Poster Sunumları - Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi
Transkript
Poster Sunumları - Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi Poster Sunumları POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ AKCİĞER PATOLOJİSİ P001 A spicular pulmonary mass mimicking a secondary metastatic lesion Arjana Hamdi Sina, Dafina Pali Todri, Hasan Sulejman Hafizi University Hospital of Tirana ‘Shefqet Ndroqi’ A 52-year-old man with a 30 pack-year smoking history was admitted to our hospital with a 3 weeks history of cough with haemoptysis, chest pain, hematuria, weight loss and fever. At admission, the patient was in moderate clinical condition and systemic review was unremarkable. He has no significant past medical history and is on no medication. Laboratory data showed an erythrocyte sedimentation rate of 45mm/hr, the other data were normal. CT revealed a large spiculated mass 4.5cm x 4 cm with a central destructive cavity, in the 1st and 2nd segments of the left lung. Mediastinal lymph nodes up to 1 cm. In the right kidney was revealed a heterogenic mass, which got contrast and seemed to infiltrate iliopsoas muscle. Abdominal ultrasound-revealed a cortical mass, 4x4 cm in diameter, in the right kidney. A fiberoptic bronchoscopy with bronchoalveolar lavage and transbronchial biopsies was performed. Culmen and its 3 segments presented with edematous and hyperemic mucosa which cause a mild obstruction. Bronchial lavage: cytology resulted – necrotic material, predominantly neutrophils; BK culture negative Tran thoracic needle biopsy – resulted inflammatory lesion.The patient was discharged from hospital in 06/19/2013 with dg: Susp lung cancer and right kidney tumor. Renal mass biopsy- resulted clear cell renal carcinoma He underwent the kidney resection and came after one month for evaluation of the pulmonary lesion which was almost healed with subsequent scarring. The definitive diagnosis: Inflammatory pulmonary lesion and Clear cell right renal carcinoma Keywords: Secondary pulmonary metastatic lesion, renal carcinoma, spicular lesion P002 öksürükle gelişen rektus hematomu Harun Karamanlı, Bilal Arık Mevlana Üniveristesi Tıp Fakültesi, Konya Abdominal rektus kılıfı hematomu nadir gelişen ancak fatal seyir gosterebilen bir bir tablo olup; yaşlı ve kadınlarda daha sık gorulmektedir.Son 2 haftadır gidere artan non produktif şiddetli öksürük şikayeti ile değerlendirilen hastanın 1 haftadır artan, sağ alt kadranda ağrı tarif ediyordu. Abdominal tomografide sağda rektus kılıfı icerisinde hematomla uyumlu lezyon rapor edildi.Hastanın anamenez ve hikayesinden rektus hematomu yapabilecek risk faktörlerinden sadece subakut nonproduktif öksürük ve aspirin kullanımı mevcuttu. Rektus kılıf hematomuna neden olan birçok tetikleyici faktör vardır. Çoğu antikoagülan kullanımına ikincil gelişen spontan kanamalardır. Özellikle astım bronşiale, pnömoni gibi akciğer hastalıklarında intraabdominal basıncı arttıran şiddetli öksürük en sık travma dışı mekanizmadır.Bizim olgumuzda hastanın öksürük ve aspirin kullanımı dışında ek risk faktoru saptanmadı. Uzamış ve inatçı öksürük durumunda, rektus kılıfı hematomu gelişimi icin akılda tutulması gereken risk faktorleri arasındadır Anahtar Kelimeler: öksürük, rectus hematom Şekil 1. rectus hematoma P003 Castleman Hastalığı, Bir Olgu Nedeniyle Deniz Doğan, Nesrin Öcal, Alev Taşkın, Ergün Uçar, Hayati Bilgiç Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Figure 1. CT at hospital addmission revealed a large spiculated mass 4.5cm x 4 cm with a central destructive cavity Figure 2. Good resorption one month after antibiotic treatment Castleman hastalığı, nadir bir lenfoproliferatif hastalık olup genellikle asemptomatik olgularda rutin taramalarla saptanır. Dev lenf nodu hiperplazisi, angiofolliküler lenf nodu hiperplazisi gibi isimlerle de anılmaktadır. Sıklıkla mediastinal alanda timoma görüntüsü ile karışabilen soliter, benign bir kitle görünümünde ortaya çıkan hastalığın histopatolojik olarak hyalen vasküler tip ve plazma hücreli tip olmak üzere iki tipi vardır. Biz, klasik dev lenf nodu hiperplazisine ait radyolojik görünüm dışında prezente olan farklı bir olguyu paylaşmak istedik. Aktif şikayeti olmayan 21 yaşında erkek hasta yapılan peryodik kontrollerde çekilen PA akciğer grafisinde izlenen lezyon nedeniyle kliniğimize refere edilmiş. Hastaya toraks BT çekildi. Torkas BT’de bilateral alt lo bronşları etrafında peribronkovaskuler dansitler ve sağda orta lobda, solda ise lingula inferiorda kollabe görünüm izlenen hastaya tanısal bronkoskopi işlemi uygulandı. Alınan biyopsi sonuçları tanısal gelmeyen hastanın mevcut lezyonlarına yönelik tanısal cerrahi işlem için göğüs cerrahisi kliniğinde cerrahi lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Alınan materyalin patoloji sonuçları castleman hastalığı, hyalin vaskuler tip olarak raporlandı. Bu olgu nadir görülen bir patoloji olan Castleman hastalığının tipik bulgularını ve radyolojik görünümünü sergilememesi bakımından farklı bir örnek teşkil etmektedir. Klasik olarak dev mediastinal lenf nodu olarak tarif edilen bu hastalığın öncelikli öntanılar arasında yer almadığı olgulara örnek teşkil etmesi açısından paylaştık. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 3 POSTER SUNUMLARI Anahtar Kelimeler: castleman hastalığı, histopatoloji, lenf nodu P006 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Primer Trakeobronşial AL Amiloidozis Nur Seda İbili1, Arif Hikmet Çımrın2, Atila Akkoçlu2, Duygu Gürel3 Dokuz Eylül Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir 1 2 3 Şekil 1. Bilateral alt lob bronşu etrafında peribronkovaskuler dansiteler a. mediasten kesiti b. parankim kesiti P004 Pulmoner Glomanjioma: olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi Muhammet Reha Çelik, Hakkı Ulutaş, Akın Kuzucu İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Turgut Özal Tıp Merkezi Göğüs Cerrahisi, Malatya Glomanjioma, arteriovenöz anastomozların etrafını saran glomus cisimlerinden kaynaklanan benign yumuşak doku tümörleridir. Tüm yumuşak doku tümörlerinin %1.6’sını oluşturan glomus tümörleri genellikle bu olgu ekstremitelerde ortaya çıkar. Bu çalışmada sağ akciğer alt lobunda glomanjioma saptanan 40 yaşında kadın hasta sunuldu. Göğüs ağrısı ile kliniğimize başvuran hastanın çekilen bilgisayarlı tomografisinde 4.0 cm çapında solid kitle lezyonu saptanmıştır. Preoperatif fiberoptik bronkoskopi uygulanmış ancak endobronşial lezyon saptanmamıştır. Kitle, etrafında sağlam akciğer dokusu olacak şekilde video yardımlı torakoskopik wedge rezeksiyon ile çıkarılmıştır. Histopatolojik bulgular; uniform olarak dizilmiş, berrak sitoplazmalı, küçük nukleusları olan ve mitotik aktivite göstermeyen küçük yuvarlak hücrelerden oluşan glomanjioma olarak rapor edildi. Glomus cisimlerinin akciğer parankiminde neredeyse hiç bulunmamasından dolayı pulmoner glomanjiomalar son derece nadir lezyonlardır. Kolaylıkla daha sık görülen primer veya metastatik akciğer lezyonları ile karıştırılabilir. Nüks etme ihtimali düşüktür. Bu tümörde cerrahi yaklaşım ve komplet rezeksiyon kesin tanı ve küratif bir tedavi için en doğru tercihtir. Anahtar Kelimeler: Glomangioma, VATS, Komplet Rezeksiyon Amiloidoz, primer(AL protein), sekonder(AA protein), herediter ve diyaliz amiloidozu olarak dört formda görülmektedir. Sistemik bir klinik antite olmakla birlikte organ sınırlı olarak da görülebilir. Trakeobronşial amiloidoz tüm amiloidoz tiplerinde olsa da, özellikle AL amiloidozda bildirilmiştir. AL amiloid birikim ile karakterli primer trakeobronşial amiloidoz olgusu sunulmuştur. 34 yaşında, mobilya imalatı yapan erkek olgu. 3-4 aydır giderek belirginleşen nefes darlığı, öksürük, hırıltılı solunum şikayeti ile başvurdu. özgeçmişde özellik saptanmadı. 10paket/yıl sigara kullanımı mevcuttu. Fizik muayene bulguları olağandı. PA Akciğer grafisinde sağ alt zonda bronkovaskuler gölgelenmede belirginleşme görüldü. Toraks BT’de subkarinal multiple konglomere mediastinal lenf bezleri ve sağ akciğer orta lob lateral segmentte yarı homojen infiltrasyon alanları izlendi. Bronkoskopide ana karina künt ve ödemli,her iki ana bronş mukozasının düzensizleştiği görüldü (Şekil 1). Mukozal düzensizleşme alanından biopsi alındı.Materyalin histopatolojik değerlendirmesinde AL amiloid birikimi saptandı. Diğer organ-sistem tutulumunu destekleyen bulgu saptanmadı. Kemik iliği biopsisi planlandı. Mevcut bulgularla distal trakeobronşial mukozal tutulumlu AL amiloidoz tanısı konuldu. Vital soruna yol açacak bir bulgu olmadığı için izleme alındı. Sonuç olarak; izole trakeobronşial AL amiloidoz, sıklıkla primer amiloidozun bir organ tutulumu formu şeklinde görülmektedir. Başvuru genellikle santral havayolu obstrüksiyonu bulguları nedeni ile olmaktadır Anahtar Kelimeler: Amiloidoz, trakeobronşial, pulmonar amiloidoz, primer AL P007 Akciğerin transbronşiyal iğne aspirasyonu ve bronkoskopik biyopsi ile tanı konulan düşük dereceli mukoepidermoid karsinomu İrem Hicran Özbudak1, Havva Serap Toru1, Tülay Özdemir2, Ömer Özbudak2, Gülay Özbilim1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya 1 2 P005 Nadir Bir Mediyastinal Kitle Nedeni: İdiyopatik Fibrozan Mediyastenit Tekin Yıldız1, Hüseyin Dülger2, Turgut Aydın3 Medical Park Bursa Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi Çekirge Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Patomer Patoloji Laboratuvarı 1 2 3 İdiyopatik mediastinal fibrozis (İMF) mediastenin visseral kompartmanında yoğun fibröz doku proliferasyonu ve depolanmasıyla sonuçlanan, nedeni her zaman ortaya konamayan, nadir izlenen bir patolojidir. Pek çok hastada etiyoloji belirsizdir. Altmış üç yaşında erkek hasta, öksürük, göğüste sıkışma hissi, zayıflama, halsizlik şikayetleriyle başvurdu. Kırk paket/yıl sigara içimi dışında önemli bir risk faktörü yoktu. Bilinen herhangi bir sistemik veya genetik hastalık yoktu. Fizik muayenesinde solunum seslerinde kabalaşma dışında patolojik bulgu saptanmadı. PA AC grafisinde mediyastende ve sağ paratrakeal alanda genişleme saptandı. Toraks BT’de mediyastende ve sağ üst paratrakeal bölgede 83x66 mm boyutuna kadar ulaşan mediyastinal kitle? Lenfadenomegali? saptandı. Hastaya tanısal amaçlı mediyastinoskopi yapıldı. Alınan dokunun histopatolojisi fibrozan mediyastenit olarak bildirildi. Etyolojik olarak yapılan incelemelerde önemli bir neden saptanmadı. İdiyopatik mediyastinal fibrozis tanısı kondu. Halen semptomatik tedavi ile takip edilmektedir. Mediastinal kitleler incelenirken, nadiren de olsa, İMF hatırlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: idiyopatik mediyastinal fibrozis 4 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş: Mukoepidermoid karsinom (MEK) tüm akciğer tümörlerinin %1’den daha azını oluşturan, nadir bir primer akciğer tümörüdür. Santral hava yollarında bronş duvarında ki bezlerden kaynaklanır. Klinik belirtiler polipoid endobronşiyal büyümeye ve trakea ile büyük hava yolu irritasyonuyla ilgilidir. Transbronşiyal iğne aspirasyonu (TBİA) da MEK tanısı için güvenli ve etkili bir bronkoskopik teknik olarak tanımlanmaktadır.. Olgu: Yatar pozisyonda wheezing ile başvuran hasta,34 yaşında ver erkektir. Görüntüleme yöntemlerinde, sağ üst lob bronşu tutan kitle tespit edilmiştir. Hastaya bronkoskopi ve TBİA yapılmıştır. Patolojik incelemesinde müsinöz hücreler ve intermediate hücreler, skuamoid hücrelerden oluşan düşük dereceli MEK saptanmıştır. TBNA’da, sakin nükleuslar ve müsinöz arka plan ile ara tip hücreler görülmüştür. Tartışma: MEK aynı adı taşıyan tükrük bezi tümörü ile aynı histolojikdedir. Morfolojik ve sitolojik özelliklerine göre düşük ve yüksek dereceli tiplere ayrımaktadır. Düşük dereceli MEK yüksek derecelilere göre çok daha iyi prognoza sahiptir.Yüksek dereceli olanlar küçük hücreli dışı karsinom ile benzer prognoza sahiptir. Bu olgu, doğru tanı koymak için yeterli biyopsi örneklemi yapılmasının önemini ve genellikle daha iyi prognoz gösteren düşük dereceli formda olduklarını da vurgulamaktadır. Anahtar Kelimeler: düşük dereceli MEK, TBİA POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ AKCİĞER VE PLEVRA MALİGNİTELER P008 Mide adenokarsinomunun endobronşiyal metastazı: Olgu sunumu Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Suat Durkaya3, Sema Nur Çalışkan2, Ali Ersoy4, Gökhan Büyükbayram1, Zulal Özbolat1, Caner Kır5 Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 3 İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay 4 Antakya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 5 Dörtyol Devlet Hastanesi, Patoloji, Hatay 1 2 Akciğer dışı solid malign tümörlerin akciğer metastazları yaygın görülmesine rağmen endobronşiyal invazyon çok nadir olarak gözlenmektedir. Ensık endobronşiyal metastaz gelişen tümörler meme, kolon, böbrek adenokarsinomlarıdır. 41 yaşında erkek hasta, öksürük, nefes darlığı, hırıltı şikayeti ile başvurdu. Özgeçmişinde 2 yıl önce mide adenokarsinomu nedeni ile operasyon ve sonrasında kemo radyoterapi tedavisi mevcuttu. Hastanın yapılan bronkoskopisinde sol alt lob superiyor girişinde mukozada düzensizlik ve hiperemi mevcuttu. Alınan mukoza biyopsinde mide adenokarsinom metastazı gösterildi. Anahtar Kelimeler: Mide karsinomu, endobronşiyal metastaz P009 β-HCG pozitifliği ile seyreden akciğer tümörü: Primer pulmoner germ hücreli tümör? β-HCG sekrete eden primer akciğer kanseri? Burcu Cirit Koçer1, Yurdanur Erdoğan1, Berna Akıncı Özyürek1, Funda Demirağ2, Meriç Ünver1 1 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara 2 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Ankara Gonadlar dışında ortaya çıkan germ hücreli tümörler (GHT) ekstragonadal GHT olarak adlandırılırlar. Erişkinlerde en sık anterior mediastinal olmak üzere, retroperitoneal, pineal bez ve sakral yerleşim görülürken primer pulmoner GHT çok nadirdir. Küçük hücreli dışı akciğer karsinomlarında paraneoplastik β-HCG salınımı da nadiren bildirilmiştir. 43 yaşında erkek hasta nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikayeti ile başvurdu. Toraks bilgisayarlı tomografisinde multiple nodül ve kitleler, plevral efüzyon saptandı. Serum β-HCG değeri yüksek olarak bulundu. Yapılan bronkoskopide endobronşiyal lezyon saptandı. Lezyondan alınan biyopsi örneğinin patolojik incelemesinde GHT ile küçük hücreli dışı akciğer karsinomu ayrımı yapılamaması üzerine hastaya ikinci kez bronkoskopi yapıldı ve kriyobiyopsi alındı. Alınan örneğin patolojik incelemesinde yine malign epitelyal tümör ile GHT ayrımı yapılamadı. Pozitron emisyon tomografisinde ve ultrasonografik değerlendirmede gonadlarda tutulum saptanmadı. Olgu, medikal onkoloji tarafından değerlendirildi ve klinik, radyolojik bulgular ve yüksek serum β-HCG değeri nedeniyle ekstragonadal GHT olarak kabul edilerek kemoterapi başlandı. Olgu, endobronşiyal tutulumlu primer pulmoner GHT’ün çok nadir olması, β-HCG sekrete eden küçük hücre dışı akciğer kanserlerinin nadir olması, patolojik ayrım güçlüğü bulunması nedeni ile sunuldu. Anahtar Kelimeler: germ hücreli tümör, akciğer, B HCG P010 Silikozis ve Akciğer Adenokanser Olgu Sunumu Adil Can Güngen, Yusuf Aydemir, Hasan Düzenli, Hikmet Çoban, Canatan Taşdemir Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Sakarya Şekil 1. Toraks bt Çevresel ve mesleksel maruziyet sonucu gelişen silikozis olgularında; ülkemizde özellikle kot taşlamacılığına bağlı olarak artış görülmektedir. Silikozis, inorganik silika partiküllerinin inhalasyonu sonucu gelişen interstisyel akciğer hastalığıdır. Bu çalışmada kot taşlama işinde çalışmış silikozis ve akciğer adenokanser tanısı alan olguyu sunuyoruz. Olgumuz 18 ay kot taşlama işinde çalışmıştı. Silikozis tanısı öykü, klinik ve görüntülemelerle konuldu. Kliniği kötüleşen hastanın bronkoskopi ile yapılan transbronşiyal biopsi sonucu akciğer adenokanseri ile uyumluydu. Silikozis tanısı ile takipli hastalarda akciğer kanseri gelişebileceği veya silikozis görüntü bulgularının akciğer kanseri ile karışabileceği için bu hastalara biopsi yapılarak tanının desteklenmesi gerektiği kanısındayız. Anahtar Kelimeler: Silikozis, Kot taşlamacılığı, Akciğer kanseri Akciğer grafi BT Şekil 2.Patoloji Şekil 1. P/A AC grafisi her iki hemitoraks orta ve alt zonda yaygın retikülonodüler opasiteler Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 5 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ BT CT Şekil 2. Her iki akciğer parankim alanlarında değınık yerleşim gösteren buzlu cam görünümleri, nodüller ve septal kalınlaşmalar Şekil 1. Tedavi öncesi Toraks MR görüntüsü P011 Cerrahisiz 9 yıldır yaşayan Evre 3A Squamoz hücreli akciğer kanseri olgusu Bulent Karagöz1, Ömer Ayten2, Ersin Demirer2, Tolga Tuncel1, Dilaver Tas2, Tayfun Çalışkan1 Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Servisi, İstanbul Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Göğüs HAstalıkları Servisi, İstanbul 1 2 Dünyada akciğer kanseri, tüm değişik tedavi modalitelerine rağmen kanser ölümlerinde birinci sıradaki yerini korumaktadır. Her yıl ortalama 1,35 milyon yeni tanı konulmakta ve ortalama 1.3 milyon kişi akciğer kanserinden ölmektedir. Hastaların başvuru sırasında %80’ i ileri evredir ve yaklaşık %20 si cerrahi işlem için uygundur. Cerrahi uygulanamayan ileri evre akciğer kanserinin beş yıllık ortalama yaşam süresi %10-13 dür. 85 yaşında erkek hasta. Kasım 2005 tarihinde öksürük kanlı balgam yakınmalarıyla servisimize başvurdu. Çekilen toraks BT sinde sol akciğer üst lob anterior segmentte 6x5x4 cm lik kitle, mediastende sol hilusta 2 cmlik lenf nodu saptandı. Bronkoskopisinde sol akciğer üst lob apikal segment ağzını tamamen kapatan endobronşiyal lezyon izlendi. Lezyondan alınan biyopsi sonucunda Skuamoz hücreli akciğer kanseri tanısı konuldu. Aort invazyonunu değerlendirmek için çekilen Toraks MRI’ da sol akciğer üst lobda aorta ile yağlı planların kısmen silindiği 5x3 cm lik kitle izlendi (Resim1). SFT de FEV1 2.08 lt, FVC 2.48 lt FEV1/FVC %77 ölçüdü. Hasta evre 3B (T4 N1 M0) (o zamanki evreleme sistemine göre, yeni evreleme sistemine göre evre 3A) kabul edilerek kemoradyoterapiye yönlendirildi. Hastaya Karboplatin +dosetaksel tedavisi ve 200cGy/gün (altı hafta boyunca haftada 5 gün) ve 25 fraksiyonda 5000 er cGy radyoterapi uygulandı. Şubat 2007 ve Haziran 2009 tarihlerinde progresyon izlenen hastaya sırasıyla altı kür gemsitabin ve vinorelbin uygulandı. Kasım 2013 tarihine kadar stabil seyreden hasta, bu tarihte çekilen Kontrol Bt de sol akciğerde 3 cm ye ulaşan plevral efüzyon izlenmesi üzerine halen haftalık paklitaksel kemoterapisi kullanmakta. Anahtar Kelimeler: skuamoz hücreli akciğer kanseri, uzun yaşam süresi 6 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. Guncel Toraks BT görüntüsü P012 Trakeal Hamartom ve Akciğer Adenokarsinomu Birlikteliği Umut Sabri Kasapoğlu1, Pınar Atagün Güney1, Begüm Arıtan1, Sibel Arınç1, Hakan Yılmaz2, Murat Kavas1, Ayşem Aşkım Güven1, Ayşe Ersev3 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 2 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul 3 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul Pulmoner hamartomlar akciğerin en sık görülen benign lezyonlarıdır. Çoğunlukla benign olmakla beraber nadiren malign transformasyon gösterebilirler. Nadir görülen trakeal hamartoma eşlik eden akciğer adenokarsinomu olgusunu sunduk. 74 yaşında erkek hasta sol göğüs ağrısı şikayeti ile başvurdu. Hikayesinde 15 gün önce trafik kazası geçirdiği öğrenildi. Olgunun toraks BT’sinde sol plevral efüzyon ve trakeal lezyon izlendi. Trakeadaki kitlenin histopatolojisi hamartom, sol hemitorakstaki plevral efüzyonun histopatolojisi akciğer adenokarsinomu ile uyumlu geldi. Akciğer kanseri ve hamartom birlikteliği akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Hamartom, adenokarsinom, akciğer. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P014 Trakeobronkopatia Osteokondroplastika ve Küçük Hücreli Akciğer Kanseri Birlikteliği Hikmet Çoban1, Canatan Taşdemir1, Hasan Düzenli1, Ahmet Nasır2 1 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Sakarya Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Sakarya 2 Şekil 1. Toraks BT, trakeal lezyon ve sol plevral efüzyon. Trakeobronkopatia osteokondroplastika (TOP) trakea ve ana bronşların lümeni içinde kemik ve/veya kıkırdak içeren multipl nodülasyonlar gösteren, daha çok yaşlı hastalarda rastlanan dejeneratif benıgn nadir bir hastalıktır. Dispne ve öksürük ile başvuran bir hastanın Toraks BT ve bronkoskopik görüntüsüne göre TOP ön tanısı koyduğumuz bir vakadır. Bronkoskopik görüntüsü de TOP ile uyumlu olan hastanın patolojik tanısı küçük hücreli akciğer karsinom (KHAK) olarak raporlanmıştır. TOP ve KHAK nın trakea ve bronşa diffüz yayılımı nadir görülen patolojiler olduğundan bu vakayı sunmak istedik. Olgu: 65 yaşında erkek hasta yaklaşık 3 ay süren kronik öksürük yakınması ile başvurdu. Fizik muayenesinde akciğer sesleri bilateral azalmış ve ekspiratuar sonor ronkusleri vardı. Toraks bilgisayarlı tomografisinde sağ hiler bölgede intermedier bronşu, orta ve alt lob bronşunu çepeçevre saran ve daraltan kitle ile beraber, alt 2/3 trakeada anterior ve lateral duvarda kalsifikasyon gösteren ve lümene uzanan noduler görünüm saptandı (Şekil 1). Fiberoptik bronkoskopide anterior ve lateral trakeal duvarda lümene doğru uzana sırımtrak beyaz multipl nodüler lezyonlar görüldü (Şekil 2). Sağ orta lob girişinden itibaren alt lob bronşunu da daraltan endobronşial lezyon vardı. Orta lob girişinden alınan biyopsi sonucu küçük hücreli akciğer kanseri ile uyumlu geldi. Pet ct de yaygın kemik metastazı ve sağ parieotooksipital lobda beyin metastaz saptandı. Anahtar Kelimeler: Trakeobronkopatia osteokondroplastika, küçük hücreli akciğer karsinomu Şekil 2. Fiberoptik bronkoskopi P013 primer endobronşial leiomyoma Şekil 1. Toraks BT’de trakeal kalsifikasyon ve nodüller Birsen Cirit Ekiz1, Meftun Ünsal1, Burçin Çelik2, Yurdanur Süllü3, Muzaffer Aydın4, Gamze Koçak1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Samsun 4 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Samsun 1 2 3 Leiomyom akciğerin benign tümörlerinin %2 den azını oluşturur. Daha çok endobronşial oluşumlar şeklinde karşımıza çıkmakla birlikte, nadir olarak da parankimal lezyonlar şeklinde görülür. Olgu 57 yaşında, erkek hasta, çiftçi. iki ay önce başlayan öksürük, hemoptizi, beyaz renkli balgam şikayeti ile Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvurdu. Yüksek rezolüsyonlu tomografisinde sol akciğer inferior linguler bronşial düzeyde lümen içerisinde 5 mm çaplı nodüler görünüm izlendi. Bronkoskopide sol akciğerde lingula ağzını total olarak tıkayan beyaz renkli, düzgün yüzeyli, dokunmakla hareketli, saplı lezyon izlendi. Cerrahi tedaviyle sol akciğer lingular segment rezeksiyonu yapıldı. Patolojik değerlendirme sonucu leiomyom olarak raporlandı. Cerrahi sonrası semptomları tamamen düzelen hasta kliniğimizce takip edilmektedir. Anahtar Kelimeler: leiomyom, endobronşial kitle, astım Şekil 2. Bronkoskopide trakeada nodüller Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 7 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P015 Immunocytochemistry in differential diagnostics of tumoral pleurisy Vasiliy N. Klimenko, Viktor I. Novik, Oleg Ivanov Research Institute of Oncology After N.N.Petrov, Saint-Petersburg, Russia Aim of the study: Evaluation of an immunocytochemistry efficiency in differential diagnostics of tumoral pleurisy. Materials: 45 patients are included in research aged from 30 till 75 years, among them 26 women and 19 men who were in Research Institute of Oncology after N.N.Petrov on inspection concerning tumoral pleurisy of unspecified primary localization. Method: In out-patient conditions it was made thoracocentesis with the subsequent immunocytochemistry research of a pleural exudate. Results: On the basis of the checked immunocytochemistry research of a pleural exudate at 48 of 45 investigated it was succeeded to establish a pleurisy nosology. In 3 patients tumoral cages in pleural exudate were present at insufficient quantity and they needed a diagnostic videothoracoskopic method. Diagnostic efficiency of immunocytochemistry research in differential diagnostics of tumoral pleurisy made 93%. Conclusion: Immunocytochemistry research is highly effective method of diagnostics of tumoral pleurisy in out-patient conditions. Keywords: tumoral pleurisy, immunocytochemistry, pleural exudate Şekil 1. mediasten kesitinde sol akciğeredeki tümör invazyonu ve atalektazinin görünümü P016 Malign melanoma tanılı hastada akciğere endobronşial yayılım Nesrin Öcal1, Canturk Taşçı1, Gürhan Taşkın2, Deniz Doğan1, Levent Yamanel2 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara 2 Melonositlerin malign transformasyonu sonucu gelişen malign melanom, metastazlarını esas olarak bölgesel lenf nodlarına, iskelet ve merkezi sinir sistemine yapmaktadır. Bununla birlikte, malign melanom akciğere de metastaz yapabilmektedir. Bu metastazlar genellikle pulmoner arterlere ulaşan tümör embolileri ile olmaktadır. Ancak bronkoskopi ile saptanmış akciğere endobronşial yayılım yapmış malign melanom olguları literatürde oldukça sınırlı sayıdadır. Bu açıdan endobronşial yayılım gösteren bir malign melanom olgusunu paylaşıyoruz. Malign melanoma tanısı ile takip edilmekte olan 62 yaşında erkek hasta genel durum bozukluğu ve solunum yetmezliği nedeniyle yoğun bakım kliniğine yatırılarak entübe edildi. Çekilen toraks HRCT’sinde ilk değerlendirmede sol akciğerin büyük bölümünü teşkil eden atelektazi görünümü ile uyumlu konsolide alan ve plevral effüzyon; sağda ise daha az seviyede plevral effüzyon ve komşu parankimde kısmen atelektazik görünüm izlendi. Hastaya hem hava yolu obstruksiyonu yapabilecek olası bir endobronşial metastaz hem de tümörün akciğer infiltrasyonu açısıdan endotrakeal tüp içinden bronkoskopi işlemi yapıldı. Bronkoskopik hava yolu vizuliasyonunda sol ana bronş girişi ödemli, üst lob girişi belirgin derecede konsatrik olarak daralmış ancak segmentler izlenebiliyordu. Sol alt lob girişi ise segmentler izlenemeyecek şekilde daralmıştı. Sol üst lob girişinde mukozadan hafif kabarıntı oluşturan kahverengi-siyah renkte, nevus tarzında endobronşial lezyon izlendi. hem bu nevüs tarzında izlenen lezyondan hem de sol akciğer üst lob apikoposteriordan transbronşial biyopsi alındı. Alınan materyallerden ayrı ayrı gönderilen preparatların her ikisinin de patoloji sonuçları malign melanoma olarak raporlandı. Bu olguyu malign melanomun nadir görülen tablosu olan endobroşial yayılıma örnek teşkil etmesi bakımından paylaştık. Anahtar Kelimeler: endobronşial, malign melanoma, metastaz 8 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. parankim kesitinde sol akciğeredeki tümör invazyonu ve atalektazinin görünümü P017 Akciğerin squamöz hücreli kanseri ile senkron renal hücreli karsinom olgusu İhsan Ateş1, Hale Ateş2, Nirgül Kılıçaslan3, Ozan Yazıcı1, Doğan Yazılıtaş1, Ayse Naz Özcan4, Yetkin Ağaçkıran5 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara Turgut Özal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 4 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 5 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara 1 2 3 Birden fazla odakta gelişen kanserlere multipl primer kanser (MPK) denir. Son yayınlarda insidansı %0.73–11.7 olarak belirtilmiştir. Literatürde multiple primer kanser birlikteliğinden çokça bahsedildiği halde akciğer yassı hücreli kanser ile böbrek kanseri birlikteliğine az sayıda yayında rastladık. MPK senkron ve metakron olarak iki şekilde incelenebilir. Primer tümörle aynı anda veya en fazla altı ay içinde tanı konmuşsa senkron, primer tümörden altı ay sonra tanı konmuşsa metakron kanser denir. Bu olgu sunumunda akciğer yassı hücreli kanser ile primer böbrek kanserinin erkek bir olguda aynı seansta saptanmasından bahsedeceğiz.Olgumuz 55 yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve hemoptizi şikayetleri ile çekilen akciğer grafisinde sol akciğer orta zonda 6×7 cm büyüklüğünde lezyon saptandı. Çekilen toraks BT’nde sol hiler düzeyde 6.5× 8 cm düzensiz kaviter lezyon ve sağ böbrekte yaklaşık 9 cm’lik lezyon tespit edildi. Biyopsi sonuçlarında akciğerde non-small cell karsinoma (ön planda skuamöz hücreli karsinoma ile uyumlu), böbrek biyopsisinde renal hücreli karsinoma saptandı. PETBT’de pulmoner arter invazyonu saptanan ve son evre akciğer kanseri POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ kabul edilen hastaya gemsitabin-sisplatin kombinasyonu ile birlikte interferon tedavisi ve masif hemoptizi için radyoterapi planlandı. MPK’lar içinde primer akciğer kanseri ve primer böbrek kanseri birlikteliği az yer tutmasına rağmen birbirlerine olan metastazları çok fazladır. Metastaz ve primer kanser tedavileri farklılık gösterdiğinden dolayı herhangi birinde rastlanan lezyonda primer kanser olasılığı göz önünde bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: multipl primer kanser, senkron tümör, akciğer kanseri, böbrek kanseri lezyondan USG-eşliğinde ince iğne aspirasyonu yapılarak mikrobiyolojik ve sitolojik incelemeler gerçekleştirildi. Fiberoptik Bronkoskopi’de sağ akciğer üst lob girişinde beyaz renkli nekrotik görünümde endobronşial lezyon görüldü ve lezyondan birkaç adet biyopsi alındı. Patolojik tanı skuamöz hücreli karsinom ile uyumluydu. İleri tedaviyi kabul etmeyen hastada taburculuğunun onbeşinci gününde exitus geliştiği öğrenildi. Sonuç: Sadece göğüs duvarı invazyonu ile seyreden ve lenf nodu invazyonu olmayan akciğer kanserlerinde survi olumsuz olarak etkilenmezken göğüs duvarı ve mediastinal lenf nodu invazyonun birlikte olduğu hastalarda prognoz kötüdür. Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, göğüs duvarı Şekil 1. Şekil 1. Sternumda ekspanse kitle lezyon. Şekil 2. P018 Göğüs Duvarında Ekspansif Kitleye Neden Olan Bir Skuamöz Hücreli Akciğer Karsinomu Olgusu Ümran Toru Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kütahya Giriş: Akciğer kanserlerinde öksürük, hemoptizi, dispne ve plevra ya da göğüs duvarı invazyonuna bağlı göğüs ağrısı görülebilir. Göğüs duvarının akciğer kanseri ile invazyonu sık görülen bir durum değildir ve tüm hastaların sadece %3-5’inde görülür. Biz burada göğüs duvarı invazyonu ile seyreden skuamöz hücreli akciğer karsinomu olgumuzu sunduk. Olgu: 34 yaşında erkek hasta sağ göğüs ağrısı, öksürük ve hemoptizi şikayetleriyle Acil Servis’e başvurdu. Fizik muayene’de; sternumda ekspanse kitle lezyon gözlendi (Şekil 1), sağ akciğerde solunum seslerinde azalma ve matite saptandı. PA Akciğer Grafisi’nde; sağ akciğerde masif effüzyonla uyumlu opasite görüldü. Toraks BT’de; sternum alt bölümde 5x6cm boyutlarında litik görünümde kitle lezyon, mediastinal lenfadenopatiler, sağ akciğerde masif plevral sıvı ve parankimde kaviter lezyon gözlendi (Şekil 2). Balgam ARB ve Mikobakteri Kültürleri negatif saptandı. Sternal kitle Şekil 2. Toraks BT’de; sternumda 5x6cm boyutlarında litik görünümde kitle lezyon and sağ akciğerde masif plevral effüzyon Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 9 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P019 Akciğer kanserinde kişiselleştirilen tedavi; Cerrahide ne kadar ileri gidilmeli? Tevfik Kaplan1, İlhan İnci2, Walter Weder2 Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara 1 Zürih Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Zürih 2 Bronkojenik karsinom nedeniyle opere edilen hastalarda metakron tümörler gelişebilir. Pnömonektomi sonrası bronkojenik karsinom için sınırlı akciğer rezeksiyonu kabul edilebilir morbidite ve mortalite oranları ile uygulanabilir bir işlemdir. Büyük hücreli bronkojenik karsinom nedeniyle sol pnömonektomi yapılmış 59 yaşındaki bir kadın hastada, 11 yıl sonra karşı akciğerde skuamöz hücreli karsinom geliştiği tespit edildi. Sağ üst lobtaki 4x3.5 cm boyutlarındaki kitle extrakorporeal membran oksijeneratörü altında, sleeve sağ üst lobektomi ve lenf nodu diseksiyonu yapılarak çıkarıldı. Hasta postoperatif 17. günde taburcu edildi. Yetmiş sekiz aydır takipte olan hastada herhangi bir nüks veya metastaz tespit edilmedi. Tek akciğeri olan hastada metakron tümörün tedavisinde ekstended rezeksiyonun rölü literatür ışığında tartışıldı. Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, metakron tümör, pnömonektomi, sleeve rezeksiyon Şekil 1. Şekil 1A: Sağ akciğer üst lobtaki kitlenin toraks bilgisayarlı tomografideki görüntüsü Şekil 1B: Positron Emisyon Bilgisayarlı Tomografide, sağ akciğer üst lobta 3.2x4.4 cm boyutlarında ve SUV max değeri 16,2 olan kitle lezyonu mevcut. hematolojik malignensi olabileceği düşünülerek kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisi yapıldı ve malign epiteliyal tümör metastazı bulundu fakat kemoradyoterapi planlanan olgu kısa sürede kaybedildi. Tartışma: Akciğer kanseri kemik iliği metastazı veya akciğer kanserine eşlik eden hematolojik malignensi vakalarında tedavi protokolü tamamen değişeceği için PET-BT’de patolojik kemik iliği tutulumu görüldüğünde kemik iliği aspirasyonu yapmak çok önemlidir. Anahtar Kelimeler: Kemik iliği metastazı, Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, PET-BT P021 Senkron primer akciğer kanseri; bir olgu nedeniyle Aslıhan Gürün Kaya1, Aydın Çiledağ1, Murat Özkan2, Gökhan Çelik1, İlker Ökten2, Akın Kaya1 Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Ankara Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara, 1 2 52 yaş erkek hasta öksürük ve balgam şikayetiyle başvurdu. 28 paket-yıl sigara öyküsü mevcuttu. Fizik muayenesinde anormal bulguya rastlanmadı. PA akciğer grafisinde sağ üst zonda düzensiz sınırlı opasite ve sağ hiler dolgunluk izlendi (Şekil 1). Toraks bilgisayarlı tomografisinde sağ akciğer alt lob superior segmentte 6x4 cm, sağ akciğer üst lob posteriorda 3x2,5 cm çaplı düzensiz sınırlı iki kitle lezyonu izlendi (Şekil 2). Hastaya malignite ön tanısı ile fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Endobronşiyal lezyon saptanmadı. Pozitron emisyon tomografisinde sağ akciğer üst lob anterior ve alt lob superior segmentte izlenen kitlelerde patolojik 18F-FDG tutulumu saptandı (sırasıyla SUVmax 23,3 ve 38,5). Hasta göğüs cerrahisi kliniği tarafından değerlendirildi ve sağ pnömonektomi uygulandı. İşlem sonrasında komplikasyon izlenmedi. Patoloji sonucunda sağ akciğer alt lobdaki nodül büyük hücreli nöroendokrin karsinom olarak raporlanırken, üst lobdaki nodül adenokarsinom olarak raporlandı. Olgu, senkron primer akciğer kanserinin nadir görülmesi nedeniyle sunuldu. Anahtar Kelimeler: Akciğer karsinomu, multipl primer akciğer kanseri, senkron tümör Şekil 2. Altı buçuk yıldır takipte olan hastanın Toraks BT’sinde herhangi bir hastalık bulgusu yoktur. P020 PET-BT’de yaygın tutulumla hematolojik maligniteyi taklit eden bir akciğer kansinomu Zahide Alaçam1, Neşe Dursunoğlu1, Gamze Gököz Doğu2, Suna Kıraç3, Bahar Baltalarlı4 Pamukkale Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli Pamukkale Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Denizli 3 Pamukkale Üniversitesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Denizli 4 Pamukkale Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Denizli 1 2 Giriş: Dünya genelinde küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK) en sık ölüme yol açan kanser tipidir. KHDAK olan hastaların ¾ ‘ü tanı anında lokal ileri ve metastatik evrede bulunmaktadır. Kemik iliği, kan dolaşımı yolu ile en sık metastaz alan organlardan biridir ve kemik iliği metastazı varlığı, malignitenin evrelemesini değiştireceği için tespit edilmesi önemlidir. PET-BT, KHDAK evrelemesinde uzak organ metastazlarının saptanmasını da hızlandırmıştır. Olgu: Batıcı karakterde sırt ağrısı şikayetiyle başvuran, 56 yaşında erkek hastada sol akciğer alt lob superior segmentte kitle ve yaygın mediyastinel lenfadenopatiler saptandı. Fiberoptik bronkoskopi ile kitleden squamöz hücreli karsinom tanısı kondu ve evreleme için PET-BT kullanıldı. PET-BT’de akciğer ve mediyastende patolojik tutulumların yanı sıra iskelet sisteminde, kemik iliğinde ve kas doku içinde çok sayıda patolojik tutulumlar saptandı.Laboratuar tetkiklerinde de derin anemi, trombositopeni, sedimentasyon ve LDH yüksekliği de saptanan hastada yaygın bir 10 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 1. PA akciğer grafisinde sağ üst zonda düzensiz sınırlı opasite ve sağ hiler dolgunluk Şekil 2. Toraks bilgisayarlı tomografisinde sağ akciğer üst lob posteriorda düzensiz sınırlı kitle lezyonu (A), sağ akciğer alt lob superior segmentte kitle lezyonu (B) POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P022 Toraks-BT Yanlış Tüberküloz Tanılı Akciğer Kanseri Olgusu İclal Hocanlı, Hadice Selimoğlu Şen, Abdurrahman Şenyiğit, Özlem Abakay, Halide Kaya, Melike Demir Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır Giriş: Akciğer kanseri (AK) tüm dünyada hasta sayısı giderek artan bir kanser türüdür. Akciğer kanseri ve tüberküloz bazen radyolojik olarak karışabilmektedir. Ancak akciğer tüberkülozunda mikrobiyolojik tanı esas olmalıdır. Tüberküloz düşünülerek antitüberküloz tedavi (ATT) uygulanan bir AK olgusu ayırıcı tanıya dikkat çekmek amacı ile sunuldu. Olgu: Atmış yaşında erkek hasta kilo kaybı ve öksürük şikayetleri ile bir sağlık merkezine başvurmuştu. Toraks bilgisayarlı tomografi (BT)’de kitle lezyonu saptanması üzerine hastaya positron emisyon tomografi (PET) BT çekilmişti. Sağ akciğer üst lobda plevra tabanlı 6.8x6.2x5.5 cm boyutlarında santralinde nekroz içeren, düzensiz konturlu kitlede SUV max değeri 15.5 ölçülmüştü. Bronkoskopik ince iğne aspirasyon biyopsi ve bronkoalveolar lavaj histopatolojik sonuçları bening olarak raporlanmıştı. Balgamda asidorezistan basil (ARB) negatif idi. Quantiferon TB gold testinin. (+) olarak sonuçlanması üzerine hastaya ATT başlanmıştı. Tedavinin 1. ayında aynı şikayetlerle polikliniğimize başvurdu. Balgamda ARB negatif idi. Kontrol Toraks BT’de; sağ akciğerde 6 x 5.8 cm boyutunda kitle ve çok sayıda milimetrik subplevral noduller raporlandı. Bronkoskopide endobronşial lezyon yoktu. Transtorasik biyopsi materyali küçük hücreli dışı AK olarak raporlandı. Sonuç: Tüberküloz radyolojik olarak birçok hastalığı taklit edebilir. Olası yanlış tanıları önlemek için patolojik ve mikrobiyolojik kesin kanıtlar elde edilmelidir. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, tüberküloz, ayırıcı tanı Şekil 1. Toraks-BT sol akciğer alt lobda lezyon Toraks-BT-eski (iki ay önce) P023 Malignite İle Karışabilen Benign Bir Lezyon; Mukus Tıkacı Funda Uluorman1, Sibel Öktem Ayık1, Ayşe Dallı1, Melda Apaydın2 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, İzmir 2 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji, İzmir 55 yaşında erkek hasta acil servise göğüs ağrısı, ateş, balgam yakınmaları ile başvurdu. Hastanın öyküsünde bilinen KOAH, HT tanıları vardı. Fizik muayenesinde ateş:38,7 °C ve sağ akciğer orta ve alt zonda ralleri,bilateral ronküsleri mevcuttu. Yine laboratuvarında ise lökositoz ve CRP yüksekliği vardı. Hastaya çekilen Toraks BT’ de; sağ akciğerin üst, sol akciğerin alt lobunda sekel fibroatelektatik değişiklikler ve tübüler vasıfta traksiyon bronşiektazileri, her iki akciğerin alt lobunda, birkaç adet, milimetrik çaplı nonspesifik nodül yine sol akciğerin alt lobunda 13 mm genişlikte düzgün yumuşak-yuvarlak konturlu nodüler bir oluşum şeklinde raporlandı. 50 paket/yıl sigara öyküsü de olan hasta için yaklaşık 2 cm olan lezyon için malignite öntanısı ile PET-CT istendi. PET-CT sonuncunda hastanın sol akciğer alt lob posterobazal segmentte subplevral yerleşimli olarak izlenen yaklaşık 28x10 mm boyutlarında nispeten düzgün konturlu nodüler dansite alanı metabolizma artışı (artmış radyofarmasötik tutulumu) göstermediğinden benign natürde patolojiler (enfeksiyon sekeli?, vasküler patoloji?) ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir şeklinde raporlandı. Hasta detaylı sorgulandığında 2 ay önceye ait bir Toraks BT’ sinin olduğu öğrenildi. Hastanın eski görüntülemesinde bahsedilen sol akciğer alt lobdaki nodülün olmadığı, diğer bulguların ise aynı şekilde izlenmekte olduğu dikkati çekti. Bunun üzerine radyoloji ile ortak bir toplantıda tekrar değerlendirilen hasta için nodülün radyolojik görümü, ortaya çıkış süresi, PET-CT’deki bulgular ve hastanın başvuru yakınmalarının özellikle enfeksiyon kliniği ile olması göz önüne alınarak bu lezyonun mukus tıkacı ile uyumlu olduğu belirtildi. Bu olgu vesilesi ile kitlesel lezyon görünümü veren bu tarz oluşumlarda nadir görülen benign bir oluşum olan mukus tıkacının da akılda kalması gerektiğini vurgulamak istedik. Anahtar Kelimeler: Mukus tıkacı, nodul, malignite Şekil 2. Toraks-BT-eski sol alt lobda lezyon izlenmiyor P024 Plevral sıvılı olgularımızın retrospektif olarak değerlendirilmesi Baran Gündoğuş, Özlem Saniye İçmeli, Hatice Türker, Merve Çiftçi Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Çalışmamızda, kliniğimizde 2012 yılı içinde plevral sıvı tanısı ile yatırılan hastaların klinik, radyolojik ve laboratuar verilerini retrospektif olarak incelemeyi amaçladık. 2012 tarihleri arasında kliniğimizde yatan 580 hastanın 106 (%18.2)’ında plevral sıvı mevcuttu. Olguların 74’ü erkek, 32’si kadın olup yaş ortalaması 62 idi. Light kriterlerine göre hastaların 82’si (%77) eksüda, 24’ü(%23) transüda niteliğinde plevral sıvı idi. Radyolojik olarak transüda özelliğindeki sıvıların %55’i, eksüda özelliğindeki sıvıların %82’si tek Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 11 POSTER SUNUMLARI taraflıydı. Bir yıl içinde plevral sıvı nedeniyle tetkik edilen olgularda maligniteler(%29), kardiyak hastalıklar(%23) ve tüberküloz(%23) ilk üç sırada yer almaktaydı. Malign hastalıklar içinde akciğer adenokarsinomu %47 ile ilk sırada, %17 ile meme kanseri metaztazı ikinci ve %13 ile mezotelyoma üçüncü sırada yer almaktaydı. Transüda vasfında sıvı örneklenen kalp yetmezliği olgularının Göğüs Hastalıkları kliniklerinde yüksek oranda takip edildiği kanısına varıldı. Anahtar Kelimeler: Plevral sıvı, transüda, eksüda P025 Lenfoma Akciğer Tutulumu Hayriye Bektaş, Savaş Özsu, Tevfik Özlü, Yılmaz Bülbül, Funda Öztuna, Yasin Abul Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon 66 yaşında erkek hasta nefes darlığı yakınması ile başvurdu. Özgeçmişinde 150 paket yılı sigara kullanımı, çiftçilik ve kahvehane işletme öyküsü mevcuttu. Posteroanterior akciğer grafide (PA AC) sağ akciğer orta-alt zon ve sol akciğer alt zonda infiltratif görünüm mevcuttu. Rutin tetkiklerinde sedim yüksekliği (73), periferik eozinofili (%9,9) saptandı. Toraks bilgisayarlı tomografide (BT) bilateral multiple round konsolide alan, multiple mediastinal lenfadenopatiler izlendi. Hastaya akciğer karsinomu, organize pnömoni, eozinofilik pnömoni, tüberküloz, lenfoma ön tanıları ile bronkoskopi yapıldı. Endobronşiyal lezyon izlenmedi. BAL sitoloji ve ARB benign, Tbc kültür ve PCR pozitif gelmesi üzerine anti-tbüberküloz tedavi başlandı. Tedaviye rağmen nefes darlığında artış, öksürük, 1 ayda 6 kilo kaybı olması üzerine hospitalize edildi. PA AC grafide progresyon saptandı. Toraks BT’de her iki akciğer parankiminde yaygın konsolide alanlar ve bilateral plevral efüzyon saptandı. Hipoksemisi de olan hastaya organize pnömoni ön tanısı ile 1 mg/ kg steroid başlandı. Tetkiklerinde albumin/protein oranında azalma, Ig-M, lambda ve beta-2 mikroglobulin artışı saptandı. Hematolojik malignensi şüphesi nedeni ile kemik iliği biyopsisi yapıldı. Biyopsi sonucu düşük dereceli B hücreli lenfoma olarak raporlandı. Lenfoma-akciğer tutulumu kabul edilen ve 1 kür kemoterapi verilen hastada tanıdan 1,5 ay sonra pnömotoraks gelişti ve hasta solunum yetmezliği nedeni ile ex oldu. Konsolidasyon ile giden ve rezolüsyon sağlanamayan hastalarda lenfoma ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: konsolidasyon, lenfoma, tüberküloz P026 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Plevral Malign Soliter fibröz tümör Hülya Günbatar1, Fuat Sayır2, Selami Ekin1, Bünyamin Sertoğullarından1, Selvi Aşker1, Remzi Erten3 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Göğüs Hastalıkları, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Göğüs Cerrahisi, Van 3 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Patoloji Anabilim Dalı, Van 1 2 Soliter fibröz tümör plevranın nadir görülen ve yavaş büyüyen bir tümörü olup, sıklıkla visseral plevradan köken alır. Mezotelyal hücre kaynaklı olmayıp, mezenkimal bağ dokusundan gelişirler. Genellikle benign özellikler taşımakla beraber, malign tümörler şeklinde de görülebilirler. Erkek kadın sıklığı eşittir ve en sık 50-80 yaşları arasında görülürler. Kesin tanı için genellikle torakotomi ve kitlenin total eksizyonu gerekmektedir. Cerrahi rezeksiyon genel olarak küratif olmakla birlikte, az da olsa lokal nüks ihtimali vardır. Sunulan olgu malignite potansiyelli plevral soliter fibröz tümör olarak değerlendirilmiştir. 60 yaşında erkek hasta öksürük, balgam, nefes darlığı şikayeti ile hastanemize başvurdu. Akciğer tomografisinde sağ alt lobda 8,7x7,3x6,5 cmlik kitle saptanarak hastaya operasyon önerildi. Cerrahiyi kabul etmeyen hasta 9 ay sonra şikayetlerinin artması üzerine tekrar başvurdu. Hastanın 9 ay sonraki çekilen akciğer tomografisinde sağ alt lobda posterolateralden plevraya ve inferiorda diyafragmaya uzanan 8,7x11,5x9 cmlik kitle izlendi. Hasta opere edildi. Makroskopik incelemede 490 gr ağırlığında 13x10x7 cm ebadında kapsüllü görünümde, sert kıvamlı bej renkte kitle izlendi. Mikroskopik incelemede malign soliter fibröz tümör olarak değerlendirildi. İmmünohistokimyasal incelemede CD34 diffüz, bcl2 fokal pozitif olarak izlendi. Operasyondan sonra hasta nüks açısından takibe alındı. Anahtar Kelimeler: cerrahi, soliter fibröz tümör, plevra P027 Multiple Lung Metastases From Parotid Adenoid Cystic Carsinoma Resected After Five Years With Respiratory Failure Hülya Günbatar1, Selami Ekin1, Bünyamin Sertoğullarından1, Alpaslan Yavuz2, Gülay Bulut3 Department of Pulmonary Medicine, YYU University, Van, Turkey Department of Radiology, YYU University, Van, Turkey Department of Pathology, YYU University, Van, Turkey 1 2 3 Şekil 1.Results Şekil 2. 12 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Adenoid cystic carcinoma (ACC) is one of the most common malig¬nancy that arises in secretory glands, particularly the major and minor salivary glands. It accounts for about 15% -25% of all malignant salivary gland carcinomas. Typically, ACC is slow growing tumors with five-year survival rate, but it spreads into adjacent tissues and develops distant metastasis via haematogenous frequently to the lungs, bone, and soft tissues. We report a case of a 52-year-old man who presented with respiratory failure and multiple metastases with a diagnosed adenoid cystic carcinoma resected parotid gland five years before. A 52-year-old male, underwent a radical cranio-facial resection for a right parotid gland adenoid cystic carcinoma, followed by postoperative radiotherapy. He was followed-up with annual head CT scans for 5 years with no signs of locoregional recurrence. Physical examination respiratory system was normal. Blood gases analyses showed moderate hypoxemia. pH; 7,49 pCO2; 31,8 Po2; 38,9 HCO3; 24,1 sat O2; 79,1. CT of the thorax showed multiple lesions ranging in size from 5 mm to 4 cm distributed diffusely in both lungs. CT-guided fine-needle aspiration of the lung lesion was performed. Pathological analysis showed multiple cystic structures with cribriform pattern on different sizes intervening hyaline stroma of the biopsy specimens reported adenoid cystic carcinoma. ACC of the parotid gland may be indicate a life-long threat to some patients also may cause respiratory failure and requires constant vigilance by medical practitioners. Key words: adenoid cystic carsinoma, metastase, respiratory failure POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P028 Yaygın ekstranodal tutulum ile seyreden endobronşiyal Hodgkin lenfoma olgusu Serap Argun Barış1, Tuba Çiftçi1, Elif Birtaş Ateşoğlu2, Pınar Tarkun2, Cengiz Erçin3, İlknur Başyiğit1 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Anabilim Dalı, Kocaeli 3 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kocaeli 1 2 Giriş: Hodgkin lenfomanın seyri sırasında akciğer tutulumu izlenebilir fakat hastalığın akciğer tutulumu ile başvurması nadirdir. Olgu: Yirmi dokuz yaşında erkek hasta, beş gündür olan öksürük, balgam ve yürüyememe şikayetleriyle başvurdu. Özgeçmişinde özellik yoktu. Fizik muayenesinde, hastanın destekle yürüdüğü ve sağ el bileği distalinde fokomeli olduğu izlendi. Boyun muayenesinde, sağ servikal ve supraklavikular alanda en büyüğü yaklaşık 3x2 cm boyutlu olmak üzere multipl lenfadenopatiler palpe edildi. Solunum sistemi muayenesi doğal idi. Akciğer grafisinde sağ hiler bölgede ve sol akciğer alt zonda parakardiyak alanda yerleşimli nonhomojen dansite artışları izlendi. Toraks BT’sinde bilateral hiler ve mediastinal multipl lenfadenopatiler, bilateral parankimal nodüller, sol akciğer alt lobda konsolidasyon alanı ve bilateral plevrada kalınlaşma izlendi. Fiberoptik bronkoskopisinde sol akciğer alt lob posterior segmentte mukozanın beyaz renkli mukozal plaklarla kaplı olduğu, sağ sekonder karinanın küntleşmiş olduğu ve sağ üst lob anterior segmentin obstrükte olduğu görüldü. Sağ üst lob anteriordan ve sol alt lobdan mukoza biyopsisi alındı. Sağ sekonder karinadan TBİA yapıldı. Biyopsilerin patolojik değerlendirmesinde CD3 pozitif matür lenfositler izlendi. PET-BT bulguları lenfoproliferatif hastalığa bağlı dalak, kas, kemik/kemik iliği, akciğer ve plevra tutulumu ile uyumlu bulundu. Hastaya servikal lenf nodu eksizyonel biyopsisi ile nodüler sklerozan tip Hodgkin lenfoma tanısı konuldu. Sonuç: Mediastinal lenfadenopatilerin ayırıcı tanısında lenfomalar mutlaka akla gelmeli ve tanı yaklaşımında bronkoskopik tetkik ihmal edilmemelidir. Anahtar Kelimeler: akciğer, bronkoskopi, ekstranodal tutulum, endobronşiyal, hodgkin lenfoma, kanamalı lezyon saptandı. Toraks Bilgisayarlı Tomografide her iki akciğerde çok sayıda metastaz ile uyumlu nodüler lezyon saptanan hastaya Pozitron Emisyon Tomografi-Bilgisayarlı Tomografi çekildi. Her iki akciğerde multipl izlenen nodüler oluşumlarda artmış FDG tutulumu saptandı. Hastaya transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsi yapıldı ve biyopsi sonucu bazal hücreli karsinoma, akciğer metastazı olarak raporlandı. Bazal hücreli karsinom cildin en sık görülen ancak çok nadir metastaz yapan bir tümörü olması nedeniyle olgu sunuldu. Anahtar Kelimeler: Akciğer metastazı, Bazal hücreli karsinom, Multipl nodül Şekil 1. Akciğerde multipl metastaz yapan bazal hücreli karsinoma olgusunun bilgisayarlı toraks tomografi görüntüleri Şekil 2. Akciğerde multipl metastaz yapan bazal hücreli karsinoma olgusunun bilgisayarlı toraks tomografi görüntüleri Şekil 1. PA akciğer grafisi P030 P029 Tirozin Kinaz İnhibitörü Kullanımı Yan Etkisi Olarak Plevral Effüzyon Akciğerde Multipl Metastaz Yapan Bazal Hücreli Karsinoma Olgusu Aylin Özge Alpaydın1, Kemal Can Tertemiz1, Atila Akkoçlu1, İnci Alacacıoğlu2, Şerife Medeni Solmaz2 Özge Şafak1, Neslihan Mutluay1, Dilek Saka1, Mehmet Bahadır Berktaş1, Yetkin Ağaçkıran2 1 Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Ankara 2 Ankara Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji, Ankara 63 yaşında kadın hasta, 3-4 aydır olan kuru öksürük şikayeti ile hastaneye başvurdu. Özgeçmişinde 6 yıl önce kafa derisindeki lezyondan bazal hücreli karsinom tanısı konulmuş. Fizik muayenede akciğer muayenesinde patoloji olmayan hastanın kafa derisinde yaklaşık 5x5 cm boyutlu ülsere, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir 1 2 Tirozin kinaz inhibitörleri maligniteli hastalarda kullanımı gittikçe artan ilaçlardır. İlaç kullanımı yaygınlaştıkça yeni yan etkiler saptanabilmektedir. Dasatinib; özellikle imatinib ve nilatinib tedavisine refrakter lösemi olgularında kullanılan bir ajandır. Hastanemiz Hematoloji Bölümünde takip edilen ve dasatinib tedavisi sonrasında plevral efüzyon gelişen 3 kronik myelositer lösemi ve bir akut lenfositik lösemi olgusu değerlendirildi. Olguların yapılan ileri tetkiklerinde (ekokardiyografi ve laboratuvar incelemeleri) sıvıya neden olabilecek Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 13 POSTER SUNUMLARI patoloji saptanmadı. Torasentez uygulanan iki olguda eksuda özelliğinde sıvı mevcuttu. Bir olguda VATS uygulandı ve patolojik olarak ilaç reaksiyonunu düşündürebilecek granulomatöz reaksiyon saptandı. Tüm olgularda dasatinib tedavisi kesildi ve izleme alındı. Kontrol grafisi çekilen olgularda plevral sıvının gerilediği görüldü. Plevral efüzyon ilaç kullanımı sonrasında ortaya çıkabilecek nadir yan etkilerden biridir. Biz de dasatinib kullanımı sonrasında ortaya çıkan ve ilaç yan etkisi olduğunu düşündüğümüz plevral efüzyonlu dört olguyu sunmak istedik. Tirozin kinaz inhibitörlerinin (özellikle dasatinib) kullanıldığı hastalar, plevral efüzyon ve akciğer tutulumu açısından mutlaka yakından izlenilmeli ve gerekli görülmesi durumunda tedavi kesilmelidir. Anahtar Kelimeler: Dasatinib, plevral efüzyon, ilaç yan etkisi P031 Pozitron Emisyon Tomografi Sonucu Negatif Olan Malign Plevral Mezotelyomalı Yaşlı Hasta TÜRK TORAKS DERNEĞİ dır. Alopesi, halsizlik, bulantı-kusma ve konstipasyon en sık görülen kemoterapi yan etkileridir. ECOG performans statüsü kötü olan olgularda ilaç yan etkisinin daha şiddetli yaşandığı görülmüştür. Hastaların performans durumları kötüleştikçe yaşam kalitelerinde de kötüleşme olduğu saptanmıştır. Tedaviye yanıt veren olgularda tedavi sonrası ECOG performans skoru tedaviye yanıt vermeyenlerden anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Anksiyete ve depresyonun düşük yaşam kalitesi ile yakın ilişkisi olduğu saptanmıştır. Sonuç: Sonuç olarak bu çalışma tedavi yanıtının daha iyi olduğu KHAK olgularında tedavinin yaşam kalitesini pozitif yönde etkilediğini, günlük pratikte kolayca uygulanabilen ECOG performans skalası ile EORTC QLQ-C30 yaşam kalitesi anketi arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu saptamıştır. Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, ECOG performans skalası, yaşam kalitesi, anksiyete ve depresyon P033 Berna Taşkın Doğan1, Zeki Çelen2, Ahmet Feridun Işık3, Öner Dikensoy1 Uzak metastazlarla başvuran üç malign mezotelyoma olgusu Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep Üniversitesi, Gaziantep Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Gaziantep Üniversitesi, Gaziantep 3 Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Gaziantep Üniversitesi, Gaziantep Sema Canbakan, Seher Satar, Ayperi Öztürk, Arzu Ertürk, Nevin Taci Hoca, Nermin Çapan, Esra Özaydın 1 2 Giriş: Malign plevral mezotelyoma ülkemizde çevresel asbest maruziyeti öyküsü olan olgularda plevral hastalıkların ayırıcı tanısında olması gereken bir hastalıktır. Bening asbest plakları ile ayırımı bazen güç olabilir. Burada asbest maruziyeti olup plevral efüzyon ve eşlik eden belirgin plevral kalınlaşması olup PET-BT de tutulumu düşük olan yaşlı bir malin plevral mezotelyoma hastası sunulmuştur. Olgu: Altmış dokuz yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve sol göğüs ağrısı ile başvurdu. Adıyaman’da oturan hastanın 30 yıl toprak evde oturma öyküsü vardı. Toraksın bilgisayarlı tomografisinde solda plevral efüzyon ve eşlik eden belirgin plevral kalınlaşma görüldü. Torasentezde eksuda vasfında ve hemorajik vasıflı alınan sıvının yapılan hücre bloğu ve sitoloji sonucu benign olarak değerlendirildi. Kör yapılan plevra biyopsi sonucu kronik inflamasyon geldi. Hastanın yaşlı olması, asbest maruziyeti olması, plevral sıvının eksüda ve hemorajik olması nedeniyle PET-BT çekildi ancak malinite düzeyinde tutulum olmamasına rağmen (SUV:2.8) hasta göğüs cerrahisine yönlendirildi. Yapılan video yardımlı torakoskopide alınan plevral biyopsi sonucu malign mezotelyoma bifazik tip olarak raporlandı. Sonuç: Yaşlı, asbest maruziyeti olan, eksuda vasfında plevral sıvı görülen hastalarda PET-BT ve plevra biyopsi sonucu negatif gelmesine rağmen malignite mutlaka akılda tutulmalı ve ekarte edilmelidir. Anahtar Kelimeler: Mezotelyoma, Plevra, Positron emisyon tomografi P032 Akciğer kanserli hastalarda uygulanan tedavinin yaşam kalitesi üzerine etkisinin değerlendirilmesi İlknur Yaşar, Salih Serdar Erturan, Şermin Börekçi, Ersan Atahan, Ergi Hysi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Çalışmamızda kemoterapi veya kemoradyoterapi uygulanan akciğer kanserli hastalarda performans statüsünün, tedaviye bağlı yan etkilerin, tedaviye yanıtın, yaşam süresinin ve anksiyete-depresyon düzeyi ile yaşam kalitesinin değerlendirilmesi sonucunda tedavinin yaşam kalitesi üzerine etkisini ortaya koymayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Mart 2011-Kasım 2013 tarihleri arasında akciğer kanseri tanısı alan ve kemoterapi veya kemoradyoterapi endikasyonu olan 56 hasta çalışmaya alındı. Hastalardan 13’ü tedavileri tamamlanmadan exitus olduğundan 43 hasta değerlendirmeye alındı. Hastaların tedaviye yanıtı, sağkalım süreleri ve kemoterapinin yan etkileri kaydedildi. Hastaların tedavi öncesi ve tedavi sonrası ECOG performans skalası ile performans statüleri, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği ile anksiyete-depresyon düzeyleri, EORTC QLQ-C30 ve QLQ-LC13 yaşam kalitesi ölçekleri ile yaşam kaliteleri değerlendirildi. Bulgular: 43 olgunun yaş ortalaması 60,70±10,71 yıl olup 39’u (%90,7) erkek, 4’ü (%9,3) kadındır. Olguların 16’sı (%37,2) KHAK, 27’si (%62,8) KHDAK tanısı almıştır. Ortalama sağkalım süresi 20,11±2,39 ay- 14 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Atatürk Gögüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Malign plevral mezotelyoma lokal agresif tümör olarak bilinen ve uzak metastazları nadir olan tümörlerdendir. Yayınlanmış metastazlı olgular nadir olup çoğu otopsi bulgusudur. Biz tanı anında metastazları bulunan 3 olguluk bir seriyi sunmayı amaçladık. Olguların tümünde mezotelyoma tanısı plevral dokunun örneklenmesi ile konulmuştu. Bir olgumuzda ilaveten peritoneal dokuda da mezotelyoma ile uyumlu bulgular saptanmıştı. Tanı anında olgulardan birinde karaciğer, diğerinde sürrenal üçüncüsünde de sürrenal ve beyin metastazları bulunmaktaydı. Multipl metastazları olan son olgu tedaviyi kabul etmedi. Kraniuma palyatif radyoterapi aldı. Tanıdan 3 ay sonra kaybedildi. Diğer olgulara birinci basamak kemoterapi verildi ve düzenli takiplere alındı. Karaciğer metastazı bulunan olgunun kemoterapiden dokuz ay sonra nefes darlığında artış oldu ve bilgisayarlı tomografide plevral hastalıkta progresyon saptandı. Aynı zamanda özellikle kalça ve bacakta olmak üzere kemik ağrılarından da yakınıyordu. Hastada multipl kemik metastazları saptandı. İkinci basamak kemoterapiye ilaveten kemik metastazına yönelik palyatif radyoterapi aldı. Ancak hasta 18 ay yaşayabildi. Sürrenal metastazı bulunan diğer olgu ise lokal progresyonlar nedeniyle üç basamak kemoterapi aldı. Son kemoterapiden önce bu hastada da kemik metastazı gelişti. Kemik metastazına yönelik palyatif radyoterapi verildi. Olgu tanıdan itibaren 36 ay yaşadı. Anahtar Kelimeler: Malign mezotelyoma, multipl metastaz, prognoz P034 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki 235 Akciğer Kanseri Olgusunun Retrospektif Analizi Ercan Kurtipek1, Nuri Düzgün2, Yaşar Ünlü3, Hıdır Esme2, Cengiz Burnik1, Süleyman Baktık4, Yüksel Terzi5, Taha Tahir Bekçi1 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Konya 3 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Konya 4 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Konya 5 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Bölümü, Samsun 1 2 Çalışmamızda skuamöz hücreli kanser(SHCA), adenokanser(AdenoCA), büyük hücreli kanser(BHCA), küçük hücreli kanser(KHCA) tanısı almış 235 olgu retrospektif olarak analiz edilmiştir. Çalışmadaki hastaların 193’ü (%82.1) erkek, 42’si (%17.9) bayandı. En sık görülen akciğer kanseri tipi 81(%34.4) ile SHCA’ydı. Erkeklerde en sık görülen akciğer kanseri tipi 78(%40.4) ile SHCA olup; bundan sonra sıklık sırasına göre AdenoCA 61(%31.6), BHCA 17(%8.8) ve 13(%6.7) ile KHCA bulundu. Bayanlarda en sık görülen akciğer kanseri tipi 19(%79.1) ile AdenoCA olup; bundan sonra sıklık sırasına göre SHCA (%12,5) ve 2(%8.3) KHCA bulundu. Bayan hastalarımızın hiçbirisinde BHCA saptamadık. Akciğer kanserinin en sık görüldüğü yer sağ üst lob 57 kişi (%28.6) olarak saptandı. Bunu görülme sıklığına göre sol üst lob 48 kişi (%24.1), sağ alt lob 46 kişi POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ (%23.1), sol alt lob 30 kişi (%15.1) ve sağ orta lob 18 kişi (%9) olarak izledi. Sağ üst ve orta lob ile sol üst lobda en sık görülen akciğer kanseri tipi SHCA iken sol alt lob ve sağ alt lobda en fazla görülen akciğer kanseri tipi AdenoCA olarak bulunmuştur. Tümör tipi ile kitle boyutu karşılaştırıldığında SHCA ve AdenoCA’ da tümör boyutunun daha fazla olduğu istatistiksel açıdan anlamlı olarak bulunmuştur (p=0,002). Aynı şekilde kitlenin SUV-max değeri SHCA ve AdenoCA’de diğer iki tümöre göre daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Sonuçta tümör boyutunun diğer kanser tiplerine göre daha fazla olduğu ve SUV-max değeri yüksek olan akciğer kanseri olgularında özellikle SHCA ve adenoCA›nın akılda tutulması gerektiği görüşündeyiz. Anahtar Kelimeler: retrospektif, akciğer kanseri, analiz P035 Akciğer adenokarsinomu ve langerhans hücreli histiyositoz birlikteliği, nadir görülen bir olgu sunumu Eliz Oyman, Ebru Çakır Edis Trakya Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne 49 yaşında kadın hasta, polikliniğimize 10 gün önce başlayan hemoptizi şikayeti ile başvurdu. 