Poster Sunumları - Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi

Transkript

Poster Sunumları - Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi
Türk Toraks Derneği
17. Yıllık Kongresi
Poster Sunumları
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
AKCİĞER PATOLOJİSİ
P001
A spicular pulmonary mass mimicking a
secondary metastatic lesion
Arjana Hamdi Sina, Dafina Pali Todri, Hasan Sulejman Hafizi
University Hospital of Tirana ‘Shefqet Ndroqi’
A 52-year-old man with a 30 pack-year smoking history was admitted
to our hospital with a 3 weeks history of cough with haemoptysis, chest
pain, hematuria, weight loss and fever. At admission, the patient was in
moderate clinical condition and systemic review was unremarkable. He
has no significant past medical history and is on no medication. Laboratory data showed an erythrocyte sedimentation rate of 45mm/hr, the other
data were normal.
CT revealed a large spiculated mass 4.5cm x 4 cm with a central destructive cavity, in the 1st and 2nd segments of the left lung. Mediastinal
lymph nodes up to 1 cm. In the right kidney was revealed a heterogenic
mass, which got contrast and seemed to infiltrate iliopsoas muscle.
Abdominal ultrasound-revealed a cortical mass, 4x4 cm in diameter, in
the right kidney.
A fiberoptic bronchoscopy with bronchoalveolar lavage and transbronchial biopsies was performed. Culmen and its 3 segments presented with
edematous and hyperemic mucosa which cause a mild obstruction. Bronchial lavage: cytology resulted – necrotic material, predominantly neutrophils; BK culture negative
Tran thoracic needle biopsy – resulted inflammatory lesion.The patient
was discharged from hospital in 06/19/2013 with dg: Susp lung cancer
and right kidney tumor.
Renal mass biopsy- resulted clear cell renal carcinoma
He underwent the kidney resection and came after one month for evaluation of the pulmonary lesion which was almost healed with subsequent
scarring.
The definitive diagnosis: Inflammatory pulmonary lesion and Clear cell
right renal carcinoma
Keywords: Secondary pulmonary metastatic lesion, renal carcinoma,
spicular lesion
P002
öksürükle gelişen rektus hematomu
Harun Karamanlı, Bilal Arık
Mevlana Üniveristesi Tıp Fakültesi, Konya
Abdominal rektus kılıfı hematomu nadir gelişen ancak fatal seyir gosterebilen bir bir tablo olup; yaşlı ve kadınlarda daha sık gorulmektedir.Son
2 haftadır gidere artan non produktif şiddetli öksürük şikayeti ile değerlendirilen hastanın 1 haftadır artan, sağ alt kadranda ağrı tarif ediyordu.
Abdominal tomografide sağda rektus kılıfı icerisinde hematomla uyumlu
lezyon rapor edildi.Hastanın anamenez ve hikayesinden rektus hematomu
yapabilecek risk faktörlerinden sadece subakut nonproduktif öksürük ve
aspirin kullanımı mevcuttu.
Rektus kılıf hematomuna neden olan birçok tetikleyici faktör vardır.
Çoğu antikoagülan kullanımına ikincil gelişen spontan kanamalardır. Özellikle astım bronşiale, pnömoni gibi akciğer hastalıklarında intraabdominal
basıncı arttıran şiddetli öksürük en sık travma dışı mekanizmadır.Bizim
olgumuzda hastanın öksürük ve aspirin kullanımı dışında ek risk faktoru
saptanmadı.
Uzamış ve inatçı öksürük durumunda, rektus kılıfı hematomu gelişimi
icin akılda tutulması gereken risk faktorleri arasındadır
Anahtar Kelimeler: öksürük, rectus hematom
Şekil 1. rectus hematoma
P003
Castleman Hastalığı, Bir Olgu Nedeniyle
Deniz Doğan, Nesrin Öcal, Alev Taşkın, Ergün Uçar, Hayati Bilgiç
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Figure 1. CT at hospital addmission revealed a large spiculated mass 4.5cm x 4 cm
with a central destructive cavity
Figure 2. Good resorption one month after antibiotic treatment
Castleman hastalığı, nadir bir lenfoproliferatif hastalık olup genellikle
asemptomatik olgularda rutin taramalarla saptanır. Dev lenf nodu hiperplazisi, angiofolliküler lenf nodu hiperplazisi gibi isimlerle de anılmaktadır.
Sıklıkla mediastinal alanda timoma görüntüsü ile karışabilen soliter, benign bir kitle görünümünde ortaya çıkan hastalığın histopatolojik olarak
hyalen vasküler tip ve plazma hücreli tip olmak üzere iki tipi vardır. Biz,
klasik dev lenf nodu hiperplazisine ait radyolojik görünüm dışında prezente olan farklı bir olguyu paylaşmak istedik.
Aktif şikayeti olmayan 21 yaşında erkek hasta yapılan peryodik kontrollerde çekilen PA akciğer grafisinde izlenen lezyon nedeniyle kliniğimize refere edilmiş. Hastaya toraks BT çekildi. Torkas BT’de bilateral alt lo
bronşları etrafında peribronkovaskuler dansitler ve sağda orta lobda, solda
ise lingula inferiorda kollabe görünüm izlenen hastaya tanısal bronkoskopi
işlemi uygulandı. Alınan biyopsi sonuçları tanısal gelmeyen hastanın mevcut lezyonlarına yönelik tanısal cerrahi işlem için göğüs cerrahisi kliniğinde
cerrahi lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Alınan materyalin patoloji sonuçları
castleman hastalığı, hyalin vaskuler tip olarak raporlandı.
Bu olgu nadir görülen bir patoloji olan Castleman hastalığının tipik bulgularını ve radyolojik görünümünü sergilememesi bakımından farklı bir
örnek teşkil etmektedir. Klasik olarak dev mediastinal lenf nodu olarak tarif
edilen bu hastalığın öncelikli öntanılar arasında yer almadığı olgulara örnek teşkil etmesi açısından paylaştık.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
3
POSTER SUNUMLARI
Anahtar Kelimeler: castleman hastalığı, histopatoloji, lenf nodu
P006
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Primer Trakeobronşial AL Amiloidozis
Nur Seda İbili1, Arif Hikmet Çımrın2, Atila Akkoçlu2, Duygu Gürel3
Dokuz Eylül Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir
1
2
3
Şekil 1. Bilateral alt lob bronşu etrafında peribronkovaskuler dansiteler a. mediasten
kesiti b. parankim kesiti
P004
Pulmoner Glomanjioma: olgu sunumu ve
literatürün gözden geçirilmesi
Muhammet Reha Çelik, Hakkı Ulutaş, Akın Kuzucu
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Turgut Özal Tıp Merkezi Göğüs Cerrahisi, Malatya
Glomanjioma, arteriovenöz anastomozların etrafını saran glomus cisimlerinden kaynaklanan benign yumuşak doku tümörleridir. Tüm yumuşak
doku tümörlerinin %1.6’sını oluşturan glomus tümörleri genellikle bu olgu
ekstremitelerde ortaya çıkar. Bu çalışmada sağ akciğer alt lobunda glomanjioma saptanan 40 yaşında kadın hasta sunuldu.
Göğüs ağrısı ile kliniğimize başvuran hastanın çekilen bilgisayarlı tomografisinde 4.0 cm çapında solid kitle lezyonu saptanmıştır. Preoperatif
fiberoptik bronkoskopi uygulanmış ancak endobronşial lezyon saptanmamıştır. Kitle, etrafında sağlam akciğer dokusu olacak şekilde video yardımlı
torakoskopik wedge rezeksiyon ile çıkarılmıştır. Histopatolojik bulgular;
uniform olarak dizilmiş, berrak sitoplazmalı, küçük nukleusları olan ve mitotik aktivite göstermeyen küçük yuvarlak hücrelerden oluşan glomanjioma olarak rapor edildi.
Glomus cisimlerinin akciğer parankiminde neredeyse hiç bulunmamasından dolayı pulmoner glomanjiomalar son derece nadir lezyonlardır.
Kolaylıkla daha sık görülen primer veya metastatik akciğer lezyonları ile
karıştırılabilir. Nüks etme ihtimali düşüktür. Bu tümörde cerrahi yaklaşım
ve komplet rezeksiyon kesin tanı ve küratif bir tedavi için en doğru tercihtir.
Anahtar Kelimeler: Glomangioma, VATS, Komplet Rezeksiyon
Amiloidoz, primer(AL protein), sekonder(AA protein), herediter ve
diyaliz amiloidozu olarak dört formda görülmektedir. Sistemik bir klinik
antite olmakla birlikte organ sınırlı olarak da görülebilir. Trakeobronşial
amiloidoz tüm amiloidoz tiplerinde olsa da, özellikle AL amiloidozda bildirilmiştir. AL amiloid birikim ile karakterli primer trakeobronşial amiloidoz
olgusu sunulmuştur.
34 yaşında, mobilya imalatı yapan erkek olgu. 3-4 aydır giderek belirginleşen nefes darlığı, öksürük, hırıltılı solunum şikayeti ile başvurdu. özgeçmişde özellik saptanmadı. 10paket/yıl sigara kullanımı mevcuttu. Fizik
muayene bulguları olağandı. PA Akciğer grafisinde sağ alt zonda bronkovaskuler gölgelenmede belirginleşme görüldü. Toraks BT’de subkarinal
multiple konglomere mediastinal lenf bezleri ve sağ akciğer orta lob lateral
segmentte yarı homojen infiltrasyon alanları izlendi.
Bronkoskopide ana karina künt ve ödemli,her iki ana bronş mukozasının düzensizleştiği görüldü (Şekil 1). Mukozal düzensizleşme alanından
biopsi alındı.Materyalin histopatolojik değerlendirmesinde AL amiloid
birikimi saptandı. Diğer organ-sistem tutulumunu destekleyen bulgu saptanmadı. Kemik iliği biopsisi planlandı. Mevcut bulgularla distal trakeobronşial mukozal tutulumlu AL amiloidoz tanısı konuldu. Vital soruna yol
açacak bir bulgu olmadığı için izleme alındı.
Sonuç olarak; izole trakeobronşial AL amiloidoz, sıklıkla primer amiloidozun bir organ tutulumu formu şeklinde görülmektedir. Başvuru genellikle santral havayolu obstrüksiyonu bulguları nedeni ile olmaktadır
Anahtar Kelimeler: Amiloidoz, trakeobronşial, pulmonar amiloidoz,
primer AL
P007
Akciğerin transbronşiyal iğne aspirasyonu
ve bronkoskopik biyopsi ile tanı konulan
düşük dereceli mukoepidermoid karsinomu
İrem Hicran Özbudak1, Havva Serap Toru1, Tülay Özdemir2, Ömer Özbudak2,
Gülay Özbilim1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
1
2
P005
Nadir Bir Mediyastinal Kitle Nedeni:
İdiyopatik Fibrozan Mediyastenit
Tekin Yıldız1, Hüseyin Dülger2, Turgut Aydın3
Medical Park Bursa Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi
Çekirge Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi
Patomer Patoloji Laboratuvarı
1
2
3
İdiyopatik mediastinal fibrozis (İMF) mediastenin visseral kompartmanında yoğun fibröz doku proliferasyonu ve depolanmasıyla sonuçlanan,
nedeni her zaman ortaya konamayan, nadir izlenen bir patolojidir. Pek çok
hastada etiyoloji belirsizdir.
Altmış üç yaşında erkek hasta, öksürük, göğüste sıkışma hissi, zayıflama,
halsizlik şikayetleriyle başvurdu. Kırk paket/yıl sigara içimi dışında önemli
bir risk faktörü yoktu. Bilinen herhangi bir sistemik veya genetik hastalık
yoktu. Fizik muayenesinde solunum seslerinde kabalaşma dışında patolojik bulgu saptanmadı. PA AC grafisinde mediyastende ve sağ paratrakeal
alanda genişleme saptandı. Toraks BT’de mediyastende ve sağ üst paratrakeal bölgede 83x66 mm boyutuna kadar ulaşan mediyastinal kitle?
Lenfadenomegali? saptandı. Hastaya tanısal amaçlı mediyastinoskopi
yapıldı. Alınan dokunun histopatolojisi fibrozan mediyastenit olarak bildirildi. Etyolojik olarak yapılan incelemelerde önemli bir neden saptanmadı.
İdiyopatik mediyastinal fibrozis tanısı kondu. Halen semptomatik tedavi
ile takip edilmektedir.
Mediastinal kitleler incelenirken, nadiren de olsa, İMF hatırlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: idiyopatik mediyastinal fibrozis
4
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş: Mukoepidermoid karsinom (MEK) tüm akciğer tümörlerinin
%1’den daha azını oluşturan, nadir bir primer akciğer tümörüdür. Santral
hava yollarında bronş duvarında ki bezlerden kaynaklanır. Klinik belirtiler
polipoid endobronşiyal büyümeye ve trakea ile büyük hava yolu irritasyonuyla ilgilidir. Transbronşiyal iğne aspirasyonu (TBİA) da MEK tanısı için
güvenli ve etkili bir bronkoskopik teknik olarak tanımlanmaktadır..
Olgu: Yatar pozisyonda wheezing ile başvuran hasta,34 yaşında ver
erkektir. Görüntüleme yöntemlerinde, sağ üst lob bronşu tutan kitle tespit
edilmiştir. Hastaya bronkoskopi ve TBİA yapılmıştır. Patolojik incelemesinde müsinöz hücreler ve intermediate hücreler, skuamoid hücrelerden
oluşan düşük dereceli MEK saptanmıştır. TBNA’da, sakin nükleuslar ve
müsinöz arka plan ile ara tip hücreler görülmüştür.
Tartışma: MEK aynı adı taşıyan tükrük bezi tümörü ile aynı histolojikdedir. Morfolojik ve sitolojik özelliklerine göre düşük ve yüksek dereceli tiplere ayrımaktadır. Düşük dereceli MEK yüksek derecelilere göre çok daha
iyi prognoza sahiptir.Yüksek dereceli olanlar küçük hücreli dışı karsinom
ile benzer prognoza sahiptir. Bu olgu, doğru tanı koymak için yeterli biyopsi örneklemi yapılmasının önemini ve genellikle daha iyi prognoz gösteren
düşük dereceli formda olduklarını da vurgulamaktadır.
Anahtar Kelimeler: düşük dereceli MEK, TBİA
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
AKCİĞER VE PLEVRA MALİGNİTELER
P008
Mide adenokarsinomunun endobronşiyal
metastazı: Olgu sunumu
Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Suat Durkaya3, Sema Nur Çalışkan2, Ali
Ersoy4, Gökhan Büyükbayram1, Zulal Özbolat1, Caner Kır5
Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
3
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay
4
Antakya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
5
Dörtyol Devlet Hastanesi, Patoloji, Hatay
1
2
Akciğer dışı solid malign tümörlerin akciğer metastazları yaygın görülmesine rağmen endobronşiyal invazyon çok nadir olarak gözlenmektedir. Ensık endobronşiyal metastaz gelişen tümörler meme, kolon, böbrek
adenokarsinomlarıdır.
41 yaşında erkek hasta, öksürük, nefes darlığı, hırıltı şikayeti ile başvurdu. Özgeçmişinde 2 yıl önce mide adenokarsinomu nedeni ile operasyon ve sonrasında kemo radyoterapi tedavisi mevcuttu. Hastanın yapılan
bronkoskopisinde sol alt lob superiyor girişinde mukozada düzensizlik ve
hiperemi mevcuttu. Alınan mukoza biyopsinde mide adenokarsinom metastazı gösterildi.
Anahtar Kelimeler: Mide karsinomu, endobronşiyal metastaz
P009
β-HCG pozitifliği ile seyreden akciğer
tümörü: Primer pulmoner germ hücreli
tümör? β-HCG sekrete eden primer akciğer
kanseri?
Burcu Cirit Koçer1, Yurdanur Erdoğan1, Berna Akıncı Özyürek1, Funda
Demirağ2, Meriç Ünver1
1
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, Ankara
2
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji
Kliniği, Ankara
Gonadlar dışında ortaya çıkan germ hücreli tümörler (GHT) ekstragonadal GHT olarak adlandırılırlar. Erişkinlerde en sık anterior mediastinal
olmak üzere, retroperitoneal, pineal bez ve sakral yerleşim görülürken primer pulmoner GHT çok nadirdir. Küçük hücreli dışı akciğer karsinomlarında paraneoplastik β-HCG salınımı da nadiren bildirilmiştir.
43 yaşında erkek hasta nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikayeti ile başvurdu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde multiple nodül ve kitleler, plevral
efüzyon saptandı. Serum β-HCG değeri yüksek olarak bulundu. Yapılan
bronkoskopide endobronşiyal lezyon saptandı. Lezyondan alınan biyopsi
örneğinin patolojik incelemesinde GHT ile küçük hücreli dışı akciğer karsinomu ayrımı yapılamaması üzerine hastaya ikinci kez bronkoskopi yapıldı
ve kriyobiyopsi alındı. Alınan örneğin patolojik incelemesinde yine malign
epitelyal tümör ile GHT ayrımı yapılamadı. Pozitron emisyon tomografisinde ve ultrasonografik değerlendirmede gonadlarda tutulum saptanmadı. Olgu, medikal onkoloji tarafından değerlendirildi ve klinik, radyolojik
bulgular ve yüksek serum β-HCG değeri nedeniyle ekstragonadal GHT
olarak kabul edilerek kemoterapi başlandı.
Olgu, endobronşiyal tutulumlu primer pulmoner GHT’ün çok nadir olması, β-HCG sekrete eden küçük hücre dışı akciğer kanserlerinin nadir
olması, patolojik ayrım güçlüğü bulunması nedeni ile sunuldu.
Anahtar Kelimeler: germ hücreli tümör, akciğer, B HCG
P010
Silikozis ve Akciğer Adenokanser Olgu
Sunumu
Adil Can Güngen, Yusuf Aydemir, Hasan Düzenli, Hikmet Çoban, Canatan
Taşdemir
Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Sakarya
Şekil 1. Toraks bt
Çevresel ve mesleksel maruziyet sonucu gelişen silikozis olgularında;
ülkemizde özellikle kot taşlamacılığına bağlı olarak artış görülmektedir.
Silikozis, inorganik silika partiküllerinin inhalasyonu sonucu gelişen interstisyel akciğer hastalığıdır. Bu çalışmada kot taşlama işinde çalışmış silikozis
ve akciğer adenokanser tanısı alan olguyu sunuyoruz. Olgumuz 18 ay kot
taşlama işinde çalışmıştı. Silikozis tanısı öykü, klinik ve görüntülemelerle
konuldu. Kliniği kötüleşen hastanın bronkoskopi ile yapılan transbronşiyal
biopsi sonucu akciğer adenokanseri ile uyumluydu. Silikozis tanısı ile takipli hastalarda akciğer kanseri gelişebileceği veya silikozis görüntü bulgularının akciğer kanseri ile karışabileceği için bu hastalara biopsi yapılarak
tanının desteklenmesi gerektiği kanısındayız.
Anahtar Kelimeler: Silikozis, Kot taşlamacılığı, Akciğer kanseri
Akciğer grafi BT
Şekil 2.Patoloji
Şekil 1. P/A AC grafisi her iki hemitoraks orta ve alt zonda yaygın retikülonodüler
opasiteler
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
5
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
BT CT
Şekil 2. Her iki akciğer parankim alanlarında değınık yerleşim gösteren buzlu cam
görünümleri, nodüller ve septal kalınlaşmalar
Şekil 1. Tedavi öncesi Toraks MR görüntüsü
P011
Cerrahisiz 9 yıldır yaşayan Evre 3A Squamoz
hücreli akciğer kanseri olgusu
Bulent Karagöz1, Ömer Ayten2, Ersin Demirer2, Tolga Tuncel1, Dilaver Tas2,
Tayfun Çalışkan1
Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Servisi, İstanbul
Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Göğüs HAstalıkları Servisi, İstanbul
1
2
Dünyada akciğer kanseri, tüm değişik tedavi modalitelerine rağmen
kanser ölümlerinde birinci sıradaki yerini korumaktadır. Her yıl ortalama
1,35 milyon yeni tanı konulmakta ve ortalama 1.3 milyon kişi akciğer kanserinden ölmektedir. Hastaların başvuru sırasında %80’ i ileri evredir ve
yaklaşık %20 si cerrahi işlem için uygundur. Cerrahi uygulanamayan ileri
evre akciğer kanserinin beş yıllık ortalama yaşam süresi %10-13 dür.
85 yaşında erkek hasta. Kasım 2005 tarihinde öksürük kanlı balgam yakınmalarıyla servisimize başvurdu. Çekilen toraks BT sinde sol akciğer üst
lob anterior segmentte 6x5x4 cm lik kitle, mediastende sol hilusta 2 cmlik
lenf nodu saptandı. Bronkoskopisinde sol akciğer üst lob apikal segment
ağzını tamamen kapatan endobronşiyal lezyon izlendi. Lezyondan alınan
biyopsi sonucunda Skuamoz hücreli akciğer kanseri tanısı konuldu. Aort
invazyonunu değerlendirmek için çekilen Toraks MRI’ da sol akciğer üst
lobda aorta ile yağlı planların kısmen silindiği 5x3 cm lik kitle izlendi (Resim1). SFT de FEV1 2.08 lt, FVC 2.48 lt FEV1/FVC %77 ölçüdü. Hasta
evre 3B (T4 N1 M0) (o zamanki evreleme sistemine göre, yeni evreleme
sistemine göre evre 3A) kabul edilerek kemoradyoterapiye yönlendirildi.
Hastaya Karboplatin +dosetaksel tedavisi ve 200cGy/gün (altı hafta boyunca haftada 5 gün) ve 25 fraksiyonda 5000 er cGy radyoterapi uygulandı. Şubat 2007 ve Haziran 2009 tarihlerinde progresyon izlenen hastaya
sırasıyla altı kür gemsitabin ve vinorelbin uygulandı. Kasım 2013 tarihine
kadar stabil seyreden hasta, bu tarihte çekilen Kontrol Bt de sol akciğerde
3 cm ye ulaşan plevral efüzyon izlenmesi üzerine halen haftalık paklitaksel
kemoterapisi kullanmakta.
Anahtar Kelimeler: skuamoz hücreli akciğer kanseri, uzun yaşam
süresi
6
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. Guncel Toraks BT görüntüsü
P012
Trakeal Hamartom ve Akciğer
Adenokarsinomu Birlikteliği
Umut Sabri Kasapoğlu1, Pınar Atagün Güney1, Begüm Arıtan1, Sibel Arınç1,
Hakan Yılmaz2, Murat Kavas1, Ayşem Aşkım Güven1, Ayşe Ersev3
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Patoloji Kliniği, İstanbul
Pulmoner hamartomlar akciğerin en sık görülen benign lezyonlarıdır.
Çoğunlukla benign olmakla beraber nadiren malign transformasyon gösterebilirler. Nadir görülen trakeal hamartoma eşlik eden akciğer adenokarsinomu olgusunu sunduk. 74 yaşında erkek hasta sol göğüs ağrısı şikayeti
ile başvurdu. Hikayesinde 15 gün önce trafik kazası geçirdiği öğrenildi.
Olgunun toraks BT’sinde sol plevral efüzyon ve trakeal lezyon izlendi. Trakeadaki kitlenin histopatolojisi hamartom, sol hemitorakstaki plevral efüzyonun histopatolojisi akciğer adenokarsinomu ile uyumlu geldi. Akciğer
kanseri ve hamartom birlikteliği akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Hamartom, adenokarsinom, akciğer.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P014
Trakeobronkopatia Osteokondroplastika ve
Küçük Hücreli Akciğer Kanseri Birlikteliği
Hikmet Çoban1, Canatan Taşdemir1, Hasan Düzenli1, Ahmet Nasır2
1
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
Kliniği, Sakarya
Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Sakarya
2
Şekil 1. Toraks BT, trakeal lezyon ve sol plevral efüzyon.
Trakeobronkopatia osteokondroplastika (TOP) trakea ve ana bronşların lümeni içinde kemik ve/veya kıkırdak içeren multipl nodülasyonlar
gösteren, daha çok yaşlı hastalarda rastlanan dejeneratif benıgn nadir bir
hastalıktır. Dispne ve öksürük ile başvuran bir hastanın Toraks BT ve bronkoskopik görüntüsüne göre TOP ön tanısı koyduğumuz bir vakadır. Bronkoskopik görüntüsü de TOP ile uyumlu olan hastanın patolojik tanısı küçük hücreli akciğer karsinom (KHAK) olarak raporlanmıştır. TOP ve KHAK
nın trakea ve bronşa diffüz yayılımı nadir görülen patolojiler olduğundan
bu vakayı sunmak istedik.
Olgu: 65 yaşında erkek hasta yaklaşık 3 ay süren kronik öksürük yakınması ile başvurdu. Fizik muayenesinde akciğer sesleri bilateral azalmış
ve ekspiratuar sonor ronkusleri vardı. Toraks bilgisayarlı tomografisinde
sağ hiler bölgede intermedier bronşu, orta ve alt lob bronşunu çepeçevre
saran ve daraltan kitle ile beraber, alt 2/3 trakeada anterior ve lateral duvarda kalsifikasyon gösteren ve lümene uzanan noduler görünüm saptandı (Şekil 1). Fiberoptik bronkoskopide anterior ve lateral trakeal duvarda
lümene doğru uzana sırımtrak beyaz multipl nodüler lezyonlar görüldü
(Şekil 2). Sağ orta lob girişinden itibaren alt lob bronşunu da daraltan endobronşial lezyon vardı. Orta lob girişinden alınan biyopsi sonucu küçük
hücreli akciğer kanseri ile uyumlu geldi. Pet ct de yaygın kemik metastazı
ve sağ parieotooksipital lobda beyin metastaz saptandı.
Anahtar Kelimeler: Trakeobronkopatia osteokondroplastika, küçük
hücreli akciğer karsinomu
Şekil 2. Fiberoptik bronkoskopi
P013
primer endobronşial leiomyoma
Şekil 1. Toraks BT’de trakeal kalsifikasyon ve nodüller
Birsen Cirit Ekiz1, Meftun Ünsal1, Burçin Çelik2, Yurdanur Süllü3, Muzaffer
Aydın4, Gamze Koçak1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Samsun
4
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Samsun
1
2
3
Leiomyom akciğerin benign tümörlerinin %2 den azını oluşturur. Daha
çok endobronşial oluşumlar şeklinde karşımıza çıkmakla birlikte, nadir olarak da parankimal lezyonlar şeklinde görülür.
Olgu 57 yaşında, erkek hasta, çiftçi. iki ay önce başlayan öksürük, hemoptizi, beyaz renkli balgam şikayeti ile Göğüs Hastalıkları polikliniğine
başvurdu. Yüksek rezolüsyonlu tomografisinde sol akciğer inferior linguler
bronşial düzeyde lümen içerisinde 5 mm çaplı nodüler görünüm izlendi.
Bronkoskopide sol akciğerde lingula ağzını total olarak tıkayan beyaz
renkli, düzgün yüzeyli, dokunmakla hareketli, saplı lezyon izlendi. Cerrahi
tedaviyle sol akciğer lingular segment rezeksiyonu yapıldı. Patolojik değerlendirme sonucu leiomyom olarak raporlandı. Cerrahi sonrası semptomları tamamen düzelen hasta kliniğimizce takip edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: leiomyom, endobronşial kitle, astım
Şekil 2. Bronkoskopide trakeada nodüller
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
7
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P015
Immunocytochemistry in differential
diagnostics of tumoral pleurisy
Vasiliy N. Klimenko, Viktor I. Novik, Oleg Ivanov
Research Institute of Oncology After N.N.Petrov, Saint-Petersburg, Russia
Aim of the study: Evaluation of an immunocytochemistry efficiency
in differential diagnostics of tumoral pleurisy.
Materials: 45 patients are included in research aged from 30 till 75
years, among them 26 women and 19 men who were in Research Institute
of Oncology after N.N.Petrov on inspection concerning tumoral pleurisy of
unspecified primary localization.
Method: In out-patient conditions it was made thoracocentesis with the
subsequent immunocytochemistry research of a pleural exudate.
Results: On the basis of the checked immunocytochemistry research
of a pleural exudate at 48 of 45 investigated it was succeeded to establish a pleurisy nosology. In 3 patients tumoral cages in pleural exudate
were present at insufficient quantity and they needed a diagnostic videothoracoskopic method. Diagnostic efficiency of immunocytochemistry
research in differential diagnostics of tumoral pleurisy made 93%.
Conclusion: Immunocytochemistry research is highly effective method of diagnostics of tumoral pleurisy in out-patient conditions.
Keywords: tumoral pleurisy, immunocytochemistry, pleural exudate
Şekil 1. mediasten kesitinde sol akciğeredeki tümör invazyonu ve atalektazinin
görünümü
P016
Malign melanoma tanılı hastada akciğere
endobronşial yayılım
Nesrin Öcal1, Canturk Taşçı1, Gürhan Taşkın2, Deniz Doğan1, Levent
Yamanel2
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara
2
Melonositlerin malign transformasyonu sonucu gelişen malign melanom, metastazlarını esas olarak bölgesel lenf nodlarına, iskelet ve merkezi
sinir sistemine yapmaktadır. Bununla birlikte, malign melanom akciğere
de metastaz yapabilmektedir. Bu metastazlar genellikle pulmoner arterlere
ulaşan tümör embolileri ile olmaktadır. Ancak bronkoskopi ile saptanmış
akciğere endobronşial yayılım yapmış malign melanom olguları literatürde
oldukça sınırlı sayıdadır. Bu açıdan endobronşial yayılım gösteren bir malign melanom olgusunu paylaşıyoruz.
Malign melanoma tanısı ile takip edilmekte olan 62 yaşında erkek hasta
genel durum bozukluğu ve solunum yetmezliği nedeniyle yoğun bakım
kliniğine yatırılarak entübe edildi. Çekilen toraks HRCT’sinde ilk değerlendirmede sol akciğerin büyük bölümünü teşkil eden atelektazi görünümü
ile uyumlu konsolide alan ve plevral effüzyon; sağda ise daha az seviyede
plevral effüzyon ve komşu parankimde kısmen atelektazik görünüm izlendi. Hastaya hem hava yolu obstruksiyonu yapabilecek olası bir endobronşial metastaz hem de tümörün akciğer infiltrasyonu açısıdan endotrakeal
tüp içinden bronkoskopi işlemi yapıldı. Bronkoskopik hava yolu vizuliasyonunda sol ana bronş girişi ödemli, üst lob girişi belirgin derecede konsatrik olarak daralmış ancak segmentler izlenebiliyordu. Sol alt lob girişi
ise segmentler izlenemeyecek şekilde daralmıştı. Sol üst lob girişinde mukozadan hafif kabarıntı oluşturan kahverengi-siyah renkte, nevus tarzında
endobronşial lezyon izlendi. hem bu nevüs tarzında izlenen lezyondan
hem de sol akciğer üst lob apikoposteriordan transbronşial biyopsi alındı.
Alınan materyallerden ayrı ayrı gönderilen preparatların her ikisinin de
patoloji sonuçları malign melanoma olarak raporlandı. Bu olguyu malign
melanomun nadir görülen tablosu olan endobroşial yayılıma örnek teşkil
etmesi bakımından paylaştık.
Anahtar Kelimeler: endobronşial, malign melanoma, metastaz
8
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. parankim kesitinde sol akciğeredeki tümör invazyonu ve atalektazinin
görünümü
P017
Akciğerin squamöz hücreli kanseri ile
senkron renal hücreli karsinom olgusu
İhsan Ateş1, Hale Ateş2, Nirgül Kılıçaslan3, Ozan Yazıcı1, Doğan Yazılıtaş1,
Ayse Naz Özcan4, Yetkin Ağaçkıran5
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara
Turgut Özal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı,
Ankara
4
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
5
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji
Anabilim Dalı, Ankara
1
2
3
Birden fazla odakta gelişen kanserlere multipl primer kanser (MPK) denir. Son yayınlarda insidansı %0.73–11.7 olarak belirtilmiştir. Literatürde
multiple primer kanser birlikteliğinden çokça bahsedildiği halde akciğer
yassı hücreli kanser ile böbrek kanseri birlikteliğine az sayıda yayında rastladık. MPK senkron ve metakron olarak iki şekilde incelenebilir. Primer
tümörle aynı anda veya en fazla altı ay içinde tanı konmuşsa senkron, primer tümörden altı ay sonra tanı konmuşsa metakron kanser denir. Bu olgu
sunumunda akciğer yassı hücreli kanser ile primer böbrek kanserinin erkek
bir olguda aynı seansta saptanmasından bahsedeceğiz.Olgumuz 55 yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve hemoptizi şikayetleri ile çekilen akciğer
grafisinde sol akciğer orta zonda 6×7 cm büyüklüğünde lezyon saptandı.
Çekilen toraks BT’nde sol hiler düzeyde 6.5× 8 cm düzensiz kaviter lezyon
ve sağ böbrekte yaklaşık 9 cm’lik lezyon tespit edildi. Biyopsi sonuçlarında
akciğerde non-small cell karsinoma (ön planda skuamöz hücreli karsinoma
ile uyumlu), böbrek biyopsisinde renal hücreli karsinoma saptandı. PETBT’de pulmoner arter invazyonu saptanan ve son evre akciğer kanseri
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
kabul edilen hastaya gemsitabin-sisplatin kombinasyonu ile birlikte interferon tedavisi ve masif hemoptizi için radyoterapi planlandı. MPK’lar içinde
primer akciğer kanseri ve primer böbrek kanseri birlikteliği az yer tutmasına rağmen birbirlerine olan metastazları çok fazladır. Metastaz ve primer
kanser tedavileri farklılık gösterdiğinden dolayı herhangi birinde rastlanan
lezyonda primer kanser olasılığı göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: multipl primer kanser, senkron tümör, akciğer
kanseri, böbrek kanseri
lezyondan USG-eşliğinde ince iğne aspirasyonu yapılarak mikrobiyolojik ve sitolojik incelemeler gerçekleştirildi. Fiberoptik Bronkoskopi’de sağ
akciğer üst lob girişinde beyaz renkli nekrotik görünümde endobronşial
lezyon görüldü ve lezyondan birkaç adet biyopsi alındı. Patolojik tanı skuamöz hücreli karsinom ile uyumluydu. İleri tedaviyi kabul etmeyen hastada
taburculuğunun onbeşinci gününde exitus geliştiği öğrenildi.
Sonuç: Sadece göğüs duvarı invazyonu ile seyreden ve lenf nodu invazyonu olmayan akciğer kanserlerinde survi olumsuz olarak etkilenmezken göğüs duvarı ve mediastinal lenf nodu invazyonun birlikte olduğu
hastalarda prognoz kötüdür.
Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, göğüs duvarı
Şekil 1.
Şekil 1. Sternumda ekspanse kitle lezyon.
Şekil 2.
P018
Göğüs Duvarında Ekspansif Kitleye Neden
Olan Bir Skuamöz Hücreli Akciğer Karsinomu
Olgusu
Ümran Toru
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kütahya
Giriş: Akciğer kanserlerinde öksürük, hemoptizi, dispne ve plevra ya
da göğüs duvarı invazyonuna bağlı göğüs ağrısı görülebilir. Göğüs duvarının akciğer kanseri ile invazyonu sık görülen bir durum değildir ve tüm
hastaların sadece %3-5’inde görülür. Biz burada göğüs duvarı invazyonu
ile seyreden skuamöz hücreli akciğer karsinomu olgumuzu sunduk.
Olgu: 34 yaşında erkek hasta sağ göğüs ağrısı, öksürük ve hemoptizi şikayetleriyle Acil Servis’e başvurdu. Fizik muayene’de; sternumda ekspanse kitle lezyon gözlendi (Şekil 1), sağ akciğerde solunum seslerinde azalma
ve matite saptandı. PA Akciğer Grafisi’nde; sağ akciğerde masif effüzyonla
uyumlu opasite görüldü. Toraks BT’de; sternum alt bölümde 5x6cm boyutlarında litik görünümde kitle lezyon, mediastinal lenfadenopatiler, sağ
akciğerde masif plevral sıvı ve parankimde kaviter lezyon gözlendi (Şekil
2). Balgam ARB ve Mikobakteri Kültürleri negatif saptandı. Sternal kitle
Şekil 2. Toraks BT’de; sternumda 5x6cm boyutlarında litik görünümde kitle lezyon
and sağ akciğerde masif plevral effüzyon
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
9
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P019
Akciğer kanserinde kişiselleştirilen tedavi;
Cerrahide ne kadar ileri gidilmeli?
Tevfik Kaplan1, İlhan İnci2, Walter Weder2
Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
1
Zürih Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Zürih
2
Bronkojenik karsinom nedeniyle opere edilen hastalarda metakron tümörler gelişebilir. Pnömonektomi sonrası bronkojenik karsinom için sınırlı
akciğer rezeksiyonu kabul edilebilir morbidite ve mortalite oranları ile uygulanabilir bir işlemdir. Büyük hücreli bronkojenik karsinom nedeniyle sol
pnömonektomi yapılmış 59 yaşındaki bir kadın hastada, 11 yıl sonra karşı
akciğerde skuamöz hücreli karsinom geliştiği tespit edildi. Sağ üst lobtaki
4x3.5 cm boyutlarındaki kitle extrakorporeal membran oksijeneratörü altında, sleeve sağ üst lobektomi ve lenf nodu diseksiyonu yapılarak çıkarıldı. Hasta postoperatif 17. günde taburcu edildi. Yetmiş sekiz aydır takipte
olan hastada herhangi bir nüks veya metastaz tespit edilmedi. Tek akciğeri
olan hastada metakron tümörün tedavisinde ekstended rezeksiyonun rölü
literatür ışığında tartışıldı.
Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, metakron tümör, pnömonektomi, sleeve rezeksiyon
Şekil 1. Şekil 1A: Sağ akciğer üst lobtaki kitlenin toraks bilgisayarlı tomografideki
görüntüsü Şekil 1B: Positron Emisyon Bilgisayarlı Tomografide, sağ akciğer üst lobta
3.2x4.4 cm boyutlarında ve SUV max değeri 16,2 olan kitle lezyonu mevcut.
hematolojik malignensi olabileceği düşünülerek kemik iliği aspirasyonu ve
biyopsisi yapıldı ve malign epiteliyal tümör metastazı bulundu fakat kemoradyoterapi planlanan olgu kısa sürede kaybedildi.
Tartışma: Akciğer kanseri kemik iliği metastazı veya akciğer kanserine
eşlik eden hematolojik malignensi vakalarında tedavi protokolü tamamen
değişeceği için PET-BT’de patolojik kemik iliği tutulumu görüldüğünde kemik iliği aspirasyonu yapmak çok önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Kemik iliği metastazı, Küçük hücreli dışı akciğer
kanseri, PET-BT
P021
Senkron primer akciğer kanseri; bir olgu
nedeniyle
Aslıhan Gürün Kaya1, Aydın Çiledağ1, Murat Özkan2, Gökhan Çelik1, İlker
Ökten2, Akın Kaya1
Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Ankara Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara,
1
2
52 yaş erkek hasta öksürük ve balgam şikayetiyle başvurdu. 28 paket-yıl
sigara öyküsü mevcuttu. Fizik muayenesinde anormal bulguya rastlanmadı. PA akciğer grafisinde sağ üst zonda düzensiz sınırlı opasite ve sağ hiler
dolgunluk izlendi (Şekil 1). Toraks bilgisayarlı tomografisinde sağ akciğer
alt lob superior segmentte 6x4 cm, sağ akciğer üst lob posteriorda 3x2,5
cm çaplı düzensiz sınırlı iki kitle lezyonu izlendi (Şekil 2). Hastaya malignite
ön tanısı ile fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Endobronşiyal lezyon saptanmadı. Pozitron emisyon tomografisinde sağ akciğer üst lob anterior ve alt
lob superior segmentte izlenen kitlelerde patolojik 18F-FDG tutulumu saptandı (sırasıyla SUVmax 23,3 ve 38,5). Hasta göğüs cerrahisi kliniği tarafından değerlendirildi ve sağ pnömonektomi uygulandı. İşlem sonrasında
komplikasyon izlenmedi. Patoloji sonucunda sağ akciğer alt lobdaki nodül
büyük hücreli nöroendokrin karsinom olarak raporlanırken, üst lobdaki
nodül adenokarsinom olarak raporlandı.
Olgu, senkron primer akciğer kanserinin nadir görülmesi nedeniyle
sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Akciğer karsinomu, multipl primer akciğer kanseri, senkron tümör
Şekil 2. Altı buçuk yıldır takipte olan hastanın Toraks BT’sinde herhangi bir hastalık
bulgusu yoktur.
P020
PET-BT’de yaygın tutulumla hematolojik
maligniteyi taklit eden bir akciğer
kansinomu
Zahide Alaçam1, Neşe Dursunoğlu1, Gamze Gököz Doğu2, Suna Kıraç3,
Bahar Baltalarlı4
Pamukkale Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli
Pamukkale Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Denizli
3
Pamukkale Üniversitesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Denizli
4
Pamukkale Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Denizli
1
2
Giriş: Dünya genelinde küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK)
en sık ölüme yol açan kanser tipidir. KHDAK olan hastaların ¾ ‘ü tanı
anında lokal ileri ve metastatik evrede bulunmaktadır. Kemik iliği, kan
dolaşımı yolu ile en sık metastaz alan organlardan biridir ve kemik iliği
metastazı varlığı, malignitenin evrelemesini değiştireceği için tespit edilmesi önemlidir. PET-BT, KHDAK evrelemesinde uzak organ metastazlarının
saptanmasını da hızlandırmıştır.
Olgu: Batıcı karakterde sırt ağrısı şikayetiyle başvuran, 56 yaşında
erkek hastada sol akciğer alt lob superior segmentte kitle ve yaygın mediyastinel lenfadenopatiler saptandı. Fiberoptik bronkoskopi ile kitleden
squamöz hücreli karsinom tanısı kondu ve evreleme için PET-BT kullanıldı. PET-BT’de akciğer ve mediyastende patolojik tutulumların yanı sıra
iskelet sisteminde, kemik iliğinde ve kas doku içinde çok sayıda patolojik
tutulumlar saptandı.Laboratuar tetkiklerinde de derin anemi, trombositopeni, sedimentasyon ve LDH yüksekliği de saptanan hastada yaygın bir
10
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 1. PA akciğer grafisinde sağ üst zonda düzensiz sınırlı opasite ve sağ hiler
dolgunluk
Şekil 2. Toraks bilgisayarlı tomografisinde sağ akciğer üst lob posteriorda düzensiz
sınırlı kitle lezyonu (A), sağ akciğer alt lob superior segmentte kitle lezyonu (B)
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P022
Toraks-BT
Yanlış Tüberküloz Tanılı Akciğer Kanseri
Olgusu
İclal Hocanlı, Hadice Selimoğlu Şen, Abdurrahman Şenyiğit, Özlem Abakay,
Halide Kaya, Melike Demir
Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Giriş: Akciğer kanseri (AK) tüm dünyada hasta sayısı giderek artan bir
kanser türüdür. Akciğer kanseri ve tüberküloz bazen radyolojik olarak karışabilmektedir. Ancak akciğer tüberkülozunda mikrobiyolojik tanı esas
olmalıdır. Tüberküloz düşünülerek antitüberküloz tedavi (ATT) uygulanan
bir AK olgusu ayırıcı tanıya dikkat çekmek amacı ile sunuldu.
Olgu: Atmış yaşında erkek hasta kilo kaybı ve öksürük şikayetleri ile bir
sağlık merkezine başvurmuştu. Toraks bilgisayarlı tomografi (BT)’de kitle
lezyonu saptanması üzerine hastaya positron emisyon tomografi (PET) BT
çekilmişti. Sağ akciğer üst lobda plevra tabanlı 6.8x6.2x5.5 cm boyutlarında santralinde nekroz içeren, düzensiz konturlu kitlede SUV max değeri
15.5 ölçülmüştü. Bronkoskopik ince iğne aspirasyon biyopsi ve bronkoalveolar lavaj histopatolojik sonuçları bening olarak raporlanmıştı. Balgamda asidorezistan basil (ARB) negatif idi. Quantiferon TB gold testinin.
(+) olarak sonuçlanması üzerine hastaya ATT başlanmıştı. Tedavinin 1.
ayında aynı şikayetlerle polikliniğimize başvurdu. Balgamda ARB negatif
idi. Kontrol Toraks BT’de; sağ akciğerde 6 x 5.8 cm boyutunda kitle ve çok
sayıda milimetrik subplevral noduller raporlandı. Bronkoskopide endobronşial lezyon yoktu. Transtorasik biyopsi materyali küçük hücreli dışı AK
olarak raporlandı.
Sonuç: Tüberküloz radyolojik olarak birçok hastalığı taklit edebilir. Olası
yanlış tanıları önlemek için patolojik ve mikrobiyolojik kesin kanıtlar elde
edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, tüberküloz, ayırıcı tanı
Şekil 1. Toraks-BT sol akciğer alt lobda lezyon
Toraks-BT-eski (iki ay önce)
P023
Malignite İle Karışabilen Benign Bir Lezyon;
Mukus Tıkacı
Funda Uluorman1, Sibel Öktem Ayık1, Ayşe Dallı1, Melda Apaydın2
1
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları,
İzmir
2
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji, İzmir
55 yaşında erkek hasta acil servise göğüs ağrısı, ateş, balgam yakınmaları ile başvurdu. Hastanın öyküsünde bilinen KOAH, HT tanıları
vardı. Fizik muayenesinde ateş:38,7 °C ve sağ akciğer orta ve alt zonda
ralleri,bilateral ronküsleri mevcuttu. Yine laboratuvarında ise lökositoz ve
CRP yüksekliği vardı. Hastaya çekilen Toraks BT’ de; sağ akciğerin üst,
sol akciğerin alt lobunda sekel fibroatelektatik değişiklikler ve tübüler vasıfta traksiyon bronşiektazileri, her iki akciğerin alt lobunda, birkaç adet,
milimetrik çaplı nonspesifik nodül yine sol akciğerin alt lobunda 13 mm
genişlikte düzgün yumuşak-yuvarlak konturlu nodüler bir oluşum şeklinde raporlandı. 50 paket/yıl sigara öyküsü de olan hasta için yaklaşık 2
cm olan lezyon için malignite öntanısı ile PET-CT istendi. PET-CT sonuncunda hastanın sol akciğer alt lob posterobazal segmentte subplevral yerleşimli olarak izlenen yaklaşık 28x10 mm boyutlarında nispeten düzgün
konturlu nodüler dansite alanı metabolizma artışı (artmış radyofarmasötik
tutulumu) göstermediğinden benign natürde patolojiler (enfeksiyon sekeli?, vasküler patoloji?) ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir şeklinde raporlandı. Hasta detaylı sorgulandığında 2 ay önceye ait bir Toraks BT’ sinin
olduğu öğrenildi. Hastanın eski görüntülemesinde bahsedilen sol akciğer
alt lobdaki nodülün olmadığı, diğer bulguların ise aynı şekilde izlenmekte
olduğu dikkati çekti. Bunun üzerine radyoloji ile ortak bir toplantıda tekrar
değerlendirilen hasta için nodülün radyolojik görümü, ortaya çıkış süresi,
PET-CT’deki bulgular ve hastanın başvuru yakınmalarının özellikle enfeksiyon kliniği ile olması göz önüne alınarak bu lezyonun mukus tıkacı ile
uyumlu olduğu belirtildi.
Bu olgu vesilesi ile kitlesel lezyon görünümü veren bu tarz oluşumlarda
nadir görülen benign bir oluşum olan mukus tıkacının da akılda kalması
gerektiğini vurgulamak istedik.
Anahtar Kelimeler: Mukus tıkacı, nodul, malignite
Şekil 2. Toraks-BT-eski sol alt lobda lezyon izlenmiyor
P024
Plevral sıvılı olgularımızın retrospektif
olarak değerlendirilmesi
Baran Gündoğuş, Özlem Saniye İçmeli, Hatice Türker, Merve Çiftçi
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Çalışmamızda, kliniğimizde 2012 yılı içinde plevral sıvı tanısı ile yatırılan
hastaların klinik, radyolojik ve laboratuar verilerini retrospektif olarak
incelemeyi amaçladık.
2012 tarihleri arasında kliniğimizde yatan 580 hastanın 106
(%18.2)’ında plevral sıvı mevcuttu. Olguların 74’ü erkek, 32’si kadın olup
yaş ortalaması 62 idi. Light kriterlerine göre hastaların 82’si (%77) eksüda,
24’ü(%23) transüda niteliğinde plevral sıvı idi. Radyolojik olarak transüda özelliğindeki sıvıların %55’i, eksüda özelliğindeki sıvıların %82’si tek
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
11
POSTER SUNUMLARI
taraflıydı. Bir yıl içinde plevral sıvı nedeniyle tetkik edilen olgularda maligniteler(%29), kardiyak hastalıklar(%23) ve tüberküloz(%23) ilk üç sırada
yer almaktaydı. Malign hastalıklar içinde akciğer adenokarsinomu %47 ile
ilk sırada, %17 ile meme kanseri metaztazı ikinci ve %13 ile mezotelyoma
üçüncü sırada yer almaktaydı.
Transüda vasfında sıvı örneklenen kalp yetmezliği olgularının Göğüs
Hastalıkları kliniklerinde yüksek oranda takip edildiği kanısına varıldı.
Anahtar Kelimeler: Plevral sıvı, transüda, eksüda
P025
Lenfoma Akciğer Tutulumu
Hayriye Bektaş, Savaş Özsu, Tevfik Özlü, Yılmaz Bülbül, Funda Öztuna, Yasin
Abul
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon
66 yaşında erkek hasta nefes darlığı yakınması ile başvurdu. Özgeçmişinde 150 paket yılı sigara kullanımı, çiftçilik ve kahvehane işletme öyküsü
mevcuttu. Posteroanterior akciğer grafide (PA AC) sağ akciğer orta-alt zon
ve sol akciğer alt zonda infiltratif görünüm mevcuttu. Rutin tetkiklerinde
sedim yüksekliği (73), periferik eozinofili (%9,9) saptandı. Toraks bilgisayarlı tomografide (BT) bilateral multiple round konsolide alan, multiple
mediastinal lenfadenopatiler izlendi.
Hastaya akciğer karsinomu, organize pnömoni, eozinofilik pnömoni,
tüberküloz, lenfoma ön tanıları ile bronkoskopi yapıldı. Endobronşiyal
lezyon izlenmedi. BAL sitoloji ve ARB benign, Tbc kültür ve PCR pozitif
gelmesi üzerine anti-tbüberküloz tedavi başlandı. Tedaviye rağmen nefes
darlığında artış, öksürük, 1 ayda 6 kilo kaybı olması üzerine hospitalize
edildi. PA AC grafide progresyon saptandı. Toraks BT’de her iki akciğer
parankiminde yaygın konsolide alanlar ve bilateral plevral efüzyon saptandı. Hipoksemisi de olan hastaya organize pnömoni ön tanısı ile 1 mg/
kg steroid başlandı. Tetkiklerinde albumin/protein oranında azalma, Ig-M,
lambda ve beta-2 mikroglobulin artışı saptandı. Hematolojik malignensi
şüphesi nedeni ile kemik iliği biyopsisi yapıldı. Biyopsi sonucu düşük dereceli B hücreli lenfoma olarak raporlandı. Lenfoma-akciğer tutulumu kabul
edilen ve 1 kür kemoterapi verilen hastada tanıdan 1,5 ay sonra pnömotoraks gelişti ve hasta solunum yetmezliği nedeni ile ex oldu.
Konsolidasyon ile giden ve rezolüsyon sağlanamayan hastalarda lenfoma ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Anahtar Kelimeler: konsolidasyon, lenfoma, tüberküloz
P026
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Plevral Malign Soliter fibröz tümör
Hülya Günbatar1, Fuat Sayır2, Selami Ekin1, Bünyamin Sertoğullarından1,
Selvi Aşker1, Remzi Erten3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Göğüs Hastalıkları, Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Göğüs Cerrahisi, Van
3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Patoloji Anabilim Dalı, Van
1
2
Soliter fibröz tümör plevranın nadir görülen ve yavaş büyüyen bir tümörü olup, sıklıkla visseral plevradan köken alır. Mezotelyal hücre kaynaklı
olmayıp, mezenkimal bağ dokusundan gelişirler. Genellikle benign özellikler taşımakla beraber, malign tümörler şeklinde de görülebilirler. Erkek
kadın sıklığı eşittir ve en sık 50-80 yaşları arasında görülürler. Kesin tanı
için genellikle torakotomi ve kitlenin total eksizyonu gerekmektedir. Cerrahi rezeksiyon genel olarak küratif olmakla birlikte, az da olsa lokal nüks
ihtimali vardır. Sunulan olgu malignite potansiyelli plevral soliter fibröz tümör olarak değerlendirilmiştir. 60 yaşında erkek hasta öksürük, balgam,
nefes darlığı şikayeti ile hastanemize başvurdu. Akciğer tomografisinde sağ
alt lobda 8,7x7,3x6,5 cmlik kitle saptanarak hastaya operasyon önerildi.
Cerrahiyi kabul etmeyen hasta 9 ay sonra şikayetlerinin artması üzerine
tekrar başvurdu. Hastanın 9 ay sonraki çekilen akciğer tomografisinde sağ
alt lobda posterolateralden plevraya ve inferiorda diyafragmaya uzanan
8,7x11,5x9 cmlik kitle izlendi. Hasta opere edildi. Makroskopik incelemede 490 gr ağırlığında 13x10x7 cm ebadında kapsüllü görünümde, sert
kıvamlı bej renkte kitle izlendi. Mikroskopik incelemede malign soliter fibröz tümör olarak değerlendirildi. İmmünohistokimyasal incelemede CD34
diffüz, bcl2 fokal pozitif olarak izlendi. Operasyondan sonra hasta nüks
açısından takibe alındı.
Anahtar Kelimeler: cerrahi, soliter fibröz tümör, plevra
P027
Multiple Lung Metastases From Parotid
Adenoid Cystic Carsinoma Resected After
Five Years With Respiratory Failure
Hülya Günbatar1, Selami Ekin1, Bünyamin Sertoğullarından1, Alpaslan
Yavuz2, Gülay Bulut3
Department of Pulmonary Medicine, YYU University, Van, Turkey
Department of Radiology, YYU University, Van, Turkey
Department of Pathology, YYU University, Van, Turkey
1
2
3
Şekil 1.Results
Şekil 2.
12
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Adenoid cystic carcinoma (ACC) is one of the most common
malig¬nancy that arises in secretory glands, particularly the major and
minor salivary glands. It accounts for about 15% -25% of all malignant
salivary gland carcinomas. Typically, ACC is slow growing tumors with
five-year survival rate, but it spreads into adjacent tissues and develops
distant metastasis via haematogenous frequently to the lungs, bone, and
soft tissues. We report a case of a 52-year-old man who presented with respiratory failure and multiple metastases with a diagnosed adenoid cystic
carcinoma resected parotid gland five years before. A 52-year-old male,
underwent a radical cranio-facial resection for a right parotid gland adenoid cystic carcinoma, followed by postoperative radiotherapy. He was
followed-up with annual head CT scans for 5 years with no signs of locoregional recurrence. Physical examination respiratory system was normal.
Blood gases analyses showed moderate hypoxemia. pH; 7,49 pCO2; 31,8
Po2; 38,9 HCO3; 24,1 sat O2; 79,1. CT of the thorax showed multiple
lesions ranging in size from 5 mm to 4 cm distributed diffusely in both
lungs. CT-guided fine-needle aspiration of the lung lesion was performed.
Pathological analysis showed multiple cystic structures with cribriform pattern on different sizes intervening hyaline stroma of the biopsy specimens
reported adenoid cystic carcinoma. ACC of the parotid gland may be indicate a life-long threat to some patients also may cause respiratory failure
and requires constant vigilance by medical practitioners.
Key words: adenoid cystic carsinoma, metastase, respiratory failure
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P028
Yaygın ekstranodal tutulum ile seyreden
endobronşiyal Hodgkin lenfoma olgusu
Serap Argun Barış1, Tuba Çiftçi1, Elif Birtaş Ateşoğlu2, Pınar Tarkun2, Cengiz
Erçin3, İlknur Başyiğit1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
3
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
1
2
Giriş: Hodgkin lenfomanın seyri sırasında akciğer tutulumu izlenebilir
fakat hastalığın akciğer tutulumu ile başvurması nadirdir.
Olgu: Yirmi dokuz yaşında erkek hasta, beş gündür olan öksürük, balgam ve yürüyememe şikayetleriyle başvurdu. Özgeçmişinde özellik yoktu.
Fizik muayenesinde, hastanın destekle yürüdüğü ve sağ el bileği distalinde
fokomeli olduğu izlendi. Boyun muayenesinde, sağ servikal ve supraklavikular alanda en büyüğü yaklaşık 3x2 cm boyutlu olmak üzere multipl lenfadenopatiler palpe edildi. Solunum sistemi muayenesi doğal idi. Akciğer
grafisinde sağ hiler bölgede ve sol akciğer alt zonda parakardiyak alanda
yerleşimli nonhomojen dansite artışları izlendi. Toraks BT’sinde bilateral
hiler ve mediastinal multipl lenfadenopatiler, bilateral parankimal nodüller,
sol akciğer alt lobda konsolidasyon alanı ve bilateral plevrada kalınlaşma
izlendi. Fiberoptik bronkoskopisinde sol akciğer alt lob posterior segmentte mukozanın beyaz renkli mukozal plaklarla kaplı olduğu, sağ sekonder
karinanın küntleşmiş olduğu ve sağ üst lob anterior segmentin obstrükte
olduğu görüldü. Sağ üst lob anteriordan ve sol alt lobdan mukoza biyopsisi alındı. Sağ sekonder karinadan TBİA yapıldı. Biyopsilerin patolojik
değerlendirmesinde CD3 pozitif matür lenfositler izlendi. PET-BT bulguları lenfoproliferatif hastalığa bağlı dalak, kas, kemik/kemik iliği, akciğer
ve plevra tutulumu ile uyumlu bulundu. Hastaya servikal lenf nodu eksizyonel biyopsisi ile nodüler sklerozan tip Hodgkin lenfoma tanısı konuldu.
Sonuç: Mediastinal lenfadenopatilerin ayırıcı tanısında lenfomalar
mutlaka akla gelmeli ve tanı yaklaşımında bronkoskopik tetkik ihmal
edilmemelidir.
Anahtar Kelimeler: akciğer, bronkoskopi, ekstranodal tutulum, endobronşiyal, hodgkin lenfoma,
kanamalı lezyon saptandı. Toraks Bilgisayarlı Tomografide her iki akciğerde çok sayıda metastaz ile uyumlu nodüler lezyon saptanan hastaya Pozitron Emisyon Tomografi-Bilgisayarlı Tomografi çekildi. Her iki akciğerde
multipl izlenen nodüler oluşumlarda artmış FDG tutulumu saptandı. Hastaya transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsi yapıldı ve biyopsi sonucu
bazal hücreli karsinoma, akciğer metastazı olarak raporlandı. Bazal hücreli
karsinom cildin en sık görülen ancak çok nadir metastaz yapan bir tümörü
olması nedeniyle olgu sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Akciğer metastazı, Bazal hücreli karsinom, Multipl nodül
Şekil 1. Akciğerde multipl metastaz yapan bazal hücreli karsinoma olgusunun
bilgisayarlı toraks tomografi görüntüleri
Şekil 2. Akciğerde multipl metastaz yapan bazal hücreli karsinoma olgusunun
bilgisayarlı toraks tomografi görüntüleri
Şekil 1. PA akciğer grafisi
P030
P029
Tirozin Kinaz İnhibitörü Kullanımı Yan Etkisi
Olarak Plevral Effüzyon
Akciğerde Multipl Metastaz Yapan Bazal
Hücreli Karsinoma Olgusu
Aylin Özge Alpaydın1, Kemal Can Tertemiz1, Atila Akkoçlu1, İnci
Alacacıoğlu2, Şerife Medeni Solmaz2
Özge Şafak1, Neslihan Mutluay1, Dilek Saka1, Mehmet Bahadır Berktaş1,
Yetkin Ağaçkıran2
1
Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, Ankara
2
Ankara Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji, Ankara
63 yaşında kadın hasta, 3-4 aydır olan kuru öksürük şikayeti ile hastaneye başvurdu. Özgeçmişinde 6 yıl önce kafa derisindeki lezyondan bazal
hücreli karsinom tanısı konulmuş. Fizik muayenede akciğer muayenesinde
patoloji olmayan hastanın kafa derisinde yaklaşık 5x5 cm boyutlu ülsere,
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir
1
2
Tirozin kinaz inhibitörleri maligniteli hastalarda kullanımı gittikçe artan
ilaçlardır. İlaç kullanımı yaygınlaştıkça yeni yan etkiler saptanabilmektedir.
Dasatinib; özellikle imatinib ve nilatinib tedavisine refrakter lösemi olgularında kullanılan bir ajandır.
Hastanemiz Hematoloji Bölümünde takip edilen ve dasatinib tedavisi
sonrasında plevral efüzyon gelişen 3 kronik myelositer lösemi ve bir akut
lenfositik lösemi olgusu değerlendirildi. Olguların yapılan ileri tetkiklerinde (ekokardiyografi ve laboratuvar incelemeleri) sıvıya neden olabilecek
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
13
POSTER SUNUMLARI
patoloji saptanmadı. Torasentez uygulanan iki olguda eksuda özelliğinde
sıvı mevcuttu. Bir olguda VATS uygulandı ve patolojik olarak ilaç reaksiyonunu düşündürebilecek granulomatöz reaksiyon saptandı. Tüm olgularda
dasatinib tedavisi kesildi ve izleme alındı. Kontrol grafisi çekilen olgularda
plevral sıvının gerilediği görüldü.
Plevral efüzyon ilaç kullanımı sonrasında ortaya çıkabilecek nadir yan
etkilerden biridir. Biz de dasatinib kullanımı sonrasında ortaya çıkan ve
ilaç yan etkisi olduğunu düşündüğümüz plevral efüzyonlu dört olguyu
sunmak istedik. Tirozin kinaz inhibitörlerinin (özellikle dasatinib) kullanıldığı hastalar, plevral efüzyon ve akciğer tutulumu açısından mutlaka yakından izlenilmeli ve gerekli görülmesi durumunda tedavi kesilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Dasatinib, plevral efüzyon, ilaç yan etkisi
P031
Pozitron Emisyon Tomografi Sonucu Negatif
Olan Malign Plevral Mezotelyomalı Yaşlı
Hasta
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
dır. Alopesi, halsizlik, bulantı-kusma ve konstipasyon en sık görülen kemoterapi yan etkileridir. ECOG performans statüsü kötü olan olgularda ilaç
yan etkisinin daha şiddetli yaşandığı görülmüştür. Hastaların performans
durumları kötüleştikçe yaşam kalitelerinde de kötüleşme olduğu saptanmıştır. Tedaviye yanıt veren olgularda tedavi sonrası ECOG performans
skoru tedaviye yanıt vermeyenlerden anlamlı olarak düşük bulunmuştur.
Anksiyete ve depresyonun düşük yaşam kalitesi ile yakın ilişkisi olduğu
saptanmıştır.
Sonuç: Sonuç olarak bu çalışma tedavi yanıtının daha iyi olduğu
KHAK olgularında tedavinin yaşam kalitesini pozitif yönde etkilediğini, günlük pratikte kolayca uygulanabilen ECOG performans skalası ile
EORTC QLQ-C30 yaşam kalitesi anketi arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu saptamıştır.
Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, ECOG performans skalası, yaşam kalitesi, anksiyete ve depresyon
P033
Berna Taşkın Doğan1, Zeki Çelen2, Ahmet Feridun Işık3, Öner Dikensoy1
Uzak metastazlarla başvuran üç malign
mezotelyoma olgusu
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep Üniversitesi, Gaziantep
Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Gaziantep Üniversitesi, Gaziantep
3
Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Gaziantep Üniversitesi, Gaziantep
Sema Canbakan, Seher Satar, Ayperi Öztürk, Arzu Ertürk, Nevin Taci Hoca,
Nermin Çapan, Esra Özaydın
1
2
Giriş: Malign plevral mezotelyoma ülkemizde çevresel asbest maruziyeti öyküsü olan olgularda plevral hastalıkların ayırıcı tanısında olması
gereken bir hastalıktır. Bening asbest plakları ile ayırımı bazen güç olabilir. Burada asbest maruziyeti olup plevral efüzyon ve eşlik eden belirgin
plevral kalınlaşması olup PET-BT de tutulumu düşük olan yaşlı bir malin
plevral mezotelyoma hastası sunulmuştur.
Olgu: Altmış dokuz yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve sol göğüs ağrısı ile başvurdu. Adıyaman’da oturan hastanın 30 yıl toprak evde oturma
öyküsü vardı. Toraksın bilgisayarlı tomografisinde solda plevral efüzyon
ve eşlik eden belirgin plevral kalınlaşma görüldü. Torasentezde eksuda
vasfında ve hemorajik vasıflı alınan sıvının yapılan hücre bloğu ve sitoloji
sonucu benign olarak değerlendirildi. Kör yapılan plevra biyopsi sonucu
kronik inflamasyon geldi. Hastanın yaşlı olması, asbest maruziyeti olması,
plevral sıvının eksüda ve hemorajik olması nedeniyle PET-BT çekildi ancak malinite düzeyinde tutulum olmamasına rağmen (SUV:2.8) hasta göğüs cerrahisine yönlendirildi. Yapılan video yardımlı torakoskopide alınan
plevral biyopsi sonucu malign mezotelyoma bifazik tip olarak raporlandı.
Sonuç: Yaşlı, asbest maruziyeti olan, eksuda vasfında plevral sıvı görülen hastalarda PET-BT ve plevra biyopsi sonucu negatif gelmesine rağmen
malignite mutlaka akılda tutulmalı ve ekarte edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Mezotelyoma, Plevra, Positron emisyon tomografi
P032
Akciğer kanserli hastalarda uygulanan
tedavinin yaşam kalitesi üzerine etkisinin
değerlendirilmesi
İlknur Yaşar, Salih Serdar Erturan, Şermin Börekçi, Ersan Atahan, Ergi Hysi
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: Çalışmamızda kemoterapi veya kemoradyoterapi uygulanan
akciğer kanserli hastalarda performans statüsünün, tedaviye bağlı yan
etkilerin, tedaviye yanıtın, yaşam süresinin ve anksiyete-depresyon düzeyi
ile yaşam kalitesinin değerlendirilmesi sonucunda tedavinin yaşam kalitesi
üzerine etkisini ortaya koymayı amaçladık.
Gereç-Yöntem: Mart 2011-Kasım 2013 tarihleri arasında akciğer kanseri tanısı alan ve kemoterapi veya kemoradyoterapi endikasyonu olan 56
hasta çalışmaya alındı. Hastalardan 13’ü tedavileri tamamlanmadan exitus olduğundan 43 hasta değerlendirmeye alındı. Hastaların tedaviye yanıtı, sağkalım süreleri ve kemoterapinin yan etkileri kaydedildi. Hastaların
tedavi öncesi ve tedavi sonrası ECOG performans skalası ile performans
statüleri, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği ile anksiyete-depresyon
düzeyleri, EORTC QLQ-C30 ve QLQ-LC13 yaşam kalitesi ölçekleri ile yaşam kaliteleri değerlendirildi.
Bulgular: 43 olgunun yaş ortalaması 60,70±10,71 yıl olup 39’u
(%90,7) erkek, 4’ü (%9,3) kadındır. Olguların 16’sı (%37,2) KHAK, 27’si
(%62,8) KHDAK tanısı almıştır. Ortalama sağkalım süresi 20,11±2,39 ay-
14
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Atatürk Gögüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Malign plevral mezotelyoma lokal agresif tümör olarak bilinen ve uzak
metastazları nadir olan tümörlerdendir. Yayınlanmış metastazlı olgular nadir olup çoğu otopsi bulgusudur. Biz tanı anında metastazları bulunan 3
olguluk bir seriyi sunmayı amaçladık. Olguların tümünde mezotelyoma tanısı plevral dokunun örneklenmesi ile konulmuştu. Bir olgumuzda ilaveten
peritoneal dokuda da mezotelyoma ile uyumlu bulgular saptanmıştı. Tanı
anında olgulardan birinde karaciğer, diğerinde sürrenal üçüncüsünde de
sürrenal ve beyin metastazları bulunmaktaydı. Multipl metastazları olan
son olgu tedaviyi kabul etmedi. Kraniuma palyatif radyoterapi aldı. Tanıdan 3 ay sonra kaybedildi. Diğer olgulara birinci basamak kemoterapi
verildi ve düzenli takiplere alındı. Karaciğer metastazı bulunan olgunun
kemoterapiden dokuz ay sonra nefes darlığında artış oldu ve bilgisayarlı
tomografide plevral hastalıkta progresyon saptandı. Aynı zamanda özellikle kalça ve bacakta olmak üzere kemik ağrılarından da yakınıyordu. Hastada multipl kemik metastazları saptandı. İkinci basamak kemoterapiye
ilaveten kemik metastazına yönelik palyatif radyoterapi aldı. Ancak hasta
18 ay yaşayabildi. Sürrenal metastazı bulunan diğer olgu ise lokal progresyonlar nedeniyle üç basamak kemoterapi aldı. Son kemoterapiden önce
bu hastada da kemik metastazı gelişti. Kemik metastazına yönelik palyatif
radyoterapi verildi. Olgu tanıdan itibaren 36 ay yaşadı.
Anahtar Kelimeler: Malign mezotelyoma, multipl metastaz, prognoz
P034
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki
235 Akciğer Kanseri Olgusunun Retrospektif
Analizi
Ercan Kurtipek1, Nuri Düzgün2, Yaşar Ünlü3, Hıdır Esme2, Cengiz Burnik1,
Süleyman Baktık4, Yüksel Terzi5, Taha Tahir Bekçi1
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Konya
3
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Konya
4
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Konya
5
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Bölümü, Samsun
1
2
Çalışmamızda skuamöz hücreli kanser(SHCA), adenokanser(AdenoCA),
büyük hücreli kanser(BHCA), küçük hücreli kanser(KHCA) tanısı almış
235 olgu retrospektif olarak analiz edilmiştir. Çalışmadaki hastaların 193’ü
(%82.1) erkek, 42’si (%17.9) bayandı. En sık görülen akciğer kanseri tipi
81(%34.4) ile SHCA’ydı. Erkeklerde en sık görülen akciğer kanseri tipi
78(%40.4) ile SHCA olup; bundan sonra sıklık sırasına göre AdenoCA
61(%31.6), BHCA 17(%8.8) ve 13(%6.7) ile KHCA bulundu. Bayanlarda
en sık görülen akciğer kanseri tipi 19(%79.1) ile AdenoCA olup; bundan
sonra sıklık sırasına göre SHCA (%12,5) ve 2(%8.3) KHCA bulundu.
Bayan hastalarımızın hiçbirisinde BHCA saptamadık. Akciğer kanserinin
en sık görüldüğü yer sağ üst lob 57 kişi (%28.6) olarak saptandı. Bunu
görülme sıklığına göre sol üst lob 48 kişi (%24.1), sağ alt lob 46 kişi
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
(%23.1), sol alt lob 30 kişi (%15.1) ve sağ orta lob 18 kişi (%9) olarak
izledi. Sağ üst ve orta lob ile sol üst lobda en sık görülen akciğer kanseri
tipi SHCA iken sol alt lob ve sağ alt lobda en fazla görülen akciğer
kanseri tipi AdenoCA olarak bulunmuştur. Tümör tipi ile kitle boyutu
karşılaştırıldığında SHCA ve AdenoCA’ da tümör boyutunun daha fazla
olduğu istatistiksel açıdan anlamlı olarak bulunmuştur (p=0,002). Aynı
şekilde kitlenin SUV-max değeri SHCA ve AdenoCA’de diğer iki tümöre
göre daha yüksek bulunmuştur (p<0.05).
Sonuçta tümör boyutunun diğer kanser tiplerine göre daha fazla olduğu ve SUV-max değeri yüksek olan akciğer kanseri olgularında özellikle
SHCA ve adenoCA›nın akılda tutulması gerektiği görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: retrospektif, akciğer kanseri, analiz
P035
Akciğer adenokarsinomu ve langerhans
hücreli histiyositoz birlikteliği, nadir
görülen bir olgu sunumu
Eliz Oyman, Ebru Çakır Edis
Trakya Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne
49 yaşında kadın hasta, polikliniğimize 10 gün önce başlayan hemoptizi
şikayeti ile başvurdu. 38 paket/yıl sigara içme öyküsü olan hastanın toraks bilgisayarlı tomografisinde sol akciğer üst lobda 4x2 cm boyutlarında
düzensiz sınırlı yumuşak doku kitlesi izlenmesi üzerine pozitron emisyon
tomografisi (PET/BT) çekildi. PET/BT görüntülerinde sol akciğer apikal kesitte mediasten yerleşimli 20x27 mm boyutlarındaki spikule konturlu akciğer parankiminde suv max:10.3 ile artmış FDG tutulumu izlendi. Başka
yerde tutulum izlenmedi. Bronkoskopide endobronşial lezyon izlenmeyen
hastanın transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsi patoloji sonucunda tanı
gelmemesi üzerine, hasta göğüs cerrahisine konsulte edildi. Sol üst lobektomi yapılan hastanın frozen sonucu küçük hücreli dışı akciğer karsinomu
(az diferansiye adenokarsinom) olarak saptandı. Postoperatif dönemde
hastada sağ aksiller lenf nodu tespit edilmesi üzerine hastaya sağ aksiller
lenf nodu biyopsisi yapıldı. Hastanın lenf nodu biyopsi sonucu langerhans
hücre proliferasyonu gösteren lenf nodu (langerhans hücreli histiyositoz)
olarak raporlandı. Bu olguyu adenokarsinom ve langerhans hücreli histiyositoz birlikteliğinin nadir görüldüğünü vurgulamak ve akciğer karsinomlu her hastada tespit edilen lenfoadenomegalinin maligniteye bağlı olmayabileceğini vurgulamak amacıyla sunmayı uygun bulduk.
Anahtar Kelimeler: akciğer, adenokarsinom, langerhans hücreli
histiyositoz
Şekil 1. Sol akciğer apikal kesitte mediasten yerleşimli kitlenin PET/BT görüntüsü
Şekil 2. PET/BT’de başka yerde tutulum izlenmedi.
P036
Akciğerin primer taşlı yüzük hücreli
karsinomu: Olgu sunumu
Erdal İn1, Mehmet Mustafa Akın2, Müge Otlu3, Gökhan Varlı2, Figen Deveci1,
Mehmet Hamdi Muz1
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Elazığ
Malatya Devlet Hastanesi, Malatya
1
2
3
Giriş: Adenokarsinomun bir alt tipi olan taşlı yüzük hücreli karsinom
(TYHK), çoğunlukla mide, kolon, mesane, prostat ve memenin primer
karsinomu olarak ortaya çıkar. Akciğerin primer hastalığı oldukça nadirdir ve akciğerlerde saptandığı zaman sıklıkla metastaz olduğu düşünülür.
Malign bir tümör olan bu türün en önemli özelliği, müsin üreten hücrelerin
varlığıdır. Primer ve metastatik karsinomlara klinik yaklaşımın farklı olması
nedeniyle ayırıcı tanının önemini vurgulamayı amaçladık.
Olgu: Sigara kullanım öyküsü olmayan 51 yaşındaki erkek hasta, iki
aydır devam eden öksürük, kanlı balgam, kilo kaybı ve halsizlik şikayetleri
ile polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde sol hemitoraks alt alanda
solunum seslerinde azalma ve matite dışında patoloji saptanmadı. Akciğer grafisinde sol hiler alanda düzensiz sınırlı heterojen dansite artışı ve
solda orta düzeyde plevral effüzyon ile uyumlu görünüm saptandı. Toraks Bilgisayarlı Tomografisinde mediastinal plevraya oturan, sol üst lob
bronş ve segment dallarını oblitere eden düzensiz sınırlı yumuşak doku
dansitesi ve sol hemitorakta 58 mm kalınlığında plevral effüzyon izlendi.
Bronkoskopide sol akciğer üst lob bronşunu tıkayan ve alt lob bronşuna
doğru uzanım gösteren mukozadan kabarık endobronşiyal lezyonlar izlendi. Bu alandan biyopsi yapıldı. Sol hemitorakstaki plevral effüzyondan
örnek alındı. Bronkoskopik bronş biopsisi histopatolojik sonucu TYHK ile
uyumlu değerlendirildi. Plevral mayi sitolojik incelemesi TYHK metastazı
ile uyumlu olarak yorumlandı. Hastaya çekilen PET/BT’ de sol akciğerdeki
kitlede yüksek FDG tutulumu saptandı (SUVmaks:9,2). Akciğer dışında
başka primer odak saptanmadı. Hasta bu bulgularla primer akciğer TYHK
olarak değerlendirildi.
Anahtar Kelimeler: Taşlı yüzük hücreli karsinom, akciğer,
adenokarsinoma
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
15
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P037
Plöropnömonektonmiden 7 yıl sonra
tekrarlayan pnömotoraksla karşımıza çıkan
malign mezotelyoma olgusu
Ümit Aydoğmuş, Tolga Semerkant, Gökhan Yuncu
Pamukkale Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Denizli
Giriş: Malign plevral mezotelyoma(MPM) ortalama sağkalımın 9-12 ay
olduğu son derece agresif seyreden bir hastalıktır. Spontan pmönotoraksla
ortaya çıkması son derece nadirdir. Sağ plevrö-pnömonektomi operasyonundan (PPO) 7 yıl sonra MPM’ye bağlı sol tekrarlayan pnömotoraks
olgusu sunulmuştur.
Olgu: 65 yaşında bayan hasta 10 yıl önce (ilk pnömotoraks atağınan 7
yıl önce) malign epitelyal tip mezotelyoma tanısı ile paryetal plevrektomi
operasyonu geçirmiş, bir yıl sonrasında ise nüks nedeniyle PPO uygulanmıştır. PPO’dan 5 yıl sonra müsinöz over karsinomu nedeniyle opere olan
hastada aynı yıl içerisinde sol plörezi saptanmıştır. Sol lokal torakoskopi
ile plevra biyopsi ve plöredezisis yapılan hastanın sol plevra biyopsisi de
MPM olarak raporlanmıştır. 9 kür kemoterapi gören hastada PPO’nun 7.
Yılından itibaren, her biri tüp torakostomi ile tedavi edilen dört spontan
pnömotraks atağı geçirmiştir. Hastanın genel durumu uygun olmadığından sol taraf için cerrahi girişim uygulanmamıştır.
Sonuç: Bir taraf pnömonektomisi sonrası kalan akciğerde pnömotoraks geliştiğinde tümöre bağlı olabileceği akılda tutulmalıdır. Tümöre bağlı
pnömotoraks gelişmiş pnömonektomili olguların tedavisi zor bir durumdur.
Anahtar Kelimeler: Tekrarlayan pnömotoraks, plöropnömonektomi
sonrası pnömotoraks, malign mezotelyoma
PA Akciğer grafi X ray
segmentlerinden 0.4 cm ve 0.5 cm çaplarında nodüller çıkartılmıştır. Patoloji raporunda çok sayıda, en büyüğü 5 mm çapa ulaşan noröroendokrin hücre proliferasyonu, tümörletler ve mitotik aktivitenin, nekrozun ya
da atipinin olmadığı tipik karsinoid tümörler yanı sıra bir adet sklerozan
hemanjiom (pnömositom) tanımlanmıştır. Toraks onkoloji konseyinde
tartışılan olguya metastatik karsinoid tümör olasılığı nedeniyle oktreotid
sintigrafisi çekilmiş, patolojik aktivite tutulumu izlenmemiştir, hasta izleme
alınmıştır. En son Haziran 2013 tarihinde çekilen toraks BT’de akciğerdeki
nodüllerin stabil seyrettiği görülmüştür. DIPNECH, preinvaziv hiperplazi
ve tümörletlerden invaziv karsinoid tümörlere kadar uzanabilen nöroendokrin proliferasyonların görüldüğü nadir bir pulmoner sendromdur. Genellikle cerrahi tanı gerektiren bu sendrom, oldukça yavaş seyretmesine
rağmen literatürde ölümler de bildirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Diffüz idiyopatik pulmoner nöroendokrin hücre
hiperplazisi, videotorakoskopik cerrahi
P039
Akciğerde nadir görülen bir tümör:
İnflamatuvar miyofibroblastik tümör
Özlem Saniye İçmeli1, Abidin Levent Alpay1, Baran Gündoğuş1, Dilek Yavuz1,
Hatice Türker1, Merve Çiftci1, Ayçim Şen1, Büge Öz2, Thomas V Colby3
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul
3
Mayo Clinic
İnflamatuvar miyofibroblastik tümör(IMT),seyrek görülen bir tümör
olup tüm akciğer tümörlerinin %0.04-1.2 ‘si kadarını oluşturur. İlk kez
1939 yılında Brunn tarafından tanımlanmış, etyolojisi kesin olarak
bilinmemektedir.
Radyolojik bulgusu nedeniyle 16 yaşındaki kız hasta ileri tetkik için yatırıldı.Fizik muayenesi normal bulunan hastanın rutın hematolojik ve biyokimyasal parametrelerinde özellik yoktu. Akciğer grafisinde sağ akciğer üst
alanda sınırları düzgün homojen opasite mevcuttu. Toraks BT’de sağ hiler
bölgede 30x26 mm boyunda lobuler konturlu nodüler lezyon izlenmekteydi. Bronkoskopik incelemede sağ üst lob girişinde dokunmakla kanayan,
vasküler endobronşiyal lezyon görüldü. Kanama nedeniyle bronkoskopik
biyopsi alınamayan hastaya diagnostik ve teröpatik amaçlı sağ torakotomi
uygulandı. Patolojik tanı IMT olan hasta,çok seyrek görülen bir akciğer
tümörü olması nedeniyle literatürün ışığı altında tartışıldı.
IMT, seyrek görülen benign bir tümördür. Klinik ve radyolojik özellikler
değişken ve nonspesifik olduğundan cerrahi öncesi tanı konulması zordur. Selim bir tümör olmasına rağmen lokal invazyon ve nüksleri önlemek
amacıyla komplet rezeksiyon yapılmalı, rezeksiyon sonrası hastalar yakından izlenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Akciğer, inflamatuvar tümör, myofibroblastik
tümör
Şekil 1. Pnömotoraks
P040
P038
Astımı Taklit Eden Mukoepidermoid Karsinom
Diffüz idiyopatik pulmoner nöroendokrin
hücre hiperplazisi (DIPNECH): olgu sunumu
Fulya Ciyiltepe, Tülay Özdemir
Canan Gündüz1, Nesrin Moğulkoç1, Pervin Korkmaz1, Ali Veral2
Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Ege Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Diffüz idiyopatik pulmoner nöroendokrin hücre hiperplazisi, nadir görülen, akciğer malignitesini taklit edebilen bir hastalıktır. Sigara kullanım
ya da sistemik hastalık öyküsü olmayan 31 yaşındaki erkek hasta; Ocak
2009’da çekilen akciğer grafisinde nodüler lezyonlar saptanması üzerine
tetkik edilmiştir. Toraks BT’de malign özellikte kontrastlanan nodüller izlenmesi üzerine ileri inceleme için kliniğimize yönlendirilmiştir. Fizik bakısı
ve solunum fonksiyon testleri normal, arter kan gazında hafif hipoksemi
saptanmıştır. Biyokimyasal tetkikleri normal ve balgamda ARB negatif
bulunmuştur. Şubat 2009 tarihli PET/BT’de sağ akciğer alt lob superior
segmentte 1.7x1.3 cm boyutunda (SUVmax: 4.1) nodüler lezyon ve bilateral milimetrik nodüller (SUVmax: 0.9-1.7) izlenmiştir. Mart 2009’da
VATS ile wedge rezeksiyon yapılan olguda sağ alt lob superior ve posterior
16
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Akdeniz Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
35 yaşında erkek hasta.Son 3 aydır özellikle gece ortaya çıkan ve sol
yana yatmakla belirginleşen hırıltı yakınmasıyla başvurdu.Hastanın başka hiçbir solunumsal yakınması yoktu.Sigara öyküsü ve başka bir hastalığı bulunmamaktaydı.Fizik muayenesi doğaldı.Solunum fonksiyon testi
normaldi.PA akciğer grafisinde patoloji saptanmadı.Son 3 ayda hastaya
değişik merkezlerde çeşitli astım kontrol tedavilerinin uygulandığı, ancak
yakınmasında herhangi bir değişiklik olmadığı öğrenildi.Toraks BT’de sağ
akciğer orta lob bronşunu kısmen dolduran, lümene doğru uzanım gösteren polipoid görünümlü, endobronşiyal lezyon veya mukus tıkacı olabileceği belirtilen bir görünüm mevcuttu.Fiberoptik bronkoskopide sağ akciğer
orta lob girişinde havalanmaya izin verecek şekilde yerleşmiş, lobule görünümlü, solunumla kısmen hareketli endobronşiyal lezyon saptandı.Lezyondan fırçalama yapıldı ve biyopsi alındı.Patolojik tanı ‘mukoepidermoid
karsinom’ şeklinde rapor edildi.Evreleme amaçlı yapılan pet -CT görüntülemesinde, lezyon dışında patolojik FDG tutulumu izlenmemesi üzerine
hasta, küratif tedavi amaçlı göğüs cerrahisine yönlendirildi.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Olgumuz, astıma ait semptomların nonspesifik olduğunu, özellikle astım
tedavisi ile yanıt alınamadığı durumlarda başka tanıların da gözden geçirilmesi gerektiğini, ileri tetkiklerin hızlı bir şekilde yapılmasının hayat kurtarıcı
olduğunu vurgulamıştır.
Anahtar Kelimeler: Astım, Hırıltı, Mukoepidermoid Karsinom
Anahtar Kelimeler: küçük hücreli akciğer karsinomu, uzun dönem
sağkalım
P042
Nadir görülen bir kronik öksürük nedeni:
Primer akciğer taşlı yüzük hücreli kanseri
Emire Pınar Seyfettin1, Özlem Düvenci Birben1, Ayşe Elif Küpeli1, Dalokay
Kılıç2, Handan Özdemir3, Gaye Ulubay1
Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Başkent Üniversitesi, Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
3
Başkent Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Şekil 1. bronkoskopi görüntüsü
78 yaşında kadın hasta 1 aydır kuru öksürük şikayeti ile merkezimize
başvurdu. Yoğun hava kirliliğinin ve madenciliğin yaygın olduğu bir ilden
başvuran hastamız nonsmoker idi. Fizik incelemede solda skapula alt sınırından itibaren matite ve solunum seslerinde azalma saptandı. Hastanı
PA akciğer grafisinde sol alt zonda kalp kenarını ve diyafragmayı silmeyen homojen dansite artışı görüldü. Toraks BT’de Sol akciğer alt lobda
hilus inferiorunda alt lob bronşunu oblitere eden kitle imajı ile uyumlu
görünüm, sol alt lobda totale yakın kollaps, solda plevral sıvı, özofagus alt
ucunu komprese eden olası özofagus lezyonu görüldü. FOB’de endobronşiyal lezyon saptanmadı. Abdomen USG sonucu normal olan hastamızın
üst GİS endoskopisinde özofagus ve mide de patolojik oluşum görülmedi.
Plevral sıvı analiz sonuçları eksüda vasfındaydı, sıvıda lenfosit hakimiyeti
vardı. Kapalı plevra biyopsisini kabul etmeyen hastamıza VATS uygulandı. Alınan plevral biyopsi örnekleri akciğerin taşlı yüzük hücreli karsinom
paterni gösteren adenokarsinom olarak değerlendirildi.
Taşlı yüzük hücreli karsinoma (TYHK), akciğer adenokarsinomunun
ender görülen bir varyant tipidir. Agresif seyirli bu kötü diferansiye tümör
genellikle GİS ya da üriner sistemden akciğer metastazı olarak karşımıza
çıkar. Primer akciğer kanseri olarak görülmesi ise nadirdir (%1.5).
Akciğer kanserinde bilinen en önemli risk faktörü sigaradır. Hastamızda
olduğu gibi sigara içmeyen kişilerde de çevresel tozlara maruziyet ya da
genetik faktörler nedeniyle bu nadir görülen kanser tipinin medyastinal
kitle olarak karşımıza gelebileceği, özofagus alt ucu tümörleri ile karıştırılabileceği, agresif olması nedeniyle tanısal yaklaşım açısından agresif yaklaşılması gerektiği unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: adenokanser, medyastinal kitle
P043
Şekil 2. PET-CT görüntüsü
Endobronşiyal tutulum gösteren nonHodgkin lenfoma: nadir bir olgu
Tuğba Çiçek, Mine Önal, Ayşenaz Özcan, Yetkin Ağaçkıran, Şükran Atikcan
P041
Küçük Hücreli Akciğer Kanserinde Uzun
Dönem Sağkalım (İki Olgu)
Günseli Balcı, Aydan Mertoğlu, Zühre Taymaz, Emel Tellioğlu
İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Kliniği, İzmir
Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) tedaviye iyi yanıt veren ancak
mortalitesi yüksek ve uzun süreli yaşam şansının fazla olmadığı bir hastalıktır. Olguların büyük bir kısmı nüksler, geç dönemde ikinci primer tümörler ve kanser dışı nedenlerle kaybedilir. Burada, KHAK tanısı alan olgularımızdan uzun dönem sağkalımı olan 2 olgu sunuldu. Birinci olgumuz;
11 yıl önce sağ akciğerde küçük hücreli akciğer kanseri tanısı konularak
kemoterapi ve lokal radyoterapi uygulanan ve tam cevap elde edilen 79
yaşında erkek hasta da toraks bilgisayarlı tomografi (BT) ile sağ akciğerde
kitle lezyonu saptandı ancak hasta ileri tetkik ve tedaviyi kabul etmedi.
İkinci olgumuz 60 yaşında erkek hasta 10 yıl önce sol akciğerde sınırlı
evre küçük hücreli akciğer kanseri nedeniyle kemoterapi ve radyoterapi ile
tedavi edildi. Takibinin 10.yılında toraks BT’de sol akciğerde kitle saptandı
ve transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsisi ile nöroendokrin karsinom
tanısı konuldu. Hastaya kemoterapi başlandı. Olgularımızı ilk tümörün tedavisinde tam kür elde edilmesi ve çok uzun bir süre hastalıksız bir dönem
geçirmeleri nedeniyle sunmayı uygun bulduk.
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara
Non-Hodgkin lenfoma (NHL) tüm lenfomaların %75’ini oluşturmakla
beraber endobronşiyal tutulum oldukça nadirdir.
67 yaşında astım nedeniyle takipli bayan hasta son 1 aydır artan nefes
darlığı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Sigara içicisi olmayan hastanın
fizik muayenesinde yaygın ekspiratuar ronküsleri mevcuttu. Akciğer grafisinde sağ hiler dolgunluk saptandı. Hiler dolgunluğun etyolojisini araştırmak için çekilen toraks tomografisinde her iki aksiller bölgede lenfadenopati (LAP), yaygın mediastinal LAP ve sağ ana bronş dallarını çevreleyen
kitle lezyonu mevcuttu. Hastaya yapılan fiberoptik bronkoskopide sağ ana
bronş mukozası infiltre, orta ve üst lob orifisleri endobronşiyal lezyon ile
daralmıştı. Bu lezyonlardan biyopsi alındı. Biyopsi örneklerinin histopatolojik ve immunhistokimyasal olarak incelenmesi sonucu B hücreli nonHodgkin lenfoma infiltrasyonu olarak raporlandı. Hastaya siklofosfamid,
adriamisin, vinkristin ve prednizolon (CHOP) tedavisi başlandı.
Akciğer kanserini taklit eden endobronşiyal tutulumlu NHL’lı bu olgu
nadir görülmesi nedeniyle sunuldu.
Anahtar Kelimeler: endobronşiyal tutulum, non-Hodgkin lenfoma,
endobronşiyal kitle
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
17
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P044
Akciğerin Senkron Tümörü, Küçük Hücreli
Akciğer Karsinomu Ve Primer Akciğer
Adenokarsinomu Birlikteliği
Nesrin Öcal1, Deniz Doğan1, Ömer Deniz1, Ali Fuat Çiçek2, Hayati Bilgiç1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
2
69 yaşında erkek hasta sol yan göğüs ağrısı ve öksürük şikayetleri ile
kliniğimize başvurdu. Çekilen PA akciğer grafisinde izlenen dansite artımları nedeniyle hastaya toraks BT çekildi. Toraks BT’de sağ alt lobda plevra
tabanlı kitle lezyon ve solda hilus ile iştirakli, distalindeki hava yollarında
atelektaziye neden olduğu düşünülen kitle lezyon izlendi. 90 paket/yıl aktif
sigara ve kronik alkol içiciliği öyküsü bulunan hastaya tanısal bronkoskopi
işlemi yapıldı. Her iki akciğerdeki lezonlardan ayrı ayrı biyopsiler alındı.
Sağ akciğer alt lobdan transbronşial biyopsi alınırken sol akciğer üst lob
girişinde endobronşial lezyon izlendi ve lezyondan biyopsiler alındı. Sol
akciğer üst lobdan alınan biyopsi sonucu küçük hücreli akciğer karsinomu
olarak raporlanırken sağ alt lobdan alınan biyopsileri histopatolojik sonucu adenokarsinom olarak raporlandı. Bunun üzerine adenokarsinonum
olası bir akciğer dışı primer odaktan metastazı açısıdan araştırmak ve genel
onkolojik tarama amacıyla hastaya onkolojik PET tetkiki yapıldı. PET’de
akciğer dışı organlarda FDG tutulumları normal sınırlarda izlenmiş olup
her iki lezyon da akciğerin primer tümörü olarak değerlendirildi. Eşzamanlı
olarak saptanan akciğerin primer senkron tümörlerine iyi bir örnek teşkil
etmesi ve klinisyenlere aynı lezyonun metastazı olabileceğini düşündüren
lezyonlarda biyopsi işlemleri sırasında ikinci primer ihtimalini hatırlatmak
amacıyla bu olguyu paylaştık.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, senkron tümör
larda daha yavaş bir seyir beklenir. Bu açıdan bir faklılık gösterdiği için
radyolojik seyri hızlı olan bir akciğer kanseri olgusunu paylaşmak istedik.
66 yaşında erkek hasta öksürük, kilo kaybı, yüksek ateş, halsizlik şikayetleri ile başvurdu. Bir hafta önce dış merkezde çektirmiş olduğu torkas
BT’de sol akciğer üst zonda izlenen kaviter lezyon nedeniyle hastaya balgam ARB tetkiki planlandı ve non-spesifik antibiyoterapi başlandı. Balgam
ARB sonuçları negatif gelen hastaya alınan kontrol toraks BT’de lezyonların belirgin olarak progrese olduğu izlendi. ilk olarak hızlı seyrinden dolayı tüberküloz lehine değerlendirilen hastaya tanısal bronkoskopi işlemi
yapıldı. Sol akciğer üst lob girişinde endobroşial lezyon izlenen hastanın
patoloji sonuçları yassı epitel hücreli akciğer karsinomu olarak raporlandı.
Bu olguyu radyolojik prezentasyonu ve beklenende hızlı seyri farklılık
göstermesi açısından sunduk.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, kavite, tüberküloz
Şekil 1. sol akciğerde kaviter lezyon
P046
Şekil 1. A. Sol akciğerdeki yassı epitel hücreli karsinom B. Sağ akciğerdeki adenokarsinom
Histerektomiden On Yıl Sonra Akciğer
Metastazı İle Gelen Leyomiyosarkom Olgusu
Talat Kılıç1, Ömer Kaya2, Nusret Akpolat3
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya
Yeşilyurt Hasan Çalık Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Malatya
3
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Malatya
1
2
Şekil 2. Senkron tümörlerin histopatolojik görünümleri A. glandüler yapılar ve tek
hücre infiltrasyonlarından oluşan infiltratif tümör (x100 H & E) B. atipik skuamöz
epitel hücrelerinden oluşan infiltratif tümör adaları (x40 H & E)
P045
Akciğer Tüberkülozunu Taklit Eden Hızlı
Radyolojik Seyirli Bir Akciğer Kanseri
Olgusu
Nesrin Öcal, Deniz Doğan, Cantürk Taşçı, Hayati Bilgiç
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Kaviter akciğer lezyonları öncelikli olarak akciğer tüberkülozunu düşündürmekle beraber akciğer maligniteleri, fungal enfeksiyonlar gibi farklı
etyolojilerle de ilişkili olabilmektedir. Bu tür lezyonlar izlendiği zaman hızlı
bir şekilde ARB tetkikleri ile tüberkülozun ekartasyonu genel kabul görmüş
klinik yaklaşımdır. Kaviter lezyonların radyolojik takibinde hızlı progresyon
daha sıklıkla tüberküloz lehine yorumlanırken malignitelere bağlı lezyon-
18
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş: Leyomiyosarkomlar, gastrointestinal sistem traktus duvarı, uterus
duvarı, ekstremite yumuşak dokuları ve pelvik kaviteyi de içeren retroperitoneal dokuda yerleşim gösteren nispeten nadir görülen düz kas orjinli
malign tümörlerdir. Uterus leyomiyosarkomunun akciğere metastazı nadir
görülmektedir ve genelde histerektomiden yıllar sonra ortaya çıkmaktadır. Literatürde uterus neoplazmı ile eş zamanlı ortaya çıkan metastazlar
olduğu gibi histerektomiden 20 yıl sonra da metastaz saptanan olgular
bildirilmiştir.
Olgu Sunumu: Elli yedi yaşında bayan hasta, efor dispnesi, öksürük
ve yeşil renkli balgam şikayetleri ile başvurdu. Özgeçmişinde 10 yıl önce
anormal uterin kanama nedeni ile histerektomi + bilateral salpingoooferektomi ameliyatı ve diyabet öyküsü vardı. Soy geçmişinde özellik yoktu.
Fizik muayenesinde, kan basıncı: 110/70 mmHg, kalp hızı: 78/dakika, solunum sayısı: 20/dakika, ateş: 36.6 °C idi. Dinlemekle solunum
sesleri azalmış, ekspiryum hafif uzamıştı. Diğer sistem muayeneleri normal
idi.
Çekilen toraks bilgisayarlı tomografi (BT)’sinde sağ akciğer alt lob süperior segment düzeyinde hava bronkogramı içeren konsolide alan mevcuttu. Perihiler, subkarinal ve orta lob bronşunu daraltan multipl patolojik
boyutta lenfadenopatiler izlendi.
Hastaya tanısal amaçlı bronkoskopi yapıldı. Lezyondan alınan endobronşiyal biyopsi leyomiyosarkom olarak rapor edildi. Hastanın 10 yıl
önceki histerektomi kayıtları incelendiğinde leyomiyosarkom tanısı aldığı
öğrenildi. Mevcut bulgularla hastanın akciğerdeki lezyonları metastatik
olarak değerlendirildi. Hasta tedavi planlanması açısından onkoloji kliniğine yönlendirildi.
Sonuç: Metastatik pulmoner leyomiyosarkom olguları genelde asemptomatik olmakla birlikte öksürük, balgam, hemoptizi gibi non spesifik
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
semptomları da olabilir. Özellikle akciğerde lezyon ile başvuran hastalarda
geçirilmiş operasyon ve malignite öyküleri dikkatlice sorgulanmalıdır. Ayrıca, bu olgumuzda olduğu gibi, leyomiyosarkomların yıllar sonra metaztaz
yapabileceğinden, bu hastaların uzun dönem takip edilmeleri gerektiğini
düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: Akciğer metastazı, leyomiyosarkom
P048
Milimetrik nodüle uygun klinik yaklaşımla
kür sağlanan bir akciğer kanseri olgusu
Evrim Eylem Akpınar1, Tevfik Kaplan2, Nalan Ogan1, Sümeyye Alparslan
Bekir1, Meral Gülhan1
Ufuk Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Ufuk Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
1
2
P047
Eş zamanlı akciğer adenokanseri ve Hodgkin
lenfoma saptanan olgu
Abdulsamet Sandal, Lütfi Çöplü, Özge Öztürk
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Akciğer metastazları, toraks dışı tümörlerin %20-54’ünde görülmektedir. Akciğerler toraks dışı kanserlerin metastazı için ikinci en yaygın organdır. Bu yazıda radyolojik görüntü nedeniyle ön planda akciğer metastazı
düşünülerek araştırılan ve eş zamanlı olarak akciğer adenokarsinomu ile
Hodgkin lenfoma saptanan bir olgu bildirilmektedir. Nefes darlığı şikayeti
ile başvuran 75 yaşında kadın hastanın sorgulamasında vücut ağırlığında
son 6 ay içerisinde 10 kg kayıp olduğu öğrenildi. Fizik incelemesinde 3x3
cm boyutlarında sol supraklaviküler lenfadenopati saptandı. Yapılan toraks bilgisayarlı tomografide her iki akciğer parankiminde en büyüğü 1,5
cm boyuta ulaşan düzensiz sınırlı çok sayıda öncelikle metastaz ile uyumlu
nodüller saptanan hastanın supraklaviküler lenfadenopatisine eksizyonel
biyopsi uygulandı. Patolojik incelemesinde klasik nodüler sklerozan tip
Hodgkin lenfoma ve metastaz şüphesi olan glandüler yapılar saptandı.
Gastrointestinal sistem ve meme taramasında malignite bulgusu izlenmeyen hastanın fiberoptik bronkoskopi işleminde uyumsuz olması nedeniyle
işlem yapılamadı. Hastadan sağ akciğer alt lobda plevraya komşu lezyondan kalın iğne biyopsisi (tru-cut biyopsi) alındı. Biyopsi materyalinin patolojik incelemesinde müsinöz tip primer akciğer adenokarsinomu saptandı.
Eastern Cooperatıve Oncology Group Performans Status (ECOG-PS) değerlendirmesinde skoru 4 olan hastaya sistemik tedavi uygulanamadı. Bu
olgu ileri evre akciğer kanseri olgularında radyolojik bulguların toraks dışı
kanserlerin akciğer metastazı ile karışabileceğini vurgulamaktadır. Ayırıcı
tanının yapılması sistemik tedavi uygulanabilecek olgularda tedavi planını
belirlemede önemli olacaktır.
Anahtar Kelimeler: adenokarsinom, adenokanser, Hodgkin, kanser,
karsinom, lenfoma, metastatik, metastaz
Giriş: Çok dedektörlü bilgisayarlı tomografinin (BT) kullanımının
yaygınlaşmasıyla, alınan ince kesitler sayesinde akciğerdeki milimetrik
nodüller daha sık tesbit edilmeye başlanmıştır. Yapılan çalışmalar
nodüllerin etiyolojileri, davranışları ve yaklaşım konusunda bilgi artışı
sağlamıştır. Biyopsi yöntemlerinin başarısının ve PET-BT’nin duyarlılığının
düşük olması tanıda zorluğa yol açmaktadır. Takip amaçlı sık çekilen BT
radyasyon riskinin ve maliyetin artmasına neden olmaktadır. Bu bildiride
insidental olarak tesbit edilen milimetrik nodülü olan, malignite açısından
riskli bir olgunun sunumuyla, milimetrik nodüllere yaklaşımın önemini
vurgulamak amaçlanmıştır.
Olgu: 51 yaşında erkek hasta nefes darlığı, öksürük, balgam yakınmalarıyla başvurdu. Öyküsünde 15 p-yıl sigara, dedesinde akciğer kanseri
vardı. Özgeçmişinde 2009 yılında pnömoni sonrası çekilen Toraks BT’de
sağ alt lob posterior segmentte 6 mm pulmoner nodül izlenmişti. Yılda bir
çekilen BT ile yapılan takipte nodül boyutunda milimetrik artışlar izlenmişti. Laboratuar bulgularında sedim 90 mm/s, CRP: 22 mg/dl idi. FM: Doğaldı. Antibiyotik tedavisi sonrasında en son 1 yıl önce BT çekilmiş olduğu
için kontrol BT istendi. 3.10.2013 tarihli toraks BT’de sağ alt lobdaki nodül boyutunun 10.6 mm’ye çıktığı, dansitesinin arttığı izlendi. PET-BT’de
patolojik aktivite izlenmedi. Hasta Göğüs Cerrahisi, Radyoloji bölümlerinin de katıldığı konsey kararıyla operasyona verildi. VATS eşliğinde sağ
torakotomi yapıldı, frozen sonucu malign epitelial tümör gelen hastanın
operasyonu alt lobektomiye tamamlandı ve lenf nodu diseksiyonu yapıldı.
Postoperatif patoloji sonucu invaziv müsinöz adenokarsinom olarak gelen
hasta Evre IA (T1aN0M0) olarak evrelendi ve tedavisiz takibe alındı.
Sonuç olarak: İnsidental olarak tesbit edilen milimetrik nodüllerin uygun şekilde takibi ve seyrine göre gerekli tanı ve tedavi yöntemlerinin uygulanması, akciğer kanserinin erken tanı ve tedavisine olanak sağlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: milimetrik nodül, akciğer kanseri, takip
Olgunun toraks bilgisayarlı tomografi görüntüsü
Şekil 1. Olgunun toraks bilgisayarlı tomografi incelemesinde her iki akciğer
parankiminde en büyüğü 1,5 cm boyuta ulaşan düzensiz sınırlı çok sayıda öncelikle
metastaz ile uyumlu nodüller saptandı.
Şekil 1. 2009 yılı toraks BT’de sağ alt lob posterior segmentte 6 mm nodül,
dansite:-394 HU
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
19
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 2. 2013 yılı toraks BT’de sağ alt lobdaki nodülde boyut ve dansite artışı (10.6
mm, +22 HU)
P049
Bilateral multipl kaviter lezyonlarla
seyreden primer akciğer kanseri
Ebru Ünsal1, Filiz Çimen2, Fatma Canbay2, Müjgan Güler2
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ankara
2
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi
1
Atmış altı yaşında erkek hasta, çiftçilik yapmış. Kırk yıl önce inguinal
herni, 2 yıl önce de katarakt nedeniyle opere edilmiş. Sigara öyküsü 100
paket yıl. Erkek kardeşi de akciğer kanseri nedeniyle ex olmuştu. Soygeçmişinde başka özellik yoktu. Hasta 2,5 aydır olan nefes darlığı ve yaklaşık
yarım çay bardağı hemoptizi ile merkezimize başvurdu. Fizik muayenesinde, üst extremitede ve boyunda venöz dolgunluk mevcuttu. Solunum
sesleri azalmıştı. Oda havasında oksijen saturasyonu %90, solunum sayısı 14/dk idi. Rutin kan tetkiklerinde WBC: 6800 NE:4100 HGB:15.6
HTC:%47.4 PLT:303 000. INR:1.11 Sedimantasyon: 34/saat. Çekilen PAakciğer grafide mediasten genişliği ve bilateral kaviter lezyonlar mevcuttu.
Toraks BT’de, sağ paratrakeal alanda daha belirgin olmak üzere mediastinal ve her iki hiler alanda lenfadenopati görünümleri, vena cava superiora
bası ve invazyon bulguları mevcuttu. Sağ üst zonda çekintili, konturlu yaklaşık 5 cm boyutunda lezyon, her iki akciğerde de kaviter en büyüğü 4 cm
boyutlu multipl metastatik nodüller mevcuttu. Hasta vena cava superior
sendromu (VCSS) açısından radyasyon onkolojisine danışıldı. Doku tanısı
olmayan hasta VCSS’a yönelik 10 gün palyatif radyoterapi aldı. Klinik
durumu düzelen hastaya fiberoptik bronkoskopi (FOB) yapıldı. FOB’da
sol sistem üst lob apikoposterior segment ağzı endobronşiyal lezyon ile
tıkalıydı. Sağ sistem üst lob apikal segment ağzı da mukozadan kabarık,
frajil papiller lezyon ile infiltreydi. Buralardan multipl biyopsiler alındı. Her
iki sistemden alınan FOB biyopsi sonucu skuamöz hücreli karsinom olarak
raporlandı. FOB lavaj ARB menfi olarak geldi. PET BT ve kranial MR’da
uzak organ metastazı yoktu. Hasta hastanemiz onkoloji konseyine sunuldu. Küçük hücreli dışı akciğer kanseri (evre 4) tanısıyla kemoterapi alması
uygun görüldü.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, kavite, metastaz
P050
Bronşial Adenoid Kistik Karsinom: OLGU
SUNUMU
Ergi Hysi, İlknur Yaşar, Günay Aydın
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: Akciğerin primer adenoid kistik karsinomu ana bronşlardaki
submukozal glandlardan kaynaklanan düşük gradeli nadir görülen bir tümördür. Lokal rekürrenslere sık olarak rastlanır. Lenf nodu metastazı yapabilir fakat erken yaygın uzak metastazlar nadir görülür. Öksürük,hemoptizi
ve sırt ağrısı yakınmaları ile başvuran ve metastatik bronşial adenoid
20
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
kistik karsinom tanısı alan olgumuzu nadir görülmesi nedeniyle sunmayı
amaçladık.
Olgu: 48 yaşında, sigara öyküsü olmayan erkek hasta. 1 aydır devam
eden öksürük,hemoptizi ve sırt ağrısı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu.
PA akciğer grafisinde sol hiler genişleme görülmesi üzerine çekilen toraks
bilgisayarlı tomografisinde sol ana bronşu oblitere eden, yaklaşık 2,3 cm
çapında kitlesel lezyon tespit edildi. Bronkoskopik incelemesinde sol ana
bronş girişten itibaren lateralde daha belirgin olmak üzere yarım ay şeklinde, %50 darlık yapan mukoza lezyonu izlendi. Endobronşial kitleden
alınan biyopsinin patoloji incelemesi adenoid kistik karsinom ile uyumlu
bulundu. PET-CT’de bilateral sürrenal ve iskelet sisteminde multiple olmak
üzere yoğun FDG tutulumu izlenmesi nedeni ile inoperabl kabul edilen
hastaya ardışık kemoradyoterapi uygulandı. Radyoterapi sonrası primer
kitlede tam regresyon görülürken 6 kür kemoterapi sonrası metastatik
odaklarda progresyon izlendi.
Tartışma: Bronşial adenoid kistik karsinom lokal infiltratif büyüyen,
son derecede yavaş gelişmesine rağmen malign seyirli bir tümördür. Perinöral invazyon tümör için oldukça karakteristik olup erken yaygın uzak
metastaz nadiren görülmektedir. Cerrahi girişim primer tedavi şeklidir. Postoperatif cerrahi sınır veya N2 pozitifliği saptanan olgulara adjuvan radyoterapi önerilmektedir. Kemoterapinin tedavideki yeri gösterilememiştir.
Yaygın metastazların görüldüğü olgumuzda literatürle uyumlu olarak radyoterapiye tam yanıt alınırken kemoterapi sonrası progresyon
saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: adenoid kistik karsinom,bronş,erken metaztaz,
P051
Malign melanomlu bir hastanın
evrelemesinde gerektiğinde agressive
cerrahi evreleme yapılmalıdır: olgu sunumu
Alper Gözübüyük1, Kuthan Kavaklı1, Hakan Işık1, Okan Karataş1, Sezai
Çubuk1, Gökhan Ayberik1, Orhan Yücel1, Hasan Çaylak2, Sedat Gürkök1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Cerrahisi Anabilim DAlı Başkanlığı, Ankara
Diyarbakır Askeri Hastanesi, Diyarbakır
1
2
Giriş: Malign melanom görülme insidansı giderek artan, metastaz
varlığında tedavisi sorunlu olan malign bir hastalıktır. Tedavi seçeneğinin
hastalığın evresine göre belirlendiğinden hastalar mutlaka doğru olarak
evrelendirilmelidir.
Olgu: Yirmi üç yaşında erkek hasta preaurikular bölgeden malign melanom eksizyonu ve sonrasında yapılan PET-CT evreleme sonucu ile mürcaat etti. Primer lezyonun evresi pT1b, CLARK: Evre II, BRESLOW: 0.7
mm idi. PET-CT sol aksiler lenf nodunda (SUV Max: 3.8) ve üst anterior
mediastende (SUV Max: 25.5) pataolojik FDG tutulumu saptanmış. Aksiller bölgedeki tutulumun malign melanoma metastazı olabileceği ancak
üst anterior mediastendeki tutulum timik bir tümöre ait olabileceği değerlendirilmiş. Histopatolojik doğrulama için hastaya aynı seansta aksiler lenf
nodu ve mediastinal kitle eksizyonu ameliyatı planlandı. Timik lezyonun
komplet rezektabilitesini değerlendirmek için dinamik-CT-anjiyografi yapıldı. Kitlenin ana pulmoner arter ve çıkan aorta ile ilişkisi değerlendirildi.
Heterojen dansitede, düzgün sınırlı, 4.5 cm çapında ve invazyon göstermediği saptandı (şekil 1). Hasta cerrahi evreleme amaçlı ameliyata alındı. Aksiler lenf nodu eksize edildi ve sonra VATS ile timik doku çıkarıldı.
Timus bölgesinin eksplorasyonu sonrası kitlenin perikardın içerisinde olduğu, timus ile ilişkisi olmadığı ve perikardın intakt kaldığı saptandı. İntraoperatif alınan Kalp Damar Cerrahi konsultasyonu neticesinde hastaya
median sternotomi uygulandı ve perikard açılarak kitle rezektabilite açısından değerlendirildi. Ekstrakorporeal dolaşım pompası gerekebileceğinden
dolayı rezeksiyon bu aşamada yapılamadı ve bir hafta sonra kitle eksize
edildi (şekil 2). Histopataolojik inceleme sonucunda lenf nodunun benign
olduğu ve intraperikardiyal kitlenin ise paraganglioma olduğu saptandı.
Sonuç: PET-CT de çok farklı SUV Max değerine sahip FDG tutulumları
olduğunda, başka patalojiler olabileceği akılda bulundurulmalı ve histopatolojik doğrulama mutlaka yapılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Malign melanom, paraganglioma, göğüs cerrahisi, evreleme.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P052
P054
Nadir Bir Olgu: Akciğerin Pleomorfik
Karsinomu
Pulmoner metastatik kavitasyonla seyreden
pankreas adenokarsinoma olgusu
Ayşe Dallı1, Sibel Öktem Ayık1, Demet Arıkan Etit2
1
Hatice Kılıç1, Funda Karaduman Yalçın2, Ayşegül Karalezli1, Hatice Canan
Hasanoğlu3
2
1
Katip Çelebi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Birimi, İzmir
Giriş-Amaç: Akciğerin pleomorfik karsinomu, az diferansiye küçük
hücreli dışı akciğer karsinomudur. Sarkomatoid karsinomun bir alt tipidir.
Oldukça nadir görüldüğü için bu olguyu sunmayı uygun bulduk.
Olgu: 47 yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve öksürük şikayeti ile acil
servise başvurdu. Hasta taşipneik ve taşikardikti. Kan gazında hipoksi ve
hipokapni mevcuttu. Çekilen toraks Bilgisayarlı Tomografi’(BT)de perikardiyal efüzyon, paratrakeal hiler subkarinal lenfadenopatiler (LAP), sol alt
lob bronşunda obstrüksiyon ve distalinde konsolidasyon saptandı. Hasta
akciğer kanseri(CA) pnömoni ön tanıları ile servise yatırıldı. Dopler ekokardiyografide perikard tamponadı olması üzerine kardiyoloji konsültasyonu istendi. Perikardiyosentez yapılıp hasta takip edildi. Mayi sitolojik
incelemesi benign geldi. Boyunda palpabl lenf bezleri saptandı. Yapılan
boyun ultrasonografisinde bilateral servikal zincirde en büyüğü 3x2 cm
olan çok sayıda büyümüş lenf bezi saptandı. Lenf bezi ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Patoloji sonucu pleomorfik malign tümör metastazı
olarak geldi. Histopatolojik tanı için lenf bezi eksizyonel biyopsisi yapıldı.
Biyopsi sonucu akciğerin pleomorfik karsinomu olarak rapor edildi. Oksijen ihtiyacı devam eden hastaya bronkoskopi planlandı. Yüksek oksijen
desteğine rağmen hipoksisi olan hasta entübe edilerek mekanik ventilatöre
bağlandı. Yoğun bakım ünitesi olan bir merkeze sevk edildi.
Sonuç: Pleomorfik karsinom akciğerin nadir görülen, kötü prognozlu
bir tümörüdür. Akciğer CA ön tanısı ile tetkik edilen olgularda, pleomorfik
karsinom akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Pleomorfik karsinom, Akciğer
P053
Pankreas Metastazı Yapmış Bir Akciğer
Adenokanser Olgusu
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara
Sinop Boyabat 75. Yıl Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Sinop
3
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
2
Giriş: Pulmoner metastatik kaviter lezyonlar en çok skuamöz hücreli
veya musinöz karsinomlarla beraberdir. Bugüne kadar baş boyun tümörleri, özefagus, kolon ve mesane kanserlerinin akciğer metastazlarında kaviter
lezyonların görüldüğünü gösteren çok az sayıda olgu sunumu mevcuttur.
Bu olguyla, literatürde daha önce bildirilmemiş olan pankreas adenokarsinomuna bağlı akciğerde çok sayıda metastatik kaviter lezyonları olan
hastanın sunulması amaçlanmıştır.
Olgu: 60 yaşında erkek hasta 7 aydır olan sırt ağrısı ve 2 ayda yaklaşık 10 kilo kaybı nedeniyle başvurdu. Abdomen ve toraks bilgisayarlı
tomografilerinde pankreas gövdesinde kitlesel lezyon ve akciğerde alt loblarda daha belirgin çok sayıda kaviter lezyon (Şekil 1) izlendi. Bronkoskopik incelemede endobronşial lezyon izlenmedi. Bilgisayarlı tomografi
(BT) eşliğinde pankreastan yapılan transabdominal ince iğne aspirasyon
biyopsisinin histopatolojik değerlendirmesinde az differansiye pankreas
adenokarsinomu olduğu saptandı. Akciğerdeki kaviter lezyonların tanısına
yönelik yapılan tru-cut biopsinin sitopatolojik ve immunhistokimyasal değerlendirmesinde, lezyonların pankreas adenokarsinom metastazı olduğu
tespit edildi. Başka bir odakta metastaz saptanmadı. Hastaya multi-modal
tedavi başlandı. Tedavinin 9. ayında solunum yetmezliği ile acil servise
başvuran hastada masif pulmoner tromboemboli saptandı (Şekil 2) ve yoğun bakım ünitesine yatırılan hasta, takibinde kaybedildi. Bu süreç içinde,
akciğerdeki metastatik kaviter lezyonların artış göstererek devam ettiği toraks BT takiplerinde izlendi.
Tartışma: Pankreas adenokarsinomunun akciğerde yaygın metastatik
kaviter lezyonlara neden olması oldukça nadir bir durumdur. Bu olguyla,
akciğerde kaviter lezyonlara neden olan hastalıklar arasında malignitelerin
de yer alabileceği unutulmamalı ve ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Anahtar Kelimeler: Pankreas, akciğer, metastaz, kavite
Ayşe Dallı1, Sibel Öktem Ayık1, Mehmet Ali Uyaroğlu2, Hüseyin Sinan Akay3
Katip Çelebi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Birimi, İzmir
3
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji, İzmir
1
2
Giriş-Amaç: Bilinen akciğer malignitesi olan hastada, pankreas metastazı ile karşılaşılması oldukça nadir. Bu vakamızda sunumumuzda
bronkoskopik biyopsi ile küçük hücreli dışı akciğer kanseri(KHDAK) tanısı
konup alt tipi belirlenemeyen, ancak pankreastaki kitleden alınan biyopsisi
ile adeno kanser tanısı alan hastayı nadir metastaz olması sebebiyle sunmayı uygun bulduk.
Olgu: Ellidokuz yaşında erkek hasta, onbeş gündür başlayan ve giderek artan nefes darlığı ile acil servise başvurdu. Fizik muayenede sol hemitoraksta solunum sesleri alınmıyordu. Akciğer grafide mediastinal şift
yapan, solda masif efüzyon saptandı. Toraks Bilgisayarlı Tomografi’de(BT)
sol hilusta sınırları net ayırt edilemeyen ve sol ana bronşu oklüde eden
kitle görüldü. Hastaya üç kez terapötik torasentez yapıldı. Alınan plevral
mayilerin sitolojik incelemesi benign olarak raporlandı. Yapılan bronkoskopide sol sistem tüm segment agızları tama yakın tıkalı idi. Mukozal infiltrasyon görünümü mevcuttu. Bronkoskopi ile alınan biyopsinin patoloji sonucu KHDAK olarak geldi. Tarama amaçlı çekilen batın Bilgisayarlı
Tomografisinde(BT) pankreas kuyruk kısmında 5x6 cm büyüklüğünde
kitle saptandı. Endoskopik ultrasonografi ile pankreastaki kitleden biyopsi
alındı. Patoloji sonucu adeno kanser olarak rapor edildi.
Sonuç: Akciğer kanserlerinin pankreas metastazı nadir görülen durumlardır. Sistemik taramalar yapılırken pankreasın da değerlendirilmesi, saptanacak bir kitlede metastaz olasılığı akılda bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, pankreas metastazı
Şekil 1. Toraks BT’de alt loblarda daha belirgin çok sayıda kaviter lezyon
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
21
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
alt zonda infiltrasyon saptanması üzerine moksifloksasin tedavisi verildi.
Hastanın hikayesinde son 3 yıl içinde 3 kez sağ taraftan pnömoni öyküsü
olunca toraks BT ile değerlendirildi. BT’de sağ alt lob lokalizasyonunda
endobronşial lezyon görüntüsü olması nedeniyle fiberoptik bronkoskopi
yapıldı. Sağ alt lob mediobazal segment girişinde düzgün yüzeyli, polipoid
lezyon olması üzerine alınan forseps biyopside kronik granulasyon dokusu saptandı. Ardından hastaya rijid bronkoskopi yapılarak lezyon kısmen
çıkarıldı. Patoloji sonucu tipik karsinoid tümör olarak raporlanan hastaya
sağ alt lobektomi uygulandı. Cerrahi sonrasi 6.ayında yapılan FOB’da endobronsiyal lezyon izlenmedi. Karsinoid tümörler tekrarlayan pnömonilere
neden olabilir. Reküren pnömonilerde endobronsiyal tümör açısından dikkatli olunması ve gerekirse BT ve FOB yapılması önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Karsinoid tümör, tekrarlayan pnömoni
P057
Şekil 2. Toraks BT’de masif pulmoner tromboemboli görünümü
Preoperatif Değerlendirme Esnasında Tanı
Konan Akciğer Kanseri
Deniz Doğan1, Deniz Arık2, Mehmet Aydoğan3, Ömer Alan4, Alper
Gündoğan1, Nesrin Öcal1, Cantürk Taşçı1
P055
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Ağrı Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Ağrı
Isparta Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Isparta
4
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Ankara
1
Eş zamanlı akciğer ve kolon
adenokarsinomu: olgu sunumu
2
Tuğba Çiçek1, Ayşenaz Özcan1, Yetkin Ağaçkıran2, Şükran Atikcan1
87 yaşında herhangi bir pulmoner semptomu olmayan erkek olgu,
planlanan ingüinal herniorafi operasyonu öncesi çekilen akciğer grafisindeki şüpheli görünüm üzerine Göğüs Hastalıkları Bölümüne konsülte edilmiş. Olgunun gelişinde genel durumu iyi olup herhangi bir şikayeti yoktu.
Özgeçmişinde 55-60 paket/yıl sigara öyküsü dışında özellik bulunmamaktaydı. Solunum fonksiyon test paremetrelerinde FVC:2.82 (%104.4),
FEV1:1.93 (%99.4), FEV1/FVC:68.4, olarak ölçüldü.
PA akciğer grafisinde sağ orta zonda periferal yerleşimli 24X26mm
boyutlarında düzgün sınırlı nodüler lezyon ve sağ parakardiyak alanda
düzensiz sınırlı kitle lezyonu izlenmekteydi (Şekil 1) Olguya öncelikle kontrastlı Toraks CT tetkiki çekildi. Toraks CT’nde sağ akciğer alt lobda 46x23
mm ve 45x20 mm boyutlarında iki adet solid kitle lezyonu izlendi (Şekil 2).
Yapılan fiberoptik bronkoskopi işleminde sağ alt lob mediobazal ve posterobazal segment ağızlarının dıştan bası ile daralmış olduğu izlendi ve bu
alanlardan biyopsiler alındı. Çekilen FDG-PET tetkikinde Toraks CT de
izlenen lezyonların SUVmax değerleri sırası ile 7.5 ve 8.1 olarak ölçülen olgunun histopatolojik tanısı adenokarsinoma ile uyumlu olarak raporlandı.
Herhangi bir pulmoner semptomu olmayan ileri yaşta erkek olgu, tesadüfen saptanan akciğer kanseri. Olguya preoperatif değerlendirmede ileri
yaşı nedeni ile çekilen akciğer grafisindeki şüpheli görünüm üzerine tanı
konuldu. Bilindiği üzere akciğer kanseri birçok olguda herhangi bir semptom vermeden ileri yaşta ortaya çıkabilmektedir. Preoperatif pulmoner değerlendirmede radyolojik incelemenin önemini bir kez daha vurgulamak
istedik.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, preoperatif değerlendirme, radyolojik değerlendirme
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, Ankara
2
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji
Kliniği, Ankara
1
Senkron tümörler, birinci primer tümör tanısı konulduktan sonra ilk 6
ay içinde teşhis edilen iki veya daha çok primer tümör olarak tanımlanır.
Multipl primer malign neoplazmların %0.73-11.7 sıklığında izlendiği bildirilmiştir. Senkron akciğer ve kolon adenokarsinomu birlikteliğinin oldukça
nadir izlendiği literatürde bildirilmektedir.
75 yaşında erkek hasta 2 aydır süren öksürük, kanlı balgam şikayeti
ile kliniğimize başvurdu. Çekilen toraks tomografisinde sağ akciğerde suprahiler seviyede kitle lezyonu saptandı. Hastaya tanısal amaçlı fiberoptik
bronkoskopi yapıldı. Alınan örneklerin tanısal olmaması nedeniyle transtorasik biyopsi yapıldı. Örneklerin histopatolojik ve immunohistokimyasal incelenmesinde TTF-1 ve napsin-A pozitif adenokarsinom ile uyumlu
geldi. Akciğer adenokarsinomu tanısı konulan hastaya evreleme amacıyla
çekilen 18F-FDG pozitron-emisyon tomografide sigmoid kolonda SUVmax:24 olan kitle saptandı. Hastaya yapılan kolonoskopide sigmoid kolon
distalinde lümeni çepeçevre saran malign görünümlü lezyon izlendi. Alınan biyopsinin histopatolojik ve immunohistokimyasal incelenmesi sonucunda TTF-1 ve napsin-A negatif adenokarsinom tanısı konuldu. Kolon
rezeksiyonu sonrası hasta kemoterapi planına alındı.
Akciğer malignitesi olan hastalarda toraks dışı kitle saptanması çoğu
zaman metastazı akla getirir. Ancak toraks dışı lezyon, eş zamanlı ikinci
primer kanser de olabilir. Her bir lezyonun etyolojisinin ayrı ayrı saptanması, uygun tedavi yönteminin seçimi ve prognoz tahmininde önemlidir.
Eş zamanlı akciğer ve kolon kanseri nadir bir durumdur ve genelde metastaz taraması yapılırken tesadüfen saptanır.
Anahtar Kelimeler: multiple primer tümör, senkron tümör, akciğer
kanseri, kolon kanseri, adenokarsinom
P056
Tekrarlayan Pnömoni ile Seyreden
Endobronşiyal Karsinoid Tümör: Olgu
Sunumu
Elif Yelda Özgün Niksarlıoğlu, Muzaffer Metin, Gülcihan Özkan, Nur Dilek
Bakan, Güngör Çamsarı
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Istanbul
Bronkopulmoner karsinoid tümörler nöroendokrin hücrelerden köken
alan nadir görülen akciğer neoplazileridir. En sık görülen semptomlar öksürük, hemoptizi, vizingdir. Olgu 33 yaşında nonsmoker erkek hasta öksürük, ateş balgam çıkarma şikayeti ile başvurdu; çekilen PAAG’de sağ
22
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
3
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
tama yakın kollobe görünümve ve plevral efüzyon izlenmekteydi(Resim2).
Bronkoskopide sağ üst lob endobronşiyal lezyon ile tıkalı olarak izlendi
biyopsiler alındı. Plevral biyopsi ve endobronşiyal biyopsi örnekleri yassı
epitel hücreli karsinom olarak değerlendirildi. Plevral biyopside tutulumun
gösterilmesiyle onkolojik PET de lenf nodları dışında artmış metabolik aktivite izlenmese de Evre 4 akciğer kanseri tanısı ile KT planlandı.
Plevral sıvı sitolojisinin malign efüzyonları göstermede %40-90 arasında sensitivitesi vardır. Primer akciğer tümörleri içerisinde adenokarisnomlarda sitolojinin diagnositk değeri yüksektir. Bunun yanında yassı epitel
hücreli karsinomlarda daha düşüktür. Malign efüzyonlarda kapalı plevra
biyopsisi sitolojiden daha az sensitif olsa da sitoloji ile tanı konulamadığı
durumlarda, kör plevra biyopsisi ayırıcı tanıya yardımcı veya tanı koydurucu, basit, kolay ulaşılabilir ve ayaktan hastalara uygulanabilecek
minimal komplikasyonlu bir yöntemdir. Kapalı plevral biyopsinin tanı ve
evrelemeye olan katkısı göz önüne alındığında vakamız plevral biyopsinin
önemini göstermesi ve ileri diagnostik yöntemlere başvurmadan kapalı
plevral biyopsinin de akciğer kanserinde etkili bir diagnositk araç olduğunu belirtmek amacıyla sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, Plevral biyopsi
Şekil 1. PA akciğer grafisinde sağ orta zonda periferal yerleşimli 24X26mm
boyutlarında düzgün sınırlı nodüler lezyon ve sağ parakardiyak alanda düzensiz sınırlı
kitle lezyonu
Şekil 1.
Şekil 2. Toraks CT’nde sağ akciğer alt lobda 46x23 mm ve 45x20 mm boyutlarında
iki adet solid kitle lezyonu
P058
Akciğer kanseri tanı ve evrelemesinde
plevral biyopsi; olgu sunumu
Şekil 2.
Alper Gündoğan, Tuncer Özkısa, Deniz Doğan, Ergun Uçar, Seyfettin
Gümüş, Cantürk Taşçı, Hayati Bilgiç
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Akciğer kanseri tanısında kullanılacak diagnostik yöntem kanser tipine,
boyutuna, lokalizasyonuna ve metastazların varlığına göre şekillenir. Bu
spektrum balgam sitolojisinden başlamak üzere açık cerrahi biyopsiye kadar uzanır. İdeal tanı yöntemi kesin tanıya ulaşılabilecek minimal invaziv
yöntemdir. Biz de tekrarlayan sitoloji ve torasentezler ile tanı konulamayan
ve plevral biyopsi ile tanı konulan akciğer yassı epitel hücreli karsinom
olgusu sunmaktayız.
Elli-dört yaşında bayan hasta öksürük ve yan ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Akciğer grafisinde unilateral plevral efüzyon izlenmekteydi(Şekil 1).
Tekrarlayan torasentezler ile alınan eksuda vasfında plevral sıvı sitolojileri ve balgam sitolojileri tanısal değildi. Toraks tomografisinde sağ akciğer
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
23
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ASTIM ALLERJİ
P059
Astım gibi prezente olan endobronşial
tümörler
Ahmet Arisoy1, Selami Ekin2, Bunyamin Sertogullarindan2, Hulya Gunbatar2,
Hanifi Yildiz3, Hilmi Demirkiran1
Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
3
Özel Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
1
2
Primer trakeobronşiyal tümörler oldukça nadir neoplazmlardır, sıklıkla trakea, karina ve endobronşiyal bölgelerde bulunurlar.Bunların nadir
oluşları ve histogenesislerinin değişkenliği sebebi ile akciğer grafileri bulguları, klinikleri ve operasyon sonuçları iyi açıklanamamıştır. Endobronşial
tümörler iyi huylu, lowgrade veya high grade malign olabilirler. Bu hastalar genelde iki şekilde prezente olurlar; ya astım nedeni ile takip edilen
hastalar veya obstrüksiyon sonucu gelişen enfeksiyonlar nedeni ile takip
edilen hastalardır. Fakat bu semptomlar spesifik semptomlar değildirler.
Kliniğimizde takip ettiğimiz 4 olguyu, bunların semptomlarını, patolojik
tanılarını ve tedavilerini irdeledik.
Anahtar Kelimeler: Astım, Endobronşiyal, Karsinoid tümör, Adenoid
kistik karsinom
Şekil 2. Toraks BT’de sağ ana bronşu tam tıkayan kitle.
P060
Mast cells mediators FGF and TGFβ impaired
β2–adenoreceptor function via increased
receptor phosphorylation
Latifa Chachi1, Omar Tliba2, Christopher Brightling1, Yassine Amrani1
Infection, Immunity and Inflammtion University of Leicester, UK
Department of Pharmaceutical Sciences, Thomas Jefferson University, USA
1
2
Şekil 1. Bronkoskoide sağ ana bronşu tam tıkayan kitle lezyon.
24
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
β2–adenoreceptor agonists evoke rapid bronchodilatation and are the
mainstay of the treatment of asthma symptoms worldwide. These drugs
are used in long-acting form as add-on therapy to inhaled corticosteroids,
where they improve symptoms and lung function, and reduce the rate of
severe asthma exacerbation. ASM plays a role in the pathophysiology of
asthma by increasing bronchial hyper-responsiveness, airway remodeling
and enhancing inflammation. we assessed whether activation of receptor
tyrosine kinases (RTK) modulate β2-adenoreceptor phosphorylation and
function ASM cells from healthy control, non-severe asthmatic and severe asthmatic were incubated with mast cells mediators FGF (10ng/ml) or
TGFβ (10ng/ml) for various time points (0, 2`, 10`, 30`) then β2–adenoreceptor phosphorylation (TYR141) and (TYR350) was assessed by flow
cytometry. We assessed the effects of FGF or TGFβ albuterol (10 µM) on
albuterol induced phosphorylation of β2-adenoreceptor of VASP (ser157).
Results: FGF and TGFβ causes a time dependent increase in phosphorylation of β2–adenoreceptor (TYR141) and (TYR350) which was
significant at 10 min. FGF and TGFβ also caused an impaired β2-adenoreceptor function as evidenced by the loss of activation of VASP phosphorylation (ser157) in response to albuterol. The potentially beneficial
effects of β2-adrenoceptor agonists in asthmatic airways may be blunted
as a result of the loss of β2–adenoreceptor function and that might be due
to high concentrations of mast cells mediators like FGF and TGFβ.
Key words: ASM, RTK, Mast cells
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P061
D-dimer levels decreased in severe allergic
asthma and chronic urticaria patients with
the omalizumab treatment
Arzu Didem Yalcin1, Betul Celik2, Saadet Gumuslu3
1
Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology, Prof.Dr. Tse Wen Changs Lab. 5th
Floor, Genomics Research Center, Academia Sinica,11529, Taipei, Taiwan
2
Department of Laboratory Medicine and Pathology, Mayo Clinic in Jacksonville, FL, USA
3
Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Akdeniz University, 07070,
Antalya, Turkey
D-dimer (DD), a fibrin degradation product formed during the lysis of
a thrombus is also detected in high levels in patients with active chronic
urticaria (CU). Severe persistent allergic asthma (SPA) is associated with
a procoagulant state in the bronchoalveolar space, further aggravated by
impaired local activities of the anticoagulant pC/S, AIII system and fibrinolysis, as demonstrated by massive fibrin depositions in the alveoli of
a SPA who died from a SPA attack who did not respond to treatment.
For the reason that we think of the effect of omalizumab both in bronchial and systemic vascular area, we evaluated SPA (group I) and CU
(group II) patients before and after therapy period. Blood samples were
taken on before treatment, 4th month, 8th month and 12th month post
treatment. We compared DD levels between groups: The significant DD
difference was observed between group-IA and group-IC (P=0.031); between group-IA and group-ID (P=0.003); between group-IB and groupID (P=0.049); The significant DD difference was observed between
Group IIA-1 and Group-IID (P=0.015). In the IIA-1 group there was a
significant positive correlation between DD and age (p=0.008,r=0.848).
We observed that FENO concentrations(mean±SD) level decreased in
follow-up period (Group-IA:65.55±7.90,Group-IB: 53.45±5.7, GroupID:39.70±35). Total IgE level measurements were (mean±SD). GroupIA: 987.6 ± 386.5, group-ID:288.9±196.6).Total IgE level measurements
were (mean±SD):Group IIA-1: 757.9±156.7.9, GroupIIB:457.3±63.2,
Group IID:238.9±96. Group IIA-2 consisted of patients whose lesions
were passive stage. In conclusion, mediators and cells classically involved
in procoagulant and anticoagulant pathways altogether play a role in SPA
and CU pathophysiology and omalizumab effect.
Keywords: Severe Persistent allergic asthma; chronic urticaria; d-dimer; Anti-IgE; omalizumab; antithrombin III; protein C; factor V leiden
and prothrombin G20210A mutation
Figure 1. (Group I:SPA, n:20) D-Dimer levels (mean±SD). Group IA:
467.63±106.39. Group IB: 430.00 ± 92.90. Group IC: 401.21 ± 72.19. Group
ID: 377.37 ± 62.33.
Figure 2. (Group II: CU, n:8) D-Dimer levels (mean±SD). Group IIA-1: 506.25 ±
133.93. Group IIA-2: 437.75 ± 54.83. Group IIB: 408.00 ± 125.39. Group IIC:
377.38 ± 104.50. Group IID: 350.87 ± 70.60.
P062
Evaluation of Homocysteine, ECP, 25(OH)
Vitamin D, Pro-inflammatory IL-1β and Immune
Modulator OX-2 Levels in Moderate Allergic
Asthma Patients: Association with Biological
Treatment (Omalizumab) & Disease Activity
Arzu Didem Yalcin1, Atil Bisgin2, Gizem Esra Genc3, Saadet Gumuslu3
1
Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology, Prof.Dr. Tse Wen Changs Lab.
Genomics Research Center, Academia Sinica,Taipei,11529, Taiwan
2
Department of Clinical and Experimental Medicine, Faculty of Health Sciences, Linköping
University, Linköping, Sweden
3
Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Akdeniz University, Antalya,
Turkey
Context: The mechanism of biological treatment molecule omalizumab in the use of asthma treatment is believed to be multifactorial.
There are many studies focused on this new treatment modality. However, the mechanism still remains significant unknowns. In order to explore
the relation between expressions of immune system related biomarkers
and disease characteristics, activity, this study was undertaken in moderate
asthma patients underwent omalizumab treatment.
Methods: Consecutive patients with moderate asthma disease
(n=15,Group IA and IB) above the age of 18 years that have no any other autoimmune and/or chronic disorders. Blood samples from both groups
were taken during their first visit (Group IA and II) then after 12 months of
treatment in asthmatic patients (Control IB). Serum levels of homocysteine
(Hcy), eosinophil cationic peptide(ECP), 25-hydroxyvitaminD(25(OH)D),
IL-1β, soluble OX2(sCD200) and clinical follow-up tests including fractional exhaled nitric oxide(FeNO), pulmonary function tests and asthma
control test(ACT) were evaluated.
Results: Pulmonary function tests including FEV1 and FVC together
with 25(OH)D levels were significantly increased after the treatment. More
than that, total IgE, Hcy, ECP,FeNO and sCD200 levels were significantly
decreased. Regression analysis showed positive correlations between ACT
and FEV1, FVC; between FeNO and age, ECP for Group IA patients. Negative correlations were detected between ACT and IgE; between age and
FEV1; between FeNO and FEV1 and FVC for Group IA patients.
Conclusions: Our data suggesting the potential use of serum biomolecules in concordance to the clinical status of the asthmatic patients and
might be a follow-up tool for the omalizumab therapy.
Keywords: Biological treatment; allergic asthma; homocysteine; eosinophil cationic peptid; 25-hydroxyvitamin D; IL-1β; OX2; biomarker discovery, CD200; omalizumab; Anti-IgE
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
25
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
to study; air pollination and seasonal effects. Asthma is a disease associated with
increased levels of eosinophils in tissues, body fluids, and bone marrow. Elevated
levels of ECP have been noted in asthma patients. There is also a correlation
between increased levels of ECP and asthma exacerbation as a biomarker.We
observed a correlation between ECP and FeNO; and between FeNO and age in the
pre-treatment group (Group IA) in our study. The role of IL-1β in asthma pathology
was previously defined and associated with inflammation.30 Interestingly, there was
a positive correlation between IL-1β levels and SOA in Group IA, while a negative
correlation was between IL-1β levels and FEV1 in Group IB. However, there was no
change in IL-1β levels between the groups and omalizumab has no effect on IL-1β
levels. Contraversially to our previous study a decrease on IL-1β levels in severe
asthma patients, no change in the concentration might be due to the patients’ had a
moderate asthma and treatment period was shorter.
P063
Kontrolsüz astım tanılı olgularda
bronşiyal termoplasti uygulaması: üç olgu
Şekil 1. OX2(sCD200) levels. Group IA mean±SD: 61.80 ± 3.15. Group IB
mean±SD: 33.25 ± 6.30. Group II mean±SD: 21.57 ± 5.55.OX2 is a novel immuneeffective molecule, both cell membrane-bound and also existing in a soluble form in
serum, which has a dual effect as a pro-inflammatory through its receptor and an
immune modulatory.In our previous clinical study, OX2 levels were changing due to
the clinical status of patients that might be because of playing a role the pathogenesis
of autoimmune/inflammatory diseases. Our observations on the patients seem to be
supporting the OX2 as a pro-inflammatory molecule.Thus the increased levels seen
in our study with active disease (Group 1A) presumably represents a manifestation
of a homeostatic response directed at control of inflammation, with the diminished
levels then seen in post-omalizumab group, thus reflecting, in turn, the successful
suppression of the inflammatory response.
Şekil 2. Vitamin D (25(OH)D) levels. Group IA mean±SD: 13.33 ± 2.85. Group
IB mean±SD: 18.04 ± 2.02. Group II mean±SD: 16.98 ± 2.15. 25(OH)D is also a
steroid hormone that is acknowledged to have immune-modulatory effects in vitro as
well as in vivo. Data from previous studies, suggest that 25(OH)D plays a beneficial
role in pulmonary inflammation and a predictive marker for pulmonary function.
However, it is still unknown that whether this effect is on innate or adaptive immune
system or related to cytokines and also its association with asthma severity in relation
to different treatment modalities. Thus by our study, we investigated the 25(OH)
D serum levels in asthma patients together with other inflammatory molecules
in relation to omalizumab treatment. 25(OH)D studies were increased in the last
decade and many studies reported that its deficiency is contrariwise correlated with
body mass index (BMI), hypertension and diabetes mellitus and also it is associated
with an increase in the prevalence of various cardiovascular risk factors and
cardiac diseases including coronary artery disease, heart failure, atrial fibrillation,
peripheral arterial disease, stroke and myocardial infarction.23 - 26 In our study,
there is no difference in BMIs between the patients’ groups and healthy volunteers.
More interestingly two reported cases from our group: one with severe persistent
asthma patient underwent the omalizumab treatment with a stroke history without
any intracranial embolism and the other with a dessicant aort aneurism without
any enlargement had an increased 25(OH)D levels after the long term treatment by
omalizumab. And we concluded that this increase in 25(OH)D might be due to an
decreased use of systemic steroids with successful biological treatment modality.The
other possible explanation is as previously reported, the seasonal factors in relation to
vitamin D levels was the decrease between summer and winter. In our study, we also
had the samples from the patients during the highest pollination time in our region
on May within the average temperature of 25 °C with high humidity per cent as in
mid-summer season in many other countries. This data also suggest a new target
26
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Turhan Ece, Züleyha Bingöl, Zeynep Yegin
İstanbul Üniversitesi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş: Bronşiyal termoplasti (BT) kontrolsüz astım olgularında yeni bir
tedavi seçeneğidir. Büyük havayollarına termal enerji uygulanarak hava
yollarındaki kas kitlesi azaltılır. Astım alevlenmelerinde azaltma, hastalık
kontrolü ve yaşam kalitesinde artış sağladığı gösterilmiştir
Metod: Kontrolsüz astım hastaları stabil dönemlerinde çalışmaya alındı. Dahil edilme kriterleri;günlük 2000µg inhale beklometazon ve eşdeğeri;
100 µg salmeterol ve eşdeğeri uzun etkili B-2 agonist; post-bronkodilatör
FEV1 beklenenin %50-80; sigara içiciliği <10paket/yıl ve en az 1 yıldır
içmiyor olmak idi. BT bir ay ara ile 3 defa uygulandı.
Olgu 1: Yirmi yıldır astım tanılı (45 y/ erkek) hasta optimal tedavi
ve prednisolon 8mg/gün p.o kullanmakta iken BT uygulandı. BT öncesi
FEV1:%65 (1830ml), AKT puanı:11, ACQ puanı:4 idi. BT sonrası 12 haftalık izlemde FEV1:%44 (1480ml), AKT puanı:23, ACQ puanı:1 saptandı.
Semptomlarda iyileşme oldu.
Olgu 2: Ondört yıldır astım tanılı (45 y/ kadın) optimal tedavi ve prednisolon 16mg/gün ve omalizumab almaktaydı. BT öncesi FEV1:%82
(3610ml), AKT puanı:5, ACQ puanı:5.5 idi. BT sonrası 12 haftalık izlemde FEV1:%89 (3940ml), AKT puanı:25, ACQ puanı:0.2 olarak görüldü.
Olgu 3: Yirmi yıldır astım tanılı (40 y/ kadın) optimal tedavi ve prednisolon 16mg/gün almaktaydı. BT’nin son seansından bir hafta sonra 10cc
hemoptizisi oldu. BT öncesi FEV1:%66 (2370ml), AKT puanı:5, ACQ
puanı: 2.7 idi. BT sonrası 12 haftalık izlemde FEV1:%65 (2340ml), AKT
puanı:25, ACQ puanı:0.8 bulundu. Semptomlarda iyileşme oldu.
Sonuç: BT’ye yanıt hastadan hastaya değişmektedir. Uygun hasta grubunun belirlenmesi için farklı astım fenotiplerinde daha geniş çalışmalara
ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Astım, Bronşiyal Termoplasti, Kontrolsüz astım
P064
Astımda vitamin D ve klinik bulgularla
ilişkisi
Seda Beyhan Sağmen, Özgür Baykan, Berrin Ceyhan
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul
Amaç: Çalışmamızda astımda vitamin D düzeyinin klinik parametreler
ile ilişkisinin araştırılması ve kontrol grubu ile karşılaştırılması planlanmıştır.
Metod: Polikliniğimize başvuran 106 astımlı hastada sigara öyküsü,
atak sayısı, ilaçları, solunum fonksiyon parametreleri, cilt alerji testi, IgE
düzeyi, periferik eozinofil sayısı değerlendirilmiştir. Tandem Gold kütle
spektrometre cihazında LC-MS/MS yöntemi ile de plazma vitamin D düzeyleri analiz edilmiştir. Vücut kitle indeksi ve astım kontrol testi (AKT)
kaydedilmiştir. Çalışmada yaş, cins benzer olan 84 sağlıklı birey kontrol
grubuyla da klinik parametreler karşılaştırılmıştır.
Bulgular: 106 astımlı hasta grubunun %78’i kadın, %22’si erkek; yaş
ortalaması 36±9 olarak tespit edilmiştir. Astımlı grupta 53 kontrolsüz,
39 kısmi kontrollü ve 14 kontrollü hasta toplanmıştır. Astımlı hasta grubunun %92’sinde D vitamini eksikliği (0-19 ng/ml), %8’inde D vitamini
yetmezliği (20-29 ng/ml) saptanmıştır. Astımlı hasta grubunun vitamin D
düzeyi geometrik ortalaması 7,89 ng/ml (%95 CI: 7,11-8,78) iken kontrol
grubunun vitamin D düzeyi geometrik ortalaması 7,93 ng/ml (%95 CI:
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
6,89-9,14) olarak tespit edilmiş olup, her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Hastaların D vitamin düzeyi ile FEV1(L/
sn) ve MMEF(L/sn) arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmıştır (p<0,005,r=0,272); (p<0,01,r=0,227). Kontrol altındaki astım
hastalarında vitamin D düzeyi kontrolsüz gruba göre yüksek bulunmuştur
(p<0,049). Vücut kitle indeksi (VKİ) ile vitamin D düzeyi arasında negatif
korelasyon tespit edilmiştir (p<0,024; r=- 0,220).
Sonuç: Bu çalışmada ülkemizde astımlı ve kontrol grubunda D vitamin düzeylerinin normalden daha düşük olduğu saptanmıştır. Astımlılarda
vitamin D düzeyinin solunum fonksiyonları ve hastalık kontrolü ile ilişkisi
olduğu için vitamin D eksikliğinin düzeltilmesinin astım tedavisinde yeri
olabilir.
Anahtar Kelimeler: Vitamin D, astım, FEV1, AKT
Olgu 2. Desensitizasyon aşamasında olguda gelişen nazal,astım
semptomları ve solunum fonksiyon testlerindeki değişiklikler
Saat
Astım
Fev1 deki
Semptomları % düşme
1.GÜN
08:00
11:00
14:00
Plesebo
Plesebo
Plesobo
+
+
+
+
+
+
0
0
0
2.GÜN
08:00
11:00
ASA (30 mg)
ASA (60 mg)
+
++
+
++
6
18
3.GÜN
08:00
11:00
ASA (60mg)
ASA(100mg)
+++
+++
++
+++
8
17
4.GÜN
08:00
11:00
14:00
ASA(100mg)
ASA(150mg)
ASA(325mg)
+
+
0
+
+
0
18
11
4
5.GÜN
08:00
ASA(650mg)
0
0
0
P065
Samter triadında aspirin desensitizasyonu
Verilen Madde
Nazal
(doz)
Semptomlar
Ahmet Cemal Pazarlı , Mehmet Akif Abakay , Savaş Gegin
1
2
3
Elbistan Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Kahramanmaraş
Elbistan Devlet Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Kliniği, Kahramanmaraş
3
Tatvan Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Bitlis
1
2
Samter triadı (ST); astım, nazal polipozis(NP) ve rinosinüzit, aspirin
veya aspirin benzeri ilaçlara intolerans ile karakterize sendromdur.NP,
aspirin intoleransı (Aİ) olan hastalarda sıklıkla mevcut hastalığa eşlik etmektedir. Astımlı olguların %4,3-10,9’unda Aİ görülmektedir. Aİ olan
hastalarda ise %36-96 oranında NP saptanmaktadır [1]. ST, astımlı hastalarda %1-5 oranında izlenmektedir ve astımlı hastaların klinik profilini
kötüleştirebilmektedir[2]. Aspirin intoleransı (AI), IgE’den bağımsız bir
allerjik reaksiyondur. ST tedavisinde, genel astim tedavisi prensipleri geçerli olup üst solunum yollarina yönelik ek tedavi de verilmelidir. Rinit ve
polip tedavisinde topikal ve sistemik steroidler kullanilir. Antihistaminik ve
kromonlarin belirgin bir etkisi yoktur. Bu tedaviye yanit vermeyen vakalarda polipektomi yapilir. Ancak cerrahi sonrasi tekrarlama orani yaklasik %40’tir[3]. Bu vakalarda,her gün belli dozda aspirin alimina dayanan
desensitizasyondan sonra, alt ve üst solunum yollari enflamasyonunda
belirgin klinik düzelme saptanmistir. Çalışmamız, ST ‘ına sahip 2 olguda
uygulanan aspirin desensitizasyonu sonuçlarının literatür eşliğinde klinik
yararını göstermeyi amaçlamıştır.
Anahtar Kelimeler: Aspirin desensitizasyonu, Nazal polip, Samter
triad
ASA desensitizasyon protokolu
Olgu 1. Desensitizasyon aşamasında olguda gelişen nazal, astım
semptomları ve solunum fonksiyon testlerindeki değişiklikler
Saat
Verilen Madde
Nazal
Astım
Fev1 deki
(doz)
Semptomlar Semptomları % düşme
1.GÜN
08:00
11:00
14:00
Plesebo
Plesebo
Plesobo
+
+
+
0
0
0
0
0
0
2.GÜN
08:00
11:00
ASA (30 mg)
ASA (60 mg)
++
++++
+
++
0
14
3.GÜN
08:00
11:00
ASA (60mg)
ASA(100mg)
+++
++++
++
++
22
13
4.GÜN
08:00
11:00
14:00
ASA(100mg)
ASA(150mg)
ASA(325mg)
++
0
0
+
0
0
16
0
0
5.GÜN
08:00
ASA(650mg)
0
0
0
P066
Asemptomatik Obez Olgularda Hava Yolu
İnflamasyonunun Değerlendirilmesi
Savaş Gegin1, İbrahim Serhat Çelikel2, Handan Köseoğlu1, Sibel Doruk1,
Ayşe Yılmaz1, İlker Etikan3
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat
İstanbul Medipol Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı,
Tokat
1
2
3
Obezite ve astımın dünyada eş zamanlı olarak prevalansının artma
eğilimi göstermesi her iki hastalık arasında bir ilişki olabileceğini düşündürmüştür. Obezite ile astım arasındaki ilişki temel olarak mekanik ve inflamatuar teorilerle açıklanmaya çalışılmıştır. Eğer obeziteye bağlı sistemik
inflamasyon astıma neden oluyorsa, henüz solunumsal semptomu olmayan obezlerde hava yolu inflamasyonun artışının tespiti inflamatuar teoriyi
desteklemenin yanı sıra astım açısından riskli obez hastaların tanımlanması açısından da faydalı olabilir.
Bu çalışmaya BKI’i 30 ve üzerinde olan 45 olgu ile BKI’i 25 ve altında
olan 31 olgu dahil edilmiştir. Çalışmaya alınan obez ve nonobez grupların yaş ortalaması sırası ile 38±11, 29±8 yıl olup, kadın oranı sırası ile
%80 ve %67 idi. BKI’i ile cinsiyet arasında ilişki sapatnmadı (²=1.471,
p=0.225). Obez grupta serum CRP düzeyleri anlamlı olarak yüksek saptandı (sırası ile 6.94±8.28 ve 3.29±039;p<0,001). EBC’de bakılan IL-6
düzeyi arasında obez grupla nonobez grup arasında anlamlı farklılık izlenmedi (sırası ile 22.61±12.53 ve 21.08±14,39; p=0,624). EBC’de bakılan
NO düzeyi arasında obez grup ile nonobez grup arasında anlamlı farklılık
saptanmadı (sırası ile 24.35±10.9 ve 21.56±7.83;p=0,226). EBC’de bakılan LTB-4 düzeyi obeze grup ile non obez grup arasında anlamlı farklılık
saptanmadı (sırası ile 36.39±89.82 ve 16.64±17.45; p=0,231).
Sonuç olarak çalışmamızda solunumsal semptomu olmayan obez kişilerde sistemik inflamasyonun arttığını gösteren bulgular olsa da artmış
hava yolu inflamasyonunun varlığını gösteren bulgular saptanmamıştır.
