin kitaplaştırılmak yoluyla
y ıllar sonrasında okurun hizmetine dolaysız olarak sunul­
ması geleneğini getirdiler. Bu gelenek edinilmiş tutarlı bakış­
açısından, bunun ürünü değerlendirmelerin zamana olan da­
yanaklılığına duyulan güvenden ayrı düşünülemez kuşkusuz.
Bu son yargı, burada okura sunulan değerlendirmelere bugü­
nün gözüyle bakışımızı da ortaya koymuş oluyor hal iyle.
Nisan 2006
10
Devrim tarihimizde bir
kilometre taşı:
Türkiye Komünist işçi Partisi
kuruldu!
Devrim tarihimizde bir dönüm noktası oluşturacak olan
devrimci adım atıldı. Komünistlerin işçi sınıfı n ın devrimci
partisini inşa etmek için yıllardır harcadı kları zorlu ve inatçı
ça ba l ar n ihayet başanya ulaştı. Türkiye Komünist İ şçi Partisi
kuruldu!
Partimiz'in kuruluşu, parti inşa örgütümüz olan EKİ M'in
mevcut tüm örgütlerinin genişçe temsil edildiği Kuruluş Kong­
resi'nde gerçekleşti. Kuruluş Kongremiz Partimiz'in temel
teorik yaklaşımlarını, programını, tüzüğünü, taktiğini ve örgüt­
sel çizgisini tartı ş ı p karara bağlayarak Türkiye Komünist İşçi
Partisi 'nin kuruluşunu ilan etti . Böy lee e, geçen yılın ikinci
yarısında
"Herşey parti için! Herşey parti kuruluş kongresi
için!" şiarl arını y ükselten komün i stler, işçilere, emekçitere
ve devrimcilere verdikleri sözü yerine getirmiş oldul ar.
Partimiz'in kuruluşu, insanlığı ve uygarl ı ğ ı tükenişe ve
ll
yıkıma sürükleyen emperyalist-kapitalist dünya düzenine karşı
kendi coğrafyamızdan yükseltilen militan bir mücadele çağ­
rıs ı dır. Parti miz'in kuruluşu, ony ıllardır yıkılınayı bekleyen
Türkiye'nin kokuşmuş ve çeteleşm iş kapital ist sömürü dü­
zenine militan bir savaş ilanıdır. Partimiz'in kuruluşu, onyıl­
lardır bu topraklarda devrim ve sosyalizm davası uğruna kavga
vermiş, emek harcamış, acı çekmiş, büyük y iğitlik örnekleri
sergiiemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı
birikimin güvenceye alınmasıdır. Ve nihayet Partimiz'in kuru­
luşu, kapitalist sömürü düzenini tarihe gömecek ve bu uğurda
tüm emekçitere önderlik edebilecek yetenekteki tek gerçek
toplumsal güç olan işçi sınıfının devrimci önderlik ihtiyacının
somut olarak karşılanmasıdır.
Türkiye Komünist İşçi Partisi dünyada ve Türkiye'de zafer
ve yenilgilerden oluşan zengin bir devrimci mirasın üzerinde
yükselmektedir. Partimiz bu mi rası kararlılıkla savunmakta,
kendisini onun bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısı say­
maktadır.
Fakat öte yandan Partimiz bizzat bu aynı devrimci geçmi­
şin çok yönlü bir eleştirel değerlendirmesinin ürünü olmuştur.
Zayıf, eksik ve kusurlu olan her noktada bu geçmişi devrim­
ci eleştiriye tabi tutmuş, ondan gelecekteki mücadeleler için
gerekli dersleri ve sonuçları çıkarmaya çalışmış, bu temel
üzerinde devrimci bir yenilenmenin i fadesi olmuştur.
Dünyada ve Türkiye'de yıkıcı yenilgilerle sonuçlanan bir
tarihi dönemle devrimci hesaplaşmanın ürünü olan Türkiye
Komünist İşçi Partisi, bu konumu ve kimliği ile yeni dönemi
kucaklama iddiasındadır. Yeni dönem, ikibi n l i yıllar, dünya­
da ve Türkiye'de yeni devrim dalgaianna sahne olacaktır.
Bu salt devrimci iyimserliğe dayalı bir kehanet değildir. Dün­
ya ölçüsünde işçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin yeni
bir mücadele dönemine gird iklerinin, proleter hareketin ve
halk isyanlarının yeni bir tarihi evresinin başladığının şimd iden
12
çok sayıda somut göstergesi mevcuttur. Partimiz'in kuruluşu
bu yeni dönemin, geleceğin yeni devrimler dalgasının kendi
coğrafyamızdan başarılı bir önderlikle kucaklanabilmesine
bir ilk hazırlıktır.
Partimiz komünist sıfatı taşımaktadır, o komünizmin par­
tisidir. N ihai hedefi, toplumun sınıfiara bölünmesine kesin
bi r biçimde son vermektir. B öylece bu bölünmeden doğan
her türlü toplumsal ve politik eşitsizliği tamamen ortadan
kaldırmak, onun ürünü olan her türlü kötülüğü kökünden
yoketmektir. Baskının, sömürünün, her biçimiyle köleliğin
ilelebet yokedildiği evrensel bir toplum düzenine ulaşmaktır.
Partimiz devrimci bir kimlik taşımaktadır: o devrimin,
proletarya devriminin partisidir. Bugün Partim iz'in önündeki
temel devrimci görev, burjuvazinin sınıf egemenliğinin yıkıl­
ması, iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesidir. Sırtını
emperyalizme dayamış mevcut burjuva sınıf egemenl iği, bu­
gün toplumumuzun karşı karşıya bulunduğu tüm temel top­
lumsal ve siyasal sorunların gerçek kaynağıdır. Bu sorunları
çözmek egemen burjuva sınıfı devirmekten, onun egemenlik
aygıtı olan mevcut devlet iktidarını şiddete dayanan bir dev­
rimle yıkmaktan, yerine proletaryanın tüm emekçilerin deste­
ğine dayalı devrimci iktidarını kurmaktan geçmektedir. Emek­
ç ilerin sömürüden ve her türlü demokratik hak yoksunlu­
ğundan, ülkenin emperyalist kölelikten. mazlum Kürt halkının
sömürgeci boyunduruktan kurtulabilmesinin biricik gerçek
yolu buradan geçmektedir. Partim iz'in bugünkü devrimci
stratejik çizgisinin esası budur.
Partimiz işçilerin, işçi sınıfının partisidir. Partimiz'in işçi
sınıfının temel ç ıkarları dışında bir çıkarı, temel amaçları
dışında bir amacı yoktur. İ şçi sınıfı toplumumuzu bugünkü
çürüme ve kokuşmadan muzaffer bir devrimle çekip çıkamıa
yeteneğinde olan tek gerçek toplumsal güçtür. Devrimimiz
ancak bu sınıfın önderliğinde başanya ulaşabil ir. Partimiz'in
13
temel tarihi misyonu bu doğrultuda işçi sınıfına yoi göstermek,
ona bugünkü mücadelesinde önderl ik etmektir. Bunda başanlı
olabilmek için işçi sınıfıyla et ve tırnak gibi kaynaşmak Parti­
miz'in en aci l görevidir. Bu tüm öteki emekçi katmanlara,
toplumun tüm öteki ezilen kesi mlerine başarıyla önderli k
edebilmenin de biricik maddi güvencesidir.
Partimiz Türkiye'nin on yılları bulan devrimci teorik ve
pratik birikiminin en ileri düzeyde özümsenmesinin ve onun
devrimci temeller üzerinde ileriye doğru aşılmasının bir ürünü
olmuştur. Bu konum ve kimliği ile Partimiz, proletarya dev­
rimi davasına ve sosyalizme samirniyetle inanan tüm devrim­
cilerin altında birleşebilecekleri bir b�yrak yükseltmiştir. Par­
timiz'in kuruluşu komünist olmak iddiasındaki tüm devrimci­
lere bu bayrak altında birleşme çağrısıdır.
Bugünkü çürüme ve kokuşma mevcut düzenin tarihsel öm­
rünü çoktan doldurduğunun maddi bir itirafından başka bir
şey değildir. Bu olgu yeni de değildir. Son 30 y ıldır bu ko­
kuşmuş düzen yıkılınayı bekliyor. Bu yıkılışı olanaklı kılacak
olan devrimci dinamikler her seferinde ancak askeri darbelerle
dizginlenebildi.
Son 3 0 yılın devrim cephesinden kendini en yakıcı bir
biçimde hissettiren temel zaafiyeti devrimci önderlik alanındaki
boşluktu. Partimiz bugün bu boşluğu doldurmak iddiasında­
dır. Partimiz ideolojik çizgisini, bunun ürünü olan programını
ve nihayet bu temel üzerinde bugüne dek sağladığı maddi­
örgütsel birikimini bu iddianın somut güvencesi saymaktadır.
Partimiz sınıf bilinçli işçileri ve tüm samimi devrimcileri
kendi saflarında birleşmeye, devrimci önderlik iddiasına omuz
vermeye çağırmaktadır.
Yaşasın proletarya devrimi!
Yaşasın sosyalizm!
Türkiye Komünist İşçi Partisi
Kasım '98
14
'99 vılına J!irerken...
Yeni bir y1hn baş1nda dünya ve
Türkiye
yılını geride bıraktık. İkibinli yıllara yalnızca bir yıl
kaldı. İnsanlık yeni bir yüzyıla, 21. yüzyıla giriyor. Biz Tür­
kiyeli komünistler gelmekte olan yüzyılı işçi sınıfının devrim­
ci partisinin kuru luşuyla, Türkiye Komünist İşçi Partisi 'nin
ilanıyla karşılıyoruz. Ve biz, Türkiye devrimi için tarihi önem­
de gördüğümüz bu adımın yeni bir yüzyıla geçişle çakış­
masının sembolik olmaktan öteye bir anlamı olduğuna ina­
nıyoruz.
Türkiye'de yeni temeller üzerinde bir komünist hareketin
doğuşu, 12 Eylül askeri faşist darbesini i zleyen ağır ve her
açıdan yıkıcı bir yenilginin sonrasına denk geldi . Bu yenil­
ginin yarattığı ağır tasfiyeci hava daha henüz dağılmamışken,
bu kez uluslararası planda büyük bir gericilik dalgası baş­
gösterdi. Öylesine ki, komünist hareketimizin siyasal mücadele
'98
·
15
alanına çıkışıyla bu uluslararası gericilik dalgasının başlan­
gıç startını oluşturan geli şmeler neredeyse üstüste düştü.
Sovyetler Birliği'nde başlayan, tüm Doğu Avrupa'ya yayılan
ve Sovyetler Birliği 'nin dağılmasıyla noktalanan bu olaylar
zinciri, tüm dünyada devrim ve sosyalizme karşı tarihin gör­
düğü en büyük ideolojik, psikolojik ve siyasal haçlı seferine
vesile oldu. Marks izm'e, sosyalizme, devrime dair herşey
görülmemiş bir saldırı, karalama ve inkar kampanyasının
hedefi haline geldi. Tarihi gerçekler tersyüz edildi. Gerici
burjuva düşünce ve değerler kutsandı. Kapitali st düzenin
ebediliği, dolayısıyla "tarihin sonu" ilan edildi.
İ şte biz Türkiyeli komünistler, Partimiz'i, bir yenilgi sonra­
sının yıkıntı ortamında ve tarih i n bu en büyük uluslararası
gericilik dalgasına göğüs gererek, inanç ve kararlılıkla adım
adım inşa ettik. Gericilik dalgasının solu da sardığı, dünyada
ve Türkiye'de irili-ufaklı bir dizi sol siyasal akımı tükettiği
ya da "en az direnme çizgisi"ne ittiği, ihanete ya da kurulu
düzenin icazeıine sürüklediği bir evrede, bizler, kendi coğraf­
yamızda, kom ünizmin ve devrimin partisini yaratma iradesi
ve kararlılığını ortaya koyduk. Karalamalara ve inkara konu
edilen devrimci geçmişin derslerinden en iyi biçimde öğren­
meyi bir an bile ihmal etmeksizin hep, geleceğe baktık, ge­
leceğin kaçınılmaz olarak kendini gösterecek yeni tarihi mü­
cadelerine hazırlandık.
7-8 yıl önce gerici emperyal ist propaganda kapitalizmin
ebediliğini, aynı anlama gelmek üzere tarihin sonunu ilan
ediyordu. Bugün borsa çökuntilleri ve bir dizi ülkede kapita­
list ekonominin iflası eşliğinde kapitalizmin karanlık geleceği
tartışılıyor. 7-8 yıl önce gericilik dünyasının sağır edici propa­
ganda�ı eşliğinde "sosyalizmin iflası" tartışılıyordu, bugün
gitgide genişleyen bir çerçevede kapitalizmin kaçınılmaz so­
nu tartışılıyor. Sosyalizm, işçi sınıfı ve emekçiler için yeniden
güçlenen bir umut haline geliyor.
16
Kapitalist dünya: Her alanda
istikrarsızlik
Kapitalist-emperyalist dünya sistemine bugün çok boyutlu
bir genel istikrarsızlık egemendir. Bu istikrarsızlığın temelinde
kapitalizmin, onunla belirlenen emperyalist dünya sisteminin
onulmaz çelişkileri yatmaktadır. İktisadi bunalım, borsalarda
birbirini izleyen mali çöküntüler zinciri, tek tek ülke ekono­
milerinin iflası, emperyalistler arasında kızışan rekabet ve
nüfuz mücadeleleri, bölgesel çatışmalar, bir dizi ülkede siya­
sal kargaşa, ve elbette, birçok ülkede işçi sınıfının ve emek­
çilerin günden güne büyüyen toplumsal muhalefeti... Bunlar
kapitalist dünya sistemine egemen istikrarsızlığın ilk akla
gelen güncel unsurlarıdır. Tüm bu sorunlar tablosu '90'1arın
başındaki iddialarla çarpıcı tezatlar oluşturmaktadır. Dünya­
nın emperyalist efendilerine '90'1ı yılların başında egemen
iyimser havadan bugün eser kalmamıştır.
O
zamanlar insan­
lığın gelecek perspektifini ve umudunu yoketmek için "tarihin
sonu" propagandası pompalayanlar, bugün zincirleme olarak
birbirini izleyen mali ve iktisadi çöküntülere bakıp kapitaliz­
min geleceğine ilişkin kaygıtara gömülüyorlar.
İçinden geçmekte olduğumuz günlerin en önemli ulus­
lararası gelişmesi, geçen yılın yazında Uzak Asya'da .başlayan,
ardından sırayla Japonya, Latin Amerika ve son olarak Rus­
ya'da yaşanan mali çöküntülerdir. Birbirinden beslenen bu
mali çöküntüler, emperyalist küreselleşmenin biriktirdiği çeliş­
kilere ve sorunlara çarpıcı örneklerdir. Bu zincirleme geliş­
meler kapitalist dünya ekonomisini bekleyen genel bir çö­
küntünün de yeni işaretleridir. Benzer olaylar yıllardır farklı
biçimlerde tekrarlanmakta, her yenisi kapsam ve yıkıcı etkileri
bakımından kendinden öncekini aşmaktadır.
Dünya kapitalizmi 25 yılı aşkın bir süredir genel iktisadi
durgunlukta ifadesini bulan bir bunalım içindedir. Kapitaliz17
min tarihinde görülmemiş boyutlarda mali spekülasyona, bor­
sa oyunlarına yönelmek, uluslararası sermayenin bu bunalı­
ma
verdiği yanıt oldu. Çok uluslu tekeller ve bankalar buna­
lım koşullarında üretimden sağlayamadıklan aşırı kirları mali
spekülasyonlarla sağlama yoluna gittiler. Öylesine ki, '70'1i
yılların ortasında sermayenin yalnızca %I O'u spekülasyona
yöneliyorken, bu oran '90'ların ortasında %95'i bulmuştur.
Bu rakamlar dünya kapitalizmindeki asalaktaşmanın kazan­
dığı korkunç boyutlar konusunda herhangi bir yorumu gerek­
siz kılmaktadır.
Fakat birbirini izleyen borsa çöküntüleri, uluslararası mali
sermayenin iktisadi bunalıma çözüm alternatifi saydığı bu
oyunun da sonuna gelinmektc olduğunu göstermektedir. Dün
bir olanak, aşırı kar düzeyine bir çözüm olarak görülen şey,
bugün krizi ağırlaştıran, dünya ölçüsünde genel bir iktisadi­
mali çöküntüyü hazırlayan etkene dönüşmüştür. Bu, borsa
oyunlarına, mali spekülasyonlara dayalı "kumarhane kapita­
lizmi"nin, bu temel üzerinde yükselen emperyalist "küresel­
leşme"nin iflasından başka bir şey değildir.
Ne var ki, bu iflasın faturasını dün olduğu gibi bugün
de dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, özellikle
de bağımtı ülkelerin açlık, yoksulluk ve hastalıkla pençele­
şen geniş halk kitleleri ödüyorlar.
Kriz ağırlaştıkça emekçitere yönelik iktisadi-sosyal saldırı
da katmerleşiyor. Dünya çapındaki muazzam zenginlik biri­
kimine rağmen, kapitalist-emperyalist sistem yerkürenin dört
bir yanında işsizlik, yoksulluk, açlık ve bunalım sonucu olan
ölüm üretiyor. Servet-sefaJet kutuplaşması başdöndürücü bo­
yutlara ulaşmış durumda. Bu uçurum yalnızca bağımlı ülke­
lerin bünyesinde değil, emperyalist metropollerde de hızla
büyüyor. Aynı kutuplaşma/gelir farkı uçurumu, sistemin em­
peryalist metropolleri ile bağımlı ülkeleri arasında da var.
Özetle sistem çok boyutlu sosyal eşitsizlikleri, bunun ifadesi
18
toplumsal kutuplaşmayı, tarihinde görülmemiş boyutlara var­
dırmış durumda.
Kapitalist dünya sisteminin temel çelişmelerinden biri olan
emperyalistler arası çelişıneler de gittikçe keskinleşiyor. İktisa­
di bunalım emperyalist nüfuz mücadeleleri üzerinde şiddetlen­
dirici bir etkide bulunuyor. BM, NATO vb. uluslararası kuru­
luşlardaki iç sorunlar büyüyor. Emperyalistlerin çeşitli bölge­
ler ya da ülkeler üzerinde açık ya da örtülü nüfuz mücade­
leleri, özellikle Afrika önıeğinde görüldüğü gibi, gerici çatış­
malar için büyük kitlesel katliamlara, halkların y aşa m m da
tamiri zor yıkımiara neden oluyor. Emperyalizmin artan sal­
dırganlığı, Balkar.!ar a NATO müdahalesi ve Ortadoğu'da
süreklileşen ABD saldırganlığı, aym nüfuz mücadelelerinin
doğrudan ya da dolaylı yansımalarıdır. İktisadi bunalımla
içiçe kızışan emperyalistler arası rekabetin emperyalist ülkeler
işçi sınıfına da günden güne ağırlaşan bir maliyeti var. İşsizlik,
sürekli yok:)ullaşma, sosyal ve demokratik: hakların sistematik
gaspı , halihazırda bu ülkelerde işçi s ınıfını n ödediği fatura
oluyor.
Kapitalizmin ağırlaşan küresel krizi ve onun işçilerin,
emekçilerin ezilen halkların yaşamındaki yıkıcı etki l er i sos­
yalizmin bugün ne denli acil bir ihtiyaç haline geldiğinin
de bir göstergesidir. "Ya barbarlık ya sosyalizm!" şiarı bugün
dünya ölçüsünde her zamankinden daha güncel, daha anlam­
l ı , daha yaşamsaldır. B ugün dünya ölçüsünde sosyalizm
mücadelelerinin henüz son derece zayıf olması olgusu bu
gerçeği değiştirmemektedir. Bu nesnel zemin ve ihtiyaç ile
öznel durum arasındaki bir uyumsuzluktur. Ama her zaman
olduğu gibi burada da ihtiyaç keşfin anasıdır. Eğer sistemin
genel gidişi kapitalist barbarlığa karşı sosyalizmi her zaman­
kinden daha çok bir ihtiyaç haline getirmişse, zaman söz­
konusu uyumsuzluğun azalması ve aşılması doğrultusunda
işleyecektir.
,
·
,
19
'89 çöküşünün yıkıcı ve sersemletici etkisine rağmen, '90'1ı
yıllar yaygın s ınıf ve halk hareketlerine sahne olabildi. Ko­
münistler olarak son yıl l arda birçok kez ifade ettiğimiz gibi,
sınıf ve halk hareketlerindeki gelişmeler, dünya ölçüsünde
devrimin ve sosyalizmin güçlerinin yeniden toparl anmasına
ve giderek mücadele içindeki k itlelerle buluşmasına uygun
bir maddi zemin, buna uygun bir politik ve moral atmosfer
oluşturmaktadır.
Türkiye: Ağırlaşan kriz ve
krizi yönetme manevralan
Türkiye yeni bir yıla ağırlaşan bir ekonomik kri z tablo­
suyla giriyor. Tüm veri ler, bu krizin ' 99 y ı l ı içinde daha
da ağırlaşacağını, yıkıcı etkisini asıl bundan sonra göstereceği­
ni ortaya koyuyor. Krizin faturası ise her zamanki gibi işçi
sınıfına ve tüm öteki çalışan kesimlere ödetiliyor. Yüzbinlerce
işçi bir anda sokağa atılıyor. Sürekli düşen ücretler, artan
hayat pahalıl ığı, sonu gelmeyen hak gaspları, hayatı işçiler
ve emekçiler için i y ice çekilmez hale getiriyor.
Ağırlaşan krizle birlikte yeni bir "İMF reçetesi" de gün­
demde. Gerçekte hükümetler son 20 y ıldır kes intisiz olarak
İ MF reçeteleri uyguluyorlar. Fakat krizin ağırlaştığı evrelerde
toplu bir fatura olarak özel önlemler gündeme getiriliyor.
Bugün bunların bir yenisi tartışılıyor ve en geç seçimler
sonrasında gündeme getiril eceğine kesin gözüyle bakılıyor.
İ şçi sınıfının sermayenin krizle birlikte şiddetleneo sal­
dırılarına ilk tepkileri, örgütsüzlük ve önderlik boşluğu orta­
mında, hızlll kırılmaya uğruyor. B ugün sendikalar devlet ve
sermaye tarafından tamamen denetim altına al ı nmış durum­
dalar. Satılmış sendika bürokratları kelimenin tam anlamıyla
sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanları olarak iş görmektedir­
ler. Oynarlıkl arı rol yalnızca işçi sınıfını sermayeni n sonu
20
gelmez saldırısı karşısında eli-kolu bağlı tutmaktan ibaret
de kalmıyor. Türk-İ ş ve D İ S K y önet i mleri, b irer MGK
oluşumu olan "beşli inisiyatif' ve Ekonomik ve Sosyal Konsey
aracılığı ile, artık işçi sınıfını devlet politikaları çerçevesinde
yönlendirmek gibi daha aktif ve doğrudan görev ler de
üstlenmiş bulunuyorlar. Sendika konfederasyonlarının sınıf
hareketine ve genel toplumsal muhalefete karşı oynarlıkları
bu karşı-devrimci rol, kriz i ç indeki sermaye düzeninin
halihazırdaki en temel i mkanlarından biridir.
Öte yandan, işçi sınıfına v e emekçilere yönelik toplam
devrimci çalışma son i ki yıl içinde bugün en geri noktaya
düşmüş durumda. Son altı ay içerisinde, özellikle de metal
işçilerinin sendikal ihanete karşı patlayan öfkesinden bu ya­
na, sınıf hareketinin yaptığı çeşitli çıkışlara devrimci cephe­
den sözü edilebilir bir karşılık verilememesi, bu zayıflamanın
bir yansımasıdır. Bugün devrimci hareket büyük bir güç
erozyonu içi ndedir. Bunda yapısal zaaflarının kaçınılmaz
son uçları ile devletin kesintis i z saldırıların ı n mahakkak ki
temel önemde bir payı vardır. Bununla birlikte, son iki yıl
üzerinden bak ı ldığında, ordunun yaptığı 28 Şubat çıkışının
bunda özel bir rol oynadığı da bir gerçektir. Ordunun manev­
raları ve sistemi belli zaaf noktalarından restore etme girişim­
leri, toplumsal muhalefetin şaşırtılmasında ve saptırılmasında
önemli bir başarı sağladı. Bu girişim, toplumsal muhalefeti
dizginleyip saptırmak yoluyla, devrimci hareketin güçleneceği
zemini alabildiğine daraltırken, reformisı solu önplana çıkaran
bir ortam hazırladı.
Komünistler. daha henüz 28 Şubat kararlarının açıklan­
madığı bir evrede, Sincan'daki tank gösterisiyle h ızla toplumun
gündeminin ana ekseni haline getirilen "Refah-ordu gerginliği"
üzerine değerlendirmelerinde, bu tehlikeye açıkça dikkat çek­
mişlerdi. Ekim'in 15 Şubat '97 tarihli başyazısı, ordu manev­
rasının iç politikadaki dört temel amacından ilkini şöyle ortaya
21
koymuştu:
"'Refah-ordu gerginliği' nin iç politikadaki en önemli
sonucu, ordunun siyasi yaşama yönelik kaba ve dolaysız müda­
halesinin meşrulaştmlmasıdır. Ve ordu bunu bu kez, toplumun
ilerici kesimlerine sempatik görünebilecek ve toplumsal muha­
lefet saflarında zihinsel ve politik karışıklık/ara neden olabi­
lecek gerekçeler üzerinden yapmıştir. Ortaya, şeriat hevesli­
lerine karşı laikliğin, çağdaş değerlerin ve yaşam biçiminin
tavizsiz bekçisi kılığında çıkmıştır. Bu konumda bir çıkışın,
önemli bir güç kazanmış şeriatçı gericilik karşısında güçsüz,
çaresiz ve tedirgin durumdaki kent orta sıniflarının ve küçük­
buıjuvazisinin, onların modern yaşam biçimini benimsemiş
kesimlerinin sempatisini ve desteğini aldığı kesindir. Sosyal­
demokratlar, sendika bürokratlan ve
İP
türünden kemalist
reformisı akımlar ise, ordunun çıkışiarına açık ya da örtülü
destekler vererek, benzer bir etkiyi işçi sım/ı ve emekçi kat­
manlar içine taşımaktadır/ar.
"DolaylSiyla, ordu, iç politikada tekelci bu1juvazinin, dış
politikada emperyalizmin ve siyonizmin çıkarlarını ve tercih­
lerini kollayan bir çıkış yaparken, bunu toplumsal muhalefeti
yedeğine a/manm ve emekçileri şaşırtmanın bir olanağına
da çevirebilmektedir. Bu olgunun önemi küçümsenemez ve
mevcut ·oyun'un temel unsurlarından biri budur." ( Ekim,
sayı: 163, Güncel Gelişmeler ve Devrimci Görevler-4)
B unun küçümsenemez bir manevra olduğunu aradan ge­
çen iki yıllık süreç bütün açıklığı ile gösterdi . Tahribatı
toplumsal muhalefet kadar sol akımlar da yaşadılar. Bu ma­
·
nevraları boşa çıkaracak olanak ve yeteneklerden yoksun olan
devrimci akımlar hızla güç kaybederlerken, reformİst akımlar
daha da sağa kaydılar, düzenle, onun şu veya bu akımıyla
daha uyumlu hale geldiler. ÖDP'nin CHP' ye doğru yer de­
ğiştirmesi; EMEP'in Ö DP'den boşalan yere geçmesi; İP'in
ordunun gönüllü sivil uzantısı kemali st-şovenist bir kimliği
övünç vesilesi haline getinnesi: SİP'in gericiliğe karşı müca­
deleyi orduya bırakmamale k ıl ıfı içinde 28 Şubat'ın etki
sahasında politika yapma hevesi; KESK 'in düşürüldüğü utanç
verici durum; tüm bunlar, son iki yılın solda yarattığı tahribata
birer örnektir.
Türkiye'nin siyasi yaşamında her zaman dolaysız bir güç
olan ordu, I 2 Eylül sonrasında ise burjuva siyaseti üzerinde
tam bir vesayet kurmuş durumda. Türkiye'de burjuva siyaset
sahnesinin ölü olduğunu, mevcut partilerin ve parlarnemonun
ordunun iradesi ve tercihleri karşısında artık tümüyle işlev­
sizleştiğini, ya da yalnızca hiçbir inandırıcılığı kalmamış bir
"parlamenter rej im " aksesuarı işlevi gördüğünü bil iyoruz.
Bu olgularda bir yenilik yok, bunlar
ı2
Eylül sonrasını n
gerçekleri. Son iki yılda ortaya çıkan yeni olgu ise, ordunun
kendi vesayetini toplumsal muhalefetin ve sol hareketin bir
kesimini de kapsayacak tarzda genişletmesidir. Bu, ordunun
d insel gericiliğe ve güya "devlete sızmış" çetelere karşı
mücadele manevrasının bir başarısı oldu.
Oysa gerek dinsel gericilik, gerekse çeteler burjuva düzen
ad ına gerçek yönetici gücü oluşturan ordunun kendi öz
ü rünleridir. Bunlar toplumsal m uhal efete ve devr i m c i
gelişmelere karşı özel olarak geliştirilmiş, güçlendirilmiş,
her yolla teşvik edilmiş ve bunlardan en iyi biçimden ya­
rarlanılmıştır. Fakat tam da kabul ve kontrol edilebilir sınırlar
dışına çıktıkları bir noktada, düzenin genel çıkarları adına
bunlara müdahale, bunları yeniden kabul ve kontrol edilebilir
sınırlar içine çekmek bir ihtiyaç haline gelmiştir. Ve işin
hazin tarafı, çeteleşmiş devletin omurgası ve kontrgerillanın
beyni olarak ordunun, zorunlu hale gelmiş bu operasyonları
bu kez solu ve toplumsal muhalefeti yedekleme manevrasıyla
yerine getirmiş olması ve bundaki büyük başarısıdır.
23
Ordu ve irtica
Türkiye'de devletin kontrgeril l a yapılanması ve bu ya­
pılanma içinde ordunun yerini bu ülkede yaşayan herkes bilir.
Devlet çeteleşmiş bir aygıttır ve bu aygttın beyninde ve omur­
gasında ordu vardır. Devleti çetelerden temizleme adı altında
yapılan, gerçekte Susurluk'la birlikte açığa çıkan ve başlangıçta
devl et karşıtı kitle tepkisini ateşleyen gelişmelerin önünü
almak, çete devletini temize ç ıkartmak operasyonudur. Dene­
tim dışına çıkmış ve bizzat devletin, onun omurgası olarak
ordunun kendisi için bir sıkıntı kaynağı haline gelmiş üç­
beş mafyacı-tetikçi unsurun tasfiyesi, bu demagojik manevranın
aracı olarak kullanılmıştır. Böyle yapılarak Genelkurmay
denetimindeki kontgerilla yapılanması gözlerden g izlenmeye
çalışılmıştır.
Bu böyleyken, ordunun çetelere karşı mücadele etti ğ i,
devleti çetelerden temizlediği iddiası tam bir maskaralıktır.
Bu ciddiyetsiz ve gerçekte kimsenin inan madığı iddiayı bir
yana koyalım. Ordunun reformİst solun bir kesimine inandırıcı
gelen ve bu kesimleri cezbeden asıl icraatt, "irticaya karşı"
mücadeledir. Buna karşı söylenebilecekleri ise, 28 Şubat'ı
izleyen aylarda kaleme alınan "Ordu ve İrtica" başlıklı değer­
lendirmede yeterl i açıklıkta ve fazlasıyla zaten söylemiş bu­
lunuyoruz:
"Türkiye' de sosyal mücadele/erin büyük bir sıçrama yapiiğı
ve bu zeminde solun büyük bir güç kazandığı '60' ll yillardan
beri, ordu ve dinsel gericilik, düzenin iki temel dayanağı
ve silahı olarak öne çıkmış/ardır. Ordu' nun işlevi bellidir;
alt smıflann sosyal mücadelelerini belli periyot/arta gündeme
getirilen askeri darbelerle dizginlemek ve bunun ürünü olan
devrimci birikimi ezmek. Ordunun emekçi sımf ve katmanların
ileri kesimlerine karşı yaptı,�ım, düzenin bizzat besleyip destek­
ledi,�i dinsel gericilik aym sımf ve katmanların geri kesimleri
24
üzerinden farkit bir biçimde yapageldi. Ordu ileri kesimleri
dizginleyip ezerken, dinsel gericilik aynr şeyi geri kesimleri
aldatıp afyon/ayarak yaptı.
"'70' li yillardaki devrimci yükselişten büyük ürkünlü duyan
sermaye düzeni, 1 2 Eylül' ün 01·dmdan dinsel gericili,�e si­
yasal ve kültürel cephede görülmemiş bir geniş alan açt1.
Bugün 'irtica karşw' rolü oynayan ordu, 12 Eylül icraatıyla
bu alan açma operasyonunun doğrudan p/anlaylctsl ve uygu­
lay/Clslydi. 'Türk-İslam sentezi' bu dönemde resmi ideolo­
ji haline getirildi, imam-hatip okulları, cami/er, Kur'an kursları
vb., bu dönemde en büyük patlamayi yapll. Bizzat ordu Kürt
halktnın özgürlük mücadelesine karşt dinsel ideolojiyi bir
.
silah olarak kullanma yoluna gitti. Ve en önemlisi. 12 Eylül'de
süngü zoruyla uygulanan iktisadi ve sosyal politikalar y1,�ınlarr
görülmemiş bir yoksulluğa, sosyal-kültürel y1kima siiriikle­
di. Her türlü ilerici Çikişın ve demokratik hakk1n boğuldu,qu.
yığınların yoksullukla elele giden bir çaresizfiğe mahkum
edildi,�i bu sosyal-kültürel ortam, dinsel gericili.�in palaz­
lanmastna son derece uygun bir zemin oluşturdu.
''Özetle, toplumsal gelişmeye pe devrime karş1 bir dal­
ga k1ran rolü oynas1n diye dinsel gericiliği düzen bizzat
kendisi besledi; ordu ise ona her seferinde yol açt1, zemin
düz/edi. Ne var ki bu toplam süreç, resmi dilde 'irtica' olarak
nitelenen dinsel gericiliği kontrol edilebilir s1mrların öte­
sinde bir etki ve güce de kavuşturdu. 'İrtica'. y1,�tnlann geri
kesimlerini dizginleyen ve düzene ba,�layan bir imkan o/mamn
ötesine taşt1; genel toplum ve devlet düzenine kendi ruhunu
ve rengini verme iddiasım uygulamaya geçirecek bir ge­
lişme düzeyine ve konuma u/aşt1.
"Gelinen yerde dizginlenmesi, güç ve etkisinin t11palanmas1.
düzen için kabul edilebilir Sl/1/rlar ve işlevler içine çekil­
mesi gerekiyor. Kurulu düzenin vurucu gücü ordu şimdi bunu
yap1yor.
'Durumdan' Çikanlan 'vazife' budur.
25
(. .. )
"Bu siyasal oyunun
vahim
yam,
toplumsal muhalefeti
şaşırtmada ve etkisizleştirmede, dahası sosyal-demokratların
ve hain sendika bürokratlarının marifetiyle bizzat generaliere
yedeklenmesinde sağlanan görülmemiş kolaylıktaki haşarıdır.
Neredeyse 30 yıldır dinsel gericiliği kullanarak ilerici top­
lumsal muhalefeti dizginleyenler, şimdi toplumsal muhale­
feti yedek/eyerek dinsel gericiliği dizginlemeye çalışıyorlar.
"Türkiye'nin bugünkü tablosu gitgide ağırlaşan bir siya­
sal kriz tablosudur. Oysa böyle bir ortamda devrimci ha­
reket ve kitle hareketi kendi cephesinden son yılların en zayıf.
dağınık ve etkisiz tablosunu sunmaktadır. Bu, generallerin
oynadığı oyunun şu aşamadaki en büyük avantajtdtr."
(Ekim,
sayı:l 7 l , 15 Haziran '97, başyazı)
Son iki yılın toplam tablosu, bu oyunun fazlasıyla tuttuğu­
nu ve en bunalımlı b ir dönem inde d üzene soluk aldırdığını
göstermektedir.
Kürt hareketinin saplandığı çıkmaz
Aynı dönem Kürt hareketinin de ciddi gerilemeler yaşadığı
bir dönem oldu. Bu gerileme ilkin mücadele mevzilerinde,
ikinci ve asıl olarak da izlenen siyasal çizgide kendini gösterdi.
Kürt hareketi kendisini Türkiye 'deki işçi ve emekçi dinami­
ğiyle buluşturacak bir stratejik ç izgiye yönelmekten ısrar­
la geri duruşun sonuçlarını yaşıyor bugün. En dar anlamıyla
bir ulusal i stemler ç i zgisine kayan ve kurulu düzen çerçe­
vesinde bir "siyasal çözüm"ü erken çözüm adına bir sapiantı
haline getiren PKK, '80'Ii y ıllarda önünü açtığı, '90'1ı ilk
yıllarda ileri bir noktaya taşıdığı özgürlük mücadelesini geli­
nen yerde bir ç ıkınaza saplamış durumda. Emperyali s t
dünyanın ağırlığını kullanarak ulusal özgürlüğün kazamirlığına
tarih henüz tanıkhk etmedi . Dünyada devrim dalgasının dibe
26
v urmuş olmasının verdi ğ i bir umutsuzlukla dev rimci çözü­
mü gerçekçi bulmayanlar ve "siyasal çözüm "ü dünya ve
Türkiye koşullarında tek gerçekçi yol sayanlar, gerçekte sorunu
tam bir belirsizliğe ve çözümsüzlüğe süri.lklemişlerdir. Kürt
sorunu ya devrimle çözülür ya da Güney Kürdistan örneğinde
olduğu gibi emperyalizmin ve bölge gericiliğinin politik hesap
ve manevraları i ç i nde sürünür. Bu ikisi n in ortası yoktur.
PKK'nin kendi deneyimi bile bunun ortasının olmadığını
daha bugünden göstermekted ir.
PKK 'nin devrimci ç izgide ısrarlı olduğu bir evrede top­
lumda bugünkü türden bir şovenizm cereyanı yaralılamadığı
gibi, d üzen kamuoyun un hatırı sayılır bir kesimi bile "si­
yas al çözi.lm" tartışmalarını yapmak zorunda kalabiJiyordu .
Oysa "siyasal çözüm" çizgisinin biricik stratej i haline geldiği
bugün düzen cephesinde "sorun"un varlığı bile ağza alırunıyor.
Düzen koro hal inde "terörizm" üzerine d izginsiz bir kam­
panya yürütüyor. Devrimci ç izgide yükseliş süri.lyorken Kürt
sorunu kon usunda kendi içinde bölünenler, bugünkü refor­
misı uzlaşma platformu karşısında inkarcıl ıkta birleşiyorlar.
Bu çarpıcı olgu da bir kez daha gösteriyor ki, temel top­
lumsal ya da siyasal bir sorunda nispi kazanımlar bile, ancak
devrimde ısrarın yan ürünleri olarak elde edilebiliyorlar.
Türkiye'nin tüm öteki toplumsal ve siyasal sorunları gibi
Kürt sorunu da ancak i şçi sın ıfı önderliğinde Türk ve Kürt
emekç i lerinin birleşik devrimci mücadelesiyle çözülebilir.
Kürt özgürlük mücadelesinin 1 5 y ıllık zorlu deney imi, bu
temel b i l i m sel gerçeği farklı bir düzeyde bir kez daha
doğrulamıştır.
Sınıf hareketi ve çıkış olanakları
Ordunun 28 Şubat süreciyle toplumu içine hapsettiği çar­
p ık tabloda henüz sembolik değerde de olsa ilk gedikleri
27
yine de sınıf hareketi bünyesinde yaşanan çıkışlar açtı. Eylül
ayında metal i şiii ieri kendilerini periyodik olarak sermaye­
ye satan, böylece sefaJet ücretlerine mahkum eden Tük Metal
çetesi şahsında satılmış sendikacı takımına karşı ayağa kalktı.
Onu SEKA işç ilerinin özelleştirme saldırısına karşı kararl ı
direnişi izledi. Son aylarda i se tekstil, metal ve deri işçi­
leri kriz bahanesiyle yaşanan geniş çaplı tensİkatlara karşı
seslerin i yükselttiler.
Sınıf hareketinin kendiliği nden kıpırdanışiarı olarak ortaya
çıkan, basit, dar ve sınırlı gibi görünen bu tepkiler, bu tep­
kilerin yöneldiği soru nlar, gerçekte bugünkü çarpık çatışma
tablosunu değiştirecek imkanl arı ve dinamizmi taşıyor içinde.
İ şçi kitlelerini, onunla birlikte geniş emekçi halk katman­
larını burjuvaziyle, onun devletiyle, baskı aygıtlarıyla, bur­
j u vazinin hizmetindeki hain sendikacı takımıyla, burjuva­
zinin arkasındaki emperyalizmle çatışmaya sürükleyecek yakıcı
ve acil sorunlar alan ıdır bu.
Bu eylemlilik damarlarının geliştirilmesi, sırufı ve emekçi­
leri bugünkü sahte kutuplaşmaların figüranı olmaktan kur­
taracak gerçek bir olanaktır. Tarihi n her döneminde işçi sınıfı
ve emekçilerin kendi en yakıcı sorunlan üzerinden gösterdiği
eylemlilik; onların egemen sınıf ve onun devletiyle karşı
karşıya gelmesine vesileler oluşturmuştur. Yeter ki, devrimci
önderlik müdahalesi bu eyleml iliklerle pratikte buluşsun ve
bunu, hoşnutsuzluk, öfke ve eylemi besleyen sorunların asıl
kaynaklarına yöneltecek devrimci önderlik başarısıyla bir­
leştirebilsin.
Partimiz, devrimci akımlar tablosunun bugünkü umut kırıcı
manzarasına olduğu kadar, kendi maddi güç ve olanaklarının
tüm
sınırlılığına da aldırmaksızm, Türkiye'nin bugünkü çarpık
tablosuna buradan yüklenmesini bilmeli ve başarma azmiy­
le hareket etmelidir.
(Ekim, sayı: 200, Ocak 1 999, haşyazı)
28
Seçimler ve parti taktiği
Gündemde 1 8 Nisan'da birlikte yapılacak genel v e yerel
seçimler var. Konu haftalardır parti basınımızda değişik yön­
leriyle irdeleniyor, değerlendirme ve teşhirlere konu ed ili­
yor. Kuruluşundan beri kesintisiz süren bir si yasal polis
saldınsının hedefi olmasına ve bunun yarattığı güçlüklere
rağmen, Partimiz de seçim döneminden en iyi biçimde ya­
rarlanabilmek için hazırlıklarına devam edi yor.
Normal süresinden birbuçuk yıl önce yapılacak olan 1 8
Nisan genel seçimlerinin, parçalanmışlığı i le bir siyasal bu­
nalım öğesi olan parlamento bileşiminde ciddi bir değişiklik
yapmasını kimse beklem iyor. Seçi mler bu tür bir beklenti­
nin değil, fakat göstermelik hal i yle bile herhangi bir işlev
yerine getiremez duruma düşen parlamentodak i tıkanıklı ğın
ürünü olarak gündeme geldi . 28 Şubat süreciyle siyasal yaşam
29
üzerinde kurdukları denetimi zaafa uğratabileceği kaygısıyla
seçim kararını ertelernek için çabalayan generaller, bunun
mümkün olmadığını görünce sonucu kabullenmek durumun­
da kaldılar. Şimdi bu zorunlu formalitenin bir an önce ve
rej imin işleyişinde bir zaafıyet yaratmaksızın geride kalmasını
bekliyorlar. Bu elbette edilgen bir bekleyiş değil . Tersine
MGK üzerinden seç i mlere yönelik olarak saptadı kları po­
litikalara, hazırladıklan genelgelere başbakanlık mühürü basıp
uygulamaya geçiyorlar. Bu arada Yargıtay Başsavcılığı, Ana­
yasa Mahkemesi , Yüksek Seç i m Kuru l u gibi sözde hukuk­
sal kuru mlar ile sermaye medyası , seçim döneminde de
MGK'nın emir-komuta işleyişi içinde üzerlerine düşeni tam
olarak yapıyorlar.
Adına "derin devlet" denilen kontra rejiminin seçim dönemi
önlemleri çerçevesinde üç amacı var. Bunlardan ilki, 28 Şubat
sonrasında terbiye işlemine tabi tutulan d insel geri c i l i ğ i ,
seçim ler döne m inde kendini rejime kanıtlama psikozu içi­
ne sokmak, böyle bir sonuç elde etmektir. İkincisi, PKK
l iderinin tutsak edilmesini de en iyi biçimde kullanarak, Kürt
halk kitlelerinin HADEP şahsında ortaya koyduğu tutumu
en geri bir noktaya çekmek, bu arada olanaklıysa HADEP ' i
seçime sokmamaktır. Üçüncüsü ise, devrimci akımların seçim
dönemi politizasyonundan devrimci amaçlarla yararlanmasını
mümkün olduğu ölçüde engellemektir. MGK'nın başbakanlık
mühürü basarak yayınladığı "irticai, bölücü ve yıkıcı faa­
liyetlerin engellenmesi"ne ilişki n genelge bu amaçları açı k
v e veciz b i r biçimde oraya koymaktadır.
İ lk amaca ulaşınada fazl a bir güçlük görünmüyor. Ge­
neraller bu alanda ciddi bir problem görmekten çok bunu
kendi müdahalelerini meşrulaştırmanın, geni ş toplum kesim­
lerine sempatik göstermenin bir olanağı olarak k ullanıyorlar.
Asıl hedef Kürt hareketi ile devrimci harekettir. Abdullah
Öcalan'ın tutuklanıp Türkiye'ye getirilmesi faşist kontra re30
j imine bu alanda büyük avantajlar sağladı. Bu olay genel
olarak 1 8 Nisan seçimlerine de ayrı bir zemin kazandırdı.
Şimdi bir bütün olarak düzen cephesi bu olayın siyasal ve
psikolojik avantajlarını azami ölçülerde kullanmaya çalışıyor.
Bir yandan Türk işçi ve emekçilerini şovenizm ve "güçlü
devlet" propagandasıyla sersemletmeye, öte yandan Kürt
hareketinin kitle desteğinde moralsizlik ve çözülme yarat­
maya çalışıyor. Bu arada bu olaydan, seçim ortamını dev­
rimci ve yurtsever harekete karşı yoğun saldırılarla teröri ­
ze etmek için yararlanmaya çalışıyor. Son olarak da, "ta­
rihi zafer" olarak sunulan bu olay kullanılarak, 28 Şubat
müdahalesi çerçevesi nde birlikte hükümet eden ve MGK ile
en uyumlu çalışan iki partinin, ANAP ile DSP'nin, seçimlerden
güçlü çıkması , dolayısıyla da seçim ertesinde kurulacak yeni
hükümetin ana eksen i olması için çal ışıyor.
Bu son nokta tekelci burjuvazinin 1 8 N isan seçimlerinden
herşeye rağmen bekl�diği en önemli sonuçlardan biridir. Yeni
bir parlamento, onun içinden çıkacak yeni bir hükümet yeni
bir başlangıç olarak sunulacağı için, burjuvazi böyle bir fır­
sattan da en iyi biçimde yararlanma umudunda ve hazırlığın­
dadır. Yeni hükümet yeni bir İMF "istikrar paketi", dolayısıy­
la işçi sınıfına yeni bir büyük saldırı demektir. Seçimi he­
men izieyecek en önemli gelişme bu olacaktır.
***
Türk parlamentosu başından itibaren güctürnlü bir kurum
olarak doğdu ve bütün bir tarihi boyunca da öyle kaldı. Fakat
güdümlü olması işlevsiz olması ile aynı şey demek değildi.
Tersine, rej ime yığınlar nezdinde parlamenter bir görünüm
kazandırması , "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" yanılsa­
masına bir inandırıcıl ık sağlaması , özell ikle çok partili dö­
nemde "demokras i c ilik" ve "milli irade" oyununa aksesuar
oluştu'r ması bakımından hakim sınıf payına hayl i işlevsel
d e oldu. 27 Mayıs darbesi ile birlikte "anayasa! bir kurum"
31
olarak MGK üzerinden ordu vesayetine alman hükümetler
ve parlamento, buna rağmen, halkın yükselen topl umsal
m uhalefetinin de basıncı alt ı nda, egemen sınıflar arası çe­
l işki ve çatışmaları bell i ölçülerde yansıtan kurumlardı. Ordu
bunun yarattığı sorunları bilindiği gibi 12 Mart ve özell ikle
l 2 Eyl ü l ' le aştı .
1 2 Eylül darbesi bu açıdan bir dönüm noktası oldu.
Darbenin hedeflerinden biri de düzen içi çatlaklan onarmak,
egemen sınıfın tüm gruplarını tek program/çizgi etrafında
birleştirmekti . Darbeyi izleyen ilk "serbest seçim" sayılan
'87 seçimleri, 12 Eylül ' ün bu çerçevede amacına ulaştığının,
düzen partilerinin MGK-İ MF çizgisinde giderek tekleştiğinin,
birbirinden ayırdedilemez hale geldiklerinin i lk işaretlerini
verdi.
Yapısal iktisadi ve sosyal bunal ımın esneme olanaklarını
en aza indirmi ş olması ile Kürt halkının özgürlük müca­
delesinin rejimin yerleşik dengelerinde yarattığı sarsıntı, MGK
denetiminde bu aynı program etrafında tekleşmeyi hızlandırdı
ve kolaylaştırdı. 20 Aralık '95 seçimlerine kadar bunun tek
istisnası RP o l arak görünüyordu . Tüm temel d üzen
politikalarına tam destek verdiği halde, halkın dini duygularını
istismar ife sosyal demagojiyi kullanma yeteneği, y ine de
bu partiye ayrı bir görünüm kazandırıyor ve onu parlamento­
da da aykırı bir konumda gösteriyordu.
Ordunun 28 Şubat müdahalesiyle yaptığı operasyon bu
sorunu da tümüyle değil se bile önemli ölçüde çözdü. Kürt
halkına karşı k irli yoketme savaşını yönetiyor ve yürütüyor
olma konumunu yıldan yıla siyasal yaşama daha dolaysız
müdahale için bir araca çevire� ordu, 28 Ş ubat sonrasında
RP ve onun isim değiştirmiş hali FP' y i de hizaya getirerek,
böylece tabioyu tamamladı. Bu arada, dinsel gericiliğe, onun
temsilcisi- olan partiye yönelik müdahalesini "laiklik" v e
"çağdaş değerler" adına yaptığı i ç i n , siyasi yaşam üzerin32
de bu dolaysız ve kaba müdahalesini toplumun ilerici ke­
simleri nezdinde bile meşrulaştırmayı başardı.
Gelinen yerde seçimler, siyasal partiler, parlamento ve
hükümetler açısından mevcut tablo şöyledir: Bu kurumlar
tarihlerinin en işlevsiz ve en itibarsız dönemini yaşamak­
tadırlar. Sıradan kitleler nezdinde bile büyük bir güvensizli­
ğin konusudurlar. Hiçbiri emekçiler için umut olarak görül­
memekle, yığınlar sorunlarının çözümü konusunda gerçek­
te bu kurumlardan fazla bir şey de beklememektedirler.
Bu böyle olmakla birlikte, yine de geniş yığınlar bu ku­
rumların etki sahası dışına çıkmış da değiller. B unu ancak
siyasal mücadele ve örgütlenme, bunlarla kazanılacak olan
devrimci siyasal bilinç ve özgüven sağlayabiİir. Oysa işçi
sınıfı ve öteki emekçi katmanların geniş kesimleri halihazırda
bu konumdan uzaktırlar. Mevcut mücadeleler sınırlı kesimleri
kapsamakta, darlıkları bir türlü aşamamakta, olduğu kada­
rıyla da sınıf ve emekçi hareketi, sendika bürokrasisi ve
reformİstler tarafından düzen sınırları içinde tutulmaktadır.
Sınıf ve emekçi hareketinin bu belirgin zayıflığından- dolayıdır
ki, duydukları tüm güvensizliğe rağmen, işçiler ve emekçiler
burjuva politika alanının, bunun kurumlannın dışına çıkama­
makta, ehven-i şer mantığı içinde sonuçta şu veya bu bur­
juva partisine en azından seçimlerde destek vermektedirler.
Bu gerçeklik, komünistlerin seçim platformundan; yığınları
aydınlatmak, onların düzene, devlete, bu arada kokuşmuş
burjuva parlamenter kurumlara ilişkin yanılsamalarını kırmak,
kitlelerin devrimci bilincini ve eylemini geliştirmek için etkin
bir biçimde yararlanmak zorunluluğuna da açıklık getirmek­
tedir.
***
Bugünün Türkiye toplumu bir tezatlar tablosu sunmaktadır.
R eji me sözde demokratik görüntü veren kurumları n
itibarsıziaştığı ve işlevsizleştiği bir evre, burjuvazinin top33
tumsal hareketin önemli bir kesımini sendikal ihanet çete­
lerinin ve reformİst partilerin bir kesiminin de yardımıyla
yedekteyerek yönetebildiği bir evre olabilmektedir. Tam da
bu sayede, devlette çeteleşmenin, ekonomide mafyalaşmanın,
bir bütün olarak düzende kokuşmanın dışavurduğu bir evre,
saptırılmış çatışma eksenleriyle k itlelerin sersemletildiği, bu
arada devletin restore edilmeye çalışıldığı bir evre olabil­
mektedir. Sermayenin yığınlara en kapsamlı iktisadi ve sosyal
saldırılarını kesintisiz olarak yönelttiği, i şsizliğin, yoksul­
luğun, demokratik hak yoksunluğunun tepe noktasına çıktığı
bir evre, sosyal çelişki ve çatışmaların burjuvazi tarafından
ustalıkla dizginlendiği, yığınların şovenizm ve İrticaya karşıt­
lık üzerinden yedeklenebildiği bir evre olabilmektedir. Düzen
cephesindeki tüm bunalıma ve yığınların yaşam koşullarındaki
sürekli ağırlaşmaya, yığınların bundan kaynaklanan hoşnut­
suzluk ve arayışlarına rağmen, devrimci hareket son yılların
en zayıf ve en dağınık manzarasını sunabilmektedir.
Çoğaltılabilecek tüm bu tezadar tablosunun gerisinde bur­
juvazinin manevra yapma, yığınları zor ve ideoloji aygıtlarının
birleşik gücüyle dizginleme yeteneği kadar, tersinden de,
devrimci akımların düzenin açmazlarından ve yığınların
hoşnutsuzluğundan yararlanarak devrimci çıkış yolu yarat­
madaki zayıflıkları var. Bu zayıflık bugün kendini seçim­
ler dönemi üzerinden de gösterebilmektedir. Kitlelerin po­
litik duyarlılığının nispeten arttığı bu fırsattan yararlanmak
için devrimci akımlar arasında herhangi bir tutum ve dav­
ranış birliği yoktur. Birleşik bir davranış çizgisi ve pratiği
geliştirememek, devrimci hareketimizin son yıllarda herkes
tarafından kanıksanan bir gerçekliği olmuştur. Bu kanıksama
içinde bulunduğumuz seçim döneminin de bir gerçekliğidir.
Bu koşullarda Partimiz seçim dönemine kendi bağımsız
devrimci sınıf platformuyla ve pratiğiyle girmektedir. Ko­
münistler sınıfın ve yığınların önüne kokuşmuş kapitalist
34
düzene karşı devrimi ve sosyalizmi savunan, bunu bir çıkış
yolu olarak sunan, yığınların güncel politik-iktisadi istem­
lerini de bu çerçevede ele alan bir platformla çıkacaklardır.
Bu platformun yığınlara taşınmasını kolaylaştırmak üzere
bazı bölgelerde kendi bağımsız sosyalist sınıf adaylarına da­
yanacaklardır. Kendi bağımsız adaylannın olmadığı çalışma
bölgelerinde ise, varsa eğer öteki bağımsız devrimci adayları
destekleyecekler, fakat bu destek çabasını kendi bağımsız
platformlarını, görüş ve şiarlarını kitlelere kolayca iletme­
nin bir olanağı olarak değerlendireceklerdir.
Partimiz yığınları yalnız düzen partilerinin yanıl sama­
larından değil, kendini devrimci ya da sosyalist olarak sunan,
gerçekte ise reformisı olan icazetçi sol partilerin yanılsama­
larından kurtarmak için de gerekli çabayı harcayacaktır. Bu
çerçevede hiçbir sosyal-reformisı partinin adayları nı destek­
lemeyeceklerdir. Buna Kürt halkının büyük devrimci biri­
kimini "siyasal çözüm" çıkmazlarına saplayan politik plat­
formun tipik temsilcisi olan HADEP de dahildir.
Komünistlerin 20 Aralık ' 95 seçimlerinde seçim çalış­
masına ilişkin olarak ortaya koyduğu aşağıdaki perspektif
Partimiz'in gündemdeki seçimlere ve bu seçimlerden devrimci
amaçlarla yararlanma sorununa bakışına bugün de ışık tut­
maktadır:
"Komünistler seçimlere yığınlardan oy desteği talep etmek
için değil, fakat düzenin ve onun sözde temsili kurumlarının
bu vesileyle etkili bir teşhirini yapmak, yığınlar arasında
temel ve taktik devrimci şiarlannı yaymak. seçim ortamını
mücadelenin, devrimin ve sosyalizmin etkili bir propagan­
dası için kullanmak üzere katiiıyor/ar. Bunun toplum gene­
linde ne kadar güçlü ve etkili yapılabildiği ve yapılabileceği
değildir sorun. Sorun, bugünkü güç ve olanaklan sonuna
kadar kullanarak bu tür bir faaliyeti yürütebilmektir. Bu
faaliyet içinde bağımsız kimliğini ve etkinliğini geliştirebil35
mektir. Bu ilkesel tutuma özen gösterilerek yürütülecek bir
faaliyetten güçlenerek çıkabilmek ve bu güçle yarının yeni
görevlerine daha etkili sarılabilmektir.
"Bu çalışmayı yürütürken, devrimci mücadele platfor­
munda duran, reformisı hayalleri değil devrimci şiat·ları yayan,
düzene ve devlete cepheden vuran her kişi, akım ve örgütle
fiili bir dayanışma içinde olacağiz. Bu dayanışma ve işbirliğini
'HADEP çatısı 'yla değil, fakat açık bir devrimci tutum/o
hareket edecek olan Kürt devrimcileriyle de geliştirebilmek
için her türlü çabay1 harcayacağız. Düzen partilerini ve sahte
sol alternatifleri teşhir ederken, devrimin ve sosyalizmin plat­
formuna dayalt bir çalışma yürüten bağ1msız devrimci adayları
destekleyeceğiz .
"Burada sözkonusu olanın oy desteğinden çok, devrim­
ci seçim çalışması olduğunu belirtmek bile gereksizdir. Po­
litik�da gerçekçilikse gerekli olan, komünistler ve devrim­
ciler güç ve etkinliklerini oy potansiyeliyle değil, fakat etkili
bir teşhir ve propaganda çaltşmaslyla ortaya koyabilecek­
leri konusunda devrimci bir gerçekçilik/e hareket etmek zorun­
dadirlar. Devrimci güçler cephesi için seçimler bugün ancak
bu açıdan bir işlev görebilmektedirler. " (Ekim , sayı: 1 34,
1
Aralık ;95)
(Ekim , sayı : 201 , Şubat '99, başyazı)
36
Devirmeyen darbe güçlendirir!
Kuruluş kongresini izleyen haftalardan itibaren Partimiz
bir dizi saldırıyla yüzyüze kaldı. Siyasi polis Partimiz'in
kuruluşu ve ilanıyla yapılan büyük tarihi çıkışı bir saldırılar
dizisiyle karşıladı. Bunu kurulu düzen bekçilerinin Partimiz'in
kuruluşuyla atılan tarihi adımın politik anlamını isabetle
değerlendirdiklerine bir gösterge sayıyoruz. Bu nedenle buna
şaşırmıyoruz, tersine olağan bir davranış tarzı olarak değer­
lendiriyoruz.
Saldırılara ve sorgularnalara ilişkin bilgiler gösteriyor ki,
sınıf düşmanlarımız örgütsel varlığımızdan çok büyük moral
gücümüzü, saflarımızdaki kökleşmiş özgüveni hedef alıyor­
lar. B una da şaşırmıyoruz, bunu da düşmanın bilincine, de­
neyimine ve değerlendirme isabetliliğine bir gösterge sayı­
yoruz. Birbirini izleyen iki yenilginin yarattığı güçsüzlük
ve umutsuzluk atmosferinde biz yoktan komünist bir hare37
ket yarattık ve onu partiye büyüttille Geleneksel sol akımların
son birkaç yıldır maddi ve moral açıdan geriledikleri, güç
kaybettikleri bir evrede, biz parti inşa sürecimizi başarılı
bir kuruluş kongresiyle taçlandırdık. Böylece en yüksek bir
moral ve özgüven duygusuyla parti l i döneme adım attık.
Elbette k i bu deneyimli ve bilinçli sınıf düşmanlarımızın
dikkatini herkesten çok çekecek, onları fazlasıyla rahatsız
edecekti. Elbette ki adına siyasi polis denilen ve düzenin
bekçi köpekliğini yapan i şkenceci-katliamcı çete takımı
harekete geçecekti. Ve elbette ki onlar örgütsel varlığımıza
yönel irlerken bu alandaki bazı başarılarını bize karşı mo­
ral ve psikoloj i k bir saldırının zemini olarak kulJanacak­
lardı. Olanaklı olursa eğer bazı oyun ve provokasyonlada
saflarımııda karışıklık yaratmayı da deneyeceklerdi.
Bütün bunlara şaşırmıyoruz; bütün bunları olağan sayıyor,
büyük bir sukünetle karşılıyoruz. Bu sukünetin gerisinde de
bizim sınıf bil incimiz, ideolojik görüş keskinliğimiz, yük­
sek moral gücümüz ve kendimize duyduğumuz derin özgü­
ven duygusu var. Düşmanımızın bizi bu açıdan henüz ye­
terince tanımadığı anlaşılıyor. Ama tanıyacaklar, buna va­
k itleri olacak; karşılarında alışıldık türden bir hareket
olmadığını görecekler, bunu yaşayarak öğrenecekler.
İ şkenceci güruhun şefleri, "parti oldunuz da ne oldu, size
aman vermeyeceğiz, sizi yaşatmayacağız" d iyorlarmış. Ser­
mayenin bu bekçi köpekleri , parti olmamızın ne demek
olduğunu qa yaşayarak öğrenecekler. Parti olmamızın, henüz
çok sınırlı olan fiziki bir örgütsel varlık demek değil, ama
herşeyden önce geleceği kucaklayacak bir ideoloj ik-politik
ve moral kimlik olduğunu, bunun ise yıkılmaz olduğunu,
yaşayacak ve öğrenecek bu işkenceci çete takımı. Biz artık
partiyiz; bizim artık bir adımız, bayrağımız, programımız,
çizgimiz, değerler sistemimiz, geleceği kucaklama azmimiz
ve işkenceci takımının bir kısmını şu günlerde ayrıca tanıma
38
olanağı bulduğu davada sarsılmaz kadrolanmız var. Bu bir
kimlik, bir kültür, sarsılmaz bir moral kuvvet. geleceği k u­
caklama iradesi ve hırsı demektir. Bu doleunulamaz ve yılcı­
lamaz bir kuvvenir, bu partidir. Parti olmak herşeyden önce
budur ve düzenin bütün bir saldırı ve şiddet aygıtının bu­
nun karşısında yapabileceği bir şey yoktur. Bu olduğu sü­
rece, aldığımız örgütsel darbeleri, yaşadığımız fiziki kayıpları
kısa sürede misli ile telafi ederiz biz. Dahası yaşananların
sağladığı paha biçilmez derslerle daha bilinçlenmiş, güçlen­
miş ve bilenmiş olarak . . .
Bunu böylece ortaya koyup altını kahnca çizerken ne
yediğimiz darbelerin önemini ve ne de buna yolaçan ken­
di zaaf ve yetersizliklerimizi küçümsüyoruz. Bu en buda­
laca bir davranış, daha da ötesi saldırıya konu olan kendi
öz emeğimize karşı affedilmez bir sorumsuzluk olur. Yanı­
sıra, kendi zaaf ve yetersizliklerimizin yaşanan saldırılardaki
belirleyici önemini görmezden gelmek, böylece yeni saldınlar
için elverişli zemini süreklileştirmek olur.
Parti kuruluş kongresi ön hazırl ı k tartışmaları1 kendi öz
maddi emeğimize karşı gösterdiğimiz büyük hassasiyete, ona
verdiğimiz öneme, bu çerçevede kendi zaaf ve yetersizlikle­
rimizin ifade ettiği büyük tehlikeden d uyduğumuz derin
kaygıya tanıklık etmektedir. Örgütsel güvenlik sorunları ku­
ruluş kongresi ön hazırlık tartışmalarında ilk olarak ele alı­
nan, programdan da önce tartışılan konu olmuştur bizim için
(Bkz.TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri/Örgütsel Güvenlik
Sorunları). Bu da bir rastlantı değildir, tersine, açık bir
değerlendirmenin, o günkü mevcut durumdan duyulan de­
rin kaygının, acil ve kesin bir müdahale için duyulan ihti­
yacın bir ifadesi ve göstergesidir.
B una rağmen saldırıların önü kesilememişse bunun te­
melde birbirine bağlı iki nedeni vardır. B i rincisi, bu bilinç
ve kaygı ileri kadroların tümünde ortaklaştırılamamıştır. İkin39
cisi, dolayısıyla bazı kadrolar Partimiz'in bu alanda kong­
rece belirlenen çizgisin i ve iradesini uygulamak yerine, eski
anlayış ve al ışkanlıklarında ısrar etmişler, böylece partiyi
kolay ve tahrip edici bir saldırıyla yüzyüze bırakmışlardır.
Ortada düşmanın özel bir yeteneği ve bunun ürünü bir
başarı yoktur. Düşman yalnızca akılalmaz hatalarımızı, kongre
öncesi ve platformunda sert eleştirilere konu olan ve ke­
sin bir biçimde terkedilmesi talep edilen yanl ış anlayış ve
alışkanlıklarımızı, bunun yarattığı açıkları ve boşlukları de­
ğerlendirmiştir. Bu anlamda düşman, gerçekte içimizdedir!
Düşman , zaaflı anlayış ve uygulamalardır! Düşman, bun­
ları sürdürme anlayışı ve sorumsuzluluğudur! Ve bu ma­
sum görünüşlü ama sinsi düşman, şu son dönemde yaşa­
nanlardan sonra artık · daha kesin ve uzlaşmaz bir iç mü­
cadelenin konusu ve hedefi olmak durumundadır.
Kongrey i hemen öneeleyen özel hazırlık sürecinde .gün­
deme alınan ilk konu tam da örgütsel güvenlik sorunları
oldu. Konu en temel ve kritik noktalardan kongrede ayrıca
tartışıldı. Son olarak kongreyi izleyen Merkez Komitesi top­
lantısının temel gündem maddelerinden biri olarak ve en
somut bir biçimde ele alındı ve zayıf noktalar tartışılarak
bazı somut kararlara konu edildi. Ekim' in bu sayısıyla birlikte
konuya ilişkin tüm kongre tutanakları yayınlanmış bulun­
maktadır. Komisyon adına kongreye sunulan " Örgütsel
Güvenlik Notları " ise önümüzdeki sayıda yayınlanacak (Sözü
edilen metin yayınianmadı-R ed. ) . Tüm _bu kongre materya­
linin toplu içeriği, Partimiz adına ve kuruluş kongresi şahsın­
da söylenilebilecek herşeyin söylendiğini gösteriyor. Son
saldırıların somut bilgisi ve ve bu bilginin Merkez Komi­
tesi tarafından yapılmakta olan değerlendirmesi, bu konu­
da durumun ve sorunların, görevlerin ve sorumlulukların ön­
den başarıyla değerlendirildiğini, söylenecek çok az yeni şeyin
bulunduğunu gösteriyor.
40
O halde sorun nereden çıkıyor? Sorun, kongre şahsında
ortaya konulmuş bulunan parti iradesi ve çizgisinin pratikte
çiğnenmesinden çıkıyor. Sorun, düşünce ve davranış arasın­
daki büyük açıdan, bu alandaki akılalmaz sorumsuzluk ve
tutarsızlıklardan çıkıyor. Sorun, kritik konumdaki bazı yol­
daşlarımızın pratikte örgütsel oportünizmin taş ıyıcıları ol­
malarından çıkıyor. Kongre sonrası kısa süreç buna tanıklık
etmektedir; örgütsel güvenli�imiz için ciddi tehditler ve teh­
l ikeler oluşturan bu eğilimin hala altedilemediğini göster­
mektedir.
Bu tutarsızlık Partimiz'in saflarında örgütsel oportüniz­
min hala bel li bir etki alanına sahip olduğı;nun bir göster­
gesidir. Ve bunun taşıyıcısı bazı kritik konumlardaki örgüt
kadroları olduğu ölçüde sonuçta yarattığı tahribat da o denli
büyük olabilmektedir. Kuruluş kongresinde, bu alandaki za­
afiyetin de açık bilinciyle, bu kritik noktaya döne döne dik­
kat çekilmiştir. Örgütsel güvenlik alanındaki sorunumuzun
en başta ileri ve yönetici yoldaşların örnek, titiz, yolgösterici
pratiği ile çözümlenebiteceğine işaret edilmiş, örneğin bu
konuda şu denli açık v urgulamalar yapılmıştır:
" ... bu hareketin başta en ileri kadroları olmak üzere,
yukardan aşağı doğru hiyerarşi indikçe, örnek ve yolgösterici
bir önderlik pratiği gereklidir. Doğru/ann temsilcisi herşeyden
önce bu hareketin ileri kadroları olmalı ve onlar örnek
pratikleriyle bu önerdikleri şeylerin örgüte hakim olmasını,
onun yaşamını belirlemesini sağlayabilme/idirier. "
" ... Eğer bir örgütün önerdiği davranış tarzını herşey­
den önce onun ileri kadroları temsil etmiyor/arsa, önder
kadrolar kendi pratiklerinde bu konuda örnek bir tutum ser­
gi/emiyor/arsa, onu bütün örgüte maletmek zaten mümkün
değildir. " (TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri/Örgütsel Gü­
venlik Sorunları, s.99-100).
Bazı yoldaşlarımız, "cüret", "cesaret", "ataklık", "risk
41
alma" vb. masum, dahası pek çekici sözler ve gerekçeler­
le cilalayarak, örgüt güvenliği için ciddi riskler yaratan anla­
yış ve ahşkanlıkJarını kongre sonrası kısa dönemde de sürdü­
rebilmişlerdir. Son saldınların toplu incelemesi ve değerlen­
dirmesini sürdüren Partimiz, bu anlayışı yıkmak için daha
kesin bir iç mücadele açmak kararlılığındadır.
"Örgütsel güvenlik sorunu devrimci bir örgüt için her
zaman en temel sorunlardan biridir. Bu devrimci bir örgü­
tün karşısına maddi açıdan varlık-yokluk meselesi olarak
çıkabilen bir sorundur. Siyasal mücadelede süreklilik esastır
diyoruz; siyasal mücadelenin sürekliliği, ancak sürekliliği
korunan bir örgütle sağlanabilir. Kurulu düzene karşı
mücadele eden il/ega/ bir örgütün sürekliliğini koruması ise,
örgütsel güvenliğe ilişkin sorunlarda gösterebildiği başarı
ölçüsünde mümkündür." (age., s.l9)
Yaşanan saldırıların, ortaya çıkan tahribatın ve buna karşı
alınan zorunlu önlemlerin bugün için Partimiz'in siyasi faali­
yet kapasitesinde meydana getirdiği daralma, konuya i li ş­
kin tartışmaların açılış sözlerinde dile getirilen bu gerçeğin
anlamını ve önem ini bir kez daha göstermiştir. Partimiz,
kuruluşuna ilişkin tanıtım kampanyasını önden planlanan kap­
sam ve saptanan hedefler çerçevesinde yürütemediği gibi,
seçim ve bahar dönemine etkin bir örgütsel çalışmayla girmeyi
de başaramamıştır. B ir kez daha görülmüştür ki, siyasal fa­
aliyet ve mücadelenin sürekliliğinin temel önkoşulu ve güven­
cesi, tam da i llegalitenin gerekleri çerçevesinde sürekliliği
korunan bir örgütsel varlıktır.
Son saldırı ların ortaya çıkardığı gerçekler büyük ders­
lerle doludur. Partimiz k uruluş kongresinde gündeme geti­
rilen müdahaleyle başarılamayanı bu kez kesin bir biçim­
de başarmak kararl ılığındadır. Sorunun geçici ve yüzeysel
tedbirlerle geçiştirilemeyecek denl i ciddi olduğu, parti saf­
Iarında köklü bir zihniyet ve davranış değişikliğinin m ut42
laka oturtulması gerektiği açık bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Son operasyonların her birinin nedenleri dikkatle incelen­
mekte, toplam olarak saldınyı kolaylaştıran ve tahribatı büyü­
ten nedenler üzerine değerlendirmeler yapılmaktadır, ki buna
ilişkin sonuçlar partiye ayrıca sunulacaktır.
Tüm bu nedenlerle Partimiz'in pratik çalışması bir süre
daha sınırlanmış halde sürdürülecektir. Kuşkusuz bu geri­
ye doğru bir adımdır. Fakat ileriye doğru atılacak güçlü ve
kalıcı adımların da zorunlu bir gereğidir. Kuruluş kongre­
sinde konuya ilişkin olarak gösterilen aşırı hassasiyete rağ­
men kongreyi izleyen dönemde ortaya çıkan sonuçlar, bu
kez işi sıkı tutmamız gerektiğini, eksik müdahale ve yarım
tedbirlerle yola devam edemeyeceğimizi göstermektedir.
Kongre tartışmaları Partimiz'in bu alanda büyük bir de­
neyim birikimine sahip olduğunun somut bir göstergesidir.
Bu materyal temeli üzerinde, bunu son saldırıların dersleri
ve deneyimleri ile de birleştirerek, parti içerisinde ve çepe­
rinde yoğun ve sistematik bir eğitim faaliyeti yürütmek günün
en acil ve önemli görevlerinden biridir. Bu sorun ve buna
dayalı eğitim parti örgütlerinin değişmez gündem madde­
lerinden biri olmak durumundadır. Bunu siyasi poliste, zin­
danda ve mahkemelerde partili kimlik ve tutum üzerine bir
eğitimle birleştirmek durumundayız.
Son s aldırıların bu açıdan son derece yararlı sonuçları
da olmuştur. Tüm bu konularda partinin ve partili kadroların
duyarl ılığı artmış, partinin konuya ilişkin olarak ortaya
koyduklarının çok yönlü olarak anlaşılması ve derinleme­
sine kavranması kolaylaşmış, illegalitenin ve iç illegalitenin
gerekleri, kurallı ve disiplinli örgüt yaşamı, düşman karşısın­
da direnişçi militan kimlik vb. konular parti organ ve kad­
rolarının özel ilgi ve hassasiyet alanları haline gelmiştir.
Partimiz bu avantajı en iyi biçimde değerlendirmeye çalışa­
caktır.
43
Son saldırılar, sorgulamalarda polisin ortaya koyduğu
ve sergilediği oyunlar, polisin maddi varlığımız
ötesinde asıl olarak moral gücümüzü ve özgüven duygumuzu
hedef aldığını göstermektedir. Düşmanın esas yüklendiği nok­
ta bu olmuştur. Partiye ve davaya ihanet eden, alçalarak
düşmana sığman ve bu nedenle Partimiz tarafından kesin
bir tutunıla cezalandırılacak olan bir hainin Partimiz'e kara
çalan iddia ve iftiraları da bu amaç çerçevesinde kullanılmaya
çalışılmıştır.
Tüm bunlara şaşırmamak gerektiğini yineliyoruz. Polis
deneyimleri ışığında çok iyi biliyor ki, devrimci bir örgütün
en büyük güç kaynağı, onun sahip olduğu moral, kendine
ve davasına olan büyük güvenidir. Bu kırılmadığı müddetçe
hiçbir fiziki saldırı devrimci bir örgütün ileriye doğru yürü­
yüşünü durduramaz. Partimiz bu açıdan fazlasıyla güçlü ve
düşmanın buna yönelik çabalarını kolayca boşa çıkaracak
kadar deneyimlidir. Partimiz düşmanın bu tür saldırıları altın­
da, onları göğüsteyerek ve paha biçilmez derslerini en iyi
biçimde sindirerek geli şecek, güçlenecek ve çelikleşecek­
tir.
(Ekim , sayı : 202 , Mart 1 999, başyazı)
davranı ş tarzı
44
Yeni bir emvervalist saldırı ve savaşlar
dönemi...
Emperyalizm ve Balkanlar'da
emperyalist savaş
Başını ABD'nin çektiği emperyalist koalisyonunun savaş
makinası NATO 'yu harekete geçirerek Yugoslavya'ya karşı
başlattığı savaş haftalardır sürüyor. Haftalardır Yugoslavya'ya
tonlarca bomba yağıyor. Ülkenin sanayi, iletişim ve ulaşım
altyapısına büyük darbeler vuruldu. Yüzlerce sivil insan öldü,
binlereesi yaralandı. Daha da vahim olanı, bu emperyalist
müdahalenin bahanesi olarak kullanılan Arnavutlar başta ol­
mak üzere tüm Kosova halkı perişan edildi. NATO müda­
halesi ile birlikte yüzbinlerce Kosovalı yerinden yurdundan
oldu. Emperyalist saldırıya sözde "insani" nedenler yarat­
mak, onu haklı göstermek için, bombalamaların ardından
göç etmek zorunda kalan bu büyük insan yığınları sınırlarda
kasten perişan halde bırakıldı.
Yugoslavya ' ya bu haydutça saldırının, bir savaş maki­
nası olarak NATO'yu sıcak bir savaşta ilk kez kullanmanın
ve Balkanlar'da emperyalist egemenliği pekiştirmenin öte45
sindeki nedenleri ve sonuçları, NATO ' nun 50. y ıl zirvesi
ile daha açık hale geldi.
Tüm bunlar başından itibaren basınımızda ayrıntılı ola­
rak değerlendirildi, tahlil ve teşhir edildi. Bunun da sağladığı
kolaylıkla, burada ayrıntılara g irmeden, son geli şmelerden
hareketle bazı temel sonuçları ifade etmek yoluna gideceğiz.
Emperyalizm, militarizm, saldırganlık
ve savaş demektir
Militarizm, saldırganlık ve savaş, emperyal izmin özün­
de vardır. Tüm bunların kendilerini giderek daha dizgin­
siz bir biçimde gösterecekleri bir tarihsel döneme girmiş
bulunuyoruz. İ kinci emperyalist savaş sonrasında, Kore'de,
Vietnam'da ve öteki Çin-Hindi ülkelerinde olduğu gibi zaman
zaman doğrudan taraf olsalar da, daha çok bölgesel çatışma­
ları ve savaşları perde gerisinden kışkırtan emperyalistler,
bundan böyle artık doğrudan kendi adiarına müdahale ve
savaşlara girişeceklerini gösteriyorlar. Komünistler, yeni
dönemin bu açak -eğilimini daha ' 90 yılı başında, daha orta­
da Körfez krizi ve savaşı yokken, daha Malta Zirvesi'nin
de etkisiyle barış ve silahsızlanma üzerine yaygın bir aldatıcı
cereyan varken, açıkça tespit ettiler. Ş imdi, ' 90' 1arın son­
unda, NATO etrafandaki emperyalist B atı ittifakı bunu yeni
dönem NATO stratejisi olarak açıkça belirlemiş ve Yugos­
lavya'ya yönelik emperyalist saldırıyı da bunun bir ilk uy­
gulama örneği ilan etmiş bulunuyor.
İ k i kutuplu dünyanın hassas dengeleri emperyalizmin
özünde varolan bu eğilimlerin i belli ölçülerde gemleyebi­
liyordu. Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği 'nin y ıkılışmdan
beri bu dizginleyici etken ortadan kalkmış bulunmaktadır.
Emperyalizm artık amaca ulaşmak için, iktisadi ve politik
araçlar ile tehdit ve şantaj yöntemlerinin ötesinde, doğrudan
46
militarİst aygıtını kullanmakta, dolaysız saldırı ve sava�la
sonuç almaya çalışmaktadır.
Yeni dönemde bunun geniş çaplı bir ilk uygulama örneği
Körfez savaşı oldu. Emperyalist koalisyon savaş makinasını
harekete geçirerek Irak' ı yıkıma uğrattı ve ona tüm koşullarını
dayattı. İ htiyaç duyuldukça aynı savaş makinası tekrar tek­
rar kullanılarak 8 yıldır Irak'a soluk aldırılmamaktadır.
Aynı yöntem şimdi de Yugoslavya' ya uygulanıyor. Bal­
kanlar'ın işgalini meşrulaştırmak ve Yugoslavya 'ya boyun
eğdirmek için savaş makinası NATO haftalardır canice bir
saldırı savaşı yürütüyor. '90'Iarın başında Irak'a yapılan em­
peryalist müdahale ile '90'1ann sonunda Yugoslavya'ya yapılan
müdahalenin arasındaki tek önemli fark, ilkinin BM bay­
rağı altında, bu ikincisinin ise NATO adına yürütülüyor ol­
masıdır. NATO bir emperyalist politik ittifak olmanın ötesinde
aynı zamanda bir dolaysız savaş makinası olduğu için, bu
fark sanıldığından da önemlidir.
Yugoslavya : Nüfuz ve paylaşım
m ücadelelerinin trajik sahnesi
Sovyetler Birliği ' nin yıkılışıyla birlikte ikinci dünya savaşı
sonrası iki kutuplu dünyanın son bulması, yalnızca emper­
yalizmin saldın ve savaş eğiliminin değil , emperyalist dünyadaki
iç bölünme ve nüfuz mücadelelerinin de önünü açtı.
Bu mücadelenin açık-gizli biçimde sürdüğü temel alan­
lardan biri de Balkanlar oldu. ABD ve Alman emperyal iz­
mi, yerine göre anlaşarak yerine göre birbirlerini çelmeleye­
rek, .Balkan ülkelerini kendi nüfuz alanları haline getirmeye
çalıştılar. Bu emperyalist egemenlik mücadelesinin en büyük
kurbanı Yugoslavya oldu. '90' ların başından itibaren özel­
likle A l man emperyalizmi Yugoslavya 'yı parçalamak ve
federal birlikten kopardığı her bir parçayı kendi denetimi47
ne almak için her türlü çabayı harcadı. Hırvatistan ve Sloven­
ya sözde bağımsızlıklarına böyle kavuştular.
Ardından yüzbinlerce insanın ölümüne, daha fazlasının
yaralanmasma, tüm bölgenin yakılıp yıkJlmasına, ve en kötüsü,
on yıllarca kardeşlik içinde yaşamış halklar arasında kin ve
nefret duvarlarının örülmesine neden olan "Bosna-Hersek
trajedisi" geldi. Kendilerine bağlı işbirlikçi gerici güçler ara­
cılığıyla çatışmayı kışkırtan ve yaratan emperyalistler, çatı­
şan taraflar birbirini tükettikten sonra da hakem olarak orta­
ya çıktılar. Bosna 'yı kendi içinde küçücük etnik parçalara
böldüler, halkları birbirlerinden ayırdılar ve "barış gücü" adı
altında tüm Bosna'yı fiilen ve resmen işgal ve denetimleri
altına aldılar. Bu durum yıllardır devam etmektedir.
Bosna'dan sonra sıranın Kosov a ' ya geleceği, aynı oyu­
nun bu kez Kosova 'da tezgahlanacağı biliniyor ve bekle­
niyordu. '98 yılı boyunca tezgahianan kışkırtmalarla beklenen
oyun sahneye kondu. Makedonya ve Amavutluk'a askeri kuv­
vetleriyle zaten yerleşmiş bulunan emperyalistler, Kosova 'ya
da askeri olarak yerleşme koşulunu Yugoslavya'ya dayattılar.
Dayatma reddedilince savaş makinası harekete geçirildi.
Yugoslavya'ya karşı haftalardır sürdürülen emperyal ist saldırı
savaş böyle başlatıldı.
Emperyalizm özgürlük değil
egemenlik peşindedir
Emperyali zm, her yerde ve her zaman, özgürlük değil
fakat egemenli k peşindedir. Emperyali zmin karakterine iliş­
kin bu temel marksist tanım emperyal izmin tari hinden
çıkartılmıştır ve emperyalizmin sonraki tüm tarihi tarafından
olduğu gibi doğrulanmıştır. Emperyalizmin tüm tehdit, saldırı,
işgal ve savaş girişimlerini sahtekarca "barış", "demokra­
si", "insani yardım" vb. argümanlara dayandırdığı bir dö48
nemde, bu temel marksist düşünceyi gözönünde bulundur­
mak her zamankinden çok gereklidir.
Emperyalist savaş makinasıyla Balkanlar'a çullanmış em­
peryalistler bunu bir kez daha "barış", "Kosova Arnavutları'nın
özgürlüğü", "etnik temizliğin durdurulması" vb. argüman­
larla gerekçelendiriyorlar. Bu büyük bir sahtekarlıktır. Varlığı
bile kabul edilmeyen Kürt halkının özgürlük mücadelesi
boğulsun d iye Türkiye'deki kirli savaşa yıllardır tam des­
tek verenlerin Kosova Arnavutları'nın ulusal özgürlüğü için
savaşı göze aldıklarını iddia etmeleri tam bir utanmazlık
ve ikiyüzlülük örneğidir.
Devrimci ulusal kurtuluşçuluk ve
gerici burjuva milliyetçilik
Tıpkı büyük sosyalist Ekim Devrimi sonrasında olduğu
gibi ikinci emperyalist savaş sonrası dönem de, dünya ölçü­
sünde emperyalizme ve sömürgeci l iğ i karşı büyük bir ulu­
sal kurtuluş savaşları d al gası meydana gel d i . S ovyetler
Birliği'nin faşizme karşı kazandığı büyük tarihi zafer; Asya'da
Çin halk devriminin yarattığı büyük devrimci sarsıntı; bir
dizi ülkede "Halk Demokrasisi" rejimlerinin kurulması ve
bir sosyal ist kampın oluşması; özetle dünya ölçüsünde dev­
rim ve sosyalizm akımının büyük bir güç kazanması, ezi­
len ve sömürge ulusların emperyalizme karşı kurtuluş mü­
cadelelerine muazzam bir ivme kazandırdı. 20. yüzyılın bü­
yük de'vritnci ulusal kurtuluş akımı ikinci savaş sonrasındaki
bu büyük patlamasıyla emperyalizme büyük darbeler vur­
du ve klasik sömürgeciliği çökertti. Ulusal kurtuluş müca­
delelerinin bu büyük dalgası, ' 70 'lerin ortasında Ç in-Hin­
di halklarıyla Afrika halklarının birbirlerini izleyen zafer­
leriyle doruğuna ulaştı .
'90'lı yıllar, 20. yüzyılın bitmekte olan şu son on yılı
49
ise, dünya ölçüsünde, özellikle de eski Sovyetler B irliği ve
Doğu Avrupa topraklarında, yanısıra orta Afrika 'da, gerici
milliyetçilik akımiarına ve bunlar arasındaki kanlı çatışma­
lara ve boğazlaşmalara sahne oldu. Bunun tam da, Sovyetler
B irliği ve Doğu Avrupa'daki y ıkılışla birlikte dünya ölçü­
sünde devrim ve sosyalizm akımının büyük bir güç ve prestij
kaybına uğradığı, ezilen sınıflar ve halklar arasında insanlık
tarihinin gördüğü en birleştirici ve bütünleştirici ideal ve
akım olan sosyalizmin geçici olarak bu gücünü kaybettiği
bir tarihsel evreye denk: gelmesi elbette rastlantı değildir.
Buradaki kısa sonuç şudur: 20. yüzyıl tarihinde, proletar­
ya önderliğindeki uluslararası sosyı;ılizm akımının büyük güç
kazandığı ve devrimci gelişmeleri ivmelendirdiği tarihi dö­
nemler, dünyanın mazlum ulusları için de köleli kten kurtu­
larak özgürleşrnek ve kendi aralarında kaynaşmak dönemi
olmuştur. Bu büyük tarihi akımın güç kaybettiği 20. yüzyı­
lın şu son dönemi ise, tersinden gelişmelerin önünü açmıştır.
20. yüzyılın birbirinin zıddı durumundaki bu büyük tarihsel
deneyimleri, onların ihtiva ettiği paha biçilmez dersler, bu­
günün sorunlarına nasıl yaklaşılması, çözüm ve çıkışın nere­
de aran�ası gerektiği konusunda da büyük tarihi ve teorik
açıklıklar sunmaktadır.
Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı büyük ulusal kurtu­
luş mücadeleleri dalgası tarihin çarkını i leriye doğru hız­
landırmış, ezilen halklar arasındaki birlik, dayanışma ve
sempatiyi besleyip güçlendirmiş, emperyalizme ise büyük
darbeler vurarak onun teşhirini ve tecridini hızlandırmıştı .
Vietnam halkının '60'lı ve '70'li yıllarda Amerikan emperya­
l i zmine karşı yürüttüğü kahramanca mücadelenin dünya
çapında yarattığı derin sempati ve sarsıntı, bu olumlu et­
kinin ve sonuçların doruğu olmuştu.
Oysa '90'h yılların gerici milliyetçi dalgası, içiçe ya da
birbirine komşu olarak yaşayan halklar arasındaki birlik ve
50
kardeşlik bağlarını parçalamış, onlar arasında kin, düşmanlık
ve nefret ilişkilerinin gelişmesine neden olmuştur. Bu ara­
da emperyalizm, halklar arasındaki bu bölünme ve çatışma­
ları bizzat körükleyip kışk ırtmakla kalmamış, bu gerici ve
kısır kanlı çatışma ve düşmanlıklardan yararlanarak halklar
üzerinde köleci egemenliğini ya yeniden kurmuş ya da varolanı
daha da pekiştirmiştir. Emperyalizmin kuklası durumunda­
ki kendi gerici sınıf ve yönecilerinin aleti olan halklar, bir­
birleri karşısında emperyalizmin hakemliğine ve sözde ko­
rumacılığına sığınmışlardır. B öylece gerici milliyetçilik akımı,
halkiara özgür bir u lusal varl ık ve kimlik kazandırmak bir
yana, tersine, onların tümden köleleşmesinin, çağımızda her
türlü u lusal baskı ve köleliğin gerçek kaynağı olan emper­
yali zmin hükümranl ığı alıma girmelerinin aracı olmuştur.
'90'lı yıllardan itibaren Orta Afrika'da, Kafkaslar'da, Bal­
kanlar'da yaşanan trajik gel işmelere bunun ışığında bakmak
gerekir. Gerici Sırp burjuva milliyeçiliği ile Hırvat ve Sloven
milliyetçiliği karşılıklı birbirini besleyerek, emperyalizmin
üzerine "böl ve yönet" işlemi yapacağı zemini olgunlaştırdı­
l ar. Bosna-Hersek'de en kaniısı yaşanan trajedi ler böylece
birbirini izledi. Süreç gelinen yerde Balkanlar'ın bir kez daha
"balkanlaşma"sına vardı. Kosova' daki Arnavutlar'ın haklı ulu­
sal istemlerine burjuva milliyetçi bir karakter kazandıran gerici
akımlar, sorunun sözde çözümünü emperyalizme ve onun
savaş aygıtı NATO'ya sığınınada buldular. Böylece, Kosova
Arnavutları'na özgürlük kazandırmadıkları gibi, bütün Bal­
kanlar'ın bir savaş alanına dönmesinin, emperyalistlerin bir
dizi Balkan ülkesini büyük askeri kuvvetlerle işgal etme­
sinin basit bir aracına ve vesilesine dönüştüler.
Baskı altındaki ulusu ya da ulusal azınlığı özgürleştirmediği
g ibi bölgedeki diğer halkların daha çok köleleştirilmesine
vesile olan bu tür gerici mill iyetçi ulusal akımlar hiçbir
biçimde desteklenmemeli, tersine, emperyalizmin uşaklan
ve piyonları olarak teşhir ve mahkum edilmelidirler. Aynı
şekilde, emperyalistlerin mazlum ve güçsüz halkları birbi­
rine kırdırmak, sonra da hakem ya da kurtarıcı pozlarında
sahneye çıkmak şeklindeki alçakça ve canice oyunları sis­
tematik bir biçimde teşhir edilmelidir.
Ulusların köleliği, yaşadıkları sorunlar ve acılar, ulusal
hak yoksunlukları emperyalizmin umurunda olmadığı gibi,
çağımııda emperyalizm, bütün bu türden sorunların doğru­
dan ya da dolaylı olarak kaynağını oluşturan asıl güç duru­
mundadır. ABD emperyalizminin başını çektiği ittifak da, savaş
makinası NATO'yu Yugoslavya'ya karşı harekete geçirip Bal­
kanlar'ı ateşe verirken, Kosova Arnavutları'nın u lusal hak­
ları değil fakat kendi egemenlik planlarını uygulamak peşin­
dedir.
NATO'nun
Dü n ya ölçüs ün d e
yeni stratejisi:
saJdarganlık ve savaş
Saldırgan NATO ittifakının 50. yıl zirvesinden bir ay
önce başlatılan emperyalist savaşın gerçek nedenleri, bu
zirvede kabul edilen yeni NATO stratejisi ile birlikte çok
daha açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bir gözlemcinin isabet­
le belirttiği gibi, sorun Kosova değil fakat NATO'nun yeni
işlevidir. Balkanlar'a yöneltilmiş emperyalist müdahale ile
Kosova sorununa değil, fakat NATO 'nun yeni stratejisine
çözüm aranmıştır. Daha doğru ve tam bir ifade ile, zirve
öncesindeki bu haydutça savaş pratiğinde, zirvede benim­
senecek yeni saldırı ve savaş stratejisinin bir ilk uygula­
ma örneği sergilenmiştir.
NATO her zaman devrime ve sosyalizme, halkların öz­
gürlük ve bağımsızlık mücadelelerine karşı bir tehdit ve şantaj,
saldırı ve savaş örgütüydü. Fakat o resmen bir "savunma"
örgütü olarak tanımlanıyor, saldırgan ve emperyalist niteliği
52
resmi söylernde gizlenmeye çalışılıyordu. 50. yıl zirvesin­
de kabul edilen "yeni konsept"e göre, NATO artık resmen
de bir saldırı ve savaş örgütüdür. B una göre, sadece ken­
disine üye olan ülkelerin sınırları alanında değil, fakat "alan
dışında" da , demek oluyor ki dünyanın her yerinde ve her
türlü babaneyi kullanarak, kendine karşıt ya da kendisi için
tehlike saydığı her gelişmeye, akıma, ulusa ve devlete mü­
dahale etme hakkını kendinde görebilmektedir.
Mevcut konjonktürden de yararlanılarak aykırı sesler çı­
k aran devletler, etnik çatışmalar vb. bu yeni "konsept"in
hedefleri olarak gösterilmektedir. Gerçekte ise asıl ve temel
stratejik hedef, her türlü ilerici ve devrimci akımlar ile işçi
sınıfı ve halkların her türden devrimci çıkışıdır. Yeni NATO
"konsept"i ile gerçekte 2 1 . yüzyılın devrim dalgaianna hazır­
lık yapılmaktadır. Kendi aralarında çelişkileri ve kutuplaş­
maları gitgide derinleşen ve bunu NATO zirvesine de yansıt­
maktan kendilerini alamayan emperyalistlerin N ATO çatısı
altındaki mevcut birliği ne kadar sürdüreceklerinden bağımsız
olarak bu böyledir. Bir başka ifadeyle, önemli olan, NATO
ittifakı ayakta kaldıkça bu savaş makinasının dünya ölçü­
sünde ne amaçla kullanılacağının resmen de ilan edilmiş ol­
ması gerçeğidir.
Etkinlik alanı sınırlamaları kaldırılan, bütün bir yeryüzü­
nü kendisi için etkinlik alanı o larak ilan eden NATO'nun,
bugün için esas etkinlik alanının B al kanlar ve Ortadoğu
olduğunu emperyalist şefler açıkça ifade ediyorlar. Nitekim
bu iki alan NATO'da yeralan emperyalistlerin halihazırda fiili
savaş ve işgal alanıdır. Ortadoğu 'da Irak, Balkanlar'da i se
Yugoslavya, ABD emperyalizmi tarafından bu savaş ve iş­
galin bahaneleri olarak kullanılmışlardır. (İ lkinde Kuveyt,
ikincisinde Kosova bu babanelere dolgu malzemesi sağlamıştır.)
Türkiye bir NATO ülkesidir ve emperyalizmin bu iki
hassas ç ıkarlar alanını birleştiren bir coğrafi konuma sahiptir.
53
Bu nedenle de NATO' nu n yeni stratejisi, Türkiye devrimi
ve devrimcileri iyin apayrı bir anl am ve önem taşımaktadır.
NATO: Uluslararasi bir
i ç savaş örgütü
Yeni "konsept"e göre, NATO yalnızca· bir dış müdaha­
le aracı değil, aym zamanda artık bir uluslararası iç savaş
örgütüdür. Zirve tartışmalarında devletlerin egeme n l i k
hakların ın NATO için bir şey i fade etmediği, "ulusal ege­
menlik" kavramının artık uluslararası i lişkilerin dayandığı
temel olmaktan çıktığı, NATO' nun uygun bahanesini bul­
duğunda ve kendi çıkarları gerektirdiğinde devletlerin ve
uluslann yaşamına doğrudan müdahale edeceği, "yeni stratejik
konsept" çerçevesinde açıkça dile getirilmiştir.
Fakat dile getirilen daha da önemli bir nokta var. Belİi
bir devletin sınırlan içerisindeki sorunlar karşısında ilgili devlet
güç durumda ya da çaresiz kahrsa, NA TO duruma doğrudan
müdahale etmeyi kendi yeni misyonu olarak tanımlamıştır.
Buna göre, devrimci bir Kürt özgürlük mücadelesinin Kür­
distan 'da başarıyı zorlaması durumunda, ya da devrimci bir
işçi sınıfı · ve halk hareketinin Türkiye 'deki rejimi zorlaması
koşullarında, NATO bir iç savaş gücü olarak doğrudan devre­
ye girebilecektir. NATO'nun artık bir dünya polisi olacağı
açıkça dile getiriliyor. Fakat burada devrimcilerin önemle
gözetmesi gereken kritik nokta şudur: NATO bu polisliği
devletler arası ilişkilere ve anlaşmazlıklara çeki-düzen verme
girişimlerinin ötesinde, bizzat tek tek ülkelerdeki iç çatışmalara
doğrudan müdahale etmeye girişerek de yapmak niyetindedir.
Bu anlamda NATO, uluslararası konuma sahip bir iç savaş
örgütü ve ordusu olarak çıkacaktır emekçilerin ve halkların
karşısına. Daha çıkışında tek tek ü ye ülkelerde gladio,
kontrgerilla vb. isimler altındaki özel iç savaş örgütlenmelerine
54
girişen NATO'nun kendine şimdi açıkça biçtiği bu yeni mis­
yon şaşırtıcı da de�ildir.
Saldırganlıkla birleşenterin
iç çelişki ve çatışmaları büyüyor
Gelgelim tarih diyalektik bir tarzda, sürekli çelişkiler ve
karşıtlıklar üreterek seyreder. B ugün kendine yeni strate­
jik misyonlar tanımlayan emperyalist NATO ittifakı , biz­
zat bu yeni stratejinin saptandı�ı 50. yıl zirvesinde gittikçe
derinleşen iç çekişme ve çatışmalarını gizleyememiştir. Bunlar
NATO ile BM ilişkisinden sürmekte olan savaşa, NATO'nun
kendi iç yönetiminden Avrupa'nın kendi birleşik askeri örgüt­
lenmesine (zirvede buna Avrupa Güvenlik ve Savunma Kim­
l iği denildi) kadar bir dizi alanda kendini gösterdi .
Bu çekişme ve çatışmalar, bizzat ABD' nin davranış çiz­
gisiyle de tescil edilmektedir. Zirve öncesinde NATO'yu Bal­
kanlar'a askeri müdahaleye sürükleyen ABD, gerçekte böy­
lece emperyalist nüfuz ve rekabet mücadelesinde k�ndi po­
zisyonunu güçlendirmek, NATO zirvesinde de bunu tescil
ettirmek hesabı içinde idi. Buradaki hedef ve hesap birden
fazladır.
Herşeyden önce, BM yerine NATO' nun karar ve irade­
sine göre hareket edilmesi, Güvenlik Konseyi 'nin Rusya ve
Çin gibi iki daimi üyesini peşinen devre dışı bırakmak de­
mektir. Yugoslavya'ya yöneltilmiş savaş yalnızca bir ilk örnek
olduğuna göre, bu davranış bundan sonraki uluslararası an­
Iaşmazlıklarda da bu iki devleti (elbetteki NATO üyesi ol­
mayan tüm öteki BM üyelerini) devre dışı tutma niyetini
ortaya koymaktadır.
İkinci olarak, ABD emperyalizmi, Avrupa 'nın göbeğindeki
bir soruna savaş yoluyla müdahale ederek ve kendisine rakip
konumdakı Avrupalı emperyalistleri bu doğrultuda ardından
55
sürükleyerek, onlar üzerindeki etki ve denetimini güçlen­
dirmi�tir. Onları kendi çizgisinde ve kendi çıkarları doğrul­
tusunda hareket etmek zorunda bırakmıştır. Ö ylesine ki,
Fransız emperyalizmi, istemiye istemiye "geleneksel dostu"
Sırhistan ' a yöneltilen y ıkıcı emperyalist savaşın içinde bul­
muştur kendini. Öte yandan, saldırı savaşının üssünü oluştu­
ran İ talya, ABD'nin yönettiği savaşın iradesiz bir bileşeni
durumundadır. Alman emperyalizmi ise, ABD'nin hakim ini­
siyatifine rağmen, duru m konusunda daha rahat bir po­
zisyondadır; zira ikinci emperyal ist savaştan sonra ilk kez
olarak dışarıya asker göndermenin ötesinde, bizzat bir em­
peryalist saldırı savaşı içerisinde yeralarak uluslararası mili­
tarisı girişimlerine böylece bir meşruluk sağlamıştır. AB üyesi
devletler içinde bir tek İ ngiltere ABD'nin B alkanlar'daki
bu son girişimiyle tam bir uyum ve çıkar birliği içerisin­
dedir. Ne de olsa o, bir dizi başka olayın da gösterdiği gibi,
gerçekte ABD 'nin Avrupa 'daki kolu durumundadır.
Ü çüncü olarak, Y ugoslavya ' y a karşı açılan savaş, Rus­
ya'nın Balkanlar' daki etkinliğine de bir darbe olmuştur.
Rusya'nın önden tüm esip gürlemeleri ve savaşın ilk gün­
lerinde savurduğu kuru-sıkı tehditler olayların seyrini etki­
lememiştir. Emperyalist savaş başiatılıp sürdürüldüğü ölçüde
bu, bu ülkenin artık dünya politikasında birinci dereceden
bir rol oynayamayacağı doğrultusunda bir ilk mesaj olmuştur.
Bilindiği gibi Rusya' nın artık bir süper devlet olmadığını,
fakat yalnızca bölgesel bir güç olduğunu kendisine ve tüm
dünyaya gösterip kabul ettirmek, ABD emperyalizminin yeni
stratejisinin önemli bir unsurudur.
Dördüncü olarak, ABD emperyalizmi (ve kuşkusuz onun­
la birlikte Avrupalı emperyalistler) Kosova sorununu ve
Yugoslavya' ya açılan savaşı Balkanlar'a yerleşmenin, Balkan
ülkelerini denetlemenin ve B alkan halklarına içerden hakim
olmanın bir aracı olarak kullanmaktadırlar. ABD emperya56
lizmi Arnavutluk'u fiilen işgal etmiş durumdadır ve bu işgali
kalıcılaştırmak niyetindedir. Aynı şekilde Makedonya, ABD
ve öteki emperyalistlerin askeri i şgali altındadır. Bulgaris­
tan, Romanya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan 'ın hava sa­
haları emperyal i st askeri harekata açılmış durumdadır. Çek
Cumhuriyeti ve Macaristan 'a emperyalist askeri güçlerin
yerleşmesi gündemdedir.
Kuşkusuz bu sonuncu nokta, emperyalistlerin işbirliği
halinde Balkanlar' a yerleşmesi, en önemli noktadır. Zira bu,
bölge halklarının kaderini ve bölgede devrim i n geleceğini
hayati ölçülerde etkileyecek bir gelişmedir.
Dünya çapmda savaşa ve
emperyalizme karşı büyüyen dalga
Fakat tarihin diyalektiği asıl olarak kendini emperyalizmin
Balkanlar'daki bu hoyratça ve canice eylemi karşısında dün­
ya ölçüsünde gelişmekte ve yayılmakla olan emperyalizm
ve savaş karşıtı dalgada göstermektedir. Emperyalist müda­
hale ile birlikte Batı Avrupa'da, Doğu Avrupa'da, başta Yu­
nani stan ve Bulgaristan olmak üzere Balkanlar'da, Rusya 'da
ve dü nyanın birçok başka bölgesinde, büyük savaş karşıtı
gösteriler yaşandı ve yaşanmaktadır. V ietnam savaşından be­
ri dünyada ilk kez bu denli yaygın, güçlü ve belirli bir em­
peryalist saldırıya k i littenmiş anti-emperyalist k itle hareketi
görülmektedir. Bunu yalnızca bir başlangıç, bundan böyle
güçlenerek devam edecek olan büyük anti-emperyalist du­
yarlılık ve eylemin bir ilk işareti saymak gerekir. ABD em­
peryalizmi ve NATO meydanı boş bularak güç gösterisine
girişmişler, fakat böylece kendi karşıtı güçleri dünya ölçüsün­
de harekete geçi rm işlerdi r.
Bu arada emperyalist saldırı savaşı peçeleri yı rtınakta,
gerçek kimlikleri de yerli yerine oturtmaktadır. Örneğin Al57
manya'da, hükümet partileri olan SPD ve Yeşiller'in bir em­
peryalist saldırı savaşını emperyalizmin has temsilcileri olarak
yürütmeleri yüzlerindeki maskeleri düşürmüştür. Aynı şey
Fransa'da ve İ tal ya'da hükümet ortağı olan sözde komü­
nist gerçekte revizyonist-reformisı partileri için de geçer­
lidir. Yine aynı şey, pek mill iyetçi geçinen, fakat İ ncirlik
üzerinden Irak 'ın günübirlik bombalanmasına ses çıkarama­
yan, B alkanlar' a yönelik ·emperyalist müdahaleye ise hara­
retle destek veren Ecevit için de geçerlidir. Olaylar geri­
ci-şoven mill iyetçiliğin dünyada olduğu kadar Türkiye ' de
de emperyalizme uşaklığın öteki yüzü olduğunu gitgide da­
ha açık gösterecektir. Emperyalist savaş Batı'nın sözde burju­
va demokrasinin ve özgür medyasının da gerçek yüzünü açı­
ğa çıkarmıştır. Emperyalistler ve onların hizmetindeki med­
ya organları , savaşın gerçek nedenlerini ve seyrine ilişkin
gerçekleri Göbels'i aratmayan bir propaganda tarzıyla ters­
yüz etmek ve kendi halklarını aldatmak için her türlü sah­
tekarlığı ve rezill iği mübah saymaktadırlar.
Balkanlar'a emperyalist müdahalenin en önemli sonuç­
larından biri de, Balkan halklarıyla türedi Balkan burjuvazisi­
nin ve onun hükümetlerinin taban tabana zıt tutumlar içerisin­
de giderek pirbirinden daha çok kopmasıdır. Balkan halkları
(özellikle de Yunan, Bulgar ve Çek halkları) başından itiba­
ren emperyalist müdahaleye karşı çıkarlarken, yönetici sınıflar
aldıkları sadakalar ve rüşvetlere karşılık olarak emperyalist
saldırganlara destek ve hizmette kusur etmemişlerdir. Yöneti­
ci sınıflar ile emekçi halklar arasında savaşın şiddetlendirdiği
bu kopma, devrimci açıdan önemli bir gelişmedir.
Türkiye: Emperyalist saldırganlık
ve savaşın ileri karakolu
Son olarak Türkiye'nin durumu var. Türk burjuvazisi Yu58
goslavya'ya yöneltilmiş emperyalist saldırıyı hararetli bir
tarzda desteklemekle kalmıyor, kendi askeri kuvvetleri yle
bu canice savaşın içerisinde bizzat yer de alıyor. Balkanlar'a
yönelik emperyalist saldırı vesilesiyle bir kez daha görül­
müştür ki, Türk devleti, Türkiye'yi çevreleyen bölgelerde,
yani Ortadoğu 'da, Kafkasya'da ve B alkanlar'da ABD em­
peryalizminin en sadık müttefiki ve onun emperyalist planla­
rının bir müdahale gücü durumundadır.
Bu aşağılık rol, Türkiye halkına Kosovalı müslümanla­
ra yardım iddiası sahtekarlığıyla örtülmeye çalışılarak sunul­
maktadır. Bu sahtekarca iddiaya ileri sürenler, Kürdistan'da
20 milyon müslüman Kürdün v arlığını bile reddedenlerdir.
ABD emperyalizminin İncirlik'ten kaldırdığı uçaklarla müslü­
man Irak halkının günübirlik bombatanmasııla seyirci ka­
lanlardır. Bu salıtekartığı ve ikiyüzlülüğü teşhir etmek, Türk
burjuvazisinin ve hükümetinin, Balkanlar'da Kosovalı Arna­
vutlar için değil, fakat ABD emperyalizminin bölgedeki çı­
karları için savaş yürüttüğünü emekçilere anlatmak, günü­
müzdeki devrimci çalışmanın temel unsurlanndan biri ol­
mak durumundadır.
Türk burjuvazisiyle ilgili bir başka nokta, 50. yıl zir­
vesinde ortaya çıkan gel işmelerdir. Avrupal ı emperyalist­
ler, ABD'nin inisiyatifini sınırlamak ve kendi etkinlik alan­
l arında daha hükümran davranmak üzere Avrupa Güvenlik
ve Savunma Kimliği adı altında kendi birleşik askeri kuvvet­
lerini yaratmayı karar haline getirdiler. NATO ülkesi Tür­
kiye bu yeni emperyalist ol uşumun dışında bırakıldı. Bir
kısım burjuva yazarlar bile bunu Türkiye'nin A vrupa'dan
daha çok uzaklaştırılması, A B D emperyalizmine daha ağır
bir biçimde rnahkum olması olarak yorumladılar. Bu çer ­
çevede Türkiye önümüzdeki dönemde, ABD emperyalizminin
hizmetinde Ortadoğu, Kafkaslar ve İç Asya 'ya yönelik olarak
daha etkin bir koçbaşı rolü üstlenecektir.
59
Sonuç olarak Türkiye, NATO bünyesinde ve ABD em­
peryalizmine bağımlılık ilişkileri çerçevesinde, kendini çev­
releyen bölgedeki ü lkelere ve halkiara karşı emperyalizmin
bir ileri karakolu olma rolü oynayacaktır.
Emperyalizme karşı devrimci
enternasyonalizm
Bu aşağılık rolü boşa ç ıkarmak, bu stratejik amaç çer­
çevesinde tüm bölge halklarıyla, onların i lerici ve devrim­
ci güçleriyle en yakın ilişk i ve dayanışma içerisinde olmak,
Türkiye Komünist İ şçi Partisi ' ni n emperyali st müdahale
öncesinde gerçekleşen kuruluş kongresinin saptadığı temel
önemde stratejik bir görevdir. B alkanlar'a emperyalist mü­
dahale ve bu müdahale içerisinde Türkiye 'nin üstlendiği
aşağılık rol; Partimiz'in bu alandaki stratejik ve güncel gö­
revlerine apayrı bir anlam ve önem kazandırmıştır.
Son ola1'ak şununla bağlamak istiyoruz. Partimiz'in kuru­
luş kongresi devrimimizin Türkiye'yi üç yandan kuşatan böl­
gelerdeki gelişmelerle hayati ilişkisini bütün açıklığıyla ve
çok yönlü olarak saptamış bulunmaktadır. Son gelişmeler bu
perspektifi . doğrulamakla kalmamış, buna i lişkin görev ve
sorumluluklarımızı da çok daha yakıcı ve güncel hale getir­
miştir.
Emperyalizmin uluslararası örgütlerinin her zamankin­
den çok şu veya bu ülkenin iç çatışmalarında doğrudan ta­
raf olmaya hazırlandıkları bir döneme giriyoruz. Böyle bir
dönemde şu veya bu ülkedeki devrim mücadeleleri de ka­
derlerini her zamankinden çok daha güçlü bir biçimde ulus­
lararası ilişkilere, enternasyonal birlik ve dayanışmaya, dev­
rimin bölgesel ve uluslararası karakterine bağlamak zorun­
dadırlar
(Ekim, sayı: 203 , Nisan '99, başyazı)
60
Zorlu döneme örgütsel haz1rhk
Ulusal ve uluslararası planda zorlu ve karmaşık bir döne­
me g irmiş bulunuyoruz.
Yanıbaşımızda, Balkanlar'da bir emperyalist savaş sürüyor.
Ekim 'in geçen sayısının başyazısı, bu savaş şahsında, dünya­
daki ve bölgedeki gelişmelerin devrimci sınıf mücadelele­
ri açısından anlamını ve önem ini temel noktalar üzerinden
ortaya koymuş bulunuyor. Bu değerlendirmede yer alan "yeni
bir emperyalist saldırı ve savaşlar dönemi"ne girmiş bulun­
duğumuz tespiti bile kendi başın a yeni dönemin anlamını
ve kapsamını göstermeye yetiyor. B alkanlar, Ortadoğu ve
Kafkaslar ile iç Asya, bugün emperyalist nüfuz mücadeleleri­
nin şiddetlendiği, bu çerçevede sayısız kışkırıma ve oyunların
sahnelendiği ve fırsat bulundukça fiili emperyalist müdahale­
lerin, somutta dün Körfez'de ve bugün Balkanlar'da olduğu
gibi empryalist saldırı savaşlarının gündeme getirildiği bir
bölge.
Türkiye bugünün dünyasının bu üç temel kriz bölgesi­
nin tam göbeğinde yeralan ve kendisi de kriz içinde debe­
lenen bir ülke. Bu konum, kendi iç kriz dinamiklerinden
de öteye, Türkiye'yi nesnel olarak bu bölgesel krizin bir
61
parçası haline getiriyor. Daha da önemlisi, Türk burjuva­
zisi egemenliğindeki bir Türkiye, her zamankinden çok daha
fazla olarak ABD emperyalizminin bu kriz bölgelerine
müdahalesinin bir ileri karakolu işlevi görüyor. Bugün İ ncirlik
Ü ssü emperyalizmin Türkiye'yi Ortadoğu halklarına yöne­
lik bir saldırı üssü olarak kullanması olgusunu simgeliyor.
NATO'nun Yugoslavya'ya müdahalesi ise, Türk burjuvazisinin
aynı uşakça rolü bu kez Balkan halklarına karşı üsttendiğini
somut olarak gösterdi. Balkanlar'a fiilen yerleşen emperya­
listler, Türk askerini Balkanlar'da kendi amaçları doğrultusun­
da bir müdahale gücü ve Türkiye toprakların ı da bir em­
peryalist saldırı üssü olarak kullanıyorlar.
Türk dış politikasının her alanda emperyalizmin çıkarla­
rına göre uyarlandığı bir dönemin içindeyiz. Bu bir emper­
yalist saldırı ve savaşlar dönemi olduğu ölçüde ise dıştaki
bu uşaklığın ve maceracılığın gerisin geri iç politikadaki
yansımaları da dolaysız olmaktadır. Dışardaki saldırganlığa
paralel olarak içerde dizginsiz bir şovenizm ve bununla meş­
rulaştırılan azgın bir devlet terörü, rejimin bugünkü yöne­
limini belirleyen politikalar durumu ndadır. İ şçi sınıfı ve
emekçiler şovenizm ile sersemletilmekte ve faşist devlet te­
rörüyle yıldırılıp teslim alınmay a çalışılmaktadır. B unun
düzlediği zeminde ise tekelci sermayenin kriz politikaları,
emekçiler için yoksulluğun ve işsizliğin ağırtaşması anlamına
gelen İ MF reçeteleri hayata geçirilmektedir.
1 8 Nisan seçimleri şovenizmin Türkiye toplumunda nasıl
da büyük bir güç ve etki alanı kazandığını somut olarak
göstermi ş bulunmaktadır. Tekelci burj uvazi şimdi bunu
emekçileri yıldırı p teslim alman ı n bir yeni olanağı olarak
değerlendirmek çabasındadır. DSP-MHP eksenli hükümet bu
çerçevede düşünülmüş ve özel bir ısrarla tezgahlanm ıştır.
Bu hükümet, d ışarda emperyalizmin hizmetindeki bir sal­
dırganlığa, içerde ise şovenist histeriye ve faşist devlet terörüne
bugünkü koşullarda en uygun düşen hükümettir. Başta özel­
leştirme olmak üzere sermayenin ekonomik kriz politikalarını
kararlılıkla hayata geçireceğini ise bu hükümet daha en baştan,
daha protokol görüşmeleri safhasında açıklıkla ortaya koy­
muştur.
B ütün bu gelişmeler ortamında son 1 Mayıs, kitle ha­
reketinin halihazı"rdaki zaafiyetini görmeye vesile olmuştur.
İ şçilerin yerel planda herşeye rağmen sürmekte olan hak mü­
cadelelerini saymazsak, kitle mücadelesi bugün son yılların
en geri noktasında bulunmaktadır. B unda toplumu saran
şovenist histerinin ve onun oluşturduğu atmosferde kol ay­
ca uygulanan baskı ve terörün kuşkusuz özel bir rolü var.