38 paket/yıl sigara içme öyküsü olan hastanın toraks bilgisayarlı tomografisinde sol akciğer üst lobda 4x2 cm boyutlarında düzensiz sınırlı yumuşak doku kitlesi izlenmesi üzerine pozitron emisyon tomografisi (PET/BT) çekildi. PET/BT görüntülerinde sol akciğer apikal kesitte mediasten yerleşimli 20x27 mm boyutlarındaki spikule konturlu akciğer parankiminde suv max:10.3 ile artmış FDG tutulumu izlendi. Başka yerde tutulum izlenmedi. Bronkoskopide endobronşial lezyon izlenmeyen hastanın transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsi patoloji sonucunda tanı gelmemesi üzerine, hasta göğüs cerrahisine konsulte edildi. Sol üst lobektomi yapılan hastanın frozen sonucu küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (az diferansiye adenokarsinom) olarak saptandı. Postoperatif dönemde hastada sağ aksiller lenf nodu tespit edilmesi üzerine hastaya sağ aksiller lenf nodu biyopsisi yapıldı. Hastanın lenf nodu biyopsi sonucu langerhans hücre proliferasyonu gösteren lenf nodu (langerhans hücreli histiyositoz) olarak raporlandı. Bu olguyu adenokarsinom ve langerhans hücreli histiyositoz birlikteliğinin nadir görüldüğünü vurgulamak ve akciğer karsinomlu her hastada tespit edilen lenfoadenomegalinin maligniteye bağlı olmayabileceğini vurgulamak amacıyla sunmayı uygun bulduk. Anahtar Kelimeler: akciğer, adenokarsinom, langerhans hücreli histiyositoz Şekil 1. Sol akciğer apikal kesitte mediasten yerleşimli kitlenin PET/BT görüntüsü Şekil 2. PET/BT’de başka yerde tutulum izlenmedi. P036 Akciğerin primer taşlı yüzük hücreli karsinomu: Olgu sunumu Erdal İn1, Mehmet Mustafa Akın2, Müge Otlu3, Gökhan Varlı2, Figen Deveci1, Mehmet Hamdi Muz1 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Elazığ Malatya Devlet Hastanesi, Malatya 1 2 3 Giriş: Adenokarsinomun bir alt tipi olan taşlı yüzük hücreli karsinom (TYHK), çoğunlukla mide, kolon, mesane, prostat ve memenin primer karsinomu olarak ortaya çıkar. Akciğerin primer hastalığı oldukça nadirdir ve akciğerlerde saptandığı zaman sıklıkla metastaz olduğu düşünülür. Malign bir tümör olan bu türün en önemli özelliği, müsin üreten hücrelerin varlığıdır. Primer ve metastatik karsinomlara klinik yaklaşımın farklı olması nedeniyle ayırıcı tanının önemini vurgulamayı amaçladık. Olgu: Sigara kullanım öyküsü olmayan 51 yaşındaki erkek hasta, iki aydır devam eden öksürük, kanlı balgam, kilo kaybı ve halsizlik şikayetleri ile polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde sol hemitoraks alt alanda solunum seslerinde azalma ve matite dışında patoloji saptanmadı. Akciğer grafisinde sol hiler alanda düzensiz sınırlı heterojen dansite artışı ve solda orta düzeyde plevral effüzyon ile uyumlu görünüm saptandı. Toraks Bilgisayarlı Tomografisinde mediastinal plevraya oturan, sol üst lob bronş ve segment dallarını oblitere eden düzensiz sınırlı yumuşak doku dansitesi ve sol hemitorakta 58 mm kalınlığında plevral effüzyon izlendi. Bronkoskopide sol akciğer üst lob bronşunu tıkayan ve alt lob bronşuna doğru uzanım gösteren mukozadan kabarık endobronşiyal lezyonlar izlendi. Bu alandan biyopsi yapıldı. Sol hemitorakstaki plevral effüzyondan örnek alındı. Bronkoskopik bronş biopsisi histopatolojik sonucu TYHK ile uyumlu değerlendirildi. Plevral mayi sitolojik incelemesi TYHK metastazı ile uyumlu olarak yorumlandı. Hastaya çekilen PET/BT’ de sol akciğerdeki kitlede yüksek FDG tutulumu saptandı (SUVmaks:9,2). Akciğer dışında başka primer odak saptanmadı. Hasta bu bulgularla primer akciğer TYHK olarak değerlendirildi. Anahtar Kelimeler: Taşlı yüzük hücreli karsinom, akciğer, adenokarsinoma Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 15 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P037 Plöropnömonektonmiden 7 yıl sonra tekrarlayan pnömotoraksla karşımıza çıkan malign mezotelyoma olgusu Ümit Aydoğmuş, Tolga Semerkant, Gökhan Yuncu Pamukkale Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Denizli Giriş: Malign plevral mezotelyoma(MPM) ortalama sağkalımın 9-12 ay olduğu son derece agresif seyreden bir hastalıktır. Spontan pmönotoraksla ortaya çıkması son derece nadirdir. Sağ plevrö-pnömonektomi operasyonundan (PPO) 7 yıl sonra MPM’ye bağlı sol tekrarlayan pnömotoraks olgusu sunulmuştur. Olgu: 65 yaşında bayan hasta 10 yıl önce (ilk pnömotoraks atağınan 7 yıl önce) malign epitelyal tip mezotelyoma tanısı ile paryetal plevrektomi operasyonu geçirmiş, bir yıl sonrasında ise nüks nedeniyle PPO uygulanmıştır. PPO’dan 5 yıl sonra müsinöz over karsinomu nedeniyle opere olan hastada aynı yıl içerisinde sol plörezi saptanmıştır. Sol lokal torakoskopi ile plevra biyopsi ve plöredezisis yapılan hastanın sol plevra biyopsisi de MPM olarak raporlanmıştır. 9 kür kemoterapi gören hastada PPO’nun 7. Yılından itibaren, her biri tüp torakostomi ile tedavi edilen dört spontan pnömotraks atağı geçirmiştir. Hastanın genel durumu uygun olmadığından sol taraf için cerrahi girişim uygulanmamıştır. Sonuç: Bir taraf pnömonektomisi sonrası kalan akciğerde pnömotoraks geliştiğinde tümöre bağlı olabileceği akılda tutulmalıdır. Tümöre bağlı pnömotoraks gelişmiş pnömonektomili olguların tedavisi zor bir durumdur. Anahtar Kelimeler: Tekrarlayan pnömotoraks, plöropnömonektomi sonrası pnömotoraks, malign mezotelyoma PA Akciğer grafi X ray segmentlerinden 0.4 cm ve 0.5 cm çaplarında nodüller çıkartılmıştır. Patoloji raporunda çok sayıda, en büyüğü 5 mm çapa ulaşan noröroendokrin hücre proliferasyonu, tümörletler ve mitotik aktivitenin, nekrozun ya da atipinin olmadığı tipik karsinoid tümörler yanı sıra bir adet sklerozan hemanjiom (pnömositom) tanımlanmıştır. Toraks onkoloji konseyinde tartışılan olguya metastatik karsinoid tümör olasılığı nedeniyle oktreotid sintigrafisi çekilmiş, patolojik aktivite tutulumu izlenmemiştir, hasta izleme alınmıştır. En son Haziran 2013 tarihinde çekilen toraks BT’de akciğerdeki nodüllerin stabil seyrettiği görülmüştür. DIPNECH, preinvaziv hiperplazi ve tümörletlerden invaziv karsinoid tümörlere kadar uzanabilen nöroendokrin proliferasyonların görüldüğü nadir bir pulmoner sendromdur. Genellikle cerrahi tanı gerektiren bu sendrom, oldukça yavaş seyretmesine rağmen literatürde ölümler de bildirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Diffüz idiyopatik pulmoner nöroendokrin hücre hiperplazisi, videotorakoskopik cerrahi P039 Akciğerde nadir görülen bir tümör: İnflamatuvar miyofibroblastik tümör Özlem Saniye İçmeli1, Abidin Levent Alpay1, Baran Gündoğuş1, Dilek Yavuz1, Hatice Türker1, Merve Çiftci1, Ayçim Şen1, Büge Öz2, Thomas V Colby3 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul 3 Mayo Clinic İnflamatuvar miyofibroblastik tümör(IMT),seyrek görülen bir tümör olup tüm akciğer tümörlerinin %0.04-1.2 ‘si kadarını oluşturur. İlk kez 1939 yılında Brunn tarafından tanımlanmış, etyolojisi kesin olarak bilinmemektedir. Radyolojik bulgusu nedeniyle 16 yaşındaki kız hasta ileri tetkik için yatırıldı.Fizik muayenesi normal bulunan hastanın rutın hematolojik ve biyokimyasal parametrelerinde özellik yoktu. Akciğer grafisinde sağ akciğer üst alanda sınırları düzgün homojen opasite mevcuttu. Toraks BT’de sağ hiler bölgede 30x26 mm boyunda lobuler konturlu nodüler lezyon izlenmekteydi. Bronkoskopik incelemede sağ üst lob girişinde dokunmakla kanayan, vasküler endobronşiyal lezyon görüldü. Kanama nedeniyle bronkoskopik biyopsi alınamayan hastaya diagnostik ve teröpatik amaçlı sağ torakotomi uygulandı. Patolojik tanı IMT olan hasta,çok seyrek görülen bir akciğer tümörü olması nedeniyle literatürün ışığı altında tartışıldı. IMT, seyrek görülen benign bir tümördür. Klinik ve radyolojik özellikler değişken ve nonspesifik olduğundan cerrahi öncesi tanı konulması zordur. Selim bir tümör olmasına rağmen lokal invazyon ve nüksleri önlemek amacıyla komplet rezeksiyon yapılmalı, rezeksiyon sonrası hastalar yakından izlenmelidir. Anahtar Kelimeler: Akciğer, inflamatuvar tümör, myofibroblastik tümör Şekil 1. Pnömotoraks P040 P038 Astımı Taklit Eden Mukoepidermoid Karsinom Diffüz idiyopatik pulmoner nöroendokrin hücre hiperplazisi (DIPNECH): olgu sunumu Fulya Ciyiltepe, Tülay Özdemir Canan Gündüz1, Nesrin Moğulkoç1, Pervin Korkmaz1, Ali Veral2 Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir 1 2 Diffüz idiyopatik pulmoner nöroendokrin hücre hiperplazisi, nadir görülen, akciğer malignitesini taklit edebilen bir hastalıktır. Sigara kullanım ya da sistemik hastalık öyküsü olmayan 31 yaşındaki erkek hasta; Ocak 2009’da çekilen akciğer grafisinde nodüler lezyonlar saptanması üzerine tetkik edilmiştir. Toraks BT’de malign özellikte kontrastlanan nodüller izlenmesi üzerine ileri inceleme için kliniğimize yönlendirilmiştir. Fizik bakısı ve solunum fonksiyon testleri normal, arter kan gazında hafif hipoksemi saptanmıştır. Biyokimyasal tetkikleri normal ve balgamda ARB negatif bulunmuştur. Şubat 2009 tarihli PET/BT’de sağ akciğer alt lob superior segmentte 1.7x1.3 cm boyutunda (SUVmax: 4.1) nodüler lezyon ve bilateral milimetrik nodüller (SUVmax: 0.9-1.7) izlenmiştir. Mart 2009’da VATS ile wedge rezeksiyon yapılan olguda sağ alt lob superior ve posterior 16 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Akdeniz Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya 35 yaşında erkek hasta.Son 3 aydır özellikle gece ortaya çıkan ve sol yana yatmakla belirginleşen hırıltı yakınmasıyla başvurdu.Hastanın başka hiçbir solunumsal yakınması yoktu.Sigara öyküsü ve başka bir hastalığı bulunmamaktaydı.Fizik muayenesi doğaldı.Solunum fonksiyon testi normaldi.PA akciğer grafisinde patoloji saptanmadı.Son 3 ayda hastaya değişik merkezlerde çeşitli astım kontrol tedavilerinin uygulandığı, ancak yakınmasında herhangi bir değişiklik olmadığı öğrenildi.Toraks BT’de sağ akciğer orta lob bronşunu kısmen dolduran, lümene doğru uzanım gösteren polipoid görünümlü, endobronşiyal lezyon veya mukus tıkacı olabileceği belirtilen bir görünüm mevcuttu.Fiberoptik bronkoskopide sağ akciğer orta lob girişinde havalanmaya izin verecek şekilde yerleşmiş, lobule görünümlü, solunumla kısmen hareketli endobronşiyal lezyon saptandı.Lezyondan fırçalama yapıldı ve biyopsi alındı.Patolojik tanı ‘mukoepidermoid karsinom’ şeklinde rapor edildi.Evreleme amaçlı yapılan pet -CT görüntülemesinde, lezyon dışında patolojik FDG tutulumu izlenmemesi üzerine hasta, küratif tedavi amaçlı göğüs cerrahisine yönlendirildi. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Olgumuz, astıma ait semptomların nonspesifik olduğunu, özellikle astım tedavisi ile yanıt alınamadığı durumlarda başka tanıların da gözden geçirilmesi gerektiğini, ileri tetkiklerin hızlı bir şekilde yapılmasının hayat kurtarıcı olduğunu vurgulamıştır. Anahtar Kelimeler: Astım, Hırıltı, Mukoepidermoid Karsinom Anahtar Kelimeler: küçük hücreli akciğer karsinomu, uzun dönem sağkalım P042 Nadir görülen bir kronik öksürük nedeni: Primer akciğer taşlı yüzük hücreli kanseri Emire Pınar Seyfettin1, Özlem Düvenci Birben1, Ayşe Elif Küpeli1, Dalokay Kılıç2, Handan Özdemir3, Gaye Ulubay1 Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Başkent Üniversitesi, Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara 3 Başkent Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Şekil 1. bronkoskopi görüntüsü 78 yaşında kadın hasta 1 aydır kuru öksürük şikayeti ile merkezimize başvurdu. Yoğun hava kirliliğinin ve madenciliğin yaygın olduğu bir ilden başvuran hastamız nonsmoker idi. Fizik incelemede solda skapula alt sınırından itibaren matite ve solunum seslerinde azalma saptandı. Hastanı PA akciğer grafisinde sol alt zonda kalp kenarını ve diyafragmayı silmeyen homojen dansite artışı görüldü. Toraks BT’de Sol akciğer alt lobda hilus inferiorunda alt lob bronşunu oblitere eden kitle imajı ile uyumlu görünüm, sol alt lobda totale yakın kollaps, solda plevral sıvı, özofagus alt ucunu komprese eden olası özofagus lezyonu görüldü. FOB’de endobronşiyal lezyon saptanmadı. Abdomen USG sonucu normal olan hastamızın üst GİS endoskopisinde özofagus ve mide de patolojik oluşum görülmedi. Plevral sıvı analiz sonuçları eksüda vasfındaydı, sıvıda lenfosit hakimiyeti vardı. Kapalı plevra biyopsisini kabul etmeyen hastamıza VATS uygulandı. Alınan plevral biyopsi örnekleri akciğerin taşlı yüzük hücreli karsinom paterni gösteren adenokarsinom olarak değerlendirildi. Taşlı yüzük hücreli karsinoma (TYHK), akciğer adenokarsinomunun ender görülen bir varyant tipidir. Agresif seyirli bu kötü diferansiye tümör genellikle GİS ya da üriner sistemden akciğer metastazı olarak karşımıza çıkar. Primer akciğer kanseri olarak görülmesi ise nadirdir (%1.5). Akciğer kanserinde bilinen en önemli risk faktörü sigaradır. Hastamızda olduğu gibi sigara içmeyen kişilerde de çevresel tozlara maruziyet ya da genetik faktörler nedeniyle bu nadir görülen kanser tipinin medyastinal kitle olarak karşımıza gelebileceği, özofagus alt ucu tümörleri ile karıştırılabileceği, agresif olması nedeniyle tanısal yaklaşım açısından agresif yaklaşılması gerektiği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: adenokanser, medyastinal kitle P043 Şekil 2. PET-CT görüntüsü Endobronşiyal tutulum gösteren nonHodgkin lenfoma: nadir bir olgu Tuğba Çiçek, Mine Önal, Ayşenaz Özcan, Yetkin Ağaçkıran, Şükran Atikcan P041 Küçük Hücreli Akciğer Kanserinde Uzun Dönem Sağkalım (İki Olgu) Günseli Balcı, Aydan Mertoğlu, Zühre Taymaz, Emel Tellioğlu İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Kliniği, İzmir Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) tedaviye iyi yanıt veren ancak mortalitesi yüksek ve uzun süreli yaşam şansının fazla olmadığı bir hastalıktır. Olguların büyük bir kısmı nüksler, geç dönemde ikinci primer tümörler ve kanser dışı nedenlerle kaybedilir. Burada, KHAK tanısı alan olgularımızdan uzun dönem sağkalımı olan 2 olgu sunuldu. Birinci olgumuz; 11 yıl önce sağ akciğerde küçük hücreli akciğer kanseri tanısı konularak kemoterapi ve lokal radyoterapi uygulanan ve tam cevap elde edilen 79 yaşında erkek hasta da toraks bilgisayarlı tomografi (BT) ile sağ akciğerde kitle lezyonu saptandı ancak hasta ileri tetkik ve tedaviyi kabul etmedi. İkinci olgumuz 60 yaşında erkek hasta 10 yıl önce sol akciğerde sınırlı evre küçük hücreli akciğer kanseri nedeniyle kemoterapi ve radyoterapi ile tedavi edildi. Takibinin 10.yılında toraks BT’de sol akciğerde kitle saptandı ve transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsisi ile nöroendokrin karsinom tanısı konuldu. Hastaya kemoterapi başlandı. Olgularımızı ilk tümörün tedavisinde tam kür elde edilmesi ve çok uzun bir süre hastalıksız bir dönem geçirmeleri nedeniyle sunmayı uygun bulduk. Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara Non-Hodgkin lenfoma (NHL) tüm lenfomaların %75’ini oluşturmakla beraber endobronşiyal tutulum oldukça nadirdir. 67 yaşında astım nedeniyle takipli bayan hasta son 1 aydır artan nefes darlığı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Sigara içicisi olmayan hastanın fizik muayenesinde yaygın ekspiratuar ronküsleri mevcuttu. Akciğer grafisinde sağ hiler dolgunluk saptandı. Hiler dolgunluğun etyolojisini araştırmak için çekilen toraks tomografisinde her iki aksiller bölgede lenfadenopati (LAP), yaygın mediastinal LAP ve sağ ana bronş dallarını çevreleyen kitle lezyonu mevcuttu. Hastaya yapılan fiberoptik bronkoskopide sağ ana bronş mukozası infiltre, orta ve üst lob orifisleri endobronşiyal lezyon ile daralmıştı. Bu lezyonlardan biyopsi alındı. Biyopsi örneklerinin histopatolojik ve immunhistokimyasal olarak incelenmesi sonucu B hücreli nonHodgkin lenfoma infiltrasyonu olarak raporlandı. Hastaya siklofosfamid, adriamisin, vinkristin ve prednizolon (CHOP) tedavisi başlandı. Akciğer kanserini taklit eden endobronşiyal tutulumlu NHL’lı bu olgu nadir görülmesi nedeniyle sunuldu. Anahtar Kelimeler: endobronşiyal tutulum, non-Hodgkin lenfoma, endobronşiyal kitle Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 17 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P044 Akciğerin Senkron Tümörü, Küçük Hücreli Akciğer Karsinomu Ve Primer Akciğer Adenokarsinomu Birlikteliği Nesrin Öcal1, Deniz Doğan1, Ömer Deniz1, Ali Fuat Çiçek2, Hayati Bilgiç1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara 1 2 69 yaşında erkek hasta sol yan göğüs ağrısı ve öksürük şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Çekilen PA akciğer grafisinde izlenen dansite artımları nedeniyle hastaya toraks BT çekildi. Toraks BT’de sağ alt lobda plevra tabanlı kitle lezyon ve solda hilus ile iştirakli, distalindeki hava yollarında atelektaziye neden olduğu düşünülen kitle lezyon izlendi. 90 paket/yıl aktif sigara ve kronik alkol içiciliği öyküsü bulunan hastaya tanısal bronkoskopi işlemi yapıldı. Her iki akciğerdeki lezonlardan ayrı ayrı biyopsiler alındı. Sağ akciğer alt lobdan transbronşial biyopsi alınırken sol akciğer üst lob girişinde endobronşial lezyon izlendi ve lezyondan biyopsiler alındı. Sol akciğer üst lobdan alınan biyopsi sonucu küçük hücreli akciğer karsinomu olarak raporlanırken sağ alt lobdan alınan biyopsileri histopatolojik sonucu adenokarsinom olarak raporlandı. Bunun üzerine adenokarsinonum olası bir akciğer dışı primer odaktan metastazı açısıdan araştırmak ve genel onkolojik tarama amacıyla hastaya onkolojik PET tetkiki yapıldı. PET’de akciğer dışı organlarda FDG tutulumları normal sınırlarda izlenmiş olup her iki lezyon da akciğerin primer tümörü olarak değerlendirildi. Eşzamanlı olarak saptanan akciğerin primer senkron tümörlerine iyi bir örnek teşkil etmesi ve klinisyenlere aynı lezyonun metastazı olabileceğini düşündüren lezyonlarda biyopsi işlemleri sırasında ikinci primer ihtimalini hatırlatmak amacıyla bu olguyu paylaştık. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, senkron tümör larda daha yavaş bir seyir beklenir. Bu açıdan bir faklılık gösterdiği için radyolojik seyri hızlı olan bir akciğer kanseri olgusunu paylaşmak istedik. 66 yaşında erkek hasta öksürük, kilo kaybı, yüksek ateş, halsizlik şikayetleri ile başvurdu. Bir hafta önce dış merkezde çektirmiş olduğu torkas BT’de sol akciğer üst zonda izlenen kaviter lezyon nedeniyle hastaya balgam ARB tetkiki planlandı ve non-spesifik antibiyoterapi başlandı. Balgam ARB sonuçları negatif gelen hastaya alınan kontrol toraks BT’de lezyonların belirgin olarak progrese olduğu izlendi. ilk olarak hızlı seyrinden dolayı tüberküloz lehine değerlendirilen hastaya tanısal bronkoskopi işlemi yapıldı. Sol akciğer üst lob girişinde endobroşial lezyon izlenen hastanın patoloji sonuçları yassı epitel hücreli akciğer karsinomu olarak raporlandı. Bu olguyu radyolojik prezentasyonu ve beklenende hızlı seyri farklılık göstermesi açısından sunduk. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, kavite, tüberküloz Şekil 1. sol akciğerde kaviter lezyon P046 Şekil 1. A. Sol akciğerdeki yassı epitel hücreli karsinom B. Sağ akciğerdeki adenokarsinom Histerektomiden On Yıl Sonra Akciğer Metastazı İle Gelen Leyomiyosarkom Olgusu Talat Kılıç1, Ömer Kaya2, Nusret Akpolat3 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya Yeşilyurt Hasan Çalık Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Malatya 3 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Malatya 1 2 Şekil 2. Senkron tümörlerin histopatolojik görünümleri A. glandüler yapılar ve tek hücre infiltrasyonlarından oluşan infiltratif tümör (x100 H & E) B. atipik skuamöz epitel hücrelerinden oluşan infiltratif tümör adaları (x40 H & E) P045 Akciğer Tüberkülozunu Taklit Eden Hızlı Radyolojik Seyirli Bir Akciğer Kanseri Olgusu Nesrin Öcal, Deniz Doğan, Cantürk Taşçı, Hayati Bilgiç Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Kaviter akciğer lezyonları öncelikli olarak akciğer tüberkülozunu düşündürmekle beraber akciğer maligniteleri, fungal enfeksiyonlar gibi farklı etyolojilerle de ilişkili olabilmektedir. Bu tür lezyonlar izlendiği zaman hızlı bir şekilde ARB tetkikleri ile tüberkülozun ekartasyonu genel kabul görmüş klinik yaklaşımdır. Kaviter lezyonların radyolojik takibinde hızlı progresyon daha sıklıkla tüberküloz lehine yorumlanırken malignitelere bağlı lezyon- 18 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş: Leyomiyosarkomlar, gastrointestinal sistem traktus duvarı, uterus duvarı, ekstremite yumuşak dokuları ve pelvik kaviteyi de içeren retroperitoneal dokuda yerleşim gösteren nispeten nadir görülen düz kas orjinli malign tümörlerdir. Uterus leyomiyosarkomunun akciğere metastazı nadir görülmektedir ve genelde histerektomiden yıllar sonra ortaya çıkmaktadır. Literatürde uterus neoplazmı ile eş zamanlı ortaya çıkan metastazlar olduğu gibi histerektomiden 20 yıl sonra da metastaz saptanan olgular bildirilmiştir. Olgu Sunumu: Elli yedi yaşında bayan hasta, efor dispnesi, öksürük ve yeşil renkli balgam şikayetleri ile başvurdu. Özgeçmişinde 10 yıl önce anormal uterin kanama nedeni ile histerektomi + bilateral salpingoooferektomi ameliyatı ve diyabet öyküsü vardı. Soy geçmişinde özellik yoktu. Fizik muayenesinde, kan basıncı: 110/70 mmHg, kalp hızı: 78/dakika, solunum sayısı: 20/dakika, ateş: 36.6 °C idi. Dinlemekle solunum sesleri azalmış, ekspiryum hafif uzamıştı. Diğer sistem muayeneleri normal idi. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografi (BT)’sinde sağ akciğer alt lob süperior segment düzeyinde hava bronkogramı içeren konsolide alan mevcuttu. Perihiler, subkarinal ve orta lob bronşunu daraltan multipl patolojik boyutta lenfadenopatiler izlendi. Hastaya tanısal amaçlı bronkoskopi yapıldı. Lezyondan alınan endobronşiyal biyopsi leyomiyosarkom olarak rapor edildi. Hastanın 10 yıl önceki histerektomi kayıtları incelendiğinde leyomiyosarkom tanısı aldığı öğrenildi. Mevcut bulgularla hastanın akciğerdeki lezyonları metastatik olarak değerlendirildi. Hasta tedavi planlanması açısından onkoloji kliniğine yönlendirildi. Sonuç: Metastatik pulmoner leyomiyosarkom olguları genelde asemptomatik olmakla birlikte öksürük, balgam, hemoptizi gibi non spesifik POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ semptomları da olabilir. Özellikle akciğerde lezyon ile başvuran hastalarda geçirilmiş operasyon ve malignite öyküleri dikkatlice sorgulanmalıdır. Ayrıca, bu olgumuzda olduğu gibi, leyomiyosarkomların yıllar sonra metaztaz yapabileceğinden, bu hastaların uzun dönem takip edilmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Akciğer metastazı, leyomiyosarkom P048 Milimetrik nodüle uygun klinik yaklaşımla kür sağlanan bir akciğer kanseri olgusu Evrim Eylem Akpınar1, Tevfik Kaplan2, Nalan Ogan1, Sümeyye Alparslan Bekir1, Meral Gülhan1 Ufuk Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Ufuk Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara 1 2 P047 Eş zamanlı akciğer adenokanseri ve Hodgkin lenfoma saptanan olgu Abdulsamet Sandal, Lütfi Çöplü, Özge Öztürk Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Akciğer metastazları, toraks dışı tümörlerin %20-54’ünde görülmektedir. Akciğerler toraks dışı kanserlerin metastazı için ikinci en yaygın organdır. Bu yazıda radyolojik görüntü nedeniyle ön planda akciğer metastazı düşünülerek araştırılan ve eş zamanlı olarak akciğer adenokarsinomu ile Hodgkin lenfoma saptanan bir olgu bildirilmektedir. Nefes darlığı şikayeti ile başvuran 75 yaşında kadın hastanın sorgulamasında vücut ağırlığında son 6 ay içerisinde 10 kg kayıp olduğu öğrenildi. Fizik incelemesinde 3x3 cm boyutlarında sol supraklaviküler lenfadenopati saptandı. Yapılan toraks bilgisayarlı tomografide her iki akciğer parankiminde en büyüğü 1,5 cm boyuta ulaşan düzensiz sınırlı çok sayıda öncelikle metastaz ile uyumlu nodüller saptanan hastanın supraklaviküler lenfadenopatisine eksizyonel biyopsi uygulandı. Patolojik incelemesinde klasik nodüler sklerozan tip Hodgkin lenfoma ve metastaz şüphesi olan glandüler yapılar saptandı. Gastrointestinal sistem ve meme taramasında malignite bulgusu izlenmeyen hastanın fiberoptik bronkoskopi işleminde uyumsuz olması nedeniyle işlem yapılamadı. Hastadan sağ akciğer alt lobda plevraya komşu lezyondan kalın iğne biyopsisi (tru-cut biyopsi) alındı. Biyopsi materyalinin patolojik incelemesinde müsinöz tip primer akciğer adenokarsinomu saptandı. Eastern Cooperatıve Oncology Group Performans Status (ECOG-PS) değerlendirmesinde skoru 4 olan hastaya sistemik tedavi uygulanamadı. Bu olgu ileri evre akciğer kanseri olgularında radyolojik bulguların toraks dışı kanserlerin akciğer metastazı ile karışabileceğini vurgulamaktadır. Ayırıcı tanının yapılması sistemik tedavi uygulanabilecek olgularda tedavi planını belirlemede önemli olacaktır. Anahtar Kelimeler: adenokarsinom, adenokanser, Hodgkin, kanser, karsinom, lenfoma, metastatik, metastaz Giriş: Çok dedektörlü bilgisayarlı tomografinin (BT) kullanımının yaygınlaşmasıyla, alınan ince kesitler sayesinde akciğerdeki milimetrik nodüller daha sık tesbit edilmeye başlanmıştır. Yapılan çalışmalar nodüllerin etiyolojileri, davranışları ve yaklaşım konusunda bilgi artışı sağlamıştır. Biyopsi yöntemlerinin başarısının ve PET-BT’nin duyarlılığının düşük olması tanıda zorluğa yol açmaktadır. Takip amaçlı sık çekilen BT radyasyon riskinin ve maliyetin artmasına neden olmaktadır. Bu bildiride insidental olarak tesbit edilen milimetrik nodülü olan, malignite açısından riskli bir olgunun sunumuyla, milimetrik nodüllere yaklaşımın önemini vurgulamak amaçlanmıştır. Olgu: 51 yaşında erkek hasta nefes darlığı, öksürük, balgam yakınmalarıyla başvurdu. Öyküsünde 15 p-yıl sigara, dedesinde akciğer kanseri vardı. Özgeçmişinde 2009 yılında pnömoni sonrası çekilen Toraks BT’de sağ alt lob posterior segmentte 6 mm pulmoner nodül izlenmişti. Yılda bir çekilen BT ile yapılan takipte nodül boyutunda milimetrik artışlar izlenmişti. Laboratuar bulgularında sedim 90 mm/s, CRP: 22 mg/dl idi. FM: Doğaldı. Antibiyotik tedavisi sonrasında en son 1 yıl önce BT çekilmiş olduğu için kontrol BT istendi. 3.10.2013 tarihli toraks BT’de sağ alt lobdaki nodül boyutunun 10.6 mm’ye çıktığı, dansitesinin arttığı izlendi. PET-BT’de patolojik aktivite izlenmedi. Hasta Göğüs Cerrahisi, Radyoloji bölümlerinin de katıldığı konsey kararıyla operasyona verildi. VATS eşliğinde sağ torakotomi yapıldı, frozen sonucu malign epitelial tümör gelen hastanın operasyonu alt lobektomiye tamamlandı ve lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Postoperatif patoloji sonucu invaziv müsinöz adenokarsinom olarak gelen hasta Evre IA (T1aN0M0) olarak evrelendi ve tedavisiz takibe alındı. Sonuç olarak: İnsidental olarak tesbit edilen milimetrik nodüllerin uygun şekilde takibi ve seyrine göre gerekli tanı ve tedavi yöntemlerinin uygulanması, akciğer kanserinin erken tanı ve tedavisine olanak sağlamaktadır. Anahtar Kelimeler: milimetrik nodül, akciğer kanseri, takip Olgunun toraks bilgisayarlı tomografi görüntüsü Şekil 1. Olgunun toraks bilgisayarlı tomografi incelemesinde her iki akciğer parankiminde en büyüğü 1,5 cm boyuta ulaşan düzensiz sınırlı çok sayıda öncelikle metastaz ile uyumlu nodüller saptandı. Şekil 1. 2009 yılı toraks BT’de sağ alt lob posterior segmentte 6 mm nodül, dansite:-394 HU Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 19 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 2. 2013 yılı toraks BT’de sağ alt lobdaki nodülde boyut ve dansite artışı (10.6 mm, +22 HU) P049 Bilateral multipl kaviter lezyonlarla seyreden primer akciğer kanseri Ebru Ünsal1, Filiz Çimen2, Fatma Canbay2, Müjgan Güler2 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ankara 2 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1 Atmış altı yaşında erkek hasta, çiftçilik yapmış. Kırk yıl önce inguinal herni, 2 yıl önce de katarakt nedeniyle opere edilmiş. Sigara öyküsü 100 paket yıl. Erkek kardeşi de akciğer kanseri nedeniyle ex olmuştu. Soygeçmişinde başka özellik yoktu. Hasta 2,5 aydır olan nefes darlığı ve yaklaşık yarım çay bardağı hemoptizi ile merkezimize başvurdu. Fizik muayenesinde, üst extremitede ve boyunda venöz dolgunluk mevcuttu. Solunum sesleri azalmıştı. Oda havasında oksijen saturasyonu %90, solunum sayısı 14/dk idi. Rutin kan tetkiklerinde WBC: 6800 NE:4100 HGB:15.6 HTC:%47.4 PLT:303 000. INR:1.11 Sedimantasyon: 34/saat. Çekilen PAakciğer grafide mediasten genişliği ve bilateral kaviter lezyonlar mevcuttu. Toraks BT’de, sağ paratrakeal alanda daha belirgin olmak üzere mediastinal ve her iki hiler alanda lenfadenopati görünümleri, vena cava superiora bası ve invazyon bulguları mevcuttu. Sağ üst zonda çekintili, konturlu yaklaşık 5 cm boyutunda lezyon, her iki akciğerde de kaviter en büyüğü 4 cm boyutlu multipl metastatik nodüller mevcuttu. Hasta vena cava superior sendromu (VCSS) açısından radyasyon onkolojisine danışıldı. Doku tanısı olmayan hasta VCSS’a yönelik 10 gün palyatif radyoterapi aldı. Klinik durumu düzelen hastaya fiberoptik bronkoskopi (FOB) yapıldı. FOB’da sol sistem üst lob apikoposterior segment ağzı endobronşiyal lezyon ile tıkalıydı. Sağ sistem üst lob apikal segment ağzı da mukozadan kabarık, frajil papiller lezyon ile infiltreydi. Buralardan multipl biyopsiler alındı. Her iki sistemden alınan FOB biyopsi sonucu skuamöz hücreli karsinom olarak raporlandı. FOB lavaj ARB menfi olarak geldi. PET BT ve kranial MR’da uzak organ metastazı yoktu. Hasta hastanemiz onkoloji konseyine sunuldu. Küçük hücreli dışı akciğer kanseri (evre 4) tanısıyla kemoterapi alması uygun görüldü. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, kavite, metastaz P050 Bronşial Adenoid Kistik Karsinom: OLGU SUNUMU Ergi Hysi, İlknur Yaşar, Günay Aydın Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Akciğerin primer adenoid kistik karsinomu ana bronşlardaki submukozal glandlardan kaynaklanan düşük gradeli nadir görülen bir tümördür. Lokal rekürrenslere sık olarak rastlanır. Lenf nodu metastazı yapabilir fakat erken yaygın uzak metastazlar nadir görülür. Öksürük,hemoptizi ve sırt ağrısı yakınmaları ile başvuran ve metastatik bronşial adenoid 20 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı kistik karsinom tanısı alan olgumuzu nadir görülmesi nedeniyle sunmayı amaçladık. Olgu: 48 yaşında, sigara öyküsü olmayan erkek hasta. 1 aydır devam eden öksürük,hemoptizi ve sırt ağrısı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. PA akciğer grafisinde sol hiler genişleme görülmesi üzerine çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde sol ana bronşu oblitere eden, yaklaşık 2,3 cm çapında kitlesel lezyon tespit edildi. Bronkoskopik incelemesinde sol ana bronş girişten itibaren lateralde daha belirgin olmak üzere yarım ay şeklinde, %50 darlık yapan mukoza lezyonu izlendi. Endobronşial kitleden alınan biyopsinin patoloji incelemesi adenoid kistik karsinom ile uyumlu bulundu. PET-CT’de bilateral sürrenal ve iskelet sisteminde multiple olmak üzere yoğun FDG tutulumu izlenmesi nedeni ile inoperabl kabul edilen hastaya ardışık kemoradyoterapi uygulandı. Radyoterapi sonrası primer kitlede tam regresyon görülürken 6 kür kemoterapi sonrası metastatik odaklarda progresyon izlendi. Tartışma: Bronşial adenoid kistik karsinom lokal infiltratif büyüyen, son derecede yavaş gelişmesine rağmen malign seyirli bir tümördür. Perinöral invazyon tümör için oldukça karakteristik olup erken yaygın uzak metastaz nadiren görülmektedir. Cerrahi girişim primer tedavi şeklidir. Postoperatif cerrahi sınır veya N2 pozitifliği saptanan olgulara adjuvan radyoterapi önerilmektedir. Kemoterapinin tedavideki yeri gösterilememiştir. Yaygın metastazların görüldüğü olgumuzda literatürle uyumlu olarak radyoterapiye tam yanıt alınırken kemoterapi sonrası progresyon saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: adenoid kistik karsinom,bronş,erken metaztaz, P051 Malign melanomlu bir hastanın evrelemesinde gerektiğinde agressive cerrahi evreleme yapılmalıdır: olgu sunumu Alper Gözübüyük1, Kuthan Kavaklı1, Hakan Işık1, Okan Karataş1, Sezai Çubuk1, Gökhan Ayberik1, Orhan Yücel1, Hasan Çaylak2, Sedat Gürkök1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Cerrahisi Anabilim DAlı Başkanlığı, Ankara Diyarbakır Askeri Hastanesi, Diyarbakır 1 2 Giriş: Malign melanom görülme insidansı giderek artan, metastaz varlığında tedavisi sorunlu olan malign bir hastalıktır. Tedavi seçeneğinin hastalığın evresine göre belirlendiğinden hastalar mutlaka doğru olarak evrelendirilmelidir. Olgu: Yirmi üç yaşında erkek hasta preaurikular bölgeden malign melanom eksizyonu ve sonrasında yapılan PET-CT evreleme sonucu ile mürcaat etti. Primer lezyonun evresi pT1b, CLARK: Evre II, BRESLOW: 0.7 mm idi. PET-CT sol aksiler lenf nodunda (SUV Max: 3.8) ve üst anterior mediastende (SUV Max: 25.5) pataolojik FDG tutulumu saptanmış. Aksiller bölgedeki tutulumun malign melanoma metastazı olabileceği ancak üst anterior mediastendeki tutulum timik bir tümöre ait olabileceği değerlendirilmiş. Histopatolojik doğrulama için hastaya aynı seansta aksiler lenf nodu ve mediastinal kitle eksizyonu ameliyatı planlandı. Timik lezyonun komplet rezektabilitesini değerlendirmek için dinamik-CT-anjiyografi yapıldı. Kitlenin ana pulmoner arter ve çıkan aorta ile ilişkisi değerlendirildi. Heterojen dansitede, düzgün sınırlı, 4.5 cm çapında ve invazyon göstermediği saptandı (şekil 1). Hasta cerrahi evreleme amaçlı ameliyata alındı. Aksiler lenf nodu eksize edildi ve sonra VATS ile timik doku çıkarıldı. Timus bölgesinin eksplorasyonu sonrası kitlenin perikardın içerisinde olduğu, timus ile ilişkisi olmadığı ve perikardın intakt kaldığı saptandı. İntraoperatif alınan Kalp Damar Cerrahi konsultasyonu neticesinde hastaya median sternotomi uygulandı ve perikard açılarak kitle rezektabilite açısından değerlendirildi. Ekstrakorporeal dolaşım pompası gerekebileceğinden dolayı rezeksiyon bu aşamada yapılamadı ve bir hafta sonra kitle eksize edildi (şekil 2). Histopataolojik inceleme sonucunda lenf nodunun benign olduğu ve intraperikardiyal kitlenin ise paraganglioma olduğu saptandı. Sonuç: PET-CT de çok farklı SUV Max değerine sahip FDG tutulumları olduğunda, başka patalojiler olabileceği akılda bulundurulmalı ve histopatolojik doğrulama mutlaka yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Malign melanom, paraganglioma, göğüs cerrahisi, evreleme. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P052 P054 Nadir Bir Olgu: Akciğerin Pleomorfik Karsinomu Pulmoner metastatik kavitasyonla seyreden pankreas adenokarsinoma olgusu Ayşe Dallı1, Sibel Öktem Ayık1, Demet Arıkan Etit2 1 Hatice Kılıç1, Funda Karaduman Yalçın2, Ayşegül Karalezli1, Hatice Canan Hasanoğlu3 2 1 Katip Çelebi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Birimi, İzmir Giriş-Amaç: Akciğerin pleomorfik karsinomu, az diferansiye küçük hücreli dışı akciğer karsinomudur. Sarkomatoid karsinomun bir alt tipidir. Oldukça nadir görüldüğü için bu olguyu sunmayı uygun bulduk. Olgu: 47 yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve öksürük şikayeti ile acil servise başvurdu. Hasta taşipneik ve taşikardikti. Kan gazında hipoksi ve hipokapni mevcuttu. Çekilen toraks Bilgisayarlı Tomografi’(BT)de perikardiyal efüzyon, paratrakeal hiler subkarinal lenfadenopatiler (LAP), sol alt lob bronşunda obstrüksiyon ve distalinde konsolidasyon saptandı. Hasta akciğer kanseri(CA) pnömoni ön tanıları ile servise yatırıldı. Dopler ekokardiyografide perikard tamponadı olması üzerine kardiyoloji konsültasyonu istendi. Perikardiyosentez yapılıp hasta takip edildi. Mayi sitolojik incelemesi benign geldi. Boyunda palpabl lenf bezleri saptandı. Yapılan boyun ultrasonografisinde bilateral servikal zincirde en büyüğü 3x2 cm olan çok sayıda büyümüş lenf bezi saptandı. Lenf bezi ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Patoloji sonucu pleomorfik malign tümör metastazı olarak geldi. Histopatolojik tanı için lenf bezi eksizyonel biyopsisi yapıldı. Biyopsi sonucu akciğerin pleomorfik karsinomu olarak rapor edildi. Oksijen ihtiyacı devam eden hastaya bronkoskopi planlandı. Yüksek oksijen desteğine rağmen hipoksisi olan hasta entübe edilerek mekanik ventilatöre bağlandı. Yoğun bakım ünitesi olan bir merkeze sevk edildi. Sonuç: Pleomorfik karsinom akciğerin nadir görülen, kötü prognozlu bir tümörüdür. Akciğer CA ön tanısı ile tetkik edilen olgularda, pleomorfik karsinom akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Pleomorfik karsinom, Akciğer P053 Pankreas Metastazı Yapmış Bir Akciğer Adenokanser Olgusu Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara Sinop Boyabat 75. Yıl Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Sinop 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 2 Giriş: Pulmoner metastatik kaviter lezyonlar en çok skuamöz hücreli veya musinöz karsinomlarla beraberdir. Bugüne kadar baş boyun tümörleri, özefagus, kolon ve mesane kanserlerinin akciğer metastazlarında kaviter lezyonların görüldüğünü gösteren çok az sayıda olgu sunumu mevcuttur. Bu olguyla, literatürde daha önce bildirilmemiş olan pankreas adenokarsinomuna bağlı akciğerde çok sayıda metastatik kaviter lezyonları olan hastanın sunulması amaçlanmıştır. Olgu: 60 yaşında erkek hasta 7 aydır olan sırt ağrısı ve 2 ayda yaklaşık 10 kilo kaybı nedeniyle başvurdu. Abdomen ve toraks bilgisayarlı tomografilerinde pankreas gövdesinde kitlesel lezyon ve akciğerde alt loblarda daha belirgin çok sayıda kaviter lezyon (Şekil 1) izlendi. Bronkoskopik incelemede endobronşial lezyon izlenmedi. Bilgisayarlı tomografi (BT) eşliğinde pankreastan yapılan transabdominal ince iğne aspirasyon biyopsisinin histopatolojik değerlendirmesinde az differansiye pankreas adenokarsinomu olduğu saptandı. Akciğerdeki kaviter lezyonların tanısına yönelik yapılan tru-cut biopsinin sitopatolojik ve immunhistokimyasal değerlendirmesinde, lezyonların pankreas adenokarsinom metastazı olduğu tespit edildi. Başka bir odakta metastaz saptanmadı. Hastaya multi-modal tedavi başlandı. Tedavinin 9. ayında solunum yetmezliği ile acil servise başvuran hastada masif pulmoner tromboemboli saptandı (Şekil 2) ve yoğun bakım ünitesine yatırılan hasta, takibinde kaybedildi. Bu süreç içinde, akciğerdeki metastatik kaviter lezyonların artış göstererek devam ettiği toraks BT takiplerinde izlendi. Tartışma: Pankreas adenokarsinomunun akciğerde yaygın metastatik kaviter lezyonlara neden olması oldukça nadir bir durumdur. Bu olguyla, akciğerde kaviter lezyonlara neden olan hastalıklar arasında malignitelerin de yer alabileceği unutulmamalı ve ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Pankreas, akciğer, metastaz, kavite Ayşe Dallı1, Sibel Öktem Ayık1, Mehmet Ali Uyaroğlu2, Hüseyin Sinan Akay3 Katip Çelebi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Birimi, İzmir 3 Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji, İzmir 1 2 Giriş-Amaç: Bilinen akciğer malignitesi olan hastada, pankreas metastazı ile karşılaşılması oldukça nadir. Bu vakamızda sunumumuzda bronkoskopik biyopsi ile küçük hücreli dışı akciğer kanseri(KHDAK) tanısı konup alt tipi belirlenemeyen, ancak pankreastaki kitleden alınan biyopsisi ile adeno kanser tanısı alan hastayı nadir metastaz olması sebebiyle sunmayı uygun bulduk. Olgu: Ellidokuz yaşında erkek hasta, onbeş gündür başlayan ve giderek artan nefes darlığı ile acil servise başvurdu. Fizik muayenede sol hemitoraksta solunum sesleri alınmıyordu. Akciğer grafide mediastinal şift yapan, solda masif efüzyon saptandı. Toraks Bilgisayarlı Tomografi’de(BT) sol hilusta sınırları net ayırt edilemeyen ve sol ana bronşu oklüde eden kitle görüldü. Hastaya üç kez terapötik torasentez yapıldı. Alınan plevral mayilerin sitolojik incelemesi benign olarak raporlandı. Yapılan bronkoskopide sol sistem tüm segment agızları tama yakın tıkalı idi. Mukozal infiltrasyon görünümü mevcuttu. Bronkoskopi ile alınan biyopsinin patoloji sonucu KHDAK olarak geldi. Tarama amaçlı çekilen batın Bilgisayarlı Tomografisinde(BT) pankreas kuyruk kısmında 5x6 cm büyüklüğünde kitle saptandı. Endoskopik ultrasonografi ile pankreastaki kitleden biyopsi alındı. Patoloji sonucu adeno kanser olarak rapor edildi. Sonuç: Akciğer kanserlerinin pankreas metastazı nadir görülen durumlardır. Sistemik taramalar yapılırken pankreasın da değerlendirilmesi, saptanacak bir kitlede metastaz olasılığı akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, pankreas metastazı Şekil 1. Toraks BT’de alt loblarda daha belirgin çok sayıda kaviter lezyon Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 21 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ alt zonda infiltrasyon saptanması üzerine moksifloksasin tedavisi verildi. Hastanın hikayesinde son 3 yıl içinde 3 kez sağ taraftan pnömoni öyküsü olunca toraks BT ile değerlendirildi. BT’de sağ alt lob lokalizasyonunda endobronşial lezyon görüntüsü olması nedeniyle fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Sağ alt lob mediobazal segment girişinde düzgün yüzeyli, polipoid lezyon olması üzerine alınan forseps biyopside kronik granulasyon dokusu saptandı. Ardından hastaya rijid bronkoskopi yapılarak lezyon kısmen çıkarıldı. Patoloji sonucu tipik karsinoid tümör olarak raporlanan hastaya sağ alt lobektomi uygulandı. Cerrahi sonrasi 6.ayında yapılan FOB’da endobronsiyal lezyon izlenmedi. Karsinoid tümörler tekrarlayan pnömonilere neden olabilir. Reküren pnömonilerde endobronsiyal tümör açısından dikkatli olunması ve gerekirse BT ve FOB yapılması önemlidir. Anahtar Kelimeler: Karsinoid tümör, tekrarlayan pnömoni P057 Şekil 2. Toraks BT’de masif pulmoner tromboemboli görünümü Preoperatif Değerlendirme Esnasında Tanı Konan Akciğer Kanseri Deniz Doğan1, Deniz Arık2, Mehmet Aydoğan3, Ömer Alan4, Alper Gündoğan1, Nesrin Öcal1, Cantürk Taşçı1 P055 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Ağrı Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Ağrı Isparta Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Isparta 4 Ankara Mevki Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Ankara 1 Eş zamanlı akciğer ve kolon adenokarsinomu: olgu sunumu 2 Tuğba Çiçek1, Ayşenaz Özcan1, Yetkin Ağaçkıran2, Şükran Atikcan1 87 yaşında herhangi bir pulmoner semptomu olmayan erkek olgu, planlanan ingüinal herniorafi operasyonu öncesi çekilen akciğer grafisindeki şüpheli görünüm üzerine Göğüs Hastalıkları Bölümüne konsülte edilmiş. Olgunun gelişinde genel durumu iyi olup herhangi bir şikayeti yoktu. Özgeçmişinde 55-60 paket/yıl sigara öyküsü dışında özellik bulunmamaktaydı. Solunum fonksiyon test paremetrelerinde FVC:2.82 (%104.4), FEV1:1.93 (%99.4), FEV1/FVC:68.4, olarak ölçüldü. PA akciğer grafisinde sağ orta zonda periferal yerleşimli 24X26mm boyutlarında düzgün sınırlı nodüler lezyon ve sağ parakardiyak alanda düzensiz sınırlı kitle lezyonu izlenmekteydi (Şekil 1) Olguya öncelikle kontrastlı Toraks CT tetkiki çekildi. Toraks CT’nde sağ akciğer alt lobda 46x23 mm ve 45x20 mm boyutlarında iki adet solid kitle lezyonu izlendi (Şekil 2). Yapılan fiberoptik bronkoskopi işleminde sağ alt lob mediobazal ve posterobazal segment ağızlarının dıştan bası ile daralmış olduğu izlendi ve bu alanlardan biyopsiler alındı. Çekilen FDG-PET tetkikinde Toraks CT de izlenen lezyonların SUVmax değerleri sırası ile 7.5 ve 8.1 olarak ölçülen olgunun histopatolojik tanısı adenokarsinoma ile uyumlu olarak raporlandı. Herhangi bir pulmoner semptomu olmayan ileri yaşta erkek olgu, tesadüfen saptanan akciğer kanseri. Olguya preoperatif değerlendirmede ileri yaşı nedeni ile çekilen akciğer grafisindeki şüpheli görünüm üzerine tanı konuldu. Bilindiği üzere akciğer kanseri birçok olguda herhangi bir semptom vermeden ileri yaşta ortaya çıkabilmektedir. Preoperatif pulmoner değerlendirmede radyolojik incelemenin önemini bir kez daha vurgulamak istedik. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, preoperatif değerlendirme, radyolojik değerlendirme Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara 2 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Ankara 1 Senkron tümörler, birinci primer tümör tanısı konulduktan sonra ilk 6 ay içinde teşhis edilen iki veya daha çok primer tümör olarak tanımlanır. Multipl primer malign neoplazmların %0.73-11.7 sıklığında izlendiği bildirilmiştir. Senkron akciğer ve kolon adenokarsinomu birlikteliğinin oldukça nadir izlendiği literatürde bildirilmektedir. 75 yaşında erkek hasta 2 aydır süren öksürük, kanlı balgam şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Çekilen toraks tomografisinde sağ akciğerde suprahiler seviyede kitle lezyonu saptandı. Hastaya tanısal amaçlı fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Alınan örneklerin tanısal olmaması nedeniyle transtorasik biyopsi yapıldı. Örneklerin histopatolojik ve immunohistokimyasal incelenmesinde TTF-1 ve napsin-A pozitif adenokarsinom ile uyumlu geldi. Akciğer adenokarsinomu tanısı konulan hastaya evreleme amacıyla çekilen 18F-FDG pozitron-emisyon tomografide sigmoid kolonda SUVmax:24 olan kitle saptandı. Hastaya yapılan kolonoskopide sigmoid kolon distalinde lümeni çepeçevre saran malign görünümlü lezyon izlendi. Alınan biyopsinin histopatolojik ve immunohistokimyasal incelenmesi sonucunda TTF-1 ve napsin-A negatif adenokarsinom tanısı konuldu. Kolon rezeksiyonu sonrası hasta kemoterapi planına alındı. Akciğer malignitesi olan hastalarda toraks dışı kitle saptanması çoğu zaman metastazı akla getirir. Ancak toraks dışı lezyon, eş zamanlı ikinci primer kanser de olabilir. Her bir lezyonun etyolojisinin ayrı ayrı saptanması, uygun tedavi yönteminin seçimi ve prognoz tahmininde önemlidir. Eş zamanlı akciğer ve kolon kanseri nadir bir durumdur ve genelde metastaz taraması yapılırken tesadüfen saptanır. Anahtar Kelimeler: multiple primer tümör, senkron tümör, akciğer kanseri, kolon kanseri, adenokarsinom P056 Tekrarlayan Pnömoni ile Seyreden Endobronşiyal Karsinoid Tümör: Olgu Sunumu Elif Yelda Özgün Niksarlıoğlu, Muzaffer Metin, Gülcihan Özkan, Nur Dilek Bakan, Güngör Çamsarı Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Istanbul Bronkopulmoner karsinoid tümörler nöroendokrin hücrelerden köken alan nadir görülen akciğer neoplazileridir. En sık görülen semptomlar öksürük, hemoptizi, vizingdir. Olgu 33 yaşında nonsmoker erkek hasta öksürük, ateş balgam çıkarma şikayeti ile başvurdu; çekilen PAAG’de sağ 22 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 3 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ tama yakın kollobe görünümve ve plevral efüzyon izlenmekteydi(Resim2). Bronkoskopide sağ üst lob endobronşiyal lezyon ile tıkalı olarak izlendi biyopsiler alındı. Plevral biyopsi ve endobronşiyal biyopsi örnekleri yassı epitel hücreli karsinom olarak değerlendirildi. Plevral biyopside tutulumun gösterilmesiyle onkolojik PET de lenf nodları dışında artmış metabolik aktivite izlenmese de Evre 4 akciğer kanseri tanısı ile KT planlandı. Plevral sıvı sitolojisinin malign efüzyonları göstermede %40-90 arasında sensitivitesi vardır. Primer akciğer tümörleri içerisinde adenokarisnomlarda sitolojinin diagnositk değeri yüksektir. Bunun yanında yassı epitel hücreli karsinomlarda daha düşüktür. Malign efüzyonlarda kapalı plevra biyopsisi sitolojiden daha az sensitif olsa da sitoloji ile tanı konulamadığı durumlarda, kör plevra biyopsisi ayırıcı tanıya yardımcı veya tanı koydurucu, basit, kolay ulaşılabilir ve ayaktan hastalara uygulanabilecek minimal komplikasyonlu bir yöntemdir. Kapalı plevral biyopsinin tanı ve evrelemeye olan katkısı göz önüne alındığında vakamız plevral biyopsinin önemini göstermesi ve ileri diagnostik yöntemlere başvurmadan kapalı plevral biyopsinin de akciğer kanserinde etkili bir diagnositk araç olduğunu belirtmek amacıyla sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, Plevral biyopsi Şekil 1. PA akciğer grafisinde sağ orta zonda periferal yerleşimli 24X26mm boyutlarında düzgün sınırlı nodüler lezyon ve sağ parakardiyak alanda düzensiz sınırlı kitle lezyonu Şekil 1. Şekil 2. Toraks CT’nde sağ akciğer alt lobda 46x23 mm ve 45x20 mm boyutlarında iki adet solid kitle lezyonu P058 Akciğer kanseri tanı ve evrelemesinde plevral biyopsi; olgu sunumu Şekil 2. Alper Gündoğan, Tuncer Özkısa, Deniz Doğan, Ergun Uçar, Seyfettin Gümüş, Cantürk Taşçı, Hayati Bilgiç Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Akciğer kanseri tanısında kullanılacak diagnostik yöntem kanser tipine, boyutuna, lokalizasyonuna ve metastazların varlığına göre şekillenir. Bu spektrum balgam sitolojisinden başlamak üzere açık cerrahi biyopsiye kadar uzanır. İdeal tanı yöntemi kesin tanıya ulaşılabilecek minimal invaziv yöntemdir. Biz de tekrarlayan sitoloji ve torasentezler ile tanı konulamayan ve plevral biyopsi ile tanı konulan akciğer yassı epitel hücreli karsinom olgusu sunmaktayız. Elli-dört yaşında bayan hasta öksürük ve yan ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Akciğer grafisinde unilateral plevral efüzyon izlenmekteydi(Şekil 1). Tekrarlayan torasentezler ile alınan eksuda vasfında plevral sıvı sitolojileri ve balgam sitolojileri tanısal değildi. Toraks tomografisinde sağ akciğer Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 23 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ ASTIM ALLERJİ P059 Astım gibi prezente olan endobronşial tümörler Ahmet Arisoy1, Selami Ekin2, Bunyamin Sertogullarindan2, Hulya Gunbatar2, Hanifi Yildiz3, Hilmi Demirkiran1 Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van 3 Özel Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van 1 2 Primer trakeobronşiyal tümörler oldukça nadir neoplazmlardır, sıklıkla trakea, karina ve endobronşiyal bölgelerde bulunurlar.Bunların nadir oluşları ve histogenesislerinin değişkenliği sebebi ile akciğer grafileri bulguları, klinikleri ve operasyon sonuçları iyi açıklanamamıştır. Endobronşial tümörler iyi huylu, lowgrade veya high grade malign olabilirler. Bu hastalar genelde iki şekilde prezente olurlar; ya astım nedeni ile takip edilen hastalar veya obstrüksiyon sonucu gelişen enfeksiyonlar nedeni ile takip edilen hastalardır. Fakat bu semptomlar spesifik semptomlar değildirler. Kliniğimizde takip ettiğimiz 4 olguyu, bunların semptomlarını, patolojik tanılarını ve tedavilerini irdeledik. Anahtar Kelimeler: Astım, Endobronşiyal, Karsinoid tümör, Adenoid kistik karsinom Şekil 2. Toraks BT’de sağ ana bronşu tam tıkayan kitle. P060 Mast cells mediators FGF and TGFβ impaired β2–adenoreceptor function via increased receptor phosphorylation Latifa Chachi1, Omar Tliba2, Christopher Brightling1, Yassine Amrani1 Infection, Immunity and Inflammtion University of Leicester, UK Department of Pharmaceutical Sciences, Thomas Jefferson University, USA 1 2 Şekil 1. Bronkoskoide sağ ana bronşu tam tıkayan kitle lezyon. 24 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı β2–adenoreceptor agonists evoke rapid bronchodilatation and are the mainstay of the treatment of asthma symptoms worldwide. These drugs are used in long-acting form as add-on therapy to inhaled corticosteroids, where they improve symptoms and lung function, and reduce the rate of severe asthma exacerbation. ASM plays a role in the pathophysiology of asthma by increasing bronchial hyper-responsiveness, airway remodeling and enhancing inflammation. we assessed whether activation of receptor tyrosine kinases (RTK) modulate β2-adenoreceptor phosphorylation and function ASM cells from healthy control, non-severe asthmatic and severe asthmatic were incubated with mast cells mediators FGF (10ng/ml) or TGFβ (10ng/ml) for various time points (0, 2`, 10`, 30`) then β2–adenoreceptor phosphorylation (TYR141) and (TYR350) was assessed by flow cytometry. We assessed the effects of FGF or TGFβ albuterol (10 µM) on albuterol induced phosphorylation of β2-adenoreceptor of VASP (ser157). Results: FGF and TGFβ causes a time dependent increase in phosphorylation of β2–adenoreceptor (TYR141) and (TYR350) which was significant at 10 min. FGF and TGFβ also caused an impaired β2-adenoreceptor function as evidenced by the loss of activation of VASP phosphorylation (ser157) in response to albuterol. The potentially beneficial effects of β2-adrenoceptor agonists in asthmatic airways may be blunted as a result of the loss of β2–adenoreceptor function and that might be due to high concentrations of mast cells mediators like FGF and TGFβ. Key words: ASM, RTK, Mast cells POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P061 D-dimer levels decreased in severe allergic asthma and chronic urticaria patients with the omalizumab treatment Arzu Didem Yalcin1, Betul Celik2, Saadet Gumuslu3 1 Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology, Prof.Dr. Tse Wen Changs Lab. 5th Floor, Genomics Research Center, Academia Sinica,11529, Taipei, Taiwan 2 Department of Laboratory Medicine and Pathology, Mayo Clinic in Jacksonville, FL, USA 3 Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Akdeniz University, 07070, Antalya, Turkey D-dimer (DD), a fibrin degradation product formed during the lysis of a thrombus is also detected in high levels in patients with active chronic urticaria (CU). Severe persistent allergic asthma (SPA) is associated with a procoagulant state in the bronchoalveolar space, further aggravated by impaired local activities of the anticoagulant pC/S, AIII system and fibrinolysis, as demonstrated by massive fibrin depositions in the alveoli of a SPA who died from a SPA attack who did not respond to treatment. For the reason that we think of the effect of omalizumab both in bronchial and systemic vascular area, we evaluated SPA (group I) and CU (group II) patients before and after therapy period. Blood samples were taken on before treatment, 4th month, 8th month and 12th month post treatment. We compared DD levels between groups: The significant DD difference was observed between group-IA and group-IC (P=0.031); between group-IA and group-ID (P=0.003); between group-IB and groupID (P=0.049); The significant DD difference was observed between Group IIA-1 and Group-IID (P=0.015). In the IIA-1 group there was a significant positive correlation between DD and age (p=0.008,r=0.848). We observed that FENO concentrations(mean±SD) level decreased in follow-up period (Group-IA:65.55±7.90,Group-IB: 53.45±5.7, GroupID:39.70±35). Total IgE level measurements were (mean±SD). GroupIA: 987.6 ± 386.5, group-ID:288.9±196.6).Total IgE level measurements were (mean±SD):Group IIA-1: 757.9±156.7.9, GroupIIB:457.3±63.2, Group IID:238.9±96. Group IIA-2 consisted of patients whose lesions were passive stage. In conclusion, mediators and cells classically involved in procoagulant and anticoagulant pathways altogether play a role in SPA and CU pathophysiology and omalizumab effect. Keywords: Severe Persistent allergic asthma; chronic urticaria; d-dimer; Anti-IgE; omalizumab; antithrombin III; protein C; factor V leiden and prothrombin G20210A mutation Figure 1. (Group I:SPA, n:20) D-Dimer levels (mean±SD). Group IA: 467.63±106.39. Group IB: 430.00 ± 92.90. Group IC: 401.21 ± 72.19. Group ID: 377.37 ± 62.33. Figure 2. (Group II: CU, n:8) D-Dimer levels (mean±SD). Group IIA-1: 506.25 ± 133.93. Group IIA-2: 437.75 ± 54.83. Group IIB: 408.00 ± 125.39. Group IIC: 377.38 ± 104.50. Group IID: 350.87 ± 70.60. P062 Evaluation of Homocysteine, ECP, 25(OH) Vitamin D, Pro-inflammatory IL-1β and Immune Modulator OX-2 Levels in Moderate Allergic Asthma Patients: Association with Biological Treatment (Omalizumab) & Disease Activity Arzu Didem Yalcin1, Atil Bisgin2, Gizem Esra Genc3, Saadet Gumuslu3 1 Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology, Prof.Dr. Tse Wen Changs Lab. Genomics Research Center, Academia Sinica,Taipei,11529, Taiwan 2 Department of Clinical and Experimental Medicine, Faculty of Health Sciences, Linköping University, Linköping, Sweden 3 Department of Medical Biochemistry, Faculty of Medicine, Akdeniz University, Antalya, Turkey Context: The mechanism of biological treatment molecule omalizumab in the use of asthma treatment is believed to be multifactorial. There are many studies focused on this new treatment modality. However, the mechanism still remains significant unknowns. In order to explore the relation between expressions of immune system related biomarkers and disease characteristics, activity, this study was undertaken in moderate asthma patients underwent omalizumab treatment. Methods: Consecutive patients with moderate asthma disease (n=15,Group IA and IB) above the age of 18 years that have no any other autoimmune and/or chronic disorders. Blood samples from both groups were taken during their first visit (Group IA and II) then after 12 months of treatment in asthmatic patients (Control IB). Serum levels of homocysteine (Hcy), eosinophil cationic peptide(ECP), 25-hydroxyvitaminD(25(OH)D), IL-1β, soluble OX2(sCD200) and clinical follow-up tests including fractional exhaled nitric oxide(FeNO), pulmonary function tests and asthma control test(ACT) were evaluated. Results: Pulmonary function tests including FEV1 and FVC together with 25(OH)D levels were significantly increased after the treatment. More than that, total IgE, Hcy, ECP,FeNO and sCD200 levels were significantly decreased. Regression analysis showed positive correlations between ACT and FEV1, FVC; between FeNO and age, ECP for Group IA patients. Negative correlations were detected between ACT and IgE; between age and FEV1; between FeNO and FEV1 and FVC for Group IA patients. Conclusions: Our data suggesting the potential use of serum biomolecules in concordance to the clinical status of the asthmatic patients and might be a follow-up tool for the omalizumab therapy. Keywords: Biological treatment; allergic asthma; homocysteine; eosinophil cationic peptid; 25-hydroxyvitamin D; IL-1β; OX2; biomarker discovery, CD200; omalizumab; Anti-IgE Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 25 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ to study; air pollination and seasonal effects. Asthma is a disease associated with increased levels of eosinophils in tissues, body fluids, and bone marrow. Elevated levels of ECP have been noted in asthma patients. There is also a correlation between increased levels of ECP and asthma exacerbation as a biomarker.We observed a correlation between ECP and FeNO; and between FeNO and age in the pre-treatment group (Group IA) in our study. The role of IL-1β in asthma pathology was previously defined and associated with inflammation.30 Interestingly, there was a positive correlation between IL-1β levels and SOA in Group IA, while a negative correlation was between IL-1β levels and FEV1 in Group IB. However, there was no change in IL-1β levels between the groups and omalizumab has no effect on IL-1β levels. Contraversially to our previous study a decrease on IL-1β levels in severe asthma patients, no change in the concentration might be due to the patients’ had a moderate asthma and treatment period was shorter. P063 Kontrolsüz astım tanılı olgularda bronşiyal termoplasti uygulaması: üç olgu Şekil 1. OX2(sCD200) levels. Group IA mean±SD: 61.80 ± 3.15. Group IB mean±SD: 33.25 ± 6.30. Group II mean±SD: 21.57 ± 5.55.OX2 is a novel immuneeffective molecule, both cell membrane-bound and also existing in a soluble form in serum, which has a dual effect as a pro-inflammatory through its receptor and an immune modulatory.In our previous clinical study, OX2 levels were changing due to the clinical status of patients that might be because of playing a role the pathogenesis of autoimmune/inflammatory diseases. Our observations on the patients seem to be supporting the OX2 as a pro-inflammatory molecule.Thus the increased levels seen in our study with active disease (Group 1A) presumably represents a manifestation of a homeostatic response directed at control of inflammation, with the diminished levels then seen in post-omalizumab group, thus reflecting, in turn, the successful suppression of the inflammatory response. Şekil 2. Vitamin D (25(OH)D) levels. Group IA mean±SD: 13.33 ± 2.85. Group IB mean±SD: 18.04 ± 2.02. Group II mean±SD: 16.98 ± 2.15. 25(OH)D is also a steroid hormone that is acknowledged to have immune-modulatory effects in vitro as well as in vivo. Data from previous studies, suggest that 25(OH)D plays a beneficial role in pulmonary inflammation and a predictive marker for pulmonary function. However, it is still unknown that whether this effect is on innate or adaptive immune system or related to cytokines and also its association with asthma severity in relation to different treatment modalities. Thus by our study, we investigated the 25(OH) D serum levels in asthma patients together with other inflammatory molecules in relation to omalizumab treatment. 