İndirmek İçin Tıklayınız!

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız!
Eylül/Ekim/Kasım
93'te
1
Merhaba
Yeni nsan/ Baki Altın
6
Al Gözlerim Sende Kalsın/ Hayati Azim
14
Veba/ Tolga Karadeniz
17
Korku/ brahim Karaca
23
Munzur: Bir Düün E v i / Harun U y a r
24
Toroslarda Bekleyeceiz Sizi/ Gülay
Esen
26
ki Damla Gözyaıydık Sakallarımızda
Hasan Bayar
30
Hiç Durmadan/ Grup Yorum
34
.Devrim çin Sinema, Y ı l m a z Güney ve Y
o l Sadık Çelik
36
ki Koçolu Gürletiriyor syan Ateini
Ender Selçuk
38
Bir Fotoraf: Siirt/ Engin Kaban
40
Nota: Reber/ Grup Yorum
42
Haber-Yorum
ÖN KAPAK : SULEIMAN M A N S O
U R ARKA KAPAK : CHAT
ARAL
MERHABA
Durmadan dinlenmeden yürüyoruz.
Karılatı
ımız her engeli bir deneyim
olarak görüyoruz. Altetti
imiz her ihanet hedefe bir adım daha arınarak
yaklamanın belgesi olarak geçiyor tarihimize. Yarattı
ımız örnek
de
erler, yılmadan, usanmadan geçmiimizi ve gelece
imizi
sahiplenmeyi ö
retiyor bize. Düzenin kokumulu
u, yaratmak istedi
i
bencillemi, bireycilemi ve yalnızca tüketmeye programlanmı insan
tipinin karısında yine aynı toplumun içinde ama de
erleriyle bambaka,
yepyeni bir insan örne
i yaratıyor mücadelemiz. Sabırlı, paylaan, emek
harcayan 'yeni insan'acı ve zulüm düzenini sona erdirecek devrimin
motoru, habercisidir.
gal altındaki topraklarda, emperyalizmin ve siyonizmin a
ır teknolojik
silahlan karısında, tala sapanla direnirken en önemli dayana
ı
merulu
u, mazlumlu
uydu Filistin halkının. Kendi ülkesinde sürgün,
kendi ülkesinde tutsaklı
ı yaadı onyıllarca. Sabırla, inatla yetitirdi
çocuk generallerini. Zulmün karısında dimdik durdu. Kazanılan
mevziler Filistin halkınındır. imdi onun mücadelesini emperyalizme
pazarlayan Arafat önderli
inin de
il. Yaanan ihanet ise burjuva
önderli
e aittir. Filistin halkına de
il. Filistin halkı, emperyalist barıa
teslim olmayacak. Hızlı büyüyor Filistinli çocuk generaller. Hızlı
büyüyecek. Ve bu ihanetin yüzüne tükürecek. Kapa
ımızı Filistin.
halkının mücadelesine ve gelece
ine adıyoruz. Suleiman Mansour,
Filistin'in ulusal renklerini -siyahı, kırmızıyı, yeili ve beyazı- yasaklandı
ı
için kullanamamı tablosunda. Biz, mücadelesine verdi
imiz deste
in
bir sembolü olsun diye, logomuzun renkleriyle tamamlıyoruz tabloyu. 76
yıl sonra bir kıvılcım düüyor Moskova sokaklarına. 76 yıl sonra kızıl
bayrak, 76 yıl sonra Lenin, Stafin; 76 yıl sonra sosyalizm, yeniden zulme
sömürüye bakaldırının tarihini balatıyor Rusya'da. Tükenen
revizyonizm. Yeni bir dünya, eit, özgür bir dünya kurma tutkusu
tükenmiyor. Kaldı
ı yerden bir iz bulup kendine, yeniden, yeniden
yaratıyor kendini küllerin arasından. Onu sahiplenen yeni insanın elinde
ekilleniyor. Taptaze, dipdiri bir ruh oluyor. Umut oluyor gelece
i için
ülkenin.
Dergimizin yayın hazırlıktan bitti
i baskıya girmek üzere oldu
u
sıralarda,3 Kasım 1993 çaramba günü, Diyarbakır büromuz polis
tarafından basıldı. Arama belgesi olmamasına karın 5 saat boyunca
büromuz didik didik arandı, talan edildi. Arivlerimize ve kasetlerimize el
koyuldu. 5 saat sonra "aranan bir ahıs" için geldiklerini söyleyip gittiler.
Gerçekte aranan bir ahıs yoktu. Aradıkları "tanıklar" vardı. ktidarın
Lice'de estirdi
i terör ve katliam sonrası stanbul'dan giden gözlem
heyeti kentten henüz ayrılmıtı. Aralarında OKM ve Tavır temsilcilerinin
de bulundu
u heyeti a
ırlayan kurumlardan biri de Diyarbakır
büromuzdu. Polis baskınının nedeni gayet açıktı. ktidar, katliamlarını bir
demagoji perdesi ardına gizlemek istiyordu. Oysa kamuoyunun
duyarlılı
ı ve tehir çabası, bu perdeyi çoktan yırtmıtı. Devlet cinayetine
tanık bırakmak istemiyordu. Aradı
ı "tanıklar"dı. Herkes 'tanık' olmalıdır.
"Yaadı
ı dönemin tanı
ı" olmak bu katliamların,hak gasplarının tanı
ı
olmaktır. Ve yakasına yapımaktır suçlu olanın.
Dostlukla!
T A V IR
1
evrimcinin görevi devrim
yapmaktır"..."ki üç
daha fazla Vietnam!" (Che)
Canlılar yaayabilmek için
beslenmeye gereksinim duyarlar. Bu bir zorunluluktur.
Yeni insanın besinlerinden birisi olan kararlılık da, hep diri,
güçlü ve canlı kalabilmesi için
daha baka besinler ister. Kararlılıın besinleri inanmak,
güvenmek ve savamaktır.
Halk arasında söylenen "Dümez kalkmaz bir Allah" sözü,
insanolunun baına her ey
gelebilir gerçekliinin yanında,
istediinde insanolunun yapamayacaı ey yoktur gerçekliini de anlatır. stemek,
irade, inanç iidir. nanmak,
gerçeklemesi uruna senin
2
TAVIR
hayatını, tüm maddi ve manevi varlıını ortaya koyduun
devrim davasına olabildiince
sarılmaktır, onu savunmaktır.
Sıradan insanların olu kızı
olur: devrimcilerin ebeliini
yaptıı devrim, devrimcilerle
halkın gerçek evladıdır. Gelecek, istikbal ondadır, güveneceimiz, çalııp çabalayacaımız, uzanıp tutacaımız, ateini sürekli harlayacaımız
umuttur devrim.
Devrimci mücadelede kararlılık tuttuundan fazlasını
koparmaktır. Devrime olan
inanç, emekle, canla, kanla ve
binbir çeit yaratıcı mücadele
biçimleriyle yorulduu için,
hamuru, gökten inip gelecek
ve insanları kurtaracak olan
"mehdi" ye olan inançtan çok
farklıdır. Onda bilinemezcilik,
anlaılmazlık, belirsizlik yoktur. Materyalist yorumla, diyalektik yöntemle bilimsel olarak
tarihimiz didik didik edilmitir.
Her ey göz önüne serilmitir.
Gerekli olanlar ayıklanıp öne
çıkarılmıtır. "Strateji" diye bir
yapı kurulmutur, yol çizilmitir! Bu, namlunun soukluu
ve sıcaklıı kadar gerçektir.
Artık bunun emekle, mücadele
ile, mücadeledeki tüm acıları,
mutlulukları, özlemleri, umutları, kayıpları, geçici yenilgi ve
mevzi zaferleri geçe geçe devrime uzanılacaına olan
inançtır. Bu inanç canlıdır, hareketlidir, elle tutulabilirdir, bedellidir. Sıkıca sarılındıında
kararlılık artar, kararlılık nitelikçe pekitikçe inanç çeliklesin
Devrimci mücadele, devrimcilerin birbirlerine, kendilerine, halkına, dier emekçi halklara ve devrimin istikbaline güvenle ilerleyebilir. Kararlılıın
içindeki ev sahibidir güven. Bu
ev sahibinin morali yüksek olduunda kararlılık parıldar bir
kılıç gibi. Bu ev sahibinin sorunları en aza indiinde kararlılıın yüzünde yenilmezlik
okunur. Haklı bir meydan oku-
yu ifadesi hiç silinmez olur
yüzünden. Evet, güven kendine güvendir öncelikle, kendi
içindeki savaı kazanmı olmanın getirdii devrimci dinginlik, kendinden eminliktir.
Sen kendi içindeki kapitalizme
ve onun bütün uzantılarına
karı savaı kazandıında, ve
bu savaın baltalarını gömmeyip sürekli bilediinde,"dı"a
karı sorunların varlıı, senin
için normal bir i olur. Kendi
savaını kazanan devrimci
kendine güvenen devrimci haline gelir. Kendisine güvenen,
baka devrimcilerin güven ya
da güvensizlikleri nedeniyle de
kendine güvenir. Devrime ve
halka zaten güven söz konusu
olduundan, devrimin ordusuna, partisine güvenir. Kaldı ki
devrimcinin devrimciliini sürdürebilmesi için, kendisinin
bakalarına ne kadar güvenip
güvenmedii bir yerde pek de
önemli olmaz: devrimci örgütlülüün tek tek devrimcilere
güvenmesi esastır. Bunun yolu dahi, devrimcinin kendisine
güveni sonucu, örgütlülüe de
bu güveni yüksek biçimde taımı olmasıyla gerçekleebilir. Kendi omuzuna güvenen
bakasının omuzuna yaslanmasını bilir. Sırtını sırtına vererek silah kuanabilir, bir an
bile tereddüt etmeden. Kararlılıın içeriinde inanç ve güven
bulunmakla birlikte, kararlılıın
kendisi de güveni gelitirmenin en dinamik, devrimci iteneklerinden birisidir. Zaten,
inanç, güven ve kararlılık birbirinden soyutlanarak tek baına ele alınamazlar, o zaman
hemen renk, biçim ve giderek
dorultu deitirmeye meylederler. Devrimciliin, yenilemenin tüm öeleri birbiri ile koparılamaz iliki içindedir. Örnein, devrimin, devrimci örgütlenmenin adaletine, hukukuna, geleneklerine gerektii
gibi inanmayan, inancı zayıflayan bir devrimcinin, bu deerleri kararlılıkla savunacaını
beklemek yanlıtır, kendini aldatmaktır. nançla kararlılık,
güvenle kararlılık, ahlak-adalet iie kararlılık, sözünde durma gerçekçi olma, saflıını koruma ile kararlılık arasında,
tüm bunların birbiri arasında,
birbirini etkileyen, koparılamaz
zincirler vardır. Tüm zincirlerin
dümanı oian devrimciler, yoldalık zinciri ile birbirine balıdırlar.
Devrimci mücadele ile yenilenirken, devrim yolunda sayısız zorluklarla, engellerle
karılaıyorsun. Bunlar dümanın açıktan çok yönlü saldırıları bata olmak üzere, içimizdeki dümanın seni geriye
çeken, bir ayaının, elinin hep
kapitalizmde kalmasını isteyen talepleridir. Yukarıda çerçevelemeye çalıtıımız kararlılık, seni her bir engelde, zorlukta yıkımda ayaa kaldıracak olan yegane güçtür, bunu
unutmamalısın.
Öncelikle hiç bir zaman tökezlememeye çalıacaksın,
kararlılıın ve bunu besleyen
unsurlar tökezlemene izin vermeyecek. Diyelim ki tökezledin. Bu sefer ikincisine izin
vermemek üzere hemen dorulup komaya devam etmelisin; ilkinin dersiyle üstelik. "Eyvah, ben tökezledim, tökezliyorum, artık benden adam olmaz" türünden düünceler,
beyninde yuvalanabilmi kapitalist burjuva dümanın kalbinin kulaına fısıldadıı gericilik propagandasıdır. Buna asla
izin vermeyeceksin. Sen de biliyorsun ki, iç dümanla sınıf
dümanının vurucu güçleri ibirliine girierek, önce seni
tökezletti, kararlılıını sınadı,
imdi de düene vurmaya çalııyorlar. Önce paslı balyozu
kullandılar, sonra da kendi ellerinle boazına sarılmanı istiyorlar.
Gün olur üzerine
12'ler aırlıınca
Çöker de kuruni karanlık
Koparılırsan güneinden
Eyvahlama hemen dört bir
yanı
Solası deil öyle birdenbire
Akın yüce nefesi
Kılıçlanmı mısır püskülleri
gibi
Su sour
toprak sour
sour hava
ve hatta
Donabilir vatanın teri alınlarda
Ve güneten koparılan
Ate deryaları sour da
Soutulmaz hiç bir zaman
Güneinden koparılan Bir
hücre ki
Cihan deer bir sevda ile
savaan!
Kavgada dümemeye çalıacaksın, dümemek esas
olacak. Mücadele eden bir
devrimci bir kaç kez düebilir
veya ilk düüü son düü olabilir! Devrimin motive ettii,
devrimci bilincin "Kalk yürü"
dedii sese kulak vermelisin.
Düenle kalınmaz, ölenle
ölünmez bilirsin, her düünde
güvey her cenazede ölü olmanın küçük-burjuvaya özgü olduunu da yaar görürsün!
Mücadele de tökezlemek, dümek, istenmeyen bir trajedidir,
geçici yenilgiler de öyle, deil
mi? Engebe diyoruz, ite engebe gerçekliinden birisi de
bu "Kiisel" yazgıdır. Devrimci
teorin ve tecrüben, devrim yürüyüünü tamamlama kararlılıın sana bunu amayı söylemiyor muydu? O zaman, düüp kalkmak, kalkıp soluklanmak, soluklanıp tekrar komak
eylemliliini içindeki devrimin
sesine kulak vererek sürdürmelisin. Düülen yerde çakılıp
kalmak ve tövbe billah buradan artık ileri gidemem ben
demek, statükoya sarılmaktır:
mücadele içinde bir yerde donup kalmaktır, biliyorsun. Ve
seni geçip giden mücadele ile
birlikte yoldalarına "Size güle
güle" demektir, deil mi? Dütüün yerde ne var? Biraz,
devrimcilik biraz düzen, devrimin hızı seni geçip gitmi. Biraz ondan biraz bundan, uzlamacılıktır, düzenle içindeki
devrimi barıtırmaktır, buna
izin verilir mi hiç? Üstelik çakılıp kaldıın yerde de yalnız deilsin. Hayat öyle sahipsiz deil ki hiçbir aamasında. Baka toplumsal aktörleri de var.
Onlar sana hiç devrimden yana yer açarlar mı sanıyorsun?
Elinden tutup seni de daha geriye, kendi "dünyalarfna götürmek isteyecekler, geri çekeceklerdir. Sen bir kere nasıl olsa geri durmaya, donmaya
izin vermisin, bu görülmü,
anlaılmı,
ikinci-üçüncü
adımlar neden atılmasın diye
sana asılacaklardır. Sen de
kararlılıından taviz verdiin
için pek fazla direnemeyeceksin. Bu içinden çıkıp geldiin
kapitalizm bataklıına dönütür. Bir de düülen yerden kalkıp hızla tekrar ileriye atılmak
yolu vardır, kararlılıın yanında inanç, güven, ahlak, adalet
duygu ve düüncelerini de
besleyen bir devrimci ise bu
yolu tutacaktır. Tekrar tekrar
ileriye doru komak potansiyeline sahip olmadıın zaman,
ihanet ve dönü potansiyeline
yer açıyorsun demektir: ne yapalım, toplumsal yasalar arada derede kalmaya, vaziyeti
idare etmelere eninde sonunda pek izin vermiyor! Bu nedenlerle diyoruz ki, kararlılık
devrime uzanmada en büyük
silahlardan birisidir.
Kararlılıının zayıflamasına izin vermek, bu silahın ate
gücünün zayıflamasına izin
vermektir. Nerede görülmütür, giderek ate gücü azalan
silahlarla, "bireysel trajedilerden kurtulmak?
Gün olur üzerine
12'ler aırlıınca
Çöker de kuruni karanlık
Koparılırsan
Bir hücrenin savaından
Eyvahlama hemen dört bir
yanı
TAVIR
3
Tek bir fener de kalsa akın gücü
Tututurmaya yeter unutma
Bir
ucundan karanlıı...
Devrim yürüyüü büyük
"felaketlerle de karılaabilir,
karılaıyor. Mahir ve yoldalarının tutsaklık koullarında
en fazla acı çekmelerine yol
açan, Münir-Yusuf hizbinin
parti devrimci çizgisini tasfiye
etmeleri ve partinin en büyük
güç kaybına uramasına
4TAVIR
neden olan revizyonist, fırsatçı, ahlaksız, adaletsiz
müdahaleleri gibi... O günleri
anlayabilmek, gözlerde,
yüreklerde ve beyinlerde canlandırabilmek için, bugünkü
"felaket"e bakmak yeterlidir
Devrimci önderlie karı
yapılan fırsatçı, ahlaksız,
adaletsiz darbenin yol açtııolumsuzluklar çok yazıldı,
çizildi. Dahası yaayarak gördük, devrim yürüyüümüzü
geriye çekti, çok yönlü
"zamansız" alçaklıklarla yüzyüze geldik. Tüm bu olumsuzlukların gerisinde dümanın
amansız saldırıları vardır, ondan baımsız deildir. Yani iç
düman her zaman sınıf dümanının üvey evladı olmutur,
onun amarlarıyla doumu
gerçeklemitir. te böylesi
günlerde felaket tellallıı yapmak, biliyorsun ki, olmayacak
ilerdir. Yaam akımızı kamçılayan irade ve kararlılıı
zayıflatmak, kararlılıktan taviz
vermek, güvenden üphe duymak, savamak ve mücadele
etmekten geri durmak, hem
bireysel hem örgütsel düzeyde
içimizdeki dümana yol vermektir. Kendini kenara çekip,
buyurun geçin demektir.
Burada uzlamak, barımak
da aılır ve giderek ibirlii ortaya çıkar. (Bu potansiyel bir
tehlikedir.)
Devrimci-yeni
yanımız kararlılıkla, böylesi
durumlarda öne atılmalı,
yenilenmenin ve gelimenin
karısındaki düman güçleri
ezmelidir. Devrimci vicdanla,
adaletle, ahlakla, eitimle, kültürle, güvenle, geleneklerle,
sözle eylemle beslenen devrimci kararlılık: tüm tökezlemelere, dümelere, yalpalamalara
ramen
biz
Che'nin sözlerine layık devrimciler olmaya götürecek tek
güçtür.
Çepeçevre kuatılır da
Zifiri karanlık derya üzre
Bir kaptan ki vahi dalgalarla...
Tek bir fener yol gösterir
Rotayı aıran gemilere
Unutma!
Yeni insan, bugün, her
eye
ramen
devrim
yürüyüünde kararlı olan insandır. Kararlılıını, devrimci
adaletin gerçeklemesine,
devrimci ahlakın yerlemesine, devrimci kültürün yaygınlamasına,
devrimci
geleneklere yenilerinin eklenmesine, devrimin onurunun
yücelmesine koan insandır.
tanımsız bir katliamın iiridir bu
anlatamam sımaz dizelere imgeler
lal olur susar çaresiz sözcükler
ırmak olsa çalasa göllere sımaz
taar denizlere
bir sabah ırnak'ta afak sökerken afak
sökerken baladı dehet su uyur ku uyur
insan uyurken indi tepelerden aaı
vahet ay sustu yıldızlar sustu gök sustu
ey mazlum halkım yadsınan millet sen
rüyaların derin sularındayken tank ile top
ile zulüm konutu Kürdistan'ımın ırnak
ehrinde kıyametsiz kopardılar kıyamet
bir yanda insan ölüleri yatar upuzun
bir yanda katledilmi
imi hayvan leleri
balamı kokumaya etleri
bir kediler dolaıyor bombo sokaklarda
sahipsiz köpekler dolaıyor bir de...
bir de igalcilerin yamacı askerleri
maazalar dükkanlar yıkılmı
yakılmı sayısız evler alevler
kızıl kartallar gibi göe doru
kanat çırparken ırnak buulu
gözlerinden urun urun kan
dökerken ilansız bir sava
tablosudur
gör insanlık gör iyi bak kalkmı göç
ediyor ırnak göçüyor tankların topların
ateinden göçüyor zalimlerin serinden
göçüyor ölülerini geride bırakarak
ne zaman bitecek bu acılar ne zaman ne
zaman dinecek gösümde sızı hepinizin
yerine ben öleydim oy yeter ki
istenmeyen bir konuk gibi ölüm erkenden
çalmasın kapınızı
IRNAK'TA
KANLI AFAK
Mehmet ERCAN
T A V I R
5
A
mcamı
hapishaneye
ziyarete gitti
imiz gün.
Telefon kulübesinden
biraz daha büyükçe bir
yer.
Annem
cam
bölmelerin ötesindeki
amcamla konuuyor. Benim
orada oldu
umu unuttular. Sen
amcamın
ardında
duvara
yaslanmısın.
Oradan
gökyüzünü göremedi
ini bilsem
de gökyüzünü seyretti
ini düünüyorum. Omuzlarına dökülen kestane saçların özenle taranmı. Dıarıda rüzgar yok.
Olsa da geçemez bu camlardan. Esse diyorum yinede. Esiyor. Saçların uçuuyor imdi. O
esintiler senin gözlerinde. Iıltılarını gönderiyorsun gülümseyiinde. Ben de sana gülümsüyorum. Annem "Bir ihtiyacın var
mı?" diye soruyor amcama. Elini
uzatıyorsun camların içinden.
Dokunuyorsun
gözlerime.
Amcam benim orada oldu
umu
anımsadı. Bir sana, bir de bana
bakıyor. "Gel" diyor sana. "Bu
Barbara: Bu yaramaz da benim
ye
enim, Barbara sviçreli."
"sviçre çok uzak mı Barbara?"
"Uzak."
Anneme bakıyorsun sonra.
Gözlerindeki rüzgarlar hüzüne
bırakıyor yerini. "Çetin'in cenazesine gittiniz mi?" diye soruyorsun. Suçluluk duygusu yüklenmi sesiyle "gidemedim" diyor annem. "Kalabalık olmalıydı, iyi bir tören yapılmalıydı onlara. Neden ikisini yanyana
gömmediler?"
Babam fabrikada çalııyor.
O gittikten sonra uyanırım ben.
Annemle kahvaltı yaparız. kindi
vakti de annem çıkar evden. Bir
iyerinin temizli
ini yapıyor.
Bazen beni de götürür oraya.
Babam eve geldi
inde kuca
ına alıp öper beni. Yüzü yorgun,
elleri yorgun. Korkarım düürecek diye. Mutfa
a gider sonra.
Annem bulaıkları yıkamadan
gitmise kendi kendine söylenir.
Evde yemek yoksa daha da
kızar. Ama anneme yemek
yapmadın mı diye sormuyor
çoktandır. Babam sordu
un-
6
T A V I R
GÖZLERM
SENDE
KALSIN
Hayati AZM
daysa annem kara yüzünü daha da karartıp, "Para mı bırakıyorsun eve? Bıraktı
ın parayla
ekmek alınmaz. Temizli
e de
gitmesem..." diye tersler babamı.
Seni hapishanede gördü
ümden aylar sonraydı. Annemle babam kavga ediyorlardı
yine. Babam "bu evin pisli
i deli
edecek beni" derken annem
burnundan solumaya balamıtı bile.
"Elin evinde elektrik süpürgesi, otomatik çamaır makinası..."
"Makinasız temizlenmez mi
bu ev? Yetimiyor ite..."
"Temizlenmez. Yetimezmi, elin erkekleri nasıl yetitiriyor ha? Erkek ol da yetitir."
Anneme benim yanımda
vurmaz babam. Kapı çalınmasaydı vururdu belki de. Erkek
misin sözcü
ü çok sinirlendirir
onu. Koup kapıyı açıyorum.
Hapishane camlarının ötesinden gülümsedi
ince bakıyorsun gözlerime.. O görümemizden sonra görmemitim seni.
Fakat annem her ziyaret gününden sonra senden söz ediyordu. Babam bile tanıyor artık
seni. "Barbara geldi." diye ba
ırıyorum. Evdeki sert hava yumuuyor birden. Geldi
ine öylesine seviniyorum ki. Annemin
sevinci ise daha bir baka. Seni
görmenin yanında, sorunlarını,
babamla olan kavgalarını anla-
tabilece
i, kendine yanda çıkacak birinin gelmesinin sevinci
bu. Annem anlattıkça babam
önüne bakıyor. Annemi dinliyorsun sessizce.
Anlattıkları bitti
inde "sen
haksızsın" diyorsun. Annem
akın. "O dokuz saat çalııyor,
sen dört saat çalııyorsun. Bir
de eine bulaık yıka dersen
eitlik olmaz ki." "Nasıl kadınsın
sen? Sandım ki benden yana
tavır alırsın."
"Biz haklıdan yanayız her
zaman, eten dosttan yana de
il."
Sabah babam ie gitmiti.
Karı komumuz Barbara'yı
görmü olmalı. "Misafirin mi var
? diye sesleniyor anneme.
"Kaynımın karısı gelmi"
"Almanya'dan mı?" "Ne getirmi, neler getirmi?"
Annem, Barbara'nın getirdi
i eyleri saymadan önce elini
birkaç defa sallayıp uzun bir "o"
çekti.
"Bana etek ceket çocu
a da
üst ba..."
Oysa Barbara bana bir çikolata getirmiti. Annemin saydıklarını duydukça gülüyordu. Ben
yalan söyledi
imde annem a
zıma vururdu.
"Barbara, annemin a
zına
vuralım mı? Bak yalan söylüyor"
"imdilik uyaralım."
Bu kızı seviyor insan. Mahsunlu
unu, gülüünü... Yaban-
cılı
ını bile. Hem bir yabancı;
hem bir abla, bir kardeten daha yakın. Sen haksızsın demesi bile incitmiyor insanı. Gülüm,
yabancı gölüm, yaban gülüm.
Eve gelirken ayaklarım geri geri
giderdi sanki. Nazım da olmasa
hiç gelesim olmayacak. Yaban
Gülü evdeyken koasım geliyor
i dönülerinde. Özlüyorum
onu. Az sonra kapıyı açacak diyorum. En güzel gülümsemeleriyle merhaba diyecek. Zile basıyorum. Barbara evde yok. Bilsem ki Yaban Gülü evde yok
neden basayım zile? Anahtarı
çıkarmak zor de
il ya çantadan. Az sonra bir neden bulur
tepiiriz yine adamla. Yaban
Gülü'ne sorsan ben haksızım.