Kitleleri uyarmaya, örgütlerneye ve harekete geçirmeye yöne­
lik devrimci siyasal çabanın son birkaç yılda gitgide zayıf­
laması bunun bir başka neden idir. Devrimci siyasal faali­
yet bugün son yılların en geri noktasındadır. Seçimler gibi
kritik önemde fırsatlar sunan bir nispi potitizasyon dönemin­
de bile devrimci akımların sözü edilebilir bir varlık göster­
memeleri, sol ya da sosyalizm adına meydanı neredeyse ta­
mamen icazetçi reformİ st akımlara bırakmaları bunun so­
mut bir göstergesidir. Nitekim bu gerçeklik son l May ıs
kutlarnalarına da yansımış, devrimci ruh ve coşku açısından
12 Eylül sonrasının en zayıf l Mayıs 'ı yaşanmıştır.
Kürt hareketinde ise gelişmeler doludizgin başaşağı git­
mektedir. Ö calan yakalandıktan sonraki gelişmeler, Kürt
hareketinin "siyasal çözüm" çizgisini "barış" ve "uzlaşma"
adı altında kurulu düzene bir teslimiyet çizgisine vardırdığını
göstermektedir. Parti basınımızda seçimlere ilişkin olarak
yeralan değerlendirmelerde, Ö calan çizgisi şahsında Kürt
hareketinin devrimden artık tümüyle yüz çevirdiği açıklıkla
tespit edilmiş bul unmaktadır. B unun yaratacağı sorunları,
Kürt halk kitleleri üzerinde ve devrimci hareket saflarında
bir dönem için yol açacağı moral ve maddi y ıkımı tahmin
63
etmek güç değil.
***
Temel unsurları v e ayrıntıları parti basınım ııda sürekli
biçimde işlenmekte olan döneme il işkin bu siyasal tablo,
ne türden zor ve karmaşık bir döneme girdiğiın İzin genel
bir çerçevesini vermektedir. B u zorlu dönemi göğüslemek,
bu dönemin görev ve sorumluluklarını parti olarak omuz­
lamak durumundayız. Bu bizim için bir sınanma, gerçek bir
sınavdan geçme dönemidir. Partimiz'in farklı ve yeni olan
konumu ve k imliği, dönemin bu zorlu görevleri içerisinde
sınanacak ve güçlenecektir.
Parti, öteki şeyler yanında öncelikle program, taktik ve
örgüt demektir. Örgüt bir araçtır; ona anlam ve kuvvet veren
ise program ve taktiktir, bunların ifadesi olan ideolojik-politik
çizgidir. Ö rgüt, devrimci bir program temeli ü zerinde
yükseldiği, sağlam bir ideolojik çizgiye dayandığı ve kuş­
kusuz döneme uygun düşen politikalara sahip olduğu ölçüde,
bir anlam taşır ve bir araç olarak kendi işlevini başarıyla
yerine getirir.
Öte yandan, program ve pol itika da ancak bir örgütte
cisimleştiği ölçüde gerçek anlamını ve işlevini bulur. Ne
kadar doğru ve devrimci olurl arsa olsunlar maddi bir ör­
gütsel temele dayanmayan, onda bir kimliğe ve maddi bir
çabaya dönüşerneyen program ve politikaların da herhangi
bir anlamı, işlevi ve dolayısıyla geleceği olmaz, olamaz.
Örgütsel alandaki sorun ve sorumluluklarımızı, dönemin
zorlu ve karmaşık tablosu kadar, devrimci sınıf mücadele­
sinin bu temel gerçekleri ışığında kavramak zorundayız. Parti
örgütümüzü geliştirmenin, güçlendirmenin ve pekiştirmenin
sorunlarına da, aynı şekilde devrimci sınıf mücadelesinin
ve dönemsel devrimci görevlerin gerekleri üzerinden bak­
mak durumundayız.
***
Kongreyi izleyen sistematik polis saldırısı, bunun yol­
açtığı tahribatlar ve yine bunun açığa çıkardığı zaaf ve ye­
tersizlikler, örgütsel alandaki sorun ve sorumluluklarımıza
yeni boyutlar kazandırmıştır. Parti kongresinde yapılan yolaçıcı
ve bağlayıcı değerlendirmeler ise yaşanan bu gelişmelerin
ışığında apayrı bir anlam ve önem kazanmıştır.
On yıllık bir hareket olarak örgütsel alanda büyük bir
düşünce ve deneyim birikimine· sahibiz. Kongredeki değer­
lendirmelerin zenginliğini ve yolaçıcılığını da bu birikime
borçluyuz. Kongre bütün bir partileşme sürecindeki deneyim
birikimini toparlamakla kalmamış, bir yandan partili düzeyin
gerekleri ve öte yandan ise dönemin ihtiyaçları üzerinden,
yeni dönemin örgütsel perspektiflerini ortaya koymuştur. Ör­
gütsel süreçlerimizin ve sorunlarımızın temel başlıklar üze­
rinden ilk büyük genellemesi 3. Genel Konferansı'ınııda ya­
pılmıştı. Kendi tartışma ve değerlendirmelerinde 3. Genel
Konferans'ın ortaya koyduğu örgütsel platformu hareket nok­
tası olarak ele alan Kuruluş Kongremiz, aynı zamanda bu
platformu Partimiz için de bağlayıcı bir örgütsel platform
olarak karara bağlamıştır.
Parti Kurul uş Kongremiz'in önemli bir bölümü şimdi­
den devrimci kamuoyuna sunulmuş olan örgütsel değerlen­
dirmeleri zengin, çok yönlü ve geniş kapsamlıdır. Ortaya
konulan perspektifler, tanımlanan görevler yeterince açık ve
nettir. Bunlar öyle soyut ve genel yaklaşımlar da deği ldir.
Tersine, genel yaklaşımlar hareket noktası olsa da tüm de­
ğerlendirme ve tartışmalar içinden geçmekte olduğumuz özel
dönem, toplumsal ortam ve nihayet kendi somut gerçekliği­
miz üzerinden yapılmıştır. Kongreyi izleyen saldırı döne­
minin açığa çıkardığı gerçekler, yapılan değerlendirmelerin
ve saptanan görevlerin hayati anlamını ve i şlevini çok daha
somut olarak göstermiştir.
Bu durumda bizim için tüm sorun, uygulama kararlılığı
65
ve tutarlı lığı sorunudur. Uygulamada tutarlılık ve karar! • '
..
da · elbette bir önderlik, sürekl i ve somut yönlendirme ve
denetleme, yerinde ve zamanında müdahale ile bağlantılıdır.
Merkezi ve yerel önderlikler bu konudaki sorumluluklarının
bil incinde hareket etmek durumundadırlar. Kuruluş Kong­
remiz buna i lişkin sorunları ve sorumlulukları da yeterli
açıklıkta ortaya koymuştur. Bu alandaki boşlukların ve za­
afların Kurul uş Kongresi'nin bağlayıcı iradesine rağmen
sürmesinin nelere yolaçabileceğini ise kongreyi izleyen polis
saldırıları somut olarak göstermiştir. Merkez Komitesi bu
bedeli ağı r son deneyimin derslerini de gözten bir titizlik­
le hareket etmek kararlı lığmdadır.
Örgütsel çizgimizi kararlılık ve tutarl ılıkla uygulamak
ve örgütsel görevlerimizi başarıyla gerçekleştirebiirnek için,
saflarımızda hala etkileri süren örgütsel oportünizmi, onun
içimizdeki taşıyıcısı olan küçük-burjuvaziyi mutlaka yenme­
miz, altetmemiz gerekir. Küçük-burjuvazi tek tek bireyler
şahsında değil, bizim toplam gerçekliğimizin organik bir öğe­
si olarak varl ığını sürdürmektedir. Sorunu bu çerçevede kav­
radığımız takdirde ve ölçüde, gerçektiğimizin bu olumsuz
ve geçmişe ait yanına karşı daha başarılı v e sonuç alıcı bir
mücadele yürütebiliriz.
Küçük-burjuvazi bizim siyasal geçmişimizdir, sosyal
kökenimizdir, oradan süregelen kültürümüzdür, devraldığı­
m ız mirasın etkileri kazınması gereken olumsuz yanıdır. Bu
bir eği limdir, bir alışkanlıklar toplamıdır, bir anlayış ve zih­
n iyettir. B unun m utlaka yeni l mesi, yenilgiye uğratılması
gerekir. Tek tek her kadro şahsında ve bir bütün olarak örgüt
çapında.
Örgütsel çizgimizi tutarl ılıkla uygulamanın önündeki te­
mel engel olan örgütsel oportünizme karşı mücadeleyi bu
genel çerçeve ve bu temel noktalar üzerinden kavramak du­
rumundayız. Bizim için örgütsel inşa süreci, örgütsel opor66
tünizme karşı s istemat i k bir mücadele süreci de olmak
zorunda. Başarılı bir örgütsel gelişmenin temel bir önkoşuludur
bu. Şunu da ekieyeJim ki, içimizdeki düşman sayılması ge­
reken küçük-burj uvaziyi, onun temsil ettiği örgütsel opor­
tünizmi, devrimci iç örgütsel yaşamı oturtarak, etkili ve sis­
tematik bir politik çalışmayı süreklileştirerek, bu çaba içe­
risinde işçi sımıfı ve emekçilerle birleşip kaynaşarak, onla­
rın en iyi öğeleriyle parti örgütlerini sürekli besleyerek ye­
nip altedebil iriz.
Kuruluş Kongresi'nin bütün bir örgütsel birikimi , buna
tüzük tartışmaları ve örgütsel g üvenl ik sorunları üzerine
tartışmalar da dahildir, yakında kitaplaştırılacaktır . Bu ki­
tap*, 3. Genel Konferans'ın Kongre tarafından bağlayıcı bir
p latform olarak onaylanan metinleri ve Partileşme Süreci­
l ve Partileşme Süreci-2 başlıklı kitaplarımızia birlikte, tüm
parti birimlerinde yeniden incelenmek d urumundadır. Ö r­
gütsel birikimimizi döne döne incelemek ve özümsemek. tüm
parti kadrolarımız ve organlarımı z için ihmal edilemez bir
sorumluluktur.
(Ekim , sayı: 204 , Mayts 1 999, başyazt)
* TKİP Kuruluş Kongresi ' nin sözü edilen edilen örgütsel materyali 3 ayrı kitap halinde yaytnlandt :
- Parti Tüzüğü Üzerine
- Örgütsel Sorunlar
- Örgütsel Güvenlik Sorunlan
67
Kürt hareketinde son gelismeler
Ayrişma ve yeniden saflaşma
zorunluluğu
Abdullah Öcalan 'ın İmralı duruşmalarında ortaya koyduğu
reformist tes l i mi yet platform u n u n ayrı n t ı l arına burada
g i rmeyeceğiz. Bu parti basın ı m ı zd a halihazırda zaten
yapıl m akta, geli şmeler ayr ı n tı l arıyla ele a l ı nmakta ve
tartışılmaktadır. Bu nedenle biz burada kendimizi , Kürt
hareketini Öcalan çizgisi şahsında bu noktaya getiren sürecin
mantığım, ortaya çıkan yeni durumun anlamını ve başlamakla
olan yeni dönemin niteliğini temel noktalar üzerinden ortaya
koymakla sınırlayacağız.
Ö calan'an yeni platformu Kürt
burjuvazisinin platformudur
Öncelikle ve daha en baştan şunu belirtelim; İ mralı du­
ruşmalarında yaşanan gelişmeye salt Abdullah ÖCalan 'ın kişisel
68
tercihi olarak bakılamaz, bu sorunu fazlasıyla basitleştirmek
olur. Abdullah Öcalan herhangi bir kişi değil , kendi şahsında
bel l i bir sınıfın iradesini ve tercihini ortaya koyacak ko­
numda bir parti l ideri ve Kürt hareketinde çok önemli yeri
olan bir politik şahsiyettir. Onun "demokratik çözüm" plat­
formu üzerinden yansıyan, son tahl ilde Kürt burjuvazisinin
iradesi ve tercihidir. Abdullah Öcalan ' ın bir dizi teorik ve
tarihsel açılım üzerinden ortaya koyduğu "demokratik çözüm"
platformu, Kürt burjuvazisinin Kürt sorunu konusundaki ko­
numuna, tutumuna ve çıkarlarına uygun düşen bir çözüm
platformudur.
Kürt burju vazisi Türk burjuvazisi ile güçlü ve kopmaz
iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel bağlara sahiptir. Buna
rağmen Kürt alt sını fiarına dayalı bir ul usal uyanışın PKK
önderliğindeki mücadele ile toplum gündemine oturması,
zamanla bu sınıfı Kürt sorununda belli bir hassasiyete ve
bu çerçevede politik bir tutuma itti. Bu hassasiyetİn ve politik
tutumun şekillendiği dönem, aynı zamanda PKK 'nın yaşanan
tıkanma ve açmazlar karşısında "siyasal çözüm" arayışına
girdiği ve bu çerçevede genel olarak Kürt mülk sahibi sınttlan
ile de birleşmeye çalıştığı dönemdir. Bu çakışma, Kürt bur­
juvazisinin kendini PKK önderliğindeki u lusal hareket bün­
yesinde ifade etmesini de kolaylaştırmış old u.
K ürt burj uvazisinin Kürt u l usal sorununa i l işkin bu
hassasiyeti, Kürt dilinin ve kültürel kimliğinin kabu l ü v e
tanınması sınırlarının ötesinde değildi ve süreç boyunca da
hep öyle kaldı. B u çerçevede Kürt burjuvazisi kurulu dü­
zen temel leri üzerinde ve emperyalist sistem içerisinde bir
çözümden yana oldu. Bu onun sınıfsal konumunun en doğal
gereği idi. Doğası gereği bu sınıfı n mevcut iktisadi-toplumsal
düzene olduğu kadar emperyalizme bağımlıl ığa da en ufak
bir itirazı yoktu .
B ugün Abdu llah Öcalan, "demokratik çözüm" platfor69
mu adı altında, Kürt sorununu tam da dil ve kültürel kimliğin
tanını p tanınmaması sınırları içerisinde ortaya koyuyor. Bu
tutumla uyumlu olarak, mevcut iktisad i-toplumsal sisteme,
bu sistem üzerinde yükselen sınıf egemenliğine ve bu ege­
menliğin dayandığı emperyalizme karşı da herhangi bir açık
itiraz ortaya koymuyor. Dahası , ortaya koyduğu yeni plat­
forma dayalı bir çözümün, Türkiye'nin bugünkü iktisadi­
toplumsal düzenini düze çıkaracağını, T�rk burjuvazisini
kendini çevreleyen bölgelerde l ider hal ine getireceğini,
"Türklerle Kürtler'in birliği"ni sağlamış bir Türkiye'nin öteki
parçalardaki Kürtler'in hamiliği rolünü de haklı olarak üst­
lenebileceğini söylüyor. B u arada döne döne, I 6. yüzyılda
Kürt feodallerinin Osmanlı feodal sınıfıyla girdiği türden
bir ilişkiyi, kendi "demokratik çözüm"ünün işlevine ve ya­
rarlarına bir tarihsel referans olarak gösterebiliyor. Bu, bu­
günün modern koşullarında, doğası gereği ancak Kürt bur­
juvazisi ile Türk burjuvazisi arasındaki ilişkilere dönük bir
referans anlamı taşıyabilir. Hiç kuşku yok ki, bu çözüm ve
bu hedef, bugünkü koşullarda, ancak Kürt burjuvazisi için
ideal bir çözüm ve ideal bir hedef olabilir.
Sonuç olarak Abdullah Öcalan, tümüyle bu sınıfın top­
lumsal konumuna, sınıf çıkarlarına ve eğilimlerine uygun
düşen bir politik platform ortaya koymuştur. Komünistler
bu platformu bir t� slimiyet platformu olarak nitelerken, ya­
şanan duruma PKK ' nın dün kU. devrimci konumu ve iddiası
üzerinden bir tanım getirmiş oluyorlar. Teslimiyet, dünkü
devrimci hedef ve idealler tümden bir yana itilerek, em­
peryalist sisteme ve Türkiye 'nin kapitalist düzenine dayalı
bir çözüme geçmekte ifadesini bulmaktadır. "Saf değiştirme"
dediğimiz tutum da ifadesini burada bulmaktadır. Yo!;,sa so­
runa Kürt burjuvazisinin konumu ve çıkarları üzerinden
bakıldığında, sözkonusu olan elbette bir teslimiyet değil, fakat
kendi çapında "uzlaşma"ya dayalı bir ı;:özüm platformudur.
70
Burjuvazi adına yapilan tercihin karş1smda emekçiler
adma da bir tercih yapmanm tam zamaDidir
Abdullah Öcalan tarihi nitelikte bir dönemeçte kesin bir
tercih yapmış, safını yeniden tanımlamıştır. Şimdi tercih sırası,
Kürt devrimcileri ve sosyalistleri ile devrimci ulusal kur­
tuluşla kendi sosyal kurtuluşlarının da bir ilk safhasını gören
Kürt emekçilerindediL Ş imdi Kürt ulusunun çıkarları bir­
birine taban tabana zıt sosyal sınıflardan oluştuğunu gör­
menin, bel l i bir çözüm tarzının kaçınılmaz olarak belli bir
sınıfın damgasını taşıyacağını hatıriamanın ve mevcut "de­
mokratik çözüm" platformunun bu açıdan hangi sınıfın top­
lumsal konumuna, sınıfsal çıkar ve tercihlerine uygun düştü­
ğünü doğru saptamanın tam zamanıdır.
Gelişme sürecinin yıllar öncesinden ortaya çıkardığı tıka­
nıklık ve çözümsüzlük, "siyasal çözüm" arayışıyla dışavu­
rulmuştu. PKK bir yandan devrimci iddiasını korumaya ça­
l ışarak, öte yandan ise sistem ve düzenle uzlaşma araya­
rak, ara bir çözüm yolu bulmaya çalışıyordu. S üreç böyle
bir ara çözüm yolunun mevcut olmadığını gösterdi.
Abdul l ah Öcalan'ın "demokratik çözüm" platformu da
bunun bir bakıma açık yürekli bir itirafı oldu. Öcalan, yılların
çözümsüzlüğünü, mevcut uluslararası sistem ile Türkiye'nin
kurulu düzenini kabul ederek, bu temel üzerinde Türk bur­
juvazisiyle anlaşmayı ve bütünleşmeyi kolaylaştıracak teo­
rik ve tarihsel açı lımlar yaparak aşma yolunu tutmuş bu­
l unuyor.
Kürt hareketinin devrime ve sosyalizme gönül veren ve
bu konumunu halen de koruyan kesimleri ise, bunun tam
tersi bir açı lım yapmak sorumluluğu ile yüzyüzedirler. B u
i s e , emperyalist sistemi aşmayı v e Türkiye ' nin kurulu top­
lumsal düzenini yıkmayı hedefleyen, bu çerçevede tüm mil­
l iyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle ortak bir
71
devrimci mücadele hattında bütünleşmeyi sağlayacak olan
teorik ve tarihsel açılımlar yapmak sorumluluğu demektir.
Öcalan önderliğindeki PKK y ıllar öncesinde karşı karşıya
kaldığı "yol ayrımı"nda bunu yapmadığı içindir ki, süreç
içinde buraya, bugünkü geri noktaya gelindi. Bunu yapma­
yanlar, sonuçta kaçınılmaz ol arak bunun tam tersini yapa­
caklardı ve öyle de yaptılar. Biz bunu olayların bugünkü
açıklığı üzerinden değil, yıllar öncesinden, tam da bu "yol
ayrımı"nın başında söyledik.
Yükselişten düşüşe hareketin
ana gelişme evreleri
Devrimci temeller üzerinde gel işen bir hareketi bugün­
kü noktaya getiren ve kendi bünyesinde temel önemde ta­
rihsel tercihlerle yüzyüze bı rakan sürecin çok yönlü bir
değerlendirmesine burada girmemiz gerekmiyor. Başından
itibaren ulusal soruna, bu çerçevede Kürt hareketinin ge­
l işme seyrine ve sorunlarına yakın ilgi gösteren, hareketin
ana gelişme evrelerini gelişme sürecine paralel olarak adım
adım çözümleyen Partimiz'in konuy a ilişkin değerlendirme
ve tahl illeri bu bakımdan yeterli bir açıklığı da zaten sun­
maktadır. (Bu vesileyle, başta kendi parti kadrolarımız ve
sempatizanlarımız olmak ü zere, tüm devrimcileri ve devrimci
Kürt y urtseverl eri n i Parti m iz'in önemli bir bölümü
ki taplaştırılmış bulunan bu birikimini bugünkü gelişmele­
rin ışığında yeniden incelemeye çağırıyoruz). Varılan son
noktanın ışığında elbette ki sürece birçok yönüyle yeniden
bakmak gereklidir, fakat bunun yeri burası değildir. Biz burada
bazı temel noktaları ve kritik önemde dönemeçleri, Partimiz'in
bugüne kadarki değerlendirmelerinden de yararlanarak, ha­
tırlatmakla yetineceğiz.
PKK önderliğindeki ulusal hareketin en temel açmazla72
rıodan biri, Kürt sorununu çözecek topl umsal kuv vetleri
Kürdistan coğrafyası ölçeğinde ele alması ve sorunu salt ulusal
istemiere indirgemesiydi. Bu iki . yapısal zaaf birarada, bir
yandan ulusal hareketi, sorunu gerçekten çözebilecek temel
toplumsal güçlerin desteğinden yoksun bırakırken. öte yan­
dan sorun salt ulusal istemiere indirgendiği ölçüde onu kendi
burjuvazisiyle birleşmeye götürüyordu. Hareketi Türkiye işçi
ve emekçilerinden uzaklaştıran ve kendi burju vazisine yakın­
laştıran bu çizgi , tıkanıklığa ve çözümsüzlüğe yol açacak,
sonuçta kaçınılmaz olarak emperyal izmle ve Türk burjuva­
zisiyle de uzlaşma arayışlarına varacaktı. Kürt sorunu ken­
dini Türkiye toplumunun bütününde göstere ,ı ı · • sorundu ve
çözümünü de bu bütündeki sınıfsal güçler mevzilenmesi ve
çatışması içerisinde bulabilirdi.
Kürt hareketinin gelişim sürecinde henüz hiçbir önemli
problemin görünmed iği bir aşamada toplanan EKİ M 1 . Genel
Konferansı'nın (Mart ' 9 1 ) konuya i lişkin tarihsel ve pro­
gramatik değerlendirmesinde, bu temel gerçekleri ve bunun
Kürt hareketini yakın gelecekte karşı karşıya bırakacağı temel
açmazları bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Örneğin bu
değerlendirmelerde, Kürt hareketinin o güne kadarki başarılı
gelişmesinin vardığı nokta, hareketin kendi sınırları içerisinde­
ki yetersizliğinin açığa çıkmasının da başlangıç noktası olarak
tanımlanmaktadır. Kürt sorununun çözümünü Türkiye dev­
riminin genel sorunlarına bağlayan güçlü objektif zemini çö­
zümleyen sözkonusu değerlendirme, bizzat Kürt hareketi­
nin o günkü gel işme düzeyinin de bu bağı ortaya koyan
açık veriler sunduğuna işaret etmektedir:
"Kürt devrimci ulusal hareketinin bugün için kendi mec­
rasında gelişiyor olması, Türkiye ' nin ve Kürdistan ' m dev­
rimci dinamiklerini ve spreçlerini birbirine ba,�layan temel
etkenleri geçersiz kılmadı,� ı gibi, tersine, aradaki bağı açı,�a
çıkaran önemli bazı sonuçlar sergilemektedir. "
73
Bu verileri sıralayan değerlendirme, daha ileride şöyle
devam etmektedir:
"Kendi mecrasında gelişen devrimci ulusal hareket, kendi
özgücüyle bugün sorun_u çözüm gündemine sokmuş bulunuyor.
Ama çözüm gündemine girmek ile çözüme kavuşmak arasında
her zaman önemli bir mesafe vardır. Onlarca yıldır ken­
disini çözüm gündemine sakmuş bulunan, fakat hala çözü­
lemediği gibi, bugün trajik bir biçimde emperyalist politi­
kaların etki alanı haline gelen Güney Kürdistan' daki hare­
ketin deneyimi de bu gerçeği ortaya koymaktadır. Türkiye
Kürdistanı' nda sorunun kendi öz devrimci birikimi ile çözüm
gündemine girmiş olması, onun kendi sınırları içinde bi�'
çözümünün son derece güç olduğunu, asıl çözümün sömürgeci
Türk burjuvazisini bir sınıf olarak tasfiyeden geçtiğini gitgide
daha açık gösterecektir. " (Kürt Ulusal Sorunu/1 , Eksen Ya­
yıncılık, s.62, 64-65)
Aynı değerlendirmede, yukardaki bakışın bir uzantısı
olarak, Kürt hareketinin geleceğinin Türkiye 'nin batısında
devrimci bir işçi ve emekçi hareketinin gelişip gelişmemesine
sıkı sıkıya bağlı bulunduğu; "Eğer işçi hareketi güçlene­
mezse, politik bir mecraya giremezse, devrimci ulusal ha­
rekete dofaylı ve dolaysız yeterli desteği sunamazsa, böyle
bir durumda, devrimci ulusal hareketin ihtiyaç duyduğu kuvvet­
leri kendi mülk sahibi sınıftarla uzlaşarak yaratmak eğilimi"
göstereceği, bunun ise onu olumsuz bir akıbetle yüzyüze
bırakacağı dile getiriliyor. (s. 7 I )
EK İ M 1 . Genel Konferansı'nın bu değerlendirmeleııinden
bir yıl sonra komünistler "Kürt Hareketi Yol Ayrımında"
başl ıklı bir değerlendirme kaleme aldılar (Nisan ' 92 ) . Er­
ken tarihli bu değerlendirmede sonraki gelişmeler tarafından
doğrulanan bir dizi kritik gözlemin yanısıra, hareketin ulaştığı
kritik yol ayrımı da tüm açıklığıyla tespit ediliyoıı. Hare­
ketin "kendi olanaklarıyla ulaşmış bulunduğu mevcut dü-
zeyi aşmakta bugün artık zorlanır hale geldiği" ni; bu
zor­
lanma karşısında "gitgide daha çok sözü edilmeye başlanan
'siyasal çözüm"' arayışının, " Kürt sorununun kendi smırları
içinde çözümünün son derece güç olduğunun (da) bir iti­
rafı " olduğunu; bu arayışın "Kürdistan' daki devrimci bi­
rikim için çok önemli ve tehlikeli bir riski" ifade ettiğini
belirten bu değerlendirme, bunun bir çizgi haline gelmesi­
nin "Kürt sorunu ile Türkiye devriminin kaderini birbirin­
den koparmak anlamına geleceği " ni vurguluyor ve gelip
dayanılan yol ayrımını bütün açıklığıyla tespit ediyor:
"Bugüne kadar devrimci bir temel üzerinde gelişen Kürt
ulusal hareketinin bugün artık önemli bir dönüm noktasına
geldiğinin ciddi belirtileri vardır. B u , hareketin ulaştığı
bugünkü gelişme aşamasında objektif bir durum olarak
çıkmaktadır ortaya. Bu yol ayrımında, ya kaderini Türki­
ye devriminin kaderiyle daha sıkı perçin/eyerek köklü ve
kalıcı bir çözüm için devrimci bir mecrada derinleşmek, ya
da 'siyasal çözüm' adı altında düzen içi kısmi bir çözüm­
le reformcu bir mecraya girmek alternatifleri vardır. " (aynı
kitap, s. l 37- 1 3 8)
Bu değerlendirmeden bir yıl sonra, ' 93 Mart 'ında ise,
bilindiği gibi ilk ateşkes gündeme geldi ve buna PKK-PSK
Protokolü eşlik etti. Bu gelişmeyi değerlendiren komünist­
ler, yukanya aktardığımız "yol ayrımı"na işaret ederek, bunun
ışığında yeni gelişmeyi şöyle değerlendirdiler: "(Gelişme­
ler) Kürt ulusal devrimci hareketinin ikinci yola doğru dümen
kırdı<�ını, 'siyasal çözüm' arayışı adı altında köklü bir devrimci
çözümden kısmi ve iğreti bir anayasal çözüme doğru yön
değiştirdiğini göstermektedir . . . . Olayların tüm mantığı
gözetildiğinde ve son gelişmeler içinde yer alan , etkin rol
oynayan tarafiara ve gelişmelerin perde arkasına bakıldığında,
ortada basit bir taktik manevra değil, fakat stratejik önemde
bir yön değişimi olduğu açıkça görülmektedir. " (s. 1 70)
75
Öcalan 'ın "demokratik çözüm" platformu çerçevesinde
verdiği bi l gi l er ve yapuğı değerlendirmeler, '93 Ateşkesi 'nin
anlamını çözümleyen bu tespitleri olduğu gibi doğrulamakta­
d ır. Öcalan bugün, '93 Mart ' ında sözkonusu olanın taktik
bir manevra değil yeni bir stratejik yönelim olduğunu açıklık­
l a ortaya koymaktadır.
Bu değerlendirmeden öneml i bir gözlem daha aktarmak
istiyoruz. Bu gözlem, Kürt hareketi "siyasal çözüm" adı altında
reformcu bir anayasal çözüme yöneldiği halde, bu sürecin
bugüne kadar neden süründüğüne açıklık getirmektedir:
"Bununla birlikte, olayiann artık tümüyle yeni bir mec­
rada basit bir seyir, düz bir çizgi izleyeceği samlmamalldır.
Kürt sorunu karmaşık bir yapıya sahiptir; içte ve uluslararası
planda birbirini çe/en, birbiriyle çatışan sayısız çıkara ve
etkene bağlıdır.
" 70 yıllık inkarcı politikanın yükünü omuzlarında taşıyan
ve Kürt hareketine karşı geleneksel olarak ezme ve sindirme
politikası izleyen Türk burjuvazisinin, kurulu toplumsal ve
siyasal düzenin temellerine dokunmayan iğreti bir anaya­
sal çözüme bile öyle kolay yanaşahi/eceği de sanılmamalıdır. "
(s. 1 77)
Aynı. vesileyle PKK-PSK Protokolü üzerine yapılan de­
ğerlendirmede; PKK önderl iğindeki ulusal hareketin, bu adım­
la birlikte, kendi burjuvazisi ile uzlaşmayı bir çizgi haline
getirdiği, böyle bir durumda ise, "sorunun çözümünde dev­
rimci alandan anayasal alana kayma(nın) kaçınılmaz" olduğu
vurgulanmakta, "zira kendi bwjuvazisi ile uzlaşma, bu uz­
laşma üzerinden emperyalistler/e ve sömürgeciler/e uzlaşmayı
denilmektedir (s. 1 8 1 ). Daha ilerde ise şöyle devam
edilmektedir: PKK-PSK Protokolü "Kürt sorununun bir dev­
getirecektir"
rim sorunu olarak ele alınmasından artık vazgeçi/diğinin i/a­
nıdır. Çözüm, kurulu düzen tabam üzerinde siyasal ve ana­
yasal düzenlemeler düzeyine indirgenmiştir. "
76
(s. l 82)
Aynı günlerde yapılan bir başka değerlendirmede, yine
bugünkü gelişmeler ışığında açıkça doğrulanan ve öz.el bir
anlam kazanan şu pasajlara yer verilmektedir:
"PKK' nin bugünkü gücü ve gelişmeler içindeki tartişmasız
yeri, kendi başına bir güvence o/uşturmaz. Güvence, devrimci
perspektif ve politikadır. Kürt mülk sahibi stmflan ve em­
peryalizmle bunlar üzerinden kurulan ilişkiler, bu perspektif
ve politikalarda stratejik bir yön değişiminin ifadesidir. Türk
bwjuvazisi ile uzlaşma bu çerçevede sadece bir sonuçtur.
DolaylSiyla bu uzlaşmanın bugün gerçekleşip gerçekleşme­
mesi, son gelişmelerin anlamım hiçbir biçimde değiştirmez.
"Son gelişmelerle birlikte yoğunluk kazanan siyasal çözüm
mü askeri çözüm mü tartışması, çarpıtiimış bir ikilemin ifa­
desidir. Gerçek iki/em, devrimci çözüm mü reformcu (ana­
yasal) çözüm mü? şeklindedir. Bunlamı ikisi de 'siyasal çö­
züm' lerdir. Fakat ilki Kürt emekçi sınıflannın çıkarlarının
bir ifadesi olarak sistem dışı bir çözümü, ikincisi Kürt bur­
juvazisinin çıkarianna denk düşen sistem içi bir çözümü
karakterize eder. Birinci çözüm ezilen ulus emekçilerinin ezen
ulus işçi ve emekçileriyle kader birl(�ini, ikinci çözüm (ise)
ezilen ulus emekçilerinin kendi burjuvazisinin kuyruğuna
takı/masını getirir. Emperyalizm ve sömürgeci burjuvazi ile
uzlaşma bu sonuncusunu kendiliğinden izler. " (s. l 88- I 89)
Partimiz'in konuya ilişkin geçmiş değerlendirmelerini, '93
Mart'ındaki gelişmeler Uzerine '93 Nisan'ında kaleme alınmış
bu pasajlarla noktalıyoruz. Sonraki döneme ait (özellikle de
'95 Mart 'ında toplanan EKİM 3. Genel Konferansı ' nda ya­
pılan) temel önemdeki değerlendirmelere girmiyoruz. Zira
sonraki süreç, kritik yol ayrımında yapılan bu değerledirme­
leri doğrular şekilde seyretmiş ve gelip İmralı duruşmalannda
ortaya konul an teslimiyet platformuna varmıştır. Geçmeden
belirtelim ki, '97 yazında verilen ve Ulusal Sorun ve Dev­
rim başlığı altında kitaplaştırılan (H. Fırat, Eksen Yayıncılık)
77
ulusal sorun konulu konferansta o güne kadarki süreci n
marksist açıdan kapsamlı bir değerlendirmesi yapılmakta ve
bu sürecin bilançosu çıkarılmaktadır. Son gelişmeler ışığında
bugün bu k itap apayrı bir önem ve anlam kazanmıştır. Zira
'bu kitapta yalnızca "yol ayrımı"nda girilen reformİst yo­
lun kapsamlı bir eleştirisi ile yetinilmemekte, öteki yolun,
devrimci çözüm yolunun anlamı, gerekleri ve imkanları da
ayrıntıl ı olarak çözümlenip ortaya konulmaktadır.
Ayrışma ve yeniden saflaşma
nesnel bir zorunluluktur
Her gerçek devrimci ulusal özgürlük mücadelesinin şaş­
maz biçimde baş hedefi olması gereken emperyalizmi bir
çözüm etkeni olarak gören çizgi, Kenya komplosu ile bir­
likte trajik bir hüsranla noktalandı . Bu olay yanlış çizgi­
den dönmek için gerçek bir dönüm noktası işlevi görebi­
l irdi. B u ise ancak son 6-7 y ıldır izlenen "siyasal çözüm"
çizgisinin kapsamlı bir sorgulamaya tabi tutmak ve Kürt bur­
juvazisinden kopmayı göze almakl a olanaklıydı. Komünistler
Kenya komplosunun hemen ertesi günü kaleme alınan değer­
lendirmalerinde Kürt hareketinin "bu bedeli ağır dersten ge­
rekli sonuçları bir an önce çıkarmaya" çağırarak şunları söy­
lemişlerd i :
"Kürt hareketi bugün yeniden bir yol ayrımındadır. Ya
yaşanan sürecin artık çıplak gözle görülebilir hale gelen ders­
lerini gözeterek ve bir çıkmaz yol .olan reformcu çözüm ara­
yışlarını terkederek yeniden devrime yönelecek; bunun ge­
rektird(�i stratejik-politik açılımları yaparak çözümü Türk ve
Kürt işçi ve emekçilerinin birleşik devrimci mücadelesinde
arayacaktır. Ya da daha geri bir mevziye çekilerek yine 'siya­
sal çözüm' peşinde koşacak, daha açıkçası, emperyalist komp­
lolarla hedeflenen amaçlardan biri olan teslimiyet çizgisine
78
doğru yeni adrmlar atacaktrr.
" Yol ayrımındaki taban tabana zıt bu iki ayrı yol. aynı
zamanda, yıllardır 'siyasal çözüm' çizgisinde uz/aşan ve birlikte
hareket eden Kürt emekçi sınıfları ile Kürt mülk sahibi sınıflar
arasındaki muhtemel bir kopuşmanın eksenlerine de işaret
etmektedir. Yeniden devrime yönetmeye niyet/enen/er bu ko­
nuda gerçekçi olmalı, böyle bir ayrışmayı da göze almalıdır/ar.
Bu uzun vadede hareketi zayıflatmayacak, tersine, ona sağlıklr
ve soluklu bir gelişme zemini kazandıracaktır. Emperyaliz­
me ilişkin dayanaksız hayallerden ve bunları sürekli üreten
bir toplumsal doku olan kendi bwjuvazisinden kopmayı göze
alanlar, bunun gerektirdiği stratejik politikalara yönelenler,
böylece gerçek toplumsal müttefikleriyle buluşma zemini ve
olanağına da kavuşmuş olacaklardır."
PKK böyle bir devrimci yönelimi göstermekten çok uzak­
laştığını, komployu izleyen dönemdeki çizgisi ile göstermiş
oldu. Fakat bunu yapmayanlar yukarda tanımlanan tam ak­
si yönde ("teslimiyet çizgisine doğru"!) mesafe almak zorunda
kalacaklardı. Abdullah Öcalan İmralı duruşmalarında orta­
ya koyduğu "demokratik çözüm" platformuyla bu adımı güçlü
bir biçimde attı.
Yıllardır sözü edilen "Türkiyelileşmek", gerçek anlamını,
ya Türk burjuvazisiyle kurulu düzen temeli üzerinde bütün­
leşmeye, ya da Türkiye işçi s ınıfı ve emekçileriyle ortak
devrimci mücadele saflarında birleşip bütünleşmeye götü­
recek stratejik açıl ımlar yapmakta bulacaktı. Abdullah Öca­
lan birinci yoldan giderek "Türkiyelileşme" yolunu seçti .
Bu açık ve net bir sınıfsal -siyasal tercihtir. Kürt hareketi­
nin devrimci ve sosyalist olmak iddiasındaki kesimleri de
kendi sınıfsal-siyasal tercihlerini aynı açıklık ve netlikte yap­
mak tarihi devrimci sorumluluğu ile yüzyüzedirler. Bura­
da ara bir çözüm yoktur. Ara çözümde ısrar, Abdullah Öca­
lan şahsında görüldüğü gibi, sorunun çözümünü Türk bur79
aramaya götürür. Oysa Türkiye
i şçi sınıfı ve emekçileriyle birleşme doğrultusunda köklü
juvaz i s i ile bütünleşmede
bir d ev r imci açılım, Türkiye ve Kürdistan devriminin önüne
yepyeni olanaklar açacaktır.
(Ekim, sayı : 205, Haziran 1 999, başyazı)
80
Yeni eylem dalgasi
Emperyalizm ve bir avuç tekelci asalak adına Türkiye 'yi
yönetenlerin işi bu kez zor görünüyor. İşçi sınıfı ve emekçi­
lerin son İMF görüşmelerinin hemen ardından gündeme ge­
len eylem dalgası gitgide büyüyor. Günlerdir Türkiye 'nin
dört bir yanında işçiler ve emekçiler hareket halinde. Tabanda
gitti kçe büyüyen bir öfke, kendini yaygınlaşan yerel yürü­
yüş ve gösterilerde somut olarak gösteren güçlü bir eylem
isteği var. Gündemde 24 Temmuz 'da Ankara 'da yapılacak
büyük gösteri, ve onun sonrasında ise, eğer bir ihanetle hare­
ket boşa çıkarılmazsa, geriye düğ"ümü çözmek için başvu­
rulması zorunlu tek yol olarak kal an genel grev-genel di­
reniş var.
Mevcut hareket gerek kapsam, gerek d inamizm ve ge­
rekse kararlılık bakımından, I 2 Eylül sonrasının en güçlü
81
eylem dalgasını oluşturmaktadır. Bunun birkaç temel önemde
nedeni v ar.
Bunlardan ilki, gündeme getirilen saldırı ve yıkım progra­
m ı nın yakın geçmiştekilerle karşılaştırılamayacak bir kap­
samda ve acımasızl ıkta olmasıdır. Zira yeni İMF reçetesi
yalnızca krizin biriktirdiği faturayı zamlar, düşük ücretler
ve tensikatlar biçiminde bir kez daha işçi sınıfına ve emekçi­
lere ödettirmek istemekle kalmıyor, daha da önemli olarak,
SSK'nın tasfiyesi ve "mezarda emeklilik" yoluyla, işçi sınıfı­
nın ve tüm çalışanların kazanılmış temel haklarını ortadan
kaldırmayı da hedefliyor. 1 2 Eylü l ' le b irlikte gaspedilmiş
haklarını henüz geri alamamış işçilerin ve emekçilerin, bu
yetmiyormuş gibi yen i temel hak kayıplarına kolayca boyun
eğmesi elbette beklenemezdi. Saldırının bu niteliği, emekçilerin
öfkesinin gücünü ve onların mücadele kararlıl ığını açıklayan
temel bir etken durumunda.
İkinci olarak, yeni saldırı temel haklar konusunda yalnız­
ca işçi sınıfını değil , işsizi, memuru, küçük esnafı, köylüyü,
kısaca tüm çal ışan ve emeğiyle geçinenleri birarada hedef
al ıyor. Gündeme getirilen saldırı karşıs ında yalnızca işçi­
lerin ve memurların değil, tüm çalışan kesimlerin duyarlılığı­
nın ve ·birleşik eylem pratiğinin gerisinde bu var. Çalışanların
şu veya bu ölçüde biraraya gel ip örgütlendikleri tüm sen­
dika ve kurumların bu saldırı karşısında kolayca biraraya
gelmeleri ve bir "Emek Platformu" kurmak zorunda kalma­
l arının gerisinde de bu var.
Üçüncü olarak, bu son saldırının genel kapsamı ve bazı
temel unsurları , işçi ve emekçilerin çıkarlarıyla ülkenin ger­
çek çıkarlarının bir bütün olduğunu çıplak gözle görülebi­
lir hale getirmiştir ve bu harekete apayrı bir moral ve politik
güç kazandırmıştır. Türkiye 'nin ekonomisinin ve maliyesi­
nin doğrudan İMF memurlarının direktifine tabi olmasının
ve özelleştirme tatanının ardından, şimdi gündemde bir de
82
"uluslararası tahkim" var. İşçiler bunu açıkça "vatana iha­
net" say makta , bununla. yeni bir kapitülasyonlar devrinin
başladığını söylemektedirler.
İşçi s ınıfı ve emekçiler, kapitalist küreselleşme adına
uluslararası tekellerin etkinliklerini iç hukuk denetimi dışına
çıkarmak isteyen uşakça düzenlemeler karşısına, emekçi yurt­
severliği ile çıkmaktadı rlar.
Ve son olarak, bu eylem dalgası, son birkaç yılın içten
içe biriken öfkesinin bir patlama olarak açığa çıkmasının
ifadesidir. Susurluk 'tan bu yana neredeyse son iki buçuk
yıldır, arada 4 Mart'ta kamu çalışanlarının ve ' 98 Eylül'ün­
de metal işçi lerinin yaşadığı türden bazı çıkış ları saymaz­
sak, işçi ve emekçi hareketi belirgin bir durgunluk ve ge­
rileme içindeydi. Oysa bu aynı dönemde sermayenin saidıniarı
kesintisiz olarak sürdü. Bunun biriktirdiği hoşnutsuzluk bir
yerde kendini dışavuracaktı. İMF'nin sınıfın ve emekçile­
rin temel kazanımlarını da hedef alan son saldırı programı,
bu hoşnutsuzluğu açığa çıkarınakla kalmadı, onu gerçek bir
öfke patlaması düzeyine de çıkardı.
Bu son saldırının kapsamı, Türkiye kapitalizminin yapısaJ
zayıflıklarını, onun ne denli çürük ekonomik temeller üzerine
oturduğunu da bir kez daha açığa çıkarmıştır. B u, bir borç
ve ranı ekonomisidir. Kendi işçi sınıfı ve emekçilerini son
20 yıldır aşırı bir yoksulluk sınırında, en ağır koşullarda
çalıştırıp sömüren bu ekonomi, buna rağmen belini doğrul­
tamamakta, tersine gitgide daha çok batağa saplanmakta­
dır. B atağa sapiandıkça da, işçi sınıfı ve emekçilere daha
da ağırlaştırılmış çalışma ve sömürü koşu llarını dayatmak,
onların zaten son derece güdük ve sınırlı olan kazanımlarını
tümden ortadan kaldırmak yoluna gitmektedir. B u , çarkların
dönmesi için tek çıkış yolu ol arak görülmektedir. İç ve dış
borç batağında kıvranan, vergi gelirlerinin tümünü, bütçe­
sinin neredeyse üçte ikisini borç faizlerinin ödemesinde
83
kullanan Türk iye 'nin kapitalist ekonomisi, kendi emekçisine
en geri koşullardaki bir sigorta ve emeklilik hakkını bile
çok görebilmektedir.
Borcu yeni borçlarla ödeyen bu batak ekonominin yö­
neticileri, bu yeni borçları "yeşil ışık" yakılsın diye ulus­
lararası tekellerin İMF eliyle dayattığı koşullara kölece boyun
eğmektedirler. Komşu halkiara ve kardeş bir halkın özgürlük
mücadelesine karşı mi11iyetçilik adı altında en azgın bir şo­
venizmi bayrak edinenler, ülke kaynaklarının emperyal ist­
lere peşkeş çekilmesine gelince işbirl ikçi-uşak kiml iklerini
açığa vurmaktadırlar.
İşçi sınıfı ve emekçilerin son eylem dalgası, işte bu sözde
milliyetçi , gerçekte ise işbirlikçi ve uşak takımının maskesini
de düşürmüştür. Türkiye'nin dört bir tarafında hareket halinde
bul unan emekçiler, "uluslararası tahkim vatana ihanettir"
diyerek bunların hain ve işbirlikçi kimliklerini tescil etmek­
tedirler. Eylem dalgası sosyal ayrımları, sınıfsal kutuplaş­
mayı ve buna dair istemleri toplum düzeyinde önplana çıka­
rarak, son 7-8 ayın şovenist histeri atmosferine de büyük
bir darbe v urmuştur. Düşününüz ki bugün hükümeti oluşturan
İMF uşağı işbirlikçi takımı daha 2-3 ay öncesinden bu şove­
n ist datgaya binerek seçim başarıları elde etmi şlerdi. Sınıf
mücadelesinin şovenizmin gerçek panzehiri olduğu, işçi sınıfı
ve emekçiler arasındaki yapay ayrım ve bölünmeleri geri
plana ittiği , onları sermaye karşı ortak çıkarlar ve i stem­
ler temelinde birleştirdiği, bu son eylem süreciyle bir kez
daha görülmüştür. Sözün burasında belirtelim ki, Kürt ha­
reketinin devrimci ve sosyalist öğeleri, hareketin yıllardır
içine düşürüldüğü çıkmazdan devrimci çıkış yolunun nere­
de yattığını da emekçi kitle hareketinin estirdiği rüzgar ve
yarattığı imkanlardan giderek görebilirl er.
Kitle hareketinin bu yeni dalgası, bugüne kadar sonuçsuz
kalan çıkışl ardan farkl ı olarak, sonuç alma şansına sahip84
tir. Hareketin gücü, dinarnizınİ ve kararlılığı, İMF reçete­
lerini meydanlarda yırtarak işbirlikçi burjuvaziye ve onun
uşak hükümetine geri adım attırma olanağının güçlü bir işa­
retidir. Önderlik alanındaki boşluğa, örgütlenme alanındaki
zayıflıklara ve şu ana kadar taban basıncı karşısında ey­
lem kararları almak zorunda kalan sendika bürokrasisinin
muhtemel ihanetine rağmen bu böyledir, bu şans v ardır.
Ve eğer bu başarılırsa, sermayenin pervasız saldırısı bu
kez bir ölçüde olsun püskürtülürse, bu gerçekten yeni bir
dönemin başlangıcı olabilir. Buradan güç, moral ve mevzi
kazanarak çıkmış bir işçi ve emekçi hareketi, böylece yeni
çıkışl arın ve başarıların zeminini de hazırlamış olur. İşçi
ve emekçi hareketi yıllardır eksikliğini ve ağırlığını yaşadığı
özgüveni nihayet kazanmış olur. Türk ve K ürt emekçileri­
nin eylem ve m ücadele içerisinde birleşip kaynaşmaları
şovenizme büyük bir darbe olur.
Partimiz kitle hareketinin yeni çıkışının imkanlarını bu
perspektif içinde ele almaktadır. Tüm örgütlerimiz, tüm par­
ti güçlerimiz yaşamakta olduğumuz günlerin görev ve sorum­
lulukianna bunun ışığında bakmalıdırlar. İşçi ve emekçi kit­
leleriyle mücadele içinde buluşmak, kitle hareketinin başarılı
bir gelişme çizgisinde büyümesi için gerekli her türlü ça­
bayı harcamak önümüzdeki en acil ve en yakıcı görevd ir.
(Ekim sayı : 206, Temmuz ' 99, başyazı)
85
Yeniden inşa süreci
Partimiz bir yeniden inşa süreci içindedir. Kuruluş Kong­
resi'ni izleyen yeni dönem doğal lığında bizim için bir yeni­
den inşa süreci olacaktı. Kongrede politika ve çalışma tarzı,
örgütsel sorunlar, önderlik ve kadro sorunlan, örgütsel güven­
lik sorunları, tüzüğe dayalı bir örgütsel yaşama geçiş vb.
konul arda yapılmış kapsamlı tartışma ve değerlendirmeler,
bunun ortaya çıkardığı sonuçlar, kuruluşu i zleyen sürecin
neden bir tür yeniden inşa süreci olması gerektiğini yeter­
l i açıklıkta ortaya koymaktadır.
Bir bütün olarak parti örgütümüz, Partimiz'in Kuruluş
Kongresi'nde belirlenmiş çizgi temelinde, kendini anlayış ve
uygulama planında tepeden tırnağa gözden geçirmek ve ye­
nilemek sorunuyla yüzyüzeydi. Kongrede sık sık yinelenen;
artık partili bir döneme giriyoruz, bundan böyle herşey partili
86
kimliğe ve düzeye uygun olmak zorunda; tüm kadrolar ve
bir bütün olarak parti örgütü, buna uygun bir deği�im ve
yenilenmeden geçmek zorunda türünden düşünce ve belir­
lemeler, kuru luş sonrasının, anlayış ve uygulama planında
yeni bir düzeyi yakalamak anlamına geldiğini ortaya koy­
maktaydı. Bu anlamda ve çerçevede Partimiz'in kuruluşu­
nu izieyecek süreç örgütsel yapı, yaşam ve işleyiş ile pra­
tik çalışma tarzı planında bir yeniden inşa dönemi olacaktı.
Kuruluş Kongresi'nin kendisi örgüt yapımız ve yaşa­
mımızda, çalışma tarzımııda birikmiş zaaf ve zayıflıklarımıza
köklü, etkili, sonuç alıcı bir müdahalenin de platformuy­
du. Parti inşa sürecinde katettiğimi z tüm mesafeye rağmen
hala da partili kimlik ile mevcut düzeyimiz arasında var­
olan ve aşılması gereken mesafe, bizzat kongre platformunda
yapılacak radikal ve kapsamlı bir müdahaleyle, kongreyi iz­
leyen ilk dönem içinde ortadan kaldırılacaktı. (Sorunun bu
yönü, Eylül '97 tarihli parti kuruluş kongresi çağrısının son
bölümünde de ortaya konulmuş, kongreyi toplayacağımız bir
aşarnda örgütsel alanda hala sürmekte olan zaaf ve yeter­
siziikiere özellikle dikkat çekilmişti).
B ütün bunlardan hareketle Kuruluş Kongresi'nin toplam
çalışması, kongreyi izieyecek bir yeniden inşa düşüncesi çer­
çevesinde, örgütsel anlayış ve uygulama planında bir köklü
yenilenme perspektifi içinde yürütüldü. Yakında peşpeşe ki­
taplar halinde yayınlanacak Kuruluş Kongresi materyal i
yeniden incelendiğinde bu yeniden inşanın anlamı. kapsamı
ve gerekleri de bütün açıklığı i le bir kez daha görülecek­
tir.
***
Fakat Kuruluş Kongresi'nin hemen sonrasında Partimiz'e
yönelen sistematik polis saldırıları, bu saldırıların yarattığı
tahribat ve ortaya çıkardığı gerçek ler, karşı karşı y a
bulunduğumuz örgütsel yeniden inşa sorun una apayrı bir
87
anlam, önem ve kapsam kazandırdı. Örgütsel alandaki zaaf
ve yetersizliklerimizin daha köklü ve derine' inen bir müda­
haleyi gerektirdiği; ve dahas ı , saflarımızda hala da yaşa­
ma gücü bulabiten örgütsel oportünizme karşı mücadeley­
le birleştirilmediği sürece bu müdahalenin gerekli sonuçları
veremeyeceği de ortaya çıktı.
Kongre sonrasında peşpeşe saldırılarla yüzyüze kalan parti
için en öncel ikli iş, saldırıların önünü kesmek, bunun ge­
rektirdiği ilk acil önlemleri almaktı . B unun hemen ardından
ise, vakit yitirmeksizin, saldırıların nedenlerine ilişkin çok
yönlü bir inceleme, soruşturma ve sorgulama çabası içine
girmekti . Saldırıların gerçek nedenlerini açığa çıkaracak çok
yönlü ve derinl ikl i bir çabaya girişmeksizin, pol is operas­
yonlarını görünürdeki nedenlerle ve yüzeysel açıklamalarla
geçiştirrnek bizde geçmiş dönemde. kendini gösteren, tüm
eleştiri ve uyanlara rağmen varlığını sürdüren kötü bir alış­
kanl ık idi. Fakat Partimiz bu kez böyle davranmadı, parti­
li kimliğin ciddiyeti kendini bu alanda da göstermek zorun­
daydı. Ayları bulan bir inceleme, soruşturma ve değerlendir­
me çabası içine girildi. Çeşitli güçlükleri aşmak için ge­
rekl i zaman ve enerj i kullanıldı ve gelinen yerde önemli
açıklıklara ulaşıldı.
Partimiz, saldırıları izleyen evrede kamuoyuna yaptığı
açıklamada, yaşananlara bakış ını "Devirmeyen Darbe Güç­
lendirir" sözüyle özetlemişti. Ne var ki bunun güzel ama
boş bir söz kalıbı olarak kalmaması, devirmeyen darbenin
gerçekten · güçlendiri ci sonuçlara yolaçabilmesi için, önce­
likle saldırıların deneyim ve derslerini toparlamak, bunu ye­
niden inşa çabası açısından değerlendirmek, yeniden inşayı
bu temel üzerinde gerçekleştirmek gerekirdi. Yapılan ve hala
da yapılmakta olan bu oldu. Bu çabanın kendisi kendimi­
zi , düşmanımızı ve "iç düşman"ım ızı tanımada bize paha
biçilmez açıklıklar sundu.
Ayları bulan çabalar, bunun ortaya çıkardığı bilgi ve de­
neyimler, Kuru l uş Kongremiz'in hayati önemdeki değerlen­
dirmelerine yeni bir güç ve çok daha somut-pratik bir an­
lam kazandırmıştır. Köklü bir yeniden inşa için şimdi çok
daha güçlü bir konumdayız, çok daha berrak bir bakı şaçısı­
na sahibiz. Düşünce ile davranış arasındaki uyumu Parti­
miz için sarsılmaz bir kimlik haline getirmek, örgütsel opor­
tünizme aman vermemek, bunun taşıyıcısı olmakta ısrar eden
öğeleri geri plana itmek ve i flah olmazl ık çizgisini sürdü­
rürlerse safl arımızın dışına süpürüp atmak için şimdi her
zamankinden çok daha açık bir bilince ve uygulama karar­
lıl ığına sahibiz. Kongreyi izleyen dönemdeki güç ve zaman
kaybını bu kazanımlarımız zaman içinde fazlasıyla denge­
leyecektir. Partimiz'in yeniden inşası süreci , köklü bir an­
layış ve zihniyet yenilenmesi temel i üzerinde, büyük bir güç
ve kararlılık eşliğinde başarıyla ilerleyecektir.
***
Partinin yeniden inşası, bir dizi saldırının, bu saldırıların
yarattığı tahribatların ardından , elbetteki öncelikle güçlerin
tepeden tırnağa bir yeniden düzenlenmesi demektir. Yine
de bu sorunun en pratik ve dahası ni speten en kolay olan
yanıdır. Önemli olan ve bu yeniden düzenlemeye de bir an­
l am ve kalıcılık sağlayacak olan, köklü bir anlayış ve zih­
niyet yenilenmesidir. Partinin örgütsel yeniden inşasına asıl
anlamını veren bu olacaktır. B u sorunun esasını ve özünü
ise partinin kongrece bel irlenmiş örgütsel çizgisini özüm­
sernek ve uygulamak oluşturmaktadır.
Kuru l uş Kongresi'nin yaptı ğ ı değerlendirmelerin hayati
önemi ve isabetliliği yaşananl arın ışığında bugün çok daha
berrak bir biçimde ortaya çıkmıştır. Yakın dönemde başka
vesilelerle de ifade ettiğimiz g ibi tüm sorun, bu çizgiyi uy­
gulamakta gösterilecek titizl i k ve kararl ıl ıktadır. Öte yan­
dan, örgütsel oportünizm diye tanımladığımız ve satlanmızdaki
89
sorumsuz küçük-burjuva yan-aydın öğeler tarafından tem­
sil edilen eğil imin üstesinden gelmek de, tam da partinin
belirlenmiş örgütsel çizgisi ile uygulama arasındaki her türlü
tutarsızlıkları gidermekle, düşünce ve davranış arasındaki
birliği örgütsel yaşamımızın temel davranış kuralı haline
getirmekle olanakl ıdır.
Kuruluş Kongresi'nde ortaya konulan çizgiye parti üye­
liğinin gerektirdiği bir asgari sadakat gösterilebilseydi, akıl­
almaz pratik davranış tutarsızlıkları ve zaafiyeıleri göste­
rilmemiş olsaydı, siyasi polisin saldırıları hiç de bugün yarat­
m ı ş bu lunduğu tahribatı yaratamazdı. Oysa bu alanda gös­
terilen ve zaaftan öteye partiye karşı ağır bir suç oluşturan
sorumsuzluklar ve sadakatsizlikler saldırılar için yer yer ade­
ta zemin düzlemiş, objektif olarak düşmana hizmet işlevi
görmüştür. Saldırıy ı ele alan değerlendirmelerimizdeki "iç
düşman" nitelemesi bu açıdan yersiz ve nedensiz değildir.
Kendi öz deneyimlerimiz, sorumsuz küçük-burjuva yan-ay­
dın öğelerin anlayış ve davranışlarında kendini uç biçim­
lerde gösteren "iç düşman" yenilmedikçe dış düşmana karşı
başarılı ve sonuç alıcı bir mücadelenin olanaksızlığını da
bir kez daha bize açıkça gösterm i ştir.
Nasıl . ki bu iç zaafiyet alanına karşı mücadele başarılı
bir yeniden inşa çabasının önkoşuluysa, aynı şekilde bu
zaafiyetİn ve onun taşıyıcısı olan öğelerin altedilmesi de
yeniden inşa sürecinin başarısı ölçüsünde olanaklı olabile­
cektir. Bir başka vesileyle de ifade ettiğimiz gibi; "içimizdeki
düşman sayılması gereken küçük-buıjuvaziyi, onun temsil
ettiği örgütsel oportünizmi; devrimci iç örgütsel yaşamı otur­
tarak, etkili ve sistematik bir politik çalışması süreklileşti­
rerek, bu çaba içerisinde işçi sınıfı ve emekçiler/e birleşip
kaynaşarak, onlarm en iyi öğeleriyle parti örgütlerini sürekli
besleyerek yenip altedebiliriz. "
Önümüzdeki g ü nlerde halihazırda büyük bir böl ü m ü
90
kamuoyuna sunulmuş kongre materyalimiz bir dizi hal in­
de kitaplaştırılacaktır. Bu, yeniden inşa süreci için daha kolay
değerlendirilebilir bir kaynak işlevi görecektir. Daha da önem­
lisi, Partimiz'in programı ve tüzüğü bunlara i lişkin kongre
tartışmalarıyla birlikte yayınlanacaktır. Parti programının ve
tüzüğünün yayınlanması yeniden inşa sürecimize ayrı bir dü­
şünsel ve moral güç katacaktır. Yeniden inşa süreci aynı
zamanda, parti programı temelinde ideolojik birliğimizin ve
parti tüzüğü temelinde örgütsel birl iğimizin güçlendiri l i p
pekiştiri ldiği b i r süreç olarak ele alınmak ve aniaşılmak
durumundadır.
Program ve tüzükten öteye, parti kongremizin tüm ma­
teryali baştan aşağı , en temel teorik sorunlardan en basit
gibi görünen pratik ayrıntılara kadar, satır satı r yeniden
incelenmeli, partinin politik p latformlarında değerlendiri l ip
tartışılmalı , bundan politik çalışma ve örgütsel yaşam için
pratik sonuçlar çıkarılmalıdır. Yaşamakta olduğumuz yeni­
den inşa süreci , her açıdan kongrece bel irlenmiş parti çiz­
gisi temeli üzerine oturmak zorundadır. Başarı ve kalıcılık
mutlak biçimde buna bağlıdır.
Örgütsel plandaki sorunlarına ve yetersizl iklerine rağmen
Partimiz'in birikimi ve bunun oluşturduğu avantajlar doğru
aniaşılmak durumundadır. Gücünü salt ideolojik çizgisin­
den alan bir siyasal akım olma dönemini biz çoktan geri­
de bıraktık. B ugün artık belirgin bir politik kimliği, gücü,
etkisi ve itibarı olan bir hareketiz. Tam da bundan dolayı
gerçek bir siyasal partiyiz. Sağlam bir ideolojik çizginin bu
politik güç ve etkiyle birleştiği bir yerde, örgütsel alanda­
ki zayıflıklar ve güç kayıplan geçici olacaktır. B unun bi­
lincinde olduğumuz, bu bilincin verdiği güç ve moralle hare­
ket ettiğimiz ölçüde, Partimiz örgütsel olarak kendini hızla
topadayacak ve sınıf mücadelesi alanında etkin bir biçim­
de yerini alabilecektir.
91
Türkiye h ızla yeni bir döneme girmektedir. Daha üç ay
önce şovenizm zehirini körükleyerek kitleleri aldatma ve
etkisizleştirme olanağı bulabilen bir rejim, bugün iktisadi
ve sosyal saldırıların, onu izleyen depremin yığınlarda yarat­
tığı derin hoşnutsuzluğun ağırl ığı altında ezilmektedir. Kürt
hareketinin i çine sürü k lendiği teslimiyet batağı ilk planda
umutsuzluk etkileri yaratıyor gibi görünse de, Temmuz ayın­
daki yen i işçi ve emekçi hareketi dalgasının da gösterdi ğ i
g i b i , gerçekte Türkiye sosyal çatışmanı n v e devrimci s ı n ı f
mücadelesinin önplana geçeceği b i r umutlu döneme girmek­
tedir. Bu dönem işçi sınıfını, onun hareketini ve mücade­
l esini bel irgin bir biçimde önplana ç ıkaracaktır. Gel i şme­
ler daha şimdiden bunu göstermektedir.
Partimiz, sınıfın devrimci partisi, yeniden inşa süreci­
ni, bu yeni dönemin ve bu yeni gelişmenin kendisine yükle­
diği büyük devrimci sorumlulukları hakkıyla omuzlamaya
güçlü bir hazırl ık olarak kavramak durumundadır.
(Ekim , sayı: 207, Ağustos 1 999, başyazı )
92
Ulucanlar katliam• ve ötesi
Amerikancı faşist rejimin Ankara Ulucanlar Cezaevi 'nde
gerçekleştirdiği vahşi katliamın planlı olduğu ve kararın en
üst düzeyde alındığı bugün inkar edilemez bir açıklıkla ortaya
çıkmıştır. Başbakan 'm ABD gezisine denk getirilen ve gezi
yolunda Ecevit tarafından açıkça sahiptenilen bu katliam,
zindan alanındaki çatışmadan çok öteye anlamlar ve me­
sajlar yüklüdür. Mesaj d ışarda emperyalist efendilere, içerde
başta işçi sınıfı olmak üzere emekçileredir. D ışarda emper­
yalist efendilere, Türkiye 'deki ve bölgedeki emperyalist çı­
karların gereği ve temel önkoşulu olan "iç istikrar" "ne pa­
hasına olursa olsun" korunacak mesajı iletilmiştir. içerde
işçi sınıfı ve emekçitere ise, mevcut düzene karşı hak ve
özgürlükler uğruna tutulacak mücadele yolu karşısında gös­
terilecek acımasız "kararl ılık" mesajlar ı verilmiştir.
93
Asalak burj uvazi adına bu ülkeyi yönetenlerin, içeri­
ye ve d ışarıya yönelik bu farkl ı fakat ortak amaçlı mesaj­
ları her zaman ilerici-devrimci akımlara sistematik bir baskı
ve acımasız bir terör uygulayarak, gerektiğinde devrimci kanı
akı tarak verdikleri i se çok iyi bilinmektedir. Cumhuriyetin
ilk 30 yılında "TKP Tevkifatları"nm fonksiyonu neydiyse,
büyük çalkantılar ve sosyal mücadelelerle geçen son 30-35
yılda devrimcilere uygulanan terör ve katliamların işlevi de
odur. İşçi s ınıfı ve emekçilerin büyük Temmuz eylemliliği
ile depremin devlete karşı yarattığ ı büyük öfke patlamasının
sonrasına ve "tarihi" olarak sunulan ABD gezisinin sabahına
denk getirilen Ulucanlar katliamının zamanlaması da bu ama­
ca uygundur.
Dışarda militarizm, saldırganlık ve savaş, içerde sistemli
baskı ve terör, sermaye iktidarının gitgide güçlendirilen po­
l itikasının özü ve esasıdır. içerde işçi sınıfı ve emekçilere
sistematik bir baskı ve terör u ygulayanlar, toplu katliam­
l arla devrimci kanı akı tanlar, d ışarda Cumhurbaşkanı-Ge­
nelkurmay başkanı i ki l isiyle tehdit ve saldırganlık mesajı
veren geziler düzenlerlerken, bu politikanın güncel canlı bir
tablosunu da sunmuş olmaktadırlar. Buradan bakıldığında,
utanç verici bir teslimiyet batağına saplanarak, egemen sınıf­
tan ve devletten, onların gerisindeki ABD emperyaıizmin­
den "demokratikleşme" bekleyenlerinki, bedel i ağır olacak
bir ham hayaldir.
ABD emperyalizmi, Varşova Paktı 'nın dağılmasından be­
ri, somut olarak da Körfez savaşıyla birlikte, Türkiye'yi çev­
releyen bunalım bölgesinde varolan egemenliğini pekiştir­
meye ve yeni mevziler kazanmaya yönelik planlı bir saldırı
içerisindedir. Ortadoğu 'daki mevzilerini sürekli genişletmek­
te ve güçlendirmektedir. A B D ' nin Ortadoğu ' ya yönelik bu
girişimlerinde saldırı l arında en büyük bölgesel dayanağı,
İsrail ' den de önce Türkiye oldu.
94
Aynı dönemde benzer köleleştirme ve emperyalist ege ­
menliği pekiştirme girişimleri, Balkan halkları üzerinden de
sahnelendi. Önce açık-gizli kışkırtma ve karalamalarla Yugos­
lavya hızla parçalandı . Ardından milliyetler boğazlaşması
içinde tüketildikten sonra Bosna işgal edilerek yönetimi fiilen
d�vralınd ı . Bosna 'nın ardından, bu kez Kosova krizi kul­
Ianılarak gündeme getirilen NATO saldırısıyla Sırhistan yıkı­
ma uğratıldı ve Balkanlar' ı n bir bölümü fi ilen işgal edil­
di. Bugün Arnavutluk ve Makedonya emperyalist odakların
fii l i işgali altındadır. Kosova yönetimi ise, tıpkı Bosna gibi,
emperyalist işgal ordu larınca devralınmıştır. B alkanlar ' a
emperyalist NATO müdahalesi kullanılarak, Çekoslovakya,
B ulgaristan, Romanya ve Macaristan ile yeni köleleştirici
antlaşmalar i mzalanmıştır. Benzer girişi mler, kriz odakları
yaratılarak, halklar arasında düşmanlıklar körüklenerek Kaf­
kasya'da denendi, deneniyor. Kafkasya ve iç Asya 'nın zengin
petrol ve doğal gaz yatakları üzerine süren k ıyasıya em­
peryalist rekabet, bu çerçevede bu bölge üzerine oynanan
karanl ı k oyunl ar, bölge halkları için ağır savaş ve yıkım
faturalarına dönüşüyor.
ABD emperyalizminin Türkiye ' y i çevreleyen tüm bu
bunalım bölgelerindeki hedeflerini gerçekleştirme ve etkinli­
ğini pekiştirmesindeki en önemli yöresel dayanağı, işbirlikçi
Türk burjuvazisidir. ABD'ye uşakça bir sadakatle bağlı Türk
tekelci burjuvazisinin '90'Iı yı11arla birlikte/izlemeye başladı­
ğı militarist, saldırgan ve savaş tehdidiıle dayalı dış poli­
tika çizgisinin gerisinde bu var. işbirlikçi burjuvazi ABD'nin
gölgesinde ve onun gönüllü vurucu gücü olarak hareket etme
yoluyla, bölgesel düzeyde bir güç olmaya çalışıyor. Kör­
fez ve Balkan savaşları, bu savaşlarda Türkiye'nin bir saldırı
üssü olarak ku11anılması olguları bu konuda ek bir açıklamayı
gereksizleştirmektedir. B una, son 50. yıl zirvesinde dünya
pol isi i l an edilen NATO saldı rganl ığı için Türkiye 'nin bir
95
saldın üssü olarak kullanılması ile Ortadoğu 'da ABD ve İsrail
ile kurulan saldırgan savaş paktım eklemeliyiz. İlkinin anlamı­
nı
B alkan
savaşı
somut olarak gösterdi. Savaşın bittiği günlerde
Türkiye ' nin batısından N ATO hava saldırıları için hazırlıklar
yapılmaktaydı. ikincisinin, yani ABD-İsrail ikilisinin çıkarlarına
tabi saldırgan paktın ise, Ortadoğu 'dan öteye bir fonksiyonu
olduğunu belirtmeliyiz. Türk şirketlerinin Kafkasya ve Orta
Asya'da İsrail firmalarına taşeronluk yaptığı olgusu hatırlanırsa,
kurulan saldırgan savaş paktının çıkariara bekçilik yapacağı
coğrafyanın sınırları da ke�diliğinden anlaşılır. Bu saldırgan
pakta bir karşılık olarak; Suriye, Yunanistan, Ermenistan
ve İran arasında yoğunlaştırılan siyasi-askeri dayanışma ve
antlaşmalar, bu coğrafyanın tam da, Türkiye ' y i çevreleyen
bütün bir kriz bölgesi olduğunu ayrıca göstermektedir.
Türk burjuvazisinin iç pol itikadaki tercihlerini ve .yön­
temlerini de dolaysız olarak etkiliyen dış politika çizgisi­
ne buradan bakılmahdır. ABD emperyalizmine uşaklık çizgisi
ekseninde, bölgede güç olmaya çal ışan, bunun için saldır­
ganlığa ve savaş tehditine dayalı bir dış politika çizgisi izleyen,
bunu giderek geliştiren bir sınıfla karşı karşıyayız. Ye kuş­
kusuz, bu politikanın engelsizce izlenebilmesi için, "iç istik­
rar" zorun l u bir önkoşuldur.
Öte yandan içerde, yapısal ve dönemsel krizierin gir­
dabında debelenen bir kapital ist ekonomi var. Bu ekono­
mi, son kırk yıldır sürekl i bir biçimde İMF reçeteleri, onun
"istikrar" ve "yapısal uyum programları" eksenine oturmuş­
tur. Son 20 yıldır tam bir acımasızlıkla uygulanan bu ik­
tisadi ve sosyal yıkım politikaları sonucudur ki, resmi verile­
re göre bugün Türk i ye dünyada gel i r dağı lımının en kötü
olduğu 5 ülkeden biri d urumundadır. B u reçeteterin gün­
cel gerekleri, özelleştirme, tahkim, sosyal yıkım yasaları,
düşük ücretler, sürekli zamlar, büyüyen işsizlik vb. 'dir.
Türkiye kapitalizminin yapısal ve dönemsel krizleri sü96
rekli ağır faturalar üretiyor ve bu faturaların işçi sınıfımı
ve emekçi k itlelere ödettirilmesi gerekiyor. B unun engel­
sizce başarılabilmesi için bir kez daha "iç istikrar", yani
işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin dizginlenmesi, sindirilmesi ,
hareketsiz k ı lınması gerekiyor. Toplumsal muhalefetin tam
ol arak teslim al ınması , dahası türlü oyuntarla düzene ye­
deklenmesi gerekiyor. B unun için aldatıcı ve saptırıcı pro­
pagandalardan sahte kutuplaştırmal ara, ideol oj i k-kültürel
araçlardan çıplak teröre kadar her yol kullanılmaktadır. Fakat
bu sonuncusunun gitgide daha belirleyici bir araç ve yön­
tem olarak öne çıktığını, devlet aygıtının yasal ve fiziki ola­
rak sürekli tahkim edilmesinden de görmek mümkün. B ugün
bütçenin en büyük bölümü baskı ve terör aygıtının, ordu
ve polis donanımının güçlendirilmesi için kullanılıyor.
Dışta mil itarizm, saldırganlı k ve savaş, içerde sürekli­
leşmiş sistematik baskı ve terör, emperyalizmin ve işbir­
likçi burjuvazinin bu dönemsel ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı
bir politikadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin dizginlenmesi ve
sindirilmesi, "iç istikrar"ın korunması, izlenen iç ve dış poli­
tikanın zorunlu koşuludur. Hali hazırda çok güçsüz ve kit­
leler üzerinde etkisiz olan devrimci akımların hedef olduğu
şiddetli baskı ve işkence, acımasız terör ve katliamlar ol­
gusu da bununla sıkı sıkıya bağ l ant ılıdır.
Özetle, d ı ş politikanın olduğu kadar iç politikan ı n da
bir gereği olarak "iç i stikrar" gerekl i . Bunun yolu olarak
ise, son 20 yıldır izlenmekte olan sistematik baskı ve terö­
rün güçlendirilerek sürdürülmesi gerekiyor. B u baskı ve te­
rör politikasının sivri ucu ise doğal olarak devrimci lere yö­
nel i ktir. Bu mantıksaldır; zira rejimin en büyük korkusu hu­
zursuzluk içerisindeki işçi ve emekçi hareketinin devrimci
bir _öncü ile buluşup birleşmesidir. Şu an için oldukça güçsüz
ve kitle desteğinden yoksun oldukları halde, devrimcileri
hedef alan acımasız terör, i şkence ve katliam çizgisini bun97
ayrı kavrayamayız. Devletin devrimcilere yönelen acıma­
sız şiddeti, bir yandan devrimcilerin kitlelere ulaşma güç
ve yeteneklerini zaafa uğratırken, öte yandan tam da dev­
rimcilere yönelen bu acımasız şiddet k ullanılarak toplum
terörize edilmeye, mücadele ve eyleme eğilim duyan yığınlar
yıldırılınaya çalışılmaktadır.
Devrimciler toplumun bi l i nçli, kararlı ve öncü güçleri­
dir. Onların kitlelerle buluşmayı ve birleşmeyi başarabil­
meleri , tekelci burj uvazinin, onların adına devleti yöneten
katiller güruhunun en büyük korkustidur. Bu korkuyu on­
lar '60'lı ve ' 70' l i yılların büyük devrimci yükselişleri esna­
sında bizzat yaşadılar, oradan gelen hassasiyetleri var. Bu­
nun sağladığı özdeneyim ve hassasiyetledir ki, devrimci ha­
reketi n ezildiği ve çok büyük oranda tasfiye edildiği 1 2 Eylül
sonrası dönemde, rejimin en temel politikası; k itle hareke­
ti ile öncü kuvvetlerin buluşmasını ne pahasına olursa ol­
sun engellernede odaklaşmaktadır.
Bunun ışığında son ayiara bakalım.
Bir yanda, işçi sınıfı ve emekçitere yönelik bir dizi kap­
samlı saldırının gündeme getirildiği ve İMF ile yeni bir sal­
dırı paketi üzerine görüşmelerin yapıldığını görüyoruz. Ö te
yandan, · Temmuz-Ağustos aylarında buna karşı en geniş bir
katılım ve büyüyen bir öfkeyle gerçekleşen büyük işçi-emekçi
hareketliliği var ve bu depremin yıkımıyla kesintiye uğra­
ulabilmiştir. Temmuz-Ağustos hareketl iliğinin anlamını, öne­
mini ve düzen güçlerine verdiği korkuyu tam olarak değer­
lendirebilmek için, bu hareketlenmeyle birlikte, Türkiye 'nin
Temmuz'u öneeleyen ayiarına damgasını vuran şovenizmin
zehiriediği atmosferin nasıl hızla dağıldığını, i şçi-emekçi
dayanışması ve sınıf mücadelesi ruhunun nasıl önplana
çıktığını hatırlayalım. Deprem bu hareketi kesintiye uğrat­
tı ama, bu kez depremin yıkımıyla birlikte görülebi lir hale
gelen gerçekler, kitlelerin geniş kesimlerinde düzene ve dev-
dan
98
!ete, orduya ve hükümete karşı büyü k bir öfke ve güven­
sizl ik dalgasına dönüştü.
Bu çapta ve etkide bir i şçi -emekçi inisiyatifine, bunun
gelişmesi ve daha da önemlisi devrimci bir mecraya akması,
devrimci önderlik öğeleriyle birleşmesi tehlikesine karşı düzen
bekçileri sessiz kalamazlardı. Karşı saldırı, her zaman oldu­
ğu gibi, karanlık bir takım oyu n l ar eşliğinde baskı ve te­
rör aygıtını harekete geçirmekti.
Zindanları tesl im almaya yönelik yeni saldırı çizgi sinin
bir ilk halkası olan Ulucanlar katl iamı bu geniş çerçeve üze­
rinden kavranırsa yerli yerine oturur. Unutmayalım, bu katli­
am, bir yandan ABD gezisi sabahına, öte yandan emekçi­
lerin Temmuz hareketli l iği ve depremi i zleyen büyük öfke­
nin sonrasına denk getiri lmiştir. Deyim uygunsa, hareket­
leneo ve devleti olan öfkesi kabaran emekçilere, devlet onl a­
rın en kararl ı öncüleri üzerinden diş göstermiştir.
Burada geçerken değinelim ki, devletin bu pervasızlığmın
gerisinde, aynı zamanda PKK önderliğinin utanç verici tes­
tirniyeti vardır. Yüzbinlerce Kürt emekçi sinin doğrudan ya
da dolayl ı desteğine, önemli bir geri l l a gücüne dayalı bir
hareketin bu denli kolay boyun eğişi, faşist rejimi tüm şiddetini
kullanarak devrimci hareketi de buna mecbur etme doğrul­
tusunda heveslendirm i ş ve cesaretlendirm i ştir. B ugün rej i­
min zirveleri ve ona paralel olarak tüm düzen propagan­
dası, rej imin bir parça esneyebilmesinin temel önkoşulu ola­
rak, si steme yönelik tüm radikal itirazların son bulmasını,
yani devrimci hareketin de düzenin icazet sınırlarına tesl i­
miyetini ileri sürmektedir. Onlara bu argümanı İmral ı 'daki
Öcalan sağlamıştır ve o bu nedenle kirli sav aş medyasından
övgü bile almıştır.
Fakat bu tür beklentilere en iyi yanıtı ; Türkiye 'nin dev­
rimci direnme ve mücadele geleneğinin k ırılamayacağını,
Ulucanlar'dak i katliamı büyük bir yiğitlikl e göğüsleyen ,
99
Ulucanlar ' ı y al nızca vahşi bir faşist katliamla değil , fakat
bundan da önemli olarak destansı bir devrimci direnişle anılır
hale getiren devrimci tutsaklar vermişlerdir. 10 yiğit devrim­
cinin yaşamı ve onlarcasrum ağır yaralanması pahasına gös­
terilmiştir k i , düne kadar devrim adına büyük etkisi olan
PKK'nin teslimiyet batağına battığı bir sırada bile, Türkiye'de
devrim davası yaşıyor, devrimciler bu uğurda tereddütsüzce
ölümüne savaşıyor. Bu gücü işçi sınıfı ve emekçilerin hak l ı
davasına duyulan derin i nanç sağlamaktadır. B u gücü Tür­
kiye'nin kokuşmuş ve kontmlaşmış kapitalist düzenine duyulan
kin ve nefret i le, Türk ve Kürt işçi ve emekçilerinin bir­
leşik çabasıyla bu topraklarda devrim ve sosyalizm davasının
mutlaka zafere ulaşacağına duyulan bilinç ve inanç sağlıyor.
B uradan bakıldığında , Ulucanlar üzerinden zindanlara
yönelliimiş son vahşi katliam saldırısı gerçekte ters tepmiştir.
Katlİama karşı i lerici ve devrimci çevreler ile emek güçleri
arasında son y ı l ların en güç l ü dayanışması yaşanmıştır.
U l ucan lar'da sergil enen yiğitlik, dava uğruna ölümü tered­
dütsüz kucaklama tutumu ve pratiği, devrime sempati duyan
kitlelere güç ve umut aşılamış, ilerici çevrelerde ise büyük
bir saygınlığa yolaçmıştır. Bu açıdan denebilir ki, devletin
öncü güçleri ezmeye ve yıldırmaya, böylece toplumsal muha­
lefet güçleri ni sindirmeye yönelik karanlık hesabı ters tep­
miştir.
Devletin bu politikası boşa çıkarılacaktır. Ulucanlar katli­
arnı ve direnişi bunun ol anaklı olduğunu göstermiş, bunun
olanaklarını somut olarak ortaya çıkarmıştır. B ugün bu po­
l iti kanın karşısında Partimiz'in kırılmaz iradesi vardır, dev­
rimci hareketin bir kesiminin direnme çizgisi vardır, Kürt
hareketinin gitgide kendisini gösterecek olan devrimci güçleri
vardır, ve n ihayet, katl iamlara sessiz kalmayacağını göste­
ren i lerici-demokratik çevreler vardır. Tüm bu kuvvetlerin
birleşik gücü, devletin öncüyü ezme, kitleleri terörize etme
100
ve böylece toplumsal muhalefeti sindirme politikasını boşa
çıkarmaya fazl asıyla yeter. Bunun başar ı ldığı bir durumda
ise, herşey, devrimci öncü güçlerin kitlelerle birieşebilme
yeteneğine bağlıdır. Hoşnutsuzluk içinde bulunan, bunu sos­
yal yıkım saldırılarından deprem yıkımiarına kadar bir dizi
vesileyle eylem l i olarak dışavuran işç i sınıfı ve emekçilerle
buluşabilme başansına bağlıdır. Devletin öncü devrimci güçlere
yönelen tüm ş iddeti bu bağın oluşmasını engellemeye yö­
neli k olduğuna göre, tersinden devrimci güçlerin tüm ça­
bası da bu bağı kurmaya, gel iştirmeye, peki ştirmeye ve
yık ılmaz kılmaya yönelmel idir.
Zindan direnişçileri nin büyük yiğitliği ve direnme karar­
lılığı, bunu başarmamıza bir çağrıdır. Yüzlerce, binlerce tut­
sak devrimci bunu başaracağımıza duyduğu derin inançtan
dolayıdır ki, ölümü bu denli kolayca hiçe sayabilmektedir.
Eğer devrimci akımların önderlikleri hata yapmaz ve za­
afiyet göstermezlerse, devletin "hücre tipi" sald ırısında bir
kez daha bozguna uğraması kaçınılmazdır. B u gerçekte tes­
l im alınmak istenen asıl güç olan i şçi sınıfına ve emekçi­
lere karşı bir görevdir. Son 20 yılın büyük direnme geleneği,
ödenen ağır bedener, devletin bu pol itikasını boşa çıkara­
b ilmenin güvencesidir. CİA merkezlerinde kotarılan , teslim
almaya ve kişiliksizleşrirmeye yöneli k politikaların bu ül­
kede kolay uygulanamayacağını son 20 yılın ateşten pratiği
bütün açıkl ığıyla göstermiştir. Türkiye dev rimci hareketi­
nin bu alanda büyük mirası ve onur verici bir ·geleneği var­
dır. Ul ucanlar direnişi bunun yeni bir halkası olmuş, ölü­
müne direnme geleneğini zirvelere taşı mıştır.
Habip Gül yoldaş, saldırıya öneeleyen haftalarda kale­
me aldığı mektubunda, devletin zindanlara yönelik yeni saldırı
ve katliam hazırlıklarına dikkat çekerek, "Biz haZII·ız. Partinin
bayrağına leke sürmeyeceğiz! " demişti. Ulucanlar'daki yol­
daşlarımız bir bütün olarak hazır olduklarını gösterdiler ve
/Ol
Partimiz'in bayrağına leke sürmek bir yana onu yüksekler­
de tuttular. Katli amda en seçkin yoldaşlanmızdan ikisini,
iki Merkez Komitesi üyemizi, Habip ve Tuna yoldaşlanmızı
kaybettik. İki önder yoldaş ı m ız, en önde dövüşmesini ve
yiğitçe ölmesini bilerek, Partim i z'i onı.ırlandırıp yücelttiler.
Partim i z I . y ıldönümüne onlardan yoksun, fakat onlarla
yücelmiş olarak giriyor.
Parti basınımız haftalardır yoldaşlarımızın düşünsel ve
pratik yaşamlarından kesiller sunuyor. B u kesitierin oluş­
turduğu tablo hiçbir yorum ve övgü gerektirrneksizin gös­
teriyor ki, yoldaşlarımız en i leri sınıfa yaraşır bir devrim­
ci kimliğin temsilcileridirler. Onlar Partimiz'in yetiştirmek
istediği "düşünen ve savaşan mil itan" tipinin en i y i örnek­
lerinden ikisi olmuşlardır. Düşünceleri ve pratikleri bunun
tartışma gerektirmeyen kanıtlarıdır. Siyasi poliste, düzen mah­
kemelerinde ve faşizmin zindanlarında gerçek sınıf devrimci­
leri olarak davranmış, partinin direnme çizgisi ve geleneğine
tam olarak uyınuşlardır. Partimiz onlar gibi m il itanlar ye­
tiştirmiş ve onlar gibi militaniara sahip olduğunu dosta düş­
m ana göstermekle onurlanmış ve yücelmiştir.
Tüm parti kadrolarımızın ve sempatizan militanlarımızın
önünde . Habip ve Tu na yoldaşın düşünce ve pratik yaşam
çizgilerinden en iyi biçimde öğrenmek, onların anısına layık
olmak, onların yarattığı boş l uğu onları aşarak doldurmak
görev ve sorumluluğu durmaktadır.
(Ekim , sayı: 209, Ekim '99, başyazı)
1 02
Birinci vılında oarti...
Verilen s1navlar ve bekleyen
görevler
1-7 Kasım : "Parti ve Devrim Haftası"
ı Kasım Partimiz'in birinci kuruluş yıldönümüdür. TKİP
Kuruluş Kongresi çalışmaları birbirini tamamlayan iki evre
halinde gerçekleşti. Kongrenin resmi toplantı tarihini ön­
celeyen ilk evrede, bir grup delegeyle bir ön hazırlık çalışması
gerçekleştirildi . B u ndan amaç; başta program ve tüzük ol­
mak üzere, kongre gündemtni ol uşturan hemen tüm sorun­
l ar üzerinden bir hazırlık çalışması yapmak, böylece kong­
ren i n çalışmalarını kolaylaştıran ve başarıyı güveneeleyen
bir zemin oluştunnaktı. Nitekim uzun haftalar alan bu çalışma
umulan yararı sağladı ve ortaya kongrede toparlayıcı tartış­
mal ar yapmayı kolaylaştıran zengin bir düş ünsel birikim
çıkardı. Ardından 5 Ekim ı 998 günü Kuruluş Kongresi resmi
açıl ışını yaptı ve yapıl an ön hazırl ı k çalışmasının sonuçları
üzerinden normal kongre oturumiarına geçildi. Kongrenin
resmi oturumları Ekim ayının sonuna kadar sürdü. Yeni seçi1 03
len MK ' nın kongre sonuçlarını ele alan toplantısıyla bir­
likte, y aklaşık üçbuçuk ay süren toplam kuruluş kongresi
�alışmaları 1 Kasım '98 'de noktalanmış oldu. Uzun ve zorlu
bir kuruluş çalışması sürecini noktalayan bu tarih, aynı za­
manda TKİP'nin kuruluş tarihi olarak benimsendi. Partimiz'in
Merkez Komitesi yakın dönemde, Partimiz'in kuruluş yıl­
dönümü olan I Kasım ile Sosyalist Ekim Devrimi 'nin yıl­
dönümü olan 7 Kasım tarihleri arası dönemi, her yıl "Parti
ve Devrim Haftası" olarak k ullamayı kararlaştırdı.
Sınavlar yılı
Partimiz'in kuruluşunun ilan edildiği günler ancak Tem­
muz-Ağustos işçi-emekçi hareketliliğiyle hız kesebilen azgın
bir şovenist toplumsal histerin i n ateşlendiği günlerle üstüs­
te düştü. Doğal olarak buna yoğun bir devlet terörü eşlik
etmekteydi . Bu ortamd a sol akımlar hareketsiz k ı l ı nmış,
toplumsal muhalefet sindirilm işti. Partimiz'in kuruluş tarihi
üzerinden geride kalan yılın dörtte üçünü kapsayan bu terör
ve şovenizm atmosferi, Partimiz'in kuruluşunu güçlü ve iddialı
bir politik çıkışa dönüştürmemizi de zora soktu. B una il­
işkin hed efleri ve bunu somutlayan planları çok büyük ölçü­
.
de boşa çıkard ı .
B u yalnızca dış etkenlerİn, yani siyasal atmosferin ya­
rattığı bir sonuç da değildi. Kendi zaaf ve yetersizlikleri­
mizin de kolaylaştırdığı bir zemin üzerinde daha kuruluşu­
nun ertesinde partinin yüzyüze kaldığı operasyonlar, bunun
yolaçtığı kayıplar ve yarattığı sonuçlar, sözü edilen başa­
rıs ızl ığın bizimle bağlantılı etkenleri oldular.
Böyle olunca, kuruluşumuzu izleyen ilk yıl umulduğu
ve planlandığı gibi bir politik atılım yılı değil, fakat daha
çok bir s ınama yılı oldu Partimiz için. Hedeflediği atılımı
gerçekleştiremeyen, bu alanda başarı sız kalan parti, buna
1 04
karşılık karşı karşıya kaldığı bir diıi beklenmedik sınavdan
başarıyla çıktı. Geride kalan yılda, partinin ideoloj ik-pol i ­
t i k konumu v e tutumu, d irenme iradesi v e kapasi tesi cep­
heden gelen saldırılarla adeta test edildi. Parti bu sınavlardan
ideolojik ve politik sağlamlığı m , devrimci direnme irade­
sini ve kapasitesini kanıtlayarak başarıyla geçti .
Şovenizme ve teslimiyete karşı
sarsılmaz tutum
Karşı karşıya kaldığımız s ınav l ar çok yönlü ve farkl ı
n i telikteydi . Bunlardan ilki genel plandayd ı . Parti şovenist
histeriye ve ona eşli k eden azgın devlet terlı;\ine rağmen,
ideoloj i k ve politik planda sarsı lmaz bir duruş sergiledi.
Sermaye i ktidarı bun unl a sol harekette yıl gı nl ı k ve tesli­
miyet yaratmayı amaçl ıyord u . Bu çaba bir kısım sosyal­
reformi sti düzen sol una ekiemiedi ve bir kısım devrimci
çevreyi i se testirniyete doğru başaşağı giden Kürt hareke­
tinin eteğine daha sıkı tutunmaya yöneltti . Pol i tik konum
ve tutumların netleştiği bir politik platform olan seçimler
dönemi, bu türden zaafiyederin daha bel i rg i n bir biçimde
açığa çıktığı bir evre oldu. TKİP, ideolojik kargaşa ve politik
zaafiyet yaratmayı amaçlayan bu bunaltıcı saldırıları, ken­
di bağımsız ideolojik-politik platformu üzerinden sarsılmaksı­
zın ve herhangi bir hataya düşmeksizin göğüsled i .
Bu aynı sürecin öteki yüzü, PKK 'nın tesliıniyeti ve Kürt
halkının tüm devrimci kazanımlarının tasfiyesi çabasıydı. İm­
ralı duruşmalarının başlamasıyla resmiyet kazanan bu tesli­
miyet ve tasfiye gerçekte daha Kenya komplosu ile birl ikte
hızlanan bir gelişmenin ifadesiydi . Partimiz, bu komplonun
yolaçabileceği gelişmeleri görmenin ve tehlikeleri sezmenin
sağladığı olanaklarla, bu olayın hemen ertesinde. açık ve tok
bir tutumla, Kürt hareketini iç ayrışmaya, Kürt devrimci ler1 05
ini kendilerini düzene doğru çeken Kürt burjuvazisiyle köprüleri
atmaya. bunun için de Türk işçi ve emekçileriyle birleşik
devrim yolunu tutmaya çağırdı. Seçim değerlendirmelerinde
ise, Öcalan çizgisini izieyecek bir Kürt hareketini teslimiyet
batağına gömül mek akıbetinin beklediğini saptadı ve İ mralı
duruşmalarının hemen ertesinde, bu kez yaşanan utanç veri­
ci teslimiyete karşı cepheden mücadeleye girişti.
Öcalan 'ın ABD emperyalizmine ve düzene tam boy tes­
limiyeti, Kürt halkının bütün bir devrimci birikimini tasfiye
etmeye yönelen ve etkileri Türkiye sol hareketine de yansıyacak
olan sarsıcı bir gelişmeydi. Partim iz bir nebze sarsılmadığı
gibi devrimci hareket üzerindeki muhtemel olumsuz etkiyi
kırmak için de açık ve tok bir tutum aldı. İ lkelere dayalı
yoğun bir ideoloj ik eleştiri ve gelişmelerin içyüzün sergile­
yen politik teşhir faaliyeti yürüttü. Halen de sürmekte olan
bu mücadelenin ideolojik, politik ve moral anlamı ve ka­
zanımları zaman geçtikçe çok daha iyi anlaşılacaktır.
Kabul etmek gerekir ki, PKK'nın teslim alınması ve Kürt
halkının devrimci kazanımiarına karşı görülmemiş türden bir
tasfiyenin başlatılması, devrim aleyhine sarsıcı ve yıkıcı et­
kileri olan bir politik gelişmedir. B u gelişmeyi, etkisi ve so­
nuçları aynı çapta olmasa bile, 1 2 Eylül yenilgisi ve '89 çö­
küşünden sonra, son 20 yıl içerisinde sol hareketin politik ve
moral gücüne vurulmuş bir üçüncü önemli darbe saymak ge­
rekir. B unu bu denli yıkıcı kılan asıl etken, sürecin yenilgi­
den de öteye, her açıdan tam bir teslimiyetle sonuçlanmış
olmasıdır. Karşı-devrimin en büyük başarısı da, Kürt dire­
nişini yenilgiye uğratmış olmaktan öteye, asıl olarak, Öcalan
ve PKK şahsında hareketi teslim alarak direnişin ideoloj ik,
politik ve moral değerlerine vurmayı başardığı ağır darbedir.
Düne kadar Kürt sorununda ezik ve savunmada olan rej im,
bugün kendi çizgisini ve sözde çözümünü, düne kadar kendi­
sine karşı direnen bir harekete kabul ettirmeyi başarmış, böylece
büyük bir politik ve moral güç kazanmıştır. Parti basınımııda
106
sürekli işlendiği gibi, yaşanan gelişmelerin kapsamına ve asıl
yıkıcı etkisine buradan giderek bakmak gerekir.
Partimiz işte bu nitelikteki bir gelişme karşısında tok ve
sarsılmaz bir tutum almıştır. B u tutumuyla, son yıllarda Kürt
hareketinin yedeğine düşerek kuyrukçuluğu çizgi edinmiş ba­
zı çevrelerin de tereddütlerini kırmış, bu konuda onları cesa­
retlendirmiştir.
Gelişmeler, hep altı çizildiği gibi, esası yönünden bizim
için herhangi bir şaşırtıcı yön taşımamaktaydı. Partimiz bu
muhtemel akıbete yıllardır işaret etmekte, tutulan yeni yolda
ısrar edildiği takdi rde süreci n düzenle ve sistemle bütünleş­
meyle noktalanacağı n ı v urgul ayarak devrimci eleştiri ve
uyarılarını yapmakta idi. Bu nedenledir ki, gelişmelerin utanç
verici bir teslimiyetle sonuç l anan son safhasını da önden
hazırlıklı olarak karşılamayı başard ı . Gelişmeler karşısında
adım adım net bir tutum alarak Kürt halkının devrimci ka­
zanımlarını savundu. Son bir yılın bu zorlu sınavı Partimiz'in
ideoloj ik-pol itik önderl i k kapasitesi n i , bu alandaki öncü
kimliğini sınadı ve Partimiz bu sınavdan yüz akıyl(\ çıku.
Bunun bir rastlantı olmadığını, hareketimizin çıkışından
itibaren Kürt hareketine i lişkin tutumunda ve her gelişme
satbasını büyük bir isabetle değerlendirmesinde de görmek
mümkündür. Genel olarak demokrasi sorunu, özel olarak da
ulusal sorun, marksist sınıf bakı şaçısının en net biçimde
sınandığı kritik sorunlardır. Bu sorunlarda doğru bir bakışaçı­
sı ve politik tutumla hareket edemeyen bazı çevrelerin bu­
gün kuyrukçuluğa ve sınıf işbirliği çizgisine düştüklerinden
yarım ağız yakınmaları da buna tanıklık etmektedir.
Devrimci sınıf mücadelesi için
yeni bir dönem
Kürt hareketindeki son gel işmeler karşısında alınan tu ­
tumun kritik önem taş ı y an bir başka boyutu daha v ar.
107
Gel işmelerin yönünü ve çok da şaşırtıcı olmayan bugünkü
akıbetini yıllardan beridir açıklıkla görmenin avantajıyla,
Partimiz. yaşanan gelişmelerin olumsuz ağırlığı altında ezilen­
lerin tersine, bunu, devrimci sınıf mücadelesi için olumlu
anlamda yeni bir dönemi n başlangıcı olarak değerlendirdi .
Kürt sorununu Türk burjuvazisi i le birleşme ve bütünleş­
me temeli üzerinde Türkiyelileştirenler, böylece kendi ira­
deleri dışında, bu aynı sorunun Türkiye işçi sınıfı ve emekçi­
leriyle birleşik devrimci bir mücadele eksenindeki devrim­
ci çözümünün de önünü açm ış oldular.
Yılların mücadelesi, soru n u dar bir u lusal çerçeveye ve
coğrafyaya hapseden devrimci küçük-burjuva miiliyetçiliği­
nin yapabileceklerinin azami sınıriarım da açıklıkla gösterdi.
PKK ' nın bugünkü akıbeti, aynı zamanda halkçı küçük-bur­
juva devrimciliğinin Kürdistan coğrafyasındaki tarihi yenilgisi­
ni ve iflasını da tescil etmi ştir. ' 70 ' l i y ı11arın küçük-bur­
juva devrimci akımlarının ' SO'li yıllardaki akıbetinin ardın­
dan, '90'1ı yınarda bu kez Kürdistan 'ın devrimci küçük-burjuva
akımı, siyasal yaşamı n ı , mevcut toplumu n kendi temelleri
üzerinde demokratikleştirilmesi liberal çizgisiyle noktalamıştır.
Devrim bayrağı bundan böyle Türk iye 'de old uğu kadar
Kürdistan'da da, işçi sınıfını ve bilimsel sosyalizmi temel
alan, çözümlerin i bu temel üzerine oturtan akım ı n elinde
olacaktır. Ve doğası gereği böylesi bir akım, milliyet ayrımı
gözetmeksizin tüm Türkiye işçi sınıfının temsilcisi olan ve
tüm emekçi katmanları birleşik devrimci mücadele çizgi­
sinde birleştiren bir akım olabil ir ancak.
Sorun elbette başka akımların ve sınırl ı çözüm arayışları­
nın bundan sonra da olup olmayacağı sorunu değildir. '70'le­
rin küçük-burjuva devrimciliğini daha geri ve kısır biçim­
ler içeris inde sürdüren akı mlar bugün de varolduğuna göre,
son 20 yıldır PKK ' n in temsil ettiği devrimci küçük-burju­
va mill iyetç iliğini yeni dönemde d�ha geri ve kısır biçim1 08
ler içerisinde sürdürmek isteyen akımlar da elbette olacaktır.
Fakat Türkiye 'nin ardından Kürdistan ' da da küçük-burju ­
va devrimciliğinin çözümsüzlüğü, yenilgisi ve en öneml isi
de ideolojik iflası artık kesinleşmiştir.
Partimiz gelişmelere ve kendi sorumlulukianna bu gözle
bakrnaktadır. Yıl lardır bir çözümsüzlüğü yaşayan ve bununla
Türkiye 'nin genelinde de devrimci sınıf mücadelesinin önü­
nü tıkayan PKK önderliğindeki hareketin teslimiyetle so­
nuçlanan akıbetini, bu açıdan ve bu nedenle, devrimci mü­
cadele için olumlu bir yeni dönemin başl angıcı olarak gör­
mektedir.
Devrim ve sosyal izm davasında samimi ve ı srarlı olan
Kürt devrimcilerinin önünde de, geride kalan dönemin mu­
hasebesini bu gerçeklerin ışığında yapmak ve yeni yöne­
I imlerini buna göre saptamak sorumlul uğu d urmaktadır. Her
iki milliyetten burjuvazinin çıkarlarına dayalı gerici çözümlerin
karşısına, tüm mill iyetlerden işçi sınıfı ve emekçilerin çıkar­
larına ve özlemlerine dayanan bir çözüm çizgisiyle çıkılmal ı­
dır. Bu, düzenle bütünleşme çizgisine verilecek en iyi ve
en doğru yanıttır. Bu, Kürt ulusal sorunu da içinde tüm temel
toplumsal ve si yasal sorunların biricik gerçek çözüm yolu
ve zeminidir. Bu başarılabildiği ölçüde, Kürt hareketini ye­
ni lgiye uğratıp teslim almanın sevincini yaşayan emperya­
l istlere ve burjuva geri�iliğine de en anlamlı yanıt veri l­
miş olacaktır.
Sistematik saldınlar ve sınavdan
geçen direnme kapasitesi
Kuruluşunun birinci yılını geride bırakan Partimiz'in karşı
karşıya kaldığı ikinci önemli sınav, kurulduğunun hemen
ertesinde yüzyüze kaldığı saldırılar zinciri olmuştur. S iya­
si pol is Partimiz'in kuruluşunu zincirleme saldırılarla karşıladı.
1 09
Bu, örgütsel kayıpların yanısıra, telafisi uzun ayları bulan
örgütsel sorunlar da yarattı. Polisin bu saldırılada elde ettiği
başarı, Partimiz'in örgütsel alanda ciddi zaaf ve yetersiz­
likler yaşad ığını açı klıkla gösterd i . S ağlam bir illegal ör­
gütsel temeli oturtmada, kurallı bir örgüt yaşamı kurmada,
partinin bu alandaki örgütsel çizgisini ve çal ışma tarzını
titizl ikle uygulayacak kadrolar yeti ştirmede henüz çok cid­
di yetersizlikler içeris inde olduğumuz açıkça ortaya çıktı.
Kuruluş Kongresi'ndeki tartışmalar ve değerlend�rmeler, yeni
döneme i li şkin olarak saptanan görevler, partinin gerçekte
bu zaaf ve yetersizliklerinin bilincinde olduğuna tanıklık et­
mektedir. Kongreyi izleyen süreç bu zaaflara köklü ve sis­
tematik bir müdahale süreci olarak da düşünülmüştü. Fa­
kat kurul uşu izleyen saldırılar buna fırsat vermediği gibi
partiyi bir dizi yeni sorunla da yüzyüze �ıraktı.
Aradan geçen bir yılın toplam bilançosu üzerinden bak­
tığımı zda, partinin bu zorlu sınavı da soğukkanlıl ıkla v e
başarıyla verdiğini görmekteyiz. Öncelikle saptanması ge­
reken nokta, saldırılar karşısında gösterilen sükunet ve soğuk­
kan l ı l ı ktır. Öte yandan, partil i kadroların ezici bir bölümü
poliste tam direniş göstererek saldırı karşısında partiye bü­
yük bir moral ve manevi güç kazandırmakla kalmadılar, böy­
lece poli s saldırılarının geni ş lemesine de set çekm iş oldu­
lar. Bu davranış çizgisi partinin direnme geleneğini de güç­
l endirip pekiştirm iştir.
Bu süreçte parti, politik faaliyetinde kesinti yaratmamaya
özen göstererek, bunun uygun biçim ve yöntemlerini öne
çıkararak, bu saldırılar karşısında düzenl i olarak geri çe­
kild i ve toparianmak için zaman kazandı . Saldırının tahri­
batına ve kayıpların yarattığı boşluğa rağmen, seçimler, I
Mayıs, Temmuz-Ağustos kitle hareketli l iği dönemi ve son
olarak da Ulucanlar katlİarnı karşısında parti, politik faali­
yeti n i hep bell i bir düzeyde tutmayı başarabildi. S istema110
tik bir polis saldırısının yarattığı tüm sorunlara rağmen, bu­
nun partinin örgütsel varlığını ve faaliyetini temelden etki­
leyemeyeceği de böylece pratikte görülmüş oldu.
Denebilir ki, örgütsel varlığımıza yönelen sistematik saldı­
rıtarla (ki buna açık ihanetle başka bazı sorunlar da eşlik
etmiştir) direnme irademiz ve kapasitemiz sınavdan geçi­
rilmiş, parti bu sınavdan yüz akıyla ÇJkJ11ıştır. Bugün saf­
Ianınıza egemen sağlam özgüven ve moral güç, bu sınavın
nası l verildiğinin bir başka sağlam ölçüsü ve göstergesidir.
Kapsamlı hedeflere ve hesaplara dayal ı Ulucanl ar kat­
liamı, partinin d irenme çizgisi ve kapasitenin sınavdiin geçtiği
temel önemde bir başka pol itik olaydır. İki Merkez Komi­
tesi üyesini bu vahşi katliamla kaybeden Partimiz'in, saldırı
karşısındaki toplam tutumuyla, bu sınavdan nasıl geçtiği de
dost-düşman herkes tarafından bilinmektedir. Bu saldırı ,
Partimiz üzerindeki etkileri yönünden ters tepmiş, partinin
direniş çizgisini ve moral gücünü peki ştirmiş, saygınlığını
güçlendirmiştir.
Asıl sınav kitlelere önderlik
alanında verilmelidir
Tüm bunlara rağmen, geride kalan bir yıl içerisinde karşı
karşıya �aldığı saldırılar ve bunun yarattığı sorunlar nede­
niyle, parti devrimci sınıf mücadelesi karşısındaki görev­
lerini gerçekleştirmekte başarısız kalmıştır. Direniş çizgi­
si, direnme kapasitesi, özgüven, moral güç, tüm bunlar Par­
timiz için esası yönünden yeni o lmayan öze l l ikler ve kaza­
nımlardır. Son bir y ı l ı n bu açıdan getirdiği esasa i l işkin tek
yenilik, bunların zorlu sınavlar içerisinde bir kez daha sı­
nanması , genel planda da daha somut olarak görülüp an­
laşılmasıdır. Bu da bir kazanım olmakla birlikte bize başa­
rısızlıklarımızı unutturabilecek bir teselli kaynağı olarak
lll
görülmemelidir.
Örgütsel alanda ve çalışma tarzında gideremediğimiz
zaaflar son bir yı lda bize ağır bir faturaya malolmuştur. Ve
eğer bu zaaf ve yetersizlikleri gideremezsek, yeniden inşa
süreci bunların asgari de olsa giderilebildiği bir süreç ola­
rak yaşanamazsa, benzer sorunlar ve sonuçlarla tekrar tek­
rar yüzyüze kalırız. Partimiz'in görevi, işçi sınıfı ve emekçi
kitlelerin ileri kesimleriyle birleşmeyi ve bütünleşmeyi başa­
rarak, devrimci sınıf mücadelesi n i ileriye taşımaktır. Üst­
lendiği misyonun gereklerini başarıyla yerine getirip getir­
me-diğini n tek gerçek ölçüsü budur.
_
Partinin son bir yıl içerisinde ideolojik ve örgütsel planda
bir sağlamlık ve dayanıkl ılık göstermiş olması , elbette bir
anlam taşımaktadır. B u , partin i n bu alandaki öncü k iml iği­
n in ve direnişçi konumunun bir doğrul anmasıdır. Fakat eğer
bu üstünlük bir an önce devrimci sınıf mücadelesi görev­
lerin in gerçekleştiri lmesine bağlanamaz, bununla tamamla­
namazsa, kend i başına çok fazl a bir anlam taşıyamayacağı
gibi, uzun vadede korunması da pek kolay ol mayacaktır.
B u bel irlemeler, bir bütün olarak partinin d ikkati nin ve
çabası nın yoğunlaşacağı görev ve soruml uluklara da işaret
etmektedir. · Parti i şç i sın ıfının ve emekçi kitlelerin gerçek
öncüsü olabilmel i, tüm dikkat ve enerj isini bunun başarılma­
sına yoğunlaştırmalıdır.
Gerek kongre hazırl ık sürecinin yarattığı içe kapanma­
lar; gerekse son bir yılın i şaret etmiş bulunduğumuz sorunları,
partinin sınıf ve kitle çalışmasında belirgin bir zaafiyete ve
gerilerneye yolaçmış bulunmaktadır. İçinde bul unduğumuz
sürecin en öncel ikli pratik görevi, bu zaafiyet i gidermek,
sınıf ve kitle çalışmasında yeni ve verimli bir düzeyi yaka­
lamaktır. Örgütsel toparlanma sürecinin bugün geldiği yer,
partinin buna yeniden yoğuntaşabilme koşullarının yakalandı­
ğını göstermektedir. Bunun sorunlarına yoğunlaşmak, parti
112
basınında, özell ikle ve öncelikle de MYO 'da bu sorunları
sürekli ve çok yönlü olarak. ele alıp i şlemek., parti birim ­
lerinin ve kadrolannın önünde acil ve güncel bir görev olarak
duruyor.
TKİP'nin yükselttiği bayrak
altmda birleşelim!
Sosyal yıkım saldırıları ile bunu izleyen büyük Marmara
depremi karşısında sermaye iktidarının halkı ortada bırakma­
sı, düzenin işçi sınıfı ve emekçitere karşı tutumunun yakın
dönemdeki en veciz örnekleri oldular. Sosyal yıkım saldı­
rılarına karşı Temmuz-Ağustos aylarında gelişen ve ancak
depremle kırı labilen büyük işçi hareketliliği ile, depremin
devlete ve düzene karşı yarattığı derin güvensizlik (ve yer
yer kendini dışavuran tepkiler) ise, tersinden, kitlelerdeki
hoşnutsuzluğun ve mücadele arzusunun aynı dönemdeki
göstergeleri oldular.
Türkiye kapitalizm inin yapısal sorunlarının ağır faturası
sürekl i olarak işçi sınıfı ve emekçilere ödetilmektedir. Bur­
juvazinin bundan farkl ı bir alternatifi de yoktur. Bunun kar­
şısında devrimci bir önderl ikle bul uşamamak ve böylece
soluklu bir mücadele çizgisinde ilerleyememek, kitle hare­
ketinin en temel sorunu olmaya devam etmektedir. Büyük
bir öfke birikimini açığa çıkaran ve hızla yaygınlaşan Tem­
muz-Ağustos hareketl i l iğinin son uçsuz kalmasının gerisin­
de, · aynı zamanda bu gerçeklik vardır.
B urjuvazi de bunun bilincindedir. Devrimci harekete so­
luk aldırmamaya dayalı si stematik terör bundan dolayıdır.
Terörle ve Ulucanlar'daki türden kanlı katliamlarla bu zaaf
süreklileştirilmeye, direniş çizgisi kırılmaya ve kitleler terörize
edilmeye çalışılmaktadır. Polisin sonuç almasını kolaylaştı­
ran zaaf ve yetersizl i klerimizin bir an önce giderilmesine,
1 13
görev ve sorumluluklarımızın tüm gereklerine buradan d a
bakılabilmelidir.
Devrimci akımların ' 96 'dan beri sürekliteşen gerileme­
sinin son bir yılda da devam ettiği bir sır değildir. Mey­
dan gitgide daha çok reformİst akımlara kalmaktadır. Dev­
rimc i mücadeleye akan yeni güçler bu akımlar tarafından
düzen zeminlerinde tutulmakta, reformist sol pol itikalar
ekseninde etkisizleştiril mektedir.
Bu olgu Partimiz'in sorumluluklarını ayrıca ağırlaştırmak­
tadır. Zira geleneksel devrimci akımiann reformizm karşısın­
da devrimci bir alternatif odak oluşturma güç v e yetenek­
leri artık yoktur. Böyle bir odak ancak Partimiz tarafından
inşa edilebil inir. Bu vurgu, kendi dışımızdaki devrimci potan­
siyelin küçümsenmesini değil, tam tersine, bünyesinde bu­
l undukları akımlar tarafından artık ileriye taşınamayan ve
günden güne heba edilen bu potansiyelin daha çok önem­
senınesini gerektirmektedir. Bu önemseme, bu güçlerin parti
çizgisine ve saflarına kazanılmasını, parti çatısı altında birleş­
tirilmesini gerektirmektedir.
TKİP, kuruluşuyla birlikte, tüm komünistler ve sınıf
bilinçli işçiler için, devrimin ve sosyalizmin tüm dürüst v e
samimi militanl arı için, altında birleşecekleri ve uğruna sa­
vaşacakları bir bayrak yükseltmiştir. S üreç proletarya ve
sosyalizm adına altında birieşilecek ve uğruna savaşılacak
tek gerçek bayrağın bu olduğunu gitgide daha açık bir biçim­
de göstermektedir ve gitgide daha çok gösterecektir. Bu ne­
denledir ki, Partimiz'in kuruluş yıldönümünü vesile ederek,
devrim ve sosyalizm davasında samimi olan herkesi bir kez
daha Partimiz' in, Türkiye Komünist İşçi Partisi 'nin bayrağı
altında birleşmeye çağırıyoruz.
Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!
(Eki m , sayı: 2 10, Kas1m 1999, başyaZI)
114
Emperyalist stratejilerin
k1skac1ndaki
Türkiye
Emperyalizm özgürlük değil
egemenlik peşindedir
Helsinki Zirvesi 'nde Türkiye 'nin Avrupa B irliği 'ne aday­
lığının onaylanması işbirlikçi düzen cephesinde büyük bir
sevinçle karş ı l and ı . Medya olayı kitlelere bir bayram ha­
vası içerisinde sundu. Avrupa ile bütünleşmenin Türkiye 'ye
"refah" ve "demokrasi" getireceği, Türkiye 'nin "çağdaş uy­
garlı k yürüyüşü"nde artık yeni bir aşamaya girdiği üzeri­
ne, asıl olarak emekçileri aldatmayı, sersemletmeyi, bu tür­
den temelsiz hayallerle oyalamayı amaçlayan bayağı bir pro­
paganda günlerdir sürdürülmektedir.
Benzer bir propaganda dört yıl önce Türkiye'nin Gümrük
Birliği'ne girişi vesilesiyle de yapılm ıştı. Aradan geçen dört
1 15
yıl içerisinde işçi sınıfı ve emekçiler iktisadi, sosyal ve siyasal
haklar al anında yeni kayıplara uğradı lar. Ağırlaşan siyasal
ve sosyal yaşam koşulları, emperyalizme daha sıkı kölel i k
bağlarıyla bağlanmanın emekçi ler için gerçekte n e anlama
geldiğini böylece somut olarak da gösterm i ş oldu. B ugün
ülke kaynaklarının talanı ile sosyal yıkım saldırıları kesintisiz
olarak sürmekte ve buna her türlü hak arama mücadelesi­
nin dizginsiz bir baskı ve terörle engellenip bastırılması eşlik
etmektedir. Başka türlü de olamazdı. B ilim açıkça tespit etmiş
ve tarih her zaman, her yerde, her adımda doğrulamıştır ki,
emperyalizme bağımlılık ülke ve h alklar için özgürlük ve
refah değil, tam tersine kölece egemenlik ve katmerli sömürü
demektir.
AB, gerici ve emperyalist bir oluşumdur. Bu oluşum Av­
rupa tekellerinin, dünya ölçüsünde kızışan emperyal ist re­
kabette güç ve imkanlarını birleşti rerek güçlü bir emper­
yal i st odak olma arzularının ve planlarının somut bir ifa­
desidir. Bu tür bir gerici emperyal ist birlik çağdaşlığı y a
da uygarl ığı değil , tastamam kapital ist barbarlığın Avrupa
odağını temsil etmektedir. İşçi sınıfı ve halkları n refahı nı ,
barış ve özgürlüğü değil, tam tersine, tekel lerin sınırsız sö­
mürü ve egemenlik arzularını, emperyalist-yayılmacı plan­
larını, saldırı ve savaş tehdidini temsil etmektedir. İşçi sınıfı
ve emekçilerin mücadelesi karşı sında ve emperyalist reka­
bet koşullarında, Avrupa tekellerinin çıkarlarını güvence altına
almaya çalı şmaktadır.