25(OH)D studies were increased in the last decade and many studies reported that its deficiency is contrariwise correlated with body mass index (BMI), hypertension and diabetes mellitus and also it is associated with an increase in the prevalence of various cardiovascular risk factors and cardiac diseases including coronary artery disease, heart failure, atrial fibrillation, peripheral arterial disease, stroke and myocardial infarction.23 - 26 In our study, there is no difference in BMIs between the patients’ groups and healthy volunteers. More interestingly two reported cases from our group: one with severe persistent asthma patient underwent the omalizumab treatment with a stroke history without any intracranial embolism and the other with a dessicant aort aneurism without any enlargement had an increased 25(OH)D levels after the long term treatment by omalizumab. And we concluded that this increase in 25(OH)D might be due to an decreased use of systemic steroids with successful biological treatment modality.The other possible explanation is as previously reported, the seasonal factors in relation to vitamin D levels was the decrease between summer and winter. In our study, we also had the samples from the patients during the highest pollination time in our region on May within the average temperature of 25 °C with high humidity per cent as in mid-summer season in many other countries. This data also suggest a new target 26 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Turhan Ece, Züleyha Bingöl, Zeynep Yegin İstanbul Üniversitesi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Giriş: Bronşiyal termoplasti (BT) kontrolsüz astım olgularında yeni bir tedavi seçeneğidir. Büyük havayollarına termal enerji uygulanarak hava yollarındaki kas kitlesi azaltılır. Astım alevlenmelerinde azaltma, hastalık kontrolü ve yaşam kalitesinde artış sağladığı gösterilmiştir Metod: Kontrolsüz astım hastaları stabil dönemlerinde çalışmaya alındı. Dahil edilme kriterleri;günlük 2000µg inhale beklometazon ve eşdeğeri; 100 µg salmeterol ve eşdeğeri uzun etkili B-2 agonist; post-bronkodilatör FEV1 beklenenin %50-80; sigara içiciliği <10paket/yıl ve en az 1 yıldır içmiyor olmak idi. BT bir ay ara ile 3 defa uygulandı. Olgu 1: Yirmi yıldır astım tanılı (45 y/ erkek) hasta optimal tedavi ve prednisolon 8mg/gün p.o kullanmakta iken BT uygulandı. BT öncesi FEV1:%65 (1830ml), AKT puanı:11, ACQ puanı:4 idi. BT sonrası 12 haftalık izlemde FEV1:%44 (1480ml), AKT puanı:23, ACQ puanı:1 saptandı. Semptomlarda iyileşme oldu. Olgu 2: Ondört yıldır astım tanılı (45 y/ kadın) optimal tedavi ve prednisolon 16mg/gün ve omalizumab almaktaydı. BT öncesi FEV1:%82 (3610ml), AKT puanı:5, ACQ puanı:5.5 idi. BT sonrası 12 haftalık izlemde FEV1:%89 (3940ml), AKT puanı:25, ACQ puanı:0.2 olarak görüldü. Olgu 3: Yirmi yıldır astım tanılı (40 y/ kadın) optimal tedavi ve prednisolon 16mg/gün almaktaydı. BT’nin son seansından bir hafta sonra 10cc hemoptizisi oldu. BT öncesi FEV1:%66 (2370ml), AKT puanı:5, ACQ puanı: 2.7 idi. BT sonrası 12 haftalık izlemde FEV1:%65 (2340ml), AKT puanı:25, ACQ puanı:0.8 bulundu. Semptomlarda iyileşme oldu. Sonuç: BT’ye yanıt hastadan hastaya değişmektedir. Uygun hasta grubunun belirlenmesi için farklı astım fenotiplerinde daha geniş çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Astım, Bronşiyal Termoplasti, Kontrolsüz astım P064 Astımda vitamin D ve klinik bulgularla ilişkisi Seda Beyhan Sağmen, Özgür Baykan, Berrin Ceyhan Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul Amaç: Çalışmamızda astımda vitamin D düzeyinin klinik parametreler ile ilişkisinin araştırılması ve kontrol grubu ile karşılaştırılması planlanmıştır. Metod: Polikliniğimize başvuran 106 astımlı hastada sigara öyküsü, atak sayısı, ilaçları, solunum fonksiyon parametreleri, cilt alerji testi, IgE düzeyi, periferik eozinofil sayısı değerlendirilmiştir. Tandem Gold kütle spektrometre cihazında LC-MS/MS yöntemi ile de plazma vitamin D düzeyleri analiz edilmiştir. Vücut kitle indeksi ve astım kontrol testi (AKT) kaydedilmiştir. Çalışmada yaş, cins benzer olan 84 sağlıklı birey kontrol grubuyla da klinik parametreler karşılaştırılmıştır. Bulgular: 106 astımlı hasta grubunun %78’i kadın, %22’si erkek; yaş ortalaması 36±9 olarak tespit edilmiştir. Astımlı grupta 53 kontrolsüz, 39 kısmi kontrollü ve 14 kontrollü hasta toplanmıştır. Astımlı hasta grubunun %92’sinde D vitamini eksikliği (0-19 ng/ml), %8’inde D vitamini yetmezliği (20-29 ng/ml) saptanmıştır. Astımlı hasta grubunun vitamin D düzeyi geometrik ortalaması 7,89 ng/ml (%95 CI: 7,11-8,78) iken kontrol grubunun vitamin D düzeyi geometrik ortalaması 7,93 ng/ml (%95 CI: POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ 6,89-9,14) olarak tespit edilmiş olup, her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Hastaların D vitamin düzeyi ile FEV1(L/ sn) ve MMEF(L/sn) arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmıştır (p<0,005,r=0,272); (p<0,01,r=0,227). Kontrol altındaki astım hastalarında vitamin D düzeyi kontrolsüz gruba göre yüksek bulunmuştur (p<0,049). Vücut kitle indeksi (VKİ) ile vitamin D düzeyi arasında negatif korelasyon tespit edilmiştir (p<0,024; r=- 0,220). Sonuç: Bu çalışmada ülkemizde astımlı ve kontrol grubunda D vitamin düzeylerinin normalden daha düşük olduğu saptanmıştır. Astımlılarda vitamin D düzeyinin solunum fonksiyonları ve hastalık kontrolü ile ilişkisi olduğu için vitamin D eksikliğinin düzeltilmesinin astım tedavisinde yeri olabilir. Anahtar Kelimeler: Vitamin D, astım, FEV1, AKT Olgu 2. Desensitizasyon aşamasında olguda gelişen nazal,astım semptomları ve solunum fonksiyon testlerindeki değişiklikler Saat Astım Fev1 deki Semptomları % düşme 1.GÜN 08:00 11:00 14:00 Plesebo Plesebo Plesobo + + + + + + 0 0 0 2.GÜN 08:00 11:00 ASA (30 mg) ASA (60 mg) + ++ + ++ 6 18 3.GÜN 08:00 11:00 ASA (60mg) ASA(100mg) +++ +++ ++ +++ 8 17 4.GÜN 08:00 11:00 14:00 ASA(100mg) ASA(150mg) ASA(325mg) + + 0 + + 0 18 11 4 5.GÜN 08:00 ASA(650mg) 0 0 0 P065 Samter triadında aspirin desensitizasyonu Verilen Madde Nazal (doz) Semptomlar Ahmet Cemal Pazarlı , Mehmet Akif Abakay , Savaş Gegin 1 2 3 Elbistan Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Kahramanmaraş Elbistan Devlet Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Kliniği, Kahramanmaraş 3 Tatvan Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Bitlis 1 2 Samter triadı (ST); astım, nazal polipozis(NP) ve rinosinüzit, aspirin veya aspirin benzeri ilaçlara intolerans ile karakterize sendromdur.NP, aspirin intoleransı (Aİ) olan hastalarda sıklıkla mevcut hastalığa eşlik etmektedir. Astımlı olguların %4,3-10,9’unda Aİ görülmektedir. Aİ olan hastalarda ise %36-96 oranında NP saptanmaktadır [1]. ST, astımlı hastalarda %1-5 oranında izlenmektedir ve astımlı hastaların klinik profilini kötüleştirebilmektedir[2]. Aspirin intoleransı (AI), IgE’den bağımsız bir allerjik reaksiyondur. ST tedavisinde, genel astim tedavisi prensipleri geçerli olup üst solunum yollarina yönelik ek tedavi de verilmelidir. Rinit ve polip tedavisinde topikal ve sistemik steroidler kullanilir. Antihistaminik ve kromonlarin belirgin bir etkisi yoktur. Bu tedaviye yanit vermeyen vakalarda polipektomi yapilir. Ancak cerrahi sonrasi tekrarlama orani yaklasik %40’tir[3]. Bu vakalarda,her gün belli dozda aspirin alimina dayanan desensitizasyondan sonra, alt ve üst solunum yollari enflamasyonunda belirgin klinik düzelme saptanmistir. Çalışmamız, ST ‘ına sahip 2 olguda uygulanan aspirin desensitizasyonu sonuçlarının literatür eşliğinde klinik yararını göstermeyi amaçlamıştır. Anahtar Kelimeler: Aspirin desensitizasyonu, Nazal polip, Samter triad ASA desensitizasyon protokolu Olgu 1. Desensitizasyon aşamasında olguda gelişen nazal, astım semptomları ve solunum fonksiyon testlerindeki değişiklikler Saat Verilen Madde Nazal Astım Fev1 deki (doz) Semptomlar Semptomları % düşme 1.GÜN 08:00 11:00 14:00 Plesebo Plesebo Plesobo + + + 0 0 0 0 0 0 2.GÜN 08:00 11:00 ASA (30 mg) ASA (60 mg) ++ ++++ + ++ 0 14 3.GÜN 08:00 11:00 ASA (60mg) ASA(100mg) +++ ++++ ++ ++ 22 13 4.GÜN 08:00 11:00 14:00 ASA(100mg) ASA(150mg) ASA(325mg) ++ 0 0 + 0 0 16 0 0 5.GÜN 08:00 ASA(650mg) 0 0 0 P066 Asemptomatik Obez Olgularda Hava Yolu İnflamasyonunun Değerlendirilmesi Savaş Gegin1, İbrahim Serhat Çelikel2, Handan Köseoğlu1, Sibel Doruk1, Ayşe Yılmaz1, İlker Etikan3 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat İstanbul Medipol Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Tokat 1 2 3 Obezite ve astımın dünyada eş zamanlı olarak prevalansının artma eğilimi göstermesi her iki hastalık arasında bir ilişki olabileceğini düşündürmüştür. Obezite ile astım arasındaki ilişki temel olarak mekanik ve inflamatuar teorilerle açıklanmaya çalışılmıştır. Eğer obeziteye bağlı sistemik inflamasyon astıma neden oluyorsa, henüz solunumsal semptomu olmayan obezlerde hava yolu inflamasyonun artışının tespiti inflamatuar teoriyi desteklemenin yanı sıra astım açısından riskli obez hastaların tanımlanması açısından da faydalı olabilir. Bu çalışmaya BKI’i 30 ve üzerinde olan 45 olgu ile BKI’i 25 ve altında olan 31 olgu dahil edilmiştir. Çalışmaya alınan obez ve nonobez grupların yaş ortalaması sırası ile 38±11, 29±8 yıl olup, kadın oranı sırası ile %80 ve %67 idi. BKI’i ile cinsiyet arasında ilişki sapatnmadı (²=1.471, p=0.225). Obez grupta serum CRP düzeyleri anlamlı olarak yüksek saptandı (sırası ile 6.94±8.28 ve 3.29±039;p<0,001). EBC’de bakılan IL-6 düzeyi arasında obez grupla nonobez grup arasında anlamlı farklılık izlenmedi (sırası ile 22.61±12.53 ve 21.08±14,39; p=0,624). EBC’de bakılan NO düzeyi arasında obez grup ile nonobez grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı (sırası ile 24.35±10.9 ve 21.56±7.83;p=0,226). EBC’de bakılan LTB-4 düzeyi obeze grup ile non obez grup arasında anlamlı farklılık saptanmadı (sırası ile 36.39±89.82 ve 16.64±17.45; p=0,231). Sonuç olarak çalışmamızda solunumsal semptomu olmayan obez kişilerde sistemik inflamasyonun arttığını gösteren bulgular olsa da artmış hava yolu inflamasyonunun varlığını gösteren bulgular saptanmamıştır. Obezite ve astım ilişkisini açıklamak için daha geniş çaplı, özellikle yağ dokusundan salgılanan adipokinlerin inflamasyondan bağımsız direkt hava yoluna etkisini araştıran ve astım-obezite ilişkisinde rol oynayabilecek ortak kalıtsal faktörlerin de göz önünde tutulduğu çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Astım, Hava Yolu İnflamasyonu, Obezite Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 27 POSTER SUNUMLARI Tablo 1. IL-6, LTB-4, NO ve CRP değerlerinin obez ve nonobez gruplar arasındaki dağılımı P068 TÜRK TORAKS DERNEĞİ The calcium-regulatory system condition at bronchial asthma patients Inina Liverko, Nataliy Gafner, Vazira Abdullaeva Republican Specialized Scientific and Practical Medical Center of Phthisiology and Pulmonology, Tashkent, Uzbekistan Tablo 2. Gruplar Arasındaki Cinsiyet Dağılımı Target: To learn the calcium-regulating system condition at bronchial asthma patients (BA). Materıals-Methods: At 45 BA patients and 15 healthy volunteers a research of total calcium in blood serum using standard Biolatest «LACHEMA» sets was performed. The calcium-regulating system’s functional condition with a load of calcium (intravenous 10% CaCl2 solution of 0.1 ml per kg of body weight studing) test results was evaluated at all points of which (at baseline and after 2 hours) a parallel total calcium study was conducted. Results: It was noted, that the common calcareous content in the healthy blood serum varied within 2.25-2.75 mmol/l. At BA patients with adrenal glands depressed functional reaction hypercalcemia status was noticed in 36.7%, which among BA patients with adrenal glands’ normal functional potentials was not noticed. Resume: Thus, on the basis of calcium tolerance researches we may conclude, that on early corticodependence stages the regulation system malfunctions reveal, manifestating in calcium blocking unit oppression, which is probably for the second time and was caused by glucocorticoid therapy. Keywords: bronchial asthma, calcium-regulating system, corticodependence P069 Astımla karışan trakeobronkopatia osteokondroplastika olgusu Pınar Çimen, Mehmet Ünlü, Yelda Varol, Aysu Ayrancı, Nuran Katgı, Salih Zeki Güçlü P067 The relationship of asthma with upper respiratory tract infections in young adults and adolescents Gulchekhra Tashmetova, Khurshidbek Tashmetov Ministry of Public Health, Tashkent Institute of Postgraduate Medical Education, Tashkent, Uzbekistan Aim: To study the association of asthma with upper respiratory tract (URT) diseases in young adults and adolescents. Methods: We surveyed 2000 young adults (14-21 years) with standard questionnaire («Burney», 1995), which was supplemented by questions for the preliminary identification of changes in the URT. Also we conducted surveys of the lung function (pneumotachography, bodypletismography, provocative and dilated tests). Results: 170 (8.5%) of 2000 adolescents and young adults showed signs of bronchial obstruction. Comprehensive survey of these individuals confirmed obstruction in only 148 (7.4%) patients. Among those patients asthmatic patients prevailed - 141 (95.2%), bronchoectasis was defined in 5 individuals and viscidosis - in 2. We identified pathology of URT in 114 (80.8%) patients with BA. These conditions were alone or in combination: seasonal allergic rhinitis - in 34 (29.8%), year-round allergic rhinitis - in 25 (21.9%), neurovegetative form of vasomotor rhinitis – in 12 (10.2%), deviated septum with disorder of nasal breathing - in 20 (17.5%), deviated septum without disorder of nasal breathing - in 15 (13.6%), chronic polyposis sinusitis - in 25 (21.9%), chronic tonsillitis - in 15 patients (13.6%). Conclusion: The results of the study in young adults has shown existing of URT pathologies in asthma. This situation indicates the common pathological mechanisms in the genesis and development of asthma and requires correction therapy in time. Key words: Asthma, respiratory disorders, young adults, adolescents 28 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir Trakeobronkopatia osteokondroplastika (TO) etiyolojisi bilinmeyen, trakea ve bronş duvarında çok sayıda kemik ve kıkırdak dokusu içeren nodüllerle karakterize nadir görülen benign bir hastalıktır. 15 yıldır astım tedavisi gören 58 yaşında bayan hasta giderek artan nefes darlığı ve öksürük şikayeti ile başvurdu.Çekilen toraks BT’sinde trakea duvarında düzensizlikler görülen hastaya bronkoskopi uygulandı.Bronkoskopisinde kord vokallerden ana bronş girişine kadar beyaz renkli nodüler tarzda lezyonlar ile kaplı olduğu izlenen olgunun biyopsi sonucu TO ile uyumlu geldi. Tedaviye dirençli astım olgularının ayırıcı tanısında trakeada düzensizlik yapan TO gibi hastalıklarda akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Trakeobronkopatia osteokondroplastika, Astım Bronşiale P070 The prevalence of allergic diseases in patients hyposensitized with aluminumcontaining allergen extracts Tashpulatova Lobar Khalmurzayevna1, Saodat Abdullayevna Rustamova2 Department of Public Health School, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan 1 Department of Phthisiology, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan 2 Material-Methods: The development of persistent nodules that cause pain and itching at a vaccination or hyposensitization injection site is a rare event. Patch tests with standard antigens and aluminum compounds and histopathologic and ultrastructural studies were performed on 10 patients with persistent subcutaneous nodules on the upper part of their arms after injection of aluminum-adsorbed dust and pollen extracts. Results: The nodules appeared 1 month to 6.5 years after injections. The results of patch tests with 2% aluminum chloride were positive in five patients. Histopathologic examination revealed two different patterns: some biopsy specimens (from lesions of less than 9 months’ duration) sho- POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ wed a pure foreign body histiocytic reaction characterized by extracellular amorphous dermal basophilic deposits with a histiocytic-macrophagic reaction; others showed a delayed hypersensitivity granulomatous reaction in association with an histiocytic foreign body response. The lesions were characterized by a unifocal or multifocal unencapsulated granulomatous reaction in the deep dermis and/or subcutaneous tissue. Eosinophilic necrotic areas surrounded by dense fibrous bands and a massive inflammatory infiltrate were observed. A granular basophilic material in extracellular spaces and within the cytoplasm of some histiocytes was also noted. Conclusıons: Persistent subcutaneous nodules that develop after the administration of aluminum-containing preparations may show two characteristic histopathologic patterns. A pure histiocytic foreign body reaction was observed in early lesions, and a delayed hypersensitivity granulomatous reaction was seen in older lesions. No relationship between histopathologic pattern and patch test results was observed. Aluminum-free preparations should be used in patients in whom these nodules develop. Keywords: aluminum, allergen, prevalence P071 Uzun yıllar sonra tanı konan iki ABPA olgusu Sibel Boğa, Nagihan Durmuş Koçak, Sinem Güngör, Pakize Sucu, Feyyaz Kabadayı Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul Allerjik bronkopulmoner asperjillozis(ABPA), astım veya kistik fibrozisli hastalarda bronşial tıkaçlara kolonize olmuş asperjillus antijenlerine karşı gelişen IgE, IgA, IgG tipi antikorların birlikte oluşturdukları hipersensitivite reaksiyonlarının bronş ve komşu parankimde yaptığı hasarlanmalar sonucu gelişen bir tablodur. 5 dönemi olan hastalığın erken döneminde oluşan parankimal infiltrasyonlar yanlış tedavilere yol açabilmekte, geç dönemde ise bronşektazi, fibrozis ve inhaler kortikosterid kullanımı nedeniyle baskılanan IgE yapımı tanıyı zorlaştırmaktadır. Yıllar sonra tanı konan 2 ABPA vakasını bu nedenlerle sunuyoruz Vaka: 64 yaşında, bayan hasta.1985 yılıda yayma negatif akciğer tüberkülozu tedavisi görmüş. O zamandan beri öksürük, nefes darlığı yakınmaları varmış. 2000 yılında bronşektazi tanısıyla lingulektomi uygulanmış ve inhaler kortikosteroit kullanmaya başlamış. 2009’da romatoid artrit tanısıyla oral kortikosteroid verilen hasta 2013’te persistan astım kliniğiyle başvurdu. Fizik muayenede bilateral sibilan ronküsler, SFT ‘de reverzibilite pozitifliği, toraks BT’de bilateral tübüler bronşektazi mevcut olup aspergillus fumigatusa karşı prick testi ve spesifik IgE (+) idi. Başlangıçta 195 olan TIgE düzeyi oral KS’in kesilmesiyle giderek yükseldi. Bu kriterlerle ABPA olduğu düşünüldü. 2.Vaka: 55 yaşında, bayan hasta. 2013 yılında persistan astım kliniği ile başvurdu. 35 yıl önce geçirilmiş yayma negatif akciğer tüberkülozu, 2008’de hemoptizi ile yatarak tedavi öyküsü olan hastanın toraks BT’sinde bilateral tübüler bronşektaziler, SFT’de reverzibilite,TIgE yüksekliği(2760), aspergillus fumigatus’a karşı cilt testi ve spesifik IgE (+)’liği saptandı. ABPA kriterlerini taşıdığı düşünüldü. Sonuçta yayma negatif akciğer tüberkülozunda ABPA’nın da ayırıcı tanıda akla gelmesi ve persistan astım+bronşektazili olgularda ileri evre ABPA tanısının zorlaştığının gözönünde tutulması gereklidir. Anahtar Kelimeler: Allerjik bronkopulmoner asperjillozis(ABPA), astım, bronşektazi Şekil 1. Birinci olguya ait toraks bilgisayarlı tomografi kesitleri Şekil 2. İkinci olguya ait bilgisayarlı tomografi kesiti P072 Bölgemizdeki astım fenotipleri ve bunların özellikleri Barış Çil, Ayşe Füsun topçu, Abdurrahman Şenyiğit, Cengizhan Sezgi, Emine Önder Dicle Üniversitesi Göğüs Hastalıkları, Diyarbakır Bir organizmanın fenotipi; o organizmanın genetik altyapısının çevresel faktörlerle etkileşimi sonucu oluşan özelliğidir. Kliniğimizde yatarak tedavi gören veya polikliniğimize ayaktan başvuran akut ataktan en az 1 ay geçmesi koşuluyla atak dışı dönemdeki en az 18 yaş üstü 169 hasta çalışmaya alındı. Biz çalışmamızda olguları atopik astım, non-atopik astım, sigara içen astımlı hastalar, sigara içmeyen astımlı hastalar, normal kilolu ve zayıf astımlı hastalar, fazla kilolu ve obez astımlı hastalar olarak gruplandırıldı. Ayrıca hastların hangi ilacı kullandığı, ilacı doğru kullanıp kullanmadığı, astım kontrol testi, eşlik eden komorbiditeler, tetkleyici faktörler araştırıldı. 169 Hastanın 127’si kadın, 42’si erkekti ve ortalama yaş 39.82 idi. 102 (%60.4) hasta sigara içmemiş iken 67 (%39.6) hasta sigara içmiş veya exsmokerdı. 115 (%68.1) hastanın BKİ >=25 iken 54(%31.9) hastanın BKİ <25 idi. 28 (%16.8) hasta atopik, 139(%83.2) hasta nonatopik astımlıydı. 68 (%40.23) hasta ilacını yanlış kullanıyorken, 101(%59.77) hasta ilacını Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 29 POSTER SUNUMLARI doğru kullanıyordu. İlacını doğru kullanan grupta AKT (Astım kontrol testi) (p<0.001), FEV1 yüzdesi (p=0.05), PEF yüzdesi (p=0.04) anlamlı olarak daha yüksek bulundu. İlacı yanlış ve düzensiz kullananlarda SFT deki parametreleri daha düşük olduğu gibi, astımları kontrol altında değildi ve buna bağlı olarak bu hastaların hayatı boyunca hastaneye yatış ve acil başvuruları da oldukça yüksekti. Obez astımlı hastalarda kadın cinsiyet oranı yüksek bulundu. Atopik fenotipli hastalar; genç yaşta olup, psikiatrik bozuklukların bunlarda daha fazla olduğu gözlendi. Bu fenotipte atopiyi belirlemede; total IgE düzeyi, reversibilite pozitifliği ve periferik eozinofili bir kriter olarak kullanılabilir. Bölgemizde bu fenotipte en sık belirlenen allerjen, polenlerdi. Ayrıca atopik hastalarda psikiatrik ilaç kullanma anamnezi sorgulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: astım, fenotip, obesite TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 1. Hastaların yaş, spirometrik, antropometrik verilerinin ve FENO düzeylerinin cinsiyete göre dağılım Erkek n=65 Yaş Sigara içmeyen Sağlıklı Bireylerde FENO Değerlerinin Cinsiyete göre Değişimi Mehmet Bayram, Muhammed Emin Akkoyunlu, Hatice Özçelik, Fatmanur Karaköse, Fatih Yakar, Murat Sezer, Didem Özkan, Levent Kart Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Giriş: İnflamatuar sitokin mediyatörlerine bağlı olarak santral ve periferik hava yollarında Nitrik oksit upregülasyonu olmakfadır. Özellikle astımlılarda eozinofilik inflamasyonda fraksiyone ekshale nitrik oksit düzeyi yükselmektedir. Sağlıklı bireylerde FENO düzeyleri boy, yaş, atopi düzeylerinden etkilenmektedir. Literatürde cinsiyete göre farklılıklar üzerine çok az çalışma bulunmakta olup farklı sonuçlar bildirilmiştir. Bu çalışmada sağlı bireylerde FENO düzeyinin cinsiyete göre değişip değişmediği belirlemeyi amaçladık. Metod: Daha önce hiç sigara içmemiş, ailesinde astım öyküsü bulunmayan, kronik hava yolu hastalığı tanısı almamış, 18-45 yaş arası 65 erkek ve 65 bayan hasta çalışmaya prospektif alındı. Kişilere tek solukla 50ml/ sn hızla FENO ölçümü yapıldı. Antropometrik ölçümleri alındı. Bodypletsymografi ve spirometri ölümleri yapıldı. Sonuçlar: Bireylerin cinsiyete göre FENO ve diğer parametrelerin dağılımı tablo-1 de verilmiştir. Bu sonuçlara göre FENO, BMI, vücut yüzey alanı, boy, kilo, FVC, FEV1 PEF, TLC değerleri erkelerde daha yüksek bulunmuştur. Lineer regresyon analizinde FENO ile ilişkili bulunan parametreler yaş, cinsiyet, vücut yüzey alanı saptanmıştır. Multipl lineer analiz modellerinde ise Cinsiyet ve vücut yüzey alanı ilişkili görülmektedir. Sonuç: Fraksiyone ekshale nitrik oksit ölçümlerini değerlendirirken erkeklerde kadınlara göre yüksek olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: astım, atopi, nitrik oksit 30(27-38) 31(25-35) 0.042 176(171-179) 162(158-167) <0.001 Kilo, kg 83(70-89) 64(54-69) <0.001 BMI 26(23-27) 23(20-27) 0.009 2,01(1,81-2,10) 1.68(1,55-179) <0.001 5,4(5-5.8) 3,76(3,2-4,11) <0.001 FVC beklenenin %’si 105(97-118) 106(96,5-121) 0.55 FEV1 lt ölçülen 4,4(4,1-48) 3,1(2,8-3,3) <0.001 Vücut Yüzey alanı m2 106(100-110) 107(93-115) 0.819 FEV1/FVC FEV1 beklenenin %’si 84(78-86) 82(80-87) 0.042 PEF ölçülen 8,9(8,1-10,5) 6,2(5,2-7,2) <0.001 PEF beklenenin %’si 90(83-109) 94(81-102) 0.509 TLC ölçülen 6,3(5,6-6,7) 4,5(4,3-4,8) <0.001 TLC beklenenin %’si 89(82-95) 91(87-104) 0.20 VC ölçülen 5,4(5,1-5,9) 3,76(3,2-4,1) <0.001 VC beklenenin %’si 101(95-113) 112(99-126) 0.03 21(14-28) 14(10-21) 0.001 ppb Tablo 2. FENO düzeyleri ile ilişkili olabilecek parametrelerin multipl lineer regresyon analizi Log (FENO) Univariate Analiz Multivariate lineer regresyon - Model 1 Multivariate lineer regresyon - Model 2 Multivariate lineer regresyon - Model 3 Multivariate lineer regresyon - Model 4 30 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı p Boy, cm FVC lt ölçülen P073 Bayan n=65 Parametre Katsayı Standart Hata p Yaş 0.014 0.006 .03 Gender 0.274 0.09 .00 Vücut yüzey alanı 0.479 0.209 .024 Total akciğer kapasitesi 0.083 0.062 .185 FEV1 ölçülen 0.075 0.067 0.27 Cinsiyet -2,24 1,21 0.067 Vücut yüzey alanı 0.175 0.251 0.487 Yaş 0.009 0.007 0.216 Cinsiyet -2,44 0,091 0.008 Yaş 0.01 0,06 0.92 Cinsiyet -2,29 0.121 0.062 Vücut yüzey alanı 0,216 0,249 0,387 Yaş 0.009 0.007 0.129 Vücut yüzey alanı 0.43 0,212 0,046 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P074 P076 Ciddi Alerjik Astımı Olan Hastalarda Omalizumab Kullanımının Retrospektif Analizi The phenotype of the bronchial obstructive diseases in children Fatma Merve Tepetam1, Nezihe Çiftaslan Gökşenoğlu2, Özlem Oruç2 State Medical and Pharmaceutical University Süreyyapa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Alerji ve İmmünoloji Anabilim Dalı, İstanbul 2 Süreyyapa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Aim: Study the phenotype of the bronchial obstructive diseases in children. Materials and methods: The study foresees a retrospective research on 1294 children with the bronchial obstructive diseases: 592 children with bronchial obstructive syndromes (45,8%:95%CI 43,0-48,5) and 701 children without wheezing (54,2%:95%CI 51,5-57). Results: The wheezing in infants is mainly induced by the viral and atypical infection and one-third of cases had a personal history of confirmed asthma. In 3-5-year-old children the wheezing is confirmed 3 times less often than in infants, possibly at this age the frequency of the transient wheezing regresses. The phenotype of wheezing in the young schoolchildren is maintained by the personal, family history frequently encountered, by the mechanisms with high IgE. Teenagers manifest the phenotype most frequently associated with atopic reactions. The obstructive syndrome is the most frequently confirmed in infants and 3-5-year-old children in 65,4% and 21,5% cases, respectively. The study found increased serum levels of IgE in children with bronchial disease (90.6±23.5IU/ml) compared with control group (12.9±77.6IU/ml,p<0.01). The range of values the IgE in children with wheezing ranged from 0.1IU/ml to 534.8IU/ml. In the group of children without wheezing IgE is of 0.1IU/ml to 88.3IU/ml. Hyper-IgE confirms the role of this marker in atopic status in children with bronchial obstruction diseases. Conclusion: The phenotype of the transient whezing is the most often encountered in young age (newborn, infants, preschool child, young schoolchild), but the allergic mechanisms (by the allergic family history, confirmed bronchial asthma, mediated IgE mechanisms) were assessed in schoolchildren and teenagers. Keywords: bronchial obstructive diseases, wheezing, asthma, phenotype, children 1 Giriş: Omalizumab, serbest serum immünglobulin E (IgE) ile bağlanan ve inhibe eden bir monoklonal antikordur. Anti IgE olarak da adlandırılabilir. Omalizumab, semptomları yeterince kontrol altına alınamayan orta ve şiddetli alerjik astım tedavisinde endikedir. Amaç: Omalizumab tedavisinin etkinlik ve güvenilirlik profilinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntemler: Astımlı hastalar arasında Omalizumab kullananlar retrospektif olarak değerlendirildi Yaş, cinsiyet, kilo, IgE düzeyi, eşlik eden astım ilaçları ve FEV1 değişim miktarları kaydedildi. Ayrıca acil servis başvuruları, hastane yatışları, astım alevlenmeleri ve steroid kullanımları değerlendirildi. Parametreler Omalizumab tedavisinin öncesi ve sonrası olarak sınıflandırıldı. Sonuçlar: Hastaların; 11 ‘i kadın, 6’sı erkek olup yaş ortalamaları 47,58 idi. Ortalama IgE seviyesi: 359,23 Ul/ml idi. Omalizumab tedavisine bağlı yan etki görülmedi. Yalnızca bir hastada tedaviye yanıt olmadığı için tedavi sonlandırıldı. Tartışma: Omalızumab tedavisinin, astım alevlenmelerinin ve hastane yatışlarının azalmasında etkili olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Omalizumab, zor astım, tedavi P075 Therapeutic Strategies with Anti-IgE (Omalizumab) Svetlana Sciuca, Rodica Selevestru, Ianos Adam, Liuba Neamtu Arzu Didem Yalcin1, Betul Celik2, Ayse Akman Karakas3 1 Genomics Research Center, Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology, Academia Sinica, 11529, Taipei, Taiwan 2 Department of Laboratory Medicine and Pathology, Mayo Clinic in Jacksonville, FL, USA 3 Department of Dermatology and Venerology, Akdeniz Universiy, Faculty of Medicine, Antalya, Turkey P077 Omalizumab, a humanized mAb that binds to the CH3 domain, near the binding site for the high-affinity type-I IgE Fc receptors of human IgE, can neutralize free IgE and inhibit the IgE allergic pathway without sensitizing mast cell and basophils. We reported that Omalizumab in patients with severe persistent asthma(SPA) was an effective therapy for asthma and co-morbid conditions (chronic urticaria(CU), bee venom allergy,latex allergy,bullous pemphigoid, atopic dermatitis, food allergy, Samters syndrome, diabetes mellitus, cardiovascular conditions).Our knowledge concerning the use of Omalizumab in treatment of asthma and other allergic diseases has improved our understanding that treatment acts on many levels, including regulating levels of inflammatory proteins including cytokines(MDA, NO, H2O2, CXCL8, IL-10, TGF-β, GCSF, IL-17, IL-1β), PT, PTT, INR, MPV, platelet count, Hs-CRP, eosinophil cationic peptide, vitamin-D(25(OH)D), homocystein(Hcy), OX-2, d- dimer, albumin and sApo-2L. The decrease in Hcy concentrations and increase in 25(OH)D also support the possible vascular endothelial protection mechanism. Mediators and cells classically involved in pro-coagulant and anticoagulant pathways altogether play a role in SPA and CU pathophysiology and Omalizumab effect Since Omalizumab therapy lowers the serum levels of soluble TRAIL, and soluble TRAIL was found to be correlated with survival in Stage 4 colon cancers, we don’t propose Omalizumab therapy for the asthmatic patients with advanced colon cancer. The mechanism of action of Omalizumab in the treatment of asthma is believed to be multifactorial, and includes effects mediated through altered production of redox metabolites, TRAIL-related miRNA, and regulation of production of known inflammatory proteins. Keywords: Asthma, Anti-IgE, Omalizumab, chronic urticaria, inflammatory proteins. Selen Uslu1, Gül Karakaya2, Ali Fuat Kalyoncu2, Ahmet Uğur Demir2, Serpil Öcal3, Ebru Ortac Ersoy3, Arzu Topeli3 Akut Astım Atağı Nedeniyle Yoğun Bakımda Takip Edilen Hastaların Özellikleri 1 Ordu Üniversitesi Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Ordu 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesi, Ankara 3 Akut astım atağı zamanında ve doğru şekilde müdahale edilmediğinde ciddi morbidite ve mortalite nedeni olabilmektedir. Erişkinlerde astım atağı nedeniyle gelişen solunum yetmezliğinde NIV veya MV kullanılması ile ilgili yayınlanmış veriler kısıtlıdır. Bu çalışma ile yoğun bakıma ağır astım atağı ile yatırılan hastaların yaş, cinsiyet, eşlik eden komorbiditeler, astım süreleri, atak anında almakta oldukları tedaviler, tedaviye uyumları ile atağın ağırlığı arasındaki ilişki, YBÜ’de aldıkları NIV/IMV desteklerinin mortalite ve hastanede yatış süreleri üzerine etkileri belirlenmeye çalışıldı. Bu amaçla astım atağı nedeni ile yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yatırılan hastaların özellikleri incelendi. Ocak 2002 ile Aralık 2012 tarihleri arasında iç hastalıkları yoğun bakım ünitesine astım atak tanısı ile yatırılan hastalar retrospektif olarak tarandı ve verilerine tam olarak ulaşılabilen 22 hasta çalışmaya dahil edildi. Medikal tedavilerin yanında 8 hasta NIV (noninvaziv mekanik ventilasyon), 5 hasta IMV (invaziv mekanik ventilasyon), 5 hasta önce NIV sonrasında MV desteği almıştı, 4 hasta hiçbir MV desteği almamıştı. Dört hasta yoğun bakım ünitesinde exitus olmuştu. Sonuç olarak hastaların bahsedilen demografik özellikleri ile hastanede yatış süreleri ve mortaliteleri arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmedi. Ancak arteriel kan gazı değerlerinden yoğun bakıma yatış anında ve son olarak alınan pH, PaCO2 ve HCO3¯ giriş ve değişkenlikleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu görüldü. Bunlar yoğun bakımda uygulanan NIV veya IMV tedavilerinin doğru ve etkin olarak yapıldığını göstermekle birlikte bunların da mortalite ile bir ilişkisi tespit edilmedi. Bu nedenle ölen hastaların ölüm sebeplerinin Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 31 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ solunumsal problemler olmadığı, enfeksiyon veya komorbiditelere bağlı olabileceği düşünüldü. Anahtar Kelimeler: astım, ciddi astım, yoğun bakım Tablo 1. Olgu karakteristikleri Cinsiyet, % Tablo 1. Yaşayan ve Ölen Hastaların Karakteristik Özellikleri Yaşayan (n=18) Ölen (n=4) Erkek 86,8 (n=125) Kadın 13,2 (n=19) Yaş, ortalama 60,9 ± 17,1 65 yaş üzeri olgular, % 45,8 (n= 66) Median %25- 75 Median %25- 75 Yaş 83.5 (62.7- 78.2) 83.5 (62.0- 88.2) Sigara öyküsü, % Yatış Süresi 13 (8.2- 27.2) 17 (11.0- 21.5) Hiç kullanmamış 81,3 (n=117) 11,8 (n=17) 6,9 (n=10) APACHE II Skoru (n=20) 14.5 (7.25- 18.75) 14 (10.5- 17.5) Aktif içici pH (n=20) 7.35 (7.27- 7.40) 7.37 (7.28- 7.38) Terk pO2 (mmHg) (n=20) 62.5 (54.5- 84.2) 62.5 (55.2- 102.0) Komorbidite sayısı, % pCO2 (mmHg) (n=20) 48.5 (36.7- 71.2) 60.5 (32.2- 82.7) Yok 34,7 (n=50) HCO3 (mmol/L) (n=20) 25.5 (22.0- 31.0) 29.0 (14.5- 33.0) 1 42,4 (n=61) SaO2 (%) (n=20) 90.5 (80.5- 95.7) 94.0 (91.2- 96.7) 2 21,5 (n=31) >2 1,4 (n=2) Astım atak şiddeti, % P078 Devlet hastanesinde yatan astım hastalarında maliyet 1 35,4 (n=51) 2 37,5 (n=54) 3 27,1 (n=39) Jülide Çeldir Emre1, Özer Özdemir2, Ayşegül Baysak3, Ümit Aksoy1, Pelin Özdemir4, Adnan Tolga Öz3, Nigar Dirican5 Turgutlu Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Manisa Egepol Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İzmir Medical Park Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İzmir 4 Su Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İzmir 5 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Isparta 1 2 3 Amaç: Astım atağı nedeniyle ikinci basamak devlet hastanesine yatırılarak tedavi edilen hastaların komorbidite, yaş grupları ve atak ağırlıklarına göre direkt maliyetlerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem-Gereçler: Çalışmamıza 2013 Yılında astım atak nedeniyle hastaneye yatırılan olgular dahil edildi. Hasta dosyaları ve maliyet bilgileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Çalışmamıza 144 olgu dahil edildi. Olguların %86,8’i kadın (125 olgu), %13,2’si (19 olgu) erkekti. Yaş ortalaması 60,9 (16 – 101) idi ve %45,8 olgu 65 yaşın üzerindeydi. %81,3 olgunun sigara öyküsü yoktu ve %65,3 (n=94) olguda en az bir komorbidite mevcuttu. Olgu karakteristikleri Tablo1’de özetlenmiştir. Olguların ortalama 8,5 ± 4,6 gün hastanede yattığı, bu süre içinde ortalama 923,8 ± 562,2 TL toplam maliyetleri olduğu görüldü. Maliyet bileşenleri incelendiğinde toplam yatak ücretinin ortalama 263,1 ± 144,7 TL, ilaç maliyetinin ortalama 453,4 ± 325,9 TL olduğu saptandı. Yaş artıkça toplam maliyet değerlerinin arttığı ancak istatistiksel olarak anlamlılık düzeyinde olmadığı saptandı (p=0,054). Cinsiyet açısından karşılaştırıldığında hastanede kalış süresi ve toplam maliyet açısından anlamlı fark saptanmadı (p=0,94 ve p=0,74). Komorbidite varlığı, hastanede kalış süresi ve toplam maliyet açısından anlamlı fark yaratmazken (p=0,44 ve p=0,15); toplam laboratuvar maliyetlerinin ve antibiyotik maliyetlerinin komorbiditesi olan olgularda daha fazla olduğu gözlendi (p=0.025 ve p=0,03). Astım atak şiddeti arttıkça hastanede kalış süresinin ve toplam maliyet değerlerinin arttığı gözlendi (p< 0,001). Sonuç: Astım atağı nedeniyle hospitalizasyonun maliyeti, İKS-LABA aylık idame tedavisinin maliyetinin yaklaşık 10 katı düzeyindedir. Toplam maliyet yaş, cinsiyet ve komorbidite varlığından bağımsızdır, atağın şiddetiyle doğrudan ilişkilidir. Anahtar Kelimeler: astım, maliyet, hastanede kalış süresi 32 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P079 İllere Göre Beklenen Astımlı ve KOAH’lı Hasta Sayıları Sedat Altın1, Arzu Yorgancıoğlu2, Lütfiye Erkan1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa 1 2 Amaç: GARD Türkiye olarak kronik solunum yolu hastalıkları kapsamında yapılmış çalışma verilerinden yararlanarak ülkemizdeki astım ve KOAH’lı hasta sayılarını tahmin etmek, Materyal-Metod: 2012 yılında Türkiye genelinde yapılmış 3815 hasta üzerinden hesaplanmış prevalans değerleri ile TÜİK verileri kullanılarak hesaplamalar yapılmıştır. Ayrıca, SGK kayıtlarına göre 2011 yılında J44 ve J45 tanısı almış hastaların il il sayıları, bu hesaplamalarla karşılaştırılmıştır. Bulgular: Kronik Hastalıklar Araştırmasına göre, SFT sonuçlarına dayalı yaşa ve cinsiyete standardize KOAH prevalansı yüzde 5,3’tür (Erkeklerde yüzde 5,6 ve kadınlarda yüzde 5,1). Doktor tarafından tanı almış olan KOAH hastalarının yüzde 46,1’i düzenli ilaç kullanmaktadır. Doktor tarafından tanı konmuş yaşa ve cinsiyete standardize astım sıklığı yüzde 4,5’tir. Yaşa standardize astım sıklığı erkeklerde yüzde 2,8, kadınlarda yüzde 6,2’dir. Doktor tarafından tanı konmuş astım hastalarının yüzde 62,2’si düzenli ilaç kullanmaktadır. Yapılan hesaplamalara göre ülkemizde 2011 yılında 1.692.277 KOAH’lı (838.404 erkek, 853. 874 kadın) ve 2.655.158 Astımlı (837.524 erkek, 1.817.634 kadın) olduğu sonucuna varılmıştır. KOAH’lıların 789.604’ünün, astımlıların ise, 1.652.124’ünün düzenli ilaçlarını kullandığı, böylece KOAH ve astım tanılı düzenli ilaç kullanan hasta sayımız 2.441.728, toplam hasta sayımızın ise, 4.347.434 olduğu sonucuna varılmıştır. Sonuç: Doğu Karadeniz’de (Trabzon, Rize, Gümüşhane) astım, Batı Karadeniz’de (Kastamonu, Zonguldak, Sinop) ise, KOAH hasta sıklığı, diğer illere göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Öte yandan, astımlı hastaların Akdeniz bölgesinde (Adana, Hatay, Osmaniye), KOAH’lı hastaların ise, Orta Anadolu bölgesinde (Sivas, Yozgat, Kayseri) diğer illere göre daha fazla oranda düzenli inhaler tedavi gördüğü saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: prevalans, astım, KOAH POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P080 Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi Ğögüs Hastanesi Kliniğinde Takip Edilen Astımlı Hastaların Anksiyete Ve Depresyon Düzeylerinin Belirlenmesi Hayriye Turgut1, Yasemin Akıl2, Refiye Özgen2, Soner Çakmak3, Zeynep Albayrak2, Müjgan İpek Bozkurt1 Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana 2 Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Hemşirelik Araştırma Kurulu, Adana 3 Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Ruh Sağlığı Anabilim Dalı, Adana 1 Amaç: Bu çalışmanın amacı, Göğüs hastalıkları kliniğe başvuran astımlı olan hasta grubunda depresyon ve kaygı durumunun sıklığını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Materyal-Metod: Prospektif bir çalışmadır. Göğüs Hastalıkları klinik ya da polikliniğine başvuran astım tanılı hastalara demoğrafik sorulardan oluşan anket formuyla, ‘’Sürekli Kaygı Ölçeği’’ ve ‘’Beck Depresyon Ölçeği’’ uygulandı. Verileri ve ölçek sonuçları SPSS 16 programında istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Araştırmaya katılanların yaş ortalaması 49,9±14,6, cinsiyeti %97,1’i erkekti. Beck depresyon ölçeği ortalaması 20,2±10,6, STAI sürekli kaygı ölçeği 49,6±11,7. İleri yaşta ve eğitimi durumu okumayazma olmayan hastalarda beck depresyon (p:0,003)ve sürekli kaygılık ölçeğinin(p:0,006) puanı artmaktadır. İstatiksel olarak anlamlıydı. Sürekli kaygı ölçeğiyle beck depresyon arasında pozitif yönde çok güçlü korelasyon tespit edildi (r=0,608, p=0,0001). Sonuç: Astımlı hastaların yaşları ilerledikçe ve okuma-yazması olmayan hastalarda nöbet sıklığı artıkça depresyon ile sürekli kaygı ölçeği artmaktadır. Sürekli kaygı puanı artıkça depresyonda artmaktadır. Anahtar Kelimeler: Astım, Depresyon, Anksiyete P081 Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğinde Takip Edilen Astımlı Hastaların Retrospektif İncelenmesi Hayriye Turgut1, Yasemin Akıl2, Refiye Özgen2, Zeynep Albayrak2 Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana Çukurova Üniversitesi, Balcalı Hastanesi Araştırma Kurulu, Adana 1 2 Amaç: Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğinde takip edilen 5 yıldır takip edilen astımlı hastaların retrospektif olarak incelemek amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Ocak 2007- Aralık 2012 yılları arasında yatan astımlı hastaların bilgi dosyaları incelenip; yaş, cinsiyet, medeni durum, mesleği, eğitim durumu, yaşadığı yer sigara kullanımı ve eşlik eden hastalık öyküsü istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Hastalar araştırmanın amacı konusunda bilgi verildi anket formu yüz yüze görüşme tekniği ile uygulandı. Veriler Spss 16 değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılanların hastaların yaş ortalaması 49,9±14,6, %97,1’i kadındır. %76,5’i sigara kullanmıyor, %76,5’inde alerji öyküsü var, 52,9’sunun toz,duman,koku ve polene alerjisi olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Hastalarımızın yaş ortalamasının yüksek olduğu, kadınlarda,ev hanımlarında ve şehirde yaşayanlarda görülme sıklığının yüksek olduğu tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Astım, Sigara İçme, Allerji ÇEVRESEL VE MESLEKİ AKCİĞER HASTALIKLARI P082 Löffler sendromu: Olgu sunumu Selami Ekin1, Hülya Günbatar1, Ahmet Arısoy2, Hanifi Yıldız3, Bünyamin Sertoğullarından1 Yüzüncü Yıl Ünivertsitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van Özel Istanbul Hospital, Göğüs Hastalıkları, Van 3 Özel Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van 1 2 Löffler sendromu nedeni tam olarak bilinmeyen akut bir pnömonidir. Löffler sendromu etiyolojisinde parazit (en yaygın paraziter neden ascaris lumbricoides), mantar, bakteriyel enfeksiyonlar ve ilaç etkileri (penisilin, para-amino salisilik asit, hidralazin) yer almakla beraber hastaların dörtte biri idiyopatiktir. 17 yaşında erkek hasta. Bir haftadır olan eforla nefes darlığı, göğüs ağrısı, öksürük, karın ağrısı ve ateş şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenede vücut sıcaklığı 37,8℃, arteryel kan basıncı 128/83 mmHg, nabız 94/dk ve oda havasında oksijen satürasyonu %92 idi. Oskültasyonda bilateral expiratuvar ronküs vardı. 4 paket /yıl sigara içme öyküsü olup, 1 yıldır sigarayı bırakmıştı. Alkol ve başka ilaç ve madde bağımlılığı yoktu. Hastanın mesleği çoban idi. Laboratuvarında hafif yükselmiş C reaktif protein, %21,5 eozinofili ve yüksek total IgE (263 mg/dl, normal aralık: 0-100 mg/dl) saptandı. Posteroanterior akciğer grafisinde sağda daha yaygın olmak üzere bilateral daha çok üst zonlarda ve santral yerleşimli yamalı tarzda konsolidasyon izlendi. Çekilen kontrastsız Toraks tomografisinde ise bilateral akciğerlerde üst loplarda belirgin olmak üzere dağınık yerleşimli, düzensiz sınırlı buzlu cam alanları, fokal sınırlı sentrinodüler opasiteler ve milimetrik subplevral nodüller saptandı. Ekokardiyografi normal idi. Oda havasında oksijen satürasyonu %90 idi. Bronkoskopi ile bronkoalveoler lavaj yapılan hastada hücre sayımında az akut iltihap hücreleri, bunların %90’ ı eozinofil lökosit ve %10’ u nötrofil lökosit olarak raporlandı. Semptomatik tedaviye ek olarak başlanan albendazol (400 mg/gün, tek doz) tedavisinde klinik dramatik olarak düzeldi. Hastanın on gün sonra çekilen akciğer grafisi ile 2 ay sonra çekilen kontrastsız toraks tomografisi tamamen normal idi. Anahtar Kelimeler: Löffler sendromu, eozinofili P083 Bir Olgu İle Hidrokarbon Pnömoni Tedavisini Etkileyen Faktörler Hanifi Yıldız1, Selami Ekin2, Selvi Aşker2, Ahmet Arısoy3, Bünyamin Sertoğullarından2 Özel Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van Yüzüncü Yıl Ünivertsitesi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van 1 2 3 Amaç: Hidrokarbon pnömonisi, mazot ve benzin gibi hidrokarbon ürünlerinin kazayla aspirasyonu sonucu oluşan ve ciddi komplikasyonlar gelişebilen nadir bir aspirasyon pnömonisidir. Bu vakada, erken steroid ve antibiyotik tedavisinin hidrokarbon pnömonisinin ciddi komplikasyonlarını önleyebileceğini vurgulamak istedik. Olgu: Kaza ile az miktarda mazot aspire eden 17 yaşında bir erkek hasta ateş, öksürük, balgam, göğüs ağrısı ve nefes darlığı nedeniyle acil ünitemize başvurdu. Akciğer grafisinde alt ve orta zonlarda buzlu cam infiltrasyonlar saptandı (Şekil 1A). CRP ve lökosit değerleri artan hastaya oksijen, antibiyotik ve steroid tedavisi verildi. İkinci günde semptomları ve üçüncü gün akciğer grafisinde infiltrasyonları azalan hasta idame tedavisiyle taburcu edildi. On yedinci gün, akciğer grafisinde opasitede azalma izlendi. İlaveten bilgisayarlı tomografide (BT), orta loblarda buzlu cam infiltrasyonlar izlendi (Şekil 2A). Ayrıca Crp ve lökosit seviyeleri artmış olan hastaya, iki hafta daha antibiyotik tedavisi verildi. İkinci ayda, hastanın herhangi bir yakınması yoktu ve BT’si normal olarak değerlendirildi (Şekil 2B). Sonuç: sonuç olarak, steroid ve antibiyotik tedavisine erken başlamak hidrokarbon pnömonisindeki ciddi komplikasyonları önleyebilir. Anahtar Kelimeler: Aspirasyon, hidrokarbonlar, pnömoni Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 33 POSTER SUNUMLARI P085 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Silikozis oluşumunda yeni bir meslek: olgu sunumu Arif Hikmet Çımrın, Kemal Can Tertemiz, Aylin Özgen Alpaydın Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Şekil 2. Akciğer tomografisi: A: onyedinci gün orta ve alt loblardaki buzlu cam infiltrasyonlar gözleniyor. B: ikinci ayda infiltrasyonlar düzelmiş. Silikosis, solunabilir büyüklükteki (0,5-5 µm çaplı) silis partiküllerinin inhalasyonuyla oluşan,akciğerin toz hastalıklarından biridir. Silikozise yol açtığı bilinen başlıca iş kolları; dökümcülük, cam sanayi, seramik yapımı, kuvars değirmenleri, ve kum püskürtmedir. Kum püskütme işi değişik sektörlerde karşımıza çıkmaktadır. Kliniğimizde tanısı konulan tüfek yapımında kum püskürtme işi yapan silikozis olgu sunuldu. 33 yaşında erkek olgu, son 2 aydır ortaya çıkan nefes darlığı ve kronik irritatif öksürük yakınmaları ile meslek hastalıkları polikliniğine başvurdu. Özgeçmişinde özellik yoktu. Fizik bakı olağandı. Toraks BT’de her iki akciğerde üst ve orta zon posteriorda birleşme eğilimi gösteren milimetrik opasiteler, interstisyel kalınlaşma ve yer yer plevral çekilmeler parankimal bantlar, peribronşial kalınlaşmalar izlendi. Spirometrik incelemelerde FEV1 4.03 L (%91 bek.), FVC 4.03 L(%90 bek.), PEF 12.23 (%123 bek.), DLco /VA 5.06 (%105 bek.), VO2 max. 41.01 ml/min/kg. olarak bulundu. Kardiopulmoner egzersiz testinde(KPET) VO2 max. 41.1 ml/dk/ kg. saptandı. Sonuç olarak silah üretimi sırasında tüfek namlusu kumlaması yapan olguda pnömokonyoz (silikozis) düşünüldü. Efor dispnesi tanımlamasına karşın ciddi kardiopulmoner fonksiyonel kısıtlılık olmadığı görüldü. Toz maruziyetinin önlenmesi önerilerek izleme alındı. Anahtar Kelimeler: Silikosis, kumlama, öksürük P084 P086 Çalışan İtfaiyecilerde Solunum Fonksiyon Testlerinin Değerlendirilmesi Epidemiology of sarcoidosis in Republic of Belarus Sema Demir1, Derya Öztuna2 Halina Baradzina 1 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 2 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Ankara Belorussian State Medical University, Minsk, Belarus Amaç: İtfaiyeciler, yangına müdahaleleri sırasında, dumana maruz kalırlar. Yangın dumanı, birçok hava kirleticilerini içerir. Duman maruziyeti, pulmoner ve kardiyovasküler hastalık riskini artırabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, çalışan itfaiyecilerde, uzun dönem mesleksel duman inhalasyonunun solunum fonksiyonları üzerine etkisinin ve ilişkili risk faktörlerinin araştırılmasıdır. Hastalar ve Metod: Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne Şubat 2012-Mart 2012 tarihlerinde tarama programı kapsamında başvuran, çalışan 523 itfaiyeci retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Yangında aktif olarak çalışan 250 kişi, kontrol grubu olarak da masabaşında çalışan 273 kişi çalışmaya alınmıştır. İtfaiyecilerin yaş, cinsiyet, boy, kilo, spirometrik (FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF, FEF25-75) ölçümleri, sigara içme durumları ve süreleri, meslekte çalıştıkları süre, komorbiditeleri değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmadan elde edilen verilere göre, aktif olarak yangına katılan itfaiyecilerde, kontrol grubuna göre FEV1 değerlerinde anlamlı olarak azalma saptanmıştır. Çalışma süresinin solunum fonksiyonlarını anlamlı olarak etkilemediği görülmüştür. Sonuçlar: İtfaiyecilerde duman maruziyetine bağlı hastalıkların gelişimi, solunum yollarını koruyacak daha efektif aparatların geliştirilmesi, farklı yangın tiplerinde döngülü çalışma, sigara bıraktırma ve düzenli yıllık taramalarla önlenebilir. Anahtar Kelimeler: İtfaiyeciler, solunum fonksiyonları This study objectives were analysis of sarcoidosis epidemiological indexes in 1977-2012 and prognosis of the future epidemiological situation. Our results showed the incidence rate of sarcoidosis increased 6.15 times from 1977 to 2012 and stabilized on 8.0 per 100000 (p<0.001). The incidence rate growth occurred in 80-90s mostly due to diagnostic improvement. According to prognosis, which has been calculated based on the equalization linear trend (у=0.3352х-666.15, R2- 0.9466), incidence rate of sarcoidosis will be 9.6 per 100000 in 2017. Pulmonary sarcoidosis composes the main part all the cases (91.03%). In 80-90s sarcoidosis was affecting mostly male (53%) and population around 25 years old (83.6% patients were before 40 years), but now the situation has been changed. Males traditionally prevail among newly detected patients in the age group below 34 (64.3±4.7%), females dominate in total (59.8%) and in the age group above 35 (75.±4.2%). The maximum incidence rate among males is observed in 25-34 years group (40.7±3.1% patients), though the incidence maximum by women has moved to the range 35-44 years (30.3±2.4% patients). Percentage of the women above 44 years affected by sarcoidosis has increased by 26.8±1.6% and the average age of patients is slowly increasing especially by women. In 80-90s the patients above 44 were almost never diagnosed. Prevalence rate of sarcoidosis in Belarus reached 49.1 per 100000 compare to 28.7 per 100000 in 1997 (p<0.001). The results of analysis testify the increase of incidence rate of sarcoidosis and its transition to the older age groups especially by women. Keywords: sarcoidosis, epidemiology, prognosis, incidence rate. Şekil 1. Radyografi:Orta ve alt zonlarda saptanan buzlu cam infiltrasyonlarda azalma gözleniyor. A: ilk gün, B: 17. Gün 34 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P087 Meteorolojik Değişimler Pnömotoraks Yapar mı? Atalay Şahin1, Menduh Oruç1, Fatih Meteroğlu1, Ahmet Erbey1, Bülent Öztürk2 Dicle Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Diyarbakır 1 2 Hava şartlarının bazı hastalıklar üzerindeki etkileri tartışılmaktadır. Solunum yolu hastalıklarında bu ilişkinin rolü daha da dikkat çekmektedir. Ocak 2009 ile Aralık 2013 tarihleri arasında ilimiz göğüs cerrahisi kliniklerinde tedavi edilen primer ve sekonder spontan pnömotoraks vakalarını retrospektif olarak değerlendirdik. Hastaların özellikleri ve bu sürede gerçekleşen meteorolojik değişiklikler incelendi. Atmosfer basıncı, sıcaklık, nem, yağış ve rüzgar hızı olarak hava durumu verileri Meteoroloji Genel Müdürlüğünden temin edildi. Spontan pnömotoraks görülen ve görülmeyen günlerin meteorolojik değişkenlerle ilişkisi değerlendirildi. Sekonder pnömotoraks hastaları çalışmaya dahil edilmedi. Bu çalışmada spontan pnömotoraks oluşumunda meteorolojik değişikliklerin rolü ve hastaların klinik özellikleri tanımlandı. Ortalama yaşı 23.96 yıl olan 552 hastanın %92 si erkek idi. Hastaların %89.3 ünde primer spontan pnömotoraks kalanında sekonder spontan pnömotoraks gözlendi. Hastaların %71.7 sinde kümelenme görüldü. Mevsimlik ve yıllık dağılımlarında anlamlı bir fark gözlenmedi. Yaş ve cinsiyet dağılımımda fark bulundu. Pnömotoraks gözlenen günlerde diğer günlere göre spontan pnömotoraks saptanmayan günler arasında atmosferik basınç, çevre ısısı, rüzgar hızı ve nem miktarı arasında fark gözlendi (p<0.05). Yağışın ve gün içerisindeki maksimum-minimum atmosfer basıncının farkı spontan pnömotoraks görülen günlerde etkileri anlamlı değildi (p>=0.05). Meteorolojik değişimler havanın fiziksel özelliklerini değiştirmekte ve spontan pnömotoraks oluşumunu etkilemektedir. Anahtar Kelimeler: hava durumu, spontan, pnömotoraks P088 Taksim Gezi Parkı Direnişi Döneminde İncelenen Bireylerin Sigara Kullanim Durumuna Göre Solunumsal Bulguları Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Çağla Filiz Uyanusta Küçük2, Hilal Onaran1, Çağla Pınar Taştan Uzunmehmetoğlu1, Aslıhan Ilgaz2, Gamze Ayar1, Makbule Özlem Akbay1, Hikmet Fırat2, Tansu Ulukavak Çiftçi2, Serdar Akpınar2, Bülent Çiftçi2, Selma Fırat Güven2, Selen Bilekli2, Arif Müezzinoğlu2, Fatih Torlak4, Peri Arbak3, Elif Dağlı1 Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul Türk Toraks Derneği Ankara Şubesi, Ankara Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce 4 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 3 Bireylerin sigara kullanımına göre göz yaşartan gazların solunum sisteminde yarattığı etkiler yeterli düzeyde araştırılmamıştır. Göz yaşartan gazların bireylerin sigara kullanımına bağlı etkilerini araştırmak amacıyla 2013 Haziran ayında süren Gezi Parkı eylemlerine katılan (460’ı İstanbul ve 86’sı Ankara) bireylere solunumsal belirtileri ve gazla karşılaşma koşullarını içeren anket uygulandı, eş zamanlı olarak solunum fonksiyon testleri yapıldı. Bireylerin 342’si (%62.6) sigara kullanırken, 156’sı kullanmıyordu (%28.6) ve 43’ü bırakmıştı (%7.9). Sigarayı bırakmış bireylerin ortalama yaşı sigara kullanan ve kullanmayan gruptan anlamlı olarak yüksekti (38.8 e karşı 30.3 ve 30.7, p=0.0003). Sigara kullanmayan bireylerde öksürük ve balgam çıkarma şikayetleri (%75.0 ve %30.9) sıklığı kullanan (%85.5 ve %55.3) ve bırakmış bireylerden (%81.0 ve %35.7) anlamlı olarak azdı (p=0.019 ve p=0.0001). Sigara kullanmayan bireylerde göğüs ağrısı şikayeti (%39.0) kullanan (%49.8) ve bırakmış bireylerden (%45.2) azdı (p=0.095). Sigara kullananların ortalama %FEV1 değeri sigara kullanmayan ve bırakmış olanlardan daha düşüktü (96.8’e karşı 102.9 ve 101.2, p=0.301). Sigara kullanan ve kullanmayan bireylerin ortalama %MMFR değerleri sigarayı bırakmış olanlardan anlamlı olarak düşüktü (92.2’ye karşı 93.0, 109.3, p=0.004). Üç grubun ortalama %FEV1/FVC değerleri benzerdi (102.2’ye karşı 102.4 ve 104.1, p=0.516). Sigara kullanmayan- larda gazla karşılaşmadan sonra nefes darlığının başlaması için geçen süre kullanan ve bırakmış bireylerden daha kısaydı (2.9’a karşı 6.0, 7.5 saat, p=0.193) ve sigara kullanmayanlarda gazla karşılaşmadan sonra göğüs ağrısının başlama süresi kullanan ve bırakmış bireylerden daha kısaydı (12.9’a karşı 13.9, 29.6 saat, p=0.123). Sigara kullanmamak solunum belirtilerinin gazla karşılaşmada daha az sıklıkta ortaya çıkmasına yol açmakla beraber, sigara kullanmayan bireylerde gözlenen solunumsal belirtilerin kullanan bireylerden daha hızlı başladığı gözlendi. Anahtar Kelimeler: Sigara, biber gazı, solunum bulguları P089 Taksim Gezi Parki Direnişinde Bireylerin Cinsiyet Durumuna Göre Göz Yaşartan Gazlardan Solunumsal Etkilenmesi Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Çağla Filiz Uyanusta Küçük2, Hilal Onaran1, Çağla Pınar Taştan Uzunmehmetoğlu1, Aslıhan Ilgaz2, Gamze Ayar1, Makbule Özlem Akbay1, Hikmet Fırat2, Tansu Ulukavak Çiftçi2, Serdar Akpınar2, Bülent Çiftçi2, Selma Fırat Güven2, Selen Bilekli2, Arif Müezzinoğlu2, Peri Arbak3, Elif Dağlı1 Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul Türk Toraks Derneği Ankara Şubesi, Ankara 3 Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce 1 2 Giriş: Zararlı gaz ve dumanlara karşı farklı cinsiyetlerin yanıtları halen iyi bilinmemektedir. Göz yaşartan gazlar büyük toplum kesimlerinin maruz kalması nedeniyle farklı cinslerin yanıtlarını değerlendirmek açısından dikkate alınmalıdır. Amaç: Kadın ve erkek toplulukların göz yaşartan gazlara karşı solunumsal yanıtlarını değerlendirmek amaçlandı. Yöntem-Gereçler: 2013 yılı haziran ayı boyunca süren Gezi Parkı eylemlerine katılan (460’ı İstanbul ve 86’sı Ankara) bireylere solunumsal belirtileri ve gazla karşılaşma koşullarını içeren anket uygulandı. Bireylere eş zamanlı olarak solunum fonksiyon testleri yapıldı. Bulgular: Toplam 283 erkek (31.2±11.1) ve 262 kadının (31.2±9.9) ortalama yaşları benzerdi. Sigara kullanan kadın (162 kişi, %62.3) ve erkeklerin (180 kişi, %64.1) oranları birbirine yakınken, sigarayı bırakan erkeklerin (%10.3’e karşı %5.4, p=0.043) oranı anlamlı olarak fazlaydı. Kadınlar gazla erkeklerden daha yüksek oranda kapalı mekanda karşılaşmışlardı (%31.5’a karşı %20.4, p=0.015). Kadınlarda nefes darlığı (%79.4’e %66.3, p=0.001), öksürük (%87.3’e %77.8, p=0.003), göğüs ağrısı (%51.7’ye %41.8), burun akıntısı (%78.8’e %70.3, p=0.016) ve cilt bulguları (%54.2’ye %40.8, p=0.002) erkeklerden anlamlı olarak fazlaydı. Erkeklerde gazla karşılaşmadan sonra nefes darlığı (4.9’a 5.6 saat), öksürük (6.0’a 7.0), balgam çıkarma süreleri (18.2’ye 23.7) kadınlardan daha kısaydı (p değerleri >0.05). Kadınlarda ortalama %FVC değeri %99.0 iken erkeklerde %98.5 idi (p>0.05). Kadınların ortalama %FEV1 değeri %96.0 iken erkeklerde %101.5 idi (p>0.05). Kadın ve erkeklerde ortalama FEV1/FVC oranları benzer değerlerdeydi (%102.4’e %102.3). Kadınların yalnızca ortalama %MMFR değeri erkeklerinkinden anlamlı olarak düşüktü (89.8’e 97.4, p=0.005). Sonuç: Kadınların gazla kapalı mekanda daha sık karşılaşmaları solunum yakınmalarının daha sık olmasına yol açmış olabilir. Anahtar Kelimeler: cinsiyet, biber gazı, solunum bulguları P090 Taksim Bölgesi Halkinin Göz Yaşartici Gazlar Karşisinda Solunumsal Bulgulari (105 Olgu Deneyimi) Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Fatih Torlak3, Peri Arbak2, Elif Dağlı1 Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce 3 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Göz yaşartan gazların halk sağlığı üzerine etkileri anektodal gözlemler şeklinde kalmıştır. Amacımız bu uygulamalar sonucu bölgede yaşayan ve çalışan bireylerin solunumsal etkilenmelerini araştırmaktır. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 35 POSTER SUNUMLARI Protestoların yapıldığı mekanlar çevresinde yaşayan insanlar arasında bir araştırma yapıldı. Çalışmaya gönüllü-onayı alınarak- olarak katılan ve son 1 aydır hemen her gün çevresel göz yaşartıcı gazların yarattığı dış ortam ve iç ortam hava kirliliğinden etkilenen 105 bireyin ortalama yaşı 36,1’di. 52 erkek, 53 kadın. Olguların %70,2’si sigara kullanırken %22,1’i sigara kullanmamaktaydı. Olguların hepsi yaklaşık 1 aydır gazla düzenli karşılaşmaktaydı. 31 olgu (%30,4) açık mekanda 1m’den yakın alanda gaza maruz kalırken, kapalı mekanda karşılaşan sayısı 39 (%38,2) idi. Nefes darlığı olguların %76’sında, öksürük %89,2’sinde, balgam %44,2’sinde, hemoptizi %4’ünde, göğüs ağrısı %41,4’ünde, burun akıntısı %75,5’inde, göz kızarması %83,7’sinde, cilt bulgusu %46,4’ünde gözlendi. FVC ortalaması %100,5+_13,8, FEV1%96,4+_16,0, FEV1/FVC ortalama %99,4+_10, MMFR %88,1+_25,4 idi. Kapalı mekanda gazla karşılaşanların FVC %98,6+_14,8, açık alanda 1m’den uzakta karşılaşanlarda %104,8+_10,4. (p>0,005). FEV1 kapalı mekanda karşılaşanlarda %94,3+_17,2, açık alanda 1m’den uzakta karşılaşanlarda %99,8+_11,9 bulundu (p>0,005). *Cihangir’de açık ve kapalı alanda kronik maruziyetin olduğu için mekanlar arasında anlamlı fark bulunmaması beklenen bir sonuç olarak karşılandı. Öksürük şikayeti kapalı mekanda bulunanlarda %94,6 oranında gözlenirken, açık alanda karşılaşanlarda %74,2’ydi (p=0,007). Balgam kapalı mekanda gazla karşılaşanların %50’sinde gözlenirken açık alanda karşılaşanların %18,8’inde balgam gözlendi. (P=0,002). MMFR %65 altı 20 kişi saptandı (%19.4). Göz yaşartan gazların uygulandığı bölgede yaşayanların yüksek oranlarda solunumsal yakınma bildirdikleri ve küöük hava yollarında daha fazla düşüklük yaşandığı gözlendi. Bu durumda, göz yaşartan gazların yaygın ve kontrolsüz kullanımının ciddi halk sağlığı sorunları yarattığı düşünüldü. Anahtar Kelimeler: biber gazı, gösteri kontrol ajanları, solunum semptomları P091 Pulmoner Emboli gelişiminde atmosferik olayların etkisi Tuğba Göktalay1, Ayşın Şakar Coşkun1, Yavuz Havlucu1, Ayşe Nur Tuncal2, Pınar Çelik1, Arzu Yorgancıoğlu1 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa 2 Manisa Halk Sağlığı Müdürlüğü, Kronik Hastalıklar Birimi, Manisa 1 Amaç: Pulmoner Emboli’ nin mevsimsel özelliğini, atmosferik olaylarla ilişkisini ve gelişimini etkileyen faktörleri değerlendirmek. Gereç-Yöntem: Ocak 2007 ve Aralık 2012 tarihleri arasında kliniğimizde pulmoner emboli tanısı ile yatışı yapılan 168 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Sosyodemografik veriler, risk faktörü belirlendi. Hastaların hastaneye yatış günlerine ve coğrafi yerleşim yerlerindeki meteoroloji istasyon kayıtlarına göre günlük ortalama basınç (hpa), ortalama nem (%), ortalama sıcaklık (°C) verileri kaydedildi. Günlük, aylık ve mevsimsel başvuruya göre analiz yapıldı. Bulgular: Araştırmaya alınan hastaların 93’ü (%55,4) erkek, yaş ortalaması 59,58 ±16,4 idi. En sık saptanan risk faktörü DVT (n=38, %22,6) idi. 72 isinde (%42,9) sigara kullanım öyküsü vardı. 