Elin karıları bir giydi
ini bir daha giymez. Nerde kaldı bu kız?
Gecikmezdi hiç bu kadar. "Aramadı mı?" diyorum. "Aramadı
diyor." Eimin gözlerinde de bir
kaygı var. Baına bir ey gelmesin sakın. Burada olsaydı
imdi. Böyle dört saat temizli
e
gitmekle olmaz. "Sizin sorunlarınız daha çok ekonomik. Paranız yetmedi
i için kavga ediyorsunuz" derdi. Sonra da hem kararlı, hem sevecen mimiklerini
takıp; "proleter olacaksın" diye
eklerdi. Benim dilim de dönmez
u sözcü
e, Ne demek o diye
sorardım." çi demek, içi. Hadi birlikte söyleyelim. Pro-leter..."
Saat ilerledikçe kaygılarım
artıyor. Ya baına bir ey geldiyse sözcüklerini kovmaya çalımanın bir yararı yok. Nazım
da yanındaydı üstelik. Ya balarına bir i... Bu gün Kadınlar
Günü demiti sabahleyin. 8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar
Günü. Arkadalar enlik düzenlemi birlikte gidelim. Nasıl da
sevecendi bu sözü söylerken.
Biraz heyecan da vardı sesinde. Gelmeni çok istiyordu. Baın a
rıyordu, biraz yorgundun.
"Gelemem hastayım" dedin. Gidebilirdin aslında. Kadınlar Günü de neymi dedin için için. Kırılmı mıdır sana? Evet biraz
kırgındı. "Biz de Nazım'la gideriz" dedi. Yaban Gülü gittikten
sonra daha da a
rıdı baın. Ya
baına bir i geldiyse!? Ya balarına. Telefon çalıyor. Einle
birlikte kouyorsunuz telefona.
Onun sesi. "Ne oldu?" diyorsun.
Hiç diyor önce. Gülüünü duyuyorsun kaybolduk derken. "Sokak sokak dolatık bulamadık
evi."
"Biliyor musun anne?" diyor
Nazım. "Tiyatro oynadılar orda
Barbara da konuma yaptı.
Hem de Türkçe. Herkes nasıl
alkıladı görecektin."
"Biz kadınlar; sınıfsal ve
ulusal baskıların yanında özel
baskılar ve cinsel baskılar altındayız. Bu baskı emperyalist düzenin hakim oldu
u heryerde
vardır. Kapitalist toplum kadınlara
ekonomik
ba
ımsızlık
hazırlamıtır ama ne insan, ne kadın, ne de e olarak kendi kiili
ini yaayabilme olana
ı yoktur.
Kadın meta toplumunda meta
olarak yaamaya mahkumdur.
Yarı feodal toplumda..."
Barbara çayını bitirip mutfa
a geçti. O ne zaman evde bir
i yapmaya kalksa, annem hemen karı çıkardı. Barbara da
her zaman oldu
u gibi "Ben
oturup sen çalıırsan, ikimizin
zamanı da boa geçecek, ileri
birlikte yapalım" dedi. ler bitince bana Dersim'i anlatırsın.
Barbara'nın kendine özgü aksanıyla R'leri biraz yutup, harfini uzatarak Dersim demesi annemin houna gider, aynı sözcü
ü bir kaç kez tekrarlatırdı.
Annemin Alman gelinimiz
olarak tanıttı
ı Barbara komuların dikkatini çekiyor, Barbara
mutfa
a girdikçe, karı komumuz uzaktan uza
a da olsa
onunla konuma olana
ı yakalıyordu.
"Hogeldin, hogeldin!"
Barbara da annemin yalanları açı
a çıkar endiesiyle
komularla fazla konumuyordu. Hogeldin diyen kadını baıyla onaylayıp, "Ja" dedi.
"Komucum Türkçe bilmiyor
mu bu gelin?"
"Çok az biliyor, çok az."
"Kaç çocu
un var, kaç?"
Kadın pei sıra soru sordukça Barbara sessizce annemden aldı
ı yanıtları karı
komuya iletiyordu.
"Dersim'i, Munzur'u anlatacaktın bana."
"Sen sviçrelisin Türkçen
kıt, ben Kürdüm Türkçem kıt.
imdi ben nasıl anlatayım Munzur'u sana!"
"Kader arkadaıyız seninle.
Sen anlat, tane tane anlatırsan
anlarım."
"Karlar ya
ar memleketime
evler boyu. Birbirine kenetlenmi da
ları, tepeleri düün. Gözünü alır, bakamazsın. Sanırsın
ki tüm dünya beyaza bürünmü.
Sıcaklar
bastırdıkça
eriyip
da
ların doruklarına çekilir.
A
ustos sıca
ında doruklara
uzanır da gözlerin, serinlikler
çöker içine."
Sen tanıyorsun karları Barbara. Alp Da
ları'ndan tanıyorsun. Fakat o stanbul'da, yelde
irmenine düen kar taneleri
farklıydı di
erlerinden. Evde
yalnızdın o gün. Çetin vardı bir
de. Sen yalnız oldu
unu düünmütün. Çeviri yapıyordun o
gün belki de. Boa zaman harcamazsın sen. Boa harcamamıtın ki. Camın önüne oturmutun geceden. Sokak lambasının ıı
ında dans eden karları izlemitin. Alp Da
ları'na
özlem de
ildi bu biliyordun. Kanatlanıp Munzur'a konardı belki
o kar tanelerinden biri. Sonra
Çetin'i anımsadın. Kartopu oynayalım dedi içindeki çocuk.
Çetin akındı. Dikkat çekeriz
diyordu. Güldü, içindeki çocuk
bahçeye kotu. Çetin de.
"Anlatsana, Munzur'u anlatıyordun."
"Nasıl anlatırım sana Munzur'un doruklarında gezinen
bulutları. Sanırsın ki Munzur'un
baına ak kelebekler konmu.
Nasıl anlatırım Munzur'un eteklerine de
in çöken dumanı. Sanırsın ki Munzur Da
ı yastadır,
için için tutumu, Nasıl anlatırım sana kayaları, yarları...
Yeili nasıl anlatırım sana.
Do
uda gördü
ün yeilin bütün
tonlarını düün. Mee a
açları-
TAVIR 7
nı, palamutları. Çiçekleri; nergis, meneke, yaban gülü."
"Neden sustun?"
"Yaban Gülü diyesim geldi
sana. Vazgeçtim. Dayanıksızdır o gül. Tez açar tez de kocar.
Rüzgar sallayı verse bir dalını,
döküverir pembe taçlarını." Daha konuacaktı. Barbara'ya
baktı hüzünlenmi gözleriyle.
Yaban Gülü bu kız gerçekten. Bizler i bulacaız diye yabanellere giderken sıınmacı
o l m a k için sıraya girerken, Y a ban Gülü buraya gelip devrimcilik yapacak. Olacak i deil.
Yabanın parası bizim gibi mi?
Oralarda çalııp kat kat ev dikti
millet. Kaloriferli daireler aldı.
Bizim buradan giden alır da, bu
kız alamaz mı? Gider bu kız.
Gider bu Yaban Gülü. Durmaz
buralarda. Hele bir sıkılcım görmesin. Balayan mı var, alır
baını gider. Arkasına bile bakmaz hem de. Onbe gün ikencehane de, sekiz ay hapishanede kaldı bu kız. Gitmiyor ite.
"Sana da ikence yaptılar
mı Yaban Gülü?"
Bu soru Barbara'nın yüzün-
8 TAVIR
de duygu karmaası yüklemiti.
Acı yüklüydü çouncası, biraz
hüzün, biraz utanç..Tüm bunları bastırma çabası buruk bir
gülümseme.
"Neden yapmasınlar ki?" "Ne
bilim ite Avrupalısın diye."
"He ya öyle dediler. Hogel-din
dediler, çay verdiler bir de!"
Çetin yoktu evde. Yataktan
kalkmaya fırsat bulamadın. P o lisleri karında gördün. Yabancı
uyruklu birini göreceklerini ummuyorlardı belki. Yataktan deil
de uyku tulumundan kalkmaya
zaman bulamadın. Uyku tulumunu halının üstüne serip yatıyordun. Gerilla olacaktın sen.
Aklınca dada yatmaya alıtırıyordun kendini. Çetin nasıl da
gırgıra almıtı seni. "Giderken
halıyı da götür" demiti. "Orada
uyku tulumunu nereye sereceksin sonra." ncinmitin. Çetin de
üsteliyordu: "Kayaların üstünde
nasıl yatarsın" diyordu. Nice
sonra ayırdına varmıtın aka
yaptıının. O an evde olsaydı
Çetin. Onun da yapacak bir eyi olmaz mıydı senin gibi? Bireyler yapmak istiyorsun
yapamıyorsun.
Tokatlar
patlıyor
bedeninde. Burada
olsaydı
Çetin.
Hiçbir ey yapamasanız gülerdiniz.
"Uyku tulumunu al
ubede gerekli olacak" derdi, "Halıyı
almayı da unutma."
Tekme tokat götürüyorlar seni. lk iki
gün gözaltındaki
öteki insanlardan
birisin. Susacaım
diyorsun kendi kendine ve susuyorsun. fade vermek
tutanakları imzalamak yok. kinci gün
öleden sonra sana
karı tutumları deiiyor. Konsolosluun devreye girdiini hissediyorsun.
Seninle görümek
isteyen bir avukat
var. Güven duymuyorsun. Kimin ne olduunu ayırt etmek
güç o an. Polisin avukatı olabilir, "belki de polisdir" diyorsun.
Onunla da görümüyorsun. O
zamandan sonra daha iyi davranıyorlar sana. Kimin ikence
görmek gibi bir istei olabilir ki?
Yine de ayrıcalıklı olmak incitiyor seni. kencedeki devrimcilerin acıyı haykıran baırtıları
daha çok kanatıyor içini.
Yüzündeki hüznü atıp Güllü'ye bakıyorsun.
"Sen bover imdi ikenceyi. Munzur'u anlatıyordun. Kader arkadaım benim."
"Anlatamıyorum ki. Kayaların arasından fıkıran suyu, yani gözeleri nasıl anlatırım sana? Elini sokacaksın o suya.
Souunu duyumsayacaksm.
Austosun ortasında elini dondurur. Eilip içeceksin. Bir kuzu
keseceksin gözelerin baında.
Burada iki lokma yese insan tıkanıp kalır. Munzur'un suyundan içtimi doymak bilmiyor insan. Bir kuzuyu bitiririz ikimiz.
Sen gülüyorsun ama öyle ite.
Yaza gidelim mi seninle Yaban
Gülü?"
"Gidelim. Kuzu da keser miyiz?"
"Keseriz ya."
"Peki köylüler nasıl karılar
beni. Yabancıyım diye yadırgarlar mı?"
"O nasıl söz Gülüm, Yaban
Gülüm? Ben ki bu cahil baımla
yadırgamamıım seni. Köylüler
neden yadırgasın. Sıcaktır
memleketimin insanı. Benden
daha çok severler seni. Konuk
oldun diye sevinir, ba tacı eder,
lokmasını, suyunu bölüür. Bölüür de ne? Önce seni doyurur, sonra kendi oturur sofraya."
"Ama ben Türkçeyi konuamıyorum. Oraya gidersem Kürtçe de örenmem gerek."
"ngilizce, talyanca, Fransızca, Almanca biliyorsun.
Türkçeyi de biliyorsun sayılır.
Daha ne? Bir Kürtçeyi mi örenemeyeceksin? Hem Dersim'de Türkçe bilen çok. Örenmesen de olur."
Örenip de ne yapacak?
Gider bu kız. Yaban Gülü ne de
olsa. Gider mi gerçekten? Ya o
hakimlerin, savcıların karısında duruu. Gazeteciler a
layıp
sızlanaca
ını beklerken o çıktı
savunma yaptı: Ondokuz mayıs
günü Kamuoyunda Hasanpaa
Operasyonu olarak bilinen kanlı
operasyon sonrasında gözaltına alındım. çi sınıfı bilimi olan
Marksizm-Leninizn-Mao
Zedung düüncesi bilimine inanıyoruz. Emperyalist zincirin en
zayıf halkasından koparılması
gerçe
ine uygun olarak, mücadelenin boyutlandı
ı ülkelerin
hareketlerine destek vermeyi
enternasyonal bîr görev olarak
görüyorum.
"Barbara Abla benimle oynar mısın?"
"Peki oynayalım. Ne oynamak istiyorsun?"
"Sen hangi oyunu seviyorsun onu oynayalım."
"Harita oyunu oynayalım.
stersen önce haritamızı asalım. Haritada Dersimi bul. Sonra oraya gidelim. Oradan da senin köyüne."
"Tokat, Sivas, Gümühane,
Tunceli... ite buldum."
Topkapı'dan otobüse biniyoruz hava sıcak ve sıkıntılı.
Terlemiim. Elim Barbara'nın
elinde oldu
undan daha çok
terliyor. Ama bırakmak istemiyorum. Otobüsteyiz. Barbara'ya
bakıyorum, O da terlemi. "Dersim'e vardı
ımızda bana uçurtma yapar mısın Barbara?" "Yaparım" diyor. "Kuyru
unu ben
yapaca
ım. Tüm renklerden takaca
ım, sarı, kırmızı, mavi...
Munzur'a çıkarız. Barbara orası
rüzgarlı olur. Çok uzun bir ip almalıyız yanımıza. sviçre'de senin de uçurtman var mı?"
"Hayır yoktu. Bu ikimizin
uçurtması olsun." Uçurtman
yoktu senin. Belki vardı da,
anımsamıyorsun. Anımsadı
ın
ey düzenin sana ö
reneceksin
diye dayattı
ı ders kitaplarına
gelien tepkilerindi. Günden
güne artan tepkiler. Sen var
olan her eyini paylamak istiyorsun. Dilini bilmedi
in birisiyle karılatı
ında onunla konu-
amamanın acısını duyuyorsun. Dil paylamanın balangıcı. Ö
renmek istiyorsun tüm dilleri.
"Saklambaç oynayalım mı
Barbara?"
"Oynayalım. Bak bakalım
haritaya neredeyiz imdi?"
"Bolu Da
larında."
"Önce bir ey içelim sonra
oynarız. Yorulduk de
il mi?"
Her tarafımız çam a
acı, iri
Kozalaklar dalları aa
ıya çekiyor. A
açların arasında tahta
bir masa var. Bu bizim evdeki
masa. Ayaklarımızın altında çimenler büyümü. Çimenlerin
içinde kurumu iki çatallı ince
ince yapraklar. Odun topluyoruz önce, kurumu yaprakları
da katıyoruz içine. Barbara atei yakıyor. Yumurta halıyor.
Çayı demliyor.
Çocuk ımarıyor. Anne "ımartma" diyor.
"Biliyor musun Barbara, ö
retmen beni dövdü. u kula
ımı çekti. Bu yana
ıma da tokat
attı."
"Gel öpeyim geçsin" diyorsun Nazım'a. öpüyorsun çocu
un kula
ıyla yana
ını. Çoktan
geçmiti o tokatın acısı. ncitmili
i kalmıtı sadece. O da
uçup gidiyor sen öperken. Kin
duyuyorsun ö
retmene. Kinin
ö
retmenden çok daya
ı hala
bir e
itim aracı olarak görmelerine. ki gün sonra veli toplantısına gidiyorsun. Earplı, fistanlı, pardesülü kadınların arasında sırıtıyorsun biraz. Ö
retmen
Nazım'ın velisi kim dedi
inde
benim diyorsun. Ö
retmen de
aırıyor çat pat Türkçe konuan birini karısında görünce.
Akrabam diyorsun.
"Dersleri iyi ama Nazım çok
yaramazlık yapıyor." diyor.
"Nazım evde özgür bir çocuk, yaramazlık yapabilir. Fakat
siz ona bir anne, bir abla gibi
yaklaırsanız..." Dayak üzerine
uzunca bir süre konuuyorsunuz ö
retmenle. Oradan ayrılırken onu etkiledi
ini biliyorsun.
Bundan böyle dövmeyecek Nazım'ı. Öteki çocukları bile...
"Barbara sen neden devrim-
ci oldun?"
Gülümsüyorsun. Ne de güzel bir soru bu. Nazım gibi akıllı
bir çocuk sorabilir böylesi soruları. Nasıl yanıtlayaca
ını düünürken kapitalizmle olan çelikilerin geçiyor düüncelerinden
birer birer. Sistemin çarkları
arasına karııvermek teknolojinin üretti
i mallara sahip olmaya çabalarken para kazanan bir
robota dönümek. Sonu yok ki
teknolojinin üretti
i malların,
her yıl yeni yeni modeller... Sen
de hep daha iyisine sahip olmak için çalıacaksın. Rahat oldu
unun ayrımına bile varmadan. Yalandıkça, üretime katkın azaldıkça veya senin iini
senden daha iyi yapan biri çıktı
ında kenara kenara itileceksin.
Madamla ei öyle de
illerdi
ama. Bir Cafe açmılardı. Belki
onlar da böyle korumaya çalııyorlardı kendilerini. Sen orada
serviste çalııyordun. Aranızdaki
çelikileri en aza indirgemitiniz. Patron içi çelikilerini yaamıyordunuz. Birlikte omuzlamıtınız ii. Cafeyi baka bir
yere taımak zorunda kalmıtınız. Yeni bir çevreydi orası. Üst
katta siyasi polisin bürosu vardı. Cafeye polisler gelip gidiyordu. Konumalarından bireyler
kapabilir miyim diye düünüyordun. Ne de çabuk ö
rendiler
senin devrimci biri oldu
unu.
Madam'a seni iten atmalarını
söylemilerdi. Madam kabul etmemiti bunu. Gerekirse kafeteryayı kapatıp baka bir yerde
yeniden açardı. Ama yine de
atmazdı seni iten.
"Neden devrimci oldun?"
Nasıl yanıtlamalı imdi bu soruyu? Nasıl anlatılır yedi yaındaki çocu
a neden devrimci olundu
u?
"En güzel dünyayı devrimciler kuracak da onun için devrimci oldum. O en güzel dünyada insanlar birbirlerini söndürmeyecekler. Hiç kimse açlıktan
ölmeyecek. O zaman televizyonda gözleri sinekli, karnı i,
kolları bacakları eriyip bir deri
bir kemik kalmı yürüyemeyen
çocuklar görmeyeceksin."
TAVIR
9
"Peki neden Türkiye'ye gel
din Barbara?" RAF hareketindeki çalımalara götürüyor bu
soru
seni.
Kapitalizmin güçlü oluu, kendi
insanlarının yaam düzeyini
yüksek tutabilmesi, toplumsal
muhalefeti cılızlatırıyor. Dernekte oturup konumaktan öteye birey yapamıyorsun. Hiçbir
ey de yapmadın de
il. Nikaragua devrimine gidecek gönüllüleri örgütledin. Ülkene sı
ınan
devrimcilere kucak açtın. Az
ey miydi bunlar? Yine de bir
boluk vardı içinde. Sosyalizm
için daha fazla birey yapamamanın bolu
u. Çetinle tanıtı,
mülteciydi o zamanlar. "Daha
çok" diyordun sürekli. "Emperyalizmin en zayjf oldu
u halka
Türkiye" dedin sonra. Nazım'a
bakıyorsun. Sorusunun yanıtını
bekliyor gözlerinin içine baka
baka.
"Devrimcilerin vatanı yoktur.
sviçre'deki çocuklarda benim
kardeim, sen de benim kardeimsin. Oradaki insanlar daha
az sömürülüyor. Ben de buraya
geldim."
"imdi
de
Kızılcahamam'dayız. Bul bakalım haritada."
"Bolu... Gerede... Kızalcahamam. te buldum."
"Bak orada çatal çatal bir
iaret var. Neyi simgeliyor bu?
aretlere bakalım."
"Termal"
"Orada kocaman bir havuz
var. Yer altından çıkan sıcak
sular havuzun içine doluyor. Yıkanmak ister misin orada?"
"Ama ben yıkanmayı sevmem, gözlerim yanıyor."
"Gözlerini sıkıca kapatırsan
yanmaz."
Mavi le
en büyüyor ve büyük bir havuz oluyor. Barbara
kulaç atmayı ö
retiyor bana.
Havuzun dıına sular sıçrıyor.
Annem olsa kızardı, diye düünüyorum. Barbara kızmıyor.
Annem de geldi ite. Gülüyor
beni yıkanırken görünce.
"Ne o kız, Nazım'ın annesi
mi oldun?"
"Neden olmayayım. Evlen-
10
TAVIR
seydim kaç tane olurdu imdiye
kadar."
"Her tarafı su içinde bırakmısınız, ımarttın u çocu
u."
"ımarmıyor ki. Hem banyo
yapıyor, hem oynuyor. Oynamak onun da hakkı."
"imdi neredeyiz Barbara?"
"Yozgat'ta. Bul bakalım yine yerimizi."
Kıraç tepelerdeyiz. Ufuklara
uzanan kırmızımsı topraklarda
kovalamaca oynuyoruz. Barbara yakalayamıyor beni. Yakalamak istemiyor belki de. Yaklatı
ı zaman yavalıyor. Ben de
sıyrılıp akıyorum elleri arasından. Sonra ben onu kovalıyorum. Ufuklara uzanan bombo
tepeler tükeniyor birden. Yakalıyorum Barbara'yı.
"Mandallardan a
aç yapalım mı Barbara?"
"Yapalım."
Haritada olmayan bir yerdeyiz imdi. Orada görebildi
im
her yer mee a
açlarıyla kaplı.
Hafif bir rüzgar esiyor. Uçurtmamızı salmıız. Kırmızı bir
uçurtma. Kuyru
u rengarenk.
Görüyor musun kafa sallıyor bize. Bulutlara karıtı imdi.
Ben saklambaç oynayalım
diyorum sonra. Mee a
açlarının arasında koup saklanıyorum. Evimizdeki formika elbise
dolabı da orada. Kim getirmi
onu diye düünüyorum, içine
saklanırken. Barbara'nın sesini
duyuyorum "Neredesin?" diyor.
Oyundan sonra Barbara
mandalları toplamamı söylüyor.
Ben hiç toplamam ki oyuncaklarımı. Annem söylene söylene
kendisi toplar. "Toplamam" diyorum ona. Barbara'nın bana
kırılaca
ını düünmemitim hiç.
Tekrar toplamamı söylüyor.
Toplamayınca da "Sana ceza
vermek gerekli" diyerek dıarı
çıkmamı yasaklıyor.
"Küstüm Barbara sana."
"Ben de sana küstüm."
Annem eve gelip bizi küs
görünce aırdı. Bir Barbara'ya
bir bana baktı.
"Barbara beni dıarı çıkarmadı. Küstüm Ona."
"O zaman Barbara evimiz-
den gitsin." dedi annem.
Barbara gitmek için kapıya
yürüdü
ünde koup kapıyı tutuyorum.
"Ben sana da küsüyorum,
sen neden evden gitmiyorsun
anne? Barbara da gitmez."
Annemin Barbara'yı evden
kovabilece
ini düünmemitim
hiç. En az benim kadar sever
Barbara'yı- Annem onun yanına oturup konumaya balamadan, ben Barbara'nın kuca
ına
atılıyorum.
"eni neden hapise kapattılar Barbara?"
"Devrimci oldu
um için?"
"Devrimcileri neden hapise
kapatıyorlar Barbara?"
"yi insanları herkes sevmez
de ondan."
"Hapishanede yaamak zor
mu?"
"Güzel bir yer de
il elbette.
Fakat dıarıda ne yapıyorsan
orada da aynı eyler. Kitap
okuyorsun, tiyatro çalııyorsun.
Yemek yiyorsun, gülüyorsun...
Spor yapıyorsun. Basketbol biliyor musun sen? Basketbol oynuyorduk orada. Benim boyum
uzun ya. Topu aldı
ım gibi...
Dıarıyı merak ediyor insan daha çok..."
Benim sviçreli oldu
uma
alıamadı bir ço
u. Ben buranın insanı gibi davrandıkça onlar hep bir baka ülkenin insanıyla konuur gibi konutular
benimle. Ko
utayız. Tutsa
ız
ama özgür gelece
i konuuyoruz sohbetlerimizde. Mehmet
Almanya'da kalmı bir süre. Çat
pat Almanca biliyor. çten bir
insan.
Mültecilik
sorununu
tartııyoruz. Dilini gelitirmek
için senden yardımcı olmanı istiyor. Sadece kendisi için de
il
üstelik. Ö
retmenlik yapacaksın
tutsaklara. "Hayır" diyorsun
ona. akın bakakalıyor, açıklama bekliyor. "Dil ö
renip Avrupa'nın yolunu tutuyorsunuz,
mücadeleden kaçıyorsunuz" diyorsun. Ho! Kaçacak insan dil
ö
renmese de kaçar ya. Sohbetin bitiminde sana bakarak
"Tschüs." diyor. Almanya'da
kalmılı
ından de
il bu. Bilinç
altında seni kendinden biri olarak algılamayıının etkisi. Hoçakal diyorsun ona. En güzel
gülüler dökülüyor tüm koutan.
Hep böyle en güzel gülülerle dolu deil hapishane kouları.
Bir çatıma haberi gelir koulara. Belki tanıyorsundur
onu. Birlikte yürümüsündür
sokaklarda. Aynı evi, aynı odayı paylamısındır. Yemeini
suyunu bölümüsündür. Uçup
gidersin anılara tutunup. te o
zaman demir kapılar, gözetleme kuleleri daha bir baka acıtır içini. Yüzünü bir kez olsun
görmemi olsan da deimez.
Anılara tutunup yürüyemezsin
belki. Yine de bilirsin onunla aynı kavgayı omuzladıını. Hasan'ı da tanımıyordun hiç. Bir
sokak çatımasında yaralı ele
geçtiini örendin. Hastaneye
yattı sonra. Bacaından yaralıydı. Bacaının kesildiini örendiinde bir bacaının aksadıı duygusuna kapıldın. Öyle
anlar vardır ki, bazen hiç ölüm
olur, yürürsün korkusuzca. Yine
de bedenin bir parçasını koparıp koymasınlar seni yataa. nsandan saymazsın kendini en
çok yarım insan dersin kendine.
Hiçbir ie yaramayacaını düünürsün. Kolu felçli kalmı tutuklu arkadaından biliyorsun
bu duyguları. "Yaamak direnmektir, direnmek gelecektir, gelecek ellerimizdedir." diyorsun
arkadaına. Direnme gücünün
günden güne filizlendiini görüyorsun. Hasan'ın bir an önce
koua gelmesini bekliyorsun.