Tekellerin Avrupa'sı demek olan AB 'nin, geçtik Tür­
kiye gibi sistemin bağımlı ülke halklarını, gel işmiş Avrupa
ülkelerinin işçileri ve emekçileri için bile anlamı bugün bu­
dur. Tekellerin emperyali st Avrupa'sının dünya ölçüsünde
kızışan emperyalist rekabet ve nüfuz mücadelelerinde ko­
numunu güçlendirmek çabasının, Avrupa işçi sınıfı ve emek­
çilerine faturası, daha çok işsizlik, sürekliteşen hayat pahalı-
1 16
lı ğı, sosyal hakların gaspı, Avrupalı olmayan halkiara karşı
ırkçılık ve polis devletinin güçlendirilmesi olmaktadır. Bunu
hergün yaşayarak gören bu ü l kelerin i şçi ve emekçileri içe­
risinde, "Tekellerin Avrupa'sına h ayır!" eksen li bir muha­
lefet ve mücadelenin günden güne büyümesi de bundan do­
layıdır.
�asal ve gerçek
Bu kısa değinmeler, gerici emperyalist bir oluşum olan
Avrupa B i rl iğ i 'ne atfedi len "çağdaş uygarl ık", "demokra­
si" ve "refah" masallarına işaret etmek içindi. Fakat asıl
masal, Türkiye' ni n artık "Avrupalı" olduğu, böylece önünde
"yeni ufuklar" açıldığı, topl um olarak demokrasiye ve re­
faha kavuşacağımız yeni bir dönemin başladığı üzerinedir.
Kendi halklarının zorlu mücadelelerle elde edilmiş kazanım­
larını budayan bir emperyalist oluşumun, emperyalizme köle­
ce bağıml ılık içinde bulunan bir ülkenin halkına neler geti­
rebileceğini kestirrnek zor değildir. B unun üzerinde öyle uzun
boylu durmak gerekl i de değildir.
Karmaşık diplomatik hesaplar, pazarlıklar ve entrikaların
ürünü olan Helsinki kararı, Türkiye ' ye AB yolunu açmamış,
yalnızca emperyalist AB 'ye Türkiye 'yi daha sıkı denetle­
me, kendi çıkarları ve hesapları doğrultusunda daha e tk il i
bir biçimde yönlendirme olanağı sağlam ışt ı r. Kuşkusuz A B
i l e A B D arasındaki emperyal ist çel işkiler v e rekabetin kar­
maşık il işkileri düzleminde. Türkiye 'nin AB 'ye adaylığına
ilişkin karann gerçek politik anlamına ve sonuçlarına da
asıl buradan giderek bakmak gerekir.
Bu karar, ABD emperyalizmi ile A lmanya'nın başını çek­
tiği AB emperyalizmi arasında ·a çık ve örtül ü biçimler içe­
risinde süren rekabetin kendine özgü bir ürünü olmuştur.
B üyük emperyalist odaklar arasındaki mücadelenin ve he117
sapların ürünü bir karar i se , doğaldır ki, Türkiye halkına
yalnızca daha ağır bağım1ıhk ve kölelik koşullan getirmekle
kalmaz, Türkiye'yi emperyal ist stratejilerin hizmetinde dış
maceralara da daha kolay bir biçimde sünlkler.
ABD-AB ilişkileri kıskacında
Türkiye
Helsinki kararının gerçek politik mahiyetini ve sonuçlarını
yerli yerine oturtmak için, bakılması gereken üç temel önem­
de i l işki alanı vardır. Bunlardan ilki, ABD ile AB i l işki­
leri; ikincisi, Türkiye 'nin ABD ve AB ile bugüne kadarki
i l işki leri; üçüncüsü ise, özell ikle Avrasya üzerinde gitgide
kızışan emperyal ist rekabet içerisinde, ABD 'nin Türkiye ' ye
biçtiği ve uygulamasına şimdiden geçtiği rol ile AB 'nin bu
alandak i beklentileri ve hesaplarıdır.
İlkinden başlayal ım. ' 89 yıkıl ışını izleyen süreç, dünya
öl çüsünde emperyalist güç odaklaşmalarının gitgide daha
belirgin hale gelmesine ve batılı emperyalist güçler arasında
o güne kadar daha çok i ktisadi ve ticari alanda sürmekte
olan rekabetin giderek politik biçimler kazanmasına, dünya
ölçüsünde · emperyalist hegemonya ve nüfuz mücadeleleri­
ne dönüşmesine sahne oldu. Avrupa B irliği bu emperyal ist
hegemonya mücadelesinde başa güreşen odaklardan biridir.
B u nun bir gereği ve önkoşulu olarak, bugün hegemonyayı
ve dol ayısıyla l iderl iği hala el inde tutan ABD 'den bağım­
sızlaşmaya, onun dünden kalan vesayetini çeşitli alanlarda
adım adım kırmaya çabalamaktadır.
NATO'nun 50. kuruluş yı ldönümü zirvesinde gündeme
getirilen, son Helsinki Zirvesi ' nde daha somut adımlara konu
edilen Avrupa Güvenl i k ve S avunma Kimliği (AGSK) de
bunun bir boyutu ve ifadesidir. Ye AB bununla, yalnızca
ABD'nin askeri vesayetinden kurtutmayı hedefiernekle kal118
mamakta (ki bu onun kısa dönemli hedefidir). yanısıra ve
asıl olarak, kendi egemenlik atanındaki halkiara karşı olduğu
kadar, dünya egemenliği mücadelesinde A B D 'ye ve öteki
emperyal ist odaklara karşı da kendi saldırı, müdahale ve sa­
v aş gücü oluşturmanın başlangıç adımlarını almaktad ır.
Tersinden i se ABD, A vrupa üzerindeki denetimini ko­
rumak için yoğun bir çaba harcamaktadır. Özel l ikle muaz­
zam askeri gücünden gelen avantajları i le NATO içerisin­
deki hakirojyelini bu doğrultuda kullanmaktad ır. Son on yıl­
da birçok örneği görüldüğü gibi, Avrupalı emperyal istleri
oldu bittilerle yüzyüze bırakmakta, kendi poli tika ve ter­
cihlerine yedeklerneye çalışmakta, halen birçok durumda bun­
da başarılı da olmaktad ı r.
ik incisine, Türki ye 'nin ABD ve AB ile i l işki lerine ge­
l ince. B i l indiği gibi Türkiye, ' 89 yıkılışma kadar birleşik
bir blok oluşturan batılı emperyalistlerin Ortadoğu'daki ileri
karakolu durumundaydı. Bu konumuyla, NATO'da birleş­
miş ABD ve Avrupa ll emperyalistlerin ortak çıkarlarına
sadakaıle hizmet etmekteydi. Bununla birl ikte ikinci emper­
yal ist savaştan beri Türkiye asıl olarak ABD 'ye bağımlı bir
ülkeydi. Siyasi, askeri ve diplomatik alanlarda dizginler tam
olarak ABD 'nin el indeydi . Yan ı sıra, İMF ve Dünya B an­
kası yol uyla, mali ve iktisadi bakımdan da ABD' nin tam
denetiminde olan Türkiye, öte yandan Avrupa lı emperya­
l istlerle de güçlü i ktisadi bağlara ve yoğun ticari i l işkilere
sahipti. Bu çerçevede Türkiye, üye olduğu bazı kurumlar
ve imzalad ığı antlaşmalar yoluyla, Avrupa 'nın da siyasi ve
diplomatik etki ve denetimi al tındaydı .
B ugün d e durum esasında budur v e b u durum AB ve
ABD ile i l i şkilerinde Türkiye 'nin kendine özgü konumunu
işaretlemektedir. '89 y ıkıl ışından sonra, A B D 'nin Türkiye
üzerindeki egemenliği ve deneti m i A vrupa lı emperyalistle­
re göre çok daha güçlenmiş ve pekişmiştir. Körfez savaşın1 19
daki uşakça angajmanların yanısıra, özellikle Kürt halkının
özgürlük mücadelesinin bastırılmasında Türk burjuvazi sine
verdiği kayıtsız şartsız destek, ABD payına bunu kolaylaştıran
bir rol oynamı ştır. Son olarak ABD, İsrail ve Türkiye ' n in
birlikte oluşturduğu saldırgan stratejik ittifak, ABD'nin Türkiye
üzerindeki denetimini yeni bir düzeye çıkarmıştır. Tüm bunlar
A B D ' ni n Türkiye üzerindeki hegemonyasının AB aleyh ine
pekişmesinin ifadesi olmuştur.
ABD'nin Türk iye'yle son on yıl içerisinde geliştirdiği
v e kuşkusuz A B etkisinin sınırlanması anlamına gelen bu
yeni ilişki ler, bizi üçüncü temel alana getirmektedir. B u ,
A B D ' ni n kendi stratej i k emperyalist hesapları çerçevesin­
de Türkiye'ye biçtiği yeni roldür. Bu rolün anlamı ve mahi­
yeti daha şimdiden bir dizi olay ve uygulamayla açığa çık­
mış bulunmaktadır. ABD emperyalizmi Türkiye 'yi Ortado­
ğu'da, Balkanlar'da ve K afkasya ile İç Asya'da kendi hege­
monya mücadelesinin aktif bir aracı olarak kullanmak iste­
mektedir.
Türk burjuvazisi ise buna fazlasıyla heveslidir, neredeyse
tüm geleceğini buna i potek etmiş bulunmaktadır. Bu saye­
de, ABD'nin h izmetinde ve himayesinde, bir bölgesel güç
olmayı hesaplamaktadır. B u na olan hevesini ve bu çerçe­
vede ABD çıkarlarına ve hesaplarına sadakatini Körfez sava­
şından beri sayısız olayla kanıtlamı ştır. Körfez savaşında
aktif şekilde ABD'nin yanında yer alınmış ve bugüne ka­
dar Türkiye toprakları, ABD'ye, Irak'a karşı bir serbest saldırı
üssü olarak kullandırılmıştır. Somal i 'ye asker gönderilmiş,
ABD hizmetinde Bosna'ya müdahale edilmiş, Yugoslavya'ya
karşı emperyal i st NATO müdahalesi içinde aktif olarak yer
alınmıştır. Ve nihayet ABD ve İsrail ' le Ortadoğu halklarına
karşı saldırgan bir stratejik ittifak oluşturulmuştur. Bu arada
Kafkasya ' da ve Orta Asya 'da A B D 'nin stratej i k hedefleri­
ne hizmet edilmiş, bu doğrultudaki açık çabaların yanısıra
120
çeşitli komplo ve entrikalar içinde de yer alınmıştır.
Yine de tüm bunlar, ABD ile yeni ili şkilerin ve A B D
stratej isi içerisindeki yeni rolün sadece bir ö n hazırlığı ma­
hiyetinde girişimlerdir. Asıl hesap ve hazırlık bundan son­
rasına ilişkindir. B undan sonrasının ne olacağına ise Clin­
ton 'un tantanalı Türkiye gezisi yeni açıklıklar getirmiştir.
ABD Türkiye' yi kendi emperyalist dünya liderliğinin zorunlu
koşulu olarak gördüğü Kafkasya ve İç Asya'da egemenlik
kurmanın bir aracı , bir koçbaşı, bir müdahale gücü olarak
görmekte ve buna hazırlamaktadır.
"i lişkilerde en parlak dönem" ve
yeni "stratejik ittifak"
Zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahip olan Kafkas­
ya ve İç Asya, ' 89 yıkılı şından sonra, tıpkı Ortadoğu gibi,
emperyalist dünya egemenliğinin kilit alanlarından biri hali­
ne geldi. Özell ikle Amerikalı emperyal i st stratej istler bunu
açıklıkla dile getirmekte, Brzezinski türünden ünlü akıl hocaları
bu konul arda kitaplar yazmakta; ABD dünya üzerindeki l i ­
derliğini korumak istiyorsa eğer, Kafkasya'ya v e Orta Asya'ya
mutlak biçimde egemen olmayı başarabilmel idir demekte­
dirler. Enerji kaynakları bakımından Ortadoğu kadar önem
kazanan Kafkasya ve İç Asya'nın Ortadoğu 'dan farkı , henüz
tam olarak paylaşılmamış ve denetime alınmamış olmasıdır.
Bugün bu bölgede günden gün� şiddetlenen, açık ve örtülü
biçimler içerisinde süren yoğun bir emperyalist rekabet ve
nüfuz mücadelesi vardır.
Son yıllarda ABD'nin dikkatleri. hesapları ve çabaları
bu bölgeye yoğunlaşmıştır. ABD bu bölgede egemenlik kur­
manın Rusya ve Çin ' i n etkisinin kırılıp zayıflamasına bağlı
olduğunu bilmekte ve buna uygun davranmaktadır. NATO'yu
doğuya doğru sürekli genişletmenin , Türki c umhuriyetler121
deki entrikaların, Kafkaslar'da sonu gelmeyen karışıklıkların,
Çe�enistan'daki sava � ın. Afganistan 'daki iç karışıklıkların,
Rusya 'yı i çinden zayı ftatmaya ve denetim altına almaya
yönelik ABD giri ş im lerin in, tüm bunl arın gerisinde hep
Avrasya 'nın denetim altına alınması hesabı ve çabası vardır.
Brzezinski açıkça. ABD tek süper güç konumunu ve dünya
üzerindeki liderliğini korumak istiyorsa Avrasya'ya mutlak
biçimde egemen olmak zorundadır; Amerika 'nın küresel he­
gemonyası "doğrudan doğruya A vrasya kllastndaki hakimi­
yetinin ne kadar süreyle ve nasıl bir etkiyle sürdürüleceğine
bağlıdır" . demektedir.
Türkiye A B D i l i şkilerinin yen i yöne limine de buradan
bakmak gerekir. A B D ' n i n Türkiye'nin önüne açtığı ve i ş­
birlikçi Türk burjuvazisinin de büyük heveslerle sarıldığı
"yeni ufuk" gerçekte işte bud ur. Türkiye, ABD'nin dünya
liderliği için zorunlu bir koşul olarak gördüğü bir bölge üze­
rinde kurulacak hakimiyetin aracı ve müdahale gücü ola­
rak görülmektedir. C l i nton ' u n Türkiye gezisi ve AGİK
Zirvesi'nde hediye olarak sunulan Bakü-Ceyhan antlaşmas ı ,
b u hesabın b i r parçasıdır.
Clinton 'un gezinin hemen öncesinde ABD 'de yaptığı ve
Türkiye 'yi bol keseden onore ettiği bir konuşmasında dile
getirdikleri için de aynı şey geçerlidir. Clinton açıkça, Tür­
kiye 'nin alacağı kararlar ve yapacağı terc ihler, 2 1 . yüzyılın
şekillenmesinde belirleyici bir rol oynayacaktır, demişti. Dün­
ya hakimiyetini korumak ve sürdürmek. bizzat emperyalist
akıl hocal arının ifadesiyle Avrasya'dan geçtiğine; ve ABD
emperyal izmi de, Avrasya hakimiyeti için gerek bölge halk­
larına, gerekse Rusya 'ya karşı Türkiye 'yi bölgesel bir jan­
darma ve aktif müdahale gücü olarak değerlendirdiğine ve
hazırlamak istediğine göre, Cl inton ancak bu kadar açı k
konuşabi l irdi.
Türk iye gezisi esnasında Clinton Türkiye-ABD i l işki122
lerin i n tarihinin en parlak döneminde o l duğun u ilan etti ve
Türkiye 'yle "stratejik ittifak"tan sözetti. Böyle bir ittifak
ikinci emperyalist savaştan beri gerçekte zaten varolduğuna
göre, bel l i ki burada daha da yeni ve ileri bir il işki tan ım­
lanıyord u . B u , dünya çapındaki e m peryalist hegemonya
m ücadelesinin kaderini bel i rleyecek bir kritik çatışma böl­
gesinde ABD hesabına Türkiye 'ye biçi len yeni rolden başka
bir şey değildir. ABD başkan ı n ı n Türkiye 'ye yaptığı gezi­
n in başarısının ve AGİK Zirvesi 'nde B akü-Ceyhan için
kaldırılan kadehlerin tüm anl am ı , Türkiye 'yi yönetenlerin
bu rolü üsttenıneye bir kez daha onay verdikleridir. Böl­
gesel yayılınacı bir güç olmak hevesindeki Türk burj uva­
zisi, Türkiye 'yi tam anlamıyla ABD emperyalizminin savaş
arabasına bağlamış bulunmaktadır.
Günlerdir tüm yeminli Amerikancı cepheni n "Avrupa­
Iılaşma" üzerine kopardıkları yaygaralar, bir yerde bu temel
gerçeği örtmeye de h izmet etmektedir.
Dünün "Truva atı" bugün neden
"üye adayı"?
Kafkasya ve Orta Asya üzerine süren paylaşım ve nü­
fuz mücadelelerinde AB, özellikle onun başını çeken Al­
man emperyalizmi de etkin bir biçimde yer almak çaba­
sındadır. Bu konuda her ne kadar ABD'ye ters düşmemeye
çabalıyor görünse de, temelde kendi hesapları vardır ve bun­
lar için çalışmaktadır. Türk iye 'nin AB ve ABD ilişkileri içe­
risindek i özgün konumu ve son Helsinki kararı da işte bu
rekabet çerçevesinde belirmektedir. Düne kadar Türkiye'yi
eski Alman başbakanı Helmuth Kohl 'ün ifadesiyle ABD'nin
AB ' ye sokulmak istenen "Truva atı" olarak gören AB, onu
ölçülü sınırlar içinde iterek bir basınç uygulamaya ve böylece
kendi denetimine almaya çalışıyordu. Bunun umulan yararı
123
sağlamadığını, tersine, Türkiye 'nin Amerikan emperyaliz­
mine tek yanlı bağımlılığını pekiştirdiğini gördüğü içindir
ki bugün farkl ı bir yol tutmakta, yakınlaşma ve okşama
pol itikası izlemektedir. Almanya 'daki hükümet değişikliği
Alman burjuvazisinin b u manevrasını kolaylaştırmıştır. Hel­
sinki Zirvesi ' nde alman son kararın bundan öte bir anlamı
yoktur.
Türkiye AB için çözümsüz iktisadi, siyasi ve sosyal so­
runlarla yüzyüze bir "problemli ülke"dir. Bu nedenle hiç­
bir biçimde böyle bir ülkeyi bünyesine alarak kendisine yük
etmek istemez ve zaten istemiyor da. Adayl ığın onaylan­
ması ona bu konuda herhangi bir yük yüklüyar değil. AB 'ye,
"hazırlan da gel" demek d ışında bir yüküml ülük getirme­
yen bu karar, fakat öte yandan ona, üyeliğe hazırlamak adı
altında Türkiye 'yi denetleme, kendi ç ıkarları ve hesapları
doğrultusunda etki leme ve yönlendirme olanağı sağlayan
önemli bir araç işlevi görecektir.
Kuşkusuz bu kendi cephesinden AB emperyalizminin
hesabı. Ne sonuçlar vereceği n i ise zaman gösterecek. Zira
tersinden de Türkiye 'yi A B 'ye sokmaya çal ışırken, yıllardır
bu doğrultudaki çabaları desteklerken, hatta hatta bu ko­
nuda AH'ye baskı yaparken, ABD'nin de kendi hesapları
var. Türk burjuvazisi ve devleti üzerindeki denetimine ve
egemenl iğine haklı olarak çok güvenen ABD, Türkiye 'yi
AB 'ye sokmayı başarırsa, böylece bu bünyede kendi hesa­
bına önem li bir dayanak yaratabileceğine de inanmaktadır.
Bu konuda rahat ve güvenlidir. Eski Alman başbakanının
"Truva atı" değerlendirmesi boşuna değildir. Nitekim son
Helsinki kararının ardından e n çok memnun olanlardan biri
de, Türkiye 'yi Avrasya'ya hazırlayan bu aynı ABD'nin ken­
disi olmuştur. ABD hükümeti Helsinki kararı karşısında duy­
duğu memnuniyeti resmen açıklamış, başkan Clinton bunu
"ABD için sonsuz faydalar" sağlayacak bir karar olarak de124
ğerlendinniş, ayrıca yarı resmi hükümet sözcüsü durumundaki
ABD basın organları da kararı ABD hesabına övmüşlerdir.
"Mucizeler serisi"nin yeni halkası:
Kafkaslar ve İç Asya'da ABD'ye hizmet
Türkiye'deki tüm Amerikancı işbirlikçi uşak takımının,
basındaki tüm Amerikan beslernesi kalemlerin, Helsinki ka­
rarını hararetle karşılayıp alkışlamalarını da bu çerçevede
anlamak gerekir. Bunlardan birisi, Amerika'nın sesi bir gün­
lük gazetenin başyazarı, önce Helsinki kararını da dahil ettiği
son iki ayın "mucizeler" serisini sıralıyor: ''Türkiye'yi karanlık
bir girdabın felaket/i sonuçlarından kurtaran mucizeye şükürler
olsun. Şu son birkaç aya bakın . Önce Amerika' nın 'Büyük
Türkiye ' yi keşfetmesi, Başkan Clinton' un gelişi. AGiT, dün
Avrupa Birl(�i ve yakın günlerde IMF ile imzalayaca.�ımız
anlaşma . . . " Ruhunu emperyalizme saımışiara özgü bu ken­
dinden geçişin hemen ardından ise, bu "mucizeler"i başa­
ran hükümete şu telk inde bulunul uyor: "Ama layık olması
için daha yapacakları çok şey var. Orta Asya ve Kafkaslar'ın
anahtarını elinde tutan Türkiye ' nin bu gücünü ha/km re­
fah ve mutluluğu için değerlendirmesi, inanç. kararlılık ve
cesaret gerektiriyor." (Güngör Mengi, Sabah, 1 2 Aral ık '99)
Başkan Clinton ' un keşfettiği "Büyük Türkiye"yi, Hel­
sinki "mucizesi"nin ardından, Orta Asya ve Kafkaslarla ilgili
olarak bekleyen ve "kararl ılık ve cesaret gerektiren" yeni
kararlar, ABD ' nin bölgedeki saldırı ve savaş gücü olmanın
gereklerine uygun tercihleri ve adımları anlatıyor. B urada
dikkate değer olan, en Amerikancı yazarların bile AB 'ye
adaylık adımı ile ABD stratejisi çerçevesinde Kafkaslar ve
Orta Asya'ya yönel i k olarak üstleni lecek rolü bir arada sa­
vunmalarıdır. Bu son derece normaldir, zira ikisi de aynı
Amerikancı pol itika eksenine oturmaktadır.
1 25
Liberal ve milliyetçi burjuva
hayallere karşı mücadele
Hel sinki kararının soldaki yankı larına gel ince. Olduğu
ve kaldığı kadarıyla sözde "mill ici" eğilim taşıyan düzen
solunun bu konudaki tutumunu, Cumhuriyet gazetesinde yer
alan şu sözler dile getirmektedir: " Türkiye Balkanlar' dan
Orta Asya 'ya kadar uzanan bu bölgede, kilit bir konuma,
olmazsa olmaz derecede stratejik bir öneme sahiptir. Tür­
kiye bu konumunun ayırdında olmalıdır. Eğer Türkiye bu
konumunu yetenek/e ve ustalıkla kullanabilecek bir politi­
ka izleyebilirse, ulusal çıkarlarımız açısından hem bu olanak­
lardan yararianmış olur, hem de bu bölgede bir barış ve
istikrar unsuru olarak gücünü büyürerek sürdürür. " (Dr. Alev
Coşkun, ı ı Aralı k ' 99)
Bu sözlerin özü ve özeti, Türkiye'yi çevreleyen kriz böl­
gelerinde k ı z ı şan zorlu emperyal i s t rekabet ortam ında
Türkiye'nin kendini akıll ıca ve başarıyla pazarlayabilmesidir.
Aynı şekilde bu sözler, Türkiye 'de ul usal kaygılar peşin­
de bir burjuva katmanın artık bulunmadığının, burjuva kat­
manlar içerisinde en ileri "milli kaygı"nrn kendini en iyi
şekilde pazarlama arzusundan öteye gidernediğinin bir gös­
tergesidir.
Artık Kürt burj uvazisinin sınıfsal çıkar ve tercihleri ek­
senine oturmuş, bu çıkar ve tercihierin Türk burjuvazisi­
nin çıkar ve terci hleriyle ortaklığına dayalı pol itik çözüm­
ler peşindeki yeni liberal Kürt hareketi ise, Helsinki kararını
hararetle destekliyor. Bunun da ötesinde, bunun gerçekleş­
ınesindeki özel rolü ve çabalarıyla övünebiliyor. Tüm bunla­
rın gerisinde, Türkiye 'nin AB 'ye angajmanlarının demokra­
tikleşme ve dolayısıyla Kürt halkına ulusal özgürlük sağla­
yacağı hayali yatmaktadır. Kürt neo-liberalleri nin düşünce
çizgisi ve beklentileri bu konuda Türkiye ' nin neo-l iberal1 26
leriyle örtüşmektedir.
Sosyal reformist solda değişik tonları bulunan iki ana
eği l i m var. Bunlardan ÖDP tarafından temsil edileni, bazı
mahsurlara işaret eden utangaç bir tutumla da olsa, AB ' ya
katılmanın Türkiye'deki demokratikleşme sürecini kolaylaş­
tıracağı inancını taşıyor ve bu konuda kitlelere temelsiz ha­
yaller pompahyor. İP'in temsil ettiği kemalist milliyetçi akım
ise, batılı emperyali st m i hraklara karşı Asya 'nın emperya­
l ist ve gerici ü lkelerinin ittifakına dayalı bir "Avrasya seçe­
neği"ni alternatif çözüm olarak savunuyor. Bu, daha güçlü
ve etkin emperyalist gerici odakları farklı bir emperyal ist
odakta dengeleme ve böylece bugünün kapitali st Türkiye 'si
için buradan bir manevra alanı yaratma gerici stratejisini
anlatıyor.
Bağımsız sosyalist Türkiye!
Komünistler, emperyalist dünya ile bütünleşmen in de­
mokrasi getireceğine i lişkin l iberal hayaller kadar bugünün
koşullarına uyarlanmış ."üç dünyacılık"ta ifadesini bulan gerici­
mill iyetçi yaklaşımlarla da şi ddetle mücadele etmel id irler.
Sol adına i leri sürülen bu gerici hayallerin ve politikaların
içyüzünü k i tleler önünde açığa çıkarmak için azami çaba
harcamalıdırlar.
Komünistler, AB üzerine, onun demokrasi ve refah ge­
tireceğine dair dayanaksız hayal lerin içyüzünü sergi leme­
nin yamsıra, işbirlikçi burjuvazinin Türkiye emekçilerini em­
peryal izm in stratej i leri doğrultusunda bölge halklarına karşı
maceraya ve savaşa sürükleyen dış politikasına karşı da s is­
tematik bir müca�ele yürütürler. Bu politikaya karşı kitlelerin
devrimci anti-emperyal ist eylemini gel iştirmeye çalışırlar.
Komüni stler, AB ' ye ilişk i n olarak yaratılan hayallerin
ve bu yoldaki girişimlerin karşısına "Tekellerin emperya127
list Avrupa'sına hayır!" anti-emperyalist şiarıyla ve işçi sınıfı
entemasyonalizmiyle çıkarlar. Türk burjuvazisinin emperyalist
stratejilere bağlanmış saldırgan ve yayılınacı dış politikasının
karşısına, bölge halklarının en sıkı devrimci birliği ve daya­
nışması politikasıyla çıkarlar. Bu doğrultuda somut girişimler
örgütlerneye ve ilişkiler geliştirmeye çalışırlar.
işbirlikçi burjuvazinin tümüyle emperyali st merkeziere
bağlanmış politikası, içerde işçi sınıfına ve emekçi l.dtlelere
sosyal y ıkım ve sistematik devlet terörü , dışarda ise bölge
halklarına karşı saldırı ve savaş demektir. Komünistler emper­
yalizme kölece bağımlılığın ürünü bu gerici politikanın kar­
şısına, "Bağımsız sosyalist Türkiye ! " stratejik sloganıyla çık­
maktadırlar. Emekçilerin ve toplumun karşı karşıya bulun­
duğu temel sorunların çözümü , işbirl ikçi burj uva sınıf ikti­
darının yıkılınası ve emperyalizme her türlü bağımlılığa son
vermekten geçmektedir. Bağımsız sosyalist Türkiye bunun
ürünü olacaktır.
(Ekim , sayı: 2 l l , Aralık '99, başyaıt)
1 28
Partimizin orogramının vavını üzerine...
Doston düşman•n önünde
yükseklere çekilmiş bayrak!
Partimiz'in Kuruluş Kongresi 'nin ön hazırlık süreci, önemli
bir bölümüyle, parti programı üzerine tartışmalara konu oldu.
Bu tartışmalara paralel olarak ve bu sayede ulaşılmış açıklık­
lar da esas alınarak, Parti Programı Taslağı kaleme al ındı.
Resmi açılış öncesinde tüm delegeler program üzerine ön
hazırlık tartışma tutanaklarının bir bölümünü inceleme olanağı
buldular. B unun da sağladığı kolaylıkla, parti programı soru­
nu genel yönleriyle derli toplu olarak bu kez kongrede tar­
tışıldı. Ardından Parti Programı Tasla,�ı sunuldu ve kong­
renin resmi oturumiarına geçildi.
Açılış konuşmasının ardından ilk gündem program soru­
nuydu. Tartışmalar doğal olarak Progranı Taslağı üzerin­
den yürütüldü. B una günler süren oturumlar ayrıldı. Pro­
gram Taslağı , gerek genel yapısı yönünden, gerekse tek tek
129
maddeler üzerinden, ayrıntılara i nen kapsamlı tartışmalara
konu oldu. B u tartışmaların Program Taslağı ' nın genel ya­
pısına i lişkin ilk iki bölümünü bu sayımızda kamuoyuna su­
nuyoruz. Tartışmaların tamamı ise çok geçmeden kitap halin­
de ayrıca yayınlanacaktır.
Program Taslağı üzerine ne tür tartışmaların yürütüldüğü­
nü ve bunun TKİP Programı 'nın biçimlenmesini nasıl et­
kilediğini görebilmek için bu tartışmaların kayıtlarını mutlaka
incelemek gerekmektedir. Bunu Partimiz'in programına ilgi
gösteren herkese önemle öneriyoruz. ( Program Taslağı ' nı
Sunuş Konuşması ve ekieriyle birlikte Program Taslağı , Ekim '­
in 2 1 2. sayısında yayınl anmış bulunmaktadır.)
B ugüne kadar kamuoyuna sunul an program tartışmaları
(ki şu ana kadar toplam tartışmaların henüz ancak yaklaşık
yarısı yayınlanabilmiştir), Partimiz'in Kuruluş Kongresi süre­
cinin program sorununa hak ettiği önemi fazlasıyla verdiğini,
konu üzerine çok kapsamlı tartışmalar yürüttüğünü yeterli
açıklıkta göstermektedir. Bu kapsamlı tartışmaların, yanısıra
bizzat Program Taslağı üzerine yapılmış tartışmaların ışığında,
parti programına kesin biçimini vermek, başından itibaren
kongreyi izieyecek ayların sorunu olarak görülüyordu. Eski
Merkez Komitesi 'nin yanısıra kongre ön hazırlıklarını yürü­
ten delege bileşimi de bu görüşteydi. Bu sayımızda yayınla­
mış bulunduğumuz karar önergesi (ki daha önce "Parti Tüzü­
,�ü Üzerine" derlernesi içinde yayınlanmıştı , s. 1 57 - 1 60), bir
çekimser oy d ışında, bu konuda kongrede de tam bir görüş
birl iği olduğunu göstermektedir. Gerek ön süreçte gerekse
kongrede yapılmış tartışmaların kapsamı ve zenginliği, bu­
n u n neden tercih edildiği konusunda da kendiliğinden bir
fikir vermektedir. Bu kapsamlı materyal i incelemek, irdelemek
ve bunu ışığında programa kesin biçimini vermek, amaca
en uygun davranıştı. Bu konu program üzerine yayınlanmış
bulunan tartışmalarda da yeterl i açıkl ıkta gerekçelendiril1 30
miş bulunmaktadır.
•• •
Bununla birlikte, parti program ını yayma hazırlama süre­
sinin kongreyi izieyecek 3 ya da 4 ayı geçmeyeceği, en geç
Mart '99 tarihinde parti programının yayınlanacağı umuluyor­
du. Aradaki sürede program sorunu üzerine tartışmaların ilk
bölümleri yayınlanacağı için de herhangi bir boşluk hisse­
dilmeyecekti. Dahası, yayınlanacak bu tartışmaların, progra­
mın yapısı, yöntemi ve teorik arka planı konusunda önden
açık bir fikir vereceği, böylece programın tam olarak anlaşı­
hp değerlendirilmesini kolaylaştıracağı düşünülüyordu.
Fakat olaylar umduğumuz gibi seyretmedi ve Partimiz'in
programı planlanandan b i r sene sonra bugün ancak
yayınlanabiliyor. Kongreyi izleyen dönem içerisinde parti­
nin yediği _ darbeler ve karşı karşıya kaldığı sorunlar, bu so­
run l arın ü stes i n den gelme çabası, kongre materyal inin
kamuoyuna sunuluşunu önemli ölçüde etkiledi. Bu, plan­
lanandan farkl ı bir süreç ortaya çıkard ı . Bu arada parti
programının yayma hazırlanması , belirsiz bir süre için ne­
redeyse tümüyle bir yana bırakıldı. 2000'li yıllara parti prog­
ramı ile girmek arzusu çerçevesinde, parti programının ya­
yına hazırlanması sorunu ancak partinin kuruluş yıldönü­
münde yeniden gündeme gelebildi. Fakat bunun sanılandan
da zor ve zaman alan bir iş olduğu uygulamada görüldü.
Partimiz'in programı yeniden, planlandığı gibi 2000'li yıllara
girişte değil, birkaç aylık ek gecikme ile ancak şimdi yayın­
lanabiliyor. B u beraberinde Ekim 'in yayın ında da sorunlar
yarattı. 2000' li yılların ilk sayısını parti programının yayınma
ayırmak arzusu, Ekim 'in düzenli yayınını birkaç sayı ge­
ciktirdi. (Bu bizi Ocak-Şubat say ısını zorunlu olarak bir­
likte hazırlamaya yöneltti. Nisan sayısından itibaren Ekim 'in
yayınının normal düzenine oturacağım bu vesileyle duyur­
mak istiyoruz.)
131
Programımızı planlanandan bir yıl sonra ancak yayın­
Iayabilmek bir sorun olmakla birlikte, bunu fazl a abartmıyo­
ruz. Biz devrimci bir partiyiz ve mücadelenin ateş hattındayız.
Azgın bir faşist polis rejiminde hesapta olmayan pek çok
şeyle her an karşılaşabiliriz ve bu planladığımız birçok şeyi
aksatabilir ya da tümden boşa çıkartabilir. Önemli olan, tüm
bunlara rağmen kararlıl ıkla ve tereddütsüzce yolu yürüye­
bilmektir. Partimiz'in bu açıdan daha şimdiden ortaya koyduğu
pratik, bu kritik önemdeki noktada sağlam bir konuma, bilin­
ce ve ruha sahip olduğunu yeterli açıklıkta göstermiştir. Ve
kuşkusuz bu güç, tam da şimdi dostun-düşmanın önünde
göndere çektiğimiz programımızdan, bu programı ortaya çı­
karan ideolojik ve pratik birikimden ayrı değildir.
EmekçHere ve devrimcilere karşı bir soruıniululuk ola­
rak gördüğümüz bu açıklamalara şunu da eklemek istiyor­
uz. Parti programımızın kesinleşmiş biçimini bir hay l i ge­
cikerek yayınlıyor olsak bile, bu programın yöntemine, ya­
pısına, teorik temel ine, çeşitli bölümlerine, stratejik ve taktik
yönlerine ilişkin zengin tartışmaları Partimiz'in Kuruluş Kong­
resi' nden itibaren yayınlıyor olmanın rahatlığı içindeyiz. Bu
tartışmalar, programımızın yöntemini ve yapısını, özünü ve
içeriğini, devrimci temellerini ve ruhunu fazlasıyla ortaya
koymaktadır. Ş imdi peşpeşe kitaplaştırılan ve Türkiye 'nin
tüm devrimcilerinin i ncelemesine sunulan bu kapsamlı, çok
yönlü ve zengin tartı şmalar, aynı zamanda programımızın
ayrıntılara ve derine inen bir önden gerekçelendirilmesin­
den başka bir şey değildir ve programımız hakkında yeterli
bir fikri çoktan vermiş olmalıdır.
***
Bu zengin materyal açıkça göstermektedir k i , b u toprak­
larda marksi st-leninist temellere dayalı bir devrimci parti
programı sorunu ilk kez olarak bu denli ciddi, kapsaml ı ve
titizce ele alınmış, yoğun bir kolektif emek konusu olabil1 32
m ıştır. Bunu bi r rastlantı saymıyoruz. S i yasal mücadele
sahnesine çıktığımızdan beri . Türkiye' de işçi sın ıfı adına
ortaya çıkan, gerçekte ise burjuva ve küçük-burjuva sosya­
l i zminin değişik versiyontarım temsil eden akımların sol
harekete damgasını vurduğu dönemlerin dönülmez bir biçimde
kapandığım hep vurgulayageldik. Partimiz proletarya sosya­
l izminin egemen olacağı yeni dönemin temsilcisidir. Bu ne­
denle programının da böyle bir titiz ve yoğun bir emek konusu
olma·s ı rastlantı değildir. Bunu yalnızca sağlam sınıf bilin­
cinin değil, sınıf cidd iyetin i n de bir göstergesi sayıyoruz.
Partimiz aynı titizliği parti tüzüğü konusunda da gösterm iştir.
Partimiz' in programı bugün artık ilan edilmiş, Engel s'in
ünlü ifadesiyle, dostun-düşmanın gözleri önünde yükseklere
bir bayrak olarak çekilmiştir. Artık dost-düşman herkes, Par­
timiz'in hangi konumda bulunduğunu, hangi amaçlar ve he­
defler uğruna mücadele ettiğini, bu mücadelenin yol ve
yöntemlerin i nasıl ele aldığını, programımız üzerinden daha
açık ve kesin bir biçimde görebilir. Partimiz hakkında, pra­
tiğimizin yan ısıra, buradan da giderek yeterli açrklıkta bir
fik ir edinebil ir.
* **
Her bir maddesini işçilerin ve emekçilerin anlayabileceği
bir tarzda genişçe gerekçelendinnek bundan sonrasının temel
bir ihtiyacı ve görevi olsa bile, daha önce de hatıriattığımız
gibi, programımız gerçekte önden fazlasıyla gerekçelendi­
rilmiştir. S ınıf bilincine sahip işçi ler ile asgari bir teorik­
politik bakışaçısı olan devrimci kadrolar, kongremizin prog­
ram üzerine tartışmalarından giderek programımız hakkında
her türlü açıkl ığa kolaylıkla ulaşabi l i rler. Bu nedenle, par­
ti programımızın yöntemi, yapısı, bil imsel temelleri, tarih­
sel ve pol itik önemi hakkında burada yinelemeler gereksiz­
dir. Bu konuda söylenınesi gereken herşey kongre ön süre­
cinde ve kongrede fazlasıyla, yeterli toklukta ve açıklıkta
133
söylenmiştir.
Bütün bunlardan dolayı biz burada kendimizi daha çok
teknik nitelikte birkaç açıklamayla sınırlayacağız. Program
Taslağı nda yer almayan, fakat Program Taslağı nın ekie­
'
'
ri olarak kongreye sunulan "Teorik bölüme ekler" , "Tarım
ve köylü sorunu" ve " Ulusal sorun " , kongredeki baskın
eğilime uygun olarak, program metni içine alındı. Kuşkusuz
taslak ekieri biçimiyle fazlasıyla geniş olan bu bölümler,
özlü ve kısa programatik pasajlara dönüştürülerek bu yapıldı.
Yine kongredeki egemen eğitime uygun olarak, "Acil De­
mokratik ve Sosyal istemler" bölümü hazırlandı. Zaman
sıkışık lığından dolayı Program Taslağı ' nda yer almayan bu
alt bölüm, parti programı üzerine ön hazırlık tartışmalarında
çok ayrıntılı olarak gerekçelendirildiği gibi, program yapısının
zorunlu bir öğesi olarak ele alınmaktaydı. (Bkz. Parti Prog­
ramı Üzerinell -Program Yöntemi ve Yapısı , III. ve V. bölümler.)
Sosyalizm deneyimleri üzerine bir böl ümün programda
yer alıp almaması , alacaksa eğer bunun nasıl olması gerektiği
üzerine kongre tartışmalarında yeterl i bir açıklığa ulaşılama­
mıştı. Sonuçta buna bulunan çözüm iki yönlüydü. ilkin, sos­
yalizmin ve dünya komünist hareketinin tarihi dersleri ola­
bildiğince programın toplamına yedirilecekt i . Yanısıra, ka­
leme alınacak nispeten uzun bir
"
G iriş " te, 20. yüzyılın bilan­
çosunun sunuluşu içerisinde, en temel noktalar mümkün mer­
tebe formüle edilecekti. Programı yayma hazırlama sürecin­
de, "Giriş" bölümünde bunu yapmaya kalkmanın, daha çok
bir sunuştan ibaret olmas ı gereken bu bölümün mantığına
uygun düşmediği, ortaya "giriş" kavramıyla bağdaşmayan
bir hantallık ç ıkaracağı görüldü. B unun üzerine bu konunun
programı n teorik bölümün ü n alt öğesi olarak ele al ınması
yoluna gidildi.
Ve son olarak Program Taslağı 'na "Stratejik ve Taktik
ilkeler" başlıklı bölüm eklendi. Tartışmalarda çokça üzerinde
1 34
durulan, sapmalar, kurulu düzene karşı mücadele eden akım­
larla i lişkiler vb. sorunlara da bu bölümde yer verilmiş oldu.
Son bir nokta, programın hacmiyle ilgili . Program ön
tartışmaları boyunca, Engels'in ve Lenin ' in bu konudaki gö­
rüş ve uyarılarına uygun olarak, mümkün mertebe kısa ve
özlü bir program üzerinde görüş birliğine varılmıştı. Bu yön­
temsel yaklaşıma uygun olarak hareket edilmesine rağmen,
Program Taslağı beklenenden uzun bir metin olarak orta­
ya çıktı. B unun nedenleri, 2 1 2. sayıda yayınladığımız "Pro­
gram Taslağı 'nın Sunuş Konuşması" ile tutanaklarını bu sayıda
sunduğumuz Program Taslağı üzerine başlangıç tartışmaların­
da ele alındı. Programın hacmi üzerine soyut bir tartışmanın
yapılamayacağı, önemli olanın programda hiçbir fazlalığın
yeralmaması olduğu, bu kurala riayet edilmek koşuluyla prog­
ram hacminin sorun oluşturmayacağı üzerine görüş birliğine
varıldı. Partimiz'in bugün ilan edilmiş bulunan programı ilk
bakışta biraz haciml i görünse de, programın hiçbir gerek­
siz bölüm, cümle ya da sözcük i çermemesi, i fadelerin müm­
kün olduğunca anlaşılır, açık ve kesin olması, tekrarlardan
kaçınılması gerektiği kuralına mümkün mertebe uygun dav­
ranıldığını v urgulamak istiyoruz. Bu açıdan bakıldığında,
programımız gereğince kısa ve özlüdür.
Gösterdiğimiz titizliğin ve harcadığımız emeğin de verdiği
bir rahatlık ve toklukla şunu ifade etmek istiyoruz: Partimiz'in
programı Türkiye işçi sınıfı hareketi ve Türkiye sol hare­
keti tarihinde gerçek bir dönüm noktasını işaretlemektedir.
Türkiye'nin devrimci sosyal i st geleceğine bu program ek­
seninde yürünecektir. Programımız, Partimiz'in granitten temeli
olmakla kalmayacak, proletarya devrimi ve sosyalizm davasına
samirniyetle inanan tüm devrimcilerin de er ya da geç etrafında
birleşecekleri bir platform olacaktır.
(Ekim , sayı : 2 / 3 , Mart 2000, başyazı)
135
Gelişmekte olan işçi-emekçi
hareketi ve 1 May1s
Sermayenin saldırılarının ağırlaşarak sürdüğü, buna karşılık
yeni bir işçi hareketi dalgasının boyverdiği bir ortamda, I
Mayıs dönemine girm i ş bulunuyoruz.
Sermayenin işçi sınıfına yönelttiğ i çok yönlü saldırıların
şu günlerde belirgin bir biçimde öne çıkan yönü, hızlandırılan
özelleştirme saldırısıdır. Devlet işletmelerinin en verimli ve
en karlı olanları sıra sıra emperyalist ve yerli tekellere peşkeş
çekilmekte, bu saldırının sonuçları işçi sınıfına işsizlik, sen­
dikasızlaştınna, sosyal hakların gaspı, kölece çalışma koşulları
vb. olarak yansımaktadır. Tekellere peşkeş çekilen işletmeler
temel önemde kamu hi zmetleri veren kuruluşlar oldukları
için, bu aynı saldırı emekçitere pahal ıhk, aşırı kar ve v ur­
gun konusu hizmetler, dolayısıyla yaşam koşullannın daha
da ağırlaşması olarak yansımaktadır, yansıyacaktır.
136
Kamu emekçileri cephesinde bir kez daha sahte sendika
yasası ve geniş çaplı işten çıkarma planları gündemdedir.
Paralı eğitim yükü adım adı m ağırlaştırılan, harçların 1 0-
1 5 kat artırılmasıyla karşı karşıya bulunan öğrenci gençlik
ise, yanısıra şu günlerde birçok yerde devlet destekli faşist
çetelerin terör saldırıları ile yüzyüzedir. Geniş emekçi köylü
katmanları, kendilerini ağı r bir yıkım ve perişanlıkla yüz­
yüze bırakacak olan İMF-Dünya B ankası planlarının gün­
cel tehditi altındadır. Depremin perişan ettiği onbinlerce emek­
çi hala sahipsizdir, perişanl ı k içerisindedir. Sayı sız vaad­
lerle onbinlerce depremzede emekçiyi bugüne kadar aldatıp
oyalayan devlet, başta kalıcı konutlar olmak üzere karşılıksız
kalan vaadlerinin hesabını vereceğine, cumhurbaşkanı ağzın­
dan ve alay edercesine, "havaların ısınmakta olduğu" müjde­
sini verme utanmazlığını gösterebilmektedir.
Bu sonu gelmez saldırılara karşı özell ikle işçi sınıfı cep­
hesinden yükselen ve gitgide genişleyen tepkiler, içinde bu­
lunduğumuz dönemin bir öteki temel özel liği durumundadır.
İşçi sınıfı hareketinin tabandan gelen yeni bir hareketlen­
me içerisinde olduğunun belirtileri son aylarda hızla çoğal­
maktadır. Birçok kentte peşpeşe gündeme gelen ve müca­
dele isteğini ve arayışını yansıtan işçi ve emekçi platformları,
Ankara 'ya yürüyüşler, kitlesel basın açıklamaları, peşpeşe
gerçekleşen ve herbirine binlerce işçinin katı ldığı Gemlik,
İzmit ve İstanbul mitingleri, eğitimde özelleştinneye ve faşist
saldırılara karşı üniversitelerde yaygınlaşan öğrenci eylemleri ,
bunun ilk akla gelen örnekleridir. Tüm bu bel irtiler göste­
riyor ki, geçen Temmuz-Ağustos ayında gen i ş çaplı olarak
kendini ortaya koyan ve ancak depremle kırılabilen işçi-emekçi
hareketl iliği, bir kez daha taban dinamizmiyle kendini ortaya
koymaktadır. Sermaye uşağı hain sendika konfederasyon­
ları, henüz bu hareketlenmenin dıştan seyircisi durumun­
dadırlar. Fakat bir kez daha onu bloke edecek hain bazı
137
plan ve hazırlıklar içerisinde olduklarından da kuşku rlu­
yulmamalıdır.
***
İşçi v e emekçi hareketinin mevcut seyri, sermayenin iktisadi ve sosyal saldırılarına yönelmekte; eylemliliklerde, özel­
leştirme, işten çıkarmalar, sefalet ücretleri ve zamlara karşı
tepkiler önplana çıkmaktadır. Tabandan gelen işçi ve emek­
çi hareketinin İMF-TÜSİAD reçetelerinin bu en yıkıcı güncel
unsurlarını hedef alması isabetli bir yönelimin ifadesidir.
Fakat yönelim bu şekliyle temel önemde bir yetersizliği de
yaşamaktadır. Sermayenin iktisadi ve sosyal saldırılarını dev­
letin sistematik baskı ve terörü tamamlamakta, saldırıların
engelsizce gerçekleşebilmesi için, bu çok sistematik bir politi­
ka olarak uygulanmaktadır. Sermaye iktidarının bu alanda­
ki başarısının kitleleri büyük ölçüde dizginlediği, hoşnutsuz­
l uğun çapıyla kıyaslandığında mevcut eylemliliklere katılımı
çok büyük ölçüde sınırladığı bir gerçektir. İktisadi ve sos­
yal hak arama mücadeleleri, siyasal özgürlükler uğruna mü­
cadele edilmesi ve bunların fiilen kullanılabilmesi ölçüsünde
başarılı olabilir.
B u çerçevede, mevcut sınıf ve kitle hareketinin en temel
yetersizliklerinden biri, devletin sistematik baskı ve terörünü
doğrudan hedeflememesi, buna ilişkin siyasal istemierin yeterli
açıklıkta i fade edilememesidir. Hareket iktisadi ve sosyal
haklar uğruna halihazırdaki yönelimini, faşist baskı ve teröre
karşı açık bir yönelimle, dolayısıyla demokratik-siyasal öz­
gürlükler uğruna mücadeleyle birleştirmeyi başarmak duru­
mundadır. B unu başardığı ölçüde kendine güçlü ve soluk­
lu bir temel sağlamış olacaktır. Bu toplumun tüm ezilen ke­
simlerini birleştiren bir mücadele ve eylem zemini de olacaktır.
Bu bize, girmekte olduğumuz I Mayıs döneminde, sınıf
ve kitle hareketinin üzerinde yoğunlaşacağı ve 1 Mayıs'ın
138
taktik hedefleri olarak öne çıkaracağı istemierin genel çer­
çevesini de vermektedir. Bu, iktisadi ve sosyal planda özel­
leştirmeye, işsizliğe, sefaJet ücretlerine ve zamlara karşı; siyasal
planda devletin faşist baskı ve terörüne karşı yönelen, ik­
tisadi-sosyal haklarla temel siyasal özgürlüklerin bütünlüğünü
kuran bir taktik mücadele hattıdır.
Toplumun ezilen ve sömürü len tüm kesimler i nin v e
katmanlarının öncüsü o larak işçi s r nıfı, ı Mayıs dönemin­
de, yalnızca sosyal yıkım programiarına karşı deği l , bu
sal d ırılar karşısında kendisini ve emekçileri teslim almaya
yönelen baskı ve teröre karşı da sesini yükseltmel i ; sınırsız
söz, basın, örgütlenme, toplanma ve gösteri özgürlüğü için
de mücadele etmelidir.
Başta özelleştirme olmak üzere sosyal yıkım programianna
karşı pozitif istemlerle mücadele alanlarına çıkmal ıdır. "7
saatlik iş günü-35 saatlikl ik çalışma haftası ! "; "Herkese iş
ve iş güvencesi !"; "Herkese parasız sağlık hizmeti ! "; "Her
düzeyde parasız eğitim ! "; "Tüm çalışanlara genel sigorta! ";
"Herkese sağlığa uygun ucuz konut ! "; "insanca yaşamaya
yeten, vergiden muaf asgari ücret ! " gibi, tüm emekçileri
birleştirecek karakterde istemler uğruna mücadele etmeli­
dir.
Emperyali st köleliğe karşı sesini yükseltmeli, tüm em­
peryalist kuruluşlarla il işkilerin kesilmesini talep etmel i ,
faturası işçilere ve emekçilere ödettirilen dış borçların geçersiz
sayılmasını, dış borç ödemelerinin durdurul masını talep et­
mel idir.
Ve nihayet, teslimiyet ve tasfiye batağına balarak mü­
cadele alanını terkedenler tarafından tereddüte ve umutsuz­
l uğa düşürülen Kürt emekçileriyle devrimci sınıfsal bir ze­
minde buluşabilmek için, u lusal baskıya ve şovenizme karşı
durmah, kardeş Kürt halkının özgürl ük ve eşitl ik taleple­
rine içten likle ve kararlı l ıkla sahip çıkmal ıdır.
139
Sermayenin y ıllardır sürmekte olan iktisadi-sosyal ve siyasal
ka rş ı sında tüm bunlar, işçi sınıfı hareketinin acil
saldırıları
,
istemlerini ifade etmektedir. G i rmekte olduğumuz 1 Mayıs
döneminde de bu istemler uğruna mücadele özel bir tarz­
da yoğunlaştırılmak durumundadır. Hal ihazırdaki kitle ey­
lemlerinde, oluşan ve oluşmakta olan işçi-emekçi platform­
larında göze çarpan en belirgin yetersizlik, uygulanmakta
olan saldırılara karşı daha çok savunma çizgisinde bir kar­
şıtlığın dile getirilmesidir. Oysa yapılması gereken, bu saldırılar
karşı sına işçi s ı nıfı ve emekçi hareketinin pozitif istemleri
ile çıkmak, buna dayalı bir taktik eylem hattı oluşturabil­
mektir.
S ınıf hareketi "özelleştirmeye hayır! " demekle yetinemez.
Özelleştirme işsizlik, örgütsüzlük, kölece çalışma koşulları,
başta eğitim ve sağlı k olmak üzere her türlü temel kamu
hizmetinin aşırı kar ve vurgun alanları hali ne getirilmesi
vb. demek olduğuna göre, bunun karşısında, bu hedef ve
uygulamaların tam karşıtını oluşturan hak ve i stemler for­
müle edilmeli ve bunlar uğruna mücadele edilmelidir. Örne­
ğin işsizl iğe ve işten ç ıkarmalara karşı , " Herkese iş ve iş­
güvencesi ! "; örgütsüzleştirme ve sendikasızlaştırmaya karşı,
"Sın ırsız örgütlenme özgürlüğü ! "; paralı eğitim ve sağlık
hizmetine karşı, "Her düzeyde parasız eğitim!" ve "Parasız
sağlık hizmeti ! " istemleri ileri sürülebilmel idir. İşçi sınıfı
ve emekçi ler yalnı zca neyi istemediklerini ifade etmekle
yetinirlerse, salt bir savunma çizgisinde kalırlar. Oysa neyi
istemediklerinin yanısıra, ne istediklerin i de net bir biçim­
de formüle etmeli ve bu istemler uğruna mücadeleye gir­
mel idirler.
***
Yaygınlaşmakta olan i şçi-emekçi platformları, yer yer
reform islierin özel etki ve ağ ırlığını yansıtıyor olsalar da,
bunların yeni den gündeme gelmesinin taban basıncıyla,
140
tabandan yükselmekle olan m ücadele arzusuyla bağlantılı ol­
duğu bir gerçektir. Bu çerçevede bu örgütsel biçim ler.
gelişmekte olan kitle hareketinin kendi bugünkü düzeyine
uygun biçimlerin i lk örnekleri sayıl malıdır.
Doğal olarak bu, bu biçimleri olduğu gibi kabul etmeyi
değil, tersine, onları emekçi hareketinin gelişme ihtiyaçlarına
uygun bir doğrultuda geliştirmeyi ve devrimcileştirmeyi ge­
rektirmektedir. Bu platformlar taban basıncının ürünü ol­
salar da, halihazırda taban örgütl ülükleri değildirler ya da
tabandan gelen alt örgütlenmeler üzerinde yükselmemektedir­
ler. Büyük ölçüde i lerici ya da bugünkü pervasız saldırılara
karşıtlık konumunda bulunan, bu saldırılara karşı bir şey­
ler yapılması n iyeti taşıyan işçi ve kamu sendikaları şube­
lerine, bu şubelerin yönetimlerine dayanmaktadırlar.
Bu, bu platformların en zayıf ve zaafıyet oluşturan yanıdır.
ilericilik, hatta devrimcil ik iddiası ne olursa olsun, militan
ve örgütlü bir taban inisiyatifine dayanmayan, gücünü ve
dinamizmini olduğu kadar karar ve eylem iradesini de buna
dayandumayan bu tür yerel sendikal platformlar, çoğu kere
çok geçmeden hareketin önünü tıkarnaktan kendilerini kur­
taramazlar. Tutucu ve bürokratik eğil imler, karar ve eylem
süreçleri üzerinde tabana ve dış devrimci etkilere kapalı bü­
rokratik tutuculuk, tersinden sendika ve konfederasyon mer­
kezlerinin gerici ve bürokratik etkilerine açıklık, yerel sendika
yönetimlerine dayanan bu tür platformların konum ve sey­
rini belirleyebilmektedir. İİSŞP için bu konum ve davranış
çizgisi, dünden bugüne sergilenen pratiklerle yeterince bi­
l inmektedir. Reformist pol itik akımların bu platformlarda­
ki etkinliği, sözünü ettiğimiz bu olumsuz konum ve eğilimiere
ayrıca yapısal bir karakter kazandırmaktadır.
B ugünkü koşullarda sendikal hareketin en ilerici ve aktif
kanadını oluşturan ve yeni oluşmuş bulunan İstanbul Emek
Platformu 'nun tüm bu açılardan nasıl bir pratik sergileyeceğini
141
dikkatle izlemek gerekmektedir. B ürokratik sendikal tutu­
culuğun ve darlığın bazı belirtileri daha şimdiden burada
da kendini gösterebilmelctedir.
Partimiz bu platformların mevcut durumda işçi hareke­
tinin gel i şmesine sağladıkları imkan ve kolaylıkları görüp
gözeterek davranmaktadır. Bu çerçevede oynadıkları olumlu
rolü desteklemektedir. Fakat yukarda sözü edilen politik­
örgütsel ve yapısal zaaflarından dolayı, onlara karşı eleştirel
bir tutum i z leyecek, zayıflık ve zaafiyederine karşı siste­
matik bir mücadele yürütecektir. Açık devrimci bir politik
çizgide hareket etmeleri, şube yönetimlerine dayalı büro­
kratik yapılanmadan kurtularak devrimci taban inisiyatifi­
ne, örgütlenmesine ve iradesine dayalı oluşurnlara dönüş­
meleri için mücadele edecektir.
Son günlerde Ankara'da oluşan yerel emek platformu,
sendika ve kitle örgütlerinin gücünü henüz doğrudan arkası­
na atamamak bakımından giderilebilir zayıflıklar taşısa da,
taban dinamizmine dayalı olması, farklı sosyal kesimleri ve
politik güçleri kucaklaması bakımından daha olumlu ve ileri
bir oluşumun işaretlerini vermektedir.
Burada kritik bir noktayı daha eklemek durumundayız.
Partimiz reform İst akımlara karşı ideolojik ve pol itik mü­
cadelesin i her zamankinden daha güçlü bir biçimde sürdür­
mek kararl ılığındadır. Fakat reform isı akımlara ve pol iti­
kalara karşı mücadele ile, herşeye rağmen kitle hareketi­
nin gelişimine şu veya bu ölçüde katkıda bulunan emek plat­
formlarının zaafiyederine karşı mücadeleyi birbirine karıştır­
mayacak, bu konuda gerekli dikkati, sorumluluğu ve esnek­
l iği gösterecektir.
Öte yandan, reformizme karşı ilkeli ideolojik ve politik
mücadele, sosyal reform isı akımların bir kesiminin, bugün
için taktik planda, kitle eyleminin gelişiminden yana tutum­
larını hesaba katma, bunun gerektirdiği esnekliği gösterme
1 42
gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Bu esneklik. devrimci po­
litik çizginin doğrul uğunun anlaşılmasın ı, reform istlerin
etkilediği devrimci ve emekçi tabanın kazanılmasını ve kitle
eyleminin gelişimini kolaylaştıran bir doğrultuda olmak duru­
mundadır.
... . .
ı Mayıs'ı öneeleyen bir dönemde tabandan gelen bir işçi­
emekçi hareketinin varlığı, bu yılın 1 Mayıs kutlamaları için
büyük bir olanaktır. Eğer tüm devrimci-ilerici güçler bu
olanağı doğru bir biçimde kullanmayı başarabilirlerse, bu
yılın 1 Mayıs gösterilerinin son yılların en geniş katılımh
.ve en coşkulu eylemleri olarak gerçekleşmemesi için bir neden
yoktur. Bu başarılırsa eğer, sermayenin ı 7 Ağustos depre­
minden beri pervasızlaşarak süren çok yönlü saldırıları kar­
şısında ilk kez öneml i bir işçi-emekçi çıkışı gerçekleşmiş
olacaktır. Bu çıkış, sınıf ve kitle hareketinin bundan son­
raki seyri bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Bura­
dan bakıldığında, tersinden 1 Mayıs gösterilerinin kendisi ,
İMF'nin sosyal yıkım programına karşı gelişmekte olan işçi­
emekçi hareketi için büyük bir olanağa dönüşür. Bu durum­
da ı Mayıs, bugün gelişmekte olan sınıf ve kitle hareketi
için yeni bir düzeye sıçrama işlevi görebilir.
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde bu alanda elde
edilebilecek bir başarı, siyasal mücadelenin bundan sonra­
ki kısa döneml i seyri için tayin edici önemdedir. Başta özel ­
leştirme olmak üzere sosyal yıkım programlarının bir ölçüde
olsun dizginlenebilmesi, devletin keyfi baskı ve terörünün
geriletilebilmesi, F tipi denilen hücre saldırısının püskür­
tülebilmesi, ve nihayet, devrimci hareketin şimdiki yalnızlığı
ve tecridi kırarak sınıf ve kitle hareketi ü zerinden güç kaza­
nabilmesi, tüm bunlar, ı Mayıs'ta elde edilecek ve ı Mayıs
sonrasına taşınacak başanya sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu son nokta, ı Mayıs'ta yapılacak bir çıkışın ı Mayıs
1 43
sonrasında kitle hareketinde yeni bir evreye geçiş için bir
önemlidir. Hatırlanmalıdır ki,
geçmiş yıllarda en güçlü geçen l Mayıslar'ın sonrası bile,
kitle hareketinde bir hız kesme ve durgunluk dönemine geçiş
basamak olu şturması, ay rıc a
olarak yaşanabilmiş, ardından sermayenin karşı saldırısı sökün
etmiştir. Bu kez bu deneyimler de gözetilerek, 1 Mayıs'ın,
zaten henüz yeni yeni i vmelenen kitle hareketini sıçratan
bir basamak olabilmesi için çok özel bir çaba sarfedi l mek
durumundadır. Devrimci-ilerici güçler ile bugün mücadeleden
yana tutum alan tüm sendikalar, kitle örgütleri ve platformlar,
1 Mayıs alanlarına çekecekleri kitleleri bugünden bu bakışaçı­
sı ve ruhhaliyle donatmal ıdırlar.
Tüm bu değinmelerden sonra, ü l ke çapında başarıl ı bir
1 Mayıs gösterileri zincirinin taşıdığı çok özel önem yete­
rince açık olmalıdır. Başarıyı güvencelemeye mecburuz. Bu­
nun için de tüm devrimci-i lerici güçler olarak, bunun ge­
rektirdiği bir bilinç, sorumluluk ve enerjiyle davranmak du­
rumundayız. Herşeyden önce, dargörüştülüğü ve her türden
küçük hesapları · bir yana bırakarak, sınıfın, emekçilerin ve
devrimci güçler olarak bizlerin kaderini doğrudan etkileyecek
olan bu sorunda ortak başarıyı güveneelemek için gerekli
dikkati ve özeni gösterebi lmeliyiz. ı Mayıs'a katıl ım tarzımız
da buna uygun olmalıdır. Devrimci güçler mücadele etmekte
olan i şçi ve emekçilerin bir parçasıdırlar; onların çıkarları
için ve onların geleceği için mücadele etmektedirler. Dola­
yısıyla l Mayıs gösterilerinde de onlarla içiçe ve omuz omuza
olacak, onlarla aynı saflarda yürüyeceklerdir.
Devrimci ya da i lerici olmak iddiasındaki tüm sendika
şubeleri ve kitle örgütleri, onların oluşturduk1arı platform­
lar, bunun gerektirdiği b ir dikkat ve soruml ulukla davran­
mak zorundadırlar. Bu sendikaların ve platformların safları
işçi sınıfından ve emekçilerden yana tüm devrimci-ilerici
güçlere koşulsuz olarak açık olmak zorundadır. Geçmişte
1 44
İİSŞP bürokratlarının kendi reformist konumlarının da bir
gereği olarak, bu konudaki gerici tutum ları bilinmektedir.
,
Bu ı Mayıs'ta onlardan bu konuda farklı bir tavır bekle­
mek için de herhangi bir neden görünmemektedir. Bu yılki
ı Mayıs gösterilerinde bu konudaki açık sınavı yeni oluşan
İstanbul Emek Platformu verecektir. Platformun ve platforma
bağlı sendikalann saflarının komünist, devrimci ve ilerici
güçlere koşulsuz olarak açılıp açılmaması, İEP'nin devrimcil ik
ve mevcut sendikal bürokrasiden farkl ı l ık iddiasının da
sınandığı bir zemin olacaktır. Devrimcil ik iddiası taşıyan
hiçbir i şçi ve emekçi örgütlenmesi,
1
Mayıs gibi tüm an­
lamı ve içeriğiyle devrimci olan bir eylemde saflarını dev­
rimci güçlere kapatamaz. İçinden geçmekte olduğumuz
dönemin kritik önemi , tüm devrimci güçlerin birleşik bir
kuvvet olarak ı Mayıs' ta güçlü devrimci bir alternatifi işçi
ve emek ç i kitlelere h i ssettirebilmesinin özel önemi , bu
çerçevede İEP'e çok özel bir sorumluluk yüklemektedir.
***
Partimiz I Mayıs çalışmalarına b i r kampanya olarak baş­
lamış bulunmaktadır. Bu kampanyayı en güçlü, en etk il i bir
biçimde sürdürmek, partiyi, onun ş iarlarını ve politikalarını
sınıfın geniş kesimleriyle buluşturmak, ı Mayıs kampan­
yamızın bize özgü özel hedefidir. Siyasal mücadele sahnesine
sınıf kitleleriyle devrimci temeller üzerinde birleşmek, sınıfı
devrimcileştirmek, onun burjuvaziye karşı devrimci eylemini
geliştirmek iddiasıyla ve bu doğrultuda somut çabalarla çık­
tık. Fakat bu aynı zamanda bizim için birçok temel eksik­
l ik ve yetersizlikle karakterize olan bir parti öncesi süreçti.
Doğal olarak sınıfla birleşme çabalarımız bu temel eksik­
lik ve yetersizlikler tarafından sınırlanmakta, zayıflatılmak­
taydı. Gelinen yerde ilk kez olarak her açıdan_ sın ı fla dev­
rimci birleşme sürecini başarıyla i lerletmek, sınıfın ve kit­
lelerin devrimci öncüsü rolünü oynamak koşul l arına sahi145
biz. Anık adıyla, bayrağıyla, programıyla, politikalarıyla,
mücadelenin ate�i içerisinde olu�turduğu gelenekleri ve
değerleriyle, komünist bir sınıf partisiyiz biz.
Gündemdeki 1 Mayıs çalışmalarına ve 1 Mayıs 'tan önce
başlayan, ı Mayıs'tan sonra ivmeleneceğini umduğumuz sınıf
eylemliliğine karşı görev ve sorumluluklarımıza bu perspek­
tiften bakabilmeliyiz.
Partimiz, örgütlerinin, çalışmasının ve sempatizan güçleri­
nin olduğu tüm kentlerde ı Mayıs gösterilerine en etkin bir
biçimde katılacaktır. Bu katılım kesin bir biçimde işçile­
rin ve emekçilerin safları üzerinden, onlarla içiçe geçerek
ve kaynaşarak olmalıdır. Kendimizi, Partimiz'in varlığını ve
yolgösterici misyonunu, gösterilere katılan k itlelere kendi
özel kortejlerimizden değil, fakat yazıl ı ve sözlü şiarlanmız
üzerinden, militan, coşkulu, sürükleyici katılımımız üzerinden
hissettireceğiz, göstereceğiz.
Tüm örgütlerimizi, tüm kadrolarımızı ve sempatizanlarımı­
zı, partimize gönül ve destek veren herkesi, etkin bir ı Mayıs
kampanyası ve ı Mayıs'a etkin katılım için, 1 Mayıs'ta ortak
devrimci başarı için, Partimiz'in 1 Mayıs 'ta en geniş işçi
ve emekçi kitlelerle buluşturulabilmesi için, en enerjik bi­
çimde seferber olmaya çağırıyoruz.
(Ekim , sayı: 214, Nisan 2000, başyazı)
146
Dönemin görev ve
sorumluluklar•
Türkiye işçi sınıfı v e emekçileri, Cumhuriyet tarihinin
en kapsaml ı ve azgın sosyal y ıkım saldırılarından biriyle
yüzyüzedirler. Mevcut saldırının kapsamı ve şiddeti ancak
faşist 1 2 Eylül rejimiyle gündeme getirilen saldırıyla kıyas­
Janabilir düzeydedir. Dahası, sosyal haklar ve yaşam koşul­
ları yönünden daha da ağır bir saldırıdır sözkonusu olan.
İktisadi, sosyal ve siyasal planda işçi sınıfı ve emekçi­
lerin zaten çok sınırlı ve güdük olan kazanımları, emper­
yalist merkezlerde hazırl anan reçeteler çerçevesinde sürek­
li bir biçimde budanmakta, gaspedi lmektedir. Yoksul l uk,
işsizlik, en basit demokratik ve sosyal haklardan yoksun­
luk, örgütsüzlük, emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin
çıkarlan gereği, işçi sınıfına ve tüm çalışan halk kitleleri­
ne bir "devlet politikası" olarak dayatıl maktadır.
147
Kitlelerin buna karşı gösterebileceği ve göstermeye çalıştığı
direncr ise, yine bir de v l et politikası" olarak si stemleştiri­
"
len baskı ve terörle kırılmaya çalışılmaktadır. Medya üze­
rindeki boğucu sermaye tekeli üzerinden ise, tüm bunların
meşrulaştırılması, halk kitlelerinin yalanlarla aldatılması, sahte
gündemlerle oyalanması için her türlü yol ve yöntem kul­
lanılmaktadır. Her alanda ilgisizliği, duyarsızlığı ve soysuzlu­
ğu yerleştirmek ve egemen k ılmak için en olmadık çaba­
lar gösterilmektedir.
Özetle, Ecevit liderliğindeki mevcut faşist-gerici karması
hükümet, yakın tarihimizin en azgın halk düşmanı politikalarını
bir uşak sadakatıyla bir bir hayata geçirmeye çalışmaktadır.
İşçi sınıfını ve emekçileri yıkıma uğratan ve köleleştiren
bu çaba, öte yandan ülke üzerindeki emperyal ist köleliğin
pek i şt i r i l m e s i anlamına gel mekted i r . Saldırı ve y ı k ı m
programının öteki temel yönü de budur. Türkiye adım adım
emperyalist tekellerin dilediğince at aynattığı b i r çiftliğe
dönüştürülmektedir.
***
B u görülmemiş azgınlığın yıkıcı sonuçlarını her gün her
a� kendi yaşamlarında hisseden işçiler ve emekçiler, ger­
çekte bunu hiç de kolayca sineye çekiyor değiller. Tam tersine,
işçi sınıfı saflarında ve emekçiler arasında hoşnutsuzluk sürekli
derinleşmekle ve yaygınlaşmaktadır. Emekçilerin geniş ke­
simleri içinde bu halk düşmanı politikalara karşı öfke ve
tepki büyümektedir. Toplumumuzun en durgun katmanları
olan kırsal emekçiler bile, bu politikalar onları da en ağır
biçimde hedeflediği için, hoşnutsuzluklarını gitgide daha açık
biçimde dışarıya vurmaktadırlar.
Bu hoşnutsuzluğun nasıl bir mücadele potansiyeli birik­
tirdiğini, geçen yıl ın Temmuz-Ağustos ayı hareketl il ikleri
sırasında bütün açıkl ığıyla görmüştük. Başta işçi ler olmak
üzere yüzbinlerce emekçi , tümüyle kendi inisiyatifleriyle,
148
yani tabandan gelen bir dinam izmle sokaklara. meydanla­
ra dökülmüşlerdi. Yeni yıl ın başından beri binlerce-onbin­
lerce işçi ve emekçinin katıldığı yürüyüş ve mitingler bir­
biri ni izlemektedir. Tüm sendika konfederasyonlarının açık
ihanetine rağmen, 1 Mayıs 'ta büyük sanayi kentlerinde on­
binlerce işçi ve emekçi alanlara çıktı lar. l Mayıs gösteri­
lerinin toplam tablosu, işçi sınıfı ve emekçilerin halk düş­
manı saldırı programına karşı büyük bir öfke ve tepki içe­
risinde olduğunu, buna karşı direnmek istediğini, bütün açık­
l ığıyla ortaya koymuştur. Sendika ağalarının tüm manev­
ralarına rağmen son haftalarda peşpeşe gelen grevler, bu
grevler aynı hain manevralarla çabucak bitiri lİyor olsa bile,
işçi sınıfı saflarındaki direnme ve mücadele eğiliminin açık
bir göstergesidir.
Sınıf ve kitle hareketi cephesinde mevcut tablo karşımıza
şöyle çıkmaktadır:
Bir yanda, kapsamlı ve ağır bir saldırı karşısında bulu­
nan, bu saldırıların yaşamlarında nasıl bir yıkıma yolaça­
cağını iyi-kötü bilen, bu nedenle buna karşı direnmek isteyen,
bunu somut biçimde de gösteren işçiler ve emekçiler. . .
B u n u n karşısında, i ş ç i v e emekçilerin mevcut sendikal
örgütlülüklerinin tepesine çöreklenmiş bulunan, işçi ve emek­
çilerden yana görünüp her adımda onlara ihanet eden. en
iğrenç aldatma ve oyalamalarla mücadele etmek isteyen kit­
leleri çaresizlik duygusu içine iten , böylece sermayeye en
büyük hizmette bulunan ve sermaye devletinin organik uzantısı
olarak hareket eden satılmış sendikal ihanet çeteleri . . .
Öte yanda i se, bu saldırılar karşısında işçi v e emekçi­
leri uyarmaya ve harekete geçirmeye çalışan, çok sınırlı ola­
naklarla bunun için didinip duran, fakat hal ihazırda bunda
fazlasıyla etkisiz kalan, hoşnutsuz ve mücadele içerisinde­
ki k itlelerle birleşmeyi bir türlü başaramayan bir komünist
ve devrimci hareket gerçeği ...
149
Bu tablo, mevcut durumda çözülmesi gereken sorunun,
yüklenilmesi gereken halkanın ne olduğunu bütün açıklığıyla
ortaya koymaktadır. İşçi ve emekçi hareketini içinden etki­
sizleştiren, başarısızlığa ve çaresizliğe sürükleyen ihaneti boşa
çıkararak, işçilerle ve emekçilerle buluşmayı ve devrimci
birleşmeyi başarabilmek . . . Günümüzün en yakıcı sorunu bu­
d ur. Her bakımdan yoğunlaşmamız gereken, tüm dikkati­
mizi üzerinde toplamamız gereken, öncelikli devrimci gö­
rev budur.
***
Peki, ortaya konulan bu sorun hangi güçlerle çözülecek,
tanımlanan devrimci görev hangi güçlerle omuzlanacak?
Yanıtı önemli bir sorudur bu.
Partimiz Türkiye'nin toplumsal mücadele dinamikleri ko­
nusunda, bunun döne döne ü rettiği ve beslediği devrimci
birikimler konusunda son derece iyimser, fakat sol hareketin
mevcut tablosu karşısında aynı ölçüde gerçekçi olmak duru­
mundadır.
Mücadele dinamikleri ve devrimci birikim konusunda,
yukarıda kaba çizgilerle tanımlanan tablo yeterli açıklıkta
bir fikir vermektedir. Yapısal çözümsüzlükler içerisindeki
Türkiye kapital izmi, işçi sınıfına ve emekçilere döne döne
ve her seferinde giderek daha da ağırlaşan iktisadi-sosyal
faturalar çıkararak, işleri götürmeye çalışmaktadır. Bu ise
toplumsal çelişkileri keskinleştirmekte, en zayıf, en örgütsüz
ve devrimci önderlikten yoksun oldukları bir durumda bile,
işçileri ve emekçileri döne döne mücadeleye itmektedir.
Askeri darbelere, özellikle son 20 yı ldır sistemleştirilen
baskı ve teröre, saptırıcı ve yozlaştıncı tüm siyasal ve kültürel
çabalara, yalan ve aldatma mekanizmalarının muazzam gü­
cüne, sendikal ihanet şebekelerine rağmen, Türkiye ' nin top­
l umsal mücadele dinamikleri boğulamamaktadır. B u saaten
sonra bunu başarmak ise hiç mümkün değildir. Özell ikle
1 50
son 1 0- 1 5 yılda d insel geri c i l ik , şoven milliyetçilik, mez­
hepçilik vb. s ilahlar kullanılarak kitlelerin bölünmesi, al ­
datılması, kendi gerçek sorunlarından ve çıkarlarından uzak­
laştırılması çabaları artık eski gücünü yitirmiştir. Emperya­
l izmin ve işbirl ikçi burjuvazin i n i şç i sınıfından kamu çalı­
şanlarına, kent yoksullarından kırsal emekçilere kadar, bu
ülkenin tüm çalışan sınıf ve katmanlarını birarada hedef alan
sosyal yıkım programları, yen i bir sosyal uyanış ve sosyal
mücadeleler dönemi için zemini sürekli güçlendirmektedir.
Türkiye'de artık sınıfsal ayrımiara dayalı sosyal-siyasal
çatışmanın yeniden önplana geçmekte olduğu bir döneme
girmekteyiz. Dünyadaki gel i şmeler de buna paralel yönde
seyretmektedir. Dahası, dünyada bu eğilim, Türkiye'dekinden
daha erken olarak kendini göstermeye başladı ve hızla güç
kazanmaktadır. Bu, Türkiye ' deki sosyal çatışmanın seyrini
de gitgide daha çok etkileyecek ve besleyecektir. Bunu, Tür­
kiye'deki ve dünyadaki yenilgi atmosferinin geride kalması,
işçi sınıfı ve halk hareketlerinin yeni bir çıkış dönemine
girmesi olarak da anlayabi liriz.
Tüm bunlardan çıkan sonuç, Türkiye'nin toplumsal müca­
dele d i namikleri, dolayısıyla devrimci birikimi ve olanak­
ları konusunda son derece i y imser olmak gerektiğidir.
Fakat öte yandan, Türkiye ' n i n bu günkü sol hareketi, bu
hareketi oluşturan akımlar tablosu konusunda da aynı ölçüde
gerçekçi olmak durumundayız. Bu akımlar tablosu Partimiz
tarafından bugüne kadar döne döne değerlendirHmiştir. Ve
gelişmeler bu değerlendirmeleri neredeyse tümüyle hep doğ­
rulamıştır. Burada bu konuda yinelernelere girmek gerek­
sizdir. Altı çizilmesi gereken en temel nokta, reformist ve
devrimci kanatlanyla bu akımların gelecekten yoksunluğudur.
Etki altında tuttukları güçler önemli ölçüde devrime ait
güçler olsa da, ideoloj i k ve politik konumlarıyla reformisı
sol akımlar temelde bu düzenin bir parçasıdırlar. Buna uygun
151
bir konuınianma ve politik davranış çizgisi içerisindedirler.
Dolayısıyla, konumlarının doğası gereği, onlardan işçi ve
emekçi hareketini ileriye taşımada herhangi bir olumlu katkı
beklenemez. Tam tersine, örneği n , KESK 'in bugün düşü­
rüldüğü durum ya da İİSŞP'nin yılları bulan pratiği de açıkça
göstermektedir k i , bu akımlar ki tle hareketinin devrimcileş­
tirilmesi ve ileriye taşınması bir yana, tersine onun önün­
de bir engeldirler. Bu durumda bu akımlar, sınıf ve kitle
hareketinin geliştirilmesi devrimci görevi çerçevesinde aşılması
gereken engel konumundadırlar.
Taşıdıkları devrimci iyiniyete ve buna eşlik eden kısır
devrimci çabalarına rağmen, bugün yaşam ını şöyle ya da
böyle sürdürmeye çalışan geleneksel küçük-burjuva devrimci
akımlar cephesinde de gerçekte durum çok farklı değildir.
Herşey bir yana, bu akımlar, ciddi ve tutarlı herhangi bir
teorik-ideolojik temelden, belirgin bir politik çizgiden, kendi
içinde bir parça tutaı:Iı olan bir devrimci prograrndan yok­
sundurlar. Tüm bunların da bir ifadesi ve yansıması ola­
rak, kendilerini sürükleyecek devrimci önderliklerden de yok­
s undurlar. Son on yılın toplam tablosuna baktığımızda, bu
akımları belirleyenin istikrarsızlık, kend iliğindencilik, farklı
etkiler altında oraya buraya sürük leome olduğunu bütün
açıkl ığıyla görmekteyiz. Tam da komünistterin yıllar önce­
sinden öngördüğü gibi, yeni dönem in toplumsal hareketi­
nin şaşmaz biçimde sınıf eksenli olarak geliştiği bir mü­
cadele evresinde, kendini yenileme yeteneğinden yoksun ve
yapısal zaaflarla malul bu tür akımlar devrimci mücadele­
de bir gelişme etkeni olmaktan çok, bozan , engelleyen, dağı­
tan , heba eden bir konumdadırlar.
Reformist ve devrimci kanatlarıyla geleneksel sol akımlar
hakkında bu söylenenler, elbette onların �ugün etki altında
tuttuğu güç, olanak ve mevzi terin küçürnsenmesi anlamına
gelmemektedir. Tam tersine, bu akımların gerçeği konusunda1 52
ki bilinç açıklığı , ayn ı zamanda bu güç, olanak ve mevzi­
lerio devrimci amaçlar doğrultusunda değerlendirilip kaza­
nılabilmesine, buna il işkin görevlerin gereğince yerine ge­
tirilmesine işaret etmek içindir.
Öte yandan, solun herşeye rağmen devrimci kanadını
oluşturan geleneksel k üçük-burjuva akımların gelecekten
yoksuniuğu ve bugünkü zaafiyetleri ne olursa olsun, tak­
tik planda bunların taşıdıkları mücadele potansiye�inden ya­
rarlanmak da görmezlikten gelinemeyecek bir sorumluluk­
tur Partimiz için. Kaldı ki son olarak l Mayıs öncesi değerlen­
dirmelerimizde bir kez daha vurgulandığı gibi, taktik planda
biz bu esnekliği sosyal-reformisı sol akımların belli kesimleri­
ne k arşı bile göstermek durumundayız. Sınıf ve kitle ha­
reketinin devrimci bir çizgide geliştirilmesine doğrudan ya
da dolaylı olarak katk ısı olabilecek her imkanı, her enerji
damlasını değerlendirmeyi başarabilmek, bunun gerektirdiği
bir taktik esneklik içerisinde olmak, bizim ihmal edilemez
. sorumlul uğumuzdur.
Bununla birl i kte, bugün için önem taşıyan bu iki nok­
taya rağmen, Partimiz dönemin yakıcı devrimci görevleri­
ni ele al ırken, geleneksel sol akımlar konusunda herhangi
bir hayale de kapılmamalıdır. Yükü ve sorumluluğu bizzat
üstlenecek bir irade ve bilinçle hareket etmeli, buna uygun
düşen bir devrimci inisiyatif ve pratik çaba ortaya koymalıdır.
***
Kendi başına asla yeterli olmamakla birlikte programıanız
kendi cephesinden sınıfın devrimci partisi olduğumuzun güçlü
bir kanıtıdır. Komünistlerin yıllardır bir propaganda sloganı
olarak kullandıkları "Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim,
kapitalizme karşı sosyalizm" sloganı, parti programımııda
ete-kemiğe büründürülmüştür. B u program, tam da i lan
edil irken söylendiği gibi , "Sınıfın, devrimin ve sosyalizmin
programı" d ır.
153
Bu gerçegı n saflarımızda daha net bir biçimde bilince
çıkanlması ve sindirilmesi özel bir önem taşımaktadır. Grup
ruhunu aşmak, grup döneminden kalma alışkan lıkları ve sı­
nırlıl ıkları yenmek, sınıf partisi ve sınıf devrimciliği bilincini
ve pratik m isyonunu saflarımıza sağlam bir biçimde yer­
leştirmek için programımız elimizde güçlü bir silahtır. Şim­
dilerde sıkça k ullanılan "program bilinci" kavramı , somut
anlamını proleter sınıf b i linci, devrim ve devrimci iktidar
bilinci olarak, gündelik pratikte buna uygun bir devrimci
inisiyatif, enerji ve çal ışma olarak gösterebilmelidir.
Programımızın yayını saflarımızda doğal olarak güçlü bir
moral etki yarattı. Partiye olan inancı ve güveni pekiştir­
di. Bu etki programı n anlam ı , kapsam ı , devrimci dinarniz­
mi aniaşıl ı p sindirildikçe daha da güçlenecektir. Ancak
programımız devrimci sınıf mücadelesinde gerçek bir silah
haline geldiği ölçüde, asıl an lamını ve işlevini bulacaktır.
Programımızın ilanıyla birlikte, yalnızca parti birliğimizin
sarsılmaz temeli değil, parti faaliyetimizin geneJ stratejik
ve taktik çerçevesi de ortaya konulmuş bulunmaktadır. Daha
şimdiden yalnızca genel propaganda ve ajitasyonumuz değil,
fakat sınıfa yönelik somut yönelimimizin içeriği de progra­
mın belirlediği çerçeveye oturmaya başlamıştır. Bunu çok
daha bil inçl i bir çaba haline getirmeli , sınıfı ve kitleleri ka­
zanma gündelik çabasında programımızın yol gösterici gücün­
den en iyi , en etk i n bir biçimde yararlanabi lmeli yi z.
Programımızı bir propaganda materyali olarak ulaşabil­
diğimiz her devrimciye, devrimci işçiye, sınıf bilincine açık
işçi ve emekçilere ulaştırmak için elbette azami bir çaba
göstermeli yiz. Onun i lan edildiği bir dönemde buna özel­
likle önem vermeli yiz. Fakat bu programın ilanından son­
ra artık asiolanın onu hayata geçirmek, politik çalışmamımızı
bu eksende geliştirip güçlendirmek olduğunu da unutma­
malıyız. Devrimci işçi ve emekçilerin kendilerine ulaştırılan
1 54
bu programa ve ona dayanan partiye güven duyabilmeleri
de ancak bununla olanaklıdır. Devrimci bir partinin elinde
sınıf mücadelesi içerisinde devrimci bir silaha dönüşmediği
sürece, en mükemmel bir program bile kendi başına fazl a
b i r şey i fade etmez.
Hoşnutsuzluk, arayış ve eylem içerisindeki kitlelere ulaş­
mayı, onlarla buluşup birleşmeyi başarabilmek, genelde sol
hareketin , özelde Partimiz'in ciddi bir biçimde zorl andığı
temel bir sorundur. Bu al anda başarı herşeyden önce dö­
neme ilişkin taktik bir açıklığı ve donanıını gerektirdiği ölçüde,
bu alanda yaşanan açık başarısızlığın da etkisiyle, solda taktik
üzerine bir sürü anlamsız ve boş söz edilmekte, gerçek hayatta
karşılık bulamayan pol itika ve şi arlar birbirini izlemekte­
dir. En açık ve en somut olması gereken bu alan "taktik
ustalık" adına gerçekte bir keşmekeş alanına döndürülmüştür.
Yıllardır yaşanan sözde taktik açılımların ve şiarların kit­
le hareketi üzerinde bir santim olsun i lerletici bir etkisi
olmamış olamamıştır. Bunun gerisinde, öteki şeyler yanında,
geri ve parçalı kitle hareketini bel irli bir taktik ve şiar
üzerinden sözde yönlendirebilme ve kucaklama arayışı ve
boş beklentisi vardır.
,
Buna ilişkin sorunlar taktiğe ilişkin gündem çerçevesinde
Partimiz'in Kuruluş Kongresi 'nde ayrıntılarıyla tartışılm ıştır.
Kongrede yapılan siyasal durum değerlendirmeleri (ki buna
uluslararası durum değerlendirmeleri de dahildir) ve bura­
dan hareketle ortaya konulan görevlerle birlikte. bu tartış­
maların da tekrar tekrar incelenmesi, gerek bakışaçısı ola­
rak, gerekse pratik görevlerin anlaşılması bakımından özel
bir önem taşımaktadır. (Bkz. TKiP Kuruluş Kongresi Bel­
geleri/Devrimci Taktiğin Sorunları , Eksen Yayıncılık.)
Türkiye ' nin bugünkü politik tablosu, sermayenin sınıfa
ve emekçilere yönelik çok yönlü saldırıları, özellikle 28 Şu­
bat sürecinden itibaren burjuva gericiliğinin emekçi kitleleri
155
aldatmaya yönel ik oyunları, devletin tahkimatı ve toplum­
s al muhalefetin devrimci kanadını kesin bir biçimde tasfi­
ye etme kararlılığı, Türkiye'yi çevreleyen üçlü kriz bölge­
lerindeki gelişmelerin anlamı, d ış politikada ABD güdümün­
de izlenmekte olan maceracı çizgi, Kürt hareketindeki tes­
l imiyetİn ve tasfiyenin ortaya ç ıkardığı yeni durumun an­
lamı ve sonuçları, sendikal ihanet cephesinin yıkıcı rolü,
sol hareketin durumu, vb., vb., bütün bu konularda Parti­
miz cephesi nden yeterli bir açıklık vardır. Bu sorunlar ba­
sınımızda da döne döne ele alınmakta, irdelenmektedir. Aynı
şekilde sınıf ve kitle hareketinin durumu, eğilimleri, zaafları
ve yetersizlikleri de komünist basında döne döne ele alınma­
ta, irdelenmekte, bundan sonuçlar çıkarılmaktadır. Doğal olarak
dönemin güne! devrimci görev leri de bütün bu değerlen­
dirmelerin bir uzantısı olarak belirmektedir. Burada tek bir
çağrıda, tek bir şiarda, belli bir mücadele ve örgüt biçi­
minde somutlaşan özel bir taktik olamaz. Saldırıl arın çok
yönlülüğü, engellerin çeşitliliği, ve nihayet k itle hareketi­
nin parçalı durumu, bütün bunların her birini kendi cephesin­
den ya da alanı ndan kucaklayan ç ı kışlar ve çabalar gerek­
tirmektedir.
***
B u çerçevede bugün için önem l i olan sorun, durumun
tah l i l i , saldırıların tanımı, oyunların teşhiri vb. 'nden çok,
arayı ş ve eylemlilik içerisindeki kitlelere bir çıkış yolu gös­
terebilmektir. Bunun için de herşeyden önce fi i len onlarla
bul uşup birieşebilmek için her türlü olanağı değerlendire­
bilmek, duruma uygun her tür yöntemi ve aracı kul lana­
bilmektir. Bu ise çok büyük ölçüde her alanda, her kesimde,
her birimdeki devrimci çal ışmada gösterilecek girişkenlik
ve yaratıcılıkla sıkı sıkıya bağ lantılıdır. Buradan i lerleme­
ler sağlayıp mevziler kazanılmadıkça, genel plandaki bir tak­
tik müdahale iddiası , yılların da gösterd iği gibi, ayakları
156
yerden kopuk, dayanaksız bir söylemden ibaret kalacaktır.
Pratik-politik çalışmada devrimci partinin taktik önce­
l ikleri , buna i l i şkin belirlemeler, kuşkusuz özel bir önem
taşımaktadır. Bu önceli kler, ilkin yönel i m alanlarının sap­
tanmasında, i ki nci olarak çal ı şmada öne çıkarıl acak sorun­
lar, ve üçüncü olarak da kullanılacak araç ve yöntemler ola­
rak kendini gösterir. Bunu hedef kitle, poli tik gündem ve
mücadelenin düzeyine uygun düşen seslenme, örgütl e m e ve
harekete geçirme yol, yöntem ve araçları ol arak da kavra­
yabil iriz.
Parti olarak bizim sorunumuz bu sonuncusunda, yani kit­
lelere seslenme, harekete geçirme ve örgütleme çabası çer­
çevesinde döneme ve somut duruma uygun düşen yöntem
ve araçları n geli ştirilmesi nde zay ı f k a l ı ş ı m ızdır. Yerel
çalışmanın tüm dikkati bu soruna yönelmeli ve buna en
yaratıcı çözümler hayatın içinden bulunup çıkarılmalıdır.
Burada ikili bir alan olduğunu da hatırlatmak gerekir.
Bunlardan i l ki kitle hareketinin kendi dinamizminin orta­
ya çıkardığı mücadele biçimleri ve araçlarıdır. Kitle hare­
ketinin aldığı mevcut biçimler, bunun ortaya çıkardığı başta
platformlar, komiteler vb. olmak üzere çeşitli örgüt biçimleri,
sorunun bir yanıdır. Sorunun bu yan ma parti genel planda
ilgi göstermekte, bu alandaki imkan lar parti basınında ir­
delenmekte, buna daha bilinçli bir biçim verilerek doğru bir
çizgide yönlendirilmeye çalışılmaktadır.
Fakat öteki yönü, bizzat bizim geli ştireceğimiz ve kul­
l anacağımız mücadel e yöntemleri v e araçları kapsam ına
girmektedir. Bel irgin zayıflığımız bu alandadır. Bülten türü
popüler seslenme araçlarından tutunuz da, I Mayıs işçi plat­
forml arı gibi geçici, işçi kültür evleri ve kültürel-sportif genç­
l i k örgütlenmeleri gibi n i speten daha kalıcı araçlara kadar
alabi ldiğine çeşitlendirilmesi ve zenginleştirilmesi gereken
bu alanda, halihazırda belirgin bir kısırlık yaşamaktayız. Bun-
dan dolayıdır ki, gerek genel planda, gerekse tek tek alan
ve birimlerde y ürüttüğümüz politik propaganda-ajtasyon ve
teşhir faaliyetinin etkisi somut kazanımlara dönüştürüleme­
mekte, kalıcı mevziler yaratılamamaktadır.
Bu şu dönem üzerinde özellikle durmamız gereken temel
önemde bir sorundur ve çözüm için yerel örgütlerin ve
kadroların girişkenliğini ve yaratıcılığını beklemektedir.
(Ekim , sayı: 2 15 , Mayıs 2000, başyazı)
158
Gençlik hareketi ve partinin
güncel sorumluluklar•
Geçmiş konumunu yitiren
gençlik hareketi
Gençlik mücadeleleri Türkiye 'nin yakın tarihindeki geniş
çaplı sosyal mücadeleler içinde özel bir yer tuttu. Burjuva
gericiliği bu belirgin olgudan çıkardığı sonuçlar ışığında,
1 2 Eylül döneminde en büyük saldırısını gençliğe yönelt­
ti. Hareketi sistematik baskı ve terörle ezmekle kalmadı, yeni
bir canlanmaya karşı çok yönlü siyasal, kültürel ve idari
tedbirler de aldı. İzlediği ekonomik ve sosyal politikalar­
la, geçmiş dönemlerde hareketin dinamizmini ve omurgasını
oluşturan üniversite gençliğinin sosyal bileşimini alt sınıflardan
gelenler aleyhine belirgin biçimde değiştirdi. Gecekondu
üniversitelerini tüm Türkiye'ye yaygınlaştırarak, taşradan büyük
kentlerin üniversitelerine emekçi çocuklarının akışını büyük
159
ölçüde sınırladı. Böylece geçmiş dönemlerde gençl ik hare­
ketinin merkezini ve lokomotifin oluşturan büyük kentle­
rin bu özellikleri bel irgin biçimde zayıflad ı . Tüm bunlar,
'80' Ier sonrasında küçük-burj uva katmanları saran yılgınlık,
orta sınıfların düzenle bütünleşerek eski kısmi ilerici du­
yarlılıklarını yitirmesi ve ' 89 çöküşü sonrasında dünya çapın­
da sol düşüneeye karşı yükselen gericilik dalgası ile de bir­
leşince, Türkiye'nin öğrenci gençlik hareketi eski gücünü
çok büyük ölçüde kaybetti.
En özet şekilde ortaya koyduğumuz ve bazı bakımlardan
eksik olan bu değerlendirmeden çıkan bir sonuç var. Öğrenci
gençlik hareketinin gücü ve imkanları konusunda geçmişin
ölçülerine dayalı yaklaşım ve beklentiler bugün artık her
türlü dayanaktan yoksundur. Türkiye · deki sosyal mücade­
lelerde küçük-burjuvazinin (ve onun ayrılmaz bir parçası ola­
rak öğrenci gençliğin) ' 80 öncesinde tuttuğu yer bir daha
tekrarlanamaz. Ülkemiz tarihinde bu kendine özgü dönem
dönülmez bir biçimde artık geride kalmıştır. Komünistler
bu gerçeğe başından beri işaret ettiler ve '90'Iı yılların toplam
tablosu bu değerlendirmelerin isabetl iliğini bütün açıklığı
ile gösterdi.
Son on yıla bakıldığında, işçi sınıfı ve kamu çalışanları
hareketinin sosyal mücadelenin asıl eksenini oluşturduğu,
öğrenci hareketinin bel irgin biçimde bu ikisinin gölgesin­
de kaldığı görülür. B unu olumlu ve sağlıklı bir gelişme say­
mak gerekir. Burada kitle hareketinin genel plandaki zayıf­
l ıklarını ve geri düzeyini bir yana koyuyoruz. Önemli olan,
bu genel göreli gerilik içinde işçi-emekçi hareketin in sos­
yal mücadelenin asıl ekseni haline gelmiş olmasıdır. Bu,
öğrenci hareketi için de genel planda sağlıklı bir gelişme
zemini demektir.
Bütün bu söylenenlerle gelmek istediğimiz daha da somut
bir sonuç var. ' 80 öncesinin ölçüleri bir yana bırakılır ve
1 60
yeni dönemin sosyal hareketl iliği içinde öğrenci hareketi­
nin tuttuğu ve tutabiieceği yeni yer gerçekçi bir biçimde
gözönünde bulundurulursa, bugünün öğrenci hareketi, onun
gücü ve i mkanları konusunda daha nesnel ve verimli so­
nuçlara u laşılabilir.
Gençlik hareketinin bugünkü
olanakları
Yıllardır gençlik hareketinin kısırlığı ve durgunluğu üze­
rine doğrudan ya da dolaylı bir dizi değerlendinne ve gözlem
ortaya konuluyor. Bu, eski ölçüterin ve bunun ü rünü bek­
lentilerin yarattığı bir göz yanılmasıdır. Gerçekte özellikle
son birkaç yıldır gençlik kesiminde gözle görül ür bir can­
l anma kendini bir dizi gösterge üzerinden hissettirmekte­
dir. (Herşey bir yana, son yılların ı Mayıslar ' ına belirgin
gençlik katıl ımları, gençlik saflarındaki birikimin devrim­
cileşme olanaklarına en dolaysız bir göstergedi r). Eski alış­
kanlıklarla salt en büyük kentlerin yüksek öğrenim gençliği
üzerinden bakıldığı için bunlar yeterince görül üp değerlen­
dirilememektedir. Gençl ik hareketi eski ağırlık merkezini
bugün için artık kaybetmiştir. B ir kısım taşra üniversitele­
ri, l iseler, emekçi semtleri, gençlik hareketinin yeni alan­
l arı ve gel işme kaynakları olarak önplana çıkıyorlar. B u ,
son yirmi yılın ekonomik-sosyal politikalarından, siyasal ve
kültürel saldırılarının etkilerinden ayrı bir sonuç değildir.
Yeni dönem gençlik hareketine il işkin bir önemli ol­
guya daha kısaca işaret etmek gerekir. İdeolojik kavrayış
ve tercihlerle mücadeleyi seçen sınırlı sayıda unsurlar dışta
tutulursa, bugün için mücadeleye akan gençlik kesimleri
belirgin bir biçimde ezilen ve sömürülen sınıf ve katman­
Iara mensupturlar. Ezici bölümüyle işçi ve emekçi çocuklarıdır
bunlar. Liseli gençlik için yeterince açık olan bu olgu gerçekte
161
üniversiteli gençlik için de geçerlidir. Özellikle de taşra i:
versitelerinde bu olgu çok bel irgindir.
' 80 öncesinin devrimci gençlik hareketi içinde orta sınıf
gençliğinin tuttuğu yer, dahası eğitsel-kültürel açıdan avan­
taj larının getirdiği özel ağırlık düşünülürse1 yeni dönemdeki
bu yeni olgunun önemi daha iyi anlaşılır. B u , gençlik ha­
reketinde sağlam bir emekçi damarının varlığı demektir ve
kendini bulacak bir gençlik hareketine kendini aşacak öneml i
avantajlar sağlamaktadır. B u yapıdaki bir gençlik hareke­
tini devrimcileştirmek, işçi sınıfı ve emekçi hareketiyle bü­
tünleştirmek çok daha kolaydır.
-
Reformizm gençliğin mücadele
dinamizmine yamt veremez
Sola, mücadeleye ve devrime yönelen bir alt sınıf genç­
l iğinin bugün daha çok reformisı partiler etrafında küme­
lenmesi, devrimci hareketin zaaf ve zayıflıklarıyla ilgili geçici
bir durumdur. Reformi sı partiler, nispeten geni ş olanaklar
ve elbette legalitenin getirdiği rahat çalışma koşulları saye­
sinde, mücadel eye akan bu kesimleri daha rahat etk ileyip
kendilerine çekebilmektedirler. Ne var ki bu partilerin genç­
liğin mücadele isteğine ve dinamizmine yanıt verebilmele­
ri olanaklı değildir. Nitekim kendilerine akan genç güçleri
ancak onların mücadele isteğini kırıp yozlaştırabildikleri ölçü­
de saflarında tutabilmektedirler. B unu başaramadıkl arı du­
rumlarda ise, bu partiler mücadeleye akan genç güçler için
geçici birer durak olmakta, devrimci mücadele isteği yeni
devrimci arayışları zorlamaktadır.
Genel planda herşeye rağmen devrimci bir konumda
duran geleneksel akımlar ise, gençliğin bu devrimci arayış­
larına yanıt verecek bir ciddiyet ve olgunluktan büyük ölçüde
yoksundurlar. Yüzyüze bulundukları köklü yapısal zaaflar
1 62
aşılmak bir yana giderek daha da güçlendiği ölçüde, arayış
içerisindeki genç güçler için güven verici olamamaktadırlar.
Kaldı ki reformistlerin gerçekte devrimci bir önderlik arayışı
içerisindeki gençlik kesimlerini bugün ni speten daha kolay
bir biçimde kendilerine çekebilmelerinin gerisinde, geleneksel
akımların güven vermeyen bu konum ve pol itikalarının da
özel bir payı vardır. Bu olgunun farkında olmak önemli­
dir; zira bundan gençl i k çalışmamız için ve gençliğe karşı
sorumluluklarımız konusunda çıkarılması gereken çok öneml i
sonuçlar vard ır.
Partimiz geleceği ve dolayısıyla
gençliği temsil ediyor
"Gençlik gelecek, gelecek sosyalizmdir!" şiarı bir propa­
ganda sloganı ol arak çok çekicidir. Fakat her önemli pro­
paganda sloganı gibi bu slogan da, güncel izdüşümleri de
olan temel bir gerçeği ifade etmektedir. Eğer biz, gençl iğe
yönelik olarak kullandığımız bu temel şiarın ifade ettiği ger­
çeğin ışığında kendi gençlik çalışmamıza yaklaşamazsak,
büyük bir tutarsızlık içerisine düşeriz ve böylece kullandığımız
bu sloganı da tümüyle anlamsızlaştırmış ol uruz. Partimiz
geleceği, dolayısıyla gençliği temsil ediyor. Sözkonusu şiarın
ifade ettiği temel gerçeğe ve dolay!Slyla gençlik alanındaki
çalışmamıza, bu çalışmaya ilişkin görev ve sorumluluklarımıza
buradan bakabilmek durumundayız.
Mensubu olduğu egemen burj uva sınıfının ayrıcalıklarını
paylaşan çok dar bir kesim dışında gençl iğin geriye kalan
ezici çoğunluğuna Türkiye 'nin kokuşmuş kapitalist sömürü
düzeninin verebildiği ve verebileceği bir şey yok. Ağırlaşan
sömürü, uygulanmakta olan sosyal yıkım programları, güç­
lendirilen baskı ve terör aygıtları, sosyal ve insani değerlerin
yıkımı ve kültürel dejenerasyon, tüm bunlar geniş gençlik
163
katmanlarını bugün ezmekte, geleceklerini karartmaktadır.
Gençliğin kurulu düzenin yıkıcı sonuçlarına karşı duyduğu
hoşnu tsuzl uk ve arayışları sosyal demagojiye başvurarak
istismar etmeye çalışan ve bunda geçici olarak başarılı da
olan geric i , faşist ve şeriatçı akı m ların da gençliğe vere­
bilecekleri bir şey yok. Düzen solu ise artık sosyal demagoji
yapmayı bile yük sayabilİyor ve dolayısıyla arayış içerisin­
deki gençlik için herhangi bir cazibe merkezi oluşturmuyor.
Düzen ve düzen akımları için sözkonusu olanlar, şu veya
bu sorundan hareketle kendini ortaya koyan d üzenin sahte
muhalifi akımlar için de geçerlidir. Bugün düzenle teslimiyetçi
bir barış sürecine giren ezilen ulus mill iyetçiliği ile kuru­
lu düzene doğrudan ya da dotaylı olarak payandal ığı bir çizgi
haline getiren A levici burjuva akımlar, yaratıkları geçici
etkilere rağmen genç liğe hiçbir gelecek sunamadıklarını
göstermekte gecikmemişlerdir. Devrimin ülke ve dünya çapında
üstüste yaşadığı çifte yenilgi ortamında, bu ortamın yarattığı
geçici boşlukta palazlanan bu akımların, Kürt ya da A levi
gençl iği nezdinde güven ve inandırıcıl ıklarını yitirecekleri
bir döneme girmiş bulunmaktayız. Ezilen ulus ve mil liyet­
ler ile ezilen mezheplere mensup gençlik kesimlerinin geçmişte
bu ezilmiŞliklerinin çözümünü ileri bir dava uğruna müca­
delede, devrimde ve sosyalizmde aradıkları ve tam da bu
nedenle devrimci gençlik hareketi için önemli güç kaynakları
oluşturdukları gözönünde bulundurulursa, mill iyetçil iğin ve
mezhepçiliğin güç kaybetmesinde ifadesini bulan bu geliş­
melerin sanıldığından da fazla önemli olduğu görülecektir.
Gençlik geleceğini, kurul u düzenle çatışmada, işçi ve
emekçi hareketiyle buluşarak devrime yönelmede bulabilir
ancak. Yılların birikimi, hayal kırıktıklarını izleyen arayışlar,
günden güne daha geniş gençlik kesimlerin i bu çatışmaya
ve arayışa yöneltmektedir, gitgide daha çok yöneltecektir.
Tam da bu noktada, bir kez daha Partimiz'in gençlik
1 64
karşısındaki konumuna ve gençliğe karşı sorumluluklarına
gel i yoruz. Genç l iğin bundan böyle gitgide daha çok güç
kazanacak bu arayış ve yönelişine ancak proletaryanın dev ­
rimci partisi yan ı t verebil ir. Yı llar önce daha çok temel bir
teorik ve stratejik gerçeklik olarak ortaya konulan aşağıdaki
değerlendirme, partinin kazanı ldığı, gücünü ve etkisini,
ciddiyetini ve inandırıcılığını günden güne daha çok artırdığı
şu dönemde artık çok daha somut ve pratik bir anlam ve
önem kazanmaktadır:
"Gençl(�in temel devrimci özlemlerine ve istemlerine
ancak sosyalist proletarya cevap verebilir. Gençliğin dev­
rimci eylemini doğru bir çizgide başarıyla ancak sosyalist
proletarya yönetip yönlendirebi/ir.
"Devrimci gençliğin sonu gelmez bir ısrarla sürdürdüğü
tutarlı bir dünya görüşü arayışını ancak proletaryanın dünya
görüşü, Marksizm-Leninizm, karşılayabilir. Devrimci gençliği
tutarlı bir dünya görüşüyle ancak proletaryanın komünist sınıf
partisi eğitip donatabilir."
" ... Komüni stler ve sınıf bilinçli işçiler proletarya sos­
yalizminin gerçek sınıf bayrağını yükseltebildikleri ölçüde,
gençliğin ön saflarından bu bayrağın altına akacak önemli
güçler bulacaklardı r ...
"
B u bayrak art ık güçl ü bir b i ç i mde yükse l t i l m i ştir.
Gençliğin ön saflarından bu bayrağın altına daha şimdiden
en diri ve en bilinçli güçler akmaktadır. Ve bu henüz yalnızca
bir başlangıçtır; komünistler gençlik çalışmasına gerekli dikkati
ve özeni gösterirlerse, bu akış da günden güne daha çok
güçlenecek, parti zamanla devrimci gençlik hareketi için bir
önderlik ve birleşme odağı haline gelecektir.
Gençli k çahşma mızın soru nları
Partinin gençlik çalışmasında başarılı olabilmesinin temel
1 65
ve öncelikl i koşu l u , kendi gençlik güçlerini etkin ve ama­
ca uygun bir biçimde eğitip örgütleyebilmesidir. Halihazırda
bu güçler gereğince eğitilip örgütlenemedikleri gibi, parti­
nin yakın ve dolaysız önderliğinden de önemli ölçüde yok­
sundurlar. Gündemdeki en öncelikli görev, bu sorunun çö­
zümüdür.
Mevcut gençlik güçleri içerisinden kadrotaşınayı başa­
rabilmek, bu sorunun çözümünün de asıl anahtarıdır. Par­
ti, gençlik çalı şmamızı gençliğe özgü bir inisiyatif, ataklık
ve yaratıcılıkla sürükleyebilecek partili kadroları yetiştire­
bilmelidir. Bu tür kadrolar bizzat gençlik çalışmamızın kendi
içinden bulunup çıkarılmalıdır. Yıllardır parti çeperinde yer
alan ve kendince gençlik çalışması yürütmeye çalışan sem­
patizan genç militanların en iyilerinin, en sağlam ve gü­
venilir olanlarının partiye parti üyeleri olarak kazanmak ve
bunları bulundukları yerel alanlarda profesyonel bir gençlik
örgütlenmesinin partili dayanakları olarak değerlendirmek
durumundayız. B u , gençlik çalışm am ızın bugünkü n i sp i
dağınıklığını hızla gidereceği gibi, partili genç kadrolar ara­
cılığıyla parti önderliğinin genç l ik çal ışmasına taşınmasını
da kolaylaştıracaktır.
Kadrolaşma ve örgütlenm� sorunlarının yanısıra önem
taşıyan ve bu sorunların çözümünü de kolaylaştıracak olan
bir başka temel sorun, gençlik alanındaki yayın faal i yeti­
dir. Bu alanda belli bir birikim ve deneyim kazanılmış olmak­
la birlikte, gerek biçim gerekse içerik ve işlev bakım ından
hala aşılması gereken önemli sorunlar vardır. Gençlik yayını
hitap ettiği hedef kitleyi iyi tanımlamalı ve tanımalı, bunu
gözeten bir yayın faaliyeti içinde olmalıdır. Daha genel planda
gençlik yayınının en öneml i sorunu, gençliğin ve gençlik
hareketinin sorunlarını kucaklayan ve bunlara devrimci yanıtlar
verebilen bir yayın çizgisine oturabilmektir. Bu, yayını kendi
içinde bir amaç olmaktan çıkarır. r:;ençl ik hareketine müda1 66
halenin etkin ve işlevsel bir aracı haline getirir. Kuşkusuz
gençlik yayınının bu i şlevsel çizgiye oturabilmesi, büyük
ölçüde, gençlik güçlerimizin örgütlenmesi, gençlik çahşmamı­
zın sağlam bir perspektife kavuşturulması ve dolayısıyla planlı­
programlı bir yönelim içeris ine sokulmasıyla sıkı sıkıya
bağlantılıdır.
Yayın faal iyetinde daha d a önemli ve bugün için daha
da acil olan, daha geniş gençlik kitlelerine hi tap edebilen
popüler yayınları devreye sokabilmektir. Bundan somut ola­
rak kastedilen, sık sık kullanılması gereken bildirilerin yanısı­
ra, asıl olarak popüler bültenler ve broşürlerdir. Bunları etkin
ve düzenl i bir biçimde kullanmayı başaramadı ğımız süre­
ce, çok dar bir kesim dışında kalan geniş kitleye sesimizi,
düşünce, slogan ve çağrılarımızı u l aştırabilmemiz mümkün
olamayacaktır. Bültenler konusunda halihazırda daha çok lise­
li gençlik üzerinden sınırlı bazı deneyimlere sahibiz. Bunların
neden işlevsel biçimde kullanılamadığını, sürekli hale geti­
rilemediğini somut olarak değerlendirmek, bu deneyimler­
den yararlanarak yeni döneme benzer bir dizi araçla gir­
mek sorumluluğuyla yüzyüzeyiz. Parti sık sık, bültenierin
son derece popüler, görsel açıdan zengin ve sayfa sayısı
itibarıyla çok sınırlı olması gerektiği konusunda uyarılar
yapmasına rağmen, dergi taklidi bültenierin önüne gençlik
alanında da geçilememektedir. Bültenleri süreklileştireme­
mede ve işlevsel kılamamada, bunun da küçümsenemeye­
cek bir rolü vardır. Geçmiş deneyimler değerlend irilirken
soruna buradan da bakılabi l melidir. Aynı şekilde, belirl i
alanlara (örneğin meslek liselerine) hitap eden ya da bel l i
bir sorunu (örneğin eğitimde özelleştirme saldırısı) konu alan.
son derece sade bir dille kaleme alınmış, yaygın dağıtılabile­
cek popüler broşürleri de gençli k çalışmamızda kullanabil­
mel iyiz. Partinin bu tlönem sınıf çalışmasında yeniden gün­
deme getirdiği popüler broşür deneyimlerinden bu çerçevede
167
yararlanılabilinir.
Gençlik hareketinin sorunlari
Geriye genç l ik hareketinin gündemini ve sorunlarını
isabetle saptamak, doğru bir eylem çizgisi ve çalı şma tarzı
izlemek, ve ni hayet, gençliğin kitlesel örgütlenme sorunu­
na ilişkin olarak doğru bir yaklaşımla hareket etmek sorunlan
kalıyor. B unlar çözümleri güç sorunlar değildir. Gençlik
yayınında geride kalan öğrenim yılına ilişkin olarak yayınlanan
değerlendirmelerde bile bu sorunların tümünün doğru çözü­
münün öneml i i puçları mevcuttur.
Eğitimde özelleştirme saldırısı, bunun bir uzantısı ola­
rak harçlar sorunu, soruşturma ve hukuk terörü, doğal olarak
YÖK kıskacı ve bunaltıcı YÖK uygulamaları, üniversite­
lerde faşist kadrolaşma ve saldırılar, vb., vb. . . Öğrenci genç­
l iğin bu dönem özellikle öne ç ıkan ve yeni dönemde daha
da ağırlaşacağı kesin olan acil ve öncelikli sorunlarıdır. Bu
sorunlar karşısında devrimci gençlik hareketinin ileri sür­
mesi gereken şiarlar ve istemler iyi-kötü bilinmekte, bun­
l ar yayınlarımızda da sürekli olarak işlenmektedir.
Eylem . çizgisi ve çalışma tarzı sorunu daha da önemli­
dir. Halihazırda bu alanda sol akımlara egemen olan, bir­
birinin zıttı gibi görünen, gerçekte ise birbirini besleyen ve
üreten iki davranış tarzı göze çarpmaktadır. Gençl i k hare­
ketinin geriliğinin ve durgunluğunun da etkisiyle ya en geri
sorunlar üzerinden kuyrukçu ve ekonomist bir çizgi, ya da
ters inden, kitleden kopuk, güya "öncü" gerçekte ise "sol"
sekter bir eylem çizgisi izlenmektedir. Bu sonuncusuna eğilim
duyanlar, çok geçmeden ilkine dönebilmektedirler.
K itlelerin en sıradan ve en somut, acil ve yakıcı aka­
demik ve iktisadi sorunlarını hiçbir biçimde küçümseme­
yen ve ihmal etmeyen, fakat bunları toplumun tüm ezilen
1 68
katmanlarını etkileyen ve kuşkusuz gençlik için de yıkıcı
sonuçları olan temel sorunlarla birleştiren bir çalışma tarzıdır
bize gerekli olan. Aynı şekilde, kitlelerden kopmadan on­
ları mücadeleye çekmeye çalışan, tüm fırsatları kitleleri eyle­
me çekmek için değerlendiren, kitlelerin mevcut duyarlılıkla­
rını ve eylemliliklerini daha ileri hedeflere ve düzeylere çek­
meye çalışan bir eylem çizgisidir bize gerekli olan. Sol akım­
ların bir kısır döngü halinde birbirini üreten ya da besle­
yen eylem çizgisini ve çalışma tarzını aşmak buradan geçer.
Son olarak gençl iğin örgütlenmesi sorununa geliyoruz.
Gençlik hareketinin mevcut deneyimi, partinin bu soruna
bakışını � ütün açıklığıyla doğrulamaktad ı r. Komüni stler
yıllardır gençlik hareketine yapay örgütlenme modelleri daya­
tılamayacağını, buna yönelik tüm çabaların kaçınılmaz ola­
rak başarısızlıkla sonuçlanacağını vurgulayageldiler. Mücadele
biçimleri ve düzeyi ile örgütlenme biçimleri ve düzeyi arasında
kopmaz bir ilişki bulunduğunu. ikincinin birinciye sıkı sıkıya
bağlı olduğunu, mücadele geliştirilebildiği ölçüde örgütlenme
sorununun çözümünün kolaytaşacağını savunageldiler. Son
yıllarda gençliğe dışarıdan dayatılan örgütlenme modelle­
rinin şu veya bu grubun elinde işlev siz tabelalar olarak kal­
ması, buna karşın gelişen eylemlilikterin komiteler, platformlar
vb. örgütsel biçimler ortaya çıkarması, bunların eyleme katılan
güçleri az-çok kolaylıkla kucaklaması, partinin düşünce çiz­
gisini doğrulamıştır. Bu birikim çoğaldığı ve gençl ik ha­
reketi daha da güçlendiği ölçüde, daha kalıcı kitlesel ör­
gütlenme biçimlerine geçiş de aynı ölçüde kolaylaşacaktır.