132 sine (%78,6) Toraks Anjio BT ile tanı konmuştu. En çok hasta gelen bölge Manisa merkez ve yakın ilçeleri idi. Kış ve yaz aylarında 50’şer yatış varken İlkbahar ve sonbahar aylarında 34’er yatış vardı. Hastaların 161’inde (%86,6) başvuru günün atmosferik basıncı o ayın ortalama atmosferik basıncından yüksekti. Hastaların günlük, aylık ve mevsimsel başvuruları ile atmosferik basınç, nem, sıcaklık arasında ve ortalama atmosferik basınç yüksekliği arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Elde ettiğimiz veriler atmosferik olayların pulmoner emboli gelişiminde etkisinin olmadığı yönündedir. Bu konuda ileri değerlendirmelere gereksinim bulunduğu görüşündeyiz. Anahtar Kelimeler: Pulmoner Emboli, Atmosferik etki, 36 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P092 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Klor Patlaması (İş kazası) ve Maluliyet Gülseren Sağcan, Kaan Gündüz, Hızır Aslıyüksek Adli Tıp Kurumu, İstanbul Giriş: Klor (CI2) endüstride, çevresel olarak ve evde çok yaygın olarak bulunan yüksek reaktiviteye sahip bir gazdır. Suda orta derecede çözünürlüğe sahip olması nedeniyle inhalasyonu üst ve alt havayollarında iritasyona yol açmaktadır. Akut maruziyette rinit, öksürük, dispne, konjuktivit, cilt tahrişi ve hırıltılı solunum görülmektedir. Olgu: Beş yıl önce iş kazası geçiren 40 yaşında erkek hasta maluliyet açısından değerlendirilmek üzere Adli Tıp Kurumu’na başvurdu. Havuz temizliği için klor tabletlerinden çözelti hazırlanması sırasında oluşan klor gazı patlaması ile boyun ve yüz cildinde yanıklar, solunum sıkıntısı ve gözlerde yanma şikayetleri olmuş. Fizik muayenesinde; genel durumu orta, dispneik, yardımcı solunum kasları solunuma katılıyor, bilateral konjuktivalar ve farenks hiperemik, kan basıncı:115/75mmHg, NDS:95/dk, SDS:26/dk, SpO2 (OH):%87 bulunmuş. Oskültasyonda bilateral sibilan ronküsler duyulmuş ve spirometrede obstruktif patern mevcutmuş. Akciğer grafisinde sol orta zonda buzlu cam görünümü izlenmiş. Toksik gaz inhalasyonuna bağlı bronkospazm tanısı ile yatırılarak steroid başlanmış. Takiplerinde fizik muayene, spirometre ve Toraks BT bulguları düzelmiş ve steroid tedavisi kesilmiş. Kurulumuzda yapılan muayenesinde; özgeçmişinde çocukluk çağında geçirilmiş akciğer enfeksiyonu mevcut, sigara:10p/ yıl (aktif içici) idi. Aktif solunumsal yakınması yok, solunum sesleri bilateral doğal, Sp02:%99 (OH), SDS:24/dk ve SFT normal sınırlarda idi. Kişinin maruz kaldığı iş kazası sonucu oluşan akciğer hasarı fonksiyonel araz bırakmadan iyileşmiş olduğundan sürekli maluliyet tayinine mahal olmadığına karar verildi. Sonuç: Toksik inhalasyon maruziyetinin büyük kısmı, klor bileşikleri ve diğer maddelerin karışımıyla meydana gelmektedir ve çoğunlukla evde kullanılan temizlik ajanlarıyla olmaktadır. Uzun süreli etkileri sonucu oluşan restriktif ve obstruktif akciğer hasarı genellikle aylar/yıllar içinde düzelmekte olup kalıcı hasar oluşmasında kişisel faktörlerin etkisinin olduğu düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Klor gazı, iş kazası,meslek hastalığı, maluliyet P093 Başkent Ankara’da Göz Yaşartan Gazlarla Karşılaşan Bireylerin Solunum Sağlığı (86 Olgunun Analizi) Çağla Filiz Uyanusta Küçük1, Aslıhan Ilgaz1, Hikmet Fırat1, Tansu Ulukavak Çiftçi1, Serdar Akpınar1, Bülent Çiftçi1, Selma Fırat Güven1, Selen Bilekli1, Arif Müezzinoğlu1, Eda Uslu3, Peri Arbak2, Elif Dağlı3 Türk Toraks Derneği Ankara Şubesi, Ankara Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul 1 2 3 Göz yaşartan gazların kapalı mekanda ve yakın mesafeden kullanımı insan sağlığına geri dönüşsüz ve ağır zararlar vermektedir. Kitlesel gösterilerde göz yaşartan gazların uygulanma özelliklerine göre solunum sistemi üstünde yarattığı zararları araştırmak amaçlanmıştır. Ankara’da 2013 yılı Haziran ayında ülke çapında gerçekleşen Gezi Parkı Direnişi’ne katılan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 86 bireye (52 erkek, 34 kadın; ortalama yaş; 29.5 ± 10.3) gazla karşılaşma özelliklerini, demografik özellikleri, solunumsal yakınmalarını içeren anket ve solunum testleri uygulandı. Bireylerin çoğunlukla üniversite öğrencisi olduğu (%37.2) gözlendi. Bireylerin %52.3’ü sigara kullanmaktaydı. Bireylerin %48.2’si (41 kişi) gazla 3 gün ve daha erken karşılaşmışken, %41.5’u (34 kişi) açık alanda 1 metreden az,%28’i (23 kişi) kapalı mekanda karşılaşmıştı. Nefes darlığı bireylerin %68.8’inde (55), öksürük %72’sinde (59), balgam %38.3’ünde (31), hemoptizi %1.4’ünde (1), göğüs ağrısı %33.3’ünde (26), burun akıntısı %75.9’unda (63), göz kızarması %86.3’ünde (69), cilt bulgusu %33.8’inde (26) gözlenmişti. Bireylerin ortalama %FVC değeri 99.3 ± 13.7, FEV1 değeri 98.5 ± 15.1, FEV1/ FVC değeri 102.7 ± 10.6, MMFR değeri 103.7 ± 56.6 idi. Gazla kapalı mekanda karşılaşanların %FVC (96.1±13.6’ya 100.1±12.5), FEV1 (94.7±17.2’ye 100.2±11.7), açık mekanda 1 metreden daha yakın karşılaşanlarınkilerden düşüktü (p>0.05). FVC değeri %80’in altında olan bireylerin tüm grubun %9.3’ünü oluşturduğu gözlendi (8 kişi). FEV1 değeri POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ %80 altında bulunan bireylerin grubun %11.6’sını oluşturduğu gözlendi (10 kişi). MMFR %65 altında bulunan bireyler grubun %12.7’sini oluşturmaktaydı (11 kişi). Göz yaşartan gazlarla kapalı mekanda karşılaşma ve sigara kullanımı solunum fonksiyonlarını azaltmaktadır. Gazla karşılaşmada ağırlıkla gözlenen restriktif solunum bozukluğunun ve izole küçük havayolları obstrüksiyonunun farklı araştırmalarda incelenmesi gereklidir. Anahtar Kelimeler: biber gazı, solunum fonksiyonları, gösteri kontrol ajanları P096 Gezi Protestoları Sırasında Biber Gazı Maruziyetine Bağlı Havayolu Obstrüksüyonu ve İki Taraflı Yamalı Akciğer İnfiltrasyonları Nilüfer Aykaç Kongar1, Özlem Soğukpınar1, Metin Barlan2, Haluk Celalettin Çalışır3 Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul 3 Özel Acıbadem Hastanesi 1 2 P094 Kuş yetiştiricilerinde serum paraoksonaz, arilesteraz ve lipid hidroperoksid düzeylerinin sağlıklı kontrollere göre karşılaştırılması Funda Yalçın1, Zafer Hasan Ali Sak1, Ayşegül Öney Kurnaz1, Faruk Günak1, Ferhat Namlı1, Mehmet Gencer1, Hatice Sezen2, Nurten Aksoy2 Harran Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa Harran Üniversitesi, Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, Şanlıurfa 1 2 Amaç: Bu çalışmada, kuş yetiştiricilerinin serum paraoksonaz, arilesteraz ve lipid hidroperoksid düzeylerinin sağlıklı kontrollere göre değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal metod: Kırk kuş yetiştiricisi birey ve 40 sağlıklı kontrol çalışmaya alındı. Serum örnekleri alındı ve serum paraoksonaz, arilesteraz ve lipid hidroperoksid düzeyleri çalışıldı. Sonuçlar: Serum paraoksonaz düzeyleri kuş yetiştiricileri grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı azalmış olarak bulundu (113.82 ± 23.82 U / L ve 130.49 ± 41.32 U / L, p <0.001). Serum arilesteraz düzeyleri kuş yetiştiricileri grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı azalmıştır (88.82±27.16 U/l ve 128.04±37.06 U/l, p=0.03). Ayrıca, serum lipid hidroperoksid düzeyleri kuş yetiştiricileri grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı artmıştır (11.07 ± 3.39 mmol / l ve 9.71 ± 1.76 mmol / L, p = 0.02). Tartışma: Bu sonuçlara göre kuş yetiştiricilerinde sağlıklı kontrollere göre oksidatif stres artar ve antioksidanlar azalır. Bu mekanizmalar kuş besleyicilerinde yaygın olarak görülen hipersensitivite pnömonisi gibi hastalıklarda yatkınlık oluşmasında rol oynuyor olabilir. Anahtar Kelimeler: Kuş yetiştiricileri, oksidatif stres Dünyada gösteri kontrol ajanları -göz yaşartıcı gazlar- olarak en sık Oleoresincapsicum (OS) ve chlorobenzylidenemalononitrile (CS) olduğu bilinmektedir. OS ve OC başta cilt ve solunum sistemi olmak üzere tüm metabolizmayı etkileyen toksik gazlardır. Türkiye’de Gezi Olayları süresince en sık CS kullanılmıştır Olgu: 50 yaşında kadın hasta 3 haftadır öksürük, balgam ve eforla artan dispne yakınmaları ile başvurdu. Daha önce solunumsal herhangi bir yakınması olmayan hastanın başvurudan 14,13 ve 11 gün önce toplam üç kez göz yaşartıcı gaz maruziyeti tanımlıyor ve sonrasında ani başlangıçlı nefes almakta zorluk, hırıltılı solunum tarifliyor Hastanın solunum fonksiyon testinde, obstrüktif tipte solunum fonksiyon bozukluğu ve toraks CT de akciğer iki taraflı yamalı infiltrasyonları mevcuttu. Hastanın daha önce çekilen grafilerinde lezyonun olmaması, maruziyet kesildikten 1 ay sonra yakınmalarında ve solunum fonksiyon testinde düzelme ve parankim lezyonlarında tama yakın gerileme olması CS gazı maruziyetine bağlandı. Bu olgu özellikle hastanın ayrıntılı ve sorgulayıcı anamnez almanın önemini çevresel ve sosyal hayatın insan sağlığı üzerine olumsuz etkisini ve kullanılan gazların yansıtıldığı kadar masum olmadığını vurgulamak için sunulmuştur. Biber gazı maruziyetinin sub akut ve kronik sağlık etkilerinin ek çalışmalarla değerlendirilmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Göz yaşartıcı gaz, İstanbul Gezi Parkı, biber gazı, iki taraflı yamalı akciğer infiltrasyonları, toksik gaz maruziyeti P097 Hygienic problems in the etiology of chronic respiratory diseases in children Angela Cazacu Stratu, Grigore Friptuleac, Rodica Selevestru, Svetlana Sciuca State Medical and Pharmaceutical University, Chisinau, Moldova P095 Silikozisli bir vaka Arif Hikmet Çımrın, Aylin Özgen Alpaydın, Kemal Can Tertemiz Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Silikozis yüksek düzeyde silika veya silika içeren toz maruziyetine bağlı gelişen önemli meslek hastalıklarından birisidir. Kumlamacılık silikozise yol açan alanlar içinde ön sıralarda gelmektedir. Literatürde tanımlanan vakalar genellikle kumlama odasında çalışanlardan oluşmaktadır. Ancak kumlamaya maruz bırakılmış ürünler silika partikülleri taşımaktadırlar ve bu ürünler kalite kontrol elemanları tarafından denetlenmektedirler. Burada, bir kot kumlama işletmesinde çalışan kumlamacılık yapmayan ancak kalite kontrolünde görevli bir bayan olguyu sunuldu. 41 yaşında yakınması olmayan bayan hasta akciğer grafisinde açıklanamayan bulgularla başvurdu. Hastanın sigara öyküsü yoktu. Bir yıl önce astım tanısı almış ve tedavi altındaydı. 6 yıl önce bir kot fabrikasında kalite kontrolörü olarak çalıştığını ve öksürük ve dispne nedeniyle emekli olmak zorunda kaldığını belirtti. Fizik bakısı ve rutin laboratuar testleri normaldi. Spirometrisinde restriktif patoloji mevcuttu. Toraks BT’sinde özelikle alt ve orta loblarda irreguler yamalı nodüler infiltrasyonları vardı. Bronkoskopisi normaldi. Açık akciğer biyopsisinin sonucu kristalin silika içeren multinükleer dev hücrelerden oluşmuş granülomlar olark geldi.X ışınıdan geçirilen örnekte kuartz saptandı.Bu vaka silikozisin sadece kumlamacılık yapanlarda değil bu tür işletmelerse çalışan tüm personelde görülebileceğine işaret etmesi açısından sunuldu. Anahtar Kelimeler: dispne, kumlamacılık, silikozis Aim: The highlighting and detection of cases of chronic respiratory diseases in children from rural areas and the study of their education and habitual conditions. Material and methods: The study included interviews with 1783 pupils from rural areas to detect chronic respiratory diseases, the characteristic of instruction and residential conditions (the concentration of CO2, CO, humidity, temperature, allergic factors triggers disease), the characteristic of construction, sanitary condition of penthouses. Results: By interviewing procedures and clinical examination was ascertained that every 17th child suffers from a chronic respiratory disease (asthma, chronic bronchitis). In studied schools, the level of morbidity caused by chronic respiratory disease varies between 58,8±6,51 and 6,9±0,32‰. The studing conditions of pupils in the school are characterized by low temperatures, which does not correspond to hygienic norms, great content of CO2 which exceeds with 3 times the hygienic norm. Residential conditions are more unfavorable to children suffering from chronic respiratory disease, characterized by low temperatures, increased humidity and increased CO2 concentration, than to healthy subjects. The contamination of rooms with fungus (Penicillium, Mucor) and relative humidity increased represents the determinant factors in the appearance of chronic respiratory diseases. Conclusion: Residential and occupational hygienic risks favor the development of lung disease with chronic character during the first years of schooling of children. Keywords: Hygienic problems, chronic respiratory diseases, children Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 37 POSTER SUNUMLARI DENEYSEL ARAŞTIRMALAR P098 KOAH’ın Patogenezinde Bronş Epitel Hücre Apoptozisinin Rolü Bülent Gögebakan1, Recep Bayraktar2, Mustafa Ulaşlı2, Serdar Öztuzcu2, Hasan Bayram3 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Hatay Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Gaziantep 3 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep 1 2 KOAH’ın patogenezinde hava yollarında artmış bir inflamasyon söz konusudur. Bundan başka deneysel hayvan çalışmaları, hücre apopitozisi ve yenilenmesinde de sorun olabileceğini düşündürmektedir. Ancak bu konuda insan hücreleri ile yapılan çalışmalar oldukça sınırlıdır. Çalışmamızda, sigara içen ancak herhangi bir obstrüktif akciğer hastalığı olmayan (sigaralı) 6, sigara içen ve KOAH gelişen 8 hastadan alınan bronş epitel dokusundan primer broş epitel hücreleri (PBEH) elde edildi. Akım sitometri (“FluorescenceActivated Cell Sorting”,FACS) yöntemi kullanılarak hücrelerde apoptosis çalışıldı. Apoptozis ile ilişkili p21CIP1/WAF1, p53, kaspaz-8 ve kaspaz-9 gibi proteinlerin mRNA ekspresyonu qRT-PCR ile araştırıldı. İki grup arasında canlı hücre oranı açısından fark olmazken, KOAH’lı hücrelerde erken apoptotik hücre oranının [Ortalama ± Standart Hatanın (SH) %4.86±3.2] sigaralı gruba göre (Ortalama ± SH = %2.71±1.6,) arttığı (p=0,015) gözlendi. Buna karşın nekrotik hücre oranı sigaralı grupta (Ortalama ± SH= %15.21±5.08) KOAH’lı gruba göre (Ortalama ± SH = %9.82±5.71) anlamlı olarak artmıştı (p=0,003). p21CIP1/WAF1 ve kaspaz-9 mRNA seviyeleri iki grup arasında değişmezken, KOAH’lı hücrelerden p53 ve kaspaz-8 mRNA ekspresyonu, sigaralı gruba göre anlamlı olarak artmıştı. Sonuç olarak, bulgularımız bronş epitel hücre apoptozisinin KOAH’ta artabileceğini ve bunun p53 ve kaspaz-8 yolağı üzerinden olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışma Gaziantep Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Yönetim Biriminden alınanTF.11.32 no’lu proje ile desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: Apopitozis, Kaspaz, KOAH, p21, p53 TÜRK TORAKS DERNEĞİ latasyon-konjesyon, hemoraji, PMN ve MNL infitrasyonu, alveol duvar kalınlaşması ve amfizematöz alanlar- üzerine etkisi istatiksel olarak anlamlı idi. Bosentan 50 mg/kg’mın ise hemoraji, PMN infitrasyonu, MNL infitrasyonu, alveolar duvar kalınlaşması ve alveoler duvar parçalanması üzerine akciğer hasarı azaltıcı etkisi istatiksel olarak anlamlı idi. Bosentan 100mg/ kg ise (Resim2) tüm parametreler akciğer hasarı azaltıcı ve iyileşme etkisi üzerine istatiksel olarak anlamlı idi. Sonuç: ALI’nin medikal tedavisinde bosentan deksametazon kadar akciğer hasarı azaltıcı etkiye sahiptir. Bosentan 100mg/kg akciğer hasarı azaltma ve iyileşme üzerindeki anlamlı etkisinden dolayı tedavide ilk seçenek olarak tercih edilebilir. Anahtar Kelimeler: Akut akciğer hasarı, Deksametazon, Bosentan Şekil 1. H&E Yanlızca LPS uygulanan grup. (A) Ok başı: Hemoraji, Ok: Terminal bronşiol (H&E, x100); (B) Ok başı: interalveoler septum kalınlaşması, alveoller dolma defektleri (H&E, x100), (C) Ok başı: PNL infiltrasyonu, Ok: MNL infiltrasyonu (H&E, x200), (D) Ok bası: vazodilatasyon-konjesyon, Ok: terminal bronşiol (H&E, x100). P099 Akut akciğer hasarında deksametazon ile bosentanın akciğer hasarını azaltıcı etkilerinin karşılaştırılması: Deneysel bir çalışma Ömer Araz1, Elif Demirci2, Elif Yılmazel Uçar1, Muhammet Çalık2, Didem Pulur3, Adem Karaman4, Muhammet Yayla5, Eren Altun2, Zekai Halıcı5, Metin Akgün1 Atatürk Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Erzurum Zonguldak Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Zonguldak 4 Atatürk Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Erzurum 5 Atatürk Üniversitesi, Farmakoloji, Anabilim Dalı, Erzurum 1 2 3 Amaç: Akut akciğer hasarının (ALI) medikal tedavisinde çeşitli ilaçlar kullanılmaktadır ve bu ilaçların etkinliği yönelik tartışmalar devam etmektedir. Bu ilaçlar arasında klinikte kullanılan steroidler ile deneysel çalışmalarda kullanılan bosentan vardır. Biz bu iki ilacın ALI’de oluşan enflamasyon üzerine etkisini histopatolojik olarak karşılaştırmayı amaçladık. Metod: Her grupta 5 rat olan 5 grup oluşturuldu. Grup I: SHAM gurubu, Grup II: Lipopolisakkarit (LPS)+Salin verilen, Grup III: LPS+Deksametazon verilen, Grup IV: LPS+ 50 mg/kg Bosentan verilen, GrupV: LPS+100 mg/kg Bosentan verilen gruptu. LPS intraperitonal olarak uygulandı. Bosentan LPS uygulamadan 1 saat önce ve 12 saat sonra oral yoldan gruplara uygun dozda verildi. Deksametazon, LPS uygulanmasından yarım saat önce, aynı anda ve yarım saat sonra üç kez 1 mg/ kg intraperitonal olarak uygulandı. Enflamasyon ve iyileşme başlangıcı kriterleri olarak kullanılan parametreler: Vazodilatasyon-konjesyon, hemoraji, polimorfonükleer lökosit (PMN) infitrasyonu, mononükleer lökositler (MNL) infitrasyonu, alveol duvar kalınlaşması, alveollerde parçalanmaamfizematöz görünüm ve fokal organizasyon alanları idi. Bulgular: Sadece LPS kullanılan grupla (Resim1) diğer gruplar karşılaştırıldığında; Deksametazon’un akciğer hasarı azaltıcı etkisi - vazodi- 38 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. H&E Group V ait boyalı kesitler (100 mg/kg bosentan). (A) ias: interalveoler septum, Tb: terminal bronşiol (x100), (B) (x200) P100 Sildenafilin sigaraya maruz bırakılan ratlarda akciğerdeki inflamasyon bulguları üzerine etkisi Serap Argun Barış1, Çiğdem Vural2, Büşra Yaprak2, İlknur Başyiğit1, Haşim Boyacı1, Dilek Tuncel1, Sedat Vatansever3, Tonguç İşken2, Füsun Yıldız1 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik Cerrahi Anabilim Dalı, Kocaeli 1 2 3 Amaç: Sildenafilin sigara içen ratlarda akciğerdeki inflamasyon üzerine etkisinin araştırılması amaçlandı. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Materyal-Metod: Toplam 29 adet Wistar-Albino rat kontrol, sigara ve sigara + sildenafil olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Kontrol grubu temiz havaya maruz kalırken sigara ve sigara+sildenafil grubu 8 hafta günde 2 saat olmak üzere sigara dumanına maruz bırakıldı. Sildenafil grubuna toplam 8 doz 10 mg/ kg/ gün, nazogastrik lavaj ile sildenafil verildi. Bu dönemin sonunda sakrifiye edilen ratların akciğer dokuları Light mikroskobu ile histopatolojik olarak değerlendirildi. Her grup için ödem, hiperemi, hemoraji, mononükleer hücre infiltrasyonu, interalveoler septum kalınlaşması ve alveoler distorsiyon bulguları değerlendirilerek inflamasyon skoru hesaplandı. Bulgular: İnflamasyon skoru ortalaması kontrol grubunda 7.25±0.93 (n:6) iken, sigara grubunda 8.18±1.21 (n:11), sildenafil grubunda ise 7.08±1.66 (n: 12) olarak saptandı. Sildenafil uygulanan grupta total inflamasyon skoru, sigara ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığında daha düşük izlendi fakat istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Ödem, hiperemi, hemoraji ve mononükleer hücre infiltrasyonu gibi inflamasyon bulguları açısından istatistiksel anlamlı farklılık izlenmezken, sildenafil alan grupta interalveoler septum kalınlığı ve alveoler distorsiyon bulgularının sigara ve kontrol grubuna göre azalmış olduğu saptandı. Ancak bu azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Sonuç: Bu çalışmanın sonucu, sildenafilin sigara içen ratların akciğerinde interalveoler septum kalınlaşması ve alveoler distorsiyon gibi inflamasyon bulgularını azalttığını düşündürmektedir. Bu bulguların klinik anlamlılığını değerlendirecek daha fazla sayıda vaka içeren uzun dönem çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: akciğer, inflamasyon, rat, sigara içici, sildenafil Şekil 1. Astım grubu akciğer dokusu görüntüsü. AQP-5 boyaması pozitif (Kahverengi olarak alveollerin hücre zarında görünmekte-beyaz ok) (İmmünohistokimyasal boyama) (40X) P101 Deneysel Astım modelinde Aquaporin 5 seviyelerine H89’un etkinliği Yücel Kurt1, Mustafa Saygın2, Önder Öztürk3, Hasan Yasan4, Halil Aşçı5, İbrahim Aydın Candan6, Dilek Bayram6 Isparta Devlet Hastanesi KBB Kliniği, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Isparta 3 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta 4 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, KBB Anabilim Dalı, Isparta 5 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Isparta 6 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Isparta 1 2 Amaç: Çalışmada; astım patogenezindeki enflamasyonda rol oynayan Aquaporin 5 düzeylerine, spesifik protein kinaz A enzim inhibitörü olan H89’un etkisi araştırılmıştır. Materyal-Metod: Ağırlıkları 250-350 gr. arasında değişen 32 adet Wistar Albino erkek sıçan kullanıldı. Sıçanlar 4 gruba ayrıldı. 1: Kontrol grubu, 2: Sham grubu (OVA grade III (%0.9 serum fizyolojik içinde OVA (25μgr/ ml)+alüminyum hidroksit (5mg/ml) 200 ml’lik solüsyon, 1, 2, 3, 7 ve 10’uncu günlerde 1 ml intra peritonal (ip), 8, 9, 10 ve 14 günlerde (20 ml SF+0,02 gr OVA %10’luk solüsyon) 0.1 ml intranazal (in) x2) ve Dimethyl sulfoxide (DMSO; H89 çözüleceği solüsyon) 8, 9, 10 ve 14. Gün 0.1 ml inx2). 3: Astım grubu; OVA ip+in. 4: H89 grubu (OVA ip+in)+H89 (30 µM 15 ml solüsyon) 0.1 ml inx2). Deney sonrası sıçan akciğerleri histopatolojik ve immünohistokimyasal olarak değerlendirildi. Bulgular: Dokuların histopatolojik değerlendirilmesinde sham ve astım gruplarında alveolar dejenerasyon, mononükleer hücre infiltrasyonu ve vasküler konjesyon, hemoraji ve AQ5 düzeylerinde fark bulunmadı (p>0.05). Kontrol ve astım grubu karşılaştırıldığında tüm parametrelerde anlamlı fark olup, astım grubunda artış saptandı (p<0.001). Astım ve H89 grubunu karşılaştırıldığında, alveolar dejenerasyon ve vasküler konjesyonda fark olup, H89 grubunda anlamlı olarak azaldığı görüldü (p<0.05). H89 grubunda AQ5 düzeyinde azalma saptanmasına rağmen, istatistiksel olarak fark anlamlı değildi. Sonuç: Astım grubunda artmış olan Aquaporin 5 seviyeleri ve histopatolojik değişiklikler H89 tedavisi ile azaldığı saptandı. Astım patogenezindeki inflamasyon üzerine etkili olabilen H89’un tedavide etkili olabilecektir. Bu nedenle H89 tedavisinin daha etkili olabilmesi için H89 tedavi süresinin uzatılması veya ideal doz hesaplama çalışmalarının yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Astım, Aquaporin 5, H89, Protein kinaz A, Ovalbumin Şekil 2. Astım+H89 grubu akciğer dokusu görüntüsü. AQP-5’te azalma var. (İmmünohistkimyasal boyama) (40X) P102 Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri Hücrelerinde Ras Yolağının Ezrin İnhibitörü ile Kontrolü Yasemin Saygideger Kont1, Haydar Çelik1, Tsion Minas1, Christina Kraus1, Neşe Atabey2, Aykut Üren1 1 Georgetown Üniversitesi Tip Fakultesi, Lombardi Kanser Merkezi, Molekuler Onkoloji Anabilim Dalı, Washington DC 2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, İzmir Giriş-Amaç: Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri (KHDAK) tüm dünyada kanser ölümlerinde ilk sırada gelmektedir. Moleküler biyolojideki gelişmeler ve hedefe yönelik tedaviler bazı kanserlerin tedavisine fayda sağlasa da ne yazık ki KHDAK mortalitesinde önemli bir gerileme kaydedilememiştir. Bu nedenle hedefe yönelik tedavi arayışına gereksinim halen büyük önem taşımaktadır. Ras yolağı, akciğer kanserinde hemen tüm hastalarda aktif, proliferasyon, hücre yaşamı ve metastazda önemli bir yolaktır ve bu yolağın inaktive edilmesi için tüm dünyada araştırmalar sürmektedir. Ezrin, sitoplazmada bulunan ERM (ezrin-radiksin-moesin) ailesine ait bir proteindir ve artmış ifadesi KHDAK’de kötü prognozla ilişkili bulunmuştur. Yapılan araştırmalarda Ezrin’in tirozin kinaz ailesi büyüme faktörü reseptörleri aracılığı ile Ras aktivasyonuna aracılık ettiği gösterilmiştir. Bu durum Ezrin inhibisyonunun Ras yolağını inaktive edebileceğini düşündürmektedir. Yakın zamanda iki Ezrin inhibitörü NSC305787 ve NSC668394 tanımlanmıştır ve bu araştırmada Ezrin inhibitörleri ile Ras Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 39 POSTER SUNUMLARI yolağının inaktive edilebileceği ve hücre proliferasyonunun durdurulabileceği hipotezi test edilmektedir. Yöntem-Bulgular: A549 ve H596 KHDAK hücreleri RPMI ile idame ettirilmiştir. Her iki inhibitör için sitotoksisite değerleri elektrik impedans kullanan sistemler ile belirlendikten sonra uygun dozlarda hücrelere verilmiştir. Takibinde hücrelerden protein elde edilerek western blot yöntemiyle Ras yolağı elemanları olan ERK ve MEK proteinlerinin fosforilasyon düzeyleri tedavi verilmeyen kontrol hücrelerdeki düzeylerle karşılaştırılmış, her iki hücrede de tedavi verilen grupta fosforilasyon seviyelerinde anlamlı azalma görülmüştür. Ezrin geni ifadesinin bu hücre hatlarında susturulması ve proliferasyona etkisi için deneyler halen devam etmektedir. Anahtar Kelimeler: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, Ras, Ezrin İnhibitörü, in-vitro P103 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Sonuç: Ameliyat öncesi ve sonrası yaşam kalitesi puanındaki düşüş, medikal tedavi gruplarında karşılaştırıldığında medikal tedavi olmayan grupta daha fazla düşüş olduğu bulunmuştur (p=0,030). Ameliyat öncesi ve sonrası yaşam kalitesi değerlendirildiğinde, 2012 öncesi ve 2012 sonrasındaki teknik farklılıklar karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı fark saptanmamıştır (p=0,107). Son yıllarda ise palmar hiperhidrozis tedaivisinde cerrahi öncesinde alfa blokörler tedaviler ön plana geçmiştir. Özellikle 2013 yılında yapılan 50 vakalık serisinde hiperhidrozis tedavisinde oksibutinin altın standart tedavi yöntemi haline gelmiştir 2. Ancak tedavi sonrasında hastaların şikayetlerinde etkin düzelme olmaması ya da ilacı bırakma sonrasında tekrar şikayetlerin başlamasından dolayı halen endoskopik sempatektomi halen tercih edilen bir tedavi yöntemidir. Anahtar Kelimeler: Hiperhidrozis, Semptektomi, Oksibutinin Tablo 1. Hiperhidroz nedeniyle başvuran hastaların terleme bölgeleri Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri Hücrelerinde Yeni bir TDP2 İnhibitörü ve Etoposid ile Sinerjisi Yasemin Saygideger Kont1, Sanjay Adakhari1, Christina Kraus1, Tsion Minas1, Neşe Atabey2, Aykut Üren1 1 Georgetown Üniversitesi Tip Fakültesi, Lombardi Kanser Merkezi, Molekuler Onkoloji Anabilim Dalı Washington DC, Anabilim Dalı 2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dal, Izmir Giriş-Amaç: Topoizomeraz-2(Top2) inhibitörü olan Etoposid, pek çok kanserde ilk sıra kemoterapi seçenekleri arasında yer almakla birlikte küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) bu ilaca yanıt çok sınırlıdır. Etoposid’in etki mekanizması Top2’nin DNA’ya bağlı kalması ve replikasyonun önlenmesidir. Yakın zamanda tanımlanan TDP2 (tirozin fosfodiesteraz 2) proteininin Top2-DNA bağlantısını keserek hücrenin replikasyonunu devam ettirip apoptozdan kurtardığı gösterilmiştir. Etoposid ve diğer Top2 inhibitörlerine dirençte önemli olduğu gösterilen TDP2’nin aynı zamanda KHDAK’de de yüksek düzeyde ifade edildiği bildirilmektedir. Bu araştırmada, TDP2 etkisini ortadan kaldıran bir inhibitörün Etoposid ile sinerji göstereceği ve Etoposid direnci olan kanserlerin tedavisi için yeni bir umut olacağı hipotezinin doğruluğu denenmektedir. Yöntem-Bulgular: Küçük molekül serisi Surface Plasmone Resonance yöntemi ile TDP2’ye bağlanmaları açısından tarandı ve TDP2’nin tirozin fosfodiesteraz aktivitesini inhibisyon değerleri incelendi. NSC111041, TDP2 inhibisyonu açısından öne çıkan molekül olarak bulundu. KHDAK hücre dizileri A549, H358, H596, H1944 ve H1395’de TDP2 ifadeleri varlığı western blot yöntemiyle belirlendi. Etoposid ve NSC111041 sitotoksisite değerleri MTT testi ile ölçülerek aynı yöntemle sinerjistik etkilerine bakıldı ve her iki ilaç arasında sinerji olduğu görüldü. Takibinde A549 hücrelerinde TDP2 geni shRNA ile susturuldu ve sinerji testleri tekrarlandı, TDP2 ifadesi olmayan hücrelerde iki ilaç arasında sinerji olmadığı, NSC111041’in TDP2 varlığında sinerji gösterdiği görüldü. Aynı zamanda TDP2 ifadesi ortadan kalktığında Etoposid duyarlılığının da arttığı belirlendi. Anahtar Kelimeler: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, Etoposid, TDP2, küçük molekül inhibitörü, sinerji GÖĞÜS CERRAHİSİ P105 Nadir Bir Olgu: Akut Desendan Nekrotizan Mediastinit P104 Hiperhidrozis Tedavisinde Sempatektomi ve Uzun Dönem Sonuçları: Celal Buğra Sezen, Süleyman Anıl Akboğa, Ali Çelik, Anar Süleymanov, İsmail Cüneyt Kurul Gazi Universitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Hiperhidrozis günümüzün en önemli sosyal hayatı kısıtlayan hastalıklarından biri haline gelmiştir. Özellikle genç erişkinlerin başvurduğu bir hastalıktır. Ekrin ter bezlerinin aşırı sekresyonuna bağlı oluşmaktadır. Hastalar genellikle sosyal yaşamlarında sıkıntılarla başvurmaktadır. Bizde kliniğimizde opere ettiğimiz 40 hastanın cerrahi sonuçlarını, teknik faklılıklarını ve yaşam kalitelerini değerlendirdik. 40 Tablo 2. Yaşam kalitesi skorlarının karşılaştırılması Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Abidin Şehitoğulları1, Muzaffer Yılmaz1, Mehmet Güven2, Ahmet Nasır1, Ali Kahraman3, Hazel Can4, Yusuf Aydemir5 1 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Sakarya 2 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Sakarya 3 Sağlık Bakanlığı Bursa Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Bursa 4 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Sakarya 5 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Sakarya Akut desendan nekrotizan mediastinit (DNM), primer cilt ve kas tutulumu olmaksızın fasyal düzlemler boyunca yayılan bağ dokusu nekrozunun olduğu, fulminant, yüksek mortalite oranlari olan servikal nekrotizan POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ fasiitisin bir komplikasyonu olarak ortaya çıkar. Yoğun tedaviye rağmen hala yüksek mortalite ile seyreden bir klinik durumdur. 30 yaşındaki bayan hastada diş apsesinden sonra gelişen desendan nekrotizan mediastinit olgusunu sunuyoruz. Olgu: Olgu, 30 yaş bayan hasta 7 gün önce başlayan sağ 2.molar diş apsesi nedeniyle aldığı medikal tedaviye rağ¬men boyunda artan şişme, ateş ve genel durum bozulma¬sı nedeniyle kliniğimize başvurdu. Kliniğe, DNM tablosu ile başvuran kadın hastada boyun insizyonu yapılarak, transservikal girişimle boyundaki apse drene edildi. Apse lojundaki nekrotik dokulara debridman uygulandı. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde ampiyem poşları oluşması ve retrofarinjeal bölgeden cerahat içeriğinin mediastene yayılımı olması üzerine dekortikasyon ve ampiyemektomi yapıldı. Mediastinal plevra açılarak mediasten temizlendi. Hasta sorunsuz olarak taburcu edildi. Derin boyun enfeksiyonuna ikincil gelişen DNM’li olgu nadir görülmesi ve başarılı tedavisi nedeniyle literatür eşliğinde sunuldu. Anahtar Kelimeler: Diş apsesi, mediastinit, derin boyun enfeksiyonu ların operasyonunda daha az invaziv bir işlem olan torakoskopik cerrahiyi tercih etmek gerekir. Anahtar Kelimeler: Mediastinal kistler, Perikardiyal divertikül, Torakoskopik rezeksiyon Şekil 1. Olgu 1, Toraks BT ve MR görünümü Şekil 2. Olgu 2, Toraks BT ve kist görünümü Şekil 1. Olgunun toraks BT P107 Nadir Görülen Plevral Leiomyom Olgusu P106 Torakoskopik olarak rezeke edilen iki adet perikardiyal divertikül olguları Bayram Metin1, Sevinç Şahin2, Selda Seçkin2, Eylem Yıldırım3, Yavuz Selim İntepe3, Hasan Doğru1 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yozgat 1 2 3 Perikardiyal kist ve divertiküller tüm mediastinal kitlelerin yaklaşık %7lik kısmını oluştururlar. Çoğunluka sağ kardiyofrenik sinüste yer almakla birlikte diğer alanlarda da yeralabilir. Mediastinal kist ön tanısı ile torakoskopik olarak opere edilen iki farklı olguyu sunmayı amaçladık. Olgu 1: 44 yaşında erkek hasta öksürük ve hırıltılı solunum şikayetleri ile çekilen toraks BTde Üst mediastende kistik lezyon izlendi. Toraks MR’da T1 de hipointens, T2 de hiperintens görünüm veren kistik lezyon görüldü. Torakoskopik yaklaşımla aortanın önünde yerleşim gösteren, aorta ile pulmoner kök arasındaki perikarda sapı olan lezyon görüldü. Kistin açılan kökünden kardiyak ve ana vasküler yapılar net izlenmekte idi.Perikardiyal divertikül olarak değerlendirilerek çıkarıldıktan sonra perikardiyal açık alana bir adet sütür konuldu. Postoperatif patoloji sonucu divertikülle uyumlu gelen hasta 3.Gününde sorunsuz taburcu edildi. Olgu 2: KML tanısı ile remisyondaki 63 yaşında bayan hastanın tetkiklerinde akciğerde kistik lezyon görülmesi üzerine kliniğimize yönlendirilmiş. Fizik muayenesinde ve PAAC grafisinde özellik yok. Toraks BT’de sağda kardiofrenik sinüs düzeyinde yaklaşık 50x41mm boyutlarında düzgün konturlu kistik lezyon izlendi. Preoperatif konsültasyonları tamamlandıktan sonra torakoskopik yaklaşımla sağ ön kardiyofrenik sinüsteki kistik lezyona ulaşıldı. Kist etrafı serbestleştirildiğinde perikarddan sapı olduğu anlaşıldı. Kist sapı eksize edilirken açıldı ve perikardla bağlantılı bir perikardiyal divertikül olduğu anlaşıldı. Total eksize edildikten sonra perikardiyal açıklık primer sütürlerle yaklaştırıldı. Postop patoloji sonucu perikardiyal divertikülle uyumlu gelen hasta 3.Gününde sorunsuz taburcu edildi. Perikardiyal kist ve divertiküller kist hidatik, anjiyom, lipom, nörojenik tümörler, sarkom, lenfoma, metastatik ve bronkojenik tümörler gibi pek çok solid tümörler, granülomatöz lezyonlar ve apselerle karışabilirler. Bun- Ahmet Erbey, Menduh Oruç, Atalay Şahin, Fatih Meteroğlu, Ahmet Sızlanan, Serdar Monis Dicle Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır Elli altı yaşında kadın hasta üç yıldır devam eden göğüs ağrısı, nefes darlığı ve göğsünün sağ tarafında şişlik yakınmasıyla başvurdu. Göğüs grafisinde ve bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ akciğerde 16X13X12 cm ebadında kitle lezyonu görüldü. Hastaya sağ torakotomi uygulandı. Kitle mediastinal plevradan kaynaklanıyordu. Tümör parçalanarak çıkarıldı. Makroskopik olarak tümör sert, düzensiz yüzeyli, boyutlarında, beyaz-sarı renkte bir kitle idi. Histolojik olarak olarak belirgin hücresel nekroz ve mitotik aktivitesi olmayan düz kas liflerinden müteşekkildi. Anahtar Kelimeler: intratorasik, benign, leiomyom Şekil 1. Hastanın kitlesinin tomografik görüntüsü Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 41 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P108 P109 Göğüs Duvarında Agresif Fibromatözis Olgusu Spontan Hemopnömotoraks; 6 Olgunun analizi Menduh Oruç, Ahmet Erbey, Fatih Meteroğlu, Atalay Şahin, Serdar Monis, Ahmet Sızlanan Meduh Oruç, Fatih Meteroğlu, Atalay Şahin, Ahmet Erbey, Serdar Monis, Ahmet Sızlanan, Serdar Onat, Refik Ülkü Dicle Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi, Diyarbakır Desmoid tümör olarak da bilinen fibromatözis oldukça nadir görülen yumuşak doku tümörüdür. Histolojik olarak iyi huylu yumuşak doku tümörleri içerisinde sınıflandırılsa da, bazı kaynaklar düşük grade fibrosarkoma olarak kabul etmektedir. Metastaz yapmadıkları bilinir ancak komşu organlara yayılırlar. Bu yüzden total çıkarılmaları önerilir. Etyolojisi travma, cerrahi, hormonal bozukluk olarak bilinen ve kadınlarda daha fazla görülen bir hastalıktır. Travma öyküsü olan, sağ tarafta dolgunluk hissi ve nefes darlığı şikayeti ile başvuran 18 yaşında kadın hastada önce mini torakotomi ile tanı konuldu. Sonuç fibromatozis gelince kitleyi total olarak çıkardık. Anahtar Kelimeler: fibromatoz, tümör, göğüs duvarı Spontan hemopnömotoraks(SHP), spontan pnömotorakslı olguların %2-20 sinde ortaya çıkan nadir görülen bir hastalıktır. Zamanında tanınmaz ve tedavi edilmezse hayatı tehdit edebilir. Tespit ettiğimiz 6 SHP hastalarımızın klinik özelikleri ile cerrahi tedavilerini retrospektif olarak sunmayı amaçladık. Amaç: SHP akciğerin sönmesi sonrası visseral ve parietal plevra yaprakları arasında bulunan yapışıklıklar nedeniyle küçük damarların yırtılması sonucu gelişen bir hastalıktır. Tanı ve tedavideki gecikme hastaların hayatını tehlikeye sokabilir. Biz SHP hastalarının vital bulgularının yakın takip edilmesini ve gerektiğinde acil müdahale için hazırlıkların yapılmasındaki önemini vurgulamak amacıyla bu hastaları literatür eşliğinde tartışmak istedik. Gereç ve Yöntemler: Temmuz 2010- Kasım 2013 yılları arasında 132 adet spontan pnomotoraks hastası kliniğimize başvurdu (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi). Bu hastaların 6 (%4,54) tanesinde SHP tespit edildi. Hastaların yaşı cinsiyeti, etkilenen taraf, drenaj miktarı, klinik bulguları ve tedavi sonuçlarını retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastalar acilde görüldü. Tüm hastaların ön-arka akciğer (PA Akc) grafiği, bilgisayarlı toraks tomografiği (BT), tam kan, biyokimya ve kuagulasyon testleri ile değerlendirildi. Tüm hastalara acilde 28F polietilen dren uygulandı, toraks drenaj takibi sonrası 6 hasta operasyona alındı. İki hastaya Video-Yardımlı Torakoskopik Cerrahi (VYTC), diğer hastalara aksiler torakotomi yapıldı. Post-operatif komplikasyon olmadı. Sonuç: Travma hikâyesi olmadan ani başlayan göğüs ağrısı ve nefes darlığı olan hastalarda, radyografide pnömotoraksla beraber sıvı seviyesi var ise spontan hemo pnömotoraks düşünülmelidir. İlk tedavi yaklaşımı tüp torakostomi olmalıdır. Sonrasında yakın klinik ve hemodinamik kontrol sonrası eğer kanama devam ederse öncelikli olarak VATS veya acil torakotomidir. Böylece erken tanı ve uygun cerrahi yaklaşımla gelişebilecek ölümcül komplikasyonlar önlenebilir Anahtar Kelimeler: Hemotoraks, spontan, pnömotoraks Şekil 1. Fibromatosise ait tomografi görüntüsü Tablo 1 n Yaş Cins Semptom Hemitoraks Yapılan operasyon Göğüs ağrısı, sırt ağrısı Sol VYTC 1 24 E 2 19 E Dispne, sırt ağrısı Sol VYTC 3 48 E Göğüs ağrısı, dispne Sağ Torakotomi 4 25 E Göğüs ağrısı, dispne Sağ Torakotomi 5 18 E Sırt ağrısı Sol Torakotomi 6 21 E Dispne, sırt ağrısı Sağ Torakotomi P110 Radyolojik Olarak Kist Hidatik Zannedilen İntratorasik Dev Desmoid Tümör: Olgu Sunumu Bayram Metin1, Sevinç Şahin2, Selda Seçkin2, Yavuz Selim İntepe3, Eylem Yıldırım3, Hasan Doğru1 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Yozgat 3 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yozgat 1 Şekil 2. Çıkarılan kitle 2 Desmoid tümörler, fibroblastik ve myofibroblastik hücrelerin proliferasyonu sonucu gelişen, yavaş büyüyen, metastaz yapmayan, lokal invazyon gösteren, rekürrens riski yüksek (%60) tümörlerdir.Sıklıkla abdominal bölgede görülen bu tümörler %10-30 oranlarında göğüs duvarında da görülebilmektedir.İntratorasik yerleşim göstermeleri ise oldukça nadirdir. Radyolojik olarak kist hidatik ön tanısı ile opere edilen fakat intraoperatif solid kitle ile karşılaşılan bir olguyu sunuyoruz. 42 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ 81 yaşında kadın hasta progresif olarak artan nefes darlığı şikayeti ile polikliniğimize başvurdu.Fizik muayenesinde sağ alt zonlarda solunum seslerinin azaldığı, PAAC grafisinde yaygın opasite artışı saptandı. Toraks BT,sağda 100x120x130mm boyutlarda homojen dansitede kistik lezyon, karaciğerde 30 mm çapında multipl basit kistler gözlendi, kist hidatik olarak değerlendirildi.Toraks USG’si, sağ hemitoraksta alt zonu tamamen dolduran yoğun içerikli effüzyon veya kistik yapı şeklinde rapor edildi.Sağ torakotomide lateral toraks duvarından kaynaklanan yaklaşık 150x150x200mm boyutlarında düzgün sınırlı dev solid kitle lezyonu ve plevral mayi birikimi mevcuttu.Toraks duvarında iki kaburgayı da içinde alacak şekilde parsiyel toraks duvarı rezeksiyonu ile birlikte kitle total çıkarıldı.Histopatolojik incelemede çevre fibromuskuler dokulara infiltrasyon gösteren, sitolojik atipi içermeyen, demetler halinde, iğsi hücrelerden oluşan solid tümör saptandı ve“desmoid tümör” tanısı verildi.Hasta postoperatif 12. günde yoğun bakımda gelişen ek komplikasyonlar nedeni ile kaybedildi. Desmoid tümörler, fibröz tümörlerin %3.5’ini, tüm neoplazilerin ise %0.03’ünü oluşturan nadir tümörlerdir. Klinik ve radyolojik olarak toraks duvarı yerleşimli desmoid tümörler nörofibromatozis, ganglionöroma, fibrosarkom, fibröz psödotümörler, plevral tümörler ve akciğer kanseri ile karışabilmektedir.Ayrıca literatürde ülkemizden bildirilen geçirilmiş kist hidatik operasyon öyküsü olan bir olguda saptanan desmoid tümörün preoperatif olarak kist hidatik ile karıştırıldığı belirtilmiştir. Anahtar Kelimeler: İntratorasik yerleşim, Desmoid tümör, Kist hidatik mis ya da yüzeyel subkutan doku yerleşimlidir. Akciğer yerleşimli fibröz histiositom oldukça nadir bir tümördür. Olgu: Otuz yaşında kadın hasta 15 gündür devam eden öksürük şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenede özellik saptanmayan olgunun akciğer grafisinde sağ akciğer orta zonda yaklaşık 3cm çaplı lobüle konturlu radyoopasite tespit edildi. Toraks BT değerlendirilmesinde sağ akciğer üst lob posterior segmentte 30x24 mm boyutlu, lobüle konturlu, düzgün sınırlı, yumuşak doku dansitesinde kitlesel lezyon saptandı. PET-CT değerlendirilmesinde; sağ akciğer üst lob posterior segmentte 30x24 mm boyutunda ölçülen lobüle yer kaplayıcı oluşum alanında yoğun FDG tutulumu (SUV max:19,3) gözlendi. Bu bulgular eşliğinde hastaya operasyon planlandı. Operasyon esnasında malign-benign ayrımı yapılamaması üzerine PET bulguları da göz önünde bulundurularak sağ üst lobektomi uygulandı. Yapılan immunohistokimyasal çalışmada tariflenen hücreler vimentin ve CD 68 ile pozitif boyanmışken; sitokeratin, desmin, CD 34, kalretinin SMA, S 100, EMA, CD 45 negatif bulundu. Ki 67 proliferasyon indeksi %5 civarındaydı. Bu bulgular eşliğinde vücudun başka bir yerinde kutanöz bir lezyon bulunmadığından dolayı lezyon primer akciğer benign fibröz histiositozu (sellüler tip) olarak tanı aldı. Sonuç: Akciğer yerleşimli bu tümörlerin gerçek insidansı bilinmemektedir. Ayrıca benign bir lezyon olmasına rağmen PET-CT’de lezyonun aktivite tutabildiği de tarafımızca gösterilmiştir. Bu tür psöudotümör olgularında malignite potansiyeli bulunduğundan ve lokal nüks gelişebildiğinden definitif tedavi mümkün ise komplet cerrahi rezeksiyondur. Anahtar Kelimeler: akciğer, benign fibröz histiostoma, operasyon P112 Toraks Duvarında Dev Osteokondrom olgusu Menduh Oruç, Fatih Meteroğlu, Atalay Şahin, Ahmet Erbey, Serdar Monis, Ahmet Sızlanan Şekil 1. Operasyon görüntüleri Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır Yaklaşık 2 yıl önce koroner by-pass ameliyatı olan 65 yaşında erkek hasta. Hastanın 3 aydan beri ağrısı ve gittikçe büyüyen kitle şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede sol göğüs duvarında yaklaşık 12x10 cm ebatta kitlesi mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografiği çekildi. Tanı amaçlı eksizyonel biyopsi yapıldı. Patoloji sonucu osteokondrom olarak geldi. İleri yaş ve giderek büyüyen, ağrısı olan, malignite potansiyelinden dolayı cerrahi ile sol 7, 8, 9, 10 nolu kotlar parsiyel çıkartıldı. Yaklaşık 12x12 cm lik göğüs duvarı defekti oluştu. Toraks duvarındaki defekti metil metakrilat ve mersilen mech ile kapatıldı. Dev osteokondromlar gerek malignite potansiyeli gerekse estetik amaçlı çıkarılmaları gerekir. Osteokondromlar sık görülen tümörler olmasına rağmen, kosta kaynaklı ise oldukça nadirdir. Hasta post-operatif 4 yıldır takibimizde. Nadir görülen göğüs duvarı dev ostokonrom olgusunu sunmayı amaçladık. Anahtar Kelimeler: Göğüs duvarı, mersilenmeş, metil metakrilat, osteokondrom Şekil 2. Toraks CT görünümü P111 FDG Tutulumu Gösteren Primer Akciğer Yerleşimli Benign Fibröz Histiositom Mithat Fazlıoğlu1, Tevfik İlker Akçam2, Umut Özdamarlar3, Nevin Fazlıoğlu4 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Kayseri Nevşehir Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Nevşehir 3 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Rayoloji Bölümü, Kayseri 4 Kayseri Acıbadem Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kayseri 1 2 Giriş: Fibröz histiositom, değişen oranda inflamatuar hücrelerin, köpüksü histiositlerin ve siderofajların eşlik ettiği, fibroblastik ve histiositik hücrelerden oluşan, histomorfolojik olarak tabakalar ya da kısa demetler halinde görülen benign tümöral bir lezyondur. Genellikle bu tümörler, der- Şekil 1. Bilgisayarlı toraks tomografiği Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 43 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 1. P114 Çoklu kaburga kırığı nedeni ile cerrahi stabilizasyon: Olgu Suat Durkaya1, Levent Özdemir2, Burcu Özdemir3, Sema Nur Çalışkan3, Ali Ersoy4 İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 3 İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 4 Antakya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 1 2 Şekil 2. Postoperatif tomografiği P113 İntrapulmoner ve özofajial bronkojenik kist Çoklu kaburga kırıklarında cerrahi stabilizasyon yelken göğüs, kronik ağrı ve kalıcı toraks duvarı deformitelerinde uygulanmaktadır. 47 yaşında erkek hasta, araç dışı trafik kazası nedeni ile acil serviste değerlendirildi. Tetkiklerinde solda 6 kaburgasında fraktür ve yelken göğüs, solda hemopnömotoraks saptanması üzerine tüp torakostomi uygulandı ve yoğun bakımda entübe edilerek takip edildi. Tedavinin 10.gününde akciğerin ekspanse olmaması ve yelken göğüs olması nedeni ile hastaya plak ile cerrahi stabilizasyon operasyonu uygulandı. Hasta operasyon sonrası komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Anahtar Kelimeler: kaburga kırığı, cerrahi stabilizasyon Sami Karapolat1, Atila Türkyılmaz1, Harun Tunç1, Mustafa Esat Yamaç1, Mehmet Kılıç1, Yunus Karaca2, Dilek Kutanis3, Celal Tekinbaş1 Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Trabzon 1 2 3 Giriş: Bronkojenik kistler embriyonik dönemde trakea divertikülünün anormal tomurcuklanmasıyla oluşan trakeobronşiyal sistemin gelişimsel bir malformasyonudur ve sıklıkla akciğer parankimi veya mediastende yerleşirler. Yetişkin bronkojenik kistlerin %25’ i akciğer dokusu içi yerleşimlidir. Bronkojenik kistlerin oldukça nadir bir yerleşim lokalizasyonu ise özofagustur. Özofajial bronkojenik kistlerin embriyolojik olarak akciğer tomurcuğunun trakeoözofajiyal septumdan ayrılma hatası sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Bronkojenik kistler yerleşim yerine bakılmaksızın kesin tanı konulabilmesi, semptomların giderilmesi ve oluşabilecek enfeksiyon ve malign dejenerasyon gibi komplikasyonların önlenebilmesi amacıyla cerrahi olarak çıkarılmalıdırlar. Olgu: 53 yaşında kadın olgu yutma güçlüğü ve göğüs ağrısı şikâyetleri ile kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede herhangi bir patoloji tespit edilmeyen olgunun posteroanterior akciğer grafisinde sağ üst zonda opasite belirlenmesi üzerine toraks tomografisi çekildi. Tomografide özofagus sağ lateralinde 27x19 mm boyutunda kitle lezyonu ve sağ akciğer üst lob posteriorda azygos fissür komşuluğunda 30x35 mm boyutunda lobüle konturlu, düzgün sınırlı ve ortalama 40 HU dansitesinde yoğun içerikli lezyon izlenmiştir (Şekil 1). Genel anestezi altında sağ posterolateral torakotomi ile operasyona alınan olguda akciğer parankim içi ve özofagus duvar yerleşimli kistik yapılar komplet rezeke edilmiştir. Çıkarılan materyallerin histopatolojik incelenmesi ile lümeninde presipite mukoid materyal bulunan ve silyalı solunum yolu epiteli ile döşeli kistik yapılar görülmüş ve bronkojenik kist tanısı konulmuştur. Olgu 6 aylık takibin sonunda halen asemptomatiktir. Sonuç: İntraparankimal ve özofajial bronkojenik kistlerin birlikteliği oldukça nadir görülmektedir. Burada rezidü kist dokusu bırakılmadan yapılacak komplet cerrahi rezeksiyon ile tam kür sağlanabilmektedir. Anahtar Kelimeler: Bronkojenik kist; Akciğer; Özofagus; Cerrahi Şekil 1. 44 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P116 Laparotomiden 23 yıl sonra transdiyafragmatik gossipomanın migrasyonu sonucu gelişen masif hemoptizi Cansel Atinkaya Öztürk, Murat Kavas, Elçin Ersöz, Volkan Baysungur Süreyyapaşa Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul Şekil 2. P115 Renal hücreli karsinom ve 3 farklı natürde toraks içi metastaz Atila Türkyılmaz1, Mustafa Esat Yamaç1, Sami Karapolat1, Mehmet Kılıç1, Fatoş Kozanlı1, Yunus Karaca2, Dilek Kutaniş3, Celal Tekinbaş1 Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Trabzon Amaç: Çeşitli operasyonlar sonrası unutulan gaz ya da kompresle ilgili birçok yayın mevcuttur. Ancak abdominal cerrahiden yıllar sonra transdiyafragmatik textilomanın toraksa göçü son derece seyrek rastlanılan bir durumdur. Bu durumda abse ile lezyon ayrımı bazen güç olmaktadır. Bu olguda laparotomiden sonra masif hemoptizi şikayeti ile başvuran bir hastayı toraksta textiloma bulgusuyla sunuyoruz. Yöntem: 44 yaşında erkek hasta masif hemoptizi şikayetiyle başvurdu. Öyküsünde 23 yıl once geçirilmiş karaciğer kist hidatik operasyonu mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografide akciğer sağ alt lobta kitle ya da akciğer absesi olabileceği belirtilen lezyon gözlendi. Klinik, radyolojik özellikler akciğer absesi ile uyumlu bulunarak hasta operasyona hazırlandı. Bulgular: Sağ torakotomide absenin aslında diyafragma ile alt lob arasında yaklaşık 15 cm uzunluğunda bir spanç olduğu gözlendi. Spanç çıkarıldıktan sonra alttaki diyafragmanın salim olduğu, akciğerde bazal segmentler düzeyinde yaklaşık 10 cm lik bir kavite oluşturduğu ve buradan segmental bronş düzeyinde kaçaklar olduğu gözlendi. Bronş kaçakları prolenle onarıldı. Kavite açık bir şekilde bırakıldı. Herhangi bir akciğer rezeksiyonu yapılmadı. Hasta postoperatif yedinci günde herhangi bir komplikasyon gözlenmeden taburcu edildi. İki hafta kadar oral antibiyotik tedavisi aldı. Sonuç: Bu olgu bizlere textilomanın uzun bir sure sonra çevre yapıları erode ederek göç edebileceğini ve ölümcül komplikasyonlara yol açabileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Masif hemoptizi, textiloma, torakotomi 1 2 3 Giriş: Renal hücreli karsinomun en sık metastaz yaptığı organlardan biri de akciğerlerdir. Akciğer dokusunda oluşan bu metastazlar genellikle çok sayıda, küçük, düzgün sınırlı ve periferik yerleşimli nodüller tarzındadır. Bununla beraber aynı hemitoraks içinde akciğer dokusu, diyafragma ve göğüs duvarı lokalizasyonlu farklı natürlerde metastazların görülmesi nadir bir durumdur. Olgu: 69 yaşında kadın olgu göğüs ağrısı ve öksürük şikâyetleri ile kliniğimize başvurdu. Anamnezde 1 yıl önce Renal hücreli karsinom nedeni ile sol nefrektomi yapıldığı öğrenildi. Fizik muayenede sağ hemitoraksta solunum seslerinde kabalaşma tespit edildi. Posteroanterior akciğer grafisinde sağ alt zonda muhtelif opasitelerin belirlenmesi üzerine olguya toraks tomografisi çekildi. Tomografide sağ akciğer alt lobda plevra komşuluğunda 2 adet 4 x 3 cm. boyutlarında sınırları düzensiz kitle, diyafragmada 2 adet 1 x 0,5 cm. ebatlarında nodüler kitle ve göğüs duvarı alt-lateralinde 1 adet 3 x 3 cm. ebatlarında lobüle konturlu kitle görüldü. Olguda bu lezyonlar metastaz lehine yorumlandı ve sağ posterolateral torakotomi ile eksplorasyon yapıldı. Burada sağ akciğer alt lobda geniş tabanlı mantar görünümünde, diyafragmada yuvarlak nodül şeklinde ve göğüs duvarında amorf yapıda farklı natürlerde metastaz alanları gözlendi (Şekil 1). Bu alanların tümü rezeke edildi. Histopatolojik değerlendirme sonucunda lezyonların tamamının Renal hücreli karsinom metastazı olduğu tespit edildi. Postoperatif 4. gün taburcu edilen olgu Onkoloji servisine yönlendirilmiştir. Sonuç: Renal hücreli karsinomun hemitoraks içi metastazları farklı natürlerde olabilmekte ancak bu durum tedavi planını değiştirmemektedir. Sistemik tedavi modalitelerinin çoğunlukla faydasız olduğu bu olgularda komplet metastazektomi ile sağkalım sürelerinde uzama elde edilebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Renal hücreli karsinom; Metastaz; Cerrahi P117 Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniğinde VATS ile Torakal Sempatikotomi Sonuçları Cansel Atinkaya Öztürk, Volkan Baysungur, Çağatay Tezel, Şenol Ürek, Elçin Ersöz, Talha Doğruyol, İrfan Yalçınkaya Süreyyapaşa Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul Giriş: Aksiller ve palmar hiperhidrozis bireylerin sosyal yaşamını olumsuz yönde etkileyen bir durumdur. Biz bu çalışmada Süreyyapaşa EAH, Göğüs Cerrahisi Kliniğinde uyguladığımız aksiller ve palmar hiperhidrozis vakalarının sonuçlarını sunmayı amaçladık. Materyal-metod: 2012-2013 yılları arasında Süreyyapaşa EAH, Göğüs Cerrahisi Kliniğinde toplamda 14 hastaya (7K, 7E) aksiller ve palmar hiperhidrozis için bilateral VATS ile sempatikotomi uygulandı. Yedi hastaya axiller (4E, 3K), beş hastaya palmar (4K, 1E), iki hastaya axiller ve palmar hiperhidrozis (1K, 1E) nedeniyle operasyon uygulandı. Bulgular: Yaş ortalaması 23.2 idi (min 16-max:44). Axiller hiperhidrozis için T3-T4 sempatikotomi, palmar hiperhidrozis için T2-T3 sempatikotomi, axiller ve palmar için T2-T3 sempatikotomi uygulandı. 2013 son yarısında iki hastaya ise hem palmar hem de aksilller hiperhidrozisde sadece T3 sempatikotomi uygulandı. Postoperatif bir hastaya bilateral göğüs tüpü, iki hastada da tek taraflı göğüs tüpü uygulandı. Çift taraflı göğüs tüpü uygulanan hastaya postoperatif 10 gün sonra sağda plörezi nedeniyle plöroken katater uygulandı. Bir hastamızda sol omuz ağrısı, bir hasta sağ ulnar bölgede üç ay içerisinde gerileyen uyuşma şikayeti, bir hastamızda postoperatif üç ay sonra tüm vücutta ani gelişen terleme şikayeti, üç hastada da ise meme altı, göğüs ve sırtta postoperatif yaklaşık iki ay sonra refleks terleme şikayeti mevcuttu (toplam altı hasta). Bu hastaların hiçbirinde medikal tedaviye ihtiyaç duyulmadı. Hastaların hiçbirinde yeniden palmar ve aksiller terleme gelişmedi ve operasyon sonuçlarından %100 memnun olduklarını ifade ettiler. Sonuç: Her ne kadar hasta sayımız az olsa da aksiller ve palmar hiperhidroziste tek başına T3 olarak yapılan sempatikotomi seviyesinin yeterli olduğunu düşünüyoruz Anahtar Kelimeler: aksiller hiperhidrozis, palmar hiperhidrozis, VATS Şekil 1. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 45 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P118 Paget-Schroetter Sendromuna yol açan Timik Büyük B Hücreli Lenfoma Olgusu Cansel Atinkaya Öztürk, Murat Kavas, Elçin Ersöz, Ayçim Şen, Volkan Baysungur Süreyyapaşa Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: Mediastenden kaynaklanan primer timik büyük B hücreli lenfoma diffüz büyük B hücreli lenfomanın nadir bir alt tipidir. Primer timik büyük B hücreli lenfomada mediastinal büyük damarlara bası nedeniyle venöz tromboz gözlenebilir. Bu durumun insidansı bilinmemektedir. PagetSchroetter sendromu nedeni başvuran nadir bir olguyu sunuyoruz. Yöntem: 23 yaşında kadın hasta ani sol kolda ağrı ve şişlik şikayeti ile dış merkeze başvurusunda akciğerde lezyon olduğu söylenerek tarafımıza refere edilmiş. Hastanın üst ekstremite Doppler ultrasonografisinde sol subklavian vende derin brakial ve aksiller vene uzanan trombus tespit edildi. Antikoagülanlarla hastanın kol şikayetleri kontrol altına alındı. Toraks BT’de anterior mediastende yaklaşık 10 cm genişliğinde lezyon gözlendi. Hastaya sol sol mediastinotomi yapıldı. Patolojisi timik büyük B hücreli lenfoma olarak bildirildi. Hasta kemoterapi aldı ve yaklaşık beş aydır herhangi bir nüks ya da komplikasyon mevcut değildir. Sonuç: Üst ekstremite trombus şikayetiyle başvuran her hastada mutlaka akciğer ve mediasten taraması yapılmalıdır. Nadir bir hastalık ve nadir bir komplikasyonla başvurması çaısından hastamızı sunduk. Anahtar Kelimeler: Paget-Schroetter Sendromu,Timik Büyük B Hücreli Lenfoma, Mediastinal kitle P119 Atipik Yerleşimli Elastifibroma Dorsi Olgusu Hüseyin Yıldıran, Murat Öncel, Güven Sadi Sunam, Kübra Altıntaş Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Giriş: Elatifibroma dorsi, nadir görülen yumuşak doku tümörüdür. Sıklıkla tek taraflı ve subskapular yerleşimlidir. Olgu: M.H., 55 yaşında erkek hasta, polikliniğimize solda daha fazla olmak üzere iki taraflı omuz ağrısı şikayeti ile başvurdu. Hastanın tetkiklerinde toraks bt ve torakal mr çekildiğinde, sırtta bilateral göğüs duvarında supraskapular yerleşimli kosta ile komşuluğu bulunan solda yaklaşık 5x1.5, sağda yaklaşık 3x1 cm ebadında düzgün sınırlı homojen yumuşak doku lezyonları saptandı (Resim-1). Yerleşimi nedeniyle atipik olan kitlelere rezeksiyon planlanarak hasta kliniğimize yatırıldı. Hastanın mevcut kitleleri genel anestezi altında bilateral olarak rezeke edildi (Resim-2). Postoperatif 4 gün takip edilen hasta şifa ile taburcu edildi. Patoloji sonucu elastifibroma dorsi olarak alındı. Sonuç: Olgumuzda saptanan elastifibroma skapula üstünde olan atipik yerleşimi nedeniyle ilginçtir. Anahtar Kelimeler: Atipik, elastifibroma dorsi, yumuşak doku tümörleri Şekil 2. Elastifibroma dorsi, intraoperatif fotoğrafı P120 Timoma Görüntüsü Veren Ektopik Tiroid Bezi Hüseyin Yıldıran, Güven Sadi Sunam, Murat Öncel, Kübra Altıntaş Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Giriş: Mediastinal kitleler başlangıçta çoğunlukla asemptomatik olurlar ve tesadüfen saptanırlar. Bu kitlelerde histolojik tanı, benign kitlelerin malignleşme riski ve büyüme gösterme halinde çevre dokuya basısı nedeniyle ilk basamakta cerrahi yaklaşım düşünülmektedir. Olgu: F.Ç., 70 yaşında kadın hasta yaklaşık 2 aydır olan göğüs ağrısı şikayeti ile dış merkezde yapılan tetkiklerinde mediastende kitle tespit edilmesi üzerine kliniğimize yönlendirildi (Resim-1). Hastanın fizik muayenesi doğal, özgeçmişinde hipertansiyon öyküsü mevcuttu. Toraks tomografisinde anterior mediastende pulmoner konus seviyesinde 75x55 mm boyutlarında düzgün lobule konturlu, milimetrik kalsifikasyonlar içeren, sol akciğer üst lop anterior segment ve lingula ile yakın komşuluk halinde olan kitle lezyonu olarak saptandı (Resim-2). Çekilen PET BT’de ön mediastende düşük düzeyde FDG tutulumu gösteren timoma düşündüren kitle olarak raporlandı. Kitlenin cerrahi olarak eksizyonu planlandı. Anterior mediastinotomi insizyonu ile kitle total olarak çıkarıldı, patolojiye gönderildi. Patoloji sonucu adenomatöz hiperplazi alanları içeren tiroid dokusu olarak geldi. Hasta endokrinoloji polikliniğine yönlendirildi. Sonuç: Ön mediasten kitlelerinde öntanılar arasında intratorasik yerleşimli ektopik tiroid dokusu da olmalıdır. Anahtar Kelimeler: Mediastinal kitle, timoma, ektopik tiroid, cerrahi rezeksiyon Şekil 1. Torakal mr görüntülemede elastifibroma dorsi kitlelerinin yerleşimi Şekil 1. PA akciğer grafisinde mediastinal kitlenin görünümü 46 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 2. Mediastinal kitlenin toraks tomografisinde görünümü Şekil 2. Eksize edilen kitle P121 P122 Antik Schwannoma Olgusu “Vanishing Lung” görünümlü dev büllöz amfizem Hüseyin Yıldıran, Güven Sadi Sunam, Murat Öncel, Kübra Altıntaş Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Giriş: Schwannomalar sinir kılıfı hücrelerinden köken alan asemptomatik tümörlerdir. İntratorasik schwannomalar çoğunlukla arka mediasten yerleşimlidirler. Olgu: Z.S., 49 yaşında kadın hasta, nefes darlığı şikayeti ile dış merkezde tetkik edilmiş ve sağ hemitoraksta yerleşimli yaklaşık 10-12 cm çapında düzenli sınırlı lobüle konturlu kitle saptanmış (Resim-1). Operasyon açısından polikliniğimize yönlendirilmiş. Hastadan alınan anamneze göre bilinen komorbid bir hastalığı yoktu ve yaklaşık 25 yıl önce sağ akciğerde kist hidatik öntanısıyla operasyon önerildiği, ancak kendisinin olmak istemediği öğrenildi. Fizik muayenesinde patolojik bulgu yoktu. Hasta operasyon planlanarak yatırıldı. Sağ torakotomi pozisyonunda 4. interkostal aralıktan torakotomi insizyonu ile toraksa girildi, arka mediasten yerleşimli ekstrapulmoner yaklaşık 15 cm çapında sert fiske solid kitle görüldü, total olarak eksize edildi (Resim-2). Postoperatif takipleri komplikasyonsuz seyreden hasta postop 8. gün taburcu edildi. Patolojiye gönderilen kitlenin sonucu dejenere (ancient) schwannom olarak geldi. Sonuç: Schwannomalar uzun sürede de olsa yavaş progresyon göstermeleri, asemptomatik olmaları nedeniyle uzun süre ile klinik vermeyebilir. Anahtar Kelimeler: Antik schwannoma, mediasten tümörleri, nörojenik tümörler Kübra Altıntaş, Murat Öncel, Hüseyin Yıldıran, Güven Sadi Sunam Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Olgu: M.K, 45 yaşında erkek hasta, ani başlayan ve nefes almasını zorlayan tarzda sağ göğüs ağrısı şikayeti ile dış merkeze başvurmuş. Hastanın yapılan tetkiklerinde sağ pnömotoraks saptanması üzerine hastanemize sevk edildi. Acil serviste değerlendirilen hastanın genel durumu iyi, sağda solunum sesleri yoktu, diğer sistem muayeneleri doğaldı. Özgeçmişinde komorbid bir hastalığı yoktu, günde 3 paket sigara içme öyküsü vardı. Akciğer grafisinde sağ pnömotoraks saptanması üzerine sağ tüp torakostomi uygulanarak kliniğimize yatışı yapıldı. Tüp torakostomi sonrası akciğer grafisi ekspanse olarak gözlendi. Hastanın akciğer grafisinde iki hemitoraksta havalanma farkı olması nedeniyle toraks tomografisi çekildi, sağ akciğer yaygın amfizem ve dev büllöz yapı görüldü (Resim-1). Hastaya ventilasyon perfüzyon sintigrafisi çekildi, sağ akciğerde ‘’match’’ ventilasyon perfüzyon kaybı ile uyumludur, sintigrafik bulgular mukus plak, endobronşiyal kitle ya da Swyer-James sendromuna ikincil gelişmiş olabilir şeklinde raporlandı. Hastaya operasyon planlandı, sağ torakotomi ile toraksa girilerek üst lop ve alt loptaki dev büller dışarı asılarak eksize edildi (Resim-2), toraksa 2 adet dren konularak operasyon sonlandırıldı. Hastanın postoperatif kontrol grafisinde bilateral akciğerlerin havalanmalarının eşit olduğu görüldü. Postoperatif 14. günde şifa ile taburcu edildi. Anahtar Kelimeler: Büllöz amfizem, bül ligasyonu, pnömotoraks, Şekil 1. Mediastinal kitle, bilgisayarlı toraks tomografisi görüntüsü Şekil 1. Sağ hemitoraksta dev büller Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 47 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 2. İntraoperatif asılarak duvarı açılmış bir dev bül P123 Reflü cerrahisi sonrası görülen Basınçlı Hidropnömotoraks Şekil 1. Basınçlı hidropnömotoraks Hüseyin Yıldıran, Murat Öncel, Kübra Altıntaş, Güven Sadi Sunam Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Olgu: M.H.K, 39 yaşında erkek hasta, kliniğimize dış merkezde olduğu mide operayonu sonrası pnömotoraks, ampiyem gelişmesi nedeniyle sevk edildi. Hastanın gastroözefageal reflü şikayeti olması nedeniyle 20 gün önce olduğu laparoskopik operasyon sonrası solunum sıkıntısı gelişmiş. Çekilen direk akciğer grafisinde solda tansiyon pnömotoraks ve hava sıvı seviyesi veren plevral sıvı görülmesi üzerine acil tüp torakostomi uygulanmış (Resim-1,2). Dış merkezde klinik takiplerinde akciğerin ekspansiyon sorunu olması üzerine ikinci toraks tüpü takılmış. Hastanın kliniğimize kabulü yapıldığında genel durum orta, takipneik ve taşikardikti ve dispnesi mevcuttu, ancak genel durumu stabildi. Sol hemitoraksta solunum sesleri azalmıştı. 