İndirmek İçin Tıklayınız!
Transkript
İndirmek İçin Tıklayınız!
Eylül/Ekim/Kasım 93'te 1 Merhaba Yeni nsan/ Baki Altın 6 Al Gözlerim Sende Kalsın/ Hayati Azim 14 Veba/ Tolga Karadeniz 17 Korku/ brahim Karaca 23 Munzur: Bir Düün E v i / Harun U y a r 24 Toroslarda Bekleyeceiz Sizi/ Gülay Esen 26 ki Damla Gözyaıydık Sakallarımızda Hasan Bayar 30 Hiç Durmadan/ Grup Yorum 34 .Devrim çin Sinema, Y ı l m a z Güney ve Y o l Sadık Çelik 36 ki Koçolu Gürletiriyor syan Ateini Ender Selçuk 38 Bir Fotoraf: Siirt/ Engin Kaban 40 Nota: Reber/ Grup Yorum 42 Haber-Yorum ÖN KAPAK : SULEIMAN M A N S O U R ARKA KAPAK : CHAT ARAL MERHABA Durmadan dinlenmeden yürüyoruz. Karılatı ımız her engeli bir deneyim olarak görüyoruz. Altetti imiz her ihanet hedefe bir adım daha arınarak yaklamanın belgesi olarak geçiyor tarihimize. Yarattı ımız örnek de erler, yılmadan, usanmadan geçmiimizi ve gelece imizi sahiplenmeyi ö retiyor bize. Düzenin kokumulu u, yaratmak istedi i bencillemi, bireycilemi ve yalnızca tüketmeye programlanmı insan tipinin karısında yine aynı toplumun içinde ama de erleriyle bambaka, yepyeni bir insan örne i yaratıyor mücadelemiz. Sabırlı, paylaan, emek harcayan 'yeni insan'acı ve zulüm düzenini sona erdirecek devrimin motoru, habercisidir. gal altındaki topraklarda, emperyalizmin ve siyonizmin a ır teknolojik silahlan karısında, tala sapanla direnirken en önemli dayana ı merulu u, mazlumlu uydu Filistin halkının. Kendi ülkesinde sürgün, kendi ülkesinde tutsaklı ı yaadı onyıllarca. Sabırla, inatla yetitirdi çocuk generallerini. Zulmün karısında dimdik durdu. Kazanılan mevziler Filistin halkınındır. imdi onun mücadelesini emperyalizme pazarlayan Arafat önderli inin de il. Yaanan ihanet ise burjuva önderli e aittir. Filistin halkına de il. Filistin halkı, emperyalist barıa teslim olmayacak. Hızlı büyüyor Filistinli çocuk generaller. Hızlı büyüyecek. Ve bu ihanetin yüzüne tükürecek. Kapa ımızı Filistin. halkının mücadelesine ve gelece ine adıyoruz. Suleiman Mansour, Filistin'in ulusal renklerini -siyahı, kırmızıyı, yeili ve beyazı- yasaklandı ı için kullanamamı tablosunda. Biz, mücadelesine verdi imiz deste in bir sembolü olsun diye, logomuzun renkleriyle tamamlıyoruz tabloyu. 76 yıl sonra bir kıvılcım düüyor Moskova sokaklarına. 76 yıl sonra kızıl bayrak, 76 yıl sonra Lenin, Stafin; 76 yıl sonra sosyalizm, yeniden zulme sömürüye bakaldırının tarihini balatıyor Rusya'da. Tükenen revizyonizm. Yeni bir dünya, eit, özgür bir dünya kurma tutkusu tükenmiyor. Kaldı ı yerden bir iz bulup kendine, yeniden, yeniden yaratıyor kendini küllerin arasından. Onu sahiplenen yeni insanın elinde ekilleniyor. Taptaze, dipdiri bir ruh oluyor. Umut oluyor gelece i için ülkenin. Dergimizin yayın hazırlıktan bitti i baskıya girmek üzere oldu u sıralarda,3 Kasım 1993 çaramba günü, Diyarbakır büromuz polis tarafından basıldı. Arama belgesi olmamasına karın 5 saat boyunca büromuz didik didik arandı, talan edildi. Arivlerimize ve kasetlerimize el koyuldu. 5 saat sonra "aranan bir ahıs" için geldiklerini söyleyip gittiler. Gerçekte aranan bir ahıs yoktu. Aradıkları "tanıklar" vardı. ktidarın Lice'de estirdi i terör ve katliam sonrası stanbul'dan giden gözlem heyeti kentten henüz ayrılmıtı. Aralarında OKM ve Tavır temsilcilerinin de bulundu u heyeti a ırlayan kurumlardan biri de Diyarbakır büromuzdu. Polis baskınının nedeni gayet açıktı. ktidar, katliamlarını bir demagoji perdesi ardına gizlemek istiyordu. Oysa kamuoyunun duyarlılı ı ve tehir çabası, bu perdeyi çoktan yırtmıtı. Devlet cinayetine tanık bırakmak istemiyordu. Aradı ı "tanıklar"dı. Herkes 'tanık' olmalıdır. "Yaadı ı dönemin tanı ı" olmak bu katliamların,hak gasplarının tanı ı olmaktır. Ve yakasına yapımaktır suçlu olanın. Dostlukla! T A V IR 1 evrimcinin görevi devrim yapmaktır"..."ki üç daha fazla Vietnam!" (Che) Canlılar yaayabilmek için beslenmeye gereksinim duyarlar. Bu bir zorunluluktur. Yeni insanın besinlerinden birisi olan kararlılık da, hep diri, güçlü ve canlı kalabilmesi için daha baka besinler ister. Kararlılıın besinleri inanmak, güvenmek ve savamaktır. Halk arasında söylenen "Dümez kalkmaz bir Allah" sözü, insanolunun baına her ey gelebilir gerçekliinin yanında, istediinde insanolunun yapamayacaı ey yoktur gerçekliini de anlatır. stemek, irade, inanç iidir. nanmak, gerçeklemesi uruna senin 2 TAVIR hayatını, tüm maddi ve manevi varlıını ortaya koyduun devrim davasına olabildiince sarılmaktır, onu savunmaktır. Sıradan insanların olu kızı olur: devrimcilerin ebeliini yaptıı devrim, devrimcilerle halkın gerçek evladıdır. Gelecek, istikbal ondadır, güveneceimiz, çalııp çabalayacaımız, uzanıp tutacaımız, ateini sürekli harlayacaımız umuttur devrim. Devrimci mücadelede kararlılık tuttuundan fazlasını koparmaktır. Devrime olan inanç, emekle, canla, kanla ve binbir çeit yaratıcı mücadele biçimleriyle yorulduu için, hamuru, gökten inip gelecek ve insanları kurtaracak olan "mehdi" ye olan inançtan çok farklıdır. Onda bilinemezcilik, anlaılmazlık, belirsizlik yoktur. Materyalist yorumla, diyalektik yöntemle bilimsel olarak tarihimiz didik didik edilmitir. Her ey göz önüne serilmitir. Gerekli olanlar ayıklanıp öne çıkarılmıtır. "Strateji" diye bir yapı kurulmutur, yol çizilmitir! Bu, namlunun soukluu ve sıcaklıı kadar gerçektir. Artık bunun emekle, mücadele ile, mücadeledeki tüm acıları, mutlulukları, özlemleri, umutları, kayıpları, geçici yenilgi ve mevzi zaferleri geçe geçe devrime uzanılacaına olan inançtır. Bu inanç canlıdır, hareketlidir, elle tutulabilirdir, bedellidir. Sıkıca sarılındıında kararlılık artar, kararlılık nitelikçe pekitikçe inanç çeliklesin Devrimci mücadele, devrimcilerin birbirlerine, kendilerine, halkına, dier emekçi halklara ve devrimin istikbaline güvenle ilerleyebilir. Kararlılıın içindeki ev sahibidir güven. Bu ev sahibinin morali yüksek olduunda kararlılık parıldar bir kılıç gibi. Bu ev sahibinin sorunları en aza indiinde kararlılıın yüzünde yenilmezlik okunur. Haklı bir meydan oku- yu ifadesi hiç silinmez olur yüzünden. Evet, güven kendine güvendir öncelikle, kendi içindeki savaı kazanmı olmanın getirdii devrimci dinginlik, kendinden eminliktir. Sen kendi içindeki kapitalizme ve onun bütün uzantılarına karı savaı kazandıında, ve bu savaın baltalarını gömmeyip sürekli bilediinde,"dı"a karı sorunların varlıı, senin için normal bir i olur. Kendi savaını kazanan devrimci kendine güvenen devrimci haline gelir. Kendisine güvenen, baka devrimcilerin güven ya da güvensizlikleri nedeniyle de kendine güvenir. Devrime ve halka zaten güven söz konusu olduundan, devrimin ordusuna, partisine güvenir. Kaldı ki devrimcinin devrimciliini sürdürebilmesi için, kendisinin bakalarına ne kadar güvenip güvenmedii bir yerde pek de önemli olmaz: devrimci örgütlülüün tek tek devrimcilere güvenmesi esastır. Bunun yolu dahi, devrimcinin kendisine güveni sonucu, örgütlülüe de bu güveni yüksek biçimde taımı olmasıyla gerçekleebilir. Kendi omuzuna güvenen bakasının omuzuna yaslanmasını bilir. Sırtını sırtına vererek silah kuanabilir, bir an bile tereddüt etmeden. Kararlılıın içeriinde inanç ve güven bulunmakla birlikte, kararlılıın kendisi de güveni gelitirmenin en dinamik, devrimci iteneklerinden birisidir. Zaten, inanç, güven ve kararlılık birbirinden soyutlanarak tek baına ele alınamazlar, o zaman hemen renk, biçim ve giderek dorultu deitirmeye meylederler. Devrimciliin, yenilemenin tüm öeleri birbiri ile koparılamaz iliki içindedir. Örnein, devrimin, devrimci örgütlenmenin adaletine, hukukuna, geleneklerine gerektii gibi inanmayan, inancı zayıflayan bir devrimcinin, bu deerleri kararlılıkla savunacaını beklemek yanlıtır, kendini aldatmaktır. nançla kararlılık, güvenle kararlılık, ahlak-adalet iie kararlılık, sözünde durma gerçekçi olma, saflıını koruma ile kararlılık arasında, tüm bunların birbiri arasında, birbirini etkileyen, koparılamaz zincirler vardır. Tüm zincirlerin dümanı oian devrimciler, yoldalık zinciri ile birbirine balıdırlar. Devrimci mücadele ile yenilenirken, devrim yolunda sayısız zorluklarla, engellerle karılaıyorsun. Bunlar dümanın açıktan çok yönlü saldırıları bata olmak üzere, içimizdeki dümanın seni geriye çeken, bir ayaının, elinin hep kapitalizmde kalmasını isteyen talepleridir. Yukarıda çerçevelemeye çalıtıımız kararlılık, seni her bir engelde, zorlukta yıkımda ayaa kaldıracak olan yegane güçtür, bunu unutmamalısın. Öncelikle hiç bir zaman tökezlememeye çalıacaksın, kararlılıın ve bunu besleyen unsurlar tökezlemene izin vermeyecek. Diyelim ki tökezledin. Bu sefer ikincisine izin vermemek üzere hemen dorulup komaya devam etmelisin; ilkinin dersiyle üstelik. "Eyvah, ben tökezledim, tökezliyorum, artık benden adam olmaz" türünden düünceler, beyninde yuvalanabilmi kapitalist burjuva dümanın kalbinin kulaına fısıldadıı gericilik propagandasıdır. Buna asla izin vermeyeceksin. Sen de biliyorsun ki, iç dümanla sınıf dümanının vurucu güçleri ibirliine girierek, önce seni tökezletti, kararlılıını sınadı, imdi de düene vurmaya çalııyorlar. Önce paslı balyozu kullandılar, sonra da kendi ellerinle boazına sarılmanı istiyorlar. Gün olur üzerine 12'ler aırlıınca Çöker de kuruni karanlık Koparılırsan güneinden Eyvahlama hemen dört bir yanı Solası deil öyle birdenbire Akın yüce nefesi Kılıçlanmı mısır püskülleri gibi Su sour toprak sour sour hava ve hatta Donabilir vatanın teri alınlarda Ve güneten koparılan Ate deryaları sour da Soutulmaz hiç bir zaman Güneinden koparılan Bir hücre ki Cihan deer bir sevda ile savaan! Kavgada dümemeye çalıacaksın, dümemek esas olacak. Mücadele eden bir devrimci bir kaç kez düebilir veya ilk düüü son düü olabilir! Devrimin motive ettii, devrimci bilincin "Kalk yürü" dedii sese kulak vermelisin. Düenle kalınmaz, ölenle ölünmez bilirsin, her düünde güvey her cenazede ölü olmanın küçük-burjuvaya özgü olduunu da yaar görürsün! Mücadele de tökezlemek, dümek, istenmeyen bir trajedidir, geçici yenilgiler de öyle, deil mi? Engebe diyoruz, ite engebe gerçekliinden birisi de bu "Kiisel" yazgıdır. Devrimci teorin ve tecrüben, devrim yürüyüünü tamamlama kararlılıın sana bunu amayı söylemiyor muydu? O zaman, düüp kalkmak, kalkıp soluklanmak, soluklanıp tekrar komak eylemliliini içindeki devrimin sesine kulak vererek sürdürmelisin. Düülen yerde çakılıp kalmak ve tövbe billah buradan artık ileri gidemem ben demek, statükoya sarılmaktır: mücadele içinde bir yerde donup kalmaktır, biliyorsun. Ve seni geçip giden mücadele ile birlikte yoldalarına "Size güle güle" demektir, deil mi? Dütüün yerde ne var? Biraz, devrimcilik biraz düzen, devrimin hızı seni geçip gitmi. Biraz ondan biraz bundan, uzlamacılıktır, düzenle içindeki devrimi barıtırmaktır, buna izin verilir mi hiç? Üstelik çakılıp kaldıın yerde de yalnız deilsin. Hayat öyle sahipsiz deil ki hiçbir aamasında. Baka toplumsal aktörleri de var. Onlar sana hiç devrimden yana yer açarlar mı sanıyorsun? Elinden tutup seni de daha geriye, kendi "dünyalarfna götürmek isteyecekler, geri çekeceklerdir. Sen bir kere nasıl olsa geri durmaya, donmaya izin vermisin, bu görülmü, anlaılmı, ikinci-üçüncü adımlar neden atılmasın diye sana asılacaklardır. Sen de kararlılıından taviz verdiin için pek fazla direnemeyeceksin. Bu içinden çıkıp geldiin kapitalizm bataklıına dönütür. Bir de düülen yerden kalkıp hızla tekrar ileriye atılmak yolu vardır, kararlılıın yanında inanç, güven, ahlak, adalet duygu ve düüncelerini de besleyen bir devrimci ise bu yolu tutacaktır. Tekrar tekrar ileriye doru komak potansiyeline sahip olmadıın zaman, ihanet ve dönü potansiyeline yer açıyorsun demektir: ne yapalım, toplumsal yasalar arada derede kalmaya, vaziyeti idare etmelere eninde sonunda pek izin vermiyor! Bu nedenlerle diyoruz ki, kararlılık devrime uzanmada en büyük silahlardan birisidir. Kararlılıının zayıflamasına izin vermek, bu silahın ate gücünün zayıflamasına izin vermektir. Nerede görülmütür, giderek ate gücü azalan silahlarla, "bireysel trajedilerden kurtulmak? Gün olur üzerine 12'ler aırlıınca Çöker de kuruni karanlık Koparılırsan Bir hücrenin savaından Eyvahlama hemen dört bir yanı TAVIR 3 Tek bir fener de kalsa akın gücü Tututurmaya yeter unutma Bir ucundan karanlıı... Devrim yürüyüü büyük "felaketlerle de karılaabilir, karılaıyor. Mahir ve yoldalarının tutsaklık koullarında en fazla acı çekmelerine yol açan, Münir-Yusuf hizbinin parti devrimci çizgisini tasfiye etmeleri ve partinin en büyük güç kaybına uramasına 4TAVIR neden olan revizyonist, fırsatçı, ahlaksız, adaletsiz müdahaleleri gibi... O günleri anlayabilmek, gözlerde, yüreklerde ve beyinlerde canlandırabilmek için, bugünkü "felaket"e bakmak yeterlidir Devrimci önderlie karı yapılan fırsatçı, ahlaksız, adaletsiz darbenin yol açtııolumsuzluklar çok yazıldı, çizildi. Dahası yaayarak gördük, devrim yürüyüümüzü geriye çekti, çok yönlü "zamansız" alçaklıklarla yüzyüze geldik. Tüm bu olumsuzlukların gerisinde dümanın amansız saldırıları vardır, ondan baımsız deildir. Yani iç düman her zaman sınıf dümanının üvey evladı olmutur, onun amarlarıyla doumu gerçeklemitir. te böylesi günlerde felaket tellallıı yapmak, biliyorsun ki, olmayacak ilerdir. Yaam akımızı kamçılayan irade ve kararlılıı zayıflatmak, kararlılıktan taviz vermek, güvenden üphe duymak, savamak ve mücadele etmekten geri durmak, hem bireysel hem örgütsel düzeyde içimizdeki dümana yol vermektir. Kendini kenara çekip, buyurun geçin demektir. Burada uzlamak, barımak da aılır ve giderek ibirlii ortaya çıkar. (Bu potansiyel bir tehlikedir.) Devrimci-yeni yanımız kararlılıkla, böylesi durumlarda öne atılmalı, yenilenmenin ve gelimenin karısındaki düman güçleri ezmelidir. Devrimci vicdanla, adaletle, ahlakla, eitimle, kültürle, güvenle, geleneklerle, sözle eylemle beslenen devrimci kararlılık: tüm tökezlemelere, dümelere, yalpalamalara ramen biz Che'nin sözlerine layık devrimciler olmaya götürecek tek güçtür. Çepeçevre kuatılır da Zifiri karanlık derya üzre Bir kaptan ki vahi dalgalarla... Tek bir fener yol gösterir Rotayı aıran gemilere Unutma! Yeni insan, bugün, her eye ramen devrim yürüyüünde kararlı olan insandır. Kararlılıını, devrimci adaletin gerçeklemesine, devrimci ahlakın yerlemesine, devrimci kültürün yaygınlamasına, devrimci geleneklere yenilerinin eklenmesine, devrimin onurunun yücelmesine koan insandır. tanımsız bir katliamın iiridir bu anlatamam sımaz dizelere imgeler lal olur susar çaresiz sözcükler ırmak olsa çalasa göllere sımaz taar denizlere bir sabah ırnak'ta afak sökerken afak sökerken baladı dehet su uyur ku uyur insan uyurken indi tepelerden aaı vahet ay sustu yıldızlar sustu gök sustu ey mazlum halkım yadsınan millet sen rüyaların derin sularındayken tank ile top ile zulüm konutu Kürdistan'ımın ırnak ehrinde kıyametsiz kopardılar kıyamet bir yanda insan ölüleri yatar upuzun bir yanda katledilmi imi hayvan leleri balamı kokumaya etleri bir kediler dolaıyor bombo sokaklarda sahipsiz köpekler dolaıyor bir de... bir de igalcilerin yamacı askerleri maazalar dükkanlar yıkılmı yakılmı sayısız evler alevler kızıl kartallar gibi göe doru kanat çırparken ırnak buulu gözlerinden urun urun kan dökerken ilansız bir sava tablosudur gör insanlık gör iyi bak kalkmı göç ediyor ırnak göçüyor tankların topların ateinden göçüyor zalimlerin serinden göçüyor ölülerini geride bırakarak ne zaman bitecek bu acılar ne zaman ne zaman dinecek gösümde sızı hepinizin yerine ben öleydim oy yeter ki istenmeyen bir konuk gibi ölüm erkenden çalmasın kapınızı IRNAK'TA KANLI AFAK Mehmet ERCAN T A V I R 5 A mcamı hapishaneye ziyarete gitti imiz gün. Telefon kulübesinden biraz daha büyükçe bir yer. Annem cam bölmelerin ötesindeki amcamla konuuyor. Benim orada oldu umu unuttular. Sen amcamın ardında duvara yaslanmısın. Oradan gökyüzünü göremedi ini bilsem de gökyüzünü seyretti ini düünüyorum. Omuzlarına dökülen kestane saçların özenle taranmı. Dıarıda rüzgar yok. Olsa da geçemez bu camlardan. Esse diyorum yinede. Esiyor. Saçların uçuuyor imdi. O esintiler senin gözlerinde. Iıltılarını gönderiyorsun gülümseyiinde. Ben de sana gülümsüyorum. Annem "Bir ihtiyacın var mı?" diye soruyor amcama. Elini uzatıyorsun camların içinden. Dokunuyorsun gözlerime. Amcam benim orada oldu umu anımsadı. Bir sana, bir de bana bakıyor. "Gel" diyor sana. "Bu Barbara: Bu yaramaz da benim ye enim, Barbara sviçreli." "sviçre çok uzak mı Barbara?" "Uzak." Anneme bakıyorsun sonra. Gözlerindeki rüzgarlar hüzüne bırakıyor yerini. "Çetin'in cenazesine gittiniz mi?" diye soruyorsun. Suçluluk duygusu yüklenmi sesiyle "gidemedim" diyor annem. "Kalabalık olmalıydı, iyi bir tören yapılmalıydı onlara. Neden ikisini yanyana gömmediler?" Babam fabrikada çalııyor. O gittikten sonra uyanırım ben. Annemle kahvaltı yaparız. kindi vakti de annem çıkar evden. Bir iyerinin temizli ini yapıyor. Bazen beni de götürür oraya. Babam eve geldi inde kuca ına alıp öper beni. Yüzü yorgun, elleri yorgun. Korkarım düürecek diye. Mutfa a gider sonra. Annem bulaıkları yıkamadan gitmise kendi kendine söylenir. Evde yemek yoksa daha da kızar. Ama anneme yemek yapmadın mı diye sormuyor çoktandır. Babam sordu un- 6 T A V I R GÖZLERM SENDE KALSIN Hayati AZM daysa annem kara yüzünü daha da karartıp, "Para mı bırakıyorsun eve? Bıraktı ın parayla ekmek alınmaz. Temizli e de gitmesem..." diye tersler babamı. Seni hapishanede gördü ümden aylar sonraydı. Annemle babam kavga ediyorlardı yine. Babam "bu evin pisli i deli edecek beni" derken annem burnundan solumaya balamıtı bile. "Elin evinde elektrik süpürgesi, otomatik çamaır makinası..." "Makinasız temizlenmez mi bu ev? Yetimiyor ite..." "Temizlenmez. Yetimezmi, elin erkekleri nasıl yetitiriyor ha? Erkek ol da yetitir." Anneme benim yanımda vurmaz babam. Kapı çalınmasaydı vururdu belki de. Erkek misin sözcü ü çok sinirlendirir onu. Koup kapıyı açıyorum. Hapishane camlarının ötesinden gülümsedi ince bakıyorsun gözlerime.. O görümemizden sonra görmemitim seni. Fakat annem her ziyaret gününden sonra senden söz ediyordu. Babam bile tanıyor artık seni. "Barbara geldi." diye ba ırıyorum. Evdeki sert hava yumuuyor birden. Geldi ine öylesine seviniyorum ki. Annemin sevinci ise daha bir baka. Seni görmenin yanında, sorunlarını, babamla olan kavgalarını anla- tabilece i, kendine yanda çıkacak birinin gelmesinin sevinci bu. Annem anlattıkça babam önüne bakıyor. Annemi dinliyorsun sessizce. Anlattıkları bitti inde "sen haksızsın" diyorsun. Annem akın. "O dokuz saat çalııyor, sen dört saat çalııyorsun. Bir de eine bulaık yıka dersen eitlik olmaz ki." "Nasıl kadınsın sen? Sandım ki benden yana tavır alırsın." "Biz haklıdan yanayız her zaman, eten dosttan yana de il." Sabah babam ie gitmiti. Karı komumuz Barbara'yı görmü olmalı. "Misafirin mi var ? diye sesleniyor anneme. "Kaynımın karısı gelmi" "Almanya'dan mı?" "Ne getirmi, neler getirmi?" Annem, Barbara'nın getirdi i eyleri saymadan önce elini birkaç defa sallayıp uzun bir "o" çekti. "Bana etek ceket çocu a da üst ba..." Oysa Barbara bana bir çikolata getirmiti. Annemin saydıklarını duydukça gülüyordu. Ben yalan söyledi imde annem a zıma vururdu. "Barbara, annemin a zına vuralım mı? Bak yalan söylüyor" "imdilik uyaralım." Bu kızı seviyor insan. Mahsunlu unu, gülüünü... Yaban- cılı ını bile. Hem bir yabancı; hem bir abla, bir kardeten daha yakın. Sen haksızsın demesi bile incitmiyor insanı. Gülüm, yabancı gölüm, yaban gülüm. Eve gelirken ayaklarım geri geri giderdi sanki. Nazım da olmasa hiç gelesim olmayacak. Yaban Gülü evdeyken koasım geliyor i dönülerinde. Özlüyorum onu. Az sonra kapıyı açacak diyorum. En güzel gülümsemeleriyle merhaba diyecek. Zile basıyorum. Barbara evde yok. Bilsem ki Yaban Gülü evde yok neden basayım zile? Anahtarı çıkarmak zor de il ya çantadan. Az sonra bir neden bulur tepiiriz yine adamla. Yaban Gülü'ne sorsan ben haksızım. Elin karıları bir giydi ini bir daha giymez. Nerde kaldı bu kız? Gecikmezdi hiç bu kadar. "Aramadı mı?" diyorum. "Aramadı diyor." Eimin gözlerinde de bir kaygı var. Baına bir ey gelmesin sakın. Burada olsaydı imdi. Böyle dört saat temizli e gitmekle olmaz. "Sizin sorunlarınız daha çok ekonomik. Paranız yetmedi i için kavga ediyorsunuz" derdi. Sonra da hem kararlı, hem sevecen mimiklerini takıp; "proleter olacaksın" diye eklerdi. Benim dilim de dönmez u sözcü e, Ne demek o diye sorardım." çi demek, içi. Hadi birlikte söyleyelim. Pro-leter..." Saat ilerledikçe kaygılarım artıyor. Ya baına bir ey geldiyse sözcüklerini kovmaya çalımanın bir yararı yok. Nazım da yanındaydı üstelik. Ya balarına bir i... Bu gün Kadınlar Günü demiti sabahleyin. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Arkadalar enlik düzenlemi birlikte gidelim. Nasıl da sevecendi bu sözü söylerken. Biraz heyecan da vardı sesinde. Gelmeni çok istiyordu. Baın a rıyordu, biraz yorgundun. "Gelemem hastayım" dedin. Gidebilirdin aslında. Kadınlar Günü de neymi dedin için için. Kırılmı mıdır sana? Evet biraz kırgındı. "Biz de Nazım'la gideriz" dedi. Yaban Gülü gittikten sonra daha da a rıdı baın. Ya baına bir i geldiyse!? Ya balarına. Telefon çalıyor. Einle birlikte kouyorsunuz telefona. Onun sesi. "Ne oldu?" diyorsun. Hiç diyor önce. Gülüünü duyuyorsun kaybolduk derken. "Sokak sokak dolatık bulamadık evi." "Biliyor musun anne?" diyor Nazım. "Tiyatro oynadılar orda Barbara da konuma yaptı. Hem de Türkçe. Herkes nasıl alkıladı görecektin." "Biz kadınlar; sınıfsal ve ulusal baskıların yanında özel baskılar ve cinsel baskılar altındayız. Bu baskı emperyalist düzenin hakim oldu u heryerde vardır. Kapitalist toplum kadınlara ekonomik ba ımsızlık hazırlamıtır ama ne insan, ne kadın, ne de e olarak kendi kiili ini yaayabilme olana ı yoktur. Kadın meta toplumunda meta olarak yaamaya mahkumdur. Yarı feodal toplumda..." Barbara çayını bitirip mutfa a geçti. O ne zaman evde bir i yapmaya kalksa, annem hemen karı çıkardı. Barbara da her zaman oldu u gibi "Ben oturup sen çalıırsan, ikimizin zamanı da boa geçecek, ileri birlikte yapalım" dedi. ler bitince bana Dersim'i anlatırsın. Barbara'nın kendine özgü aksanıyla R'leri biraz yutup, harfini uzatarak Dersim demesi annemin houna gider, aynı sözcü ü bir kaç kez tekrarlatırdı. Annemin Alman gelinimiz olarak tanıttı ı Barbara komuların dikkatini çekiyor, Barbara mutfa a girdikçe, karı komumuz uzaktan uza a da olsa onunla konuma olana ı yakalıyordu. "Hogeldin, hogeldin!" Barbara da annemin yalanları açı a çıkar endiesiyle komularla fazla konumuyordu. Hogeldin diyen kadını baıyla onaylayıp, "Ja" dedi. "Komucum Türkçe bilmiyor mu bu gelin?" "Çok az biliyor, çok az." "Kaç çocu un var, kaç?" Kadın pei sıra soru sordukça Barbara sessizce annemden aldı ı yanıtları karı komuya iletiyordu. "Dersim'i, Munzur'u anlatacaktın bana." "Sen sviçrelisin Türkçen kıt, ben Kürdüm Türkçem kıt. imdi ben nasıl anlatayım Munzur'u sana!" "Kader arkadaıyız seninle. Sen anlat, tane tane anlatırsan anlarım." "Karlar ya ar memleketime evler boyu. Birbirine kenetlenmi da ları, tepeleri düün. Gözünü alır, bakamazsın. Sanırsın ki tüm dünya beyaza bürünmü. Sıcaklar bastırdıkça eriyip da ların doruklarına çekilir. A ustos sıca ında doruklara uzanır da gözlerin, serinlikler çöker içine." Sen tanıyorsun karları Barbara. Alp Da ları'ndan tanıyorsun. Fakat o stanbul'da, yelde irmenine düen kar taneleri farklıydı di erlerinden. Evde yalnızdın o gün. Çetin vardı bir de. Sen yalnız oldu unu düünmütün. Çeviri yapıyordun o gün belki de. Boa zaman harcamazsın sen. Boa harcamamıtın ki. Camın önüne oturmutun geceden. Sokak lambasının ıı ında dans eden karları izlemitin. Alp Da ları'na özlem de ildi bu biliyordun. Kanatlanıp Munzur'a konardı belki o kar tanelerinden biri. Sonra Çetin'i anımsadın. Kartopu oynayalım dedi içindeki çocuk. Çetin akındı. Dikkat çekeriz diyordu. Güldü, içindeki çocuk bahçeye kotu. Çetin de. "Anlatsana, Munzur'u anlatıyordun." "Nasıl anlatırım sana Munzur'un doruklarında gezinen bulutları. Sanırsın ki Munzur'un baına ak kelebekler konmu. Nasıl anlatırım Munzur'un eteklerine de in çöken dumanı. Sanırsın ki Munzur Da ı yastadır, için için tutumu, Nasıl anlatırım sana kayaları, yarları... Yeili nasıl anlatırım sana. Do uda gördü ün yeilin bütün tonlarını düün. Mee a açları- TAVIR 7 nı, palamutları. Çiçekleri; nergis, meneke, yaban gülü." "Neden sustun?" "Yaban Gülü diyesim geldi sana. Vazgeçtim. Dayanıksızdır o gül. Tez açar tez de kocar. Rüzgar sallayı verse bir dalını, döküverir pembe taçlarını." Daha konuacaktı. Barbara'ya baktı hüzünlenmi gözleriyle. Yaban Gülü bu kız gerçekten. Bizler i bulacaız diye yabanellere giderken sıınmacı o l m a k için sıraya girerken, Y a ban Gülü buraya gelip devrimcilik yapacak. Olacak i deil. Yabanın parası bizim gibi mi? Oralarda çalııp kat kat ev dikti millet. Kaloriferli daireler aldı. Bizim buradan giden alır da, bu kız alamaz mı? Gider bu kız. Gider bu Yaban Gülü. Durmaz buralarda. Hele bir sıkılcım görmesin. Balayan mı var, alır baını gider. Arkasına bile bakmaz hem de. Onbe gün ikencehane de, sekiz ay hapishanede kaldı bu kız. Gitmiyor ite. "Sana da ikence yaptılar mı Yaban Gülü?" Bu soru Barbara'nın yüzün- 8 TAVIR de duygu karmaası yüklemiti. Acı yüklüydü çouncası, biraz hüzün, biraz utanç..Tüm bunları bastırma çabası buruk bir gülümseme. "Neden yapmasınlar ki?" "Ne bilim ite Avrupalısın diye." "He ya öyle dediler. Hogel-din dediler, çay verdiler bir de!" Çetin yoktu evde. Yataktan kalkmaya fırsat bulamadın. P o lisleri karında gördün. Yabancı uyruklu birini göreceklerini ummuyorlardı belki. Yataktan deil de uyku tulumundan kalkmaya zaman bulamadın. Uyku tulumunu halının üstüne serip yatıyordun. Gerilla olacaktın sen. Aklınca dada yatmaya alıtırıyordun kendini. Çetin nasıl da gırgıra almıtı seni. "Giderken halıyı da götür" demiti. "Orada uyku tulumunu nereye sereceksin sonra." ncinmitin. Çetin de üsteliyordu: "Kayaların üstünde nasıl yatarsın" diyordu. Nice sonra ayırdına varmıtın aka yaptıının. O an evde olsaydı Çetin. Onun da yapacak bir eyi olmaz mıydı senin gibi? Bireyler yapmak istiyorsun yapamıyorsun. Tokatlar patlıyor bedeninde. Burada olsaydı Çetin. Hiçbir ey yapamasanız gülerdiniz. "Uyku tulumunu al ubede gerekli olacak" derdi, "Halıyı almayı da unutma." Tekme tokat götürüyorlar seni. lk iki gün gözaltındaki öteki insanlardan birisin. Susacaım diyorsun kendi kendine ve susuyorsun. fade vermek tutanakları imzalamak yok. kinci gün öleden sonra sana karı tutumları deiiyor. Konsolosluun devreye girdiini hissediyorsun. Seninle görümek isteyen bir avukat var. Güven duymuyorsun. Kimin ne olduunu ayırt etmek güç o an. Polisin avukatı olabilir, "belki de polisdir" diyorsun. Onunla da görümüyorsun. O zamandan sonra daha iyi davranıyorlar sana. Kimin ikence görmek gibi bir istei olabilir ki? Yine de ayrıcalıklı olmak incitiyor seni. kencedeki devrimcilerin acıyı haykıran baırtıları daha çok kanatıyor içini. Yüzündeki hüznü atıp Güllü'ye bakıyorsun. "Sen bover imdi ikenceyi. Munzur'u anlatıyordun. Kader arkadaım benim." "Anlatamıyorum ki. Kayaların arasından fıkıran suyu, yani gözeleri nasıl anlatırım sana? Elini sokacaksın o suya. Souunu duyumsayacaksm. Austosun ortasında elini dondurur. Eilip içeceksin. Bir kuzu keseceksin gözelerin baında. Burada iki lokma yese insan tıkanıp kalır. Munzur'un suyundan içtimi doymak bilmiyor insan. Bir kuzuyu bitiririz ikimiz. Sen gülüyorsun ama öyle ite. Yaza gidelim mi seninle Yaban Gülü?" "Gidelim. Kuzu da keser miyiz?" "Keseriz ya." "Peki köylüler nasıl karılar beni. Yabancıyım diye yadırgarlar mı?" "O nasıl söz Gülüm, Yaban Gülüm? Ben ki bu cahil baımla yadırgamamıım seni. Köylüler neden yadırgasın. Sıcaktır memleketimin insanı. Benden daha çok severler seni. Konuk oldun diye sevinir, ba tacı eder, lokmasını, suyunu bölüür. Bölüür de ne? Önce seni doyurur, sonra kendi oturur sofraya." "Ama ben Türkçeyi konuamıyorum. Oraya gidersem Kürtçe de örenmem gerek." "ngilizce, talyanca, Fransızca, Almanca biliyorsun. Türkçeyi de biliyorsun sayılır. Daha ne? Bir Kürtçeyi mi örenemeyeceksin? Hem Dersim'de Türkçe bilen çok. Örenmesen de olur." Örenip de ne yapacak? Gider bu kız. Yaban Gülü ne de olsa. Gider mi gerçekten? Ya o hakimlerin, savcıların karısında duruu. Gazeteciler a layıp sızlanaca ını beklerken o çıktı savunma yaptı: Ondokuz mayıs günü Kamuoyunda Hasanpaa Operasyonu olarak bilinen kanlı operasyon sonrasında gözaltına alındım. çi sınıfı bilimi olan Marksizm-Leninizn-Mao Zedung düüncesi bilimine inanıyoruz. Emperyalist zincirin en zayıf halkasından koparılması gerçe ine uygun olarak, mücadelenin boyutlandı ı ülkelerin hareketlerine destek vermeyi enternasyonal bîr görev olarak görüyorum. "Barbara Abla benimle oynar mısın?" "Peki oynayalım. Ne oynamak istiyorsun?" "Sen hangi oyunu seviyorsun onu oynayalım." "Harita oyunu oynayalım. stersen önce haritamızı asalım. Haritada Dersimi bul. Sonra oraya gidelim. Oradan da senin köyüne." "Tokat, Sivas, Gümühane, Tunceli... ite buldum." Topkapı'dan otobüse biniyoruz hava sıcak ve sıkıntılı. Terlemiim. Elim Barbara'nın elinde oldu undan daha çok terliyor. Ama bırakmak istemiyorum. Otobüsteyiz. Barbara'ya bakıyorum, O da terlemi. "Dersim'e vardı ımızda bana uçurtma yapar mısın Barbara?" "Yaparım" diyor. "Kuyru unu ben yapaca ım. Tüm renklerden takaca ım, sarı, kırmızı, mavi... Munzur'a çıkarız. Barbara orası rüzgarlı olur. Çok uzun bir ip almalıyız yanımıza. sviçre'de senin de uçurtman var mı?" "Hayır yoktu. Bu ikimizin uçurtması olsun." Uçurtman yoktu senin. Belki vardı da, anımsamıyorsun. Anımsadı ın ey düzenin sana ö reneceksin diye dayattı ı ders kitaplarına gelien tepkilerindi. Günden güne artan tepkiler. Sen var olan her eyini paylamak istiyorsun. Dilini bilmedi in birisiyle karılatı ında onunla konu- amamanın acısını duyuyorsun. Dil paylamanın balangıcı. Ö renmek istiyorsun tüm dilleri. "Saklambaç oynayalım mı Barbara?" "Oynayalım. Bak bakalım haritaya neredeyiz imdi?" "Bolu Da larında." "Önce bir ey içelim sonra oynarız. Yorulduk de il mi?" Her tarafımız çam a acı, iri Kozalaklar dalları aa ıya çekiyor. A açların arasında tahta bir masa var. Bu bizim evdeki masa. Ayaklarımızın altında çimenler büyümü. Çimenlerin içinde kurumu iki çatallı ince ince yapraklar. Odun topluyoruz önce, kurumu yaprakları da katıyoruz içine. Barbara atei yakıyor. Yumurta halıyor. Çayı demliyor. Çocuk ımarıyor. Anne "ımartma" diyor. "Biliyor musun Barbara, ö retmen beni dövdü. u kula ımı çekti. Bu yana ıma da tokat attı." "Gel öpeyim geçsin" diyorsun Nazım'a. öpüyorsun çocu un kula ıyla yana ını. Çoktan geçmiti o tokatın acısı. ncitmili i kalmıtı sadece. O da uçup gidiyor sen öperken. Kin duyuyorsun ö retmene. Kinin ö retmenden çok daya ı hala bir e itim aracı olarak görmelerine. ki gün sonra veli toplantısına gidiyorsun. Earplı, fistanlı, pardesülü kadınların arasında sırıtıyorsun biraz. Ö retmen Nazım'ın velisi kim dedi inde benim diyorsun. Ö retmen de aırıyor çat pat Türkçe konuan birini karısında görünce. Akrabam diyorsun. "Dersleri iyi ama Nazım çok yaramazlık yapıyor." diyor. "Nazım evde özgür bir çocuk, yaramazlık yapabilir. Fakat siz ona bir anne, bir abla gibi yaklaırsanız..." Dayak üzerine uzunca bir süre konuuyorsunuz ö retmenle. Oradan ayrılırken onu etkiledi ini biliyorsun. Bundan böyle dövmeyecek Nazım'ı. Öteki çocukları bile... "Barbara sen neden devrim- ci oldun?" Gülümsüyorsun. Ne de güzel bir soru bu. Nazım gibi akıllı bir çocuk sorabilir böylesi soruları. Nasıl yanıtlayaca ını düünürken kapitalizmle olan çelikilerin geçiyor düüncelerinden birer birer. Sistemin çarkları arasına karııvermek teknolojinin üretti i mallara sahip olmaya çabalarken para kazanan bir robota dönümek. Sonu yok ki teknolojinin üretti i malların, her yıl yeni yeni modeller... Sen de hep daha iyisine sahip olmak için çalıacaksın. Rahat oldu unun ayrımına bile varmadan. Yalandıkça, üretime katkın azaldıkça veya senin iini senden daha iyi yapan biri çıktı ında kenara kenara itileceksin. Madamla ei öyle de illerdi ama. Bir Cafe açmılardı. Belki onlar da böyle korumaya çalııyorlardı kendilerini. Sen orada serviste çalııyordun. Aranızdaki çelikileri en aza indirgemitiniz. Patron içi çelikilerini yaamıyordunuz. Birlikte omuzlamıtınız ii. Cafeyi baka bir yere taımak zorunda kalmıtınız. Yeni bir çevreydi orası. Üst katta siyasi polisin bürosu vardı. Cafeye polisler gelip gidiyordu. Konumalarından bireyler kapabilir miyim diye düünüyordun. Ne de çabuk ö rendiler senin devrimci biri oldu unu. Madam'a seni iten atmalarını söylemilerdi. Madam kabul etmemiti bunu. Gerekirse kafeteryayı kapatıp baka bir yerde yeniden açardı. Ama yine de atmazdı seni iten. "Neden devrimci oldun?" Nasıl yanıtlamalı imdi bu soruyu? Nasıl anlatılır yedi yaındaki çocu a neden devrimci olundu u? "En güzel dünyayı devrimciler kuracak da onun için devrimci oldum. O en güzel dünyada insanlar birbirlerini söndürmeyecekler. Hiç kimse açlıktan ölmeyecek. O zaman televizyonda gözleri sinekli, karnı i, kolları bacakları eriyip bir deri bir kemik kalmı yürüyemeyen çocuklar görmeyeceksin." TAVIR 9 "Peki neden Türkiye'ye gel din Barbara?" RAF hareketindeki çalımalara götürüyor bu soru seni. Kapitalizmin güçlü oluu, kendi insanlarının yaam düzeyini yüksek tutabilmesi, toplumsal muhalefeti cılızlatırıyor. Dernekte oturup konumaktan öteye birey yapamıyorsun. Hiçbir ey de yapmadın de il. Nikaragua devrimine gidecek gönüllüleri örgütledin. Ülkene sı ınan devrimcilere kucak açtın. Az ey miydi bunlar? Yine de bir boluk vardı içinde. Sosyalizm için daha fazla birey yapamamanın bolu u. Çetinle tanıtı, mülteciydi o zamanlar. "Daha çok" diyordun sürekli. "Emperyalizmin en zayjf oldu u halka Türkiye" dedin sonra. Nazım'a bakıyorsun. Sorusunun yanıtını bekliyor gözlerinin içine baka baka. "Devrimcilerin vatanı yoktur. sviçre'deki çocuklarda benim kardeim, sen de benim kardeimsin. Oradaki insanlar daha az sömürülüyor. Ben de buraya geldim." "imdi de Kızılcahamam'dayız. Bul bakalım haritada." "Bolu... Gerede... Kızalcahamam. te buldum." "Bak orada çatal çatal bir iaret var. Neyi simgeliyor bu? aretlere bakalım." "Termal" "Orada kocaman bir havuz var. Yer altından çıkan sıcak sular havuzun içine doluyor. Yıkanmak ister misin orada?" "Ama ben yıkanmayı sevmem, gözlerim yanıyor." "Gözlerini sıkıca kapatırsan yanmaz." Mavi le en büyüyor ve büyük bir havuz oluyor. Barbara kulaç atmayı ö retiyor bana. Havuzun dıına sular sıçrıyor. Annem olsa kızardı, diye düünüyorum. Barbara kızmıyor. Annem de geldi ite. Gülüyor beni yıkanırken görünce. "Ne o kız, Nazım'ın annesi mi oldun?" "Neden olmayayım. Evlen- 10 TAVIR seydim kaç tane olurdu imdiye kadar." "Her tarafı su içinde bırakmısınız, ımarttın u çocu u." "ımarmıyor ki. Hem banyo yapıyor, hem oynuyor. Oynamak onun da hakkı." "imdi neredeyiz Barbara?" "Yozgat'ta. Bul bakalım yine yerimizi." Kıraç tepelerdeyiz. Ufuklara uzanan kırmızımsı topraklarda kovalamaca oynuyoruz. Barbara yakalayamıyor beni. Yakalamak istemiyor belki de. Yaklatı ı zaman yavalıyor. Ben de sıyrılıp akıyorum elleri arasından. Sonra ben onu kovalıyorum. Ufuklara uzanan bombo tepeler tükeniyor birden. Yakalıyorum Barbara'yı. "Mandallardan a aç yapalım mı Barbara?" "Yapalım." Haritada olmayan bir yerdeyiz imdi. Orada görebildi im her yer mee a açlarıyla kaplı. Hafif bir rüzgar esiyor. Uçurtmamızı salmıız. Kırmızı bir uçurtma. Kuyru u rengarenk. Görüyor musun kafa sallıyor bize. Bulutlara karıtı imdi. Ben saklambaç oynayalım diyorum sonra. Mee a açlarının arasında koup saklanıyorum. Evimizdeki formika elbise dolabı da orada. Kim getirmi onu diye düünüyorum, içine saklanırken. Barbara'nın sesini duyuyorum "Neredesin?" diyor. Oyundan sonra Barbara mandalları toplamamı söylüyor. Ben hiç toplamam ki oyuncaklarımı. Annem söylene söylene kendisi toplar. "Toplamam" diyorum ona. Barbara'nın bana kırılaca ını düünmemitim hiç. Tekrar toplamamı söylüyor. Toplamayınca da "Sana ceza vermek gerekli" diyerek dıarı çıkmamı yasaklıyor. "Küstüm Barbara sana." "Ben de sana küstüm." Annem eve gelip bizi küs görünce aırdı. Bir Barbara'ya bir bana baktı. "Barbara beni dıarı çıkarmadı. Küstüm Ona." "O zaman Barbara evimiz- den gitsin." dedi annem. Barbara gitmek için kapıya yürüdü ünde koup kapıyı tutuyorum. "Ben sana da küsüyorum, sen neden evden gitmiyorsun anne? Barbara da gitmez." Annemin Barbara'yı evden kovabilece ini düünmemitim hiç. En az benim kadar sever Barbara'yı- Annem onun yanına oturup konumaya balamadan, ben Barbara'nın kuca ına atılıyorum. "eni neden hapise kapattılar Barbara?" "Devrimci oldu um için?" "Devrimcileri neden hapise kapatıyorlar Barbara?" "yi insanları herkes sevmez de ondan." "Hapishanede yaamak zor mu?" "Güzel bir yer de il elbette. Fakat dıarıda ne yapıyorsan orada da aynı eyler. Kitap okuyorsun, tiyatro çalııyorsun. Yemek yiyorsun, gülüyorsun... Spor yapıyorsun. Basketbol biliyor musun sen? Basketbol oynuyorduk orada. Benim boyum uzun ya. Topu aldı ım gibi... Dıarıyı merak ediyor insan daha çok..." Benim sviçreli oldu uma alıamadı bir ço u. Ben buranın insanı gibi davrandıkça onlar hep bir baka ülkenin insanıyla konuur gibi konutular benimle. Ko utayız. Tutsa ız ama özgür gelece i konuuyoruz sohbetlerimizde. Mehmet Almanya'da kalmı bir süre. Çat pat Almanca biliyor. çten bir insan. Mültecilik sorununu tartııyoruz. Dilini gelitirmek için senden yardımcı olmanı istiyor. Sadece kendisi için de il üstelik. Ö retmenlik yapacaksın tutsaklara. "Hayır" diyorsun ona. akın bakakalıyor, açıklama bekliyor. "Dil ö renip Avrupa'nın yolunu tutuyorsunuz, mücadeleden kaçıyorsunuz" diyorsun. Ho! Kaçacak insan dil ö renmese de kaçar ya. Sohbetin bitiminde sana bakarak "Tschüs." diyor. Almanya'da kalmılı ından de il bu. Bilinç altında seni kendinden biri olarak algılamayıının etkisi. Hoçakal diyorsun ona. En güzel gülüler dökülüyor tüm koutan. Hep böyle en güzel gülülerle dolu deil hapishane kouları. Bir çatıma haberi gelir koulara. Belki tanıyorsundur onu. Birlikte yürümüsündür sokaklarda. Aynı evi, aynı odayı paylamısındır. Yemeini suyunu bölümüsündür. Uçup gidersin anılara tutunup. te o zaman demir kapılar, gözetleme kuleleri daha bir baka acıtır içini. Yüzünü bir kez olsun görmemi olsan da deimez. Anılara tutunup yürüyemezsin belki. Yine de bilirsin onunla aynı kavgayı omuzladıını. Hasan'ı da tanımıyordun hiç. Bir sokak çatımasında yaralı ele geçtiini örendin. Hastaneye yattı sonra. Bacaından yaralıydı. Bacaının kesildiini örendiinde bir bacaının aksadıı duygusuna kapıldın. Öyle anlar vardır ki, bazen hiç ölüm olur, yürürsün korkusuzca. Yine de bedenin bir parçasını koparıp koymasınlar seni yataa. nsandan saymazsın kendini en çok yarım insan dersin kendine. Hiçbir ie yaramayacaını düünürsün. Kolu felçli kalmı tutuklu arkadaından biliyorsun bu duyguları. "Yaamak direnmektir, direnmek gelecektir, gelecek ellerimizdedir." diyorsun arkadaına. Direnme gücünün günden güne filizlendiini görüyorsun. Hasan'ın bir an önce koua gelmesini bekliyorsun. Yanımızda, yanı baımızda olsun diyorsun. nsanin bir bacaı olmadan