Obezite ve astım ilişkisini açıklamak için daha geniş çaplı, özellikle yağ
dokusundan salgılanan adipokinlerin inflamasyondan bağımsız direkt
hava yoluna etkisini araştıran ve astım-obezite ilişkisinde rol oynayabilecek ortak kalıtsal faktörlerin de göz önünde tutulduğu çalışmalara ihtiyaç
duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Astım, Hava Yolu İnflamasyonu, Obezite
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
27
POSTER SUNUMLARI
Tablo 1. IL-6, LTB-4, NO ve CRP değerlerinin obez ve nonobez gruplar
arasındaki dağılımı
P068
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
The calcium-regulatory system condition at
bronchial asthma patients
Inina Liverko, Nataliy Gafner, Vazira Abdullaeva
Republican Specialized Scientific and Practical Medical Center of Phthisiology and
Pulmonology, Tashkent, Uzbekistan
Tablo 2. Gruplar Arasındaki Cinsiyet Dağılımı
Target: To learn the calcium-regulating system condition at bronchial
asthma patients (BA).
Materıals-Methods: At 45 BA patients and 15 healthy volunteers a
research of total calcium in blood serum using standard Biolatest «LACHEMA» sets was performed. The calcium-regulating system’s functional
condition with a load of calcium (intravenous 10% CaCl2 solution of 0.1
ml per kg of body weight studing) test results was evaluated at all points
of which (at baseline and after 2 hours) a parallel total calcium study was
conducted.
Results: It was noted, that the common calcareous content in the healthy blood serum varied within 2.25-2.75 mmol/l. At BA patients with
adrenal glands depressed functional reaction hypercalcemia status was
noticed in 36.7%, which among BA patients with adrenal glands’ normal
functional potentials was not noticed.
Resume: Thus, on the basis of calcium tolerance researches we may
conclude, that on early corticodependence stages the regulation system
malfunctions reveal, manifestating in calcium blocking unit oppression,
which is probably for the second time and was caused by glucocorticoid
therapy.
Keywords:
bronchial
asthma,
calcium-regulating
system,
corticodependence
P069
Astımla karışan trakeobronkopatia
osteokondroplastika olgusu
Pınar Çimen, Mehmet Ünlü, Yelda Varol, Aysu Ayrancı, Nuran Katgı, Salih
Zeki Güçlü
P067
The relationship of asthma with upper
respiratory tract infections in young
adults and adolescents
Gulchekhra Tashmetova, Khurshidbek Tashmetov
Ministry of Public Health, Tashkent Institute of Postgraduate Medical Education, Tashkent,
Uzbekistan
Aim: To study the association of asthma with upper respiratory tract
(URT) diseases in young adults and adolescents.
Methods: We surveyed 2000 young adults (14-21 years) with standard
questionnaire («Burney», 1995), which was supplemented by questions for
the preliminary identification of changes in the URT. Also we conducted
surveys of the lung function (pneumotachography, bodypletismography,
provocative and dilated tests).
Results: 170 (8.5%) of 2000 adolescents and young adults showed
signs of bronchial obstruction. Comprehensive survey of these individuals
confirmed obstruction in only 148 (7.4%) patients. Among those patients
asthmatic patients prevailed - 141 (95.2%), bronchoectasis was defined in
5 individuals and viscidosis - in 2. We identified pathology of URT in 114
(80.8%) patients with BA. These conditions were alone or in combination:
seasonal allergic rhinitis - in 34 (29.8%), year-round allergic rhinitis - in
25 (21.9%), neurovegetative form of vasomotor rhinitis – in 12 (10.2%),
deviated septum with disorder of nasal breathing - in 20 (17.5%), deviated
septum without disorder of nasal breathing - in 15 (13.6%), chronic polyposis sinusitis - in 25 (21.9%), chronic tonsillitis - in 15 patients (13.6%).
Conclusion: The results of the study in young adults has shown existing of URT pathologies in asthma. This situation indicates the common
pathological mechanisms in the genesis and development of asthma and
requires correction therapy in time.
Key words: Asthma, respiratory disorders, young adults, adolescents
28
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
Trakeobronkopatia osteokondroplastika (TO) etiyolojisi bilinmeyen,
trakea ve bronş duvarında çok sayıda kemik ve kıkırdak dokusu içeren
nodüllerle karakterize nadir görülen benign bir hastalıktır. 15 yıldır astım
tedavisi gören 58 yaşında bayan hasta giderek artan nefes darlığı ve öksürük şikayeti ile başvurdu.Çekilen toraks BT’sinde trakea duvarında düzensizlikler görülen hastaya bronkoskopi uygulandı.Bronkoskopisinde kord
vokallerden ana bronş girişine kadar beyaz renkli nodüler tarzda lezyonlar ile kaplı olduğu izlenen olgunun biyopsi sonucu TO ile uyumlu geldi.
Tedaviye dirençli astım olgularının ayırıcı tanısında trakeada düzensizlik
yapan TO gibi hastalıklarda akla gelmelidir.
Anahtar Kelimeler: Trakeobronkopatia osteokondroplastika, Astım
Bronşiale
P070
The prevalence of allergic diseases in
patients hyposensitized with aluminumcontaining allergen extracts
Tashpulatova Lobar Khalmurzayevna1, Saodat Abdullayevna Rustamova2
Department of Public Health School, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan
1
Department of Phthisiology, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan
2
Material-Methods: The development of persistent nodules that cause
pain and itching at a vaccination or hyposensitization injection site is a rare
event. Patch tests with standard antigens and aluminum compounds and
histopathologic and ultrastructural studies were performed on 10 patients
with persistent subcutaneous nodules on the upper part of their arms after
injection of aluminum-adsorbed dust and pollen extracts.
Results: The nodules appeared 1 month to 6.5 years after injections.
The results of patch tests with 2% aluminum chloride were positive in
five patients. Histopathologic examination revealed two different patterns:
some biopsy specimens (from lesions of less than 9 months’ duration) sho-
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
wed a pure foreign body histiocytic reaction characterized by extracellular
amorphous dermal basophilic deposits with a histiocytic-macrophagic reaction; others showed a delayed hypersensitivity granulomatous reaction
in association with an histiocytic foreign body response. The lesions were
characterized by a unifocal or multifocal unencapsulated granulomatous
reaction in the deep dermis and/or subcutaneous tissue. Eosinophilic necrotic areas surrounded by dense fibrous bands and a massive inflammatory infiltrate were observed. A granular basophilic material in extracellular
spaces and within the cytoplasm of some histiocytes was also noted.
Conclusıons: Persistent subcutaneous nodules that develop after the
administration of aluminum-containing preparations may show two characteristic histopathologic patterns. A pure histiocytic foreign body reaction
was observed in early lesions, and a delayed hypersensitivity granulomatous reaction was seen in older lesions. No relationship between histopathologic pattern and patch test results was observed. Aluminum-free
preparations should be used in patients in whom these nodules develop.
Keywords: aluminum, allergen, prevalence
P071
Uzun yıllar sonra tanı konan iki ABPA olgusu
Sibel Boğa, Nagihan Durmuş Koçak, Sinem Güngör, Pakize Sucu, Feyyaz
Kabadayı
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Allerjik bronkopulmoner asperjillozis(ABPA), astım veya kistik fibrozisli
hastalarda bronşial tıkaçlara kolonize olmuş asperjillus antijenlerine karşı
gelişen IgE, IgA, IgG tipi antikorların birlikte oluşturdukları hipersensitivite
reaksiyonlarının bronş ve komşu parankimde yaptığı hasarlanmalar sonucu gelişen bir tablodur. 5 dönemi olan hastalığın erken döneminde oluşan
parankimal infiltrasyonlar yanlış tedavilere yol açabilmekte, geç dönemde
ise bronşektazi, fibrozis ve inhaler kortikosterid kullanımı nedeniyle baskılanan IgE yapımı tanıyı zorlaştırmaktadır. Yıllar sonra tanı konan 2 ABPA
vakasını bu nedenlerle sunuyoruz
Vaka: 64 yaşında, bayan hasta.1985 yılıda yayma negatif akciğer tüberkülozu tedavisi görmüş. O zamandan beri öksürük, nefes darlığı yakınmaları varmış. 2000 yılında bronşektazi tanısıyla lingulektomi uygulanmış
ve inhaler kortikosteroit kullanmaya başlamış. 2009’da romatoid artrit
tanısıyla oral kortikosteroid verilen hasta 2013’te persistan astım kliniğiyle
başvurdu. Fizik muayenede bilateral sibilan ronküsler, SFT ‘de reverzibilite
pozitifliği, toraks BT’de bilateral tübüler bronşektazi mevcut olup aspergillus fumigatusa karşı prick testi ve spesifik IgE (+) idi. Başlangıçta 195 olan
TIgE düzeyi oral KS’in kesilmesiyle giderek yükseldi. Bu kriterlerle ABPA
olduğu düşünüldü.
2.Vaka: 55 yaşında, bayan hasta. 2013 yılında persistan astım kliniği ile başvurdu. 35 yıl önce geçirilmiş yayma negatif akciğer tüberkülozu, 2008’de hemoptizi ile yatarak tedavi öyküsü olan hastanın toraks
BT’sinde bilateral tübüler bronşektaziler, SFT’de reverzibilite,TIgE yüksekliği(2760), aspergillus fumigatus’a karşı cilt testi ve spesifik IgE (+)’liği
saptandı. ABPA kriterlerini taşıdığı düşünüldü.
Sonuçta yayma negatif akciğer tüberkülozunda ABPA’nın da ayırıcı
tanıda akla gelmesi ve persistan astım+bronşektazili olgularda ileri evre
ABPA tanısının zorlaştığının gözönünde tutulması gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Allerjik bronkopulmoner asperjillozis(ABPA), astım, bronşektazi
Şekil 1. Birinci olguya ait toraks bilgisayarlı tomografi kesitleri
Şekil 2. İkinci olguya ait bilgisayarlı tomografi kesiti
P072
Bölgemizdeki astım fenotipleri ve bunların
özellikleri
Barış Çil, Ayşe Füsun topçu, Abdurrahman Şenyiğit, Cengizhan Sezgi,
Emine Önder
Dicle Üniversitesi Göğüs Hastalıkları, Diyarbakır
Bir organizmanın fenotipi; o organizmanın genetik altyapısının çevresel
faktörlerle etkileşimi sonucu oluşan özelliğidir. Kliniğimizde yatarak tedavi
gören veya polikliniğimize ayaktan başvuran akut ataktan en az 1 ay geçmesi koşuluyla atak dışı dönemdeki en az 18 yaş üstü 169 hasta çalışmaya
alındı. Biz çalışmamızda olguları atopik astım, non-atopik astım, sigara
içen astımlı hastalar, sigara içmeyen astımlı hastalar, normal kilolu ve zayıf
astımlı hastalar, fazla kilolu ve obez astımlı hastalar olarak gruplandırıldı.
Ayrıca hastların hangi ilacı kullandığı, ilacı doğru kullanıp kullanmadığı,
astım kontrol testi, eşlik eden komorbiditeler, tetkleyici faktörler araştırıldı.
169 Hastanın 127’si kadın, 42’si erkekti ve ortalama yaş 39.82 idi. 102
(%60.4) hasta sigara içmemiş iken 67 (%39.6) hasta sigara içmiş veya exsmokerdı. 115 (%68.1) hastanın BKİ >=25 iken 54(%31.9) hastanın BKİ
<25 idi. 28 (%16.8) hasta atopik, 139(%83.2) hasta nonatopik astımlıydı.
68 (%40.23) hasta ilacını yanlış kullanıyorken, 101(%59.77) hasta ilacını
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
29
POSTER SUNUMLARI
doğru kullanıyordu. İlacını doğru kullanan grupta AKT (Astım kontrol testi)
(p<0.001), FEV1 yüzdesi (p=0.05), PEF yüzdesi (p=0.04) anlamlı olarak
daha yüksek bulundu.
İlacı yanlış ve düzensiz kullananlarda SFT deki parametreleri daha düşük olduğu gibi, astımları kontrol altında değildi ve buna bağlı olarak bu
hastaların hayatı boyunca hastaneye yatış ve acil başvuruları da oldukça
yüksekti. Obez astımlı hastalarda kadın cinsiyet oranı yüksek bulundu.
Atopik fenotipli hastalar; genç yaşta olup, psikiatrik bozuklukların bunlarda daha fazla olduğu gözlendi. Bu fenotipte atopiyi belirlemede; total IgE
düzeyi, reversibilite pozitifliği ve periferik eozinofili bir kriter olarak kullanılabilir. Bölgemizde bu fenotipte en sık belirlenen allerjen, polenlerdi. Ayrıca atopik hastalarda psikiatrik ilaç kullanma anamnezi sorgulanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: astım, fenotip, obesite
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Hastaların yaş, spirometrik, antropometrik verilerinin ve FENO
düzeylerinin cinsiyete göre dağılım
Erkek
n=65
Yaş
Sigara içmeyen Sağlıklı Bireylerde FENO
Değerlerinin Cinsiyete göre Değişimi
Mehmet Bayram, Muhammed Emin Akkoyunlu, Hatice Özçelik, Fatmanur
Karaköse, Fatih Yakar, Murat Sezer, Didem Özkan, Levent Kart
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş: İnflamatuar sitokin mediyatörlerine bağlı olarak santral ve
periferik hava yollarında Nitrik oksit upregülasyonu olmakfadır. Özellikle
astımlılarda eozinofilik inflamasyonda fraksiyone ekshale nitrik oksit
düzeyi yükselmektedir. Sağlıklı bireylerde FENO düzeyleri boy, yaş,
atopi düzeylerinden etkilenmektedir. Literatürde cinsiyete göre farklılıklar
üzerine çok az çalışma bulunmakta olup farklı sonuçlar bildirilmiştir.
Bu çalışmada sağlı bireylerde FENO düzeyinin cinsiyete göre değişip
değişmediği belirlemeyi amaçladık.
Metod: Daha önce hiç sigara içmemiş, ailesinde astım öyküsü bulunmayan, kronik hava yolu hastalığı tanısı almamış, 18-45 yaş arası 65 erkek
ve 65 bayan hasta çalışmaya prospektif alındı. Kişilere tek solukla 50ml/
sn hızla FENO ölçümü yapıldı. Antropometrik ölçümleri alındı. Bodypletsymografi ve spirometri ölümleri yapıldı.
Sonuçlar: Bireylerin cinsiyete göre FENO ve diğer parametrelerin dağılımı tablo-1 de verilmiştir.
Bu sonuçlara göre FENO, BMI, vücut yüzey alanı, boy, kilo, FVC, FEV1
PEF, TLC değerleri erkelerde daha yüksek bulunmuştur. Lineer regresyon
analizinde FENO ile ilişkili bulunan parametreler yaş, cinsiyet, vücut yüzey
alanı saptanmıştır. Multipl lineer analiz modellerinde ise Cinsiyet ve vücut
yüzey alanı ilişkili görülmektedir.
Sonuç: Fraksiyone ekshale nitrik oksit ölçümlerini değerlendirirken
erkeklerde kadınlara göre yüksek olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: astım, atopi, nitrik oksit
30(27-38)
31(25-35)
0.042
176(171-179)
162(158-167)
<0.001
Kilo, kg
83(70-89)
64(54-69)
<0.001
BMI
26(23-27)
23(20-27)
0.009
2,01(1,81-2,10)
1.68(1,55-179)
<0.001
5,4(5-5.8)
3,76(3,2-4,11)
<0.001
FVC beklenenin %’si
105(97-118)
106(96,5-121)
0.55
FEV1 lt ölçülen
4,4(4,1-48)
3,1(2,8-3,3)
<0.001
Vücut Yüzey alanı m2
106(100-110)
107(93-115)
0.819
FEV1/FVC
FEV1 beklenenin %’si
84(78-86)
82(80-87)
0.042
PEF ölçülen
8,9(8,1-10,5)
6,2(5,2-7,2)
<0.001
PEF beklenenin %’si
90(83-109)
94(81-102)
0.509
TLC ölçülen
6,3(5,6-6,7)
4,5(4,3-4,8)
<0.001
TLC beklenenin %’si
89(82-95)
91(87-104)
0.20
VC ölçülen
5,4(5,1-5,9)
3,76(3,2-4,1)
<0.001
VC beklenenin %’si
101(95-113)
112(99-126)
0.03
21(14-28)
14(10-21)
0.001
ppb
Tablo 2. FENO düzeyleri ile ilişkili olabilecek parametrelerin multipl
lineer regresyon analizi
Log (FENO)
Univariate Analiz
Multivariate lineer
regresyon - Model 1
Multivariate lineer
regresyon - Model 2
Multivariate lineer
regresyon - Model 3
Multivariate lineer
regresyon - Model 4
30
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
p
Boy, cm
FVC lt ölçülen
P073
Bayan
n=65
Parametre
Katsayı
Standart
Hata
p
Yaş
0.014
0.006
.03
Gender
0.274
0.09
.00
Vücut yüzey alanı
0.479
0.209
.024
Total akciğer kapasitesi
0.083
0.062
.185
FEV1 ölçülen
0.075
0.067
0.27
Cinsiyet
-2,24
1,21
0.067
Vücut yüzey alanı
0.175
0.251
0.487
Yaş
0.009
0.007
0.216
Cinsiyet
-2,44
0,091
0.008
Yaş
0.01
0,06
0.92
Cinsiyet
-2,29
0.121
0.062
Vücut yüzey alanı
0,216
0,249
0,387
Yaş
0.009
0.007
0.129
Vücut yüzey alanı
0.43
0,212
0,046
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P074
P076
Ciddi Alerjik Astımı Olan Hastalarda
Omalizumab Kullanımının Retrospektif
Analizi
The phenotype of the bronchial obstructive
diseases in children
Fatma Merve Tepetam1, Nezihe Çiftaslan Gökşenoğlu2, Özlem Oruç2
State Medical and Pharmaceutical University
Süreyyapa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Alerji ve
İmmünoloji Anabilim Dalı, İstanbul
2
Süreyyapa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Aim: Study the phenotype of the bronchial obstructive diseases in
children.
Materials and methods: The study foresees a retrospective research
on 1294 children with the bronchial obstructive diseases: 592 children
with bronchial obstructive syndromes (45,8%:95%CI 43,0-48,5) and 701
children without wheezing (54,2%:95%CI 51,5-57).
Results: The wheezing in infants is mainly induced by the viral and
atypical infection and one-third of cases had a personal history of confirmed asthma. In 3-5-year-old children the wheezing is confirmed 3 times
less often than in infants, possibly at this age the frequency of the transient
wheezing regresses. The phenotype of wheezing in the young schoolchildren is maintained by the personal, family history frequently encountered,
by the mechanisms with high IgE. Teenagers manifest the phenotype most
frequently associated with atopic reactions. The obstructive syndrome
is the most frequently confirmed in infants and 3-5-year-old children in
65,4% and 21,5% cases, respectively. The study found increased serum
levels of IgE in children with bronchial disease (90.6±23.5IU/ml) compared with control group (12.9±77.6IU/ml,p<0.01). The range of values
the IgE in children with wheezing ranged from 0.1IU/ml to 534.8IU/ml. In
the group of children without wheezing IgE is of 0.1IU/ml to 88.3IU/ml.
Hyper-IgE confirms the role of this marker in atopic status in children with
bronchial obstruction diseases.
Conclusion: The phenotype of the transient whezing is the most often encountered in young age (newborn, infants, preschool child, young
schoolchild), but the allergic mechanisms (by the allergic family history,
confirmed bronchial asthma, mediated IgE mechanisms) were assessed in
schoolchildren and teenagers.
Keywords: bronchial obstructive diseases, wheezing, asthma, phenotype, children
1
Giriş: Omalizumab, serbest serum immünglobulin E (IgE) ile bağlanan
ve inhibe eden bir monoklonal antikordur. Anti IgE olarak da adlandırılabilir. Omalizumab, semptomları yeterince kontrol altına alınamayan orta
ve şiddetli alerjik astım tedavisinde endikedir.
Amaç: Omalizumab tedavisinin etkinlik ve güvenilirlik profilinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntemler: Astımlı hastalar arasında Omalizumab kullananlar retrospektif olarak değerlendirildi
Yaş, cinsiyet, kilo, IgE düzeyi, eşlik eden astım ilaçları ve FEV1 değişim
miktarları kaydedildi. Ayrıca acil servis başvuruları, hastane yatışları, astım
alevlenmeleri ve steroid kullanımları değerlendirildi. Parametreler Omalizumab tedavisinin öncesi ve sonrası olarak sınıflandırıldı.
Sonuçlar: Hastaların; 11 ‘i kadın, 6’sı erkek olup yaş ortalamaları
47,58 idi. Ortalama IgE seviyesi: 359,23 Ul/ml idi. Omalizumab tedavisine bağlı yan etki görülmedi. Yalnızca bir hastada tedaviye yanıt olmadığı
için tedavi sonlandırıldı.
Tartışma: Omalızumab tedavisinin, astım alevlenmelerinin ve hastane
yatışlarının azalmasında etkili olduğu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Omalizumab, zor astım, tedavi
P075
Therapeutic Strategies with Anti-IgE
(Omalizumab)
Svetlana Sciuca, Rodica Selevestru, Ianos Adam, Liuba Neamtu
Arzu Didem Yalcin1, Betul Celik2, Ayse Akman Karakas3
1
Genomics Research Center, Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology,
Academia Sinica, 11529, Taipei, Taiwan
2
Department of Laboratory Medicine and Pathology, Mayo Clinic in Jacksonville, FL, USA
3
Department of Dermatology and Venerology, Akdeniz Universiy, Faculty of Medicine,
Antalya, Turkey
P077
Omalizumab, a humanized mAb that binds to the CH3 domain, near
the binding site for the high-affinity type-I IgE Fc receptors of human IgE,
can neutralize free IgE and inhibit the IgE allergic pathway without sensitizing mast cell and basophils.
We reported that Omalizumab in patients with severe persistent asthma(SPA) was an effective therapy for asthma and co-morbid conditions
(chronic urticaria(CU), bee venom allergy,latex allergy,bullous pemphigoid, atopic dermatitis, food allergy, Samters syndrome, diabetes mellitus,
cardiovascular conditions).Our knowledge concerning the use of Omalizumab in treatment of asthma and other allergic diseases has improved
our understanding that treatment acts on many levels, including regulating levels of inflammatory proteins including cytokines(MDA, NO, H2O2,
CXCL8, IL-10, TGF-β, GCSF, IL-17, IL-1β), PT, PTT, INR, MPV, platelet
count, Hs-CRP, eosinophil cationic peptide, vitamin-D(25(OH)D), homocystein(Hcy), OX-2, d- dimer, albumin and sApo-2L. The decrease in Hcy
concentrations and increase in 25(OH)D also support the possible vascular endothelial protection mechanism.
Mediators and cells classically involved in pro-coagulant and anticoagulant pathways altogether play a role in SPA and CU pathophysiology and
Omalizumab effect
Since Omalizumab therapy lowers the serum levels of soluble TRAIL,
and soluble TRAIL was found to be correlated with survival in Stage 4
colon cancers, we don’t propose Omalizumab therapy for the asthmatic
patients with advanced colon cancer. The mechanism of action of Omalizumab in the treatment of asthma is believed to be multifactorial, and
includes effects mediated through altered production of redox metabolites,
TRAIL-related miRNA, and regulation of production of known inflammatory proteins.
Keywords: Asthma, Anti-IgE, Omalizumab, chronic urticaria, inflammatory proteins.
Selen Uslu1, Gül Karakaya2, Ali Fuat Kalyoncu2, Ahmet Uğur Demir2, Serpil
Öcal3, Ebru Ortac Ersoy3, Arzu Topeli3
Akut Astım Atağı Nedeniyle Yoğun Bakımda
Takip Edilen Hastaların Özellikleri
1
Ordu Üniversitesi Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları,
Ordu
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesi, Ankara
3
Akut astım atağı zamanında ve doğru şekilde müdahale edilmediğinde
ciddi morbidite ve mortalite nedeni olabilmektedir. Erişkinlerde astım atağı
nedeniyle gelişen solunum yetmezliğinde NIV veya MV kullanılması ile
ilgili yayınlanmış veriler kısıtlıdır. Bu çalışma ile yoğun bakıma ağır astım
atağı ile yatırılan hastaların yaş, cinsiyet, eşlik eden komorbiditeler, astım süreleri, atak anında almakta oldukları tedaviler, tedaviye uyumları
ile atağın ağırlığı arasındaki ilişki, YBÜ’de aldıkları NIV/IMV desteklerinin
mortalite ve hastanede yatış süreleri üzerine etkileri belirlenmeye çalışıldı.
Bu amaçla astım atağı nedeni ile yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yatırılan
hastaların özellikleri incelendi. Ocak 2002 ile Aralık 2012 tarihleri arasında
iç hastalıkları yoğun bakım ünitesine astım atak tanısı ile yatırılan hastalar
retrospektif olarak tarandı ve verilerine tam olarak ulaşılabilen 22 hasta çalışmaya dahil edildi. Medikal tedavilerin yanında 8 hasta NIV (noninvaziv
mekanik ventilasyon), 5 hasta IMV (invaziv mekanik ventilasyon), 5 hasta
önce NIV sonrasında MV desteği almıştı, 4 hasta hiçbir MV desteği almamıştı. Dört hasta yoğun bakım ünitesinde exitus olmuştu. Sonuç olarak
hastaların bahsedilen demografik özellikleri ile hastanede yatış süreleri ve
mortaliteleri arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmedi. Ancak arteriel kan
gazı değerlerinden yoğun bakıma yatış anında ve son olarak alınan pH,
PaCO2 ve HCO3¯ giriş ve değişkenlikleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu
görüldü. Bunlar yoğun bakımda uygulanan NIV veya IMV tedavilerinin
doğru ve etkin olarak yapıldığını göstermekle birlikte bunların da mortalite
ile bir ilişkisi tespit edilmedi. Bu nedenle ölen hastaların ölüm sebeplerinin
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
31
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
solunumsal problemler olmadığı, enfeksiyon veya komorbiditelere bağlı
olabileceği düşünüldü.
Anahtar Kelimeler: astım, ciddi astım, yoğun bakım
Tablo 1. Olgu karakteristikleri
Cinsiyet, %
Tablo 1. Yaşayan ve Ölen Hastaların Karakteristik Özellikleri
Yaşayan (n=18)
Ölen (n=4)
Erkek
86,8 (n=125)
Kadın
13,2 (n=19)
Yaş, ortalama
60,9 ± 17,1
65 yaş üzeri olgular, %
45,8 (n= 66)
Median
%25- 75
Median
%25- 75
Yaş
83.5
(62.7- 78.2)
83.5
(62.0- 88.2)
Sigara öyküsü, %
Yatış Süresi
13
(8.2- 27.2)
17
(11.0- 21.5)
Hiç kullanmamış
81,3 (n=117)
11,8 (n=17)
6,9 (n=10)
APACHE II Skoru (n=20)
14.5
(7.25- 18.75)
14
(10.5- 17.5)
Aktif içici
pH (n=20)
7.35
(7.27- 7.40)
7.37
(7.28- 7.38)
Terk
pO2 (mmHg) (n=20)
62.5
(54.5- 84.2)
62.5
(55.2- 102.0)
Komorbidite sayısı, %
pCO2 (mmHg) (n=20)
48.5
(36.7- 71.2)
60.5
(32.2- 82.7)
Yok
34,7 (n=50)
HCO3 (mmol/L) (n=20)
25.5
(22.0- 31.0)
29.0
(14.5- 33.0)
1
42,4 (n=61)
SaO2 (%) (n=20)
90.5
(80.5- 95.7)
94.0
(91.2- 96.7)
2
21,5 (n=31)
>2
1,4 (n=2)
Astım atak şiddeti, %
P078
Devlet hastanesinde yatan astım
hastalarında maliyet
1
35,4 (n=51)
2
37,5 (n=54)
3
27,1 (n=39)
Jülide Çeldir Emre1, Özer Özdemir2, Ayşegül Baysak3, Ümit Aksoy1, Pelin
Özdemir4, Adnan Tolga Öz3, Nigar Dirican5
Turgutlu Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Manisa
Egepol Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İzmir
Medical Park Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İzmir
4
Su Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İzmir
5
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Isparta
1
2
3
Amaç: Astım atağı nedeniyle ikinci basamak devlet hastanesine yatırılarak tedavi edilen hastaların komorbidite, yaş grupları ve atak ağırlıklarına
göre direkt maliyetlerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem-Gereçler: Çalışmamıza 2013 Yılında astım atak nedeniyle
hastaneye yatırılan olgular dahil edildi. Hasta dosyaları ve maliyet bilgileri
retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Çalışmamıza 144 olgu dahil edildi. Olguların %86,8’i kadın
(125 olgu), %13,2’si (19 olgu) erkekti. Yaş ortalaması 60,9 (16 – 101)
idi ve %45,8 olgu 65 yaşın üzerindeydi. %81,3 olgunun sigara öyküsü
yoktu ve %65,3 (n=94) olguda en az bir komorbidite mevcuttu. Olgu
karakteristikleri Tablo1’de özetlenmiştir.
Olguların ortalama 8,5 ± 4,6 gün hastanede yattığı, bu süre içinde ortalama 923,8 ± 562,2 TL toplam maliyetleri olduğu görüldü. Maliyet bileşenleri incelendiğinde toplam yatak ücretinin ortalama 263,1 ± 144,7 TL,
ilaç maliyetinin ortalama 453,4 ± 325,9 TL olduğu saptandı.
Yaş artıkça toplam maliyet değerlerinin arttığı ancak istatistiksel olarak
anlamlılık düzeyinde olmadığı saptandı (p=0,054). Cinsiyet açısından karşılaştırıldığında hastanede kalış süresi ve toplam maliyet açısından anlamlı
fark saptanmadı (p=0,94 ve p=0,74).
Komorbidite varlığı, hastanede kalış süresi ve toplam maliyet açısından
anlamlı fark yaratmazken (p=0,44 ve p=0,15); toplam laboratuvar maliyetlerinin ve antibiyotik maliyetlerinin komorbiditesi olan olgularda daha
fazla olduğu gözlendi (p=0.025 ve p=0,03). Astım atak şiddeti arttıkça
hastanede kalış süresinin ve toplam maliyet değerlerinin arttığı gözlendi
(p< 0,001).
Sonuç: Astım atağı nedeniyle hospitalizasyonun maliyeti, İKS-LABA
aylık idame tedavisinin maliyetinin yaklaşık 10 katı düzeyindedir. Toplam
maliyet yaş, cinsiyet ve komorbidite varlığından bağımsızdır, atağın şiddetiyle doğrudan ilişkilidir.
Anahtar Kelimeler: astım, maliyet, hastanede kalış süresi
32
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P079
İllere Göre Beklenen Astımlı ve KOAH’lı
Hasta Sayıları
Sedat Altın1, Arzu Yorgancıoğlu2, Lütfiye Erkan1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
1
2
Amaç: GARD Türkiye olarak kronik solunum yolu hastalıkları kapsamında yapılmış çalışma verilerinden yararlanarak ülkemizdeki astım ve
KOAH’lı hasta sayılarını tahmin etmek,
Materyal-Metod: 2012 yılında Türkiye genelinde yapılmış 3815 hasta
üzerinden hesaplanmış prevalans değerleri ile TÜİK verileri kullanılarak
hesaplamalar yapılmıştır. Ayrıca, SGK kayıtlarına göre 2011 yılında J44 ve
J45 tanısı almış hastaların il il sayıları, bu hesaplamalarla karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Kronik Hastalıklar Araştırmasına göre, SFT sonuçlarına dayalı yaşa ve cinsiyete standardize KOAH prevalansı yüzde 5,3’tür (Erkeklerde yüzde 5,6 ve kadınlarda yüzde 5,1). Doktor tarafından tanı almış
olan KOAH hastalarının yüzde 46,1’i düzenli ilaç kullanmaktadır.
Doktor tarafından tanı konmuş yaşa ve cinsiyete standardize astım sıklığı yüzde 4,5’tir. Yaşa standardize astım sıklığı erkeklerde yüzde 2,8, kadınlarda yüzde 6,2’dir. Doktor tarafından tanı konmuş astım hastalarının
yüzde 62,2’si düzenli ilaç kullanmaktadır.
Yapılan hesaplamalara göre ülkemizde 2011 yılında 1.692.277
KOAH’lı (838.404 erkek, 853. 874 kadın) ve 2.655.158 Astımlı (837.524
erkek, 1.817.634 kadın) olduğu sonucuna varılmıştır. KOAH’lıların
789.604’ünün, astımlıların ise, 1.652.124’ünün düzenli ilaçlarını kullandığı, böylece KOAH ve astım tanılı düzenli ilaç kullanan hasta sayımız 2.441.728, toplam hasta sayımızın ise, 4.347.434 olduğu sonucuna
varılmıştır.
Sonuç: Doğu Karadeniz’de (Trabzon, Rize, Gümüşhane) astım, Batı
Karadeniz’de (Kastamonu, Zonguldak, Sinop) ise, KOAH hasta sıklığı, diğer illere göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Öte yandan, astımlı
hastaların Akdeniz bölgesinde (Adana, Hatay, Osmaniye), KOAH’lı hastaların ise, Orta Anadolu bölgesinde (Sivas, Yozgat, Kayseri) diğer illere göre
daha fazla oranda düzenli inhaler tedavi gördüğü saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: prevalans, astım, KOAH
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P080
Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi
Ğögüs Hastanesi Kliniğinde Takip Edilen
Astımlı Hastaların Anksiyete Ve Depresyon
Düzeylerinin Belirlenmesi
Hayriye Turgut1, Yasemin Akıl2, Refiye Özgen2, Soner Çakmak3, Zeynep
Albayrak2, Müjgan İpek Bozkurt1
Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
2
Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Hemşirelik Araştırma Kurulu, Adana
3
Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Ruh Sağlığı Anabilim Dalı, Adana
1
Amaç: Bu çalışmanın amacı, Göğüs hastalıkları kliniğe başvuran astımlı olan hasta grubunda depresyon ve kaygı durumunun sıklığını belirlemek
amacıyla yapılmıştır.
Materyal-Metod: Prospektif bir çalışmadır. Göğüs Hastalıkları klinik
ya da polikliniğine başvuran astım tanılı hastalara demoğrafik sorulardan
oluşan anket formuyla, ‘’Sürekli Kaygı Ölçeği’’ ve ‘’Beck Depresyon Ölçeği’’ uygulandı. Verileri ve ölçek sonuçları SPSS 16 programında istatistiksel
olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Araştırmaya katılanların yaş ortalaması 49,9±14,6, cinsiyeti %97,1’i erkekti. Beck depresyon ölçeği ortalaması 20,2±10,6, STAI
sürekli kaygı ölçeği 49,6±11,7. İleri yaşta ve eğitimi durumu okumayazma olmayan hastalarda beck depresyon (p:0,003)ve sürekli kaygılık
ölçeğinin(p:0,006) puanı artmaktadır. İstatiksel olarak anlamlıydı. Sürekli
kaygı ölçeğiyle beck depresyon arasında pozitif yönde çok güçlü korelasyon tespit edildi (r=0,608, p=0,0001).
Sonuç: Astımlı hastaların yaşları ilerledikçe ve okuma-yazması olmayan hastalarda nöbet sıklığı artıkça depresyon ile sürekli kaygı ölçeği artmaktadır. Sürekli kaygı puanı artıkça depresyonda artmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Astım, Depresyon, Anksiyete
P081
Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi
Göğüs Hastalıkları Polikliniğinde Takip
Edilen Astımlı Hastaların Retrospektif
İncelenmesi
Hayriye Turgut1, Yasemin Akıl2, Refiye Özgen2, Zeynep Albayrak2
Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Araştırma Kurulu, Adana
1
2
Amaç: Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğinde takip edilen 5 yıldır takip edilen astımlı hastaların retrospektif
olarak incelemek amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod: Ocak 2007- Aralık 2012 yılları arasında yatan
astımlı hastaların bilgi dosyaları incelenip; yaş, cinsiyet, medeni durum,
mesleği, eğitim durumu, yaşadığı yer sigara kullanımı ve eşlik eden hastalık öyküsü istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Hastalar araştırmanın amacı
konusunda bilgi verildi anket formu yüz yüze görüşme tekniği ile uygulandı. Veriler Spss 16 değerlendirilmiştir.
Bulgular: Araştırmaya katılanların hastaların yaş ortalaması
49,9±14,6, %97,1’i kadındır. %76,5’i sigara kullanmıyor, %76,5’inde
alerji öyküsü var, 52,9’sunun toz,duman,koku ve polene alerjisi olduğu
tespit edilmiştir.
Sonuç: Hastalarımızın yaş ortalamasının yüksek olduğu, kadınlarda,ev
hanımlarında ve şehirde yaşayanlarda görülme sıklığının yüksek olduğu
tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Astım, Sigara İçme, Allerji
ÇEVRESEL VE MESLEKİ AKCİĞER HASTALIKLARI
P082
Löffler sendromu: Olgu sunumu
Selami Ekin1, Hülya Günbatar1, Ahmet Arısoy2, Hanifi Yıldız3, Bünyamin
Sertoğullarından1
Yüzüncü Yıl Ünivertsitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
Özel Istanbul Hospital, Göğüs Hastalıkları, Van
3
Özel Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van
1
2
Löffler sendromu nedeni tam olarak bilinmeyen akut bir pnömonidir.
Löffler sendromu etiyolojisinde parazit (en yaygın paraziter neden ascaris
lumbricoides), mantar, bakteriyel enfeksiyonlar ve ilaç etkileri (penisilin,
para-amino salisilik asit, hidralazin) yer almakla beraber hastaların dörtte
biri idiyopatiktir. 17 yaşında erkek hasta. Bir haftadır olan eforla nefes darlığı, göğüs ağrısı, öksürük, karın ağrısı ve ateş şikayetleri ile başvurdu. Fizik
muayenede vücut sıcaklığı 37,8℃, arteryel kan basıncı 128/83 mmHg,
nabız 94/dk ve oda havasında oksijen satürasyonu %92 idi. Oskültasyonda bilateral expiratuvar ronküs vardı. 4 paket /yıl sigara içme öyküsü olup,
1 yıldır sigarayı bırakmıştı. Alkol ve başka ilaç ve madde bağımlılığı yoktu. Hastanın mesleği çoban idi. Laboratuvarında hafif yükselmiş C reaktif
protein, %21,5 eozinofili ve yüksek total IgE (263 mg/dl, normal aralık:
0-100 mg/dl) saptandı. Posteroanterior akciğer grafisinde sağda daha yaygın olmak üzere bilateral daha çok üst zonlarda ve santral yerleşimli yamalı
tarzda konsolidasyon izlendi. Çekilen kontrastsız Toraks tomografisinde ise
bilateral akciğerlerde üst loplarda belirgin olmak üzere dağınık yerleşimli,
düzensiz sınırlı buzlu cam alanları, fokal sınırlı sentrinodüler opasiteler ve
milimetrik subplevral nodüller saptandı. Ekokardiyografi normal idi. Oda
havasında oksijen satürasyonu %90 idi. Bronkoskopi ile bronkoalveoler
lavaj yapılan hastada hücre sayımında az akut iltihap hücreleri, bunların
%90’ ı eozinofil lökosit ve %10’ u nötrofil lökosit olarak raporlandı. Semptomatik tedaviye ek olarak başlanan albendazol (400 mg/gün, tek doz)
tedavisinde klinik dramatik olarak düzeldi. Hastanın on gün sonra çekilen
akciğer grafisi ile 2 ay sonra çekilen kontrastsız toraks tomografisi tamamen normal idi.
Anahtar Kelimeler: Löffler sendromu, eozinofili
P083
Bir Olgu İle Hidrokarbon Pnömoni Tedavisini
Etkileyen Faktörler
Hanifi Yıldız1, Selami Ekin2, Selvi Aşker2, Ahmet Arısoy3, Bünyamin
Sertoğullarından2
Özel Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van
Yüzüncü Yıl Ünivertsitesi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van
1
2
3
Amaç: Hidrokarbon pnömonisi, mazot ve benzin gibi hidrokarbon
ürünlerinin kazayla aspirasyonu sonucu oluşan ve ciddi komplikasyonlar
gelişebilen nadir bir aspirasyon pnömonisidir. Bu vakada, erken steroid ve
antibiyotik tedavisinin hidrokarbon pnömonisinin ciddi komplikasyonlarını önleyebileceğini vurgulamak istedik.
Olgu: Kaza ile az miktarda mazot aspire eden 17 yaşında bir erkek hasta ateş, öksürük, balgam, göğüs ağrısı ve nefes darlığı nedeniyle acil ünitemize başvurdu. Akciğer grafisinde alt ve orta zonlarda buzlu cam infiltrasyonlar saptandı (Şekil 1A). CRP ve lökosit değerleri artan hastaya oksijen,
antibiyotik ve steroid tedavisi verildi. İkinci günde semptomları ve üçüncü
gün akciğer grafisinde infiltrasyonları azalan hasta idame tedavisiyle taburcu edildi. On yedinci gün, akciğer grafisinde opasitede azalma izlendi. İlaveten bilgisayarlı tomografide (BT), orta loblarda buzlu cam infiltrasyonlar
izlendi (Şekil 2A). Ayrıca Crp ve lökosit seviyeleri artmış olan hastaya, iki
hafta daha antibiyotik tedavisi verildi. İkinci ayda, hastanın herhangi bir
yakınması yoktu ve BT’si normal olarak değerlendirildi (Şekil 2B).
Sonuç: sonuç olarak, steroid ve antibiyotik tedavisine erken başlamak
hidrokarbon pnömonisindeki ciddi komplikasyonları önleyebilir.
Anahtar Kelimeler: Aspirasyon, hidrokarbonlar, pnömoni
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
33
POSTER SUNUMLARI
P085
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Silikozis oluşumunda yeni bir meslek: olgu
sunumu
Arif Hikmet Çımrın, Kemal Can Tertemiz, Aylin Özgen Alpaydın
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Şekil 2. Akciğer tomografisi: A: onyedinci gün orta ve alt loblardaki buzlu cam
infiltrasyonlar gözleniyor. B: ikinci ayda infiltrasyonlar düzelmiş.
Silikosis, solunabilir büyüklükteki (0,5-5 µm çaplı) silis partiküllerinin
inhalasyonuyla oluşan,akciğerin toz hastalıklarından biridir. Silikozise yol
açtığı bilinen başlıca iş kolları; dökümcülük, cam sanayi, seramik yapımı,
kuvars değirmenleri, ve kum püskürtmedir. Kum püskütme işi değişik sektörlerde karşımıza çıkmaktadır. Kliniğimizde tanısı konulan tüfek yapımında kum püskürtme işi yapan silikozis olgu sunuldu.
33 yaşında erkek olgu, son 2 aydır ortaya çıkan nefes darlığı ve kronik
irritatif öksürük yakınmaları ile meslek hastalıkları polikliniğine başvurdu.
Özgeçmişinde özellik yoktu. Fizik bakı olağandı. Toraks BT’de her iki akciğerde üst ve orta zon posteriorda birleşme eğilimi gösteren milimetrik
opasiteler, interstisyel kalınlaşma ve yer yer plevral çekilmeler parankimal bantlar, peribronşial kalınlaşmalar izlendi. Spirometrik incelemelerde FEV1 4.03 L (%91 bek.), FVC 4.03 L(%90 bek.), PEF 12.23 (%123
bek.), DLco /VA 5.06 (%105 bek.), VO2 max. 41.01 ml/min/kg. olarak
bulundu. Kardiopulmoner egzersiz testinde(KPET) VO2 max. 41.1 ml/dk/
kg. saptandı.
Sonuç olarak silah üretimi sırasında tüfek namlusu kumlaması yapan
olguda pnömokonyoz (silikozis) düşünüldü. Efor dispnesi tanımlamasına
karşın ciddi kardiopulmoner fonksiyonel kısıtlılık olmadığı görüldü. Toz
maruziyetinin önlenmesi önerilerek izleme alındı.
Anahtar Kelimeler: Silikosis, kumlama, öksürük
P084
P086
Çalışan İtfaiyecilerde Solunum Fonksiyon
Testlerinin Değerlendirilmesi
Epidemiology of sarcoidosis in Republic of
Belarus
Sema Demir1, Derya Öztuna2
Halina Baradzina
1
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
Ankara
2
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Ankara
Belorussian State Medical University, Minsk, Belarus
Amaç: İtfaiyeciler, yangına müdahaleleri sırasında, dumana maruz kalırlar. Yangın dumanı, birçok hava kirleticilerini içerir. Duman maruziyeti,
pulmoner ve kardiyovasküler hastalık riskini artırabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, çalışan itfaiyecilerde, uzun dönem mesleksel duman inhalasyonunun solunum fonksiyonları üzerine etkisinin ve ilişkili risk faktörlerinin
araştırılmasıdır.
Hastalar ve Metod: Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’ne Şubat 2012-Mart 2012 tarihlerinde tarama programı kapsamında başvuran, çalışan 523 itfaiyeci retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Yangında aktif olarak çalışan 250 kişi, kontrol grubu olarak da masabaşında çalışan 273 kişi çalışmaya alınmıştır. İtfaiyecilerin yaş, cinsiyet,
boy, kilo, spirometrik (FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF, FEF25-75) ölçümleri,
sigara içme durumları ve süreleri, meslekte çalıştıkları süre, komorbiditeleri
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmadan elde edilen verilere göre, aktif olarak yangına
katılan itfaiyecilerde, kontrol grubuna göre FEV1 değerlerinde anlamlı
olarak azalma saptanmıştır. Çalışma süresinin solunum fonksiyonlarını anlamlı olarak etkilemediği görülmüştür.
Sonuçlar: İtfaiyecilerde duman maruziyetine bağlı hastalıkların gelişimi, solunum yollarını koruyacak daha efektif aparatların geliştirilmesi,
farklı yangın tiplerinde döngülü çalışma, sigara bıraktırma ve düzenli yıllık
taramalarla önlenebilir.
Anahtar Kelimeler: İtfaiyeciler, solunum fonksiyonları
This study objectives were analysis of sarcoidosis epidemiological indexes in 1977-2012 and prognosis of the future epidemiological situation.
Our results showed the incidence rate of sarcoidosis increased 6.15 times
from 1977 to 2012 and stabilized on 8.0 per 100000 (p<0.001). The
incidence rate growth occurred in 80-90s mostly due to diagnostic improvement. According to prognosis, which has been calculated based on
the equalization linear trend (у=0.3352х-666.15, R2- 0.9466), incidence
rate of sarcoidosis will be 9.6 per 100000 in 2017. Pulmonary sarcoidosis
composes the main part all the cases (91.03%).
In 80-90s sarcoidosis was affecting mostly male (53%) and population around 25 years old (83.6% patients were before 40 years), but
now the situation has been changed. Males traditionally prevail among
newly detected patients in the age group below 34 (64.3±4.7%), females
dominate in total (59.8%) and in the age group above 35 (75.±4.2%).
The maximum incidence rate among males is observed in 25-34 years
group (40.7±3.1% patients), though the incidence maximum by women
has moved to the range 35-44 years (30.3±2.4% patients). Percentage
of the women above 44 years affected by sarcoidosis has increased by
26.8±1.6% and the average age of patients is slowly increasing especially
by women. In 80-90s the patients above 44 were almost never diagnosed.
Prevalence rate of sarcoidosis in Belarus reached 49.1 per 100000 compare to 28.7 per 100000 in 1997 (p<0.001).
The results of analysis testify the increase of incidence rate of sarcoidosis
and its transition to the older age groups especially by women.
Keywords: sarcoidosis, epidemiology, prognosis, incidence rate.
Şekil 1. Radyografi:Orta ve alt zonlarda saptanan buzlu cam infiltrasyonlarda
azalma gözleniyor. A: ilk gün, B: 17. Gün
34
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P087
Meteorolojik Değişimler Pnömotoraks Yapar
mı?
Atalay Şahin1, Menduh Oruç1, Fatih Meteroğlu1, Ahmet Erbey1, Bülent
Öztürk2
Dicle Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Diyarbakır
1
2
Hava şartlarının bazı hastalıklar üzerindeki etkileri tartışılmaktadır. Solunum yolu hastalıklarında bu ilişkinin rolü daha da dikkat çekmektedir.
Ocak 2009 ile Aralık 2013 tarihleri arasında ilimiz göğüs cerrahisi kliniklerinde tedavi edilen primer ve sekonder spontan pnömotoraks vakalarını retrospektif olarak değerlendirdik. Hastaların özellikleri ve bu sürede
gerçekleşen meteorolojik değişiklikler incelendi. Atmosfer basıncı, sıcaklık,
nem, yağış ve rüzgar hızı olarak hava durumu verileri Meteoroloji Genel
Müdürlüğünden temin edildi. Spontan pnömotoraks görülen ve görülmeyen günlerin meteorolojik değişkenlerle ilişkisi değerlendirildi. Sekonder
pnömotoraks hastaları çalışmaya dahil edilmedi.
Bu çalışmada spontan pnömotoraks oluşumunda meteorolojik değişikliklerin rolü ve hastaların klinik özellikleri tanımlandı.
Ortalama yaşı 23.96 yıl olan 552 hastanın %92 si erkek idi. Hastaların
%89.3 ünde primer spontan pnömotoraks kalanında sekonder spontan
pnömotoraks gözlendi. Hastaların %71.7 sinde kümelenme görüldü. Mevsimlik ve yıllık dağılımlarında anlamlı bir fark gözlenmedi. Yaş ve cinsiyet
dağılımımda fark bulundu. Pnömotoraks gözlenen günlerde diğer günlere göre spontan pnömotoraks saptanmayan günler arasında atmosferik basınç, çevre ısısı, rüzgar hızı ve nem miktarı arasında fark gözlendi
(p<0.05). Yağışın ve gün içerisindeki maksimum-minimum atmosfer basıncının farkı spontan pnömotoraks görülen günlerde etkileri anlamlı değildi (p>=0.05).
Meteorolojik değişimler havanın fiziksel özelliklerini değiştirmekte ve
spontan pnömotoraks oluşumunu etkilemektedir.
Anahtar Kelimeler: hava durumu, spontan, pnömotoraks
P088
Taksim Gezi Parkı Direnişi Döneminde
İncelenen Bireylerin Sigara Kullanim
Durumuna Göre Solunumsal Bulguları
Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Çağla Filiz Uyanusta Küçük2, Hilal
Onaran1, Çağla Pınar Taştan Uzunmehmetoğlu1, Aslıhan Ilgaz2, Gamze
Ayar1, Makbule Özlem Akbay1, Hikmet Fırat2, Tansu Ulukavak Çiftçi2,
Serdar Akpınar2, Bülent Çiftçi2, Selma Fırat Güven2, Selen Bilekli2, Arif
Müezzinoğlu2, Fatih Torlak4, Peri Arbak3, Elif Dağlı1
Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul
Türk Toraks Derneği Ankara Şubesi, Ankara
Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce
4
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Bireylerin sigara kullanımına göre göz yaşartan gazların solunum sisteminde yarattığı etkiler yeterli düzeyde araştırılmamıştır.
Göz yaşartan gazların bireylerin sigara kullanımına bağlı etkilerini araştırmak amacıyla
2013 Haziran ayında süren Gezi Parkı eylemlerine katılan (460’ı İstanbul ve 86’sı Ankara) bireylere solunumsal belirtileri ve gazla karşılaşma
koşullarını içeren anket uygulandı, eş zamanlı olarak solunum fonksiyon
testleri yapıldı.
Bireylerin 342’si (%62.6) sigara kullanırken, 156’sı kullanmıyordu
(%28.6) ve 43’ü bırakmıştı (%7.9). Sigarayı bırakmış bireylerin ortalama
yaşı sigara kullanan ve kullanmayan gruptan anlamlı olarak yüksekti (38.8
e karşı 30.3 ve 30.7, p=0.0003). Sigara kullanmayan bireylerde öksürük
ve balgam çıkarma şikayetleri (%75.0 ve %30.9) sıklığı kullanan (%85.5
ve %55.3) ve bırakmış bireylerden (%81.0 ve %35.7) anlamlı olarak azdı
(p=0.019 ve p=0.0001). Sigara kullanmayan bireylerde göğüs ağrısı şikayeti (%39.0) kullanan (%49.8) ve bırakmış bireylerden (%45.2) azdı
(p=0.095). Sigara kullananların ortalama %FEV1 değeri sigara kullanmayan ve bırakmış olanlardan daha düşüktü (96.8’e karşı 102.9 ve 101.2,
p=0.301). Sigara kullanan ve kullanmayan bireylerin ortalama %MMFR
değerleri sigarayı bırakmış olanlardan anlamlı olarak düşüktü (92.2’ye
karşı 93.0, 109.3, p=0.004). Üç grubun ortalama %FEV1/FVC değerleri
benzerdi (102.2’ye karşı 102.4 ve 104.1, p=0.516). Sigara kullanmayan-
larda gazla karşılaşmadan sonra nefes darlığının başlaması için geçen süre
kullanan ve bırakmış bireylerden daha kısaydı (2.9’a karşı 6.0, 7.5 saat,
p=0.193) ve sigara kullanmayanlarda gazla karşılaşmadan sonra göğüs
ağrısının başlama süresi kullanan ve bırakmış bireylerden daha kısaydı
(12.9’a karşı 13.9, 29.6 saat, p=0.123).
Sigara kullanmamak solunum belirtilerinin gazla karşılaşmada daha
az sıklıkta ortaya çıkmasına yol açmakla beraber, sigara kullanmayan bireylerde gözlenen solunumsal belirtilerin kullanan bireylerden daha hızlı
başladığı gözlendi.
Anahtar Kelimeler: Sigara, biber gazı, solunum bulguları
P089
Taksim Gezi Parki Direnişinde Bireylerin
Cinsiyet Durumuna Göre Göz Yaşartan
Gazlardan Solunumsal Etkilenmesi
Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Çağla Filiz Uyanusta Küçük2, Hilal
Onaran1, Çağla Pınar Taştan Uzunmehmetoğlu1, Aslıhan Ilgaz2, Gamze
Ayar1, Makbule Özlem Akbay1, Hikmet Fırat2, Tansu Ulukavak Çiftçi2,
Serdar Akpınar2, Bülent Çiftçi2, Selma Fırat Güven2, Selen Bilekli2, Arif
Müezzinoğlu2, Peri Arbak3, Elif Dağlı1
Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul
Türk Toraks Derneği Ankara Şubesi, Ankara
3
Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce
1
2
Giriş: Zararlı gaz ve dumanlara karşı farklı cinsiyetlerin yanıtları halen
iyi bilinmemektedir. Göz yaşartan gazlar büyük toplum kesimlerinin maruz kalması nedeniyle farklı cinslerin yanıtlarını değerlendirmek açısından
dikkate alınmalıdır.
Amaç: Kadın ve erkek toplulukların göz yaşartan gazlara karşı solunumsal yanıtlarını değerlendirmek amaçlandı.
Yöntem-Gereçler: 2013 yılı haziran ayı boyunca süren Gezi Parkı
eylemlerine katılan (460’ı İstanbul ve 86’sı Ankara) bireylere solunumsal
belirtileri ve gazla karşılaşma koşullarını içeren anket uygulandı. Bireylere
eş zamanlı olarak solunum fonksiyon testleri yapıldı.
Bulgular: Toplam 283 erkek (31.2±11.1) ve 262 kadının (31.2±9.9)
ortalama yaşları benzerdi. Sigara kullanan kadın (162 kişi, %62.3) ve
erkeklerin (180 kişi, %64.1) oranları birbirine yakınken, sigarayı bırakan
erkeklerin (%10.3’e karşı %5.4, p=0.043) oranı anlamlı olarak fazlaydı.
Kadınlar gazla erkeklerden daha yüksek oranda kapalı mekanda karşılaşmışlardı (%31.5’a karşı %20.4, p=0.015). Kadınlarda nefes darlığı
(%79.4’e %66.3, p=0.001), öksürük (%87.3’e %77.8, p=0.003), göğüs
ağrısı (%51.7’ye %41.8), burun akıntısı (%78.8’e %70.3, p=0.016) ve cilt
bulguları (%54.2’ye %40.8, p=0.002) erkeklerden anlamlı olarak fazlaydı.
Erkeklerde gazla karşılaşmadan sonra nefes darlığı (4.9’a 5.6 saat), öksürük (6.0’a 7.0), balgam çıkarma süreleri (18.2’ye 23.7) kadınlardan daha
kısaydı (p değerleri >0.05). Kadınlarda ortalama %FVC değeri %99.0
iken erkeklerde %98.5 idi (p>0.05). Kadınların ortalama %FEV1 değeri
%96.0 iken erkeklerde %101.5 idi (p>0.05). Kadın ve erkeklerde ortalama FEV1/FVC oranları benzer değerlerdeydi (%102.4’e %102.3). Kadınların yalnızca ortalama %MMFR değeri erkeklerinkinden anlamlı olarak
düşüktü (89.8’e 97.4, p=0.005).
Sonuç: Kadınların gazla kapalı mekanda daha sık karşılaşmaları solunum yakınmalarının daha sık olmasına yol açmış olabilir.
Anahtar Kelimeler: cinsiyet, biber gazı, solunum bulguları
P090
Taksim Bölgesi Halkinin Göz Yaşartici Gazlar
Karşisinda Solunumsal Bulgulari (105 Olgu
Deneyimi)
Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Fatih Torlak3, Peri Arbak2, Elif Dağlı1
Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul
Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce
3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Göz yaşartan gazların halk sağlığı üzerine etkileri anektodal gözlemler
şeklinde kalmıştır.
Amacımız bu uygulamalar sonucu bölgede yaşayan ve çalışan bireylerin
solunumsal etkilenmelerini araştırmaktır.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
35
POSTER SUNUMLARI
Protestoların yapıldığı mekanlar çevresinde yaşayan insanlar arasında
bir araştırma yapıldı. Çalışmaya gönüllü-onayı alınarak- olarak katılan
ve son 1 aydır hemen her gün çevresel göz yaşartıcı gazların yarattığı dış
ortam ve iç ortam hava kirliliğinden etkilenen 105 bireyin ortalama yaşı
36,1’di. 52 erkek, 53 kadın. Olguların %70,2’si sigara kullanırken %22,1’i
sigara kullanmamaktaydı.
Olguların hepsi yaklaşık 1 aydır gazla düzenli karşılaşmaktaydı. 31 olgu
(%30,4) açık mekanda 1m’den yakın alanda gaza maruz kalırken, kapalı
mekanda karşılaşan sayısı 39 (%38,2) idi.
Nefes darlığı olguların %76’sında, öksürük %89,2’sinde, balgam
%44,2’sinde, hemoptizi %4’ünde, göğüs ağrısı %41,4’ünde, burun akıntısı %75,5’inde, göz kızarması %83,7’sinde, cilt bulgusu %46,4’ünde
gözlendi.
FVC ortalaması %100,5+_13,8, FEV1%96,4+_16,0, FEV1/FVC ortalama %99,4+_10, MMFR %88,1+_25,4 idi.
Kapalı mekanda gazla karşılaşanların FVC %98,6+_14,8, açık alanda
1m’den uzakta karşılaşanlarda %104,8+_10,4. (p>0,005). FEV1 kapalı
mekanda karşılaşanlarda %94,3+_17,2, açık alanda 1m’den uzakta karşılaşanlarda %99,8+_11,9 bulundu (p>0,005). *Cihangir’de açık ve kapalı
alanda kronik maruziyetin olduğu için mekanlar arasında anlamlı fark bulunmaması beklenen bir sonuç olarak karşılandı.
Öksürük şikayeti kapalı mekanda bulunanlarda %94,6 oranında gözlenirken, açık alanda karşılaşanlarda %74,2’ydi (p=0,007).
Balgam kapalı mekanda gazla karşılaşanların %50’sinde gözlenirken
açık alanda karşılaşanların %18,8’inde balgam gözlendi. (P=0,002).
MMFR %65 altı 20 kişi saptandı (%19.4).
Göz yaşartan gazların uygulandığı bölgede yaşayanların yüksek oranlarda solunumsal yakınma bildirdikleri ve küöük hava yollarında daha fazla düşüklük yaşandığı gözlendi. Bu durumda, göz yaşartan gazların yaygın
ve kontrolsüz kullanımının ciddi halk sağlığı sorunları yarattığı düşünüldü.
Anahtar Kelimeler: biber gazı, gösteri kontrol ajanları, solunum
semptomları
P091
Pulmoner Emboli gelişiminde atmosferik
olayların etkisi
Tuğba Göktalay1, Ayşın Şakar Coşkun1, Yavuz Havlucu1, Ayşe Nur Tuncal2,
Pınar Çelik1, Arzu Yorgancıoğlu1
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
2
Manisa Halk Sağlığı Müdürlüğü, Kronik Hastalıklar Birimi, Manisa
1
Amaç: Pulmoner Emboli’ nin mevsimsel özelliğini, atmosferik olaylarla
ilişkisini ve gelişimini etkileyen faktörleri değerlendirmek.
Gereç-Yöntem: Ocak 2007 ve Aralık 2012 tarihleri arasında kliniğimizde pulmoner emboli tanısı ile yatışı yapılan 168 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Sosyodemografik veriler, risk faktörü belirlendi.
Hastaların hastaneye yatış günlerine ve coğrafi yerleşim yerlerindeki
meteoroloji istasyon kayıtlarına göre günlük ortalama basınç (hpa), ortalama nem (%), ortalama sıcaklık (°C) verileri kaydedildi. Günlük, aylık ve
mevsimsel başvuruya göre analiz yapıldı.
Bulgular: Araştırmaya alınan hastaların 93’ü (%55,4) erkek, yaş ortalaması 59,58 ±16,4 idi. En sık saptanan risk faktörü DVT (n=38, %22,6)
idi. 72 isinde (%42,9) sigara kullanım öyküsü vardı. 132 sine (%78,6) Toraks Anjio BT ile tanı konmuştu. En çok hasta gelen bölge Manisa merkez
ve yakın ilçeleri idi. Kış ve yaz aylarında 50’şer yatış varken İlkbahar ve
sonbahar aylarında 34’er yatış vardı. Hastaların 161’inde (%86,6) başvuru günün atmosferik basıncı o ayın ortalama atmosferik basıncından
yüksekti. Hastaların günlük, aylık ve mevsimsel başvuruları ile atmosferik
basınç, nem, sıcaklık arasında ve ortalama atmosferik basınç yüksekliği
arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0.05).
Sonuç: Elde ettiğimiz veriler atmosferik olayların pulmoner emboli gelişiminde etkisinin olmadığı yönündedir. Bu konuda ileri değerlendirmelere
gereksinim bulunduğu görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner Emboli, Atmosferik etki,
36
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P092
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Klor Patlaması (İş kazası) ve Maluliyet
Gülseren Sağcan, Kaan Gündüz, Hızır Aslıyüksek
Adli Tıp Kurumu, İstanbul
Giriş: Klor (CI2) endüstride, çevresel olarak ve evde çok yaygın olarak
bulunan yüksek reaktiviteye sahip bir gazdır. Suda orta derecede çözünürlüğe sahip olması nedeniyle inhalasyonu üst ve alt havayollarında iritasyona yol açmaktadır. Akut maruziyette rinit, öksürük, dispne, konjuktivit, cilt
tahrişi ve hırıltılı solunum görülmektedir.
Olgu: Beş yıl önce iş kazası geçiren 40 yaşında erkek hasta maluliyet açısından değerlendirilmek üzere Adli Tıp Kurumu’na başvurdu. Havuz temizliği için klor tabletlerinden çözelti hazırlanması sırasında oluşan
klor gazı patlaması ile boyun ve yüz cildinde yanıklar, solunum sıkıntısı
ve gözlerde yanma şikayetleri olmuş. Fizik muayenesinde; genel durumu
orta, dispneik, yardımcı solunum kasları solunuma katılıyor, bilateral konjuktivalar ve farenks hiperemik, kan basıncı:115/75mmHg, NDS:95/dk,
SDS:26/dk, SpO2 (OH):%87 bulunmuş. Oskültasyonda bilateral sibilan
ronküsler duyulmuş ve spirometrede obstruktif patern mevcutmuş. Akciğer grafisinde sol orta zonda buzlu cam görünümü izlenmiş. Toksik gaz
inhalasyonuna bağlı bronkospazm tanısı ile yatırılarak steroid başlanmış.
Takiplerinde fizik muayene, spirometre ve Toraks BT bulguları düzelmiş ve
steroid tedavisi kesilmiş. Kurulumuzda yapılan muayenesinde; özgeçmişinde çocukluk çağında geçirilmiş akciğer enfeksiyonu mevcut, sigara:10p/
yıl (aktif içici) idi. Aktif solunumsal yakınması yok, solunum sesleri bilateral
doğal, Sp02:%99 (OH), SDS:24/dk ve SFT normal sınırlarda idi. Kişinin
maruz kaldığı iş kazası sonucu oluşan akciğer hasarı fonksiyonel araz bırakmadan iyileşmiş olduğundan sürekli maluliyet tayinine mahal olmadığına karar verildi.
Sonuç: Toksik inhalasyon maruziyetinin büyük kısmı, klor bileşikleri
ve diğer maddelerin karışımıyla meydana gelmektedir ve çoğunlukla evde
kullanılan temizlik ajanlarıyla olmaktadır. Uzun süreli etkileri sonucu oluşan restriktif ve obstruktif akciğer hasarı genellikle aylar/yıllar içinde düzelmekte olup kalıcı hasar oluşmasında kişisel faktörlerin etkisinin olduğu
düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Klor gazı, iş kazası,meslek hastalığı, maluliyet
P093
Başkent Ankara’da Göz Yaşartan Gazlarla
Karşılaşan Bireylerin Solunum Sağlığı (86
Olgunun Analizi)
Çağla Filiz Uyanusta Küçük1, Aslıhan Ilgaz1, Hikmet Fırat1, Tansu Ulukavak
Çiftçi1, Serdar Akpınar1, Bülent Çiftçi1, Selma Fırat Güven1, Selen Bilekli1, Arif
Müezzinoğlu1, Eda Uslu3, Peri Arbak2, Elif Dağlı3
Türk Toraks Derneği Ankara Şubesi, Ankara
Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce
Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul
1
2
3
Göz yaşartan gazların kapalı mekanda ve yakın mesafeden kullanımı
insan sağlığına geri dönüşsüz ve ağır zararlar vermektedir.
Kitlesel gösterilerde göz yaşartan gazların uygulanma özelliklerine göre
solunum sistemi üstünde yarattığı zararları araştırmak amaçlanmıştır.
Ankara’da 2013 yılı Haziran ayında ülke çapında gerçekleşen Gezi
Parkı Direnişi’ne katılan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 86 bireye
(52 erkek, 34 kadın; ortalama yaş; 29.5 ± 10.3) gazla karşılaşma özelliklerini, demografik özellikleri, solunumsal yakınmalarını içeren anket
ve solunum testleri uygulandı. Bireylerin çoğunlukla üniversite öğrencisi olduğu (%37.2) gözlendi. Bireylerin %52.3’ü sigara kullanmaktaydı.
Bireylerin %48.2’si (41 kişi) gazla 3 gün ve daha erken karşılaşmışken,
%41.5’u (34 kişi) açık alanda 1 metreden az,%28’i (23 kişi) kapalı mekanda karşılaşmıştı. Nefes darlığı bireylerin %68.8’inde (55), öksürük
%72’sinde (59), balgam %38.3’ünde (31), hemoptizi %1.4’ünde (1), göğüs ağrısı %33.3’ünde (26), burun akıntısı %75.9’unda (63), göz kızarması %86.3’ünde (69), cilt bulgusu %33.8’inde (26) gözlenmişti. Bireylerin
ortalama %FVC değeri 99.3 ± 13.7, FEV1 değeri 98.5 ± 15.1, FEV1/
FVC değeri 102.7 ± 10.6, MMFR değeri 103.7 ± 56.6 idi. Gazla kapalı mekanda karşılaşanların %FVC (96.1±13.6’ya 100.1±12.5), FEV1
(94.7±17.2’ye 100.2±11.7), açık mekanda 1 metreden daha yakın karşılaşanlarınkilerden düşüktü (p>0.05). FVC değeri %80’in altında olan bireylerin tüm grubun %9.3’ünü oluşturduğu gözlendi (8 kişi). FEV1 değeri
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
%80 altında bulunan bireylerin grubun %11.6’sını oluşturduğu gözlendi
(10 kişi). MMFR %65 altında bulunan bireyler grubun %12.7’sini oluşturmaktaydı (11 kişi).
Göz yaşartan gazlarla kapalı mekanda karşılaşma ve sigara kullanımı
solunum fonksiyonlarını azaltmaktadır. Gazla karşılaşmada ağırlıkla gözlenen restriktif solunum bozukluğunun ve izole küçük havayolları obstrüksiyonunun farklı araştırmalarda incelenmesi gereklidir.
Anahtar Kelimeler: biber gazı, solunum fonksiyonları, gösteri kontrol
ajanları
P096
Gezi Protestoları Sırasında Biber Gazı
Maruziyetine Bağlı Havayolu Obstrüksüyonu
ve İki Taraflı Yamalı Akciğer İnfiltrasyonları
Nilüfer Aykaç Kongar1, Özlem Soğukpınar1, Metin Barlan2, Haluk Celalettin
Çalışır3
Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
3
Özel Acıbadem Hastanesi
1
2
P094
Kuş yetiştiricilerinde serum paraoksonaz,
arilesteraz ve lipid hidroperoksid
düzeylerinin sağlıklı kontrollere göre
karşılaştırılması
Funda Yalçın1, Zafer Hasan Ali Sak1, Ayşegül Öney Kurnaz1, Faruk Günak1,
Ferhat Namlı1, Mehmet Gencer1, Hatice Sezen2, Nurten Aksoy2
Harran Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa
Harran Üniversitesi, Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, Şanlıurfa
1
2
Amaç: Bu çalışmada, kuş yetiştiricilerinin serum paraoksonaz, arilesteraz ve lipid hidroperoksid düzeylerinin sağlıklı kontrollere göre değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Materyal metod: Kırk kuş yetiştiricisi birey ve 40 sağlıklı kontrol çalışmaya alındı. Serum örnekleri alındı ve serum paraoksonaz, arilesteraz ve
lipid hidroperoksid düzeyleri çalışıldı.
Sonuçlar: Serum paraoksonaz düzeyleri kuş yetiştiricileri grubunda
kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı azalmış olarak bulundu (113.82
± 23.82 U / L ve 130.49 ± 41.32 U / L, p <0.001). Serum arilesteraz düzeyleri kuş yetiştiricileri grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak
anlamlı azalmıştır (88.82±27.16 U/l ve 128.04±37.06 U/l, p=0.03). Ayrıca, serum lipid hidroperoksid düzeyleri kuş yetiştiricileri grubunda kontrol
grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı artmıştır (11.07 ± 3.39 mmol / l
ve 9.71 ± 1.76 mmol / L, p = 0.02).
Tartışma: Bu sonuçlara göre kuş yetiştiricilerinde sağlıklı kontrollere
göre oksidatif stres artar ve antioksidanlar azalır. Bu mekanizmalar kuş
besleyicilerinde yaygın olarak görülen hipersensitivite pnömonisi gibi hastalıklarda yatkınlık oluşmasında rol oynuyor olabilir.
Anahtar Kelimeler: Kuş yetiştiricileri, oksidatif stres
Dünyada gösteri kontrol ajanları -göz yaşartıcı gazlar- olarak en sık
Oleoresincapsicum (OS) ve chlorobenzylidenemalononitrile (CS) olduğu
bilinmektedir. OS ve OC başta cilt ve solunum sistemi olmak üzere tüm
metabolizmayı etkileyen toksik gazlardır. Türkiye’de Gezi Olayları süresince en sık CS kullanılmıştır
Olgu: 50 yaşında kadın hasta 3 haftadır öksürük, balgam ve eforla artan dispne yakınmaları ile başvurdu. Daha önce solunumsal herhangi bir
yakınması olmayan hastanın başvurudan 14,13 ve 11 gün önce toplam
üç kez göz yaşartıcı gaz maruziyeti tanımlıyor ve sonrasında ani başlangıçlı
nefes almakta zorluk, hırıltılı solunum tarifliyor Hastanın solunum fonksiyon testinde, obstrüktif tipte solunum fonksiyon bozukluğu ve toraks CT
de akciğer iki taraflı yamalı infiltrasyonları mevcuttu. Hastanın daha önce
çekilen grafilerinde lezyonun olmaması, maruziyet kesildikten 1 ay sonra
yakınmalarında ve solunum fonksiyon testinde düzelme ve parankim lezyonlarında tama yakın gerileme olması CS gazı maruziyetine bağlandı.
Bu olgu özellikle hastanın ayrıntılı ve sorgulayıcı anamnez almanın önemini çevresel ve sosyal hayatın insan sağlığı üzerine olumsuz etkisini ve
kullanılan gazların yansıtıldığı kadar masum olmadığını vurgulamak için
sunulmuştur. Biber gazı maruziyetinin sub akut ve kronik sağlık etkilerinin
ek çalışmalarla değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Göz yaşartıcı gaz, İstanbul Gezi Parkı, biber gazı,
iki taraflı yamalı akciğer infiltrasyonları, toksik gaz maruziyeti
P097
Hygienic problems in the etiology of
chronic respiratory diseases in children
Angela Cazacu Stratu, Grigore Friptuleac, Rodica Selevestru, Svetlana
Sciuca
State Medical and Pharmaceutical University, Chisinau, Moldova
P095
Silikozisli bir vaka
Arif Hikmet Çımrın, Aylin Özgen Alpaydın, Kemal Can Tertemiz
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Silikozis yüksek düzeyde silika veya silika içeren toz maruziyetine bağlı gelişen önemli meslek hastalıklarından birisidir. Kumlamacılık silikozise
yol açan alanlar içinde ön sıralarda gelmektedir. Literatürde tanımlanan
vakalar genellikle kumlama odasında çalışanlardan oluşmaktadır. Ancak
kumlamaya maruz bırakılmış ürünler silika partikülleri taşımaktadırlar ve
bu ürünler kalite kontrol elemanları tarafından denetlenmektedirler. Burada, bir kot kumlama işletmesinde çalışan kumlamacılık yapmayan ancak
kalite kontrolünde görevli bir bayan olguyu sunuldu.
41 yaşında yakınması olmayan bayan hasta akciğer grafisinde açıklanamayan bulgularla başvurdu. Hastanın sigara öyküsü yoktu. Bir yıl önce
astım tanısı almış ve tedavi altındaydı. 6 yıl önce bir kot fabrikasında kalite
kontrolörü olarak çalıştığını ve öksürük ve dispne nedeniyle emekli olmak
zorunda kaldığını belirtti. Fizik bakısı ve rutin laboratuar testleri normaldi.
Spirometrisinde restriktif patoloji mevcuttu. Toraks BT’sinde özelikle alt ve
orta loblarda irreguler yamalı nodüler infiltrasyonları vardı. Bronkoskopisi
normaldi. Açık akciğer biyopsisinin sonucu kristalin silika içeren multinükleer dev hücrelerden oluşmuş granülomlar olark geldi.X ışınıdan geçirilen
örnekte kuartz saptandı.Bu vaka silikozisin sadece kumlamacılık yapanlarda değil bu tür işletmelerse çalışan tüm personelde görülebileceğine işaret
etmesi açısından sunuldu.
Anahtar Kelimeler: dispne, kumlamacılık, silikozis
Aim: The highlighting and detection of cases of chronic respiratory diseases in children from rural areas and the study of their education and
habitual conditions.
Material and methods: The study included interviews with 1783 pupils from rural areas to detect chronic respiratory diseases, the characteristic of instruction and residential conditions (the concentration of CO2, CO,
humidity, temperature, allergic factors triggers disease), the characteristic
of construction, sanitary condition of penthouses.
Results: By interviewing procedures and clinical examination was ascertained that every 17th child suffers from a chronic respiratory disease
(asthma, chronic bronchitis). In studied schools, the level of morbidity
caused by chronic respiratory disease varies between 58,8±6,51 and
6,9±0,32‰. The studing conditions of pupils in the school are characterized by low temperatures, which does not correspond to hygienic norms,
great content of CO2 which exceeds with 3 times the hygienic norm. Residential conditions are more unfavorable to children suffering from chronic
respiratory disease, characterized by low temperatures, increased humidity
and increased CO2 concentration, than to healthy subjects. The contamination of rooms with fungus (Penicillium, Mucor) and relative humidity
increased represents the determinant factors in the appearance of chronic
respiratory diseases.
Conclusion: Residential and occupational hygienic risks favor the development of lung disease with chronic character during the first years of
schooling of children.
Keywords: Hygienic problems, chronic respiratory diseases, children
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
37
POSTER SUNUMLARI
DENEYSEL ARAŞTIRMALAR
P098
KOAH’ın Patogenezinde Bronş Epitel Hücre
Apoptozisinin Rolü
Bülent Gögebakan1, Recep Bayraktar2, Mustafa Ulaşlı2, Serdar Öztuzcu2,
Hasan Bayram3
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Hatay
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Gaziantep
3
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep
1
2
KOAH’ın patogenezinde hava yollarında artmış bir inflamasyon söz
konusudur. Bundan başka deneysel hayvan çalışmaları, hücre apopitozisi
ve yenilenmesinde de sorun olabileceğini düşündürmektedir. Ancak bu
konuda insan hücreleri ile yapılan çalışmalar oldukça sınırlıdır. Çalışmamızda, sigara içen ancak herhangi bir obstrüktif akciğer hastalığı olmayan
(sigaralı) 6, sigara içen ve KOAH gelişen 8 hastadan alınan bronş epitel
dokusundan primer broş epitel hücreleri (PBEH) elde edildi. Akım sitometri (“FluorescenceActivated Cell Sorting”,FACS) yöntemi kullanılarak
hücrelerde apoptosis çalışıldı. Apoptozis ile ilişkili p21CIP1/WAF1, p53,
kaspaz-8 ve kaspaz-9 gibi proteinlerin mRNA ekspresyonu qRT-PCR ile
araştırıldı. İki grup arasında canlı hücre oranı açısından fark olmazken,
KOAH’lı hücrelerde erken apoptotik hücre oranının [Ortalama ± Standart Hatanın (SH) %4.86±3.2] sigaralı gruba göre (Ortalama ± SH =
%2.71±1.6,) arttığı (p=0,015) gözlendi. Buna karşın nekrotik hücre
oranı sigaralı grupta (Ortalama ± SH= %15.21±5.08) KOAH’lı gruba
göre (Ortalama ± SH = %9.82±5.71) anlamlı olarak artmıştı (p=0,003).
p21CIP1/WAF1 ve kaspaz-9 mRNA seviyeleri iki grup arasında değişmezken, KOAH’lı hücrelerden p53 ve kaspaz-8 mRNA ekspresyonu, sigaralı
gruba göre anlamlı olarak artmıştı. Sonuç olarak, bulgularımız bronş epitel
hücre apoptozisinin KOAH’ta artabileceğini ve bunun p53 ve kaspaz-8
yolağı üzerinden olabileceğini düşündürmektedir.
Bu çalışma Gaziantep Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Yönetim
Biriminden alınanTF.11.32 no’lu proje ile desteklenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Apopitozis, Kaspaz, KOAH, p21, p53
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
latasyon-konjesyon, hemoraji, PMN ve MNL infitrasyonu, alveol duvar
kalınlaşması ve amfizematöz alanlar- üzerine etkisi istatiksel olarak anlamlı
idi. Bosentan 50 mg/kg’mın ise hemoraji, PMN infitrasyonu, MNL infitrasyonu, alveolar duvar kalınlaşması ve alveoler duvar parçalanması üzerine
akciğer hasarı azaltıcı etkisi istatiksel olarak anlamlı idi. Bosentan 100mg/
kg ise (Resim2) tüm parametreler akciğer hasarı azaltıcı ve iyileşme etkisi
üzerine istatiksel olarak anlamlı idi.
Sonuç: ALI’nin medikal tedavisinde bosentan deksametazon kadar
akciğer hasarı azaltıcı etkiye sahiptir. Bosentan 100mg/kg akciğer hasarı
azaltma ve iyileşme üzerindeki anlamlı etkisinden dolayı tedavide ilk seçenek olarak tercih edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Akut akciğer hasarı, Deksametazon, Bosentan
Şekil 1. H&E Yanlızca LPS uygulanan grup. (A) Ok başı: Hemoraji, Ok: Terminal
bronşiol (H&E, x100); (B) Ok başı: interalveoler septum kalınlaşması, alveoller
dolma defektleri (H&E, x100), (C) Ok başı: PNL infiltrasyonu, Ok: MNL infiltrasyonu
(H&E, x200), (D) Ok bası: vazodilatasyon-konjesyon, Ok: terminal bronşiol (H&E,
x100).
P099
Akut akciğer hasarında deksametazon
ile bosentanın akciğer hasarını azaltıcı
etkilerinin karşılaştırılması: Deneysel bir
çalışma
Ömer Araz1, Elif Demirci2, Elif Yılmazel Uçar1, Muhammet Çalık2, Didem
Pulur3, Adem Karaman4, Muhammet Yayla5, Eren Altun2, Zekai Halıcı5, Metin
Akgün1
Atatürk Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
Atatürk Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Erzurum
Zonguldak Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Zonguldak
4
Atatürk Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Erzurum
5
Atatürk Üniversitesi, Farmakoloji, Anabilim Dalı, Erzurum
1
2
3
Amaç: Akut akciğer hasarının (ALI) medikal tedavisinde çeşitli ilaçlar
kullanılmaktadır ve bu ilaçların etkinliği yönelik tartışmalar devam etmektedir. Bu ilaçlar arasında klinikte kullanılan steroidler ile deneysel çalışmalarda kullanılan bosentan vardır. Biz bu iki ilacın ALI’de oluşan enflamasyon üzerine etkisini histopatolojik olarak karşılaştırmayı amaçladık.
Metod: Her grupta 5 rat olan 5 grup oluşturuldu. Grup I: SHAM
gurubu, Grup II: Lipopolisakkarit (LPS)+Salin verilen, Grup III:
LPS+Deksametazon verilen, Grup IV: LPS+ 50 mg/kg Bosentan verilen,
GrupV: LPS+100 mg/kg Bosentan verilen gruptu. LPS intraperitonal olarak uygulandı. Bosentan LPS uygulamadan 1 saat önce ve 12 saat sonra
oral yoldan gruplara uygun dozda verildi. Deksametazon, LPS uygulanmasından yarım saat önce, aynı anda ve yarım saat sonra üç kez 1 mg/
kg intraperitonal olarak uygulandı. Enflamasyon ve iyileşme başlangıcı
kriterleri olarak kullanılan parametreler: Vazodilatasyon-konjesyon, hemoraji, polimorfonükleer lökosit (PMN) infitrasyonu, mononükleer lökositler
(MNL) infitrasyonu, alveol duvar kalınlaşması, alveollerde parçalanmaamfizematöz görünüm ve fokal organizasyon alanları idi.
Bulgular: Sadece LPS kullanılan grupla (Resim1) diğer gruplar karşılaştırıldığında; Deksametazon’un akciğer hasarı azaltıcı etkisi - vazodi-
38
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. H&E Group V ait boyalı kesitler (100 mg/kg bosentan). (A) ias: interalveoler
septum, Tb: terminal bronşiol (x100), (B) (x200)
P100
Sildenafilin sigaraya maruz bırakılan
ratlarda akciğerdeki inflamasyon bulguları
üzerine etkisi
Serap Argun Barış1, Çiğdem Vural2, Büşra Yaprak2, İlknur Başyiğit1, Haşim
Boyacı1, Dilek Tuncel1, Sedat Vatansever3, Tonguç İşken2, Füsun Yıldız1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik Cerrahi Anabilim Dalı, Kocaeli
1
2
3
Amaç: Sildenafilin sigara içen ratlarda akciğerdeki inflamasyon üzerine
etkisinin araştırılması amaçlandı.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Materyal-Metod: Toplam 29 adet Wistar-Albino rat kontrol, sigara ve
sigara + sildenafil olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Kontrol grubu temiz havaya maruz kalırken sigara ve sigara+sildenafil grubu 8 hafta günde 2 saat
olmak üzere sigara dumanına maruz bırakıldı. Sildenafil grubuna toplam
8 doz 10 mg/ kg/ gün, nazogastrik lavaj ile sildenafil verildi. Bu dönemin sonunda sakrifiye edilen ratların akciğer dokuları Light mikroskobu
ile histopatolojik olarak değerlendirildi. Her grup için ödem, hiperemi,
hemoraji, mononükleer hücre infiltrasyonu, interalveoler septum kalınlaşması ve alveoler distorsiyon bulguları değerlendirilerek inflamasyon skoru
hesaplandı.
Bulgular: İnflamasyon skoru ortalaması kontrol grubunda 7.25±0.93
(n:6) iken, sigara grubunda 8.18±1.21 (n:11), sildenafil grubunda ise
7.08±1.66 (n: 12) olarak saptandı. Sildenafil uygulanan grupta total inflamasyon skoru, sigara ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığında daha düşük izlendi fakat istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Ödem, hiperemi,
hemoraji ve mononükleer hücre infiltrasyonu gibi inflamasyon bulguları
açısından istatistiksel anlamlı farklılık izlenmezken, sildenafil alan grupta
interalveoler septum kalınlığı ve alveoler distorsiyon bulgularının sigara ve
kontrol grubuna göre azalmış olduğu saptandı. Ancak bu azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
Sonuç: Bu çalışmanın sonucu, sildenafilin sigara içen ratların akciğerinde interalveoler septum kalınlaşması ve alveoler distorsiyon gibi inflamasyon bulgularını azalttığını düşündürmektedir. Bu bulguların klinik
anlamlılığını değerlendirecek daha fazla sayıda vaka içeren uzun dönem
çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: akciğer, inflamasyon, rat, sigara içici, sildenafil
Şekil 1. Astım grubu akciğer dokusu görüntüsü. AQP-5 boyaması pozitif (Kahverengi olarak alveollerin hücre zarında görünmekte-beyaz ok)
(İmmünohistokimyasal boyama) (40X)
P101
Deneysel Astım modelinde Aquaporin 5
seviyelerine H89’un etkinliği
Yücel Kurt1, Mustafa Saygın2, Önder Öztürk3, Hasan Yasan4, Halil Aşçı5,
İbrahim Aydın Candan6, Dilek Bayram6
Isparta Devlet Hastanesi KBB Kliniği, Isparta
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Isparta
3
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
4
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, KBB Anabilim Dalı, Isparta
5
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Isparta
6
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı,
Isparta
1
2
Amaç: Çalışmada; astım patogenezindeki enflamasyonda rol oynayan
Aquaporin 5 düzeylerine, spesifik protein kinaz A enzim inhibitörü olan
H89’un etkisi araştırılmıştır.
Materyal-Metod: Ağırlıkları 250-350 gr. arasında değişen 32 adet Wistar Albino erkek sıçan kullanıldı. Sıçanlar 4 gruba ayrıldı. 1: Kontrol grubu,
2: Sham grubu (OVA grade III (%0.9 serum fizyolojik içinde OVA (25μgr/
ml)+alüminyum hidroksit (5mg/ml) 200 ml’lik solüsyon, 1, 2, 3, 7 ve
10’uncu günlerde 1 ml intra peritonal (ip), 8, 9, 10 ve 14 günlerde (20 ml
SF+0,02 gr OVA %10’luk solüsyon) 0.1 ml intranazal (in) x2) ve Dimethyl
sulfoxide (DMSO; H89 çözüleceği solüsyon) 8, 9, 10 ve 14. Gün 0.1 ml
inx2). 3: Astım grubu; OVA ip+in. 4: H89 grubu (OVA ip+in)+H89 (30
µM 15 ml solüsyon) 0.1 ml inx2). Deney sonrası sıçan akciğerleri histopatolojik ve immünohistokimyasal olarak değerlendirildi.
Bulgular: Dokuların histopatolojik değerlendirilmesinde sham ve astım gruplarında alveolar dejenerasyon, mononükleer hücre infiltrasyonu
ve vasküler konjesyon, hemoraji ve AQ5 düzeylerinde fark bulunmadı
(p>0.05). Kontrol ve astım grubu karşılaştırıldığında tüm parametrelerde
anlamlı fark olup, astım grubunda artış saptandı (p<0.001). Astım ve H89
grubunu karşılaştırıldığında, alveolar dejenerasyon ve vasküler konjesyonda fark olup, H89 grubunda anlamlı olarak azaldığı görüldü (p<0.05).
H89 grubunda AQ5 düzeyinde azalma saptanmasına rağmen, istatistiksel
olarak fark anlamlı değildi.
Sonuç: Astım grubunda artmış olan Aquaporin 5 seviyeleri ve histopatolojik değişiklikler H89 tedavisi ile azaldığı saptandı. Astım patogenezindeki inflamasyon üzerine etkili olabilen H89’un tedavide etkili olabilecektir. Bu nedenle H89 tedavisinin daha etkili olabilmesi için H89 tedavi
süresinin uzatılması veya ideal doz hesaplama çalışmalarının yapılması
gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Astım, Aquaporin 5, H89, Protein kinaz A,
Ovalbumin
Şekil 2. Astım+H89 grubu akciğer dokusu görüntüsü. AQP-5’te azalma var. (İmmünohistkimyasal boyama) (40X)
P102
Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri
Hücrelerinde Ras Yolağının Ezrin İnhibitörü
ile Kontrolü
Yasemin Saygideger Kont1, Haydar Çelik1, Tsion Minas1, Christina Kraus1,
Neşe Atabey2, Aykut Üren1
1
Georgetown Üniversitesi Tip Fakultesi, Lombardi Kanser Merkezi, Molekuler Onkoloji
Anabilim Dalı, Washington DC
2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, İzmir
Giriş-Amaç: Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri (KHDAK) tüm dünyada kanser ölümlerinde ilk sırada gelmektedir. Moleküler biyolojideki
gelişmeler ve hedefe yönelik tedaviler bazı kanserlerin tedavisine fayda
sağlasa da ne yazık ki KHDAK mortalitesinde önemli bir gerileme kaydedilememiştir. Bu nedenle hedefe yönelik tedavi arayışına gereksinim
halen büyük önem taşımaktadır. Ras yolağı, akciğer kanserinde hemen
tüm hastalarda aktif, proliferasyon, hücre yaşamı ve metastazda önemli
bir yolaktır ve bu yolağın inaktive edilmesi için tüm dünyada araştırmalar
sürmektedir. Ezrin, sitoplazmada bulunan ERM (ezrin-radiksin-moesin) ailesine ait bir proteindir ve artmış ifadesi KHDAK’de kötü prognozla ilişkili
bulunmuştur. Yapılan araştırmalarda Ezrin’in tirozin kinaz ailesi büyüme
faktörü reseptörleri aracılığı ile Ras aktivasyonuna aracılık ettiği gösterilmiştir. Bu durum Ezrin inhibisyonunun Ras yolağını inaktive edebileceğini
düşündürmektedir. Yakın zamanda iki Ezrin inhibitörü NSC305787 ve
NSC668394 tanımlanmıştır ve bu araştırmada Ezrin inhibitörleri ile Ras
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
39
POSTER SUNUMLARI
yolağının inaktive edilebileceği ve hücre proliferasyonunun durdurulabileceği hipotezi test edilmektedir.
Yöntem-Bulgular: A549 ve H596 KHDAK hücreleri RPMI ile idame
ettirilmiştir. Her iki inhibitör için sitotoksisite değerleri elektrik impedans
kullanan sistemler ile belirlendikten sonra uygun dozlarda hücrelere verilmiştir. Takibinde hücrelerden protein elde edilerek western blot yöntemiyle Ras yolağı elemanları olan ERK ve MEK proteinlerinin fosforilasyon
düzeyleri tedavi verilmeyen kontrol hücrelerdeki düzeylerle karşılaştırılmış,
her iki hücrede de tedavi verilen grupta fosforilasyon seviyelerinde anlamlı
azalma görülmüştür. Ezrin geni ifadesinin bu hücre hatlarında susturulması
ve proliferasyona etkisi için deneyler halen devam etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, Ras, Ezrin İnhibitörü, in-vitro
P103
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Sonuç: Ameliyat öncesi ve sonrası yaşam kalitesi puanındaki düşüş,
medikal tedavi gruplarında karşılaştırıldığında medikal tedavi olmayan
grupta daha fazla düşüş olduğu bulunmuştur (p=0,030). Ameliyat öncesi
ve sonrası yaşam kalitesi değerlendirildiğinde, 2012 öncesi ve 2012 sonrasındaki teknik farklılıklar karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı fark
saptanmamıştır (p=0,107).
Son yıllarda ise palmar hiperhidrozis tedaivisinde cerrahi öncesinde alfa
blokörler tedaviler ön plana geçmiştir. Özellikle 2013 yılında yapılan 50
vakalık serisinde hiperhidrozis tedavisinde oksibutinin altın standart tedavi
yöntemi haline gelmiştir 2. Ancak tedavi sonrasında hastaların şikayetlerinde etkin düzelme olmaması ya da ilacı bırakma sonrasında tekrar şikayetlerin başlamasından dolayı halen endoskopik sempatektomi halen
tercih edilen bir tedavi yöntemidir.
Anahtar Kelimeler: Hiperhidrozis, Semptektomi, Oksibutinin
Tablo 1. Hiperhidroz nedeniyle başvuran hastaların terleme bölgeleri
Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri
Hücrelerinde Yeni bir TDP2 İnhibitörü ve
Etoposid ile Sinerjisi
Yasemin Saygideger Kont1, Sanjay Adakhari1, Christina Kraus1, Tsion Minas1,
Neşe Atabey2, Aykut Üren1
1
Georgetown Üniversitesi Tip Fakültesi, Lombardi Kanser Merkezi, Molekuler Onkoloji
Anabilim Dalı Washington DC, Anabilim Dalı
2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dal, Izmir
Giriş-Amaç: Topoizomeraz-2(Top2) inhibitörü olan Etoposid, pek çok
kanserde ilk sıra kemoterapi seçenekleri arasında yer almakla birlikte küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) bu ilaca yanıt çok sınırlıdır.
Etoposid’in etki mekanizması Top2’nin DNA’ya bağlı kalması ve replikasyonun önlenmesidir. Yakın zamanda tanımlanan TDP2 (tirozin fosfodiesteraz 2) proteininin Top2-DNA bağlantısını keserek hücrenin replikasyonunu devam ettirip apoptozdan kurtardığı gösterilmiştir. Etoposid ve diğer
Top2 inhibitörlerine dirençte önemli olduğu gösterilen TDP2’nin aynı zamanda KHDAK’de de yüksek düzeyde ifade edildiği bildirilmektedir. Bu
araştırmada, TDP2 etkisini ortadan kaldıran bir inhibitörün Etoposid ile
sinerji göstereceği ve Etoposid direnci olan kanserlerin tedavisi için yeni
bir umut olacağı hipotezinin doğruluğu denenmektedir.
Yöntem-Bulgular: Küçük molekül serisi Surface Plasmone Resonance
yöntemi ile TDP2’ye bağlanmaları açısından tarandı ve TDP2’nin tirozin
fosfodiesteraz aktivitesini inhibisyon değerleri incelendi. NSC111041,
TDP2 inhibisyonu açısından öne çıkan molekül olarak bulundu. KHDAK
hücre dizileri A549, H358, H596, H1944 ve H1395’de TDP2 ifadeleri
varlığı western blot yöntemiyle belirlendi. Etoposid ve NSC111041 sitotoksisite değerleri MTT testi ile ölçülerek aynı yöntemle sinerjistik etkilerine bakıldı ve her iki ilaç arasında sinerji olduğu görüldü. Takibinde A549
hücrelerinde TDP2 geni shRNA ile susturuldu ve sinerji testleri tekrarlandı, TDP2 ifadesi olmayan hücrelerde iki ilaç arasında sinerji olmadığı,
NSC111041’in TDP2 varlığında sinerji gösterdiği görüldü. Aynı zamanda TDP2 ifadesi ortadan kalktığında Etoposid duyarlılığının da arttığı
belirlendi.
Anahtar Kelimeler: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, Etoposid,
TDP2, küçük molekül inhibitörü, sinerji
GÖĞÜS CERRAHİSİ
P105
Nadir Bir Olgu: Akut Desendan Nekrotizan
Mediastinit
P104
Hiperhidrozis Tedavisinde Sempatektomi ve
Uzun Dönem Sonuçları:
Celal Buğra Sezen, Süleyman Anıl Akboğa, Ali Çelik, Anar Süleymanov,
İsmail Cüneyt Kurul
Gazi Universitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Hiperhidrozis günümüzün en önemli sosyal hayatı kısıtlayan hastalıklarından biri haline gelmiştir. Özellikle genç erişkinlerin başvurduğu bir hastalıktır. Ekrin ter bezlerinin aşırı sekresyonuna bağlı oluşmaktadır. Hastalar
genellikle sosyal yaşamlarında sıkıntılarla başvurmaktadır. Bizde kliniğimizde opere ettiğimiz 40 hastanın cerrahi sonuçlarını, teknik faklılıklarını
ve yaşam kalitelerini değerlendirdik.
40
Tablo 2. Yaşam kalitesi skorlarının karşılaştırılması
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Abidin Şehitoğulları1, Muzaffer Yılmaz1, Mehmet Güven2, Ahmet Nasır1, Ali
Kahraman3, Hazel Can4, Yusuf Aydemir5
1
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi
Anabilim Dalı, Sakarya
2
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz
Anabilim Dalı, Sakarya
3
Sağlık Bakanlığı Bursa Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Bursa
4
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı, Sakarya
5
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
Anabilim Dalı, Sakarya
Akut desendan nekrotizan mediastinit (DNM), primer cilt ve kas tutulumu olmaksızın fasyal düzlemler boyunca yayılan bağ dokusu nekrozunun olduğu, fulminant, yüksek mortalite oranlari olan servikal nekrotizan
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
fasiitisin bir komplikasyonu olarak ortaya çıkar. Yoğun tedaviye rağmen
hala yüksek mortalite ile seyreden bir klinik durumdur. 30 yaşındaki bayan hastada diş apsesinden sonra gelişen desendan nekrotizan mediastinit
olgusunu sunuyoruz.
Olgu: Olgu, 30 yaş bayan hasta 7 gün önce başlayan sağ 2.molar diş
apsesi nedeniyle aldığı medikal tedaviye rağ¬men boyunda artan şişme,
ateş ve genel durum bozulma¬sı nedeniyle kliniğimize başvurdu. Kliniğe, DNM tablosu ile başvuran kadın hastada boyun insizyonu yapılarak,
transservikal girişimle boyundaki apse drene edildi. Apse lojundaki nekrotik dokulara debridman uygulandı. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde ampiyem poşları oluşması ve retrofarinjeal bölgeden cerahat
içeriğinin mediastene yayılımı olması üzerine dekortikasyon ve ampiyemektomi yapıldı. Mediastinal plevra açılarak mediasten temizlendi. Hasta
sorunsuz olarak taburcu edildi. Derin boyun enfeksiyonuna ikincil gelişen
DNM’li olgu nadir görülmesi ve başarılı tedavisi nedeniyle literatür eşliğinde sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Diş apsesi, mediastinit, derin boyun enfeksiyonu
ların operasyonunda daha az invaziv bir işlem olan torakoskopik cerrahiyi
tercih etmek gerekir.
Anahtar Kelimeler: Mediastinal kistler, Perikardiyal divertikül, Torakoskopik rezeksiyon
Şekil 1. Olgu 1, Toraks BT ve MR görünümü
Şekil 2. Olgu 2, Toraks BT ve kist görünümü
Şekil 1. Olgunun toraks BT
P107
Nadir Görülen Plevral Leiomyom Olgusu
P106
Torakoskopik olarak rezeke edilen iki adet
perikardiyal divertikül olguları
Bayram Metin1, Sevinç Şahin2, Selda Seçkin2, Eylem Yıldırım3, Yavuz Selim
İntepe3, Hasan Doğru1
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Yozgat
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Yozgat
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yozgat
1
2
3
Perikardiyal kist ve divertiküller tüm mediastinal kitlelerin yaklaşık %7lik
kısmını oluştururlar. Çoğunluka sağ kardiyofrenik sinüste yer almakla birlikte diğer alanlarda da yeralabilir. Mediastinal kist ön tanısı ile torakoskopik olarak opere edilen iki farklı olguyu sunmayı amaçladık.
Olgu 1: 44 yaşında erkek hasta öksürük ve hırıltılı solunum şikayetleri ile
çekilen toraks BTde Üst mediastende kistik lezyon izlendi. Toraks MR’da
T1 de hipointens, T2 de hiperintens görünüm veren kistik lezyon görüldü. Torakoskopik yaklaşımla aortanın önünde yerleşim gösteren, aorta ile
pulmoner kök arasındaki perikarda sapı olan lezyon görüldü. Kistin açılan
kökünden kardiyak ve ana vasküler yapılar net izlenmekte idi.Perikardiyal
divertikül olarak değerlendirilerek çıkarıldıktan sonra perikardiyal açık alana bir adet sütür konuldu. Postoperatif patoloji sonucu divertikülle uyumlu
gelen hasta 3.Gününde sorunsuz taburcu edildi.
Olgu 2: KML tanısı ile remisyondaki 63 yaşında bayan hastanın tetkiklerinde akciğerde kistik lezyon görülmesi üzerine kliniğimize yönlendirilmiş.
Fizik muayenesinde ve PAAC grafisinde özellik yok. Toraks BT’de sağda kardiofrenik sinüs düzeyinde yaklaşık 50x41mm boyutlarında düzgün
konturlu kistik lezyon izlendi. Preoperatif konsültasyonları tamamlandıktan
sonra torakoskopik yaklaşımla sağ ön kardiyofrenik sinüsteki kistik lezyona
ulaşıldı. Kist etrafı serbestleştirildiğinde perikarddan sapı olduğu anlaşıldı.
Kist sapı eksize edilirken açıldı ve perikardla bağlantılı bir perikardiyal divertikül olduğu anlaşıldı. Total eksize edildikten sonra perikardiyal açıklık
primer sütürlerle yaklaştırıldı. Postop patoloji sonucu perikardiyal divertikülle uyumlu gelen hasta 3.Gününde sorunsuz taburcu edildi.
Perikardiyal kist ve divertiküller kist hidatik, anjiyom, lipom, nörojenik
tümörler, sarkom, lenfoma, metastatik ve bronkojenik tümörler gibi pek
çok solid tümörler, granülomatöz lezyonlar ve apselerle karışabilirler. Bun-
Ahmet Erbey, Menduh Oruç, Atalay Şahin, Fatih Meteroğlu, Ahmet
Sızlanan, Serdar Monis
Dicle Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Elli altı yaşında kadın hasta üç yıldır devam eden göğüs ağrısı, nefes
darlığı ve göğsünün sağ tarafında şişlik yakınmasıyla başvurdu. Göğüs grafisinde ve bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ akciğerde 16X13X12 cm
ebadında kitle lezyonu görüldü. Hastaya sağ torakotomi uygulandı. Kitle
mediastinal plevradan kaynaklanıyordu. Tümör parçalanarak çıkarıldı.
Makroskopik olarak tümör sert, düzensiz yüzeyli, boyutlarında, beyaz-sarı
renkte bir kitle idi. Histolojik olarak olarak belirgin hücresel nekroz ve mitotik aktivitesi olmayan düz kas liflerinden müteşekkildi.
Anahtar Kelimeler: intratorasik, benign, leiomyom
Şekil 1. Hastanın kitlesinin tomografik görüntüsü
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
41
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P108
P109
Göğüs Duvarında Agresif Fibromatözis
Olgusu
Spontan Hemopnömotoraks; 6 Olgunun
analizi
Menduh Oruç, Ahmet Erbey, Fatih Meteroğlu, Atalay Şahin, Serdar Monis,
Ahmet Sızlanan
Meduh Oruç, Fatih Meteroğlu, Atalay Şahin, Ahmet Erbey, Serdar Monis,
Ahmet Sızlanan, Serdar Onat, Refik Ülkü
Dicle Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi, Diyarbakır
Desmoid tümör olarak da bilinen fibromatözis oldukça nadir görülen
yumuşak doku tümörüdür. Histolojik olarak iyi huylu yumuşak doku tümörleri içerisinde sınıflandırılsa da, bazı kaynaklar düşük grade fibrosarkoma olarak kabul etmektedir. Metastaz yapmadıkları bilinir ancak komşu
organlara yayılırlar. Bu yüzden total çıkarılmaları önerilir. Etyolojisi travma, cerrahi, hormonal bozukluk olarak bilinen ve kadınlarda daha fazla
görülen bir hastalıktır. Travma öyküsü olan, sağ tarafta dolgunluk hissi ve
nefes darlığı şikayeti ile başvuran 18 yaşında kadın hastada önce mini
torakotomi ile tanı konuldu. Sonuç fibromatozis gelince kitleyi total olarak
çıkardık.
Anahtar Kelimeler: fibromatoz, tümör, göğüs duvarı
Spontan hemopnömotoraks(SHP), spontan pnömotorakslı olguların
%2-20 sinde ortaya çıkan nadir görülen bir hastalıktır. Zamanında tanınmaz ve tedavi edilmezse hayatı tehdit edebilir. Tespit ettiğimiz 6 SHP
hastalarımızın klinik özelikleri ile cerrahi tedavilerini retrospektif olarak
sunmayı amaçladık.
Amaç: SHP akciğerin sönmesi sonrası visseral ve parietal plevra yaprakları arasında bulunan yapışıklıklar nedeniyle küçük damarların yırtılması sonucu gelişen bir hastalıktır. Tanı ve tedavideki gecikme hastaların
hayatını tehlikeye sokabilir. Biz SHP hastalarının vital bulgularının yakın
takip edilmesini ve gerektiğinde acil müdahale için hazırlıkların yapılmasındaki önemini vurgulamak amacıyla bu hastaları literatür eşliğinde tartışmak istedik.
Gereç ve Yöntemler: Temmuz 2010- Kasım 2013 yılları arasında 132
adet spontan pnomotoraks hastası kliniğimize başvurdu (Dicle Üniversitesi
Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi). Bu hastaların 6 (%4,54) tanesinde SHP
tespit edildi. Hastaların yaşı cinsiyeti, etkilenen taraf, drenaj miktarı, klinik
bulguları ve tedavi sonuçlarını retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastalar acilde görüldü. Tüm hastaların ön-arka akciğer (PA
Akc) grafiği, bilgisayarlı toraks tomografiği (BT), tam kan, biyokimya ve
kuagulasyon testleri ile değerlendirildi. Tüm hastalara acilde 28F polietilen
dren uygulandı, toraks drenaj takibi sonrası 6 hasta operasyona alındı.
İki hastaya Video-Yardımlı Torakoskopik Cerrahi (VYTC), diğer hastalara
aksiler torakotomi yapıldı. Post-operatif komplikasyon olmadı.
Sonuç: Travma hikâyesi olmadan ani başlayan göğüs ağrısı ve nefes
darlığı olan hastalarda, radyografide pnömotoraksla beraber sıvı seviyesi
var ise spontan hemo pnömotoraks düşünülmelidir. İlk tedavi yaklaşımı
tüp torakostomi olmalıdır. Sonrasında yakın klinik ve hemodinamik kontrol sonrası eğer kanama devam ederse öncelikli olarak VATS veya acil torakotomidir. Böylece erken tanı ve uygun cerrahi yaklaşımla gelişebilecek
ölümcül komplikasyonlar önlenebilir
Anahtar Kelimeler: Hemotoraks, spontan, pnömotoraks
Şekil 1. Fibromatosise ait tomografi görüntüsü
Tablo 1
n Yaş Cins
Semptom
Hemitoraks
Yapılan operasyon
Göğüs ağrısı, sırt ağrısı
Sol
VYTC
1
24
E
2
19
E
Dispne, sırt ağrısı
Sol
VYTC
3
48
E
Göğüs ağrısı, dispne
Sağ
Torakotomi
4
25
E
Göğüs ağrısı, dispne
Sağ
Torakotomi
5
18
E
Sırt ağrısı
Sol
Torakotomi
6
21
E
Dispne, sırt ağrısı
Sağ
Torakotomi
P110
Radyolojik Olarak Kist Hidatik Zannedilen
İntratorasik Dev Desmoid Tümör: Olgu
Sunumu
Bayram Metin1, Sevinç Şahin2, Selda Seçkin2, Yavuz Selim İntepe3, Eylem
Yıldırım3, Hasan Doğru1
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Yozgat
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Yozgat
3
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yozgat
1
Şekil 2. Çıkarılan kitle
2
Desmoid tümörler, fibroblastik ve myofibroblastik hücrelerin proliferasyonu sonucu gelişen, yavaş büyüyen, metastaz yapmayan, lokal invazyon gösteren, rekürrens riski yüksek (%60) tümörlerdir.Sıklıkla abdominal
bölgede görülen bu tümörler %10-30 oranlarında göğüs duvarında da
görülebilmektedir.İntratorasik yerleşim göstermeleri ise oldukça nadirdir.
Radyolojik olarak kist hidatik ön tanısı ile opere edilen fakat intraoperatif
solid kitle ile karşılaşılan bir olguyu sunuyoruz.
42
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
81 yaşında kadın hasta progresif olarak artan nefes darlığı şikayeti
ile polikliniğimize başvurdu.Fizik muayenesinde sağ alt zonlarda solunum seslerinin azaldığı, PAAC grafisinde yaygın opasite artışı saptandı.
Toraks BT,sağda 100x120x130mm boyutlarda homojen dansitede kistik
lezyon, karaciğerde 30 mm çapında multipl basit kistler gözlendi, kist hidatik olarak değerlendirildi.Toraks USG’si, sağ hemitoraksta alt zonu tamamen dolduran yoğun içerikli effüzyon veya kistik yapı şeklinde rapor
edildi.Sağ torakotomide lateral toraks duvarından kaynaklanan yaklaşık
150x150x200mm boyutlarında düzgün sınırlı dev solid kitle lezyonu ve
plevral mayi birikimi mevcuttu.Toraks duvarında iki kaburgayı da içinde
alacak şekilde parsiyel toraks duvarı rezeksiyonu ile birlikte kitle total çıkarıldı.Histopatolojik incelemede çevre fibromuskuler dokulara infiltrasyon
gösteren, sitolojik atipi içermeyen, demetler halinde, iğsi hücrelerden oluşan solid tümör saptandı ve“desmoid tümör” tanısı verildi.Hasta postoperatif 12. günde yoğun bakımda gelişen ek komplikasyonlar nedeni ile
kaybedildi.
Desmoid tümörler, fibröz tümörlerin %3.5’ini, tüm neoplazilerin ise
%0.03’ünü oluşturan nadir tümörlerdir. Klinik ve radyolojik olarak toraks
duvarı yerleşimli desmoid tümörler nörofibromatozis, ganglionöroma,
fibrosarkom, fibröz psödotümörler, plevral tümörler ve akciğer kanseri ile
karışabilmektedir.Ayrıca literatürde ülkemizden bildirilen geçirilmiş kist hidatik operasyon öyküsü olan bir olguda saptanan desmoid tümörün preoperatif olarak kist hidatik ile karıştırıldığı belirtilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İntratorasik yerleşim, Desmoid tümör, Kist hidatik
mis ya da yüzeyel subkutan doku yerleşimlidir. Akciğer yerleşimli fibröz
histiositom oldukça nadir bir tümördür.
Olgu: Otuz yaşında kadın hasta 15 gündür devam eden öksürük şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenede özellik saptanmayan olgunun akciğer
grafisinde sağ akciğer orta zonda yaklaşık 3cm çaplı lobüle konturlu radyoopasite tespit edildi. Toraks BT değerlendirilmesinde sağ akciğer üst lob
posterior segmentte 30x24 mm boyutlu, lobüle konturlu, düzgün sınırlı,
yumuşak doku dansitesinde kitlesel lezyon saptandı. PET-CT değerlendirilmesinde; sağ akciğer üst lob posterior segmentte 30x24 mm boyutunda
ölçülen lobüle yer kaplayıcı oluşum alanında yoğun FDG tutulumu (SUV
max:19,3) gözlendi. Bu bulgular eşliğinde hastaya operasyon planlandı.
Operasyon esnasında malign-benign ayrımı yapılamaması üzerine PET
bulguları da göz önünde bulundurularak sağ üst lobektomi uygulandı. Yapılan immunohistokimyasal çalışmada tariflenen hücreler vimentin ve CD
68 ile pozitif boyanmışken; sitokeratin, desmin, CD 34, kalretinin SMA, S
100, EMA, CD 45 negatif bulundu. Ki 67 proliferasyon indeksi %5 civarındaydı. Bu bulgular eşliğinde vücudun başka bir yerinde kutanöz bir lezyon
bulunmadığından dolayı lezyon primer akciğer benign fibröz histiositozu
(sellüler tip) olarak tanı aldı.
Sonuç: Akciğer yerleşimli bu tümörlerin gerçek insidansı bilinmemektedir. Ayrıca benign bir lezyon olmasına rağmen PET-CT’de lezyonun aktivite tutabildiği de tarafımızca gösterilmiştir. Bu tür psöudotümör olgularında
malignite potansiyeli bulunduğundan ve lokal nüks gelişebildiğinden definitif tedavi mümkün ise komplet cerrahi rezeksiyondur.
Anahtar Kelimeler: akciğer, benign fibröz histiostoma, operasyon
P112
Toraks Duvarında Dev Osteokondrom
olgusu
Menduh Oruç, Fatih Meteroğlu, Atalay Şahin, Ahmet Erbey, Serdar Monis,
Ahmet Sızlanan
Şekil 1. Operasyon görüntüleri
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Yaklaşık 2 yıl önce koroner by-pass ameliyatı olan 65 yaşında erkek hasta. Hastanın 3 aydan beri ağrısı ve gittikçe büyüyen kitle şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede sol göğüs duvarında yaklaşık 12x10 cm
ebatta kitlesi mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografiği çekildi. Tanı amaçlı
eksizyonel biyopsi yapıldı. Patoloji sonucu osteokondrom olarak geldi. İleri yaş ve giderek büyüyen, ağrısı olan, malignite potansiyelinden dolayı
cerrahi ile sol 7, 8, 9, 10 nolu kotlar parsiyel çıkartıldı. Yaklaşık 12x12 cm
lik göğüs duvarı defekti oluştu. Toraks duvarındaki defekti metil metakrilat
ve mersilen mech ile kapatıldı. Dev osteokondromlar gerek malignite potansiyeli gerekse estetik amaçlı çıkarılmaları gerekir. Osteokondromlar sık
görülen tümörler olmasına rağmen, kosta kaynaklı ise oldukça nadirdir.
Hasta post-operatif 4 yıldır takibimizde. Nadir görülen göğüs duvarı dev
ostokonrom olgusunu sunmayı amaçladık.
Anahtar Kelimeler: Göğüs duvarı, mersilenmeş, metil metakrilat,
osteokondrom
Şekil 2. Toraks CT görünümü
P111
FDG Tutulumu Gösteren Primer Akciğer
Yerleşimli Benign Fibröz Histiositom
Mithat Fazlıoğlu1, Tevfik İlker Akçam2, Umut Özdamarlar3, Nevin Fazlıoğlu4
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Kayseri
Nevşehir Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Nevşehir
3
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Rayoloji Bölümü, Kayseri
4
Kayseri Acıbadem Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kayseri
1
2
Giriş: Fibröz histiositom, değişen oranda inflamatuar hücrelerin, köpüksü histiositlerin ve siderofajların eşlik ettiği, fibroblastik ve histiositik
hücrelerden oluşan, histomorfolojik olarak tabakalar ya da kısa demetler
halinde görülen benign tümöral bir lezyondur. Genellikle bu tümörler, der-
Şekil 1. Bilgisayarlı toraks tomografiği
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
43
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 1.
P114
Çoklu kaburga kırığı nedeni ile cerrahi
stabilizasyon: Olgu
Suat Durkaya1, Levent Özdemir2, Burcu Özdemir3, Sema Nur Çalışkan3, Ali
Ersoy4
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay
Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
3
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
4
Antakya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
1
2
Şekil 2. Postoperatif tomografiği
P113
İntrapulmoner ve özofajial bronkojenik
kist
Çoklu kaburga kırıklarında cerrahi stabilizasyon yelken göğüs, kronik
ağrı ve kalıcı toraks duvarı deformitelerinde uygulanmaktadır.
47 yaşında erkek hasta, araç dışı trafik kazası nedeni ile acil serviste değerlendirildi. Tetkiklerinde solda 6 kaburgasında fraktür ve yelken göğüs,
solda hemopnömotoraks saptanması üzerine tüp torakostomi uygulandı
ve yoğun bakımda entübe edilerek takip edildi. Tedavinin 10.gününde akciğerin ekspanse olmaması ve yelken göğüs olması nedeni ile hastaya plak
ile cerrahi stabilizasyon operasyonu uygulandı. Hasta operasyon sonrası
komplikasyonsuz olarak taburcu edildi.
Anahtar Kelimeler: kaburga kırığı, cerrahi stabilizasyon
Sami Karapolat1, Atila Türkyılmaz1, Harun Tunç1, Mustafa Esat Yamaç1,
Mehmet Kılıç1, Yunus Karaca2, Dilek Kutanis3, Celal Tekinbaş1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Trabzon
1
2
3
Giriş: Bronkojenik kistler embriyonik dönemde trakea divertikülünün
anormal tomurcuklanmasıyla oluşan trakeobronşiyal sistemin gelişimsel
bir malformasyonudur ve sıklıkla akciğer parankimi veya mediastende
yerleşirler. Yetişkin bronkojenik kistlerin %25’ i akciğer dokusu içi yerleşimlidir. Bronkojenik kistlerin oldukça nadir bir yerleşim lokalizasyonu ise
özofagustur. Özofajial bronkojenik kistlerin embriyolojik olarak akciğer tomurcuğunun trakeoözofajiyal septumdan ayrılma hatası sonucu oluştuğu
düşünülmektedir. Bronkojenik kistler yerleşim yerine bakılmaksızın kesin
tanı konulabilmesi, semptomların giderilmesi ve oluşabilecek enfeksiyon
ve malign dejenerasyon gibi komplikasyonların önlenebilmesi amacıyla
cerrahi olarak çıkarılmalıdırlar.
Olgu: 53 yaşında kadın olgu yutma güçlüğü ve göğüs ağrısı şikâyetleri
ile kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede herhangi bir patoloji tespit edilmeyen olgunun posteroanterior akciğer grafisinde sağ üst zonda opasite
belirlenmesi üzerine toraks tomografisi çekildi. Tomografide özofagus sağ
lateralinde 27x19 mm boyutunda kitle lezyonu ve sağ akciğer üst lob posteriorda azygos fissür komşuluğunda 30x35 mm boyutunda lobüle konturlu, düzgün sınırlı ve ortalama 40 HU dansitesinde yoğun içerikli lezyon
izlenmiştir (Şekil 1). Genel anestezi altında sağ posterolateral torakotomi
ile operasyona alınan olguda akciğer parankim içi ve özofagus duvar
yerleşimli kistik yapılar komplet rezeke edilmiştir. Çıkarılan materyallerin
histopatolojik incelenmesi ile lümeninde presipite mukoid materyal bulunan ve silyalı solunum yolu epiteli ile döşeli kistik yapılar görülmüş ve
bronkojenik kist tanısı konulmuştur. Olgu 6 aylık takibin sonunda halen
asemptomatiktir.
Sonuç: İntraparankimal ve özofajial bronkojenik kistlerin birlikteliği
oldukça nadir görülmektedir. Burada rezidü kist dokusu bırakılmadan
yapılacak komplet cerrahi rezeksiyon ile tam kür sağlanabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bronkojenik kist; Akciğer; Özofagus; Cerrahi
Şekil 1.
44
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P116
Laparotomiden 23 yıl sonra
transdiyafragmatik gossipomanın
migrasyonu sonucu gelişen masif hemoptizi
Cansel Atinkaya Öztürk, Murat Kavas, Elçin Ersöz, Volkan Baysungur
Süreyyapaşa Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Şekil 2.
P115
Renal hücreli karsinom ve 3 farklı natürde
toraks içi metastaz
Atila Türkyılmaz1, Mustafa Esat Yamaç1, Sami Karapolat1, Mehmet Kılıç1,
Fatoş Kozanlı1, Yunus Karaca2, Dilek Kutaniş3, Celal Tekinbaş1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Trabzon
Amaç: Çeşitli operasyonlar sonrası unutulan gaz ya da kompresle ilgili
birçok yayın mevcuttur. Ancak abdominal cerrahiden yıllar sonra transdiyafragmatik textilomanın toraksa göçü son derece seyrek rastlanılan bir
durumdur. Bu durumda abse ile lezyon ayrımı bazen güç olmaktadır. Bu
olguda laparotomiden sonra masif hemoptizi şikayeti ile başvuran bir hastayı toraksta textiloma bulgusuyla sunuyoruz.
Yöntem: 44 yaşında erkek hasta masif hemoptizi şikayetiyle başvurdu.
Öyküsünde 23 yıl once geçirilmiş karaciğer kist hidatik operasyonu mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografide akciğer sağ alt lobta kitle ya da akciğer absesi olabileceği belirtilen lezyon gözlendi. Klinik, radyolojik özellikler
akciğer absesi ile uyumlu bulunarak hasta operasyona hazırlandı.
Bulgular: Sağ torakotomide absenin aslında diyafragma ile alt lob
arasında yaklaşık 15 cm uzunluğunda bir spanç olduğu gözlendi. Spanç
çıkarıldıktan sonra alttaki diyafragmanın salim olduğu, akciğerde bazal
segmentler düzeyinde yaklaşık 10 cm lik bir kavite oluşturduğu ve buradan segmental bronş düzeyinde kaçaklar olduğu gözlendi. Bronş kaçakları prolenle onarıldı. Kavite açık bir şekilde bırakıldı. Herhangi bir akciğer
rezeksiyonu yapılmadı. Hasta postoperatif yedinci günde herhangi bir
komplikasyon gözlenmeden taburcu edildi. İki hafta kadar oral antibiyotik
tedavisi aldı.
Sonuç: Bu olgu bizlere textilomanın uzun bir sure sonra çevre yapıları
erode ederek göç edebileceğini ve ölümcül komplikasyonlara yol açabileceğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Masif hemoptizi, textiloma, torakotomi
1
2
3
Giriş: Renal hücreli karsinomun en sık metastaz yaptığı organlardan
biri de akciğerlerdir. Akciğer dokusunda oluşan bu metastazlar genellikle
çok sayıda, küçük, düzgün sınırlı ve periferik yerleşimli nodüller tarzındadır. Bununla beraber aynı hemitoraks içinde akciğer dokusu, diyafragma
ve göğüs duvarı lokalizasyonlu farklı natürlerde metastazların görülmesi
nadir bir durumdur.
Olgu: 69 yaşında kadın olgu göğüs ağrısı ve öksürük şikâyetleri ile kliniğimize başvurdu. Anamnezde 1 yıl önce Renal hücreli karsinom nedeni
ile sol nefrektomi yapıldığı öğrenildi. Fizik muayenede sağ hemitoraksta
solunum seslerinde kabalaşma tespit edildi. Posteroanterior akciğer grafisinde sağ alt zonda muhtelif opasitelerin belirlenmesi üzerine olguya toraks
tomografisi çekildi. Tomografide sağ akciğer alt lobda plevra komşuluğunda 2 adet 4 x 3 cm. boyutlarında sınırları düzensiz kitle, diyafragmada 2
adet 1 x 0,5 cm. ebatlarında nodüler kitle ve göğüs duvarı alt-lateralinde
1 adet 3 x 3 cm. ebatlarında lobüle konturlu kitle görüldü. Olguda bu
lezyonlar metastaz lehine yorumlandı ve sağ posterolateral torakotomi ile
eksplorasyon yapıldı. Burada sağ akciğer alt lobda geniş tabanlı mantar
görünümünde, diyafragmada yuvarlak nodül şeklinde ve göğüs duvarında amorf yapıda farklı natürlerde metastaz alanları gözlendi (Şekil 1). Bu
alanların tümü rezeke edildi. Histopatolojik değerlendirme sonucunda lezyonların tamamının Renal hücreli karsinom metastazı olduğu tespit edildi.
Postoperatif 4. gün taburcu edilen olgu Onkoloji servisine yönlendirilmiştir.
Sonuç: Renal hücreli karsinomun hemitoraks içi metastazları farklı
natürlerde olabilmekte ancak bu durum tedavi planını değiştirmemektedir. Sistemik tedavi modalitelerinin çoğunlukla faydasız olduğu bu olgularda komplet metastazektomi ile sağkalım sürelerinde uzama elde
edilebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Renal hücreli karsinom; Metastaz; Cerrahi
P117
Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniğinde VATS
ile Torakal Sempatikotomi Sonuçları
Cansel Atinkaya Öztürk, Volkan Baysungur, Çağatay Tezel, Şenol Ürek, Elçin
Ersöz, Talha Doğruyol, İrfan Yalçınkaya
Süreyyapaşa Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş: Aksiller ve palmar hiperhidrozis bireylerin sosyal yaşamını olumsuz yönde etkileyen bir durumdur. Biz bu çalışmada Süreyyapaşa EAH,
Göğüs Cerrahisi Kliniğinde uyguladığımız aksiller ve palmar hiperhidrozis
vakalarının sonuçlarını sunmayı amaçladık.
Materyal-metod: 2012-2013 yılları arasında Süreyyapaşa EAH, Göğüs Cerrahisi Kliniğinde toplamda 14 hastaya (7K, 7E) aksiller ve palmar
hiperhidrozis için bilateral VATS ile sempatikotomi uygulandı. Yedi hastaya axiller (4E, 3K), beş hastaya palmar (4K, 1E), iki hastaya axiller ve
palmar hiperhidrozis (1K, 1E) nedeniyle operasyon uygulandı.
Bulgular: Yaş ortalaması 23.2 idi (min 16-max:44). Axiller hiperhidrozis için T3-T4 sempatikotomi, palmar hiperhidrozis için T2-T3 sempatikotomi, axiller ve palmar için T2-T3 sempatikotomi uygulandı. 2013 son
yarısında iki hastaya ise hem palmar hem de aksilller hiperhidrozisde sadece T3 sempatikotomi uygulandı. Postoperatif bir hastaya bilateral göğüs
tüpü, iki hastada da tek taraflı göğüs tüpü uygulandı. Çift taraflı göğüs
tüpü uygulanan hastaya postoperatif 10 gün sonra sağda plörezi nedeniyle
plöroken katater uygulandı. Bir hastamızda sol omuz ağrısı, bir hasta sağ
ulnar bölgede üç ay içerisinde gerileyen uyuşma şikayeti, bir hastamızda
postoperatif üç ay sonra tüm vücutta ani gelişen terleme şikayeti, üç hastada da ise meme altı, göğüs ve sırtta postoperatif yaklaşık iki ay sonra refleks terleme şikayeti mevcuttu (toplam altı hasta). Bu hastaların hiçbirinde
medikal tedaviye ihtiyaç duyulmadı. Hastaların hiçbirinde yeniden palmar
ve aksiller terleme gelişmedi ve operasyon sonuçlarından %100 memnun
olduklarını ifade ettiler.
Sonuç: Her ne kadar hasta sayımız az olsa da aksiller ve palmar hiperhidroziste tek başına T3 olarak yapılan sempatikotomi seviyesinin yeterli
olduğunu düşünüyoruz
Anahtar Kelimeler: aksiller hiperhidrozis, palmar hiperhidrozis, VATS
Şekil 1.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
45
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P118
Paget-Schroetter Sendromuna yol açan
Timik Büyük B Hücreli Lenfoma Olgusu
Cansel Atinkaya Öztürk, Murat Kavas, Elçin Ersöz, Ayçim Şen, Volkan
Baysungur
Süreyyapaşa Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Amaç: Mediastenden kaynaklanan primer timik büyük B hücreli lenfoma diffüz büyük B hücreli lenfomanın nadir bir alt tipidir. Primer timik
büyük B hücreli lenfomada mediastinal büyük damarlara bası nedeniyle
venöz tromboz gözlenebilir. Bu durumun insidansı bilinmemektedir. PagetSchroetter sendromu nedeni başvuran nadir bir olguyu sunuyoruz.
Yöntem: 23 yaşında kadın hasta ani sol kolda ağrı ve şişlik şikayeti ile
dış merkeze başvurusunda akciğerde lezyon olduğu söylenerek tarafımıza refere edilmiş. Hastanın üst ekstremite Doppler ultrasonografisinde sol
subklavian vende derin brakial ve aksiller vene uzanan trombus tespit edildi. Antikoagülanlarla hastanın kol şikayetleri kontrol altına alındı. Toraks
BT’de anterior mediastende yaklaşık 10 cm genişliğinde lezyon gözlendi.
Hastaya sol sol mediastinotomi yapıldı. Patolojisi timik büyük B hücreli
lenfoma olarak bildirildi. Hasta kemoterapi aldı ve yaklaşık beş aydır herhangi bir nüks ya da komplikasyon mevcut değildir.
Sonuç: Üst ekstremite trombus şikayetiyle başvuran her hastada mutlaka akciğer ve mediasten taraması yapılmalıdır. Nadir bir hastalık ve nadir
bir komplikasyonla başvurması çaısından hastamızı sunduk.
Anahtar Kelimeler: Paget-Schroetter Sendromu,Timik Büyük B Hücreli Lenfoma, Mediastinal kitle
P119
Atipik Yerleşimli Elastifibroma Dorsi Olgusu
Hüseyin Yıldıran, Murat Öncel, Güven Sadi Sunam, Kübra Altıntaş
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya
Giriş: Elatifibroma dorsi, nadir görülen yumuşak doku tümörüdür. Sıklıkla tek taraflı ve subskapular yerleşimlidir.
Olgu: M.H., 55 yaşında erkek hasta, polikliniğimize solda daha fazla
olmak üzere iki taraflı omuz ağrısı şikayeti ile başvurdu. Hastanın tetkiklerinde toraks bt ve torakal mr çekildiğinde, sırtta bilateral göğüs duvarında supraskapular yerleşimli kosta ile komşuluğu bulunan solda yaklaşık
5x1.5, sağda yaklaşık 3x1 cm ebadında düzgün sınırlı homojen yumuşak
doku lezyonları saptandı (Resim-1). Yerleşimi nedeniyle atipik olan kitlelere rezeksiyon planlanarak hasta kliniğimize yatırıldı. Hastanın mevcut
kitleleri genel anestezi altında bilateral olarak rezeke edildi (Resim-2). Postoperatif 4 gün takip edilen hasta şifa ile taburcu edildi. Patoloji sonucu
elastifibroma dorsi olarak alındı.
Sonuç: Olgumuzda saptanan elastifibroma skapula üstünde olan atipik
yerleşimi nedeniyle ilginçtir.
Anahtar Kelimeler: Atipik, elastifibroma dorsi, yumuşak doku
tümörleri
Şekil 2. Elastifibroma dorsi, intraoperatif fotoğrafı
P120
Timoma Görüntüsü Veren Ektopik Tiroid Bezi
Hüseyin Yıldıran, Güven Sadi Sunam, Murat Öncel, Kübra Altıntaş
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya
Giriş: Mediastinal kitleler başlangıçta çoğunlukla asemptomatik olurlar
ve tesadüfen saptanırlar. Bu kitlelerde histolojik tanı, benign kitlelerin malignleşme riski ve büyüme gösterme halinde çevre dokuya basısı nedeniyle
ilk basamakta cerrahi yaklaşım düşünülmektedir.
Olgu: F.Ç., 70 yaşında kadın hasta yaklaşık 2 aydır olan göğüs ağrısı
şikayeti ile dış merkezde yapılan tetkiklerinde mediastende kitle tespit edilmesi üzerine kliniğimize yönlendirildi (Resim-1). Hastanın fizik muayenesi
doğal, özgeçmişinde hipertansiyon öyküsü mevcuttu. Toraks tomografisinde anterior mediastende pulmoner konus seviyesinde 75x55 mm boyutlarında düzgün lobule konturlu, milimetrik kalsifikasyonlar içeren, sol
akciğer üst lop anterior segment ve lingula ile yakın komşuluk halinde olan
kitle lezyonu olarak saptandı (Resim-2). Çekilen PET BT’de ön mediastende düşük düzeyde FDG tutulumu gösteren timoma düşündüren kitle
olarak raporlandı. Kitlenin cerrahi olarak eksizyonu planlandı. Anterior
mediastinotomi insizyonu ile kitle total olarak çıkarıldı, patolojiye gönderildi. Patoloji sonucu adenomatöz hiperplazi alanları içeren tiroid dokusu
olarak geldi. Hasta endokrinoloji polikliniğine yönlendirildi.
Sonuç: Ön mediasten kitlelerinde öntanılar arasında intratorasik yerleşimli ektopik tiroid dokusu da olmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Mediastinal kitle, timoma, ektopik tiroid, cerrahi
rezeksiyon
Şekil 1. Torakal mr görüntülemede elastifibroma dorsi kitlelerinin yerleşimi
Şekil 1. PA akciğer grafisinde mediastinal kitlenin görünümü
46
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 2. Mediastinal kitlenin toraks tomografisinde görünümü
Şekil 2. Eksize edilen kitle
P121
P122
Antik Schwannoma Olgusu
“Vanishing Lung” görünümlü dev büllöz
amfizem
Hüseyin Yıldıran, Güven Sadi Sunam, Murat Öncel, Kübra Altıntaş
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya
Giriş: Schwannomalar sinir kılıfı hücrelerinden köken alan asemptomatik tümörlerdir. İntratorasik schwannomalar çoğunlukla arka mediasten
yerleşimlidirler.
Olgu: Z.S., 49 yaşında kadın hasta, nefes darlığı şikayeti ile dış merkezde tetkik edilmiş ve sağ hemitoraksta yerleşimli yaklaşık 10-12 cm çapında düzenli sınırlı lobüle konturlu kitle saptanmış (Resim-1). Operasyon
açısından polikliniğimize yönlendirilmiş. Hastadan alınan anamneze göre
bilinen komorbid bir hastalığı yoktu ve yaklaşık 25 yıl önce sağ akciğerde
kist hidatik öntanısıyla operasyon önerildiği, ancak kendisinin olmak istemediği öğrenildi. Fizik muayenesinde patolojik bulgu yoktu. Hasta operasyon planlanarak yatırıldı. Sağ torakotomi pozisyonunda 4. interkostal
aralıktan torakotomi insizyonu ile toraksa girildi, arka mediasten yerleşimli
ekstrapulmoner yaklaşık 15 cm çapında sert fiske solid kitle görüldü, total
olarak eksize edildi (Resim-2). Postoperatif takipleri komplikasyonsuz seyreden hasta postop 8. gün taburcu edildi. Patolojiye gönderilen kitlenin
sonucu dejenere (ancient) schwannom olarak geldi.
Sonuç: Schwannomalar uzun sürede de olsa yavaş progresyon göstermeleri, asemptomatik olmaları nedeniyle uzun süre ile klinik vermeyebilir.
Anahtar Kelimeler: Antik schwannoma, mediasten tümörleri, nörojenik tümörler
Kübra Altıntaş, Murat Öncel, Hüseyin Yıldıran, Güven Sadi Sunam
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya
Olgu: M.K, 45 yaşında erkek hasta, ani başlayan ve nefes almasını zorlayan tarzda sağ göğüs ağrısı şikayeti ile dış merkeze başvurmuş. Hastanın
yapılan tetkiklerinde sağ pnömotoraks saptanması üzerine hastanemize
sevk edildi. Acil serviste değerlendirilen hastanın genel durumu iyi, sağda
solunum sesleri yoktu, diğer sistem muayeneleri doğaldı. Özgeçmişinde
komorbid bir hastalığı yoktu, günde 3 paket sigara içme öyküsü vardı.
Akciğer grafisinde sağ pnömotoraks saptanması üzerine sağ tüp torakostomi uygulanarak kliniğimize yatışı yapıldı. Tüp torakostomi sonrası akciğer
grafisi ekspanse olarak gözlendi. Hastanın akciğer grafisinde iki hemitoraksta havalanma farkı olması nedeniyle toraks tomografisi çekildi, sağ
akciğer yaygın amfizem ve dev büllöz yapı görüldü (Resim-1). Hastaya
ventilasyon perfüzyon sintigrafisi çekildi, sağ akciğerde ‘’match’’ ventilasyon perfüzyon kaybı ile uyumludur, sintigrafik bulgular mukus plak, endobronşiyal kitle ya da Swyer-James sendromuna ikincil gelişmiş olabilir
şeklinde raporlandı. Hastaya operasyon planlandı, sağ torakotomi ile toraksa girilerek üst lop ve alt loptaki dev büller dışarı asılarak eksize edildi
(Resim-2), toraksa 2 adet dren konularak operasyon sonlandırıldı. Hastanın postoperatif kontrol grafisinde bilateral akciğerlerin havalanmalarının
eşit olduğu görüldü. Postoperatif 14. günde şifa ile taburcu edildi.
Anahtar Kelimeler: Büllöz amfizem, bül ligasyonu, pnömotoraks,
Şekil 1. Mediastinal kitle, bilgisayarlı toraks tomografisi görüntüsü
Şekil 1. Sağ hemitoraksta dev büller
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
47
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 2. İntraoperatif asılarak duvarı açılmış bir dev bül
P123
Reflü cerrahisi sonrası görülen Basınçlı
Hidropnömotoraks
Şekil 1. Basınçlı hidropnömotoraks
Hüseyin Yıldıran, Murat Öncel, Kübra Altıntaş, Güven Sadi Sunam
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya
Olgu: M.H.K, 39 yaşında erkek hasta, kliniğimize dış merkezde olduğu
mide operayonu sonrası pnömotoraks, ampiyem gelişmesi nedeniyle sevk
edildi. Hastanın gastroözefageal reflü şikayeti olması nedeniyle 20 gün
önce olduğu laparoskopik operasyon sonrası solunum sıkıntısı gelişmiş.
Çekilen direk akciğer grafisinde solda tansiyon pnömotoraks ve hava sıvı
seviyesi veren plevral sıvı görülmesi üzerine acil tüp torakostomi uygulanmış (Resim-1,2). Dış merkezde klinik takiplerinde akciğerin ekspansiyon
sorunu olması üzerine ikinci toraks tüpü takılmış. Hastanın kliniğimize kabulü yapıldığında genel durum orta, takipneik ve taşikardikti ve dispnesi
mevcuttu, ancak genel durumu stabildi. Sol hemitoraksta solunum sesleri
azalmıştı. 2 toraks tüpünde de hava kaçağı vardı. Hastanın toraks drenlerinden biri alındı. Plevral sıvıdan kültür ve biyokimya örnekleri alındı.
Plevral sıvı eksüda vasfında olduğu görüldü, kültürde bakteri üremesi olmadı. Nonspesifik antibiyotik başlandı. Olası gastrointestinal perforasyonu
değerlendirilmesi için özefagus mide duedonum pasaj grafisi çekildi, kontrast madde ekstravazasyonu görülmedi. Toraks tomografisinde akciğerin
tam ekspanse olmadığı, plevrada kalınlaşmanın olduğu, görüldü. Hastaya dekortikasyon planlandı. Hasta sol torakotomi ile operasyona alındı.
Gözlemde plevranın ileri derece yapışık ve kalınlaşmış olduğu, diaframın
intak olduğu ancak diafram yüzeyinin de kalınlaşmış olduğu görüldü. Total
dekortikasyon yapılarak toraksa 2 adet dren konduktan sonra operasyon
sonlandırıldı. Hava kaçağı kesilen hasta toraks drenleri alınarak postop
15. günde taburcu edildi. Plevradan alınan multiple biyopsilerin patoloji
sonucu ülserasyon, iltihabi granülasyon dokusu, yabancı cisim reaksiyonu
olarak geldi.
Anahtar Kelimeler: Ampiyem, dekortikasyon, pnömotoraks
Şekil 2. Bilgisayarlı toraks tomografisinde tüp torakostomi sonrası
P124
Postpnömonik ampiyem ile takip edilen Kist
Hidatik olgusu
Kübra Altıntaş, Murat Öncel, Hüseyin Yıldıran, Güven Sadi Sunam
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya
Olgu: H.I., 41 yaşında kadın hasta, yaklaşık 2 hafta önce dış merkezde
pnömoni tanısıyla tedavi almaktayken sağ plevral sıvı saptanması üzerine
ampiyem öntanısı ile kliniğimize yönlendirilmiş (Resim-1, 2). Hastanın klinik başvurusunda ateş, halsizlik, öksürük şikayetleri mevcuttu. Hastanın
fizik muayenesinde genel durum orta, solunum sistemi muayenesinde
sağ bazalde solunum sesleri alınmamakta idi. Hastanın özgeçmişinde 2
yıl önce karaciğer kist hidatiği nedeniyle operasyon öyküsü vardı. Hasta tetkik ve tedavi amacıyla göğüs cerrahisi kliniğimize yatırıldı. Ampirik
olarak nonspesifik intravenöz antibiyotik başlandı. Yaklaşık 2 haftalık bir
enfeksiyon öyküsü olması nedeniyle kronik ampiyem olarak değerlendirilerek VATS eksplorasyon planlandı. Torakoskopik eksplorasyonda açık
sarı renkte yaklaşık 2000cc plevral sıvı ve yaygın fibrin plakların olduğu
48
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
gözlendi. Plevral adezyonlar giderildikten sonra multiple plevral biyopsiler
alındı. Hasta postoperatif 9 gün toraks dreni ile takip edildi, enfeksiyon
bulguları düzelen, plevra kültüründe üreme olmayan hastanın drenajının
olmaması ve akciğerlerin ekspanse olması üzerine toraks tüpü çekilerek taburcu edildi. Patolojiye gönderilen plevra biyopsilerinin sonucu kist hidatik
olarak alındı. Hastaya albendazol 2x400 mg başlandı.
Anahtar Kelimeler: Ampiyem, kist hidatik, plevral komplikasyon
Olgu: 56 yaşında erkek hasta, inşaat alanında çalışırken sağ göğsü üzerine büyük tahta parçalarının düşmesi sonrası acil servise getirildi. Genel
durum kötü, tansiyon arterial:70/50mm Hg, nabız:110, takipneikti. Fizik
muayenesinde sağ hemitoraksta yaygın hassasiyet ve boyundan başlayan
ve sağ hemitoraksa yaygın ciltaltı amfizemi, sağ hemitoraks anteriorda yelken göğüs vardı. Sağda solunum sesleri yoktu. Diğer sistem muayeneleri
doğaldı. Acil çekilen toraks tomografisinde sağda total pnömotoraks, hemotoraks, mediasten sola deviye görünümdeydi. Sağda multiple kot fraktürleri olmakla beraber, sağ 2. kostanın bir parçası toraks boşluğu içerisindeydi (Resim-1). İntravenöz sıvı desteği başlandı, ve acil şartlarda sağ tüp
torakostomi uygulandı. İlk seferde 1000cc drenajı olan hasta yoğun bakım
ünitesine yatırıldı. Sonraki yarım saat içinde 800cc daha drenajın olması üzerine acil operasyona alındı. intraoperatif 2000 cc daha kanama ve
hematom boşaltıldı. İnternal mammaria venin kırık kosta ile total kesilmiş
olduğu görüldü, aktif kanama odakları durduruldu. İnternal mammarial
ven ve komşuluğundaki kırık kosta rezeke edildi (Resim-2). Pnömotoraksa
neden olan bül onarıldı. Postoperatif yoğun bakım ünitesinde takibine devam edildi. Hasta postoperatif 15. gün şifa ile taburcu edildi.
Sonuç: Künt toraks travması hayati tehlike arz etmesi nedeniyle acil
olarak erken ve uygun yaklaşım gerektirmektedir. Bu tür travmalarda internal mammarian ven yaralanması nadirdir, cerrahi tedavi hayat kurtarıcı
olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: hemopnömotoraks, internal mammarian ven,
travma
Şekil 1. Toraks içerisine disloke olmuş kırık 2. kosta, minimal hemotoraks ve
tansiyon pnömotoraksı gösteren BT görüntüsü
Şekil 1. Sağ plevral sıvı
Şekil 2. Rezeke edilen ikinci kosta ve lasere internal mammarian ven
P126
Perikardiyal kistler
Mustafa Esat Yamaç1, Sami Karapolat1, Atila Türkyılmaz1, Mehmet Kılıç1,
Yunus Karaca2, Dilek Kutaniş3, Celal Tekinbaş1
Şekil 2. Karaciğerde yerleşimli opere kist hidatik, bilgisayarlı tomografi görüntüsü
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Trabzon
1
2
3
P125
İnternal mammaria ven yaralanmasına sebep
olan künt toraks travması
Murat Öncel1, Oğuzhan Arun2, Kübra Altıntaş1, Hüseyin Yıldıran1, Güven
Sadi Sunam1
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Konya
1
2
Giriş: Künt travma sonrası internal torasik ven ve ikinci kaburga kırığına bağlı masif hemotoraks ve tansiyon pnömotoraks çok nadirdir.
Giriş: Perikardiyal kistler çoğunlukla anterior kardiyofrenik açıda yerleşmiş, perikart içi ile irtibatı olmayan, ince duvarlı, berrak sıvı içeren ve
genellikle 5–8 cm. çapında olan konjenital benign kistlerdir. Olguların çoğunda herhangi bir şikâyete neden olmayan perikardiyal kistler genellikle
rastlantısal olarak tespit edilirler. Perikardiyal kistlerin cerrahi eksizyonunda son yıllarda giderek artan oranlarda videotorakoskopik yaklaşımlar tercih edilmeye başlanmıştır.
Materyal-Metod: Ocak 2013-Aralık 2013 tarihleri arasında perikardiyal kist nedeni ile opere edilen 5 olgu; demografik özellikleri, semptomlar,
kist lokalizasyonu, kist büyüklüğü, cerrahi yöntem, komplikasyonlar, hastanede yatış süresi ve kısa dönem sonuçları açısından retrospektif olarak
değerlendirilmiştir.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
49
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bulgular: Olgulardan 3 tanesi erkek 2 tanesi kadın idi. Yaşları 34 ile
61 (Ortalama 48) arasında değişmekteydi. 3 olgu asemptomatik iken 2
olguda eforla ortaya çıkan nefes darlığı mevcut idi. 4 olguda perikardiyal
kist sağ anterior kardiyofrenik açıda 1 olguda ise sol anterior kardiyofrenik
açıda yerleşmişti. Kist büyüklüğü 3–12 cm. arasında değişmekteydi. Tüm
olgular videotorakoskopik olarak opere edilmiş ve kist içeriğinin aspirasyonu sonrası kapsülün tamamının rezeksiyonu uygulanmıştır (Şekil 1). Olgularda morbidite ve mortalite görülmemiştir. Hastanede yatış süresi 3–7
gün (Ortalama 4 gün) idi. Olguların 3 ile 9 ay arasında değişen kısa dönem
takiplerinde nüks gözlenmemiştir.
Sonuç: Perikardiyal kistlerin tedavisinde videotorakoskopik yaklaşım
minimal invaziv olması ve düşük morbidite ve nüks oranları nedeni ile ilk
tercih edilecek cerrahi yöntem olmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Perikart; Kist; Videotorakoskopik cerrahi
Şekil 2. Tüp torakostomi sonrası akciğer grafisi
Şekil 1. 49 yaşındaki bayan olguda sağ anterior kardiyofrenik açıda yerleşmiş
perikardiyal kiste ait toraks tomografisi ve videotorakoskopik cerrahi esnasındaki
görünümü.
P128
Geç Tanı Alan Sol Ana Bronş Rüptürlü Bir
Vaka
P127
Klarnet Sanatçısının Pnömotoraksı
Ahmet Nasır1, Abidin Şehitoğulları1, Ömer Tan2, Muzaffer Yılmaz1
Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Sakarya
Uşak Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Uşak
1
2
Primer Spontan Pnömotoraks (PSP) önemli bir sağlık sorunu olup; altta
yatan herhagi bir akciğer hastalığı olmayan insanlarda görülür. Hastalığın patogenezi tam olarak ortaya konamamıştır. PSP akciğer apikalindeki
bleblerin veya amfizematöz parankim duvarlarının yırtılması ile ortaya çıkmaktadır. Fiziksel aktivite ve üflemeli müzik aleti kullanımı ile oluşan valsalva manevrası PSP için potensiyel risk oluşturmaktadır. Biz bu çalışmada
daha önce her hangi bir hastalığı yok iken, üflemeli müzik aleti (klarnet)
icrası sırasındaki aşırı intratorasik basınca bağlı gelişen pnömotoraks vakasını hazırladık.
Olgu: 30 yaşında erkek hasta istenen konsultasyon üzerine acil serviste
görüldü. Hastanın üflemeli müzik aleti (klarnet) ile mesleğini icra ederken,
ani başlayan sol göğüs ağrısı şikayeti mevcuttu. Söz konusu efor-aktivite,
hastanın intratorasik basıncının ileri derecede artmasına neden olmuştu.
15 paket-yıl sigara içme öyküsü olan hastanın özgeçmişinde herhangi bir
hastalık veya tedavi görme öyküsü yoktu. Keskin ve plöretik özellikteki
ağrısı, hastanın solunumunu baskılıyordu. Yapılan incelemelerde hastanın
hemodinamisi stabil; oda havasında sO2’si %95 olarak saptandı. Fizik
muayenede solda akciğer solunum sesleri azalmıştı. Toraks BT’de solda
pnömotoraks izleniyordu (Şekil 1). Hasta göğüs cerrahisi kliniğine yatırıldı
ve tüp torakostomi ile tedavi edildi (Şekil 2).
Solunum hastalıkları ile ilgilenen hekimlerin, üflemeli müzik aletleri ile
PSP arasındaki potansiyel ilişkiyi göz ardı etmemeleri gerekir.
Anahtar Kelimeler: primer spontan pnömotoraks, müzik aleti
Cansel Öztürk1, Mustafa Vayvada1, Mahmut Talha Doğruyol1, Şükrü Tamer
Alban2, İrfan Yalçınkaya1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Tekirdağ Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Tekirdağ
22 yaşında erkek hasta. Hastanemize başvurusundan 50 gün önce trafik
kazası geçirmiş. Bilateral hemopnömotoraks tanısı ile kapalı göğüs drenajı uygulanan ve trakeostomi açılarak yoğun bakımda takip edilen hasta
ileri tetkik ve tedavi için hastanemize gönderildi. Hastanın toraks BT’leri
incelendi ve sol ana bronş rüptürü düşünüldü. Rijit bronkoskopi ile doğrulandı. Sol torakotomi ile sol ana bronşa izole sleeve rezeksiyon uygulandı.
Teleskopik yöntemle uçuca anastomoz uygulandı. Postoperatif dönemde
komplikasyon gelişmedi, trakeostomiye son verildi. Hastada fizyoterapist
ve psikiyatrist eşliğinde rehabilitasyona başlandı. Postoperatif 17. günde
taburcu edilen hastanın ikinci ayın sonunda yapılan kontrolünde hafif
mental ve nörolojik araz dışında sorun saptanmadı. Trakeobronşiyal yaralanmalar, toraks travması sonrası gelişebilecek patolojiler içinde çok nadir
görülen, akla gelmediği takdirde tanısı atlanıp geç dönemde tanı konabilen ve yine geç dönemde bile cerrahi uygulansa yüz güldürücü sonuçlar
elde edilebilen bir klinik tablodur.
Anahtar Kelimeler: travma, bronş rüptürü, tanı, cerrahi
P129
Bir Hastada İki Akciğerdeki İki Farklı Kiste
Torakoskopik Yaklaşım
İrfan Yalçınkaya1, İlhan Ocakçıoğlu2, Elçin Ersöz1, Aysun Mısırlıoğlu1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Van
Şekil 1. Toraks BT’de solda pnömotoraks izleniyor
50
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
42 yaşında, kadın hasta. Dört ay önce göğüs radyolojik incelemelerinde her iki akciğerinde ve karaciğerinde birer kistik lezyon saptanmış.
Sol akciğer alt lobdaki kiste VATS (video-yardımlı torakoskopik cerrahi)
ile yaklaşılmış ve hidatik kist tespit edilerek kistotomi+kapitonaj yapılmış.
Kliniğimizde hastaya sağ VATS ile yaklaşım uygulandı. Lezyonun perikardiyal kist olduğu görülüp total eksizyon uygulandı. Karaciğerdeki kist
için Genel Cerrahi kliniği olan bir merkeze yönlendirildi. Literatürde, aynı
hastada hem akciğer hidatik kisti hem de perikardiyal kist nedeniyle VATS
uygulanmış vakaya rastlanılmamıştır.
Anahtar Kelimeler: akciğer, kist, hidatik, perikardiyal, torakoskopi
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P130
Hastanın pozisyonu
Anestezi ekibinin deneyim ve uyumu
Cerrahın deneyimi ve tecrübesi
Komplikasyonlar ile ilişkili olabileceği sonucuna ulaştım
Anahtar Kelimeler: brakial sinir yaralanması
Oral Antikoagülan Kullanımına Bağlı
Gelişen Spontan Hemotoraks Olgusu
Taner Ege1, Tonguç Saba2, Cevahir Haberal2, Dalokay Kılıç1, Ahmet
Hatipoğlu1
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Ankara
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahisi Bölümü, Ankara
1
2
Giriş: Warfarin, primer ve sekonder venöz tromboemboli profilaksisinde, prostetik kalp kapağı veya atriyal fibrilasyon olanlarda sistemik
embolinin önlenmesinde, miyokard infarktüsü sonrası sistemik embolinin
önlenmesinde ve rekürren miyokard infarktüsü riskini azaltmada etkilidir.
En önemli komplikasyonu kanama olmasına rağmen hemotoraks gelişimi
oldukça nadirdir.Bu çalışmada acil servise şiddetli göğüs ağrısı şikayeti ile
gelen ve warfarin kullanımına bağlı gelişen spontan hemotoraks olgusu
nadir görülmesi sebebiyle sunulmuştur.
Bulgular: 67 yaşında erkek hasta travma olmaksızın göğsünün sağ yanında oluşan şiddetli ağrı şikayeti ile acil servise başvurmuş.3 yıl önce akut
MI nedeniyle LAD stent uygulaması ve varfarin kullanımı öyküsü mevcut.
Çekilen PA AC grafide sağ hemitoraksta diyafragma elevasyonundan şüphelenilmesi üzerine tarafımıza danışıldı.Hastaya Toraks BT çekildi Sağ hemitoraskta belirgin düzeyde plevral effüzyon izlendi. Hastanın laboratuvar
sonuçlarında INR:5,8 Hb:8,5g/dl ve Htc:%25,7 Plt: 261 x 103/dL olması
ve toraks BT de sağda yoğun sıvı görülmesi üzerine varfarine bağlı spontan hemotoraks öntanısı ile hastaya 2Ü taze donmuş plazma ve İV 10mg K
vitamini uygulandı.Kontrol INR:1,3 gelmesi üzerine sağ hemitorakstan tanısal torasentez yapıldı,serbest hemorajik sıvı alınması üzerine aynı yerden
lokal anestezi ile pleurocan kateter takılıp kapalı drenaj sistemine bağlandı.
Toplam 2100 cc hemorajik drenajı oldu.2 gün sonra drenajı kesilen ve akciğer grafisinde sorun görülmeyen hastanın dreni alındı.Kontrol grafisinde
sorunu kalmayan hasta tedavisi düzenlenerek taburcu edildi.
Sonuç: Oral antikoagülan tedavi alan hastaların, etkin antikoagülan
tedavinin sağlanabilmesi ve yan etkiler bakımından takip edilmeleri ve bu
hastalarda plevral sıvı gelişmesi halinde hemotoraksın, ayırıcı tanıda akılda
tutulması gerekir.
Anahtar Kelimeler: Spontan hemotoraks, hemotoraks, warfarin
P131
Hiperhidroziste nadir bir komplikasyon
brakial pleksus yaralanması
Semih Koçyiğit
Elazığ Eğitim Araştırma Hastanesi, Elazığ
22 yaşında erkek koltuk altı ve ellerde aşırı terleme nedeniyle başvuruyor. daha öncesinden botoks ve iontoforez tedavisinden fayda görmüyor.
hastaya preop hazırlık yapılıyor cbs hemogram normal akciğer grafisi bir
patoloji yok tek lümenli entübasyon tüpü hastaya ets (endoskopik torakal
sempatektomi operasyonu) yapılıyor.t2,t3ve t4 sempatik zincir koterize
ediliyor.