Yanımızda, yanı baımızda olsun diyorsun. nsanin bir bacaı olmadan da yaayabileceini
anlatacaksın ona. "Hiçbir ey
zor deildir bu dünyada, eer
dorukları fethetme cesaretin
varsa." Hasan'ın geleceini örendiin gün erkeklerin kouuna haber bırakıyorsun. "Gelince
bana haber verin" diyorsun. Bir
de pasta yapıyorsun. Kutlayacaksın onun geliini. Saatler
geçiyor, sana haber yermeyi
unutmu olduklarını düünüyor-
sun. Kırgınsın arkadalarına.
Akam dokuzdan sonra erkekler kouuna gidebilmek olası
deil; yasak. Yaptıın pastayı
gönderiyorsun. Protez bacak
yaptırmayı düünüyorsun Hasan'a. Ölçülerini bile aldın. sviçreye döndüünde ilk iin bu
olacak.
Evde annem yok. Gözlerimi
aralamakta zorlanıyorum. Açmamla kapanması bir oluyor.
Barbara'nın kaygılı bakılarını
görüyorum arada bir.
Uçsuz bucaksız ormanların
içinden geçiyoruz. Gecenin ortasındayız ama her taraf aydınlık. Yakıcı bir sıcak var. Derelerden mee aaçlarının yapraklarından uçan buhar zerreciklerinin uçumasını gözlemek
olası. Bunca sıcaa karın ben
üüyorum. Yarı açık gözlerimle
Barbara'ya bakıyorum. Barbara
üzgün. Bir o kadar da telalı.
Elinde bezler var. Islatıp
alnıma, koltukaltlarıma koyuyor
bezleri. Terimi silmesini anlıyorum ama ben üürken bezleri
neden ıslatıyor bilemiyorum.
"Üüyorum Barbara!..."
"Geçecek" diyor Barbara.
Annemi arıyor telefonla. "Hastaneye gidiyoruz" diyor.
Mee aaçları yok artık, dereler de... Kapalı bir yerdeyiz.
laç kokularını duyuyorum.
Hemireler, doktorlar iliiyor
gözlerime. Barbara benim için
"Olum" diyor. Kendisinin Alman olduunu, Türk einin orada çalıtıını, Türkiye'ye yerletiklerini söylüyor doktora.
Neden yalan söylüyor bu Barbara. Tekrar eve dönüyoruz.
Burası bizim evimiz. Mee
aaçları yok. Ben hastalandım
diye mi döndük eve Barbara?
Hani Munzur'a gidecektik?
yiletiimde Barbara gitmi. Biliyorum; hastayım diye
götürmedi beni. Mee aaçlı ormanlara gittiini biliyorum Barbara.
"Gelecek yine" diyor annem, "Sen uyuyordun, söz verdi sana." Özlüyorum seni Barbara. Sana sarılıp kollarının
arasında uyuduum geceleri,
sıcaklıını özlüyorum. En çok
da sevgi damlayan ııl ııl gözlerini...
Barbara'nın gidiinden bir
ay sonraydı. Yine geldi. Kutuların içinde plastik bir bacak getirmiti. Bacaı olmayan bir arkadaına verecekmi onu. Kazaını da anneme verdi. Almak
istemedi annem. "Benden bir
anı olsun" dedi. Oysa ne de çok
anı bırakmıtı bize. Barbara ile
gittiimiz kadınlar derneine
annemle birlikte gidiyorduk imdi. "Gözlerini özlüyorum Barbara" diyorum O'na. Gülümsüyor.
Parmaını sokuyor gözüne,
sonra da gözüme yapıtırıyor
parmaklarını. "Al gözlerim sende kalsın" diyor. "Geleceim"
diye yine söz veriyor giderken.
Evdeyiz. Annemin çantasındaki paralar yok, "sen mi aldın"
diye bana bakıyor. Barbara'ya
bana vurmayacaı için söz vermemi olmasaydı imdi üstüme
yürür tokatlardı beni. Paraları
da ben almadım oysa. Daha
önce de eksilmiti annemin paraları. O zaman ben almıtım.
Barbara bizdeydi o gün. Bir daha yapma, çok çirkin demiti.
Benim için aldıı meyve suyunu
da vermemiti üstelik. Paralarını çalmayacaımı annemin bilmesi gerek. "Sen mi aldın?" diyor baımın üstüne dikilip.
"Almadım"
"Doru söyle!"
"Barbara'nın üstüne yemin
ederim almadım."
Barbara'nın gidiinin üstünden aylar geçti. Söz vermiti
"Geleceim" diye. Belki dernee gelir diye düünüyorum.
Annemle dernee gidiyorum
her defasında. Dernekteyiz,
sehpanın üstündeki dergide
Barbara'nın fotorafı var. Ölmü Barbara. Herkes bana
bakıyor. Kaçıyorum oradan.
Gözlerini bırakmıtı giderken.
Gözlerine bakıyorum aynadan.
Alarken hiç görmemitim seni.
Alıyorsun.
Sana
söz
veriyorum Barbara. Gözlerini
getireceim Munzura.
TAVIR
11
GECE VE GECE
1
bir gece vereyim sana
ayın gözlerimi kapladıı
sessizliin gecesini vereyim
Asım GÖNEN
bir gece vereyim sana
bakıına yıldız kaçmı
akın gecesini vereyim
yüzü gülücüklerle donanmı
sevincini vereyim saflıın
al bu geceyi de
patos gümbürtülerinde uyut
oluklarından yaam akan
deirmenlerle boz sessizliini
bir gece diyorum
ayıpsız gülen
senin ellerinin gecesi
koyup baımı dizlerine
gökyüzünü dinlediim
rüzgarları kavun kokan
göüslerinin gecesini vereyim
2
burada
acının yasaksız kudurduu
bu ölüm çemberinde
bir gece verdiler sana
kara namlulardan
yalı urganlardan bir gece
her azını harama açmı
kan senetleri koymu cebine
ölümün gecesini verdiler
12 T A V I R
bir gece verdiler sana
kudurmu itahlardan bir gece
tiksintinin ve paranın
ve ekmee satılık
namusun gecesini verdiler
ayrılıı ve açlıı yaratan
gecenin gecesini verdiler diyorum
al bu geceyi de
kör bir dilenci gibi otur gözlerime
al bu geceyi de
insan kam için kararmı
sapla gösümün çukuruna
bir yanı dinler karanlıı
paa buyruu bir yanı
ekmeden biçtiler
ve açlıı korudu polis sirenleri
gösüne gömdü anneleri
al bu geceyi de
hasretine aular içir
al bu geceyi de
gözyaıyla vur yalnızlıımı
TAVIR
13
Tolga KARADENZ
e mutlu gelecek kuaklara... Böyle büyük acılar yaamayacaklar
ve bizim yaadıklarımızı
(1)
bir masal gibi dinleyecekler."
14. yüzyıl talyan airlerinden
Francesco Petrarcha, hemen
tüm Avrupa'yı her eyi ile "düzleyen", yaklaık olarak 60 milyon kiinin ölümüne yol açan
veba-Kara Ölüm salgınından
sonra böyle yazıyor. Yazında
rönesans habercisi bu airin
umut dolu bu sesleniine ne yazık ki yüzyıllar boyunca olumlu
bir yanıt gelmiyor. Veba, faizmi yaamı ve tüm bu sonsuz
acılara karın tekelci emperyalizmin nüvelerinin canlandıı
Avrupa'da, umutsuz Camus'un
da yazdıı gibi yine ortaya çıkmak için fırsat kolluyor: "...Veba
mikrobunun hiçbir zaman yok
olmadıını, eyada ve çamaırda yıllarca kalabildiini, odalarda, bodrumlarda, sandıklarda,
mendillerde, ve kaıtlar arasında sabırla beklediini ve vebanın birgün gelip insanları felakete uratmak ve onlara ders
vermek için, farelerini uyandırıp
onları mutlu bir kentte ölmeye
(2)
yollayacaını biliyordu."
Bugünden, altı yüzyıl öncesine baktıımızda, aradaki büyük zaman farklılıklarına ramen, Kara Ölümün insanlıa
yaattıı yıkımı, moral çöküntüyü ve büyük korkuyu anlamak
sanılacaı kadar zor olmuyor.
14
TAVIR
Söz konusu olan, bir hastalıın
ulatıı boyutla birlikte toplumsal bir olgu haline gelmesidir. O
güne ait tüm olgu ve kavramların, sınıfsal ve siyasi düzleminden soyutlanmaksızın, günümüze aktarımı olanaklı olabilmektedir. Öyle ki, milyonlarca
kayıpla ilk oku atlatan ortaça
insanı artık vebayı "bir seferberlik bir felaket olmayıp, yinelenen bir musibet olarak kabul
(3)
etmeye"
balamıtır. Ancak
insanlıın uyanıını müjdeleyen
devrimlerle beraber bu korku
yaamdan uzaklamaya balar.
Çaı anlatan birçok çalımada
yazılanlar, çok rahatlıkla günümüzle ilgili birçok anlatıma eklenebilir: "... aralıksız süren iddet, bolluun dı görüntüsü altında pusuya yatmı kıtlık hayaleti... sefaiet ve ümitsizlikle birlikte çok sayıda yoksul insan,
yeryüzünü tehdit eden veba
benzeri bir kara bulut gibi harap
olmanın yok olmanın verdii
(4)
gözdaı..."
Gelien ticaretle birlikte feodalitenin gücünün azalması ve
uluslama sürecine girilmesi,
sınıfsal dengelerde ancak erk
sahibi olanlar açısından bir sarsıntı yaatırken, "hastalık" özellikle sonraları "ezilenleri" hedef
almıtır. Tüm Avrupa'da sınıf
ayrımı yapmadan iddetini uygulayan veba, sonraları aristokrasinin ahlaksız korunma yöntemleri ve uluslama ile birlikte
ortaya çıkmakta olan "yeni sınıfların" güce dayalı korunma
yöntemleri sayesinde yalnızca
yoksul halk üzerinde kıyımına
devam etmitir. Oysa Kara Ölümün böylesine yayılmasında ticaret burjuvazisinin rolü olmutur, aırı kar hırsı ile ticarete devam eden tüccarlar, hastalık
için yayılma yollarını da devreye sokarken, hızla azalan nüfus, toprakların önemli bir kısmını, kullanım dıı bırakarak,
feodallerin sonunu da getirmitir. Flinn dönemin burjuvazisine
bu konuda ilginç bir ekilde
yaklaıyor: "Bir salgın tehditl
karısında, vebayla ilgili önlemlere ilikin kararları çou kez ellerinde tutan iadamları, servetlerini mi yoksa yaamlarını mı
tehlikeye atmaları gerektii gibi
ızdıraplı bir kararla karı karıyaydılar. Açgözlülük açgözlülüktür, yaamı mülke yeleme
konusunda akıllar baa gelinceye dein pekçok salgın geç(5)
mi olması olasıdır."
Balangıçta "ölümün herkese olduu" ve "eitlikçilii" düüncesini, kilise propagandası
dıında ele almak gerekir. Kara
Ölümün nedeni, kiliseye göre
ahlaksızlıa karı Tanrının gazabı, aristokratlara göre ise yeni balayan köylü ayaklanmala(6)
rıydı
nsana ait tüm deerlerin yok edildii bu çada, yoksullukla varlıklılıın karıtlıı,
en temel ve karı konulmaz birer yasaydı, bir Tanrı yasası.
Buna ramen ölümün yaygınlıı, paradoks olarak insanları,
onu kendileri dıında yorumlamaya itmi ve beyinlerde, düünce dünyasında oluan sılık
insanlıın geliimini duraklatmıtır. Yaygın demoralizasyonla birlikte artan bireysellik ve
her bireysel hareketin özünü
oluturan kontrolsüz potansiyel
iddet olaanlamıtır. Yorumlaması, anlaılması ve günümüze aktarımı çok kolay birkaç
alıntı ilginç olacaktır. "Veba
hakkında korkunç öyküler anlatıldı: ... tüm kötülüklerin nedeni
olduklarına inanıldıkları için yakılan Yahudiler, onları yerlerde
sürükleyen prensler ve din
adamları... evrensel bir yıkımın
ortasında düzenlenen isterik
e
lenceler, gem vurulamayan
uçarılıklar... hastalarından kaçan din adamları ve hekimler,
Tanrıya ulama yolunda acı
çekmeyi öneren dövünücülerin
(Flageliants) çılgın arkıları,
adaletin sonu ve adaleti uygulayan hiçbir kurumun kalmaması.
(7)
.." lk çöken kurum ise aile
oluyor. Hastalı
ın var oldu
u
düüncesi bile ailelerin hemen
da
ılmasına yol açıyor. nsanlar hiçbir ba
lılık duymaksızın
arkalarına dahi bakmadan kaçma yolunu seçiyorlar. Böylesine büyük bir çöküntüye karı
bir direni olup olmadı
ını bilemiyoruz, çünkü ortaça
da, tarih
yazımında ezilenlerin rolü olmuyor. Yine de Ribard "Karııklıklar, ayaklanmalar iddetlendi,
azdı" diye yazıyor."... ve kanlı
köylü çiftçi ayaklanmaları toplumu sarsıyordu. "Büyük sayıda
(8)
ölüm yılıydı o yıl..."
Ekonomik ilikilerinde önünü açmak için her türlü yolu deneyen burjuvazi, sınıfının ve
yapılanmasının do
ası gere
i,
kendi ahlaki normlarını da koyar. Bir burjuvanın veba ile ilgili
olarak dütü
ü notlar ilginçtir:
"Adı geçen sari hastalık yalnızca fakirler arasında görüldü...
Tanrı, merhameti nedeniyle, bu
kadarıyla yetinecektir... Zenginler hastalıktan kurtulacaklar(9)
dır." Bu aslında, daha sonraki
yıllarda ortaya konacak olan ve
emperyalizmi, faizmi önceleyen teorilerin ilkel eklidir. Malthus'un nüfus teorilerini oluturmasında 14. yüzyıl vebasının
önemli etkileri olmu, daha sonraki yüzyıllarda emperyalist
paylaım savaları nerdeyse
aynı mantıkla incelenmi ve
olumlanmaya çalıılmıtır. Nerdeyse on yıl içinde altmı milyon insanın ölümü -bu 14. yüzyıl Avrupa nüfusunun dörtte birinden fazladır- ikiyüzyıllık nüfus duraklamasına neden olur.
Nüfus artıının sermaye kaynaklarını tüketip uluslararası
gerginliklere yol açaca
ını söyleyen teorisyenler (!), vebanın,
savaların vs. olumlu katkıları
nedeniyle (!) böyle sorunların
çıkmayaca
ını savunurlar. Biriki satır önce yazılan ahlak anlayıı daha gelimi haliyle karımıza çıkar. "E
er ahlak ilkeleri,
iyili
i getirmek için kötülük yapma hakkını bize tanımıyorsa,
kötülü
ün gelece
ini bile bile
iyilik yapma hakkımız var mıdır?"
Nüfus teorisini oluturma
sürecinde Malthus, uygarlık
olarak adlandırdı
ı "ey"in ilerlemesi için gerekli gördü
ü bu
nüfus azalmalarına yol açan
olayların, azalmasından ciddi
bir ekilde korku duymaktadır.
O halde, veba veya herhangi
bir nedenden olabilece
i gibi
savalar da, emperyalist ya
ma savalarında milyonlarca
emekçinin ölmesi, yok olması
da önemli de
ildir!
Burjuvazinin do
du
u yıllarda ortaya çıkan ve yaptı
ı büyük yıkım nedeniyle Kara Ölüm
adını alan vebadan, benzeri en
ölümcül hastalıklardan yada felaketlerden, daha korkuncunun
ortaya çıkmasıyla veba sahneden çekilmitir. Kentlemenin,
ve bu yeni oluumun yeni sınıflarının, ulusların, ortaya çıkıı,
beraberinde daha yıkıcı unsurların da ortaya çıkmasına yol
açmıtır. Sınır tanımayan bir
ahlaksızlık görüntüsü altında
feodalite, dönemini tamamlamı
ancak yerine gelen, hemen
beraberinde karıtını da getirmi ve bu henüz ortaya çıkan
bir çok olgunun, daha balangıçta çürümeye balaması sonucunu do
urmutur.
Yirminci yüzyıla geldi
imizde: yaadı
ımız tekelci emperyalizmin yaptı
ı yıkımı, herhangi bir tarihsel yıkım ve kıyımla
karılatırmak mümkün mü?
Yaanan tam bir insansızlatırmadır. nsana ait ne varsa katledilmektedir.
Camus'un yazdı
ını izleyerek, veba hala yaamaktadır.
ekil de
itirmi, daha korkunçlamı olarak yaamaktadır. "kencehanelerde, hücrelerde, karakollarda, onlara sahip olan güçlerin elinde bu mikrobun yıllarca yaayabilece
ini,
oligarkların toplantı salonlarında, sermayenin vücudunda,
bankalarda vs. sabırla bekleyebilece
ini ve insanları felakete
u
ratmak..."
Ama BZ?
Ama biz, önümüzde böylesine ııklı bir yol ve yanımızda
böylesine inançlı ve cokulu
yoldalarımız varken Camus
kadar umutsuz ve kırık olabilir
miyiz?
KAYNAKLAR:
1) Victor Robinson, The
Story of Medicine, The New
Home Library New York
1943,231-232
2) Albert Camus, Veba,
Çev. Nihal Önol, Altın Kitaplar Yy. 1985 Sy.296
3) M.VV.Flinn, Avrupa ve
Akdeniz Ülkelerinde Veba,
Çev. Necmiye Alpay, Tarih
ve Toplum Dergisi, letiim
Yy. 39. sayı Mart 1987
4) Jhon L. Dusseau, The
Plague, On The Evil And
On The God, On The Just
And On The Unjust, Perspectives in Biology and Medicine, I-Autumm 1982
5) M.VV.Flinn, age
6) Phillip/Ziegler,
Veba,
Çev-Ali Önder, Tarih Mec
muası, Hayat Yy. Nisan
1972 Sayı 3
7) Victor Robinson, age
8) Andre Ribard, nsanlı
ın
Tarihi, Say Yy. 2. baskı
1983 Sy.285
9) Etienne Ferrieres/Gilles
Caster'den aktaran F. Braudel, Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm XV-XVII
Yüzyıllar, Gündelik Hayatın
Yapıları Çev. M.A.Kılıçbay
Gece Yy. 1. baskı 1993 Sy.
66
10) J.D.Bernal'den
(The
Modern Ouarterly) aktaran
R.L.Meek
(Günümüzde
Malthus) Çev. Oya Yaylalı
— Marks/Engels Nüfus
Sorunu ve Malthus, Sol Yy.
1.baskı 1976 sy.46
TAVIR
15
16 T A V I R
F
abrikada içisin...
Baında bir bant
efi, etrafında i arkadaların, önünde
hareketli erit, eridin üstünde az
sonra mal olacak
yarı mamuller, ay sonunda
ödenecek ev kiran, bakkal
paran,
çoktan
beridir
yaamının bir parçası haline
gelen taksitlerin, evde bekleyen karın, biri kundakta biri
ortaokulda
iki
çocu
un,
seninle ilikisi yalnızca aldı
ı
aidatta
cisimleen
bir
sendikan, yüzünü gazete ve
televizyondan tanıdı
ın bir
patronun, patron adına seni
yöneten müdürlerin, ay sonlarında aldı
ın ve alır almaz
elinden uçup giden maaın,
Benim içim diyen devlet
adamların, iini kaybetme
korkuların var... Hayat bu
eleyip sineye çekiyorsun...
kendine
yakıtırdı
ın
bir
baka yaam yok... Zaman
zaman, bir avuç darıya çalıan katırlara benzedi
ini düünsen de "buna da ükür"
demeyi ihmal etmiyorsun...
Geçen hafta iten atılan yirmi
içi arasında olmadı
ın için
mutlusun..
siz
kalan
arkadalarına
acıyorsun...
Hem kızıyorsun, hem acıyorsun... "Zorunuz neydi?"
diyorsun... Sömürüden, düzen de
iikli
inden, insanca
yaamdan bahsetmek, siyasetle u
ramak size mi kalmıtı... siz kaldınız... yi
kötü bir maaınız vardı...
imdi daha mı insanca yaayacaksınız?.. Zamanı gelince sendika toplu sözleme
yapıyor. "Derdiniz neydi?"
diyorsun...
Kızıyorsun...
Kızgınlı
ın,
arkadalarını
sevdi
in için... Sonra, atılanların içinde a
zı var dili yok
içilerin de oldu
unu hatırlı-
yorsun.. ten baka bir ey
düünmesen de, bir gün isiz kalabilece
ini varsayıp
korkuyorsun... Bazı içilerin,
sendikanın ihbarı üzerine
atıldı
ını
ö
reniyorsun...
Korkun artıyor... Sendikandan da korkmaya balıyorsun... Çalıtı
ın fabrikanın
karının trilyonlarla ifade edildi
ini, geçen yıl üçe katladı-
lara imdi burada üç kuru
için katlanman yetmiyor...
Çalııp üretmen, de
er yaratman yetmiyor onlara...
Hem üretmelisin, hem korkmalısın... Korku bu yüzden
tehdit oluyor sana... Kurtulmak istiyorsun... En yakınından balıyorsun... Yönetimin
"bozuk
niyetli"
saydı
ı
içileri sendikaya ispiyonlu-
KORKU
brahim K A R A C A
ını okuyorsun gazetede...
Anlam veremiyorsun.. Korkuların yönlendiriyor artık
seni... Düünmeni engelliyor... Önce sendikaya, sonra üretim hattındaki amirlerine istedikleri "iyi içi"yi oynamaya balıyorsun.. çinden
küfretsen de oynamaya devam ediyorsun... Korkuyorsun çünkü... Sessizce verilen ii yaparken, her an her
eyi yapabilece
inin iaretini veriyorsun, maaını alıyorsun. "Ben sizinim" diyorsun davranılarınla... Örgütlenmekten bahseden içileri
saygıyla karılıyorsun, dinliyorsun, "size hak veriyorum"
diyorsun... Tekrar aynı konu
açıldı
ında ise, çalımak zorunda oldu
unu, onları sevdi
ini, ama senden uzak
durmalarını söylüyorsun...
Ev kiran, taksitlerin ve ailen
hep gözünün önünde... Korkuyorsun... Üç kurua çalıman, üç kuru için sekiz saat ter dökmen, baka bir ortamda karılasan üç kuru
de
er vermeyece
in insan-
yorsun... Çünkü sendika da
o adamları bozuk niyetli sayıyor... Sendikanın da kendince gazabından uzak kalmak... Ev kiranı verememekten korkuyorsun... Haciz
gelip ee dosta rezil olmaktan korkuyorsun... Ödüllendirilme ve korku duygularını birlikte yaıyorsun... Aldı
ın ödül ise belki bu kez
iten atılmamak olacak...
Atılmadı
ın için tekrar mutlu
olacaksın... Ama korkuların
senin için hep "ne iyi adam"
demeyecekler... Kuzu gibi
olman yetmeyecek... Kurt
için kuzu, kuzu için kurt olmanı isteyecekler... Sen iini kaybetmedikçe, çok kiinin iinden olmasına sebep
olacaksın belki... Belki için
sızlayacak, belki bir ey hissetmeyeceksin... "Ne yapalım, yaam bu" mu diyeceksin?.. Evet, öyle diyeceksin... nsan olmaktan çıkacaksın... Onurun çürüyüp
kurtlandıkça,
kurtlaacaksın... Korkuların bitmeyecek... ten atılma korkuna
TAVIR
17
baka korkular da eklenecek... Belki de bunların hiçbiri olmayacak, aa
ılık bir
böcek gibi yaamak istemeyecek, korkularını atee vereceksin... Olabilir mi?..
Kafan karmakarıık... Bir
içinin iç cebinde duran gazeteyi istiyorsun... Okumak
için... içi gülümseyerek
uzatıyor gazeteyi... Balıklara bakıyorsun... ran'da gözüne sürme çekti
i için sokak ortasında dövülen bir
kadın haberi var... aırıyorsun... akınlı
ın geçmeden
bu kez iç sayfalarda yine aynı ülkede iki saatli
ine, iki
günlü
üne, bir haftalı
ına
veya bir kaç aylı
ına yapılan
sözlemeli evlilikleri okuyorsun... Bu ilere bakan bir din
adamına yatıraca
ın paranın miktarı, herhangi bir kadınla geçirece
in birlikteli
in
süresini belirleyecek... Çocukluktan beri bilincine yerleen soyut dinsel namus
kavramı bir an sarsıntıya
u
ruyor. Haberin kayna
ında bir art niyet arayıp sarsıntıyı imdilik dindiriyorsun... Namuslu olma kavramı bilincinde ve kültüründe
cinsel ça
rıımlarla birlikte
var oldu
undan, duydukların seni fazlasıyla megul
ediyor... Bu yüzden, koca
daya
ından bıkan kadının,
iki çocu
u, dayaktan morarmı gözleri ve kırılan üç kaburgasıyla Fırat'ın sularına
dalarak ölümü tercih etmesi
seni o kadar sarsmadı... ntihar etti
i için suçladın belki
kadını... Allahın verdi
i canı
aldı
ı için kızıyorsun... Kocadır, hem döver, hem sever diyorsun...
Aylardır toplusözlemenin imzalanmasını bekliyorsun. Umudunu, alaca
ın zama ba
lamısın... Tasarıla18
TAVIR
Açlık grevleri, infazlar,
Kürt yoksulunun ulusal
direnii, trafik anarisi,
çevre kirlilii ve bir
sürü ey sana
dorudan dokunmadıı
sürece, senin için bir
baka ülkede olup biten
olaylar sanki Yakılan
köyler, göçe zorlanan
köylüler, gözaltına
alınıp kaybedilen
insanlar yok senin için.
rını maaındaki tahmini artıa ba
lamısın... Umutlu olmak istiyorsun... Her toplu
sözlemenin ardından toplu
içi kıyımlarının geldi
ini de
biliyorsun. Sözleme ne kadar geç imzalanırsa iveren
için o kadar iyi olaca
ını di
er içilerden duyuyorsun...
Nedenini sordu
unda ise
"faizsiz kredi" yanıtını alıyorsun. Tartıma konusu olan
oranlar kafanı kurcalıyor...