da yaayabileceini anlatacaksın ona. "Hiçbir ey zor deildir bu dünyada, eer dorukları fethetme cesaretin varsa." Hasan'ın geleceini örendiin gün erkeklerin kouuna haber bırakıyorsun. "Gelince bana haber verin" diyorsun. Bir de pasta yapıyorsun. Kutlayacaksın onun geliini. Saatler geçiyor, sana haber yermeyi unutmu olduklarını düünüyor- sun. Kırgınsın arkadalarına. Akam dokuzdan sonra erkekler kouuna gidebilmek olası deil; yasak. Yaptıın pastayı gönderiyorsun. Protez bacak yaptırmayı düünüyorsun Hasan'a. Ölçülerini bile aldın. sviçreye döndüünde ilk iin bu olacak. Evde annem yok. Gözlerimi aralamakta zorlanıyorum. Açmamla kapanması bir oluyor. Barbara'nın kaygılı bakılarını görüyorum arada bir. Uçsuz bucaksız ormanların içinden geçiyoruz. Gecenin ortasındayız ama her taraf aydınlık. Yakıcı bir sıcak var. Derelerden mee aaçlarının yapraklarından uçan buhar zerreciklerinin uçumasını gözlemek olası. Bunca sıcaa karın ben üüyorum. Yarı açık gözlerimle Barbara'ya bakıyorum. Barbara üzgün. Bir o kadar da telalı. Elinde bezler var. Islatıp alnıma, koltukaltlarıma koyuyor bezleri. Terimi silmesini anlıyorum ama ben üürken bezleri neden ıslatıyor bilemiyorum. "Üüyorum Barbara!..." "Geçecek" diyor Barbara. Annemi arıyor telefonla. "Hastaneye gidiyoruz" diyor. Mee aaçları yok artık, dereler de... Kapalı bir yerdeyiz. laç kokularını duyuyorum. Hemireler, doktorlar iliiyor gözlerime. Barbara benim için "Olum" diyor. Kendisinin Alman olduunu, Türk einin orada çalıtıını, Türkiye'ye yerletiklerini söylüyor doktora. Neden yalan söylüyor bu Barbara. Tekrar eve dönüyoruz. Burası bizim evimiz. Mee aaçları yok. Ben hastalandım diye mi döndük eve Barbara? Hani Munzur'a gidecektik? yiletiimde Barbara gitmi. Biliyorum; hastayım diye götürmedi beni. Mee aaçlı ormanlara gittiini biliyorum Barbara. "Gelecek yine" diyor annem, "Sen uyuyordun, söz verdi sana." Özlüyorum seni Barbara. Sana sarılıp kollarının arasında uyuduum geceleri, sıcaklıını özlüyorum. En çok da sevgi damlayan ııl ııl gözlerini... Barbara'nın gidiinden bir ay sonraydı. Yine geldi. Kutuların içinde plastik bir bacak getirmiti. Bacaı olmayan bir arkadaına verecekmi onu. Kazaını da anneme verdi. Almak istemedi annem. "Benden bir anı olsun" dedi. Oysa ne de çok anı bırakmıtı bize. Barbara ile gittiimiz kadınlar derneine annemle birlikte gidiyorduk imdi. "Gözlerini özlüyorum Barbara" diyorum O'na. Gülümsüyor. Parmaını sokuyor gözüne, sonra da gözüme yapıtırıyor parmaklarını. "Al gözlerim sende kalsın" diyor. "Geleceim" diye yine söz veriyor giderken. Evdeyiz. Annemin çantasındaki paralar yok, "sen mi aldın" diye bana bakıyor. Barbara'ya bana vurmayacaı için söz vermemi olmasaydı imdi üstüme yürür tokatlardı beni. Paraları da ben almadım oysa. Daha önce de eksilmiti annemin paraları. O zaman ben almıtım. Barbara bizdeydi o gün. Bir daha yapma, çok çirkin demiti. Benim için aldıı meyve suyunu da vermemiti üstelik. Paralarını çalmayacaımı annemin bilmesi gerek. "Sen mi aldın?" diyor baımın üstüne dikilip. "Almadım" "Doru söyle!" "Barbara'nın üstüne yemin ederim almadım." Barbara'nın gidiinin üstünden aylar geçti. Söz vermiti "Geleceim" diye. Belki dernee gelir diye düünüyorum. Annemle dernee gidiyorum her defasında. Dernekteyiz, sehpanın üstündeki dergide Barbara'nın fotorafı var. Ölmü Barbara. Herkes bana bakıyor. Kaçıyorum oradan. Gözlerini bırakmıtı giderken. Gözlerine bakıyorum aynadan. Alarken hiç görmemitim seni. Alıyorsun. Sana söz veriyorum Barbara. Gözlerini getireceim Munzura. TAVIR 11 GECE VE GECE 1 bir gece vereyim sana ayın gözlerimi kapladıı sessizliin gecesini vereyim Asım GÖNEN bir gece vereyim sana bakıına yıldız kaçmı akın gecesini vereyim yüzü gülücüklerle donanmı sevincini vereyim saflıın al bu geceyi de patos gümbürtülerinde uyut oluklarından yaam akan deirmenlerle boz sessizliini bir gece diyorum ayıpsız gülen senin ellerinin gecesi koyup baımı dizlerine gökyüzünü dinlediim rüzgarları kavun kokan göüslerinin gecesini vereyim 2 burada acının yasaksız kudurduu bu ölüm çemberinde bir gece verdiler sana kara namlulardan yalı urganlardan bir gece her azını harama açmı kan senetleri koymu cebine ölümün gecesini verdiler 12 T A V I R bir gece verdiler sana kudurmu itahlardan bir gece tiksintinin ve paranın ve ekmee satılık namusun gecesini verdiler ayrılıı ve açlıı yaratan gecenin gecesini verdiler diyorum al bu geceyi de kör bir dilenci gibi otur gözlerime al bu geceyi de insan kam için kararmı sapla gösümün çukuruna bir yanı dinler karanlıı paa buyruu bir yanı ekmeden biçtiler ve açlıı korudu polis sirenleri gösüne gömdü anneleri al bu geceyi de hasretine aular içir al bu geceyi de gözyaıyla vur yalnızlıımı TAVIR 13 Tolga KARADENZ e mutlu gelecek kuaklara... Böyle büyük acılar yaamayacaklar ve bizim yaadıklarımızı (1) bir masal gibi dinleyecekler." 14. yüzyıl talyan airlerinden Francesco Petrarcha, hemen tüm Avrupa'yı her eyi ile "düzleyen", yaklaık olarak 60 milyon kiinin ölümüne yol açan veba-Kara Ölüm salgınından sonra böyle yazıyor. Yazında rönesans habercisi bu airin umut dolu bu sesleniine ne yazık ki yüzyıllar boyunca olumlu bir yanıt gelmiyor. Veba, faizmi yaamı ve tüm bu sonsuz acılara karın tekelci emperyalizmin nüvelerinin canlandıı Avrupa'da, umutsuz Camus'un da yazdıı gibi yine ortaya çıkmak için fırsat kolluyor: "...Veba mikrobunun hiçbir zaman yok olmadıını, eyada ve çamaırda yıllarca kalabildiini, odalarda, bodrumlarda, sandıklarda, mendillerde, ve kaıtlar arasında sabırla beklediini ve vebanın birgün gelip insanları felakete uratmak ve onlara ders vermek için, farelerini uyandırıp onları mutlu bir kentte ölmeye (2) yollayacaını biliyordu." Bugünden, altı yüzyıl öncesine baktıımızda, aradaki büyük zaman farklılıklarına ramen, Kara Ölümün insanlıa yaattıı yıkımı, moral çöküntüyü ve büyük korkuyu anlamak sanılacaı kadar zor olmuyor. 14 TAVIR Söz konusu olan, bir hastalıın ulatıı boyutla birlikte toplumsal bir olgu haline gelmesidir. O güne ait tüm olgu ve kavramların, sınıfsal ve siyasi düzleminden soyutlanmaksızın, günümüze aktarımı olanaklı olabilmektedir. Öyle ki, milyonlarca kayıpla ilk oku atlatan ortaça insanı artık vebayı "bir seferberlik bir felaket olmayıp, yinelenen bir musibet olarak kabul (3) etmeye" balamıtır. Ancak insanlıın uyanıını müjdeleyen devrimlerle beraber bu korku yaamdan uzaklamaya balar. Çaı anlatan birçok çalımada yazılanlar, çok rahatlıkla günümüzle ilgili birçok anlatıma eklenebilir: "... aralıksız süren iddet, bolluun dı görüntüsü altında pusuya yatmı kıtlık hayaleti... sefaiet ve ümitsizlikle birlikte çok sayıda yoksul insan, yeryüzünü tehdit eden veba benzeri bir kara bulut gibi harap olmanın yok olmanın verdii (4) gözdaı..." Gelien ticaretle birlikte feodalitenin gücünün azalması ve uluslama sürecine girilmesi, sınıfsal dengelerde ancak erk sahibi olanlar açısından bir sarsıntı yaatırken, "hastalık" özellikle sonraları "ezilenleri" hedef almıtır. Tüm Avrupa'da sınıf ayrımı yapmadan iddetini uygulayan veba, sonraları aristokrasinin ahlaksız korunma yöntemleri ve uluslama ile birlikte ortaya çıkmakta olan "yeni sınıfların" güce dayalı korunma yöntemleri sayesinde yalnızca yoksul halk üzerinde kıyımına devam etmitir. Oysa Kara Ölümün böylesine yayılmasında ticaret burjuvazisinin rolü olmutur, aırı kar hırsı ile ticarete devam eden tüccarlar, hastalık için yayılma yollarını da devreye sokarken, hızla azalan nüfus, toprakların önemli bir kısmını, kullanım dıı bırakarak, feodallerin sonunu da getirmitir. Flinn dönemin burjuvazisine bu konuda ilginç bir ekilde yaklaıyor: "Bir salgın tehditl karısında, vebayla ilgili önlemlere ilikin kararları çou kez ellerinde tutan iadamları, servetlerini mi yoksa yaamlarını mı tehlikeye atmaları gerektii gibi ızdıraplı bir kararla karı karıyaydılar. Açgözlülük açgözlülüktür, yaamı mülke yeleme konusunda akıllar baa gelinceye dein pekçok salgın geç(5) mi olması olasıdır." Balangıçta "ölümün herkese olduu" ve "eitlikçilii" düüncesini, kilise propagandası dıında ele almak gerekir. Kara Ölümün nedeni, kiliseye göre ahlaksızlıa karı Tanrının gazabı, aristokratlara göre ise yeni balayan köylü ayaklanmala(6) rıydı nsana ait tüm deerlerin yok edildii bu çada, yoksullukla varlıklılıın karıtlıı, en temel ve karı konulmaz birer yasaydı, bir Tanrı yasası. Buna ramen ölümün yaygınlıı, paradoks olarak insanları, onu kendileri dıında yorumlamaya itmi ve beyinlerde, düünce dünyasında oluan sılık insanlıın geliimini duraklatmıtır. Yaygın demoralizasyonla birlikte artan bireysellik ve her bireysel hareketin özünü oluturan kontrolsüz potansiyel iddet olaanlamıtır. Yorumlaması, anlaılması ve günümüze aktarımı çok kolay birkaç alıntı ilginç olacaktır. "Veba hakkında korkunç öyküler anlatıldı: ... tüm kötülüklerin nedeni olduklarına inanıldıkları için yakılan Yahudiler, onları yerlerde sürükleyen prensler ve din adamları... evrensel bir yıkımın ortasında düzenlenen isterik e lenceler, gem vurulamayan uçarılıklar... hastalarından kaçan din adamları ve hekimler, Tanrıya ulama yolunda acı çekmeyi öneren dövünücülerin (Flageliants) çılgın arkıları, adaletin sonu ve adaleti uygulayan hiçbir kurumun kalmaması. (7) .." lk çöken kurum ise aile oluyor. Hastalı ın var oldu u düüncesi bile ailelerin hemen da ılmasına yol açıyor. nsanlar hiçbir ba lılık duymaksızın arkalarına dahi bakmadan kaçma yolunu seçiyorlar. Böylesine büyük bir çöküntüye karı bir direni olup olmadı ını bilemiyoruz, çünkü ortaça da, tarih yazımında ezilenlerin rolü olmuyor. Yine de Ribard "Karııklıklar, ayaklanmalar iddetlendi, azdı" diye yazıyor."... ve kanlı köylü çiftçi ayaklanmaları toplumu sarsıyordu. "Büyük sayıda (8) ölüm yılıydı o yıl..." Ekonomik ilikilerinde önünü açmak için her türlü yolu deneyen burjuvazi, sınıfının ve yapılanmasının do ası gere i, kendi ahlaki normlarını da koyar. Bir burjuvanın veba ile ilgili olarak dütü ü notlar ilginçtir: "Adı geçen sari hastalık yalnızca fakirler arasında görüldü... Tanrı, merhameti nedeniyle, bu kadarıyla yetinecektir... Zenginler hastalıktan kurtulacaklar(9) dır." Bu aslında, daha sonraki yıllarda ortaya konacak olan ve emperyalizmi, faizmi önceleyen teorilerin ilkel eklidir. Malthus'un nüfus teorilerini oluturmasında 14. yüzyıl vebasının önemli etkileri olmu, daha sonraki yüzyıllarda emperyalist paylaım savaları nerdeyse aynı mantıkla incelenmi ve olumlanmaya çalıılmıtır. Nerdeyse on yıl içinde altmı milyon insanın ölümü -bu 14. yüzyıl Avrupa nüfusunun dörtte birinden fazladır- ikiyüzyıllık nüfus duraklamasına neden olur. Nüfus artıının sermaye kaynaklarını tüketip uluslararası gerginliklere yol açaca ını söyleyen teorisyenler (!), vebanın, savaların vs. olumlu katkıları nedeniyle (!) böyle sorunların çıkmayaca ını savunurlar. Biriki satır önce yazılan ahlak anlayıı daha gelimi haliyle karımıza çıkar. "E er ahlak ilkeleri, iyili i getirmek için kötülük yapma hakkını bize tanımıyorsa, kötülü ün gelece ini bile bile iyilik yapma hakkımız var mıdır?" Nüfus teorisini oluturma sürecinde Malthus, uygarlık olarak adlandırdı ı "ey"in ilerlemesi için gerekli gördü ü bu nüfus azalmalarına yol açan olayların, azalmasından ciddi bir ekilde korku duymaktadır. O halde, veba veya herhangi bir nedenden olabilece i gibi savalar da, emperyalist ya ma savalarında milyonlarca emekçinin ölmesi, yok olması da önemli de ildir! Burjuvazinin do du u yıllarda ortaya çıkan ve yaptı ı büyük yıkım nedeniyle Kara Ölüm adını alan vebadan, benzeri en ölümcül hastalıklardan yada felaketlerden, daha korkuncunun ortaya çıkmasıyla veba sahneden çekilmitir. Kentlemenin, ve bu yeni oluumun yeni sınıflarının, ulusların, ortaya çıkıı, beraberinde daha yıkıcı unsurların da ortaya çıkmasına yol açmıtır. Sınır tanımayan bir ahlaksızlık görüntüsü altında feodalite, dönemini tamamlamı ancak yerine gelen, hemen beraberinde karıtını da getirmi ve bu henüz ortaya çıkan bir çok olgunun, daha balangıçta çürümeye balaması sonucunu do urmutur. Yirminci yüzyıla geldi imizde: yaadı ımız tekelci emperyalizmin yaptı ı yıkımı, herhangi bir tarihsel yıkım ve kıyımla karılatırmak mümkün mü? Yaanan tam bir insansızlatırmadır. nsana ait ne varsa katledilmektedir. Camus'un yazdı ını izleyerek, veba hala yaamaktadır. ekil de itirmi, daha korkunçlamı olarak yaamaktadır. "kencehanelerde, hücrelerde, karakollarda, onlara sahip olan güçlerin elinde bu mikrobun yıllarca yaayabilece ini, oligarkların toplantı salonlarında, sermayenin vücudunda, bankalarda vs. sabırla bekleyebilece ini ve insanları felakete u ratmak..." Ama BZ? Ama biz, önümüzde böylesine ııklı bir yol ve yanımızda böylesine inançlı ve cokulu yoldalarımız varken Camus kadar umutsuz ve kırık olabilir miyiz? KAYNAKLAR: 1) Victor Robinson, The Story of Medicine, The New Home Library New York 1943,231-232 2) Albert Camus, Veba, Çev. Nihal Önol, Altın Kitaplar Yy. 1985 Sy.296 3) M.VV.Flinn, Avrupa ve Akdeniz Ülkelerinde Veba, Çev. Necmiye Alpay, Tarih ve Toplum Dergisi, letiim Yy. 39. sayı Mart 1987 4) Jhon L. Dusseau, The Plague, On The Evil And On The God, On The Just And On The Unjust, Perspectives in Biology and Medicine, I-Autumm 1982 5) M.VV.Flinn, age 6) Phillip/Ziegler, Veba, Çev-Ali Önder, Tarih Mec muası, Hayat Yy. Nisan 1972 Sayı 3 7) Victor Robinson, age 8) Andre Ribard, nsanlı ın Tarihi, Say Yy. 2. baskı 1983 Sy.285 9) Etienne Ferrieres/Gilles Caster'den aktaran F. Braudel, Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm XV-XVII Yüzyıllar, Gündelik Hayatın Yapıları Çev. M.A.Kılıçbay Gece Yy. 1. baskı 1993 Sy. 66 10) J.D.Bernal'den (The Modern Ouarterly) aktaran R.L.Meek (Günümüzde Malthus) Çev. Oya Yaylalı — Marks/Engels Nüfus Sorunu ve Malthus, Sol Yy. 1.baskı 1976 sy.46 TAVIR 15 16 T A V I R F abrikada içisin... Baında bir bant efi, etrafında i arkadaların, önünde hareketli erit, eridin üstünde az sonra mal olacak yarı mamuller, ay sonunda ödenecek ev kiran, bakkal paran, çoktan beridir yaamının bir parçası haline gelen taksitlerin, evde bekleyen karın, biri kundakta biri ortaokulda iki çocu un, seninle ilikisi yalnızca aldı ı aidatta cisimleen bir sendikan, yüzünü gazete ve televizyondan tanıdı ın bir patronun, patron adına seni yöneten müdürlerin, ay sonlarında aldı ın ve alır almaz elinden uçup giden maaın, Benim içim diyen devlet adamların, iini kaybetme korkuların var... Hayat bu eleyip sineye çekiyorsun... kendine yakıtırdı ın bir baka yaam yok... Zaman zaman, bir avuç darıya çalıan katırlara benzedi ini düünsen de "buna da ükür" demeyi ihmal etmiyorsun... Geçen hafta iten atılan yirmi içi arasında olmadı ın için mutlusun.. siz kalan arkadalarına acıyorsun... Hem kızıyorsun, hem acıyorsun... "Zorunuz neydi?" diyorsun... Sömürüden, düzen de iikli inden, insanca yaamdan bahsetmek, siyasetle u ramak size mi kalmıtı... siz kaldınız... yi kötü bir maaınız vardı... imdi daha mı insanca yaayacaksınız?.. Zamanı gelince sendika toplu sözleme yapıyor. "Derdiniz neydi?" diyorsun... Kızıyorsun... Kızgınlı ın, arkadalarını sevdi in için... Sonra, atılanların içinde a zı var dili yok içilerin de oldu unu hatırlı- yorsun.. ten baka bir ey düünmesen de, bir gün isiz kalabilece ini varsayıp korkuyorsun... Bazı içilerin, sendikanın ihbarı üzerine atıldı ını ö reniyorsun... Korkun artıyor... Sendikandan da korkmaya balıyorsun... Çalıtı ın fabrikanın karının trilyonlarla ifade edildi ini, geçen yıl üçe katladı- lara imdi burada üç kuru için katlanman yetmiyor... Çalııp üretmen, de er yaratman yetmiyor onlara... Hem üretmelisin, hem korkmalısın... Korku bu yüzden tehdit oluyor sana... Kurtulmak istiyorsun... En yakınından balıyorsun... Yönetimin "bozuk niyetli" saydı ı içileri sendikaya ispiyonlu- KORKU brahim K A R A C A ını okuyorsun gazetede... Anlam veremiyorsun.. Korkuların yönlendiriyor artık seni... Düünmeni engelliyor... Önce sendikaya, sonra üretim hattındaki amirlerine istedikleri "iyi içi"yi oynamaya balıyorsun.. çinden küfretsen de oynamaya devam ediyorsun... Korkuyorsun çünkü... Sessizce verilen ii yaparken, her an her eyi yapabilece inin iaretini veriyorsun, maaını alıyorsun. "Ben sizinim" diyorsun davranılarınla... Örgütlenmekten bahseden içileri saygıyla karılıyorsun, dinliyorsun, "size hak veriyorum" diyorsun... Tekrar aynı konu açıldı ında ise, çalımak zorunda oldu unu, onları sevdi ini, ama senden uzak durmalarını söylüyorsun... Ev kiran, taksitlerin ve ailen hep gözünün önünde... Korkuyorsun... Üç kurua çalıman, üç kuru için sekiz saat ter dökmen, baka bir ortamda karılasan üç kuru de er vermeyece in insan- yorsun... Çünkü sendika da o adamları bozuk niyetli sayıyor... Sendikanın da kendince gazabından uzak kalmak... Ev kiranı verememekten korkuyorsun... Haciz gelip ee dosta rezil olmaktan korkuyorsun... Ödüllendirilme ve korku duygularını birlikte yaıyorsun... Aldı ın ödül ise belki bu kez iten atılmamak olacak... Atılmadı ın için tekrar mutlu olacaksın... Ama korkuların senin için hep "ne iyi adam" demeyecekler... Kuzu gibi olman yetmeyecek... Kurt için kuzu, kuzu için kurt olmanı isteyecekler... Sen iini kaybetmedikçe, çok kiinin iinden olmasına sebep olacaksın belki... Belki için sızlayacak, belki bir ey hissetmeyeceksin... "Ne yapalım, yaam bu" mu diyeceksin?.. Evet, öyle diyeceksin... nsan olmaktan çıkacaksın... Onurun çürüyüp kurtlandıkça, kurtlaacaksın... Korkuların bitmeyecek... ten atılma korkuna TAVIR 17 baka korkular da eklenecek... Belki de bunların hiçbiri olmayacak, aa ılık bir böcek gibi yaamak istemeyecek, korkularını atee vereceksin... Olabilir mi?.. Kafan karmakarıık... Bir içinin iç cebinde duran gazeteyi istiyorsun... Okumak için... içi gülümseyerek uzatıyor gazeteyi... Balıklara bakıyorsun... ran'da gözüne sürme çekti i için sokak ortasında dövülen bir kadın haberi var... aırıyorsun... akınlı ın geçmeden bu kez iç sayfalarda yine aynı ülkede iki saatli ine, iki günlü üne, bir haftalı ına veya bir kaç aylı ına yapılan sözlemeli evlilikleri okuyorsun... Bu ilere bakan bir din adamına yatıraca ın paranın miktarı, herhangi bir kadınla geçirece in birlikteli in süresini belirleyecek... Çocukluktan beri bilincine yerleen soyut dinsel namus kavramı bir an sarsıntıya u ruyor. Haberin kayna ında bir art niyet arayıp sarsıntıyı imdilik dindiriyorsun... Namuslu olma kavramı bilincinde ve kültüründe cinsel ça rıımlarla birlikte var oldu undan, duydukların seni fazlasıyla megul ediyor... Bu yüzden, koca daya ından bıkan kadının, iki çocu u, dayaktan morarmı gözleri ve kırılan üç kaburgasıyla Fırat'ın sularına dalarak ölümü tercih etmesi seni o kadar sarsmadı... ntihar etti i için suçladın belki kadını... Allahın verdi i canı aldı ı için kızıyorsun... Kocadır, hem döver, hem sever diyorsun... Aylardır toplusözlemenin imzalanmasını bekliyorsun. Umudunu, alaca ın zama ba lamısın... Tasarıla18 TAVIR Açlık grevleri, infazlar, Kürt yoksulunun ulusal direnii, trafik anarisi, çevre kirlilii ve bir sürü ey sana dorudan dokunmadıı sürece, senin için bir baka ülkede olup biten olaylar sanki Yakılan köyler, göçe zorlanan köylüler, gözaltına alınıp kaybedilen insanlar yok senin için. rını maaındaki tahmini artıa ba lamısın... Umutlu olmak istiyorsun... Her toplu sözlemenin ardından toplu içi kıyımlarının geldi ini de biliyorsun. Sözleme ne kadar geç imzalanırsa iveren için o kadar iyi olaca ını di er içilerden duyuyorsun... Nedenini sordu unda ise "faizsiz kredi" yanıtını alıyorsun. Tartıma konusu olan oranlar kafanı kurcalıyor... Megulsün... Rakamların anlamını yaamında sınamaya balıyorsun. Yüzde