Operasyon zamanı 2 saat cerrahın 15 vakası yeni geldiği hastanede ilk
vakası hasta post servise alınıyor hastanın postoperatif dönemde Kolunu
kaldıramadığı elimizi sıkamadığı izleniyor. gövdenin yanında gevşek olarak duruyor. yapılan muayenede supraspinatus, biceps, coracobrachialis
ve brachioradialis paralizisi görülüyor.
Omuzun addüktör ve iç rotatorlerinin kısmı paralizi gözlenmesi üzerine
beyin cerrahisi ve ortopedi konsultasyonu sonucu normal olarak değerlendirildi. fizik tedavi konsultasyonu istendi
emg önerildi.
emg sonucu extremite elektiriksel aktivite normal olarak değerlendirildi.
1 ay fizik tedavi uygulandı.
Fizik tedavi sonrası kısmı hareketlerde kol ve omuz hareketlerinde
açılma meydana geldi fizik tedavinin 3 aya tamamlanması istendi. 6. ay
kontrollerinde kol ve omuz hareketlerinde tam düzelme meydana geldi.
hiperhidrozis tedavisindeki tek kalıcı ve kesin çözüm cerrahi yöntemdir.
Kişinin günlük yaşam, mesleki aktivite, sosyal ilişkiler ve kişiliğinin etkilendiği terleme vakalarında ameliyat yöntemi gündeme gelmelidir.
Hastalarda sık rastlanan komplikasyonların yanında nadir gözlenen brakial pleksus yaralanması olabileceği akıldan çıkmamalıdır.
Operasyon süresi
Kullanılan malzeme durumu
P132
Ekstratorasik Yerleşimli Desmoid Tümör
Olgusu
Taner Ege1, Hampar Akkaya2, Dalokay Kılıç1, Ahmet Hatipoğlu1
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Ankara
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji, Ankara
1
2
Giriş: Ekstra-abdominal fibromatozis (dezmoid tümör), lokal invazyonun ve nüksün sık görüldüğü nadir, iyi huylu bir yumuşak doku lezyonudur. Göğüs duvarı tutulumu nadir olmakla birlikte, kemik, sinir ve vasküler
yapılara invazyon gösterebilirler. Nüksü engellemek amacıyla veya nüks
gelişmiş hastalarda hastanın genel durumu, primer tümörü ve fizyolojik
değerlendirimini takiben radyoterapi önerilebilir.
Bulgular: 43 yaşındaki kadın hasta sağ koltuk altında şişlik ve ağrı şikayetiyle polikliniğimize başvurdu.Fizik muayenede sağ hemitoraks lateralde
aksiller bölgeye uzanan yaklaşık 8x5cm boyutlarında palpasyonla ağrılı
ve sert kitle lezyonu izlendi.Hastaya Toraks BT çekildi; Göğüs duvarı sağ
yarısında superior kesimde 85x41 mm boyutunda interkostal alana kısmen uzanım gösteren kemik yapıda destürüksiyona neden olmayan IVKM
sonrası homojen kontrastlanan düzgün konturlu solid kitle izlendi. Bunun
üzerine hasta ameliyata alındı.GAA kitleden frozen çalışıldı,frozen benign
gelmesi üzerine kitle toraks duvarından total olarak eksize edildi.Kitlenin
temas ettiği. kostaların periost tabakaları deperioste edilip interkostal kas
dokuları eksize edildi.Patoloji sonucu desmoid tümör ve alınan cerrahi
sınırlar negatif olarak geldi.Hasta postop. 3.gün sorunsuz olarak taburcu
edildi.Medikal onkoloji ve Radyasyon onkolojisine konsülte edildi.Hastaya
5 kür RT uygulandı.Postoperatif 4. ayında sorunsuz olarak takibimizdedir.
Sonuç: Desmoid tümör nadir görülen bir toraks duvarı tümörü olup
tedavisinde tümörün cerrahi olarak total eksizyonu takiben nüks gelişimini
engellmek amacıyla RT uygulanması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Desmoid Tümör, Ekstra-abdominal Fibromatozis, Göğüs Duvarı Tümörü
P133
Mediasten Yerleşimli Castleman Hastalığı
Esra Yamansavci Şirzai, Tarık Yağcı, Ozan Usluer, Ahmet Üçvet, Soner
Gürsoy
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, 1. Göğüs
Cerrahisi Kliniği, İzmir
Castleman hastalığı, en sık mediastinal bölgedeki lenf bezlerinde görülen benign lenfoepitelyal hastalıktır. Hiyalin vasküler ve plazma hücreli
olmak üzere iki histopatolojik tipi vardır. Etiyolojide çeşitli enfeksiyon ajanların (EBV, human herpes virus-8), enflamatuar reaksiyonların (interlökin-6, vasküler endotelyal growth faktör), hamartamöz gelişimin rol aldığı
düşünülmektedir. Klinik bulgulara göre lokalize ve sistemik (multisentrik)
formları bulunmaktadır. Hastalığın tanısında kullanılan radyolojik tetkikler
nonspesifiktir. Lokalize tip genellikle asemptomatiktir ve tedavisi kitlenin
cerrahi olarak eksizyonudur.
Kırk dokuz yaşında bayan hasta göğüs ön duvarında ağrı şikayetiyle
başvurdu. Toraks bilgisayarlı tomografide (BT) sol hilus anteriorunda mediastinal yağ dokusu içinde non homojen, düzensiz konturlu, içinde amorf
kalsifik dansiteler bulunan 51x50 mm boyutunda yumuşak doku kitlesi
saptandı (Şekil 1). Lezyon çevresinde atipik vasküler yapılar mevcuttu.
Toraks manyetik rezonans incelemesinde etraf vasküler dokulara yakın
komşuluk gösterdiği fakat invazyon bulgusu saptanmadığı belirtildi. PET
BT, anterior mediastende yüksek SUV tutulumu (SUVmax=5,7) saptandı.
Diagnostik amaclı trucut biopside iri nükleollü eozinofil, lökosit ve plazma
hücreleri görülmesi üzerine lenf bezi kaynaklı tümörler üzerine duruldu.
Hastaya yapılan sol torakotomi ile kitle eksize edildi. Kati patolojisi ‘hyalin
vasküler tip castleman hastalığı’ olarak raporlandı. Takibinin 4 ayında olan
hasta, nadir görülmesi nedeniyle sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Castleman hastalığı, Lenf nodu, Cerrahi
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
51
POSTER SUNUMLARI
P135
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Olgu Sunumu: Cerrahide Preoperatif
Öykünün Önemi
Mustafa Küpeli, İsmail Kürşat Gürlek
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat
Şekil 1.
P134
Sarkoidoz Tanısında Mediastinoskopi
Gerçekten Gerekli mi?
Mustafa Küpeli, İsmail Kürşat Gürlek
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat
Mediastinoskopi ilk kez Carlens tarafından üst mediastinal kitlelerin
histolojik tanısında kullanılarak 1959 yılında tanımlanmış bir invaziv girişimdir. Mediastinoskopi’nin Extended (genişletilmiş) Mediastinoskopi, ideomediastinoskopi, VAMLA(Video yardımlı mediastinoskopiyle Lenfadenoktomi) ve mediastinkoskopi denilince ilk akla gelen şekli olan standart
servikal mediastinoskopi olacak şekilde birkaç çeşidi vardır. Kliniğimizde
2012-2013 yıllarında 29-75 yaş aralığında Sarkoidoz ön tanısı ile standart servikal mediastinoskopi yapılan 12 hastanın 8 tanesi histopatolojik
inceleme sonucu non-kazeifiye granülamatöz reaksiyon olarak raporlandı.
Mediastinoskopi Sarkoidoz tanısında %95-100 gibi yüksek tanı oranı olan
minimal invaziv bir cerrahi prosedür olarak görünsede kanama, rekürren
sinir hasarına bağlı ses kısıklığı, majör vasküler yapıların yaralanması, hatta özofagus ve trakea hasarına neden olabilecek mortalitesi %0.001 ile
0.15 arasında değişen ve deneyimli cerrahlar tarafından yapılması gereken bir girişimdir.
Sonuç olarak Sarkoidoz gibi benign bir patolojinin tanısında mediastinoskopi gibi nispeten riskli bir cerrahi yerine gelişen teknoloji ile EBUS,
tranşbronşial ince iğne biyopsisi gibi yöntemlerin öncelikle tercih edilmesinin hatta hastanın kliniği ile tanı ve takibinin yapılmasının daha uygun
olacağı görüşündeyiz. Mediastinoskopi yapılacaksa da öncelikle kolay
ulaşılabilir ve komplikasyon riski daha az olan 4R no’lu istasyonun hedeflenmesi ve mümkün olduğunca az diseksiyon yapılarak alınan dokunun
frozen çalışılarak doğrulanmasının önemli olduğunu düşünmekteyiz
Anahtar Kelimeler: EUS, EBUS, Mediastinoskopi, Sarkoidoz
Kist hidatik etkenin Ekinokoklar olduğu akciğerin parazitik bir enfeksiyonudur. İlk kez 1928 yılında Rudolphi insanlarda ekinokok enfeksiyonları
için Hidatik Kist terimini kullanmıştır. Kuzey Amerika ve Batı Avrupada
artık nadir görülmesine rağmen ülkemizde hala sık görülen ciddi bir sağlık
problemidir. İnsanda en sık E. Granulosus enfeksiyonu görülsede ekinokok ailesinin, E. Multilokülaris, E. Oligartus, E. Vogeli 3 üyesi daha bulunur. Parazitin primer konağı köpek, kurt ve çakallar olup dışkı yoluyla atılan yumurtaların insanların da içinde bulunduğu ara konaklar tarafından
oral yolla alınması ile bulaşır. Ara konağın en sık
karaciğer(%60-80) veya akciğerinde (%10-30) görülür. Akciğer hidatik
kisti en sık sağ hemitoraksta ve alt loblarda görülür.
Bizim olgumuz 29 yaşında çiftçilik yaparak geçimini sağlayan bir erkek hasta. Hastanemize başvurmadan 10 gün yaklaşık 2metre yükselikten
düşme öyküsü mevcut. Travmadan 20 gün sonra sonrası çekilen tomografisinde sağda majör fissürde yaklaşık 4,5x2 cm boyutlarında lobüle yapıda
hipodens, iv kontrast madde enjeksiyonu sonrası kontrast tutulumunun
izlenmediği düzgün konturlu lezyon görüldü; lezyon komşuluğunda sağ
akciğer üst lob posterior segmentte büyüğü yaklaşık 1 cm çapında birbirine komşu iki adet benzer görünümde düzgün konturlu nodüler lezyonlar izlendi ve kist hidatik ? şeklinde raporlandı. Hasta hidatik kist ön
tanısı ile Göğüs Hastalıkları bölümü tarafından kliniğimize refere edildi.
Hastanın tomografi görüntüleri incelendiginde kist hidatik tanısı şüpheli
bulundu ve takip önerildi. 3 ay sonra kontrol tomografisi çekilen hastanın
lezyonlarında tamamen gerileme görüldü ve daha önce saptanan kistik
lezyonların travmaya sekonder geliştigi düşünüldü. Hastalara cerrahi kararı verilmeden önce detaylı bir öykü alınması ve radyolojik tetkiklerin bu
anamnez ışığında yorumlanması gereksiz yapılabilecek cerrahi girişimleri
engelleyebilir.
Anahtar Kelimeler: Anamnez, Hidatik Kist, Radyoloji
Şekil 1. Hidatik kist ön tanısı ile refere edilen hastanın başvuru anında çekilen
Toraks BT görüntüsü
Şekil 1. Olguların Radyolojik Görüntüleri
52
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P137
Göğüs Duvarında Amiloidoma: Olgu sunumu
ve Literatür Derlemesi
Ali Kılıçgün1, Fahri Yılmaz2, Hüsna Bayrakdar2, Kamil Gürel3
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Bolu
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Bolu
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Bolu
1
2
3
Şekil 2. Hastanın 3 ay sonra çekilen kontrol Toraks BT görüntüsü
Amiloidoma nadir olarak görülen genitoüriner, solunum, santral sinir,
gastrointestinal sistemi, cilt meme ve yumuşak doku gibi pek çok anatomik bölgede gözlenen amiloid birikimi karakterize bir tümördür. Amiloid
çözünmeyen protein komplekslerinin çeşitli dokularda hücre dışında birikmesiyle tanınır. Amiloid birikimi genelde sistemiktir ama bazen tek bir
organa sınırlı olabilmektedir. Göğüs duvarında amiloidoma çok nadirdir
ve daha önce literatürde az sayıda vakada raporlanmıştır. Yetmiş yaşında
kadın hasta, sağ göğüste ağrı ve şişlik şikayeti ile kliniğimize başvurdu.
Hikayesinde bilinen sistemik bir hastalığı bulunmuyordu. Hastanın radyolojik incelemesinde sağ göğüs duvarı beşinci kotta yaklaşık 7x6 cm büyüklüğünde tümör izlendi. Bu bulgularla hastaya tomografi eşliğinde trucut biyopsi yapıldı. Patolojik sonucu eozinofilik materyal gelmesi üzerine
hastaya ameliyat planlandı. Göğüs duvarı rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonu yapılarak tümör çıkarıldı. Patolojik incelemesinde amiloidoma olarak
raporlandı. Göğüs duvarı yerleşimi çok nadir olması nedeniyle bu ilginç
olguyu sunduk.
Anahtar Kelimeler: Amiloid, Göğüs Duvarı, Göğüs Cerrahisi
P136
Koroziv Maddeye Bağlı Özefagus
Yanıklarının Değerlendirilmesi ve Önlemede
Koruyucu Hekimliğin Önemi
Ayşenur Alper Gürz1, Füsun Ayşin Artıran İğde1, Yasemin Bilgin
Büyükkarabacak2, Ayşen Taslak Şengül2, Selçuk Gürz2, Ahmet Başoğlu2
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Samsun
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun
1
2
Amaç: Sağlıklı yaşamı kısaltan nedenlerin başında gelen kazaların büyük kısmını oluşturan korozif madde içilmesi bütün dünyada hayatı tehdit
eden ciddi bir sorundur. Açıkta ve markasız satılan temizlik malzemelerine
kolay ulaşım, koruyucu hekimlik önlemlerinin yeterince alınmamış olması
bu tür kazaları artırmaktadır. Bu çalışmanın amacı; korozif madde içen
hastaların demografik özelliklerinin belirlenmesi ve önlenebilir olan bu tip
kazalara karşı toplumsal farkındalığın sağlanmasıdır.
Materyal- Metod: Ocak 2002 ile Aralık 2013 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi servisinde koroziv madde içimiyle yatarak takip edilen hastaların kayıtları incelendi. 264
hastanın 33’ü intihar amaçlı koroziv madde içtiği için çalışmaya dahil
edilmedi.
Bulgular: Çalışmaya alınan 231 hastanın 120’si kadın, 111’i erkekti.
Hastaların yaşları 17-88 arasında değişmekte ve ortalaması ise 40,2’ydi.
Hastaların %3’ü mental retardeydi. Sigara kullanımına bakıldığında ise
kullananlar %33,6 iken, kullanmayanlar %76,4’tü. Kazanın oluş mevsimi
incelendiğinde yaz mevsimi ilk sıradaydı (%38,5). İçilen maddeler arasında çamaşır suyu (%38,5), porçöz (%21,6), tuzruhu (%8,2), yağçöz (%6,9),
kireç çözücü(%3,9), gibi çok çeşitli maddeler bulunmaktaydı. Ürünlerin
yalnızca %3,9’u markalıydı. Vakaların %14,8’ine yoğurt yedirme, süt/ayran içirme, %4,4’üne su içirme gibi yanlış uygulamalarda bulunulmuştur.
Hastaların hastanede yatış süreleri 1-33 gün arasında değişmekteydi. Ayrıca bu sürede hastaların oral alımının yasaklandığı gün sayısı ortalama
9,9 gündü.
Sonuç: Koruyucu sağlık hizmetleri içinde sağlığın korunması ve hastalıkların önlenmesi için sunulan hizmetleri kapsayan primer korunma
kapsamında yer alan ‘çevrenin güvenli hale getirilmesi’ konusu aile hekimlerinin çalışma konularındandır. Bireylerin sağlık sistemiyle ilk temas
noktasını oluşturan aile hekimlerinin koruyucu hekimlik ve sağlık eğitimi
etkinlikleri aracılığıyla kişilerin kendi kendine bakım ve güvenli sağlık davranışları üzerine etkileri değerlendirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Aile Hekimi, Koruyucu Hekimlik, Koroziv
Ösefagus
P138
Akciğer ve Sternum Metastazı Yapan
Mediastinal Germ Hücreli Tümör: Olgu
Sunumu
Merve Şengül1, Leyla Nesrin Acar1, Selim Şakir Erkmen Gülhan1, Pınar
Bıçakçıoğlu1, Funda Demirağ2
1
Atatürk Gögüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Göğüs
Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
2
Atatürk Gögüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji
Anabilim Dalı, Ankara
Giriş: Germ hücreli tümörlerin(GHT) %10-40’ı mikst histolojilidir.
Olguların %7’si mediastende görülür. Burada rezeksiyon uyguladığımız,
akciğer ve sternum metastazı yapmış mediastinal GHT olgumuzu sunduk.
Olgu: Çocuk hastalıkları kliniğinde bir aydır devam eden kuru öksürük şikayeti ile takip edilen 15 yaşındaki erkek hasta tanı ve tedavi amacı ile kliniğimize sevk edildi. Çekilen posteroanterior akciğer grafisinde
mediastinal genişleme saptandı. Toraks BT’de sağ hemitoraksta yaklaşık
19x10x11 cm boyutlarında kitle saptanması üzerine hastaya sağ mediastinotomi ile kitleden biyopsi yapıldı. Frozen sonucu matür kistik teratom
gelmesi üzerine sağ torakotomi ile mediastinal kitle eksizyonu uygulandı.
Postoperatif patoloji sonucu, immatür ve matür teratom komponenti içeren mikst germ hücreli tümör (yolk sac tümör+ koriyokarsinom + seminom) olarak raporlandı. Hastaya pediatrik onkoloji kliniğinde kemoterapi
tedavisi uygulandı. Postoperatif 8.ayda Toraks BT’de orta lobda 1,2 cm
metastatik nodül saptandı. Hastaya sağ retorakotomi+ metastazektomi
uygulandı. Patoloji sonucu Yolk sac tümör metastazı olarak raporlandı.
Bir yıl sonra sternum üzerinde yaklaşık 20×10 cm’lik sert şişlik şikayeti
olan hastanın PET-BT’sinde corpus sterni orta-distal kesimini destrükte
eden bilateral pektoralis majör kası medial kesimlerini içine alan cilt altına
egzofitik uzanım gösteren lobüle konturlu yaklaşık 7.4x6.4x8.0 cm boyutlu yumuşak doku dansitesinde patolojik artmış metabolik aktivite tutulumu saptandı(SUVmax:10.66). Sternum rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonu
uygulandı. Postoperatif patoloji sonucu Malign Mikst germ hücreli tümör
metastazı (yolk sac+ embriyonel karsinoma) olarak raporlandı ve tümörün sternum kemik dokuyu invaze ettiği ancak kıkırdak kosta kenarında
tümörü olmadığı belirtildi. Hasta çocuk onkolojisi kliniğinde takibe alındı.
Sonuç: Mediastinal malign GHT’de eksizyon ve takiben kemoterapi
önerilmektedir. Prognoz kötü olmakla beraber hastalıksız yaşam %57-%88
arasındadır.
Anahtar Kelimeler: cerrahi, germ hücreli tümör, mediasten
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
53
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P139
P140
A bronchopleurocutaneous fistula caused
by an unusual foreign body aspiration:
Hordeum Murinum
A rare primary lung malignancy: Pulmonary
Blastoma
Serda Kanbur, Talha Doğruyol, Serdar Evman, Elçin Ersöz, Mustafa Vayvada,
Levent Alpay, Volkan Baysungur, Çağatay Tezel
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Objectıve: We report a case with Hordeum Murinum (HM) aspiration
who was followed without diagnosis for four months and presented with
self extraction by fistulisation to the chest wall.
Case: Thirteen year-old male patient presenting with chest pain was
referred to our clinic. Infiltration in the right lower zone was seen on chest
x-ray. Thorax computed tomography showed a lesion in the posterobasal
segment of the right lower lobe (Figure 1). Antibiotheraphy was started
as patient was negative for tuberculosis tests. During follow up physical
examination showed pus coming from the posterior axillary line of the 10.
costa. Biopsy was taken and bronchoscopy was carried out. Bronchoscopy was normal and biopsy result was reported as nonspesific inflammation. Abscess was drained and cultures were negative. After four months of
the first symptom, patient checked into our outpatient clinic with a foreign
body (FB) coming out from the area where abscess was drained (Figure
2). FB was excised with the tissue surrounding and control bronchoscopy was performed. Bronchial system was normal. In time skin lesion was
closed, clinical and radiological recovery was seen.
Conclusions: FB aspirations can be seen in all age groups and is the
most common cause of death due to home accidents in infancy. HM is
a stringy herb with a powerful tissue penetration that is very rarely seen
among FB aspirations. Cough, hemoptysis, dyspnea, pneumothorax, empyema and bronchiectasis may be seen. Bronchoscopy and chest x-ray
may be inconclusive for diagnosis.
Keywords: Hordeum Murinum, Foreign Body Aspiration, Bronchopleuracutaneous Fistula
Serda Kanbur, Talha Doğruyol, Serdar Evman, Elçin Ersöz, Mustafa Vayvada,
Levent Alpay, Volkan Baysungur, Çağatay Tezel
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Objective: Pulmonary blastoma is a rarerly encountered lung tumor,
usually seen in adults, consisting of immature mesenchymal and/or epithelial structures. The most effective way for treatment is surgical resection.
Due to the rarity of this tumor in the literature we would like to present
our case.
Case: Fifty three year-old male patient presenting with cough and
hemoptysis was referred to our clinic. He had a 50 pack/year smoking
history. Thorax computed tomography showed a 31x45mm mass in the
superior segment of the right lower lobe. Fiberoptic broncoscopic biopsy
was reported as non-small cell lung cancer (Figure 1). The maximum standardised uptake value in positron emission tomography was 13.1 (Figure
2). Right lower lobectomy with mediastinal lymph node dissection was
carried out with right thoracotomy. The tumor was reported as biphasic
pulmonary blastoma and the inferior interlobar lymph node was reported
as malignant. Patient was discharged on the fourth postoperative day. He
was given cisplatin-based adjuvant chemotheraphy and is in the fourth
month of follow-up.
Conclusions: Pulmonary blastomas are developed from pulmonary
mesenchymal tissue and seen in 0.25% to 0.50% of all lung tumors. They
tend to appear peripherally and the prognosis is poor. The tumor is classified in two groups as biphasic and monophasic types. The most common
symptoms are cough, hemoptysis and chest pain, however 25% to 40%
cases are asymptomatic. Smoking history is present in 82% of the cases. Surgical resection is the most effective treatment option, also adjuvant
chemoradiotheraphy is suggested.
Keywords: Pulmonary Blastoma, Lung Tumor, Thoracotomy
Figure 1.
Figure 1.
Figure 2.
54
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Figure 2.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P141
P142
Maligniteyi taklit eden extra-abdominal
fibromatozis; OLGU SUNUMU
Myastenia Gravis tedavisi verilen
perikardiyal divertikül; OLGU SUNUMU
Murat Kuru, Sami Ceran, Burhan Apilioğulları
Burhan Apilioğulları, Sami Ceran, Murat Kuru
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
Konya
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
Konya
Extra-abdominal fibromatozis(desmoid tümör), iyi differansiye kollajenöz fibroblastların yalancı bir kapsül ile infiltratif büyümesi olarak tanımlanabilir. Fibrositler, fasya ve muskuloaponörotik yapılardan gelişebilirler.
Sıklıkla karın duvarı bölgesinde(%50) yerleşirler, bunu sırt göğüs duvarı
baş ve boyun ile alt ekstremiteler izler. Bu tümörlerin benign karakterli
olmalarına karşın agresif davranışları,lokal nüks oranı yüksekliği(yaklaşık
%40) nedeniyle malign tümörler gibi tedavi edilmeleri gerekliliği önemlidir. Tedavi geniş lokal eksizyon şeklinde olmalıdır. Etyolojileri iyi tanımlanmamış olmakla birlikte travma,hormonal bozukluklar ve genetik etkenler
en çok suçlanan faktörlerdir. Biz, fizik muayene ve radyolojik bulgular
nedeniyle malignite düşünülen, yapılan operasyon sonucunda patolojisi
extra-abdominal fibromatozis olarak rapor edilen olgumuzu sunuyoruz.
Daha öncesinde bilinen bir rahatsızlığı olmayan 70 yaşında erkek hasta
sol koltuk altında şişlik ve ele gelen kitle nedeniyle başvurduğunda son 2
aydır sol kolunda,özellikle kolunu kullandığı zamanlarda kramp tarzında
geçici ağrıları olduğu öğrenildi. Fizik muayenede sol aksillar bölgede fikse ve solid karakterde yaklaşık 7x7 cm lik kitle lezyonu mevcuttu. Toraks
BT ve MR incelemesinde sol aksillada scapulayı saran ve destrükte eden,
İVKM sonrası yoğun kontrast tutulumu gözlenen heterojen karakterde lezyon rapor edildi. Hastaya sağ yan yatar pozisyonda sol torakotomi pozisyonu verildikten sonra J kesisi ile sol orta aksillar hat hizasında yerleşmiş
yaklaşık 7x7 cm lik sert lastik kıvamında kas içerisinde fikse tümöral lezyona ulaşıldı. Kitleye ulaşmak için parsiyal M. Latissimus dorsi insizyonu
uygulanarak m. Teres major ve minöre uzanan kitleye geniş cerrahi sınır
uygulanarak rezeksiyon yapıldı. Patoloji sonucu extra-abdominal fibromatozis gelen hastanın ek tedavisiz takibe alınmasına karar verildi. Postoperatif tümör lokalizasyonunda seroma ouşan hasta tedavisi tamamlandıktan
sonra postoperatif 8. günde taburcu edildi.
Anahtar Kelimeler: extra-abdominal fibromatozis, desmoid, göğüs
duvarı
Myastenia Gravis anormal nöromuskuler iletimin neden olduğu otoimmün bir hastalıktır. Postsinaptik membranda asetilkolin reseptörlerine karşı
oluşmuş antikorlar yada kas spesifik tirozin kinaz antikorlarınca meydana
gelen otoimmun bir patolojidir. Özellikle beyin sapı motor nükleusları tarafından innerve edilen istemli kaslar etkilenmektedir. Oftalmopleji,pitozis
ve tekrarlayan hareketlerle ortaya çıkan kas güçsüzlüğü ile karakterizedir.
Myastenia gravisli hastaların %10-15inde timoma, %70’inde ise lenfoid
foliküler hiperplazi görülmektedir.Tedavisinde medikal tedavinin yanı sıra
kas güçsüzlüğü yaygın olan hastalarda timektomiye öncelik verilmelidir.
Biz, yaklaşık 1,5 yıldır myastenia gravis nedeniyle piridostigmin tedavisi
alan ve yapılan cerrahi sonucu perikardiyal kist tespit edilip postop 1.gün
piridostigmin tedavisi kesilen olgumuzu sunuyoruz.
73 yaşında kadın hasta 1,5 yıldır myastenia gravis nedeniyle pridostigmin 4x1 tedavisi almaktaymış. Son 15 gündür çabuk yorulma,yutma
güçlüğü,aşırı terleme ve ara ara nefes darlığı şikayeti mevcutmuş. Nöroloji
kliniğinde yapılan toraks BT görüntülemesinde mediastende prevasküler bölgede yaklaşık 5x3x2.5 cm ebadında düzgün sınırlı yumuşak doku
dansitesinde lezyon (timoma?) tespit edilmesi üzerine kliniğimize yönlendirilmiş. Fizik muayenesinde ek özellik saptanmayan, asetilkolin reseptör
antikor düzeyi negatif gelen, rutin kan tetkikleri normal olarak raporlanan
hastaya operasyon planlandı. Median sternotomi ile timus, çevre yağlı dokular ile geniş rezeksiyon yapıldıktan sonra gözlenen perikardiyal divertikül çevresindeki lenf nodu ile birlikte eksize edildi. Postoperatif birinci gün
nöroloji kliniği tarafından mestinon tedavisi kesilen, patoloji sonucu timus
dokusu ve perikardiyal divertikül olarak rapor edilen hasta postoperatif
6.günde sorunsuz şekilde taburcu edildi.
Anahtar Kelimeler: myastenia gravis, timoma, perikardiyal divertikül
Şelil 1. Toraks MR
Şekil 1. Toraks BT
P143
Langerhans hücreli histiyositozisin
persistan hava kaçağı tedavisinde “blood
patch” plörodezis; bir olgu sunumu
Ayşe Baççıoğlu1, Nesimi Günal2, Ayşe Füsun Kalpaklıoğlu1, Koray Dural2,
Berkant Özpolat2
1
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji ve Allerji
Hastalıkları Bilim Dalı, Kırıkkale
2
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kırıkkale
Şekil 2. Toraks MR
Pulmoner langerhans hücreli histiyositozis nadir görülen ve patogenezi kesin açıklanamamış reaktif bir hastalıktır.16 yaşındaki erkek hasta
son bir yıldır belirgin eforla artan nefes darlığı, kuru öksürük ve aralıklı
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
55
POSTER SUNUMLARI
göğüs ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Solunum fonksiyon testi restriktif ve
toraks yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografide akciğer parankiminde
çok sayıda, bir cm’den küçük hava kistleri ve sol hemitoraksta minimal
pnömotoraks izlendi. Arter kan gazında hipoksemi ve ekokardiyografide
pulmoner hipertansiyon yoktu. Klinik ve tipik radyolojik görünümü ile pulmoner langerhans hücreli histiyositozis tanısı ile uyumlu bulundu. Multisistem langerhans hücreli histiyositozis varlığı detaylı öykü, tamamlayıcı fizik
muayene ve temel radyolojik, kan ve idrar analizleri ile dışlandı. Tedavi
olarak sigarayı bırakması ve takibi önerildi. Bir ay sonra tek taraflı total
pnömotoraks gelişen hastanın tüp torakostomisinde uzamış hava kaçağı
olması nedeniyle “blood patch” plörodezisi başarıyla uygulandı. Bildiğimiz
kadarıyla bu olgu literatürde pulmoner langerhans hücreli histiyositozis’de
otolog kan ile plörodezis yapılan ilk vaka özelliğini taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Histiyositozis, kan yama plörodezisi, pnömotoraks
P144
PET-BT’de yüksek düzeyde FDG tutulumu
olan mediastinal lenadenopatilerde
granülamatöz hastalıklar düşünülmelidir
Burçin Çelik1, Muhammed Ali Yılmaz1, Mehmet Gökhan Pirzirenli1,
Murathan Şahin2
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Samsun
2
Giriş: Granülomatöz hastalıklar ülkemizde oldukça sık görülmektedir.
Tüberküloz ve sarkoidoz bu hastalıklar içerisinde en başta gelenlerdir. Tüberküloz sıklıkla akciğerleri tutmasına rağmen bazı olgularda mediastinal
lenf tutulumu şeklinde ortaya çıkmaktadır. Sarkoidoz ise sıklıkla mediastinal ve hiler lenfadenopatiler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Burada PETBT incelemelerinde mediastinal tümörü taklit eden, yüksek düzeyde FDG
tutulumu olan granülamatöz lenfadenit olgularını sunmayı amaçladık.
Olgu: Kliniğimize ikisi öksürük ve nefes darlığı, birisi opere meme
ca+uterus ca olmak üzere toplam 3 hasta, PET-BT görüntülerinde patolojik FDG tutulumu olan mediastinal LAP nedeniyle başvurdu. Olguların
yaşları 60, 60 ve 48 yıl idi. Meme ca+uterus ca tanısı olan olgu 2001 ve
2009 yılında opere edilmiş ve takiplerinde çekilen PET-BT’de sağ 2 ve 4
no’lu LN’da patolojik FDG tutulumu izlenmiş (SUV maks:20,3). Öksürük
nedeniyle tetkik edilen hastanın PET-BT’de subkarinal ve paraözofageal
LN’da patolojik FDG tutulumu (SUV maks:18,81) izlendi. Bu iki olgunun
mediastinoskopik LN biyopsi sonucu kazeifiye granülomatöz iltihabi olay
olarak rapor edildi. Nefes darlığı nedeniyle tetkik edilen hastanın PETBT’de subkarinal LN (SUV maks:21) ve sol interlober LN’larında (SUV
maks:28) patolojik FDG tutulumu izlendi. Bu olgunun mediastinoskopik
LN biyopsi sonucu non-kazeifiye granülomatöz iltihabi olay olarak rapor
edildi.
Tartışma: Ülkemizde tüberküloz ve sarkoidoz gibi granülamatöz hastalıklar yanlış pozitif FDG PET-BT nedenleri arasında en sık görülenlerdir. Nötrofil, lenfosit ve makrofaj gibi aktif inflamatuar hücrelerde olan
glikolizdeki belirgin artış granülomatöz inflamasyonda FDG tutulumunda
artışın asıl sebebidir. Ancak araştırdığımızda literatürdeki yayınlarda FDG
düzeylerinin bizim olgularımızdaki kadar yüksek olmadığını tespit ettik. Olgularımızdaki gibi yüksek FDG tutulumu olan olgularda maligniteyi ekarte
edebilmek için doku biyopsisi gerektiğini düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: mediasten, lenfadenopati, PET-BT, granülamatöz
hastalık
P145
Hemoptiziye Neden Olan İlginç Bir Bronşial
Arter Anastomozu
Muhammet Ali Beyoğlu1, Leyla Nesrin Acar1, Selim Erkmen Gülhan1, Pınar
Bıçakçıoğlu1, Ensar Özdemir2
1
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Bölümü, Ankara
2
Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Bölümü, Ankara
Hemoptizinin kaynağı genellikle bronşial arter dolaşımıdır (%90-95).
Pulmoner sistem kaynaklı kanama nadirdir (%5-10) genellikle kronik
inflamasyon sonucu pulmoner arter dallarında gelişen erozyona bağlıdır.
56
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bronşial arterlerin kanlanması, sistemik dolaşımdan olduğu için kanamanın basıncı da pulmoner arter kanamasına göre yüksek olmaktadır. Bronşial arterler genellikle inen aortadan T5-T6 vertebra düzeyinden köken
alırlar. Bronşiyal arter anomalileri %8 ile 35 arasında bildirilmiştir. Bronşial
arterler; inferior mezenterik arter, tiroservikal trunkus, subklavyen arter,
kostoservikal trunkus, brakiosefalik arter, perikardiyofrenik arter ve inferior
frenik arterden köken alabilir. Hemoptizi %73-98 oranında bronşial arter
embolizasyonu ile akut kontrol altına alınabilir. Bu çalışmamızda hemoptiziye neden olarak ender görülen sağ internal mamarian arterden köken
alan sol bronşial arter olgusunu sunduk.OLGU
Üç yıl önce bronşiektazi nedeniyle sol akciğer alt lobektomi operasyonu
yapılan 42 yaşında erkek hasta hemoptizi şikayeti ile kliniğimize müracaat etti. Hasta son iki günde 400cc hemoptizisinin olduğunu ifade etti.
Hastanın solunum sesleri sol alt zonda azalmış, bilateral alt zonlarda ral
mevcuttu. Hastanın posteroanterior akciğer grafisinde sol akciğerde hacim
azalması, parankimal infiltrasyon saptandı. Toraks BT’de akciğerde bronşiektazik alanlar ile beraber sağ alt lob ve sol üst lobda alveolize hemorajiyle uyumlu görünüm, sol plevral kalınlaşma tesbit edildi. Hastaya yapılan
fiberoptik bronkoskopide aktif kanama tesbit edilemedi. Her iki bronşial
sistemden koagulum aspire edildi. Takibi sırasında 150cc hemoptizisi olan
hastaya bronşiyal arter embolizasyonu planlandı. Yapılan bronşiayal anjiyografide sağ internal mamarian arterden köken alan sol bronşial arter
saptandı. Buraya embolizasyon uygulandı ve sonrasında hemoptizisi olmayan hasta 3. gün taburcu edildi. SONUÇ Hemoptizi sık görülen ve acil
müdahale gerektiren bir semptomdur.Cerragiye uygun olmayan hastalarda bronşiyal arter embolizayonu kullanılabilir
Anahtar Kelimeler: Hemoptizi, Bronşial arter embolizasyonu, Bronşial arter anomalisi
P146
Ateşli Silah Yaralanması Sonrası Gelişen
Kalıcı Akciğer Kavitesi Oluşumu
Leyla Nesrin Acar, Muhammet Ali Beyoğlu, Selim Erkmen Gülhan, Pınar
Bıçakçıoğlu
Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Bölümü
Ateşli silah yaralanmaları tüm toraks travmalarının %5’ini oluşturur.
Ateşli silah yaralanmaları yüksek basınçlı olup çevre dokuda ciddi parankim hasarı meydana getirir. Doku hasarının miktarı delici nesne ve vücut
arasındaki enerji değişimi miktarı ile ilgilidir. Vücuda giren bir kurşun yaralanmasında salınan enerji, giriş miktarındaki enerji miktarından çıkış anındaki enerji miktarının çıkarılması ile bulunur. Enerji alışverişi doku içinde
kalıcı bir boşluk oluşturur. Bu boşluk mermi geçerken meydana gelen
doku ezilmesinin sonucudur. Yaralanan dokunun ağırlık miktarı arttıkça
absorbe ettiği enerji miktarı da artış göstermektedir. Bu çalışmamızda ateşli
silah yaralanması sonrası kalıcı kavite gelişen olgumuzu sunduk.
Olgu: Ateşli silah yaralanması sonucu ani göğüs ağrısı gelişen 21 yaşında erkek hasta kliniğimize kabul edildi. Yapılan fizik muayenede sağ
hemitoraksta solunum sesleri azalmıştı. Hastanın çekilen posteroanterior
akciğer(PA) grafisinde hemopnömotoraks tespit edildi. Hastaya tüp torakostomi uygulandı. Kontrol PA akciğer grafisinde bilateral akciğerler ekspanse izlendi. Sağ üst zonda heterojen artmış yumuşak doku dansitesi ve
sağ skapula alt ucu hizasında metalik dansitede yabancı cisim tesbit edildi.
Toraks tomografisinde sağ akciğer üst lobda ateşli silah yaralanmasına
bağlı tünel oluşumu tesbit edildi. Sağ skapula alt uç anteriorunda tesbit
edilen mermi çekirdeği lokal anestezi ile çıkartıldı. Takibinde ek problemi
olmayan hasta 10. gün taburcu edildi.
Sonuç: Ateşli silah ile oluşan göğüs travmaları göğüs travmaları içinde
çok sık görülmeyen fakat acil müdahale ve sonrasında klinik takip gerektiren yaralanmalardır.
Anahtar Kelimeler: Ateşli silah göğüs yaralanması, Penetran göğüs
travması, Hemopnomotoraks
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P147
P148
Minimal invaziv teknik uygulanan pektus
ekskavatumlu olgularda memnuniyet
bildirimi
Pektus Ekskavatum Deformitesinde Nuss
Ameliyatı Tekniği ve Sonuçları
Akın Yıldızhan, Fatih Hikmet Candaş, Ömer Yavuz, Rauf Görür, Turgut
Işıtmangil
Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Göğüs Cerrahi Servisi, İstanbul
Amaç: Bu çalışmada, minimal invaziv yöntemle düzeltilen pektus ekskavatumlu hastalarda, ameliyat sonrası dönemde memnuniyet düzeyi
araştırıldı.
Yöntem-Gereçler: Mart 2010 ile Aralık 2013 tarihleri arasında Nuss
yöntemiyle ameliyat edilen 23 erkek hasta (ort. yaş: 21.7; dağılım 2126), operasyon sonrası dönemde, geriye dönük olarak değerlendirildi.
Hastalara, Krasopoulos ve ark. tarafından geliştirilen tek basamaklı anket
uygulandı.
Bulgular: Hastaların hepsi ameliyattan önce göğsünün görünüşünün
sosyal aktiviteyi etkilediğini ifade ettiler. Ameliyattan sonra hastaların
%66.6’sı sosyal hayatlarının düzeldiğini veya çok düzeldiğini ifade etti.
Hastaların ameliyat öncesi özgüven ortalaması 5.16 (1-10) iken, ameliyat
sonrası bu değer 7.38 (3-10)’e yükseldi.
Hastaların %83.3’ü genel sağlık durumunun daha iyi olduğunu,
%44.4’ü egzersiz kapasitesinin daha iyi olduğunu, %94.4’ü hastanede
kaldığı dönemde ağrı duyduğunu, taburcu olduktan sonra istirahat halinde
%77.7 hastada hiç ağrı olmadığı tesbit edildi. Hastaların %88.8’i sonuçtan
memnun veya çok memnun olduğunu, %88.8’i göğsünün görünümündeki değişikliğin düzeldiğini veya çok düzeldiğini ifade ettiler.
Sonuç: Sonuç olarak; genç erişkin döneminde nuss ameliyatı, hastalara fiziksel ve pisikososyal olarak olumlu katkı yapmıştır.
Anahtar Kelimeler: Pektus ekskavatum; yaşam kalitesi.
Ali Naycı1, Hakan Taşkınlar1, Cankat Erdoğan1, İsa Kıllı1, Semanur Kuyucu2,
Olgu Hallıoğlu3, Dinçer Avlan1
Mersin Üniversitesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Mersin
Mersin Üniversitesi, Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Anabilim Dalı, Allerji/İmmunoloji Bilim
Dalı, Mersin
3
Mersin Üniversitesi, Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Anabilim Dalı, Kardiyoloji Bilim Dalı,
Mersin
1
2
Amaç: Pektus ekskavatum bir göğüs ön duvarı deformitesi olup, sternum çorba kasesi gibi çöküktür. Bu deformite çocuklarda hem psikososyal
hem de fonksiyonel bozukluklara neden olabilmektedir. Bu deformiteyi
düzeltilmek için uyguladığımız bir minimal invaziv yöntem olan Nuss ameliyat tekniğini ve sonuçlarını değerlendirdik.
Gereç-Yöntem: 2009 ile 2013 tarihleri arasında pektus ekskavatum
tanısı alan ve Nuss ameliyatı yapılan toplam 8 hasta geriye dönük olarak
incelendi. Bu ameliyat yönteminde video torakoskopi yardımıyla sternumun altına bir metal bar yerleştirilerek çöküklüğün düzelmesi sağlandı.
Nuss ameliyatı tekniği ve sonuçları; başarıyı etkileyen faktörler ve hasta
memnuniyeti değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ameliyat öncesi verileri tabloda gösterilmiştir.
Hastaların ortalama takip süresi 30,25±17,7 ay idi. Hiçbir hastada erken veya geç dönemde komplikasyon veya nüks görülmedi. Hastaların
klinik yakınmalarında kozmetik görünüm dışında anlamlı bir gerileme
görülmedi.
Sonuç: Minimal invaziv Nuss ameliyatı pektus ekskavatumun düzeltilmesinde güvenle uygulanabilen başarılı bir yöntemdir. Ameliyatın zamanlaması, çelik barın hazırlanması ve tespiti, barın tutulma süresi başarıyı
doğrudan etkilemektedir. Aile ve hastanın beklentileri cevaplanırken, ameliyatın kozmetik sonuçları ön plana çıkarılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, Nuss tekniği, pektus ekskavatum
Şekil 1.Postoperatif görünüm
FEV1/FVC
Ekokardiografi MVP/
MY
FVC
Heller Endeksi
Çarpıntı
Efor dispnesi
Sternal çöküklük
10,25
8
6
1
3,74
±3,2 (%100) (%75) (%12,5) ±1,6
FEV1
5E:3K
Ortalama Yaş (yıl)
n = 8 Cins
Tablo 1. Hastaların demografik verileri ve preoperatif bulguları
93,66
±13,3
91,83
±8,6
86
3
±7,5 (%37,5)
P149
Santral kataterizasyon nedeniyle
torakotomi gerektiren hemotoraks: 4 Olgu
Yasemin Bilgin Büyükkarabacak, Ayşen Taslak Şengül, Burçin Çelik, Selçuk
Gürz, Tuba Apaydın, Ahmet Başoğlu
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun
Şekil 2. Preoperatif görünüm
Amaç: Çalışmamızda santral kataterizasyon nedeniyle hemotoraks gelişen hastalarımızı literatür bilgileri ile değerlendirmeyi amaçladık.
Olgu: Kronik renal yetmezlik tanısı ile takip ve tedavi edilen 4 hasta santral diyaliz kateterizasyonu sonrasında nefes darlığı, genel durum
bozukluğu ve göğüs ağrısı şikayetleri ile bölümümüze sevk edildi. Bilgisayarlı toraks tomografilerinde hastaların tamamında sağ hemitoraksı tama
yakın dolduran plevral effüzyon tespit edildi. Torasentez sonrası hemotoraks tanısıyla tüp torakostomi uygulandı. Kontrol grafilerinde ekspansiyon
sağlanamayan olguların tamamına torakotomi ile hematom drenajı ve
dekortikasyon uygulandı. Santral kateterler torakotomi esnasında kontrollü olarak çekildi.Olguların 2’sinde V.Cava süperiorde, 2’sinde subklavian
vende aktif kanamanın kesildiği görülen defekt tespit edildi. Histopatolojik inceleme fibrinöz plevrit olarak rapor edildi. Mortalite ve morbidite
gelişmedi.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
57
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tartışma: İyatrojenik hemotoraks, santral kataterizasyon sonrası nefes
darlığı gelişen hemodiyaliz hastalarında düşünülmesi gereken komplikasyondur. Subklavian ven/arter veya vena cava superior yaralanmalarına
bağlı gelişen hemotoraksın, hasta hayatını tehdit eden klinik sonuçlara yol
açabileceği akılda bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: hemotoraks, kataterizasyon, torakotomi
P150
Yelken göğüste erken dönemde cerrahi kot
stabilizasyonu
Yasemin Bilgin Büyükkarabacak, Ayşen Taslak Şengül, Zeynep Pelin Sürücü,
Selçuk Gürz, Mehmet Gökhan Pirzirenli, Ahmet Başoğlu
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun
Giriş: Yelken göğüs tablosu gelişen künt toraks travmalı hastalarda,
standart tedavi yöntemi mekanik ventilator ile internal pnomotik stabilizasyondur. Son yıllarda seçilmiş vakalarda uygulanan cerrahi stabilizasyon
yöntemleriyle, ventilatör bağlantılı morbidite ve mortalite oranlarının azaltılması amaçlanmaktadır.
Bu çalışmada yelken göğüs tanısı ile takip ve tedavi edilen hastalar literatür bilgileri eşliğinde sunulmuştur.
Materyal-metod: 2009-2013 yılları arasında yelken göğüs nedeniyle takip ve tedavi edilen 20 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 10
‘u konservatif olarak tedavi edilen, 10’u cerrahi stabilizasyon uygulanan
hastalardı. Hastalar yaş cins,travmanın tipi, eşlik eden travmalar, yoğun
bakımda, ventilatörde takip ve hastanede kalış süreleri, morbidite ve mortalite ve hastane maaliyetleri açısından değerlendirildi.
Sonuçlar: Stabilizasyon grubunda ortalama entübe takip süresi 6.8,
yoğun bakım takip süresi ortalama 5.1 gündü. Konservatif grupta bu süreler sırasıyla ortalama 26.5 ve 20.5 gündü. Hastanede kalış süreleri stabilizasyon grubunda ortalama 15.9, konservatif tedavi grubunda ortalama
32.5 gündü. Konservatif tedavi grubundan 8, stabilizasyon grubundan 4
hastada pnömoni tespit edildi. Stabilizasyon grubunda 1, konsevatif tedavi grubunda 3 hastada mortalite tespit edildi.
Tartışma: Yelken göğüste cerrahi kot stabilizasyonu, morbidite ve mortaliteyi azaltan güvenli bir tedavi yöntemidir.
Anahtar Kelimeler: cerrahi, stabilizasyon, yelken göğüs
P151
Dev Bül İçi Hemoraji
Fuat Sayır1, Ufuk Çobanoğlu1, Hülya Günbatar2, Selami Ekin2, Aysel
Sünnetçioğlu2, Selvi Aşker2, Bünyamin Sertoğullarından2
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Van
1
2
Terminal bronşiollerin distalindeki hava boşluklarının destrüksiyonu,
dilatasyonu ile oluşan, hava içeren akciğerin yapılarına bül denir. Büller
obstrüktif akciğer hastalıklarının bir parçası olabildiği gibi fibrotik akciğer
hastalıklarının komplikasyonu olarak ta görülebilir. Bül içinde sıvı-hava seviyesinin bulunması çoğunlukla enfeksiyonu düşündürür. Nadiren masif
olabilen hemoptizi bül duvarındaki vasküler yapıların yırtılmasına bağlıdır. Spontan pnömotoraks veya massif kanama gibi akut komplikasyonlar, kistler küçük olsa bile acil cerrahi müdahaleyi gerektirir. İnfeksiyon ve
solunum yetmezliği başta olmak üzere görülen komplikasyonlar sonucu
mortalite %1.5’dir.
Bül içine kanama nadir komplikasyonlardan olup kliniğimizde opere
ettiğimiz bir vakayı sunduk. 59 yaşında erkek hasta nefes darlığı ve göğüs
ağrısı şikayeti ile başvurdu. 40 py sigara öyküsü mevcuttu ve KOAH tanısı
ile izleniyordu. Çekilen bilgisayarlı tomografisinde sağ akciğer alt lobda
13x10 cm ebatlı içinde hava sıvı seviyelenmeleri içeren septasyonlar barındıran kistik lezyon tespit edildi. Hasta cerrahiye alındı, sağ alt lobdaki
komplike büle lineer stepler konarak eksize edildi, yoğun hemoraji çıkarıldı. Cerrahi esnasında ani kardiyak atak geçiren hastaya medikal müdahale edildi, post op anestezi yoğun bakım ünitesinde takip edildi. 13
gün yoğun bakımda solunum yetmezliği ile izlenen hasta kardiyak arrest
sonucu kaybedildi.
Anahtar Kelimeler: Bül, akciğer, hemoptizi
Şekil 1. Sağ alt lobda seviye veren dev bül
P152
Yelken göğüs olgusunda multidisipliner
yaklaşım
Özgür Karakurt1, Mehmet Ali Eryazğan1, Bülent Koçer1, Deniz Erdem2,
Belgin Akan2
AnkaraNumune Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Kliniği, Ankara
AnkaraNumune Eğitim Araştırma Hastanesi, Anestezyoloji ve Reanimasyon Kliniği,
Ankara
1
2
Kosta kırıkları göğüs travmalarının %35-40’ında görülürken, bunların
%10-15’i yelken göğüs ile sonuçlanabilir. Yelken göğüs olgularında
mortalite %10-40 olarak belirtilmektedir. Yüksek mortalite hızında toraks
dışı ciddi sorunlar da rol almaktadır.
Kırkbeş yaşında erkek hasta, araç içi trafik kazası sonrası çoklu sistem
travması nedeniyle hastanemize kabul edildi. Hastada; epidural- subdural
hematom, solda çoklu parçalı kot kırıkları, sol göğüs ön duvarında geniş
segmentte yelken göğüs ve bilateral pulmoner kontüzyon tespit edilmesi
üzerine acil kraniotomi ile subdural- epidural hematomun drenajı sağlandı. Ameliyat sonrası mekanik ventilatör desteğinden ayrılamadı. Hastaya
travmadan 7 gün sonra sol 2- 7. kotlara yönelik internal fiksasyon uygulandı. İnternal fiksasyon sonrası 2. gün ventilatörden ayrılan hasta, yara
yeri enfeksiyonu nedeniyle 1 ay süreyle VAC sistemi tedavi edildi, sonrasında taburcu edildi. Hasta klinik takibimizde 1 yılı doldurmuş ve sorunu
yoktur.
Biz, erken stabilizasyonun anterolateral yelken göğüs ve şiddetli pulmoner kontüzyonun olmayan solunum yetmezlikli olgularda yapılması gerektiğini savunuyor ve başarılı olgumuzu sizlerele payşıyoruz.
Anahtar Kelimeler: Çoklu kaburga kırığı, İnternal stabilizasyon, Travma, Yelken göğüs
Şekil 1. Toraks BT 3 Boyutlu rekonstrüksiyonu
58
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 2. Ameliyat sonrası 3. ay kontrol PAAG
P153
darlığı şikayetleri nedeniyle tetkik edilerek pnömomediastinum saptanması üzerine kliniğimize refere edildi.
Bulgular: FM’de kalp ve solunum sesleri doğaldı, ciltaltı amfizemi yoktu. Vital bulguları, ve laboratuvar değerleri normal sınırlar içerisindeydi.
PAAG ve BT’de masif pnömomediastinum ve pnömoperikardiyum saptandı, pnömotoraks izlenmedi (Şekil 1). EKG ve AKG normal sınırlardaydı. YBÜ’de monitorize takip edilen hastaya destek tedavisi verildi. EKO’da
pnömoperikardiyum dahil herhangi bir patoloji izlenmedi.
Sonuçlar: PAAG ile takip edilen hastanın ağrı ve nefes darlığı şikayetleri 3. gün gerilemeye başladı. 5. gün BT’sinde pnömomediastinum ve
pnömoperikardiyumun tamamen rezorbe olduğu izlendi (Şekil 2). Takip
boyunca vital bulguları stabil olan hasta taburcu edildi.
Tartışma: Pnömomediastinum nadir ancak ciddi bir doğum komplikasyonudur. Hamman Sendromunda en sık suçlanan mekanizma marjinal
alveollerin ruptürü sonucu havanın damar ve bağ dokusu planlarından
mediastene ilerlemesidir. Tipik semptomları göğüs ağrısı, dispne, disfaji
ve boyun ağrısıdır. Ayırıcı tanıda PTE, AMI, aort diesksiyonu, mediastinit,
pnömotoraks, özofageal ruptür ve kardiyak tamponad yeralır. Oskültasyonda kalp atımıyla birlikte çıtırtı sesi alınabilir (Hamman bulgusu). Çoğu
vakada destek tedavisi ile spontan iyileşme sağlanır. Ancak bu hastalarda
pnömotoraks ve tansiyon pnömomediastinum nedeniyle kalp tamponadı
gelişme ihtimali nedeniyle yakın takip gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Hamman Sendromu, Spontan Pnömomediastinum, Postpartum, Sezeryan
Surgical treatment of lung’s echinococcus
cyst rupture into pleural cavity
Sunnatilla Abulkasimov, Shavkat Sabirov
Department of Thoracic Surgery, National Center of TB, Tashkent, Uzbekistan
The rupture of echinococcus cyst into pleural cavity is a severe complication and frequent cause of diagnostic mistakes. we observed 23 patients
with the rupture of echinococcus cyst into pleural cavity.
15 patients were treated during 1 month and 8 patients - during 3
months on account of TB, pleurisy, spontaneous pneumothorax and
empyema of pleura. Before operation in clinic according to clinical-rontgenological data it was deternimed that only 6 patients. The remaining
17 patients had lung collapse with presence of serous or purulent exudation in pleural cavity. It was also observed that 7 patients had complete
lung collapse of pleura and 16 patients had partial collapse. 18 patients
had empyema of pleura developed and 5 had pleurisy. 15 patients had
lung-pleural process located on the right side, 8 patients - on the left side,
14 patients - mainly in lower sections of the lung.
Thoracotomy, ablation of shrunken chitinous shell from the pleural cavity and lung decortication was carried out for 11 patients, lung echinococectomy was carried out 4 patients, lobectomy with pleurectomy - for 3
patients, pulmon- and pleuropulmonectomy - for 5 patients. Good clinical
effect was reached for all operated patients.
Conclusion: the rupture of echinococcus cyst into pleural cavity presents severe complication and is subject to surgical treatment. The effectiveness of surgical treatment in case of this pathology is high. The range
of surgical operations is wide: from pleurectomy and decortication of lung
to pulmonectomy and depends on the condition of collapsed lung and
pleural cavity.
Keywords: echinococcus cyst, complication, surgical treatment
P154
Postpartum Spontan Pnömomediastinum
Ş. Mustafa Demiröz1, Mahmut Tokur1, Hilal Berber Kireçci2
Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kahramanmaraş
Özel Caka Vatan Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Klliniği, Kahramanmaraş
1
2
Giriş-Amaç: Postpartum pnömomediastinum (Hamman Sendromu)
1/100.000 doğumda, tipik olarak genç, sağlıklı, primipar kadınlarda görülen, konservatif tedavi ile çoğunlukla gerileyen ve nadiren nüks eden bir
patolojidir. Normal doğumun daha çok ikinci evresinde, uzamış eylem ve
intratorasik basıncı artıran manevralar sonrasında geliştiğine inanılmaktadır. İngilizce literatürde sezeryan sonrası bildirilmiş çok az sayıda vaka
bulunmaktadır.
Olgu: 18 yaşında primigravid hasta epidural anestezi altında elektif sezeryan sonrasında aniden başlayan göğüs,boyun ve omuz ağrısı ve nefes
Şekil 1. Sezeryan sonrası gelişen spontan pnömomediastinum ve
pnömoperikardiyum (oklar).
Şekil 2. Beş günlük konservatif tedavi sonrası pnömomediastinum ve
pnömoperikardiyumda tam rezolusyon.
P155
ROLE OF SURGERY IN TREATING OF FIRSTLY-FOUND
DESTRUCTIVE PULMONARY TUBERCULOSIS
Sunnatilla Abulkasimov, Shavkat Sabirov, Akram Irgashev
Department of Thoracic Surgery, National Center of TB, Tashkent, Uzbekistan
Due to the ineffectiveness of the DOTS-chemotherapy, surgical treatment was performed in 72 patients with firstly-found fibrous-cavernous
pulmonary tuberculosis (males – 43, females - 29) in age of 18-53. Right
before operations, 31 patients took treatment under the 1st DOTS category, 41 – under the 1st and 2nd categories successively during 1-1.5 years.
Mycobacteria of tuberculosis in sputum were found in 62 patients (86.1%),
of them in 28 (38.8%) – with multi-drug resistance to chemo-preparations
(izoniazid, streptomycin, etambutol, rifampicin).
After pre-operative chemotherapy using basic and reserve preparations (etambutol, pirazinamid, kanamicin, protionamid, lewofloksacin),
segmental lung resection was performed in 15 patients, lobectomy – in
21, pulmonectomy – in 28, thoracoplasty – in 8. Good clinical effect was
reached in 66 patients (91.6%), unsatisfactory results – in 3 (4.2%). A
total of 3 patients (4.2%) died from the progress of post-operative pleural
empyema and re-activation of tuberculosis.
Conclusion: Surgical treatment of firstly found fibrous-cavernous pulmonary tuberculosis after ineffective therapy is important and significant
for healing of the patients. It prevents transition of the tubercular process
in chronic forms
Keywords: pulmonary tuberculosıs, fırstly-found, surgery treatment
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
59
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P156
Extrapleural thoracoplasty MDR TB in lung
Shavkat Sabirov, Sunnatilla Abulkasimov
Department of Thoracic Surgery, National Center of TB, Tashkent, Uzbekistan
Extrapleural thoracoplasty was performed in 88 patients. Patients were
suffering from tuberculosis from 2 to 5 years or more. Unilateral tuberculosis was diagnosed in 77.3% of patients, bilateral - in 22.7 %. Progressive
course was observed in 70.5%, pulmonary hemorrhage - at 34.1%.
Drug resistance to chemo- 2 was found in 10.2%, to 3 drugs - 21.6 %,
to 4 drugs - 37.5 %, to 5 drugs - at 30.7 %. After preoperative sputum
conversion was achieved in 73.9% of patients. 4- rib thoracoplasty was
performed in 2 patients (2.3%), 5- rib - in 19 (21.6%), 6- rib - in 61 (69.3
%), 7 - 8 rib - 6 (6 8%) of them right - in 38 (43.2%), left - in 50 patients
(56.8 %).
Good results were achieved in the next 89.8% patients, unsatisfactory in 7.9 %, with mortality - in 2.3%.
Long-term results extrapleural thoracoplasty studied in 76 patients.
2-10 years ascertained clinical cure in 93.4% patients, reactivation of tuberculosis - in 3.9%, mortality - in 2.6%.
Conclusion: With widespread and drug-resistant tuberculosis in the
lungs and pulmonary resection pneumonectomy are very dangerous because of the development of pleural pulmonary complications and high
mortality. This heavy contingent of patients extrapleural thoracoplasty is
the operation of choice with the nearest effective in 89.8% and clinical
cure in the remote terms - 93.4%
Keywords: MDR TB, lung, thoracoplasty
Şekil 1. Rezeksiyon materyali
P157
Göğüs duvarının nüks malign mezenkimal
tümörü; olgu sunumu
Özgür Karakurt1, Mehmet Ali Eryazğan1, Mehmet Hakan Bulam2, Necip
Cihan Hasçiçek2, Murat İğde2, Bülent Koçer1
AnkaraNumune Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Kliniği, Ankara
AnkaraNumune Eğitim Araştırma Hastanesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniği,
Ankara
1
2
Malign mezenkimal tümörler çoğunlukla ekstremitelerde daha az sıklıkla
(%10- 15) göğüs ve karın duvarında görülür.
Olgumuz 42 yaşında erkek hasta. Kliniğimize başvurusundan 6 ay kadar önce göğüs duvarı sol yanında ağrısız kitle nedeniyle başvurduğu merkezde kitle eksize edilmiş. Patoloji sonucunu takip etmeyen hasta insizyon
bölgesinde sert ağrısız fikse kitle tespit etmesi üzerine tarafımıza başvurdu. Hastanın patoloji sonucunun malign mezenkimal tümöt olduğunun
öğrenildi. Toraks BT ve MR’da kitlenin sol 6. kotu invaze ettiği görüldü.
Hastanın kitlesi sol 6- 7. kot cilt ve ciltaltı dokuyu içerecek şekilde eksize
edildi. Geniş defekt titanyum plaklar, mesh ile stabilize edilip, aynı taraf
latisimus dorsi kasıyla örtüldü. Ameliyat sonrası takibinde sorun olmayan
hasta klinik takibimizdedir.
Göğüs duvarı tümörlerinde ameliyat öncesi doku tanısı tespiti ile gerekli rezeksiyonun planlanması hayatidir. Malign göğüs duvarı tümörlerinde
geniş göğüs duvarı rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonu düşük morbidite ve
mortalite ile gerçekleştirilebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Göğüs duvarı, malign mezenkimal tümör,
rekonstrüksiyon
60
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. Ameliayt sırasında altisimus dorsi muskülokutan flebi ve göğüs duvarı
defekti
P158
Mini İnsizyondan Diyafram Plikasyonu (Olgu
Sunumu)
Sezai Çubuk, Gökhan Ayberik, Orhan Yücel, Alper Gözübüyük
Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Diyafram plikasyonu; diyafram paralizilerinde solunum işlevi esnasında
paradoksik hareketi önlemek amacıyla eventre olmuş diyaframın plikasyon ile sabitlenmesi ve aşağı çekilmesi işlemidir. Bu ameliyat posterolateral torakotomi veya torakoskopik olarak uygulanabilmektedir. Biz obez
bir olgumuza, torakoskopik yöntemle uyguladığımız diyafram plikasyonu
ameliyatının sonucunu sunmayı amaçladık.
Altmış dokuz yaşında bayan hasta nefes darlığı şikayeti ile kliniğimize
başvurdu. Yapılan fizik muayenesinde sol hemitoraksda alt zonda solunum
seslerinin azaldığı saptandı. Çekilen akciğer grafisinde sol hemidiyaframın
yüksek yerleşimli olduğu gözlendi (Figür 1). Solunum fonksiyon testinde
restriftif tipte bozukluk saptanan hastanın hikayesinde 1 yıl önce by-pass
geçirdiği öğrenildi. Yapılan floroskopide sol hemidiyaframın paralizik olduğu gözlenen hastaya diyafram plikasyonu yapılması önerildi. Ameliyatı
hakkında bilgi verilen hasta için kilolu olması, yaşlı olması nedeniyle minimal invaziv yaklaşımın daha uygun olacağı düşünüldü. Hastaya 7. interkostal aralıktan 3 cm.lik yardımcı insizyon ve 4. interkostal aralıktan kamera portu yerleştirilerek diyafram plikasyonu uygulandı. Postoperatif ağrı
şikayeti minimal olan hastanın dispne şikayeti kayboldu. Hastanın solunum fonksiyon testinde FVC değeri %57 den postoperatif %96’a yükseldi.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Diyafram plikasyonu diyafram eventrasyonlarında güvenle uygulanabilen cerrahi girişimdir. Son zamanlarda geliştirilen minimal invaziv girişimler, göğüs cerrahisi pratiğine hemen hemen her alanda kullanılmaktadır.
Bu olguda 3 cm.lik insizyon kullanılarak, torakotominin solunum fonksiyonlarına olan olumsuz etkisi minimalize edilmiştir. VATS ile diyafram plikasyonu güvenli bir şekilde yüz güldürücü sonuçlarla uygulanabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Diyafragma, Plikasyon, VATS
Şekil 1. Akciğerde bilateral lezyonlar
P160
Ventrikül Duvarından Laserasyona Neden
Olan Gossipoboma (Olgu Sunumu)
Sezai Çubuk, Gökhan Ayberik, Orhan Yücel, Alper Gözübüyük
Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Şekil 1. Yükselmiş sol hemidiyafram
P159
Malign Görünümlü İnflamatuar
Miyofibroblastik Tümör (Olgu Sunumu)
Sezai Çubuk, Gökhan Ayberik, Orhan Yücel, Alper Gözübüyük
Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
İnflamatuar miyofibroblastik tümör diğer adıyla inflamatuar
pseudotümör, inflamatuar hücrelerin aşırı çoğalması ile oluşan nadir bir
benign tümördür. Lezyonlar sıklıkla akciğerlerde gözlenir. Asemptomatik
ve spesifik bulgularının olmaması nedeniyle kesin tanı histopatolojik
olarak konulmaktadır. Biz radyolojik olarak malignite düşündüğümüz
ancak histopatolojik olarak benign karakterde inflamatuar miyofibroblastik
tümör olarak raporlanan olgumuzu sunmayı amaçladık.
Elli yedi yaşında astım tanısı olan erkek hasta bilateral akciğerlerinde
lezyonlar ve mediastinal lenfadenopati ile kliniğimize başvurdu (Figür 1).
Yapılan bronkoskopik ve ince iğne aspirasyon biyopsisi tetkiklerinde tanısal sonuç alınamayan hastaya torakotomi uygulandı. Yaygın yapışıklık olması ve öncelikli olarak tanısal amaçlı cerrahi düşünülmesi nedeniyle sağ
alt lob superior segmentteki lezyona kama biyopsisi uygulandı. Postoperatif patolojisi inflamatuar miyofibroblastik tümör olarak raporlanan hasta
takibe alındı. Bu lezyonlar inflamatuar olaya sekonder olmaları nedeniyle
zaman içerisinde regrese olabilmektedirler. Ancak, değişiklik göstermeyen
veya ilerleyerek invazyon gösterebilen lezyonlarda mevcuttur. Bizim olgumuzda lezyon takipler esnasında küçülmüştür.
Görüntüleme sistemleri ile inflamatuar miyofibroblastik tümörü bizim
olgumuzda olduğu gibi malign tümörlerden ayırt etmek güçtür. İnflamatuar miyofibroblastik tümörlerde tedavi komplet rezeksiyondur. Komplet
rezeksiyon sonrası nüks nadirdir. Komplet rezeksiyon uygulanmayan hastalara kemoterapi, radyoterapi, steroid tedavisi verilebilir.
Anahtar Kelimeler: İnflamatuar Miyofibroblastik Tümör, Malignite,
Regresyon
Gossipoboma, vücut içerisinde unutulmuş gazlı bezlerin neden olduğu
kitlesel lezyonlara verilen genel bir isimdir. Sıklıkla batın cerrahisi sonrası
gözlenir. Biz reflü nedeniyle opere edilmiş hastada insidental saptanan parakardiak gossipoboma olgumuzu sunmayı amaçladık.
50 yaşında bayan hasta çocukluk çağında geçirmiş olduğu tip 2 atrial
septal defekt nedeniyle yapılan takiplerinde insidental saptanan parakardiak lezyon nedeniyle kliniğimize başvurdu. Hikayesinde yaklaşık 3 yıl önce
laparoskopik Nissen-fundoplikasyonu ameliyatı olan hastada 2. Derece
mitral yetmezlik dışında anormal bulgu saptanmadı. Toraks tomografisinde ventrikül komşuluğunda 5X3 cm ebatlarında lezyon tespit edildi (Figür
1). Sol torakotomi uygulanan hastada kitlenin perikarda sıkıca yapışık olduğu saptandı. Künt ve keskin diseksiyonlarla kitle perikarddan ve yapışık
olduğu akciğerden ayrıldı. Diseksiyon esnasında lezyonun ayrıca perikardı
aşıp myokarda yapışıklık gösterdiği saptandı. Kitle rezeksiyonunu takiben
kanama kontrolü yapıldığı esnada incelmiş olan ventrikül duvarından laserasyon gerçekleşti ve her sistol ile toraks içerisine kan geçişinin olduğu
gözlendi. Tampon ile hafifçe bastırılarak kontrol altına alınan kanama, plejitli sütür ile primer onarıldı. Ameliyat sonrası ekokardiografi ile kontrolü
yapılan hastada intrakardiak trombüs saptanmadı. Hasta kontol muayenesine gelmek üzere taburcu edildi. İki yıldır takip altında bulunan hastada
problem saptanmadı.
Gossipobomalar vücudun vermiş olduğu yabancı cisim reaksiyonu ile
çevreleri fibrinöz bir yapı ile sarılır ve bu esnada çevre dokularda yapışıklık
gelişir. Bu yapışıklıklardan diseksiyon esnasında istenmeyen komplikasyonlar gelişebilir. Kalp ve büyük damarlar gibi önemli yapılara komşuluk
gösteren yabancı cisimlerin tahliyesi esnasında ilgili yapılarda laserasyon
olabileceği akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Gossipoboma, Laserasyon, Ventrikül
Şekil 1. Ventrikül komşuluğunda lezyon
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
61
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P161
Uzamış Hava Kaçaklarında Endobronşial
Valf (Olgu Sunumu)
Sezai Çubuk1, Orhan Yücel1, Ergun Tozkoparan2, Alper Gündoğan2
Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Gata, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Endobronşial valf, bronkoskopik olarak uygulanan ve sıklıkla amfizem
hastalığında hacim küçültücü olarak kullanılabilen bir yöntemdir. Biz endobronşial valfi, uzamış hava kaçağı olan von-willebrand hastası bir olgumuzda kullandık. Bu olgu sunumunda endobronşial valf uygulamasının
uzamış hava kaçağında da başarılı bir şekilde uygulanabileceğini paylaşmak istedik.
21 yaşında erkek hasta efor dispnesi nedeniyle kliniğimize başvurdu.
Yapılan tetkiklerde sol hemitoraksda kavite ve hastada trombositopeni
tespit edildi (Figür 1). Alınan hematoloji konsültasyonu sonrası patoloji
saptanmayan hastaya kavite tahliyesi ameliyatı uygulandı. Postoperatif
erken dönemde hemorajik drenajı olan hasta tekrar ameliyata alındı. İntraoperatif aktif kanama odağı saptanmadı. Postoperatif dönemde eritrosit
süspansiyonu ve taze donmuş plazma ile desteklenen hastada drenaj kontrol altına alındı. Hematoloji kliniği ile görüşülen ve ilgili klinikçe ileri tetkik
yapılan hastada von-willebrand hastalığı tespit edildi. Postoperatif uzamış
hava kaçağı tespit edilen hastaya endobronşial valf uygulandı. Üst loba
yerleştirilen 3 adet valf sonrası hasta taburcu edildi. Post operatif üçüncü
ayda valfleri çıkarılan hastada hava kaçağının kesildiği gözlendi.
Endobronşial valf uygulamaları cerrahi girişimin gerektirmeyen güvenle uygulanabilen bronkoskopik bir girişimdir. Kolay uygulanabilirliği ve
güvenli oluşu avantajıyken, yüksek maliyete sahip olması en önemli dezavantajıdır. Uzamış hava kaçaklarında endobronşial valf uygulamasının
etkinliğinin tam ortaya konması için daha fazla klinik çalışmalara ihtiyaç
vardır.
Anahtar Kelimeler: Endobronşial, Hava kaçağı, Valf
Göğüs ağrısı şikayetiyle başvuran hastanın toraks tomagrafisinde sağ
parakardiyak yerleşimli akciğer parankiminde itilmeye neden olmuş, düzgün sınırlı kitlesel lezyon saptandı. Lezyon mediyastende sağ atrium komşuluğunda anteriorda yaklaşık 50x33 mm boyutlarında ve ortalama 52
HU dansitede idi. Videotorakoskopik cerrahi yapıldı. Tek porttan diseke
edilen lezyon en blok çıkarıldı.
Radyolojik ayırıcı tanısında bronkojenik kist, perikardiyal kist düşünülmüş olan kitlenin patlojisi tip AB timoma olarak raporlandı.
Timomalar çoğunluklu anterior mediyasten yerleşimdir. Atipik yerleşimleri tanı zorluğu oluşturabilir. Videotorakoskopik cerrahinin giderek artan
oranda kullanımı, minimal invaziv olarak tanı ve tedavi olanağı sağlamıştır.
Anahtar Kelimeler: Timoma, Atipik yerleşimli timoma, tek post videotorakoskopik cerrahi
Şekil 1. Kitlenin VATS görüntüsü 1
Şekil 2. Kitlenin VATS görüntüsü 2
P163
Şekil 1. Sol hemitoraks yerleşimli kaviter lezyon
P162
Tek port video yardımlı cerrahi ile komplet
rezeke edilmiş atipik yerleşimli timoma
olgusu
Ümit Aydoğmuş, Gökhan Öztürk, Gökhan Yuncu
Pamukkale Üniversitesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Denizli
Timoma nadir görülen bir tümördür. Sıklıkla anterior mediastende yerleşir. Burada sağ parakardiak alanda yerleşmiş, uniportal videotorakskopik cerrahi ile komplet rezeke edilmiş bir timoma olgusu sunulmuştur.
62
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Pikanın Nadir Komplikasyonu; Taş
Aspirasyonu Ve Buna Bağlı Uygulanan
Lobektomi
Asuman Akın Türker, Leyla Nesrin Acar, Selim Şakir Erkmen Gülhan, Barış
Hekimoğlu, Pınar Bıçakcıoğlu
Atatatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Ankara
Pika, besin olmayan maddelerin yenmesi durumudur. Etyolojisi tam
olarak bilinmeyen ve sıklıkla demir eksikliği anemisi ile birlikte görülür.
İntestinal obstrüksiyon ve kurşun zehirlenmesi en sık görülen pika komplikasyonlarıdır. Taş aspirasyonu, pikanın nadir görülen komplikasyonudur.
Olgu Sunumu: Özgeçmişinde demir eksikliği anemisi ve pika hikâyesi
olan 38 yaşındaki bayan hasta taşı kumu ağzına aldıktan sonra gelişen
solunum sıkıntısı nedeniyle başvurmuş; fizik muayenesinde sağ akciğerde
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
solunum seslerinin azaldığı görülmüştür. Çekilen postero-anterior akciğer grafisinde patoloji saptanmadı (Resim1). Bu bulgularla hastaya rijid
bronkoskopi yapılarak sağ akciğer alt lob bazal segment girişinde yabanci
cisim (taş) saptandı ancak segment ağzına saplanmış olduğundan dolayı
çıkartılamadı. Genel anestezi altında sağ posterolateral torakotomi ile sağ
alt lob bazal segment bronşunda taş dışarıdan palpe edildi, bronkotomi ile
çıkarılmaya çalışıldı ancak segment ağzına saplanmış olduğundan dolayı
alt lobektomi uygulandı (Şekil 2). Postoperatif takibinde sorunsuz olarak
hasta 6. günde taburcu edildi. Hastanın kontrollerinde anemi tedavisi almadığını, ihmal ettiğini ve ara ara kum yeme isteğinin devam ettiğini söylemesi endişe vericidir.
Sonuç: Pika, besin olmayan maddelerin yenmesi durumudur. Taş aspirasyonu, pikanın nadir görülen komplikasyonudur.
Anahtar Kelimeler: Pika; respiratuar aspirasyon; lobektomi
yakınmalar çok değişken olmakla birlikte, substernal bölgede olan ağrı en
sık görülen semptomdur. Polikliniğimize göğüs ağrısı ve boğazda tıkanıklık
hissi ile başvuran bu olgu göğüs ağrılarının ayırıcı tanısında spontan mediastinumun düşünülmesi gerekliliğini vurgulamak amacıyla sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: spontan, pnömomediastinum
Şekil 1.
Şekil 1. Hastanın preoperatif akciğer grafisi
Şekil 2. Rezeke edilen alt lob ve taşın görünümü
Şekil 2.
P164
Spontan pnömomediastinum, göğüs ağrısı
Aslı Balaban1, Rukiye Metineren1, Mehmet Suat Patlakoğlu2
1
Dumlupınar Üniversitesi, Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
Bölümü, Kütahya
2
Dumlupınar Üniversitesi, Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi
Bölümü, Kütahya
Pnömomediastinum (PM) mediasten içinde hava bulunmasıdır. Olguların çoğu travmatik nedenlerle oluşmaktadır. Spontan pnömomediastinum
(SPM) nadiren semptom verir ve genellikle tesadüfen saptanır. SPM daha
çok genç erkeklerde görülür, kendi kendine iyileşme eğilimi gösterir. Klinik
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
63
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P165
P166
Timolipoma ve Tiroid Papiller
Mikrokarsinomu Birlikteliği
Erkek Memesi Üzerinde Nadir Bir Kitle:
Pilomatrikoma
Ali Özdil1, Huriye Gülistan Bozdağ1, Alpaslan Çakan1, Ufuk Çağırıcı1, Özer
Makay2, Mine Hekimgil3
Bayram Metin1, Sevinç Şahin2, Selda Seçkin2, Yavuz Selim İntepe3, Eylem
Yıldırım3, Hasan Doğru1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İzmir
3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir
1
2
2
Timolipoma, yavaş büyüyen, nadir bir anterior mediasten tümörüdür.
Timik tümörlerin %2-9’unu oluşturur. Çoğu asemptomatik olduğundan
rutin radyografiler sonucunda insidental olarak saptanır. Çok nadir de olsa
myastenia gravis, timoma, aplastik anemi ve Hodgkin hastalığı timolipoma ile birlikte görülebilir.
Olgu: Otuz yaşında kadın hastanın nefes darlığı şikayeti nedeni ile yapılan tetkiklerinde anterior medistinal kitle saptanması üzerine kliniğimize
refere edilmiş. Öz ve soygeçmişinde özellik olmayan hastanın fizik muayenesi normaldi ve laboratuar tetkiklerinde patolojik bulgu saptanmadı.
Olgunun akciğer grafisinde mediastinal genişleme izlenirken toraks bilgisayarlı tomografisi, ön mediastende timus lojunda kardiyak seviyeye kadar devamlılık gösteren konturları demarke edilemeyen mediastinal yağlı
dokuda yaygın amorf dansite artışları; tiroid gland sağ lobu hipertrofik,
intraglandüler nodül, lobun alt konturunda mediastinal uzanım şeklinde
raporlandı (Şekil 1). Genel cerrahi kliniği tarafından değerlendirilen hastaya tiroid bezinin retrosternal uzanım göstermesi nedeniyle tiroidektomi
yapılması da önerildi. Bu bulgularla hastaya aynı seansta ilk önce genel
cerrahi kliniği tarafından collar insizyonla total tiroidektomi ve sonrasında
tarafımızca median sternotomi ile total kitle ekstirpasyonu operasyonları uygulandı (Şekil 2). Postoperatif takibinde sorun izlenmeyen hasta 4.
günde eksterne edildi. Patoloji sonucu “timolipoma, tiroidin papiller mikrokarsinomu” olarak raporlandı. Hastaya tiroid karsinomu nedeniyle postoperatif radyoaktif iyot tedavisi uygulandı ve timolipoma açısından takibe
alındı.
Sonuç: Timolipomanın tanı ve tedavisi için kitlenin total ekstirpayonu gerekmektedir. Cerrahi sonrasında ek tedaviye gerek yoktur ve nüks
bildirilmemiştir. Literatürde timolipoma ile timoma, timik karsinom, timik
karsinoid, lenfoma ve nöroendokrin tümörlerin birarada izlenebildiği yayınlanmış; ancak timolipoma ile tiroid papiller mikrokarsinomunun birlikteliğine rastlanmamıştır.
Anahtar Kelimeler: mediasten cerrahisi, timolipoma, tiroid karsinomu
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi,Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Yozgat
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Yozgat
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yozgat
3
Giriş: Mikrokalsifikasyonlar iceren iyi sınırlı nodül şeklinde çok az sayıda meme yerleşimli pilomatrikoma vakaları yayınlanmıştır. Biz bu yazımızda, erkek memesi üzerinde, benign bir neoplazm olan bir pilomatrikoma
vakasını sunuyoruz.
Olgu: 25 yaşında erkek hasta sağ meme üzerinde cilt altında ele gelen
kitle lezyon şikayeti ile geldi.Laboratuar tetkikleri normal idi. Fizik muayenesinde sağ meme başının yaklaşık 3 cm üzerinde, cilt altında, üzeri
hiperemik, palpasyonla ağrılı kitle lezyon ele geliyordu. Hastanın kitlesi
lokal anestezi ile yaklaşık 1 cm’lik insizyonla enükle edilerek total çıkarıldı.
Patoloji sonucu pilomatrikoma olarak gelen hasta sorunsuz olarak takip
edilmekte.
Sonuç: Önceden Malherbe’nin kalsifiye epitelyoması olarak bilinen
pilomatrikoma, kıl koklerinin matriks hucrelerinden gelişen derin dermal
veya subkutanoz yerleşimli benign bir tümördur. Çocuklarda ve gençlerde
daha sık olup %60’ı ilk iki dekatta görülürr. Genellikle baş-boyun
bölgesinde yerleşir. Kadınlarda daha sıktır ve kadın erkek oranı 3:2 dir.
Literaturde meme lokalizasyonu oldukça nadir olarak bildirilmiştir.Tedavisi
lokal eksizyondur. Tam olmayan eksiyonlarda bile lokal nüks çok nadirdir.
Biz bu vakamızda, erkek memesi üzerinde bir kitle olarak saptadığımız
pilomatrikoma vakasını sunuyoruz.
Anahtar Kelimeler: pilomatrikoma, meme, cerrahi tedavi
P167
Takayasu arteritli hastada tekrarlayan
spontan kot fraktürleri
Bayram Metin1, Aylin Okur2, Yurdanur Akyüz2, Halil İbrahim Serin2, Hasan
Doğru1
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Yozgat
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Yozgat
1
2
Şekil 1. Retrosternal tiroid dokusu ve timus patolojisine ait BT görüntüleri
Şekil 2. Timolipomanın peroperatif görüntüleri
64
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş: Takayasu arteriti daha çok gençlerde gelişen, aorta ve ondan
ayrılan dalların öncelikli tutulduğu, damar duvarında granulomatöz inflamasyonla seyreden, kronik seyirli bir büyük damar vaskülitidir. Takayasu
tedavisinde sıklıkla kortikosteroidler ve metotreksat, azatioprin gibi geleneksel immünsupresif ilaçlar kullanılmaktadır.Steroidlerin kullanımları sırasında önemli yan etkiler ortaya çıkabilir.Bu yan etkilerden biri osteoporoz
gelişimi ve buna bağlı spontan kemik fraktürleridir.Biz burada takayasu
arteriti nedeni ile uzun süre steriod kullanımına bağlı gelişen tekrarlayan
kot fraktürlü bir olguyu sunuyoruz.
Olgu: Son bir haftadır göğsünün sağ yanında şiddetli ağrıları olan 34
yaşında erkek hasta, 10 yılı aşkın süredir takayasu arteriti nedeni ile steroid ve metotreksat tedavileri almış. Son 2 yıldır kontrole gitmeden steroid
kullanmaya devam etmiş. Bir yıl öncede yine aynı taraf göğsünde şiddetli
ağrıları olmuş ve ağrı kesici tedavilerle geçmiş. Hastanın PAAC grafisinde
kırık hattı net görülemedi. Laboratuar değerleri normal idi. Toraks CT’de
arkus aorta duvarında ve arkus aortadan çıkan arterlerin proksimal bölümünde milimetrik kalsifik plaklar izlenmiştir. Ayrıca sağ 9. Kotta fraktür
lokalizasyonunda kallus oluşumu görülmektedir (eski fraktür). 10. kotta
hafif deplase lineer fraktür hattı görülmektedir. Kemik dansitometrisinde
kemik mineral yoğunluğu azalmış (osteopenik) olup fraktür riski yüksekti.
Hastanın ağrı kontrolü sağlandıktan sonra takayasu yönünden tedavisinin
yeniden düzenlenmesi açısından takipte olduğu kliniğe yönlendirildi.
Sonuç: Spontan kot fraktürlerinin tedavisi altta yatan etyoloji ile yakından ilişkilidir. Uzun süre steroid alan hastalar mutlaka osteoporoz açısından değerlendirilmelidir. Altı aydan fazla steroid verilmesi düşünülen
hastalara mutlaka kemik dansite ölçümü yapılmalıdır.Steroid kullanan
hastalara mümkün olan en düşük dozda steroid verilmeli, yeterli kalsiyum
ve D vitamini alımı gerekli horman replasmanlarının yapılması gerekir.
Anahtar Kelimeler: Takayasu Arteriti,Spontan kot fraktürleri, Streoid
tedavisi
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P168
P169
Miyofibroblastik tümörler; Nodüler fasiitis
olgu sunumu
Mehmet Özgel, Sevinç Yağcı, Duran Yıldız
İntraparenkimal yabancı cismin video
yardımlı torakoskopi (VATS) ile çıkarılması;
Nadir bir endikasyon (Olgu Sunumu)
Malatya Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Malatya
Gürhan Öz1, Sibel Günay2, Ersin Günay3, Adem Gencer1, Okan Solak1
Nodüler Fasiitis(NF) subkutanöz dokudaki fibroblastların reaktif benign
proliferasyonudur ve daha çok derin fasiyada görülür. Bu lezyon hızlı büyüdüğü, zengin hücre içeriği ve mitotik aktivitesi nedeniyle bir sarkom gibi
davranır. Subkutanöz pseudofibromatozis veya proliferatif fasiitis olarak
da adlandırılır.
NF 3.-4. dekatta, erkek ve kadınlarda eşit oranda görülür. Vücudun herhangi bir bölgesinde görülebilmekle beraber üst ekstremite, özellikle de ön
kollar en sık tutulan bölgelerdir. Gövde en sık tutulan ikinci bölgedir.
Nodül genellikle tek, solid ve palpe edilebilir. Büyüklüğü yaklaşık 2 cm
civarındadır. Usg eşliğinde yapılan iğne biyopsisi ile tanı konulabilir. Ağrı
yapmıyor ise takip edilebilir veya hem tanı hem de tedavi amaçlı eksizyon yapılabilir. Nüks oranı %1 civarındadır. Nüks eder ise tanı gözden
geçirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Soliter nodül, göğüs duvarı
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
Afyon Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Afyonkarahisar
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, GöğüsHastalıkları Anabilim Dalı,
Afyonkarahisar
1
2
3
Müslüman nüfusun fazla olduğu ülkelerde başörtüsü iğnesinin yutulması / aspire edilmesi oldukça sık görülmektedir. Aspire edilen yabancı
cisim genellikle bronkoskopik yöntemler ile (fleksibl veya rijit) çıkartılmakta, bronkoskopik yöntemlerle çıkartılamayanlarda ise torakotomi
uygulanmaktadır.
Biz de 21 yaşındaki kazara türban iğnesi aspire eden bir hastayı sunduk. Hasta öncelikle farklı bir merkezde gastroenteroloji kliniğine başvurmuştu. Hastaya akciğer grafisinde diyafragma altında iğne gölgesi olması
nedeniyle tekrarlayan (3 kez) başarısız gastroskopi işlemleri uygulanmıştı.
Hasta bize başvurduktan sonra, detaylı öykü alınması ve dış merkezde
çekilen batın tomografisinin üst kesitlerinin incelenmesiyle iğnenin sol akciğer alt lob parenkiminde lokalize olduğu görüldü. Hastaya fleksible video
bronkoskop ile bronkoskopi yapıldı ancak iğnenin periferik lokalizasyonu
nedeniyle görüntülenemedi. Hastaya Video-yardımlı-torakoskopi (VATS)
uygulanarak iğne çıkarıldı.
Bildiğimiz kadarıyla, bu vaka ülkemizde bu yöntemle türban iğnesinin
çıkarıldığını gösteren ilk, İngilizce literatürde de 2. vakadır. Bu nedenle bu
nadir endikasyonla yapılmış başarılı VATS operasyonunu literatür eşliğinde sunmak istedik.
Anahtar Kelimeler: Aspirasyon, yabancı cisim, torakoskopi, türban
iğnesi
P170
VATS Timotimektomi: Lenfoid stromalı
mikronoduler timoma
Şekil 1. MRI da coronal kesitin T1 ağırlıklı görüntüsünde Sternum ile birinci kostal
bileşkede kitle.
Murat Kapdağlı, Salih Duman, Berk Çimenoğlu, Berker Özkan, Adalet
Demir, Alper Toker
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
Timomalar ön mediasten yerleşimli paraneoplastik ve otoimmun hatalıklarla beraberliği sık olan lezyonlardır. Lenfoid stromalı mikronoduler
timoma ise nadir görülen bir timoma alt tipi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu tipteki timomaların genellikle sınırlı neoplastik lezyonlar olup, nüks,
metastaz ve tümöre bağlı ölümlere sebep olmayan bening seyir gösterdiği
bildirilmiştir. Bu olguda ön mediastende saptanan 3,5 cm lezyonu olan
oculofarengeal muskuler distrofinin eşlik ettiği 61 yaşında kadın hastaya
torakoskopik timotimektomi uygulandı. Uzun dönem patoloji sonucu lenfoid stromalı mikronoduler timoma olarak raporlandı. Hastanın postop ek
tedavi almaksızın takibi uygun görüldü. Sonuç olarak timomaların nadir
görülen ottoimmun ve paraneoplastik sendromlamlara birlikte seyrettiği,
nadir görülen alt timoma histopatolojik tiplerinin de bu çerçevede yer alabildiği hatırlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Ön Mediasten, Mikronoduler timoma, Torakoskopik timotimektomi
TORAKS BT
Şekil 2. MRI da axial kesitin T1-2 ağırlıklı görüntüsünde pektoralis majör altında
yuvarlak kitle.
Şekil 1. Ön mediastende 3,5cm’lik lezyon
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
65
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P171
P173
Katameniyal hemoptizi
Hipotansiyona Neden Olan Dev Soliter Fibröz
Tümör
Mehmet Bilgin, Duygu Kırıcı
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kayseri
Nadir gözlenen bir patoloji olan katameniyal hemoptizi intrapulmoner
ya da endobronşiyal alanlarda endometriyum dokusunun varlığıyla karakterizedir. Bu yazıda endobronşiyal tutulum ile seyreden katameniyal
hemoptizili bir olgu sunulmuştur.
Onsekiz yaşındaki hastanın öyküsünde son yedi aydır menstrüel siklus
döneminde tekrarlayan hemoptizi epizodları mevcuttu. Hemoptizi masif
oluyordu ve hasta birkaç kez bu nedenle acile gelmişti. Hemoptiziler ikinci
gün azalıyor ve 3. gün hiç hemoptizi olmuyordu. Hastaya Bronkoskopi dışında ösefagus mide ve duodenum endoskopisi yapıldı. Menstrüel silküsün
ilk günü de yapılan bronkoskopide kanama odağı tespit edilemedi. Hastaya gonadotropin-salgılatan hormon analoğu ile östrojen ve progesteron
içeren hormon replasman tedavisi başlandı. Tedavi ile tam yanıt alındı.
Hastanın tedavi sonrası hiç hemoptizisinin olmaması bize olası tanı olarak katameniyal hemoptiziyi düşündürdü.
Anahtar Kelimeler: Katameniyal hemoptizi, endobronşiyal endometriyozis, massive hemoptizi
P172
Mehmet Furkan Şahin, Koray Aydoğdu, Funda İncekara, Göktürk Fındık,
Sadi Kaya
Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Soliter fibröz tümörler plevranın nadir görülen bir patolojisidir ve sıklıkla
visseral plevradan köken alırlar. Genellikle benigndirler, ancak olguların
%12-37’si malign bir seyre sahip olabilir. Genellikle asemptomatiktir. Kitlenin büyüklüğüne ve lokalizasyonuna bağlı non-spesifik bulgular görülebilir. Yavaş büyüyen bu tümörler hemitoraksı dolduracak boyutlara ulaşabilir. Tanısında görüntüleme yöntemlerinden yararlanılabilir. Preoperatif
tanısı oldukça zor olan bu lezyonların kesin tanısı için genellikle kitlenin
total olarak çıkarılarak histopatolojik incelenmesi gerekmektedir. Tümörün
cerrahi olarak çıkarılması tedavi için yeterli olsa da, ameliyat sonrası nüks
riski vardır. Bu sebeple özellikle de malign olanların postoperatif dönemde
yakın takip edilmesi önerilir.
Biz bu çalışmamızda; dev boyutlara ulaşmasına rağmen asemptomatik
seyreden, preoperatif olarak tanısı girişimsel yaklaşımlar ile konulan, intraoperatif olarak hastanın sol dekubit pozisyonuna getirildiği andan itibaren
hızla hipotansiyon kliniği gelişmesine neden olan malign soliter fibröz tümör olgumuzu sunduk.
Anahtar Kelimeler: Hipotansiyon, malign soliter fibröz tümör
Endobronşiyal Lipom: Nadir Bir Olgu
Barış Hekimoğlu1, Leyla N. Acar1, Erkmen S.ş. Gülhan1, Pınar Bıçakçıoğlu1,
Yetkin Ağaçkıran2, Ali Beyoğlu1
1
Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahi Kliniği, Ankara
2
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Ankara
Giriş: Endobronşiyal lipom(EL) olguları çok nadir görülürler ve tüm
akciğer tümörlerinin %0.1-0.5 ‘ini, benign akciğer tümorlerinin %13’ünü
oluştururlar. EL’ler genelde bronş oklüzyonuna neden olduklarında nonspesfik semptomlar ile insidental olarak tanı konabilirler. Astım tedavisine
yanıt alınamamış, destrükte akciğer ile prezente olan, malignite ön tanısıyla tetkik edilen hastalarda gerek preoperatif gerekse postoperatif tanı alan
EL vakaları literatürde yer almaktadır. Burada plevral efüzyon nedeniyle
tetkik edilen ve insidental olarak saptanan nadir bir EL olgusu sunuldu.
Olgu: Elli yedi yaşında kadın hasta nefes darlığı şikayetiyle kliniğimize
başvurdu. Fizik muayenede sağ hemitoraksta solunum seslerinin azaldığı
tespit edildi. Postero-anterior akciğer grafisinde sağ hemitoraksta plevral
efüzyon ile uyumlu bulgular saptanması üzerine toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) çekildi. BT’de sağ hemitoraksta plevral efüzyon, sağ akciğer
orta ve alt loblarda hava bronkogramları içeren kollaps- konsolidasyon
alanları izlendi. Hastaya sağ hemitorakstan torasentez ve kapalı plevra biyopsisi uygulandı. Etyolojik olarak araştırılan hastaya bronşiyal ağaçta bir
patolojinin eşlik edip etmediğinin belirlenmesi amacıyla fiberoptik bronkoskopi uygulandı. Sağ sistem subsegment düzeyine kadar açık izlendi; sol
üst lob apikoposterior segment girişinde sarı renkte, vaskülarize endobronşiyal lezyon saptandı, buradan biyopsiler alındı. Patolojik inceleme sonucu
matür yağ hücrelerinden oluştuğu ve EL olduğu tespit edildi. Kapalı plevra
biyopsi sonucu nonspesifik olarak rapor edildi. İleri tetkik ve tedaviyi kabul
etmeyen hasta takibimizden çıktı.
Sonuç: EL’ler histolojik olarak benign karakterde olsalar dahi oluşturabilecekleri obstrüksiyon sonucu irreversible destrükte akciğer patolojilerine
neden olabileceklerinden dolayı tespitleri halinde endoskopik olarak çıkarılmalılardır. Plevral efüzyonla başvuran hastaları incelerken altta yatan,
eşlik eden patolojilerin olabileceği akılda tutulmalı, endobronşiyal sistem
mümkünse endoskopik olarak incelenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Endobronşiyal lipom, bronkoskopi, benign akciğer tümörleri
Şekil 1. Soliter fibröz tümörün BT görüntüsü
Şekil 2. Soliter fibröz tümörün BT görüntüsü -2
66
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P174
Spinal Kanalda Hava ve Pnomomediastinum
Birlikteliği: Olgu Sunumu
Kubilay İnan, Funda İncekara, Koray Aydoğdu, Göktürk Fındık, Sadi Kaya
Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastalıkları,
Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Spontan pnömomediastinum oldukça nadir görülen klinik bir durumdur. Pnömomediastinum görülme sıklığı 1/7000 ile 1/32000 arasında bildirilmiştir. Klinik görünüm; ani başlayan göğüs ağrısı ile solunum güçlüğü,
siyanoz, disfaji, disfoni, cilt altı amfizemi ve muhtemel boyun ve sırt ağrısıdır. Bu olguların tanısında PA akciğer grafisi ve BT yeterlidir. BT pnömomediastinum tanısı için en duyarlı yöntemdir. Mediastende genişleme ile
beraber hava kabarcıkları görülmesi tanıyı kesinleştirir. Tedavide, cerrahi
müdahale düşünülmeyen hastalar izlemlerinde oral gıda almamalıdır. Bu
süreç içinde hastalar günlük fizik muayeneleri yapılarak ve göğüs radyografileri ile izlenirler. İzlemlerde hastaların semptomlarının hızla gerilediği
görülür ve klinik olarak stabil seyreden hastalar taburcu edilebilirler.
8 yaşında erkek hasta göğüs ağrısı, nefes darlığı ile acil şartlarda kliniğimize başvurdu. PAAG’de mediastinal amfizem bulguları izlendi.Bir
haftalık klinik takibi süresince antibiyotik tedavisi verilen hasta radyolojik
olarak da takipte tutulmuştur. Hastanın çekilen toraks bt’sinde mediastinal
amfizeme ek olarak foramen medulla spinaliste de hava bulunduğu tespit
edilmiştir. Beyin cerrahisi tarafından takip ve antibiyotik tedavisi önerilen
hastaya cerrahi girişim düşünülmemiştir. Hastanın 1 haftalık klinik takibinde komplikasyon gelişmemekle birlikte klinik düzelme sağlanıp hastanın
taburculuğu planlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Spinal kanalda hava, Pnömomediastinum
Tartışma: AKK lar 40-50 yaşlarda pik yapan, cinsiyet ayırımı yapmayan malignitelerdir. Üzereleri mukoza ile kaplı olduğundan dolayı balgam
sitolojisi tanıda yer almaz. Küratif tedavi seçeneği uygun hastalarda cerrahidir. Submukozal yayılım ve yüksek lokal nüks nedeni ile pnömonektomi
bu hastalarda tercih sebebidir. Ancak bir çok hasta bu seçenekten mahrum
olmaktadır ve kabul edilemez cerrahi riskleri olan bu hastalarda RT alternatif tedavidir. Bu seçenekle dahi yavaş büyüyen bu karsinomlarda uzun
dönem survi sağlanmaktadır. Biz uygun akciğer AKK hastalarında geniş
rezeksiyonun küratif tedavi olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Adenoid Kistik Karsinom, Akciğer, Cerrahi
P176
Çocukluk Çağı Akciğer Dev İnflamatuvar
Miyofibroblastik Tümörü
Alper Avcı1, Cemal Özçelik1, Derya Gümürdülü2
Çukurova Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana
Çukurova Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana
1
2
Giriş: Akciğer inflamatuvar miyofibroblastik tümör (plasma hücreli granülom)(IMT), 40 yaş altında görülen, çocukluk çağının nadir fakat
önemli akciğer tümörlerindendir. Tüm akciğer tümörlerinin 0.7% sini
oluşturmaktadır. Cinsiyet ve ırk ayırımı yoktur. Benign olarak kabul edilmesine rağmen lokal invazyon gösteren olgulardan dolayı düşük dereceli
malign lezyon olarak da görülmektedir. Patogenezi bilinmemekle beraber
otoimmünite veya inflamatuar cevap suçlanmaktadır. Büyük çoğunluğu
radyolojik olarak nodül şeklinde iken literatürde 7 cm üstünde olgu sunumu yoktur. Burada dev boyutlu(15x8x5 cm), çocukluk çağı IMT olgumuzu
sunmaktayız.
Olgu: Dokuz yaş erkek hasta kliniğimize öksürük ve sağ akciğer kitlesi
tanıları ile refere edildi. Toraks BT de, 15x8x5 cm lik sağ akciğer kitlesi saptandı. Transtorasik biyopsi ile IMT tanısı kondu. Hastaya sağ torakotomi ile
sağ intraperikardial pnömonektomi ve lenf nodu diseksiyonu uygulandı.
IMT tanısı doğrulanan hastamızın 6.ay kontrolünde nüks saptanmadı.
Tartışma: IMT tedavisi komplet cerrahi rezeksiyondur. Komplet rezeksiyon yapılamayan vakalarda yüksek nüks mevcuttur. Çocukluk çağı IMT
lerde rezeksiyon uygulanamayan olgularda steroid tedavisi önerilmektedir. Uygun cerrahi uygulanan hastalarda 5 yıllık sürvi %90’ın üstündedir.
Benign kabul edilmesine rağmen nüks ve lokal invazyon riskinden dolayı
yakın takip edilmelidir. Bu hastalarda geniş rezeksiyon önermekteyiz.
Anahtar Kelimeler: İnflatuvar Miyofibroblastik Tümör, Çocuk,
Cerrahi
P177
Şekil 1. Spinal kalanda hava
Ön Mediyasten’de Fibromatozis
Cemal Özçelik1, Alper Avcı1, İsmail Can Karacaoğlu1, Derya Gümürdülü2
P175
Primer Akciğer Adenoid Kistik Karsinom
Cemal Özçelik1, Alper Avcı1, Derya Gümürdülü2, Muharrem Özkaya3
Çukurova Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana
Çukurova Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana
3
Numune Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana
1
2
Giriş: Adenoid kistik karsinom (silindroma)(AKK), salgı bezlerinden
kaynaklı bir malignite olup, nadiren solunum sisteminde görülmektedir.
Bu AKK ların da büyük çoğunluğu trakea veya santral ana bronşlardan
kaynaklıdır. Periferal pulmoner doku kaynaklı pulmoner AKK lar ise sadece %10 oranında görülmektedir. Periferal lezyonların çoğunun metastaz
olduğu bildirilmiştir. Yani, primer akciğer AKK son derece nadir bir malignitedir. Kendisini multıpl pulmoner kitle şekiınde gösteren ve sağ intraperikardial pnömonektomi ile cerrahi tedavisi yapılan hastamızı sunmaktayız.
Olgu: Daha önce karsinoid tümör tanısı ile sağ alt lobektomi yapılan 59
yaş erkek hasta kliniğimize KT ve RT e cevap vermeyen sağ akciğerde en
büyüğü 5 cm e ulaşan multıpl kitle lezyonu ile başvurdu. Hastaya biyopsi
ile AKK tanısı kondu ve sağ intraperikardial pnömonektomi uygulandı. Sorunsuz post operatif period sonrası hasta RT alması amacıyla yönlendirildi.
12 aylık takiplerinde nüks saptanmadı.
Çukurova Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana
Çukurova Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana
1
2
Giriş: Benign veya malign mezenşimal tümörler tüm mediyasten tümörlerinin ancak %2’sini oluştururlar. Mezenşimal bir tümör olan fibromatozis (desmoid tümör), sıklıkla intraabdominal ve baş-boyun bölgesinde
görülmektedir. Mediyastinal fibromatozis ise çok nadirdir ve literatürde birkaç olgu sunumu şeklinde bildirilmiştir. Burada ön mediyastende yerleşik
olan fibromatozis olgumuzu sunmaktayız.
Olgu: Kırkbeş yaş bayan hasta kliniğimize göğüs ağrısı ile başvurdu.
Hastanın toraks BT de ön mediyastende düzgün sınırlı,16x7x7 cm boyutlarında solid kitle saptandı. Hastaya median sternotomi ile ön mediyasten
kitle eksizyonu uygulandı. Eksize edilen kitle fibromatozis olarak tanı aldı.
18 aydır takipte olan hastada nüks saptanmadı.
Tartışma: Histolojik olarak benign kabul edilen fibromatozis (desmoid
tümör), metastaz yapmamasına rağmen lokal olarak agresif davranır ve
çevre yumuşak doku ve kemik yapıları infiltre ederek dekstrüksiyon yapar.
Cerrahi eksizyon tercih edilen tedavi şeklidir. Lokal nüks sıktır ve bu vakalarda RT alternatif tedavi seçeneğidir. Temiz cerrahi sınırlar ile eksize edilen
fibromatozislerde 5 yıllık sürvi %95 civarındadır. Mediyasten kitlelerinin
ayırıcı tanısında fibromatozisin düşünülmesi ve kitlenin lokal agresif karakterinden dolayı cerrahi eksizyonun geniş sınırlar ile yapılması gerektiğini
düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Fibromatozis, Mediyasten, Cerrahi
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
67
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P178
Spontan pnömotoraks ve Marfan sendromu
Deniz Doğan1, Ömer Alan2, Mehmet Aydoğan3, Alper Gündoğan1, Nesrin
Çandır1, Cantürk Taşçı1
rahi gerektirebilecek bir vaka olmasına rağmen konservatif tedavi edilmesi
nedeniyle sunuyoruz.
Anahtar Kelimeler: trakeobronşial rüptür, travma, konservatif
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Ankara Mevki Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara
3
Isparta Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Isparta
P180
Olgu: 24 yaşında erkek hasta; nefes darlığı şikayeti ile başvurdu. Olgunun hikayesinde bir süre önce sağ spontan pnömotoraks tanısı ile bir sağlık
kuruluşuna başvuru yaptığı ve tüp torakostomi tedavisi uygulandığı öğrenildi. Olgunun fizik muayenesinde sağ hemitoraskta bir adet tüp torakostomi skarı mevcut olup dinlemekle her iki hemitoraskta normal solunum
sesleri saptandı. Bunun yanında el parmaklarında araknodaktili ve damak
yapısının hafif yüksek olduğu gözlemlendi. Hastanın spontan pnömotoraks öyküsü de olması nedeni ile etyolojiye yönelik tetkikleri planlandı.
Olgunun çekilen waters grafisinde damak yapısının hafif yüksek olduğu
gözlemlendi (Şekil 1). PA akciğer grafisinde belirgin patoloji saptanmayan
olguya geçirilmiş pnömotoraks hikayesi nedeni ile Torask YRBT (yüksek
rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi) tetkiki yapıldı. Toraks YRBT’de herhangi bir patoloji saptanmadı (Şekil 2). Spirometrik inceleme normaldi
(FEV1: %82 (4.83l), FVC:%86 (5.78l), FEV1/FVC:79.4, FEF25-75: %73
(3.85l)). Yapılan genetik tetkikler sonucunda olguya marfan sendromu tanısı konuldu.
Sonuç: Marfan sendromu major olarak iskelet sistemini, kardiyovasküler sistemi ve gözü tutan herediter bir hastalıktır. Literatürde de görüldüğü
gibi marfan sendromlu olguların yaklaşık %4-15’inde bül-blep formasyonu gelişebilmektedir. Olgumuzda geçirilmiş pnömotoraks hikayesi olmasına karşın yapılan ileri radyolojik değerlendirmede herhangi bir patoloji
saptanmamıştır. Marfan sendromunun tanısı inspeksiyon bulgularının ön
planda yer aldığı ardından yapılan ileri tanısal tetkiklerle konulabilmektedir. Olgumuzu tanıya götüren durum ise spontan pnömotoraks geçirmiş
olmasıdır. Marfan sendromu ve spontan pnömotoraks birlikteliğini bu olgumuzla sunmaya çalıştık.
Anahtar Kelimeler: Spontan pnömotoraks, Marfan sendromu, Tüp
torakostomi
Alper Avcı1, Cemal Özçelik1, Derya Gümürdülü2
1
2
Trakeal Ekstramedüller Plasmositom
Çukurova Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana
1
Çukurova Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana
2
Giriş: Ekstrameduller Plasmositom (EMP) kemik iliği dışında oluşan ve
nadir görülen bir malignitedir. Plasmositomlar, plasma hücrelerinin uniform proliferasyonu ile oluşurlar. EMP ise tüm plasmositomların ancak %8
olarak görülmektedir. EMP nin en sık yerleştiği yumuşak dokular ise üst
sindirim-hava yollarıdır. Trakeal tümörler tüm solunum yolları tümörlerinin
ancak %2 sini oluştururken, EMP de bu trakeal tümörlerin sadece %3 den
sorumludur. Bu bildiri ile trakeal EMP tanılı bir hastamızı sunmaktayız.
Olgu: 51 yaş-bayan hasta nefes darlığı ve öksürük şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Çekilen Toraks BT de toraks giriş düzeyinden itibaren başlayan ve trakea lümenini sağ-ön kısımdan aşırı daraltan, 3 cm lik
kitle lezyonu saptandı. Bronkoskopik korelasyon sonrası hastaya median
sternotomi ile parsiyel trakeal eksizyon ve trakeoplasti uygulandı. Kitle
histopatolojisi EMP olarak geldi. Hasta sonrasında RT alması amacıyla
yönlendirildi. 6. Ay kontrolünde nükse rastlanmadı.
Tartışma: Trakea tümörleri nadir görülmektedir. En sık olarak skuamöz
hücreli karsinom ve adenoid kistik karsinom görülmektedir. Trakeal EMP
ise çok nadir görülmektedir. En sık olarak 50-60 yaşlarında, erkeklerde
daha sık ve hava yolu tıkanıklığı semptomları ile kendini göstermektedir.
Toraks BT; lezyonun boyutu, lokalizasyonu ve tedavi alternatiflerinin değerlendirilmesinde önemli bir tetkikdir. Nadir olduğundan dolayı önerilen
net bir tedavi şeması yoktur. Cerrahi ve RT tek başına veya kombine halde
en sık kullanılan tedavilerdir. Lokal nüks veya yayılım sınırlı yayınlarda
%30 civarında bildirilmiştir. Trakeal tümör vakalarında ayırıcı tanılar arasında EMP ninde düşünülmesi gerektiğini, cerrahi öncesi veya sonrası RT
açısından konsülte edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Ekstramedüller plazmositom, Trakea, Cerrahi
Trakeal lezyon
P179
Konservatif Tedavi Edilen Trakeal Rüptür;
Olgu Sunumu
Murat Kuru, Sami Ceran, Burhan Apilioğulları
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
Konya
Trakeobronşial rüptürler oldukça nadir görülmekle birlikte hayatı tehdit
eden durumlardır. Trakeobronşial yaralanmaların oluşum mekanizmalarında künt travmalar, penetran ve iyatrojenik yaralanmalar rol oynamaktadır.
Trakea rüptürlerinde seçilmiş olgularda konservatif tedavi yapılabilmekle
birlikte genel kabul gören yaklaşım cerrahi tedavidir. 2 cm’ye kadar olan
yırtıklarda konservatif tedavi, 4 cm’yi aşan yırtıklarda ise cerrahi onarım
önerilmektedir. Laserasyonun derinliği de önemlidir. Yüzeyel yırtıklar konservatif tedavi ile iyileştirilebilirken tüm duvarı tutan yırtıklar ancak cerrahi
onarımla iyileştirilebilir. Biz, künt travma sonrası trakea posterior duvarda
yaklaşık 5 cm’lik laserasyon gelişen, genel durumu iyi olması nedeniyle
konservatif tedavi edilen olgumuzu sunuyoruz.
19 yaşında erkek hasta ağaç nakliyatı sırasında iki ağaç kütüğü arasına
sıkışması üzerine başvurduğu dış merkezde yapılan fiberoptik bronkoskopi
sonucunda trakea orta bölümünden başlayan ve sağ ana bronş ayrımına kadar devam eden posterior yüzde 5 cm’lik laserasyon tespit edilmesi
üzerine kliniğimize yönlendirilmiş. Fizik muayenesinde genel durumu ortaiyi,şuuru açık ve koopere olmakla birlikte palpasyonla minimal servikal
ciltaltı amfizem olup oskültasyonda bilateral akciğerler doğaldı. WBC:13,2
olan hastanın diğer kan tetkikleri normaldi. Oral alımı kesilen hastanın
ürografinli özofagografisinde kaçak saptanmadı, moksifloksasin ve metronidazol ile mediastinit profilaksisi başlanıldı. Parenteral beslenme devam
eden hastanın 5.gün oral alımı başlanıldı. Takiplerinde ciltaltı amfizeminde
azalma olan, ateş vb. komplikasyonlar gelişmeyen hasta 10. gün sorunsuz
şekilde taburcu edildi. Hastanın 1 ay sonra yapılan kontrol bronkoskopisinde trakeada stenoz oluşturmayan vertikal granülasyon dokusu izlendi.
Travma sonrası 6 aylık takibinde semptomsuz izlenmekte olan hastayı cer-
68
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 1. Lezyon trakeayı anterolateral tıkamakta: BT
P181
Endobronşial Nadir Bir Yabancı Cisim: Diş
Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı
Konya
Trakeobronşiyal sisteme yabancı cisim aspirasyonu,çocukluk döneminde ortaya çıkan (en sık 1-3 yaş) ve ölümcül kazalar arasında %7 oranında
olduğu belirtilmiştir. Tedavi edilmediği takdirde morbidite ve hatta mor-
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
taliteyle sonuçlanabilmektedir. Ciddi komplikasyonları önlemek açısından
erken tanı ve tedavi çok önemlidir. Tanıda en önemlisi aile anamnezi olup,
yabancı cisim aspirasyonundan şüphenilmesi rijit bronkoskopi endikasyonudur. Sıklıkla ayçiçek, fındık, fıstık, oyuncak parçaları aspire edilirken, diş
aspirasyonu nadir görülen bir yabancı cisim aspirasyonudur.
Olgu: sekiz yaşında kız,çıkmak üzere olan süt dişini annesinin çıkarmaya çalışması esnasında elinden düşürmesi nedeni ile aspire etmiş. Başvurduğu klinikte alınan PA-AC grafisinde sağ ana bronş içerisinde kalsifik
yabancı cisim ve Toraks BT’de sağda ara bronş lümeni içinde yaklaşık 10
mm ebatlı metalik artefarkta neden olan hiperdens yabancı cisim görülmesi üzerine kliniğimize yönlendirildi. Aynı gün rijit bronkoskopi yapıldı
ve sağ ana bronşu tama yakın tıkayan diş çıkarıldı. Ertesi gün komplikasyonsuz taburcu edildi.
Yabancı cisim aspirasyonu klinik olarak tekrarlayan pnömonilerden,
akciğer absesi, akut respiratuar distres, kronik ve irrevesibl akciğer hasarı
ile hatta hava yolunun tam obstrüksiyonu neticesinde ölüme neden olabilirler. Özellikle infantlarda ve küçük çocuklarda havayollarının çapı dar
olduğundan risk artmaktadır. Tedavisi rijid bronkoskopidir.
Anahtar Kelimeler: yabancı cisim aspirasyonu, rijit bronkoskopi, diş
nan ve kapsülünde kontrast tutulumu gözlenen yaklaşık 9x8 cm ebadında
kistik lezyon, distalde dalağa kadar uzanım göstermektedir. Toraks MR’de
sol akciğerde yaklaşık 9x8,5x8 cm ebadında kapsülü bulunan T1 ve T2
ağırlıklı sekanslarda hiperintens proteinöz içerikli olduğu düşünülen kistik
lezyon izlendi. Sol lateral torakotomi yapıldığında kistik lezyonun akciğer
ya da toraks duvarı ile ilişkili olmadığı,ince duvar kalınlığı olduğu görüldü.
Kist, açılıp seröz sıvı aspire edildiğinde lezyonun diyaframdan kaynaklandığı ve batın ile iştirakli olmadığı tespit edildi. Kist total eksize edilerek diyafragmaya plikasyon yapıldı. Patoloji sonucu, basit kist (mezotel hücreleri
ile döşeli) olarak rapor edildi.
Kistik lezyonlar edinsel veya konjenital olabilir. Konjenital kistler içinde,
histolojik olarak benzer özellikler gösteren, bronkojenik kistler veya sekestrasyon kistleri ve teratoid kistler sayılabilir. Olgumuzu infantta, dev boyutlarda nadir görülmesi nedeni ile sunmayı uygun gördük.
Anahtar Kelimeler: diyafram, infant, dev kist
P184
Primer plevral hidatik kist: Olgu sunumu
P182
Morgagni ve Hiatus Hernisi Birlikteliği
Atalay Şahin, Abdullah Böyük, Ahmet Erbey, Menduh Oruç, Ahmet Sızlanan
Dicle Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Morgagni hernisi son derece nadir görülen bir patoloji olup, ileri yaşta
görülmesi daha da nadir bir durumdur. Erişkin yaşta asemtomatik seyreden Morgagni hernisi ileri yaşta semptomatik hale dönebilir. Ciddi solunum sıkıntısı, disfaji ve dispepsi şikayeti ile başvuran 75 yaşındaki kadında
hiatal herni ile beraber tesbit edilen Morgagni hernisi tesbit edildi. Laparotomi ile tedavi edilen hastada omentumun tamamen toraksa geçtiğini
görüldü. Ender görülmesine rağmen, onarılmadığı zaman morbid seyredebilecek bu durumu sunuyoruz.
Anahtar Kelimeler: Morgagni, hiatal, heni
Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
Konya
Hidatik kist hastalığı özellikle Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz ülkelerinin ve bazı diğer dünya ülkelerinin sağlık problemidir. Hidatik
kist, primer inokülasyon ile en sık karaciğer ve akciğeri tutar. Çoğunlukla parankimal hidatik kistin rüptürü sonucu mediasten, perikard,plevra
ve göğüs duvarına inoküle olurlar. Semptomları çok çeşitli olmasına
rağmen,hastaların %30’u asemptomatiktir. Plevranın primer hidatik kisti
nadir görülmesi nedeni ile olgumuzu sunıyoruz.
Olgu: 43 yaşında bayan,sırt ağrısı ile başvurduğu klinikte alınan toraks
BT’de sol hemitoraks orta ve alt zonda plevral tabanlı periferi yoğun kalsifiye en büyüğü 5x3,5 cm ebatlı nodüler lezyonlar izlendi. Toraks MR’da
sol akciğer alt lobda lateralde plevrada lokalize iki ayrı odak şeklinde kalsifikasyon içeren kitle, ayrıca daha alt lob düzeyinde göğüs lateral duvarını
dolduran ve parankime doğru büyüme gösteren lobüle konturlu duvarında kalsifikasyon bulunan kistik lezyon tespit edilmesi üzerine opere edildi. Sol torakotomide hidatik kist lezyonlarının parietal plevra ile visceral
plevra arasında lokalize olduğu, visceral plevraya sıkıca tutunduğu, eksize
edildiğinde parankimle bağlantısı olmadığı tespit edildi. Patoloji sonucu
hidatik kist olarak rapor edildi. Postop dördüncü gün komplikasyonsuz
taburcu edildi.
Plevral hidatik kist hastalığı primer ve sekonder olarak sınıflandırılabilir.
Rapor edilen plevral hidatik kistlerin büyük çoğunluğu kistin plevral aralığa perforasyonu ve trans diyafragmatik geçiş sonucu gelişen kistlerdir.
Primer plevral hidatik kistler sekonder plevral hidatik kistlerden daha nadir
görülür.
Anahtar Kelimeler: hidatik kist, plevra, göğüs cerrahisi
P185
Şekil 1. Preoperatif toraks tomografisi
Torakotomi kesisi yapan toraks travmaları:
İki olgu sunumu
Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok
P183
İnfantta Diyaframın Dev Basit Kisti: Olgu
sunumu
Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
Konya
Diyafram yunanca “aradaki çit” anlamına gelmektedir.İki kubbe şeklinde, abdomen ve toraksı birbirinden ayıran kas ve aponörozdan oluşan
anatomik bir yapıdır. İnsan vücudunda kalpten sonra gelen en önemli kas
olup fonksiyonel olarak vücudun en güçlü ikinci çizgili kasıdır.
Olgu: Bir yaşında erkek infant, öksürük,balgam çıkarma ve nefes darlığı şikayeti ile başvurduğu çocuk göğüs hastalıkları kliniğinde alınan akciğer
grafisinde sol hemitoraksta düzgün sınırlı konsolide alan tespit edilmesi
üzerine kliniğimize yönlendirildi. Toraks BT’de sol akciğerde kapsülü bulu-
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
Konya
Penetran toraks travmaları hastanın hayatını tehdit eden ve acil müdahale gerektiren göğüs cerrahisi acillerindendir. Toraks yaralanmaları basit
cilt kesisinden akciğeri de içine alabilecek kadar büyüklüğe ulaşabilir. Yaralanmanın büyüklüğüne göre tedavi tüp torakostomi veya acil torakotomi
ile sonuçlanabilir. Penetran göğüs travmalarının çoğu ateşli silah veya bıçak yaralanması sonucu meydana gelir. Biri büyükbaş hayvan saldırısı diğeri kesici delici alet yaralanması sonucu acil servise başvuran iki hastayı,
yaralanmalarının tasadüfen torakomi insizyonu oluşturması ve ek insizyon
gerektirmeden tedavi edildiklerinden sunduk.
Olgu 1: Altı yaşında erkek hasta,büyük baş hayvan saldırısında boynuz
darbesi ile sol hemitoraksta 8. interkostal aralıkta yaklaşık altı cmlik toraksa
nafiz kesi(torakotomi) oluşturduğu görüldü ve acil opere edildi. Sadece
insizyona ekartör yerleştirilerek eksplorasyon sağlandı. Diyafram anterior-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
69
POSTER SUNUMLARI
dan yaklaşık iki cm, akciğer parankimindeki iki cm laserasyon primer tamir
edildi. Postop beşinci gün komplikasyonsuz taburcu edildi.
Olgu 2: 24 yaşında erkek, delici kesici alet yaralanmasına bağlı acil
serviste değerlendirildi. Sol yedinci interkostal aralıkta beş cm toraksa nafiz
torakotomi kesisine uygun yaralanması olması üzerine acil opere edildi.
Kesi, torakotomi kesisi ile uyumlu olduğundan ek insizyon gerektirmeden
eksplorasyon yapıldı. Parankimdeki yaklaşık iki cm laserayon primer tamir
edildi. Hasta postop üçüncü gün komplikasyonsuz taburcu edildi.
Penetran toraks travmalarında mortalite, künt toraks travmalarına göre
daha düşüktür. Delici kesici alet yaralanmalarının tedavisinde tüp torakostomi genellikle yeterli olmasına karşın, vakaların %20-30’unda acil torakotomi gerekir. Olguların çoğu ateşli silah ve kesici delici alet yaralanmasına
bağlı olmasına rağmen bir vakamızın nadir bir yaralanma olması ve özellikle iki olgununda yaralanma şeklinin torakotomi insizyonu olması nedeni
ile sunmayı uygun gördük.
Anahtar Kelimeler: toraks travması, torakotomi, göğüs cerrahisi
P186
Toraks travması sonrası gelişen Ogilvie
Sendromu
Mustafa Gültekin1, Atilla Can1, Tamer Altınok1, Murat Çakır2
1
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
Konya
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Konya
2
Ogilvie sendromu ya da diğer adıyla akut kolonik psödoobstrüksiyon;
organik obstrüksiyon olmaksızın kolonun aşırı derecede dilatasyonu ile
obstrüksiyon bulguları oluşturan sendromdur. İlk kez 1948 yılında Ogilvie
tarafından tarif edilmiştir. Bu sendrom nadir görülür ve anamnezinde majör bir travma veya operasyon öyküsüvardır. Hastalığın spesifik tedavisi
konservatif yaklaşım ve kolonoskopik dekompresyondur. Toraks travması
neticesinde nadir görülmesi nedeni ile vakamızı sunduk.
Olgu: 45 yaşında erkek hasta,araç içi trafik kazası sonrası multpl kot
frakturu ve sağ hemopnömotoraks nedeni ile acil tüp torakostomi sonrası
tedavisi başlandı. Erken dönemde mobilize edildi. Üçüncü gün gaz gaita
çıkışı duran hastanın oral gıda alımı kesildi ve Batın BT alındı. Tüm kolonda aşırı dilatasyon mevcuttu. Genel cerrahi kliniğinde hastaya kolonoskopik dekompresyon yapıldı ve Ogilvie Sendromu tanısı konuldu. motilite
düzenleyici tedavi eklendi. Takiplerinde komplikasyon gelişmeyen hasta
on beşinci gün taburcu edildi.
Ogilvie sendromu, tanı ve tedavisindeki güçlükleri ile birlikte önemli bir
mortalite ve morbidite nedenidir. Kolonda iskemi ve perforasyon Ogilvie
sendromununda görülen en ciddi komplikasyondur. Spontan perforasyon
hastaların %3-15’inde bildirilmiştir. Çoğu hastada kolonoskopik dekompresyonla şikayetler gerilemektedir. Cerrahi girişim peritoneal irritasyon bulgularına sahip ve kolonik dekompresyondan fayda görmeyen hastalarda
diğer tedavi yöntemidir.
Anahtar Kelimeler: toraks travması, kolon psodoobstruksiyonu, Ogilvie Sendromu
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
49 yaşında erkek,yaygın ciltaltı amfizemi,solunum sıkıntısıyla kliniğimize yönlendirildi. Hastada bilateral pnömotoraks tespit edilmesi üzerine
bilateral göğüs tüpü uygulandı. Toraks BT’de pnömomediastinum saptanan hastanın Romatoid Artriti mevcuttu. Sağ 6-7 kotlarda fraktürü olan
hastanın yaygın akciğer spazmı vardı. Göğüs tüpünden, bronkodilatatör
tedaviden fayda gören hasta, klinik ve radyolojik olarak düzelmesi üzerine
drenleri alınarak taburcu edildi.
Pnömomediastinumda PA-AC grafisinde solda kalp ile mediastinal plevra arasında hava sütunu hattı tipiktir.BT ile kesin tanı konur. Olgumuzda
yaygın ciltaltı amfizemi PA-AC grafisinin değerlendirmesini zorlaştırmıştır.
Bu yüzden tanı BT ile konmuştur.
Biz hastamızda toraks travması neticesinde alveoler rüptür ve pnömotoraks geliştiğini, pnömotoraksın da mediastinal plevrayı bilateral etkilemesiyle pnömomediastinuma ve karşı akciğerde pnömotoraksa neden
olduğunu düşünüyoruz.
Pnömomediastinumun tedavisinin temeli altta yatan nedene dayanmaktadır. Eğer ana bronşial sistem, akiğer parankimden major hava kaçağı, özofagus rüptürü gibi bir problem tespit edilmemişse, tedavide çoğunlukla koruyucu ve destek amaçlı tedavi yeterlidir. Ciddi komplikasyonlar
için mediastinal iğne aspirasyonu,servikal mediastinotomi gibi cerrahi
yöntemler kullanılabilir.
Sonuçta pnömomediastinum, spontan veya travma sonucu oluşabilir.
Kliniği oldukça değişkenlilk gösterir. Komplikasyon gelişirse morbidite ve
mortalitesi yüksek bir klinik durum olabilir. Pnömotoraksın pnömomediastinuma eşlik edebileceği ve bilateral pnömotoraks durumunda hastanın
hayatının riske girebileceği unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: Pnömotoraks, Pnömomediastinum, travma
Şekil 1. akciğer grafisi
P187
Bilateral Pnömotoraksın Eşlik Ettiği
Travmatik Pnömomediastinum: Olgu Sunumu
Burhan Apilioğulları, Murat Kuru, Sami Ceran
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
Konya
Mediastende hava bulunması ‘’Pnömomediastinum’’ olarak tanımlanmaktadır. Pnömomediastinum görülme sıklığı 1/32000 ila 1/7000 arasındadır. Bu tablo kendiliğinden oluşabileceği gibi, travmatik olarak da oluşabilmektedir. Kendiliğinden oluşan ve spontan pnömomediastinum olarak
da ifade edilir ve nadir görülür. Genellikle genç erkeklerde görülürken,
travmatik pnömomediastinum; toraks travmaları ve servikal travmalar sonucunda herkesde gelişebilir. Göğüs ağrısı, yutma güçlüğü, pnömotoraksın eşlik ettiği vakalarda solunum sıkıntısı görülebilir.
Biz, travma neticesinde bilateral pnömotoraks, yaygın ciltaltı amfizemi
nedeniyle kliniğimize yönlendirilen,sonrasında pnömmediastinum tespit
edilen hastayı sunuyoruz.
70
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. toraks BT
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P188
Toraks Yaralanmasını takiben Spontan
Ekspektore edilen Kurşun,Nadir Vaka
Sunumu
H Volkan Kara1, N Onur Ermerak1, Çagatay Çimşit2, Pelin Çorman Dinçer3,
Çağatay Çetinkaya1, Bedrettin Yıldızeli1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş: Toraks nafiz ateşli silah silah yaralanmalarında vücuda giren kurşunun tahmin edilemeyen hareket ve davranış şekilleri olabilir. Hiç beklenmedik bir davranış şekli sergileyen toraks nafiz bir kurşunlanma olgusunu
sıradışı hikayesi ve öğretici görüntüleriyle sunuyoruz
Olgu: 39 yaşında bayan sağ göğüs kafesinden kurşunlanma hikayesiyle
acil servisimize getirildi. Hasta olayın hemen ardından metalik bir yabancı
cismin kuvvetli bir öksürükle ağzından çıktığını ifade etti. Fizik muayenesinde sağ hemitoraksta kurşun giriş yeri izlendi fakat kurşun çıkış deliği tespit edilemedi. Bilgisayarlı tomografide sağ hemopnömotoraks tespit edildi
vücut içinde metalik yabancı cisim görülmedi. Göğüs tüpü yerleştirmemize
rağmen hastada massif hava kaçagı devam etti ve akciğer ekspanse olmadı. Yapılan fiberoptik bronkoskopide belirgin patoloji tespit edilmedi.
Hastaya sağ lateral torakotomi uygulandı. Mediastinal plevrada trakeanın
kıkırdak ve membranoz kısmının birleşim alanında trakeaya uzanan lasere
olmuş alan tespit edildi bu alanı primer olarak onarıldı. Bu alandan kurşunun trakea içine geçip ağızdan atılması süreci açıklanmış oldu. Hastanın
post operatif takipleri sorunsuz seyretti 5. Günde taburcu oldu.
Hastanın bu hikayesi aile tarafından medyaya taşındığı için kurşunun
ekspektore edilmesi mekanizma olarak tartışma konusu oldu.
Tartışma: Bu olgu toraks nafiz bir yaralanmanın hemen akabinde spontan olarak kurşunun ekspektore edildiği bildirilen muhtemel ilk vakadır.
Kurşun çıkış deliğinin olmaması cerrahı kurşunun vücudda kaldığı yada
bu vakadaki gibi nadirde olsa doğal lümenlerden vücudu terk ettiğini
düşündürmelidir.
Anahtar Kelimeler: Spontan Ekspektore, Kurşun, Yaralanma
P189
Toraksa nafiz olmayan iş kazası: Olgu
sunumu
Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anbilim Dalı, Konya
Penetran toraks travmaları künt toraks travmalarına göre daha az
görülür. En sık sebepleri delici kesici alet yaralanmaları,ateşli silah
yaralanmaları,daha az sıklıkla trafik kazaları, yüksekten düşme ve hayvan
ısırmaları sayılabilir. Delici kesici alet yaralanmaları tüm toraks travmalarının %37’sini oluştururken ateşli silah yaralanmaları %5’ini oluşturmaktadır. Olgumuzu yüksekten düşme nedeni ile maruz kaldığı toraksa nafiz
olmayan delici kesici alet yaralanması nedeniyle sunuyoruz.
Olgu: 28 yaşında erkek hasta,inşaat alanında yaklaşık dört metre yükseklikten zemine düştüğü esnada elindeki yaklaşık 1.5 metrelik inşaat demiri sağ göğsüne saplanması üzerine cisim çıkarılmadan acil servise getirilmiş. Sağ hemitoraks sekizinci interkostal aralık ön aksiller hat hizasından
toraks içine doğru yönlenmiş ve palpasyonda skapula altında ucu manupile edilen cisim (inşaat demiri) mevcuttu. Akciğer grafisinde pnömotoraks ve hemotoraks görülmedi. Delici kesici cismin toraks duvarında kas
tabakaları arasında seyrettiği görüldü. Cisim büyük olduğundan tomografi cihazına hasta alınamadı. Acil operasyon şartları ayarlanıp sedasyon
altında yabancı cisim çekildi. Aktif kanama olmaması üzerine Toraks BT
alındı. Kot fraktürü,hemotoraks ve pnömotoraks görülmedi. Kas planları
içinde hematom ve amfizem mevcuttu. Yaralanma alanı içine hemovak
dren konularak tedavisi tamamlandıktan sonra komplikasyonsuz altıncı
gün taburcu edildi.
Penetran toraks travmaları, künt toraks travmalarından sonra hayatı
tehdit eden ciddi toraks acillerindendir. Tedavisi,bizim olgumuzda olduğu
gibi konservatif tedavi, tüp torakostomi hatta acil torakotomi gerektirebilen
yaralanmalardır.
Anahtar Kelimeler: toraksa nafiz olmayan yaralanma, iş kazası, göğüs cerrahisi
Şekil 1. Sağ hemitoraksa inşaat demiri saplanmış hasta
P190
Kardiyak Tamponadla Seyreden, Vena Kava
Süperior Yokluğuna Sekonder Gelişen Nadir
Bir Şiloperikardium Olgusu
Hakkı Ulutaş, Muhammet Reha Çelik, Akın Kuzucu
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Turgut Özal Tıp Merkezi Göğüs Cerrahisi, Malatya
Şilöz sıvının toraks ve perikarda birikmesi, sırasıyla şilotoraks ve şiloperikardium olarak adlandırılır. Şiloperikardium konjenital veya edinsel olabilir. Altta yatan hastalığın belirlenemediği durumlarda idiopatik şiloperikardiumdan bahsedilir. Oldukça nadir görülen Vena cava süperior (VCS),
yokluğu nedeniyle gelişmiş bir şilotoraks/şiloperikardium olgusu sunuldu.
Nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı şikayeti ile başvuran 20 yaşında
erkek hastanın çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde (TBT) bilateral
plevral efüzyon ve perikardiyal efüzyon saptandı. Acil şartlarda hastaya
tüp torakostomisi uygulandı ve perikardiyal kateter takıldı. Alınan sıvı örneklerinde trigliserit ve kolesterol seviyeleri sırasıyla 403mg/dl ve 51 mg/
dl olarak ölçüldü. Total parenteral beslenmeye geçilmiş olmasına rağmen
günlük göğüs tüpü drenajı 500 cc üzerinde seyreden hastaya video yardımlı torakoskopi (VATS) ile perikardiyal pencere açıldı, plevra ve perikarddan biyopsiler alındı. Postoperatif 7. gün drenajı şilöz vasıfta devam
eden hastaya somotastatin analoğu (5 µg/kg/saat) başlanıldı. Üç hafta
devam eden kombine tedavi ile başarı sağlanamaması üzerine duktus torasikus sağ mini torakotomi ile bağlandı. Plevra ve perikarddan alınan biyopsilerin patolojik incelemesi kronik plöritik ve fibrotik değişiklikler olarak
rapor edildi. Her iki hemitoraksda şilöz drenaj kesilmiş olmasına rağmen
sol hemitoraksda drenajın seröz vasıfta ve günlük 1000 cc olarak devam
ettiği gözlendi. Bilgisayarlı tomografi ile çekilen anjiografisinde vena cava
superiorun bulunmadığı görüldü. Hasta yakınları ve kendi isteği ile tedavisinin devamı için GATA asker hastanesine sevk edildi.
Altta yatan başka hastalık olmaksızın, VCS yokluğundan kaynaklanan
şiloperikardium literatürde oldukça nadir rastlanan bir durumdur. Bu vaka
şiloperikardium olası tanıları arasında VCS yokluğunun akılda bulundurulması gerektirdiğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Şiloperikardium, vena cava superior yokluğu,
kardiyak tamponad
P191
Tesadüfen Tanı Konulan İntratorasik İğne
Olgusu
Ahmet Sızlanan, Serdar Onat, Serdar Monis, Ali Bırak, Refik Ülkü
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Olgu: 55 yaşında kadın hasta solunum sıkıntısı nedeniyle dış merkeze
başvurmuş. Astım nedeniyle takip edilen hastaya çekilen P-A akciğer grafisinde sağ akciğerde iğne saptanması nedeniyle bronş yabancı cisim ön
tanısıyla kliniğimize sevk edildi. Yabancı cisim anamnezi yoktu. Çekilen
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
71
POSTER SUNUMLARI
lateral grafide yabancı cisimlerin birden fazla plevral aralıkta ve ekstratorasik parçalarının olduğu görüldü. Anamnazde vücuduna batan herhangi
bir yabancı cismi hatırlamadığını beyan etti. Bilgisayarlı tomografi ile teyit
eildikten sonra genel anestezi altında skopi yardımıyla ekstratorasik kısmı
ve videotorakoskop yardımıyla plevral aralıktaki parçalar çıkarıldı.
Sonuç: Grafilerde tesadüfen görülen yabancı cisimler sorgulanmalı
gerektiğinde şüpheli giyecekler çıkarıldıktan sonra grafiler tekrarlanmalı.
Anahtar Kelimeler: yabancı cisim, videotorakoskopi, akciğer grafisi
P192
Travmatik Diyafragma Rüptürü ve Mide
Herniasyonu Olgusu
Sedat Koçal1, Kerem Karaarslan1, Tülin Durgun Yetim1, Ibrahim Yetim2
Mustafa Kemal Üniversitesi, Gögüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Hatay
1
2
Diyafragma yaralanmaları künt ve penetre torakoabdominal travmalarda az görülmekle birlikte tanı aşamasında ciddi zorluklarla karşılaşılan
yaralanmalardır. Erken veya gecikmiş nitelikte olabilirler. Çoğunlukla olay
abdominal organların toraksa herniasyonu ile sonuçlanır. Cerrahide amaç
organları anatomik pozisyonlarına çekmek ve diyafragmayı primer veya
bir greft ile onarmaktır.
Bizim olgumuz 31 yaşında erkek hasta 3 ay önce Suriye’deki savaş sırasında ateşli silah yaralanmasına maruz kalmış ve acil loparotomi geçirmiş.
Kliniğimize nefes darlığı ile başvurdu ve hastada gastrointestinal şikayetler
yoktu. Bilgisayarlı toraks tomografisinde solda diyafragma rüptürü ve midenin büyük bir kismı ile bağırsakların toraksa herniye olduğu izlendi. Hastaya sol torakotomi uygulandı. Diyafragmada sol anteromedialde yaklaşık
10x8 cm’lik defekt izlendi ve buradan herniye olan midenin perikarda ve
akciğer parankimine yapışık olduğu görüldü. Yapışıklıklar düşülerek abdominal organlar anatomik pozisyonlarına çekildi ve defekt dual-mesh ile
onarıldı. Hasta post-op 3. gün dreni alınarak taburcu edildi.
Diyafragma rüptürleri gerek radyolojik tetkiklerle tesbiti zor olması ve
gerekse beraberinde daha ciddi diğer travmalar nedeniyle sıklıkla gözden
kaçmakta ve geç tanı almaktadır. Torakoabdominal her türlü travmada
diyafragmanında yaralanmış olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: diyafragma,travma,rüptür
P193
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Nadir bir multipl hidatik kist nedeni: Künt
Travma
Sezai Çubuk, Gökhan Ayberik, Okan Karataş, Orhan Yücel
Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Travma sonrası kist hidatik perforasyonuna bağlı multipl kist hidatik görülmesi oldukça nadir bir durumdur. Biz travma sonrası gözlenen multipl
hidatik kist olgusundan bahsedeceğiz.
21 yaşında erkek hasta göğüs ağrısı şikayeti ile kliniğimize başvurdu.
Hastanın toraks tomografisinde multipl kistik lezyonlar ve sağ üst lobda
kaviter bir lezyon saptandı (Figür 1). Kistik lezyonlar akciğer parankimi ve
göğüs duvarında idi. Hastanın fizik muayenesinde torakotomi skarı saptandı. Hasta hikayesi sorgulandığında ağaçtan düşme nedeniyle bir sağlık
kuruluşuna başvurduğunu ve pnömotoraks nedeniyle tüp torakostomi
uygulandığını öğrendik. Tüp torakostomi sonrası hava kaçağının devam
etmesi üzerine hasta ameliyat edilmiş ve ameliyat sonrası kendisine kist hidatik hastası olduğu ifade edilmiş. Hastanın hikayesi ile birlikte tomografik
bulgular değerlendirildiğinde kaviter lezyonun cerrahiye sekonder olduğu,
multipl kistik lezyonların ise hidatik kistin disseminasyonu ile geliştiğini
düşündük. Hastaya antihelmintik tedavi başladık. Medikal tedavi sonrası
hasta cerrahi girişim yapılması için tekrar değerlendirilecek. Hasta şuan
için takip altında olup kontrollere gelmektedir.
Kist hidatik rüptürüne bağlı multipl hidaitk kist nadir bir durum olmasına
rağmen önemli bir klinik durumdur. Rüpüre hidatik kist cerrahisi sonrası
disseminasyonu önlemek amacıyla antihelmintik ilaçlar kullanılmalıdır.
Disseminasyonun gözlendiği vakalarda cerrahi girişim öncesi antihelmintik ilaçlar kullanılmalıdır. Pnömotoraks ve disseminasyon hidatik kistlerde
nadir gözlenen komplikasyonlardandır. Bu nadir komplikasyonlar, hidatik
kist tedavisi sürecinde akılda tutulması gereken komplikasyonlardandır.
Anahtar Kelimeler: hidatik kist, multipl, travma
Şekil 1. Kavite ve yaygın yerleşimli kistleri gösteren toraks ct kesitleri
Şekil 1. Toraks bt
P194
13 kez pnömotoraks gelişen sarkoidoz
olgusu
Hüseyin Yıldıran, Murat Öncel, Güven Sadi Sunam, Kübra Altıntaş
Selçuk Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya
Şekil 2. Toraksa herniye olan mide
72
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş: Sarkoidoz gibi kronik inflamatuar akciğer hastalıklarında sekonder pnömotoraks görülebilmektedir.
Olgu: U.A., 35 yaşında erkek hasta acil servise ani başlayan nefes darlığı ve sol göğüs ağrısı şikayeti ile başvurdu. Acil serviste çekilen akciğer
grafisi ve toraks tomografisinde sol alt lopta parsiel pnömotoraks görülmesi üzerine tarafımızca değerlendirildi ve tedavi ve takibinin yapılması amacıyla göğüs cerrahisi kliniğimize yatışı yapıldı. Fizik muayenesinde genel
durumu orta, oryante koopere. bilateral solunum sesleri eşit, hafif ronküs
oskülte edildi. Hastanın özgeçmişinde yaklaşık 5 yıl önce sarkoidoz tanısı
konmuş ve aynı yıl sol pnömotoraks geçirmesi nedeniyle dış merkezde
torakotomi ile biyopsi ve dekortikasyon operasyonu yapılmış. Hastanede
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
kaldığı sürede de otolog kan ile plörodesis uygulanmış. Bundan bir yıl
sonra sağ pnömotoraks geçirmiş, tüp torakostomi uygulanarak steril talk
pudrası ile sağ plörodesis yapılmış. Hasta 5 yıl içinde toplam sağda 3 kez,
solda 9 kez pnömotoraks geçirmiş ve tekrarlayan pnömotorakslar için tüp
torakosotmi uygulanmış.Bu sürede steroid tedavisi de dahil olmak üzere
bronkodilatör tedavi almış, ve oksijen ihtiyacı gelişmesi nedeniyle ev tipi
oksijen konsantratörü kullanmaya başlamış. 13. pnömotoraks ile yaptığı
başvurusunda solda parsiel pnömotoraks olması ve oksijen saturasyonu
ve hemodinamisini etkilememesi nedeniyle cerrahi müdahale düşünülmedi ve konservatif medikal tedavi uygulandı. Nebül bronkodilatör ve teofilin
infüzyonu verildi. Hastanede 4 gün takip edilen hasta günlük akciğer grafisi ile değerlendirildi. Klinik takibi stabil seyretmesi üzerine şifa ile taburcu
edildi.
Sonuç: 13 kez tekrarlayan pnömotoraks olgusu olması nedeniyle
ilginçtir.
Anahtar Kelimeler: kronik akciğer hastalığı, pnömotoraks, sarkoidoz
P195
Bilateral Metakron primer akciğer
karsinomu: iki operasyon, iki fizyoloji
Levent Cansever, Merve Hatipoğlu, Ali Cevat Kutluk, Celalettin İbrahim
Kocatürk, Mehmet Ali Bedirhan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Cerrahi
Kliniği, İstanbul
Altmışüç yaşında erkek hasta. İkibinonbir yılında sol akciğer üst lobda
5x4x4 cm’lik akciğer karsinomu için mediastinoskopi ve sol üst lobektomi
yapıldı. Hastanın postoperatif patolojisi T2a (4.5x3x3 cm) N0M0 Adenokarsinom mikst tip (%60 asiner, %40 bronkioalveoler) olarak raporlandı.
Hasta postoperatif 7. gün taburcu edildi. Hasta takibe alındı, 3 aylık periodlar ile kontrastlı toraks tomografisi (BT) çekildi. Takibin 2. yılında 3 ay
önce çekilen BT’de olmayan sağ alt lob superior segmentte 1 cm’lik nodül
saptandı. Hastaya pozitron emisyon tomografisi (18-FDG PET) çekildi,
SUVmax:2 olarak raporlandı. Tanı amaçlı hastaya video yardımlı torsik
cerrahi (VATS) kararı alındı. Endostapler ile wedge rezeksiyon yapıldıi F/S
sonucu küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK) olarak raporlandı.
Aynı seansda hasta VATS ile lobektom yapıldı. Hastanın postoperatif 1.
günü dreni çakildi ve postoperatif 2. gün taburcu edildi. Postoperatif patoloji T1a (0.8x0.8x0.7cm) N0M0 Adenokarsinom (Lepidik patern) olarak
raporlandı.
Minimal invazif cerrahi girişimleri son dönemlerde olukça artmaktadır.
Olgumuzda da ilk operasyonunun torakotomi ile 2. operasyonun VATS ile
rezeksiyon yapılması bu cerrahinin ne kadar etkin olduğunu çok daha iyi
göstermektedir. VATS ile daha konforlu, daha erken dren çakilme süresi ve
daha az hastanede kalış süresi mümkün olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: bilateral metakron tümör, vats lobektomi
P196
Primeri bilinmeyen bir opere mediastinal
adenokarsinom olgusu
Şekil 1. Pnömotoraks, bilgisayarlı tomografi görüntüsü
Levent Cansever1, Murat Kıyık2, Merve Hatipoğlu1, Füsun Şahin2, Naciye
Arda3, Ali Cevat Kutluk1, Celalettin İbrahim Kocatürk1, Mehmet Ali
Bedirhan1
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Cerrahi
Kliniği, İstanbul
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs
Hastalıkları, İstanbul
3
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji,
İstanbul
Şekil 2. PA akciğer grafisi
65 yaşında erkek hasta. Hastanemize non-prodüktif öksürük şikayetiyle
müracaat etti. Toraks tomografisinde sağ paratrakeal 6 cm. çapında düzgün sınırlı mass lezyon saptandı. Kitlenin PET tetkikinde SUV değer 11 idi.
Pet’te ve kranyal MR’da uzak organ tutulumu saptanmadı. Bronkoskopide
intabronşiyal patoloji saptanmadı. Transbronşiyal iğne aspirasyonunda
tanı konulamayınca tanı ve tedavi amaçlı torakotomi yapıldı. Çevreden
disseke edilebilen, kapsüle, 6 cm. çapındaki kitle total olarak çıkartıldı. Patolojik incelemede TTF 1 (-), CK 7 (+), PSA (-), CK 20 (-) bulunarak adenokarsinom metastazı olarak değerlendirildi. Adjuvant tedavi olarak dört
kür cisplatin ve docetaksel aldı. Postoperatif sekizinci ayda olan hastamız
semptomsuz olup takiplerinde herhangi bir tümöral odak saptanmamıştır.
Literatürde çok az sayıda olgu sunumu şeklinde olan olgumuzu, primeri
belirlenemeyen ve takiplerinde iyi olan opere bir olgu olarak paylaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: bilinmeyen etyoloji, adenokarsinom
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
73
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P197
P199
PULMONER VE MEDİASTİNEL TUTULUMLU
SARKOİDOZLU OLGUDA PRİMER PULMONER TÜMÖR
NEDENLİ AKCİĞER REZEKSİYONU
tüberküloz lenf nodu komplikasyonuna
bağlı bir bronkovasküler sleeve lobektomi
olgusu
Ali Cevat Kutluk1, Tevfik Fikret Çermik2, Levent Cansever1, Yunus Seyrek1,
Celalettin Kocatürk1, Mehmet Ali Bedirhan1
Mehmet Ali Bedirhan1, Levent Cansever1, Ali Cevat Kutluk1, Süleyman
Ceyhan1, Naciye Arda2, Celalettin İbrahim Kocatürk1
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Cerrahi
Kliniği, İstanbul
2
İstanbul Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Kliniği, İstanbul
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Cerrahi
Kliniği, İstanbul
58 yaşında erkek hasta kliniğimize 3 ay once başlayan nefes darlığı şikayeti ile refere edildi. dinlemekle sol akciğer bazalinde solunum sesleri azalmış, bunun dışında fizik muayenesinde ek özellik yok. Çekilen Bilgisayarlı
Toraks Tomografisinde Sol akciğer üst lob anterior segmentte periferde
yaklaşık 2.5 cm çapında nodüler dansite alanı izlenmektedir. Her iki hemitoraksta yaygın plevral mayii görünümü mevcuttur. Bronkoskopisinde Sağ
ve Sol ana bronş sistemi doğal ve açık olarak izlendi
Yapılan TTİA biopsi patolojisi Küçük Hücre Dışı Karsinom olarak raporlandı. Çekilen PET-CT de sol akciğer üst lob apikoposterior segmentte
plevraya oturan yaklaşık 2.6x2.4 cm boyutlarında nodüler lezyon (SUV
max 19.8).Mediastende en büyükleri subkarinal alanda yaklaşık 2.2 cm
(SUV max 20.7) ve aortikopulmoner alanda yaklaşık 2 cm (SUVmax
24.9) prevasküler (SUVmax 18), paratrakeal (SUV max 22.1) bilateral
hiler (SUVmax:15),paraaortik lokalizasyonda (SUVmax:29,9) FDG tutulumlu lenf nodları mevcuttu.Nükleer tıp Uzmanın bu tutulumların sarkoidoz olabileceğini belirtmesi üzerine Cerrahi konseyde tartışılan hastaya
Mediastinoskopi ± Torakotomi kararı alındı.Hastaya videomediastinoskopi yapıldı.2L,4L ve 4R nolu lenf nodu istasyonları örneklendi.Patoloji sonucunda tüm istasyonlarda kronik nonnekrotizan granülamatöz lenfadenit
olarak raporlandı sonrasında torakotomi yapıldı. Sol Üst Lobektomi+GDR
(3-4. kot) P(T3N0M0R0) Az diferansiye Adenokarsinom olarak değerlendirildi.Bronş cerrahi sınır ve göğüs duvarı cerrahi sınır (-)negatif olarak
goruldu..
5, 7, 8, 9 nolu lenf nodları kronik nonnekrotizan granülamatöz lenfadenit olarak orneklendi. Postop vital bulguları stabil seyreden hasta sorunsuz
olarak taburcu edildi. yaklaşık 2 yıllık takibinde nüks saptanmadı.
Akciğer kanser cerrahisinde sürpriz lezyonların ve birlikteliğin olabileceği akıllarda tutulmalıdır
Anahtar Kelimeler: sarkoidoz akciğer kanseri
P198
Mediasten Kist Nedeniyle Tedavi Edilen
Hastalarımız
Ahmet Sızlanan, Serdar Onat, Serdar Monis, Ali Bırak, Refik Ülkü
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Amaç: Bu çalışmada mediastinal kist tanısıyla takip ettiğimiz hastalarımızı sunmayı amaçladık.
Materyal-metod: Ocak 2000 –Ocak 2014 yılları arasında mediastinal
kist nedeniyle tedavi edilen hastalar retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Bu yıllar arasında 33 mediastinal kist opere edildi. Olguların
19’ u kadın,14’ü erkek olup, yaşları 1ay ve 76 yaş arasında değişiyordu.
Hastaların semptomları, tanısal girişimler, cerrahi yaklaşımlar retrospektif
olarak incelendi. Nefes darlığı ve göğüs ağrısı en sık semptomlardı. 27 hastaya torakotomi, 4 hastaya VATS ve 2 hastaya sternotomi yapıldı. En sık
görülen kist bronkojenik kist (n:12) ve perikardiyal kist (n:7) idi. Operatif
mortalite saptanmadı.
Sonuç: Mediastinal kistler benign lezyonlar olup farklı lokalizasyonda
gelişebilirler. Preoperatif olarak uygun şekilde değerlendirme yapılmalı ve
cerrahi müdahalenin uygun olacağı hastalara doğru yöntem seçilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Cerrahi, kist, mediastinal
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji,
İstanbul
75 yaşında kadın hasta. Üç yıldır devam eden öksürük, zaman zaman
kabaca 50 ml. hacminde hemoptizileri olan hasta. Bronkoskopisinde sol
üst lobu tıkayan kitle saptanmış. İki kez tekrarlanan bronkoskopiden sonuç
alınamaması ve lezyonun PET(+) olması üzerine önce mediastinoskopi
ve aynı seansda torakotomi yapıldı. Total atelektatik olan üst lobda arter ve bronş, kısmen kalsifik lenf nodunun oluşturduğu kitle ile sarılı idi.
Dissekiyon imkanı olmadığından bronkovasküler sleeve sol üst lobektomi
yapıldı. Patolojik değerlendirmede, interlober lenf nodunun artere fiske olduğu, diğer taraftan ise bronşa penetre olarak lümen içerisine girdiği ve üst
lob bronşunda obstrüksiyon yaptığı gözlendi. Frozen sırasında sol üst lob
bronş ağzını tama yakın tıkamış kalsifiye, hyalinize antrakotik lenf ganglionu yapısı görüldü. Tümöre rastlanmadı. Parankimin frozen kesitlerinde ise
yaygın obstrüktif pnömoni ve multinükleer dev hücreler içeren nekrotizan
granülomatöz iltihapa rastlanıldı. Olgunun major cerrahi gerektiren tüberküloz lenf nodunun nadir bir komplikasyonu olması nedeniyle paylaşıldı.