Megulsün... Rakamların
anlamını yaamında sınamaya balıyorsun. Yüzde u
kadar artı olursa neler yapabilece
ini hesaplıyorsun... Kafanda diyaloglar
gelitiriyorsun... Akam i
dönüü evinin yolunda sıra
sıra dizili meyve satıcılarının
yanından geçerken rakam-
ların soyut dünyasından sıyrılıyorsun... Üç akamda bir
evime bir kaç kilo meyve götürebilmem için u kadar artı olmalı diyorsun.. Patron
"hayır" diyor. "O kadar artı
fazla... Neyine gerek evine
üç akamda bir meyve.. On
günde bir götür... Her akam de
il, iki akamda bir
ie süt götür... Yıllık izninde tatil yapmak da neymi,
evinde çocuklarınla oyna..."
Anlamazlı
ın anlamı aslında bu... Sabah ie giderken
bindi
in servis aracına, ara
duraklardan tanımadı
ın
gençten insanlar da biniyor,
ellerinde birer tomar bildiriyle... ki-üç dakikalık konumadan sonra bildirileri da
ıtıyorlar ve iyi çalımalar dileyerek bir sonraki durakta iniyorlar... Eline tututurulan
ka
ıda öyle bir bakıyorsun... Bazen faist diktatörlük, emperyalizm, devrim
ehitleri, bazen oligarik diktatörlük, devrim, sosyalizm,
sarı sendika kavramları çarpıyor gözüne... Bolca duymu olsan da, hiçbirinin anlamını bilmiyorsun. Az sonra
aracın ön sıralarında oturan
bir içi, araç amirinin emriyle
kalkıp bildirileri teker teker
geri toplamaya balıyor. Sonuna kadar okumak istesen
de vermek zorunda kalıyorsun... Korkuyorsun çünkü...
Hem fabrika yönetiminden,
hem de sendika yönetiminden korkuyorsun... Korkunun yarattı
ı ve yönetti
i bir
insansın... Dünyasal korkuların neredeyse tanrısal korkularının önünde... Bunu
farkediyorsun. Seni dünyasal korkulara bo
an toplum
düzeni ve gelece
i onun süreklili
ine dayalı olanları Allah korkusu bilmeyen cehennemlikler arasına koyu-
yorsun... Hem bunu düünüyorsun, hem de onlardan
hiçbir eyi esirgemeyen
devletin onlarla birlikte dini
ve Allah korkusunu insanlara her zaman hatırlattıklarını
görüyorsun... Buna da bir
anlam veremiyorsun... Ama
tanrıya her geçen gün biraz
daha yakınlaıyorsun... Seni
dünyasal korkularla yaatanlar adına da tanrı korkusunu taıyorsun... Bu dünyada bolca acı çektiini düünüyorsun... Bu dünyada
yoksun kaldıklarını öteki
dünyada mutlaka elde etmelisin.. Buna kararlısın.. Burada kaybettiin dünya, ötede
kazanacaın düsel bir yaam karısında iyice silikleiyor. Bu dünyadaki düünsel ve fiziksel teslimiyetin
yerini tanrısal teslimiyet dolduruyor... Çelikiler içindesin... Gazetelerde cokulu
içi-memur yürüyülerini, direnilerini okuyorsun... Heyecanlanıyorsun... Ama birden kendinin ne kadar güçsüz ve zayıf olduunu düünüp kendi dünyana dalıyorsun... Açlık grevleri, infazlar,
Kürt
yoksulunun
ulusal
direnii, trafik anarisi, çevre
kirlilii ve bir sürü ey sana
dorudan dokunmadıı sürece, senin için bir baka ülkede olup biten olaylar sanki. Yakılan köyler, göçe zorlanan köylüler, gözaltına alınıp kaybedilen insanlar yok
senin için. Karını çoktan çarafa soktun. Çocuun yaz
tatilinde kuran öreniyor.
Yaamdan istediin çok ey
var, ama umutsuzsun. Aslında dünyadan umudunu
kesmemisin. Çelikiler içindesin. Öte tarafı garantiye
almak istiyorsun. Çevrendeki "öte taraf" taraftarlarına
baktıında, onların aslında
bu tarafa daha fazla balı olduklarını görüyorsun. Öte
tarafa yapılan göndermeler,
bu tarafta edinecekleri mülk,
iktidar ve imtiyazın teminatı
sanki. "Sınav" için geldikleri
bu "fani" dünyada parsayı
toplama derdindeler. "Laik
diktatörlük" onlara bu imkanı
fazlasıyla vermi. Öteki taraf
kaygısı senin gibilere kalmı.
çisin.
"çinizde
tanrı
korkusu ve inancı olsun" diyor en bataki patronun.
"Hakkına razı olarak çalıan
kullarına Allah verir" diyor.
"Ben veririm" demiyor. "Bana
çalıın, iyi çalıın, hakkınıza
razı olarak çalıın, iyi içi
olun, bana çok kazandırın,
Allah sizi sever, sevdii
kullarını sevindirir "diyor.
Üstünde biraz düününce bu
sonuca varıyorsun. çisin.
Tumturaklı bir küfür sallıyorsun. Ama, korkuların
yönettii bir içisin. Yaamı
bilince deil, korkuya dönütürebiliyorsun ancak. Zayıf
olduunu
düünüyorsun.
Kendi örgütün olan sendikan
bile korku salıyor sana.
Özelletirildikten sonra içilerin terketmeyecekleri fabrika ve iyerlerinde Arjantin'i.
örnek göstererek gerekirse
bazuka kullanılmasını öneren iadamları, "Açıklanan"
malvarlıkları, milyarlık düünler, asgari ücret, paralı
askerlik, parçalanan gerilla
memo cesetleri, bayraa sarılı memet tabutlar, atekes,
halkların kardelii, insan
hakları, özlem, beklenti derken, üç günlük bir yaamda
yarım günlük nefes için ikibuçuk günü diyet verdiini
düünmeye
balıyorsun.
Aklından geçenleri, TV haberleri ikiye bölüyor. Ekranda yanan bir bina var. Alevler
içinde bir otel. Otelin dı-
ında "kan!.. kan!.." diye baıran kan baımlıları... Otelde kırka yakın insanın yanarak öldüünü söylüyor spiker. Yanık et kokusu doluyor
sanki cierlerine. Ne diyeceini aırıyorsun. "Aziz Nesin konumu, insanlar tahrik olmu, otel yanmı." Bu
kadar basit. Resmi kiiler
buna yakın eyler söylüyorlar. Bir onay, bir uyarı... Aziz
Nesin'i tanıyorsun. Yüzde
altmılık çounluun aptal
olduu yolundaki açıklamaları geçmite dikkatini çekmiti... Ekrandaki tahrik ol-
Onurun çürüyüp kurtlandıkça,
kurtlaacaksın... Korkuların
bitmeyecek.. ten atılma korkuna
baka korkular da eklenecek...
Belki de bunların hiçbiri olmayacak
aaılık bir böcek gibi yaamak
istemeyecek korkularını atee
vereceksin... Olabilir mi?..
mu'halk"ı izlerken bu. açıklamayı hatırlıyorsun, yüzde
kırkı akıllıdır dese daha mı
doru olacaktı sanki" diyorsun kendi kendine... Dolmuta, trende sigara içenleri, yerlere avuç avuç balgam
tükürenleri, dokuz yüzlü
telefonlara "bu burun kimin"
sorusunu cevaplamak için
milyarlar kazandıranları, bo
mideyle milyarlık futbolcu
transferleri üzerine hararetle
tartıanları, teneke bilezik
veriyor diye bazı gazeteleri
kapı kapı edenleri, evindeki beyaz eyanın yeni çıkan modelini alabilmek için
T A V I R 19
dü
Sivas ellerinde dumanım tüter
Otuzbe yürek gösümde atar
Dalarından halkın öfkesi akar
Cenneti bu dünyada
düleyendiniz
Sevdamızı türküledik
telli saz ile
Konuan dil
Duyan kulak
Gören göz ile
Iır gece
azımızdan çıkan söz ile
Cenneti bu dünyada
düleyendiniz
NESM
ALTIOK
AYSAN
BEZRC
KOÇAK
Dost baında HASRET
yolunan çiçek
AKARSU'yum kında kırılan bıçak
Cenneti bu dünyada
düleyendiniz
Pir Sultan gibi durur
gövdeleriniz
Kör karanlıı yırtarken
ne güzeldiniz
Akıl yamur
öfke göl
yürek deniz
Cenneti bu dünyada
düleyendiniz...
brahim KARACA
20 T A V I R
aylarca boazından kesip
taksit altına girenleri, ekranda gördüün kundakçıları,
ve bunlara benzer daha nice
eyleri düündüünde, yüzde altmı üzerinde biraz daha duruyorsun...
Bildiin ve inandıın din
ile, u anda ekranda izlediin dini bir türlü badatı ramıyorsun. Bu düüncelerle
yatıp uyuyorsun. Yarın hafta
sonu. Ayda bir gazete okumana ramen, sabah erkenden bir sürü gazete alıyorsun. Saatlerce okuyorsun.
Bir daha, bir daha okuyorsun. Yanan otelin içindesin
artık. Etinin yanıp döküldüünü hissediyorsun. Dumanların içinden Nesimi'nin
curasını dinliyorsun. T.V.
haberlerinde, ölenlerden ismi tespit edilenler açıklanıyor. Kendi ismini arıyorsun
aralarında. Gazeteler, seyreden devletten söz ediyorlar. Güvenlik güçleri saldıranların güvenliini salamılar. çeride insanlar yanarken dıarıda sırıtıp gülüyor kimileri... Çileden çıkıyorsun. "Laik diktatörlük" nedense laiklii ilk telaffuz
eden önderine ait büstün
yerlerde
sürüklenmesine,
küfürlere seyirci kalıyor. Nedense, sekiz saat boyunca
eriatçı kan baımlılarının
yaptıı katliamı seyrediyor
devletin güvenlik güçleri.
Fabrikada iverenin istemedii gazeteleri okuyan
bazı içilerin nasıl mimlenip
iten atıldıkları geliyor aklına. Utanıyorsun. Kendinden
de utanıyorsun. Demokratik
üniversite
mücadelesinde
yer aldıkları için evlerinde
öldürülen iki genç insan geliyor aklına. Yürüyüe geçen
içi-memurların coplanmasını, dövülmesini, yerlerde sü-
rüklenmesini hatırlıyorsun.
Ve daha Sivas'ta yakılan
otelde ölenlerin kaç kii oldukları bile tam saptanamamıken, otelden hala dumanlar yükseliyorken, katliamı lanetleyenlere saldırıyor
devlet güçleri. Bir vaheti
seyredenler, katliamı kınayanlara saldırıyorlar. Hayretler içinde kalıyorsun. Seyredenlerle saldıranları ve yakanları
aynılatırıyorsun.
"Demokrasi" ye "Laik Diktatörlük" tekerlemeleri birey
ifade etmiyor artık. Evet diyorsun, bu, baka türlü bir
diktatörlük.
Çokça sözü edilen eytan ayetlerinden bir bölüm
okuyorsun. Deil tahrik olmak, okuduklarından hiçbir
ey anlamıyorsun bile... Saldırgan "halk"ı görüyorsun
ekranda. Tepki gösterenlerin onu okuduklarına da
inanmıyorsun. "Bu bir tertip"
diyorsun... Sonra, hem kitabın yazarının hem de kitapta
anlatılanların seni hiç ilgilendirmediini düünüyorsun.
Senin yaamında, ona zaman ayırıp kafa yoracak ve
deerlendirecek bir neden,
bir gerekçe göremiyorsun.
Bir zamanlar, iten atılma
korkularını yenmek için üçbe arkadaını ikayet etmitin. Oysa arkadalarının
fabrika içindeki varlıkları seni hiç ilgilendirmiyordu. Ödül
ve korku arasındaki gel-git,
sana bu eylemi yaptırmıtı.
Sivas'ı imdi buna benzetiyorsun. "Cehennem korkusu
ve Cennet beklentisi bu
adamlara bu katliamı yaptırmı olmalı" diyorsun. Bu düünceni daha da gelitiriyorsun. Eer tanrı, kutsal kitabında insancıl olmayı, sevgiyi, hogörüyü nasihat edip,
"Ey inananlar" deil de "Ey
insanlar" diye söze balayıp;
"insanları sevin, doayı öldürmeyin, hayvanları koruyun, yardımsever olun, birbirinizi öldürmeyin, bana inansa da inkar etse de onu anlayıla karılayın, birbirinize
yaama hakkı ve alanı tanıyın, art niyetli ve fesat olmayın, zenginlikleri bölüün,
ama bütün bunları yaparken
benden ne bir ödül, ne de
ceza beklemeyin, bunları insan olduunuz için yapın,
yaptıkça insanlasın, sizin
ödülünüz insan olmanız olsun..." demi olsaydı; kimin
inanıp kimin inanmayacaı,
kimin nerede din için ne konutuu kaç kiinin umurunda olurdu? Ödül, ceza ve
korkulardan sözedilmeseydi, bugün Madımak Oteli'nin
önünde kaç tane kundakçı
olurdu acaba?
Onların adı kundakçılar.
Kendi korkularını duymayan, aynı ekilde korkmayanları yakacak kadar insanlıktan uzak kundakçılar.
"Sizin gideceiniz cennete
ben gelmek istemiyorum" diyeni zorla oraya götüreceini sanan kundakçılar. Öyle
sandıklarından deil, dinden
çıkanı tanrı adına "yola getirerek" ya da yakarak tanrının honutluunu kazanma
telaı...
nsanları tahrik ettii söylenen konumaları merak
ediyorsun. Gazeteleri didik
didik ediyorsun. Ne konumu bu adam ki, kırka yakın
insanın katli vacip görülmü.
Gazeteleri tarıyorsun. Bu
arada satır aralarında Altıncı
Filo protesto eylemlerine, 1
Mayıs katliamına, Çorum ve
Mara katliamlarına ilikin
kısa yazılar balantılar okuyorsun.
Müslüman mahallesinde
satılan
salyangozlardan
bahsediyorlar. "Satılsın" diyorsun. Ben almadıktan
sonra satılsa ne olacak. Kime ne yararı var. Mide benim, mutfak benim, tencere
benim. nançsızlıın açıklanması, inanç sahiplerini
tahrik edip galeyana getirmi. Bu size "inançlılar" dıında kalanlar için son derece tahrik edici bir neden...
Arada bir gittiin camilerde dinlediin vaazlardaki
"dinsiz kafirlere" edilen küfürleri düünüyorsun. Kundakçıların dine küfür olarak
kabul ettikleri kiisel açıklamaları onunla karılatırıyorsun. Kimi görülere katılmasan da, uygarca açıklandıı için saygı duyuyorsun.
"slamdan dönenleri, eer
tövbe etmezlerse öldürün"
hükmünü hatırlayıp bir saptatmada bulunuyorsun. "ki
tane müslümanlık var" diyorsun. Bir tanesi halkın müslümanlıı, dieri de eriatçının
ortodoks
müslümanlıı.
Sevgi, hogörü, iyiniyet kavramlarını taıyan müslümanlıın halka ait olduuna
iyice inanıyorsun artık. Halk
iyi olan ne varsa onu slam'a
mal
etmi,
içeriini
zenginletirmi kendine göre daha insani bir dinsel kültür oluturmu.
Sivas ehitleri yarın görkemli bir kalabalıkla uurlanacak. Gitmek istiyorsun.
Orada bulacaın eyin kendin olacaını biliyorsun. Aylar önce iten atılan içi arkadalarının
da
orada
olacaklarından
eminsin.
Yüzünde aydınlık bir gülü
var.
T A V I R
21
MD
YANGINA G
DEN B
R
TEMMUZDUR YÜRE
M
Erdoan EK
NER
Karaydı giysileri, düünceleri kara, gözleri kara Bir
Ortaça karanlıını dülüyorlardı Yalnızca yolda
karılatık onlarla Bir aydınlıa yürürken biz
onlar önümüze çıktılar Çünkü
onlar, bir bataklıın dibindeki balçıktılar
Gidenler ki, baka kentlerden gelmilerdi
Kimbilir belki de kaç tuzaktan geçerek
günlere sözcükler vermilerdi Ve semah
dönmülerdi direngen bir umudun sesiyle Oysa birdenbire
yangına kapıldı gençlikleri Umutları ve saatler süren
bekleyileri...
22
TAVIR
Sorgular seni bir mevsim ve Temmuz... Haziran
yazılmı iirlerin sesidir, sorgular yüreini ve ne
kadar "savunduunu yaamı" Çünkü gidenler
dizeler bıraktılar
kitaplar ve türküler
Güller bıraktılar acının yurduna
Artık fotoraflarda kalır gülümseyileri Ama
yeniden bir bakaldırı olur bu günce
her eyden önce Ve artık
yangınların küllerinden doar iir Güneli bir
ırmak olur insanlar
akar ehir ehir
MUNZUR:
Harun UYAR
tobüs asfalt yolda süzülürcesine
ilerliyordu. Ama
hep hızla devam
edemeyeceimiz
açıktı. Az sonra
sapılacak yolu
hatırlatarak "Muti
Deresi yolcuları hazırlansın"
uyarısında bulundu muavin.
Giderek yükselen tepelere tırmandıkça heyecanı artıyordu
yolcuların. Yol, yüksek uçurumlar üzerinde kavisler çizerek, kıvrılarak tırmanan bir yılanı andırıyordu. Etrafı yüksek
dalarla çevriliydi. Daların
zirvesi pusluydu. Ve rüzgar
otobüsü sürükleyecek kadar
hızlı esiyordu.
Zirveyi, uçurumlar üzerinden yükselen o incecik yolu
amıtık. rili ufaklı tepelerin
delinerek açılmasıyla oluan
geçitlerin birinden ötekine geçerek ilerliyorduk. Sel sularının açtıı çukurlarıyla, çakıl
talarıyla adeta bir köy yolunu
andırıyordu yolumuz.
Artık Munzur Çayı'yla birlikte akıyorduk. Çakıllı ve dar
yollara ramen Munzur'la yarııyorduk. Sarp kayalarla dolu yüksek tepelerin arasındaki
asma köprülerin iki yanına
namluları tepelere çevrili tank
ve mitralyözler yerletirilmiti.
Sık sık kimlik kontrolü yapılıyordu. Arabalar durduruluyor, insanlar tekme-tokat indirilip aranıyordu. Küfürün bini
bir paraydı.
-Kimlikler:
....................
BR DÜÜN EV
-Nereye gidiyorsunuz?
...................
-Ne iiniz var orada?
.................
Da ta sorgu merkezi olmutu sanki. Üstleri silah ve
cephane yüklüydü. Elleri tetikteydi ve ölümün soukluu
hissediliyordu yüzlerin de.
Daların doruklarında kardan kapanmı evler çarpıyordu göze: tek tek, bazen de
öbek öbek. Uzaktan bakıldıında özenle yapılmı bir maarayı andırıyordu bu evler.
Bir kaç ayak izinin açtıı yolun ulatıı kapılar bir karaltı
gibi görünüyordu, bir de cılız
cılız tüten soba dumanları.
Baharı dülüyorum. Rengarenk çiçeklerin açtıı, yemyeil doayı canlandırıyorum
hayalimde. Ekinlerin topraı
yararak boy verdii, aaçların
çiçeklerle bezendii, kuların
cıvıl cıvıl ötütüü baharı...
Kardelenler boy vermiti
Munzur Çayı'nın kenarında.
Baharı müjdeleyen kardelenler... Adına, Dersimce canemerg denilen... Sevginin,
dostluun sembolü kardelenler.
Camdan etrafı gözlüyorum. Hala Munzur'la yarı halindeyiz. Eriyen kar sularıyla
daha bir cokundu nehir, canemergler daha yakınımdaydı
uzanıp koparmak istedim. Sıcaklıına,
direngenliine
uzatmak istedim elimi.
Bir murattır derler canemerglere erimek. Her isteyen koparamazmı onları.
Sevdası temiz, içten ve çıkar-
sız olanlar ancak eriebilirlermi. Ve eriebilen sevginin
ölümsüzlüüne ulaırmı. Öyle söylenir Dersim'de.
Ömürleri çok kısadır, baharı müjdeledikten sonra ölürler... Varsın öyle olsun. Yerlerine rengarenk çiçekler, yeryüzünü sarıp sarmalayan yeillikler bırakırlar ya.
Saat öleyi gösteriyordu.
Otobüs çakıllı yolda ne kadar
olabiliyorsa o hızla ilerliyordu.
Radyonun saat ayarının ardından spikerin donuk sesi
duyuldu. Hayal dünyamdan
sıyrılarak kulak kabarttım.
Oniki canemerg dümütü
Dersim topraına. Karanlıın
cellatları tankları, topları, ve
helikopterleriyle ulamılardı
onlara.
Munzur kızıl akıyordu artık. Yas tutmuyordu belki ama
durgun ve sessizdi. Karıda
Munzur Daı tüm heybetiyle
seyrediyordu onları. Bir tarih
abidesidir Munzur Daı. Zirvesinde sisi eksik olmaz.
Görünüü ürkütücüdür. Geçilmez sarplıklarıyla, derin ve
dipsiz maaralarıyla mesken
edinenleri saklar, vermez ele.
Bir dost yuvasıdır. Bir ana
kucaı gibi barına basar
canemergleri. Efsanesinde
efkat vardır Munzur'un. Dara
düenlerin "Hızır"ı derler ona.
Erdiler muratlarına Munzur'un ilk canemergleri, ilk olmanın huzuruyla. Kan ve
barut içinde. Ama halaylarla,
kavga türküleriyle. Munzur,
yüreklerimizde bir düün evi
oldu.
TAVIR
23
TOROSLARDA
ki yi
it savaçımızı Toroslara verdik. Bir yanımızda
sevinç, Toros yüceleri de
bizim artık. Bir yanımız
hüzün.lk sen geldin aklıma... Toroslarda çarpımak, Torosların topra
ına
serpilmek en çok sana
yakıır da onun için.
Yanılmamıım,
bir
de
zindanlardan özgürlü
e koan
Dersimli yi
it Mustafa Sefer
dümü.
Bir ömrü kavga kavga yaadın: Çukurova'nın ba e
mez
evladı.
Vurdular da seni, dütü mü
bayrak yere, durdu mu yürüyü...
Bedenindeki her dipçik yarası yeni bir çiçe
e gebe da
larımızda.
Cezaevinden çıktı
ından kısa bir süre sonra tanıdım seni.
Birgün gelip "Ben Tarık" dedin
ve öylece girdin hayatımıza, hiç
çıkmamacasına.
Sizin güzel yüzlerinizden,
yi
it bedenlerinizden korksun
onlar. Ama biz ellerimizle, çiçeklerle bezeyîp, marlarla yüceltip verece
iz topra
a. On
defa kaçırsalar yine bulur u
urlarız günee sizi.
Bulumaya geliyoruz seninle, yola barikat kurulmu olabilece
i, köye bırakmayacaklarının endiesini taıyarak. ansımız varmı ki henüz ortalarda
yoklar. Evine varıyoruz, toplanmı seni bekliyor dostların. Saatler ilerledikçe yeni insanlar dakatılıyor aramıza. Kimbilir kaç
gece uyudu
un o yemyeil
bahçede seninleyiz.
Hava kararmaya balıyor.
Yolların tutuldu
unu duyuyoruz. Evin etrafını da askerler
sarıyor, içeriye kimseyi bırakmıyorlar, gelenleri geri yolluyorlar.
Endieliyiz artık. Tahminler
yürütmeye balıyoruz. Seni bizden habersiz mezarlı
a götü-
24 T A V I R
rüp gömebilecekleri bile aklımıza gelmiyor de
il.
Sonunda geliyorsun ite,
"Bize Ölüm Yok" marıyla karılıyoruz kapıda seni, bizlere
elik etti
inden eminiz. Bahçeye koyuyoruz... Üzerine de kızıl
mı kızıl bir örtü. Çevreni çiçeklerle donatıyoruz. Karanfillerle
bezenmi, mum ıı
ının aydınlattı
ı resmin karımızda duruyor. te gene bizimlesin, Çukurova sıca
ı yüzün bizimle,
Ölümün souk yüzü
Erir
Yok olur
Buluunca senin bedeninde
Sıcak bir temmuz gününe
güne olur
Seninle geçirece
imiz, son
gece bu. Son kez karılayaca
ız sabahı birlikte. Son kez
sohbet edece
iz, ilk ve son kez
geceyi birlikte bekleyece
iz seninle.
Birlikte olmanın heyacanını
yaıyor dostların yeniden. Herbiri koarak geliyor baucuna,
nöbetleri hiç bitmesin istiyorlar.
Geldim ite, gene karımdasın. Aklına gelir miydi tekrar
karılaaca
ımız. Sözlerimi duyaca
ını biliyorum. Çok ey de
imedi belki, ama eskisi gibi
de de
il artık hiç bir ey. Okulumu da bilirdim biliyor musun.
iir yazmaya da devam ediyorum. Okuyamayacak olman ne
kadar üzücü. Tavır dergisinde
yayınlanan ilk iirimi senin sayende göndermitim, hatırlıyor
musun? Kazara defterimi bulup
okumutun, sonra da gelip bu
defter kimin diye sormutun. O
güne kadar kimseye göstermedi
im iirlerimi senin elinde görünce çekip almıtım defteri.
Yatıtım, ikna oldum sonradan
"okuyup de
erlendirirler, gelimene yardımcı olurlar..."demitin.
Seninle oldu
umuz her an
yeni bireyler ö
rettin hep bize.
Ö
rencin olmanın gururu var
içimizde.
Hep hatırlayaca
ız gülümsemeyi hiç eksik etmedi
in yüzünü. Dümanlarına karı ise
ne kadar çatık kalıydın. Bütün
gözaltılar tanırdı seni.
Yaamın en güzelini hep
beraber kazanmak için paylatı
ımız bu kavganın insanları
ayrı ayrı güzeldir. Sen bu güzelliklerin hepsini taırdın. Yeni
insana örnektin sen, rehberdin
sen.
Her
eyin
önündeydi
kavgan ve yoldaların. En son
kendin gelirdin aklına. Yaamın
için kaygı duymazdın ama bir
yoldaın biraz geç gelse merak
eder üzüntüye bo
ulurdun. Seni tanıyanlar bilirler; hiç of dedi
ini, yoruldum dedi
ini duymadık. Saatler boyunca yürür, dinlenmek nedir bilmezdin. Yaadı
ın her saniye halkına yararlı
olmak isterdin.
Devrimci kültürün mücadelede önemli yeri oldu
una inanırdın. Dostlarında gördü
ün
en ufak bir yetene
i bite yararlı
hale getirmeye, gelitirmeye
çalıırdın. Bizlere destek olmayı görev bilirdin.