u kadar artı olursa neler yapabilece ini hesaplıyorsun... Kafanda diyaloglar gelitiriyorsun... Akam i dönüü evinin yolunda sıra sıra dizili meyve satıcılarının yanından geçerken rakam- ların soyut dünyasından sıyrılıyorsun... Üç akamda bir evime bir kaç kilo meyve götürebilmem için u kadar artı olmalı diyorsun.. Patron "hayır" diyor. "O kadar artı fazla... Neyine gerek evine üç akamda bir meyve.. On günde bir götür... Her akam de il, iki akamda bir ie süt götür... Yıllık izninde tatil yapmak da neymi, evinde çocuklarınla oyna..." Anlamazlı ın anlamı aslında bu... Sabah ie giderken bindi in servis aracına, ara duraklardan tanımadı ın gençten insanlar da biniyor, ellerinde birer tomar bildiriyle... ki-üç dakikalık konumadan sonra bildirileri da ıtıyorlar ve iyi çalımalar dileyerek bir sonraki durakta iniyorlar... Eline tututurulan ka ıda öyle bir bakıyorsun... Bazen faist diktatörlük, emperyalizm, devrim ehitleri, bazen oligarik diktatörlük, devrim, sosyalizm, sarı sendika kavramları çarpıyor gözüne... Bolca duymu olsan da, hiçbirinin anlamını bilmiyorsun. Az sonra aracın ön sıralarında oturan bir içi, araç amirinin emriyle kalkıp bildirileri teker teker geri toplamaya balıyor. Sonuna kadar okumak istesen de vermek zorunda kalıyorsun... Korkuyorsun çünkü... Hem fabrika yönetiminden, hem de sendika yönetiminden korkuyorsun... Korkunun yarattı ı ve yönetti i bir insansın... Dünyasal korkuların neredeyse tanrısal korkularının önünde... Bunu farkediyorsun. Seni dünyasal korkulara bo an toplum düzeni ve gelece i onun süreklili ine dayalı olanları Allah korkusu bilmeyen cehennemlikler arasına koyu- yorsun... Hem bunu düünüyorsun, hem de onlardan hiçbir eyi esirgemeyen devletin onlarla birlikte dini ve Allah korkusunu insanlara her zaman hatırlattıklarını görüyorsun... Buna da bir anlam veremiyorsun... Ama tanrıya her geçen gün biraz daha yakınlaıyorsun... Seni dünyasal korkularla yaatanlar adına da tanrı korkusunu taıyorsun... Bu dünyada bolca acı çektiini düünüyorsun... Bu dünyada yoksun kaldıklarını öteki dünyada mutlaka elde etmelisin.. Buna kararlısın.. Burada kaybettiin dünya, ötede kazanacaın düsel bir yaam karısında iyice silikleiyor. Bu dünyadaki düünsel ve fiziksel teslimiyetin yerini tanrısal teslimiyet dolduruyor... Çelikiler içindesin... Gazetelerde cokulu içi-memur yürüyülerini, direnilerini okuyorsun... Heyecanlanıyorsun... Ama birden kendinin ne kadar güçsüz ve zayıf olduunu düünüp kendi dünyana dalıyorsun... Açlık grevleri, infazlar, Kürt yoksulunun ulusal direnii, trafik anarisi, çevre kirlilii ve bir sürü ey sana dorudan dokunmadıı sürece, senin için bir baka ülkede olup biten olaylar sanki. Yakılan köyler, göçe zorlanan köylüler, gözaltına alınıp kaybedilen insanlar yok senin için. Karını çoktan çarafa soktun. Çocuun yaz tatilinde kuran öreniyor. Yaamdan istediin çok ey var, ama umutsuzsun. Aslında dünyadan umudunu kesmemisin. Çelikiler içindesin. Öte tarafı garantiye almak istiyorsun. Çevrendeki "öte taraf" taraftarlarına baktıında, onların aslında bu tarafa daha fazla balı olduklarını görüyorsun. Öte tarafa yapılan göndermeler, bu tarafta edinecekleri mülk, iktidar ve imtiyazın teminatı sanki. "Sınav" için geldikleri bu "fani" dünyada parsayı toplama derdindeler. "Laik diktatörlük" onlara bu imkanı fazlasıyla vermi. Öteki taraf kaygısı senin gibilere kalmı. çisin. "çinizde tanrı korkusu ve inancı olsun" diyor en bataki patronun. "Hakkına razı olarak çalıan kullarına Allah verir" diyor. "Ben veririm" demiyor. "Bana çalıın, iyi çalıın, hakkınıza razı olarak çalıın, iyi içi olun, bana çok kazandırın, Allah sizi sever, sevdii kullarını sevindirir "diyor. Üstünde biraz düününce bu sonuca varıyorsun. çisin. Tumturaklı bir küfür sallıyorsun. Ama, korkuların yönettii bir içisin. Yaamı bilince deil, korkuya dönütürebiliyorsun ancak. Zayıf olduunu düünüyorsun. Kendi örgütün olan sendikan bile korku salıyor sana. Özelletirildikten sonra içilerin terketmeyecekleri fabrika ve iyerlerinde Arjantin'i. örnek göstererek gerekirse bazuka kullanılmasını öneren iadamları, "Açıklanan" malvarlıkları, milyarlık düünler, asgari ücret, paralı askerlik, parçalanan gerilla memo cesetleri, bayraa sarılı memet tabutlar, atekes, halkların kardelii, insan hakları, özlem, beklenti derken, üç günlük bir yaamda yarım günlük nefes için ikibuçuk günü diyet verdiini düünmeye balıyorsun. Aklından geçenleri, TV haberleri ikiye bölüyor. Ekranda yanan bir bina var. Alevler içinde bir otel. Otelin dı- ında "kan!.. kan!.." diye baıran kan baımlıları... Otelde kırka yakın insanın yanarak öldüünü söylüyor spiker. Yanık et kokusu doluyor sanki cierlerine. Ne diyeceini aırıyorsun. "Aziz Nesin konumu, insanlar tahrik olmu, otel yanmı." Bu kadar basit. Resmi kiiler buna yakın eyler söylüyorlar. Bir onay, bir uyarı... Aziz Nesin'i tanıyorsun. Yüzde altmılık çounluun aptal olduu yolundaki açıklamaları geçmite dikkatini çekmiti... Ekrandaki tahrik ol- Onurun çürüyüp kurtlandıkça, kurtlaacaksın... Korkuların bitmeyecek.. ten atılma korkuna baka korkular da eklenecek... Belki de bunların hiçbiri olmayacak aaılık bir böcek gibi yaamak istemeyecek korkularını atee vereceksin... Olabilir mi?.. mu'halk"ı izlerken bu. açıklamayı hatırlıyorsun, yüzde kırkı akıllıdır dese daha mı doru olacaktı sanki" diyorsun kendi kendine... Dolmuta, trende sigara içenleri, yerlere avuç avuç balgam tükürenleri, dokuz yüzlü telefonlara "bu burun kimin" sorusunu cevaplamak için milyarlar kazandıranları, bo mideyle milyarlık futbolcu transferleri üzerine hararetle tartıanları, teneke bilezik veriyor diye bazı gazeteleri kapı kapı edenleri, evindeki beyaz eyanın yeni çıkan modelini alabilmek için T A V I R 19 dü Sivas ellerinde dumanım tüter Otuzbe yürek gösümde atar Dalarından halkın öfkesi akar Cenneti bu dünyada düleyendiniz Sevdamızı türküledik telli saz ile Konuan dil Duyan kulak Gören göz ile Iır gece azımızdan çıkan söz ile Cenneti bu dünyada düleyendiniz NESM ALTIOK AYSAN BEZRC KOÇAK Dost baında HASRET yolunan çiçek AKARSU'yum kında kırılan bıçak Cenneti bu dünyada düleyendiniz Pir Sultan gibi durur gövdeleriniz Kör karanlıı yırtarken ne güzeldiniz Akıl yamur öfke göl yürek deniz Cenneti bu dünyada düleyendiniz... brahim KARACA 20 T A V I R aylarca boazından kesip taksit altına girenleri, ekranda gördüün kundakçıları, ve bunlara benzer daha nice eyleri düündüünde, yüzde altmı üzerinde biraz daha duruyorsun... Bildiin ve inandıın din ile, u anda ekranda izlediin dini bir türlü badatı ramıyorsun. Bu düüncelerle yatıp uyuyorsun. Yarın hafta sonu. Ayda bir gazete okumana ramen, sabah erkenden bir sürü gazete alıyorsun. Saatlerce okuyorsun. Bir daha, bir daha okuyorsun. Yanan otelin içindesin artık. Etinin yanıp döküldüünü hissediyorsun. Dumanların içinden Nesimi'nin curasını dinliyorsun. T.V. haberlerinde, ölenlerden ismi tespit edilenler açıklanıyor. Kendi ismini arıyorsun aralarında. Gazeteler, seyreden devletten söz ediyorlar. Güvenlik güçleri saldıranların güvenliini salamılar. çeride insanlar yanarken dıarıda sırıtıp gülüyor kimileri... Çileden çıkıyorsun. "Laik diktatörlük" nedense laiklii ilk telaffuz eden önderine ait büstün yerlerde sürüklenmesine, küfürlere seyirci kalıyor. Nedense, sekiz saat boyunca eriatçı kan baımlılarının yaptıı katliamı seyrediyor devletin güvenlik güçleri. Fabrikada iverenin istemedii gazeteleri okuyan bazı içilerin nasıl mimlenip iten atıldıkları geliyor aklına. Utanıyorsun. Kendinden de utanıyorsun. Demokratik üniversite mücadelesinde yer aldıkları için evlerinde öldürülen iki genç insan geliyor aklına. Yürüyüe geçen içi-memurların coplanmasını, dövülmesini, yerlerde sü- rüklenmesini hatırlıyorsun. Ve daha Sivas'ta yakılan otelde ölenlerin kaç kii oldukları bile tam saptanamamıken, otelden hala dumanlar yükseliyorken, katliamı lanetleyenlere saldırıyor devlet güçleri. Bir vaheti seyredenler, katliamı kınayanlara saldırıyorlar. Hayretler içinde kalıyorsun. Seyredenlerle saldıranları ve yakanları aynılatırıyorsun. "Demokrasi" ye "Laik Diktatörlük" tekerlemeleri birey ifade etmiyor artık. Evet diyorsun, bu, baka türlü bir diktatörlük. Çokça sözü edilen eytan ayetlerinden bir bölüm okuyorsun. Deil tahrik olmak, okuduklarından hiçbir ey anlamıyorsun bile... Saldırgan "halk"ı görüyorsun ekranda. Tepki gösterenlerin onu okuduklarına da inanmıyorsun. "Bu bir tertip" diyorsun... Sonra, hem kitabın yazarının hem de kitapta anlatılanların seni hiç ilgilendirmediini düünüyorsun. Senin yaamında, ona zaman ayırıp kafa yoracak ve deerlendirecek bir neden, bir gerekçe göremiyorsun. Bir zamanlar, iten atılma korkularını yenmek için üçbe arkadaını ikayet etmitin. Oysa arkadalarının fabrika içindeki varlıkları seni hiç ilgilendirmiyordu. Ödül ve korku arasındaki gel-git, sana bu eylemi yaptırmıtı. Sivas'ı imdi buna benzetiyorsun. "Cehennem korkusu ve Cennet beklentisi bu adamlara bu katliamı yaptırmı olmalı" diyorsun. Bu düünceni daha da gelitiriyorsun. Eer tanrı, kutsal kitabında insancıl olmayı, sevgiyi, hogörüyü nasihat edip, "Ey inananlar" deil de "Ey insanlar" diye söze balayıp; "insanları sevin, doayı öldürmeyin, hayvanları koruyun, yardımsever olun, birbirinizi öldürmeyin, bana inansa da inkar etse de onu anlayıla karılayın, birbirinize yaama hakkı ve alanı tanıyın, art niyetli ve fesat olmayın, zenginlikleri bölüün, ama bütün bunları yaparken benden ne bir ödül, ne de ceza beklemeyin, bunları insan olduunuz için yapın, yaptıkça insanlasın, sizin ödülünüz insan olmanız olsun..." demi olsaydı; kimin inanıp kimin inanmayacaı, kimin nerede din için ne konutuu kaç kiinin umurunda olurdu? Ödül, ceza ve korkulardan sözedilmeseydi, bugün Madımak Oteli'nin önünde kaç tane kundakçı olurdu acaba? Onların adı kundakçılar. Kendi korkularını duymayan, aynı ekilde korkmayanları yakacak kadar insanlıktan uzak kundakçılar. "Sizin gideceiniz cennete ben gelmek istemiyorum" diyeni zorla oraya götüreceini sanan kundakçılar. Öyle sandıklarından deil, dinden çıkanı tanrı adına "yola getirerek" ya da yakarak tanrının honutluunu kazanma telaı... nsanları tahrik ettii söylenen konumaları merak ediyorsun. Gazeteleri didik didik ediyorsun. Ne konumu bu adam ki, kırka yakın insanın katli vacip görülmü. Gazeteleri tarıyorsun. Bu arada satır aralarında Altıncı Filo protesto eylemlerine, 1 Mayıs katliamına, Çorum ve Mara katliamlarına ilikin kısa yazılar balantılar okuyorsun. Müslüman mahallesinde satılan salyangozlardan bahsediyorlar. "Satılsın" diyorsun. Ben almadıktan sonra satılsa ne olacak. Kime ne yararı var. Mide benim, mutfak benim, tencere benim. nançsızlıın açıklanması, inanç sahiplerini tahrik edip galeyana getirmi. Bu size "inançlılar" dıında kalanlar için son derece tahrik edici bir neden... Arada bir gittiin camilerde dinlediin vaazlardaki "dinsiz kafirlere" edilen küfürleri düünüyorsun. Kundakçıların dine küfür olarak kabul ettikleri kiisel açıklamaları onunla karılatırıyorsun. Kimi görülere katılmasan da, uygarca açıklandıı için saygı duyuyorsun. "slamdan dönenleri, eer tövbe etmezlerse öldürün" hükmünü hatırlayıp bir saptatmada bulunuyorsun. "ki tane müslümanlık var" diyorsun. Bir tanesi halkın müslümanlıı, dieri de eriatçının ortodoks müslümanlıı. Sevgi, hogörü, iyiniyet kavramlarını taıyan müslümanlıın halka ait olduuna iyice inanıyorsun artık. Halk iyi olan ne varsa onu slam'a mal etmi, içeriini zenginletirmi kendine göre daha insani bir dinsel kültür oluturmu. Sivas ehitleri yarın görkemli bir kalabalıkla uurlanacak. Gitmek istiyorsun. Orada bulacaın eyin kendin olacaını biliyorsun. Aylar önce iten atılan içi arkadalarının da orada olacaklarından eminsin. Yüzünde aydınlık bir gülü var. T A V I R 21 MD YANGINA G DEN B R TEMMUZDUR YÜRE M Erdoan EK NER Karaydı giysileri, düünceleri kara, gözleri kara Bir Ortaça karanlıını dülüyorlardı Yalnızca yolda karılatık onlarla Bir aydınlıa yürürken biz onlar önümüze çıktılar Çünkü onlar, bir bataklıın dibindeki balçıktılar Gidenler ki, baka kentlerden gelmilerdi Kimbilir belki de kaç tuzaktan geçerek günlere sözcükler vermilerdi Ve semah dönmülerdi direngen bir umudun sesiyle Oysa birdenbire yangına kapıldı gençlikleri Umutları ve saatler süren bekleyileri... 22 TAVIR Sorgular seni bir mevsim ve Temmuz... Haziran yazılmı iirlerin sesidir, sorgular yüreini ve ne kadar "savunduunu yaamı" Çünkü gidenler dizeler bıraktılar kitaplar ve türküler Güller bıraktılar acının yurduna Artık fotoraflarda kalır gülümseyileri Ama yeniden bir bakaldırı olur bu günce her eyden önce Ve artık yangınların küllerinden doar iir Güneli bir ırmak olur insanlar akar ehir ehir MUNZUR: Harun UYAR tobüs asfalt yolda süzülürcesine ilerliyordu. Ama hep hızla devam edemeyeceimiz açıktı. Az sonra sapılacak yolu hatırlatarak "Muti Deresi yolcuları hazırlansın" uyarısında bulundu muavin. Giderek yükselen tepelere tırmandıkça heyecanı artıyordu yolcuların. Yol, yüksek uçurumlar üzerinde kavisler çizerek, kıvrılarak tırmanan bir yılanı andırıyordu. Etrafı yüksek dalarla çevriliydi. Daların zirvesi pusluydu. Ve rüzgar otobüsü sürükleyecek kadar hızlı esiyordu. Zirveyi, uçurumlar üzerinden yükselen o incecik yolu amıtık. rili ufaklı tepelerin delinerek açılmasıyla oluan geçitlerin birinden ötekine geçerek ilerliyorduk. Sel sularının açtıı çukurlarıyla, çakıl talarıyla adeta bir köy yolunu andırıyordu yolumuz. Artık Munzur Çayı'yla birlikte akıyorduk. Çakıllı ve dar yollara ramen Munzur'la yarııyorduk. Sarp kayalarla dolu yüksek tepelerin arasındaki asma köprülerin iki yanına namluları tepelere çevrili tank ve mitralyözler yerletirilmiti. Sık sık kimlik kontrolü yapılıyordu. Arabalar durduruluyor, insanlar tekme-tokat indirilip aranıyordu. Küfürün bini bir paraydı. -Kimlikler: .................... BR DÜÜN EV -Nereye gidiyorsunuz? ................... -Ne iiniz var orada? ................. Da ta sorgu merkezi olmutu sanki. Üstleri silah ve cephane yüklüydü. Elleri tetikteydi ve ölümün soukluu hissediliyordu yüzlerin de. Daların doruklarında kardan kapanmı evler çarpıyordu göze: tek tek, bazen de öbek öbek. Uzaktan bakıldıında özenle yapılmı bir maarayı andırıyordu bu evler. Bir kaç ayak izinin açtıı yolun ulatıı kapılar bir karaltı gibi görünüyordu, bir de cılız cılız tüten soba dumanları. Baharı dülüyorum. Rengarenk çiçeklerin açtıı, yemyeil doayı canlandırıyorum hayalimde. Ekinlerin topraı yararak boy verdii, aaçların çiçeklerle bezendii, kuların cıvıl cıvıl ötütüü baharı... Kardelenler boy vermiti Munzur Çayı'nın kenarında. Baharı müjdeleyen kardelenler... Adına, Dersimce canemerg denilen... Sevginin, dostluun sembolü kardelenler. Camdan etrafı gözlüyorum. Hala Munzur'la yarı halindeyiz. Eriyen kar sularıyla daha bir cokundu nehir, canemergler daha yakınımdaydı uzanıp koparmak istedim. Sıcaklıına, direngenliine uzatmak istedim elimi. Bir murattır derler canemerglere erimek. Her isteyen koparamazmı onları. Sevdası temiz, içten ve çıkar- sız olanlar ancak eriebilirlermi. Ve eriebilen sevginin ölümsüzlüüne ulaırmı. Öyle söylenir Dersim'de. Ömürleri çok kısadır, baharı müjdeledikten sonra ölürler... Varsın öyle olsun. Yerlerine rengarenk çiçekler, yeryüzünü sarıp sarmalayan yeillikler bırakırlar ya. Saat öleyi gösteriyordu. Otobüs çakıllı yolda ne kadar olabiliyorsa o hızla ilerliyordu. Radyonun saat ayarının ardından spikerin donuk sesi duyuldu. Hayal dünyamdan sıyrılarak kulak kabarttım. Oniki canemerg dümütü Dersim topraına. Karanlıın cellatları tankları, topları, ve helikopterleriyle ulamılardı onlara. Munzur kızıl akıyordu artık. Yas tutmuyordu belki ama durgun ve sessizdi. Karıda Munzur Daı tüm heybetiyle seyrediyordu onları. Bir tarih abidesidir Munzur Daı. Zirvesinde sisi eksik olmaz. Görünüü ürkütücüdür. Geçilmez sarplıklarıyla, derin ve dipsiz maaralarıyla mesken edinenleri saklar, vermez ele. Bir dost yuvasıdır. Bir ana kucaı gibi barına basar canemergleri. Efsanesinde efkat vardır Munzur'un. Dara düenlerin "Hızır"ı derler ona. Erdiler muratlarına Munzur'un ilk canemergleri, ilk olmanın huzuruyla. Kan ve barut içinde. Ama halaylarla, kavga türküleriyle. Munzur, yüreklerimizde bir düün evi oldu. TAVIR 23 TOROSLARDA ki yi it savaçımızı Toroslara verdik. Bir yanımızda sevinç, Toros yüceleri de bizim artık. Bir yanımız hüzün.lk sen geldin aklıma... Toroslarda çarpımak, Torosların topra ına serpilmek en çok sana yakıır da onun için. Yanılmamıım, bir de zindanlardan özgürlü e koan Dersimli yi it Mustafa Sefer dümü. Bir ömrü kavga kavga yaadın: Çukurova'nın ba e mez evladı. Vurdular da seni, dütü mü bayrak yere, durdu mu yürüyü... Bedenindeki her dipçik yarası yeni bir çiçe e gebe da larımızda. Cezaevinden çıktı ından kısa bir süre sonra tanıdım seni. Birgün gelip "Ben Tarık" dedin ve öylece girdin hayatımıza, hiç çıkmamacasına. Sizin güzel yüzlerinizden, yi it bedenlerinizden korksun onlar. Ama biz ellerimizle, çiçeklerle bezeyîp, marlarla yüceltip verece iz topra a. On defa kaçırsalar yine bulur u urlarız günee sizi. Bulumaya geliyoruz seninle, yola barikat kurulmu olabilece i, köye bırakmayacaklarının endiesini taıyarak. ansımız varmı ki henüz ortalarda yoklar. Evine varıyoruz, toplanmı seni bekliyor dostların. Saatler ilerledikçe yeni insanlar dakatılıyor aramıza. Kimbilir kaç gece uyudu un o yemyeil bahçede seninleyiz. Hava kararmaya balıyor. Yolların tutuldu unu duyuyoruz. Evin etrafını da askerler sarıyor, içeriye kimseyi bırakmıyorlar, gelenleri geri yolluyorlar. Endieliyiz artık. Tahminler yürütmeye balıyoruz. Seni bizden habersiz mezarlı a götü- 24 T A V I R rüp gömebilecekleri bile aklımıza gelmiyor de il. Sonunda geliyorsun ite, "Bize Ölüm Yok" marıyla karılıyoruz kapıda seni, bizlere elik etti inden eminiz. Bahçeye koyuyoruz... Üzerine de kızıl mı kızıl bir örtü. Çevreni çiçeklerle donatıyoruz. Karanfillerle bezenmi, mum ıı ının aydınlattı ı resmin karımızda duruyor. te gene bizimlesin, Çukurova sıca ı yüzün bizimle, Ölümün souk yüzü Erir Yok olur Buluunca senin bedeninde Sıcak bir temmuz gününe güne olur Seninle geçirece imiz, son gece bu. Son kez karılayaca ız sabahı birlikte. Son kez sohbet edece iz, ilk ve son kez geceyi birlikte bekleyece iz seninle. Birlikte olmanın heyacanını yaıyor dostların yeniden. Herbiri koarak geliyor baucuna, nöbetleri hiç bitmesin istiyorlar. Geldim ite, gene karımdasın. Aklına gelir miydi tekrar karılaaca ımız. Sözlerimi duyaca ını biliyorum. Çok ey de imedi belki, ama eskisi gibi de de il artık hiç bir ey. Okulumu da bilirdim biliyor musun. iir yazmaya da devam ediyorum. Okuyamayacak olman ne kadar üzücü. Tavır dergisinde yayınlanan ilk iirimi senin sayende göndermitim, hatırlıyor musun? Kazara defterimi bulup okumutun, sonra da gelip bu defter kimin diye sormutun. O güne kadar kimseye göstermedi im iirlerimi senin elinde görünce çekip almıtım defteri. Yatıtım, ikna oldum sonradan "okuyup de erlendirirler, gelimene yardımcı olurlar..."demitin. Seninle oldu umuz her an yeni bireyler ö rettin hep bize. Ö rencin olmanın gururu var içimizde. Hep hatırlayaca ız gülümsemeyi hiç eksik etmedi in yüzünü. Dümanlarına karı ise ne kadar çatık kalıydın. Bütün gözaltılar tanırdı seni. Yaamın en güzelini hep beraber kazanmak için paylatı ımız bu kavganın insanları ayrı ayrı güzeldir. Sen bu güzelliklerin hepsini taırdın. Yeni insana örnektin sen, rehberdin sen. Her eyin önündeydi kavgan ve yoldaların. En son kendin gelirdin aklına. Yaamın için kaygı duymazdın ama bir yoldaın biraz geç gelse merak eder üzüntüye bo ulurdun. Seni tanıyanlar bilirler; hiç of dedi ini, yoruldum dedi ini duymadık. Saatler boyunca yürür, dinlenmek nedir bilmezdin. Yaadı ın her saniye halkına yararlı olmak isterdin. Devrimci kültürün mücadelede önemli yeri oldu una inanırdın. Dostlarında gördü ün en ufak bir yetene i bite yararlı hale getirmeye, gelitirmeye çalıırdın. Bizlere destek olmayı görev bilirdin. Yeni de erleri büyük bir zevkle sahiplendi ini hatırlıyorum. Tavır dergisinin her yeni sayısıyla Grup Ekin'in, Grup Yorum'un her yeni kasetiyle müthi bir heyacan ve zevk duyardın. Katkısı olacak eletiriyi aktarırdın. Bu yönde çalıma yapmamız için bıkmadan çabalardın. Her konuda oldu u gibi BEKLEYECEZ SZ Gülay ESEN bu konuda da eme in çok bizlere. Sana bir müjdem var dost, ben de yeni ö rendim hem de sen y a n ı m ı z d a y k e n geldi bu güzel haber. Çukurova’mıza da bir Tavır bürosu açılacak: istedi in, emek verdi in ama görmeye zamanın olmayacak bu güzel olay senin sürdü ün, tohum attı ın, suladı ın topraklarda filiz vermeye b a l a d ı bite. Her zaman sözlerin, özlemlerin gerçekletirilecek vasiyetin olacaktır bizlere. Grup Yorum'dan G e r i l l a n ı n Türküsü'nü d i n l e d i i n d e yetersiz bulmu ve "Gerillayı yaratıp, ruhunu t a d d ı r m a l ı y ı z Yorum'a" demitin. Yeni kasetlerden türküler s ö y l e y e c e i z sana. Sivas'ta, Malatya'da, Kaçkarlar'da, Dersim'de ve Toroslarda y a a n m ı , y a r a t ı l m ı türküler. Bu bir türkü Saz istemez Söz istemez Kalem yazmaz Kaıt sayfalarından okunmaz Bir yürei olan söyler Bir de daları, bu türküyü Gözümde akan yalar için kızma bana. Duygusallık de il, yıllar boyu bir kuyumcu inceli iyle ilenen de erleri kaybetmenin üzüntüsü sadece. Havada keskin bir koku var. Hayır dost, bu senin çürüyen bedeninin kokusu d e i l . O Temmuz sıca ında dur durak bilmeden, ta tepe demeden yürüyen bir dostun emek kokan teni. nan ki hiç rahatsız olmuyor, tam tersine gurur duyuyoruz bu kokudan. Seni ilk gördü üm gibi son g ö r d ü ü m günü de hatırlıyorum, 'iyi akamlar' dedin gittin. Hesapta dönmemek yoktu belki. Gelecektin, 1 9 8 0 y ı l ı n d a ç ı kan tavır dergilerini getirmeye söz vermitin. Ama bir daha gelmedin. 