Anahtar Kelimeler: tüberküloz, sleeve lobektomi
P200
Pediatrik Yaş Grubu Ampiyem Hastalarımızın
Analizi
Serdar Monis, Ahmet Sızlanan, Refik Ülkü, Serdar Onat, Ali Bırak
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Amaç: Çocuklarda, ilerleyen medikal tedavi yöntemlerine rağmen ampiyem bir sağlık problemi olarak devam etmektedir. Bu çalışmada plevral
ampiyem nedeniyle tedavi ettiğimiz hastalarımızı sunmayı amaçladık.
Materyal-metod: Ocak 2006 Ocak 2014 tarihleri arasında plevral ampiyem nedeniyle takip edilen hastalar retrospektif olarak incelendi.
Sonuçlar: Bu tarihler arasında 66 hasta çalışmaya alındı. Hastaların
41’i erkek, 25’sı kadın olup, yaş ortalaması 7.6 idi. (1-18). Olguların 42
‘sinde sol, 22’ünde sağ ve iki hastada bilateral plevral ampiyem mevcuttu. Sekiz hastaya torakoskopi uygulanırken, 47 hastaya dekortikasyon
uygulandı.
Sonuç: Erken müdahale edilmeyen hastalarda dekortikasyon ihtiyacı
doğabilir.
Anahtar Kelimeler: Ampiyem, Dekortikasyon, Çocukluk
KLİNİK SORUNLAR - PULMONER VASKÜLER HASTALIKLAR
P201
Travmatik Yağ Embolisi Sendromu: 2 olgu
Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Gökhan Büyükbayram1, Suat Durkaya3,
Sema Nur Çalışkan2, Zulal Özbolat1
Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
3
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay
1
2
Yağ embolisi, genellikle uzun kemik travmasının komplikasyonu olarak
ortaya çıkan nadir bir durumdur. Travma sonrası 24-72 saat sonra solunum sistemi, santral sinir sistemi, üriner sistem, göz ve deride semptom ve
bulgular ile kendini gösterir.
Araç dışı trafik kazası nedeni ile femur kırığı olan 19 ve 23 yaşında 2
erkek hasta, nefes darlığı, bilinç bulanıklığı, ateş, göğüs ön bölgesinde ve
ön aksiler bölgede peteşiyal döküntü nedeni ile değerlendirildi. Hastala-
74
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
rın akciğer grafisi ve karanial tomografileri normal olarak değerlendirildi.
Kan gazında hipoksi hipokapni mevcuttu. Bilinç durumunu açıklayacak
patoloji saptanmadı. Klinik kriterlere göre tanı koyduğuz iki olguyada,
streoid, profilaktik heparin, oksijen ve sıvı tedavisi verildi. Tedavi sonrası
oksijenizasyonu ve bilinç durumu düzelen hastalara ortopedi tarafından
operasyon uygulandı.
Anahtar Kelimeler: travma, yağ embolisi
P202
Trombolitik tedavinin nadir ölümcül bir
komplikasyonu: Kranial kanama
Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Sema Nur Çalışkan2
Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
1
2
Trombolitik tedavinin en korkulan komplikasyonu kanamadır. Özellikle intrakranial kanama yönünden hastaların dikkatli yakın takipleri şarttır.
Kanamalar daha çok minör kanamalar şeklinde, özellikle ponksiyon yapılan damardan olur ve tampon ile durdurulabilir. Majör kanamalar %6.3
olarak bildirilirken, intrakranial kanama %1.8 ve buna bağlı ölüm %0.6
dır.
57 yaşında kadın hasta, ani gelişen nefes darlığı ve sağ yan ağrısı şikayeti ile acil serviste değerlendirildi. Özgeçmişinde 20 gün önce sol ayağına
burkulma nedeni ile atel uygulanması mevcuttu. Genel durumu kötü olan
hastanın TA:100/50, Nbz:165, dakika solunum sayısı 36, 8lt/dk oksijen ile
parmakucu oksijen saturasyoun 92 idi. Kan gazında da hipoksi, hipokapni saptandı. Hastanın acil serviste yapılan EKO’sun da PAP 60mm-Hg,
sağ boşluklarda genişleme ve paradoks hareket saptandı. Toraks tomografisinde sağ ana pulmoner arterde ve dallarında trombüs saptandı. Masif pulmoner emboli tanısı konan hastaya trombolitik (reteplase) tedavi
uygulandı. Tedaviden 8 saat sonra hastanın baş ağrısı, bilinç bozukluğu
ve sonrasında nöbet geçirme öyküsü olması nedeni ile kranial tomografi
çekildi. Kranil BT de kanama saptanması nedeni ile acil operasyona alındı.
Operasyon sonrası mekanik ventilatör sürecinde hasta kaybedildi.
Anahtar Kelimeler: masif pulmoner emboli, trombolitik, kranial
kanama
Şekil 1. Femur kırığı
Şekil 1.
Şekil 2. Aksiller bölgede peteşiyal döküntü
Şekil 2.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
75
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P203
Nadir bir posteriyor mediastinal kitle
nedeni: Ekstramedüller Hematopoez (2 olgu)
Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Suat Durkaya3, Cansu Topal4, Gökhan
Büyükbayram1, Zulal Özbolat1, Ali Ersoy5
Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
3
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay
4
Dörtyol Devlet Hastanesi, İç Hastalıkları, Hatay
5
Antakya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
1
2
Ekstramedüller hematopoezis(EH), kemik iliği dışında kan hücrelerinin
üretimi olup talasemi, orak hücreli anemi, miyelofibrozis, herediter sferositozis gibi çeşitli hematolojik hastalıkların kompansatuvar bir mekanizması
olarak karşımıza çıkmaktadır. EH, odakları genellikle mikroskopiktir, bazı
olgularda ise kitle benzeri lezyon şeklinde olup, sıklıkla karaciğer, dalak,
lenf nodları nadiren de adrenal bez, böbrek, meme, periferik sinirler, retroperitoneum ve epididimiste görülmektedir. Toraks, EH’in görüldüğü nadir
bir bölgedir.
Olgu 1: Şikayeti olmayan 24 yaşında erkek hasta, iş başvurusu nedeni
ile çekilen akciğer grafisinde kalp konturunu silmeyen homojen dansite
artımları olması nedeni ile tetkik edildi. Özgeçmişinde talasemi intermedia
nedeni ile ara ara tarnsfüzyon öyküsü mevcuttu. Olgunun fizik muayenesinde skleralarda ikter ve hepatomegali dışında anormallik saptanmadı.
Toraks BT’de arka mediastende bilateral paravertebral alanda sağda belirgin iyi sınırlı homojen yumuşak doku dansiteli alanlar izlendi. Laboratuvarda Hb:8.2, BK:20400, Plt:937000, LDH:444, Tbil:7.2, Ferritin:642
dışında anormallik saptanmadı.
Olgu 2: 34 yaşında erkek hasta öksürük şikayeti ile değerlendirildi. Özgeçmişinde talasemi intermedia nedeni ile takip edildiği öyküsü mevcuttu.
Olgunun fizik muayenesinde skleralarda ikter ve hepatomegali dışında
anormallik saptanmadı. Toraks BT’de arka mediastende bilateral paravertebral alanda yumuşak doku dansiteli alanlar izlendi. Laboratuvarda
Hb:8.1, BK:71900, Plt:660000 idi.
Olguların talasemi intermedia olması nedeni ile lezyonlar buna bağlı ekstramedüller hematopoez kitleleri olarak kabul edildi. Olgulara tanı
amaçlı ek girişim uygulanmadı.
Simetrik posteriyor mediasten kitlelerinde ayırıcı tanıda ekstramedüller hematopoez dikkate alınmalı ve hematolojik hastalıklar yönünden
sorgulanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: posteriyor mediastinal kitle, ekstramedüller hematopoez, talasemi intermedia
Şekil 2
P204
Azigos Lob Sıklığı: Toraks Tomografisinde
Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Suat Durkaya3, Ali Ersoy4, Sema Nur
Çalışkan2, Gökhan Büyükbayram1, Zulal Özbolat1
Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
3
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay
4
Antakya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
1
2
Giriş: Azigos lobu akciğerin nadir görülen konjenital venöz anomalilerinden biridir. Tanısı çoğunlukla akciğer grafisi ile konulur. İleri inceleme ve
ayırıcı tanı açısından seçilmiş vakalarda bilgisayarlı tomografi de kullanılabilir. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografide %1.2 oranında görülmektedir. Bizde hastanemizde çekilen toraks tomografisinde saptadığımız
azigos lob sıklığımızı araştırdık
Gereç ve Yöntemler: Eylül 2012- Kasım 2013 tarihleri arasında Dörtyol Devlet Hastanesi’nde herhangibir neden ile çekilmiş toraks tomografileri retrospektif olarak PACS(Görüntü Arşivleme ve İletişim Sistemleri)
sisteminden değerlendirildi.
Bulgular: Bu süre içerside çekilmiş 2775 adet toraks tomografisi (kadın:1077, erkek:1698) değerlendirildi. Toraks tomografisinde azigos lobu
görülme sıklığı %1,54 idi. Kadınlarda azigos lob sıklığı %1,39 (n=15) iken
erkeklerde oran %1,64 (n=28) saptandı.
Sonuç olarak, toraks tomografisinde saptadığımız azigos lob sıklığımız
literaturde bildirilen oranlardan yüksek saptanmıştır
Anahtar Kelimeler: toraks tomografi, azigos lob
Şekil 1.
Şekil 1.
76
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P205
P207
Normal Renal Fonksiyona Sahip Akut
Pulmoner Tromboemboli Hastalarında Serum
Sistatin C Bir Prediktör müdür?
Alt lob anomalisi ile birlikte olan SwyerJames Macleod Sendromu
Nuri Tutar1, Nur Aleyna Kemik1, İnsu Yılmaz1, Hakan Büyükoğlan1, Asiye
Kanbay2, Ali Doğan3, Fatma Sema Oymak1, İnci Gülmez1, Ramazan Demir1
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, İstanbul
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri
2
Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
3
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Kayseri
1
Akut pulmoner tromboemboli (PTE) hastalarının yönetiminde erken
tanı anahtar noktadır. Literatürde günümüze kadar akut PTE hastaları ile
sağlıklı gönüllüleri karşılaştıran bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bundan dolayı biz bu çalışmada normal renal fonksiyona sahip 50 akut PTE hastası
ve 45 sağlıklı gönüllünün sonuçlarını analiz ettik. Serum sistatin C seviyesi
PTE grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak analamlı seviyede
yüksek bulundu (sırasıyla 1.08 mg/dL (IQR 0.79-1.56) and 0.85 mg/dL
(IQR 0.77-1.03), p=0.017). PTE varlığını saptamada en yüksek sensitivite
ve spesifite değerine sahip serum sistatin C seviyesi 1.15 mg/dL idi ve bu
değerde %93.3 spesifite, %46 sensitivite, %88.5 pozitif prediktif değer ve
%60.9 negatif prediktif değere sahipti. Çok değişkenli modelde, sistatin C
ile PTE varlığı arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı idi (OR: 12.34,
95% CI 2.64-57.75). Sonuç olarak normal renal fonksiyona sahip akut
PTE hastalığını saptamada serum sistatin C bir parametre olabilir.
Anahtar Kelimeler: tanı, pulmoner tromboemboli, sistatin C,
Dilaver Taş, Sedat Demirsoy, Ersin Demirer, Ömer Ayten, Zafer Kartaloğlu
Giriş: Swyer-James/Mac Leod Sendromu pulmoner arter hipoplazisine
bağlı unilateral hiperlüsent akciğer görünümü ve bronşektazi ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır.
Olgu: Yirmibir yaşında erkek hasta öksürük, balgam, nefes darlığı yakınmaları ile başvurdu. Özgeçmişinde astım tanısı mevcuttu. Fizik muayenesinde oskultasyonda her iki hemitoraksta yaygın ronküs duyuldu. Tam
kan ve biyokimyasal analizleri normal değerlerde idi. Akciğer grafisinde
sağ akciğer alt zonda havalılık artışı izlendi (Şekil 1). Toraks Bt’de sağ akciğer orta ve alt lobda volum kaybı, aynı bölgede bronşektazik görünüm
ve sağ pulmoner arter orta lob ve alt lobu ilgilendiren kısmında hipoplazi
görüldü (Şekil 2). Bronkospik incelemede sağ akciğer orta lob girişi daralmış, sağ alt lobda superior segment haricinde iki segment ağızı izlendi.
Sonuç: Tek taraflı akciğer hiperlüsent akciğer görünümünde SwyerJames/Mac Leod Sendromu düşünülmelidir.
Anahtar Kelimeler: Swyer-James Macleod Sendromu, bronşektazi
P206
Vertebroplasti Operasyonu sonrasında
Gelişen Cement embolisi Olgu Sunumu
Sehnaz Olgun1, Derya Kocakaya1, Hüseyin Arikan1, Berrin Bağcı Ceyhan1,
Nihat Kodallı2
1
Marmara Üniversitesi, Pendik Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun
Bakım Anabilim Dalı, İstanbul
2
Academic Hospital, İstanbul
48 yaşında erkek hasta 1986-2000 yılları arasında 3 kez ve en son 1 yıl
evvel tekrarlayan uveit atakları nedeniyle pulse ve ardından oral steroid
kullanmış ve hastada tüberküloz ve sarkoidozis saptanmamış. 30 yıl paket
sigara öyküsü olan hasta KOAH tanısı ile bronkodilatör tedavisi düzenlenerek izleme alınmış. Hastanın osteoporoza ikincil spontan kompresyon
vertebra kırıkları gelişince perkutan cement ile vertebroplasti operasyonu
11 ayrı vertebraya yapılmış. Hastanın operasyon sonrasında gelişen ani
nefes darlığı, göğüs ağrısı ve taşıkardisi nedeniyle konsulte edildiğinde bakılan kan gazında pH 7.47 PCO2 39 mmHg PaO2 58 mmHg bulundu ve
pulmoner anjio formatında tomografi çekilince sağ akciğer üst lob ve alt
lobda vasküler yapı içerisinde, hemiazigos veni içerisinde kontrast maddeden daha yoğun muhtemelen vertebroplasti sırasında kullanılan cemente
ait emboliye sekonder değişiklikler saptandı. Hasta antikoagüle edilerek
oksijen desteği ile takibe alındı, ekokardiografide patoloji saptanmayan
hasta tedaviye iyi yanıt verdi ve 1 hafta sonra taburcu edildi. 6. ay kontrolünde semptomu olmayan hastanın halen cement görüntüleri tomografide
devam ederken yapılan ventilasyon perfüzyon sintigrafisinde sağ akciğer
üst lob anterior segment ile sol akciğer üst lob apikoposterior segmnetlerde “mismatch” karakterde hafifçe hipoperfüze alanlar izlenmeye devam
edildi.
Vertebroplasti işlemi sırasında kullanılan cement materyalinin venöz
sisteme ve pulmoner artere giderek semptomatik pulmoner emboli oluşturduğunu gösteren az sayıda vaka yayını vardır. Bizim vakamız da bu
konuda literatüre ışık tutmaktadır ve bu hastaların vertebroplasti sonrası
yakın izlem gerektirdiği açıktır.
Anahtar Kelimeler: Cement, emboli, vertebroplasti
Şekil 1.
Şekil 2.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
77
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P208
İki Nedenli Bilateral Plevral Effüzyon
Olgusu
Hasan Düzenli1, Ahmet Nasır2, Hikmet Çoban1, Adilcan Güngen1, Canatan
Taşdemir1, Yusuf Aydemir1
1
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
Kliniği, Sakarya
2
Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Sakarya
Şilotoraks plevral boşlukta lenfatik sıvının birikmesidir. En sık nedeni
ductus torasikusun travmatik nedenlerle yaralanmasıdır. Kalp yetmezliği
ve kalp kapak hastalığına sekonder transudatif şilotoraks çok nadir görülen bir patoloji olup, az sayıda rapor edilmiştir. Transudatif şilotoraks
ve transuda plörezi birlikteliği olan kalp yetmezliği ve kalp kapak hastalığı
olgusunu sunuyoruz
Olgu: 79 yaşında erkek hasta bir aydan beri devam eden nefes darlığı ile başvurdu. Akciğer grafisinde sağda daha fazla olan bilateral plevral
effüzyon ve kardiyomegali izlendi. Her iki hemitoraksa tanısal amaçlı torasentez yapıldı. Her iki taraf da transuda vasfında idi. Sağ hemitoraksa
semptomatik amaçlı kateter uygulandı. Semptomlarda belirgin düzelme
oldu. Kateter uygulanmasının 3. gününde sağda pnömotoraks gelişti.
Sıvının görünümündeki değişiklik üzerine yapılan incelemelerde sağda
şilotoraks geliştiği anlaşıldı. Şilotoraks ve kalp yetmezliğine sekonder plevral effüzyon tanısı ile, iki farkklı etyolojik nedene yönelik tedaviler birlikte
uygulandı. Oral alımı kesildiğinde sıvı transudaya, oral alımı başladığında
ise şilotoraksa dönmekteydi. Şİlotoraks ve kalp yetmezliğine yönelik ısrarlı
tedaviler sonrasında 25. gününde plevral mayi drenajı olmayan, radyolojik ve klinik iyileşme saptanan hasta taburcu edildi.
Anahtar Kelimeler: şilotoraks, kalp yetmezliği, transuda plörezi
Şekil 2. Kateter torakostomi sonrası akciğer grafisi
P209
Aynı hastada pulmoner venöz dönüş
anomalisi ve bronşektazi birlikteliği
Mustafa İlker İnan1, Ferhat Cüce2
Van Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Van
Van Asker Hastanesi, Radyoloji Servisi, Van
1
2
Şekil 1. Bilateral plevral effüzyonu gösteren akciğer grafisi
78
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş: Pulmoner venöz dönüş anomalisi (PVDA), bir veya birden fazla
pulmoner venin sağ kalbe veya sistemik venlere açılması ile oluşan ekstrakardiyak soldan sağa olan bir şant tipidir. Nadir bir birliktelik olan, aynı
lobda eşlik eden bronşektazi nedeni ile etkisi kompanze edilen asemptomatik parsiyel PVDA (PPVDA) olgusunu sunmaktayız.
Olgu: 24 yaşında erkek hasta, çocukluğundan beri devam eden öksürük ve eforla artan nefes darlığı şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenesinde
sol hemitoraks bazalinde inspiratuar raller oskulte edildi. Posteroanterior
akciğer grafisinde sol kalp konturunda düzensizlik ve sol alt zonda heterojen opasite artışı izlendi. Hastanın çekilen toraks HRCT’sinde sol akciğer
üst lobda kistik bronşektaziler ve sol pulmoner hilustan başlayıp yukarı
doğru mediasten sol komşuluğunda seyir gösteren ek vasküler yapı tespit
edildi (Şekil 1). Hastaya multidedektörlü BT Anjiografi çekildi, söz konusu
vasküler yapının sol brakiosefalik vene drene olan sol süperior pulmoner
ven olduğu izlendi (Şekil 2). Parankim kesitlerinde, sol akciğer üst lobda kistik bronşektaziler ve çevresinde mozaik atenüasyon alanları eşlik
etmekteydi.
Tartışma: Bu çalışma; aynı lobda anormal PPVDA’ ya eşlik eden bronşektazi nedeni ile gelişen hava yolu obstrüksiyonu ve hava hapsi sonucu o
bölgede ventilasyonun azaldığını, azalan ventilasyon sonucu gelişen bölgesel hipoksik pulmoner vazokonstruksiyon nedeni ile bu lobdan pulmoner venöz dönüşün azaldığını ve bu sonucun hastayı anormal PPVDA’ya
bağlı gelişen küçük sol-sağ şantın sebep olabileceği negatif etkiden koruyabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, Pulmoner venöz dönüş anomalisi,
Toraks tomografisi
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 1. Masif ve submasif düzeydeki hastaların oranı ilkbahar ve yaz döneminde
daha fazladır.
Şekil 1. Toraks HRCT’de kistik bronşektaziler ve ek vasküler yapı
Tablo 1
Temperature (°C) n
n
%
-5 - 7 interval
23
28,4
7,1- 19 interval
27
33,3
19,1- 31 interval
31
38,3
900-910
14
17,3
911-920
60
74,1
921-930
7
8,6
25-50
28
34,6
50-75
40
49.4
75-100
13
18,5
Atmospheric pressure (mbars)
Şekil 2. Toraks BT Anjiografide sol brakiosefalik vene drene olan sol süperior
pulmoner ven ve 3 boyutlu görüntüsü
P210
Pulmoner Emboli Hastalarında Meteorolojik
Parametrelerle Hastalığın Şiddeti
Arasındaki İlişki
Özlem Erçen Diken, Aydın Çiledağ, Uğur Gönüllü
Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Pulmoner embolinin (PTE) mevsimsel dağılımıyla ilgili sınırlı bilgi mevcuttur. Bu çalışmanın amacı PTE için risk faktörü olan ve olmayan hastalarda akut pulmoner embolinin şiddetinin meteorolojik faktörlerle ilişkisinin ortaya konulmasıdır.
81 pulmoner tromboemboli (PTE) hastası restrospektif olarak değerlendirildi. 47’si kadın (%58), yaş ortalaması 65±15’di. 81 hastanın 46’sının (%56,8) risk faktörü yoktu. 81 olgunun 22’si (%27.2) ilkbahar, 25’i
(%30.9) yaz mevsiminde tanı almıştı. Yaz mevsiminde tanı alan hasta sayısı daha fazlaydı (p=0,339). Mayıs ayında ise PTE sıklığı daha fazlaydı
(p=0,656).
PTE’nin sıcaklık düzeyindeki artışla pozitif ilişki halinde (p=0,479) ve
düşük nem düzeyleriyle negatif ilişkide olduğu gözlendi (p=0,001). Orta
düzeydeki atmosferik basınçta PTE sıklığı daha yüksekti (p=0,001). Sıcaklık, basınç ve nem düzeyi ile PTE sıklığının ilişkisi Tablo 1’de verilmiştir.
PTE için risk faktörü olan ve olmayan hastalarda sıcaklık, basınç ve
nem değerleri ile PTE şiddeti arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
saptanmamıştır. Masif ve submasif PTE ilkbahar ve yaz mevsiminde daha
fazla saptanmıştır (p=0,076) (Şekil 1).
Sonuç olarak yaz mevsiminde, ay olarak ise Mayıs ayında PTE insidansı fazla saptandı. Sonuçlar düşük atmosferik basınç seviyesi, nem oranı,
yüksek sıcaklık ile PTE insidansı arasındaki ilişkiyi doğrulamaktadır. Yaz ve
ilkbaharda PTE artmakla birlikte şiddeti de fazla olmaktadır. Risk faktörü
olmayan PTE olgularında mevsimsel ilişki dikkate alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: meteorolojik parametreler, pulmoner emboli,
mevsimsel dağılım
Humidity (%)
P211
16 Yaşında Genç Bir Erkekte Primer
Antifosfolipid Sendromu: Olgu Sunumu
Süreyya Yılmaz1, Füsun Topçu1, Hadice Selimoğlu Şen1, Yaşar Yıldırım2,
Orhan Ayyıldız2, Cihan Akgül Özmen3
1
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı,
Diyarbakır
2
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
3
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır
Giriş: Antifosfolipid sendromu (APS), anti-fosfolipid otoantikorların
varlığında arteriyel ve/veya venöz tromboz ve/veya tekrarlayan gebelik
kaybı ile karakterize otoimmün bir hastalıktır. Eğer eşlik eden bir bozukluk
olmadan gelişirse primer APS olarak değerlendirilir.
Olgu: 16 yaşında erkek hasta 10 gündür başlayan göğüs ağrısı, ateş,
öksürük ve nefes darlığı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Oskültasyonda
bilateral alt akciğer alanlarında da solunum seslerinde azalma ve minimal
minimal raller vardı. Diğer muayene bulguları normaldi.
İlk çekilen kontrastlı bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ akciğer alt
lob, sol akciğer üst-alt lob ve lingulada konsolidasyon alanları gözlendi,
emboli yoktu. Hasta pnömoni olarak kabul edildi (Resim-1), ve antibiyoterapi ve genel destek tedavisi başlandı.
Hastanın öksürük, göğüs ağrısı şikayetlerinin geçmemesi ve radyolojik
iyileşmenin olmaması nedeniyle tedavi başlangıcından 25 gün sonra BT
Pulmoner Anjiografi (BTPA) çekildi. BTPA’da sağ ana pulmoner arterde
ve sol pulmoner arter dallarında pulmoner tromboemboli(PTE) saptandı.
Her iki akciğerde alt loblardaki konsolidasyon alanları nekroz, üst ve alt
loblardaki buzlu cam alanları infiltrasyon lehine değerlendirildi (Resim-2).
Kollajen doku paneli negatifti (Tablo-1). Trombofili paneli
çalışıldı(Tablo-2). Bilateral alt ekstremite venöz doppler ultrasonografisinde derin ven trombozu saptanmadı. Ekokardiyografik inceleme normaldi.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
79
POSTER SUNUMLARI
Sonuç: Primer APLS, sekonder APLS’ye göre çocuklarda ve adölesanlarda oldukça nadir görülen bir hastalıktır. PTE tanısı konulan 16 yaşında
bir olguyu literatüre katkı sağlaması amacıyla sunmaktayız.
Anahtar Kelimeler: Antifosfolipid sendrom, Pnömoni, Pulmoner
tromboemboli
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 2. Hastanın trombofili paneli
Lac Confirm
66.2 sn
58.1 sn
125 sn
102 sn
Lac S/Lac C
1.89 ↑
1.76 ↑
AT 3 Aktivitesi
89 %
-
36.8
-
Anti Kardiyolipin IgM
22,6 U/ml ↑
17,2 U/ml ↑
Anti Kardiyolipin IgG
72,6 U/ml ↑
60,3 U/ml ↑
38 sn ↑
48,6 sn ↑
1.1
2.1 ↑
Heterozigot
-
APTT
INR
PAİ-1 (4G/5G)
MTHFR (C677T)
Heterozigot
-
MTHFR (A1298C)
Homozigot Normal
-
F XIII
Homozigot Normal
-
Heterozigot
-
F V Leiden
Homozigot Normal
-
Protein C
Normal
-
F II(G20210A)
Protein S
Şekil 2. BTPA’da sağ ana pulmoner arterde ve sol pulmoner arter dallarında PTE ve
bilateral alt loblardaki konsolidasyon alanları, üst ve alt loblardaki buzlu cam alanları
13. hafta
Lac Screen
F VIII
Şekil 1. İlk çekilen kontrastlı bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ akciğer alt lob, sol
akciğer üst-alt lob ve lingulada konsolidasyon alanları
Başlangıç
Normal
-
Trombosit Sayısı
108 X 109 /L ↓
255 X 109 /L
CRP
40.7 mg/dl ↑
-
19.4 K/L ↑
-
Beyaz Küre
P212
Tablo 1. Hastanın kollajen doku paneli
ANA
Negatif
P-ANCA
Negatif
KTEPH Tedavisinde İnhale İlioprost
Uygulaması, İki Olgu Nedeniyle
C-ANCA
Negatif
Mine Atun Dikici, Neşe Dursunoğlu, Zahide Alaçam
Anti-JO1
Negatif
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli
Anti-Ds DNA
Negatif
PO
Negatif
Anti-SM
Negatif
Anti-SSA
Negatif
Anti-SM/RNP
Negatif
Anti-SCL
Negatif
Anti-Nucleosomes
Negatif
Anti -Histones
Negatif
Anti-Cenp B
Negatif
Giriş: Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon (KTEPH), tekrarlayan pulmoner emboliler sonucunda pulmoner vasküler yatağın oblitere olmasıyla ortaya çıkan ve mortalitesi yüksek klinik bir durumdur.
Tedavide en etkin yöntem pulmoner endarterektomi olup histopatolojisinde ‘vasküler remodelling’ izlenmesi, İPAH tedavisinde kullanılan ilaçların
KTEPH’de etkili olabileceğini düşündürmektedir. Ancak halen KTEPH
tedavisinde onaylanmış herhangi bir ilaç tedavisi bulunmamaktadır. Biz
de inhale ilioprost tedavisi uyguladığımız iki KTEPH olgusunu sunmayı
amaçladık.
Olgu 1: 50 yaş, bayan hasta. 25 aydır KTEPH tanısıyla takipli. Tanı
anında NYHA –FS IV, OPAB:100 mmHg, 6DYT’inde yürüme mesafesi
125m olan hasta inoperabl kabul edildi ve 3 ay inhale iloprost tedavisi
sonrasında hepsinde iyileşme görüldü (NYHA- FS III, 80mmHg, 135m).
Olgu 2: 44 yaş, bayan hasta. 12 aydır KTEPH tanısıyla takipli. Tanı
anında NYHA –FS III, OPAB: 72 mmHg, 6DYT’inde yürüme mesafesi
130m olan hasta 3 ay inhale iloprost tedavisi ve endarterektomi ile hepsi
düzeldi (NYHA-II, 40mmHg, 335 m).
Tartışma: İlioprost inhalasyon yoluyla alınan bir prostasiklin analoğudur. KTEPH’li hastalarda ilioprost uygulanmasıyla akut dönemde pulmoner vasküler rezistans ve ortalama pulmoner arter basıncında anlamlı
gerileme izlenmiştir ancak arteriyovenöz şantları artırarak parsiyel oksijen
basıncını azalttığı bildirilmiştir. Hastalarımızda uzun dönem kullanımında
böyle bir yan etki görülmemiş olup belirgin klinik düzelme izlenmiştir. İlioprostun KTEPH tedavisinde kullanımıyla ilişkili çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: KTEPH, ilioprost, pulmoner hipertansiyon
80
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P213
P215
Akut Pulmoner Emboli Tanısı Alan
Hastalarda Nötrofil Lenfosit Oranı ve
Trombosit Lenfosit Oranının Prognostik
Değeri
Bacak Kırığı Sonrasında Gelişen Yağ Embolisi
Sendromu
Burcu Baran, Nuri Tutar, Hakan Büyükoğlan, İnsu Yılmaz, Fatma Sema
Oymak, İnci Gülmez, Ramazan Demir
Erciyes Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri
Giriş: Akut pulmoner emboli (PE), yüksek mortalite oranları ile karakterize ciddi klinik bir tablodur. Daha önceki çalışmalarda lökosit sayısındaki artışın tekrarlayan venöz tromboemboli, kanama ve artmış mortalite
ile ilişkili olduğu gösterilmiştir.Yapmakta olduğumuz bu çalışmanın amacı
akut PE hastalarında, kısa dönem takiplerinde nötrofilin lenfosite oranı
(NLO) ve trombositin lenfosite oranının (TLO) prognostik açıdan değerini
belirlemektir.
Metod: Akut PE tanısı alan totalde 60 olgu çalışmaya alındı. Başvurudaki kan değerleri ve klinik bilgiler dosya verilerinden elde edildi.
Sonuçlar: Çalışmaya alınan olguların yaş ortalaması 63.8±17.8 idi ve
otuz iki olgu (%53.3) erkek cinsiyette idi. En sık görülen risk faktörü son bir
ayda geçirilmiş cerrahi müdahale olarak tespit edildi (n=16, %26.7). Otuz
beş olguda (%58.3) ekoda sağ ventriküler disfonksiyonu mevcut idi. Tanı
anında yüksek PE riski olan olguların üç tanesi (%5.0) trombolitik tedavi
aldı. 60 olgudan dördü (%6.7) 30 günlük takip sürecinde exitus oldu. Hayatta kalan ve kalmayan olgularda median NLO değeri 5.9 (min 0.9, max
38.8) ve 17.4 (min 7.1, max 83.3) olarak tespit edildi.Hayatta kalan ve
kalmayan olgularda median TLO değeri 573.5 (min 150.3, max 610.9) ve
157.1 (min 67.5, max 863.6) olarak tespit edildi. Bu farklılıklar hem NLO
da hem TLO da istatiksel olarak anlamlı idi (p<0.05).
Sonuç: Akut PE nedeniyle hastane başvurularında NLO ve TLO değeri
30 günlük mortalite açısından yol gösterici olabilir.
Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, mortalite, nötrofil lenfosit oranı
P214
Koroner Anjiyografi Sonrası Pulmoner
Emboli: Üç olgu nedeniyle
Elif Yılmazel Uçar, Omer Araz, Mehmet Meral, Metin Akgün, Hasan Kaynar,
Leyla Sağlam
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
Giriş: Son bir yıl içinde kliniğimize masif pulmoner tromboemboli
(PTE) nedeniyle yatırılan üç hastada risk faktörü olarak koroner anjiyografi saptanması nedeni ile klinik açıdan yararlı olabileceğini düşünerek
sunmayı amaçladık.
Olgu: Birinci olgu 49 yaşında bayan hasta ani başlayan nefes darlığı
ve göğüs ağrısı ile başvurdu. On beş gün önce koroner anjiyo yapılan, beş
damarda oklüzyon tespit edilen ve normal ekokardiyografi (EKO) bulguları olan hastanın yeni yapılan EKO’sunda ana pulmoner arterde trombüs
gözlendi. Toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral ana pulmoner arterde
trombüs gözlenen ve hipotansiyon, şok bulgularının eşlik ettiği hastaya
trombolitik tedavi yapıldı.
İkinci olgu,59 yaşında bayan hasta, koroner anjiyografiden 20 gün sonra, üçüncü olgu, 73 yaşında bayan hasta, ise 1 gün sonra başlayan ani
nefes darlığı, göğüs ağrısı ve senkop nedeni ile başvurdular. Toraks tomografisinde ana pulmoner arterlerde trombüs ve EKO’da akut sağ ventrikül
yetmezliği tespit edilen hastalarda masif PTE olması nedeniyle trombolitik
tedavi uygulandı. Tüm hastaların yapılan renkli dopler ultrasonografilerinde sol femoral ve popliteal vende akut ve subakut evre trombüsler gözlendi. Trombolitik tedavi sonrası klinik yanıt alınan hastaların takip ve tedavisi
devam etmektedir.
Sonuç: Koroner anjiyografi pulmoner emboli gelişimi için bir risk faktörü olabilir. Anjiyografi sonrası hastalarda derin ven trombozu gelişme riski
açısından dikkatli olunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: koroner anjiografi, pulmoner emboli, risk
Turan Aktaş1, Nurşen Yaşayancan2, Fatma Aktaş3, Zafer Özmen3
Gazi Osman Paşa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat
Tokat Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Tokat
Gazi Osman Paşa Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Tokat
1
2
3
Giriş:Yağ embolisi sendromu (YES) yağ partiküllerinin dolaşım sistemine girmesi sonucunda solunumsal, hematolojik, nörolojik ve cilt bulgularıyla seyreden klinik bir durumdur
Olgu: 28 yaşında erkek hasta 3 gün önce araç içi trafik kazası sonrasında sağ alt ekstremite parçalı kırığı nedeniyle ortopedi bölümünce
takip edilirken ani gelişen bilinç bulanıklığı ve solunum sıkıntısı sebebiyle tarafımızdan konsultasyon istendi. Hasta yoğun bakımda değerlendirildiğinde dispneik ve takipneik görünümde idi. Göğüs ön duvarında ve
konjunktivasında noktasal peteşiel lezyonlar dikkati çekti. Laboratuar incelemesinde trombosit sayısında belirgin düşme saptandı(tombosit:80000/
dl). P-A akciğer grafisinde ve Toraks BT’de bilateral yaygın alveoler ve
interstisyel dansite artımı ile buzlu cam alanları görüldü. Kranial MR’ında
yaygın mikrotrombüsle uyumlu görünüm saptandı. Mevcut klinik ve diğer
bulgular neticesinde hastada yağ embolisi sendromu düşünülerek prednizolon tedavisi başlandı. Takiplerinde solunum sıkıntısı artması nedeniyle
mekanik ventilatörde solunum desteği sağlanan hasta 5 günlük mekanik
ventilatörde takip sonrasında kliniği düzelmesi üzerine solunum desteğinden ayrılarak servise alındı. Servisteki takipleri stabil olan hasta önerilerle
taburcu edildi.
Sonuç: YES yağ partiküllerinin neden olduğu mikrotrombüsler aracılığı
hayatı tehdit edici sonuçlar oluşturabilen klinik bir durumdur.
Anahtar Kelimeler: Yağ Embolisi, Kemik Kırığı, Toraks BT
P216
Pulnoner Tromboembolili Hastalarda
Trombofilik Etkili Gen Mutasyonlarının
Dağılımının Araştırılması
Ercan Kurtipek1, Salih Çiçek2, Nadir Koçak3, Cengiz Burnik1, Yavuz Sultan
Selim Aksooy4, Kenan Koşan4, Korhan Kollu4, Mihrican Yeşildağ1, Taha Tahir
Bekçi1
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genetik Bölümü, Konya
3
Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi, Genetik Kliniği, Konya
4
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Konya
1
2
Giriş: Son yıllarda venöz tromboemboliye (VTE) yönelik çalışmalar
oldukça artmıştır. Yeni belirlenen gen mutasyon analizi sonuçları ve bu
genler arası etkileşimlerin tromboz oluşumundaki rolü ile ilgili çalışmaların
sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bizde kliniğimizde akut pulmoner emboli
tanısı almış hastalarda Faktör V, Faktör II Protrombin, MTHFR(C677T) ve
MTHFR(A1298C) gen mutasyon analizi sonuçlarının ne sıklıkla görüldüğünü saptamayı amaçladık.
Metod: Çalışmaya akut pulmoner emboli tanılı 57 kadın(67.07±14.22)
ve 46 erkek (61.22±16.90) toplam 103 hasta dahil edildi. Hastaların yaş
ortalaması 64.46±15.68 olup yaş aralığı 25-93 arasındaydı. Hastaların
periferik kanlarından DNA izolasyonu yapılarak Real Time PCR aracılığıyla mutasyon analizleri gerçekleştirildi.
Bulgular: Hastaların genotipik dağılımı Tablo-1’de, allelik distribusyon
sıklığı da Tablo-2’de gösterilmiştir. Sonuç olarak Faktör V leiden için genotip dagılımı; 72 (%69.9) homozigot normal tip, 28 (%27.18) heterozigot
mutant, 3 (%2.92) homozigot mutant şeklinde saptandı.
Sonuç: Faktör V mutasyonuna sahip olmanın önemi, bu mutasyonu
taşıyan VTE’li hastalarda tedavi sonrası tekrar pulmoner emboli gelişme
olasılığı diğer mutasyon analizlerine göre oldukça sıktır. Buna göre VTE
tanısı almış hastalarda tedavi sonlanmasına karar vermeden önce, tekrarlayan pulmoner emboli olasılığını azaltmak açısından, özellikle Faktör
V mutasyonu varlığı olup olmadığının bakılarak gösterilmesi ve buna
göre gerekirse tedavi süresinin uzatılması veya ömür boyu sürdürülmesi
önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: emboli, genetik, mutasyon
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
81
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Hastaların Genotipik Dağılımı
NORMAL
HETEREZİGOT
HOMOZİGOT
FV Leiden
72 (69.9 %)
28 (27.18 %)
3 (2.92 %)
F II Protrombin
96 (93.20 %)
6 (5.82 %)
1 (0.98 %)
MTHFR C677T
40 (38.83 %)
56 (54.36 %)
7 (6.81 %)
MTHFR A1298C
37 (35.92 %)
52 (50.48 %)
14 (13.60 %
B
C
Tablo 2. Grupların Allelik Dağılım ve Sıklığı
NORMAL HETEREZIGOT HOMOZIGOT
TOPLAM
FV Leiden
G allele
144
(69.90 %)
28
(13.59 %)
0
(0 %)
172
(83.49 %)
FV Leiden
A allele
0
(0 %)
28
(13.59 %)
6
(2.91 %)
34
(16.50 %)
FII Protrombin
G allele
192
(93.20 %)
6
(2.91 %)
0
(0 %)
198
(96.11 %)
FII Protrombin
A allele
0
(0 %)
6
(2.91 %)
2
(0.97 %)
8
(3.88 %)
MTHFR 677
C allele
80
(38.83 %)
56
(27.18 %)
0
(0 %)
136
(66.01 %)
MTHFR 677
T allele
0
(0 %)
56
(27.18 %)
14
(6.79 %)
70
(33.97 %)
MTHFR 1298
A allele
74
(35.92 %)
52
(25.42 %)
0
(0 %)
126
(61.16 %)
MTHFR 1298
C allele
0
(0 %)
52
(25.42 %)
28
(13.59 %)
80
(38.83 %)
A
Şekil 1. A: PA akciğer grafide trakea hava sutununda sola shift ve solda hacim kaybı
izlenmektedir. B ve C: Toraks BT’de orta hat oluşumları sola deviye, solda hacim
kaybı ve sol üst lob izlenmemektedir.
P217
Astım Tanısı ile Takip Edilen ve Tek Taraflı
Lober Agenezi Saptanan Bir Olgu
Alper Gündoğan, Alev Taşkın, Seyfettin Gümüş, Ergün Uçar, Ergun
Tozkoparan, Hayati Bilgiç
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Pulmoner agenezi izole olarak ve diğer konjenital defektlerle birlikte bulunabilen nadir bir anomalidir. Lob sayısının normal olduğu hipoplazinin
aksine pulmoner agenezide akciğerlerin ilgili bölümü intrauterin gelişim
defekti nedeniyle tam ya da tama yakın olarak yoktur. Astım tanısı ile takip
edilen yetişkin bir hastada tek taraflı lober agenezi saptadiğımız bir olguyu
sunuyoruz.
Yirmi bir yaşında erkek hasta süregelen nefes darlığı şikâyeti ile başvurdu. Astım tanısı ile inhaler bronkodilatör tedavi kullanmaktaydı. Fizik
muayenesinde sol hemitoraks hafif çökük görünümde, oskültasyonda sol
apikalde solunum sesleri azalmıştı. PA akciğer grafide trakeal hava sütununda sola shift ve solda belirgin volüm kaybı izlenmekteydi. (Şekil 1.a).
Yüksek rezolusyonlu bilgisayarlı tomografide orta hat oluşumları sola yer
değiştirmiş ve sol akciğer üst lobu izlenmemekteydi (Şekil 1.b ve Şekil 1.c).
Fiberoptik bronkoskopide sol sistem bronşunun ana karinadan itibaren alt
loba devam ettiği, üst lob bronş ve segment ağızlarının olmadığı tespit
edildi (Şekil 2).
Pulmoner agenezinin görülme sıklığının 100 binde 3,4 ile 9,7 arasındadır. Daha çok solda görülür ve çoğunlukla diğer konjenital anomalilerle
birliktedir. Mediastinal shift ile opak hemitoraks varlığında ayırıcı tanılar
arasında akla gelmelidir. Sıklıkla tekrarlayan enfeksiyonlar, efüzyon, atelektazi ve opasite gibi öntanılarla evalüe edilirler. Akciğeri etkileyen bu gibi
sorunlarla sıklıkla karıştığından dolayı erken tanı için şüphelenmek ve ileri
tanı testlerine başvurmak gerekir. Çoğu kez kesin tanıları ileri yaşlara dek
konulamaz. Bizim olgumuz, son iki yıldır astım tanısı ile takip edilen ve
daha sonra tek taraflı lober agenezi saptanan 21 yasinda bir olgu idi. Olgumuz astım tanısı düşünülen hastalara ayırıcı tanıda pulmoner agenezinin
de düşünülmesi gerektiğini göstermesi açısından önem arz etmektedir.
Anahtar Kelimeler: pulmoner agenezi, konjenital akciğer anomalisi
82
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. Bronkoskopide sol üst lob bronşu izlenmemekte, Sol ana bronşun sol alt lob
bronşu olarak devam ettiği izlenmektedir
P218
Maligniteyi taklit eden Wegener
Granulomatozisi; OLGU SUNUMU
Sami Ceran1, Murat Kuru1, Burhan Apilioğulları1, Emin Maden2
1
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
Konya
2
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
Konya
Wegener granülomatozisi (WG) özellikle üst ve alt solunum yollarını ve
böbrekleri etkileyen sistemik nekrotizan bir vaskülittir. Kadınlarda daha sık
rastlanan formunda üst solunum yolları,akciğerler tutulurken; yaygın formunda böbrekler de tutulmuştur ve erkeklerde daha sık gözlenir. Akciğer
tutulumunda genellikle bilateral, kaviteleşebilen, düzgün sınırlı soliter nodül/kitle görülür. Nekrotizan özelliği nedeniyle kaviter lezyonların gelişmesi
başta maligniteler ve tüberküloz olmak üzere pek çok hastalıkla ayırıcı tanı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
gerektirmektedir. Biz, radyolojik ve klinik bulguları nedeni ile başlangıçta
metastatik akciğer kanseri olduğu düşünülen, operasyonla histopatolojik
tanı alan 38 yaşında bir WG olgusu sunuyoruz.
Bilinen hastalığı olmayan 38 yaşında kadın hasta son 1 aydır artan öksürük, kanlı balgam ve zayıflama şikayetiyle başvurdu. Akciğer grafisinde
kavitasyon gösteren kitle izlenen hastaya toraks BT çekildi. Sol üst lobda
68x83mm, kalın düzensiz duvarlı lümende hava sıvı seviyelenmesi gösteren kaviter lezyon, bilateral akciğerlerde multipl kistik karakterde nodüler
opasiteler görüldü. Toraks MR’da sol üst lobda 5x6cm kaviter kitle ve akciğer parankiminde metastatik odaklar görüldü. Kist hidatik İHA ve balgam
ARB’leri negatifti. Girişimsel radyolojiyle konsulte edilen hastanın lezyonlarının kist hidatikle uyumlu olduğu, transtorakal biyopsi yapılamayacağı
öğrenilmesi üzerine hastaya histopatolojik tanı amaçlı operasyon kararı
alındı. Sağ 5. İnterkostal aralıktan kas koruyucu torakotomiyle sağ orta
lobda yerleşmiş fissür komşuluğundaki kaviter lezyondan multipl biyopsiler ve sağ üst lobdaki nodüler lezyona wedge rezeksiyon yapıldı. Postop
lökositoz ve transaminaz yüksekliği olan hastaya sulbaktam+sefoperazon
verildi. Klinik/radyolojik düzelen hasta postoperatif 11. gün sorunsuz taburcu edildi. Patoloji sonucu dev hücre yapıları ve granülomu anımsatan
yapılar nedeniyle granülomatöz bir iltihap olarak değerlendirilen, immun
değerlendirme sonucu ANA, ANTİ MPO+PR3, C-ANCA, PR3 ANCA pozitif olarak gelen hasta wegener granülomatozisi nedeniyle Göğüs Hastalıkları Kliniği tarafından tedaviye alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: wegener granülomatozis, vaskülit, akciğer kanseri
P219
Acil serviste mortalitesi yüksek bir tablo,
masif pulmonertromboemboli
Nesrin Öcal1, Deniz Doğan1, Ergün Uçar1, İbrahim Arzıman2
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Acil servise başvurular içerisinde mortal seyri ile klinik önem arz eden
masif pulmoner tromboemboli zamanında tanı konulup etkin tedavisi
başlanmaması durumunda ani arreste varabilen ciddi tablolarla sonuçlanabilmektedir. Öte yandan pulmoneremboli tanısı her zaman kolay konamamaktadır. Bu noktada önemli olan husus pulmoneremboli ön tanısını
oluşturduktan sonra gerekli tanısal tetkikleri hızla gerçekleştirmek ve tedaviye başlamaktır. Ancak pek çok vaka semptomların benzerlikleri açısıdan kardiyak patolojilerle karıştırılmakta ve zaman kaybedilmektedir. Bu
açıdan dikkat çekici olduğunu düşündüğümüz bir masif pulmoner emboli
olgusunu paylaşmak istedik.
47 yaşında erkek hasta acil servise sternum arkasında şiddetli göğüs
ağrısı, baş dönmesi, soğuk terleme ve nefes darlığı şikayetleri acil servise başvurmuş. Hastanın yapılan muayenesinde ateryal kan basıncı 90/50
mmHg, nabız 110/dakika, ateş: 36 derece celcius, SpO2: %89 olarak
değerlendirildi. Hastanın EKG’sinde sinus taşikardisi, ST segmentlerinde
hafif yükselme ve sağ aks deviasyonu mevcuttu. Hastanın kardiyak enzim değerlerinde hafif yükselme mevcuttu. Bu sonuçlar öncelikli olarak
myokard enfarktüsü gibi kardiyak bir patolojiyi düşündürmekle beraber
hastanın SpO2 düşüklüğü açısından alınan arteryal kan gazında PCO2: 25
mmHg, PO2: 58 mmHg olması hastada olası bir pulmoner emboliyi akla
getirdi. Bunun üzerine yapılan d-dimer tetkik sonucu 3500 gelince hastaya pulmoner artere yönelik CT anjiografi çekildi. CT anjiografide her iki
ana pulmoner arterde yaygın trombüs ile uyumlu dolum defekti izlenmesi
üzerine hastaya hızla trombolitik tedavi ve ardından antikoagulan tedavi
başlandı. Yoğun bakım şartlarında yapılan klinik takibi sonrası hasta stabil
hale geldi.
Bu olguyu acil servise göğüs ağrısı gibi öncelikli olarak kardiyak patolojilerde pulmonertromboembolinin akılda tutulmasının hayat kurtarıcı
olabileceğini vurgulamak amacıyla paylaştık.
Anahtar Kelimeler: masif, tromboemboli
Şekil 1. Toraks BT
Şekil 1. Bilateral pulmoner arterlerde trombüs
Şekil 2. Toraks BT
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
83
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P220
P221
Pulmoner Arter Tutulumuyla Ortaya Çıkan
Takayasu Arteriti Olgusu
Dev Sağ atrium
Sebahat Genç , Ertan Tuncel , Mesut Demirköse , Cenk Babayiğit , Ersin
Şükrü Erden1, Ramazan Davran2, Burak Akçay3
1
Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi, Radyoloji Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
3
Mustafa Kemal Üniversitesi, Kardiyoloji Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
İskemik kalp hastalığı nedeni ile 3 yıl önce koroner bypass operasyonu
uygulanmış olan 55 yaşındaki kadın hasta poliklinikte nefes darlığı nedeni
ile değerlendirildi. Hastanın çekilen akciğer grafisinde sağ orta alt zonda
minor fissürle sınırlı homojen opasite saptandı. Eko kardiyografi ve toraks
tomografisinde opasitenin nedeninin sağ dev atrium olduğu saptandı.
Anahtar Kelimeler: dev sağ atrium
1
1
1
1
1
2
Takayasu arteriti (TA), aort ve ana dallarını ve pulmoner arteri etkileyen,
daha çok genç kadınlarda görülen bir büyük damar vaskülitidir. Etyolojisi
henüz tam olarak açıklanamamıştır, daha çok Asya ırkında izlenmektedir.
Pulmoner tutulum nadir olmasa da çoğu olguda belirgin semptom vermez.
Semptom ve bulgular tutulan damarın beslediği organa ilişkin iskemik belirtilerle ortaya çıkar. Olgumuz 52 yaşında bayan hasta, doğum yeri Özbekistan. Uzun yıllardır olan göğüs ağrısı şikayeti ile polikliniğimize başvurdu.
Fizik muayenede; sol klavikula altında sistolik üfürüm, Sol akciğer bazalde
ralleri mevcuttu. Her iki alt ekstremitede periferik nabızlar alınamıyordu.
Oda havasında oksijen saturasyonu %80 idi. Akciğer grafisinde kardiyotorasik oran artmıştı. Diğer laboratuar bulguları normaldi. Ekokardiografide;
sPAB: 126 mmHg olarak tespit edildi. Toraks BT incelemesi sol pulmoner
arterde hipoplazi olarak yorumlandı. Torasik aort ve abdominal aort çapında azalma ve kalsifikasyonlar izlendi. Hastaya klinik, fizik muayene ve
radyolojik bulgularla Takayasu Arteriti tanısı konuldu. Prednizolon 1 mg/
kg/gün dozda başlandı Hastaya İloprost nebül 6x10 mcg/ml başlandı kontrol ekosunda sPAB değerinin 75 mmHg ye gerilediği izlendi.
Sonuç olarak, Takayasu Arteriti nadir görülen bir hastalık olduğu için
ve pulmoner arter tutulumu nadiren semptom verdiği için bu olgumuzu
sunmak istedik.
Anahtar Kelimeler: Takayasu arteriti, pulmoner hipertansiyon,
hipoksi
Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2
Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
2
Şekil 1.
Şekil 1. Abdominal aort da daralma ve kalsifikasyon
Şekil 2
P222
Tek Taraflı Saydamlık Artışı: Pulmoner Arter
Hipoplazisi
Levent Cem Mutlu, Gizem Kaplan
Şekil 2. Torasik aort da daralma ve kalsifikasyon
84
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Namık Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tekirdağ
Öksürük, nefes darlığı, göğüs ağrısı ve hırıltı şikayetleri ile sağlık kuruluşuna başvuran 20 yaşında kadın hastaya, astım tanısı ile inhaler tedavi
başlanmış ve akciğer grafisinde solda saydamlık artışı olması nedeniyle
bilgisayarlı toraks tomografisi çekilmiş. Hasta sonuçları ile merkezimize
başvurdu. Özgeçmişinde geçirilmiş akciğer hastalığı veya cerrahi operas-
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
yon öyküsü yoktu. Solunum sistemi muayenesinde her iki hemitoraks solunuma katılıyor, oskültasyonda akciğer sesleri doğaldı. Akciğer grafisinde
solda saydamlık artışı izlendi. Spirometride, FVC 3.08LT (%87), FEV1
2.27 LT (%73), FEV1 / FVC 73.88, akciğer difüzyon kapasitesi azalmış
olarak bulundu (DLCO %72). Toraks BT’de sol akciğer alt lobda bazal
segmentlerde belirgin aerasyon artışı izlendi, sol ana pulmoner arter çapı
sağa oranla azalmış olarak izlendi. Akciğer perfüzyon sintigrafisinde sol
akciğer alt lobunda daha belirgin olmak üzere sol akciğerde perfüzyon
daha düşük ve heterojen görünümde olup pulmoner arter hipoplazisi ile
uyumu olarak raporlandı. Tek taraflı saydamlık artışı ekstrapulmoner veya
intrapulmoner kökenli olabilir. İntrapulmoner saydamlık artışı teknik nedenlere bağlı olabileceği gibi göğüs duvarı patolojilerine, havalanma artışına veya pulmoner oligemiye bağlı olabilir. Pulmoner arter hipoplazisi
de lokal olarak saydamlık artışına neden olabilen nadir durumlardan biri
olarak sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: hiperlüsensi, pulmoner arter hipoplazisi
arter kan gazında ph:7.35,pco:43.3,po.49,sat:82.geldi.10 gün önceki akciğer grafisinde sağ diyafram yüksek, sağ diyafram üzerinde tabanı periferde
üçgen tarzında heterojen yoğunluk artışı ve sağ hiler dolgunluk vardı. Yakınmaları gerilemeyen ve yeni akciğer grafisinde bir önceki filmdeki üçgen
infiltrasyon alanında genişleme görülen hasta antibiyotik altında progrese
olduğundan servise yatırıldı. Hastaya ampisilin sulbactam iv+ klaritromisin tb olarak başlandı. Balgam gram boyaması ve ARB direk bakısı negatif
kalan hastanın pulmoner emboli şüphesi ile istenen D-Dimer:860(<200)
geldi. Emboli değerlendirmesi için istenen toraks BT anjiografide sağ pulmoner arter ve alt lob dallarında emboli görüldü. Bilateral alt ekstremite venöz doppler USG negatif geldi. Hastaya pulmoner emboli tanısıyla
enoksaparin 2x8000ü sc tedavisi başlandı.
Sonuç: Pulmoner tromboemboli tanısı koymak için önce şüphelenmek
gerekir. Klinik ve fizik muayene bulguları özgün değildir. Klinik çok silik
olabilir. Şüphelenilen olgularda gecikmeden BT anjiografi çekilmelidir.
Anahtar Kelimeler: anjiografi emboli pnomoni,
P223
P225
Mikroskopik polianjiitis
Kronik tromboembolik pulmoner
hipertansiyonda d dimer düzeyinin tanı ve
prognozda önemi
Şeyma As, Ayşin Durmaz, Hatice Çiner Çağlayan, Işıl Gökdemir, Naciye
Mutlu, Hüseyin Cem Tigin, Murat Kıyık, Saadettin Çıkrıkçıoğlu
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş: Mikroskopik Polianjitis (MPA), küçük arterleri, arteriyoller, venüller ve kapillerin nekrozitan bir enflamasyonudur
Olgu: 19 yaşında kadın hasta, 1 haftadır ara ara olan kanlı balgam
tarifliyor. Hastanın 100 cc kadar hemoptizisi olması üzerine dış merkezde
çekilen toraks bt de her iki akciğerde yaygın diffüz infiltrasyon saptandı.
Paag de her 2 akc alt zonlarda bilateral yaygın infiltrasyon saptandı. Hastanın mevcut tetkikleri ile ön planda alveolar hemoraji olmak üzere akciğer
ödemi ve pnomoni ön tanısı ile hastaya 1 grpulse steroid ve moksifloksasin
1*400 mg başlandı. Pulse steroid tedavisi 3 güne tamamlandı.spot idrarda hematüri saptandı. Anti GBM(-), c-ANCA (-), ANA(-), antidsDNA(-),
p-ANCA sınırda pozitif saptandı. 9. gününde tekrar aktif kanaması olması
üzerine PAAG tekrarlandı. PAAG de ciddi progresyon saptanması üzerine hastaya 1 gr siklofosfamid verildi. Hasta romatoloji ile konsülte edildi.
Böbrek biopsisi yapıldı. Böbrek biopsisi kresentrik glomerülonefritvaskülit
ile uyumlu olarak raporlandı. Hemoptizisinin tekrarlaması üzerine hastaya plazmaferez yapılmasına karar verildi. Böbrek biopsisi sonrası kreatin
değeri 1.2 den 1.7 ye yükseldi. Batın bt anjıoda renal trombaz saptanana
hastaya enoksaparin sodyum 0,6 mcg 2*1başlandı. Plazmaferez gün aşırı
7 kür olacak şekilde tamamlandı. Plazmaferez tamamlandıktan sonra kreatin düzeyi 1.2 ye geriledi. Kontrol paag de belirgin regresyon görüldü.
Hasta oral steroid dozu ayarlanarak taburcu edildi.
MPA, pulmoner-renal sendromun en sık nedenlerinden biridir. Hastaların %25’inde ilk 2 yıl içinde nüks sıktır. Beş yıllık sağkalım oranı %65 dir.
Anahtar Kelimeler: hematüri, hemoptizi, mikroskopik polianjiitis,
p-anca pozitifliği
P224
nekrotizan pnomoni düşündüren emboli
olgusu
Sakine Yılmaz Öztürk, Merve Nizam, Sinem İliaz, Emel Çağlar, Belma
Akbaba Bağcı
Yedikule Göğüs ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş:Pulmoner tromboembolizmde tanıya giden yol klinik kuşku ile
başlar. Bunun için başlangıçtaki semptom ve bulguların yanında risk faktörlerinin varlığı dikkate alınmalıdır. Bu çalışmada yan ağrısı, hemoptizi
şikayeti ile başvuran hastanın ayırıcı tanısı konu edilmiştir.
Olgu: 50 Yaşında erkek hasta yan ağrısı, hemoptizi şikayeti ile başvurdu. Ateş, nefes darlığı yakınması yoktu. Şikayetler 10 gün önce gribal
enfeksiyon gibi başlamış. Hastanın özgeçmişinde ek hastalık veya sigara
öyküsü yok. İlaç anamnezi yok. Hastanın genel durumu orta, görünümü
soluktu. Turgor tonusu normal, ödem, ikter, siyanoz yoktu. Oda havasında
oksijen saturasyonu %99, Tansiyon:80/50mmHg, nabız:64/dk, solunum
sayısı:20/dk idi. Dinlemekle akciğer sağ alt zonda ince raller mevcuttu. Diğer sistem muayenelerinde özellik yoktu. Laboratuarında lökosit:11800/
mm3, CRP:111mg/l, AST:58U/l, ESR:65mm/st idi. Oda havasında alınan
Bahri Akdeniz1, Kemal Can Tertemiz2, Ebru Özpelit1, Melih Birlik3, Serap
Acar4, Nezihi Barış1, Can Sevinç2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim dalı, İzmir
4
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi Yüksek Okulu, İzmir
1
2
Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon (KTEPH) tanısı zor
olan, ancak tanı konulduğu zaman kür sağlanabilen bir hastalıktır. Fibrin
yıkımı sonucu oluşan D dimer, akut pulmoner emboli gibi bazı hastalıkların tanısında tarama testi olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı
KTEPH’li hastaların tanısında ve prognozunda d dimer düzeyinin önemini
belirlemektir.
Metod: Hastanemiz Pulmoner hipertansiyon (PH) polikliğinde 20072013 yılları arasında düzenli olarak izlenen ardışık hastalar çalışmaya dahil edildiler. Hastaların demografik ve klinik özellikleri retrospektif olarak
belirlendi Bu hastalardan KTEPH tanısı almış (PH grup 4) hastalar ve
Pulmoner arteriyel hipertansiyon (grup 1) hastalar D dimer ve ortalama
eritrosit hacmi (OEH) düzeyleri karşılaştırıldı.D dimer düzeyi ile ekokardiyografik, hemodinamik ve biyokimyasal prognostik faktörler arasındaki
ilişkilere bakıldı.
Bulgular: Çalışmaya toplam 90 PH hastası dahil edildi.Bu hastalardan
18’ı KTEPH (grup 4), 72’si ise diğer PAH (grup1) hastalarından oluşuyordu. KTPEH grubundaki hastalar daha yaşlı (p=0.007) idi. D dimer
düzeyi KTEPH’li hastalarda diğer PH hastalarından daha yüksek ise de
fark anlamlı değildi (p=0.08). KTEPH olan 18 hastanın 14’ünde (%77.8)
D dimer düzeyi artmış iken diğer grupta bu oran (%61) farklı bulunmadı (p=0.20). D dimer düzeyi tüm grupta yaş (p= 0.01) ve fonksiyonel
kapasite ile orta düzeyde (p= 0.03) ilişkili idi. KTEPH grubunda ise yaş
(p=0.29), fonksiyonel kapasite (p=0.35),6 dakika yürüme testi (p=0.65),
BNP düzeyi (p=0,16) pulmoner arter basıncı (p=0.20) ve kardiyak indeks
(p=0.42) ile korele bulunmadı.Derin venöz trombozu varlığı (p=0.52) ve
tromboemboli lokalizasyonu (p=0.33) ile ilişkili bulunmadı.
Sonuç: KTEPH’da D dimer düzeyi az miktarda artsa bile Pulmoner
hipertansiyonun ayırıcı tanısında yardımcı değildir. Prognostik faktörler ile
de ilişkili bulunmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Kronik tromboembolik pulmoner hipetansiyon,
D dimer, tanı, prognoz
Tablo 1. KTEPH ve diğer PAH gruplarının karşılaştırılması
Yaş
KTEPH
Diğer
PH hastaları
P
61,3±10,6
51.8±19.9
0.007
Cinsiyet (K) %
80,6
61,8
0,12
D dimer (mg/L)
1.73±1,65
1.32±1.82
0.08
77,8
61
0.2
D dimer artmış hastaların oranı (%)
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
85
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P226
P227
Bir pulmorenal sendrom olgusu:
Mikroskopik polianjitis
Akut Pulmoner Tromboembolide Serum
Sodyum, Kreatinin ve Glukoz Değerlerinin
Prognoza Etkisi
Mihrican Yeşildağ1, Lütfullah Altıntepe2, Taha Tahir Bekçi1
Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Konya
Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Nefroloji Bölümü, Konya
1
2
65 yaşında bayan hasta üç aydır kilo kaybı, öksürük, iştahsızlık, bulantı
ve hemoptizi yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayenede sağ akciğerde
solunum seslerinde azalma mevcuttu. Laboratuvarında mikroskopik hematüri ve proteinüri mevcuttu. Ayrıca üre 111mg/dL, kreatinin 4.52mg/dl
ve Hb 8.2gr/dL olarak ölçüldü. Akciğer grafisinde sağ hiler bölgede içinde
erimeli alanları içeren homojen dansite artışı mevcuttu. Toraks tomografisinde sağ akciğer alt lob süperior segmentte kaviter lezyon ve çevresinde
konsolidasyon alanı izlendi. Serolojik incelemede p-ANCA pozitif, AntiGBM, Anti ds DNA, C3, C4 ve ANA negatifti. Balgamda ARB negatifti.
Bronkoskopi normal idi. Böbrek biyopsisi global skleroz ve kronik interstisyel nefrit olarak raporlandı. Biyopsi materyalinde immunflorasan çalışma negatifti ve granülom izlenmedi. Bulgular vaskülite bağlı pulmorenal
sendrom ile uyumlu idi. Olgumuzda akciğer tutulumunun olması, p-ANCA
pozitifliği ve böbrek biyopsisinde kronik interstisyel nefrit gelmesine rağmen immunflorasan negatifliği, granulom görülmemesi ile klinik ve serolojik değerlerin uyumlu olması sonucu mikroskopik polianjitis tanısı düşünüldü. Hastaya steroid, immunsüpresif tedavi ve plazmaferez uygulandı.
Hastanın kliniği ve böbrek fonksiyonları belirgin olarak düzeldi ve dialize
alınmadı. Biz bu olgu ile pulmorenal sendromlu olgularda, klinik ve serolojik testler ile erken tanı yaklaşımının önemini ve erken tanının hastanın
prognozuna pozitif etkilerini göstermeyi amaçladık.
Anahtar Kelimeler: Akciğer, böbrek tutulumu, mikroskopik polianjitis, Pulmorenal sendrom.
Aliye Gamze Çalış1, Aliye Candan Öğüş2
Patnos Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ağrı
Akdeniz Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
1
2
PTE mortalitesi ve morbiditesi yüksek bir hastalıktır. Akut PTE prognoz tayininde sağ ventrikül disfonksiyonu,troponin pozitifliği,PESI kullanılmaktadır. Çalışmamızda serum sodyum, glukoz ve kreatinin düzeylerinin prognostik değerlerini ve şu an kullanılan belirteçlerle korelasyonunu
araştırdık.
Ocak 2010 - Aralık 2012 yılları arasında Akdeniz Üniversitesi Göğüs
Hastalıkları Kliniğinde ventilasyon/perfüzyon sintigrafisi PTE ile yüksek
olasılıklı uyumlu olan veya toraks BT anjiografi ile akut PTE tanısı alarak
yatışı yapılan ve diabetes melitus ve kronik böbrek yetmezliği olmayan
112 olgu retrospektif olarak değerlendirildi.
Toplam 112 olgunun 86’sının (%76.8) ilk 30 gün boyunca stabil seyrettikleri (Grup I), 26’sının (%23.2) ise ilk 30 gün içinde öldükleri (Grup II)
belirlendi. Başvurudaki serum sodyum düzeyinin 135 mol/lt altında olmasının ölüm riskinin yaklaşık 48 kat arttırdığı belirlendi.
İlk 30 gün içinde ölen olguların eGFR ortalaması 45.5mL/dk, stabil seyreden olguların ise 100.3 mL/dk bulundu. eGFR<60 mlt/dk ve >=60 mlt/
dk olan 2 grubun prognozları karşılaştırıldığında eGFR<60 mlt/dk olanlarda mortalite diğer gruba göre 41.67 kat artmış bulundu (p<0.001).
Hastaların başvuru anındaki serum glukoz değerlerinin ortalaması
129.1 mg/dl olup, ölen hasta grubunda 140 mg/dl’nin üzerinde ve yaşayan hasta grubuna göre anlamlı yüksekti (p<0.001).
Troponin pozitif, RVD saptanan ve PESI V olgularda mortalite oranı
yüksek olup bu hastalarda serum sodyum düzeyi ve eGFR düşük, serum
glukoz düzeyinin yüksek olması bu üç yeni belirtecin prognostik değerlerinin yüksek olduğunu desteklemektedir.
Bu üç parametre arasında prognostik değeri en yüksek belirteç serum
sodyum düzeyi iken üçünün birlikte bulunması durumunda mortalite riskinin %100 olduğunu belirledik. Serum sodyum, glukoz ve kreatin düzeylerinin ayrı ayrı veya birlikte akut PTE prognoz tayininde kullanılabileceğini
düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Akut pulmoner tromboemboli, hiperglisemi, hiponatremi, kreatin klirensi.
Tablo 1. Serum sodyum, glukoz ve kreatin düzeylerinin prognostik
değerleri
Değişken Sensitivite Spesifisite
Sodyum
Şekil 1. PA Akciğer Grafisi. Sağ perihiler kitle izleniyor
%84.6
%89.5
Pozitif
Prediktif Değer
Negatif
Prediktif Değer
%71
%95.1
eGFR
%80.8
%90.7
%72.4
%94
Glukoz
%73.1
%84.9
%59.4
%91.3
Üçü birlikte
%42.3
%100
%100
%85.1
P228
Heparin ilişkili trombositopeniye bağlı masif
pulmoner embolinin dabigatran ile tedavisi:
Olgu sunumu
Ahmet Bircan1, Güçhan Alanoğlu2
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Isparta
1
2
Şekil 2. Toraks BT de sağ alt lobe süperior segmentte kavitasyonlu kitle izleniyor.
86
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Heparin ilişkili trombositopeni (HIT), heparin tedavisinin nadir, ölümcül
olabilen immun aracılı komplikasyonu olup, tromboz ve trombositopeniyle seyreder. Burada düşük moleküler ağırlıklı heparin (DMAH) tedavisi
sırasında gelişen ve dabigatran ile tedavi edilen HIT ve masif pulmoner
emboli (mPE) olgusu sunulmaktadır. Nefes darlığı, göğüste sıkışma ve
senkop yakınmaları olan 57 yaşında kadın hasta mPE tanısıyla kliniğimize sevk edildi. Öyküsünde total sağ diz replasmanı nedeniyle 10 gün
DMAH almıştı. Şikayetleri nedeniyle yapılan ekokardiyografik inceleme-
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
de pulmoner hipertansiyon (sPAP: 70mmHg) ve sağ atriyumda hareketli
ekojen imaj (trombüs?) saptanmıştı. Özgeçmişinde obezite, gonartroz ve
hipertansiyon vardı. Muayenesinde TA: 90/60mmHg, Nb: 102/dk., SS:
44/dk., O2Sat:%88 bulundu. Kalpte triküspit odakta 2/6 sistolik üfürümü
mevcuttu. Preoperatif dönemde rutin laboratuvar tetkikleri tamamen normaldi, Plt:313x103/µL. Hastanemize başvurusunda ise lökosit: 13.2x103/
µL, Htc: %35.5, Plt: 66x103/µL-54x103/µL ölçüldü. Biyokimya testlerinde
serum elektrolitleri ve BFT’leri normaldi. Ancak toksik/iskemik hepatiti düşündüren KCFT anormallikleri saptandı. Çekilen emboli protokollü toraks
BT’de ana pulmoner arterlerin distalinde tüm lober ve segmenter pulmoner arter dallarında trombüsler görüldü (Şekil 1). Doppler USG’de sağ
popliteal vende akut trombüs saptandı. Bu bulgularla HIT tanısı kondu.
Kesin tanı için gerekli olan IgG yapısındaki HIT antikoruna bakılamadı.
Aldığı DMAH ve warfarin tedavisi hemen kesilerek Dabigatran başlandı
(2x150mg). Trombosit sayısı ve KCFT’leri giderek normale döndü (Figür
2). Trombosit sayısı 150x103/μL üzerine çıktığında warfarin tekrar başlandı ve dozu ayarlandı. Dabigatran tedavisi kesilen hastamız poliklinik
takibine alındı. Heparin ve DMAH’lerin tıpta yaygın olarak kullanılması
nedeniyle hayatı tehdit eden bu komplikasyonunun farkında olunmalı,
tedavi sırasında trombosit sayısı takip edilmeli, böyle bir komplikasyonda
hayat kurtarıcı olabilen diğer alternatif antikoagülanlar kullanılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, trombosit, dabigatran, oral
trombin inhibitörleri, heparin ilişkili trombositopeni
Literatürlere bakıldığında enfeksiyon dışı nedenlere bağlı komplikasyonlar
nadir görülmektedir. En az görülen klinik tablolardan birisi de pulmoner
arteriyel hipertansiyondur (PAH). Bu nedenle PAH ile ilişkili primer myelodisplastik sendrom tanısı ile izlenen 30 yaşında kadın hastamızı sunuyoruz.
Hasta polikliniğimize yorgunluk ve egzersiz dispnesi ile başvurmuştu.
Öne çıkan en önemli patoloji anemi ve trombositopeni varlığıydı. Hematoloji kliniğine danışıldı. Kemik iliği aspirasyonu incelemeleri yapılarak
myelodisplastik sendrom tanısı koyuldu. Yapılan ekokardiyografide sistolik
fonksiyonu korunmuş sağ ventrikül hipertrofisi saptandı. Sistolik pulmoner
arter basıncı 75mmHg idi. PAH etyolojisi açısından yapılan geniş kapsamlı araştımalarımızda, PAH’ı açıklayabilecek başka bir neden saptamadık.
Myelodisplastik sendrom tanısı için hastamıza azasitidin tedavisi başlandı.
Kemoterapi tedavisi altında pulmoner arter basıncında önemli bir değişiklik izlenmedi. Günde 3 defa 20mg sildenafil tedavisi başlanıp günde 3 defa
80mg olacak şekilde ilacın dozu titre edildi. Tüm bu tedavilere rağmen
hastada kötüleşme izlendi. Bu olguda elde edilen sonuç, melodisplastik
sendrom ile ilişkili PAH olgularında spesifik pulmoner vasodilator tedavi
uygulanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Myelodisplastik sendrom, Pulmoner arteriyal
hipertansiyon
Şekil 1. Santral pulmoner arterde genişleme
Şekil 1. Toraks BT kesiti, Bilateral alt lob pulmoner arter dallarında trombüsler
P230
Pulmoner Hipertansiyonlu Hastalarda Tiroid
Fonksiyon Test Sonuçları
İsmail Hanta1, Çağlar Emre Çağlıyan2, Sezen Sabancı Küçükaltun1, Mesut
Demir2, Murat Sert3
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Adana
3
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrinoloji Bilim Dalı, Adana
1
2
Şekil 1. Günlere göre trombosit sayısı
P229
Primer Myelodislastik Sendrom İle İlişkili
Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon
Zeynep Pınar Önen, Yasemin Karabacakoğlu, Öznur Yıldız, Banu Eriş Gülbay
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Myelodisplastik sendromların pulmoner komplikasyon sıklığı yüksek
olmakla beraber büyük bir kısmı enfeksiyöz nedenlere bağlanmaktadır.
Giriş: Tiroid fonksiyonlarındaki bozulmalar; kardiyak kontraktilitede,
myokardın oksijen tüketiminde, kardiyak output ve sistemik ve pulmoner vasküler rezistansta artmaya neden olmaktadır. Tiroid hormonlarının
çeşitli mekanizmalarla pulmoner hipertansiyona (PH) neden olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada, PH tanısı ile izlediğimiz hastalarda tiroid
fonksiyon test (TFT) sonuçlarındaki değişimin incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Ocak-2010 ile Aralık 2013 tarihleri arasında sağ kalp kataterizasyonu ile pulmoner hipertansiyon tanısı konulan 27 hasta çalışmamızda incelenmiştir. Hastaların demografik ve klinik özellikleri kaydedildikten
sonra PH’nun, kılavuz önerilerine göre hangi gruba girdiği not edilmiştir.
TFT ölçümleri kemiluminesans yöntemi ile yapılmıştır.
Sonuçlar: İncelenen 27 hastanın 21’i (%77.8) kadın, 6’sı (%22.2) erkekti. 11’i (%40.7) idiyopatik PAH, 7’si (%25.9) konjenital kalp hastalığı
ile ilişkili PH, 4’ü (%14.8) skleroderma ilişkili PAH, 3 (%11.1) hasta kronik
tromboembolik pulmoner hipertansyon idi. Diğer 2 (%7.4) hastada skleroderma dışı konnektif doku hastalığı mevcuttu. 4 hasta (%14.8) NYHA
evre- 2, 18 hasta (%66.7) NYHA evre-3, 5 hasta (%18.5) ise NYHA evre-4
idi.
27 hasta arasında sadece 1’sinde (%3.7) TSH düzeyinin normal sınırların üzerinde (TSH=7.7 [0.34-5.6]) yine 1 hastada da normal sınırın al-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
87
POSTER SUNUMLARI
tında düşük olduğu (TSH=0.07) olduğu gözlendi. Buna karşın 10 (%37)
hastada T4 düzeyi normalin üzerinde saptanmıştır.
Yorum: Pulmoner hipertansiyon gelişiminde tiroid fonksiyon bozukluklarının katkısı olabileceği, çok daha fazla sayıda hasta ile yapılan çalışmalarla konunun araştırılmasının yararlı olacağı düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner hipertansiyon, tiroid fonksiyon testleri,
patogenez
P232
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Uyuşturucu bağımlılığında pulmoner emboli:
2 olgu nedeniyle
Sinem İliaz, Belma Akbaba Bağcı, Mediha Gonenç Ortaköylü, Ayşe Bahadır,
Sakine Yılmaz Öztürk, Merve Nizam, Emel Çağlar
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Bölümü, İstanbul
P231
Geriatrik Hastada Şiddetli Primer İnfluenza
A Pnömonisi
Miraç Öz, Zeynep Pınar Önen, Öznur Yıldız
Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Primer influenza pnömonisi sadece genç ve sağlıklı yetişkinlerde değil
aynı zamanda immün sistemi baskılanmış kişiler ve altta yatan komorbid durumları olan hastalarda pandemilerde yüksek mortaliteye sahiptir.
Klinisyenlerin grip benzeri semptomlar ile başvuran solunum sıkıntısı ve
yaygın akciğer tutulumu ile hızlı ilerleyen (2 -5days) vakalarda bu tanıdan
şüphelenmek gerekir. Bu nedenlerle primer şiddetli influenza A pnömonisi
olan vakamızı sunmak istiyorum.
70 yaşındaki kadın hasta, iki gün boyunca kuru öksürük ve yüksek dereceli ateş ile hastanemize başvurdu. C - reaktif protein başlangıçta yüksekti.
Hastada tipik influenza belirtilerinin başlamasından 2 gün sonra yavaş
yavaş artan nefes darlığı ve şiddetli hipoksemi mevcuttu.Akciğer grafisi ve
bilgisayarlı tomografide sol akciğerde solid içerikli kistik dilatasyon saptandı. Farengeal aspirat örneklerinde İnfluenza A üremesi saptandı. Nöraminidaz inhibitörü “ oseltamivir “ 14 gün boyunca tedavi protokolüne eklendi. Ateş, oksijen artışı ile azalmıştır ancak radyolojik değişiklikler tedaviden
6 ay sonra yeniden değerlendirilecektir.
İnfluenza A tanısı koyulduktan sonra, uygun oksijenizasyon ve ventilasyonun sağlanması yanı sıra antiviral tedavinin erken başlanması da tedavi
yönetimi açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: İnfluenza A, pnömoni, oseltamivir
Akciğer grafisi
Uyuşturucu bağımlılığı derin ven trombozu ve pulmoner emboli için
risk faktörüdür. Uyuşturucu ilaçların venlere iritan etkisi tromboz gelişimini desteklemektedir. İntravenöz ilaç bağımlılığı olan kişilerde sağ kalp
endokarditi ve septik emboli gelişimi de normal populasyona kıyasla daha
sık görülmektedir. Septik embolide görülen kaviter nodüller pnömotoraksa neden olabilir. Bu durumda hastanın tedavisi antibiyotik tedavisi ve
kapalı su altı drenajı uygulaması ile yapılır. Uyuşturucu bağımlılığı bulunan kişilerde emboli nadir görüldüğünden burada iki olgunun sunulması
amaçlanmıştır. Olguların ilki 29 yaşında erkek hasta, derin ven trombozu
ve pulmoner emboli nedeniyle tedavi görmüştü. İkinci olgu ise 25 yaşında
erkek hasta, derin ven trombozu ve septik emboli nedeniyle izlenmişti. Bu
olgunun takibinde pnömotoraks gelişmişti. Yoksunluk semptomları nedeniyle bu hastaların tedavilerinde güçlük yaşanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: uyuşturucu bağımlılığı, pulmoner emboli, septik
emboli, derin ven trombozu
P233
Pnömoni ayırıcı tanısında pulmoner enfarkt:
Olgu sunumu
Hadice Selimoğlu Şen, Özlem Abakay, Cengizhan Sezgi, Abdurrahman
Abakay, Abdullah Çetin Tanrıkulu, Ömer Faruk Önder
Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Giriş: Pulmoner enfarktüse en sık, kronik sol kalp yetmezliği ya da malignite ile birlikte seyreden pulmoner emboli (PE) neden olur. Bu PE hastalarının 10-15% ‘inde görülür (2). Pnömoni ön tanısıyla yatırılan ancak
daha sonra pulmoner infarkt saptanan olgu ayırıcı tanıya dikkat çekme
amacıyla sunuldu.
Olgu: Elli iki yaşında erkek hasta, bir haftadır devam eden öksürük
sarı renklli balgam ateş, halsizlik ve nefes darlığı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Hastanın 10 yıldır konjestif kalp yetmezliği (KKY) mevcuttu.
Başlangıç kan labaratuvar testlerinde beyaz küre ve C reaktif protein gibi
inflamatuvar belirteçlerinde yükseklik saptandı. Akciğer grafisinde sağ orta
ve alt zonda geniş konsolidasyon izlendi. Toraks ultrasonu eşliğinde torasentez yapıldı ve plevral efüzyon eksuda karakterindeydi. Hastaya pnömoni, parapnömonik efüzyon ön tanıları ile antibiotik tedavisi başlandı.
Ancak 72 saat sonra antibiotik tedavisine klinik ve labaratuvar yanıt alınamadı ve hastada hipotansiyon ve hemoptizi gelişti. Pulmoner tromboemboli ön tanısıyla bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiografi yapıldı.. Sağ
ana pulmoner arterde ve lober dallarda multipl hipodens dolum defektleri
ve sağ orta lobda ve alt lobda pulmoner arter trasesine uyan geniş fokal
konsolidasyon alanları izlendi.
Sonuç: Pulmoner enfarktüs nadir fakat sıklıkla yanlış tanı konulan bir
antitedir. Pnömoni klinik ve radyolojik şüphesi olan ancak antibioterapiye
yanıt vermeyen olgularda akla gelmelidir.
Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, pulmoner enfarkt, pnömoni,
P234
Pulmoner Emboli’de Netrin-1
Şekil 1. sol akciğerde solid içerikli kistik dilatasyon
Ercan Kurtipek1, Zafer Büyükterzi2, Meral Büyükterzi3, Mustafa Sertaç
Alpaydın2, Taha Tahir Bekçi1, Fatma Eroğlu1, Said Sami Erdem4, Kenan
Koşan5
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Konya
3
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Konya
4
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Kliniği, Konya
5
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Konya
1
2
Netrin-1 başlangıçta, sinir sistemi için önemli olan, laminin ile ilişkili bir
molekül olarak tanımlanmıştır. Daha sonra sadece sinir sisteminde değil
88
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
aynı zamanda non nöral; pankreas, meme ve akciğer gibi diğer organlarda da tanımlanmıştır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda netrin 1’in
endotelyal hücre aktivasyonunda rolü olduğu gösterilmiştir. Bizde buradaki mevcut çalışmamızda Pulmoner emboli (PE) tanısı almış hastalarla,
sağlıklı kontrol grubu arasındaki serum netrin-1 düzeyleri arasındaki ilişkiyi
göstermeyi amaçladık. Bunun için 42 PE ile 40 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edildi. Yaş ortalamaları PE ve sağlıklı kontrol grubun sırası ile
(64.83±15.82, 64.68±8.79) olarak hesaplandı.
Buna göre Netrin-1 düzeyleri emboli grubunda sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksekti. Ancak istatistiksel anlamlılık saptanmadı
(110.5±110.95, 104.5±100.03 p=0.89).
Bundan önce Pulmoner emboli’li hasta grubunda serum Netrin-1 seviyesi ile ilgili yapılmış herhangi bir çalışma yoktu. Bizim yaptığımız bu
çalışmaya göre Pulmoner emboli tanısı almış hasta grubunda olası endotel
disfonksiyonunun değerlendirilmesinde Netrin-1 yeterli bir marker olmayıp, bunun daha fazla vaka ve sağlıklı kontrol grubu olan çalışmalarda
araştırılması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Emboli, Netrin-1, endotel disfonksiyonu
P235
İki yıllık dönemde pulmoner emboli tanısı
ile yatan olguların retrospektif olarak
değerlendirilmesi
Nagihan Durmuş Koçak, Sibel Boğa, Sibel Arınç, Sinem Güngör
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Amaç: Pulmoner emboli (PE) tanısı alan olguların demografik, klinik
özellikleri, tanı yöntemleri ve prognozlarının belirlenmesi.
Gereç-Yöntem: 1 Ocak 2012- 31 Aralık 2013 tarihleri arasında servisimize yatan ve PE tanısı alan toplam 46 hastanın dosyası retrospektif
olarak incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS paket programı kullanıldı.
Bulgular: Yaşları 28 ile 93 arasında (ortalama:59.6±16.9) değişen
hastaların, 30’u (%65.2) erkek, 16’sı (%34.8) kadın idi. Emboli şiddeti,
31 (%67.4) olguda nonmasif, 10 (%21.7) olguda ise submasif idi. En sık
semptom dispne (%76.1) iken, göğüs ağrısı %47.8, derin ven trombozu
(DVT) belirtileri %26.1, hemoptizi %13 sıklıkta saptandı. Ondört (%30.4)
hastada risk faktörü yokken, en sık immobilizasyon (%26.1) ve önceki
venöz tromboemboli (%13) öyküsü mevcuttu. Wells skorlamasına göre 5
(%10.9) hasta düşük, 26 (%56.5) hasta orta, 14 (%30.4) hasta yüksek
olasılıklı idi. Hastaların %69.6’sında tedavide tanı kesinleşmeden düşük
molekül ağırlıklı heparin (DMAH) verilmişti.Serum D-dimer yüksekliği 38
(%82.6), pro-BNP yüksekliği 9 (%19.6), troponin yüksekliği ise 4 (%8.7)
hastada tesbit edildi. Yirmibeş hastada venöz doppler ultrasonda alt extremitede trombüs olup, 11’inde proksimal venlerde idi. Tanı, 30 olguda
bilgisayarlı tomografi anjiografi (BTA) ile, 13 olguda klinik olarak ve 3 olguda ise sintigrafi ile konmuştu. BTA ile en sık (%23.9) lober pulmoner
arterlerde trombüs görüldü. Ekokardiyografi ile 9 hastada sağ ventrikül
disfonksiyonu bulguları izlendi. Tedavide olguların yarısında DMAH tek
başına, yarısında ise varfarin ile kombine şekilde verilmişti. Tedaviye bağlı
2 olguda minör kanama gözlenirken, eksitus saptanmadı. Ortalama yatış
süresi 10.9±4.3 gün bulundu.
Sonuç: Kliniğimize PE tanısında en sık pulmoner BTA kullanılmış
iken, yaklaşık üçte birlik kısmında ise tanı yüksek klinik olasılık ve serum
D-dimer yüksekliği ile birlikte klinik olarak konmuştur. Çalışma periyodu
içinde masif emboli görülmemiştir.
Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, derin ven trombozu, Wells skoru, d-dimer
P236
Pulmoner Emboli’li Hastalarda Endotel
Disfonksiyonu; Nötrofil Lenfosit Oranı ve
Platalet Lenfosit Oranı
Ercan Kurtipek1, Zafer Büyükterzi2, Meral Büyükterzi3, Mustafa Sertaç
Alpaydın2, Said Sami Erdem4
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Konya
3
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Konya
4
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Kliniği, Konya
1
2
Pulmoner emboli (PE) sık karşılaşılan kardiyovasküler acil bir durumdur. Daha önceden yapılmış çalışmalarda aktive edilen lökositlerin serbest
oksijen radikalleri oluşturarak endotel harabiyetine neden olduğu ve buna
bağlı da inflamasyon ve trombogenezisin arttığı gösterilmiştir1-3. Çalışmamızın amacı PE’li hastalarda erken dönemde olası endotel disfonksiyonu
ve subklinik aterosklerozun gösterilmesini araştırmaktır.
Bu amaçla Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil servisi ve göğüs
hastalıkları polikliniğinde tanı almış 71 akut pulmoner emboli (yaş ortalaması 64.94±15.27) ve 83 sağlıklı kontrol (yaş ortalaması 63.53±9.15)
çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen grupların, Flow-MediatedDilatation (FMD) ve Karotis İntima Media Kalınlığı (CIMT) incelendi. Ayrıca Nötrofil-Lenfosit Oranı (NLR) ve Platelet Lenfosit Oranı (PLR) ölçümleri de hesaplandı. Buna göre emboli grubunda, sağlıklı kontrol grubuna
göre, NLR ve PLR düzeyinin anlamlı oranda arttığı saptandı (p<0.05)
(Tablo 1). Ayrıca FMD ve CIMT düzeylerinin emboli grubunda anlamlı
olarak etkilendiği ortaya çıktı (p<0.05) (Tablo-2).
Bizim çalışmamıza göre Pulmoner embolili hastalarda erken dönemde endotel disfonksiyonu ve subklinik ateroskleroz gelişmesi, bu hastalarda olası mortalitenin erken dönemde gelişmesinde rolü olabileceğini
düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Emboli, disfonksiyon, nötrofil lenfosit oranı
Tablo 1. Grupların NLR ve PLR sonuçları
NLR
PLR
Emboli
7.14±9.50
188.83±138.03
Kontrol
2.19±1.09
15.14±49.38
P Değeri
p=0.001
p=0.04
Tablo 2. Grupların CIMT ve FMD düzeyleri
CIMT
FMD
FMD %
Emboli (n=71)
0.87±0.23
4.46±0.65
8.92±5.2
Kontrol (n=56)
0.80±0.07
3.43±0.24
10.56±3.56
P=0.04
P=0.001
P=0.03
P Değeri
P237
Behçet Aktivasyonunda Pulmoner Trombüs:
Bir Olgu Nedeni İle
Melike Demir1, Halide Kaya1, Hadice Selimoğlu Şen1, Özlem Abakay1,
Cengizhan Sezgi1, Mahşuk Taylan1, Abdullah Çetin Tanrıkulu1, Yeşim Cengiz
Balyen2
Dicle Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Dicle Üniversitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Diyarbakır
1
2
Giriş: Behçet hastalığı (BH), multisistemik, kronik ve iltihabi bir vaskülit
şeklidir. Derin ven trombozu ve pulmoner trombüslü hasta, BH’da nadir
görülen pulmoner emboli ile hastalığın pulmonrer vaskuler tutulumunun
radyolojik benzerliklerine dikkat çekme amacıyla sunuldu.
Olgu: Yirmi yedi yaşında erkek hasta son 1 haftadır başlayan hemoptizi şikayeti ile polikliniğe başvurdu. Yaklaşık on yıl önce Behçet hastalığı
tanısı almış, fakat herhangi bir tedavi almıyordu. Solunum sistemi fizik
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
89
POSTER SUNUMLARI
muayenesi doğaldı.Laboratuvar bulgularında CRP(serum reaktif protein)
yükseklği dışında bir patoloji rastlanmadı. Pulmoner emboli (PE) şüphesiyle çekilen bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiografisinde (BTPA), sağ
akciğer üst lob posterior segment ve sol akciğer alt lobda subsegment dallarında PE ile uyumlu hipodens dolum defektleri izlendi. Alt ekstremite
venoz dopler ultrasonografide, sağ tarafda yüzeyel femoral; popliteal ve
derin krural venlerin kranial segmentlerinde subakut –akut derin ventrombozu (DVT) izlendi.
Antikoagulan tedavi başlanarak Romatoloji ile konsulte edildi. Romatoloji mevcut radyolojik lezyonları BH’nın aktivasyonu olarak değerlendirerek tedaviye siklofosfamit ve steroid ekledi.
Sonuç: Behçet hastalığında BTPA’da görülen pılmoner vasküler dolum defektleri ve eşlik eden DVT sadece pulmoner tromboemboli olarak
değerlendirilmemeli, radyolojik olarak benzer görünüm yapan hastalık aktivasyonu da akla gelmelidir.
Anahtar Kelimeler: Behçet hastalığı, pulmoner trombüs,
P238
Oral antikoagülan (Warfarin) kullanımına
bağlı nadir bir komplikasyon: Diffüz
alveoler hemoraji (Dört olgu nedeniyle)
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ayın ortalama PM ve SO2 değerleri (100.7 μgr/m3 ve 13.1 μgr/m3) 16
masif olmayan (75.5 μgr/m3 ve 3.6 μgr/m3, p=0.030 ve p=0.024) ve
4 submasif olgunun ortalama PM ve SO2 (64.2 μgr/m3 ve 2.7 μgr/m3,
p=0.030 and p=0.082) değerlerinden anlamlı olarak yüksekti. Ölen 6 olgunun yattığı ayın ortalama PM ve SO2 değerleri (101.6 μgr/m3 ve 10.3
μgr/m3, p=0.130 ve p=0.701) yaşayanlardan daha yüksekti (76.6 μgr/
m3 ve 5.4 μgr/m3), ancak farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi. Derin
venöz tromboz bulunan 9 hastanın yattığı ayın ortalama PM ve SO2 değerleri (92.3 μgr/m3 ve 12.7 μgr/m3, p=0.130 ve p= 0.042) derin venöz
trombozu olmayanlardan daha yüksekti (77.1 μgr/m3 ve 3.6 μgr/m3). Sonuç olarak PM ve SO2 düzeylerindeki yükselme ile masif pulmoner emboli
ve derin venöz trombozis gelişme riskinin arttığı gözlendi.
Anahtar Kelimeler: PM, SO2, pulmoner emboli
P240
MTHFR, VKORC1 gen mutasyonlu tek yumurta
ikizlerinde pulmoner tromboemboli (Olgu
sunumu)
Serap Duru, Bahar Kurt, Merve Yumrukuz, Esra Erdemir
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara
Diffüz alveoler hemoraji (DAH), immün ve immün olmayan etyolojik
faktörlere bağlı olarak gelişen, akciğerlerde alveolokapiller membranın hasarı sonucu nefes darlığı, hemoptizi, anemi, diffüz alveolar konsolidasyon
ile karakterize bir hastalıktır. Burada, kontrolsüz oral antikoagülan (Warfarin) kullanımına bağlı kanamalar arasında nadir görülen bir komplikasyon
olan DAH nedeni ile acil servise arka arkaya başvuru yapan ve kliniğimizde takip edilen dört olguyu sunmayı amaçladık.
Nefes darlığı, öksürük, hemoptizi şikayetleri ile acil servise başvuran 60
yaş üstü 4 (kadın: 2) olgudan üçünün kalp kapak replasmanı, birinin ise
geçirilmiş koroner bypass ve atriyal fibrilasyona bağlı kontrolsüz Warfarin
kullandıkları öğrenildi. Fizik muayenede, hipoksemik solunum yetmezliğindeki bir olguda yaygın, diğerlerinde ise her iki infraskapuler bölgede
inspiratuar raller saptandı. Dört olgununda serum hemoglobin düzeyinin
düşük (<10 gr/dl), INR düzeylerinin ise yüksek (>3) olduğu görüldü. Olguların çekilen PA akciğer grafilerinde alt zonlarda daha belirgin olmak
üzere bilateral yaygın alveoler opasiteler, bilgisayarlı toraks tomografilerinde ise her iki akciğerde yer yer nodüler-asiner dansitelerin eşlik ettiği
yamalı görünümde buzlu cam infiltrasyon alanları saptandı. Warfarin tedavisi kesildikten sonra klinik ve radyolojik bulguları hızla düzelen olgularımızda diğer nedenler dışlandıktan sonra mevcut kliniğin Warfarine bağlı
olduğu düşünüldü.
Sonuç olarak Warfarin kullanan hastalarda takipte dikkatli davranılmalı,
nadirde olsa görülebilen, erken tanı ve tedavisi yapılamaz ise mortalitesi
yüksek olan DAH’ye yol açabileceği unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: akciğer, warfarin, diffüz alveoler hemoraji
Pulmoner tromboemboli (PTE), hasta ve koşullar ile ilgili risk faktörleri
arasındaki etkileşimin bir sonucu olarak hayatı edebilen ciddi bir kardiyopulmoner hastalıktır. Hasta ile ilgili risk faktörleri arasında metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) gen mutasyonu oldukça nadir görülmektedir.
Burada, kliniğimizde PTE tanısı ile takip edilen MTHFR C677T/A1298C
ve oral antikoagülan (Warfarin) direncine yol açan vitamin K epokside
redüktaz kompleks subünit 1’de (VKORC1 G1639A, VKORC1 C1173T)
mutasyonları olan tek yumurta ikizi olguları sunmayı amaçladık.
Ani başlayan nefes darlığı, kanlı balgam şikayetleri ile acil servise başvuran 48 yaşındaki kadın hastanın tek yumurta ikizi olan diğer kardeşi de 6
ay önce kliniğimizde PTE ve derin ven trombozu (DVT) tanısı ile takip edilmişti. Olgumuza çekilen bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografide sağ
pulmoner arter orta ve alt loba giden segmenter dallarında tromboemboli
ile uyumlu hipodens dolum defektleri, alt ekstremite venöz doppler ultrasonografisinde ise DVT saptandı. Düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH)
ve Warfarin tedavisi başlanan olgunun yüksek plazma homosistein düzeyi
ile birlikte karaciğer enzimlerinde normalin üç katını geçen artış meydana
geldi. Bu yükselişin etyolojisinde diğer nedenler dışlanarak yapılan genetik
mutasyon taramaları sonucunda ikiz olguların bileşik heterozigot MTHFR
C677T/A1298C ve VKORC1 G1639A, VKORC1 C1173T bölgelerinde
mutasyonlar olduğu görüldü. Warfarin tedavisi kesildikten sonra karaciğer
enzimleri hızla düzelen olguda tedaviye DMAH ile devam edildi.
Sonuç olarak, erken tanı ve tedavisi yapılmadığında mortalite oranları yüksek seyreden PTE’li hastalarda Warfarin dozu ayarlamada güçlükler yaşandığında nadir görülen genetik varyasyonların olabileceği
unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: Akciğer, Pulmoner tromboemboli, Gen
mutasyonu
P239
P241
Hava Kirliliği’nin Pulmoner Emboliye Katkısı
Nedir?
Nefrotik Sendrom tanısı alan ANCA negatif
Wegener granülomatozu olgusu
Sinem Berik Safçi, Ege Güleç Balbay, Peri Meram Arbak
Saltuk Buğra Kaya1, Aşkı Vural2, Süleyman Savaş Hacıevliyagil1, Zeynep
Ayfer Aytemur1
Serap Duru, Bahar Kurt, Merve Yumrukuz, Esra Erdemir
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları kliniği, Ankara
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
Hava kirliliğinin vasküler endotelyal hasarı, trombosit agregasyonunu
artırdığı ve pıhtı oluşumunu kolaylaştırdığı iyi bilinmektedir.Amacımız bölgemizde değişen mevsimler ve hava kirliliği parametreleri ile pulmoner
emboli hastalarının özelliklerini birlikte değerlendirmektir.Olguların yaş
ortalaması 63.6 ± 19.3 yıl idi. Olguların 11’i erkek, 18’i kadındı. Altı olguda risk faktörü yokken, 11’inde immobilizasyon, 5’inde kalp yetmezliği,
3’ünde malignite, 3’ünde geçirilmiş cerrahi operasyon, 1’inde trombofili
vardı. Derin venöz tromboz olguların 9’unda (%31) saptanmıştı. Olguların
11’i yaz (ort PM= 54.2 μgr/m3, ort SO2= 2.5 μgr/m3), 8’i kış (ort PM=
116.5 μgr/m3, ort SO2= 15.0 μgr/m3), 8’i ilkbahar (ort PM= 88.1 μgr/
m3, ort SO2= 4.0 μgr/m3), 2’si sonbaharda başvurmuştu (ort PM= 69.0
μgr/m3, ort SO2= 3.5 μgr/m3). Masif emboli tanısı alan 9 hastanın yattığı
90
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya
1
2
33 yaşında erkek hasta hemoptizi nedeniyle yatış verildi. Fizik muayenesinde inspeksiyonla ay dede yüzü görünümü mevcuttu, dinlemekle
solunum sesleri bilateral azalmış, ek ses alınamadı. Hastanın yatış tetkiklerinde lökositozu, CRP yüksekliği bulunmaktadır. Hastaya amoksisilin-klavulanik asit 2gr/gün başlanıldı. Hastanın çekilen Toraks BT’sinde bilateral
düzensiz sınırlı kalın duvarlı multiple kaviter lezyonları ve lezyon çevresinde buzlu cam görüntüsü mevcut (Şekil 1). Hastaya dış merkezde 6 ay önce
nefrotik sendrom nedeniyle renal biyopsi yapılmış, 5gr/gün proteinürisi
olan hastaya steroid ve siklosporin başlanılmış. Renal biyopsi doku azlığı
nedeniyle değerlendirilememiş. Serviste yattığı süre zarfında vaskülit ön
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
tanısıyla hastanın romatolojik markerları gönderildi ve tüm markerlar negatif olarak tespit edilmiştir. Mikroproteinürisi devam eden hastaya Wegener granülomatozu ön tanısı ile bronkoskopi yapıldı, endobronşiyal lezyon
rastlanılmayan hastadan biyopsi yapıldı, lavaj alındı. Biyopsi sonucunda
kapiller duvarlarda nötrofil infiltrasyonu bulunan hastanın lavaj sitolojisi
bening bulgular tespit edildi. ARB ve tbc kültürü negatif tespit edildi. Dış
merkezle yapılan renal biyopsi preparatları tarafımızca yeniden çalışıldı;
yer yer segmental sklerozan alanlar ve membranda kalınlaşma tespit edildi. Hasta KBB ile konsulte edildi. Hastanın üst solunum yolu biyopsisi
sonucunda vaskülit lehine bulguya rastlanılmadı. Kontrol akciğer grafisi ve
toraks BT’de kaviter lezyonlarda belirgin olarak azaldı. Hastada yapılan
tüm biyopsiler 6 aylık immünsüpresyon altında yapıldığından net olarak
tanı konulamamasına rağmen, hastanın kliniği radyolojik tetkikleri ve immünsüpresif tedavisiden ciddi yanıt alması nedeniyle hastada ön planda
wegener granülomatozu olmak üzere vaskülit düşünüldü. Hastanın steroid
tedavisi 2 haftada bir 4 mg düşecek şekilde reçete edildi ve poliklinik kontrolü önerildi. ANCA negatif wegener granülomatozu olgusu nadir tespit
edildiğinden literatür eşliğinde tartışıldı.
Anahtar Kelimeler: Hemoptizi, Nefrotik sendrom, Wegener granülomatozu, ANCA (-)
P243
Pulmoner arteriovenöz malformasyon için
yapılan VATS lobektomi: olgu sunumu
Kuthan Kavaklı1, Hakan Işık1, Okan Karataş1, Deniz Doğan2, Alper
Gözübüyük1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara
1
2
Giriş: Pulmoner arteriovenöz malformasyonlar (PAVM) arterler ve
venler arasında anormal bağlantıların neden olduğu nadir görülen pulmoner vasküler anomalilerdir. Zamanla progresif gösterdiği kanıtlanmasına ve
yüksek morbidite varlığını bağlı olarak, ciddi komplikasyonlar gelişmesini
önlemek amacıyla mutlaka tedavi edilmelidirler.
Olgu: Otuz yedi yaşında bayan hasta parmaklar ve dudaklarda siyanoz
ve dispne şikayeti ile müracat etti. Bu semptomlar son 10 yıldır varmış.
Akciğer grafisinde sağ alt zonda PAVM ile uyumlu spesifik bulgu vardı (Şekil1). Kan gazında SAT O2: %82.9, PaO2: 43.1 mmHg, PCO2: 27 mmHg
idi. Tam kanda sekonder eritrositoz vardı.
Beyin CT normaldi ve Herediter Hemorajik Talenjektaziyi destekleyen
bulgu yoktu. Pulmoner arterden ayrılan iki besleyici arter vardı (Şekil2a).
Toraks CT masif bir PAVM ile uyumlu idi (Şekil2b). İki besleyici artere
sonunsuz bir şekilde embolizasyon uygulandı (Şekil3). Ancak hasta geniş besleyici arterlere bağlı olarak semptomatik olarak rahatlayamadı ve
embilizasyondan bir ay sonra SAT O2:%90 civarında idi. Siyanozu düzelmedi. Hasta ile gerektiğinde lobektomininde yapılabileceği bir cerrahi
tedavi tartışıldı.
Wedge rezeksiyon ile küratif olabilecek bir hedef alan yoktu. Bu nedenle
herhangi bir zorluk olmaksızın VATS lobektomi yapıldı. Hasta postoperatif 4. Günde sorunsuz olarak taburcu edildi. Ameliyattan sonra 4. ayda
kan gazında SAT O2:%98.8, pH: 7.456, pO2: 98.1 mmHg, pCO2: 29.7
mmHg olarak ölçüldü.
Sonuç: Akciğerin benign hastalıkları minimal invazive olarak ve düşük
morbidite oranları ile tedavi edilmelidir. VATS lobektomi, özellikle embolizasyon işlemi sonrası uygulandığında, PAVM hastaların tedavisinde güvenli ve minimal invasive bir prosedür olarak kabul edilebilir.
Anahtar Kelimeler: Embolizasyon, göğüs cerrahisi, lobektomi, pumoner arteriovenöz malformasyon.
P244
Şekil 1. nToraks BT’de bilateral düzensiz sınırlı kalın duvarlı multiple kaviter
lezyonlar.
P242
Tekrarlayan Pulmoner Emboli Olan Hastada
Antifosfolipid Sendromu
Müge Erbay, Esra Aydın Özgür, Hayriye Bektaş, Savaş Özsu, Tevfik Özlü
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon
35 yaşında bayan hasta ani nefes darlığı, göğüs ağrısı ve sağ bacakta
ağrı nedeni ile başvurdu. Hastada daha önce 2 kez tekrarlayan DVT ve
pulmoner emboli öyküsü mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografide (BT)
sağ pulmoner arter alt-orta dalında, sol pulmoner arter linguler segmental
dalında emboli saptandı. Rutin tetkiklerinde Hb:8.3, Trombosit: 53.000,
INR: 1.4 idi. Hastaya DMAH tedavisi başlandı. Trombositopeni nedeniyle yapılan kemik iliği biyopsi sonucu hiperselüler olarak raporlandı. Genetik tetkikler istendi, antikardiyolipin antikoru Ig-G pozitif ve ANA zayıf
pozitif olarak saptandı. Mevcut bulgularla hastaya primer antifosfolipid
sendromu(AFS) tanısı kondu.
Erken yaşta tekrarlayan pulmoner embolisi olan hastalarda etyolojiye
yönelik (antifosfolipid sendromu, DIC, malignite) ileri araştırma yapılması
gerekmektedir. Nedenin ortaya konması yeni embolilerin önlenmesini sağlar. Bizim olgumuzda olduğu gibi AFS ile ilişkili pulmoner embolide hedef
INR değerinin daha yüksek seviyelerde tutulması gerekir.
Anahtar Kelimeler: antifosfolipid sendromu, tekrarlayan derin ven
trombozu, pulmoner tromboemboli
Pulmoner tromboemboli hastalarında
kanser varlığının klinik etkileri
Mehmet Ali Habeşoğlu1, Sibel Kara1, Zuhal Ekici Ünsal1, Hatice Eylül
Bozkurt Yılmaz1, Füsun Öner Eyüboğlu2
Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıları Anabilim Dalı, Ankara
Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Amaç: Malignite varlığı pulmoner tromboembolizm (PE) riskini artırmaktadır. Bu çalışmada PE tanısı konulan kanserli olguların klinik ve radyolojik özellikleri kanserli olmayan PE olguları ile karşılaştırılmıştır.
Yöntem: Kasım 2011 ile Aralık 2013 tarihleri arasında bilgisayarlı toraks tomografisi (BT) ile PE tanısı konulan hastaların verileri retrospektif
olarak değerlendirildi.
Bulgular: Toplam 171 hastanın 50’sinde (%29,2) kanser vardı. Kanseri olan olgularda risk faktörü sayısı (2,6±1,1’e karşı 1,6±1,0; p<0,001)
daha yüksekti. Risk faktörü olarak santral venöz kateterizasyon kanserli
grupta anlamlı olarak yüksekti(p<0,05). Kanserli hastalarda oksijen satürasyonu daha düşük (%88,2±6,8’e karşı %92,4±6,2; p<0,001), derin
ven trombozu daha sık (%75’e karşı %34,5; P<0,01) ve pulmoner arter
basıncı daha yüksekti (49,1±11,9’a karşı 42,3 ±16,7 mmHg; p<0,05).
Toraks BT’de kanserli grupta daha çok santral yerleşimli emboli vardı
(%56’ya karşı %42,1) ancak aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi
(p=0,069). Kanserli hastaların 22’sinde (%44) malignite tanısı konulduktan sonra 90 gün içinde PE geliştiği saptandı. Kanserli hastaların 13’ünde
(%26) PE raslantısal olarak saptandı, 44’ünde (%88) önce PE tanısı, 6’sında ise (%12) PE tanısı malignite tanısından önce veya eşzamanlı olarak
konuldu. Bir yıllık mortalite kanserli olgularda %22, kanseri olmayanlarda
ise %7,4 bulundu (p<0.05).
Sonuç: Kanserli hastalarda PE kliniği daha ağır seyretmektedir. PE malignitenin habercisi olabilir ve malignitesi olan hastalarda PE raslantısal
olarak saptanabilir. Malignite tanısından sonraki ilk 90 gün içinde PE yö-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
91
POSTER SUNUMLARI
nünden hastaların dikkatle izlenmesi ve proflaktik antikoagülan tedavinin
göz önünde bulundurulması sağkalım sürelerini arttırabilir.
Anahtar Kelimeler: Kanser, Klinik, Pulmoner tromboemboli
P245
Bir Yoğun Bakım Ünitesinde Akut Masif ve
Submasif Emboli Nedeniyle Trombolitik
Tedavi Verilen Hastalarımız ve Sonuçları
Kezban Özmen Süner, Serpil Öcal, Atilla Kara, Mehmet Nezir Güllü, Kazım
Rollas, Ebru Ortaç Ersoy, Arzu Topeli İskit
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara
Giriş: Pulmoner tromboemboli (PTE) hastalarında kardiyopulmoner
arrest, hipotansiyon ve sağ kalp yetmezliğinin varlığı mortaliteyi artırmaktadır. Bu nedenle bu hastalara trombolitik tedavi majör bir kontrendikasyon olmadığı sürece önerilmektedir. Özellikle submasif PTE hastalarında
trombolitik tedavi uygulanmadığında uzun süreli takiplerde %40’lara
ulaşan persistan dispne, fonksiyonel kısıtlanma ve sağ kalp disfonksiyonu izlenmiştir. Bu çalışmada iç hastalıkları yoğun bakım ünitesinde takip
ettiğimiz PTE hastalarının özelliklerini ve trombolitik tedavi sonuçlarını raporlamayı amaçladık.
Materyal-Metod: İç hastalıkları yoğun bakım ünitemizde son5 yılda
PTE tanısıyla trombolitik tedavi alan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Bu hastaların demografik, klinik, radyolojik, ekokardiyografik ve laboratuar özellikleri dosya kayıtlarından incelenmiştir. Trombolitik tedavi ve sonuçları gözden geçirilmiştir.
Bulgular: Dinamik bilgisayarlı tomografiyle radyolojik olarak masif
PTE tanısı alan 19 hasta yoğun bakım ünitemizde izlenmiştir. Hastaların yaş ortalaması 63,5 yıl ve %56’sının cinsiyeti kadındı. Klinik olarak
2 hastada masif PTE ve 17 hastada submasif PTE mevcuttu. Radyolojik
olarak masif olan ancak hipotansiyonu olmayan 17 hasta ekokardiyografiyle değerlendirildi. Bu hastaların 16’sında pulmoner hipertansiyonla
sağ kalp yetmezliği bulguları ve diğer 1 hastada radyolojik olarak masif
PTE ve şiddetli hipoksemi izlendi. Solunum yetmezliği nedeniyle 1 hastaya
invaziv mekanik ventilasyon,3 hastaya non-invaziv mekanik ventilasyon
uygulanmıştır. 15 hastaya yalnızca maskeyle oksijen desteği verilmiştir.Alt
extremite derin ven trombozu hastaların %63’ünde ve PTE risk faktörü
(%31’inde immobilizasyon, %21’inde cerrahi öykü, %10’unda solid organ malignitesi, %5’inde PFO) %68’inde izlenmiştir. Komplikasyon olarak
yalnızca 3 hastada minör kanama izlendi. Hastaların %16’sı direkt yoğun
bakımdan taburcu edilirken, %84 (16)’ü servise devredildikten sonra taburcu edilmiştir. Yoğun bakım ve hastane mortalitesi izlenmemiştir.
Sonuç: Litaratürle uyumlu olarak, masif ve submasif PTE hastalarında
da trombolitik tedaviyle hızlı oksijenizasyonda iyileşme ve pulmoner hipertansiyonda düzelme gözlenmiştir. Majör bir komplikasyon ve mortalite
izlenmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Trombolitik Tedavi, Akut Masif ve Submasif
Embolizm
Tablo . Bulgular
Değerler
Pulmoner Arter Basıncı (mmHg)
pH
Trombolitik Tedavi
Öncesi
Trombolitik Tedavi
Sonrası
70±17,3
32±14,9
7.47±0,15
7,45±0,048
pO2 (mmHg)
54±11,4
71±15,1
pO2/FiO2
200±67,8
324±63,0
D-Dimer (mg/L)
8±15,9
-
Troponin (ng/mL)
0,065±0,23
-
2,73±6,1
-
CK-MB (ng/mL)
Değerler ortalama±standart sapma olarak sunulmuştur.
92
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P246
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Hipersisteinemi zemininde gelişen
tekrarlayan pulmoner emboli, derin ven
trombozu ve sinüs ven trombozu: Olgu
Sunumu
Fidan Sever1, Nazan Bağdagül Pekcan2, Aşkın Gülşen1, Hatice Yılmaz3, Şenol
Kobak4, Mehmet Yaşar Özkul2
Şifa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Şifa Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir
3
Şifa Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
4
Şifa Üniversitesi, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir
1
2
Serebral venöz tromboz, klinik semptom ve bulgularının çeşitliliği nedeniyle ilginç ve zor bir hastalıktır. Acil servise 5 gündür olan şiddetli baş
ağrısı, uyku hali, durgunluk, bulantı-kusma yakınması ile 39 yaşındaki erkek başvurdu. Hastada yapılan kranial manyetik rezonans anjiografi ve
venografide tüm sinüslerde yaygın tromboz ve çekilen toraks bilgisayarlı
tomografi eşliğinde yapılan anjiografide pulmoner emboli saptandı. Özgeçmişinde 3 kez pulmoner emboli atağı mevcuttu. Sinüs ven trombozu,
derin ven trombozu tekrarlayan ve pulmoner emboli olan hastada zeminde hiperhomosisteinemi saptanması nedeni ile olgu literatür bilgileri eşliğinde sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Hiperhomositeinemi,Pulmoner Emboli, Sinüs
Ven Trombozu
P247
Astım Tanısı İle Takipli Olguda, Sağ Atrial
Miksoma Ve Pulmoner Emboli Birlikteliği
Hatice Sözgen1, Fatmanur Karaköse1, Abdurrahman Tasal2, Fatih Yakar1,
Hatice Kutbay Özçelik1, Muhammed Emin Akkoyunlu1, Mehmet Bayram1,
Murat Sezer1
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş: Miksoma, daha çok sol atriumda gelişen kardiak kökenli benign
bir tümördür. %25 oranında sağ atriumda gelişen miksoma olgularının
yaklaşık %10’unda pulmoner emboli gelişebilmektedir. Bu nadir durum,
klinik pratikte ayırıcı tanıda zorluklara ve klinik şüphe olmaması halinde
tanıda gecikmeye yol açabilmektedir.
Olgu: 31 yaşında erkek hasta giderek artan nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi ile başvurdu. Fizik muayenede solunum sesleri ve sistem muayenesi normal saptandı. Anamnezde 7 yıldır astım tanısı ile tedavi altında
olduğu ve geçirilmiş tüberküloz öyküsünün bulunduğu öğrenildi. Solunum
fonksiyon testinde restriksiyon ile uyumlu bulgular görüldü. Pulmoner BT
anjiografi planlanan hastada bilateral segmenter pulmoner arter dallarında dolum defekti görüldü. Kardiyoloji konsültasyonu sonrası yapılan
ekokardiyografide (EKO) sağ atriumda interatrial septuma yapışık 3x3 cm
boyutlarında hareketli kitle saptanan hastada ameliyat kararı alındı.Kalp
Damar Cerrahi tarafından opere edilen hastada belirgin klinik iyileşme
gözlendi.
Tartışma: Miksomalar benign olmakla birlikte obstrüksiyon bulguları,
emboli komplikasyonları ve ayırıcı tanıda kapak patolojileri ile karışmaları nedeniyle erken tanı konması ve tanı konar konmaz cerrahi olarak
tedavi edilmesi gereken patolojilerdir. Sağ atriumda olanlar operasyonda pulmoner artere miksomatöz emboli riski taşır ve eşzamanlı pulmoner
embolektomi yapmayı gerektirir. Bu tümörler, genellikle uzun süredir tanı
konamayan ve tekrarlayan pulmoner emboliler araştırılırken ortaya çıkabilmektedir. Embolik patolojilerde intrakardiyak tümör olasılığı açısından
dikkatli olunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: miksoma,pulmoner emboli,cerrahi tedavi
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P248
P250
Pulmoner Tromboembolide Üst Ekstremite
Trombüsü Görülme Sıklığı
Tip1 Nörofibromatozisli Bir Olguda
Pulmoner Arteriyal Hipertansiyon
Hatice Kılıç1, Ayşegül Şentürk1, Hatice Canan Hasanoğlu3, Funda
Karaduman Yalçın2, Tuba Öğüt1, Ayşegül Karalezli1
Nevin Taci Hoca1, Arzu Ertürk1, Nermin Çapan1, Cengiz Burak2, Omaç
Tüfekçioğlu2
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara
Sinop Boyabat 75. Yıl Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Sinop
3
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Bölümü, Ankara
2
Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Ankara
Amaç: Venöz tromboemboli (VTE) sıklıkla derin bacak venlerinden
köken alan trombüsle oluşan bir klinik tablodur. Pulmoner tromboemboli
(PTE) olgularında %90’a varan oranlarda sebep derin ven trombüsleridir.
PTE’ de yaklaşım daha çok alt ekstremite Doppler ultrasonografi (USG)
incelemesi yapılması şeklindedir. Çalışmamızın amacı, üst ekstremite trombüslerinin PTE etyolojisindeki yerini göstermektir.
Materyal-metod: Çalışmamıza 2010- 2012 yılları arasında PTE
tanısıyla takip edilmiş 236 hasta dahil edildi. Tüm hastalara PTE nedenini
tespit etmeye yönelik alt ve üst ekstremite Doppler USG incelemesi yapıldı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 64,7± 16,9 (22- 95) olup,
%56,8’i (134) kadın, %43,2’si (102) erkekti. PTE sınıflandırmasına göre
37 (%15,7) hastada masif, 103 (%43,6) hastada submasif ve 96 (%40,7)
hastada nonmasif PTE mevcuttu. PTE nedenini tespit etmeye yönelik yapılan alt ve üst ekstremite Doppler ultrasonografi (USG) incelemeleri sonucunda, 109 (%46,2) hastada alt ekstremitede derin ven trombüsü (DVT),
10 (%4,2) hastada hem alt hem üst ektremitede DVT, 10 (%4,2) hastada
ise sadece üst ekstremitede DVT izlendi. Toplamda 119 (%50,4) hastada
DVT tespit edildi. DVT saptanan hastaların 20’sinde (%16,8) üst ekstremite trombüsü izlendi.
Sonuç: Çalışmamızda venöz tromboembolilerin etyolojisinde alt
ekstremite trombüsleri önemli bir yere sahip olmakla birlikte üst ekstremite
trombüslerinin de önemli olduğu tespit edildi. Bu nedenle sadece
malignitesi olan ya da santral kateter takılmış hastalarda değil periferik
damar yolu takılan yatan hastalarda da üst ekstremite venlerinde trombüs
oluşabileceği akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner tromboemboli, tromboz, üst ekstremite.
Pulmoner arteriyal hipertansiyon (PAH), tip 1 nörofibromatozisin (NF1)
çok nadir görülen bir komplikasyonudur.
45 yaşında kadın hasta nefes darlığı ve öksürük nedeniyle hastaneye
başvurdu. Özgeçmişinde altı yıl öncesine ait perikardiyosentez ve total tiroidektomi öyküsü, iki yıl önce tüberküloz ampiyem nedeniyle antitüberküloz tedavi görme öyküsü mevcut.
Fizik muayenede; multipl café au lait lekeleri, bilateral axiller çillenme
ve kutanöz nörofibromlar mevcut. İrisde Lisch nodülleri saptandı. Sol akciğer bazalinde inspiryumda raller ve sağ bazalde matite mevcut. Pretibial
ödemi var.
Laboratuvar incelemelerinde, yüksek sedimentasyon 84mm/h, ve CRP:
8.08 değeri saptandı. Tam kan sayımı, karaciğer ve böbrek fonksiyonları, idrar tetkiki, koagülasyon testleri ve kollojen doku belirteçleri normal
bulundu. Akciğer grafisinde; bilateral plevral efüzyon, sağda plevral kalınlaşma ve sağ alt zonda konsolidasyon görüldü. Üç balgam ARB incelemesi negatif bulundu. Arterial kan gazı incelemesinde PH:7.44, PO2:
45.2mmHg, PCO2:44.5mmHg idi. Ekokardiyografide (EKO); sağ atriyal
genişleme, 2-3.derece triküspit yetmezliği, sistolik pulmoner arter basıncı
(sPAB) 90mmHg saptandı. BT anjiografide trombüs saptanmadı. Kalp kateterizasyonunda PAB 88/37/54 mmHg, pulmoner vasküler direnç (PVR)
5.6 wood olarak ölçüldü. Vazoreaktivite testi negatif bulundu. 6 dakika
yürüme mesafesi (6DYM) 300 metre ölçüldü. Nazal oksijen, diüretik ve
bosentan tedavisi başlandı. 18 aylık tedavi sonrasında 6DYM 360 metre
ölçüldü. Arteriyal kan gazında PO2: 67.2mmHg, PCO2: 38.9mmHg saptandı. Kontrol EKO’da sPAB 62mmHg ölçüldü.
Erken tanı sağkalım açısından önemli olduğundan, NF1 hastalarında nefes darlığı yakınması varlığında, PAH’a yönelik araştırmalar hızla
yapılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Nörofibromatozis, Pulmoner arteriyal
hipertansiyon
1
2
P249
Fondaparinuxla Tedavi Edilen Heparine Bağlı
Trombositopeni Olgusu
Halil Tosun1, Erdal İn1, Müge Otlu Karadağ2, Ramazan Ünver1, Mutlu
Kuluöztürk1
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
2
Malatya Devlet Hastanesi, Malatya
1
Giriş: Heparine bağlı trombositopeni (HIT) heparin kullanımını takiben
genellikle 5-14. günlerde gelişir. HIT geliştiğinde heparin tedavisi kesilmeli
ve direkt trombin inhibitörleri başlanmalıdır. Bu yazıda alternatif antikoagülan ilaç olan fondaparinux ile tedavi edilen HİT olgusu sunulmuştur.
Olgu: 82 yaşında bayan hasta bir gündür başlayan şiddetli karın ağrısı, nefes darlığı, çarpıntı, genel durum bozukluğu şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral ana
pulmoner arterlerde trombüs saptanması üzerine kliniğimize yatışı yapıldı.
Hastanın anamnezinde yaklaşık 3 ay önce sağ kol operasyonu nedeniyle heparin alma öyküsü vardı. Hasta ilk başvurduğunda genel durumu
bozuk, takipneik ve şuur konfüze idi. TA:115/65, Nb:102 saptandı. Hastaya heparin tedavisi başlandı. Tedavi öncesi trombosit değerleri 84.000/
mm3 olan hastanın heparin tedavisi sonrası, ikinci günde trombosit sayısı
57.000 / mm3 ve üçüncü günde 35.000/ mm3 saptandı. 3 ay içerisinde
heparin kullanım öyküsü olan ve trombosit sayısı başlangıç değerine gore
%50’ den fazla düşen hasta tip 2 HIT kabul edildi. Periferik yayması trombositopeni ile uyumlu idi ve dissemine intravasküler koagülopati bulgusuna rastlanmadı. Dördüncü günde trombosit: 28.000/ mm3 olan hastaya,
doppler çekildi ve sağ krural vende thrombüs saptandı. Hastaya 7.5 mg /
gün fondaparınuks başlandı. Trombosit sayısında artma olan ve sekizinci
günde 112.000/ mm3 olan hastaya warfarin başlandı. INR düzeyi 2-3 arasında olduktan sonra fondaparınuks 5. günde stoplandı. Tedavi ile birlikte
klinik bulguları düzelen, oksijen satürasyonu yükselen, trombosit sayısı
337.000/ mm3 olan hasta warfarin tedavisi düzenlenerek taburcu edildi.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner emboli, heparin, trombositopeni,
fondaparinux
P251
Unilateral Pulmoner Arter Agenezisi Olgusu
Alper Gündoğan, Alev Taşkın, Seyfettin Gümüş, Ergun Uçar, Ömer Deniz,
Ergun Tozkoparan, Hayati Bilgiç
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Unilateral pulmoner arter agenezisi nadir konjenital bir anomalidir.
Embriyogenez sırasında aortik arkın malformasyonu nedeniyle meydana gelir. Genç erişkin dönemde sıklıkla tanısı konulsa da asemptomatik
hastalarda uzun süre tanı konulamayabilir. Bizde nefes darlığı şikayeti ile
başvuran bir unilateral pulmoner arter anomalisi olgusu sunuyoruz.
21 yaşında erkek hasta nefes darlığı şikayeti ile başvurdu. Anamnezinde
çocukluğundan beri efor ile nefes darlığı şikayetinin arttığını ifade etmekteydi. Akciğer grafisinde solda hacim kaybı ve sola shift izlenmekteydi.
(Şekil 1) Toraks Bt de solda hacim kaybı ile birlikte sol pulmoner arter ve
dalları izlenmemekteydi. (Şekil 2) Bronkoskopi yapılan hastanın her iki
sistem tüm lob ve segment ağızları açık olarak izlendi. Solunum fonksiyon
testinde hafif mikst obstruktif ve restriktif patern izlendi. Eşlik eden konjenital kardiyak anomali saptanmadı.
Unilatral pulmoner arter agenezisinin tahmini prevelansı 1/200.000dir.
Ortalama tanı konulma yaşı 14 olmakla birlikte asemptomatik vakalarda
tanı yaşı erişkin döneme kadar uzayabilmektedir. Olguların üçte birinde
sol taraflı agenezi oalrak görülmektedir. Karidyak anomalilerle birlikte
olabilmektedir. Sol akciğerin perfüzyonu bronşiyal arterlerden veya anormal colateraller yoluyla bronşiyal, subklavian veya intercostal arterlerden
olabilmektedir. Vakamızda eşlik eden anomali saptanmamıştır. Tedavi seçenekleri arasında cerrahi veya embolizasyon bulunur. Ancak girişimsel
tedaviler rekürren hemoptizi, rekürren pulmoner enfeksiyonlar veya pulmoner hipertansyon varlığında düşünülür. Mevcut hali ile girişimsel tedavi
düşünülmeyen hasta takibe alındı. Asemptomatik vakalarda konjenital
pulmoner arter anomalilerine ileri yaşlara kadar tanı konulamadığı akılda
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
93
POSTER SUNUMLARI
bulundurulmalı, ayırıcı tanıya ulaşmak için uygun görüntüleme yöntemleri
kullanılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: unilateral pulmoner arter agenezisi
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
moptizi ve dispne en sık şikayetlerdi.WG, 14 hastada (%73) akciğer ve
üst havayollarına sınırlıydı. Renal tutulum 5 hastada (%26) vardı. Böbrek
yetmezliği ve nekrotizan glomerulonefrit 2 hastada (%15) mevcuttu. En sık
laboratuar anormalliği eritrosit sedimentasyon hızında artma,ve lökositoz
12 hastada(%63) saptandı. Antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) testi
14 hastada (%73) negatifti. Akciğer grafisi ve/veya toraks CT’de,15 hastada (%78) nodül ve/veya kitle olup, nodüller 5 hastada (%26) kaviteli idi.
İki hastada (%15) alveolar hemoraji saptandı. Dört hastada nüks [(ortalama:7 yıl sonra (1-12 yıl)]saptandı. BOOP saptanan olgularda, inflamasyonun klinik bulguları ile birlikte akciğer grafisinde ve/veya toraks CT’de
kaviteli veya kavitesiz noduler ve/veya kitle lezyonlar görüldüğünde, klinisyen BOOP’un vaskülitle ilişkili olabilip, WG’i gibi immünolojik bir hastalık
olasılığını düşünmelidir.Vaskülitin ekstrapulmoner belirtileri, ARD’inin WG
için tanı kriterleri ve ANCA varlığı araştırılmalı, bu hastalarda ANCA testinin yalancı negatif olabileceği unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: Wegener Granulomatosis, Bronşiolitis obliterans organize pnömoni (BOOP), Antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA),
vaskülit
P253
Pulmoner Arteriyel Hipertansiyonda RDW’nin
prognostic factor olabilir mi?
Şekil 1.
Kemal Can Tertemiz1, Bahri Akdeniz2, Aylin Özgen Alpaydın1, Ahmet Melih
Birlik3, Nezihi Barış2, Can Sevinç1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir
1
2
3
Şekil 2. Toraks BT de sol pulmoner arter ve dalları izlenmemektedir.
P252
Wegener’s Granulomatosisine sekonder
Bronşiolitis Obliterans-organizing
Pneumonia (BOOP)-: 19 vakanın klinikoradyolojik analizi
Fatma Sema Oymak1, Süleyman Balkanlı2, Afra Yıldırım3, Soner Şener4,
Oktay Oymak5
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kayseri
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kayseri
4
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Ünitesi, Kayseri
5
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Ünitesi, Kayseri
1
2
3
Granülomatosis ve polianjiitis [Wegener Granulomatosis (WG)] nadir
vaskülittir. En sık akciğerler, sinüsler ve böbrekler tutulur. WG’unun histopatolojik özelliği, nekrotizan granülomatoz vaskülitdir fakat bronşiolitis
obliterans organize pnömoni (BOOP) de bildirildi. Son yıllarda, biyopsilerde WG’i ile ilişkili BOOP benzeri fibrozisin major olduğu, önemli sayıda
hasta saptadık. Bu çalışma histopatolojik BOOP benzeri özellik gösteren
WG’unun klinik özelliklerini araştırmak amacı ile yapıldı. WG’li hastaların
klinik bilgi, akciğer radyolojisi ve patoloji bulguları ve takip verileri hastane bilgisayar kayıtlarından elde edildi. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanelerinde 2004-2014 arasında Amerikan Romatoloji Derneği (ARD)
kriterlerine göre WG’u tanısı alıp, akciğer biyopsilerinde BOOP saptanan
hastalar seçildi. Bu kriterlere uyan toplam 19 hasta [(13 kadın, 6 erkek),
yaş ortalaması:46 (27 ila 72 yaş arasında)] bulundu. Öksürük, ateş, he-
94
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve Yöntem: Eritrosit morfolojisi primer hematolojik patolojiler,
sistemik inflamasyon, inefektif eritropoez ve beslenme bozukluklarından
etkilenir. Eritrosit morfolojisi “red blood cell(RBC) distribution width
(RDW)” ile değerlendirilebilir. Merkezimizde pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) tanısı ile izlenen olgularda N-terminal pro-brain natriuretic
peptid (NT-proBNP), 6 dakika yürüme testi (6DYT), pulmoner arter basıncı (PAB), arter kan gazı gibi parametrelerin eritrosit morfolojisi ile olan
ilişkisini araştırmak amacıyla bu çalışmayı planladık.
Sonuçlar: Ortalama yaşları 52 olan 54 ‘ü kadın 72 hasta çalışmaya
dahil edildi. Ortalama takip süresi 20 ay idi. Olguların PAH etiyolojilerine
göre dağılımı ise; 20 hasta iPAH, 24 olgu kronik kalp hastalığına bağlı, 10
hasta kollajen doku hastalığına bağlı, 14 hasta KTEPH ve 4 olgu ise diğer
nedenlere bağlı PAH idi. Hastaların tedavi öncesi bakılan RDW değerleri
ile fonksiyonel kapasite (FK), NT-proBNP, sağ ventrikül fraksiyonel alan
değişikliği, sağ ventrikül Tei indeksi, arteriyel oksijen saturasyonu ve CRP
ile anlamlı istatistiksel ilişki saptandı Ancak RDW değeri ile 6DYT, ortalama PAB, TAPSE ile anlamlı ilişki saptanmadı. PAH etiyolojik nedenleri ile
RDW arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Başlangıç ve üçüncü ay kontrole
bakıldığında FK, PAB ve TAPSE’de anlamlı istatistiksel gerileme gözlenirken, RDW, 6DYT ve NT-proBNP düzeylerindeki değişiklik anlamlı değildi.
Bir diğer önemli sonuç ise, RDW değeri arttıkça mortalite oranının da artış
göstermesi idi (p=0.008).
Tartışma: Bugüne kadar eritrosit morfolojisi ile PAH parametreleri
ve mortalite arasındaki ilişkiyi destekleyen çok sınırlı araştırma mevcuttur. Merkezimizde PAH tanısı ile izlenen olgularda bu ilişkiyi araştırdığımızda; PAH izleminde rutin olarak kullanılan ve prognostik önemi olan
birçok parametrenin ve mortalitenin RDW değeri ile yakın ilişkisi olduğu
gözlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon, RDW, mortalite, NT-proBNP
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
KOAH
P254
Trakeomalazili iki yetişkin hastamız
Ahmet Arısoy1, Mehmet Hakan Bilgin2
Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van
2
Van Bölge Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van
1
Yetişkinlerde görülen trakeomalazi yönetmesi ve tedavi etmesi oldukça
zor tehlikeli bir hastalıktır. Sık enfeksiyonlara ve mortaliteye sebep olur.
Trakeal kıkırdakta yumuşama trakeanın tamamına ve hatta bazen daha
aşağılara uzanabilir. (Trakeobronkomalazi)
Kliniğimize 83 ve 66 yaşlarında iki erkek hasta uzun yıllardır devam
eden gürültülü öksürük şikayeti ile başvurdu. 83 yaşındaki hastamız 10
yıldır KOAH nedeni ile ilaç kullanıyordu. Sık sık enfekte olup pürülan balgam çıkarma şikayeti olan hastanın son 6 aydır uyuyamama, uykuda iken
boğulayazma şikayetleri oluyordu. Hasta yoğun bakıma alınarak 3 mg
midazolam ile sedatize edildi. Sedasyon sonrası obstruktif apneleri olan
hastaya yüksek basınçtan, ventilatör ile BPAP başlandı. BPAP’a rağmen
apneleri devam eden hastaya Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma hastanesinde trakeal stent takıldı. Stent sonrası
uyku problemleri düzeldi. 66 yaşında olan hastamıza Toraks BT de şüphelenilmesi üzerine bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide trakeanın ön ve
arka duvarının birbirine yapıştığı gözlendi. Takibe alındı.
Anahtar Kelimeler: KOAH, Trakeomalazi, Bronkoskopi
P255
Kronik Obstruktif Akciğer Hastalıklarında
Koroner Arter Hastalığı İle Pulmoner Arter
Basıncı Arasındaki İlişki
Müntecep Aşker1, Selvi Aşker2, Uğur Küçük3, Hilal Olgun Küçük4
Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van, Turkey
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van
4
Van Askeri Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van
1
2
3
Kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH) kronik ve ilerleyici hava yolu
hasarının oluşturduğu geri dönüşszüz hava yolu obstruksiyonu ile karekterize bir hastalıktır. Bu hastalığın kardiyovasküler sistem etkilenimleri,koroner
arter hastalığı,sağ ventrikül disfonksiyonu,pulmoner hipertansiyon ve
aritmidir.Pulmoner hipertansiyonda (PHT oluşan sistemik inflamasyon
ve endotel disfonksiyon koroner arter hastalıklarının patofiyolojisini açıklayabilir. Bu çalışmada amacımız KOAH hastalarında PHT nın koroner
arter hastalıkları ile ilişkisinin olup olmadığını ve ek risk faktörlerini saptamak oldu.2009 mayıs ve 2012 ekim ayları arasında KOAH ve PHT tanısı
alan (ekokardiyografik olarak maksimum sistolik pulmoner arter basıncı
>40mmHg) olan ve aynı süreler içinde koroner anjıyografi yapılan
Toplam 95 hasta (52 erkek;43 kadın; ortalama yaş 63±8 yıl) çalışmaya
alındı.Ortalama pulmoner arter basıncı 35.9±8.53mmHgidi. %68 hastada koroner arter hastalığı tespit edildi. Koroner arter hastalığı için bakılan
ortalama gensini skoru 14 olarak saptandı.Koroner arter hastalığının yokluğu belirgin olarak yaş ile hipertansiyon ile FEV1%ile ve biomass maruziyeti ile ilişkili bulundu. Koroner arter hastalığı ile pulmoner arter basıncı
arasında istatistiksel bir ilişki saptanmadı.
Sonuç olarak pulmoner hipertansiyonu olan KOAH hastalarında koroner arter hastalığı görülme sıklığı yüksektir.fakat PHT da bilinen patofizyolojik süreçler ve inflamatuvar kaskad ile koroner arter hastalığının yokluğu
arasında ilişki olmaması dikkat çekicidir.
Anahtar Kelimeler: Koroner arter hastalığı; pulmoner hipertansiyon;
kronik obstruktif akciğer hastalığı.
P256
SS2 agonist ultra prolonged action versus
SS2 agonist prolonged action in the
treatment of COPD patients in our hospital
Silvana Abdi Bala1, Arian Cezar Mezini2, Loreta Shaqir Agolli2
University of Medicine Science, Tirana, Albania
University Hospital of Lung Disease, Tirana, Albania
1
2
Şekil 1. Toraks BT’de yassılaşmış trakea
Introduction: COPD is a disorders characterized by the progressive
development obstruction of airway, which manifest as an accelerated decline in lung function, with symptoms such as breathlessness on physical
exertion, deteriorating health status, and exacerbations.
Objective: To compare efficacy of indacaterol (ß2 agonist ultra prolonged) to that of fixed-dose 150mcg versus ß2 agonist prolonged action
for the treatment of COPD disease.
Method and Results: Under study were 90 patients with COPD in
stage II-III, with an average age of 62.3 + / - 8.37 (range 43-79)
By sex were 55 males and 35 females. History for tobacco had 89 patients, 40 were smokers and 49 were ex-smokers. Respiratory examination
you charge patients on the day of entry and 5 minute after application
of indacaterol/ salbutamol. Another Spirometri was done after 12 hours
We obtained by use of indacaterol, an increase of FEV1 over 70ml after
5 minute and this effect bronchodilatator is present even after 12 hours of
application, compare with salbutamol and salmeterol respectively.
Conclusion: Indacaterol provides an ultra prolonged bronchodilator
action versus Salmeterol and onset of action of indacaterol in patients with
COPD compare with salbutamol is immediate.
Keywords: Indacaterol, COPD, Salmeterol, Bronchodilatator effect
Şekil 2. Bronkoskopide ön ve arka duvarları birbirine yapışan trakea
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
95
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P257
Sigara içmeye devam eden KOAH’lı
hastalarda atak ve hospitalizasyon sıklığı
Serap Argun Barış, Tuğba Aşlı Önyılmaz, İlknur Başyiğit, Haşim Boyacı,
Füsun Yıldız
Çalışmamızda kotininin tütün maruziyetini gösteren güvenilir bir belirteç olduğunu ve sigaranın KOAH’a birçok yönden etkisini görmekteyiz.
Sağlıklı sigara içen kişilerde FEF25-75% ile kotininin negatif korelasyon göstermesi, periferik hava yollarına sigaranın erken dönem etkisini
düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, fonksiyonel parametreler, kotinin, sigara
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Amaç: Çalışmanın amacı, aktif sigara içiminin KOAH’lı hastalarda atak
sayıları ve yatış sıklıkları üzerine etkisinin değerlendirilmesidir.
Materyal-metod: 2007-2013 tarihleri arasında polikliniğimizde takip
edilmekte olan KOAH tanılı hastaların dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, sigara içme öyküsü, Charlson
komorbidite indeksi, başlangıç FEV1 düzeyleri, hastalık evresi, takip süresi, atak ve yatış sayıları kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya ortalama takip süresi 3.2±1.7 yıl olan 11’i
(%9.2) kadın, 109’u (%90.8) erkek toplam 120 hasta alındı. Hastaların
16’sı (%13.3) aktif sigara içici, 99’u (%82.5) sigarayı bırakmış, 5’i (%4.2)
hiç içmemişti. Sigara içen grubun yaş ortalaması 62.94±6.8 iken, sigarayı
bırakmış olan grubun yaş ortalaması 69.7±7.9 idi. Sigara içmeye devam
eden ve bırakmış hastalar arasında sigara paket/yılı, başlangıç FEV1 değeri, yıllık atak ve yatış sayıları ve takip süreleri açısından istatistiksel anlamlı farklılık izlenmedi (p>0.05). Sigara içen grupta GOLD sınıflamasına
göre evre 4 hasta bulunmazken, sigarayı bırakmış olan gruptaki hastaların
%7.1’i evre 4 idi. Başlangıç evresi ile atak sıklığı arasında istatistiksel anlamlı korelasyon izlendi (p=0.003). Ayrıca sigarayı bırakmış olan grupta
Charlson komorbidite indeksinin sigara içen gruba göre istatistiksel anlamlı olarak artmış olduğu izlendi (p=0.02).
Sonuç: Etyolojide rol oynayan en önemli faktör olduğu bilinmesine
rağmen KOAH’lı hastalarda aktif sigara içme oranları yüksek bulunmuştur.
Aktif sigara içiciler ile sigarayı bırakanlar arasında atak ve hospitalizasyon
sıklığı açısından fark izlenmemesinin, sigarayı bırakmış grupta ileri yaş ve
komorbiditelerin varlığı ile açıklanabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: atak, hastane yatışı, KOAH, sigara
Şekil 1. Kotinin ROC analizi
P258
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında
Fonksiyonel Parametrelerde Değişmeler ve
Kanda Kotinin Düzeyi
Hatice Kozluca1, Gülseren Karabıyıkoğlu1, Emrah Dural2, Tülin
Söylemezoğlu2
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Ankara Üniversitesi, Adli Bilimler Enstitüsü, Ankara
1
2
96
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. Sigara öyküsüne göre kotinin (ng/ml) dağılımı
Kotinin ng/
ml
FVC%
FEV1%
FEV1/FVC
FEF25-75%
Tablo 1. Grupların sigara öyküsüne göre kotinin ve spirometrik değerleri
Paket-yıl
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), hava akım kısıtlanmasıyla
karakterize bir hastalıktır. Spirometri ile belirlenen FVC%, FEV1%, FEV1/
FVC oranı ve FEF25-75% KOAH’ın değerlendirilmesinde kullanılan
önemli fonksiyonel parametrelerdir. Bilinen en önemli risk faktörü sigaradır. Nikotinin temel metaboliti olan kotinin, tütün maruziyetini yansıtan
en iyi belirteçtir.
Çalışmamızda KOAH’lı olgularda ve sağlıklı gönüllülerde kotinin düzeyi, sigara öykü ve fonksiyonel parametreler arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 102 KOAH’lı olgu ve 106 sağlıklı gönüllü
dahil edildi. Her iki grupta sigara öyküsüne göre ortalama spirometrik değerler belirlendi. Kotinin tespitinde gaz kromotografi-kütle spektrometresi
methodu kullanıldı.
Kotinin düzeyi için ROC analizi ile belirlenen cut-off (<41.12 ng/ml)
değerinin sigara içen ile içmeyeni ayırmada %97.2 sensitif, %100 spesifik olduğu saptandı. Sigara öyküsüne göre ortalama kotinin düzeylerinde
anlamlı fark saptandı (hiç sigara içmemiş olanlar:6.1 ng/ml, halen sigara
içenler:467ng/ml, sigarayı bırakmış olanlar:8.8 ng/ml) (p<0.05). Hasta ve
kontrol grubu arasında kotinin açısından fark izlenmedi. Kotinin düzeyinde
cinsiyet ve yaşa göre farklılık izlenmedi. Günlük sigara sayısı ile kotinin
arasında pozitif korelasyon izlendi (p<0.001, r=0.741).
Her iki grupta kotinin ile FVC%, FEV1% ve FEV1/FVC oranı arasında ilişki saptanmadı. FEF25-75% ile kotinin arasında hasta grupta ilişki
izlenmezken kontrol grupta sigara içenlerde negatif korelasyon bulundu
(p=0.047, r=-0.372). Sigara öyküsüne göre; hasta grupta sigarayı bırakmış olanlarda FVC%, FEV1% ve FEF25-75%, kontrol grupta ise halen
sigara içenlerde FEF25-75% daha düşük saptandı (p<0.05).
102 62.10 38.74
139.61
67.21
48.72
59.65
29.27
6,23
71.42
58.14
63.84
34.78
70.69
53.84
60.57
32.65
Sigara Öyküsü N
Hasta
Yaş
Hiç sigara içmemiş 14
61.23
-
Halen sigara içen
26
57.23 41.53
521,89
Sigarayı bırakmış
62
64.35 46,32
9.43
59.53* 44.45* 58.32
26.61*
Kontrol
69
40.96 10.41
178.89
101.51 101.82 83.98
83.17
6.06
99.33 101.79 85.66
98.00
Hiç sigara içmemiş 24
44.33
Halen sigara içen^ 30
35.24 19.76# 412.23** 102.73 101.80 83.46 70.68^**#
Sigarayı bırakmış
47.05 17.20#
15
-
8.27
102.46 101.93 82.33
83.60#
* p<0.05 (Sigara öyüküsüne göre hasta grupta sigarayı bırakmış olanlarda FVC%, FEV1%, FEF25-75% daha
düşüktür) ** p=0.047, r=-0.372 (Kontrol grupta sigara içenlerde kotinin ve FEF25-75% arasında negatif
yönde korelasyon vardır) ^ p<0.001 ve p=0.012(Sigara öyküsüne göre kontrol grupta sigara içenlerde
FEF25-75% daha düşüktür) # p<0.001, r= -0.639 ve p=0.013 r=-0.623 (Kontrol grupta sigara içen ve sigarayı
bırakmış olanlarda paket-yıl ve FEF25-75% arasında negatif yönde korelasyon vardır)
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 2. Grupların sigara öyküye göre kotinin (ng/ml) dağılımı
KOTİNİN (ng/ml)
SİGARA ÖYKÜ
Ortalama
(±standart sapma)
Median
Minumum-Maksimum
Hasta (n:102)
Hiç sigara içmemiş (14)
Halen sigara içen (26)
Sigarayı bırakmış (62)
6.23 (±3.71)*
521.89 (±628.59)*
9.43 (±6.31)*
5.29
356.05
8.88
83 – 13.23
87.76 - 3313
1.33 – 38.43
Kontrol (n:106)
Hiç sigara içmemiş (42)
Halen sigara içen (45)
Sigarayı bırakmış (19)
6.06 (±4.42)*
412.23 (±383.73)*
8.27 (±5.97)*
5.11
258.82
7.61
0.41 – 19.48
11.44 – 1924.50
2.38 – 29.64
* p<0,05 (halen sigara içen>sigarayı bırakmış>hiç sigara içmemiş)
P259
Stabil Dönemdeki Kronik Obstrüktif Akciğer
Hastalığı’ nda Klinik Ölçüm Yöntemleri ile
Laboratuar ve Fonksiyonel Parametrelerin
Korelasyonu
Mehmet Ünlü, Pınar Çimen, Sami Cenk Kıraklı, Nuran Katgı, İsmail Kayaalp,
Aysu Ayrancı, Salih Zeki Güçlü
İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
KOAH’ da dispne, kişinin günlük hayatını etkileyen en önemli semptom
olup, sadece spirometri ile hastanın dispne düzeyini ve yaşam kalitesini
belirlemek mümkün değildir. Bu nedenle dispne algısını ve yaşam kalitesini değerlendirmek için ek belirteçlere ihtiyaç vardır. Ayrıca anksiyete ve
depresyon gibi sorunlar, KOAH’lı hastaların yaşamını ciddi olarak etkilemektedir. Çalışmamızda,stabil dönem KOAH’lı hastalarda dispne algısının
değerlendirilmesini ve derecelendirilmesini sağlayan ölçüm yöntemleri ile
klinik,laboratuar ve fonksiyonel parametrelerin korelasyonunu araştırmak
ve KOAH’lı hastaların evrelerine göre psikolojik etkilenme düzeyi arasındaki ilişkiyi saptamak amaçlandı. Çalışmaya Haziran 2012-Aralık 2012
tarihleri arasında Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi göğüs
hastalıkları polikliniklerine başvuran 101 KOAH tanılı hasta dahil edildi.
Hastaları değerlendirmede kullanılan dispne ölçeklerinden OTD ve BDI ile
FEV1 arasında güçlü pozitif korelasyon saptandı (p<0,05). VAS,mMRC
ve MBS ile FEV1 arasında da anlamlı pozitif korelasyon izlendi (p<0,001).
Yaşam kalitesini değerlendiren SGRQ solunum anketinin alt birimlerinden
SGRQsemptom ve SGRQaktivite skorları ile FEV1 arasında çok güçlü
negatif korelasyon izlenirken (p<0,001),SGRQtotal skoru ile de güçlü
negatif korelasyon saptandı (p<0,05). Ayrıca çalışmamızda HAD anketi
ile dispne indekslerinden OTD ve BDI arasında güçlü negatif korelasyon
izlenirken (p<0,001), VAS, mMRC ve MBS skalaları ile pozitif bir ilişki
saptandı(p<0,001). SGRQ anketi ile de hem anksiyete hem de depresyon skorları arasında çok güçlü pozitif korelasyon izlendi(p<0,001). Sonuç olarak multisistem bir hastalık olan KOAH’ı değerlendirmede, sadece
FEV1 değeri yeterli olmayıp, dispne ve yaşam kalitesini değerlendiren
ölçeklere de ihtiyaç vardır. Ayrıca KOAH hastalığı ilerledikçe ortaya çıkabilecek anksiyete ve depresyon açısından klinisyenler dikkatli olmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Anksiyete, depresyon, dispne ölçekleri, KOAH,
yaşam kalitesi
P260
Pulmoner Hipertansiyonu Olan Kronik
Obstrultif Akciğer Hastalarında İntima
Media Kalınlıkları
Selvi Aşker1, Müntecep Aşker2, Özgür Gürsu3, Şahin İşcan3, Aydın Rodi Tosu2
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van
3
Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyovasküler Cerrahi Bölümü, Van
1
2
Metod: Çalışma üç grup içermektedir.Birinci grupta PHT nu olan 47
KOAH hastası, 2. Grupta pulmoner HT nu olmayan 71 KOAH hastası
ve 3. Grupta 37. Sağlıklı kontrol içeriyordu. Katılımcıların demografik
bilgileri,biyokimyasal parametreleri ve karotis ve brakiyel arter intima media kalınlıkları (IMT) kaydedildi ve her üç grup için karşılaştırmalar yapıldı.
Bulgular: Grup1,grup 2ve grup3 için yaş ortalamaları sırası ile
59.7±9.0, 55.0±10.2 ve 47.6±9.7 saptandı (p=0.40). Üç grupta cinsiyet (p<0.001) ve sigara (p<0.001) dağılımı açısından farklılık gösteriyordu. Tüm gruplar arasında diabetes mellitus (p=0.06) ve hipertansiyon
(p=0.11) dağılımı eşit olarak saptandı. Karotis IMT, Brakiyel IMT, hemaglobin, hematokrit, serum trigliserit seviyeleri, kolesterol, LDL, ejeksiyon
fraksiyonu, oksijen saturasyonu, CRP, HDL değerleri KOAH grubunda
kontrol grubuna göre belirgin olarak yüksekti. Grup 1 ve grup 2 karşılaştırıldığında sadece sağ karotis arter IMT kalınlığı grup 1 de yüksek olarak
saptandı (p=0.006). Diğer parametrelere bakıldığında grup 1 ve grup 2
arasında bir fark saptanmadı.
Sonuç: Sonuçlarımız KOAH ve PHT hastalarında kontrol grubuna göre
IMT ölçümlerinde belirgin bir fark olduğunu fakat PHT olan ve olmayan
grup arasında belirgin bir fark olmadığını gösterdi. Bu konu ile ilgili olarak
daha ileri çalışmalara ihtiyaç olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Brakiyel arter; karotis arter; kronik obstruktif akciğer hastalığı; intima media kalınlığı, pulmoner hipertansiyon.
P261
Aile Hekimlerinin KOAH Hakkında Bilgi
Düzeylerinin Değerlendirilmesi
Hülya Günbatar1, Bünyamin Sertoğullarından1, Selami Ekin1, Ahmet Arısoy2,
Aysel Sünnetçioğlu1
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van
1
2
Amaç: aile hekimlerinin KOAH hakkındaki bilgi düzeyleri ve sigara bağımlılarına karşı tutumları değerlendirmek amaçlandı.
Gereç-Yöntem: İl merkezimizdeki aile hekimlerine sigara ve KOAH
konusunda bilgilendirme toplantıları düzenlendi ve KOAH tanısı ile ilişkili bir anket uygulanıp değerlendirildi.
Sonuçlar: Anket 64 hekim tarafından tamamlandı. Hekimlerin büyük
çoğunluğu günde 0-5 arasında sigara içicisi ile karşılaşmaktaydı. KOAH
gelişiminde en sık etken, KOAH tanısı için gerekli tanısal test ve KOAH
tanısı için kullanılan spirometrik ölçüm soruları büyük çoğunlukla doğru
olarak yanıtlandı.
Hekimlerin çalıştığı birimde %3 4.4’ünde sadece hemogram,
%28.1’inde sadece elektrokardiyogram (EKG), %18.8’inde EKG ve hemogram bulunurken %18.8’inde hiçbir alet bulunmuyordu. Spirometri
cihazı hiçbir aile sağlığı merkezinde yoktu. KOAH tanımı, stabil KOAH
tedavisinde hangi ilaçların kullanılması ve kullanılmamasını içeren sorular
en çok yanlış cevaplanan sorular arasında idi. KOAH olgularına sık eşlik
eden hastalıklar sorusuna en sık kardiyovasküler, anksiyete depresyon ve
kanser yanıtları verildi.
Yorum: Hekimlerin hepsi KOAH’ın etyolojisi ve tanı yöntemi konusunda bilgi sahibiyken, KOAH tanımı, kullanılan ilaçlar gibi sorularda bilgi
eksikliği olduğu ortaya konmuştur. KOAH ile ilgili mezuniyet sonrası eğitim
toplantılarının daha sık yapılmasının, hastalığın erken tanısını koyma oranında artış sağlayacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, bilgi, hekim, eğitim
P262
Yaşlı KOAH’lı hastaların klinik ve
fonksiyonel özellikleri
Eylem Sercan Özgür, Sibel Atış Naycı, Cengiz Özge, Esin Taştekin, Ahmet
İlvan
Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin
Amaç: Kronik inflamatuar bir hastalık olan KOAH genellikle ileri yaşlarda klinik olarak belirgin hale gelir ve KOAH prevalansı yaşlı hastalarda
daha yüksektir. Yaşlı hastalarda KOAH’ın klinik prezantasyonu yaşlanmaya bağlı komplike olabilir ve bu nedenle yaşlı KOAH’lı hasta yönetimi
değişiklik gerektirebilir. Bu çalışmada, stabil KOAH’lı hastaların klinik ve
fonksiyonel özelliklerinin yaşlı ve genç hastalarda karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi amaçlandı.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
97
POSTER SUNUMLARI
Gereç-Yöntem: 240 stabil dönemde KOAH hastası çalışmaya alındı.