2 toraks tüpünde de hava kaçağı vardı. Hastanın toraks drenlerinden biri alındı. Plevral sıvıdan kültür ve biyokimya örnekleri alındı. Plevral sıvı eksüda vasfında olduğu görüldü, kültürde bakteri üremesi olmadı. Nonspesifik antibiyotik başlandı. Olası gastrointestinal perforasyonu değerlendirilmesi için özefagus mide duedonum pasaj grafisi çekildi, kontrast madde ekstravazasyonu görülmedi. Toraks tomografisinde akciğerin tam ekspanse olmadığı, plevrada kalınlaşmanın olduğu, görüldü. Hastaya dekortikasyon planlandı. Hasta sol torakotomi ile operasyona alındı. Gözlemde plevranın ileri derece yapışık ve kalınlaşmış olduğu, diaframın intak olduğu ancak diafram yüzeyinin de kalınlaşmış olduğu görüldü. Total dekortikasyon yapılarak toraksa 2 adet dren konduktan sonra operasyon sonlandırıldı. Hava kaçağı kesilen hasta toraks drenleri alınarak postop 15. günde taburcu edildi. Plevradan alınan multiple biyopsilerin patoloji sonucu ülserasyon, iltihabi granülasyon dokusu, yabancı cisim reaksiyonu olarak geldi. Anahtar Kelimeler: Ampiyem, dekortikasyon, pnömotoraks Şekil 2. Bilgisayarlı toraks tomografisinde tüp torakostomi sonrası P124 Postpnömonik ampiyem ile takip edilen Kist Hidatik olgusu Kübra Altıntaş, Murat Öncel, Hüseyin Yıldıran, Güven Sadi Sunam Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Olgu: H.I., 41 yaşında kadın hasta, yaklaşık 2 hafta önce dış merkezde pnömoni tanısıyla tedavi almaktayken sağ plevral sıvı saptanması üzerine ampiyem öntanısı ile kliniğimize yönlendirilmiş (Resim-1, 2). Hastanın klinik başvurusunda ateş, halsizlik, öksürük şikayetleri mevcuttu. Hastanın fizik muayenesinde genel durum orta, solunum sistemi muayenesinde sağ bazalde solunum sesleri alınmamakta idi. Hastanın özgeçmişinde 2 yıl önce karaciğer kist hidatiği nedeniyle operasyon öyküsü vardı. Hasta tetkik ve tedavi amacıyla göğüs cerrahisi kliniğimize yatırıldı. Ampirik olarak nonspesifik intravenöz antibiyotik başlandı. Yaklaşık 2 haftalık bir enfeksiyon öyküsü olması nedeniyle kronik ampiyem olarak değerlendirilerek VATS eksplorasyon planlandı. Torakoskopik eksplorasyonda açık sarı renkte yaklaşık 2000cc plevral sıvı ve yaygın fibrin plakların olduğu 48 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ gözlendi. Plevral adezyonlar giderildikten sonra multiple plevral biyopsiler alındı. Hasta postoperatif 9 gün toraks dreni ile takip edildi, enfeksiyon bulguları düzelen, plevra kültüründe üreme olmayan hastanın drenajının olmaması ve akciğerlerin ekspanse olması üzerine toraks tüpü çekilerek taburcu edildi. Patolojiye gönderilen plevra biyopsilerinin sonucu kist hidatik olarak alındı. Hastaya albendazol 2x400 mg başlandı. Anahtar Kelimeler: Ampiyem, kist hidatik, plevral komplikasyon Olgu: 56 yaşında erkek hasta, inşaat alanında çalışırken sağ göğsü üzerine büyük tahta parçalarının düşmesi sonrası acil servise getirildi. Genel durum kötü, tansiyon arterial:70/50mm Hg, nabız:110, takipneikti. Fizik muayenesinde sağ hemitoraksta yaygın hassasiyet ve boyundan başlayan ve sağ hemitoraksa yaygın ciltaltı amfizemi, sağ hemitoraks anteriorda yelken göğüs vardı. Sağda solunum sesleri yoktu. Diğer sistem muayeneleri doğaldı. Acil çekilen toraks tomografisinde sağda total pnömotoraks, hemotoraks, mediasten sola deviye görünümdeydi. Sağda multiple kot fraktürleri olmakla beraber, sağ 2. kostanın bir parçası toraks boşluğu içerisindeydi (Resim-1). İntravenöz sıvı desteği başlandı, ve acil şartlarda sağ tüp torakostomi uygulandı. İlk seferde 1000cc drenajı olan hasta yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Sonraki yarım saat içinde 800cc daha drenajın olması üzerine acil operasyona alındı. intraoperatif 2000 cc daha kanama ve hematom boşaltıldı. İnternal mammaria venin kırık kosta ile total kesilmiş olduğu görüldü, aktif kanama odakları durduruldu. İnternal mammarial ven ve komşuluğundaki kırık kosta rezeke edildi (Resim-2). Pnömotoraksa neden olan bül onarıldı. Postoperatif yoğun bakım ünitesinde takibine devam edildi. Hasta postoperatif 15. gün şifa ile taburcu edildi. Sonuç: Künt toraks travması hayati tehlike arz etmesi nedeniyle acil olarak erken ve uygun yaklaşım gerektirmektedir. Bu tür travmalarda internal mammarian ven yaralanması nadirdir, cerrahi tedavi hayat kurtarıcı olmaktadır. Anahtar Kelimeler: hemopnömotoraks, internal mammarian ven, travma Şekil 1. Toraks içerisine disloke olmuş kırık 2. kosta, minimal hemotoraks ve tansiyon pnömotoraksı gösteren BT görüntüsü Şekil 1. Sağ plevral sıvı Şekil 2. Rezeke edilen ikinci kosta ve lasere internal mammarian ven P126 Perikardiyal kistler Mustafa Esat Yamaç1, Sami Karapolat1, Atila Türkyılmaz1, Mehmet Kılıç1, Yunus Karaca2, Dilek Kutaniş3, Celal Tekinbaş1 Şekil 2. Karaciğerde yerleşimli opere kist hidatik, bilgisayarlı tomografi görüntüsü Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Trabzon 1 2 3 P125 İnternal mammaria ven yaralanmasına sebep olan künt toraks travması Murat Öncel1, Oğuzhan Arun2, Kübra Altıntaş1, Hüseyin Yıldıran1, Güven Sadi Sunam1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Konya 1 2 Giriş: Künt travma sonrası internal torasik ven ve ikinci kaburga kırığına bağlı masif hemotoraks ve tansiyon pnömotoraks çok nadirdir. Giriş: Perikardiyal kistler çoğunlukla anterior kardiyofrenik açıda yerleşmiş, perikart içi ile irtibatı olmayan, ince duvarlı, berrak sıvı içeren ve genellikle 5–8 cm. çapında olan konjenital benign kistlerdir. Olguların çoğunda herhangi bir şikâyete neden olmayan perikardiyal kistler genellikle rastlantısal olarak tespit edilirler. Perikardiyal kistlerin cerrahi eksizyonunda son yıllarda giderek artan oranlarda videotorakoskopik yaklaşımlar tercih edilmeye başlanmıştır. Materyal-Metod: Ocak 2013-Aralık 2013 tarihleri arasında perikardiyal kist nedeni ile opere edilen 5 olgu; demografik özellikleri, semptomlar, kist lokalizasyonu, kist büyüklüğü, cerrahi yöntem, komplikasyonlar, hastanede yatış süresi ve kısa dönem sonuçları açısından retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 49 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Bulgular: Olgulardan 3 tanesi erkek 2 tanesi kadın idi. Yaşları 34 ile 61 (Ortalama 48) arasında değişmekteydi. 3 olgu asemptomatik iken 2 olguda eforla ortaya çıkan nefes darlığı mevcut idi. 4 olguda perikardiyal kist sağ anterior kardiyofrenik açıda 1 olguda ise sol anterior kardiyofrenik açıda yerleşmişti. Kist büyüklüğü 3–12 cm. arasında değişmekteydi. Tüm olgular videotorakoskopik olarak opere edilmiş ve kist içeriğinin aspirasyonu sonrası kapsülün tamamının rezeksiyonu uygulanmıştır (Şekil 1). Olgularda morbidite ve mortalite görülmemiştir. Hastanede yatış süresi 3–7 gün (Ortalama 4 gün) idi. Olguların 3 ile 9 ay arasında değişen kısa dönem takiplerinde nüks gözlenmemiştir. Sonuç: Perikardiyal kistlerin tedavisinde videotorakoskopik yaklaşım minimal invaziv olması ve düşük morbidite ve nüks oranları nedeni ile ilk tercih edilecek cerrahi yöntem olmalıdır. Anahtar Kelimeler: Perikart; Kist; Videotorakoskopik cerrahi Şekil 2. Tüp torakostomi sonrası akciğer grafisi Şekil 1. 49 yaşındaki bayan olguda sağ anterior kardiyofrenik açıda yerleşmiş perikardiyal kiste ait toraks tomografisi ve videotorakoskopik cerrahi esnasındaki görünümü. P128 Geç Tanı Alan Sol Ana Bronş Rüptürlü Bir Vaka P127 Klarnet Sanatçısının Pnömotoraksı Ahmet Nasır1, Abidin Şehitoğulları1, Ömer Tan2, Muzaffer Yılmaz1 Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Sakarya Uşak Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Uşak 1 2 Primer Spontan Pnömotoraks (PSP) önemli bir sağlık sorunu olup; altta yatan herhagi bir akciğer hastalığı olmayan insanlarda görülür. Hastalığın patogenezi tam olarak ortaya konamamıştır. PSP akciğer apikalindeki bleblerin veya amfizematöz parankim duvarlarının yırtılması ile ortaya çıkmaktadır. Fiziksel aktivite ve üflemeli müzik aleti kullanımı ile oluşan valsalva manevrası PSP için potensiyel risk oluşturmaktadır. Biz bu çalışmada daha önce her hangi bir hastalığı yok iken, üflemeli müzik aleti (klarnet) icrası sırasındaki aşırı intratorasik basınca bağlı gelişen pnömotoraks vakasını hazırladık. Olgu: 30 yaşında erkek hasta istenen konsultasyon üzerine acil serviste görüldü. Hastanın üflemeli müzik aleti (klarnet) ile mesleğini icra ederken, ani başlayan sol göğüs ağrısı şikayeti mevcuttu. Söz konusu efor-aktivite, hastanın intratorasik basıncının ileri derecede artmasına neden olmuştu. 15 paket-yıl sigara içme öyküsü olan hastanın özgeçmişinde herhangi bir hastalık veya tedavi görme öyküsü yoktu. Keskin ve plöretik özellikteki ağrısı, hastanın solunumunu baskılıyordu. Yapılan incelemelerde hastanın hemodinamisi stabil; oda havasında sO2’si %95 olarak saptandı. Fizik muayenede solda akciğer solunum sesleri azalmıştı. Toraks BT’de solda pnömotoraks izleniyordu (Şekil 1). Hasta göğüs cerrahisi kliniğine yatırıldı ve tüp torakostomi ile tedavi edildi (Şekil 2). Solunum hastalıkları ile ilgilenen hekimlerin, üflemeli müzik aletleri ile PSP arasındaki potansiyel ilişkiyi göz ardı etmemeleri gerekir. Anahtar Kelimeler: primer spontan pnömotoraks, müzik aleti Cansel Öztürk1, Mustafa Vayvada1, Mahmut Talha Doğruyol1, Şükrü Tamer Alban2, İrfan Yalçınkaya1 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul 2 Tekirdağ Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Tekirdağ 22 yaşında erkek hasta. Hastanemize başvurusundan 50 gün önce trafik kazası geçirmiş. Bilateral hemopnömotoraks tanısı ile kapalı göğüs drenajı uygulanan ve trakeostomi açılarak yoğun bakımda takip edilen hasta ileri tetkik ve tedavi için hastanemize gönderildi. Hastanın toraks BT’leri incelendi ve sol ana bronş rüptürü düşünüldü. Rijit bronkoskopi ile doğrulandı. Sol torakotomi ile sol ana bronşa izole sleeve rezeksiyon uygulandı. Teleskopik yöntemle uçuca anastomoz uygulandı. Postoperatif dönemde komplikasyon gelişmedi, trakeostomiye son verildi. Hastada fizyoterapist ve psikiyatrist eşliğinde rehabilitasyona başlandı. Postoperatif 17. günde taburcu edilen hastanın ikinci ayın sonunda yapılan kontrolünde hafif mental ve nörolojik araz dışında sorun saptanmadı. Trakeobronşiyal yaralanmalar, toraks travması sonrası gelişebilecek patolojiler içinde çok nadir görülen, akla gelmediği takdirde tanısı atlanıp geç dönemde tanı konabilen ve yine geç dönemde bile cerrahi uygulansa yüz güldürücü sonuçlar elde edilebilen bir klinik tablodur. Anahtar Kelimeler: travma, bronş rüptürü, tanı, cerrahi P129 Bir Hastada İki Akciğerdeki İki Farklı Kiste Torakoskopik Yaklaşım İrfan Yalçınkaya1, İlhan Ocakçıoğlu2, Elçin Ersöz1, Aysun Mısırlıoğlu1 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul 2 Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Van Şekil 1. Toraks BT’de solda pnömotoraks izleniyor 50 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 42 yaşında, kadın hasta. Dört ay önce göğüs radyolojik incelemelerinde her iki akciğerinde ve karaciğerinde birer kistik lezyon saptanmış. Sol akciğer alt lobdaki kiste VATS (video-yardımlı torakoskopik cerrahi) ile yaklaşılmış ve hidatik kist tespit edilerek kistotomi+kapitonaj yapılmış. Kliniğimizde hastaya sağ VATS ile yaklaşım uygulandı. Lezyonun perikardiyal kist olduğu görülüp total eksizyon uygulandı. Karaciğerdeki kist için Genel Cerrahi kliniği olan bir merkeze yönlendirildi. Literatürde, aynı hastada hem akciğer hidatik kisti hem de perikardiyal kist nedeniyle VATS uygulanmış vakaya rastlanılmamıştır. Anahtar Kelimeler: akciğer, kist, hidatik, perikardiyal, torakoskopi POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P130 Hastanın pozisyonu Anestezi ekibinin deneyim ve uyumu Cerrahın deneyimi ve tecrübesi Komplikasyonlar ile ilişkili olabileceği sonucuna ulaştım Anahtar Kelimeler: brakial sinir yaralanması Oral Antikoagülan Kullanımına Bağlı Gelişen Spontan Hemotoraks Olgusu Taner Ege1, Tonguç Saba2, Cevahir Haberal2, Dalokay Kılıç1, Ahmet Hatipoğlu1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Ankara Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahisi Bölümü, Ankara 1 2 Giriş: Warfarin, primer ve sekonder venöz tromboemboli profilaksisinde, prostetik kalp kapağı veya atriyal fibrilasyon olanlarda sistemik embolinin önlenmesinde, miyokard infarktüsü sonrası sistemik embolinin önlenmesinde ve rekürren miyokard infarktüsü riskini azaltmada etkilidir. En önemli komplikasyonu kanama olmasına rağmen hemotoraks gelişimi oldukça nadirdir.Bu çalışmada acil servise şiddetli göğüs ağrısı şikayeti ile gelen ve warfarin kullanımına bağlı gelişen spontan hemotoraks olgusu nadir görülmesi sebebiyle sunulmuştur. Bulgular: 67 yaşında erkek hasta travma olmaksızın göğsünün sağ yanında oluşan şiddetli ağrı şikayeti ile acil servise başvurmuş.3 yıl önce akut MI nedeniyle LAD stent uygulaması ve varfarin kullanımı öyküsü mevcut. Çekilen PA AC grafide sağ hemitoraksta diyafragma elevasyonundan şüphelenilmesi üzerine tarafımıza danışıldı.Hastaya Toraks BT çekildi Sağ hemitoraskta belirgin düzeyde plevral effüzyon izlendi. Hastanın laboratuvar sonuçlarında INR:5,8 Hb:8,5g/dl ve Htc:%25,7 Plt: 261 x 103/dL olması ve toraks BT de sağda yoğun sıvı görülmesi üzerine varfarine bağlı spontan hemotoraks öntanısı ile hastaya 2Ü taze donmuş plazma ve İV 10mg K vitamini uygulandı.Kontrol INR:1,3 gelmesi üzerine sağ hemitorakstan tanısal torasentez yapıldı,serbest hemorajik sıvı alınması üzerine aynı yerden lokal anestezi ile pleurocan kateter takılıp kapalı drenaj sistemine bağlandı. Toplam 2100 cc hemorajik drenajı oldu.2 gün sonra drenajı kesilen ve akciğer grafisinde sorun görülmeyen hastanın dreni alındı.Kontrol grafisinde sorunu kalmayan hasta tedavisi düzenlenerek taburcu edildi. Sonuç: Oral antikoagülan tedavi alan hastaların, etkin antikoagülan tedavinin sağlanabilmesi ve yan etkiler bakımından takip edilmeleri ve bu hastalarda plevral sıvı gelişmesi halinde hemotoraksın, ayırıcı tanıda akılda tutulması gerekir. Anahtar Kelimeler: Spontan hemotoraks, hemotoraks, warfarin P131 Hiperhidroziste nadir bir komplikasyon brakial pleksus yaralanması Semih Koçyiğit Elazığ Eğitim Araştırma Hastanesi, Elazığ 22 yaşında erkek koltuk altı ve ellerde aşırı terleme nedeniyle başvuruyor. daha öncesinden botoks ve iontoforez tedavisinden fayda görmüyor. hastaya preop hazırlık yapılıyor cbs hemogram normal akciğer grafisi bir patoloji yok tek lümenli entübasyon tüpü hastaya ets (endoskopik torakal sempatektomi operasyonu) yapılıyor.t2,t3ve t4 sempatik zincir koterize ediliyor. Operasyon zamanı 2 saat cerrahın 15 vakası yeni geldiği hastanede ilk vakası hasta post servise alınıyor hastanın postoperatif dönemde Kolunu kaldıramadığı elimizi sıkamadığı izleniyor. gövdenin yanında gevşek olarak duruyor. yapılan muayenede supraspinatus, biceps, coracobrachialis ve brachioradialis paralizisi görülüyor. Omuzun addüktör ve iç rotatorlerinin kısmı paralizi gözlenmesi üzerine beyin cerrahisi ve ortopedi konsultasyonu sonucu normal olarak değerlendirildi. fizik tedavi konsultasyonu istendi emg önerildi. emg sonucu extremite elektiriksel aktivite normal olarak değerlendirildi. 1 ay fizik tedavi uygulandı. Fizik tedavi sonrası kısmı hareketlerde kol ve omuz hareketlerinde açılma meydana geldi fizik tedavinin 3 aya tamamlanması istendi. 6. ay kontrollerinde kol ve omuz hareketlerinde tam düzelme meydana geldi. hiperhidrozis tedavisindeki tek kalıcı ve kesin çözüm cerrahi yöntemdir. Kişinin günlük yaşam, mesleki aktivite, sosyal ilişkiler ve kişiliğinin etkilendiği terleme vakalarında ameliyat yöntemi gündeme gelmelidir. Hastalarda sık rastlanan komplikasyonların yanında nadir gözlenen brakial pleksus yaralanması olabileceği akıldan çıkmamalıdır. Operasyon süresi Kullanılan malzeme durumu P132 Ekstratorasik Yerleşimli Desmoid Tümör Olgusu Taner Ege1, Hampar Akkaya2, Dalokay Kılıç1, Ahmet Hatipoğlu1 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Ankara Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji, Ankara 1 2 Giriş: Ekstra-abdominal fibromatozis (dezmoid tümör), lokal invazyonun ve nüksün sık görüldüğü nadir, iyi huylu bir yumuşak doku lezyonudur. Göğüs duvarı tutulumu nadir olmakla birlikte, kemik, sinir ve vasküler yapılara invazyon gösterebilirler. Nüksü engellemek amacıyla veya nüks gelişmiş hastalarda hastanın genel durumu, primer tümörü ve fizyolojik değerlendirimini takiben radyoterapi önerilebilir. Bulgular: 43 yaşındaki kadın hasta sağ koltuk altında şişlik ve ağrı şikayetiyle polikliniğimize başvurdu.Fizik muayenede sağ hemitoraks lateralde aksiller bölgeye uzanan yaklaşık 8x5cm boyutlarında palpasyonla ağrılı ve sert kitle lezyonu izlendi.Hastaya Toraks BT çekildi; Göğüs duvarı sağ yarısında superior kesimde 85x41 mm boyutunda interkostal alana kısmen uzanım gösteren kemik yapıda destürüksiyona neden olmayan IVKM sonrası homojen kontrastlanan düzgün konturlu solid kitle izlendi. Bunun üzerine hasta ameliyata alındı.GAA kitleden frozen çalışıldı,frozen benign gelmesi üzerine kitle toraks duvarından total olarak eksize edildi.Kitlenin temas ettiği. kostaların periost tabakaları deperioste edilip interkostal kas dokuları eksize edildi.Patoloji sonucu desmoid tümör ve alınan cerrahi sınırlar negatif olarak geldi.Hasta postop. 3.gün sorunsuz olarak taburcu edildi.Medikal onkoloji ve Radyasyon onkolojisine konsülte edildi.Hastaya 5 kür RT uygulandı.Postoperatif 4. ayında sorunsuz olarak takibimizdedir. Sonuç: Desmoid tümör nadir görülen bir toraks duvarı tümörü olup tedavisinde tümörün cerrahi olarak total eksizyonu takiben nüks gelişimini engellmek amacıyla RT uygulanması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Desmoid Tümör, Ekstra-abdominal Fibromatozis, Göğüs Duvarı Tümörü P133 Mediasten Yerleşimli Castleman Hastalığı Esra Yamansavci Şirzai, Tarık Yağcı, Ozan Usluer, Ahmet Üçvet, Soner Gürsoy Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, 1. Göğüs Cerrahisi Kliniği, İzmir Castleman hastalığı, en sık mediastinal bölgedeki lenf bezlerinde görülen benign lenfoepitelyal hastalıktır. Hiyalin vasküler ve plazma hücreli olmak üzere iki histopatolojik tipi vardır. Etiyolojide çeşitli enfeksiyon ajanların (EBV, human herpes virus-8), enflamatuar reaksiyonların (interlökin-6, vasküler endotelyal growth faktör), hamartamöz gelişimin rol aldığı düşünülmektedir. Klinik bulgulara göre lokalize ve sistemik (multisentrik) formları bulunmaktadır. Hastalığın tanısında kullanılan radyolojik tetkikler nonspesifiktir. Lokalize tip genellikle asemptomatiktir ve tedavisi kitlenin cerrahi olarak eksizyonudur. Kırk dokuz yaşında bayan hasta göğüs ön duvarında ağrı şikayetiyle başvurdu. Toraks bilgisayarlı tomografide (BT) sol hilus anteriorunda mediastinal yağ dokusu içinde non homojen, düzensiz konturlu, içinde amorf kalsifik dansiteler bulunan 51x50 mm boyutunda yumuşak doku kitlesi saptandı (Şekil 1). Lezyon çevresinde atipik vasküler yapılar mevcuttu. Toraks manyetik rezonans incelemesinde etraf vasküler dokulara yakın komşuluk gösterdiği fakat invazyon bulgusu saptanmadığı belirtildi. PET BT, anterior mediastende yüksek SUV tutulumu (SUVmax=5,7) saptandı. Diagnostik amaclı trucut biopside iri nükleollü eozinofil, lökosit ve plazma hücreleri görülmesi üzerine lenf bezi kaynaklı tümörler üzerine duruldu. Hastaya yapılan sol torakotomi ile kitle eksize edildi. Kati patolojisi ‘hyalin vasküler tip castleman hastalığı’ olarak raporlandı. Takibinin 4 ayında olan hasta, nadir görülmesi nedeniyle sunuldu. Anahtar Kelimeler: Castleman hastalığı, Lenf nodu, Cerrahi Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 51 POSTER SUNUMLARI P135 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Olgu Sunumu: Cerrahide Preoperatif Öykünün Önemi Mustafa Küpeli, İsmail Kürşat Gürlek Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat Şekil 1. P134 Sarkoidoz Tanısında Mediastinoskopi Gerçekten Gerekli mi? Mustafa Küpeli, İsmail Kürşat Gürlek Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat Mediastinoskopi ilk kez Carlens tarafından üst mediastinal kitlelerin histolojik tanısında kullanılarak 1959 yılında tanımlanmış bir invaziv girişimdir. Mediastinoskopi’nin Extended (genişletilmiş) Mediastinoskopi, ideomediastinoskopi, VAMLA(Video yardımlı mediastinoskopiyle Lenfadenoktomi) ve mediastinkoskopi denilince ilk akla gelen şekli olan standart servikal mediastinoskopi olacak şekilde birkaç çeşidi vardır. Kliniğimizde 2012-2013 yıllarında 29-75 yaş aralığında Sarkoidoz ön tanısı ile standart servikal mediastinoskopi yapılan 12 hastanın 8 tanesi histopatolojik inceleme sonucu non-kazeifiye granülamatöz reaksiyon olarak raporlandı. Mediastinoskopi Sarkoidoz tanısında %95-100 gibi yüksek tanı oranı olan minimal invaziv bir cerrahi prosedür olarak görünsede kanama, rekürren sinir hasarına bağlı ses kısıklığı, majör vasküler yapıların yaralanması, hatta özofagus ve trakea hasarına neden olabilecek mortalitesi %0.001 ile 0.15 arasında değişen ve deneyimli cerrahlar tarafından yapılması gereken bir girişimdir. Sonuç olarak Sarkoidoz gibi benign bir patolojinin tanısında mediastinoskopi gibi nispeten riskli bir cerrahi yerine gelişen teknoloji ile EBUS, tranşbronşial ince iğne biyopsisi gibi yöntemlerin öncelikle tercih edilmesinin hatta hastanın kliniği ile tanı ve takibinin yapılmasının daha uygun olacağı görüşündeyiz. Mediastinoskopi yapılacaksa da öncelikle kolay ulaşılabilir ve komplikasyon riski daha az olan 4R no’lu istasyonun hedeflenmesi ve mümkün olduğunca az diseksiyon yapılarak alınan dokunun frozen çalışılarak doğrulanmasının önemli olduğunu düşünmekteyiz Anahtar Kelimeler: EUS, EBUS, Mediastinoskopi, Sarkoidoz Kist hidatik etkenin Ekinokoklar olduğu akciğerin parazitik bir enfeksiyonudur. İlk kez 1928 yılında Rudolphi insanlarda ekinokok enfeksiyonları için Hidatik Kist terimini kullanmıştır. Kuzey Amerika ve Batı Avrupada artık nadir görülmesine rağmen ülkemizde hala sık görülen ciddi bir sağlık problemidir. İnsanda en sık E. Granulosus enfeksiyonu görülsede ekinokok ailesinin, E. Multilokülaris, E. Oligartus, E. Vogeli 3 üyesi daha bulunur. Parazitin primer konağı köpek, kurt ve çakallar olup dışkı yoluyla atılan yumurtaların insanların da içinde bulunduğu ara konaklar tarafından oral yolla alınması ile bulaşır. Ara konağın en sık karaciğer(%60-80) veya akciğerinde (%10-30) görülür. Akciğer hidatik kisti en sık sağ hemitoraksta ve alt loblarda görülür. Bizim olgumuz 29 yaşında çiftçilik yaparak geçimini sağlayan bir erkek hasta. Hastanemize başvurmadan 10 gün yaklaşık 2metre yükselikten düşme öyküsü mevcut. Travmadan 20 gün sonra sonrası çekilen tomografisinde sağda majör fissürde yaklaşık 4,5x2 cm boyutlarında lobüle yapıda hipodens, iv kontrast madde enjeksiyonu sonrası kontrast tutulumunun izlenmediği düzgün konturlu lezyon görüldü; lezyon komşuluğunda sağ akciğer üst lob posterior segmentte büyüğü yaklaşık 1 cm çapında birbirine komşu iki adet benzer görünümde düzgün konturlu nodüler lezyonlar izlendi ve kist hidatik ? şeklinde raporlandı. Hasta hidatik kist ön tanısı ile Göğüs Hastalıkları bölümü tarafından kliniğimize refere edildi. Hastanın tomografi görüntüleri incelendiginde kist hidatik tanısı şüpheli bulundu ve takip önerildi. 3 ay sonra kontrol tomografisi çekilen hastanın lezyonlarında tamamen gerileme görüldü ve daha önce saptanan kistik lezyonların travmaya sekonder geliştigi düşünüldü. Hastalara cerrahi kararı verilmeden önce detaylı bir öykü alınması ve radyolojik tetkiklerin bu anamnez ışığında yorumlanması gereksiz yapılabilecek cerrahi girişimleri engelleyebilir. Anahtar Kelimeler: Anamnez, Hidatik Kist, Radyoloji Şekil 1. Hidatik kist ön tanısı ile refere edilen hastanın başvuru anında çekilen Toraks BT görüntüsü Şekil 1. Olguların Radyolojik Görüntüleri 52 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P137 Göğüs Duvarında Amiloidoma: Olgu sunumu ve Literatür Derlemesi Ali Kılıçgün1, Fahri Yılmaz2, Hüsna Bayrakdar2, Kamil Gürel3 Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Bolu 1 2 3 Şekil 2. Hastanın 3 ay sonra çekilen kontrol Toraks BT görüntüsü Amiloidoma nadir olarak görülen genitoüriner, solunum, santral sinir, gastrointestinal sistemi, cilt meme ve yumuşak doku gibi pek çok anatomik bölgede gözlenen amiloid birikimi karakterize bir tümördür. Amiloid çözünmeyen protein komplekslerinin çeşitli dokularda hücre dışında birikmesiyle tanınır. Amiloid birikimi genelde sistemiktir ama bazen tek bir organa sınırlı olabilmektedir. Göğüs duvarında amiloidoma çok nadirdir ve daha önce literatürde az sayıda vakada raporlanmıştır. Yetmiş yaşında kadın hasta, sağ göğüste ağrı ve şişlik şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Hikayesinde bilinen sistemik bir hastalığı bulunmuyordu. Hastanın radyolojik incelemesinde sağ göğüs duvarı beşinci kotta yaklaşık 7x6 cm büyüklüğünde tümör izlendi. Bu bulgularla hastaya tomografi eşliğinde trucut biyopsi yapıldı. Patolojik sonucu eozinofilik materyal gelmesi üzerine hastaya ameliyat planlandı. Göğüs duvarı rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonu yapılarak tümör çıkarıldı. Patolojik incelemesinde amiloidoma olarak raporlandı. Göğüs duvarı yerleşimi çok nadir olması nedeniyle bu ilginç olguyu sunduk. Anahtar Kelimeler: Amiloid, Göğüs Duvarı, Göğüs Cerrahisi P136 Koroziv Maddeye Bağlı Özefagus Yanıklarının Değerlendirilmesi ve Önlemede Koruyucu Hekimliğin Önemi Ayşenur Alper Gürz1, Füsun Ayşin Artıran İğde1, Yasemin Bilgin Büyükkarabacak2, Ayşen Taslak Şengül2, Selçuk Gürz2, Ahmet Başoğlu2 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun 1 2 Amaç: Sağlıklı yaşamı kısaltan nedenlerin başında gelen kazaların büyük kısmını oluşturan korozif madde içilmesi bütün dünyada hayatı tehdit eden ciddi bir sorundur. Açıkta ve markasız satılan temizlik malzemelerine kolay ulaşım, koruyucu hekimlik önlemlerinin yeterince alınmamış olması bu tür kazaları artırmaktadır. Bu çalışmanın amacı; korozif madde içen hastaların demografik özelliklerinin belirlenmesi ve önlenebilir olan bu tip kazalara karşı toplumsal farkındalığın sağlanmasıdır. Materyal- Metod: Ocak 2002 ile Aralık 2013 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi servisinde koroziv madde içimiyle yatarak takip edilen hastaların kayıtları incelendi. 264 hastanın 33’ü intihar amaçlı koroziv madde içtiği için çalışmaya dahil edilmedi. Bulgular: Çalışmaya alınan 231 hastanın 120’si kadın, 111’i erkekti. Hastaların yaşları 17-88 arasında değişmekte ve ortalaması ise 40,2’ydi. Hastaların %3’ü mental retardeydi. Sigara kullanımına bakıldığında ise kullananlar %33,6 iken, kullanmayanlar %76,4’tü. Kazanın oluş mevsimi incelendiğinde yaz mevsimi ilk sıradaydı (%38,5). İçilen maddeler arasında çamaşır suyu (%38,5), porçöz (%21,6), tuzruhu (%8,2), yağçöz (%6,9), kireç çözücü(%3,9), gibi çok çeşitli maddeler bulunmaktaydı. Ürünlerin yalnızca %3,9’u markalıydı. Vakaların %14,8’ine yoğurt yedirme, süt/ayran içirme, %4,4’üne su içirme gibi yanlış uygulamalarda bulunulmuştur. Hastaların hastanede yatış süreleri 1-33 gün arasında değişmekteydi. Ayrıca bu sürede hastaların oral alımının yasaklandığı gün sayısı ortalama 9,9 gündü. Sonuç: Koruyucu sağlık hizmetleri içinde sağlığın korunması ve hastalıkların önlenmesi için sunulan hizmetleri kapsayan primer korunma kapsamında yer alan ‘çevrenin güvenli hale getirilmesi’ konusu aile hekimlerinin çalışma konularındandır. Bireylerin sağlık sistemiyle ilk temas noktasını oluşturan aile hekimlerinin koruyucu hekimlik ve sağlık eğitimi etkinlikleri aracılığıyla kişilerin kendi kendine bakım ve güvenli sağlık davranışları üzerine etkileri değerlendirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Aile Hekimi, Koruyucu Hekimlik, Koroziv Ösefagus P138 Akciğer ve Sternum Metastazı Yapan Mediastinal Germ Hücreli Tümör: Olgu Sunumu Merve Şengül1, Leyla Nesrin Acar1, Selim Şakir Erkmen Gülhan1, Pınar Bıçakçıoğlu1, Funda Demirağ2 1 Atatürk Gögüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara 2 Atatürk Gögüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara Giriş: Germ hücreli tümörlerin(GHT) %10-40’ı mikst histolojilidir. Olguların %7’si mediastende görülür. Burada rezeksiyon uyguladığımız, akciğer ve sternum metastazı yapmış mediastinal GHT olgumuzu sunduk. Olgu: Çocuk hastalıkları kliniğinde bir aydır devam eden kuru öksürük şikayeti ile takip edilen 15 yaşındaki erkek hasta tanı ve tedavi amacı ile kliniğimize sevk edildi. Çekilen posteroanterior akciğer grafisinde mediastinal genişleme saptandı. Toraks BT’de sağ hemitoraksta yaklaşık 19x10x11 cm boyutlarında kitle saptanması üzerine hastaya sağ mediastinotomi ile kitleden biyopsi yapıldı. Frozen sonucu matür kistik teratom gelmesi üzerine sağ torakotomi ile mediastinal kitle eksizyonu uygulandı. Postoperatif patoloji sonucu, immatür ve matür teratom komponenti içeren mikst germ hücreli tümör (yolk sac tümör+ koriyokarsinom + seminom) olarak raporlandı. Hastaya pediatrik onkoloji kliniğinde kemoterapi tedavisi uygulandı. Postoperatif 8.ayda Toraks BT’de orta lobda 1,2 cm metastatik nodül saptandı. Hastaya sağ retorakotomi+ metastazektomi uygulandı. Patoloji sonucu Yolk sac tümör metastazı olarak raporlandı. Bir yıl sonra sternum üzerinde yaklaşık 20×10 cm’lik sert şişlik şikayeti olan hastanın PET-BT’sinde corpus sterni orta-distal kesimini destrükte eden bilateral pektoralis majör kası medial kesimlerini içine alan cilt altına egzofitik uzanım gösteren lobüle konturlu yaklaşık 7.4x6.4x8.0 cm boyutlu yumuşak doku dansitesinde patolojik artmış metabolik aktivite tutulumu saptandı(SUVmax:10.66). Sternum rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonu uygulandı. Postoperatif patoloji sonucu Malign Mikst germ hücreli tümör metastazı (yolk sac+ embriyonel karsinoma) olarak raporlandı ve tümörün sternum kemik dokuyu invaze ettiği ancak kıkırdak kosta kenarında tümörü olmadığı belirtildi. Hasta çocuk onkolojisi kliniğinde takibe alındı. Sonuç: Mediastinal malign GHT’de eksizyon ve takiben kemoterapi önerilmektedir. Prognoz kötü olmakla beraber hastalıksız yaşam %57-%88 arasındadır. Anahtar Kelimeler: cerrahi, germ hücreli tümör, mediasten Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 53 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P139 P140 A bronchopleurocutaneous fistula caused by an unusual foreign body aspiration: Hordeum Murinum A rare primary lung malignancy: Pulmonary Blastoma Serda Kanbur, Talha Doğruyol, Serdar Evman, Elçin Ersöz, Mustafa Vayvada, Levent Alpay, Volkan Baysungur, Çağatay Tezel Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Objectıve: We report a case with Hordeum Murinum (HM) aspiration who was followed without diagnosis for four months and presented with self extraction by fistulisation to the chest wall. Case: Thirteen year-old male patient presenting with chest pain was referred to our clinic. Infiltration in the right lower zone was seen on chest x-ray. Thorax computed tomography showed a lesion in the posterobasal segment of the right lower lobe (Figure 1). Antibiotheraphy was started as patient was negative for tuberculosis tests. During follow up physical examination showed pus coming from the posterior axillary line of the 10. costa. Biopsy was taken and bronchoscopy was carried out. Bronchoscopy was normal and biopsy result was reported as nonspesific inflammation. Abscess was drained and cultures were negative. After four months of the first symptom, patient checked into our outpatient clinic with a foreign body (FB) coming out from the area where abscess was drained (Figure 2). FB was excised with the tissue surrounding and control bronchoscopy was performed. Bronchial system was normal. In time skin lesion was closed, clinical and radiological recovery was seen. Conclusions: FB aspirations can be seen in all age groups and is the most common cause of death due to home accidents in infancy. HM is a stringy herb with a powerful tissue penetration that is very rarely seen among FB aspirations. Cough, hemoptysis, dyspnea, pneumothorax, empyema and bronchiectasis may be seen. Bronchoscopy and chest x-ray may be inconclusive for diagnosis. Keywords: Hordeum Murinum, Foreign Body Aspiration, Bronchopleuracutaneous Fistula Serda Kanbur, Talha Doğruyol, Serdar Evman, Elçin Ersöz, Mustafa Vayvada, Levent Alpay, Volkan Baysungur, Çağatay Tezel Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Objective: Pulmonary blastoma is a rarerly encountered lung tumor, usually seen in adults, consisting of immature mesenchymal and/or epithelial structures. The most effective way for treatment is surgical resection. Due to the rarity of this tumor in the literature we would like to present our case. Case: Fifty three year-old male patient presenting with cough and hemoptysis was referred to our clinic. He had a 50 pack/year smoking history. Thorax computed tomography showed a 31x45mm mass in the superior segment of the right lower lobe. Fiberoptic broncoscopic biopsy was reported as non-small cell lung cancer (Figure 1). The maximum standardised uptake value in positron emission tomography was 13.1 (Figure 2). Right lower lobectomy with mediastinal lymph node dissection was carried out with right thoracotomy. The tumor was reported as biphasic pulmonary blastoma and the inferior interlobar lymph node was reported as malignant. Patient was discharged on the fourth postoperative day. He was given cisplatin-based adjuvant chemotheraphy and is in the fourth month of follow-up. Conclusions: Pulmonary blastomas are developed from pulmonary mesenchymal tissue and seen in 0.25% to 0.50% of all lung tumors. They tend to appear peripherally and the prognosis is poor. The tumor is classified in two groups as biphasic and monophasic types. The most common symptoms are cough, hemoptysis and chest pain, however 25% to 40% cases are asymptomatic. Smoking history is present in 82% of the cases. Surgical resection is the most effective treatment option, also adjuvant chemoradiotheraphy is suggested. Keywords: Pulmonary Blastoma, Lung Tumor, Thoracotomy Figure 1. Figure 1. Figure 2. 54 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Figure 2. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P141 P142 Maligniteyi taklit eden extra-abdominal fibromatozis; OLGU SUNUMU Myastenia Gravis tedavisi verilen perikardiyal divertikül; OLGU SUNUMU Murat Kuru, Sami Ceran, Burhan Apilioğulları Burhan Apilioğulları, Sami Ceran, Murat Kuru Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Extra-abdominal fibromatozis(desmoid tümör), iyi differansiye kollajenöz fibroblastların yalancı bir kapsül ile infiltratif büyümesi olarak tanımlanabilir. Fibrositler, fasya ve muskuloaponörotik yapılardan gelişebilirler. Sıklıkla karın duvarı bölgesinde(%50) yerleşirler, bunu sırt göğüs duvarı baş ve boyun ile alt ekstremiteler izler. Bu tümörlerin benign karakterli olmalarına karşın agresif davranışları,lokal nüks oranı yüksekliği(yaklaşık %40) nedeniyle malign tümörler gibi tedavi edilmeleri gerekliliği önemlidir. Tedavi geniş lokal eksizyon şeklinde olmalıdır. Etyolojileri iyi tanımlanmamış olmakla birlikte travma,hormonal bozukluklar ve genetik etkenler en çok suçlanan faktörlerdir. Biz, fizik muayene ve radyolojik bulgular nedeniyle malignite düşünülen, yapılan operasyon sonucunda patolojisi extra-abdominal fibromatozis olarak rapor edilen olgumuzu sunuyoruz. Daha öncesinde bilinen bir rahatsızlığı olmayan 70 yaşında erkek hasta sol koltuk altında şişlik ve ele gelen kitle nedeniyle başvurduğunda son 2 aydır sol kolunda,özellikle kolunu kullandığı zamanlarda kramp tarzında geçici ağrıları olduğu öğrenildi. Fizik muayenede sol aksillar bölgede fikse ve solid karakterde yaklaşık 7x7 cm lik kitle lezyonu mevcuttu. Toraks BT ve MR incelemesinde sol aksillada scapulayı saran ve destrükte eden, İVKM sonrası yoğun kontrast tutulumu gözlenen heterojen karakterde lezyon rapor edildi. Hastaya sağ yan yatar pozisyonda sol torakotomi pozisyonu verildikten sonra J kesisi ile sol orta aksillar hat hizasında yerleşmiş yaklaşık 7x7 cm lik sert lastik kıvamında kas içerisinde fikse tümöral lezyona ulaşıldı. Kitleye ulaşmak için parsiyal M. Latissimus dorsi insizyonu uygulanarak m. Teres major ve minöre uzanan kitleye geniş cerrahi sınır uygulanarak rezeksiyon yapıldı. Patoloji sonucu extra-abdominal fibromatozis gelen hastanın ek tedavisiz takibe alınmasına karar verildi. Postoperatif tümör lokalizasyonunda seroma ouşan hasta tedavisi tamamlandıktan sonra postoperatif 8. günde taburcu edildi. Anahtar Kelimeler: extra-abdominal fibromatozis, desmoid, göğüs duvarı Myastenia Gravis anormal nöromuskuler iletimin neden olduğu otoimmün bir hastalıktır. Postsinaptik membranda asetilkolin reseptörlerine karşı oluşmuş antikorlar yada kas spesifik tirozin kinaz antikorlarınca meydana gelen otoimmun bir patolojidir. Özellikle beyin sapı motor nükleusları tarafından innerve edilen istemli kaslar etkilenmektedir. Oftalmopleji,pitozis ve tekrarlayan hareketlerle ortaya çıkan kas güçsüzlüğü ile karakterizedir. Myastenia gravisli hastaların %10-15inde timoma, %70’inde ise lenfoid foliküler hiperplazi görülmektedir.Tedavisinde medikal tedavinin yanı sıra kas güçsüzlüğü yaygın olan hastalarda timektomiye öncelik verilmelidir. Biz, yaklaşık 1,5 yıldır myastenia gravis nedeniyle piridostigmin tedavisi alan ve yapılan cerrahi sonucu perikardiyal kist tespit edilip postop 1.gün piridostigmin tedavisi kesilen olgumuzu sunuyoruz. 73 yaşında kadın hasta 1,5 yıldır myastenia gravis nedeniyle pridostigmin 4x1 tedavisi almaktaymış. Son 15 gündür çabuk yorulma,yutma güçlüğü,aşırı terleme ve ara ara nefes darlığı şikayeti mevcutmuş. Nöroloji kliniğinde yapılan toraks BT görüntülemesinde mediastende prevasküler bölgede yaklaşık 5x3x2.5 cm ebadında düzgün sınırlı yumuşak doku dansitesinde lezyon (timoma?) tespit edilmesi üzerine kliniğimize yönlendirilmiş. Fizik muayenesinde ek özellik saptanmayan, asetilkolin reseptör antikor düzeyi negatif gelen, rutin kan tetkikleri normal olarak raporlanan hastaya operasyon planlandı. Median sternotomi ile timus, çevre yağlı dokular ile geniş rezeksiyon yapıldıktan sonra gözlenen perikardiyal divertikül çevresindeki lenf nodu ile birlikte eksize edildi. Postoperatif birinci gün nöroloji kliniği tarafından mestinon tedavisi kesilen, patoloji sonucu timus dokusu ve perikardiyal divertikül olarak rapor edilen hasta postoperatif 6.günde sorunsuz şekilde taburcu edildi. Anahtar Kelimeler: myastenia gravis, timoma, perikardiyal divertikül Şelil 1. Toraks MR Şekil 1. Toraks BT P143 Langerhans hücreli histiyositozisin persistan hava kaçağı tedavisinde “blood patch” plörodezis; bir olgu sunumu Ayşe Baççıoğlu1, Nesimi Günal2, Ayşe Füsun Kalpaklıoğlu1, Koray Dural2, Berkant Özpolat2 1 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, Kırıkkale 2 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kırıkkale Şekil 2. Toraks MR Pulmoner langerhans hücreli histiyositozis nadir görülen ve patogenezi kesin açıklanamamış reaktif bir hastalıktır.16 yaşındaki erkek hasta son bir yıldır belirgin eforla artan nefes darlığı, kuru öksürük ve aralıklı Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 55 POSTER SUNUMLARI göğüs ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Solunum fonksiyon testi restriktif ve toraks yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografide akciğer parankiminde çok sayıda, bir cm’den küçük hava kistleri ve sol hemitoraksta minimal pnömotoraks izlendi. Arter kan gazında hipoksemi ve ekokardiyografide pulmoner hipertansiyon yoktu. Klinik ve tipik radyolojik görünümü ile pulmoner langerhans hücreli histiyositozis tanısı ile uyumlu bulundu. Multisistem langerhans hücreli histiyositozis varlığı detaylı öykü, tamamlayıcı fizik muayene ve temel radyolojik, kan ve idrar analizleri ile dışlandı. Tedavi olarak sigarayı bırakması ve takibi önerildi. Bir ay sonra tek taraflı total pnömotoraks gelişen hastanın tüp torakostomisinde uzamış hava kaçağı olması nedeniyle “blood patch” plörodezisi başarıyla uygulandı. Bildiğimiz kadarıyla bu olgu literatürde pulmoner langerhans hücreli histiyositozis’de otolog kan ile plörodezis yapılan ilk vaka özelliğini taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Histiyositozis, kan yama plörodezisi, pnömotoraks P144 PET-BT’de yüksek düzeyde FDG tutulumu olan mediastinal lenadenopatilerde granülamatöz hastalıklar düşünülmelidir Burçin Çelik1, Muhammed Ali Yılmaz1, Mehmet Gökhan Pirzirenli1, Murathan Şahin2 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Samsun 2 Giriş: Granülomatöz hastalıklar ülkemizde oldukça sık görülmektedir. Tüberküloz ve sarkoidoz bu hastalıklar içerisinde en başta gelenlerdir. Tüberküloz sıklıkla akciğerleri tutmasına rağmen bazı olgularda mediastinal lenf tutulumu şeklinde ortaya çıkmaktadır. Sarkoidoz ise sıklıkla mediastinal ve hiler lenfadenopatiler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Burada PETBT incelemelerinde mediastinal tümörü taklit eden, yüksek düzeyde FDG tutulumu olan granülamatöz lenfadenit olgularını sunmayı amaçladık. Olgu: Kliniğimize ikisi öksürük ve nefes darlığı, birisi opere meme ca+uterus ca olmak üzere toplam 3 hasta, PET-BT görüntülerinde patolojik FDG tutulumu olan mediastinal LAP nedeniyle başvurdu. Olguların yaşları 60, 60 ve 48 yıl idi. Meme ca+uterus ca tanısı olan olgu 2001 ve 2009 yılında opere edilmiş ve takiplerinde çekilen PET-BT’de sağ 2 ve 4 no’lu LN’da patolojik FDG tutulumu izlenmiş (SUV maks:20,3). Öksürük nedeniyle tetkik edilen hastanın PET-BT’de subkarinal ve paraözofageal LN’da patolojik FDG tutulumu (SUV maks:18,81) izlendi. Bu iki olgunun mediastinoskopik LN biyopsi sonucu kazeifiye granülomatöz iltihabi olay olarak rapor edildi. Nefes darlığı nedeniyle tetkik edilen hastanın PETBT’de subkarinal LN (SUV maks:21) ve sol interlober LN’larında (SUV maks:28) patolojik FDG tutulumu izlendi. Bu olgunun mediastinoskopik LN biyopsi sonucu non-kazeifiye granülomatöz iltihabi olay olarak rapor edildi. Tartışma: Ülkemizde tüberküloz ve sarkoidoz gibi granülamatöz hastalıklar yanlış pozitif FDG PET-BT nedenleri arasında en sık görülenlerdir. Nötrofil, lenfosit ve makrofaj gibi aktif inflamatuar hücrelerde olan glikolizdeki belirgin artış granülomatöz inflamasyonda FDG tutulumunda artışın asıl sebebidir. Ancak araştırdığımızda literatürdeki yayınlarda FDG düzeylerinin bizim olgularımızdaki kadar yüksek olmadığını tespit ettik. Olgularımızdaki gibi yüksek FDG tutulumu olan olgularda maligniteyi ekarte edebilmek için doku biyopsisi gerektiğini düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: mediasten, lenfadenopati, PET-BT, granülamatöz hastalık P145 Hemoptiziye Neden Olan İlginç Bir Bronşial Arter Anastomozu Muhammet Ali Beyoğlu1, Leyla Nesrin Acar1, Selim Erkmen Gülhan1, Pınar Bıçakçıoğlu1, Ensar Özdemir2 1 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Ankara 2 Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Bölümü, Ankara Hemoptizinin kaynağı genellikle bronşial arter dolaşımıdır (%90-95). Pulmoner sistem kaynaklı kanama nadirdir (%5-10) genellikle kronik inflamasyon sonucu pulmoner arter dallarında gelişen erozyona bağlıdır. 56 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı TÜRK TORAKS DERNEĞİ Bronşial arterlerin kanlanması, sistemik dolaşımdan olduğu için kanamanın basıncı da pulmoner arter kanamasına göre yüksek olmaktadır. Bronşial arterler genellikle inen aortadan T5-T6 vertebra düzeyinden köken alırlar. Bronşiyal arter anomalileri %8 ile 35 arasında bildirilmiştir. Bronşial arterler; inferior mezenterik arter, tiroservikal trunkus, subklavyen arter, kostoservikal trunkus, brakiosefalik arter, perikardiyofrenik arter ve inferior frenik arterden köken alabilir. Hemoptizi %73-98 oranında bronşial arter embolizasyonu ile akut kontrol altına alınabilir. Bu çalışmamızda hemoptiziye neden olarak ender görülen sağ internal mamarian arterden köken alan sol bronşial arter olgusunu sunduk.OLGU Üç yıl önce bronşiektazi nedeniyle sol akciğer alt lobektomi operasyonu yapılan 42 yaşında erkek hasta hemoptizi şikayeti ile kliniğimize müracaat etti. Hasta son iki günde 400cc hemoptizisinin olduğunu ifade etti. Hastanın solunum sesleri sol alt zonda azalmış, bilateral alt zonlarda ral mevcuttu. Hastanın posteroanterior akciğer grafisinde sol akciğerde hacim azalması, parankimal infiltrasyon saptandı. Toraks BT’de akciğerde bronşiektazik alanlar ile beraber sağ alt lob ve sol üst lobda alveolize hemorajiyle uyumlu görünüm, sol plevral kalınlaşma tesbit edildi. Hastaya yapılan fiberoptik bronkoskopide aktif kanama tesbit edilemedi. Her iki bronşial sistemden koagulum aspire edildi. Takibi sırasında 150cc hemoptizisi olan hastaya bronşiyal arter embolizasyonu planlandı. Yapılan bronşiayal anjiyografide sağ internal mamarian arterden köken alan sol bronşial arter saptandı. Buraya embolizasyon uygulandı ve sonrasında hemoptizisi olmayan hasta 3. gün taburcu edildi. SONUÇ Hemoptizi sık görülen ve acil müdahale gerektiren bir semptomdur.Cerragiye uygun olmayan hastalarda bronşiyal arter embolizayonu kullanılabilir Anahtar Kelimeler: Hemoptizi, Bronşial arter embolizasyonu, Bronşial arter anomalisi P146 Ateşli Silah Yaralanması Sonrası Gelişen Kalıcı Akciğer Kavitesi Oluşumu Leyla Nesrin Acar, Muhammet Ali Beyoğlu, Selim Erkmen Gülhan, Pınar Bıçakçıoğlu Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü Ateşli silah yaralanmaları tüm toraks travmalarının %5’ini oluşturur. Ateşli silah yaralanmaları yüksek basınçlı olup çevre dokuda ciddi parankim hasarı meydana getirir. Doku hasarının miktarı delici nesne ve vücut arasındaki enerji değişimi miktarı ile ilgilidir. Vücuda giren bir kurşun yaralanmasında salınan enerji, giriş miktarındaki enerji miktarından çıkış anındaki enerji miktarının çıkarılması ile bulunur. Enerji alışverişi doku içinde kalıcı bir boşluk oluşturur. Bu boşluk mermi geçerken meydana gelen doku ezilmesinin sonucudur. Yaralanan dokunun ağırlık miktarı arttıkça absorbe ettiği enerji miktarı da artış göstermektedir. Bu çalışmamızda ateşli silah yaralanması sonrası kalıcı kavite gelişen olgumuzu sunduk. Olgu: Ateşli silah yaralanması sonucu ani göğüs ağrısı gelişen 21 yaşında erkek hasta kliniğimize kabul edildi. Yapılan fizik muayenede sağ hemitoraksta solunum sesleri azalmıştı. Hastanın çekilen posteroanterior akciğer(PA) grafisinde hemopnömotoraks tespit edildi. Hastaya tüp torakostomi uygulandı. Kontrol PA akciğer grafisinde bilateral akciğerler ekspanse izlendi. Sağ üst zonda heterojen artmış yumuşak doku dansitesi ve sağ skapula alt ucu hizasında metalik dansitede yabancı cisim tesbit edildi. Toraks tomografisinde sağ akciğer üst lobda ateşli silah yaralanmasına bağlı tünel oluşumu tesbit edildi. Sağ skapula alt uç anteriorunda tesbit edilen mermi çekirdeği lokal anestezi ile çıkartıldı. Takibinde ek problemi olmayan hasta 10. gün taburcu edildi. Sonuç: Ateşli silah ile oluşan göğüs travmaları göğüs travmaları içinde çok sık görülmeyen fakat acil müdahale ve sonrasında klinik takip gerektiren yaralanmalardır. Anahtar Kelimeler: Ateşli silah göğüs yaralanması, Penetran göğüs travması, Hemopnomotoraks POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P147 P148 Minimal invaziv teknik uygulanan pektus ekskavatumlu olgularda memnuniyet bildirimi Pektus Ekskavatum Deformitesinde Nuss Ameliyatı Tekniği ve Sonuçları Akın Yıldızhan, Fatih Hikmet Candaş, Ömer Yavuz, Rauf Görür, Turgut Işıtmangil Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Göğüs Cerrahi Servisi, İstanbul Amaç: Bu çalışmada, minimal invaziv yöntemle düzeltilen pektus ekskavatumlu hastalarda, ameliyat sonrası dönemde memnuniyet düzeyi araştırıldı. Yöntem-Gereçler: Mart 2010 ile Aralık 2013 tarihleri arasında Nuss yöntemiyle ameliyat edilen 23 erkek hasta (ort. yaş: 21.7; dağılım 2126), operasyon sonrası dönemde, geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastalara, Krasopoulos ve ark. tarafından geliştirilen tek basamaklı anket uygulandı. Bulgular: Hastaların hepsi ameliyattan önce göğsünün görünüşünün sosyal aktiviteyi etkilediğini ifade ettiler. Ameliyattan sonra hastaların %66.6’sı sosyal hayatlarının düzeldiğini veya çok düzeldiğini ifade etti. Hastaların ameliyat öncesi özgüven ortalaması 5.16 (1-10) iken, ameliyat sonrası bu değer 7.38 (3-10)’e yükseldi. Hastaların %83.3’ü genel sağlık durumunun daha iyi olduğunu, %44.4’ü egzersiz kapasitesinin daha iyi olduğunu, %94.4’ü hastanede kaldığı dönemde ağrı duyduğunu, taburcu olduktan sonra istirahat halinde %77.7 hastada hiç ağrı olmadığı tesbit edildi. Hastaların %88.8’i sonuçtan memnun veya çok memnun olduğunu, %88.8’i göğsünün görünümündeki değişikliğin düzeldiğini veya çok düzeldiğini ifade ettiler. Sonuç: Sonuç olarak; genç erişkin döneminde nuss ameliyatı, hastalara fiziksel ve pisikososyal olarak olumlu katkı yapmıştır. Anahtar Kelimeler: Pektus ekskavatum; yaşam kalitesi. Ali Naycı1, Hakan Taşkınlar1, Cankat Erdoğan1, İsa Kıllı1, Semanur Kuyucu2, Olgu Hallıoğlu3, Dinçer Avlan1 Mersin Üniversitesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi, Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Anabilim Dalı, Allerji/İmmunoloji Bilim Dalı, Mersin 3 Mersin Üniversitesi, Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı Anabilim Dalı, Kardiyoloji Bilim Dalı, Mersin 1 2 Amaç: Pektus ekskavatum bir göğüs ön duvarı deformitesi olup, sternum çorba kasesi gibi çöküktür. Bu deformite çocuklarda hem psikososyal hem de fonksiyonel bozukluklara neden olabilmektedir. Bu deformiteyi düzeltilmek için uyguladığımız bir minimal invaziv yöntem olan Nuss ameliyat tekniğini ve sonuçlarını değerlendirdik. Gereç-Yöntem: 2009 ile 2013 tarihleri arasında pektus ekskavatum tanısı alan ve Nuss ameliyatı yapılan toplam 8 hasta geriye dönük olarak incelendi. Bu ameliyat yönteminde video torakoskopi yardımıyla sternumun altına bir metal bar yerleştirilerek çöküklüğün düzelmesi sağlandı. Nuss ameliyatı tekniği ve sonuçları; başarıyı etkileyen faktörler ve hasta memnuniyeti değerlendirildi. Bulgular: Hastaların ameliyat öncesi verileri tabloda gösterilmiştir. Hastaların ortalama takip süresi 30,25±17,7 ay idi. Hiçbir hastada erken veya geç dönemde komplikasyon veya nüks görülmedi. Hastaların klinik yakınmalarında kozmetik görünüm dışında anlamlı bir gerileme görülmedi. Sonuç: Minimal invaziv Nuss ameliyatı pektus ekskavatumun düzeltilmesinde güvenle uygulanabilen başarılı bir yöntemdir. Ameliyatın zamanlaması, çelik barın hazırlanması ve tespiti, barın tutulma süresi başarıyı doğrudan etkilemektedir. Aile ve hastanın beklentileri cevaplanırken, ameliyatın kozmetik sonuçları ön plana çıkarılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Çocuk, Nuss tekniği, pektus ekskavatum Şekil 1.Postoperatif görünüm FEV1/FVC Ekokardiografi MVP/ MY FVC Heller Endeksi Çarpıntı Efor dispnesi Sternal çöküklük 10,25 8 6 1 3,74 ±3,2 (%100) (%75) (%12,5) ±1,6 FEV1 5E:3K Ortalama Yaş (yıl) n = 8 Cins Tablo 1. Hastaların demografik verileri ve preoperatif bulguları 93,66 ±13,3 91,83 ±8,6 86 3 ±7,5 (%37,5) P149 Santral kataterizasyon nedeniyle torakotomi gerektiren hemotoraks: 4 Olgu Yasemin Bilgin Büyükkarabacak, Ayşen Taslak Şengül, Burçin Çelik, Selçuk Gürz, Tuba Apaydın, Ahmet Başoğlu Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun Şekil 2. Preoperatif görünüm Amaç: Çalışmamızda santral kataterizasyon nedeniyle hemotoraks gelişen hastalarımızı literatür bilgileri ile değerlendirmeyi amaçladık. Olgu: Kronik renal yetmezlik tanısı ile takip ve tedavi edilen 4 hasta santral diyaliz kateterizasyonu sonrasında nefes darlığı, genel durum bozukluğu ve göğüs ağrısı şikayetleri ile bölümümüze sevk edildi. Bilgisayarlı toraks tomografilerinde hastaların tamamında sağ hemitoraksı tama yakın dolduran plevral effüzyon tespit edildi. Torasentez sonrası hemotoraks tanısıyla tüp torakostomi uygulandı. Kontrol grafilerinde ekspansiyon sağlanamayan olguların tamamına torakotomi ile hematom drenajı ve dekortikasyon uygulandı. Santral kateterler torakotomi esnasında kontrollü olarak çekildi.Olguların 2’sinde V.Cava süperiorde, 2’sinde subklavian vende aktif kanamanın kesildiği görülen defekt tespit edildi. Histopatolojik inceleme fibrinöz plevrit olarak rapor edildi. Mortalite ve morbidite gelişmedi. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 57 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tartışma: İyatrojenik hemotoraks, santral kataterizasyon sonrası nefes darlığı gelişen hemodiyaliz hastalarında düşünülmesi gereken komplikasyondur. Subklavian ven/arter veya vena cava superior yaralanmalarına bağlı gelişen hemotoraksın, hasta hayatını tehdit eden klinik sonuçlara yol açabileceği akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: hemotoraks, kataterizasyon, torakotomi P150 Yelken göğüste erken dönemde cerrahi kot stabilizasyonu Yasemin Bilgin Büyükkarabacak, Ayşen Taslak Şengül, Zeynep Pelin Sürücü, Selçuk Gürz, Mehmet Gökhan Pirzirenli, Ahmet Başoğlu Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun Giriş: Yelken göğüs tablosu gelişen künt toraks travmalı hastalarda, standart tedavi yöntemi mekanik ventilator ile internal pnomotik stabilizasyondur. Son yıllarda seçilmiş vakalarda uygulanan cerrahi stabilizasyon yöntemleriyle, ventilatör bağlantılı morbidite ve mortalite oranlarının azaltılması amaçlanmaktadır. Bu çalışmada yelken göğüs tanısı ile takip ve tedavi edilen hastalar literatür bilgileri eşliğinde sunulmuştur. Materyal-metod: 2009-2013 yılları arasında yelken göğüs nedeniyle takip ve tedavi edilen 20 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 10 ‘u konservatif olarak tedavi edilen, 10’u cerrahi stabilizasyon uygulanan hastalardı. Hastalar yaş cins,travmanın tipi, eşlik eden travmalar, yoğun bakımda, ventilatörde takip ve hastanede kalış süreleri, morbidite ve mortalite ve hastane maaliyetleri açısından değerlendirildi. Sonuçlar: Stabilizasyon grubunda ortalama entübe takip süresi 6.8, yoğun bakım takip süresi ortalama 5.1 gündü. Konservatif grupta bu süreler sırasıyla ortalama 26.5 ve 20.5 gündü. Hastanede kalış süreleri stabilizasyon grubunda ortalama 15.9, konservatif tedavi grubunda ortalama 32.5 gündü. Konservatif tedavi grubundan 8, stabilizasyon grubundan 4 hastada pnömoni tespit edildi. Stabilizasyon grubunda 1, konsevatif tedavi grubunda 3 hastada mortalite tespit edildi. Tartışma: Yelken göğüste cerrahi kot stabilizasyonu, morbidite ve mortaliteyi azaltan güvenli bir tedavi yöntemidir. Anahtar Kelimeler: cerrahi, stabilizasyon, yelken göğüs P151 Dev Bül İçi Hemoraji Fuat Sayır1, Ufuk Çobanoğlu1, Hülya Günbatar2, Selami Ekin2, Aysel Sünnetçioğlu2, Selvi Aşker2, Bünyamin Sertoğullarından2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Van 1 2 Terminal bronşiollerin distalindeki hava boşluklarının destrüksiyonu, dilatasyonu ile oluşan, hava içeren akciğerin yapılarına bül denir. Büller obstrüktif akciğer hastalıklarının bir parçası olabildiği gibi fibrotik akciğer hastalıklarının komplikasyonu olarak ta görülebilir. Bül içinde sıvı-hava seviyesinin bulunması çoğunlukla enfeksiyonu düşündürür. Nadiren masif olabilen hemoptizi bül duvarındaki vasküler yapıların yırtılmasına bağlıdır. Spontan pnömotoraks veya massif kanama gibi akut komplikasyonlar, kistler küçük olsa bile acil cerrahi müdahaleyi gerektirir. İnfeksiyon ve solunum yetmezliği başta olmak üzere görülen komplikasyonlar sonucu mortalite %1.5’dir. Bül içine kanama nadir komplikasyonlardan olup kliniğimizde opere ettiğimiz bir vakayı sunduk. 59 yaşında erkek hasta nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikayeti ile başvurdu. 40 py sigara öyküsü mevcuttu ve KOAH tanısı ile izleniyordu. Çekilen bilgisayarlı tomografisinde sağ akciğer alt lobda 13x10 cm ebatlı içinde hava sıvı seviyelenmeleri içeren septasyonlar barındıran kistik lezyon tespit edildi. Hasta cerrahiye alındı, sağ alt lobdaki komplike büle lineer stepler konarak eksize edildi, yoğun hemoraji çıkarıldı. Cerrahi esnasında ani kardiyak atak geçiren hastaya medikal müdahale edildi, post op anestezi yoğun bakım ünitesinde takip edildi. 13 gün yoğun bakımda solunum yetmezliği ile izlenen hasta kardiyak arrest sonucu kaybedildi. Anahtar Kelimeler: Bül, akciğer, hemoptizi Şekil 1. Sağ alt lobda seviye veren dev bül P152 Yelken göğüs olgusunda multidisipliner yaklaşım Özgür Karakurt1, Mehmet Ali Eryazğan1, Bülent Koçer1, Deniz Erdem2, Belgin Akan2 AnkaraNumune Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Kliniği, Ankara AnkaraNumune Eğitim Araştırma Hastanesi, Anestezyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Ankara 1 2 Kosta kırıkları göğüs travmalarının %35-40’ında görülürken, bunların %10-15’i yelken göğüs ile sonuçlanabilir. Yelken göğüs olgularında mortalite %10-40 olarak belirtilmektedir. Yüksek mortalite hızında toraks dışı ciddi sorunlar da rol almaktadır. Kırkbeş yaşında erkek hasta, araç içi trafik kazası sonrası çoklu sistem travması nedeniyle hastanemize kabul edildi. Hastada; epidural- subdural hematom, solda çoklu parçalı kot kırıkları, sol göğüs ön duvarında geniş segmentte yelken göğüs ve bilateral pulmoner kontüzyon tespit edilmesi üzerine acil kraniotomi ile subdural- epidural hematomun drenajı sağlandı. Ameliyat sonrası mekanik ventilatör desteğinden ayrılamadı. Hastaya travmadan 7 gün sonra sol 2- 7. kotlara yönelik internal fiksasyon uygulandı. İnternal fiksasyon sonrası 2. gün ventilatörden ayrılan hasta, yara yeri enfeksiyonu nedeniyle 1 ay süreyle VAC sistemi tedavi edildi, sonrasında taburcu edildi. Hasta klinik takibimizde 1 yılı doldurmuş ve sorunu yoktur. Biz, erken stabilizasyonun anterolateral yelken göğüs ve şiddetli pulmoner kontüzyonun olmayan solunum yetmezlikli olgularda yapılması gerektiğini savunuyor ve başarılı olgumuzu sizlerele payşıyoruz. Anahtar Kelimeler: Çoklu kaburga kırığı, İnternal stabilizasyon, Travma, Yelken göğüs Şekil 1. Toraks BT 3 Boyutlu rekonstrüksiyonu 58 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 2. Ameliyat sonrası 3. ay kontrol PAAG P153 darlığı şikayetleri nedeniyle tetkik edilerek pnömomediastinum saptanması üzerine kliniğimize refere edildi. Bulgular: FM’de kalp ve solunum sesleri doğaldı, ciltaltı amfizemi yoktu. Vital bulguları, ve laboratuvar değerleri normal sınırlar içerisindeydi. PAAG ve BT’de masif pnömomediastinum ve pnömoperikardiyum saptandı, pnömotoraks izlenmedi (Şekil 1). EKG ve AKG normal sınırlardaydı. YBÜ’de monitorize takip edilen hastaya destek tedavisi verildi. EKO’da pnömoperikardiyum dahil herhangi bir patoloji izlenmedi. Sonuçlar: PAAG ile takip edilen hastanın ağrı ve nefes darlığı şikayetleri 3. gün gerilemeye başladı. 5. gün BT’sinde pnömomediastinum ve pnömoperikardiyumun tamamen rezorbe olduğu izlendi (Şekil 2). Takip boyunca vital bulguları stabil olan hasta taburcu edildi. Tartışma: Pnömomediastinum nadir ancak ciddi bir doğum komplikasyonudur. Hamman Sendromunda en sık suçlanan mekanizma marjinal alveollerin ruptürü sonucu havanın damar ve bağ dokusu planlarından mediastene ilerlemesidir. Tipik semptomları göğüs ağrısı, dispne, disfaji ve boyun ağrısıdır. Ayırıcı tanıda PTE, AMI, aort diesksiyonu, mediastinit, pnömotoraks, özofageal ruptür ve kardiyak tamponad yeralır. Oskültasyonda kalp atımıyla birlikte çıtırtı sesi alınabilir (Hamman bulgusu). Çoğu vakada destek tedavisi ile spontan iyileşme sağlanır. Ancak bu hastalarda pnömotoraks ve tansiyon pnömomediastinum nedeniyle kalp tamponadı gelişme ihtimali nedeniyle yakın takip gereklidir. Anahtar Kelimeler: Hamman Sendromu, Spontan Pnömomediastinum, Postpartum, Sezeryan Surgical treatment of lung’s echinococcus cyst rupture into pleural cavity Sunnatilla Abulkasimov, Shavkat Sabirov Department of Thoracic Surgery, National Center of TB, Tashkent, Uzbekistan The rupture of echinococcus cyst into pleural cavity is a severe complication and frequent cause of diagnostic mistakes. we observed 23 patients with the rupture of echinococcus cyst into pleural cavity. 15 patients were treated during 1 month and 8 patients - during 3 months on account of TB, pleurisy, spontaneous pneumothorax and empyema of pleura. Before operation in clinic according to clinical-rontgenological data it was deternimed that only 6 patients. The remaining 17 patients had lung collapse with presence of serous or purulent exudation in pleural cavity. It was also observed that 7 patients had complete lung collapse of pleura and 16 patients had partial collapse. 18 patients had empyema of pleura developed and 5 had pleurisy. 15 patients had lung-pleural process located on the right side, 8 patients - on the left side, 14 patients - mainly in lower sections of the lung. Thoracotomy, ablation of shrunken chitinous shell from the pleural cavity and lung decortication was carried out for 11 patients, lung echinococectomy was carried out 4 patients, lobectomy with pleurectomy - for 3 patients, pulmon- and pleuropulmonectomy - for 5 patients. Good clinical effect was reached for all operated patients. Conclusion: the rupture of echinococcus cyst into pleural cavity presents severe complication and is subject to surgical treatment. The effectiveness of surgical treatment in case of this pathology is high. The range of surgical operations is wide: from pleurectomy and decortication of lung to pulmonectomy and depends on the condition of collapsed lung and pleural cavity. Keywords: echinococcus cyst, complication, surgical treatment P154 Postpartum Spontan Pnömomediastinum Ş. Mustafa Demiröz1, Mahmut Tokur1, Hilal Berber Kireçci2 Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kahramanmaraş Özel Caka Vatan Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Klliniği, Kahramanmaraş 1 2 Giriş-Amaç: Postpartum pnömomediastinum (Hamman Sendromu) 1/100.000 doğumda, tipik olarak genç, sağlıklı, primipar kadınlarda görülen, konservatif tedavi ile çoğunlukla gerileyen ve nadiren nüks eden bir patolojidir. Normal doğumun daha çok ikinci evresinde, uzamış eylem ve intratorasik basıncı artıran manevralar sonrasında geliştiğine inanılmaktadır. İngilizce literatürde sezeryan sonrası bildirilmiş çok az sayıda vaka bulunmaktadır. Olgu: 18 yaşında primigravid hasta epidural anestezi altında elektif sezeryan sonrasında aniden başlayan göğüs,boyun ve omuz ağrısı ve nefes Şekil 1. Sezeryan sonrası gelişen spontan pnömomediastinum ve pnömoperikardiyum (oklar). Şekil 2. Beş günlük konservatif tedavi sonrası pnömomediastinum ve pnömoperikardiyumda tam rezolusyon. P155 ROLE OF SURGERY IN TREATING OF FIRSTLY-FOUND DESTRUCTIVE PULMONARY TUBERCULOSIS Sunnatilla Abulkasimov, Shavkat Sabirov, Akram Irgashev Department of Thoracic Surgery, National Center of TB, Tashkent, Uzbekistan Due to the ineffectiveness of the DOTS-chemotherapy, surgical treatment was performed in 72 patients with firstly-found fibrous-cavernous pulmonary tuberculosis (males – 43, females - 29) in age of 18-53. Right before operations, 31 patients took treatment under the 1st DOTS category, 41 – under the 1st and 2nd categories successively during 1-1.5 years. Mycobacteria of tuberculosis in sputum were found in 62 patients (86.1%), of them in 28 (38.8%) – with multi-drug resistance to chemo-preparations (izoniazid, streptomycin, etambutol, rifampicin). After pre-operative chemotherapy using basic and reserve preparations (etambutol, pirazinamid, kanamicin, protionamid, lewofloksacin), segmental lung resection was performed in 15 patients, lobectomy – in 21, pulmonectomy – in 28, thoracoplasty – in 8. Good clinical effect was reached in 66 patients (91.6%), unsatisfactory results – in 3 (4.2%). A total of 3 patients (4.2%) died from the progress of post-operative pleural empyema and re-activation of tuberculosis. Conclusion: Surgical treatment of firstly found fibrous-cavernous pulmonary tuberculosis after ineffective therapy is important and significant for healing of the patients. It prevents transition of the tubercular process in chronic forms Keywords: pulmonary tuberculosıs, fırstly-found, surgery treatment Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 59 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P156 Extrapleural thoracoplasty MDR TB in lung Shavkat Sabirov, Sunnatilla Abulkasimov Department of Thoracic Surgery, National Center of TB, Tashkent, Uzbekistan Extrapleural thoracoplasty was performed in 88 patients. Patients were suffering from tuberculosis from 2 to 5 years or more. Unilateral tuberculosis was diagnosed in 77.3% of patients, bilateral - in 22.7 %. Progressive course was observed in 70.5%, pulmonary hemorrhage - at 34.1%. Drug resistance to chemo- 2 was found in 10.2%, to 3 drugs - 21.6 %, to 4 drugs - 37.5 %, to 5 drugs - at 30.7 %. After preoperative sputum conversion was achieved in 73.9% of patients. 4- rib thoracoplasty was performed in 2 patients (2.3%), 5- rib - in 19 (21.6%), 6- rib - in 61 (69.3 %), 7 - 8 rib - 6 (6 8%) of them right - in 38 (43.2%), left - in 50 patients (56.8 %). Good results were achieved in the next 89.8% patients, unsatisfactory in 7.9 %, with mortality - in 2.3%. Long-term results extrapleural thoracoplasty studied in 76 patients. 