Yeni de
erleri büyük bir
zevkle sahiplendi
ini hatırlıyorum. Tavır dergisinin her yeni
sayısıyla Grup Ekin'in, Grup
Yorum'un her yeni kasetiyle
müthi bir heyacan ve zevk duyardın. Katkısı olacak eletiriyi
aktarırdın. Bu yönde çalıma
yapmamız için bıkmadan çabalardın. Her konuda oldu
u gibi
BEKLEYECEZ
SZ
Gülay ESEN
bu konuda da eme
in çok bizlere. Sana bir müjdem var dost,
ben de yeni ö
rendim hem de
sen y a n ı m ı z d a y k e n geldi bu
güzel haber. Çukurova’mıza da
bir Tavır bürosu açılacak: istedi
in, emek verdi
in ama görmeye zamanın olmayacak bu
güzel olay senin sürdü
ün, tohum attı
ın, suladı
ın topraklarda filiz vermeye b a l a d ı bite.
Her zaman sözlerin, özlemlerin
gerçekletirilecek vasiyetin olacaktır bizlere.
Grup Yorum'dan G e r i l l a n ı n
Türküsü'nü d i n l e d i i n d e yetersiz bulmu ve "Gerillayı yaratıp,
ruhunu t a d d ı r m a l ı y ı z Yorum'a"
demitin. Yeni kasetlerden türküler s ö y l e y e c e i z sana. Sivas'ta, Malatya'da, Kaçkarlar'da, Dersim'de ve Toroslarda
y a a n m ı , y a r a t ı l m ı türküler.
Bu bir türkü
Saz istemez
Söz istemez
Kalem yazmaz
Kaıt sayfalarından
okunmaz
Bir yürei olan söyler
Bir de daları,
bu türküyü
Gözümde akan yalar için
kızma bana. Duygusallık de
il,
yıllar boyu bir kuyumcu inceli
iyle ilenen de
erleri kaybetmenin üzüntüsü sadece.
Havada keskin bir koku var.
Hayır dost, bu senin çürüyen
bedeninin kokusu d e i l . O
Temmuz sıca
ında dur durak
bilmeden, ta tepe demeden
yürüyen bir dostun emek kokan
teni. nan ki hiç rahatsız olmuyor, tam tersine gurur duyuyoruz bu kokudan.
Seni ilk gördü
üm gibi son
g ö r d ü ü m günü de hatırlıyorum, 'iyi akamlar' dedin gittin.
Hesapta dönmemek yoktu belki. Gelecektin, 1 9 8 0 y ı l ı n d a ç ı kan tavır dergilerini getirmeye
söz vermitin. Ama bir daha
gelmedin. 17 Nisan k a t l i a m ı n dan sonra seni görmedik. Ama
biliyorduk ki düenlerin yerini
almaya gitmitin.
Çiftehavuzlar'da dalgalanan
bayra
ı alıp ülkenin baka bir
köesine kotun. Sana güle güle demeye, sana son kez sarılmaya fırsatımız o l m a d ı .
Gidenler
Vedasız gidiyorlar
Söylenmeden son kelimeler
Gidenler
Vedasiz gidiyorlar
Birgün bir yerlerde, merhaba
Gidenler
Vedasız gidiyorlar
Zaman yok kucaklamaya
Gidenler
Vedasız gidiyorlar
Sıcaklıkları baka yüreklerde imdi
Bizde de hiç eksilmedi
Gün ıımaya balıyor, sabahı seninle karılıyoruz. Görüyor musun hiç tanımadı
ın insanlar var baucunda. Ama onlar seni tanıyorlar, seni yalnız
bırakmak zorunda kalan yol-d a
l a r ı n ı n yerini doldurmaya
geliyorlar.
Güne ufukta yükselmeye
baladı. U
urlamaya gelenler
ço
alıyor. Bildi
in, tanıdı
ın
yerlerden geçiyoruz. Yürüyü
kortejinde pankartlar açılıyor,
sloganlar atılıyor. "Yaasın Toros Direniimiz" diyor yürekler.
Sen de uzandı
ın yerden slo-g
a n l a r ı m ı z a elik ediyorsun,
pankartın bir ucundan da sen
tutuyorsundur mutlaka. "Bize
Ölüm Yok" diyoruz, senin sesin
oluyoruz.
Dümanlar burada da rahat
bırakmıyorlar. Bizimle birlikte
yürüyorlar, panik yaratmaya çalııyorlar.
Gerçekten orda yatan sen
misin? nanamıyorum orda olab i l e c e i n e . Öylece b a k ı y o r u m
kürek kürek üzerine atılan topra
a. Bir aka, bir oyun bu demesini bekliyorum birilerinin.
Bu topraklar verimlidir sıcaktırlar ama niye bizden daha çok
seviyorlar sizleri. Toprak anal
toprak ana, evlatlarımızı geri
ver.
Köye d o r u yol almaya balıyoruz. Bir el dokunuyor omuzuma, dönüp b a k ı y o r u m .
Ama.... biz seni topra
a yoksa
o sen de
il miydin?...
"Bu ii sevmedim, bize göre
de
il bu oyun, ben gidiyorum"
diyorsun.
"Nereye" diyorum.
" G e l d i i m yere. Birçok i
y a r ı m kaldı, hem Mustafa da
gelecekti. You uzak onun, yorulmutur, acıkmıtır. Yoldaım
yabancısıdır buraların, yalnız
kalmasın." diyorsun.
Güle güle dost, yolun açık
olsun. Bu defa vedalamadan
bırakmam seni. Sıkı sıkı sarılıyorum. Hiç d e i m e m i s i n , bıyıkların yok yalnızca. Da
ın çetin yaam koulları bile yokedememi senin s ı c a k l ı ı n ı .
"Gitmeliyim ama sizleri yanımıza, da
larımıza bekliyoruz.
Orada Olaca
ız, ne zaman gelirseniz" diyorsun. G e l e c e i z
dost, y a n ı n ı z a g e l e c e i z . Beraber gülece
iz, gene beraber
dövüece
iz. Baımız dik, alnımız ak, gelece
iz. Güle güle
git, selam götür bizlerden Mustafa yoldaa. Bizim yerimize
kucakla, bizim için öyle sıkıca
bir sarıl, Dersimli komutana.
TAVIR
25
K DAMLA
GÖZYAIYDIK
SAKALLARIMIZDA
Hasan BAYAR
ırtındaki direni gömle
inde "çi kıyımına son", yazıyordu. ki de bir arkasına bakan sakallı adam,
yürümek ile yürümemek,
gitmek ile gitmemek kararsızlı
ındaydı. Tek kendisi de
il bütün arkadaları
aynı
kararsızlı
ı
yaıyordu o an..
Hepsi beyaz gömlekli.. Hepsinin sırtında ayrı bir slogan yazılı
"Adil düzen dediler, iimize son
verdiler", sizlik açlık demektir",
"Sosyal Cinayet sizlik"...
Hepsi sakallı.. Ayların sakalı..
O sakallar ki, da
-bayır görmü,
ya
mur-dolu yemi, rüzgarı hissetmi.. Sadece erkekler mi: kızlar, kadınlarda var aralarında.. Onların sakalı yok ama aynı eyleri
onlar da hissetmi yüzlerinde..
Kader birli
i yapmılar.. stanbul'dan Ankara'ya yürümüler 23
gün boyunca.. Adını "Onur Yürüyüü" koydukları eylemin ardından
fethettikleri Ankara'da "Açlık Ordusu Yürüyor" isimli foto
raf sergisi
ve çadırlarıyla Güven Park'ta yollarda yaadıklarını sergilemiler...
imdi... 85 kiiyle kararsızlık
26
TAVIR
geçirdikleri u anda Millet Meclisi'nin kapısının önündeler.. Adımları götürmüyor onları.. Arkalarına
dönüp bakıyorlar.. Açlık grevindeki
arkadaları sedyelerle yatıyor orada.. Kızlar a
lıyor.. A
layanların
kolunda baka arkadaları.. Onların da gözleri yalı.. Koca cüsseleri
a
ır gövdeleri uzamı sakallarıyla
erkekleri de a
lıyor.. Kimi gözyalarını göstermemek için uzaklaıyor.. Kimi bir yandan arkasında bıraktı
ı arkadalarına bakarken iki
damla gözyaını döküyor sakallarına..
Eylem anı bu an.. Öyle bir eylem ki: Türkiye'de bugüne kadar
hiç kimse yapmamı bunu..
ki kii 85 kiilik kalabalı
ı da
ıtmaya çalııyor. "Gidin.. Uzakla-ın.." "Da
ılın, beklemeyin, eylemin esprisi bu" diye hababam ba
ıran iki kii.. Onlar da direni
gömlekleriyle.. Dönüp dönüp bakan, oyalanan arkadalarını yolluyorlar.. Bir an önce oradan uzaklaılmasını istiyorlar. Balarında
polis bitece
inden de
il.. Yapılan
iin esprisi toplanmaktan de
il da
ılmaktan geçti
i için.. Tezat gibi
duruyor ama böyle..
Oyalananlar, kendilerini da
ıtmaya çalıanlara "arkadalar orada yalnız kaldılar" "kim bakacak
onlara" diyerek mazeret bildiriyor.
"Da
ıtıcılar ise "siz gidin, olara
bakanlar var" diyor bo
az yırtarak...
Her ey bir gün önceden
titizlikle hazırlanmıtı. Herkesin bir
grubu vardı.. Gruplar, sorumluları
eli
inde
kaldıkları
direni
merkezinden yeme
e gidiyor gibi
çıkacaktı. Beyaz gömleklerini
saklayarak
önce
yeme
e
gidilecekti.. Dikkat çekmemeleri
arttı. Onları sürekli takip eden
sivil polislerin o gün yapıla-
cakları farketmemeleri gerekiyordu...
Bütün gruplar yemekten sonra
nereye gidece
ini, hangi iarette
harekete geçece
ini biliyordu. Ama
eylemin ne oldu
u sadece grup
balarına anlatılmıtı. Gidilecek
olan yer TBMM'nin Çankaya kapısıydı.. Gruplar kapının iki yanındaki
parklarda oturacak, iareti bekleyecekti. aret geldi
inde herkes
hemen direni gömleklerini sırtlarına geçirerek toplanacaktı. aret
ise ambulansların siren sesiydi.
O gün pırıl pırıl bir sabahtı..
Ö
lene do
ru gruplar yeme
e diye çıkmılardı. Binada sadece açlık grevinin 42. gününde olan içiler ile ambulans iini örgütleyecek
di
er içiler ve gazeteciler kalmıtı. Polis herhangi bir eyden kukulanmamıtı imdilik.. Derken kiralanan özel ambulanslar binanın
önüne geldi.. Kararlatırılan saat
gelmiti. Gazetecilere açıklandı
olay.. Hepsi aırdı. Böyle bir eyi
beklemiyorlardı.. "Müthi", "Çok iyi
fikir" diyebildiler sadece.
Ambulanslar polisi de harekete geçirdi. çiler açlık grevinde
olan ve hızla kritik günlere giren
arkadalarını sedyelerle 6. kattan
indirirken, polisler "Hayrola"..
"Hangi hastaneye gidiyorsunuz"
gibi eyler soruyordu. Ankara Belediye Hastanesi'ne gidilece
ini
zanneden polis, anonslarını buna
göre yaptı. Bunun üzerine hastanenin önü, panzer dahil kalabalık
bir polis grubu ile takviye edildi.
Oysa gidilecek yer farklıydı.
Gazeteciler de ambulanslara bindirildi. Ve sirenleri açık üç ambulans konvoy halinde Necatibey
caddesinden harekete geçerek
Ankara'nın bürokrat caddelerine
daldı. Yoldan geçenler arka arkaya hızla giden ve içi dolu ambulanslara ilgiyle bakıyordu. O an siren sesleriyle ilgilenenler, o araçların içinde bugüne kadar yeterince ilgilenmedikleri Ka
ıthane direniçilerinin oldu
unu bilmiyordu..
Günlük günelik bir hava.. Ankara güneli pırıl pırıl bir gün yaıyor.. Fakat ambulanstakiler o an
havanın güzelli
iyle ilgilenecek
ruh halinde de
iller.. Aynı anda
Çankaya'da parklarda iaret bekleyenler de hava ile ilgilenecek durumda de
iller.. Heyecanlı bekle-
yileri sürüyordu parktakilerin..
Ambulanstakiler için ise ok yaydan
fırlamıtı.. Geliyorlardı.. "Bekle
Ankara Geliyoruz" diyenleri bu defa TBMM bekliyordu O devasa yapı bilmeden bekliyordu..
Derken uzaktan önce siren
sesleri duyuldu. Sonra konvoy..
Bekleyenlerin içi kıpırdanmaya
baladı. Ambulanslar bütün hızıyla meclise yönelip kapıya saptıı
andabekleyen içi için de ok yaydan çıktı.
Gruplar hemen harekete geçti.. ki taraftan içiler kouyordu.
Bir yanda gömlekler ortaya çıkıyor.. Ambulanslara koanlar dier
yandan da gömleklerini üzerlerine
geçiriyordu.
Meclisin polisleri bir an akınlıkla ambulanslara kapıları açtı..
Oysa ambulanslar içeri girmedi.
Kapıda durdu. Araçların kapıları
açıldı hemen. O an dier arkadalar da yetiti, Açlık grevindekiler
sedyeler ve battaniyelerle indirildi
araçlardan.. Meclisin kapısına sıralandı.
30'a yakın fotoraf makinesi
hızla ve heyecanla çalımaya baladı. Muhabirler akındı.. Polisler
akın.. Emniyet müdürü yanındaki komisere "bunlar nereden çıktı
Ankara'da hiç mi polis yok" diye
baırdı.
"Açlık grevinin 42. gününde
gösterilen duyarsızlıı protesto
ediyoruz" dövizleri taıyan içiler
bir de basın bildirisi okudu. Polis-
ler engellemeye çalıtı. Fakat olmadı..
Gerekli açıklamalar yapıldı. 6
arkadaı neden oraya getirdiklerini anlatan içiler: siyasi partilerin,
ve hükümetin, Ankara'nın göbeinde 42 gündür süren bir açlık
grevine gösterdii duyarsızlıı
protesto için arkadalarını Meclise
terkettiklerini açıklayıp daıldılar.
Ama ite o an.. O anda yürek,
bir ey dinlemez pek.. Eylem, arkadalarını "terketme" esprisine
dayansa ve kamuoyunun gösterdii ilgisizlie vursa da yürek farklı..
Beyinler, 6 arkadaı cami kapısına bebek bırakıp gider gibi
meclis kapısına bırakıp gitmeyi
emrediyorsa da yürekler beyne
kumanda etti o an..
te o anda sakalların üzerine
ikier damla gözyaı dütü.. O anda bayan arkadalar hıçkırarak
aladı.. O anda iki kii "daılın"
"ayrılın" diye baırdı.. O anda
"ama arkadalar orada yalnız kaldı" diyen hüzünlü sesler duyuldu.
Eylemin niteliini ve nereye
vuracaını baından beri bilen
"terkedilen" 6 açlık grevcisi dahi
etkilendi.. Bayan olan biri aladı..
Dierleri kendini kötü hissetti
Sahipsizlii, yalnız bırakılmayı
suratlarında bir amar gibi
yeniden hissettiler..
Fakat onurluydu hepsi.. Gururları, yarattıkları deerleri vardı..
Orada günein altında, sedyeler-
de yatan açlık grevcilerinin de, onları oraya "bırakıp giden" lerin de.
Ayaklarında terlik, bacaklarında eofman, sırtlarında siyah eylem tiörtleri, yakalarında direni
simgesi kırmızı kurdeleleri ile 6
eylemci yatıyordu imdi günein
altında..
Yanlarında durumu protesto
eden dövizleri..
Balarında polisler ve ambulans oförleri akın..
Tansu Çiller geçti o an
kapıdan.. Bir an aırdı hükümetin
babakanı.. Arabası bir an fren
yaptı.. Tansu hanım, o günlerin
çiçei burnunda babakanı öyle
bir baktı sedyelerde yatanlara.,
sonra devam etti yoluna.. nmedi
arabadan. Anlamamıtı.
Bir müddet sonra polisler, sedyedeki eylemcileri yeniden ambulanslara bindirdi. Hastaneye
götürülen arkadalar tedavi kabul
etmeyince yeniden direni yerine
getirildi.
Herkes kıvançlıydı. Herkesin
gözlerinin içi ııl ııldı. Vakurdu
herkes. Ama aynı zamanda mahzun, hüzünlüydü gülümsemeleri..
Bakalım eylem, kamuoyunda
ne etki yapacaktı? Herkes ertesi
günü gazeteleri ve meclistekilerin
tutumunu görecei bilgileri bekliyordu.
Açlık grevcileri yorgundu.. Onca ey yaamılardı o gün.. Birer
ekerli su yapıldı onlara.. Bu defa
biraz daha torpilliydi suları..
TAVIR
27
ÇILIIN
KARANLII
YIRTAN
YÜREK
OLSUN
Nû PELDA
Döl vermiyor gün
Yarına
Korku insandan insana konuyor
nsanlar suskun
Günıı
ını eziyor korku
Alınterini çalıyor
Onuru da
Ve
nsanlar yine suskun
Sen suskun
Sen suskun
Neden gülüm
Neden
Hiç mi a
lamadın
Kolların kırılırcasına
Hiç mi duvarları yumruklamadın
Hiç mi okamadın
Gecenin ilerleyin bir yaında
Sevdi
inin saçlarını
28
TAVIR
Hiç mi ak yeleli umutla komadın
Seher serinli
ine
Hiç mi depremler olmadı derinliklerinde
Hiç mi ıslanmadın
Acının sa
na
ında
Yüre
ine dek
Hiç mi lavlar fıkırmadı içinden
Hereyi yakıp yıkabilecek
O halde neden baın önüne dümü
Yüre
in nasırlamı gülüm
Neden bu sessizlik hala
Korkunun ölümü engelledi
i nerde görülmü
Gül yüzlü yarınları kurmak ellerimizdeyken
Sevgiye çiçek açan o anlar için
Haydi
Sesin yankılansın korkunun doruklarında gülüm
Çı
lı
ın
Karanlı
ı yırtan yürek olsun
I.
inanın bana
Hayriye ERSÖZ
bin iir yazabilirdim dün gece
ama hiç biri
bu yangını anlatamazdı
II.
ben onları
son kez gördüümde
gecenin kendini utandırdıı
bir karanlıı vardı
ite o karanlık içinde
gözleri
yıldız yıldız
yüzleri
güne güne
ben onları ilk kez gördüümde
dütükleri yerde karanfiller açmı
seslerine kular konmutu
ve yüreklerini saymazsanız
aslında soluksuz
aslında ölü
sırtlarım dalara verip
içmiler souk kar sularını
içmiler erbet gibi dalarm acılarını
ve öylesine sevmiler ki yaamı
tutmular elleriyle yangınları
onlar kendilerini
duru sularda en son seyrettiklerinde
namlunun uçundaydı yaam ve ölüm
ve tüm karanlıklara inat
gözleri
yıldız yıldız
yüzleri
güne güne
III.
inanın bana
bin iir yazabilirdim dün gece
korktum
dizelerimden kanlan taar
bouluruz diye
T A V I R 29
DEVRMC MÜZK MRASIMIZA KISA BR B A K I 971 'de, çarpık kapitalizmin sömürü ve
baskısına
karı
doru bir anlayıla
ve radikal bir tarzda
ina edilen devrimci örgütlülük yeni
toplumun nüvesini
olutururken, sosyalist kültürü
de ekillendirip yaygınlatırıyordu. Müzikte ilerici deerler daha çok geleneksel halk müziinin sınırlan içinde ele alınıyordu. Pir Sultan ve Dadalolu gibi halkın türkülerden tanıdıı
ilerici deerler, halkların ve bazı
toplumsal yapıların da kendi
"örgütlü-devrimci sanatçılık",
"sanatta kollektif üretim", "devrimci yaratıcılık" kavramları yerli
yerini bulmadı. Kültür-sanat
çalımaları bir alan; dier örgütlü faaliyetleri tamamlayan devrimci bir çalıma tarzı olarak ele
alınamadı.
Daha çok geleneksel müzik
biçimiyle, fakat öz olarak yeni
kültürü ileyen pek çok ürün,
politik mücadele içinde yer almaya balayan emekçilerde
yankısını buldu, kitleselleti.
Devrimci sanatçılar kitlelerin
sesi, soluu haline gelen birçok
türkü yarattılar. Sava ve direniler kadar, yeni insan tipinin,
yani devrimcilerin erdemleriyle
ekillendirilen türküler, yeni toplumun izlerini taıyordu. Türkü-
GRUP YORUM
içinde gelitirdikleri ve koruduktan demokratik bir kültürün ve
müziin yapı talarıydı.
Devrimci hareketin henüz"
olumadıı bir süreçte, insan
ilikilerindeki yabancılamanın
ortasına dümemek için el yordamıyla yeni olanı deneyen, fakat çounlukla yarattıı feodal
lerin önemi büyüktü. Çünkü türküler halkların yürekleriydiler.
Ve savaı halkların sesine taıyorlardı. 1970-80 yılları arasında devrimci türkülerin halklara
malolduu söylenebilir.
Buna karın, solun ideolojik
eksiklikleri kültür-sanat. alanına
da yansıdı, izlenen yanlı ve
"HÇ DURMADAN"
deerleri korumayı tercih eden
halkın, müziinde de bu deerlere sarılması mutlaktı.
Devrimci önderliin hayat
içinde kök salması, devrimci
müziin filizlerini büyütüyordu.
Ruhi Su, halk müziinde geleneksel birikimlerin de ötesine
geçerek , ilerici-devrimci müziin adımlarını atarken köklü deiimlere önderlik etti:
1970-80 yılları arasında örgütlü mücadele içinde yer alan
sanatçıların yanı sıra, devrimci
mücadeleden etkilenip üreten
sanatçılar da vardı.
Bu süreçte ,devrimci hareketin cuntanın yaklatıı yıllarda yürüttüü kültür-sanat etkinliklerini saymazsak, genelde
30
TAVIR
eksik politikalar sonucu tutarlıdevrimci bir sanatçı tipi yaratılamadı. Kiilerin popüler olma
duyguları, görevlerinin önüne
geçti. Yeni insanlar örgütlenemedi, devrimci sanat anlayıı
gelenekletirilemedi.
1980 cuntasıyla birçok sanatçı mücadeleden uzaklatı ve
düünsel olarak savruldu. Müziklerinde devrimci mücadele
ekseninde anlatımlara yer veren küçük burjuva sanatçılar ise
burjuvazinin sözcülüüne soyundular.
Seksenli yılların ortalarına
doru bu enkazı aralayan devrimci sanatçılar, devrimci müzii geçmiteki eksikliklerinden
de arındırarak ekillendirmeye
baladılar. "Örgütlü-devrimci
sanatçılık" kavramı yerini buldu. Grup Yorum, Grup Ekin,
Özgürlük Türküsü gibi gruplar
devrimci yaratıcılıı gelitirdiler.
Halk müziini, gelimeye açık
yönleriyle miras alıp Çada
Halk Müzii'ne halka oldular.
Seksen sonrası alaaı edilen
devrimci deerler ve kavramlar
bu gruplar tarafından sahiplenildi, yaatıldı.
Müzik sokaklara taındı.
Türküler demokratik hak alma
mücadelesine katıldı. Dönemin
koullarına göre anlayıını deitiren sanatçıların aksine örgütlülük, kollektivizm gibi kavramlar pratikte de savunuldu.
Bu anlayıı taımayanlar ise
mücadele saflarını terkettiler.
Çalımalar insanların popülizmine göre deil, isimsiz bir
nefer gibi, herhangi bir devrimcinin harcaması gereken emek
verilerek yürütülüyordu.
Yeni bir sanatçı tipi vardı;
ödedii tüm bedellere karın
durmadan üreten, yaptıını savunup yaygınlatıran...Mahkemeleri egemenlerin mahkum
edildii kürsülere dönütüren...
Tüm bunlar, Çada Halk
Müzii perspektifiyle hareket
eden devrimci sanatçıları tavırlarıyla da, ürünleriyle de kendisine solcu, ilerici diyen tüm sanatçılardan ayıran temel özelliklerdendi.
Devrimci sanatçıların esin
kaynaı devrimci mücadeleydi.
Dierleri ise küçük dünyalarına
hapsolmulardı ve bunalım
içindeydiler. Devrimci sanatçılar bu tip sanatçılardan "tecrit"
tavrı görmelerine karın, her
seferinde ısrarla onları mücadele alanlarına çekmeye çalııyordu.
Bugün, devrimci deer ve
birikimleri taımayan birçok sanatçı ve grup bulunuyor. Onların ürünleri ve tavırlarıyla dier
burjuva sanatçılardan özde bir
farkı olmadıını söyleyebiliriz.
Üslup farkından söz edilebilir ki;
deiik türlerde müzik yapmalarına karın, sadece kullandık-
ları aletleri ve vokal yorumlarını
deitirerek birbirlerinin arkılarını tekrar ediyorlar.
Bu kesimin dıında, tüm yetersizliklerine karın samimi
olanlar da yok deil. Fakat onlar da bir noktadan sonra dierleriyle aynı eyleri paylamaktan kurtulamıyor. Bir de kendileri devrimci olmadıı ve mücadele edenlere en küçük bir
katkıda bulunmadıı halde,
devrimci söylemi aızlarından
düürmeyenler var; yani devrimci sanatı pazarlayanlar... Bu
tür gruplar, mücadele tarihi içindeki deerleri kullanıyorlar. Yeni
hiçbir ey üretmiyorlar, devrimci
sanatı
popülerleme
aracı
olarak görüyorlar.
Biz devrimci sanatçılar, üretimin yaamdan kopuk olamayacaını, herkesin üzerine düeni yerine getirmek zorunda
olduunu, bunun da ilkeli, disiplinli bir yaamdan geçtiini öteden beri söylüyoruz. Politik düünemeyerek sanatını yaamın
gerçeklerinden koparanlar, hayatın genel yasalarını bir kez
daha doruluyorlar. Devrimci
sanatçılarla küçük burjuva sanatçılar arasında kalanlar, ne
devrimci tarihimizi gerçek anlamda sahiplenip anlatabiliyor,
ne de güncel toplumsal sorunlara kasetlerinde yeterince yer
verebiliyorlar. "Deneysel Müzik"
yaptıklarını söyleyerek veya
"Kar taneleriyle" ilgilenmeyi
maharet sayarak, sözde "devrimci deerler" yarattıklarını savunuyorlar. Hem de yaamlarını devrimciletirmeden asla baaramayacakları "Devrimci Müzik" adına...Kaldı ki üretebilmek
için sadece duyarlı olmak dahi
yetmez. Bu noktada duyarlılıın
ötesinde bir ey gerekiyor; devrimciliin disiplinini, ilkelerini
yaam biçimi halinde içselletirrnek.