Hastalar <65 yaş (n=154, genç grup) ve >=65 yaş (n=86, yaşlı grup)
olmak üzere iki gruba ayrıldı. Yaşa göre klinik ve fonksiyonel özellikleri
(sigara, hastalık süresi, vücut kütle indeksleri (VKİ), komorbidite (Charlson
skoru), solunum fonksiyon testleri, dispne skoru (mMRC), egzersiz kapasitesi (6 DYTM), son 1 yıl içindeki atak sıklığı ve hastane yatışı, eski ve yeni
GOLD evreleri) retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Ortalama yaş 61.55±8.2 yıl, FEV1 %50.78±18.3 ve Charlson skoru 1.52±0.9 idi. Yaşlı hasta grubunda hastalık süresi daha uzun, 6
DYTM daha kısa ve VKİ daha düşük bulundu (sırasıyla p=0.13, p=0.001
ve p=0.002). İki grup arasında Charlson skoru, FEV1, mMRC, son 1 yıl
içindeki atak sıklığı ve hastane yatışı, eski ve yeni GOLD evreleri açısından
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
Sonuç: Bu çalışmada, yaşlı KOAH’lı hastaların daha düşük egzersiz
kapasitesine ve vücut kütle indeksine sahip oldukları saptanırken diğer klinik özellikler ile yaş arasında bir ilişki bulunmamıştır. Bu bulgular
KOAH’lı hasta yönetiminde hastaların yaşının da dikkate alınmasının faydalı olabileceğini ve bu konuda daha ileri çalışmalara ihtiyaç olduğunu
düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: GOLD evre, KOAH, komorbidite, yaşlı
P263
Kronik Obstrüktik Akciğer Hastalarında
Beslenme Durumunun Belirlenmesi ve
Vücut Kompozisyonu, Dispne Algısı, Egzersiz
Kapasitesi, Atak Sayısı ile İlişkisi
Gamze Ayar Karakoç, Dilek Ernam, Selahattin Öztaş, Ülkü Aka Aktürk, Erhan
Oğur
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Amaç: İlerleyici kronik inflamasyonla ve sık ataklarla seyreden KOAH’a
malnütrisyon sıklıkla eşlik etmekte ve hastalığın prognozunu olumsuz yönde etkilemektedir. Bu çalışmada stabil KOAH olgularının mevcut beslenme
durumlarının tespit edilip hastanın dispne algısı, egzersiz kapasitesi, vücut
kompozisyonu, atak sayısı ve yaşam kalitesi ile olan ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Materyal-Metod: KOAH tanısı sigara öyküsü, klinik değerlendirme ve
SFT ile 65 yaş ve üzeri 50 KOAH olgusu ve kontrol altında HT dışında
ek hastalığı olmayan 30 kontrol olgusu olmak üzere toplam 80 olgu çalışmaya alındı. Nütrisyonel durumu ve vücut ağırlığını etkileyecek malignite,
malabsorbsiyon, DM, nörolojik hastalık, renal yetmezlik ve dekompanse
kardiyak hastalığı olan olgular çalışma dışı bırakıldı. Olguların obstruksiyon derecesi SFT, beslenme durumu MNA(mini nutritional assesment) testi, dispne algısı MMRC dispne skalası, egzersiz kapasitesi 6DYT ve yaşam
kalitesi CAT skalası ile değerlendirildi. Vücut kompozisyon parametreleri
olan FM(yağlı kitlesi), FFM(yağsız vücut kitlesi) ve FMI(yağlı vücut kitlesi
indeksi) TANITA vücut analiz cihazı ile ölçüldü.
Sonuçlar: MNA testi sonuçlarıyla; KOAH grubunda 25 hastada(%50)
malnütrisyon riski saptanmazken, 19’u(%38) malnütrisyon riski altında ve
6’sı (%12) malnütrisyonlu olarak bulundu. Hastaların beslenme durumu
bozuldukça hastalığın evresi, MMRC dispne skoru, CAT skoru ve 6 ay
takipteki yatış sayısı artış göstermekte; 6DYT mesafesi, VKİ, üst orta kol
çevresi, FM ve FFM değerleri azalmaktaydı. FFM ile yatış sayısı arasında
negatif, 6DYT mesafeleri arasında da pozitif yönlü korelasyon saptandı.
MNA testinin KOAH’ta prognozu olumsuz etkileyen malnütrisyonu saptamada uygun olduğu; malnütrisyonlu hastaların daha yüksek obstruksiyon derecesi, dispne algısı, CAT skoru ve azalmış egzersiz kapasitesi ile
FFM değerlerine sahip oldukları anlaşıldı. FFM’nin egzersiz kapasitesi ve
rehospitalizasyonu öngören bir parametre olduğu sonucuna varıldı.
Anahtar Kelimeler: KOAH, malnütrisyon, yağsız vücut kitlesi, 6DYT,
egzersiz kapasitesi
98
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P264
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Sirtuin 1 Gen Polimorfizminin KOAH Hastalığı
ile İlişkisi
Serdar Kalemci1, Tuba Gökdoğan Edgünlü2, Murat Kara3, Ümmühani Özel
Türkçü2, Esin Sakallı Çetin4, Arife Zeybek5
Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Muğla
Muğla Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu, Muğla
3
Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genetik Anabilim Dalı, Muğla
4
Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Muğla
5
Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Muğla
1
2
Giriş: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), hızlı ve ilerleyici irreversibl hava yolu kısıtlanması ile karakterizedir. Sirtuin (SIRT1) histon
ve nonhiston proteinlerin deasetilasyonu ile proinflamatuar mediatörleri
düzenleyen bir metabolik NAD1-bağımlı protein/histon deasitilazdır. Ayrıca antiaging ve antiinflamatuar proteindir. KOAH akciğerde anormal inflamatuar cevap ile ilişkilidir. SIRT1 ve KOAH arasında ilişkiyi gösteren bir
çalışma raporlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı SIRT1 tek gen nükleotid
polimorfizmleri (SNP) rs7895833, rs7069102, ve rs2273773 ile KOAH
hastaları arasındaki ilişkiyi göstermektir.
Hastalar ve Metod: Genomik DNA periferik kan lökositlerinden DNA
izolasyon kiti kullanılarak elde edildi. SIRT1 genotipleri daha önce çalışılmış PCR primerleri kullanarak karşılaştırmalı çift zincir primerleri, polimeraz zincir reaksiyonu ile tespit edilmiştir.
Bulgular: Bu çalışmada, SIRT1 gen polimorfizleri KOAH (n = 100) ve
kontrol grubu (n = 100) arasında genetik olarak analiz edildi. Sonuçlarda
rs7069102 (P = 0.953)‘ nin genotip dağılımı gruplar arasında bir farklılık
yokken rs7895833 (P =0.032) ve rs2273773 (P =0.010) arasında fark
gözlendi. rs7069102 ve rs7895833 polimorfizminin allel frekansları hasta
ve kontrol grupları arasında bir farklılık gözlenmedi. Ancak rs2273773 polmorfizminin allel frekansı anlamlı bulunmuştur (p=0.007).
Sonuç: Bu çalışmada; KOAH’ ın patogenezinde SIRT1 geninin patogenezini araştırdık. Bu çalışmada rs7895833 ve rs2273773 polimorfizmini gruplar arasında genotip dağılımı açısından anlamlı bulduk ve SIRT1
gen polimorfizmlerinin KOAH gelişimine önemli katkı sağlayabileceğini
göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, SIRT1 gen, polimorfizm
P265
Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığında
Anksiyete-Depresyon gelişiminde olası risk
faktörleri
Ercan Kurtipek, Cengiz Burnik, Bengü Özkan Baktık, Bengi Akın, Fatma
Eroğlu, Taha Tahir Bekçi
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) günümüzde, akciğer ve
akciğer dışı etkileri olan, sistemik bir hastalık olarak kabul edilmektedir.
Hastalıkta oluşan bu sistemik etkiler daha çok sistemik inflamasyonla ilişkili olarak artan oksidatif stres, dolaşımda artan inflamatuar sitokinler ve
akut faz proteinleri vasıtasıyla meydana gelmektedir. Bu sistemik inflamasyon, hastalığın prognozunu da etkileyen birçok komorbiditeyi de beraberinde getirmektedir. Söz konusu komorbiditeler arasında kardiyovasküler
hasta¬lıklar önemli oranda izlenirken anksiyete ile depresyon da diğer
komorbiditeler arasındadır. Bizde mevcut çalışmamamızda, stabil evre
ve atak dönemindeki KOAH hastalarında, anksite ve depresyon oluşumunda rolü olan faktörleri araştırmayı amaçladık. KOAH’lı hastalar stabil
dönem (n=53, 62.43+9.8), atak (n=53, 66.13+10.34) olmak üzere 2
gruba ayrılarak çalışmaya alındılar. Anksiyete ve Depresyon skorlamaları
için HAD anketi kullanıldı. Dispne durumları Modified Research Dispnea
Scale (MRC) anketi ile değerlendirildi. Solunum fonksiyon testi (SFT) ve
Arter Kan Gazı (AKG) analizi tüm hastalara yapıldı. Buna göre KOAH atak
grubundaki hastaların, stabil dönemdekilere göre, anksiyete ve depresyon
skoru belirgin oranda yüksekti (p<0.001). Multipl Regresyon Analizi ile
ankiyete ile MRC ve atak tipinin derecesinin yüksek olması (p<0.001 ve
p<0.02 sırasıyla), depresyon ile MRC ve yılda hastaneye yatış sayısının
yüksek olması arasında belirgin korelasyon (p<0.001 ve p<0.02 sırasıyla)
saptandı. Anksiyete ve depresyon KOAH’lılarda kardiyovasküler hastalıklardan sonra sık rastladığımız komorbiditelerdendir. KOAH’lı hastalarda
özellikle atak döneminde olmak, anksiyete ve depresyon gelişimi için çok
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
önemli bir durum olmakla birlikte, yılda hastaneye yatış sıklığı, atağın şiddeti ve dispne skorlarının yüksek olmasının da bunda rolü büyüktür.
Anahtar Kelimeler: KOAH, anksiyete, Depresyon
P266
Acil Servise Sık Başvuran KOAH Hastalarının
İnhaler İlaçlarını ve Evdeki Cihazlarını
Kullanma Becerilerinin Belirlenmesi
Merve Tarhan1, Özcan Hançer1, Levent Dalar2
döneminde hastalar FEV1 değerine göre 4 gruba ayrıldı. Gruplar arasında
ortalama trombosit sayısı ve MPV açısından karşılaştırıldıklarında önemli
farklılık izlenmedi.
Sonuç: Çalışmamızda KOAH’ın alevlenme veya stabil döneminde
kontrol grubuna göre, trombosit sayısı ve MPV düzeyinde önemli fark izlenmedi. Literatürdeki KOAH ve trombosit ilişkilerindeki farklı sonuçlara
bakıldığında; trombositlerin, KOAH’taki sistemik inflamasyon, hipoksi,
sigara içimi gibi bilinen birçok faktörden etkilendiği görülmektedir. Ancak
farklı sonuçlar, trombositler üzerindeki bu etkilenmenin, kompleks mekanizmalar ile oluştuğu, belki bilinmeyen başka faktörlerinde olaya karıştığını
düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, Ortalama Trombosit Hacmi, Trombosit
Sayısı
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığına (KOAH) sahip
hastaların, ilaç ya da cihaz kullanımı sırasında değişik aşamalarda hatalar
yapması ya eksik tedavi almalarına ya da hiç tedavi alamamalarına neden
olmaktadır. Hastaların ilaçlarını ve evdeki cihazlarını etkili kullanamaması,
tedavi başarısını etkilemekte ve hastalık maliyetini arttırmaktadır. Bu çalışmada amaçlanan, acil göğüs polikliniğine sık başvuran KOAH’lı hastaların
inhaler ilaçlarına ve evdeki cihazlarına uyumunu belirlemekti.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, Ocak- Nisan 2013 tarihleri arasında
acil göğüs polikliniğine 30 günlük süre içinde en az üçe kere KOAH tanısıyla başvuran 217 hasta alındı. Hastaların demografik özellikleri ve hastalıkları ile ilgili bilgiler anket yoluyla toplandı. İnhaler kullanım becerileri
ise Toraks Derneği Ulusal Astım Tanı ve Tedavi Rehberinden yararlanılarak hazırlanan inhaler ilaç kullanma beceri çizelgesine göre gözlenerek
değerlendirildi. İstatistiksel analiz yüzdelik ve ki-kare testleri kullanılarak
değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların hepsi inhaler ilaç kullanmaktaydı. %87,1’ine ilaç
kullanımı doktor anlamıştı ve %38,2’si ilaçlarını doğru şekilde kullanmaktaydı. Cinsiyet, gelir düzeyi ve hastalık süresi doğru inhaler ilaç kullanıma
etkili parametrelerdi. Evde nebülizatör kullanan 204 hastanın %68,1’i nebül tedavisini günde 4 ya da 6 kere almaktaydı. Evde oksijen tedavisi alan
146 hastanın %67,1’i günde 12 saatin altında oksijen kullanmaktaydı. Gereksinim duymama, yararı olmadığını düşünme ve az oksijen gelmesi etkili
oksijen kullanmama sebepleri arasında ilk üç sıradaydı. Evinde noninvaziv
mekanik ventilatör kullanan 60 hastanın %68,3’ü günde 8 saatin altında
kullanmaktaydı.
Tartışma ve Sonuç: Hastanelerde hastaların soru sormak istedikleri
zaman başvurabilecekleri, hastalara eğitim verilecek gerekli dokümanların
ve görsellerin bulunduğu ortamlar hazırlanmalı, eğitimler sağlık çalışanları
tarafından sık sık tekrarlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: acil, inhaler, KOAH, nebülizatör, oksijen
konsantratörü
P267
KOAH’ta Ortalama Trombosit Hacmi ve
Trombosit Sayısının Alevlenme ve Stabil
Dönemlerle İlişkisi Var mıdır?
P268
Acile Sık Başvuran KOAH Hastalarında
Aşılanma Sıklığının Belirlenmesi
Özcan Hançer1, Merve Tarhan1, Levent Dalar2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olguları acil
servislere her yıl 1-4 defa akut alevlenme ile başvurmaktadır. Alevlenme
nedenleri arasında bakteriyel ve viral infeksiyonlar yüksek bir orana sahiptir. Bu nedenle influenza ve pnömokok aşılarının uygulanmasının KOAH’lı
hastalarda acil başvurularını ve hastaneye yatış sayılarını azaltacağı şüphesizdir. Bu çalışmada amaçlanan, acile sık başvuran KOAH hastalarında
aşılanma sıklığını belirlemekti.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, Ocak- Nisan 2013 tarihleri arasında
acil göğüs polikliniğine 30 günlük süre içinde en az üçe kere KOAH tanısıyla başvuran 217 hasta alındı. Hastaların demografik verileri ile aşılanma sıklığı hakkındaki soruları içeren anket formları yüz yüze görüşülerek
dolduruldu.
Bulgular: %53,9’unun acile herhangi bir başvurusunda hastaneye
yatışı olmuştu. Hayatında hiç aşılanmayan hastaların oranı %55,8 iken,
geçen yıl aşılanmayan hastaların oranı %72,4 idi. %64,5’i aşılanmayı
yararlı bulmadığını belirtti. %47,5’ine sağlık çalışanları tarafından grip
ya da pnömokok aşısı önerilmemişti. Yaş, cinsiyet, eğitim durumu, sigara
kullanımı, poliklinik kontrollerine düzenli gelme ve hastaneye yatış öyküsünün hayatında bir kere de olsa aşılanma üzerine istatistiksel anlamlığı
bulunmazken, hastalık süresi daha uzun olanlarda istatistiksel anlamlılık
saptandı (p<0,01).
Tartışma ve Sonuç: Aşılanmanın KOAH alevlenmelerini önlediği dolayısıyla hastalığın yükünü azalttığı göz önünde bulundurulduğunda, sağlık çalışanlarının hastaları aşılanmayı önerme konusunda daha duyarlı ve
hassas olması gerektiği aşikârdır.
Anahtar Kelimeler: acil, aşılanma, influenza, KOAH, pnömokok
P269
Yasemin Yurt, Semra Bilaçeroğlu, Aydan Mertoğlu, Emel Tellioğlu, Zühre
Taymaz, Günseli Balcı
KOAH’ta CRP, Fibrinojen ve Lökosit Sayısını
Alevlenme ve Stabil Dönemlerle İlişkisi
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, Izmir
Yasemin Yurt, Aydan Mertoğlu, Semra Bilaçeroğlu, Emel Tellioğlu, Günseli
Balcı, Zühre Taymaz
Amaç: KOAH’lı olgularda alevlenmelerde ve stabil dönemde ve hastalığın farklı evrelerinde ortalama trombosit hacmini (MPV), trombosit sayısını araştırmak ve akut faz reaktanı olup olamayacağını belirlemek
Yöntem: Yüzonbir KOAH hastası alevlenme ve stabil döneminde incelendi. SFT değerleri normal olan 31 kişilik kontrol grubu ile eşleştirildi.
Hastanemizde KOAH akut atakla hospitalize edilen toplam 111 hasta yatışlarını takiben akut dönemde ve taburcu olduktan sonra 2.ay poliklinik
kontrol başvurularında stabil dönemlerinde prospektif olarak değerlendirildi. KOAH hastalarının alevlenme ve stabil dönemlerinde ve kontrol gurubunda hemogramda trombosit sayısı ve MPV düzeyi, arteriyel kan gazları,
solunum fonksiyon testleri (SFT) analiz edildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan KOAH’lı 111 hastanın 86’sı erkek, 25’i
kadındı. Kontrol grubunun 15’i erkek, 16’sı kadındı. Trombosit sayısı ve
MPV değerlerinde KOAH hastalarında alevlenme ve stabil dönemde kontrol grubuyla karşılaştırıldıklarında anlamlı farklılık izlenmedi. KOAH stabil
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, İzmir
Amaç: KOAH’lı olgularda alevlenmelerde ve stabil dönemde CRP, lökosit sayısı ve fibrinojen değerlerinin düzeylerini incelemek
Gereç-Yöntem: Yüzonbir KOAH hastası alevlenme ve stabil döneminde incelendi. SFT değerleri normal olan, bilinen herhangi bir kardiyak ve/
veya pulmoner hastalığı olmayan 31 kişilik kontrol grubu ile eşleştirildi.
Hastanemizde KOAH akut atakla hospitalize edilen toplam 111 hasta yatışlarını takiben akut dönemde ve taburcu olduktan sonra 2.ay poliklinik
kontrol başvurularında stabil dönemlerinde prospektif olarak değerlendirildi. KOAH hastalarının alevlenme ve stabil dönemlerinde ve kontrol gurubunda arteryel kan gazları, hemogram (lökosit sayısı), CRP ve fibrinojen
düzeyleri analiz edildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan KOAH’lı 111 hastanın 86’sı erkek, 25’i kadındı. Kontrol grubunun 15’i erkek, 16’sı kadındı. Lökosit, CRP, fibrinojen
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
99
POSTER SUNUMLARI
değerleri KOAH hastalarında alevlenme ve stabil dönemde kontrol grubuyla karşılaştırıldıklarında anlamlı artış izlendi. Arteryel kan gazı sonuçları
KOAH hastalarında alevlenme ve stabil dönemde kontrol grubuyla karşılaştırıldıklarında; PO2(mmHg) değerlerinde ve oksijen saturasyonunda
(satO2) (%) önemli düşüş, PCO2 (mmHg) değerlerinde ise önemli artış
izlendi.
Sonuç: Çalışmamızda KOAH’ın alevlenme veya stabil döneminde
kontrol grubuna göre CRP, fibrinojen ve lökosit değerleri anlamlı düzeyde
yüksek saptanmıştır. KOAH’ta akut atakta akut faz reaktanı olabilecek parametreler arasında CRP, fibrinojen ve lökosit değerleri sayılabilir.
Anahtar Kelimeler: KOAH,CRP, Fibrinojen, Lökosit sayısı
P270
Seasonal characteristics of the functional
activity of red blood cells in rats with
experimental model of COPD
Yulduzkhon Kayumova
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
kopya sayısının sıklığıda değerlendirildi ve her iki grupta da periferik
kan WBC değerleri 2,7- dichlorofluorescin diasetat yöntem kullanılarak
ölçüldü.
Bulgular: Tüm olguların mt4977 delesyon oranları için değişim katsayıları (CV) kontrol gruplarında (sigara tüketenler %3,2; sağlıklı kontrol
grubu %4,8) KOAH’lı hasta grubuna göre (%7.9) oldukça düşük bulunmuştur. Ancak KOAH’lı ve sigara tüketen bireylerin lökositlerinden hazırlanmış mitokondriden zenginleşmiş alt fraksiyonda oksidatif stres yüksek
olmakla birlikte, bulgularımız bu iki grubun mt4977 delesyon oranlarının
sağlıklı sigara tüketmeyen bireylerinkine göre farklı olmadığını göstermiştir.
Bu mutasyonun oluşma sıklığı KOAH hastalarının balgam hücrelerinde
anlamlı olarak daha yüksek oranda tespit edildi (p<0.0001). Bu fark WBC
sayılarında gözlenmedi.
Tartışma: Artan oksidatif stresin mitokondriyi etkilediği ve mitokondri
DNA’sında bir takım oksidatif hasarlar yaptırdığı bilinmektedir. Bizim çalışmamızda da hücresel oksidatif stres düzeyleri KOAH’lı olguların balgam
hücrelerinde anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Sonuç olarak mitokondri
DNA’sı 4977 bç delesyon mutasyonlarının birikmesinin, oksidatif fosforilasyonu inhibe ederek solunum zincirinde fonksiyon bozukluğuna neden
olabileceğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: KOAH, mtDNA 4977 delesyon, oksidatif stres
Ministry of Public Health, Tashkent Institute of Postgraduate Medical Education, Tashkent,
Uzbekistan
Haemoctatic disorders have an important role in the forming of COPD.
And seasonal byorithms of the haemostasis can’t be ignored in the planning of an experiment.
Aim: To study the aggregation of erythrocytes in rats with experimental
COPD in different seasons.
Methods: An experimental model of COPD was reproduced in white
rats under the influence of tobacco smoke in a special chamber, where they
were placed daily for 30-40 minutes for 60 days. 2 series of expperiments
were conducted at 1 year, thereby we formed 2 groups of experimental
COPD (16 in each group): 1st - spring, 2nd - autumn. Control - healthy
rats - 10 in each group: 3rd - spring, 4th - autumn. Spontaneous aggregation of erythrocytes was quantitatively evaluated by a special system of
criteria for micrographs (made by a camera connected to a microscope) of
aggregates of red blood cells.
Results: Seasonal differences were found in healthy rats: spring aggregation was 15.2% higher than the autumn rate (p<0.05). Indexes of
rats with COPD were significantly higher than in healthy rats (p<0.001): a
greater exceeding compared with the control was in autumn - by 37.2%,
and in the spring it was by 20.7%. When we were comparing 1st and 2nd
groups statistically significant difference was not found.
Conclusion: In intact laboratory rats, there is a seasonal variability of
aggregation activity of erythrocytes. But in the experimental COPD imbalance of erythrocytes aggregation has not sesonal differences.
Keywords: Experimental COPD, seasonal byorithms, erythrocytes
aggregation
Şekil 1. KOAH ve sağlıklı sigara içen bireylerin, balgamında mtDNA4977 delesyon
düzeyleri
P271
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastaları
ve Sağlıklı sigara içenlerin balgam
hücrelerinde mitokondriyal DNA 4977
delesyonu ve ATP düzeyleri arasındaki ilişki
Ayla Karimova1, Duran Üstek3, Murat Kara4, Bülent Tutluoğlu2, Hülya Azaklı3,
İlhan Onaran1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, DETAE, Genetik Anabilim Dalı, İstanbul
4
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genetik Anabilim Dalı, Elazığ
1
2
3
Giriş ve Amaç: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) ile oksidatif stres arasında, inflamasyon döneminde artan ve dolaşıma yansıdığı
bilinen bir ilişki vardır. Bu çalışmanın amacı, KOAH’lı hastaların ve sigara
tüketen sağlıklı olguların lökositlerinde ve aynı bireylerin balgam örneklerinde mitokondriyal DNA4977 delesyonunu araştırmaktır. Çalışmaya 25
KOAH hastası, 22 sigara içen sağlıklı kontrol ve 23 sigara içmeyen sağlıklı
kontrol olmak üzere 70 gönüllü dahil edildi.
Materyal-Metod: Çalışmamızda RT-PCR yöntemi ile mitokondriyal
DNA’da mt4977 delesyonu pozitif olarak saptanmıştır. Ayrıca ATP ve oksidatif stres durumuna ilişkin mtDNA4977 ve balgam hücrelerinde mtDNA
100
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. KOAH, sigara içen sağlıklı ve kontrol bireylerinin, kanda mtDNA4977
delesyon düzeyleri.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
sinusitis, allergic background did not influenced on the development of
COPD. Study of risk factors in the group of women showed the most
significant part of the common cold, which amounted in 81.1% of all female patients. Less important were family history - 31.1%, allergic diseases - 21.1% and sinusitis - 18.8%. Factors such as smoking, occupational
hazards and polyposis are not the determining factors in women. Many
patients have a combination of factors, which also increases the risk of
COPD.
Conclusion: So, in the formation of COPD in the population of Tashkent main role belongs to smoking and occupational exposures in male
patients and repeated episodes of respiratory infections in females.
Keywords: COPD, epidemiology, smoking, common cold
Tablo 1. Grupların demografik özellikleri
KOAH
Sağlıklı sigara
içen
Kontrol
25/0
22/0
0/23
FEV1, %
43.7 ±11.2 a
80.5±12.9
97.3± 14.8
FEV1/FVC, ±12,7
42.6 ±10.7a
77.4±13.6
82.6 ±12.7
Sigara içen/içmeyen
Kadın/Erkek
5/20
5/17
6/17
Yaş
57.8 ± 5.2
50.7±4.6
51.4 ±4.0
Sigara paket/yıl
49.2 ±14.6
44.5±16.2
±SS değerleri. a p < 0.05
P274
Syndrome of the system inflammatory
answer at COPD patients
P272
Inina Liverko1, Mirza Tillyashaykhov1, Kamola Ubaydullaeva2, Shakhboz
Akhmedov1, Natalya Gafner1, Ibragim Akhatov1, Vazira Abdullaeva1
KOAH’ta hastalık ağırlığı ve mortalite ile
RDW(red cell distribution width) ilişkisi
1
1
Republican center of Phthisiology and Pulmonology, Tashkent, Uzbekistan
Tashkent Institute of Postgraduated Education of Doctors, Tashkent, Uzbekistan
1
Kemal Can Tertemiz , Aylin Özgen Alpaydın , Can Sevinç , Hülya Ellidokuz ,
Çağdaş Acara3, Arif Hikmet Çımrın1
1
2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İzmir
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, İzmir
1
Amaç: Primer hematolojik patolojiler dışında sistemik inflamasyon,
ineffektif eritropoez, beslenme bozukluklarında eritrosit morfolojisi etkilenir. Bu durum “red blood cell (RBC) distribution width (RDW)” ile değerlendirilebilir. Çalışmamızda KOAH’lı hastalarda RDW’nin hastalık evresi,
BODE indeksi ve yaşam süresi ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Dokuz Eylül Üniversitesi Göğüs Hastalıkları kliniğinde 2005
yılından beri takip edilen KOAH’lı 385 hastanın verileri retrospektif olarak
incelendi. GOLD 2009’a göre gruplanan olguların demografik özellikleri
ve BODE indeksi kaydedildi. Tüm olguların Ocak 2014 itibarıyla sağkalımları belirlendi. Ölçülen RDW değerleri değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 65,6±9,6 idi. Hastalar sırasıyla
evresi; evre 1 %16; evre 2 %52, evre 3 %26, evre 4 %56 olarak bulundu.
BODE indeksi ortancası 1 (0-3) olarak saptandı. BODE indeksi arttıkça
RDW de artmakta idi (r=0,383 p=0.000). Evreler arasında en fazla çok
ağır evrede olmak üzere RDW’de belirgin farklılık vardı (p=0.000). RDW
laboratuvar üst sınırına göre hastalar gruplandığında 14.3 üzerinde olanlarda sağkalım oranı %31 iken, altında olanlarda %75 olarak saptandı
(p<0.001).
Sonuç: KOAH hastalarında hastalığın şiddeti arttıkça ve eritrosit
morfolojisi bozulmaktadır. Bu nedenle basit ve non invaziv bir test olan
RDW’nin hastalık ağırlığın değerlendirilmesinde bir ön belirteç olarak göz
önüne alınabilir. Aynı zamanda KOAH’lı hastalarda RDW ile sağkalıma
arasındaki yakın ilişki prognozu öngörmede anlamlıdır.
Anahtar Kelimeler: KOAH, mortalite, RDW
P273
Risk factors of COPD in the population of
the city
Gulchekhra Tashmetova, Abdulla Ubaydullaev
Ministry of Public Health, Tashkent Institute of Postgraduate Medical Education, Tashkent,
Uzbekistan
Aim: To study the risk factors of COPD in the population of Tashkent
city, Uzbekistan.
Methods: We examined 3000 people (1600 men and 1400 women)
in organized population working in various enterprises in Tashkent. We
performed screening conducted by questionnaire (Ch.Bungetaim, D.Maza, 1978) designed to identify patients with COPD, and we studied the
functional state of the respiratory system.
Results: Among examined people COPD detected in 8,7% (263 persons, that is 173 males and 90 females). The largest group was men with
smoking (87% of male patients with COPD). Airways colds were observed
in 75,1%, occupational hazard - 46.2%. Other factors like family history,
2
Purpose: To study the frequency and degree of intensity of a syndrome
of the system inflammatory answer at COPD patients.
Material: At 85 COPD patients with different severity (GOLD,2010)
the state, defined as the syndrome of the system inflammatory answer
(SSIA) according to criteria of a severy infection was studied.
Results: Studying of manifestations of the syndrome of system inflammatory answer (SSIA) at COPD patients showed, that 12,5% of patients
had different criteria of this syndrome. Dependence of frequency of SSIA
on severity of disease is defined: from 2% at moderate COPD to 48%
at high severity of the disease. High specific weight of SSIA at COPD
patients with body mass deficiency (39,5%) is detected. It is established
that SSIA is associated with high rates of a system inflammation (SRB and
fibrinogen). At COPD patients with body mass deficiency, the inverse correlation between proteins – reaktant of a sharp phase and visceral proteins
is established.
Thus, SSIA is associated with obstruction degree, index of a system inflammation and extrapulmonary dicturbances as a pulmogen exhaustion.
Keywords: COPD, syndrome of system inflammatory answer
P275
Assessment of the state of patients with
COPD
Inina Liverko1, Kamola Ubaydullaeva2, Shahboz Akhmedov1, Nataliy
Gafner1, Ibragim Akhatov1, Vazira Abdullaeva1
1
Republican Specialized Scientific and Practical Medical Center of Phthisiology and
Pulmonology, Tashkent.
2
Tashkent Institute of Postgraduated Education of Doctors Tashkent, Uzbekistan
Purpose: To assesse a state of patient with COPD and degree of cardiorespiratory disturbances.
Material: At 96 COPD II-III-IV patients functional parameters of cardiorespiratory system were studied: FEV1, 6-minute step test (6-MST),
systolic pressure of a pulmonary artery (SPPA), Sodi-Polyaris’s index and
P-pulmonale, oxygen saturation (SaO2). The assessment of quality of life
at COPD patients was studied with COPD Assessment Test questionnaire
(CAT).
Results: Studying of state of COPD patients and its influence on life of
patient, estimated on CAT scale, showed that in 5,1% of cases - insignificant influence (0-10 points), in 26,8% - moderated (11-20), in 41,2%
- strong (21-30) and in 26,8% - extremely strong (31-40) influence of
COPD on life of patient. Clear correlation between influence of COPD
on life of patient and severity of disease and phenotypical features were
defined. Severity of COPD depends on strong influence of disease from
14,3% to 41,3%. Extremely strong influence of COPD on life of patient
was noted at 41,7% with emphysematous and at 20,8% with bronchitic
type of disease. Among COPD patients with the greatest total point of
SAT significant functional disturbances, severy hypoxemia, decreasing of
physical capacity, manifestations of cor-pulmonary, defining unfavorable
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
101
POSTER SUNUMLARI
outcome of disease met more often: SaO2<88% - at 41,6% of patients,
6-MST<150 m - at 40,6%, P-pulmonale > 2 mm – at 60%, SPPA >
25mm.hg.с. – at 48,5% of patients.
Thus, the questionnaire of SAT is the simple and available tool of an
assessment of a clinical condition of patients.
Keywords: COPD, cardiorespiratory disturbances, COPD Assessment
Test questionnaire (CAT).
P276
Clinico-functional features of chronic
obstructive pulmonary disease at persons
with body mass deficiency
Inina Liverko1, Kamola Ubaydullaeva2, Nataliy Gafner1, Shakhboz
Akhmedov1, Ibragim Akhatov1, Vazira Abdullaeva1
Republican Specialized Scientific and Practical Medical Center of Phthisiology and
Pulmonology, Tashkent, Uzbekistan
2
Tashkent Institute of Postgraduated Education of Doctors Tashkent, Uzbekistan
1
The purpose of the study was estimation of clinic-functional correlation
of COPD at persons with body mass deficiency (BMD).
Materials: We studied functional parameters of cardiorespiratory
system: FEV1; result of the 6-minute step test (6-MST); oxygen saturation
(SaO2); systolic pressure of a pulmonary artery (SPPA); index of Sodi-Polyaris and P-pulmonale at 96 COPD patients with index MB from 20 to 25
(56 patients) and less than 17 (40 patients).
Results: The analysis of frequency of phenotypical features of COPD
depending on severity of disease showed that increasing of obstruction
correlates with specific weight of the patients with index MB less than 17,
from 20,8% (FEV1 -50%), 43,3% (FEV1-30%) to 54,3% (FEV1<30%).
It is established that COPD patients with index MB less than 17 have significant expressed functional disturbances, defining severy hypoxemia,
decreasing of physical capacity, manifestation of cor-pulmonale and signs
of diaphragm fatigue syndrome, that defines of unfavorable prognosis.
SaO2<88% was detected at 34,6% patients, having BMD, and patients with index MB from 20 to 25 had normal saturation. The result of
6-MST<150m in 1,4 times more often at patients with BMD (38,6% against 27,4%), also is more often at this patients P-pulmonale > 2мм (30%
and 21,4%), Sodi-Polyaris index (30% and 19,6%), SPPA> 25mm.hg.с.
(31,6% and 20,4%) and the lowest level of a discriminant indicator of
diaphragm fatigue syndrome (7,2±1,2 and 21,9±1,3).
Thus, the COPD patients, having body mass deficiency, are the contingent of high risk of unfavorable prognosis and need in development of
new approaches of metabolic therapy.
Keywords: COPD, body mass deficiency (BMD), functional parameters of cardiorespiratory system
P277
Effect of different bronchodilators on
changes of lung functional parameters
determing patients’ subjective feeling of
dyspnea
Inina Liverko, Nataliy Gafner
Republican Specialized Scientific and Practical Medical Center of Phthisiology and
Pulmonology, Tashkent, Uzbekistan
Purpose: To assess effect of therapeutic agent on feeling of dyspnea in
COPD patients.
Methods: Pharmacological and functional monitoring in 70 COPD
patients with analysis of the following indicators of breath: FEV1, RV, TLC,VO2, SaO2.
Results: There was observed weak correlation between FEV1 changes
and reduction of dyspnea intensity after use of broncho-dilators in COPD
patients. It was noted that change of tolerability to physical exercises was
related to changes of FEV1. It was found that decrease in dyspnea occurred with increase in inspiration volume and reduction ratio RV/TLC.
During receiving of salmeterol (S) there was noted significant increase in
ventilation and arterio-alveolar difference of oxygen partial pressure, and
FEV1 rising had negative correlation with falling paO2. While receiving
102
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ipratropium (IB) there was no observed such effect, it was found decrease
in intake of oxygen volume (VO2). Comparison of effects of prolonged (90
days) use of S and IB in COPD patients showed practically equal increase
in FEV1 (36% and 33%, respectively). Clinical improvement was more in
patients receiving ipratropium bromide. After 4-week-therapy with theophilline in COPD patients there was observed rising of FEV1 by 10%,
tolerance test did not change while dyspnea intensity decrease.
Conclusion: There was noted that COPD patients were less sensitive
to bronchodilatation and their feeling of dyspnea did not reflect magnitude
of expiration function disturbance.
Keywords: COPD, dyspnea, ipratropium bromide, theophilline,
salmeterol
P278
KOAH’da ilaca bağlılık bildirim düzeyi,
hastalığın kontrolunda etkili mi? MARS vs
CAT
Ayşe Füsun Kalpaklıoğlu1, Ayşe Baççıoğlu1, Selma Demir2, Figen Ergür2, İlker
Özsaraç2, Ömür Güngör3
1
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji ve Allerji
Hastalıkları Bilim Dalı, Kırıkkale
2
Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kırıkkale
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale
3
Giriş: Dünyadaki en sık dördüncü ölüm nedeni olan KOAH’ın optimal
tedavisinin önündeki en önemli engellerden biri hastaların tedaviye uyumsuzluğudur. Hastaların ancak yarısı reçete edilen ilacı kullanmaktadır. Bu
çalışmada tedavide ilaca bağlılığın KOAH’ın sağlığa ve günlük yaşam üzerine olan etkisinin değerlendirilmesinin yanısıra, tedaviye uyumsuzluğa
sebep olabilecek faktörleri belirlemeyi amaçladık.
Metod: Kırıkkale ilinde “Dünya KOAH Günü” toplantısına katılan
hastaların sosyademografik özellikleri, hastalık ilişkili değişkenleri (sigara alışkanlığı, hastalık yılı) kaydedildi. Hastalar KOAH değerlendirme
testi (CAT) ve tedaviye uyumları ilaç bağlılık bildirim skalası (MARS) ile
değerlendirildi.
Sonuçlar: Toplantıya katılan 72 hastanın yaş ortalaması 67.03±9.57
yıl (44-84), %73.6’sı erkek, sigara-paket-yılı 31.73±27.77 ve hastalık süresi 8.44±8.66 yıl idi. Hastaların >%70’inin eğitim düzeyi düşüktü (<=5
yıl). Ortalama MARS skoru (MARS-s) 22±3.02 (13-25) iken, hastaların
%75’inin ilaca bağlılık skoru yüksek bulundu (MARS-s>20). İlaca bağlılığı yüksek ve düşük (MARS-s<=20) olan gruplar karşılaştırıldığında yaş,
cinsiyet, medeni durum, çocuk sayısı, eğitim düzeyi, sigara içim miktarı,
hastalık süresi ve beden kitle indeksi (BKİ) farklı değildi (p>0.05). CAT
skoru (CAT-s) ortalaması 27.09±9.78 (7-40) bulunurken, hastalık süresi
uzun olanlarda CAT-s yüksekti (r=0.342, p=0.013). MARS-s ile CAT-s
arasında korelasyon saptanmadığı gibi (r=0.133, p=0.29) yaş, cinsiyet,
medeni durum, çocuk sayısı, eğitim düzeyi, sigara içim miktarı, hastalık
süresi ve BKİ arasında da ilişki bulunamadı (p>0.05).
Tartışma: Sonuç olarak KOAH’lı hastalarda ilaç tedavisi bağlılığında
beklenenden yüksek bildirimin gösterilmesi, bu toplantıya katılan grubun
göreceli olarak tedaviden beklentisinin daha fazla olmasıyla açıklanabilir.
Ancak yüksek MARS-s’nun hastaların demografik ve sosyokültürel özellikleriyle veya hastalığın kontrol altında olup olmamasıyla ilişkili bulunmadığı
ortaya konmuştur.
Anahtar Kelimeler: CAT, KOAH, MARS
P279
Kocaeli’nde Astım ve Kronik Obstrüktif
Akciğer Hastalığı farkındalığı
Serap Argun Barış1, Aslı Zembat2, İlknur Başyiğit1, Haşim Boyacı1, Tuğba Aşlı
Önyılmaz1, Füsun Yıldız1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kütahya
1
2
Amaç: Çalışmamızın amacı, Kocaeli ilinde yaşamakta olan bireylerde
kronik havayolu hastalıkları olan Astım ve Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) farkındalığının belirlenmesidir.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Metod: Dünya KOAH gününde kurulmuş olan spirometri çadırına başvuran gönüllüler çalışmaya alındı. Katılımcılara Astım ve KOAH ile ilgili
sorular içeren anket ve solunum fonksiyon testi uygulandı.
Bulgular: Çalışmaya ortalama yaşı 46.15±14.5 yıl olan, 517’si
(%72.8) erkek, 193’ü (%27.2) kadın olmak üzere toplam 710 kişi katıldı.
Katılımcıların 249’u (%58) sigara içmekteydi. Sigaranın KOAH gelişiminde temel rol oynadığı (%65.8), tedavide en önemli faktörün sigaranın bırakılması olduğu (%73.5) ve KOAH tanısı için spirometri yapılması gerektiği
(%69.1) kısmen iyi bilinmekteydi. Bununla birlikte katılımcıların yalnızca
%52’si KOAH’ın akciğerle ilgili bir hastalık olduğunu ifade ederken, amfizem ve kronik bronşit tanımları, korunmada grip aşısının rolü ve oksijen
konsantratörü ihtiyacı hakkında farkındalık düzeylerinin düşük olduğu
izlendi. Astımın her yaş grubunda görülebildiği (%91.4) ve en sık kullanılan ilaçların inhaler ilaçlar olduğu (%95.4) iyi bilinmekteydi. Katılımcıların
%72.8’i astımın bulaşıcı bir hastalık olmadığını ve %66.7’si astımlı hastaların normal yaşam sürebileceğini belirtti. Katılımcıların yalnızca %38’i
(n:184) astım ilaçlarının bağımlılık yapmadığını ifade etti.
Sonuç: Bu çalışmanın bulguları; astımın KOAH’a göre daha iyi bilinen
bir hastalık olduğunu, toplumda KOAH bilgi düzeylerini, grip aşısı başta
olmak üzere korunma yöntemlerinin önemini ve hava yolu hastalıklarının
tedavisinde kullanılan ilaçların bağımlılık yapmadığını vurgulayacak farkındalık çalışmalarına ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: astım, farkındalık, KOAH
P280
Koah atağında pulmoner emboli sıklığı
Çalışmaya 39 KOAH akut ataktaki hasta ve 24 sağlıklı kontrol olgusu
alındı. KOAH’ lı hastalardan atağın 1. ve 15. günü, sağlıklı kontrol olgularından ise bir kez venöz kan örneği alınarak, serum TNF-α, hsCRP,
adiponektin ve visfatin düzeyleri ölçüldü.
Çalışmanın sonunda çalışmaya alınan KOAH olgularında atak başlangıcında serum TNF-α, hsCRP, adiponektin ve visfatin düzeylerinin KOAH’lı
hastaların 15. günü ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu gözlendi (p<0.001). KOAH’lı hasta
grubunun 15. günündeki serum TNF-α, hsCRP, adiponektin, visfatin düzeylerinin kontrol grubuyla karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptandı (visfatin için p<0.05 diğer parametreler için p<0.001).
Ayrıca atak başlangıcında ölçülen hsCRP düzeyleri ile solunum fonksiyon
parametreleri arasında negatif korelasyon saptandı.
Sonuç olarak adiponektin, visfatin seviyesinin KOAH atak döneminde
artması, inflamatuar markerlardan TNF-α ve hsCRP ile pozitif korelasyon
izlenmesi nedeni ile her iki parametrenin de birer inflamatuar belirteç olarak kullanılabileceği ancak bu anlamda daha çok çalışmaya ihtiyaç olduğu
düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: KOAH, TNF-α, hsCRP, adiponektin, visfatin
Tablo 1. KOAH hastalarının çalışmanın 1. ve 15. günündeki solunum
fonksiyon testi parametreleri ile serum TNF-α, hsCRP, adiponektin,
visfatin düzeyleri
FEV1 (%ped)
30,66±11.08
36.43±13.22
<0.001
FVC (%pred)
FEV1\FVC
46.68±13.33
54.10±16.70
<0.001
47.82±9.83
48.69±10.06
>0.050
Erkan Ceylan, Canan Gedik, Asiye Kanbay
TNF-α (pg/ml)
36.04±11.28
20.63±7.00
<0.001
Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
HsCRP (µg/ml)
248.01±43.57
142.71±71.71
<0.001
Adiponektin (µg/ml)
139.09±98.07
82.78±59.09
<0.001
20.66±9.69
15.58±7.97
<0.001
Giriş: KOAH’lı hastalarda pulmoner emboli (PE) riski artmıştır. KOAH
atağındaki hastalarda PE tanısı koymak zordur ve sıklığı net olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada KOAH atağı nedeniyle hastaneye yatırılan
hastalarda PE sıklığının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Metod: KOAH atağı nedeniyle yatırılarak takip edilen hastalarda PE
için klinik olasılık belirlendi. D-dimer düzeyi ölçüldü. Klinik olasılık göz
önünde bulundurulmaksızın, D-dimer düzeyi yüksek gelen hastalar BT
anjiografi ile değerlendirildi. Tespit edilen atak nedenleri kaydedildi.
Sonuçlar: Hastaların yaş ortalaması 63.05±13.87 yıl olup %64.3’ü
(n=18) erkek idi. Çalışmaya alınan 28 hastanın 19’unda (%67.8) bilinen
bir atak nedeni vardı. On altı hastada (%57,1) D-dimer düzeyi yüksekti. Bu
hastaların 8’inde BT anjiografide trombüs tespit edildi. Modifiye Geneva
klinik skorlamasına göre bu 8 hastanın 3’ü yüksek olasılıklı, diğerleri orta
olasılıklı idi. Bilinen bir atak nedeni olan 19 hastanın 6’sında (%31,6) PE
tesbit edildi. Atak nedeni bilinmeyen 9 hastanın 2’sinde PE tespit edildi.
Tartışma: Çalışmamızda KOAH atağı nedeniyle hastaneye yatırılan
hastalarda PE sıklığı %28,6 olarak bulduk. Bu oran bir literatürde tüm
KOAH ataklarında %9-25 arasında bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda PE
tespit edilen 8 hastanın 3’ünün klinik olasılığı yüksekti. Bilinen bir atak
nedeni olan hastalarda ise PE oranı %21,4 idi.
Sonuç: KOAH atağı nedeniyle hastaneye yatırılan hastalar, klinik
olasılığı yüksek olmasa bile, bilinen bir atak nedeni varsa PE açısından
değerlendirilmelidirler.
Anahtar Kelimeler: KOAH atağı,pulmoner emboli
P281
Koah akut alevlenme ile başvuran
hastalarda serum visfatin, adiponektin
düzeyleri ve inflamatuar markerlar ile olan
ilişkisi
Mehmet Kalkan1, Erdal İn2, Teyfik Turgut3, Mehmet Hamdi Muz4
Nusaybin Devlet Hastanesi, Mardin
Fırat Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
Fırat Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
4
Fırat Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
1
2
3
Visfatin (ng/ml)
P282
KOAH alevlenmesinde eritrosit morfolojisi
bir belirteç olabilir mi?
Kemal Can Tertemiz, Aylin Özgen Alpaydın, Seda Salman, Arif Hikmet
Çımrın
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Amaç: “Red blood cell (RBC) distribution width (RDW)” eritrositlerin
dağılım genişliğini gösteren bir laboratuvar parametresidir. Sistemik inflamasyon RDW’yi etkilemektedir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda
RDW değerinin kalp hastalıklarında prognoz ve mortalite ilişkili olabileceği
bulunmuştur. Çalışmamızda KOAH alevlenmelerinde RDW’nin bir belirteç
olarak kullanılabilirliğini araştırdık.
Metod: GOLD’a göre KOAH tanısı almış, Antonissen kriterlerine göre
KOAH alevlenme olarak değerlendirilmiş toplam 100 yatan hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların 1 yıldaki atak sayısı, CRP, RDW
değerleri ve kan gazı parametreleri saptandı.
Bulgular: Ortalama yaşları 70 olan hastaların yatış günü ortancası
12(3-76), yıllık atak sıklığı ortancası ise sıfır (0-7) idi. Yatış-çıkış arası CRP,
pCO2, PaO2 ve oksijen saturasyonlarında anlamlı düzelme olduğu görüldü (p<0.001). RDW çıkış değerlerinin daha yüksek olduğu gözlendi
(p=0,004). RDW değerleri ile Antonisen kriterleri, yıllık atak sayısı, yatış
günü, yoğun bakım ihtiyacı, mortalite, CRP, pCO2, PaO2 ve oksijen saturasyonları arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Stabil dönem ile yatış RDW
değerleri karşılaştırıldığında belirgin artış bulundu(p<0,05).
Sonuç: Çalışmamızda RDW değerinin KOAH alevlenmesinde stabil
dönemle karşılaştırıldığında anlamlı olarak yüksek olduğunu ve giderek
arttığını gördük. Bu durum alevlenmelerde diğer inflamatur mediatörler
gibi RDW’nin de etkilendiğini ortaya koymaktadır. Ancak, RDW değişikliği
yoğun bakım ihtiyacı ve mortaliteyi öngörmede yetersiz kalmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İnflamasyon,KOAH alevlenme, RDW
Bu çalışmamızda KOAH’lı hastalardaki adiponektin ve visfatin’in düzeylerini, inflamatuar belirteç olarak kullanılıp kullanılamayacağını araştırmak
ve böylece bu hastalıklardaki sistemik inflamasyonun niteliği hakkında
daha kapsamlı bilgi edinilmesini amaçladık.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
103
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P283
Sık hastane yatışı olan KOAH hastalarında,
komorbid faktörler ve aşırı dinamik hava
yolu kollapsının yatış sıklığı ile ilgisinin
araştırılması
Tülay Yarkın1, Meltem Ağca1, Göksan Acar2, Gökhan Göl1, Fatma Tokgöz1,
Reha Baran3
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
2
Van Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van
3
Acıbadem Fulya Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı(KOAH)’nda yılda en az 2 hastane
yatışı “sık yatış” olarak tanımlanmaktadır. Ancak, klinik pratiğimizde bazı
hastaların 2-3 ay aralarla tekrarlayan yatışlarına tanık oluyoruz. Çalışmamızda, bu kadar çok sık yatışa neden olabileceğini düşündüğümüz faktörler son derece seçilmiş bir hasta grubunda araştırılmıştır.
Çalışmaya yılda en az 2 hastane yatışı olan 34 KOAH hastası alındı.
Tüm olguların demografik özellikleri, laboratuar bulguları, fiziksel aktivite
skorları, komorbiditeleri ve solunum fonksiyonları kaydedildi; transtorasik
ekokardiyografi ve fiberoptik bronkoskopi (FOB) yapıldı. Olgular, yılda 2
yatışı olanlar (Grup 1) ve 2’den fazla yatışı olanlar (Grup 2) olmak üzere
iki gruba ayrıldı. Gruplar yatış sıklığını artırdığı düşünülen parametreler
açısından karşılaştırıldı.
Hastaların 28’i erkek (%82), yaş ortalaması 65±8 (46-82) ve ortalama
yatış sayısı 3,3±1,3 (2-6) idi. Grup 1’de 12, Grup 2’de 22 hasta vardı.
Grup 2’de ileri yaş, düşük fiziksel aktivite, ileri evrede bulunma, 10 yıldan
uzun süreli hastalık, evde nebulizatör ve oksijen kullanımı Grup 1’e göre
anlamlı yüksek bulundu. Grup 2 hastaların ortalama FEV1(%beklenen)
düzeyi %47,9 iken Grup 1’de %56 idi(p=0.003). Komorbidite sayısı Grup
1’de ortalama 1.5, Grup 2’de 2.7 (p=0.014) bulundu. Pulmoner hipertansiyon (n=11) ve kalp yetmezliği (n=10) sadece Grup 2 hastalarında
saptandı (p=0.003, p=0.006). FOB’da 17 hastada ADHK saptandı (Şekil 1.-2), bunların 16’sı(%94) Grup 2’de idi. Lojistik regresyon analizinde
ADHK varlığı ve FEV1(%beklenen) düşüklüğü yatış sayısını etkileyen bağımsız faktörler olarak saptandı.
Bu çalışmada sık hastane yatışı olan KOAH olguları arasında çok daha
sık (yılda 2’den fazla) yatış gösteren olguların belirgin farklılıklar gösterdiği
saptanmış; ADHK varlığı ve FEV1(%beklenen) düşüklüğünün çok sık yatışlara neden olabileceği belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, komorbidite, aşırı dinamik hava yolu
kollapsı
Şekil 2. Trakeomalazi
P284
Stabil KOAH ve akut atak KOAH hastalarında
Hs-CRP düzeylerinin değerlendirilmesi
Hanife Caner, Güngör Çamsarı, Gülcihan Zehra Özkan, Nur Dilek Bakan,
Ayşe Yeter, Elif Yelda Niksarlıoğlu, Deniz Bilici, Serpil Başgüden
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Son yıllarda kronik inflamatuar hastalık riskini belirlemek için yüksek
duyarlı belirteçler ile bunların yol göstericiliği araştırılmaktadır. Sistemik
inflamasyon belirteci olarak highly sensitivitiy c reaktive protein(Hs-CRP)
nin akut ve stabil KOAH hastalarında düzeylerini belirlemek ve bu parametrenin akut atağa girme sıklığı, hastanede yatış sıklığı, mortalite ve eşlik
eden hastalıkla ilişkisini saptamayı amaçladık.
Anahtar Kelimeler: Hs-crp,KOAH
P285
Fosfor replasmanı KOAH’lı hastalarda
tamamlayıcı bir tedavi olabilir
Şakir Özgür Keşkek1, Orhan Altınöz2
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Özel Defne Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Antakya
1
2
Şekil 1. Kılıç kını trakea
104
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Amaç: KOAH’lı hastalarda malnutrisyon ve elektrolit dengesizliğine
sık rastlanmaktadır. Birçok çalışmada malnütrisyon ile KOAH’ın şiddeti
arasında ilişki olduğu, malnütrisyonun KOAH’da kötü prognoz ile beraber olduğu gösterilmiştir. Fosfor, bir çok organofosfat bileşiğin (yapısal
protein,nükleik asit, enzim ve yüksek enerji deposu) oluşumunda görev
alan majör bir hücre içi elementtir ve iyi beslenmeyle ilişkilidir. Bu çalışmada fosfor eksikliği ile KOAH arsındaki ilişki araştırıldı.
Yöntem-Gereçler: Çalışmaya 40 KOAH’lı ve 44 sağlıklı olmak üzere
toplam 84 birey dahil edildi. KOAH’lı hastalar çalışma grubuna, sağlıklı
bireyler ise kontrol grubuna alındı. Hastaların solunum fonksiyon testi yapıldı ve serum fosfor düzeyi ölçüldü. GOLD 2011 kriterlerine göre hastalar
KOAH açısından değerlendirildi. Her iki grubun ortalama FEV1/FVC ve
fosfor değeri karşılaştırıldı. Verilerin analizinde Medcalc 12.7 (Belgium)
software program kullanıldı.
Bulgular: Gruplar yaş ve cinsiyet açısından benzer bulundu (p=0.056,
0.537). FEV1/FVC oranı KOAH’lı hastalarda beklendiği gibi anlamlı
düzeyde düşüktü (p<0.001). Serum fosfor düzeyi KOAH’lı hastalarda
2.7±0.8 iken sağlıklı bireylerde 3.4±0.7 olarak ölçüldü. Fark istatistiksel
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
olarak anlamlıydı (p=0.001) (Tablo 1). Fosfor düzeyi ile FEV1/FVC arasında anlamlı korelasyon bulundu (r=0.394, p= 0.011) (Tablo 2).
Sonuç: Çalışmamızda KOAH’lı hastalarda fosfor düzeyi düşük bulundu. Fosfor eksikliği malnutrisyonun bir bulgusu olabilir ve bu durum
KOAH’lı hastalıklarda kötü klinikle ilşkilidir. Fosfor eksikliği durumunda
mitokondri enerji üretimi bozulacağından dolaylı olarak solunum kasları
da etkilenir. Bu durum hastalığın ilerlemesine, kliniğin bozulmasına yol
açabilir. Sonuç olarak, KOAH’lı hastalarda fosfor replasmanı tamamlayıcı
bir tedavi olabilir.
Anahtar Kelimeler: FEV1/FVC, Fosfor, KOAH
Tablo 1. Grupların özellikleri ve ölçümleri
Çalışma grubu
(N=40)
Kontrol grubu
(N=44)
p
Yaş
57.0±12
51.4±14.1
0.056
Kadın N (%)
20 (%50)
18 (%40.9)
0.537
FEV1/FVC
59.5±6.3
81.9±3.9
<0.001
Fosfor (mg/dl)
2.7±0.8
3.4±0.7
0.001
9.20±0.42
9.25±0.41
0.539
Kalsiyum (mg/dl)
Tablo 2. Fosfor ve FEV1/FVC arasında korelasyon analizi
fosfor
FEV1/FVC
r=0.394 p=0.011
P286
KOAH tanısında semptom sorgulama
anketlerinin güvenirliği
İlknur Başyiğit1, Serap Argun Barış1, Aslı Balaban2, Haşim Boyacı1, Esra Kuşlu
Uçar1, Füsun Yıldız1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
2
Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kütahya
1
Giriş: Spirometrik inceleme yapılmadan semptom sorgulaması ile
KOAH tanısı konmasının, yüksek riskli popülasyonda erken KOAH tanısı
koymayı kolaylaştırabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı, semptom temelli sorgulamanın KOAH tanısındaki güvenilirliğini araştırmaktır.
Materyal-Metod: Dünya KOAH günü nedeniyle şehir merkezinde
kurulan bilgilendirme standında uygulanan anket ile katılımcıların KOAH
semptomları ve sigara içme durumları değerlendirildi.
Sonuç: Anket, 250’si erkek (%35.3), 459’u kadın (%64.7) toplam 709
kişiye uygulandı. Katılımcıların 187’si (%26.4) kendilerine bir doktor tarafından kronik bronşit, amfizem ve/veya KOAH tanısı konduğunu ifade
ederken, yalnızca 95 olgu (%50) bu nedenle inhaler ilaç kullandığını belirtti. Doktor tanılı KOAH olgularının içerisinde sigara içmiş olanların oranı
%41 (n: 77) bulundu. Üç aydan uzun süren öksürük ve balgam yakınması
vakaların yarısında izlenirken, bu yakınmaların iki yıldan uzun süredir devam ettiği olgu sayısı 96 (%13.5) olarak bulundu. Kronik bronşit semptomları ile sigara içme öyküleri karşılaştırıldığında yalnızca 41 hastada (%42.7)
sigara öyküsü olduğu saptandı. Nefes darlığı tanımlayan katılımcı sayısı
540 (%76.2) bulunurken bu olguların %24’ü (n:130) düz yolda yürümekte
güçlük çekmediğini ifade etti. Sonuç: KOAH farkındalığının yüksek olmadığı toplumlarda hastalık tanısı için semptom temelli anketlerin kullanılmasının bu hastalığa yanlış tanı konmasına neden olacağı ve KOAH tanısını
kesinleştirmek için spirometrik incelemeye gerek olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: anket, KOAH, semptom, spirometre, tanı
P287
Kesitsel bir yaklaşımla toplumda tanı
almamış KOAH sıklığı
Seyhan Us Dülger, Özlem Şengören Dikiş
Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Bursa
Giriş: Önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olan KOAH, bugün
tüm dünyada önde gelen bir morbidite ve mortalite nedenidir.Bu duruma
dikkat çekmek amacı ile Dünya KOAH gününde, bir alışveriş merkezinde
yaptığımız çalışmanın verilerini bu araştırmada paylaştık.
Materyal-metod: Bir alışveriş merkezindeki kişiler evreninden gönüllü
olanlar araştırmamıza dahil edilmiştir. Gönüllülere sigara içip içmedikleri sorulmuş, solunum sistemi ile ilgili anamnezleri alınmış, Medical Research Council (MRC) evrelemesi yapılmış, Fagerström Bağımlılık Testi,
Ekspiryum Havasında Karbonmonoksit Testi, Solunum Fonksiyon Testleri yapılmıştır. Sigara içmeyen gönüllülere de Solunum Fonksiyon Testi
uygulanmıştır.
Bulgular: Araştırmamıza 79 gönüllü dahil edilmiştir. 43 ‘ü (%54,4) aktif
sigara içicisi iken 36’sı (%45,6) sigara içmiyordu. Aktif sigara içicisi 43 kişinin 21’i (%48,8) kadın, 22’si (%51,2) erkek; yaş ortalamaları 37,34±11,2;
Vücut Kitle İndeks ortalamaları 26,06±5,02; Fagerström Bağımlılık Değerleri ortalama 4,48±2,05 bulundu. Bu grupta 19 (%44,2) kişinin şikayet
ve semptomu yok; spirometri değerleri de normaldi. 24 (%55,8) kişide
ise FEV1 %80’in altındaydı. Nefes darlığı, öksürük, balgam çıkarma gibi
şikayetleri mevcuttu. Bunlardan yalnızca 6’sı hastalığını biliyordu(%25).
Sigara içmeyen 36 kişinin 24’ü(%66,7) kadın, 12’si (%33,3) erkekti. Yaş
ortalamaları 47,86±15,26; Vücut Kitle İndeksi ortalamaları 26,67±4,39
idi.Bu grupta 9 kişide (%25) KOAH tanısı mevcuttu.
Sonuç: Sigara içimiyle birlikte prevalansı giderek artan KOAH küresel bir sağlık sorunudur. Hastalığın progresyonuna müdahale edebilme
açısından erken evrede tanı önemlidir. KOAH ve sigara içme alışkanlığı ile mücadelede toplum merkezli çalışmalar yapmanın yararlı olacağı
düşüncesindeyiz.
Anahtar Kelimeler: KOAH, sigara alışkanlığı, spirometri
P288
Koah’lı Hastalarda Alevlenme ve Stabil
Dönemde Kardiyak Komorbiditeler ve
Yaşam Kalitesi Üzerine Olan Etkilerinin
Değerlendirilmesi
Ömer Kaya1, Gazi Gülbaş2, Jülide Yağmur3, Saim Yoloğlu4, Yılmaz Ömür
Otlu3, Zeynep Ayfer Aytemur2
Yeşilyurt Hasan Çalık Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Malatya
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya
3
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Malatya
4
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Malatya
1
2
Amaç: Merkezimize KOAH alevlenme tanısı ile başvuran hastaların
alevlenme ve stabil dönemde 24 saatlik holter monitörizasyonu ile kardiyak aritmi sıklığı araştırmak ve kardiyak artiminin yaşam kalitesi üzerine
olan etkisini incelemek.
Materyal-metod: Çalışmaya merkezimize KOAH alevlenme tanısı ile
başvuran 41 hasta alındı. Hastaların sosyodemografik kayıtları alındı. Rutin laboratuar tetkikleri, arter kan gazı alındı. SFT ve EKO yapıldı. Alevlenme nedeniyle yatışlarının ilk günü ve stabil dönemde 24 saatlik holter
monitörizasyonu uygulandı. SGRQ, CAT ve mMRC anketleri yapıldı. Ayrıca alevlenme döneminden sonraki 1 yıllık dönemde alevlenme sayıları
takip edildi. Elde edilen veriler alevlenme ve stabil dönemde karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya alınan 41 hastada alevlenme döneminde,
%68.2’sinde ventriküler aritmi, %85.3’ünde supraventriküler aritmi,
%31.7’sinde SV-run tespit edildi. Yedi hasta stabil dönemde değerlendirme yapılamadan eks oldu. Stabil dönemde kontrolu yapılan 34 hastanın %61.8’inde ventriküler aritmi, %70.5’ünde supraventriküler aritmi,
%8.8’sinde SV-run tespit edildi. Ventiküler aritmi SFT değerleri daha iyi
olan hastalarda saptandı. APC’nun Ph, PaCO2, SFT parameterleri ve
SGRQ skorları ile ilişkili olduğu saptandı. Ventriküler aritminin KOAH hastalarında hastanede kalış süresini uzattığı tespit edildi. Ağır KOAH hastalarında APC’nun daha sık olduğu ve APC’ nun yaşam kalitesini olumsuz
etkilediği saptandı.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
105
POSTER SUNUMLARI
Sonuç: KOAH hastalarında kardiyak aritmi yaygın olarak görülmektedir. Asıl hastalığa odaklanırken gözden kaçmaktadır. Aritmiler hastalığın
seyrini ve yaşam kalitesini olumsuz etkilediğinden dolayı, dikkatli incelenmeleri ve gerektiğinde 24 saat holter monitörizasyonu gibi ileri tanı yöntemleri kullanılarak, erken tespit edilip tedavi edilmesi önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Kardiyak aritmi, KOAH, yaşam kalitesi
P289
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Table 2. Predictors of cognitive ability measured by WAIS-Ras
Full Scale IQ score
β value* p value
Age
-0.12
Gender (male)
Education
Full Scale IQ score
β value* p value
0.3
Age
-0.06
0.6
-0.02
0.8
Gender (male)
-0.10
0.4
0.51
0.001
Education
0.48
0.002
BMI
-0.13
0.3
BMI
-0.09
0.5
Low Cognitive Ability in Patients with
Bronchiectasis
Depressive
symptoms
-0.38
0.009
Depressive
symptoms
-0.27
0.05
Emel Bulcun1, Pınar Yıldız Gülhan1, Mustafa Gülhan2, Dilay Çimen1, Aydanur
Ekici1, Mehmet Ekici1
FEV1%
0.25
0.04
Sat O2
0.27
0.03
Smoking
-0.17
0.1
Smoking
-0.11
0.3
Departments of Pulmonary Diseases, Kirikkale University Faculty of Medicine
Departments of Infection Diseases, Kirikkale University Faculty of Medicine
1
* β is the standardized regression coefficient.
2
Background: Patients with bronchiectasis may be associated with
low cognitive ability. The goal of this study was to determine the frequency and determinants of low cognitive ability in patients with with stable
bronchiectasis.
Methods: Thirty patients with stable bronchiectasis and 25 healthy
control subjects underwent a cognitive ability assessment using Wechsler
Adult Intelligence Scale.
Age, BMI, the Hospital Anxiety and Depression scale and pulmonary
function were assessed.
Results: Mean scores on the verbal, performance, and full scale IQ
scores were significantly lower in the patients with bronchiectasis than in
the healthy volunteers (87.5±16.3 versus 106.1±18.8; p=0.0001).
Low cognitive ability in the patients with bronchiectasis was associated with higher depression scores, lower oxygen saturation and poor lung
function after adjusting for potential confounders in multivariate analysis.
Borg score after exercise in bronchiectasis patients with low cognitive
ability was higher than that of bronchiectasis patients with high cognitive
ability, despite the PaO2 and FEV1 in both groups was similar (6.2±1.8
vs. 4.6±1.5, p= 0.01).
Conclusion: Low cognitive ability in patients with bronchiectasis may
be associated with reduced lung functions, more serious hypoxemia and
higher depressive symptoms. Bronchiectasis patients with low cognitive
ability feel more intense dyspnea than high cognitive ability ones.
Keywords: Cognitive ability; Bronchiectasis; Hypoxemia; Lung
functions
Table 1. Subtest scores and composite scores of the control group and
patients with bronchiectasis
Bronchiectasis
n:30
Control group
n:25
P value
Full Scale IQ
87.5±16.3
106.1±18.8
0.0001
Verbal IQ
89.1±18.4
105.3±18.4
0.002
Performance IQ
87.1±13.8
105.2±18.0
0.0001
Similarities
7.4 ± 2.5
9.6 ± 2.2
0.004
Information
6.3 ± 2.6
9.5 ± 1.9
0.0001
Digit Span
7.3 ± 2.6
9.1 ± 2.9
0.03
Arithmetic
6.1 ± 2.4
9.8 ± 2.4
0.0001
Digit symbol
6.4 ± 2.3
8.9 ± 2.2
0.001
Picture completion
6.6 ± 2.6
9.4 ± 1.9
0.0001
Picture arrangement
5.5 ± 2.9
9.6 ± 3.1
0.0001
Block design
4.9 ± 2.3
7.3 ± 1.9
0.001
Object assembly
8.01 ± 2.2
10.2 ± 1.7
0.001
Comprehension
7.2 ± 2.6
9.4 ± 2.1
0.002
Ten subtests scores: each with M=10, SD=3 Three composite scores: verbal, performance,full scale, each with
M=100, SD=15
106
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P290
KOAH Hastalarında Diyafram Kalınlığı ve
Semptomlarla İlişkisi
Melahat Bekir, Canan Cimşit, Hüseyin Arıkan, Derya Kocakaya, Şehnaz
Olgun, Semiha Emel Eryüksel, Sait Karakurt
Marmara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: KOAH’ta diyafram etkilenmesi, kalınlıkta azalma ve hareket kısıtlılığı olarak iki şekilde olabilir. Bu çalışmada amacımız, farklı evredeki
KOAH hastalarında transtorasik ultrasonografi (USG) yardımıyla diyafram
kasının kalınlığını ölçerek hasta semptom ve fonksiyonel parametreleri ile
ilişkisini araştırmaktır.
Metod: Çalışmaya son 1 yıl içerisinde polikliniğimize başvuran KOAH
tanılı 48 stabil hasta alındı.
Çalışmada her hastada spirometri ile hastalık derecesini, noninvaziv bir
yöntem olan transtorasik USG yardımıyla ise diyafram kalınlığını tespit ettik. Ayrıca her hastanın semptom skorları, alevlenme, hastaneye yatış sayıları, vücut kitle indeksleri (VKİ), komorbid hastalıkları, kullanmış oldukları
medikal tedaviler sorgulanarak USG bulgularıyla ilişkileri incelendi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 48 hastanın ortalama yaşı 59±9
yıl olarak saptandı. Sigara kullanım öyküsü 47±25 paket/yıl, hastaların
CAT skorları, ortalama 12±8, mMRC skorları 2±1; vücut kitle indeksleri
29±5’ti.
GOLD evrelemesine göre bu 48 hastanın 19’u evre I; 19’u evre II;6’sı
evre III; 4’ü ise evre IV KOAH’tı. Transtorasik USG yardımıyla ölçülen
ortalama diyafram kalınlığı 1,8±0,45mm olarak tespit edildi. Ortalama
diyafram kalınlığı evre I hastalarında 1,96±0,45; evre II: 1,61±0.5; evre
III: 1,73±0,59; evre IV: 2,07±0,86mm olarak ölçüldü.
GOLD evrelemesine göre evre I, II; III ve IV KOAH olarak ayırdığımız
hasta grupları ile diyafram kalınlıkları arasında anlamlı fark saptanmadı.
Hastaların diyafram kalınlığını semptom skorları (CAT ve mMRC skorlarıyla) veya VKİ ile kıyasladığımızda anlamlı korelasyon saptanmadı.
Sonuç: Bu çalışma sonunda, KOAH hastalarının, transtorasik USG ile
ölçülen diyafram kalınlıkları ile hastalık ciddiyeti, semptom skorları ve vücut kitle indeksi arasında bir ilişki gösterilememiştir
Anahtar Kelimeler: Diyafram kalınlığı, KOAH
P291
KOAH’da Lokal ve Sistemik İnflamasyonun
Osteoporoz ile İlişkisi
Ömür Güngör, Ayşe Füsun Kalpaklıoğlu, Ayşe Baççıoğlu
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale
Bu çalışmanın amacı, KOAH (Kronik obstrüktif akciğer hastalığı) tanılı hastalarda sık görülen komorbiditelerden biri olan osteoporozun lokal
ve sistemik inflamasyonla ilişkisini ortaya koymaktır. Bu amaçla 50 stabil KOAH’lı hasta ve 25 sağlıklı yetişkin incelenmiştir. Akut ataktaki hastalarda zaten akut faz reaktanları yüksek sonuç vereceği için çalışmaya
alınmamıştır. Lokal inflamasyon belirteci olarak ekspiriyum havasında
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
nitrik oksit ölçümü (FeNO) yapılmıştır. Sistemik inflamasyon belirteci olarak ta hsCRP, WBC ve fibrinojen çalışılmıştır. KOAH’lı hastalarda FeNO
(21.20±10.29ppb, 15.12±5.65ppb, p=0.003) ile sistemik inflamatuar
belirteçlerinden hsCRP (13933±1011, 9565±3583, p=0.000) ve WBC
(8234±3052, 6624±1473, p=0.015) kontrol grubuna göre istatiksel olarak yüksek bulunurken, fibrinojen değerleri (p=0.626) benzerdi. FeNO
ile yalnızca hsCRP arasında korelasyon (r=0.256, p=0.027) vardı. SFT
değerleri düşük olanlarda hem FeNO hem de hsCRP yüksekti (p<0.05).
HsCRP’nin havayollarındaki lokal inflamasyon ile, düşük solunum fonksiyonlarının ise hem hsCRP hem de FeNO ile ilişkili olduğu görüldü.
KOAH’lı hastaların çoğunda (%58) osteopeni, %26’sında ise osteoporoz
saptanırken, bu artmış komorbiditenin göstergesi olarak femurT ve femurZ
skorları istatistiksel olarak daha düşük bulundu. KOAH’lı olgularda FeNO
değerleri ile osteoporoz arasında herhangi bir ilişki gözlenmedi (r=0.042,
p=0.719). Sonuç olarak SFT değerleri düşük olanlarda hem lokal hem de
sistemik inflamasyonun daha fazla olduğu görüldü. Havayollarındaki lokal
inflamasyon KMD üzerinde etkili bulunmamakla birlikte, hsCRP ile yakından ilişkili olması KOAH’da gözlenen osteoporoz üzerinde sistemik inflamasyonun etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Osteoporoz düzenli kemik
mineral dansitesi ölçümleri ile önceden tanı alıp tedavi edilebilmektedir.
Böylece osteoporotik kemik kırıklarının önlemi alınmış olacaktır. İnflamasyonun kontrol altına alınması zaten morbiditesi yüksek ve hipoksemi sebebiyle kemik kırıklarının geç iyileştiği KOAH’da son derece önemli olacaktır.
Anahtar Kelimeler: KOAH, İnflamasyon, Osteoporoz
P292
KOAH’da Kemik Mineral Dansitesindeki
Azalmayı Etkileyen Faktörler
Ömür Güngör, Ayşe Füsun Kalpaklıoğlu, Ayşe Baççıoğlu
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale
Bu çalışmanın amacı, Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı (KOAH) tanısı olan hastalarda sık görülen komorbiditelerden biri olan osteoporozun
parsiyel arteriel oksijen basıncı (PaO2), beden kitle indeksi (BKİ), solunum
yetmezliği tipi ve solunum fonksiyon testindeki (SFT) düşüş ile ilişkisini
ortaya koymaktır. Bu amaçla 50 stabil KOAH’lı hasta ve 25 sağlıklı yetişkin
incelenmiştir. Tüm grupta FEV1, FEV1/FVC oranı ile femurT (p=0.007,
p=0.003) ve femurZ (p=0.050, p=0.005) skorları arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. SFT değerleri düşük olanlarda daha düşük Kemik Mineral Dansitesi (KMD) skorları görülmüştür. KOAH’lı hastaların BKİ’leri
kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük saptanmıştır (26.29±4.77
ve 29.22±6.05, p=0.025). BKİ ile femurT skoru arasında anlamlı ilişki
görülmezken (p=0.169), BKİ düşük olanlarda daha düşük femurZ skoru
görülmüştür (r=0.161, p=0.035). PaO2 ile femurT skoru arasında anlamlı
ilişkili bulunurken (r=0.356, p=0.016), femurZ skoru ile ilişki istatistiksel
olarak anlamlı bulunmamıştır. LumbalT ve lumbalZ skorları ile diğer parametreler arasında hiçbir ilişki bulunmamıştır. Tip1 ile Tip2 solunum yetmezliği olan hastalar karşılaştırıldığında femurT, femurZ, lumbalT, lumbalZ
skorları ile değerlendirilen KMD değerlerinde fark görülmemiştir. Sonuç
olarak KOAH’da ortaya çıkan osteoporoz’un farklı mekanizmaları olsa da,
düşük BKİ ve hipoksemi KMD düşüşünü arttırmaktadır. Ayrıca KOAH’daki
karbondioksit retasyonunun KMD’deki düşüşle ilişkisiz olduğu düşünülmektedir. Diğer taraftan, FEV1 ve FEV1/FVC oranı düşük olan KOAH
tanılı hastaların daha düşük femurT ve femurZ skorlarına sahip olduğu
görülmüştür. KOAH insidansı her geçen gün artan bir hastalık olmakla
birlikte hem mortalitesi hem de morbiditesi yüksektir. Bu sebeple özellikle
morbiditeleri oluşturan mekanizmaların incelenmesi ve erken önlem alınması yaşam konforunun arttırılmasını ve aynı zamanda mortalitelerin azalmasını sağlayacaktır
Anahtar Kelimeler: KOAH, Osteoporoz, SFT, BKİ, AKG
P293
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında
Serum Paraoksanaz, Arilesteraz, Lipid
Hidroperoksit ve Sülfhidril Düzeyleri
Funda Yalçın1, Zafer Hasan Ali Sak1, Ayşegül Öney Kurnaz1, Faruk Günak1,
Seyhan Taşkın2, Mehmet Gencer1, Nurten Aksoy2
Harran Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa
Harran Üniversitesi, Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, Şanlıurfa
1
2
Yöntem: Elli KOAH hastası ve 50 sağlıklı gönüllü çalışmaya alındı.
Serum paraoksanaz, arilesteraz, lipid hidroperoksit ve sülfidril düzeyleri
hesaplandı.
Sonuçlar: Serum paraoksonaz düzeyleri KOAH hastalarında kontrol
grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı azalmış bulundu (93.29±25.15
U/l ve 117.45±36.30 U/l, p<0.001). Serum arilesteraz düzeyleri de
KOAH hastalarında kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı azalmış bulundu (154.64±30.43 U/l ve 125.79±32.24 U/l, p<0.001). Sülfidril düzeyleri de kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı azalmıştı (0.42±0.9 ve
0.54±0.6 U/l) Ayrıca, serum lipid hidroperoksid düzeyleri KOAH hastalarında kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı artmıştır (6.52±1.86
μmol/l ve 3.78±0.98 μmol/l, p<0.001).
Tartışma : KOAH’da oksidatif stres artarken ve antioksidanlar azalmıştır ve bu sonuçlar istatistiksel olarak anlamlıdır. Bu sonuçlar KOAH patofizyolojisinde dikkate alınabilir.
Anahtar Kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, oksidatif stres
P294
KOAH’DA Kognitif Fonksiyonların
Değerlendirilmesi
Tuğba Kaplan1, Bekir Kaplan2, Hikmet Fırat1, Emine Sevgi1, Melike Yüceege1,
Emine Bahar Kurt1
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlğü
1
2
Giriş ve Amaçlar: KOAH hava yollarında ve akciğerlerde zararlı partikül ve gazlara karşı güçlü bir kronik inflamatuvar yanıtla ilişkili, genellikle ilerleyici nitelikte hava akımı kısıtlanması ile karakterizedir. Hastalığın
şiddetine alevlenmeler ve komorbiditeler katkı yapar(1) KOAH; neden
olduğu psikolojik ve sosyal problemler ve ilişkili eşlik eden hastalıklar ve
komorbiditeler ile birlikte değerlendirildiğinde ciddiyeti daha iyi anlaşılan
bir hastalıktır(2). Ancak bu komorbidetelerden biri olan bilişsel fonksiyonların değerlendirilmesi konusundaki farkındalık azdır. Bu çalışmada KOAH
olan hastalarda kognitif fonksiyonların SMMT ve MOBİD Ölçeği ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır. MOBİD Ölçeği Türkiye’de ilk kez bu çalışmada
KOAH da kognitif fonksiyonların değerlendirilmesinde kullanılmıştır.
Materyal Metod: Hastanemiz Göğüs Hastalıkları Kliniğine Ocak 2014
tarihleri arasında başvuran yeni ve eski tanılı KOAH olan 40 yaş ve üzeri
90 hastaya yüz yüze görüşme tekniği ile anket uygulanmıştır. Ankette sosyodemografik özellikler, katılımcının alışkanlıkları ve genel sağlık durumu,
arter kan gazı ve solunum fonksiyon testi sonuçları KOAH değerlendirme
testi(CAT), Standardize Mini Mental Test ve Montreal Kognitif Fonksiyon
Anketi (MOBİD Ölçeği) yer almaktadır.
Bulgular: Katılımcıların bazı sosyodemografik özellikleri: %33,3’ü 5564 yaş arasında, %%66,7’si erkek, %28,9’u ev hanımı, %57,8’i ilkokul
mezunu ve %87,8’i evlidir.
Araştırmada 64 yaş ve altında olanların halen sigara kullananların,
KOAH süresi 7 yıl ve altında olanların, NIMV kullanmayanların MOBİD
ölçeği puanları sırasıyla 65 yaş ve üzerinde olanlardan, sigarayı bırakanlar
ve kullanmayanlardan, KOAH süresi 8 yıl ve üzerinde olanlardan, alkol
kullanmayan ve NIMV kullananlardan anlamlı olarak fazladır (p<0,05).
Sonuç: Bu çalışmada KOAH hastalarının kognitif fonksiyonlarının
olumsuz yönde etkilendiği, SMMT sonuçları ile MOBİD Ölçeği ve CAT
puanları arasında bulunan ilişki semptom kontrolü ve hastalığın iyi yönetimi ile kognitif fonksiyonların korunmasının sağlanabileceğini düşündürmektedir. MOBİD Ölçeği KOAH’da kognitif değerlendirme için iyi bir
ölçek olabilir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, Kognitif Fonksiyon
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
107
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P295
KOAH’lı hastalarda Ortalama trombosit
hacmi (OTH) düzeyi
Hatice Kılıç1, Ayşegül Şentürk1, Funda Karaduman Yalçın2, Cantürk Kaya4,
Tuba Öğüt1, Habibe Hezer1, Emine Argüder3, Ayşegül Karalezli1, Hatice
Canan Hasanoğlu3
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara
Sinop Boyabat 75. Yıl Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Sinop
3
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
4
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Kliniği, Ankara
1
2
Giriş: Ortalama trombosit hacmi (OTH), trombosit aktivasyonunun
göstergesidir. Aktive trombositlerin inflamasyon ve aterotrombozda rol
aldığı gösterilmiştir. Kronik obstrüktif akciğer hastalığında (KOAH) görülen sistemik komorbiditelerin başında kardiyovasküler hastalıklar yer
almaktadır.
Amaç: Bu çalışmada göğüs hastalığı kliniğine başvuran olgularda,
sigara içiminin ve KOAH varlığının ortalama trombosit hacmi (OTH) ile
ilişkisini değerlendirmek amaçlanmıştır.
Materyal-metod: Göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran 535
(%71.8) sigara içen ve 210 (%28.2) sağlıklı kontrol olgu çalışmaya alındı. Sigara içen ve içmeyen olgular OTH ve diğer parametreler açısından
karşılaştırıldı. Sigara içen olgulara solunum fonksiyon testi yaptırıldı. Buna
göre KOAH olan ve olmayan olgular OTH ve diğer parametreler açısından
karşılaştırıldı.
Bulgular: Sigara içen olguların serum beyaz küre (BK), hemoglobin
(Hgb) ve hematokrit (Htc) düzeyleri sigara içmeyen olgulara göre anlamlı
olarak daha yüksekti (sigara içen ve içmeyen olgularda serum BK, Hgb,
Htc düzeyleri sırasıyla [8000 (4000-19600), 6700 (3600-19500); 15 (7,318,3), 13,5 (9,1-17,8) ve 44,3 (31,7-58,8), 40,2 (30,6-50,8); p<0.00]).
Sigara içen olguların serum OTH düzeyleri sigara içmeyen olgulara göre
anlamlı olarak daha yüksekti [serum OTH düzeyleri sırasıyla 10,1 (8-14,2),
9,6 (6,4-11,8) p<0.00]. Sigara içen olguların 106’sında KOAH mevcuttu.
KOAH’lı olguların serum trombosit ve OTH düzeyleri KOAH olmayanlara
göre yüksek saptandı ancak bu yükseklik istatistiksel olarak anlamlı değildi
[8,9 (6,7-12,1), 8,9 (6,1- 13,9) p=0.92]. KOAH olan olgular evrelerine
göre değerlendirildiğinde, OTH düzeyleri arasında anlamlı farklılık izlenmedi (p=0.57).
Sonuç: Çalışmamızda sigara içenlerde içmeyenlere göre daha yüksek
OTH değerleri saptanmışken, sigara içen olgular içerisinde KOAH olanlarda trombosit ve OTH düzeylerinin de artmış olduğu ancak KOAH evrelerine göre OTH düzeylerinde farklılığın olmadığı izlendi.
Anahtar Kelimeler: KOAH, Ortalama trombosit hacmi
P296
Sigara içen KOAH’lı hastalarda Vitamin D
eksikliğinin akciğer fonksiyonlarına etkisi
Ezgi Özyılmaz1, Müjde Ocak1, Gülşah Seydaoglu2, Ali Kocabas1
yet, GOLD-evreleme, MMRC-indeksi, BODE-indeksi gibi parametrelerin
iki grupta benzer iken, Vitamin-D eksikliği olan sigara içicilerde sigara içme
yoğunluğunun daha fazla (56±29 vs. 36±18 pk/yıl), prebronkodilatör
FEV1(%)(44±17 vs. 56±17) ve FVC(%)’nin (60±13 vs.76±21) ise daha
düşük olduğu saptanmıştır(p<0.05).Sigarayı bırakmış KOAH’lı hastalar,
Vitamin-D eksikliği açısından karşılaştırıldığında ise, MMRC dispne skorunun Vitamin-D eksikliği olanlarda daha yüksek(1,5±0.5 vs.1.2±0.4),
pre-bronkodilatör FEV1(L)(1.2±0.5 vs. 1.6±0.6) ve FVC(L)(2.2±0.8 vs.
2.8±0.9) değerlerinin ise anlamlı düzeyde daha düşük olduğu görüldü.
Tartışma: Bu çalışmanın sonuçları, Vitamin-D eksikliğinin, KOAH’lı
hastalarda sigaranın akciğer fonksiyonları üzerine olan etkisini arttırdığını
düşündürmektedir fakat konunun daha geniş hasta gruplarında yapılacak
uzun süreli takip çalışmalarıyla değerlendirilmesi gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Sigara içen KOAH’lı hastalarda Vitamin D eksikliğinin akciğer fonksiyonlarına etkisi
P297
KOAH’da sık atak gelişimindeki risk
faktörleri
Sedat Kuleci, Ezgi Özyılmaz, Yasemin Soydaş, Gülsüm Tezçağırır, Müjde
Çiğerli Ocak, Ali Kocabaş
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Giriş: KOAH’lı hastalar, son bir yılda iki ve daha fazla alevlenme geçirenler ve son bir yılda 1 ve daha az seyrek alevlenme geçirenler olmak
üzere iki grupta sınıflandırılabilirler. KOAH ataklarının sıklığını etkileyen
risk faktörlerinin bilinmesi, bu atakların önlenmesi ve/veya tedavisi için
hekimlere bir fırsat sunacaktır. Bu çalışmada KOAH’lı hastalarda görülen
sık atakları etkileyen faktörleri araştırıldı.
Metod: Şubat 2010–Ekim 2011 tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Polikliniği’ne başvuran 248 stabil KOAH’lı hasta bu
çalışmaya dahil edildi. KOAH’lı hastaların son bir yılda iki ve daha fazla
alevlenme geçirenleri “sık atak”lı, son bir yılda 1 ve daha az alevlenme geçirenleri ise “seyrek atak”lı olarak iki gruba ayrıldı. Her iki gruptaki hastaların sosyodemografik, klinik, fonksiyonel ve laboratuar bulguları kaydedildi
ve bu veriler istatistiksel açıdan incelendi.
Bulgular: İncelenen 248 hastanın 39’u(%15,7) “sık atak”lı,
209’u(%84,3) ise “seyrek atak”lı kabul edildi. Klinik açıdan “sık atak”lı
hastaların mMRC (%38,5 ve %12, p<0,001) ve BODE (%46,2 ve %12,9,
p<0,001) skorlarının daha yüksek olduğu, yürüme mesafelerinin ise
(278,11 ± 112,46 m. vs. 376,37 ± 117,44 m., p<0.001) daha az olduğu
görülmüştür. Fonksiyonel açıdan ise, “sık atak”lı hastaların daha düşük
spirometrik değerleri (post FEV1%, 46,82 ± 21,84 ve 61,03 ± 18,19.
p<0.01; postFVC%, 68,10 ± 22,11 ve 80,59 ± 18,12, p<0.01) olduğu
saptanmıştır.
Tartışma: Bu çalışmada KOAH’da sık atak geçirmeyi etkileyen bazı
risk faktörleri saptanmış olup, kesin risk faktörlerinin gösterilmesi, KOAH
ataklarının önlenmesi ve daha iyi tedavisi için bir fırsat doğuracaktır.
Anahtar Kelimeler: KOAH, risk faktörleri, alevlenme
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Adana
1
2
Giriş: Sigara içmeye devam etmenin, KOAH’ta akciğer fonksiyonlarında daha hızlı azalmaya neden olduğu bilinmektedir. KOAH’ta Vitamin-D
eksikliğinin yaygınlığı sıklıkla bildirilmektedir. Ancak Vitamin-D eksikliğinin
KOAH’lı hastalarda akciğer fonksiyon kaybı üzerine olası etkileri konusunda çelişkili sonuçlar bildirilmektedir. Bu çalışmanın amacı, halen sigara
içen ve sigarayı bırakmış KOAH’lı hastalarda Vitamin-D eksikliği ile akciğer
fonksiyon parametreleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir.
Metod: Çalışmaya Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran, 86-stabil KOAH’lı hasta alındı. Hastaların klinik, demografik özellikleri ve komorbiditeleri kaydedildikten sonra SFT’leri, 6-dakika yürüme testleri yapıldı, MMRC dispne skorları ve
BODE indeksleri hesaplandı. Vitamin-D düzeyi ölçümleri yüksek basınçlı
sıvı kromatografi(HPLC) yöntemi ile üniversitemiz Merkez Laboratuarında
çalışıldı. Serum 25(OH)D3 düzeyi <=20 ng/ml olması, Vitamin-D eksikliği
olarak değerlendirildi.
Sonuçlar: İncelenen hastaların 51’i sigarayı bırakmış(%59.3),
35’i(%40.7) ise halen sigara içmektedir. Vitamin-D eksikliği halen sigara içen KOAH’lı hastalarda %48.5, sigarayı bırakmış KOAH’lı hastalarda ise %33.3 olarak bulunmuştur. Halen sigara içen KOAH’lı hastalar
Vitamin-D eksikliği olma durumlarına göre karşılaştırıldığında; yaş, cinsi-
108
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P298
KOAH’lı Olgularda Yaşam Kalitesi Gerçekten
Değerli mi?
Yavuz Havlucu, Arzu Yorgancıoğlu, Ayşın Şakar Coşkun, Pınar Çelik
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Bu çalışmada 10 yıl takip edilen KOAH’lı olgularda bazal olarak değerlendirilen yaşam kalitesi skorlarının uzun dönemde mortaliteyi tahmin etmede hangi grup hastada daha güvenilir olduğunun araştırılması
amaçlandı.
Şubat 2003’de 306 KOAH’lı olgu çalışma için değerlendirildi. 35 olgu
dahil edilme kriterlerine uymadığı için ve çalışmaya dahil olmayı istemediği için çalışma dışı bırakıldı. Ayrıca 20 olgu yaşam kalitesi anketini uygun
dolduramadığı için çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya 251 olgu dahil edildi
ve çalışmanın başlangıcında ve birinci yılda St. George Respiratory Questionnaire ve solunum fonksiyon testi yapıldı. Mortalite bilgisi hastane
kayıtlarından ve aile üyelerinden alındı. Hastalar basal değerlendirmeden
sonra 10 yıl takip edildi.Olgular başlangıçtaki GOLD evrelemesine göre
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
sınıflandırıldı ve her evre kendi içinde SGRQ skoruna göre üçe ayrıldı ve
her grup için mortalite oranlarına bakıldı.
Olguların 218’i (%86.85) erkek ve yaş ortalaması 65,55 yıl (43-82 yıl)
idi. Çalışma süresince ölen ve sağ kalan hastaların bazal değerleri karşılaştırıldığında vücut kitle indeksi, SFT parametreleri ve SGRQ skorları
yönünden farklılık mevcuttu (p<0,05). Evrelere göre evre 2’de 100, evre
3’de 131 hasta ve evre 4’de 20 hasta mevcuttu. Evre 2’de mortalite oranı
%9,evre 3’de %42.7, evre 4’de %55 idi. Evre 2’de ve evre 4’de yaşam kalitesine göre sınıflandırma yapıldığında yaşam kalitesinin mortaliteyi belirlemede solunum fonksiyon testine üstünlüğü yoktu (p=0.247 ve p=0.45).
Evre 3’de ise mortaliteyi belirlemede yaşam kalitesi solunum fonksiyon
testine göre daha belirleyici idi (p=0.00).
KOAH’lı olgularda yaşam kalitesi mortaliteyi belirlemede önemlidir fakat solunum fonksiyon testinde bozulma hafif ve ağır olan olgularda yaşam kalitesinin solunum fonksiyon testine üstünlüğü yoktur.
Anahtar Kelimeler: KOAH, yaşam kalitesi, mortalite
P299
Ağır KOAH alevlenmelerinde serum ürik asid
düzeyi hastane mortalitesi ile ilişkili mi?
Recai Ergün, Begüm Ergan
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Son zamanlarda kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)’ nda
serum ürik asid seviyesi ile mortalite arasında ilişki olduğu bildirilmiştir.
Bu çalışmada yoğun bakım ünitesine yatış gerektiren ağır alevlenmelerde
serum ürik asid seviyesinin hastane mortalitesi ile ilişkisini değerlendirmeyi
amaçladık.
Yöntemler: KOAH alevlenme nedeni ile akut solunum yetmezliğine
giren ve yoğun bakım ünitesinde mekanik ventilasyon desteği verilen hastalar çalışmaya alındı. Hastaların demografik ve klinik özellikleri ile takip
parametreleri kaydedildi.
Bulgular: KOAH alevlenme nedeni ile yatırılan toplam 70 hasta (53
erkek; %75,5) çalışmaya alındı. Ortanca yaş 71, 5yıl iken, ortanca APACHE 2 skoru 25,5 olarak saptandı. Kabul sırasında kan gazı ortanca değerleri pH 7,26; PCO2 71,5mmHg; PO2 53,0 mmHg olarak bulundu; 59
hasta (%84,3) noninvaziv mekanik ventilasyon, 11 hasta (%15,7) invaziv
mekanik ile izlendi. Hastenede kalış süresi 16 gün iken; mortalite %41,4
olarak saptandı. Ölen hastalarda ürik asit seviyesi 9,6 mg/dl iken yaşayan
hastalarda 6,1mg/dl saptandı (p<0.01).
Sonuç: Bu çalışmada yüksek serum ürik asid seviyesi ile hastane mortalitesinin ilişkili olduğu saptanmıştır. Serum ürik asid seviyesi uzun dönem
mortalitede olduğu gibi kısa dönem mortalite içinde belirleyici olabilir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, ürik asid, mortalite
ÇOCUK AKCİĞER HASTALIKLARI
P300
Çocuklarda Antitüberküloz Tedavi Yan
Etkileri
Tuğba Şişmanlar, Ayşe Tana Aslan
verildi. İki hastanın karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme olması nedeniyle tedavilerine ara verildi. Yedi hastanın serum ürik asit yüksekliği
olup oral bol hidrasyonla birlikte allopurinol tedavisi verildi. Hiperürisemi
pirazinamid tedavisi alan hastalarda en sık görülen yan etki olmakla birlikte hastaların tedavi süresince bol oral hidrasyon ve allopurinol tedavisine
gerek duyulduğu görüldü.
Anahtar Kelimeler: çocuk, tedavi, tüberküloz, yan etki
P301
İmmünsuprese Çocuklarda Gelişen Akciğer
Enfeksiyonlarında Fleksıbl Bronkoskopinin
Değeri
Nesibe Gevher Eroğlu Ertuğrul1, Ebru Yalçın2, Nagehan Emiralioğlu2, Berna
Oğuz3, Aydın Erden4, Barış Kuşkonmaz5, Deniz Doğru2, Uğur Özçelik2, İlhan
Tezcan6, Nural Kiper2
Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Hacettepe Ünviveristesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı
Hacettepe Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara
4
Hacettepe Universitesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Ankara
5
Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Ankara
6
Hacettepe Üniversitesi, Çocuk İmmunoloji Bilim Dalı, Ankara
1
2
3
Giriş: Bağışıklığın baskılandığı durumlarda, akciğer enfeksiyonlarına
sık rastlanılmaktadır. Bu hastalarda, fiberoptik bronkoskopi (FB) ve bronkoalveolar lavaj (BAL) incelemesi ile etkenin gösterilmesi ve uygun tedavi
sağlanabilir.
Amaçlar : 1. Bağışıklığı baskılanmış çocuklardaki akciğer enfeksiyonunun etkenini göstermede FB ve BAL incelemesinin değerini saptamak.
2. Kemik iliği transplantasyonu (KIT) sonrası gelişen akciğer enfeksiyonlarında, diğer immünsuprese durumlara göre etkenler ve radyolojik özellikler bakımından farklılıklar olup olmadığını araştırmak.
3. Radyolojik bulguların, etken patojeni tahmin etmedeki güvenilirliğini
değerlendirmek.
Hastalar Ve Metod: 1999 - 2012 yılları arasında FB ve BAL incelemesi yapılan 79 immünosuprese ve akciğer enfeksiyonu olan çocuğun kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastalar grup I (n=61, %77,2) primer
veya sekonder immun yetmezliği olup akciğer enfeksiyonu nedeni ile FB
ve BAL yapılanlar ve grup II (n=18, %22,7) KIT yapıldığı için immunsuprese olup akciğer enfeksiyonu geçirdiği dönemde FB ve BAL yapılanlar
olmak üzere ikiye ayrıldı.
Sonuçlar: Grup I’de 37 (%60,6) ve grup II’de 7 (38,8%) hastada BAL
sıvı incelemesinde mikroorganizma gösterildi ve/veya üretildi. BAL’da üreyen mikrobiyolojik ajanlar karşılaştırıldığında bakteriyel patojen üremelerinin grup I’ de grup II’ ye göre daha fazla olduğu görüldü (p=0,017).
Gruplar arasında bakteriler dışındaki diğer etkenler açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Hastaların HRCT bulguları ile BAL’da gösterilen etken
patojenler arasında anlamlı ilişki bulunmadı.
FB ile ilgili tanısal yöntemlerin tümü değerlendirildiğinde tüm hastaların 62/79 (%78)’ne tanı konulabildiği saptandı. Bu hastaların 32/79
(%40)’ında etken kesin gösterildi ve tedavi değişikliğine gidildi.
Sonuç: Hastalarımızda FB, ampirik antimikrobiyal tedavi altında yapıldığı halde, BAL incelemelerinin immünsuprese hastalarda gelişen akciğer
enfeksiyonlarının etkenini göstermedeki yeri ve tanı koyduruculuğu oldukça yüksek oranda bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Bronkoalveoler lavaj, Fleksibl bronkoskopi, İmmünsupresyon, Ağciğer enfeksiyonları
Gazi Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs Hastalıkları
Bilim Dalı, Ankara
Tüberküloz tedavisi çoklu ve uzun sureli ilaç kullanımı gerektiren zor
bir süreçtir. Aynı anda birden fazla ilaç alımı yan etki olasılığını arttırabilir.
Bölümümüzde 2007-2012 yılları arasında 75 hasta tüberküloz ön tanısıyla
takip edildi. Hastaların 61’i tüberküloz enfeksiyonu, 14’ü tüberküloz hastalığı tanısı aldı. Tüberküloz hastalığı olanların altısı akciğer tüberkülozu,
ikisi üriner tüberküloz ve ikisi tüberküloz lenfadeniti tanısı aldı. Diğerleri
tüberküloz artriti, perikarditi, endobronşial ve milier tüberküloz tanısı aldı.
Tüberküloz enfeksiyonu tanısı alan hastalara altı ay süreyle izoniazid
(5-10 mg/kg/gün) verildi. Bir hastada geçici karaciğer fonksiyon testi yüksekliği dışında yan etki saptanmadı.
Tüberküloz hastalığı tanısı alanlara iki ay üçlü ya da dörtlü ilaç tedavisinden (izoniazid 10-15 mg/kg/gün, rifampin 10-15 mg/kg/gün, pirazinamid 30-40 mg/kg/gün, ethambutol, 15-25 mg/kg/gün) sonra; 4-16 ay
ikili ilaç tedavisi (izoniazid 10-15 mg/kg/gün, rifampin 10-15 mg/kg/gün)
P302
İmmün yetmezliğin arkasına gizlenen
tüberküloz
Hikmet Tekin Nacaroğlu1, Semiha Bahçeci1, Nesrin Gülez1, Cansu Çetin1,
Canan Şule Karkıner1, İlker Devrim2, Ferah Genel1, Demet Can1
1
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Allerji
ve İmmünoloji Kliniği, İzmir
2
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk
Enfeksiyon hastalıkları Kliniği, İzmir
Giriş: Çocukluk döneminde basil gösterilemediği için akciğer tüberkülozu tanısı koymak zordur. İmmün yetmezliklerde tanı daha da zorlaşır.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
109
POSTER SUNUMLARI
Kronik granülomatöz hastalık (KGH), akciğerde yineleyen pnömoni, hiler
lenfadenopati, ampiyem, apse, retikülonodüler görüntüler ve granülomalarla kendini gösterir. Aşağıda tüberküloz tanısında zorluk yaşanan 2
KGH’li hasta sunulmuştur.
İlk olgu; Uzamış pnömoni nedeniyle yatırılan 5,5 yaşında erkek olgunun
özgeçmişinde aksiller lenfadenit geçirmesi, soygeçmişinde kuzen evliliği dışında özellik yoktu. Hb: 10.4 g/dl, BK: 15.600/mm3, CRP 4,22 mg/dl,
ESR: 35 mm/saat. Toraks BT’de sağda parankimal nodüler dansiteler ve
hiler lenfoadenopati saptandı (Şekil 1). Temas öyküsü olmayan hastanın
PPD: 0 mm, Quantiferon: negatif, AMS’de ve BAL’da ARB (-), PCR (-),
kültüründe üreme saptanmadı. Phagoburst aktivitesinin düşük saptanması üzerine KGH tanısı aldı. PET CT’de akciğerde patolojik artmış 18F
Florodeoksiglukoz tutulumları izlendi. VATS eşliğinde yapılan biyopside
kazeifiye granülomatöz yangı saptanınca antitüberküloz tedavi başlandı.
Tedavinin 2 ayında çekilen Toraks BT de düzelme gözlendi.
İkinci olgu; 2 aydır devam eden ateş nedeniyle yatırılan 1,5 yaşındaki
erkek hastanın özgeçmişinde trombositopeni, sık enfeksiyon öyküsü, soygeçmişinde özellik saptanmadı. Hb:8,5gr/dl, BK: 20,800 mm3, ESR: 57
mm/sa, CRP: 12,4 g/dl. Toraks BT’de yaygın nodüler/kaviter lezyonlar ve
hiler lenfadenopati saptandı (Şekil 2). Oksitadif burst aktivitesi nötrofil ve
monositlerde saptanmayan olgu KGH tanısı aldı. Temas öyküsü olmayan
hastanın PPD: 15x20 mm, AMS; ARB(-), PCR(-), kültüründe üreme saptanmadı. Antitüberküloz tedavisi ile interferon gamma tedavisi başlandı.
Sonuç: Akciğerde nodüler lezyon ile başvuran hastalarda enfeksiyöz
nedenler, noninfeksiyöz nedenler ve maligniteler yanı sıra KGH de düşünülmeli ve gizli kalmış tüberküloz birlikteliği araştırılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Kronik granülamatöz hastalık, tüberküloz
P303
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Efor dispnesi ile başvuran olguda Karinal
trifurkasyon ve trakeobronkomalazi
birlikteliği
Semiha Bahçeci Erdem1, Yılmaz Yozgat1, Aytaç Karkıner1, Mehmet Küçük1,
Canan Şule Karkıner1, Hikmet Tekin Nacaroğlu1, Hüdaver Alper2, Demet
Can1
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
Ege Üniversitesi Tip Fakültesi Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Izmir
1
2
Giriş: Karinal trifurkasyon, sağ üst lobun ya da aksesuar lobun trakeal
bronkusla karinaya yakın olarak açılması olarak tanımlanabilir. Trakeomalazi ve karinal trifurkasyon birlikteliği literatürde tek bir yayında bildirilmiştir. Efor dispnesi ile kardiyolojiye başvuran olguda sağ yüklenme olması
üzerine yapılan Toraks BT’de trakeal anomaliden kuşkulanılmıştır. Bu
nedenle fleksibl bronkoskopi yapılmış, trifurkasyon ve trakeomalazi birlikteliği saptanmıştır.
Olgu: Daha önce alt solunum yolu yakınması olmayan 7 yaşında kız
olgu, çabuk yorulma ve nefes darlığı şikayeti ile hastanemiz Kardiyoloji
Polikliniği’ne başvurmuştu. Öz ve soygeçmişinde özellik yoktu. Ekokardiyografisinde sağ kalp boşlukları dilate saptandı, transözofajial ekoda interatrial septumun intakt olduğu görüldü. Altta yatan pulmoner patoloji için
istenen toraks BT’sinde trakeal bronkus başta olmak üzere trakeal anomali
varlığından kuşkulanıldı (Şekil 1). Bronkoskopide sağda, karinanın yanında 3.bir bronş girişi (karinal trifurkasyon) olduğu ve aksesuar bronş ile
devam ettiği izlendi. Sağ ve sol ana bronş ağızlarının kontürünü kaybettiği
ve balık ağzı biçimi aldığı (trakeobronkomalazi) görüldü (Şekil 2). Hastaya
eşlik eden kardiyovasküler anomali açısından anjografi yapılması planlandı. Olgunun takip ve tedavisi halen devam etmektedir.
Sonuç: Karinal trifurkasyon ve bronkomalazi birlikteliğinin çok nadir
olması yanı sıra kardiak yakınmaların etyolojisinde pulmoner anomalilerin
olabileceği ve fleksibl bronkoskopinin önemi vurgulanmak istenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Karinal Trifurkasyon, trakeobronkomalazi
Şekil 1. İlk olgunun Toraks BT görüntüleri
Şekil 1. Trakeanın sağından çıkan aksesuar bronşun toraks BT görünümü
Şekil 2. ikinci olgunun Toraks BT görüntüleri
Şekil 2. Aksesuar bronşun distalinde malazik segment
110
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P304
Astım Kliniği İle Başvuran Okul Çocuğunda
Hipersensitivite Pnömonisi
Semiha Bahçeci Erdem1, Hikmet Tekin Nacaroğlu1, Canan Şule Karkıner1,
Güner Özçelik1, Nesrin Moğulkoç2, Hüdaver Alper3, Sait Karaman1, Demet
Can1
1
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Allerji
ve İmmünoloji Kliniği, İzmir
2
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İzmir
Giriş: Hipersensitivite pnömonisi, ekstrensek allerjik alveolit olarak da
bilinen IgE aracılı olmayan organik toz partikülleri veya çeşitli kimyasal
maddelerin inhalasyonu sonucu gelişen akciğer parankim, alveol ve terminal hava yollarının inflamasyonu ile karakterize bir hipersensitivite reaksiyonudur. Aşağıda okul çağında astım tablosu ile başvurup PBD tanısı
alan olgu sunulmuştur.
Olgu: Dört aydır öksürük, eforla nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikayetleri
olan 9 yaşındaki erkek çocuğun muayenesinde dudakları siyanoze olup
oda havasında SaO2: %86 idi. Her iki akciğerde krepitan raller, bilateral
sibilan ronküsler alınıyordu. Olgunun akciğer grafisinde bilateral yaygın
nodüler yama tarzında infiltrasyon saptandı. Toraks tomografisinde her iki
akciğerde buzlu cam alanları mevcuttu. Ekokardiyografide pulmoner hipertansiyon saptanmadı. Deri testinde polen duyarlılığı saptandı. Hastaya
inhale steroid tedavisi başlandı, tedavinin 7. gününden itibaren hipoksisi
kısmen düzeldi. Anamnez derinleştirildiğinde hastanın kuş ve kuş gübresi
ticareti yapılan işyerinin üstünde ikamet ettiği öğrenildi ve presipitan antikorların gösterilmesi için ileri tetkik istendi. Güvercin ve muhabbet kuşu
için presipitan antikor düzeyi yüksek saptandı (Pigeon IgG >200 (0-38) ve
Budgerigar IgG >200 (0-8)).
Sonuç: Hastamızda deri testinde polen duyarlılığının saptanması, inhale steroidden fayda görmesi ile astım olarak değerlendirilmesine bu
nedenle hastalığın tanı ve tedavisinde gecikmeye neden olabilir. Bu nedenle benzer klinik ve radyolojik bulguları olan olgularda hipersensitivite
pnömonisinin de akla getirilmesi ve çevresel maruziyetin sorgulanmasının
önemini vurgulamak istenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Astım, hipersensivite pnömonisi
P305
Yedi Yaşında Bir Çocukta Osteomiyelite
İkincil Septik Pulmoner Emboli
Adnan Deniz1, Zeynep Seda Uyan2, Yonca Anık3, Nazan Sarper4, Metin
Aydoğan5, Emin Sami Arısoy6
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk
Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Kocaeli
3
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
4
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk
Hematoloji Bilim Dalı, Kocaeli
5
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Alerji
ve İmmünoloji Bilim Dalı, Kocaeli
6
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı, Kocaeli
1
2
Yedi Yaşında Bir Çocukta Osteomiyelite İkincil Septik Pulmoner Emboli
Giriş: Septik pulmoner emboli (PE), çocuklarda seyrek görülen,
acil bir sorundur. Osteomiyelite ikincil septik PE gelişen bir çocuk hasta
sunulmuştur.
Olgu: Yedi yaşında erkek hasta, solunum sıkıntısı nedeniyle götürüldüğü hastanede, pnömoni ve plevral efüzyon tanılarıyla uygulanan 12 günlük yoğun bakım izlemi, antibiyotik, oksijen ve destek tedavisi sonrasında;
iyileşmemesi, akciğerlerindeki konsolidasyon alanlarının nodüler görünüm
kazanması ve içlerinde kaviteler gelişmesi nedeniyle hastanemize gönderildi. Öyküsünden, 3 hafta önce sol kasığında bir apse oluştuğu, kendiliğinden boşaldığı öğrenildi. Fizik incelemede solunum sayısı 56/dk, SO2 %90
(oda havasında) idi, bilateral akciğerlerde yaygın krepitan raller vardı, akciğer bazallerinde solunum sesleri azalmıştı. Yoğun bakım servisine yatırılarak intravenöz teikoplanin ve meropenem tedavisi başlanan hastada, sol
kalçada, bacakta ağrı, sol bacağının üzerine basamama yakınması gelişti.
Sol uyluk ve bacak çapında sağa göre artış belirlendi. Kalça BT’sinde osteomiyelit, sol alt ekstremite venöz doppler incelemesinde akut derin ven
trombozu (DVT) ile uyumlu değişiklikler bulundu. Akciğer BT’sinde, pe-
riferik yerleşimli, plevrayla bitişik, çok sayıda, 0,5-3,5 cm büyüklüğünde,
yuvarlak ya da kama biçiminde nodül ve kaviteler, akciğer alt loblarında
daha belirgin olan kavite duvarlarında septik PE’de görülen ‘besleyici damar belirtisi’ saptandı. Tromboza ilişkin ve immünolojik değerlendirmeler
olağan sınırlardaydı. Osteomiyelite ikincil septik PE ve DVT tanısıyla düşük molekül ağırlıklı heparin tedavisi uygulandı. Kan ve idrar ekimlerinde
üreme olmayan hastanın klinik ve radyolojik bulguları geriledi, Doppler
ultrasonografisinde DVT alanının akıma yeniden açıldığı görüldü.
Sonuç: Septik PE çocuklarda seyrektir. BT’de yuvarlak ya da kama
biçiminde nodül ve kaviteler görülebilir. Tedavinin temelini altta yatan enfeksiyonun tedavisi oluşturur.
Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, osteomyelit, çocuk
P306
Toplumdan kazanılmış pnömonili çocuklarda
bakteriyel, viral ve multipl etyolojinin PZR
yöntemi ile araştırılması
Yusuf Aydemir1, Özlem Aydemir2, Sevgi Pekcan3
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Sakarya
Sakarya Üniversitesi, Eğitim Araştırma Hastanesi, Mikrobiyoloji Kliniği, Sakarya
3
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Anabilim
Dalı, Sakarya
1
2
Giriş: Toplum kökenli pnömoniler (TKP) çocuklarda mortalite ve morbiditenin en önde gelen nedenidir. Etyolojisinde, çok sayıda virüs ve bakteriyi kapsayan oldukça çeşitli etkenler yer alır. Bu nedenle, konvansiyonel
yöntemlerle etkeni belirlemek hala zordur ve olguların ancak yarısında
etken saptanabilmektedir. Çalışmamızda, hızlı hassas ve güvenilir bir yöntem olan polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) yöntemi ile, TKP’ye en sık neden olan bakteriyel, viral ve çoklu etken oranlarını göstermek, ve böylece
ampirik antibiyotik seçimine ve tedavi başarısızlığının azaltılmasına katkıda
bulunmak amaçlandı.
Metod: TKP tanısı almış 41 çocuk hasta çalışmaya alındı. Nazofarengeal sürüntü (NFS) ve balgam örneklerinden sık görülen bakteriyel etkenler
için kültür ve PZR yöntemi, virüsler için ise yalnızca PZR yöntemi ile etken
izolasyonu yapıldı.
Bulgular: hastaların %71’inde en az bir etyolojik etken saptandı. 19
hastada (%46) en az 1 virus, 18 hastada (%44) en az bir bakteri tesbit edildi. Hastaların 8’inde (%20) multipl patojen tesbit edildi. 12 (%29) hastada
hiçbir etken saptanamadı. Çalışmamızda en sık saptanan virus, respiratory
syncytial virus, en sık saptanan bakteri S.pneumoniae olmuştur.
Sonuç: Sonuç olarak, bölgemizde çocuklarda, viral ve bakteriyel etkenlerin yaklaşık yarı yarıya CAP etyolojisinde rol oynadığı, klinik özelliklerin
ve infeksiyon belirteçlerinin bakteriyel, viral enfeksiyon ayırımında yararının olmadığı gösterilmiştir. Bu durumda multiplex PCR yönteminin kullanımının yaygınlaşmasının çocuklarda tedavi başarısı üzerine katkı sağlayacağı ve gereksiz antibiyotik kullanımını ve antibiyotik direncini azaltacağı
kanaatine varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: etyoloji, toplum kökenli pnömoni, PZR
Şekil 1. İzole edilen etkenlerin dağılımı
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
111
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 2. Viral ve bakteriyel patojenlerin dağılımı
such indicators of peroxidation as malondialdehyde (MD) and conjugated
dienes (CD). Endotoxemia condition was studied in the concentration of
molecules medium (MM) in the blood serum. Studies conducted in the
acute and remission period of disease.
Results: The status of all children in the acute period was extremely
severe. All patients underwent mechanical ventilation with high doses of
oxygen. RDS occurred in 98% of patients. In the acute phase of disease
processes peroxidation and endotoxemia were moderatelyincreased. The
consentration of CD was 3,19 ± 1,2, MD-7,13 ± 3,9, MM-2, 32 ± 1,06.
In remission showed complete normalization of these indicators: CD-1, 37
± 0,5, MD-3, 05 ± 1,2, MM-0, 78 ± 0,05.
Conclusion: Respiratory failure, hypoxia in BPD contribute to disruption of peroxidation processes in favor of strengthening them, which manifests a moderate increase in peroxidation products DC,MD and the index
of endotoxemia MM. Adequate therapy helps normalize lipid peroxidation
in remission.
Keywords: bronchopulmonary dysplasia,lipid peroxidation,malondialdehyde,conjugated dienes,molecules medium
P307
Nadir bir stridor nedeni: Konjenital
subglottik stenoz
P309
Cem Murat Bal1, Figen Gülen1, Remziye Tanaç1, Hüdaver Alper2, Esen
Demir1
Piknodizostozlu Hastalarda Uykuda
Solunum Bozukluğunun Değerlendirilmesi
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs
Bilim Dalı, İzmir
2
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Radyoloji Bilim Dalı, İzmir
Nilay Baş İkizoğlu1, Yasemin Gökdemir1, Zeynep Atay2, Belma Haliloğlu2,
Serap Turan2, Saygın Abalı2, Bülent Karadağ1, Fazilet Karakoç1, Refika Ersu1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı, İstanbul
1
Konjenital subglottik stenoz (KSS) krikoid kıkırdağın anormal gelişimi nedeniyle larinkin lateralden daralması olarak tanımlan nadir bir larinks anomalisidir. KKS tanısı alan iki hastamızı literatür verileri eşliğinde
sunduk.
Olgu 1: 4aylık erkek hasta,doğumdan beri olan, iki aydır siddeti artan
hırıltı yakınması ile başvurdu. İki kez bronşiolit nedeniyle hospitalize edilen
hastanın laringomalazi ve vasküler ring ön tanısı ile yapılan tetkikleri (Fleksibl laringoskopi, EKO, MR anjio) normal bulunmuş.
Fizik bakıda ağırlık 50p, boy: 97p, baş çevresi 75p, nabız: 96/dk, solunum sayısı 42/ dk idi.
Suprasternal çekilmeler, inspiratuvar ve ekspiratuvar stridor ve bilateral
ince raller saptandı.
Boyun bilgisayarlı tomografisinde(BT) subglottik bölgede en dar yeri
1,7 mm olan 11,7 mm uzunluğunda stenoz saptandı. Akut bronşiolit olarak tedavi edilen hastanın 9aylık izleminde atak gözlenmedi.
Olgu 2: 6 aylık erkek hasta, 2 aylıkken başlayan, ağlama ve beslenme
ile şiddeti artan, 10 sn süreli uyku apnesinin eşlik ettiği hırıltı yakınması ile
başvurdu. Birer ay aralarla üç kez ağır krup atağı ile hospitalize edildiği
öğrenildi.
Fizik bakıda ağırlık 25p, boy 25p, başçevresi 10p, solunum sayısı 42/dk,
nabız:105 /dk, inspiratuvar strior ve suprasternal çekilmesi vardı.
Boyun BT: Subglottik düzeyde en dar yeri 1,5 mm olan 11 mm uzunluğunda stenoz saptandı.
Krup atak tedavisi sonrası hastanın KBB tarafından yapılan fleksible laringoskopik muayenesinde supraglottikve glottik yapıları normal izlendi.
KSS için izlem önerildi.
Doğumdan sonra erken başlangıçlı persistan veya sık yineleyen kruplu
olgularda fleksible laringoskopi normal olsada KSS tanısı için boyun BT’si
akıldan çıkarılmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: Konjenital subglottik stenoz
P308
Status of lipid peroxidation in children with
bronchopulmonary dysplasia
Ilgar Almas Mustafayev1, Lala Ismayil Allahverdiyeva2, Alevtina Victor
Bogdanova3
Research İnstitute of Lung Diseases, Baku, Azerbayjan
State Medical University, Baku, Azerbaijan
3
Research İnstitute of Pulmonology, Sankt-Petersburg, Russia
1
2
Objective: To study the condition of the peroxidation processes in children with bronchopulmonary dysplasia
Materials-methods: The study involved 103 patients with bronchopulmonary dysplasia at the age of first days of life to 14 years. Analyzed
112
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
2
Giriş: Piknodizostoz kromozom 1q21.3 üzerinde yer alan katepsin K
genindeki mutasyonlara bağlı olarak görülen otozomal resesif bir hastalıktır. Kısa boy, osteoskleroz, kemik kırılganlığında artış, kranyal sütürlerin
kapanmasında gecikme ile karakterizedir. Bu vakalarda maksiller ve mandibüler hipoplazi, mandibüler açının düzleşmesi, uzun yumuşak damak,
dar damak yapısı faringeal hava yolunda darlığa ve obstruktif uyku apne
sendromuna (OUAS) sebep olabilir. Çalışmamızda piknodizostoz tanılı
hastalarda uyku sırasında görülen solunum bozukluklarının sıklığının belirlenmesi amaçlandı.
Metodlar: Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinoloji
Kliniği’nden takipli piknodizostoz tanılı hastaların demografik verileri, pediatrik uyku anketi (PUA) sonuçları, polisomnografi sonuçları ve takipte
uygulanan tedaviler retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan yedisi kız, biri erkek sekiz hastanın ortalama yaşı 12.2±4.2, ortalama tanı yaşı 6.5±4’tü. Hastaların 7’sinde
(%87) horlama, 3’ünde (%37.5) uykuda solunumun durması şikayeti
mevcuttu. İki hastaya adenoidektomi, bir hastaya tonsillektomi yapılmıştı. 4 hasta (%50) büyüme hormonu tedavisi almıştı. Ortalama PUA skoru 0.41±0.19’du. Polisomnografi ile altı hastada (%75) obstruktif uyku
apne sendromu saptandı. Bunlardan ikisinde (%25) ağır, dördünde (%50)
hafif OUAS saptandı. PUA skoru 0.33’ten büyük olan 6 hastanın 5’inde
OUAS saptanırken, birinin polisomnografi sonucu normaldi. PUA skoru
0.33’ten düşük olan iki hastanın birinde hafif OUAS saptandı. Hastaların
OAHI 0-15.1 arasında, ortanca 2.9, santral apne indeksi 0-2.1 arasında,
ortanca 0.4’tü. Ortalama SpO2 değeri %94.5±1.6, en düşük SpO2 değeri
%90.5±3.5’ti. Ağır OUAS olan tüm hastalara ve hafif OUAS olan bir hastaya BPAP ile solunum desteği başlandı. Hafif OUAS olan diğer hastalar
için takipte PSG planlandı.
Sonuç: Piknodizostoz tanılı hastalarda uyku ile ilişkili solunum bozuklukları sık görüldüğünden tüm hastalara polisomnogafi yapılması
önerilmelidir.
Anahtar Kelimeler: çocuk, obstruktif uyku apne sendromu, piknodizostoz, polisomnografi
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
15y 4ay
kız
var var
10y 7ay
kız
var yok 0.15
Ortalama SpO2
OAHİ
11.20 93
0.41 Hafif OUAS 0.35 3.16
Tedavi
0
En düşük SpO2
13y 8ay erkek var yok 0.54 Ağır OUAS
SAİ
PSG sonucu
PUA skoru
Apne öyküsü
Horlama
Cinsiyet
Yaş
Tablo 1. Piknodizostozlu hastaların demografik özellikleri ve
polisomnografi verileri
88
Bipap
94
92
Bipap
97
96
Başlanmadı
0.38 Ağır OUAS 1.16 15.05 94
90
Bipap
89
Başlanmadı
Normal
0
0
15y 2ay
kız
var var
9y 7ay
kız
var yok 0.36 Hafif OUAS 2.10 2.66
94
3y 3ay
kız
yok yok 0.17 Hafif OUAS 1.15 2.12
93
86
Başlanmadı
15y 2ay
kız
var var
94
88
Başlanmadı
14y 8ay
kız
var yok 0.68
97
95
Başlanmadı
0.59 Hafif OUAS 0.40 3.70
Normal
0
0.40
PUA: Pediatrik uyku anketi, PSG: Polisomnografi,OUAS: Obstruktif uyku apne sendromu, SAİ: Santral apne
indeksi, OAHİ: obstruktif apne hipopne indeksi
P310
Tuğba Şişmanlar , Ayşe Tana Aslan , Öznur Boyunağa , Aylar Poyraz
1
2
P312
Kistik fibrozis olmayan bronşektazisi olan
çocuk ve ergenlerde ruhsal belirtiler,
klinik değişkenler ve yaşam kalitesi
arasındaki ilişki
Kayhan Bahalı1, Ahmet Hakan Gedik2, Ayhan Bilgiç3, Erkan Çakır2, Feyza
Ustabaş Kahraman4, Nurcan Keskin Osmanoğlu4, Selçuk Uzuner4, Ali Güven
Kılıçoğlu1
Solunum sıkıntısının nadir bir nedeni:
Surfaktan protein C eksikliği
1
bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı Çölyak hastalığı tanısı ile izlenen
çocukların solunum fonksiyon testlerini değerlendirmektir.
Metod: Çölyak hastalığı tanısı ile izlenen en az 12 ay boyunca glutensiz
gıda diyeti yapmış ve endomisyum antikoru negatif olan yaşları 8-18 yaş
arasında olan toplam 25 çocuk değerlendirmeye alınmıştır. Olguların solunum fonksiyon testleri (spirometri) yapılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya alınan 25 olgudan 16’sı (%64) kız olup ortalama yaşları 13.6±3.5 yıl, ortalama tanı yaşı ise 7.5±4.2 (1-16) yıldır.
Olguların ortalama takip süresi 76.1±45.1 (12-156) aydır. 25 olgunun
7’sinde (%21,9) solunum sistemine ait yakınmalar bildirilmiştir. Olguların
%25’inde ailede astım/alerjik rinit/egzema hikayesi mevcuttu. Sekiz (%32)
olguda solunum fonksiyon testinin bozuk olduğu, 7 olguda hafif obstrüktif
değişiklikler, 1 olguda reversibilite pozitif iken, 1 hastada da restriktif değişiklikler saptanmıştır.
Sonuç: Çölyak hastalığı tanısı ile izlenen olgularda solunum yollarına
ait subklinik patolojiler bildirilmektedir. Havayolu obstrüksiyonu ile Çölyak
hastalığı arasındaki ilişkinin daha detaylı incelenmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Çölyak hastalığı, Solunum fonksiyon testi, çocuk
3
Gazi Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
Gazi Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara
3
Gazi Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
2
İnterstisiyel akciğer hastalıkları çocukluk çağında nadir görülür ve erişkinlerden farklılıklar göstermektedir.
18 aylık kız hasta tekrarlayan pnömoni ve kilo alamama şikayetleriyle başvurdu. Sağ akciğerde yaygın krepitan ralleri, subkostal- interkostal
retraksiyonları, pektus ekskavatumu ve hepatomegalisi mevcuttu. Oksijen
saturasyonu %84’tü. Radyolojik incelemede her iki akciğer parankiminde
yaygın buzlu cam görünümü ve çok sayıda milimetrik boyutlu subplevral
kistler görüldü. Kistik fibrozis, tüberküloz, reflü, immun yetmezlik ve mikrobiyolojik tetkiklerde enfeksiyon saptanmadı. Pulmoner hipertansiyon
saptanarak sildenafil tedavisi başlandı. Hastanın izleminde sağ akciğerde
yaygın pnömotoseller gelişti. Oksijen ihtiyacı arttı. Açık akciğer biyopsisi sonucu infantın kronik pnömonitisi olarak raporladı. Genetik testlerde
I73T mutasyonu saptanarak Surfaktan Protein C eksikliği tanısı konuldu.
Metil prednizolon, hidroksiklorokin ve azitromisin tedavileri başlanan hastada klinik ve radyolojik düzelme görüldü: Pnömotoseller rezorbe oldu,
oksijen ihtiyacı azaldı. Tedavinin altıncı ayında hastanın genel durumu
stabil olarak izlenmektedir.
Hayatın erken dönemlerinde solunum şikayetleri ortaya çıkan, sık tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonu ve büyüme geriliği olan hastalarda interstisiyel akciğer hastalıkları düşünülmelidir. Erken tanı ve tedavi
önemlidir.
Anahtar Kelimeler: çocuk,eksiklik, interstisiyel, surfaktan protein c
1
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim Araştırma
Hastanesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Şefliği, İstanbul
2
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
3
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim
Dalı, Konya
4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: Bu çalışmada kistik fibrosiz olmayan bronşektazisi olan çocuk
ve ergenlerde ruhsal belirtiler, klinik değişkenler ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkilerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya 76 hasta katılmıştır. Hasta ve sağlıklı kontrollere
ruhsal durumu ve yaşam kalitesini değerlendiren anketler uygulanmıştır.
Bulgular: Hasta ve kontrol grubu ortalama anksiyete ve depresyon puanları arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır. Sadece çocuklar tarafından
doldurulan yaşam kalitesi fiziksel sağlık alt ölçeğinde hastalar kontrol grubundan anlamlı olarak daha düşük puan almışlardır. Yaşam kalitesi üzerinde çocukların yaşı ve FEV1/FVC yüzdesi pozitif etkiye sahipken, dispne
şiddeti ve sürekli anksiyetenin negatif etkiye sahiptir.
Sonuç: Kistik fibrozis olmayan bronşektazi çocukluk çağında düşük yaşam kalitesi ile ilişkilidir. Yaşam kalitesi üzerinde hastalığın etkisi hem klinik
hem de psikolojik değişkenler yoluyla ortaya çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Anksiyete, bronşektazi, çocuk, depresyon, yaşam
kalitesi.
P313
Farklı seyir gösteren üç miliyer tüberküloz
olgusu
Güzin Cinel1, Aslınur Özkaya Parlakay2, Saliha Kanık Yüksek2, Hasan Tezer2
P311
Çölyak Hastalığı Tanısı ile İzlenen
Çocukların Solunum Fonksiyon Testlerinin
Değerlendirilmesi: Pilot Çalışma
Şebnem Özdoğan, Nafiye Urgancı, Merve Usta, Nuray Uslu Kızılkan
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Amaç: Çölyak hastalığı genetik yatkınlığı olan bireylerde gluten içeren
gıdaların alımı sonrası ince bağırsak mukozasında gelişen hasar ile karakterize oto-immün bir hastalıktır. Çölyak hastalığına bağlı solunum yolunda
obstrüktif değişiklikler bildrilmiş olmasına rağmen patogenezi tam olarak
1
Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Çocuk Göğüs Hastalıkları Ünitesi, Ankara
2
Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Ünitesi, Ankara
Miliyer tüberkülozun klinik bulguları, kan dolaşımındaki basil sayısı ve
konağın immün yanıtı ile değişebilmektedir. Bu bildiride, miliyer tüberküloz tanısı alan, ancak farklı seyirler gösteren 3 olgu sunulmaktadır.
Vaka: 16,5 yaşında kız hasta, ateş, öksürük, halsizlik ve kilo kaybı şikayetleriyle başvurmuş, lenfoma ön tanısı ile yapılan tetkiklerinde toraks
BT’de miliyer görünüm saptanması üzerine hastanemize refere edilmişti.
Tüberkülin deri testi anerjik, açlık mide suyunda ARB pozitifti; M. tuberculosis üremesi oldu.Hasta şu an anti-tüberküloz tedavisinin 7. ayında olup
klinik ve radyolojik bulguları tamamen düzeldi.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
113
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
2. Vaka: 14,5 yaşında kız hasta öksürük, ateş nedeniyle hastanemize
başvurdu. Akciğer grafisinde miliyer görünüm vardı.Hastanın BCG aşısı
yoktu.Tüberkülin deri testi, balgam ARB’si pozitifti; M. tuberculosis üremesi oldu. Tedavinin 40.gününde hastada nefes darlığı ve inspiratuar stridor
gelişti. Trakeaya ve sol ana bronşa bası yapan lenf nodu saptandı. Sistemik steroid tedavisi ile solunum sıkıntısı geriledi. Hasta şu an tedavisinin
3.ayında olup klinik bulguları düzelmiş ancak radyolojik bulguları sebat
etmektedir.
3. Vaka: 16 yaşında kız hasta, 3 haftadır olan öksürük, balgam ve ateş
şikayetleri nedeniyle antibiyotik tedavisi almış, yanıt alınamayınca hastanemize yönlendirilmişti. Öyküsünden bir ablasının 12yaşındayken menenjit nedeniyle kaybedildiği, diğer ablasının 24yaşındayken göğüs duvarı ve
koltuk altlarından fistülize olan lenf nodları olduğu, uzun süreli anti-tüberküloz tedavi aldığı ancak kaybedildiği öğrenildi.Akciğer grafisi ve toraks
BT’sinde belirgin miliyer görünüm saptandı.Tüberkülin deri testi anerjik,
balgam ARB’si negatifti. İmmünolojik tetkikleri ile kronik granülomatöz
hastalık tanısı aldı. Anti-tüberküloz tedavi yanında imükin başlandı.
Sonuç: Miliyer tüberküloz farklı klinik seyirler gösterebilir. BCG aşısı
olmayan hastada bulgular daha ağır seyretmiş, komplikasyonlar gelişmiştir. Ayrıca bu hastalarda primer ve sekonder immün yetmezlikler
araştırılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: BCG, immün yetmezlik, miliyer tüberküloz
Tablo 1. NS-İKÖ’lü* çocukların kesin tanılarına göre karşılaştırılması
(n=108)**
Spontan remisyon
(n=77)
Astım
(n=31)
Öksürük süresi, hafta, medyan (25p-75p)
10 (8-12)
12 (6-16)
Öksürük skoru, hafta, medyan (25p-75p)
4 (4-5)
4 (3-6)
Daha önce kronik öksürük öyküsü n, (%)
23 (30)
17 (55)***
Ailede astım olması n, (%)
26 (34)
13 (42)
Periferik eozinofili n, (%)
Atopik duyarlılık (%)
7 (9)
6 (19)
20 (26)
16 (52)***
*NS-İKÖ: Spesifik olmayan izole kronik öksürük
**Gastroözofajiyal reflü hastalığı tanısı alan bir olgu dışlandı.
***p< 0.05 spontan remisyonlu çocuklarla karşılaştırıldığında
Tablo 2. NS-İKÖ*’lü çocuklardan astım astım tanısı alanların
başlangıçtaki İKS tedavisine yanıt sürelerine göre karşılaştırılması (n=30)
2-haftalık
tedavi
(n=8)
8-haftalık
tedavi
(n=22)
p
Çocuklarda non spesifik izole kronik
öksürük
Relapsa kadar geçen süre, hafta, ortalama ± SS
14.1 ± 12.3
10.5 ± 9.6
0.39
Öksürük süresi, hafta, medyan (25p-75p)
12 (8.5-23)
12 (6-16)
0.47
Özlem Yılmaz, Arzu Bakırtaş, Hacer İlbilge Ertoy Karagöl, Erdem Topal, İpek
Türktaş
Öksürük skoru, ortalama ± SS
3.8 ± 1.3
4.9 ± 1.9
0.20
Daha once kronik öksürük öyküsü, n (%)
6 (75)
11 (50)
0.40
Gazi Üniversitesi, Çocuk Allerji ve Astım Bilim Dalı, Ankara
Ailede astım olması, n (%)
4 (50)
8 (36)
0.67
Amaç: Çalışmaya, non spesifik izole kronik öksürük (NS-İKÖ) tanısı
alan çocuk olgular alındı. Öksürüğü spontan düzelenler ile izlemde astım
tanısı alanlar arasındaki klinik farklılıklar araştırıldı. Astım tanısı alan olgular inhaler kortikosteroid (İKS) tedavisine yanıt verme sürelerine göre
karşılaştırıldı.
Yöntem-Gereçler: Aileler ile 2 hafta izlem ve sonra yeniden değerlendirme ya da 400 µg/gün dozunda inhaler budesonid tedavisi seçenekleri tartışıldı. Çocuklar ailelerin tercihine göre olgular tedavi verilerek veya
tedavi verilmeden izlendi. Tedavi/izlem yanıtı, geçerliliği belirlenmiş olan
öksürük skoruyla izlendi. İki haftalık deneme İKS tedavisine kısmi yanıt
verenlerin tedavisi 8 haftaya uzatıldı. Tüm olgular 3 ay aralarla en az 1 yıl
süreyle izlendi.
Bulgular: Toplam 109 çocuk 21 ± 5 ay süreyle izlendi. İzlem süresince,
olguların %71’inde kronik öksürük bir daha tekrarlamadı (Spontan düzelme), %28’inde relaps görüldü ve tekrar verilen İKS tedavisine yanıt alındı
(Astım) (Tablo 1). Aeroallerjen duyarlılığı ve daha önce kronik öksürük
öyküsü astım riskini arttıran etmenler olarak belirlendi. Başvurudaki öksürük süresi, öksürük skoru, ailede astım öyküsü, periferik eozinofili olguların
kesin tanıları için belirleyici bulunmadı. Astım tanısı alan olgular içinde İKS
tedavisine 2 hafta ile 8 haftada yanıt verenler yukarıda belirtilen çalışma
parametreleri açısından birbirinden farklı bulunmadı (Tablo 2).
Sonuçlar: Non spesifik izole kronik öksürük, çocukların büyük çoğunluğunda tekrarlamaz. Başlangıçta İKS tedavisine alınan yanıt, yanıltıcı olabilir. İKS tedavisi, atopik duyarlılığı olan ve/veya daha önce kronik öksürük
öyküsü olan olgular için tercih edilebilir.
Anahtar Kelimeler: astım, çocuk, kronik öksürük
Periferik eozinofili, n (%)
2 (25)
4 (18)
0.64
Atopik duyarlılık, n (%)
6 (75)
9 (41)
0.21
P314
114
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
NS-İKÖ: Non spesifik izole kronik öksürük
P315
Sebebi açıklanamayan hemoptizi ve
hematürisi olan 10 yaşında bir kız olgu
Sare Betül Kaygusuz1, Selçuk Uzuner1, Kayhan Bahalı2, Sema Kurban3, Ufuk
Erenberk1, Erkan Çakır4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Bakırköy Eğitim ve Araştırma Hastahanesi, Çocuk ve Adolesan Psikyatrisi Anabilim Dalı,
İstanbul
3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Hastahanesi, Çocuk ve Adolesan Psikyatrisi Anabilim Dalı,
İstanbul
4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik
Pulmonoloji Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Amaç: Hemoptizi çocukluk çağında hastayı ve aileyi tedirgin eden,
birçok solunum yolu hastalığında karşımıza gelen, özellikle hematüri ile
birlikte olduğunda böbrek tutulumu ile birlikte olan bağ dokusu hastalıkları
ve vaskülitik hastalıkları düşündüren bir semptomdur. Olguda hemoptizi
ve hematürisi olan 10 yaşında bir kız hasta tartışılmıştır.
Olgu: 20 gündür süren hematüri ve hemoptizi olan 10 yaşında kız hasta tetkik amacı ile yatırıldı. Öyküsünde kanamaya eşlik eden ek şikayeti
yoktu, Soygeçmişinde anne ve amcasında nefrolitiyazis vardı. Fizik muayenede oral ülsere lezyonlar dışında patolojik özellik saptanmadı. Tam kan
sayımı, biyokimya, tam idrar tahlili, immünolojik ve koagulasyon tetkiklerinde patoloji saptanmadı, idrar kültüründe üreme olmadı, bağ dokusu
hastalıkları ve vaskülit sendromları açısından istenen tetkiklerinin tümü negatifti. Gün içerisinde yapılan idrar tetkiklerinde eritrosit sayısında belirgin
farkla beraber hemşire gözetiminde alınan idrarlarda hematüri saptanmadı. Toraks BT, batın ultrasonografisi, fleksibl bronkoskopi ve üst gis endoskopisi normaldi. BAL sıvısında hemosiderin içeren makrofaj ve patoloji
saptanmadı. Hastada servis izleminde psikolojik sorunların gözlemlendiği
hastada, gözlem altında yaptığı idrarların da normal olması nedeni ile psikyatrik bozukluk olabileceği düşünüldü. Fiziksel kaynaklı kanama nedenleri
ekarte edilen hasta çocuk psikyatrisine yönlendirildi ve incelemelerinde
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
yapay bozukluk teşhisi kondu. Ablasının evden ayrılması nedeniyle üzgünlük, annede konversif ve depresif semptomlar, aile içi geçimsizlik saptandı,
hastalığa bağlı duyulan anksiyete beklenenin oldukça altındaydı.
Tartışma: Hemoptizi ve hematüri gibi kanama durumları, kişinin hasta
rolünü benimsemek amacıyla fiziksel hastalık belirtilerine benzer semptomlar oluşturması ile karakterize yapay bozukluğun prezantasyonlarından
biridir ve pediatrik populasyonda ender olarak görülür. Tekrarlayan hastane başvuruları ve tetkiklere rağmen altta yatan bir neden bulunamayan
hastalarda yapay bozukluk akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: hemoptizi,hematüri,yapay bozukluk
P316
Tanısal pediatrik fiberoptik video
bronkoskopi girişimlerinde havayolu destek
manevralarının glottis görüntülemesi
üzerine etkileri
Tarık Umutoğlu1, Ahmet Hakan Gedik2, Mefkür Bakan1, Ufuk Topuz1,
Hayrettin Daşkaya1, Erdoğan Öztürk1, Erkan Çakır2, Ziya Salihoğlu1
başlamış ve yoğun bakım ünitesinde izlenmiş. Laringoskopide trakea boyunca mukozanın frajil ve kanamalı olduğu gözlenmiş, hemangioma rastlanmamış. Laringial BT’si normal olan hastanın bronkoskopisinde bronkoskopun değdiği yerden kanama olduğu, her iki ana bronş ve segment
ağızlarının ileriye geçilemeyecek derecede dar olduğu gözlenmiş, BAL sıvısında pulmoner hemosiderozis lehine bulgu saptanmamış. AC BT’sinde
iki taraflı segmental darlıklar ve tıkanıklıklar izlenmiş. Herediter hemorajik
telenjiektazi, wegener ve diğer vaskülitik hastalıklar açısından tetkikleri
normal bulunmuş. Taburculuğu sonrası solunum sıkıntıları devam eden,
sistemik steroit tedavileri alan hastaya FOB ile tekrar bakıldı ve her iki
ana bronşun granülasyon dokusu ile %80 daraldığı, darlık geçildiğinde alt
hava segment ağızlarının çoğunun tam tıkalı olduğu görüldü, rigit bronkoskop ile granülasyon dokuları parçalanarak genişletme uygulandı. Biopside kronik aktif inflamasyon ve duvarda ileri düzeyde fibrozis saptandı.
Romatoloji tarafından da görülen hastada kulak önünde kıkırdak dokusu
görülmesine de dayanılarak relapsing polycondrit düşünüldü. Steroit tedavisine metotreksat eklendi. Kontrol bronkoskopisi yapılan hastanın ana
bronşlarının belirgin açılmış fakat segment ağızlarındaki darlıkların devam
ettiği görüldü.
Sonuç: Olgu relapsing polycondritin izole alt solunum yolunu tutan nadir bir prezentasyonu olması nedeni ile sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, stridor, relapsing polikondrit
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş-Amaç: Çalışmamızda tanısal pediatrik flexible fiberoptik bronkoskopi (FOB) girişimlerinde havayolu destek manevralarının glottis görüntülemesi üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Materyal-metod: Randomize, kontrollü, crossover çalışmada 0-15 yaş
arası tanısal FOB girişimi uygulanacak ASA 1-2 skoruna sahip hastalar
çalışmaya dahil edildi. 15 yaşından büyük, zor entübasyon öngörülen,
mallampati skoru 3 ve 4 olan, entübe veya trakeostomili hastalar, boyun
hareketleri kısıtlı veya kıstlama yapılması gereken hastalar çalışma dışı bırakıldı. Nötral pozisyonda glottisin en iyi görüntü skoru kaydedildi, devamında sırasıyla (A) ağız açma çene kaldırma, (B) ağzı kapalı dişler kenetli
çene kaldırma, (C) baş ekstansiyonu ve (D) üçlü havayolu manevraları
uygulandı ve glottis görüntü skorları kaydedilerek çalışma sonlandırıldı.
Bulgular: Çalışmaya 57 kız 121 hasta dahil edildi. Ağız açık (A) ve ağız
kapalı (B) çene kaldırma manevralarının nötral pozisyon ile karşılaştırıldığında anlamlı şekilde glottis görüntüleme skorlarını iyileştirdiği görüldü
(p<0,001), her iki manevra arasında (A, B) istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmadı (p>0.05). Baş ekstansiyonu (C) ve üçlü havayolu manevraları
(D) ise nötral pozisyon ve çene açma manevraları ile karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı şekilde glottis görüntüleme skorlarını iyileştirdiği görüldü
(p<0,001) fakat kendi aralarında (C, D) istatistiksel anlamlı fark bulunmadı (p>0,05).
Sonuç: Tüm havayolu destek manevraları FOB işlemleri esnasında
glottis görüntüleme skorunu iyileştirmekle birlikte baş ekstansiyonu ve üçlü
havayolu manevraları en etkili manevralar olarak bulundu
Anahtar Kelimeler: Bronkoskopi, Flexible, Fiberoptik, Glottis, Havayolu destek manevraları, Pediyatrik,
P317
Alt hava yollarında granülasyonla
tama yakın tıkanmayla seyreden kronik
inflamatuar bir hastalık
Erkan Çakır1, Nagehan Emiralioğlu2, Deniz Doğru Ersöz2, Demet Demirkol3,
Sedat Ziyade4, Ahmet Hakan Gedik1, Fatih Aygün3, Özgür Kasapçapur5
P318
Kistik fibrozisli çocuklarda erken ve
tekrarlanan nazofarengeal aspirat
kültürlerinin mikrobiyolojik tanıya katkısı
Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Mine Yüksel2, Meryem Iraz3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
İstanbul
3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş: Kistik fibrozis’li (KF) hastalarda mikrobiyolojik erken tanı özellikle P. Auriginosa (PA) açısından önem taşımaktadır. Çocuklar balgam
çıkartamadığından nazofarengeal aspirat (NFA) kültürlerinin örneklemede
kullanılması ve her 3 ayda bir tekrarlanması önerilmektedir. Literatüre göre
ilk 2 yaşta PA dışı, ilerleyen yaşlarda ise PA 1. Sırada üremektedir. AmaçMetod: Kliniğimizde PA erken tespiti için balgam çıkartamayan tüm
hastalara NFA kültürü alınmış, PA tespit edilemeyen hastaların örneklem
sıklığı her ay tekrarlanmış ve sonuçlar kaydedilmiştir.
Sonuçlar: Ekim 2010-Ocak 2014 tarihleri arasında takip edilen %58’i
erkek, median yaşı 42,5 ay olan 64 hasta incelendi. İlk bakteri üreme yaşı
median 21 ay, tanı yaşına göre ilk üreme median 3 aydı. İlk PA üreme
yaşı median 23 ay, takip sonrası ilk PA üreme ayı median 1 ay bulundu.
Hastaların yaş grupları; 0-24 ay arası %32, 25-60 ay arası %24, 61-120
ay arası %21, 121 ay üzeri %22 idi. Hastaların toplam %84’ünde üreme
vardı [ PA (%44), MSSA (%20), MRSA (%6), S. Pneumonia (%16), H.
İnfluenza (%13), Klebsiella (%13), Moraxella (%9), diğer (%11). 0-24 ay
arası en sık üremeler PA (%37), S. Aureus (%27), S. Pneumonia (%25),
Klebsiella (%16), 25-60 ay arası PA (%28), S. Aureus (%24), H. İnfluenza
(%12), Moraxella (%12), Klebsiella (%12), 61-120 ay arası PA (%50), S.
Aureus (%20), H. İnfluenza (%20), 121 ay üzeri PA (%39), S. Aureus
(%36) olarak bulundu.
Sonuç: Hasta grubumuzda PA hem toplamda hem de 0-24 ay dahil
tüm yaş gruplarında en fazla izole edilen bakteri olmuştur. Erken alınan
ve sık tekrarlanan NFA kültürlerinin sonuçta etkili olduğu düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, kistik fibrozis, pseudomonas aeriginosa
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Yoğun Bakım Bilim Dalı, İstanbul
4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
5
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Giriş: Alt hava yollarında tıkanma ile seyreden 3 yaşında kız hasta
sunulmuştur.
Olgu: 16 aylıkken anemi saptanan, devamında 2 ay içerisinde ishal,
kusma, yürüme güçlüğü tabloya eklenen hastaya guillain barre sendromu
ve gastrit tanısı konmuş. Sağ göz altında hemanjiyomu olan hastanın batın
USG, kraniyal BT ve EKO’su normal bulunmuş. Yürüme güçlüğü düzelen
hastanın ishal ve anemisi düzelmemiş, burun kanaması da olan hastanın 6
ay önce artan tarzda solunum zorluğu, inspiratuar ve ekspiratuar stridoru
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
115
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P319
Pulmoner arteriyovenöz malformasyon:
Farklı tedavi seçenekleri
Cem Murat Bal1, Esen Demir1, Figen Gülen1, Nurşen Ciğerci1, Remziye
Tanaç1, Hüdaver Alper2, Ali Kınık3, Zafer Dökümcü4, Ata Erdener4, Mustafa
Parıldar5
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Göğüs
Bilim Dalı, İzmir
2
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik radyoloji Bilim Dalı
3
Dr Behçet Uz Çocuk Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahi, İzmir
5
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Girişimsel Radyoloji, İzmir
Pulmoner arteriyovenöz malformasyon (PAVM) pulmoner arter(PA) ile
pulmoner venler(PV) arasında kapiller geçiş olmaksızın anormal bağlantılardır. Farklı tedavi seçenekleri ile izlenen üç olgumuzu sunduk.
Olgu 1: 56/12, erkek 3 yıldır efor dispnesi olan hasta 35 haftalık ikiz eşi
olarak doğmuş 24 gün küvezde izlenmişti. Ağırlık, boy<3persantil, SaO2
%80, akral siyanoz, göğüste sistolik üfürüm ve çomak parmak saptandı.
Polisitemi, akciğer grafisinde sağ üst lobda kitle, Toraks anjio BT’de sağ
akciğer üst lobta, sağ süperior pulmoner arterden(RSPA) beslenen, sağ
süperior PV’e drene olan çoklu PAVM saptandı. Transfemoral kateterizasyonla RSPA boynuna ambletzer cihazları konuldu. İzlemde efor kapasitesi,
boy, ağırlık arttı.
Olgu 2: 3/12, erkek 2 aylıktan beri takipne yakınması ile iki kez hospitalize edilmiş, 35 haftalık, ikiz eşi olarak doğmuş, 26 gün küvezde kalmıştı.
Ağırlık, boy 10 persantil, takipneik, göğüste sistolik üfürüm vardı. SaO2
%88, alveolo-arteriyel O2 gradiyenti 110 olan olguya %100 O2 solutulmasına karşın hipoksisi düzelmedi. MR anjioda sağ alt lobta 7mm çapında
damarsal lezyon saptandı. Lezyonun küçük olması nedeniyle olgu izleme
alındı. İzleminde takipnesi devam ediyor.
Olgu 3:16/12, erkek 4 aylıktan beri dudaklarda morarma, üç kez hastane yatış gerektiren pnömoni yakınması ile başvurdu. 35 haftalık ikiz eşi
olarak doğmuş, 35 gün küvez de kalmıştı. Ağırlık <3persantil, SaO2 %81,
takipneik, göğüste sistolo-diastolik üfürüm, santral siyanoz ve çomak parmak vardı. Polisitemi, akciğer grafisinde sağ üst lobda kitle mevcuttu. Toraks HRCT’sinde sağ akciğer üst lobda çok sayıda tubuler vasküler yapılar
genişlemiş SPV’e drene oluyordu. Lezyonun büyük olması nedeniyle sağ
üst lobektomi uygulandı. Postoperatif bronkoplevral fistül, diyafragma paralizisi, ampiyem gelişen olgu 7 aydır komplikasyonsuz izleniyor.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner arteriyovenöz malformasyon
P320
Tüberkülozlu çocuklarda mikrobiyolojik
örneklemede BAL ve nazofarengeal aspirat
sıvısı karşılaştırması
Sonuçlar: Çalışmaya ortalama yaşları 9.2±4.7 olan 40 hasta alınmış,
hepsinde hem BAL, hem NFA çalışılmıştır. Hastaların 9’unda (%22.5)
BAL’da basil gösterilmiş ve üretilmişken, 5 (%12.5) hastanın NFA’sında
pozitiflik bulunmuştur (p=0.006). NFA, BAL’da üremeyen 1 hastada ilave
üreme sağlamışken, 1 hastada ise her iki örnekte de basil gösterilmiş, hastaların toplam 10’unda (%25) pozitiflik elde edilmiştir.
Sonuç: NFA örneklerinde BAL ile karşılaştırıldığında basilin tespitinde
belirgin düşüklük görülmüş ve NFA örneklerinin basil tespitinde yetersiz
kaldığı düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, bronkoalveolar lavaj, nasofarengeal örnek, tüberküloz
P321
Bronşiyolitis obliteranslı hastaların
solunum fonksiyonlarının spirometri
ve impuls osilometri yöntemleri ile
değerlendirilmesi
Zeynep Seda Uyan1, Erkan Çakır2, Yasemin Gökdemir3, Levent Midyat4, Ersin
Öztürk1, Velat Şen3, Ahmet Hakan Gedik2, Ela Erdem3, Refika Ersu3, Fazilet
Karakoç3, Bülent Karadağ3
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Kocaeli
Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
4
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
1
2
Bronşiyolitis obliterans (BO) akut bronş hasarı sonrasında obstrüktif akciğer hastalığı bulgularının devam etmesi ile karakterizedir. Bu çalışmada
BO’lı hastaların solunum fonksiyonlarının spirometri ve impuls osilometri
(İOS) yöntemleri ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya üç ayrı
merkezde ortanca 29 (IQR: 7,5-105,5) aydır izlenen %71’i erkek 41 postinfeksiyöz BO’lı hasta alındı. Hastaların ortalama yaşı 106±60 ay, ortalama tanı yaşı ise 41±32 aydı. Hastaların %56’sinde şikayetlerinin pnömoni
sonrası, %44’ünde ise akut bronşiyolit sonrasında başladığı öğrenildi. Hastaların ortanca tartı z-skoru -0,49 (IQR:-2,39-0,67), ortanca boy z-skoru
ise -0,82 (IQR: -1,80-0,35) idi. Solunum fonksiyon testi yapabilen 26 hastada ortalama FEV1 değeri %48,8±14,2, FVC değeri ise %56,8±11,9
olarak saptandı. İOS yapılabilen 22 hastanın sonuçları spirometri sonuçları
ile karşılaştırıldığında 5,10,15 ve 20 hz’deki rezistans (R5, R10, R15 ve
R20) yüzdelerinin (sırası ile p=0,00, 0,00, 0,00 ve 0,01), 5,10,15 ve 20
hz’deki reaktans (X5, X10, X15 ve X20) değerlerinin (sırası ile p=0,00,
0,01, 0,01, 0,00) ve rezonans frekansının (p=0,00) FEV1 yüzdesi ile korele olduğu görüldü. Sonuç olarak; spirometri yapamayan BO’lı çocuklarda
işlem sırasında minimal kooperasyon gerektiren İOS yöntemi ile solunum
fonksiyonlarının değerlendirilebileceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bronşiyolitis obliterans, çocuk, spirometri, impuls
osilometri
Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Tarık Umutoğlu2, Özdinç Acarlı3, Mine
Yüksel3, Hayrettin Daşkaya2
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı,
İstanbul
3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
İstanbul
P322
Giriş-Amaç: Çocukluk çağı tüberkülozunda (TB) mikrobiyolojik pozitiflik erişkinlere göre belirgin düşük olup, balgam çıkartamayan çocuklarda
sabah açlık mide suyu (AMS) alınması önerilmektedir. AMS ve bronkoalveolar lavaj sıvısını (BAL) karşılaştıran çalışmaların çoğu birbirine yakın
sonuç vermiş olup genelda BAL’ın AMS’ye üstün olmadığı, beraber kullanıldıklarında ise mikrobiyolojik pozitifliğin arttığı gösterilmiştir. Genelde
mikrobiyolojik pozitiflik çocuklarda %20-40 arasında değişmektedir. Çocuklarda nazofarengeal aspirat (NFA) sıvısının etkinliğine dair ise az sayıda
çalışma yapılmıştır. Çalışmamızda NFA ile BAL sıvısının sonuçlarınınkarşılaştırılması amaçlanmıştır.