2-10 years ascertained clinical cure in 93.4% patients, reactivation of tuberculosis - in 3.9%, mortality - in 2.6%. Conclusion: With widespread and drug-resistant tuberculosis in the lungs and pulmonary resection pneumonectomy are very dangerous because of the development of pleural pulmonary complications and high mortality. This heavy contingent of patients extrapleural thoracoplasty is the operation of choice with the nearest effective in 89.8% and clinical cure in the remote terms - 93.4% Keywords: MDR TB, lung, thoracoplasty Şekil 1. Rezeksiyon materyali P157 Göğüs duvarının nüks malign mezenkimal tümörü; olgu sunumu Özgür Karakurt1, Mehmet Ali Eryazğan1, Mehmet Hakan Bulam2, Necip Cihan Hasçiçek2, Murat İğde2, Bülent Koçer1 AnkaraNumune Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Kliniği, Ankara AnkaraNumune Eğitim Araştırma Hastanesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniği, Ankara 1 2 Malign mezenkimal tümörler çoğunlukla ekstremitelerde daha az sıklıkla (%10- 15) göğüs ve karın duvarında görülür. Olgumuz 42 yaşında erkek hasta. Kliniğimize başvurusundan 6 ay kadar önce göğüs duvarı sol yanında ağrısız kitle nedeniyle başvurduğu merkezde kitle eksize edilmiş. Patoloji sonucunu takip etmeyen hasta insizyon bölgesinde sert ağrısız fikse kitle tespit etmesi üzerine tarafımıza başvurdu. Hastanın patoloji sonucunun malign mezenkimal tümöt olduğunun öğrenildi. Toraks BT ve MR’da kitlenin sol 6. kotu invaze ettiği görüldü. Hastanın kitlesi sol 6- 7. kot cilt ve ciltaltı dokuyu içerecek şekilde eksize edildi. Geniş defekt titanyum plaklar, mesh ile stabilize edilip, aynı taraf latisimus dorsi kasıyla örtüldü. Ameliyat sonrası takibinde sorun olmayan hasta klinik takibimizdedir. Göğüs duvarı tümörlerinde ameliyat öncesi doku tanısı tespiti ile gerekli rezeksiyonun planlanması hayatidir. Malign göğüs duvarı tümörlerinde geniş göğüs duvarı rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonu düşük morbidite ve mortalite ile gerçekleştirilebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Göğüs duvarı, malign mezenkimal tümör, rekonstrüksiyon 60 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. Ameliayt sırasında altisimus dorsi muskülokutan flebi ve göğüs duvarı defekti P158 Mini İnsizyondan Diyafram Plikasyonu (Olgu Sunumu) Sezai Çubuk, Gökhan Ayberik, Orhan Yücel, Alper Gözübüyük Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Diyafram plikasyonu; diyafram paralizilerinde solunum işlevi esnasında paradoksik hareketi önlemek amacıyla eventre olmuş diyaframın plikasyon ile sabitlenmesi ve aşağı çekilmesi işlemidir. Bu ameliyat posterolateral torakotomi veya torakoskopik olarak uygulanabilmektedir. Biz obez bir olgumuza, torakoskopik yöntemle uyguladığımız diyafram plikasyonu ameliyatının sonucunu sunmayı amaçladık. Altmış dokuz yaşında bayan hasta nefes darlığı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Yapılan fizik muayenesinde sol hemitoraksda alt zonda solunum seslerinin azaldığı saptandı. Çekilen akciğer grafisinde sol hemidiyaframın yüksek yerleşimli olduğu gözlendi (Figür 1). Solunum fonksiyon testinde restriftif tipte bozukluk saptanan hastanın hikayesinde 1 yıl önce by-pass geçirdiği öğrenildi. Yapılan floroskopide sol hemidiyaframın paralizik olduğu gözlenen hastaya diyafram plikasyonu yapılması önerildi. Ameliyatı hakkında bilgi verilen hasta için kilolu olması, yaşlı olması nedeniyle minimal invaziv yaklaşımın daha uygun olacağı düşünüldü. Hastaya 7. interkostal aralıktan 3 cm.lik yardımcı insizyon ve 4. interkostal aralıktan kamera portu yerleştirilerek diyafram plikasyonu uygulandı. Postoperatif ağrı şikayeti minimal olan hastanın dispne şikayeti kayboldu. Hastanın solunum fonksiyon testinde FVC değeri %57 den postoperatif %96’a yükseldi. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Diyafram plikasyonu diyafram eventrasyonlarında güvenle uygulanabilen cerrahi girişimdir. Son zamanlarda geliştirilen minimal invaziv girişimler, göğüs cerrahisi pratiğine hemen hemen her alanda kullanılmaktadır. Bu olguda 3 cm.lik insizyon kullanılarak, torakotominin solunum fonksiyonlarına olan olumsuz etkisi minimalize edilmiştir. VATS ile diyafram plikasyonu güvenli bir şekilde yüz güldürücü sonuçlarla uygulanabilmektedir. Anahtar Kelimeler: Diyafragma, Plikasyon, VATS Şekil 1. Akciğerde bilateral lezyonlar P160 Ventrikül Duvarından Laserasyona Neden Olan Gossipoboma (Olgu Sunumu) Sezai Çubuk, Gökhan Ayberik, Orhan Yücel, Alper Gözübüyük Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Şekil 1. Yükselmiş sol hemidiyafram P159 Malign Görünümlü İnflamatuar Miyofibroblastik Tümör (Olgu Sunumu) Sezai Çubuk, Gökhan Ayberik, Orhan Yücel, Alper Gözübüyük Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara İnflamatuar miyofibroblastik tümör diğer adıyla inflamatuar pseudotümör, inflamatuar hücrelerin aşırı çoğalması ile oluşan nadir bir benign tümördür. Lezyonlar sıklıkla akciğerlerde gözlenir. Asemptomatik ve spesifik bulgularının olmaması nedeniyle kesin tanı histopatolojik olarak konulmaktadır. Biz radyolojik olarak malignite düşündüğümüz ancak histopatolojik olarak benign karakterde inflamatuar miyofibroblastik tümör olarak raporlanan olgumuzu sunmayı amaçladık. Elli yedi yaşında astım tanısı olan erkek hasta bilateral akciğerlerinde lezyonlar ve mediastinal lenfadenopati ile kliniğimize başvurdu (Figür 1). Yapılan bronkoskopik ve ince iğne aspirasyon biyopsisi tetkiklerinde tanısal sonuç alınamayan hastaya torakotomi uygulandı. Yaygın yapışıklık olması ve öncelikli olarak tanısal amaçlı cerrahi düşünülmesi nedeniyle sağ alt lob superior segmentteki lezyona kama biyopsisi uygulandı. Postoperatif patolojisi inflamatuar miyofibroblastik tümör olarak raporlanan hasta takibe alındı. Bu lezyonlar inflamatuar olaya sekonder olmaları nedeniyle zaman içerisinde regrese olabilmektedirler. Ancak, değişiklik göstermeyen veya ilerleyerek invazyon gösterebilen lezyonlarda mevcuttur. Bizim olgumuzda lezyon takipler esnasında küçülmüştür. Görüntüleme sistemleri ile inflamatuar miyofibroblastik tümörü bizim olgumuzda olduğu gibi malign tümörlerden ayırt etmek güçtür. İnflamatuar miyofibroblastik tümörlerde tedavi komplet rezeksiyondur. Komplet rezeksiyon sonrası nüks nadirdir. Komplet rezeksiyon uygulanmayan hastalara kemoterapi, radyoterapi, steroid tedavisi verilebilir. Anahtar Kelimeler: İnflamatuar Miyofibroblastik Tümör, Malignite, Regresyon Gossipoboma, vücut içerisinde unutulmuş gazlı bezlerin neden olduğu kitlesel lezyonlara verilen genel bir isimdir. Sıklıkla batın cerrahisi sonrası gözlenir. Biz reflü nedeniyle opere edilmiş hastada insidental saptanan parakardiak gossipoboma olgumuzu sunmayı amaçladık. 50 yaşında bayan hasta çocukluk çağında geçirmiş olduğu tip 2 atrial septal defekt nedeniyle yapılan takiplerinde insidental saptanan parakardiak lezyon nedeniyle kliniğimize başvurdu. Hikayesinde yaklaşık 3 yıl önce laparoskopik Nissen-fundoplikasyonu ameliyatı olan hastada 2. Derece mitral yetmezlik dışında anormal bulgu saptanmadı. Toraks tomografisinde ventrikül komşuluğunda 5X3 cm ebatlarında lezyon tespit edildi (Figür 1). Sol torakotomi uygulanan hastada kitlenin perikarda sıkıca yapışık olduğu saptandı. Künt ve keskin diseksiyonlarla kitle perikarddan ve yapışık olduğu akciğerden ayrıldı. Diseksiyon esnasında lezyonun ayrıca perikardı aşıp myokarda yapışıklık gösterdiği saptandı. Kitle rezeksiyonunu takiben kanama kontrolü yapıldığı esnada incelmiş olan ventrikül duvarından laserasyon gerçekleşti ve her sistol ile toraks içerisine kan geçişinin olduğu gözlendi. Tampon ile hafifçe bastırılarak kontrol altına alınan kanama, plejitli sütür ile primer onarıldı. Ameliyat sonrası ekokardiografi ile kontrolü yapılan hastada intrakardiak trombüs saptanmadı. Hasta kontol muayenesine gelmek üzere taburcu edildi. İki yıldır takip altında bulunan hastada problem saptanmadı. Gossipobomalar vücudun vermiş olduğu yabancı cisim reaksiyonu ile çevreleri fibrinöz bir yapı ile sarılır ve bu esnada çevre dokularda yapışıklık gelişir. Bu yapışıklıklardan diseksiyon esnasında istenmeyen komplikasyonlar gelişebilir. Kalp ve büyük damarlar gibi önemli yapılara komşuluk gösteren yabancı cisimlerin tahliyesi esnasında ilgili yapılarda laserasyon olabileceği akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Gossipoboma, Laserasyon, Ventrikül Şekil 1. Ventrikül komşuluğunda lezyon Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 61 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P161 Uzamış Hava Kaçaklarında Endobronşial Valf (Olgu Sunumu) Sezai Çubuk1, Orhan Yücel1, Ergun Tozkoparan2, Alper Gündoğan2 Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Gata, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Endobronşial valf, bronkoskopik olarak uygulanan ve sıklıkla amfizem hastalığında hacim küçültücü olarak kullanılabilen bir yöntemdir. Biz endobronşial valfi, uzamış hava kaçağı olan von-willebrand hastası bir olgumuzda kullandık. Bu olgu sunumunda endobronşial valf uygulamasının uzamış hava kaçağında da başarılı bir şekilde uygulanabileceğini paylaşmak istedik. 21 yaşında erkek hasta efor dispnesi nedeniyle kliniğimize başvurdu. Yapılan tetkiklerde sol hemitoraksda kavite ve hastada trombositopeni tespit edildi (Figür 1). Alınan hematoloji konsültasyonu sonrası patoloji saptanmayan hastaya kavite tahliyesi ameliyatı uygulandı. Postoperatif erken dönemde hemorajik drenajı olan hasta tekrar ameliyata alındı. İntraoperatif aktif kanama odağı saptanmadı. Postoperatif dönemde eritrosit süspansiyonu ve taze donmuş plazma ile desteklenen hastada drenaj kontrol altına alındı. Hematoloji kliniği ile görüşülen ve ilgili klinikçe ileri tetkik yapılan hastada von-willebrand hastalığı tespit edildi. Postoperatif uzamış hava kaçağı tespit edilen hastaya endobronşial valf uygulandı. Üst loba yerleştirilen 3 adet valf sonrası hasta taburcu edildi. Post operatif üçüncü ayda valfleri çıkarılan hastada hava kaçağının kesildiği gözlendi. Endobronşial valf uygulamaları cerrahi girişimin gerektirmeyen güvenle uygulanabilen bronkoskopik bir girişimdir. Kolay uygulanabilirliği ve güvenli oluşu avantajıyken, yüksek maliyete sahip olması en önemli dezavantajıdır. Uzamış hava kaçaklarında endobronşial valf uygulamasının etkinliğinin tam ortaya konması için daha fazla klinik çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Endobronşial, Hava kaçağı, Valf Göğüs ağrısı şikayetiyle başvuran hastanın toraks tomagrafisinde sağ parakardiyak yerleşimli akciğer parankiminde itilmeye neden olmuş, düzgün sınırlı kitlesel lezyon saptandı. Lezyon mediyastende sağ atrium komşuluğunda anteriorda yaklaşık 50x33 mm boyutlarında ve ortalama 52 HU dansitede idi. Videotorakoskopik cerrahi yapıldı. Tek porttan diseke edilen lezyon en blok çıkarıldı. Radyolojik ayırıcı tanısında bronkojenik kist, perikardiyal kist düşünülmüş olan kitlenin patlojisi tip AB timoma olarak raporlandı. Timomalar çoğunluklu anterior mediyasten yerleşimdir. Atipik yerleşimleri tanı zorluğu oluşturabilir. Videotorakoskopik cerrahinin giderek artan oranda kullanımı, minimal invaziv olarak tanı ve tedavi olanağı sağlamıştır. Anahtar Kelimeler: Timoma, Atipik yerleşimli timoma, tek post videotorakoskopik cerrahi Şekil 1. Kitlenin VATS görüntüsü 1 Şekil 2. Kitlenin VATS görüntüsü 2 P163 Şekil 1. Sol hemitoraks yerleşimli kaviter lezyon P162 Tek port video yardımlı cerrahi ile komplet rezeke edilmiş atipik yerleşimli timoma olgusu Ümit Aydoğmuş, Gökhan Öztürk, Gökhan Yuncu Pamukkale Üniversitesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Denizli Timoma nadir görülen bir tümördür. Sıklıkla anterior mediastende yerleşir. Burada sağ parakardiak alanda yerleşmiş, uniportal videotorakskopik cerrahi ile komplet rezeke edilmiş bir timoma olgusu sunulmuştur. 62 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Pikanın Nadir Komplikasyonu; Taş Aspirasyonu Ve Buna Bağlı Uygulanan Lobektomi Asuman Akın Türker, Leyla Nesrin Acar, Selim Şakir Erkmen Gülhan, Barış Hekimoğlu, Pınar Bıçakcıoğlu Atatatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Ankara Pika, besin olmayan maddelerin yenmesi durumudur. Etyolojisi tam olarak bilinmeyen ve sıklıkla demir eksikliği anemisi ile birlikte görülür. İntestinal obstrüksiyon ve kurşun zehirlenmesi en sık görülen pika komplikasyonlarıdır. Taş aspirasyonu, pikanın nadir görülen komplikasyonudur. Olgu Sunumu: Özgeçmişinde demir eksikliği anemisi ve pika hikâyesi olan 38 yaşındaki bayan hasta taşı kumu ağzına aldıktan sonra gelişen solunum sıkıntısı nedeniyle başvurmuş; fizik muayenesinde sağ akciğerde POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ solunum seslerinin azaldığı görülmüştür. Çekilen postero-anterior akciğer grafisinde patoloji saptanmadı (Resim1). Bu bulgularla hastaya rijid bronkoskopi yapılarak sağ akciğer alt lob bazal segment girişinde yabanci cisim (taş) saptandı ancak segment ağzına saplanmış olduğundan dolayı çıkartılamadı. Genel anestezi altında sağ posterolateral torakotomi ile sağ alt lob bazal segment bronşunda taş dışarıdan palpe edildi, bronkotomi ile çıkarılmaya çalışıldı ancak segment ağzına saplanmış olduğundan dolayı alt lobektomi uygulandı (Şekil 2). Postoperatif takibinde sorunsuz olarak hasta 6. günde taburcu edildi. Hastanın kontrollerinde anemi tedavisi almadığını, ihmal ettiğini ve ara ara kum yeme isteğinin devam ettiğini söylemesi endişe vericidir. Sonuç: Pika, besin olmayan maddelerin yenmesi durumudur. Taş aspirasyonu, pikanın nadir görülen komplikasyonudur. Anahtar Kelimeler: Pika; respiratuar aspirasyon; lobektomi yakınmalar çok değişken olmakla birlikte, substernal bölgede olan ağrı en sık görülen semptomdur. Polikliniğimize göğüs ağrısı ve boğazda tıkanıklık hissi ile başvuran bu olgu göğüs ağrılarının ayırıcı tanısında spontan mediastinumun düşünülmesi gerekliliğini vurgulamak amacıyla sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: spontan, pnömomediastinum Şekil 1. Şekil 1. Hastanın preoperatif akciğer grafisi Şekil 2. Rezeke edilen alt lob ve taşın görünümü Şekil 2. P164 Spontan pnömomediastinum, göğüs ağrısı Aslı Balaban1, Rukiye Metineren1, Mehmet Suat Patlakoğlu2 1 Dumlupınar Üniversitesi, Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kütahya 2 Dumlupınar Üniversitesi, Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Kütahya Pnömomediastinum (PM) mediasten içinde hava bulunmasıdır. Olguların çoğu travmatik nedenlerle oluşmaktadır. Spontan pnömomediastinum (SPM) nadiren semptom verir ve genellikle tesadüfen saptanır. SPM daha çok genç erkeklerde görülür, kendi kendine iyileşme eğilimi gösterir. Klinik Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 63 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P165 P166 Timolipoma ve Tiroid Papiller Mikrokarsinomu Birlikteliği Erkek Memesi Üzerinde Nadir Bir Kitle: Pilomatrikoma Ali Özdil1, Huriye Gülistan Bozdağ1, Alpaslan Çakan1, Ufuk Çağırıcı1, Özer Makay2, Mine Hekimgil3 Bayram Metin1, Sevinç Şahin2, Selda Seçkin2, Yavuz Selim İntepe3, Eylem Yıldırım3, Hasan Doğru1 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İzmir 3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir 1 2 2 Timolipoma, yavaş büyüyen, nadir bir anterior mediasten tümörüdür. Timik tümörlerin %2-9’unu oluşturur. Çoğu asemptomatik olduğundan rutin radyografiler sonucunda insidental olarak saptanır. Çok nadir de olsa myastenia gravis, timoma, aplastik anemi ve Hodgkin hastalığı timolipoma ile birlikte görülebilir. Olgu: Otuz yaşında kadın hastanın nefes darlığı şikayeti nedeni ile yapılan tetkiklerinde anterior medistinal kitle saptanması üzerine kliniğimize refere edilmiş. Öz ve soygeçmişinde özellik olmayan hastanın fizik muayenesi normaldi ve laboratuar tetkiklerinde patolojik bulgu saptanmadı. Olgunun akciğer grafisinde mediastinal genişleme izlenirken toraks bilgisayarlı tomografisi, ön mediastende timus lojunda kardiyak seviyeye kadar devamlılık gösteren konturları demarke edilemeyen mediastinal yağlı dokuda yaygın amorf dansite artışları; tiroid gland sağ lobu hipertrofik, intraglandüler nodül, lobun alt konturunda mediastinal uzanım şeklinde raporlandı (Şekil 1). Genel cerrahi kliniği tarafından değerlendirilen hastaya tiroid bezinin retrosternal uzanım göstermesi nedeniyle tiroidektomi yapılması da önerildi. Bu bulgularla hastaya aynı seansta ilk önce genel cerrahi kliniği tarafından collar insizyonla total tiroidektomi ve sonrasında tarafımızca median sternotomi ile total kitle ekstirpasyonu operasyonları uygulandı (Şekil 2). Postoperatif takibinde sorun izlenmeyen hasta 4. günde eksterne edildi. Patoloji sonucu “timolipoma, tiroidin papiller mikrokarsinomu” olarak raporlandı. Hastaya tiroid karsinomu nedeniyle postoperatif radyoaktif iyot tedavisi uygulandı ve timolipoma açısından takibe alındı. Sonuç: Timolipomanın tanı ve tedavisi için kitlenin total ekstirpayonu gerekmektedir. Cerrahi sonrasında ek tedaviye gerek yoktur ve nüks bildirilmemiştir. Literatürde timolipoma ile timoma, timik karsinom, timik karsinoid, lenfoma ve nöroendokrin tümörlerin birarada izlenebildiği yayınlanmış; ancak timolipoma ile tiroid papiller mikrokarsinomunun birlikteliğine rastlanmamıştır. Anahtar Kelimeler: mediasten cerrahisi, timolipoma, tiroid karsinomu Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi,Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yozgat 3 Giriş: Mikrokalsifikasyonlar iceren iyi sınırlı nodül şeklinde çok az sayıda meme yerleşimli pilomatrikoma vakaları yayınlanmıştır. Biz bu yazımızda, erkek memesi üzerinde, benign bir neoplazm olan bir pilomatrikoma vakasını sunuyoruz. Olgu: 25 yaşında erkek hasta sağ meme üzerinde cilt altında ele gelen kitle lezyon şikayeti ile geldi.Laboratuar tetkikleri normal idi. Fizik muayenesinde sağ meme başının yaklaşık 3 cm üzerinde, cilt altında, üzeri hiperemik, palpasyonla ağrılı kitle lezyon ele geliyordu. Hastanın kitlesi lokal anestezi ile yaklaşık 1 cm’lik insizyonla enükle edilerek total çıkarıldı. Patoloji sonucu pilomatrikoma olarak gelen hasta sorunsuz olarak takip edilmekte. Sonuç: Önceden Malherbe’nin kalsifiye epitelyoması olarak bilinen pilomatrikoma, kıl koklerinin matriks hucrelerinden gelişen derin dermal veya subkutanoz yerleşimli benign bir tümördur. Çocuklarda ve gençlerde daha sık olup %60’ı ilk iki dekatta görülürr. Genellikle baş-boyun bölgesinde yerleşir. Kadınlarda daha sıktır ve kadın erkek oranı 3:2 dir. Literaturde meme lokalizasyonu oldukça nadir olarak bildirilmiştir.Tedavisi lokal eksizyondur. Tam olmayan eksiyonlarda bile lokal nüks çok nadirdir. Biz bu vakamızda, erkek memesi üzerinde bir kitle olarak saptadığımız pilomatrikoma vakasını sunuyoruz. Anahtar Kelimeler: pilomatrikoma, meme, cerrahi tedavi P167 Takayasu arteritli hastada tekrarlayan spontan kot fraktürleri Bayram Metin1, Aylin Okur2, Yurdanur Akyüz2, Halil İbrahim Serin2, Hasan Doğru1 Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Yozgat 1 2 Şekil 1. Retrosternal tiroid dokusu ve timus patolojisine ait BT görüntüleri Şekil 2. Timolipomanın peroperatif görüntüleri 64 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş: Takayasu arteriti daha çok gençlerde gelişen, aorta ve ondan ayrılan dalların öncelikli tutulduğu, damar duvarında granulomatöz inflamasyonla seyreden, kronik seyirli bir büyük damar vaskülitidir. Takayasu tedavisinde sıklıkla kortikosteroidler ve metotreksat, azatioprin gibi geleneksel immünsupresif ilaçlar kullanılmaktadır.Steroidlerin kullanımları sırasında önemli yan etkiler ortaya çıkabilir.Bu yan etkilerden biri osteoporoz gelişimi ve buna bağlı spontan kemik fraktürleridir.Biz burada takayasu arteriti nedeni ile uzun süre steriod kullanımına bağlı gelişen tekrarlayan kot fraktürlü bir olguyu sunuyoruz. Olgu: Son bir haftadır göğsünün sağ yanında şiddetli ağrıları olan 34 yaşında erkek hasta, 10 yılı aşkın süredir takayasu arteriti nedeni ile steroid ve metotreksat tedavileri almış. Son 2 yıldır kontrole gitmeden steroid kullanmaya devam etmiş. Bir yıl öncede yine aynı taraf göğsünde şiddetli ağrıları olmuş ve ağrı kesici tedavilerle geçmiş. Hastanın PAAC grafisinde kırık hattı net görülemedi. Laboratuar değerleri normal idi. Toraks CT’de arkus aorta duvarında ve arkus aortadan çıkan arterlerin proksimal bölümünde milimetrik kalsifik plaklar izlenmiştir. Ayrıca sağ 9. Kotta fraktür lokalizasyonunda kallus oluşumu görülmektedir (eski fraktür). 10. kotta hafif deplase lineer fraktür hattı görülmektedir. Kemik dansitometrisinde kemik mineral yoğunluğu azalmış (osteopenik) olup fraktür riski yüksekti. Hastanın ağrı kontrolü sağlandıktan sonra takayasu yönünden tedavisinin yeniden düzenlenmesi açısından takipte olduğu kliniğe yönlendirildi. Sonuç: Spontan kot fraktürlerinin tedavisi altta yatan etyoloji ile yakından ilişkilidir. Uzun süre steroid alan hastalar mutlaka osteoporoz açısından değerlendirilmelidir. Altı aydan fazla steroid verilmesi düşünülen hastalara mutlaka kemik dansite ölçümü yapılmalıdır.Steroid kullanan hastalara mümkün olan en düşük dozda steroid verilmeli, yeterli kalsiyum ve D vitamini alımı gerekli horman replasmanlarının yapılması gerekir. Anahtar Kelimeler: Takayasu Arteriti,Spontan kot fraktürleri, Streoid tedavisi POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P168 P169 Miyofibroblastik tümörler; Nodüler fasiitis olgu sunumu Mehmet Özgel, Sevinç Yağcı, Duran Yıldız İntraparenkimal yabancı cismin video yardımlı torakoskopi (VATS) ile çıkarılması; Nadir bir endikasyon (Olgu Sunumu) Malatya Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Malatya Gürhan Öz1, Sibel Günay2, Ersin Günay3, Adem Gencer1, Okan Solak1 Nodüler Fasiitis(NF) subkutanöz dokudaki fibroblastların reaktif benign proliferasyonudur ve daha çok derin fasiyada görülür. Bu lezyon hızlı büyüdüğü, zengin hücre içeriği ve mitotik aktivitesi nedeniyle bir sarkom gibi davranır. Subkutanöz pseudofibromatozis veya proliferatif fasiitis olarak da adlandırılır. NF 3.-4. dekatta, erkek ve kadınlarda eşit oranda görülür. Vücudun herhangi bir bölgesinde görülebilmekle beraber üst ekstremite, özellikle de ön kollar en sık tutulan bölgelerdir. Gövde en sık tutulan ikinci bölgedir. Nodül genellikle tek, solid ve palpe edilebilir. Büyüklüğü yaklaşık 2 cm civarındadır. Usg eşliğinde yapılan iğne biyopsisi ile tanı konulabilir. Ağrı yapmıyor ise takip edilebilir veya hem tanı hem de tedavi amaçlı eksizyon yapılabilir. Nüks oranı %1 civarındadır. Nüks eder ise tanı gözden geçirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Soliter nodül, göğüs duvarı Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar Afyon Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Afyonkarahisar Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, GöğüsHastalıkları Anabilim Dalı, Afyonkarahisar 1 2 3 Müslüman nüfusun fazla olduğu ülkelerde başörtüsü iğnesinin yutulması / aspire edilmesi oldukça sık görülmektedir. Aspire edilen yabancı cisim genellikle bronkoskopik yöntemler ile (fleksibl veya rijit) çıkartılmakta, bronkoskopik yöntemlerle çıkartılamayanlarda ise torakotomi uygulanmaktadır. Biz de 21 yaşındaki kazara türban iğnesi aspire eden bir hastayı sunduk. Hasta öncelikle farklı bir merkezde gastroenteroloji kliniğine başvurmuştu. Hastaya akciğer grafisinde diyafragma altında iğne gölgesi olması nedeniyle tekrarlayan (3 kez) başarısız gastroskopi işlemleri uygulanmıştı. Hasta bize başvurduktan sonra, detaylı öykü alınması ve dış merkezde çekilen batın tomografisinin üst kesitlerinin incelenmesiyle iğnenin sol akciğer alt lob parenkiminde lokalize olduğu görüldü. Hastaya fleksible video bronkoskop ile bronkoskopi yapıldı ancak iğnenin periferik lokalizasyonu nedeniyle görüntülenemedi. Hastaya Video-yardımlı-torakoskopi (VATS) uygulanarak iğne çıkarıldı. Bildiğimiz kadarıyla, bu vaka ülkemizde bu yöntemle türban iğnesinin çıkarıldığını gösteren ilk, İngilizce literatürde de 2. vakadır. Bu nedenle bu nadir endikasyonla yapılmış başarılı VATS operasyonunu literatür eşliğinde sunmak istedik. Anahtar Kelimeler: Aspirasyon, yabancı cisim, torakoskopi, türban iğnesi P170 VATS Timotimektomi: Lenfoid stromalı mikronoduler timoma Şekil 1. MRI da coronal kesitin T1 ağırlıklı görüntüsünde Sternum ile birinci kostal bileşkede kitle. Murat Kapdağlı, Salih Duman, Berk Çimenoğlu, Berker Özkan, Adalet Demir, Alper Toker İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul Timomalar ön mediasten yerleşimli paraneoplastik ve otoimmun hatalıklarla beraberliği sık olan lezyonlardır. Lenfoid stromalı mikronoduler timoma ise nadir görülen bir timoma alt tipi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tipteki timomaların genellikle sınırlı neoplastik lezyonlar olup, nüks, metastaz ve tümöre bağlı ölümlere sebep olmayan bening seyir gösterdiği bildirilmiştir. Bu olguda ön mediastende saptanan 3,5 cm lezyonu olan oculofarengeal muskuler distrofinin eşlik ettiği 61 yaşında kadın hastaya torakoskopik timotimektomi uygulandı. Uzun dönem patoloji sonucu lenfoid stromalı mikronoduler timoma olarak raporlandı. Hastanın postop ek tedavi almaksızın takibi uygun görüldü. Sonuç olarak timomaların nadir görülen ottoimmun ve paraneoplastik sendromlamlara birlikte seyrettiği, nadir görülen alt timoma histopatolojik tiplerinin de bu çerçevede yer alabildiği hatırlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Ön Mediasten, Mikronoduler timoma, Torakoskopik timotimektomi TORAKS BT Şekil 2. MRI da axial kesitin T1-2 ağırlıklı görüntüsünde pektoralis majör altında yuvarlak kitle. Şekil 1. Ön mediastende 3,5cm’lik lezyon Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 65 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P171 P173 Katameniyal hemoptizi Hipotansiyona Neden Olan Dev Soliter Fibröz Tümör Mehmet Bilgin, Duygu Kırıcı Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kayseri Nadir gözlenen bir patoloji olan katameniyal hemoptizi intrapulmoner ya da endobronşiyal alanlarda endometriyum dokusunun varlığıyla karakterizedir. Bu yazıda endobronşiyal tutulum ile seyreden katameniyal hemoptizili bir olgu sunulmuştur. Onsekiz yaşındaki hastanın öyküsünde son yedi aydır menstrüel siklus döneminde tekrarlayan hemoptizi epizodları mevcuttu. Hemoptizi masif oluyordu ve hasta birkaç kez bu nedenle acile gelmişti. Hemoptiziler ikinci gün azalıyor ve 3. gün hiç hemoptizi olmuyordu. Hastaya Bronkoskopi dışında ösefagus mide ve duodenum endoskopisi yapıldı. Menstrüel silküsün ilk günü de yapılan bronkoskopide kanama odağı tespit edilemedi. Hastaya gonadotropin-salgılatan hormon analoğu ile östrojen ve progesteron içeren hormon replasman tedavisi başlandı. Tedavi ile tam yanıt alındı. Hastanın tedavi sonrası hiç hemoptizisinin olmaması bize olası tanı olarak katameniyal hemoptiziyi düşündürdü. Anahtar Kelimeler: Katameniyal hemoptizi, endobronşiyal endometriyozis, massive hemoptizi P172 Mehmet Furkan Şahin, Koray Aydoğdu, Funda İncekara, Göktürk Fındık, Sadi Kaya Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Soliter fibröz tümörler plevranın nadir görülen bir patolojisidir ve sıklıkla visseral plevradan köken alırlar. Genellikle benigndirler, ancak olguların %12-37’si malign bir seyre sahip olabilir. Genellikle asemptomatiktir. Kitlenin büyüklüğüne ve lokalizasyonuna bağlı non-spesifik bulgular görülebilir. Yavaş büyüyen bu tümörler hemitoraksı dolduracak boyutlara ulaşabilir. Tanısında görüntüleme yöntemlerinden yararlanılabilir. Preoperatif tanısı oldukça zor olan bu lezyonların kesin tanısı için genellikle kitlenin total olarak çıkarılarak histopatolojik incelenmesi gerekmektedir. Tümörün cerrahi olarak çıkarılması tedavi için yeterli olsa da, ameliyat sonrası nüks riski vardır. Bu sebeple özellikle de malign olanların postoperatif dönemde yakın takip edilmesi önerilir. Biz bu çalışmamızda; dev boyutlara ulaşmasına rağmen asemptomatik seyreden, preoperatif olarak tanısı girişimsel yaklaşımlar ile konulan, intraoperatif olarak hastanın sol dekubit pozisyonuna getirildiği andan itibaren hızla hipotansiyon kliniği gelişmesine neden olan malign soliter fibröz tümör olgumuzu sunduk. Anahtar Kelimeler: Hipotansiyon, malign soliter fibröz tümör Endobronşiyal Lipom: Nadir Bir Olgu Barış Hekimoğlu1, Leyla N. Acar1, Erkmen S.ş. Gülhan1, Pınar Bıçakçıoğlu1, Yetkin Ağaçkıran2, Ali Beyoğlu1 1 Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Kliniği, Ankara 2 Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Ankara Giriş: Endobronşiyal lipom(EL) olguları çok nadir görülürler ve tüm akciğer tümörlerinin %0.1-0.5 ‘ini, benign akciğer tümorlerinin %13’ünü oluştururlar. EL’ler genelde bronş oklüzyonuna neden olduklarında nonspesfik semptomlar ile insidental olarak tanı konabilirler. Astım tedavisine yanıt alınamamış, destrükte akciğer ile prezente olan, malignite ön tanısıyla tetkik edilen hastalarda gerek preoperatif gerekse postoperatif tanı alan EL vakaları literatürde yer almaktadır. Burada plevral efüzyon nedeniyle tetkik edilen ve insidental olarak saptanan nadir bir EL olgusu sunuldu. Olgu: Elli yedi yaşında kadın hasta nefes darlığı şikayetiyle kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede sağ hemitoraksta solunum seslerinin azaldığı tespit edildi. Postero-anterior akciğer grafisinde sağ hemitoraksta plevral efüzyon ile uyumlu bulgular saptanması üzerine toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) çekildi. BT’de sağ hemitoraksta plevral efüzyon, sağ akciğer orta ve alt loblarda hava bronkogramları içeren kollaps- konsolidasyon alanları izlendi. Hastaya sağ hemitorakstan torasentez ve kapalı plevra biyopsisi uygulandı. Etyolojik olarak araştırılan hastaya bronşiyal ağaçta bir patolojinin eşlik edip etmediğinin belirlenmesi amacıyla fiberoptik bronkoskopi uygulandı. Sağ sistem subsegment düzeyine kadar açık izlendi; sol üst lob apikoposterior segment girişinde sarı renkte, vaskülarize endobronşiyal lezyon saptandı, buradan biyopsiler alındı. Patolojik inceleme sonucu matür yağ hücrelerinden oluştuğu ve EL olduğu tespit edildi. Kapalı plevra biyopsi sonucu nonspesifik olarak rapor edildi. İleri tetkik ve tedaviyi kabul etmeyen hasta takibimizden çıktı. Sonuç: EL’ler histolojik olarak benign karakterde olsalar dahi oluşturabilecekleri obstrüksiyon sonucu irreversible destrükte akciğer patolojilerine neden olabileceklerinden dolayı tespitleri halinde endoskopik olarak çıkarılmalılardır. Plevral efüzyonla başvuran hastaları incelerken altta yatan, eşlik eden patolojilerin olabileceği akılda tutulmalı, endobronşiyal sistem mümkünse endoskopik olarak incelenmelidir. Anahtar Kelimeler: Endobronşiyal lipom, bronkoskopi, benign akciğer tümörleri Şekil 1. Soliter fibröz tümörün BT görüntüsü Şekil 2. Soliter fibröz tümörün BT görüntüsü -2 66 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P174 Spinal Kanalda Hava ve Pnomomediastinum Birlikteliği: Olgu Sunumu Kubilay İnan, Funda İncekara, Koray Aydoğdu, Göktürk Fındık, Sadi Kaya Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Spontan pnömomediastinum oldukça nadir görülen klinik bir durumdur. Pnömomediastinum görülme sıklığı 1/7000 ile 1/32000 arasında bildirilmiştir. Klinik görünüm; ani başlayan göğüs ağrısı ile solunum güçlüğü, siyanoz, disfaji, disfoni, cilt altı amfizemi ve muhtemel boyun ve sırt ağrısıdır. Bu olguların tanısında PA akciğer grafisi ve BT yeterlidir. BT pnömomediastinum tanısı için en duyarlı yöntemdir. Mediastende genişleme ile beraber hava kabarcıkları görülmesi tanıyı kesinleştirir. Tedavide, cerrahi müdahale düşünülmeyen hastalar izlemlerinde oral gıda almamalıdır. Bu süreç içinde hastalar günlük fizik muayeneleri yapılarak ve göğüs radyografileri ile izlenirler. İzlemlerde hastaların semptomlarının hızla gerilediği görülür ve klinik olarak stabil seyreden hastalar taburcu edilebilirler. 8 yaşında erkek hasta göğüs ağrısı, nefes darlığı ile acil şartlarda kliniğimize başvurdu. PAAG’de mediastinal amfizem bulguları izlendi.Bir haftalık klinik takibi süresince antibiyotik tedavisi verilen hasta radyolojik olarak da takipte tutulmuştur. Hastanın çekilen toraks bt’sinde mediastinal amfizeme ek olarak foramen medulla spinaliste de hava bulunduğu tespit edilmiştir. Beyin cerrahisi tarafından takip ve antibiyotik tedavisi önerilen hastaya cerrahi girişim düşünülmemiştir. Hastanın 1 haftalık klinik takibinde komplikasyon gelişmemekle birlikte klinik düzelme sağlanıp hastanın taburculuğu planlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Spinal kanalda hava, Pnömomediastinum Tartışma: AKK lar 40-50 yaşlarda pik yapan, cinsiyet ayırımı yapmayan malignitelerdir. Üzereleri mukoza ile kaplı olduğundan dolayı balgam sitolojisi tanıda yer almaz. Küratif tedavi seçeneği uygun hastalarda cerrahidir. Submukozal yayılım ve yüksek lokal nüks nedeni ile pnömonektomi bu hastalarda tercih sebebidir. Ancak bir çok hasta bu seçenekten mahrum olmaktadır ve kabul edilemez cerrahi riskleri olan bu hastalarda RT alternatif tedavidir. Bu seçenekle dahi yavaş büyüyen bu karsinomlarda uzun dönem survi sağlanmaktadır. Biz uygun akciğer AKK hastalarında geniş rezeksiyonun küratif tedavi olduğunu düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Adenoid Kistik Karsinom, Akciğer, Cerrahi P176 Çocukluk Çağı Akciğer Dev İnflamatuvar Miyofibroblastik Tümörü Alper Avcı1, Cemal Özçelik1, Derya Gümürdülü2 Çukurova Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana Çukurova Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana 1 2 Giriş: Akciğer inflamatuvar miyofibroblastik tümör (plasma hücreli granülom)(IMT), 40 yaş altında görülen, çocukluk çağının nadir fakat önemli akciğer tümörlerindendir. Tüm akciğer tümörlerinin 0.7% sini oluşturmaktadır. Cinsiyet ve ırk ayırımı yoktur. Benign olarak kabul edilmesine rağmen lokal invazyon gösteren olgulardan dolayı düşük dereceli malign lezyon olarak da görülmektedir. Patogenezi bilinmemekle beraber otoimmünite veya inflamatuar cevap suçlanmaktadır. Büyük çoğunluğu radyolojik olarak nodül şeklinde iken literatürde 7 cm üstünde olgu sunumu yoktur. Burada dev boyutlu(15x8x5 cm), çocukluk çağı IMT olgumuzu sunmaktayız. Olgu: Dokuz yaş erkek hasta kliniğimize öksürük ve sağ akciğer kitlesi tanıları ile refere edildi. Toraks BT de, 15x8x5 cm lik sağ akciğer kitlesi saptandı. Transtorasik biyopsi ile IMT tanısı kondu. Hastaya sağ torakotomi ile sağ intraperikardial pnömonektomi ve lenf nodu diseksiyonu uygulandı. IMT tanısı doğrulanan hastamızın 6.ay kontrolünde nüks saptanmadı. Tartışma: IMT tedavisi komplet cerrahi rezeksiyondur. Komplet rezeksiyon yapılamayan vakalarda yüksek nüks mevcuttur. Çocukluk çağı IMT lerde rezeksiyon uygulanamayan olgularda steroid tedavisi önerilmektedir. Uygun cerrahi uygulanan hastalarda 5 yıllık sürvi %90’ın üstündedir. Benign kabul edilmesine rağmen nüks ve lokal invazyon riskinden dolayı yakın takip edilmelidir. Bu hastalarda geniş rezeksiyon önermekteyiz. Anahtar Kelimeler: İnflatuvar Miyofibroblastik Tümör, Çocuk, Cerrahi P177 Şekil 1. Spinal kalanda hava Ön Mediyasten’de Fibromatozis Cemal Özçelik1, Alper Avcı1, İsmail Can Karacaoğlu1, Derya Gümürdülü2 P175 Primer Akciğer Adenoid Kistik Karsinom Cemal Özçelik1, Alper Avcı1, Derya Gümürdülü2, Muharrem Özkaya3 Çukurova Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana Çukurova Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana 3 Numune Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana 1 2 Giriş: Adenoid kistik karsinom (silindroma)(AKK), salgı bezlerinden kaynaklı bir malignite olup, nadiren solunum sisteminde görülmektedir. Bu AKK ların da büyük çoğunluğu trakea veya santral ana bronşlardan kaynaklıdır. Periferal pulmoner doku kaynaklı pulmoner AKK lar ise sadece %10 oranında görülmektedir. Periferal lezyonların çoğunun metastaz olduğu bildirilmiştir. Yani, primer akciğer AKK son derece nadir bir malignitedir. Kendisini multıpl pulmoner kitle şekiınde gösteren ve sağ intraperikardial pnömonektomi ile cerrahi tedavisi yapılan hastamızı sunmaktayız. Olgu: Daha önce karsinoid tümör tanısı ile sağ alt lobektomi yapılan 59 yaş erkek hasta kliniğimize KT ve RT e cevap vermeyen sağ akciğerde en büyüğü 5 cm e ulaşan multıpl kitle lezyonu ile başvurdu. Hastaya biyopsi ile AKK tanısı kondu ve sağ intraperikardial pnömonektomi uygulandı. Sorunsuz post operatif period sonrası hasta RT alması amacıyla yönlendirildi. 12 aylık takiplerinde nüks saptanmadı. Çukurova Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana Çukurova Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana 1 2 Giriş: Benign veya malign mezenşimal tümörler tüm mediyasten tümörlerinin ancak %2’sini oluştururlar. Mezenşimal bir tümör olan fibromatozis (desmoid tümör), sıklıkla intraabdominal ve baş-boyun bölgesinde görülmektedir. Mediyastinal fibromatozis ise çok nadirdir ve literatürde birkaç olgu sunumu şeklinde bildirilmiştir. Burada ön mediyastende yerleşik olan fibromatozis olgumuzu sunmaktayız. Olgu: Kırkbeş yaş bayan hasta kliniğimize göğüs ağrısı ile başvurdu. Hastanın toraks BT de ön mediyastende düzgün sınırlı,16x7x7 cm boyutlarında solid kitle saptandı. Hastaya median sternotomi ile ön mediyasten kitle eksizyonu uygulandı. Eksize edilen kitle fibromatozis olarak tanı aldı. 18 aydır takipte olan hastada nüks saptanmadı. Tartışma: Histolojik olarak benign kabul edilen fibromatozis (desmoid tümör), metastaz yapmamasına rağmen lokal olarak agresif davranır ve çevre yumuşak doku ve kemik yapıları infiltre ederek dekstrüksiyon yapar. Cerrahi eksizyon tercih edilen tedavi şeklidir. Lokal nüks sıktır ve bu vakalarda RT alternatif tedavi seçeneğidir. Temiz cerrahi sınırlar ile eksize edilen fibromatozislerde 5 yıllık sürvi %95 civarındadır. Mediyasten kitlelerinin ayırıcı tanısında fibromatozisin düşünülmesi ve kitlenin lokal agresif karakterinden dolayı cerrahi eksizyonun geniş sınırlar ile yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Fibromatozis, Mediyasten, Cerrahi Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 67 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P178 Spontan pnömotoraks ve Marfan sendromu Deniz Doğan1, Ömer Alan2, Mehmet Aydoğan3, Alper Gündoğan1, Nesrin Çandır1, Cantürk Taşçı1 rahi gerektirebilecek bir vaka olmasına rağmen konservatif tedavi edilmesi nedeniyle sunuyoruz. Anahtar Kelimeler: trakeobronşial rüptür, travma, konservatif Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Ankara Mevki Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara 3 Isparta Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Isparta P180 Olgu: 24 yaşında erkek hasta; nefes darlığı şikayeti ile başvurdu. Olgunun hikayesinde bir süre önce sağ spontan pnömotoraks tanısı ile bir sağlık kuruluşuna başvuru yaptığı ve tüp torakostomi tedavisi uygulandığı öğrenildi. Olgunun fizik muayenesinde sağ hemitoraskta bir adet tüp torakostomi skarı mevcut olup dinlemekle her iki hemitoraskta normal solunum sesleri saptandı. Bunun yanında el parmaklarında araknodaktili ve damak yapısının hafif yüksek olduğu gözlemlendi. Hastanın spontan pnömotoraks öyküsü de olması nedeni ile etyolojiye yönelik tetkikleri planlandı. Olgunun çekilen waters grafisinde damak yapısının hafif yüksek olduğu gözlemlendi (Şekil 1). PA akciğer grafisinde belirgin patoloji saptanmayan olguya geçirilmiş pnömotoraks hikayesi nedeni ile Torask YRBT (yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi) tetkiki yapıldı. Toraks YRBT’de herhangi bir patoloji saptanmadı (Şekil 2). Spirometrik inceleme normaldi (FEV1: %82 (4.83l), FVC:%86 (5.78l), FEV1/FVC:79.4, FEF25-75: %73 (3.85l)). Yapılan genetik tetkikler sonucunda olguya marfan sendromu tanısı konuldu. Sonuç: Marfan sendromu major olarak iskelet sistemini, kardiyovasküler sistemi ve gözü tutan herediter bir hastalıktır. Literatürde de görüldüğü gibi marfan sendromlu olguların yaklaşık %4-15’inde bül-blep formasyonu gelişebilmektedir. Olgumuzda geçirilmiş pnömotoraks hikayesi olmasına karşın yapılan ileri radyolojik değerlendirmede herhangi bir patoloji saptanmamıştır. Marfan sendromunun tanısı inspeksiyon bulgularının ön planda yer aldığı ardından yapılan ileri tanısal tetkiklerle konulabilmektedir. Olgumuzu tanıya götüren durum ise spontan pnömotoraks geçirmiş olmasıdır. Marfan sendromu ve spontan pnömotoraks birlikteliğini bu olgumuzla sunmaya çalıştık. Anahtar Kelimeler: Spontan pnömotoraks, Marfan sendromu, Tüp torakostomi Alper Avcı1, Cemal Özçelik1, Derya Gümürdülü2 1 2 Trakeal Ekstramedüller Plasmositom Çukurova Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Adana 1 Çukurova Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana 2 Giriş: Ekstrameduller Plasmositom (EMP) kemik iliği dışında oluşan ve nadir görülen bir malignitedir. Plasmositomlar, plasma hücrelerinin uniform proliferasyonu ile oluşurlar. EMP ise tüm plasmositomların ancak %8 olarak görülmektedir. EMP nin en sık yerleştiği yumuşak dokular ise üst sindirim-hava yollarıdır. Trakeal tümörler tüm solunum yolları tümörlerinin ancak %2 sini oluştururken, EMP de bu trakeal tümörlerin sadece %3 den sorumludur. Bu bildiri ile trakeal EMP tanılı bir hastamızı sunmaktayız. Olgu: 51 yaş-bayan hasta nefes darlığı ve öksürük şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Çekilen Toraks BT de toraks giriş düzeyinden itibaren başlayan ve trakea lümenini sağ-ön kısımdan aşırı daraltan, 3 cm lik kitle lezyonu saptandı. Bronkoskopik korelasyon sonrası hastaya median sternotomi ile parsiyel trakeal eksizyon ve trakeoplasti uygulandı. Kitle histopatolojisi EMP olarak geldi. Hasta sonrasında RT alması amacıyla yönlendirildi. 6. Ay kontrolünde nükse rastlanmadı. Tartışma: Trakea tümörleri nadir görülmektedir. En sık olarak skuamöz hücreli karsinom ve adenoid kistik karsinom görülmektedir. Trakeal EMP ise çok nadir görülmektedir. En sık olarak 50-60 yaşlarında, erkeklerde daha sık ve hava yolu tıkanıklığı semptomları ile kendini göstermektedir. Toraks BT; lezyonun boyutu, lokalizasyonu ve tedavi alternatiflerinin değerlendirilmesinde önemli bir tetkikdir. Nadir olduğundan dolayı önerilen net bir tedavi şeması yoktur. Cerrahi ve RT tek başına veya kombine halde en sık kullanılan tedavilerdir. Lokal nüks veya yayılım sınırlı yayınlarda %30 civarında bildirilmiştir. Trakeal tümör vakalarında ayırıcı tanılar arasında EMP ninde düşünülmesi gerektiğini, cerrahi öncesi veya sonrası RT açısından konsülte edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Ekstramedüller plazmositom, Trakea, Cerrahi Trakeal lezyon P179 Konservatif Tedavi Edilen Trakeal Rüptür; Olgu Sunumu Murat Kuru, Sami Ceran, Burhan Apilioğulları Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Trakeobronşial rüptürler oldukça nadir görülmekle birlikte hayatı tehdit eden durumlardır. Trakeobronşial yaralanmaların oluşum mekanizmalarında künt travmalar, penetran ve iyatrojenik yaralanmalar rol oynamaktadır. Trakea rüptürlerinde seçilmiş olgularda konservatif tedavi yapılabilmekle birlikte genel kabul gören yaklaşım cerrahi tedavidir. 2 cm’ye kadar olan yırtıklarda konservatif tedavi, 4 cm’yi aşan yırtıklarda ise cerrahi onarım önerilmektedir. Laserasyonun derinliği de önemlidir. Yüzeyel yırtıklar konservatif tedavi ile iyileştirilebilirken tüm duvarı tutan yırtıklar ancak cerrahi onarımla iyileştirilebilir. Biz, künt travma sonrası trakea posterior duvarda yaklaşık 5 cm’lik laserasyon gelişen, genel durumu iyi olması nedeniyle konservatif tedavi edilen olgumuzu sunuyoruz. 19 yaşında erkek hasta ağaç nakliyatı sırasında iki ağaç kütüğü arasına sıkışması üzerine başvurduğu dış merkezde yapılan fiberoptik bronkoskopi sonucunda trakea orta bölümünden başlayan ve sağ ana bronş ayrımına kadar devam eden posterior yüzde 5 cm’lik laserasyon tespit edilmesi üzerine kliniğimize yönlendirilmiş. Fizik muayenesinde genel durumu ortaiyi,şuuru açık ve koopere olmakla birlikte palpasyonla minimal servikal ciltaltı amfizem olup oskültasyonda bilateral akciğerler doğaldı. WBC:13,2 olan hastanın diğer kan tetkikleri normaldi. Oral alımı kesilen hastanın ürografinli özofagografisinde kaçak saptanmadı, moksifloksasin ve metronidazol ile mediastinit profilaksisi başlanıldı. Parenteral beslenme devam eden hastanın 5.gün oral alımı başlanıldı. Takiplerinde ciltaltı amfizeminde azalma olan, ateş vb. komplikasyonlar gelişmeyen hasta 10. gün sorunsuz şekilde taburcu edildi. Hastanın 1 ay sonra yapılan kontrol bronkoskopisinde trakeada stenoz oluşturmayan vertikal granülasyon dokusu izlendi. Travma sonrası 6 aylık takibinde semptomsuz izlenmekte olan hastayı cer- 68 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 1. Lezyon trakeayı anterolateral tıkamakta: BT P181 Endobronşial Nadir Bir Yabancı Cisim: Diş Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Konya Trakeobronşiyal sisteme yabancı cisim aspirasyonu,çocukluk döneminde ortaya çıkan (en sık 1-3 yaş) ve ölümcül kazalar arasında %7 oranında olduğu belirtilmiştir. Tedavi edilmediği takdirde morbidite ve hatta mor- POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ taliteyle sonuçlanabilmektedir. Ciddi komplikasyonları önlemek açısından erken tanı ve tedavi çok önemlidir. Tanıda en önemlisi aile anamnezi olup, yabancı cisim aspirasyonundan şüphenilmesi rijit bronkoskopi endikasyonudur. Sıklıkla ayçiçek, fındık, fıstık, oyuncak parçaları aspire edilirken, diş aspirasyonu nadir görülen bir yabancı cisim aspirasyonudur. Olgu: sekiz yaşında kız,çıkmak üzere olan süt dişini annesinin çıkarmaya çalışması esnasında elinden düşürmesi nedeni ile aspire etmiş. Başvurduğu klinikte alınan PA-AC grafisinde sağ ana bronş içerisinde kalsifik yabancı cisim ve Toraks BT’de sağda ara bronş lümeni içinde yaklaşık 10 mm ebatlı metalik artefarkta neden olan hiperdens yabancı cisim görülmesi üzerine kliniğimize yönlendirildi. Aynı gün rijit bronkoskopi yapıldı ve sağ ana bronşu tama yakın tıkayan diş çıkarıldı. Ertesi gün komplikasyonsuz taburcu edildi. Yabancı cisim aspirasyonu klinik olarak tekrarlayan pnömonilerden, akciğer absesi, akut respiratuar distres, kronik ve irrevesibl akciğer hasarı ile hatta hava yolunun tam obstrüksiyonu neticesinde ölüme neden olabilirler. Özellikle infantlarda ve küçük çocuklarda havayollarının çapı dar olduğundan risk artmaktadır. Tedavisi rijid bronkoskopidir. Anahtar Kelimeler: yabancı cisim aspirasyonu, rijit bronkoskopi, diş nan ve kapsülünde kontrast tutulumu gözlenen yaklaşık 9x8 cm ebadında kistik lezyon, distalde dalağa kadar uzanım göstermektedir. Toraks MR’de sol akciğerde yaklaşık 9x8,5x8 cm ebadında kapsülü bulunan T1 ve T2 ağırlıklı sekanslarda hiperintens proteinöz içerikli olduğu düşünülen kistik lezyon izlendi. Sol lateral torakotomi yapıldığında kistik lezyonun akciğer ya da toraks duvarı ile ilişkili olmadığı,ince duvar kalınlığı olduğu görüldü. Kist, açılıp seröz sıvı aspire edildiğinde lezyonun diyaframdan kaynaklandığı ve batın ile iştirakli olmadığı tespit edildi. Kist total eksize edilerek diyafragmaya plikasyon yapıldı. Patoloji sonucu, basit kist (mezotel hücreleri ile döşeli) olarak rapor edildi. Kistik lezyonlar edinsel veya konjenital olabilir. Konjenital kistler içinde, histolojik olarak benzer özellikler gösteren, bronkojenik kistler veya sekestrasyon kistleri ve teratoid kistler sayılabilir. Olgumuzu infantta, dev boyutlarda nadir görülmesi nedeni ile sunmayı uygun gördük. Anahtar Kelimeler: diyafram, infant, dev kist P184 Primer plevral hidatik kist: Olgu sunumu P182 Morgagni ve Hiatus Hernisi Birlikteliği Atalay Şahin, Abdullah Böyük, Ahmet Erbey, Menduh Oruç, Ahmet Sızlanan Dicle Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır Morgagni hernisi son derece nadir görülen bir patoloji olup, ileri yaşta görülmesi daha da nadir bir durumdur. Erişkin yaşta asemtomatik seyreden Morgagni hernisi ileri yaşta semptomatik hale dönebilir. Ciddi solunum sıkıntısı, disfaji ve dispepsi şikayeti ile başvuran 75 yaşındaki kadında hiatal herni ile beraber tesbit edilen Morgagni hernisi tesbit edildi. Laparotomi ile tedavi edilen hastada omentumun tamamen toraksa geçtiğini görüldü. Ender görülmesine rağmen, onarılmadığı zaman morbid seyredebilecek bu durumu sunuyoruz. Anahtar Kelimeler: Morgagni, hiatal, heni Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Hidatik kist hastalığı özellikle Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz ülkelerinin ve bazı diğer dünya ülkelerinin sağlık problemidir. Hidatik kist, primer inokülasyon ile en sık karaciğer ve akciğeri tutar. Çoğunlukla parankimal hidatik kistin rüptürü sonucu mediasten, perikard,plevra ve göğüs duvarına inoküle olurlar. Semptomları çok çeşitli olmasına rağmen,hastaların %30’u asemptomatiktir. Plevranın primer hidatik kisti nadir görülmesi nedeni ile olgumuzu sunıyoruz. Olgu: 43 yaşında bayan,sırt ağrısı ile başvurduğu klinikte alınan toraks BT’de sol hemitoraks orta ve alt zonda plevral tabanlı periferi yoğun kalsifiye en büyüğü 5x3,5 cm ebatlı nodüler lezyonlar izlendi. Toraks MR’da sol akciğer alt lobda lateralde plevrada lokalize iki ayrı odak şeklinde kalsifikasyon içeren kitle, ayrıca daha alt lob düzeyinde göğüs lateral duvarını dolduran ve parankime doğru büyüme gösteren lobüle konturlu duvarında kalsifikasyon bulunan kistik lezyon tespit edilmesi üzerine opere edildi. Sol torakotomide hidatik kist lezyonlarının parietal plevra ile visceral plevra arasında lokalize olduğu, visceral plevraya sıkıca tutunduğu, eksize edildiğinde parankimle bağlantısı olmadığı tespit edildi. Patoloji sonucu hidatik kist olarak rapor edildi. Postop dördüncü gün komplikasyonsuz taburcu edildi. Plevral hidatik kist hastalığı primer ve sekonder olarak sınıflandırılabilir. Rapor edilen plevral hidatik kistlerin büyük çoğunluğu kistin plevral aralığa perforasyonu ve trans diyafragmatik geçiş sonucu gelişen kistlerdir. Primer plevral hidatik kistler sekonder plevral hidatik kistlerden daha nadir görülür. Anahtar Kelimeler: hidatik kist, plevra, göğüs cerrahisi P185 Şekil 1. Preoperatif toraks tomografisi Torakotomi kesisi yapan toraks travmaları: İki olgu sunumu Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok P183 İnfantta Diyaframın Dev Basit Kisti: Olgu sunumu Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Diyafram yunanca “aradaki çit” anlamına gelmektedir.İki kubbe şeklinde, abdomen ve toraksı birbirinden ayıran kas ve aponörozdan oluşan anatomik bir yapıdır. İnsan vücudunda kalpten sonra gelen en önemli kas olup fonksiyonel olarak vücudun en güçlü ikinci çizgili kasıdır. Olgu: Bir yaşında erkek infant, öksürük,balgam çıkarma ve nefes darlığı şikayeti ile başvurduğu çocuk göğüs hastalıkları kliniğinde alınan akciğer grafisinde sol hemitoraksta düzgün sınırlı konsolide alan tespit edilmesi üzerine kliniğimize yönlendirildi. Toraks BT’de sol akciğerde kapsülü bulu- Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Penetran toraks travmaları hastanın hayatını tehdit eden ve acil müdahale gerektiren göğüs cerrahisi acillerindendir. Toraks yaralanmaları basit cilt kesisinden akciğeri de içine alabilecek kadar büyüklüğe ulaşabilir. Yaralanmanın büyüklüğüne göre tedavi tüp torakostomi veya acil torakotomi ile sonuçlanabilir. Penetran göğüs travmalarının çoğu ateşli silah veya bıçak yaralanması sonucu meydana gelir. Biri büyükbaş hayvan saldırısı diğeri kesici delici alet yaralanması sonucu acil servise başvuran iki hastayı, yaralanmalarının tasadüfen torakomi insizyonu oluşturması ve ek insizyon gerektirmeden tedavi edildiklerinden sunduk. Olgu 1: Altı yaşında erkek hasta,büyük baş hayvan saldırısında boynuz darbesi ile sol hemitoraksta 8. interkostal aralıkta yaklaşık altı cmlik toraksa nafiz kesi(torakotomi) oluşturduğu görüldü ve acil opere edildi. Sadece insizyona ekartör yerleştirilerek eksplorasyon sağlandı. Diyafram anterior- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 69 POSTER SUNUMLARI dan yaklaşık iki cm, akciğer parankimindeki iki cm laserasyon primer tamir edildi. Postop beşinci gün komplikasyonsuz taburcu edildi. Olgu 2: 24 yaşında erkek, delici kesici alet yaralanmasına bağlı acil serviste değerlendirildi. Sol yedinci interkostal aralıkta beş cm toraksa nafiz torakotomi kesisine uygun yaralanması olması üzerine acil opere edildi. Kesi, torakotomi kesisi ile uyumlu olduğundan ek insizyon gerektirmeden eksplorasyon yapıldı. Parankimdeki yaklaşık iki cm laserayon primer tamir edildi. Hasta postop üçüncü gün komplikasyonsuz taburcu edildi. Penetran toraks travmalarında mortalite, künt toraks travmalarına göre daha düşüktür. Delici kesici alet yaralanmalarının tedavisinde tüp torakostomi genellikle yeterli olmasına karşın, vakaların %20-30’unda acil torakotomi gerekir. Olguların çoğu ateşli silah ve kesici delici alet yaralanmasına bağlı olmasına rağmen bir vakamızın nadir bir yaralanma olması ve özellikle iki olgununda yaralanma şeklinin torakotomi insizyonu olması nedeni ile sunmayı uygun gördük. Anahtar Kelimeler: toraks travması, torakotomi, göğüs cerrahisi P186 Toraks travması sonrası gelişen Ogilvie Sendromu Mustafa Gültekin1, Atilla Can1, Tamer Altınok1, Murat Çakır2 1 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Konya 2 Ogilvie sendromu ya da diğer adıyla akut kolonik psödoobstrüksiyon; organik obstrüksiyon olmaksızın kolonun aşırı derecede dilatasyonu ile obstrüksiyon bulguları oluşturan sendromdur. İlk kez 1948 yılında Ogilvie tarafından tarif edilmiştir. Bu sendrom nadir görülür ve anamnezinde majör bir travma veya operasyon öyküsüvardır. Hastalığın spesifik tedavisi konservatif yaklaşım ve kolonoskopik dekompresyondur. Toraks travması neticesinde nadir görülmesi nedeni ile vakamızı sunduk. Olgu: 45 yaşında erkek hasta,araç içi trafik kazası sonrası multpl kot frakturu ve sağ hemopnömotoraks nedeni ile acil tüp torakostomi sonrası tedavisi başlandı. Erken dönemde mobilize edildi. Üçüncü gün gaz gaita çıkışı duran hastanın oral gıda alımı kesildi ve Batın BT alındı. Tüm kolonda aşırı dilatasyon mevcuttu. Genel cerrahi kliniğinde hastaya kolonoskopik dekompresyon yapıldı ve Ogilvie Sendromu tanısı konuldu. motilite düzenleyici tedavi eklendi. Takiplerinde komplikasyon gelişmeyen hasta on beşinci gün taburcu edildi. Ogilvie sendromu, tanı ve tedavisindeki güçlükleri ile birlikte önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Kolonda iskemi ve perforasyon Ogilvie sendromununda görülen en ciddi komplikasyondur. Spontan perforasyon hastaların %3-15’inde bildirilmiştir. Çoğu hastada kolonoskopik dekompresyonla şikayetler gerilemektedir. Cerrahi girişim peritoneal irritasyon bulgularına sahip ve kolonik dekompresyondan fayda görmeyen hastalarda diğer tedavi yöntemidir. Anahtar Kelimeler: toraks travması, kolon psodoobstruksiyonu, Ogilvie Sendromu TÜRK TORAKS DERNEĞİ 49 yaşında erkek,yaygın ciltaltı amfizemi,solunum sıkıntısıyla kliniğimize yönlendirildi. Hastada bilateral pnömotoraks tespit edilmesi üzerine bilateral göğüs tüpü uygulandı. Toraks BT’de pnömomediastinum saptanan hastanın Romatoid Artriti mevcuttu. Sağ 6-7 kotlarda fraktürü olan hastanın yaygın akciğer spazmı vardı. Göğüs tüpünden, bronkodilatatör tedaviden fayda gören hasta, klinik ve radyolojik olarak düzelmesi üzerine drenleri alınarak taburcu edildi. Pnömomediastinumda PA-AC grafisinde solda kalp ile mediastinal plevra arasında hava sütunu hattı tipiktir.BT ile kesin tanı konur. Olgumuzda yaygın ciltaltı amfizemi PA-AC grafisinin değerlendirmesini zorlaştırmıştır. Bu yüzden tanı BT ile konmuştur. Biz hastamızda toraks travması neticesinde alveoler rüptür ve pnömotoraks geliştiğini, pnömotoraksın da mediastinal plevrayı bilateral etkilemesiyle pnömomediastinuma ve karşı akciğerde pnömotoraksa neden olduğunu düşünüyoruz. Pnömomediastinumun tedavisinin temeli altta yatan nedene dayanmaktadır. Eğer ana bronşial sistem, akiğer parankimden major hava kaçağı, özofagus rüptürü gibi bir problem tespit edilmemişse, tedavide çoğunlukla koruyucu ve destek amaçlı tedavi yeterlidir. Ciddi komplikasyonlar için mediastinal iğne aspirasyonu,servikal mediastinotomi gibi cerrahi yöntemler kullanılabilir. Sonuçta pnömomediastinum, spontan veya travma sonucu oluşabilir. Kliniği oldukça değişkenlilk gösterir. Komplikasyon gelişirse morbidite ve mortalitesi yüksek bir klinik durum olabilir. Pnömotoraksın pnömomediastinuma eşlik edebileceği ve bilateral pnömotoraks durumunda hastanın hayatının riske girebileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Pnömotoraks, Pnömomediastinum, travma Şekil 1. akciğer grafisi P187 Bilateral Pnömotoraksın Eşlik Ettiği Travmatik Pnömomediastinum: Olgu Sunumu Burhan Apilioğulları, Murat Kuru, Sami Ceran Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Mediastende hava bulunması ‘’Pnömomediastinum’’ olarak tanımlanmaktadır. Pnömomediastinum görülme sıklığı 1/32000 ila 1/7000 arasındadır. Bu tablo kendiliğinden oluşabileceği gibi, travmatik olarak da oluşabilmektedir. Kendiliğinden oluşan ve spontan pnömomediastinum olarak da ifade edilir ve nadir görülür. Genellikle genç erkeklerde görülürken, travmatik pnömomediastinum; toraks travmaları ve servikal travmalar sonucunda herkesde gelişebilir. Göğüs ağrısı, yutma güçlüğü, pnömotoraksın eşlik ettiği vakalarda solunum sıkıntısı görülebilir. Biz, travma neticesinde bilateral pnömotoraks, yaygın ciltaltı amfizemi nedeniyle kliniğimize yönlendirilen,sonrasında pnömmediastinum tespit edilen hastayı sunuyoruz. 70 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. toraks BT POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P188 Toraks Yaralanmasını takiben Spontan Ekspektore edilen Kurşun,Nadir Vaka Sunumu H Volkan Kara1, N Onur Ermerak1, Çagatay Çimşit2, Pelin Çorman Dinçer3, Çağatay Çetinkaya1, Bedrettin Yıldızeli1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul 3 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş: Toraks nafiz ateşli silah silah yaralanmalarında vücuda giren kurşunun tahmin edilemeyen hareket ve davranış şekilleri olabilir. Hiç beklenmedik bir davranış şekli sergileyen toraks nafiz bir kurşunlanma olgusunu sıradışı hikayesi ve öğretici görüntüleriyle sunuyoruz Olgu: 39 yaşında bayan sağ göğüs kafesinden kurşunlanma hikayesiyle acil servisimize getirildi. Hasta olayın hemen ardından metalik bir yabancı cismin kuvvetli bir öksürükle ağzından çıktığını ifade etti. Fizik muayenesinde sağ hemitoraksta kurşun giriş yeri izlendi fakat kurşun çıkış deliği tespit edilemedi. Bilgisayarlı tomografide sağ hemopnömotoraks tespit edildi vücut içinde metalik yabancı cisim görülmedi. Göğüs tüpü yerleştirmemize rağmen hastada massif hava kaçagı devam etti ve akciğer ekspanse olmadı. Yapılan fiberoptik bronkoskopide belirgin patoloji tespit edilmedi. Hastaya sağ lateral torakotomi uygulandı. Mediastinal plevrada trakeanın kıkırdak ve membranoz kısmının birleşim alanında trakeaya uzanan lasere olmuş alan tespit edildi bu alanı primer olarak onarıldı. Bu alandan kurşunun trakea içine geçip ağızdan atılması süreci açıklanmış oldu. Hastanın post operatif takipleri sorunsuz seyretti 5. Günde taburcu oldu. Hastanın bu hikayesi aile tarafından medyaya taşındığı için kurşunun ekspektore edilmesi mekanizma olarak tartışma konusu oldu. Tartışma: Bu olgu toraks nafiz bir yaralanmanın hemen akabinde spontan olarak kurşunun ekspektore edildiği bildirilen muhtemel ilk vakadır. Kurşun çıkış deliğinin olmaması cerrahı kurşunun vücudda kaldığı yada bu vakadaki gibi nadirde olsa doğal lümenlerden vücudu terk ettiğini düşündürmelidir. Anahtar Kelimeler: Spontan Ekspektore, Kurşun, Yaralanma P189 Toraksa nafiz olmayan iş kazası: Olgu sunumu Mustafa Gültekin, Atilla Can, Tamer Altınok Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anbilim Dalı, Konya Penetran toraks travmaları künt toraks travmalarına göre daha az görülür. En sık sebepleri delici kesici alet yaralanmaları,ateşli silah yaralanmaları,daha az sıklıkla trafik kazaları, yüksekten düşme ve hayvan ısırmaları sayılabilir. Delici kesici alet yaralanmaları tüm toraks travmalarının %37’sini oluştururken ateşli silah yaralanmaları %5’ini oluşturmaktadır. Olgumuzu yüksekten düşme nedeni ile maruz kaldığı toraksa nafiz olmayan delici kesici alet yaralanması nedeniyle sunuyoruz. Olgu: 28 yaşında erkek hasta,inşaat alanında yaklaşık dört metre yükseklikten zemine düştüğü esnada elindeki yaklaşık 1.5 metrelik inşaat demiri sağ göğsüne saplanması üzerine cisim çıkarılmadan acil servise getirilmiş. Sağ hemitoraks sekizinci interkostal aralık ön aksiller hat hizasından toraks içine doğru yönlenmiş ve palpasyonda skapula altında ucu manupile edilen cisim (inşaat demiri) mevcuttu. Akciğer grafisinde pnömotoraks ve hemotoraks görülmedi. Delici kesici cismin toraks duvarında kas tabakaları arasında seyrettiği görüldü. Cisim büyük olduğundan tomografi cihazına hasta alınamadı. Acil operasyon şartları ayarlanıp sedasyon altında yabancı cisim çekildi. Aktif kanama olmaması üzerine Toraks BT alındı. Kot fraktürü,hemotoraks ve pnömotoraks görülmedi. Kas planları içinde hematom ve amfizem mevcuttu. Yaralanma alanı içine hemovak dren konularak tedavisi tamamlandıktan sonra komplikasyonsuz altıncı gün taburcu edildi. Penetran toraks travmaları, künt toraks travmalarından sonra hayatı tehdit eden ciddi toraks acillerindendir. Tedavisi,bizim olgumuzda olduğu gibi konservatif tedavi, tüp torakostomi hatta acil torakotomi gerektirebilen yaralanmalardır. Anahtar Kelimeler: toraksa nafiz olmayan yaralanma, iş kazası, göğüs cerrahisi Şekil 1. Sağ hemitoraksa inşaat demiri saplanmış hasta P190 Kardiyak Tamponadla Seyreden, Vena Kava Süperior Yokluğuna Sekonder Gelişen Nadir Bir Şiloperikardium Olgusu Hakkı Ulutaş, Muhammet Reha Çelik, Akın Kuzucu İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Turgut Özal Tıp Merkezi Göğüs Cerrahisi, Malatya Şilöz sıvının toraks ve perikarda birikmesi, sırasıyla şilotoraks ve şiloperikardium olarak adlandırılır. Şiloperikardium konjenital veya edinsel olabilir. Altta yatan hastalığın belirlenemediği durumlarda idiopatik şiloperikardiumdan bahsedilir. Oldukça nadir görülen Vena cava süperior (VCS), yokluğu nedeniyle gelişmiş bir şilotoraks/şiloperikardium olgusu sunuldu. Nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı şikayeti ile başvuran 20 yaşında erkek hastanın çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde (TBT) bilateral plevral efüzyon ve perikardiyal efüzyon saptandı. Acil şartlarda hastaya tüp torakostomisi uygulandı ve perikardiyal kateter takıldı. Alınan sıvı örneklerinde trigliserit ve kolesterol seviyeleri sırasıyla 403mg/dl ve 51 mg/ dl olarak ölçüldü. Total parenteral beslenmeye geçilmiş olmasına rağmen günlük göğüs tüpü drenajı 500 cc üzerinde seyreden hastaya video yardımlı torakoskopi (VATS) ile perikardiyal pencere açıldı, plevra ve perikarddan biyopsiler alındı. Postoperatif 7. gün drenajı şilöz vasıfta devam eden hastaya somotastatin analoğu (5 µg/kg/saat) başlanıldı. Üç hafta devam eden kombine tedavi ile başarı sağlanamaması üzerine duktus torasikus sağ mini torakotomi ile bağlandı. Plevra ve perikarddan alınan biyopsilerin patolojik incelemesi kronik plöritik ve fibrotik değişiklikler olarak rapor edildi. Her iki hemitoraksda şilöz drenaj kesilmiş olmasına rağmen sol hemitoraksda drenajın seröz vasıfta ve günlük 1000 cc olarak devam ettiği gözlendi. Bilgisayarlı tomografi ile çekilen anjiografisinde vena cava superiorun bulunmadığı görüldü. Hasta yakınları ve kendi isteği ile tedavisinin devamı için GATA asker hastanesine sevk edildi. Altta yatan başka hastalık olmaksızın, VCS yokluğundan kaynaklanan şiloperikardium literatürde oldukça nadir rastlanan bir durumdur. Bu vaka şiloperikardium olası tanıları arasında VCS yokluğunun akılda bulundurulması gerektirdiğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Şiloperikardium, vena cava superior yokluğu, kardiyak tamponad P191 Tesadüfen Tanı Konulan İntratorasik İğne Olgusu Ahmet Sızlanan, Serdar Onat, Serdar Monis, Ali Bırak, Refik Ülkü Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır Olgu: 55 yaşında kadın hasta solunum sıkıntısı nedeniyle dış merkeze başvurmuş. Astım nedeniyle takip edilen hastaya çekilen P-A akciğer grafisinde sağ akciğerde iğne saptanması nedeniyle bronş yabancı cisim ön tanısıyla kliniğimize sevk edildi. Yabancı cisim anamnezi yoktu. Çekilen Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 71 POSTER SUNUMLARI lateral grafide yabancı cisimlerin birden fazla plevral aralıkta ve ekstratorasik parçalarının olduğu görüldü. Anamnazde vücuduna batan herhangi bir yabancı cismi hatırlamadığını beyan etti. Bilgisayarlı tomografi ile teyit eildikten sonra genel anestezi altında skopi yardımıyla ekstratorasik kısmı ve videotorakoskop yardımıyla plevral aralıktaki parçalar çıkarıldı. Sonuç: Grafilerde tesadüfen görülen yabancı cisimler sorgulanmalı gerektiğinde şüpheli giyecekler çıkarıldıktan sonra grafiler tekrarlanmalı. Anahtar Kelimeler: yabancı cisim, videotorakoskopi, akciğer grafisi P192 Travmatik Diyafragma Rüptürü ve Mide Herniasyonu Olgusu Sedat Koçal1, Kerem Karaarslan1, Tülin Durgun Yetim1, Ibrahim Yetim2 Mustafa Kemal Üniversitesi, Gögüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Hatay 1 2 Diyafragma yaralanmaları künt ve penetre torakoabdominal travmalarda az görülmekle birlikte tanı aşamasında ciddi zorluklarla karşılaşılan yaralanmalardır. Erken veya gecikmiş nitelikte olabilirler. Çoğunlukla olay abdominal organların toraksa herniasyonu ile sonuçlanır. Cerrahide amaç organları anatomik pozisyonlarına çekmek ve diyafragmayı primer veya bir greft ile onarmaktır. Bizim olgumuz 31 yaşında erkek hasta 3 ay önce Suriye’deki savaş sırasında ateşli silah yaralanmasına maruz kalmış ve acil loparotomi geçirmiş. Kliniğimize nefes darlığı ile başvurdu ve hastada gastrointestinal şikayetler yoktu. Bilgisayarlı toraks tomografisinde solda diyafragma rüptürü ve midenin büyük bir kismı ile bağırsakların toraksa herniye olduğu izlendi. Hastaya sol torakotomi uygulandı. Diyafragmada sol anteromedialde yaklaşık 10x8 cm’lik defekt izlendi ve buradan herniye olan midenin perikarda ve akciğer parankimine yapışık olduğu görüldü. Yapışıklıklar düşülerek abdominal organlar anatomik pozisyonlarına çekildi ve defekt dual-mesh ile onarıldı. Hasta post-op 3. gün dreni alınarak taburcu edildi. Diyafragma rüptürleri gerek radyolojik tetkiklerle tesbiti zor olması ve gerekse beraberinde daha ciddi diğer travmalar nedeniyle sıklıkla gözden kaçmakta ve geç tanı almaktadır. Torakoabdominal her türlü travmada diyafragmanında yaralanmış olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Anahtar Kelimeler: diyafragma,travma,rüptür P193 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Nadir bir multipl hidatik kist nedeni: Künt Travma Sezai Çubuk, Gökhan Ayberik, Okan Karataş, Orhan Yücel Gata, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Travma sonrası kist hidatik perforasyonuna bağlı multipl kist hidatik görülmesi oldukça nadir bir durumdur. Biz travma sonrası gözlenen multipl hidatik kist olgusundan bahsedeceğiz. 