Bu alanda elbette ki kendiliğindenci davranılamaz, fakat ya­
pay zorlamaların hiçbir sonuç vermeyeceği de yeterli açıklıkta
görülmüş olmalıdır. Komünistler gençl i k hareketindeki ge­
l işmeleri ve eğilimleri , güç ve olanakl arı dikkatle izleme­
li, buna uygun düşen örgütlenme biçimlerini bizzat hare­
ketin pratik gelişme seyri içinden zamanında sezip çıkara169
bilmelidirler. Hareketin kendiliğinden ürettiği örgütlenme
biçimlerine bilinçli bir ifade kazandırabil melidirler.
Son bir sorun olarak, gençlik alanındaki güç ve eylem
birliği sorununa da değinelim. Bu sorun genel planda olduğu
gibi gençlik alanında da özel bir önem taşımaktadır. Ne var
ki, geleneksel akıml arın çok bilinen zaafları , amaca uygun
ve nispeten kalıcı güç ve eylem birl i kleri geliştirmeyi de
zora sokmaktadır. Buna rağmen bu soruna gerekl i önemj
vermek durumundayız. Fakat bunda başarılı olabilmenin temel
önkoşulunun da kendi başarılı bağımsız faaliyetimiz olduğunu
unutmamalıyız. Öncelikle kendi güçlerimizi etkin ve örgütlü
bir biçimde seferber edebilmeli, kendi gücümüze güvenmeli,
bağımsız faal i yetimizi güçlendirerek sürdürmeli, ancak bu
koşulla ve buna tabi bir biçimde güç ve eylem birliği alanında
üzerimize düşeni yapma yoluna gitmel iyiz.
Yeni bir döneme doğru
Türkiye ' de olayların seyri adım adım yeni bir dönemi
hazırlamaktadır. Emperyalizmin ve sermayenin izlemekte
olduğu politikalar gençl ik için de ağır yıkımlar yaratmak­
la kalmamakta, gençlik hareketiyle işçi ve emekçi hareke­
tinin buluşmasını ve birleşmesini de kolaylaştırmaktadır. Gün­
demdeki özelleştirme saldırılarıyla, toplumun tüm hak ara­
yan ve direnen kesimlerini hedef alan sistematik devlet baskısı
ve terörü, gençlik hareketinin sınıf ve emekçi hareketiy le
buluşmasını kolaylaştıran zemine güncel iki örnektir yalnız­
ca. Bu olgu, partinin gençlik çalışmasına göstermesi gere­
ken çok özel ilginin bir başka öneml i güncel nedenidir de.
Komün i stler en güçsüz, olanaklarının en sınırlı olduğu
bir dönemde bile devrimci gençlik hareketi içinde kendi­
lerine bir etki alanı bulabildiler. Bugün ise gençlik içeri­
sinde gerçek bir kuvvet olabilmek için temel önkoşullara
1 70
ve etkin bir çal ışma için önemli olanaklara sahiptirler. Bü ­
tün
değerlendirebilmekte yatmaktadır ve
etkin bir biçimde değerlendirmenin ise tam za­
sorun bu imkanları
bunları en
manıdır.
(Ekim , sayı: 2 1 6 , Temmuz 2000, başyazı)
1 71
Hücre saidiriSIRI püskürtmenin
sorunlari
ve sorumluluklari
Mücadelede ulaşılan önemli aşama
Hücre saldırısını püskürtme mücadelesinde önemli bir
aşamaya ulaşılmış durumda. Bugün ulaşılan nokta saldırıyı
püskürtebilmek için henüz yeterli değildir kuşkusuz. Fakat
üç-beş ay öncesiyle kıyaslanamaz bir mesafe katedildiği de
bir gerçektir.
Buraya kolay gelinmedi elbette. Devrimci tutsakların Ulu­
canlar'da ve Burdur'da sergiledikleri ölümüne kararlılık;
Ul ucanlar'daki katliamın ve Burdur'daki katliam girişimi­
nin etkin çabalarla açığa çıkartılması ve sarsıcı kanıtlarıyla
kamuoyuna sunulması; binlerce tutsak devrimcinin tek bir
ses halinde döne döne dile getirdiği hücrelere girmeme ka­
rarlılığı; bu kararlılığın toplumun ilerici katmanları içinde
günden güne yayılması ve desteğe dönüşmesi; bu arada
1 72
devletin F tipi ile gerçekte neyi amaçladığını kamuoyuna
ve kitlelere anlatmak için gösterilen y oğun ve sabırlı ça­
balar, vb., vb., tüm bunlar sayesinde olanaklı oldu bu aşama­
ya ulaşmak. Tüm bunlar sonucunda, hücre karşıtı mücade­
le önemli bir mesafe katetti ve kamuoyuna maloldu. Tüm
bu çabaların sonucudur ki, düne kadar "F tipi 'ne ne pahasına
olursa olsun geçilecektir" tehditlerini yüksek perdeden yi­
neleyip duran devlet bugün savunma çizgisine itildi
Yineliyoruz, bu henüz saldırının püskürtülmesi değildir.
Böyle olduğunu sanmak son derece tehl ikeli bir hayale ka­
pılmaktan başka bir şey değildir. Tam tersine saldırının ka­
derini bundan sonra yapılacaklar tayin edecektir. Fakat dünle
kayaslanarak bugüne bakıldığında, varılan yer, bu saldırının
pekala püskürtülebileceğinin önemli bir göstergesidir.
Katedilen mesafenin anlamını ve değerin i doğru ölçe­
bilmek ve yerli yerine oturtabilmek için, bugüne kadar yapı­
Janların hemen tamamen, devrimci tutsakların sergilediği ka­
rarlılığın, devrimci akımların yürüttükleri henüz çok sınırlı
faaliyetin, bir avuç tutsak yakınının yorulmak bi l mez feda­
kar çabal arının, bazı hukukçuların . gazetecilerin ve insan
hakları çevrelerinin duyarlı lığının bir sonucu olduğunu göz­
önünde bulundurmak gerekir. Reformisı sol partiler ile ilerici
olmak iddiasındaki bazı sendikal çevreler, hücre karşıtı tu­
tumlarını sık sık açıklamakla birlikte, bugüne kadar bu doğ­
rultudaki mücadeleye henüz sözü edilebil ir bir pratik katkı
sunmuş değiller ya da bu sembolik olmanın ötesine geç­
miş deği l .
Mücadelenin yeni güçleri ve olanakları
Buna rağmen, bu hayli dar güçlere dayanılarak da olsa
yürütülen mücadele, gelinen yerde, düne kadarki yalnızhğı
kırmış ve dünle kıyaslanmayacak ölçüde önemli bir hücre
1 73
karşıtı potansiyeli açığa çıkartmıştır. Son haftalarda, özel­
l ikle de B urdur vahşetinden beri, hücre karşıtı cephe hızla
genişlemekte, özgüven kazanmakta ve daha tok bir kararlılık
göstermektedir. Birçok kentte farkl ı kesim ve örgütlerin ka­
tıldığı hücre karşıtı platformlar g iderek yaygınlaşıyor. Semt­
lerde ve öğrenci gençli k içerisinde örgütlenen benzer plat­
formlar günden güne çoğalıyor. Aydınlar duyarlılıklarını bir
eylemlilik süreciyle birleştiriyorlar, kuru açıklamaların ötesinde
emek harcıyorlar. Barolar, tabip odaları ve öteki kimi meslek
kuruluşları giderek daha duyarlı davranır ve daha ileri tavırlar
sergiler hale geldiler. ilerici demokrat yazarlar konuyu basında
sürekli işlerneyi sürdürüyorlar.
Bu gelişmeler, halıhazırda son derece pasif davranan,
sorunu sınıfa taşımak için hemen hiçbir şey yapmayan ilerici
sendikal çevreleri de pratik değeri olan tutumlara muhak­
kak ki yöneltecektir. Yıllardır zindanlarda teslimiyetçi poli ­
tikaları bir çizg i haline getiren, İmral ı ' daki teslimiyetİn ar­
dından ise dayanaksız af beklentileri içerisinde tümden teslim
olma yolunu seçen PKK' l i tutsakların, gelinen yerde bu sal­
dırının kendileri için ne i fade ettiğini nihayet görmelerinin
etkisiyle de olsa hücre karşıtı bir tutuma yönelmeleri, bir
başka önemli gelişme ve olanaktır.
Özellikle Burdur katliamından sonra tekelci medya bün­
yesinde bile çatlaklar oluştuğunu, bir kısım yazarların devletin
niyetini ve hesaplarını açıkça tartışma konusu etme yolu­
na gittiklerini de bunlara ekleyelim. (Hala kılını kıpırdatma­
yan tek çevre Perinçekçi İP'tir. Politik amaçlarında mesafe
almak için generanere yaranınayı biricik davranış ölçüsü hali­
ne getiren ve bu gerektirdiği için Ulucanlar katliamına ve
B urdur vahşetine bile sessiz bir onay veren bu çevre, hüc­
re saldırısı konusunda tutumunu hala açıkça ·ortaya koymuş
deği l.)
Yukardaki tablodan kendiliğinden çıkan sonuç bell idir.
1 74
Hücre karşıtı mücadele düne kadarki darlığını parçala.m ış ­
tır. Mücadele bundan böyle bu yeni güçlerin katılımı. katkıla­
ve desteğiyle sürdürülecektir. F tipi şahsında siyasal açıdan
imha edilme ve tesli m al ınma saldırısının asıl hedefi olan
devrimci hareket, şimdi saldırıyı püskürtrnek için bu güçler­
den en iyi bir biçimde yararlanmak sorumluluğuyla yüzyü­
zedir. Bu sorumluluğu' doğru bir çizgide ve başarılı bir tutumla
ortaya koyabildiği ölçüde, mevcut desteği günden güne bü­
n
yütmeyi, işçilerin ve emekçilerin geniş kesimlerine yaymayı
da başarabilecektir. Bu başarıldığında ise, her halükarda belli
bedeller gerektirse bile, hücre saldırısının püskürtülmesi işte
o zaman güvenceye alınabi lecektir.
Devrimci tutsakların kararlıhğı
belirleyici önemdedir
Sözü edilen başanya u laşabil menin bazı zorunlu ön­
koşullarını burada en özet biçimde ifade etmeye çalışalım.
En temel önkoşul , zindanlardaki devrimcilerin, hücrelere
girmeme ve buna karşı ne pahasına olursa olsun direnme
kararlılığını en ufak bir zaaf bel irtisi göstermeksizin sür­
dürmeleridir. S al dırı kuşkusuz dışardaki mücadelenin gücü
ve etki s i ölçüsünde püskürtülebilecektir. Fakat d ışardaki
mücadelenin gücü ve etkisi ise, doğrudan içerdeki devrimci
kararlı l ığa bağl ıdır, bu bir an bile unutulmamalıdır. Ulu­
canlar'daki ve Burdur'daki öl ümüne direnişler olmasaydı,
bugün dışarıda ulaşılan güç ve etki de yaratılamazdı.
Devletin bu kararl ılık karşısı nda yalnızca iki seçeneği
var. Ya çaresizl ik, ya katliam ! İkincisinin neyi ne kadar çö­
zeceği de U lucanlar ve B urdur'da somut olarak görülmüş­
tür. Her iki vahşi saldırı da siyasal sonuçları bakımından
ters tepmiş, devletin ayağına dolanmış, devletin teşhirine
ve bell i bakımlardan geri çekilmesine neden olmuştur. B un1 75
dan çıkan sonuç, devletin vahşete başvurmasının da bel l i
sınırları olduğu gerçeğidir.
Devrimci tutsakların büyük bir titizlik ve hayatiyetle göz­
önünde bulundurması gereken temel nokta şudur: içerden
yansıyacak ve zayıflık ya da zaaf olarak anlaşılabilecek en
ufak bir belirti, dışardaki desteği de zaafa uğratır ve saldırıyı
püskürtmenin bedelini kat kat arttırır. Bu sorunu, taşıdığı
çok özel önemden dolayı ve dışarıda büyüyen desteğin içerde
en ufak bir rehavete yol açmaması gerektiğini v urgulamak
için hatıriatm ış oluyoruz.
Devrimci akımların sorumlulukları
İkinci temel önkoşul, saldırının öncelikli siyasi ve fizi­
ki hedefi durumundaki devrimci hareketin, bu konumun verdiği
bir sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi başarabilmesid ir.
Bu öncelikle, saldırının anlamının v � sonuçlarının tam bi­
l incinde olarak, saldırıya karşı etkin bir siyasal çalışma içinde
olmayı gerektirir. Gündemleşen ve başarısı halinde ağır sonuç­
ları olacak olan bir büyük saldırı ile yüzyüze bulunulduğuna
göre, tüm devrimci çevreler güç ve olanaklarını bu doğrultuda
en etkin bir b içimde seferber edebil melidirler.
Öte yandan, ilerici kamuoyunu ve emekçi lerin geniş
kesimlerini bu saldırıya karşı birleştirmek isteyenler, bun­
da tutarlı ve inandırıcı olabilmek için, aynı konuda devrimci
akımlar olarak kendi aralarında da sağlam bir birlik ve iletişim
kurmal ıdırlar. Aynı saldırının hedefi oldukları halde kendi
aralarında bu birliği başaramayanlar, bu doğrultuda başkalarını
birleştirme çabasında tutarlı ve inandırıcı olamazlar.
Zindanlarda bu birlik vardır ve CMK örgütlenmesinde
ve işleyişinde somut ifadesini de bulmaktadır. Aynı birlik,
saldırıya ilişkin özel konumlarından dolayı öncelikle tutsak
yak ınları arasında olmak üzere d ışarıda da her alanda ku1 76
rulmalıdır. İller ya da semtler düzeyinde kurulan hücre kar�ıtı
platformlar, bu birliğin bize işlevsel örgütsel zeminlerini de
kendiliğinden vermektedir. Devrimci hareketin sorumlulukları
bahsinde, dönemin hiçbir ciddi hatayı kaldırmadığını, kar�ı­
devrimin istismar edeceği ya da provokasyonlara konu edeceği
davranışlardan özenle kaçınmanın büyük sorumluluğunu da
vurgulamış olalım.
Sorun işçi smıfma ve emekçilere
maledilmelidir
Üçüncü temel koşul, hücre saldırısına karşı tutumu işçi
sınıfına ve emekçilere maletmek sorumluluğudur. ilerici siyasi
çevrelerde, demokratik kitle örgütlerinde ve aydınlar için­
de oluşturulan duyarlılık ile resmi kamuoyunda k ısmen de
olsa yaratılmış çatlak, amaca önem l i ölçüde u l aşıldığı tür­
ünden bir rehavet yaratmamalıdır. Kitlelere malolmayan her
dava gerçekte güçsüzdür ve başarı şansı ya yoktur ya da
çok zayıftır kuralı burada da geçerlidir. Bugün hücre karşıtı
mücadelenin en zayı f yanı da budur. Bu sorunun ve mü­
cadelenin işçi sınıfının ve emekçilerin geniş katmanıarına
henüz
taşınamamış, maledilememiş olmasıdır. Gelinen aşa­
mada dikkatierin ve enerj inin özellikle yoğunlaştırılması ge­
reken bir görev ahinıdır bu. Demokratik kurul uşların, sen­
dikaların, meslek odalarının ve aydınların gösterdiği du­
yarlılık, kendi içinde ele alınma� yerine, sorunun geniş kitle­
lere ve elbetteki öncelikle de bu kuruluş ve örgütlerin taban
kitlelerine taşınmasının bir i mkanı olarak değerlendirilme­
lidir.
Bu son görevle bağlantılı olarak üzerinde kısaca durulması
gereken önemli bir sorun var. Bu sald ırının püskürtülmesi
mücadelesinin başarılı olu p olmamasında, işçi hareketinin
çok özel rolü küçümsenemez. Komünistler ve devrimciler
1 77
sorunu işçi kitlelerine maletmek için elbetteki öncel ikle kendi
öz çabalarına dayanmal ı, bunu esas almal ıd ırlar. Ama bu
hiçbir biçimde ilerici, hatta hatta devrimci ya da sosyalist
olma iddiası taşıyan sendikal kesimlerin sorumluluğunu ortadan
kaldırmaz. Oysa zaman zaman hayli anlamlı açıklamalar yap­
salar bile hali hazırda bunu herhangi bir ciddi girişimle bir­
leştirmeyen tek kesim de denebilir ki i lerici sendikalardır.
Ve bu, gözaltında işkenceyle sendikacılann katledildiği, salt
sendikal girişimlerden dolayı sendikacıların ve işçilerin göz­
altına alındığı, grev yasaklarından baraj saldırısına kadar bir­
çok alanda işçi sınıfının doğrudan siyasal saldırılara hedef
olduğu b ir sırada oluyor.
ilerici sendikal çevreler bugün hala her zaman yapmakta
pek ustalaştıkları gibi salt gönül alıc ı açıklamaların ötesi­
ne hiç geçmiyorlar, pratik adımlardan ısrarla yan çiziyor­
lar. B una pek iddialı bir çıkış yapan ve daha kuruluş top­
lantısında hücre karşıtı mücadeleyi işçilere maledeceğini ilan
eden İEP gibi platformlar da dah i l . Bu, bu sendikaların ta­
banlarının duyarsızlığı ile de aç ıklanamaz. Zira zaten bütün
sorun, hücre saldırısını bu tabana maletmek, bu konuda du­
yarlılık yaratmak olarak duruyor orta yerde. Hücre saldırısına
karşı henüz kolunu kıpırdatmayanların tabanında duyarsızlı­
ğın egemen olması i se, eğer gerçekten durum buysa, hiç
de şaşırıtıcı değildir. Kaldı ki konumlarını büyük ölçüde ilerici
bir tabana sahip olmaya borçlu bu sendikaların tabanında
bir duyarlılık yoksunluğundan sözetmek de gerçeklerle bağ­
daşmaz, inandırıcı da olmaz.
S onuç ol arak , h ü cre s a l d ı r ı s ı çerçeve s i nde g i r m i ş
bulunduğumuz dönem, gerçek konumların ve k imliklerin,
taşınan iddiaların ve yapılan açıklamaların samimiyetinin
sınandığı kritik bir dönemdir. ilerici sendikal çevrelerin bu­
nun bilincinde bir pratik sorumlulukla hareket etmeleri bek­
lenir.
1 78
İkiyüzlü b u rj u v a manevralara ve
reformist hayallare karşı mücadele
Bu arada, özellikle refonnist sol çevrelerde belli yanılgıları
besleyebileceği kaygısıyla, bir özel noktaya daha değinmek
istiyoruz. Bütün bu saldırı lar burjuvazinin sınıf çıkarları ve
ihtiyaçları için gündeme getiriliyor. Bütün kanlı ve kirli işler,
çete örgütlenmeleri, c inayetler ve katl iamlar, işkenceler ve
zindanl ar, bu sınıfın, asalak sermaye sınıfının saltanatını gü­
vencede tutmak için gerçekleştiril iyor. Bütün suçların, kanın
ve pisliğin siyasi ve ahlaki sorumluluğunu bu sınıf doğrudan
taşıyor. B ütün buna yönelik politikaları el altından bizzat
tezgahlıyor, tezgahlatıyor. Ama suç ve pislik açığa çıktığında
da, bunun sorumluluğundan ikiyüzlü manevralarla sıyrılmaya
çalışıyor. Kitle lerin tepkilerinden sıyrılmak, kurulu düzene
ilişkin olarak duyabilecekleri güvensizliği bloke etmek, yaşa­
nanları yoldan çıkmış ya da ölçüyü kaçırmış bir kısım yöne­
ticilerin, idarecilerin sorumluluğu olarak sunmak vb. amaçla­
ra yönel iktir tüm bu manevralar.
B unu Susurluk. pisliğinde gördük. Ulucanlar'daki v ahşi
katliamın içyüzü açığa çıkarıldığı ölçüde özellikle bir kısım
medyadaki sahte duyarlılık gösterileri şahsında gördük. Son
ol arak aynı şeyi Burdur vahşetinin ardından çok daha be­
l irgin bir biçimde izleme olanağı bulduk.
Bu ikiyüzlü manevralar karşısında zaafa düşmek ve da­
yanaksız hayallere kapılmak için kuşkusuz hiçbir neden yok­
tur. Fakat bu hayallerin, burjuvazinin AB 'ye giriş ihtiyaçları
ve bu çerçevede Kopenhag Kriterleri gerekçe gösterilerek,
reformİst solun bir kesim i tarafından körüklendiği de bir
gerçektir. Bu tür hayalleri boşa çıkarıl malı ve burjuvazi­
nin bu sinsi manevralarını deşifre edilmelidir. Bunda ne denli
başarıl ı olursak, düşülen açmazın etkisiyle girişilen ikiyüzl ü
manevraların karşı-devrim kampında yarattığı çatlak lardan
1 79
da o denli etkin ve amaca uygun bir biçimde yararlanmayı
başarmı ş ol acağı z.
Devletin sinsi hazırlakları
ve af saldırısı
Burdur vahşetiyle aldığı darbe ne olursa olsun, saldırının
yolunu yeniden düzlemek için devletin şu an hummalı bir
hazırlık ve sinsi bir planlama içinde olduğundan kuşku du­
yulmamalıdır. Halihazırda F tipini şirin göstermek ve kamu­
oyuna buna inandırmak için harcanan yoğun çabalar, işin
açıktan yürüyen yönüdür. El altından nelerin tezgahlandığını
ise çok geçmeden görme olanağı bulacağız. Fakat bunlar­
dan biri, af yasası ile F tipi saldırısı arasında kurulan i l iş­
ki bütün açıklığı i le bilinmektedir.
Devlet, siyasal tutukluları dışında bırakan bir af yasasıyla
toplumda bir af rüzgarı estirerek devrimcileri tecrit etmeyi,
bu sayede F tipini nispeten kolayca uygulamaya geçirmeyi
hesaplıyor. Bu eski hesapta son zamanlarda d üştüğü duru­
mu telafi eden bazı rötuşlar yapması da ihtimal dışı değildir.
Örneğin I 69. maddeyi af kapsamına alarak ya da infaz ya­
sasında yapacağı bir değişikl ikle bu aftan kısmen siyasal
tutukluları da yararlandırırak, masum bir pozisyona geçmek
ve böylece geleceğe dönük bu büyük saldırısını nispeten
kolayca gerçekleştirmek yol unu da tutabilir. Devletin tüm
bu manevraianna karşı hazırlıklı olmak, hücre karşıtı muha­
lefetin bu tür manevralarla zaafa uğramasının önüne geç­
mek durumundayız.
"Anti-Terör Yasası kaldırılsm!"
'
"Zindanlar yıkılsm, tutsaklara özgürlük!"
Konuya ilişkin son bir nokta daha. Hücre saldırısını
1 80
püskürtrnek bugün en öncelikli görevdir; bu hedefe k i l it­
lenmek. zindan cephesine y ö nelik olarak dikkatleri ve güç·
leri buraya yoğunlaştırmak gerekir. Fakat kamuoyunun ve
kitlelerin d ikkatlerinin tam da bu sayede siyasal tutuklular
gerçeğine yöneldiği bir sırada, bunu iki önemli konuya iliş­
kin bir propaganda-ajitasyonla da birleştirmek durumundayız.
B unlardan ilki, "Anti-Terör Yasası kaldırılsın!" istemi, öteki­
si "Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!" şiarıdır. Bu iki
sorun mahiyeti gereği hücre karşıtı mücadele sorunuyla sıkı
s ık ıya ilişkilidir.
Anti-Terör Yasası'nın kaldırılması isteminin içeriği ve
anian:ıı yeterince açıktır. Devrimci tutsakların af istemedik­
leri , kendilerinin af yasasına dahil edilmemelerine yerinde
bir davranışla zerre kadar aldırmadıkları bir durumda, "Zin­
danlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!" şiarının ileri sürülmesi,
bu tutumla çelişkili gibi görünebilir. Gerçekte ise böyle bir
çelişki yoktur. Devletten af beklemekte, siyasal tutsaklara
özgürlük isternek tümüyle iki farkl ı şeydir. Devrimcilerin
eyleminde tarihsel ve siyasal olarak en ufak bir suç unsu­
ru yoktur; onlar tarihsel ya da siyasal açıdan değil, yalnızca
bugünkü düzenin yasaları çerçevesi nde "suçlu"durlar. Ger­
çekte ise onlar haklı bir davanın savaşçılarıdırlar; bu uğurda
büyük fedakarlıklara katlanarak ve ağır bedeller ödeyerek
müca�ele etmektedirler. B u ndan dolayıdır ki, yalnızca ağır
baskı ve işkencelerin hedefi olmakl a kalmıyorlar, zindan­
lara kapatılarak özgürlükleri de gaspedi liyor.
"Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürl ü k ! " şiarı bu çer­
çevede gerçek suçluları oluşturan egemen sınıfa ve düze­
ne, onların devletine karşı devrimcilerin tarihsel haklı lığını
ve mücadelelerinin siyasal meşruluğunu vurgul uyor. Önemli
olan, bu gerçeği kitlelere maletmek ve buradan gelen basınçla
devrimcilerin özgürlüklerine kavuşmalarını sağlamaktır. Düzen
ve devlet kitlelerden gelen bu basınç ve istem karşısında
181
boyun eğdiğinde, buna hangi hukuksal ya da siyasal biçim­
ler içerisinde karşılık vereceği ise tümüyle bizim dışımızda
bir sorundur.
Sorun böyle kavranmal ı, bu çerçevede hücre karşıtı fa­
aliyet, Anti-Terör Yasası'na karşı ve siyasal tutsaklann özgür­
lüğü için etkin bir ajitasyonla birleştirilmelidir.
Hücre karşıtı mücadelenin başarısı, F tipi saldırısının
püskürtülmesi, beraberinde yeni mevziler de getirecektir.
Bundan kuşku duyulmamal ıdır ve hücre karşıtı mücadele­
nin kesin başarısına kilitlenmeye buradan da bakılabilinmeli­
dir.
(Ekim, sayı: 2 1 7, A,�ustos 2000, başyazı)
1 82
Siyasal durum ve devrimci
görevler
Siyasal sorunlar ve süreçler üzerine sık sık değerlendirme­
ler yapıyoruz. Temel süreçleri ve sorunları, bunlara egemen
eğilimleri, gelişme yönlerini saptamaya çalışıyoruz. Süreçler
aynı süreçler, sorunlar aynı sorunlar; kısa dönem içinde esas
yönünden bir değişim sözkonusu değil. En fazla bu süreçler
ya da sorunların ortaya çıkardığı belli ek unsurlar, yeni görü­
nümler, bazı yeni göstergeler sözkonusu. Değişiklik daha
çok bu sınırlar içindedir, yönelimlerin kendisinde esasa il iş­
kin bir değişim sözkonusu değil. Beklenmedik gelişmeler
yaşanmadığı sürece de kısa dönemde olmaz zaten.
Bunları, burada kapsamlı ve sistematik bir yeni siyasal
durum değerlendirmesinin çok özel bir ihtiyaç olmadığını
v urgulamak ve dolayısıyla yapılacak değerlendirmenin sınır­
Ianna işaret etmek için hatırlatıyoruz. İktisadi durum ve sınıflar
1 83
cephesindeki manzaran ı n bazı çizgileri üzerinde durduktan
sonra, bunu Kürt sorunuyla bağianıtılı bazı konulara ve hüc­
re saldırısı alanındaki son duruma bağlamakla yetineceğiz.
Doğal olarak bütün bunları, dönemin devrimci görevlerinin
k ısa bir sunuluşu tamamlayacak. ("Partimizin Tüzüğü Üze­
rine" konulu konferansa ek olarak verilen "Siyasal Durum"
konulu bu konferansm Kürt sorununa ilişkin alt bölümünü
ekte ayrıca sunuyoruz - Ekim)
Faturanın düzenli olarak
emekçilere ödetilmesi
Türkiye kapitalizminin yapısal ve dönemsel çok ciddi so­
runl arı v ar. Yapısal bunal ım, artı dünya kapital izm inin
sürınekte olan bunal ımı, artı bunun dönemsel olarak ağır­
laşmasının yarattığı ek yükler, tüm bunlar Türkiye kapita­
lizmini sık sık nefes alamaz duruma düşürüyor. Buna rağmen
işlerin iyi-kötü götürülebi lmesinin gerisinde, faturanın i şçi
sınıfına ve emekçi ler� az-çok bir kolaylıkla ödetilebilmesi
gerçeği var. Türkiye kapitalizmi son 20 yıldır, 12 Eylül darbe­
sinden bu yana, bu avantajı çok iyi kull anıyor.
Bugün· de bunal ımın faturası, ağır ve çok yönlü bir iktisa­
di-sosyal saldırı programı olarak, bir kez daha i şçi sınıfına
ve emekçitere ödetiliyor. Sınıf ve emekçi hareketi bunu "sos­
yal yıkım saldırısı" olarak niteJiyor. Bu tanımlama bile yapıl­
maya çalışılanın kapsamını, ağırl ığını ve boyutlarını göster­
meye yetiyor.
B urjuvazinin bunalıma müdahalesi, ya da alışılm ış ta­
birle "kriz yönetimi", i k i boyutludur. B ir yandan, bunalı mın
sürekli olarak ürettiğ i dolaysız fatura aynı süreki i l ikle i şçi
sınıfına ve emekçitere ödettiril iyor. Öte yandan ise, bunalım
"yeniden yapıl anma" için bir imkan olarak kullanı lıyor.
Burjuvazi, bizzat kendisinin sebep olduğu, kendi düzeninin
1 84
öz ürünü olan buna l ı m ı , "yapısal reformlar" ad ı allında
emekçitere karşı kapsamlı bir saldırıya dönüşrürme yoluna
gidiyor. Zaten çok güdük olan temel iktisad-sosyal haklar
gaspediliyor, bazı sosyal kurumlar tasfiye ed iliyor, KİT' ler
özelleştiriliyor vb.
Bugün dünya ölçüsünde de bu böyle yaşanıyor. Her taraf­
ta bir "yeniden yapılanma"dır gidiyor; sosyal hakların gaspı,
sosyal kurumların tasfiyesi ya da budanması, özelleştirmeler,
esnek üretim, üretimin yeniden örgütlenmesi , raşeronlaştırma,
sendikasıziaştırma vb. Tüm bunlar, dünya ölçüsünde "eko­
nomik reformlar" ya da "yeniden yapılanma" adı altında uy­
gulanan saldırı programının b irer halkası. B unlar hep buna­
lım fırsat bilinerek emekçilere bir de buradan bir saldırı ala­
nı açmak anlamına gelmektedir. Doğal olarak, "yeniden ya­
pılanma" saldırısıyla, bu çerçevede gündeme getirilen dü­
zenlemeler ve adımlarla, kapitalist ekonomiye, bu sayede
de bir bütün olarak kapital ist düzene nefes aldırtılmaya ça­
lışılıyor.
Türkiye ' de çok uzun yıllardır İ MF ve Dünya Bankası
reçeteleri uygulanmaktadır. Resmen anlaşma olsun olmasın,
fiilen bu hep böyleydi. Ama son bir yıldır, kapsamlı ve ağı r
bir İMF reçetesi artık resmen d e uygulamada. İMF v e Dünya
Bankası 'yla, onların dayatıp dikte ettirdiği çerçevede an­
laşmalar imzalandı ve bunun ifadesi saldırı reçeteleri tüm
ş iddetiyle uygulanıyor. İMF üç ayda bir gel işmeleri kont­
rol ediyor ve reçete dayattığı şekliyle uygu lanıyorsa, ufak
kredi musluklarını açıyor ve süreç böylece devam ediyor.
Bugünkü pervasız saldırı bir durum
değerlendirmesine dayanıyor
B urjuvazi saldırı konusunda son derece pervasız ve bu­
nun gerisinde, kabul etmek gerekir ki, soğukkanlı bir du1 85
rum değerlendirmesi var. Kitlelerin çok tepkili ve hoşnutsuz
olduğunu kuşkusuz biliyorlar. En az bizim kadar, hatta biz­
den de çok daha iyi bir biçi mde, bunun farkındalar. Kitle­
ler sık sık bu tepkilerini sokağa taşınyorlar, bunu da görüyor,
izliyorlar. Ama buna alıştılar, bir bakıma bunu kanıksadılar.
- 'Bunu basit bir realite kabul ediyorlar ve bu boyutlar için­
de kal ındığı sürece, saldırı p rogramının uygulanması için
çok bir sorun oluşturmadığın ı düşünüyorlar.
İşçiler ve kamu emekçileri sık sık çıkar sokağa, bağırır,
çağırır, hak talebinde bulunur, bir şeyler talep ederler; ama
böylece öfkeleri de bir süre için yatışır, sesleri orada öyle­
ce kaybolur gider, diye d üşünüyorlar ve saldırı programını
kesintisiz biçimde uygulamaya bakıyorlar. Nasılsa hoşnut­
suzluklarını sınırlı tepkiler halinde d ışavurmak dışında, i şçi
ve emekçi lerin bugün için ve bugünkü sınırlar içinde ya­
pabilecekleri bir şey yok, diye düşünüyorlar. Düzen adına,
egemen sermaye sınıfı adına devleti yönetenlerde bu kana­
at net bir biçimde oluşmuş bulunuyor. Bu çerçevede saldırı
reçetesini, sosyal yıkım programını, perv asızl ıkla uygula­
mayı sürdürüyorlar.
Özelleştirme saldırısının bugün kazandığı boyutlar ve bu
saldırının uygulanmasındaki kolayl ık buna bir örnek olarak
verilebilir. İşçiler özelleştirmelere karşı birçok kez müca­
deleler verdiler. Belli yerlerde, termik santralierde, SEKA' da,
yer yer h ükQmete geri adım da attırdılar. Ama bunlar an­
cak kısmi ve ya da kısa süreli sonuçlar yaratabildL Genelde
özelleştirme saldırısı bugün en hızlandırılmış biçimiyle uygu­
lanıyor. Sınıf hareketinin zayıflıkları, birleşik bir kuvvet
oluşturamaması, satılmış sendikacılar güruhunun açık ya da
sinsi ihaneti , yer yer korkaklığı ve teslimiyeti, genel nite­
lik taşıyan ve sermaye sınıfı adına bizzat devlet tarafından
uygulanan bu saldırının püskürtühnesini engelliyor.
Öte yandan ücretler kısıtlanıyor. Karşılarında tek tek kapi186
talistlerin olduğu kimi durumlarda, işç iler yer yer geri adımlar
attırabiliyorlar, %25 dayatmasını bel li yerlerde aşabiliyor­
lar. Bu sınır aşılsa bile, gerçekte genellikle satış sözleşmeleri
imzalanıyor, %25 yerine %35 'le, %50'yle işçilerin geçmiş
kayıplarını giderebilmek bir yana, gerçek enflasyon oranına
bile yetişemeyen, bunun çok altında kalan sözleşmelerle bu
işler bağlanıyor. Gene de işçiler bu noktada dayatılan sınırı ,
yer yer grevler sayesinde zorluyorlar. Tek tek kapitalistler
kendi firmalarının genel ihtiyaçları çerçevesinde geri adım
atmak, konulan sınırı aşan zamlar vermek durumunda kala­
biliyorlar. Bunlar kuşkusuz çok kısmi başarılar oluyor, genelde
sonuç, yani faturanın i şçi sınıfına ve emekçitere ödetilme­
si uygulaması değişmiyor.
Gerçekte ş u son bir yılda işçiler ve emekçiler, geçmiş
yıllarla kıyaslanmayacak kitlesel hareketlil ikler içindedirler.
Türkiye 'nin dört bir yanı her gün bir dizi eyleme, direnişe,
kitlesel tepkilere sahne oluyor, eylemler sürekli biribirini
izliyor. Ne var ki düzenin egemenleri aruk bunu da kanıksa­
mış durumdalar. Birleşik, hedefli, sonuca kilitlenen ve bunda
kararlı ve ısrarlı olan bir sınıf ve kitle hareketi ile yüzyü­
ze olmadıkları konusunda fazlasıyla gerçekçiler. Nasılsa so­
nucu fazla değiştirmeyecek türden tepkiler sayıyorlar mevcut
hareketliliği.
Sendikal ih�net cephesinin paha
biçilmez hizmetleri
Bu arada sendikaları çok iyi kontrol ediyorlar, burdan
da gelen bir rahatlıkları var. Artık ESK yoluyla bunu daha
rahat bir biçimde yapıyorlar. Bi l indiği gibi, 28 Şubat 'ın
meyvesidir ESK. Güya "irticaya karşı laik cumhuriyeti ko­
rumak" üzere, bir "sivil inisiyatif" kurdular. Burada sen­
dika konfederasyonları tekelci burjuvazinin çeşitli örgütle187
riy le birlikte aynı platformda biraraya getirildi. Buna da "sivil
i nisiyatif' dendi. Gerçekte ise sözkonusu olan dört dörtlük
bir MGK organizasyonuydu, herşeyiyle generallerin dene­
timinde ve güdümündeydi. Sonra bundan bildiğimiz ESK
çıkarıldı. B ilinçli devrimci işçilerin "beşli çete" olarak nite­
ledi�i sözde sivil, gerçekte MGK güdümlü bu inisiyatif, sen­
dikalar cephesinden bir ihanet platformu olan ESK için bir
basamak oldu. Böylece işçi konfederasyonları, emek düş­
manı pol itikaların merkezi düzeyde onaylayıcıları durumu­
na resmen de düşürülmüş oldular.
DİSK, tabanının baskısı sonucunda ESK'dan çekildi. Ama
bu çekiliş biçi msel bir gözboyamanın ötesine geçmiş değil.
DİSK ' in de bugün farklı olarak yaptığı birşey yok gerçek­
te. �aç kez şaşaalı mücadele programları açıkladı, ama bun­
ların hiçbirinin arkası gelmedi. Ciddi görünümlü kampanya­
lar başlatıyorlar; ama sırf görüntüyü kurtarmak için, salt göz­
boyamak için, güya DİSK'in farklı oldu�unu göstennek için,
hepsi bu kadar. Bu şaşırtıcı da değ i ldir. Zira DİSK yöne­
timi de asalak sendika bürokrasisinin bir parçasıdır, bu düzenin
içindedir, işçi sınıfının sırtından geçinen aynı asalaklar takı­
mındandır. (Rıdvan B udak haini, DİŞ K ' in yeni dönemde ne
olduğunun bir bakıma aynası ve özetidir).
Bu konumuyla da DİSK yönetimi sorunlara düzenin için­
den ve düzenin iç dengeleri üzerinden bakıyor. İşçileri al­
datmak için lafta ne söylerse söylesin, gerçekte, bunalı m
karşısında düzenin İMF reçetesinden başka bir alternatifi yok
mantığıyla yakl aşıyor sorunlara ve saldırılara. Emekçilerin
yakınmalarına bir parça tercüman olmayı, onu samirniyet­
sizce seslendirmiş olmayı, kendileri için yeterli sayıyorlar
ve sorunu orada öylece bırakıyorlar.
Sosyal yıkım saldırısı karşısında sendika konfederasyon­
larİnın rolü, işçi sınıfına ve emekçi lere karşı tam bir iha­
netten başka bir şey değildir. Saldırının daha az kapsamlı,
1 88
daha az parçalı olduğu dönemlerde, Tü rk -İ ş , hava boşalt­
mak için de olsa, arada bir Ankara'da merkezi ey l em ler
yapardı. Kapsamlı ve çok yönlü bir saldırının ifadesi olan
İMF reçetesi uygulanalı beri bunu bile yapmıyor. Tersine,
sesi sedası çıkmıyor. B unların tümü sermayeye satılmış adam­
lar, kendi konumlarından v e sefil çıkarlarından bakıyorlar
sorunlara. Emekçilerin çıkarlarını satışa çıkararak, kendi sefil
geleceklerini güvenceye alınaya bakıyorlar. Emekçilerin tepki­
si burada, bunların sermayeye kendilerini satacakları fiyatı
yükseltmede bir pazarlık unsurundan başka bir şey değil.
Kötürümleştirilen KESK
KESK'in durumu da, biçim olarak farklı olsa bile, özünde
çok farklı değil. Belki bunlar henüz satış platformunda değil­
ler, henüz o duruma gelmediler. Zaten bu tür bir pazarlık
güçleri de yok halihazırda. Ama birincisi, devlet yıldırıcı
politikalarla bunları iyice geri teslimiyetçi-icazetçi bir çiz­
giye itiyor. Gel inen yerde neredeyse tam bir hareketsizliğe
gömülmüş durumdalar. İkincisi, düzen bunlara da siyasal
ikbal zemini koklatıyor, onları buna özendiriyor, iştahlarını
kabartıyor. Onlar da, konumlarını tutar ve devlet nezdinde
yasal bir meşruiyet kazanırlarsa, iyi bir siyasal rant alanına
kavuşacaklarını düşünüyorlar, bunun ürünü olan bir hesaplı­
lıkla yaklaşıyorlar sorunlara. Hele bir de sahte sendika yasası
sayesinde sendika aidatiarı kaynağından kesi lirse, o zaman ·
önemli bir ekonomik kaynağa da hükmetmek, buradan bes­
tenrnek olanağına da kavuşmuş olacaklar.
KESK bugün hiçbir ciddi direnme örgütlemiyor, böy­
le bir sorunu da yok artık. Enerji Yapı-Yol Sen gibi bir
iki sendika, zaman zaman bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.
Ama KESK ' i n böyle bir sorunu yok artık. Uzun zamandır
ciddi hiçbir eylem örgütlemiyor. Arada bir yasak savma
1 89
türünden merkezi eylemler yapıyor, havayı boşaltıyor, ardın­
dan geri çekiliyordu. Neredeyse bir yıldır, geçen Aral ık'taki
Ankara eyleminden beri, artık bunu da yapmıyor, yapamıyor
da denebilir buna.
ÖDP-HADEP reformisı çizgisinin KESK'i getirdiği yerdir
bu. Şimdi yeni kongreler dönemi ve her yerde ÖDP ile
HADEP birlikte hareket ediyorlar. B iraz olsun direnme yanlı­
sı bir eğil im gösteren EMEP türü reform isı akımlara bile
artık katlanamıyorlar, onları peşpeşe merkezi yönetimlerden
atıyorlar.
KESK , adım adım böyle icazetçi-teslimiyetçi bir çiz­
ginin içine çekildi ve bugün neredeyse tümden kötürüm­
leştirildi. Yüzbinlerce üyesi vardı, bu sayının üçte-dörte birine,
belki daha da aşağılara düştü, çok büyük bir üye kaybı yaşadı.
Öte tarafta Kamu-Sen var; iki de bir demagojik çıkışlar ya­
pıyorlar, Ankara 'ya gidiyorlar, polis karşıianna çıkıyor, sahte
kararlılık pozları takınarak tartışıyorlar, çekişiyorlar. Bu gö­
rüntülerle mücadeleci bir hava yaratmaya çalışıyorlar. Bir­
çok veri, Kam u-Sen ' in giderek bir kitle tabanı edindiğini
gösteriyor. Oysa tümüyle devlet güctürnlü bu sarı sendika,
düne kadar gerçek bir tecridi yaşıyordu. Kamu emekçileri
kitlesi içinde açıkça devlet güctürnlü olmakla şaibeliydi. Böy­
lece K�SK bürokratlarının yarattığı boşluk sayesinde, kamu
çalışanları hareketine bir darbe de buradan vurulmuş oluyor.
Kamu çalışanları hareketi önemli bir mevziydi; '90'lar
Türkiye' s inde kitle hareketi büyük ölçüde kamu çalışanları
hareketi ile soluk aldı. Politik düzeyi en güçlü olan, dahası
en k itlesel ve örgütlü hareketti. Zaman zaman yüzbin-yüz­
ellibin kişiyi bulan çok büyük kalabalıklarla kaç kez Anka­
ra 'ya indiler, Kızı lay ' ı işgal etmeye kalktılar, 4 Mart tü­
ründen hafızalara kazman militan direnişler gösterdiler. Oysa
bugün bir perişanlık ve dağınıkl ık sergili yor bu hareket.
KES K ' i n reform İst bürokratl arı, ÖDP ve HADEP ' in tesli1 90
miyetçi-reformist çizgisi, yazı k ki sonuçta bunu yaratmayı
başardı .
Sonuç olarak, düzen sendikalar cephesini çok iyi bağla­
mış durumda. 28 Şubat süreciyle bu iş özellikle kolaylaştı.
KESK, ÖDP ve HADEP i le bağlanmış bulunuyor. HADEP
zaten kendini düzene kabul ettirmek çabasında, bu neyi ge­
rektiriyorsa onu yapıyor. Emeğin sorunları, sosyal sorun­
lar diye bir sorunu zaten hiçbir zaman olmadı . Kürt bur­
juvazisinin güdümündeki bir parriden bu beklenemezdi de.
Düne kadar bir parça soldan bir PKK baskısı h issedi­
yordu kendi üzerinde. İmralı 'daki utanç verici çöküşten sonra
bu da ortadan kalktı. Artık bütü n bir Kürt hareketi , ege­
men sınıflar içindeki bazı sözde çatlaklara bağlamış durumda
tüm umudunu. AB nonnları üzerine yaratılan sahte toz-duman
içinde, taraflardan birinden, örneğin Diyarbakır gezisinde
Kürtler'e hoş görünmek için "AB yolu Diyarbakır'dan geçer"
dedi diye, ANAP gibi aşırı gerici sennaye partilerinden medet
umuyor.
ÖDP ' nin ise zaten mücadele diye bir sorunu yok, hiç­
bir zaman da böyle bir sorunu olmadı. İyice geri, utanç verici
bir çizgiye kaymış durumda. Gel inen yerde işi kitle eylem­
lerinde siyaset yasakçılığına kadar götürüyor. Geçtik devrim­
ci siyasal akımları, tutsak aileleri gibi bugün anık burjuva
basının dahi sayfalarını bir parça açmak zorunda kaldığı hak­
h çıkışlara bile kapılarını kapatmaya çalışıyor. SES ve Eğitim­
Sen 'nin son mitinglerinde yaşananlar bunun örneğidir.
Kısacası, toplumsal muhalefet bugün çok ciddi ve çok
yönlü tahribatlarla yüzyüzedir.
Bugün bizlere çok ağır sorumluluklar yükleyen son derece
çelişkil i bir tablo var orta yerde. B i r yandan, emekçi hare­
keti dört bir tarafta döne döne kendini ortaya koyuyor. Bazı
yılgın aydınlara bile bir nebze olsun yeniden umut verebi ­
lecek kadar bir hareketlilik, parçalı d a olsa sürekli bir hare/91
kedilik var ortada. Toplumsal muhalefetin çok farkl ı ke­
simleri, kendilerine yönelen saldırılara karşı şu veya bu bi­
çimde ve ölçüde seslerini yükseltiyorlar. Eylemler için sokağa
çıkıyor, yürüyüş ve gösteriler yapıyorlar.
Ama öte taraftan, emekçi örgütlerinin sermaye tarafından
tam denetim altına alınması ya da KESK örneğinde olduğu
gibi felç edilmesi gerçeğiyle yüzyüzeyiz. Bu devrim cephesi
olarak, komünistler ve devrimciler olarak, kendi rolümüzü
oynayamadığımızın, kendi görevlerimizi başarıyla yerine ge­
tiremediğimizin de bir göstergesidir. . .
Sınıfa ve emekçitere saldırıda
tam mutabakat
İşçi sınıfına ve emekçilere saldırı politikaları çerçeve­
sinde egemen sınıf bünyesinde hiçbir görüş ayrılığı ya da
çelişki yok. Ancak başını Perinçekçi İP'in çektiği devlet solu,
bu noktada gerici boş hayaller yayan aldatıcı bir propagan­
da yürütüyor bugün. Orduyo, bekçisi olduğu düzenle, bu
düzenin egemen sınıfı ile, bu sınıfın göbekten bağlı olduğu
emperyalist odakla çelişkideymiş gibi gösteriyor. Aynı şekil­
de, "milli . sanayici" yaftasını astı ğı işbirl ikçi burj uvazinin
ana gövdesini "mil lici güçler" içinde olmakla onurlandırıyor
ve emperyalist küreselleşmeye karşıt konumda tanımlıyor.
Gerçekte ise, İMF ve Dünya Bankası reçetelerinin uygu­
lanmasında, faturanın emekçilere ödetilmesinde, özelleştir­
me politikalarında, emperyalist globaleşmeye uyumda, tüm
bu temel saldırı cephelerinde, egemen sınıf bünyesinde her­
hangi bir görüş ayrı l ığ ı ya da çelişki sözkonusu değildir.
Yalnızca özelleştirme talanı örneğinde olduğu gibi , yağma
ve payiaşımda bazı sorunlar çıkıyor arada bir. Yağmadan
her biri daha büyük bir pay istiyor, buradan gelen bazı sorun­
lar yaşanıyor. Emek ve halk düşmanı politikaların özü ve
1 92
esası üzerinden ise egemen sınıf içi nd e herhangi bir ayrıl ık
yok.
Aynı şeki l de bu saldırı politikasına karşı gelişen kitle
hareketini dizginlemek, saptırmak, durdurmak, oyalamak,
aldatmak konusunda da kendi aralarında tam bir birlik ve
uyum halindeler. Ordu, partiler, par!amento, bu konularda
tam bir uyum ve koordinasyon halinde çalışıyor ve bunun
dizginlerini de bizzat generaller tutuyor. Gerici, karşı-dev ­
rimci, emekçi düşmanı bu mutabakatın gerisinde ordu, onun
egemen kuvveti olarak da generaller var.
Böyle bir dönemde CHP'nin sosyal sorunlara dayalı bir
muhalefet yapmaktan özenle kaçınması da bu açıdan son
derece anlamlı dır, işin mantığına uygundur. CHP'nin bu
politikalara temelde ·herhangi bir itirazı yok; egemen ·sınıfları
rahatsız edecek, onların kend isine duyduğu güveni sarsa­
cak hiçbir şey yapmlyor, dahası yapmamaya çok özel bir
özen gösteriyor. B ugün muhalefette y ıpranmayan bir parti
olarak; halen hükümette yıpranmakta olan partilerin yarın
_
geri plana düşeceğini, meydanın kendisine kalacağını düşü­
nüyor ve kendince sırasını bekliyor. Zamanmda, '90'1ı ylllann
başında, toplumsal hoşnutsuzluğu istismar etti, oy desteği
aldı ve hükümet oldu, sermayeye ve "özel savaş"a hizmette
kusur etmedi , süreç içinde yıprandı , emekçilerin desteğini
kaybetti, parlamentonun d ışına düştü. Ş imdi ötekiler kay­
bedecek, sıra yeniden bana gelecek diye düşünüyor. Ama
burada bel irgin bir açmazı var. B ugünkü emek ve halk
düşmanı politikaya, emperyalizme uşaklık çizgisine en ufak
bir itiraz yöneltmiyor, buna karşı herhangi bir mücadele alanı
açmıyor. Zira bu politikanın engelsizce uygulanması gerek­
tiğine o da inanıyor ve dahası buna örtülü bir destek de
veriyor. Bu onu açmazıdır, bu tutumla kitlelerin desteğini
nasıl kazanacağı sorusu orta yerdedir.
Bugün Türkiye ' de korkunç bir yoksullaşma var. Tür1 93
kiye nüfusunun önemli bir dilimi yoksulluk sınırının altına
düşmüş durumda. Tekelci basındaki bir takım adamlar bile
bunu yakın zamanda yazmak ve tartışmak durumunda kaldı­
lar, "İki Türkiye" üzerine kaygılı tablolar çizdiler. Türkiye'de
60 milyon insan sadece birkaç milyon asalak için çalışıyor;
bu birkaç milyon insan har vurup harman savuruyor, sefa
sürüyor, 60 milyon insan şu veya bu düzeyde eziliyor; top­
lumun yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor, demek duru­
munda kal dılar.
Doğal olarak bu , aman burada bir tehlike var, buna bir
çözüm b u lmak gerekir eksenine ve kaygıs ına daya l ı bir
tartışmad ır. Kendileri de burjuvazinin sofrasından beslenen,
sözünü ettikleri asalak takımına dahil olan bu adamlar, bu
soruna da doğal olarak düzen adına duydukları kaygıl ar
çerçevesinde işaret ediyorlar. Faturayı ödetiyorıız, güzel, ama
şöyle de sonuçları var; bu sorunları bilelim ve buna bir çare
düşünel im, bir çözüm bulal ım tartışması bu.
Kuşkusuz bu "çözüm" halkın yaşam koşullarını iyileştir­
mek olmuyor. Onlar aşırı yoksullaşma sorununa başka "çö­
züm"ler bulurlar. CHP ' y i hazırlarlar, ÖDP vb. ' lerini bes­
lerler, reformİst sosyal ist akımlarla kitlelerin en i leri lee­
simlerini dizginlemeye çal ışırlar, bir süre barikat olabile­
cek, oyalayabilecek yeni sahte alternatifler çıkarırlar orta­
ya. Sanki bir çözüm getiriyormuş umutları yaratan bir sahte
sol muhalefet, sendikalar vb. yol l arla oyalamaya bakarlar.
(Nitekim "iki Türkiye" ya da "öteki Türkiye" tartışmalarına,
"CHP nerede, ne yapıyor böyle bir dönemde?" soruları, uyarı
ve eleştirileri, buna dayal ı akıl vermeler eşlik ediyordu).
Yapabilecekleri başka hiçbir şey yok. Bu politika yarata­
cağı sonuçlar bil inmeden uygulanmıyor ki . Yolaçtığı ve da­
ha da açacağı sosyal-kültürel yıkımı elbette çok iyi bili­
yorlar.
1 94
Emperyalizme uşa k hkta her türlü
sınır aşılmış durumda
Ve temel bir nokta daha. Bu politikalar aynı zamanda
tepeden tımağa ulusal ihanet politikaları . Bir ülkenin eko­
nomisini, maliyesini, sosyal politikalarını emperyalist finans
çevrelerinin mali polisi olan İMF ve Dünya Bankası 'mn eline
vermek zaten başlı başına bir ihanet. Türkiye ' de çoktandır
işler artık olağan hükümetlerle değil, emperyalist odaklarm
emir ve reçeteleriyle iş gören İMF memurları tarafından yü­
rütülüyor. Devletin ve kamu yaşamının her köşesini işbir­
likçi-uşak takımı tutmuş.
Artık globaleşmenin gerekleri adı altında tahkim yasaları
çıkarılıyor, ulusal egemenJik hukuksal açıdan bile bir yana
bırakılıyor. Büyük işletmeler, ulaşım, iletişim ve enerj i gibi
en kritik sektörler, peşpeşe yabancı tekellere peşkeş çeki­
liyor. Emperyalist tarım tekellerinin mal fazlasına pazar açmak
için ülkenin tarımı çökertiliyor, emekçi küçük köylülük acılar
içinde yıkıma itiliyor.
Bu, tepeden tımağa emperyalizme uşaklık politikası. Ve
bu politika, "ulusal" temaları istimar eden, şoven milliyetçilik­
le oy alan DSP ve MHP eliyle uygulanıyor. Olayların sıradan
kitlelere bile açıkça gösterdiği gibi bunların hepsi emper­
yalizmin yeminli uşakları, hepsi işbirlikçi burjuvazinin ve
arkasındaki emperyalist odakların tam hizmetinde.
Burada devlet solunun yaydığı gerici hayallere karşı önem­
le vurgulanması gereken nokta, ordunun bu politikalara hiç­
bir itirazının olmadığı gerçeğidir. Böyle bir itiraz bir yana,
ordu tüm bu poli tikaların engelsizce uygulanmasının plan­
layıcısı ve kolluk gücü durumunda. İMF reçeteleri onun ne­
zareti altında, onun sağladığı asayiş ortamında uygulanıyor.
Ordunun bir şeye itiraz ettiği zaman bunu nasıl kabul ettirdiği
biliniyor. MGK tartışmaları, "Kopenhag Kriterleri", vb. sorun1 95
lar buna güncel örnekler. Gerektiğinde Refah Partisi gibi
mecli sin en büyük partisini kapattırıyor, ona dayalı hükü­
meti düşürüyor. B u kadar kuvvetl i bir egemenliği günlük
siyasal yaşamda. Ama İMF ve Dünya Batıkası politikalarına
hiçbir itirazı yok, bunlara i lişkin en ufak bir tartışması yok.
N iye olsun ki? Bu ordu zaten düzenin has bekçisi, burju­
vazinin sınıf çıkarlarının baş kollayıcısı. Devlet solu işte
bu gerçeğe bile bile gözlerini kapıyor, bu konularda ordunun
kritik ve beli rleyici rolünü gözlerden gizlerneye çalışıyor.
Bu tam bir halka ihanet tutumudur.
Sosyal y ıkım saldırısım siyasal
saldırı tamamlıyor
Siyasal cepheye bakıyoruz; uygulanan sistematik faşist
baskı ve terör politikası konusunda da herhangi bir sorun
yok aralarında. Emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerinin
gaspedilmesi konusunda bir sorun yok. İlJer İdaresi Yasası'nın,
Anti-Terör Yasas ı ' nın uygulanmasında, F tipine geçişte bir
sorun yok. Kürtler'in haklarının inkar edilmesi konusunda
bir sorun yok. Egemen sınıfın bu sosyal yıkım politikasının
siyasal düzleminde de kendi içinde bir birliği var. Yalnızca
bazı aldatıcı, gözboyayıcı rötuşlar üzerine arada bir çıkan
tartışmalan var. "Genişletilmiş Anayasal Vatandaşlık" ve daha
genel planda "Kopenhag Kriterleri" üzerine büyük bir hızla
geride bırakılan tartışma buna taze bir örnek. Ordu bu türden
rötuşları bile l üks sayan bir tutum içerisinde.
Bu çerçevede sorun ne peki? Kürt sorunu I 5 sene bu
memleketi sarstı . B urjuvazinin bir kesimi, Kürtler'in büyük
bir bilinç ve artık kolayca yokedilemeyecek ulusal bir kimlik
kazandığını biliyor. Bunu daha uzun vadeli olarak tehlike
olmaktan çıkaracak bazı adımların iyi olacağına inanıyor.
Bu işin bazı kırıntılarla pekala olacağını, PKK 'nın düşü1 96
rüldüğü durumun da bunun için bulunmaz bir vesile olduğunu
düşünüyor.
Böyle düşünenler, bunlar savaştılar. ama başaramadılar,
yenildiler ve sonuçta teslimiyeti seçtiler, bu gerçeği kabul
de etmiş durumdalar; bu durumda bırakal ı m Kürtçe kamu­
sal alanlar dışında kullanılsın, dil serbest olsun, isteyen özel
televizyon kursun, hatta özel okul bile açsın; ama kamu eğiti­
mi ve yaşamında resmi dil Türkçe 'dir, devlet üniterdir, bu
noktada hiçbir tartışma olamaz, zaten yok da, diyorlar. Bazılan
bunu yapmanın iyi olacağın ı , bu yapılmazsa, Kürt ulusal
mücadelesinin biriktirdiği potansiyelin yarın yeniden kay­
nayabileceğini, bunun çok anlamsız sorunlar yaratacağını dü­
şünüyorlar. Hazır Avrupa B irliği 'ne giriyoruz, zaten ''Ko­
penhag Kriterleri"nin de bir gereği bu rötuşlar, d iyorlar.
Düzen yardakç1hğmda refo r m ist
solun iki ucu
Ama bu konular ekseninde tam bir rezalet yaşanıyor
bugün reformist solda. Bu rezaletin bir ucunda HADEP ve
ÖDP, öteki ucunda İP var. HADEP ve ÖDP diyorlar ki;
Avrupa B irliği 'ne giriyoruz; "Kopenhag Kriterleri" çerçe­
vesinde demokratikleşrnek bir ihtiyaç, Avrupa B irliği bunu
istiyor, kaldı ki Helsinki Antiaşması 'na göre de bunun ol­
ması gerekiyor; ama Türkiye'deki savaş ranıçıları buna karşı;
AB 'ye katılmaktan yana güçlere destek ol ursak, demokra­
si sorunun çözümünü de böylece kolaylaştırmış oluruz, vb. ,
v b ...
Tersinden de, generallerin bu rötuşlara bile tahammül­
süzlüğü, ordu dalkavuğu İP tarafından ulusal bağıms ızlığın
korunması , ulusal devletin savunulması ol arak sunulabili­
yor. ÖDP ve HADEP egemen sınıf kliklerinden ve emper­
yalistlerden demokrasi bekliyor, İP ise emperyalizme gö197
bekten bağlı düzenin bekçisi general leri ulusal bağımsızlı­
ğın koruyucusu ve güvencesi ilan ediyor. O generaller ki
NATO'nun tam hizmetindedirler, Balkanlar'da ABD hesabına
savaş yürütmekle övünürler, Bosna'da ve Kosova'da işgalci
birlik bulundururlar, ABD güdümünde siyonist İsrail ile bir­
l ikte Ortadoğu halklarına karşı askeri pakt kurarlar, iç top­
l umsal muhalefetin ezilmesinde baş rolü oynarlar, İMF ve
Dünya Bankası 'nın sosyal yıkım pol i tikalarının engelsizce
uygulanması için ne gerekiyorsa onu yaparlar, Kürt halkının
en ufak bir ulusal hak talebine bile katlanamazlar, vb., vb.
Bu düzen yalakalarının konumu özünde birbirinden fark­
sızdır. Her iki reformİst grubun da halka, onun gücüne, mü­
cadelesine dayalı değişimlere zerre kadar inancı yoktur. Bu
nedenle tüm umutlarını bazı egemen sınıf kl iklerine, onların
dayandıkları emperyalist odakl ara, ya da sermaye düzeni­
nin temel egemen l ik kurumlarına bağlam ışlardır.
Emperyalistlerden demokrasi
bekleyenler
"Genişletilmiş Anayasal Vatandaşlık" aldatmacası Kürt­
ler'e gerçekte hiçbir şey getirmiyor. Kürtler'e bugüne ka­
dar fiilen kazandıklarının kırıntıları bile verilmiyor. Bu, ege­
men sınıf içerisinde, eğer bazı yumuşatıcı adımlar atılmazsa,
bu çelişkileri keskinleştirir, tepkileri arttınr kaygısının getirdiği
bir şey. Ama ordu ağırlığını koyar koymaz geri adım atıyorlar.
Hükümet açıklama yapıyor, ordu içinde hiçbir görüş ayrılığı
yoktur diyor. Mesele salt ordu meselesi de değil . Ecevit Kürt
sorunu yoktur diyor, MHP Kürt sorunu yoktur diyor. ANAP,
zaman zaman Avrupa ve ABD 'nin bazı reforml ar yapılsın
propagandasına uygun bir söylem kullanıyor, buna yatırım
yapıyor. Ama generaller ağırlığını koyar koymaz da öteki­
lerle aynı konuma aynı hızla çark ediyor.
1 98
Bir tartışma var, ama bu nüanslara ilişkin bir tartışma.
Sosyal reformistlerin bu tartışmada kendilerine politika alanı
araması veya burda bir "politik çözüm" olanağı bulması utanç
vericidir. Reformisı konum açısından bile utanç vericidir.
EMEP yapmıyor bunu örneğin, egemen sınıfın bu iç tartış­
malarında taraf olmuyor. ÖDP ile HADEP hararetle oluyorlar.
Avrupa solu bunlar, Kopenhag solu da d iyebiliriz. Avrupa
emperyalizminden ciddi ciddi demokrasi ve u lusal özgür­
l ük bekliyorlar.
Avrupa hiçbir yere demokrasi götürmüyor. Almanya Kürt
sorunu üzerinden Amerika 'nın bu işi denetimine ald ığını
görünce, tersine Kürt sorununu kaşıyor. Almanya'da Federal
Anayasa Mahkemesi'nde PKK yasağı şu günlerde onaylandı.
Alman emperyalizmi Almanya'da PKK yasak iken, Türkiye'de
PKK 'nın siyasallaşmasına destek verir mi? A vrupa kimseye
demokrasi getirmez. Avrupa olsa olsa ezilen sosyal-kültü­
rel katmanların demokrasi özlemlerini istismar ederek, kendi
emperyalist nüfuz politikalimnın aleti, dolgu malzemesi haline
getirmeye çalışır.
"İnsan hakları", "demokratik haklar", böyle şeyler emper­
yalizmin zerre kadar umrunda değil. Emperyalizmin uygu­
ladığı ekonomik ve sosyal politikalar geniş insan yığınlarını
işsizliğe, açlığa, sefalete, fuhuşa, sokağa, ahlaki ve kültü­
rel dejenerasyona mahkum ediyor. Türkiye'deki yoksullaş­
ma, gelir uçurumu nereden doğuyor? İMF ve Dünya Ban­
kası'nın emperyalist devletlerin ve tekellerin çıkarları doğrul­
tusunda uyguladığı politikalardan değil mi? Geniş sosyal kat­
manlan yıkıma sürükleyen en büyük insanlık suçu değil mi
bu? Çalışan sınıfiara karşı işlenen en büyük insanlık suçu
değil mi bütün bunlar? Çalışan ve üreten emekçitere karşı
işlenen bütün bu kapsamlı sosyal suçların gerisinde demok­
rasi için umut bağlanan o aynı' emperyalistler yok mu?
Emperyalistler kim, insan hakları kim! İnsan hakları
1 99
emperyalistlerin umurunda mı? Ecevi t ' in Amerika'ya gittiği
sabah saatlerinde 10 devrimci U lucanlar'da katledi ld i , on­
l arcası ağır biçimde yaralandı. Peki bu sıcak olay hakkında
Amerika'da Ecevit'e tek bir l af söylendi mi, gazeteciler bir
soru olsun sordular mı? Ama Heybeli Ada'daki papaz okulu
niye açılmıyor; Antakya 'daki kiliseye bilmem ne niye takıl­
mıyor: Aleviler'in hakları niye verilmiyor? Bu türden sorular
ve sorunlar hararetle gündeme getiriliyor. Bunlar üzerine
niye politika yapılmasın ki? Örneğin böylece Alevi kitle­
sinin desteği kazanılmak, buradan gidilerek bir politik nü­
fuz alanı yaratı l mak isteniyor. B unun emperyali sdere hiç­
bir iktisadi ya da sosyal faturası yok, ama sağladığı büyük
politik nüfuz alanı var.
Dikkat edin, sosyal haklar sözkonusu olduğunda, emekçi­
lerin ekmek sorunu sözkonusu olduğunda, konut hakkı söz­
konusu olduğunda, çocuğuna i l aç sözkonusu olduğunda, iş­
geçim aracı sözkonusu olduğunda, "insan hakkı" yok. B u­
n un için heyetler geliyor mu Türkiye 'ye, bunun için baskı
yapılıyor mu? Tam tersine, bu pol itikaların uygulanması,
İMF, Dünya Bankası üzerinden bizzat onlar tarafından daya­
tılıyor. Ve bu politikalar uygulandıkça, ayn ı emperyalist­
lerce Türkiye kapital izminin "kredi notu'' yükseltiliyor.
Emperyalizm gericilik demektir, emperyalizm köleci bir
egemenlik demektir, hak ve özgürlüklerin boğulması demek­
tir. Emperyalizmden demokrasi beklemek tam bir gaflettir,
daha da ötesi bir uşaklıktır, sol değerlere tümden ihanet­
tir. Emperyalizm etn ik, kültürel, mezhepsel , dinsel çelişki­
leri kullanarak, toplumları paralize ed ip cemaatlere bölerek
onlar üzerinden kendine etki alanları yaratıyor. Ve bunu aynı
zamanda sosyal çelişkiyi geri plana itmek için yapıyor. Hala
solcu geçinebilen birileri de buna kendi cephelerinden omuz
vermiş oluyorlar, uşakl ık ve ihanet buradadır.
200
A merikancı generalleri bağımsızhğm
güvencesi sayanlar
B ugün devlet solunun, somutta İP ' in , ı stısınar ettiği
noktalardan biri de budur. H ADEP ve ÖDP ' n in bu l iberal
burjuva hayallerini kullanarak, kendi şoven-m illiyetçi-dev­
letçi çizgisine, o gerici burjuva politikalarına meşruiyet alanı
yaratmaya çal ışıyor. İP, ordu "Kopenhag Kriterleri"ne karşı
çıkarak Türkiye 'nin bağımsızlığını savunuyor, ul usal dev­
leti koruyor, d iyor. Gerçekte ise, ordu yalnızca Kürtler'e
aldatıcı bazı kırıntılar vermeye bile yanaşmıyor. Kürtler'e
aldatıcı haklar verilmesine bile katlanamaya:ı i·· orduyu bu
..
davranışından dolayı ulusal bağımsızlıkçı ilan etmek, en büyük
utanmazl ıktır. Bu generaliere en bayağı bir dalkavukluktur,
onlara yaranmak adına en temel ilerici değerleri bile ayaklar
altında .Çiğnemektir. Bu, halk kitlelerine karşı en büyük iha­
nettir, tamı tarnma gerici karşı-devrimci bir tutum ve ko­
numdur.
Bu ordu "ulusal piyasa"yı savunuyor da, özelleştirmelere
ve İMF reçetelerine neden herhangi bir itirazı yok? Ulu­
sal devleti savunuyor da, neden uluslararası tahkime bir itirazı
yok? Özelleştirmeler onun süngösünün gölgesinde uygula­
nıyor. Emekçi halk kitlelerinin ezilmesine, bu ülkenin ulu­
sal ihanet içerisinde emperyalizme peşkeş çekilmesine iti­
raz eden devrimci genç insanlar generallerin komutasındaki
bu aynı ordu tarafından kurşunlanıyorlar. Ordunun görevi,
temel işlevi işte tamı tarnma bu. B u sadece genç devrimci
insanlar meselesi de değ i l . Toplumsal muhalefetin, işçinin,
emekçinin, köylünün nefes almasını ve bir çtkış yolu bulmasını
da bu ordu engel liyor. Bu, bir NATO ordusu, İsrail s iyo­
nizmi ile kolkota bulunan, Ortadoğu ' da emperyalizmin bekçisi
olan bir ordu . . . Ülkenin dört bir yanının ABD ve NATO
ü sleriyle donat ılmasına, İnc irl i k ' ten günü birl ik Irak ' ı n
201
bombalanmasına tek kel ime itirazı olmayan bir ordu . . .
Bakınız Kürt soru nu sözkonusu olduğunda ABD'ye ters
düşmeyi göze alabiliyor. Bunu hiç de ulusal bağımsızlık adına
değil, fakat Kürt halkının en sıradan demokratik haklarına
tahammülsüzlüğünden dolayı yapıyor. Kendi devlet sınırları
içindeki ezilen bir ulusa bir parça olsun bazı demokratik
haklar tanınmasına bile tahammülü yok. Öğlesine ki bu nok­
tada ABD politikaları ile yeri geldiğinde ters düşebiliyor.
Ama özelleştirmeye i tirazı yok, özgürlüklerin boğulmasına
itirazı yok, İMF reçetelerinin uygulanmasına ve tahkime itirazı
yok. Tersine, bu politikaların uygulanmasının koruyucusu
ve kollayıcısı. İşçi sınıfına, emekçilere, gençlere soluk aldır­
mayan, tüm bu kesimleri bir baskı ve terör cenderesi için­
de tutan tüm faşist yasalar, ordu v e MGK patentlidir. Anti­
Terör Yasası 'ndan İller İdaresi Yasası'na, Kriz Yönetim Mer­
kezi ' nden F tipine kadar hepsi generallerin kendi öz ürün­
leridir. Tüm bu yasaların ve yasakların, bu baskının ve terörün
arkasında hep ordu durmaktadır. Planlama, yönetme, uygu­
l amaya sokma, uygulamayı denetleme, tüm bunlar hep ge­
nerallerin elindeki MGK merkezlidir.
Ordu kurumu i le ilgili halk kitleleri içerisinde en ufak
bir hayal yaratmak, devrime ve halka ihanettir. Aynı şekilde,
emperyalistlerle ilgili en ufak bir hayal yaratmak, devrime
ve halka ihanettir. Reformisı solun karşı karşıya duruyor­
muş gibi görünen iki ucu, demokrasi ve özgürlük müca­
delesine, bağımsızlık m ücadelesine, devrim mücadelesine
ihanet çizgisinde birleşiyorlar. Adını andığımız reformisı sol
çevreler izledikleri politikalarla ihanetin batağmdadırlar.
. Bu ihaneti her adımda teşhir etmek, sol adına yayılan
sahte hayallerin içyüzünü sergilemek, komünistlerin en temel
görevlerinden biridir.
(Ekim, sayı: 2 1 8 , Eylül 2000, başyazı)
202
Hücre saldn1s1 ve yeni zindan
direnişi
Hücre karşıtı mücadelenin yeni b i r evresine girmiş bu­
lunmaktayız. Devrimci tutsaklar ileriki bir aşamada Ö lüm
Orucu'na dönüştürülecek Süresiz Açlık Grevi eylemine baş­
lamak üzereler. Eyleme başlama tarihi 20 Ekim olarak sap­
tanmış durumda. Girmiş bulunduğumuz yeni evre bu büyük
direniş eylemiyle karakterize olacak, sonuçlan onun tarafın­
dan belirlenecektir.
Hücre saldırısının ve hücre karşıtı mücadelenin Ulucan­
lar katliamını izleyen son bir yıllık toplam seyri ve son iki
aylık özel evresi, devrimci tutsakların anık bu tür çıkış yap­
masını bir ihtiyaç olduğu kadar zorunluluk hal ine de ge­
tirmişti .
Ulucanlar katliamıyla başlayan ve B urdur vahşetine varan
süreç, hücre karşıtı mücadelenin Burdur saldırısı ertesinde
ulaştığı önemli gelişme düzeyi, bu aşamada devletin itildiği
203
savunma konumu vb., tüm bunlar genel planda yeterince
tartışılmış ve parti basınımızda da yeterli açıklık ve genişlikte
döne döne işlenmiştir. B u nedenle, burada daha çok şu son
birkaç ayın gelişmeleri üzerinde durmak, bu yakın sürecin
zindan cephesinden devrimci bir çıkışı neden bir ihtiyaç ol­
duğu kadar bir zorunluluk haline de getirdiğini ortaya koy­
mak durumundayız.
Hazırlanan manevralar ve
sürmekte olan saldırılar
Öncelikle herhangi bir özel tahlil gerektirmeyen, çıplak
gözle görülebilecek bir açıkl ıkta önümüzde duran kaba bir
gerçeğin altını çizerek başlayalım. Burdur vahşeti sonrasında
politik açıdan savunmaya itilen devletin, pratik açıdan herhan­
gi bir geri adımı sözkonusu değildir. Tersine, devlet o günden
beri genel bir saldırıya yönelik hazırl ık ve manevralarını
bütün hızıyla sürdürdüğü gibi, birçok cezaevinde s istema­
tik hak gaspları da birbirini izlemektedir. Devletin B urdur
vahşeti sonrasında teşhir olması ve savunma konumuna düş­
mesi olgusu bazı çevrelerde tehlikeli yanılgılara yolaçmış
bulunduğu için, bu gerçeğin altını çizmek burada özellikle
gereklidir.
Önce son birkaç ayın pratik seyrine kabaca bakal ım.
Bergama saldırısının ardından Buca 'da ağır bir fiili durum
yaratılmıştır ve bu haftalardır sürmektedir. Cezaevlerinde ve
d ışarıda buna karşı anlamlı b ir tepkinin yükseltilememesi,
pervasızhğı daha da artırmaktadır. Birçok başka cezaevin­
de ise, sürekli saldırı ve provokasyonlada bir taraftan haklar
gaspedilirken, öte taraftan yıldırıcı bir hava yaratılmaya, bir
moral üstünlük durumu elde edilmeye çalışılmaktadır. Ve
bu arada, yeterinci ilgi görmeyen, fakat politik anlamı son
derece önemli bir gelişme daha yaşanmıştır. İlgili cezaevindeki
204
PKK 'lı tutsakların yakın günlerdeki açı ldamasına göre,
Erzurum Cezaevi 'nde hücre uygulamasına resmen geç ilmi�
bulunmaktadır. Yakında bunu Elazığ ve başka cezaevleri­
nin izleyeceği de, aynı açıklamalarda yer almaktadır. Ulu­
canlar ' ı öneeleyen süreçte i k i devrimci tutsağın Eskişehir
hücrelerine götürütmesi karşısında gösterilen politik hassasiyet
gözönüne alındığında, Erzurum üzerinden başlatılan uygu­
lamanın politik anlamı ve sonuçları çok daha iyi görülebi­
lecektir.
Bütün bunlara paralel olarak, hücre saldırısıyla ne yapmak
istediği açığa çıkarıldığı ölçüde savunmaya i ti len devletin
bu konumdan kurtulmak için giriştiği manevralar, buna yöne­
l ik g irişim ve hazırlıklar da aynı h ızla sürmektedir. Hücre
karşıtı muhalefet i şaşırtmayı, tereddüte düşürmeyi ve böl­
meyi, mümkün mertebe yeniden devrimci tabana doğru dar­
alımayı amaçlayan bu manevralar, meclis çalışmalanyla birlikte
bir karşı saldırı olarak gündeme getirilecektir.
Ve en kritik noktaya geliyoruz. Burdur vahşeti sonrasında
önemli bir güce, dinamizme ve özgüvene kavuşan hücre karşıtı
muhalefet ise, bu aynı süre içerisinde günden güne aktivi­
tesini yiti rmiş, gelinen aşamada belirsiz bir bekleyişe sü­
rüklenmiştir. Devrimci akımların ve tutsak yakınlarının tüm
çabalarına rağmen, bu durum halen de kırılamamaktadır.
Ulucanlar vahşetinin yıldönümünde bile bunun kırılamaması,
ortadaki tablonun "olağan" değil fakat bir zaafiyet d uru­
munu yansıttı ğını göstermektedir.
Strateji-taktik, savaş-muhabere vb. kategoriler üzerin­
den konuşup yazmaya pek meraklı bazı çevreler, son bir­
kaç aylık gelişmelerin bu kaba tablosunu, "savaşın karmaşık
seyri" içinde yaşanan "olağan" durumlar saymaya özel bir
eğilim gösteriyorlar. B urada bir samimiyetsizlik yoksa eğer,
bu tür değerlendirmelerle gerçekte ve yalnızca kendi ken­
dilerini aldatmı ş oluyorlar.
Zorlu bir mücadele elbette düz bir ç izgi değil , fakat
kannaşık bir seyir izler. Bunu unutmamak mücadeleye sabır,
soluk ve esneklik kazandırmakla kalmaz, isabetli taktikler
ve tutumlar izleme olanağı da sağlar. Fakat bu diyalektik
düşünce tarzının bir başka temel kuralı daha var; buna göre,
gerçek her zaman somuttur. Ortada çıplak gözle bile görülebi­
l ir bir somut durum varken, bir takım genel kategorileri­
lerle oynayarak, bunu somut gerçeğe gözlerini kapamanın
olanağı haline getirmenin anlaşılır bir mantığı olabilir mi?
Böylelerine durumu bir parça anlatabilmek için, biz de
biraz o çok eğilim duyulan "savaş dili"ne başvurmak yo­
lunu seçelim. Savaşta düşman karşısında kazanılan bir üstün­
lük, ya ona karşı yeni bir saldırının dayanağı olarak kullanılır,
ya da gelecekte hazırlanılacak bu türden bir saldırının önemli
bir mevzisi olarak korunup sağlamlaştırılır. B urdur vahşeti
sonrasında elde edilen üstünlüğe bakıldığında, devrim cep­
hesi olarak bu iki açıdan da başarısız kaldığımızı kabul et­
mek zorundayız. Elde edilen üstünlüğü hücre saldırısını püs­
kürtmenin yeni bir imkanı ve dayanağına dönüştürmekte ba­
şarılı olamadığımız gibi, edilgen bir bekleyiş içerisinde düş­
manımıza kendini toparlaması, yeni manevra ve saidıniarım
serbestçe hazırlaması için akıl almaz bir kolaylık da sağlıyo­
ruz. B ununla da kalmıyoruz, bu arada, B uca örneğindeki
türden pervasızlıkları, birçok başka cezaevindeki ardı arkası
kesilmeyen hak gasplarını aşırı bir "sabır"la karşılıyoruz.
Ve bunun düşmana yeni bir moral güç ve saldırı ini siyati­
fi kazandırdığını görmezlikten ve anlamazlıktan geliyoruz.
Dahası, böyle işleyen bir sürecin, kendi saflarımızda ve destek
güçlerimiz içerisinde, bir duyarlılık, toparlanma ve aktifleşme­
ye değil, tam tersine, bir belirsizliğe, yer yer ciddi kafa karı­
şıklığ ına ve özellikle de destek güçler arasında tereddüt,
yalpalama ve kanıksamalara yolaçtığını bilmezl ikten geli­
yoruz.
Zindan cephesindeki çalişmanın
kendine özgü karakteri
Kendilerini belki masum ama o ölçüde tehlikeli yanılgıla­
ra mahkum edenlerin en ternet yanlışlarından biri, devlet­
le devrimciler arasında zindan cephesinde gündeme gelen
çatışmanın, bu çerçevede hücre saldırısımn, kendine özgü
karakterini gözden kaçırmaktır. Genel bir politik yaklaşımla,
demek oluyor ki nihai politik amaçlan ve sonuçları açısından
ele alındığında, zindanlarda devrimcilerin teslim alınmak
istenmesi elbette ki dışardaki toplumsal muhalefetin teslim
alınması amacına yöneliktir. Bu gerçeğin kitlelere anlatılması
ve propaganda edilmesi , bu sayede ilgi ve desteklerinin uya­
nlması, böylece hücre karşıtı mücadeleye kazanılmaları, elbette
özel bir önem taşımaktadır. Fakat biz bunu alır, mevcut ça­
tışmaya "kitle hareketi diyalektiği" kategorilerini uygulamanın
bir dayanağına çevirirsek, (üstel ik kitle hareketinin oldukça
geri ve parçalı bir çizgide seyrettiği, kendilerine yönelik en
hayati saldırılar karşısında bile kitlelerin anlamlı bir varlık
ortaya koyamadığı bir evrede), bir kez daha kendi kendi­
mizi aldatmış oluruz.
Kendimizi aldatmayalım; Türkiye'nin bugünkü siyasal
koşullarında, sınıf mücadelesinin ve kitle hareketinin bu­
günkü gelişme düzeyinde, zindan cephesindeki çatışmada
sürükleyici ve tayin edici kuvvetler. devrimin ve karşı-dev­
rimin öncü kuvvetleridir. En somut biçimde bakıldığında,
bir tarafta boyun eğdirilmek istenen devrimciler, öte tarafta
boyun eğdirmek isteyen devlet durmaktadır. Elbette ki bu
çatışmada taraflar sonuca, kitlelerin ve kritik anlarda onların
duyarlılığı altında hareket edebilen kamuoyunun desteğini
alabildikleri ölçüde yürüyebileceklerdir. Ama işte bu desteği
alabilmek için de devrimciler kendi cephelerinden tok. kararlı
ve boyun eğmez davranmal ıdırlar. Zira ancak böyle dav207
ranabildikleri ölçüde, devletin saldırıları karşısında inisiyatifi
ele al ıp gerektiğinde yeni sarsıcı çıkışlar sergileyebildikleri
ölçüde, başarı l ı olabileceklerdir.
Elbette böyle olduğuna kimsenin kuşkusu yok, bu kada­
rını herkes paylaşmakta, görünürde kendince buna uygun
da davranmaktadır. Fakat son birkaç ayın kritik geli şme­
leri üzerinden baktığımızda, durum gerçekten tam böyle mi­
d ir, bu çok tartışma götürür.
En haksız ve vahşi bir saldırının ardından, maskesinin
düştüğü v e pol itik açıdan tecrit olduğu böyle bir durum
sonrasında bile, devletin ardı arkası kesil meyen saldırılarına
karşı büyük ö lçüde sessiz ve hareketsiz kalan bir devrim
cephesi tablosunun etkilerini somut otarak görebilmek için,
son ikibuçuk aylık tabloya biraz yakından ve somut ola­
rak bakmak yeterlidir. B unun, sert bir çatışmanın ardından
"tarafların geri çekilmesi ve karşılıklı bir bekleyiş içerisi­
ne girmesi'' gibi bir durumla yakından uzaktan bir alakası
var mıdır? Sorun u böyle sunmak kendini aldatmak değilse
nedir?
Tersine , taraflardan biri, ötekinin rehavetinden ve be­
lirsiz bekleyişinden de en iyi bir biçimde yararlanarak, bir
yandan saldırıyı rötuşlama ve böylece kabul edilebilir kılma
manevratarım rahatça ve hummal ı bir biçimde sürdürürken,
öte yandan hücre saldırısının hayata geçiri lmesini n temel
bir basamağı olan "Üçl ü Protokol'' çerçevesinde pervasızca
fii li durumlar yaratmakta, peşpeşe haklar gaspetmektedir. Ve
bu aynı süre içerisinde, taraflardan öteki, bu hazırlıkları ve
manevraları bozacak, sonu gelmeyen fiili saldırılara bir parça
gem vuracak herhangi bir ç ık ı ş yapamamıştır, durum bu
minv alde sürse yapacak gibi de görünmemektedir.
208
Devrimci tutsakların kararlıhğının
belirleyici önemi
Biz bu sorunun çok özel önemine, tam da hücre karşıtı
muhalefetin en i leri bir düzeye u laştığı bir sırada, Burdur
vahşetinin hemen sonrasında e n açı k bir biçimde i şaret
etmiştik. "Başarıya ulaşabilmenin bazı zorunlu önkoşullarım"
sıralarken, ilk ve en temel önkoşula ilişkin olarak şunları
söylemiştik:
"En temel önkoşul, zindanlardaki devrimcilerin, hücrelere
girmeme ve buna karşı ne pahasına olursa olsun direnme
kararlılığını en ufak bir zaaf belirtisi göstermeksizin sür­
dürme/eridir. Saldırı kuşkusuz dışardaki mücadelenin gücü
ve etkisi ölçüsünde püskürtülebifecektir. Fakat dışardaki müca­
delenin gücü ve etkisi ise, doğrudan içerdeki devrimci karar­
lılığa bağlıdır, bu bir an bile unutulmamalıdır. Ulucanlar' daki
ve Burdur' daki ölümüne direnişler olmasaydı, bugün dışarıda
ulaşılan güç ve etki de yaratılamazdı.
"Devletin bu kararlılik karşısında yalnızca iki seçeneği
var. Ya çaresizlik, ya katliam! İkincisinin neyi ne kadar çö­
zeceği de Ulucanlar ve Burdur'da somut olarak görülmüştür.
Her iki vahşi saldırı da siyasal sonuçlan bakımından ters
tepmiş, devletin ayağına do/anmış, devletin teşhirine ve belli
bakımlardan geri çekilmesine neden olmuştur. Bundan çıkan
sonuç, devletin vahşete başvurmasının da belli sınırları olduğu
gerçeğidir.
"Devrimci tutsakların büyük bir titizlik ve hayaliyetle
gözönünde bulundurması gereken temel nokta şudur: içer­
den yansıyacak ve zayıflık ya da zaaf olarak anlaşılabilecek
en ufak bir belirti, dışardaki desteği de zaafa uğratır ve
saldırıyı püskürtmenin bedelini kat kat arttırır. Bu sorunu,
taşıdığı çok özel önemden dolayı ve dışarıda büyüyen desteğin
içerde en ufak bir rehavete yol açmaması gerektiğini vur209
gulamak için hatıriatmış oluyoruz." (Ekim, sayı: 2 1 7 Ağustos
'00, haşyaz1)
İçinde bulunduğumuz evrede, zindan eksenli çatışmanın
bu kendine özgü karakteri konusunda herhangi bir tartışma
olamaz. B una, bu çok açık gerçeğe rağmen, gelinen yerde
samirniyetleri artık çok tartışmalı başka birileri de, kalkıp
ciddi ciddi, sürmekte olan "bu yeni muharebede de, 'so­
kak' birkaç adım önde olmayı sürdürmelidir" buyuruyor­
lar. "Sokak"ın dili olsa, böylelerine "emriniz olur ! " diye­
cektir herhalde.
Ortada gerçekten "sokak"ın, normal ifadeyle hücre kar­
şıtı toplumsal muhalefetin bir adım ilerde olduğu bir ol­
gusal durum olsaydı, kuşkusuz sorun kalmazdı ve bu pek
arzu edilir bir durum olurdu. Fakat böyle bir durumun ger­
çekten varlığı ile, gerçekte olmayan bir durumun böyle olması
gerektiğine ilişkin subjektif telkinler, tümüyle iki ayrı şey­
dir. İlk durumda, bir adı m önde olan toplumsal muhalefe­
tin birkaç adım daha öne geçmesi için gerekli çabaya yoğun­
l aşmak gerekird i . Fakat gerçek durumun bu olmadığı, ter­
sine, h ücre karşıtı muhalefetin bir durgunluğa ve belirsizliğe
sürüklendiği, "sokağın" ise bir kez daha bir avu ç tutsak
yakınından · ibaret kaldığı bir sırada, "savaş" ve "muhare­
be" türünden pek süslü ve çekic i , ama ayn ı ölçüde içi boş
sözlerin içine sıkıştırılmış temennilerin herhangi bir kıymeti
harbiyesi olamaz. B u , kaba gerçeklerden ve yakıcı sorum­
luluklardan kaçmaktan başka bir şey değildir.
Devletin harıl harıl saldırı hazırlıklarını sürdürdüğü bir
sırada, bu kolay v e engelsiz gidişin boşa ç ı karılması için
gerekli ç ıkışı yapmak bugünün en acil görevidir. Dışardaki
hücre karşıtı muhalefetin bugün yapma gücünden yoksun
olduğu bu tür bir çık ışı içerden devrimci tutsaklar yapabi­
lir, yapmaları gerekir ve yapmak zorundadırlar. B u, zin­
danlarda 20 yıllık bir mücadele �irikimi ve direniş geleneği210
nin olduğu kadar, devletin bu çok tehlikeli saldırısının mut­
lak biçimde püskürtülmesi zorun luluğun un da onların omuz­
larına yüklediği temel önemde bir sorumluluktur. Bu çer­
�evede, bugün zindanlarda başlamakla olan büyük direniş
dalgası, mevcut engelsiz ve tehlikeli gidişe karşı devrim cep­
hesinden yapılmış anlamlı bir çıkıştır. B unun hücre karşıtı
tepkileri yeniden ve yeni bir kuvvetle nasıl uyaracağı da
çok geçmeden bütün açıklığıyla görülecektir.
Devrimci cephede birlik zaafiyeti
Şu ana kadar söylediklerimiz, mevcut durumun değer­
lendirilmesi ve buna karşı alınacak tutumun belirlenmesi
noktasında, devrimci akımlar arasında halihazırda bir görüş
birl iği olmadığını kendiliğinden ortaya koymaktadır. Doğal
olarak bu, zindanlarda başlamakta olan direnişin tüm dev­
rimci yapıları henüz kapsamadığı anlamına da gelmektedir.
Kuşkusuz bu, hücre karşıtı mücadele ve muhalefet için önemli
bir zaafiyet noktasıdır.
Ayrıntılarına girmenin yeri burası değil , fakat çok yeni
de sayılmamalıdır bu durum. Öncesi bir yana, Ulucanlar'ı
izleyen süreçten beri Partimiz'in ve tutsak yoldaşlarımızın
bu konuda çok ciddi kaygıları olagelmiştir. Tutsak yoldaş­
Iarımız bunu birçok kez eleştirel değerlendirme olarak ortaya
koymuş, yayınlanmak üzere partiye de iletmişlerdir. Fakat
partimiz, hücre karşıtı mücadelede zaafiyete yolaçmamak
kaygısıyla, bu sorunların kamuoyu önünde tartışılmasından
son bir yıldır özenle kaçınmıştır. Gelişmelerin de yardımıyla
iç tartışma ve eleştiri süreçleri içinde bu görüş ayrılıklarının
giderilebileceği umulmuştur. Fakat bugüne kadar bunda ba­
şarılı olunamadığı ve gelinen aşamada sorunun, görüş ayrılığı
sınırlarının ötesinde, geriye çekici bir zaafiyet kaynağı haline
geldiği görülmektedir. Böyle olunca, birliği korumaya ve
2/J
zindan cephesinden toplu bir çıkış örgütlerneye yönelik tüm
çabalara rağmen, gelinen aşamada i zlenecek yol üzerinden
bir kopma kaçınılmaz olmuştur.
Sorun gerçekten yalnızca bir çıkışı en uygun bir fırsatı
koliayarak ve bu arada yoğunlaştırılmış bir ön faaliyet üze­
rinden gündeme getirmek olsaydı, kuşkusuz bunu tercih et­
mek gerekirdi ve Partimiz bunun gerektirdiği esnekliği faz­
lasıyla gösterirdi. Nitekim komünist tuts�klar haftalardır bu
doğrultuda bir esneklik sergilemekte, bir görüş birliğine ulaş­
mak için yoğun bir çaba içinde bulunmaktaydılar.
Fakat yazık ki, hiç değilse bazı çevreler üzerinden, sorun
salt bir değerlendirme ve zamanlama farklılığından ötedir.
Teslimiyet sürecinin ve onun körüklediği tasfiyeci eğilimin
ağır tahribatı, zindan cephesindeki bazı tutumlar üzerinden
bugün giderek daha açı k bir biçimde görülmektedir. İçin­
den geçmekte olduğumuz dönemi n gözler önündeki_ tablo­
suna rağmen, örneğin birileri hala "yaşadığımız süreci" şöyle
ele alabilmektedirler: "Yaşadığımız süreçte ön siperlerde
çarpışma görevi, hala işçilerin, gençlerin, kadınların, kamu
emekçilerinin ve tüm ezilenlerin omuzlarındadır. Devrimci
tutsaklara düşecek rol ve zamanlaması onlar tarafından bir
başka ifadeyle, sokağın sorunu çözmek yeterlilik veya ye­
tersiz/ik düzeyi tarafından belirlenecektir." (Atılım, 7 Ekim
' 00)
Bu sözleri bir başka zamanda ve coğrafyada birileri oku­
sa, "yaşadığımız süreçte" , "işçilerin, gençlerin, kadın/ann,
kamu emekçilerinin ve tüm ezilenlerin" Türkiye devrim or­
dusunun düzenli birlikleri içinde yer aldığını ve kendile­
rinden i stendiğinde "ön siperlerde çarpışma görevi" ni te­
reddütsüz üsttenecek durumda olduklarını düşünUrlerdi her­
halde. İ nsan gözlerini orta yerde duran kaba gerçeğe an­
cak bu denl i kapatabilir. Düşünün ki bunlar kısa bir süre
öncesine ait bir başyazının bitiş/final cümleleridir. Buradaki
212
sorun yanılgı değil, düpedüz bir zaafiyettir.
Bu zaafiyet açık bir biçimde saptanmış bulunduğu için ­
dir k i , TKİP, DHKP-C ve TKP (ML) davalarına mensup
tutsaklar, dönemin omuzlarına yüklediği ağır sorumluluğu
kendi başlarına üstlenmek yolunu seçmişlerdir. Herşeye
rağmen, zindan cephesinde direniş birliğini yeniden kurmak
için gerekli e n azami çaba bundan sonra da gösterilecek­
tir. Bunun en etkili yolu ise, tereddütlü olanları belirsiz bir
süreye kadar beklemek değil , fakat faşizmin gelmekte olan
saldırısına karşı tereddütsüzce ileriye aulmakur. Bugün ya­
pılmakta olan da budur.
Ölümü ne direnişe yaşamsal deste k !
B aşlamak üzere olan zindan diren işi ile birlikte hücre
karşıtı mücadele yeni olduğu kadar zorlu da olan bir yeni
sürece girmektedir. B u n u ölümüne bir karşı saldırı olarak
algılamak; başlam ı ş olan direnişi her alanda ve her yolla
desteklemek sorumluluğuna da bu gözle bakmak gerekmekte­
dir. Devrimciler, zindanda sürrnekte olan direnişten de aldık­
ları güçle hücre karşıtı muhalefeti geliştirmek için gerekli
azami çabayı harcariarsa eğer, böylece direnişin amacına ulaş­
ması da kolaylaşacak, ödenecek bedeller en aza inecek, dev­
letin örülmekte olan tezgahı bozulacak, hücreleri iyileştir­
me tartışmaları yerini hücrelerin kesin bir biçimde kapatılması
isteminin özel ağırlığına bırakacaktır.
Zindanlarda bedenlerini ölüme yatıran devrimcilerin bu
yol la üstlendikleri fedakarlık olağanüstü önemdedir. Bu tür
direnişierin ancak birbirini izleyen ölümler pahasına sonuç
verdikleri, son 20 yılın deneyimleri ışığında, bugün Türkiye'de
artık herkesin bildiği basit bir gerçektir. Fakat tam da çok
bilinen bu basit gerçeğin kendisi, direnişin en az bedelle
başanya ulaşması için bir imkan olarak da ele alınabilmelidir.
213
Devrimciler, bir kez ölümüne direnişe yattıklarında öl�mü
tereddütsüz bir yiğitlikle karşıladıklarını da, bugüne kadar
sayısız kez kanıtlamışlardır. Bu sarsıcı kanıtlamanın ken­
disi, yeni direnişle bir kez daha ölümüne yola çıkmış dev­
rimcilerin hayatlarını güvenceye almanın e n büyük olanağı
olarak değerlendirilebilmelidir. Bu olanağı en iyi biçimde
de�erlendirmek zorunluluğu, devrimci parti ve örgütlerin,
ilerici kuruluş v e çevrelerin, özetle hücre karşıtlığında sa­
mimi olan herkesin, ihmal edilemez bir sorumluluğudur. Ve
bu sorumluluğun gerekleri, hücre saldırısını püskürtebile­
cek bir büyük m uhal efeti dışarda örmekle yerine getirile­
bilir ancak.
Bu görev ve sorumluluğun hakkını verebilmek ise, hücre
saldırısının anlamı, kapsamı, amacı ve sonuçları üzerine bir
kez daha derinlemesine düşünmeyi gerektirir. Tecrit ve İzo­
lasyon demek olan hücrelerle amaçlanan; devrimci kimliği
ezmek, devrimcileri düşüncelerinden ve inançlarından arın­
dırmak, onları utanç verici bir teslimiyete ve ihanete mec­
bur etmektir. Faşizm, bunu başardığı takdirde; devrimci kimliği
dışarda da öldürebileceğini, toplumsal muhalefeti derinle­
mesine demoralize edebileceğini, böylece bil inçli ve kararlı
öncü kesimlerden yoksun bıraktığı işçi sınıfı ve emekçile­
ri daha kolay denetim altına alıp boyun eğdirebileceğini,
düşünüyor ve hesaplıyor. B u çok yönlü karşı-devrimci hesap
kuşkusuz yaygınca bil inmekted ir ve "yaşamın hücreleştiril­
mesi" olarak veciz bir biçimde dile de getirilmektedir. Bunu
burada bir kez daha yinelememiz, bu bilincin gerektirdiği
bir karşı koyuşun, buna uygun düşen bir çalışma ve müca­
delenin taşıdığı çok özel öneme vurgu yapmak içindir.
B ugünkü zindan direnişi geçmişle kıyaslanamaz avan­
tajiara sahiptir. F tipi denilen hücre saldırısıyla devletin ger­
çekte neyi amaçladığı, bunun ne türden insanlık dışı faşist
bir uygulama olacağı topl umun önemli bir kesimi nezdin-
214
de iyi-kötü açığa çıkmıştır. Ulucanlar ve Burdur bu çerçe­
vede sarsıcı tablolar s unmuşlardır. Öte yandan bu alanda
oluşan duyarlılık, Burdur sonrasında somutça görüldüğü gibi,
ilerici toplumsal kesimlerde daha bilinçli ve örgütlü bir
biçimde kendini gösterebilmiştir. Bu d uyarlılık son birkaç
ayda biraz yatışmış görünse de, zindanlardaki çıkış onu
yeniden uyarmak ve öteki biçimlerin yanısıra, "hücre karşıtı
platformlar" halinde örgütlernek için önemli i mkanlar sun­
maktadır bize. Zindan direnişinin bu sonucu kendiliğinden
yaratmayacağını, fakat bu sonuca ulaşmayı bir hayli kolay­
laştıracağını bilerek davranmak, görev ve sorumluluklarımızı
bu bakışaçısıyla ele almak durumundayız.
Devlet, geçmiş örneklerde hep görüldüğü gibi; açl ık
grevierini uzun süreli olarak görmezden gelmek, aldırmaz
görünmek, bu çıkışı topluma kanıksatmak ve bu arada ka­
rarl ılık gösterileri eşliğinde bil inen tehditlerini yinelemek
yolu ve taktiği izleyecektir. Devletin bu taktiğini gözönünde
tutarak, daha ilk gününden itibaren d irenişi ve direnişin ta­
leplerini toplumun gündemine sokmak için en azami bir çabayı
harcamak durumundayız.
Hücre karş ıtı muhalefette samimi olan tüm ilerici -de­
mokratik örgüt, çevre ve kişiler de omuzlarına düşen sorum­
luluğa bu gözle yaklaşabilmelidirler. Bu gibi çevrelerden
duyarlılık ve destek girişimlerinin ancak direnişler ölüm sını­
rına vardığında geld iğini geçmiş deneyimlerden bildiğimiz
için, bunu burada özellikle hatırlatıyoruz. Benzer davranışlar
bu kez ağır bir sorumluluk yaratır. Herkes hücre saldırısının
başanya ulaşması durumunda toplumsal muhalefetin gene­
li için yaratacağı ağır sonuçları gözeterek davranmak zorun­
dadır.
Zindan d irenişçileri ol arak devrimci tutsaklar bi r kez
daha zorlu, fakat o denli onurlu bir sorumlul uğun altına gir­
m iş bulunmaktadırlar. Üstlendikleri misyon, kelimenin gerçek
215
anlamıyla tarihi değerdedir. Faşizmin saldırısı, devrimin bey­
nini ve yüreğini , düşünce ve ideallerini, i lke ve amaçlarını
hedeflemektedir. Dolayısıyla devrimin direnişi de bütün bunları
savunmaya, korumaya ve yenilmez kılmaya yönelmiştir. Bu,
bu ülke tarihinin gördüğü en haklı , en meşru v e o ölçüde
de hayati önemde bir mücadeledir. B unda sağlanacak ger­
çek bir başarı, demek o luyor ki direnişin tam zaferi, bunu
elde etmek için hayatlarını ortaya koyanları sonsuza kadar
onurlandıracaktır.
Yaşasın direniş, yaŞasm zafer!
Yaşasın devrim, yaşasın s os ya l i z m!
(Ekim, sayı: 2 1 9, Ekim 2000, başyazı)
216
Yeni bir vıla !lirerken. . .
Devrim yürüyüşümüz daha da
.. 1 enecek '. . .
guç
Geride kalan yılın son bir ayında peşpeşe gerçekleŞ'en üç
çarpıcı olay, bu olayların d ışavurduğu bir dizi temel önemde
gerçek, bir bakıma bütün bir y ı l ı n özetini de vermektedir.
Aylarca süren yaygın eylemlilikler ve Ankara'daki büyük
gösterinin ardından, ı Aral ık'ta bir m ilyonu aşkın emekçi
iş bıraktı ve yüzbin lercesi kendi acil taleplerini haykırmak
için alanlara çıktılar.
Kasım sonunda başlayan, Aralık başında borsada çöküntü­
ye yolaçan mali kriz, bir yıldır emekçilere ağır bedeller öde­
tilerek uygulanan İMF patentli "istikrar programı"nın iflasını
belgeledi. İflas eden İMF programı olduğu halde hükümet
iflasın hemen ardından İMF'ye , bizzat İMF başkan ının bir
mektupla dikte ettirdiği utanç verici koşulları ve istemleri
olduğu gibi kabul ettiğini bild iren bir "ek niyet mektubu"
sundu.
217
Bu mektubun sunuluşundan yalnızc a bir gün sonra, zin­
danlardaki Öl üm Oruçl arı 'na karşı ülke çapında vahşi bir
saldırı düzenlendi . 28 devrimci katledildi, yüzlercesi yara­
landı ya da sakat bırak ıldı. Devrimci tutsaklar zorbalıkla
F tipi h ü c relere dolduruldular. Katli amın öteki yüzü ise
görülmemiş yiğitl ik v e kararl ıl ıktaki bir direniş oldu. Saldırı
tüm hapisanelerde dost-düşman herkesi şaşkına çeviren gör­
keml i bir direnişle karşılandı. B azılarında direniş gün lerce
sürdü. Direnişin yıkılmaz duvarına çarpan katliam saldırısı,
böylece politik ve moral açıdan tam fiyaskoyla sonuçlandı .
Açlık Grevi genelleşti, Ölüm Orucu 'na yeni katılımlar oldu.
Bugün d iren i ş , F tipi h ücrelerindeki Nazi vahşeti u ygula­
malarına rağmen, aynı taleplerle ve daha büyük bir kararlılıkla
sürmektedir.
Bu üç olay bir arada, son bir yı lın ve
dolayısıyla bugü­
nün Türkiye' sinin temel gerçeklerinin özetini vermekle kal­
mamakta, birbiriyle sıkı sıkıya bağlantıl ı bir bütün oluş­
turmaktadır.
işbirlikçi düzen cephesinin İMF reçeteleriyle yarattığı ağır
ekonom i k ve sosyal yıkım işçileri ve emekçi leri mücade­
leye yöneltmektedir. Son bir yılda işçiler ve emekçiler grev,
direniş ve gösterilerle mücadele isteklerini yaygın olarak orta­
ya koymuşlar, 1 Aral ık eylemi bunun en i leri noktası ol­
muştur.
İşçi sınıfı v e emekçi lerin bu m ücadelesinin sonuç alıcı
bir güç, kararl ılık ve örgütlülüğe ul aşmasını engellemek için,
sermaye devleti sistematik baskı ve terör koşullarını pekiştirip
süreklile.ştirmekle kalmamakta, toplumsal muhalefetin en ileri,
bilinçli ve örgütlü kesimini oluşturan devrimci hareketi ezmek
için de gözü dönmüş biçimde saldırmaktadır. F tipi hücre­
ler bunun için gündeme getirilmiştir ve bu öl üm hücrele­
rine karşı ortaya konulan direniş bu nedenle vahşi bir katliamın
hedefi olmuştur.
218
Toplu katliamlarla devrimci kanı dökerek efendilerine ya­
ranmaya çalışan İMF uşağı Ecevit'in bir yılı aşkın bir süre
önce, "içerde denetimi sağlamadan dışarıda sağlayamayız"
biçimindeki sözlerinin anlam ı da buradadır. Bu kanlı katil
yeni yıl mesajında "geleceğe güvenle bakmak"tan sözederken,
buna İMF kredileri ile cezaevi operasyontarım kanıt göster­
mektedir. B u her iki olay arasındaki organik bağın büyük
bir arsızlıkla itirafından başka bir şey değildir.
Gerçekte ise Türkiye kapitalizminin, ona dayanan kokuşmuş
sermaye düzeninin "geleceğe güvenle bakmak" olanağı yoktur.
Düzenin en akı l l ı adamları geride kalan yılın bilançosunu
"hüsran" olarak özet1emekte ve önümüzdeki bir yılın da "daha
şimdiden kaybedildiğini" açık açık söylemektedirler. Geri­
de kalan bir yılın son bir ayına s ı kışan üç temel olaydan
yansıyan gerçekler, bunun böyle olduğunu ve olacağını bütün
açıklığıyla ayrıca ortaya koymaktadır.
***
K atliamcı düzen cephesi, İMF'ye sunulan e k niyet mek­
tubunu n bir gereği olarak, yen i yılda emekç ifere daha ağır
bir fatura ödetıneye hazırlanmaktadır. Bu, ücretierin ve maaş­
ların daha çok düşürülmesi, i şsizliğin ve yoksulluğun daha
çok büyütülmesi, gelir dağılımındaki uçurumu derinleştirilme­
si, özelleştirme yoluyla ülke zenginliklerinin emperyalizme
ve işbirlikçi asalak takımına yağmalatılması vb. demektir.
Bunun için de baskı ve terörü daha da sistemleştirmeye,
faşist terör, işkence, katliam ve hücrelerle toplumsal muhale­
fetin en d iri kesimini ezip teslim almaya ihtiyaç var. İşçi
sınıfı ve emekçilerin mücadele istek ve umutlarını tümden
kırmak ancak bununla olanak hd ır, katl iamcı düzen cephe­
si bunu böyle düşünmekte ve hesaplamaktadır.
B unun karşısında ise, bir yanda 1 Aralık 'ta son bir kez
kendini gösteren mil yonlarca işçi ve emekçinin mücadele
isteği, öte yanda kurul u düzene karşı mücadelenin bilinçli
219
ve örgütlü kesimini oluşturan devrimcilerin bükülmez ira­
deleri ve direnme kararlılıklan var. Amerikancı düzen cep­
hesi bu ikisine bir "çare" bulamadığı sürece asla geleceğe
umutla bakamayacaktır. Şimdiki tüm umudu, bu ikisinin bir­
leşmesini engelleyebilmektir. Devrimcilere yönelen acıma­
sızl ığın gerisinde tam da bu umut ve bunda elde edilebi­
len sonuçlar vardır.
O halde yapılması gereken , bu ikisini birleştirmek için
gerekli her türlü çabayı azami ölçüde gösterebilmektir. Mil­
yonların mücadele isteğinin devrimci önderli k ve kararlılıkla
birleştiği nokta, kokuşmuş sermaye düzeni için de sonun
başlangıcı olacaktır:
***
TKİP, döneme ve sorunlara, burj uvazinin saldırılarının
püskürtülmesine ve işçi-emekçi hareketinin geliştiriJip güç­
lendirilmesine, temel önemdeki bu genel perspektif üzerinden
bakmaktadır.
Geride kalan yılın ilk aylarında partimizin programı bir
bayrak gibi dostun-düşmanın gözleri önünde göndere çekildi.
B u toprakl arda art ı k s ın ıfın , devri m i n ve sosyal i z m i n
devrimci programı var. Partimizin programı, işçi sınıfının
temel çıkarları ve hedefleri ekseninde tüm emekçi leri bir­
leştirmeye ve devrim mücadelesini zafere taşımaya mukte­
dir biricik programdır. Türkiye 'nin tüm devrimci birikimi­
nin altında er-geç bütünleşeceği ve uğrunda savaşacağı biricik
bayrak budur.
Bu ülke topraklarında ve özellikle son otuz yılda, dev­
rim davasına bağlılık ve sosyal izm özlemi uğruna sayısız
yiğitlik ve fedakarlık örnekleri görülmüştür. Partimiz bu mirası
ve direnişçi çizgiyi özümsemekle kalmamış, onu işçi sınıfı
ideolojisi ve değerleri temeli üzerinde daha ileri bir düzeye
çıkarmıştır. Tarihsel ölçülerle al ındığında henüz son dere­
ce kısa olan siyasal yaşamına rağmen, yarattığı değerler ve
220
oluşturduğu direniş geleneği bunun ifadesidir.
Fakat bu ü lkede onyıllann deneyimi açıkça göstermek­
tedir k i , kendi başına devrim davasına ve sosyalizm özle­
mine ölümüne bağlılık yeterli değildir. Bunun için bu davanın
ve özlernin gerçekleşmesini olanaklı kılacak bir teorik temele,
ideolojik çizgiye ve programa ihtiyaç var. Fakat bu da yeterli
değildir. Asıl gerekli olan, ortaya konulan çizgi ve program ,
yaratılan değerler ve direni ş çizgisi temel i üzerinden işçi
sınıfı ve emekçilere yönelmek, onlarla sağlam bir biçimde
birleşip bütünleşmektir. Parti ile sınıf, devrimci öncü ile kitleler
arasında varolan ve i şbirl ikçi düzen cephesinin bugünkü en
büyük avantajını oluşturan öldürücü kopukluğu giderebil­
mektir. İşte o zaman, bu ülke topraklarında devrim ve sos­
yalizm davası yenilmez olmakla kalmayacak, geleceğe, dev­
rimin ve sosyalizmin büyük zaferine güçlü ve güven l i bir
biçimde yürüyebilmek de olanak l ı olacaktır.
•••
Partimiz başından itibaren zindanlarda sürmekte olan ölü­
müne direnişin içindedir. Çeşitli sınav l arda kendisini en iyi
biçimde kanıtlamış tutsak kadrolanyla bu direnişin en ön
safında yeralmakta, öteki siper yoldaşlarıyla bu ön safın
onurunu paylaşmaktadır. Yoldaşlarımız başarı uğruna her tür­
lü bedeli ödemeye hazır olduklarını göstermişlerdir ve gös­
termektedirler.
Fakat asıl başarı işçi v e emekçilerin yenilmez gücüyle
birleşmekten geçmektedir. Hücre saldırısı; i şçi sınıfına ve
emekçilere döne döne ödetilen faturanın. onların mahkum
edildiği ağır yaşam koşullarının, bu yaşam koşulları içerisinde
onları çaresizce teslim almanın dolaysız bir gereğinden başka
bir şey değildir. B u böyle olduğuna göre en acil ve önce­
likli görevimiz, bu gerçeği en geniş işçi ve emekçi kitlelerine
anlatabilmektir. Onlara bu mücadelenin kendi mücadelele­
riyle dolaysız bağını gösterebilmektir. Hücre karşıtı müca-
221
deleyi devrimcilerle devlet arasındaki bir uç çatışma olmak­
tan ç ıkararak. işçi sınıfı ve emekçilerin sermayenin genel
saldırılarına karşı genel mücadelesinin bir parçası haline
getirebilmektir.
Düzen cephesi her açıdan ağır ve çözümsüz sorunlarla,
giderilemeyen açmaztarla yüzyüzedir. Uygulanan baskı ve
terörün, sergilenen acımasızlığın ve vahşetin gerisinde bu
vardır. B u gerçekte bir çaresizliğin, bir aczin dışavurumudur.
Koşullar devrimci siyasal mücadeleyi geliştirip güçlendir­
mek için her zamankinden daha elverişlidir.
Son süreç, hayati bir politik sorun ekseninde ve müca­
delenin ateşi içerisinde, solda gerçek konumlara ve kimliklere
de ışık tutmuştur. Devrimci direniş çizgisiyle teslimiyet ve
i haneti ayrıştırmakla kalmamış, tutarsız ve kaypak ara güçleri
de gözler önüne sermiştir. Bu sağl ıklı bir ayrışma ve safiaş­
mayı hızlandıracak, yeni dönemde devrimci siyasal müca­
dele için ayrıca bir olanak olacaktır.
Yeni bir yıla, devrim mücadelesini yeni bir düzeye çıkara­
cak imkan t arla ve bunları en i yi biçimde kullanacağımıza
duyduğumuz kesin inançla giriyoruz. Devrimci kararlılığın
ve devrim davasına olan bağlılığın devrimci sınıf programına
ve çizgisine bağlanabilmesi ölçüsünde, ödenen bedeller ve
yapılan fedakarlıklar boşa gitmeyecek, geleceğe güvenle ve
başarıyla i lerlemek güvenceye alınabi lecektir.
İşçi smıft savaşacak, sosyalizm kazanacak!
Yaşasın devrim, yaşasm sosyalizm!
Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP)
1 Ocak 'Ol
222
Sars1c1 ve ayd1nlat1c1
gel işmeler
Son ayların olayları sarsıcı olduğu kadar aydıntatıcı da
oldu. Özell ikle zindan direni ş i eksen l i mücadele süreci ve
bunu izleyen katliam saldırıs ı , ikisi bir arada, siyasal tab­
loya ve yönelimlere olduğu kadar, siyasal güçler planında
gerçek konumlara, kimliklere, karakteriere de yeni açıkl ık�
l ar getirdi. Bu gelişmeler yalnızca devrimci mücadelenin
imkanlarına değil , yanısıra burjuva düzenin buna kar�ı ta­
hammü lsüzlüğüne de; yalnızca devrimci direniş çizgisinde
kararlılığa değil, sol reformisı ve liberal akımların, bunların
temsil ettiği ara güçlerin tutarsız, kaypak ve ikiyüzl ü ko­
num ve kimliklerine de bir kez daha ışık tuttu .
223
"Cezaevleri sorunu" ve
burjuvazinin acelesi
Haftalardır partimizin konuya ilişkin değerlendirmelerinde
bu sorunlar yeterli ölçüde işlendiği ve halen de işlenrnek­
te olduğu için, burada yinelernelere girrniyoruz. Devletin hüc­
re saldırısıyla burjuvazinin işçi sın ıfına ve emekçitere yö­
nelik sosyal yıkım saldırısı arasındaki kopmaz bağın son
gelişmelerle açık-seçik ortaya çıkmış olmasını, bu temel
önemde noktayı, burada bir kez daha vurgul amakla yetini­
yoruz.
B urjuvazi için bütün sorun, sosyal yıkım saldırıları altında
inleyen yığınların hoşnutsuzluğunun devrimci mücadele
çizgisine kaymasını engellemektir. B u hoşnutsuzluğu gidermek
olanaklı olmadığına göre hiç değilse tehlikeli patlamalara
dönüşmesini engellemek, çok değişik yol ve yöntemlerle ne
edip edip düzen kanall ar ı içerisinde tutmaktır. İşte bunun
temel güvencelerinden, olmazsa olmaz koşuJiarından biri de,
bir bütün olarak devrimci akımın ezilip etkisizleştirilmesi,
böylece en azından solun reformisı kesimleri gibi düzenin
icazet sınırlarına razı edilmesidir. Dahası burjuvazinin bunda
acelesi de vardır; işçi ve emekçilerin mücadelesi kontrol
edilebilir sınırları aşmadan, hele hele devrimci önderlikte
bir ilk anlamlı buluşmayı gerçekleştirrneden, bu alanda sonuç
almak istemektedir. Bunu başaramazsa, bu türden bir bu­
l uşmayı engelleyemezse eğer, gelişmelerin kontrolden çıka­
cağını, işinin bu noktadan sonra çok daha zor olacağını,
deneyimlerden hareketle çok iyi bilmektedir.