Metod: Herhangi bir sebepten bronkoskopi (FB) yapılan tüberkülozlu
çocuklara anestezi başlangıcında önce NFA alınmış, devamında FB yapılarak BAL sıvısı alınmış, örnekler etiketlenerek laboratuarda çalışılmıştır.
Çalışmaya alınan hastaların bir kısmının balgam çıkartmaları nedeniyle
AMS alınmamış olması, bir kısmının ise başka merkezlerde alınan AMS
sonuçları olması nedeni ile standardizasyon sağlamanayacağı düşünülerek
balgam-AMS sonuçları ile karşılaştırma yapılmamıştır.
Ahmet Hakan Gedik1, Selcuk Uzuner2, Burak Akovalı2, Erkan Cakır1
1
2
116
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Kuş teması sonrası tedaviye dirençli
persistan astım olgusu
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş-Amaç: Astım ataklarla seyreden, nadiren kronik bulgularla karşımıza çıkan bir hastalıktır. Astım alevlenmelerinde çevresel etkenler önemlidir. Olgumuzda; muhabbet kuşu teması sonrası klinik ve radyolojik bulguları persiste eden astımlı hasta sunuldu.
Olgu: Allerjik astım olan 9 yaşındaki kız hasta, non-spesifik antibiyotik ve anti-inflamatuar tedaviyle düzelmeyen 1 aydır olan hırıltı ve öksürük nedeniyle başvurdu. Şikayetlerin muhabbet kuşu alınmasını takiben
arttığı belirtildi. Baba, teyze ve kuzenlerde doktor tanılı astım mevcuttu,
tüberküloz teması tarif edilmedi. Muayenesinde; bilateral ronküs ve ekspiryum uzunluğu saptandı. Akciğer grafisinde sol alt zonda infiltrasyonu
ve cilt testinde ev tozu akarları saptandı (eozinofil %3.9, Ig E 92 mg/dl).
Astım ve allerjik rinit tedavisi düzenlendi (inhale steroid, uzun etkili beta2 antagonist, lökotrien antagonisti, nazal steroid). Atipik mikobakterilere
karşı makrolid grubu antibiyotik verildi. Şikayetleri 2 haftalık bu ilave te-
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
daviye rağmen sebat eden hastanın kontrastlı akciğer tomografisinde sol
alt lob posterior segmentte atelektazi, infiltrasyon ve buzlu cam görünümü saptandı. Kuş teması nedeni ile ekstrensek alerjik alveolit olabileceği
düşünüldü. Kuş tüyü spesifik IgE, Aspergillus antijeni, balgamda üreme,
Chlamidya ve Mikoplazma serolojisi negatif bulundu, Quantiferon testi
pozitif saptandı. Fiberoptik bronkoskopisi normaldi, Açlık mide suyunda
ve BAL’da ARB negatif sonuçlandı. Tedaviye rağmen düzelmeyen klinik ve
radyolojik bulguları olan hastaya quantiferon testi de pozitif olması nedeni
ile anti-tüberküloz tedavi başlandı. Aile taraması negatif saptanan hastanın
adölesan komşusunda tüberküloz olduğu izleminde aile tarafından belirtildi. BAL kültüründe Micobakterium tüberkülosis complex üreyen hastada
tüberküloz tedavisi sonrası klinik ve radyolojik tam düzelme oldu.
Sonuç: Klinik ve radyolojik tedaviye dirençli olgularda tüberküloz akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, Asthma, Kuş teması, Tüberküloz
P323
Bronşiolitis obliteranslı çocuklarda serum
total oksidatif stress, total antioksidan
düzeyleri ve paraoxonase aktiviteleri
Ahmet Hakan Gedik1, Erkan Cakır1, Yasemin Gokdemir2, Seda Zeynep
Uyan3, Elif Kılıc4, Emel Torun5, Refika Ersu2, Bulent Karadag2, Fazilet Karakoc2
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Kocaeli Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul
5
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Giriş-Amaç: Oksidan üretimi, normal hücre metabolizmasının bir parçasıdır ve hücre dengesi için kritik öneme sahiptir. Hava yolu mukozası,
zararlı oksidan ile karşılaşıldığında kendini korumak için antioksidan sistem geliştirmiştir. İki system arasındaki dengesizlik sonucunda hücre hasarı oluşur. Paraoxonase (PON) antioksidan bir enzim olup oksidatif strese
maruz kalındığında artar ve yüksek oksidatif stress durumlarında düzeyi
azalır. Çalışmamızda; Bronşiolitis Obliteranslı (BO) çocuk hastalarda total
oksidatif stres (TOS), total antioksidan (TAS) ve PON düzeyleri belirlenmesi ve kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Metod: Çalışmaya çok merkezli olarak, 2012-2013 Eylül tarihleri arasında tanı konan 0-16 yaş arası çocuklar dahil edildi. Kontrol grubu yine
aynı yaş grubunda sağlıklı çocuklardan oluşturuldu. Serum total antioxidant status (TAS), total oxidant status (TOS) ve paraoxonase (PON) düzeyleri ELISA yöntemi ile ölçüldü. Sonuçlar kontrol grubu ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya %67 erkek toplam 63 hasta alındı. Hastaların
müracaat yaşı 74±58 ay bulundu. Kontrol grubuna toplam 35 çocuk
alındı. Kontrol grubu ile çalışma grubu arasında yaş ve cinsiyet açısından
anlamlı fark yoktu (p<0.01). BO’lu TAS düzeyleri istatistiksel anlamlı olarak düşük (p<0.001) iken TOS ve PON düzeylerinde anlamlı fark yoktu
(p<0.05). Kontrol grubu çalışmaları devam ettiğinden çalışma ön rapor
olarak sunuldu.
Sonuç: Çalışmamız post-enfeksiyöz BO’lu çocuklarda TAS, TOS ve
PON düzeylerine dair ilk çalışmadır. Ön rapora göre TAS düzeyleri BO’lu
hastalarda beklenildiği üzere düşük bulunmuştur. Oksidasyon sisteminin
BO’lu hastaların immun patogenezinde önemli bir rol oynayabileceği
düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, bronşiolitis obilterans, total oksidatif
stress, total antioksidan status, paraoxanase düzeyi
P324
Familyal pulmoner alveolar mikrolitiazis
olgusu: Disodium etidronate tedavisi birinci
yıl sonuçları
Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Nur Buyukpinarbaşili2, Mehmet Bilgin3,
Ufuk Topuz4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul
3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Anestezyoloji Anabilim Dalı, İstanbul,
1
2
Giriş: Alveoler mikrolitiazis (PAM), alveoller içinde sayısız, küçük kalsiyum-fosfat mikrotaşlarının birikimi ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Hastalığın ailesel özelliği vardır ve kardeşlerde sık görülür. Standart
bir tedavisi olmamakla birlikte disodyum etidronat kullanılabilmektedir.
Bu tedavinin literatürde hem faydalı olduğu hem de tersi yayınlar vardır.
Tedavi başlanılan 3 kardeş hastanın (2 tanesi ikiz) 1. yıl tedavi sonuçları
tartışılmıştır.
Olgu: Oniki yaşında erkek ve 6 yaşlarında ikiz kızlar toplam 3 hasta incelendi. Hastaların hiçbirinin hem tedavi öncesi hem tedavi sonrası klinik
semptomu yoktu. Benzer şekilde tedavi öncesi ve sonrası oda havasında
oksijen satürasyonları normal sınırlarda idi. Büyük kardeşin tedavi öncesi
ve sonrası SFT sonuçları benzerdi. 1. yıl sonunda tekrarlanan akciğer tomografilerinde büyük kardeşin hastalığının ilerlemesinin durduğu gözlendi. İkiz kardeşlerden bir tanesinin akciğer bulguları belirgin düzelmişken
diğerinin tam tersi belirgin kötüleştiği görüldü. Aile taramasında kuzenlerinin birinde de hastalık tespit edildi ve vaka sayısı aynı ailede 4’e çıktı.
Sonuç: Disodyum etidronat tedavisi bir hastanın ilerlemesinin durdurmuş, bir hastada belirgin iyileştirmiş, bir hastada ise fayda vermemiştir.
Tedavinin etkinliğinin araştırılabilmesi için daha büyük serilere ve daha
uzun süreli izleme gerek vardır.
Anahtar Kelimeler: Alveolar mikrolitiazis, disodyum etidronat, çocuk
P325
Çocuklarda akciğer tüberkülozunda serum
paraoxonase aktivitesi ve oksidatif status
Emel Torun1, Ahmet Hakan Gedik2, Erkan Cakır2, Tarık Umutoğlu3, Özlem
Gök4, Ulkan Kılıç4
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
3
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Anestezi Anabilim Dalı, İstanbul
4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş-Amaç: Çalışmamızda akciğer tüberkülozlu çocuk hastalarda serum paraoxanase aktivitesi ve oksidatif status belirlenmesi ve sağlıklı çocuk
hastalarla karşılaştırılması amaçlanmaktadır.
Materyal-Metod: Akciğer tüberkülozlu 40 çocuk hasta ve aynı yaş ve
cinsiyet özelliğine sahip 40 sağlıklı control çalışmaya alındı. Serum total
antioxidant status (TAS), total oxidant status (TOS) ve paraoxonase düzeyleri ölçüldü. Oxidatif stres indexi (OSI) hesaplandı.
Bulgular: Kontrol grubu ve hasta çocuklar arasında yaş ve cinsiyet
açısından istatistiksel fark yoktu (sırasıyla, p=0.387 and 0.5). Tüberküloz
hastalarda TAS düzeyleri istatistiksel anlamlı olarak düşük ve TOS düzeyleri yüksekti (p<0.001). TB hastalarında OSI istatistiksel anlamlı olarak
yüksekti (p=0.006). Serum paraoxonase düzeyleri TB grubunda istatistiksel anlamlı şekilde düşüktü (p<0.001). Düşük paraoxonease düzeyleri
TAS ve OSI düzeyleri ile korelasyon göstermekte idi.
Sonuç: Akciğer tüberkülozlu çocuk hastalarda oxidative stress düşük
paraoxonase düzeyleri ile birlikte anlamlı yüksek bulundu.
Anahtar Kelimeler: Paraoxonase aktivitesi, oxidatif status, tübercülos, çocuk
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
117
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P326
Persistan Immunglobulin E yüksekliği ve
Tüberküloz: Bir olgu sunumu
rium tuberculosis complex üreyen hastaya anti-tbc tedavisi başlandı ve
2.ayında lezyon yine tamamen iyileşti.
Sonuç: Olgu nadir prezentasyonu sebebi ile sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, Tüberküloz, Lökopeni, sistemik tutulum
Sare Betül Kaygusuz1, Ahmet Hakan Gedik2, Erkan Cakır2
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş: Tüberküloz (TB) immun yanıtında yardımcı T 1 (Th1) lenfositleri
önemli rol oynamaktadır. Son zamanlarda Th1 bağlantılı mekanizmalarla
TB ve yüksek Immunglobulin E (IgE) düzeyleri arasında ilişki bulunmuş ve
tedavi ile bu düzeylerde düzelme saptanmıştır.
Amaç: TB ile persistan yüksek Ig E düzeyleri arasında ilişkinin tartışılması amaçlanmıştır.
Olgu: Astım, tedaviye dirençli sağ orta lob atelektazisi ve bilateral bronşektazi tanılarıyla takipli, 6 aylıktan beri kronik balgamlı öksürük, sık otit
ve sinüzit şikayetleriyle başvuran 12 yaşında kız hastanın hikayesinde amcada 5 yıl önce TB öyküsü vardı. Tetkiklerinde total IgE düzeyi 494 mg/
dl dışında özellik yoktu. Akciğer tomografisinde; sağ akciğer alt lob medial
segmentte segmenter atelektazi ve bronşektazi, bronkoskopisinde; yoğun
pürülan balgam saptandı. BAL kültüründe Aspergillus fumigatus ve Hemophilus influenzae üredi. Uygun tedaviye rağmen şikayetleri ve akciğer
bulguları sebat etti. Total IgE düzeyleri 1750 mg/dl yükseldi, deri prick testinde Aspergillus fumigatus (-) ve Aspergillus spesifik Ig E (-) sonuçlandı.
Tekrar balgam kültürlerinde mantar ve bakteri üremesi olmadı, gaitada
parazit ve immun yetmezlik saptanmadı. PPD 20 mm, Quantiferon (+),
açlık mide sularında ARB üremesi (-) idi. Kontrol tomografide; 30x25
mm boyutlarında konglomere multipl lenf nodları görüldü. Lenfoma için
mediastinoskopik biopsi reaktif hiperplazi olarak sonuçlandı. TB teması,
PPD ve quantiferon pozitifliği, tedaviye rağmen düzelmeyen konglomere
LAP’ları ve infiltrasyonları olan hastaya dörtlü anti-TB tedavisi başlandı.
Tedavinin 2. ayında klinik ve radyolojik belirgin düzelme ve Total Ig E’de
belirgin düşme (289 mg/dl) saptandı.
Sonuç: Olgu, açıklanamayan total Ig E yüksekliği olan ve TB tedavisiyle tama yakın düzelme sağlayan nadir prezentasyonlu olması nedeniyle
sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, tüberküloz, immunglobulin E
P327
Sistemik tutulum gösteren bir olgu:
Tüberküloz tek neden mi?
Mine Yüksel1, Ahmet Hakan Gedik2, Erkan Cakır2
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş-Amaç: Çocukluk çağı tüberkülozu (TB) çeşitli formlarda karşımıza çıkabilmektedir. Sistemik tutulum gösteren, altta yatan başka hastalığı
tespit edilemeyen nadir görünümlü bir TB olgusu sunulmuştur.
Olgu: 12 yaşında kız hastaya, öksürük ve terleme şikayeti ile 7 yıl önce
akciğer filminde sağ üstte tedaviye dirençli infiltrasyonu ve akciğer bilgisayarlı tomografisinde (BT) mediastinal 1.5 cm lenfadenopatileri dolayısıyla
antitüberküloz tedavi başlanmış (TB teması yok, PPD:0 mm, mikrobiyoloji negatif). Beraberinde lökopenisi nedeniyle hematolojik ve romatolojik
incelemeleri normal sonuçlanmış. Tedaviyle lezyonda küçülme olmuş ve
tedavi 4. ayında aile tarafından kesilmiş. 1 yıl sonra lökopenisi devam
eden hastaya gece terlemeleri nedeniyle çekilen akciğer grafisinde lezyonun eski boyutuna ulaştığı görülmüş. Sedimentasyonu yüksek, PPD 15
mm ve lökopenisi olan hasta kliniğimize gönderilmiş. Bronkoskopisinde
sağ üstte apikal segment ağzının daraldığı, mukozal yapısının bozulduğu
ve beraberinde trakeal bronkus olduğu görüldü. Transtorasik biyopsisi
intraalveolar fibrozis, kronik iltihap ile sounçlanan hastaya TB organize
pnömoni düşünülerek anti-tüberküloz ve steroid tedavisi başlandı. Persistan lökopenisi nedeniyle Çocuk Onkoloji ve Çocuk Romatoloji tetkiklerinde özellik saptanmadı. Tedaviyle lezyonu tamamen gerileyen hastanın
izleminde ara ara lökopenileri devam etti ve konvülzyonları ortaya çıktı.
Kranial görüntülemeleri normal fakat EEGde patoloji nedeniyle anti-epileptik tedavi başlandı, 1,5 yıl kullanım sonrası sonlandırıldı. 3 yıl şikayetsiz
dönem sonrası öksürük nedeniyle çekilen akciğer grafisinde lezyonun aynı
bölgede tekrarladığı görüldü. Akciğer BT’de trakeal bronkus ağzını kapatan kitle görüldü. Çocuk hematoloji, romatoloji ve nöroloji tarafından ilave
hastalık belirtilmedi. Fleksibl bronkoskop ile alınan biyopside Mycobacte-
118
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P328
Tüberküloz seyrinde tedaviye dirençli
kitle: Organize pnömoni ? Endobronşiyal
tüberküloz?
Mine Yüksel1, Ahmet Hakan Gedik2, Gulsum Guzel1, Erkan Cakır2
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş-Amaç: Akciğer tüberkülozu (TB), klinik olarak nadiren heterojen kitle şeklinde karşımıza çıkabilmektedir. Çomak parmak nedeni ile
tetkik edilirken, toraksta kitle saptanan ve kliniğimize gönderilen bir vaka
sunulmuştur.
Olgu: Eylül 2012’de çomak parmak ve öksürük nedeniyle dış merkezde tetkik edilen hastanın akciğer grafisinde sol üstte düzgün konturlu nonhomojen konsolidasyon saptanmış. Toraks BT’de sol akciğer üst arka mediastinumu dolduran, heterojen hipodens kitle (Nöroblastom?) görülmüş.
Özgeçmişinde özellik ve TB teması yoktu. Kardeşte geçirilmiş kist hidatik
öyküsü mevcuttu. Fizik muayenede çomak parmak ve sol arka servikal
bölgede birkaç adet mikro-lenfadenopati vardı. Tetkiklerinde hemogram,
biyokimya, Nöron spesifik enolaz ve idrar vanilmandelik asit düzeyi normal, sedimentasyon yüksek bulunmuş. Batın MR normal ve tüm vücut
SPECT incelemesi akciğer sol üstteki lezyonda tutulum harici normal gözlenmiş. Echinococcus antikoru negatif, TDT: 10 mm, 3 kez bakılan açlık
mide sıvısında ARB negatif, quantiferon negatif bulunmuş, kültüründe
üreme olmamış. Tanı amaçlı kliniğimize gönderilen hastaya transtorasik
ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı ve patoloji saptanmadı. Takiplerinde
kitlesi devam eden hastadan mediastinoskopi ile örnekleme alındı. Patolojide lenf bezlerinde nekrotizan granülomatöz lezyon saptanan hastaya 4’lü
anti-tb tedavisi başlandı. Bu esnada alınan BAL sıvısında Mycobacterium
tuberculosis complex üreyen hastanın ilk 3 ayı 4’lü ve 6 ayı 2’li olmak
üzere 9 aylık anti-tb tedavisi ile çomak parmağı geriledi ve öksürüğü geçti,
fakat lezyonun ve lenfadenopatilerin boyutunda düzelme olmadı. Fleksibl
bronkoskopide, sol akciğer üst lob üst segmentini tama yakın tıkayan endobronşiyal polipoit lezyon görüldü. Hastaya endobronşiyal TB/organize
pnömoni tanıları ile steroit tedavisi başlandı.
Sonuç: Olgu toraksta kitle lezyonun nadir prezentasyonu nedeniyle
sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, tüberküloz, organize pnömoni, göğüste
kitle
P329
IgG1 subgrup eksikliği ve kronik eozinofilik
pnömoni birlikteliği: bir vaka
Sevgi Pekcan, Nevzat Başkaya, İsmail Reisli
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, Konya
Dolaşımdaki ana immunglobulin Ig G dir, Ig G1, Ig G2, Ig G3, Ig G4
olarak sınıflandırılan 4 alt grubu vardır. Ig G1 ve Ig G3 difteri ve tetanoz
gibi toksinlere ve viral proteinlere karşı antikorlar bakımından zengindir.
IgG 1 eksikliği az rastlanan bir altgrup eksikliğidir.Kronik eozinofilik pnömoni eozinofilik akciğer hastalıklarından biridir. Radyolojik olarak pulmoner infiltrasyonlar ve periferal eozinofili varlığında hastalıktan şüphelenilir.
Bronkoalveolar lavajda eozinofil sayısının artışı ve/veya akciğer dokusunda eozinofilinin varlığı ile tanı kesinleştirilir. IgG1 eksikliği ve kronik eozinofilisi olan ve düzelmediği için yapılan bronkoskopisinde BAL’da %42 eozinofilisi olan uzun oral steroid sonrası mikropartikül steroid inhalasyonu
kliniği ile düzelen 12 yaşındaki hasta bu birliktelik açısından sunuldu.Astım
nedeniyle dış merkezde 2 yıldır takip edilen 12 yaşında kız hasta, inhale
flutikazon-salmeterol kombinasyonu tedavisine rağmen devam eden öksürük balgam ve efor intoleransı ile başvurdu. Dış merkezde çekilen Toraks
BT de sağ akciğer alt lobda bronşiektazi, sağ alt lobda pnömonik konsolidasyon, buzlu cam görünümü mevcuttu.Bakılan Ig G: 924 mg/dl (8352094mg/dl), Ig A: 157 mg/dl (67-433 mg/dl) Ig M: 180 mg/dl (47-484 mg/
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
dl) Ig E: 108. 6 mg/dl idi. Ig G1: 4896 mg/dl (5990-15600 mg/dl(Düşük),
tam kan sayımında EO:%11, EO: 717/mm3 idi. Bronkoalveolar lavajda
incelemede %42 eozinofil saptandı. Hastaya kronik eozinofilik pnömoni
tanısıyla 1 mg/kg oral IVIG başlandı. Oral steroidin üçüncü ayında dinleme bulguları ve SFT’i düzelen hastaya inhaler steroid başlandı.İmmün
yetmezlikler tek başına görülebildiği gibi bazen patogenezi tam anlaşılamamakla beraber intersitisiyel akciğer hastalıkları ile birliktelik gösterebilir. Bu
açıdan ele alınıp immünolojik tetkiklere bronkoskopi, bronkoalveolar lavaj
incelemesi hatta gerekirse akciğer biopsisi eklenebilir.
Anahtar Kelimeler: IgG1 subgrup eksikliği, kronik eozinofilik pnömoni, çocuk, Bronkoalveolar lavaj
P330
Primer Siliyer Diskinezi: Marmara
Üniversitesi Deneyimi
Yasemin Gökdemir, Ela Erdem, Nilay Baş İkizoğlu, Fazilet Karakoç, Refika
Ersu, Bülent Karadağ
Marmara Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Istanbul
Giriş: Primer siliyer diskinezi (PSD), mukosiliyer geçişin bozukluğu ile
karakterize genetik geçişli bir hastalıktır. PSD mukosiliyer temizlenmenin
bozulması nedeniyle erken çocukluk döneminde tekrarlayan kronik rinosinüzit, otitis media ve geç dönemde bronşektazi (BE), işitme kaybı ve
infertilite ile karakterizedir.
Amaç: PSD tanılı hastaların klinik özelliklerinin bildirilmesi
Metod: Marmara Üniversitesi Hastanesi Çocuk Göğüs Hastalıkları
BD’de PSD tanısı ile izlenmekte olan 43 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik ve klinik bulguları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 25’i (%58) kız olup ortalama yaş 11.1±4.9 (118.5) idi. Hastaların %62’sinde semptomların yenidoğan döneminde
başladığı görüldüğü halde ortalama tanı yaşı 5.8±3.4 yaş idi. Hastaların
%78’inde anne baba arasında akraba evlilliği vardı. Hastaların %93’ünde
situs inversus totalis mevcut idi.Hastaların tümünde rinit, %88’inde pnömoni, %61’inde otit, %39’unda sinüzit geçirme öyküsü vardı. Hastaların
%71’inde balgam kültüründe üreme mevcut idi. En sık üreyen mikroorganizma H. İnfluenza (%56) ve S. pnömonia (%33) idi. İki (%5) hastada
Psödomonas aeruginosa üremesi saptandı. Hastaların %15’inde çomak
parmak ve %22.5’inde göğüs deformitesi saptandı. Hastaların %23’ünde
adenoidektomi ve timpanostomi tüpü takılma öyküsü, %13’ünde ise tonsillektomi operasyonu geçirme öyküsü vardı. Hastaların %83’ünde bronşektazi saptandı. Tekrarlayan alt solunum yolu infeksiyonu nedeniyle bir
(%2) hastaya sol alt lobektomi uygulandı. Hastaların %72’sinin inhaler tedaviyi düzenli kullandığı halde sadece %34 hastanın düzenli olarak günde
2 kez göğüs fizyoterapisi yaptığı saptandı. Erken tanı konulan ve tedaviye
başlanan hastalarda da geç tanı konulanlara benzer şekilde bronşektazi
geliştiği saptandı, iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0.09)
Sonuç: PSD üst ve alt solunum yolu infeksiyonları ile seyreden ciddi
morbiditeye sebep olan progresif bir hastalıktır.
Anahtar Kelimeler: Primer siliyer diskinezi, bronşektazi, çocuk
OH Vitamin D3 düzeyi her iki grupta düşük bulundu (astım:12,9±6,27,
kontrol:12,3±6,4ng/ml). Erkeklerin astım kontrolü kızlara göre anlamlı
olarak yüksek oranda kötü bulunmuştur. Astım grubunda Vit D düzeyi
kızlarda özellikle kapalı kızlarda anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Vit D
düzeyi ile astım kontrolü ve solunum fonksiyon testi arasında anlamlı bir
ilişki bulunamamıştır.
Sonuç: Daha önce yapılmış pek çok çalışmanın aksine Vit D düzeyi ile astım kontrol derecesi ve solunum fonksiyon testi arasında bir ilişki
saptanmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Vitamin D, astım, çocuk, solunum fonksiyon testi
P332
Viral Alt Solunum Yolu Enfeksiyonu Tanısıyla
Yatırılarak Tedavi Edilen Hastaların Klinik,
Laboratuar Ve Radyolojik Bulgularının
Değerlendirilmesi
Nihal Aktaş1, Sevgi Pekcan2, Vesile Meltem Energin1
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk
Göğüs Hastalıkları Bölümü, Konya
1
2
Viral etkenler çocukluk yaş grubunda görülen akut alt solunum yolu
enfeksiyonlarının (ASYE) en önemli sebepleridir.
Amaç: ASYE tanısıyla yatarak tedavi gören hastaların klinik, laboratuar, radyolojik bulguların değerlendirilmesi, tespit edilen viral etkenlerin ve
etkenlerin mevsimsel dağılımının incelemesi.
Yöntem: Aralık 2010-Haziran 2013 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Hastalıkları Kliniği’nde
yatırılarak izlenen 785 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik, klinik, laboratuar ve radyolojik bulguları kaydedildi.
Nazofarengeal aspiratlarda polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) yöntemiyle
viral etkenler arandı.
Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen hastaların 329’unda (%41.9) bir
veya birden fazla viral etken tespit edildi. Çalışmamızda en sık respiratuar
sinsityal virüs tip B (RSV B) (%41), rhinovirüs (%15,5) ve RSV A (%12,8)
virüsleri izole edildi. Ayrıca 28 (8,5%) hastada birden fazla viral etken tespit edildi. Viral bir etken tespit edilen hastalarda edilmeyenlere göre lökosit, nötrofil ve hastanede yatış süresi istatistiksel açıdan anlamlı derecede
düşük saptandı (p<0,05). Ancak bu iki grup arasında C reaktif protein
(CRP) değerleri açısından anlamlı bir farklılık bulunamadı (p=0,906).
Viral etken tespit edilen hastaların büyük bir bölümünde (%68) akciğer
grafisinin normal olduğu görüldü.
Sonuç: RSV, rhinovirüs ve influenza A Türk toplumunda çocukluk çağı
pnömonilerinde önemli bir yere sahiptir. Geçirilen miks enfeksiyonlar hastalığın şiddetiyle ilişkili değildir. Viral etkenlere bağlı ASYE’nin tanısında
CRP ve radyolojik bulguların kullanımının güvenilirliği açısından daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Bronşiolit, çocuk, pnömoni, respiratuar sinsityal
virüs, solunum yolu, viral etkenler,
P331
P333
Astım Tanısı ile İzlenen Çocuklarda Vitamin D
Düzeyi ve Solunum Fonksiyonları
Hemoptizi ile seyreden hidatik kist vakası
Şebnem Özdoğan, Gizem Sarı, İbrahim Hakkı Aktan, Belma Aydın, Canan
Irmak
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Amaç: Güneşi bol bir ülke olmamıza rağmen Vit D eksikliği oldukça
yaygındır. Son yıllarda vitamin D düzeyi ile astım ağırlık derecesi arasındaki ilişkiyi irdeleyen pek çok çalışma yapılmıştır. Biz bu çalışmada 25
hidroksi vitamin D3 düzeyi ile astım kontrolü ve solunum fonksiyon testleri
arasındaki ilişkiyi inceledik.
Yöntem: Yaşları 7-17 arasında astım tanısı ile izlenen ve aynı yaş grubunda sağlıklı kontrol grubunun oluşturduğu kesitsel bir çalışma yaptık.
Her iki grupta vitamin D düzeyini belirlemek için serum 25-OH Vitamin
D3 ölçüldü. Astımlı grupta Vit D düzeyi ile astım kontrolü ve solunum
fonksiyon testi arasındaki ilişki incelendi.
Bulgular: Çalışmaya 71 astımlı çocuk (K: 35, E: 36) ve 71 sağlıklı kontrol grubu katıldı. Astım grubunda ortalama yaş 11,9 ± 1,93 idi. Serum 25-
Nesrin Ceylan1, Hülya Günbatar2, Selvi Asker2, Nihat Demir1
1
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, Van
2
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
Van
GIRIS: Hidatidoz dünyadaki en önemli zoonoz hastalıkları arasında
sayılabilir. Echinococcus özellikle Türkiye’de endemic bir hastalıktır, ancak
hidatik akciğer hastalığı nadirdir ve genellikle Echinococcus granulosus’tan
dolayı oluşur.
Olgu: Bu raporda, hidatik akciğer hastalığı nedeniyle hemoptozi olan
12 yaşındaki bir erkek hastanın olgusunu sunmaya çalıştık.
Sonuç: Akciğer hidatik hastalığı, hemoptizinin daha az yaygın nedenlerinden biri olmasına rağmen, Türkiye gibi hidatik kist hastalığının çok
yaygın olarak görüldüğü ülkelerde daha fazla dikkat gerektirir.
Anahtar Kelimeler: Hemoptizi, kist hidatik, akciger
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
119
POSTER SUNUMLARI
Akciger Bronkoskopisi
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Sonuç: Bu sonuçlar, akciğer inflamasyonu ve epitelial permeablitenin
gıda duyarlılığı olan ve olmayan gruplarda farklı olmadığını göstermektedir. Ancak hışıltı atak sayısı çalışmanın başlangıcında gruplar arasında anlamlı farklı değilken altıncı ayda Fx5 pozitif olan grupta yüksek bulunması
gıda duyarlılığı olan çocuklarda iyileşmede gecikmeye işaret etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hışıltı, gıda allerjen duyarlılığı, surfaktan protein
D, Clara cell protein 16, epitelial permeablite, inflamasyon
P335
Beş Yaşında Bir Çocukta Proteus
Sendromunun Akciğer Bulguları
Fatma Demirbaş1, Özlem Kayabey2, Hülya Maraş3, Murat Deveci2, Bülent
Kara3, Zeynep Seda Uyan4
Kocaeli Üniversitesi Tıp fakultesi, Çocuk Sağlığı Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakultesi, Çocuk Kardiyoloji, Kocaeli
3
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakultesi, Çocuk Nöroloji, Kocaeli
4
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakultesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları, Kocaeli
1
2
Şekil 1. Anterior segment ağzında lumeni tıkayan, öksürükle protruze olan beyaz
membranoz karakterde lezyon izlendi.
Toraks CT
Şekil 2. Sağ akciğer üst lob anteroinferiorda fokal bronşiektazi ve konsolide
atelektazik akciğer dokusu ve aynı alanda yaklaşık 10 mm çaplı kaviter görünümlü
alan izlenmektedir
P334
Hışıltılı Çocuklarda Prognostik Faktör
Olarak Gıda Allerjen Duyarlılığı
Özge Yılmaz1, Fatma Taneli2, Esra Toprak Kanık1, Ahmet Türkeli1, Ceyhun
Gözükara2, Hasan Yüksel1
Giriş: Nadir görülen Proteus sendromunda (PS), hiperpigmente cilt
lezyonları, hemanjiyomatöz lezyonlar, asimetrik ve orantısız aşırı büyüme,
uzun yüz, yüzeyel damarlarda belirginleşme ve göz anomalileri görülmektedir. Klinik tanı kriterlerinin içinde yer almasına rağmen, akciğer tutulumu
sık görülmemektedir. Erken çocukluk döneminde daha az rastlanan akciğer bulguları tespit edilen PS’lu beş yaşında bir olgu sunulmuştur.
Olgu: Bir yaşından beri PS tanısı ile izlenen erkek hastanın boy ve
vücut ağırlığı 3 persantilin altında idi. Uzun yüzü, belirgin alnı, sırtında
hiperpigmente alanları, yüzeyel damarlanma artışı olan hastanın sağ el
üçüncü parmağının uzun ve geniş olduğu, her iki ayak ve ayak bileğinin
kalın olduğu görüldü. Kranial manyetik rezonans incelemesinde sağ temporooksipitalde 14x10 mm boyutlarında lateral komşuluğunda subakut
hemorajinin olduğu santrali kavernom ile uyumlu lezyon, sağ serebellar
hemisfer komşuluğunda ise kavernöz anjiom izlendi. PS’nun akciğer bulguları açısından değerlendirilmek üzere polikliniğimize yönlendirilen hastanın solunum sistemi muayenesinde özellik yoktu. Akciğer grafisinde sağ
parakardiyak alanda vasküler gölgelerde belirginleşmesi ve infiltrasyon
görüntüsü olan olgunun kontrastlı bilgisayarlı tomografisinde; sağ hemitoraks volümünde artış, peribronşiyal kalınlaşma, sağ pulmoner vende ve
azigos veninde dilatasyon, sağ akciğer parankiminde 1.5 cm çapa ulaşan
birkaç adet kistik lezyon görüldü. Sağ pulmoner vende dilatasyon gözlenmesi üzerine yapılan kontrast ekokardiyografi incelemesinde özellik
yokken ekokardiyografisinde asimetrik septal hipertrofi ve çıkan aortada
dilatasyon saptandı. Olgu; PS’nun akciğer bulguları nedeniyle halen polikliniğimizde takip edilmektedir.
Sonuç: PS’de akciğer bulguları sık görülmemesine rağmen, erken yaşta
pulmoner ven dilatasyonu ve akciğerlerde büllöz lezyonların saptanması;
tanı, tedavi ve hastalığın izlemi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu
bulguların tespiti ve takibinde bilgisayarlı tomografi önemli yer tutmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Akciğer bulguları, Çocuk, Proteus Sendromu
Celal Bayar Üniversitesi, Çocuk Allerji ve Solunum Bilim Dalı, Manisa
Celal Bayar Üniversitesi, Biyokimya Bilim Dalı, Manisa
1
2
Amaç: Çalışmamızın amacı; gıda allerjen duyarlılığı olan ve olmayan
hışıltılı çocuklar arasında, epitelyal geçirgenlik, akciğer inflamasyonu ve
klinik bulguları karşılaştırmaktır.
Yöntem: Bu prospektif kohort çalışmaya multipl tetikleyici hışıltısı olan
1-3 yaş arası çocuklar alındı. Tüm hastaların besine spesifik IgE (Fx5),
surfaktan protein D (SP-D) ve clara hücre protein (CCL) 16 düzeyleri
ölçüldü. Olgular Fx5>0.35 ku/l duyarlılılaşma kriteri kabul edilerek Fx5
(+) ve Fx5(-) olarak gruplandı. Ailelerin bildirdiği hışıltı, acil başvuru ve
hastane yatış gün sayısıyla sistemik steroid ve bronkodilatatör kullanılan
gün sayısı üç ay arayla bir yıl süresince kaydedildi. Burada ilk altı aylık
bulguları sunduk.
Bulgular: Çalışmaya 290 çocuk alındı. İzlemde 42 hasta çalışmadan
ayrıldı. Kalan hastaların 194’ü SP-D ve CCL-16 için kan aldırdı. Gruplar
arasında SP-D ve CCL-16 anlamlı farklı değildi (sırasıyla 161.7 ve 161.4,
p= 0.68 ve 5.4- 5.2, p=0.99). Başvuruda ve izlemin ilk 3 ayında gruplar
arasında klinik parametreler farklı değildi. Ancak izlemin 6. ayında hışıltı
atak sayısı Fx5 pozitif grupta Fx5 negatif gruba göre anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla 0.4 ±0.6 ve 0.1±0.4, p=0.004). Benzer şekilde sistemik
steroid ve inhale bronkodilatatör kullanılan gün sayısı ve acil başvurularının sayısı Fx5 pozitif grupta anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla p=0.01,
p=0.004, p=0.007).
120
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P336
Pierre Robin Sendromunda Trakeostomiye
Alternatif Bir Yöntem: Mandibuler
Distraksiyon Osteogenezis
Tuba Koçkar1, Serdar Al2, Sedat Öktem1
Medipol Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Medipol Üniversitesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Morarma, beslenme güçlüğü şikayetiyle başvuran 2 aylık erkek hastaya
Pierre Robin sekansı tanısı kondu. Sık sık solunum sıkıntısı gözlenen ve
solunum yetmezliği tespit edilen hastaya aralıklı olarak nazal CPAP uygulanarak veya entübe edilerek solunum desteği sağlanması gerekmişti.
Ventilatörden ayrılma zorluğu olan hastaya havayollarının değerlendirilmesi amacıyla fleksibl bronkoskopi yapıldı. Ağır laringomalazi tespit edilen
hastaya güvenli havayolu açıklığının sağlanması amacıyla nazofarigeal airway uygulandı. Ancak solunum sıkıntısı geçmeyen hastaya trakeostomi ve
mandibuler distraksiyon osteogenezis uygulanmasına karar verildi. Mandibuler distraksiyon osteogenezis sonrası 11. günde hastanın beslenme
güçlüğü düzeldi. Tomografide (Şekil1) yeterli havayolu açıklığının tespit
edilmesinin ardından 18. günde trakeostomi kapatıldı. Kallusun kemikleş-
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
mesi için 2 ay beklendikten sonra distraktörler çıkarıldı. Ameliyat sırasında
ya da sonraki takiplerinde herhangi bir komplikasyon izlenmedi. Mandibuler distraksiyon osteogenezis; sadece trakeostomi açılarak izleme iyi bir
alternatif olarak Pierre Robin Sendromlu hastalarda uygulanabilir.
Anahtar Kelimeler: Pierre Robin, Mandibular Distraksiyon
Osteogenezis
Şekil 1. Nazofarenks BT
P337
The role of personal allergy history
in bronchial asthma evolution in
schoolchildren from different habitual
conditions
Svetlana Sciuca, Grigore Friptuleac, Rodica Selevestru, Angela Cazacu
Stratu
State Medical and Pharmaceutical University, Moldova
Aim: To assess the impact of risk factors on bronchial asthma (BA) in
schoolchildren from different habitual conditions
Materials and methods: The study included 87 schoolchildren with
BA from habitual unfavorable conditions and 35 unexposed children. Habitual conditions were evaluated by determining the values of relative humidity (RH%), temperature (t°C), and the concentration of carbon dioxide
(CO2). Quantitative and qualitative measurements were made with Air
Quality Monitor 5000 device (USA).
Results: Schoolchildren with BA had high frequency of comorbidity
with chronic diseases: atopic dermatitis (AD) in 71.3%:95%CI, 54.4-86.6,
allergic rhinitis (AR) 56.6%:95%CI, 48.3-66.1, adenoids in 19.7%:95%CI,
13-27.8 cases.
Habitual unfavorable conditions caused an increase in chronic diseases
in 81.6%: 95%CI, 77.5-85.7 cases, compared with 68.6%:95%CI, 60.776.5 children form favorable residential conditions. AR was diagnosed in
60.9% schoolchildren from unfavorable conditions, compared with 45.7%
children from favorable habitual conditions. AD was 2 times more frequently found in children with BA living in residential unfavorable conditions
(25.6%:95%CI, 20.8-30.4 vs 11.4%: 95%CI, 5.9-16.9). Association of
AR and AD in children with BA was observed more frequently in patients from compromised residential conditions (10.3%: 95%CI, 7-13.6 vs
8.6%:95%CI, 3.8-13.4). Adenoids were estimated in 23% children from
unfavorable habitual conditions and only in 11.4% not exposed children.
Conclusions: Personal allergic history in interaction with habitual risk
factors leads to the progression of symptoms and persistence of bronchial
obstruction in children with BA.
Keywords: asthma, schoolchildren, risk factors
P338
kistik fibrozisli hastalarımızın özellikleri
Sevgi Pekcan, Aslıhan Adabalı, Meltem Energin
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, konya
Kistik Fibrozis(KF) otozomal resesif olarak geçen, beyaz ırkta daha
fazla görülen, birden çok sistemi tutan multisistemik bir hastalıktır. Tüm
dünyada 1/2000-2500 oranında görülmektedir. Ülkemizde sıklığı 1/ 3000
civarındadır. Tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları, büyüme gelişme
geriliği, ishal, nazal polip ve sinüzit en sık başvuru nedenleri arasındadır.
Çalışmamıza, fakültemizde KF tanısıyla takip ettiğimiz 64 çocuk hasta
alındı. Bu çocuklar için tanımlayıcı özellikler, cinsiyet frekans dağılımları, ayrı ayrı incelendi. Hasta grubunda yer alan çocukların %50’si (32)
erkek idi. Çalışmamızda KF’li hastalarımızın klinik, radyolojik ve laboratuar özelliklerine bakıldı. Hastalarımızın %37,9‘unda (22)akraba evliliği,
%21’inde (12)benzer kardeş öyküsü vardı. Hastalarımızın en erken tanı
yaşı 7 gün, en geç tanı yaşı 20 yaş ortalaması 25 ay idi. Hastalarımızın en
sık geliş şikayeti, kilo alamama %28(16), ardından %26,3(15) oranında
öksürüktür. Hastalarımız değişik bulgularla başvurmuştur. Hastalarımızın
ilk geliş bulgularından mekonyum ileusu %8,7(5),kardeş öyküsü %21(12),
psödobartter %45,4,akciğer bulguları %40 (23), büyüme gelişme geriliği
%44,8 (13)oranında saptanmıştır. ilk psödomonas üreme yaşı minimum
4ay, maksimum 17 yaş’dır. Burada ise ortalama üreme yaşı 5 yaş 4 ay’dır.
47 hastamızın 15‘inde (%31,9) bronşektazi saptanmıştır. bronşektazi gelişme yaşı ortalama 6 yaş 5 ay’dır Hastalarımızın izlemde ortalama takip
süresi 36,8 ay ’dır. Ayrıca hastalarımızın %86’sı düzenli takibe gelirken,
%14‘ü düzensiz gelmiş, 4 tanesi (%6,8) takipte izlemden çıkmış, 2 tanesi
(%3,4) izlemde ex olmuştur.
Hastalarımızın çoğu psödobartter tablosuyla gelmiştir. Hastalarımızın
tanı yaşının 1-3 ay arasnda olması erken dönemde tanı aldıklarını göstermektedir. Hastalarımızın büyük bir oranı düzenli olarak takip olduklarının
gördük
Anahtar Kelimeler: kistik fibrozis, çocuk, takip
P339
Yenidoğan Dönemindeki Solunum
Sorunlarında Bronkoskopinin Önemi
Tuba Koçkar, Sedat Öktem
Medipol Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Bu çalışmada yenidoğan döneminde solunum sıkıntısı olan hastalarda bronkoskopinin öneminin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Materyal-Metod: Kliniğimizde Aralık 2012-Ocak 2014 tarihleri arasında, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde takip edilen hastalardan 18‘ine
bronkoskopi yapılmıştır. Bu olgulardan elde edilen veriler geriye dönük
olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 10’u erkek 8’i kız ve ortanca ağırlığı 3000 gr
(1150-3740 gr), doğum haftaları ortancası 38 (29-40 hafta) idi. Bunlardan
13 tanesi (%72.2) Konjenital Kalp Hastalığı nedeniyle opere edilen olgulardı. Dokuz vakaya (%52.8) ekstübe edilememe nedeniyle, 5 vakaya da
(%27.7) persistan atelektazi ve pnömoni nedeniyle, 4 vakaya da (%22.2)
sitridor nedeniyle bronkoskopi yapıldı.
Opere olan vakaların 5’inde havayollarına pulsatil bası vardı. Vakaların
3’ünde laringomalazi+trakeomalazi, 3’ünde laringomalazi+bronkomalazi,
2’sinde trakeomalazi+bronkomalazi, 1’inde laringomalazi+trakeomalazi
+bronkomalazi, 3’ünde sadece bronkomalazi, 3’ünde sadece laringomalazi, 2’sinde sadece trakeomalazi tespit edilmiştir.
Bronkoskopi yapılan 8 vakaya (%44.4) trakeostomi açıldı. Trakeostomi
açılan vakalardan 6 tanesi trakeostomi sonrası sırayla 1 - 16 - 18 - 34 – 52
ve 113 gün sonra ventilatörden çıkartıldılar. Biri entübe şekilde, biri entübe
şekilde dış merkeze sevk edildi.
Bronkoskopi yapılan vakaların 13 tanesi (%72.2) oda havasında taburcu edilirken, 1 vaka entübe solunum desteği, 1 vaka trakeostomiden
oksijen desteği ile 1 vakada trakeostomize ventilatör desteği alarak halen
yatmaktadır. 1 vaka entübe şekilde sevk edilip, bir vaka kaybedilmiştir.
Sonuç: Fleksibl Bronkoskopi yenidoğan döneminde solunum sıkıntısı
olan hastalar için önemli bir tanı yöntemidir.
Anahtar Kelimeler: yenidoğan, solunum problemleri, bronkoskopi
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
121
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P340
P342
Erken tanı konul(a)mayan yabancı cisimler:
iki olgu
Epidermolizis Büllozalı Bir Hastanın
Akciğerinde Kitle: Ewing sarkom
Ahmet Sızlanan, Serdar Monis, Ali Bırak, Serdar Onat, Refik Ülkü
Saniye Girit1, Ömür Akınel1, Yasemin Akın1, Gülnur Tokuç2
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisİ Anabilim Dalı, Diyarbakır
1
Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Kliniği,
İstanbul
2
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Erken dönemde tanı konulamadığı için gelişen komplikasyonlardan dolayı akciğer rezeksiyonu yapılan iki olguyu sunmayı planladık.
Olgu 1: 18 yaşında erkek hasta hemoptizi ve pürülan balgam şikayeti ile başvurdu. Çekilen toraks tomografisinde sol alt lobda yaygın bronşektazi ve apse tespit edildi. Yapılan bronkoskopide sol alt bronş ağzının
granulasyon dokusuyla daraldığı görüldüğü. Aspirasyon sırasında alt lob
girişinden kanama mevcuttu. Hastaya sol alt lobektomi uygulandı. Lobektomi materyalinde apse alanı içinde buğday başağı bulundu. Daha önce
anamnezde herhangi bir aspirasyon tarif etmeyen hasta yakınları yabancı
cismin kendilerine gösterilmesi üzerine, yabancı cismin 10 yıl önce aspire edildiğini bunu ilk başvurdukları sağlık kurumuna ifade ettikleri fakat
önemsiz bulduklarını bu yüzden bir daha dile getirmediklerini beyan ettiler.
Olgu 2: 19 yaşında kadın hasta bol pürülan balgam ve öksürük şikayeti
ile başvurdu. Tomografide sağ alt lobda bronşektazi ve alt lobda opak yabancı cisim görüldü. Bronkoskopide sağ alt lobun daraldığı görüldü. Sağ
alt lobektomi yapıldı daralmış bronş içinde kemik görüldü. Anamnezde
yıllar önce kemiğin aspire edildiği fakat gidilen sağlık merkezlerinde bunun
önemli olmadığının söylendiğini ifade ettiler.
Sonuç: Yabancı cisim şüphesi durumunda mutlaka bronkoskopi
yapılmalı.
Anahtar Kelimeler: yabancı cisim, bronkoskopi, akciğer rezeksiyonu
P341
Pediatrik Bronkoskopi Sonuçlarımızın
Değerlendirilmesi
Selim Asaroğlu1, Sedat Öktem2, Saniye Girit1, Yasemin Akın1
1
Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Kliniği,
İstanbul
2
İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp fakültesi, Çocuk Göğüs hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Pediatrik fleksibl fiberoptik bronkoskopi (FOB) kullanımı burun,
farinks, larinks ve trakeobronşiyal ağacın incelenmesine imkan sağlayan
bir tanı aracıdır. Bu çalışmada, kliniğimizde 2 yıllık surede uygulanan 116
pediatrik FOB olgusunu retrospektif olarak incelemek; yurtiçi ve yurtdışı
yayınlanan diğer serilerle karşılaştırarak dikkatleri FOB üzerine yoğunlaştırmak amaçlandı.
Gereç-Yöntem: Bu çalışmada 01 Şubat 2011 - 31 Mayıs 2012 tarihleri arasında Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk
Kliniği’nde bronkoskopi yapılan 116 hastanın Çocuk Göğüs Hastalıkları
Poliklinik dosyaları ve bronkoskopi raporları incelenmiştir.
Bulgular: Hastaların cinsiyet dağılıma bakıldığında 77’si (%66.40) erkek, 39’u (%33.60) kızdır. Erkek hastaların yaş ortalaması 33.41±39.62
ay, kız hastaların yaş ortalaması 48.89±47.62 aydır; tüm grubun yaş ortalaması ise 38.62±42.90 aydır.
Çalışmamızda hastalara yapılan bronkoskopi endikasyonlarını sıklık sırasına göre stridor (%33), persistan infiltrasyon (%18), yabancı cisim şüphesi (%11) oluşturdu.
Çalışmamıza dahil edilen 116 hastanın bronkoskopik tanıları değerlendirildiğinde; en sık nedenin laringomalazi (%28) olduğu tespit edildi.
Diğer tanılar sıklık sırasına göre havayolunda stenoz veya ödem, bronşiyal
pürülan sekresyon, konjenital anomali, yabancı cisim aspirasyonu, laringotrakeomalazi, mukus tıkacı, endobronşiyal tüberküloz, havayoluna dış
bası, trakeomalazi, bronkomalazi, bronşiyal nonpürülan sekresyon, diğer
üst havayolu anomalileri, endobronşial hidatik kist, mukozal inflamasyon
bulundu. Hastaların %17’sinde ise normal bronkoskopik bulgular izlendi.
Sonuç: FOB pediatrik solunum yolu bulguları olan hastalarda birçok
endikasyonla yapılan değerli bir tanı ve tedavi yöntemidir. İşlem öncesi
hazırlık, anestezi ortamında yapılan bu işlem süresince monitörizasyon ve
eğitimli bir ekiple güvenilirliği oldukça yüksektir.
Anahtar Kelimeler: Fiberoptik Bronkoskopi, çocuk
122
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş: Ewing sarkomu, çocukluk çağının osteosarkomdan sonra 2. sıklıkta görülen malign kemik tümörüdür. Ewing sarkom olguları, intermittan
ateş, anemi, lökositoz, artmış sedimentasyon hızı ve lokalize ağrı şikayeti
ile başvurabilirler. Epidermolizis Bülloza (EB) tanısıyla izlenmekte olan 9
yaşında erkek çocukta, göğüs ağrısı ve ateş şikayeti ile başvurması sonucu,
akciğer grafisinde kitle saptanarak Ewing Sarkom tanısı alması tartışılmıştır.
Olgu: Dokuz yaşında EB tanılı hasta bir haftadır devam eden aralıklı
ateş ve göğüs ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesi: ateş: 36,8 Co,
nabız 146/dakika, solunum sayısı 30/dakika, saçlı deri dahil tüm vücutta
yaygın bülloz-krutlu lezyonlar ve göğüs muayenesinde sol hemitoraksta
solunum sesleri sağa göre azalmış, bilateral solunum sesleri kaba olarak
değerlendirildi. Laboratuar değelendirmesi: Hb; 8,3 gr/dl, lökosit:15000/
mm3, ESR: 61mm/h, CRP: 184 mg/L, PA akciğer grafisinde sol akciğerin
tamamını kaplayan konsolidasyon artışı görüldü. Pnömoni tanısıyla tedavi
başlanan hastanın takiplerinde akut faz reaktanları normale döndü. Akciğer grafisi kontrollerinde sol akciğeri kapsayan konsolidasyonun azaldığı
ve normal bronkovasküler ve parankimal yapıya yerini bıraktığı görüldü.
Ancak sol orta zon mediasten komşuluğunda sınırları düzenli görünen kitle imajı saptanması üzerine hastaya çekilen Toraks BT’de üst mediasten
anterior kompartmanda solid, heterojen karakterli, round, lezyon görüldü. İnce iğne aspirasyon biyopsisi patolojik olarak Ewing Sarkom olarak
raporlandı.
Sonuç: EB’lı hastalarda Squamoz hücreli kanser ve malin melanom
riski artmış olmakla birlikte, Ewing sarkom birlikteliği rapor edilmemiştir.
Pnömoni kliniğiyle tedavi edilen hastaların akciğer grafilerinde sebat eden,
özellikle düzgün kenarlı lezyonlar araştırılmalı ve nadir de olsa tümör olasılığı göz önünde tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Ewing Sarkom, Pnömoni, Epidermolizis Büllosa
P343
Konjenital tüberküloz; olgu sunumu
Velat Şen1, Fesih Aktar2, Ünal Uluca2, Müsemma Karabel1, Mehmet Fuat
Gürkan1
Dicle Üniversitesi, Çocuk Gögüs Hastalıkları Bilim Dalı, Diyarbakır
Dicle Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
1
2
Konjenital tüberküloz nadir görülen bir hastalık olup mortalitesi yüksektir. Hastalığın tanısı özgül klinik bulgularla seyretmediğinden güç olmaktadır. Enfeksiyonun plasentadan fetusa vertikal yayılım ile geçtiği ya da
doğum sırasında anne kanının veya amniyon sıvısının aspire edilmesi ile
oluştuğu düşünülmektedir.
31 yaşındaki annenin 4.canlı doğumu olarak normal spontan vajinal
yol ile 2600 gram ağırlığında miadında doğan erkek bebek iki aylık iken
kilo alamama, ateş, öksürük, kan tükürme ve solunum sıkıntısı şikâyetleri
ile hastanemize sevk edildi. Hastanın fizik muayenesinde; ateş: 38,6°C,
nabız:164/dk, solunum sayısı: 62/dk idi. Solunum sistemi muayenesinde
belirgin takipne, dispne, burun kanadı solunumu, subkostal ve interkostal retraksiyonları vardı. Dinlemekle bilateral akciğer sesleri kaba, yaygın
raller ve yer yer ronküsler vardı. Lenfadenopati, hepatosplenomegali ve
BCG skarı bulunmamakta idi. Diğer sistem muayeneleri doğaldı. Tam kan
sayımında Hb: 7.9, Htc: 24.3, WBC: 23100, PLT: 601000 ve ESR: 41
mm/saat (N: 0-15 mm/saat) CRP: 7,7 mg/dl (N: 0-0.8 mg/dl) olarak saptandı. Diğer biyokimyasal ve koagülasyon parametreleri normaldi. Arka
ön akciğer grafisinde sol akciğer üst ve orta zonlarda konsolide alanlar
ile birlikte kaviter görünüm izlendi. Kontrastlı bilgisayarlı toraks tomografisinde sol akciğer üst lobda hava bronkogramları içeren konsolidasyon
alanı ve içerisinde 2 cm çapa ulaşan kavitasyon ile birlikte paravertebral
alanda paraspinal abseyi düşündüren görünümler izlendi. Tüberkülin testi
negatif ve mide açlık sıvısında asidorezistan basil (ARB) görülmedi. Ancak bronkoalveolar lavajda mikobakterium tüberkülozis komplex pozitifliği
saptandı. Hastaya konjenital tüberküloz tanısı kondu. Sonrasında hastaya
antitüberküloz tedavi non spesifik tedaviye ek olarak başlandı.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bu vaka dolayısı ile hayatın erken döneminde antibiyotik tedavisine
yanıt alınamayan olgularda konjenital tüberkülozun olabileceğini vurgulamak istedik.
Anahtar Kelimeler: tüberküloz, konjenital
P346
Jeune Sendromu’na cerrahi yaklaşım
Ebru Türkoğlu1, Uğur Temel2, Sedat Ziyade3, Aslan Babayiğit1, Mesut
Dursun1, Umut Zubarioğlu1, Sinan Uslu1, Ali Bülbül1
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Neonatoloji Kliniği, İstanbul
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul
3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
1
P344
Çocuklarda Kronik Akciğer Hastalığı Ve
Depresyon İlişkisi
Mahmut Altuntaş1, Velat Şen2, Sevi Kelekçi2, Ünal Uluca1, Müsemma
Karabel2, Fesih Aktar1, Mehmet Fuat Gürkan2
Dicle Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Dicle Üniversitesi, Çocuk Gögüs Hastalıkları Bilim Dalı, Diyarbakır
1
2
Giriş-Amaç: Tıptaki önemli gelişmelerle birlikte çocukluk çağı kronik
hastalıklarında yaşam kalitesi artmış ve yaşam süresi uzamıştır. Yaşam süresinin uzamasıyla birlikte hasta çocuk ve ailesi kronik hastalığın oluşturduğu psikososyal etkilere daha uzun süre maruz kalmaktadır. Bu çalışmada
çocuk ve ergenlerde kronik akciğer hastalıklarına eşlik eden depresif bulguların sıklığı incelenmiştir.
Gereç-Yöntem: Bu çalışma Haziran 2013 – Kasım 2013 tarihleri arasında, Dicle üniversitesi çocuk göğüs hastalıkları bilim dalında takipli 25 astım, 25 bronşektazi, 25 tüberküloz, 8 kistik fibrozis’li, 9-19 yaş aralığındaki
toplam 83 hasta üzerinde yapıldı. Depresyon durumu belirlemede Kovacs
tarafından tanımlanan çocuklar için depresyon ölçeği (ÇDÖ) uygulandı.
Bulgular: 113 olgu (83 hasta, 30 kontrol grubu) çalışmamıza dahil
edilmiştir. Çalışma ve kontrol grubu arasında yaş ve cinsiyet yönünden
fark yoktur. Hasta ve kontrol olgularının ÇDÖ puan ortalamaları karşılaştırıldığında, hastaların ÇDÖ puan ortalaması 6.72 +5.638, kontrol grubunun ÇDÖ ortalaması 3.37+3.518 idi. Hasta ve kontrol gruplarının ÇDÖ
puan ortalamaları karşılaştırıldığında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki
görüldü (p<0.001). Hastalık alt gruplarının ÇDÖ puan ortalamalarına
bakıldığında astım ile kontrol grubu arasında p<0.019, kistik fibrozis ile
kontrol grubu arasında p<0.003, bronşektazi ile kontrol grubu arasında
p<0.017 anlamlı fark görülürken, tüberküloz ile kontrol grubu arasında
istatistiksel olarak anlamlı ilişki görülmedi. Hastaların ÇDÖ puan ortalamaları ile okul başarısı, sosyal uyum ve tedaviye uyum arasında anlamlı
ilişki saptandı (p<0.001).
Sonuç: Çalışma grubumuzdaki astım, kistik fibrozis ve bronşektazili
çocuklarda depresyon riskinde artış saptanırken, tüberkülozlu hastalarda
saptanmadı. Depresyon riski yüksek kronik akciğer hastalıklı çocuklar okul
başarısı, sosyal uyum ve tedaviye uyumları etkilenmeden psikiyatrik değerlendirme ve takip altına alınmalıdırlar.
Anahtar Kelimeler: Kronik, akciğer, çocuk, depresyon, ölçeği
2
Giriş: Jeune Sendromu nadir görülen bir iskelet displazisidir; dar,
çan şeklinde toraks, pelvik kemiklerde tipik değişiklikler görülür. Hastalar yenidoğan döneminde solunum yetmezliği ve enfeksiyon nedeni ile
sıklıkla kaybedilir. Jeune Sendromu tanılı ileri derecede solunum sıkıntılı
12 günlük bebek hastaya toraks ekspansiyonu amacıyla eksternal fiksatör ile sternoplasti işlemi son derece nadir bir uygulama olması sebebiyle
sunulmuştur.
Olgu: Miadında sezeyan ile 4 kilo doğan erkek solunum sıkıntısı nedeni
ile takibe alındı. Antenatal izlemde akondroplazi ön tanısı konulmuş olan
hasta doğumhanede solunum sıkıntısı nedeni ile entübe edilerek mekanik
ventilatöre alındı. Direkt akciğer grafisinde dar, uzun çan şeklinde toraks,
kısa ve horizontal kostalar ve kostaların uç kısmında genişleme, kemik grafilerinde uzun kemiklerde kısalık, metafizlerde genişleme, asetabular displazi saptandı. Klinik ve radyolojik bulgular ile Jeune Sendromu düşünüldü.
Dar göğüs kafesi nedeni ile alveolar ventilasyon ciddi düzeyde azalmış
olan hastada toraks ekspansiyonu sınırlı olduğundan solunum yetmezliği ileri derecede idi. Toraks hacmini arttırmak ve solunumu rahatlatmak
amacı ile eksternal fiksatör distraksiyonu ile sternoplasti yapıldı. Fiksatörler sternum açıklığında kallus dokusu gelişecek şekilde günde yaklaşık
1mm açılarak toraksın ekspansiyonu hedeflendi. Sternumda 3cm kadar
distraksiyon gerçekleştirildi. Mekanik ventilatör desteği eş zamanlı olarak
kademeli azaltıldı. Onuncu haftada çıkarılan eksternal fiksatörü takiben
olgunun mekanik ventilatörde izlemi postnatal 6.ayda devam etmektedir.
Tartışma: Jeune sendromu tanılı yenidoğanlarda dar toraks nedeni
ile akciğer ekspansiyonu sağlanamaz ve sıklıkla hasta kaybedilir. Yenidoğanlarda az sayıda olguda toraks genişletilerek akciğer ekspansiyonunu
sağlayacak sternoplasti, kot distraksiyonu ve lateral toraks ekspansiyonu
teknikleri rapor edilmiştir. Yenidoğanda mortalitesi yüksek bu hastalara
uygulanacak eksternal fiksatör distraksiyonu ile sternoplasti, mortaliteyi
azaltarak hastalara yaşam şansı vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Jeune Sendromu, sternoplasti
P345
Çocuklarda akciğer hidatik kistlerde
cerrahi tedavi
Serdar Onat, Refik Ülkü, Ahmet Sızlanan, Serdar Monis, Ali Bırak
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Amaç: Hidatik kist hastalığı Echinococcusun yol açtığı paraziter bir
hastalıktır. Ülkemiz bu hastalık için endemik bir bölge olarak kalmaya devam etmektedir. Çevresel hijyenik şartların uygun olmadığı yerlerde her
yaş grubunda rastlanabilir. Cerrahi olarak tedavi edilen pediyatrik hasta
grubundaki akciğer hidatik kistli hastalarımızı sunmayı amaç edindik.
Yöntem: Akciğer hidatik kist hastalığı nedeniyle kliniğimizde cerrahi
olarak tedavi edilen pediatrik yaş hastaların kayıtları retrospektif olarak
incelendi.
Bulgular: 2000 ile Aralık 2013 yılları arasında 129 pediatrik hasta kliniğimizde kisthidatik nedeniyle opere edildi. 80’sı erkek 49’ı bayandı (317 yaş, ortalama yaş:12.2). Semptomlar, lokalizasyon, radyolojik bulgular,
operasyon tipleri, ve komplikasyonlar incelendi. En sık başvuru sebebi nefes darlığı (%53), öksürük (%46), ve göğüs ağrısıydı (%38). Altmış bir hastada sağ akciğerde kist saptanırken 51 hastada sol tarafta, 17 hastada bilateral kist saptandı. Kistotomi kapitonaj en sık kullanılan cerrahi yöntemdi.
Sonuç: Hidatik kist hastalığı çocukluk yaş grubunda da cerrahi yöntemlerle tedavi edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: akciğer, hidatik kist, çocukluk
Şekil 1. Eksternal fiksatör takıldıktan sonra (postnatal 34. gün)
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
123
POSTER SUNUMLARI
P348
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Particularity bronchial foreign body
aspiration in children from Republic of
Moldova
Liliana Toma1, Victor Rascov2, Svetlana Sciuca1, Ina Garbi2, Alina Starostin1,
Valentina Rascov2, Valentina Mitu1, Mariana Guzgan2
State Medical and Pharmaceutical University, Chisinau, Moldova
Institute of Mother and Child, Chisinau, Moldova
1
2
Şekil 2. Eksternal fiksatör çıkarıldıktan sonra (postnatal 134. gün)
P347
Apendiks yerleşimli gastrointestinal
tüberküloz; olgu sunumu
Aim: To evaluate the frequency of foreign bodies aspirations in children from Moldova and endoscopic characteristics of local changes in the
bronchial tree.
Material-Methods: We have analyzed 151 cases of foreign body aspiration in the bronchial tree in children with variations in age from 6 months
to 7 years, during the years 2008-2013. Bronchoscopy examination was
performed with rigid bronchoscope in the endoscopic department in children with a suggestive history of aspiration. Most children with foreign
body aspiration had been hospitalized in the department of therapeutic
profile 71.3% cases.
Results: Cases of foreign body aspiration is frequently found in children and during the last 6 years are increases with 30-35%: in 2008 and
2009 were registered 20 cases, in 2010-23 cases, in 2011 and 2012 by
30 cases, in 2013-28 cases. Maximal incidence was in the age group 1-3
years (67.8%). Endoscopic examination in these children found signs of
catarrhal endobronchitis 39.1%; endobronchitis catarrhal-purulent and/
or fibrinous 46.5%, purulent endobronchitis 11,7%. Endoscopic changes
associated with foreign bodies were identified in the 1/3cases: decubitus
lesions in 4.6% patients, formation of granular masses 17.7%, contact
bleeding after extraction 16.3%. The etiological structure is represented in
82% of cases of foreign bodies of organic origin, because Republic Moldova is an agricultural country where working with seeds.
Conclusion: In Moldova during the last years there has been a steady
increase in the frequency of foreign body aspiration into the airways in
children, and in the causal structure predominates foreign bodies of organic origin.
Keywords: bronchial foreign body, bronchoscopy, children
Velat Şen1, Ünal Uluca2, Müsemma Karabel1, Fesih Aktar2, Selda Erdinç2,
Mehmet Fuat Gürkan1
Dicle Üniversitesi, Çocuk Gögüs Hastalıkları Bilim Dalı, Diyarbakır
Dicle Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
1
2
Tüberküloz gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir sağlık
sorunudur. Gastrointestinal sistem tüberkülozu çoçuklarda oldukça nadir
görülmektedir. Yayma pozitif hastanın balgamını yutması ya da ilk enfeksiyondan yayılan basilin aktivasyonu ile gelişir. En sık ileoçekal bölgede
görülür.
Olgu: Beş yaşında kız hasta karın ağrısı, ateş, kusma şikayetleri sonrası
akut apandisit ön tanısıyla opere edildi. Patoloji raporunun kazeifiye granülomatöz apandisit olarak raporlanması ve histokimyasal olarak EZN boyama ile pozitif basil görülmesi üzerine hasta servisimize sevk edildi. Öyküsünde son zamanlarda başlayan karın ağrısı dışında bir özellik yok idi.
Soy geçmişinde anneannede tüberküloz olduğu ve hastanın 3 ay kadar
anneanne ile temas öyküsü olduğu öğrenildi. Fizik muayenede nabız:120
atım/dk, ateş:38.5 C sağ submandibular bölgede ve sağ koltuk altında 2
cm ebadında mobil lenfadenopati izlendi. Laboratuvar tetkiklerinde beyaz
küre sayısı 31600/mm3, hemoglobin 8.1 g/dl, trombosit sayısı 587000/
mm3, C reaktif protein değeri 19.7 mg/dl (Normal değer:0.0-0.5 mg/dl)
idi. Arka ön akciğer grafi bulguları normal idi. Batın ultrasonografisi doğal
idi. Üriner sistem ultrasonografisinde sağ böbrekte hafif hidronefroz saptandı (AP çapı: 7 mm). Hastadan 3 gün üst üste açlık mide suyu alındı.
Alınan açlık mide suyu tetkiklerinde direk bakıda aside rezistans bakteri
saptanmadı. Ancak alınan örneklerde 32. günde M.Tüberculosis complex
üredi. Hastanın patololojisinde EZN pozitif basil, kazeifiye granülomatöz
apandisit saptanması, temas öyküsü olması, klinik uygunluğu olması ve
kültürde üremesi sebebiyle hastaya gastrointestinal tüberküloz tanısı konuldu. Anti tüberküloz (izoniyazid, rifampisin, streptomisin ve pirazinamid)
tedavi başlandı. Olgumuzu çocuklarda diğer sistem tutulumları olmadan
da tüberkülozun sadece akut apandisit tablosuna yol açabileceğini vurgulamak amacıyla sunduk.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, çocukluk çağı, akut apandisit
124
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P349
Primer Silier Diskinezili Olguların
Retrospektif Değerlendirilmesi
Erkan Akkuş, Sevgi Pekcan
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Pediatri Anabilim Dalı, Konya
Primer silier diskinezi (İmmotil silya sendromu,PSD) otozomal resesif
geçişli, silier yapı ve fonksiyonlarda anormalliklerle giden ve 20000 canlı
doğumda bir görülen nadir bir hastalıktır. Elektron mikroskopik incelemede en sık görülen ultrastrüktürel bozukluk epitelyal siliyalarda dynein kollarının yokluğudur. Bir kısım olguda ise, inefektif silia işlevi gözlemlenmiştir.
Solunum yollarındaki silial dismotilite sonucu mukosiliyer klirens bozulur,
epitel yüzeyinde biriken salgılar temizlenemeyip bakteriyel infeksiyonlara
neden olur. Kronik ya da tekrarlayan infeksiyonlarla erken yaşta bronşektazi oluşur.
Metod: Biz PSD tanısıyla takipli 31 hastamızın demografik özellikleri,
klinik bulguları ve izlemlerinde saptanan durumları içeren bir çalışmayı
sunuyoruz. Bu çalışmadaki amacımız; hastalığın önemine, sıklığına, takip
sürecinde yapılması gerekenlere ve tanıda kullanılan yardımcı testlerin değişkenliğine dikkat çekmek istedik.
Bulgular: Çalışmaya dahil ettiğimiz 31 hastada kız:erkek 10:21, ortalama yaş 8,2 yıldı. Hastaların 25’i Kartagener Sendromu(Situs İnversus) tanılıydı. Hastaların 20’sinde bronşiektazi vardı. Ortalama takip süresi 25,6
aydı. En sık izlenen klinik bulgular ronküs, bol balgam ve postnazal akıntı
şikâyetiydi.
Sonuç: Primer silier diskinezi tanısı konulan hastaların sıklıkla tekrarlayan akciğer bulguları ile gelmektedirler ve hastaların sıklıkla farklı tanılar
ile takip edilmektedirler. Özellikle erken tanı konulması sayesinde oluşabilecek kronik komplikasyonlar önlenebilmektedir. Hastaların tanı almaları
sonrası takiplerinde morbiditelerinin azaltılabilmesinin yeterli takip sıklığına ve gerekli tetkiklerin yapılması ile ilişkili olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Primer silier diskinezi, Kartagener sendromu,
Çocuk
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PULMONER REHABİLİTASYON VE KRONİK BAKIM
P350
Torakotomi operasyonları sonrasında
gelişen pulmoner komplikasyonlar
Azime Açar1, Şirin Akdeniz2, Hatice Kaçmaz2, Nazmiye Erbil2, Özgür Cengiz3,
Abdullah Erdoğan2
Akdeniz Üniversitesi Hastanesi, Pediatri Yoğun Bakım Bilim Dalı, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Antalya
3
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Antalya
p=0.001). GYA testi sırasındaki dispne algılama düzeyleri anlamlı olarak
azaldı (p=0.021).
Sonuç: KOAH’lı hastalarda üst ekstremite kas kuvvet eğitimi, inspiratuar kas kuvvetini arttırmakta ve GYA sırasındaki performansı olumlu yönde
etkilemektedir. Özellikle üst ekstremitelerin kullanıldığı GYA sırasında nefes
darlığı nedeniyle zorlanan hastaların pulmoner rehabilitasyon programlarında üst ekstremite eğitiminin olası olumlu etkileri göz önünde bulundurulmalı ve programa dahil edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, kuvvet eğitimi, günlük yaşam aktiviteleri,
dispne, solunum kas kuvveti
1
2
Amaç: Torakotomi operasyonu geçirmiş hastalarda hangi komplikasyonların geliştiğini belirlemek ve torakotomi geçiren hastaların komplikasyonlar açısından yakından takibedilmesini sağlamaktır.
Materyal-Metod: Torakotomi operasyonu geçirmiş yüz hasta çalışmaya alınmıştır. Hastalar postoperatif 0. günden taburcu oluncaya kadar
izlenmiştir. Hastaların demografik özellikleri, tanıları, aldıkları tedaviler
kaydedildi. Plevral efüzyon, atelektazi, pnömotoraks, şilotoraks, amfizem,
hava kaçağı, pnömoni, rezidüel plevral boşluk ve kanama gelişip gelişmediği postoperatif dönemde akciğer grafisi, inspeksiyon, oskültasyon ve
drenaj takibi ile değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan 100 hastanın 40’ında komplikasyon gelişti, 60’ında ise komplikasyon gelişmedi. Torakotomi ile 31 hastaya wedge
rezeksiyonu, 23 hastaya lobektomi, 4 hastaya pnömonektomi, 9 hastaya
dekortikasyon, 3 hastaya bül eksizyonu, 3 hastaya diyafragma onarımı
yapıldı. Diğer 21 hastaya ise torakotomi ile başka işlemler yapıldı. Torakotomi yapılan hastalardan 22’ sinde (%22) hava kaçağı, 5 (%5) hastada
pnömoni, 7 (%7) hastada atelektazi, 2(%2) hastada ampiyem, 1 (%1)
hastada bronkoplevral fistül,1 (%1) hastada yara açılması, 1 (%1) hastada
rezidüel plevral boşluk, 2 (%2) hastada kanama, 5 (%5) hastada dispne,
2(%2) hastada yara yerinde enfeksiyon, 1 (%1) hastada şilotoraks, 1 (%1)
hastada amfizem görüldü.
Sonuç: Torakotomi operasyonundan sonra erken dönemde pulmoner
ve extrapulmoner birçok komplikasyon geliştiği gözlenmiştir. Bu nedenle
herhangi bir endikasyonla torakotomi yapılan hastalar yaşam kalitelerinin
geliştirilmesi için torakotomi komplikasyonları açısından daha yakından
takibedilmelidir.
Anahtar Kelimeler: torakotomy, torakotomy komplikasyonları
P351
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalarında Üst
Ekstremite Eğitiminin Solunum Kas Kuvveti ve
Günlük Yaşam Aktiviteleri Üzerine Etkileri
Ebru Çalık Kütükcü1, Hülya Arıkan1, Çiğdem Öksüz2, Naciye Vardar Yağlı1,
Melda Sağlam1, Deniz İnal İnce1, Tülin Düger1, Sema Savcı3, Ayşenur
Karaman1, Lütfi Çöplü4
1
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ergoterapi Bölümü, Ankara
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
4
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Giriş-Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalarında (KOAH), kol egzersizleri sırasında yardımcı solunum kaslarının kullanılması, bu kasların
ventilasyona olan katkılarını azaltmakta ve diyafragmanın iş yükünü arttırmaktadır. Bu çalışmanın amacı, üst ekstremite kas kuvvet eğitiminin solunum kas kuvveti ve günlük yaşam aktiviteleri (GYA) üzerine etkilerini
araştırmaktı.
Gereç-Yöntem: Onyedi KOAH’lı hasta (13 erkek, 4 kadın, ortalama
FEV1= %45.9±14.6) çalışmaya dahil edildi. Solunum kas kuvveti ve
GYA (GYA simülasyon testi) değerlendirildi. Hastaların GYA testi öncesi ve sonrası solunum frekansı, kalp hızı ve oksijen saturasyonu, dispne
algılaması değerlendirildi. GYA testi sırasında 10 dk. boyunca tamamlanan döngü (tahta silmek, bulaşık yıkamak, ağırlıkları kaldırmak, lambaları
takmak ve çıkarmak) sayısı kaydedildi. Hastalara 1 maksimum tekrarın
%40-50’sinde, 8-12 tekrar olmak üzere toplam 23 seans (8 hafta) üst ekstremite kas kuvvet eğitimi verildi.
Bulgular: Üst ekstremite eğitimi ile, hastaların MIP değerleri ve GYA
simülasyon testi tur sayıları anlamlı olarak arttı (sırasıyla p=0.045,
P352
Pulmoner hipertansiyon hastalarında
inspiratuar kas eğitiminin pulmoner arter
basıncı, solunum ve periferal kas kuvvetine
etkisi
Melda Sağlam1, Hülya Arıkan1, Naciye Vardar Yağlı1, Ebru Çalık Kütükcü1,
Deniz İnal İnce1, Sema Savcı2, Ali Akdoğan3, Mehmet Yokuşoğlu4, Lale
Tokgözoğlu5
1
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Ankara
2
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Ünitesi,
Ankara
4
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
5
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
Giriş-Amaç: Pulmoner hipertansiyonda (PHT) inspiratuar kas eğitiminin (İMT) etkisi bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı, İMT’nin pulmoner arter basıncı, solunum ve periferal kas kuvveti üzerine etkilerini
araştırmaktı.
Bireyler ve Yöntem: Yirmi dokuz klinik olarak stabil PHT hastası (yaş
ortalaması: 49.7±12.4 yıl, ortalama pulmoner arter basıncı: 85.2±27
mmHg) çalışmaya katıldı. Hastalar rastgele olarak eğitim (n=14) ve
kontrol grubu (n=15) olarak ayrıldı. Hastalara 6 hafta boyunca 30 dk/
gün, maksimal inspiratuar basınçlarının (MIP) %30’unda, eşik yüklemeli cihaz kullanılarak İMT uygulandı. Başlangıçta ve 6. haftanın sonunda,
bütün hastaların ekokardiyografi ile pulmoner arter basınçları ölçüldü.
Solunum kas kuvveti (MIP, maksimal ekspiratuar basınç-MEP) ve periferal
kas kuvveti (diz ekstansörleri, omuz abdüktörleri ve el kavrama kuvveti)
değerlendirildi.
Bulgular: Altı haftalık İMT’den sonra MIP, MEP, diz ekstansörleri, omuz
abdüktörleri ve el kavrama kuvvetinde istatistiksel olarak anlamlı gelişme
saptandı (p<0.05). İMT sonunda, pulmoner arter basıncı eğitim grubunda
değişmemekle birlikte, fark değerleri karşılaştırıldığında kontrol grubunda
anlamlı artış olduğu bulundu (p<0.05).
Sonuç: İMT, PHT hastalarında solunum ve periferal kas kuvvetini artırmaktadır. İMT, pulmoner arter basıncındaki kötüleşmeyi engelleyebilir.
İMT, PHT’de güvenle uygulanabilir ve olumlu etkileri nedeni ile PHT tedavisinde yer alabilir.
Anahtar Kelimeler: İnspiratuar kas eğitimi, pulmoner hipertansiyon,
solunum kas kuvveti
P353
Bronşektazili çocuklarda stabilizasyon
egzersizlerinin fonksiyonel kapasite,
periferik kas kuvveti ve enduransı üzerine
etkisi
Naciye Vardar Yağlı1, Melda Sağlam1, Ebru Çalık Kütükcü1, Deniz İnal İnce1,
Hülya Arıkan1, Nural Kiper2
1
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Göğüs
Hastalıkları Ünitesi, Ankara
Giriş-Amaç: Stabilizasyon egzersizleri öncelikle gövde kaslarının aktivasyonu ile ilişkilidir ve spinal kasların koordine kontraksiyonunu içeren
statik, dinamik ve fonksiyonel egzersizler yer alır. Bu çalışmanın amacı,
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
125
POSTER SUNUMLARI
bronşektazili çocuklarda stabilizasyon egzersizlerinin fonksiyonel kapasite,
periferik kas kuvveti ve enduransı üzerine etkilerini araştırmaktı.
Gereç-Yöntem: Çalışmaya 10 bronşektazili hasta (yaş ortalaması
14.6±3.72) dahil edildi. Hastalara 4 hafta boyunca, haftada 3 gün 1 saat
süre ile mat, top ve therabant uygulamalarını içeren stabilizasyon egzersizleri uygulandı. Hastaların fonksiyonel egzersiz kapasiteleri 6 dakika yürüme testi (6 DYT) ile belirlendi. Periferal kas kuvveti (omuz abduktörleri, el
kavrama, diz ekstansörleri) dijital dinamometre ile değerlendirildi. Periferik
kas enduransı, mekik ve squat testleri ile değerlendirildi.
Bulgular: Stabilizasyon egzersiz eğitimi sonrası, hastaların 6 DYT mesafelerinde anlamlı artış bulundu (p< 0.01). Eğitim sonrası, hastaların
dispne ve bacak yorgunluğu algılamaları anlamlı olarak azaldı (p< 0.01).
Hastaların periferal kas kuvvetlerinde anlamlı artış saptandı (p< 0.01).
Ayrıca, mekik ve squat tekrar sayıları anlamlı olarak arttı (p< 0.01).
Sonuç: Kısa süreli stabilizasyon egzersizlerinin, bronşektazili çocuklarda
fonksiyonel egzersiz kapasitesi, periferik kas kuvveti ve enduransını geliştirmektedir. Stabilizasyon egzersizlerinin, yeterli sayıda hastayla yapılan,
kontrol grubunun diğer egzersiz modaliteleri ile karşılaştırıldığı ve uzun
süreli etkilerin incelendiği çalışmalar planlanarak pulmoner rehabilitasyondaki yeri araştırılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, stabilizasyon eğitimi, periferik kas
kuvveti
P354
Şiddetli Yorgunluğu Olan ve Olmayan
İnterstisyel Akciğer Hastalarında Solunum
Kas Kuvveti, Dispne ve Depresyonun
Karşılaştırılması
Burcu Camcıoğlu1, Meral Boşnak Güçlü1, Müşerrefe Nur Karadallı1, Zeynep
Arıbaş1, Gülşah Barğı1, Nurdan Köktürk2, Haluk Türktaş2
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Amaç: İnterstisyel akciğer hastalığı (İAH) olan bireylerde genel yorgunluk yüksek oranda bildirilmiştir ve en sık görülen semptomdur. Şiddetli yorgunluğu olan ve olmayan İAH olanlarda solunum kas kuvveti,
dispne ve depresyonun araştırıldığı çalışma yoktur. Çalışmanın amacı,
şiddetli yorgunluğu olan ve olmayan İAH olan bireylerde pulmoner fonksiyonlar, solunum kas kuvveti, dispne algılaması ve depresyon seviyesini
karşılaştırmaktı.
Yöntem-Gereçler: Kırk bir İAH olan birey çalışmaya dahil edildi.
Şiddetli yorgunluk Yorgunluk Şiddet Ölçeği’ne (YŞÖ>=36) göre sınıflandırıldı. Şiddetli yorgunluğu olan 28 hasta (8E/20K, 47.85±10.44 yıl,
DLCO:%80.37±18.28) ve olmayan 13 hasta (6E/7K, 45.38±9.09 yıl,
DLCO:%80.45±16.59) karşılaştırıldı. Pulmoner fonksiyonlar spirometre
ile, solunum kas kuvveti (MİP,MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, dispne modifiye Medical Research Council (MMRC) dispne ölçeği ve depresyon Montgomery–Åsberg Depression Ölçeği (MADÖ) ile değerlendirildi.
Bulgular: Her iki grubun demografik özellikleri, pulmoner fonksiyonları ve DLCO değerleri benzerdi (p>0.05). Hastaların %68.29’unda şiddetli yorgunluk vardı. Şiddetli yorgunluğu olan hastalarda MIP (p=0.05)
istatistiksel anlamlı olarak düşük, MMRC (p=0.01) ve MADÖ (p=0.009)
puanları yüksekti.
Sonuçlar: Şiddetli yorgunluğu olan interstisyel akciğer hastalığı olan
bireyler benzer pulmoner fonksiyonlara sahip az yorulan bireylerle karşılaştırıldığında, azalmış inspiratuar kas kuvvetine ve artmış dispne ve
depresyon algısına sahiptir. Pulmoner rehabilitasyon uygulamalarında
yorgunluk değerlendirilmeli ve inspiratuar kas ve egzersiz eğitimi gibi yorgunluğu azaltıcı yaklaşımları içermelidir.
Anahtar Kelimeler: interstisyel akciğer hastalığı, solunum kas kuvveti,
yorgunluk
126
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P355
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
İstirahat Dispnesi olan Erken Evre Sarkoidoz
Hastalarının Solunum ve Periferal Kas
Kuvveti, Yorgunluk, Yaşam Kalitesi ve
Fiziksel Aktivite Düzeyleri
Müşerrefe Nur Karadallı1, Meral Boşnak Güçlü1, Burcu Camcıoğlu1, Zeynep
Arıbaş1, Gülşah Barğı1, Nurdan Köktürk2, Haluk Türktaş2
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş-Amaç: Sarkoidoz hastalarında görülen sistemik ve metabolik etkenler anormal solunum fonksiyonları, periferik ve solunum kas zayıflığı ve
dispneye neden olmaktadır. Literatürde istirahat dispnesi olan ve olmayan
erken evre sarkoidoz hastalarında solunum fonksiyonları, solunum ve periferik kas kuvveti, yorgunluk, yaşam kalitesi ve fiziksel aktivite düzeylerinin
araştırıldığı çalışma yoktur. Çalışmanın amacı, istirahat dispnesi olan ve
olmayan erken evre sarkoidoz hastalarının solunum fonksiyonları, solunum ve periferik kas kuvveti, yorgunluk, yaşam kalitesi ve fiziksel aktivite
düzeylerini karşılaştırmaktı.
Yöntem-Gereçler: İstirahat dispnesi olan 14 (46.50±12.03 yıl,
11K/3E) ve olmayan 17 (45.88±9.72 yıl, 10K/7E) hasta karşılaştırıldı.
Hastaların demografik bilgileri kaydedildi. Pulmoner fonksiyonlar ve pulmoner difüzyon kapasitesi (DLCO) ölçüldü. Solunum kas kuvveti (MIP,
MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, kavrama kuvveti taşınabilir el dinamometresi, yorgunluk algılaması Yorgunluk Şiddet ölçeği (YŞÖ), yaşam kalitesi
Saint George’s Solunum ölçeği (SGRQ) ve fiziksel aktivite düzeyi Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ-SF) ile değerlendirildi.
Bulgular: Her iki grubun demografik özellikleri, solunum kas kuvveti, pulmoner fonksiyonları, beklenen DLCO ve IPAQ-SF toplam puanları
benzerdi (p>0.05). Hastaların %45.16’sında istirahat dispnesi vardı. İstirahat dispnesi olan hastalarda kavrama kuvveti (p=0.019) daha düşük,
YŞÖ (p=0.02), SGRQ (p=0.039) puanları anlamlı olarak daha yüksekti.
Sonuçlar: Benzer solunum fonksiyonları, solunum kas kuvveti ve fiziksel aktivite düzeyine sahip erken evre sarkoidoz hastalarında istirahat
dispnesi olanların periferik kasları daha zayıf, yorgunluk algısı daha yüksek
ve yaşam kalitesi olmayanlardan daha kötüdür. Erken evre sarkoidoz hastalarında pulmoner rehabilitasyonun etkileri araştırılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: dispne, sarkoidoz, yaşam kalitesi
P356
Sarkoidoz Hastalarında İnspiratuar Kas
Eğitiminin Maksimal Egzersiz Kapasitesi,
Solunum ve Periferal Kas Kuvveti,
Yorgunluk, Depresyon ve Yaşam Kalitesi
Üzerine Etkisi
Müşerrefe Nur Karadallı1, Meral Boşnak Güçlü1, Burcu Camcıoğlu1, Zeynep
Arıbaş1, Gülşah Barğı1, Nurdan Köktürk2, Haluk Türktaş2
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş-Amaç: Sarkoidoz hastalarında solunum kas kuvveti ve egzersiz
kapasitesinin azaldığı bildirilmiştir. Fakat inspiratuar kas eğitiminin (IMT)
maksimal egzersiz kapasitesi, solunum ve periferik kas kuvveti, yorgunluk,
depresyon ve yaşam kalitesi üzerine etkileri araştırılmamıştır.Çalışmamızın
amacı, sarkoidoz hastalarında inspiratuar kas eğitiminin maksimal egzersiz
kapasitesi, solunum ve periferik kas kuvveti, yorgunluk, depresyon ve yaşam kalitesi üzerine etkilerinin araştırılmasıydı.
Yöntem-Gereçler: Çalışma ileriye dönük, randomize kontrollü ve çift
kör planlandı. On beş hastaya (45.06±8.06 yıl) inspiratuar kas eğitimi
(%40 MIP) ve 15 hastaya (47.46±12.89 yıl) sham terapisi (%5 MIP) 6
hafta uygulandı. Maksimal egzersiz kapasitesi Modifiye Artan Hızda Mekik
Yürüme Testi (AHMYT), solunum kas kuvveti (MIP, MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, periferal kas kuvveti dinamometre, yorgunluk Yorgunluk Şiddet Ölçeği (YŞÖ), depresyon Montgomery Asberg Depression Derecelendirme Ölçeği (MADÖ) ve yaşam kalitesi Saint George’s Solunum Anketi
(SGRQ) ile değerlendirildi.
Bulgular: Grupların başlangıç klinik ve demografik özellikleri benzerdi
(p>0.05). İnspiratuar kas eğitim grubunun Modifiye AHMYT mesafesi,
MIP, MEP kontrol grubuna göre anlamlı arttı, şiddetli yorgunluk algı oranı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
istatistiksel anlamlı olarak azaldı (p<0.05). İnspiratuar kas eğitim grubunda Modifiye AHMYT mesafesi ve quadriseps femoris kas kuvvetinde anlamlı artış görüldü (p<0.05). Her iki grupta da MIP, MEP, MADÖ ve SGRQ
toplam puanları istatistiksel anlamlı olarak arttı (p<0.05).
Tartışma: İnspiratuar kas eğitimi sarkoidoz hastalarında maksimal egzersiz kapasitesi, solunum kas kuvvetini arttırır ve yorgunluk algısını azaltır.
Altı haftalık IMT depresyon, yaşam kalitesi ve periferik kas kuvvetini geliştirmekte yeterli olmayabilir. İnspiratuar kas eğitimi güvenlidir ve pulmoner
rehabilitasyon programlarında etkin bir şekilde dahil edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: inspiratuar kas eğitimi, maksimal egzersiz kapasitesi, sarkoidoz
P357
Pulmoner Arterial Hipertansiyonlu
Hastalarda Periferal Kas Testi Ve Solunum
Kas Testinin Fonksiyonel Kapasite İle İlişkisi
Sonuç: Pulmoner arteriel hipertansiyonlu hastalarda 6 dakika yürüme
testi egzersiz kapasitesini belirlemede bisiklet ergometresi testi kadar eşit
oranda kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner arterial hipertansiyon, 6 dakika yürüme testi, egzersiz testi
P359
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı
(KOAH) olan hastalarda dengenin
değerlendirilmesi ve etkilenimlerinin
incelenmesi
Serap Acar1, İsmail Özsoy1, Buse Özcan1, Sema Savcı1, Atilla Akkoçlu2, Sevgi
Özalevli1
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Amaç: Bu çalışmanın amacı pulmoner hipertansiyonu olan hastalarda
periferal kas testi ve solunum kas testi ile fonksiyonel kapasite arasındaki
ilişkiyi belirlemekti.
Metod ve Materyal: Pulmoner arterial hipertansiyon olgularının demografik bilgileri sorgulandı, periferal kas testi, solunum kas testi ve egzersiz testi uygulandı. El kavrama kuvveti ölçümleri hand grip ile alt ekstremite ölçümleri hand held dinamometre ile yapıldı. Solunum kas kuvveti
solunum kas testi ölçüm cihazı ile ölçüldü. Egzersiz kapasitesi bisiklet ergometresi testi ile belirlendi. Solunum fonksiyonları bisiklet ergometresi testi
sırasında ölçüldü. Periferal ve solunum kas testinin fonksiyonel kapasite ile
olan ilişkisi Pearson Korelasyon Testi ile belirlendi.
Bulgular: Pearson korelasyon testi sonuçlarına göre sağ ve sol quadriceps femoris kas kuvveti (p = 0.03, r= 0.675 R, p = 0.03, r= 0.671 L),
sağ ve sol kavrama kuvveti (p = 0.02, r = 0.696 R, p = 0.011, r = 0.597
L) ve maksimal ekspiratuvar basınç (p = 0.01, r = 0.696) fonksiyonel
kapasite ile pozitif yönde korele bulundu.
Sonuç: Pulmoner arterial hipertansiyon hastalarında periferal ve ekspiratuar kas kuvveti fonksyionel kapasiteyi etkilemektedir. Bunun sonucu
olarak PAH hastalarında fonksiyonel kapasitenin arttırılması için periferal
ve solunum kaslarının kuvvetlendirilmesinin rehabilitasyon programlarına
dahil edilmesi gerektiği önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner arterial hipertansiyon, kas kuvveti,
fonksiyonel kapasite
Giriş-Amaç: Son çalışmalarda Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı
(KOAH) olan bireylerde denge bozukluklarının ve düşme riskinin arttığı
bildirilmiştir. Çalışmamızın amacı; KOAH’lı bireylerde düşme riskini, denge etkilenimi ve ilişkili faktörleri belirlemektir.
Gereç-Yöntem: Çalışmamıza ortalama yaşı 66.64±9.22 yıl olan 14
KOAH’lı ve 69.43±4.88 yıl olan 16 sağlıklı birey dahil edildi. Olgulara
solunum fonksiyon testi yapıldı. Olguların egzersiz kapasiteleri 6 Dakika
Yürüme Testi ile değerlendirildi ve düşme hikayeleri sorgulandı. Denge;
Berg Denge Testi ve Balance Master ile değerlendirildi. Quadriceps femoris kas kuvveti hand-held dinamometre ile ölçüldü.
Bulgular: KOAH’lı olguların solunum fonksiyon test değerleri ve yürüme mesafeleri sağlıklı bireylere göre düşüktü (p < 0.05). Sağlıklı bireylere
göre KOAH’lı olgularda yürüme testi sırasındaki diyastolik kan basıncı ve
periferal oksijen saturasyonu değerlerindeki değişim KOAH hasta grubu
aleyhine daha fazla bulundu (p<0.05). Son bir yıl içinde düşme insidansının KOAH grubunda daha yüksek olduğu tespit edildi (p<0.05).Her iki
grup arasında denge testi sonuçlarının ve kararlılık sınır testi ile elde edilen
reaksiyon zamanı değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p
<0.05). Düşme insidansı ve denge ile ilişkili parametrelerin; sağlıklı bireylerde yaş faktörü ve birbirleriyle ilişkili olduğu saptanırken, KOAH hastalarında bu parametrelerin; VKİ, solunum fonksiyon test değerleri, kas
kuvveti, yorgunluk şiddeti, periferal saturasyon değeri ve birbirleriyle ilişkili
olduğu bulundu.
Sonuç: Bozulmuş solunum ve kardiyak fonksiyonlar, inaktivite ve zayıf
kas kuvveti nedeniyle KOAH’lı hastaların sağlıklı bireylere göre daha uzun
reaksiyon zamanına ihtiyaç duymaları sonucu dengenin etkilendiği ve bu
hastalarda düşme riskinin de arttığı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı, düşme,
denge
P358
P360
Pulmoner Arterial Hipertansiyonlu
Hastalarda Alan Ve Laboratuvar Egzersiz
Testleri Arasındaki İlişki
Koah’lı Olgularda Hastalığın Evresi Ve
Fiziksel Fonksiyonlar Arasındaki İlişkinin
İncelenmesi
Serap Acar1, Sema Savcı1, Didem Karadibak1, Buse Özcan1, Bahri Akdeniz2,
Ebru Özpelit2, Can Sevinç3
Orçin Telli Atalay1, Uğur Yanbal2, Atiye Kaş2, Harun Taşkın1, Berna Öztürk3,
Ali İhsan Yıldız4
Sema Savcı1, Serap Acar1, Buse Özcan1, Didem Karadibak1, Bahri Akdeniz2,
Ebru Özpelit2, Can Sevinç3
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
3
Amaç: Bu çalışmanın amacı pulmoner arteriel hipertansiyonu
olan hastalarda alan ve laboratuvar egzersiz testleri arasındaki ilişkinin
belirlenmesiydi.
Metod ve Materyel: Olgularının demografik bilgileri sorgulandı. Egzersiz kapasitesi 6 dakika yürüme testi ve bisiklet ergometresi testi ile ölçüldü. Tahmin edilen oksijen tüketimi ile ölçülen oksijen tüketimi arasındaki
ilişki Pearson Korelasyon Analizi ile test edildi.
Bulgular: Yürüme mesafesi ve tahmin edilen VO2peak ile ölçülen oksijen tüketimi arasında (p =0.00 r = 0.881), bisiklet ergometresi testi sırasındaki maksimal iş yükü ile (p =0.00, r= 0.836) ve bisiklet ergometresi
sırasında ulaşılan maksimal kalp hızı arasında (p = 0.05, r =0.684) pozitif
yönde güçlü korelasyon bulundu.
1
Pamukkale Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksek Okulu, Genel Fizyoterapi
ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı,Denizli
2
Pamukkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Anabilim
Dalı,Denizli
3
Denizli Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Denizli
4
Servergazi Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Denizli
Amaç: KOAH solunum zorluğunun ve tekrarlanan solunum yolu enfeksiyonlarının yanı sıra pek çok sistemik hastalığa da yol açmaktadır.
İlerleyici havayolu obstüksiyonu, kronik hipoksi ve bunlara eşlik eden çeşitli durumlar ilerleyici kas zayıflığına ve fiziksel fonksiyonlarda azalmayla
engelliliğe neden olabilmektedir. Bu çalışma KOAH’lı olgularda hastalığın
evresi ile fiziksel fonksiyon arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapıldı.
Metod:: Çalışmaya Denizli ilindeki hastanelerde tedavi gören 82
KOAH olgusu dahil edildi. Olguların demografik özellikleri ve hastalıkla
ilgili veriler kaydedildi. KOAH evresi göğüs hastalıkları uzmanları tarafından belirlendi. Olguların fiziksel fonksiyonu Basit Fiziksel Fonksiyon Ska-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
127
POSTER SUNUMLARI
lası ile, dispne düzeyleri ise Modifiye Medical Research Council (MMRC)
ile değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen olgulardan %39’u evre B KOAH hastasıydı. KOAH süresi ortalama 6,12± 1,24 yıl olan olguların %34’ünün
fiziksel fonksiyon düzeyi ağır akciğer hastalığından dolayı yatalak durumda/evinden dışarı çıkamıyor ve kendi gereksinimlerini ancak birinin yardımıyla giderebiliyor (sınıf 4) olarak belirlendi. Olguların %29’unun MMRC
dispne skoru 3’tü. Hem KOAH evresi hem de dispne skoruyla fiziksel fonksiyon arasında pozitif yönde anlamlı ilişki bulundu (p<0.05).
Sonuç: KOAH’ta hastalığın evresi ilerledikçe fiziksel fonksiyon kayıpları
artmaktadır. Dispne fiziksel fonksiyon kaybını etkileyen en önemli faktörlerden biri olabilir. KOAH’lı olguların erken evrelerde pulmoner rehabilitasyon programlarına dahil edilmelerinin egzersiz kapasitesini arttırarak
fiziksel fonksiyondaki kayıpları ve hastalığa bağlı engelliliği önlemek açısından önemli olduğunu düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: Dispne, Fiziksel Fonksiyon, KOAH
P361
Akciğer Transplantasyonu Planlanan
Bir Olguda Preoperatif Pulmoner
Rehabilitasyon Programı Sonuçları
Arif Balcı, Esra Pehlivan, Lütfiye Kılıç
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Olgu: 46 yaşında bayan hasta, bronşektazi ve KOAH‘a bağlı tip II solunum yetersizliği nedeniyle akciğer transplantasyonu planlanarak hazırlık
sürecinde ünitemize refere edildi. Maksimum tıbbi medikal tedaviye rağmen efor dispnesi düzelmeyen hasta 01 Mart -06 Kasım 2013 tarihleri
arasında hastanemizde Pulmoner Rehabilitasyon(PR) egzersiz programına
alındı. Evde olduğu günler için de ev programı verildi. Gözetimli egzersiz
programı haftanın 2 günü yürüyüş, bisiklet ve kol ergometresinden oluşan
endurans egzersizlerini, üst-alt ekstermite güçlendirme egzersizlerini ve solunum egzersizlerini kapsamaktaydı.
Program sonunda hastanın solunum fonksiyon testlerinde anlamlı bir
fark oluşmamasına rağmen, 6dk yürüyüş testi ve yürüyüş bandı, bisiklet
ve kol ergometresinde kat ettiği mesafelerde artış saptanmıştır. CAT ve
MMRC skorlarında değişiklik olmamasına karşın BECK depresyon ölçeği
skorunda artış gözlenmiştir (tablo 1).
Sonuç: Bronşektazi ve KOAH’a bağlı tip II solunum yetmezliği nedeniyle akciğer transplantasyonu planlanan bu olguda, PR sonrası egzersiz
kapasitesinde artış olmasına rağmen psikolojik durumunun gerilemesi, solunum fonksiyonlarında düzelme olmamasına bağlanmıştır. Sonuç olarak,
literatür ile benzer şekilde, artan egzersiz kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda, akciğer transplantasyonu planlanan tüm hastalara PR programlarının uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner Rehabilitasyon, akciğer nakli,
fizyoterapi
Tablo 1. Preoperatif Pulmoner Rehabilitasyon başlangıç ve bitiş
değerleri
Başlanıç
01.03.13
Akciğer Hacim Küçültme Ameliyatı Planlanan
Bir Olgunun Preoperatif Pulmoner
Rehabilitasyon Programı Sonuçları
Esra Pehlivan, Arif Balcı, Lütfiye Kılıç
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Olgu: 60 yaşında erkek hasta, KOAH (Büllöz amfizem) tanısı ile hacim
küçültme ameliyatı (AHKA) planlanarak ameliyata hazırlık sürecinde birimimize refere edildi. Efor dispnesi şikayeti bulunan hastanın özgeçmişinde
45pk/yıl sigara içmesi dışında bir özellik yoktu. Maksimum medikal tedavi
alan ve sigarayı bırakan hasta 13 Mayıs -24 Aralık 2013 tarihleri arasında planlanan 10 ar günlük hastane yatışları sırasında gözetimli Pulmoner
Rehabilitasyon (PR) egzersiz programına alındı. Evde geçirdiği dönemler
için de ev programı verildi. Gözetimli egzersiz programı haftanın her günü
yürüyüş, bisiklet, kol ergometresi çalışmalarını, üst ve alt ekstremite kuvvetlendirme egzersizlerini kapsamaktaydı.
Program sonunda hastanın solunum fonksiyon testlerinde düzelme olmamasına rağmen, 6dk yürüyüş testi ve yürüyüş bandı yürüyüş mesafesinde, bisiklet ve kol ergometresinde kat ettiği mesafelerde artış, BECK
depresyon ve CAT ölçeği skorlarında ise azalış saptanmıştır (tablo 1).
Sonuç: Büllöz amfizem tanısı ile AHKA planlanan bu olguda, PR sonrası egzersiz kapasitesinde artış ve psikolojik durumunda iyileşme olmasına rağmen literatür ile benzer şekilde solunum fonksiyon kapasitelerinde
bir düzelme olmamıştır. AHKA planlanan tüm olgularda PR programlarının uygulanması sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner Rehabilitasyon, Akciğer hacim küçültme ameliyatı, fizyoterapi
Tablo 1. Preoperatif Pulmoner Rehabilitasyon başlangıç ve bitiş
değerleri
Başlanıç
13.05.13
Bitiş
24.12.13
%
6dkyt mesafe (m)
402
489
+21,6
Yürüyüş bandı yürüyüş mesafesi(m)
350
690
+97,1
Bisiklette kat edilen yol (km)
3,5
4,31
+23,1
Kol ergometresinde kat edilen mesafe (km)
2,58
3,31
+28,2
%FVC
60.0
50,3
-17,1
%FEV1
37.9
26,7
-29,5
FEV1/FVC
65.4
46,8
-28,4
BECK
25
12
-52
CAT
30
26
-13,3
P363
Bitiş
06.11.13
%
6dkyt mesafe (m)
300
419
+39,6
Yürüyüş bandı yürüyüş mesafesi (m)
330
860
+160
Bisiklette kat edilen yol (km)
1,87
4,16
+122
Kol ergometresinde kat edilen mesafe (km)
1,61
3,00
+86
%FVC
39
29
-25
%FEV1
29
29
0
FEV1/FVC
63
87
+38
BECK
21
34
+61
CAT
33
33
0
MMRC
3
3
0
128
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P362
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Sedanter Yaşantı Süren Üniversite
Öğrencilerinde Solunum Tipi ve Frekansını
Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi
Özden Canbay1, Esra Doğru1, Sibel Doğru2, Nilüfer Çetişli Korkmaz1,
Sebahat Genç2, Ersin Şükrü Erden2
Mustafa Kemal Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
1
2
Amaç: Çalışma, sedanter yaşantı süren üniversite öğrencilerinde solunum tipi ve frekansını etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amacıyla
planlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya üniversite 2. Sınıf öğrencilerinden herhangi bir
sporla uğraşmayan; 19-23 yaş aralığında (ort ± ss= 20.3±1)23 erkek;
27 bayan olmak üzere 50 birey alındı. Bireylerin duygu durumları Beck
Depresyon Envanteri ile; Kas testleri Lovvet Manuel Kas Testi ile;postürleri
gözlemsel postür analizi ile; solunum tipi ve frekansı ile kas kısalıkları kısalık tetsiyle değerlendirildi. İstatistiksel olarak; Jonckheere-Terpsta, Mann
Whitney U ile Ki-kare testi uygulandı.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bulgular: Solunum frekansı ile Beck Depresyon ölçeği arasında anlamlı ilişki bulundu (p= 0.046). Boyun ekstansiyonu kas kuvveti Lovett Manuel Kas Testi’ ne göre 5 değerinde olanların solunum tiplerinden göğüs
solunumu yaparken; boyun ekstansiyon kas kuvveti daha zayıf olanların
mix tip solunum (abdominal göğüs solunumu) yaptığı bulundu.
Skolyoz ile solunum tipi ve ferkansı arasında ilişki bulunamadı. 50 bireyden 13’ ünün fonksiyonel skolyoz olduğu tespit edildi.
Solunum tipi ve frekansı ile kilo, cinsiyet, M. pectoralis majör-minör,
M.latisimus dorsi kısalıkları arasında anlamlı ilişki bulunamadı.
Sonuç: Sedanter yaşam sürmelerine rağmen çalışmaya dahil edilen
bireyler sağlıklı olduğundan dolayı solunum tipi ve ferekansı ile postür;
kas kısalıkları sigara kullanma durumu; vücut kitle indeksi arasında ilişki
bulunamadı. Öte yandan kas kuvvetiyle solunum tipi; duygu durumu ile
solunum frekansı arasında anlamlı ilişki bulundu.
Anahtar Kelimeler: Postür analizi, Solunum frekansı, Solunum tipi
Tablo 1. Tanımlayıcı bilgilere göre grupların dağılımı
P364
Koroner Arter Bypass Cerrahisi Geçiren
ve Post-operatif Kardiyopulmoner
Fizyoterapi Uygulanan Hastalarda Sağlıkla
İlişkili Yaşam Kalitesi Ölçeklerinin
Karşılaştırılması
Tuba Ergene1, M. Gülden Polat2
Ataşehir Memorial Hastanesi, İstanbul
Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
İstanbul
1
2
Kardiyopulmoner fizyoterapi, kardiyak cerrahi sonrası pulmoner komplikasyonları önlemede tercih edilen bir yaklaşımdır. Pre-operatif solunum
fizyoterapi eğitiminin de olumlu etkilerinin bilinmesine rağmen, hastaya ya
da kliniğe özgü nedenlerle gözardı edilebilmektedir. Araştırma; koroner arter bypass greft cerrahisi uygulanan, pre-operatif dönemde solunum fizyoterapi eğitimi alan ve almayan hastalarda, erken post-operatif dönemden
taburcu oluncaya dek uygulanan kardiyopulmoner fizyoterapi programının, hastaların genel fonksiyon ve yaşam kalitelerine etkisini prospektif olarak değerlendirmek amacıyla gerçekleştirildi. 35-75 yaş aralığındaki kadın
ve erkek 130 yetişkin hasta çalışmaya alındı. Olguların sağlıkla ilişkili yaşam kaliteleri; hastalığa özgü olan “MacNew Kalp Hastalığına Özgü Yaşam
Kalitesi Anketi” ve “Ferrans ve Powers Yaşam Kalitesi Endeksi Kardiyak
Versiyon-IV Ölçeği”, genel sağlığı değerlendiren “SF-36” ile “Nottingham
Sağlık Profili” ölçekleriyle operasyondan önce ve altı hafta sonra değerlendirildi. Çalışmaya alınan 77 hastaya (Grup I), “pre-operatif solunum
fizyoterapi eğitimi” verildi; ölçekler, acil veya planlanandan erken operasyona alınan, pre-operatif fizyoterapi eğitimi verilemeyen 53 hastaya (Grup
II) da uygulanarak pre-operatif fizyoterapi eğitiminin etkisi değerlendirildi.
Pre-operatif eğitimin, tüm ölçeklerde hastaların tüm yaşam kalitesi parametrelerine olumlu yansıdığı; ölçeklerin teknik olarak benzer ölçümlemeler
yapmakla birlikte, birbirinin yerine kullanılamayacağı belirlendi.
Sonuç olarak; pre-operatif fizyoterapi eğitiminin olguların post-operatif
dönem uyumlarını; fizyoterapi, mobilizasyon ve ev programlarına aktif
katılımlarını, hastalıkla ve genel sağlıkla ilişkili yaşam kalitelerini olumlu
etkilediği, bu nedenle rutin kullanımının gerektiği görüldü.
Anahtar Kelimeler: Hasta eğitimi, kardiyopulmoner fizyoterapi, koroner arter bypass, ölçekler, yaşam kalitesi
Tablo 1. Grupların pre ve post-operatif dönem ölçek puanlarının
karşılaştırılması
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
129
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P365
Koroner arter bypass cerrahisi öncesi ve
sonrasında yürüme kapasitesi, spirometrik
bulgular ve bunlar arasındaki ilişkinin
değerlendirilmesi
Rengin Demir1, Hülya Nilgün Gürses2
1
İstanbul Üniversitesi, Kardiyoloji Enstitüsü, Kardiyopulmoner Rehabilitasyon Bölümü,
İstanbul
2
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon
Bölümü, İstanbul
Amaç: Koroner arter bypass cerrahisinden (KABC) önce ve sonra yürüme kapasitesi ve spirometrik bulguları değerlendirmek ve 6 dakika yürüme testi (6DYT) mesafesi ve spirometrik bulgular arasında bir ilişki olup
olmadığını belirlemek.
Yöntem: KABC’den önce ve sonra 18 erkek hasta (yaş ortalaması:
61.2±7.5) çalışmaya alındı. Operasyon öncesinde ve hastaneden taburculukta 6DYT mesafesi, FVC, %FVC, FEV1, % FEV1 ve FEV1/FVC değerleri ölçüldü. Verilerin istatistiksel analizinde Wilcoxon testi, paired t-test
ve lineer regresyon analizi kullanıldı.
Bulgular: Yürüme kapasitesi ve spirometrik bulguların değerlendirmesi
Tablo 1’de görülmektedir.
Operasyondan önce 6DYT mesafesi ve spirometrik bulgular arasında
anlamlı ilişki saptanmadı, bununla birlikte operasyondan sonra 6DYT mesafesi ile FVC (r=0,61; p=0.007), %FVC (r=0,61; p=0.007) ve %FEV1
(r=0,48; p=0.04) arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü.
Sonuç: Cerrahiden sonra spirometrik bulgular ve yürüme kapasitesinde anlamlı kötüleşme görüldüğü ve hastaneden taburculuk sırasında yürüme kapasitesinin spirometrik parametrelerden FVC, %FVC ve %FEV1 ile
anlamlı derecede ilişkili olduğu sonucuna vardık.
Anahtar Kelimeler: altı dakika yürüme testi, koroner arter bypass cerrahisi, solunum fonksiyon testi
Tablo 1. Yürüme kapasitesi ve spirometrik bulguların değerlendirmesi
6DYT mesafesi (m)
KABC
Öncesi
KABC
Sonrası
% değişim
p değeri
351.9 ± 82.1
300.1 ± 50.1
-7.8 ± 37.4
0.008
FVC (l)
3.7 ± 0.6
2.3 ± 0.5
-36.1 ± 8.4
<0.0001
%FVC
96.7 ± 12.5
61.4 ± 10.6
-36.2 ± 8.6
<0.0001
FEV1 (l)
2.88 ± 0.5
1.9 ± 0.5
-33.2 ± 14.8
<0.0001
%FEV1
96.2 ± 17.2
61.9 ± 14.3
-35.7 ± 8.8
<0.0001
FEV1/FVC (%)
78.2 ± 8.7
78.6 ± 9.2
0.6 ± 5.8
AD
P366
Mekanik Ventilatöre Bağlı Hastaların Evde
Bakımı
Recai Ergün, Begüm Ergan Arsava, Gülten Ütebey, Sebahat Üstündağ, Esra
Engin, Ayfer Uz
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Şubat 2013-Kasım 2013 tarihleri arasında Ankara Dışkapı Yıldırım
Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakımlarından Mekanik
Ventilatör ve/veya oksijen tedavisi ile taburcu olan, Ankara‘da ikamet
eden ve Evde MV Bağlı Hasta Takip Birimine kayıtlı 28 hastanın dosyaları
incelenmiştir. Hastaların yaş ve cinsiyet dağılımı, MV kullanma süreleri,
tanıları, hastaların yoğun bakıma (YB) tekrar yatırılma, mortalite, MV’
den ayrılma oranları ve hasta yakınlarının 24 saatte hasta ile geçirdikleri
sürenin sunulması amaçlanmaktadır.
Toplam 28 hasta evde takip edilmiştir. 13 erkek ve 15 bayan hastanın
yaş ortalaması 67, range ise 19-89 idi.
Hastaların 15’i Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı, 5’i Serebrovasküler Hastalık,3 tane hipoksik ensefalopati ve servikal spinal travma 3 idi.
Hastaların 11’ i invaziv mekanik ventilatör ile, 7’ si noninvaziv mekanik
ventilatör ile, 10 tanesi de sürekli nazal oksijen ile takip edildi.
Hastalrdan dokuzu takipleri sırasında tekrar yoğun bakım ünitesine yatış ihtiyacı duydu. Beş hasta da takip sırasında exitus oldu.
130
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Evde uygulanabilir, sık değişmeyen tedavi planı ve beslenme programı
olan, hemodinamisi stabil, FiO2 <= %40, PEEP <= 5cmH2O ile SpO2
>= 90 olan YB hastaları MV ile kısmi veya tam solunum desteği sağlanarak eve taburcu edilebilirler. Böylece hastaların YB’ da kalış süreleri
kısalmakta, psikososyal durumlarında iyileşme sağlanmakta ve maliyet
azaltılabilmektedir. Evde MV kullanan hastaların ve yakınlarının ihtiyaçları oldukça bireysel ve karmaşıktır. Aileden bakım verenler ile sağlık çalışanlarının rolleri tanımlanması gerektiği belirtilmektedir. Evde MV’ e bağlı
hasta takip birimlerince takip edilen hastaların: tedavi maliyeti, MV den
ayrılabilme başarıları, enfeksiyon oranları, karşılaşılan sorunlar, hasta ve
yakınlarının memnuniyetini değerlendiren çok merkezli çalışmalar yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Evde Bakım, Mekanik Ventilatör, Yoğun Bakım,
29 Hasta,
Tablo 1. Hastaların Tanıları, sayı (%)
Tanı
Sayı
%
Kronik obtrüktif akciğer hastalığı
15
53.5
Serebrovasküler hastalık
5
17.8
Hipoksik ansefalopati
3
10.7
Servikal spinal travma
3
10.7
Amyotrophic lateral sclerosis
1
3.5
Multiple sclerosis
1
3.5
SAĞLIK POLİTİKALARI
P367
Pulmonary service in Uzbekistan
Abdulla Ubaydullaev
Ministry of Public Health, Tashkent Institute of Postgraduate Medical Education, Tashkent,
Uzbekistan
The first step in the development of pulmonology in Uzbekistan was organization in 1978 of the Department of Clinical Pulmonology at Tashkent
Institute of Postgraduate Medical Education. The department became the
first in the former Soviet Union and played a leading role in training for
pulmonologists of Uzbekistan and other soviet republics. In 1988, at the
Research Institute of Tuberculosis and Pulmonology Republican pulmonology center was organized, it began work to create pulmonology service
in the country. This work aimed to optimize the detection, diagnosis and
treatment of respiratory diseases.
The second step was in 90s of the 20th century, it can be called the
heyday of pulmonology science and practice in Uzbekistan. During this
period, the Order of the Ministry of Health of Uzbekistan № 569 (November 14, 1993) was launched and it concerned the improvement of
pulmonology service.
The main objective was to create an effective system for helping our
population and the formation of functional structure of pulmonology
service, which could be coordinated by Republican pulmonology center.
Freelance regional pulmonologists organized and led pulmonology departments at provincial general hospitals. In clinics pulmonology rooms
began functioning.
Specialists designed the Concept to reduce morbidity and mortality of
nonspecific pulmonary diseases in Uzbekistan. Its goal is to reduce morbidity and improve the results of treatment of respiratory diseases in the
country.
Pulmonary Service of Uzbekistan is the singular effective system to help
the population in the area of respiratory diseases in the territory of Central
Asia.
Keywords: Pulmonary service, population, country
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P368
P370
Heybeliada Sanatoryumu (1924-2005)
Medeni Durumun Mortalite Üzerine Etkisi
Hakan Kıral
Sedat Altın1, Edhem Ünver1, Gülşah Günlüoğlu2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, İstanbul
1
İlk Sanatoryum 1858 yılında Almanya’da Dr.Brehmer tarafından kurulmuştur. Dr.Dettweiler 1875 yılında Falkenstein’da yeni bir sanatoryum
açarak, hocasını takip etmiş ve daha sonra sanatoryumlar bütün dünyaya
yayılmıştır.
Ülkemizde cumhuriyet kurulur kurulmaz, hükümet sanatoryum işini ele
almıştır. 1924 yılında, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin bütçesine
sanatoryum yapmak için gerekli tahsisat konulmuştur. İlk sanatoryumun
kurulması için seçilen yerde Heybeliada olmuştur. Hastane 1.11.1924 tarihinde 16 yataklı olarak açılmıştır.
Baştabip Dr.Tevfik İsmail Gökçe Sağlık Bakanlığı tarafından sanatoryumlarda tetkiklerde bulunmak üzere Avrupa’ya gönderilmiştir. Baştabip,
edindiği bilgi ve görgüsünü Heybeliada Sanatoryumu’nun gelişmesi konusunda kullanmıştır. 1924 de 16 yatak ile açılan hastane, 1954 yılında yatak
sayısını 630’a, 1977 yılında ise 700’e çıkarmıştır.
Sanatoryum, birbirinden tamamıyla müstakil 2 kısımdan oluşmaktadır.
Kuruluşundan itibaren yıllar içerisinde A-Blok binaları tamamlanmış(1939)
ve daha sonra 1946 yılında B-Blok yaptırılarak hizmet kapasitesi artırılmıştır. Ayrıca Hemşire ihtiyacını karşılamak üzere bir hemşire mektebi ve
tedavi gören hastalara meslek kazandırmak amacıyla bir rehabilitasyon
merkezi(1954) açılmıştır.
Sanatoryumda 1936 yılından itibaren ameliyathane ve Göğüs Cerrahisi kliniği kurularak, her türlü ameliyat yapılır hale gelmiştir. Son derece
modern laboratuarlar ve radyoloji üniteleri kurulmuştur. Bu başarılı süreç
1990’lı yıllara kadar devam etmiştir.
Ağustos 1999 depremi Heybeliada Sanatoryumu için sonun başlangıcı
olmuştur. Binaları kısmen hasar gören hastanenin, ulaşım, personel eksiklikleri ve gelir gider dengelerinin bozulması sebep gösterilerek, kapatılmasına karar verilmiştir. Bu değerli kurum 30.09.2005 tarihinde kapatılmıştır.
Heybeliada Sanatoryumu 81 yıllık sürede ülkemizde verem ve diğer akciğer hastalıkları ile mücadelede öncü olmuş ve başrol oynamıştır. Tedavi
ettiği hastaların yanı sıra, yetiştirdiği seçkin uzmanlarla da bu mücadeleyi
ülke sathına yayarak topluma şifa ve ışık saçmıştır.
Anahtar Kelimeler: Heybeliada Sanatoryumu, Sanatoryum, Tüberküloz, Verem
Amaç: Ülkemizde ölüm oranları üzerine medeni durumun erkek ve
kadınlarda etkisi olup olmadığını araştırmak için bu çalışma planlanmıştır.
Materyal-Metod: 2012 yılı TÜİK ölüm istatistikleri ile TÜİK demografik istatistikleri kullanılarak medeni durum ve yaş, cins rakamları kullanılarak hesaplamalar yapıldı. İstatistiki karşılaştırmalar, ki-kare testi kullanılarak gerçekleştirildi. P<0.05 anlamlı değer kabul edildi.
Bulgular: 2012’de 15 yaş üstü nüfusun 36.184.225’i (%64) evli,
15.492.867‘si (%27,4) bekar, 3.071.832’sinin (%5,4) eşi ölmüş ve
1.772.881’i (%3,2) boşanmış olarak kayıtlara geçmiştir. Buna karşın 15
yaş üstü ölümlerin 191.129’u (%54,2) evliler, 124.177’si (%35,2) eşi ölmüşlerden, 20.524’ü (%5,8) bekarlar grubundan ve 13.450’si (%3,8) boşananlar grubundan gerçekleşmiştir.
Medeni duruma göre ölüm oranları karşılaştırıldığında, hiç evlenmemişlerde binde 1,32, evlilerde binde 5,28, boşananlarda binde 7,59 ve eşi
ölmüşlerde ise, binde 40,42 olarak bulundu. Bekar nüfusta ölüm oranı,
kadınlarda daha yüksek bulunmuştur (P<0.0001). Evli erkeklerde ölüm
oranı, kadın evlilere göre %50’ye yakın daha fazla bulunmuştur (Binde
0,68’e karşın binde 0,46) (p<0.0001).
Boşanan nüfusta kadın ölüm oranı erkeklerin iki katı olarak gerçekleşmiştir (Binde 88,2’ye karşın binde 44,6) (p<0.001).
65 yaş üstü grupta, hiç evlenmemiş olanlar, evliler ve boşanmış olanlar
içinde kadınlar, bu yaştaki erkeklere göre daha yüksek oranda ölmektedir
(hepsi için p<0.0001). Eşi ölmüş olanlar arasında ise erkeklerin ölüm oranı daha yüksektir (p<0.0001).
Sonuç: Lineer regresyon analizinde, hem yaş, hem cinsiyet hem de
medeni durum ölüm oranı üzerinde etkili bulundu (herbiri için p<0.0001).
Kaba ölüm 65 yaş üstünde, erkek ve eşi ölmüş olanlarda, diğer gruplardan
anlamlı derecede yüksek bulundu.
Anahtar Kelimeler: Medeni durum, mortalite oranı, cinsiyet
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
2
P371
Göğüs Hastalıkları Hasta Sayısı Artıyor mu?
Sedat Altın1, Gülşah Günlüoğlu2, Edhem Ünver1
P369
2012 yılı Göğüs Hastalıkları Uzmanlık
Alanında Kurumların İşyükü Analizi
Sedat Altın
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan
Amaç: 2012’de göğüs hastalıkları hastası bakılan Sağlık Bakanlığı, üniversite ve özel hastanelerde çalışan uzmanlarımızın işyükünü belirlemek
Materyal-Metod: Sağlık Bakanlığı Bilgi Sistemlerinden TSİM verilerinden ve Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü verilerinden faydalanılarak
işyükü analizleri yapıldı.
Bulgular: 2012 itibariyle ülkemizde göğüs hastası bakılan 703 kurumda çalışan 1768 göğüs hastalıkları uzmanları, 9871 hasta yatağına
423.985 hasta yatırarak takip ve tedavilerini gerçekleştirmişlerdir.
Yatak Doluluk Oranı SB hastanelerinde %83, üniversitede %77 ve Özel
hastanelerde %58 olarak gerçekleşmiştir. Uzman başına düşen yatak sayısı, sırasıyla 7, 4 ve 2 yatak olarak hesaplanmıştır. Uzman başına düşen
günlük poliklinik sayısı SB’nda 22,6 iken, üniversitede 8,9, özelde ise 12,8
olarak gerçekleşirken aylık bir uzmanın yatırarak takip ettiği hasta sayısı
da, sırasıyla 20,5, 15,3 ve 12,5 olmuştur.
Sonuç: SB hastanelerinde tüm göğüs hastalıkları uzmanlarının %68’i
istihdam edilirken işyükünün %80’inin bu kurumlarca karşılanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: iş yükü, göğüs hastalıkları, uzman hekim
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Amaç: 2012 yılı itibariyle 2009 yılına göre göğüs hastalıkları poliklinik
ve yatan hasta sayısında artış olup olmadığını araştırmak
Materyal-Metod: Sağlık Bakanlığı Bilgi Sistemlerinden TSİM verilerinden ve Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü verilerinden faydalanılarak
analizler yapıldı. Toplam hasta yüküyle karşılaştırıldı.
Bulgular: 2009 yılında ülkemizde 6.998.000 göğüs polikliniği yapılmışken, poliklinik sayısı yılda ortalama %6,7 artışla 2012’de 8.402.000’e
ulaşmıştır. Buna karşın, yatan hasta sayısı ise, 2009’da 370.000 hastanın
yıllık %4,9 artışla 424.000’e ulaştığı görülmüştür.
Bu dönemde göğüs hastalıkları uzman sayısı 1588’den 1856’ya yükselmiş (yıllık artış %5,6). Bu artışın Sağlık Bakanlığı hastanelerinde yıllık
%6,7, üniversite hastanelerinde %4,2, özel hastanelerde ise, %3,2 olduğu
görülmektedir.
Poliklinik artışının en fazla olduğu ilk 5 ilimiz Diyarbakır (%218),Kars
(%85), Erzincan (%83), Kırklareli (%63), Çorum ve Nevşehir (%59) iken,
yatan hastada artışın en fazla olduğu 5 ilimiz, Erzincan (%177), Kırklareli
(%162), Muş (%133) Yalova (%108) ve Bayburt (%105) olarak sıralanmıştır. Poliklinik sayısı azalmış 14 ilimiz mevcut olup bunlardan, Bingöl (%39),
Hakkari (%33), Çanakkale (%31), Kırıkkale (%24) ve Çankırı (%20) en
fazla azalma olmuş illerimizdir. Yatan hasta açısından da 21 ilimizde azalma saptandı. En fazla azalma %44 ile Hakkari’de, daha sonra da sırasıyla
%33 ile Bingöl, %31 ile Karabük ve Rize, %30 ile Siirt’te gerçekleşmiştir.
Sonuç: Göğüs hastalıkları uzman sayısının artışına paralel poliklinik ve
yatan hastanın artışı, 48 ilde gerçekleşmişken, sadece 3 ilimizde hem uzman, hem poliklinik hem de yatan hasta sayısı azalmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hasta sayısı, göğüs hastalıkları, artış
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
131
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P372
P374
Solunum Sistemi İlaçları Akılcı Kullanılıyor
mu?
Göğüs Hastalıkları Acil’inin Durumu
Edhem Ünver1, Sedat Altın1, Cengiz Özdemir2, Sinem Sökücü2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Amaç: Göğüs hastalıkları acil poliklinik sayıları giderek artarken, başvuranların gerçekten acil olup olmadığını araştırmak
Materyal-Metod: Yedikule Göğüs Hastalıkları EAH son 5 yıllık verileri
incelenerek 2013 yılında yapılmış triyaj oranlarına ve ICD-10 kodlarına
göre dökümleri yapılarak değerlendirmelerde bulunuldu.
Bulgular: 2013 yılında Göğüs hastalıkları poliklinik sayısı 364.346
olarak gerçekleşirken acil poliklinik sayımız 85.826 oldu. Son 5 yıl içinde
poliklinik sayısı %61 artarken acil poliklinik sayısı %59 artış göstermiştir.
Acilden yatış oranı %11 olup, acil serviste ölüm oranı binde 1,1 olarak
bulundu.
Acilde yapılan triyaj sonucu yeşil alana ayrılan başvuru oranı toplamda
%48,3 iken en fazla olduğu dönem %52,3 ile Pazar günkü başvurular olmuştur. Sarı alana ayrılma oranı %40,7, kırmızı alana ayrılma oranı %11
olarak gerçekleşmiştir. Sarı alan oranı %52,2 ile en fazla saat 00.00-08.00
arasında gerçekleşirken kırmızı alan oranı da %13,2 ile yine aynı saat diliminde gerçekleşmiştir.
Acile başvuran hastalara başvuru sıklığı nedeniyle bir hastaya ayrılan
süre 8 dakika ile 36 dakika arasında değişmekle birlikte ortalama 11 dakika olmuştur.
Acilde hizmet veren göğüs hastalıkları hekim başına, asistan dahil hafta
içi ortalama 81 hasta, hafta sonu ise, 72 hasta düşmektedir.
Hastaların aldığı tanılara göre ilk 5; J45 astım (%22,9), J44
KOAH(%21,2), J20 akut bronşit (%16), C34 bronş kanseri (%9,7) ve
J10-18 pnömoni (%8,1) olarak sıralanırken, acile başvuran hastaların
%21’inin acile başvurudan ilk 24 saat içerisinde yeniden hastane başvurusu yaptıkları hesaplanmıştır.
Sonuç: Acile başvuran poliklinik hastaları nedeniyle gerçek acil olan
hastalara ayrılabilen süre kısalmaktadır. Acil başvurularının özellikle gündüz saatlerinde gerçekleşmesi de, poliklinikte bekleme, randevu alma gibi
formalitelerle uğraşmak istemeyen hasta davranışı ile ilintilidir.
Anahtar Kelimeler: Acil, göğüs hastalıkları, sorunlar
1
Amaç: Son 5 yılda solunum sistemi alanında en fazla artışın olduğu
inhaler pazarındaki artışın hasta sayısındaki artışla karşılaştırılması
Materyal-Metod: IMS rakamları ve Sağlık Bakanlığı TSİM sayılarından faydalanılarak analizler yapıldı.
Bulgular: IMS verilerine göre, 2009 yılında 24.796.119 kutu inhaler
ilaç satışı yapılmışken bu rakam 2013’te %54,1 artışla 38.205.341 kutuya ulaşmıştır. Alt analizde en fazla artışın kortikosteroid preparatlarında
%91,6 ile gerçekleşirken, kombine preparatların %71,5, antikolinerjiklerin
%51,4 ve B2 agonistlerin ise, %37,5 artış gösterdiği görülmüştür.
2009 yılına göre, göğüs hastalıkları poliklinik başvuru sayısı artışı
2012’de %55,6 olmuştur (6.994.000’den 8.402.000’e). 2009’da ortalama
hastane başvurusu kişi başı 4,5 iken 2012’de 5,1’e yükselmiştir. Şu halde
hasta sayısı yaklaşık, 1.550.000’den 1.650.000’e çıkmıştır. Hasta başına
2009’da 16 kutu inhaler reçetelenmişken 2013’te 23 kutuya yükselmiştir.
Sonuç: 5 yılda hasta başvuru artışına göre reçetelenen kutu sayısı daha
fazla artış göstermiştir. Özellikle kortikosteroid ve kombine preparatlarda,
beklenenin üzerinde inhaler kullanıldığı sonucuna varılmıştır. Bunun nedeni olarak ta, son 5 yılda astım ve KOAH ilaç raporlarının çok kolayca
verilmesi ve bu raporlara istinaden de, aile hekimlerince yıl boyu sürekli
inhaler preparatların reçetelenmesi düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Akılcı ilaç kullanımı, solunum sistemi, inhaler
pazarı
P373
Erzincan’da Mortalite Oranları Giderek
Azalıyor mu?
Sedat Altın, Fikri Kıral, Sibel Yurt, Gulcihan Özkan, Levent Karasulu
Edhem Ünver1, Sedat Altın1, Zehra Hekimoğlu2, Hasan Ölmez2, İsmayil
Yılmaz1
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan
Erzincan Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Erzincan
1
2
Amaç: Bu çalışmamızda, 2010-2012 yıllarında kaba ölüm hızı, solunum sistemi hastalıklarına bağlı ölüm hızı açısından Erzincan ili ile İstanbul
ilini, Türkiye ortalamalarıyla karşılaştırmak amaçlanmıştır.
Materyal & Metod: Türk İstatistik Enstitüsü verileri kullanılarak 2010,
2011, 2012 yılları nüfus, yaş dağılımı, cinsiyet, ölüm sayıları ve oranları
İstanbul ve Erzincan illeri, Türkiye ortalamalarıyla karşılaşırıldı. Mortaliteye
etki eden faktörler incelendi.
Bulgular: 2009-2012 yılları arasında ülkemizde kaba ölüm hızı, binde 5 düzeyinde seyir gösterirken Erzincan’da binde 6’lar düzeyinde,
İstanbul’da ise, binde 4’ler civarında bildirilmiştir.
2010-2012 yılı ölümlerinin değişim oranına bakıldığında, Türkiye için
%2,5 olan bu değerin, İstanbul için %3,38, Erzincan için ise, %6,85
olduğu görülmektedir. Bu değişim oranında, cinsiyete bakıldığında,
Erzincan’da erkek ölümlerinin değişim oranının %15,67 ile Türkiye ortalamasının (%3,37) çok üzerinde olmasına karşın, İstanbul’da (%3,62)
ortalamaya yakın olduğu, buna karşın kadın ölümlerinin değişim oranının
ise, Erzincan’da %-3 olarak gerilediği, İstanbul’da ise (%3,09) Türkiye ortalamasının (%1,45) iki katı düzeyinde olduğu görülmektedir. İlaveten 60
yaş üstü nüfusun Türkiye’de %11,04, İstanbul’da %8,82 iken, Erzincan’da
%14,7 olarak bulundu. Yine 60 yaş üstü ölümlerin oranı da Erzincan’da
Türkiye ortalamasının (binde 33,27) üzerinde bulundu (binde 35,07).
Solunum sistemi ölümleri, Türkiye’de giderek artmaktadır (Binde
8,3’ten binde 9,7’E). İstanbul’da Türkiye ortalamasının biraz altında olup
binde 9’lara yükselirken Erzincan’da Türkiye ortalamasının üzerinde binde 11’ler düzeyindedir. 2010-2012 yılları arası değişim oranı Türkiye’de
%16,9 civarında iken (yıllık %5,6), İstanbul’da bu oran daha da yüksektir
(%26,8, yıllık değişim oranı %8,9 artış). Buna karşın Erzincan’da artış trendi kırılıp 2012’de azalmaya başlamıştır (%-8,9).
Sonuç: Solunum sistemi ölümlerinde, 2012-2010 farkı olarak
Türkiye’de %16, İstanbul’da %15,7 artış olurken Erzincan’da %18,3 azalma olmuştur.
Anahtar Kelimeler: mortalite oranı, solunum sistemi, değişim yüzdesi
132
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SOLUNUM SİSTEMİ İNFEKSİYONLARI
P375
Kartagener Sendromu: Bir olgu nedeniyle
Mesut Demirköse, Ertan Tuncel, Cenk Babayiğit, Ersin Şükrü Erden, Sibel
Doğru, Sebahat Genç
Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
Kartaagener sendromu sinüzit, bronşektazi ve situs inverstus birlikteliğiyle kendini gösterir. Otozomal resesif geçiş gösteren, nadir görülen bir
hastalıktır. 20000 canlı doğumda bir görülüren bir sendromdur. Olguların
büyük bir kısmı çocukluk döneminde saptanmaktadır. Kliniğinin temelini
siliya yapısındaki ve fonksiyonundaki anormalliklere bağlı bulgular oluşturur. Kronik bronşit ve sık pnömoni sonucu gelişen bronşiektaziler, sinüzit
ve kronik otitis media sık raslanan bulgulardandır. 22 yaşında bayan hasta, 5 yıldır olan nefes darlığı ve öksürük balgam yakınmasıyla başvurdu.
Özgeçmişinde kronik sinüzit nedeniyle opere edildiği öğrenildi. Fizik muayenesinde bBilateral bazallerde kabasekretuar raller ve yer yer ronküsleri mevcuttu. Laboratuvar incelemesinde; CRP: 4,1 mg/dl idi ve, Balgam
kültüründe Pseudomonas aeruginosa üredi. Toraks BT’de kalp sağda yeralmaktayken, karaciğer solda izlendi. Ayrıca sol akciğer üst lobda bronşiektazik değişiklikler izlendi. Sinüzit, bronşiektazi ve situs inversus bulguları
olan hastaya Kartegener Sendromu tanısı kondu.
Anahtar Kelimeler: Kartagener sendromu, sinüzit, bronşiektazi
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
olmuştur. Hastanede yatış süresi SBİP olgularında daha yüksek bulunmakla beraber (sırasıyla 8.6±5.5’e karşın 7.5±6.1 gün, p=0.03), yoğun bakımda kalış oranları açısından fark (SBİP grubunda %9.7, TGP grubunda
%9.3) (p>0.005) bulunmamıştır. SBİP olgularında mortalite oranı TGP
olgularına kıyasla daha yüksek olmakla beraber (sırasıyla %8.7 ve %5.7)
istatistiksel anlamlılık saptanmamıştır (p=0.14).
Sonuç: Sağlık bakımı ilişkili pnömoni, başvuru özellikleri, etken dağılımları ve prognozları açısında TGP’den ayrı bir kategoride incelenmelidir.
Bu olguların ampirik antibiyotik tedavisinde dirençli gram negatif mikroorganizmalar göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: sağlık bakımı ilişkili pnömoni, toplumda gelişen
pnömoni, hemodiyaliz, bakım evi
P377
Şekil 1. Sol akciğer de bronşiektazik değişiklikler
Aynı balgam örneğinde farklı antibiyotik
duyarlılık paternine sahip farklı
Pseudomonas aeruginosa suşları
Aslıhan Gürün Kaya, Aydın Çiledağ, Akın Kaya, Özlem Özdemir Kumbasar
Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Şekil 2. Yer değiştirmiş karaciğer ve dalak
P376
Türk Toraks Derneği pnömoni veri
tabanındaki sağlık bakımı ilişkili ve
toplumda gelişen pnömoni olgularının
karşılaştırılması
Canan Gündüz1, Sezai Taşbakan1, Abdullah Sayıner1, Ayşın Şakar Coşkun2,
Feride Durmaz2, Aykut Çilli3, Burcu Çelenk3, Oğuz Kılınç4, Seda Salman4,
Armağan Hazar5, Fatma Tokgöz5, Nurdan Köktürk6, Sakine Nazik6, Ayten
Filiz7
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
3
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
4
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
5
Süreyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
6
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
7
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep
1
2
Giriş: Hastaneye yatış, hemodiyaliz programında bulunma, sağlık bakım evlerinde yaşama, ayaktan intravenöz tedavi ve evde bası yarası tedavisi öyküsü olan olgularda toplumda gelişen pnömoniler, sağlık bakımı
ilişkili pnömoni (SBİP) olarak adlandırılmaktadır.
Gereç-Yöntem: Hastanede yatan toplumda gelişen pnömoni (TGP)
ve SBİP olgularının başvuru özellikleri, etken dağılımları ve prognozlarının
karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Türk Toraks Derneği Solunum Sistemi Enfeksiyonları Çalışma Grubu
pnömoni veri tabanına yedi merkez tarafından kayıt edilmiş olan TGP ve
SBİP olguları retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: 785 olgu (530’u erkek, yaş ortalaması 65.3±16.4) değerlendirilmiş, 207’i SBİP (%26.4) ve 578’i (%73.6) TGP tanısı almıştır.
SBİP olgularının 140’ının (%17.8) son 90 günde hastaneye yatış öyküsü
olduğu, 28’inin (%3.6) son 30 günde hemodiyaliz programına alındığı ve
22’sinin (%2.8) sağlık bakım evinde kaldığı saptanmıştır. PSI, SBİP olgularında 103.9±37.2, TGP olgularında 94.6±35.4 saptanmıştır (p=0.002).
En sık izole edilen etken mikroorganizmalar; SBİP’de P. Aeruginosa, A.
Baumannii ve S.pneumoniae ve TGP’de S. pneumoniae ve P. aeruginosa
60 yaşında kadın hasta öksürük, pürülan balgam ve hemoptizi şikayetleri ile başvurdu. Hasta çocukluğundan beri bronşektazi tanısı ile takip
ediliyordu. Son yıllarda artan alevlenme ve hastaneye yatış öyküsü mevcuttu. 2 yıl önce Pseudomonas aeruginosa kolonizasyonu nedeni ile inhale
tobramisin tedavisi verilmiş ancak alevlenme sıklığını azalmamıştı. Hasta
şikayetlerinin artması üzerine kliniğimize başvurdu.
Fizik muayenede ateş ve bilateral inspiratuar raller, laboratuvar incelemede lökositoz, sedimentasyon ve CRP değerlerinde artış saptandı.
Balgam kültüründe Pseudomonas aeruginosa üremesi olan hastaya antibiyogramında duyarlı olduğu için seftazidim tedavisi başlandı. Seftazidim
tedavisi altında ateşi devam eden ve şikayetleri gerilemeyen hastadan yeni
balgam kültürü gönderildi. Gönderilen balgam kültüründe biri sefepim,
seftazidim ve piperasilin-tazobaktama duyarlı, levofloksasine dirençli; bir
diğeri imipenem, seftazidim ve piperasilin-tazobaktam dirençli levofloksasin duyarlı ve sonuncusu da tüm antibiyotiklere duyarlı olmak üzere üç
farklı antibiyotik duyarlılık paternine sahip üç farklı pseudomonas aeruginosa suşu üremesi saptandı. Tedavi sefepim + levofloksasin olarak değiştirildi. Bu tedavi ile klinik, radyolojik ve laboratuvar yanıt alınan hasta
taburcu edildi.
Pseudomonas aeruginosa ile kolonize hastalarda tedaviye başarısızlık
durumunda organizmanın farklı antibiyotik duyarlılıklarına sahip olabileceği düşünülmelidir.
Anahtar Kelimeler: Pseudomonas aeruginosa, bronşektazi, antibiyotik duyarlılık testi
P378
Agresif Hidatik Kistler
Gürhan Öz1, Mehmet Eroğlu2, Ersin Günay3, Ahmet Bal4, Emre Kaçar5, Olcay
Eser6, Okan Solak1
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
Afyonkarahisar
4
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
5
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
6
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Balıkesir
1
2
3
Hidatik kist E. granulosus larvaları tarafından oluşturulan zoonotik bir
hastalıktır. Çalışmamızda 2010-2013 yılları arasında opere ettiğimiz 40
kisthidatik olgusu içinde agresif- invazif klinik ile seyreden 6 olgu incelendi.
Hastalarda vertebra invazyonu, göğüs duvarı invazyonu, diyafragma ve
akciğer invazyonu, akciğer destrüksiyonu ve mediasten invazyonu mevcuttu. Tanı için akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografisi kullanıldı.
Laboratuarda rutin hematolojik ve biyokimyasal testlerin yanında hidatik
kist markerları incelendi. Yaş, cinsiyet, hastaneye geliş semptomları, radyolojik bulguları, cerrahi girişimler, postoperatif komplikasyon ve hastanede kalış süreleri kaydedildi. Hastaların 4’ü erkek 2 si kadın olup yaş
ortalaması 47 idi (12-81 yaş). Tedavi torakotomi aracılığıyla kistektomi ile
birlikte sırasıyla korpektomi, göğüs duvarı rezeksiyonu, frenotomi ile ka-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
133
POSTER SUNUMLARI
raciğer ve dalak lojuna yaklaşım ve lobektomiydi. 1 hastada uzamış safra
drenajı ve 1 hastada bronkoplevral fistül ve atelektazi gelişti. 1 hasta postoperatif 1.ay sonunda ampiyem nedeniyle kaybedildi. Hastanede kalış
süresi ortalama 9 gündü.
Sonuç olarak hidatik kist bazı hastalarda tümör gibi agresifleşerek çevresindeki organları, dokuları ve kemik yapıları invaze edebilmektedir. Agresif
hidatik kistler farklı klinik şikayetler oluşturabilmekte ve tedavide kistektomi yanında ekstended cerrahi girişimler gerekebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hidatid kist, invazyon, destrüksiyon
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Antibiyotiklerin daha dikkatli reçete edilmesi ve tedavi takibinde bu belirtilerinde akılda tutulması gerktiğini vurgulamak istedik.
Anahtar Kelimeler: antibiomania, makrolid, manik atak
P381
Akciğer Kanserini Taklit Eden Endobronşial
Aktinomikozis
İsmail Hanta1, Mustafa Faysal Baysal2, Sezen Sabancı Küçükaltun1, Efraim
Güzel1, Derya Gümürdülü3
P379
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Özel Adana Hastanesi, Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana
1
Bronşektazi Tanılı Hastada Pulmoner
Nocardiozis
Renginar Mutlucan Eraslan, Erhan Tabakoğlu, Gökhan Söğüt
Trakya Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne
66 yaşında bayan hasta son 1 yıldır aralıklı olarak hemoptizi, öksürük ve
balgam şikayetleriyle çeşitli sağlık kuruluşlarına başvurmuş ve çok kez farklı antibiyotiklerle tedavi görmüş. Klinik yanıt alınamayan hastaya toraks
BT çekilmiş. Toraks BT’de bilateral yer yer kistik bronşektazi alanları, yaygın retikülonodüler görünüm ve tomurcuklanan dal manzarası ile uyumlu
bulgular izlenmesi üzerine hasta tüberküloz ve intersitisyel akciğer hastalığı
ön tanıları ile ileri tetkik ve tedavi amacıyla tarafımıza sevk edilmiş. Yapılan
tetkiklerinde balgam ARB negatif saptandı ve kültürde üreme olmadı. Hastada bronşektazi dışında kronik hastalık ve immunsüpresyon saptanmadı.
Tekrarlayan 2 balgam kültüründe nocardia üremesi olan hastaya trimetoprim-sulfametoksazol antibiyotik tedavisi başlandı. Yaklaşık 5 aydır tedavisi
devam eden hastada klinik ve radyolojik yanıt izlenmiş olup tedavisi halen
devam etmektedir. Nocardia nadir görülen daha çok hücresel immunitenin azalmasıyla ortaya çıkan bir hastalık olup bronşektazi tanılı ve bronş
hijyeninin kötü olduğu hastalarda da akılda bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: bronşektazi, hemoptizi, nocardia, tüberküloz
2
3
Pulmoner aktinomikozis genellikle orofarengeal sekresyonlarda bulunan organizmanın aspirasyonu sonucu oluşmaktadır. Akciğerde kitle lezyon, pnömonik lezyon ve/veya plevral tutuluma neden olmakla birlikte
endobronşial lezyon oldukça nadir görülmektedir.
63 yaşında sigara içmeyen erkek hasta 6 aydır devam eden kuru öksürük, eforla gelen nefes darlığı ve hırıltılı solunum şikayetleri ile kliniğimize
başvurdu. 15 yıldır tip-2 diabeti olan hastanın fizik muayenesinde; ekspiratuar düşük frekanslı yaygın ronküsler dışında özellik yoktu. Solunum
fonksiyon testi normal sınırlarda idi. C-reaktif protein yüksekliği dışında
rutin laboratuar tetkikleri normaldi. Toraks BT’de; sağ orta lobda kısmi
kollaps ile sağ diafragma konturunda elevasyon vardı. Bronkoskopik incelemede; sağ ana bronşta girişten itibaren mukozadan kabarık, polipoid, üzeri kısmen nekrotik oldukça yaygın endobronşial lezyonlar izlendi.
Biyopsi sonucunda malignite bulgusu yoktu, aktinomikozis kolonilerine
rastlandı. 14 günlük oral penisilin temelli antibiyotik tedavisi sonucunda
hastanın şikayetlerinde gerileme saptandı. Kontrol amaçlı yapılan toraks
BT’de ve bronkoskopik incelemede lezyonlarda belirgin gerileme izlendi.
Sonuç olarak, endobronşial lezyonların ayırıcı tanısında, özellikle immünsüpresif hastalık varlığında, mantar enfeksiyonları da akılda
tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Aktinomikozis, akciğer tutulumu, endobronşial
lezyon
P382
Şekil 1. tedavi öncesi
Pulmoner Tromboemboli ve
Pnömomediastinum ile Komplike Olan
Pnömositis Carinii Pnömonisi
Cemile Selimova1, Kezban Özmen Süner2, Mehmet Nezir Güllü2, Sarvan
Ağamuradov1, Ebru Ortaç Ersoy2, Arzu Topeli İskit2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara
1
2
Şekil 2. tedavi sonrası
P380
Antibiyotik Kullanımına Bağlı Gelişen 2
Manik Atak Olgusu: Antibiomania
Ayşe Coşkun Beyan1, Evrim Göde Öğüten2
Tatvan Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Bitlis
Evrim Göde Öğüten, Psikiyatri Servisi, Bitlis
1
2
Antibiyotikler günümüzde oldukça sık kullanılan ilaçlardır. Bu ilaçların
sık ve nadir birçok yan etkileri vardır. Bu yan etkilerden nöropsikiyatrik belirtiler giderek artan bir şekilde bildirilmeye başlanmıştır. Literatürde özellikle makrolidler, kinolonlar ve penisilin grubu antibiyotiklerin kullanımı
sonrası manik epizod gelişen olgular vardır. Biz de bu yazıda klaritromisin
ve sefalosporin kullanımı sonrası ortaya çıkan iki mani olgusunu sunduk.
134
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Pnömositis carinii, solid organ transplantasyonu yapılan hastalarda
mortalite ve morbiditeyle önemli ilişkisi olan fırsatçı bir enfeksiyon kaynağıdır.Pnömositis carinii pnömonisinde(PCP), klinik olarak hastada en sık
dispne,taşipne,ateş,öksürük ve siyanoz görülür. Radyolojik olarak %90 kadar olguda perihiler bölgeden başlayan bilateral diffüz infiltratif görünüm
gözlenir. Bunun dışında nodüller, kavitasyon, mikrokalsifikasyon, konsolidasyon, pnömotosel, pnömotoraks gibi atipik radyolojik görünümler de
saptanabilmektedir. Biz de renal transplantasyon öyküsü olan PCP nedeniyle takip ettiğimiz vakayı, pnömomediastinum ve pulmoner tromboemboli ile komplike olması nedeniyle sunmayı uygun bulduk.
42 yaşında erkek hasta, yaklaşık 1 yıl önce Fokal Segmental Glemorulosklerozis (FSGS) nedeniyle renal transplantasyon yapılan hasta ateş,
nefes darlığı ve tip 1 solunum yetmezliği nedeniyle onkoloji yoğun bakıma
yatırıldı. Hastanın renal transplant nedeniyle deltakortil 30mg, mikofenolat
mofetil 2x1000mg,tacrolimus 2x1 kullanım öyküsü mevcuttu.Hastaya çekilen toraks BT’de PCP ile uyumlu konsolidasyon ve buzlu cam dansiteleri
izlendi. Hastaya bactrim + steroid tedavisi başlandı. Genel durumu stabil,
%50 ventüri maskeyle takipli,ateşi olmayan hasta takiplerinde, nefes darlığında artış ve sağ tarafta nefes almakla batıcı tarzda göğüs ağrısı tarifledi.
Oksijen ihtiyacında artış olmadı.Hemodinamisi stabil olan hastanın EKG
ve kardiak enzim takibi normaldi. İmmobilizayon nedeniyle tromboemboli profilaksisi alan hastaya olası PTE ekarte etme amaçlı toraks BT anjio
çekildi.Sağ akciğer üst ve alt lobda PTE ile uyumlu dolum defektleri ve
pnömediastinum ve cilt altı amfizem,her iki akciğerde PCP enfeksiyonu
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ile uyumlu konsolidasyon ve buzlu cam dansiteleri olarak raporlandı.Hastaya böbrek dozunda düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) başlandı.
Takibinde göğüs ağrısı gerileyen,oksijen ihtiyacı ve dispnesi azalan hasta
servise devredildi.
Anahtar Kelimeler: Pnömositis Carinii Pnömonisi, Pnömomediastinum, Pulmoner Tromboemboli
mortalite oranı %8,5 olarak bulundu. İleri yaş, komorbid hastalık varlığı ve sigara kullanım öyküsü olması mortaliteyi etkileyen faktörler olarak
saptandı.
Sonuç olarak, sigara kullanımı TGP gelişiminde ve prognozunda belirleyici birçok faktörü olumsuz etkilediği; ileri yaş ve komorbid hastalık
varlığının yanısıra mortaliteyi arttırdığı bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: toplumda gelişen pnömoni, sigara, mortality, tedavi sonucu
P383
Endobronşiyal Kitle Oluşturan Mantar
Enfeksiyonu
Merve Nizam, Mediha Gönenç Ortaköylü, Sakine Yılmaz, Sinem İliaz, Ayşe
Bahadır, Belma Bağcı, Emel Çağlar
P385
Ülseratif Kolit’li Hastada Pnömosistis Carini
Pnömonisi
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, V. Klinik,
İstanbul
Oğuz Uzun, Ayşenur Gök
68 yaşında 4 aydır devam eden öksürük, balgam, nefes darlığı şikayetleri gelen immunsupresyon öyküsü ve ek hastalığı olmayan bayan hastanın PA AC grafisinde sağda alt lobda konsolidasyon gözlendi ve toraks BT
de sağ alt lobda parankime uzanım gösteren kitlesel oluşum görüldü. Hastaya fiberoptik bronkoskopi uygulandı sağ intermedier bronştan itibaren
mukozal infiltrasyon saptandı. Buradan alınan bronş biyopsisi ve wang İA
yaymasının patoloji tetkikinde mantar hifleri ve yoğun iltihabi inflamasyon
saptandı. Hasta enfeksiyon hastalıkları ile konsülte edildi ve caspofungin
50mg 1*1 10 gün yatırılarak verildi. Hastanın öksürük ve nefes darlığı
şikayetleri ilk haftada gerilediği hafif yüksek olan beyaz küresinin ve KC
enzimlerinin normale döndüğü izlendi.Hastanın tedaviye yanıtı iyi olması
üzerine 10 gün flukonazol oral tedavi ile tedavisine devam edildi. 1 ay sonra çekilen kontrol BT de infiltrasyonların gerilediği gözlendi. Hasta Endobronşial kitlesel görünüm de veren mantar enfeksiyonu olarak kabul edildi.