21 yaşında erkek hasta göğüs ağrısı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Hastanın toraks tomografisinde multipl kistik lezyonlar ve sağ üst lobda kaviter bir lezyon saptandı (Figür 1). Kistik lezyonlar akciğer parankimi ve göğüs duvarında idi. Hastanın fizik muayenesinde torakotomi skarı saptandı. Hasta hikayesi sorgulandığında ağaçtan düşme nedeniyle bir sağlık kuruluşuna başvurduğunu ve pnömotoraks nedeniyle tüp torakostomi uygulandığını öğrendik. Tüp torakostomi sonrası hava kaçağının devam etmesi üzerine hasta ameliyat edilmiş ve ameliyat sonrası kendisine kist hidatik hastası olduğu ifade edilmiş. Hastanın hikayesi ile birlikte tomografik bulgular değerlendirildiğinde kaviter lezyonun cerrahiye sekonder olduğu, multipl kistik lezyonların ise hidatik kistin disseminasyonu ile geliştiğini düşündük. Hastaya antihelmintik tedavi başladık. Medikal tedavi sonrası hasta cerrahi girişim yapılması için tekrar değerlendirilecek. Hasta şuan için takip altında olup kontrollere gelmektedir. Kist hidatik rüptürüne bağlı multipl hidaitk kist nadir bir durum olmasına rağmen önemli bir klinik durumdur. Rüpüre hidatik kist cerrahisi sonrası disseminasyonu önlemek amacıyla antihelmintik ilaçlar kullanılmalıdır. Disseminasyonun gözlendiği vakalarda cerrahi girişim öncesi antihelmintik ilaçlar kullanılmalıdır. Pnömotoraks ve disseminasyon hidatik kistlerde nadir gözlenen komplikasyonlardandır. Bu nadir komplikasyonlar, hidatik kist tedavisi sürecinde akılda tutulması gereken komplikasyonlardandır. Anahtar Kelimeler: hidatik kist, multipl, travma Şekil 1. Kavite ve yaygın yerleşimli kistleri gösteren toraks ct kesitleri Şekil 1. Toraks bt P194 13 kez pnömotoraks gelişen sarkoidoz olgusu Hüseyin Yıldıran, Murat Öncel, Güven Sadi Sunam, Kübra Altıntaş Selçuk Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya Şekil 2. Toraksa herniye olan mide 72 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş: Sarkoidoz gibi kronik inflamatuar akciğer hastalıklarında sekonder pnömotoraks görülebilmektedir. Olgu: U.A., 35 yaşında erkek hasta acil servise ani başlayan nefes darlığı ve sol göğüs ağrısı şikayeti ile başvurdu. Acil serviste çekilen akciğer grafisi ve toraks tomografisinde sol alt lopta parsiel pnömotoraks görülmesi üzerine tarafımızca değerlendirildi ve tedavi ve takibinin yapılması amacıyla göğüs cerrahisi kliniğimize yatışı yapıldı. Fizik muayenesinde genel durumu orta, oryante koopere. bilateral solunum sesleri eşit, hafif ronküs oskülte edildi. Hastanın özgeçmişinde yaklaşık 5 yıl önce sarkoidoz tanısı konmuş ve aynı yıl sol pnömotoraks geçirmesi nedeniyle dış merkezde torakotomi ile biyopsi ve dekortikasyon operasyonu yapılmış. Hastanede POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ kaldığı sürede de otolog kan ile plörodesis uygulanmış. Bundan bir yıl sonra sağ pnömotoraks geçirmiş, tüp torakostomi uygulanarak steril talk pudrası ile sağ plörodesis yapılmış. Hasta 5 yıl içinde toplam sağda 3 kez, solda 9 kez pnömotoraks geçirmiş ve tekrarlayan pnömotorakslar için tüp torakosotmi uygulanmış.Bu sürede steroid tedavisi de dahil olmak üzere bronkodilatör tedavi almış, ve oksijen ihtiyacı gelişmesi nedeniyle ev tipi oksijen konsantratörü kullanmaya başlamış. 13. pnömotoraks ile yaptığı başvurusunda solda parsiel pnömotoraks olması ve oksijen saturasyonu ve hemodinamisini etkilememesi nedeniyle cerrahi müdahale düşünülmedi ve konservatif medikal tedavi uygulandı. Nebül bronkodilatör ve teofilin infüzyonu verildi. Hastanede 4 gün takip edilen hasta günlük akciğer grafisi ile değerlendirildi. Klinik takibi stabil seyretmesi üzerine şifa ile taburcu edildi. Sonuç: 13 kez tekrarlayan pnömotoraks olgusu olması nedeniyle ilginçtir. Anahtar Kelimeler: kronik akciğer hastalığı, pnömotoraks, sarkoidoz P195 Bilateral Metakron primer akciğer karsinomu: iki operasyon, iki fizyoloji Levent Cansever, Merve Hatipoğlu, Ali Cevat Kutluk, Celalettin İbrahim Kocatürk, Mehmet Ali Bedirhan Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Cerrahi Kliniği, İstanbul Altmışüç yaşında erkek hasta. İkibinonbir yılında sol akciğer üst lobda 5x4x4 cm’lik akciğer karsinomu için mediastinoskopi ve sol üst lobektomi yapıldı. Hastanın postoperatif patolojisi T2a (4.5x3x3 cm) N0M0 Adenokarsinom mikst tip (%60 asiner, %40 bronkioalveoler) olarak raporlandı. Hasta postoperatif 7. gün taburcu edildi. Hasta takibe alındı, 3 aylık periodlar ile kontrastlı toraks tomografisi (BT) çekildi. Takibin 2. yılında 3 ay önce çekilen BT’de olmayan sağ alt lob superior segmentte 1 cm’lik nodül saptandı. Hastaya pozitron emisyon tomografisi (18-FDG PET) çekildi, SUVmax:2 olarak raporlandı. Tanı amaçlı hastaya video yardımlı torsik cerrahi (VATS) kararı alındı. Endostapler ile wedge rezeksiyon yapıldıi F/S sonucu küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK) olarak raporlandı. Aynı seansda hasta VATS ile lobektom yapıldı. Hastanın postoperatif 1. günü dreni çakildi ve postoperatif 2. gün taburcu edildi. Postoperatif patoloji T1a (0.8x0.8x0.7cm) N0M0 Adenokarsinom (Lepidik patern) olarak raporlandı. Minimal invazif cerrahi girişimleri son dönemlerde olukça artmaktadır. Olgumuzda da ilk operasyonunun torakotomi ile 2. operasyonun VATS ile rezeksiyon yapılması bu cerrahinin ne kadar etkin olduğunu çok daha iyi göstermektedir. VATS ile daha konforlu, daha erken dren çakilme süresi ve daha az hastanede kalış süresi mümkün olmaktadır. Anahtar Kelimeler: bilateral metakron tümör, vats lobektomi P196 Primeri bilinmeyen bir opere mediastinal adenokarsinom olgusu Şekil 1. Pnömotoraks, bilgisayarlı tomografi görüntüsü Levent Cansever1, Murat Kıyık2, Merve Hatipoğlu1, Füsun Şahin2, Naciye Arda3, Ali Cevat Kutluk1, Celalettin İbrahim Kocatürk1, Mehmet Ali Bedirhan1 1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Cerrahi Kliniği, İstanbul 2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları, İstanbul 3 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji, İstanbul Şekil 2. PA akciğer grafisi 65 yaşında erkek hasta. Hastanemize non-prodüktif öksürük şikayetiyle müracaat etti. Toraks tomografisinde sağ paratrakeal 6 cm. çapında düzgün sınırlı mass lezyon saptandı. Kitlenin PET tetkikinde SUV değer 11 idi. Pet’te ve kranyal MR’da uzak organ tutulumu saptanmadı. Bronkoskopide intabronşiyal patoloji saptanmadı. Transbronşiyal iğne aspirasyonunda tanı konulamayınca tanı ve tedavi amaçlı torakotomi yapıldı. Çevreden disseke edilebilen, kapsüle, 6 cm. çapındaki kitle total olarak çıkartıldı. Patolojik incelemede TTF 1 (-), CK 7 (+), PSA (-), CK 20 (-) bulunarak adenokarsinom metastazı olarak değerlendirildi. Adjuvant tedavi olarak dört kür cisplatin ve docetaksel aldı. Postoperatif sekizinci ayda olan hastamız semptomsuz olup takiplerinde herhangi bir tümöral odak saptanmamıştır. Literatürde çok az sayıda olgu sunumu şeklinde olan olgumuzu, primeri belirlenemeyen ve takiplerinde iyi olan opere bir olgu olarak paylaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: bilinmeyen etyoloji, adenokarsinom Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 73 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P197 P199 PULMONER VE MEDİASTİNEL TUTULUMLU SARKOİDOZLU OLGUDA PRİMER PULMONER TÜMÖR NEDENLİ AKCİĞER REZEKSİYONU tüberküloz lenf nodu komplikasyonuna bağlı bir bronkovasküler sleeve lobektomi olgusu Ali Cevat Kutluk1, Tevfik Fikret Çermik2, Levent Cansever1, Yunus Seyrek1, Celalettin Kocatürk1, Mehmet Ali Bedirhan1 Mehmet Ali Bedirhan1, Levent Cansever1, Ali Cevat Kutluk1, Süleyman Ceyhan1, Naciye Arda2, Celalettin İbrahim Kocatürk1 1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Cerrahi Kliniği, İstanbul 2 İstanbul Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Kliniği, İstanbul 1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Cerrahi Kliniği, İstanbul 58 yaşında erkek hasta kliniğimize 3 ay once başlayan nefes darlığı şikayeti ile refere edildi. dinlemekle sol akciğer bazalinde solunum sesleri azalmış, bunun dışında fizik muayenesinde ek özellik yok. Çekilen Bilgisayarlı Toraks Tomografisinde Sol akciğer üst lob anterior segmentte periferde yaklaşık 2.5 cm çapında nodüler dansite alanı izlenmektedir. Her iki hemitoraksta yaygın plevral mayii görünümü mevcuttur. Bronkoskopisinde Sağ ve Sol ana bronş sistemi doğal ve açık olarak izlendi Yapılan TTİA biopsi patolojisi Küçük Hücre Dışı Karsinom olarak raporlandı. Çekilen PET-CT de sol akciğer üst lob apikoposterior segmentte plevraya oturan yaklaşık 2.6x2.4 cm boyutlarında nodüler lezyon (SUV max 19.8).Mediastende en büyükleri subkarinal alanda yaklaşık 2.2 cm (SUV max 20.7) ve aortikopulmoner alanda yaklaşık 2 cm (SUVmax 24.9) prevasküler (SUVmax 18), paratrakeal (SUV max 22.1) bilateral hiler (SUVmax:15),paraaortik lokalizasyonda (SUVmax:29,9) FDG tutulumlu lenf nodları mevcuttu.Nükleer tıp Uzmanın bu tutulumların sarkoidoz olabileceğini belirtmesi üzerine Cerrahi konseyde tartışılan hastaya Mediastinoskopi ± Torakotomi kararı alındı.Hastaya videomediastinoskopi yapıldı.2L,4L ve 4R nolu lenf nodu istasyonları örneklendi.Patoloji sonucunda tüm istasyonlarda kronik nonnekrotizan granülamatöz lenfadenit olarak raporlandı sonrasında torakotomi yapıldı. Sol Üst Lobektomi+GDR (3-4. kot) P(T3N0M0R0) Az diferansiye Adenokarsinom olarak değerlendirildi.Bronş cerrahi sınır ve göğüs duvarı cerrahi sınır (-)negatif olarak goruldu.. 5, 7, 8, 9 nolu lenf nodları kronik nonnekrotizan granülamatöz lenfadenit olarak orneklendi. Postop vital bulguları stabil seyreden hasta sorunsuz olarak taburcu edildi. yaklaşık 2 yıllık takibinde nüks saptanmadı. Akciğer kanser cerrahisinde sürpriz lezyonların ve birlikteliğin olabileceği akıllarda tutulmalıdır Anahtar Kelimeler: sarkoidoz akciğer kanseri P198 Mediasten Kist Nedeniyle Tedavi Edilen Hastalarımız Ahmet Sızlanan, Serdar Onat, Serdar Monis, Ali Bırak, Refik Ülkü Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır Amaç: Bu çalışmada mediastinal kist tanısıyla takip ettiğimiz hastalarımızı sunmayı amaçladık. Materyal-metod: Ocak 2000 –Ocak 2014 yılları arasında mediastinal kist nedeniyle tedavi edilen hastalar retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Bu yıllar arasında 33 mediastinal kist opere edildi. Olguların 19’ u kadın,14’ü erkek olup, yaşları 1ay ve 76 yaş arasında değişiyordu. Hastaların semptomları, tanısal girişimler, cerrahi yaklaşımlar retrospektif olarak incelendi. Nefes darlığı ve göğüs ağrısı en sık semptomlardı. 27 hastaya torakotomi, 4 hastaya VATS ve 2 hastaya sternotomi yapıldı. En sık görülen kist bronkojenik kist (n:12) ve perikardiyal kist (n:7) idi. Operatif mortalite saptanmadı. Sonuç: Mediastinal kistler benign lezyonlar olup farklı lokalizasyonda gelişebilirler. Preoperatif olarak uygun şekilde değerlendirme yapılmalı ve cerrahi müdahalenin uygun olacağı hastalara doğru yöntem seçilmelidir. Anahtar Kelimeler: Cerrahi, kist, mediastinal 2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji, İstanbul 75 yaşında kadın hasta. Üç yıldır devam eden öksürük, zaman zaman kabaca 50 ml. hacminde hemoptizileri olan hasta. Bronkoskopisinde sol üst lobu tıkayan kitle saptanmış. İki kez tekrarlanan bronkoskopiden sonuç alınamaması ve lezyonun PET(+) olması üzerine önce mediastinoskopi ve aynı seansda torakotomi yapıldı. Total atelektatik olan üst lobda arter ve bronş, kısmen kalsifik lenf nodunun oluşturduğu kitle ile sarılı idi. Dissekiyon imkanı olmadığından bronkovasküler sleeve sol üst lobektomi yapıldı. Patolojik değerlendirmede, interlober lenf nodunun artere fiske olduğu, diğer taraftan ise bronşa penetre olarak lümen içerisine girdiği ve üst lob bronşunda obstrüksiyon yaptığı gözlendi. Frozen sırasında sol üst lob bronş ağzını tama yakın tıkamış kalsifiye, hyalinize antrakotik lenf ganglionu yapısı görüldü. Tümöre rastlanmadı. Parankimin frozen kesitlerinde ise yaygın obstrüktif pnömoni ve multinükleer dev hücreler içeren nekrotizan granülomatöz iltihapa rastlanıldı. Olgunun major cerrahi gerektiren tüberküloz lenf nodunun nadir bir komplikasyonu olması nedeniyle paylaşıldı. Anahtar Kelimeler: tüberküloz, sleeve lobektomi P200 Pediatrik Yaş Grubu Ampiyem Hastalarımızın Analizi Serdar Monis, Ahmet Sızlanan, Refik Ülkü, Serdar Onat, Ali Bırak Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır Amaç: Çocuklarda, ilerleyen medikal tedavi yöntemlerine rağmen ampiyem bir sağlık problemi olarak devam etmektedir. Bu çalışmada plevral ampiyem nedeniyle tedavi ettiğimiz hastalarımızı sunmayı amaçladık. Materyal-metod: Ocak 2006 Ocak 2014 tarihleri arasında plevral ampiyem nedeniyle takip edilen hastalar retrospektif olarak incelendi. Sonuçlar: Bu tarihler arasında 66 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 41’i erkek, 25’sı kadın olup, yaş ortalaması 7.6 idi. (1-18). Olguların 42 ‘sinde sol, 22’ünde sağ ve iki hastada bilateral plevral ampiyem mevcuttu. Sekiz hastaya torakoskopi uygulanırken, 47 hastaya dekortikasyon uygulandı. Sonuç: Erken müdahale edilmeyen hastalarda dekortikasyon ihtiyacı doğabilir. Anahtar Kelimeler: Ampiyem, Dekortikasyon, Çocukluk KLİNİK SORUNLAR - PULMONER VASKÜLER HASTALIKLAR P201 Travmatik Yağ Embolisi Sendromu: 2 olgu Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Gökhan Büyükbayram1, Suat Durkaya3, Sema Nur Çalışkan2, Zulal Özbolat1 Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 3 İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay 1 2 Yağ embolisi, genellikle uzun kemik travmasının komplikasyonu olarak ortaya çıkan nadir bir durumdur. Travma sonrası 24-72 saat sonra solunum sistemi, santral sinir sistemi, üriner sistem, göz ve deride semptom ve bulgular ile kendini gösterir. Araç dışı trafik kazası nedeni ile femur kırığı olan 19 ve 23 yaşında 2 erkek hasta, nefes darlığı, bilinç bulanıklığı, ateş, göğüs ön bölgesinde ve ön aksiler bölgede peteşiyal döküntü nedeni ile değerlendirildi. Hastala- 74 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ rın akciğer grafisi ve karanial tomografileri normal olarak değerlendirildi. Kan gazında hipoksi hipokapni mevcuttu. Bilinç durumunu açıklayacak patoloji saptanmadı. Klinik kriterlere göre tanı koyduğuz iki olguyada, streoid, profilaktik heparin, oksijen ve sıvı tedavisi verildi. Tedavi sonrası oksijenizasyonu ve bilinç durumu düzelen hastalara ortopedi tarafından operasyon uygulandı. Anahtar Kelimeler: travma, yağ embolisi P202 Trombolitik tedavinin nadir ölümcül bir komplikasyonu: Kranial kanama Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Sema Nur Çalışkan2 Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 1 2 Trombolitik tedavinin en korkulan komplikasyonu kanamadır. Özellikle intrakranial kanama yönünden hastaların dikkatli yakın takipleri şarttır. Kanamalar daha çok minör kanamalar şeklinde, özellikle ponksiyon yapılan damardan olur ve tampon ile durdurulabilir. Majör kanamalar %6.3 olarak bildirilirken, intrakranial kanama %1.8 ve buna bağlı ölüm %0.6 dır. 57 yaşında kadın hasta, ani gelişen nefes darlığı ve sağ yan ağrısı şikayeti ile acil serviste değerlendirildi. Özgeçmişinde 20 gün önce sol ayağına burkulma nedeni ile atel uygulanması mevcuttu. Genel durumu kötü olan hastanın TA:100/50, Nbz:165, dakika solunum sayısı 36, 8lt/dk oksijen ile parmakucu oksijen saturasyoun 92 idi. Kan gazında da hipoksi, hipokapni saptandı. Hastanın acil serviste yapılan EKO’sun da PAP 60mm-Hg, sağ boşluklarda genişleme ve paradoks hareket saptandı. Toraks tomografisinde sağ ana pulmoner arterde ve dallarında trombüs saptandı. Masif pulmoner emboli tanısı konan hastaya trombolitik (reteplase) tedavi uygulandı. Tedaviden 8 saat sonra hastanın baş ağrısı, bilinç bozukluğu ve sonrasında nöbet geçirme öyküsü olması nedeni ile kranial tomografi çekildi. Kranil BT de kanama saptanması nedeni ile acil operasyona alındı. Operasyon sonrası mekanik ventilatör sürecinde hasta kaybedildi. Anahtar Kelimeler: masif pulmoner emboli, trombolitik, kranial kanama Şekil 1. Femur kırığı Şekil 1. Şekil 2. Aksiller bölgede peteşiyal döküntü Şekil 2. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 75 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P203 Nadir bir posteriyor mediastinal kitle nedeni: Ekstramedüller Hematopoez (2 olgu) Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Suat Durkaya3, Cansu Topal4, Gökhan Büyükbayram1, Zulal Özbolat1, Ali Ersoy5 Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 3 İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay 4 Dörtyol Devlet Hastanesi, İç Hastalıkları, Hatay 5 Antakya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 1 2 Ekstramedüller hematopoezis(EH), kemik iliği dışında kan hücrelerinin üretimi olup talasemi, orak hücreli anemi, miyelofibrozis, herediter sferositozis gibi çeşitli hematolojik hastalıkların kompansatuvar bir mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır. EH, odakları genellikle mikroskopiktir, bazı olgularda ise kitle benzeri lezyon şeklinde olup, sıklıkla karaciğer, dalak, lenf nodları nadiren de adrenal bez, böbrek, meme, periferik sinirler, retroperitoneum ve epididimiste görülmektedir. Toraks, EH’in görüldüğü nadir bir bölgedir. Olgu 1: Şikayeti olmayan 24 yaşında erkek hasta, iş başvurusu nedeni ile çekilen akciğer grafisinde kalp konturunu silmeyen homojen dansite artımları olması nedeni ile tetkik edildi. Özgeçmişinde talasemi intermedia nedeni ile ara ara tarnsfüzyon öyküsü mevcuttu. Olgunun fizik muayenesinde skleralarda ikter ve hepatomegali dışında anormallik saptanmadı. Toraks BT’de arka mediastende bilateral paravertebral alanda sağda belirgin iyi sınırlı homojen yumuşak doku dansiteli alanlar izlendi. Laboratuvarda Hb:8.2, BK:20400, Plt:937000, LDH:444, Tbil:7.2, Ferritin:642 dışında anormallik saptanmadı. Olgu 2: 34 yaşında erkek hasta öksürük şikayeti ile değerlendirildi. Özgeçmişinde talasemi intermedia nedeni ile takip edildiği öyküsü mevcuttu. Olgunun fizik muayenesinde skleralarda ikter ve hepatomegali dışında anormallik saptanmadı. Toraks BT’de arka mediastende bilateral paravertebral alanda yumuşak doku dansiteli alanlar izlendi. Laboratuvarda Hb:8.1, BK:71900, Plt:660000 idi. Olguların talasemi intermedia olması nedeni ile lezyonlar buna bağlı ekstramedüller hematopoez kitleleri olarak kabul edildi. Olgulara tanı amaçlı ek girişim uygulanmadı. Simetrik posteriyor mediasten kitlelerinde ayırıcı tanıda ekstramedüller hematopoez dikkate alınmalı ve hematolojik hastalıklar yönünden sorgulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: posteriyor mediastinal kitle, ekstramedüller hematopoez, talasemi intermedia Şekil 2 P204 Azigos Lob Sıklığı: Toraks Tomografisinde Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Suat Durkaya3, Ali Ersoy4, Sema Nur Çalışkan2, Gökhan Büyükbayram1, Zulal Özbolat1 Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 3 İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Hatay 4 Antakya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 1 2 Giriş: Azigos lobu akciğerin nadir görülen konjenital venöz anomalilerinden biridir. Tanısı çoğunlukla akciğer grafisi ile konulur. İleri inceleme ve ayırıcı tanı açısından seçilmiş vakalarda bilgisayarlı tomografi de kullanılabilir. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografide %1.2 oranında görülmektedir. Bizde hastanemizde çekilen toraks tomografisinde saptadığımız azigos lob sıklığımızı araştırdık Gereç ve Yöntemler: Eylül 2012- Kasım 2013 tarihleri arasında Dörtyol Devlet Hastanesi’nde herhangibir neden ile çekilmiş toraks tomografileri retrospektif olarak PACS(Görüntü Arşivleme ve İletişim Sistemleri) sisteminden değerlendirildi. Bulgular: Bu süre içerside çekilmiş 2775 adet toraks tomografisi (kadın:1077, erkek:1698) değerlendirildi. Toraks tomografisinde azigos lobu görülme sıklığı %1,54 idi. Kadınlarda azigos lob sıklığı %1,39 (n=15) iken erkeklerde oran %1,64 (n=28) saptandı. Sonuç olarak, toraks tomografisinde saptadığımız azigos lob sıklığımız literaturde bildirilen oranlardan yüksek saptanmıştır Anahtar Kelimeler: toraks tomografi, azigos lob Şekil 1. Şekil 1. 76 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P205 P207 Normal Renal Fonksiyona Sahip Akut Pulmoner Tromboemboli Hastalarında Serum Sistatin C Bir Prediktör müdür? Alt lob anomalisi ile birlikte olan SwyerJames Macleod Sendromu Nuri Tutar1, Nur Aleyna Kemik1, İnsu Yılmaz1, Hakan Büyükoğlan1, Asiye Kanbay2, Ali Doğan3, Fatma Sema Oymak1, İnci Gülmez1, Ramazan Demir1 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, İstanbul Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri 2 Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 3 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Kayseri 1 Akut pulmoner tromboemboli (PTE) hastalarının yönetiminde erken tanı anahtar noktadır. Literatürde günümüze kadar akut PTE hastaları ile sağlıklı gönüllüleri karşılaştıran bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bundan dolayı biz bu çalışmada normal renal fonksiyona sahip 50 akut PTE hastası ve 45 sağlıklı gönüllünün sonuçlarını analiz ettik. Serum sistatin C seviyesi PTE grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak analamlı seviyede yüksek bulundu (sırasıyla 1.08 mg/dL (IQR 0.79-1.56) and 0.85 mg/dL (IQR 0.77-1.03), p=0.017). PTE varlığını saptamada en yüksek sensitivite ve spesifite değerine sahip serum sistatin C seviyesi 1.15 mg/dL idi ve bu değerde %93.3 spesifite, %46 sensitivite, %88.5 pozitif prediktif değer ve %60.9 negatif prediktif değere sahipti. Çok değişkenli modelde, sistatin C ile PTE varlığı arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı idi (OR: 12.34, 95% CI 2.64-57.75). Sonuç olarak normal renal fonksiyona sahip akut PTE hastalığını saptamada serum sistatin C bir parametre olabilir. Anahtar Kelimeler: tanı, pulmoner tromboemboli, sistatin C, Dilaver Taş, Sedat Demirsoy, Ersin Demirer, Ömer Ayten, Zafer Kartaloğlu Giriş: Swyer-James/Mac Leod Sendromu pulmoner arter hipoplazisine bağlı unilateral hiperlüsent akciğer görünümü ve bronşektazi ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Olgu: Yirmibir yaşında erkek hasta öksürük, balgam, nefes darlığı yakınmaları ile başvurdu. Özgeçmişinde astım tanısı mevcuttu. Fizik muayenesinde oskultasyonda her iki hemitoraksta yaygın ronküs duyuldu. Tam kan ve biyokimyasal analizleri normal değerlerde idi. Akciğer grafisinde sağ akciğer alt zonda havalılık artışı izlendi (Şekil 1). Toraks Bt’de sağ akciğer orta ve alt lobda volum kaybı, aynı bölgede bronşektazik görünüm ve sağ pulmoner arter orta lob ve alt lobu ilgilendiren kısmında hipoplazi görüldü (Şekil 2). Bronkospik incelemede sağ akciğer orta lob girişi daralmış, sağ alt lobda superior segment haricinde iki segment ağızı izlendi. Sonuç: Tek taraflı akciğer hiperlüsent akciğer görünümünde SwyerJames/Mac Leod Sendromu düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Swyer-James Macleod Sendromu, bronşektazi P206 Vertebroplasti Operasyonu sonrasında Gelişen Cement embolisi Olgu Sunumu Sehnaz Olgun1, Derya Kocakaya1, Hüseyin Arikan1, Berrin Bağcı Ceyhan1, Nihat Kodallı2 1 Marmara Üniversitesi, Pendik Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Anabilim Dalı, İstanbul 2 Academic Hospital, İstanbul 48 yaşında erkek hasta 1986-2000 yılları arasında 3 kez ve en son 1 yıl evvel tekrarlayan uveit atakları nedeniyle pulse ve ardından oral steroid kullanmış ve hastada tüberküloz ve sarkoidozis saptanmamış. 30 yıl paket sigara öyküsü olan hasta KOAH tanısı ile bronkodilatör tedavisi düzenlenerek izleme alınmış. Hastanın osteoporoza ikincil spontan kompresyon vertebra kırıkları gelişince perkutan cement ile vertebroplasti operasyonu 11 ayrı vertebraya yapılmış. Hastanın operasyon sonrasında gelişen ani nefes darlığı, göğüs ağrısı ve taşıkardisi nedeniyle konsulte edildiğinde bakılan kan gazında pH 7.47 PCO2 39 mmHg PaO2 58 mmHg bulundu ve pulmoner anjio formatında tomografi çekilince sağ akciğer üst lob ve alt lobda vasküler yapı içerisinde, hemiazigos veni içerisinde kontrast maddeden daha yoğun muhtemelen vertebroplasti sırasında kullanılan cemente ait emboliye sekonder değişiklikler saptandı. Hasta antikoagüle edilerek oksijen desteği ile takibe alındı, ekokardiografide patoloji saptanmayan hasta tedaviye iyi yanıt verdi ve 1 hafta sonra taburcu edildi. 6. ay kontrolünde semptomu olmayan hastanın halen cement görüntüleri tomografide devam ederken yapılan ventilasyon perfüzyon sintigrafisinde sağ akciğer üst lob anterior segment ile sol akciğer üst lob apikoposterior segmnetlerde “mismatch” karakterde hafifçe hipoperfüze alanlar izlenmeye devam edildi. Vertebroplasti işlemi sırasında kullanılan cement materyalinin venöz sisteme ve pulmoner artere giderek semptomatik pulmoner emboli oluşturduğunu gösteren az sayıda vaka yayını vardır. Bizim vakamız da bu konuda literatüre ışık tutmaktadır ve bu hastaların vertebroplasti sonrası yakın izlem gerektirdiği açıktır. Anahtar Kelimeler: Cement, emboli, vertebroplasti Şekil 1. Şekil 2. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 77 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P208 İki Nedenli Bilateral Plevral Effüzyon Olgusu Hasan Düzenli1, Ahmet Nasır2, Hikmet Çoban1, Adilcan Güngen1, Canatan Taşdemir1, Yusuf Aydemir1 1 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Sakarya 2 Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Sakarya Şilotoraks plevral boşlukta lenfatik sıvının birikmesidir. En sık nedeni ductus torasikusun travmatik nedenlerle yaralanmasıdır. Kalp yetmezliği ve kalp kapak hastalığına sekonder transudatif şilotoraks çok nadir görülen bir patoloji olup, az sayıda rapor edilmiştir. Transudatif şilotoraks ve transuda plörezi birlikteliği olan kalp yetmezliği ve kalp kapak hastalığı olgusunu sunuyoruz Olgu: 79 yaşında erkek hasta bir aydan beri devam eden nefes darlığı ile başvurdu. Akciğer grafisinde sağda daha fazla olan bilateral plevral effüzyon ve kardiyomegali izlendi. Her iki hemitoraksa tanısal amaçlı torasentez yapıldı. Her iki taraf da transuda vasfında idi. Sağ hemitoraksa semptomatik amaçlı kateter uygulandı. Semptomlarda belirgin düzelme oldu. Kateter uygulanmasının 3. gününde sağda pnömotoraks gelişti. Sıvının görünümündeki değişiklik üzerine yapılan incelemelerde sağda şilotoraks geliştiği anlaşıldı. Şilotoraks ve kalp yetmezliğine sekonder plevral effüzyon tanısı ile, iki farkklı etyolojik nedene yönelik tedaviler birlikte uygulandı. Oral alımı kesildiğinde sıvı transudaya, oral alımı başladığında ise şilotoraksa dönmekteydi. Şİlotoraks ve kalp yetmezliğine yönelik ısrarlı tedaviler sonrasında 25. gününde plevral mayi drenajı olmayan, radyolojik ve klinik iyileşme saptanan hasta taburcu edildi. Anahtar Kelimeler: şilotoraks, kalp yetmezliği, transuda plörezi Şekil 2. Kateter torakostomi sonrası akciğer grafisi P209 Aynı hastada pulmoner venöz dönüş anomalisi ve bronşektazi birlikteliği Mustafa İlker İnan1, Ferhat Cüce2 Van Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Van Van Asker Hastanesi, Radyoloji Servisi, Van 1 2 Şekil 1. Bilateral plevral effüzyonu gösteren akciğer grafisi 78 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş: Pulmoner venöz dönüş anomalisi (PVDA), bir veya birden fazla pulmoner venin sağ kalbe veya sistemik venlere açılması ile oluşan ekstrakardiyak soldan sağa olan bir şant tipidir. Nadir bir birliktelik olan, aynı lobda eşlik eden bronşektazi nedeni ile etkisi kompanze edilen asemptomatik parsiyel PVDA (PPVDA) olgusunu sunmaktayız. Olgu: 24 yaşında erkek hasta, çocukluğundan beri devam eden öksürük ve eforla artan nefes darlığı şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenesinde sol hemitoraks bazalinde inspiratuar raller oskulte edildi. Posteroanterior akciğer grafisinde sol kalp konturunda düzensizlik ve sol alt zonda heterojen opasite artışı izlendi. Hastanın çekilen toraks HRCT’sinde sol akciğer üst lobda kistik bronşektaziler ve sol pulmoner hilustan başlayıp yukarı doğru mediasten sol komşuluğunda seyir gösteren ek vasküler yapı tespit edildi (Şekil 1). Hastaya multidedektörlü BT Anjiografi çekildi, söz konusu vasküler yapının sol brakiosefalik vene drene olan sol süperior pulmoner ven olduğu izlendi (Şekil 2). Parankim kesitlerinde, sol akciğer üst lobda kistik bronşektaziler ve çevresinde mozaik atenüasyon alanları eşlik etmekteydi. Tartışma: Bu çalışma; aynı lobda anormal PPVDA’ ya eşlik eden bronşektazi nedeni ile gelişen hava yolu obstrüksiyonu ve hava hapsi sonucu o bölgede ventilasyonun azaldığını, azalan ventilasyon sonucu gelişen bölgesel hipoksik pulmoner vazokonstruksiyon nedeni ile bu lobdan pulmoner venöz dönüşün azaldığını ve bu sonucun hastayı anormal PPVDA’ya bağlı gelişen küçük sol-sağ şantın sebep olabileceği negatif etkiden koruyabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, Pulmoner venöz dönüş anomalisi, Toraks tomografisi POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 1. Masif ve submasif düzeydeki hastaların oranı ilkbahar ve yaz döneminde daha fazladır. Şekil 1. Toraks HRCT’de kistik bronşektaziler ve ek vasküler yapı Tablo 1 Temperature (°C) n n % -5 - 7 interval 23 28,4 7,1- 19 interval 27 33,3 19,1- 31 interval 31 38,3 900-910 14 17,3 911-920 60 74,1 921-930 7 8,6 25-50 28 34,6 50-75 40 49.4 75-100 13 18,5 Atmospheric pressure (mbars) Şekil 2. Toraks BT Anjiografide sol brakiosefalik vene drene olan sol süperior pulmoner ven ve 3 boyutlu görüntüsü P210 Pulmoner Emboli Hastalarında Meteorolojik Parametrelerle Hastalığın Şiddeti Arasındaki İlişki Özlem Erçen Diken, Aydın Çiledağ, Uğur Gönüllü Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Pulmoner embolinin (PTE) mevsimsel dağılımıyla ilgili sınırlı bilgi mevcuttur. Bu çalışmanın amacı PTE için risk faktörü olan ve olmayan hastalarda akut pulmoner embolinin şiddetinin meteorolojik faktörlerle ilişkisinin ortaya konulmasıdır. 81 pulmoner tromboemboli (PTE) hastası restrospektif olarak değerlendirildi. 47’si kadın (%58), yaş ortalaması 65±15’di. 81 hastanın 46’sının (%56,8) risk faktörü yoktu. 81 olgunun 22’si (%27.2) ilkbahar, 25’i (%30.9) yaz mevsiminde tanı almıştı. Yaz mevsiminde tanı alan hasta sayısı daha fazlaydı (p=0,339). Mayıs ayında ise PTE sıklığı daha fazlaydı (p=0,656). PTE’nin sıcaklık düzeyindeki artışla pozitif ilişki halinde (p=0,479) ve düşük nem düzeyleriyle negatif ilişkide olduğu gözlendi (p=0,001). Orta düzeydeki atmosferik basınçta PTE sıklığı daha yüksekti (p=0,001). Sıcaklık, basınç ve nem düzeyi ile PTE sıklığının ilişkisi Tablo 1’de verilmiştir. PTE için risk faktörü olan ve olmayan hastalarda sıcaklık, basınç ve nem değerleri ile PTE şiddeti arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Masif ve submasif PTE ilkbahar ve yaz mevsiminde daha fazla saptanmıştır (p=0,076) (Şekil 1). Sonuç olarak yaz mevsiminde, ay olarak ise Mayıs ayında PTE insidansı fazla saptandı. Sonuçlar düşük atmosferik basınç seviyesi, nem oranı, yüksek sıcaklık ile PTE insidansı arasındaki ilişkiyi doğrulamaktadır. Yaz ve ilkbaharda PTE artmakla birlikte şiddeti de fazla olmaktadır. Risk faktörü olmayan PTE olgularında mevsimsel ilişki dikkate alınmalıdır. Anahtar Kelimeler: meteorolojik parametreler, pulmoner emboli, mevsimsel dağılım Humidity (%) P211 16 Yaşında Genç Bir Erkekte Primer Antifosfolipid Sendromu: Olgu Sunumu Süreyya Yılmaz1, Füsun Topçu1, Hadice Selimoğlu Şen1, Yaşar Yıldırım2, Orhan Ayyıldız2, Cihan Akgül Özmen3 1 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Diyarbakır 2 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır 3 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır Giriş: Antifosfolipid sendromu (APS), anti-fosfolipid otoantikorların varlığında arteriyel ve/veya venöz tromboz ve/veya tekrarlayan gebelik kaybı ile karakterize otoimmün bir hastalıktır. Eğer eşlik eden bir bozukluk olmadan gelişirse primer APS olarak değerlendirilir. Olgu: 16 yaşında erkek hasta 10 gündür başlayan göğüs ağrısı, ateş, öksürük ve nefes darlığı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Oskültasyonda bilateral alt akciğer alanlarında da solunum seslerinde azalma ve minimal minimal raller vardı. Diğer muayene bulguları normaldi. İlk çekilen kontrastlı bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ akciğer alt lob, sol akciğer üst-alt lob ve lingulada konsolidasyon alanları gözlendi, emboli yoktu. Hasta pnömoni olarak kabul edildi (Resim-1), ve antibiyoterapi ve genel destek tedavisi başlandı. Hastanın öksürük, göğüs ağrısı şikayetlerinin geçmemesi ve radyolojik iyileşmenin olmaması nedeniyle tedavi başlangıcından 25 gün sonra BT Pulmoner Anjiografi (BTPA) çekildi. BTPA’da sağ ana pulmoner arterde ve sol pulmoner arter dallarında pulmoner tromboemboli(PTE) saptandı. Her iki akciğerde alt loblardaki konsolidasyon alanları nekroz, üst ve alt loblardaki buzlu cam alanları infiltrasyon lehine değerlendirildi (Resim-2). Kollajen doku paneli negatifti (Tablo-1). Trombofili paneli çalışıldı(Tablo-2). Bilateral alt ekstremite venöz doppler ultrasonografisinde derin ven trombozu saptanmadı. Ekokardiyografik inceleme normaldi. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 79 POSTER SUNUMLARI Sonuç: Primer APLS, sekonder APLS’ye göre çocuklarda ve adölesanlarda oldukça nadir görülen bir hastalıktır. PTE tanısı konulan 16 yaşında bir olguyu literatüre katkı sağlaması amacıyla sunmaktayız. Anahtar Kelimeler: Antifosfolipid sendrom, Pnömoni, Pulmoner tromboemboli TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 2. Hastanın trombofili paneli Lac Confirm 66.2 sn 58.1 sn 125 sn 102 sn Lac S/Lac C 1.89 ↑ 1.76 ↑ AT 3 Aktivitesi 89 % - 36.8 - Anti Kardiyolipin IgM 22,6 U/ml ↑ 17,2 U/ml ↑ Anti Kardiyolipin IgG 72,6 U/ml ↑ 60,3 U/ml ↑ 38 sn ↑ 48,6 sn ↑ 1.1 2.1 ↑ Heterozigot - APTT INR PAİ-1 (4G/5G) MTHFR (C677T) Heterozigot - MTHFR (A1298C) Homozigot Normal - F XIII Homozigot Normal - Heterozigot - F V Leiden Homozigot Normal - Protein C Normal - F II(G20210A) Protein S Şekil 2. BTPA’da sağ ana pulmoner arterde ve sol pulmoner arter dallarında PTE ve bilateral alt loblardaki konsolidasyon alanları, üst ve alt loblardaki buzlu cam alanları 13. hafta Lac Screen F VIII Şekil 1. İlk çekilen kontrastlı bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ akciğer alt lob, sol akciğer üst-alt lob ve lingulada konsolidasyon alanları Başlangıç Normal - Trombosit Sayısı 108 X 109 /L ↓ 255 X 109 /L CRP 40.7 mg/dl ↑ - 19.4 K/L ↑ - Beyaz Küre P212 Tablo 1. Hastanın kollajen doku paneli ANA Negatif P-ANCA Negatif KTEPH Tedavisinde İnhale İlioprost Uygulaması, İki Olgu Nedeniyle C-ANCA Negatif Mine Atun Dikici, Neşe Dursunoğlu, Zahide Alaçam Anti-JO1 Negatif Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli Anti-Ds DNA Negatif PO Negatif Anti-SM Negatif Anti-SSA Negatif Anti-SM/RNP Negatif Anti-SCL Negatif Anti-Nucleosomes Negatif Anti -Histones Negatif Anti-Cenp B Negatif Giriş: Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon (KTEPH), tekrarlayan pulmoner emboliler sonucunda pulmoner vasküler yatağın oblitere olmasıyla ortaya çıkan ve mortalitesi yüksek klinik bir durumdur. Tedavide en etkin yöntem pulmoner endarterektomi olup histopatolojisinde ‘vasküler remodelling’ izlenmesi, İPAH tedavisinde kullanılan ilaçların KTEPH’de etkili olabileceğini düşündürmektedir. Ancak halen KTEPH tedavisinde onaylanmış herhangi bir ilaç tedavisi bulunmamaktadır. Biz de inhale ilioprost tedavisi uyguladığımız iki KTEPH olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu 1: 50 yaş, bayan hasta. 25 aydır KTEPH tanısıyla takipli. Tanı anında NYHA –FS IV, OPAB:100 mmHg, 6DYT’inde yürüme mesafesi 125m olan hasta inoperabl kabul edildi ve 3 ay inhale iloprost tedavisi sonrasında hepsinde iyileşme görüldü (NYHA- FS III, 80mmHg, 135m). Olgu 2: 44 yaş, bayan hasta. 12 aydır KTEPH tanısıyla takipli. Tanı anında NYHA –FS III, OPAB: 72 mmHg, 6DYT’inde yürüme mesafesi 130m olan hasta 3 ay inhale iloprost tedavisi ve endarterektomi ile hepsi düzeldi (NYHA-II, 40mmHg, 335 m). Tartışma: İlioprost inhalasyon yoluyla alınan bir prostasiklin analoğudur. KTEPH’li hastalarda ilioprost uygulanmasıyla akut dönemde pulmoner vasküler rezistans ve ortalama pulmoner arter basıncında anlamlı gerileme izlenmiştir ancak arteriyovenöz şantları artırarak parsiyel oksijen basıncını azalttığı bildirilmiştir. Hastalarımızda uzun dönem kullanımında böyle bir yan etki görülmemiş olup belirgin klinik düzelme izlenmiştir. İlioprostun KTEPH tedavisinde kullanımıyla ilişkili çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: KTEPH, ilioprost, pulmoner hipertansiyon 80 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P213 P215 Akut Pulmoner Emboli Tanısı Alan Hastalarda Nötrofil Lenfosit Oranı ve Trombosit Lenfosit Oranının Prognostik Değeri Bacak Kırığı Sonrasında Gelişen Yağ Embolisi Sendromu Burcu Baran, Nuri Tutar, Hakan Büyükoğlan, İnsu Yılmaz, Fatma Sema Oymak, İnci Gülmez, Ramazan Demir Erciyes Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri Giriş: Akut pulmoner emboli (PE), yüksek mortalite oranları ile karakterize ciddi klinik bir tablodur. Daha önceki çalışmalarda lökosit sayısındaki artışın tekrarlayan venöz tromboemboli, kanama ve artmış mortalite ile ilişkili olduğu gösterilmiştir.Yapmakta olduğumuz bu çalışmanın amacı akut PE hastalarında, kısa dönem takiplerinde nötrofilin lenfosite oranı (NLO) ve trombositin lenfosite oranının (TLO) prognostik açıdan değerini belirlemektir. Metod: Akut PE tanısı alan totalde 60 olgu çalışmaya alındı. Başvurudaki kan değerleri ve klinik bilgiler dosya verilerinden elde edildi. Sonuçlar: Çalışmaya alınan olguların yaş ortalaması 63.8±17.8 idi ve otuz iki olgu (%53.3) erkek cinsiyette idi. En sık görülen risk faktörü son bir ayda geçirilmiş cerrahi müdahale olarak tespit edildi (n=16, %26.7). Otuz beş olguda (%58.3) ekoda sağ ventriküler disfonksiyonu mevcut idi. Tanı anında yüksek PE riski olan olguların üç tanesi (%5.0) trombolitik tedavi aldı. 60 olgudan dördü (%6.7) 30 günlük takip sürecinde exitus oldu. Hayatta kalan ve kalmayan olgularda median NLO değeri 5.9 (min 0.9, max 38.8) ve 17.4 (min 7.1, max 83.3) olarak tespit edildi.Hayatta kalan ve kalmayan olgularda median TLO değeri 573.5 (min 150.3, max 610.9) ve 157.1 (min 67.5, max 863.6) olarak tespit edildi. Bu farklılıklar hem NLO da hem TLO da istatiksel olarak anlamlı idi (p<0.05). Sonuç: Akut PE nedeniyle hastane başvurularında NLO ve TLO değeri 30 günlük mortalite açısından yol gösterici olabilir. Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, mortalite, nötrofil lenfosit oranı P214 Koroner Anjiyografi Sonrası Pulmoner Emboli: Üç olgu nedeniyle Elif Yılmazel Uçar, Omer Araz, Mehmet Meral, Metin Akgün, Hasan Kaynar, Leyla Sağlam Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum Giriş: Son bir yıl içinde kliniğimize masif pulmoner tromboemboli (PTE) nedeniyle yatırılan üç hastada risk faktörü olarak koroner anjiyografi saptanması nedeni ile klinik açıdan yararlı olabileceğini düşünerek sunmayı amaçladık. Olgu: Birinci olgu 49 yaşında bayan hasta ani başlayan nefes darlığı ve göğüs ağrısı ile başvurdu. On beş gün önce koroner anjiyo yapılan, beş damarda oklüzyon tespit edilen ve normal ekokardiyografi (EKO) bulguları olan hastanın yeni yapılan EKO’sunda ana pulmoner arterde trombüs gözlendi. Toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral ana pulmoner arterde trombüs gözlenen ve hipotansiyon, şok bulgularının eşlik ettiği hastaya trombolitik tedavi yapıldı. İkinci olgu,59 yaşında bayan hasta, koroner anjiyografiden 20 gün sonra, üçüncü olgu, 73 yaşında bayan hasta, ise 1 gün sonra başlayan ani nefes darlığı, göğüs ağrısı ve senkop nedeni ile başvurdular. Toraks tomografisinde ana pulmoner arterlerde trombüs ve EKO’da akut sağ ventrikül yetmezliği tespit edilen hastalarda masif PTE olması nedeniyle trombolitik tedavi uygulandı. Tüm hastaların yapılan renkli dopler ultrasonografilerinde sol femoral ve popliteal vende akut ve subakut evre trombüsler gözlendi. Trombolitik tedavi sonrası klinik yanıt alınan hastaların takip ve tedavisi devam etmektedir. Sonuç: Koroner anjiyografi pulmoner emboli gelişimi için bir risk faktörü olabilir. Anjiyografi sonrası hastalarda derin ven trombozu gelişme riski açısından dikkatli olunmalıdır. Anahtar Kelimeler: koroner anjiografi, pulmoner emboli, risk Turan Aktaş1, Nurşen Yaşayancan2, Fatma Aktaş3, Zafer Özmen3 Gazi Osman Paşa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat Tokat Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Tokat 1 2 3 Giriş:Yağ embolisi sendromu (YES) yağ partiküllerinin dolaşım sistemine girmesi sonucunda solunumsal, hematolojik, nörolojik ve cilt bulgularıyla seyreden klinik bir durumdur Olgu: 28 yaşında erkek hasta 3 gün önce araç içi trafik kazası sonrasında sağ alt ekstremite parçalı kırığı nedeniyle ortopedi bölümünce takip edilirken ani gelişen bilinç bulanıklığı ve solunum sıkıntısı sebebiyle tarafımızdan konsultasyon istendi. Hasta yoğun bakımda değerlendirildiğinde dispneik ve takipneik görünümde idi. Göğüs ön duvarında ve konjunktivasında noktasal peteşiel lezyonlar dikkati çekti. Laboratuar incelemesinde trombosit sayısında belirgin düşme saptandı(tombosit:80000/ dl). P-A akciğer grafisinde ve Toraks BT’de bilateral yaygın alveoler ve interstisyel dansite artımı ile buzlu cam alanları görüldü. Kranial MR’ında yaygın mikrotrombüsle uyumlu görünüm saptandı. Mevcut klinik ve diğer bulgular neticesinde hastada yağ embolisi sendromu düşünülerek prednizolon tedavisi başlandı. Takiplerinde solunum sıkıntısı artması nedeniyle mekanik ventilatörde solunum desteği sağlanan hasta 5 günlük mekanik ventilatörde takip sonrasında kliniği düzelmesi üzerine solunum desteğinden ayrılarak servise alındı. Servisteki takipleri stabil olan hasta önerilerle taburcu edildi. Sonuç: YES yağ partiküllerinin neden olduğu mikrotrombüsler aracılığı hayatı tehdit edici sonuçlar oluşturabilen klinik bir durumdur. Anahtar Kelimeler: Yağ Embolisi, Kemik Kırığı, Toraks BT P216 Pulnoner Tromboembolili Hastalarda Trombofilik Etkili Gen Mutasyonlarının Dağılımının Araştırılması Ercan Kurtipek1, Salih Çiçek2, Nadir Koçak3, Cengiz Burnik1, Yavuz Sultan Selim Aksooy4, Kenan Koşan4, Korhan Kollu4, Mihrican Yeşildağ1, Taha Tahir Bekçi1 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genetik Bölümü, Konya 3 Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi, Genetik Kliniği, Konya 4 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Konya 1 2 Giriş: Son yıllarda venöz tromboemboliye (VTE) yönelik çalışmalar oldukça artmıştır. Yeni belirlenen gen mutasyon analizi sonuçları ve bu genler arası etkileşimlerin tromboz oluşumundaki rolü ile ilgili çalışmaların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bizde kliniğimizde akut pulmoner emboli tanısı almış hastalarda Faktör V, Faktör II Protrombin, MTHFR(C677T) ve MTHFR(A1298C) gen mutasyon analizi sonuçlarının ne sıklıkla görüldüğünü saptamayı amaçladık. Metod: Çalışmaya akut pulmoner emboli tanılı 57 kadın(67.07±14.22) ve 46 erkek (61.22±16.90) toplam 103 hasta dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 64.46±15.68 olup yaş aralığı 25-93 arasındaydı. Hastaların periferik kanlarından DNA izolasyonu yapılarak Real Time PCR aracılığıyla mutasyon analizleri gerçekleştirildi. Bulgular: Hastaların genotipik dağılımı Tablo-1’de, allelik distribusyon sıklığı da Tablo-2’de gösterilmiştir. Sonuç olarak Faktör V leiden için genotip dagılımı; 72 (%69.9) homozigot normal tip, 28 (%27.18) heterozigot mutant, 3 (%2.92) homozigot mutant şeklinde saptandı. Sonuç: Faktör V mutasyonuna sahip olmanın önemi, bu mutasyonu taşıyan VTE’li hastalarda tedavi sonrası tekrar pulmoner emboli gelişme olasılığı diğer mutasyon analizlerine göre oldukça sıktır. Buna göre VTE tanısı almış hastalarda tedavi sonlanmasına karar vermeden önce, tekrarlayan pulmoner emboli olasılığını azaltmak açısından, özellikle Faktör V mutasyonu varlığı olup olmadığının bakılarak gösterilmesi ve buna göre gerekirse tedavi süresinin uzatılması veya ömür boyu sürdürülmesi önerilebilir. Anahtar Kelimeler: emboli, genetik, mutasyon Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 81 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 1. Hastaların Genotipik Dağılımı NORMAL HETEREZİGOT HOMOZİGOT FV Leiden 72 (69.9 %) 28 (27.18 %) 3 (2.92 %) F II Protrombin 96 (93.20 %) 6 (5.82 %) 1 (0.98 %) MTHFR C677T 40 (38.83 %) 56 (54.36 %) 7 (6.81 %) MTHFR A1298C 37 (35.92 %) 52 (50.48 %) 14 (13.60 % B C Tablo 2. Grupların Allelik Dağılım ve Sıklığı NORMAL HETEREZIGOT HOMOZIGOT TOPLAM FV Leiden G allele 144 (69.90 %) 28 (13.59 %) 0 (0 %) 172 (83.49 %) FV Leiden A allele 0 (0 %) 28 (13.59 %) 6 (2.91 %) 34 (16.50 %) FII Protrombin G allele 192 (93.20 %) 6 (2.91 %) 0 (0 %) 198 (96.11 %) FII Protrombin A allele 0 (0 %) 6 (2.91 %) 2 (0.97 %) 8 (3.88 %) MTHFR 677 C allele 80 (38.83 %) 56 (27.18 %) 0 (0 %) 136 (66.01 %) MTHFR 677 T allele 0 (0 %) 56 (27.18 %) 14 (6.79 %) 70 (33.97 %) MTHFR 1298 A allele 74 (35.92 %) 52 (25.42 %) 0 (0 %) 126 (61.16 %) MTHFR 1298 C allele 0 (0 %) 52 (25.42 %) 28 (13.59 %) 80 (38.83 %) A Şekil 1. A: PA akciğer grafide trakea hava sutununda sola shift ve solda hacim kaybı izlenmektedir. B ve C: Toraks BT’de orta hat oluşumları sola deviye, solda hacim kaybı ve sol üst lob izlenmemektedir. P217 Astım Tanısı ile Takip Edilen ve Tek Taraflı Lober Agenezi Saptanan Bir Olgu Alper Gündoğan, Alev Taşkın, Seyfettin Gümüş, Ergün Uçar, Ergun Tozkoparan, Hayati Bilgiç Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Pulmoner agenezi izole olarak ve diğer konjenital defektlerle birlikte bulunabilen nadir bir anomalidir. Lob sayısının normal olduğu hipoplazinin aksine pulmoner agenezide akciğerlerin ilgili bölümü intrauterin gelişim defekti nedeniyle tam ya da tama yakın olarak yoktur. Astım tanısı ile takip edilen yetişkin bir hastada tek taraflı lober agenezi saptadiğımız bir olguyu sunuyoruz. Yirmi bir yaşında erkek hasta süregelen nefes darlığı şikâyeti ile başvurdu. Astım tanısı ile inhaler bronkodilatör tedavi kullanmaktaydı. Fizik muayenesinde sol hemitoraks hafif çökük görünümde, oskültasyonda sol apikalde solunum sesleri azalmıştı. PA akciğer grafide trakeal hava sütununda sola shift ve solda belirgin volüm kaybı izlenmekteydi. (Şekil 1.a). Yüksek rezolusyonlu bilgisayarlı tomografide orta hat oluşumları sola yer değiştirmiş ve sol akciğer üst lobu izlenmemekteydi (Şekil 1.b ve Şekil 1.c). Fiberoptik bronkoskopide sol sistem bronşunun ana karinadan itibaren alt loba devam ettiği, üst lob bronş ve segment ağızlarının olmadığı tespit edildi (Şekil 2). Pulmoner agenezinin görülme sıklığının 100 binde 3,4 ile 9,7 arasındadır. Daha çok solda görülür ve çoğunlukla diğer konjenital anomalilerle birliktedir. Mediastinal shift ile opak hemitoraks varlığında ayırıcı tanılar arasında akla gelmelidir. Sıklıkla tekrarlayan enfeksiyonlar, efüzyon, atelektazi ve opasite gibi öntanılarla evalüe edilirler. Akciğeri etkileyen bu gibi sorunlarla sıklıkla karıştığından dolayı erken tanı için şüphelenmek ve ileri tanı testlerine başvurmak gerekir. Çoğu kez kesin tanıları ileri yaşlara dek konulamaz. Bizim olgumuz, son iki yıldır astım tanısı ile takip edilen ve daha sonra tek taraflı lober agenezi saptanan 21 yasinda bir olgu idi. Olgumuz astım tanısı düşünülen hastalara ayırıcı tanıda pulmoner agenezinin de düşünülmesi gerektiğini göstermesi açısından önem arz etmektedir. Anahtar Kelimeler: pulmoner agenezi, konjenital akciğer anomalisi 82 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. Bronkoskopide sol üst lob bronşu izlenmemekte, Sol ana bronşun sol alt lob bronşu olarak devam ettiği izlenmektedir P218 Maligniteyi taklit eden Wegener Granulomatozisi; OLGU SUNUMU Sami Ceran1, Murat Kuru1, Burhan Apilioğulları1, Emin Maden2 1 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya 2 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya Wegener granülomatozisi (WG) özellikle üst ve alt solunum yollarını ve böbrekleri etkileyen sistemik nekrotizan bir vaskülittir. Kadınlarda daha sık rastlanan formunda üst solunum yolları,akciğerler tutulurken; yaygın formunda böbrekler de tutulmuştur ve erkeklerde daha sık gözlenir. Akciğer tutulumunda genellikle bilateral, kaviteleşebilen, düzgün sınırlı soliter nodül/kitle görülür. Nekrotizan özelliği nedeniyle kaviter lezyonların gelişmesi başta maligniteler ve tüberküloz olmak üzere pek çok hastalıkla ayırıcı tanı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ gerektirmektedir. Biz, radyolojik ve klinik bulguları nedeni ile başlangıçta metastatik akciğer kanseri olduğu düşünülen, operasyonla histopatolojik tanı alan 38 yaşında bir WG olgusu sunuyoruz. Bilinen hastalığı olmayan 38 yaşında kadın hasta son 1 aydır artan öksürük, kanlı balgam ve zayıflama şikayetiyle başvurdu. Akciğer grafisinde kavitasyon gösteren kitle izlenen hastaya toraks BT çekildi. Sol üst lobda 68x83mm, kalın düzensiz duvarlı lümende hava sıvı seviyelenmesi gösteren kaviter lezyon, bilateral akciğerlerde multipl kistik karakterde nodüler opasiteler görüldü. Toraks MR’da sol üst lobda 5x6cm kaviter kitle ve akciğer parankiminde metastatik odaklar görüldü. Kist hidatik İHA ve balgam ARB’leri negatifti. Girişimsel radyolojiyle konsulte edilen hastanın lezyonlarının kist hidatikle uyumlu olduğu, transtorakal biyopsi yapılamayacağı öğrenilmesi üzerine hastaya histopatolojik tanı amaçlı operasyon kararı alındı. Sağ 5. İnterkostal aralıktan kas koruyucu torakotomiyle sağ orta lobda yerleşmiş fissür komşuluğundaki kaviter lezyondan multipl biyopsiler ve sağ üst lobdaki nodüler lezyona wedge rezeksiyon yapıldı. Postop lökositoz ve transaminaz yüksekliği olan hastaya sulbaktam+sefoperazon verildi. Klinik/radyolojik düzelen hasta postoperatif 11. gün sorunsuz taburcu edildi. Patoloji sonucu dev hücre yapıları ve granülomu anımsatan yapılar nedeniyle granülomatöz bir iltihap olarak değerlendirilen, immun değerlendirme sonucu ANA, ANTİ MPO+PR3, C-ANCA, PR3 ANCA pozitif olarak gelen hasta wegener granülomatozisi nedeniyle Göğüs Hastalıkları Kliniği tarafından tedaviye alınmıştır. Anahtar Kelimeler: wegener granülomatozis, vaskülit, akciğer kanseri P219 Acil serviste mortalitesi yüksek bir tablo, masif pulmonertromboemboli Nesrin Öcal1, Deniz Doğan1, Ergün Uçar1, İbrahim Arzıman2 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Acil servise başvurular içerisinde mortal seyri ile klinik önem arz eden masif pulmoner tromboemboli zamanında tanı konulup etkin tedavisi başlanmaması durumunda ani arreste varabilen ciddi tablolarla sonuçlanabilmektedir. Öte yandan pulmoneremboli tanısı her zaman kolay konamamaktadır. Bu noktada önemli olan husus pulmoneremboli ön tanısını oluşturduktan sonra gerekli tanısal tetkikleri hızla gerçekleştirmek ve tedaviye başlamaktır. Ancak pek çok vaka semptomların benzerlikleri açısıdan kardiyak patolojilerle karıştırılmakta ve zaman kaybedilmektedir. Bu açıdan dikkat çekici olduğunu düşündüğümüz bir masif pulmoner emboli olgusunu paylaşmak istedik. 47 yaşında erkek hasta acil servise sternum arkasında şiddetli göğüs ağrısı, baş dönmesi, soğuk terleme ve nefes darlığı şikayetleri acil servise başvurmuş. Hastanın yapılan muayenesinde ateryal kan basıncı 90/50 mmHg, nabız 110/dakika, ateş: 36 derece celcius, SpO2: %89 olarak değerlendirildi. Hastanın EKG’sinde sinus taşikardisi, ST segmentlerinde hafif yükselme ve sağ aks deviasyonu mevcuttu. Hastanın kardiyak enzim değerlerinde hafif yükselme mevcuttu. Bu sonuçlar öncelikli olarak myokard enfarktüsü gibi kardiyak bir patolojiyi düşündürmekle beraber hastanın SpO2 düşüklüğü açısından alınan arteryal kan gazında PCO2: 25 mmHg, PO2: 58 mmHg olması hastada olası bir pulmoner emboliyi akla getirdi. Bunun üzerine yapılan d-dimer tetkik sonucu 3500 gelince hastaya pulmoner artere yönelik CT anjiografi çekildi. CT anjiografide her iki ana pulmoner arterde yaygın trombüs ile uyumlu dolum defekti izlenmesi üzerine hastaya hızla trombolitik tedavi ve ardından antikoagulan tedavi başlandı. Yoğun bakım şartlarında yapılan klinik takibi sonrası hasta stabil hale geldi. Bu olguyu acil servise göğüs ağrısı gibi öncelikli olarak kardiyak patolojilerde pulmonertromboembolinin akılda tutulmasının hayat kurtarıcı olabileceğini vurgulamak amacıyla paylaştık. Anahtar Kelimeler: masif, tromboemboli Şekil 1. Toraks BT Şekil 1. Bilateral pulmoner arterlerde trombüs Şekil 2. Toraks BT Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 83 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P220 P221 Pulmoner Arter Tutulumuyla Ortaya Çıkan Takayasu Arteriti Olgusu Dev Sağ atrium Sebahat Genç , Ertan Tuncel , Mesut Demirköse , Cenk Babayiğit , Ersin Şükrü Erden1, Ramazan Davran2, Burak Akçay3 1 Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Radyoloji Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay 3 Mustafa Kemal Üniversitesi, Kardiyoloji Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay İskemik kalp hastalığı nedeni ile 3 yıl önce koroner bypass operasyonu uygulanmış olan 55 yaşındaki kadın hasta poliklinikte nefes darlığı nedeni ile değerlendirildi. Hastanın çekilen akciğer grafisinde sağ orta alt zonda minor fissürle sınırlı homojen opasite saptandı. Eko kardiyografi ve toraks tomografisinde opasitenin nedeninin sağ dev atrium olduğu saptandı. Anahtar Kelimeler: dev sağ atrium 1 1 1 1 1 2 Takayasu arteriti (TA), aort ve ana dallarını ve pulmoner arteri etkileyen, daha çok genç kadınlarda görülen bir büyük damar vaskülitidir. Etyolojisi henüz tam olarak açıklanamamıştır, daha çok Asya ırkında izlenmektedir. Pulmoner tutulum nadir olmasa da çoğu olguda belirgin semptom vermez. Semptom ve bulgular tutulan damarın beslediği organa ilişkin iskemik belirtilerle ortaya çıkar. Olgumuz 52 yaşında bayan hasta, doğum yeri Özbekistan. Uzun yıllardır olan göğüs ağrısı şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenede; sol klavikula altında sistolik üfürüm, Sol akciğer bazalde ralleri mevcuttu. Her iki alt ekstremitede periferik nabızlar alınamıyordu. Oda havasında oksijen saturasyonu %80 idi. Akciğer grafisinde kardiyotorasik oran artmıştı. Diğer laboratuar bulguları normaldi. Ekokardiografide; sPAB: 126 mmHg olarak tespit edildi. Toraks BT incelemesi sol pulmoner arterde hipoplazi olarak yorumlandı. Torasik aort ve abdominal aort çapında azalma ve kalsifikasyonlar izlendi. Hastaya klinik, fizik muayene ve radyolojik bulgularla Takayasu Arteriti tanısı konuldu. Prednizolon 1 mg/ kg/gün dozda başlandı Hastaya İloprost nebül 6x10 mcg/ml başlandı kontrol ekosunda sPAB değerinin 75 mmHg ye gerilediği izlendi. Sonuç olarak, Takayasu Arteriti nadir görülen bir hastalık olduğu için ve pulmoner arter tutulumu nadiren semptom verdiği için bu olgumuzu sunmak istedik. Anahtar Kelimeler: Takayasu arteriti, pulmoner hipertansiyon, hipoksi Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2 Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 2 Şekil 1. Şekil 1. Abdominal aort da daralma ve kalsifikasyon Şekil 2 P222 Tek Taraflı Saydamlık Artışı: Pulmoner Arter Hipoplazisi Levent Cem Mutlu, Gizem Kaplan Şekil 2. Torasik aort da daralma ve kalsifikasyon 84 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Namık Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tekirdağ Öksürük, nefes darlığı, göğüs ağrısı ve hırıltı şikayetleri ile sağlık kuruluşuna başvuran 20 yaşında kadın hastaya, astım tanısı ile inhaler tedavi başlanmış ve akciğer grafisinde solda saydamlık artışı olması nedeniyle bilgisayarlı toraks tomografisi çekilmiş. Hasta sonuçları ile merkezimize başvurdu. Özgeçmişinde geçirilmiş akciğer hastalığı veya cerrahi operas- POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ yon öyküsü yoktu. Solunum sistemi muayenesinde her iki hemitoraks solunuma katılıyor, oskültasyonda akciğer sesleri doğaldı. Akciğer grafisinde solda saydamlık artışı izlendi. Spirometride, FVC 3.08LT (%87), FEV1 2.27 LT (%73), FEV1 / FVC 73.88, akciğer difüzyon kapasitesi azalmış olarak bulundu (DLCO %72). Toraks BT’de sol akciğer alt lobda bazal segmentlerde belirgin aerasyon artışı izlendi, sol ana pulmoner arter çapı sağa oranla azalmış olarak izlendi. Akciğer perfüzyon sintigrafisinde sol akciğer alt lobunda daha belirgin olmak üzere sol akciğerde perfüzyon daha düşük ve heterojen görünümde olup pulmoner arter hipoplazisi ile uyumu olarak raporlandı. Tek taraflı saydamlık artışı ekstrapulmoner veya intrapulmoner kökenli olabilir. İntrapulmoner saydamlık artışı teknik nedenlere bağlı olabileceği gibi göğüs duvarı patolojilerine, havalanma artışına veya pulmoner oligemiye bağlı olabilir. Pulmoner arter hipoplazisi de lokal olarak saydamlık artışına neden olabilen nadir durumlardan biri olarak sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: hiperlüsensi, pulmoner arter hipoplazisi arter kan gazında ph:7.35,pco:43.3,po.49,sat:82.geldi.10 gün önceki akciğer grafisinde sağ diyafram yüksek, sağ diyafram üzerinde tabanı periferde üçgen tarzında heterojen yoğunluk artışı ve sağ hiler dolgunluk vardı. Yakınmaları gerilemeyen ve yeni akciğer grafisinde bir önceki filmdeki üçgen infiltrasyon alanında genişleme görülen hasta antibiyotik altında progrese olduğundan servise yatırıldı. Hastaya ampisilin sulbactam iv+ klaritromisin tb olarak başlandı. Balgam gram boyaması ve ARB direk bakısı negatif kalan hastanın pulmoner emboli şüphesi ile istenen D-Dimer:860(<200) geldi. Emboli değerlendirmesi için istenen toraks BT anjiografide sağ pulmoner arter ve alt lob dallarında emboli görüldü. Bilateral alt ekstremite venöz doppler USG negatif geldi. Hastaya pulmoner emboli tanısıyla enoksaparin 2x8000ü sc tedavisi başlandı. Sonuç: Pulmoner tromboemboli tanısı koymak için önce şüphelenmek gerekir. Klinik ve fizik muayene bulguları özgün değildir. Klinik çok silik olabilir. Şüphelenilen olgularda gecikmeden BT anjiografi çekilmelidir. Anahtar Kelimeler: anjiografi emboli pnomoni, P223 P225 Mikroskopik polianjiitis Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyonda d dimer düzeyinin tanı ve prognozda önemi Şeyma As, Ayşin Durmaz, Hatice Çiner Çağlayan, Işıl Gökdemir, Naciye Mutlu, Hüseyin Cem Tigin, Murat Kıyık, Saadettin Çıkrıkçıoğlu Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul Giriş: Mikroskopik Polianjitis (MPA), küçük arterleri, arteriyoller, venüller ve kapillerin nekrozitan bir enflamasyonudur Olgu: 19 yaşında kadın hasta, 1 haftadır ara ara olan kanlı balgam tarifliyor. Hastanın 100 cc kadar hemoptizisi olması üzerine dış merkezde çekilen toraks bt de her iki akciğerde yaygın diffüz infiltrasyon saptandı. Paag de her 2 akc alt zonlarda bilateral yaygın infiltrasyon saptandı. Hastanın mevcut tetkikleri ile ön planda alveolar hemoraji olmak üzere akciğer ödemi ve pnomoni ön tanısı ile hastaya 1 grpulse steroid ve moksifloksasin 1*400 mg başlandı. Pulse steroid tedavisi 3 güne tamamlandı.spot idrarda hematüri saptandı. Anti GBM(-), c-ANCA (-), ANA(-), antidsDNA(-), p-ANCA sınırda pozitif saptandı. 