17 Nisan k a t l i a m ı n dan sonra seni görmedik. Ama biliyorduk ki düenlerin yerini almaya gitmitin. Çiftehavuzlar'da dalgalanan bayra ı alıp ülkenin baka bir köesine kotun. Sana güle güle demeye, sana son kez sarılmaya fırsatımız o l m a d ı . Gidenler Vedasız gidiyorlar Söylenmeden son kelimeler Gidenler Vedasiz gidiyorlar Birgün bir yerlerde, merhaba Gidenler Vedasız gidiyorlar Zaman yok kucaklamaya Gidenler Vedasız gidiyorlar Sıcaklıkları baka yüreklerde imdi Bizde de hiç eksilmedi Gün ıımaya balıyor, sabahı seninle karılıyoruz. Görüyor musun hiç tanımadı ın insanlar var baucunda. Ama onlar seni tanıyorlar, seni yalnız bırakmak zorunda kalan yol-d a l a r ı n ı n yerini doldurmaya geliyorlar. Güne ufukta yükselmeye baladı. U urlamaya gelenler ço alıyor. Bildi in, tanıdı ın yerlerden geçiyoruz. Yürüyü kortejinde pankartlar açılıyor, sloganlar atılıyor. "Yaasın Toros Direniimiz" diyor yürekler. Sen de uzandı ın yerden slo-g a n l a r ı m ı z a elik ediyorsun, pankartın bir ucundan da sen tutuyorsundur mutlaka. "Bize Ölüm Yok" diyoruz, senin sesin oluyoruz. Dümanlar burada da rahat bırakmıyorlar. Bizimle birlikte yürüyorlar, panik yaratmaya çalııyorlar. Gerçekten orda yatan sen misin? nanamıyorum orda olab i l e c e i n e . Öylece b a k ı y o r u m kürek kürek üzerine atılan topra a. Bir aka, bir oyun bu demesini bekliyorum birilerinin. Bu topraklar verimlidir sıcaktırlar ama niye bizden daha çok seviyorlar sizleri. Toprak anal toprak ana, evlatlarımızı geri ver. Köye d o r u yol almaya balıyoruz. Bir el dokunuyor omuzuma, dönüp b a k ı y o r u m . Ama.... biz seni topra a yoksa o sen de il miydin?... "Bu ii sevmedim, bize göre de il bu oyun, ben gidiyorum" diyorsun. "Nereye" diyorum. " G e l d i i m yere. Birçok i y a r ı m kaldı, hem Mustafa da gelecekti. You uzak onun, yorulmutur, acıkmıtır. Yoldaım yabancısıdır buraların, yalnız kalmasın." diyorsun. Güle güle dost, yolun açık olsun. Bu defa vedalamadan bırakmam seni. Sıkı sıkı sarılıyorum. Hiç d e i m e m i s i n , bıyıkların yok yalnızca. Da ın çetin yaam koulları bile yokedememi senin s ı c a k l ı ı n ı . "Gitmeliyim ama sizleri yanımıza, da larımıza bekliyoruz. Orada Olaca ız, ne zaman gelirseniz" diyorsun. G e l e c e i z dost, y a n ı n ı z a g e l e c e i z . Beraber gülece iz, gene beraber dövüece iz. Baımız dik, alnımız ak, gelece iz. Güle güle git, selam götür bizlerden Mustafa yoldaa. Bizim yerimize kucakla, bizim için öyle sıkıca bir sarıl, Dersimli komutana. TAVIR 25 K DAMLA GÖZYAIYDIK SAKALLARIMIZDA Hasan BAYAR ırtındaki direni gömle inde "çi kıyımına son", yazıyordu. ki de bir arkasına bakan sakallı adam, yürümek ile yürümemek, gitmek ile gitmemek kararsızlı ındaydı. Tek kendisi de il bütün arkadaları aynı kararsızlı ı yaıyordu o an.. Hepsi beyaz gömlekli.. Hepsinin sırtında ayrı bir slogan yazılı "Adil düzen dediler, iimize son verdiler", sizlik açlık demektir", "Sosyal Cinayet sizlik"... Hepsi sakallı.. Ayların sakalı.. O sakallar ki, da -bayır görmü, ya mur-dolu yemi, rüzgarı hissetmi.. Sadece erkekler mi: kızlar, kadınlarda var aralarında.. Onların sakalı yok ama aynı eyleri onlar da hissetmi yüzlerinde.. Kader birli i yapmılar.. stanbul'dan Ankara'ya yürümüler 23 gün boyunca.. Adını "Onur Yürüyüü" koydukları eylemin ardından fethettikleri Ankara'da "Açlık Ordusu Yürüyor" isimli foto raf sergisi ve çadırlarıyla Güven Park'ta yollarda yaadıklarını sergilemiler... imdi... 85 kiiyle kararsızlık 26 TAVIR geçirdikleri u anda Millet Meclisi'nin kapısının önündeler.. Adımları götürmüyor onları.. Arkalarına dönüp bakıyorlar.. Açlık grevindeki arkadaları sedyelerle yatıyor orada.. Kızlar a lıyor.. A layanların kolunda baka arkadaları.. Onların da gözleri yalı.. Koca cüsseleri a ır gövdeleri uzamı sakallarıyla erkekleri de a lıyor.. Kimi gözyalarını göstermemek için uzaklaıyor.. Kimi bir yandan arkasında bıraktı ı arkadalarına bakarken iki damla gözyaını döküyor sakallarına.. Eylem anı bu an.. Öyle bir eylem ki: Türkiye'de bugüne kadar hiç kimse yapmamı bunu.. ki kii 85 kiilik kalabalı ı da ıtmaya çalııyor. "Gidin.. Uzakla-ın.." "Da ılın, beklemeyin, eylemin esprisi bu" diye hababam ba ıran iki kii.. Onlar da direni gömlekleriyle.. Dönüp dönüp bakan, oyalanan arkadalarını yolluyorlar.. Bir an önce oradan uzaklaılmasını istiyorlar. Balarında polis bitece inden de il.. Yapılan iin esprisi toplanmaktan de il da ılmaktan geçti i için.. Tezat gibi duruyor ama böyle.. Oyalananlar, kendilerini da ıtmaya çalıanlara "arkadalar orada yalnız kaldılar" "kim bakacak onlara" diyerek mazeret bildiriyor. "Da ıtıcılar ise "siz gidin, olara bakanlar var" diyor bo az yırtarak... Her ey bir gün önceden titizlikle hazırlanmıtı. Herkesin bir grubu vardı.. Gruplar, sorumluları eli inde kaldıkları direni merkezinden yeme e gidiyor gibi çıkacaktı. Beyaz gömleklerini saklayarak önce yeme e gidilecekti.. Dikkat çekmemeleri arttı. Onları sürekli takip eden sivil polislerin o gün yapıla- cakları farketmemeleri gerekiyordu... Bütün gruplar yemekten sonra nereye gidece ini, hangi iarette harekete geçece ini biliyordu. Ama eylemin ne oldu u sadece grup balarına anlatılmıtı. Gidilecek olan yer TBMM'nin Çankaya kapısıydı.. Gruplar kapının iki yanındaki parklarda oturacak, iareti bekleyecekti. aret geldi inde herkes hemen direni gömleklerini sırtlarına geçirerek toplanacaktı. aret ise ambulansların siren sesiydi. O gün pırıl pırıl bir sabahtı.. Ö lene do ru gruplar yeme e diye çıkmılardı. Binada sadece açlık grevinin 42. gününde olan içiler ile ambulans iini örgütleyecek di er içiler ve gazeteciler kalmıtı. Polis herhangi bir eyden kukulanmamıtı imdilik.. Derken kiralanan özel ambulanslar binanın önüne geldi.. Kararlatırılan saat gelmiti. Gazetecilere açıklandı olay.. Hepsi aırdı. Böyle bir eyi beklemiyorlardı.. "Müthi", "Çok iyi fikir" diyebildiler sadece. Ambulanslar polisi de harekete geçirdi. çiler açlık grevinde olan ve hızla kritik günlere giren arkadalarını sedyelerle 6. kattan indirirken, polisler "Hayrola".. "Hangi hastaneye gidiyorsunuz" gibi eyler soruyordu. Ankara Belediye Hastanesi'ne gidilece ini zanneden polis, anonslarını buna göre yaptı. Bunun üzerine hastanenin önü, panzer dahil kalabalık bir polis grubu ile takviye edildi. Oysa gidilecek yer farklıydı. Gazeteciler de ambulanslara bindirildi. Ve sirenleri açık üç ambulans konvoy halinde Necatibey caddesinden harekete geçerek Ankara'nın bürokrat caddelerine daldı. Yoldan geçenler arka arkaya hızla giden ve içi dolu ambulanslara ilgiyle bakıyordu. O an siren sesleriyle ilgilenenler, o araçların içinde bugüne kadar yeterince ilgilenmedikleri Ka ıthane direniçilerinin oldu unu bilmiyordu.. Günlük günelik bir hava.. Ankara güneli pırıl pırıl bir gün yaıyor.. Fakat ambulanstakiler o an havanın güzelli iyle ilgilenecek ruh halinde de iller.. Aynı anda Çankaya'da parklarda iaret bekleyenler de hava ile ilgilenecek durumda de iller.. Heyecanlı bekle- yileri sürüyordu parktakilerin.. Ambulanstakiler için ise ok yaydan fırlamıtı.. Geliyorlardı.. "Bekle Ankara Geliyoruz" diyenleri bu defa TBMM bekliyordu O devasa yapı bilmeden bekliyordu.. Derken uzaktan önce siren sesleri duyuldu. Sonra konvoy.. Bekleyenlerin içi kıpırdanmaya baladı. Ambulanslar bütün hızıyla meclise yönelip kapıya saptıı andabekleyen içi için de ok yaydan çıktı. Gruplar hemen harekete geçti.. ki taraftan içiler kouyordu. Bir yanda gömlekler ortaya çıkıyor.. Ambulanslara koanlar dier yandan da gömleklerini üzerlerine geçiriyordu. Meclisin polisleri bir an akınlıkla ambulanslara kapıları açtı.. Oysa ambulanslar içeri girmedi. Kapıda durdu. Araçların kapıları açıldı hemen. O an dier arkadalar da yetiti, Açlık grevindekiler sedyeler ve battaniyelerle indirildi araçlardan.. Meclisin kapısına sıralandı. 30'a yakın fotoraf makinesi hızla ve heyecanla çalımaya baladı. Muhabirler akındı.. Polisler akın.. Emniyet müdürü yanındaki komisere "bunlar nereden çıktı Ankara'da hiç mi polis yok" diye baırdı. "Açlık grevinin 42. gününde gösterilen duyarsızlıı protesto ediyoruz" dövizleri taıyan içiler bir de basın bildirisi okudu. Polis- ler engellemeye çalıtı. Fakat olmadı.. Gerekli açıklamalar yapıldı. 6 arkadaı neden oraya getirdiklerini anlatan içiler: siyasi partilerin, ve hükümetin, Ankara'nın göbeinde 42 gündür süren bir açlık grevine gösterdii duyarsızlıı protesto için arkadalarını Meclise terkettiklerini açıklayıp daıldılar. Ama ite o an.. O anda yürek, bir ey dinlemez pek.. Eylem, arkadalarını "terketme" esprisine dayansa ve kamuoyunun gösterdii ilgisizlie vursa da yürek farklı.. Beyinler, 6 arkadaı cami kapısına bebek bırakıp gider gibi meclis kapısına bırakıp gitmeyi emrediyorsa da yürekler beyne kumanda etti o an.. te o anda sakalların üzerine ikier damla gözyaı dütü.. O anda bayan arkadalar hıçkırarak aladı.. O anda iki kii "daılın" "ayrılın" diye baırdı.. O anda "ama arkadalar orada yalnız kaldı" diyen hüzünlü sesler duyuldu. Eylemin niteliini ve nereye vuracaını baından beri bilen "terkedilen" 6 açlık grevcisi dahi etkilendi.. Bayan olan biri aladı.. Dierleri kendini kötü hissetti Sahipsizlii, yalnız bırakılmayı suratlarında bir amar gibi yeniden hissettiler.. Fakat onurluydu hepsi.. Gururları, yarattıkları deerleri vardı.. Orada günein altında, sedyeler- de yatan açlık grevcilerinin de, onları oraya "bırakıp giden" lerin de. Ayaklarında terlik, bacaklarında eofman, sırtlarında siyah eylem tiörtleri, yakalarında direni simgesi kırmızı kurdeleleri ile 6 eylemci yatıyordu imdi günein altında.. Yanlarında durumu protesto eden dövizleri.. Balarında polisler ve ambulans oförleri akın.. Tansu Çiller geçti o an kapıdan.. Bir an aırdı hükümetin babakanı.. Arabası bir an fren yaptı.. Tansu hanım, o günlerin çiçei burnunda babakanı öyle bir baktı sedyelerde yatanlara., sonra devam etti yoluna.. nmedi arabadan. Anlamamıtı. Bir müddet sonra polisler, sedyedeki eylemcileri yeniden ambulanslara bindirdi. Hastaneye götürülen arkadalar tedavi kabul etmeyince yeniden direni yerine getirildi. Herkes kıvançlıydı. Herkesin gözlerinin içi ııl ııldı. Vakurdu herkes. Ama aynı zamanda mahzun, hüzünlüydü gülümsemeleri.. Bakalım eylem, kamuoyunda ne etki yapacaktı? Herkes ertesi günü gazeteleri ve meclistekilerin tutumunu görecei bilgileri bekliyordu. Açlık grevcileri yorgundu.. Onca ey yaamılardı o gün.. Birer ekerli su yapıldı onlara.. Bu defa biraz daha torpilliydi suları.. TAVIR 27 ÇILIIN KARANLII YIRTAN YÜREK OLSUN Nû PELDA Döl vermiyor gün Yarına Korku insandan insana konuyor nsanlar suskun Günıı ını eziyor korku Alınterini çalıyor Onuru da Ve nsanlar yine suskun Sen suskun Sen suskun Neden gülüm Neden Hiç mi a lamadın Kolların kırılırcasına Hiç mi duvarları yumruklamadın Hiç mi okamadın Gecenin ilerleyin bir yaında Sevdi inin saçlarını 28 TAVIR Hiç mi ak yeleli umutla komadın Seher serinli ine Hiç mi depremler olmadı derinliklerinde Hiç mi ıslanmadın Acının sa na ında Yüre ine dek Hiç mi lavlar fıkırmadı içinden Hereyi yakıp yıkabilecek O halde neden baın önüne dümü Yüre in nasırlamı gülüm Neden bu sessizlik hala Korkunun ölümü engelledi i nerde görülmü Gül yüzlü yarınları kurmak ellerimizdeyken Sevgiye çiçek açan o anlar için Haydi Sesin yankılansın korkunun doruklarında gülüm Çı lı ın Karanlı ı yırtan yürek olsun I. inanın bana Hayriye ERSÖZ bin iir yazabilirdim dün gece ama hiç biri bu yangını anlatamazdı II. ben onları son kez gördüümde gecenin kendini utandırdıı bir karanlıı vardı ite o karanlık içinde gözleri yıldız yıldız yüzleri güne güne ben onları ilk kez gördüümde dütükleri yerde karanfiller açmı seslerine kular konmutu ve yüreklerini saymazsanız aslında soluksuz aslında ölü sırtlarım dalara verip içmiler souk kar sularını içmiler erbet gibi dalarm acılarını ve öylesine sevmiler ki yaamı tutmular elleriyle yangınları onlar kendilerini duru sularda en son seyrettiklerinde namlunun uçundaydı yaam ve ölüm ve tüm karanlıklara inat gözleri yıldız yıldız yüzleri güne güne III. inanın bana bin iir yazabilirdim dün gece korktum dizelerimden kanlan taar bouluruz diye T A V I R 29 DEVRMC MÜZK MRASIMIZA KISA BR B A K I 971 'de, çarpık kapitalizmin sömürü ve baskısına karı doru bir anlayıla ve radikal bir tarzda ina edilen devrimci örgütlülük yeni toplumun nüvesini olutururken, sosyalist kültürü de ekillendirip yaygınlatırıyordu. Müzikte ilerici deerler daha çok geleneksel halk müziinin sınırlan içinde ele alınıyordu. Pir Sultan ve Dadalolu gibi halkın türkülerden tanıdıı ilerici deerler, halkların ve bazı toplumsal yapıların da kendi "örgütlü-devrimci sanatçılık", "sanatta kollektif üretim", "devrimci yaratıcılık" kavramları yerli yerini bulmadı. Kültür-sanat çalımaları bir alan; dier örgütlü faaliyetleri tamamlayan devrimci bir çalıma tarzı olarak ele alınamadı. Daha çok geleneksel müzik biçimiyle, fakat öz olarak yeni kültürü ileyen pek çok ürün, politik mücadele içinde yer almaya balayan emekçilerde yankısını buldu, kitleselleti. Devrimci sanatçılar kitlelerin sesi, soluu haline gelen birçok türkü yarattılar. Sava ve direniler kadar, yeni insan tipinin, yani devrimcilerin erdemleriyle ekillendirilen türküler, yeni toplumun izlerini taıyordu. Türkü- GRUP YORUM içinde gelitirdikleri ve koruduktan demokratik bir kültürün ve müziin yapı talarıydı. Devrimci hareketin henüz" olumadıı bir süreçte, insan ilikilerindeki yabancılamanın ortasına dümemek için el yordamıyla yeni olanı deneyen, fakat çounlukla yarattıı feodal lerin önemi büyüktü. Çünkü türküler halkların yürekleriydiler. Ve savaı halkların sesine taıyorlardı. 1970-80 yılları arasında devrimci türkülerin halklara malolduu söylenebilir. Buna karın, solun ideolojik eksiklikleri kültür-sanat. alanına da yansıdı, izlenen yanlı ve "HÇ DURMADAN" deerleri korumayı tercih eden halkın, müziinde de bu deerlere sarılması mutlaktı. Devrimci önderliin hayat içinde kök salması, devrimci müziin filizlerini büyütüyordu. Ruhi Su, halk müziinde geleneksel birikimlerin de ötesine geçerek , ilerici-devrimci müziin adımlarını atarken köklü deiimlere önderlik etti: 1970-80 yılları arasında örgütlü mücadele içinde yer alan sanatçıların yanı sıra, devrimci mücadeleden etkilenip üreten sanatçılar da vardı. Bu süreçte ,devrimci hareketin cuntanın yaklatıı yıllarda yürüttüü kültür-sanat etkinliklerini saymazsak, genelde 30 TAVIR eksik politikalar sonucu tutarlıdevrimci bir sanatçı tipi yaratılamadı. Kiilerin popüler olma duyguları, görevlerinin önüne geçti. Yeni insanlar örgütlenemedi, devrimci sanat anlayıı gelenekletirilemedi. 