Onlara "demokrasi", "barı",
"özgürlük" gibi genel kavramlar
ve bu kavramların benzer imgeleri etrafında dönüp imdilerde
anlamsızlıı, uçukluu müzik
tarzlarıyla da savunmaktan kurtulamayanları da eklemek ge-
rek. Bunlar emekçilere de, devrimci deerlere de yabancılaıyorlar. Devrimci anlayıı, "Örgütlülüün" sanatsal yaratıyı kısıtladıını savunarak eletirmelerine karın asıl kendileri yaamdan kopuyor, daralıyor, deersizleerek hiçleiyorlar.
HÇ DURMADAN
Sosyalizmi sahiplenmenin,
sosyalist deerlerin mücadele
içinde yaatılmasıyla anlam kazandıı açıktır. Bizi çepeçevre
saran olayları yorumlarken (infazlar, Kürdistan'da yaananlar,
emekçilerin hak alma mücadelesi vs), bunları sosyalizmin
deer ve yöntemleriyle ele almanın tarihsel gerçeklii düünülürse, üretimlerimizde neden
genel geçer konulara sapmayarak hayatın öne çıkardıı olgulara vurgu yaptıımız anlaılacaktır. Üzerimizdeki sorumluluun önemi ortadadır ve her
devrimci sanatçı bunu hissetmelidir. Politik olarak, kendi yaamımızın da içinde bulunduu
sosyalizmin tüm deerleri, ancak devrimci sanatçıların müziklerinde yer alıyor, gerçekte
sadece onların çalımalarında
anlamını buluyor.
Bu temelde "Hiç Durmadan"
kaseti, sürecin kendine has sorunlarını, kazanımlarını, yarattıımız yeni deerleri ifade ettiimiz; toplumsal gelimelere duyarsız ve sınırlı deil, rengini ve
derinliini mücadelenin zenginliinden alan duyarlı bir çalımadır.
Bu kasette, yaadıı olumsuz gelimelere karın hayatın
her alanında alternatif bir güç,
doru-tutarlı politika ve etkinlikleriyle yıınların umudu haline
gelen bir anlayıın dalarda,
sokaklarda ve fabrikalarda yourup biçimlendirdii yeni insanın sesini taıyoruz. "Hiç Durmadan", kayıplar ve "darbelere"
ramen soluklanıp her seferinde daha da ilerisini yaratan bir
anlayıın kesintisizliinin adidir.
Bu aynı zamanda tüm baskı ve
engellere karın nefesi açılarak
koan, ilkeli ve tutarlılııyla kitlelere ulamadaki esneklii bir
arada yakalayan "Kar Makinasını"; Grup Yorum'u da ifade etmektedir.
Dier kasetlerimizde olduu
gibi, kollektif anlayıla üretmemiz, zenginlememizin temel
kaynaıdır. "Hiç Durmadan"
sözlerin
hazırlanmasından
stüdyo kayıtlarına kadar, "Devrimci Mücadelede Sanatçıların"
youn emekleriyle oluturuldu.
TAVIR dergisini yayına hazırlayan kalemler de Yorum için yazıyorlardı. Çevremizdeki tüm
insanlar, kollektivizme az ya da
çok öneri, eletiri ve ürünleriyle
katıldılar. Yorum herkesin sesiydı. Mükemmel bir kaset yapmak, herkesin Yorum adına
hissedebilecei anlamlı bir duyguydu. Ve kaset maratonu,
stüdyo dıındaki hazırlık sürecini saymazsak tam 250 saatte
tamamlandı. Bu imdiye kadarki kaset çalımalarımızın en
uzun süreli olanıydı.
"Hiç Durmadan"ı güzelletiren bu kollektif üretim; bedeller
ödeyen ve direni destanları
yaratan ehit ve savaçılarımızın, bize güç veren anlayıımızın ve önderliimizin, ve ayrıca
bu yapıya küçücük bir katkıda
dahi bulunmayı baarabilenlerin, sesimize güç katan tüm
dostlarımızın baarısıdır. Tüm
kasetlerimiz, ailemizin zenginliidir.
Bu anlamda kasete yönelik
basında yer alan "siyasi bir anlayıa angaje olduu için yaratıcılıı sınırlanan Grup Yorum"
eklindeki tartımalar, her açıdan pratikte anlamını yitiren bir
eletiri olarak kalıyor. Aksine bu
baarı bireylerin deil, kollektivizmin ürünüdür.
Kasetimizde üçü kürtçe, biri
enstrümental olmak üzere onbir
parça yer alıyor. Denetim engeline takılan, yasaklanan "Selam
Olsun" kasette yer alamadı.
Halkların sesini bomaya çalıan emperyalist efendilerinden
aldıkları derslerle sansürü sürekli gündemde tutan egemen-
TAVIR
31
terbi, sudan gerekçelerle türkülerimizi yasaklamaları, emekçilere ulamamızı engelleyemeyecektir.
Kürdistan'daki sava gerçe
ini, mücadele politikalarının
gerçekli
ine dayandıran ve her
geçen gün Kürt halkına do
ru
bir anlayıı sunanlara seslenen
"Reber", kasette isim tartıması
yaratan türkülerimizdendi. Fakat "Hiç Durmadan'da karar kıldık. Çünkü bu isim her ikisini de
kapsıyordu.
Toplumsal muhalefetin ivme kazanması, yol gösteren
öncüye ba
lıdır. "Reber'de. öncünün, önderli
in mücadeledeki etkin rolü yansıtılmakta. H a yatın her alanında mücadele
veren "Reber", nasıl ki rüzgarlara kapılmadan ve do
ru bildi
ini hayata geçiren bir güç olarak
mücadelesini bu noktaya taımısa, olmaz denileni yaratmısa, aynı kararlılık ve inançla
da
ları adımlıyor; yeni türküler
yaratıyor: "Çîya Ez im" ve " H e r
Du Çawe Min" onların "Cemo"ya karıan lirik sesidir.
Geleneksel Kürt halk ezgilerinin dıına çıkarak yaptı
ımız
Kürtçe yeni üretimler de birikimlerimizi artırıyor. Kürt.Halk Müzi
inin geliip ekillenmesi çabasının da ifadesi bu. Bu anlamda ilk kez bir kasette okudu
umuz Kürtçe parçaların tamamının müzikleri bize ait.
Kasetimizde her zaman oldu
u gibi, Türkiye halklarının
sesi olmayı hedefledik. Önceki
32
TAV IR
kasetlerimizde kullanmadı
ımız
elec. gitar, klasik kemence gibi
enstrümanları ilk kez kullandık.
"Hiç Durmadan" tamamına yakınının akustik olarak kullanıldı
ı, daha zengin orkestra tarzıyla gerçekletirilen bir çalıma oldu.
Kasetimizin genelde be
enildi
ini söyleyebiliriz. Bunun
yanında, bu kasetimizi Yorum
tarzının dıında bulanlar da oldu. Ancak bu temelde yöneltilen eletiriler karekteristik de
il
ve geneli yansıtmıyor. Tıpkı
"Cesaret" kasetinde oldu
u gibi
sokaktaki insanın yakalanması
çabasında önemli bir aama
gösterdi
imizi sanıyoruz. Fakat
sürecin özgünlü
ünden dolayı
daha çok gündemi belirleyen
politik konuların anlatıldı
ı arkılara a
ırlık verdik.
Örne
in "Hiç Durmadan"
türkümüz yakın bir süreçte,
özelde Türkiye halklarına, en
genelde ise sosyalist de
erlere
yönelik bir ihanet ve saldırıyı
anlatıyor. ehitlerimizin kanıyla
yazılan tarihimiz kirletilmek istenmiti. Can evimizden hançerlenmitik. Bu parçada ihaneti lanetledik.
"Onurumsun"u o
ullarının
ve kızlarının yanında "devrime
kadar dümeyece
im" diye and
içen kayıp anaları için söyledik.
Bu arkımızda, son birkaç yıl
içinde ülkemizde önemli bir
gündem oluturan gözaltı ve
kayıplarda o
ullarını, kızlarını
yitiren anaların yüreklerini akta-
rıyoruz.
"Gün Tutuur"u, halkın yükselmeye balayan öfkesini kırmak için egemen güçlerin planladıkları çirkin oyunda yitirdi
imiz
aydın ve sanatçılar için yaptık:
"Pir Sultan'lar ölmez binler
yetiir, /Akar gelir canlar, tarih
tutuur":
"Dervi", yeni bir dünya kurma mücadelesinde uzun, sabırlı bir yolculu
u adımlayan,
adımlarken kavgasını, sevdasını canyoldalarıyla bölüen 'yeni insan'ı anlatıyor. Yani 'ça
da dervi'leri...
"Ölümden Öte'de, daha güzel bir. dünya için ölümü göze
almadaki kararlılık vurgulanıyor.
"Devrim Yürüyüümüz Sürüyorsa devrimci hareketin
destansı devrim yürüyüünü
senfonik bir tarzda, enstrümantal olarak anlatıyoruz.
"Hey Gökler" Ezilen, sömürülen emekçilerin hak alma mücadelesindeki kararlılıklarını;
sömürüye karı bakaldırılarını
anlatıyor. Parça geleneksel niteli
i ile biliniyor olmasının yanında, dinamik yorumumuzla
da kasetin en sevilen türkülerinden birisi haline geldi. .
Türkülerimizde iir okumaya ilk kez "16 Mart" sonra "Madenciden" ve "Düman Çizmesinde yer vermitjk. "Gün Tutuur"da ve "Çiya Ez m" ile "Hey
Gökler" türküsünü birletiren
bölümde yer verdi
imiz iirler,
en be
enilen bölümlerdendi.
Dinamizmiyle kitlelerin özellikle konserlerde çok sevdi
i bir
parça haline gelen "Da
lar Sözümüz Var" olumlu oldu
u kadar olumsuz eletiriler de aldı.
Gelen eletirilere göre bu parça
"poplamı ve Yorum tarzının
dıına çıkmı"tı. Bugünden dönüp baktı
ımızda parçanın içerik anlatımındaki kimi yetersizliklerden ve müzikal yapısındaki yabancılamalardan biz de
söz edebiliriz. Ancak parçayı
tümüyle "poplamı" ya da " Y o rum tarzının dıına çıkmı" olarak da görmüyoruz.
Toplayıp tüm yürekleri koynumuzda
Sonra ületirmesek bir bir Çiçee durup
sevdalı yanımız Yüreim koynunda
Günein konaı olmasa
Yürek dediin ne ki air
air dediin ne ki Yürek
mangal olmasa
Ana kucaı gibi sarıp sarmalamasa
oturtmasa renkleri yörüngesine
Döllemese karanlıın rahmini aydınlıa
Hasad etmese sevecen düleri Göz
dediin ne ki air
air dediin ne ki Her
yanı göz olmasa
Çoaltmasa uslarda sevgi çalayanlarını
Eritmese ııı daha açık tonlarına
Bekaretini kazmaya teslim edeli doa
Kime neyin ne kadar yettiini
Kime neyin ne kadar gittiini
Sorgulamasa
Söz dediin ne ki air
"ölümden bir adım öncesini bir bardak
demli çay gibi tüketerek" Gökkuaını
daraacına çekerlerken Ardıç kuları
gibi
afaa süzülmeli insan.
air yüzünü yastıkta beklemez ölüm
Sonu yatakta olacaksa yaam dediin
ne ki air
air dediin ne ki
Bir ölüp bin yaamda çoalmazsa
Gördüm ki air Bazı dizeler
aırttı seni Ne var ki bunda
aıracak Ne ilk asılacak
airiz Ne de son yakılacak
A
R DED
N
Abdullah ÇEL
K
air dediin ne ki Sözü
sıratta sınanmasa
TAVIR
33
DEVRM ÇN SNEMA,
YILMAZ GÜNEY VE
YOL
Sadık ÇELK
O, bu .dönemde sanatçı-sinemacı olarak halktan yana
devrimcilerden yana önemli duyarlılıklar, sorumluluklar gösterdi:
12 Mart Faizminin sürek avı
günlerinde THKP-C ve THKO
önderlerine kucak açan, onlara
saklanacak yer, silah ve maddi
destek sunan ve bunu büyük
bir
cokuyla
yapan
ilk
sanatçıydı. Yılmaz GÜNEY,
"devrimin gerçek anlamda proleter aydınlara ihtiyacı var" diyordu.
Daha sonraları Türkiye
halkları onu bu "suçlarından
ötürü, THKP-C davasında
"onur sanıkları"ndan biri olarak
gördü. Yılmaz G Ü N E Y 7 4 affıyla
dıarı çıktıı günlerde, stanbul'da düzenlenen "ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRAS GECES"nde halkın yanında saf tuttuunu, emperyalizme ve oligariye düman olduunu ve bu
mücadelede üstüne düeni yapacaını açıklar.
70'li yıllar onun sanat ve politika alanındaki kimliinin giderek olgunlatıı ama çou zaman arayıçı bir serüvene dönütüü zikzaklar da içermektedir.
Güney bütün bu arayıçılıı
yanında, sanatını halktan yana
kullanmaktan çekinmedi O, kitlelere gerçek kurtuluu göste-
34
TAVIR
renlerin, yüre
ine serptikleri bilinçle, halklarımızın gerçe
ini
(eksik-yanlı da olsa) beyaz
perdeye taımada daha fazla
özverinin, daha bilinçli bir sinema u
raısının emekçisi olmayı
baardı. "Umut", "Arkada",
"Sürü", "Yol", "Duvar" vb. filmleri, hep bu baarının, eme
in,
özverinin ürünleri olarak gerçekleti.
Filmler... Soruturmalar...
Yargılamalar... Mahkumiyetler... Ve yeniden yeniden çekilen filmler... Senaryolar... Öyküler... Romanlar... Bitmeyen politik arayılar... Sürgün... Cuntayı
tehir kampanyaları... "Yol" ve
"Duvar"...
te Yılmaz G Ü N E Y ' i karekterize eden serüvenin ana halkaları...
12 Eylül faist cuntasına
karı da , sorumlu aydın-sanatçı tavrı gösterdi. O, emekçi halkın ekme
inin kana bulandırıldı
ı, baskı, terör, katliam, ikence ve cezaevleriyle kuatıldı
ı bir dönemde, halkının gerçeklerini dünya kamuoyuna duyurmak ve daha etkin muhalefet odaklarında yer almak üzere
bulundu
u mralı yarı açık cezaevinden firar etti. Yurtdıına
çıktıktan sonra, firar kararına
ilikin olarak unları söylüyordu: "... sadece kendim için, çocuklarım için, karım için de
il,
halkımın kurtulu mücadelesine
kazandıraca
ı yararları düündüm. Devrimci-demokratik mücadelemize daha da aktif bir biçimde katılmalıydım. Devrimi
ilerletebilecek olanakların yaratılmasına katkıda bulunmalıydım."
Dedi
ini de yaptı...
12 Eylül faist cuntasını:
katliamları, ikenceyi cezaevlerindeki vaheti... basın toplantıları, geceler, yürüyüler, mitingler ve gösterilerle tehir ederken, iki önemli yapıtla: " Y o l " ve
"Duvar"la ülkemiz halklarının
gerçe
ini beyaz perdeye taı:
yordu. Ancak her iki filmde de
çok çarpıcı üsluplar kullanılmasına karın, ülkemiz gerçeklerini
bütünüyle yansıtamamaktay-
"... sadece kendim için,
çocuklarım için, karım
için deil halkımın
kurtulu mücadelesine
kazandıracaı yararları
düündüm. Devrimcidemokratik
mücadelemize daha da
aktif bir biçimde
katılmalıydım. Devrimi
ilerletebilecek
olanakların
yaratılmasına katkıda
bulunmalıydım."
di.
Bu konuda Yılmaz GÜNEY'in kendisi de aynı görüteydi. Kendisiyle bir söylei yapan Fransız gazeteci Pierre Billard "konumanızda Türkiye'deki politik koullara de
indiniz,
ama filminiz bu koullardan çok
az söz ediyor..." diye sordu
unda "yaptı
ınız analizle aynı görüteyim. Türkiye'de bugün yaanan politik durumun altını çizmek istemedim... Türkiye'deki
yönetim özerine didaktik bir film
de
il..." karılı
ını veriyordu.
Bir sinema yapıtının gerçe
i
bütünüyle yakalayabilmesi yada yansıtabilmesi için o yapıtı
oluturan bütün maddi koulların do
rudan ele alınması, mutlak de
ilsede yo
un bir katılımın, paylaımın, gözlemin ve
bütün bunlarında öncesinde,
ideolojik bir bakıın, üslubun,
mesajın olması gerekir. Yılmaz
GÜNEY'de bu do
rultuda çaba
sarfetmitir. Böyle bakıldı
ında,
Yılmaz G Ü N E Y ve yapıtlarının
gerçe
i bütünüyle yansıtıp yansıtmadı
ı daha iyi anlaılacaktır.
Yılmaz G Ü N E Y ve sineması kendi tarihsel koullarıyla birlikte ele alınmalıdır. O, bütün
eksik ve zaaflarına, "Siyasetler
üstü" tavrına ra
men Türkiye
halklarının kurtulu mücadelesine kazandırdı
ı kültürel-sanatsal katkılarıyla önemli bir rol
oynamıtır.
O, sinemanın nasıl daha etkin bir silaha dönütürülebilece
ini kanıtlayan yürekli bir sinema savaçısı olmayı baarmıtır.
O, gerilla savaının yanındaydı ve mücadeleyi bir bütün
olarak kavrıyordu unları söylemiti: "... arkadalarım, devrim
tek baına silahların çözece
i
bir sorun de
ildir: belirleyici olmasına karın hayatın her
alanında sürdürmemiz gereken
kültürel, sanatsal ve bir dizi
di
er çalımalarla birlemesi
gerekir."
YLMAZ
GÜNEY
SNEMASI MÜCADELE ÇNDE YAAYACAK.
Yılmaz GÜNEY sineması,
bu ülke topraklarında yaratılan
kültür-sanat mirasının bir parçasıdır. Tıpkı Nazım HKMET,
Ruhi SU, Ahmet ARF, Hasan
HÜSEYN ve Rıfat ILGAZ'ın
yapıtları gibi...
Bugün egemen kültür-sanat
anlayıınca ne kadar, karalanmaya dejenere edilmeye, dılanmaya çalıılırsa çalıılsın
Yılmaz GÜNEY sineması bir
gerçektir. Yılmaz GÜNEY ve
yapıtları halktan yana sinema
mücadelemizde bir kilometre
taı olacaktır. Onu gerçek anlamda gelecek kuaklara devrimci sinema emekçileri
taıyacaktır.
Halktan yana sanat ürünleri
üzerindeki
yasaklamalar,
devam edecektir. Sanat eserleri yakılacak, sanatçılar tutuklanacak hatta katledilecektir.
Devrimci-demokrat
sanatımızın bir parçası olarak
sinemayı (Y.GÜNEY gibi yol
açan, ulusal ve uluslararası
düzeyde ürünler verebilmi bir
mirasa sahip çıkarak) bugünkü
sınıflar mücadelemizin hizmetine sokmalıyız..
TAVIR 35
K KOÇOLU GÜRLETRYOR
deniz'in yücesinde.
Dersim'liydi Sefer.
Acılar ve sevinçler
içinde yorularak çıkmıtı bir özgürlük
eylemiyle To-roslara.
Kayaların delinir, topraın
oyulur Nevehir. Yıldız olup
Ender S E L Ç U K
kayar Sefer'ler dalara, bereket
diye düerler topraa.
Çukurova'nın bire on veren
elimizde kılıcımız kir-mani/ diye kardelik ormanına, çalıntopraında bir Koç-olu yiit
Taı deler mızraımın temreni/ masın diye alın terimiz, son bulyatar: 20 yıl ödünsüz sürdürdüHakkımızda devlet etmi
sun diye baskı ve talan,
ü devrimci yaamını dalara
dermanı/ Ferman padiahın doymaya, okumaya, gülmeye
taıyarak. Yapılmayacak i, çödalar bizimdir. 19. yüzyılın hasretimiz son bulsun diye...
zümlenmeyecek sorun yoktu
sonlarında Osmanlı Devleti Bu kez sosyalizmi kurmak için
onun için. Olmazı olur yapar,
Çukurova'da Toros dalarında, savamaya çıktık, en sonuncu
yeni yeni olanaklar yaratırdı.
Anamos dalarında göçebe sava için çıktık Toroslara.
Aye teyze inanmadı önce. "naolarak yaayan Türkmen ve
Toroslar umuttur artık Çusıl olur da bu kadar yiit ve güAvar airetlerini zorla yerleik kurova'nın Karaolan'larına.
zel bir insana kıyabildiler" dedi.
hayata geçirmek ister, isyancı Temmuz'un 31'inde yıldızlı
Olunun öldüüne, dostları,
bir gelenee sahip olan
bayraını, oraını, çekicini do- yoldaları geldiinde inanabildi
Türkmenler
ve
Avarlar ruklarda dalgalandıran "halkın ancak. Ve birden bire "Silahın
Osmanlıya bakaldırarak Gagerillaları" iki koçyiidini, iki Kayok muydu Karaolum. ki kurvur dalarını, Torosları ve Çuraolan'ını ehit verdi, önderdiun da sen sıksaydın katillere"
kurova'yı mesken tutarlar.
ler, en iyilerindendiler savaçı- diye öfkelendi.
Türkmenler ve Avarlar yayla
ların. Çukurova'nın sıcaında
"Kozanolu ölmeylen Avar
ve kılaklarda yaamlarının
patlamaya hazırlanan pamuk
elleri yas mı tutar" diyordu Dasürdürürler, devlete asker ve kozalarıydılar, daların serinli- dalolu. Çukurova'nın, Toroslavergi vermezlerdi. Osmanlı'nın inde birer kızıl karanfil oldular.
rin yiitleri de yas tutmadı, Antek amacı Türkmenleri ve AvUmudu büyütmek, savaı hüctep'in yoksul varoları Hatay'ın
arları yerleik hayat geçirip
re hücre tüm ülkeye yaymak
Osmaniye'nin, Ceyhan'ın, Merdaha kolay baskı altında tutiçin Toroslara çıkanlardan da
sin'in, Silifke'nin, Adana'nın
maktı. 1 8 0 yıl süren bu "iskan" dostluunu, evkatini esirgecaddeleri, sokakları pankartlarmücadelesine Dadalolu sazıy- medi Türkmen yaylacıları. Da- la, bayraklarla, bildirilerle
la, sözüyle, yüreiyle ve bileiy- dalolu'na, Kozanolu'na sun- donatıldı. ki kızıl karanfil yayılle önderlik eder. Aynı ekilde dukları kekikli yayla çorbasını,
dı Gavur dalarına, AmanosKozanolu da halkı için ölümü püren balını imdi de gerillalara
lara.
göze almıtır. Bu iki yiit insan sunuyorlar. Gerillalar da güve"Bir yerde yeni bir ie ilk
Türkmenlerin ve Avarların ön- nini sarsmıyor Türkmen yayla- adımını atan her zaman namderleri olmulardır.. O günlercılarının. Yeni gelenekler filizlunun ucundadır. Yani dalara
den bugüne dein isyancıdır
lendiriyor Toroslar'da, devrime ilk çıkanlar sonrakilerden daha
Çukurova'nın insanı dalara
armaan ederek bedenlerini.
fazla ölümle karı karıyadır."
sevdalıdır.
diyordu. Tarık toroslara ilk
"Ölümü bilerek yaadılar
"Ferman padiahın dalar
çıkanlardandı.
bizimdir" sözleriyle halkın isyaAyrılıı bilerek sevdiler
Bir yoldaı: "Yeni olanaklar,
nını dalara taımıtı DadaloAlamayı bilerek güldüler
yeni ilikiler yaratarak ilerliyorlu. Bu kez en son kavga için
Acıyı bilerek göüslediler." duk. Bir tane oradan, bir tane
çıktık Toroslara. Sömürüye ve
baka yerden silah buluyorduk.
Sabo'lara, Sinan'lara, Es- Tüm imkansızlıklara ramen
zulme karı emekçi sınıfların
malara... söz vermilerdi: "Bay- Toros dalarında umuduz artık"
barından kopup gelen haykırıraımızı Ülkenin Dört Bir Ya- diye anlatıyor. Onlar, imdi
ı taıdık Toroslara. nsanlar
nında Dalgalandıracaız" diye. Toros dalarında Türkmen ve
eit olsun diye, kolkola yürüsün
Dersimde Karadeniz'de Ege'de Avarlarm yaktıı isyan ateini
dalgalanan bayrak imdi de Akgürletiriyor.
SYAN ATEN
36
TAVIR
DLLER KARDE OLSUN
DYE
Nusret GÜRGÖZ
Çok uzak da
köylerinde Rüzgarın
ve karın harman demidir
Yalnızlıktır batanbaa kerpiç evler
Uzun açlıklar anlatır uzun havalar
Solgun kederler, ıssız soluklar
Çocuk korkularını ço
altır kurt ulumaları/ masal da
ları
enliktedir mani atıan diller/ seçeneksiz Uzak
kalabalık kentlerden habersizdir Kar yorgunu fersiz
gözler
nsanlı
ı kirli içi kentinde
Grevde halaya durmutur yoklu
u katık eden
Omuz beklemektedir, taze bir somun sıcaklı
ında
Hal bilenden, yol bilenden, dil bilenden
gözlerinde grev önlü
ü
Ve derdi ki dili dile ulayıp:
Tok, onurlu ve en yarın ülkemde
Yemyeil çam ormanı gözler
Karde diller olsun diye
Kara bir o
lanın güzelli
inde
Tutumalı ellerimiz/bulumalı dillerimiz
TAVIR 37
BR FOTORAF:
fotoraflar ve yazı:
Engin KABAN
o
rusu biraz heyacanlıydım. Yolumuz hem
tehlikeli hem de
epey uzundu. 24
saatte
varmıtık
Siirt'e.
Önde
1
numarada oturuyordum. Otobüsler özel
ıyordu adeta. Hızla birbirlerini solluyorlar. Karıdan gelen araçlar hızla geçiyorlar yanımızdan. Yüre
im
a
zımda. oförle birlikte direksiyon
kullanıyorum. Yol boyu ezilmi, büzülmü yol kenarına atılmı küçük
araçlara rastlıyorum. Bir otobüsün
yarısı yok.