Hücre saldırısındaki aşırı ısrarın ve bu saldırıyı başanya
ulaştırmak için toplu katliamlara varan acımasızlığın, "ce­
zaevleri sorunu" olarak kodladığı alanda bir an önce so­
nuç almak i stemesinin gerisinde, işte bu türden bir temel
sınıfsal-siyasal amaç ve hedef vard ır. Son olayların ayan224
beyan görülür hale getirdiği temel gerçek budur. işbirlikçi
burjuvazinin en deneyimli temsilcilerinden olan ve ömrü­
nün bu son evresini ona unutulmayacak hizmetlerde bulun­
maya adayan Ecevi t ' in "cezaevleri sorunu"na ilişkin veciz
ifadeleri, bütün bunları her türlü tartışmanın ötesinde za­
ten ortaya koymaktadır. Daha önceleri "içeriyi kontrol ede­
mezsek dışarıyı hiç edemeyiz" diyen bu yeminli sol ve dev­
rim düşmanı; katHarnın hemen ardından ve bir yeni yıl mesajı
olarak, "cezaevleri sorununu" güya artık nihayet çözmüş ol­
mayı, "geleceğe umutla bakma"nın en temel gerekçesi olarak
ortaya koyabilmiştir. Bu sözler asl ında herşeyi özetlemek­
tedir.
Sosyal y1k1mm siyasal sonuçlarma
haz1rlık
Bu temel gerçeğin ışığında, Türkiye 'nin direnişe ve katlİa­
ma eşlik eden güncel gerçeklerine kısaca yeniden bakal ı m .
Sürekli yenilenerek v e böy lece daha da ağırlaştırıl arak
birbirini izleyen sosyal yıkım saldırıları, düzenin işçi sınıfı
ve emekçilere karşı bugünkü konum ve tutumunu özetle­
mektedir. Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarının ağır
faturası sürekli olarak i şç i sınıfı v e emekçilere ödetilmek­
tedir. işbirlikçi burjuvazinin çözümsüz sorunlara biricik çö­
zümü budur, bundan farklı bir alternatifi de yoktur. Ken­
disi bunu v e bunun yaratacağı sosyal ve siyasal sonuçları
çok iyi bildiği için, sürekli bir biçimde siyasal sahneye çeki
düzen vermeye çalışmakta, baskı ve terör aygıtlarını güç­
lendirmekte, bunu yasal önlemlerle tamaml amakta, tüm
bunlan11 asıl nedeni olarak da muhalif olan her sesi boğmaya,
her akımı ezip etkisizleştirmeye çal ışmaktadır.
Öte yandan, sosyal yıkım saldırılarına karşı sık sık tek­
rarlanan kitle hareketliliği, işçi ve emekçi kitlelerdeki hoş225
nutsuzluğu ve mücadele arzusunu ortaya koymaktadır. B u
mücadele artık tüm emekçi ve ezilen toplum katmaniarına
yayılmış bulunmaktadır; işçilerden memurlara, kent yoksul­
larından kırsal emekçilere, öğrencilerden doktorlara ve mühen­
disiere kadar, hemen tüm kesimleri şu veya bu biçimde kap­
samaktadır. B u gelişmelerin de etkisi altında, giderek yeni
bir sol aydın ve sanatçı d uyarlı l ığ ı gel işmekte, çürüyerek
düzene ve devlete yamanmış durumdaki geleneksel aydın
kesimi bir yana itilerek kendini hissettirmektedir. Tüm bunlar
bugünün Türkiye'sinde emekçi tabanına dayalı yeni bir sol
hareketlenmenin, giderek devrimci gelişmelerin zeminini
günden güne güçlendirmektedir.
Fakat, devrimci bir önderlikle buluşamamak, böylece so­
luklu ve devrimci bir mücadele ç i zgisinde ilerleyememek,
mevcut kitle hareketinin halihazırdaki en temel sorunu ol­
maya da devam etmektedir. Zaman zaman büyük öfke bi­
rikimleri halinde kendini açığa vuran, hızla yaygınlaşan, ama
çok geçmeden de sonuçsuz kalarak geri çekilen k i tle eyle­
lilikleri çizgisi, giderek bir kısır döngü halini almakta, emek­
ç ilerde çaresizlik ve umutsuzluk duyguları yaratmaktadır.
B una seyirci kalmanın ötesinde bu durumu bilerek yaratan
sermaye uşağı sendikal bürokrasi ile bazı emekçi örgütle­
rinin tepesine çöreklenmiş reformistlerin emekçi hareketi­
ne e n büyÜk kötülüğü ve burjuvaziye en büyük hizmeti de
bu olmaktadır.
B urju v azi de yıllardır tekrarlanan bu durumun çok açık
bir biçimde farkındadır. Temel zaafın nereden geldiğini çok
iyi bilmekte, bunu süreklileştiren önlemler almaktadır. Dev­
rimci bir önderlikle, onun yol gösterici d e vrimci ç i zgi­
siyle, kararl ı ve militan bir devrimci pratik yönlendiricilikle
birleşemediği sürece, kitle hareketinin yaşamakta olduğu bu
kısır döngüyü aşamayacağını açıkça görmektedir. Dahası,
sınıf ve emekçi hareketi bünyesindeki uşakları tarafından
226
buna bilinçli olarak mahkum edildiğini de bilmektedir.
Devletin "Siyaset Belgesi, ve
reformist akımlar Için düzlenen zemin
Bu nedenledir ki, bir yandan emekçi hareketi içindeki
,
uşaklarını her yolla desteklerken; öte yandan tüm potansi­
yel devrimci önderli k güçlerini ezip etkisizleştirmeye çalış­
maktadır. Devrimci harekete soluk aldırmamaya dayalı
sistematik saldırısı bundan dolayıdır. B urjuvazi, bu çerçe­
vede çok hesaplı bir tutumla hareket etmektedir. Baskı, terör
ve işkenceyle, kanl ı katliamlarla ve hücre saldınsı ile di­
reniş çizgisini kırmaya ve böylece kitleleri de terörize edip
yıldırmaya çalışmaktadır.
Bu çabanın kendil iğinden bir sonucu, meydanın gitgide
daha çok reformİst akımlara kalmasıdır. Böylece devrimci
mücadeleye akan yeni güçler bu akımlar tarafından düzen
zeminlerinde tutulmakta, reformİst sol politikalar eksenin­
de çürütülüp kötürümleştirilmektedirler. Fakat bu kendiliğin­
den bir sonuç olmanın ötesinde, burjuvazinin, onun adına
ülkeyi yönetenlerin çok bilinçli bir tercihidir. B u , devletin
temel politika v e terc i hlerini içeren "Milli Güvenlik Siya­
set Belgesi"nin açık biçimde tanımladığı bir temel devlet
politikasıdır. Sorun burada, devrimci olanın ezilmesi ve "ılımlı"
olanın düzene entegre edilmesi olarak formüle edilmiştir.
Dolayısıyla, işçi ve emekçi hareketinin bugünü ve geleceği
için hayati bir önem taşıyan hücre saldırısına karşı üstüne
düşenleri pratikte yapmaya yanaşmayan; dahası, içlerinden
bazıları daha katliam ve d i re niş sürüyorken meydan artık
bize kaldı diye yazacak kadar kendinden geçen reformisı
sol u n
konumuna
ve
m i syonuna,
devletin
" S i yaset
Belgesi"ndeki temel tercihleri üzerinden de bakılabilmelidir.
Katliamlara ve sistematik i şkenceye rağmen zindanlarda
227
kınlamayan devrimci direniş, düzeni n ve emekçi hareketi­
nin durumu, devletin amaç, hedef ve tercihleri ile ilgili bütün
bu temel gerçeklerin açık bilincine dayanmaktadır. Devrimci
tutsaklar, burjuvazinin devrimci hareketi ezerek toplumsal
muhalefeti teslim alma, ülkeyi kendileri için dikensiz bir
gül bahçesine çevirme hesabını ve hedefin i çok iyi bilmek­
tedirler. B unu boşa çıkarmada kendi lerine düşen tarihi
değerdeki sorumluluğa da bu bilinçle yaklaşmakla, bu ne­
denledir ki, bunun gerektirdiği daha ağır bedelleri ödemeye
hazır olduklarını ortaya koymaktadırlar.
Ayrıştiran ve sanaştaran
devrimci direniş
Zindan direnişinin ateşiediği ve günden güne büyüyen bir
dalgaya çevirdiği hücre karşitı kitle mücadelesi dönemin­
de, en radikalinden bayağı liberali ne kadar sosyalist olmak
iddiasındaki tüm sol güçler, ilerici kişi, çevre ve kuruluşlar,
hücre saldırısının ne demek olduğu, onun başarı sağlamasının
ne anlama geldiği konusunda az-çok açık bir fikre sahip
görünüyorlardı .
Oysa katliam sonrasında ve katl iam a rağmen zindan di­
renişi güçlenerek sürüyorken, bu temel gerçeği unutmuş
gözüküyorlar. Elbette gerçekte kimse bir şey unutmuş değil.
Sözkonusu olan; burjuva düzenin karşı saldırısı karşısında
sinmek, faşist teröre boyun eğmek, böylece işçi sınıfının
ve emekçilerin geleceğini i l gilendiren temel önemde bir
çatışmada devrimcileri yüzüstü bırakmaktır. Hücre karşıtı
mücadele yükseliyorken, bu yükselişin suyundan giderek
siyasal prim yapmaya çalışanların, faşist terörle bu müca­
delenin ezilmek istendiği bir sırada köşelerine çekilmeleri,
sol hareketin reformi sı kesimlerinin konumuna, kimliğine
ve karakterine bir kez daha ışık . tutmuştur. Bir kez daha
228
açığa çıkmıştır ki, çelişkiterin derin ve dolayısıyla çatışmanın
sert ve acımasız olduğu bu ülkede bu akımların geleceği
de yoktur. Bu, şu son ayların en önemli açıkl ıklarından biri
olmuştur.
Son ayların temel çatışması , 28 Şubat elesenindeki Ke­
malist ve devletçi solu yüzündeki maskeyi tümüyle indi­
rerek katliam destekçi l iği eşliğinde devletten yana saf tut­
maya iterken, Kürt hareketini belli sınırları içinde yeniden
Türkiye devrimci hareketine yakınlaştınnıştır. Direnişin ayrış­
tıran ve saflaştıran rolü kendini burada da etkil i biçimde
göstenniştir. 28 Şubat solu artık herşeyiyle düzenin bir parçası
ve devletin bir uzantısıdır. Perinçek'in toplu bir faşist katliama
alkış tutacak kadar soysuzlaşıp alçalan İP'i artık karşı-dev­
rimin i leri bölüklerinden biridir, buna uygun söylem ve dav­
ranışlar içerisindedir ve bunun gerektirdiği bir tutumun ve
mücadelenin konusu olmal ıdır.
Kürt hareketinde yeni arayışlar
Kürt hareketi ise kısm i ve henüz son derece iğreti bir
olumlu yönelim göstennektedir. Bu zindan direnişi ile birlikte
bel irginlik kazanmakla birlikte, asıl olarak, düzenin Kürt
sorunundaki çözümsüzlüğü ve bu çözümsüzlüğün de bir so­
nucu olarak, İmralı çizgisinin hızlı çöküşünün bir sonucu
olmuştur. İmralı çizgisiyle birlikte tüm temel ulusal demokratik
taleplerden vazgeçildiği halde, sorun salt bir kimlik ve kültürel
hak kırıntılarına indirgendiği halde, rejim bu sınırlarda bir
çözüme bile yanaşmamış, sorunun çözümünü inkar politikasını
sürdünnekte ve Kürt hareketini tümden ezmekte görmüş­
tür.
B ugünkü durum budur ve doğal olarak İmralı çizgisini
resmen kabul etmiş bir PKK bile bunu hiçbir biçimde ka­
-bul etmemekte, bu inkar ve imha yönelimine karşı kendi229
ni savunmakta ve yeni çıkı� yolları aramaktadır. B u arayışla­
rın gücü ve sınırları konusunda henüz bir açıklık yoktur.
İmralı ile girilen yeni yönelim hala resmi çizgi olarak korun­
maktadır. Fakat rejimin katı ve esnemez tutumu, dahası Kürt
hareketini yoketme hesabı farklı arayışları da kaçınılmaz bi­
çimde zorlamaktadır.
Zindan direnişi ve katliamının yarattığı sarsıntı ortamında,
Kürt hareketinin direnişe sahip çıkması ve katliama tavır
alması, bu çerçevede anlaşılır bir durumdur. Nedenleri ve
halihazırdaki zayıflığı ne olursa olsun, buradan doğan im­
kanları devrimci siyasal mücadele için bir kazanım olarak
değerlendirmek gerektiğini partimiz, bu eğilim kendini hisset­
tirdiği andan itibaren sık sık açıkça vurgulamıştır.
Kitlelere, sınıfa ve emekçilere!
••
Hep yineleyegeldiğimiz gibi, sermaye rej imiyle zindan
cephesinde ve hücre saldırısı üzerinden yaşanan çatışma, doğ­
rudan toplumsal muhalefetin kaderiyle ilgiliydi; bunun ge­
rektirdiği bir siyasal duyarlılık ve devrimci kararlılıkla ele
alınmahydı. Fakat tam da bu aynı nedenle, bu mücadele
ile sınıfın ve emekçilerin genel mücadelesini birleştirmek,
dahası bu mücadeleyi sınıf ve emekçilerin mücadelesinin
bir parçası haline getirmek de temel bir ihtiyaçtı. İhtiyaçtan
da öte bir zorunluluklu bu. Sorunu kendi içinde devrimci
tutsaklar ve devlet arasında bir çatışmaya indirgemek gibi
bir bakışaçısı zaafiyeti olmadığı halde, fiiliyatta böyle bir
görünümün bir ölçüde de olsun ortaya çıkması, yaşanabi­
lecek en temel zaaf, düşülebilecek en büyük tuzak olacaktı.
Katliam öncesi i ki aylık süreçte tüm ilerici kesimlerin
desteğinin açığa çıkarılması, giderek ilerici emekçi taban­
da bir ilgi ve duyarlılık yaratılması, bu zaafa ve tuzağa karşı
önemli bir imkandı. Yine de sorunu tümden çözmüyordu.
230
Genel mücadele ile zindanlar cephesindeki mücadele arasın­
da rahatsız edici bir mesafe kalmaya devam etti. Katliam­
dan sonra ise bugün bu mesafenin çok daha büyümesi tehlikesi
doğmuş bulunmaktadır.
Bundan çıkan bazı sonuçlar ve bu sonuçların işaret ettiği
yaşamsal görevler var. Zindanda sürmekte olan ve en kri­
tik evresine gelmiş bulunan mücadelenin anlamı ve önemi
ne olursa olsun, sınıf mücadelesi görevlerine bütünlüğü üze­
rinden yaklaşmalı, sınıf ve emekçi hareketine karşı görev­
Ierimize en etkin bir biçimde sarılmalıyız. Sermayenin sınıfı
ve emekçileri bunaltan saldırısı ile girmekte olduğumuz ba­
har dönemi, bu alandaki sorumluluklarımızı ayrıca yakıcı
hale getirmektedir. Her iki mücadele cephesini bağdaştırmak,
giderek birbirine bağlamak durumundayız. En kritik safhasına
ulaşmış bulunan zindan çatışmasına ilişkin yakıcı görevle­
rimizi, sınıf ve kitle çalışmasının ihmal edilemez ve erte­
lenemez görevleriyle birarada ele almak durumundayız.
B unlar pratikte sanıldığı kadar biribirinden uzak ya da
kopuk görevler de değil. Bunun böyle sanılmasının geri­
sinde, zindan direnişine duyarlılık yaratmak ve destek oluştur­
mak sorununa doğru yaklaşamamanın da belli bir rolü var.
Bu duyarlılık ve destek, duygu ve v icdandan yoksunluğunu
şu son süreçte yeniden göstermiş bulunan resmi kamuoyunda
ya da çüıiimüş, henüz çüıiimemişse bile sinmiş bir konumdaki
sendika ve kitle örgütleri bürokrasisinde değil , fakat işçi­
ler ve emekçiler arasında yaratılmak durumunda. Çalışma
alanımız da, hedef kitlemiz de dolaysız olarak işçi sınıfı
ve emekçi kitlelerdir.
En yakıcı sorunları ve ihtiyaçları üzerinden sınıfa ve emele­
çilere giderken, onlara seslenirken, bugünün en yakıcı si­
yasal çatışmasının anlamını ve önemini de onlara anlatacağız.
Duyarlılıklarını geliştirmeye ve desteklerini büyütmeye çalışa­
cağız. Bizim için gerçek umut kaynağı, bundan da öte gerçek
231
siyasal yaşam alanı, işçi sınıfı ve emekçilerden başkası de­
ğildir. B uradaki etkİmizi ve desteğimizi büyütıneden şim­
diki yalnızhğımızı ve güçsüzlüğümüzü kırmanın olanağı yok­
tur. Devrimci mücadele fabrikalardan, atölyelerden, işçi-emek­
ç i semtlerinden geliştirHip güçlendirilebilir ancak. Zindan
direnişi döneminde kamuoyu duyarlılığı yaratmak ve geliştir­
mek adına, kendi gerçek alanlarımızın biraz fazla uzağına
düştüğümüzü görmeli , bu duruma bir an önce son verme­
liyiz. Tüm güç ve olanaklar değilse bile, bunun onda do­
kuzu doğrudan işçi ve emekçi çalışmasına yöneltilmelidir.
Bahar dönemi, bunun gerektirdiği özel yoğunlaşma, bu çer­
çevede bahar kampanyası, buna vesile olmalıdır.
(Ekim , sayı : 220, Şubat 2001 , başyazı)
232
Düzenin krizi ve devrimci
s1n1t alternatifi
Kasım'da yaşananı iki ay arayla izleyen Şubat krizi, 1 4
aydır uygulanmakta olan İMF-TÜSİAD saldırı programının
iflasını belgeledi. Bu resmen de ilan edildiği için konunun
tartışmaya açık herhangi bir yanı kalmadı. Saldırı programının
iflası, bunun ortaya çıkardığı ekonomik ve mali yıkım tablosu,
ekonominin çöküşü, bundan da öte ülkenin iflası olarak ni­
teleniyor yaygın biçimde.
İflas eden gerçekte Türkiye kapitalizmidir, ona dayanan
burjuva sınıf egemenliği sistemidir. iflası bir kez daha bel­
gelenen, son 40 yılın kısır döngüsüdür. Son yirmi yıldır ara­
lıksız uygulanan ve emekçiler için yaşamı çekilmez hale getien
tüm politikaların yeni bir düzeyde iflasıdır bugün yaşanan.
1 2 Eylül askeri faşist darbesine ve onu izleyen fakat koşulları
hiç de onu aratmayan faşist baskı ve terör rejimine rağmen,
233
son yirmi yıldır bu engelsiz siyasal koşullarda uygulanan
sonuçta Türkiye kapitalizminin yapısal sorun­
larına çözüm olamamıştır. Çözüm olmak ya da hiç değilse
bu sorunları bir parça hafifletmek bir yana, tam tersine, bir­
birini izleyen saldırı programları yıldan yıla daha ağır sorunlar
biriktirerek, ülkeyi bugünkü iflas noktasına getirmiştir.
hiçbir re ç ete
,
Uygulaması kadar çöküşü de
emekçilere fatura
Uygulandığından beri işçi sınıfına ve emekçitere ağır bir
fatura ödeten saldırı programı, çöküşüyle tüm emekçitere
ayrıca ağır bir fatura çıkardı. Yapılan devalüasyonla işçi­
ler ve emekçiler bir anda yüzde 40 oranında roksullaştılar.
Dış borç yükü aynı oranda arttı. Yeni zamlar, vergiler ve
işten çıkarmalar birbirini izledi, izliyor.
Bu kadarla da değil. Çöken program yerine şu günler­
de "ulusal program" yaftasıyla sunulan, gerçekte ise eski
İMF programının daha da ağırlaştırılmış versiyonundan başka
bir şey olmayan yeni bir saldırı programı gündemde. Krizden
çıkış adına gündeme getirilen bu yeni saldırı programı işçi
sınıfı ve emekçitere daha ağır bir fatura ödetme hazırlığı
anlamına gelmektedir. Ortalığı kaplayan "ulusça fedakarlık"
gürültüsüyle bunu burjuva düzen çevreleri de açıkça dile
getirmektedirler.
Bu ülkenin işçileri ve emekçileri son 20 yıldır bu "ulus­
ça fedakarlık" yalanının ne anlama geldiğini artık çok iyi
bilmektedirler. Öncesi bir yana, 24 Ocak Kararları 'ndan beri
her yeni kriz programı işçi sınıfı ve emekçitere hep de bu
"ulusça fedakarl ık" yalanıyla dayatılmıştır. Ama sonuç hep
de, işçi ve emekçilerin katmerleşen iktisadi ve sosyal yıkımı,
buna karşılık işbirlikçi burjuvazi ile emperyalist sermaye­
nin katmerli sömürüsü, vurgunu ve soygunu olmuştur.
234
Türkiye'ye çıkaralan iktisadi ve
siyasal fatura
İşçi sınıfı ve emekçiler için iktisadi ve sosyal yıkım an­
lamına gelen her kriz, ortaya tüm ülke için de her sefe­
rinde daha da ağırlaşan bir ekonomik ve siyasal fatura çıkar­
maktadır.
Ekonomik cephede bu; borç köleliğinin ağırlaşması, em­
peryalist sermayenin borsalar üzerinden milyarlarca doları
bulan büyük vurgunları, özelleştirmelerin hızlandırılması adı­
na stratejik öneme sahip en kar lı i şletmelerin haraç-mezat
ele geçirilmesi v b. anlamına gelmektedir. Ülke ekonomisi
ve maliyesinin kontrolü gitgide daha doğrudan biçim ve iliş­
kiler i çerisinde emperyalist merkezlerin eline geçmektedir.
Ülke ekonomisi ve maliyesi bir süredir aylık periyod­
lara varan denetimlerle zaten bu merkezler adına hareket
eden İMF'nin eline geçmişti. Gelinen yerde bu, emperya­
list finans merkezlerinden Türkiye ' ye doğrudan "ekonomi­
nin patronu" bakanlar atamaya kadar varmıştır. Dünya Ban­
kası ' nın, aynı anlama gelmek üzere Amerikan emperyaliz­
minin bir maaştı görevlisi, "kurtarıcı adam" propagandası
eşliğinde bugün fiili başbakan konumuna getirilmiştir. Bunu
Ankara'daki ABD büyükelçisinin hükümet işlerinin ve ka­
rarlarının fiili müdalıili haline gelmesi tamamlamaktadır. B u
kadarla d a değil. Amerikan tekelc i basınında bazı yazarlar
bugün artık, ABD başkanının Türk hükümetine bir "siya­
sal danışman" ataması gerektiğinden bile sözedebilmekte­
dirler. Herşeyini dışardan gelen kredilere ipotek edenlerin
yakında bu türden bir ihanete de razı olmaları şaşırtıcı olma­
yacaktır.
Bu gelişmeler, İMF reçetelerinin ve ona eşlik eden krizler
dizisinin ülkeye siyasal faturasını da kendiliğinden vermek­
tedir. Türkiye'nin ekonomisine ve maliyesine daha doğrudan
235
hükmeder hale gelenler, büyük boyutlara ulaşmış dış borç­
ların alacaklıları ve sermaye iktidarının krizden çıkmak adı­
na dilendiği yeni borç kaynaklarının vericileri olarak, ülke­
nin siyasi yaşamına ve kaderine de daha doğrudan ve daha
pervasızca müdahale edebilir konumlar kazanmaktadırlar. ABD
büyükelçisinin başbakanı kendi konutunda kabul eder hale
gelmesi, bu utanç verici olay, ilişkilerin yeni biçimi ve seyri­
nin de son derece açıklayıcı simgesel bir göstergesidir.
Buna denk düşen güncel bir uygulama ise, tam da Irak'la
ilişkilerde güya normalleşme sürecinin yaşandığı bir sırada,
Türk makamiarına danışma ihtiyacı duymaksızın İncirlik'ten
kalkan ABD uçaklarının lrak'ı keyfi biçiminde bombalaması
olmuştur. Türk iye'yi yöneten siyasi ve askeri çevrelerden
buna karşı göstermelik bir çift söz bile edilememiştir. Edile­
mez de; dayandıkları ekonomi, ABD'nin her seferinde misliyle
geri aldığı ve alacağı 5- 1 0 milyar dolarlık kredilere muhtaç
hale gelmiş bir müflis düzenin işbirlikçi uşak takımından
bu zaten beklenemez.
Emekçilerin kaderi ile ülkenin
kaderi içiçedir
B ütün bunlar birarada, Türkiye'nin emperyalizme köle­
ce bağıml ıl ığının yeni boyutlar kazanması demektir. Tür­
kiye'nin ekonomisini ve maliyesini içerden ele geçirenler,
ona, iç ve dış politikada da kendi çıkarlan ve ihtiyaçları
doğrultusunda daha doğrudan h ükmetme olanakl arına da
gitgide daha çok kavuşuyorlar.
Bugünün Türkiye 'sinde, sonuçta yağmasalar da yine de
yeri geldikçe AB 'ye karşı esip gürleyen ordu, hükümet, par­
lamento ve düzen partilerinden hiçbirinin ABD emperya­
l izminin dayatmalarma karşı göstermelik olarak olsun tek
kelime etmemeleri, edernemeleri ibret vericidir. Türk bur236
juvazisi, onun tüm kurum ve kuruluşlarıyla dayandığı bütün
bir düzen cephesi , kaderini tam olarak ABD emperyaliz·
mine bağlamtş, ona ipotek etmiş, onun kulu kölesi haline
gelmiştir. ABD patentli İMF programlannın "Ulusal pro­
gram" olarak sunulması, bu ülkenin maaşlı memurlarının
Türkiye 'ye "ulusal kurtarıcı" olarak getirtilip hükümetin
tepesine oturtulmast bundan dolayıdır. Tüm kurum ve kuru­
tuşları yl a düzen cephesi, tam bir ulusal ihanet cephesidir .
Son gelişmeler bunu yeni bir düzeyde teyid etmiştir.
İşçi sınıfı ve emekçileri Cumhuriyet tarihinin en büyük
iktisadi ve sosyal yıkımına uğratan gelişmelerin, öte yan­
dan Türkiye 'nin emperyalizme kölece bağımlılığının yeni
boyutlar ve daha doğrudan biçimler kazanmasıyla elele git­
mesi, son derece açıklayıcı bir nesnel olgudur. Bu, işçi sınıfı
ve emekçilerin kaderiyle ülkenin kaderinin içiçe geçmesi­
nin bir göstergesidir. Aynı olgu, toplumsal olanla ulusal ola­
nın içiçe geçmesi, bu iki alandaki mücadelenin ve çözü­
mün birbirini tamamlaması, organik bir bütün oluşturması
olarak da kavranabilir.
Güncel planda bu, işçi sınıfı ve emekçileri yıkıma uğratan
programlara karşı mücadele edilmedikçe emperyalist köle­
liğin ağırlaşmasına set çekilemeyeceği anlamına gelir. Stratejik
planda ise aynı olgu, i şç i sınıfı ve emekçilerin temel çıkar­
Ianna ve iktidar mücadelesine bağlanmayan bir anti-emperya­
list mücadeleni n kurulu düzeni aşamayacağı, onun büyük
ölçüde gerici ütopik burjuva milliyetçi bir alternatifi ol­
maktan öteye giderneyeceği anlamına geli r·. B ugünün
Türkiye'sinde bu tür bir altematifin sınıfsal ekseni ve taşıyıcısı
olabilecek bir burjuva sosyal katman bulunmadığı için de,
bu sözde alternatifin herhangi bir çözüm üretme şansı ol­
mak bir yana sınırl ı ölçüler içinde bir gerçekleşme olanağı
bile bulunmamaktadır. B irçok açıdan bir geçiş dönemi olan
'60'1ı yıllarda dahi havada kalan ve trajik biçimde sonuçlanan
237
bu türden burjuva milliyetçi hayalleri, Türkiye'nin son 40
yıllık sosyal evrimi ve dönüşümünün ardından bugün daha
geri bir düzeyde sözde "ulusal program" alternatifi diye piya­
saya sürenleri, yalnızca daha ağır bir hayal kırıklığı beklemek­
tedir. ' 60'lardaki uluslararası koşullar herşeye rağmen bu
türden arayışlara bir ölçüde elveri ş l i ydi. B una rağmen
'60'larda sonuç trajik olmuştu, oysa bu kez traji-komik bile
olamayacaktır.
Sorumlu işbirlikçi burjuvazidir; onun
sınıf düzeni ve siyasal iktidarıdır
Ş imdilerde son krizin gerçek sorumluları üzerine hara­
retli tartışmalar var. Krizin patlak verdiği günlerde 14 aydır
uygulanan İMF programının iflası genel kabul gördüğü için,
krizin sorumlusu olarak İMF ve ona körü körüne itaat eden
hükümet gösteriliyordu. Emekçi kitlelerde İMF' ye ve hü­
kümete karşı büyüyen öfke de gözetilerek, bunun böyle ol­
duğu sermaye çevreleri tarafından bile bir biçimde ifade edil­
mekteydi. Doğal olarak reformİst sol partiler ile sendika bü­
rokrasisi de bu koroyu tamamlamaktaydı. B una bir an için
sorumluluğu İMF'ye yükteyerek kendi cephelerinden hükü­
met temsilcileri bile k atıldılar.
Fakat çok geçmeden tekelci sermayenin tam denetiminde
ve onlar üzerinden emperyalist merkezlerin hizmetindeki
tekelci sermaye basını, · sorumluluğu yalnızca hükümete yük­
leyerek İMF'yi aklama operasyonu başlattı. " Ulusal prog­
ram" yaftası asılsa da gerçekte eski İMF programının ağır­
laştırılmış bir yeni versiyonu olduğu herkesçe bilinen ve
bizzat İMF'nin onayına sunulacak olan yeni saldırı progra­
mını meşrulaştırmak için gerekliydi bu. Öte yandan, biz­
zat İMF başkan yardımcısı tarafından hükümete dayatılan
Kemal Derviş'i "beceriksiz hükümet" karşısında bir kurtarıcı
238
.
olarak sunmak, böylece onun fi ili başbakan konumunu pe­
kiştirmek için bu aynca gerekliydi. Ve nihayet, krizin sorum­
lusu i l an edilerek iradesi tümden tesl i m alınan hükmete
İMF'nin yeni programım olduğu gibi onayiatmak da böy­
lece kolayiaşmış olacaktı.
Reformist sol ile, şu sıralar onunla aynı dili kullanarak
İMF programına karşı alternatif bir "ulusal program" ihti­
yacını dillendiren sendika bürokrasisi ise, krizin başlan­
gıcındaki yaygın söyleme bağlı kalarak, hem hükümeti hem
İMF'yi, doğal olarak özellikle İMF'yi ve onun dayatmalarma
kölece boyun eğdiği için de hükümeti suçlamakta ve sorum­
lu olarak göstermektedir. Fakat nedense hiçbirinin aklına,
yapısal bozuklukları ve bunun yansıması olan krizleriyle Tür­
kiye kapital izminin kendisi, buna dayanan sınıf, ordu ve bü­
rokrasisiyle bu sınıfa hizmet eden devlet bir türlü gelme­
mektedir.
işbirlikçi tekelci burjuvazinin sınıf egemenl iği, bu ege­
menlikten ayrı düşünülemeyecek olan emperyalizme köle­
ce bağımlılık, yapısal krizlerin , bu krizierin ürettiği sonu
gelmez faturaların, bu faturaların işçi sınıfı ve emekçile­
rin yaşamında yarattığı ağır yıkımların temeldeki gerçek ne­
deni ve dolayısıyla sorumlusudur. Birbirini izleyen krizlerle
iflası belgeleneo tam da Türkiye kapitalizmi, onun sınıfsal­
siyasal düzenidir. Bu sınıf egemenliği sistemi yıkılmadıkça
ve onun dayandığı emperyal ist kölelik zincirleri parçalan­
madıkça, krizler ve emekçitere ödetilen faturalar birbirini
izleyecektir. B unun emekçilerin yaşamında ağır yıkımiara
dönüşmesi ise, ancak sınıf mücadelesinin gücüyle şu veya
bu ölçüde. sınırlanabilecektir, fakat her halükiirda ortadan
kaldırılamayacaktır. Tüm bu söylenenler, krizierin ülkeye
çıkardığı iktisadi, mal i ve siyasi faturalar için de geçerli­
dir; k i bu kon u, krizle birl ikte gündeme gelen alternatif
programlar çerçevesinde apayrı bir önem taşımaktadır.
239
'60'h y11ların burjuva liberal
ha yallerine daha geri bir
noktadan dönüş
Türkiye neredeyse yarım yüzyıldır çözümsüz sorunlarm
ve yapısaJ bunalımların pençesinde k ıvranıyor. Her yeni dö­
nem bir öncekini aratıyor. B undan altı yıl önce, S Nisan
saldırısına yolaçan bunalımı "Cumhuriyet tarihinin en büyük
bunalımı" ilan edenler, bugün bir adı m daha ileri giderek
ülkenin iflas ettiğini söyleyebiliyorlar. Gerçekte iflas eden
bir sınıf egemenliği sistemidir. Günden güne daha baskıcı
ve kanlı bir siyasal rejime dayanarak işleri götürme gay­
retinin gerisinde de zaten bu aynı gerçek yatmaktadır.
B ugün tüm sol çevrelerde ve toplumsal muhalefet saf­
l arında yaygmlaşan "alternatif program" tartışmalarını, bu
iflası bir biçimde algılamanın ve bunun körüklediği arayışla­
rın bir ürünü saymak gerekir. B u açıdan olumlu bir belir­
tidir sözkonusu olan. B ununla birlikte aranan, düzene değil
de düzenin uygulamakta olduğu belli bir politika biçimine
bir alternatif olduğu ölçüde, bu arayışlar, kurulu düzeni kendi
temelleri üzerinde sözümona daha sağlıklı bir yapıya ka­
vuşturmak ·gibi burjuva mill iyetçi ve gerici-ütopik çözüm­
lere bağlanmaktan öteye de gidememektedi r. Bu açıdan
Türkiye'nin refonnist solu, '60'1ı yılların liberal ütopyalarını
daha geri ve gül ünç bir düzeyde yeniden güncelleştirmek
için şu günlerde hummalı bir çaba içerisindedir.
Burjuva milliyetçi hayaller:
İP
ve
EMEP
Refonnist solda bu çabanın başını Perinçekçi İP ile EMEP
çekiyor. İP bu konuda orduyu savunma arsızlığı içerisinde
fazlasıyla cüretl i, EMEP ise örtü1 ü ve utangaç bir konum240
da. İlki, Perinçekçi İP, Cu m hur iy et in başlangıç dönemle­
rini referans vererek, kalkınmaya ve sanay ile�meye day alı
sözümona halkçı bir milli kapital izmi açıkça formüle edi­
yor. Buna da "Mustafa Kemal'in sınanm1ş ve başanlar kazan­
miŞ ulusal, devletçi, halkÇI plan/1 ekonomi programi " di­
yor. İkincisi, EMEP, solcu akademisyenlere başvurarak ve
ATO başkanı türünden asalak tüccar takımının iMF karşıtı
söylemlerine dayanarak, daha dolaylı bir biçimde aynı kapıya
ç ıkıyor. Böylece o da kendi cephesinden, çarpık olmayan,
üretime dayanan, istihdam yaratan ve kalkınınayı hedefleyen
bir "milli sanayi kapitalizmi" alternatifi propaganda ediyor.
Üretime, istihdama, sanayileşmeye ve dolayısıyla kalkınmaya
dayalı bu sözde "ul usal program" alternatifi, son kriz pat­
lak vereli beri sağlı-sonu tüm sendika bürokrasisinin de ortak
söylemi durumunda. Nitekim hemen tüm sendikal kuruluşla­
rın ortak imzasını taşıyan Emek Platformu açıklamaları da
aynı istemleri, dolayısıyla çözümleri tekrarl ıyor. "Rant eko­
nomisi yerine üretime dayalı ekonomi", bu çevrelerde ge­
nel kabul gören istem ve çözüm durumunda.
Tüm bu söylemler ve sözde çözüm arayışları , mevcut
durumu bir sınıf egemenl iği sistemiyle, buna dayalı sınıf
çıkarları ve tercihleriyle değil, fakat yanlış ve çözümsüz po­
litika tercihleriyle il işkilendiriyorlar ve karşılığında kendi­
lerince doğru ve çözücü politikalar önermiş oluyorlar. Sana­
yileşmeye ve kalkınmaya dayal ı, dolayısıyla gelirleri artıran,
i stihdamı sağlayan bir politik tercih bunun ifadesi oluyor.
Oysa kapital izmin temel işleyiş mantığı kara, dahası azaını
kara dayanır.
Bu Türkiye kapitalizminde de böyle olduğu içindir ki,
sermaye üretim, istihdam ya da sanayileşme türünden "ulu­
sal" ya da "sosyal" amaç ve kaygılar değil , azami kar ve
vurgun peşinde koşmakta, sonuç bugünkü tablo olmaktadır.
Bunda köklü bir değişiklik ancak üretim i lişkilerine ve onun
241
dayandığı sınıf egemenl iği sistemine devrimci bir müdahale
ile olanakl ı d ı r. B u olmadığı sürece, uluslararas ı finans
çevreleriyle i şbirliği ve kader birliği içindeki rant ve talan
ekonomisi yerine, üretime ve istihdama dayalı bir milli eko­
nomi, mevcut sınıf ilişkileri içerisinde boş bir hayaldir. Her­
şey bir yana, bunun dayanağı olacak m illici ve sanayici bir
burjuva katmanı bugünün Türkiye' sinde yoktur. B urjuvazinin
son krizle birlikte İMF'den hoşnutsuzmuş tavrı takınan ke­
simlerinin tutumunun gerisinde, "ulusal" ya da "sosyal" kay­
gılar değil, fakat krizin vurduğu ve elenmeyle yüzyüze bırak­
tığı burjuva sınıf kesimleri olmak olgusu vardır. Bunların
iMF'nin işçi sınıfı ve emekçitere yönel ik sosyal yıkım prog­
ramiarına gerçekte bir itirazı yoktur. Tek itirazları, patlak
veren krizlerin , kapitalist işleyişin doğası gereği kendile­
rini de vuruyor olmasınadır.
Üretime ve istihdama dayalı kalkınma ve sanayileşme
programı önerenierin l ügatında uluslararası organi k bağlan­
tısı ve yeri sınıf temeliyle bir Türkiye kapitalizmi değil ,
sınıf karakterinden yoksun bir "Türkiye ekonomisi" var. B u
durumda bütün sorun, sınıf dayanağından v e karakterinden
yoksun bu ekonomiyi kötü ellerden ve akibetlerden koru­
mak olarak ortaya çıkıyor. Perinçekçi İP bu gerici l iberal
yaklaşımı ifrata vardırıyor. Onlar için emperyalizme bin­
bir bağla bağlı bir Türkiye kapital izmi değil, fakat em­
peryalizmin şimdilerde küreselleşme saldırısıyla çökertıneye
çalıştığı bir "ulusal ekonomi" ve "ul usal pi yasa" var. Yine,
bu kapitalizm temeli üzerinde yükselen bir burjuva sınıf
egemenliği, bu egemenl iğin dayanağı olan bir burjuva sınıf
devleti ve ordusu değil, "ulusal devlet" ve "ulusal ordu"
var. "Ulusal" yaftası takılan bu devlete ve orduya dayanılarak,
yine "ulusal" yafta takılan "ekonomi" ve " iç piyasa" savu­
nulacaktır.
242
Sorunları mevcut düzeni a ş ma k
değil,
fakat islah edip düze çıkarmak
Bu gerici liberal düşünceleri uzun uzadıya tartışmanın
yeri burası değil. Fakat bunların tarihsel ve sınıfsal temel­
den yoksun l i beral ütopyalar olduğunu göstermek için, ta­
rihsel referanslarına işaret etmek bile kendi başına yeterli ­
dir. Tarihsel referans olarak sunulan "Mustafa Kemal 'in sı­
nanmış ve başarılar kazanmış" sözde halkçı politikaları, ne
denli böyle olduğundan bağımsız olarak, bell i tarihi koşul­
lar içinde, belirli bir sınıfın çıkarlarına ve ihtiyaçlarına yanıt
veriyordu. B u sınıf ve dayandığı ekonomik temel yokol up
buharlaşmadı , tersine, evrimini sürdürerek bir dizi gelişme
aşamasından geçti v e bugüne geldi. B u egemenliğin siya­
sal ifades i olan devleti ve bu devletin temel omurgası olan
ordusuyla birlikte. Onlar da ona paralel ve onun ihtiyaçlarına
denk düşen bir evrimden ve değişimden geçerek bugüne
geldiler. B undan dolayıdır ki, döne döne i flas eden İMF­
TÜSİAD programlarının başarıyla uygulanmasına cop ve dip­
çikle nezaret etmekte, bunun gerektirdiği her durumda işçi
sınıfına ve emekçilere, onların örgütlü devrimci kesimleri­
ne her türlü baskı ve zulmü reva görmektedirler. Bunun içindir
ki, her konuda uluorta konuşan, açıklamalar ve tehditler ya­
yınlayan NATO 'cu ve Amerikancı ordu, İMF dayatmalarma
ve programiarına tek kel ime etmemekte, İncirlik'in kulla­
n ılmasına ses çıkarmamakta, ABD 'nin Yugoslavya müdaha­
lesine şevkle katılmakta, A B D 'nin Ortadoğu 'daki hançeri
konumundaki siyonİst İsrail ile stratejik mihver kurmaktadır.
'60 ' l ı yılların bu konuda idealist tarihsel referansalara
dayalı duygusal yanılgıları, bilimin ve sosyal pratiğin yardı­
mıyla solda önem l i ölçüde aşıldı. '30'lu yılların zerre ka­
dar halkçı olmayan devletç i l iğinin hangi tarihi koşulların
ürünü olduğu ve egemen burjuva sınıfının o dönemki çıkar
243
ihtiyaçlarına nasıl uygun düştüğü, ideoloj ik olarak Ke­
malizmi aşamamı ş bilim insanlarının araştırmalarıyla bile
ortaya konuldu ve solun düşensel i lerlemesine dayanak oldu.
Bu konuda hayal kırıklıklarını ileriye doğru değil de geri­
ye doğru aşanlar, kurulu düzenle bütünleşmeyi seçtiler ve
içlerinden bazıları onun en utanmaz savunucuları haline
geldiJer
Belli bir tarihi dönemin koşullarından ve ihtiyaçlarından
doğmuş ve o dönem in egemen burjuva sınıfının çıkar ve
ihtiyaçlarıyla tam olarak örtüşmüş politikaları alıp sınıf ka­
raktednden soyutlayarak ve onlara olmadık işlevler atfederek,
bu anlamda tarihi de kabaca çarpıtarak, bugüne bir "ulu­
sal program" alternatifi olarak adapte etmeye kalkmak dü­
pedüz gericil iktir. Perinçekçi İP ve onun EMEP gibi utan­
gaç izleyicileri, '60'lı yılların yanılgıianna daha geri ve kaba
burjuva bir çizgiden geri dönüyorlar bugün. Son 30-35 yılın
ve
ilerici düşünsel birikimini, onun ifade ettiği ilerlemeyi bir
kalemde silmek istiyorlar.
Devrim konusunda tümüyle inançsız bu milli yetçi bur­
juva l iberal takımı, Türkiye kapitalizminin yarattığı bugünkü
sorunları ve açmazları ileriye değil , geriye, bugünkü nok­
taya varan .çıkış evresine dayanarak sözde çözmek istiyor­
lar. B u çerçevede gerici ve l iberal oldukları kadar hayalci
bir konumdadırlar da. Bu gerici liberal tutum, çözümsüz­
lükler ve krizler içerisinde debelenen Türkiye kapitalizmi­
ni aşmak yerine onu islah etmek ve .düze çıkarmak perspektifi
olarak da kendini gösteriyor.
Proletaryanın devrimci programı
tek çıkış yoludur
İşçi sınıfının sorunu, kapitalist ekonomiye ve dolayısıyla
burjuva sınıf düzeninin sorunlarına kendi i çinde, yani ka244
pitalist düzenin kendi tabanı üzerinde çözüm bulmak değil­
dir, olamaz. Onun sorunu, devrimci sınıf mücadelesini ge­
l iştirerek, bu ekonomiyi karakterize eden üretim i l i şkileri­
ni, bu i lişkilere dayanan sınıf egemenliği sistemini aşmaktır.
Dolayısıyla, devrimci . sınıf mücadelesini geliştirrnek ve dev­
rimci sınıf mevzilerini
çağaltmak yoluyla, bunu başaracak
1
koşullara zaman içerisinde ulaşmaktır. İşçi sın ıfı, düzenin
krizleri ve dolayısıyla mevcut kriz karşısında, ileri süreceği
temel ve taktik istemiere de bu bakışaçısıyla yaklaşır. Özetle
bu, devrime dayal ı devrimci sınıf bakışaçısı çizgisidir.
Bütün bu açılardan partimizin programı işçi sınıfının elin­
de gerçek bir silahtır. Teorik, stratejik ve taktik bölümler­
den oluşan bu bütünsel program, genel planda olduğu gibi
bugünkü kriz karşısında da işçi sınıfına devrimci bir bakış­
açısı ve davranı ş çizgisi sunmaktadır.
Programımızın teorik böl ümü, bugünün dünyasında ve
onun bir parçası olarak bugünün Türkiye'sinde egemen bulu­
nan temel ilişkilerin ve bu i l i şkilerin kaçını lmaz ürünü olan
iktisadi, sosyal ve siyasal sorunların açık ve net bir kavranışını
sunmaktadır. B ugünün Türkiye 'sinde emekçiler krizlerden,
emperyalist köleliğin bu krizierin yıkıcı etkilerini ağırlaştıran
sonuçlarından, işsizlik ve yoksulluktan, derinleşen gelir uçu­
rumundan, çok yönlü çürüme ve kokuşmadan acı çekmek­
te, tüm bunlara karşı öfke ve hoşnutsuzluk duymaktadır. Ye
programımızın teorik bölümü, tüm bu sorunların emperya­
list dünya sistemi ve kapitalist düzen ile organik ve öze
ilişkin bağım bütünsel bir açıkhk içerisinde sunmaktadır.
Programımızın stratejik siyasal bölümü ''Türkiye Devrimi"
başlığı taşımaktadır ve Türkiye kapital izminin siyasal , ik­
tisadi, sosyal ve kültürel cephede hangi temel alternatif çö­
zümlerle, hangi ilke ve esaslara bağlı olarak aşılacağını ortaya
koymaktadır. Programımızın bu böl ümü, bugünkü düzenin
işçi sınıfı na ve emekçilere yaşattığı derin sosyal ve siya245
sal acıların, ancak onun dayandığı sınıf egemenliği sistemine
ve onun gerisindeki emperyalist köleliğe köklü bir müdaha­
leyle aşılabileceğini saptamaktadır.
Fakat programımız sorunların kaynağını ve temel çözü­
münü vermekle de yetinmemektedir. Saptanan temel devrimci
hedefe bir anda ulaşılamayacağının açık bilinciyle, devrimci
teorik ve stratejik konumunu ve bakışaçısını, bu temel hedefe
zaman içerisinde ulaşmayı kolaylaştıracak ve olanaklı kılacak
devrimci bir taktik hatla da birleştirmektedir. Programımızın
"Acil Demokratik ve Sosyal istemler" ile "Emeğin Korunma­
sı " na ayrılmış bölümleri de işte bu işlevi görmektedir, bu
amaca yöneliktir.
Krizin bugünkü yıkıcı etkileri ve sermayenin onu izleyen
saldırıları karşıs ında, teorik ve stratej ik bölümleriyle orga­
nik bir bütünlük içerisinde kavranmak kaydıyla, programımı­
zın bu taktik bölümleri işçi sın ıfının ve emekçilerin elin­
de gerçek birer silahtır. Bu bölümler, partimizin şu gün­
lerde yükselttiği " Krizin faturası kapitalistlere!" şiarının so­
mutlanmış bir çerçevesini de vermektedir. Burada tek bir
istem gösterilemez ki, krizin yıkıcı etkileri ve İMF'nin yeni
saldırı programı karşısında, işçi sın ıfının ve emekçilerin
bugünkü can . alıcı istemlerine ve çıkarlarına denk düşmüyor
olsu n . İş gününden vergi sorununa, asgari ücretten parasız
eğitim ve sağlığa kadar bu böyle. Aynı şekilde, dış borçların
iptalinden temel demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması
istemine kadar bu böyle.
Bu istemler devrim hedefine bağlanan bir devrimci sınıf
bakışaçısıyla formüle edi lmişlerdir. ilgili bölümlerin girişin­
de de belirtildiği gibi, bu istemler uğruna mücadele, parti
·
için; "proleter ve emekçi yığınları etki/emeye, kendi özde­
neyimleri temelinde eğiterek devrim mücadelesine kazanmaya"
h izmet eder. B u i stemierin elde edilmesi mücadelesinde
k atedilecek her mesafe, işçi sınıfı ve emekçileri fiziki ve
246
moral yozlaşmadan korumakla kalmayacak, gerçek kurtu­
luş uğruna verilen mücadelede onlara savaşma gücü ve
yeteneği de kazandıracaktır.
Bütün bu açılardan, partimizin programı, yalnızca ge­
nel bir toplumsal devrim programı olarak kalmamakta, mü­
cadelenin taktik aşarnalarına da başarıyla yanıt veren dinamik
ve devrimci bir sınıf mücadelesi bakışaçısı da sunmaktadır.
Her toplumda ağır kriz dönemleri, partilerin ve program­
ların denenip sınanmasına da en uygun vesilelerdir. Parti­
miz kriz döneminde işçi sınıfının ve emekçilerin karşısına
güçlü bir biçimde çıkmak ve kitlelerin ve olayların sınama­
sından başarıyla geçmek istiyorsa, tam da bu dönemde prog­
ramını en etkin bir silah haline getirmeyi ve pratikte gereğin­
ce kullanmayı başarmak zorundadır.
Bu aynı dönem, kriz karşısındaki tüm sahte burjuva ya
da tutarsız küçük-burjuva programlarla, bunlara dayal ı sözde
"ulusal" ya da "devrimci" çözümler ya da ahernatiflerle he­
saplaşma dönemidir de. Bu hesaplaşma da, yine parti prog­
ramına etkin bir silah olarak dayanabilme ölçüsünde başarılı
olacaktır.
(Ekim , sayı: 221 , Mart 200 1 , başyaz.ı)
247
Geleceği kucaklamak için . . .
Ekonomik inasa siyasal iflas
tamamlıyor
Kısa siireli ve soluksuz bir patlama olarak bugün geride
kalmış olsa da geleneksel küçük-burjuva katmanların kriz
sonrasında sergiledikleri öfke ve hareketli l i k üzerinde du­
rulmalıdır. Kitle hoşnutsuzluğunun kapsam ve genişlik olarak
ulaştığı yeni düzeyin dikkate değer bir göstergesi sayılmalıdır
bu katmanların bile sokağa dökülebilmesi. Esnaflar ve kent
zanaatkiirları, büyük bir bölümüyle, küçük-burjuvazinin ge­
leneksel kesimini ve en tutucu katmanlarını oluşturmakta­
dır. Bu katmanlar, Türkiye'nin '60'Iı ve '70'1i yıllarda yaşadığı
iki büyük toplumsal hareketlenme ve devrimci yükseliş içinde
yeralmak bir yana, genel l ikle karşı-devrimin kitle dayanağı
olmuşlardır. Son kriz öncesi döneme kadar da bu kesim248
ler, geleneksel olarak gerici, şeriatçı ve faşist partilerin kitle
taba n ı d u rumunday d ı l ar. B ug ü n kapita l i st krizin ağır
yıkıcı etkileri karşısında bu kesimlerin bile öfke ve hoş­
nutsuzluktarım artık eyleme dökme noktasına varmaları, dü­
zenin kitle tabanında ciddi bir aşınmanın da bir gösterge­
sidir.
Krizin kendisi Türkiye'nin kapitalist ekonomisinin iflasını
belgelemişti. İşçi sınıfı ile kent ve kır yoksullarından öteye,
bugün geleneksel küçük-burjuva katmanların bile öfke ve
tepkilerini sokağa taşırarak hükümet ve düzen partilerinden
umut kestiklerini açığa vurmaları, sistemin siyasal i fl asına
da bir gösterge sayılmalıdır. Bir süred ir kamuoyu yokla­
maları aynı ortak sonuca işaret etmekte, kitlelerin parlamentoya
ve tüm düzen partilerine olan güvenlerini neredeyse tüm­
den yitirdiklerini belgelemektedir. Sözkonusu anketler, bu­
gün yapılacak bir seçimde, parlamentoda temsil edilen par­
tilerden hiçbirinin yüzde onluk baraj ı aşamayacağını orta­
ya koyuyor. Aynı şey parlamento dışında bulunan CHP tü­
ründen gerici düzen partileri için de geçerlidir. Siyaset sahne­
sini yeniden düzenleme oyununun bir parçası olarak da kul­
lanılan bu anketierin sonuçlarından öteye, bu olgu zaten
herkesçe bilinen bir gerçektir.
Kriz, iktidar ya da muhalefet, tüm düzen partilerini bir
kez daha ortak paydada eşitlemiştir. Yanlızca krize karşı
tutum yönünden değil, fakat daha da önemli olarak, kitle­
lerin gözünde de. Muhalefette bul unan burjuva düzen par­
tilerinin kitleler nezdinde artık inandırıcılığını yitirmiş derna­
goj ik bazı söylemleri sayılmazsa, emperyalizmin ve işbir­
likçi burjuvazinin ortak çıkarlarına dayalı saldırı ve sosyal
yıkım programiarına gerçekte hiçbirinin bir itirazı yoktur.
Hepsi son onyıllık süreçte birbiri n i izleyen hükümetlerde
yeralmışlar ve hepsi de özü ve esası aynı olan program­
ları hayata geçirmişlerdir. H içbirinin ötekinden farkı yok249
tur, tümü de emperyal ist merkezlerde kararlaştırılan ve uy­
gulanmak üzere önlerine konulan aynı emek ve halk düş­
manı programın temsilcileri ve uygulayıcılarıdır. Ve emekçiler,
bunun böyle olduğunu, kendi özdeneyimleriyle artık iyi-kötü
bilmektedirler.
Siyasal iflasın yarattığı
boşluk
Parlamentonun ve düzen partilerinin siyasal iflas ı , si­
yasal bir boşluk demektir. Emperyalist akıl hocalarının doğ­
rudan yönlendirmesi al tında işbirlikçi burjuvazi bu boşluğu
resmi siyaset alanını ve sınıfını kategorik olarak suçlama
yoluyla dengelemeye, çeşitli biçimleriyle (bir "teknokrat­
lar" ya da "milli mutabakat" hükümeti) bir ara rej imin zemi­
nini düzlerneye çalışmaktadır. Bu burjuvazi cephesinden siya­
sal iflasa ve onun yarattığı siyasal boşluğa karşı adım adım
geliştirilen güncel altematiftir. Orta vade içinse Derviş türü
adamlardan "yeni bir Özal" çıkarma hevesleri dışarı vurulmak­
tadır ki, bunun herhangi bir gerçekleşme şansı yoktur. Derviş
emperyalizmin adamı olarak emperyalist fınans çevreleri adına
uygulayacağı acımasız sosyal yıkım programının altında ka­
l acak , çok geçmeden de sahneyi terkedecektir. Dolayısıyl a,
burjuvazinin güncel durumu kurtarmak dışında, daha uzun
vadeli bir siyasal alternatifi hiç değilse hali hazırda yoktur.
Bunun tam karşısındaki güncel devrimci çıkış yolu ise,
düzenin siyasal planlanndan umudunu kesen emekçi yığınla­
rı n düzen karşıtı bir politik mücadele alanına çekilebilme­
sidir. Düzen kurumlarını n siyasal i flası, düzen solunun her
türlü inandırıcılığını yitirmesi, 28 Şubat'taki aldatıcı çıkışıyla
toplumsal muhalefeti yıllardır önemli ölçüde bloke etmeyi
başaran "ordu partisi"nin sosyal yıkım saldırısına karşı tek
laf etmek bir yana bunun bizzat bekçiliğini yapması ve Ame250
rikalı Derviş programına tam destek vermesi vb. , tüm bunlar.
işçi sınıfını ve emekçileri düzen karşıtı bir politik müca­
dele zem inine çekmek için birbirini tamamlayan avantajlar
durumundadır.
Düzen
ve
solu
sosyal-reformizm
Düzen solunun her türlü inandırıcılığını yit irmesi ol­
gusu burada özellikle önemlidir. İ ki yılı aşkın bir süredir
parlamento dışı olan CHP şahsında bu özellikle açıktır. Bu
parti parlamentoda temsil edilen partiler karşısında, arayış
içindeki yığınlara en ufak bir umut aşılayamamaktadır. Bunu
olanaklı kılacak en ufak bir çaba da göstermemekte, gös­
terememektedir. Onun tüm çabası burjuvaziye ve emperyalizme
tam güven vermeye yöneliktir. Kitleler üzerinde sahte umutlar
yayarak da olsa bir etkinlik kuramadığı sürece, emperya­
lizm ve burjuvazi için de fazla bir şey ifade edemeyeceğini
göremeyecek kadar da bir siyasal körlük içindedir. Zaten
bu ara bir iç çözülmeye uğraması ve giderek itibarsıziaşması
sözkonusudur.
CHP'den özellikle S HP kökeniilerio toplu istifası, "yeni
oluşum" adı altında sahte bir sol alternatif hazırlamaya yönelik
yeni bir girişim olarak göze çarpmaktadır şu günlerde. Yama­
l ı bir bobçayı andıran ve bu zaafı İ talyan solundan alınm ış
"zeytin dalı" türünden projelerle estetize etmeye çalışan bu
sözde yeni oluşumun da gerçekte bir şansı yoktur. Zira yeni
bir programları ya da kitlelere güven ve inandırıcılık aşılayacak
bir söylemleri yoktur. CHP'den kopmaları politika ayrılığın­
dan çok parti içi kısır çekişmelerin ve Baykal 'ın tasfiye hare­
ketlerinin bir sonucudur. İ tirazları CHP'nin mevcut çizgi­
s i ne değil, fakat Baykalcı yönetimin küçük hesaplara daya­
h tasfiye hareketinedir. '90'ların başında DYP-SHP'nin oluş251
'
turduğu kirli savaş hükümetlerinde yeralmış siyasetçilerio
önderliğinde bir hareket olması ve tüm umudunu Erdal İnönü
türünden içi boş bir şahsiyete bağlaması bile, bu sözde yeni
oluşumun konumunu yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır.
Sosyal-reformisı solun durumu da farklı değildir. Tü­
müyle devlete ve onun beyni ve belkemiği olarak orduya
angaje olmuş Perinçekçi partiyi peşinen bir yana koyuyo­
ruz. Nasıl ki CHP'nin tüm çabası emperyalizme ve burju­
vaziye güven vermekse, Perinçekçi partinin tüm çabası da
orduya güven vermekten ibarettir. Bu güveni verebilmek için
ordu merkezli her türlü baskı ve terör politikaları desteklen­
mekte, devrimci katl iam ına alkış tutulmakta, Kürt halkının
temel hakları inkar edilmekte, mil itarizmin ve gerici bir
mill iyetçil i ği n bayraktarlı ğı yapılmaktadır.
ÖDP bir parti olmaktan çok şekilsiz ve iradesiz bir siya­
sal platformdur ve gelinen yerde iç dağılmayla yüzyüzedir.
Halihazırda partinin yönetimini tutanlar kendi partileri adına
bir şeyler yapmaktan çok düzen solunun yeni oluşumları
içinde kendilerine bir yer kapmaya bakmaktadırlar. EMEP
ise krizin kışkırttığı alternatif program tartışmaları ve giri­
şimleri ortamında kendi adına ortaya bir program koyamaya­
cak kadar. bağımsız bir siyasal konumdan ve kimlikten yok­
sundur. Krizin işçileri ve emekçileri düzen partilerinden ol­
duğu kadar sendika bürokrasisinden de kopardığı bir sırada
kalkıp sendika bürokrasisinin sahte alternatif programiarına
en hararetli desteği vermesi, bu partinin siyasal iflasının yeni
bir kanıtı olmuştur.
Sendika bürokrasisinin
sahte alternatifi
İMF-TÜSİ AD 'ın 1 4 ay boyunca kesintisiz uygulanan
sosyal yıkım programını sessiz ve hareketsiz kalmaktan öteye
252
üstü kapalı biçimde bizzat destekleyen sendika bürokrasi ­
si, krizin ardından bir alternatif program iddiasıyla sahneye
çıktı. Bu çıkış, krizin belgelediği siyasal iflas karşısında ve
öfkesi burnundaki kitleleri bir süre oyalamak için adeta bir
zorunluluk olarak yaşandı . Hain bürokrallar böylece güya
düzen partilerinden umudunu kesmiş ve yeni arayışlara yö­
nelmiş kitlelere bir çıkış yolu sunmak iddiasındaydılar.
Ama ortaya koydukları sahte alternatif programın ve
ilan ettikleri eylem planının arkasında birkaç hafta bile dura­
madılar. 1 4 Nisan eylemini ortada bıraktılar ve Mart so­
nunda i lan ettikleri programı daha Nisan ortasında unutut­
maya terkettiler. Krizin ve sosyal yıkımın gerçek sorum­
l ulularını bile tan ımlamaktan aciz olan ve hal ihazırda bur­
juvazinin yaptığı gibi geçmiş hükümetleri suçlamaktan ileriye
gidemeyen bu sahte alternatif program artık EP'in olmaktan
çok EMEP'in fiili programıdır ve ondan başka da sahiple­
neni bulunmamaktadır.
Sendika bürokrasisinin işçiler ve kamu emekçileri üzerin­
deki etki ve denetimlerini bir parça koruyabilmelerinin gelinen
yerde olmazsa olmaz koşulu, kitlelerin fi ili mücadelesine
sahip çıkması, bunun önünü açmasıdır. Bu i se olacak şey
değildir. Yaptığı sahte çıkışların iki hafta içinde çökmesi
de bunu kanıtlamaktadır. Eğer Emek Platformu bileşenleri
14 Nisan eylemine birazcık bir samirniyetle sahip çıkabil­
selerdi, bu sayede ortaya koyduktan sahte alternatife de kitleler
nezdinde az biraz bir inandırıcılık kazandırmak olanağı bula­
bilirlerdi. Zira gelinen yerde kitleler eyleml i çabalarla des­
teklenmeyen ve kanıtianmayan hiçbir sahte umuda ya da
alternatife güven duymamaktadırlar. Ama satılmış sendika
bürokratları bu kadarını bile yapamadılar, yapamazlardı da.
Gerek kendi gerici burjuva konumları , gerekse burjuvazi­
ye hizmet olan değişmez misyonları, onların bunu yapabil­
mesinin önünde aşılmaz bir engeldir.
253
Nesnel imkanlar, öznel zayıflıklar
Güncel siyasal tablo genel çizgileriyle budur. Düzen par­
tilerinden öteye düzen in sendikal ya da sol siyasal sübap­
ları da, krizin yığml�rda yarattığı hoşnutsuzluk ve arayışlar
karşısında çözüm alternatifi olmak bir yana, aldatıcı birer
geçici alternatif bile olamamaktadırlar. Kuşkusuz bu sah­
nenin artık ve yalnızca devrimci çıkış ve çözüm alternati­
fine kalması demek değildir. B unu böyle sanmak çocukça
ve budalaca bir görüş ve avuntu olur. Nesnel açıdan du­
rum bu olmakla birlikte, öznel açıdan bakıldığında, halihazır­
da devrimci çıkış alternatifi kitlelerin geniş kesimleri açısın­
dan herhangi bir şey ifade etmek bir yana, farkedilememektedir
bile. Düzen alternatiflerinin tükendiği ve ortada güven veren
devrimci bir alternatifin de bulunmadığı koşullarda yığınl arı
bekleyen akıbet, çaresizlik içerisinde edilgenleşmekten, umut­
suzluk içerisinde tükeornekten ve çürümekten başka bir şey
olamaz. Ta ki topl umsal birikim kendiliğinden patlamalar
halinde kendine bir yol açmayı başarana kadar. Türkiye'de
emekçiler halihazırda bu tür bir patlamadan uzaktırlar ve
daha çok bir çaresizlik duygusu içindedirler.
Devrimci çözümü ve çıkış yolunu temsil eden güçler
bugün, kitlelerin karşısına bir umut ve dolayısıyla bir çıkış
alternatifi olarak çıkabilmek konum ve yeteneğinden yok­
sundurlar. Bu güçler bugün için daha çok düzen kuvvet­
lerinin çok yönlü tasfiye saldırıları karşısında ayakta kal­
maya çalışmaktadırlar. B u, krizin yarattığı açmazlar ve riskler
karşısında, burjuvazinin devrimci güçleri çok bilinçli bir
biçimde mahkum ettiği bir açmazdır. Devrimci güçlerin sü­
rekli savunmada ve bir ayakta kalma savaşıyla yüzyüze
bırakılması, burjuvazinin devrimci akım ın kitleler nezdin­
de güç kazanmasını engelleme stratejisinin bir gereğidir.
Geçerken belirtelim ki, hücre saldırısı ve bu saldınyı başanya
254
u laştırmak için sergilenen akıl almaz g i b i görünen
ac ımas ızlıklar, tam da b u s tratej i n in bir gereği ve bir
parçasıdır.
Burjuvazi, düzen içi alternatifiere olan inançları kırılmış
emekçi yığınların devrimci bir çıkış yoluna yönelmelerinin
önünü peşinen kesebilmek için, ülkenin mevcut devrimci
birikimine karşı acımasız bir kirli yoketme savaşı yürütmek­
tedir. '90'ların ortasında, tam da "cumhuriyetin en ağır krizi"
olarak nitelenen bir krizin ard ından yenilenmesi gündeme
getirilen "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi"nde, devrimci alter­
natifin tümden tasfiyesinin ve ehlileştirilmiş icazetçi bir sol
yaratma projesinin temel önemde bir stratejik pol i tika ola­
rak saptanmış bulunması, bu açıdan hiç de rastlantı değildir.
Bu stratejiyi boşa çıkarmanın yolu, yal n ızca devrimci ko­
num ve kimliği koruyarak ayakta kalmayı başarmaktan değil,
yanısıra, etkin bir biçimde kitlelere yönelecek ve mücade­
le içerisinde onlarla birleşmeyi sağlayabilecek bir örgütlenme
yapısı ve çalışma tarzı ortaya koymaktan da geçmektedir.
Sabırh gündelik çahşma
Partimiz dönemsel görev ve sorumluluklarını bunun
ışığında ele almak ve kavramak durumundadır. Her halü­
karda ayakta kalacağız, komünist devrimci konum ve
kimliğimizi koruyacağız, buna en ufak bir şüphe yok. Ne
var ki bu kendi başına bir şey ifade etmez, yalnızca asga­
ri bir önkoşulun yerine getirilmesi anlamına gelir. Asıl ya­
p ılması gereken, özellikle işçilere olmak üzere arayış içe­
risindeki kitlelere, döneme uygun yol, yöntem ve araçları
bularak yönetmeyi başarabilmektir. Burjuvazinin yoketme
saldınsına karşı ayakta kalmanın, devrimci konum ve kimliği
korumanın, bundan da öte, sınıf ve emekçiler için devrim­
ci bir önderlik odağı haline gelebilmenin başka bir yolu yoktur.
255
Yığınların temel ve güncel çıkarlarını temsil eden bir
konuma, kimliğe ve programa sahip olmak da yalnızca zo­
runlu bir öteki temel önkoşuldur. Bu da kendi başına çok
fazla bir şey ifade etmez. Önemli olan, buna kitlelerin gerçek
yaşamı ve mücadelesi içerisinde bir anlam ve fii l i etkinlik
kazandırabilmektir. Kitlelerin mücadele isteğine, bu isteğin
eyleme dönüşlüğü her gelişmeye sahip çıkmaktan da öteye,
bununla fiilen birleşmenin ve buna önderlik etmenin yol ve
yöntemlerini bulabil mek, bunun araçlarını yaratabilmektir.
Bu başarıl amadığı sürece tek santim mesafe katedilemez.
B unu başarmanın genel ve sihirli bir formülü de yok­
tur. Yapılması gereken, eldeki güç ve imkanları en iyi ve
en etkin bir biçimde sınıf ve emekçi kitlelerle birleşrnek
doğrultusunda kullanabilmektir, böylece kitle hareketi içe­
risinde somut mevziler kazanabilmektir. B unda ne denli ba­
şarılı olunabilinirse, kitle hareketinin beklenmedik gelişmeleri
karşısında etkin bir rol oynayabilmek de o denli olanaklı
hale gelir.
Sihirli çözüm yolları aramak, hızlı ve beklenmedik güç­
leome yolları düşlemek, yalnızca edilgenlik: içinde bekleyişle­
re ve çaresizlik içerisinde tükenişlere yolaçar. Yapmamız
gereken şey, sabırlı ve soğukkanlı, o ölçüde etkin ve geleceğe
güvenli bir gündelik hazırlık çalışması içerisinde olmaktır.
Enerjimizi, güç ve olanaklarımızı gündelik çalışmada en i yi,
amaca en uygun biçimde kullanmak yoluna gidemezsek, da­
ha büyük güçlere ulaşmayı ve kitle hareketindeki beklen­
medik: gelişmeleri kucaklamayı zaten başaramayız. Burada
nesnel durum ile özel durumumuz arasında gerçekçi fakat
dinamik bir bağlantı kurmayı başarabilmek özellikle önemli­
dir. Nesnel durum her açıdan uygundur ve bize büyük olanak­
lar ve avantajlar sunmaktadır. Öznel durumumuz ise ter­
sinden, hiç değilse halihazırda, ciddi bir zayıflık ve yeter­
sizliğin ifadesidir. Fakat nesnel durumun sunduğu olanakların
256
ve avantajların bilincinde olursak, bunun verdiği bir güven
ve inançla hareket edersek, öznel durumumuzdaki zayıfl ık
ve yetersizlikleri gidermenin de çözüm yolunu önemli ölçüde
bulmayı başarabiliriz.
Dönemin önümüze koyduğu görevleri bu bakışaçısıyla
ele alırsak, om uzlarımıza yüklediği ağır yükü bu perspek­
tifle omuzlarsak, önümüz fazlasıyla açıktır. Bunun bi li n­
ciyle hareket edersek ve güncel görevlerin gereklerine de
bu bilinçle sarılırsak, beklenmedik bir biçimde güç kazanır,
umut haline gelir ve böylece geleceği kucaklarız.
(Ekim , sayı : 222, Nisan 2001 , başyazı)
257
Dönemsel durum ve partinin
sorumluluklar•
Sonu gelmeyen krizleri
yönetme başarısı
B urjuva düzen cephesinde i şlerin nasıl seyrettiği üze­
rinde durmayacağız. B u , son kriz vesilesiyle basınımııda
bir kez daha birçok yönüyle irdelenmiştir. B urada özellik­
le vurgulanması gereken nokta, sonu gelmeyen ekonomik
kriziere rağmen, burjuvazinin işleri iyi-kötü götürdüğü, kendi
ifadesiye krizi yönetmeyi başardığıdır. Ciddi zorluklarla kar­
şılaşmadan faturanın bir kez daha i şçi sınıfına ve emekçi­
lere ödetilmesi bunun ifadesidir.
Bu kendi başına burjuvazi için sorunu çözmüyor ve yarına
katmerleşerek devredilen sosyal-siyasal sorunların ağır yü­
künden kurtannıyor. Ama güncel planda duruma hakim olmayı
başardığı da bir gerçek. Bunu başarabilmesinin gerisinde
258
özellikle işçi sınıfının denetim altında tutulmasının oiduğu
da bir başka gerçek. İşçi sınıfının güçlü bir çıkışı ve mü­
cadelesi olmadan bu gidişin yönünü değiştirmek ve emekçi
hareketinin önünü açmak olanaklı görünmüyor.
Sınıf ve kitle hareketinde
tıkanıklık
Krizin y ıkıcı etkilerine ve onu tamamlayan yeni sosyal
yıkım programına rağmen sınıf ve emekçi hareketi cephesinde
anlamlı sayılabilecek çıkışların yaşanmaması, kitle hareketinin
bugünkü durumu hakkında bir fikir vermektedir. İşçilerin
ve emekçilerin derin bir hoşnutsuzluk içinde olduklarından
ve ardı arkası kesilmeyen saldırılara karşı bir çıkış yolu ara­
dıklarından kuşku duyulamaz. Fakat bu çıkış yolunun bir
türlü bulunamaması, sınıf ve emekçi hareketini iyice yor­
makta, onu halihazırda ağırlaşan bir tıkanıklıkla yüzyüze
b ırakmaktadır. Bu durum, sınıf ve emekçi kitleler içinde bir
çaresizlik duygusuna, bunun da beslediği bir atalete yolaçmak­
tadır. Bu çok yeni bir durum da değildir. '99 Temmuz' unda
tabandan gelen ve sendika bürokrasisini aşan büyük dalganın
depremle birlikte kırılmasından beri durum aşağı yukarı budur.
Burjuvazinin çok yönlü baskı ve denetim mekanizma­
ları ile bunun bir parçası olan sendikal ihanet çetesinin sınıf
ve emekçi hareketini düşürmeyi başarabildiği bir durumdur
bu. Yıllardır kend ini tekrarlayan ve bir kural olarak hava
boşaltma i şlevi gören eylem tarzına işçi lerin ve emekçile­
rin güven ve inancı artık kalmamıştır. B una rağmen bu ey­
lemlere zaman zaman gösterilen ilgiyi ve yer yer gerçekleşen
güçlü kitle katılımını, bir türlü kırılamayan mücadele isteği­
nin bir göstergesi saymak gerekir yine de. Fakat özellikle
işçiler cephesinden sendika bürokrasisini bu tür eytemlere
zorlayan eski taban basıncının şimdi lerde büyük ölçüde
259
zayı fladığı da bir gerçektir.
Reformist solda çürüme
ve düzene yamanma
Sol hareketin durumu, kitle hareketinin mevcut durumunun
da olumsuz etkisi altında, bir bakıma çok daha kötüdür.
Reformisı ve devrimci kanatlarıyla geleneksel sol akımların
k itlelerin mücadelesine, eylemliliğine ve örgütlülüğüne he­
men hiçbir katkıları yoktur. Dahası , genelde düzenin, özel
planda ise sendika bürokrasisinin yedeği olarak hareket eden
sosyal -reformist akımlar, bu konum ve tutumlarıyla, k itle
hareketini ve örgütlenmesini üstüne üstlük tahrip de etmek­
tedirler. 28 Şubat üzerinden ordu yardakçılığı; EP üzerin­
den kurulan tuzaklara verilen tam boy destek; KESK ' in
düşürüldüğü vahim durum; zindan direnişine utanç verici
ilgisizliğin zaman zaman devletin argümanlarıyla konuşmaya
vardınlması vb., tüm bu güncel tutum ve davranışlar bu gerici
rolün göstergeleridir.
Reformİst sol son zamanlarda düzenin icazet sınırlarına
tam olarak teslim olmuştur. 8 aydı r süren ve toplumdaki
tüm güçleri, kurumları ve kişileri yerli yerine oturmakta paha
biçilmez açıklıklar sunan zindan direnişi, tüm kanatlarıyla
reformİst sol akımdaki çürüme ve kokuşmayı da gözler önü­
ne sermiştir. Bu akımlar geçtik sol siyasal iddiaları, sıradan
demokratların gösterebileceği bir ilgi ve desteği bile suna­
mamışlardır politik sonuçları bakımından hayati önem taşı­
yan bu direnişe. Üstelik Perinçekçi çete hariç tümü de h ücre
saldırısının, sınıfa ve emekçilere yönelik kapsamlı bir saldırı­
nın kritik bir alanı olduğunu bildikleri, bunu hep söyleye­
geldikleri halde bu böyle olabil m iştir.
Reformİst sol akımlar tüm kritik siyasal sorunlarda dü­
zene tam teslimiyet içindedirler ve bunu davranışlarıyla döne
260
döne kanıtlamaktadırlar. Birbirini izleyen yenilgi dönemleri­
nin dejenere ürünleri d urum unda ki bu akımların mücade­
lenin daha da sertleşeceği bir aşamada sahneden silineceğin­
den ya da düzenle tam bütünleşme yolu tutacaklarından kuşku
duyulmamalıdır.
Kaldı ki düzenle doğrudan ya da dolaylı yollarla bütün­
leşmenin ciddi adımları daha şimdiden vardır. Milliyetçi­
kemalist Perinçekçi İP artık devletin baskı ve terör aygıtlarının
bir uzantısı olarak hareket etmekte, onların avukatlığını yap­
maktadır. Dağılma noktasına gelen Avrupacı l iberal ÖDP
ise kaderini kendisi gibi bunalım içindeki düzen soluyla bir­
leştirmek hazırlığı içerisindedir. S ınıf hareketi üzerinden çı­
ğırtkanl ık yapmayı özgün bir kimlik haline getiren kuyrukçu
liberal EMEP'in g�ldiği noktayı ise krizi izleyen olaylar gös­
termiştir. Sınıfa kendi adına söyleyebilecek hiçbir şeyi kal­
mayan, sendika bürokrasisin i n kritik bir dönemde sınıf ve
emekçi hareketine kar�ı kurduğu en büyük tuzağa en hararetli
desteği veren bu çevrenin siyasal iflası bu vesileyle bir kez
daha görülmüştür.
Tüm bunlar, reformİst solu n durumuna i l işkin tespitler,
gözler önündeki olgusal durumlardır. Bu durum reformisı
solu küçümserneyi değil, ona karşı daha sistematik bir mü­
cadeleyi gerekli kılmaktadır. Komüni stler, reformİst solun
maskesini indirme ve kitle hareketinde hala yapmayı başara­
bildiği tahribatın önünü alma mücadelesini bundan böyle
de güçlendirerek sürdüreceklerdir.
Devrimci-demokrat akımlarda
kötürümleşme
Zindan direnişi süreci, geride kalan 8 ay boyunca ge­
leneksel devrimci demokrat akımları hemen tümüyle ken­
dine kilitledi ve bu akımların içinde bulunduklan durumu
261
da gözler önüne serdi. içerde büyük bedeiier ödenerek bu
denli uzun bir zaman diliminde ayakta kalmayı başarabi­
len bir direnişe rağmen bu akımların sergilediği manzara,
onların tıkanıklıktan da öte bir kötürümleşme içinde oldukla­
rını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. B i r tek kendini tü­
müyle zindan direnişine endeksiemiş bulunan DHKP-C bir
ölçüde bunun dışında kalmayı başarabilmiştir.
Bu akımlar, zindan direnişi ötesi toplumsal gündemden,
sınıf ve emekçi hareketinin yakıcı sorunlarından büyük ölçüde
koptokları halde, zindan direnişinin başarısını kolaylaştıracak
hemen hiçbir anlamlı politik açılım ve çaba içerisinde de
olamamışlardır. B u , bu akımların bugün geldiği yerdir ve
bu akımlar bünyesinde yeni yıkımlar ve tasfiyeci savrulmaların
da rahatsız edici zeminidir. Yenilmemiş, tersine büyük bir
sabır ve inatla süren bir direnişi yenilmiş sayarak kendi ata­
Ietlerine dayanak yapanların, önümüzdeki dönemde kendi­
lerini böyle bir akıbetten kurtarmaları kolay olmayacaktır.
Kürt hareketinde bekleyiş
içinde çürüme
İmralı tesl imiyetinin üzerinden geçen iki tam yıl, bu
çizginin içyüzünü ve iflasını bütün açıklığıyla gözler önü­
ne sermekle kalmadı, bu çizgiye angaje olan Kürt hareke­
tini de aktif bir güç olarak siyaset sahnesinden neredeyse
tümden sildi. Kürt hareketinin yaşanan kan kaybına rağmen
kitle gücünü bir ölçüde koruması, bu sonucu değiştirme­
mektedir. Hareket siyaset sahnesindeki belirgin varlığını çok­
tan kaybetmi ştir ve saflarda sürekli büyüyen bir umutsuz­
luk vardır. Um utların tüketildiği bu edilgen bekleme süre­
ci safları da günden güne çürütmektedir.
İmralı çizgisindeki Kürt hareketi bu duruma karşı ça­
resizdir ve son zamanlarda sık sık yinelenen savaş tehdit262
leri bir anlam taşımadığı gibi kimse tarafından ciddiye de
alınmamaktadır. Durumdan biricik çıkış yolu, İmralı çizgisinin
tümden red ve mahkum edilmesi temelinde yenilenmiş bir
devrimci m ücadele çizgisidir. B unun bir gereği olarak da
Türk işçi ve emekçileriyle birleşik mücadele yol una giril­
mesidir. Bunun ötesindeki herşey boş bir laftır. Umutsuzluğu
büyütmekten , çürümeyi derinleştirmekten başka bir sonuç
vermeyecektir.
***
Buraya kadar ortaya en özet biçimde koyduklarımız, ge­
nel çizgileriyle bir mevcut durum tablosudur. Bizim için
öznel bir değerlendirme olmaktan çok bir nesnel/olgusal du­
rum tespitidir. iyimserlik ya da karamsarl ık nedeni değil,
dönemsel görev ve sorumluluklarımızı doğru·, isabetli ve ba­
şarıl ı bir biçimde üstlenebilmemizin bir olanağıdır.
Kısa dönemli başarının diyalektiği
Krizi yönetme ve kitleleri dizginleyerek denetim altında
tutma alanındaki güncel başarısı ne olursa olsun, Türkiye'nin
burjuva düzeni uzun vadede güçsüz ve gelecekten yoksun­
dur. B unu hiç de genel bir teorik gerçek olarak ya da ta­
rihsel iyimserlik içinde söylüyor değiliz. Onyılları bulan tab­
lonun gelişim seyri ortadır. Son 20 yılın ardından bugün
varılan nokta bile, kendi başına işaret edilen bu gerçeğin
bir göstergesidir.
Kısa dönemli olarak krizi iyi-kötü yönetmek ve kitlelerin
tepki sini kontrol edilebilir ve katlanılabilir sınırlar içinde
tutabiirnek bir başarı olsa bile, bu aynı sürecin sonu gel ­
mez krizler olarak işlediğini ve krizi yönetme imkanlarını
da adım adım tükettiğini bilmek gereki r. Baskı ve şiddeti
bu denli kesintisiz ve yoğun bir biçimde kullanan, tam de­
netimindeki sendika bürokrasisini sürekli bir biçimde iha263
net çizgisinde davranmaya mecbur eden bir sınıfın elinde,
kullandığı bütün bu araçlar, eski gücünü ve işlevini de zaman­
la kaçınılmaz olarak yitireceklerdir. Büyük güç ve itibar kay­
bına uğramış, herbiri için yüzde on barajını aşmak bile ciddi
bir sorun haline gelmiş düzen partileri tablosu, bunun daha
şimdiden açıklayıcı bir örrieğidir. Halkın en az güvendiği
kurumların başında meclis, medya ve politikacıların gelmesi
de bir rastlantı değildir. Kriz süreçlerinin ve krizi yönet­
me başarıs ı n ı n zamanla tüketip i ti bardan dü şürdüğü
kurumlardır bunlar.
Aynı süreç, örneğin şu an için en güveni l ir kurumlar
arasında gösterilen cumhurbaşkanı ve ordu için de adım adım
işlemektedir. "Hukuk adamı" görüntüsü altında sergilediği
birkaç göstermelik jestle bir anda büyük itibar kazanan cum­
hurbaşkanı , ş imdi herbiri birer "vatana ihanet" belgesi
niteliğindeki İMF yasalarını peşpeşe tam bir uysallıkla onay­
lamaktadır. Krizin kurumları tüketen çarkıdır bu; "hukuk
adamı" parıltısını bir anda uysal İMF memuru derekesine
düşürmekledir bu çark .
.Aynı şey ordu için de geçerlidir. Halk hareketlerini acı­
mazsızca ezen faşist askeri darbelerin, ABD emperyalizmine
ve NATO 'ya elli yıllık uşakça sadakati n, Kürdistan 'daki kir­
li savaşın, kontr-gerillanın beyni ve omurgasını bünyesin­
de taşımanın biriktirdiği büyük itibar kaybını, gözlere kül
serpmek anlamına gelen 28 Şubat çıkışıyla bir ölçüde ve
bir süre için hafifletmeyi başaran sermaye ordusunun bu ma­
nevrası da artık sınırlarına varmıştır. B u aynı ordu, şimdi­
lerde, İMF'nin sosyal yıkım programiarına verdiği tam destek
ve bunların engelsiz u ygulanmasına yaptığı dipçikli bekçi­
likle de gözler önündedir. Bu aynı ordu şimdilerde, emper­
yalizmin ve NATO ' nun Ortadoğu bekçisi olmakla yetinme­
yerek, dünya jandarması ABD ve siyonİst İsrail 'le Ortadoğu
halklarına karşı kurduğu yeni saldırgan askeri ittifakla da
264
gözler önündedir. Emperyal izmin tam denetim altına almak
için bölüp parçaladığı, kanl ı boğazlaşmalar içerisinde tü ­
kettiği Balkanlar'da, emperyal izmin hizmetindeki işgalci güç
olarak da gözler önündedir. Hortuml anarak hatırılan hemen
bütün batık bankaların yönetim kurullarından bu ordunun
generalleri çıkmaktadır. Çoğa_l tılacak tüm bu temel önem­
de olgusal gerçeklerin, kriz süreçlerine paralel olarak, kit­
lelerin bilincinde izler bırakmaması ve anlam kazanmaması
elbette düşünülemez.
Özetleyerek yineliyoruz: Burjuva düzeni n bugün için belli
kurumlar ve araçlarla krizi yönetmede gösterdiği başarı, uzun
vadede onu zora sokacak tüketici bir sürec · ' :ırak da işle­
mektedir. Bir başka ifadeyle, düzenin stratej i ii:Jj .tpısal zaafları.
onun güncel üstünlüklerini kemirmekte, adım adım zaafa
uğratmaktadır.
B urjuvazinin güncel üstünlüklerini ve- olanaklarını asla
küçümsememel i, fakat bunu özetied iğimiz tablonun içinde
ele alarak, uzun vadede onulmaz zayıflıklarını da görme­
liyiz. Bu bize devrim mücadelesine güvenli ve soluklu bakmak
olanağı sağlayacaktır.
Sınıf ve kitle hareketindeki
zaytOtğm öteki yüzü
Sınıf hareketi ve emekçiler cephesinde güncel durum
görünürde fazlasıyla umut kırıcıdır. Fakat bu görüntüye al­
danmak aldananları temelsiz bir karamsarlığa, ve bunlar
sol siyasal ol uşuıniarsa eğer, kaçınılmaz biçimde tasfiyeci
savrulmalara da götürür.
Kendini tekrarlayan ve elle tutu lur herhangi bir sonuç
yaratmayan kitle eylemleri çizgisi, burjuvazinin uşağı du­
rumunda olan ya da ona tam teslimiyet çizgisinde hareket
eden sendika bürokrasisi tarafından sınıf ve kitle hareketi265
ne kurulmuş en büyük tuzak durumundadır. B u eylem çiz­
gisi , e y l em içerisindeki k i tlelerin kendine olan güvenlerini
ve mücadele yeteneklerini geliştiren, birlik, dayanışma ve
örgütlenmelerini güçlendiren değil , tersine, tüm bunları za­
yıflatan ve parça parça tüketen bir etkide bulundu bugüne
kadar.
B ugün bu çerçevedeki eylemliliklerin işçileri ve kamu
emekçilerini artık yorduğu, dahası onlarda bir güçsüzlük ve
çaresizlik ruhhaline yolaçtığı bir olgusal durumdur. Fakat
bu aynı olgunun gerisinde, sendika bürokrasisine derin bir
güvensizlik ve onların inisiyatifine dayalı eylemiere giderek
büyüyen bir inançsızlık da vardır. B u ise tutarlı ve güve­
nilir önderlik arayışlarını besleyen bir durumdur. Yanısıra,
kitlelerin kendi iç birikim ve dinamizmlerinden gelen ey­
lemler için uygun koşulların adım adım oluşması ve olgun­
laşması demektir.
Dönemin gerçek devrimcileri, somuua komünistler, mev­
cut durumu, umutsuzluk ve kitlelere güvensizlik nedeni haline
getiren tasfiyeci yaklaşımların ve yakınmaların aksine, işçilere
ve emekçilere güven veren ve onlara çıkış yolu gösterebi­
len enerjik bir çalışmanın olanağı olarak görmeli ve değer­
lendirmelidirler.
Reformist akımlarm güçten düşmesi
Bu bizi yeniden sol hareketin mevcut durumuna getiri­
yor. Dönemin tüm gelişmeleri devrimci ve reformİst kanat­
larıyla geleneksel sol akımları ezmekte, bunaltmakta ve on­
larda sürekli bir biçimde güç ve moral kaybına yolaçmaktadır.
Reformisı akımların tüm hesapları ve umutları rejimin yu­
muşaması beklentisi üzerine kuruludur. Oysa Türkiye, sonu
gelmez krizler ülkesi olarak, sosyal çelişki ve çatışma et­
kenlerinin döne döne güç kazandığı bir yerdir. Temel önemde
266
bu olgusal gerçek ise, burjuvaziyi yumuşama bir yana baskı
ve terör rejimini daha da güçlendirme zorunl uluğuyla yü z­
yüze bırakmaktadır.
Öte yandan, rejimin devrimci akımları ezme ve teslim
alma politikası, son zindan direnişi sürecinde de görüldüğü
gibi, beraberinde sıradan ilerici demokrat kurul uşları bile
kapsayan bir baskı ve terör uygulaması getirmektedir. Doğal
olarak bundan reformisı sol da yer yer pay ı na düşeni al­
makta, bu da onu daha geri ve tesli miyeıçi konumlara it­
mektedir. Bu gelişme ise reformizmi güçten düşüren bir etkide
bulunmaktadır. Zira düzenin basıncına bu denli bir kaba
tesl imiyet, içlerinden bir kısmı hala bir i kiyüzlülük örneği
olarak devrimcilik iddiasında bulunan bu akımların maskesi­
ni de indirmekte, gerçek konumlarını gözler önüne sermekte,
bu da onları itibar ve güç kaybına sürüklemektedir. Bu çer­
çevede, reformisı sol akımların son zamanlarda iyice iti­
barsıziaşması ve sürekl i güç kaybetmesini, son bir yılın olay­
larından, özellikle de zindan çatışmasının ayrıştırıcı ve kim­
l ikleri yerli yerine oturtucu yönünden ayrı düşünemeyiz.
Bütün bunların ışığında, reformisı sol un eski gücünü ve
etkisini yitirmesi anlaşılır bir durumdur. Türkiye gibi bir
ü lkede, sahte kiml iklerin olayların akışına ve çatışmanın
sertl iğine dayanma gücü ve olanağı yoktur. Bu düzen ku­
rumları için olduğu kadar sol akımlar için de böyledir. Hele
ki, yenilgi dönemlerinin ezip pelteleştirdiği güçlere dayanan
reformisı sol akımlar için.
Tasfiyeci tahribatı göğüsleme görevi
Bir hayli zedelenmiş, erozyona uğramış devrimci-demokrat
bir kimliğin düne kadar iyi-kötü taşıyıcısı olmuş gelenek­
sel küçük-burjuva akımların, aynı sürecin altında ezilme­
lerinde de anlaşılmaz bir durum yoktur. '90'1arın ortasında
267
semt hareketlenmesinin sağladığı geçici sol uklanmanın ola­
naklarını çoktan tüketen bu akımlar, o zamandan beri sü­
rekli bir gerileme, zayıflama ve moral erozyon içerisinde­
dirler. Son zindan süreci ise içlerinden bazılarının ideolo­
jik ve politik açıdan tasfiyeci bir girdaba nasıl sürüklen­
diklerini gözler önüne sermiş bulunmaktadır. B u gruplar­
dan bazıları önlerini bile göremedikleri g ibi, geleneksel
d irenişçi k i m l iklerini de h ızla y itirmektedirler. Sol ve
keskin bir söylemden sağ ve teslimiyeıçi tutumlara savrul­
maları için, yalnızca birkaç ayın olayları yetebilmektedir.
Her zaman vurgulayageldik; yenilenme ve kendini aşma
yeteneği gösteremeyen bu gruplar, gerçekte tarihsel ömür­
lerini çoktan doldurmuş durumdadırlar. İçlerinden küçük­
burjuva konumu belirli bir ısrarla tutma yeteneğini göste­
ren bir-ikisi hariç tüm ötekiler biraz erken ya da geç, kaçı­
nılmaz bir biçimde tasfiye olacaklardır.
Komünistler olarak biz bunu anlaşılır buluyor ve olağan
karşılıyoruz. B izim için önemli olan; devrimci direnme çiz­
gisini güçlendirerek ve güven veren bir çekim merkezi oluş­
turarak bu tasfiyeci sürecin etkilerini sınırlandırmak, bu ara­
da mümkün olduğu ölçüde hala diri kalmayı başarabilen güç­
leri/kadroları partin i n devrimci çizgisine kazanmaktır.
Tasfiyeci sürecin panzehiri smıf ve
kitle hareketindeki gelişmedir
Tasfiyeci bir batağın içerisinde umutları ve güçleri tü­
keten Kürt hareketi içinse söylenebilecek olan kısaca şudur:
Kürt hareketi içinde köklü bir iç hesaplaşmanın ve ayrışma­
nın yaşanması, böylece devrimci ç ıkışların önünün açılması,
Türkiye ' nin genelinde sınıf ve emekçi hareketinin gelişme
gücü ve temposuyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu açıdan, bu­
gün Kürt hareketi bünyesindeki emekçilere yapılabilecek en
268
büyük yardım, genel devrimci görevlere yüklenmek, özel­
likle de sınıf hareketinin halen �ıkıştırılmış bulunduğu cen­
dereyi parçalamasını kolaylaştıracak bir çaba içinde olmaktır.
Bunun ötesinde, ideolojik mücadele, teslimiyet ve tasfi ye
sürecinin teşhiri ve katı gerçeklerin gözler önüne serilme­
si mücadelesi elbette kesintisiz bir biçimde sürdürülmek
durumundadır.
Şunu da ekieyeJi m ki, tesli miyet ve tasfiye çizgisinin
iflasının herkes tarafından görülebilir hale gelmesi, kendi
başına bu cephede devrimci ayrışmalar ve çıkışlar için yeterli
değildir. B u kadarı en fazla hareketin en d iri kadrolarının
devrimci yönel işini kolaylaştırabilir. Fakat tersinden , taban
kitlesinin geniş kesimlerinin umutsuzluk içerisinde dağılması­
na yolaçan bir etkide de bulunabi lir. İ şçi sınıfı ve emekçi
hareketindeki genel gelişme, bir kez daha bunun önüne ge­
çebilecek biricik gerçek olanaktır. B oş hayallere kapılmamak
için bunu hep gözönünde bulundurmak gerek ir.
Günü kurtarmak değil
geleceği kucaklamak
Partimiz dönem in tablosunu böyle görmekte, kendi gün­
cel görev ve sorumlulukianna da buradan yaklaşmaktadır.
Mevcut tablo altında ezilmek bir yana onu bütün bir gerçekliği
içerisinde yüreklil ikle kavramakta, görevlere her zamankin­
den daha büyük bir enerji yle sarılarak devrimci çıkış yolu
hazırlama misyonuyla hareket etmektedir.
Tam da öngörüldüğü gibi, devirmeyen darbe güçlendirdi;
yeniden inşa sürecinde katedilen mesafe, partimizi sınıf hare­
ketine ve genel devrimci mücadeleye karşı sorumluluklarını
her açıdan daha güçlü bir biçimde üstlenecek bir noktaya
getirdi. Solda tasfiyeci süreçlerin derinleştiği bir zaman kesi­
tinde, kendini yen iden örgütteyerek devrimci sınıf müca269
delesi görevlerini daha etkin ve çok yönl ü olarak üstlene­
cek bir hazırlık düzeyine ulaşmayı başarmak doğal olarak
bir rastlantı değildir. Partimizin teorik temeli, ideolojik çizgisi,
taktik açıklığı, örgüt birikimi ve geleneği ve tüm bunlar­
dan kaynaklanan moral gücü, tüm bunlar birarada bu başarıyı
olanaklı kılan etkenlerdir.
Sınıf ve kitle hareketinin mevcut durumu ile sol hare­
ketin iç karartıcı tablosu, güncel soruml u luklarımızı daha
yakıcı hale getirmektedir. Bu sorumlulukları cesaret ve güven­
le omuzlayacağız. Sorun umuz günü kurtarmak değil fakat
geleceği kucaklamaktır. B u devrimci bakışaçısı, güncel du­
rumu ve olanakları en iyi bir biçimde değerlendirebilmenin
de temel önkoşuludur. Geleceği kucaklamak, gündelik kaygı
ve beklentilerden uzak bir biçimde, geleceğe yönelik sabırlı
ve soluklu bir çalışma da demektir. Başarının güvencesi bu
bakışaçısında, buna dayal ı çalışma tarzındadır.
Kitle hareketindeki gündelik dalgalanmalara, iniş-çıkışla­
ra hiçbir biçimde takılmamal ı, buna ilişkin beklentiler içeri­
sinde olmamalıyız. Kitle hareketinin mevcut tablosu, zaman
zaman umut veren ve hareketin kendini aşabileceği izleni­
m i yaratan bazı çıkışlar sayılmazsa, son on yıldır kendini
y ineleyip .d uran kısır bir tablodur. Kendiliğinden büyük bir
patlama ya da etkili bir devrimci önderlik müdahalesi olma­
dıkça bu tablo değişecek gibi görünmemektedir. B unlardan
i lk ine, kendil iğinden bir patlamaya, umut bağlamak ve eli
böğründe böyle bir olanağı beklemek bizim sorunumuz olamaz.
Kaldı ki, ortaya çıktığında böyle bir olanağı etkili ve başarılı
bir biçimde değerlendirebilmenin zorunlu temel koşulu da,
yine önden iyi bir hazırl ı k çal ı şması içinde olmaktan geç­
mektedir. B u i se bizi kendiliğinden ik inci duruma, yani
devrimci önderlik müdahalesinin özel önemine getirmektedir.
Etkili ve sabırlı bir hazırlık çalışmasıyla, özellikle sınıf kitleleri
içerisinde adım adım güç, etki ve mevzi kazanmak zorundayız.
2 70
Mevcut kısırlıktan ve açmazdan tek gerçek çıkış yolu ola­
rak, devrimci sınıf çizgisi ve programına iş� i leri ve emek�ileri
kazanmak zorundayız.
Taktik alanda ve örgütte
yoğunlaşma
Teorik temelimiz, ideoloj i k kiml iğimiz, bunların tarih i
devrimci alternatif olarak somutlanmış biçimi olan progra­
mımız, ortaya koyduğumuz iddianın, üstlend iğimiz misya­
nun temel güvencelerinden biridir. Fakat bunu devrimci tak­
tik ve örgüt alanındaki üstünlüklerle de bütünleştirebildiği­
miz oranda, partimizi sınıfla gerçek manada buluşturabi lir
ve böylece devrimci gelişmeyi güvence altına atabiliriz. He­
nüz zayıf olduğumuz bu alan, doğall ığında d i kkatierin ve
enerjinin da yoğunlaştırılacağı asıl alandır. Kuruluş gündemi­
nin özel ağırl ığına rağmen parti kongresinin devrimci tak­
tik ve örgüt sorunları üzerinde kapsamlı bir yoğuntaşma yaşa­
ması bu ç erçevede bir rastlantı değildir.
Bu iki sorun organik bir bütünlük de oluştu rmaktadır.
Dönemsel devrimci görevleri kucaklayan isabetl i ve etkili
bir taktik çizgi izlenmeksizin, örgütsel ve dolayısıyla kad­
rosal gelişme olanaklı olamaz. B unun tersi de ayn ı ölçüde
doğrudur. Etkili bir devrimci siyasal çalı şma için güçlü bir
örgüte ve sağlam kadrolara sahip olmak zorundayız. Fakat
güçlü bir örgüt ile sağlam kadroları da ancak etkili, siste­
.matik ve çok yönlü bir siyasal çal ışma içinde yaratabi li­
riz.
B u organik bütünlüğü kavramak önem lidir. B ugünün
koşul ları ve ihtiyaçları içerisinde bu ikisi arasında ayrım
yapacak, birinden birine ağırlı k tanıyacak durumda deği liz.
İkisi de aynı ölçüde öncelikli ve yakıcıdır; çözümleri i se
biribirine sıkı sıkıya bağlıdır, içiçedir.
2 71
Sınıf çalışmasında araç ve
yöntem zenginliği
Sınıf çalışmasında yeni ve bu kez sonuç alıcı bir yük­
leome çabası içindeyiz. B urada en önemli güncel sorun, sınıf
kitlelerini etkilemenin ve örgütlemenin çok yönlü olanaklarını
birarada başarıyla kullanabilmektir. B unu araç, yöntem ve
biçim zenginliği olarak da kavrayabil iriz. S ınıf çalışmasında
tek biçimliliğe, salt belli araçlara ve yöntemlere takılıp kal­
mak, kendi başına bununla yol alınabileceğini sanmak, geç­
miş sınıf çalışmamızın en zayıf yanıydı .
B i r takım yeni araçlar v e biçimler denediğimiz şu dö­
nemde, kendi başına bunlara büyük anlamlar ve işlevler yük­
lemek; sınıf çalışmasına tüm cepheler üzerinden ve olar:ıaklı,
döneme uygun düşen tüm araçlarla yüklenmemek, bizi geç­
mişin kısırlığı ve sonuçta başarısızlığı ile yüzyüze bırakır.
Devrimci taktikte ustalaşmak, bir yanıyla da, çalışma ve mü­
cadele araç ve yöntemlerinde bu zenginliği kavramak, somut
olarak geliştirmek, bunları dönemin koşullarına başarıyla uy­
gulayabilmektir.
Başarıyla kadrolaşmanın
ö n e mi ve aciliyeti
Görevlerin başarıyla üstlenebilmesi için örgütsel yapımı­
zın güçlendirilmesi ve bu çerçevede kadrolaşmanın önemi
özel bir açıklama gerektirmiyor. Burada kadrolaşmanın öne­
mini ve aciliyetini özell ikle v urgu lamak i stiyoruz. Konuya
il işkin değerlendirmelerimizde hep i fade edilegeldiği gibi,
kadrolaşma kendi başına insan kazanmak değil , bu insan­
ları parti çalışmasının ve mücadelesinin ihtiyaçlarına göre
eğitmek, dönüştürmek ve hazırlamaktır. Bugün bu açıdan
ciddi sorunlarımız var. Saflarımıza sürekli yeni, genç ve de2 72
neyimsiz insanlar akmaktadır. Fakat bunların parti içinde
ya da çeperinde örgütlenerek eğitilip kadrolaştırılması soru­
nu, hala ciddi bir yetersizlik alanı olarak durmaktadır önü­
müzde. Bunda yeterli başarıyı sağlayamamak. parti örgüt­
lenmesini geliştirmeyi güçleştirmekte ve dolayısıyla da görev­
lerin daha etkili bir biçimde üsttenilmesini zora sokmaktadır.
Bu, bu dönem üzerinde özellikle durmamız gereken bir
sorundur. Zamanında kucaklanamayan, çok yönlü teorik ve
pratik, politik ve örgütsel, legal ve illegal eğitimden ve de­
neyimden geçirilemeyen parti militanlarının gel işimi zaafa
uğramakta, sonuçta bu insanların bir kısmı ya kaybedilmekte,
ya da imkandan çok soruna dönüşmektedirler. Kadrolaşma
alanındaki yetersizliğin örgütsel darhkla sıkı sıkıya bağlı
bulunduğunu, fakat tersinden de, başanyla kadrolaşamamanın
örgütsel gelişme ve yetkinleşmeyi zora soktuğunu bilmek,
buradaki içiçeliğin bilinciyle sorunun çözümüne yüklenmek
durumundayız.
Sald�ralara göğüsleyerek ilerleyeceğiz
Bütün bu görevleri üstlenmeyi ve bütün bu sorunları
çözmeyi, burjuva rejiminin çok yönlü ve tümden tasfiye etme
hedefine yönelmiş kesintisiz saldırıları altında başarmak
durumundayız. Son bir yılın olayları, özellikle de hücre sal­
dırısı üzerinden sahnelenen vahşet ve gösterilen kararlılık,
rej imin devrimci hareketi devrimci kimlik yönünden ezmek
niyetini gözler önüne sermiştir. B u olaylar, tam da devle­
tin "Gizli Siyaset Belgesi"nde öngörüldüğü çerçevede, ehli­
leştirip teslim alınmış, düzenin icazet sınırlarına mahkum
edilmiş bir sol yaratma politikasının anlamını somut ola­
rak ortaya koymuştur.
Partimiz devletin bu niyetleri ve hesapları konusunda ye­
terli açıklığa, düşünsel ve moral hazırlığa sahiptir. Türkiye 'de
2 73
devrimciliği bitirmek, burjuva gericiliğinin boş bir hayali,
gerçekle�me y e n bir u m udu ol arak k alacaktır. Partimiz,
devrimci tarihimizin bu alandaki birikimlerinin mirasçısı ve
günümüzdeki taşıyıcısı olarak devri mci kimliği ayakta tut­
ınakla kalmayacak, bunu sınıf devrimciliği şahsında ileri ve
tutarlı bir düzeye de yükseltecektir. B ugüne k adarki tutu­
mu ve prat i ğ i , bunun daha ş i md iden yeterli k anıtlarını
sunmaktadır.
Sorunun bu yönüyle ilgili tüm bu açıklığa rağmen, dahası
bu açıklığın da bir gereği olarak, rejimin saldırılarını göğüs­
lemek, bunu g üv enceye alacak b i r pol i t i k ve örgütsel
konum ve tutum içinde olmak, günün bir başka temel gö­
revidir. İllegal örgütsel temeli m i z i büyük bir dikkat ve
özenle koru y acağ ı z , g e l i ştirip güçlendireceğ iz. Aynı
şekilde, legaliteden de etkin ve yaratıcı bir biçimde, çok
yönlü olarak mümkün mertebe yararlanacağız. Bu ikisini
başarıyla b i rleştirip bütünleştirmek, siyasal ve örgütsel
başarının zorunlu koşuludur. Bu hayati sorunun bilincinde
ol arak ve bu bilinci derinleştirip kökleştirmek üzere, par­
timizin bu alandaki düşünsel birikimini ve pratik deneyimini
döne döne yeniden incelemek ve pratik gerekleri konusunda
en büyük dikkati ve özeni göstermek durumundayız.
(Ekim, sayı: 223, Haziran 2001 , başyazı)
2 74
Düzen bekçileri haztrlantyor
Kriz b atağı nda bir kokuşmuş düzen
Türkiye kapitalizmi kriz batağında debelenmeye devam
ediyor. Krizde herhangi bir hafifleme bir yana, olayların seyri
ve bir dizi gösterge, durumun her bakımdan daha da ağır­
laşmakta olduğunu ortaya koyuyor. Dahası, önümüzdeki ay­
lar için yaygın bir yeni çöküş beklentisi var. Krizdeki bu
gidişin işçi sınıfı ve emekçiler için sosyal yıkımın derin­
leşmesi, ülke içinse emperyalizme kölece bağımlılığın pe­
kişmesi demek olduğunu biliyoruz. Her yeni çöküş, i�çi sınıfı
ve emekçiler için ağırtaşmış yeni bir ekonomik-sosyal fa­
tura; Türkiye içinse, emperyalizmin daha ağır ekonomik, mali
ve siyasal koşullar dayatması, ülke ni n dolaysız yönetimini
adım adım devralması anlamına geliyor.
İMF kendi direktiflerinden en ufak bir sapınayı bile
2 75
küstahça sopa gösterme vesilesi haline getirmıştır. Bunun
kar�ısında hükümet�n tavrı, uşaklığın dipsiz kuyusudur. Son
günlerde bu çerçevede yaşananlar, Türk burjuvazisinin ve
onun adına ülkeyi yönetenlerin tam bir ihanet çukuruna
yuvarlandıklarını ibretle gözler önüne sermektedir. İMF ve
emperyalistler için sorun artık kendi memurlarını ekonominin
patronu olarak atamak ve parlamentonun gündemini ve çalış­
ma temposunu bizzat saptamaktan da öteye geçmiştir. Em­
peryalistler artık işi idari işleyişe, şirket yönetim kurullarının
doğrudan saptanmasına ve imzada geeikti diye cumhurbaş­
kanını paylama noktasına vardırmışlardır.
Böyle yapan ve böyle yaptıkça da sonuç aldıklarını gören
emperyalistler, spekülatif sermaye hareketleri ve borsa oyun­
ları üzerinden Türkiye ekonomisiyle ve siyasetiyle dilediğince
oynamaktadılar. Bu hesaplı ve planlı oyunları ekonomik ve
siyasal istemlerini dayatmanın, istedikleri her türden yeni
düzenlemeleri yapıırmanın bir aracına çevirmiş durumdadır­
lar.
U şakça bağımlılık ve borç batağı Osmanlı'yı da benzer
bir d uruma düşürmüş, onu zamanla emperyalistlerin oyun­
cağı hal ine getirmiş ve sonunda da o kaçınılmaz akıbete,
yıkılışa götürmüştü. Benzer bir bağımlılık ve borç köleliği,
işbirlikçi burjuvaziye dayanan Cumhuriyet Türkiye'sini de
adım adım aynı süreçlerden geçirmekte, benzer bir tarih­
sel akıbete hazırlamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu 'nun tarihsel mirasçı olmakla gitgi­
de daha çok övünen Türk burjuvazisinin geleceği selefinin
geçmişinden farklı olmayacaktır. Ülkeyi ve toplumu yıkım
içinde bu utanç verici duruma düşüren, emperyalizmin elinde
oyuocağa çeviren bir sınıf, topluma egemen olma, onu yönet­
me gücü ve meşruiyetini zaman içinde gitgide daha çok
yitirecektir. Son 50 yıldır krizler içinde debelenip duran ve
topluma ödettiği ağır ekonomik, sosyal, kültürel ve siya2 76
sal faturalara rağmen her yeni dönemi eskisini aratan bu
sınıf, onun kokuşmuş burjuva cum h ur iye ti er-geç y ıkılıp
gidecek, yerini işçi sınıfının devrimci önderliği altında bir­
leşmiş emekçilerin sosyalist cumhuriyetine bırakacaktır.
Düzen bekçileri aralıksız
hazırlanıyor
Olup bitene herhangi bir esaslı ilirazı olmayan, itiraz bir
yana uygulanan programa tam destek veren düzen bekçi­
leri, muazzam sosyal yıkımın yaratacağı tehlikeli sonuçla­
ra karşı aralıksız hazırlanıyorlar. Sözkonusu "tehlike" el­
bette bekçilik ettikleri düzen içindir.
Krizin ağırlaştığı bir dönemde toplanan MGK, "sosyal
patlama" riskinin artmakta olduğunu tespit edi yor ve bu
çerçevede alınacak yeni önlemleri görüşüyor. Yeni önlem­
leri diyoruz, zira yıllardır bu türden önlemlerin ardı arkası
zaten kesilmiyor. Faşist 1 2 Eylül cuntasının yaptığı köklü
kurumsal ve yasal düzenlemelere rağmen kokuşmuş burju­
va düzeninin bekçisi ordu, yıllardan beridir MGK üzerin­
d en sürekl i yeni yasal ve kurumsal düzenlemeler yapıp
duruyor. Anti-terör yasası, Kriz Yönetim Merkezi, İller İdaresi
Yasası, Özel Kuvvetler ve JİTEM, hücre tipi zindanlar, tüm
bunlar bu hazırlığın bir parçasıdır.
Tüm bunlar, son on yıl iç inde kotarılmış kurumsal ve
yasal yeni önlemlerdir. Tümü de muhtemel bir devriınci sınıf
ve emekçi hareketinin önünü kesmek, bunun başarılamadığı
bir durumda ise ezmek içindir. Tümü de MGK ve dolayısıyla
ordu kaynaklı önlemlerdir; orada düşünülınekte, tasarlanmak­
ta, planlanmakta ve yasal temele kavuşturulmak üzere kukla
hükümetler ve meclis1erin önüne konulmaktadır.
B unun son halkalarından biri de, daha önce "Başbakan­
lık Kriz Merkezi Yönetmeliği" ile kotarılan Kriz Yönetim
2 77
Merkezi kurumlaşmasmın şu günlerde sessiz sedasız yasal
bir dayanağa kavuşturulması olmuştur. Son MGK toplan­
tısından yalnızca bir gün önce, 29 Haziran günü, kamuoyundan
gizlenerek ve üzerinden en ufak bir tartışma bile yapılmadan
"jet hızıyla" meclisten geçirilen yeni yasa, "gerginlik ve kriz
dönemleri"yle net bir bağlantı kurarak, orduya geniş yeni
yetkiler tanımaktadİr.
Dinsel gericilik dalgakıranı
Düzen bekçilerinin hazırlıkları elbette bundan ibaret de­
ğil. Bu, sorunun daha çok baskı ve terör aygıtlarının tahkim
edilmesine ilişkin yönüdür. Daha bir de bunu tamamlayan
deyim yerindeyse "sosyal önlemler" bölümü var. B unun ne
anl ama geldiğini, satılmış sendika ağalarının, bilinen hiz­
metlerinin de ötesinde, ESK ve "Sivil inisiyatif' gibi oluşum­
lar üzerinden toplumsal muhalefeti dizginleme, saptırma ve
düzene yedekleme i şinde kullanılmalarından da görebiliriz.
Nitekim bu, burjuvazi adına ülkeyi yöneten ordunun 28 Şubat
sonrası hamlelerinin en önemli halkalarından biri olmuştur.
Sözde laik cumhuriyeti "irtica tehdidi"ne karşı savunmak
üzerinden yaratılan toplumsal atmosferde, işçi sendikalarıyla
tekelci sermaye örgütlerinin biraraya getirilmesiyle yaratılan
bu oluşumlar, saldırıları kolayca gerçekleştirmek (ESK), işçi
sınıfı ve emekçilerin bilincini çelrnek ve mücadelesini diz­
ginlemek ("Beşli sivil inisiyatif') için kullanılmışlardır.
Haziran sonunda yapılan MGK toplantısında bu açıdan
son derece dikkate değer yeni bir gel işme var. Bu toplantı,
"sosyal patlamalar"a karşı alınacak önlemlerden ayrı düşünü­
lemeyecek bu gelişmeyi, kamuoyuna bilerek sızdırılan bir
rapor üzerinden açığa vuruyor. B una göre; bizzat üst dü­
zey subayları tarafından "tarikat ve mezhep önde gelenle­
ri ile kurulan diyaloglar ve bu çerçevede sürdürülen çalış2 78
ma/ar sonucu" , bu çevrelerin "devlet ve hukuk sisteminin
içine çekilmesi" , bundan da öte, "devletin yanında yer alma­
lan noktalarında önemli mesafeler" alınmış durumdadır.
Bu gelişme gerçekten dikkate değerdir. Zira ordunun din­
sel gericiliğe karşı 28 Şubat'la birlikte gündeme getirdiği
müdahalenin amacını ve sınırlarını da açıklıkla ortaya koy­
maktadır. Komünistler bu amacı ve sınırları 28 Şubat ' ı i z­
leyen günlerdeki değerlendirmelerinde açık seçik bir biçimde
ortaya koymuşlardı. Şimdiki gelişmeler bu değerlendirmeleri
olduğu gibi doğrulamaktadır.
Bu değerlendirmelerin birinde; d insel gericiliğin, '60'1ı
yıllardan itibaren bizzat devlet tarafından örgütlenerek ile­
rici toplumsal muhalefete v e devrimci harekete karşı çok
bilinçli bir biçimde kullan ıldığı, 1 2 Eylül askeri faşist rej i­
mi döneminde ise bunun görülmemiş boyutlara vardınldığı
ortaya konulmakta ve ardından söz, 28 Şubat'la başlatılan
dinsel gericiliği terbiye etme ihtiyacının nereden doğduğuna
şöyle bağlanmaktadır:
"Özetle, toplumsal gelişmeye ve devrime karşı bir dal­
gakıran rolü oynasın diye dinsel gericil(�i düzen bizzat kendisi
besledi; ordu ise ona her seferinde yol açtı, zemin düz/e­
di. Ne var ki bu toplam süreç, resmi dilde 'il·tica· olarak
nitelenen dinsel gericili.�i kontrol edilebilir sınırların öte­
sinde bir etki ve güce kavuşturdu. 'İrtica ' , yığınların geri
kesimlerini dizginleyen ve düzene bağlayan bir imkan olmanın
ötesine taşlı; genel toplum ve devlet düzenine kendi ruhunu
ve rengini verme iddiasını uygulamaya geçirecek bir ge­
lişme düzeyine ve konuma ulaştı . Gelinen yerde dizginlen­
mesi, güç ve etkisinin tırpa/annıası, düzen için kabul edi­
lehi/ir sınırlar ve işlevler içine çekilmesi gerekiyor. Kuru­
lu düzenin vurucu gücü ordu şimdi bunu yapıyor. 'Durumdan'
çıkarılan 'vazife' budur. " (Ordu ve İrtica. Ekim , sayı : 1 7 l ,
Haziran '97, başyazı)
2 79
va
Amaç dinsel gericiliği ezmek değil (ki bu gerici burju­
düzeninin doğasına olduğu kadar temel ihtiyaçlarına da
aykırı bir davranış olurdu), onu yeniden kabul edilebilir ve
kontrol edilebilir sınırlar içerisine çekmekti. Generaller tara­
fında MGK'ya sunulan rapor, sorunun tamı tarnma bu oldu­
ğunu ve bunun da artık gerçekleştiğini dile getiriyor.
Fakat işte bu sınırlar içerisinde, yani terbiye edilmiş ve
kontrol edilebilir sınırlar içine çekilmiş bir dinsel gerici­
lik, kabul edilebilirlikten öteye, düzenin ve devletin hiz­
metinde etkin biçimde kullanılan, kullanılması gereken bir
güçtür. "Sosyal patlama" tehlikesine karşı önlemlerin gün­
deme getirildiği bir toplantıda, "tarikat ve mezhep önde gelen­
leri nin devlete desteğinin kazanıldığının açıklanması bu
çerçevede son derece anlamlıdır.