Anahtar Kelimeler: bağışıklığı baskılanmamış, endobronşial, enfeksiyon, mantar
Pnömosistis carini pnömonisi,immun suprese hastalarda düşünülmesi
gereken atipik pnömoni nedenlerinden biridir. Biz de ülseratif kolit nedeniyle immun suprese tedavi alan hastada tespit ettiğimiz bir pnömosistis
carini pnömonisi sunuyoruz.
50 yaşında, 3 yıldır ülseratif kolit tanısıyla takipli erkek hasta sol 2 ayda
ani başlayan ve gittikçe artan nefes darlığı şikayeti ile başvurdu.Kan gazında hipoksemi, radyolojik olarak ise bilateral akciğerlerde diffüz buzlu cam
opasiteleri saptandı.Ülseratif kolit edeniyle azatiopürin, mesalazin, metilpredinozolon, infliksimab tedavisi alan hastada mevcut bulgularla PCP
düşünülerek hastaya bronkoalveolerlavaj yapıldı.Bronkoalveoler lavajda
PCP immun florasan antikor pozitif geldi.Hastaya yapılan transbronşial
akciğer biyopsi sonucunda PCP ile uyumlu bulgular elde edildi.Hastaya
trimetoprim-sulfametaksazol başlandı.Hastada tedavi sonrasında klinik ve
radyolojik tam yanıt sağlandı.
Sonuç olarak; nefes darlığı ile başvuran immun suprese hastalarda Pnömosistis Carini Pnömonisi de akla gelmelidir.
Anahtar Kelimeler: pnömosistis carini pnömonisi, ülseratif kolit, immunsuprese hasta
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun
P384
Hastanede Yatan Toplumda Gelişen Pnömonili
Hastalarda Sigaranın Prognoz ve Mortalite
Üzerine Etkisi
Feride Durmaz1, Ayşın Şakar Coşkun1, Yavuz Havlucu1, Aykut Çilli2, Burcu
Karaboğa2, Oğuz Kılınç3, Seda Salman3, Sezai Taşbakan4, Abdullah Sayıner4
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
Bu çalışmanın amacı “Pnömoni veri tabanı” kullanılarak hastanede yatan TGP’li hastalarda sigaranın,prognoz ve mortalite üzerine olan etkisinin
araştırılmasıdır.
Çalışmamıza Kasım 2009 - Mayıs 2013 tarihleri arasında Celal Bayar
Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi,Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi Göğüs Hastalıkları kliniklerine TGP tanısı ile yatırılan 702 olgu alındı.
TTD Solunum Sistemi İnfeksiyonları Çalışma Grubu tarafından hazırlanan
Pnömoni Veri Tabanı kullanılarak hazırlanan hasta izlem formuna,olguların
ilk yatış günü bilgileri,yatış sırasında ve taburcu olduğu günde kontrol bilgileri,1 aylık tedavi sonuçları,toplam tedavi maliyetleri kaydedildi.
Olguların 465’i(%66,2) erkek idi. Yaş ortalaması 65 olarak saptandı.
Olguların %37,2’si daha önce hiç sigara içmemiş,%11,1’i aktif sigara
içicisi,%51,7’si daha önce sigarayı içmiş ve bırakmıştı.Sigara kullanımı ile
radyolojik bulgular arasında ilişki olmadığı görüldü.Olguların sigara içme
durumuna göre laboratuar bulguları değerlendirildiğinde,aktif sigara içicilerinde AST,ALT değerlerinin daha yüksek,SO2 değerlerinin ise daha
düşük olduğu saptandı.CRP ve PCT düzeyleri ile sigara kullanımı arasında
istatistiksel olarak anlamlı ilişki olmadığı görüldü.Pnömoni ağırlık indekslerinden PSI skorunun sigarayı içmiş ve bırakmış olanlarda daha yüksek
olduğu saptanırken,CURB-65 indeksi ile sigara kullanımı arasında ilişki
olmadığı görüldü.Olguların sigara içme durumunun,hastanede yatış süresi
ve maliyet üzerine etkisinin olmadığı görüldü.
1 aylık tedavi sonuçları değerlendirildiğinde, tedavinin 3-5.günleri arasında beklenen farklı olarak aktif sigara içicilerinde tam iyileşmenin, hiç
sigara içmemiş ve içmiş-bırakmış olanlarda kısmi iyileşmenin istatistiksel
olarak anlamlı derecede daha fazla olduğu saptandı.Çalışmamızda toplam
P386
Ekstrensek Allerjik Alveolit Zemininde
Gelişen Nocardia Enfeksiyonu
Hatice Sözgen, Fatmanur Karaköse, Hatice Kutbay Özçelik, Fatih Yakar, Esat
Hayat, Mehmet Bayram, Muhammed Emin Akkoyunlu, Murat Sezer
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş: Ekstrensek allerjik alveolit (EAA), organik tozların veya kimyasal
maddelerin tekrarlayan inhalasyonuyla gelişen IgE aracılı bir hipersensitivite reaksiyonudur. Nocardia enfeksiyonu ise daha çok immunsuprese hastalarda gelişen fırsatçı bir enfeksiyon olarak bilinmekle beraber, literatürde
%15 oranında altta yatan hastalık olmadan da gelişebildiği bildirilmiştir.
Olgu: 32 yaşında erkek hasta halsizlik, nefes darlığı, öksürük şikayetleri
ile başvurdu.7 ay önce dış merkezde çekilen akciğer tomografisinde her iki
akciğerde yaygın interlobüler septal ve peribronşial kalınlaşmalar ve diffüz
dağılımlı buzlu cam alanları olması üzerine hasta servise yatırıldı. Bronkoskopik inceleme yapılan hastada uyumsuzluk nedeniyle transbronşial
biyopsi ve bronkoalveoler lavaj yapılamadı ve interstisyel akciğer hastalığı
etyolojisi açısından yapılan serolojik incelemeleri negatif gelen hastaya
açık akciğer biyopsisi yapıldı. Biyopsinin patoloji sonucu EAA’yla uyumlu olarak sonuçlandı. Mikrobiyolojik inceleme ise EZN+, gram+, PAS+
nocardia ile uyumlu görüldü. Hastada nocardia infeksiyonu gelişimine neden olacak predispozan faktör saptanmadı. Tedavisi düzenlenerek taburcu
edilen hasta, 1 ay sonra bilateral pnömoni ve solunum yetmezliği tablosu
nedeniyle alındığı yoğun bakım ünitesinde sepsis ve dissemine intravasküler koagülasyon gelişerek yatışının 9. günü ex oldu.
Tartışma: Nocardia enfeksiyonunun immunsuprese hastalarda gelişimi ya da pulmoner alveoler proteinozis, bronşiektazi, kronik obstriktif
akciğer hastalığı gibi pulmoner hastalıklara eşlik edebildiği bilinmekte iken
EAA ile birlikteliği sık olmadığından olgunun sunulmasını uygun gördük.
Anahtar Kelimeler: Nocardia,ekstrensek alerjik alveolit,akciğer
enfeksiyonu
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
135
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P387
Hidatik kist hastalığında nadir bir tutulum:
Kot destrüksiyonuna neden olan göğüs
duvarı tutulumu
Esra Akkütük Öngel1, Murat Yalçınsoy1, Sinem Güngör1, Selahattin Öztaş1,
Gökhan Hacıibrahimoğlu2, Ayşe Alp Ersev3, İrfan Yalçınkaya4
ve CMV pozitif saptandı. Mevcut geniş spektrumlu antibiyoterapisine ek
olarak antifungal ve gansiklovir eklenen hastanın tedavinin 15. gününde
belirgin klinik ve radyolojik düzelme izlendi.
Bu olguyu immünsüprese hastalarda fırsatçı enfeksiyon etkenleri olan
C. Albicans ve CMV birlikteliğine örnek teşkil etmesi ve bu hastalarda titizlikle alınan bronkoskopik tetkiklerin tedaviye yön verdirici olacağını hatırlatmak amacıyla paylaştık.
Anahtar Kelimeler: Candida, CMV, kavite, immünsüpresyon
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Florence Nightingale Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji
Bölümü, İstanbul
4
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi, İstanbul
1
2
3
Hidatik kist hastalığı(HKH) sıklıkla karaciğer ve akciğerlere yerleşir. İntratorasik eks-trapulmoner lokalizasyonlar sıklıkla mediastinum, plevra, perikardiyum, miyokard, diyafragma ve göğüs duvarındadır. Göğüs duvarı
yerleşimli HKH olgularına oldukça nadir rastlanmaktadır. Göğüs duvarı
tutulumunda odak yumuşak doku, sternum veya kosta olabilmektedir.
Tüm kist hidatiklerde kemik tutulumu %0,9- %2 arasında görülmektedir.
Kliniğimizde göğüs duvarı tümörüyle karışan görünümü nedeniyle takip
ettiğimiz kot destrüksiyonuna neden olan HKH olan olgumuzu sunduk.
36 yaşında kadın. Kolda uyuşma, sırt ağrısı şikayetiyle çekilen akciğer
grafisinde sol parahiler bölgede, 6 ve 7. kotlarda destrüksiyon oluşturan,
7*6 cm multilobule konturlu mass lezyon görüldü. Yapılan iğne biopsisinde miksoid görünümde hücresiz materyal izlenen hasta ileri tetkike alındı.
Toraks MR’da sol arka göğüs duvarında destrüksiyon oluşturan, anteriorda
akciğer parankimi ile sınırlı, medialde vertebra korpusu ile sınırlı ve medial konturunda nöral foramen sınırına uzanan boyutları 7*6*5cm ölçülen
multilobule konturlu mass lezyon, içerisinde multiple kistik kompartmanlar
izlenmiş. Kistik komponent ve septasyon içermesi nedeniyle anevrizmal
kemik kisti, kisthidatik, mestatik lezyon ön tanıları ile yapılan operasyonda posterior paravertebral kenarda 6 ve 7. kotları invaze eden vertebral
kolonda uzanım gösteren semisolid kist hidatikle uyumlu lezyon görüldü.
6 ve 7. kotlar posterior vertebral bileşkeden parsiyel rezeke edildi. Göğüs
duvarında ekstraplevral ektratorasik kistik kitle çıkarıldı. Andazol tedavisi
başlandı. Hastanın tedavisi 9 aya tamamlanarak kesildi. Dört yıl sonra
hemoptizisi ile müracaat eden hastada patoloji saptanmadı. Hasta halen
kontrolümüz altında olup, şikayetsizdir.
Sonuç olarak; ülkemiz için önemli bir sağlık sorunu olan HKH da, karaciğer ve akciğer dışındaki kistik lezyonların ayırıcı tanısında da, atipik
yerleşimli HKH olgularının ayırıcı tanılar içinde düşünülmesi gerektiği
kanısındayız.
Anahtar Kelimeler: kist hidatik, göğüs duvarı tutulumu, kot
destruksiyonu
Şekil 1. Yaygın, multifokal kaviteler ve mikronoduler infiltrasyonlar
Şekil 2. A. flukonazol ve gansilovir tedavisi öncesi B. flukonazol ve gansilovir
tedavisinin 15. günü
P389
Septik Pulmoner Emboli, Bir Olgu Nedeniyle
Nesrin Öcal, Tuncer Özkısa, Ömer Deniz, Hayati Bilgiç
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
P388
Kemoterapi alan immünsüprese bir olguda
eşzamanlı CMV ve candida albicans
pnömonisi
Nesrin Öcal, Tuncer Özkısa, Ömer Deniz, Hayati Bilgiç
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Kanser hastalarında mortalite ve morbiditeyi belirleyen en önemli
faktörlerden biri enfeksiyonlardır. Enfeksiyöz ajanlar özellikle malignite
nedeniyle kemoterapi uygulanmakta olan hastalarda konvansiyonel mikroorganizmalardan fırsatçı patojenlere kadar geniş bir dağılım gösterirler.
Bu etkenler arasında mantarlar, CMV gibi viral ajanlar, P. Jirovecii en sık
karşılaşılanlardır. Bu konuya örnek teşkil eden bir olgumuzu sunuyoruz.
Malign ağız tabanı tümörü nedeniyle kemoterapi almakta olan 49 yaşında erkek hasta genel durum bozukluğu, nefes darlığı, yüksek ateş şikayetleri ve hipoksemi gelişmesi nedeniyle kliniğimize refere edildi. PA akciğer
grafisindeki lezyonların detaylı görüntülenmesi amacıyla çekilen toraks
BT’de sağ akciğerde daha belirgin olmak üzere bilateral, multifokal, kalın
duvarlı kavitasyonlar ve mikronoduler infiltrasyon izlenen hastaya tanısal
bronkoskopi işlemi yapıldı. Hastadan alınan korunmuş fırça ve lavaj materyalleri patoloji ve mikrobiyoloji laboratuarlarına gönerildi. İmmünsüpresyon tablosu göz önünde bulundurularak alınan materyallerden mantar,
CMV, p. Jirovecii, ARB ve non-spesifik kültür istendi. Fırça preparatlarının
patolojik incelemesinde mantar sporları görülen hastanın korunmuş fırça materyallerinin mikrobiyolojik değerlendirmesinde Candida albicans
136
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Septik pulmoner emboli, konjenital kalp hastalığı, IV ilaç kullanımı, uzun
süreli katater kullanımı gibi predispozan durumlarda, mikroorganizmaları
içeren koagüle kanın sağ kalpten hematojen yolla akciğerlere yayılımı ile
infarkt ve abse formasyonları oluşturmasıyla karakterizedir. Morbiditesi ve
mortalitesi yüksek olan septik pulmoner embolinin prognozunu belirleyen
en önemli faktör, erken tanı ve geniş spektrumlu antibiyoterapidir. Bu açıdan septik pulmoner emboli tanısı koyduğumuz bir olguyu sunuyoruz.
Kronik böbrek yetmezliği tanısı ile nefroloji kliniği tarafından hemodiyaliz tedavisi devam eden 60 yaşında kadın hasta yeni gelişen nefes darlığı ve
SpO2 düşüklüğü nedeniyle nedeniyle kliniğimize refere edildi. Ateş: 36.5
derece, nabız: 82/dakika, tansiyon arteryal 120/55 mmHg olan hastanın 2
L/dakika nazal oksijen ile alınan arteryal kan gazında pH: 7.19, PCO2:57
mmHg, PO2:58 mmHg, SaO2: %90, olarak ölçüldü. Halen santral katateri bulunan hastanın solunum sistemi fizik muayenesinde bilateral kaidelerde ince raller duyuldu. Çekilen PA akciğer grafisinde bilateral multifokal
noduler dansiteler izlenen hastaya toraks BT çekildi. Toraks BT’de üst loblardaki daha belirgin olmak üzere her iki akciğerde, en büyüğü 12x20 mm
boyutunda olan, multipl noduler dansiteler izlenen hastanın hikayesinde
herhangi bir immünsüpresif tedavi kullanmadığı öğrenildi. 5 gün önceki
akciğer grafisinde tariflenen lezyonların izlenmemesi olası bir metastazdan
uzaklaştırdı. 2 gün önce alınmış olan katater ucu kültüründe E.coli (ESBL
+) (8.000CFU)ve MSSA (>10.000CFU) üremiş olması nedeniyle hastanın mevcut bulguları septik emboli lehine değerlendirildi. Mikrobiyolojik
direnç profili doğrultusunda düzenlenen geniş spektrumlu antibiyoterapi
ile klinik düzelme izlenen hastanın tedavinin 20. Gününde çekilen kontrol
BT’sinde lezyonlarda belirgin gerileme oluştu.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bu olguyu farklı radyolojik prezentasyonu ile septik emboliyi klinik tanılar arasında hatırlatıcı olması amacıyla paylaştık.
Anahtar Kelimeler: emboli, nodul, katater, septik
%8.2’si pnömokok aşısı yaptırmıştı. Hastaların %15.8’inde balgam kültüründe üreme saptanırken sadece %2.9’unun kan kültüründe üreme oldu.
Hastaların akciğer grafisinde %76.4’ünde konsolidasyon, %31.3’ünde interstisyel/yama tarzı görünüm, %2.2’sinde kavite ve %1.3’ünde abse izlendi. Hastaların %22.1’inde plevral efüzyon izlendi. Tedavi sonuçları %43.6
olguda tam iyileşme,%43.4 olguda kısmi iyileşme,%5.9 olguda tedavi başarısızlığı ve %7.1 olguda eksitus idi. Hastaların PSI ve CURB65 skorları
sırasıyla 12.25±24.6 ve 2.40±0.55 idi.
TGP olgularında ek hastalık sık görülmesine karşın aşılanma oranları
düşük olarak izlenmiştir. Bu olgularda mikrobiyolojik üreme oranları düşük
bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: toplumda gelişen pnömoni, klinik bulgular, sosyodemografik bulgular
P391
Şekil 1. Tedavi öncesi multifokal noduler opasiteler
Granülomatöz Akciğer Enfeksiyonun Nadir
Bir Nedeni: Kedi Tırmığı Hastalığı
Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Suat Durkaya3, Ayşegül Kaynar4, Sema
Nur Çalışkan2, Ali Ersoy5
Dörtyol Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları, Hatay
İskenderun Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları, Hatay
İskenderun Devlet Hastanesi Göğüs Cerrahisi, Hatay
4
İskenderun Devlet Hastanesi Patoloji, Hatay
5
Antakya Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları, Hatay
1
2
3
Şekil 2. Tedavinin 20. gününde radyolojik düzelme
P390
Erişkin TGP Olgularının Sosyodemografik ve
Klinik Özellikleri
Kedi tırmığı hastalığı (KTH), bağışıklık sistemi normal kişilerde, giriş
yerinin drene olduğu lenf düğümlerinde kronik inflamasyonla seyreden
bir infeksiyondur. Bağışıklık sistem baskılanmış olan hastalarda ensefalit,
nöroretinit, granülomatöz konjunktivit, hepatosplenik tutulum, pnömoni
ve trombositopenik purpura gibi klinik tablolar şeklinde de ortaya çıkabilir.
50 yaşında kadın hasta öksürük, ateş, eklem ağrısı nedeni ile değerlendirildi. Özgeçmişinde 4 yıl önce karaciğer kist hidatiği nedeni ile operasyon
ve romatoid artrit nedeni ile 1 yıldır deltakortil kullanımı mevcuttu. Toraks
tomografisinde sağ alt lob superiyor ve üst lobta nodul saptandı. Laboratuvar incelemesinde lökositoz dışında anormallik saptanmadı. Balgam
aerob kültür ve ARB si negatif olarak saptandı. Hastaya tanısal VATS uygulandı. Patoloji sonucu granülomlar içinde polimorf nüveli lokositler, tbc
ve sarkoidoz dışı granülomatöz hastalık ön planda kedi tırmığı hastalığı
olarak raporlandı.
Anahtar Kelimeler: Granülomatoz akciğer, kedi tırmığı
Ayşın Şakar Coşkun1, Yavuz Havlucu1, Cemile Çetinkaya2, Aykut Çilli3, Burcu
Karaboğa3, Oğuz Kılınç4, Öznur Kılıç4, Sezai Taşbakan5, Canan Gündüz5,
Armağan Hazar6, Fatma Gündüz6, Nurdan Köktürk7, Esra Uzaslan8, Ayten
Filiz9, Öner Dikensoy9, Mehmet Polatlı10, Abdullah Sayıner5
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Malatya Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, Malatya
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
4
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
5
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
6
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
7
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
8
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa
9
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep
10
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Aydın
1
2
3
Bu çalışmada yetişkin toplumda gelişen pnömoni (TGP) olgularının
klink ve sosyodemografik özelliklerinin incelenmesi amaçlandı.
Ocak 2009-Ocak 2013 tarihleri arasında TTD Solunum Sistemi İnfeksiyonları Çalışma Grubu tarafından hazırlanan “Pnömoni Veri Tabanı”na
kayıt yapılan 1085 olgu çalışmaya alındı. Hastaların sosyodemografik
verileri, yakınmaları, komorbiditeleri, alışkanlıkları, özgeçmiş, fizik muayene bulguları, laboratuar ve radyolojik bulguları, pnömoni ağırlık gruplandırmaları, tedavi sonucu, komplikasyonlar, yatış süresi ve maliyetleri
kaydedildi.
Hastaların durumuna göre farklı zamanlarda kontroller yapıldı ve yakınmalar, fizik bakı bulguları, laboratuar ve radyolojik bulguları ile tedavi
sonuçları kaydedildi.
Toplam 1085 olgunun %67,7’si erkek, yaş ortalaması 64.9 ± 17.4 yıl
idi. Hastalarda en sık görülen semptomlar öksürük (%87), balgam (%80.5)
ve ateş (%58.1) idi. Hastaların %81.8’sinde komorbidite eşlik ediyordu ve
%59.5’inde sigara içme öyküsü mevcuttu. Hastaların %14.6’sı influenza
Şekil 1.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
137
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 1. Acilde çekilen radyografide, sol suprahilar alanda tespit edilmemiş opasite
izleniyor (1A). Üç gün sonra rüptüre kaviter lezyon, buzlu cam infiltrasyonlar ve
küntleşmiş sol sinüs gözleniyor (1B).
A1
A2
B1
B2
Şekil 2.
Şekil 2. İkinci gün çekilen BT’de rüptüre kist, germinal membranlar, buzlu cam
infiltrasyonlar ve plevral efüzyon izleniyor (A1 ve A2). İkinci ay çekilen BT’de sadece
eski rüptüre kist izleniyor (B1ve B2).
P392
Enterik Ateş Seyrinde Rüptüre Olan Akciğer
Hidatik Kisti; Bildirilmemiş Bir Olgu
Hanifi Yıldız1, Selami Ekin2, Hatice Beyazal Polat1, Fatma Beyazal Çeliker1,
Ahmet Arısoy3
Özel Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van
2
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
3
Özel İstanbul Hastanesi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
1
Amaç: Kist hidatik (KH) ve enterik ateş ülkemizde endemiktir. KH,
kistik ve paraziter bir hastalıktır. Akciğer kistleri nadiren rüptüre olurlar.
Burada enterik ateş seyrinde rüptüre olan ilk kist hidatik olgusu sunulacak.
Olgu: Otuz iki yaşında bir kadın, ateş, öksürük, bulantı, kusma, karın
ağrısıyla acile başvurmuş. Radyografide sol-suprahiler alandaki opasitesi
fark edilmemiş (Şekil 1.-A). Enfeksiyon ve reflü tedavisi verilmiş. Üçüncü
gün kötüleşen hasta, dâhiliye kliniğimize sevk edilmiş. Mide-duodenum
grafisinde reflü saptanmış. Widal testiyle H antijeni 1/400, O 1/100 olarak
bulunmuş. Lökosit, HGB ve CRP seviyeleri sırasıyla 4.300 mm3, 10,7 g/
dL ve 207 mg/dl olarak ölçülmüş. Enterik ateş ve reflü tanısı konmuş. Radyografide, sol üst zonda kaviter bir lezyon ve yaygın buzlu cam infiltrasyon
görülmüş (Şekil 1.-B).
Tüberküloz ve malignite düşünülen hasta kliniğimizce devralındı. Parenteral yolla, günde 40 mg metilprednizolon, 3 gr ampisilin sulbaktam, 400
mg siprofloksasin ve H2 reseptör blokeri başlandı.
Ateşi 38ºC, kan basıncı 90/60 mmHg, nabız 130/dk, solunum sayısı 25/
dk, idi. Sol akciğerde solunum seslerinde azalma ve raller saptandı. Bilgisayarlı tomografide (BT) üst lobda rüptüre bir kist, germinal memranlar,
buzlu cam infiltrasyonar ve plevral efüzyon görüldü (Şekil 2-A). Andazol
tedavisi başlandı. İndirekt hemaglütünasyon testinde pozitifti. (titre 1/640).
Batın ultrasonografisi normaldı. Beşinci gün radyografi ile opasitelerde azalma gözlendi ve CRP 5 idi. Cerrahi tedaviyi reddeden hasta oral
tedaviyle taburcu edildi. İkinci ay çekilen BT eski rüptüre kist haricinde
normaldı (Şekil 2-B).
Sonuç: Sonuçta, enterik ateş seyrinde akciğer hidatik kistlerinin rüptüre
olabileceği göz ardı edilmemeli.
Anahtar Kelimeler: Enterik ateş, hidatik kistler, rüptür
A
138
B
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P393
Altmış yaşında erkek hastada bilateral intra
arteriyel hidatik kist
Sibel Atış Naycı1, Eylem Sercan Özgür1, Meltem Nass Duce2, Cengiz Özge1,
Esin Taştekin1, Ahmet İlvan1
Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin
Mersin Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Mersin
1
2
Hidatik kist hastalığı önemli bir halk sağlığı problemi olup, ağırlıklı olarak karaciğer ve akciğerde yerleşim gösterir. Pulmoner arterlere yerleşim
nadir görülmekle birlikte erken tanı hayati öneme sahiptir. Biz bilateral intrarteryel hidatik kisti olan 60 yaşında ki erkek hastayı sunmayı amaçladık.
Altmış yaşında 80 paket-yıl sigara öyküsü olan erkek hasta 1 yıldır olan
hemoptizi, öksürük, göğüs ağrısı, halsizlik ve gece terlemesi şikayetleri ile
başvurdu. Özgeçmişinde özellik saptanmadı. Solunum sistemi muayenesinde bazallerde bilateral ince raller mevcuttu. Laboratuar incelemesinde
WBC: 7.04x109/L (%9.2 eozinofil), CRP: 19.9 mg/L, sedimantasyon: 40
mm/saat olarak bulundu. Akciğer grafisinde sağ hiler genişleme, sol kostofrenik sinüs künt ve sol alt zonda konsolide alan izlendi (Şekil 1). Nonspesifik antibiyotik tedavisi başlandı. Balgam ARB 4 defa menfi bulundu. Toraks tomografisinde bilateral alt lob pulmoner arter içinde sıvı dansitesinde
alanlar, sol alt lob posterolateral segmentte kaviter lezyon ve sağ alt lob
apikal segmentte infiltrasyon saptandı (Şekil 2). Abdominal USG normal
sınırlarda bulundu. Hidatik kist indirek hemaglütinasyon testi pozitif bulundu. Ekokardiyografi normal olarak değerlendirildi. Lezyonların yaygınlığı
nedeniyle cerrahi işlem yapılamadı. Albendazol tedavisi başlandı. Tedavinin 3. ayında iyilik halinin devam etmekte olduğu izlendi.
Hidatik kistin pulmoner ertere yerleşimi nadir olup, hayatı tehdit eden
bir durumdur. Hastalığın endemik olduğu bölgelerde dahi tanı koymak
güç olabilmektedir. Pulmoner arter içindeki hidatik kistin tomografik görüntüsü karakteristiktir. Klinik ve radyolojik bulguların farkındalığının erken
tanı ve tedavi açısından önemli olduğu düşünüldü.
Anahtar Kelimeler: hidatik kist, intra arteryel, pulmoner arter
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Anahtar Kelimeler: pnömoni, uygunsuz ADH sendromu
P395
Multivariate analysis of some inflammatory
and immune survival predictors in patients
with severe CAP
Kseniia Bielosludtseva, Tetyana Pertseva, Tetyana Kireeva
Department of Faculty Therapy, Dnipropetrovsk Medical Academy
Şekil 1.
Objectives: to determine the significance of markers CD4, CD8, procalcitonin (PCT) and C-reactive protein (CRP) as a predictor of survival in
patients with severe CAP.
Methods: 51 patients with verified severe CAP without HIV (age –
57,50±4,31 years, men – 37 (72,5%), women – 14 (27,5%)). General
analysis, determination of serum PCT and CRP; CD4, CD8 prior ABT
(visit 1), on 8–10 day of ABT (visit 3), cluster analysis.
Results: in 6 (11,7%) patients with severe CAP, despite adequate ABT,
lethal end of disease was determined. All patients were separated on 3
classes: 1) whose PCT at visit 3 decreased by more than 95,6% and CD4
increased significantly (by more than 335,7%) we can predict recovery
with a maximal probability; 2)patients whose PCT at visit 3 decreased by
more than 95,3% and CD4 increased by more than 4,7%, have a chance
to recover, although the risk of death and pulmonary complications is
high; 3)patients whose PCT decreased very slightly (by 1%) or significantly increased (by more than 11,460%) and CD4 decreased by more than
50% have a maximum risk of death.
Conclusions: with a substantial reduction of PCT and increase of CD4
during the adequate ABT a favorable outcome of severe CAP can expect,
whereas at the increasing of PCT and decreasing of CD4 the survival is
unfavorable.
Keywords: severe CAP, prognosis, predictors
P396
Role of inflammatory markers as survival
predictors in patients with severe CAP
Kseniia Bielosludtseva, Tetyana Pertseva, Tetyana Kireeva
Şekil 2.
P394
Uygunsuz ADH sendromunun eşlik ettiği
pnömoni olgusu
Ersin Demirer, Yasin Uyar, Ömer Ayten, Tansel Kendirli, Faruk Çiftçi
Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, İstanbul
Giriş: Maligniteler, santral sinir sistemi hastalıkları, tüberküloz, pnömoniler, ampiyem, akciğer apsesi gibi enfeksiyonlar sonucunda Uygunsuz
ADH Sendromu ortaya çıkabilmektedir.
Olgu: Yirmi yaşında bayan hasta iki haftadır süren öksürük, balgam
şikayetleri ile başvurdu. Akciğer grafisinde konsolidasyon tespit edilerek
pnömoni öntanısı ile yatırıldı. Özgeçmişinde altı ay önce medulloblastom
tanısı ile operasyon ve kemoterapi öyküsü mevcuttu. Tam kan sayımında
WBC: 2800, Hb: 10.7, Hct: 37.5 saptandı. Periferek yaymasında %70
nötrofil görüldü. Sedim: 106 mm/saat, CRP: 249 mg/L olarak ölçüldü.
Rutin biyokimyasında Na: 122 mEq/L, K: 4 mEq/L idi. İştahsızlık, bulantı
ve kusma izlendi. AKG sonucunda pH: 7.25, pCo2: 55 ölçüldü. Hastada
epileptik atak görüldü. Serum osmolaritesi 240 mOsm/kg, İdrar osmolaritesi 530 mOsm/kg saptandı. Hastanın antibiyoterapisi piperasilin/tazobaktam ve levofloksasin olarak uygulandı. Toraks Bt’de Sağ akciğer anteromediobazal segmentte 4x2.5 cm boyutlu düzensiz sınırlı yoğunluk artımı,
diğer alt lob segmentlerinde yamasal tarzda buzlu cam ve noduler alanlar
izlendi. Hiponatremi tedavisinde %3 NaCl uygulandı. Hastanın pnömoni
tablosunda ve hiponatremi belirtilerinde düzelme görüldü.
Sonuç: Ciddi hiponatremi maligniteli hastalarda izlenebilir. Enfeksiyon
hastalıklarında da Uygunsuz ADH Sendromu’nun saptanabilecek bir tablo
olabilmektedir.
Department of Faculty Therapy, Dnipropetrovsk Medical Academy
Objectives: to determine the significance of markers procalcitonin
(PCT) and C-reactive protein (CRP) as a predictor of survival in patients
with severe CAP.
Methods: 51 patients with verified severe CAP without HIV (age –
57,50±4,31 years, men – 37 (72,5%),women – 14 (27,5%)). General
analysis, determination of serum PCT and CRP prior ABT (visit 1), on
8–10 day of ABT (visit 2), statistic.
Results: in 6 (11,7%) patients with severe CAP, despite adequate ABT,
lethal end of disease was determined. Comparative evaluation of initial
and final clinical and laboratory dataof survivors and deceased patients
with sCAP, found that at baseline all patients were characterized by pronounced inflammatory response, regardless of the outcome of treatment.
While the final data obtained that levels of PCT and CRP were significantly
different among the dead and the survivors patients. In this case, there
was a clear pattern: the patients who survived, there was a decreasein the
level of inflammatory markers, and those who died – on the contrary, the
dynamic increase in PCT and CRP determined (table 1).
Conclusions: initial level of PCT cannot be a survival predictor of
severe CAP, therefore the dynamic decrease of PCT (more then by 78%)
is a favorable survival predictor.
Keywords: severe CAP, prognosis, predictors, markers
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
139
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Table 1. Dynamics of general inflammatory parameters in patients
with severe CAP depending on the outcome of the disease
parameter
Initial data
(visit 1)
Initial data
(visit 1)
Final data
(visit 3)
Final data
(visit 3)
survivors
(n=45)
died
(n=6)
survivors
(n=45)
died
(n=6)
PCТ, ng/ml
17,9±3,9^
23,7±8,4
0,08±0,01*^
36,5±11,6*
СRP, mg/l
262,8±18,2^
309,3±38,9
39,9±4,7*^
579,1±74,3*^
N o t e s: 1. * – рs-d˂0,05 by the Mann-Whitney; 2. ^ – pv1-v3˂0,05 by Wilcoxon;
infected patients with pneumonia (2,81±2,42 ng/ml). At visit 2 at 8 from
51 patient without HIV with negative effect of ABT had increase dinamic
of PCT, which was the couse of ABT change. At visit 3 in 6 (11,7%) patients with severe CAP, despite adequate ABT, lethal end of disease was
determined. At the patients who survived there was a decrease in the level
of PCT (from 17,9±3,9 ng/ml at visit 1 to 0,08±0,01 at visit 3), and those
who died – on the contrary, the dynamic increase in PCT (from 23,7±8,4
ng/ml to 36,5±11,6 ng/ml) determined.
Conclusions: PCT and its dynamic is effective diagnostic and prognostic parameter, ethiological marker of severe CAP and marker of efficiency and sufficiency of ABT
Keywords: severe CAP, procalcitonin, marker
P399
P397
Different clinical, immunological and
inflammatory predictors for survival at
patients with severe CAP from the position
of multifactor analysis
Kseniia Bielosludtseva, Tetyana Pertseva, Tetyana Kireeva
Department of Faculty Therapy, Dnipropetrovsk Medical Academy
Objectives: to determine the significance of clinical parameters, immunological and inflammatory markers as a predictors of survival in patients with severe CAP.
Methods: 51 patients with verified severe CAP without HIV (age –
57,50±4,31 years, men – 37 (72,5%), women – 14 (27,5%)). General
analysis, SMRT-CO count, determination of serum procalcitonin (PCT)
and C-reactive protein (CRP); CD4, CD8 prior ABT (visit 1), on 8–10 day
of ABT (visit 2), multufactor analysis.
Results: in 6 (11,7%) patients with severe CAP, despite adequate ABT,
lethal end of disease was determined. It was found that the most influential
clinical criteria were the values of temperature and respiratory rate, which
factor loadings were 0,99 and 0,91 respectively. While the factor loadings
of scale SMRT-CO was minimal and amounted 0,59, which was less than
the factor loadings of heart rate and SaO2 separately.
In evaluating of the factor load among laboratory parameters the most
significant were CD4 (0,7), CD8 (0,8), ΔCD4 (0,77), ΔPCT (0,7) and the
value of band neutrophils (0,71). The immunological markers were more
influential than general inflammatory, factor loadings of ΔCD4, ΔCD8,
ΔPCT were higher than the initial data of them. Minimal impact on the
system (about 0,5) had the results of CRP and white blood cells, which
resulted in the exclusion of these parameters from the further statistical
analysis.
Conclusions: 1) SMRT-CO cannot be survival predictor at patients
with CAP; 2)the most significant laboratory predictors of outcome in patients with severe CAP is dynamics of CD4 and PCT.
Keywords: severe CAP, progmosis, predictors
Toplum Kökenli Metisilin Dirençli
Staphylococcus aureus Pnömonisi: Olgu
Sunumu
Hale Ateş, Duygu Özol, Bülent Bozkurt
Turgut Özal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Toplum kökenli metisilin dirençli Staphylococcus aureus (TK-MRSA) enfeksiyonları giderek yaygınlaşıyor ve sağlıklı bireylerde bile giderek ölümcül sorunlara neden oluyor. TK-MRSA enfeksiyonlarının en sık görülme
şekilleri deri ve yumuşak doku enfeksiyonları ile pnömonidir. Yaptığımız
literatür taramasında TK-MRSA pnömonisi olgularına nadiren rastladık.
Biz bu olgu sunumunda toplum kökenli pnömoni tanısı ile hastaneye
yatırdığımız ve etken olarak MRSA düşündüğümüz olguyu sunduk.TKMRSA pnömonisi multilober infiltratlar veya kavitasyonla seyredebilir,
seyrinde hemoptizi, plevral efüzyon ve ampiyem gelişebilir. TK-MRSA
enfeksiyonlarında başvuru öncesi ya da hospitalizasyonun ilk 48 saatinde
başlayan semptomlar vardır ve hızlı seyrederek şiddetli solunum yetmezliğine yol açabilmektedir. Bizim olgumuzda da on gün önce başlayan ve
son üç gündür şiddetlenen, bir gün içinde solunum yetmezliğine ilerleyen
semptomlardan oluşan bir klinik mevcuttu.Yatışından itibaren sırasıyla
seftriakson, meropenem ve klaritromisin tedavileri başladığımız hastamızın ateş yüksekliği devam etti ve kliniğinde iyileşme gözlenmedi. Kültürlerinde üretememize rağmen etkenin TK-MRSA olduğunu düşündüğümüz
olgumuza linezolid tedavisi başladık. Linezolide tedavisi sonrası hastanın
ateşinin düşmesi, nefes darlığı ve takipnesinin geçmesi, AC grafisindeki
opasitenin gerilemesi, CRP değerinin düşmesi üzerine hastanın tedaviden
fayda gördüğü kanısına vardık.
Anahtar Kelimeler: Toplum kökenli pnömoni, MRSA
P398
Role of procalcitonin (PCT) in diagnosis,
treatment and prognosis of severe CAP
Kseniia Bielosludtseva, Tetyana Pertseva, Tetyana Kireeva
Department of Faculty Therapy, Dnipropetrovsk Medical Academy
Objectives: to determine the significance of marker PCT as a diferential diagnostic parameter, parameter of efficiency and sufficiency of ABT,
survival predictor in patients with severe CAP.
Methods: 72 patients with probable severe CAP. General analysis, determination of serum PCT prior ABT (visit 1), on 3-4 day of ABT (visit 2),
on 8–10 day of ABT (visit 3), statistic.
Results: At all patient with verified severe CAP (n=62) serum PCT
was more then 0,5 ng/ml (18,7±3,62 ng/ml) (norm - up to 0,05 ng/ml), at
other - less then 0,1. At visit 1 all patient with verified severe CAP had different serum PCT depending on ethiology: maximal - at Gramm-negative
respiratory agents (52,5±12,63 ng/ml); medium - at Gramm-positive
ones (12,8±3,56 ng/ml); minimum - at pneumocystis pneumonia at HIV-
140
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 1.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P401
A. baumannii nedeni ile gelişen hastane
kökenli alt solunum yolu enfeksiyonları
Sibel Doruk1, Handan İnönü Köseoğlu1, Gülgün Yenişehirli2, İlker Etikan3,
Dursun Ali Sağlam4, Ayşe Yılmaz1, Süheyla Kaya5, Özgür Günal6
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Tokat
3
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Bioistatistik Anabilim Dalı, Tokat
4
Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Tokat
5
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat
6
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, İnfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat
1
2
Şekil 2.
P400
Renal transplant olgusunda tümör ile
karışan akciğer mantar apsesinin tanı ve
tedavi yaklaşımı
Mustafa Ilgaz Doğrul1, Emire Pınar Seyfettin1, Müşerref Şule Akçay1, Gaye
Ulubay1, Merih Tepeoğlu2, Füsun Öner Eyüboğlu1
Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Başkent Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
Amaç: A.baumannii hastane kökenli enfeksiyonların önemli etkenlerindendir. A.baumannii ile gelişen enfeksiyonların tedavisi özellikle kritik
hastalarda oldukça güçtür. Bu çalışmada A.baumannii nedeni ile gelişen
alt solunum yolu enfeksiyonlu (ASYE) olguların genel özelliklerinin incelenmesi ve bu olgularda mortalitenin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Metod: Erişkin yoğun bakım ünitesinde 2009-2013 arasında
A.baumannii nedeni ile gelişen ASYE olan olguların dosyaları incelendi.
Sonuçlar: 87 olgunun (erkek/kadın: 56/31) dosyası incelendi. Solunum yolu örneklerinde üreyen A. baumannii izolatları gentamisin, III-IV.
kuşak sefalosporinler ve kinolonlara dirençli idi. Karbapenem direnci 2009
ve 2010 yılında sırasıyla %28.6 and %33.3 iken son 3 yılda ise karbapenem direnci %100 idi. Ortalama mortalite %64.4 idi. Hipoalbuminemi,
hipo/hiper natremi, üremi ve YBÜ’de uygulanan parenteral/enteral beslenme, oro/nazo gastrik beslenme tüpü, kardiopulmoner resusitasyon,
santral venöz kateterizasyon ve entübasyon gibi invaziv uygulamaların
mortalite üzerine etkisi saptanmadı. Ancak trakeostominin mortaliteyi 4
kat arttırdığı ve 65 yaşından büyük olgularda mortalitenin daha yüksek
olduğu belirlendi.
Sonuç: Karbapenem direnci yıllar içinde artmaktadır. Trakeostomi dışında YBÜ’de uygulanan invaziv işlemlerin mortaliteye etkisi saptanmamıştır. Yaşlı olgularda mortalite daha yüksek iken trakeostomi mortalite
riskini 4 kat arttırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: A.baumannii, çok ilaca dirençli A.baumannii, geniş spektrumlu antibiyotikler, karbapenem, yoğun bakım ünitesi, mortalite
2
47 yaşında, 3 yıl önce renal transplant yapılmış erkek hasta, 3 haftadır
süren sağ omuz ve sırt ağrısı ile polikliniğimize başvurduğunda CRP 256,3
mg/L, lökosit 21,05 bin/µL olarak saptandı. 15 paket yıl sigara öyküsü
olan hastanın akciğer grafisinde sağ üst zonda mediastene komşu, düzgün
sınırlı radyoopasite gözlendi. Renal transplant hastamıza kontrastsız Toraks BT ve Torakal MR yapıldı. Sağ akciğer apeksinde retrosternal alanda,
55x31 mm boyutlarında, pektoral kas posteriorundan anterior mediastene
uzanan yumuşak doku kitlesi saptandı. Fiberoptik bronkoskopide endobronşiyal lezyon gözlenmeyen hastadan transtorasik biyopsi ile örnekler
alındı. Patoloji sonucu apse ve apse duvarı ile uyumlu bulgular, PAS boyasında şüpheli mantar sporları olarak raporlandı. Biyopsi tekrarı önerilen
hastadan alınan ikinci transtorasik biyopsi örnekleri de benzer şekilde raporlandı. Bronkoalveoler lavaj ve doku biyopsi kültürlerinde üreme olmadı. Galaktomannan, prokalsitonin, tümör markerları, CMV PCR, Hepatit
ve HIV markerları negatif saptandı. Transösofageal ekokardiyografide
trombüs izlenmedi. Diş muayenesinde fokal enfeksiyon odağı saptanmadı.
Enfeksiyon hastalıklarınca amprik olarak başlanan piperasilin-tazobaktam
tedavisi altında ateş yanıtı olmayan, CRP ve lökosit düzeyleri düşmeyen
hastanın tedavisine biyopside izlenen mantar sporları nedeniyle vorikonazol eklendi. Vorikonazol tedavisi altında ateşi düşen, ağrısı düzelen, CRP
ve lökosit düzeyleri belirgin gerileyen hasta oral vorikonazol ile taburcu
edildi. Tedavinin 8. haftasında çekilen Toraks BT’sinde lezyonda küçülme
izlenen, şikâyetleri tamamen düzelen, CRP 15,2 mg/L ve lökosit 12,07
bin/µL olan hastanın vorikonazol tedavisinin devamına karar verildi. Uzun
süreli immünsüpresif tedavi alan olgumuzda saptanan mantar apsesinin,
tümöral bir lezyonu ileri derecede taklit etmesi ve sekiz haftalık antifungal
tedavi ile cerrahiye gerek kalmaksızın gerilemesi ısrarcı medikal tedavinin
önemini vurgulamaktadır.
Anahtar Kelimeler: akciğer, apse, böbrek, mantar, nakil
P402
Candida glabrata pnömonisi: Olgu sunumu
Meltem Çoban Ağca1, Tülay Yarkın1, Ebru Sulu1, Candan Elmalı2, Ahmet
Balıkçı3, Begüm Arıtan1, Mürşide Demirhan Uzun1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Patoloji Bölümü, İstanbul
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Mikrobiyoloji Bölümü, İstanbul
Candida glabrata, sağlıklı kişilerin normal florasında bulunan saprofitik
bir ajan olduğu halde immunsupresif ve aspirasyon riski olanlarda ciddi
pnömonilere neden olabilir. Pnömoninin nadir bir etkeni olarak, pulmoner Kandidiyazisin %20’sini oluşturur. Antifungal tedaviye sıklıkla dirençli
olduğu için tedavisi zordur.
Seksen yaşında erkek hasta acil polikliniğimize nefes darlığı ile başvurdu. Özgeçmişinde 6 yıldır KOAH’ı olan hasta dispneik, taşipneik ve taşikardikdi. Oda havasında SpO2 %82, lökosit 31.000/mm3, üre 53mg/
dl, kreatinin 2.83mg/dl, CRP: 300mg/dl idi. Grafide sağ orta ve alt zonda
konsolidasyon vardı. Servise yatırılan ve moksifloksasin (400mg/g, İV)
başlanan hastanın tedavisinin 3. gününde CRP: 140mg/dl’ye gerilerken,
radyolojik progresyon gözlendi. Tedaviye piperasillin /tazobaktam eklendi. Bu tedaviyle kliniği kısmen düzeldi, SpO2 %90’ın üzerine çıktı. Ancak
radyolojik değişiklik olmayan hastada olası malignite tanısına karşı balgam sitolojisi çalışıldı, yoğun hif ve mantar sporları görüldü. Fiberoptik
bronkoskopi de, nazofarinks ve çevresinde yoğun beyaz renkli plaklar ve
her iki bronş sisteminde yoğun ve kıvamlı sekresyon görüldü. Alınan lavaj
kültüründe flukonazole duyarlı olduğu raporlanan C. glabrata üredi. Hastaya flukonazol tedavisi başlandı. Antifungal tedavi altında kliniğinde hızla
düzelme sağlanan olgununun radyolojik yanıtı daha yavaş oldu. Halen tedavinin 3. ayında olan olgumuz kontrolümüz altında olup, kliniği stabildir.
Sonuç: Ağır pnömoni olgularında verilen geniş spektrumlu antibakteriyel tedaviye rağmen hastanın kliniğinde ve radyolojisinde değişiklik olma-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
141
POSTER SUNUMLARI
ması durumunda, olası fungal enfeksiyona bağlı pnömoni akla getirilmeli
ve tanı için mikrobiyolojik tetkikler derinleştirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Candida glabrata, flukonazol, pnömoni
P404
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Metastatik Kanseri Taklit Eden Nadir bir
Akciğer Patojeni: Streptomyces
Burcu Yalçın1, Serhat Erol1, Ayriz Tuba Gündüz2, Yasemin Özdoğan1, Serpil
Tekgül1, Barış Yılmaz1, Mehmet Ufuk Yılmaz1, Enver Yalnız1
1
İzmir Dr Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, İzmir
2
İzmir Dr Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Klinik
Mikrobiyoloji, İzmir
Şekil 1. Hastaneye yatışın 1. günü
Şekil 2. Balgam sitolojisi; yoğun hif ve mantar sporları
56 yaşında erkek hasta öksürük, balgam çıkarma şikayetleri ve akciğer grafisinde üst zonlarda nodüller ile başvurdu. İki aydır nefrotik sendrom nedeniyle kortikostreoid tedavisi almaktaydı. Labaratuar bulguları;
CRP:10,2, sedimentasyon:104, WBC:10.400 (%85 nötrofil). Toraks
tomografisinde sol ve sağ akciğer üst loblarda plevraya komşu nodüller
izlendi. Ayırıcı tanıda fungal enfeksiyon ve malignite düşündük. Yatışında ıntravenöz seftriakson tedavisi başlandı. Bronkoskopide endobronşiyal
lezyon saptanmadı. Bronş aspirasyonunun tüberküloz ve mantar kültürlerinde üreme olmadı. Non spesifik kültürde Streptomyces üredi fakat 10³
CFU/mL konsantrasyonda olması nedeniyle etken olarak düşünülmedi ve
duyarlılık testi yapılmadı. PET-CT istendi ve sağ ve sol üst loblarda yüksek
FDG tutulumu olan nodüller izlendi. Malignite ayırıcı tanısı için ince iğne
aspirasyon biopsisi yapıldı. Sitolojide malignite bulgusu izlenmedi. Tüberküloz, mantar ve Streptomyces kültürleri negatifti. Hastaya tru-cut biopsi
yapılmasına karar verildi. Hastaneye yatışından 10 gün sonra tomografi
eşliğinde tru-cut biopsi işlemi sırasında nodullerde anlamlı regresyon izlendi ve işlem iptal edildi. 1 ay sonra çekilen kontrol toraks tomografisinde
bilateral nodüllerde tama yakın regresyon izlendi. WBC,CRP ve sedimentasyon değerleri normale döndü. Nodüllerin Streptomyces enfeksiyonuna
bağlı olduğu ve seftriakson tedavisi ile regrese olduğu düşünüldü. Akciğer Streptomyces enfeksiyonu özellikle immunsüpresif hastalarda görülür.
Akciğer grafisinde ve toraks tomografisinde plevral effüzyon, infiltrasyon
ve nodüller olabilir. Nadir bir enfeksiyon olması nedeniyle Streptomyces
tedavisinin süresi olgu sunumlarına göre karar verilebilir. Uzun süreli antibiyoterapi önerilmektedir. Bizim vakamızın gösterdiği gibi bazı seçilmiş
olgularda kısa süreli antibiyotik tedavisi yeterli olmaktadır. Tedavi süresi
hastalığın şiddeti ve altta yatan hastalığa göre belirlenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Metastatik Kanser, PET-CT tutulumu, Streptomyces Enfeksiyonu
P403
Orta lob Sendromu Nedeniyle Yapılan Orta
Lobektomilerin Sonuçları
Hakan Kıral, Hakan Yılmaz, Serdar Evman, Levent Alpay, Cansel Atinkaya,
Çağatay Tezel, Volkan Baysungur, İrfan Yalçınkaya
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, İstanbul
Amaç: Orta lob sendromu oldukça nadir görülür. Konservatif tedaviye
cevap vermeyen olgularda cerrahi tedavi gerektiren önemli bir klinik antitedir. Çalışmamızda orta lob sendromunun tedavisinde cerrahi rezeksiyonların yerini, etkinliğini ve güvenlirliğini araştırmayı amaçladık.
Yöntem-Gereçler: Kliniğimizde 2008-2013 yılları arasında orta lob
sendromu nedeniyle orta lobektomi yapılan 8 olgu retrospektif olarak
değerlendirildi. Olguların klinik özellikleri, ameliyata kadar geçen süreler,
kullanılan cerrahi teknikler ve postoperatif sonuçları analiz edildi.
Bulgular: Olguların 6’sı kadın 2’si erkek olup yaş ortalaması 37.9 (2259) idi. En sık şikayetler; %62.5 öksürük, balgam, %37.5 nefes darlığı,
%12.5 hemoptizi, %12.5 göğüs ağrısı idi. Semptom süreleri ortalama 8.1
yıl (1-20) idi. 5 olguda torakotomi ve 3 olguda Video- asisted torakoskopik cerrahi (VATS) ile orta lobektomi yapıldı. Dren kalış süresi ortalama
2.37 gün (2-4) olup; torakotomi grubunda 2.6 gün, VATS grubunda 2
gün idi. Hastanede kalış süresi ortalama 3.87 gün (2-5) olup; torakotomi
grubunda 3.8 gün, VATS grubunda 4 gün idi. Torakotomi grubundaki 1
olguda postoperatif kanamaya bağlı retorakotomi gerekti. Bunun dışında
komplikasyon gözlenmedi. Morbidite %12.5 olarak hesaplandı. Mortalite
kaydedilmedi. Tüm olguların postoperatif patolojik incelemeleri bronşektazi olarak raporlandı.
Sonuçlar: Orta lob sendromunun tedavisinde, orta lobektomi son derece düşük komplikasyon oranları ve kısa hastanede kalış süresi ile etkili
bir tedavi yöntemidir. Gerek torakotomi gerekse de VATS ile güvenli bir
şekilde uygulanabilir.
Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, Orta Lobektomi, Orta lob Sendromu
142
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P405
Tekrarlayan Pulmoner Aspergilloma Olgusu
Ayşem Aşkım Öztin Güven, Sibel Arınç, Umut Sabri Kasapoğlu, Murat
Kavas, Begüm Arıtan
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Aspergilloma genellikle parankimde mevcut olan tüberküloz, büllöz amfizem veya sarkoidoz gibi bir kavitenin kolonizasyonu sonucu veya seyrek
de olsa primer olarak gelişebilir. Aspergillom tanısı ile operasyon sonrası
operasyon yerinde gelişen aspergillozis enfeksiyonu nüksü olması nedeniyle nadir bir olgu olarak sunduk. 57 yaşında erkek hasta, kliniğimize
ağızdan balgamla karışık kan tükürme yakınması ile başvurdu. Tüberküloz
tedavisi sonrası hastanemizde 3 kez hemoptizi nedeniyle yatışı mevcut. İki
yıl önce aspergilloma nedeniyle sağ önce üst lobektomi yapılmış. Operasyondan sonra hasta herhangi bir tedavi almamıştır. Hastanın başvurusunda çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde sağ akciğer üst lob bronşunda
en geniş yerde 13 mm ölçülen dilatasyon ve distalde geniş kaviter alan
saptandı. Fiberoptik bronkoskopi işlemi yapıldı ve sağ akciğer alt lob superior segmentte üzerinde beyaz plakların olduğu lezyon görüldü (Şekil 1).
Bronş lavajında mantar kültüründe üreme olmadı. Kan ve bronkoskopik
lavaj galaktomannan antijeni negatif kaldı. Aspergillozis enfeksiyonu tanısı
ile oral vorikonazol tedavisi başlandı. Takiplerine hemoptizisi olmadı.Yan
etki gözlenmedi. Tedavinin 6. ayında kontrol fiberoptik bronkoskopi işlemi
yapıldı. Sağ akciğer alt lob superior segmentteki lezyon tedavi sonrası tekrar değerlendirildi. Lezyonların gerilediği görüldü (Şekil 2).
Anahtar Kelimeler: Aspergilloma; pulmoner; vorikonazol.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
12 ay) oranlarını saptamak, bununla ilişkili faktörleri değerlendirmektir.
Bu amaçla hastaların yaş, cinsiyet, komorbidite, klinik ve laboratuvar
bulguları, radyolojik özellikleri, sigara kullanımı, son 3 ayda hastanede
yatış, son 3 ayda antibiyotik kullanımı, hastanede yatış süresi, yoğun bakım ünitesinde takip, kullanılan antibiyotik grupları, antibiyotik değişikliği,
sistemik steroid, inhaler steroid, immünsupresif kullanımı, tedavi başarısı,
PSI ve CURB-65 ağırlık skorlarına bakıldı. Ekim 2009-Mayıs 2013 tarihleri
arasında yatarak tedavi gören, 225 hastanın kayıtları retrospektif olarak
değerlendirildi. Hastaların 145’i (%65,8) erkekti ve yaş ortalaması 62,8
yıldı. Ortalama takip süresi 3,2(8 ay-5 yıl) yıldı. Olguların %86’sınde en
az 1 komorbidite vardı ve en sık görülen komorbiditeler DM, koroner
arter hastalığı ve KOAH idi. Erken mortalite oranı %9 (20 hasta) iken,
90 günlük mortalite %12 (28 hasta) ve 1 yıl sonra gelişen mortalite %10
(23 hasta) idi. PSI skor ve CURB-65 evresi arttıkça erken ve geç dönem
mortalite riskinin arttığı (p=0,001) ve 3. gün CRP değerinde düşüşün yeterli olmadığı hastalarda mortalitenin belirgin olarak daha fazla görüldüğü
saptandı (p=0,001). Hasta grubumuzda komorbidite ile erken ve geç dönem mortalite arasında belirgin bir ilişki saptanmadı. Tedavi başarısızlığı
nedeniyle tedavi değiştirilen hastalardaki mortalite tüm gruplarda belirgin
olarak daha fazla idi (p=0,001). Üç mortalite grubunun kendi arasında
karşılaştırılmasında bulgular benzer olup istatistiksel fark saptanmamıştır.
Sonuç olarak, TGP’de kabul edilemeyecek düzeyde yüksek uzun-süreli
mortalite oranları bulunmaktadır ve bu daha çok hastalığın ağırlığı ve tedavi başarısızlığı ile ilişkilidir.
Anahtar Kelimeler: pnömoni, 30 günlük mortalite, geç dönem
mortalite
Şekil 1. Tedavi öncesi bronkoskopi
P407
Mazot Aspirasyonuna Bağlı Pnömoni Olgusu
İbrahim Koç, Ayşen Dökme
Viranşehir Devlet Hastanesi, Şanlıurfa
21 yaşında askeri personel nefes darlığı, göğüs ağrısı ve ateş şikâyetleriyle
acil servise başvurdu. Sorgulamasında hastanın daha önceden bilinen
sistemik bir hastalığının olmadığı anlaşıldı. Fizik muayenede ateş:38 OC,
nabız 95/dakika, kan basıncı 120/70mmHG, solunum sayısı 24/dakika,
saturasyonu oda havasında %90 olarak saptandı. Oskültasyonda tüm akciğer alanlarında yaygın ronküs duyuldu. Hastanın anamnezinde yaklaşık
1 saat önce mazot varilinden ağzıyla negatif basınç uygulayarak mazot
çektiği öğrenildi. Mazot çekimi esnasında ani öksürük ve nefes darlığı geliştiği anlaşıldı. Hastanın çekilen akciğer grafisinde sağ akciğer orta-alt zonda
dansite artışı olduğu görüldü. Çekilen Toraks BT’de sağ orta loba uyan
alanda infiltrasyon alanları izlendi. Takipneik dispneik ve desatüre olan
hasta yoğun bakım ünitesine alındı. Antibiyoterapisi düzenlenen hastanın
takiplerinde takipnesinde artış olması üzerine non-invaziv mekanik ventilasyon uygulandı. Mazot aspirasyonuna bağlı pnömoni akut pnömonilerin
nadir görülen bir formu olup petrol ürünlerinin aspirasyonundan sonra gelişir. Çocuklar, petrol ürünlerini kullanarak ateşle gösteri yapan animatörler
ve petrolle uğraşan bireyler genellikle risk altındadırlar. Klinik, hastalığın
süresi ve prognoz hastadan hastaya değişkenlik gösterebilmektedir. Genellikle nefes darlığı, öksürük, göğüs ağrısı ateş ve akciğerde konsolidasyonla
karakterizedir. Tedavisinde antibiyoterapi destek tedavisi ve lipoid pnömoni gelişen vakalarda tartışmalı olmakla beraber steroid tedavisidir.
Anahtar Kelimeler: Aspirasyon, mazot, pnömoni
Şekil 2. Tedavi sonra bronkoskopi
P406
Hospitalizasyon gereken toplumda gelişen
pnömonili olgularda uzun süreli prognoz
Burcu Karaboğa1, Aykut Çilli1, Deniz Özel2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Bioistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Antalya
1
2
Toplumda gelişen pnömoni(TGP), tedavi maliyeti yüksek ve ölümcül bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu çalışmanın amacı, hastaneye yatırılan
TGP’li hastalarda taburculuk sonrası erken(1 ay) ve geç mortalite(3 ay,
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
143
POSTER SUNUMLARI
P409
SOLUNUM YETMEZLİĞİ VE YOĞUN BAKIM
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Arı sokması sonrası ARDS
Ahmet Arisoy1, Hilmi Demirkıran2, Hüseyin Akdeniz3
P408
1
Yoğun bakımımızda ölen 38 hastanın
mortalite nedenleri
3
Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van
Özel İstanbul Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon, Van
Özel İstanbul Hastanesi, Radyoloji, Van
2
Ahmet Arısoy , Hilmi Demirkıran , Hülya Günbatar , Selami Ekin ,
Bünyamin Sertoğullarından3
1
2
3
3
Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van
Özel İstanbul Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon, Van
3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
1
2
Amaç: Yoğun bakım enfeksiyonları, yoğun bakım ölümlerinin en
önemli nedenidir. Çalışmamızda yoğun bakımımızda 2013 Ocak ve 2013
Haziran ayları arasında ölen hastaların ölüm nedenlerini inceledik. Gereç
ve
Yöntemler: 1 Ocak 2013 ve 30 Haziran 2013 tarihleri arasında, yoğun
bakımızda takip edilen hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Hastaların; yaşları, cinsiyetleri, yoğun bakıma ilk kabul ediliş nedenleri,
yoğun bakımda kaç gün kaldıkları, hangi nedenle öldükleri, Ventilatör ilişkili pnömoni (VİP) nedeni ile ölenlerde izole edilen bakteriler, kullanılan
antibiyotikler ve akciğer grafileri değerlendirildi.
Bulgular: Ocak – Haziran 2013 tarihleri arasında yoğun bakımda ölen
38 hastaretrospektif olarak değerlendirildi. Bu hastalardan; 14 hasta(%37)
ventilatör ilişkili pnömoni, 9 hasta(%24) serebrovasküler olay, 6 hasta(%16) kalp yetmezliği, 2 hasta(%5) masif pulmoner emboli, 2 hasta(%5)
malignensi, 1 hasta(%2,5) mide kanseri ve pnömoni, 1 hasta(%2,5) hepatik ensefalopati nedeni ile kaybedildi. 2 hastanın(%5) kesin ölüm nedeni belirlenemedi. Bir hastaya(%2.5) beyin ölümü tanısı konulduğundan
organ nakline verildi. VİP nedeni ile ölen hastaların hepsi 7 günden fazla
yatan hastalardı.(Ortalama 16.5 gün) 7günden fazla yatan hasta sayımız
24 idi. Bu hastalarda VİP’ten ölme oranı ise %58’di. 10 günün üstünde
yatan hasta sayımız 16 idi. 10 günün üstünde yatan hastalarda VİP’ten
ölme oranı %75 idi.
Sonuç: Günümüzde yoğun bakım enfeksiyonları, yoğun bakım ölüm
nedenleri arasında hala başı çekmektedir. Yoğun bakım enfeksiyonlarını
önlemek, tedavi etmekten çok daha önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Yoğun bakım; Ölüm oranı; Pnömoni, Ventilatör
ilişkili
33 yaşında bayan hasta arı sokması sonrası gelişen nefes darlığı nedeni
ile acil servisimize başvurdu. Solunum sıkıntısı dışında herhangibir şikayeti
yoktu. Yüzünde veya boğazında şişme, döküntü, kaşıntı şikayetleri yoktu.
Acil serviste iken; solunum sayısı 30/dk, arteryel tansiyon normal, pulse
oksimetre ile bakılan saturasyonu %74 olduğundan yoğun bakımımıza
alındı. Akciğer grafisi çekildi. Akciğer grafisinde iki taraflı infiltratları vardı.
Oksijensiz alınan kan gazında pH 7.3, pO2 35 mmhg, pCO2 30 mmhg,
saturasyon %75 idi. pO2/FiO2 1.66 idi. Hemogram ve biokimya değerleri normaldi. Toraks BT’de iki taraflı yamalı tarzda buzlu cam alanları ve
plevral efüzyonu vardı. Kardiyoloji tarafından yapılan ekokardiyografi tamamen doğaldı. Hasta anafilaktik reaksiyon kabul edilerek deksametazon,
antihistaminik, adrenalin ve NIMV başlandı. 3 gün yoğun bakımda takip
edilen hastanın saturasyonları %90 üstünde ve solunum sayısı 15/dk olduktan sonra servise alındı.
Anahtar Kelimeler: Yetişkin solunum sıkıntısı sendromu; böcek sokması; Anafilaksi
Tablo 1. Ventilatör ilişkili pnömoni nedeni ile ölen hastaların özellikleri
Yaş
Yoğun Bakıma
kabul ediliş nedeni
Yoğun bakımda
kaldığı gün sayısı
Üretilen
mikroorganizma
59
KOAH
13
ProteusMirabilis
58
SVO
8
Çok sayıda koloni
9
Serebral Palsy
7
NFGNB
72
SVO
13
Çok sayıda koloni
66
SVO
15
Çok sayıda koloni
22
Ası
35
NFGNB
73
SVO
12
NFGNB
16
SSPE
18
Klebsiella
62
ISH
24
Enterobakter+NFGNB
90
Kalp yetmezliği
18
Çok sayıda koloni
78
SVO
10
NFGNB
75
KOAH
17
P. aeroginosa
77
SVO
18
ProteusMirabilis
77
SVO
23
Klebsiella
Şekil 1. İki taraflı infiltratlar
Şekil 2. İki taraflı buzlu cam manzarası ve plevral efüzyon
144
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P410
Dissemine tüberkulozlu immun kompetan
hasta: karaciğer ince iğne aspirasyon
biyopsisi ile tanı
Sibel Atış Naycı1, Eylem Sercan Özgür1, Orhan Sezgin2, Tuba Kara3, Cengiz
Özge1, Gamze Çavuşoğlu1, Ahmet İlvan1
Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin
Mersin Üniversitesi, Gastroenteroloji Anabilim Dalı, Mersin
3
Mersin Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Mersin
1
2
Dissemine tüberküloz, tüberküloz basilinin kan yolu ile yayılması sonucu gelişir. Akciğer dışı alanlardan en sık lenf nodu, plevra ve kemik eklem
tutulurken, karaciğer tutulumu nadir olarak izlenir. Karaciğer ince iğne aspirasyon biyopsisi ile tanı konulan dissemine tüberkülozlu immünkompetan hastanın sunulması amaçlandı.
Kırk sekiz yaşında bayan hasta bir aydır olan kuru öksürük, dispne ve
ateş şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenede vücut ısısı:39 °C, nabız: 95/
dk, kan basıncı:140/90 mmHg, solunum sayısı:27/dk, solunum sistemi
muayenesinde bilateral inspiratuar ralleri mevcuttu. Akciğer grafisinde
tüm alanlarda yaygın bilateral retikülonodüler infiltrasyon saptandı (Resim.1). Laboratuar testlerinde AST:167, ALT:177, LDH:582, WBC:7310,
CRP:121 idi. Arter kan gazı ağır hipoksemik solunum yetmezliği ile uyumlu idi. Toraks tomografisinde bilateral yaygın buzlu cam alanları izlendi. 3
balgam ARB, kollojen doku markerları, hepatit ve HIV tetkikleri negatif
bulundu. Nonspesifik antibiyotik tedavisi altında hastanın semptomlarında progresyon meydana geldi. Hastanın solunum yetmezliği nedeniyle
bronkoskopi yapılamadı. Abdominal USG’de periportal fibrozis saptandı.
İnce iğne aspirasyon biyopsi sonucu kronik kazeifiye granülomatöz iltihap
olarak geldi. Hastaya 4’lü antitüberküloz tedavi (HRZE) başlandı. Antitüberküloz tedavinin 10. gününde klinik ve radyolojik olarak belirgin düzelme oldu, karaciğer fonksiyon testleri normal sınır değerlere düştü. Hasta
tedavinin 4. ayında klinik ve fonksiyonel iyilik hali devam etmektedir.
Bağışıklık sistemi normal olan bireylerde dahi tüberküloz enfeksiyonu
çok farklı klinik tablolara neden olabilmektedir. Dissemine tüberkulozlu
hasta hızlı progresyon ile kötü klinik seyire yol açabilir. Hızlı bir şekilde
tanı konulup, tedaviye başlanması hastanın hayatı açısından kritik öneme
sahiptir. Özellikle hızlı progresyon göstererek klinik kötüleşmesi olan hastalarda, günlük pratik uygulamada sık olarak kullanılmayan tanı yöntemelerinin de göz önünde bulundurulması gerektiği düşünüldü.
Anahtar Kelimeler: dissemine tüberküloz, ince iğne aspirasyon biyopsisi, immunkompetant
Metod: Çalışma 200-2009 arasında solunum yetmezliği nedeni ile invazif mekanik ventilasyon uygulanan 50 hasta üzerinden prospektif olarak
yapıldı. Uzamış ventilasyon desteği gerekenlere elektif şartlarda cerrahi
trakeostomi işlemi yapıldı. Hastalar trakeostomi uygulanan (Grup-I) ve
uygulanmayanlar (Grup-II) olarak iki gruba ayrıldı. Gruplar APACHE II,
yoğun bakım ve mekanik ventilasyonda kalış süresi, weaning, mortalite
açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: 31 Erkek, 19 Bayan olarak 50 hasta (trakeostomili 24; trakeostomisiz 26) çalışmaya katıldı. Grup-I’de yaş ortalaması (50 ± 18), grupII’de 61 ± 18, idi (p=0,041). Grupların tanı, yaş ve cinsiyetlerine göre
dağılımı Tablo-I’ de görülüyor. Grup-I’de pnömoni ve Serebrovasküler
hastalık grup-II’den yüksekti. Grup-II’de APACHE II skoru, yaş ortalaması,
akut böbrek yetmezliği sayısı grup-I’den daha yüksekti (p<0,05). GrupII’de weaning sayısında istatistiksel olmayan bir düşme vardı. (Şekil 1).
Grup-I’de daha uzun yoğun bakım ve mekanik ventilasyon süresi, daha
düşük yaş ortalaması ve daha düşük APACHE II skoru vardı (p<0,05).
Grup-II de ölen hasta sayısı daha fazla olmasına rağmen hastane mortalitesi açısından anlamlı bir fark yoktu (Şekil 2). Grup- I’de, bir hastada
geçici trakeal stenoz, weaning yapılan diğer bir hastada pnömotoraks gelişti. Lojistik regresyon analizinde, APACHE II’nin 23,5 ve üzerinde olması
mortalite ile ilişkili bulundu (sensitivite 71% ve spesifite 68%).
Sonuç: Sonuç olarak, uzamış solunum yetmezliğinde trakeostominin
weaning ve prognoza istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi yoktur.
Anahtar Kelimeler: prognoz, slunum yetmezliği, trakeostomi
Şekil 1. Trakeostomi olan ve olmayan hastaların weaning oranları
Şekil 1. Başvuru sırasında akciğer grafisi
Şekil 2. Trakeostomi olan ve olmayan hastaların mortalite oranı.
P411
Solunum Yetmezliği Olgularında
Trakeostominin Weaning Ve Prognoza Etkisi
Hanifi Yıldız1, Bülent Özbay2, Bünyamin Sertoğullarından3, Selami Ekin3,
Hülya Günbatar3, Aysel Sünnetçioğlu3, Ahmet Arısoy4
Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van
Sıtkı Koçman Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Muğla
3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
4
Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van
1
2
Amaç: Yoğun bakımda mekanik ventilasyon uygulanan hastalarda
trakeostomi yapılan ve yapılmayan hastalarda weaning ve prognozu
karşılaştırmak.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
145
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Grupların tanı, yaş ve cinsiyetlerine göre dağılımı
Grup-I
(Sayı)
Grup-II
(Sayı)
P-Değerleri
KOAH
9
7
0,4
PNÖMONİ
12
5
0,021
Serebro Vasküler Hastalık
20
11
0,004
Akut Böbrek Yetmezliği
1
9
0,011
Birden çok tanısı Olanlar
9
12
0,578
14/10
17/9
0,772
(50 ± 18)
(61 ± 18,)
0,041
ANA TANILAR
Erkek/ Bayan
Yaş (Yıl)
P412
İki ARDS’li olgumuz
Ayşe Yılmaz, Dursun Ali Sağlam, Savaş Gegin, Semih Arıcı, Şener Barut,
Fazilet Duygu, Handan İnönü Köseoğlu, Serhat Çelikel
Şekil 1. Viral pnömoniye bağlı ARDS gelişen olgunun PA Akciğer grafisi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tokat
Giriş: ARDS, alveolo-kapiller permeabilite artışına bağlı ödem ve atelektazilere bağlı gelişen şant nedeniyle derin hipoksemiye yol açan ve ani
gelişen bilateral pulmoner infiltratlar ile ortaya çıkan bir tablodur; PaO2/
FiO2<=200 mmHg’dır ve sol kalp yetmezliğine bağlı değildir.
Olgu 1: Multiple myelomu olan 63 yaşında, erkek hasta. Acile 4 gündür devam eden yüksek ateş nedeniyle başvurdu. İlk PA akciğer grafisi
normaldi, sol bazalde rali vardı ve satO2 %92 idi. Profilaktik baktrim alıyordu, kinolon başlandı. Takipte ateşi düşmemesi üzerine influenza için
nasofarengeal örnek gönderilerek tedavisine tamiflu eklendi. Takipte akciğer grafisinde hızlı progresyon gösteren bilateral infiltrasyonları gelişti,
oksijenasyonu kötüleşti ve noninvasiv mekanik ventilasyona başlandı. Antimikrobiyal tedavi enfeksiyon hastalıklarına danışılarak düzenlendi. Kültürlerinde üremesi yoktu. H1N1 RNA pozitif(PCR) geldi. Toraks BT’sinde
hava bronkogramları içeren yaygın bilateral konsolidasyonlar saptandı.
Ateşi devam eden olgunun noninvasiv mekanik ventilasyon altında takipnesi arttı, oksijenasyonu kötüleşti ve invasiv mekanik ventilatör desteğine
başlandı (Şekil 1).
Olgu 2: Erkek ve 42 yaşında.Trafik kazasına bağlı sağ femur kırığı nedeniyle acile başvurmuş. İki gün sonra nefes darlığı gelişen hastada saturasyon düşüklüğü saptandı. Toraks BT anjiografide pulmoner emboli ile
uyumlu bulgu saptanmadı; multiple fokal konsolidasyonlar vardı. Takipte
akciğer grafisinde bilateral infiltrasyonlar ortaya çıktı ve oksijenasyonu
daha kötüleşti. Başka bir merkezde noninvasiv mekanik ventilatör desteği
gereken hastanın takibinde klinik ve akciğer grafisinde düzelme olduğu
saptanmıştır (Şekil 2).
Sonuç: ARDS’de mortalite oranı yaklaşık %40’dır. Multiple myelomu
olan ilk olgunun viral pnomöniye bağlı gelişen ARDS nedeniyle ex olduğu
kabul edildi. İkinci olguda femur kırığı sonrası ARDS gelişmiş; noninvasiv
mekanik ventilasyon uygulanmış ve takipte klinik ve radyolojik düzelme
göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: ARDS, solunum yetmezliği, pnömoni, femur kırığı, H1N1 virüsü
Şekil 2. Femur kırığına bağlı ARDS gelişen olgunun PA AC grafisi
P413
Yoğun bakımda takip edilen hastalarda
enflamatuvar markerların mortalite üzerine
etkisi ve APACHE skoru ile karşılaştırılması
Ayşe Yılmaz, Süheyla Kaya, Yunus Emre Kuyucu, Şemsettin Şahin
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tokat
Giriş: Sepsis şiddetli enfeksiyon ile komplike olan ve sistemik inflamasyon ve yaygın organ disfonksiyonu ile karakterize kompleks bir klinik
tablodur. Sepsis ve sepsis ilişkili komplikasyonlar kritik hastalarda mortalitenin başlıca nedenleridir. Sepsisin hızlı tedavisi hastaların yaşamı için
hayati önem taşımaktadır.
Amaç: Yoğun bakımda takip edilen hastalarda enflamatuvar markerların mortalite üzerine etkisi ve APACHE skoru ile karşılaştırılması. Kortizol
düzeyi, sistemik steroid kullanımı ve D vit düzeyi ile enflamatuar markerlar
arasındaki ilişkinin ve ayrıca CRP, prokalsitonin düzeyleri ile enflamatuar
markerların karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Materyal-Metod: Yoğun bakım ünitesinde takip edilen 15 hastada
CRP, prokalsitonin, D vitamini, kortizol düzeyi, LTE4, NO, 8-isoprostan ve
H2O2, düzeyleri belirlendi. Hastaların APACHE skorları hesaplandı (beklenen ölüm oranları kaydedildi). Hastalar mortalite açısından takip edildi
ve mortalite oranları ve mortal seyredenlerde mortalite günleri kaydedildi.
Sonuçlar: Enflamatuar markerlardan 8-isoprostan ve apache skoru
arasında pozitif yönde orta düzeyde ve önemli bir ilişki saptandı (r=0,58,
146
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
p=0,02). Pozitif yönde orta düzeyde ve önemli bir ilişkinin saptandığı
diğer karsılaştırmalar: 1. CRP ve beklenen ölüm oranı arasında (r=0,63
p=0,01). 2. Prokalsitonin ve mortalite oranları arasında (r=0,59, p=0,02).
3. CRP ve ilk 7 günde mortalite oranları arasında (r=0,58, p=0,02). 4.
Prokalsitonin ve İlk 7 ve 30 günde mortalite oranları arasında (sırasıyla,
r=0,59, p=0,02; r=0,67, p=0,005).
Tartışma: CRP ve prokalsitonin düzeyleri mortaliteyi öngörebilir. Daha
çok sayıda hasta içeren ileri çalışmalar 8-isoprostan ve diğer markerların
mortalite belirteci olarak kullanılabilirliklerini belirleyebilir.
Anahtar Kelimeler: APACHE skoru, enflamatuvar markerlar
(LTE4,nitrit/nitrat,nitrit,8-isoprostan,H2O2), yoğun bakım ünitesi, sepsis,
mortalite
P414
Obezite hipoventilasyon sendromlu
hastalarda uzun dönem non-invaziv
ventilasyonun sağ kalp fonksiyonuna etkisi
Feyza Kargın1, Can Yücel Karabay1, Huriye Berk Takır1, Cüneyt Saltürk1,
Merih Balcı1, Selahattin Öztaş1, Murat Yalçınsoy1, İpek Özmen1, Özlem
Moçin Yazıcıoğlu1, Gökay Güngör1, Nalan Adıgüzel1, Ramazan Kargın2,
Zuhal Karakurt1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Solunumsal Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul
2
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Amaç: Obesite hipoventilasyon sendromuna (OHS) bağlı solunum
yetmezliği nedeniyle solunumsal yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yatan hastaların taburculuk sonrası non-invaziv ventilasyon (NIV) tedavisinin uzun
dönem kalp fonksiyonları ve hemodinamik etkisinin araştırılması.
Yöntem: Prospektif bir çalışmada düzey III YBÜ’de OHS tanısıyla yatan hastaların yatış ve taburculuk sonrası daki 9. ay Beyin Natriüretik Peptid (BNP), hemodinamik, ekokardiyografik parametreleri YBÜ polikliniği
kontrollerinde kayıt edildi. Veriler karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortalama vücut kitle indeksi 45±11, yaşı 61±13 olan 36
OHS’lu hasta (23 kadın/13 erkek) çalışmaya alındı. Dokuz ayda sağ kalp
fonksiyonları ile ilişkili ekokardiyografik parametrelerden sistolik pulmoner
arter basıncı [PABs] TAPSE, ve serum BNP de anlamlı değişiklik saptandı
(sırasıyla; 43±8 vs 38±8 mmHg, p<0.002; 2.1±0.3cm vs 2.4±0.4 cm,
p<0.002; 1049±624 vs 358 ±255 pg/ml, p=0.029). Ancak sol ventrikül
ejeksiyon fraksiyon ve sol atriyum gibi sol kalp fonksiyonla ilişkili ekokardiyografik parametrelerde anlamlı değişiklik saptanmadı (sırasıyla 63±7 vs
64±7 %,p>0.11; 3.7±0.7 vs 3.6±0.6 cm, p>0.55).
Sonuç: OHS bağlı solunum yetmezliği nedeniyle uzun dönem NIV tedavisinin sağ kalp fonksiyonu ve BNP’de anlamlı düzelme sağlar.
Anahtar Kelimeler: Obesite hipoventilasyon sendromu, non-invaziv
ventilasyon, sağ kalp fonksiyonu, Beyin Natriüretik Peptid
P415
Risk factors for Candidemia in medical
Intensive Care Units (ICU)
Najada Gjylameti1, Dhimter Kraja2, Elida Mjekaj3
Departament of Laboratory, University Hospital Center “Mother Teresa” Tirana, Albania
2
Departament of Infections Disease, University Hospital Center “Mother Teresa” Tirana,
Albania
3
Service of Intensive Care Units, University Hospital Center “Mother Teresa” Tirana,
Albania
1
Candidemia is one of the most serious hospital infections with a high
rate of mortality in the ICU. In this infection, affect a number of risk factors.
Objective: The aim of this study was to determine the risk factors for
candidemia and to evaluate the role of colonisation to development of the
candidemia.
Material-Methods: Hospitalized patients were selected in ICU with
over 19 years old and with more than 7 days stay. The following risk
factors were be selected: the use of antibiotics, total parenteral nutrition,
presence of central venous catheter, urinary catheter, and endotracheal aspirates. The collected samples were blood, urine and endotracheal secretions. All specimens were inoculated on Sabouraud dextrose agar. Iden-
tification of the isolates were be done by standart method. Binary logistic
regression and chi square test were be used to analyse these risk factors.
Results: From the 195 patients examined, 9 (4.6%) resulted with Candida sp. 55.5% of them, were C albicans, 33.3% C glabrata and 11.1%
C.parapsilosis. Species isolated from respiratory and urinary tract were the
same as in candidemia.
Conclusion: The study showed that colonization of the respiratory
tract, candiduria, the use of antibiotics, total parenteral nutrition and central venous line are risk factors for candidemia.
Keywords: Candida glabrata, parapsilosis, parenteral nutrition,
candidemia.
P416
Torasik ve ekstratorasik malign
tümörlü olgularda yoğun bakım desteği:
Endikasyonlar ve sağkalım
Aybüke Kekeçoğlu1, Levent Dalar2, Derya Özden Omaygenç1, Ecder Özenç3,
Filiz Koşar1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
3
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, İstanbul
1
2
Giriş: Akciğer kanserli ve akciğer kanseri dışı torasik ve non-torasik solid organ malignitesi olan olgularda yoğun bakım yatışları değerlendirildi.
Sağkalım ve ilişkili faktörler değerlendirildi.
Yöntemler: Çalışma retrospektif olarak iki üçüncü basamak sağlık
merkezinin Ocak 2010-Eylül 2013 tarihleri arasında yoğun bakım ünitelerine alınan torasik ve non-torasik solid organ tümörlü olguların kayıtları
incelenerek gerçekleştirildi. Olguların tümü inoperabıldı ve postoperatif
olarak yoğun bakıma alınan olgular çalışma dışı bırakıldı.
Sonuçlar: Çalışmaya 87 olgu alındı. Çalışmaya katılan olguların yaşları ortalama 64,07±11,90 (31 ile 88) yıldır ve %85,1’i (n=74) erkektir.
Olguların yatış süreleri ortalama 12,95±16,48 (1-105) gündür. Olguların entübe kalma süreleri ortalama 11,73±17,49 (0-105) gündür. Olguların APACHE II skorları ortalama 24,35±7,48 (11-49)’dur. Olguların
%59,8’inin (n=52) malignitesi toraks iken, %40,2’sinin (n=35) toraks dışıdır. Olguların %16,2’sinin (n=11) malignite tipi KHAKiken, %83,8’inin
(n=57) KHDAK olarak saptanmıştır. Olguların %40,2’sinde (n=35) yatış
endikasyonu olarak solunum yetmezliği, %42,5’inde (n=37) solunum yetmezliği ve ek endikasyonlar, %17,2’sinde (n=15) ise diğer endikasyonlar
görülmektedir. Olguların %57,5’i (n=50) exitus olurken, %35,6’sı (n=31)
taburcu edilmiştir.
Olguların %59,8’inde (n=52) MV, %29,9’unda (n=26) MV ve NIMV
%10,3’ünde (n=9) NIMV uygulandığı saptanmıştır. Mortalite görülen
olguların yatış süreleri anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,014). Toplam 37
olgu yaşarken (%42.5); 50 ölüm gözlenmiştir. Ortalama sağkalım süresi
21.73±3.83 gün, medyan sağkalım süresi 15 gündür.
Tartışma: Solunum yetmezliği olan torasik ve non-torasik solid organ
kanserli olgularda yoğun bakım desteği sağkalıma katkı sağlar, ancak bu
olgularda yoğun bakıma kabul kriterleri net olarak belirlenmelidir.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, sağkalım, yoğun bakım
P417
Kronik obstrüktif akciğer hastalığında
yoğun bakım mortalite nedenlerinin analizi:
k-Komorbiditelerin etkisi nedir?
Esra Akkütük Öngel1, Zuhal Karakurt2, Cüneyt Saltürk2, Huriye Berk Takır2,
Bünyamin Burunsuzoğlu1, Feyza Kargın2, Gülbanu Horzum1, Özlem Moçin2,
Gökay Güngör2, Nalan Adıgüzel2, Adnan Yılmaz1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul
Giriş-Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) tanılı hastalar akut solunum yetmezliği (ASY) nedeniyle mekanik ventilasyona (MV)
ihtiyaç duyduklarından daha sık yoğun bakım ünitesine (YBÜ) başvururlar. Çalışmada amaç, komorbiditelerin ve YBÜ yatışındaki klinik verilerin,
YBÜ mortalitesindeki etkisini araştırmaktı.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
147
POSTER SUNUMLARI
Metod: Geriye dönük, gözlemsel kohort çalışmaya YBÜ’ye 200820012 tarihleri arasında YBÜ’ye yatan önceden KOAH tanısı almış ASY’li
hastalar alındı. Hastaların demografik özellikleri, komorbiditeleri (aritmi,
hipertansiyon, koroner arter hastalığı [KAH], diyabet, depresyon), beden
kitle indeksi (BKİ), YBÜ verileri, uygulanan noninvaziv (NIV) ve invaziv
(İMV), ASY nedeni, hastanede ve YBÜ’de yatış gün sayısı ve mortalite
nedenleri dosya bilgilerinden kayıt edildi. Hastalar YBÜ mortalite varlğına
göre gruplandırıldı ve kayıt edilen veriler karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmamızda 1013 KOAH hastasının (749 erkek) ortalama
yaşları (standart sapma) 70±10’du. Komorbiditeler mortalite grubunda
(kadın/erkek, 40/131) yaşayan gruba (kadın/erkek, 224/618) göre anlamlı
olarak yüksekti, sırasıyla aritmi (24% vs 11%), hipertansion (42% vs 34%),
KAH (28% vs 11%), depresyon (7% vs 3%) (p<.001, p<.035, p<.001,
p<.007 sırasıyla). Lojistik regresyon analizi ile mortalite risk faktörü olarak
İMV, BKİ<20kg/m2, pnömoni, KAH, aritmi, hipertansiyon, kronik hipoksemi ve yüksek APACHE II (odds oranı, [güven aralığı], p değeri sırasıyla,
27.7[15.7-49.0],p<.001; 6.6[3.5-412.7],p<.001; 5.1[2.9-8.8],p<.001;
2.9[1.5-5.6],p<.001; 2.7[1.4-5.2],p<.003; 2.6[1.5-4.4],p<.001; 2.2[1.23.9],p<.008; 1.1[1.03-1.11],p<.001) belirlendi.
Sonuç: ASY ile YBÜ’ye yatan KOAH hastalarında aritmi, hipertansiyon ve KAH komorbiditelerinin varlığı, YBÜ mortalite prediktörüdür.
Özellikle pnömoni nedeniyle İMV uygulanan kardiak komorbiditeli KOAH
hastalarında YBÜ mortalitesinin daha artacağı bilinmelidir.
Anahtar Kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, yoğun bakım
ünitesi, mortalite, komorbidite
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
bunun temel sebebinin (%60) sosyal güvenlik kurumunun karşılamaması
olduğunu belirtti.
Tartışma: Kronik solunum yetmezliği olan hastaların klinik gidişatını
iyileştiren evde NIV uygulaması konusunda Türkiye’de yaygın farklılıklar
vardır. Bu farklılıkların, uygun hastalarda kullanım sıklığının ve sonuçlarının tam olarak belirlenmesine yönelik ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: noninvazif mekanik ventilasyon, kronik solunum
yetmezliği, anket
Tablo. Pratikte NIV Kullanan Doktorların Eve NIV Reçete etme ile
İlişkili Özellikleri
Eve NIV
Reçete
Edenler
(n=305)
Eve NIV
Reçete
Etmeyenler
(n=70)
Ünvan: Akademisyen
Uzman
Asistan
97 (%31,8)
113 (%37)
95 (31,1)
21 (%30)
38 (%54,3)
11 (%15,7)
Hastane tipi (en sık)
Üniversite
Genel Devlet Hst.
135 (%44,3)
48 (%15,7)
19 (%12,3)
22 (%31,4)
Göğüs Hst Doktorluk Süresi, yıl (ortanca, %25 ve75)
Asistanlıkta Toplam Bakılan NIV Hasta Sayısı
Haftalık Takip Edilen NIV Hastası
P418
12 (7,19)
40 (0,150)
4 (2,7)
2 (2,5)
Tüm değişkenler için p<0.05
Türkiye’de Kronik Solunum Yetmezliğinde
Evde Noninvazif Mekanik Ventilasyon
Kullanımına Göğüs Hastalıkları
Doktorlarının Yaklaşımı
Aylin Özsancak Uğurlu1, Huriye Berk Takır2, Begüm Ergan3, Erdal İn4, Özlem
Ertan Edipoğlu5, Ezgi Özyılmaz6, Eylem Tunçay1, Ege Güleç Balbay7, Aslı
Görek Dilektaşlı8, Pervin Korkmaz Ekren9, Sevinç Sarınç Ulaşlı10, Mustafa
Ilgaz Doğrul11, Tülay Kıvanç12, Elif Yılmazel Uçar13, Şehnaz Olgun14, Özkan
Devran15, Recai Ergün3, Zuhal Karakurt2
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
S.B. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim
Dalı, Ankara
4
Fırat Üniversitesi Fırat Tıp Merkezi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
5
İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
6
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
7
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
8
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa
9
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
10
Kocatepe Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyon
11
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
12
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya
13
Erzurum Aziziye Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
14
Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
İstanbul
15
Trabzon Ahi Evren Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim
Dalı, Trabzon
1
2
3
Amaç: Günümüzde evde mekanik ventilasyon tedavisinde en sık kullanılan teknik olan noninvazif mekanik ventilasyon (NIV) uygulamasına
Türkiye’deki göğüs hastalıkları doktorlarının yaklaşımını belirlemek.
Yöntem: Yazarlarca geliştirilen ve test edilen toplam 38 soruluk anket
e-posta yoluyla Türkiye genelinde toplam 2205 göğüs hastalıkları doktoruna iletildi.
Sonuçlar: Ankete katılan 536 doktorun %57’i ve klinik pratikte NIV
kullanan 375 doktorun %81’i eve NIV reçete ettiğini belirtti. Eve NIV reçete etmenin doktorun ünvanı, çalıştığı hastanenin tipi, göğüs hastalıkları
doktorluk süresi, asistanlık eğitimi esnasında NIV kullanılan hasta sayısı
ve haftalık takip edilen NIV hasta sayısı ile ilişkili olduğu saptandı (Tablo
1, p<0,05). Başlıca endikasyonları kronik obstrüktif akciğer hastalığı (ortanca, 25 ve persentil: %75, 60, 85), obezite hipoventilasyon sendromu
(%10, 4, 20), Overlap sendromu (%10, 0, 20) ve restriktif akciğer hastalığı
(%8, 3, 10) idi. Evde NIV kullanımı için en sık Bipap-S (%40, 0, 80) ile
oronazal maske (%90, 50, 100) önerilmekte idi. Basınç ayarları çoğunlukla arter kan gazı sonuçlarına (%72) göre titre edilmekte idi. Eve NIV
cihazı veren doktorların yaklaşık yarısı nemlendirici reçete etmediğini ve
148
10 (4, 16)
100 (0,300)
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P419
Adrenal Yetmezliği Olan Sepsis ve Septik
Şok Hastalarında Proadrenomedüllin ve
Diğer Prognostik Belirteçlerin Mortalite İle
İlişkisi
Baran Balcan, Şehnaz Olgun, Türkay Akbaş, Emel Eryüksel, Sait Karakurt
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Anabilim Dalı,
İstanbul
Giriş: Sepsis/septik şok hastalarında adrenal yetmezlik varlığında proadrenomedüllin ve diğer prognozu belirleyen faktörlerin mortalite olan
ilişkisi araştırılmıştır.
Yöntem: Haziran 2012 ve haziran 2013 tarihleri arasında Dahili
YBÜ’ine sepsis/septik şok tanısıyla yatmış toplam 48 hasta prospektif olarak incelenmiştir. Adrenal yetersizliği olan ve olmayan hastalarda proadrenomedüllin, proBNP, CRP, trombosit, APACHE ll skoru ile mortalite arasındaki ilişki değerlendirilmiş ve gruplar arası karşılaştırmalar yapılmıştır.
Bulgular: Adrenal yetmezliği olmayanlar ile olanlar karşılaştırıldığında proadrenomedüllin (2006 (1232-4361)’ye karşı 2947(1712-5019)),
proBNP (4494pg/mL (1013-12254)’e karşı 8511pg/mL(1335-17328)))
trombosit sayısı (198000/mL(98000-224000)’e karşı 138000/mL(88000204000)), APACHE II skoru (26(22-34’ya) karşı 24(20-36)) olarak saptanarak aralarında anlamlı fark bulunmamıştır(p>0.05). CRP düzeyleri ise
adrenal yetmezliği olan hastalarda olmayanlara göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur(102(70-173)’ye karşı 217(121-326), p=0.008).
Adrenal yetersizliği olup proadrenomedüllin düzeyi 2500’ün üzerinde
olan 17 hastadan 12’si(%71) kaybedilmiş; proadrenomedüllin düzeyi
2500’ün altında olan 14 hastadan 10’u(%71) kaybedilmiştir (p>0.05).
Adrenal yetersizliği olmayan hastalarda ise proadrenomedüllin düzeyi
2500’ün üzerinde olan 7 hastadan 5’i (%71) kaybedilmiştir; proadrenomedüllin düzeyi 2500’ün altında olan 10 hastadan ise 5’i(%50) kaybedilmiştir (p>0.05). ACTH sonrası kortizol düzeyindeki değişme miktarı ile
proadrenomedüllin arasında da anlamlı ilişki bulunamamıştır.
Sonuç: YBÜ’de yatan adrenal yetmezliği olan ve olmayan sepsis/septik
şoklu hastalarda proadrenomedüllin, proBNP, CRP, APACHE II ve trombosit sayısı mortaliteyi öngörmede yararlı değildir.
Anahtar Kelimeler: proadrenomedullin, sepsis, prognoz
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P420
P421
Ventilatörle İlişkili Çok İlaca Dirençli
Acinetobacter Baumannii Pnömonisinde
Mortalite İle İlişkili Faktörlerin
Değerlendirilmesi
Acil Servise Nefes Darlığı Başvuran
Astmatik Bir Hastada, Lokal Prilokaine Bağlı
Methemoglobinemi
Aysun Şengül1, Erkan Şengül2, Serap Argun Barış3, Nüket Hayırlıoğlu4
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Kocaeli Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Kocaeli
2
Kocaeli Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Kocaeli
3
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Kocaeli
4
Kocaeli Darıca Devlet Hastanesi Mikrobiyoloji Kliniği, Kocaeli
Nefes darlığı, siyanoz, hipoksemi ile seyreden methemoglobinemi, nadir görülen ancak ağır sonuçlar doğurabilen bir patolojidir. Akkiz ve konjenital formları olan methemoglobinemi bazı hastalarda benzer semptomlarla seyreden pulmoner hastalıklar ile karıştırılabilmektedir. Özellikle genç
hastalarda bu tür semptomlar iyi bir muayene ve methemoglobin ölçümü
yapılmadığı takdirde başta astım olmak üzere yanlış tanılarla takip edilebilmektedir. Bu açıdan acil serviste astım öntanısı ile müdehale edilen, tanı
konmamış bir methemoglobinemi olgusunu paylaşmak istedik.
Acil servise nefes darlığı, parmaklarda morarma şikayetleri ile başvuran
22 yaşında erkek hasta yaklaşık 5 yıldır astım tanısı ile bronkodilatör tedavi
kullandığını ancak son iki gündür nefes darlığının arttığını ve parmaklarının
morardığını söylemekteydi. Fizik muayenesinde vital bulgular ve solunum
sistemi muayene bulguları normaldi. Parmak uçları ve dudaklarda siyanoz
izlenen hastanın arteriyal kan gazında PaO2 basıncı 79.8 mmHg, SpO2 ise
%89.6 olarak ölçüldü. Oskultasyonda ronküs duyulmayan hastanın mevcut tablosu astım atağı lehine değerlendirilmedi ve methemoglobin düzeyi
ölçümü yapıldı. Methemoglobin seviyesi %32.6 olarak ölçülen hastanın
anamnezi derinleştirilince 3 gün önce diş çekimi için lokal prilokain uygulandığı öğrenildi. Hasta lokal prilokaine bağlı methemoglobinemi olarak
değerlendirilerek hematoloji kliniğince askorbik asit ve nazal oksijen tedavisi başlandı. 4. gündeki kontrolünde methemoglobinemi düzeyi %2.1’e
gerileyen hastanın semptomlarında da belirgin düzelme izlendi.
Bu olguyu siyanoz, nefes darlığı gibi semptomlarla gelen hastaların ayırıcı tanısında methemoglobinemiyi hatırlatması açısından sunduk.
Anahtar Kelimeler: astım, methemoglobinemi, prilokain, siyanoz
Nesrin Öcal, Alev Taşkın, Deniz Doğan, Ergün Uçar
1
Amaç: Asinetobakter baumannii, yatan hastalarda ciddi enfeksiyonlara
ve ölümlere yol açabilen fırsatçı bir patojendir. A.baumannii’ye bağlı ventilatör ile ilişkili pnömonilerde (VİP) mortalite oranının arttığı bilinmektedir.
Çalışmamızda A.baumannii’ye bağlı VİP’lerde mortaliteyi ve mortalitenin
ilişkili olduğu durumları değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntemler: Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) takip edilen, VİP tanısı konulan ve trakeal aspirat kültüründe dirençli A. baummanii üreyen 54 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar, etken izolasyonu
sonrasında 30 gün içinde mortalite varlığı bakımından iki gruba ayrıldı.
Gruplar yaş, cinsiyet, ek hastalık, APACHE II skoru, etken izolasyonu öncesi yatış süresi, santral kateter varlığı, beslenme şekli (parenteral-enteral),
cerrahi operasyon geçirip geçirmedikleri, etken izolasyonu sırasındaki lökosit, hemoglobin, trombosit, ortalama trombosit volümü, Creaktif protein
düzeyleri, bakteri direnç durumu bakımından değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 38’inde (%70) mortalite gelişmiş iken, 16 (%30)
hastada mortalitenin gelişmediği görüldü. Mortalite, kadınlara oranla erkeklerde daha fazla görüldü (20/13, 18/3, P=0.04). Böbrek yetmezliği,
mortalite gelişen grupta 13 hastada, mortalite gelişmeyen grupta 1 hastada bulundu (P=0.01). APACHE II skoru mortalite gelişen grupta 21.14±
4.26 iken, mortalite gelişmeyen grupta 14.20±4.89 idi (P< 0.01). Trombosit sayısı mortalite gelişen hastalarda anlamlı olarak daha düşük saptandı (P=0.02).
Sonuç: A.baumannii’ye bağlı VİP’lerde erkek cinsiyet, yüksek APACHE II skoru, böbrek yetmezliği ve düşük trombosit sayısı mortalite ile ilişkili
bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: A.baumannii, APACHE II, mortalite, pnömoni
Tablo 1. Hastaların Bazal Demografik Özellikleri
Değişken
Mortalite(+)
Mortalite(-)
P
Yaş
65.84
55.75
0.14
Cinsiyet(E/K)
20/13
18/3
0.04*
Diabetes Mellitus
10
1
0.06
Kalp Yetmezliği
13
3
0.24
Böbrek yetmezliği
13
1
0.01*
Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı
9
4
0.91
Status Epilepticus
1
3
0.05
Karaciğer Yetmezliği
0
1
0.11
Travma
6
3
0.79
Cerrahi
4
1
0.08
Malignite
3
0
0.14
Serebrovasküler olay
13
4
0.50
Birden fazla ek hastalık
17
4
0.16
Total parenteral beslenme
19
5
0.20
Enteral beslenme
19
11
0.20
Santral kateter varlığı
APACHE II skoru
26
12
0.62
21.14
14.20
0.00**
Şekil 1. Hastaya ait arteryal kan gazı
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
149
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P422
Methemoglobinemi Ve Thalasemi Minor
Birlikteliği, Solunum Yetmezliği Gelişen Bir
Olgu Nedeniyle
Ramazan Öcal1, Nesrin Öcal2, Deniz Doğan2
Gazi üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastlalıkları Anabilim Dalı, Ankara
2
Methemoglobin, hemoglobin molekülündeki demirin okside formda
(Fe+3) olmasıdır. Bir hemoglobinopati olarak değerlendirilen methemoglobinemi, konjential ve akkiz olabilmektedir. Talasemi minör de konjenital
bir hemoglobinopatidir. Methemoglobinemi ve talasemi minor birlikteliğine dair literatürde kısıtlı sayıda olgu bildirilmiştir. Bu olguların değerlendirildiği çalışmalarda bu birlikteliğin talasemi minör ile ilişkili düşük askorbik
asit seviyelerine bağlı olduğu değerlendirilmektedir. Bu açıdan nadir görülen bu birlikteliğin izlendiği bir olguyu paylaştık.
21 yaşında erkek hasta nefes darlığı, ellerde morarma şikayeti ile göğüs
hastalıkları kliniğine başvurdu. Bu şikayetlerinin çocukluk döneminden
beri olduğunu, bazı zamanlarda arttığını söyleyen hastanın solunum sistemi fizik muayenesinde normal solunum sesleri oskulte edildi. Oda havasında pulse oksimetre ile ölçülen SpO2 %70 olması üzerine hastadan
arteryal kan gazı alındı. Arteryal kan gazında pH: 7.43, PCO2: 36.1, PO2:
40.8, HCO3: 23.5, SaO2: %70.5, methemoglobin %12 ölçüldü. Rutin
biyokimya sonuçları normal sınırlarda olan hastanın tam kan tetkikinde
WBC: 7.500, Hgb:12.4, Plt:248.000, Htc:37 olarak ölçüldü. Kronik hipoksemi tarifleyen bir hasta için beklenen HGB değerinin altında bir değer
izlenmesi ve mevcut methemoglobinemi nedeniyle alınan hematoloji konsultasyonu ile yapılan periferik yayma sonucunda hastada aynı zamanda
beta talasemi minor varlığı da izlendi. Askorbik asit seviyelerinde düşüklük
görülen hastaya oral askorbik asit tedavisi başlandı. Tedavinin birinci haftasında hastanın methemoglobin seviyesinin %2.4’e düştüğü ve SpO2’de
%20’lik artış olduğu izlendi.
Bu olguyu methemoglobinemi ve thalasemi minorun nadir birlikteliğine
örnek teşkil etmesi bakımından sunduk.
Anahtar Kelimeler: hipoksemi, methemoglobinemi, talasemi minör
P423
yan özellikle genç hastalarda overhidrasyon ve negatif basınçlı pulmoner
ödem ön planda düşünülmelidir.
Anahtar Kelimeler: Ekstubasyon, Pulmoner ödem, Postoperatif
dönem
P424
Pnömoni görünümünde mitral korda
tendinea rüptürüne bağlı gelişen pulmoner
ödem
Didem Özkan, Fatmanur Karaköse, Hatice Özçelik, Kübra Aşık, Esat Hayat,
Murat Sezer
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul
Olgu: 27 yaşında kadın hasta. Bir haftadır süren halsizlik, dispne ve 2
gündür süren öksürük, ateş şikayetleri ile başvurdu. 2 aydır anemi nedeni
ile araştırılan hastanın öz geçmişinde özellik yoktu. 1 hafta önce gribal
enfeksiyon geçirme öyküsü mevcuttu. Fizik muayenede oskültasyonda
bilateral ral ve pansistolik üfürüm duyuldu. Akciğer grafisinde bilateral diffüz retiküler dansite artışı görüldü. CRP:8.4, WBC:7.7 Hgb:5.5. Ön tanıda
bakteriyel ve viral pnömoni düşünülen hasta hastaneye yatırıldı. Seftriakson, klaritromisin ve oseltamivir tedavisi başlandı. Arter kan gazında;
pH:7.49 Pco2:27 Po2:50 sO2:90 olması üzerine oksijen tedavisi başlandı.
Yatışından 3 saat sonra bol miktarda pembe renkli köpüklü balgam şikayeti oldu. Oksijen tedavisi altında sO2: 80. T/A:,90/50 mmHg, nabız:140/
min. Ekg de sinüs taşikardisi mevcuttu. Toraks BT sinde pulmoner konjesyon görüldü. AKG: pH:7.44 Pco2:34 Po2:55 sO2:90 (8 l/dk oksijen
tedavisi altında). Kardiyoloji ile konsulte edilen hastanın ekokardiyografisi
yapıldı. Ağır mitral regürjitasyon ve sistolde anterior mitral kapağın sol atriyuma prolapsusu görüldü.Korda tendinea rüptürü tanısı kondu. Korner
YBÜ transfer edilen hastanın T/A: 50/30 mmHg, nabız:155/dk dı. İnotrop
desteği ve NIMV tedavi başlandı. Mitral yetmezliği tolore edemeyen hasta
acil cerrahiye alınarak sol atriyotomi ve annüloplasti uygulandı. Cerrahi
sonrası Kardyovasküler YBÜ’nde takip ediliyor.
Sonuç: Pulmoner konjesyon enfeksiyon ile karışbilmektedir. Konjesyon saptandığında, özellikle korda rüptürü gibi acil ve mortalitesi yüksek
kardiyak nedenler göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: pulmoner ödem, korda tendinea rüptürü
Erken postoperatif dönemde gelişen
solunum yetmezliği
Deniz Doğan1, Mehmet Aydoğan2, Tuncer Özkısa1, Nesrin Çandır2, Deniz
Arık3, Alper Gündoğan1, Cantürk Taşçı1
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Isparta Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Isparta
3
Ağrı Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ağrı
1
2
Olgu: 28 yaşında erkek hasta, ani başlayan karın ağrısı şikayeti ile Genel cerrahi polikliniğine müracaat etti. Fizik muayene bulguları ve tanısal testler sonrası akut batın (apendisit) tanısı ile acil operasyona alındı.
Olguda cerrahi sonrası ekstübasyonu takiben gelişen solunum yetmezliği
nedeni ile göğüs hastalıkları konsültasyonu istendi. Genel durum bozukluğu ve hipoksemisi olan hastanın fizik muayenesinde her iki hemitoraks
kaidelerde ince raller oskülte edilmekteydi. Olguya ekstübasyonu takiben
gelişen hipoksemi nedeni ile noninvaziv mekanik ventilasyon (NIMV)
tedavisi başlandı. Çekilen akciğer grafisinde sağ akciğerde daha belirgin
olmak üzere her iki akciğer üst ve orta zonlarda düzensiz sınırlı dansite artışı alanları izlenmekteydi. Olguya daha sonra YRBT (yüksek rezolüsyonlu
bilgisayarlı toraks tomografisi) tetkiki yapıldı ve her iki akciğer üst loblarda
peribronkovasküler alanlarda yamasal tarzda buzlu cam alanları izlendi.
4-6 saatlik NIMV uygulaması sonrası klinik bulgularında anlamlı regresyon
izlenendi. Yaklaşık 16 saat sonra alınan kontrol PA akciğer grafisi tamamen
normal olarak izlendi.
Sonuç: Akut akciğer ödemi, farklı etyolojilere bağlı olarak farklı klinik
ve radyolojik bulgular ile prezente olabilen, solunum yetmezliğinin sık sebeplerinden birisidir. Bu olgu sunumunda genç bir hastada, erken postoperatif dönemde ekstübasyon sonrası gelişen akut akciğer ödemi sunulmuştur. Özellikle erken postoperatif dönemde gelişen pulmoner ödemin
ayırıcı tanısında, operasyon sırasında uygunsuz sıvı tedavisi ve transfüzyona bağlı overhidrasyon, kardiyak patolojilere bağlı akut kardiyojenik ödem
ve ekstübasyon sonrası laringospazm nedeni ile negatif basınçlı pulmoner
ödem ayırıcı tanıda düşünülmedir. Herhangi bir kardiyak hastalığı olma-
150
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 1
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 2. YBÜ sonrası mortalite risk faktörlerinde Cox regresyon analizi
Odds oranı
%95 Güven Aralığı p değeri
Malignite varlığı
1.64
1.12-2.41
0.011
APACHE II değeri YBÜ çıkış
1.05
1.01-1.09
0.015
YBÜ çıkış serum albümin, mg/L
0.62
0.49-0.79
0.001
P426
Yoğun Bakımda C-Reaktif Protein ve
Prokalsitonin İzleminin Enfeksiyon
Kliniği,Mikrobiyolojik Üreme ve Mortalite ile
ilişkisi
Şekil 2
P425
Pınar Güven, Aslıhan Yalçın, Şehnaz Olgun, Emel Eryüksel, Sait Karakurt
Odds oranı %95 Güven Aralığı p değeri
Noninvaziv başarısızlığı ile
3.22
1.07-9.71
0.038
İnvaziv mekanik ventilasyon günü
1.09
1.04-1.15
0.001
APACHE II skoru, YBÜ girişte
1.11
1.07-1.15
0.001
Nabız sayısı/dakika
1.02
1.01-1.03
0.001
Yaş
1.03
1.01-1.05
0.009
KOAH
0.55
0.34-0.89
0.015
Serum albumin, mg/L
0.56
0.39-0.80
0.001
PaO2/FiO2
0.99
0.99-0.99
0.002
7(%87,5) 1(%12,5)
4(%50)
Enfeksiyon kliniği (-)
8
Enfeksiyon kliniği (+)
Grup 1
Mortalite (-)
Tablo 1. Akut solunum yetmezliğinde YBÜ mortalitesi için Lojistik
regresyon analizi YBÜ
Tablo 1. CRP-Prokalsitonin İlişkisinin Mikrobiyolojik Üreme,Enfeksiyon
Kliniği Mevcudiyeti ve Mortalite ile ilişkisi
Mortalite (+)
Giriş: Akut solunum yetmezliği (ASY) ile yoğun bakım ünitesine (YBÜ)
yatan hastalarda YBÜ ve 12 aylık mortalite analizinde komorbiditelerin
rolü ile ilgili veri sınırlıdır. ASY ile YBÜ’ye kabul edilen hastaların YBÜ ve
uzun dönem mortalite belirteçlerinde akut sorunlar ve komorbiditelerin
etkileri araştırıldı.
Yöntem: Geriye dönük gözlemsel kohort çalışma 2012 yılında bir eğitim araştırma hastanesi nin 22 yataklı düzey III YBÜ’de yapıldı. Bir yıllık
dönemde yatan her hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik
özellikleri, ek hastalıkları, YBÜ verileri giriş ve son kontrol olarak kayıt edildi. YBÜ mortaliteleri ile taburculuk sonrası en az 12 aylık mortaliteleri için
risk analizi Kaplan Meier sağkalım ve Cox regresseyon analizi yapıldı.
Bulgular: Çalışma döneminde 1022 yatış (362 kadın) ASY ile YBÜ
kabul edildi. YBÜ mortalite %20.8 (n=213). YBÜ’de ileri yaş, noninvaziv başarısızlığı, uzun IMV uygulanması, yüksek nabız ve giriş APACHE
II, düşük serum albümin ve PaO2/FiO2 mortaliteyi arttırırken KOAH ek
hastalığı mortaliteyi azaltan faktörler olarak bulundu (Tablo 1). Takipte
809 hastada mortalite %51.9 (n=420) bulundu ve mortalitenin %50 ilk
2 ayda görüldü. Cox regresyon analizinde malignite ve düşük albümin,
yüksek çıkış APACHE II skoru uzun dönem takipte mortalite risk faktörü
olarak gösterildi (Tablo 2).
Sonuçlar: ASY ile yoğun bakıma yatırılan hastalarda YBÜ sonrası
ilk yıl mortalite riskleri YBÜ mortalitelerinden daha yüksektir. Bu hasta
grubunda KOAH varlığı YBÜ’deki mortaliteyi azaltırken, uzun dönemde
malignite varlığı mortaliteyi arttırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Akut solunum yetersizliği, mortalite, yoğun bakım
Mikrobiyolojik Üreme (-)
T.C. S.B. Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu, İstanbul İli Anadolu Güney Kamu Hastaneleri
Birliği Genel Sekreterliği
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Solunumsal Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul
Giriş-Amaç: CRP ve prokalsitonin bilinen inflamasyon belirteçleridir.
Çalışmamızda hastaların izleminde belirli aralıklarla ölçülen CRP ve prokalsitonin değerleri ile enfeksiyon kliniği, mikrobiyolojik üreme ve mortalite ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Materyal-Metod: Hastanemiz Dahili Yoğun Bakım Ünitesinde 1 Kasım-31 Aralık 2013 tarihleri arasında yatan 30 hastanın aralıklı olarak bakılan CRP ve prokalsitonin değerleri prospektif gözlemsel olarak incelendi.
Hastalar CRP ve prokalsitonin değerleri arasındaki ilişkiye göre 4 gruba
ayrıldı.
Grup 1:CRP ve prokalsitonin değerleri birlikte artan
Grup 2:CRP ve prokalsitonin değerleri birlikte azalan
Grup 3:CRP artarken prokalsitonin azalan
Grup 4:CRP azalırken prokalsitonin artan
Dört grubun bu süreçteki enfeksiyon kliniği varlığı/yokluğu,mikrobiyolojik
üreme varlığı/yokluğu ve mortalite durumları değerlendirildi.
Bulgular: Tablo 1
Sonuç: CRP ve prokalsitonin değerlerinin birlikte arttığı yada birlikte azaldığı durumlarda enfeksiyon kliniği varlığı/yokluğu ve beraberinde
mikrobiyolojik üreme varlığı/yokluğu durumu daha korele iken CRP ve
prokalsitoninin birlikte hareket etmedikleri durumlarda hastaları kliniklerine göre değerlendirmek önemlidir.
Anahtar Kelimeler: CRP,prokalsitonin,enfeksiyon
Mikrobiyolojik Üreme (+)
Huriye Berk Takır, Zuhal Karakurt, Cüneyt Saltürk, Feyza Kargın, Merih Balcı,
Bünyamin Burunsuzoğlu, Esra Akkütük, Özlem Moçin, Nalan Adıgüzel,
Gökay Güngör
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğunbakım Anabilim Dalı,
İstanbul
Toplam sayı (n)
Akut solunum yetmezliği ile yoğun bakıma
yatan hastalarda yoğun bakım ve oniki aylık
mortalite: komorbiditelerin rolü nedir?
4(%50)
8(%100)
0
Grup 2
13
2(%16)
11(%84)
2(%16)
11(%84)
3(%23)
10(%77)
Grup 3
5
2(%40)
3(%60)
2(%40)
3(%60)
4(%80)
1(%20)
Grup 4
4
1(%25)
3(%75)
2(%50)
2(%50)
4(%100)
0
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
151
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P427
Kontrolsüz warfarin kullanımına bağlı
diffüz alveoler hemoraji olgusu
Taner Tarladaçalışır1, İlkay Albayrak1, Müge Kunduracılar2
Göğüs Cerrahisi Kliniği, Edirne Devlet Hastanesi, Edirne
Genel Yoğun Bakım Kliniği, Edirne Devlet Hastanesi, Edirne
1
2
Diffüz alveolar hemoraji (DAH), alveolar septalardaki kapiller harabiyetine bağlı alveoler boşluklar içine oluşan kanamanın yol açtığı semptomlar
ile karakterize bir sendromdur. Birçok ilaca bağlı olarak DAH görülebilir.
Warfarin ise farklı kanama komplikasyonlarının sık görüldüğü bir ilaç olmakla birlikte nadiren DAH’ ye yol açar. Bu çalışmada warfarinin kontrolsüz kullanımına bağlı DAH gelişen olgu sunulmuştur.
Seksen yaşında erkek hasta, üç gündür devam eden hemoptizi nedeniyle Acil Servis’e başvurdu. Başvuru esnasında öksürük, hemoptizi, burun
kanaması ve nefes darlığı mevcuttu. Atrial fibrilasyon nedeniyle oral antikoagülan (warfarin) kullanmaktaydı. Acil Servis’teki değerlendirmesinde,
genel durumu orta, şuuru açık ve koopere, kan basıncı 170/90 mmHg, nabız 106/dk, solunum sayısı 40/dk idi. Arter kan gazında, pH: 7.4, pO2: 54,
pCO2: 31 ve saturasyon %88 iken, hemoglobin 12.3 gr/dL, hematokrit
%38.9, INR: 6.3 olarak ölçüldü. Direkt akciğer grafisinde, bilateral yaygın
infiltrasyonlar saptandı (Şekil 1). Hasta mevcut bulgularla Yoğun Bakım
Ünitesi’ne (YBÜ) alındı ve entübe edilerek mekanik ventilatöre bağlandı. K
vitamini ve TDP uygulanıp, traneksamik asit infüzyonu başlandı. Hastanın
12 saat sonra bakılan INR değeri 2.1 olarak ölçüldü. Klinik ve radyolojik
bulgularının iyileşmesi ile yatışının 12. gününde ekstübe edildi ve Göğüs
Hastalıkları Servisi’ne nakledildi.
Oral antikoagülanların en ciddi ve nadir görülen komplikasyonlarından
biri DAH’dir. Bu nedenle hastalar ilacın düzenli kullanımı ve olası yan etkiler yönünden bilgilendirilmelidir. Klinik ve radyolojik olarak DAH tanısı
konulması durumunda etkin ve agresif tedavi uygulamaları ile mortalite
oranlarının belirgin şekilde azaltılabileceği unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: diffüz alveolar hemoraji, hemoptizi, warfarin
tedavisi
rektiren bir durumdur. Dispne, hemoptizi, anemi ve bilateral alveolar infiltrasyon saptanan hastalarda DAH düşünülmelidir. Tanıda erken dönemde
bronkoskopi yapılması ve bronkoalveolar lavaj sıvısında hemosiderin yüklü makrofajların gösterilmesi önemlidir. DAH vakalarının çoğu kapilleritle
birlikte olan otoimmun vaskülit veya bağdokusu hastalıklarından kaynaklıdır. Bunun yanında koagulasyon bozuklukları, inhaler toxik ajanlara maruziyet, çeşitli ilaçlar, mitral darlığı ve transplantasyon da DAH nedenleri
arasındadır.
Generalize tonik-klonik nöbetle acile getirilen 53 yaşında erkek hastanın nöbet sonrası başlayan hemoptizisi vardı. Akciğer grafisinde bilateral
alveolar yaygın infiltrasyonları olan yatırıldı. Hastanın acile başvurusu ve
yatışının 3. günündeki kan sonuçları kıyaslandığında Hb de 3 gr/dl, Htc de
%8,7 düşme saptandı. FOB yapıldı. Alınan bronkoalveolar lavajda(BAL)
hemosiderin yüklü makrofajlar saptanan hastaya DAH tanısı konuldu. Oskarbazepin kullanan hastaya Kortikosteroid ve Traneksemik asit tedavisi
verildi. İnfiltrasyonlar hızla düzeldi. Hasta 12 günlük servis takibinden sonra şifa ile taburcu edildi. Hasta bir yıldan daha fazla süredir semptozsuz ve
nüks olmadan izleniyor.
Literatür taramamızda epilepsi atağına bağlı sadece bir DAH vakası
saptadık. Ancak karbamazepinin diffüse alveolar hasar yaptığı bilinmesine
rağmen DAH ile ilişki hiç bildirilmemişti. Ve bu grubun yeni üyesi okskarbazepinin akciğer hasarına dair çok az veri vardı. Bu yönüyle oldukça ilginç ve nadir olan olgumuzu, okskarbamezepin kullanırken nöbetten
hemen sonra başlayan bir DAH vakası olması nedeniyle sunmayı uygun
bulduk
Anahtar Kelimeler: Diffuz Alveoler Hemoraji (DAH), Epileptik Atak,
Okskarbazepin
Şekil 1. Bilateral alveoler akciğer infiltrasyonları
Şekil 1. Hastanın başvuru anındaki direkt akciğer grafisinde, bilateral yaygın
infiltrasyonlar saptandı.
P428
Epileptik Atak ve Okskarbazepin İlişkili Bir
Diffuz Alveoler Hemoraji (DAH) Vakası
Recep Akgedik1, Berna Botan Yıldırım2, Şükran Akgedik3, Ali Bekir Kurt4
Ordu Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ordu
2
Ordu eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Ordu
3
Ordu Devlet Hastanesi, Patoloji, Ordu
4
Ordu Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ordu
1
Diffüz alveolar hemoraji (DAH), alveollerin içine yaygın kanama ile
karakterize, nadir görülen, mortalitesi yüksek olan ve acil müdahale ge-
152
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. Subplevral alan dışında yagın alveolar infiltrasyonlar widespread alveolar
infiltrates in lung without subpleural area.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P429
P430
Noninvasif mekanik ventilasyon: 12 aylık
deneyim
Akut solunum yetmezliğinde ASV ile PSV-SIMV
ventilasyon modlarının karşılaştırması
Sevda Şener Cömert, Benan Çağlayan, Banu Salepci, Gamze Çelik, Coşkun
Doğan, Nesrin Kıral
Aslıhan Yalçın, Pınar Güven, Şehnaz Olgun, Emel Eryüksel, Sait Karakurt
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Amaç: Kliniğimize solunum yetmezliği tanısı ile yatan hastalarda uygulanan noninvazif mekanik ventilasyonun(NIMV) etkinliğini değerlendirmek ve başarısızlıkla ilişkili faktörleri ortaya koymak.
Yöntemler: 2013 yılında solunum yetmezliği tanısı ile kliniğimize yatan
ve NIMV endikasyonu olan olgular prospektif olarak çalışmaya alındı.Bu
olgular; tedavisini tamamlayıp taburcu olanlar tedavi başarılı grup(grup
1),NIMV başlanmasından sonra invazif yoğun bakım endikasyonu konulan
ya da eksitus olan olgular tedavi başarısız grup(grup 2) olarak ikiye ayrıldı.
Her iki grupta yer alan hastaların demografik verileri,ek hastalıkları,son
1 yıldaki yatış öyküleri,semptomları,Glasgow koma skoru(GKS),kalp tepe
atımı,dakika solunum sayısı,akciğer grafisi bulguları,başlangıç ve 1. saat
arter kan gazı(AKG) değerleri,laboratuar verileri,hastanede yatış süreleri
kayıt edildi;bu veriler birbirleri ile karşılaştırıldı.NIMV için başarı oranı hesaplandı ve her iki grupta yer alan olguların verileri karşılaştırılarak tedavi
başarısızlığına etkili faktörler araştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 66.7±11.6 olan ve solunum
yetersizliği tanısı konulan 14(%29.8) kadın, 33(%70.2) erkek toplam 47
hasta alındı.Olgularımızın 37(%78.7)’sinde tanı kronik obstrüktif akciğer
hastalığı(KOAH)iken geri kalan olgularda tek başına veya KOAH ile birlikte konjestif kalp yetersizliği,interstisyel akciğer hastalığı,pnömoni,obstrüktif
uyku apne sendromu(OUAS),restriktif hastalıklar mevcuttu.47 olgudan
3(%6.4)’ü tedavi başarısızlığı grubunda yer alırken geri kalan olgular tabucu edildi(tedavi başarısı %93.6).Her iki grupta yer alan hastalara ait
veriler ve istatistiksel karşılaştırmaları tablo 1’de verilmiştir.Solunum yetmezliği olgularında NIMV uygulamasında tedavi başarısızlığı ile GKS,ek
hastalık sayısının fazlalığı,AKG’da yatış sırasındaki ve 1. saat sonundaki
pH değeri arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü(p=0.001,p=0.005,p=
0.011,p=0.05).
Sonuç: Düşük GKS, fazla sayıda komorbidite, düşük başlangıç ve
1.saat sonu pH değeri NIMV başarısızlığı ile ilişkilidir. Bu olgularda yakın
takip ve doğru zamanda invazif mekanik ventilasyon kararı vermek hasta
için yaşam kurtarıcı olabilir.
Anahtar Kelimeler: noninvasif mekanik ventilasyon, solunum yetmezliği, tedavi başarısı
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Anabilim Dalı,
İstanbul
Giriş:
Uyumlu
destek
ventilasyonunun(Adaptive
Support
Ventilation;ASV) geleneksel modlara göre daha kısa sürede yüksek etkinlikte mekanik ventilasyon(MV) sağladığını savunan görüşler vardır. Ancak
çalışmaların çoğu postoperatif hastalarla yapılmıştır. Değişik hasta gruplarında ve geleneksel modlarla karşılaştırmalı çalışmalar sınırlı sayıdadır.
Amaç: ASV ve PSV+SIMV ventilasyon modlarının yoğun bakım
ünitesi(YBÜ)’nde sağkalım, yatış, MV desteği, ekstübasyon süreleri üzerine
etkilerinin karşılaştırılması.
Yöntem: Eylül 2013- Ocak 2014 arasında YBÜ’mizde akut solunum yetmezliği nedeni ile MV desteği verilen toplam 32 hasta çalışmaya alındı(TabloI). Olguların 16’sı ASV, 16’sı PSV+SIMV mod ile izlendi,
YBÜ yatış, MV desteği, ekstübasyon süreleri ve YBÜ sağkalım durumları
kaydedildi.
Bulgular: Yaş ortalaması 61(±19,9) olan, 13 kadın, 19 erkek çalışmaya alındı. İstatiksel olarak anlamlı fark olmamakla beraber ASV modda
izlenen hastalarda MV’de kalma, ekstübasyon aşaması ve YBÜ yatış sürelerinin PSV+SIMV moda göre daha kısa olduğu gözlendi, YBÜ sağ kalım
süreleri benzer saptandı(TabloII).
Sonuç: Akut solunum yetmezliğine yaklaşımda ASV; az zamanda yüksek etkinliği olan bir mod olabilir.
Anahtar Kelimeler: ASV, PSV+SIMV, akut solunum yetmezliği
Tablo 1.
MV modu
N
Median
%75 CI
P(<0.05)
MV süresi
(gün)
ASV
P-SIMV
17
15
6.5
4
5-7
3-5.9
0,712
YBÜ’nde yatış süresi
(gün)
ASV
P-SIMV
17
15
9
7
8-16
5-9.8
0,638
Ekstübasyon süresi
(gün)
ASV
P-SIMV
8
7
2
1
1.5-2
1-2
0,667
Sağkalım
(gün)
ASV
P-SIMV
7/17
6/15
2
2
2-2
2-2
0,839
Tablo. Klinik ve laboratuar veriler ve gruplar arası karşılaştırma
Tüm olgular
(ort±SS)
Grup 1
(ort±SS)
Grup 2
(ort±SS)
p değeri
Kalp tepe atımı
89.4±12.7
89.2±13.0
92.5±9.2
>0.05
Dakika solunum sayısı
20.9±3.8
20.8±3.7
21.7±4.9
>0.05
Glasgow koma skoru
14.9±0.3
14.9±0.2
14.3±1.2
0.001
Ek hastalık sayısı
1.61±1.32
1.45±1.17
3.67±1.52
0.005
Son 1 yılda hastane yatışı
0.34±0.79
0.36±0.81
0
>0.05
Son 1 yılda YBÜ yatış
0.34±0.60
0.36±0.61
0
>0.05
Yatış pH
7.96±0.06
7.36±0.55
7.41±0.10
0.011
Yatış pCO2 (mmHg)
66.5±8.8
66.2±8.1
70.9±18.1
>0.05
Yatış pO2 (mmHg)
61.3±22.7
58.9±19.9
95.6±38.5
>0.07
Bronkospazmın Nadir Bir Nedeni: Hipokalsemi
1.saat pH
7.38±0.06
7.38±0.05
7.40±0.15
0.05
Fatma Yıldırım1, Hamit Küçük2, Okan Ermiş3, İsmail Katı3, Lale Karabıyık3
1.saat pCO2 (mmHg)
63.7±11.3
63.2±10.1
70.8±25.3
>0.05
1.saat pO2 (mmHg)
60.2±12.2
60.3±12.3
58.7±12.7
>0.05
CRP
52.9±70.1
52.5±71.0
60.4±70.1
>0.05
Tablo 2. Çalışmaya alınan hasta grupları
ASV
PSV+SIMV
Hipoksemik solunum yetmezliği
9
4
5
Hiperkapnik solunum yetmezliği
15
7
8
Şok, hipoperfüzyon
8
4
4
Postoperatif, atelektazi
-
-
-
P431
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dahiliye Anabilim Dalı, Ankara
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anezteziyoloji Yoğun Bakım Bilim Dalı Ankara
1
2
Paratiroid operasyonu sonrası aç-kemik sendromuna bağlı laringospazm olguları bilinmesine rağmen bronkospazm olgusu bildirilmemiştir.
Bu olguda hipokalsemisi olan hastada kalsiyum replasmanıyla tedavi edilen bronkospazm sunulmuştur.
Kırkyedi yaşında bayan hasta, 10 gün önce olan paratiroid adenoidektomi ve timektomi nedeniyle opere edilmiş ancak operasyon sonrası
ekstübe edilememe nedeniyle anesteziyoloji yoğun bakım ünitesine kabul
edildi. Öyküsünde 10 yıl önce geçirilmiş kifoskolyoz nedeniyle vertebra
operasyonu ve restriktif akciğer hastalığı mevcuttu. Gelişinde ciddi bron-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
153
POSTER SUNUMLARI
kospazmı olan hasta tedavi olarak metil-prednizolon 40 mg iv, kısa etkili
antikolinerjik ve ß2 agonist; ETA kültüründe üreme olmaması nedeniyle ampirik olarak piperazilin-tazobaktam 4x4,5 gr iv tedavisi almaktaydı.
Bronkospazmına yönelik teofilin infüzyonu yükleme dozu ile beraber
başlandı. Bakılan plazma teofilin düzeyi terapötik aralıkta bulundu ancak
bronkospazmı devam ederek plato basınçları yüksek seyretmeye devam
etti. Hastaya sedasyonla birlikte rocuronium ile nöromüsküler blokaj yapıldı. Gönderilen iyonize kalsiyum (iCa) düzeyi düşük tespit edilmesi nedeniyle endokrinoloji bölümü ile birlikte hastaya iv kalsiyum replasmanı
yapıldı, anti-fosfat tedavisi başlandı. iCa düzeyleri yükseldikçe hastanın
bronkospazmında gerileme hiperkapnisinde düzelme gözlendi. Bu hastadaki ciddi bronkospazmın hipokalsemiye bağlı olarak geliştiği düşünüldü.
Bronkospazm nedeniyle solunum sıkıntısı olan yoğun bakım hastalarında
kalsiyum düzeylerinin değerlendirilmesinin yararlı olacağı kanısına varıldı.
Anahtar Kelimeler: Hipokalsemi, ciddi bronkospazm
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Sonuç: Pulmoner tromboemboli fatal seyredebilen ciddi bir durumdur;
masif embolisi olan hastalarda trombolitik tedavi belirgin komplikasyon
olmadan sağkalımı arttırabilir.
Anahtar Kelimeler: pulmoner tromboemboli, mortalite, trombolitik
tedavi
P434
Diaphragmatic Pacing and Ventilator
Weaning Strategies in Amyotrophic Lateral
Sclerosis
Abdul Mukhtadir Khan, Stephen Kantrow
Louisiana State University Health Sciences Center, USA
P432
Yoğun bakım ünitesinde izlenen pnömoni
olgularında mortalite için risk faktörleri
Recai Ergün, Begüm Ergan
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Yoğun bakım ünitemizde pnömoni tanısı ile izlenen hastaların
klinik karakteristiklerini ve mortalite ilişkili faktörleri belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: Haziran 2013-Ocak 2014 tarihleri arasında pnömoni tanısı
ile servisimizde izlenen hastaların demografik, klinik ve laboratuar özellikleri prospektif olarak kaydedildi ve mortalite ilişkili faktörler açısından
değerlendirildi.
Bulgular: Toplam 51 hasta (ortanca yaş 75 yıl, 24 erkek) çalışmaya
alındı. Bu hastaların 21’i toplumda kazanılmış pnömoni, 18’i sağlık bakımı ilişkili pnömoni, 12’si ise nozokomial pnömoni idi. Pnömoni grupları
arasında klinik ve laboratuar özellikleri açısından istatistiksel anlamlı fark
olmadığı görüldü. Tüm grupta giriş APACHE 2 skoru 24,5 olup; mortalite
oranı %51,8 idi. Mortalite ilişkili faktörler ikili analiz ile değerlendirildiğinde pnömoni tipinin mortaliteyi etkilemediği; ağır sepsis varlığı, akut böbrek
yetmezliği gelişimi ve yoğun bakım infeksiyonu gelişmesi varlığında mortalitenin arttığı (p sırası ile 0,01; <0,01 ve <0,01) görüldü.
Sonuç: Yoğun bakım ünitesine kabul edilen pnömonilerde mortalite oranı nispeten yüksektir, ağır sepsis, akut böbrek yetmezliği varlığı
ve yoğun bakımda infeksiyon kazanılması varlığında mortalite daha da
artmaktadır.
Anahtar Kelimeler: pnömoni, yoğun bakım, mortalite
Amyotrophic Lateral Sclerosis (ALS) is a progressive neurodegenerative disease that leads to muscle weakness, muscle atrophy and eventual
respiratory failure. We report a complication of diaphragmatic pacemaker
implantation and use of a multimodality approach to ventilator weaning
in ALS.
66 year old woman with ALS and worsening respiratory function and
dysphagia underwent placement of diaphragmatic pacemaker and percutaneous endoscopic gastrostomy (PEG) tube. She initially tolerated
the procedure well, however on hospital day one oxygen requirements
increased. On hospital day two, the patient developed hypercapnic respiratory failure without obvious respiratory distress and required intubation. Bronchoscopy was performed with removal of thick secretions,
and recruitment maneuvers were performed to re-expand atelectatic lung.
Glycopyrrolate to reduce oral secretions, aggressive oropharyngeal and
nasotracheal suctioning, and an insufflator-exsufflator machine were used.
After achieving an FIO2 0.21, she was extubated to noninvasive ventilation. Respiratory failure recurred, and was managed by repeat bronchoscopy and the secretion management protocol. She was discharged home
on noninvasive mechanical ventilation on hospital day fifteen.
Discussion: This case illustrates a complication of diaphragmatic pacemaker placement in ALS patients with neuromuscular weakness
and worsening respiratory status. Implementing a strategy to prevent and
remove airway secretions may improve liberation of ALS patients from
mechanical ventilation.
Keywords: Diaphragmatic Pacing, Amyotrophic Lateral Sclerosis
TANI YÖNTEMLERİ
P433
P435
Akut pulmoner tromboemboli tanısı ile
yoğun bakım ünitesinde izlenen hastaların
sağkalımı
Hipertiroidili Hastalarda Solunum
Fonksiyon Testi Değerleri
Begüm Ergan, Recai Ergün
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Akut pulmoner tromboemboli nispeten sık görülen ve ciddi mortalite riski olan bir hastalıktır; erken tanı ve hızlı uygulanan tedavi ile mortalite azalabilir. Bu çalışmada iki yıllık dönemde pulmoner tromboemboli
tanısı ile yoğun bakım ünitesine yatış gerektiren hastaların genel özelliklerini saptamayı ve sağkalımı değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntemler: Şubat 2012-2014 tarihleri arasında klinik, laboratuar ve
görüntüleme yöntemleri ile pulmoner tromboemboli tanısı alan 17 hasta
çalışmaya alınarak değerlendirme yapıldı.
Bulgular: Hastaların 9’u kadın, 8’i erkek; ortanca yaş 69,0 (çeyrekler
arası aralık 62,0-74,0); ortanca APACHE2 skoru 18,0 (16,5-21,5) olarak
saptandı. Pulmoner tromboemboli için risk faktörü toplam 13 hastada
(%76,5) vardı. En sık görülen semptomlar nefes darlığı (%94,1) ve plöretik tarzda göğüs ağrısı (%76,5) idi; kan gazı değerlendirmesinde ortanca
pH, PCO2 ve PO2 değerleri sırası ile 7,47; 30,7mmHg ve 48,8mmHg olarak saptandı. 13 hasta oksijen desteği ile, 4 hasta ise mekanik ventilasyon
desteği ile izlendi. Toplam 10 hastada masif pulmoner emboli mevcuttu;
9 hastaya trombolitik tedavi uygulandı, 1 hastada ciddi olmayan kanama
yan etkisi izlendi. İzlemde 4 hasta(%23,5) kaybedildi.
154
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Sibel Doğru1, Füsun Aydoğan2, Sebahat Genç1, Ersin Şükrü Erden1, Cenk
Babayiğit1, Mesut Demirköse1
Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Hatay
1
2
Bu çalışmaya hipertiroidi nedeniyle nükleer tıp kliniğine başvuran 8
hasta (yaş ortalaması 53) ve kontrol grubu olarak herhangi bir solunumsal
şikayeti olmayan 10 sağlıklı birey (yaş ortalaması 53) dahil edildi. Hipertiroidili hastalara tiroid sintigrafisi, radyoaktif iyot uptake testi ve solunum
fonksiyon testi yapıldı. Hipertiroidili hastaların ve normal bireylerin solunum fonksiyon testinde zorlu ekspiratuar volüm 1. saniye (FEV1), zorlu vital kapasite (FVC), FEV1/FVC, zorlu ekspiryum manevrasının ortasındaki
akım hızı (FEF %25-75), zirve akım hızı (PEF) değerleri kaydedildi. Hipertiroidili hastaların sadece 2 tanesinde restriktif solunum bozukluğu tespit
edildi.. Hipertiroidili hastalarda ortalama FEV1 %97.6, FVC %100.7,
FEV1/FVC 85.3, PEF 80.5, FEF %25-75 70.8’di. Normal bireylerde ise
ortalama FVC %105.9, FEV1 %100.2, FEV1/FVC 81.98, PEF 98.5, FEF
%25-75 76.2’ydi. Çalışmamızda hipertiroidili hastalarda solunum fonksiyon testi parametrelerinden FVC, FEV1, FEV1/FVC, FEF %25-75 değerlerinin etkilenmediğini, PEF değerinin ise istatistiksel olarak anlamlı
olmamakla birlikte normal kişilere göre daha düşük olduğunu tespit ettik.
Anahtar Kelimeler: Hipertiroidi, Solunum fonksiyon testi
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P436
P438
Behçet hastalığı ve sol pulmoner arter
agenezi torasik bulguları: olgu sunumu
Eksüdatif Plevral Efüzyonlarda Video
Yardımlı Torakoskopik Cerrahinin Tanıdaki
Rolü
Nesrin Atçi1, Murat Çelik1, Hanifi Bayaroğulları1, Sibel Doğru2
Mustafa Kemal Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
1
2
Behçet hastalığı vücudumuzda bir çok sistemi etkileyen, vaskulit ile
karekterize kronik enflamatuar bir hastalıktır. Oral, genital ülserler ve göz
bulguları karekteristik özelliklerindendir. Sinir sistemi, karadiyovasküler sistem, solunum sistemi ve deri sık tutulan organlardandır. Torasik tutulum
vasküler yapıların, pulmoner parenkimin, plevra ve solunum yolları gibi
çevre yapıların etkilenmesi şeklindedir. Bu yazımızda Behçet hastalığında
daha önce tariflenmemiş pulmoner arter agenezisi ile tipik toraks tutulumları olan nadir vakamızı sunmayı amaçladık.
42 yaşında erkek hasta öksürük şikayetiyle hastanemize başvurdu.Özgeçmişinde 10 yıldır Behçet hastası olduğu öğrenildi. Şikayetleri doğrultusunda ilk önce posteroanterior (PA) akciğer grafisi ile değerlendirilen hasta
bulgularına göre multidedektör bilgisayarlı tomografi (MDCT) ve MDCT
anjiografi (MDCTA) tetkikleriyle değerlendi.
PA akciğer grafisinde, solda belirgin pulmoner arter gölgesi izlenmemiş
olup sağda ileri derecede dilate, duvarları kalsifiye pulmoner arter gölgesi izlendi. MDCT ve MDCTA tetkiklerinde sol pulmoner arterin agenetik olduğu, sağ pulmoner arterin ise lümeninde trombüslerin eşlik ettiği
anevrizmatik dilate olduğu gözlendi. Sol akciğerde minimal hacim kaybı,
fibrotik bantlar ve her iki akciğer parenkiminde mozaik paternde parenkim
havalanması tespit edildi
Conclusion: Behçet hastalığına bağlı nadir izlenen torasik sistem tutulumu ve pulmoner arter anomalileri en erken ve doğru şekilde MDCT ve
MDCTA ile gösterilebilmektedir
Anahtar Kelimeler: Behçet hastalığı, pulmoner arter agenezisi, torasik bulgular,çok kesitli bilgisayarlı tomografi
Funda Seçik1, Ali Cevat Kutluk2, Sadettin Kamat1, Süleyman Ceylan2, Didem
Görgün1, Levent Cansever2, Celalettin Kocatürk2, Pınar Yıldız1, Mehmet Ali
Bedirhan2
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Gögüs Hastalıkları,
İstanbul
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi,
İstanbul
Biyokimyasal, sitolojik ve bakteriyolojik incelemelere rağmen plevral
efüzyonlu olguların yaklaşık 1/3’ünde etyoloji belirsiz kalmaktadır.Etyolojisi bilinmeyen eksüdatif plevral efüzyonların tanı algoritmasında bir sonraki
basamak video yardımlı torakoskopik cerrahi(VATS)dir.
Method: VATS’ın olgularımızdaki tanı değerini araştırmak için, 20082012 yılları arasında VATS yapılmış 187 sebebi bilinmeyen plevral efüzyonlu hasta incelendi. Yaşları 17 ile 81arasında olan olguların 70 (%37.4)’i
kadın, 117 (%62.6)’si erkekti. Klinik, radyolojik ve histopatolojik veriler
retrospektif olarak toplandı.
Sonuçlar: Torakoskopi 84 hastada (84/187; %44.9) malign veya tüberküloz olarak sonuçlandı.Patolojik sonuçlar 19 (%10.1) hastada mezotelyoma, 24 (%12.8) hastada primer akciğer kanserine bağlı metastatik
efüzyon, 10 (%5.3) hastada akciğer dışı organ kanserine bağlı metastatik
efüzyon, 7 (%3.7) hastada lenfoma ve 24 (%12.9) hastada tüberkülozdu.
Kalan 103 (103/187; %55.1)hastada nonspesifik plöritik değişiklikler görüldü. Takip edilen bu olgularda malgn plevral efüzyon için yanlış negatiflik oranı %2.91(3/103) idi. Sensitivite %96, spesifite %100, testin doğruluk
oranı %98, negatif beklenen değeri %97, pozitif beklenen değeri %100 idi.
Diğer yöntemlerle tanı konulamamış, sebebi bilinmeyen plevral efüzyonların değerlendirilmesinde VATS elverişli bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler: plevral efüzyon, Video Assisted Thoracoscopic
Surgery
P437
Allojenik periferik kök hücre nakli yapılan
akut myelod lösemi olgusunda ani sol total
atelektazi
Levent Dalar1, Serkan Güvenç2, Emine Tülay Özçelik2, Mutlu Arat2
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Allojenik periferik kök hücre nakli akut myeloid lösemi tedavisinde etkin
bir seçenektir. Geç dönem komplikasyonlar graft versus host hastalığının
(GVHD) farklı biçimlerinde ortaya çıkabilir, ancak akut dönem komplikasyonlar hemen tamamen enfeksiyon etkenleri ile ilişkilidir.
Akut myeloid lösemi tanısıyla allojenik kök hücre nakli uygulanan 56
yaşında kadın hastada nakilin altıncı günü sol akciğerde ani total atelektazi
gelişti. Bronkoskopide sol ana bronşun konsantrik olarak daraldığı görüldü. Rezektör balon kullanılarak genel anestezi altında ana bronş lümeni
dilate edildi. Ana bronş ve lob bronşlarında etkin lümen açıklığı sağlandı
ve radyolojik olarak atelektazinin düzeldiği görüldü. Alınan biyopsilerin
patolojik incelemesinde spesifik neden saptanamadı. Mikrobiyolojik incelemede aspergillus, CMV ve diğer olası nedenlere ait bulgu görülmedi.
Bronşiyal stenoz kök hücre nakli yapılan olgularda erken dönemde yalnızca enfektif nedenler sonucu bildirilmiştir. Geç dönemde teorik olarak
GVHD’nin bir sonucu olabilir, ancak tıbbi literatürde rastlanmadı. Bu olguda stenozun idyopatik olması ve girişimsel bronkoskopik yaklaşımla kür
elde edilmiş olması onu ilginç kılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: balon dilatasyon, bronkoskopi, kök hücre nakli,
lösemi
P439
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Departmanında Yapılan
Transbronşiyal Akciğer Biyopsilerinin
Değerlendirilmesi
Nurşen Yaşayancan
Tokat Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, Tokat
Giriş: Transbronşiyal akciğer biyopsisi (TBAB) fiberoptik bronkoskopi
(FOB) aracılığıyla uygulanabilen ve akciğer parankim örneklemesini sağlayan bir yöntemdir. Bu yöntemle başta diffüz parankimal akciğer hastalıkları olmak üzere, endobronşiyal tutulumu olmayan akciğer kanserleri,
metastatik kanserler, enfeksiyöz ve enfeksiyon dışı hastalıklar gibi hastalık
gruplarında tanı amaçlı faydalanılan, düşük morbidite ve mortalite ile seyreden güvenli, minimal invaziv bir tanı yöntemidir. Amaç yeterli ve tanı
sağlayabilecek örnekler elde etmektir.
Metod: Çalışmaya Ocak 2008-Mayıs 2010 tarihleri arasında Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları kliniğinde
floroskopi olmadan transbronşiyal akciğer biyopsisi yapılmış olan hastalar alındı. Anamnez, fizik muayene, laboratuar ve radyolojik incelemeler
sonucunda diffüz veya lokalize akciğer parankim hastalığı düşünülüp, tanı
amaçlı transbronşiyal akciğer biyopsisi alınan hastalar retrospektif olarak
değerlendirildi.
Sonuç: Transbronşiyal akciğer biyopsi işlemi 227 olguya bir kez ve 11
olguya ikinci kez olmak üzere toplam 238 kez uygulandı. Olguların 86’sı
(%37.9) kadın, 141’i (%62.1) erkektir. Ortalama yaş 56.8 (17-86) median
yaş 57.0 dir.
Direk akciğer grafisinde lokalize tutulumu olanların %27.1’inde, diffüz
tutulumu olanların %42.5’inde TBAB ile kesin tanı konulmuştur. Toraks
BT’de lokalize tutulumu olan olguların %30.4’ünde, diffüz tutulumu olanların %54.3’ünde kesin tanı konulmuştur.
Tanı oranımız TBAB ile tüberkülozda %54, sarkoidozda %84, idiyopatik
pulmoner fibrozisde %27, kriptojenik organize pnömonide %73, epidermoid karsinomda %54, küçük hücreli dışı akciğer karsinomunda %40,
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
155
POSTER SUNUMLARI
adeno karsinomda %31, küçük hücreli karsinomda %75, genel olarak
akciğer karsinomunda %47, hipersensitivite pnömonisinde %14 bulundu.
Anahtar Kelimeler: Fiberoptik bronkoskopi, Transbronşial Akciğer
Biyopsi
n (hasta
sayısı)
1) KANSER
a)Akciğer ca
Nonsmall cell CA
Small cell CA
Epidermoid CA
Adeno CA
b)Malign mezotelyoma
c)Metastaz infiltrasyonu
2) İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARI
İdiyopatik pulmoner fibrozis
Kriptojenik organize pnömoni
Hipersensitivite pnömonisi
Sarkoidoz
Wegener granulomatozu
RA akciğer tutulumu
Skleroderma akciğer tutulumu
Silikozis
3) ENFEKSİYONLAR
Tüberküloz
Pnömoni
4) DİĞER HASTALIKLAR
Kist hidatik
Amiloid akciğer tutulumu
Orta lob sendromu
Panbronşiolit
Eozinofilik pnömoni
59
50
10
4
23
13
1
8
64
15
12
7
23
3
2
1
1
42
23
19
8
1
2
1
3
1
TBAB ile tanı
konulan hastalar
sayısı ve tanı
koyma yüzdesi (%)
26 (41)
24 (47)
4 (40)
3 (75)
13 (54)
4 (31)
0 (0)
2 (25)
39 (56)
4 (27)
11 (73)
1 (14)
21 (84)
1 (25)
0 (0)
0 (0)
1 (100)
28 (62)
14 (54
14 (74)
2 (25)
0 (0)
2 (100)
0 (0)
0 (0)
0 (0)
TBAB
işlem
sayısı
60
51
10
4
24
13
1
8
70
15
15
7
25
4
2
1
1
45
26
19
8
1
2
1
3
1
Tablo 2. Transbronşiyal akciğer biyopsisi yapılan hastaların ön tanıları
ÖN TANILAR
1) KANSER
Akciğer CA
Metastaz infiltrasyonu
2) İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIĞI
SAYI
YÜZDE (%)
122
115
40
7
3
70
Sarkoidoz
27
12
İdiyopatik pulmoner fibrozis
25
11
Hipersensitivite pnömonisi
9
4
Kriptojenik organize pnömoni
4
2
Vaskülit
4
2
Slikozis
1
0,4
3) ENFEKSİYONLAR
57
Tüberküloz*
55
13
Pnömoni
2
1
1
1
4) MEDİASTİNAL LAP
*25 hastada (%11) hem akciğer CA hem de tüberküloz ön tanısı mevcuttu.
156
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
İleri Yaşta Yabancı Cisim Aspirasyonu
Dilek Eraslan
Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Tablo 1. Transbronşiyal akciğer biyopsisi ile konulan tanılar ve
yüzdeleri
Tanı
P440
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
70 yaşında erkek hasta 60 paket yılı sigara öyküsü var. Prostat karsinomu nedeniyle operasyon için üroloji kliniğinde yatarken metastaz
açısından çekilen toraks BT’de nodül izlenmiş. Nefes darlığı, öksürük ve
balgam yakınması gelişen hasta metastaz açısından değerlendirilmesi için
kliniğimize yönlendirilmiş. Laboratuvar bulguları ile ön planda pnömoni
düşünüldü. Antibiyotik tedavisinden sonra kontrol BT’de regresyon izlenmedi. Bronkoskopide sol alt lob bronşunun beyaz renkli tümöral oluşum
ile tam tıkalı olduğu izlendi. Alınan biyopsi örnekleri benign olarak sonuçlandı. Malignite ön planda düşünülerek metastaz taraması açısından kemik
sintigrafisi çekildi. Sol femur intertrokanterik bölgede aktivite artışı izlendi.
Kemik direkt grafisinde metastaz bulgusu izlenmedi. Batın ultrasonunda
metastaz izlenmedi. Toraks onkoloji konseyinde tartışıldı. Bronkoskopi
tekrarının yapılması önerildi. Bronkoskopide sol alt lob bronşu beyaz materyal ile tıkalı olarak izlendi. Alınan biyopside yabancı cisim aspirasyonu
ve yangısal değişiklikler gösteren bronş mukozası olarak sonuçlandı. İleri
yaşta yabancı cisim aspirasyonu nadir görülse de ayırıcı tanıda akılda tutulması gereken bir tanıdır.
Anahtar Kelimeler: yabancı cisim, aspirasyon, metastaz
P441
Plevral Efüzyon İle Başvuran Bir Lenfoma
Olgusu
Nesrin Öcal1, Seval İnceçayır Ozan2, Deniz Doğan1, Alev Taşkın1, Hayati
Bilgiç1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Mareşal Fevzi Çakmak Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Erzurum
1
2
Lenfomalar sıklıkla periferik lenfadenomegaliler gibi daha erken fark
edilebilen semptomlarla ortaya çıksa da bazı olgularda rastlantısal olarak
radyolojik değerlendirmeler ile saptanmaktadır. Solunum sistemi radyolojisinde mediastinal kitlelerin ayırıcı tanısında lenfomalar ilk sıralarada yer
almaktadır. En sık karşılaşılan radyolojik bulgu mediastinal genişlemedir.
Plevral efüzyon ise daha az rastlanmakla beraber hematolojik malignitelerde ilk belirti olabileceği gibi, hastalığın progresyonu (plevral yayılım, şilotoraks) sonucu da görülebilmektedir. Bu açıdan malign plevra effüzyon
bu hastalarda hem tanı koydurucu hem de prognostik öneme sahiptir. Biz,
torasentez sıvısı sitolojisi ile lenfoma tanısı konan bir olguyu sunuyoruz.
22 yaşında erkek hasta yüksek ateş ve sağ yan ağrısı şikayeti ile başvurdu. Çekilen PA akciğer grafisinde sağda plevral efüzyon izlenen hastaya
torasentez yapıldı. Alınan plevra sıvısının biyokimya tetkikinde plevra sıvı
eksuda vasfında olup şilotoraks izlenmedi. Hastanın plevra sıvısı sitolojisi
de tanısal gelmedi. Tanısal amaçlı EBUS işlemi planlanan hastada bu süre
içinde sağdaki plevral efüzyonu gerileyip solda yeni plevral efüzyon gelişti.
Sol taraftan ikinci bir torasentez daha yapıldı. Plevra sıvısı sitolojisi nonhodgkin lenfoma olarak raporlanan hasta hematoloji kliniğine nakil edildi.
Hastaya torasentez ile tanı konulmuş olması, hem bronkoskopi, EBUS gibi
invaziv işlemlere gerek kalmadan tanı konulmasını hem de yayılımın tespitini sağladı.
Bu olguyu malign plevral efüzyon düşünülen hastalarda tekrarlayan torasentezlerin tanısal değerini hatırlatması amacıyla paylaştık.
Anahtar Kelimeler: lenfoma, plevral efüzyon, sitoloji
Şekil 1. Hastanın başvuru esnasında çekilen toraks BT’sinde mediastinal
lenfadenomegaliler ve sağda plevral efüzyon
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Methods: One hundred twentty six subjects with pleural effusions were
included. Samples of pleural fluid and serum were obtained simultaneously from each subject. Biochemical analysis, bacterial and fungal culture,
acid-fast bacilli smear and culture, and cytology were performed on the
pleural fluid.
Results: Subjects with heart-failure-related pleural effusion had significantly higher pleural NT-proBNP levels than other subjects (P < 0.000).
Pleural and serum NT-proBNP measures were closely correlated. An NTproBNP cutoff value of > 5133 pg/mL in pleural fluid had a sensitivity of
51.8%, a specificity of 98.9%, respectively (P=0.000, diagnostic accuracy 84.1%) for discriminating transudates caused by heart failure from
exudates.
Conclusions: Pleural fluid NT-proBNP measurement in the routine
diagnostic panel may be useful in differentiation of heart-failure-related
pleural effusions and exudative pleural fluids with reasonable accuracy,
especially in heart-failure patients treated with diuretics.