1980 cuntasıyla birçok sanatçı mücadeleden uzaklatı ve düünsel olarak savruldu. Müziklerinde devrimci mücadele ekseninde anlatımlara yer veren küçük burjuva sanatçılar ise burjuvazinin sözcülüüne soyundular. Seksenli yılların ortalarına doru bu enkazı aralayan devrimci sanatçılar, devrimci müzii geçmiteki eksikliklerinden de arındırarak ekillendirmeye baladılar. "Örgütlü-devrimci sanatçılık" kavramı yerini buldu. Grup Yorum, Grup Ekin, Özgürlük Türküsü gibi gruplar devrimci yaratıcılıı gelitirdiler. Halk müziini, gelimeye açık yönleriyle miras alıp Çada Halk Müzii'ne halka oldular. Seksen sonrası alaaı edilen devrimci deerler ve kavramlar bu gruplar tarafından sahiplenildi, yaatıldı. Müzik sokaklara taındı. Türküler demokratik hak alma mücadelesine katıldı. Dönemin koullarına göre anlayıını deitiren sanatçıların aksine örgütlülük, kollektivizm gibi kavramlar pratikte de savunuldu. Bu anlayıı taımayanlar ise mücadele saflarını terkettiler. Çalımalar insanların popülizmine göre deil, isimsiz bir nefer gibi, herhangi bir devrimcinin harcaması gereken emek verilerek yürütülüyordu. Yeni bir sanatçı tipi vardı; ödedii tüm bedellere karın durmadan üreten, yaptıını savunup yaygınlatıran...Mahkemeleri egemenlerin mahkum edildii kürsülere dönütüren... Tüm bunlar, Çada Halk Müzii perspektifiyle hareket eden devrimci sanatçıları tavırlarıyla da, ürünleriyle de kendisine solcu, ilerici diyen tüm sanatçılardan ayıran temel özelliklerdendi. Devrimci sanatçıların esin kaynaı devrimci mücadeleydi. Dierleri ise küçük dünyalarına hapsolmulardı ve bunalım içindeydiler. Devrimci sanatçılar bu tip sanatçılardan "tecrit" tavrı görmelerine karın, her seferinde ısrarla onları mücadele alanlarına çekmeye çalııyordu. Bugün, devrimci deer ve birikimleri taımayan birçok sanatçı ve grup bulunuyor. Onların ürünleri ve tavırlarıyla dier burjuva sanatçılardan özde bir farkı olmadıını söyleyebiliriz. Üslup farkından söz edilebilir ki; deiik türlerde müzik yapmalarına karın, sadece kullandık- ları aletleri ve vokal yorumlarını deitirerek birbirlerinin arkılarını tekrar ediyorlar. Bu kesimin dıında, tüm yetersizliklerine karın samimi olanlar da yok deil. Fakat onlar da bir noktadan sonra dierleriyle aynı eyleri paylamaktan kurtulamıyor. Bir de kendileri devrimci olmadıı ve mücadele edenlere en küçük bir katkıda bulunmadıı halde, devrimci söylemi aızlarından düürmeyenler var; yani devrimci sanatı pazarlayanlar... Bu tür gruplar, mücadele tarihi içindeki deerleri kullanıyorlar. Yeni hiçbir ey üretmiyorlar, devrimci sanatı popülerleme aracı olarak görüyorlar. Biz devrimci sanatçılar, üretimin yaamdan kopuk olamayacaını, herkesin üzerine düeni yerine getirmek zorunda olduunu, bunun da ilkeli, disiplinli bir yaamdan geçtiini öteden beri söylüyoruz. Politik düünemeyerek sanatını yaamın gerçeklerinden koparanlar, hayatın genel yasalarını bir kez daha doruluyorlar. Devrimci sanatçılarla küçük burjuva sanatçılar arasında kalanlar, ne devrimci tarihimizi gerçek anlamda sahiplenip anlatabiliyor, ne de güncel toplumsal sorunlara kasetlerinde yeterince yer verebiliyorlar. "Deneysel Müzik" yaptıklarını söyleyerek veya "Kar taneleriyle" ilgilenmeyi maharet sayarak, sözde "devrimci deerler" yarattıklarını savunuyorlar. Hem de yaamlarını devrimciletirmeden asla baaramayacakları "Devrimci Müzik" adına...Kaldı ki üretebilmek için sadece duyarlı olmak dahi yetmez. Bu noktada duyarlılıın ötesinde bir ey gerekiyor; devrimciliin disiplinini, ilkelerini yaam biçimi halinde içselletirrnek. Onlara "demokrasi", "barı", "özgürlük" gibi genel kavramlar ve bu kavramların benzer imgeleri etrafında dönüp imdilerde anlamsızlıı, uçukluu müzik tarzlarıyla da savunmaktan kurtulamayanları da eklemek ge- rek. Bunlar emekçilere de, devrimci deerlere de yabancılaıyorlar. Devrimci anlayıı, "Örgütlülüün" sanatsal yaratıyı kısıtladıını savunarak eletirmelerine karın asıl kendileri yaamdan kopuyor, daralıyor, deersizleerek hiçleiyorlar. HÇ DURMADAN Sosyalizmi sahiplenmenin, sosyalist deerlerin mücadele içinde yaatılmasıyla anlam kazandıı açıktır. Bizi çepeçevre saran olayları yorumlarken (infazlar, Kürdistan'da yaananlar, emekçilerin hak alma mücadelesi vs), bunları sosyalizmin deer ve yöntemleriyle ele almanın tarihsel gerçeklii düünülürse, üretimlerimizde neden genel geçer konulara sapmayarak hayatın öne çıkardıı olgulara vurgu yaptıımız anlaılacaktır. Üzerimizdeki sorumluluun önemi ortadadır ve her devrimci sanatçı bunu hissetmelidir. Politik olarak, kendi yaamımızın da içinde bulunduu sosyalizmin tüm deerleri, ancak devrimci sanatçıların müziklerinde yer alıyor, gerçekte sadece onların çalımalarında anlamını buluyor. Bu temelde "Hiç Durmadan" kaseti, sürecin kendine has sorunlarını, kazanımlarını, yarattıımız yeni deerleri ifade ettiimiz; toplumsal gelimelere duyarsız ve sınırlı deil, rengini ve derinliini mücadelenin zenginliinden alan duyarlı bir çalımadır. Bu kasette, yaadıı olumsuz gelimelere karın hayatın her alanında alternatif bir güç, doru-tutarlı politika ve etkinlikleriyle yıınların umudu haline gelen bir anlayıın dalarda, sokaklarda ve fabrikalarda yourup biçimlendirdii yeni insanın sesini taıyoruz. "Hiç Durmadan", kayıplar ve "darbelere" ramen soluklanıp her seferinde daha da ilerisini yaratan bir anlayıın kesintisizliinin adidir. Bu aynı zamanda tüm baskı ve engellere karın nefesi açılarak koan, ilkeli ve tutarlılııyla kitlelere ulamadaki esneklii bir arada yakalayan "Kar Makinasını"; Grup Yorum'u da ifade etmektedir. Dier kasetlerimizde olduu gibi, kollektif anlayıla üretmemiz, zenginlememizin temel kaynaıdır. "Hiç Durmadan" sözlerin hazırlanmasından stüdyo kayıtlarına kadar, "Devrimci Mücadelede Sanatçıların" youn emekleriyle oluturuldu. TAVIR dergisini yayına hazırlayan kalemler de Yorum için yazıyorlardı. Çevremizdeki tüm insanlar, kollektivizme az ya da çok öneri, eletiri ve ürünleriyle katıldılar. Yorum herkesin sesiydı. Mükemmel bir kaset yapmak, herkesin Yorum adına hissedebilecei anlamlı bir duyguydu. Ve kaset maratonu, stüdyo dıındaki hazırlık sürecini saymazsak tam 250 saatte tamamlandı. Bu imdiye kadarki kaset çalımalarımızın en uzun süreli olanıydı. "Hiç Durmadan"ı güzelletiren bu kollektif üretim; bedeller ödeyen ve direni destanları yaratan ehit ve savaçılarımızın, bize güç veren anlayıımızın ve önderliimizin, ve ayrıca bu yapıya küçücük bir katkıda dahi bulunmayı baarabilenlerin, sesimize güç katan tüm dostlarımızın baarısıdır. Tüm kasetlerimiz, ailemizin zenginliidir. Bu anlamda kasete yönelik basında yer alan "siyasi bir anlayıa angaje olduu için yaratıcılıı sınırlanan Grup Yorum" eklindeki tartımalar, her açıdan pratikte anlamını yitiren bir eletiri olarak kalıyor. Aksine bu baarı bireylerin deil, kollektivizmin ürünüdür. Kasetimizde üçü kürtçe, biri enstrümental olmak üzere onbir parça yer alıyor. Denetim engeline takılan, yasaklanan "Selam Olsun" kasette yer alamadı. Halkların sesini bomaya çalıan emperyalist efendilerinden aldıkları derslerle sansürü sürekli gündemde tutan egemen- TAVIR 31 terbi, sudan gerekçelerle türkülerimizi yasaklamaları, emekçilere ulamamızı engelleyemeyecektir. Kürdistan'daki sava gerçe ini, mücadele politikalarının gerçekli ine dayandıran ve her geçen gün Kürt halkına do ru bir anlayıı sunanlara seslenen "Reber", kasette isim tartıması yaratan türkülerimizdendi. Fakat "Hiç Durmadan'da karar kıldık. Çünkü bu isim her ikisini de kapsıyordu. Toplumsal muhalefetin ivme kazanması, yol gösteren öncüye ba lıdır. "Reber'de. öncünün, önderli in mücadeledeki etkin rolü yansıtılmakta. H a yatın her alanında mücadele veren "Reber", nasıl ki rüzgarlara kapılmadan ve do ru bildi ini hayata geçiren bir güç olarak mücadelesini bu noktaya taımısa, olmaz denileni yaratmısa, aynı kararlılık ve inançla da ları adımlıyor; yeni türküler yaratıyor: "Çîya Ez im" ve " H e r Du Çawe Min" onların "Cemo"ya karıan lirik sesidir. Geleneksel Kürt halk ezgilerinin dıına çıkarak yaptı ımız Kürtçe yeni üretimler de birikimlerimizi artırıyor. Kürt.Halk Müzi inin geliip ekillenmesi çabasının da ifadesi bu. Bu anlamda ilk kez bir kasette okudu umuz Kürtçe parçaların tamamının müzikleri bize ait. Kasetimizde her zaman oldu u gibi, Türkiye halklarının sesi olmayı hedefledik. Önceki 32 TAV IR kasetlerimizde kullanmadı ımız elec. gitar, klasik kemence gibi enstrümanları ilk kez kullandık. "Hiç Durmadan" tamamına yakınının akustik olarak kullanıldı ı, daha zengin orkestra tarzıyla gerçekletirilen bir çalıma oldu. Kasetimizin genelde be enildi ini söyleyebiliriz. Bunun yanında, bu kasetimizi Yorum tarzının dıında bulanlar da oldu. Ancak bu temelde yöneltilen eletiriler karekteristik de il ve geneli yansıtmıyor. Tıpkı "Cesaret" kasetinde oldu u gibi sokaktaki insanın yakalanması çabasında önemli bir aama gösterdi imizi sanıyoruz. Fakat sürecin özgünlü ünden dolayı daha çok gündemi belirleyen politik konuların anlatıldı ı arkılara a ırlık verdik. Örne in "Hiç Durmadan" türkümüz yakın bir süreçte, özelde Türkiye halklarına, en genelde ise sosyalist de erlere yönelik bir ihanet ve saldırıyı anlatıyor. ehitlerimizin kanıyla yazılan tarihimiz kirletilmek istenmiti. Can evimizden hançerlenmitik. Bu parçada ihaneti lanetledik. "Onurumsun"u o ullarının ve kızlarının yanında "devrime kadar dümeyece im" diye and içen kayıp anaları için söyledik. Bu arkımızda, son birkaç yıl içinde ülkemizde önemli bir gündem oluturan gözaltı ve kayıplarda o ullarını, kızlarını yitiren anaların yüreklerini akta- rıyoruz. "Gün Tutuur"u, halkın yükselmeye balayan öfkesini kırmak için egemen güçlerin planladıkları çirkin oyunda yitirdi imiz aydın ve sanatçılar için yaptık: "Pir Sultan'lar ölmez binler yetiir, /Akar gelir canlar, tarih tutuur": "Dervi", yeni bir dünya kurma mücadelesinde uzun, sabırlı bir yolculu u adımlayan, adımlarken kavgasını, sevdasını canyoldalarıyla bölüen 'yeni insan'ı anlatıyor. Yani 'ça da dervi'leri... "Ölümden Öte'de, daha güzel bir. dünya için ölümü göze almadaki kararlılık vurgulanıyor. "Devrim Yürüyüümüz Sürüyorsa devrimci hareketin destansı devrim yürüyüünü senfonik bir tarzda, enstrümantal olarak anlatıyoruz. "Hey Gökler" Ezilen, sömürülen emekçilerin hak alma mücadelesindeki kararlılıklarını; sömürüye karı bakaldırılarını anlatıyor. Parça geleneksel niteli i ile biliniyor olmasının yanında, dinamik yorumumuzla da kasetin en sevilen türkülerinden birisi haline geldi. . Türkülerimizde iir okumaya ilk kez "16 Mart" sonra "Madenciden" ve "Düman Çizmesinde yer vermitjk. "Gün Tutuur"da ve "Çiya Ez m" ile "Hey Gökler" türküsünü birletiren bölümde yer verdi imiz iirler, en be enilen bölümlerdendi. Dinamizmiyle kitlelerin özellikle konserlerde çok sevdi i bir parça haline gelen "Da lar Sözümüz Var" olumlu oldu u kadar olumsuz eletiriler de aldı. Gelen eletirilere göre bu parça "poplamı ve Yorum tarzının dıına çıkmı"tı. Bugünden dönüp baktı ımızda parçanın içerik anlatımındaki kimi yetersizliklerden ve müzikal yapısındaki yabancılamalardan biz de söz edebiliriz. Ancak parçayı tümüyle "poplamı" ya da " Y o rum tarzının dıına çıkmı" olarak da görmüyoruz. Toplayıp tüm yürekleri koynumuzda Sonra ületirmesek bir bir Çiçee durup sevdalı yanımız Yüreim koynunda Günein konaı olmasa Yürek dediin ne ki air air dediin ne ki Yürek mangal olmasa Ana kucaı gibi sarıp sarmalamasa oturtmasa renkleri yörüngesine Döllemese karanlıın rahmini aydınlıa Hasad etmese sevecen düleri Göz dediin ne ki air air dediin ne ki Her yanı göz olmasa Çoaltmasa uslarda sevgi çalayanlarını Eritmese ııı daha açık tonlarına Bekaretini kazmaya teslim edeli doa Kime neyin ne kadar yettiini Kime neyin ne kadar gittiini Sorgulamasa Söz dediin ne ki air "ölümden bir adım öncesini bir bardak demli çay gibi tüketerek" Gökkuaını daraacına çekerlerken Ardıç kuları gibi afaa süzülmeli insan. air yüzünü yastıkta beklemez ölüm Sonu yatakta olacaksa yaam dediin ne ki air air dediin ne ki Bir ölüp bin yaamda çoalmazsa Gördüm ki air Bazı dizeler aırttı seni Ne var ki bunda aıracak Ne ilk asılacak airiz Ne de son yakılacak A R DED N Abdullah ÇEL K air dediin ne ki Sözü sıratta sınanmasa TAVIR 33 DEVRM ÇN SNEMA, YILMAZ GÜNEY VE YOL Sadık ÇELK O, bu .dönemde sanatçı-sinemacı olarak halktan yana devrimcilerden yana önemli duyarlılıklar, sorumluluklar gösterdi: 12 Mart Faizminin sürek avı günlerinde THKP-C ve THKO önderlerine kucak açan, onlara saklanacak yer, silah ve maddi destek sunan ve bunu büyük bir cokuyla yapan ilk sanatçıydı. Yılmaz GÜNEY, "devrimin gerçek anlamda proleter aydınlara ihtiyacı var" diyordu. Daha sonraları Türkiye halkları onu bu "suçlarından ötürü, THKP-C davasında "onur sanıkları"ndan biri olarak gördü. Yılmaz G Ü N E Y 7 4 affıyla dıarı çıktıı günlerde, stanbul'da düzenlenen "ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRAS GECES"nde halkın yanında saf tuttuunu, emperyalizme ve oligariye düman olduunu ve bu mücadelede üstüne düeni yapacaını açıklar. 70'li yıllar onun sanat ve politika alanındaki kimliinin giderek olgunlatıı ama çou zaman arayıçı bir serüvene dönütüü zikzaklar da içermektedir. Güney bütün bu arayıçılıı yanında, sanatını halktan yana kullanmaktan çekinmedi O, kitlelere gerçek kurtuluu göste- 34 TAVIR renlerin, yüre ine serptikleri bilinçle, halklarımızın gerçe ini (eksik-yanlı da olsa) beyaz perdeye taımada daha fazla özverinin, daha bilinçli bir sinema u raısının emekçisi olmayı baardı. "Umut", "Arkada", "Sürü", "Yol", "Duvar" vb. filmleri, hep bu baarının, eme in, özverinin ürünleri olarak gerçekleti. Filmler... Soruturmalar... Yargılamalar... Mahkumiyetler... Ve yeniden yeniden çekilen filmler... Senaryolar... Öyküler... Romanlar... Bitmeyen politik arayılar... Sürgün... Cuntayı tehir kampanyaları... "Yol" ve "Duvar"... te Yılmaz G Ü N E Y ' i karekterize eden serüvenin ana halkaları... 12 Eylül faist cuntasına karı da , sorumlu aydın-sanatçı tavrı gösterdi. O, emekçi halkın ekme inin kana bulandırıldı ı, baskı, terör, katliam, ikence ve cezaevleriyle kuatıldı ı bir dönemde, halkının gerçeklerini dünya kamuoyuna duyurmak ve daha etkin muhalefet odaklarında yer almak üzere bulundu u mralı yarı açık cezaevinden firar etti. Yurtdıına çıktıktan sonra, firar kararına ilikin olarak unları söylüyordu: "... sadece kendim için, çocuklarım için, karım için de il, halkımın kurtulu mücadelesine kazandıraca ı yararları düündüm. Devrimci-demokratik mücadelemize daha da aktif bir biçimde katılmalıydım. Devrimi ilerletebilecek olanakların yaratılmasına katkıda bulunmalıydım." Dedi ini de yaptı... 12 Eylül faist cuntasını: katliamları, ikenceyi cezaevlerindeki vaheti... basın toplantıları, geceler, yürüyüler, mitingler ve gösterilerle tehir ederken, iki önemli yapıtla: " Y o l " ve "Duvar"la ülkemiz halklarının gerçe ini beyaz perdeye taı: yordu. Ancak her iki filmde de çok çarpıcı üsluplar kullanılmasına karın, ülkemiz gerçeklerini bütünüyle yansıtamamaktay- "... sadece kendim için, çocuklarım için, karım için deil halkımın kurtulu mücadelesine kazandıracaı yararları düündüm. Devrimcidemokratik mücadelemize daha da aktif bir biçimde katılmalıydım. Devrimi ilerletebilecek olanakların yaratılmasına katkıda bulunmalıydım." di. Bu konuda Yılmaz GÜNEY'in kendisi de aynı görüteydi. Kendisiyle bir söylei yapan Fransız gazeteci Pierre Billard "konumanızda Türkiye'deki politik koullara de indiniz, ama filminiz bu koullardan çok az söz ediyor..." diye sordu unda "yaptı ınız analizle aynı görüteyim. Türkiye'de bugün yaanan politik durumun altını çizmek istemedim... Türkiye'deki yönetim özerine didaktik bir film de il..." karılı ını veriyordu. Bir sinema yapıtının gerçe i bütünüyle yakalayabilmesi yada yansıtabilmesi için o yapıtı oluturan bütün maddi koulların do rudan ele alınması, mutlak de ilsede yo un bir katılımın, paylaımın, gözlemin ve bütün bunlarında öncesinde, ideolojik bir bakıın, üslubun, mesajın olması gerekir. Yılmaz GÜNEY'de bu do rultuda çaba sarfetmitir. Böyle bakıldı ında, Yılmaz G Ü N E Y ve yapıtlarının gerçe i bütünüyle yansıtıp yansıtmadı ı daha iyi anlaılacaktır. Yılmaz G Ü N E Y ve sineması kendi tarihsel koullarıyla birlikte ele alınmalıdır. O, bütün eksik ve zaaflarına, "Siyasetler üstü" tavrına ra men Türkiye halklarının kurtulu mücadelesine kazandırdı ı kültürel-sanatsal katkılarıyla önemli bir rol oynamıtır. O, sinemanın nasıl daha etkin bir silaha dönütürülebilece ini kanıtlayan yürekli bir sinema savaçısı olmayı baarmıtır. O, gerilla savaının yanındaydı ve mücadeleyi bir bütün olarak kavrıyordu unları söylemiti: "... arkadalarım, devrim tek baına silahların çözece i bir sorun de ildir: belirleyici olmasına karın hayatın her alanında sürdürmemiz gereken kültürel, sanatsal ve bir dizi di er çalımalarla birlemesi gerekir." YLMAZ GÜNEY SNEMASI MÜCADELE ÇNDE YAAYACAK. Yılmaz GÜNEY sineması, bu ülke topraklarında yaratılan kültür-sanat mirasının bir parçasıdır. Tıpkı Nazım HKMET, Ruhi SU, Ahmet ARF, Hasan HÜSEYN ve Rıfat ILGAZ'ın yapıtları gibi... Bugün egemen kültür-sanat anlayıınca ne kadar, karalanmaya dejenere edilmeye, dılanmaya çalıılırsa çalıılsın Yılmaz GÜNEY sineması bir gerçektir. Yılmaz GÜNEY ve yapıtları halktan yana sinema mücadelemizde bir kilometre taı olacaktır. Onu gerçek anlamda gelecek kuaklara devrimci sinema emekçileri taıyacaktır. Halktan yana sanat ürünleri üzerindeki yasaklamalar, devam edecektir. Sanat eserleri yakılacak, sanatçılar tutuklanacak hatta katledilecektir. Devrimci-demokrat sanatımızın bir parçası olarak sinemayı (Y.GÜNEY gibi yol açan, ulusal ve uluslararası düzeyde ürünler verebilmi bir mirasa sahip çıkarak) bugünkü sınıflar mücadelemizin hizmetine sokmalıyız.. TAVIR 35 K KOÇOLU GÜRLETRYOR deniz'in yücesinde. Dersim'liydi Sefer. Acılar ve sevinçler içinde yorularak çıkmıtı bir özgürlük eylemiyle To-roslara. Kayaların delinir, topraın oyulur Nevehir. Yıldız olup Ender S E L Ç U K kayar Sefer'ler dalara, bereket diye düerler topraa. Çukurova'nın bire on veren elimizde kılıcımız kir-mani/ diye kardelik ormanına, çalıntopraında bir Koç-olu yiit Taı deler mızraımın temreni/ masın diye alın terimiz, son bulyatar: 20 yıl ödünsüz sürdürdüHakkımızda devlet etmi sun diye baskı ve talan, ü devrimci yaamını dalara dermanı/ Ferman padiahın doymaya, okumaya, gülmeye taıyarak. Yapılmayacak i, çödalar bizimdir. 19. yüzyılın hasretimiz son bulsun diye... zümlenmeyecek sorun yoktu sonlarında Osmanlı Devleti Bu kez sosyalizmi kurmak için onun için. Olmazı olur yapar, Çukurova'da Toros dalarında, savamaya çıktık, en sonuncu yeni yeni olanaklar yaratırdı. Anamos dalarında göçebe sava için çıktık Toroslara. Aye teyze inanmadı önce. "naolarak yaayan Türkmen ve Toroslar umuttur artık Çusıl olur da bu kadar yiit ve güAvar airetlerini zorla yerleik kurova'nın Karaolan'larına. zel bir insana kıyabildiler" dedi. hayata geçirmek ister, isyancı Temmuz'un 31'inde yıldızlı Olunun öldüüne, dostları, bir gelenee sahip olan bayraını, oraını, çekicini do- yoldaları geldiinde inanabildi Türkmenler ve Avarlar ruklarda dalgalandıran "halkın ancak. Ve birden bire "Silahın Osmanlıya bakaldırarak Gagerillaları" iki koçyiidini, iki Kayok muydu Karaolum. ki kurvur dalarını, Torosları ve Çuraolan'ını ehit verdi, önderdiun da sen sıksaydın katillere" kurova'yı mesken tutarlar. ler, en iyilerindendiler savaçı- diye öfkelendi. Türkmenler ve Avarlar yayla ların. Çukurova'nın sıcaında "Kozanolu ölmeylen Avar ve kılaklarda yaamlarının patlamaya hazırlanan pamuk elleri yas mı tutar" diyordu Dasürdürürler, devlete asker ve kozalarıydılar, daların serinli- dalolu. Çukurova'nın, Toroslavergi vermezlerdi. Osmanlı'nın inde birer kızıl karanfil oldular. rin yiitleri de yas tutmadı, Antek amacı Türkmenleri ve AvUmudu büyütmek, savaı hüctep'in yoksul varoları Hatay'ın arları yerleik hayat geçirip re hücre tüm ülkeye yaymak Osmaniye'nin, Ceyhan'ın, Merdaha kolay baskı altında tutiçin Toroslara çıkanlardan da sin'in, Silifke'nin, Adana'nın maktı. 1 8 0 yıl süren bu "iskan" dostluunu, evkatini esirgecaddeleri, sokakları pankartlarmücadelesine Dadalolu sazıy- medi Türkmen yaylacıları. Da- la, bayraklarla, bildirilerle la, sözüyle, yüreiyle ve bileiy- dalolu'na, Kozanolu'na sun- donatıldı. ki kızıl karanfil yayılle önderlik eder. Aynı ekilde dukları kekikli yayla çorbasını, dı Gavur dalarına, AmanosKozanolu da halkı için ölümü püren balını imdi de gerillalara lara. göze almıtır. Bu iki yiit insan sunuyorlar. Gerillalar da güve"Bir yerde yeni bir ie ilk Türkmenlerin ve Avarların ön- nini sarsmıyor Türkmen yayla- adımını atan her zaman namderleri olmulardır.. O günlercılarının. Yeni gelenekler filizlunun ucundadır. Yani dalara den bugüne dein isyancıdır lendiriyor Toroslar'da, devrime ilk çıkanlar sonrakilerden daha Çukurova'nın insanı dalara armaan ederek bedenlerini. fazla ölümle karı karıyadır." sevdalıdır. diyordu. Tarık toroslara ilk "Ölümü bilerek yaadılar "Ferman padiahın dalar çıkanlardandı. bizimdir" sözleriyle halkın isyaAyrılıı bilerek sevdiler Bir yoldaı: "Yeni olanaklar, nını dalara taımıtı DadaloAlamayı bilerek güldüler yeni ilikiler yaratarak ilerliyorlu. Bu kez en son kavga için Acıyı bilerek göüslediler." duk. Bir tane oradan, bir tane çıktık Toroslara. Sömürüye ve baka yerden silah buluyorduk. Sabo'lara, Sinan'lara, Es- Tüm imkansızlıklara ramen zulme karı emekçi sınıfların malara... söz vermilerdi: "Bay- Toros dalarında umuduz artık" barından kopup gelen haykırıraımızı Ülkenin Dört Bir Ya- diye anlatıyor. Onlar, imdi ı taıdık Toroslara. nsanlar nında Dalgalandıracaız" diye. Toros dalarında Türkmen ve eit olsun diye, kolkola yürüsün Dersimde Karadeniz'de Ege'de Avarlarm yaktıı isyan ateini dalgalanan bayrak imdi de Akgürletiriyor. SYAN ATEN 36 TAVIR DLLER KARDE OLSUN DYE Nusret GÜRGÖZ Çok uzak da köylerinde Rüzgarın ve karın harman demidir Yalnızlıktır batanbaa kerpiç evler Uzun açlıklar anlatır uzun havalar Solgun kederler, ıssız soluklar Çocuk korkularını ço altır kurt ulumaları/ masal da ları enliktedir mani atıan diller/ seçeneksiz Uzak kalabalık kentlerden habersizdir Kar yorgunu fersiz gözler nsanlı ı kirli içi kentinde Grevde halaya durmutur yoklu u katık eden Omuz beklemektedir, taze bir somun sıcaklı ında Hal bilenden, yol bilenden, dil bilenden gözlerinde grev önlü ü Ve derdi ki dili dile ulayıp: Tok, onurlu ve en yarın ülkemde Yemyeil çam ormanı gözler Karde diller olsun diye Kara bir o lanın güzelli inde Tutumalı ellerimiz/bulumalı dillerimiz TAVIR 37 BR FOTORAF: fotoraflar ve yazı: Engin KABAN o rusu biraz heyacanlıydım. Yolumuz hem tehlikeli hem de epey uzundu. 