"
Devrim düzenin en büyük korkusudur
MGK, kriz ve sosyal yıkım programlarıyla bağlantı için­
de, "sosyal patlama" tehlikesini ilk kez görüşmüyor. Mart
sonunda yapılan olağan toplantıda da, "öngörmek yönet­
mektir" kuralı çerçevesinde bu konunun görüşüldüğü hası­
na yansımıştı. Bu arada generallerin, dinsel gericiliği ter­
biye etme operasyonunda katedi len mesafeden de güç ala­
rak, "tarikat ve mezhepterin önde gelenleri" i le yoğun i liş­
kilere girmeleri ve devlet düzenine itaatten öteye, devlete
desteklerini güvenceye almaları tabii ki bir rastlantı değildir.
Tehdit sıralaması değişince tercihler de değişiyor ve yeni
çalışmalar buna göre yapıl ıyor, yeni il işkiler buna göre
kuruluyor, yeni destekler buna göre sağlanıyor.
Derin bir ekonomik kriz içerisinde debelenen ve bunun
ağır bir sosyal krize dönüşmesinden belirgin biçimde kaygı­
lanan düzen ve onun egemen yönetici gücü olarak ordu için
gerçek tehd it, her zaman için devrimci gelişmeler ve işçi280
emekçi hareketidir. İşin doğası gereği bu böyledir. Tüm öte­
ki "lehdit"ler, kurulu düzeni biçim yönünden şu veya bu
ölçüde etkileyebilir, ama onun burjuva mülkiyet ilişkileri­
ne dayanan temel sınıf özelliği'n i hiçbir biçimde değiştirmez.
Resmi d ildeki ifadesiyle "bölücülük"ten "irtica"ya kadar bu
böyledir. Ama düzenin temellerine yönelen bir sosyal-siyasal
hareket olarak "yıkıcılık", tüm öteki tehditlerden temelden
farklıdır ve burjuvazi, onun düzen bekçileri, bu konuda tam
bir açıklık ve mutabakat içerisindedirler.
Eğer buna rağmen ara evrelerde başka bazı tehditler
ön plana çıkarılabilmişse, bu tam da I 2 Eylül 'le birlikte dev­
rimci ve emekçi hareketine vurulan ve etkileri halen de gi­
derilemeyen ağır darbeler sayesinde sözkonusu olabilmiştir.
B unun sağladığı soluklanma ortamında düzen beklenmedik
bir biçimde karşı karşıya kaldığı "bölücülük bel ası"nı sa­
vuşturmaya çalışmış, bu arada gereğinden fazla güç kazanan
ve artık kontrolden çıkmaya başlayan "irtica"yı terbiye etme
yoluna gitmiştir. Türkiye'de devrimci bir mecrada gel işen
güçlü bir sosyal hareketlilik olsaydı diğer iki "tehdit" asla
düzen bekçileri için öncelik kazanmazdı, dahası irtica bu
koşullarda gerçek bir i mkan olurdu onlar için. Kaldı ki bu
koşullarda " irtica"nın bu den l i güçlenmesi de zaten i ş i n
doğasına aykırı olurdu.
Özetle, devrimci temeller üzerinde gel iş.en her sosyal
hareket düzen için değişmez stratejik baş tehdittir. Sınıf ve
emekçi hareketinin güç kazandığı ve bunun devrimci akım­
ları güçlendirmeye başladığı her taktik durumda da, düzen
için tartışmasız bir n umaral ı tehdit yine bunlar olmaktadır.
Zira, yineliyoruz, bu alandaki her gelişme, bizzat kurulu dü­
zenin temellerini ve geleceğini ilgilendirmektedir. Devrimci
bir kitle hareketi ile sosyal devrim tehlikesi , burjuvazinin
her zaman e n büyük korkusudur.
Krizin işçi sınıfı ve emekçilerin dayanma gücünü ger281
çekten zorladığı ve öfkesini büyüttüğü bir dönemde. din­
sel gericiliğin temsilcileriyle bizzat generaller tarafından
kurulan il işkiler de anlamını burada bulmaktadır. İşçi ve
emekçi hareketinden korkan düzen ve devlet için. d insel ide­
oloji ve dinsel gericilik bir kez daha dalgakıran rolüyle temel
önemde bir araç ve ihtiyaçtır. Düzen bekçileri bir kez daha
durumdan vazife çıkarmışlardır ve buna göre hareket etmişler­
d ir.
"Tehdit önceliği"ne göre değişen roller
Komünistler. zamanında 28 Ş ubat'la i lerici topl umsal
muhalefete karşı kurulan tuzağa işaret ederlerken. şunları
söylemişlerdi: "Neredeyse 30 yıldır dinsel gericiliği kullanarak
ilerici toplumsal muhalefeti dizginleyenler, şimdi toplum­
sal muhalefeti yedek/eyerek dinsel gericiliği dizginlemeye
çalışıyorlar. "
B u oyun. CHP'nin yamsıra reformisı solun bir kesimi,
umutsuzluk ve y ılgınlık batağındaki solcu aydınların öneml i
bir kesimi ve hain sendika bürokrasisinin paralel çabalarıyla,
28 Ş ubat sonrasında önemli ölçüde başanya ulaştı. Aradan
geçen dört. yıla yakın süre boyunca, "irticaya karşı laiklik"
adına toplumsal muhalefet pasi f ve dotaylı bir biçimde de
olsa önemli ölçüde düzenin ve ordunun yedeği haline ge­
tirildi.
Şimdi yeniden roller değişiyor. Ağırlaşan kriz koşulları
toplumsal muhalefetin güç kazanmasını ve önlenemez biçim­
de sokağa taşmasını bir tehlike haline getirdiğine göre. bur­
juvazi adına ordunun yeniden dini ve dinsel gericiliği kul­
lanmaya ihtiyacı var. Girilen gizli ilişkiler ve sağlandığı resmi
raporlara geçen mutabakatlar bunun bir ifadesidir. Şimdi sıra
bir kez daha d insel gericil iğe dayanarak toplumsal muha­
lefetin ve devrimci hareketin gelişmesini engellemekle. Düzen
282
için "yıkıcı tehdit" tehlikesinin büyümesi, herşeyi yeniden
yerli yerine oturtuyor. Saflaşma ve çatışma, buna dayal ı roller
yeniden olağan biçimine, sınıfsal eksene ve karaktere göre
şekilleniyor.
Yakın tarihimizde bunun dikkate değer başka örnekleri
de var. 1 2 Mart faş ist darbesiyle toplumsal muhalefeti acı­
masızca ezenler, bu arada Atatürkçülük adına göz boyamak
için Erbakan 'ın Milli Nizarn Partisi 'ni de kapatmak gereği
duymuşlardı. Fakat kısa bir süre sonra, daha faşist darbe
dönemi sona ermeden, İsviçre'deki Erbakan 'ın ayağına kendi
subaylarını göndererek yeni bir parti örgütlernek üzere onu
geri getirmişlerdi. Şimdilerde basma yansıyan haberlere göre,
Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri konumundaki orge­
neral, Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'nın yöneticileriyle Avru­
pa'daki Türk elçiliklerinde gizli görüşmeler yapmış. Bu olay
bile kendi başına yeterince anlam l ı ve açıklayıcıdır. Tü­
müyle A B D güctüm ünde yen i b i r d i n c i partiyi kurma
hazırlığındaki Tayyip Erdoğan ise, orduyla çeşitli düzey­
lerde görüşmeler yaptığın ı kamuoyu önünde açıklamış bu­
lunuyor. 28 Şubat ' ı n İrticaya karşı son hamlesi gibi sunu­
lan FP'nin kapatılması olayına da buradan bakılabilir. Bu­
nun terbiye operasyonunda son bir halka o lmak kadar,
Tayyipçi "yeni ol uşum"a yol açmak anlamına geldiği de
yeterince açıktır.
Alevi ağaları, CHP ve solda
"yeni oluşum"lar
•••
Aynı çabanı n sol k itle tabanına yönelik olarak da gös­
terildiğine kuşku yoktur, ki korkulan bir "toplumsal patla­
ma" olduğuna göre bu onlar için çok daha önemli ve ön­
celiklidir. MGK raporunda yalnızca tarikatların değil, yanısıra
"mezheplerin önde gelenleri"nden sözedilmesi bu açıdan
283
şaşırtıcı değildir. Burada sözkonusu olanın, 1 2 Eylül karşı­
devrimi sonrasında ve sayesinde, sol eğil imli Alevi kitle
üzerinde önemli bir güç, etki ve denetim sağlayan Alevi
ağaları olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Onlar önem1i bir
bölümüyle ve l aiklik adına zaten devletin ve düzenin h iz­
metindeydiler. Bu nedenle son gelişmeleri, girmekte olduğu­
muz yeni dönemin ihtiyaçları çerçevesinde, generallerin onları
daha özel ve etkin rollere hazırlaması ol arak düşünmek
durumunday ız.
Benzer çabaların siyasal izdüşümlerinden biri ise, CHP'de
Deniz B aykal üzerinden yapılan ordu operasyonudur. B u­
nun yeni bir "Andıç" harekatı olarak gerçekleştiği artık bi­
l inmektedir. CHP'nin son kongresi ise bunun başarıldığını
belgelemektedir. Derinleşen krizin emekçileri sosyal yıkıma
ve ülkey i utanç verici bir köleliğe sürüklediği bir dönem­
de; faşist devlet terörünün bizzat Kızılay 'ın göbeğinde emek­
çileri hedef alacak düzeyde uygulandığı bir evrede; tecri­
tin kurumsallaştırıldığı F tipi hücrelerde onlarca devrimci­
nin yaşamını y itirdiği bir sırada; bu temel önemde güncel
geli şmelerin hiçbiri CHP kongresinin gündemi olamamıştır.
Deniz B aykal kongre konuşmasında CHP'nin farklı olduğunu
söylemiş, fakat bu farkl ı l ığı somutlayacak hiçbir şey orta­
ya koyamamıştır.
' 90' 1arm başındaki k irli savaş döneminde doğrudan hü­
kümet ortağı olan ve kirli savaşın tüm İcraatiarını paylaşan,
5 Nisan Kararları 'na ve Gümrük B irliği köleliğine doğrudan
imza atan SHP-CHP, bu bil inen gerici ve sağcı çizgisinin
daha da sağına kaymıştır son kongresinde. Bunu sağdan dev­
şirilmiş üst düzey kadrolarıyla tamamlama girişiminde bile
bulunabil miştir. Bugünün C HP ' s i Amerikan ajanı Derv iş'e
zımnen destek vermekte v e onunla aynı kafadaki Ameri­
kancı-İMF'ci neo-liberal iktisatçılar ve uzmanlarla Türkiye'nin
sorunlarına sözde çözüm üzerine çalı şabil mektedir. Böyle284
ce, 28 Şubat' ın gündeme getirdiği "Anadolu Alevi l iği"nden
sonra, aynı patentl i olduğundan kuşku duyulmaması gere­
ken ve Baykalcı CHP'nin şu sıralar slogan edindiği "Ana­
dolu solu"nun ne anlama geldiği de açığa çıkmaktadır.
Baykalcı CHP 'nin tüm umudu ve gayreti, krizin hızla
tükettiği düzen partilerinden gelecek seçimlerde nöbeti dev­
ralmak ve i ş i onların bıraktığı yerden bir dönem için de­
vam ettirebilmektir. Ama bu parti düzenin egemenlerine gü­
ven vermek kaygısıyla Amerikancı çizgiye ve İMF dayat­
malarına öylesine teslim olmuş durumdadır ki, krizin bu­
nalttığı halk kitlelerinin sempati ve desteğini kazanmak için
demagojik çıkış ve manevralardan bile geri durmaktadır. Böy­
le olunca da, kitleler içindeki etkisi ve desteği krizin tü­
kettiği partileri hiç de aşamamaktadır. Hiç değilse halihazır­
daki durum budur.
Bununla bağlantıl ı olarak, CHP'deki tasfiyeterin ardından
gündeme gelen "soldaki yeni oluşum"a da değinelim. Sözü
uzatmak gerçekten gereksizdir. Bu oluşumun başını çeken­
lerden biri, kirli savaş hükümetlerinin koalisyon ortağı SHP'­
nin liderlerinden Murat Karayalçın'dır. Bu adam Çiller hü­
kümetlerinde Ç i l ler'in hınk deyicisi olma utanç verici ko­
num ve tutumuyla hatırlardadır. Kurulacak yeni partiye genel
.
başkan olarak düşünülen ve büyük umutlara konu edilen kişi
ise, Karayalçın ' ı öneeleyen dönemde SHP'nin başında bu­
l unan ve yine özel savaş hükümetlerinde Demi rel 'in hınk
deyicisi olarak yeralan ve bu arada Demirel 'i Çankaya 'ya
taşı'y an Erdal İnönü 'den başkası değildir. Böyle bir oluşu­
mun nasıl bir rol oynayacağı ise daha şimdiden bellidir. Geç­
m işleri geleceklerinin aynasıdır. "Yeni oluşum" bu yapısı
ve siciliyle eskisinin karikatürü olmayı bile başaramayacaktır.
Yine de sermaye medyası tarafından , şu an bir arayış içe­
risinde olan sol eğilimli kitlelere bir umut olarak sunulmaya
çalışılmaktadır. Geleneksel sol tabanı salt "hizipçi Baykal''la
285
kucaklamak olanaklı olmadığına göre, tüm öteki sahte seçe­
neklerin önünü açmak düzen i ç in mantıklı bir ihtiyaçtır.
"Sosyal patlama" vurgusunun
caz ibesi ve aldatıcılığı
Egemen sınıf sözcüleri ve düzen bekçileri, krizierin
ağırlaştığı ve bunun faturasının somut bir uygulama olarak
işçi sınıfına ve emekçilere ödetildiği her durumda "sosyal
patlama tehlikesi"nden sözetmeyi neredeyse adet haline ge­
tirmişlerdir. Son on yılda bu tutum birçok kez yinetenmiştir
ve hiç de kendi düzenleri payına felaket tellallığı yapmak
için değildir. Elbette sorunların ağırtaşmasının yarattığı kay­
gıların bunda bir payı vardır, fakat esas neden başkadır. Her
defasında bunun basıncıyla, mevcut hükümetleri daha sıkı
bir biçimde denetim altına almak, onlara isteklerini harfi­
yen uygulatmak ve bu arada olup bitenin tüm sorumluluğunu
bu hükümetlerin üzerine y ıkmak amaçlanmıştır. Fakat daha
da öneml i olarak, bununla hükümetler, sosyal sorunların kit­
lelerde büyütüp derinleştirdiği sosyal hoşnutsuzluğun denetim
altına alınmasına yönelik çok yönlü yasal ve kurumsal ted­
birlere yöneltilmiştir. Düzen cephesinden "sosyal patlama"
tehlikesine son on yılda yapılan her vurgunun somut pra­
tik amacı ve işlevi bu olmuştur.
Bu nedenle devrimciler bu tespitin egemen sınıf sözcüleri
tarafından bile sık sık d ile getiriliyor olmasının dışsal ca­
zibesine fazla aldanmamalıd ırlar. B undan hareketle, gerici
düzen cephesinin ne kadar da büyük sıkıntılar içerisinde bu­
lunduğu, kitlelerin ise buna karşı nihayet patlama noktasına
geldikleri sonucunu çıkararak rabatlayıp rehavete düşmek­
ten ise özellikle kaçınmalıdırlar. B urjuvazinin son derece
bilinçli, deneyimli, örgütlü ve özell ikle de kurnaz ve sinsi
bir sınıf olduğu unutulmamalıdır. Onların bu türden tespitler
286
yapmaları, her zaman bu türden tehlikelerin daha baştan önü­
nü alacak hazırlıklara ve önlemlere y öneliktir. MGK 'daki
son tespitin de açıkça bu amaç çerçevesinde gündeme ge­
tirilmesinde olduğu gibi.
Kitlelerin ileri kesimleri üzerinden
kırılan mücadele dinamikleri
Emperyal izmin ve işbirlikçi burjuvazinin sosyal y ıkımı
derinleştirmeye ve ülkeyi tümden köleleştirmeye yönelik ke­
sintisiz saldırıları kitlelerdeki hoşnutsuzluğu elbette sürek­
li büyütmektedir. Emekçileri baskı aygıtlarıyla d izginlemek
ve sendika bürokrasisiyle denetim altında tutmak giderek
daha da güçleşmekte, düzen partilerinden ve kurumlarından
kopuş süreci hızlanmaktadır. Ağırlaşan yaşam koşulları ve
uyarıcı yaşam deneyimleri, kitleleri yeni arayışlara itmek­
le, kendi çıkar ve ihtiyaçlarına uygun düşen devrimci al­
ternatiflere yönelmelerinin potansiyel koşulları da günden
güne daha çok olgunlaşmaktadır.
Egemen sınıf temsilci lerine "sosyal patlama tehlikesi"
tespitini yaptıran ve onları yeni önemlere yöneiten de işin
asl ında budur. Fakat bu kadarı geleceğin potansiyel tehli­
kesi değil, bugünün somut tablosudur. Tüm zorlanmalara
karşın, yine de burjuvazi halihazırda duruma hakimdir. Fakat
bu hakimiyeti yitirme korkusu, sınıf ve kitle hareketinin de­
netim dışına taşması ve devrimci bir mecraya yönelmesi ihti­
mali onu, onun adına toplumu yönetenleri gerçekten de
kaygılandırmakta, korkutmaktadır. Dünün "tehdit önceliği" .
olan İrticanın bugün devlet dayanağı olarak hazırlanması da
bu korkunun bir i fadesidir.
Fakat dinsel gericilik en fazla, kitlelerin geri, tutucu, ge­
leneksel kültür ve değerlere bağlı olan, mevcut sınıf ve kitle
hareketliliğinin zaten dışında kalan kesimlerini denetim altın287
da tutmak ve düzene bağlamak işlevi yerine getirebilir. Son
40 yılın sosyal çalkantıları üzerinden baktığımızda, ilerici
toplumsal muhalefete karşı zaman zaman saldırgan karşı­
devrimci bir güç olarak kullanılması bir yana bırakılırsa,
dinsel gericiliğin düzene ve devlete hizmeti de genellikle
bu olmuştur. Bu akım kitlelerin geri kesimlerinin düzen­
den kopmasını ve ilerici sosyal hareketliliğe yönelmesini
engellemiştir; bir dalgakıran olarak temel işlevi bu olmuştur.
Oysa sosyal patlamaların sürükleyici dinamiği, lokomotif
gücü, kitlelerin somut olarak devrimci arayışlara da girmiş
ve şu veya bu ölçüde hareketl ilik içinde olan ileri kesim­
leridir. Böyle olunca, egemen sınıfın bir "sosyal patlama"nın,
daha somut ve anlaşılır bir i fadeyle, sınıf ve kitle hareke­
tinin devrimci bir mecraya girme ihtimalinin yolunu kes­
me çabalanna, baskı ve teröre dayalı önlem ve uygulamalannın
ötesinde, sendika bürokrasisi, düzen solu ve reformisı sol
akımlar üzerinden bakmak gerekir. B uradan bakıldığında,
tüm bu akımların, kendi konumları ve güçleri ölçüsünde,
bir "sosyal patlama" tehlikesini hertaraf etmek için şimdi­
den burjuvaziye paha biçilmez hizmetler sundukları görü­
lecektir.
Kısır döngüyü kırmak için
..•
Bu bizi, içinden geçmekte olduğumuz dönem açısından
en kritik, üzerinde en çok durulması gereken noktaya ve
soruna getirmektedir. Sınıfın ve kitlelerin ileri kesimleri üze. rioden bakıl dığında, bugünün Türkiye ' si nde biz, g ü n ü
geldiğinde patlayacak olan değil, hedefsiz ve sonuçsuz ey­
lemler serisi içerisinde sürekli gücü ve morali tüketilen bir
sınıf ve kitle hareketiyle yüzyüzeyiz. Son on yıldır hep kul­
lanılan "hava boşaltma eylemleri" tanımı da bunu anlatmak­
tadır zaten . B u eylemler sonuçsuz kaldığı içindir ki, kit288
Jelerin mücadele gücünü kıran, eylemle sonu� alma inancını
erozyona uğratan, sonuçta onları demoral ize eden ve çare­
sizl i k duygusuna düşüren bir işlev görmektedirler.
Sendika bürokrasisinin bu sonucu çok bilinçli bir biçim­
de hazırlayan hain tutumu, sosyal patlama tehli kesinin boşa
çıkarılmasında burjuvaziye sunulan en büyük hizmet olmak­
tadır. Eylemler bu sınırlar içerisinde kaldığı, dolayısıyla bu
işlevi gördüğü sürece, devletin bu eylemleri sorun etme­
mesi, fakat kararlılıkla sonuç almaya yönelen her eylemin
de azgın bir devlet terörüyle karşılaması, tam da bu ne­
denled ir.
Buradan çıkarılması gereken son derece önemli bir po­
l itik sonuç var ve bu yakıcı önemde bir güncel görevler
alanına işaret etmektedir. Burjuvazinin "sosyal patlama" kor­
kusunu gerçeğe dönüştürebilmek için, öncelikle, tam da sınıf
ve kitle hareketi içerisindeki burjuva uşaklarının oynadığı
bu karşı-devrimci rolün boşa çıkarılması gerekmektedir. Bu­
nun için de, taban çalışması ve inisiyatifini hep vurgula­
yagelen devrimcilerin, artık, sendika bürokrasisinin dene­
timinde gerçekleşen ve bir kural olarak öfke boşaltmaya yara­
yan ve sonuçta kitleleri güçten düşüren merkezi eylemle­
rin cazibesine duydukları kör inancı kırıp bir yana atma­
ları gerekmektedir. Bugüne kadarki tüm deneyim gösterm iş­
tir k i , taban hareketliliği üzerinde yükselmeyen bu türden
merkezi eylemlilikler, kitle hareketini ileriye götürmek bir
yana, onun ileriye sıçrama dinamiklerini kıran bir rol oyna­
maktadırlar.
Taban örgütlülüğüne ve inisiyatifine dayal ı olarak çok
değişik vesilelerle gerçekleşen ve kitlelerin güç, enerji, de­
neyim ve moral biriktirmesine hizmet eden bir taban hare­
ketliliği, bugünkü kısır döngüyü kırmanı n da en etki li yo­
ludur.
B irim çal ışmasına dayanan, somutta fabrikalarda. işlet289
melerde, okullarda, işçi mahallelerinde sürdürülen dev , ı··
ci çalışma üzerinde yükselen ve olanaklı olduğu ölçüde çe­
şitl i biçimler içerisinde (platform, inisiyatif vb.) yerel dü­
zeyde birleştirilen bir kitle hareketi/örgütlenmesi geliştir­
mek güncel görevine de buradan bakmak durumundayız. El­
bette kendine özgü süreçler içinde mayalanan ve kendine
,
özgü dinamiklerle açığa çıkan kitle mücadelelerini kendi ter­
c ihierimize uyduramayız. Fakat kendi çalışmamızı , burju­
vazinin kitleler üzerinde politik ve sendikal düzeyde kurduğu
çok yönlü denetimi parçalayan ve bugünün kısır döngüsü­
nü aşmaya yönelen en uygun tarza ve biçime kavuşturmak
da tümüyle bizim elim izdedir. Ve bu, kendi sağlıklı dina­
mikleriyle tabandan gel işecek i şçi ve emekçi eylemleriyle
başarıyla buluşabilmenin, bu eylemiere etkili bir önderlik
müdahalesi yapabilecek konum ve mevzilere önden sahip
olabilmenin de en uygun yoludur.
(Ekim , sayı : 224, Temmuz 200 1 , başyazı)
290
Saldiri sonrasi yeni dönem
Dünya Ticaret Merkezi'ne v e Pentagon 'a karşı gerçekleşen
saldırılar dünya siyaseti bakımından önemli gelişmelere yol­
açmış bulunmaktadır. ABD emperyalizminin kudretine meydan
okuma anl amına gelen ve ABD'nin "güçlü ve güvenli" bir
ülke olduğu imaj ına ağır bir darbe indiren bu saldırılar, dünya
emperyalizminin jandarmasını bir anda, her iki durumda da
ciddi siyasal sonuçları olacak bir ikilemle yüzyüze bıraktı.
Saldırıları sineye çekmek ya da yeryüzünün kana ve ateşe
bulanması pahasına karşı saldırıya geçmek.
ABD 'nin ilkini tercih etme şansı hemen hiç yoktu; zira
bu, hegemonik bir güç olarak çoktan başlamış bulunan geri­
lemesinin yeni b ir ivme kazanması anlamına gelecekti. B u
türden bir tercih rakip emperyalist güçlerin konumunu güçlen­
dirmekle kalmayacak, dünya ölçüsünde anti-emperyalist, anti­
Amerikan harekete de güç ve moral kazandıracaktı .
291
Gerçekte, pratik olarak, ABD emperyalizminin önündeki
tek yol, şu an net bir biçimde seçilmiş ve tutulmuş olandan
başkası değildi. I 1 Eylül saldırısını dünya ölçüsünde bir karşı
saldırı imkanına çevirmek; henüz duruma birçok bakımdan
hakimken sistem karşıtı ya da özel olarak kendi karşıtı tüm
güçleri mümkün mertebe ezmek ya da etkisizleştirmek, tutulan
bu yolun öncelikli hedefleri olarak çıkıyor ortaya.
Saldırının hemen sonrasında dünyanın mazlum halkları­
na, dünya ölçüsünde tüm devrimci ve ilerici güçlere, yanısıra
ABD hükümranlığına şu veya bu nedenle, şu veya bu ölçüde
karşı olan güçlere açılan savaş bunun ifadesi olmuştur. Em­
peryalist şefler, saldırı gününden beri, bunun her türlü kirli
yöntemin de kullanılacağı acımasız bir topyekun savaş olaca­
ğını ve sonuç al ını ncaya kadar sürdürüleceğini tekrarl ayıp
duruyorlar. Silah tekellerinin kuklası oğul B ush bu savaşa
süre bile biçmekte, bunun en az on yıllık " uzun süreli bir
savaş" olacağını söylemektedir.
Yeni rüzgarlar ekenler daha büyük
firtınaiar biçecekler
Yedikleri politik ve mdral darbenin etkisi altında bu savaşı
mutlaka kazanacaklarını yineleyip duran ABD'li emperyalist
şefierin bu hesaplannın tutması elbette düşündükleri kadar
kolay olmayacaktır. Sonucu salt onların niyetleri ve hesapları
değil, fakat başlayan yeni dönemde dünya ölçüsündeki sınıf­
lar ve güçler mücadelesi belirleyecektir. ABD 'nin ilan ettiği
topyekun savaşın sonunda çırpındıkça batması da aynı ölçüde
güçJü olasılıklardan biridir. B ugünün dünyasında ABD emper­
yalizmine, onun şahsında, küresel kapitalizmin acımasızlığına
ve emperyalizmin dünya üzerindeki yıkıcı hakimiyetine karşı
oluşmuş büyük bir öfke ve nefret sözkonusudur. Bu, saldırı
sonrasında, çok değişik görüşten gözlemcilerin üzerinde en
292
kolay birleştikleri temel noktal ardan biridir.
ABD'nin ve ona destek verecek öteki emperyalistlerin
"terörizmi ezmek" adı al tında dünyanın belli bölgelerinde
büyük insani ve maddi yıkımiara yolaçacak savaşlara gi­
rişmesi ise, emekçilerin ve halkların bu öfkes ine ve nefre­
tine yeni boyutlar kazandıracaktır. Dahası, dizg inlerinden
boşalmış bu türden bir yıkıcı saldırgan) ık, çok geçmeden
zıddını doğurup güçlendirecek, dünya ölçüsünde yeni bir anti­
emperyalist dalganın önünü açacaktır.
Kibri, küstahlığı, acımasızlığı ve kuralsız saldırganlığıyla
dünya ölçüsünde emekçilerin ve halkların büyük nefretini
kazanmış bulunan ABD emperyal izminin gücünün ve olanak­
larının sınırsız olmadığını zaman herkese ve herkesten çok
da emperyal ist haydutlara daha da açık bir biçimde göstere­
cektir. Yeni rüzgarlar ekenler, daha büyük fırtınalar biçecek­
lerdir. Bunu sanılab ileceği gi b i salt devrimci bir iyimserlikle
değil, fakat bundan da çok, gerçeklerin gücüne ve süreçlerin
seyrine bağlı olarak açıkça ve kuvvetle ifade ediyor�z.
i şler on yıl öncesi kadar
kolay olmayacaktır
Bugün durum Körfez Savaşı döneminden çok daha fark­
lıdır, çok daha fazla emekçilerin ve ezilen halkların lehinedir.
O zamanlar, '89 yıkılışının yarattığı şaşkınlık ve önünü açtı­
ğı gerici dalga, emekçileri ve ezilen halkları sersemtetmişti
ve bu gelişme henüz çok tazeydi . ABD'nin emperyalist dünya
üzerindeki hakimiyeti ve denetimi tamdı. Sovyetler Birliği 'nin
yıkılmasının ardından ortada herhangi bir ciddi karşı güç
de henüz yoktu. Ve nihayet, Saddam 'ın Kuveyt'i işgali somut
bir olaydı ve bir bahane olarak kullan ılmaya son derece
elverişliydi. Ş imdi ortada böyle bir somut bahane de yok.
Ortada h içbir somut kanı t olmaksızın şu veya bu ülkenin
293
halklarına modern savaş makinasımn ölüm ve yıkım gücünü
kusmaya kalkmak, politik ve moral olarak emperyalizme bü­
yük bir darbe olacak, emekçilerin ve halkların nefretini h ızla
büyütecektir.
Kaldı ki bahane olarak kullanılmaya uygun avantajianna
rağmen on yıl önce Irak halkına karşı yürütülen savaş bile
belli sınırlar içinde aynı sonuca yolaçtı. Bu savaş, ' 89 yıkılışı
sonrasında dünya ölçüsünde yeni bir "barış ve refah" dö­
neminin başladığına i l işkin propaganda ve hayallere daha
o zamandan öldürücü bir darbe v urdu . ' 89 yıkılışından yal­
n ızca iki yıl sonra, dünyanı n emekçileri ve ezi lenleri, em­
peryalizmin keyfi, kuralsız ve yıkıcı bir egemenliği dönemine
girdiklerini,, "yeni dünya düzeni"nin tam da bu anlama gel­
diğini, bu savaş üzerinden sarsıcı bir biçimde gördüler. Son­
raki her yeni olay i se bu açıdan daha aydıntatıcı ve eğitici
oldu. Emekçiler ve ezilen halklar, bugünün yeni geli şme­
lerini, o günden bu güne geçen on y ı l ın birikimi ve acılarla
içiçe geçmiş eğitimi üzerinden karşılayıp anlamiandırıyorlar
artık.
Emperyal i zmin aleyhine yolaçacağı politik ve moral
sonuçlar ne olursa olsun, tüm sistem karşıtı ya da sistem­
le belirli. ölçüler içinde çel işkili güçlere karşı açılmış bu
savaş, güncel planda büyük bir önem taşımaktadır. Bu top­
yekun saldırını n bazı ülkeleri yıkıma uğratacağı, halkiara
büyük acılar yaşatacağ�. ilerici ve devrimci güçlerin çalışma
ve mücadele koşul l arını daha da zorlaştıracağı kesindir.
"Terörizmle savaş" adı altmda
polis devletine geçiş
l l Eylül saldırısı ABD emperyalizminin şişirilmiş imajına
önemli bir moral darbe olmakla birl ikte, onun yıkıcı fiziki
gücü ve bu güçten kaynaklanan <>aidır. yeteneği yerli ye294
rinde duruyor. Bu konuda hiçbir hayale kapılmamak, hiç­
bir biçimde rehavete düşmernek gerekir. Dahası bu yıkıcı
güç, yediği politik ve moral darbenin de verdiği acıy la, em­
peryalist sistemin küstah jandarması tarafından bundan böyle
her zamankinden daha büyük bir kudurganlıkla kullanılacak­
tır. Yeni gelişmelerin anlamını ve önemini gerçek kapsamıyla
anlamak, bunun gerektirdiği görev ve sorumluluklan başarıy­
la üstlenmek, öncelikle bu gerçeğin bilincinde olmamızı ge­
rektirir.
Emperyalizmin "terörizme karşı" ilan ettiği topyekun sa­
vaşın şu aşamada öncelikli üç ana alanı bu lunuyor. Bun­
lardan ilki, emperyalist metropoller başta olmak üzere dünya
ölçüsünde temel demokratik hak ve özgürlüklere yöneHi ­
lecek saldındır. Buna ilişkin tartışmalar, tartışmadan d a öteye
somut hazırlıklar, daha şimdiden başladı ve uygulamada bazı
adımlar atıldı bile. Hemen tüm emperyalist ülkelerde "te­
rörizme savaş" ve "terör saldırılarına karşı önlem" adı altında,
polis devleti uygulamalarına, bu alandaki yasal-kurumsal dü­
zenlemelere meşruluk kazandırılınaya çalışıl maktadır.
Gerçekte bu süreç '90'lı ilk yıllardan beri yaşanmaktaydı
ve küreselleşme karşıtı gösterilerin, özellikle de son Cenova
olaylarının ardından yeni boyutlar kazanmıştı. 1 I Eylül saldırısı
ise tüm batılı metropollerde, temel demokratik hak ve öz­
gürl üklere getirilecek yeni kapsamlı kısıtlamalar için etki­
li bir bahane olarak kullanılmak istenmektedir. B u doğru ltu­
da önemli adımlar atılacağı, birçok temel demokratik hakkın
"güvenlik" adına ayaklar altına alınacağı şimdiden kesin­
dir.
Emperyalist devletlerin bu alandaki başarısı, bu saldırıyı
kendi işçilerine ve emekçilerine "huzur"un, "kanun ve dü­
zen"in koru nmasına yöne l i k önlemler olarak ne ö lç üde
yutturabileceklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Ş u günlerde düzenin
tüm propaganda güçleri ve aygıtları harekete geçirilerek,
2 95
özellikle de medya etkili bir biçimde kullanılarak yaratılmaya
çalışılan "terör dehşeti" havası da zaten bu alandaki başarıyı
güvencelemeye yönel iktir. B u toplumların ilerici güçlerinin
gündemdeki bu saldırı karşısında güçlü ve sonuç alıcı bir
direnişe geçip geçemeyecekleri i se henüz belli değildir. Bu
konuda ilk anlamlı tepkilerin l l Eylül saldırısına hedef olan
ABD 'den gelmiş olması yine de dikkate değer bir geliş�
medir. Saldırıların duygusal istismara ve toplumda gerici­
şoven bir histeri yaratmaya son derece uygun insani sonuçları,
Amerikan ilericilerinin yürekli çıkışlar yapmasını hiç de engel­
leyememiştir. Bunu gerici saldırının daha ilk adımında kendini
gösteren umut verici b ir geli şme sayab iliriz.
Sorunun bu yanının bağımlı ülkelerdeki ve bu arada Tür­
kiye'deki yansımaları daha farklı olacaktır. Genellikle temel
demokratik hak ve özgürlüklerden zaten yoksun bulundukları
için bu ülkelerde yeni olarak gündeme gelecek gelişme, bas­
kı ve terör poli tikalarının daha da ağırlaştırı lması ve bu­
nun batılı emperyal ist ülkeler tarafından her zamankinden
daha çok anlayışla karşılanması, fi ilen de etkili bir biçim­
de desteklenmesi olacaktır.
ABD emperyalizminin hala da çok etkili akıl hocalarından
Henry Kissinger bunu, bu tür ülkelerdeki baskı ve terör re­
jimlerine insan hakları adına güçlük çıkarmak yerine yap­
tıklarını sempatiyle karşı lamak, onları bu doğrultuda her
zamankinden daha çok desteklemek ve cesaretlendirrnek ge­
rekir anlamına gelen sözleriyle, en arsız biçimde dile ge­
tirmiş bulunmaktadır. Türk devlet yöneticilerinin ve medyası­
nın saldırı gününden beri gizlenemez bir sevinçle dile getirdiği
de tamı tarnma aynı şeydir. Bizi artık çok daha iyi anla­
yacaklar, sıkıntı çıkarmak yerine destek verecekler şeklin­
deki düşünce ve açıklamalar, Kissinger'in söyledikleri ile
aynı anlama gelmektedir. Türk gericiliğinin bu alandaki
beklentileri yersiz değildir.
2 96
Her türlü kirli ve kanlı
yöntem mübah
Emperyalizmin "terörizme karşı" ilan ettiği topyekun sa­
vaşın ikinci ana hedefi, sisteme karşı devrimci temeller üze­
rinde mücadele yürüten partiler ve akımlardır. ABD'li em­
peryalist şefler, "terörist akımlara karşı" kesin ve yokedi­
ci bir savaş ilan ederlerken, bunda başarı sağlamak için her
türlü kirli yöntemin mübah sayılacağını açık biçimde söz­
lerine e klerneyi de ihmal etmediler.
Bu savaş ilanının güncel plandaki ilk hedefi, bir k ısmı
düne kadar bizzat ABD beslernesi olan ve '
rikan karşıtı
çizgiye sonradan geçen "islami örgütler" olmakla birli kte,
gerçekte ve orta vadede asıl hedefin sistem karşıtı devrimci
akımlar olduğuna kuşku yoktur. İslami örgütler üzerinden
gündeme getirilecek ve onların kuralsız, ilkesiz, kör ve yer
yer vahşi pratikleri üzerinden kolayca meşrulaştırılacak her
yol ve yöntem, çok geçmeden dünyanın ilerici-devrimci akım­
Iarına karşı uygulamaya konulacaktır.
Saldırıların ardından en hırçın ve saldırgan görüşlerin
temsilcisi olarak ortaya çıkan Kissinger, "Amaç terörist tehdidi
tasfiye etmeye dönüştürülme/i. Amerika ve demokrasi sadece
meydan okumayla değil. aynı zamanda bir .ftrsatla da
karşı karşıya" dedikten sonra, görüşlerini şöyle sürdürüyor:
"Mevcut terörizmle mücadele yöntemlerinin ötesine geçil­
meli. Terörist örgüt ağları kırılmalı, para kaynaklan kuru­
tuimalı ve merkez üsleri sürekli baskı altında tutularak
kendilerini güvende hissetmeleri önlenmeli. "
bir
Bu "savaş"ta her yolun mübah olduğunu i lan edenler
daha ilk adımda buna yönelik yasal düzenlemelere girişti­
ler bile. CİA 'nin geçmişte bolca kulland ığı , yolaçtığı büyük
tepki birikiminin ardından göstermel i k olarak yasal planda
yasaklanan ne kadar kirli ve kanlı yöntem varsa bundan böyle
297
artık yasal hale getirilecek. Bu konuyu yalnızca Kissinger
gibi resmi sıfatı olmayan akıl hocaları değil, biri nci dere­
ceden sorumlu ABD yöneticileri (örneğin başkan yardımcısı
Dick Cheney) d i le getiri p hararetle savunuyorlar. İşte ko­
nuya ilişkin basın haberlerinden biri:
"ABD hükümeti, istihbaraıta, Merkezi Haberalma Örgütü
CIA ile 'Lider/ere suikast düzenlenmesini, karanlık kişilerle
çalışılmasını men eden ' yasayı da değiştirme hazırlığında.
Başkan YardımclSI Cheney, CIA gibi örgütlerin casuslannı
kastederek 'Artık iyi çocuklarla iş yürümeyecek' dedi ve 'pis,
kirli, mide bulandırıcı, kötü bir iş olsa da' terör örgütlerini
ortaya çtkarmak için onların karanlık adamlanyla beraber
çalışmanın, (eski yıllarda olduğu gibi) yeniden şart olacağını
söyledi. "
B u devrimci akımlar için siyasal mücadelede her zaman­
kinden daha zor bir dönemin başlamakla olduğunu göste­
riyor. Emperyalist ve gerici devletlerin bu konuda kendi
aralarında her zamankinden daha sıkı bir işbirliğine ve koor­
dinasyona g idecekleri de y i nelenip duruluyor. Kendi ara­
larındaki gerici çelişmelerin yaratacağı kimi sınırlamalar dı­
şında bunun büyük ölçüde gerçekleşeceğini peşinen varsa­
yabiliriz. pıe yandan, emekçilerin temel demokratik hak ve
özgürlüklerine v urulacak her darbenin i l k dolaysız etk ile­
riyle bizzat devrimci parti ve örgütlerin yüzyüze kalacağını
da ekiemeliyiz bunlara.
Ül ke l erin ve halklarm yıkımı
üzerinden emperyalist hesaplar
ABD emperyalizminin "terörizme karşı" açtığı savaşın
üçüncü hedefi ise dünyanın mazlum halkları, daha somut
olarak da Asya ve Ortadoğu halklarıdır. 1 I Eylül saldırısı
Usame bin Laden'e yüklendiği için saldırının ilk hedefi olarak
2 98
Afganistan seçilmiştir. Fakat gerçek hedefin daha geniş ol­
duğu da açıkça dile getirilmektedir. Emperyalist yönetici­
ler, "teröre destek veren ya da yataklık eden" tüm ül kele­
rin uzun süreli savaşın hedefi olduğunu açık açık söylemek­
tedirler. Onların dilinde bunun Irak' tan Suriye'ye, Yemen'den
Sudan 'a ve Libya'ya geniş bir ülkeler yelpazesini kapsadığını
biliyoruz. B unu, ABD emperyalizminin kurmaya çalıştığı dü­
zene şu veya bu nedenle, şu veya bu ölçüde aykırı düşen
tüm ülkeler olarak da anlayabiliriz.
ABD emperyalizminin, bir kural olarak, hedef aldığı
ülkelerin mevcut yönetimlerini suçlamak yoluyla bu ülke­
lerin mazlum ve yoksul halklarını hedef alan son derece
y ıkıcı saldırılara girişebildiğini önce Irak üzerinden, yakın
zamanda ise Yugoslavya üzerinden gördük. Şimdi hedefte
Afganistan var. Afganistan ' ı hizaya getirmek için Ameri­
kan savaş makinası bir kez daha harekete geçirilmiş bulun­
maktadır. Bu saldırı önlenemezse eğer, bunun, zaten yakılıp
yıkılmış bir ülke olan Afganistan 'ın tümden harabeye çev­
rilmesinden öteye, yüzbinlerce masum Afganlı'nın katledilmesi,
çok daha fazlasının hastalık ve ve açlıktan perişan edilmesi
anlamına geleceğini kestirrnek güç değil. ABD emperyalizmi,
kendi ç ıkar ve hesapları uğruna bu denli vahşi ve barbar,
bu denli yıkıcı ve kıyıcı olabilmektedir.
Fakat burada temel önemde bir başka nokta var. Ülke­
lerin yıkımı ve halkların kitlesel kıy ıını ile sonuçlanacak
bu saldırı hazırlıklarının amacı, hiç de salt imaj yenilernek
ve intikam almak değildir. ABD için asıl önemli olan, oluşan
fırsatı dünya hakimiyetinde yeni mevziler kazanabilmek için
kullanabilmektir. A B D ' l i stratej isılerin Orta Asya 'da mev­
zi kazanmayı ABD 'nin rakipsiz dünya egemenliği için ol­
mazsa olmaz bir koşul saydıklarını biliyoruz. Aynı şekil­
de ABD 'nin yıllardır bu alanda uygulamaya çalıştığı poli­
tikalarda tam bir başarısızlığa uğradığını; yıldan yıla güç
299
kazanan ve şimdi lerde Şangay İşbirl iği Örgütü adım alan
Çin-Rusya ekseninin ABD 'yi bu alana sokmamakta büyük
başarılar elde ettiğini de biliyoruz. Şimdi Afganistan üze­
rinden ABD'nin eline bu alanda mevzi kazanmak üzere bir
hamle yapmak imkanı geçmiştir. ABD' "suçluları cezalan­
dırmak" gibi "masum" bir gerekçeyle bölge ülkelerinden
yardım istemekte, özellikle Pakistan ve Özbekistan üzerinden
olmak üzere, bölgede bazı önemli ilk mevziler de kazan­
maktadır.
Fakat yaptığı çıkışın açmazı da tam da bu hesaplar üze­
rinden başlamaktadır. ABD'yi Asya'ya sokmamak için yıllar­
dır büyük çaba harcayan güçler onun bu girişimlerine hiç
de sınırsız bir alan açmayacak, bir noktadan sonra bunu dur­
duracak ve geri püskürtecek çıkışları gündeme getirecekler­
dir. Yaptığı son hamleleri kal ıcılaştırmada ABD'nin imkan­
ları sınırlı , buna mukabil handikapları büyüktür. Yoksul ve
perişan bir halka karşı gündeme getireceği tümüyle haksız
ve yıkıcı emperyalist savaş, buna karşı bölge halklarında
kendini daha şimdiden gösteren büyük anti-Amerikan dal­
ga, bu handikapların ilk göze çarpan unsurlarıdır. Çin-Rus­
ya ekseninin bir dizi alanda ve biçimde gündeme getireceği
karşı çıkışlar, bu zem in üzerinde A B D 'nin işini iyice zora
sokacak ve kuvvetle muhtemeldir ki onu sonuçta büyük bir
başarısızlıkla yüzyüze bırakacaktır. Batı basınında daha şim­
diden Afganistan üzerinden "Dikkat, bataklık var!" fikri işlen­
mekte, ABD'ye ve destekçilerine. ciddi uyarılar yapılmaktadır.
N ATO'n un savaş ilanı,
5. madde ve Türkiye
Saldırı sonrasının uygun atmosferinde NATO hızla top­
landı ve oybirliği ile NATO 'nun 5. maddesinin ABD için
uygulanması kararı alındı . Emperyalist dünyanın en gerici
300
ve saldırgan ittifakı olan NA TO güçlerinin halkiara savaş
i lan etmede, "teröre karşı mücadele" adı altında demokra­
tik hak ve özgürlükleri budamada, sistem karşıtı güçlerin
"kökünü kazıma"da tam bir görüş birliği içerisinde olmaların­
da şaşılacak bir yan yok. Fakat NATO ittifakı, gelinen yerde
kendi aralarında da c iddi ç ıkar çelişmeleri ve çatışmaları
olan bir emperyalist güçler koalisyonudur. AB emperyalizmi­
nin başını çeken Almanya ve Fransa, uzun zamandır ABD'nin
denetiminden çıkmak ve kendi bağımsız konumları üzerinden
dünya pol itikasında rol oynamak çabası içerisindedir. Ni­
tekim Avrupa Ordusu hazırlığı. bizzat NATO 'yu ve NATO ' ­
n u n patronu olarak d a A B D denetimini aşmaya yönelik bir
önemli girişimdir.
Ş imdi ABD son saldırıları kull anarak NATO 'yu kendi
etrafında kenetlemeye çalışmaktad ır. Fakat bunun kolay ol­
madığı, gerici çıkar çelişmelerinin kendini 5 . maddeye il iş­
kin açıklamanın üzerinden daha birkaç gün bile geçmeden
göstermesinden de bellidiı'. Almanya ve Fransa gibi emperya­
list ülkeler savaş konusunda ABD'ye "Lı:idal" tavsiye etmekte;
ve bir savaş durumunda, kendi katkılarının daha çok eko­
nomik ve politik destek vermek. yanısıra belki lojistik destek
sağlamak sınırları içerisinde kalacağını özenle belirtmektedirler.
Tüm görüntünün ve buna eşlik eden ikiyüzlü açıklamaların
aksine, AB D 'ye yöneltilen son saldırı, bu saldırının iktisadi
ve politik sonuçları, İngiltere dışı ndaki öteki büyük em­
peryalist Avrupa güçlerinin işine yaram ış, onları gerçekte
fazlasıyla memnun etmiştir. Bu güçler. ABD'nin Asya'da
ve Ortadoğu ' da gündeme getireceği savaşlara katılmayarak
ve onu yaşayacağı güç lüklerle yüzyüze bırakarak, bundan
ayrıca yarar sağlamak hesabı içerisindedirler.
Türkiye 'ye gelince; kriz patlak verdiğinden beri göze
çarpan iki temel nokta var. İlkini daha önce de ifade et­
tik. ABD'nin başına gelenlerden Türk gericiliği fazlasıyla
301
memnundur. Zira bunun kendi baskı ve terör rejimini ra­
hatlatacağını düşünmektedir. Fakat öte yandan, hem "terö­
re karşı savaşta': A B D ile tam bir işbirliği içerisinde hare­
ket edileceği, dolayasıyla gerekirse onun safında savaşa da
girileceği dile getirilmekte, hem de bunun yaratacağı ağır
sorunların yükü altında ezilmekten korkulmaktadır. Bu ara­
da Amerikancı basın ne pahasına olursa olsun ABD için
Türk iye'nin savaşa girmesi gerektiğini çığırtkanca yineleyip
durmaktad ır.
Türk devletinin A B D ' ye uşaklıkta hangi sın ırlar içinde
hareket edeceği henüz tam belli değildir. Zira herşey halkın
ve kamuoyunun bilgis i dışındadır; karanlık hesaplar ve kirl i
pazarlıklar kapalı kapılar ardında yapılmaktadır. Türkiye
topraklarının komşu halkiara karşı emperyal izmin bir savaş
üssü olarak kullanılacağı kesindir. Türk ordusunun ABD'nin
çıkarları doğrultu sunda savaşa sokulup sokulmayacağı ise,
ABD tarafından Türkiye ' ye dayatılacak koşullara ve tehditle­
re, buna mukabil sunulacak rüşvetlere bağl ıdır. Ekonomi­
nin durumu gözetildiğinde, bu tehditierin ve aynı şekilde
tersinden rüşvetlerio ne anlama geldiğini kestirrnek ise güç
değildir. Ş u günlerde Türkiye, yöneticileri üzerinden satın
alınmaya son derece müsait bir ülke konumundadır. Örne­
ğin, dış borçlarda belli bir indirim ve yeni borç olanakları,
çok şeyi bir anda değiştirmeye yetebilecektir.
Fakat bir şey kesindir; Türkiye halkı ezici bir çoğunluğuy­
la emperyalist savaşa karşıdır ve Türkiye'nin ABD emper­
yalizminin savaş arabasına koşulmasını ülkeye ve halka iha­
net saymaktadır. Bu önümüzdeki günlerde sermaye iktidarı­
nın derin açmazını, tersinden ise devrimcilerin emperyalizme
ve savaşa karşı geliştirecekleri mücadelenin geniş imkanlarını
ortaya koymaktadır.
(Ekim, sayı: 225 , Eylül 2001 , başyazı)
302
Empervalist saldırRan/ıRa ve savaşa
karşı birleşelim !
Emekçilere ve halkiara
savaş i lan•
Emekçilerin demokratik hakları v e halkların yaşamı teh­
dit altında. Emperyalist gericilik ve saldırganlık dizginlerin­
den boşalmaya hazırlanıyor. "Terörizme karşı mücadele" adına
temel demokratik hak ve özgürlükler. "suçlu ların cezalan­
dırılması" adına ezilen halklar açıkça hedef tahtasına konuldu.
ABD emperyalizmi ve ardından onun patron luğunu yaptığı
emperyalist NATO güçleri, ilerici, devrimci güçlere ve ezilen
halkiara dünya ölçüsünde açıkça savaş ilan ettiler. Emperyalist
şefler bunun uzun süreli. acımasız ve kesin sonuç almaya
yönelik bir savaş olacağını döne döne vurgul uyorlar.
Kendi ülkesinde ve emperyalist kudretinin simgesi hedef­
ler üzerinden vurulmuş olmak, ABD emperyal izmini kudur­
gan bir intikam girişimine yöneltm iş bulunmakta. Gözü dön­
müş bir biçimde I l Eylül'de yaşanları emekçilere ve halk­
Iara ağır bir fatura olarak ödetmek i stiyor.
Emperyalist haydutluğun karargahiara
Dünya Ticaret Merkezi'ne ve Pentagon ' a yönelik ola­
rak gerçekleşen ve kaynağı henüz bel irsiz olan saldırını n
ABD emperyalizmini düşürdüğü durum elbette içler acısıdır.
Milyonlarca insanın hayatına ve milyarlarca i nsan ın sosyal
yıkımına malolan "yen i dünya düzeni "nin kibirli ve küstah
jandarmasının yarattığı sahte imaj, bu saldırıyla birlikte yerle
bir olmuştur. Bunun binlerce sivil insanın hayatı pahasına
olması acı olmakla birl i kte, bu durum, yaşananların poli­
tik önemini ve anlamını ortadan kaldırmamaktad ır.
Saldırı, seçtiği çok özel hedeflerden de anlaşılacağı gibi,
hiç de insanların hayatına değil , fakat tam da ABD'nin em­
peryalist güç ve kudretinin simgelerine yönelmiştir. "İkiz
Kuleler" dünya kapitalizminin acımasızlığını, Pentagon ise
ABD emperyalizminin dünya jandarmal ığını simgelemekte­
d ir, bundan da öte, yönetim karargahlarıdır. Pentagon, ABD
emperyalizminin dünya ölçüsünde milyonlarca insanın yaşamı­
na malolan ve yüzmilyonlarca i nsanın yaşamını derinden et­
kileyen kanlı ve kirli İcraatl arının planlama ve yönetim mer­
kezidir. Bu konumuyla hiçbir duygusal demagoji ve istisma­
ra konu edil meyecek kadar açık ve net bir pol itik-askeri he­
deftir. Saldırı nın dünya ölçüsünde emekçiler ve ezilenler ara­
sında yarattığı yaygın ve derin sempati işte tam da bundan
dolayıdır. Seçilen hedefler üzerinden bakıldığında, saldırıyı
emperyal ist ''yeni dünya düzeni"ne karşı emekçilerin ve halk­
ların birikmiş öfkesinden ayrı düşünmek olanaklı değildir.
ABD e mp ery a l izmi n in karşı saldırıst
ABD emperyalizmi, I 1 Eylül'de yaşananların siyasal anla­
mının ve öneminin tümüyle bilincinde olduğu içindir ki, bunun
yarattığı sonuçları emekçilere ve halkiara karşı kudurgan bir
304
karşı saldıoyla dengelemek istemektedir. Gerçekte sivil insanla­
rın ölümü onun hiç de urourunda değildir. Onun için önem­
li olan ve onu dizgins iz bir kudurganlığa iten tam da, kal­
binden ve beyninden vurularak emperyalist kibrinin beklen­
medik bir biçimde kırılmış olmasıdır. İkiz Kuleler ve Pentagon
şahsında, şişirilmiş kudretini simgeleyen tapınaklar yerle bir
edilmiştir, onu çileden çıkaran budur. ABD emperyalizmi
bunun acısını çıkarmanın peşindedir, bunun yerle bir ettiği
imaj ını yenilernek hesabı içerisindedir.
Fakat daha da ötesi ve önemlisi şudur: ABD bu saldırıyı
bir karşı saldırya çevrirerek hegemonik güç olarak yaşamakta
olduğu gerilerneyi durdurmak, yaşananları dünya hakimiyeti­
ni güçlendirecek bir manivelaya dönüştürmek istemektedir.
İç Asya 'yı ve Ortadoğu 'yu savaş alanı ilan etmek, Avrupalı
emperyalistleri NATO üzerinden kendi etrafında kenetlemek,
ekonominin militarizasyonuna yeni boyutlar ekieyecek girişim­
lere yönelmek, tüm bunlar bunun ifadesidir. Her zaman olduğu
gibi onu yalnızca bencil emperyalist çıkarları ve hesapları
ilgilendirmektedir. Saldırıda binlerce sivil insanı n ölümü, bu
amaç için onun elinde yalnızca demagojik ve ikiyüzlü bir
biçimde kullan ıl an duygusal bir malzemeden ibarettir.
Tarihin en barbar devleti
Kaldı ki s iv i l ve masum insanların yaşamı sözkonusu
olduğunda, AB D emperyalizminin hiçbir söz söylemeye hak­
kı yoktur. O bu alanda tarihsel ve güncel sicili en bozuk,
en barbar devletlerin başmda gelmektedir. Modern tarihte
bu açıdan yalnızca Hitler faşizmiyle kıyaslanabilir. Onun
son elli yıll ık dünya egemenliği, milyonlarca insanın yaşamı­
na ve milyarlarca insanın perişanlığına malolmuştur. Nagaza­
ki v e Hiroşima'da yok yere bir anda 300 bin insanı buhar­
laştıran odur. Kore'de yüzbinlerce yurtseverin yaşamına ma305
Jolan emperyalist müdahalenin başını o çekiyordu. Vietnam
halkının ulusal özgürlük istemini, 3 milyon insanın yaşamı
ve Vietnam ' ın yakılıp yıkı lmasıyla boğmaya çalışan odur.
Öteki Çin Hindi halkları bunu bir milyon insanın yaşamıyla
ödediler. Endonezya'da bir m ilyon ilerici ve komünist onun
tezgahladığı darbeyle 3-5 gün içinde katiedildL Son yarım
asırdır dünyanın dört bir yanında y üzbinlerce ilericinin ve
devrimc inin yokedilmesine neden olan gerici ve faşist re­
jim ler hep onun ürünü oldu ve onun tarafından tam ola­
rak desteklendi .
Daha yakın zamana, ' 90'ların başında ilan edilen "yeni
d ü nya düzeni" dönemine gel e l i m . A BD ' n in Ortad oğu
egemenliği sarsı lmasın diye sayıları yüzbinleri bulan Irak­
l ı çöllere gömüldü. ABD'nin baskısıyla son on yıldır uygu­
lanan vahşi ambargo nedeniyle yine Irak 'ta sayıları bir milyo­
nu bulan çocuk hastalıktan ve bakımsızl ıktan öldü. ABD'nin
ve öteki emperyalist güçlerin kışkırttığı etnik boğazlaşmalar
sonucunda Afrika'da milyonlarca ve Balkanlar'da yüzbin­
lerce insan hayatını kaybetti. B ugün kendi kudretinin sim­
gesi yapıların yerle bir olmasına ağlayanlar, B ağdat ' ı ve
Belgrad ' ı kendi en modern silahlarıyla yerle bir etmekte bir
an bile tereddüt etmediler. Filistin halkı, ABD' nin her alan­
daki tam desteğine dayanan siyonİst savaş makinası tarafın­
dan aylardır soykırma tabi tutulmaktadır. Kendi emperya­
list �akimiyeti uğruna en gerici , en ilkel Ortaçağ akımlarını
yaratan ve destekleyen, Usame bin Ladenler'i bizzat eğitip
yetiştiren, bugün günah keçisi hal ine getirilen Talihanları
dün her yolla destekleyerek Afganistan halkının başına bela
eden de, bizzat ABD emperyal izmidiL
Hedefte Afganistan,
geride başka ülkeler var
Suç dosyası bu kadar kabarık ve sicili bu kadar k irl i
306
olan bu aynı ABD emperyal izm i , l 1 Eylül saldırısında s i ­
vil i nsanların yaşamını yitirmiş olmasını kullanarak, şu gün­
lerde tam bir kudurganlıkla dünya halklarına savaş il an edi­
yor. Bu intikam savaşı için seçilen ilk hedef Afganistan'dır.
Kendi yetiştirmesi Usame bin Laden'i ele geçirmek ve kendi
dolaysız desteğinin ü rünü Talihan rejimini devirmek adına
Afganistan ' ı yakıp yıkmak , mazlum bir halka acıların en
büyüğünü yaşatmak gündemdedir. En ileri teknoloj iye da­
yanan modern savaş makinası bu amaç çerçevesinde hare­
kete geçirilmiş bulunmaktadır. Bu saldırganlık durdurula­
mazsa eğer, Afganislan ' ı başta Irak olmak üzere bir dizi
başka ülkeye saldırı izleyecektir. Emperyalist şefler bu korkunç
n iyetlerini gizlemiyorlar da.
Sonuç olarak, A B D emperyalizmi, kendi imajını sarsan
saidıniarı kendi egemenliğini pekiştirmenin, yeni nüfuz alanları
kazanman ın bir imkanı olarak kullanmak i stiyor . Bunun bir
dizi yoksul ülkenin yıkımı ve mazlum halkların kitlesel kın­
mı pahasına olması onu zerre kadar ilgilendirmiyor. Bu onun
her zamanki tavrıdır, tarihsel davranış çizg i sidir.
"Terörizme savaş" adına temel hak ve
özgürlüklere saldırı
Aynı şekilde, ABD emperyal izmi ve onun etrafında ke­
netlenmiş emperyalist NATO güçleri , "terörizme karşı mü­
cadele" adı altında, bir başka kapsamlı saldırıyı daha gün­
deme getirm iş bulunuyolar. Dünyan ın tüm ilerici-devrimci
ak ımları "terörizm"Ie damgalanarak, kökü kazınması gere­
ken düşmanlar ol arak ilan edilmişlerdir. Bu, doğası gereği ,
emekçilerin temel hak v e özgürlüklerine saldırı i l e b irara­
da yürütülecektir. Bunun ilk adımı, "güvenl iği sağlamak",
"kanun ve düzeni egemen k ılmak" adına, temel demokra­
tik hak ve özgürlüklerin budanması, yer yer t ümden yok307
edilmesidir. B una ilişkin hararetli tartışmalar ve hummalı
hazırlıklar emperyalist metropollerde başladı bile.
B u saldırının bağımlı ülkelere yansıması ise, gerici ve
faşist baskı ve terör rejimlerinin daha da pekiştirilmesi ola­
caktır. Artık toplumsal muhalefetin ve devrimci akımların
üzerine daha kurals ızca ve acımasızca gidilecek, bu alan­
da emperyalizmin tam desteğine sahip olmanın rahatlığı ile
hareket edilecektir. N itekim A B D emperyalizminin akıl
hocaları, bundan böyle bu tür rejimiere "insan hakları" adına
sıkıntı yaratmak yerine, tersine, onların bu doğrultuda daha
da cesaretlendirilmesi ve her açıdan desteklenmesi gerektiği­
ni açıkça dile getiriyorlar.
Emperyalist gericiliğe, saldırganlığa
ve savaşa karşt birleşeli m !
Sonuç olarak, temel demokratik hak v e özgürlükler i le
halkların yaşamı emperyalist gericiliğin saldırı tehdidi altın­
dadır. Temel demokratik haklara yönettilecek gerici saldırı­
lara ve günah keçisi olarak seçilen halkların yaşamına yöne­
lik emperyalist saldırı ve savaşa karşı mücadele, günümüzün
en aci l eı:ıternasyonal devrimci görevidir. TKİP, dünya işçi
sınıfını, emekçilerini ve ezilen halkları ile tüm ilerici-devrimci
güçlerini dünya çapında emperyalist gericiliğe, saldırganlığa
ve savaşa karşı tam bir birlik ve dayanışma içinde hareket
etmeye çağırır.
Kahrolsun emperyalizm!
Kahrolsun emperyalist saldtrganlık ve savaş!
Bütün dünya işçileri ve ezilen halklar, birleşiniz!
Türkiye Komünist İşçi Partisi
1 8 Eylül 'OJ
308
TKİP.
dünya halklarını
ve
Türkive 'nin
emekçilerini savaşa karşı etkin
mücadeleye çağırır...
Emperyalist savaşa karş1 savaş!
Dünyanın emperyalist jandarması ABD haftalardır hazır­
lığını yaptığı saldırı savaşını nihayet başlattı . Emperyal ist
savaş makinası bu kez Afganistan halkına karşı harekete
geçirildi. B ütün bir tarihi halkiara karşı bu tür savaşlarla
dolu sicili bozuk İngiltere savaşa ABD ile birl ikte katılıyor.
B aşta Almanya ve Fransa olmak üzere tüm öteki Batılı em­
peryalist ü lkeler ise onları hararetle destekliyorlar. Dünya
üzerindeki emperyalist hakimiyet mücadelesinde geri kal­
mamak kaygısındaki bu güçlerin şu veya bu biçimde sa­
vaşta fiilen yeraldıklarına dair de güç l ü bel irtiler var. Öte
yandan, emperyalist NATO i ttifakı, ABD 'nin savaşını kendi
savaşı sayıyor ve gerektiğinde bizzat savaşa katılarak des­
tekleyeceğini açıklamış bulunuyor.
309
Emperyalist amaçlara dayah gerici,
haksız ve barbarca bir savaş
Afganistan' a karşı başlatılan savaş, emperyalistler tarafın­
dan 1 1 Eylül sonrasında dünya halklarına karşı ilan edilen
savaşın yalnızca bir ilk halkasıdır. Emperyalist şefler bunu
açıkça böyle ifade etmekte herhangi bir sakınca da görmüyor­
lar. Savaşın iç Asya'dan Ortadoğu' ya doğru yayılması, bununla
da kalmayarak daha geni ş boyutlar kazanm as ı güçlü bir
ihtimaldir. Tüm bunlar, gözü dönmüş emperyalist haydutların
bölgemizi ve genel olarak insanlığı ne denli büyük bir tehlike
ile yüzyüze bıraktıklarını göstermektedir.
Afganistan ' a karşı yürütülmekte olan savaş, emperyalist
amaçlara dayalı gerici, haksız ve barbarca bir savaştır. Temel
amacı ABD emperyalizminin dünya jandarmalığını pekiştir­
mek, halkları daha da köleleştirmek, emperyalist nüfuz müca­
delelerinde yeni üstünlükler elde etmektir. ABD kendi dünya
hakimiyetini sürdürebilmek için Avrasya'da hakimiyet kurmayı
olmazsa olmaz koşul saymaktadır. Bu çerçevede iç Asya, ABD
için, yalnızca rakip güçleri etkisizleştirmek bakımından değil,
fakat aynı zamanda son derece zengin petrol ve doğalgaz ya­
taklarıyla da temel önemde stratejik bir bölgedir. ABD em­
peryalizminin Afganistan' a karşı "terörizme karşı mücadele"
adına gündeme getirdiği savaş, gerçekte tümüyle, bu bölgede
hakimiyet kurmaya yönelik yeni bir girişimden başka bir şey
değildir. 1 I Eylül saldırısı bu emperyalist emeller için yalnızca
bir bahanedir.
Kapitalizm uygarhğı değil, kokuşmuşluğu
ve barbarhğs temsil ediyor
Emperyalist şefler savaşın "uygarlık", "özgürlük", "adalet"
ve "barış" uğruna sürdürüldüğünü söylüyorlar. Bunlar onların
310
her zamanki arsız argümanlarıdır. Onlar tarih boyunca, gerek
birbirlerine gerekse halkiara karşı büyük yıkımiara yolaçan
köleci ve yağmacı savaşlarını, hep de bu tür iddi alara daya­
h olarak gündeme getirmişlerdir. Bununla kendi halklarını
aldatmaya ve savaşın yıkıcı sonuçlarına razı etmeye çalışmış­
lardır. Fakat tarih bunların hep de gerici, emperyali st çıkar
ve amaçlara dayal ı , köleci ve yağmacı savaşlar olduğunu
açıklıkla göstermiştir.
Onların çürümüş ve kokuşmuş kap i talist uygarl ığı,
dünyamızın bugün yaşadığı açl ığın, sefaletin, perişanlığın
ve tarifsiz acıların biricik kaynağıdır. Kapitalizmin uygarlığı
ve gelişmeyi temsil ettiği tarihi dönem çoktan geride kaldı.
O artık uygarlığı değil fakat modern barbarlığı temsil et­
mekted ir. Bu barbarlı k artık insanl ığı ve doğayı birarada
tehdit etmektedir. insanlık tarihi n i n bugüne ulaştırdığı tüm
uygarlık birikimini korumak ve yeni bir düzeyde sürdür­
mek, bugün artık tümüyle bu barbarlık düzeninin aşılması
sorununa bağlanmıştır.
"Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyal izm ! " ikilemi , bu
tarihi zorunluluğun özlü anlatımıdır. Günümüz dünyasının hızla
ağırlaşan tüm sorunları, kapitali st barbarl ığa karşı uygarlığın
sürdürülmesi demek olan sosyalizme apayrı bir anlam, acili­
yet ve güncellik kazandırmaktadır. Son savaşla başlayan yeni
dönem, bunun tüm dünya ölçüsünde sorgulanması sürecinin
.
hızlandığı bir dönem olacaktır aynı zamanda.
Emperyalistler "özgürlük" ve "adalet" değil,
egemenlik peşindedirler
Emperyalistler hiçbir zaman "özgürlük" değil. fakat her
zaman egemenlik ve kölelik peşindedirler. Kapitalist em­
peryalizmin bütün bir tarihi buna tanıklık etmektedir. Dünya
üzerindeki acımasız hakimiyetlerini korumak için dünyanın
311
dört bir yanında özgürlüğü boğan bizzat emperyalistlerdir.
Halkiara büyük sosyal, siyasal ve manevi acılar yaşatan faşist
ve gerici diktatörlük rejimlerinin gerisinde, dün olduğu gibi
bugün de hep onlar vardır. Yoksulluk ve perişanlık için­
deki Afganistan halkını Ortaçağ karanl ığ ına mahkum eden
gerici Talihan rejimini daha düne kadar arkalayanlar da, bizzat
bugünün bu ikiyüzlü "özgürlük" şampiyonlarıydı.
I 1 Eylül saldırısının yolaçtığı insan kayıpları üzerine
yürüttükleri ikiyüzlü kampanya ile "adalet"ten sözedenler,
dünya nüfusunun yarısını günde iki dolarla yaşamaya mah­
kum edenlerdir. En büyük 227 tekelci asalağın sahip olduğu
zenginlik ile 2.5 milyar insanın gelirini eşitleyen de biz­
zat onların "adelet"idir. Bir milyar insanı işsizlik içinde tüke­
ten, 250 m i lyon çocuğu köle işçi olarak çalıştıran, her yıl
on milyonlarca insanı açlıktan ve hastalıktan ölüme terk eden
dünya düzeni, onların yeryüzünde adaletsizliği katınerleştiren
düzenleridir.
Amerika'da birkaç bin kişi ölünce "adalet"i hatırlayanlar,
Vietnam 'da üç milyon, Endonezya'da bir milyon, Irak'ta yüz­
binlerce insanı emperyalist ve kirli savaştarla yok edenler­
den, Afrika 'yı ve B al kanlar ' ı kanlı boğazlaşmalar içinde tü­
ketenlerd�n başkası değildir. Filistin halkının gündelik kat­
Iiamlarla kırılmasına açı k ya da örtülü destek veririerken
"adalet"i hatıriama ihtiyacı duymayanlar, dünyanın en yoksul
ve mazlum halklarından birine "adalet" adına yıkım ve ölüm
kusuyorlar şu günlerde. Onlar "adalet"in değil, tarihin gördüğü
en büyük eşitsizliklerin ve haksızlıkların, köleliğin ve barbar­
lığın temsilcisidirler.
Kapitalizm militarizm
ve savaş demektir
Emperyal ist şefterin "barış"tan sözetmeleri ise, tarihi
312
gerçekler karşısında ars ızl ı ğ ın d ipsiz çukurudur. Kapitalizm,
militarizm ve savaş demektir. Kapitalizmin bü ttln bir tarihi
buna tanıktır. Emperyalist hakimiyet mücadeleleri uğruna
dünyamızı i k i kere topl u bir yıkıma götüren, sayısız böl ­
gesel savaşlar içerisinde ul usları birbirine kırdıran, böyle­
ce halkiara tarihin en büyük acılarını ve yıkımlarını yaşa­
tan, tam da kapitalist barbarl ık düzen idi r. Bu böyleyken
emperyalist şefterin "barış"tan sözetmeleri, bizzat kendi
emperyalist kölelik savaşlarını bununla gerekçelendirmele­
ri, tarihi gerçeklerle alay etmektir.
Emperyal izm bir şiddet ve gericil ik eği l i m idir. O her
zaman ve her yerde egemenlik ve kölelik peşinde koşar.
B u nu sağlamada tüm öteki araçların yetmediği yerde, şid­
deti ve savaşı devreye sokar. Bugün Afganistan 'da bir kez
daha yapılmakta olan da budur. Bunun ötesindeki her id­
dia bir yalan ve aldatmacadan ibarettir.
işbirlikçi rejimlerle halklar arasmda
derinleşen uçurum
Emperyali stlerin dünya üzerinde kurduğu köleci ege­
menliğin sürdürülmesinde bağımlı ü lkelerin işbirl ikçi rej im­
lerinin her zaman çok özel bir katkısı olmuştur. Onlar her
bir ülkeni n i şbirl ikç i egemen sın ıflarını, bu sınıfları temsil
eden iktidarları kendilerine uşakça bir sadakat içinde tut­
mayı başaramam ış olsalardı, bugünkü dünya egemenlikle­
rini de bu denl i kolay sürdüremezlerdi. Bunu bugünkü em­
peryalist savaş vesilesi yle b ir kez daha görmekteyiz. Em­
peryalistler güncel savaşı bölgedeki gerici rejimierin ver­
dikleri destek ve sağladıkları kolaylıklar sayesinde yürüte­
bilmektedirler.
Ttlrk burjuvazisi adına ülkey i yöneten Amerikancı ik­
tidar da bu işbirlikçi rej imlerden biridir. B ugün Türkiye
313
toprakları, sürdürülmekte olan savaşta boydan boya bir saldırı
üssü olarak kullanılmaktadır. Amerikanc ı . iktidar, Türk
burjuvazisinin boyunu aşan hırsiarı kadar ABD'nin haskılanna
dayanamamanın da bir sonucu olarak, savaşa bizzat katılma
hazırlığmdadır. Öyle anlaşı lıyor ki, Balkanlar'da emperya­
l izmin bir müdahale ve işgal gücü olarak kullanılan Türk
ordusu, benzer bir rolü şimdi de iç Asya'da ü stlenecektir.
Bu Türkiye halkına ve bölge halklarına ihanetin katmerleş­
mesidir.
ABD emperyalizminin kendi egemenl iğini pekiştirrnek
üzere başlattığı bu barbarca savaşın Afganistan 'la sınırlı
kalmayacağı bilinmektedir. Afganistan 'ın ardından, y a da
belki de ona paralel olarak, gündeme getiri1ecek ikinci hedef
ise Irak 'tır. Bu Türkiye'nin kendini boydan boya ABD çıkar­
larına dayalı bir savaşın içinde bulması sonucunu doğuracaktır.
Amerikancı iktidar bölge halkları kadar Türkiye halkı için
de sonuçları bu denli ağır olabi lecek bir i hanetin içinde­
d ir.
Öte yandan, gerek bölge halkları gerekse Türkiye halkı
savaşın gerçek n iteliğinin bilincindedir. Halklar bunu em­
peryalist çıkar ve amaçlar uğruna yürütülen bir egemenl ik
savaşı olarak görmektedirler. B öl gede savaşa karşı büyü­
yen şiddetl i protesto dalgası da bunu göstermektedir. B u
dalga önümüzdeki günlerde daha d a büyüyecektir. Savaş,
ABD işbirlikçisi rejimler ile halklar arasındaki uçurumu iyice
derinleştirecektiL Pakistan bunun bugünkü ilk örneğidir yal­
nızca.
Emperyalist savaşa karşı
mücadeleyi yükseltelim!
Savaş emperyali st çıkar ve hesaplar uğruna gündeme
getirildi. Fakat ağı r insani ve maddi faturası her zamanki
314
gibi halkiara ödettirilecektir. Emperyal ist sava�ın ba�arısı ,
bölge halkları ve tüm dünya üzerinde empery alist köleliğin
pekiştirilmesi anlamına gelecektir. Bu temel gerçekler, halkların
emperyalist savaşa karşı tam bir birlik ve dayan ışma için­
de kararlı lıkla mücadele etmesinin güncel önemini ortaya
koyuyor. Bu mücadeleyi yükseltmek ve bu uğurda halklar
arası devrimci dayanışmayı örmek, bölge ve dünya çapında
günün en acil ve tarihsel önemdeki görevidir. Bu başarıldığı
ölçüde, savaş emperyalistler için bir imkan olmaktan çıka­
cak, bir batağa dönüşecektir. Halkların devrimci gücü karşı­
sında emperyalist hesapların bozguna uğradığına bütün bir
20. yüzyıl tanıklık etmiştir. Bizzat ABD emperyalizminin
Çin Hindi bozgunu bunun yakın tarihten çok canlı bir
örneğidir.
Halkların gücü karşısında emperyalizm kağıttan kaplan­
dır!
TKİP, Türkiye işçi sınıfını, emekçilerini ve gençl iğini
karşı karşıya bulunduğumuz tarihsel sorumluluğun bilinciy­
le hareket etmeye, savaşa k arşı etk i n bir mücadeleyi yük­
seltmeye, emperyalizme ve işbirl ikçilerine karşı dünya ve
bölge halklarıyla omuz omuza savaşmaya çağırmaktad ır!
Kahrolsun emperyalist savaş!
Yaşasın Ortadoğu halklarının devrimci birliği!
Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar, birleşiniz!
Türkiye Komünist İşçi Partisi
9 Ekim 2001
315
Zor dönem zorlu görevler
Sınıf mücadeleleri açısından zor ve karmaşık bir tarihi
döneme girmiş bulunuyoruz. Devrimcilerin önünde saldırıları
göğüslemek, yeni çalışma ve mücadele koşullarına intibak
etmek ve en önemlisi, yeni dönemin önlerine koyduğu zorlu
ve çok yönlü görevleri başarıyla üstlenmek sorumluluğu var.
Gelişmeler kadar devrimcileri bekleyen görevler de tarihi
önemdedir.
içte gericilik, dışta saldırganlık
ve savaş
B urjuva gerici liği dünya ölçüsünde gitgide daha çok
dizginlerinden boşalıyor. Bu kendini herbir ülkenin kendi
içinde, "terörizme" karşı mücadele adı altında temel de316
mokratik hak ve özgürlüklerin adım adım budanması, yer
yer tümden gaspı, polis devleti uygulamalarının yasalaştırılıp
olağanlaştırılması; uluslararası ilişkilerde ise emperyalist nüfuz
mücadeleleri, militarizm. saldırganlık ve savaşlar biçimin­
de gösteriyor.
Bu, yeni bir gelişme de değil; '90 ' l ı yı1ların başından
beri dünya politikası adım adım bu yönde gelişiyordu. Yine
de 1 ı Ey lül saldırısı sonrasında bunun yeni bir ivme
kazandığını, emperyalist geri c i l i ğ i n gitgide kudurganlık
biçimini aldığını görüyoruz. ı 1 Eylül saldırılan burada yalnızca
bir bahane oluşturmuş; halklara ve sistem karşıtı her türlü
güç ve akıma savaş ilan etmenin , uluslararası ilişkilere ve
toplumların siyasal yaşamına yeni biçimler vermenin bir fırsatı
olarak kullanılmıştır.
Gerçekte ise sorunun temelinde, kapital ist dünya eko­
nomisinin aşılmak bir yana gitgide ağırlaşan uzun süreli
bunalımı ('70'li yılların başından beri sürmekte olan bir bu­
nalım bu) ve bunun giderek sistemi zorlayan sosyal-si ya­
sal sonuçları var. İktisadi bunal ımın ağır etki ve sonuçları,
sosyal ve siyasal hayatın tüm alanlarında ve bir bütün olarak
uluslararası ilişkilerde, gitgide ağırlaşan bir sistem bunalımı
olarak kendini gösteriyor. Ve gelinen yerde emperyalistler,
bu bunalımdan, iç siyasal yaşamda gericiliği ağırlaştırarak,
uluslararası ilişkilerde ise saldırganlığa ve savaşa daha yoğun
ve yaygın bir biçimde başvurarak çıkmaya çalışıyorlar.
Dünya hakimiyetini korumak
uğruna savaş macerası
Bu tutum, buna dayalı politik yönelimler, özellikle ABD
emperyalizmi açısından son derece açı k biçimde izlenebil­
mektedir. Sürecin kendi emperyalist dünya hegemonyasını
gitgide daha çok sarsan bir doğrultuda i lerlediğini gören;
iç toplumsal sistemi çürüyüp kokuşan; ekonomisi durgunluğa
giren; karş ısında adım adım yeni emperyalist güç odakları­
nın yükselmesinden ciddi biçimde rahatsız olan; ve nihayet,
kendisine karşı dünya ölçüsünde emekçiler ve ezilen halk­
lar arasında hızla büyüyen karşıtlığı ve nefreti gören, bundan
ciddi biçimde kaygı duyan Amerikan emperyalizm i , inisi­
yatifi kaybetmeden, henüz güçlüyken ve birçok avantaja
sahipken, duruma müdahale etmek, uluslararası ilişkileri kendi
ç ıkar ve hesaplarına göre yeniden şekillendirmek yolunu
tutmuş bulunuyor.
ABD emperyalizmi; içerde ekonominin yeni bir düzey­
de mil itarizasyonu ve yeni bir silahianma programı, d ışarda
ise saldırganlık ve savaşla, bunalımdan ve sıkıştığı açmazlar­
dan çıkmaya, fiil i ya da potansiyel tüm tehlikeleri berta­
raf etmeye, önünü tıkayan engelleri aşmaya çal ışmaktadır.
ABD, işçi sınıfı ve halk hareketlerinin, sistem karşıtı dev­
rimci akımların ve nihayet emperyalist rakiplerinin haliha­
zırdaki zayıfl ığını, harekete geçmek, durumunu güçlendir­
mek ve yarının tehlikelerini bugünden ortadan kaldırmak için
uygun bir zaman, akıllıca bir zamanlama saymaktadır.
l l Eylül bahane edilerek dünya halklarına ve sisteme kar­
şı şu veya ·bu ölçüde muhalefet konumundaki tüm güçlere
ilan edilen savaşın gerisinde işte bu var. Uzun süreli bir savaşın
yalnızca bir ilk adımı olarak tanımlanan Afganistan savaşının
gerisinde de bu var. Afganistan savaşı daha sürüyorken, gün­
deme Irak ın alı nmasının ve onu yeni ülkelerin izleyeceğinin
döne döne tekrarlanmasının gerisinde de yine bu var.
ABD emperyalizmi yeni bir emperyalist paylaşım müca­
delesini kend i cephesinden başlatm ış, dünyamızı yeni bir
emperyalist savaşlar sürecine sokmuş bulunmaktadır. On­
dan geri kalmamak kaygısındaki tüm öteki emperyalistler
de onun açtığı yoldan yürümek telaşı ve seferberl iği içeri­
s indedirler. Halklar karşı açılan savaş ve bu savaşta kuru•
318
lan karmaşık koalisyonlar, gerçekte aynı zamanda onların
kendi aralarındaki n ü fuz m ücadeleler in in bir örtüsü, em­
peryal ist paylaşım m ü cadelesinin g ünümüze özgü geçici bir
biç i m idir. Yarın bu m ücadele çok daha açı k biçimlere bü­
rünebilecek, b ugünkü emperyalist koalisyon bileşimlerinde
beklenmedik değişikl ikler ortaya çıkabilecektir. 20. yüzyılın
emperyali stler arası ilişkiler ve mücadeleler tarihi bu ko­
nuda yeterince aydınlatıcıdır.
ABD emperyalizmi inisiyatifi
kaybetmek istemiyor
ABD, daha ortada 1 1 Eylül saldırıları yokken u luslararası
il işkileri zaten belirgin biçimde gerginleştirmeye başlam ıştı.
Silah ve petrol tekellerinin kuklası aptal Bush ' un şaibeli bir
seçim darbesiyle başkan yap ı lması bu açıdan bir dönemeç
sayılıyor, uluslararası ili şkilerde yeni bir gerginlik ve saldı r­
ganlık politikasına geçişin işareti olarak algılan ıyordu. Başta
Irak olmak ü zere çeşitl i ülkelere uluorta yöneltilen tehditler;
emperyalist raki plerinin açık hoşn utsuzl uğuna rağmen ( ve
eski anlaşmaların tek taraflı olarak geçersiz sayılması meydan
okumasıyla) gündeme getirilen "Füze Kalkanı Projesi", bu­
nunla kışkırtılan yeni emperyalist silahianma yarışı, bu ger­
ginlik pol itikasının ilk işaretleriydi. Bu aynı zamanda ekono­
m i s inin hızla durgunluğa girmesine ABD'nin görünürdeki
tek çözümüydü de.
B ugün ortaya çıkan birçok kanıt, ABD' nin Afgan istan ' a
karşı bir müdahaleyi ı ı Eylül saldırısından önce planladığını
ortaya koymaktadır. AB D ' nin dünya hakim iyetini koruma
ve güçlendirme stratej is inde Avrasya hakimiyetinin tuttuğu
yer gözönüne alındığında bu şaşırtıcı da değildir. ABD em­
peryalizminin akıl hocaları Avrasya hakimiyetinin ABD'nin
dünya hakimiyetini korumak ve sürdürmek bakı m ından taşı319
dığı belirleyici önemi yıllar öncesinden ortaya koymuşlardı.
İç Asya ve K afk asy a nın zengin petrol ve doğalgaz kaynak­
l arını denetim altına almanın ekonomik ve stratejik değeri,
bu bölgeye apayrı bir önem kazandırıyordu. ' 90 ' h y ılları
kaplayan çabalarında anl am l ı bir başarı elde edememesi ,
'
dahası, bir emperyalist ve gerici devletler koal isyonu olan
Şangay İşbirl iği Örgütü'nün bu bölgede adım adım şekil­
lenmesi ve giderek güçlenen bir alternatif odağa dönüşmesi,
ABD'yi bu en zayıf olduğu alandan en cüretli ve tehlikeli
çıkışını yapmaya yöneltmiş görünmektedir.
AB D 'nin yaptığı çıkışın ya da giriştiği maceranı n arzu­
ladığı sonuçları yaratıp yaratamayacağı ayrı bir sorundur.
Bölgeyi kendi etkinlik ve egemenlik sahası olarak gören Rus­
ya ve Çin gibi dişli rakiplerin, yabancı egemenliğine ve
özellikle de ABD emperyalizmine karşı duyarlı halkların ve
nihayet sayısız çelişki ve çıkarın karmaşık bir yumak oluş­
turduğu bir bölgede yapılan bu çıkışın ABD için sonuçla­
rını çok geçmeden göreceğiz. Yaygın kanı, ABD'nin burada
bir batağa gömüleceği ve sonuçta kaybedeceği yönünde­
dir.
Daha şimdiden birçok belirti de bu kanıyı doğruluyor.
B ir bölgeye hakim olmak ve oraya kendi çıkar ve arzularına
göre şeki l vermek, modern savaş makinasıyla onu uzaktan
tahrip etmek kadar kolay değildir. İç Asya'da işlerin Bal­
kanlar'daki kadar kolay ve düşük maliyetli olmayacağı da
hemen hemen kesindir. Balkanlar'da aralarındaki ayrıl ıklar
ve düşmanl ıklar körüklenerek, sonuçta halklar biribirine
kırdırı larak ş imdiki sonuçlara varılabildi. ( Kaldı ki bunlar
halen son derece iğreti ve geleceği henüz tümüyle belirsiz
sonuçlardır). Asya'da ise halklar arasında boğazlaşma değil,
emperyalizme ve saldırganlığa karşı günden güne gelişen
bir tepki ve dayanışma var. Afganistan' ın savaş ağaları ara­
sındaki geleneksel boğazlaşmalar bu gerçeği gölgeleyemez.
320
Emperyalist sistemin keskinleşen
çelişkileri
Tüm bu gelişmelere ve sonuçlara, ABD 'den öteye ve
daha yakından baktığımızda, yaşanmakta olanın: emper­
yal ist kapitalizmin geçen y üzyılın başından itibaren kendi­
ni gösteren başl ıca çel işmelerinin bir kez daha ve yeni bir
düzeyde ağırlaşmasından başka bir şey olmadığını görüyo­
ruz.
Marksist-leninist tahlil geçen yüzyılı n başında bu çeliş­
meleri; tek tek kapitalist ülkelerde emek-sermaye çelişme­
si, dünya ölçüsünde emperyal izmle bağımlı ülkelerin ezi ­
len halkları arasındaki çelişme ve nihayet emperyalistlerin
kendi aralarındaki çelişıneler olarak ortaya koymuştu. Em­
peryalizm ve proletarya devrimleri çağını bel irleyen, kapi­
talizmi bir genel bunalım çağına sokan, böylece dünya pro­
letarya devrimi sürecini hazırlayan ve olgunlaştıran, kapi­
tal izmden sosyalizme geçişi tarihin gündemine sokan tam
da bu çelişmelerdeki gelişme ve olgunlaşmaydı .
Bütün bir 20. yüzyıl tarihi, bu çelişmeler ve onların yol­
açtığı çatışmalar temelinde yaşandı . Devrimci sınıf müca­
deleleri, proletarya devrimleri, ezilen ulusların ve halkların
ul usal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri, dünyayı iki kez toplu
yıkıma götüren emperyal ist savaşlar, tek tek ülkelerde si­
yasal gericil ik, beyaz terör ve faşizm, 20. yüzyıla damgasını
vuran tüm bu temel önemde toplumsal-siyasal olaylar, dev­
rimler, karşı-devrimler ve savaşlar, emperyalizm aşamasında­
ki kapitalist dünya sistem inin sözü edi len başlıca çel işıne­
lerinin ürünü oldular.
Bugün dünya sahnesine tek tek olay ve gelişmelerden
öteye bir bütün olarak bakıldığında, bir kez daha bu aynı
çelişmelerin sosyal-siyasal sonuçlarıyla yüzyüze olduğumuzu
görüyoruz. Buna genel çizgileriyle daha yakından bakabiliriz.
321
Emek-sermaye çelişkisi keskinleşiyor
Emperyalist metropoller de dahil olmak üzere tek tek ka­
pitalist ülkelerde işçi sınıfına ve emekçilere yöneltilmiş sistema­
tik neo-liberal saldırılar, iktisadi ve sosyal hakların sistematik
gaspı; ve tersinden, işçi sınıfı ve emekçilerin kazamıniarını
korumak ve yeni haklar elde etmek için giriştikleri mücadele­
ler, tüm bu olgular, emek-sermaye çelişmesinin keskinleşme­
sinin günümüzdeki somut yansımalarıdır. İşçi sınıfının tarihi
kazanımiarım hedef alan neo-liberal saldırıların dünya ölçüsün­
de tam da '70'lerin başında girilen ve halen aşılamayan ekono­
mik bunalımın ardından gündeme getirilmiş olması elbette
rastlantı değildir. Tüm bu politi kalarla krizin faturası sistemin
bağımlı ülkelerinin yamsıra emperyalist metropollerdeki işçi
sınıfına ödenirilmeye çalışılmıştır.
Düne kadar, özelli kle de ' 89 çöküşünün yarattığı özel
atmosferi kullan arak, bu saldırılarda belirli bir başarı da sağ­
layan burjuvazi, bugün bu başarıyı sürdürebilmek için temel
demokratik hak ve özgürlüklerin gaspına, siyasal gericiliği
ağırlaştırmaya, polis devleti uygulamalarını sistemleştirmeye
yönetiyor. Bu da gerçekte yeni bir gelişme değil . Fakat l l
Eylül sonrasında başta emperyalist metropoller olmak üzere
bunun yeni bir ivme kazandığı da bir olgudur. Hemen her
yerde burjuva hükümetler, "teröre karşı önlemler", "kanun
ve nizamın korunması", "iç güvenlik" vb. bildik gerekçelerle,
demokratik hak ve özgürlüklerin sistematik gaspına giriş­
miş bulunuyorlar.
Tüm bu önlemlerin iç sınıf mücadelesini dizginlemeye,
yeni bir çıkışın sancılarını yaşayan işçi sınıfı hareketini daha
güçsüzken önlemeye yönelik olduğu ise açıktır. Burjuvazi
dünya ölçüsünde emek hareketine karşı son 20 yıldır başlat­
tığı ve ' 90 ' I ı yıllarda yeni bir düzeye çıkardığı ekonomik
ve sosyal saldırıları n ı , artık gitg ide daha bel i rgin biçimde,
322
sistematik siyasal saldırılarla birleştiriyor.
Bunu, burjuvazinin kendine karşıt sınıfa, işçi sınıfına karşı
gelecek perspektifine dayalı bir hazırlığı olarak gönnek gerekir.
Aynı şekilde, dünya sahnesine gitgide daha iddial ı ve h ırslı
çıkan emperyalist devletler, silahian manın ve zorlu nüfuz
mücadelelerinin gerektirdiği kaynakları emekçilerin boğazın­
dan daha çok keserek çoğaltmak yolunu tutuyorlar (son za­
manlarda emperyal ist metropollerde savaş vergileri biribi­
rini izliyor) . Buna karşı işçi sınıfı ve emekçilerden gele­
cek direnmeyi etkisizleştirmenin ve denetim altında tutmanın
yolu ise, onlar i ç i n bir kez daha hak ve özgürl ü k leri
sınırlamaktan, polis devleti uygulamalarını olağanlaştırmaktan
geçmektedir. Teröre karşı mücadele yalanı bunun örtüsü olarak
kullanılıyor; bununla dışarda emperyalist saldırganlık, içerde
siyasal gerici l i k maskeleni yor. Aynı şekilde yabancı düş­
manlığı, şu s ıralar ise özellikle Müslüman halkiara karşı
düşmanlık iç s iyasal gericiliğin araçları olarak kullanılıyor.
Burjuva demokrasisinin sahteliği ve ikiyüzlülüğü gel işme­
lerin etkisi altında g itgide açığa çıkıyor, diptek i gerici öz
yüzeye vuruyor.
Emperyalistlerle ezilen halklar arasındaki
uçurum derinleşiyor
Emperyalist dünya sisteminin egemenlik, bağımlılık iliş­
ki lerine dayalı yapısı ve bunun sonuçları, emperyalistler ile
dünyanın ezilen halkları arasındaki çel işkileri de yeni bir
düzeyde olgunlaştırmakta ve keskinleştirmektedir.
Tarihi bir temele sahip emperyalist sömürü ve soygunu
görülmemiş ölçüde ağırlaştıran İMF ve Dünya Bankası reçe­
teleri, son birkaç onyıldır bağımlı ülke halklarının sosyal
yıkımını katmerleştiriyor. Bu reçeteler üzerinden bağımlı
ülkelere dayatılan politikalar, dolaysız olarak, metropol ler323
deki bunalımın yükünü büyük ölçüde bağımlı ülke halklarına
ödetme işlevi de görüyor. "Yeniden yapılandınna" ve "istikrar
programları" adı altında bu ülke sanayileri ve tarımı yıkıma
uğratılıyor, özelleştirme adı altında birikmiş zenginliklerine
yok pahasına el konuluyor. Ödendikçe katianan ağır borç
yüküyle bu ülke emekçilerinin sistematik bir biçi mde kanı
emiliyor. Borç ödemelerine kaynak yaratmak ve bu ülkele­
ri ucuz işgücü cenneti haline getinnek için, bu ülkelerde zaten
son derece sınırlı olan sosyal haklar bir bir tasfiye ediliyor.
Bağımlılık ilişkileri, özeUikle de ağır borç bağımlılığı;
bu ülkelere çeşitli konularda emperyalist pol itikalar dayat­
man ın, ülke yönetimlerini parça parça devralmanın, günü­
müz Pakistan ve Türkiye örneklerinde olduğu gibi bu ülkeleri
birer emperyali st savaş üssü olarak kullanmanın ve hatta
bu ülkeleri kendi çıkarları için savaşa sürmenin bir olanağı
olarak da kullanılıyor.
Bütün. bu iktisadi-sosyal saldırıları kolaylaştınnak ve sistem
için tehlike oluşturabilecek her türden muhalefeti ortadan
kaldırabilmek için, bu ülkelerdeki diktatörlük rejimleri her
yolla kuralsız bir biçimde destekleniyor. Emperyalistler, ülke­
lere ya da bölgelere hakim olmak için, ülkeler ve halklar
arasındaki çatışmaları da açıktan ya da sinsice körüklemekte;
sonra da, bu çatışmaları durdurmak adı altında işgalci güçler
olarak bu bölgelere yerleşmekte, halkiara dolaysız olarak
hükmeden konumlar kazanmaktadırlar.
Özetle, dünyaya hakim emperyalist güçler, bağımlı ülke
halklarının bugün çekmekte olduğu derin sosyal ve siya­
sal acıların dolaysız sorumlularıdırlar. Dünyamıza hakim açlı­
ğın, işsizl iğin, yoksulluğun, çok yönlü sosyal perişanlığın,
halkiara derin acılar yaşatan beyaz terörün ve etnik boğazlaş­
maların gerisinde dolaysız olarak dünyanın emperyal ist efen­
dileri var.
B ütün bunlar, emperyali stlerle, bir bütün olarak em324
peryalist sistem i le ezilen halklar arasındaki çel işmeyi şid­
detlendiriyor. Dünyanın dön bir yanında halklar yaşadıklan
sosyal ve siyasal acılann gerisinde emperyalist köleliğin yat­
tığını görüyorlar. Bu onları, işbirlikçi egemen sınıfiara karşı
verdikleri mücadeleyi emperyalizme karşı mücadeleyle bir­
leştirmeye gitgide daha çok yöneltiyor.
Nitekim dünyanın dört bir yanında İMF'ye ve Dünya
Bankası ' na, onların patronu ve emperyalist sistemin jandar­
ması ABD emperyalizmine karşı duyulan yaygın tepki v e
nefret, emperyalizmle ezilen halklar arası ndaki çelişmenin
bir yansımasından başka bir şey değildir. Afganistan'a yönelik
barbarca savaşın bir dizi ülkede yolaçtığı büyük protesto
dalgası, aynı şekilde bunun bir ifadesi ve yansımasıdır. Emper­
yalist metropollerde gerek emperyalist küreselleşmeye ve ge­
rekse son aylarda emperyalist savaşa karşı gelişen kitle ha­
reketi de bu çerçevede son derece anlamlıdır. B u protestolar,
bu ülke işçi ve emekçilerinin emperyal ist burjuvazinin dünya
ölçüsünde izlediği politikaların yıkıcı sonuçlarına ve bunun
mazlum halkların yaşamı üzerindeki derin etkisine karşı du­
yarlıl ıklarının da bir yansımasıdır.
Emperyalistler arası çelişkiler
keskinleşiyor
Ve n ihayet emperyalistlerin kendi iç çel işmelerine geli­
yoruz. ABD emperyalizmi kendi l iderl iğini ve politikalarını
dayatarak sistemin hegemonik gücü, jandarması konumunu
sürdürmeye çalışsa da; emperyalist dünyada iç çel işmelerin
günden güne derinleştiği, bunun kendini emperyalist blok­
laşmalar halinde gösterdiği, ' 89 çöküşünün ardından belirgin
bir biçimde açığa çıkan bir olgudur.
Tüm göstergeler ABD 'nin emperyalistler arası çelişki ve
çatışmalar konusunda son derece gerçekçi olduğuna işaret
325
etmektedir. B u , onun 20. yüzyıl tarihinden çıkardığı temel
bir ders sayılmalıdır. B u nedenledir ki o, emperyalist dünya
l iderliği içi n tehdit ol uşturan gerçek ve potansiyel emper­
yalist rakiplerini daha baştan etkisizleştirmeyi ve denetim
altında tutmayı temel bir kaygı olarak gütmekte , dünya
politikasında buna uygun düşen bir davranış çizgisi izle­
mektedir.
Rakipleri toparlanıp kendi karşısına etki n bir güç ola­
rak d ikilmeden yeni üstünlükler elde etmek ve mevcut üs­
tünlüklerini onların denetim dışına çıkışlarını engellemek üze­
re kullanmak, ABD emperyalizminin yeni dünya hakimiyeti
stratejisinin en ayırdedici özelliklerinden biridir. ' 90'1arın
başında Irak üzerinden gündeme getirilen Körfez Savaşı bu
stratejinin somut bir yansımasıydı. ABD, Ortadoğu 'daki ege­
menliğini pekiştiren bu savaşta, tüm öteki emperyalistleri
kendisini desteklemek ve dahası bir de savaşın faturasını
ödemek zorunda bırakmıştı. ABD'nin arkasından benzer bir
sürüklenmenin yeni bir örneğini şimdiki Afganistan savaşında
da görüyoruz. Hiç değilse Avrupalı emperyalistler açısından.
ABD'nin ardından Afganistan savaşma katılmak üzere yarışa
giren Avrupalı emperyal istlerin bu tutumlarının geri sinde,
nüfuz ve yağma mücadelesinden geri kalmamak, oluşacak
sofrada söz ve pay sahibi olmak kaygısı vardır. Burada halk­
Iara karşı savaş ile emperyalistler arası nüfuz mücadelele­
ri içiçe geçmiştir. "Terörizme karşı ortak mücadele", bir kez
daha, bu iki temel önemde olguyu gizlemenin geçici bir örtüsü
olarak kullanıl maktadır.
Dünya yeni bir emperyalist paylaşım savaşı dönemine
girmiştir. B i rçok gözlemci, haklı ve yerinde bir tutumla,
ABD'ni n Afganistan'a karşı başlattığı emperyalist savaşı bu
paylaşım mücadelesinin başlangıcı ve bir ilk adımı say­
maktadır. Çatışma alanının Avrasya egemenliği çerçevesinde
son derece kritik öneme sahi p bir ülke üzerinden seçilmiş
326
olması da bu açıdan rastlantı değildir. ABD emperyalizmi ,
rakiplerinin siyasal v e askeri açıdan henüz zayıf olduğu bir
aşamada, kendisinin hayli zayıf kaldığı fakat kendi dünya
jandarmalığı için son derece kritik önem taşıyan bir böl­
geden başlamıştır sözkonusu paylaşım savaşına.
Uluslararası gelişmeler ve Türkiye
I I Eylül saldırılarının olduğu sırada Türkiye derin bir
ekonomik krizin pençesinde kıvranıyordu. Resmi çevreler
o günden bugüne saldırı sonrası gel işmelerin ekonomik ve
mali krizi ağırlaştıran bir rol oynadığını söyleyegeldiler. Krizi
izleyen dönemde ve şu yakın günlere kadar borsanın uzun
süre dibe vurması ve dünya çapında değer kaybeden doların
neredeyse bir tek Türkiye'de tırmanışını sürdürmesi, bu iddi­
anın doğruluğuna kanıt sayılabilir.
Fakat buna rağmen Türk burjuvazisi "terörizme karşı
savaş" adı altında estirilen gerici cereyanı büyük bir sevinçle
karşıladı ve bunu kendisi için yeni bir imkan saydı. Dü­
zen propagandasının koro halinde kullandığı söyleme göre,
geli şmeler Türk burjuvazisinin teröre karşı uzun yıll ardır
ve�mekte olduğu mücadelenin haklı lığını kanıtlamıştı. Öte
yandan, emperyalist koalisyonun "ulusl ararası teröre karşı"
açtığı savaş çerçevesinde Türkiye 'nin "stratejik değeri"ni
arttırmıştı. Bu iki tespitten iki de sonuç çıkıyordu. içerde
baskı ve terör rej imi güçlendirilerek sürdürül ecek, dışarda
i se Türkiye'nin "strateji k değeri" ABD emperyalizmine en
uygun koşul larda pazarlanacaktı.
Emperyal i st merkezler, özell ikle de Amerikan resmi
politikası, bağımlı ülkelerdeki baskı ve terör uygulamalarını
eleştirrnek bir yana, desteklemek ve dahası cesaretlendirrnek
gerektiğini açıkça ilan etmiş bulunduğu için, ilk pratik sonuç
için koşullar uygun, yol açık demekti. B undan böyle "insan
32 7
hakları" adına dıştan gelen tümüyle demagojik ve etkisiz
eleştirllerin anlamsız yükü de artık kalkmış oluyordu.
I I Eyl ül ' ü izleyen gelişmelerin Türk burjuvazisi için asıl
etkileri ise kendisini dış politika alanında gösterdi. Ağır bir
ekonomik kriz içinde debelenen, ağır bir borç yükü altında
bunalan, bunların faturasını kendi emekçilerine sonu gelmeyen
sosyal yıkım saldırılarıyla ödettiren Türk burjuvazisi, bu alanda
kendisini bir parça soluklandıracak desteği elde edebilmek
için o günden bugüne gerçek mahiyeti hep halktan gizlenen
kirli pazarlıklar içerisinde oldu. Pazarianan ise "Türkiye ' nin
stratejik konumu" ve "teröre karşı mücadelede deneyim sahi­
bi" ordunun savaş gücüydü. Demek oluyor ki, Türkiye ' n in
ABD emperyalizminin Ortadoğu ve iç Asya'daki çıkar ve
amaçlarına yeni bir düzeyde hizmet kapasitesiydi. Bunu, uygun
bir fiyat karşılığı olarak Türkiye 'nin ABD emperyalizminin
savaş arabasına koşulması ve Türk ordusunun ABD çıkarları
doğrultusunda bir bölgesel müdahale gücü olarak kullanılması
olarak da formüle edebiliriz. Ülkeyi krizden çıkarmak adına
satışa çıkarmadı k şey bırakmayanların satış masasında şimdi
artık bunlar var.
ABD'nin savaş arabasına
bağlanarak aranan çtklŞ
Bu, gönüllü bir tercihten ya da maceracı bir hevesten
öteye, iflas halindeki düzenin mevcut durumdan bir çıkış
arayışı olarak da anlaşılabil ir. Dahası, tam da bu iflas du­
rumunun kendisi, Türk burjuvazisi adına ülkeyi yönetenle­
ri ABD emperyalizmi karşısında herhangi bir manevra yapmak
olanağından da yoksun bırakmı ş bulunmaktadır. Emperya­
lizme çok yönlü kölece bağımlılık, ağır ekonomik-mali kriz
ve ödenmesi g iderek zorlaşan ağır borç yükü, Türkiye 'yi
yönetenleri çoktandır ABD emperyalizminin uysal uşakları
328
durumuna düşürmüş bulunmaktadır. Bunun i bret verici yeni
örneklerini ı ı Eylü l saldırılarından beri izliyoruz. O gün­
den bugüne İMF ve Dünya Bankası 'yla tüm il işkiler, en kaba
ve onur kırıcı bir biçimde, A B D emperyalizminin bölge
halklarına karşı başlattığı savaşa Türkiye' nin katkılarına en­
dekslenmiş durumda.
Bu doğrultuda sürdürülen gizli ve kirli pazarlıkların
sonuçları bugün ortadadır. Türk burjuvazisi. bir tek asker
göndermek dışında, başlangıçtan itibaren Afganistan'a karşı
başlatılan emperyal ist savaşa her türlü desteği verdi. Tür­
kiye toprakları boydan boya emperyalist sava� için bir saldırı
üssü olarak tahsis edildi . B unlar bile yetmeyince, bu kez
Afganistan 'a asker göndermek kararı alındı. Bunun Afga­
n istan ' a karşı "resmen savaşa girmek" demek olduğunu ise
sermaye medyası dile getirdi. Tüm bu davranış çizgisi Türk
burjuvazisinin, onun sınıf egemenl iğinin ifades i ve sınıf çı­
karlarının bekçisi Türk devletinin, bölge halklarına karşı em­
peryalizmin hizmetinde olduğunu bir kez daha tesci l etti.
Bir kez daha d iyoruz; zira bu onun zaten çok iyi bil inen
utanç verici tarihsel konum ve misyonuydu.
Bu konum ve misyonun bölge halkları için olduğu ka­
dar Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri için de yıkıcı sonuçlarının
asıl bundan sonra ortaya çıkacağını gösteren ciddi gelişmeler
var gündemde. ABD emperyalizmi Türkiye üzerine, onu
"uluslararası barış gücü" adı altında Afgani stan' daki çıkar­
larının bekçisi olarak kullanmaktan öteye hesaplar yapıyor.
Asıl hesap ve hazırlık Irak'a karşı gündeme getirilecek em­
peryalist savaş üzerinedir.
Bu konu Beyaz Saray ve Pentagon 'un yarı resmi söz­
cüsü durumundaki Amerikan basın organlarında ı I Eylül 'den
beri sürekl i i şlenip duruluyordu. Son haftalarda bu konu­
daki n iyet ve hesaplar kamuoyu önünde çok daha açık bir
biçimde formüle edilmeye başlandı . ABD pol itikasına yön
329
verenler açık açık lrak' a karşı başlatılacak bir savaşta Türki­
ye'nin bir saldırı üssü ve savaş kuvveti olarak kullanılması
gerektiğini söylüyorlar. Türkiye 'nin Kürt sorununa dayalı
kaygılarla bu konuda gösterdiği isteksizliğin ise uygun bir
fiyat ödenmesi ve bazı güvenceler sağlanması koşuluyla
aşılabileceğini de sözlerine ekliyorlar.
Artık açıkça görülüyor ki, A B D e mperyalizm i , Afganis­
tan' a karşı yürüttüğü savaşta Pakistan'a oynattığı rolün bir
benzerini lrak'a karşı başlataeağı emperyalist savaşta Türki­
ye'ye oynatmak istiyor. Ş u farkla ki, Pakistan Amerikan
saldırısı için yalnızca bir üs görevi görmüş, fakat Pakistan
ordusu Afganistan 'a karşı yürütülen savaşa doğrudan katıl­
mamıştı. Oysa ABD Irak'a karşı yürütülecek savaşta Türk
ordusunun bizzat yeralmasını da i stiyor. Bu doğrultuda eko­
nomik ve mali baskıyla rüşveti içiçe kullanman ı n yanısıra,
Güney Kürdistan'ın ithakından Mesul ve Kerkük petrollerin­
den paya kadar bir dizi özendirici satın alma aracına baş­
vuruyor.
Gelişmeler bunda mesafe de alındığını göstermektedir.
İMF'nin yeni dayatmalar eşliğinde lO milyar dolarlık yeni
borca ilişkin kararı ile Türkiye'yi yönetenlerin I rak konusun­
da ABD'nin istekleri lehine yumuşayan söylemi aynı günle­
re denk geldi, birbirini izledi. Amerikan Dışişleri B akanı'mn
Türkiye ziyareti, muhtemeldir ki perde arkasındaki k irli
pazariıkiara daha kesin ve somut bir biçim verecektir.
A fgan istan ' ı n a rdından Irak 'a karşı başlatılacak em­
peryali st savaşa destek ve doğrudan katılım, Türk burjuva­
zisinin ve devletinin bölge halklarına ve Türkiye halkına
yeni bir ihaneti anlamına gelecektir. Bunun Türkiye'nin kendi
komşularıyla ve bir bütün olarak A rap dünyasıyla ilişkiler­
de yaratacağı ağır siyasal sonuçlar bir yana, Afganistan'dan
farkl ı olarak Irak'a karşı bir savaş, Türkiye'nin iç siyasal
yaşamında da bugünkünden çok daha ağır sonuçlara yol330
açacaktır. Burj uvazi savaş durumunu, her türlü hak arama
mücadelesini yasaklamanın, mevcut tüm demokratik hak ve
özgürlükleri boğmanın, devrimci hareketi ezmenin bir ola­
nağı olarak kullanmak yoluna gidecektir. Ve böylece elde
edilecek ortamda, krizden çıkış için halk k itlelerine daha
ağır ekonomik ve sosyal faturalar ödetmek kolaylaşacaktır.
Devletin zirvelerinde bunun da hesabı yapılıyor olmalıdır.
Krizin derinliği ve İMF i le yeni üç yıllık anlaşma dönemi
düşünülürse, i şbirlikçi Türk burjuvazisinin bu tür bir orta­
ma gerçekten ihtiyacı var. Başka nedenlerin yanısıra biz­
zat bu ihtiyac ı n kendi s i de işbirlikçi i ktidarı ABD em­
peryalizminin yedeğinde yeni savaş maceralarına sürükleyebilir,
b u ciddi bir ihtimaldir.
Irak'a karşı açılacak bir emperyalist savaşın sonuçlarına
ve bunun ortaya çıkardığı ağır görevlere bu toplam tablo
üzerinden bakmak gerekir. Bölge halklarına karşı enternas­
yonalist devrimci görevlerin yanısıra, iç sınıf mücadelesi
cephesinde de zorlu görevlerle yüzyüze kalacağımız anlamına
·
gelir bu.
Burjuva siyaseti çöküntü halinde
B unalım coğrafyasının merkezinde bulunan Türkiye ken­
di de ağır bir bunalımın pençesinde k ıvranan bir ülke du­
rumundadır. Ekonomideki çöküntü ülkeyi ve emekçileri günden
güne ağırlaşan bir perişanlığın girdabına sürüklemiştir. İMF
reçeteleri birbirin i izlemekte, bu reçetelerle ülkeye ve halk
kitlelerine ağır faturalar ödenirildiği halde, ekonomi düzelmek
bir yana gitgide daha da kötüleşmektedir.
Yeni İMF reçetelerinin ilki gündeme getirildiğinden bu
yana aradan iki tam yıl geçti. Bugün tüm göstergeler duru­
mun iki yıl öncesiyle kıyaslanamayacak ölçüde kötüleştiğini
somut olarak ortaya koymaktadır. Borç köleliğinin ağırlaşması,
33 1
ülkenin fakirleşmesi, sinai ve ticari iflaslar, işsizliğin ve yok­
su11uğun katmerleşmesi, köylü ve küçük-burjuva ara katman­
ların kitlesel iflası , sosyal hakların gaspı, ülke kaynaklarının
ve birikmiş zenginiikierin emperyalist ve yerli tefecilere peşkeş
çekilmesi, ülke parasının pula dönmesi, bu göstergelerden
yalnızca bazı larıdır.
Bir de işçileri ve emekçileri perişan eden yüksek enflas­
yon sorunu var. İMF reçeteleri iki yıl önce neredeyse yalnızca
enflasyonu düşürmek iddiasıyla gündeme getirilmişti. Uy­
gu lanan programın temel hedef böyle tanımlanmış, emekçi­
lerden bunun için fedekarlık istenmişti. Oysa bu hedef çok­
tan çökmüştür ve bugün artık bir yana bırakılmıştır. Şu an
resmi enflasyon yüzde 85 olarak açıklanıyor; gerçek enflas­
yonun yüzde yüzün üzerinde olduğunu ise herkes bil iyor.
Ücretierin ve maaşların sürekli düşürüldüğü ve sosyal hakla­
rı n sistematik bir biçimde gaspedildiği bir ortamla birl ikte
düşünüldüğünde, bu düzeyde bir enflasyonun ne türden bir
sosyal yıkım demek olduğu kendil iğinden anlaşılır.
Bugün halk kitleleri ağır bir perişanlık içerisindedir. Ne
krize ne de halk kitlelerinin bu perişanlığına, düzen siya­
seti herhangi bir çıkış yolu sunamamaktadır. Bu burjuva siya­
setinin çöküntüsü demektir. Halk kitlelerinin parlamentoya,
.
politikacıl ara ve burjuva partilerine herhangi bir inancı
kalmamıştır. B urjuva siyasetinden hızlı bir kopuş sürecin­
deki işçiler ve emekçiler yeni arayışlar içerisindedir. Son
dönemlerde CHP'nin bizzat sermaye çevreleri ve bası n ı
tarafından yeniden pariatılmaya çalışılması, b u arayışları sahte
sol bir alternatifle bloke etmek hesabının bir yansımasıdır.
Fakat bu çabalar da umulan sonuçları veremeyecektir. CHP'­
nin öteki partilerden fark lı ne bir çözümü, ne de mevcut
derin kriz ve savaş ortamında halk kitleleri lehine onlar­
dan farkl ı bir pratik tutumu sözkonusudur. Emekçi kitlele­
rin hoşnutsuzluğunu derinleştirmernek kaygısıyla sosyal dema332
gojiye başvurmaktan bile özenle kaçınmaktadır. Yakın geç­
mişte Demirel ve Çi ller koalisyonları döneminde bu parti­
ni n neler yaptığı ise kolay onutulacak türden değildir.
Bir de parlamenter avanaklıkla sözde ülkenin ve emekçi­
lerin sorunlarına çözüm bulmak iddiasındaki reformisı sol
var. Resmi düzen siyasetinin çöküntüsünün yarattığı boş­
lukta ve devrimci alternatifin zayıflığı koşullarında, refor­
mİst sol kendi reçeteleriyle sahnede boy göstermektedir. ÖDP,
EMEP. ve SİP türünden i ktidarsız ya da ciddiyetsiz örnek­
leri bir yana bırakalım. Şu sıralar öne ç ı kan iki örnek var
karşım ızda. Bunlardan ilki Perinçekçi partidir. Bu partinin
durumdan çıkış reçetesi, kendi ifadesiyle, "mi l l i ekonomi­
mizi" ve "milli devl etimizi" kurtarma hedefine yöneliktir.
Bu iflas halindeki kurulu düzeni islah etmek iddiası ve prog­
ram ı demektir. Yani kurtarılmak istenen gerçekte batakta­
ki düzenin kendisidir. Emekçilerin ve ülkenin gerçek kur­
tuluşu uğruna mücadele, kurulu düzenin temelini oluşturan
kapitalist ekonomiyi ve çatısını ol uşturan burjuva dev leti
yıkma devrimci programına dayanınayı gerektirir. Perinçekçi
parti i se, "mil li" yaftası taktığı bu temeli ve çatıyı islah
edip kurtarmak peşindedir. Bu onun burjuva milliyetçi düzen
partisi konumuna uygun düşen bir kaygı ve hedeftir.
Öteki örnek, teslimiyeıçi Kürt cephesi, yani PKK-HADEP
çizgisidir. Bazı ulusal hak kırıntıları ile resmi siyaset sahnesine
resmen kabul ediliş karşılığında, Kürt halkının devrimci
birikimini kurulu düzene peşkeş çekme çizgisidir bu. Bu çizginin
çözüm reçetesi ise içeriksiz bir boş söz kalıbı haline gelmiş
olan "demokratik cumhuriyet"tir. Dünya ölçüsünde ve Tür­
kiye'de iflas halindeki kapitalist düzen, i çerde baskı ve terör,
dışarda saldırganlık ve savaşla açmaziarına çözüm ararken,
onun karşısına sözde "demokratik cumhuriyet" gibi bir çözüm
alternatifiyle çıkmak, bugünün gerçekleri karşısında papazca
vaazlara sapmak ve gülünç duruma düşmekten başka bir şey
333
değildir. PKK-HADEP çizgisine yön verenlerin bunun farkın­
da olmadıkları söylenemez. Ama asıl amaç, Kürt halk kitlele­
rini hayallerle oyalamak ve bu arada Türk burjuvazine güven
vermektir. Önerilen sözde çözüm reçetesi nin biricik gerçek
i şlevi budur. Ama ulusal ve uluslararası gel işmelerin katı ger­
çekliği karşısında bu aldatmacanın çöküşü uzun sürmeyecektir.