Keywords: pleural fluid, pro-BNP, heart failure
P444
Şekil 2. 1 hafta sonra solda gelişen plevral efüzyon
Benign Trakeal Stenoz Tedavisinde Stent
Migrasyonun Önlenmesinde Modifiye
Eksternal FiksasyonTekniği
Ahmet Levent Karasulu1, Levent Dalar2, Cengiz Özdemir1, Sinem Sökücü1,
Sedat Altın1
P442
The choice of reference values for
interpretation of spirometry
Artem Tishkov1, Marina Kameneva2, Alina Gromova2, Vasily Trofimov2
Saint Petersburg Institute for Informatics and Automation of the RAS, Russia
First Pavlov State Medical University of St. Petersburg, Russia
1
2
The aim of the research is to stude correspondence for three spirometru
evaluation systems: russian Klement’s et al., european ECCS and american Nhanes III in determining the types of ventilation abnormalities by
predicted and LLN values.
The study enrolled 7 779 Caucasian people who were examined in
pulmonary clinics of Pavlov’s State Medical University in St.-Petersburg:
3 584 males (47,40 SD14,97 years, mean height 175,44 SD10,78) and
4 195 females (mean age 49,66 SD12,95 years, mean height 162,29
SD6,48). Spirometry was conducted in 2005 to 2011 years in accordance
with ATS/ERS recommended guidelines with all participants performing at
least three acceptable maneuvers. We studied the agreement in estimation
of ventilation abnormalities applied to predicted and LLN in different spirometric reference values: Klement’s et al. system for North-West Russia
population, ECCS and Nhanes III. In addition to obstructive and restrictive
disorders, a mixed group (not met the using criteria of the normal, restriction and obstruction) was identified. Statistical analysis was performed
using StatXact®8 software. Agreement was measured by Cohen’s kappa.
The value 0.7 was considered as the minimum acceptable. Results are
presented in the table.
Keywords: pulmonary function, ventilation disorder, LLN
1
S. B. Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
2
Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: Vokal kord ve krikoid kıkırdağa yakın yerleşimli benign trakeal
stenoz (BTS) silikon stent uygulamasının önemli bir gerekçesini oluşturur
ancak, sıklıkla migrasyon ile komplike olmaktadır. Ekibimiz çoğu kere
cerrahi teknik güçlüğü ya da komorbid hastalıklar nedeniyle endolüminal tedaviye aday olan bu hasta grubunda Dr. Henri Colt’un tanımladığı
eksternal fiksasyon yöntemini modifiye ederek uygulamıştır.
Olgu: 26 yaşında erkek postentubasyon subglottik stenoz saptanması
nedeniyle refere edilmişti. Bronkoskopide vokal kordlardan 1 cm sonra
başlayarak lümeni 5 mm ye kadar daraltan darlık izlenmesi üzerine dilatasyon sonrasi 16-14-16 mm Vergnon silikon stent yerleştirildi. Takiplerinde
stentin üç defa migre olmasi uzerine stent ekibimizce modifiye edilmiş bir
yöntemle subglottik bölgeye eksternal olarak sütüre edildi.
Yöntem: Daralmış subglottik bölge rijit bronkoskop ile dilate edildi ve
16x60 mm silikon stent yerleştirildi. Proksimalden 16 G distalden de 18 G
angiocath transkutan olarak rijid bronkoskopik kontrol altında stentin içine
ilerletildi. Proksimalden 2/0 prolenden oluşturulan loop geçirildi, distalden
de 0/0 prolen ilerletilerek pensetle 2/0 prolenden oluşturulan loop içerisinden geçirilerek 16 G angiocath kanalından dışarı alındı. İki uç usulüne
uygun bağlandı.
Sonuç: Komorbid hastalık ya da cerrahi teknik ile ilgili sorunlar nedeniyle opere olamayan yüksek BTS olgularında ekimizce tarif edilen eksternal fiksasyon yöntemi güvenle uygulanabilir
Anahtar Kelimeler: Trakeal stenoz, Stent, Migrasyon
P445
P443
Clinical Utility of Pleural Fluid NT-pro Brain
NatriureticPeptide (NT-proBNP) in Patients
with Pleural Effusions
Ceyda Anar, Tuba İnal, Fatmanur Çelik, İpek Ünsal, Filiz Güldaval, Ayşe
Özsöz, Hüseyin Halilçolar
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İzmir
Bacground: Definite diagnosis of transudative or exudative pleural
fluids often presents a diagnostic dilemma. The aim of this study was to
evaluate whether amino-terminal brain natriuretic peptide (NT-proBNP)
levels in pleural fluid has a diagnostic value for discriminating heart-failure
related pleural effusions from non-heart-failure effusions.
Hemoptizili Hastaların Endobronşiyal
Ankaferd Uygulaması İle Başarılı Tedavisi
Oğuz Uzun1, Levent Erkan1, İbrahim Haznedaroğlu2
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Anabilim Dalı, Ankara
2
Hemoptizi hayatı tehdit eden, acil değerlendirme ve tedavi gerektiren
önemli bir semptomdur. Bu çalışmanın amacı hemoptizi ile başvuran
hastalarda endobronşiyal olarak uygulanan “Ankaferd Blood Stopper” ın
(ABS) hemostatik etkisini göstermektir.
Bu retrospektif çalışmada 25 bronkoskopik işlem ile endobronşiyal olarak ABS uygulanan 20 hasta değerlendirilmiştir.
Yirmi beş işlemin 23’ünde ABS uygulaması başarılı olmuştur. Dört hastada ABS uygulaması rekürren kanama nedeniyle tekrarlanmıştır.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
157
POSTER SUNUMLARI
Bu çalışma kanama kontrolünde başarılı bir şekilde kullanılmakta olan
yeni bir hemostatic ajan olan ABS’nin başarılı endobronşiyal uygulamasını göstren ilk vaka serisidir. Kontrol altına alınmamış hemoptizi hastalarında bronkoskopik olarak ABS uygulamasının alternative ve destekleyici bir
tedavi yöntemi olduğunu düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: Ankaferd Blood Stopper ve Hemoptizi
P446
Postravmatik Trakeal Fraktüre Eşlik Eden
Trakeal Stenoz Tedavisinde Silikon Self
Ekspandable Stent Kullanımı
Cengiz Özdemir1, Ahmet Levent Karasulu1, Levent Dalar2, Sinem Sökücü1,
Nihal Geniş1, Sedat Altın1
S. B. Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
2
Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
Giriş-Amaç: BTS nedeniyle hastanemize refere edilen hastaların çoğuna silikon Dumon stent kullanılarak müdahale edilmiştir. Silikon Dumon
stent olumlu nitelikleri nedeniyle genel olarak tercih edilir. Ancak açılı lüminal lezyonlarda migrasyon ve katlanma riskinin artması da bu stentlerin
zayıf noktalarıdır. Bildirimizin amacı posttravmatik trakeal fraktür ve stenoz nedeniyle hastanemize refere edilen bir hasta nedeniyle endolüminal tedavinin yönetiminde silikon self ekspandable stentlerin(SES) yerini
tartışmaktır.
Olgu: M.S.S 59 yaşında erkek. 2004 yılında araç dışı trafik kazısı geçirmiş vertebra fraktürü sol diyafragma ve aorta rüptürü nedeniyle opere
olmuş. Yedi ay yoğun bakımda kalan hasta post entübasyon trakeal stenoz
nedeniyle hastanemize refere edildi. Hastaya yapılan bronkoskopide Vokal kord geçildikten 2.5 cm sonra başlayarak 1 cm lik bir segmentte trakea
pasajını %70 oranında daraltan kıkırdak fraktürünün ve trakeal açılanmanın da eşlik ettiği kompleks stenoz izlendi. Cerrahi konsültasyon sonrası
stenoz sahası dilate edilerek Vergnon silikon stenotik stent yerleştirildi.
İşlem sonrası ortalama birer ay ara ile dört kez stent migrasyonu komplikasyonu ile karşılaşılması üzerine hasta yeniden değerlendirildi. Mevcut
duruma daha uygun olan 18x70 mm boyutlu SES (Polyflex®) yerleştirildi.
Yaklaşık 6 aydır takipte olan hastada minimal mukostasis dışında komplikasyon gözlenmedi.
Sonuç: Trakeal fraktür ve açılanmanın eşlik ediği BTS olgularında silikon self ekspandable stent, Dumon silikon stente göre daha uygun bir
seçenek olabilir.
Anahtar Kelimeler: Posttravmatik Trakeal stenoz, stent, migrasyon
P447
Plevral effüzyon tanısında medikal
torakoskopi (plöroskopi) kullanımı: Olgu
sunumları
Erdal İn1, Figen Deveci1, Teyfik Turgut1, Gamze Kırkıl1, Mehmet Mustafa
Akın2, Mehmet Hamdi Muz1
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
2
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Elazığ
1
Giriş: Medikal torakoskopi, göğüs duvarının geçilerek hem viseral hem
de paryetal plevrayı direk görüntüleme ve istenildiğinde biyopsi alma imkanı sunan bir işlemdir. Lokal anestezi ve bilinçli sedasyon altında yapılabilmesi, video yardımlı torakoskopik cerrahiye (VATS) karşı büyük bir
avantaj oluşturmaktadır. Düşük morbidite ve çok düşük mortalite oranlarına sahip bir işlemdir.
Olgu 1: 28 yaşında bayan hasta solda massif plevral effüzyon nedeniyle başvurdu. Sıvının sitolojik analizinde atipik hücreler görüldü. Tip tayini
yapılamadı. Hastaya yapılan plöroskopide kostal plevral alanlarda yaygın
inflamasyon ve bu inflame alanlar üzerinde yer yer büyük nodüler lezyonlar izlendi. Bu alanlardan biopsi alındı.Patoloji sonucu adenokarsinom
metastazı ile uyumlu değerlendirildi.
Olgu 2: 75 yaşında erkek hasta sağda etyolojisi belli olmayan orta
düzeyde plevral effüzyon ile başvurdu. Hastaya yapılan plöroskopide sağ
lateral kostal plevrada ve diafragma üzerinde yaygın nodüler lezyonlar izlendi. Diğer plevral alanlarda yaygın inflamasyon saptandı. Nodüler alan-
158
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
lardan biopsi yapıldı. Biopsi sonucu diffüz B hücreli lenfoma ile uyumlu
değerlendirildi.
Olgu 3: 50 yaşında erkek hasta solda orta düzeyde plevral effüzyon
nedeniyle başvurdu. Sıvının sitolojik incelemesinde atipik hücre izlenmedi.
Hastaya tanısal amaçlı plöroskopi yapıldı. Lateral kostal plevral yüzeylerde
büyük nodüler lezyonlar izlendi. Bu alanlardan biopsi yapıldı. Patoloji sonucu malign mezenkimal tümör ile uyumlu değerlendirildi.
Olgu 4: 84 yaşında erkek hasta sağda massif plevral effüzyon nedeniyle
başvurdu. Yapılan sitolojik inceleme tanısal değildi. Hastaya bu bulgularla plöroskopi planlandı. Plöroskopide sağ parietal plevrada kalınlaşma ve
diffüz infiltrasyon saptandı. Uygun alanlardan biopsi alındı. Patoloji sonucu malign epitelyal mezotelyoma olarak raporlandı.
Anahtar Kelimeler: medikal torakoskopi, plöroskopi, plevral effüzyon
P448
Yetişkin bir kadında metastaz veya
granülomatöz hastalık şüphesi: olgu
sunumu
Deniz Doğan1, Kuthan Kavaklı2, Nesrin Öcal1, Okan Karataş2, Bülent Kurt3,
Ergün Uçar1, Alper Gözübüyük2
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,Ankara
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
2
3
Giriş: Kanser hastalarında metastatik lezyonların erken teşhisi ve uygun tedavisi hastaların yaşam beklentisini arttırmaktadır.
Olgu: Kırk iki yaşında bayan hasta toraks tomografisinde sağ akciğerde
saptanan multiple nodüler lezyon ön tanısı ile müracaat etti. Hastanın hikayesinde over karsinomu nedeniyle cerrahi tedavi gördüğü ve tedaviden
iki yıl sonra kontrol amaçlı çekilen toraks tomografisinde bu lezyonlara
benzer nodüller izlenmekte. 3’er aylık aralıklarla radyolojik takibe alınan
hastanın 6 ay sonra çekilen toraks tomografisinde ilkinde farklı lokalizasyonlarda multiple lezyonlar ve mediastinal lenfadenopati saptanması
üzerine uygulanacak invaziv tanısal yöntemi belirlemede kılavuz olması
amacıyla hastaya PET-CT planlandı. İki adet parankimal lezyonda ve mediastinal lenf nodlarında patolojik FDG tutulumu saptandı. Hastaya önce
mediastinoskopi ve tanısal gelmemesi veya malignite yönünden negatif
gelmesi durumunda sağ akciğerde bulunan nodüler lezyona wedge rezeksiyon yapılacak bir tedavi planı önerildi ve hasta ile tartışıldı. Tedavi planını kabul eden hastaya mediastinoskopi yapıldı ve intraoperatif frozen section incelemede granülomatöz lenfadenit gelmesi üzerine parankimdeki
nodüler lezyon için wedge rezeksiyona gerek kalmadan işlem sonlandırıldı.
Hastanın kesin histopatolojik tanısı frozen section ile aynı idi.
Sonuç: Kanser hikayesi olan hastalarda, mediastinal veya parankimal
patolojilere yönelik yapılacak tanısal invaziv girişimlerin planlanmasında
PET’in yalancı pozitif olduğu hastalıklar olsa bile PET-CT tanı koymada
yardımcı olabilir.
Anahtar Kelimeler: Metastaz, granülomatöz lenfadenit,
mediastinoskopi
P449
Opere akciğer kanseri lokal nüks tanısında
endobronşiyal ultrasonografinin yeri
Benan Çağlayan1, Sevda Şener Cömert1, Banu Salepçi1, Nesrin Kıral1, Ali
Fidan1, Ferhan Karataş1, Dilek Ece2
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul
1
2
Amaç: Opere küçük hücreli dışı akciğer kanseri(KHDAK) olgularında,
yeni gelişmiş hiler/mediastinal lenf nodu(LN) varlığında, endobronşiyal
ultrasonografi rehberliğinde yapılan transbronşiyal iğne aspirasyonunun
(EBUS-TBİA) nüksün saptanmasındaki rolünü ortaya koymayı amaçladık.
Yöntemler: Ocak 2011–Haziran 2013 tarihlerinde kliniğimize başvuran ve önceden KHDAK tanısı ile opere olup güncel PET-CT çalışmasında
artmış metabolik aktivasyon gösteren hiler/mediastinal LN nedeniyle konveks prob EBUS yapılan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi.
Hastaların yaş, cinsiyet,primer tümör tanısı, yapılan operasyon, güncel
PET-CT’de görülen LN ve FDG tutulum değeri kayıt edildi. EBUS ile örneklenen LN’nin bulunduğu bölge ve büyüküğü, EBUS-TBİA sonuçları
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
dosyalardan elde edildi. EBUS-TBİA sonuçları malign gelen olgular gerçek
pozitif olgu olarak kabul edilirken,benign gelen olgularda tanının doğrulanması için en az 6 ay radyolojik takip ya da invazif girişim yapıldı. Elde
edilen sonuçlardan EBUS-TBİA’nın opere akciğer kanserinde nüksü belirlemedeki sensitivite, spesifisite, NPD, PPD ve tanı doğruluğu hesaplandı.
Bulgular: 20’si erkek, 4’ü kadın, yaş ortalaması 59.3±7.8 olan 24 olgu
çalışmaya dahil edildi. Operasyon sonrası büyümüş LN’nin ortaya çıkma
süresi ortalama 24.5±18.7 ay idi. Olguların 1’inde sublober rezeksiyon,
diğerlerinde ise pnömonektomi veya lobektomi yapılmıştı. EBUS ile 24 olguda 42 LN istasyonu örneklenmişti. Bu örneklerin sitopatolojik inceleme
sonucunda; 9 olguda kanser nüksü, 1 olguda 2. primer küçük hücreli akciğer kanseri,13 olguda reaktif ya da antrakotik lenfadenit, 1 olguda sarkoid
reaksiyon geldi. EBUS-TBİA ile malignite saptanmayan 2 olguda invazif
girişim sonucu low grade lenfoma ve atipik karsinoid tümör nüksü tanıları konuldu. Bu sonuçlarla EBUS-TBİA’nın opere akciğer kanserinde nüks
belirlemedeki sensitivitesi %90,spesifisitesi %100,NPD’si %93.4,PPD’si
%100,maligniteyi belirlemedeki sensitivitesi %83.4, tüm tanılar için tanı
doğruluk %91.7 olarak hesaplandı.
Sonuç: EBUS-TBİA opere akciğer kanserinde nüksü saptamak için güvenli ve duyarlı bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, endobronşiyal ultrason, nüks,
opere, tanı
ayrı numaralar ile patolojik incelemeye gönderildi. Tüm yaymaları aynı
sitopatolog makroskopik puanlamalardan habersiz olarak değerlendirdi.
Yaymaların makroskopik değerlendirmeleri patoloji sonuçları ile karşılaştırıldı. Elde edilen veriler SPSS 17.0 programı ile ki-kare testi kullanılarak
değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya her biri ayrı aspirasyonlar sonucu elde edilen
110 yayma preparatı dahil edildi. Yaymaların 23(%20.9)’u makroskopik
olarak yetersiz, 87(%79.1)’i ise yeterli materyal olarak gruplandırıldı. Makroskopik değerlendirme ile patolojik olarak yaymanın lenf bezini yeterli ölçüde yansıtması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu
görüldü(p=0.01).
Sonuç: Deneyim ve iyi eğitim sonucunda, EBUS-TBİA işlemi sırasında
elde edilen yayma preparatlarının makroskopik görüntüsünden yaymanın lenf bezini yeterli ölçüde örnekleyip örneklemediği tahmin edilebilir.
Ancak bu konuda daha geniş serili ve kapsamlı çalışmaların yapılması
gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: endobronşial ultrasonografi, yayma, makroskopik görünüm, yeterli materyal
P452
The diagnostic value of bronchoscopy for
evaluation of foreign body aspiration in
children
P450
Mental durumu bozuk olmayan erişkinlerde
fleksible bronkoskopla çıkarılan nadir
yabancı cisim aspirasyon olguları
Ayşegül Şentürk , Emine Argüder , Ayşe Nur Soytürk , Hatice Kılıç , Hatice
Canan Hasanoğlu2
1
1
1
1
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara
2
Yıldırım Beyazit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
Yabancı cisim aspirasyonları aspirasyon açısından risk faktörü taşımayan, bilinç bozukluğu bulunmayan erişkinlerde yaygın olmayan bir durumdur. Yabancı cisim aspirasyonları tanı ve tedavisinde genel anestezi
altında rijid bronkoskopi uygulaması altın standart yöntem olarak kabul
edilmektedir. Erişkinlerde yabancı cisim aspirasyonlarının tedavisinde fleksible bronkoskopi son yıllarda öncelikle tercih edilmeye başlanan yöntemdir. Burada sunulmakta olan olgu sunumunda, fleksible bronkoskop ile
çıkarılan üç olgu sunulmaktadır. Her üç olguda da işlem sonrası herhangi
bir komplikasyon gelişmedi. Bu üç olgudan sırası ile konuşma protezi, limon sapı ve fındık çıkarıldı. Fleksible bronkoskop ile çıkarılan bu olguların
hiçbirinde mental durum bozukluğu yoktu ve aspirasyon açısından risk
faktörü taşımıyorlardı. Olgular erişkinlerde nadir görülen yabancı cisim aspirasyon nedenleri oldukları için sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Fındık, fleksible bronkoskopi, konuşma protezi,
limon sapı
P451
EBUS-TBİA yayma materyalinin makroskopik
görüntüsü ile yeterli olduğu tahmin
edilebilir mi?
Ayşe Güven1, Şafak Nur Kader1, Sevda Şener Cömert1, Benan Çağlayan1,
Coşkun Doğan1, Dilek Ece2
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul
1
2
Amaç: EBUS-TBİA işleminde odada patolog bulunmadığı zaman alınan materyalin yeterliliği hakkında karar vermek zordur. Ancak sıklıkla
işlem sırasında asiste eden yardımcı personel alınan materyal hakkında
bir yorum yapar. Çalışmanın amacı EBUS-TBİA materyalinden elde edilen yayma preparatının makroskopik görüntüsü ile materyalin lenf bezini
yeterli ölçüde yansıtıp yansıtmadığının tahmin edilebilirliğini araştırmaktır.
Metod: Aralık 2013 süresince kliniğimizde yapılan EBUS-TBİA ile elde
edilen materyallerin yayma preparatlarına, işleme asiste eden aynı kişi tarafından, makroskopik görüntülerine göre daha önce belirlenen 0 ile 5
arasında puanlar verildi. 0 ile 2 arası yetersiz materyal, 3 ile5 arası yeterli
materyal olarak kabul edildi. Yayma preparatları her bir aspirasyon için
Svetlana Sciuca1, Alina Starostin1, Liliana Toma1, Valentina Mitu1, Victor
Rascov2, Ina Garbi2, Mariana Guzun2, Valentina Rascov2
State Medical and Pharmaceutical University, Chisinau, Moldova
Institute of Mother and Child, Chisinau, Moldova
1
2
Aim: The purpose of our study was to determine whether bronchoscopy provides additional information for children with a suspected foreign
body in the airway and its treatment
Material-Method: It presents of 38 cases of bronchial foreign body aspiration in children aged 3,26±0,2 years. The diagnosis was confirmed by
endoscopic investigations performed with rigid bronchoscope in children
with a suggestive history of aspiration.
Results: The results of the study found that the foreign body aspiration is an important medical problem that occurs more frequently in
children from rural areas (65.8%). Most cases of foreign body aspiration occur in summer-autumn(73,7%). In 76.3% of cases of foreign body
aspiration debut was produced by bouts of dry cough, accompanied by
dyspnoea(44.7%), wheezing(18.4%). Foreign bodies localization: in the
right bronchus (53%), in the left bronchus (37%), in 10% cases fragments
were detected in bronchial aspirates of both lungs. In 71% of cases, the
endobronchitis was catarrhal-purulent, in 26,3% of children were detected
granulations in the fixation zone of the foreign body, bleeding in 13,2%
cases. The bronchoscopy confirmed the predominance of foreign bodies
of organic origin: sunflower seeds (71%), pumpkin seeds (5,7%), fish bone
(5,7%), walnuts, fruit stalks, watermelon seeds, egg peel by 2,6%, 7,2%
other food extracts.
Conclusion: Bronchoscopy is invariably indicated on the basis of reliable history alone even when symptoms are minimal, and imaging studies are negative. The long duration of the procedure, presence of dense
granulation tissue and type of foreign body are important predictors of
complications.
Keywords: Bronchoscopy, foreign body, children.
P453
Ücretsiz Solunum Fonksiyon Testi
Uygulaması Sonuçlarımız
Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2
Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay
1
2
Ücretsiz solunum fonksiyon testi ve sigara anketi uygulayarak, olguların
sigara içme durumlarını belirlemek ve astım, KOAH gibi kronik havayolu
hastalıkları hakkında halkta farkındalık yaratmayı amaçladık.
17-18 mayıs 2012 tarihinde Dörtyol Devlet hastanesi göğüs hastalıkları
kliniği tarafından hastane bahçesinde daha önceden duyuruları yapılarak
ücretsiz halka yönelik 166’sı erkek, 68’i kadın 234 vatandaşa solunum
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
159
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
fonksiyon testi uygulaması yapıldı. Vatandaşlara solunum fonksiyon testi öncesinde sigara anketi uygulandı. Ankette vatandaşların demografik
özellikleri, daha önce solunum testi yapıp yapmadıkları, sigara içme durumları, sigaraya başlama nedenleri, sigarayı bırakma isteme nedenleri ile
bırakmayı denediğinde karşılaşılan güçlükler ile ilgili sorular soruldu. Testin
sonunda vatandaşlara KOAH, astım, sigara bırakma ile ilgili bilgilendirici
broşürler verildi
Çalışmaya alınan olguların yaş ortalaması 40±15,4 idi. 187’si (%79,9)
daha önce solunum fonksiyon testi yapmadığını belirtti. Hastaların
%46.1’inin sigara içicisi olduğu (%42.7’sinin günlük içici, %3.4’ünün arasıra içici), %20.1’inin bırakmış olduğu, %3.4’ünün denediği, %29.5’inin
hiç sigara içmediği saptandı. Erkeklerde sigara içiciliğinin (%51.8) kadınlara göre (%32.3) fazla olduğu saptandı. Sigarayı deneme ve başlama
yaşı erkeklerde daha düşük saptandı. Sigara içenlerin %70.4’ünün özenti,
%68.1’inin merak, %26.1’inin stres üzüntü nedeniyle sigaraya başladığı
saptandı. Sigarayı bırakma isteme nedeni olarak en sık (%72.2) ilerde hastalanma korkusu, (%46.3) çevreme zarar veriyor olduğu saptandı. Bırakma döneminde hastaların %76.9’unun sinirlilik, %56.9’unun sigara içme
isteği gibi güçlüklerle karşılaşıldığını ifade etti. Testin sonunda daha önce
hiçbir ilaç tedavisi almamış ve şikayeti bulunan 8 hasta saptandı. Hastaların 4’üne astım, 4’üne KOAH tanısı konularak ilaç tedavisi başlandı
Basit bir metod olan solunum fonksiyon testi ve sigara anketi ile farkındalık yaratılabilir.
Anahtar Kelimeler: Sigara, Solunum fonksiyon testi
Tablo 1. Sigara
Sigaraya başlama nedenleri
Özenti
Merak
Stres, üzüntü
Yasağa tepki
Kendini ispatlama
Çevrenin psikolojik baskısı
Ailemde içen olduğu için
n%
112 70,4
109 68,1
41 26,1
9 5,7
5 3,2
5 3,2
4 2,5
Sigarayı bırakma isteme nedeni
İleride hastalanma korkusu
Çevreme zarar veriyor
Ekonomik nedenler
Çevreme iyi örnek olmak için
Kokusundan iğrendiğim için
Doktor önerisi
İnançlarımdan dolayı
Toplum baskısı
Şuandaki hastalık
Utandığım için
İşyeri baskısı
39 72,2
25 46,3
16 29,6
14 25,9
13 24,1
10 18,5
8 14,8
8 14,8
7 13
6 11,1
6 11,1
Sigarayı bırakmayı denediğinizde karşılaştığınız güçlükler
Sinirlilik, huzursuzluk
Aşırı sigara içme isteği
Baş ağrısı
Konsantrasyon bozukluğu
Uyku bozukluğu
Çarpıntı
Baş ve yüzde uyuşma
Titreme
Dengesizlik
İştah artışı
Ağız yaraları
Endişe
Kabızlık
50 76,9
37 56,9
20 30,8
11 16,9
9 13,8
8 12,3
7 10,8
7 10,8
7 10,8
5 7,7
5 7,7
4 6,2
4 6,2
Tablo 2. Sigara içme durumları
Şekil 1.
Cinsiyet
Sigara
Hiç
içen
İçmemiş Deneyen Bırakmış Günlük
n%
n%
n%
n%
3 1,3
6 8,8
Sigara
içen
Arasıra
n%
Sigara
içen
Toplam
n%
20 29,4
2 0,9
22 32,3
Kadın
37 54,4
Erkek
32 19,3
73
41 24,7
80 48,2
6 3,6
86 51,8
Toplam
69 29,5
10 3,4
47 20,1
100 42,7
8 3,4
108 46,1
P454
Flexible bronkoskopide sedasyon için
propofol kullanımı
Şekil 2.
Ahmet Arısoy1, Selami Ekin2, Hilmi Demirkıran3, Hülya Günbatar2, Selvi
Timuçin2
Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
3
Özel İstanbul Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon, Van
1
2
Amaç: Propofol etkisi hızlı başlayıp hızlı biten hipnotic sedatif bir ilaçtır. Bronkoskopi sırasında propofol kullanımı ile ilgili yeteri kadar çalışma
yoktur. Çalışmamızda kliniğimizde bronkoskopi sırasında sedatif olarak
propofol kullandığımız hastalarımızı inceledik ve bunun hasta ve hekim
açısından konforuna bakmaya çalıştık.
Metod: Hastanemizde 2012 ve 2013 yıllarında bronkoskopi yaptığımız
hastalarımızı prospektif olarak inceledik. Hastaların demografik özellikleri,
bronkoskopi endikasyonları, bronkoskopi prosedürleri, işlem süreleri, minör ve majör adverse olaylar, hemodinamik parametreleri kayıt altına alındı. Hastalar bronkoskopi ünitesinden taburcu edilene kadar gözlemlendi.
160
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tülin Sevim, Emine Aksoy, Fatma Tokgöz, Nilüfer Kongar, Oğuz Aktaş,
Meltem Ağca, Nezihe Gökşenoğlu, Yasemin Bodur
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Kliniğimizde Mayıs 2010 ve 2013 tarihleri arasında fiberoptik bronkoskopi ile transbronşial biyopsi (TBB) ve/veya bronkoalveoler lavaj (BAL)
işlemlerinin uygulandığı 283 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
Hastaların 185’i (%65,4) kadın, 98’i (%34,6) erkek ve yaş ortalaması
53±14 (17-85) idi. TBB ve BAL işlemleri 199 (%70,3) hastaya birlikte
uygulanırken 43’üne (%15,2) yalnız TBB, 41’ine (%14,5) yalnız BAL uygulanmıştı. İşlemlerde; 141 (%49,8) sarkoidoz, 109 (%38,5) interstisyel
akciğer hastalığı (İAH), 25 (%8,8) malignite ve 8 (%2,8) tüberküloz öncelikli tanı olarak kaydedilmişti.
Yapılan diğer tetkikler ve klinik değerlendirme ile elde edilen son tanılar en sık; sarkoidoz [n=102 (%36)], UIP [n=21 (%7,4)], tüberküloz
[n=16 (%5,7)], malignite [primer akciğer veya metastatik, n=15 (%5,3)],
ve hipersensitivite pnömonisidir [n=12 (%4,2)] (Tablo 1). Hastaların BAL
bulguları Tablo 2’de gösterilmiştir. Sonuçlanmayan hastalar ve nonspesifik tanılar ile sonuçlanan hastalar çıkarıldığında 210 hastada spesifik son
tanıya ulaşılmıştır. En sık kullanılan tanı yöntemi; TBB [n=75 (%35,7)],
BAL eşliğinde klinik bulgular [n=34 (%16,1)], mediastinoskopi [n=29
(%13,8)], radyolojik ve klinik bulgular [n=26 (%12,4)], video yardımlı
torakoskopik cerrahi (VATS) [n=19 (%9)] olmuştur.
Tüm bronkoskopi işlemlerinde %5,3 oranda görülen komplikasyonlar: pnömotoraks [n=11 (%3,9)], ciddi hemoraji [n=2 (%0,7)], solunum
yetmezliği (n=1) ve hipertansiyondur (n=1). Pnömotoraks olgularının
1’inde oksijen ile takip yeterli olmuş, diğerlerinde göğüs tüpü takılması
gerekmiştir.
Sonuç olarak kliniğimizde 3 yılda 283 hastaya BAL ve/veya TBB işlemi
uygulanmış, tanıya ulaşılan hastaların 109’unda (%51,4)’ünde tanı bu işlemlerden sağlanmış, 15’inde (%5,3) komplikasyon gelişmiş ve mortalite
görülmemiştir.
Anahtar Kelimeler: bronkoalveoler lavaj, fiberoptik bronkoskopi, interstisyel akciğer hastalığı, transbronşial biyopsi
37/22/1
25
Tüberküloz
16 (%5,7)
9/7
6/3/0
UIP
21 (%7,4)
11/10
1/0/10
Eozinofilik akciğer
hastalığı
7 (%2,5)
5/2
2/0/0
Bağ doku
hastalığına bağlı
İAH
5 (%1,8)
4/1
Akciğer ca
9 (%3,2)
4/5
1/0/2
Metastatik ca/
lenfoma/
nöroendokrin tm
6 (%2,1)
5/1
0/1/1
COP
10 (%3,5)
7/5
9/0/0
NSIP/DIP/Bronşiolit
9 (&3,2)
6/3
4/0/5
Hipersensitivite
pnömonisi
12 (%4,2)
11/1
6/0/0
Pnömokonyoz
6 (%2,1)
0/6
5/0/0
Antrakoz
7 (%2,5)
4/3
4/3/0
Sınıflandırılamayan
İAH
9 (%3,2)
7/2
Astım/pnömoni/
immun yetmezlik
26 (%9,2)
14/12
Diğer Tanı Yöntemleri
102 (%36)
71/31
Doku/LAP bx
Sarkoidoz
Klinik Radyolojik
BAL ve diğer bulgular
Tanı Yöntemi Olarak Trasbronşiyal
Biyopsi ve Bronkoalveolar Lavaj: 3 yıllık
deneyimimiz
TBB/ mediastinoskopi/ VATS
P455
Tablo. Son tanılar ve tanı yöntemleri
n (%) K/E
Bulgular: 97 hasta çalışmaya alındı. Ortalama yaş 65 idi. Hastaların
60’ ı erkek (%61), 37’si (%39) kadındı. Major endikayon santral ve periferik akciğer kanseri ön tanısı olan kitleler idi. Diğer sebepler; mediastinal, hiler lenf nodları, hemoptizi, tüberküloz, atelektazi, kronik öksürük,
trakeomalazi idi. Ortalama propofol dozu biopsi yapılan hastalarda 90
mg, biopsi yapılmayanlarda 70 mg idi. Ortalama işlem süresi biyopsi yapılanlarda 14 dakika, biyopsi yapılmayanlarda 10 dakika idi. Bir hastada
topikal lidokain sonrası burun kanaması, 2 hastada maske ambu gerektiren solunum arresti gelişti. Otuz beş hastada (%36) oksijen artırılması ile
düzelen desaturasyon gelişti.
Sonuç: Propofol, hem hasta hem de hekim açısından konforlu ve uygulanabilir bir sedatif -hipnotiktir.
Anahtar Kelimeler: Propofol, Bronkoskopi, Sedasyon
7
4
5 (önceden
tanılı)
1 (EBUS)
1
5 (mikrobiyoloji)
1 (EBUS)
10
2
3
5
4
3
2
1
1
6
1
Tetkik kabul
38 (%13,4)
etmeyen/
28/10
takibe gelmeyen/ex
K: kadın, E: erkek, TBB: transbronşial biyopsi, VATS: video yardımlı torakoskopik cerrahi, BAL: bronkoalveoler
lavaj, bx: biyopsi, LAP: lenfadenopati, UIP: usual interstisyel pnömoni, COP: kriptojenik organize pnömoni,
NSIP: nonspesifik interstisyel pnömoni, DIP: desquamatif interstisyel pnömoni
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
161
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
CD4/CD8 (min-max)
Eozinofil % (min-max)
Lenfosit % (min-max)
Nötrofil % (min-max)
Makrofaj % (min-max)
Total hücre / %canlılık
Tablo 2. Son tanılar ve tanı yöntemleri
Sarkoidoz
(n=91)
368 / 71 39 (15-75) 16 (5-41) 41 (10-70) 4 (1-12)
4,8 (0,2-19)
Tüberküloz
(n=11)
410 / 72 46 (27-62) 20 (9-35) 30 (5-60) 4 (2-12)
9,9 (0,4-79)
UIP
(n=19)
327 / 68 49 (15-83) 24 (5-63) 22 (6-50) 5 (2-10)
2,2 (0,4-9,8)
Eozinofilik akciğer
hastalığı (n=5)
808 / 74 39 (16-61) 13 (6-20) 15 (5-30) 33 (3-70)
1,8 (0,2-3,9)
Bağ doku hast.
bağlı İAH (n=4)
1220 / 88 29 (10-60) 47 (18-82) 19 (6-45)
5 (2-9)
1 (0,3-2,5)
COP
(n=10)
498 / 81 37 (14-66) 22 (8-61) 35 (12-70) 6 (3-10)
1,3 (0,4-3,4)
NSIP/DIP/bronşiolit 487 / 51 56 (37-75) 23 (10-41) 17 (8-33)
(n=9)
4 (2-8)
0,9 (0,1-1,8)
Hipersensitivite
pnömonisi (n=12)
661 / 83 36 (15-68) 16 (8-24) 45 (8-70)
3 (2-5)
1,2 (0,1-7,1)
Pnömokonyoz
(n=4)
560 / 82 38 (19-57) 33 (22-50) 23 (15-39) 6 (3-8)
1,1 (0,2-2,0)
Antrakoz
(n=4)
171 / 33 56 (45-65) 20 (10-27) 20 (6-30)
4 (3-5)
1,0 (0,3-1,9)
Sınıflandırılamayan 336 / 69 56 (45-68) 18 (9-29) 22 (15-30) 4 (2-5)
İAH (n=8)
1,8 (0,5-3,2)
Malignite
(n=4)
251/ 61 56 (48-66) 21 (12-28) 20 (12-30) 3 (2-4)
1,7 (0,9-3,3)
Pnömoni
(n=16)
299/ 58 55 (25-78) 18 (8-40) 24 (10-40) 3 (1-10)
2 (0,1-10,2)
P457
İlginç Bir Atelektazi Nedeni: İlaç Aspirasyonu
Ümran Toru
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kütahya
UIP:usual interstisyel pnömoni, İAH:interstisyel akciğer hastalığı, COP:kriptojenik organize pnömoni
P456
Bronkoskopi İşleminde Uygulanan
Premedikasyonda Midazolam ile
Midazolam ve Fentanil Kombinasyonunun
Karşılaştırılması
Serap Diktaş Tahtasakal, Banu Salepçi, Benan Çağlayan, Sevda Cömert,
Şafak Nur Kader, Ayşe Güven
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Amaç: Bronkoskopi işleminde doğru tanının ve güvenilirliğin sağlanabilmesi yanında,hasta toleransı, kooperasyonu, hasta/bronkoskopist
memnuniyeti de giderek önem kazanmış ve bu amaçla premedikasyon
ön plana çıkmıştır. Çalışmamızda, bronkoskopi işleminde kulanılan midazolam ile midazolam+fentanil kombinasyonunun oksijen satürasyonu
(SpO2) ve transkutanöz parsiyel karbondioksit basıncı (PtcCO2) ile amnezi, tolerans ve hasta/bronkoskopist memnuniyeti üzerine etkisi açısından
birbirleriyle karşılaştırılmasını amaçladık.
Gereç-Yöntem: Prospektif olarak yapılan bu çalışmaya bronkoskopi
endikasyonu konulan 65 hasta dahil edildi. Hastalar randomize olarak
midazolam(Grup M:32) ve midazolam+ fentanil(Grup FM:33) gruplarına
ayrıldı. İşlemden hemen önce Grup M’ye 2 mg midazolam, Grup FM’ye 2
mg midazolam ve 20 mikrogram fentanil intravenöz verildi. Her iki grupta
da Ramsay sedasyon skalası 3 olacak şekilde fentanil/midazolam dozu gerektiğinde yükseltildi. İşlem süresince SpO2, PtcCO2 ve nabız takibi yapıl-
162
dı. İşlem öncesi, sırası ve sonrasında sistolik, diastolik arter basınçları(SAB,
DAB) kaydedildi. Bronkoskopi bitiminde hastalar;amnezi, işleme tolerans,
işlem tekrarlanabilirliği, hasta/bronkoskopist memnuniyeti açısından bronkoskopist tarafından değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan 65 olgunun yaş ortalaması 57.2±13.3,
%65’i erkek, %35’i kadın idi. İşlem öncesine göre işlem sonrası PtcCO2
ve nabız değerlerindeki artış her iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde saptandı(p<0,05). İşlem öncesine göre işlem sonrası SAB, DAB
ve SpO2 değerlerinde her iki grupta da azalma izlenmekle birlikte Grup
FM’deki DAB ve SpO2 düzeylerindeki düşme oranı Grup M’ye göre istastistiksel olarak anlamlıydı (p=0,028, p=0,006). Hastaların ağrı, öksürük,
boğulma hissi skorları, amnezi düzeyleri, hasta/hekim memnuniyet düzeyleri ve işlem tekrarlanabilirliği açısından iki grup arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark bulunmadı.
Sonuç: Bronkoskopi esnasında sedasyon için kullanılan midazolom
ve midazolom+fentanil kombinasyonu uygulamaları arasında PtcCO2,
SpO2 ve konfor açısından fark saptanmamış olup, bronkoskopi işlemlerinde midazolama opioid eklenmesinin ek katkı sağlamadığı sonucuna
varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: bronkoskopi, fentanil, midazolam, premedikasyon, transkutanöz PCO2
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş:Yabancı cisim aspirasyonu (YCA) genellikle acil medikal tedavi
gerektiren akut klinik semptomlarla kombinedir ancak hastaların yaklaşık
olarak 1/3’ünde aspirasyon semptomları daha az belirgindir. Aspirasyon
ve tanı arasındaki uzun gecikme sonucunda yabancı cisim (YC)-ilişkili
semptomlar ya da komplikasyonlar yüksek oranda meydana gelir. Endoskopik müdahale gerektiren bazı vakalarda YCA’lar bronşial tümörleri taklit
edebilir. Biz burada ilaç aspirasyonuna sekonder atelektazi saptanan ve
fiberoptik bronkoskopide (FOB) endobronşial kitle görünümünde lezyon
gözlenen olgumuzu sunduk.
Olgu: 78 yaşında bayan hasta nefes darlığı ve öksürük şikayetleri ile
Acil Servis’e başvurdu. Fizik muayene’de sol akciğerde solunum seslerinde
azalma ve matite saptandı. Postero-anterior (PA) Akciğer Grafisi ve Toraks
Bilgisayarlı Tomografisi’nde (BT); sol akciğer atelektazisi ile uyumlu radyolojik bulgular gözlendi (Şekil 1). Atelektazi etyolojisini aydınlatmak amacıyla FOB yapıldı ve sol ana bronş girişinde beyaz renkli, parlak yüzeyli
endobronşial lezyon (EBL) saptandı (Şekil 2). Biyopsi sırasında forseps
ilerletildiğinde lezyonun parçalandığı ve hava yolunun açıldığı gözlendi.
Kontrol PA Grafi ve Toraks BT’de atelektazinin gerilediği görüldü. Hastanın ayrıntılı anamnezi birkaç ay önce ilacını aspire ettiğini ortaya koydu.
Sonuç: YCA’ların atelektazinin önemli bir nedeni olduğu ve bu tip bir
hastada ayrıntılı bir öykü alınması gerektiği unutulmamalıdır. YCA’ya bağlı
atelektazi ön tanısı olan vakalarda, YC’nin FOB ile alınması yüksek bir
başarı oranına sahip olduğu için önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Atelektazi, yabancı cisim, aspirasyon
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 1. Toraks BT’de; sol akciğerde atelektazi
P459
Kronik öksürük ve hemoptizinin
nadir bir sebebi: trakeobronkopati
osteokondroplastika
Meltem Çoban Ağca1, Tülay Yarkın1, Ebru Sulu1, Ayçim Şen2
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Patoloji bölümü, İstanbul
Şekil 2. FOB’da; sol ana bronş girişinde beyaz renkli, parlak yüzeyli endobronşial
lezyon
Trakeobronkopati osteokondroplastika, trakea ve ana bronşlarda lümen
içine uzanım gösteren kemik ve /veya kıkırdak yapıda nodüler lezyonlar ile
karakterize nadir görülen selim bir hastalıktır. Nodüller kartilaj dokudan
kaynaklandığı için tipik olarak havayolunun posterior membranöz duvarı korunmuştur. Etyolojisi kesin olarak bilinmese de, kronik infeksiyonlar,
kimyasal irritasyonlar, dejeneratif bozukluklar ve konjenital faktörler suçlanmaktadır. En sık kronik öksürük ve hemoptizi bulunur ve olgular çoğunlukla 50 yaşın üzerindedir. Fiberoptik bronkoskopi (FOB) ve bilgisayarlı toraks tomografisi (BTT) en önemli tanısal metodlardır. Tedavisi konservatif
olup, nadiren cerrahi tedavi uygulanır.
Olgu: Elli yaşında kadın hasta polikliniğimize 2 aydır süren kuru öksürük ve son günlerde gelişen hemoptizi ile başvurdu. Fizik muayenesi
normal olan hastanın özgeçmişinde 2 yıl önce hatırladığı çamaşır suyu
inhalasyonu dışında bir özellik ve sigara öyküsü yoktu. Akciğer grafisi normaldi. BTT’de trakea ve ana bronşlarda lümen düzensizliği ve lümen içine
doğru uzanan milimetrik nodüller izlendi.FOB’da vokal kordlardan hemen
sonra tüm trakeada arka duvar hariç mukoza boyunca ve ana bronşlarda
mukozadan kabarık, düzensiz mukozalı, sert nodüler lezyonlar görüldü. Bu
lezyonlardan alınan biyopside kronik inflamasyonlu respiratuar mukoza,
submukozal metaplastik kemik ve kartilaj dokusu olarak raporlandı. Bulguların trakeobronkopati osteokondroplastika ile uyumlu olduğu belirtildi.
Hastaya semptomatik tedavi verildi.
Sonuç: TPO, kronik dirençli öksürük ve hemoptiziye neden olabilen
nadir bir hastalıktır. Tanı, tipik bronkoskopik görünümü ile birlikte histopatolojik olarak bronşiyal kartilajların bulunması ile kesinleştirilir.
Anahtar Kelimeler: bronkoskopi, trakeobronkopati osteokondroplastika, kronik öksürük
P458
Komplike hidatik kist ile akciğer kanserinin
ayırıcı tanısında indirek hemaglütinasyon
testinin güvenilirliği
Bayram Altuntaş, Yener Aydın, Atilla Eroğlu
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum
Amaç: Hidatik kist rupture olup komplike hale geldiğinde klinik ve radyolojik olarak akciğer kanserinden ayrımı mümkün olamamaktadır. Bu çalışmada komplike kist hidatik ile akciğer kanserinin ayırıcı tanısında indirek
hemoglütünasyon testinin etkinliği araştırıldı.
Yöntemler: Ocak 2010 ve Aralık 2013 yılları arasında kliniğimizde
prospektif bir çalışmada klinik ve radyolojik olarak kist hidatik ve akciğer kanseri ayrımı yapılamayan 28 olguya ve histopatolojik olarak akciğer
kanseri tanısı konulan 28 olguya indirek hemoglütinasyon testi bakıldı.
Bulgular: Histopatolojik tanısı olmayan ve ayırıcı tanısı yapılamayan
28 olgudan 25’innde indirek hemoglutinasyon testi pozitif (%90), üçünde ise negatifti (%10). Bu olguların hepsinde operasyonla histopatolojik
olarak kist hidatik tanısı konuldu. Kontrol grubundaki 28 akciğer kanserli
olgunun ikisinde indirek hemoglutinasyon testi pozitif (%7), 26’sinde ise
negative (%93) olarak tespit edildi.
Sonuç: Bulgularımız primer akciğer kanserinden ayrımı yapılamayan
komplike kist hidatik olgularında indirek hemoglutinasyon testinin önemli
katkı sağladığını göstermektedir. Bununla ilgili daha kapsamlı çalışmalara
ihtiyaç bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri; kist hidatik; indirek hemaglütinasyon testi
Şekil 1. Olgunun bronkoskopik görünümü
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
163
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 2.
Şekil 1. Üçlü diş protezi
P460
Opak madde aspirasyonu sonrası akciğer
radyolojisi
P462
Orhan Yücel, Ufuk Turhan, Deniz Doğan, Cantürk Taşcı
İnterkostal Akciğer Herniasyonu
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara
Ezel Yaltırık Bilgin1, Koray Kılıç1, Murat Türk2, İpek Kıvılcım Oğuzülgen2,
Gonca Erbaş1
74 Yaşında erkek hasta. Öksürük nedeniyle kbb polikliniğine başvuran
hasta polikliniğimize sevk edildi. Hikayesinde hastanın yutma güçlüğü nedeniyle bir hafta önce gastroenteroloji bölümünde özefagografi çekilmiş.
Hastaya çekilen p/a akciğer grafisinde görülen dansite artışları sonrası hastaya toraks bt çekildi. Toraks bt’de görülen dansite artışları opak maddeyle
uyumlu olarak raporlandı. Hasta öksürük nedeniyle semptomatik olarak
takip edildi.
Anahtar Kelimeler: Aspirasyon, Toraks Bt, Opak Madde
P461
Fiberoptik bronkoskopi ile çıkarılan yabancı
cisim olgusu
Özlem Saniye İçmeli, Baran Gündoğuş, Hatice Türker, Meliha Demirci, Zehra
Çoban
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Trakeobronşiyal yabancı cisim aspirasyonları erişkinlerde çocuklara
göre daha seyrek görülür. Kliniğimize pnömoni ön tanısıyla gönderilen 52
yaşındaki erkek olgudan, fiberoptik bronkoskopi (FOB) ile yabancı cisim
(üçlü diş protezi) çıkarılmıştır. İyileşmesi geciken pnömonilerde yabancı
cisim aspirasyonu ayırıcı tanılar arasında düşünülmelidir. Bu şekilde distal
hava yollarına aspire edilen yabancı cisimlerin çıkarılmasında FOB güvenle uygulanabilen bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler: Akciğer, yabancı cisim, fiberoptik bronkoskopi
164
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş-Amaç: Minitorakotomi ve kardiyopulmoner resüsitasyon öyküsü
olan asemptomatik hastada rastlantısal olarak tanı almış lateral interkostal
akciğer herniasyonunun klinik ve radyolojik bulguları literatür bilgileri eşliğinde sunulmuştur.
Olgu: Renal hücreli karsinom nedeniyle opere 76 yaşında erkek hastada kontrol amaçlı torakoabdominal bilgisayarlı tomogafi (BT) incelemesinde ön mediasten kitlesi saptandı. Timik neoplazi ve malign lenfadenopati
ön tanılarıyla sol minitorakotomi yoluyla kitle eksizyonu uygulandı. Postoperatif dönemde kardiyopulmoner arrest gelişmesi üzerine resusitasyon
yapıldı. Patoloji sonucu kapsül invazyonu bulunmayan tip-1B timoma
geldi. Postoperatif birinci yılda intravenöz kontrastlı torakoabdominal BT
yapıldı. Sol hemitoraksta göğüs lateral duvarında 6. İnterkostal aralık düzeyindeki defektten göğüs duvarı yumuşak dokuları arasına herniasyon
gösteren akciğer linguler segmenti izlendi.
Tartışma: Akciğer herniasyonu nadir görülen bir klinik durumdur. Akciğerin bir defektten göğüs kafesi sınırlarının ötesine taşmasıdır. Akciğer
hernileri etyolojiye göre doğumsal ve edinsel, görülme yerine göre apikal,
diafragmatik ve interkostal olarak sınıflandırılır. Edinsel akciğer hernileri
çoğunluğu oluşturur. Spontan, travmatik ve patolojik alt gruplara ayrılır.
En sık görülen tipi travmatik interkostal hernidir. Künt ve penetran travmanın yanı sıra, göğüs tüpü çekilmesi sonrası, cerrahi sonrası olgularda
görülür. Çoğu olgu asemptomatiktir. Göğüs duvarında şişlik, ele gelen kitle, ağrı, solunum sıkıntısı, sık enfeksiyon geçirilmesi söz konusu olabilir.
Semptomatik hastalarda göğüs duvarının tamiri, greftleme gerekebilir.
Sonuç: Akciğer hernisi nadir görülen bir durumdur. Özellikle travma
ve torakotomi sonrası gelişen göğüs duvarı kitlelerinin ayırıcı tanısında yer
alır. Tanısında radyolojik görüntüleme ve özellikle BT önemlidir. Radyolojik bulguların bilinmesi, ayrıntılı tanımlanması tedavi kararı ve planı açısından kritik önemdedir.
Anahtar Kelimeler: İnterkostal akciğer herniasyonu, BT
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P463
Akut Böbrek Yetmezliği Tanılı Hastaların
Radyolojik Bulguları
Ege Güleç Balbay1, Emine Banu Çakıroğlu1, Sinem Safçı2, Tansu Sav2, Şengül
Cangür3
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim Dalı, Düzce
3
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Düzce
1
2
Amaç: Akut Böbrek Yetmezliği (ABY)tanılı hastaların radyolojik bulgularını değerlendirmek
Metod: 1 Ocak 2012-30 Nisan 2013 tarihleri arasında Nefroloji servisinde ABY tanısıyla yatırılarak izlenen hastaların posteroanterior (PA)
akciğer grafileri retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: 80 hastanın yaş ortalamaları 66.48±18.2 olup 47’si (%58.8)
erkekti. ABY tipleri sırasıyla 57 (%71.3) prerenal, 21 (%26.3) renal, 2
(%2.5) postrenaldi ve %25’inde (20) Kronik Böbrek Yetmezliği zemininde
ABY (KBYABY) gelişmişti. Hastaların 52’sinin (%65) PA akciğer grafisinde
anormal bulgular mevcuttu. 27 Kardiyomegali (%34.2), 18 konsolidasyon
(%22.8) 17 plevral efüzyon (%21.5) oranında izlendi. Plevral efüzyon çoğunlukla 14 (%77.8) tek taraflı, 8 (%57.1) sol taraflı olarak izlendi. Masif
efüzyon sadece 1 hastada (%5.9) mevcuttu. Konsolidasyon 4 (%22.2) iki
taraflı idi. İki (%2.5) hastada akciğerde kitle saptandı. Hastaların 7`sinde (%8.9) bilgisayarlı toraks tomografisi çekilmişti. 16 (%20) hasta exitus
olmuştu. Akciğer grafisi anormal olan olguların %23.1’i, normal olanların ise %14.3’ü exitustu. Akciğer grafisi durumuna göre hastaların exitus
olma oranları arasında anlamlı fark yoktu (p=0.397). ABY tanılı hastaların %70’inin, KBYABY gelişen olguların ise %63.3’ünün akciğer grafisi
anormaldi. Plevral efüzyon görülen ve görülmeyen olguların exitus olma
oranları sırasıyla %29.4 ve %16.1 idi ve exitus oranları arasında anlamlı
bir fark saptanmadı (p=0.268).
Sonuç: ABY`li hastalarda ki yüksek anormal radyolojik bulgu olması nedeniyle göğüs hastalıkları konsültasyonu bu hastaların yönetiminde
önemli olduğu düşünülmektedir
Anahtar Kelimeler: akut böbrek yetmezliği, akciğer grafisi
Şekil 1. Toraks BT’de trakea sağ lateral duvarda dümene doğru kalınlaşma
Şekil 2. Batın BT’de sağ rectus abdominis kası içerisinde hematom
P465
Plevral Efüzyona Neden Olan
Syringoplevral Şant: Olgu Sunumu
P464
Rectus abdominis kasında hematom ile
başvuran trakeal amiloidoz olgusu
Serap Argun Barış , Nesrin Turhan , Kürşat Yıldız , İlknur Başyiğit , Haşim
Boyacı1, Sevtap Gümüştaş3
1
1
2
1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
1
2
3
Nadir görülen bir hastalık olan trakeobronşiyal amiloidoz, kronik öksürük ve nefes darlığı yakınmasına neden olduğu için sıklıkla hava yolu
hastalıkları ile karıştırılmaktadır. Burada, kronik öksürük nedeniyle rektus
kasında hematom geliştiği için acile başvuran ve trakeal amiloidoz tanısı
alan bir olgu sunulmaktadır.
Olgu: Elli üç yaşında erkek hasta, şiddetli öksürük, karın ağrısı ve karında şişlik yakınması ile acile başvurdu. Yaklaşık 5 yıldan beri öksürük
yakınması olduğunu, bu yakınmaları ile başvurduğu sağlık kurumunda
astım tanısı konularak inhaler tedavi verildiğini belirtti. Özgeçmişinde 55
paket /yıl sigara kullanım öyküsü, hipertansiyon, benign prostat hipertrofisi mevcuttu. Solunum sistemi muayenesi normal bulunan hastada batında
sağ alt kadranda yaklaşık 15 cm. boyutunda şişlik izlendi. Acilde Batın
ve Toraks BT çekilmiş olan hastanın Batın BT’sinde sağ rektus abdominis kasında hematom izlendi. Toraks BT’de ise bilateral akciğerde multipl
miliyer nodüller, hiler ve mediastinal kalsifik lenfadenopatiler ve trakea
orta kısmında lokal duvar kalınlaşması izlendi. Hastaya yapılan fiberoptik
bronkoskopide trakea orta kısmında sağ lateral duvarda polipoid yapıda
lezyon izlendi. Lezyondan alınan biyopsinin histopatolojik incelemesinde
PAS ve Kongo kırmızısı ile pozitif boyanma izlendi. Biyopsi örneklerinin
immünohistokimyasal incelemesinde amiloid AA proteini için yaygın pozitif reaksiyon saptandı. Hastaya sekonder amiloidoz tanısı konuldu.
Sonuç: Kronik öksürük ayırıcı tanısında trakeal patolojiler de düşünülmeli ve atipik klinik seyirli, kontrolsüz astım olgularında bronkoskopik
tetkik planlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: amiloidoz, öksürük, trakea, hematom
Fatma Tokgöz, Yasemin Bodur, Nezihe Gökşenoğlu, Tülin Sevim
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Elli bir yaşında kadın hasta kliniğimize 2 aydır olan nefes darlığı şikayeti
ile başvurdu. Genel durumu iyi, vital bulguları normal, solunum sistemi
muayenesinde sol alt alanda solunum sesleri azalmıştı ve diğer sistem muayenelerinde özellik yoktu.
Özgeçmişinden, 10 yıl önce üst ekstremitelere yayılan boyun ağrısı ve
uyuşukluk şikayeti ile çekilen kranial manyetik rezonans görüntüleme
(MRG) ile Arnold Chiari I malformasyonu ve siringohidromyelik kavitasyon tanısı aldığı öğrenildi. Nöroşirurji tarafından sububoksipital dekompresyon uygulanmış, takibinde şikayetleri düzelmediğinden siringoplevral
şant uygulanmıştı. O dönemden beri yakınması olmamıştı ve ek hastalığı
yoktu.
Çekilen posteroanterior akciğer (PA) grafisinde (Şekil 1) minimal plevral
efüzyon mevcuttu ve toraks ultrasonografisinde (USG) 11 mm kalınlıkta ölçüldü. Nöroşirurji bölümü ile konsulte edilen hastada plevral sıvının
şanta bağlı olmadığı düşünüldü. Efüzyon USG eşliğinde örneklendi, eş
zamanlı alınan kan biyokimyası ile karşılaştırıldı ve Light kriterlerine göre
transuda niteliğinde olduğu görüldü. Sıvının şanta bağlı olabileceği şüphesi devam ettiğinden beta-2 transferrin araştırıldı ve pozitif bulundu.
Beta-2 transferrin santral sinir sisteminde nöraminidaz aktivitesi ile oluşan, yalnız beyin omurilik sıvısı (BOS), aköz humor ve perilenf içerisinde
bulunan bir proteindir. Hasta, plevral sıvıda BOS kontaminasyonu kanıtlanmış olarak nöroşirurji bölümüne yönlendirildi. Operasyon için riskli
bulunarak takibe alındı. Üç ay sonra kliniğimizde yapılan kontrolünde
hastanın 10 yıl öncekine benzer ağrılarının, kollarda uyuşma hissi ve güçsüzlüğünün tekrar başladığı öğrenildi. Kontrol PA grafisinde sıvı devam
etmekteydi.
Olgumuzda siringoplevral şant iritasyonuna bağlı olduğu saptanan
plevral efüzyon şantın işlevsizliğinin ilk klinik bulgusu olarak ortaya çıkmış,
beta-2 transferrin ile doğru ve hızlı bir şekilde tanı konulması sağlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: beta 2 transferrin, plevral efüzyon, plevral şant
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
165
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 1
Şekil 1. Başvuru PA grafisi
P466
Pulmoner Sekestrasyon: Olgu Sunumu
Selçuk Parlak1, Ebru Şeref Parlak2, Aysun Erdoğan Okay1, Uğur Toprak1,
Levent Altın1
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Bölümü, Ankara
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Pulmoner sekestrasyon (PS) nonfonksiyone akciğer dokusu ile karakterize nadir bir konjenital hastalıktır. PS sistemik dolaşımdan gelen aberran
bir arter tarafından beslenir. Bu anormal vaskülarizasyonun gösterilmesi
tanıyı sağlar. Tanıda anjiografi gold standart olmasına rağmen noninvazif
yöntemler, BT Anjiografi, MR Anjiografi ve Doppler ile de anormal vaskülarizasyon gösterilebilir. MDBT ile tek nefes tutuşta tüm toraks taranarak
hem aberran arter ve drenaj veni görülür, hem de parankimal bulgular
değerlendirilebilir. Lezyon BT’de homojen ya da nonhomojen konsolidasyon alanı, hava-sıvı seviyesinin eşlik edebileceği kistik kitle şeklinde görülebilir. Genellikle sol hemitoraksta ve alt lob posterobazal segmentlerde
yerleşir. Intralober (ILS) ve ekstralober (ELS) olmak üzere iki tipi mevcut
olup büyük kısmını (%75) intralober tip oluşturmaktadır. ILS visseral plevra ve normal akciğer dokusu ile çevrilidir. ELS’da ise lezyon ayrı bir plevraya sahiptir. ILS pulmoner venlere, ELS ise azigoz veya hemiazigoz venler
ile sistemik dolaşıma drene olur. Çoğu vaka hayatın erken dönemlerinde
semptomatik olup produktif öksürük, ateş, rekkuren pnömoni, dispne, hemoptizi tipik semptomlardır.
Olgumuz 41 yaşında erkek olup tekrarlayan pnömoni atakları ile göğüs
cerrahisi bölümüne başvurmuş, sonrasında BT incelemesi için kliniğimize
yönlendirilmiştir. MDBT’de sağ akciğer orta lob medial segmentte 99x42
mm boyutta, hava-sıvı seviyeleri içeren, multilokule kistik lezyon görülmüş
olup lezyonun abdominal aortada çöliak turunkus komşuluğundan çıkan
bir aberan arter tarafından beslendiği, venöz drenajının ise pulmoner venler vasıtasıyla olduğu saptanmıştır. Bu bulgular ışığında lezyon ILS olarak
değerlendirilmiş, cerrahi sonrasında da tanı doğrulanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Konjenital, Multidedektör CT, Pulmoner
sekestrasyon
166
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2
P467
Endobronşiyal Lipom
Ahmet Arisoy1, Oğuzhan Özdemir2
Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van
Özel İstanbul Hastanesi, Radyoloji, Van
1
2
55 yaşında bayan hasta 2 yıldır devam eden nefes darlığı şikayeti ile
geldi. Öksürüğü ve ara ara balgam çıkarma şikayeti de oluyordu. Hiç sigara içmemişti. Dinlemekle sağda solunum sesleri azalmıştı. Akciğer grafisi
doğaldı. Sağda solunum seslerinde azalma olan hastaya kontrastlı toraks
BT çekildi. Toraks BT’de sağ intermedier bronşta kitle olan hastaya bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide sağda intermedier bronşu tam tıkayan,
düzgün yüzeyli, kanamaya meyilli lezyon görüldü. Biopsi sonucu benign
gelen hastanın toraks BT’sine tekrar bakıldığında bu kitlenin yağ dansitesinde olduğu görüldü ve lipom olarak kabul edildi.
Anahtar Kelimeler: Benign, Endobronşiyal, Lipom
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P469
Lokalize Persitan Ronküse Neden Olan
Endobronşial Lipom Olgusu
Recep Akgedik1, Necla Hare Kurt2, Şükran Akgedik3, İlknur Aytekin4, Ali
Bekir Kurt5
Ordu Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ordu
Ordu Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkarı, Ordu
3
Ordu Devlet Hastanesi, Patoloji, Ordu
4
Ordu Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Ordu
5
Ordu Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ordu
1
2
Şekil 1. Toraks BT’de sağ intermedier bronşta yağ dansitesinde lezyon
Endobronşial lipom(EBL), trakeabronşial ağacın oldukça nadir tümörüdür. Sıklığı tüm akciğer tümerlerinin %0,1-0,5 kadardır. Bening karakterde
olsada distalinde mg obstrük pnömoni vekalıcı akciğer destrüksiyonuna
neden olabilir. Bu nedele erken tanı ve radikal cerrahi önemlidir. İlginç
oskültasyon ve radyolojik bulguları olan ve FOB ile tanı koyup tedavi ettiğimiz bir EBL vakamızı sunmayı uygun bulduk.
67 yaşında erkek hasta 6 aydan daha fazladır devam eden öksürük ve
dispne şikayetiyle başvurdu. Fizik muayenesinde lokalize (kalp üzerindeki
sol akciğer alanında, inspiryumda, değişmeyen karekterde ronküs saptandı. PAAG bunu açıklayacak bulgu yoktu. BT’ de sol üst lob bronşunda
yağ dansitesi içermeyen irreguler kısmi obstrüksiyon vardı. Hastaya FOB
yapıldı. Düzgün sarımtırak renkli, solunumla hareketli, pedinküllü EBL
saptandı(Şekil 1). Pedinkülü ile birlikte lezyon FOB ile çıkarıldı. Patoloji sonucu EBL olarak raporlandı(Şekil 2). Hasta işlemden sonra 1 yıldır
semptomsuz olarak izlenmekte.
Literatür taramamızda lokalize persistan inspirauar ronküse neden olan
ve CT de yağ dansitesi saptanmayan başka vaka saptayamadık.
Genelde endobronşial tümör, yabancı cisim gibi nedenlerle ortaya çıkan
inspiratuar lokalize değişmeyen ronküs saptanan hastalarda X Ray ve BT
normal olsa bile FOB ile değerlendirmeyi öneriyoruz.
Anahtar Kelimeler: Endobronşial Lipom(EBL), lokalize persistan inspiratuar ronküs, fiberoptik bronkoskopi
P470
Multimedya bilgilendirmenin bronkoskopi
işlemi üzerine etkisi
Ersin Günay1, Sevinç Sarınç Ulaşlı1, Serdar Kokulu2, Gürhan Öz3, Olcay Akar1,
Erman Bağcıoğlu4, Elif Doğan Baki2, Mehmet Ünlü1
Şekil 2. Bronkoskopide, intermedier bronşu tam tıkayan, düzgün yüzeyli, kanamaya
meyilli lezyon
P468
42 Yaşında Bir Mac Leod Olgusu
Oral Menteş, Belgin Samurkaşoğlu, Feza Uğurman, Sevim Düzgün
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, Ankara
Mac Leod sendromu ya da Swyer James Sendromu, ünilateral hiperlusen akciğer radyolojisi ile karakterize nadir görülen bir hastalık tablosudur. Çocukluk çağında geçirilen viral bronşiyolit ve pnömoniler sonrasında
gelişir. Postenfeksiyöz olarak gelişen obliteratif bronşiyolit asemptomatik
olabilir. Burada semptomatik olmasına rağmen 42 yaşında tanı konulan
bir Mac Leod Sendromu olgusu literatürdeki vakalar eşliğinde sunuldu.
Anahtar Kelimeler: Mac Leod sendromu, Swyer James sendromu,
Ünilateral hiperlusen akciğer sendromu.
1
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
Afyonkarahisar
2
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı,
Afyonkarahisar
3
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
4
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
Afyonkarahisar
Amaç: Tıbbi müdahaleler esnasında toleransın azalmasına ve hastalardaki stresin artmasına neden olan anksiyete sık görülen bir problemdir.
Hastaların bilgilendirilmesi ile girişimsel işlemlere bağlı anksiyete arasında
ilişki olduğu bilinmektedir. Çalışmada hastaların uygulanacak bronkoskopi
işlemi konusunda multimedya bilgilendirme veya yazılı bilgilendirme yöntemlerinin işlem öncesi anksiyete ve işlem sırasında kullanılacak sedatasyon miktarı, bronkoskopi sırasındaki zorluklar, komplikasyonlar ve işlem
süresi üzerine etkisi incelenecektir.
Yöntem: Çalışmaya bronkoskopi için aday 150 hasta alındı. Hastalar
iki gruba randomize edildi: Multimedya bilgilendirme grubu (MBG) (yazılı
bilgilendirme ve multimedya bilgilendirme) (N=75), Yazılı bilgilendirilmiş
onam grubu (YBOG) (N=75). Yazılı bilgilendirilmiş onam her hastadan
alındı. Bronkoskopi öncesi işlemin anlatıldığı kapsamlı multimedia sunum
sadece MBG’na izletildi. Durumluk anksiyete seviyeleri bilgilendirme sonrası- bronkoskopi öncesi STAI-S ile değerlendirildi.
Bulgular: MBG grubunda STAI-S skoru (40.31±8.08) YBOG’na
(44.29±9.62) göre daha düşüktü (p=0.007). MBG’nda hastalar bilgilendirmelerden daha fazla tatmin olmuştu (P=0.001). YBOG’ndaki hastalar
(N=12), MBG’ndaki hastalardan (N=3) “vokal kordlardan geçilirken”,
YBOG’ndaki hastalar (N=4) MBG’ndaki hastalardan (N=0) “girişimsel işlemler yapılırken” istatistiksel olarak daha fazla rahatsız olduklarını belirtti.
Uygulanan midazolam dozu ve işlem süresi MBG’nda daha az bulundu
(sırasıyla, P<0.001 ve P=0.045). Bronkoskopi işlemi “öncesinde bekleme
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
167
POSTER SUNUMLARI
süreci”, “nazal/oral geçiş”, “local anestezi uygulanması” sırasında zorluk
hissetme durumları ve komplikasyon oluşumu heriki grupta da benzerdi.
Sonuç: Multimedya bilgilendirme yapılması hastaların durumluk anksiyetelerini azaltma yanında, kullanılan sedasyon miktarını azaltmakta,
işlem süresini kısaltmakta ve zorluklar daha az yaşanmaktaır.
Anahtar Kelimeler: Anksiyete, bronkoskopi, multimedya bilgilendirme, durumsal anksiyete, yazılı bilgilendirme, sedasyon
P471
Bronkoskopi Premedikasyonunda Antitusif
Kullanımının Yeri
Nezihe Çiftaslan Gökşenoğlu1, Emine Aksoy1, Nilüfer Kongar2, Oğuz Aktaş1,
Yasemin Bodur1, Tülin Sevim1
Süreyyapa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
İstanbul Bilim Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Olgularda erkek/kadın yüzdeleri sırasıyla, temaslılarda 50/50, TDT pozitifliğinde 54/46, bağışıklığın baskılanmasında 59/41 idi.Yaş ortalaması ve
standart sapmaları; temaslılarda 10,55±7,09 (1-44), TDT pozitifliğinde
10,14±6,66 (1-15) bağışıklığın baskılananlarda 39,42±14,07 (1-80) idi.
Endikasyonlara göre; temaslıların %7, 15 yaş altı TDT pozitifliğinde %7,
bağışıklığın baskılanması %12 sinde BCG skarı yoktu. Temaslıların %36,
bağışıklığın baskılanmasının %47 sinde TDT 15 mm ve üzerinde idi. Koruma tedavisi başlananların %44 5-14 yaş arasında idi. Yıllara göre TB-KT
başlama endikasyon oranları incelendiğinde immun supresiflerde tedavi
başlama oranı %13 den %38 çıktı, 15 yaş altı TDT pozitifliği ise %34 den
%8 indi.
Sonuç: Tüm olguların %8 BCG skarsızdı. BCG nin bazen skar bırakmadığı göz önüne alınırsa bölgemizde aşılama oranımız yüksektir. TB-KT
başlanma endikasyonunda bağışıklığın baskılanması oranı yıllara göre sayısı arttı. TB-KT de TDT nin 15 ve üzeri oranı %53 idi. TB-KT başlananların çoğunlukla erkek olgu idi.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, tüberkülin deri testi, BCG skar,
TB-KT
2
Fiberoptik bronkoskopi günümüzde göğüs hastalıkları kliniklerinde sık
kullanılan bir işlemdir. Tanı ve tedavi amaçlı kullanım alanı olan bronkoskopi işleminin hasta ve hekim için ideal koşullarda yapılabilmesi önemlidir.
Sedasyon amacıyla en sık kullanılan ilaç benzodiyazepin grubundan bir
ilaç olan midazolamdır. Birçok yönden işlemi kolaylaştıran bu ilacın öksürük ve sekresyon üzerine etkisi yoktur.
Bu çalışmada zayıf opioid özellikte olan kodein, işlem öncesi verilmiş
ve işlem sırasında hastaların öksürük, sekresyon ve konfor düzeyi üzerine
olan etkisi araştırılmıştır.
Çalışma kliniğimizde, Ocak 2013- Mayıs 2013 tarihleri arasında çeşitli
endikasyonlar nedeniyle bronkoskopi yapılan 96 hasta ile yapıldı. Bu çalışma prospektif, plasebo kontrollü ve çift kör olarak yürütüldü.
Hastaların; 21’i (%21,9) kadın, 75’i (%78,1) erkek olup yaş ortalamaları 56,9±1,4 idi. Olgular iki gruba ayrıldı. Grup 1’e (n:48) midazolam
ile beraber işlemden bir gün önce başlanan 20 mg kodein tablet 4 doz
şeklinde uygulandı. Grup 2’ye (n:48) midazolam ve plasebo tablet verildi.
Hastalar ve doktorlar için ayrı ayrı olmak üzere konfor düzeyi, sekresyon
miktarı ve öksürük şiddetinin sorgulandığı iki anket formu ve vizüel analog
skala hazırlandı. Formlar işlemden hemen sonra dolduruldu.
Her iki grupta da işlemi sonlandırmayı gerektirecek bir komplikasyon
gelişmedi.
Fenokodein tablet verilen grupta hastaların değerlendirdiği skalada öksürük miktarı istatiksel olarak anlamlı ölçüde düşük bulundu. Doktorların
değerlendirdiği skalada ise sekresyon miktarı daha az ve konfor düzeyi
anlamlı ölçüde daha yüksek olarak saptandı.
Çalışmamızda bronkoskopi öncesi fenokodein tablet verilmesinin işlem sırasında öksürük miktarını azalttığı ve konfor düzeyini artırdığı
görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Fiberoptik bronkoskopi,kodein,öksürük
TÜBERKÜLOZ
P472
Tüberküloz koruyucu tedavi alan
olguların BCG skar ve Tüberkülin Deri Testi
sonuçlarını değerlendirmek
Beyhan Çakar
7 No’lu Verem Savaşı Dispanseri, Ankara
Tüberküloz koruyucu tedavi alan olguların BCG Skar ve Tüberkülin
Deri Testi sonuçlarını değerlendirmek
Amaç: Dispanserimizde 2008-2012 yıllarındaki tüberküloz koruyucu
tedavisinin (TB-KT) yıllara göre uygulanma endikasyonları,yaş, BCG skar
ve TCT sonuçlarını değerlendirmek
Yöntem: Olgu bilgileri retrospektif olarak TB-KT kayıt defteri esas alınarak değerlendirildi.
Bulgular: 2008-2012 yıllarında (5 yıllık sürede) toplam 616 kişiye TBKT başlandı. Endikasyonlar:287 (%46)’ü TB hasta temaslısı, 127 (%21)’sı
15 yaş altı tüberkülin deri testi (TDT) pozitifliği, 202 (%33)’i bağışıklığın
baskılanması idi. TDT konversiyonu ile sekel lezyona TB-KT verilmemişti.
168
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P473
Aktif Akciğer Tüberkülozunda Bir
İnflamasyon Markerı Olarak Mean Platelet
Volüm
Gülşah Günlüoğlu1, Esra Yazar1, Nurdan Şimşek Veske1, Ekrem Cengiz
Seyhan2, Sedat Altın1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Medipol Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları, İstanbul
1
2
Giriş: Mean Platelet Volümü (MPV), plateletlerin boyutunu yansıtır.
Bazı klinik durumlarda plateletlerin proinflamatuar ve protrombotik potansiyelini değerlendirmede kullanılabilir. Bazı kronik inflamatuar hastalıklarda inflamasyon yüküyle ters orantılı olduğu gösterilmiştir.
Amaç: Bu prospektif çalışmada, MPV’ nin aktif akciğer tüberkülozu
(PTB) hastalarında inflamasyon markerı olarak kullanılabilirliğinin sağlıklı
kontrollerle karşılaştırılarak ortaya konması amaçlandı. Ayrıca C-reaktif
protein (CRP), Eritrosit Sedimentasyon Hızı (ESR) gibi diğer inflamatuar
markerlarla ve hastalığın radyolojik yaygınlığı ile arasındaki ilişki incelendi.
Hastalar ve Metod: 82 aktif PTB ve 95 sağlıklı gönüllü (kontrol
grubu) çalışmaya dahil edildi. Tam kan sayımı, kan CRP, ESR düzeyleri
karşılaştırıldı ve hasta grubda hastalığın radyolojik yaygınlığı ile MPV ve
inflamasyon markerları arasındaki ilişki incelendi.
Bulgular: PTB’ da MPV düzeyi 7.74±1.33 iken sağlılklı grupda
8.2±1.13 idi (p=0.005). Yine aktif hasta grubunda kan platelet sayısı, CRP ve ESR değerleri kontrol grubuna göre anlamlı şekilde yüksekti
(p<0.0001). Hastalığın radyolojik yaygınlığı ile MPV ilişkisiz iken (p=0.80)
CRP (r=0.26, p=0.003) ve ESR düzeyi (r=0.39, p=0.003) radyolojik
yaygınlık ile anlamlı şekilde korele idi. Platelet sayısı ile radyolojik yaygınlık arasında anlamlı ilişki yoktu (p=0.24).
Sonuç: PTB hastalarında MPV, sağlıklıklı kontrollere göre düşük saptanmıştır. Ancak bu düşüklük pozitif akut faz reaktanı olan CRP ve ESR’
deki yüksekliğe göre daha anlamlı değildir. MPV düzeyi ile hastalık ağırlığını yansıtmamaktadır. PTB’ da MPV’ nin inflamasyon marker’ı olarak
kullanımı ve negatif akut faz reaktanı gibi değerlendirilmesi çok güvenilir
görünmemektedir.
Anahtar Kelimeler: İnflamasyon markerları,Mean Platelet Volüm,
Pulmoner Tüberküloz
P474
The risk of originating and progressing of
destructive pulmonary tuberculosis in the
patients with different genetic background
Fatima Tashpulatova
Tashkent Medical Institute of Pediatrics
Objective: Find out the relation between the genetic markers and the
risk of originating and progressing of destructive pulmonary tuberculosis
(DPT).
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Materials-Methods: 337 patients with DPT were examined. We determined the combination types of genetic markers: phenotype of haptoglobin, inactivation types of GINK, activity of glucose-6-phosphate degirogenasis. 4 main combinations of genetic markers were chosen: negative
(NCGM) and positive combination of genetic markers (PCGM. Interim
variants singled out both relatively negative and relatively positive combination of genetic markers (RNCGM and RPCGM). As the control were
examined 212 healthy people.
Results: among the examined patients 33 (9,8±1,6 %) – had NCGM;
26 (7,7±1,4%)- PCGM. 190 patients were the carriers of RNCGM 56,4±2,7%. Patients with RPCGM were 88 (26,1±2,4%). Among 212
healthy people the frequency of NCGM comprised - 5,2%; RNCGM
-30,2%; RPCGM - 39,6%; PCGM - 25,0%. It was determined that the risk
rate of DPT (Woolf B), RR for the patients with NCGM comprises 2,0, for
RNCGM - 2,9, RPCGM -0,52, PCGM - 0,25. Progressing course of DPT
was defined in carriers of NCGM (54,5±8,6%) and RNCGM – (30±3,3%);
involutive - in carriers of PCGM (100%) and RPCGM (95,5±2,2%).
Conclusion: persons having the combination of NCGM and RNCGM
are predisposed to originating and progressing of DPT.
Keywords: destructive pulmonary tuberculosis, progressing, genetic
markers
P475
clinical-biochemical data’s of drug
using complications from chemo therapy
at patients with multidrug resistant
tuberculosis of lungs
noskopi yapılan hastanın kolonoskopi raporunda; çıkan kolonda, biyopsi
sonrası pürülan akıntı boşalan kitle raporlandı. Hastanın patoloji raporu
granülomatöz nekroz olarak yorumlandı.
Yumuşak doku tüberkülozu tanısıyla takip edilen hastada eşlik eden
gastrointestinal tüberküloz tanısı konuldu ve hastanın tedavi süresi 9 ay
olarak uzatıldı. Tüberküloz nedeniyle takip edilen hastaların sistem sorguları ve fizik muayeneleri başka bir odağın belirtisi olabilmektedir. Olgumuzda eşlik eden gastrointestinal tüberküloz tanısıyla tedavi süresi uzamıştır.
Anahtar Kelimeler: yumuşak doku, gastrointestinal, tüberküloz
Şekil 1.
Fatima Tashpulatova
Tashkent Medical Institute of Pediatrics
The Aim: study the clinical-biochemical data’s of drug using complications from chemo therapy at patients with multidrug resistant tuberculosis
of lungs.
Methods: was established 120 patients with multi drug resistant tuberculosis of lungs. Among clinical forms was prevail patients with fibro-cavernous forms of tuberculosis of lungs.
Results: at the results of chemotherapy at 71 (59,1+4.5%) patients
was drug complications from chemotherapy. Clinically it was shown like
skin- allergy reactions, dyspepsia, liver ache, artralgia, allergy, cardio ache,
headache, depression, paraestesi, poor sight. Biochemical changes was
characterized raised of activity of ALT, AST, changes of coefficient of De
Ritis and bilirubin, raised of urine ferments, changes of Reberg test. The
main often biochemical changes was before clinical.
Conclusion: was found clinical-biochemical changes of drug complications at patients with multi drug resistant tuberculosis of lung
Keywords: Drug, chemo therapy, multi drug resistant tuberculosis
P476
HIV seronegatif hastada parasternal
tüberküloz ve insidental abdominal kitle
Şekil 2.
Deniz Kızılırmak1, Zühal Müjgan Güler2, Ebru Ünsal2, Filiz Çimen2, Nermin
Çapan2
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
1
2
Akciğer dışı tüberküloz; hastanın semptomları, hastalığın seyri, klinik
bulgular ve tanı yöntemleri ile günümüzde halen tanısında zorluk çekilen
bir infeksiyon hastalığıdır. Yumuşak doku tüberkülozu nadir görülen akciğer dışı tüberküloz formudur. Özellikle primer akciğer tüberkülozunun eşlik
etmediği durumlarda klinik olarak malignite ile karışabilmektedir. Hastaların büyük çoğunluğunda tanı patolojik olarak konmaktadır.
Olgumuz; HIV seronegatif, 39 yaşında bayan hastadır. Sternum ön
kısmında ele gelen şişlik şikayeti olan hastaya cerrahi olarak kitle rezeksiyonu yapılmış ve patolojisi kazeifiye granülomatöz inflamasyon olarak
yorumlanmıştır. Hasta tarafımızca yeni olgu akciğer dışı tüberküloz tanısıyla hospitalize edilerek anti-TB tedavi başlandı. Fizik muayenesinde sağ alt
kadran hassasiyeti saptanan hastanın abdomen USG’sinde ve BT’sinde
sağ alt kadranda kitle lezyonu görüldü. Gastroenteroloji tarafından kolo-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
169
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P477
Changes in pulmonary function in patients
with local forms of lung tuberculosis
Larisa D. Kiryukhina1, Pavel V. Gavrilov2, Igor B. Savin2, Olga S. Volodich1,
Maria V. Pavlova3, Liudmila I. Archakova3, Elmira K. Zilber3, Piotr K.
Yablonskiy4
1
Department of Functional Investigation, Research Institute of Phthisiopulmonology,
Saint-Petersburg, Russia
2
Department of Radiology, Research Institute of Phthisiopulmonology, Saint-Petersburg,
Russia
3
Department of Phthisiopulmonology, Research Institute of Phthisiopulmonology, SaintPetersburg, Russia
4
Department of Thoracic Surgery, Research Institute of Phthisiopulmonology, SaintPetersburg, Russia
Often the patients with local forms of lung tuberculosis do not have
any complaints and only spirometry is carried out for lung function examination. But spirometry parameters do not reflect completely changes
of lung volumes and lung gas exchange. So the aim of the study was
evaluation of pulmonary function changes in patients with local forms of
lung tuberculosis.
Materials and Methods: 93 patients with lung tuberculosis with prevalence of defeat no more than 3 segments. All patients were performed
Spirometry, Bodyplethysmography, measurement of Diffusion lung capacity (DLCO), Computed tomography (CT) and 31 patients from them
were performed Perfusion scintigraphy (PS). We used descriptive statistics
and Spearman correlation analysis.
Results: Only 20 patients (22%) had airflow limitation (18 - mild disorders, 2 -moderate). 25 patients (27%) had lung hyperinflation with RV
from 140 to 199% pred. Most of patients (87%) had different disorders of
DLCO: 69 patients (74%) had moderate decreasing from 78 to 61% pred.
and 6 patients had significant decreasing of DLCO (from 59 to 50% pred.).
6 patients with normal DLCO had decreasing of transfer-coefficient.
DLCO also had significant dependence with quantities of focuses (ρ=0,41, p=0,04) by CT and the same dependence was with defeat of lung
capillary blood by PS (ρ=-0,41, p<0,05). PS has shown decrease of lung
capillary blood flow in zones exceeding tuberculosis focus.
Conclusion: Most of patients with local forms of lung tuberculosis
even without airways disorders had decreasing DLCO. It may be connected with defeat of lung capillary blood flow.
Keywords: lung function, diffusion capacity, lung tuberculosis
P478
Matrix metalloproteinases and their
inhibitors in patients with lung
tuberculosis without cavities
tissue reactions (exudative, productive and caseous- necrotic: r=0.54) and
activity of TIMP-1 – with distribution of the TBC process (r=0.310).
Conclusion: Patients with LT without cavities are characterized by
increased level of MMP-9 and not similar shifts in the inhibitors activity.
This fact can reflect development of lung tissue destruction and demands
further studying.
Keywords: matrix metalloproteinases, lung tuberculosis, inflammation
P479
Hareket Eden Mantar Topu: Aspergilloma
Turan Aktaş1, Can Çolakoğlu1, Fatma Aktaş2, Zafer Özmen2
Gazi Osman Paşa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat
Gazi Osman Paşa Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Tokat
1
2
Giriş:Aspergilloma pulmoner parankimal kaviteye saprofitik şekilde
kolonize olan aspergillus enfeksiyonlarının en sık görülen formudur. Özellikle akciğerde kaviteye neden olan %60 oranla en sık tüberküloz olmak
üzere diğeri kaviter akciğer hastalıklarıyla birlikte kronik enfeksiyöz süreçte
ortaya çıkabilmektedir.
Olgu: Elli iki yaşında bayan hasta 2-3 gündür olan balgamla karışık
şekilde başlayıp sonrasında taze aktif kanama şeklinde devam eden hemoptizi şikayeti ile başvurdu. 20 yıl önce geçirilmiş tüberküloz öyküsü
mevcuttu. Fizik muayenesinde bilateral orta ralleri mevcuttu. P-A akciğer
grafisinde iki taraflı yaygın destruksiyon ve sağ üst zondaki destruksiyona
komşu yuvarlak düzgün sınırlı radyoopasite dikkati çekti. Toraks BT’de
bilateral yaygın sekel değişiklikler yanında sağ akciğer üst lob apikal segmentte 3*2.5 cm boyutlarında kavite cidarı içerisine yerleşmiş 16*12 mm
boyutlarında hiperdens oluşum saptandı.Hastaya bunun üzerine prone
pozisyonda toraks BT çekildi. Sonucunda ise mevcut yer kaplayan lezyonun hareket ettiği görüldü. Bronkoskopi yapılan hastada bronşlarda yaygın destruksiyon dışında bir bulguya rastlanmadı.
Sonuç: Aspergilloma’da en sık başvuru nedeni hemoptizi olup (%5080) bunların da yaklaşık üçte biri hayatı tehdit edici masif hemoptizilerdir.
Tanı genellikle supine ve prone çekilen toraks BT’de mantar topunun hareket etmesi ile konulur. Tedavi seçenekleri arasında ilk tercih üst lobektomi olup intrakaviter amfotersin B ve itrakonazaol gibi antifungal ajanların
uygulanması ile selektif bronşial arter embolizasyonu diğer alternatif tedavi seçenekleridir.
Anahtar Kelimeler: Aspergilloma, Mantar Topu, Tüberküloz, Hemoptizi, Toraks BT
P480
An epidemiological evaluation of risk
factors for tuberculosis in Albania
Dilyara S. Esmedlyeva, Olga T. Titarenko, Marina E. Dyakova, Larisa D.
Kiryukhina
Vera Nuredin Kurti1, Hasan Sulejman Hafizi2, Anila Kristaq Aliko2, Arian
Çesar Mezini2, Jolanda Luan Nikolla2
Research Institute of Phthisiopulmonology, Saint-Petersburg, Russia
1
Lung Diseases Dispancery of Tirana
University Hospital of Tirana‘Shefqet Ndroqi’
2
Activity of matrix metalloproteinases (MMPs) in lung tissue destruction
is discussed. Association of MMPs with pathogenesis of different forms of
lung tuberculosis (LT) is not clear.
Aim: to evaluate of MMPs and their inhibitors activity in patients with
LT without cavities.
Materials-Methods: Serum of 54 patients with LT (there were only infiltrates without cavities) were investigated. We studied pro-MMP-1, MMP3,8,9 and tissue inhibitor of MMPs (TIMP-1) by ELISA (R&D Systems, Invitrigen, eBioscience); activity of elastase (NE), α1 – protease inhibitor (PI)
and α 2 – macroglobulin (MG) by synthetic peptide spectrophotometry.
Results: Examined patients had significant increase of MMP-9
(832.49±88.08 ng/ml; X±m) and NE (196.40±6.44 ME) with equal
to referent levels of pro-MMP-1, MMP-3 and MMP- 8. Concentrations
of the inhibitors were not similar while TIMP-1 levels were normal
(745.78±55.67ng/ml) and those of PI and MG increased (2.10±0.05nmol/
ml) and decreased (1.92±0.06 nmol/ml) correspondingly (p<0.05 for
both). Significant correlation of NE activity was revealed with pro-MMP-1,
MMP- 8 and MMP- 9 (r=-0.29; r=0.46; r=0.35 correspondingly). Activity
of inhibitors differently associated with the examined proteinases: MG with
pro-MMP-1 (r=0.33), PI with MMP-8 (r=-0.54), TIMP-1 with MMP-9 (r=0.34). MMP-9 activity significantly correlated with the types inflammatory
170
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Bacground: Albania is a transitional post-communist country characterized by a sharp economic –social polarization. Furthermore, there are
not data on risk factors associated with tuberculosis (TB) in Albania.
Objectives: To explore pulmonary tuberculosis (PTB) risks in relation
to potential determinants in Albania and to determine the relationship between the risk of TB and socio-economic level for 2012.
Method: Matched case-control. Cases were all new diagnoses of PTB
(n 290) in University Lung Disease Hospital and Tirana’s dispensary from
January 2012 to June 2013. Age- and sex-matched controls, one for each
case (n 294), were recruited among patients attending dispensary for
acute lung diseases.
Results: Significant risk factors were unemployment (OR 3.2; 95% CI
1.24-8.22), low education level (OR 0.30; 95%CI 0.10–0.80), poor living
condition (OR 2.44; 95% CI 1.17–5.09), cooking with biomass (OR 3.36;
95%CI 1.27–8.16), family contact with TB (OR 0.34; 95% CI 0.14–0.83)
History of smoking, alcohol consumption and chronic diseases were not
significant on multivariate analysis.
Conclusions: In our study, TB was associated with unemployment,
low education level, poor living condition, kitchen type and family contact
with TB, reflecting the complex interaction between non-communicable
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
disease, urbanisation and a changing economic status. The relationships
between TB and gender differentials deserve further exploration.
Keywords: epidemiology, risk factor, tuberculosis, Albania, socio economic level.
P481
Tuberculosis endemia evolution in Romania’s
counties 2008-2012
görülmesi üzerine antitüberküloz tedavi başlandı. Halen tedavisi sonlandırılan hastada sekel plevral kalınlaşma dışında klinik ve radyolojik bulgu
kalmadı. Hastada daha önce tüberküloz plörezi geliştiği ve üzerine parapnömonik olayın eklendiği kanaatine varıldı.
Sonuç olarak plörezili hastaların takibinin önemli olduğu ve klinik düzelme sağlanamayan hastalarda eşlik eden başka nedenlerin olabileceğinin
unutulmaması gerektiği kanaatindeyiz.
Anahtar Kelimeler: parapnömonik plörezi, plevral effüzyonü, tüberküloz plörezi
Constantin Marica, Mihaela Tanasescu, Beatrice Mahler, Daniel Eparu
National Institute of Pneumology “Marius Nasta” Bucharest, Romania
Romania still has the greatest number of tuberculosis cases from the EU
countries. During 2002-2012, the incidence of tuberculosis in Romania
decreased by 44% from 142.2 per 100,000 patients to 79 patients per
100,000 inhabitants.
The number of new cases registered in 2012 was 13997 while the recurrence of 2911, compared to 14607 cases, respectively, of 3142 of relapses
in 2011.
Even under these conditions, we retain the position of EU leaders in
the number of TB cases. TB mortality has also decreased in this period.
Although, in the last years it’s ascertained a decreasing mainstream of
incidence, tuberculosis still remains an important challenge for health system so by the total number of cases and particularly by the MDR TB and
XDR TB cases.
Tuberculosis frequency is lower in urban areas, where there is 71.9
%000, compared to rural areas, where 96.2 %000.
Incidence by tuberculosis isn’t uniformly distributed in Romania
territories.
The detection rates of new cases positive smear was over 70% -the
target proposed by the WHO-since 1995 and a therapeutic success rate of
new cases of pulmonary TB positive microscopy by over 80% since 2003.
It is known that TB epidemiometrical indicators correlate well with the
economic situation in a country. The dynamics is correlated with average
income per capita.
These differences in territory bear out economics and social difficulties,
unemployment and deficiency at counties levels in apply of health programs, sanitary education, responsibilities of sanitary workers.
Keywords: tuberculosis, social difficulties
Şekil 1. PA Akciğer grafi
P482
Parapnömonik plörezi birlikteliği olan
Tüberküloz plörezi: Ardışık mı yoksa tesadüf
mü?
Yusuf Aydemir1, Adil Can Güngen2
Sakarya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Sakarya
Sakarya Üniversitesi, Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Sakarya
1
2
Plevral effüzyonlarda etyolojiyi belirlemek zor olabilir ve hastaların bir
kısmında sebep bulunamaz. Minimal girişimlerden, cerrahiye kadar bir dizi
tanısal işlemin ardından nispeten parapnömonik ve tüberküloz plörezilere
tanı koymak daha kolaydır. Oysa her zaman ilk tanı son tanı olmayabilir.
Son 1 hafta içinde başlayan ateş, halsizlik, terleme, öksürük ve batıcı sol
yan ağrısı ile başvuran 30 yaşındaki hastaya massif plörezi tanısı ile tüp
torakostomi uygulanmış. Plevra sıvısı bulanık sarı renkli, glukoz:40.5, Protein:5.0, LDH:1396 ve ADA: 10,50 olan hastanın, tamkan sayımı normal,
sedim 80mm/saat, bakteri kültürü ve ARB negatif olması üzerine parapnömonik effüzyon tanısı kondu. Hastaya ampisilin- sulbactam tedavisi
başlandı.3 gün sonraki plevral sıvı sonuçları; Glukoz:10,9, Protein:3,54
ve LDH:1805 olması üzerine tedaviye aminoglikozid eklendi. Ancak uzun
süreli antibiyotik tedavisi ile sıvıda gerileme olmadı. 15 gün sonraki sıvı
sonuçları: glukoz:51.9,protein:5.9 ve LDH:728, tekrarlanan kültürlerinde
üreme olmayan hastanın anamnezi derinleştirildiğinde; 2 ay önce sorunlar yaşadığı ve ruhsal çöküntülü bir dönem geçirdiği, yaklaşık 1,5 aydır
hafif halsizlik, iştahsızlık zaman zaman sol yan ağrısı, şikayetleri olduğu,
ardından 1 hafta önce terli bir şekilde traktörle rüzgara maruz kaldığı ve
üşüdüğü, ardından ateş, titreme, nefes darlığı, öksürük ve batıcı yan ağrısı
ile doktora başvurduğu öğrenildi. Antibiyotik tedavisiyle düzelmeyen hastaya plevra biopsisi yapıldı ve tüberkülozla uyumlu granülomatoz iltihap
Şekil 2. Toraks CT
P483
Farklı risk gruplarında latent tüberküloz
enfeksiyonu saptanmasında interferongama salınım analizine dayanan yöntemin
tanısal değeri ve tüberkülin cilt testi ile
kıyaslanması
Nebihe İsaoğulları1, Cenk Babayiğit1, Burçin Özer2, Nizam Duran2, Cahit
Özer3, Tacettin İnandı4
Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Hatay
4
Mustafa Kemal Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Hatay
1
2
3
Giriş-Amaç: M. tuberculosis ile enfeksiyonun belirlenmesinde yaygın
olarak yararlanılan tüberkülin cilt testinin (TCT), BCG aşılı kişilerde ve tü-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
171
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
berküloz dışı mikobakteri infeksiyonu varlığında yanlış pozitiflik nedeniyle
yorumlanması güç olmaktadır. Son yıllarda bu gibi zorlukları giderebilecek, IFN-γ salınımının ölçümüne dayanan in vitro testler geliştirilmiştir. Bu
çalışmada farklı risk gruplarında, bir IFN-γ salınım testi olan QuantiferonTB Gold in tube testi (QFT-GIT) ile latent tüberküloz enfeksiyonu (LTBE)
varlığını araştırmayı ve sonuçlarını TCT sonuçları ile karşılaştırmayı
planlanladık.
Gereç-Yöntem: Diyabet (grup 1), non-diyabetik hemodiyaliz (grup 2)
ve diyabetik hemodiyaliz (grup 3) olgusu, toplam 98 gönüllü çalışmaya
katıldı. Olgulara QFT-GIT ve TCT uygulandı. Testlerin sonuçları gruplar
arasında ve çeşitli değişkenler yönünden değerlendirildi.
Bulgular: 98 hastanın 9’unda QFT-GIT testi‘‘belirsiz’’ saptandığından
çalışmadan çıkarıldı. BCG skar sayısı ile TCT çapları arasında anlamlı ilişki
bulunamadı. QFT-GIT pozitifliği yönünden gruplar arasında anlamlı fark
saptanmadı. Her üç grupta da TCT çapı ile QFT-GIT düzeyleri arasında
pozitif korelasyon mevcuttu. Tüm çalışma grubundaki tüberküloz prevalansı TCT’ne göre %38,2 iken, QFT-GIT’ne göre %33.7 olarak bulundu.
Tüm olgular birlikte ele alındığında TCT ile QFT-GIT testi arasındaki uyum
“orta” olarak değerlendirildi (Ƙ değeri =0,708).
Sonuç: Ülkemiz gibi tüberküloz insidansının nispeten yüksek olduğu
ve rutin BCG aşılama programının uygulandığı toplumlardaki risk gruplarında LTBI belirlenmesinde QFT-GIT testi TCT’ne alternatif olarak kullanılabilir. Yine de farklı risk gruplarındaki QFT-GIT’nin sınır değerini belirlemek için niceliksel ölçümlerin yapıldığı geniş serili çalışmalara ihtiyaç
duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Latent tüberküloz enfeksiyonu, risk grupları, tüberkülin cilt testi, interferon-gama salınım testi
P484
Mezotelyomayı Taklit Eden Tüberküloz
Olgusu
Şekil 1. PET-CT görüntü
Buket Çalışkaner Öztürk1, Şermin Börekçi1, Nurlan Alizade2, Şebnem Batur3,
Ahmet Demirkaya2, Büge Öz3, Duygu Fidan1, Sema Umut1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Amaç: Tüberküloz ve malinite klinik ve radyolojik açılardan birbirine
benzer seyir gösterebilen ve ayırıcı tanıda sık karşılaştığımız iki hastalıktır.
Klinik olarak tüberküloz ve malinite düşündüren,radyolojik olaraksa mezotelyomaya uyan bir olguyu sunuyoruz.
Bulgular: 56 yaşında erkek hasta 20 gün önce başlayan eforla nefes darlığı,yüksek ateş,gece terlemesi ve 15 günde 3 kilo kayıp şikayetleriyle başvurdu.Hipertansiyon dışında bilinen bir hastalığı yoktu, 30
yıl önce akciğer tüberkülozu nedeniyle 9 ay anti-TB tedavi almıştı.15
paket-yıl sigara öyküsü ve 15 yıl asbest maruziyeti vardı.Fizik muayenesinde sağ akciğer orta ve alt alanda solunum sesleri alınmıyordu.Akciğer
grafisinde sağ hemitoraksta masif plevral efüzyon saptandı.Ateş 38.5C°,
ESH:78mm/saat, CRP:32 idi.Nonspesifik antibiyoterapi başlandı.Torasentez ile 1000cc seröz,berrak,sarı renkli sıvı boşaltıldı.Sıvı eksüda
vasfında,pH:7.38,ADA:151,aside-dirençli-bakteri görülmedi,kültürlerde
üreme olmadı.Balgam sitolojisinde metaplazik hücreler, plevra sıvı sitolojisinde pür lenfosit görüldü,TB kültüründe üreme olmadı.ToraksBT’de
sağ akciğer üst lobda minör fissür ve orta loba uzanım gösteren
26x29x29mm boyutunda düzensiz konturlu yumuşak doku dansitesinde
lezyon(malinite?) ve sol akciğer alt lob süperior segmentte 28mm nodüler,
içinde bronşiektazik alanların eşlik ettiği malignite kuşkulu buzlu cam dansitesinde alan saptandı.PET-CT’de sağ hemitoraksta mediasten dahil tüm
plevral yüzeylerdeki kalınlık artış alanlarında SUDmax:14,7 olan FDG tutulumu görüldü.Asbest maruziyeti olduğundan ayırıcı tanıda mezotelyoma
düşünülerek histopatolojik tanı amaçlı VATS ile plevra biyopsisi yapıldı ve
patolojisi nekrotizan granülomatöz iltihap olarak sonuçlandı, tüberküloz
tanısıyla anti-TB tedavi başlandı.
Sonuç: Tüberkülozu radyolojik ve klinik olarak mezotelyomadan ayırmak zaman zaman güç olabilir, bu durumda biyopsi örnekleri ile histopatolojik tanı yardımcıdır.
Anahtar Kelimeler: tüberküloz, astbest, mezotelyoma
172
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. PET-CT görüntü2
P485
BCG aşılı Türk sağlık çalışanlarında
latent tüberküloz infeksiyonu taraması:
Quantiferon-TB Gold in Tube testinin
tüberkülin cilt testi ile kıyaslanması.
Cenk Babayiğit1, Burçin Özer2, Tacettin İnandı3, Cahit Özer4, Nizam Duran2,
Orhan Göçmen5
Mustafa Kemal Üniversitesi, Solunum Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi, Mikrobiyoloji Bölümü, Hatay
3
Mustafa Kemal Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Hatay
4
Mustafa Kemal Üniversitesi, Aile Hekimliği Bölümü, Hatay
5
Verem Savaş Dispanseri, Hatay
1
2
Giriş-Amaç: Sağlık çalışanlarında (SÇ) Mycobacterium tuberculosis
infeksiyonunun normal populasyondan 3,2 kat daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Tüberkülin cilt testinin (TCT) bazı uygulama ve yorumlama problemleri vardır. Quantiferon-TB Gold In Tube testinin (QFT-GIT) duyarlılık
ve özgüllüğünün TCT’den daha yüksek olduğu rapor edilmiştir. Bu çalışmada, SÇ’nda latent tüberküloz infeksiyonunun (LTBI) saptanmasında
QFT-GIT ile TCT arasındaki uyumu belirlemeyi amaçladık.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Yöntem: 100 gönüllü SÇ çalışmaya katıldı. Tümüne TCT ve QFT-GIT
yapıldı. Bulgular SÇ grupları arasında ve farklı değişkenler yönünden
karşılaştırıldı.
Bulgular: TCT indürasyonunun çap aralığı arttıkça, QFT-GIT pozitif
olgu sayısı artmaktaydı. TCT pozitif (>=15mm) 32 olgunun 17’sinde
(%53,1) QFT-GIT negatifti. TCT 0-5 mm arasındaki olguların tümünde
QFT-GIT de negatifti. QFT-GIT pozitif SÇ, negatif olanlardan belirgin olarak daha yaşlıydı. Ayrıca QFT-GIT pozitif SÇ’nın çalışma süresi, negatif
olanlardan belirgin olarak daha uzundu. Çalışma grubunda LTBI prevalansı TCT’ne göre %33,3 iken QFT-GIT’ne göre %19,8 idi. BCG aşılanma
hızı %100’dü.
Sonuç: İndürasyon çapı >=15mm olan TCT “pozitif” olarak kabul
edildiğinde, QFT-GIT ile TCT arasındaki uyum orta düzeydedir. Özellikle
rutin BCG aşılama programına sahip populasyonda ve LTBI yönünden
yüksek riskli gruplarda LTBI saptanmasında QFT-GIT’i TCT’ne alternatif
olarak öneririz.
Anahtar Kelimeler: Latent tüberküloz enfeksiyonu, sağlık çalışanları,
Quantiferon, tüberkülin cilt testi
Toraks tomografisinde sternum alt uçta, ksifoid komşuluğunda 3x2cm boyutunda lezyon görüldü. Hastanın laboratuar değerleri normaldi ve yara
sürüntü kültüründe üreme olmadı. Üroloji tarafından yapılan TUR sonrası
aynı seansta hastaya sternum parsiyel rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonu
uygulandı. Hem mesaneden hem de sternum ve civar dokulardan alınan
örneklerin patolojisinde tüberküloz saptandı ve hastaya uygun ilaç tedavisi başlandı. Operasyondan 5 ay sonra yine aynı yerde akıntısı başlayan
hastanın yara kültüründe enterokok üredi, ESR, CRP, WBC değerleri yükseldi. Uygun antibiyotik tedavisi verildi. Altıncı ay ise Klebsiella pnömonisi
geçirip tedavi oldu. Hastanın son üç aydır herhangi bir akıntı veya iltihabi
şikayeti bulunmamaktadır ve antitüberküloz tedavisi sürmektedir. Sternum
tüberkülozu sıklıkla orta yaşlı kişilerde olur. Komplikasyonları arasında fistülizasyon ve sekonder cilt enfeksiyonları bulunur. Tanı sonrası medikal
tedaviyi savunanların yanı sıra, cerrahi debridman ve daha uzun (kabaca
24 ay) medikal tedavi verilmesini önerenler de vardır.
Anahtar Kelimeler: Tüberkülozis, Sternum, Fistülizasyon
P488
P486
Akciğer Tüberkülozu ve Pulmoner Emboli
İlişkisi: İki Olgu Değerlendirmesi
Hadice Selimoğlu Şen, Özlem Abakay, Cengizhan Sezgi, Süreyya Yılmaz,
Abdurrahman Abakay, Abdullah Çetin Tanrıkulu
Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Giriş ve Amaç: Pulmoner emboli (PE),mortalitesi yüksek, önemli bir
klinik sorundur. Akut infeksiyöz hastalıklar, kalp yetmezliği ve kanser varlığının PE oluşumunu tetiklediği raporlanmıştır. Tüberküloz (TB) ülkemizde
en yaygın enfeksiyöz hastalıklarından biridir. Artmış plazma fibrinojeni,
azalmış antitrombin III, bozulmuş fibrinoliz ve reaktif trombositoz, pulmoner TB ile ilişkili bulunmuştur [1]. Rifampisin, antikoagulan hepatik proteinlerin üretimini azaltıp klirenslerini arttırarak hiperkoagulasyon durumuna
katkıda bulunabilir [2]. Tüberküloza PE’nin eşlik ettiği iki olgu, bu ilişkiye
dikkat çekme amaçlı sunuldu.
Olgu: Birinci olgu 61 yaşında erkek hasta, anttüberküloz tedavinin 4.
ayında nefes darlığı şikayeti ile acil servise başvurdu. Akciğer ventilasyon
perfüzyon sintigrafisinde yüksek olasılıklı PE saptandı. Ekokardiografide
pulmoner arter basıncı 85 mmHg olarak ölçüldü. Persistan hipotansiyonu
olan hastaya trombolitik tedavi uygulandı.
İkinci olgu, 54 yaşında erkek hasta, ani gelişen nefes darlığı şikayeti ile
acil servise başvurdu. Hastanın 10 yıl önce akciğer TB geçirme öyküsü
mevcuttu. Bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiografide pulmoner arterde
emboli ve tomurcuklanmış ağaç görünümleri saptandı. Ekokardiografide
pulmoner arter basıncı 95 mmhg idi. Hipotansiyonu devam eden hastaya
trombolitik tedavi uygulandı. Balgamda aside rezistan basil ++ olan hasta
nüks TB olarak değerlendirildi.
Sonuç: Tüberküloz hastalarında pulmoner emboli, uzun hastane yatışları ve rifampisin tedavisine seconder olabileceği gibi, hastalığın kendisine
bağlı da oluşabilir.
Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, tüberküloz, hiperkoagülasyon
P487
Genitoüriner ve Sternum Tüberkülozu
Birlikteliği: Nadir Bir Vaka
Akın Eraslan Balcı1, Mehmet Oğuzhan Özyurtkan1, Mustafa Akın2, Siyami
Aydın1, Derya Özdemir Tüten1, Murat Kılıç1, Suna Polatoğlu1
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Elazığ
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Elazığ
1
2
Tüberküloz en sık akciğeri etkilemekle birlikte hastaların %15-20’sinde
akciğer dışı tüberküloza rastlanmaktadır. Bu organlar arasında genitoüriner sistem ve sternum tutulumu oldukça nadirdir. Sternumun enfeksiyonlara dirençli yapıda olması yüzünden endemik yerlerde bile sternum
tüberkülozu oldukça nadir görülmektedir. Yazıda mesane ve sternum tüberkülozu olan bir hasta sunulmaktadır. Altmış sekiz yaşındaki diyabetik
erkek hasta idrar yapamama şikayetiyle üroloji kliniğinde değerlendirilip
operasyon planlanmış. Aynı zamanda 2 aydır sternum alt ucunda ağrı,
akıntı ve ele gelen lezyon olması sebebiyle kliniğimizce de değerlendirildi.
Erzincan Verem Savaş Dispanserinin 13 Yıllık
Macerası
Ertan Murat1, Edhem Ünver2, Sedat Altın2
Erzincan Verem Savaş Dispanseri, Erzincan
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan
1
2
Amaç: 2001-2013 yılları arasında Erzincan VSD tarafından Tüberküloz
tedavisi verilip izlenen hastaların özelliklerini karşılaştırmak
Materyal & Metod: 13 yıllık dönemde kayıtları düzgün tutulan 380
hastanın VSD dosyaları taranarak retrospektif incelemeler yapıldı. Yıllar
arasında tedavi sonuçları ve bunları etkileyen faktörler değerlendirildi. İstatistiki anlamlılık olup olmadığına bakıldı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 42,18 + 9,23, 157’si bayan,
223’ü (%58,7) erkek. 324’ü (%85,3) yeni vaka, 26 nüks, 24 nakil gelen,
2’si ÇİD ve 4’ü de nakil giden, 224’ü (%58,9) Akciğer TB, 153’ü Akciğer
dışı ve 3’ü de birlikte vakalar tedavi edildi.
Akciğer dışı TB vakalarının 62’si Lenf bezi TB, 31’i TB plörezi, 12’si
cilt TB, 4’ü meme TB, 8’i TB perikardit, 9’u kemik TB, 8’i meninks TB,
6’sı periton, 8’i böbrek, 2’si epididim, 1’er sürrenal, endometrium, barsak,
mesane, Karaciğer, larenks TB şeklinde idi.
224 AKC TB’den 55’inde balgam bakılmamış. 169 hastadan 121’inde
(%71,6) ARB pozitif, bunlardan kültür yapılan 33 materyalde 25’inde kültür pozitif, 8’inde kültür negatif, 9 ARB negatif hastada kültür pozitif idi.
105’i kırsal kesimden, 273 kişi de şehir merkezinden idi.
33’ü esnaf, 31’ i ev hanımı, 16’sı çiftçi, 24’ü öğrenci, 15’i işçi, 11’i işsiz,
8’i asker, 5’i de tutuklu hastalardı.Düzenli tedavi verilme süresi 8,74 +
3,12 ay olarak hesaplandı.
11 hasta exitus, 6 hasta ise, nakil ve dirençli olgu olmaları nedeniyle
tedavisini tamamlayamadı.
310 hastanın teşhisi göğüs hastalıkları uzmanı, 17’si enfeksiyon hastalıkları uzmanı, 53’ü ise, VSD tarafından konularak tedavi başlandı.
Sonuç: Özellikle akciğer dışı tüberküloz olgu sayısı, son yıllarda giderek
artış göstermekte olup, yaş ortalamasının da kadın hastalarda daha yüksek oluşu dikkat çekicidir. Tedavi tamamlama %83 olup, kür elde edilen
23 vakayla birlikte tedavi başarısı %89,6 olarak gerçekleşmiştir.
Anahtar Kelimeler: Erzincan, Verem Savaş Dispanseri, tüberküloz
P489
Medicosocial description and features of
clinical course of new case patients with
pulmonary tuberculosis
Saodat Abdullayevna Rustamova, Muhabbat Husanovna Djurabayeva
Department of Phthisiology, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan
Materials-Methods: We examined 50 patients with new-onset pulmonary tuberculosis. They were tested by clinical, microscopic and bacteriological methods.
Results: Sex and age: to 20 years old 2 patients, from 20 to 40 years
old 28 patients, from 41 to 60 years old - 13, over 61 years old 7 patients,
males - 36, women - 14.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
173
POSTER SUNUMLARI
Among the clinical forms dominated infiltrative tuberculosis in 35 cases,
focal tuberculosis in 11 cases, tuberculoma in 2 cases and one case of
disseminated and cavernous pulmonary tuberculosis. In past history 11
patients had contact with TB patients, among them at 6 patients there was
a family contact, 2 patients in the past were in prisons. A third of patients
had bad habits: alcohol abuse at 12 patients and smoking – 23, drugs - 3.
Patients without fixed place of work were 31, poor material conditions established in 18 patients. General symptoms of intoxication and cough with
sputum were noted at all patients. Half the patients had bacterioexcretion.
Drug resistance detected at 4 patients.
Conclusion: Medicosocial description of new-onset patients is as follows: often tuberculosis occurs in patients at working age with an active
lifestyle. Basically, they were presented as social unadapted individuals
who did not have a permanent job and had poor material and social conditions. Bad habits, mainly in the form of a combination of alcohol abuse
and smoking, concomitant diseases, criminal record present as risk factors.
It’s typical of this category extensive destructive forms of tuberculosis occurring with complications.
Keywords: new-onset, pulmonary tuberculosis, medicosocial
Concomitant diseases
Şekil 1. 24 (48%) patients had concomitant diseases. Among them dominated
diabetes mellitus type I and II at 7 (29.2%) patients, chronic hepatitis at 4
(16.7%) patients and anemia of mixed origin at 3 (12.5%) patients, non-specific
bronchopulmonary diseases - 3 (12.5%), HIV infection - 2 (8.3%), diseases of the
gastrointestinal tract - in 2 (8.3%) cases.
Table 1. Radiographic manifestations
Sides
Amount of patients
%
one-side
36
72
double-side
14
28
the collapse of the lung
42
84
Radiographic manifestations of a specific process were as follows: at the majority of patients (72%) the
tubercular process was one-sided, in 14 (28%) cases process was double-sided, the collapse of the lung was
detected at 42 (84%) patients.
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Sonuç: Dispanser bölgemizde uygulanmakta olan koruma tedavisinin
sonuçlarının paylaşılıp, tartışılması amaçlanan bu çalışmada koruma tedavisi verilen iki ana grupta, birbirine yakın tedavi tamamlama sonuçları
alındığı gözlemlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: koruma tedavisi, temaslı, ümraniye verem savaş
dispanseri
P491
Sarılık ile prezente olan akciğer ve
karaciğer tüberkülozu olgusu
Canan Gedik1, Asiye Kanbay1, Erkan Ceylan1, İlyas Tuncer2, Tülay
Zenginkinet3
1
İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji
Kliniği, İstanbul
3
İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği,
İstanbul
Tüberküloz(TB) tüm organ ve sistemleri tutabilen, ülkemizde sık görülen bir enfeksiyon hastalığıdır. Ekstrapulmoner tüberküloz,olguların %1520’sini oluşturmaktadır. Karaciğer tüberkülozu basilin lenfohematojen yolla yayılımıyla oluşur. En sık görülen formu akciğer veya miliyer tutuluma
eşlik eden yaygın karaciğer tutulumudur. Karaciğerdeki yaygın infiltrasyona rağmen genellikle semptom vermez. Akciğer ve karaciğer tutulumu
olan olgumuzu ilginç kılan,hastalığın solunum sistemi şikayetlerinden çok
GİS semptom ve bulguları ile ortaya çıkmasıdır.
64 Yaşında, erkek hasta. Üç gün önce başlayan ateş, üşüme, titreme,
karında şişkinlik ve ağrı, gözlerde ve deride sararma şikayetleri ile hastaneye başvurdu. Özgeçmişinde on yıldır KOAH tanısı ile bronkodilatatör
ve düzensiz olarak steroid kullanımı, 15 yıl öncesine kadar alkol kullanımı vardı. Fizik muayenede; TA: 140/70 mmHg, NB:79/dk, S.S:14/dk,
Ateş:38 C, şuur açık, koopere, skleralar ve deri ikterikti. Batında distansiyon, deride kollateral oluşumu ve hepatosplenomegalisi vardı. Solunum
sistemi muayenesinde her iki hemitoraks solunuma eşit katılıyor, bilateral
ronküsleri ve yer yer ralleri duyuluyordu. Hasta karaciğer sirozu ve KOAH
öntanısı ile Gastroenteroloji servisine interne edildi.
Laboratuar Bulguları: Üre:77mg/dl, Kreatinin: 57mg/dl, ALT:
188U/L, AST:206U/L, T.Bilirubin:10.29mg/dl, CRP:31.7mg/dl, WBC:
5.5,HGB:10.7, HCT:31.8, PLT:92000T. Protein:3.6gr/dl, Albümin: 2.06gr/
dl, LDH:729U/L, Alkalen Fosfataz 756U/L. Diğer laboratuar bulguları normaldi. Batın USG’ de hepatosplenomegali tesbit edildi. Tekrarlayan balgam incelemelerinde yatışının 6. gününde ARB (+) saptandı. Karaciğer
kalın iğne biyopsisinde nekrozlu granülomatöz iltihap saptanan hastaya
antiTB tedavi başlandı. Ancak genel durumu kötüleşen, kc enzimleri ve
bilirübin değerlerinde anlamlı düzelme görülmeyen hasta yoğun bakıma
sevk edildi.
Anahtar Kelimeler: tüberküloz, hepatik tutulum, ikter
P490
2010-2012 yılları arasında Dispanserimizdeki
koruma tedavisi sonuçları
Filiz Öztürk , Dilek Polat , Özlen Tümer , Haluk Çalışır
1
1
2
3
Ümraniye Verem Savaşı Dispanseri, İstanbul
2
Ümraniye Verem Savaşı Derneği, İstanbul
3
Atakent Acıbadem Hastanesi, İstanbul
1
Bulgular: 2010-2012 yılları arasında yaş ortalaması 19,5±16,4 olan,
650 kişi Ulusal Tüberküloz Rehberi protokolüne göre koruma tedavisine
alınmıştı. Bunların %72,6’ sı (473) temaslı, %23,5’ i (153) bağışıklık baskılanması, %3,5’i (23) TCT pozitifliği, %0,02’si (1) fibrotik lezyon nedeniyle
korumaya alınmıştı. Bu yıllarda dispanserimizde izlenen 273 yayma pozitif hastanın, 1123 temaslısından, 1086’sı (%96,7) en az bir kez muayene
edilmişti.Temas nedeniyle koruma tedavisine alınan yaş ortalaması 12,5 ±
16,4 olan, 473 kişinin %69’u (326) koruma tamamlama, %28,5’i (135) tedavi terk, %0,2’si (1) tüberküloz, %1’i (5) nakil, %1,3’ü (6) hepatotoksisite
ile sonuçlanmıştı. Yaş ortalaması 42,1±13,3 olan Bağışıklık baskılanması
nedeniyle koruma verilen, 153 kişinin %68’i (104) koruma tamamlama,
%11’i (17) koruma terk, %0,7’si (1) nakil, %0,7’si (1) tüberküloz, %2,6’sı
(4) ölüm olarak rapor edildi. %17’sinin (26) ise tedavileri çeşitli nedenlerle
doktor tarafından kesilmişti.
174
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
P492
Yaşlı hastalarda Tüberküloz
Filiz Duyar Ağca1, 5 no.lu Vsd Personeli2
3 No.lu Verem Savaşı Dispanseri, Altındağ, Ankara
5 No.lu Verem Savaşı Dispanseri Personeli, Yenimahalle, Ankara
1
2
Amaç: Tüberküloz(TB) tanısı almış 65 yaş ve üzeri hastaların
değerlendirilmesi
Gereç ve Yöntem: Ankara Yenimahalle Verem Savaşı Dispanseri’nde
Ocak 2005-Aralık 2012 döneminde kaydedilen yaşlı TB hastaları geriye
dönük incelendi.
Bulgular: 2005-2012 yıllarında kaydedilen 1028 hastadan
181’i(%17,6) 65 yaş ve üzeriydi. En yaşlısı 92 yaşındaydı. 88’i(%48.6)
kadın, 93’ü(%51,4) erkekti. 179’u Türkiye doğumluydu.
167(%92,2) olgu yeni; 13(%7,2) olgu nüks hastaydı. Nüks olgulardan
10’u akciğer TB(ACTB) idi; kadın:erkek oranı 3:10’du.
Olguların 87’sinde(%48,1) AC, 79’unda(%43,6) akciğer dışı(AD),
15’inde(%9,4) AC+AD tutulum saptandı. ADTB olgularında en çok ekstratorasik lenf nodu(n=31) tutulumu vardı; en sık servikal bölgedeydi.
Kadınlarda AD TB(%54,5); erkeklerde AC TB(%60,2) daha fazlaydı.
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
TB temas öyküsü 32(%17,7) olguda belirlendi, hiçbiri INH kemoproflaksisi almamıştı.
Olguların 133’ünde(%73,5) ek hastalık vardı; TB’la birlikte %40,4’ü
kalp-damar ve %19.1’i akciğer hastalığı tedavisi görüyordu. 55(%33,4)
olgunun birden fazla ek hastalığı varken 48(%26,5) yaşlının ek hastalığı
yoktu.
%91,2’sinde(n=165) ilk başvuru sırasında en az bir semptom vardı; en
sık görülenler öksürük(%49,2) ve gece teriydi(%37). 16(%8,8) hastaya rutin kontroller sırasında TB tanısı konmuştu.
AC TB hastalarının tamamında bakteriyolojik tetkik yapılmıştı. Balgamda ARB %56,8’inde(58/102) yayma(+), %13,7’sinde(14/102) kültür(+)ti.
180 hasta 1.seçenek TB ilaçlarıyla tedavi gördü.
2007’den itibaren hastalara Doğrudan Gözetimli Tedavi uygulanmıştı.
Tedavi sonuçları %86,7(n=157) tedavi başarısı, %12,2(n=22) ölüm
olarak sıralandı.
Sonuç: 65 yaş ve üzeri TB’lu hasta sayısı Yenimahalle dispanser bölgesinde son yıllarda giderek artmaktadır. Ek hastalıkları sebebiyle genel
semptomlarının birden çok olduğu; bunların TB semptomlarıyla örtüştüğü
saptanmıştır. Diğer yaş gruplarına göre daha fazla ölümün olduğu tespit
edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, yaşlı hastalar
Tablo 1. Yabancı ülke doğumlu tüberküloz olgularımızın genel
özellikleri
Tablo 1. Hastalarda organ tutulumu ve bakteriyolojik durum
HASTA
YENİ
NÜKS
TED. TERKTEN DÖNEN
TOPLAM
Y(+)K(+)ACTB
40
3
0
43
P494
Y(+)K(-)ACTB
10
3
0
13
Y(-)K(+)ACTB
11
1
1
13
Akciğer tüberkülozu düşündüren vasküler
lezyonlar
Y(-)K(-)ACTB
24
3
0
27
Y(-)K(?)ACTB
6
0
0
6
AD TB
76
3
0
79
TOPLAM
167
13
1
181
P493
Yabancı uyruklu tüberküloz olgularımızın
genel özellikleri
Mehmet Sinan Bodur1, Ayşe Emel Güngör1, Feyyaz Kabadayı1, Sibel Arınç1,
Dilek Ernam1, Fatma Armağan Hazar1, Sibel Boğa1, Mevhibe Esen Akkaya1,
Tülin Sevim1, Kaya Köksalan2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, İstanbul
1
2
Bu çalışma ile Mart 2013 - Ocak 2014 arasında tüberküloz kliniğimizde görülen yabancı ülke doğumlu tüberküloz olgularımızın özelliklerinin
irdelenmesi amaçlanmıştır. Toplam 14 yabancı ülke doğumlu tüberküloz
olgumuzun; 6’sı Türkmenistan, 3’ü Azerbaycan, 2’si Moldova doğumlu
olup Özbekistan, Suriye ve Endonezya doğumlu birer olgumuz oldu. Olgularımızın 6’sı kadın, 8’i erkek cinsiyetti. Yaş ortalamaları kadınlarda 29,3
yıl, erkeklerde 27,5 yıl idi. Toplam 5 ÇİD Tb olgusu olup bunların 2’si
mycobacterium beijing genotipindeydi. 5 olgu ücretli hasta olarak kayıtlı
olup 1 olgu sığınmacı stüsünde, 8 olgu da sağlık turizmi sigortası ile kayıt açtırmıştır. Yabancı ülke doğumlu tüberküloz olguları; kötü tüberküloz
kontrolü olan, yüksek insidans ve direnç oranları olan ülkelerden gelmeleri
nedeniyle önem taşımaktadır. Bu olgular oturma izinleri olmaması nedeniyle sınır dışı edilmektedir. Bu da tedavi terki oranlarını artırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, Yabancı ülke doğumlu hasta, Genel
özellikler
Orhan Yücel, Ferhat Onur Ural, Deniz Doğan, Cantürk Taşcı
Gülhane Askeri Tıp Akademisi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Tüberküloz; genellikle mycobacterium tuberculosis’in neden olduğu
uzun seyirli ve granülomatöz karakterde bakteriyel ve bulaşıcı bir enfeksiyondur. Tüberkülozis bir çoklu organ enfeksiyonu olabilmesine karşın
hastalık özellikle akciğerler ve mediastinal lenf bezlerinde daha sıklıkla gözlenir. Basil, aktif bir tüberküloz hastasından öksürük, hapşırık ya da diğer
yollarla tükürük içerisinde havaya saçılır, havada asılı kalan partiküllerin
alınmasıyla enfeksiyon yayılır. Bizim hastamız 24 yaşında erkek hasta.
Hasta polikliniğimize 2-3 haftadır var olan ve nefes alıp verdikçe batar
tarzda olan sol yan ağrısı nedeniyle başvurdu. Hastaya yapılan oskültasyonda sol hemitoraks kaidede solunum sesleri azalmıştı. Hastaya çekilen
p/a akciğer grafisinde sol skd kapalı ve sol akciğer üst zonda milimetrik nodüler dansite artışı mevcuttu. Hastaya sol hemitorakstan usg eşlinde torasentez planlandı. Hastadan plevral biyopsi alınamadı fakat 15 cc seröfibrinöz plevral mayi drene edildi. Plevral sıvı ada:113 u/l olarak sonuçlandı ve
hastaya tbc plörezi tanısıyla anti tbc tedavi başlandı(rif+ınh+emb+pza).
Hastanın çekilen p/a akciğer grafisinde sol üst zonda görülen nodüler dansite artışları ilk olarak akciğer tbc’i aklımıza getirdi fakat yapılan detaylı fizik
muyenesinde hastanın sol klavikula üzerinde palpasyonla nodüler lezyonlar palpe edildi. İnspeksiyonda bu nödüllerin fazla belli olmamakla beraber
vasküler bir yapıyı andırması üzerine hastaya sol omuz mr tetkiki çekildi ve
hastanın mr tetkikinde bu lezyonlar flebolit/hemanjiom olarak raporlandı.
Hastada 6 a y antitbc tedavisi sonrası sol plevral efüzyon tamamen geriledi
ve hastanın sol klavikula üzerindeki vasküler lezyonlarına yönelik kalpdamar cerrahisi tarafından cerrahi planlandı.
Anahtar Kelimeler: Akciğer Tüberkülozu, Tüberküloz Plörezi, Vasküler Lezyon
P495
Reasons of relapses of tuberculosis after
treatment under DOTS strategy
Kazim Mukhamedov Sabitovich1, Lubov Hegai Nikolayevna1, Mavluda
Khodjayeva Inogamovna1, Ludmila Yugai Makarovna2, Mukhabat
Djurabayeva Khusanovna1, Vyacheslav Kostromtsov Vitalyevich1, Saodat
Rustamova Abdullayevna1
Department of Phthisiology, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan
Department of Culture Laboratory of Tashkent TB Hospital N1.Tashkent, Uzbekistan
1
2
Reasons of tuberculosis relapse after the treatment under DOTS strategy
was studied.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
175
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Materials: We analyses of 104 patients with relapses of TB, carried out
treatment on DOTS ІІ categories in TB hospital №1. Male was 63(60,6 %),
female - 41(39,4%).
Results: 65,8% were infiltrative forms of TB, 29,9% - fibro-cavernous
TB, 4,3% disseminated TB. M.tuberculosis have been found out in 66
(63,5%) cases. The drug sensibility test has shown resistance to isoniasid
(H) in 35 (53,0%) cases, rifampicin (R) - in 28 (42,4%), ethambutol (E)
- in 5 (7,6%), to pyrazinamid (Z) - in 7 (10,6%) cases. Mono-resistance is
noted in 18 (27,3%) cases, poly-resistance - in 25 (37,8%) and multi-resistance - in 23 (34,8%).
From 104 patients 71 (68,3%) suffered of accompanying diseases: diabetes mellitus in 17 (23,9%) cases, stomach ulcer - 7 (9,8%), COPD
- 12 (16,9%), cardiovascular diseases - 11 (15,5%), alcoholism - 5 (7%)
and drug abuse - 8 (11,2%). Complications of TB process are noted at
28 (26,9%) patients. From them haemoptysis at 3 (10,7%), respiratory
insufficiency at 12 (42,8%), cardio-pulmonary insufficiency at 3 (10,7%)
patients.
Conclusion: The frequent reasons of relapses are presence of accompanying diseases (62,6%), insufficient duration of treatment in a continuation phase, indiscipline of patients. Correct and enough long treatment
on DOTS strategy at continuation phase is the major link of preventive
maintenance of relapses of TB.
Keywords: tuberculosis, treatment, relapse of TB
losis in Uzbekistan. At the same time number of patients with risk of relapse of tuberculosis (RT) increases. Now rate of RT average 30-40%.
For last 8 years this figure has not changed. However patients with resistant forms of M. tuberculosis increase. Under our supervision there were
128 patients with RT after completion SCT. The analysis of case records
of these patients has given the chance to judge efficiency of treatment.
We establish following major factors of risk of RT: 1) Insufficient facility
of adequacy controllable course therapy at 82 (64,1%) first time revealed
patients; 2) 29 (22,7%) patients who had major residual changes in lungs
after completion of treatment. Insufficient organization of supervision over
a condition of this patients group has affected on not timely revealing
and treatment of relapse; 3. Insufficient investigation of sputum on drug
sensitivity test (DST) in 17 (13,3%) cases. Hereupon to certain number of
patients the standard combined therapy appointed empirically. In above
mentioned groups particular importance has presence of several accompanying diseases and harmful habits of patients.
Conclusion: For improvement of prevention of relapses of pulmonary
tuberculosis follows: 1. guaranteeing of adequacy, enough long controllable course of chemotherapy, in intensive and continuation phases on
DOT taking into account DST; 2. to improve efficiency of organization of
revealing of TB at general medical networks; 3. the organization of fullfledged monitoring of treatment.
Keywords: tuberculosis, relapse, prevention
P496
P498
Akciğer dışı tüberküloz olgularının yıllara
ve cinsiyete göre değerlendirilmesi
İstanbul’da yabancı uyruklu tüberküloz
olgularının değerlendirilmesi,2005-2011
Beyhan Çakar
Zuhal Uğur1, Soydan Sinem Koymen1, Savaş Başar Kartal2
7 No’lu Verem Savaşı Dispanseri, Ankara
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Tüberküloz Şubesi, İstanbul
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, , İstanbul
3 İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, , İstanbul
1
2
Amaç: Dispanserimizde 2006-2012 yılları arasında kayıtlı akciğer dışı
tüberküloz olgularının yıllara ve cinsiyete göre (yaş, olgu tanımı, tutulum
yeri, tanı şekli, tedavi sonuçlarını) değerlendirmek.
Yöntem: Olguların dosyaları geriye dönük olarak tarandı.
Bulgular: Yedi yıllık sürede 590 TB olgu kayıt edildi. 296 (%50) akciğer TB (ATB), 255 si (%43) akciğer dışı TB(ADTB), 39 (%7) ATB + ADTB olgu idi. Toplam 255 ADTB olguların yıllara göre (2006-2012) yüzde
oranları; 31, 37, 38, 42, 49, 53, 56 idi. Kadın olgu sayısı 157 (%62), erkek olgu sayısı 98 (%38).Yeni olgu yüzdesi erkeklerde %97, kadınlardada
%95, ortalama yaş ve standart sapma kadın olgularda; 50, 30 19, 33 (187) erkek olgularda; 44,55±22,82 (1-81) idi. ADTB tipi kadınlarda ilk 3
sıra ektratorasik lenfadenit TB, TB plörit, genitoüriner sistem TB (sırasıyla
yüzdeleri 31, 13, 12) görülmekteydi. Erkek olgularda ise TB plörit, ektratorasik lenfadenit TB, kemik ve vertebra TB (sırasıyla yüzdeleri 32, 16, 13).
Tanı şekli incelendiğinde kadınlarda histopatolojik tanı, yayma AARB, klinik ve radyolojik tanı oran yüzdeleri sırasıyla 76, 5, 19 erkek olgularda ise
67, 6, 27 idi. Tüm olgularda yayma AARB pozitifliği %9, kültür müspetlik
oranı %5 idi. Tedaviyi terk ve tedavi başarısızlığı sayısı kadın olgularda
yok, erkek olgularda 2 idi. Tedaviye ilk başlama yerleri incelendiğinde ilk
sırayı verem savaş dispanseri (VSD)(%45) almıştı.
Sonuç: ADTB olgularımız yıllar içerisinde arttı. Kadın olgu sayısı ve yaş
ortalaması erkeklere göre daha fazla idi. Kadınlarda ekstratorasik lenfadeniti, erkeklerde ise TB plörit sık görüldü. Tedavi başlama yerleri incelendiğinde ilk sırayı VSD almıştı.
Anahtar Kelimeler: Akciğer dışı TB, yerleşim yeri, cinsiyet, tanı, tedavi sonuçları
Amaç: Yabancı uyruklu tüberküloz olgularının, demografik özelliklerinin, direnç ve tedavi sonuçlarının belirlenmesi
Metod: TUTSA kayıtlarında İstanbul’da 2005-2011 yılları arasında
41.300 tüberküloz olgularının 545 (%1.3)‘ı yabancı uyruklu olgular çalışma kapsamına alınmıştır. Kayıtlardaki eksik veriler hasta dosyalarından
tamamlanmıştır. Hastaların demografik özellikleri, ilaç direnç sonuçları,
tedavi sonuçları analiz edilmiştir.
Bulgular: Hastaların 293 (%53.7) E, Yaş ortalaması 31.5, %78.5 Akc
tüberkülozuydu. Akc Tb ların %79’na yayma bakılmış %70.8 ARB (+)
bulunmuştu. Olguların kültür %71.7(+) idi ve bunların %81.3’üne direnç
testi yapılmıştı. Yabancı uyruklu hasta sayısı 2005’de %0.49 iken 2011
%2.2 bulunmuştur. Toplam olguların, %59.2 Asya, %27.5 Avrupa, %13
Afrika kıtasındandı. En yüksek oranı Azarbeycan %22.4, Türkmenistan
%11 oluşturmaktaydı. Direnç testi yapılanlar içinde herhangi bir ilaca direnci bulunanlar %26.5, çok ilaca direnci bulunanlar %. 13.1 idi. Tüm
olguların %77.2 Tedavi başarısı, %18.7 tedavi terk, %2.2 Tedavi başarısızlığı, %1.3 ölüm idi.
Sonuç: Yıllar içinde yabancı uyruklu olgu sayısında anlamlı bir artış
bulunmaktadır. Yabancı uyruklu olgular, özellikle direnç oranları yüksek
olan ülkelerden gelmektedir. Yabancı uyruklu olguların tedavi terk oranları
İstanbul’un tüm olgularının terk oranlarına yaklaşık beş kat yüksek bulunmaktadır. Yabancı uyruklu hastaların tedavi ve takipleri yıllar içerisinde
daha da önemli bir sorun haline gelmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yabancı uyruklu, tüberküloz
P497
P499
Ways of improvement of prevention of
relapses of pulmonary tuberculosis
Milier tüberküloz olgusunda Rhizobium
Radiobacter bakteriyemisi
Mavluda Khodjayeva Inogamovna1, Mukhabat Djurabayeva Khusanovna1,
Tohirbek Yakubbekov Yunusovich2, Gulnora Murmusayeva Kuchkarovna3,
Vyacheslav Kostromtsov Vitalyevich1, Kazim Mukhamedov Sabitovich1
Ufuk Turhan, Alper Gündoğan, Tuncer Özkısa, Seyfettin Gümüş
Department of Phthisiology, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan
Therapeutics Department of TB Hospital N1, Tashkent, Uzbekistan
3
National Reference Laboratory, TB Institute, Tashkent, Uzbekistan
1
2
Introduction of the standard combined chemotherapy (SCT) on DOTS
strategy notes improvement of an epidemiological situation on tubercu-
176
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Geçmişte Agrobacterium olarak bilinen, daha sonra 16S rDNA analizine
göre sınıflandırılan Rhizobium türleri, yaygın olarak toprakta bulunan aerobik, hareketli, sporsuz, katalaz, oksidaz, üreaz pozitif ve gram-negatif basillerdir. Özellikle bitki patojeni olan bu grup (R.radiobacter, R.rhizogenes,
R.rubi, R.vitis) içinde Rhizobium radiobacter insanlarda da enfeksiyona
neden olabilmektedir. Seksenli yıllara kadar klinik örneklerden izole edil-
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
mesine rağmen insanlarda enfeksiyon etkeni olarak kabul edilmiyordu.
Enfeksiyon etkeni olarak ilk kez 1980 yılında protez kapak endokarditli
bir hastadan izole edildiği bildirilmiştir. Bu bakteriler genellikle bağışıklık
sistemi baskılanmış ve/veya kateter-protez gibi yabancı cisim kullanılan
hastalarda enfeksiyona yol açmaktadırlar. Bakteriyemi, peritoneal diyaliz
kaynaklı peritonit, üriner sistem enfeksiyonu ve nadir olarak da sellülit,
endoftalmit yada pnomoni ile prezente olabilir. Biz de burada milier tüberkülozu olan bir hastada görülen Rhizobium radiobacter bakteriyemisini
sunmak istedik.) Literatürde tüberkülozlu hastada Rhizobium radiobacter
bakteriyemisi daha önce bildirilmemiş olup, özellikle milier tüberkülozlu
hastalarda, tedaviye dirençli ateş durumunda Rhizobium radiobacter bakteriyemisi akılda bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: milier tüberküloz, Rhizobium Radiobacter
Çalışmamız akciğer tüberkülozlu hastalarda RDW düzeylerinin sağlıklı
kişilere göre yüksek olduğunu ve bu yükselmenin hastalardaki inflamatuar
sürece bağlı olabileceğini düşündürmüştür.
Anahtar Kelimeler: Akciğer, RDW, tüberküloz
P502
Kültür pozitif akciğer tüberkülozlu
hastalarda NLR oranının-değerlendirilmesi
Özlem Abakay, Hadice Selimoğlu Şen, Cengizhan Sezgi, Mahşuk Taylan,
Abdullah Çetin Tanrıkulu, Abdurrahman Abakay
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
P500
Akciğer Tüberkülozuna Eşlik Eden Venöz
Tromboemboli Olgusu
Alper Koç1, Ege Güleç Balbay2, Sinem Safçı1, Hafize Titiz2, Özgür Metin2
Düzce Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
Düzce Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
1
2
Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla görülen tüberküloz ciddi bir halk sağlığı sorunu oluşturmaya devam etmektedir. Pulmoner emboli (PE) ise mortalite ve morbiditesi yüksek bir hastalıktır. Burada akciğer tüberkülozu ve PE birlikteliğiyle takip ettiğimiz bir olguyu sunmayı
amaçladık.
Yat boyacılığı mesleğiyle uğraşan 54 yaşında erkek hasta yaklaşık iki
aydır olan iştahsızlık, halsizlik, kilo kaybı, öksürük ve balgam yakınmalarıyla polikliniğimize başvurdu. Posteroanterior akciğer grafisinde sağ üst
ve orta zonda heterojen opasite mevcuttu. Balgam mikroskopisinde aside
rezistan basil iki kez pozitif olarak bulundu. Hastaya İzoniyazid, Rifampisin, Pirazinamid, Etambutolden oluşan dörtlü tüberküloz tedavisi başlandı.
Hasta tedavinin 20. gününde sol bacakta ağrı ve şişlik nedeniyle yapılan
bilateral alt ekstremite venöz dopler ultrasonografide sol popliteal vende
ve sol vena saphana parvada trombüs saptandı. Nefes darlığı yakınması
da olan hastaya çekilen bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ pulmoner
arter alt lob segmenter dallarında ve sol pulmoner arter alt lob segmenter
dallarında trombüs ile uyumlu hipodens dolma defektleri izlendi ve hastaya antikoagülan tedavi başlandı.
Akciğer tüberkülozu nedeniyle izlenen hastalarda, özellikle tedavinin ilk
ayında sağlıklı bireylere kıyasla tüberküloz tedavisinde yer alan rifampisin
kaynaklı artmış venöz tromboemboli (VTE) riski olduğu bildirilmiştir. Bilinen başka bir risk faktörü yok ise uygun klinik özellikleri taşıyan tedavi
altındaki akciğer tüberkülozu hastalarında VTE riskinin olduğunun unutulmaması gerektiği kanısındayız.
Anahtar Kelimeler: akciğer tüberkülozu, pulmoner emboli, rifampisin
P501
Akciğer tüberkülozlu hastalarda RDW
düzeyinin-değerlendirilmesi
Özlem Abakay, Hadice Selimoğlu Şen, Ali İhsan Çarkanat, Süreyya Yılmaz,
Abdullah Çetin Tanrıkulu, Halide Kaya, Abdurrahman Abakay
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Red Blood Cell Distribution Width (RDW) kırmızı kan hücrelerinin şekil ve büyüklüklerindeki değişimlerini gösteren basit bir laboratuar testtir.
Pnömoni gibi enfeksiyöz akciğer hastalıklarında artmış olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada kültür pozitif akciğer tüberkülozlu hastaların RDW düzeyindeki değişimlerin araştırılması amaçlandı.
Çalışmaya 56 kültür pozitif akciğer tüberkülozlu hasta ve 50 sağlıklı kişiden oluşan kontrol grubu alındı.
Hastaların yaş ortalaması 49,0 ± 23,3 yıldı. Hastaların %66’si erkek,
%34’i kadındı. Hasta ve kontrol gruplarının yaş ortalaması ve cinsiyet
dağılımı benzerdi (p >0,05). Hasta grubunda ortalama RDW düzeyi
16.6±2.4 iken kontrol grubunda ortalama RDW düzeyi 12.5±1.4 olarak
saptandı. Hasta grubunun RDW düzeyi kontrol grubundan daha yüksekti
(p<0.001).
Nötrofil Lenfosit Oranı (NLR) sistemik inflamasyonu gösteren ucuz bir
belirteçtir. Pnömoni gibi enfeksiyöz akciğer hastalıklarında artmış olduğu
bildirilmiştir. Bu çalışmada kültür pozitif akciğer tüberkülozlu hastaların
NLR düzeyindeki değişimlerin araştırılması amaçlandı.
Çalışmaya 49 akciğer tüberkülozlu hasta ve 43 sağlıklı kişiden oluşan
kontrol grubu alındı.
Hastaların yaş ortalaması 49,6 ± 22,9 yıldı. Hastaların %69’u erkek,
%31’i kadındı. Hasta ve kontrol gruplarının yaş ortalaması ve cinsiyet dağılımı benzerdi (p >0,05). Hasta grubunda ortalama NLR değeri
2,26±0,3 iken kontrol grubunda ortalama NLR değeri 0,3±0,04 olarak
saptandı. Hasta grubunun NLR ortalaması kontrol grubundan daha yüksekti (p<0.001).
Çalışmamız akciğer tüberkülozlu hastalarda NLR düzeylerinin sağlıklı
kişilere göre yüksek olduğunu ve bu yükselmenin hastalardaki inflamatuar
sürece bağlı olabileceğini düşündürmüştür.
Anahtar Kelimeler: Akciğer, tüberküloz, NLR
P503
Tuberkuloz ve Diyabet iliskisi
Sevim Brina
Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Prizren
Bu retrospektif çalışmasında akciğer tüberkülozu olan hastalarda diyabet sıklık ve diyabet ile akciger tüberkülozu arasında ilişkiyi belirlemeyi amaçladık. Çünkü diyabet ve türberküloz tıptakı ilerlemelere rağmen
önemli bir sağlık sorunu olmayı sürdürmektedir.
Çalışma 2011-1013 tarihleri arasındakı retrospektif olarak, Prizren
devlet hastanesinde, göğüs hastalıkları bölümünde kayıtlı, yatarak tedavi
gören toplam 1307 tüberküloz hastasından, 408 kişi ile yapılmıştır.Araştırmanın verileri arastırmacı tarafından hastaların sosyo-demografik ve
klinik özelliklerini içeren sorulardan toplanmıştır. Veriler hastane arşivinde bulunan hasta dosyalarının araştırmacı tarafından incelenmesiyle elde
edilmiştir.
Araştırma sonucunda olgular yaş ortalaması 44+-18 yıl olup %82,6’sını
erkek hastalar oluşturmaktadır. Olguların %48,5’i 0-2 ay tüberküloz tedavisi görmüşlerdir, ve %70,3’ü tüberküloz nedeniyle hastaneye ilk kez
yatmıştır. Çalışmamızda olguların %34,3’ünün (140) ilave kronik hastalığı olup, bu hastalıkların %16,4’ünün (67) Diyabet, %10,3’ünün hipertansiyon olduğunu belirlenmiştir. Diyabetli olguların %35,5’inin 5 yıldan
fazla süredir diyabet hastası oldugu bulunmuştur. Çalışmamızda diyabetli
hastaların %53,7(36) İnsulin ve %38,8’i (26) oral Antidiyabetik tedavisi
almaktadır.
Akciğer tüberkülozu olan hastalarda diyabet diğer hastalıklara oranla
yüksek görülmektedir. Diyabet ve tüberküloz birlikteliği, hastalığın kontrolünü güçleştirmekte, bireyin günlük yaşam aktivitelerini yerine getirmede
kısıtlamalara yol açmaktadır. Bu nedenle sağlık profesyönelleri aktif akciğer tüberkülozu tanısı konulan hastaların diyabet açısından anamnezlerine
dikkat etmeli, düzenli aralıklarla rutin kan şekeri ölçümü yapılmasını sağlamalı, uzun süredir diyabeti olan hastaları her kontrole gelişlerinde tüberküloz açısından değerlendirmelidir.
Anahtar Kelimeler: diyabet, akciğer tüberkülozu, görülme sıklıgı, hastalık ilişkisi
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
177
POSTER SUNUMLARI
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
P504
The medico-social characteristic of patients
with tubercular pleurisy
PA akciğer grafisi
Akram Irgashev, Khayrulla Rajabov, Rustam Abdullaev
Department Diagnostics of Pathology of Lungs and of Pleura, National Center of Tb,
Tashkent, Uzbekistan
The medico-social status was studied at 161 patients with the TB pleurisy. Men was 88, women 73. Aged till 20 years were 6, 21-50 years–152,
51 and are more–3, thus women of reproductive age were–66. On social
composition among patients students were 8, workers and employees
budgetary-30, pensioners and invalids-42, the unemployed-46, housewives–30, businessmen–5. 152 patients the beginning of the illness connected with overcooling. The period from an onset of illness to appeal to
specialized medical institution were at 19 patients 1-2 weeks, at 57–3-4
weeks, at 79–5-6 weeks, at 6- 6 and more weeks. The delay in the address
for specialized medical care at 31 patients was connected by self-treatment, at 29–load work and fear to lose works, at 87–underestimation of
condition of health, at 14–untimely diagnostics in primary unit of health
care. It should be noted that at 34 patients (21,1%) pleurisy was complication of focal TB of lungs, at 15-is revealed HIV. MTB in a pleural exudate
founded in 23.
At all patients will reach good result from the carried-out antitubercular
treatment against pathogenetic therapy and punktsionny aspiration of an
exudate from a pleural cavity.
Conclusion: Thus, the medico-social status of patients with tubercular
pleurisy is characterized by a prevalence among them the most young
and able-bodied faces, and also vulnerable segments of the population,
untimely and late diagnostics of this pathology. Despite this, correct and
adequate treatment in the conditions of specialized medical institution allows to reach at all patients good results from therapeutic treatment.
Keywords: tubercular pleurisy, medico-social status,
P505
Metastatik Akciğer Kanserini ve Multipl
Myelomayı Taklit Eden Yaygın Akciğer
Tüberkülozu ve Pott Hastalığı Birlikteliği
Şekil 1. Bilateral yamalı infiltratlar
P506
Ankara Merkez Verem Savaşı Dispanserinde
İlaçla Koruma Tedavisinin 5 Yıllık Analizi
Buket Başa Akdoğan, Ömer Faruk Önder, Gülhan Boğatekin
Tülay Sağıroğlu1, Suha Özkan2
Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Diyarbakır
1
Yurdumuzun önemli sağlık sorunlarından tüberküloz iskelet sisteminde
yerleşerek ciddi sakatlıklara yol açabilir. Tanısında gecikebilen olgulardır.
Bu hastalarda solunum sistemi değerlendirilmelidir. Burada kemik metastazı yapmış akciğer kanserini ve multipl myelomu taklit eden nadir görülen
pott hastalığı ve yaygın akciğer tüberkülozu birlikteliğini yansıtan bir olgu
sunulmaktadır.
79 yaşında erkek hasta genel durum bozukluğu,bel ağrısı,yakınmasıyla
hemotolojiye başvurmuş. Hasta anemi, sedim yüksekliği,sistem sorgusunda bel ağrılarıda olması dolayısıyla multipl myelom ön tanısıyla servise
yatırılmış. Takipte ateş yüksekliği olan hastaya çekilen akciğer grafisiyle
pnömoni,akciğer ca düşünülerek göğüs hastalıklarına konsülte edilmiştir. Hastanın fizik muayenesinde genel durum orta-kötü idi. Belirgin siyanozu mevcuttu. Saturasyonu oda havasında 80 idi. Oskültasyonda
bilateral sibilan ronküsü ve yer yer ralleri mevcuttu.PA grafide bilateral
yamalı infiltratları mevcuttu.Hemoglobin 11,6 g/dl sedim 65mm/sa,CRP
32mg/L.tm markerleri negatif idi. Brucella 2 kez menfi saptanmıştı.hasta
tbc servisimize devr alındı. Balgam ARB 2 kez menfi iken daha sonrasında
+++/++saptandı. Toraks BT sinde mediastende paratrakeal,prekarinal,
büyüğü 14x8 mm boyutlu lenf nodu, sol akciğer üst lob ve alt lobda alveoler asiner ve nodüler tarzda,sağ akciğerde asiner ve nodüler tarzda dansite artımları izlendi. Torakolomber MR da Th12-L1 de spondilodiskit ile
uyumlu görünüm,posteriorda epidural mesafede yaklaşık 1,5cm çapında
IVK sonrasında periferal tarzda kontrast tutulumu saptanan püy veya apse
ile uyumlu olabilecek sıvı koleksiyonu izlenmekteydi. Beyin cerrahisi tarafından genel durumu nedeniyle operasyon düşünülmeyen hastada görünüm pott ile uyumlu kabul edildi.Hasta antitüberküloz tedavi öncesinde
yaklaşık 10 gün sefeperozon/sulbaktam tedaviside almıştı, ateş yanıtı yoktu. antitbc tedavisi düzenlendi. Klinik yanıt alındı.3 haftalık anti tbc tedavisi
ardından beyin cerrahisine apse drenajı için devir edildi.
ön tanılarda anımsanması gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Pott, vertebra tüberkülozu,nedeni bilinmeyen
ateş
178
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Çankaya Merkez Verem Savaşı Dispanseri, Ankara
Yenimahalle Çamlıca Aile Sağlığı Merkezi, Ankara
2
Amaç: Tüberküloz Kontrolünde önemli bir yeri olan ilaçla koruma
tedavisinin, dispanserimizde son yıllardaki durumu ve tedaviye uyumun
değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: 2008-2012 yılları arasındaki 5 yılda Ankara Merkez Verem
Savaşı Dispanserinde ilaçla koruma tedavisine alınanların kayıtları retrospektif incelendi. Koruma tedavisine alınanların özellikleri, koruma nedenleri ve tedavi sonuçları analiz edildi, yıllara göre karşılaştırıldı.
Bulgular: 2008’de 44, 2009’da 74, 2010’da 129, 2011’de 100,
2012’de 199, toplamda 546 kişi ilaçla koruma tedavisine alınmıştır. Yaş
ortalaması 28,1±18,4 olup bunların %52,6’sı erkektir. Koruma tedavisine TB hastasının temaslısı olduğundan alınanlar yıllara göre 27(%61,4),
35(%47,3), 59(%45,7), 27(%27), 108(%54,3) toplamda 256(%46,9) kişi
iken, Tüberkülin Deri Testi pozitifliğinden toplamda 97(%17,8) kişi korumaya alınmıştır. Bağışıklık baskılanması nedeniyle korumanın toplamda
186(%34,1) kişiye verildiği, bu rakamın son yıllarda arttığı bulunmuştur.
3 kişiye sekel lezyon, 4 kişiye de diğer nedenlerle koruma başlanmıştır.
Korumaların hemen hepsinde İzoniyazid kullanılırken sadece 6 kişide rifampisin verilmiştir. Bağışıklık baskılanmasında genelde 9 ay, diğerlerinde
6 ay tedavi verildiği bulunmuştur. Koruma tedavisine alınanların %78,8’si
tamamlamış, %16,7’si terk etmiştir. 2 kişide tüberküloz tedavisine başlanmış, 16 kişide yan etkiler nedeniyle tedavi kesilmiş, 2 kişi vefat etmiştir.
Korunma tedavisine alınma nedenleri, kadın ve erkek cinsiyeti ve yaş
gruplarına göre yapılan analizlerde tedavi tamamlama-terk oranlarında
istatistiksel anlamlı fark bulunamamıştır.
Sonuç: Dispanserimizde ilaçla koruma tedavisine alınanların sayıları
son yıllarda gittikçe artmaktadır. Bunun başlıca nedeni temaslılara daha
fazla koruma verilmesiyle birlikte, TNF-alfa inhibitörünün yaygın kullanılmasıdır. Koruma tedavisine uyumun daha iyi olması için TB hastalarının
takibine gösterilen özen bu kişilere de gösterilmelidir. Uyumsuzluk için
özellikli bir grup bulunamamı

Benzer belgeler