24 saatte varmıtık Siirt'e. Önde 1 numarada oturuyordum. Otobüsler özel ıyordu adeta. Hızla birbirlerini solluyorlar. Karıdan gelen araçlar hızla geçiyorlar yanımızdan. Yüre im a zımda. oförle birlikte direksiyon kullanıyorum. Yol boyu ezilmi, büzülmü yol kenarına atılmı küçük araçlara rastlıyorum. Bir otobüsün yarısı yok. Oraları ilk k e z görecektim. H e yacanımı yatıtırmakta güçlük çekiyordum. Her yeni yeri görmenin sevinci tattı bir heyecanla kaplamıtır beni. Bu kez öyle yada böyle kirli savaın yaandı ı yerlere gidecektim, oralardan geçecektim. Gazeteler, yönetenler, yönetilenler, herkes bireyler söylüyordu. Yakınlarım baıma birey gelir korkusuyla karı çıkmılardı yolculu uma. Aldırmamıtım. Biraz da abartıldı ını düünüyordum. Foto rafçıydım, foto raf 38 TAVIR çekmeliydim. Bir dostumun dü ünü de bahane... Kentleri, köyleri, kasabaları geçiyorduk. Uçsuz bucaksız da lar sıralanıyor. Ovalar, çayırlar tarlalar. Her yan yeilin tonlarıyla bezenmi. Yanımda oturan yalı amcada buraları bu da ları -bilmiyordu. -oförle konumak yasak- yazısı bana baktı ı için oföre de soramamıtım. Ancak molalarda nerede- oldu umuzu ö reniyordum. Sabahın erken saatlerinde Elazı Maden'de kimlik kontrolü için çevrildik. Sorun çıkmadan yolumuza devam ettik. Güne da ların arkasından pırıl pırıl, her yanı aydınlatıyor. Tatlı bir keyifle, alnımı günee dayamı, etrafı seyrediyorum. Askeri araçlar, cipler geçiyor, içlerinde de çelik yelekli kolluk güçleri. D i y a r b a - ' kır'a vardı ımızda epey yorgun ve uykusuzdum. Otobüsten iner inmez gazete satan çocuklar karıladı bizi. En önde "Gündem" gazetesi. Silvan, Batman, Kurtalan derk e n Siirt'e varmıtık. G a r a j l a r d a k a r ıladılar beni. D ü ü n için Siirt'e gelen Beir ve iki bacana ıyla birlikte. Bana ayrılan arabayla çarıya geldik. Garajlar ehrin dıındaydı. Çarı dedikleri yer ehrin merkezi. Herkes evden çarıya diye çıkıyor toplanıyor, çarıda geziyor, çarıda alı-veri yapıyor ve yaamın büyük' bir bölümü çarıda geçiyor. Bir lokantadayız. Israrla yemek hazırlıyorlar. Candan davranıları, aırı ilgileri aırtmıtı beni. Yolculuktan urdan burdan sohbete koyulduk. Tanıtırıldı ım herkes sarılıp öpüyor beni, 40 yıllık dostmuuz gibi. çime sevinç doluyor adeta. Ve hayretle, merakla izliyorum her eyi. Elbiselerimi astılar. Banyo yaptırdılar, y e m e k yedirdiler zorla. Y a t ı p dinlenmemi de ısrar ettilerse de sohbet etmeye ikna edebildim. Kısacık anda samimi birer dost olmutuk. Saf, dürüst, tertemiz, vahi kapitalizmin henüz kirletemedi i insanlardı. Kendi evimde, kendi dostlarımdan göremeyece im yakınlı ın, ilginin çok fazlasını görmütüm. Evden çıktık. Dü ün evine gelecektik. Yalvararak çantamı taımalarına engel oldum. D ü ü n ü n ikinci günüydü. Dıarda oturuyorduk. Dü ünler sokaklarda yapılıyordu. Siirt'te dü ün salonu yoktu. Sadece özel paralı dü ünler belediye salonunda yapılıyordu. Pazartesi balayan tüm dü ünler Perembe aka- mı hayırlı günle birlikte gerdekte son buluyordu. nsanlar sırayla hogeldine geliyorlar. Hatır sorup ayaküstü sohbet ediyoruz. Sohbetler çabucak dostlu a dönüüyor. Foto raflar çekiyorum, dü ün foto rafları. Meydanlık bir yer. Taların üzerine uzatılmı a açlarda ve küçük taburelerde oturuyorlar. Daire eklinde. Orkestra çalıyor. D a v u l , s a z v e darbuka. S a natçıları Arapça, Kürtçe ve Türkçe arkılar, türküler söylüyor, insanlar halay çekip dans ediyorlar. Alabildi ine dostlar, küçü ü, büyü ü herkes saygılı, Kürtü, Arabi anlatılmaz dostluk içindeler. Bir arada yaıyor, bir arada gülüp, bir arada üzülüyorlar. Dü ünlerinde, ölümlerinde her zaman her yerde müthi bir dayanıma içindeler. Kız alıp veriyorlar. Kültürleri gelenekleri birbirine kaynamı. Arapça ve Kürtçeyi ana dilleri gibi konuuyorlar. Gecenin geç saatlerine kadar, oynayıp zıpladık. Birlikte türküler söyledik. En yakın dostların dıındaki misafirler gitmiti. Terasa çıkmıtık. Yataklar açıldı. Yazları tüm halk teraslarda, balkonlarda, yıldızların altında yatıyor. 30 kii kadardık. Yan yana yataklara uzanmı sohbet ediyoruz, istanbul'u soruyorlar sık sık. "Nesini anlatsam?" diye düünüyorum! Öyle ya, nesi anlatılır ki stanbul'un? Kirlenmi bir kent. Sokak infazları, gözaltı kayıpları, kuların ölümüne bile aldırmayan insanları. Kirlenmi denizi, yeili, çevresi, ne varsa güzel olan... Nesini anlatsam stanbul'un? Açlarını mı, isizlerini mi anlatsam? Sokak çocuklarını mı yoksa? Yoksa gece konduları baına yıkılan insanları mı anlatsam? Sefalet içindeki varolarını mı, acı yaam hikayelerini mi yoksa? Diz boyu yalanı, yolsuzlu u mu, nsan ilikilerindeki kabalı ı mı, yozlu u mu anlatsam? Bencilli i mi anlatsam yoksa, Emekçilerin sırtından kazanılan milyarları mı? Ertesi gün çarıda dolatım. Çarı ana-baba günü gözle görülür aırı kalabalık. Kahveler, çayhaneler tıklım tıklım insan dolu. Küçük taburenin dıında oturacak baka birey yok. Küçük çocuklar ellerindeki testiden su da ıtıyorlar insanlara. Ücretsiz ve gönüllü olarak. aıp kalıyorum, sizlik yüzde ellinin üstünde. Gitti im her yerde sürekli bir eyler ikram ettiler, ısrarla. Yabancıya karı müthi ilgililer. Ne foto raf çekmeme, ne de sordu um her hangi bir soruya ufacık olumsuz tepki göstermediler. Ortada bir havuz ve Atatürk heykeli, yol üçe ayrılır burda. Her yol 1 km. kadar ehir izleniminde sonrası malum. Sineması, tiyatrosu yok. Devlet hastanesi doktorsuz ve yetersiz, Siirt'in... Siirt gelimemi, yolları berbat. Sokakları düzensiz. Toz toprak pislik içinde. Alt yapı çözümlenmemi. çme suyu henüz bu yıl ba lanmı. Tüm halk bunun sıkıca bilincinde, devlet ilgilenmiyor diyorlar. Siirt yetim kalmı diyorlar. Sohbetlerde sık sık "Siirt'i nasıl buldun?" diyorlar, insanlar mükemmel, ilikileri de öyle. Ancak bu insanlar bu koullarda yaamaya layık de iller diyordum. Haklısın "ebi" diyorlardı. Her kelimelerinin arkasına mutlaka "ebi" kelimesi ekleniyor. Yediden yetmie, kadını, kızı sözlerinin sonuna ço unlukla "ebi" kelimesini ekliyor. Abi anlamına geliyorsa da, asıl anlamı de er vermek, hatır saymak ve saygılı olmakmı. G e z d i k dolatık. K a meramı her yana çevirdim. Dü ünün 3. günüydü. Yine güldük e lendik. Kına yaktık damada. 3. gece kına gecesiydi aynı zamanda. Aynı olaylar kız tarafında da yapılmakta dü ün boyu. G e ç s a a t l e r e kadar oturduk sohbet ettik. Sabaha karı 3 0 - 4 0 kii h a m a m a gittik. H a mama gelenek gere i mutlaka gidiliyordu. Ve hamam masraflarını damadın yakınlarından ve arkadalarından birisi karılıyordu. Titlo'dayız. Siirt'in en kutsal kasabası. ıhlar, evliyalar diyarı. Çocukların tümü kuran kurslarında. Camilerin, türbelerin foto raflarını çekiyorum. Kuran kurslarına gidiyorum. Foto raf çekiyorum. Ufacık bir tepki görmeyileri hatta sıcak ilgileri aırtıyor beni. Kaldı ki stanbul'da kovalandı ımız anlar olmutu, cami yakınlarından. Yabancı oluum bir, Foto raf makinem iki, baya ı dikkat çekiyordum. Böylece dü ünün son günü damat meydanda tra oldu. Takılan paralar berbere kaldı. Adetmi. stanbul'da takılan takı ve paralarla dü ün masraflarının çıkmasının hesabı yapılır oysa. Sonra arabalara bindik. Gelini almaya gittik. Gelin arapça türkülerle, zılgıtlarla, u urlandı. ehirde turlar atıp sonunda eve geldik. Onlar erdi muradına bende uzandım yata ıma. Epey yorgundum. Sabah 6'da kalkıp foto raf çekecektim. Deliksiz uyku uyudum yıldızların altında. Sabah yine çarıyı dolaıyoruz. "Gazeteci misin?' diye soranlara hayır diyorsam da, çek abi i yok güç yok, yaz bizi abi yaz, diyorlardı. Olur diyordum bende. Arka sokaklara geçtik, ehrin varolarına. Varolarda eski evlere rastladım, bakımsız ilgiye muhtaç. Çocuklarda öyle, yoksullukları her hallerinden anlaılıyor. Bol bol foto raf çektim. Siirt'te fıstık ve battaniye önemli bir küttür ve geçim kayna ı. Tansu Çiller, Siirt ziyaretinde fıstık fabrikası kuraca ına söz vermi. Yalı amcalar "biz ne sözler duyduk" deyip gülüyorlar kahve sohbetlerinde. 3 lise, bir ö retim fakültesi vardı yaklaık 70 bin kiilik Siirt'te. Nüfus olarak Kürtler ve Araplar hemen hem e n eit durumda. Siirt'in köyleri ve çevre ilçelerinde Kürt'ler yaıyormu. Köylerin boaldı ını, Siirt'in kalabalıklatı ını ve isizli in artı ını söylüyordu insanlar. Esnafı çevre köylerden gelen köylüler ayakta tutuyormu. Köyler boaldıkça esnafta i yapamaz duruma geliyormu. Yani öyle ya da böyle herkes ikayetçiydi gidiattan. Kolluk güçleri yaamın bir parçası olmu. nsanlar tedirgin. Ve bu güzelim insanları, Siirt'i gelecekte pek iyi eyler beklemiyor. Kirli sava, ticari ilikileri k o p a r mı. Artık köylerden ehre sebze meyve ve benzeri eyleri getiren kürt köylüleri yok. Siirt'li hamallarla konuuyorum. Ço u Kürt. Hiç bir güvencelerinin olmadı ını söylüyorlar. Kaderleri di er hamallara ben- ziyor. Baka bir kahvede bu kez köy hizmetlerinde çalıan insanlarla konuuyoruz. Memurlar, sendikasızlar. Ç o k eyin farkında de iller ama yine de emekçi olularının azda olsa verdi i bilinçte dolular. Kentin dıında devletten kredi alıp duvarları dikilmi de iik yapılara rastlıyorum. Kredi alınmı, duvarlar dikilmi ve böylece bırakılıp, paralar cebe indirilmi. Bunları insanlar anlatıyorlar. Özellikle ANAP döneminde buna benzer eyler fazlaca yaanmı. SHP'li belediyeden de kimse honut de il. Çalımamakla eletiriyorlar. nançlı bir halk, ıhlara, evliyalara m ü t h i d e e r veriyorlar. Ancak hiç bir konuda tutucu de iller. Çabuk de iecek, çabuk adapte olacakmı gibi bir yapıları var. Halkın e itim düzeyi genelde düük. En çok Zaman gazetesi okunuyor. Ayrılaca ım gün, tek tek vedalatım, tanıtı ım dostlarla. Bir ç o u garajlara k a d a r g e l m e k istedi. Israrla ikna ettim. Kafam karımıtı, yol boyu uyku girmedi gözlerime: böylesi dürüst, böylesi insanlıkla, sevgiyle dolu insanların oluu anlatamayaca ım duygulara itmiti beni. Kaldı ki bu insanlar e itimsiz, sanatsız, yetimilerdi. U runda güzel eyler düünülecek böylesi güzel insanların sıcaklı ı ile gözlerimi kapadım. Ve kent, her eye ra men erken saatlerinde çarıya gelen ilk hamallarıyla, seyyar satıcılarıyla, esnafıyla, açılarıyla o güzelim, tertemiz insanlarıyla devam edecek... TAVIR 39 N O T Reber/Öncü 40 T A V I R A Söz: Ozan Heseni Müzik: Grup Yorum Reber Ez nizanim dıjmin kî ye Xwîhmijî û dostanî çîye Reya rastî wînda kirîme Reber were ez nizanim Ez nizanim kî gunde me îvane kene xvendî me Li çol û çeparan mayî me Reber were ez nizanim Ya gundî bajarî me Faiya aqıl jî birî me Nezanî ye bin dest kiri me Reber were ez nizanim Hîn kırin be hosta nabe Zane bun be xwendin nabe Nıtıman be reber nabe Reber vere ez nizanim Reber dıbe pir baver be Ji bo mîllete erwan be Öncü Ben bilmiyorum düman kim Sömürü ve dostluk ne Doru yolu kaybetmiim Öncü gel ben bilmiyorum Ben cahil bir köylüyüm Okumamı bir cahilim Çitlerin arasında, çölde kalmıım Öncü gel ben bilmiyorum Ya köylüyüm ya ehirli Yok etmi faizm bilincimi Zulmü alımdayım cehaletin Öncü gel ben bilmiyorum Ustasız örenilmez Okumadan bilinmez Yurtsever öncüsüz olmaz Öncü gel ben bilmiyorum Öncü diyor ki inançlı ol Halkın için savaçı ol TAVIR 41 "Mezarı Kurunlanıyorsa, Hala Yaıyor Demektir." uhi Su yakınları, dostları ve devrimci sanatçılar tarafından ölümünün 8. yılında mezarı baında anıldı. Mezarının baında kısa bir konuma yapan Sıdıka Su "Ruhi Su bugün hala yaıyor, türküleri söyleniyor bunun için de mezarı kurunlanıyor." dedi. Konumanın ardından Dostlar Korosu ve Hüseyin lbey anıt mezarın baında türküler söyledi. Daha sonra anıt mezarın önüne gelen devrimci sanatçılar: Grup Yorum, Özgürlük Türküsü, Fotoraf ve Sinema Emekçileri, Aye Gülen Halk Sahnesi, Kültür ve Sanatta Tavır Dergisi ve Grup Ekin adına halkın Türkülerinin kanla dumanla boulmaya çalııldıı bu dönemde Ruhi Su'nun anıt mezarına yapılan saldırıyı protesto etti. Bugün onurlu-aydın, kimliini koruyan kültürsanat adamlarına büyük görevler dütüü, türkülerimizin hiç durmadan ate hattına sürmesi gerektii ifade edildi. "Çünkü türkülerimiz halkın gelien umudu, cokusu ve gönülden gönüle geçen özgürlük tutkusudur. Bu tutkunun önüne hiçbir güç geçemeyecektir. Ruhi Su'nun gürül gürül çalayan sesi türkülerimizde yaıyor, yaayacak" denildikten sonra "Bize Ölüm Yok" marı söylendi. EKN SANAT MERKEZNDE SÖYLE Eylül'de Grup Ekin, Ankara Halk Sahnesi, Fotoraf ve Sinema Emekçileri ve Kültür ve Sanatta Tavır Dergisi çalıanları tarafından Ekin Sanat Merkezinde düzenlenen söyleide Ruhi Su anıldı. Söyleide Ustanın yaamı, eserleri, kuramcı kiiliine yer verildi. Yaklaık .30 kiinin katıldıı söyleide ayrıca Ruhi Su'yu yaatmanın; Ruhi Su'nun düüncelerini ve bugünün mücadelesine denk düen kavgacı bir kimlikle Çada Halk Müziini gelitirmekten geçtii anlatıldı. Onu duraanlatırmanın, salonlara, kapalı mekanlara hapsetmenin Ruhi Su'yu bir kez daha öldürmek anlamına geldii vurgulandı. 42 T A V I R HABER YORUM OZAN HESEN LE SÖYLE: 964'te Artvin'den kaçıp Diyarbekir'e geldim. Artvin'de asker idim. Askerlik yapmam bu devlete dedim. Diyarbekir'den Silopi'ye oradan da Irak'a geçtim. Bölgenin mesulünün yanına vardım. Dedim ki; 'Ben burada pemerge olaca ım.' Beni kabul etmedi, geri gönderdi. Silopi'de bir köye geldim. Muhtarın evine vardım. 'Hocam ben okuyorum, beni barındır.' dedim, Kimli imi kontrol etti. Köyde de karakol vardı. Karakola teslim etti. Karakoldan Silopi'ye götürdüler. Burada onsekiz gün nezarette kaldım. Karakol komutanı bir gece yanıma geldi. Bana dedi ki; "Seni kelepçeye vurdurup, iki jandarmanın peine düürüp hudutta kurunlarız. Sonra deriz ki, sınır devriyesi vurmu kim oldu unu bilmiyoruz. Kaçmı hududu geçmek istemi, devriyeler de vurmu.' Sonra çekip gitti. Bunu duyunca çok korktum. Muhakkak beni öldürecek dedim. Nezarette bir pencere vardı. Pencerenin demirleri a aca sokulmutu. Kalktım ayaklarımı pencerenin üst tarafına dayadım. Demirleri çektim çektim, büktüm. Her an kaçabilirdim. Ama baktım ki, nöbetçi karanlık bir yerde bekliyor. Nöbetçi bırakmılar, kaçayım da vursun diye." Böyle anlatıyor kendisini çok etkileyen olayı Heseni. 1943 yılındado mu. am'da ve Irakta medrese e itimi görmü. Kürt tarihi, sosyalizm ve iir hakkında asgari bilgileri medreseden ö renmi; Ama medreseyi bitirdikten sonra hemen iir yazmamı. Ulusal mücadele geliip güçlendi i oranda o da iiriyle katılmı savaa. Dizeler aklına geldi inde alvarının cebinden naylon torbasını çıkarır, içinden aldı ı defterinin yapraklarına Arapça yazıyla döker duygularını. Demokratik kitle örgütleri u rak yeri, açlık grevi gibi eylemleri durak yeri olmu Heseni'nin. 25-30 civarında iiri var. 4-5 yıldır iir yazdı ını söylüyor. iiri nasıl yazdı ını öyle anlatıyor: "Ço u zaman yolda yürürken aklıma geliyor. Yol kenarına oturur ka ıda geçerim. Sonra eve gitti imde oturup düzeltirim. Reber adlı iiri de yolda giderken yazdım. Bir ölümüz vardı. Derik'e götürüyorduk. Giderken, araba da ların arasından geçiyordu. Baktım o da lar kupkuru, yeil namına bir ey yok. Bir sürüler bir de sürülerin baında çobanlar vardı. Hayvanların yiyebilece i hiçbir ey yoktu. Yoksullu u, sefaleti, ezilen halkları düündüm. Düündüm de 'Reber'i yazdım." Halkların kardeli inden 'Kürt, Türk, Arap... Birlemeli, Birlikte Mücadele Etmeli.' açılıyor söz. konuuyoruz uzun uzun. "Benim fikrim Kürt, Türk, Arap kim varsa birlemeli, beraber mücadele etmeli. Yoksa devrim zor olur. Birbirlerine karı çıkarlarsa, karı taraf daha güçlü olur. Bu zulme karı ancak bir devrim devleti olsun ki insanlar da eit olsun." Öfkemizde katledilen yazar ve airleri konuuyoruz. "Bu bir siyaset." diyor. "Ben iirimle, Musa Anter aratırmasıyla, kitabıyla, Aye Gülen tiyatrosuyla, sen derginle yaparsın mücadeleni, öbürü silahla. Onların bizi durdurabilmesi için öldürmesi, korkutması gerekir. E er bunu yapamazsa, milleti durduramaz. Bu halk devrimi yapacak..." diyor iç geçirerek. Heseni'nih cokusunu ve kararlılı ını paylaıyoruz. Baskılara karı direniin öncüyle anlam buldu u ve öncüsüz bir zaferin olamayaca ını söylüyoruz Heseni'ye. TAVIR 43 HABER YORUM 18 NSAN'DA YAPILAN ESM BASKININDA GÖZALTINA ALINARAK TUTUKLANANLARDAN ORTAK SAVUNMA: "Milyonların Azına Kilit, Yüreine Mühür Vuramazsınız! Ya hep beraber ya da hiçbirimiz. Kurtulmak yok tek baına yumruktan ve zincirden Ya hep beraber ya da hiçbirimiz Bir ses yükseliyor kırlardan ve ehirlerden. Bir ezgi yükseliyor kırık sazlardan, kor atete dalanmaz umuttan. Yazarını arayan öyküler sayfalardan, ezgilere uçuuyor. Ve replikler kaybolmadan aızlarda, direncin haykırıı oluyor, ardı sıra öykülerin, o kervana katılıyor. Karanlıı açlııyla yırtıp delen, 12 Temmuzlarda büyüyen, 17 Nisanlarda "Varsa Cesaretiniz Gelin" diyen. 13 Austoslarda duvara kanla adını yazan bu kervan, Vehbi'lerden, Eyüphan'lardan 1 yıl sonra, aynı-ehirde DGM salonlarından yükselerek geçiyordu. Karanlıın cellatları ve koruyucuları kendi evlerinde bir kez daha yargılanıyorlardı: "Nasıl bir kültür bu? Kaderciliin, karamsarlıın egemen olduu, insan ilikilerinin bireysel çıkarlarla sınırlandıı, susan, hep susan hakkını aramayan boyun een-direnmeyen insan tipinin egemen olduu bir kültürdür. Amaç, kendi öz kültürüne yabancılamı sınıfsal gerçeinin farkında olmayan, yaam biçiminin çarpık yapılanmayla kout belirlendii, yoz insan yaratmak, sömürülerini katmerletirmektir. Evet, biz emperyalist kültürün getirdii yozlua, çürümülüe, pislie, bencillie dur dediimiz için yargılanıyoruz. Biz, devlet terörüne karı demokrasi 44 TAVIR mücadelesi verdiimiz için yargılanıyoruz. kenceye, insan haklarının ihlallerine karı insanlık onurunu koruduumuz için yargılanıyoruz. Ülke de yaanan katliamlara, kayıplara, infazlara hayır dediimiz, Türkiye ve dünya halklarına tehir ettiimiz için yargılanıyoruz." Ürküp cellatlar sesin gücünden, kapattılar kulaklarını. Koruyucular kaçırıp gözlerimizden gözlerini, gezindirdiler tavanda umarsızca. Sesimiz mahkemenin duvarlarında yankılanmaya devam etti. "Ve biz okullarda, sokaklarda, fabrikalarda, sahnelerde halkların baımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini türkületirdiimiz için suçlu ilan edildik, ikence gördük cezaevine konduk. Mücadele gazetesi okumamız yargılanmamıza neden oluyor. Neden Mücadele Gazetesi okuyoruz? Mücadele gazetesi emperyalizm ve oligariye karı ezilen tüm halkların gazetesidir. Burjuva basınının yazmaya korktuu, egemenlerin kalemörlüüne soyunduu ülkemizde, bütün baskılara ramen halka doru haber vermeyi ilke edindii, Kürdistan'daki kirli savaı, uygulanan asimilasyon ve yoketme politikalarını tehir ettii için, katliamları, haksızlıkları, ikenceyi, infazları, kayıpları halka açıkladıı ve çözüm yolları sunduu için Mücadele Gazetesi okuyoruz. Eer bu suçsa (ki iddianameye göre suç) biz bu suçu ilemeye devam edeceiz." "Bugün Tavır dergisi, emperyalizmin kültür politikalarını ve faizmin demogojilerini te- hir ediyor. Siyasi gerçeklerin açıklanmasında, kitlelerin bilinçlenmesine yardımcı oluyor. Evet, iddianamede söylediiniz gibi halk Tavır dergisi. Mücadele gazetesi okuyarak bilinçleniyor. Tavır dergisi ezilen halkların çıkarlarını savunuyor, kurtulu yolları göstererek emekçi yıınların birlii dorultusunda mücadele ediyor. Derginin sayfalarında Grup Ekin'in yaam sevinci, daha güzel bir dünyaya inancı, hak alma bilincini türkületirmesini, Ankara Halk Sah" nesinin bu topraklar üzerindeki halkların açlıını, sömürünün zulmünü oyunlatırmasını, Ankara Fosem'in ulusal kimlii, dili, kültürü yok sayılan Kürt halkının yaantısını fotoraflatırmasını görüntülemesini görürüz, okuruz. Ankara Tavır çalıanları ve biz okuyucuları bunun için 18 Nisan 1993 günü polis terörüne, talanına tanık olduk. Sayın savcıya soruyoruz: anaların, babaların gözleri önünde katledilen çocukları ailelerinden koparan kimlerdir? Kürdistan'da hergün köy meydanlarında katledilen kadınlarıerkekleri çocuklarından ayıran bu devlet politikası deil mi? Peki açlıktan, yoksulluktan cami avlularına, sokaklara, Daraülaceze'ye bırakılmak zorunda kalınan çocukları ailelerinden ayıran bu sömürü sistemi deil mi? Gençlerin, çocukların gelecei konusunda duyarlı olan sayın savcıya soruyoruz: kence tezgahlarında 15 yaında ki gençlere insanlık dıı uygulamalar yapılırken aynı duyarlılıı neden göstermiyorsunuz? Siz bunlara yanıt vermeyebilirsiniz ama biz biliyoruz ki bu düzen ne ya ne de cinsiyet ayırımı yapıyor." Mahkeme salonunun her tarafında sadece sesimizin tınısı vardı. Ve artık salona sıamıyorduk. Siyah cüppelilereyse sesimizi dinlemek düüyordu: "Bu davada kimler yargılanıyor? Bu davada yargılananların ya ortalamasına bakarak kimse yanılmasın. Bu davada HABER YORUM DAVETYE yargılananlar ahsında onbinlerce Mücadele Gazetesi okuyucuları, onbinlerce Tavır Dergisi okuyucuları yargılanıyor. 