Özetle, düzen s iyasetinin mevcut durumdan bir siyasal
çıkış alternatifi yoktur. Bundan dolayıdır ki, çözümü bir yan­
dan baskı ve teröre başvurarak korku ve yılgınlığı hakim
kılmakta; öte yandan ise propaganda ve iletişim aygıtlarını
etkili bir biçimde kullanarak emekçi kitleleri ideolojik olarak
sersemtetmekte ve kültürel açıdan dejenere etmekte bul­
maktadır. Yazılı ve görsel medyadaki aşırı kokuşma ve baya­
ğıtaşma bu çerçevede bil inçli bir politik tutumun yansıması
olarak da ele alınmalıdır. Bunlara sendika bürokrasinin işçi
hareketini felçeden ve umutsuzluğa sürükleyen hain rolü ile
burjuva gericiliği için her dönemi n değişmez silahları olarak
kalan dinsel gericil iği ve şoven milli yetçiliği eklemek gerekir.
(Şu sıralar Kıbrıs ve Musul-Kerkük üzerinden yürütülen
propaganda ve yaratılmaya çalışılan milliyetçi histeri, bu
sonuncuya güncel örnekler olarak verilebilir.)
Çıkış yolu devrimdir; görev
devrime hazırlanmaktır
Ekonomiyi batıran, ülkeyi borç köleliği içinde soluksuz
bırakan, işçi sınıfı ve emekçileri sosyal yıkıma, açlığa, işsizli­
ğe ve perişanlığa mahkum eden, köylülüğü yıkıma uğratan,
ülkeyi bölge halklarına karşı emperyalizmin saldın üssü hali­
ne getiren bir burjuva sımf egemenliği gerçeği ile yüzyüzeyiz.
işbirl ikçi Türk burjuvazisi i çte sosyal yıkımı ağırlaştırarak,
bunu başarabilmek içi nse baskı ve terörü yoğunlaştırarak;
dışta ise ABD 'nin hizmetinde savaş maceralarına girişerek,
334
durumdan bir çıkış yolu bulmak çabası içerisindedir. içerde
kendi halkına karşı savaş, dışarda komşu halkiara karşı sa­
vaş, iflas etmiş düzenlerio tarihsel davranış çizgisid ir. Bu
yolla çıkış arayışlarının sonuç vermediği durumlar ise, çöküşü
hızlandıran ve devrimci çıkış yolunu hazırlayan sonuçlara
yolaçmışlardır. Bu tarihin temel önemde b ir dersidir.
Dönemin omuzlarım ıza yüklediği devrimci görevlere bu
tarihsel perspektif içerisinde ve devrimci bir iyimserl i kle
yaklaşmalı , fakat güncel planda bunların son derece zorlu
ve ağır görevler olduğunu da gözönünde bulundurmalıyız.
Durumdan k ısa vadeli çıkış için sihirli devrimci reçete yok
elimizde. Durumdan biricik gerçek çıkış, partinin devrimci
programında en net ve özlü bir biçimde ortaya konulmuştur.
Güncel görev, bu stratejik çıkış yoluna ulaşabilmek için
güncel devrimci görevleri büyük bir cesaret ve inisiyatifle
üstlenebilmektir. Görev, emekçi halk hareketinin öncü sü­
rükleyici gücü ve birleştirici ekseni o l ma yeteneğine sahip
biricik sınıfı, işçi sınıfını etkilemek, örgütlernek ve mücadele­
ye yönlendirebilmektir. Bunun için, sosyal yıkım saldırıların­
dan emperyalist savaş macerasına kadar tüm güncel gelişme­
lerden en iyi biçimde yararlanabilmektir. Görev, işçi sınıfını
ve onun en yakın müttefiki yarı-proleter emekçi katmanları
etkilerneyi ve kazanmayı kolaylaştıracak araç ve yöntemleri
devrimci bir yaratıcılı kla bulmak ve pratikte en etkin bir
biçimde kullanabilmektir. Görev. işçi sınıfına ve emekçi!ere
umut aşılayan ve güven veren bir politik duruş ve pratik
çaba içerisinde olabilmektir.
Güncel görev, ülkeyi ve halkı yıkıma sürükleyen işbir­
likçi burjuvazin i n sınıf egemen l iğine ve onun gerisindeki
emperyalizme karşı, işçi sınıfının devrimci iktidarına hazır­
lanmaktır. Mevcut durumdan bunun dışında herhangi bir çı­
kış yolu yoktur.
(Ekim , sayı: 226, Kasım 200 / . haşyazı)
335
S1n1f çal1şmas1n1n güncel
sorunlar•
Solda gerileme v e sınıftan
uzaktaşma
Son yıllarda geleneksel sol siyasal akımlar sınıf çalışması
alanındaki . iddialarını neredeyse tümden yitirdiler. Bunun ne­
denlerin i geni şçe tartışmanın yeri burası deği l , ama bu
durumun tesp iti bizim için önemli.
Sol genel bir gerileme süreci yaşıyor, buna reformisı
sol da dahil. Geçmiş yıllarda devrimci hareketin gerilediği
bir ortamda, düzenin de bilinçli bir tutum çerçevesinde alan
açmasıyla reformisı sol bir parça güçlenebiliyordu. Artık
durum farklıdır; çürüyen ve hiçbir konuda c iddiye alınır bir
politikası ve pratik tutumu olmayan reformisı sol da sürek­
li kan kaybediyor.
ÖDP'deki çürüme dağılma noktasına varmış durumda.
B u l i beral çevredeki hakim kanat artık düzen soluna
336
yamaoarak kendine bir çıkış aramak peşinde. Muhalif ko­
numdakilerin ise bağımsız davranacak ideolojik temelleri ,
kendi bağımsız yollarını yürüyecek güç ve iradeleri yok.
İyi halli kent-küçük burjuvazisine dayanan ÖDP' nin sınıf
çal ışmasında zaten bir iddiası yoktu . Alt kademe sendika
bürokrasisinin belli unsurlarının bu partideki varl ığı sınıf
içinde dotay l ı bir etki sayılsa bile bu böyle.
Sınıf çal ışması konusunda büyük iddialarla ortaya çıkan
EMEP de artık tıkanmış durumda. Son yıllarda sürekli güç
kaybediyor. Kriz sonrası Emek Platformu (EP) politikası bu
partinin siyasal iflasını, zindan direnişi karşısındaki tutumu
ise çürümüşlüğünü gözler önüne serdi. Toplumdaki temel
sınıfsal güçleri tanımlamaktan bile aciz liberal EP programı­
nı (ki tam da baştan öngördüğümüz gibi bu program haftala­
rı bile bulmayan bir süre içinde sahipsiz kaldı) "tarihi değer­
de" görmesi ve göklere ç ıkarması, bu partinin s ınıfa kendi
payına söyleyecek ciddi bir sözü kalmadağını da bir kez daha
ortaya koydu.
Tatlı su solcularından oluşan bir yarı-aydınlar kulübü
durumundaki SİP'in ise s iyasi bir parti olarak zaten hiçbir
zamana ciddiye alınır bir yanı olmadı. Bil indiği gibi onun
sorunu sınıfla değil yan-aydın unsurlar ve orta sınıf mensubu
öğrencilerle. Bu liberal çevre kendince "sola aydın yetiştirme"
misyonu üslenmiş; bunu kendi işi olarak görüyor ve böyle
bir misyondan fazlasıyla memnun, bu ona yeterli tatmini
sağlıyor.
Konumuz bu deği l kuşkusuz; soldaki gerilemenin ve
sınıf çalışmasından uzaktaşmanın genel niteliği çerçevesindeki
değinmeler olarak bunlara işaret etmek gerekti . Bugün bir
dizi gösterge, solda genel bir gerileme, bir zayıflama olduğunu
ortaya koyuyor. Sol akımların sınıfa yönelik çalışmasındaki
genel zayıflama da, öncelikle bu durumun bir yansımasıdır.
Öte yandan sınıf hareketi, özellikle depremle birlikte
33 7
kırılan dalgadan beri, ortaya anl aml ı bir yeni hareketlen­
krizin y ıkıcı etkilerine ve yüzbinlerce işçiyi
ilgilendiren toplu sözleşmeler dönemine rağmen böyle oldu.
Sınıf hareketinin belirgin bir canlılık ortaya koymadığı, dola­
yısıyla da vaatkar görünmediği bir evrede, sınıfa yönelimi
sınıftaki canlanmaya sıkı sıkıya bağlı ve bu anlamda ken­
diliğindenci olan geleneksel sol akımlar da, tümüyle doğal
olarak sınıf çalışmasından giderek daha çok uzaklaşacak­
lardı, n itekim öyle de oldu.
Söylenenlerden de anlaşılacağı gibi, bu durum ve tu­
tum şaşırtıcı değildir; geleneksel solun sınıfa yönelişinin
sağlam bir ideolojik perspektife, ilkeli ve stratej ik bir ba­
kışaçısma dayanmadığını her zaman söyleyegeldik. B öyle
olunca, geleneksel soldan sürekl i , soluklu, uzun vadeli he­
deflerin ürünü bir sınıf çalışması tutumu da doğal olarak
beklenemez. Sol akımların sınıfa yönelimi tümüyle kendi­
l iğindencidir, bunu hep gözönünde bulundurmak gerekir.
B ugün bu ülkede sınıf kitleleri yeniden hareketlensin, he­
men tüm sol gruplar yeniden bir "sınıf yönelimi" içine girecek­
lerdir. Ama somutta bugün böyle bir durum da yok. Üste­
l ik , ağır bir kriz dönemine rağmen. Böyle olunca, sınıfın
ve dolayısıyla ona yönelik bir çalışmanın cazibesi de kalmıyor
kendiliğindenci sol akımlar nezdinde. Öte yandan, buna son
bir nokta da denebilir, yılların getirdiği bir gözlem, bir izienim
de var. Sınıf hareketi zaman zaman canlanıyor, _fakat so­
nuçta pek kalıcı mevziler kazanmadan geri çekiliyor ve
yeniden bir durgunluğa gömülüyor. Bunun da getirdiği bir
güvensizlik, umutsuzluk, dolayısıyla bir soluksuzluk var sol
akımlarda. Buna karşılıksız kalan sınıf çalışması yorgunluğu
da denebilir.
Sonuç olarak, bugün hem solun, hem sınıf hareketinin
zayıflığından gelen bir durumla yüzyüzeyiz. B u sınıf ça­
lışmasında genel bir zayıflama, sınıf çalışmasına genel bir
me koyamadı. Bu
338
i lgisizl i k olarak gösteriyor kendini . Sınıf çalışmasında be­
lirgin bir boşluğun ifadesi bu olgusal durumun tespiti. parti
nin sınıfa yönelik çalışması bakımından haliyle önem taşıyor.
­
Etkili bir sınıf çalışmasının
ön koşulları
Partimiz açısından sınıfa etkili bir yönelişin bu açıdan
tam zamanı. Partimiz kendisi açısından en zor ve sıkıntı lı
dönemlerde bile sınıf çalışmasını olanakları ölçüsünde sür­
dürdü. Ş imdi i se etk ili ve çok yönlü bir yükleomenin öz­
nel koşullarına asgari ölçüde sahip durumda. Bugün, sınıf
çalışmasına bu genel ilgisizlik ortamında, bu çalışmayı çok
daha c iddi bir sorun olarak ele almak ve yaşanan boşluğu
doldurmak konusunda iddialı olmak durumunda.
Sorunun bir yanı budur; mevcut boşluğu doldurmak ko­
nusunda iddialı olmak, sınıfa yönelik çalışmamızı çok yönlü
olanaklar ve araçları devreye sokarak güçlendirmektir. Soru­
nun öteki yanı ise kendi durumumuzl a ilgilid ir.
Kendi cephemizden bakıldığında, durum genel çizgileriy­
le şöyledir: Kongreyi izleyen süreçte karşı karşıya kaldığımız
saldırıların yarattığı gerilerneyi artık telafi etmiş durumdayız.
Aynı anlama gelmek üzere yeniden etkili bir sınıf çalışması­
na girebilmenin, bu alana yeniden etk i l i bir biçimde yükle­
nebilmenin koşullarına bugün artık ulaşmış bulunuyoruz. Ba­
kışaçısmdan yana bir problemimiz zaten yok. Partinin bu
konudaki ideolojik bakışaçısı açık ve sağlam teorik temel le­
re dayalıdır. Yıllar boyunca çeşitli güçlüklere rağmen sınıf
eksenli çalışma perspektifinin korunabilmesi bu sayede ola­
naklı olabil mi ştir.
Kuruluş Kongresi sonrası dönemde bilinen nedenlerle
çalışma pratik planda biraz zayıftadığı için, sınıf çalışmasının
sorunlarına ilişkin tartışmalar da basınımızda, özell ikl.e de
339
Ekim 'de nispeten geri plana düştü. Güçlerin yeterince hazır
olmadığı, imkanların sınırlı olduğu bir dönemde, sınıf çalış­
masının sorunları üzerine çok fazla bir tartışma da zorlan­
madı, bu anlamlı ve i şlevsel görülmed i . Zira bu sorunların
tartışılması güçlerin bu alana etkili bir biçimde yöneltilmesiy­
le sıkı sıkıya bağlantılıdır. Buna uygun yeterli koşulların,
dolayısıyla güçlü bir yönelimin olmadığı bir durumda, sınıf
çalışmasının sorunları üzerine işlevsel, pratik değeri ve yararı
olan bir tartışma da yapılamazd ı .
İhtiyaç keşfin anasıdır; dikkat ediniz, tam da böyle b i r
çalışmaya yönelişin koşullarının olgunlaştığı bir sırada, sınıf
çalışmasının dönemsel sorunlarına özel bir ilgi gösterebi­
l iyoruz, bunu basınımızda parti çalışmasının temel gündem­
lerinden biri hali ne getirebiliyoruz. Kuşkusuz sınıf hareketi
üzerine geçmişten bugüne birçok değerlendirme yaptık, tar­
tışmalar yürüttük. Ama bütün bu değerlendirme ve tartışma­
l ar, bunların yapıldığı dönemin kendine özgü koşul l arıyla
da sıkı sıkıya bağlantılıdır. Biz bugün daha özgün koşul­
lar içerisindeyiz; gerek genel siyasal ortam ve sınıf hare­
keti, gerekse kendi durumumuz bakımından. Bu dönemin
kendine özgü özell ikleri var ve biz de bunları ele alıp çö­
zümleyen ·değerlendirmeler ve tartışmalar yapmak zorunda­
yız. Sınıf çal ışmasın a yeniden yüklendiğimiz bir dönemde
bu çalışmanın güncel sorunları üzerinde yoğunlaşmak, bu
çalışma içindeki tüm kadrolanmızın katkılarıyla bu tartışmayı
zenginleştirrnek durumundayız.
Seçilmiş alanlarda yoğunlaşan
soluklu bir çalışma
B urada önemli noktalardan biri , seçi lmiş alanlarda yo­
ğunlaşmış bir çalışmaya her zamankinden çok dikkat gös­
termektir. Bu en başından itibaren vurguladığımız bir noktadır.
340
Ama yakın yıllara kadar belli esaslara göre seçilmiş alan­
lar üzerinde ısrarlı ve soluklu bir yalışmayı başaramadığımız
da bir gerçektir. N itekim bu sorun kuruluş kongresinde de
ciddi değerlendirmelere ve eleştirilere konu edildi. Hareketlilik
dönemlerinin ve mevzi direnişierin önemi, bunların gerektirdiği
sorumluluklar ne olursa olsun, daha kalıcı, daha temelli
kriterlerle seçtiğimiz çalışma alanları ve birimleri üzerin­
de yoğunlaşma perspektifini kaybetmemek durumundayız.
Oysa geçmişte çoğu durumda bu bö.yle olabildi, seçilmiş
alanlarda ısrarlı ve soluklu bir çalışmada asgari başarıyı
gösteremedik.
Bu zayıflık kongrede eleştiriimiştİ ve denilmişti ki; sa­
nayinin belli ölçülerle temel çalışma alanı olarak saptanmış
temel kolları kısa dönemde edilgen görünseler bile, bunlar
gelecekteki sınıf hareketlenmesinde belirleyici, sonucu tayin
edici alanlar olduğuna göre, bu alanlarda bugünden soluk­
lu bir çalışma yürütmek, stratejik birimler ya da sektörler
olarak değerlendirilen alanlarda kalıcı bir çalışmayı başa­
rabilmek zorundayız. Kongre ön hazırlık süreci oturumlarında
yapılmıştı bu tartışma ve üzerinden daha bir ay bile geç­
meden, Türk Metal çetesinin satışına karşı metal işçileri­
nin o büyük tepkisi patlak verdi, önden yapılan eleştirel de­
ğerlendirme olduğu gibi doğrulandı. Nitekim kongrenin res­
mi oturumlarındaki tartışmalarda buna önemle işaret edil­
d i ; ö n tartışma sürecinde belirlediğimiz temel önemde nokta­
ların, metal işkolundaki bu beklenmedik büyük patlamayla
somut olarak doğrulandığı vurgulandı.
Aynı kongre hazırlık tartışmalarında denilmiştİ ki; eğer
siz önden bu birimlerde hazırlıklı değilseniz, bir biçimde
orada yer tutmamışsanız, bell i mevziler kazanmamışsanız,
belli kadrolarla oraya yerleşmemişseniz, hareket patlarlığında
artık geç kalmış oluyorsunuz, patlama yanınızdan geçip
gidiyor, size ise çaresizce seyretmek kalıyor. Siz yalnızca
341
hareketl iliğin patlak verdiği bir evrede yapacağınız müda­
haleyle hiçbir yere gidemezsiniz. Bu alan ya da birimler­
de önden mevzileriniz olacak, bir parça yerleşmişliğiniz olacak
ki, eylem patlak verdiğinde o size yeni mevziler, yeni güçler
kazandırabilsin. Değilse, patladığı zaman "geçmiş ola ! . ."
oluyor. Siz onun tümüyle dışında kalıyorsunuz. B u, sol uk­
lu, uzun vadeli çalışmanın özel ve ilkesel önemine de bir
gösterge kabul edilmişti, sözkonusu tartışmalarda.
Partimiz artık smıf çalışmasını gündelik fırsatları değer­
lendirme kaygısından öteye uzun vadel i bir bakış ve plana
pratikte de oturtmak zorundadır. Bugün ortada zaten genel
bir hareketlilik yok. Zaman zaman belli hareketlenmeler, yer
yer bazı mevzi d ireni şler gene var. Parti buna gerekli ilgi­
yi gene gösterir, göstermelidir. Fakat bu seçi lmiş alanlara
yönelik çalışma planımızı, bu çalışmanın soluklu ve kesinti­
siz seyrini hiçbir biçimde bozmamalı, bozmak bir yana zayıf­
latmamalıdır. Biz kendi yoğunlaşmamızı bozmadan bu tür­
den geçici hareketlenmelere, mevzi direnişiere pratik ilgi
gösterıneyi başarabiliyorsak mesele yok. Ama bu, temel çalış­
ma alanlarımızdan uzaklaşmak pahasına olmamalıdır. Temel
önemde ölçütlere bağlı olarak seçilmiş alanlarda yoğunlaşmış
sol ukl u bir çal ışmayı artık başarabilmek durumundayız.
Sınıf çalışmasında bütünlük
B ir başka noktaya geçiyoruz. Seçilmiş alanlarda yoğun­
laşmış çalışma, partinin bütünsel çalışmasının bir i fadesi de
olabilmelidir. Parti seçilmiş temel alanlara tüm kollardan
yönelip yüklenebilmelidir. Açık ve gizli, legal ve illegal alan­
lardan birbirini tamamlayan ve besleyen bir çalışma olmalı­
dır bu. Aynı şekilde tüm araç, biçim ve yöntemlerin bira­
rada birbirini tamamladığı ve güçlendird iği bir çalışma
olmalıdrr. Sendikal çalışmadan işçi platformlarına, genel politik
342
propagandadan işçi kültür evlerine kadar tüm bu araçlar ve
yöntemler ayn ı çalışma için bütünsel bir yaklaşımla kulla­
nılmalıdır. Partinin bu açıdan çal ı şması nda bir bütünlük ol­
malı, her koldan çalışması birbirini tamamlamal ı. beslemeli
ve güçlendirmelidir ki gerçekten sonuç alı nabilsin.
Yoğunlaşma bu anlamda da bir yoğunlaşma olabilmelidir.
Değişik kollardan yapılan çalışma ve kullanı lan değişik araç
ve imkanlar bu aynı seçilmiş çalışma alanı için seferber
edilebilmelidir. B u basitçe şu demektir: Siz A bölgesinde B
ve C sektörlerini seçmişsinizdir. İlgili bölgedeki parti örgütü
buraya yönelik çalışacak, fakat aynı zamanda ilgili bölgedeki
açık propaganda ve ajitasyon da bu aynı alana yönelecektir.
Sendikal çalı şınanız politik çalışınanızı bu alan üzerinden
tamamlayacak, kültür evleri ya da işçi platformları türünden
oluşumların sağladığı olanaklardan bu doğrultuda yararlanı­
lacaktır. Genel bir kampanyanız varsa, bu çalışma buraya
özellikle ve öncelikle taşınacak, dağıtım gruplarınızın öncelikli
alanları bu türden seçilmiş alanlarınız olacaktır. Bu bir başka
temel nokta. Bu açılıp irdelenebilir ama genel planda açık bir
konu olduğu için burada hatıriatmakla yetiniyoruz.
Biz iki temel alandan, illegal alan ve açık alandan yürü­
tülen parti çal ı şması birbirini tamamlamalı diyoruz. B u
çalışmanın herbirinin kendine göre bir anlamı v e yeri var.
Genel planda alındığında, partimizi n mücadele ve örgütlen­
me anlayışı içerisinde bunların tuttuğu yer bellidir. İ liega­
litenin temel alınması ve bu temel üzerinde legal itenin et­
kin ve çok yönlü istismarı partimiz için yeterince açık ko­
nulardır. B unlar üzerinde burada yeniden durmak gerekmi­
yor. B urada üzerinde asıl durulması gereken nokta, ki bu
bizi tartışacağımız konuya getirecek, sınıfa yönelik pol itik
çalışmanın çok değişik biçim, yöntem ve araçlarıdır.
Partinin her zaman olağan bir propaganda-ajitasyon ve
s iyasal teşhir faaliyeti vardır. Bu kesintisiz faaliyeti parti
343
örgütleri ve onları saran çeper örgütleri sürdürür. Partinin
bu olağan siyasal çalışması doğaldır k i öncelikle seçilmiş
alanlara yönelir. İlgili bölgedeki parti komiteleri seçilmiş
fabrikalara adam sokmaya çalışarak, sektördeki işçileri belli
biçimlerde etkilerneye çalışarak, sistematik bir propaganda­
aj itasyonla oraya yüklenir. Aynı yüklenmeyi açık alan da
yapar. Örneğin, kriz patlak vermiştir, konuya i l işkin özel
sayı hazırlamışsınızdır, bunu öncelikle buralarda dağıtırsınız.
Afişler hazırlamışsınızdır, büyük kentlerin merkezlerine asma­
nın yanısıra, özellikle buralara asarsınız. Bu normal propagan­
da-ajitasyon faaliyetidir. Partinin propaganda-ajitasyon faali­
yetinde bir süreklilik vardır. Elinde herhangi bir özel araç
olmasa da, bir partinin normal propaganda-ajitasyon ve teşhir
araçlarıdır bunlar. Sonuç olarak, açıktan ve örgüt alanından
sürdürülen bu çalışma özellikle ve öncelikle bu alanlarda
yoğunlaştırılacaktır.
İkinci bir temel kanal sendikal çalışma ve sendikalarda
çalışmadır. Bu bir başka çalışma ve yükleome alanıdır; doğal
olarak dönemsel sendikal çalışmanın sorunları üzerinde yoğun­
taşınayı gerektirmektedir. S ınıfa yönelik çalışman ı n döneme
uygun bazı özgün araçlarını (platformlar, kültür evleri vb.)
üçüncü bir bahis olarak ele almadan önce sendikalar ve sen­
dikal çalışma sorunu üzerinde biraz durahm.
Ö rgütsüzleştirme saldırısı
ve sendikalar
Burjuvazinin dünya ölçüsünde sınıfı örgütsüzleştirme, bu
çerçevede sendikaları işlevsizleştirme saldırısı var. Neo-li­
beral saldırının temel önemde bir boyutudur bu. Bu, hiç de
' 89 yıkılışı ile başlamış bir saldırı da değildir. Son 20 yılın
olayıdır, '80'1i yılların başlarında gündeme getirilmiş ve ara­
lıksız olarak bugüne kadar sürdürülmüştür. ' 89 sonrasında
344
ise bu saldırı adeta dizginlerinden boşalmıştır.
Sendikaları mümkün mertebe etkisizleştirmek, böylece
sınıf hareketini örgütsüzleştirme yoluyla tümden güçten düşür­
mek, paralize etmek, sermayenin uluslararası nitelikteki saldı­
rısının temel stratej ik hedeflerinden biridir. B unun ' 89 yıkı­
l ışından sonra dünya çapında genelleştiğini ve iyice pervasız
bir hal aldığını görüyoruz. Taşeronlaştırmaydı , özelleştirmey­
di, demokratik hakların gaspıydı , İMF reçetelerinin şu veya
bu yöntemle dayatılmasıydı , bir dizi yöntemle sınıf örgüt­
süzleştiriliyor, sendikalar işlevsizleştiriliyor.
Türkiye üzerinden baktığımızda daha da özgün durum­
l ar görüyoruz. Türkiye'de sendikal hareket I 2 Eylül faşist
darbesiyle birlikte zaten öneml i ölçüde güçten düşürüldü.
Sendika bürokrasisi daha sıkı bir biçimde denetim altına alın­
dı, düzene ve devlete daha sağlam bir biçimde eklemlen­
di. Böylece sendikalar neredeyse tümden işlevsizleştirildi .
Sendikaların sınıfın hak alma mücadelelerinde 1 2 Eylül ön­
cesi dönemde oynadığı rol büyük ölçüde ortadan kalktı. Sen­
dikalar artık basit ücret mücadeleleri, en sıradan sosyal hak
mücadeleleri de veremez duruma getirildi. Geçmişte, ' 80 ön­
cesinde, bu mücadele iyi-kötü bir parça veril irdi. Ş imdi bu
da yok, sendikalar ücret mücadelesi vermiyorlar, sözleşmeler
kural olarak satışla bitiyor.
Bunda sınıf hareketindeki genel zayıflığa bağlı olarak
yeterli bir taban basıncının olmamasının da özel bir rolü
var kuşkusuz. Bu basıncın nasıl bir rol oynayabildiğini,
sendikaların başındaki satılm ış güruhu herşeye rağmen bir
şeyler yapmaya nasıl yönelttiğini, ' 89 'da patlak veren Bahar
Eylemlilikleri 'nde somut olarak gördük. Fakat bu özgün bir
durumdu; 12 Eylül döneminde birikmiş derin hoşnutsuzluğun
kendini yaygın biçimde nihayet dışa vurmasının bir ürünüy­
dü. 12 Eylül askeri-faşist saldırısı işçi sınıfının kazanımlarını
ortadan kaldırmıştı ve onu uzun yıllır için bir hareketsizliğe
345
mahkum etmişti. Buna karşı i şçi sınıfı saflarında büyük bir
tepki birikimi kendini tabandan dışan
vuruyordu. Kendiliğinden harekete geçen bu işçi basıncı kar­
şısında sendikacılar da istemeden de olsa bir şeyleri kovalamak
zorunda kalıyorlardı.
Sonuçta bu dalga da bir biçi mde kırıldı, o dinamizm
de bir biçimde boşa çıkarıldı, bunu biliyoruz. '90'lı yılların
mücadelesi değerlendiril irse, bunun nasıl olduğu izah edi­
lebilir, fakat burada buna gerek yok, zira konumuz bu değil .
İ şçi sınıfı sonrasında da zaman zaman çıkışlar yaparak sen­
dikacıları yine alanlara sürdü. B i z bu ülkede 20 Temmuz­
lar, 5 Ağustoslar, 8 Ağustoslar gördük, 300 bin işçinin katıl­
dığı Eylül grevleri gördük, 1 2 Ekim'de Ankara'da barikatların
nasıl aşıldığını gördük. İşçi sınıfı aslında uzun bir zaman.
sendikacıları bir şeylere yöneltti . Örneğin ' 94 Kasım 'ında
Ankara'da, işçilerin büyük öfkesi karşısında Bayram Me­
ral ağaçlara tırmanmak zorunda bile kaldı. Ama i şç i sınıfı
bu basıncı uygulamakla birlikte, sendika bürokrasisini aşarak
kendi bağımsız gücü ve inisiyatifi ile bir sonuca da gide­
medi. Onun kendi gücüyle ortaya koyduğu bu dinamizm dev­
rimci bir önderlikte de birleşemedi . B i r sonuç yaratamadığı
ölçüde, sınıf dinamizmini tümden kaybetmiş olmamakla bir­
likte, böyle taban basıncıyla sendikacılara bir şeyler yaptır­
mak, buradan sonuç almak umudu da zamanla kırıldı. Taban
basıncı yıllarca o hava boşaltma eylemlerin i gündeme ge­
tirdi, ama sonuç değişınediği için bugün işçi sınıfı satlarında
buradan gelen bir çaresizl ik duygusu var.
Sözü şuraya getirmek istiyoruz. Sendikalar işçi sınıfının
kitlesel sınıf örgütleridir. İşçi sınıfının mücadelesinin üç temel
biçiminden biri ekonomik mücadeledir, sendikalar ise bu mü­
cadelenin temel araç larıdır. Ama bugün Türkiye' de sendi­
kalar giderek güç kaybediyor, giderek işlevsizleştiriliyor. İşçi
sınıfının sendikalara olan inancı ve güveni sürekli zayıflıyor.
tepki birikimi vardı. Bu
346
Ve bugün için işçi sınıfının başka bir örgütü de yok orta­
da. İşçi sınıfı partisi ile birleşmi ş değil, parti örgütlerine
dayanıyor değil. Sovyetler, işçi meclisleri türünden politik
ki tlesel örgütlenmeleri doğal olarak yok. Doğal olarak di­
yoruz, zira sınıf mücadelesinin bugünkü düzeyinde bunların
olmasının koşulları yok. Halihazırda sınıfın kitlesel tek örgü­
tüdür sendikalar. Ve işçi sınıfının sendikalara da olan inancını
kaybetmesi, burjuvazinin hedeflediği amacının göreli ola­
rak gerçekleşmesi demektir. Bu nedenle sendikaların işlev­
sizleştirilmesi küçümsenemez, buna seyirci kahnamaz. Tam
tersine, bunları sınıf mücadelesinin önemli imkanları ola­
rak değerlendirmek gibi bir sorunumuz var. Nitekim parti­
mizin programı da bunu temel önemde bir stratejik ilke olarak
formüle etmiş bulunuyor. (Bkz., TKİP/Program Tüzük, VIII.
Bölüm, 4. madde, s. 50-5 1 )
B u durumda biz sendikal çal ışmayı, sendikaları tabandan
devrimcileştirme ve onlara taban inisiyatifi ve örgütlenmesi
ile işlev kazandırma işini artık daha ciddi bir biçimde ele al­
mak, sendikaları daha yakından izlemek ve sendikal cephede
mevzi kazanmak meselesini gereğince öneınsemek durumun­
dayız. Bu sorun kongrede de gündeme getirildi ve üzerine
son derece aydınlatıcı değerlendirmeler yapı ldı. Ama partinin
yaşadığı sorunlar, sıkıntılar, buna bağlı olarak sınıf çalışma­
sındaki gerileme, kongrede ortaya konulan genel perspektifin
somutlanmasını geciktirdi, bir bakıma bugüne erteledi.
Sendikal çalışmada sınıf çizgisi
Son on yıl üzerinden baktığımızda, Türkiye solunda sen­
dikal cephede üç yol tutulduğunu görüyoruz. İlki, TDKP
ile başlayıp onun tasfiye olmasının ardından EMEP ile sür­
dürülen çizgidir. Sendikal bürokrasiye yaranaral<, ara kade­
me sendika bürokrasisinin konum ve eğilimlerine uygun düşen
34 7
bir ideoloj ik-politik çizgiye kayarak onu sözde etkileyi p
kazanmak v e böylece sendikal mevziler ele geçirmek. Belli
şubeler ya da bir-iki önemsiz sendika üzerinden EMEP'de
bunun örnekleri var.
İkincisi, geleneksel küçük-burjuva akımların şu veya bu
marjinal sendika üzerinden kendine özel bir alan açması ve
bu eksende dolanıp durması. B i rileri DİS K ' te o güne ka­
dan boş bulunan bir işkolu üzerinden işe başlıyor, içini dol­
durmaya çalışıyor, oluyor güya sendikal mevzi. Bunun nispe­
ten başarıl ı bir örneğini Nakl iyat-İş oluşturuyor.
Ama üçüncü bir yol var ve partinin yolu bu olmalıdır.
Parti kendi boyuna göre sendika seçmez. Sınıf nesnel bir
güçtür üretimde tuttuğu yerle. B i z boyumuza göre sınıf ke­
si mleri ya da örgütleri seçemeyiz, bizim için öneml i olan
sınıf hareketinin kritik sektör, fabrika ya da işletmeleridir.
Seçimimizi bu nesnel ölçüte göre yaparız. Neresi temel önem­
de i se, hangi sendi ka, hangi i şkol u öneml iyse, kendimizi
ona göre konumlandırırız. Örneğin bizim için metal i şkolu
önemliyse, bu durumda yapılması gereken bu alandaki sen­
dikalar içinde, onların tabanında etkin olmayı başarabilmek­
tir. Petrol işkolu önemliyse, bu işkolundaki temel sendikalar
içinde etkin olmayı bilebilmektir. Tekstil Türkiye 'de özel
bir yer tuttuğu için bu i şkolunda bir yer tutabilmektir vb.
Biz sabırlı bir politik taban çalışmasıyla, sınıf tabanında
güç bulabildiğimiz ölçüde sendikalarda güç olacağız. Dola­
yısıyla sendikal çalışmada mesafe almamız, ancak sınıf ça­
lışmasında alacağımız mesafeyle birlikte, onunla içiçe olabi­
lir. Elbette bunun tersi de doğrudur. Sendikalarda bir biçim­
de mevziler kazanmadan sınıf kitlesi üzerinde etkinli k kura­
mayız. B urada böyle bir organik bütünlük ve karşılık lık var.
Burada bir kopmaz bir içiçelik var, bunun altı özellikle
ç izilmelidir.
(Ekim , sayı: 225 , Eylül 2001 )
348
Sınlf çalışmasının güncel sorunları...
Ö ncü işçi platformlari
Daha önce içinden geçmekte olduğumuz dönemde par­
tinin sınıfa yönelik genel politik çalışması üzerinde durmuş
ve bunu bu çalışmanın özel bir alanı olarak sendikal çal ış­
manın bazı sorunları ile birleştirmiştik. Burada i se sınıf ça­
lışmasının daha özgül bir alanı ve aracı olarak öncü işçi
platformları üzerinde duracağız. Bunu gelecek sayıda i şçi
kültür evleri üzerine bir değerlendirme ile sürdüreceğiz.
Ö ncü müdahalenin ürünü olarak
öncü işçi platformları
Öncü işçi platformları ile ilgili olarak gözönünde bulun­
durulması gereken en temel nokta, başlangıç noktası itibarıy­
la bu örgütlenmelerin öncü bir müdahalenin ürünü olarak
349
gündeme getiri lmiş oldukları gerçeğidir. Bu özellikleriyle
onlar, sınıf hareketinin kendi dinamik gelişimi içerisinde ortaya
çıkan ya da çıkacak olan sınıf örgütlenmelerinden farklıdırlar.
Bu temel önemde noktayı gözönünde bulundurmak, bu
pl atformları hedeflenen konuma ve işieve kavuşturmanın
sorunlarını kavramak bakım ından özell ikle önemlidir. Doğal
olarak bu bir zaman ve süreç sorunu olacaktır. Fakat bu
geçi ş sürecini başarıyla ve bir an önce geride bırakmak da,
buna ilişkin görev ve sorumlulukları öncü müdahale bilinciyle
üstlenmek ölçüsünde olanakl ıdır. Platformların öncü bir
müdahaleni n ürünü olarak gündeme getirildikleri gerçeği
gözden kaçınlmadığı ölçüde, bu görevlerin üstlenilmesi ve
gerçekleştirilmesi de kolaylaşacaktır.
Bu örgütlenmelerin öncü bir müdahalenin ürünü olarak
gündeme getirilmiş olmaları gerçeği, el bette onların keyfi
bir biç imde tasarl andıkları anlamına gelmez. Tersine, bu
örgütlenmeler sınıf hareketinin son on küsur yıllık deneyim­
lerinden hareketle ve sınıf hareketin i n bugünkü zayıfl ıkları
ve açmazlarıyla i lgili bir değerlendirmen i n ürünü olarak
gü ndeme get i ri l m i şl e rd i r. Yani tümüyle somut bir
değerlendirmenin ürünü ve döneme uygun düşen politik­
örgütsel bir araç olarak.
Bugün s ı n ıf hareketi neredeyse tam bir örgütsüzlük
içindedir. Sınıfın tek k itlesel örgütü sendikalardır ve sen­
di kalar ise doğrudan ya da dolaylı biçimler içerisinde bur­
juvazinin denetimi altındadırlar. S ınıf kitlelerinin örgütlenme
ve mücadele istekleri n i karş ı layan, s ı n ı fı n i leri öncü
unsurlarının taşıdığı dinarnizmin gelişip serpilmesine zemin
oluşturan yapılar olmaktan tümüyle uzaktırlar. Dahası, bugünkü
halleriyle tam tersi bir işlev görmektedirler. İşçilerin s ınıf
örgütlenmesine olan inancını ve güvenini kıran, mücadele
i steğini boşa çıkaran, sınıfın ilerici öncü unsurlarını atale­
te ve çaresizliğe sürükleyen bir meşum rol oynamaktadırlar.
350
Sermayenin ve devleti n denetimindeki sendika bürokrasisi
sendikaları yazık ki bugün bu konuma düşürmüştür. Bu ihanet
yıllardır sınıf hareketini felçetmekte, sermayenin sonu gel­
meyen saldırı l arı karş ı s ında s ı n ı f kitleleri n i örgütsüz,
savunmasız ve çaresiz bırakmaktadır.
Özellikle '89 bahar eylemlerinin ertesinde ve onun yarattığı
maddi ve moral birikim üzerinden, tabandaki ilerici-devrimci
i şç i ler sendika bürokrasisinin ördüğü bu barikatı aşmak ve
inisiyatifi ele almak için çeşitli girişimlerde bulundular. B u
o dönem ortaya, sonradan yaşama gücü bulamayan, bazı
alternatif örgütlenmeler çıkardı. B i r d izi fabrika ve işlet­
mede işçi komiteleri ve il ler düzeyinde i se devrimci işçi
platformları (o zamanki ismiyle "İşçi kurultayları" vb .) bu
arayışın, tabandan gelen bu olumlu inisiyatifin ürünü ol­
dular.
Bu örgütler ya da örgütlenme denemeleri smıf hareke­
tindeki gelişmenin kendi öz din amik ürünleriydiler. Fakat
bunlara başarılı bir öncÜ müdahalenin yapılamaması, müdahale
adı altında geleneksel sol grupların kısırlaştırıcı ve parali­
ze edici çabaları, ve daha da bel i rleyici bir etken olarak,
kendilerini doğuran ve besleyen işçi hareketi dalgasının çok
geçmeden kırılması, bu öncü i şç i inisiyatiflerinin i şlevsel
ve kalıcı olmasını engelledi. Paralel dönemde sendika şubeleri
platfonnunun oluşması ve merkezi sendika bürokrasisine karşı
bir alternatif olma iddiası taşıması , özellikle sosyal-refor­
mistlerin özel katkısıyla bu yanı l samanın yaygınlaşmas ı,
devrimci öncü işçilerden gelen b u t ü r taban inis iyatifleri­
nin boğulmasmda aynca ro l oynadı.
Tüm başarısızlığına rağmen bu türden girişimlerin geride
bıraktığı sonuç; sendika bürokras isinin ördüğü barikatiara
karşı bel irli bir bölgenin farkl ı işletmelerinden öncü işçi­
l eri n bir alternatif örgütlenme p l atform unda b iraraya
gelebileceği/getirilebileceği ve bunun sınıf hareketine müd351
ahalede, sınıf kitlelerinin eğitilip örgütlenmesinde ve mü­
cadeleye yöneltilmesinde bir imkan, pekala etkili bir araç
olabileceği gerçeği oldu. Komünistler, geçmiş deneyimle­
rin geride bıraktığı bu sonuçtan hareketle, daha çok da I
Mayı s ' ı öneeleyen bahar süreçlerinde ve 1 Mayıs ' a etkili
bir hazırlık ve katılım için, geçmiş yıllarda zaman zaman
öncü işçi platformları örgütleme yoluna gittiler. Gerekli ısrar
ve yoğuntaşma asgari ölçüde bile gösterilmediği halde, bu
tür platformların farklı eğilimlerden ilerici , devrimci işçi­
leri biraraya gelirebildiği somut olarak görüldü ve bu da
sonraya kalan olumlu bir deneyim oldu.
Bugünkü öncü işçi platfonnlan, işte bütün bu deneyimlerin
ışığında ve kuşkusuz bugünkü işçi hareketinin somut du­
rumu üzerine bir değerlendirmeden de hareketle, gündeme
getirilmiştir .
B ugün işçi hareketinin tek örgütsel biçimi halihazırda
yalnızca sendikalardır ve daha önce de vurguladığımız gibi
sendikalar, gerek sermayenin saldırı ları gerekse sendika
bürokrasisinin ihaneti sonucunda, neredeyse tümden felç­
edil miş duru mdadırlar. Geçmişte çeşitli kentlerde tabanın
baskısı altında merkezi sendika bürokrasisine karşı nispi bir
inisiyatif �lanı olarak hareket edebilen şube platformları da
bugün artık ypktur. Sınıfın sendikalaşma olanağı bulama­
yan ya da sendikalaşma çabaları engelleneo geniş bir ke­
simi ise bugün tümden örgütsüzdür. Sınıfın bu yaygın ve
ağır örgütsüzlük durumu gözler önündedir ve aşılması ge­
reken en önce l i k l i soru n l ardan biri olarak önümüzde
durmaktadır.
Öte yandan, sınıfın herşeye rağmen mücadele ve örgüt­
lenme bilinci taşıyan i leri, bu anlamda öncü unsurları ise,
bir çıkış y olu bul amamanın getirdiği güvensizliği ve
umutsuzluğu yaşamaktadırlar. Bu güvensizlik ve umutsuz­
luk bugünün aşılması gereken bir başka temel sorunudur.
352
Zira bu i leri kesim birleştirilemediği, örgütlenip harekete
geçirilemediği sürece, sınıf hareketine etk i l i ve sonuç al ıcı
bir müdahale olanaksız değilse de kolay başarılabilir bir iş
olmayacaktır. Bu kesimin örgütsel ve eylemsel birliği, sınıf
hareketine devrimci bir çıkış hazırlama çabalarında kritik
önemde halkalardan biridir, sorunu böyle de formüle ede­
biliriz.
Öncü işç i platformları, kuşkusuz kendi konumu ve işle­
v inin sınırları içinde, işte bu ihtiyacı karşılamak hedefi
gütmekte, bu iddiayı taşımaktadır. Onlar bu bakışaç ısıyla
öncü bir m üdahalenin ürünü olarak gündeme getirilmişler­
dir, getirilmektedirler.
Sınıfın ileri unsurlarının örgütsel birliği
olarak öncü işçi platformlan
Sınıfın öncü unsurları kavramı yanıltıcı olmamalıd ır.
Bugün çeşitli fabrika ve işletmelerde sınıf kitlesine göre daha
ileri bilinç, mücadele ve örgütlenme isteği taşıyor olsalar
bile, öncü olarak tanımlanan b u işçiler gerçekte henüz sınıfın
devrimci öncü öğeleri olma konumunda değildirl er. B u
konumun gerektirdiği bilinç , örgütlenme v e mücadele pratiğinin
henüz çok çok uzağındadırlar. Böyle olsalardı zaten şu veya
bu biçimde, sınıfın öncü partisi olmak iddiasındaki devrimci
y apılardan birin i n S(\fl arında, örgütlü kadro konumunda
o l urlard ı . Oysa s ı nıfın ileri , öncü u n s u l arı ol arak
tanımladığımız bu kesiminin ancak k üçük bir bölümü böyle
bir tutum ve tercihin iç indedir. Geriye kalan asıl büyük öncü
işç iler kitlesi ise henüz açık bir politik tercihten, dolayısıyla
örgütsel konum ve ilişkiden yoksundur. Mevcut durumda
sınıf hareketinin gelişme seyrine, direniş ya da kendiliğinden
eylem anları hariç herhangi bir katkı sunamamaları, aynı
zamanda bundan, bu geri konumlarından dolayıdır.
353
ve
Öncü işçi platformlan üzerinden bu kesimi kucaklamak
örgütlemek, bugünkü ataleti kırarak taşıdıkları potansi­
yeli sınıf hareketine etkili bir müdahalenin olanağı haline
getirmek ihtiyacı, aynı zamanda bu kendine özgü durum­
dan da doğmaktadır. Öncü i ş ç i platforml arı , b u i şç i leri
herhangi bir özel ideoloj ik-programatik tercih üzerinden değil,
fakat yalnızca sermayeye karşı devrimci sınıf mücadelesi
tercihi ve isteği üzerinden biraraya getirmeye uygun esnek
örgütlenmelerdir. Dahası var. Öncü işçi platformları, devrimci
sınıf mücadelesi ortak paydası üzerinden ve halihazırda farklı
grupsal tercihler içerisinde olan sosyalist işçilerin birieşe­
bi lecekleri bir zemin işlev i de göreceklerdir. Bu platform­
lar oluşumu, yapısı, iç işleyişi vb. açılardan buna tümüyle
uygun örgütlenmelerdir.
Sınıfın örgütsüz ya da farklı örgüt bünyelerine dağılmış
ileri öncü kesimlerinin bu tür bir ortak örgütsel zeminde
birliği, sınıf k itlelerinin mücadele hattında birleştirilmesi
çabalarına da büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Böylece sınıf
hareketi içerisinde devrimci bir alternatifin şekillenmesi ve
güç kazanması da kolaylaşacaktır. B ilindiği gibi, sınıf ha­
reketi içerisinde bugün bu türden bir devrimci kanalın kendini
gösterememesinin gerisinde, aynı zamanda, bunun taşıyıcısı
olabilecek öncü unsurların aşırı parçalanmışlığı ve birbirinden
kopukl uğu vardır.
Bu arabaşlık altında bütün bu söylenenlerden çıkan bir
pratik sonuç ve temel önemde bir görev v ar. Öncü işçi
platformları belli bir ideolojik-politik tercihi olan dar bir
kesimin birleşme platformu olarak darlaşıp kısırlaşmak iste­
miyorlarsa eğer, farklı eğilimler ve tercihler içerisindeki öncü
unsurlada kendi zeminlerinde buluşmanın yol ve yöntem­
lerini mutlaka bulmak zorundadırlar. Bu kuşkusuz ne ko­
lay olacaktır, ne de önümüzdeki kısa bir zaman dilimine
sığabilecektir. Fakat hedef budur, amaçlanan bu olmalıdır;
354
dolayısıyla, bu hedefe ve amaca ulaşmak i ç i n gerekli özen
ve çaba azami ölçüde gösterilmelidir.
B unda başarıl ı olmak, aynı zamanda, mevcut i ş ç i
platformlarının örgütsel bakımdan buna uygun b i r yapı v e
işleyiş içinde olmasıyla olanak l ıdır. Komünistler, b u plat­
formları kurmak, oturtmak ve işçi tabanına maletmek için
başlangıç döneminin gerektirdiği öncü müdahaleyi en iyi
bir biçimde gerçekleştirmeli, fakat bunun getirebileceği dar
ve sekter eğilimlerden de özenle kaçınmalıdırlar. Başlangıç
döneminin gerektirdiği tokluk, kararl ılık ve inisiyatifi kendi
cephemizden tam olarak göstereceğiz. Fakat bunun i leride
karşımıza çıkarabileceği dar yaklaşımlardan da peşin bir bilinç
açı k l ı ğ ı sayesinde özetile kaçınacağız. B u y a p ı l arda
göstereceğimiz yoğun çabalarla asıl amaçlananın, onları farklı
eğilimlerden ilerici, devrimci i şçilerin bi rleşme ve örgüt­
lenme merkezi haline getirmek olduğunu asla unutmayacağız.
Politik faaliyetin ve m ücadelenin araçları
olarak öncü işçi platformları
Öncü işçi pl atformları politik nitel ikte örgütlenmelerdir.
Bileşimi ve bilinci açısından olduğu kadar işlevi ve amaçları
yönünden de bu böyledir. ilerici, devrimci işçilerin devrimci
s ınıf mücadelesi çizgisinde örgütl ü birl iği önemli bir olay
olmakla birlikte, bu olgu, öncü işçi platformlarının asıl amacını
ve işlevini kendi başına vermez. Asıl amaç sınıf hareketi­
ne etkili bir müdahaledir, sınıf kitlelerinin arayışına devrimci
bir çıkış yolu hazırlayabilmektir. Sınıf öncü lerinin örgütlü
birliği buna hizmet etti ği, edebi ldiği ölçüde ve ettiği süre­
ce bir anlam taşır.
B undan da öncü işçi platformların ın etkil i bir pol itik
faaliyetin ve mücadelenin araçları olduğu temel sonucu çıkar.
Bu böyle olduğuna göre, öncü işçi p latformları , si stematik
355
bir politik propaganda ve ajitasyon faali yeti yürütebildikleri
ve işçi tabanına dayanarak mücadeleyi örgütleyebildikleri
ölçüde, kendi işlevlerini gerçekten yerini getirmiş olurlar.
Bu pol i tik faaliyetin ve mücadelenin genel ve dönemsel
kapsarrum burada somutlamaya kalkmak gereksizdir. Devrimci
sınıf partisinin topluma ve sınıf hareketine müdahalede genel
ve dönemsel olarak ortaya koyduğu perspektifler ve poli­
tikalar, bu konuda yol gösterici bir hareket çerçevesi ola­
rak alınabilir.
Po�i ti k i şç i örgütlenmeleri ol arak platformlar elbette k i
sınıf hareketi v e gündemi üzerine özel bir tarzda eğileceklerdir.
B u konuda, sınıf kitlelerine genel plandaki sesienişten be­
lirli bir fabrikadaki özel bir soruna, sınıfın ülke çapında
gündeme gelen genel bir eyleminden mevzi bir direnişe kadar,
sınıfın tüm yaşam ve eylem alanıyla yakmen ilgili olacaklardır.
Bu kadarı yeterince açık olmal ıdır. Fakat öncü işçi plat­
formları, bulundukları yerelliklerde, işçi sınıfı dışındaki emekçi
katmanl ara da gerekli i lgiyi göstermek ve desteği vermek
durumundadırlar. Politik sınıf örgütlenmeleri olarak bu onların
kaçmamayacakları bir temel· sorumluluktur. İşçi sınıfının
devrimci bilincini ve tutumunu geliştirmek demek, öncü bir
sınıf olarak onun dikkatini kendinden öteye toplum sorunlarına
ve kendinden öteye emekçi katmanlara çekmeyi başarabil­
mek demektir aynı zamanda.
O halde, sınıf bilinçli işçilerin birleşme ve örgütlenme
merkezleri olarak öncü i şç i platformları da, bu bilinci ve
tutumu kendi faaliyetleri ve m ücadeleleri· üzerinden göste­
rebilmelidirler. Bu kuşkusuz farkl ı kesimler ve binbir sorun
içinde boğulup kaybolmak anlamına gelmez. Fakat yalnızca,
bulundukl arı yerelliklerde ya da topl um genel i ndeki temel
önemde gel işmelere ve sorunlara kayıtsız kalamayacakları
anlamına gelir. Kayıtsız kalmak bir yana, tersine, tam da
bunun kendisini, işçilerin bilincini ve eylemini geli ştirmek
356
üzere kullanma yoluna gidecekleri anlamına gelir.
Bu lundukları alanda kesintisiz ve s i stematik bir siyasal
faaliyeti örgütlemeyi başarmak, öncü işçi platformlarının,
öncelikle öncü işçilerin ve giderek de işçi kitlelerinin gün­
demine girebi lmelerinin olmazsa olmaz koşul udur. Sistem­
siz, kesikli , sınırlı faaliyetler bu platformları daha baştan
bir ç ıkınazla ve güvensizlik duvarıyla y üzyüze bırakır.
Unutmayalım k i bugünkü tüm geriliğine ve edilgenliğine
rağmen işçi sınıfı tabanı ciddiyeti, buna dayalı bir çalışınayı
önemser, zamanla güven duyar ve bağlanır. Ciddiyetsiz ve
iğreti kalan giri şimler ise mevcut güvensizliklere yalnızca
yeni boyutlar ekler ve geleceğin devrimci çalışmasını hepten
zora sokar. Bu konuda yakın geçmişteki olumsuz prati kle­
rio bugün önümüze nasıl bir engel olarak çıktığını göz önünde
bulundurursak, aniatılmak i steneni çok daha kolay anlarız.
Kötü, gel eceğe olum suz etkiler b ı rakacak bir deneme
yapmaktansa hiç denememek yeğdir. Ama biz bu türden bir
olumsuz ikileme hiç de mahkum değil iz. Sınıf hareketine
müdahalenin bu dönem için son derece anlam l ı ve işlev­
sel olabilecek bu araçlarını büyük bir güven ve kararlı l ı kla,
yanısıra büyük bir ciddiyet ve yoğun bir pratik çabayla, öncü
işçilerin ve giderek sınıf kitlelerinin gündemine pekala
sakab i l iriz ve kesin olarak sokmak durumundayız.
Öncü işçi platformlarının sürekli ve sistematik bir politik
faaliyet yürütme zorunluluğu üzerine son bir vurgulama daha
yapahm. Öncü işçi platformları işçi tabanını devrimci bir
çizgide kucaklama amacıyla öncü işçileri birleştirmek ve
örgütlü bir biçimde seferber etmek amacı taşıyan politik s ınıf
örgütlenmeleridir dedik. Fakat örgütün yalnızca bir araç
olduğunu, asiolanın ve belirleyici olanın politik çizgi ve buna
dayalı politik faaliyet olduğunu bir kez daha vurgulamak
zorunday ı z. Politik bir perspektife ve çal ı şma tarzına
oturmamışsa eğer, kendi başına bir örgütsel biçim herhan357
gi bir araç işlevi gönnez. Bir süre sonra kısırlaşır, amacından
ve işlevinden kopmuş bir yapı olarak yozlaşır, yokolup gider.
Ö rgütleurneyi tabana yaymak
Pol i t i k ç i z g i ve amac ı n b e l i r l e y i c i önem i g özden
kaçınlmadığı sürece ve kaçınlmamak koşu l uyla, örgütlen­
menin kendisi olağanüstü bir önem taşır. Bu çerçevede öncü
işçi platformlarının örgütsel inşası başlıbaşına bir sorundur
ve çözümünü büyük ölçüde inisiyatifl i ve yaratıcı pratik
çabanın seyrinde bulacaktır.
Bu örgütlenmenin başlangıç adımları hal ihazırda bell i
yerelliklerde atılmıştır ve bu sınırlar içerisinde fazla bir güçlük
yoktur. Asıl güçlük, örgütlenmeyi tabana yaymak planında
ortaya çıkmaktadır. Bu da bir kez daha politik çalışma ve
mücadeleyi tabana yaymak görevinden ayrı düşünülemez ve
başarılam az.
Bu örgütlenmeler, bilebildiğimiz kadarıyla halihazırda
yerel planda yürütme organlarına dayanmaktadırlar. Örgütsel
planda yapacakları ilk işlerden biri, sözkonusu yerel alandaki
duyarlı öncü i şçilerle mümkün olduğu kadar geni ş katılımlı
düzenli işçi toplantıları (bunlara örneğin işçi danışma mec­
l isleri de denebilir) örgütlemektir. Bu periyodik toplantılarda,
toplumun genel gündemleri kadar sınıf hareketinin ve ör­
gütlenmesinin özel sorunlarını ele almak, tartışmak ve
tartışmalar sonucunda bel l i sonuçlara ve ortak kararlara
ulaşmak mümkündür, bu somut olarak hedeflenmel idir.
B undaki başarı i şç i pl atformlarının fabri ka tabanına
taşınmasını ve oturlulmasını da kolaylaştırır. Söylemeye gerek
yok, öncü işçi platfonnları örgütsel açıdan da fabrika tabanına
oturabildikleri ölçüde, gerçek bir örgütsel yapıya kavuşmuş
olabileceklerdir. Bu örgütlenmenin fabrika zemininde ken­
d i n i her durumda öncü i ş ç i p latform u b i r i m i o l arak
358
tanımlaması d a gerekmez. Önem l i olan politik tutum ve
hareket birliğidir. B u başarılabildiği ölçüde fabrikalardaki
taban örgütlenmeleri kendine özgü koşullar ve işlevler içinde
farklı isimler taşıyabilirler. İşyeri komitesinden sendika içi
devrimci muhalefete kadar. B u konuda son derece esnek
davranmak, politik amacı gözetmek kaydıyla herhangi bir
biçimsel soruna ve engele takılınamak gerekir.
(Ekim, sayı: 226 , Kasım 2001 )
359
S1n1f ça11şmas1 ve kültür-sanat
cephesi
"TKİP,
kültür ve sanatı komünizmi kuracak yeni
kuşakların yetiştirilmesinin temel bir aracı olarak
görür. İnsanlığın ilerici, demokratik ve sosyalist kültür
mirasıni sahiplenir ve toplumun hizmetine sunar.
"Kültür " ve sanatın dar bir e/itin işi olmaktan
çıkarılıp, kitlelerin olağan toplumsal etkinliği haline
gelebilmesine yönelik önlemler alınır. Kültür ve sanat
atölyeleri tüm eğitim, üretim ve yerleşim birimlerine
yaygınlaştırı/ır.
"Bütün kültür ve sanat ürünleri kamusal zenginlik
olarak tüm topluma sunulur. Tarihten miras kalan
tüm tarihi ve kültürel zenginlikler titizlikle km·unur,
topluma sunulur ve gelecek kuşaklara aktarılır. "
(TKİP Programı)
Parti programımızın yol
gösterici çerçevesi
Parti programımızın "Kültür" konul u maddesi bu soru­
nun proletaryanın devrimci iktidarı altında ele almışının temel
çerçevesini ortaya koymaktadır. Burada sunulan önlemle­
rin alınması ve tanımlanan hedeflerin gerçek leştirilmesi ancak
proletaryanın devrimci iktidarı koşullarında olanaklıdır. Fakat
bu aynı çerçeve, buna egemen bakışaçısı, partinin iktidar
mücadelesi dönemine, bu dönemin görev ve sorumluluklarına
360
da ışık tutmaktadır.
Eğer yarının devrimci iktidarı döneminde kültür ve sa­
nat "komünizmi kuracak yeni kuşaklann yetiştirilmesinin temel
bir aracı olarak" işlev görecekse, o halde mevcut burjuva
iktidarı altında da, devrimi gerçekleştirecek kuşakların eğitilip
yetiştirilmesinin temel bir aracı olabilir. olmak durumundadır.
Geleceğin kuşaklarını s ınıfsız toplumu kurma mücadelesi­
ne hazırlayacak olan devrimci kültür ve sanat. aynı devrimci
bakışaçısıyla bugünün kuşaklarını da devrimci s ınıf müca­
delesine ve devrime hazırlamanın etkili bir silahı olabilir.
Eğer yarının devrimci sınıf iktidarı altınrf:t "insanltğın
ilerici, demokratik ve sosyalist kültür mini :. ; ' sahipleni l i p
tüm toplumun hizmetine sunulacaksa, bu aynı tutum, bu­
gün de aynı kültürel mirasın işçi sınıfının ve emekçilerin
hizmetine sunulması için azami çaba harcanmasını gerek­
tirir. Bu başarılabildiği ölçüde, yalnızca işçi sınıfı kitlele­
rinin ve emekçilerin kültüre ve sanata duydukları ihtiyaç
giderilmiş olmaz; bu sayede gerici burjuva ideolojisi ve yoz
kültürünün emekçiler üzerindeki derin etkisine de darbeler
vurulmuş, böylece emekçilerin bilinci devrimci yönde i ler­
Ietiimiş olur.
Programımız, "Kültür ve sanat(m) dar bir e/itin işi olmak­
tan çıkarılıp, kitlelerin olağan toplumsal etkinliği haline gele­
bilmesi" ni proletaryanın devrimci iktidarı altında ulaşılması
gereken temel hedeflerden biri olarak tanımlıyor. Bu başa­
rılmadan sosyalizmin yeni insanı yaratılamaz, komünizmi
kurma gücüne ve yeteneğine sahip yeni kuşaklar yetişemez.
Elbette, proletaryanın devrimci iktidarı koşullarında, "Kü/1ür
ve sanat(ın) dar bir e/itin işi olmaktan çıkan/tp, kitlelerin
olağan toplumsal etkinliği haline ge/ebilmesi" alanında yapı­
labilecekterin gücü ve kapsamı bugün bu alanda yapıla­
bileceklerle hiçbir biçimde kıyaslanamaz. Zira iktidar gücüne
sahip olma ve dolayısıyla bunun tüm olanaklarını elinde
361
bulundurma ile bundan tümüyle yoksun ezilen bir sınıf olma
konumu, temelden farklı iki tarihsel-toplumsal durumun ifade­
sidir. Fakat bu gerçek, bu bakışaçısından hareketle bugün­
den yapılabileceklerin önemini ve işlevini de hiçbir biçimde
azaltmaz.
B ugünden bu bakışaçısıyla etkin bir devrimci çaba içe­
risinde olmak ikili bir görevi birarada gözetmeyi gerekti­
rir. B ir yandan işçi sınıfı ve emekçiler arasında kültürel ve
sanatsal yaşama büyüyen bir ilgi yaratmak için etkin ve
sistematik bir çaba harcanmalıdır. Öte yandan ise, onları
bu alanda salt edilgen, yani salt alıcı-izleyici konumdan çı­
karacak, kül türel-sanatsal yeteneklerini ve yaratıcılıklarını
etkin biçimde ortaya koymalarım teşvik edecek ve fiilen ko­
laylaştıracak olanaklar sunulmal ı , araçlar ve zeminler ör­
gütlenmelidir. Kitlelerin devrimci eğitimi ve dönüşümü ça­
bası, birbirine bağlı bu ikili görevler alanında yapılabilecekler­
den ayrı düşünülemez.
Devam edelim. "Kültür ve sanat atölye/eri(ni) tüm eğitim,
üretim ve yerleşim birimlerine yaygın/aş" tırmak gibi temel
bir önlem de, aynı şekilde, işçi sınıfının devrimci iktidarı
elinde tutmasıyla ve bunun maddi olanaklarına sahip bulun­
masıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Fakat devrimci iktidar mü­
cadelesi yürüten, bunun için de işçi sınıfını ve emekçileri
bu doğrultuda hazırlamaya çalışan devrimci sınıf partisinin,
tam da bu hedefle sıkı sıkıya bağlantılı olarak, bu alanda
bugünden yerine getirebileceği ve getirmek zorunda olduğu
önemli görevler vardır. İşçilerin ve emekçilerin kolayca u la­
şabilecekleri, kültürel ve sanatsal i lgi ve ihtiyaçlarını bir
ölçüde olsun karşılayabilecekleri, dahası sanatsal yetenek
ve yaratıcılıklarını serbestçe ortaya kayabilecekleri kültürel­
sanatsal araçlar ve kurumsal zeminler oluşturmak, bu gö­
revlerin en önemli halkasıdır. Kendi denetiminde ya da ken­
di dışında varolan güç ve olanakları bu doğrultuda en iyi
362
biçimde seferber etmek, devrimci sınıf partisinin görevidir.
"Bütün kültür ve sanat ürünleri kamusal zenginlik olarak
diyor parti programımız. Bunun başarı­
labilmesi için de, burjuvazinin devrilmesi, üretim araçları
üzerindeki sermaye tekelinin kırılması ve dolayısıyla kültür­
sanat yaşamı üzerindeki sermaye egemenliğinin son bulması
zorunludur. Bugünden bu bakışaçısı ışığında yapılabilecek­
lerin esasını ise, işçi sınıfını ve emekçileri, ulusal ve evrensel
planda zengin bir birikim ol uşturan devrimci kültür-sanat
mirasıyla yüzyüze getirebilmek için, elbette koşulların ve
olanakların elverdiği sınırlar içinde, azami çabayı harcamak
oluşturmaktadır.
tüm topluma sunulur"
***
Bütün bunlar birarada, komünistlerin, devrimci kültür­
sanat cephesindeki çal ışma ve mücadelesine ışık tutmakla
kalmamakta; bugünün koşullarında bu çal ışma ve mücade­
lenin taşıyıcısı ol acak kuruml ara yaklaşırnma da yol göste­
rici bir çerçeve oluşturmaktadır.
Smaf çalışmasman yeni araç
ve yöntemleri
Kültür ve sanat, toplumsal yaşamın temel bir alanı ve
sınıf mücadelesinin temel önemde ve kendine özgü bir cep­
hesidir. Fakat burada bizi, konunun bu genel kapsamından
çok partinin sınıfa yönelik dönemsel devrimci çalışması
içindeki yeri, bununla bağlantılı yönleri, bunun gerektirdiği
pratik adımlar ve görevler ilgilendirmektedir.
B ugüne kadarki deneyimlerin de ışığında bir süreden
beridir yeni bir güçle yüklendiğimiz sınıf çalışması giderek
bir alan, yöntem ve araç zenginliğine kavuşmaktadır. Po­
litik, sendikal ve kültürel alanlar üzerinden, döneme ve ör­
gütsel-pratik birikimimize denk düşen yöntem ve araçları
363
kullanarak, sınıf çalışmamızda bir sıçramayı gerçekleştir­
meye çalışıyoruz. Devrimci kültür ve sanatı etkin bir biçimde
kullanmak ve bunun temel araçlarından biri olarak kültü­
rel kurumlardan en iyi biçimde yararlanmak da, bu ·çalışmanın
bir parçası olarak artık gündemimizdedir.
Bu çok kendine özgü bir alandır ve biz bu alanda henüz
çok yeniyiz, denebilir ki her açıdan işin ilk adımındayız.
Dahası bu alanda, deneyimlerinden yararlanabileceğimiz sözü
edilebilir bir geçmiş çalışma mirasından da yoksunuz. Geçmiş
dönemlerde devrimci akımlar bu alana ya tümden ilgisiz kal­
dılar, ya da olduğu kadarıyla yürütülen çalışma bir bakıştan
ve bilinçli bir yönel imden yoksundu. Yeni dönemin bu
doğrultuda birbirini taklit eden moda girişimleri ise, sıradan
işçi ve emekçilere yönelmek yerine, ilerici aydınlara ve öğren­
ci çevrelerine bir cazibe merkezi oluşturma dargörüşlülüğünü
ve faydacılığını aşamadılar. Bu nedenle bunların zaten çok
sınırlı kalan deneyimleri bizim için fazla bir anlam taşıma­
maktadır.
Bütün bunlara rağmen karşı karşıya olduğumuz güçlükler
abartılmamalıdır. Devrimci kültür ve sanatı sınıfın ve emekçi­
lerin eğitiminde etkin bir biçimde kullanmak bugün artık
temel önemde bir ihtiyaç olarak gündemimize girdiğine göre,
bu alandaki güçlüklerimizi ve mevcut deneyimsizliğimizi hız­
la aşmak bizim için çok da zor olmayacaktır. Pratik ihtiyacın
kendisi hem konunun genel teorik ve ilkesel yönlerinin saf­
larımızda kavranması sürecini hızlandıracak, hem de, biz­
zat deneyimin de yardımıyla, sorunun pratik yönlerini çö­
zerek ilerlememizi kolaylaştıracaktır. Önemli olan, devrimci
kültür ve sanatın sınıf mücadelesi içindeki yerinin ve rolünün
gereğince kavranabilmesidir; bu silahın sın ıfın ve emekçi­
lerin eğitilmesinde ve örgütlenmesinde oynayabileceği rolün
tam olarak değerlendirebilmesidir. Önemli olan, bu son derece
verimli sınıf mücadelesi silahının gündelik hayatta etkin bir
364
biçimde kullanılabilmesi için azami çabanın harcanmasıdır.
B u yapılabildiği ölçüde, hızla deneyim kazanacağız ve kar­
şımıza çıkacak ya da çıkarılacak güçlükleri göğüslemesini
ve aşmasını da bilerek, bu alanda başarıyla i lerleyeceğiz.
Ekonomik yoksulluk ve kültürel
yoksunluk
Temel üretim araçları ile zenginiikierin büyük bölümüne
ve bu ekonomik temel üzerinde siyasal iktidar tekeline sahip
olan burjuvazi, böylece toplumun ideolojik üstyapısına ve
bunun bir unsuru olan kül tür-sanat yaşamına da egemen­
dir. Burjuvazi, ideolojik üstyapıyı elinde tutan sınıf olarak,
kültür-sanat yaşamının biçimini ve içeriğini olduğu kadar
amacını ve yönünü de belirleyebilmekte, onu kendi sınıf ege­
menliğini güçlendirmenin ve sürekli k ılmanın bir aracı olarak
kullanmaktadır.
Kültür-sanat üretimini kolaylaştıran ve topluma sunumunu
sağlayan olanaklar ve kurumlar, bugün hemen tamamen bur­
juvazinin elinde, doğrudan ya da dolaylı denetimi altındadır.
Bu, günümüzde çok özel bir etki ve önem kazanmış bulunan
ve etkin bir kültür-sanat yaşamı bakımından vazgeçilmez
olan yayın ve i letişim araçları için özellikle geçerlidir. Burju­
vazinin bu alan üzerindeki etki ve denetimi geçmişe göre
bugün muazzam ölçülerde artmıştır. Bunlara piyasa ideolojisi
ve mekanizmalarının günümüzde kazandığı özel ağırlık ve
bunun kültür-sanat üretimini büyük ölçüde kendine tabi kılma­
sı, yani toplumun bütün bir manevi yaşamının da ticarileşmesi,
sanat ürünlerinin pazarda alınıp satılan metalara dönüşmesi
de eklenince, kültür-sanat yaşamı üzerinde burjuva gericiliğinin
ağır tekeli ve aynı anlama gelmek üzere ağır tahribatı daha
iyi anlaşılır.
Fakat bunlar ayrıca ele alınıp irdelenmesi gereken konu365
! ardır. Bizi burada şu an için özellikle ilgilendiren, kültür­
sanat yaşamı üzerindeki burjuva s ı nı f egemenl iğinin genel
plandaki anlamı ve sonuçları değil , fakat bunun bugünün
Türkiye'sindeki somut yansımaları ve sonuçlarıdır. B unu,
konunun bugünkü sınıf mücadelesi görevleri yle, bu görev­
lerin pratik yönleri ve adımlarıyla bağlantısı olarak da ta­
n ı ml ayabil iriz.
Günümüzde, işçi sınıfını ve emekçileri temel maddi ge­
reksinmelerinden yoksun bırakan burj uvazi, bizzat bu po­
litikanın bir parçası olarak artık onları en temel kültürel
ihtiyaçlardan da yoksun bırakma yoluna gitmektedir. Ser­
vet-sefaJet kutuplaşmasının manevi boyutu, emekçiler cep­
hesinde kendini kültürsüzleşme ve çok yönlü cehalet ola­
rak göstermektedir. Buna sefaletle cehaletin at başı gitme­
s i de diyebiliriz.
Özellikle son yirmi k üsur y ıldır si stematik bir biçimde
uygulanan bu politika bugün öyle bir noktaya varmıştır ki,
burjuvazi artık işçilere ve emekçilere toplumun bugünkü ge­
l işme düzeyine ve olanaklarına uygun düşen kültürel h iz­
metleri bell i koşullar içerisinde sunmak bir yana, onları her
burjuva toplumun en temel kamusal hizmeti olan temel eğitim
ol anaklarından bile yoksun bırakacak bir yönelim içine
girmiştir. Tüm kamusal hizmetleri piyasaya tabi kar ve vurgun
alanları haline getirme çaba ve uygul amalarının, yani özel­
leştirme saldırısının bir parçası olarak adım adım hayata ge­
çirilen paralı eğitim, bu yönel imin bir ifadesidir. Militarizme,
baskı aygıtiarına ve din işlerine ayırdığı bütçeyi yıldan yıla
yükseltirken eğitime ayrılan bütçeyi tersinden kısan bir sını­
fın, işçi sınıfı ve emekçilerin kültürel seviyesini yükselte­
cek ve manevi yaşamını zenginleştirecek çabalardan, yani
asıl anlamıyla kültür-sanat hizmetlerinden hepten geri dura­
cağı i se açıktır. Bugünün Türkiye ' sinde durum tam olarak
budur.
366
B ugünün Türkiye 'sinde, artan yoksullaşmaya ve onun­
la at başı giden hayat pahalılığına bağlı olarak, işçi ve emek­
çi insanın kitap okuması, konsere gitmesi, tiyatro ve sine­
ma izlemesi, tüm öteki kültür-sanat ürünlerinden/etkinlikle­
rinden yararlanması artık neredeyse olanaksızlaşmıştır. Bugün
otuzbeş-kırk yıl öncesiyle kıyaslanamaz ekonomik zengin­
l i klere ve olanaklara sahip olan Türkiye 'de, o dönemle kı­
yaslanamaz bir kültürsüzleşme ve cahilleşme yaşanmaktadır.
Topl umun, özellikle de emekçi i nsanın manevi yoksul laş­
ması demek olan bu sonuç, kendi de kültürsüzleşen ve tüm
manevi değerlerini yitirerek bayağılık ölçüsünde yozlaşan
bir sınıf olarak burjuvazinin urourunda değildir. O artık top­
lumun kültürel seviyesini yükseltmeyi, kültürel-sanatsal il­
giyi toplum ölçüsünde yaygınlaştırmayı, sıradan insanın kül­
türel-sanatsal yeteneklerini ortaya koyacağı olanakları ya­
ratmayı tümden masraflı bir iş saymakta, bunun da ötesinde,
kendi sınıf egemenliği için potansiyel bir tehlike olarak da
görmektedir.
Kitleleri sersemielen ve yozlaştıran
sistematik sa ldırı
Bugün burjuvazinin kitlelere sunduğu neredeyse tek söz­
de kültürel araç, tam bir kü ltürsüzleşme ve derin bir ce­
haletin olduğu kadar, insanı ürküten boyutlarda bir yozlaştır­
m a ve bayağılaştırmanın da aracı olarak televizyondur. Ser­
maye yalnızca sanatçıyı değil sanat alıcısını/izleyicisini de
televizyon üzerinden kendine bağlamakta ve bu cendere için­
de boğmakta, ruben ve ahlaken bozup yozlaştırmakta, ade­
ta öğütüp tüketmektedir.
Bu bizi kendiliğinden sorunun bir başka temel önemde
yanma getirmektedir. Dayanılmaz boyutlarda maddi ve mane­
vi bir yoksullaşmanın içine itilmiş olan emekçi kitleler, öte
367
yozlaştıncı ve sersemletici ağır k ültü­
rel saldırısı altında bulunmaktadırlar. Çürüyen ve yozlaşan
burjuvazi, kendisiyle birlikte tüm toplumu da bozmakta, yoz­
laştırmakta ve giderek çürütmektedir. Fakat sözkonusu olan
yalnızca egemen sınıf olarak burjuv azideki çürüme ve yoz­
laşmanın egemenlik altında tutulan topluma doğal ve kaçı­
nılmaz yansıması değildir. Daha da önemli olan, bunun bilinç­
li bir sınıf silah ı olarak kullanılması ve bu çerçevede bi­
linç l i bir saldırı programı olarak örgütlenmesidir.
Bugünün Türkiye ' sinde çok yönlü bir yoksunluğa mah­
kum edilen emekçilerin, bunun da bir uzantısı olarak, sos­
yal-kültürel yaşam adına çok büyük ölçüde televizyona ba­
ğımlı hale getirilmelerinin tahrip edici sonuçları muazzam
boyutlardadır. Devletle içiçe çalışan büyük sermaye tekelle­
rinin elindeki bu televizyonlardan sistemli bir biçimde zehir
ve pislik akıtılmaktadır. Bayağılık, cehalet, kadının sistema­
tik biçimde aşağılanması , her türden piyasa değerleri, bireyci­
lik ve bencillik, ırkçıhk, saldırgan bir gericilik, şiddet ve
savaş kışkırtıcılığı, militarizm övgüsü vb., sersemletici bir
pislik ak ınıısı halinde gündelik olarak emekçinin zihnine ve
duygu dünyasına çarpmakta, onu aptallaştırmakta, bozmakta,
sonuçta ruhen ve ahlaken çürütmekte ve çökertmektedir.
Gerici ve yoz kozmopolit burjuva kültürünün eksik bırak­
tığını ise sahte bir s ığmak olarak din ve onun somutlanmış
zemini olarak d insel gericilik tamamlamaktadır. Emekçinin
beyni ve ruhu bir de bu cepheden cendereye alınmakta, bilin­
ci ve duygu dünyası tümden kötürümleştirilmektedir. Emekçi­
nin dine yönelişi yalnızca kültürel kokuşmuşluğa tepkisin­
den değil , fakat daha da önemli olarak yoksulluk ve ceha­
letin bir sonucudur. Bugün burj uvazi, kitleler üzerindeki
ideolojik deneriminin erkili araçları olarak, kültürel kokuşma
ve dinsel gericiliği bilinçli bir biçimde birarada kullanmakta­
dır. İkisi birarada, emekçi insanın manevi özgürleşmesinin,
y andan serma yenin
368
sınıf bilincine kavuşmasının ve toplumun devrimci dönü�ümü
mücadelesine katılmasının önünde aşılması gereken temel
önemde engeller olarak durmaktadır.
Emekçinin bu sistema�ik saldırı karşısında kendini bir
ölçüde olsun koruyabileceği alternatif ilerici kültür ve sa­
nat kurumları ve araçlar yaratmak sorununa bu temel önemde
gerçekler üzerinden, yani dar siyasal kaygıların ötesinde bir
geniş çerçeveden bakabilmek durumundayız.
Kültür-sanat yaşamı üzerindeki
boğucu sermaye tekeli
Kitlelerin kültür-sanat yaşamının ürünlerine/etkinliklerine
ulaşması, bunları edinme ya da izleme olanaklarından yok­
sun bırakılması sorunun bir yanıdır. Bunu yapan bir sınıfın,
emekçilerin kültürel-sanatsal ilgi, yetenek ve yaratıcılıklarını
ortaya koyabilecekleri kurum, araç ve imkanları onlara sun­
ma sorununa hepten kayıtsız kalacağı ise sorunun temele
önemde bir öteki yanıdır.
Burj uvazi cumhuriyetin ilk birkaç on yıl ında ve elbette
tümüyle kendi sınıf egemenliğini yerleştirme ve güçlendir­
me kaygısı çerçevesinde, bu doğrultuda bazı adımlar atma
yol una gitmişti. Halkevleri ve Köy Enstitüleri gibi popüler
girişimler bir ölçüde olsun bu işlevi de görmüşlerdi. Bunlar
bile son derece sınırlı ve iğreti adımlar olmakla kalmamış,
çok geçmeden denetlenemeyen sonuçlar ürettikleri görül­
düğünde ise ya kapatılmış ya da destekten yoksun bırakıl­
mışlardı. Bugün artık bu türden adımlar olmadığı gibi, bur­
juvazi, kültür-sanat yaşamını sermaye ve devlet gücüyle de­
netim altında tutmakta, toplum yaşamı üzerindeki tekelini
bu alanda da sıkı tutmaktadır. Bu ise kültür-sanat etkinliğini
dar bir azınlığın işi haline getirmekle kalmamakta, bu azınlığın
burjuvazi ve devlet tarafından doğrudan ya da dotaylı biçimde
369
denetlenmesini, daha ötesi, sunduğu baştan çıkarıcı olanaklar­
la satın alınmasını kolaylaştırmaktadır.
Burada yalnızca işçilerin ve emekçilerin kendi bünyelerin­
deki kültür-sanat potansiyelini ortaya koyabilecekleri zeminierin
kurutulması değil, yanısıra herşeye rağmen bu alanda ortaya
çıkan yetenekierin i se sisteml i bir çabayla düzene entegre
ed i lmesi, satın alınarak ve yozlaştırılarak düzen h izmetine
koşulması çabası ve elbette başarısı sözkonusudur. Sermaye­
nin kültür-sanat ürünlerinin sunumunu olanaklı kılan kurum
ve araçlar üzerindeki tekeli ve piyasanın ticarileştirdiği b u
ürünleri satın alma ya d a denetleme gücü, etkili b i r biçimde
bu sonuca yolaçmaktadır.
Buradan karşımıza devrimci kültür-sanat cephesiyle bağ­
lantılı ikili bir görev alanı çıkmaktadır. B i r yandan, işçi ve
emekçi insan ın kendi sanatsal ilgi, yetenek ve yaratıcılığını
ortaya koyabileceği; öte yandan ise, ilerici ve devrimci sanat­
çıların kendi sanatsal ürünlerini sermaye gücüne bağımlı kal­
maksızın emekçilere sunabiieceği kurumsal araç ve olanaklar
yaratmak. Kol ayca anlaşıl abileceği gibi, gerçekte bu i ki l i
görev birbirini tamamlamaktadır. Sözkonusu olan aynı çaba­
nın i k i yönü, biribirinden ayrılamaz i k i cephesidir.
Emekçiyi etkin sanat yaşamına
yöneltmek
Kendisine sunulan ilerici devrimci kültür-sanat ürünlerinin
zihinsel ve duygusal değerinin bilincine varan emekçi in­
san , kendisinin halen bu alanda uyuyan potansiyelini açığa
vurmak, ortaya koymak ve gel i ştirmek istek ve cesareti de
duyacaktır. B ugün işçi s ı nıfı ve emekçiler arasında, özel­
l ik le de onların genç kuşakları saflarında, kültürel ve sa­
natsal yaratırnın çeşitli dallarında, koşulları olsa kendini ortaya
koyabilecek önem l i potansiyel yetenekler olduğuna k uşku
3 70
yoktur. Emekçileri kucaklayacak c iddi bir devrimci kültü­
rel-sanatsal çaba bu yetenekierin açığa çıkarılmasının ola­
naklarını sunmakla da birleşebilirse eğer, bu alanda ne denli
verim l i bir toprak bulunduğunu görmek zor olmayacaktır.
Bu çerçevede önem li olan yalnızca tiyatro, müzik, ş i ir,
folklor vb. alanlarda ilerici, devrimci sanatçı gruplarıyla emek­
çitere yönelmekle kalmamak, tam da bu çabanın uyarıcı
etkisiyle, bu aynı türden gruplan bizzat işçilerin ve emekçile­
rin kendi saflarından da çıkarabilmek için bil inçli bir çaba
içinde ol maktır. B u, kültürel ve sanatsal etkinlik ve yaratımı
dar v e seçkin bir azınlığın sorunu olmaktan çıkarmak ta­
rihsel hedefi doğrultusunda, bugünden ve el bette bugünkü
koşulların elverdiği olanakJar içerisinde, yapılabilecel<lerin
azamisini yapmaya çalışmak anlamına da gelmektedir.
B izzat işçilerin ve emekçilerin kendi satlarından sanatın
çeş itli dal larında etkin bir çaba içerisinde olan çok sayıda
sanatçı grup ya da birey çıkması, devrimci sanat-kültür cep­
hesindeki başarılı bir ça1ışmanın öneml i ölçütlerinden biri
olacaktır. Elbette emekçi saflardan üstün yetenekl i sanatçıların
yetişmesi, sanatsal ve estetik değeri yüksek sanat etkinliği
ve ürünlerinin çıkması kolay bir iş değild ir. Bugünün ta­
rihsel-toplumsal ortamında ve burjuva sınıf egemenliği koşul­
l arında bu hayalCİ bir beklenti olur.
Fakat burada sorun bu değildir. Devrimci bir bakışaçı­
sından önem l i olan, amatör ve mütevazi sınırlar içinde de
olsa mümkün mertebe çok sayıda emekçinin kültür-sanat y a­
şamında, onun şu veya bu dalında kendi n i cesaretle ve iç­
tenlikle ortaya koymaya çalışması, salt pasif, edilgen alıcılar
ya da i zleyici ler olmaktan çıkarak etkinleşebi lmesidir. Asıl
başarı ve kazanım buradadır, bunun ne ölçüde başarılabil ­
diğindedir.
E lbette bu alandaki geli şme, emekçinin siyasal yaşam­
da ve devrimci sınıf mücadelesi alanında etkinleşmesinden
371
ayrı düşünülemez. Fakat buradaki etk i leşim karşıl ıklıdır;
sanatsal etkinlik ve yaratım çabası sınıf mücadelesinden bes­
lenir, fakat gerisin geri onu besler de. Bizim için önemli
olan da budur. Bu, bizim devrimci kültür-sanat alanı üze­
rinden yürüteceğimiz k i tle çal ışmasının en şaşmaz amaç­
larından biridir. Bizim için emekçi insanın duygu dünyasını
beslemek ve zenginleştirrtıek, onun devrimci sınıf bilinci­
ni aydınlatmaktan ve geliştirmekten, onu etkin biçimde siyasal
yaşama yöneltmekten ayrı düşünülemez.
Emekçiyi ve sanatçıyı karşılıklı
devrimci etkileşime sokmak
Bugün önüm üzde devrimci sınıf hareketinin ve komü­
nizmin 1 50 yılı aşan tarihi içerisinde oluşturduğu muazzam
bir evrensel kültür-sanat birikimi var. Öte yandan, Nazım
Hikmet ' i n cumhuriyetin ilk y ı l larından itibaren açtığı yol­
dan yürüyen ya da yürümeye çalışan sanatçıların ürünü olan,
özellikle ' 60'Jı ve '70'li y ılların devrimci sosyal hareketliliği
döneminde önemli bir etki gücü kazanan kendi ilerici-sos­
yalist kültür-sanat birikimimiz var. Tarih boyunca halk hare­
ketlerinin biriktirdiği i lerici-demokratik kültür mirası ile de
birlikte ele alındığında, toplamında zengin, güçlü ve çok
yönlü bir kültürel-sanatsal birikime sahip olduğumuz görü­
lür. Bugünün en temel sorunlarından biri, bu birikimi müm­
kün olan her yol, yöntem ve çabayla işçilere ve emekçile­
re taşımak, onların bu m uazzam kaynağa bilinçli bir biçimde
yönelmesini teşvik etmek ve kolaylaştırmaktır.
Fakat elbette bu basitçe ve salt bir propaganda ve eğitim
çalışmasıyla başarılamaz. Bu zengin mirasın emekçide canlı
ve güçlü bir ilgi ve etki yaratabilmesi, aynı zamanda, bugü­
nün devrimci sanatçısının onu emekçiye sanatsal biçim ve
etkinlikler içerisinde sunabilmesi ölçüsünde olanaklıdır. B u
3 72
ise bize bugünün yeni ve genır sanatyılarına ya da sanat
gruplarina dayanabilmenin, onların sanatsal etkinliklerinden
en i y i biçimde yararlanabilmenin gereğini ve önemini gös­
terir.
Kaldı ki onların da buna fazlasıyla ihtiyaçları vardır. Bu
ihtiyaç iki yönlüdür. Bir yandan, kendi kültürel-sanatsal üretim
ya da etkinliklerini işçi ve emekçi ortamiarına taşımak ve
onların ilgisine s unmak, kendini ilerici-devrimci sayan bu
sanatçıların en büyük arzusudur. Ö te yandan , bizzat bu
etkinlikler içinde emekçi insanla yüzyüze gelmek, onunla
karşılıklı etkileşime girmek, b u sanatçılar için temel önemde
bir i htiyaçtır. B u , bu sanatçıları emekçi tere daha güçlü bir
biçimde bağlayacak ve kendi sanatsal yaratıcıl ıklarını ve
etkinliklerini emekçi davasının hizmetine daha güçlü ve etkili
bir biçimde sunmalarını teşvik edecek ve kolaylaştıracaktır.
Ö zetle bu çaba, i ş ç i y i ve emekç i y i ilerici -devrimci
sanatçıyla, tersinden ise i lerici-devrimci sanatçıyı emek­
çiyle buluşturacaktır. Bu buluşma onları karşılıklı olarak
devrimci bir etk ileşim içerisine sokacaktır.
Devrimci kültür kurumları bu buluşmanın gerçekleşmesin­
de aktif rol üstlenmeli ve onun gerçekleştiği zeminler olma­
lıdırlar. Kendi görev ve işlevlerini başarıyla yerine getirebiime­
lerinin temel önemde gereklerinden biri de budur. Bu alandaki
başarı, bu kuruml ara çifte bir güven ve saygınlık kazandı­
racaktır; bir yandan işçiler ve emekçiler, öte yandan ise ilerici­
devrimci sanatçılar nezdinde.
Dünün ilerici aydın ve sanatçısının
bugünkü durumu
Dünün ilerici ayd ın ve sanatçıların ın bugünkü durumu
üzerine de bazı gerçekleri vurgulamak durumundayız. Zira
bu gerçekleri gözönünde bulundurmak, kültür-sanat cephesin373
deki görevlerimizin kapsamı ve ele alınışı bakı mından çok
özel bir önem taşımaktadır.
B ugünün Türkiye'sine baktığımızda, '60'lı ve '?O'li yılların
büyük toplumsal hareketliğinin ortaya çıkardığı ilerici, dev­
rimci aydın-sanatçı kuşağının büyük ölçüde burjuvazinin sa­
fına geçtiğini, düzenle bütünleştiğini görmekteyiz. 1 2 Eylül '­
le birlikte başlayan karşı-devrim saldırısı, sol hareket ve kitle
hareketi üzerinde yaptığı ağır tahribatı, doğal ve kaçınılmaz
bir biçimde i lerici aydı n hareketi ve sanat yaşamı üzerin­
de de yaptı. İ ş bununla da kalmad ı , ü stüne '89 çöküşü ve
onu izleyen dünya ölçüsündeki karşı-devrimci gerici dalga
da binince, '60'lı ve '70'li yıllarda yetişen ilerici aydın kuşağı
neredeyse tümden umutlarını ve inançları nı yitird i . O güne
kadar dayandığı ya da dayanmaya çalıştığı ideolojik ve moral
değerleri hızla terketti.
B u sonuç, bir yandan bu kuşağın kültürel-sanatsal üre­
tim ve yaratım gücünü ve yeteneğini önemli ölçüde dumura
uğratırken, öte yandan deyim uygunsa onları piyasaya düşürdü.
Aydınlar ve sanatçılar geçmişte, tam da ernekten, özgürlükten,
bağımsı zlıktan ve sosyalizmden yana tutumlarıyla oluştur­
dukları kişiliklerini para karşılığı sermayenin hizmetine sun­
dular. Ya da tersinden devlet ve burjuvazi, son derece bi­
linçli bir tutumla, bu alanda inancı n ı v e ilerici d i namizmi­
ni yitirmiş aydın v e sanatçıya cazip gelen bir p iyasa ya­
rattı. Dünün ilerici ve sosyalist aydınları ve sanatçıları, tekelci
burjuvazinin elinde tuttuğu televizyonlar, gazeteler, dergi­
ler, yayınev leri , kültür kurumları , reklam şirketleri, kültü­
rel danışmanlık vb. i şlerde cepleri doldurul arak i stihdam
edildiler.
Bu ilerici aydın hareketinin kitlesel bir kınmıydı ve bir
bakıma devrimci hareketteki geniş çaplı terbiye, tasfiye ve
düzenle bütünleştirme hareketinin ilerici kültür-sanat yaşa­
m ındaki izdüşümüydü. Herşeye rağmen solculuk taslama3 74
ya heveslenenler i se ( Cumhuriyet gazetesinin temsil ettiği
çizgide hareket edenler buna örnektir), bu işi devrime ve
bilimsel sosyalizme açık bir düşmanlık temeli üzerinde yap. tılar ve bunu Kürt halkının özgürlük i stemi karşısında tik­
sindirici bir şovenizmle birleştirdiler.
Özetle, ' 60 ' l ı ve ' 70'li yılların ilerici-devrimci toplumsal
hareketliliği ortamında yetişen, onu etki leyen ve ondan etki­
lenen ilerici aydın ve sanatçı kuşağı ezici bir bölümüyle
bugün artık i şçi sınıfından, emekçilerden ve on ların sosyal
kurtuluş davalarından yana olmak, buna hizmet etmek bir
yana, doğrudan ya da dolayl ı biçimde onun karş ısı ndadır,
burjuvazinin safında ve hizmetindedir. Onlardan artık bir
şey beklemek bir yana, dünkü kimliklerini kullanarak bu­
gün açıktan ya da sinsice yapmakta oldukları tahribatı göğüs­
Iemek ve boşa çıkarmak gibi temel önemde bir sorun ve
görev var önümüzde.
Fakat tüm dünyada ve elbette Türkiye'de, devrimci sosyal
ve s iyasal mücadele sürmektedir. Bu mücadele kendi yen i
genç aydın ve sanatçı kuşağını da zamanla ortaya çıkaracaktır.
Sınıf hareketi ekseninde yürütülen devrimci bir kültür-sanat
mücadelesi , bu yeni ku şağın ortaya ç ıkışını kolaylaştıracak
ve hızlandıracak bir perspektife, bu doğrultuda somut pratik
bir yönelime de dayalı olmal ıdır. Devrimci kültür-sanat ku­
rumları, özellikle aydın gençlik içerisinde bu alanda· bugünden
filizlenmekte olan güçleri bilinçli bir tutumla işçiler ve emek­
çilerle buluşturmayı başaramazlarsa eğer. zaten kendi görev
ve işlevlerini yerine getirmekte de yetersiz ve başarısız kalmış
olurlar.
İ kili zaaftan kaçınmanın önemi
Devrimci k ü l tür-sanat cephesi kendine özgü bir müca­
dele alanıdır ve bu alandaki çal ışma da bunun gerektirdiği
3 75
çerçeve ve kurallar içerisinde yürümek zorundadır. Çalışma­
nın düzenlenmesi, etkinlikterin seçimi ve örgütlenmesi, araç­
ların kullan ı m ı , bu özgünlüğü tam olarak özümserneye ve
pratikte gözetmeye dayal ı olmalıdır.
Elbette sosyal yaşamın tüm alanları gibi kültür-sanat ya­
şamı da pol itik bir öz taşır. Bu alanda da sınıf çıkarları
ve bunun ifadesi ve taşıyıcısı olan ideolojiler ve politika­
lar karşı karşıya gelir ve çatışır. Fakat bu kaba ve çıplak
politik biçimler içerisinde değil, sanatsal üretim ve etkinliğin
kendine özgü biçimleri içerisinde gerçekleşir. Çatışmada ba­
şarı bunu gözetmek ölçüsünde olanaklıdır. Bu gözeti lmez­
se eğer, kültür-sanat alanında devrimci bir mücadele cephe­
sinden sözetmek zaten olanaklı olmaz. Öte yandan, her sanatsal
etkinliğin ve biçimin içerisinde politik bir öz, kaygı ve yönelim
vardır. Bunu gözden kaçırmak, sanatsal üretimi ve etkinliği
kendi içinde amaçlaştırmak, "sanat sanat içindir" şeklindeki
burj uva aldatmacasının tuzağına düşmek anlamına gelir.
Demek ki bu alanda birbirinin zıddı gibi görünen, ger­
çekte ise birbirinden beslenen ikili bir tehlike var ve biz
buna karşı peş�nen hazırlıklı ve uyanık olmalıyız. B ir yandan,
sanat ve kültür alanının kendine özgü karakterini ve gerek­
lerini gözetmeli, kültür kurumlarının politik araçlara indir­
genmesinin kesin bir tutumla önüne geçmeliyiz. Öte yan­
dan ise, kültürel-sanatsal biçimler içerisinde sürse bile bu
çabanın politik bir öz taşıdığını ve temelde politik bir kaygı
ve amaca bağlandığını unutmamalı , bunu gözden kaçırabile­
cek apolitik eğilimiere hiçbir biçimde prim vermemeliyiz.
(Ekim , sayı : 2 2 7, Şubat 2002)
3 76
Gelişmeler ve güncel sorunlar
"Stratejik ortaklığın" gerçek anlamı
ve güncel sonuçları
ı 1 Eylül sonrasının Türkiye için stratejik önemdeki temel
sonucu, işbirlikçi burjuvaziyle Amerikalı emperyalist efendi­
leri arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesi oldu . Düzen he­
sabına konuşan devlet yöneticilerinin, politikacıların, basın
ve üniversitede görevli memurlar takımının ağız birliği halin­
de y i neledikleri " I 1 Eylül sayesinde Türk iye 'nin stratejik
değeri daha iyi anlaşıldı" söylemi, ABD ile i lişkilerdeki bu
yeni durumu ve bundan duyulan aşırı hoşnutluğu dile ge­
tirmektedir. Daha iyi anlaşıldığı söylenen olgu, Türkiye'nin
ABD emperyal izmi için bölgesel önemi ve rolüdür elbet­
te. Amerikan işbirlikçileri bununla kendi satış değerlerinin
3 77
yükseldiğini düşünüyorlar ve bundan duydukları memnuniye­
li aşırı bir utanmazlıkla dile getiriyorlar.
Kriz içinde debelenen ve geleceği konusunda c iddi kay­
gıları bulunan işbirlikçi Türk burj uvazisi, sırtını daha güçlü
bir biçimde ABD 'ye yaslamanın ve kaderini tümüyle ona
bağlamanın kendisine kısa vadede krizden çıkış olanakları,
uzun vadede ise gelecek güvencesi sağladığını düşünüyor.
Bunun ise doğal olarak bir karşılığı var. Bu karşılık, Tür­
kiye 'yi çevreleyen kriz bölgelerinde, yeni gelişmelerin ge­
rektirdiği daha ileri bir çerçevede ABD çıkarlarına aktif bek­
çiliktir. B ilindiği gibi ABD emperyalizmi, dünya üzerindeki
hegemonyasını güvenceye almanın ve uzun süreli kılmanın
tayin edici halkası saydığı Avrasya'da, uzun süreli savaşlar
dizisi olarak tanımladığı bir maceraya girişmiş bulunmakta­
dır. Bu çerçevede Türkiye'ye biçilen rol , bu macerada ABD '­
ye tam destek vermekten öteye, onun çıkar ve ihtiyaçları
doğrultusunda aktif görevler üstlenmektir. Amerikan emper­
yalizminin temsilcisi ya da basındaki sözcüsü durumundaki
birçok kimse I ı Eylül'den beri bunu açıkça söyleyip duruyor.
A B D em�eryalizmi pervasızca izlediği saldırganlık ve
savaş çizgisini "teröre karşı uzun süreli mücadele" olarak
sunuyor. Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere
Türkiye'yi yönetenlerse her vesileyle Türkiye'nin teröre karşı
bu mücadelesinde ABD 'nin yanında olduğunu, ona tam des­
tek verdiklerini ve vermeye devam edecek lerini vurgulayıp
duruyorlar. Afganistan 'a karşı emperyalist savaş, bunda ku­
sur etmediklerini S(i)mut ol arak gösterd i. Türkiye toprakları
boydan boya Afganistan 'a yönelik savaşta ABD'nin saldırı
üssü olarak kullanıldı (Ecevit'in ABD gezisi esnasında Ame­
rikan basınının verdiği bilgiye göre, Afganistan 'a karşı savaş
boyunca Amerikan savaş uçakları Türkiye 'den 4 bin kere
havalandılar). Ş imdi ise sırada Afganistan'da ABD hesabına
bekçilik yapmak görevi var ve Türkiye 'yi yönetenlerin Af378
ganistan ' daki ABD işgaline "islam ülkes i " şah örtecek bu
utanç verici role ne denli hevesli olduklarını biliyoruz.
Ş imdi gündemde A B D 'nin yeni ana hedefi var ve bu
somut biçimde Irak olarak tanımlanmış bulunuyor. Fakat
Irak 'ın burada yalnızca bir hareket noktası, belli bakımlardan
elverişli bir bahane olarak değerlendirildiğini , asıl hedefin
ise Irak da içinde olmak üzere t üm Ortadoğu olduğunu bi­
liyoruz. ABD emperyalizmi Ortadoğu 'da kapsamlı ve aynı
ölçüde tehlikel i hesaplarta hareket ediyor. Amaç çok yön­
lüdür; petrol bölgesinde öteki emperyalistler karşısında tam
bir üstünlük sağlamak; kendisi ve siyonist İ srai l için en­
gel ya da güçlük kaynağı olarak gördüğü rejimleri değiştimıek
ya da hiç değilse güçten düşürmek; Filistin halk ı n ı daha
ağır koşul larda bir köleci sözde barışa mecbur etmek; Kürt
sorunu ve dinamiğini kendi denetimine ve hizmetine almak:
ve elbette bu kritik bölgedeki gerçek ve potansiyel ilerici
ve devrimci dinamikleri boğmak, anti-Amerikancı hareketi
sindirmek, bu amaçların başında gelmektedir.
B unlar gerçekten kapsamlı hedeflerdir ve birçok çıkarı,
gücü ve devleti, herbirin i kendine özgü nedenlerle olmak
üzere rahatsız etmektedir. Nitekim bir dizi emperyalist gücün
yanısıra çeşitli bölge ülkeleri de ABD'nin bu tehlikeli, mace­
racı ve ayn ı ölçüde h ırslı girişim ine muhalefet etmektedir­
ler. Fakat ABD planlarını uygulamakla kararlı görünmek­
tedir ve yardımına ihtiyaç duyduğu tek ülkenin Türkiye oldu­
ğunu açık açık söylemektedir. ABD Irak üzerinden Orta­
doğu ' ya müdahalesinde Türkiye ' y i bir sald ırı üssü ol arak
kullanmaktan öteye, savaşta bir koç başı olarak k u l lanmak
istemektedir. Bu doğrultuda rüşvetten tehdit ve şantaja kadar
her silahı kullanmaktadır. İ MF üzerinden Türkiye'nin boynuna
atılan boğucu kement de işte i şlevini tam bu noktada gös­
termektedir. Ecevit ' i n AB D ' ye gezisinin tüm gündemi ve
işlevi buydu. Gezinin hemen sonrasında yüksek miktarlı İMF
3 79
kredileri onaylandığına ve ABD'nin onayı olmaksızın İMF'nin
bunu yapması olanaksız o ldu ğu na göre, dayatmaların sonuç
verdiğine, tüm isteksizliklerine karşı Türkiye'yi yönetenlerin
buna razı edildiklerine kesin gözüyle bakabiliriz.
ABD'nin sihi rli eli ya da
İMF kementi
Aynı çerçevede, aynı 'dayatmalarla bütünlük oluşturan
,
başka önemli gelişmeler de var. AGSP konusunda yıllardır
süren ve aşılmaz gibi görünen güçlükler, ABD 'n i n sihirli
eli değer değmez Türkiye cephesinden bir anda çözülüverdi.
Hemen ard ından K ıbrıs ve Ege sorunlarının çözümü gün­
deme gird i . Y ıliardır kangrenleşmiş bu sorunlarda bir anda
b ü y ü k bir y u m u şa m a y aşandı ve b i rkaç ay önces i y l e
kıyaslanamaz ad-ımlar atıldı. Elbette b u şaşırtıc ı gibi görü­
nen gelişmelerin gerisinde bir kez daha ABD'nin dolaysız
müdahalesi ve dayatmaları vardı .
Gizli diplomasiyle saklananları İMF v e Dünya Bankası 'nın
kararları bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. Zira tüm bu
gel işmelere, Arjantin 'den 1 . 3 milyar dolar yeni borcu esir­
geyerek onu iflasa sürükleyen İ MF'nin Türkiye 'ye cömert­
çe sunduğu yeni borçlar eşl ik etti (Türkiye ' n i n "İMF'deki
kotasmdan yüzde 1500 daha fazla oranda" ve İ MF'nin dünya
ölçüsündeki toplam kredi kapasitesinin tamı tarnma üçte biri
kadar! .. ). Bu yeni borçlar yüksek faizlere ve " ı O günde ı O
yasa" türünden ardı arkası kesilmeyen ağır siyas�l koşul­
lara bağlanmış olsa b ile, sonuçta Arjantin' den esirgenenin
Türkiye ' ye misliyle sunulması, bu alışılmadık cömertlik, dış
politika sorunlarıyla bağlantılı bir satın alma yolu ve duru­
muydu.
Önden yılın diplomasi olayı olarak sunulan Ecevit'in son
ABD gezisi öneeşinde ve sırasında işbirlikçi cepheden üzerine
380
en çok laf edilen konu, Türkiye ile ABD arasındaki ilişki­
lerin "stratejik ortakl ık" düzeyine çıkarılmasıydı. Oysa eski
başkan Clinton ' un '99 Kasım ' ında gerçekleşen gösterişli Tür­
kiye gezisi esnasında bu nitelikte bir ortaklığın yıllardan
beridir varolduğu açıklanmış ve bunun işlevi de, "Türkiye
ve ABD' nin öncelikle Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar ve Do,�u
Akdeniz' de" birl ikte hareket etmeleri olarak tanımlanm ıştı .
Bunu, anılan bölgelerde ve artı Orta Asya'da, Türkiye' nin
ABD çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmesi olarak
anlamak gerekirdi ve olup bitenin de somut olarak gösterdiği
gibi durum tamı tarnma budur. ABD işbirlikçisi ve onun
çıkarlarının bölgesel bekçisi olarak Türk burjuvazisi, kriz
kıskacı ve gelecek kaygısı çerçevesinde, kendisini bunun
gereklerine giderek daha çok uyarlıyor. Dış politika alanındaki
çözümsüz sorunlar d izisinin, 1 I Eylül sonrasında ve tam
da ABD'nın çıkar, tercih ve dayatmaları doğrultusunda hızlı
bir çözüm sürecine alınmış olması da bunu göstermekte­
dir.
Böylece "stratejik ortak"lığın gerçekte stratej i k uşaklık,
Türkiye 'yi çevreleyen bölgelerde Amerikan emperyalizmi­
nin çıkarlarına stratej ik bekçilik anlamına geldiği de bir kez
daha açıklık kazanmaktadır. ABD Türkiye 'yi bölgedeki "en
güvenilir iki müttefi kinden biri" olarak görmektedir. İ kin­
cisinin İ srail olduğu ve bu ü lkenin ABD ' nin çıkar ve i hti­
yaçları doğrultusunda aktif roller üstlenebilmesinin zorun­
lu sınırları bulunduğu düşünülürse, geriye güvenilirlikten öte
en işe yarar tek müttefik olarak gerçekte yalnızca Türkiye
kalmaktadır.
Daha da önemlisi, Türk burjuvazisinin yalnızca dünyanın
emperyalist efendisiyle değil fakat aynı zamanda bölgenin
saldırgan çıban başı ülkesi olarak siyonisı İ srail ile de "stratejik
ittifak" i lişkisi içinde olmasıdır. Dünyanın ve bölgenin en
gerici ve saldırgan güçleriyle davranış ve kader birl iği, Türk
381
burj uvazisinin bu gü n kü konumudur. Bu iki olgu birarada
düşünüldüğünde ve buna bir de NATO üyel iği (önümüz­
deki günlerde bunun 50. yılına giriliyor) eklendiğinde, Türk
burjuvazisinin halkımız ve bölge halkları karşısında üstlendiği
uğursuz gerici rolün çerçevesi daha i y i anlaşıl ır. Elbette o
bunu gerici sımf çıkarları doğrul tusunda ve geleceğini gü­
venceye almak üzere yapıyor. Tam da bu aynı nedenle, ona
karşı strateji k kavrayışa dayalı ciddi bir devrimci mücade­
le de, tarihsel ve güncel boyutlarıyla bu il işkileri, bunun
stratej ik ve taktik planda ortaya ç ı kardığı görev ve sorum­
lulukları özenle hesaba katmak d urumundadır.
Savaşa ve saldırganlığa karşı mücadelede Ortadoğu halk­
larıyla yakın ilişkiler ve eylemli bir devrimci dayan ışma,
dönemin en acil ve önemli görevlerinden biridir. Daha genel
planda ise, başta Ortadoğu halkları olmak üzere Türkiye'yi
çevreleyen coğrafyada yeralan tüm bölge halklarıyla dev­
rimci birlik ve dayanışmaya dayalı yakın i l i şkiler, emper­
yal izme ve işbi rlikçilerine karşı ciddi bir devrimci strate­
jinin olmazsa olmaz koşuludur. Günümüzün olayları, bu tür
bir bölgesel devrimci birlik ve dayanı şma cephesi yaratıl­
maksızın gelecekte em peryal izmin devrimi boğmaya yöne­
l ik saldırı . ve müdahalelerini püskürtmenin ne denli güç
olacağına bugünden ışık tutmaktadır.
Güncel durumu belirleyen iki
temel önemde gelişme
Bu genel çerçeveden de hareketle gelişmelerin Türkiye
üzerinden daha güncel ve som u t yansırnalarına geçe l i m.
Türkiye 'nin yakın geleceğinde olayların izleyeceği seyir de­
ğerlendiril irken gözönünde bulundurulması gereken temel
önemde iki güncel veri var önümüzde. Bunlardan ilki, ABD
emperyalizminin Orta Asya ve Ortadoğu eksenli olarak günde382
me getirdiği saldırganlık ve savaş politikası; öteki ise, İ MF
ile imzalanan üç yıllık yeni sosyal yıkım ve kölel i k anlaş­
masıdır.
İ lki, Türkiye'yi ABD emperyal izminin bölge halklarına
karşı bir saldırı ve savaş üssü hal i ne getirmekle kalmamakta,
Irak üzerinden açıkça ortaya atı ldığı gibi , onu bizzat em­
peryalizmin hesabına savaşa sürüklemek niyet ve hesaplarını
da içermektedir. İ kincisi ise, işçi sınıfı ve emekçil ere yö­
nelik saldırıların ağırlaştırılması, bunun Türkiye 'yi emper­
yal ist sömürü ve yağmaya engel sizce açacak bir dizi köle­
ci düzenleme ve uygulamay l a birleştirilmesi anlamına gel­
mektedir.
Türkiye ' ni n bugününü ve yakın geleceğini belirleyecek
olan biri dışa öteki içe yönel ik bu iki temel önemde olay,
biribiriyle de sıkı sıkıya bağl antılıdır. Ekonomik kriz kıska­
cında kıvranan ve krizden çıkış adına ülkenin tüm geleceğini
İ MF ve Dünya B ankası 'na ipotek eden Türk burjuvazisi .
böylece, ABD emperyalizminin bölgesel çıkar ve ihtiyaçlarına
yeni bir düzeyde hizmet etmek zorunluluğu i le yüzyüze kal­
maktadır. Amerikan yönetimi açıkça İ MF desteğinin sürmesi
ile lrak 'a yönelik bir savaşta Türkiye'den istekleri arasında
dolaysız bir bağ kurmaktadır.
Kürt sorunuyla bağlant ı l ı gerici kaygıl ar ve bölge il iş­
kilerinde yolaçabileceği öteki riskler nedeniyle Irak 'a yö­
nel i k bir savaşa çok istekli olmayan Türkiye' n i n yöneten­
leri, buna karşın , A B D ' nin bu konudaki dayatmalarma di­
renecek güçte değiller ve bunu daha ş imdiden göstermiş
bul unmaktadırlar. Tarihsel bağımlılık ilişkilerinin genel çer­
çevesi kadar güncel ekonomik kriz ve İ MF kıskacı. tüm sız­
lanmalarına ve aksi yöndeki temennilerine karşın sonuçta
onları ABD'nin iradesine boyun eğmeye sürüklemektedir.
Genel uluslararası güç dengeleri ve başka bazı gelişmeler
ABD'yi lrak'a yönelik bir savaştan al ıkayamazsa eğer, Türkiye
383
bu savaşı n ana saldırı üssü olmakla kalmayacak, Türk or­
dusu da Güney Kürdistan sorununu bahane ederek ABD
emperyalizminin hizmetinde bu savaşa bizzat katı lacaktır.
Her iki sorunun birarada Türkiye 'nin iç politik yaşamın­
daki sonuçları ise kendi n i baskı , terör ve yasaklar rejimi­
n i n daha da ağırlaşması olarak gösterecektir. İ şçi sınıfı ve
emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını sürekl i ağırlaştıran
ve ülkeyi bölgede emperyalizmin saldırı ve savaş üssü haline
getiren sermaye sınıfının başka bir seçeneği de yoktur. Güncel
gelişmeler bunu somut olarak gös termektedir. AB makyajı
çerçevesinde yapılan anayasa değişikliğinin iç yüzünün uyum
yasa tasarılarıyla ortaya çıkması , Kürt halkının ana dilde
eğitim türünden en masum demokratik istemleri karşısında
sergilenen aşırı tahammülsüzl ük v e uygulanan terör, bunun
güncel örnekleridir.
İ ç ve d ı ş durum, rej imde kontrollü b i r yumuşama
manevrasına b ile olanak tanımamaktadır. Tersine, son de­
rece gerçekçi bir tutumla burjuvazi ve onun adına ülkeyi
yönetenler dizginleri sıkı �utmaktadırlar. işbirlikçi burjuvazi,
baskı ve terör aygıtını yasal ve kurumsal bakımdan güç­
lendirerek, işçilerin ve emekçilerin hak arama çabalarını do­
laysız baskının yanısıra hain sendika ağalarının yardımıyla
boşa çıkararak, reformisı solun her çeşidinin doğrudan ve
dolaylı hizmetinden en iyi biçimde yararlanarak ve bu arada
devrimci hareketi hepten etkisizleştirerek, bugünkü deneti­
mini korumaya çalışmakta ve yakın geleceğin çalkantılarına
hazırlanmaktadır.
Güncel durumdan çıkan.
güncel görevler
Dışarıda ABD · emperyali zm inin çıkar ve ihtiyaçlannın
gerektirdiği davranış çizgisi, içerde üç yıllık yeni bir İ MF
384
saldırı programı, ve nihayet, bu iç ve dış çizginin engel­
sizce uygulanabilmesi için sürekli bir baskı, terör v e ya­
saklar rejimi... Türkiye 'nin güncel durumunu ve yakın ge­
leceğini karakterize eden politik saldırı tablosu kabaca budur.
B u güncel durum önümüze, güncel görevler olarak; em­
peryalist köleliğe, saldırganlığa ve savaşa karşı anti-emper­
yalist mücadeleyi; emekçileri daha ağır bir perişanlığa sü­
rükleyen İMF saldırı programına karşı iktisadi ve sosyal istem­
ler uğruna m ücadeleyi; v e nihayet, baskı , terör ve yasak­
lar rejimine karşı temel demokratik hak ve özgürlükler müca­
delesini koymaktadır.
Bu çok yönlü mücadeleler gerçekte organik bir bütün­
dür. B unlar güncel planda yürüyen aynı sınıfsal saldırının
farkl ı boyutlarına karş ılık düşmektedirler ve zorunlu ola­
rak birlikte ele alınmak durumundadırlar. Olayların seyri belli
bir anda birinden birini nispeten önplana çıkarsa bile, bu
ötekilerin önemini hiçbir biçimde ortadan kaldırmaz.
Öte yandan, bu mücadelelerin kesiştiği ana sınıfsal hedefler,
işbirlikçi burjuvazi ve onun sırtını dayadığı emperyalizm­
dir. Bu nedenledir ki, birbirinden koparılamaz bu görevler
ancak devrimci iktidar mücadelesi bakışaçısıyla ele alındığı
ölçüde devrimci bir anlam taşıyabilir, devrimci sürecin iler­
letilmesi sonucunu doğurabilirler.
Devrimci iktidar perspektifine dayalı bu bütünselliğin il­
kesel ve pratik önemi, reformİst sol akımların mevcut ko­
numu üzerinde daha iyi anlaşılabilir. Reformİst akımın farklı
bileşenlerine daha yakı ndan bakıldığında, onları karakteri­
ze eden ayırdedici davranışın, tam da bu güncel görev alan­
larından birinden birini kendileri için başlıbaşına bir mü­
cadele platformu hal ine getirmeleri olduğu görülür. Dahası,
tam da reformİst konumlarından bekleneceği gibi onlar, bu
sınırlı hedef ve görevlerin gerçekleşmesinde dahi dilzen güç­
lerine ya da kurumlarına bel bağlarlar.
385
Bunu bu akımlar üzerinden somut olarak ömekleyeb i ­
Hriz de.
Dönemsel anti-emperyal ist görevlerin son derece dar bir
burjuva mil1iyetçi yorumu b i ze Perinçekçi İ P ' i verir v e bu
çevrenin tüm gelecek beklentisi, düzen ordusu destekli parla­
menter hayaller üzerine kurul udur. 28 Şubat şakşakçılığı ve
ordu yal akalığı bu konu m ve tutumun somut bir ifadesi­
dir. Güncel boyudar içine sıkıştırılmış bir ekonomik ve sosyal
haklar mücadelesi bize l iberal i şç i pol itikacı lığının temsi l ­
cisi olarak EMEP ' i verir ve yılların açıkça gösterdiği gibi
onun tüm hesapları da sendi ka bürokrasisi üzerine kurulu­
dur. Hararetli EP kuyrukçuluğu, üstelik döne döne yaşanan­
lara rağmen bu ç izgi n in ısrarla sürdürülmesi, somutta kar­
şılıksız kalması daha baştan kesin olan bu aynı hesabın bir
ifadesidir. Pratikte boş laf olarak kalan burjuva liberal sınır­
larda bir demokrasi m ücadelesi ise tamı tarnma Ö DP de­
mektir ve rejimin yumuşamasından umudunu keseli beri o
tüm u m udunu artık içerde sosyal-demokrasiye ve dışarda
AB emperyalizmine, onun "Kopenhag Kriterleri"ne bağlamıştır.