Oraları ilk k e z görecektim. H e yacanımı yatıtırmakta güçlük çekiyordum. Her yeni yeri görmenin sevinci tattı bir heyecanla kaplamıtır
beni. Bu kez öyle yada böyle kirli
savaın yaandı
ı yerlere gidecektim, oralardan geçecektim. Gazeteler, yönetenler, yönetilenler, herkes
bireyler söylüyordu. Yakınlarım baıma birey gelir korkusuyla karı
çıkmılardı yolculu
uma. Aldırmamıtım. Biraz da abartıldı
ını düünüyordum. Foto
rafçıydım, foto
raf
38
TAVIR
çekmeliydim. Bir dostumun dü
ünü
de bahane...
Kentleri, köyleri, kasabaları geçiyorduk. Uçsuz bucaksız da
lar sıralanıyor. Ovalar, çayırlar tarlalar.
Her yan yeilin tonlarıyla bezenmi.
Yanımda oturan yalı amcada buraları bu da
ları -bilmiyordu. -oförle
konumak yasak- yazısı bana baktı
ı için oföre de soramamıtım. Ancak molalarda nerede- oldu
umuzu
ö
reniyordum.
Sabahın erken saatlerinde Elazı
Maden'de kimlik kontrolü için
çevrildik. Sorun çıkmadan yolumuza devam ettik. Güne da
ların arkasından pırıl pırıl, her yanı aydınlatıyor. Tatlı bir keyifle, alnımı günee
dayamı, etrafı seyrediyorum. Askeri araçlar, cipler geçiyor, içlerinde de
çelik yelekli kolluk güçleri. D i y a r b a - '
kır'a vardı
ımızda epey yorgun ve
uykusuzdum. Otobüsten iner inmez
gazete satan çocuklar karıladı bizi.
En önde "Gündem" gazetesi.
Silvan, Batman, Kurtalan derk
e n Siirt'e varmıtık. G a r a j l a r d a k a r ıladılar beni. D ü ü n için Siirt'e gelen Beir ve iki bacana
ıyla birlikte.
Bana ayrılan arabayla çarıya geldik. Garajlar ehrin dıındaydı. Çarı
dedikleri yer ehrin merkezi. Herkes
evden çarıya diye çıkıyor toplanıyor, çarıda geziyor, çarıda
alı-veri yapıyor ve yaamın büyük'
bir bölümü çarıda geçiyor. Bir lokantadayız. Israrla yemek hazırlıyorlar. Candan davranıları, aırı ilgileri aırtmıtı beni. Yolculuktan
urdan burdan sohbete koyulduk.
Tanıtırıldı
ım herkes sarılıp öpüyor
beni, 40 yıllık dostmuuz gibi. çime
sevinç doluyor adeta. Ve hayretle,
merakla izliyorum her eyi.
Elbiselerimi astılar. Banyo yaptırdılar, y e m e k yedirdiler zorla. Y a t ı p
dinlenmemi de ısrar ettilerse de
sohbet etmeye ikna edebildim. Kısacık anda samimi birer dost olmutuk. Saf, dürüst, tertemiz, vahi kapitalizmin henüz kirletemedi
i insanlardı. Kendi evimde, kendi dostlarımdan göremeyece
im yakınlı
ın, ilginin çok fazlasını görmütüm.
Evden çıktık. Dü
ün evine gelecektik. Yalvararak çantamı taımalarına engel oldum. D ü ü n ü n ikinci
günüydü. Dıarda oturuyorduk. Dü
ünler sokaklarda yapılıyordu. Siirt'te dü
ün salonu yoktu. Sadece
özel paralı dü
ünler belediye salonunda yapılıyordu. Pazartesi balayan tüm dü
ünler Perembe aka-
mı hayırlı günle birlikte gerdekte son
buluyordu.
nsanlar sırayla hogeldine geliyorlar. Hatır sorup ayaküstü sohbet
ediyoruz. Sohbetler çabucak dostlu
a dönüüyor. Foto
raflar çekiyorum, dü
ün foto
rafları. Meydanlık
bir yer. Taların üzerine uzatılmı
a
açlarda ve küçük taburelerde oturuyorlar. Daire eklinde. Orkestra
çalıyor. D a v u l , s a z v e darbuka. S a natçıları Arapça, Kürtçe ve Türkçe
arkılar, türküler söylüyor, insanlar
halay çekip dans ediyorlar.
Alabildi
ine dostlar, küçü
ü, büyü
ü herkes saygılı, Kürtü, Arabi
anlatılmaz dostluk içindeler. Bir arada yaıyor, bir arada gülüp, bir arada üzülüyorlar. Dü
ünlerinde, ölümlerinde her zaman her yerde müthi
bir dayanıma içindeler. Kız alıp veriyorlar. Kültürleri gelenekleri birbirine kaynamı. Arapça ve Kürtçeyi
ana dilleri gibi konuuyorlar.
Gecenin geç saatlerine kadar,
oynayıp zıpladık. Birlikte türküler
söyledik. En yakın dostların dıındaki misafirler gitmiti. Terasa çıkmıtık. Yataklar açıldı. Yazları tüm halk
teraslarda, balkonlarda, yıldızların
altında yatıyor. 30 kii kadardık.
Yan yana yataklara uzanmı sohbet
ediyoruz, istanbul'u soruyorlar sık
sık. "Nesini anlatsam?" diye düünüyorum! Öyle ya, nesi anlatılır ki
stanbul'un? Kirlenmi bir kent. Sokak infazları, gözaltı kayıpları, kuların ölümüne bile aldırmayan insanları. Kirlenmi denizi, yeili, çevresi, ne varsa güzel olan... Nesini
anlatsam stanbul'un? Açlarını mı,
isizlerini mi anlatsam? Sokak çocuklarını mı yoksa? Yoksa gece
konduları baına yıkılan insanları mı
anlatsam? Sefalet içindeki varolarını mı, acı yaam hikayelerini mi
yoksa? Diz boyu yalanı, yolsuzlu
u
mu, nsan ilikilerindeki kabalı
ı mı,
yozlu
u mu anlatsam? Bencilli
i mi
anlatsam yoksa, Emekçilerin sırtından kazanılan milyarları mı?
Ertesi gün çarıda dolatım.
Çarı ana-baba günü gözle görülür
aırı kalabalık. Kahveler, çayhaneler tıklım tıklım insan dolu. Küçük taburenin dıında oturacak baka birey yok. Küçük çocuklar ellerindeki
testiden su da
ıtıyorlar insanlara.
Ücretsiz ve gönüllü olarak. aıp
kalıyorum, sizlik yüzde ellinin üstünde. Gitti
im her yerde sürekli bir
eyler ikram ettiler, ısrarla. Yabancıya karı müthi ilgililer. Ne foto
raf
çekmeme, ne de sordu
um her
hangi bir soruya ufacık olumsuz tepki göstermediler. Ortada bir havuz
ve Atatürk heykeli, yol üçe ayrılır
burda. Her yol 1 km. kadar ehir izleniminde sonrası malum. Sineması, tiyatrosu yok. Devlet hastanesi
doktorsuz ve yetersiz, Siirt'in...
Siirt gelimemi, yolları berbat.
Sokakları düzensiz. Toz toprak pislik içinde. Alt yapı çözümlenmemi.
çme suyu henüz bu yıl ba
lanmı.
Tüm halk bunun sıkıca bilincinde,
devlet ilgilenmiyor diyorlar. Siirt yetim kalmı diyorlar. Sohbetlerde sık
sık "Siirt'i nasıl buldun?" diyorlar, insanlar mükemmel, ilikileri de öyle.
Ancak bu insanlar bu koullarda yaamaya layık de
iller diyordum.
Haklısın "ebi" diyorlardı. Her kelimelerinin arkasına mutlaka "ebi" kelimesi ekleniyor. Yediden yetmie,
kadını, kızı sözlerinin sonuna ço
unlukla "ebi" kelimesini ekliyor. Abi
anlamına geliyorsa da, asıl anlamı
de
er vermek, hatır saymak ve saygılı olmakmı. G e z d i k dolatık. K a meramı her yana çevirdim.
Dü
ünün 3. günüydü. Yine güldük e
lendik. Kına yaktık damada.
3. gece kına gecesiydi aynı zamanda. Aynı olaylar kız tarafında da yapılmakta dü
ün boyu. G e ç s a a t l e r e
kadar oturduk sohbet ettik. Sabaha
karı 3 0 - 4 0 kii h a m a m a gittik. H a mama gelenek gere
i mutlaka gidiliyordu. Ve hamam masraflarını damadın yakınlarından ve arkadalarından birisi karılıyordu.
Titlo'dayız. Siirt'in en kutsal kasabası. ıhlar, evliyalar diyarı. Çocukların tümü kuran kurslarında.
Camilerin, türbelerin foto
raflarını
çekiyorum. Kuran kurslarına gidiyorum. Foto
raf çekiyorum. Ufacık bir
tepki görmeyileri hatta sıcak ilgileri
aırtıyor beni. Kaldı ki stanbul'da
kovalandı
ımız anlar olmutu, cami
yakınlarından. Yabancı oluum bir,
Foto
raf makinem iki, baya
ı dikkat
çekiyordum. Böylece dü
ünün son
günü damat meydanda tra oldu.
Takılan paralar berbere kaldı. Adetmi. stanbul'da takılan takı ve paralarla dü
ün masraflarının çıkmasının hesabı yapılır oysa. Sonra arabalara bindik. Gelini almaya gittik.
Gelin arapça türkülerle, zılgıtlarla,
u
urlandı. ehirde turlar atıp sonunda eve geldik. Onlar erdi muradına
bende uzandım yata
ıma. Epey
yorgundum. Sabah 6'da kalkıp foto
raf çekecektim. Deliksiz uyku
uyudum yıldızların altında.
Sabah yine çarıyı dolaıyoruz.
"Gazeteci misin?' diye soranlara hayır diyorsam da, çek abi i yok güç
yok, yaz bizi abi yaz, diyorlardı. Olur
diyordum bende.
Arka sokaklara geçtik, ehrin
varolarına. Varolarda eski evlere
rastladım, bakımsız ilgiye muhtaç.
Çocuklarda öyle, yoksullukları her
hallerinden anlaılıyor. Bol bol foto
raf çektim. Siirt'te fıstık ve battaniye önemli bir küttür ve geçim kayna
ı. Tansu Çiller, Siirt ziyaretinde
fıstık fabrikası kuraca
ına söz vermi. Yalı amcalar "biz ne sözler
duyduk" deyip gülüyorlar kahve
sohbetlerinde.
3 lise, bir ö
retim fakültesi
vardı yaklaık 70 bin kiilik Siirt'te.
Nüfus olarak Kürtler ve Araplar
hemen hem e n eit durumda.
Siirt'in köyleri ve çevre ilçelerinde Kürt'ler yaıyormu. Köylerin boaldı
ını, Siirt'in kalabalıklatı
ını
ve isizli
in artı
ını söylüyordu insanlar. Esnafı çevre köylerden gelen köylüler ayakta tutuyormu.
Köyler boaldıkça esnafta i yapamaz duruma geliyormu. Yani öyle
ya da böyle herkes ikayetçiydi gidiattan. Kolluk güçleri yaamın bir
parçası olmu. nsanlar tedirgin. Ve
bu güzelim insanları, Siirt'i gelecekte pek iyi eyler beklemiyor.
Kirli sava, ticari ilikileri k o p a r mı. Artık köylerden ehre sebze
meyve ve benzeri eyleri getiren
kürt köylüleri yok. Siirt'li hamallarla
konuuyorum. Ço
u Kürt. Hiç bir
güvencelerinin olmadı
ını söylüyorlar. Kaderleri di
er hamallara ben-
ziyor. Baka bir kahvede bu kez köy
hizmetlerinde çalıan insanlarla
konuuyoruz. Memurlar, sendikasızlar. Ç o k eyin farkında de
iller ama yine de emekçi olularının
azda olsa verdi
i bilinçte dolular.
Kentin dıında devletten kredi
alıp duvarları dikilmi de
iik
yapılara rastlıyorum. Kredi alınmı,
duvarlar dikilmi ve böylece
bırakılıp, paralar cebe indirilmi.
Bunları insanlar anlatıyorlar. Özellikle ANAP döneminde buna benzer
eyler fazlaca yaanmı. SHP'li
belediyeden de kimse honut de
il.
Çalımamakla eletiriyorlar.
nançlı bir halk, ıhlara, evliyalara m ü t h i d e e r veriyorlar. Ancak hiç bir konuda tutucu de
iller.
Çabuk de
iecek, çabuk adapte
olacakmı gibi bir yapıları var. Halkın e
itim düzeyi genelde düük. En
çok Zaman gazetesi okunuyor.
Ayrılaca
ım gün, tek tek
vedalatım, tanıtı
ım dostlarla. Bir
ç o u garajlara k a d a r g e l m e k istedi.
Israrla ikna ettim. Kafam karımıtı,
yol boyu uyku girmedi gözlerime:
böylesi dürüst, böylesi insanlıkla,
sevgiyle dolu insanların oluu anlatamayaca
ım duygulara itmiti
beni. Kaldı ki bu insanlar e
itimsiz,
sanatsız, yetimilerdi. U
runda
güzel eyler düünülecek böylesi
güzel insanların sıcaklı
ı ile gözlerimi kapadım. Ve kent, her
eye ra
men erken saatlerinde
çarıya gelen ilk hamallarıyla,
seyyar satıcılarıyla, esnafıyla,
açılarıyla o güzelim, tertemiz
insanlarıyla devam edecek...
TAVIR
39
N
O
T
Reber/Öncü
40 T A V I R
A
Söz: Ozan Heseni
Müzik: Grup Yorum
Reber
Ez nizanim dıjmin kî ye
Xwîhmijî û dostanî çîye
Reya rastî wînda kirîme
Reber were ez nizanim
Ez nizanim kî gunde me
îvane kene xvendî me Li
çol û çeparan mayî me
Reber were ez nizanim
Ya gundî bajarî me Faiya
aqıl jî birî me Nezanî ye bin
dest kiri me Reber were ez
nizanim
Hîn kırin be hosta nabe Zane
bun be xwendin nabe
Nıtıman be reber nabe
Reber vere ez nizanim
Reber dıbe pir baver be Ji bo
mîllete erwan be
Öncü
Ben bilmiyorum düman kim
Sömürü ve dostluk ne
Doru yolu kaybetmiim
Öncü gel ben bilmiyorum
Ben cahil bir köylüyüm
Okumamı bir cahilim
Çitlerin arasında, çölde kalmıım
Öncü gel ben bilmiyorum
Ya köylüyüm ya ehirli
Yok etmi faizm bilincimi
Zulmü alımdayım cehaletin
Öncü gel ben bilmiyorum
Ustasız örenilmez
Okumadan bilinmez
Yurtsever öncüsüz olmaz
Öncü gel ben bilmiyorum
Öncü diyor ki inançlı ol
Halkın için savaçı ol
TAVIR
41
"Mezarı Kurunlanıyorsa,
Hala Yaıyor Demektir."
uhi Su yakınları,
dostları ve devrimci
sanatçılar tarafından
ölümünün 8. yılında
mezarı baında anıldı.
Mezarının baında kısa
bir konuma yapan
Sıdıka Su "Ruhi Su
bugün hala yaıyor,
türküleri
söyleniyor
bunun için de mezarı kurunlanıyor."
dedi. Konumanın ardından Dostlar
Korosu ve Hüseyin lbey anıt mezarın
baında türküler söyledi. Daha sonra
anıt mezarın önüne gelen
devrimci sanatçılar: Grup Yorum, Özgürlük
Türküsü, Fotoraf ve Sinema Emekçileri,
Aye Gülen Halk Sahnesi, Kültür ve Sanatta
Tavır Dergisi ve Grup Ekin adına halkın
Türkülerinin kanla dumanla boulmaya
çalııldıı bu dönemde Ruhi Su'nun anıt
mezarına yapılan saldırıyı protesto etti.
Bugün onurlu-aydın, kimliini koruyan kültürsanat adamlarına büyük görevler dütüü,
türkülerimizin hiç durmadan ate hattına
sürmesi gerektii ifade edildi. "Çünkü
türkülerimiz halkın gelien umudu, cokusu
ve gönülden gönüle geçen özgürlük
tutkusudur. Bu tutkunun önüne hiçbir güç
geçemeyecektir. Ruhi Su'nun gürül gürül
çalayan sesi türkülerimizde yaıyor,
yaayacak" denildikten sonra "Bize Ölüm
Yok" marı söylendi.
EKN SANAT MERKEZNDE
SÖYLE
Eylül'de Grup Ekin, Ankara Halk Sahnesi, Fotoraf ve
Sinema Emekçileri ve Kültür ve Sanatta Tavır Dergisi
çalıanları tarafından Ekin Sanat Merkezinde
düzenlenen söyleide Ruhi Su
anıldı. Söyleide Ustanın yaamı, eserleri, kuramcı
kiiliine yer verildi.
Yaklaık .30 kiinin katıldıı söyleide ayrıca Ruhi
Su'yu yaatmanın; Ruhi Su'nun düüncelerini ve
bugünün mücadelesine denk düen kavgacı bir
kimlikle Çada Halk Müziini gelitirmekten
geçtii anlatıldı.
Onu duraanlatırmanın, salonlara, kapalı
mekanlara hapsetmenin Ruhi Su'yu bir kez daha
öldürmek anlamına geldii vurgulandı.
42
T A V I R
HABER
YORUM
OZAN HESEN LE SÖYLE:
964'te Artvin'den kaçıp
Diyarbekir'e geldim. Artvin'de asker idim. Askerlik yapmam bu devlete
dedim. Diyarbekir'den Silopi'ye
oradan da Irak'a geçtim. Bölgenin mesulünün yanına vardım.
Dedim ki; 'Ben burada pemerge olaca
ım.' Beni kabul etmedi, geri gönderdi. Silopi'de bir
köye geldim. Muhtarın evine
vardım. 'Hocam ben okuyorum,
beni barındır.' dedim, Kimli
imi
kontrol etti. Köyde de karakol
vardı. Karakola teslim etti. Karakoldan Silopi'ye götürdüler.
Burada onsekiz gün nezarette
kaldım. Karakol komutanı bir
gece yanıma geldi. Bana dedi
ki; "Seni kelepçeye vurdurup, iki
jandarmanın peine düürüp
hudutta kurunlarız. Sonra deriz ki, sınır devriyesi vurmu
kim oldu
unu bilmiyoruz. Kaçmı hududu geçmek istemi,
devriyeler de vurmu.' Sonra
çekip gitti. Bunu duyunca çok
korktum. Muhakkak beni öldürecek dedim. Nezarette bir pencere vardı. Pencerenin demirleri a
aca sokulmutu. Kalktım
ayaklarımı pencerenin üst tarafına dayadım. Demirleri çektim
çektim, büktüm. Her an kaçabilirdim. Ama baktım ki, nöbetçi
karanlık bir yerde bekliyor. Nöbetçi bırakmılar, kaçayım da
vursun diye."
Böyle anlatıyor kendisini
çok etkileyen olayı Heseni.
1943
yılındado
mu.
am'da ve Irakta medrese e
itimi görmü. Kürt tarihi, sosyalizm ve iir hakkında asgari bilgileri medreseden ö
renmi;
Ama medreseyi bitirdikten sonra hemen iir yazmamı. Ulusal
mücadele geliip güçlendi
i
oranda o da iiriyle katılmı savaa. Dizeler aklına geldi
inde
alvarının cebinden naylon torbasını çıkarır, içinden aldı
ı
defterinin yapraklarına Arapça
yazıyla döker duygularını.
Demokratik kitle örgütleri
u
rak yeri, açlık grevi gibi eylemleri durak yeri olmu Heseni'nin.
25-30 civarında iiri var. 4-5
yıldır iir yazdı
ını söylüyor. iiri nasıl yazdı
ını öyle anlatıyor: "Ço
u zaman yolda yürürken aklıma geliyor. Yol kenarına oturur ka
ıda geçerim. Sonra eve gitti
imde oturup düzeltirim. Reber adlı iiri de yolda giderken yazdım. Bir ölümüz vardı. Derik'e götürüyorduk. Giderken, araba da
ların arasından
geçiyordu. Baktım o da
lar
kupkuru, yeil namına bir ey
yok. Bir sürüler bir de sürülerin
baında çobanlar vardı. Hayvanların yiyebilece
i hiçbir ey
yoktu. Yoksullu
u, sefaleti, ezilen halkları düündüm. Düündüm de 'Reber'i yazdım."
Halkların kardeli
inden
'Kürt, Türk,
Arap...
Birlemeli,
Birlikte
Mücadele
Etmeli.'
açılıyor
söz.
konuuyoruz
uzun
uzun. "Benim fikrim Kürt, Türk,
Arap kim varsa birlemeli, beraber mücadele etmeli. Yoksa
devrim zor olur. Birbirlerine karı çıkarlarsa, karı taraf daha
güçlü olur. Bu zulme karı ancak bir devrim devleti olsun ki
insanlar da eit olsun."
Öfkemizde katledilen yazar
ve airleri konuuyoruz. "Bu bir
siyaset." diyor. "Ben iirimle,
Musa Anter aratırmasıyla, kitabıyla, Aye Gülen tiyatrosuyla, sen derginle yaparsın
mücadeleni, öbürü silahla. Onların bizi durdurabilmesi için öldürmesi, korkutması gerekir.
E
er bunu yapamazsa, milleti
durduramaz. Bu halk devrimi
yapacak..." diyor iç geçirerek.
Heseni'nih cokusunu ve kararlılı
ını paylaıyoruz. Baskılara
karı direniin öncüyle anlam
buldu
u ve öncüsüz bir zaferin
olamayaca
ını
söylüyoruz
Heseni'ye.
TAVIR
43
HABER
YORUM
18 NSAN'DA YAPILAN ESM BASKININDA GÖZALTINA
ALINARAK TUTUKLANANLARDAN ORTAK SAVUNMA:
"Milyonların Azına Kilit,
Yüreine Mühür Vuramazsınız!
Ya hep beraber ya da hiçbirimiz. Kurtulmak yok tek
baına yumruktan ve zincirden
Ya hep beraber ya da hiçbirimiz
Bir ses yükseliyor kırlardan
ve ehirlerden. Bir ezgi yükseliyor kırık sazlardan, kor atete
dalanmaz umuttan. Yazarını
arayan öyküler sayfalardan, ezgilere uçuuyor. Ve replikler
kaybolmadan aızlarda, direncin haykırıı oluyor, ardı sıra
öykülerin, o kervana katılıyor.
Karanlıı açlııyla yırtıp delen,
12 Temmuzlarda büyüyen, 17
Nisanlarda "Varsa Cesaretiniz
Gelin" diyen. 13 Austoslarda
duvara kanla adını yazan bu
kervan, Vehbi'lerden, Eyüphan'lardan 1 yıl sonra, aynı-ehirde DGM salonlarından yükselerek geçiyordu. Karanlıın
cellatları ve koruyucuları kendi
evlerinde bir kez daha yargılanıyorlardı:
"Nasıl bir kültür bu? Kaderciliin, karamsarlıın egemen
olduu, insan ilikilerinin bireysel çıkarlarla sınırlandıı, susan, hep susan hakkını aramayan boyun een-direnmeyen
insan tipinin egemen olduu bir
kültürdür. Amaç, kendi öz kültürüne yabancılamı sınıfsal
gerçeinin farkında olmayan,
yaam biçiminin çarpık yapılanmayla kout belirlendii, yoz insan yaratmak, sömürülerini katmerletirmektir.
Evet, biz emperyalist kültürün getirdii yozlua, çürümülüe, pislie, bencillie dur dediimiz için yargılanıyoruz. Biz,
devlet terörüne karı demokrasi
44
TAVIR
mücadelesi verdiimiz için yargılanıyoruz. kenceye, insan
haklarının ihlallerine karı insanlık onurunu koruduumuz
için yargılanıyoruz. Ülke de yaanan katliamlara, kayıplara,
infazlara hayır dediimiz, Türkiye ve dünya halklarına tehir
ettiimiz için yargılanıyoruz."
Ürküp cellatlar sesin gücünden, kapattılar kulaklarını. Koruyucular kaçırıp gözlerimizden
gözlerini, gezindirdiler tavanda
umarsızca. Sesimiz mahkemenin duvarlarında yankılanmaya
devam etti.
"Ve biz okullarda, sokaklarda, fabrikalarda, sahnelerde
halkların baımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini
türkületirdiimiz için suçlu ilan
edildik, ikence gördük cezaevine konduk. Mücadele gazetesi okumamız yargılanmamıza
neden oluyor. Neden Mücadele
Gazetesi okuyoruz? Mücadele
gazetesi emperyalizm ve oligariye karı ezilen tüm halkların gazetesidir. Burjuva basınının yazmaya korktuu, egemenlerin kalemörlüüne soyunduu ülkemizde, bütün baskılara ramen halka doru haber vermeyi ilke edindii, Kürdistan'daki kirli savaı, uygulanan asimilasyon ve yoketme
politikalarını tehir ettii için,
katliamları, haksızlıkları, ikenceyi, infazları, kayıpları halka
açıkladıı ve çözüm yolları sunduu için Mücadele Gazetesi
okuyoruz. Eer bu suçsa (ki iddianameye göre suç) biz bu suçu ilemeye devam edeceiz."
"Bugün Tavır dergisi, emperyalizmin kültür politikalarını
ve faizmin demogojilerini te-
hir ediyor. Siyasi gerçeklerin
açıklanmasında, kitlelerin bilinçlenmesine yardımcı oluyor.
Evet, iddianamede söylediiniz
gibi halk Tavır dergisi. Mücadele gazetesi okuyarak bilinçleniyor. Tavır dergisi ezilen halkların çıkarlarını savunuyor, kurtulu yolları göstererek emekçi yıınların birlii dorultusunda
mücadele ediyor. Derginin sayfalarında Grup Ekin'in yaam
sevinci, daha güzel bir dünyaya
inancı, hak alma bilincini türkületirmesini, Ankara Halk Sah"
nesinin bu topraklar üzerindeki
halkların açlıını, sömürünün
zulmünü oyunlatırmasını, Ankara Fosem'in ulusal kimlii, dili, kültürü yok sayılan Kürt halkının yaantısını fotoraflatırmasını görüntülemesini görürüz, okuruz. Ankara Tavır çalıanları ve biz okuyucuları bunun için 18 Nisan 1993 günü
polis terörüne, talanına tanık olduk. Sayın savcıya soruyoruz:
anaların,
babaların
gözleri
önünde katledilen çocukları ailelerinden koparan kimlerdir?