12 Eylül faizminin uzantısı olarak YÖK'ün altında ezilmek istenen daha 20 yaına gelmeden yirmi yüzyıl yaamı gibi özverili; halkın sorununu kendi sorunu bilen devrimci-demokrat örenci gençliin sesi yargılanıyor. Ayın onbeini getiremeyen bordro mahkumlarının "Haklıyız Kazanacaız" iarı ile sokakları dolduran memurlarımızın sesi yargılanıyor. Alınterleri ile cennet vatanlar yaratan hayatı durduran yeni dünyalar kurma gücüne sahip ve zincirlerinden baka kaybedecek eyleri olmayan içi sınıfımızın sesi yargılanıyor. Taban fiyatları adı altında ürünü yok pahasına elinden alınan "Bu vatanın efendileri" diye kandırılan köylülerimizin sesi yargılanıyor. Gecekondusu baına yıkılıp, ekmek teknesi elinden alınan küçük esnafımızın sesi yargılanıyor. Sergisi yamalanan, kitapları-filmleri yasaklanan, türkülerine tahammül edilmeyen, kasetleri toplanan, konserleri yasadıı ilan edilen sanatçılarımızın, Sivas'ta diri diri yakılan aydınlarımızın sesi yargılanıyor. Evlatları ikenceden geçirilen, sokaklarda kuruna dizilen, tutuklanıp cezaevine konan, analarımızın sesi yargılanıyor. Kısacası HALKIN SES SUSTURULMAK STENYOR. Son sözümüzü söylüyorduk bu davada: "... unutulmamalıdır ki ne Mücadele Gazetesinin varlıı bürolarıyla, ne de Tavır Dergisinin okurları bu salonu dolduranlarla sınırlıdır. Büroların kapısına "onurunuz" olan mühürlerden vurup kapatabilirsiniz. Gücünüz bu kadarını yapmaya yeter Ama milyonların azına kilit, milyonların yüreine mühür vuramazsınız. Kimsenin buna gücü yetmeyecektir..." ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ Grup Özgürlük Türküsü, Samalcılar Cezaevinde tutuklu bulunan solistleri Yusuf KARADA ile birlikte "yargılanacaı" salonda özgürlük türküleri söyleyecek... SOLST GELN BRLKTE SÖYLEYELM YUSUF Tarih : 9 Eylül 1993 KARADAS Saat : 11.30 ÖZGÜRLÜÜNE Davetiye en az iki kiiliktir. Salon görevlileri sorun çıkarabilir.. ALDIRMAYIN!.. Yer : stanbul 1 No'lu DGM (Giri Ücretsizdir) KAVUTU Yusuf Karada 1. Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'ndeki sorgusunda; "... Gerçekçi sanat anlayıının temelinde mücadele olmalıdır. Kavga olmalıdır. Çünkü bu sanat, yaaması için gerekli gıdayı emekçi halk kitlelerinin mücadelesinden almaktadır. Sanatın tarihi toplumların tarihinden ayrı düünülemez. Çünkü tarih ilerlemenin, yeni buluların oldu u kadar, öldürülen ozanların, bilim adamlarının, ikencelerde katledilen sanatçıların, yakılan kitapların, yıkılan mimari yapıların, ya malanan uygarlıkların, soysuzlatırılan kültürel de erlerin utancını da taır. Ancak u çok iyi bilinmelidir. Bu utancın sahipleri bizler, yani tarihin her döneminde ezilen, sömürülen, ikence gören, katledilen, her türlü haksızlı a u rayan halk kitleleri de il tersine bu utancın gerçek sahipleri tarihin her döneminde egemenler olmutur. Bizler her zaman geçmi tarihimize, yaratmı oldu umuz de erlere sahip çıkmasını bildik. Geçmiimizle gurur duyduk. Çünkü biz iyi, güzel, sömürüsüz bir dünyayı istiyoruz. Ve. bunun mücadelesini veriyoruz. te, bizlere uygulanan baskıların, katliamların, gözaltıların, ikencelerin ve tutuklamaların gerçek nedeni budur. Biz sanatçılara uygulanan bu baskılar Ülkemizde halklarımıza karı balatılan "Topyekün Sava "tan ayrı de ildir. Bu ülkede her gün sokaklarda insanlar öldürülüyor. Gözaltında "kayıplar" yaanıyor. Bugün içilere, memurlara, ö rencilere, yoksul Kürt halkına karı, kelimenin tam anlamıyla sava açan devlet, katledilen yurtsever milletvekilinin cenazesinin kaldırılmasına müsaade etmiyor. Böylesi koulların yaandı ı ülkemizde Susmak devletin tüm katliam ve baskılarını onaylamaktır. SUSMAYACAIZ."diyordu. Yusuf Karada artık özgür ancak yukarıdaki davetiyenin benzerleriyle sık sık karılaabiliriz. TAVIR 45 HABER YORUM GENÇ EKN SANAT MERKEZ AÇILDI Genç Ekin Sanat Merkezi 15 A ustos 1993 günü yaklaık 100 kiinin katıldı ı bir açılıla çalımalarına baladı. Küçük bir salonu ve bir kitap standı bulunan G.E.S.M'de müzik, tiyatro ve resim çalımaları yapılıyor. Paneller, okuma günleri, film gösterileri gibi etkinlikler düzenleyen G.E.S.M'nin emekçileri, "G.E.S.M'nin insanın insan tarafından sömürülmesine karı yaamın özünü, yönelilerini çözümleyerek yol gösterici olaca ını" söylüyor. Kültür-sanat alanındaki görülerini yayınlayacakları bir bültenin çalımalarına baladıklarını, ilerleyen süreçte bu bültenin dergi haline gelece ini vurguluyorlar. Toplumsal yaamın tüm alanlarında yaanan apolitikletirme, yozlatırma ve kiiliksizIetirme bombardımanına karı bir cephe oluturmak amacıyla be yıl önce kurulan BESD'in (Bo aziçi Ekin Sanat Derne i) gelene ini sahiplendiklerini fakat onu atıklarını söyleyen G.E.S.M çalıanları BESD'in dernekçilik anlayııyla, amatörce çalımalar yaptı ını G.E.S.M'nin ise daha profesyonel ileyii oldu unu belirtiyorlar. Egemen güçlerin halkı teslim almak amacıyla dayattı ı yoz kültüre karı devrimcilerin de alternatif olarak sosyalist kültürü yaymalarının görev oldu u bir süreçte bu alanda devrimci bir birlikteli i yakalamak için çalıacaklarını belirtiyorlar. Çok kısa bir süre önce kurulmalarına ra men bu konuda çalımalara baladıklarını ifade eden G.E.S.M'liler, ilk adım olarak Sanatçı nisiyatifi adlı oluumun içinde yer alarak, burada çalımalar yürütüceklerini açıklıyorlar. Sanatçı inisiyatifi'nin hedeflerini: Türkiye'deki insan haklan ihlalleri, gözaltında kayıplar ve infazlar karısında duyarlı olmak bunları önlemek için eylemler gerçekletirmek ve kamuoyunu bu konuda harekete geçirmek oldu unu anlatıyorlar. Sanatçı inisiyatifi'nin ilevini ne ölçüde yerine getirebildi i sorumuza ise doyurucu bir yanıt verilemiyor. Devletin infaz politikasına karı her zaman mücadele edeceklerini ve devletin bu yüzünün tehir edilmesi için yapılan tüm eylemlere aktif destek vereceklerini belirten G.E.S.M çalıanları artık sadece "kınıyoruz" mesajlarıyla yetinmeyip toplumcu-gerçekçi sanatçı olmanın bedellerini ödeyeceklerini söylüyorlar. Da arcık Halk Bilim Aratırma Derne i, Grup Dalga, Ekin Sanat Merkezi, Can enli i Oyuncuları, Magma Sanat Grubu, Haydar Ünal ve Olgun ensoy tarafından oluturulan |bir komite Sivas'ta katledilen 35 aydın ve sanatçının sesinin susturulamıyaca ını göstermek ve bu katliamı belleklerde canlı tutmak için "Yüzünü Yitiren ehir" adlı bir gece düzenleme karan aldı. Magma Sanat Grubu'nun bu etkinli e ba lı olarak düzenledi i foto raf sergisinde Sivas katliamının görüntüleri yer alıyordu. Sergiye gösterilen yo un ilgiyi hazmedemeyen polis, henüz ikinci gününde sergiyi kapattı. Buna karın sergiyi izlemeye yaklaık 10.000 kii gelmiti. Serginin kapatılmasından bir gün sonra, 7 A ustosta yapılacak etkinlik de "Türkiye'de karmaa çıkaca ı" gerekçesiyle yasaklandı. Daha sonra C H P Mamak lçe Örgütü gecenin yapılması için izin aldı. Fakat geceyi içi bo bir hale getirmeye ve gecede kendi propagandasını yapmaya çalıan CHP, bu amaçla Grup Ekin'in geceye katılmaması için büyük bir çaba sarf etti. Bu gelimeler üzerine geceyi organize eden komite, etkinli in yapılaca ı Gençlik Parkı'nda geceye yönelik, engellemeleri bir basın açıklamasıyla protesto etti. Komite daha sonra, satılan biletlerin paralarını Ka ıthane içilerine vermeyi kararlatırdı. 46 TA V IR NOKTA HABER ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ Özgürlük türküsü 15 A ustos 93'te Halkın Gücü Gazetesi sahibi Rıza Güneer'in katledilmesinin kınandı ı pikni e katıldı. Kemerburgaz'da yapılan piknik 500 kiinin cokulu halaylarıyla son buldu. Özgürlük Türküsü 27 A ustos günü Beykoz Kültür Aratırma Derne i'nin (BEYKAD) Beykoz SHP lokalinde düzenledi i, enli e katıldı. Yaklaık 200 kiinin bulundu u enlikte Özgürlük Türküsü dıında Armutlu Çocuk Korosu ve Kumo luköyü Dayanıma Derne i tiyatro grubu yer aldı. 5 Eylül günü Gebze Sendikalar birli i ve Ça da Marmara Gazetesinin düzenledi i ve Gebze Metin Oktay Stadındaki "Ka ıthane içileriyle dayanıma"enli ine Özgürlük Türküsü, Denge Azad, Kızılırmak,Ferhat Tunç, Selda katıldı. enlikte pankart açan bir gruba saldıran polis 19 kiiyi gözaltına aldı. Özgürlük Türküsü Genel-i'in özelletirmeleri konu alan öleninde yer aldı. Yaklaık 200 kiinin katıldı ı ölen stanbul Kadırga Fen Ileri'nde düzenlendi. ölene 2 bölüm halinde çıkan Özgürlük Türkü-sü'nün dıında içiler de söyledikleri türkülerle ölene renk kattı, özgürlük Türküsü 2 Ekim günü Kristal- sendikasına ba lı Cam içilerinin grevini ziyaret etti. Genel'inde katıldı ı ziyaret içilerle beraber çekilen halaylarla son buldu, Özgürlük Türküsü 3 Ekim'de TAY AD, Özgür-Der, istanbul Özgür-Der, Marmara Özgür-Der'den sonra kurulan TYAD açılıındaydı. Yaklaık 200 kiinin katıldı ı açılıa ozan Fevzi Kurtulu da türküleriyle katıldı. Ezilen halkların sesinin susturulamayaca ının birkez daha belirtildi i açılı, dernek içerisinde balayıp dıarıya taan halaylarla sona erdi. Çukurova Konserleri: Adana, Osmaniye, Ceyhan ve Düziçi'nde yapılması düünülen konserler yasaklamalar nedeniyle sadece 10 Ekim'de Düziçi'nde yapılabildi. Salonun 300 kiilik olmasına ra men konser 500 kiiye verildi. Cokunun dorukta oldu u konser halaylarla sona erdi. HABER YORUM BARI VE KARDELK FESTVALNE YASAKLAMA GRUP YORUM iyarbakır'da faaliyet yürüten 29 Demokratik Kitle örgütü, sendikalar siyasi partiler, dergiler platformu ve meslek odalarından oluan "Diyarbakır Demokrasi Platformu"nun katılımıyla 3-4 Eylül tarihlerinde yapılması düünülen "Barı ve Kardelik Festivali" ne Diyarbakır Valili i'nce izin verilmedi. Gerekçe olarak ise, "Festivale 18 Eylül'de TÜ'nün alternatif açılı katılacak sanatçı ve konumaenli inde Grup Yorum bir dinleti verdi. cılara ait belgelerin tamamlanAçılıa yaklaık 200 kiilik bir katılım madı ı, sergilenecek resimlerin oldu. Demokratik Üniversite dosyasında bulunmadı ı, katımücadelesinde ö rencilerin yanında lacak müzik topluluklarının daoldu unu vurgulayan Yorum, Seher ha önce çıkarmı oldukları kaahin çin yapılan "Kömür Gözlü Kız" setlerdeki bölücü, bölgeci, ırk adlı parçasını ö rencilerle birlikte ve bölge farklılıkları göstererek seslendirdi. terör örgütleri lehinde propaganda yaptıkları (...), yapılan GRUP EKN ariv aratırmalarından hare27 Mayıs I993'te Ka ıthane Beketle: bölgenin siyasi yapısı, lediyesinden atılan içilerle dayanıma son günlerde meydana gelen gecesine-Artvin Kültür, halkoyunları ; olaylar ve yapılacak festivalin Da arcık, tiyatro gösterimleri; Grup ekin vatandaları tahrik edecek niteve Grup Dalga, müzikleri; Mehmet Özer, likte olaca ı(...) ve devletin üldia göste-risyle katıldı. Gece, içilere kesi ve milleti ile bölünmez büdirenite moral ve çoku aıladı. tünlü üne gölge düürece i..." 25 A ustos '93'te Grup Yorum zmir'de bir konser verdi. Sivas'ta katledilen sanatçılar için yapılması planlanan gece, organizasyon yetersizli inden dolayı Grup Yorum konserine dönütü. Konsere yaklaık 2000 kii katıldı. Devrim ehitleri ve Sivas'ta katledilenler için yapılan saygı duruuyla balayan gece halaylarla son buldu. Festivalin yasaklanmasıyla ilgili olarak 28.08.1993 günü Platform adına bir basın açıklaması yapan HD Diyarbakır ube Bakanı Sedat Aslanta, "Devletin Kürt sorununa uzlamaz bir tutumla yaklatı ını, yasaklamanın bunun bir göstergesi oldu unu ve bu politikaların ortaya çıkardı ı sonuçların çözüm de il, çözümsüzlük oldu u kesinlik kazanmıtır" dedi. Bununla ilgili olarak, Demokratik bir kurum olarak her türlü yasal hakların kullanılaca ı, konunun Avrupa nsan Hakları Komisyonu'na götürülece i belirtildi. Bu yasa a ra men herhangi bir alternatif düünmeyecekleri, yasal bir kurum oldukları için ancak yasal yollarla hareket edecekleri de belirtiliyordu. Daha önce de Petrol- Batman ubesinin 26-27-28 A ustos tarihleri arasında düzenlemeyi düündü ü "BatmanSanat enli i" de benzer gerekçelerle yasaklanmıtı. Devrim-ci-demokrat sanatçıların birlikteli i geceyi daha da nitelikli kıldı. 2 Eylül '93 tarihinde Kıbrıs'ta k o n s e r 9 Haziran I993'te Artvin'de düvermek için yola çıkan Grup Yorum'un, ilk zenlenen Grup Ekin konseri birçok gözaltısı havaalanında Taner Tanrıvereksikli e ve organizasyon sorunlarına di'yle baladı. Kıbrıs'a gidebilen di er elekarın gerçekletirildi.' Gece bavurusu manları; Elif S u m r u Gürel, N u r a y E r d e m sırasında aktif destek sözü veren bir ve dayanıma için gruba katılan Özgürlük Türküsü elemanı rat Aydın, konsere iki s a a t kala kısım demokratın (!) gece yaklatıkça gözaltına alındılar. K o n s e r , " s a l o n u n dayanıksızlı ı" gibi keyfi bir gerekçeyle yasaklandı. sırt çevirmelerine ra men Grup Ekin, Ancak bununla kalınmayıp Grup Yorum elemanları sınırdıı edildi. 250 kiilik bir dinleyici kitlesiyle B u keyfi y a s a k l a m a v e saldırganlık, G r u p Y o r u m elemanlarının d a katıldı ı bir b a s ı n kucaklatı. toplantısıyla tehir edildi. O K M 'd e yapılan basın toplantısına m ü z i s y e n F e v -zi Kurtulu, yazar 10 Temmuz 93'te Ankara'da CHP Hayati Azim, Kültür ve Sanatta Tavır Dergisi ve O K M çalıanları katıldı. Altında Gençlik Komisyonu'nun Fevzi Kurtulu konumasında, devrimci sanatçılar arasında özellikle G r u p Y o r u m ' u n düzenledi i açıkhava konseri, hafif siyasi iktidarın y o u n baskısıyla karılatı ını belirterek k e n d i s i n e a y -dın, d e m o k r a t diyen h e r k müzik sanatçısı Deniz Pınar Atılgan, e s i n bu baskılara karı duyarlı olmaları gerekti ini söyledi. Fevzi Kurtulu ayrıca di er sanatçıların TRT halk müzi i sanatçısı Canan basın toplantısına gelmemelerini kınadı. Bakaya, Grup Geçmi Gelecek ile Yazar Hayati Azim ise yaptı ı kısa konumada "Grup Yorum'u Kıbrıs'ta sınır-dıı e d e n l e Grup Ekin katıldı. Konseri r , susturacaklarını sanıyorlar. Tıpkı Türkiye ve K ü r d i s t a n ' d a konserleri y a s a k l a y a n l a r gibi. G r düzenleyenlerin bir yandan "Konse rin u p Y o r u m elemanlarınısınırdııe d e n le r türkülerinin sınır duvarlarını aıp Kıbns halkına lokomotifi sizsiniz" söylemleri, bir ulamasını engelleyemeyecekler"dedi. yandan da korku ve k a y g ı l a r ı vardı. Grup Yorum, yaptı ı açıklamada : "Kıbrıs'ta konser veremedik ve sınırdıı edildik. A n c Düzenleyenlerin, Grup Ekin birkaç a k türkülerimiz sınırdıı edilebilir m i ? Kıbrıs tarihinde bu e n g e l l e m e bir kara l e k e o l a r a k parça söyledikten sonra mikrofonla kalacaktır. A m a G r u p Y o r u m türküleri, sınırları a ı p dilden dile söylenecektir" dedi. "Grup Ekin son parçasını söylüyor" HALKLARIN TÜRKÜLER SINIR TANIMAZ ! demeleri, kitle tarafından protesto edildi. Grup Ekin ise "daha buradayız" diyerek konsere devam etti. KIBRIS'TA BR KONSER: GRUP YORUM VE SINIRLAR! T TAVIR 47 HABER YORUM NOKTA HABER 1993 ABD P E K Ç KARKATÜR YARI MASI ! "... Altı yıl öncesini düü Konu: "2000 YILINA GÜLEREK" Bir karikatür sergisi düleyin; izleyenleri kahkaha tufanına bo an, onları keyifli bir dünyanın doruklarına taıyacak salt güldürmeye yönelik bir mizah öleni. Son katılma tarihi: 20 A R A L I K 1 9 9 3 Adres: Milliyet sanat dergisi Nuruosmaniye cad. CAALOLU-STANBUL kın Ayrancı o lu bu yarımaya karsı. Bu yarımaya tepki oluturmak için çaba sarf ediyor. nüyorum... Karikatüre baladı ım yılı... 1 9 8 7 Abdi pekçi Karikatür Yarımasını... Yarımanın o yılki konusu: Tür-kiyede Konut Sorunu" idi. Karikatüre bu yarımaya katılarak balamıtım. Yaptı ım ilk karikatürler sergilenmeye de er bulunmutu. Sevinmitim. Daha güzel eyler yapmak için güç bulmutum kendimde. Yarımada birinci olan çizer de bu yarımayla balamıtı karikatüre. Abdi pekçi'yi düünüyorum... öldürülen adamı... Sonra Çetin Emeç'leri, Turan Dursun'ları, U ur Mumcu'ları, Musa Anter'leri... Sivas'ta katledilenleri... Düündükleri için öldürülenler.:. nsanların düündükleri kültür ve sanatta TAVIR aylık sanat ortaköy yazı ileri kültür ve sanat müdürü: bilimsel aratırma dergisi yay. org. film tic. san. Itd. ti. TEMMUZAUSTOS '93 adına sahibi: sayı 28 elif sumru gürel yazıma adresi: gürel Yarımanın jürisine bakıyorum:... Enis Batur, iadamıFoto rafçı akir Eczacıbaı, karikatür starları Ferruh Do an, Ali Ulvi, Turhan Selçuk. 1987 yılında yeni karikatürcüler ortaya çıkaran yarıma, 1993 yılında "salt güldürmeye yönelik" mizah anlayııyla pekçok karikatürcüyü tabii jüridekileri de- yoketmeye çatııyor. Çünkü, genelde sanata, özelde karikatüre salt biçimsel nitelik yüklemek ve içeri i reddetmek sanatçının yok edilmesidir. imdi Abdi pekçi Karikatür Yarımasına konu öneriyorum: "2000 YILINA UTANARAK" diyarbakır malatya adana abone koulları dereboyu cad. no:110 ortaköy /stanbul tel: 258 69 87 fax: 258 69 87 cihan sokak 21/10 sıhhiye/ankara TAVIR aimanya çin tei: 231 33 07 ınonu inönü cad. cad. leblebici ap. inönü cd. yurtiçi 60000-TL yapı kredi üzeri (1 yıllık) 36/6 aydın ihanı yurtiçi 120000-TL bankası kat: 6 malatya kat:5 no: 505 yurtdıı 45.-DM 3004646-6 adana elif sumru gürel no: 5 diyarbakır tel:352 1744. akbank ortaköy- ist. b. ofset hazırlık: temiz ap. hesap no:8583 48 SVAS GECES Pir Sultan Abdal Kültür ve Tanıtma Dernei tarafından, Sivas'ta yakılarak katledilen 35 ay-dın-sanatçının anısını yaatmak amacıyla 16 Eylül tarihinde Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda bir gece düzenlendi. Adeta izdiham yaanan, youn ilginin gösterildii geceye: Arif Sa, Grup Kızılırmak, Deste Günaydın, Musa Erolu ve Koma Rojhelat katıldı. Gecede ayrıca Sivas katliamının görüntülerinin yer aldıı video gösterimi yapıldı. (6 aylık) ortaköy kültür merkezi elif sumru an kara için öldürüldükleri bir ortamda, düündürmeyen eser üretmek çözüm olarak sunuluyor sanatçılara. 16 Temmuz I993'te Arhavi Belediyesi'nin Kültür ve Sanat Festivali'ne Grup Ekin de son gece katıldı. Grup Vitamin ve Emel Müftüolu'nun oldukça dejenere programından sonra saat ancak 02.00'da sahneye çıkabilen Grup Ekin'in 3000 kiilik kitle sabırla bekledi. Konsere kitlenin cokulu katılımı aynı zamanda dejenere müzie karı verilen tepkiyi de ortaya koyuyordu. 15 Austos I993'te Grup Ekin, CHP'nin düzenledii ve Özgür Karadeniz Gazetesi Hopa temsilciliinin aktif çalıması ile Hopa'da bir konser verdi. 500 kiilik bir salonda yapılan konser gerek organizasyon gerekse kitleyle bütünleme açısından oldukça etkiliydi. 26 Eylül I993'te Keçiören Hal-kevi'nin düzenledii enlikte son günü birçok sanatçının katıldıı "Deniz Koyduk Adını" adlı açık-hava konseri Grup Ekin ile noktalandı. 2500 kiinin katıldıı konser, polis engeli ve organizasyonun geri tavrı nedeniyle normal biti saatinden önce bitti. tavır yayınları baskı: yalçın ofset