B u i se onun tümden işlevsizleşmesi ve gereksizleşmesi de­
mektir. N itekim uzun zamandır bir iç kriz içinde bulunması,
şu günlerde bir iç çözülme yaşaması da bu akibeti teyid
etmektedir.
Türk devletine tesli m olmuş ve onu bir şeylere yönel ­
tebil sinler diye de tüm u mudunu ABD ve AB emperyaliz­
m ine bağlamış PKK ' y ı Ö DP'nin yanına, solculuğu gitgide
seyirlik bir yarı-aydın oyununa çeviren S İP-TKP'yi ise EMEP
ile Perinçekçi İ P arasında bir yere koydunuz m u , günümüz
reformist akımlar tablosunu da tamamlamış, yerli yerine oturt­
muş olursunuz.
B u kadarını söylemişken şunu da ekleyelim; bu akımların
herbiri, izledi kleri çizginin somut durumuna göre burj uva­
zinin şu veya bu kesim ine, burjuva d üzeni n ş u veya bu
386
kurumuna bel bağlıyor olsalar bile, tümünü kesen ortak bir
payda var ve bu burjuva parlamentarizmidir. Sonuçta orta
sınıf karakterli akımlar olarak düzenle ve devletle harışıktırlar
(ya da artık bu çizgiye gelmişlerdir) ve temel siyaset yön­
temi ve aracı olarak burjuva parlamentocul uğunu esas al­
maktadırlar. Bugünkü güç ve konumları onl ara bu olanağı
vermese de (ve bel k i içlerinden bir-ikisi hariç hiçbir za­
man vermeyecek gibi görünse de) sonuçta bu böyledir.
Reform isı sol ve sendika bürokrasis i , bugün kitle hare­
ketinin önünü tıkayan, onun gelişme dinamiklerini felce uğ­
ratan iki temel odak durumundadırlar. Bu nedenle, bunların
herbirine karşı kendi konum ve özelliklerinin gerektird iği
türden bir sistematik mücadele vermek, dönemin devrimci
görevlerini başarıyla üstlenebilmenin ve kitl e mücadelesi­
ni geliştirebi l menin zorun l u koşuludur. Geleneksel küçük­
burjuva devrimci akımların yaşamakta olduğu gerileme ve
çözülme, yaşadıkları tüm çürümeye rağmen reformisı akımlara
kendiliğinden bir alan açıyor. Onları tuttukl arı alan larda ge­
riletmek, olayların etkisiyle gitgide yırtılan maskelerini tümden
düşürmek, içinden geçmekte olduğumuzun dönemin en önem­
l i ve öncelikli görev lerinden biridir.
Terbiye edilerek denetim altına
alman güçler tablosu
Güncel siyasal tabloya bakarken, paradoksal gibi goru­
nen temel önemde bir gerçeği de gözönünde bulundurmak
durumunday ız. B ir yanda kriz içinde debelenen, İ MF' den
üç kuruş yeni kredi alabilmek için onun en onur kırıcı dayat­
malarını bile harfiyen yerine getiren, kendisi için getirebileceği
ağır riskiere rağmen ABD' nin çıkar ve ihtiyaçları na daya l ı
bir savaşa katılmak akibetiyle yüzyüze bul unan a c z içinde
'
ve iflas halinde bir düzen ve devlet gerçekliği var. Fakat
387
yandan, bu a yn ı devlet ve düzen, bugün işçi sınıfını
öte
ve emekçileri büyük ölçüde kontrol edebilme başarısı gös­
termekle kalmamakta, yanısıra özellikle 28 Şubat müdaha­
lesinden beri, kendisine muhalif ya da kendisi için şu veya
bu ölçüde sorun ve sıkıntı kaynağı oluşturan çeşitli akımları
büyük ölçüde terbiye etmeyi ve denetim altına almayı da
başarm ış bulunmaktadır.
Bu ikinci durumu somut olarak örnekleyelim.
'90'1ı yıliann ilk yansında rejimin iç dengeleri bakımından
c iddi bir sıkıntı kaynağı haline gel m i ş dinsel gericilik ge­
l inen yerde artık büyük ölçüde terbiye edilmiş, üstelik bir
de birbirleriyle uğraşan iki parti halinde bir bölünmeyle yüz­
yüze bırakılmıştır. Dinsel gericiliğin bu iki partisi artık bir­
birlerini daha çok suçlayıp karalayarak burjuvaziye ve onun
adı n a ü l keyi yöneten gerçek güç odaklarına yaranınaya
çahşmaktadırlar.
' SO ' l i yılların ortasından yakın zamana kadar rejim için
en büyük sorun oluşturan Kürt hareketi ise, PKK üzerin­
den en utanç verici bir tesl imiyet çi zgisine çeki l miş, geli­
nen yerde neredeyse tümüyle zararsız hale getirilmiştir. İmralı
tesli miyetiyle birlikte, PKK 'nın Kürt halk kitleleri üzerin­
deki etkisi ve denetimi düzen ve devlet için artık bir teh­
like olmaktan çok bir imkana dön üşm üştür Bu imkanın verdiği
bir pervasızlıkladır ki, rej im artık Kürt halkının en masum
.
kültürel hak i stemlerin i bile en kaba bir tutumla reddebil­
mekte, bunu baskı ve terörle karşılayabilmektedir.
Üçüncü bir örnek sendika bürokrasisinin durumudur. Sen­
dika konfederasyonları ve bağlı sendikalar, özellikle 28 Şu­
bat ' la birlikte gerçekleştirilen manevraların ardından, bugün
artık her açıdan sermayenin ve devletin denetimi altındadırlar.
Bundan da öte içlerinden bazıları (somut olarak Türk-İş)
artık devletin güdümlü ve uyumlu uzantısı olarak hareket
388
etmektedirler. Bugün ÖDP'nin tepesini tutan liberal soysuz
takı mının da özel çabası ve katkısıyla, önceki yıllarda bir
ölçüde olsun mücadele etkeni olan KESK de bugün sendika
bürokrasinin geneliyle bu aynı konumu paylaşmaktadır.
Sol hareketle devam ediyoruz. Reformİst akımların tümü
bugün tam olarak düzenin icazet sahası içine çekilmişler
ve düzen için artık hiçbir sorun ol uşturmayacak düzeyde
terbiye edilmişlerdir. Geride kalan yıl içerisinde gerçekleşen
F tipi saldırısı, düzenin bu doğrultuda ne büyük bir mesa­
fe katettiğini bu akımların utanç verici tutumları üzerinden
somut olarak gösterdi. Reformist sol partilerin istinasız tümü
de gelinen yerde artık her türlü devrimci düşünce, değer
ve kaygıdan tamamen kopmuşlard ır.
Geleneksel devrimci-demokrat sol akımlar ise bir başka
yoldan düzen için sorun olmaktan gitgide çıkmaktadırlar.
'90'lı ilk yıllarda şu veya bu ölçüde toparlanma başarısı
gösteren bu akımlar, '90'Iı y ılların ikinci yarısından beri
sürekli bir gerileme içindeydiler ve gelinen yerde içlerinden
bazıları siyasi yaşamdan gitgide silinmektedirler. Herşeye
rağmen tutunmaya çalışanların ise, yaşadıkları ağır tıkanıklığı
ve iç sıkıntıları bir dönem için olsun aşabileceklerini gösteren
ciddi ve inandırıcı bir beli rti yoktur ortada.
Aşılamayan yapısal zaafların ve devletin fiziki tasfiye­
den öteye amaçlara dayalı sistematik saldırılarının geleneksel
sol akımlar üzerindeki ağır tahribatı bugün artık çok daha
iyi görülebilmektedir. İçlerinden bazıları, düne kadar ken­
d ilerine mevcut akibeti yaşatan temel etkenlerden biri tam
da bu değilmişcesine bugün yen iden u tangaçça Kürt hare­
ketinin kuyruğuna yapışarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Fa­
kat bu onlar için bir çıkış yolu olmak bir yana, bunda ısrar
ettikleri ölçüde tasfi yeci uçurumun dibine boylu boyunca
yuvarlanmalanndan başka bir sonuç yaratmayacaktır.
389
Netleşen tablo ve doldurulmayı
bekleyen boşluk
B üyük ölçüde son 4-5 yılda, yani tam da ekonomik ve
sosyal krizin daha da ağırlaştığı bir zaman kesitinde yaratılan
bu tabloya toplu olarak bakıldığında, sonuç düzen payına
kuşkusuz önemli bir başarının göstergesidir. Fakat bu sorun­
ların çözülmesi değil, yalnızca bu sorunlarla bağlantılı olarak
ol uşan akımların denetim altına alınması anlamına gelen bir
başarıdır. Sorunlar i se yerli yerinde durmakta, dahası git­
gide ağırlaşmaktadır.
B u akımlar üzerinde kurulmuş denetim k ı sa vadede ki t­
lelerin de denetim altında tutulması gibi bir sonuç yaraısa
b i le, bu geçici bir durum olmaya mahkumdur. Zira soruna
bir başka yanından bakıldığında, buradaki başarının yeni
sorunlar için bir zem i n anlamına da geldiğini görmek güç
değildir. B u den l i kolay terbiye ed ilmiş bir dinsel gerici­
l ik, ihanetini bu den l i kaba biçimde sergileyen bir sendika
bürokrasisi, adın ı ve varl ık nedenini bile inkar noktasına
düşürülmüş bir Kürt hareketi , düzen icazetinin dar cende­
resine sıkıştırılmış bir reformisı sol partiler gerçekl iği, aynı
zamanda, tümü de düzenin hizmetindeki bu akımları n kit­
leler nezdinde inandırıcılıklarını gitgide yitirmeleri anlamına
da gelmektedir.
Bunu, tablonun giderek netleşmesi, yüzlerdeki maske­
lerio düşmesi, gelişmelerin etkisi altında her akımın giderek
yerli yerine oturması olarak da tanımlayabiliriz. Bu ise, görev
ve sorumlulukların hakkını veren gerçek bir devrimci al­
ternatifi n hızla güçlenmesi i ç i n koşu l l arın olgunl aşması
demektir.
Partimiz yalnızca genel mi syonunu değil fakat dönem­
sel sorumlul uğunu da bu tablo üzerinden daha derinden
duymakta ve kavramaktadır. Sahte alternatiflerin şu veya
9
bu nedenle güç ve itibar kaybettiği bir dönemde. gerçek
devrimci sınıf alternatifini temsil eden bir parti olarak öne
ç ı kmanı n tam zamanıdır ve partimiz sağladığı gelişme bi­
rikimiyle buna her zamankinden daha çok hazır durumdadır.
(Ekim , sayı : 227, Şubat 2002, haşyaZI)
39 1
Emperyalizmin k1skac1nda
Ortad o ğu
Emperyalist dünya egemenliğinin
kilit bölgesi
İ l k sal d ırıya Afganistan ' dan başlansa da, I 1 Eylül son­
rasında halkiara karşı ilan edilen "uzun süreli" emperya­
list savaşın asıl hedefinin Ortadoğu olduğu daha baştan
bel liydi. Nitekim Afganistan savaşından ilk sonuçlar alınır
alınmaz, emperyalist çetenin başı , bunun ilan edilmiş "uzun
süreli savaş"m yalnızca bir ilk aşaması olduğunu yeniden
ve özellikle vurguladı ve hemen ardından, savaşın hizme­
tindeki emperyalist propaganda, tüm dikkatleri bir anda savar
şın "ikinci aşama"sı için seçilen hedefe, yani Irak 'a yöneltti.
Bu propaganda tüm gürültüsüylü sürüyorken, Amerikan
siyasal yaşamında genellikle önemli emperyalist politikaların
392
açıklanmasına bir vesile olarak kullanılan yeni yıl konuş­
masında, A B D Başkanı yeni bir "şer ekseni" tacımlaması
yaptı. "Şer ekseni" kapsamında saldırı hedefi olarak gösterilen
üç ü lkeden ikis i , yine beklenebileceği gibi birer Ortadoğu
ülkesi, uzun yıllardır farklı nedenlerle ABD'nin Ortadoğu'ya
il işkin plan ve politikalarının önünde engel olarak görülen
İran ve Irak'tı.
Irak'a yönelik bir savaşın politik, askeri ve psikoloji k
hazırlıkları t ü m hızıyla sürüyorken, Ortadoğu' da bunu bir
süre için kesintiye uğratan bir başka gel-işme önplana çıktı.
Kasap Şaron başa geldiğinden beri gemi azıya alan siyo­
nist devlet teröründen dolayı daha da şiddetlenm iş bulunan
Filistin direnişi, kınlamayan iradesiyle, Filistin sorununu bir
kez daha uluslararası gündemin odağına taşıdı. Irak ' a karşı
emperyalist savaşa. destek için Ortadoğu turuna çıkan D ick
Cheny ' in gezisinin hemen ardından ve elbette bu gezinin
İ srail durağında alınan gizli ortak karar çerçevesinde, İ srail
tarafından Batı Şeria'da bir topl u işgal, y ı kım, katliam ve
tutuklama harekatı başlatıldı. Irak'a yönelik emperyalist sal­
dırının önünü açmak için Filistin direnişi engelinin bir süre­
liğine de olsa güçten düşürül mesini amaçlayan bu saldırı
hız kesmiş olsa da şu günlerde hala sürüyor.
Ö zetle, uluslararası gündemin odağında ve emperyalist
saldırının hedefinde şu sıralar bir kez daha Ortadoğu v ar.
Ortadoğu 'nun bir kez daha emperyalist saldırı, müdahale
ve giderek savaşın ana hedefi haline gelmesinin nedenle­
rini ise artık sokaktaki sıradan insan bile biliyor. Gerici em­
peryalist propaganda duruma ve ihtiyaca göre hangi yalanları
üretirse üretsin, herkes iyi-kötü biliyor ki tüm sorun pet­
rol ve onunla yakmen bağlantılı olan dünya egemenliği so­
runudur. Ortadoğu, barındırdığı zengin petrol ve doğalgaz
kaynaklarının yanısıra ana kıtaları birleştiren coğrafi konumu
ve önemli geçiş yolları neden iyle, kapitalist dünya ekono393
misi ve emperyal ist dünya hak i miyeti için hayati bir önem
taşımaktadır.
Bu önem, neredeyse yüzyılın başından beri bu bölgeyi
emperyalist egemenl ik ve nüfuz mücadelelerinin ana saha­
larından biri haline getirmiştir. Bu ise bölge halkları için
o zamandan bu zamana neredeyse kesintisiz olarak hep bü­
yük yıkımiara ve acılara malolmuştur. Bölgenin doğal zen­
ginlikleri ve coğrafi üstünlükleri, halklar için bir huzur ve
refah olanağı olmak bir yana, bugün yaşadıkları sefaletin
ve çektikleri sonu gelmez acıların baş nedeni haline gel­
miştir.
ABD emperyalizmi: Ortadoğu
halklarının baş düşmanı
Tarihsel durum gösteriyor ki, emperyalist dünya sisteminin
jandarması olan güç, buna paralel olarak Ortadoğu 'nun da
egemen gücü konumunu kazanıyor. Yüzyılın ilk yarısında
dünya jandarması İngiltere'ydi ve kısmen Fransa'yla paylaşsa
da Ortadoğu'nun asıl egemeni oydu. Bugünkü yapay sınırla­
rın ve çözümsüz sorunların tarihsel sorumluluğunu, Osmanlı
İmparatorluğu 'nun yıkıl ışının ardından bölgeye sömürgeci
emperyalist güç olarak yerleşip egemen olan İngiltere taşı­
maktadır. Kasım l 9 l 7 tarihli uğursuz B alfour Deklarasyonu
ile Filistinler'in öz vatanı Fil istin' i siyonistlere "vatan" olarak
vaadetme cömertl iği gösteren; birinci emperyalist savaşın
hemen sonrasında bunu adım adım hayata geçiren ve ikinci
savaş sonrasında nihayet süreci tamamlayarak, bugün bölge­
nin bağrına saplı bir hançer gibi duran siyonist devletin
doğuşunda doğrudan ve birinci dereceden rol oynayan güç
de y ine İngiliz emperyalizmiydi.
İkinci emperyalist savaş sonrasında, dünya çapında jan­
darmalığı ve dolayısıyla Ortadoğu 'da emperyalist egemenliği
394
bu kez ABD devral dı ve İngiltere de o günden bugüne onun
yedeğindeki asıl güç olarak kaldı. İngiltere 'nin destekleyip
yarattığı siyonisı devleti� yeni hamisi bundan böyle artık
esas olarak ABD emperyalizmiydi.
Son elli yıldır Onadoğu'daki her türlü metanetin baş ak­
törü ve dol aysız sorumlusu hep ABD emperyalizmi oldu.
Savaşlar onun kışkırtmasıyla çıktı; darbeler onun tarafından
tezgahlandı, beyaz terör onun özendirmeleriyle estirildi; mu-.
halefet akımları onun açık ve örtülü çabalarıyla ezildi. Ona­
doğu, onun her türden kışkınına ve gerginlik politikalarının
sonucu olarak en karlı silah pazarı haline geldi ve sonu gel­
mez silahianma yarışıyla büyük bir cephanel iğe dönüştü.
Onadoğu halklarının yaşadığı yoksulluğun ve çektiği acıların
gerisinde dolaysız olarak o vardı ve halen de o var.
S iyonİst İsrail ' i en cömert yardımlarla besleyip bugünkü
gücüne ulaştıran, onu bir savaş makinası ve bir nükleer güç
olarak, Ortadoğu halklarına ve devletlerine karşı bir baskı,
tehdit ve şantaj gücü olarak kullanan yine Amerikan emper­
yalizmidir. Filistin halkının çektiği derin acıların. kendi öz
vatanında onyıllardır sonu gelmeyen esaretinin sorumlusu
da İsrail kadar, belki ondan da çok, Amerikan emperyalizmi­
dir. ABD'nin tam ve sınırsız desteği olmasa, siyonist devlet
izlemekte olduğu politikaları izleyebilmek bir yana, muhtemel­
dir ki ayakta kalacak gücü bile bulamazdı kendinde.
Ortadoğu 'da, Ortaçağ 'dan kalma olandan modern faşist
türüne kadar, hemen her türlü gericiliğin arkasında hep Ame­
rikan emperyalizmi olmuştur. Körfez' deki Ortaçağ artığı
emirl ikler, Suud i Arabistan, Ürdün ve Fas 'ta hüküm süren
Onaçağ artığı krallıklar yaşamlarını ona borçludurlar, onun
sayesinda ayakta duruyorlar. Bir halk devrimiyle yıkılana
kadar İran 'daki kanlı Şah rejimini ayakta tutan da oydu.
Aynı zamanda Ortadoğu 'ya yönelik hesaplar çerçevesinde,
Türkiye 'deki 12 Eylül 1 980 darbesini ve Yunanistan 'daki
1 967 darbesini tezgahiayan ve bu ülke halklarına faşist askeri
rejimterin derin acı l arını yaşatan yine odur. "Komünizme
karşı yeşil kuşak" projeleriyle, Afganistan ve Pakistan da
dahil tüm bölgede islami gericiliği azdıcan ve C İ A aracılığıy­
la örgütleyen de o oldu. B ugün halkiara saldırını n baha­
nesi olarak kullanılan Talihan ve El Kaide türünden gerici
İ slami akımlar onun kendi öz çocuklarıdır, onun tarafından
beslenip büyütülüp etkin ve egemen kılınmışlardır. Irak Kürt­
leri 'nin özgürlük arzularını kendi kirli hesapları çerçevesinde
kullanan, iki kere savaşa sürüp her seferinde ortada bırakan
ve böylece kitlesel düzeyde kırdıran da odur.
Ö zetle, Amerikan emperyalizmi, Ortadoğu halklarının baş
düşmanıdır. Bu nedenle bölgedeki siyasal mücadelede ABD
emperyalizmine karşı cepheden tavır, bir mihenk taşı ve ayrım
noktasıdır. Onu doğrudan hedef almayan hiçbir akım ve
mücadele, devrimci olmak bir yana, en ufak bir ilerici karakter
bile taşıyamaz ve hiçbir biçimde halklar cephesinde görü­
lemez.
Uzun yıllar için bölgedeki genel devrimci anti-emperyalist
mücadele ve hareketin bir parçası olagelen Türkiye'deki Kürt
hareketi, teslimiyeıçi çizgiye kaydığından beri adım adım
Amerikancı bir çizgiye evrildi ve gelinen yerde bölgeye ABD
askeri müdahalesini savunacak denli ağır bir batağa saplan­
dı. Böylesi bir utanç veric i gelişme karşısında, Amerikan
emperyalizmine karşı tutumda ifadesini bulan temel önemde
ayrım noktasını gözönünde bulundurmak biz Türkiyeli dev­
rimciler için apayrı bir anlam ve önem taşımaktadır.
ABD'nin "yaşamsal çıkar alanı"
olarak Ortadoğu
ABD emperyal izm i n i n Ortadoğu 'daki güncel çabaları,
gerçekte onun son yirmi yıldır bu bölgede izlemekte olduğu
396
çizginin bir uzantısıdır. Bu çizginin başlangıcı İ ran'daki Şah
rejiminin yıkılışma dayanır. Bu ABD emperyalizmi için ger­
çekten büyük bir darbeydi. Zira böylece o İran gibi önemli
bir ülkeyi, onun önemli petrol kaynakları üzerindeki dolaY,sız
egemenliğini yitirmekle kalmıyor; aynı zamanda. Şah reji­
mi şahsında, Ortadoğu' daki (özellikle de B asra Körfezi böl­
gesindeki) güçlü bir bölgesel jandarmasını da kaybediyor­
du. Ş ah rejiminin yıkılışının yarattığı boşluğu doldurmak
ve benzer yeni gelişmelerin önünü almak acil ve hayati bir
ihtiyaçtı onun için.
Böylece, 1 979 yılı başında zafer kazanan İ ran Devrimi 'nin
yarattığı derin korku ve kaygılar, ABD emperyalizmini böl­
gedeki egemenliğini korumak ve pekiştirrnek üzere yeni adım­
lara yöneltti. İran Devrim i 'nin ardından aynı yılın sonun­
da Sovyetler Birliği'nin Afganistan ' a müdahalesi , ABD' ye
gerekli babaneyi sağladı. Dönemin başkanı Carter. 1 980 ba­
şında kongreye sunduğu yeni yıl raporunda, daha sonra Carter
ya da Brzezinski (ki ulusal güvenlik danışmanı olarak Carter'm
baş akıl hocasıydı) doktrini olarak anılacak politikayı açıkla­
dı. Buna göre; Ortadoğu, daha somut olarak da petrol re­
zervlerini barındıran B asra Körfezi, ABD emperyal izmi için
bir "yaşamsal çıkar alanı"ydı ve Sovyetler B irliği 'nin bu
bölgeye yönelik herhangi bir girişimi savaş dahil her yol ­
l a kesin olarak engellenecekti.
Sovyetler B irl iği burada tümüyle bir yanıltıcı babaney­
di gerçekte. Asıl hedeflenen ise I ran ' daki türden bir geliş­
meye bir daha meydan vermemek, bölgedeki işbirl i kçi re­
jimleri her türlü iç ve dış tehlikeye karşı ne pahasına olursa
olsun korumaktı. (Bunun ne anlama geldiği Irak 'ın Kuveyt 'i
işgali sonrasında somut olarak görüldü).
Bu yeni doktrinin askeri meyvesi Acil Müdahale Birliği,
Türkiye'de bilinen popüler adıyla Çevik Kuvvet oldu. Merkezi
önce Merkezi Komutan lık (CENTCOM) adı yla A B D ' de
397
kurulan (Mart 1 980), sonra A lmanya' ya taşınan ve ikiyüz
bin k i şil i k ( 1 985 'te bu sayı üçyüz bine çıkarıldı) olarak ta­
sarlanan bu k uvvetin eylem üssü ise Türkiye, daha somut
olarak da Türkiye Kürd istanı olacaktı. (ABD emperyal iz­
mine 1 2 Eylül darbesini tezgahiattıran ve içerdeki halk ha­
reketini kanlı bir biçimde ezdirten temel etkenlerden b iri
de bölgeye yönel ik i şte bu pol itika ve planlardı). Normal
durumda ABD 'de tutulan bu askeri kuvvet gerekli her du­
rumda her türlü altyapısı önden hazırlanmış ve askeri mal­
zemesi depolanmış Türkiye'deki üslere hızla kaydırılacaktı.
( 1 2 Eylül döneminde Muş'ta ve Batman 'da bu çerçevede
büyük askeri hava alanları inşa edildi, Malatya'daki h avaala­
nı i se aynı amaç çerçevesinde genişleti ldi).
Bu kuvvetin özelliği, NATO dışı bir Amerikan kuvveti
olması ve NATO 'nun görev alanı dışında kullanılmak üzere
hazırlanmasıydı. Gerçekte ise bu, merkezinin Almanya 'ya
taşınmasından da açıkça anlaşılacağı gibi, NATO ' yla içiçe
geçen, onun güç ve olanaklarını tamamlayan bir kuvvetti.
Nitekim gerek Körfez Savaşı, gerekse son Afganistan savaşı,
bunun böyle olduğunu artık uygulama üzerinden de göster­
miş bulunmaktadır. (Çevik Kuvvet üsleri, Türkiye 'deki öteki
A B D ve NA TO ü sleriyle birlikte, her i k i savaşta da etkin
ve yoğun biçimde kullanıldı).
Ortadoğu 'yu "yaşamsal çıkar alanı" ilan eden Carter dok­
trini için Sovyetler Birl iğ i ' n in bir bahane olarak kullanıldığı,
bizzat Sovyetler B irl iği 'nin sahneden çekilmesiyle çok daha
açık bir biçimde görüldü. Bu doktrinin bir ilk savaş uygu­
laması olan ve Sovyetler'in dağıldığı döneme denk gelen
Körfez Savaşı bunu somut olarak gösterdi . Sovyetler'in yıkı­
l ışı, kendisini dengeleyen ve dolayısıyla d izginleyen bir en­
gelden kurtararak , A B D ' n in Carter doktri n i n i pervasızca
uygulam asının önünü açtı. Güya Sovyetler B i rl iği ' nin Bas­
ra 'ya inişini engellemek için kurulan Çevik K uvvet, onun
398
yıkılışıyla gerek.sizleşmedi, tersine, ilk kez olarak enge l si zce
bir kullanım v esilesi ve alanı buldu kendine.
Dahası var. Körfez Savaşı, bölgeye müdahalede Türkiye' yi
baştan başa bir savaş üssü olarak kullanan Amerikan em­
peryal izmine, Suudi Arabistan da dahil Basra Körfezi ' n in
dört ülkesinde yeni askeri üsler kazandırdı. Böylece Ortadoğu,
Türkiye ' deki ü sler i le Akdeniz'de ve Hint Okyanusu ' nda
(nükleer s ilahlar da dahil en ileri silah donanımlarıyla) dev­
riye gezen filoların yanısıra, bizzat Basra Körfezi ülkeleri
üzerinden de askeri olarak işgal edilip kuşatılmış oldu. Buna
bir de (her ne kadar bir topyekun savaş dönemi dışında ABD
k u l l anımına pek elverişli ol masa da) tümüyle ve herşe­
y iyle bir ABD üssü olan İ srai l ' i eklemek gerekir.
Son Afganistan savaşı, Basra Körfezi 'nde üslenmenin,
İ ç Asya'ya müdahalede de ABD emperyalizmi için temel
önemde bir olanak olduğunu somut olarak gösterd i . Bun­
dan böyle ABD için Ortadoğu hakim iyeti ile İ ç Asya' ya
hakim olma çabası artık içiçe sorunlar haline gelmiştir. Her
iki bölgede de temel kaygının petrol ve doğalgaz kaynak­
ları üzerinde egemenlik kurmak olması, politik ve askeri
hesapların ve girişimlerin temelde buna dayanması , ayrıca
anlamlıdır.
Irak'a karşı s a v aşı n hedeneri
ı I Eylül ' le birlikte ilan edilen "uzun süreli savaş"ın asıl
hedefi, tek süper güç olarak ABD emperyal izminin dünya
egemenliğini pekiştirrnek ve olanak l ı olduğu ölçüde uzun
süreli kılmaktır. B u ise yeni mevziler kazanmayı ve mev­
cut mevzilerde daha da güçlenmeyi gerektirmekted ir.
İ lkinin örneğini Afgan istan müdahalesi üzerinden gör­
dük. Bu ülkeyi işgal eden ve burada kukla bir yönetim kuran
ABD, bununla da kalmayarak Ö zbekistan ve Kırgızistan ' da
399
da askeri Usler elde etti. "Terörizmle mücadele" bahane­
siyle askeri olarak girilen yeni bölgelerden b i ri de Gür­
cistan üzerinden Kafkasya oldu. ABD bu ülkeye askeri olarak
yerleşmenin i l k adımlarını atmış bulunmaktadır.
Ortadoğu ise halihazırda zaten büyük ölçüde ABD'nin
egemenliği ve denetimi altındadır. Fakat İran'da İ slami reji­
min, Irak ' ta Saddam rejiminin varlığı; İ srail 'le köklü sorun­
lardan dolayı Suriye'deki rejimin kendine özgü durumu; bir
eksen olarak Ortadoğu'daki her türlü sorunu kendine şu veya
bu biçimde bağlayan Fil i stin sorunu; bu sorunun da etki­
siyle Ortadoğu halkları arasındaki güçlü anti-Amerikancı tep­
ki, tüm bunlar birarada, ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki
egemenliğinin temel önemde zaaf noktaları olarak duruyor
ortada.
Değişen ve artık hiçbir inandırıcılığı da kalmamış bulu­
nan bahaneler kullanılarak Irak ' a karşı gündeme getirilmek
i stenen savaşın gerçek anl amı ve amacı da bu çerçevede
açığa çıkıyor. AB D, Irak 'taki rejimi devirerek bu ülkeyi ken­
di kontrol ü altına almayı, bu zaafları gidermenin bir ilk hare­
ket noktası olarak görüyor. Irak 'a boyun eğdirilmesi, ABD ' ­
ye, Körfez'in e n büyük petrol üreticisi ülkelerinden biri üze­
rinde daha· hakimiyet kurma olanağı sağlamakla kalmaya­
cak; yanısıra, İ srail 'i askeri ve politik açıdan büyük ölçü­
de rahatlatırken, tersinden de İran'ın kıskaca alınmasını kolay­
laştıracaktır. Tüm bu gel işmeler birarada Filistin direnişi­
ne büyük bir darbe anlamına gelecek ve böylece Oslo'dan
daha beter bir köleci barışın Fil istin halkına dayatılması da
kolaylaşacaktır.
Bütün bunlar, AB D 'nin Irak 'a yönelik bir savaşı neden
kesin bir kararlı l ıkla amaçladığını yeterli açıkl ıkta göster­
mektedir. Amacına ulaşması durumunda o, sayı l an tüm bu
kazanımların yanısıra ek üstünlükler elde edecektir. Örneğin,
petrol bölgesini kontrol etmek yoluyla, halihazırda AB ile
400
Japonya karşısında zaten sahip bulunduğu stratejik önem ­
deki üstünlüğünü daha da güçlendirmiş olacaktır. Irak ve
İran 'ın bugünkü durumu özellikle A vrupalı emperyalistle­
re halihazırda ABD denetimi dışında bir manevra alanı sağla­
maktadır. Irak'taki durumun değişmesi ve İran'ın iyice kuşa­
tılması bu olanağı ortadan kaldıracaktır. ABD'nin eklenti­
si olarak hareket eden İngiltere dışındaki öteki büyük Avrupah
emperyalistlerin lrak'a yönelik bir savaşa sıcak bakmama­
larının gerisinde bu vardır. Fakat öteki engelleri aşması du­
rumunda, ABD 'nin bu ülkeleri kendini desteklemeye mec­
bur edecek güç ve üstünlüklere sahi p olduğu ·da bir ger­
çektir.
Bütün bunların ışığında bakıldığında, ABD'nin Jrak 'a
yönelik emperyalist m üdahalesinden yarar u man Kürt çev­
releri, bu tutumlarıyla Ortadoğu halklarının temel çıkarianna
sırt çevirmekte, nesnel olarak onlara ihanet etmektedirler.
Zira böyle bir müdahalenin başarısı bölgede ABD emper­
yalizmini ve siyonİst İsrail 'i güçlendirmekten başka bir sonu­
.
ca yolaçmayacaktır. Filistin davası büyük bir darbe yiye­
cek, bölge halklarının emperyalizme ve işbirlikçi rejimiere
karşı özgürlük, bağımsızlık ve devrim mücadeleleri çok daha
büyük güçlüklerle yüzyüze kalacaktır. B unları bilmezlikten
gelenler ya da ABD emperyalizminin tam denetimindeki bir
Kürt devleti uğruna hiçe sayanlar, bu tutumlarıyla Ameri­
kan emperyalizmine suç ortaklığını benimsemiş olacaklardır.
Kürt hareketi: Devrimci çizgiden
Amerikan işbirlikçiliğine
B irbirine komşu dört ayrı ülke tarafından tarihsel ola­
rak parçalanmış bulunan Kürdistan' ın herbir parçasındaki
Kürt hareketinin kendine özgü bir tarihsel gelişme dinamiği
ve seyri olmuştur. Türkiye ve Irak Kürdistanı 'ndaki Kürt
401
hareketlerin i n kısaca karşı laştırılması bu açıdan açıklayıcı
olacaktır.
Irak'ta l958'deki darbeyle kralın devrilmesi, Irak'ın Bağ­
dat Paktı ' ndan çekilmesi ve ardından Baascı rejimin kurul­
masıyla birlikte, bu ülke emperyalizmin denetiminden uzak­
laşarak ad ım adım Sovyetler B irliği 'nin etkisi altına gird i .
Bu durum zaman içerisinde Kürt hareketinin Amerikan em­
peryalizmi tarafından gerektiğinde kendi amaçları doğrul­
tusunda kullanılabilmesinin de tarihsel zeminini yarattı.
Irak Kürtleri ABD tarafından bu tür bir kullanılışın iki
tarihsel örneğini yaşad ılar ve bunun ağır bedellerini öde­
diler. İ lki '70'li yılların başında ve baba Barzani döneminde
yaşandı. C İ A ve Ş ah rejiminin ortak çabasıyla baba Bar­
zani Baascı Irak rej im ine karşı yıllarca kullanıldı. Fakat İran
ile Irak arasında 1 975 'de gerçekleşen Cezayir Antıaşması 'nın
ardından Irak Kürtleri bunun faturasını ağır bir biçimde öde­
diler. Benzer bir durum 1 99 1 Körfez Savaşı sırasında yaşandı.
Bu kez sahnede oğul B arzani ile Talabani vardı. ABD tara­
fından ayaklanmaya kışkırtılan Irak Kürtleri, ardından ortada
b ırakıld ılar ve böylece yeni bir felaketle yüzyüze kaldılar.
Yinelenen bu acılı deneyimlere rağmen, Irak Kürtleri ara­
sında Amerikancılık Körfez Savaşı'nın ardından zayıftamak
bir yana daha da güçlendi. Bu nedensiz de değildi. Kuzey'de
ve Güney'de Irak için uçuşa yasak bölgeler yaratan Ame­
rikan emperyalizmi, böylece Kuzey Irak Kürtleri ' ne kendi
vesayeti altında bir koruma bölgesi yaratmış oldu. Bu amaç
çerçevesinde savaşın ardından Türkiye'de üslenen Çekiç Güç'le
korunan Irak Kürt bölgesinde, giderek bir özerk yönetim
örgütlendi ve bu zamanla bir Kürt devleti oluşumuna doğru
evri ldi. Herşeyiyle A B D 'ye bağımlı olan ve bundan dolayı
da "kukla devlet" nitelemesine hak kazanan bu oluşum, Irak
Kürtleri arasında zaten tarihsel bir temele sahip olan Ameri­
kancılığa yeni bir güç kazandırd ı . Baba B arzani dönemin402
de Sovyetler'e yakın bir çizgide olan ve hatta sosyalist olmak
iddiası bile taşıyan Talabani 'nin KYB'si de oğul Barzani
döneminde, daha kesin olarak da Körfez S avaşı dönemin ­
de, artık tümüyle Amerikancı bir çizgiye kayd ı. Böylece
Irak 'taki büyük Kürt hareketleri kendi aral arında sorunlar
yaşamayı sürdürseler de Amerikancı çizgide birleştiler.
Aynı tarihi dönemde, Türkiye'deki Kürt hareketi tümüyle
farklı bir çizgide gelişiyordu. '60'1ı yıl lar Türkiye'sinde, genel
sosyal uyanışa ve dünya ölçüsünde yükselen devrimci dal­
gaya paralel olarak. yeni sosyal-siyasal temeller üzerinde
kendini bulan bir Kürt hareketi çıktı ortaya. Bu hareket al t
sınıfiara dayanıyor ve sosyalizm iddiası taşıyordu. Anti-em­
peryalist bir çizgideydi ve Amerikan emperyalizm i ne karşı
Türkiye çapında yükselen mücadelenin bir parçasıydı.
Irak Kürt hareketiyle bu farklılık, bu öznel etkenierin
yanısıra, Türkiye 'nin nesnel tarihsel-toplumsal durumuyla
da yakından bağl antıhydı. Türkiye bir NATO üyesiydi ve
ülkede Amerikan işbirlikçisi bir rejim egemendi. i şbirlikçi
rejimin gerisindeki emperyal izm, Kürtler üzerindeki köleci
egemenliğin dış dayanağını oluşturmaktaydı. Kürt mülk sahi­
bi sınıflar ise, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki isyanların bastırıl­
masının ardından önce yıldırı lmış, sonra da düzene eklem­
lenm işlerdi. Tüm siyasal temsilci leri devlet yanl ısı ve em­
peryalizm i n i şbirl ikçileriyd i. Kürtler' in özgürlük ve eşitlik
davası artık onları hiçbir biçimde ilgi lendirmiyordu.
Bu tarihi-toplumsal durum, '90'Iı yılların başına kadar,
genell ikle alt sınıılardan gelen ve onlara dayanan Türkiye'­
deki Kürt akımlarının büyük bir bölümüyle ilerici, devrimci,
anti-emperyalist ve sosyalist nitelikte ya da iddiada olmasını
da kolayca açıklamaktadır.
' 90'1arın başında değişen ise, Sovyetler B irl iği ve Doğu
Avrupa'daki y ıkıl ışlar, devrim ve sosyalizm mücadeleleri­
nin dibe vurması , tersinden i se, Körfez Savaşı sonrasında
403
ABD himayesinde Irak Kürdistanı ' nda ortaya ç ıkan özel
durumdu . Bu gelişmeler daha o zamandan Kürt reformisı
akımları arasında anti-emperyalist tutum ve duyarlılığı hızla
erezyona uğratarak, bugün gelinen yerde açıktan ABD savu­
nuculuğu yapmaya varan işbirlikçi çizgiyi üretti. Kürt öz­
gürlük mücadelesinin etkisi ve basıncı altında u lusal anlamda
politize olan, fakat kendi güç ve etkisini Kürt hareketini
geriye, düzen içi sınırlara çekmek doğrultusunda kullanmak­
ta gecikmeyen Kürt mülk sahibi sınıfların özel ağırlığı ve
çabası, bunu ayrıca kolaylaştırdı.
Y ine de ' 90 ' 1 ı yılların özellikle ilk yarısında, bu geliş­
menin hızını kesen temel önemde bir etken vardı. Bu, PKK
önderliğinde önemli bir güç kazanan ulusal özgürlük mü­
cadelesinin karşı durulamayan etkisiydi. B unu, o günkü
durumun olduğu kadar bugün vanlan ibret verici noktanın
anlaşılması bakımından da son derece açıklayıcı olan bir
olay üzerinden ömekleyelim. Abdullah Öcalan, Temmuz ı 992
tarihinde, eski solcu Talabani 'nin kendisine gönderdiği önemli
bir mektubu kamuoyuna açıkladı ( Yeni Ülke, sayı : 3 ı , 26
Temmuz- ı Ağustos 1 992). Sözkonusu mektubunda Talabani,
Öcalan'a tehdit dolu ifadelerle şunları yazıyordu: "Devrimler
dönemi · bitmiştir, silahlı direnme dönemi bitmiştir, artık tarihe
karışmıştır. Yeni dünya düzeni siyasi görüşmeler yoluyla,
A B D ' n i n h i mayesinde, serbest piyasaya dayal ı , burjuva
demokrasiler sistemi hakim tek nizamdır. Sizin de bunu kabul
etmekten başka bir çareniz yoktur."
O zaman Talabani 'nin bu tehditkar ve dayatmacı tavsi­
yelerini ihanet olarak n i teleyen ve kamuoyu önünde teşhir
eden Öcalan, şimdi "demokratik uygarlı k projesi" ambalajıy­
la sannalayarak bu aynı ihaneti Türkiye Kürtleri 'ne bir prog­
ram olarak sunacak noktaya gelmiştir. Bu, Türkiye'deki Kürt
hareketinin kendi tarihsel kimliğini ve biriki mini tümden
red ve i nkar ederek v ard ığı noktad ır ayn ı zamanda. B u
404
nedenledir ki, bugün artık KADEK adını almış bulunan PKK.
ABD ' nin Irak' a m üdahalesini desteklemektedir. Türk dev­
letine benzer bir biçimde Filistin direnişiyle siyonİst saldır­
ganlığa eşit mesafede durmakta, sonuçta nesnel olarak si­
yonist saldırganlığa destek olmaktadır.
PKK ' daki kimlik değişiminden beri Türkiye'deki Kürt
hareketi, pek az istisnayla, artık her türlü anti-emperyalist
tutum ve duyarlılığı bir yana bırakarak Amerikancı ve AB'ci
çizgide birleşmiş durumdadır. Bu, Türkiye'deki Kürt hare­
ketinde köklü bir tutum ve kimlik değişimidir. Bu tutumu
hazırlayan ise, devrim ve sosyalizm mücadelesindeki genel
gerilemenin yanısıra, daha da bel irleyici olarak, ABD em­
peryalizminin kendi Ortadoğu politika ve planları çerçeve­
sinde Kürtler'e kendi tam denetiminde bir siyasal varlık alanı
açma çabasıdır. ABD'nin bu çabası siyonisı İsrail'in çoktandır
izlediği çizgiyle de örtüşmektedir. İsrail için bu, bünyesinde
Kürt sorununu barındıran Arap ya da İ ran türünden İslam
devletlerini parçalayıp güçten düşürmenin temel önemde bir
olanağı ve yoludur. Bu niyet ve hesapl arı tüm açıklığı ile
ortaya koyan gizli belgeler bugün artık gözler önündedir.
Dünya ölçüsünde ve özellikle de bugünün Türkiye 'sinde
sosyal mücadelenin ve dolayısıyla devrimci hareketin zayıflığı,
Kürt akımlarının emperyalizmin ve siyonizmin tuzağına düş­
melerine ve aleti hal ine gelmelerine uygun bir zemin oluş­
turmaktadır. Bu zeminin dışında kalanlar, tarihsel ve sınıfsal
bir bilinçle hareket etmeyi başararak soluklu davranabilenler­
dir. Yazık ki bunlar halihazırda çok küçük bir azınlığı oluş­
turmaktad ırlar. Fakat geleceği onlar temsil etmektedirler.
Emperyalizmle iş ve kader birliği, hiçbir yerde halkiara öz­
gürlük ve bağımsızlık getirmemiş, fakat istinasız her yer­
de onları yeni biçimler içinde ağır ve utanç verici bir kölelikle
yüzyüze bırakmıştır. Kürt hareketinin kendi yakın geçmişinde
i se bu tutum, kitlesel ac ı ve yıkım iara yolaçan ağır fela405
ketlerle sonuçlanmıştır. Bugün tüm umutlarını emperyaliz­
me bağlayanlar daha d üne kadar bütün bunları biliyorlardı,
bugün ise bunları modası geçmi ş l akırd ı sayıyorlar.
Doğası gereği devrimci kalan
dinamik: Filistin
Düne kadar Filistin ve Kürt sorunlannı Ortadoğu'nun temel
önemde iki devrimci d inamiği olarak tanımlamak olağandı.
Ortaya koyduğumuz nedenlerden dolayı bunu Kürt sorunu
için i leri sürmek artık eskisi kadar kolay değildir. Tam tersine,
Kürt sorunu, Ortadoğu 'nun karmaşık ilişki ve dengeleri için­
de, emperyalizm tarafından kolayca istismar edilebilir b i r
sorun haline gelmiştir. Güney Kürdistan 'ın ardından Kuzey
Kürd i stan ' da da güçl ü bir Amerikancılığın ortaya çıkması
bunun böyle olduğunu somut olarak göstermektedir.
Oysa Fil istin sorunu, Kürdistan sorunundan farkl ı ola­
rak, nesnel nitel iği neden iyle Ortadoğu 'ya yönelik emper­
yalist politika ve planların önünde aşıl ması güç bir engel
olarak durmaktadır. Fil istin sorununa bu n i teliği kazandıran
ise, bizzat siyonisı ideoloji ve projenin kendisidi r. Siyonisı
proje tarihi· olarak Filistin halkına ait bir vatanı kendisi için
"vaadedilmiş toprak" saym ış ve emperyalizmin tam deste­
ğinde bu toprağı ele geçirmek için her yolu mübah saymıştır.
"Halksız bir vatan" saydığı Fil istin 'e "vatan s ız bir halk"ı
yerleşti rmeyi kendine temel hede f olarak seçen siyonisı
hareket, bu sanal varsayımına gerçeklik kazandırmak için,
Filistin halkını Fil istin 'den sürmek, bu anlamda Filistin 'i
i nsansızlaştırmak yolunu tutmuştur.
Emperyal izmin çok yön11i desteğiyle devlet kimliği ka­
zanan siyonisı hareket, tanımlanan doğası gereği, yayılınacı
ve tahakkümcüdür. Fil istin halkının kendi öz topraklarından
kitlesel çapta sürütmesi ve herşeye rağmen tutunmayı başa406
rabildiği s ın ırl ı bir alanda ise 35 y ıldır zalim bir işgalci
yönetim altında tutulması, bunun bir ifadesidir. Bu, bir türlü
çözülemeyen Filistin sorununun tarihsel temellerini oluşturmak­
ta ve bir türlü kınlamayan Filistin direnişinin derin kaynağını
açıklamaktad ır.
Sorunun bir de emperyalizmden kaynakl ı boyutu vardır.
Tarihi dönemlere göre somut muhatapları değişse de, siyonist
hareket ve ardından devlet, kesintisiz olarak emperyalizmin
desteğine sahip olmuştur. B unun geri sinde, emperyalizmin
Ortadoğu politikalarıyla s iyonİst saldırganlık ve yayılınacılı­
ğın çakışması vardır.
Bu olgu, Filistin sorununu, siyonist İ srail ' den öteye bizzat
emperyalizm i n kendisiyle de karşı karşıya getirmekte, onun
nesnel devrimci niteliğini evrensel bir çerçeveye oturtmaktadır.
Emperyalizm , Ortadoğu üzerindeki hakimiyetinin kilit gücü
olan siyonist devletten vazgeçmedikçe, Filistin halkının haklı
ve meşru talepleri karşısında net ve kesin çözümden y ana
olamaz. Ortadoğu 'daki karmaşık il işki ve dengeler, kendi
işbirlikçi rejimlerini sürekl i ağır bir basınç altında tutan Arap
halklarının duyarlılığı, emperyal ist devletleri Fil istin soru­
nunda görünürde daha esnek bir tutum izlemeye mecbur
bı rakmıştır. Fakat bu ikiyüzlülük soruna bir çözüm yolu
hazırlamaktan çok, onlara durumu idare etme olanağı sağ­
lamıştır yalnızca.
Köleci Oslo Barışı bunun böyle olduğunu ayrıca gösterdi .
Birinci Filistin İntifadası 'nın ağır basıncı altında v e bölgedeki
genel çıkarlarını güvenceye almak amacı çerçevesinde, ABD
emperyalizmi, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku 'nun çöküşüyle
oluşan uygun tarihi ortamı da kullanarak, Filistin halkına
Filistin topraklarının çok küçük bir bölümü üzerinde. İ srail' in
sürekli baskı ve aşağılaması altında sözde özerk bir yöne­
tim hal inde yaşamayı dayattı.
Aradan geçen 1 0 y ı l , s i yonist doğası gereği İsrail'in bu
407
kadarını bile hazmedemediğini, onun açığa vurulamayan ger­
çek niyetinin tüm Filistin 'e egemen olmak olduğunu açıklıkla
gösterdi. İşgal bölgelerindeki geniş çaplı yerleşim politikaları
bunun en önemli göstergesi oldu. B u politikalara A B D ' nin
örtülü desteği ise, onun bu n iyet ve hesaplannda yalnız olma­
dığının açık kanıtı.
Bir yandan siyonisı devletin tarihi emelleri ve buna dayalı
sömürgeci politikaları, öte yandan Filistin halkının gerçek
özgürlük ve bağımsızlık isteği, zıt yönlerden etkide bulu­
narak, Oslo'da kotarılan A merikan barışının çöküşünü ge­
tirdi ve bugünkü gelişmelerin önünü açtı.
Bugün Filistin direniş hareketi içerisinde uzlaşmacı burju­
va akım i le dinsel gerici akı m etkin durumdadır. Filistin
halkının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini devrimci anti­
emperyalist bir çizgide savunan ve siyonizm karşıtlığım Yahudi
halkına düşmanlıktan net bir tutumla ayıran, dahası Fili stin
emekçileriyle Yahudi emekçilerinin devrimci birliğini hedef­
leyen akım son derece güçsüzdür, sesi neredeyse hiç duyul­
mamaktadır. Bu, başka nedenler yanında, ' 89 yıkıl ışını iz­
leyen tarihi gelişmelerin Fili stin hareketi üzerindeki yıkıcı
etkisinin bir sonucudur.
Fakat ö.z nel uns urlar alanındaki bu belirgin zaafi yete
rağmen, işaret ettiğimiz özellikleri nedeniyle, Filistin sorunu
nesnel devrimci karakterini korumaktadır. B undan dolayıdır
ki Filistin davası tüm dünya halklarının, ilerici ve devrimci
_
güçlerinin haklı desteğini almaktad.ı r. Y ine aynı nedenler­
le, Filistin diren işi, güncel emperyal ist politikaların, somut
olarak lrak ' a karşı emperyalist bir savaşın önünde, etkisiz­
leştirilmesi kolay olmayan bir engel olarak durmaktadır.
Bu engelin ne anlama geldiğini giderek çok daha somut
olarak gören ABD emperyalizmi, bir yandan İsrail ' in yıldrrma
ve teslim alma amacına yönelik s ınırsız terör ve katliam
politikalarına destek vererek, öte yandan i se aldatıcı ve
408
oyalayıcı adımlarla Filistin direnişini y atı ş t ı rm aya çalışarak.
güncel durumu kurtarmaya çalışmaktadır. Terörle yıldırma
ve teslim alma politikasının sonuç vermediği ve veremeyeceği
onyı lların deneyimi ile anlaşılmış bul unmaktadır. ABD em­
peryal izminin işbirlikçi Arap rej imlerinin de yard ımıyla tez­
gahladığı yeni manevraların ne kadar sonuç vereceğini ise
önümüzdeki dönem gösterecektir.
409
Seçimler ve devrimci
SIDif çizgisi
Si yasete yönelik ABD kaynaklı İ MF-T Ü S İ AD komplo­
su üç yıllık h ükümet ortaklığını krize soktu ve erken seçi ­
m i n gündeme girmesiyle sonuçlandı. Irak ' a yöneli k emper­
yal ist savaştan ya da kokuşmuş burjuva siyaset sahnesinin
kendi iç hesap ve çekişmelerinden dolayı ertelenebileceği
üzerine çeşitli spekülasyonlar sürse de. Türkiye giderek daha
yoğun biçimde bir seç i m atmosferine giriyor. Her çeşi­
diyle Amerikancı düzen partileri kadar parlamentarizme eklem­
lenmiş çeşitli türden reformisı sol partiler de kendi cephele­
rinden erken seçime hazırlanıyorlar.
Aynı hazırlığı devrimci sınıf partisi olarak partimiz de
kendi cephesinden yapıyor. Si yasal yaşamın yoğunlaştığı ,
kitlelerin siyasal ilgisinin normal dönemlere göre belirgin
biçimde arttığı seçim dönemini devrimci amaçları çerçevesinde
kullanmaya hazırlanıyor. Doğal olarak düzen partileri ve dü410
zen icazetine sığınmış reformisı sol partilerin se�imlere yak­
laşımı ve buna yönelik hazırlığı i l e devrimci sınıf partisi­
nin yaklaşımı ve hazırlığı arasında temelden ve ilkesel nitelikte
fark vardır.
B una geçmeden önce seçi m dönemine giri l irken Tür­
kiye ' n i n içinde bulunduğu genel durum, işbirl ikçi tekelci
burjuvazinin yeni döneme yönelik ihtiyaçları ve bununla bağ­
lantılı olarak seçimlerden beklentisi üzerinde kısaca duralım .
i çerde İMF saldırı programına uyum
Ekonomideki yapısal bunalımın ve borç köleliğinin ifla­
sın eşiğine getirdiği bir Türkiye kapitalizmi gerçeği i le yüz­
yüzeyi z bugün. Bu olgu, tam bir zorunluluk halinde, işbir­
l ikçi burjuvazinin bugünkü iç ve dış pol itikasının çerçeve­
sini de belirlemektedir. içerde, emekçileri sosyal yıkıma sü­
rükleyen, ülkeyi ise sınırsız ve engelsiz biçimde emperya­
list sömürü ve yağmaya açan İ M F programı uygulanmak­
tadır. Dışarda ise, iç durumla sıkı sıkıya bağlantı içinde,
Türkiye 'yi çevreleyen kriz bölgelerinde Amerikan emperya­
l izminin çıkar ve ihtiyaçları çerçevesinde siyasi-askeri roller
üstlenilmektedir.
Türkiye y ı l l ardır borç ödemeye endekslenmi ş bir İ MF
programı uyguluyor ve tüm göstergeler bunun daha yıllarca
uygulanmak istendiğini gösteriyor. İM F i le halihazırda im­
zalanmış anlaşmalar mevcut saldırı programının en az üç
yıl daha uygulanmasını gerektiriyor. Önümüzdeki üç yılı içe­
risinde 60 milyar dolar borç ödeme zorunluluğu işbi rl ikçi
burjuvazinin ve onun adına ülkeyi yönetenlerin önünde zaten
başkaca da bir yol olmadığını gösteriyor. T ÜS İA D ' ın tüm
düzen parti lerinden, uygulanmakta olan İ M F programı n ı
seçimler sonrasında da uygulamaya devam edeceklerine ya
da bu uygulamayı destekleyeceklerine dair güvence verme4JJ
leri ni, dahası bunu seçimler öncesinde açıkça ilan etmelerin i
istemesi,
işbirlikçi te k elci burjuvazi yönünden bu konuda­
ki kesin tutumu ve zorunluluğu anlatıyor.
Yeni dönemde hükümet ortağı olmak hazırl ı ğ ındaki
CHP'nin bu isteğe şimdiden net bir yanıt vermesi ve İMF
memuru Derv i ş ' i saflarına alarak bu konuda fiilen de gü­
vencelemesi, işbirlikçi tekelci burjuvazinin bu konudaki kesin
ihtiyacını görmesinden, bu ihtiyaca yanıt vermeksizin onun
adı n a hükümet olmak şansı bulamayacağ ı n ı n bil incinde
olmasından kaynaklanıyor. Onun düzen solu adı na bir koldan
yaptığını, düzen sağı adına öte koldan Tayyipçi AKP yapıyor.
Bu güvenceleri alan işbirlikçi tekelci burjuvazinin gel i nen
yerde yeni hükümet döneinine bu iki partiyi hazırlama yoluna
gitmesi de bu çerçevede yerli yerine oturuyor.
Ö zetle, yıllardır uygul anmakta olan saldırı programına
önümüzdeki y ıl larda da devam edilecektir; değişen yalnızca
uygulayıcı durumundaki hükümet i le onu o luşturacak par­
tiler bileşimi olacaktır.
Dışarda emperyalist saldirganlığa
ve savaşa uyum
İ şçi sınıfı ve emekçiler payına sosyal y ıkım, işsizlik, yok­
sulluk ve açl ık anlamına gelen İMF saldırı ve y ıkım programı,
ülke payına ise kaynakların yağmalanması, birikmiş zengin­
Iikierin emperyalist tekellere peşkeş çekilmesi; sanayi, bankacı­
l ık, iletişim, enerji vb. temel alanlardaki en kilit konumların
emperyalist tekellerin etkisine ve egemenliğine açılması anlamı­
na gel iyor. Borç köl e liğinin ürünü ve borç ödemeye dayalı
bu saldırı ve y ıkım programının dış politikadaki bedeli ve
sonuçlarının iç politikadakinden aşağı kalır yanı yok.
Bugüne kadar bu bedel Balkanlar'da, ardından da Afga­
nistan'da A B D emperyalizminin çıkar ve ihtiyaçları doğru!412
tusunda müdahale, savaş ve işgal gücü ol arak aktif görev­
ler üstlenmek oldu. Halihazırda Afganistan 'da üstlenilen işgal
komutanlığı soru ml uluğunun siyasal ve askeri faturası . ar­
tan karışıklıklara bağlı olarak önümüzdeki dönemde ken­
dini belirgin biçimde gösterecektir. Afganistan geneline geniş­
letilmesi planlanan bu sorumluluğu Türkiye' den devralma­
ya aday herhangi bir ülke halihazırda ortada yok. Yuları
sıkı sıkıya Amerikan yönetiminin elinde olan Türk devle­
tinin ise bu sorumluluğu kolayca ortada bırakmak gibi bir
olanağı yok. A fganistan batağının yükü, ABD ile birlikte,
onun işgal gücü konumundaki Türkiye'nin üzerine kalacak
gibi görünmektedir.
Fakat ABD'nin çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket
etmenin sonuçları kendini asıl olarak Ortadoğu'ya yapılmak
istenen yeni kapsamlı müdahale üzerinden gösterecektir. Türk
devleti hahihazırd� NATO'nun Ortadoğu 'daki ileri karakolu ­
dur. Türkiye, ABD'nin bölgeye yönelik saldırı v e müdahalele­
rinin değişmez askeri üssüdür. Bunlar yetmezmiş gibi, daha
bir de ABD ve İ srail ile birl ikte Ortadoğu halklarına karşı
kurulmuş üçlü saldırgan askeri ittifakın da içindedir.
Irak'a karşı gündeme gelecek emperyalist savaşla birlikte
bu uğursuz konum ve utanç verici rol yeni boyutlar kaza­
nacaktır. Irak 'a karşı savaşta Türkiye 'nin bir saldırı üssü
olarak kullanılacağı kesindir, bu konuda bir belirsizlik ve
tartışma yok . Türk ordusunun savaşta ABD hesabına nasıl
ve ne ölçüde yeralacağı i se gelişmelere bağlı olarak şekil­
lenecek. ABD emperyalizmi Irak 'a karşı hazırlandığı savaşı
temelde Türkiye üzerinden gerçekleştirmek istemektedir. Borç
köleliği ve İMF anlaşmalarıyla Türkiye üzerinde iyice ağır­
Iaştırılmış bulunan emperyalist vesayet ilişkisi, ABD'ye he­
sabını bu doğrultuda yapma olanağı ve kol aylığı sağlamakta­
dır. işbirlikçi burjuvazinin ve onun adına ülkleyi yönetmekte
olanların tutumunu tayin edecek olan da temelde budur. Yani
413
"İMF tarafı ndan ABD hesabına satın alınmış" olmak gerçeği
ortada fazlaca bi r tercih imkanı da yoktur. En
fazl asından emperyali st cephedeki iç çatlakların sağladığı
sınırlı bir manevra alanı vardır k i , bu alanda olayların nasıl
gelişeceği de henüz yeterince açık değildir.
Sonuç olarak, Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçi bur­
juvazi, Türkiye' nin siyaset sahnesini yeniden düzenlerken,
içerde i MF programını uygulayan, d ışarda i se emperyal ist
saldırganlık ve savaşın gerektirdiği bir pol iti kayı uysalca
izleyen bir yeni hükümet arayışı peşindedir. Amerikancı/
İMF'ci düzen partilerinin, özell ikle de seçimlerin ardından
hükümet olma şansı yüksek görünenlerin, tam da bu iki temel
konuda aykırı bir tek kel ime etmemeleri, dahası İMF prog­
ramını uygulayacakları konusunda açıkça güvence verme­
leri, onların bu i htiyacı net bir biçimde algıladıklarını ve
buna tam uyum gösterdiklerini ortaya koyuyor.
kar� ısında
Baskı ve terör rejimine uyum
Fakat bunları organik olarak tamamladığı halde pek öne
ç ıkmayan, çıkması da istenmeyen bir üçüncü temel sorun
daha var. B u, I 2 Eylül faşist darbesiyle birlikte anayasa!,
yasal ve kurumsal çerçevesi oluşturulmuş, Kürt halkına karşı
kirli savaş yılları içinde alabildiğine geliştirHip yetkinleştirilmiş
baskı ve terör rejiminin olduğu gibi korunmasıdır. Bu, i ş­
birlikçi tekelci burjuvazi için temel önemde bir başka ihtiyaçtır.
Kurumsal ve yasal temeliyle bugünkü yapı korunmaksızın
İMF programlarını bugünkü acımasızlığıyla uygulamanın ko­
lay olmayacağını, bu uygulamaların biriktirdiği hoşnutsuzluğun
kolay dizginlenemeyeceğini işbirl i kç i burjuvazi, onun adına
ül keyi yöneten "düzen bekçileri" çok iyi bilmektedirler.
Bu ihtiyacı çok iyi algıladıklarından dolayıdır ki, sağı
ve soluyla burjuva düzen panileri de baskı ve terör politikasına
414
ve onun taşıy ıcısı olan kurumsal y apıya yönelik herhangi
bir eleştirel tutum ortaya koymadıkları gibi demokratik hak
ve özgürlükler alanında da herhangi bir vaaue bulunmamakta,
demagojik düzeyde bile olsa kitlelerin dikkatini bu alana
çekmemeye özel bir özen göstermektedirler. Erken seçim
kararıyla birlikte gündeme getirilen AB ' ye uyum yasalarıyla
yapılan makyajın olduğu kadarıyla kitleler üzerindeki aldatıcı
etkisini bu konuda s usmanın, demokratik hak ve istemleri
tartışma dışı tutmanın bir i mkanı saymaktadırlar.
Dikkate değer olan olgu, bu tutumun düzen icazetine
sığınmış reformist solda da yansımalarını bulabilmesidir. İMF
programı çerçevesinde yaşanan sosyal yıkımın sonuçları ve
Amerika eksenli emperyalist savaş hazırlığı üzerine kolayından
solculuk tasıayan bu partiler, faşist baskı ve terör rejimi­
nin kurumsal yapısı, bu çerçevede temel demokratik hak ve
özgürlükler üzerine kayda değer herhangi bir istem ileri sür­
memekte, teşhir ve propaganda çalı şmalarında buna fazla­
ca yer vermemekted irler. S ırtını devlete dayamış İP ' i n bu
konuda tümüyle susması (açıklanmış bul unan seçim bildir­
gelerinde buna ilişkin tek kelime yok ! ). Ö DP ve HADEP'in
ise bu konudaki söylemlerini "Kopenhag Kriterleri"ne endeks­
lemeleri anlaşılır bir durumdur. Fakat AB 'ye karşı göründüğü
'
halde "demokrasi bloku" adı altında AB solunun kuyruğuna
takılan EMEP ile "majestelerinin komünist partisi" olma­
ya soyunan (ve bu konuda sermaye medyasından çok bi­
linçli bir destek, teşv ik ve kayırma gören) Sİ P-TKP cephesin­
de de durum özünde farklı değildir. Öylesine ki, EMEP seçim­
lere ilişkin önemli bir parti toplantısının "sonuç bildirgesi"n­
de sorunu "anti-demokratik tüm yasalardan kurtulma" ola­
rak koymakla yelinmiştir ( 1 7 - 1 8 Ağustos tarihli "Sonuç Bil­
diJ·gesi" ) S İ P-TKP ise seç im gündemiyle bağlantılı olarak
.
düzen partileri ile kendisini bir dizi sorun üzerinden karşı­
laştıran bir temel parti metninde bu kadarını bile yapma4/5
mış,
Bir
bu konuyu tümden atlayabil miştir! ( "Düzen Partileri
Yana TKP Bir Yana" ).
"Terbiyeli sol''un temel siyasal hak ve özgürlükler mü­
cadelesi, bununla bağlantılı olarak baskı ve terör rejimi üze­
rine bu suskunluğu da rastlantı değildir. Düzenin icazetine
sığınmış olmak "hassas" siyasal sorunlarda, özellikle de devlet
ve iktidar sorunlarında suskun kalmayı, bunun yerine ge­
nel bir müsamaha ile karşıtanan iktisadi ve sosyal sorun­
lar üzerine solcu gevezelik yapmakla yetinmeyi gerektiri­
yor. B uradaki davranış tam da hücre saldırısı alanındaki
davranışın genelleşmiş bir yansımasıdır. Hücre saldırısını
kendi dışında görrnek ve bu alanda pratik değeri olan her­
hangi bir siyasal davranıştan özenle kaçınmak, işin özün­
de kendini devletle sorunlu görmemekle (ne de olsa hücre
saldırısı "devlete kafa tutanlara" yönelik bir saldırıydı!) aynı
anlama gelmekteydi .
Temel siyasal sorunlara, baskı ve terör rejimine, bunun
aracı olarak baskıcı devlet aygıtına dokunmayan, devrimci
iktidar sorunu bir yana temel demokratik hak ve özgürlükler
uğruna bile açık ve etkin bir ajitasyondan özenle kaçman
bu solculuk türü elbette düzen egemenlerinin gözünden
kaçmıyor, tersi ne, gittikçe daha çok ve daha açık bir i lgi
ve kayırmanın konusu oluyor. 12 Eylül'le yaratılan ve yıllar
öncesinden devletin "Milli Siyaset Belgesi"nde kayda geçi­
rilen bir solculuk türü (siyaset belgesinin deyimiyle "ılımlı
sol") ile yüzyüze olduğumuza göre, bütün bunlar kuşkusuz
şaşırtıcı da değil dir.
Fakat bütün bunlardan girmiş bulunduğumuz seçim faa­
liyeti dönemi için çıkanlması gereken temel önemde bir sonuç
ve bununla bağlantılı görevler var önümüzde. Komünistler
ve onlarla birlikte herşeye rağmen bugün devrimci konu­
munu koruyan herkes, yalnızca Amerikancı/İMF'ci düzen
partilerinin değil, düzen icazetine sığı nmış fakat hala da
416
devrimcilik iddiası taşıyan bu solcu düzenbazların da maske­
sini i ndirmek için gerekli çabayı gösterebilmel idir.
ihtiyaçlara uyumlu hükümete
bugünden hazırlık
İ MF-TÜ S İ A D kaynaklı hükümet komplosu, s iyasi yaşa­
mı emperyaHzmin ve tekelci burjuvazinin yukarıda sıralanan
yeni d�nem ihtiyaçlarına göre yeniden belirlemeye yöne­
l ik bir girişimdi. Buna yönelik hükümet darbesi önden tasar­
landığı şekl iyle başarısız kalmış olsa da, bu doğrultudaki
çabalar yeni duruma u yarlanmı ş biçim i yle ve tüm hızıyla
halen sürmektedir.
Geleneksel düzen sağını kendi içi nde topadayamayan
burjuvazi, gelinen yerde çözümü "merkez sağ" iddiasıyla
ortaya çıkan dünün şeriatçısı Tayyipçi AKP üzerinden aramak
zorunda kalmış durumda. B u zorunluluk, AKP'nin herşeye
rağmen elde etmiş göründüğü seçmen desteğinden geliyor.
AKP 'nin cömert "değişim" vaatl eri, "merkez sağ" çizgide
ve her bakımdan düzenle uyumlu hareket etme iddiası, buna
yönelik arayışl arı kol aylaştırmış bulunuyor. Halihazırdaki
güçlük daha çok 28 Şubat 'la bağlantılı pol i tik ve psikolo­
jik sorunlardan kaynaklanıyor. Tayyipçi AKP ikiyüzlü ta­
kiyeci bir tutumla böyle olmadığını ısrarla söyleyip dursa
da, toplumda böyle bir algılamanın önüne geçilememesi bir
handikap oluşturuyor.
Bu, ABD i le TÜ S İ AD'ın sözcülüğünü yaptığı işbirlikçi
burjuvaziden çok 28 Ş ubat ' ın aktörü düzen ordusu için bir
sorun. ABD için sorun yok, zira AKP yıllardır ABD'nin
desteği ile yönlendirilen geHşmelerin bir ürünü. Tayyip be­
lediye başkanlığından beri ABD'den destek görüyor ve AKP'­
yi kurmadan önce ondan özel icazet almış durumda. TÜ SİAD'­
ın sözcülüğünü yaptığı i şbirl i kçi burjuvazi için sorun yok,
41 7
zira A KP ' nin yeni kimlik üzerinden topluma pazarlanması
ve yeni hükümetin güçlü adayı olarak meşrulaştırılması tam
da TÜSiAD 'ın orduya özel raporuyla hız kazandı. Bunu
holding medyasının "değişim" kimliği üzerinden Tayyip ' i
topluma pazarlaması izledi.
Gelinen yerde bu konuda onlar cephesinden de bir sorun
yok. Olması için fazla bir neden de yok; zira Tayyipçi AKP
bu raporun verdiği mesaj ı zamanında aldı ve o günden beri
ABD 'nin ve tekelci burjuvazinin yeni dönem ihtiyaçlarıyla
tam bir uyum içinde hareket edeceği konusunda söylem ve
fiili düzeyde inandırıcı güvenceler vermek için olağanüstü
bir çaba harcadı . Sözünü tutarsa burjuvazi için bir sorun
kalmıyor, tutmaısa 28 Şubat ' ın i ki nc i bir versiyonu burju­
vazi için yakın geleceğin bulunmaz bir olanağı olarak yedekle
duruyor demektir.
Siyasal yaşam üzerindeki gücü ve vesayeti ne olursa olsun,
ABD ile işbirl ikçi burjuvazinin halihazırda benimsediği ve
mevcut koşuJJar içinde biraz da zorunlu gördüğü bir çözü­
me düzen ordusu nun yöneltebileceği bir itiraz olamaz. Çok
çok Refah Partisi döneminin anılarını bir basınç ve tehdit
ekseni o larak kullanarak , Tayyipçi partinin ayağını denk
almasını ve hata yapmamasını sağlayabilir.
Kaldı k i , AK P'ye hazırlanan hükümet ortağı bu konu ­
d a b i r başka güvence olarak görülmektedir. Hükümetin ola­
naklıysa büyük , fakat hiç değilse küçük ortağı olarak Der­
viş CHP'si bu çerçevede hazırlanıyor. Bu da bir Amerikan
ve TÜS İAD tercihi ve Derviş ' in CHP tercihi bunun böyle
olduğunun en tartışma götürmez kanıtı.
Kuşkusuz Derviş üzerinden CHP'ye yapılan operasyon
muhtemel bir hükümet ortağı olarak Tayyipçi AKP'yi den­
geleme hesaplarının çok ötesinde ve üzerindedir. '90 ' 1 ı yılla­
rın başında, bu ağır kirli savaş ve sosyal saldırı dönemin­
de, birbirini izleyen Demirel ve Çil ler hü kümetlerinde SHP'yi
418
ve ardından onun ad de ğişti rm iş biçimi CHP'yi hükümet
ortağı ol arak kullanmanın faydasını fazlasıyla gören bur­
juvazi, bundan daha fazlasını son üç yıllık hükümet döneminde
DSP üzerinden gördü. Emekçilere ve devrimcilere salt sağ
partilere dayalı bir hükümetle kolay kolay cesaret ederneyeceği
tarihi önemde bir dizi saldırıyı , burjuvaz i Ecevit ' in DSP ' s i
sayesinde b u dönemde hayata geçirmeyi başarabildL
Koalisyon hükümetlerine sol yaftalı parti ortaklığı, emek­
çileri şaşırtmanın ve n i speten daha kolay dizginleyebilme­
nin temel önemde bir olanağıdır artık Türk burjuvazisi için.
Son üç-dört yıldır DSP üzerinden elde edilen bu yarar, DSP'­
nin artık posası ç ıkanldığı için. yeni dönemde bu kez CHP
üzerinden elde edilmek isteniyor. CHP ise kendisinden bekle­
nenin bu olduğunun tam olarak bil incindedir. Derviş'i safla­
rına almakta gösterdiği olağanüstü gayret, İ MF programı n ı
kararlı l ıkla uygulayacağına dair net açıklamalar v e nihayet
gündemdeki emperyali st savaş konusunda çok bil inçl i sus­
kunluğu, beklenenden fazlasıyla karşılık vermeye hazır olduğu­
nun başl ıca göstergeleridir.
Emperyalizme v e işbirlikçi burjuvaziye hizmette, em­
peryalist dayatmalara ve İ MF reçetelerine harfiyen uyma­
da CHP'nin DSP'yi çok gerilerde bı rakacağından ise k u ş­
ku duyulmamaldır. Bunu bugünden işçilere ve emekçilere
anlatmak, onları kendilerini bekleyen bu yeni tuzağa karşı
şimdiden uyarmak ve seçim sonuçlarına umut bağlamak ye­
rine devrimci sınıf mücadelesi yolunu tutmaya çağırmak,
devrimci seçim çalışmasının temel unsurlarından biridir.
Seçi m ler ve parlamento karşısında
üç temel davranış çizgisi
Burjuva düzen partileri için seçimlerde kendi ilke, amaç
ve program larını anlatmak diye bir sorunları yoktur: zira
419
aralarında bu konuda . gerçekte herhangi bir fark yoktur.
Hükümet olmayı başarırlarsa izlemek durumunda kalacak­
ları çizgi, uygulamak durumunda kalacakları program aynıdır
ve kendileri dışında önden hazırlanmış halde onları bekle­
mektedir.
B un a rağmen 3-4 y ı lda bir gündeme gelen burjuva
parlamentosu seçimleri, burjuva düzen partileri için çok özel
bir siyasal önem taşırlar. Zira seçi mler onlar için, aldatıcı
ve ikiyüzlü vaatlerle k itlelerin edilgen oy desteğini almak
ve böylece siyasal yaşamda kendilerine rant sağlayacak etkin
bir güç olmak için biricik fırsattır. Onlara bu fırsatı değerlen­
direbildikleri oranda, bir dahaki seçimlere kadar siyasal ya­
şamda şu veya bu ölçüde bir rol oynama olanağı sağlayacaktır.
Buradan sağlayacakları siyasal destek onlara, iki seçim arası
dönemde kitlelere artık bir daha başvurmaksızın siyasal yaşama
katılma olanağı verecek ya da bir dahak i seçimlere kadar
s i yaset d ı ş ı tutacak, böylece s i y asette e t k i n o l ma n ı n
n i metlerinden yoksun bırakacaktır.
Burjuva düzen partileri için siyasal yaşam temelde par­
lamenter yaşamdır ve bundan dolayı da seçimlerde kitlelerin
oy desteğini almak ve parlamentoda sandalye kazanmak on­
lar için temel önemde bir siyasal sorundur. Bu nedenledir
ki seçi m lerde v arların ı yoklarını ortaya koyarlar; her türlü
yalan, demagoji ve temelsiz vaatle kitleleri aldatmayı seçim
çal ışmalarının eksenine koyarlar ve sermaye gruplarının deste­
ğiyle bunun için muazzam harcamalar yaparlar.
Tümüyle düzen icazetine sığınmış bulunan, bu çerçe­
vede resmi si yaset sahnesinde meşrulaşmayı amaçlayan ve
temelde parlamenter bir güç olmak hayali peşinde koşan her
çeşidiyle sosyal-reformİst sol partiler için de durum özün­
de farklı değildir. Bunlar elbette, halihazırda parlamenter
bir güç olarnamanın da etkisiyle, s iyasal yaşam ve etkin­
l i klerini seçimler dönemiyle sınırlam ıyorlar. Tam da böyle
420
bir güç olabilme hedefi çerçevesinde, gündelik siyasal yaşam
içinde kitleleri etkilerneye çalışıyorlar. Ama devrimci amaç
ve hedeflerden, buna yöneli k bir konumlanış ve stratejiden
tümüyle yoksun bu partiler için nihai hedef parlamenter bir
güç olmaktır. Bunu ister İ P, Ö D P ve k ısmen EMEP gibi
artık açıkça ortaya koysunlar, isterse S İ P-TKP ile öteki bazı­
lan gibi şimdilik gizleme gereği duysunlar sonuç değişmez,
bul undukları konum üzerinden hepsi aynı kaçınılmaz yo­
lun yolcusudurlar.
Gerçeğin ne olduğunu görebilmek için bu partilerin seçim
platformlarına ya da bildirgelerine bakmak bile yeterl idir.
B urada devrimci amaç ve hedeflere , bunu gerçekleştirmenin
temel yol ve yöntemlerine ilişkin işçilere ve emekçitere söy­
lenmiş tek bir cümle bulmak mümkün değildir. Tüm bu
platform ya da bildirgeler, temel siyasal sorunlar üzerine,
özellikle de devlet ve iktidar sorunu üzerine açık ve dolaysız
bir tek kelime söylememeye ortak bir özen gösteriyorlar.
Bu ne şaşırtıcıdır ne de rastlantı; zira onlar devrimci
amaçlardan tümüyle yoksundurlar, düzenin yasall ı.k cende­
resine teslim olmuşlardır ve ortaya koydukları hedeflere ancak
yasalara uyarlanm ış barışçıl mücadele ç izgisiyle ve parla­
menter yolla ulaşmayı hedeflemektedirler. Bundan dolayıdır
ki tüm bu partilerin açıklama, bildiri ya da bildirgelerinde
burjuva parlamentarizminin teşhiri ve devrimin propagan­
dası (ki bu seçimlere katılsa bile her devrimci parti için
temel önemde ilkesel bir sorundur) üzerine bir tek söz bul­
mak mümkün değildir. Temel siyasal sorunlar üzerine suskun­
luklarını kurum olarak seçimler ve burjuva parlamentosu­
nun gerçek işlevi ve içyüzüne ilişkin suskunluklarıyla bir­
likte ele alın ız, bu partilerin gerçek konum ve n itel i kleri
konusunda yeterli bir fikir edinirsiniz.
Devrimci sınıf partisi için i se durum temelden farklıdır.
Komünistler seçimlere katılmayı ve burjuva parlamentosun4 1
dan devrimci amaçlar için yararlanmayı ilke olarak reddet­
Fakat bunu yaparken, bizzat bu çaba içinde parla­
mentarizmi en etkin biçimde teşhir ederler ve bu konuda kit­
lelerde en ufak bir yanılsamaya mahal verınemeye özel bir
dikkat gösterirler. Seçimler süreci ve olanaklı olduğu ölçüde
parlamento kürsüsü, onlar için, temel yapısı ve kurumlarıyla
burjuva düzeni, bu arada bizzat burjuva parlamentosunun
içyüzünü ve temel i şlev ini teşhir etmenin; devrimci ilke ve
amaçları propaganda etmenin, kitlelere gerçek kurtuluş yolunu
göstermenin bir aracından ve fırsatından başka bir şey değildir.
Seçimler dönemi burj uva düzen partileri için, hoşnut­
suzluğu büyümüş ve sorunlarına çözüm arayışları peşindeki
kitleleri sahte vaatler ve çözümlerle aldatmanın, onları kendi
bağımsız güçleriyle siyasi yaşama katılmak tan alıkoymanın,
parlamento dışı sınıf mücadelesinin önünü kesmenin bir ola­
nağıdır. Tersinden devrimci sınıf partisi içinse, parlamenter
hayalleri darbeleyerek devrimci sınıf bilincini ve mücadelesini
geliştirmenin temel önemde bir fırsatıdır. Bu çerçevede komü­
nistler için seçim çalışmaları tümüyle devrimci sınıf mücade­
lesine ilişkin genel hedef ve görevlere tabidir; onlar seçim
atmosferinden, kitleleri devrimci hedeflere kazanmanın, onların
birliğini, örgütlenmesini ve mücadelesini bu doğrultuda geliş­
tirmenin bir olanağı olarak yararlanmaya bakarlar. Bu çerçe­
vede onlar kitlelerin karşısına düzenin yasallık cenderesine
ve seçimlere uyarlanmış güctük seçim platformları ve bildir­
geleriyle değil, kendi bağımsız devrimci sınıf programlarıyla,
bunun döneme uyarlanmış ve güncel devrimci görevlere
bağlanmış popüler açıklamalarıyla çıkarlar.
mezler.
Bağımsız devrimci sınıf çizgisi !
B u genel çerçeve, partimizin gündemdeki seçimlerde
izleyeceği somut çizgiye de açıklık kazandırmaktadır. Par422
tımız seçimlere kendi bağı msız devrimci sınıf platformuy­
la katılacaktır. Seçim atmosferinden devrim�i i l ke ve amaç­
larını yaymak, kitleleri parlamenter yanılsamalara karşı uyarıp
devrimci sınıf mücadelesi çizgisine çekmek için en iyi biçimde
yararlanmaya bakacaktır.
Mevcut koşullarda, bağımsız devrimci sınıf adaylarıyla
işçilerin ve emekçi kitlelerin karşısına çıkmak, bunu bağımsız
devrimci sınıf tu tumunu vurgulamanın ve etki n bir seçim
kampanyası yürütmenin bir olanağı olarak kullanmak, par­
tinin seçimlerde izleyeceği davranış çizgisinin somutlanmış
biçimidir. Bu kampanyanın amacı h iç de oy toplamak değil,
fakat ·devrimci propaganda ve ajitasyonu normal dönemlerle
kıyaslanamaz ölçüde güçlendirmek, kitleleri devrimci açıdan
aydınlatmak, parti programını tanıtmak, onun döneme uyar­
l anmış stratejik ve taktik istem ve şiarlarını k itleler içinde
yaymaktır. Seçim çalışmasında başarının ölçüsü de bu ola­
caktır.
Devrimci propaganda ve ajitasyonu normal dönemlerle
kıyaslanamaz ölçüde güçlendi rmek deme!<. normal dönem­
lerle kıyaslanamaz bir çalışma seferberliği içine girmek, buna
uygun bir plan l ama ve organizasyonu gerçekleştirmek de­
mektir. Burjuva düzen partilerinin siyasette rant kapılarını
aralamak için, reformisı sol partilerin burjuva siyasal sahnede
kendilerine yeraçmak için harcadıkları enerjiyi, devrimci sınıf
partisi militanları işçi sınıfının bağımsız hareketi n i geliş­
tirmek ve devrim dav asını büyütmek için harcayacaklardır.
Bu ise onlarla kıyas kabul etmez bir şevk, enerji ve yoğunlukla
çal ışmayı gerektirir.
Seçim dönemi parti örgütleri ve militanlarının bunun ge­
rektirdiği bir bilinç, enerj i ve inisiyatifle hareket etmele­
rini gerektirmektedir. Siyasal yaşamın yoğunlaştığı ve işçiler
ile emekçilerin siyasal ilgisinin normal dönemlere göre belirgin
biç imde arttığı seçim atmosferi, parti örgütleri ve mil i tan423
ları
için
gerçek bir
devrimci
seferberlik dönemi olabil­
melidir.
(Ekim , sayı : 229, Eylül 2002, başyazı)
424
Seçimler sonrasi yeni dönem
3 Kasım seçimleri öncelikle kitlelerdeki hoşnutsuzluk bi­
rikimini bütün açıklığı ile gözler önüne serd i . Amerikancı
düzen partilerinin büyük bir bölümüyle ağır bir seçim ye­
nilgisine uğraması bunun bir ifadesi oldu. Özel likle hükü­
met partilerinin karşı karşıya kaldığı sonuçlar, kitlelerin, yıl­
l ardır İ MF direktifleri doğrultusunda izlenmekte olan emek
ve halk düşmanı politikaları nasıl bir tepkiyle karşıladıklarını
somut olarak ortaya koydu . Parlamentoyu oluşturan parti­
lerin uğradığı bu hezimetin yamsıra seçimlere katılım oranının
bir önceki seçime göre belirgin biçimde düşmesi, geçersiz
oyların önemli bir oran tutacak düzeyde yükselmesi ise, kit­
lelerde seçimlere ve parlamentoya karşı büyüyen güvensizliğin
yansımaları oldular.
Fakat oyların toplam dağılımı ve seçimlerin ortaya çıkardığı
yen i parlamento bileş i m i , ki tlelerdeki bu hoşnutsuzluk
425
birikiminin herhangi bir bilinçli yön ve yönelimden yoksun
olduğunu da aynı açıklıkla ortaya koydu. Emek düşmanı, halk
düşmanı, tümüyle emperyalizmin ve sermayenin istem ve
çıkarlarına dayalı bir meclis bileşimini tasfiye eden 3 Kasım
seçimlerinin ortaya çıkardığı yeni mecl is, tüm bu açılardan
eskisini aratmayacak bir yapı ve bileşimdedir. Yeni mecli s ,
tıpkı öneeli gibi, hükümet v e muhalefetiyle tam olarak işbirlik­
çi burjuvazinin hizmetindedir, aynı ölçüde Amerikancı, aynı
ölçüde İ MF'cidir. Yenisiyle eskisi arasındaki tek fark; bir
önceki meclise pratikte aşırı bir Amerikan u şaklığı ile elele
giden şoven milliyetçi karakter damgasını vuruyorken, yenisi­
nin aynı aşırı Amerikancılığı bu kez Tayyip'in AKP'si şahsında
belirgin bir dinsel gericilik kimliği ile bütünleştirmesidir.
Burada dikkate değer olan nokta, 3 Kasım seçimleriyle
yeni parlamentoya girmeyi başaran partilerin eskilerin izlediği
politikadan farkl ı bir pol itikayı k i tlelere v aadetmeden bu so­
nucu elde edebilmeleridir. Ne AKP ne de CHP Amerikancı
kiml iklerini gizlememişler, uygulanmakta olan İ MF programı­
na karşı çıkmamışlar, dahası onu daha iyi ve etkin biçimde
uygulayacaklarını bile söyleyebilmişler, Irak 'a karşı hazırlan­
makta olan Amerikan savaşına karşı tek kelime etmemeye
özel bir özen gösterm işlerdir. Fakat bütün bunlara rağmen
her ikisi de tüm bu politikalardan dolayı öteki partilerden ko­
pan kitlelerin oy desteğini kendilerine çekmeyi başarabilmiş­
Jerdir. Bu önemli olgu , kitlelerin dar bir kesimi d ışında kalan
büyük çoğunluğunun seçimlere yansıyan tepki ve öfkelerinin
sözü edilebilir b ir bil inç öğesinden yoksun olduğunu gösterir.
S ınıf mücadelesinde gerileme
ve 3 Kasım seçimleri
Son y ı l l arın sın ıflar müc adelesi tablosu ı ş ı ğ ı nda ele
alındığında 3 Kas ı m ' ın ortaya çıkardığı bu sonuç şaşırtıcı
426
da değildir. '90'1ı yılların ortal ar ı n dan beri sınıf ve kitle
hareketi kendini yinelemek.ten ibaret bir kısı r döngünün
içindedir. S ınırlı kesimleri kapsayan kitle eylemliliği ne daha
geniş kesimlere yayılabilmekte, ne de artık bizzat eyleme
katılan kitlelerin kendisine bıkkınlık verir hale gelmiş belli
biçimlerin dışına taşabilmektedir. Zaman zaman bunu aş­
maya yönel i k durumlar belirmekle birl ikte ( ' 99 yazında,
tabandan gelen ve 17 Ağustos depremini öneeleyen büyük
işçi hareketl iliği örneğinde olduğu gibi), devrimci önder­
l i k müdahalesinin aşırı cılızlığı ve sendika bürokrasisinin
başarılı manevraları koşullarında, bu olanakların heba ed il­
mesiyle sonuçlandı ve kitle hareketi yaşad ığı kısır döngü­
yü parçalayarak kendini aşmak gücünü bir türl ü göstere
med i .
B u başarılamadığı sürece toplumsal atmosferde v e gi­
derek geniş .!<i tlelerin eği lim ve tercihl erinde belirgin bir
değişiklik beklemek de hemen hemen olanaksızdır. Bu son
on y ı l ın en öneml i sorunu olarak süregel mekted ir. Emekçi
kitlelerin ileri kesimlerinin eylem gücü ve yeteneğinin sü­
regelen kısırlığı ile büyük çoğunl uğu oluşturan geri kesim­
lerin i n genelleşen pasif tepkisinin kendine ilerici bir yön
bulamaması arasında kopmaz bir ilişki vardır. Bu ilişki kav­
ranmadığı sürece olup b itenl ere akıl erdirmek olanaklı ol­
maz. Seçim çalışmasıyla ve parlamenter hedeflere dayalı seçim
bloklarıyla bu durumu deği ştirebi leceğini sanan reformİst
solun görmezlikten geldiği temel önemde gerçek işte bu­
dur. İ şçilerin ve emekçilerin gündelik mücadelelerle başlayan,
giderek politik bir zeminde yaygınlaşan ve zaman içinde
dinamik bir seyir izleyen mücadeleleri olmadıkça, bugün­
kü gerici, kitlelerin geniş katınanl arı nı edi lgenliğe ve ken­
di tepkileri ni en geri ve bilinçsiz biçimler içinde dışa vur­
maya yöneiten toplumsal atmosferi darbelemek de olanaklı
olmayacaktır.
42 7
28 Şubat
ve
uygun
din sel gericilik için
ortam
to p lu m sa l
Kitle hareketi iki seçim arası dönemde herhangi bir somut
ilerleme kaydedemed iği gibi durumu daha da kötüleştiren
gelişmelerle de yüzyüze kalındı. Bunlardan ikisi özellikle
önemlidir. B unlardan ilki, sendika ağalarının ve düzen solunun
da marifetiyle emekçi kitlelerin ilerici kesimleri için tam bir
tuzağa dönüşen ve onları sözümona "irticaya karşıtlık" adına
düzene yedekleyen 28 Şubat müdahalesiydi. İkincisi ise kitlele­
rin en ileri kesimleri ile solun herşeye rağmen devrimcilikte
ısrar eğiliminde olan grupları üzerinde yıkıcı/tasfiyeci etkiler
yaratan Kürt teslimiyeti oldu.
3 Kasım seçimleri bir kez daha somut olarak gösterdi ki,
28 Şubat müdahalesi dinci partiyi destekleme eğilimindeki
kitleleri bu tavrından alıkoyan herhangi bir etkide bulunmamış,
fakat yalnızca kitlelerin ilerici kesimleri için hala da kurtula­
madıkları bir tuzağa dönüşmüştür. Ordu eksenli bu gerici
manevranın k itlelerin bil inci ve mücadelesi üzerindeki yıkıcı
etkisi bundan da öteyedir.
Bil indiği gibi, 28 Ş ubat sonrası dönem aynı zamanda solun
devrimci kesimlerine karşı sistematik saldırıların yoğunlaş­
tırıldığı, kitle hareketinin aldatıcı manevralar kadar sert önlem­
lerle de dizginlendiği, kendini düzenin meşruiyetine uyarlamaya
çalışan işçi ve emekçi eylemlerini n sonuçsuz bırakıldığı b ir
dönem oldu. Fakat bu aynı dönemde, özellikle de ağır krizle
karakterize olan son üç yılda işsizlik, yoksulluk, hayat pahalı­
hğı, gelir dağılımındaki aşırı adaletsizlik had safhalara ulaştı.
Yaşam ve çalışma koşulları hızlı ve aşırı ölçülerde ağırlaşan,
fakat buna hak arama mücadeleleriyle karşı koyamayan kitle­
lerin , bu çaresizlik ruhhal i ve edilgenlik ortamında pasif
tepkilerini geriye dönük olarak sergilemeleri kaçınılmazdı.
Aşırı sömürüyle elele giden aşırı baskı koşullarının kitleleri
428
edilgenl ik içinde bir çaresizliğe, böylece dine ve dinsel gerici
akımlara yönelttiğini somut olarak 1 2 Eylül dönemi üzerinden
biliyoruz. 28 Şubat sonrası da bunun kendi koşulları ve sınırlan
içinde yeni bir versiyonu oldu. B i r yandan emekçi kitlelerin
yoksulluğun ve perişanlığın girdabına itildiği, fakat hak arama
mücadelesinden de binbir yolla alıkonulduğu; öte yandan ise
solun ya ezildiği ya da demokratik hak ve özgürlükler için
bile mücadeleye girişrnekten geri duracak ölçüde terbiye edilip
uysallaştırdığı bir toplumsal ortam, neredeyse kendiliğinden
bir biçimde, gerici akımların boy vermesi için verimli bir
toprağa dönüştü.
Buradan bakıldığında, sosyal v e siyasal haklar bakımın­
dan emekçi kitlelere hemen hiçbir şey vaadetmeyen Tayyip
AKP'sinin başarısı daha kolay anlaşıl ır. Hele b ir de bu parti,
bir yandan emekçileri bu duruma düşüren düzenin egemen
odakları karşısında "mağdur"u başarıyla oynam ış; öte yandan
i se Türkiye' n i n iç si yasal yaşamı na yön vermekte büyük
olanaklara sahip ABD emperyalizminin tam desteğini almışsa.
Olayların somut olarak da gösterdiği gibi, ABD desteği almak
çok geçmeden Türkiye'nin işbirli kçi büyük sermaye çevreleri­
nin de desteğini almak, hiç değilse onlar tarafından hayırhah
bir tutumla karşılanmak anlamına gelir. Erken bir tarihten
itibaren bizzat TÜ S İ AD'ın inisiyatifiyle kendini muhtemel
bir AKP iktidarına hazırlayan işbirlikçi sermaye çevreleri onun
karşısına da "laikliğin güvencesi" olarak CHP' yi koydular.
Böylece kitlelerin geri kesimleri AKP ve ileri kesimleri ise
önemli ölçüde CHP üzerinden denetim altına alınmak istendi.
Sonucun pek de başarısız olduğu söylenemez.
Kürt hareketinin yenilgisinin
ytktct/tasfiyeci etkileri
Sınıf ve kitle hareketi üzerinde geriletici bir rol oyna yan
429
ve toplumsal atmosferi gericilik lehine ağırlaştıran ikinci
gelişmeye , Kürt hareketinin büyük tarihi yenilgisine geli­
yoruz. O güne kadar sınıf ve kitle hareJ<etini bir başka yönden
sınırlamış olan Kürt hareketinin utanç verici teslimiyeti, bunun
toplumsal ortama ve özell ikle de sol harekete etkisi, sınıf
mücadelesi dinamiklerine bir başka önemli darbe oldu. Kürt
hareketinin teslimiyeti burjuvaziye ve yönetenlere büyük bir
özgüven kazandırdı ve devrimci hareketi ezip etkisizleştir­
mek üzere onları daha pervasız davranışlara yöneltti. Hüc­
re saldırısının bu dönemde gündeme getirilmesi ve vahşe­
te varan acımasız bir kararlılıkla uygulamaya konulması bu
açıdan bir rastlantı değild ir.
Bu gelişmenin o güne kadar herşeye rağmen devrimci­
l i k iddiasında tutunmaya çalışan küçük-burjuva sol gruplar
üzerindeki tahrip ed ici etk i si ise yeterince açıktır. Devri­
me olan i nançlarını ve buna bağlı olarak özgüvenlerini zaten
önemli ölçüde yitirmiş olan bu gruplar, bir yandan dayanaktan
yoksun abartılı umutlara konu ettikleri bir hareketin iç karartıcı
akıbeti, öte yandan ise devletin fiziki v e moral açıdan tam
bir tasfiyeyi hedefleyen sistematik saldırıları karşısında güç­
ten düşüp her türden savru lmalara açı k hale geldiler. Kit­
le hareketi.nin gerçek ihtiyaçlarından ve devrimci bir kitle
hareketi geliştirmenin sorunlarından giderek daha çok koptular
ve böylece yeni bir tasfiyeci girdabın içine sürüklendiler.
Bu durum içlerinde bazılarını fiziki tasfiyeye, öteki bazılarını
reformİst kampa tutunarak ayakta kalmaya yöneltti. Bu sonuç
ise doğal olarak sınıf ve kitle hareketine devrimci müdaha­
lenin imkanlarını daha da zayıflattı ve sınıf mücadelesinin
ol umlu gelişim seyrini çelen bir başka etken oldu.
meclis işbirlikçi burjuvazi
ve emperyalizmi n hizmetinde
Yen i
3
430
Kasım seç imlerinin ortaya çıkard ığı parl amento tab -
losuna dönelim. Sahnede iki parti var; tek başına hükümet
partisi AKP ve tek başına muhalefet partisi C HP. Daha en
baştan bell idir k i , temel iktisadi, sosyal ve siyasal sorun­
lar sözkonusu olduğunda mevcut mecl is gerçekte tek par­
tiden oluşmaktadır. B u açıdan AKP i l e CHP arasında esa­
sa ili şkin hiçbir fark yoktur. İ kisi de işbirl ikçi büyük bur­
juvazinin çıkar ve ihtiyaçlarını herşeyin üzerinde tutmaktadır,
ikisi de aşırı Amerikancıdır, ikisi de aynı ölçüde İMF'ci,
aynı ölçüde emek ve halk düşmanıdır. Bu konuda aralarında
ton farkı bile yoktur. Yeni meclisin bu iki partisi i şbirlikçi
büyük burj uvazinin ve emperyal izmin, özel l ikle de Ameri­
kan emperyalizminin çıkar ve ihtiyaçları neyi gerektiriyorsa
el ve gönül birliği halinde onu yapacaklardır. Deniz Baykal 'ın
hükümetle uyumlu bir muhalefet çizgisini "yeni siyaset tar­
zı"nın gereği olarak sabah akşam övünme konusu yapması
gerçekte bunun kabulü ve i tirafından başka bir şey değildir.
( İk iyüzlülüğe ve aldatmaya dayal ı kokuşmuş burjuva pol i­
tikasının bu gedikli aktörü, zorunluluktan doğan bir tutu ­
mu böylece "yeni siyaset tarzı"n ı n bir erdemi gib\ yuttur­
maya kalkmaktadır.)
B u çerçevede yeni hükümetin ve meclisin uygulayacağı
program, temel çizgileriyle bir önceki hükümetin ve mec­
l i s in tek parti halinde uygu layageldiği programın kendisi
olacaktır. Ekonomide İ MF reçeteleri . siyasette çerçevesi
MGK 'da generaller tarafından çizilen karar ve uygulamalar.
dış siyasette i se ABD emperyal izminin çıkar ve ihtiyaçları .
bu programın ana çerçevesini vermektedir. Yeni hükümet
ve meclisin bu alanda eskisinden farkı, bu çerçeveyi yeni
duruma ve ihtiyaçlara uydu rmaktan ibaret kalacaktır.
Meclisin ilk İcraatları hükümet partisiyle muhalefet parti si
arasında göze batan ölçülerdeki uyumu şimdiden gözler önüne
sermektedir. Bunu gölgeteyecek tek alan, hükümetin çok
geçmeden kendini hissetirecek "irticai" girişimleri ile CHP'nin
buna karşı "laik rejim" bekç i s i olarak ortay a koyacağı
muhalefet olacak. Bu gerçekte m u halefet parti s i olarak
CHP ' nin tek muhalefet malzemesi, kitleleri aldatmaya ve
seçmen desteğini korumaya yönelik tek manevra alanıdır da.
Fakat burada sorun CHP'den de öteyedir. Bu gerçekte
düzen bekçileri ile AKP arasındaki bir potansiyel gerilim
alanıdır ve bununla kitleler bir kez daha yapay bir kampiaş­
ma içinde aldatılmaya, böylece düzen kanallan içinde tu­
tulmaya çal ışılacaktır. Yine de bu alandaki sorunların sökün
etmesi ve düzen bekçileri tarafından bir gerilim alanına çev­
rilmesi i çin, AKP hükümetinin büyük burjuvaziye ve em­
peryalizme yoğun bir hizmetler serisinin ardından yıpranacağı
bir zaman evresini beklemek gerekecek. Şimdilik AKP ' nin
tek başına hükümeti bir handikap değil, bulunmaz bir olanak­
tır. Empe�yal izm ve işbirlikçi burjuvazi için olduğu kadar
"l aik" sermaye düzeninin gerçek bekçileri için de.
A BD emperyalizmi hesabma
Irak'a karşı savaş
Yeni hükümet ve meclisin emperyalizme kölece uşaklığa
ve İ MF'nin sosyal yıkım programına kalınan yerden devam
edeceğini söyledik. Buna iki noktayı ilave etmek durumun­
dayız. i lkin, İ MF programı geçmişi aşan bir katılıkta uygu­
lanacak; gerek borç çevriminin gerekleri, gerekse AKP'nin
kendini emperyalizme ve büyük sermaye çevrelerine beğen­
dirme kaygısı kaçınılmaz olarak bu sonucu doğuracak. İkinci
olarak ise Türkiye ABD emperyalizmi hesabına lrak 'a karşı
savaşa katılacak.
İ lkinin ilk işaretlerini, zaten hiçbir zaman uygulanma­
yan "mali m ilad"ın tümden kaldırılması , özelleştirmeterin
h ızlandı rı lması ve yeni iş yasasının tam da büyük sermaye
çevrelerinin i stemleri doğru ltusunda gündemleştiri lmesi
432
üzerinden şimdiden görmek mümkün. İkincisi ise özel bir
kanıt gerektirmiyor; seçimler sonrasında AKP yöneticileri
defalarca ABD hesabına savaşa girmeye duydukları eği l imi
kabaca dışavurd ular. Kitlelerin dini duyguları ve hassasi­
yetlerinin i stismarına dayal ı bir kimlik üzerinden siyasette
güç olmaya çalışan AKP takımının en belirgin özelliği, islamcı
kiml ikten de önce aşırı Amerikancılı ğ ıdır. Onlar bu konu­
da, Amerikan emperyalizmine uşakça sadakatiyle ünlenen
kendilerinden önceki hükümeti de aşacaklar ve kendi uşak­
l ıklarını ABD hesabına emperyalist savaşa katılmakla taç­
landıracaklar.
Fakat onları bu alanda bu denli rahat ve pervasız dav­
ranmaya iten elbetteki bu doğrultudaki tercihin artık dev­
let katında da kesinleşmiş bul unmasıdır. Bu olmasaydı eğer,
Türkiye'yi ABD hesabına savaşa sokmak gibi temel önemde
bir adıma kalkışmak onların boyunu fazlasıyla aşardı . (Tayyip
seçimler sürecinde "bu konuyu orduya soracağız" diyordu,
sorup öğrenmiş olmalı ki konuya i l işkin olarak artık olur
olmaz konuşuyor). Bir yandan borç köleliği üzerinden ABD'­
ye i tiraz edecek olanaklardan yoksunluk, öte yandan ABD'­
nin bağımsız bir Kürt devleti kartını başarıyla oynayarak
yarattığı gerici kaygılar, devlet ve ordu katında zaten cıl ız
ve inandırıcılıktan yoks u n olan i tirazların da sonunu getir­
miş bulunuyor. Türk devleti, ülke toprakların boydan boya
ABD için bir savaş üssü haline get i rmenin ötesinde, ABD
hesabına lrak'a karşı emperyalist savaşa bizzat katılacaktır.
bu hemen hemen kesindir.
Bu durum, İMF güd ümlü kriz reçetelerinin işçi sınıfı ve
emekçiler için yarattığı ağır iktisadi ve sosyal y ıkıma yeni
dönemde bir de savaşın yıkımı ve faturasının ekleneceği anla­
mına gelmektedir. Ortada hiçbir neden yokken, salt Ame­
rikan dayatmatarının bir sonucu olarak ülkenin bir savaş ma­
cerasına sürüklenmesi, yaşanmakta olan krizi boyutlandıracak
433
ve savaşın çok yön l ü faturası kitlelerin bugünkü hoşnutsuz­
luğuna yeni boyutlar ekleyecektir. Afganistan 'da işgal gücü
olıuak bulunmanın ardından şimdilerde bir de böyle bir sava­
şın içine girmenin, dahası, ABD'nin savaşlar zinc irine bu
denli dolaysız biçimde angaje olmanın gündeme getireceği
yeni yükümlülüklerin, bu çerçevede muhtemel yeni savaşların
bugünden kestirilemeyecek etki l eri de düşünü ldüğünde,
ekonomik krizin ve borç köleliğinin Türkiye'yi içerde ve
d ışarda nasıl b i r batağın içine sürüklediği daha i y i görü­
lür.
Türkiye her açıdan daha ağır bunalımlarla, daha derin
çalkantılarla y üzyüze kalacağı bir evreye doğru yol al ıyor.
Devrimci çakaş ihtiyaca ve
solun tablosu
K rizler içinde debelenen ve bunun çok yönlü faturasını
acımasızca emekçitere ödeten, böylece emekçi kitlelerin hoş­
nutsuzluğunu ve bir ç ıkış arayışını zaman içerisinde daha
da büyüten bir düzen gerçeği v ar bugün orta yerde. Kit­
lelerin hoşnutsuzluğu ve arayışı her seferinde bir başka düzen
içi alternatife yönelmekte, fakat bu kısa süre içerisinde büyük
hayal kırıklıkianna dönüşmekte ve yeni arayışlar gündeme
gelmektedir. Olayların bu gid işatı karşısında devrimci bir
çıkış ve çözüm alternatifinin taşıdığı olağanüstü önem özel
bir açıklama gerektirmeyecek denli açıktır.
Böyle bir tarihi çıkış ve çözüm yol unun temsilcisi ol­
mak iddiasındaki bir parti ya da hareketin en temel özelliği ,
kurulu düzeni her bakımdan aşmış bir devrimci konum ve
kimliğe sahip olmak olmalıdır. Bu elbette kendi başına yeterli
değild ir, fakat olmazsa olmaz koşuldur. ideoloj isiyle, prog­
ram ıyla, taktiğiyle ve örgütsel varlığıyla düzen karşısında
devrimci bir k i ml ik ve konuma sahip olmayanların düzene
434
karşı devrimci bir alternatif olma, devrimci çıkı� ve yözüm
yolunu temsil etme iddiaları her türl ü dayanaktan ve ciddi­
yenen yoksun bir iddia olmaktan öteye gidemez.
Burada bu hatırlatma kuşkusuz bo�una değildir. Türki­
ye solunun geniş kesimleri seç i mler ves i lesiyle ve hala,
düzenin çözümsüzlükleri karşısında bir alternatif oluşturma
ihtiyacı üzerinde tartışıp durmakta, fakat alternatif oluştur­
maktan sözettikleri bu aynı düzenin gerçekte ne kadar dışında
oldukları gibi temel önernde bir sorundan da görüş birliği
halinde özenle uzak durmaktadırlar. Bu bir bilgisizl ik değil
fakat tümüyle bir ikiyüzlülük, bir ilkesizlik ve ideolojik çürü­
me durumudur. Herkes gerçekte herşeyi çok i y i bilmekte;
fakat bir kesim Kürt halkımn ulusal hassasiyetlerinden doğan
bir oy potansiyel ini parlamenter hayallerine ve hesaplarına
dayanak yapm ak destekçi konumundaki öteki bir kesim ise
böylece elde edi lecek başarıdan solculuk adına teselli bul­
mak kaygısıyla susmaktadır.
3 Kasım seçimlerinin ortaya çıkardığı bu sol hareket
tablosu h az in olmaktan öteye ibret vericidir. Birbirini izle­
yen yenilgilerin ürünü tasfiyeci süreçler içerisinde devrimci
kimliğini çoktan tüketmiş, herşeyiyle düzenin icazetine sığın­
mış bazı l iberal sol çevreler (EMEP, SDP vb.) ile; AB'ciliği
kiml ik haline getirmiş ve Amerikan emperyal izminin böl ­
geye müdahalesinden bile yarar umacak kadar sol değerler
ve kaygılardan kopmuş bir Kürt hareketinin salt parlamenter
hesaplar ile kurdukları i lkesiz bir reformisı blokun sol un
geriye kalan önemli bir kesiminde yarattığı aşırı heyecan,
bir tükenmişli k tablosunun yansımasından başka bir şey
değildir.
Parlamenter budalalık görü nü mündeki bu kolektif i ki­
yüzlülük tablosunu daha iyi anlamlandırabilmek için soru­
na bir de düzen cephesinden bakal ım.
,
435
Devletin "ıhmh sol, yaratma
alanındaki belirgin başarısa
Çifte yen i lg i n in ' 80 öncesinin devrimci akıml arında
yarattığı köklü kimlik değişimini, ehlileşip uysallaşarak düzenin
icazetine sığınma tutumunu di kkatle i zleyen ve '90'ların
ortasında devletin gizli fakat gerçek anayasası sayılan "Milli
S iyaset Belgesi"nde kayda geçiren düzen bekçileri, doğaldı r
k i herşeye rağmen devrimc i l ik te ısrar eden kesimlere i l iş­
kin olarak da bu deneyimden gerekli sonuçları çıkarttılar.
Herşeye rağmen devrimcil ikte ısrar eden ya da bu çizgide
tutunmaya çalışan akımlara yöneltilen sistematik baskı ve
terör, bunun bir uzantısı olarak gündeme getirilen hücre sal­
dırısı, tümüyle bununla, çıkarılan bu sonuçlarla bağlantılıdır.
Devlet devrimci akımları, fiziken tasfiye olmak ya da düze­
nin icazetine sığınarak ehlileştirilen solun ("Siyaset Belgesi"nin
deyimiyle "ıhml ı sol"un) bir parçası haline gelmek alter­
natifleriyle yüzyüze bıraktı , belirgin biçimde bu bakışaçısıyla
hareket etti.
"Ilımlı sol" yaratma hedefi, ' 60 ' l ı yıllarda düzenin icazet
sınırları içinde ve dolayısıyla ılımlı bir çizgide ortaya çıkan,
fakat zam'anla gerek dünyadaki gelişmelerin gerekse içer­
deki sosyal mücadelelerin etkisi altında devrimeileşen ve
'70'Ji yılların yükselişi içerisinde önemli bir güç haline gelen
devrimci hareketi, bu kiml iğinden arındırmak ve yeniden
düzenin uysal bir uzantısı hal ine getirmek hedefinden baş­
ka bir şey değildi. Bu süreç gerçekte 1 2 Eylül 'ün ezme
harekatıyla başladı ve aradan geçen 20 yılın ardından dü­
zen in elde ettiği başarıyı 3 Kasım seçimlerindeki sol ha­
reket tablosu tüm açıklığı ile gözler önüne serdi .
Sonuç, düzen bekçilerinin arzuladığı "ılımh sol''un yeni
kesimleri kapsayarak büyümesidir. Geleneksel solun büyük
bir bölümünün ideoloj i k ve moral alanda devrimci geçmişle
436
son bağlarını da köklü bir biçimde koparıp atmas ı , yeni­
den ' 60'Iı ilk yılların burjuva parlamenter hayallerine dön­
mesidir. Geçtik devrim hedefinden demokratik hak ve öz­
gürlükler uğruna verilmesi gereken bir mücadelenin asgari
gereklerinden bile özenle geri duran; devletin hassasiyet gös­
terdiği siyasal sorunlara değinmekten özenle kaçman: as­
gari bir anti-emperyal ist duyarlı l ı k bir yana seçim bildir­
gelerinde emperyalizmi kavram olarak bile artık anmaktan
uzak duran; parlamentoya kapağı atmak uğruna her türlü
ilkesizliği mübah sayan, tümüyle anayasal düşler ve değişimler
peşinde, ilkesiz ve omurgasız bir reformİst seçim bloku kar­
şısında gösterilen aşırı heyecan başka ne anlama gelir ki?
B u gerici oportünist cereyan daha dün devrimcilik id­
diası taşıyan bazı akımları doğrudan etkisi altına almış (böy­
lece tasfiyeci liberal cephe yeni katı l ımlarla genişlemiş), hala
bu iddiayı taşıyan öteki bazılarını ise utangaç destekçisi ha­
l ine getirmiştir. Devrim umutları kırılmış, sıradan bir dev­
rimci mücadele için bile güçleri çoktan tükenmiş parti, grup,
çevre ve k işilerin umutla sarı ldıkları i lkesiz reformist blok,
gerçekte devletin 12 Eylül saldırısıyla hedeflediği ve "Si­
yaset Belgesi"yle bir "mil l i" hedef hal ine getirdiği "ılımlı
sol" yaratma pol itikasının somut başarı tablosundan başka
bir şey değildir.
Bu, reformİst ve parlamentarist yoldan koparak devrim
yolunu ülküleştirmek gibi son derece öneml i bir tarihi rol
oynayan '7 1 devrimcilerinin açtığı yoldan tümüyle kopmak,
bu tarihi mirasa ihanet etmek, düzenin icazetine uyarlanmış
bir solculuğu kimlik hal ine getirmek demektir. B u , ' 60 ' lı
yıllardan itibaren sosyal mücadelelerin uygun ortamında edi­
nil miş ve biriktirilmiş tüm ideolojik ve moral kazanımların
terkedilmesi demektir.
Sonu gelmeyen bunalımlarla boğuşan ve bunalım ortamın­
da kitleler önünde devrimci ç ıkış ve çözüm yolunu temsil
43 7
etmenin ne demek olduğunu da çok iyi bilen burjuvazi, onun
adına ülkeyi yöneten düzen bekçileri, devrimci akımları ez­
me çizgisiyle tam da bu sonucu elde etmek istiyorlardı. Yapı­
sal karakterdeki zincirleme bunalımiara çare bulamayanlar,
bunalım ortamında tehl ike oluşturabilecek devrimci akımı
hertaraf etmenin çaresini pekala bulabil irlerdi. Yenilgilerin
ilk sonuçlan çoktan görülmüş tasfiyeci etkileri, ' 89 çöküşünün
y arattığı özel tarihi ortamın elveri şl iliği, sınıf ve kitle ha­
reketinin henüz kendini bulamamış olması olgusu vb. et­
kenler, onları bu konuda fazlasıyla cesaretlendirdi ve doğrusu
buna yönelik çabaları fazlasıyla da sonuç verd i . İ deolojik
olarak çürümüş, politik ve örgütsel olarak düzenin icazet
sahasında kendisini hapsetmiş bir sol hareket (büyük bölü ­
müyle '70'1i yılların devrimci-demokrat akımları ndan arta
kalan bir tortu ! ) , bu alandaki başarını n somut bir tablosu
olarak durmaktadır bugün orta yerde.
TKİP konum ve misyonunun
bilincindedir
Türkiye 'nin sürüklenmekte olduğu ağır toplumsal buna­
lım ve sol'un 3 Kasım seçimleri üzerinden yansıyan tablo­
su ışığı nda ele alındığında, TK İ P ' nin temsil ettiği konum
ve kimlik, bu konum ve kimliğin seçim sürecindeki somut­
lan ı ş ı , apayrı bir anlam ve önem kazanmaktadır. Burada
sözkonusu olan niceliğin boyutları deği l , fakat konum ve
tutumun ilkesel ve ideolojik niteliğidir. Devrimci kimlik söz­
konusu olduğunda aslolan budur ve bunu korumak, güçlen­
direrek sürdürmek iradesinin gösterilebildiği yerde, öteki her­
şey zamanla bunu tamamlayacaktır.
Reformisı cereyana karşı TKİP şahsında ortaya çıkan bu
beli rgin konum ve tutum farklılığı kadar, yeni katıl ımlar­
la güçlenen reformisı solun seçimlerdeki tablosu da hiçbir
438
biçimde rastlantı değildir. Devrim hedefi ve sosyalizm davası
konusunda samirniyetini koruyan her devrimci dönüp ko­
münist hareketin ilk çıkış anından i tibaren ortaya koyduğu
sol hareket değerlendirmelerine yeniden bakmalıdır. Bun u
yaptığında açıkça görecektir ki, solun bugünkü tablosu temel
çizgileriyle daha o günden açıkça öngörülmüştür. Elbette
hiç de kehanetle değil; fakat tümüyle, yenilgiyi izleyen bir
muhasebe döneminde, sol hareketin ideolojik ve sınıfsal açı­
dan bilimsel bir çözümlerneye tabi tutulması sayesinde.
Kendini yenilginin dersleri ışığında i leriye doğru, daha
da somut olarak, marksist-leninist dünya görüşü ve işçi sınıfı
devrimciliği çizgisinde aşamayan her sol parti ya da akımın
ya zamanla yok olup gideceği, ya da o günkü devrimci
kimliğini bile koruyamayarak zamanla liberal leşip düzenin
icazetine sığınacağı tespiti ve uyarısı, bu değerlendirmeleri
baştan başa kesen bir ortak çizgidir. Aradan geçen 1 5 yıllık
sürecin sol hareket tablosu bunu bugün somut olarak doğ­
rulamış bulunmaktadır.
Fakat o zamanlar bu değerlendirmeyi ortaya koyanlar:
temsil ettikleri yeni ideoloj ik-politik ç izgi şahsında (ki o
zamanlar başkaca da bir şeyleri henüz yoktu) Türkiye dev­
rimci hareketinin geleceğini temsil edecek. bu sayede geçmi­
şin devrimci m i rasını ve kazanımları n ı da yeni bir düzey­
de, marksist-leninist dünya görüşü ve işçi sınıfı devrimciliği
çizgisinde koruyup gel iştirecek yeni bir hareketin doğduğu
iddiasını da taşıyorlardı .
TKİ P şahsında b u iddia da ete-kemiğe bürünmüş, bütün
açıklığı ile doğrulanmıştır. Bugün TK İP'nin önünde, bulaşıcı
bir cereyana dönüşen tasfiyeci akı m karşısında geçmişin
devrimci mirasını daha büyük bir güç ve kararlılıkla savunmak
ve Türkiye'nin devrimci geleceğini kucaklamak görevi dur­
maktadır. Bu görev olayların Türkiye 'yi sürüklediği çalkan­
tılar ortamında apayrı bir anlam ve önem kazanmaktadır.
439
Partimiz bunun bil incindedir ve her alandaki gereklerini yerine
getirmek üzere azami bir gayret içinde olacaktır.
(Ekim , sayı : 230, Kasım 2002 , başyazı)
440