Kürdistan'da hergün köy meydanlarında katledilen kadınlarıerkekleri çocuklarından ayıran
bu devlet politikası deil mi?
Peki açlıktan, yoksulluktan cami
avlularına, sokaklara, Daraülaceze'ye bırakılmak zorunda
kalınan çocukları ailelerinden
ayıran bu sömürü sistemi deil
mi? Gençlerin, çocukların gelecei konusunda duyarlı olan
sayın savcıya soruyoruz: kence tezgahlarında 15 yaında ki
gençlere insanlık dıı uygulamalar yapılırken aynı duyarlılıı
neden göstermiyorsunuz? Siz
bunlara yanıt vermeyebilirsiniz
ama biz biliyoruz ki bu düzen
ne ya ne de cinsiyet ayırımı
yapıyor."
Mahkeme salonunun her tarafında sadece sesimizin tınısı
vardı. Ve artık salona sıamıyorduk. Siyah cüppelilereyse
sesimizi dinlemek düüyordu:
"Bu davada kimler yargılanıyor? Bu davada yargılananların ya ortalamasına bakarak
kimse yanılmasın. Bu davada
HABER
YORUM
DAVETYE
yargılananlar ahsında onbinlerce Mücadele Gazetesi okuyucuları, onbinlerce Tavır Dergisi okuyucuları yargılanıyor.
12 Eylül faizminin uzantısı olarak YÖK'ün altında ezilmek istenen daha 20 yaına gelmeden yirmi yüzyıl yaamı gibi
özverili; halkın sorununu kendi
sorunu bilen devrimci-demokrat
örenci gençliin sesi yargılanıyor. Ayın onbeini getiremeyen
bordro mahkumlarının "Haklıyız
Kazanacaız" iarı ile sokakları
dolduran memurlarımızın sesi
yargılanıyor. Alınterleri ile cennet vatanlar yaratan hayatı durduran yeni dünyalar kurma
gücüne sahip ve zincirlerinden
baka kaybedecek eyleri olmayan içi sınıfımızın sesi yargılanıyor. Taban fiyatları adı altında ürünü yok pahasına elinden alınan "Bu vatanın efendileri" diye kandırılan köylülerimizin sesi yargılanıyor.
Gecekondusu baına yıkılıp,
ekmek teknesi elinden alınan
küçük esnafımızın sesi yargılanıyor. Sergisi yamalanan,
kitapları-filmleri yasaklanan,
türkülerine tahammül edilmeyen, kasetleri toplanan, konserleri yasadıı ilan edilen
sanatçılarımızın, Sivas'ta diri
diri yakılan aydınlarımızın sesi
yargılanıyor. Evlatları ikenceden geçirilen, sokaklarda
kuruna dizilen, tutuklanıp
cezaevine konan, analarımızın
sesi yargılanıyor. Kısacası
HALKIN SES SUSTURULMAK
STENYOR.
Son sözümüzü söylüyorduk
bu davada:
"... unutulmamalıdır ki ne
Mücadele Gazetesinin varlıı
bürolarıyla, ne de Tavır Dergisinin okurları bu salonu dolduranlarla sınırlıdır. Büroların
kapısına "onurunuz" olan
mühürlerden vurup kapatabilirsiniz. Gücünüz bu kadarını yapmaya yeter Ama milyonların
azına
kilit,
milyonların
yüreine mühür vuramazsınız.
Kimsenin buna gücü yetmeyecektir..."
ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ
Grup Özgürlük Türküsü, Samalcılar Cezaevinde tutuklu
bulunan solistleri Yusuf KARADA ile birlikte "yargılanacaı"
salonda özgürlük türküleri söyleyecek...
SOLST
GELN BRLKTE SÖYLEYELM
YUSUF
Tarih : 9 Eylül 1993
KARADAS
Saat : 11.30
ÖZGÜRLÜÜNE
Davetiye en az iki kiiliktir. Salon görevlileri
sorun çıkarabilir.. ALDIRMAYIN!..
Yer : stanbul 1 No'lu DGM
(Giri Ücretsizdir)
KAVUTU
Yusuf Karada 1. Nolu Devlet Güvenlik
Mahkemesi'ndeki sorgusunda;
"... Gerçekçi sanat anlayıının temelinde mücadele olmalıdır. Kavga
olmalıdır. Çünkü bu sanat, yaaması için gerekli gıdayı emekçi halk
kitlelerinin mücadelesinden almaktadır. Sanatın tarihi toplumların
tarihinden ayrı düünülemez. Çünkü tarih ilerlemenin, yeni buluların
oldu
u kadar, öldürülen ozanların, bilim adamlarının, ikencelerde
katledilen sanatçıların, yakılan kitapların, yıkılan mimari yapıların,
ya
malanan uygarlıkların, soysuzlatırılan kültürel de
erlerin utancını
da taır.
Ancak u çok iyi bilinmelidir. Bu utancın sahipleri bizler, yani tarihin
her döneminde ezilen, sömürülen, ikence gören, katledilen, her türlü
haksızlı
a u
rayan halk kitleleri de
il tersine bu utancın gerçek sahipleri
tarihin her döneminde egemenler olmutur. Bizler her zaman geçmi
tarihimize, yaratmı oldu
umuz de
erlere sahip çıkmasını bildik.
Geçmiimizle gurur duyduk. Çünkü biz iyi, güzel, sömürüsüz bir dünyayı
istiyoruz. Ve. bunun mücadelesini veriyoruz.
te, bizlere uygulanan baskıların, katliamların, gözaltıların,
ikencelerin ve tutuklamaların gerçek nedeni budur. Biz sanatçılara
uygulanan bu baskılar Ülkemizde halklarımıza karı balatılan
"Topyekün Sava "tan ayrı de
ildir. Bu ülkede her gün sokaklarda
insanlar öldürülüyor. Gözaltında "kayıplar" yaanıyor. Bugün içilere,
memurlara, ö
rencilere, yoksul Kürt halkına karı, kelimenin tam
anlamıyla sava açan devlet, katledilen yurtsever milletvekilinin
cenazesinin kaldırılmasına müsaade etmiyor.
Böylesi koulların yaandı
ı ülkemizde Susmak devletin tüm katliam
ve baskılarını onaylamaktır. SUSMAYACAIZ."diyordu. Yusuf Karada
artık özgür ancak yukarıdaki davetiyenin benzerleriyle sık sık
karılaabiliriz.
TAVIR
45
HABER
YORUM
GENÇ EKN SANAT MERKEZ AÇILDI
Genç Ekin Sanat Merkezi
15 A
ustos 1993 günü yaklaık
100 kiinin katıldı
ı bir açılıla
çalımalarına baladı.
Küçük bir salonu ve bir kitap
standı bulunan G.E.S.M'de müzik, tiyatro ve resim çalımaları
yapılıyor. Paneller, okuma günleri, film gösterileri gibi etkinlikler düzenleyen G.E.S.M'nin
emekçileri, "G.E.S.M'nin insanın insan tarafından sömürülmesine karı yaamın özünü,
yönelilerini çözümleyerek yol
gösterici olaca
ını" söylüyor.
Kültür-sanat alanındaki görülerini yayınlayacakları bir
bültenin çalımalarına baladıklarını, ilerleyen süreçte bu
bültenin dergi haline gelece
ini
vurguluyorlar.
Toplumsal yaamın tüm
alanlarında yaanan apolitikletirme, yozlatırma ve kiiliksizIetirme bombardımanına karı
bir cephe oluturmak amacıyla
be yıl önce kurulan BESD'in
(Bo
aziçi Ekin Sanat Derne
i)
gelene
ini sahiplendiklerini fakat onu atıklarını söyleyen
G.E.S.M çalıanları BESD'in
dernekçilik anlayııyla, amatörce
çalımalar
yaptı
ını
G.E.S.M'nin ise daha profesyonel ileyii oldu
unu belirtiyorlar.
Egemen güçlerin halkı teslim almak amacıyla dayattı
ı
yoz kültüre karı devrimcilerin
de alternatif olarak sosyalist
kültürü yaymalarının görev oldu
u bir süreçte bu alanda
devrimci bir birlikteli
i yakalamak için çalıacaklarını belirtiyorlar.
Çok kısa bir süre önce kurulmalarına ra
men bu konuda
çalımalara baladıklarını ifade
eden G.E.S.M'liler, ilk adım olarak Sanatçı nisiyatifi adlı oluumun içinde yer alarak, burada
çalımalar yürütüceklerini açıklıyorlar.
Sanatçı inisiyatifi'nin hedeflerini: Türkiye'deki insan haklan
ihlalleri, gözaltında kayıplar ve
infazlar karısında duyarlı olmak bunları önlemek için eylemler gerçekletirmek ve kamuoyunu bu konuda harekete
geçirmek oldu
unu anlatıyorlar.
Sanatçı inisiyatifi'nin ilevini
ne ölçüde yerine getirebildi
i
sorumuza ise doyurucu bir yanıt verilemiyor.
Devletin infaz politikasına
karı her zaman mücadele edeceklerini ve devletin bu yüzünün tehir edilmesi için yapılan
tüm eylemlere aktif destek vereceklerini belirten G.E.S.M çalıanları artık sadece "kınıyoruz" mesajlarıyla yetinmeyip
toplumcu-gerçekçi sanatçı olmanın bedellerini ödeyeceklerini söylüyorlar.
Da
arcık Halk Bilim Aratırma Derne
i, Grup Dalga, Ekin Sanat Merkezi, Can enli
i
Oyuncuları, Magma Sanat Grubu, Haydar Ünal ve Olgun ensoy tarafından
oluturulan |bir komite Sivas'ta katledilen 35 aydın ve sanatçının sesinin
susturulamıyaca
ını göstermek ve bu katliamı belleklerde canlı tutmak için "Yüzünü
Yitiren ehir" adlı bir gece düzenleme karan aldı. Magma Sanat Grubu'nun bu etkinli
e
ba
lı olarak düzenledi
i foto
raf sergisinde Sivas katliamının görüntüleri yer alıyordu.
Sergiye gösterilen yo
un ilgiyi hazmedemeyen polis, henüz ikinci gününde sergiyi
kapattı. Buna karın sergiyi izlemeye yaklaık 10.000 kii gelmiti.
Serginin kapatılmasından bir gün sonra, 7 A
ustosta yapılacak etkinlik de
"Türkiye'de karmaa çıkaca
ı" gerekçesiyle yasaklandı. Daha sonra C H P Mamak lçe
Örgütü gecenin yapılması için izin aldı. Fakat geceyi içi bo bir hale getirmeye ve
gecede kendi propagandasını yapmaya çalıan CHP, bu amaçla Grup Ekin'in geceye
katılmaması için büyük bir çaba sarf etti.
Bu gelimeler üzerine geceyi organize eden komite, etkinli
in yapılaca
ı Gençlik
Parkı'nda geceye yönelik, engellemeleri bir basın açıklamasıyla protesto etti.
Komite daha sonra, satılan biletlerin paralarını Ka
ıthane içilerine vermeyi
kararlatırdı.
46
TA V IR
NOKTA HABER
ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ
Özgürlük türküsü 15 A
ustos 93'te
Halkın Gücü Gazetesi sahibi Rıza
Güneer'in katledilmesinin kınandı
ı pikni
e katıldı. Kemerburgaz'da yapılan piknik 500 kiinin
cokulu halaylarıyla son buldu.
Özgürlük Türküsü 27 A
ustos günü
Beykoz Kültür Aratırma Derne
i'nin (BEYKAD) Beykoz SHP lokalinde düzenledi
i, enli
e katıldı.
Yaklaık 200 kiinin bulundu
u
enlikte Özgürlük Türküsü dıında
Armutlu Çocuk Korosu ve Kumo
luköyü Dayanıma Derne
i tiyatro
grubu yer aldı. 5 Eylül günü Gebze
Sendikalar birli
i ve Ça
da
Marmara Gazetesinin düzenledi
i ve
Gebze Metin Oktay Stadındaki
"Ka
ıthane içileriyle
dayanıma"enli
ine Özgürlük
Türküsü, Denge Azad, Kızılırmak,Ferhat Tunç, Selda katıldı.
enlikte pankart açan bir gruba saldıran polis 19 kiiyi gözaltına aldı.
Özgürlük Türküsü Genel-i'in
özelletirmeleri konu alan öleninde
yer aldı. Yaklaık 200 kiinin katıldı
ı
ölen stanbul Kadırga Fen Ileri'nde
düzenlendi. ölene 2 bölüm halinde
çıkan Özgürlük Türkü-sü'nün
dıında içiler de söyledikleri
türkülerle ölene renk kattı,
özgürlük Türküsü 2 Ekim günü
Kristal- sendikasına ba
lı Cam içilerinin grevini ziyaret etti. Genel'inde katıldı
ı ziyaret içilerle beraber çekilen halaylarla son buldu,
Özgürlük Türküsü 3 Ekim'de TAY
AD, Özgür-Der, istanbul Özgür-Der,
Marmara Özgür-Der'den sonra
kurulan TYAD açılıındaydı. Yaklaık 200 kiinin katıldı
ı açılıa
ozan Fevzi Kurtulu da türküleriyle
katıldı. Ezilen halkların sesinin susturulamayaca
ının birkez daha belirtildi
i açılı, dernek içerisinde
balayıp dıarıya taan halaylarla
sona erdi. Çukurova Konserleri:
Adana, Osmaniye, Ceyhan ve
Düziçi'nde yapılması düünülen
konserler yasaklamalar nedeniyle
sadece 10 Ekim'de Düziçi'nde
yapılabildi. Salonun 300 kiilik
olmasına ra
men konser 500 kiiye
verildi. Cokunun dorukta oldu
u
konser halaylarla sona erdi.
HABER
YORUM
BARI VE KARDELK FESTVALNE
YASAKLAMA
GRUP YORUM
iyarbakır'da faaliyet yürüten
29 Demokratik Kitle örgütü,
sendikalar siyasi partiler,
dergiler platformu ve meslek odalarından oluan "Diyarbakır Demokrasi Platformu"nun
katılımıyla 3-4 Eylül tarihlerinde
yapılması düünülen "Barı ve
Kardelik Festivali" ne Diyarbakır Valili
i'nce izin verilmedi.
Gerekçe olarak ise, "Festivale
18 Eylül'de TÜ'nün alternatif açılı
katılacak sanatçı ve konumaenli
inde Grup Yorum bir dinleti verdi.
cılara ait belgelerin tamamlanAçılıa yaklaık 200 kiilik bir katılım
madı
ı, sergilenecek resimlerin
oldu. Demokratik Üniversite
dosyasında bulunmadı
ı, katımücadelesinde ö
rencilerin yanında
lacak müzik topluluklarının daoldu
unu vurgulayan Yorum, Seher
ha önce çıkarmı oldukları kaahin çin yapılan "Kömür Gözlü Kız"
setlerdeki bölücü, bölgeci, ırk
adlı parçasını ö
rencilerle birlikte
ve bölge farklılıkları göstererek
seslendirdi.
terör örgütleri lehinde propaganda yaptıkları (...), yapılan
GRUP EKN
ariv aratırmalarından hare27 Mayıs I993'te Ka
ıthane Beketle: bölgenin siyasi yapısı,
lediyesinden atılan içilerle dayanıma
son günlerde meydana gelen
gecesine-Artvin Kültür, halkoyunları ;
olaylar ve yapılacak festivalin
Da
arcık, tiyatro gösterimleri; Grup ekin
vatandaları tahrik edecek niteve Grup Dalga, müzikleri; Mehmet Özer,
likte olaca
ı(...) ve devletin üldia göste-risyle katıldı. Gece, içilere
kesi ve milleti ile bölünmez büdirenite moral ve çoku aıladı.
tünlü
üne gölge düürece
i..."
25 A
ustos '93'te Grup Yorum
zmir'de bir konser verdi. Sivas'ta
katledilen sanatçılar için yapılması
planlanan gece, organizasyon yetersizli
inden dolayı Grup Yorum
konserine dönütü. Konsere yaklaık
2000 kii katıldı. Devrim ehitleri ve
Sivas'ta katledilenler için yapılan saygı
duruuyla balayan gece halaylarla son
buldu.
Festivalin yasaklanmasıyla
ilgili olarak 28.08.1993 günü
Platform adına bir basın açıklaması yapan HD Diyarbakır ube Bakanı Sedat Aslanta,
"Devletin Kürt sorununa uzlamaz bir tutumla yaklatı
ını,
yasaklamanın bunun bir göstergesi oldu
unu ve bu politikaların ortaya çıkardı
ı sonuçların
çözüm de
il, çözümsüzlük oldu
u kesinlik kazanmıtır" dedi.
Bununla ilgili olarak, Demokratik bir kurum olarak her türlü yasal hakların kullanılaca
ı, konunun Avrupa nsan Hakları
Komisyonu'na
götürülece
i
belirtildi. Bu yasa
a ra
men
herhangi bir alternatif düünmeyecekleri, yasal bir kurum oldukları için ancak yasal yollarla
hareket edecekleri de belirtiliyordu.
Daha önce de Petrol- Batman ubesinin 26-27-28 A
ustos tarihleri arasında düzenlemeyi düündü
ü "BatmanSanat enli
i" de benzer gerekçelerle yasaklanmıtı.
Devrim-ci-demokrat sanatçıların
birlikteli
i geceyi daha da nitelikli kıldı.
2 Eylül '93 tarihinde Kıbrıs'ta k o n s e r
9 Haziran I993'te Artvin'de düvermek için yola çıkan Grup Yorum'un, ilk
zenlenen Grup Ekin konseri birçok
gözaltısı havaalanında Taner Tanrıvereksikli
e ve organizasyon sorunlarına
di'yle baladı. Kıbrıs'a gidebilen di er elekarın gerçekletirildi.' Gece bavurusu manları; Elif S u m r u Gürel, N u r a y E r d e m
sırasında aktif destek sözü veren bir
ve dayanıma için gruba katılan Özgürlük Türküsü elemanı rat Aydın, konsere iki s a a t kala
kısım demokratın (!) gece yaklatıkça
gözaltına alındılar. K o n s e r , " s a l o n u n dayanıksızlı
ı" gibi keyfi bir gerekçeyle yasaklandı.
sırt çevirmelerine ra
men Grup Ekin,
Ancak bununla kalınmayıp Grup Yorum elemanları sınırdıı edildi.
250 kiilik bir dinleyici kitlesiyle
B u keyfi y a s a k l a m a v e saldırganlık, G r u p Y o r u m elemanlarının d a katıldı
ı bir b a s ı n
kucaklatı.
toplantısıyla tehir edildi. O K M 'd e yapılan basın toplantısına m ü z i s y e n F e v -zi Kurtulu, yazar
10 Temmuz 93'te Ankara'da CHP
Hayati Azim, Kültür ve Sanatta Tavır Dergisi ve O K M çalıanları katıldı.
Altında
Gençlik Komisyonu'nun
Fevzi Kurtulu konumasında, devrimci sanatçılar arasında özellikle G r u p Y o r u m ' u n
düzenledi
i açıkhava konseri, hafif
siyasi iktidarın y o u n baskısıyla karılatı
ını belirterek k e n d i s i n e a y -dın, d e m o k r a t diyen h e r k
müzik sanatçısı Deniz Pınar Atılgan, e s i n bu baskılara karı duyarlı olmaları gerekti
ini söyledi. Fevzi Kurtulu ayrıca di
er sanatçıların
TRT halk müzi
i sanatçısı Canan
basın toplantısına gelmemelerini kınadı. Bakaya, Grup Geçmi Gelecek ile
Yazar Hayati Azim ise yaptı
ı kısa konumada "Grup Yorum'u Kıbrıs'ta sınır-dıı e d e n l e
Grup Ekin katıldı. Konseri
r , susturacaklarını sanıyorlar. Tıpkı Türkiye ve K ü r d i s t a n ' d a konserleri y a s a k l a y a n l a r gibi. G r
düzenleyenlerin bir yandan "Konse rin u p Y o r u m elemanlarınısınırdııe d e n le r türkülerinin sınır duvarlarını aıp Kıbns halkına
lokomotifi sizsiniz" söylemleri, bir
ulamasını engelleyemeyecekler"dedi.
yandan da korku ve k a y g ı l a r ı vardı.
Grup Yorum, yaptı
ı açıklamada : "Kıbrıs'ta konser veremedik ve sınırdıı edildik. A n c
Düzenleyenlerin, Grup Ekin birkaç
a k türkülerimiz sınırdıı edilebilir m i ? Kıbrıs tarihinde bu e n g e l l e m e bir kara l e k e o l a r a k
parça söyledikten sonra mikrofonla
kalacaktır. A m a G r u p Y o r u m türküleri, sınırları a ı p dilden dile söylenecektir" dedi.
"Grup Ekin son parçasını söylüyor"
HALKLARIN TÜRKÜLER SINIR TANIMAZ !
demeleri, kitle tarafından protesto
edildi. Grup Ekin ise "daha buradayız"
diyerek konsere devam etti.
KIBRIS'TA BR KONSER: GRUP
YORUM VE SINIRLAR!
T
TAVIR
47
HABER
YORUM
NOKTA HABER
1993 ABD P E K Ç KARKATÜR YARI
MASI !
"... Altı yıl öncesini düü
Konu: "2000 YILINA GÜLEREK"
Bir karikatür sergisi düleyin; izleyenleri kahkaha tufanına
bo
an, onları keyifli bir dünyanın doruklarına taıyacak salt
güldürmeye yönelik bir mizah öleni.
Son katılma tarihi: 20 A R A L I K 1 9 9 3
Adres: Milliyet sanat dergisi
Nuruosmaniye cad.
CAALOLU-STANBUL
kın Ayrancı o
lu bu yarımaya karsı. Bu yarımaya tepki oluturmak
için çaba sarf ediyor.
nüyorum...
Karikatüre
baladı
ım yılı... 1 9 8 7 Abdi
pekçi Karikatür Yarımasını...
Yarımanın o yılki konusu:
Tür-kiyede Konut Sorunu" idi.
Karikatüre bu yarımaya
katılarak
balamıtım.
Yaptı
ım
ilk
karikatürler
sergilenmeye
de
er
bulunmutu.
Sevinmitim.
Daha güzel eyler yapmak
için güç bulmutum kendimde. Yarımada birinci olan çizer de bu yarımayla balamıtı karikatüre.
Abdi pekçi'yi düünüyorum... öldürülen adamı... Sonra Çetin Emeç'leri, Turan Dursun'ları, U
ur Mumcu'ları,
Musa Anter'leri... Sivas'ta katledilenleri... Düündükleri için
öldürülenler.:.
nsanların düündükleri
kültür ve sanatta
TAVIR
aylık sanat
ortaköy
yazı ileri
kültür ve sanat
müdürü:
bilimsel aratırma
dergisi
yay.
org. film tic. san. Itd.
ti.
TEMMUZAUSTOS '93
adına sahibi:
sayı 28
elif sumru gürel
yazıma adresi:
gürel
Yarımanın jürisine bakıyorum:... Enis Batur, iadamıFoto
rafçı akir Eczacıbaı,
karikatür starları Ferruh Do
an, Ali Ulvi, Turhan Selçuk.
1987 yılında yeni karikatürcüler ortaya çıkaran yarıma, 1993 yılında "salt güldürmeye yönelik" mizah anlayııyla pekçok karikatürcüyü tabii jüridekileri de- yoketmeye çatııyor. Çünkü, genelde
sanata, özelde karikatüre salt
biçimsel nitelik yüklemek ve
içeri
i reddetmek sanatçının
yok edilmesidir.
imdi Abdi pekçi Karikatür
Yarımasına
konu
öneriyorum:
"2000 YILINA
UTANARAK"
diyarbakır
malatya
adana
abone koulları
dereboyu cad. no:110
ortaköy /stanbul
tel: 258 69 87
fax: 258 69 87
cihan sokak
21/10
sıhhiye/ankara
TAVIR
aimanya çin
tei: 231 33 07
ınonu
inönü cad.
cad.
leblebici ap.
inönü cd.
yurtiçi 60000-TL
yapı kredi
üzeri
(1 yıllık)
36/6
aydın ihanı
yurtiçi 120000-TL
bankası
kat: 6
malatya
kat:5 no: 505
yurtdıı 45.-DM
3004646-6
adana
elif sumru gürel
no: 5
diyarbakır
tel:352 1744.
akbank ortaköy- ist. b.
ofset
hazırlık:
temiz ap.
hesap no:8583
48
SVAS GECES
Pir Sultan Abdal Kültür ve Tanıtma
Dernei tarafından, Sivas'ta yakılarak
katledilen 35 ay-dın-sanatçının anısını
yaatmak amacıyla 16 Eylül tarihinde
Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda bir
gece düzenlendi. Adeta izdiham yaanan, youn ilginin gösterildii
geceye: Arif Sa, Grup Kızılırmak,
Deste Günaydın, Musa Erolu ve
Koma Rojhelat katıldı. Gecede ayrıca
Sivas katliamının görüntülerinin yer
aldıı video gösterimi yapıldı.
(6 aylık)
ortaköy kültür merkezi
elif sumru
an kara
için öldürüldükleri bir ortamda, düündürmeyen eser
üretmek çözüm olarak sunuluyor sanatçılara.
16 Temmuz I993'te Arhavi
Belediyesi'nin Kültür ve Sanat
Festivali'ne Grup Ekin de son gece
katıldı. Grup Vitamin ve Emel
Müftüolu'nun oldukça dejenere
programından sonra saat ancak
02.00'da sahneye çıkabilen Grup
Ekin'in 3000 kiilik kitle sabırla bekledi.
Konsere kitlenin cokulu katılımı aynı
zamanda dejenere müzie karı verilen
tepkiyi de ortaya koyuyordu. 15
Austos I993'te Grup Ekin, CHP'nin
düzenledii ve Özgür Karadeniz
Gazetesi Hopa temsilciliinin aktif
çalıması ile Hopa'da bir konser verdi.
500 kiilik bir salonda yapılan konser
gerek organizasyon gerekse kitleyle
bütünleme açısından oldukça
etkiliydi. 26 Eylül I993'te Keçiören
Hal-kevi'nin düzenledii enlikte son
günü birçok sanatçının katıldıı "Deniz
Koyduk Adını" adlı açık-hava konseri
Grup Ekin ile noktalandı. 2500 kiinin
katıldıı konser, polis engeli ve
organizasyonun geri tavrı nedeniyle
normal biti saatinden önce bitti.
tavır
yayınları
baskı:
yalçın ofset

Benzer belgeler