9. gününde tekrar aktif kanaması olması üzerine PAAG tekrarlandı. PAAG de ciddi progresyon saptanması üzerine hastaya 1 gr siklofosfamid verildi. Hasta romatoloji ile konsülte edildi. Böbrek biopsisi yapıldı. Böbrek biopsisi kresentrik glomerülonefritvaskülit ile uyumlu olarak raporlandı. Hemoptizisinin tekrarlaması üzerine hastaya plazmaferez yapılmasına karar verildi. Böbrek biopsisi sonrası kreatin değeri 1.2 den 1.7 ye yükseldi. Batın bt anjıoda renal trombaz saptanana hastaya enoksaparin sodyum 0,6 mcg 2*1başlandı. Plazmaferez gün aşırı 7 kür olacak şekilde tamamlandı. Plazmaferez tamamlandıktan sonra kreatin düzeyi 1.2 ye geriledi. Kontrol paag de belirgin regresyon görüldü. Hasta oral steroid dozu ayarlanarak taburcu edildi. MPA, pulmoner-renal sendromun en sık nedenlerinden biridir. Hastaların %25’inde ilk 2 yıl içinde nüks sıktır. Beş yıllık sağkalım oranı %65 dir. Anahtar Kelimeler: hematüri, hemoptizi, mikroskopik polianjiitis, p-anca pozitifliği P224 nekrotizan pnomoni düşündüren emboli olgusu Sakine Yılmaz Öztürk, Merve Nizam, Sinem İliaz, Emel Çağlar, Belma Akbaba Bağcı Yedikule Göğüs ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Giriş:Pulmoner tromboembolizmde tanıya giden yol klinik kuşku ile başlar. Bunun için başlangıçtaki semptom ve bulguların yanında risk faktörlerinin varlığı dikkate alınmalıdır. Bu çalışmada yan ağrısı, hemoptizi şikayeti ile başvuran hastanın ayırıcı tanısı konu edilmiştir. Olgu: 50 Yaşında erkek hasta yan ağrısı, hemoptizi şikayeti ile başvurdu. Ateş, nefes darlığı yakınması yoktu. Şikayetler 10 gün önce gribal enfeksiyon gibi başlamış. Hastanın özgeçmişinde ek hastalık veya sigara öyküsü yok. İlaç anamnezi yok. Hastanın genel durumu orta, görünümü soluktu. Turgor tonusu normal, ödem, ikter, siyanoz yoktu. Oda havasında oksijen saturasyonu %99, Tansiyon:80/50mmHg, nabız:64/dk, solunum sayısı:20/dk idi. Dinlemekle akciğer sağ alt zonda ince raller mevcuttu. Diğer sistem muayenelerinde özellik yoktu. Laboratuarında lökosit:11800/ mm3, CRP:111mg/l, AST:58U/l, ESR:65mm/st idi. Oda havasında alınan Bahri Akdeniz1, Kemal Can Tertemiz2, Ebru Özpelit1, Melih Birlik3, Serap Acar4, Nezihi Barış1, Can Sevinç2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 3 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim dalı, İzmir 4 Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi Yüksek Okulu, İzmir 1 2 Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon (KTEPH) tanısı zor olan, ancak tanı konulduğu zaman kür sağlanabilen bir hastalıktır. Fibrin yıkımı sonucu oluşan D dimer, akut pulmoner emboli gibi bazı hastalıkların tanısında tarama testi olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı KTEPH’li hastaların tanısında ve prognozunda d dimer düzeyinin önemini belirlemektir. Metod: Hastanemiz Pulmoner hipertansiyon (PH) polikliğinde 20072013 yılları arasında düzenli olarak izlenen ardışık hastalar çalışmaya dahil edildiler. Hastaların demografik ve klinik özellikleri retrospektif olarak belirlendi Bu hastalardan KTEPH tanısı almış (PH grup 4) hastalar ve Pulmoner arteriyel hipertansiyon (grup 1) hastalar D dimer ve ortalama eritrosit hacmi (OEH) düzeyleri karşılaştırıldı.D dimer düzeyi ile ekokardiyografik, hemodinamik ve biyokimyasal prognostik faktörler arasındaki ilişkilere bakıldı. Bulgular: Çalışmaya toplam 90 PH hastası dahil edildi.Bu hastalardan 18’ı KTEPH (grup 4), 72’si ise diğer PAH (grup1) hastalarından oluşuyordu. KTPEH grubundaki hastalar daha yaşlı (p=0.007) idi. D dimer düzeyi KTEPH’li hastalarda diğer PH hastalarından daha yüksek ise de fark anlamlı değildi (p=0.08). KTEPH olan 18 hastanın 14’ünde (%77.8) D dimer düzeyi artmış iken diğer grupta bu oran (%61) farklı bulunmadı (p=0.20). D dimer düzeyi tüm grupta yaş (p= 0.01) ve fonksiyonel kapasite ile orta düzeyde (p= 0.03) ilişkili idi. KTEPH grubunda ise yaş (p=0.29), fonksiyonel kapasite (p=0.35),6 dakika yürüme testi (p=0.65), BNP düzeyi (p=0,16) pulmoner arter basıncı (p=0.20) ve kardiyak indeks (p=0.42) ile korele bulunmadı.Derin venöz trombozu varlığı (p=0.52) ve tromboemboli lokalizasyonu (p=0.33) ile ilişkili bulunmadı. Sonuç: KTEPH’da D dimer düzeyi az miktarda artsa bile Pulmoner hipertansiyonun ayırıcı tanısında yardımcı değildir. Prognostik faktörler ile de ilişkili bulunmamıştır. Anahtar Kelimeler: Kronik tromboembolik pulmoner hipetansiyon, D dimer, tanı, prognoz Tablo 1. KTEPH ve diğer PAH gruplarının karşılaştırılması Yaş KTEPH Diğer PH hastaları P 61,3±10,6 51.8±19.9 0.007 Cinsiyet (K) % 80,6 61,8 0,12 D dimer (mg/L) 1.73±1,65 1.32±1.82 0.08 77,8 61 0.2 D dimer artmış hastaların oranı (%) Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 85 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P226 P227 Bir pulmorenal sendrom olgusu: Mikroskopik polianjitis Akut Pulmoner Tromboembolide Serum Sodyum, Kreatinin ve Glukoz Değerlerinin Prognoza Etkisi Mihrican Yeşildağ1, Lütfullah Altıntepe2, Taha Tahir Bekçi1 Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Konya Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Nefroloji Bölümü, Konya 1 2 65 yaşında bayan hasta üç aydır kilo kaybı, öksürük, iştahsızlık, bulantı ve hemoptizi yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayenede sağ akciğerde solunum seslerinde azalma mevcuttu. Laboratuvarında mikroskopik hematüri ve proteinüri mevcuttu. Ayrıca üre 111mg/dL, kreatinin 4.52mg/dl ve Hb 8.2gr/dL olarak ölçüldü. Akciğer grafisinde sağ hiler bölgede içinde erimeli alanları içeren homojen dansite artışı mevcuttu. Toraks tomografisinde sağ akciğer alt lob süperior segmentte kaviter lezyon ve çevresinde konsolidasyon alanı izlendi. Serolojik incelemede p-ANCA pozitif, AntiGBM, Anti ds DNA, C3, C4 ve ANA negatifti. Balgamda ARB negatifti. Bronkoskopi normal idi. Böbrek biyopsisi global skleroz ve kronik interstisyel nefrit olarak raporlandı. Biyopsi materyalinde immunflorasan çalışma negatifti ve granülom izlenmedi. Bulgular vaskülite bağlı pulmorenal sendrom ile uyumlu idi. Olgumuzda akciğer tutulumunun olması, p-ANCA pozitifliği ve böbrek biyopsisinde kronik interstisyel nefrit gelmesine rağmen immunflorasan negatifliği, granulom görülmemesi ile klinik ve serolojik değerlerin uyumlu olması sonucu mikroskopik polianjitis tanısı düşünüldü. Hastaya steroid, immunsüpresif tedavi ve plazmaferez uygulandı. Hastanın kliniği ve böbrek fonksiyonları belirgin olarak düzeldi ve dialize alınmadı. Biz bu olgu ile pulmorenal sendromlu olgularda, klinik ve serolojik testler ile erken tanı yaklaşımının önemini ve erken tanının hastanın prognozuna pozitif etkilerini göstermeyi amaçladık. Anahtar Kelimeler: Akciğer, böbrek tutulumu, mikroskopik polianjitis, Pulmorenal sendrom. Aliye Gamze Çalış1, Aliye Candan Öğüş2 Patnos Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ağrı Akdeniz Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya 1 2 PTE mortalitesi ve morbiditesi yüksek bir hastalıktır. Akut PTE prognoz tayininde sağ ventrikül disfonksiyonu,troponin pozitifliği,PESI kullanılmaktadır. Çalışmamızda serum sodyum, glukoz ve kreatinin düzeylerinin prognostik değerlerini ve şu an kullanılan belirteçlerle korelasyonunu araştırdık. Ocak 2010 - Aralık 2012 yılları arasında Akdeniz Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Kliniğinde ventilasyon/perfüzyon sintigrafisi PTE ile yüksek olasılıklı uyumlu olan veya toraks BT anjiografi ile akut PTE tanısı alarak yatışı yapılan ve diabetes melitus ve kronik böbrek yetmezliği olmayan 112 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Toplam 112 olgunun 86’sının (%76.8) ilk 30 gün boyunca stabil seyrettikleri (Grup I), 26’sının (%23.2) ise ilk 30 gün içinde öldükleri (Grup II) belirlendi. Başvurudaki serum sodyum düzeyinin 135 mol/lt altında olmasının ölüm riskinin yaklaşık 48 kat arttırdığı belirlendi. İlk 30 gün içinde ölen olguların eGFR ortalaması 45.5mL/dk, stabil seyreden olguların ise 100.3 mL/dk bulundu. eGFR<60 mlt/dk ve >=60 mlt/ dk olan 2 grubun prognozları karşılaştırıldığında eGFR<60 mlt/dk olanlarda mortalite diğer gruba göre 41.67 kat artmış bulundu (p<0.001). Hastaların başvuru anındaki serum glukoz değerlerinin ortalaması 129.1 mg/dl olup, ölen hasta grubunda 140 mg/dl’nin üzerinde ve yaşayan hasta grubuna göre anlamlı yüksekti (p<0.001). Troponin pozitif, RVD saptanan ve PESI V olgularda mortalite oranı yüksek olup bu hastalarda serum sodyum düzeyi ve eGFR düşük, serum glukoz düzeyinin yüksek olması bu üç yeni belirtecin prognostik değerlerinin yüksek olduğunu desteklemektedir. Bu üç parametre arasında prognostik değeri en yüksek belirteç serum sodyum düzeyi iken üçünün birlikte bulunması durumunda mortalite riskinin %100 olduğunu belirledik. Serum sodyum, glukoz ve kreatin düzeylerinin ayrı ayrı veya birlikte akut PTE prognoz tayininde kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Akut pulmoner tromboemboli, hiperglisemi, hiponatremi, kreatin klirensi. Tablo 1. Serum sodyum, glukoz ve kreatin düzeylerinin prognostik değerleri Değişken Sensitivite Spesifisite Sodyum Şekil 1. PA Akciğer Grafisi. Sağ perihiler kitle izleniyor %84.6 %89.5 Pozitif Prediktif Değer Negatif Prediktif Değer %71 %95.1 eGFR %80.8 %90.7 %72.4 %94 Glukoz %73.1 %84.9 %59.4 %91.3 Üçü birlikte %42.3 %100 %100 %85.1 P228 Heparin ilişkili trombositopeniye bağlı masif pulmoner embolinin dabigatran ile tedavisi: Olgu sunumu Ahmet Bircan1, Güçhan Alanoğlu2 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Isparta 1 2 Şekil 2. Toraks BT de sağ alt lobe süperior segmentte kavitasyonlu kitle izleniyor. 86 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Heparin ilişkili trombositopeni (HIT), heparin tedavisinin nadir, ölümcül olabilen immun aracılı komplikasyonu olup, tromboz ve trombositopeniyle seyreder. Burada düşük moleküler ağırlıklı heparin (DMAH) tedavisi sırasında gelişen ve dabigatran ile tedavi edilen HIT ve masif pulmoner emboli (mPE) olgusu sunulmaktadır. Nefes darlığı, göğüste sıkışma ve senkop yakınmaları olan 57 yaşında kadın hasta mPE tanısıyla kliniğimize sevk edildi. Öyküsünde total sağ diz replasmanı nedeniyle 10 gün DMAH almıştı. Şikayetleri nedeniyle yapılan ekokardiyografik inceleme- POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ de pulmoner hipertansiyon (sPAP: 70mmHg) ve sağ atriyumda hareketli ekojen imaj (trombüs?) saptanmıştı. Özgeçmişinde obezite, gonartroz ve hipertansiyon vardı. Muayenesinde TA: 90/60mmHg, Nb: 102/dk., SS: 44/dk., O2Sat:%88 bulundu. Kalpte triküspit odakta 2/6 sistolik üfürümü mevcuttu. Preoperatif dönemde rutin laboratuvar tetkikleri tamamen normaldi, Plt:313x103/µL. Hastanemize başvurusunda ise lökosit: 13.2x103/ µL, Htc: %35.5, Plt: 66x103/µL-54x103/µL ölçüldü. Biyokimya testlerinde serum elektrolitleri ve BFT’leri normaldi. Ancak toksik/iskemik hepatiti düşündüren KCFT anormallikleri saptandı. Çekilen emboli protokollü toraks BT’de ana pulmoner arterlerin distalinde tüm lober ve segmenter pulmoner arter dallarında trombüsler görüldü (Şekil 1). Doppler USG’de sağ popliteal vende akut trombüs saptandı. Bu bulgularla HIT tanısı kondu. Kesin tanı için gerekli olan IgG yapısındaki HIT antikoruna bakılamadı. Aldığı DMAH ve warfarin tedavisi hemen kesilerek Dabigatran başlandı (2x150mg). Trombosit sayısı ve KCFT’leri giderek normale döndü (Figür 2). Trombosit sayısı 150x103/μL üzerine çıktığında warfarin tekrar başlandı ve dozu ayarlandı. Dabigatran tedavisi kesilen hastamız poliklinik takibine alındı. Heparin ve DMAH’lerin tıpta yaygın olarak kullanılması nedeniyle hayatı tehdit eden bu komplikasyonunun farkında olunmalı, tedavi sırasında trombosit sayısı takip edilmeli, böyle bir komplikasyonda hayat kurtarıcı olabilen diğer alternatif antikoagülanlar kullanılmalıdır. Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, trombosit, dabigatran, oral trombin inhibitörleri, heparin ilişkili trombositopeni Literatürlere bakıldığında enfeksiyon dışı nedenlere bağlı komplikasyonlar nadir görülmektedir. En az görülen klinik tablolardan birisi de pulmoner arteriyel hipertansiyondur (PAH). Bu nedenle PAH ile ilişkili primer myelodisplastik sendrom tanısı ile izlenen 30 yaşında kadın hastamızı sunuyoruz. Hasta polikliniğimize yorgunluk ve egzersiz dispnesi ile başvurmuştu. Öne çıkan en önemli patoloji anemi ve trombositopeni varlığıydı. Hematoloji kliniğine danışıldı. Kemik iliği aspirasyonu incelemeleri yapılarak myelodisplastik sendrom tanısı koyuldu. Yapılan ekokardiyografide sistolik fonksiyonu korunmuş sağ ventrikül hipertrofisi saptandı. Sistolik pulmoner arter basıncı 75mmHg idi. PAH etyolojisi açısından yapılan geniş kapsamlı araştımalarımızda, PAH’ı açıklayabilecek başka bir neden saptamadık. Myelodisplastik sendrom tanısı için hastamıza azasitidin tedavisi başlandı. Kemoterapi tedavisi altında pulmoner arter basıncında önemli bir değişiklik izlenmedi. Günde 3 defa 20mg sildenafil tedavisi başlanıp günde 3 defa 80mg olacak şekilde ilacın dozu titre edildi. Tüm bu tedavilere rağmen hastada kötüleşme izlendi. Bu olguda elde edilen sonuç, melodisplastik sendrom ile ilişkili PAH olgularında spesifik pulmoner vasodilator tedavi uygulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Myelodisplastik sendrom, Pulmoner arteriyal hipertansiyon Şekil 1. Santral pulmoner arterde genişleme Şekil 1. Toraks BT kesiti, Bilateral alt lob pulmoner arter dallarında trombüsler P230 Pulmoner Hipertansiyonlu Hastalarda Tiroid Fonksiyon Test Sonuçları İsmail Hanta1, Çağlar Emre Çağlıyan2, Sezen Sabancı Küçükaltun1, Mesut Demir2, Murat Sert3 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Adana 3 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrinoloji Bilim Dalı, Adana 1 2 Şekil 1. Günlere göre trombosit sayısı P229 Primer Myelodislastik Sendrom İle İlişkili Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon Zeynep Pınar Önen, Yasemin Karabacakoğlu, Öznur Yıldız, Banu Eriş Gülbay Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Myelodisplastik sendromların pulmoner komplikasyon sıklığı yüksek olmakla beraber büyük bir kısmı enfeksiyöz nedenlere bağlanmaktadır. Giriş: Tiroid fonksiyonlarındaki bozulmalar; kardiyak kontraktilitede, myokardın oksijen tüketiminde, kardiyak output ve sistemik ve pulmoner vasküler rezistansta artmaya neden olmaktadır. Tiroid hormonlarının çeşitli mekanizmalarla pulmoner hipertansiyona (PH) neden olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada, PH tanısı ile izlediğimiz hastalarda tiroid fonksiyon test (TFT) sonuçlarındaki değişimin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Ocak-2010 ile Aralık 2013 tarihleri arasında sağ kalp kataterizasyonu ile pulmoner hipertansiyon tanısı konulan 27 hasta çalışmamızda incelenmiştir. Hastaların demografik ve klinik özellikleri kaydedildikten sonra PH’nun, kılavuz önerilerine göre hangi gruba girdiği not edilmiştir. TFT ölçümleri kemiluminesans yöntemi ile yapılmıştır. Sonuçlar: İncelenen 27 hastanın 21’i (%77.8) kadın, 6’sı (%22.2) erkekti. 11’i (%40.7) idiyopatik PAH, 7’si (%25.9) konjenital kalp hastalığı ile ilişkili PH, 4’ü (%14.8) skleroderma ilişkili PAH, 3 (%11.1) hasta kronik tromboembolik pulmoner hipertansyon idi. Diğer 2 (%7.4) hastada skleroderma dışı konnektif doku hastalığı mevcuttu. 4 hasta (%14.8) NYHA evre- 2, 18 hasta (%66.7) NYHA evre-3, 5 hasta (%18.5) ise NYHA evre-4 idi. 27 hasta arasında sadece 1’sinde (%3.7) TSH düzeyinin normal sınırların üzerinde (TSH=7.7 [0.34-5.6]) yine 1 hastada da normal sınırın al- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 87 POSTER SUNUMLARI tında düşük olduğu (TSH=0.07) olduğu gözlendi. Buna karşın 10 (%37) hastada T4 düzeyi normalin üzerinde saptanmıştır. Yorum: Pulmoner hipertansiyon gelişiminde tiroid fonksiyon bozukluklarının katkısı olabileceği, çok daha fazla sayıda hasta ile yapılan çalışmalarla konunun araştırılmasının yararlı olacağı düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Pulmoner hipertansiyon, tiroid fonksiyon testleri, patogenez P232 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Uyuşturucu bağımlılığında pulmoner emboli: 2 olgu nedeniyle Sinem İliaz, Belma Akbaba Bağcı, Mediha Gonenç Ortaköylü, Ayşe Bahadır, Sakine Yılmaz Öztürk, Merve Nizam, Emel Çağlar Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul P231 Geriatrik Hastada Şiddetli Primer İnfluenza A Pnömonisi Miraç Öz, Zeynep Pınar Önen, Öznur Yıldız Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Primer influenza pnömonisi sadece genç ve sağlıklı yetişkinlerde değil aynı zamanda immün sistemi baskılanmış kişiler ve altta yatan komorbid durumları olan hastalarda pandemilerde yüksek mortaliteye sahiptir. Klinisyenlerin grip benzeri semptomlar ile başvuran solunum sıkıntısı ve yaygın akciğer tutulumu ile hızlı ilerleyen (2 -5days) vakalarda bu tanıdan şüphelenmek gerekir. Bu nedenlerle primer şiddetli influenza A pnömonisi olan vakamızı sunmak istiyorum. 70 yaşındaki kadın hasta, iki gün boyunca kuru öksürük ve yüksek dereceli ateş ile hastanemize başvurdu. C - reaktif protein başlangıçta yüksekti. Hastada tipik influenza belirtilerinin başlamasından 2 gün sonra yavaş yavaş artan nefes darlığı ve şiddetli hipoksemi mevcuttu.Akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografide sol akciğerde solid içerikli kistik dilatasyon saptandı. Farengeal aspirat örneklerinde İnfluenza A üremesi saptandı. Nöraminidaz inhibitörü “ oseltamivir “ 14 gün boyunca tedavi protokolüne eklendi. Ateş, oksijen artışı ile azalmıştır ancak radyolojik değişiklikler tedaviden 6 ay sonra yeniden değerlendirilecektir. İnfluenza A tanısı koyulduktan sonra, uygun oksijenizasyon ve ventilasyonun sağlanması yanı sıra antiviral tedavinin erken başlanması da tedavi yönetimi açısından önemlidir. Anahtar Kelimeler: İnfluenza A, pnömoni, oseltamivir Akciğer grafisi Uyuşturucu bağımlılığı derin ven trombozu ve pulmoner emboli için risk faktörüdür. Uyuşturucu ilaçların venlere iritan etkisi tromboz gelişimini desteklemektedir. İntravenöz ilaç bağımlılığı olan kişilerde sağ kalp endokarditi ve septik emboli gelişimi de normal populasyona kıyasla daha sık görülmektedir. Septik embolide görülen kaviter nodüller pnömotoraksa neden olabilir. Bu durumda hastanın tedavisi antibiyotik tedavisi ve kapalı su altı drenajı uygulaması ile yapılır. Uyuşturucu bağımlılığı bulunan kişilerde emboli nadir görüldüğünden burada iki olgunun sunulması amaçlanmıştır. Olguların ilki 29 yaşında erkek hasta, derin ven trombozu ve pulmoner emboli nedeniyle tedavi görmüştü. İkinci olgu ise 25 yaşında erkek hasta, derin ven trombozu ve septik emboli nedeniyle izlenmişti. Bu olgunun takibinde pnömotoraks gelişmişti. Yoksunluk semptomları nedeniyle bu hastaların tedavilerinde güçlük yaşanmaktadır. Anahtar Kelimeler: uyuşturucu bağımlılığı, pulmoner emboli, septik emboli, derin ven trombozu P233 Pnömoni ayırıcı tanısında pulmoner enfarkt: Olgu sunumu Hadice Selimoğlu Şen, Özlem Abakay, Cengizhan Sezgi, Abdurrahman Abakay, Abdullah Çetin Tanrıkulu, Ömer Faruk Önder Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır Giriş: Pulmoner enfarktüse en sık, kronik sol kalp yetmezliği ya da malignite ile birlikte seyreden pulmoner emboli (PE) neden olur. Bu PE hastalarının 10-15% ‘inde görülür (2). Pnömoni ön tanısıyla yatırılan ancak daha sonra pulmoner infarkt saptanan olgu ayırıcı tanıya dikkat çekme amacıyla sunuldu. Olgu: Elli iki yaşında erkek hasta, bir haftadır devam eden öksürük sarı renklli balgam ateş, halsizlik ve nefes darlığı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Hastanın 10 yıldır konjestif kalp yetmezliği (KKY) mevcuttu. Başlangıç kan labaratuvar testlerinde beyaz küre ve C reaktif protein gibi inflamatuvar belirteçlerinde yükseklik saptandı. Akciğer grafisinde sağ orta ve alt zonda geniş konsolidasyon izlendi. Toraks ultrasonu eşliğinde torasentez yapıldı ve plevral efüzyon eksuda karakterindeydi. Hastaya pnömoni, parapnömonik efüzyon ön tanıları ile antibiotik tedavisi başlandı. Ancak 72 saat sonra antibiotik tedavisine klinik ve labaratuvar yanıt alınamadı ve hastada hipotansiyon ve hemoptizi gelişti. Pulmoner tromboemboli ön tanısıyla bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiografi yapıldı.. Sağ ana pulmoner arterde ve lober dallarda multipl hipodens dolum defektleri ve sağ orta lobda ve alt lobda pulmoner arter trasesine uyan geniş fokal konsolidasyon alanları izlendi. Sonuç: Pulmoner enfarktüs nadir fakat sıklıkla yanlış tanı konulan bir antitedir. Pnömoni klinik ve radyolojik şüphesi olan ancak antibioterapiye yanıt vermeyen olgularda akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, pulmoner enfarkt, pnömoni, P234 Pulmoner Emboli’de Netrin-1 Şekil 1. sol akciğerde solid içerikli kistik dilatasyon Ercan Kurtipek1, Zafer Büyükterzi2, Meral Büyükterzi3, Mustafa Sertaç Alpaydın2, Taha Tahir Bekçi1, Fatma Eroğlu1, Said Sami Erdem4, Kenan Koşan5 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Konya 3 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Konya 4 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Kliniği, Konya 5 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Konya 1 2 Netrin-1 başlangıçta, sinir sistemi için önemli olan, laminin ile ilişkili bir molekül olarak tanımlanmıştır. Daha sonra sadece sinir sisteminde değil 88 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ aynı zamanda non nöral; pankreas, meme ve akciğer gibi diğer organlarda da tanımlanmıştır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda netrin 1’in endotelyal hücre aktivasyonunda rolü olduğu gösterilmiştir. Bizde buradaki mevcut çalışmamızda Pulmoner emboli (PE) tanısı almış hastalarla, sağlıklı kontrol grubu arasındaki serum netrin-1 düzeyleri arasındaki ilişkiyi göstermeyi amaçladık. Bunun için 42 PE ile 40 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edildi. Yaş ortalamaları PE ve sağlıklı kontrol grubun sırası ile (64.83±15.82, 64.68±8.79) olarak hesaplandı. Buna göre Netrin-1 düzeyleri emboli grubunda sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksekti. Ancak istatistiksel anlamlılık saptanmadı (110.5±110.95, 104.5±100.03 p=0.89). Bundan önce Pulmoner emboli’li hasta grubunda serum Netrin-1 seviyesi ile ilgili yapılmış herhangi bir çalışma yoktu. Bizim yaptığımız bu çalışmaya göre Pulmoner emboli tanısı almış hasta grubunda olası endotel disfonksiyonunun değerlendirilmesinde Netrin-1 yeterli bir marker olmayıp, bunun daha fazla vaka ve sağlıklı kontrol grubu olan çalışmalarda araştırılması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Emboli, Netrin-1, endotel disfonksiyonu P235 İki yıllık dönemde pulmoner emboli tanısı ile yatan olguların retrospektif olarak değerlendirilmesi Nagihan Durmuş Koçak, Sibel Boğa, Sibel Arınç, Sinem Güngör Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: Pulmoner emboli (PE) tanısı alan olguların demografik, klinik özellikleri, tanı yöntemleri ve prognozlarının belirlenmesi. Gereç-Yöntem: 1 Ocak 2012- 31 Aralık 2013 tarihleri arasında servisimize yatan ve PE tanısı alan toplam 46 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS paket programı kullanıldı. Bulgular: Yaşları 28 ile 93 arasında (ortalama:59.6±16.9) değişen hastaların, 30’u (%65.2) erkek, 16’sı (%34.8) kadın idi. Emboli şiddeti, 31 (%67.4) olguda nonmasif, 10 (%21.7) olguda ise submasif idi. En sık semptom dispne (%76.1) iken, göğüs ağrısı %47.8, derin ven trombozu (DVT) belirtileri %26.1, hemoptizi %13 sıklıkta saptandı. Ondört (%30.4) hastada risk faktörü yokken, en sık immobilizasyon (%26.1) ve önceki venöz tromboemboli (%13) öyküsü mevcuttu. Wells skorlamasına göre 5 (%10.9) hasta düşük, 26 (%56.5) hasta orta, 14 (%30.4) hasta yüksek olasılıklı idi. Hastaların %69.6’sında tedavide tanı kesinleşmeden düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) verilmişti.Serum D-dimer yüksekliği 38 (%82.6), pro-BNP yüksekliği 9 (%19.6), troponin yüksekliği ise 4 (%8.7) hastada tesbit edildi. Yirmibeş hastada venöz doppler ultrasonda alt extremitede trombüs olup, 11’inde proksimal venlerde idi. Tanı, 30 olguda bilgisayarlı tomografi anjiografi (BTA) ile, 13 olguda klinik olarak ve 3 olguda ise sintigrafi ile konmuştu. BTA ile en sık (%23.9) lober pulmoner arterlerde trombüs görüldü. Ekokardiyografi ile 9 hastada sağ ventrikül disfonksiyonu bulguları izlendi. Tedavide olguların yarısında DMAH tek başına, yarısında ise varfarin ile kombine şekilde verilmişti. Tedaviye bağlı 2 olguda minör kanama gözlenirken, eksitus saptanmadı. Ortalama yatış süresi 10.9±4.3 gün bulundu. Sonuç: Kliniğimize PE tanısında en sık pulmoner BTA kullanılmış iken, yaklaşık üçte birlik kısmında ise tanı yüksek klinik olasılık ve serum D-dimer yüksekliği ile birlikte klinik olarak konmuştur. Çalışma periyodu içinde masif emboli görülmemiştir. Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, derin ven trombozu, Wells skoru, d-dimer P236 Pulmoner Emboli’li Hastalarda Endotel Disfonksiyonu; Nötrofil Lenfosit Oranı ve Platalet Lenfosit Oranı Ercan Kurtipek1, Zafer Büyükterzi2, Meral Büyükterzi3, Mustafa Sertaç Alpaydın2, Said Sami Erdem4 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Konya 3 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Konya 4 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Kliniği, Konya 1 2 Pulmoner emboli (PE) sık karşılaşılan kardiyovasküler acil bir durumdur. Daha önceden yapılmış çalışmalarda aktive edilen lökositlerin serbest oksijen radikalleri oluşturarak endotel harabiyetine neden olduğu ve buna bağlı da inflamasyon ve trombogenezisin arttığı gösterilmiştir1-3. Çalışmamızın amacı PE’li hastalarda erken dönemde olası endotel disfonksiyonu ve subklinik aterosklerozun gösterilmesini araştırmaktır. Bu amaçla Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil servisi ve göğüs hastalıkları polikliniğinde tanı almış 71 akut pulmoner emboli (yaş ortalaması 64.94±15.27) ve 83 sağlıklı kontrol (yaş ortalaması 63.53±9.15) çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen grupların, Flow-MediatedDilatation (FMD) ve Karotis İntima Media Kalınlığı (CIMT) incelendi. Ayrıca Nötrofil-Lenfosit Oranı (NLR) ve Platelet Lenfosit Oranı (PLR) ölçümleri de hesaplandı. Buna göre emboli grubunda, sağlıklı kontrol grubuna göre, NLR ve PLR düzeyinin anlamlı oranda arttığı saptandı (p<0.05) (Tablo 1). Ayrıca FMD ve CIMT düzeylerinin emboli grubunda anlamlı olarak etkilendiği ortaya çıktı (p<0.05) (Tablo-2). Bizim çalışmamıza göre Pulmoner embolili hastalarda erken dönemde endotel disfonksiyonu ve subklinik ateroskleroz gelişmesi, bu hastalarda olası mortalitenin erken dönemde gelişmesinde rolü olabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Emboli, disfonksiyon, nötrofil lenfosit oranı Tablo 1. Grupların NLR ve PLR sonuçları NLR PLR Emboli 7.14±9.50 188.83±138.03 Kontrol 2.19±1.09 15.14±49.38 P Değeri p=0.001 p=0.04 Tablo 2. Grupların CIMT ve FMD düzeyleri CIMT FMD FMD % Emboli (n=71) 0.87±0.23 4.46±0.65 8.92±5.2 Kontrol (n=56) 0.80±0.07 3.43±0.24 10.56±3.56 P=0.04 P=0.001 P=0.03 P Değeri P237 Behçet Aktivasyonunda Pulmoner Trombüs: Bir Olgu Nedeni İle Melike Demir1, Halide Kaya1, Hadice Selimoğlu Şen1, Özlem Abakay1, Cengizhan Sezgi1, Mahşuk Taylan1, Abdullah Çetin Tanrıkulu1, Yeşim Cengiz Balyen2 Dicle Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır Dicle Üniversitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Diyarbakır 1 2 Giriş: Behçet hastalığı (BH), multisistemik, kronik ve iltihabi bir vaskülit şeklidir. Derin ven trombozu ve pulmoner trombüslü hasta, BH’da nadir görülen pulmoner emboli ile hastalığın pulmonrer vaskuler tutulumunun radyolojik benzerliklerine dikkat çekme amacıyla sunuldu. Olgu: Yirmi yedi yaşında erkek hasta son 1 haftadır başlayan hemoptizi şikayeti ile polikliniğe başvurdu. Yaklaşık on yıl önce Behçet hastalığı tanısı almış, fakat herhangi bir tedavi almıyordu. Solunum sistemi fizik Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 89 POSTER SUNUMLARI muayenesi doğaldı.Laboratuvar bulgularında CRP(serum reaktif protein) yükseklği dışında bir patoloji rastlanmadı. Pulmoner emboli (PE) şüphesiyle çekilen bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiografisinde (BTPA), sağ akciğer üst lob posterior segment ve sol akciğer alt lobda subsegment dallarında PE ile uyumlu hipodens dolum defektleri izlendi. Alt ekstremite venoz dopler ultrasonografide, sağ tarafda yüzeyel femoral; popliteal ve derin krural venlerin kranial segmentlerinde subakut –akut derin ventrombozu (DVT) izlendi. Antikoagulan tedavi başlanarak Romatoloji ile konsulte edildi. Romatoloji mevcut radyolojik lezyonları BH’nın aktivasyonu olarak değerlendirerek tedaviye siklofosfamit ve steroid ekledi. Sonuç: Behçet hastalığında BTPA’da görülen pılmoner vasküler dolum defektleri ve eşlik eden DVT sadece pulmoner tromboemboli olarak değerlendirilmemeli, radyolojik olarak benzer görünüm yapan hastalık aktivasyonu da akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Behçet hastalığı, pulmoner trombüs, P238 Oral antikoagülan (Warfarin) kullanımına bağlı nadir bir komplikasyon: Diffüz alveoler hemoraji (Dört olgu nedeniyle) TÜRK TORAKS DERNEĞİ ayın ortalama PM ve SO2 değerleri (100.7 μgr/m3 ve 13.1 μgr/m3) 16 masif olmayan (75.5 μgr/m3 ve 3.6 μgr/m3, p=0.030 ve p=0.024) ve 4 submasif olgunun ortalama PM ve SO2 (64.2 μgr/m3 ve 2.7 μgr/m3, p=0.030 and p=0.082) değerlerinden anlamlı olarak yüksekti. Ölen 6 olgunun yattığı ayın ortalama PM ve SO2 değerleri (101.6 μgr/m3 ve 10.3 μgr/m3, p=0.130 ve p=0.701) yaşayanlardan daha yüksekti (76.6 μgr/ m3 ve 5.4 μgr/m3), ancak farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi. Derin venöz tromboz bulunan 9 hastanın yattığı ayın ortalama PM ve SO2 değerleri (92.3 μgr/m3 ve 12.7 μgr/m3, p=0.130 ve p= 0.042) derin venöz trombozu olmayanlardan daha yüksekti (77.1 μgr/m3 ve 3.6 μgr/m3). Sonuç olarak PM ve SO2 düzeylerindeki yükselme ile masif pulmoner emboli ve derin venöz trombozis gelişme riskinin arttığı gözlendi. Anahtar Kelimeler: PM, SO2, pulmoner emboli P240 MTHFR, VKORC1 gen mutasyonlu tek yumurta ikizlerinde pulmoner tromboemboli (Olgu sunumu) Serap Duru, Bahar Kurt, Merve Yumrukuz, Esra Erdemir Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara Diffüz alveoler hemoraji (DAH), immün ve immün olmayan etyolojik faktörlere bağlı olarak gelişen, akciğerlerde alveolokapiller membranın hasarı sonucu nefes darlığı, hemoptizi, anemi, diffüz alveolar konsolidasyon ile karakterize bir hastalıktır. Burada, kontrolsüz oral antikoagülan (Warfarin) kullanımına bağlı kanamalar arasında nadir görülen bir komplikasyon olan DAH nedeni ile acil servise arka arkaya başvuru yapan ve kliniğimizde takip edilen dört olguyu sunmayı amaçladık. Nefes darlığı, öksürük, hemoptizi şikayetleri ile acil servise başvuran 60 yaş üstü 4 (kadın: 2) olgudan üçünün kalp kapak replasmanı, birinin ise geçirilmiş koroner bypass ve atriyal fibrilasyona bağlı kontrolsüz Warfarin kullandıkları öğrenildi. Fizik muayenede, hipoksemik solunum yetmezliğindeki bir olguda yaygın, diğerlerinde ise her iki infraskapuler bölgede inspiratuar raller saptandı. Dört olgununda serum hemoglobin düzeyinin düşük (<10 gr/dl), INR düzeylerinin ise yüksek (>3) olduğu görüldü. Olguların çekilen PA akciğer grafilerinde alt zonlarda daha belirgin olmak üzere bilateral yaygın alveoler opasiteler, bilgisayarlı toraks tomografilerinde ise her iki akciğerde yer yer nodüler-asiner dansitelerin eşlik ettiği yamalı görünümde buzlu cam infiltrasyon alanları saptandı. Warfarin tedavisi kesildikten sonra klinik ve radyolojik bulguları hızla düzelen olgularımızda diğer nedenler dışlandıktan sonra mevcut kliniğin Warfarine bağlı olduğu düşünüldü. Sonuç olarak Warfarin kullanan hastalarda takipte dikkatli davranılmalı, nadirde olsa görülebilen, erken tanı ve tedavisi yapılamaz ise mortalitesi yüksek olan DAH’ye yol açabileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: akciğer, warfarin, diffüz alveoler hemoraji Pulmoner tromboemboli (PTE), hasta ve koşullar ile ilgili risk faktörleri arasındaki etkileşimin bir sonucu olarak hayatı edebilen ciddi bir kardiyopulmoner hastalıktır. Hasta ile ilgili risk faktörleri arasında metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) gen mutasyonu oldukça nadir görülmektedir. Burada, kliniğimizde PTE tanısı ile takip edilen MTHFR C677T/A1298C ve oral antikoagülan (Warfarin) direncine yol açan vitamin K epokside redüktaz kompleks subünit 1’de (VKORC1 G1639A, VKORC1 C1173T) mutasyonları olan tek yumurta ikizi olguları sunmayı amaçladık. Ani başlayan nefes darlığı, kanlı balgam şikayetleri ile acil servise başvuran 48 yaşındaki kadın hastanın tek yumurta ikizi olan diğer kardeşi de 6 ay önce kliniğimizde PTE ve derin ven trombozu (DVT) tanısı ile takip edilmişti. Olgumuza çekilen bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografide sağ pulmoner arter orta ve alt loba giden segmenter dallarında tromboemboli ile uyumlu hipodens dolum defektleri, alt ekstremite venöz doppler ultrasonografisinde ise DVT saptandı. Düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) ve Warfarin tedavisi başlanan olgunun yüksek plazma homosistein düzeyi ile birlikte karaciğer enzimlerinde normalin üç katını geçen artış meydana geldi. Bu yükselişin etyolojisinde diğer nedenler dışlanarak yapılan genetik mutasyon taramaları sonucunda ikiz olguların bileşik heterozigot MTHFR C677T/A1298C ve VKORC1 G1639A, VKORC1 C1173T bölgelerinde mutasyonlar olduğu görüldü. Warfarin tedavisi kesildikten sonra karaciğer enzimleri hızla düzelen olguda tedaviye DMAH ile devam edildi. Sonuç olarak, erken tanı ve tedavisi yapılmadığında mortalite oranları yüksek seyreden PTE’li hastalarda Warfarin dozu ayarlamada güçlükler yaşandığında nadir görülen genetik varyasyonların olabileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Akciğer, Pulmoner tromboemboli, Gen mutasyonu P239 P241 Hava Kirliliği’nin Pulmoner Emboliye Katkısı Nedir? Nefrotik Sendrom tanısı alan ANCA negatif Wegener granülomatozu olgusu Sinem Berik Safçi, Ege Güleç Balbay, Peri Meram Arbak Saltuk Buğra Kaya1, Aşkı Vural2, Süleyman Savaş Hacıevliyagil1, Zeynep Ayfer Aytemur1 Serap Duru, Bahar Kurt, Merve Yumrukuz, Esra Erdemir Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları kliniği, Ankara Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce Hava kirliliğinin vasküler endotelyal hasarı, trombosit agregasyonunu artırdığı ve pıhtı oluşumunu kolaylaştırdığı iyi bilinmektedir.Amacımız bölgemizde değişen mevsimler ve hava kirliliği parametreleri ile pulmoner emboli hastalarının özelliklerini birlikte değerlendirmektir.Olguların yaş ortalaması 63.6 ± 19.3 yıl idi. Olguların 11’i erkek, 18’i kadındı. Altı olguda risk faktörü yokken, 11’inde immobilizasyon, 5’inde kalp yetmezliği, 3’ünde malignite, 3’ünde geçirilmiş cerrahi operasyon, 1’inde trombofili vardı. Derin venöz tromboz olguların 9’unda (%31) saptanmıştı. Olguların 11’i yaz (ort PM= 54.2 μgr/m3, ort SO2= 2.5 μgr/m3), 8’i kış (ort PM= 116.5 μgr/m3, ort SO2= 15.0 μgr/m3), 8’i ilkbahar (ort PM= 88.1 μgr/ m3, ort SO2= 4.0 μgr/m3), 2’si sonbaharda başvurmuştu (ort PM= 69.0 μgr/m3, ort SO2= 3.5 μgr/m3). Masif emboli tanısı alan 9 hastanın yattığı 90 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya 1 2 33 yaşında erkek hasta hemoptizi nedeniyle yatış verildi. Fizik muayenesinde inspeksiyonla ay dede yüzü görünümü mevcuttu, dinlemekle solunum sesleri bilateral azalmış, ek ses alınamadı. Hastanın yatış tetkiklerinde lökositozu, CRP yüksekliği bulunmaktadır. Hastaya amoksisilin-klavulanik asit 2gr/gün başlanıldı. Hastanın çekilen Toraks BT’sinde bilateral düzensiz sınırlı kalın duvarlı multiple kaviter lezyonları ve lezyon çevresinde buzlu cam görüntüsü mevcut (Şekil 1). Hastaya dış merkezde 6 ay önce nefrotik sendrom nedeniyle renal biyopsi yapılmış, 5gr/gün proteinürisi olan hastaya steroid ve siklosporin başlanılmış. Renal biyopsi doku azlığı nedeniyle değerlendirilememiş. Serviste yattığı süre zarfında vaskülit ön POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ tanısıyla hastanın romatolojik markerları gönderildi ve tüm markerlar negatif olarak tespit edilmiştir. Mikroproteinürisi devam eden hastaya Wegener granülomatozu ön tanısı ile bronkoskopi yapıldı, endobronşiyal lezyon rastlanılmayan hastadan biyopsi yapıldı, lavaj alındı. Biyopsi sonucunda kapiller duvarlarda nötrofil infiltrasyonu bulunan hastanın lavaj sitolojisi bening bulgular tespit edildi. ARB ve tbc kültürü negatif tespit edildi. Dış merkezle yapılan renal biyopsi preparatları tarafımızca yeniden çalışıldı; yer yer segmental sklerozan alanlar ve membranda kalınlaşma tespit edildi. Hasta KBB ile konsulte edildi. Hastanın üst solunum yolu biyopsisi sonucunda vaskülit lehine bulguya rastlanılmadı. Kontrol akciğer grafisi ve toraks BT’de kaviter lezyonlarda belirgin olarak azaldı. Hastada yapılan tüm biyopsiler 6 aylık immünsüpresyon altında yapıldığından net olarak tanı konulamamasına rağmen, hastanın kliniği radyolojik tetkikleri ve immünsüpresif tedavisiden ciddi yanıt alması nedeniyle hastada ön planda wegener granülomatozu olmak üzere vaskülit düşünüldü. Hastanın steroid tedavisi 2 haftada bir 4 mg düşecek şekilde reçete edildi ve poliklinik kontrolü önerildi. ANCA negatif wegener granülomatozu olgusu nadir tespit edildiğinden literatür eşliğinde tartışıldı. Anahtar Kelimeler: Hemoptizi, Nefrotik sendrom, Wegener granülomatozu, ANCA (-) P243 Pulmoner arteriovenöz malformasyon için yapılan VATS lobektomi: olgu sunumu Kuthan Kavaklı1, Hakan Işık1, Okan Karataş1, Deniz Doğan2, Alper Gözübüyük1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara 1 2 Giriş: Pulmoner arteriovenöz malformasyonlar (PAVM) arterler ve venler arasında anormal bağlantıların neden olduğu nadir görülen pulmoner vasküler anomalilerdir. Zamanla progresif gösterdiği kanıtlanmasına ve yüksek morbidite varlığını bağlı olarak, ciddi komplikasyonlar gelişmesini önlemek amacıyla mutlaka tedavi edilmelidirler. Olgu: Otuz yedi yaşında bayan hasta parmaklar ve dudaklarda siyanoz ve dispne şikayeti ile müracat etti. Bu semptomlar son 10 yıldır varmış. Akciğer grafisinde sağ alt zonda PAVM ile uyumlu spesifik bulgu vardı (Şekil1). Kan gazında SAT O2: %82.9, PaO2: 43.1 mmHg, PCO2: 27 mmHg idi. Tam kanda sekonder eritrositoz vardı. Beyin CT normaldi ve Herediter Hemorajik Talenjektaziyi destekleyen bulgu yoktu. Pulmoner arterden ayrılan iki besleyici arter vardı (Şekil2a). Toraks CT masif bir PAVM ile uyumlu idi (Şekil2b). İki besleyici artere sonunsuz bir şekilde embolizasyon uygulandı (Şekil3). Ancak hasta geniş besleyici arterlere bağlı olarak semptomatik olarak rahatlayamadı ve embilizasyondan bir ay sonra SAT O2:%90 civarında idi. Siyanozu düzelmedi. Hasta ile gerektiğinde lobektomininde yapılabileceği bir cerrahi tedavi tartışıldı. Wedge rezeksiyon ile küratif olabilecek bir hedef alan yoktu. Bu nedenle herhangi bir zorluk olmaksızın VATS lobektomi yapıldı. Hasta postoperatif 4. Günde sorunsuz olarak taburcu edildi. Ameliyattan sonra 4. ayda kan gazında SAT O2:%98.8, pH: 7.456, pO2: 98.1 mmHg, pCO2: 29.7 mmHg olarak ölçüldü. Sonuç: Akciğerin benign hastalıkları minimal invazive olarak ve düşük morbidite oranları ile tedavi edilmelidir. VATS lobektomi, özellikle embolizasyon işlemi sonrası uygulandığında, PAVM hastaların tedavisinde güvenli ve minimal invasive bir prosedür olarak kabul edilebilir. Anahtar Kelimeler: Embolizasyon, göğüs cerrahisi, lobektomi, pumoner arteriovenöz malformasyon. P244 Şekil 1. nToraks BT’de bilateral düzensiz sınırlı kalın duvarlı multiple kaviter lezyonlar. P242 Tekrarlayan Pulmoner Emboli Olan Hastada Antifosfolipid Sendromu Müge Erbay, Esra Aydın Özgür, Hayriye Bektaş, Savaş Özsu, Tevfik Özlü Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon 35 yaşında bayan hasta ani nefes darlığı, göğüs ağrısı ve sağ bacakta ağrı nedeni ile başvurdu. Hastada daha önce 2 kez tekrarlayan DVT ve pulmoner emboli öyküsü mevcuttu. Toraks bilgisayarlı tomografide (BT) sağ pulmoner arter alt-orta dalında, sol pulmoner arter linguler segmental dalında emboli saptandı. Rutin tetkiklerinde Hb:8.3, Trombosit: 53.000, INR: 1.4 idi. Hastaya DMAH tedavisi başlandı. Trombositopeni nedeniyle yapılan kemik iliği biyopsi sonucu hiperselüler olarak raporlandı. Genetik tetkikler istendi, antikardiyolipin antikoru Ig-G pozitif ve ANA zayıf pozitif olarak saptandı. Mevcut bulgularla hastaya primer antifosfolipid sendromu(AFS) tanısı kondu. Erken yaşta tekrarlayan pulmoner embolisi olan hastalarda etyolojiye yönelik (antifosfolipid sendromu, DIC, malignite) ileri araştırma yapılması gerekmektedir. Nedenin ortaya konması yeni embolilerin önlenmesini sağlar. Bizim olgumuzda olduğu gibi AFS ile ilişkili pulmoner embolide hedef INR değerinin daha yüksek seviyelerde tutulması gerekir. Anahtar Kelimeler: antifosfolipid sendromu, tekrarlayan derin ven trombozu, pulmoner tromboemboli Pulmoner tromboemboli hastalarında kanser varlığının klinik etkileri Mehmet Ali Habeşoğlu1, Sibel Kara1, Zuhal Ekici Ünsal1, Hatice Eylül Bozkurt Yılmaz1, Füsun Öner Eyüboğlu2 Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıları Anabilim Dalı, Ankara Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıları Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Amaç: Malignite varlığı pulmoner tromboembolizm (PE) riskini artırmaktadır. Bu çalışmada PE tanısı konulan kanserli olguların klinik ve radyolojik özellikleri kanserli olmayan PE olguları ile karşılaştırılmıştır. Yöntem: Kasım 2011 ile Aralık 2013 tarihleri arasında bilgisayarlı toraks tomografisi (BT) ile PE tanısı konulan hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Toplam 171 hastanın 50’sinde (%29,2) kanser vardı. Kanseri olan olgularda risk faktörü sayısı (2,6±1,1’e karşı 1,6±1,0; p<0,001) daha yüksekti. Risk faktörü olarak santral venöz kateterizasyon kanserli grupta anlamlı olarak yüksekti(p<0,05). Kanserli hastalarda oksijen satürasyonu daha düşük (%88,2±6,8’e karşı %92,4±6,2; p<0,001), derin ven trombozu daha sık (%75’e karşı %34,5; P<0,01) ve pulmoner arter basıncı daha yüksekti (49,1±11,9’a karşı 42,3 ±16,7 mmHg; p<0,05). Toraks BT’de kanserli grupta daha çok santral yerleşimli emboli vardı (%56’ya karşı %42,1) ancak aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,069). Kanserli hastaların 22’sinde (%44) malignite tanısı konulduktan sonra 90 gün içinde PE geliştiği saptandı. Kanserli hastaların 13’ünde (%26) PE raslantısal olarak saptandı, 44’ünde (%88) önce PE tanısı, 6’sında ise (%12) PE tanısı malignite tanısından önce veya eşzamanlı olarak konuldu. Bir yıllık mortalite kanserli olgularda %22, kanseri olmayanlarda ise %7,4 bulundu (p<0.05). Sonuç: Kanserli hastalarda PE kliniği daha ağır seyretmektedir. PE malignitenin habercisi olabilir ve malignitesi olan hastalarda PE raslantısal olarak saptanabilir. Malignite tanısından sonraki ilk 90 gün içinde PE yö- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 91 POSTER SUNUMLARI nünden hastaların dikkatle izlenmesi ve proflaktik antikoagülan tedavinin göz önünde bulundurulması sağkalım sürelerini arttırabilir. Anahtar Kelimeler: Kanser, Klinik, Pulmoner tromboemboli P245 Bir Yoğun Bakım Ünitesinde Akut Masif ve Submasif Emboli Nedeniyle Trombolitik Tedavi Verilen Hastalarımız ve Sonuçları Kezban Özmen Süner, Serpil Öcal, Atilla Kara, Mehmet Nezir Güllü, Kazım Rollas, Ebru Ortaç Ersoy, Arzu Topeli İskit Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara Giriş: Pulmoner tromboemboli (PTE) hastalarında kardiyopulmoner arrest, hipotansiyon ve sağ kalp yetmezliğinin varlığı mortaliteyi artırmaktadır. Bu nedenle bu hastalara trombolitik tedavi majör bir kontrendikasyon olmadığı sürece önerilmektedir. Özellikle submasif PTE hastalarında trombolitik tedavi uygulanmadığında uzun süreli takiplerde %40’lara ulaşan persistan dispne, fonksiyonel kısıtlanma ve sağ kalp disfonksiyonu izlenmiştir. Bu çalışmada iç hastalıkları yoğun bakım ünitesinde takip ettiğimiz PTE hastalarının özelliklerini ve trombolitik tedavi sonuçlarını raporlamayı amaçladık. Materyal-Metod: İç hastalıkları yoğun bakım ünitemizde son5 yılda PTE tanısıyla trombolitik tedavi alan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Bu hastaların demografik, klinik, radyolojik, ekokardiyografik ve laboratuar özellikleri dosya kayıtlarından incelenmiştir. Trombolitik tedavi ve sonuçları gözden geçirilmiştir. Bulgular: Dinamik bilgisayarlı tomografiyle radyolojik olarak masif PTE tanısı alan 19 hasta yoğun bakım ünitemizde izlenmiştir. Hastaların yaş ortalaması 63,5 yıl ve %56’sının cinsiyeti kadındı. Klinik olarak 2 hastada masif PTE ve 17 hastada submasif PTE mevcuttu. Radyolojik olarak masif olan ancak hipotansiyonu olmayan 17 hasta ekokardiyografiyle değerlendirildi. Bu hastaların 16’sında pulmoner hipertansiyonla sağ kalp yetmezliği bulguları ve diğer 1 hastada radyolojik olarak masif PTE ve şiddetli hipoksemi izlendi. Solunum yetmezliği nedeniyle 1 hastaya invaziv mekanik ventilasyon,3 hastaya non-invaziv mekanik ventilasyon uygulanmıştır. 15 hastaya yalnızca maskeyle oksijen desteği verilmiştir.Alt extremite derin ven trombozu hastaların %63’ünde ve PTE risk faktörü (%31’inde immobilizasyon, %21’inde cerrahi öykü, %10’unda solid organ malignitesi, %5’inde PFO) %68’inde izlenmiştir. Komplikasyon olarak yalnızca 3 hastada minör kanama izlendi. Hastaların %16’sı direkt yoğun bakımdan taburcu edilirken, %84 (16)’ü servise devredildikten sonra taburcu edilmiştir. Yoğun bakım ve hastane mortalitesi izlenmemiştir. Sonuç: Litaratürle uyumlu olarak, masif ve submasif PTE hastalarında da trombolitik tedaviyle hızlı oksijenizasyonda iyileşme ve pulmoner hipertansiyonda düzelme gözlenmiştir. Majör bir komplikasyon ve mortalite izlenmemiştir. Anahtar Kelimeler: Trombolitik Tedavi, Akut Masif ve Submasif Embolizm Tablo . Bulgular Değerler Pulmoner Arter Basıncı (mmHg) pH Trombolitik Tedavi Öncesi Trombolitik Tedavi Sonrası 70±17,3 32±14,9 7.47±0,15 7,45±0,048 pO2 (mmHg) 54±11,4 71±15,1 pO2/FiO2 200±67,8 324±63,0 D-Dimer (mg/L) 8±15,9 - Troponin (ng/mL) 0,065±0,23 - 2,73±6,1 - CK-MB (ng/mL) Değerler ortalama±standart sapma olarak sunulmuştur. 92 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P246 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Hipersisteinemi zemininde gelişen tekrarlayan pulmoner emboli, derin ven trombozu ve sinüs ven trombozu: Olgu Sunumu Fidan Sever1, Nazan Bağdagül Pekcan2, Aşkın Gülşen1, Hatice Yılmaz3, Şenol Kobak4, Mehmet Yaşar Özkul2 Şifa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Şifa Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir 3 Şifa Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 4 Şifa Üniversitesi, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir 1 2 Serebral venöz tromboz, klinik semptom ve bulgularının çeşitliliği nedeniyle ilginç ve zor bir hastalıktır. Acil servise 5 gündür olan şiddetli baş ağrısı, uyku hali, durgunluk, bulantı-kusma yakınması ile 39 yaşındaki erkek başvurdu. Hastada yapılan kranial manyetik rezonans anjiografi ve venografide tüm sinüslerde yaygın tromboz ve çekilen toraks bilgisayarlı tomografi eşliğinde yapılan anjiografide pulmoner emboli saptandı. Özgeçmişinde 3 kez pulmoner emboli atağı mevcuttu. Sinüs ven trombozu, derin ven trombozu tekrarlayan ve pulmoner emboli olan hastada zeminde hiperhomosisteinemi saptanması nedeni ile olgu literatür bilgileri eşliğinde sunuldu. Anahtar Kelimeler: Hiperhomositeinemi,Pulmoner Emboli, Sinüs Ven Trombozu P247 Astım Tanısı İle Takipli Olguda, Sağ Atrial Miksoma Ve Pulmoner Emboli Birlikteliği Hatice Sözgen1, Fatmanur Karaköse1, Abdurrahman Tasal2, Fatih Yakar1, Hatice Kutbay Özçelik1, Muhammed Emin Akkoyunlu1, Mehmet Bayram1, Murat Sezer1 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş: Miksoma, daha çok sol atriumda gelişen kardiak kökenli benign bir tümördür. %25 oranında sağ atriumda gelişen miksoma olgularının yaklaşık %10’unda pulmoner emboli gelişebilmektedir. Bu nadir durum, klinik pratikte ayırıcı tanıda zorluklara ve klinik şüphe olmaması halinde tanıda gecikmeye yol açabilmektedir. Olgu: 31 yaşında erkek hasta giderek artan nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi ile başvurdu. Fizik muayenede solunum sesleri ve sistem muayenesi normal saptandı. Anamnezde 7 yıldır astım tanısı ile tedavi altında olduğu ve geçirilmiş tüberküloz öyküsünün bulunduğu öğrenildi. Solunum fonksiyon testinde restriksiyon ile uyumlu bulgular görüldü. Pulmoner BT anjiografi planlanan hastada bilateral segmenter pulmoner arter dallarında dolum defekti görüldü. Kardiyoloji konsültasyonu sonrası yapılan ekokardiyografide (EKO) sağ atriumda interatrial septuma yapışık 3x3 cm boyutlarında hareketli kitle saptanan hastada ameliyat kararı alındı.Kalp Damar Cerrahi tarafından opere edilen hastada belirgin klinik iyileşme gözlendi. Tartışma: Miksomalar benign olmakla birlikte obstrüksiyon bulguları, emboli komplikasyonları ve ayırıcı tanıda kapak patolojileri ile karışmaları nedeniyle erken tanı konması ve tanı konar konmaz cerrahi olarak tedavi edilmesi gereken patolojilerdir. Sağ atriumda olanlar operasyonda pulmoner artere miksomatöz emboli riski taşır ve eşzamanlı pulmoner embolektomi yapmayı gerektirir. Bu tümörler, genellikle uzun süredir tanı konamayan ve tekrarlayan pulmoner emboliler araştırılırken ortaya çıkabilmektedir. Embolik patolojilerde intrakardiyak tümör olasılığı açısından dikkatli olunmalıdır. Anahtar Kelimeler: miksoma,pulmoner emboli,cerrahi tedavi POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P248 P250 Pulmoner Tromboembolide Üst Ekstremite Trombüsü Görülme Sıklığı Tip1 Nörofibromatozisli Bir Olguda Pulmoner Arteriyal Hipertansiyon Hatice Kılıç1, Ayşegül Şentürk1, Hatice Canan Hasanoğlu3, Funda Karaduman Yalçın2, Tuba Öğüt1, Ayşegül Karalezli1 Nevin Taci Hoca1, Arzu Ertürk1, Nermin Çapan1, Cengiz Burak2, Omaç Tüfekçioğlu2 Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara Sinop Boyabat 75. Yıl Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Sinop 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 1 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Ankara 2 Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Ankara Amaç: Venöz tromboemboli (VTE) sıklıkla derin bacak venlerinden köken alan trombüsle oluşan bir klinik tablodur. Pulmoner tromboemboli (PTE) olgularında %90’a varan oranlarda sebep derin ven trombüsleridir. PTE’ de yaklaşım daha çok alt ekstremite Doppler ultrasonografi (USG) incelemesi yapılması şeklindedir. Çalışmamızın amacı, üst ekstremite trombüslerinin PTE etyolojisindeki yerini göstermektir. Materyal-metod: Çalışmamıza 2010- 2012 yılları arasında PTE tanısıyla takip edilmiş 236 hasta dahil edildi. Tüm hastalara PTE nedenini tespit etmeye yönelik alt ve üst ekstremite Doppler USG incelemesi yapıldı. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 64,7± 16,9 (22- 95) olup, %56,8’i (134) kadın, %43,2’si (102) erkekti. PTE sınıflandırmasına göre 37 (%15,7) hastada masif, 103 (%43,6) hastada submasif ve 96 (%40,7) hastada nonmasif PTE mevcuttu. PTE nedenini tespit etmeye yönelik yapılan alt ve üst ekstremite Doppler ultrasonografi (USG) incelemeleri sonucunda, 109 (%46,2) hastada alt ekstremitede derin ven trombüsü (DVT), 10 (%4,2) hastada hem alt hem üst ektremitede DVT, 10 (%4,2) hastada ise sadece üst ekstremitede DVT izlendi. Toplamda 119 (%50,4) hastada DVT tespit edildi. DVT saptanan hastaların 20’sinde (%16,8) üst ekstremite trombüsü izlendi. Sonuç: Çalışmamızda venöz tromboembolilerin etyolojisinde alt ekstremite trombüsleri önemli bir yere sahip olmakla birlikte üst ekstremite trombüslerinin de önemli olduğu tespit edildi. Bu nedenle sadece malignitesi olan ya da santral kateter takılmış hastalarda değil periferik damar yolu takılan yatan hastalarda da üst ekstremite venlerinde trombüs oluşabileceği akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Pulmoner tromboemboli, tromboz, üst ekstremite. Pulmoner arteriyal hipertansiyon (PAH), tip 1 nörofibromatozisin (NF1) çok nadir görülen bir komplikasyonudur. 45 yaşında kadın hasta nefes darlığı ve öksürük nedeniyle hastaneye başvurdu. Özgeçmişinde altı yıl öncesine ait perikardiyosentez ve total tiroidektomi öyküsü, iki yıl önce tüberküloz ampiyem nedeniyle antitüberküloz tedavi görme öyküsü mevcut. Fizik muayenede; multipl café au lait lekeleri, bilateral axiller çillenme ve kutanöz nörofibromlar mevcut. İrisde Lisch nodülleri saptandı. Sol akciğer bazalinde inspiryumda raller ve sağ bazalde matite mevcut. Pretibial ödemi var. Laboratuvar incelemelerinde, yüksek sedimentasyon 84mm/h, ve CRP: 8.08 değeri saptandı. Tam kan sayımı, karaciğer ve böbrek fonksiyonları, idrar tetkiki, koagülasyon testleri ve kollojen doku belirteçleri normal bulundu. Akciğer grafisinde; bilateral plevral efüzyon, sağda plevral kalınlaşma ve sağ alt zonda konsolidasyon görüldü. Üç balgam ARB incelemesi negatif bulundu. Arterial kan gazı incelemesinde PH:7.44, PO2: 45.2mmHg, PCO2:44.5mmHg idi. Ekokardiyografide (EKO); sağ atriyal genişleme, 2-3.derece triküspit yetmezliği, sistolik pulmoner arter basıncı (sPAB) 90mmHg saptandı. BT anjiografide trombüs saptanmadı. Kalp kateterizasyonunda PAB 88/37/54 mmHg, pulmoner vasküler direnç (PVR) 5.6 wood olarak ölçüldü. Vazoreaktivite testi negatif bulundu. 6 dakika yürüme mesafesi (6DYM) 300 metre ölçüldü. Nazal oksijen, diüretik ve bosentan tedavisi başlandı. 18 aylık tedavi sonrasında 6DYM 360 metre ölçüldü. Arteriyal kan gazında PO2: 67.2mmHg, PCO2: 38.9mmHg saptandı. Kontrol EKO’da sPAB 62mmHg ölçüldü. Erken tanı sağkalım açısından önemli olduğundan, NF1 hastalarında nefes darlığı yakınması varlığında, PAH’a yönelik araştırmalar hızla yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Nörofibromatozis, Pulmoner arteriyal hipertansiyon 1 2 P249 Fondaparinuxla Tedavi Edilen Heparine Bağlı Trombositopeni Olgusu Halil Tosun1, Erdal İn1, Müge Otlu Karadağ2, Ramazan Ünver1, Mutlu Kuluöztürk1 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ 2 Malatya Devlet Hastanesi, Malatya 1 Giriş: Heparine bağlı trombositopeni (HIT) heparin kullanımını takiben genellikle 5-14. günlerde gelişir. HIT geliştiğinde heparin tedavisi kesilmeli ve direkt trombin inhibitörleri başlanmalıdır. Bu yazıda alternatif antikoagülan ilaç olan fondaparinux ile tedavi edilen HİT olgusu sunulmuştur. Olgu: 82 yaşında bayan hasta bir gündür başlayan şiddetli karın ağrısı, nefes darlığı, çarpıntı, genel durum bozukluğu şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral ana pulmoner arterlerde trombüs saptanması üzerine kliniğimize yatışı yapıldı. Hastanın anamnezinde yaklaşık 3 ay önce sağ kol operasyonu nedeniyle heparin alma öyküsü vardı. Hasta ilk başvurduğunda genel durumu bozuk, takipneik ve şuur konfüze idi. TA:115/65, Nb:102 saptandı. Hastaya heparin tedavisi başlandı. Tedavi öncesi trombosit değerleri 84.000/ mm3 olan hastanın heparin tedavisi sonrası, ikinci günde trombosit sayısı 57.000 / mm3 ve üçüncü günde 35.000/ mm3 saptandı. 3 ay içerisinde heparin kullanım öyküsü olan ve trombosit sayısı başlangıç değerine gore %50’ den fazla düşen hasta tip 2 HIT kabul edildi. Periferik yayması trombositopeni ile uyumlu idi ve dissemine intravasküler koagülopati bulgusuna rastlanmadı. Dördüncü günde trombosit: 28.000/ mm3 olan hastaya, doppler çekildi ve sağ krural vende thrombüs saptandı. Hastaya 7.5 mg / gün fondaparınuks başlandı. Trombosit sayısında artma olan ve sekizinci günde 112.000/ mm3 olan hastaya warfarin başlandı. INR düzeyi 2-3 arasında olduktan sonra fondaparınuks 5. günde stoplandı. Tedavi ile birlikte klinik bulguları düzelen, oksijen satürasyonu yükselen, trombosit sayısı 337.000/ mm3 olan hasta warfarin tedavisi düzenlenerek taburcu edildi. Anahtar Kelimeler: Pulmoner emboli, heparin, trombositopeni, fondaparinux P251 Unilateral Pulmoner Arter Agenezisi Olgusu Alper Gündoğan, Alev Taşkın, Seyfettin Gümüş, Ergun Uçar, Ömer Deniz, Ergun Tozkoparan, Hayati Bilgiç Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Unilateral pulmoner arter agenezisi nadir konjenital bir anomalidir. Embriyogenez sırasında aortik arkın malformasyonu nedeniyle meydana gelir. Genç erişkin dönemde sıklıkla tanısı konulsa da asemptomatik hastalarda uzun süre tanı konulamayabilir. Bizde nefes darlığı şikayeti ile başvuran bir unilateral pulmoner arter anomalisi olgusu sunuyoruz. 21 yaşında erkek hasta nefes darlığı şikayeti ile başvurdu. Anamnezinde çocukluğundan beri efor ile nefes darlığı şikayetinin arttığını ifade etmekteydi. Akciğer grafisinde solda hacim kaybı ve sola shift izlenmekteydi. (Şekil 1) Toraks Bt de solda hacim kaybı ile birlikte sol pulmoner arter ve dalları izlenmemekteydi. (Şekil 2) Bronkoskopi yapılan hastanın her iki sistem tüm lob ve segment ağızları açık olarak izlendi. Solunum fonksiyon testinde hafif mikst obstruktif ve restriktif patern izlendi. Eşlik eden konjenital kardiyak anomali saptanmadı. Unilatral pulmoner arter agenezisinin tahmini prevelansı 1/200.000dir. Ortalama tanı konulma yaşı 14 olmakla birlikte asemptomatik vakalarda tanı yaşı erişkin döneme kadar uzayabilmektedir. Olguların üçte birinde sol taraflı agenezi oalrak görülmektedir. Karidyak anomalilerle birlikte olabilmektedir. Sol akciğerin perfüzyonu bronşiyal arterlerden veya anormal colateraller yoluyla bronşiyal, subklavian veya intercostal arterlerden olabilmektedir. Vakamızda eşlik eden anomali saptanmamıştır. Tedavi seçenekleri arasında cerrahi veya embolizasyon bulunur. Ancak girişimsel tedaviler rekürren hemoptizi, rekürren pulmoner enfeksiyonlar veya pulmoner hipertansyon varlığında düşünülür. Mevcut hali ile girişimsel tedavi düşünülmeyen hasta takibe alındı. Asemptomatik vakalarda konjenital pulmoner arter anomalilerine ileri yaşlara kadar tanı konulamadığı akılda Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 93 POSTER SUNUMLARI bulundurulmalı, ayırıcı tanıya ulaşmak için uygun görüntüleme yöntemleri kullanılmalıdır. Anahtar Kelimeler: unilateral pulmoner arter agenezisi TÜRK TORAKS DERNEĞİ moptizi ve dispne en sık şikayetlerdi.WG, 14 hastada (%73) akciğer ve üst havayollarına sınırlıydı. Renal tutulum 5 hastada (%26) vardı. Böbrek yetmezliği ve nekrotizan glomerulonefrit 2 hastada (%15) mevcuttu. En sık laboratuar anormalliği eritrosit sedimentasyon hızında artma,ve lökositoz 12 hastada(%63) saptandı. Antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) testi 14 hastada (%73) negatifti. Akciğer grafisi ve/veya toraks CT’de,15 hastada (%78) nodül ve/veya kitle olup, nodüller 5 hastada (%26) kaviteli idi. İki hastada (%15) alveolar hemoraji saptandı. Dört hastada nüks [(ortalama:7 yıl sonra (1-12 yıl)]saptandı. BOOP saptanan olgularda, inflamasyonun klinik bulguları ile birlikte akciğer grafisinde ve/veya toraks CT’de kaviteli veya kavitesiz noduler ve/veya kitle lezyonlar görüldüğünde, klinisyen BOOP’un vaskülitle ilişkili olabilip, WG’i gibi immünolojik bir hastalık olasılığını düşünmelidir.Vaskülitin ekstrapulmoner belirtileri, ARD’inin WG için tanı kriterleri ve ANCA varlığı araştırılmalı, bu hastalarda ANCA testinin yalancı negatif olabileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Wegener Granulomatosis, Bronşiolitis obliterans organize pnömoni (BOOP), Antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA), vaskülit P253 Pulmoner Arteriyel Hipertansiyonda RDW’nin prognostic factor olabilir mi? Şekil 1. Kemal Can Tertemiz1, Bahri Akdeniz2, Aylin Özgen Alpaydın1, Ahmet Melih Birlik3, Nezihi Barış2, Can Sevinç1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir 1 2 3 Şekil 2. Toraks BT de sol pulmoner arter ve dalları izlenmemektedir. P252 Wegener’s Granulomatosisine sekonder Bronşiolitis Obliterans-organizing Pneumonia (BOOP)-: 19 vakanın klinikoradyolojik analizi Fatma Sema Oymak1, Süleyman Balkanlı2, Afra Yıldırım3, Soner Şener4, Oktay Oymak5 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kayseri 4 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Ünitesi, Kayseri 5 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Ünitesi, Kayseri 1 2 3 Granülomatosis ve polianjiitis [Wegener Granulomatosis (WG)] nadir vaskülittir. En sık akciğerler, sinüsler ve böbrekler tutulur. WG’unun histopatolojik özelliği, nekrotizan granülomatoz vaskülitdir fakat bronşiolitis obliterans organize pnömoni (BOOP) de bildirildi. Son yıllarda, biyopsilerde WG’i ile ilişkili BOOP benzeri fibrozisin major olduğu, önemli sayıda hasta saptadık. Bu çalışma histopatolojik BOOP benzeri özellik gösteren WG’unun klinik özelliklerini araştırmak amacı ile yapıldı. WG’li hastaların klinik bilgi, akciğer radyolojisi ve patoloji bulguları ve takip verileri hastane bilgisayar kayıtlarından elde edildi. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde 2004-2014 arasında Amerikan Romatoloji Derneği (ARD) kriterlerine göre WG’u tanısı alıp, akciğer biyopsilerinde BOOP saptanan hastalar seçildi. Bu kriterlere uyan toplam 19 hasta [(13 kadın, 6 erkek), yaş ortalaması:46 (27 ila 72 yaş arasında)] bulundu. Öksürük, ateş, he- 94 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş ve Yöntem: Eritrosit morfolojisi primer hematolojik patolojiler, sistemik inflamasyon, inefektif eritropoez ve beslenme bozukluklarından etkilenir. Eritrosit morfolojisi “red blood cell(RBC) distribution width (RDW)” ile değerlendirilebilir. Merkezimizde pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) tanısı ile izlenen olgularda N-terminal pro-brain natriuretic peptid (NT-proBNP), 6 dakika yürüme testi (6DYT), pulmoner arter basıncı (PAB), arter kan gazı gibi parametrelerin eritrosit morfolojisi ile olan ilişkisini araştırmak amacıyla bu çalışmayı planladık. Sonuçlar: Ortalama yaşları 52 olan 54 ‘ü kadın 72 hasta çalışmaya dahil edildi. Ortalama takip süresi 20 ay idi. Olguların PAH etiyolojilerine göre dağılımı ise; 20 hasta iPAH, 24 olgu kronik kalp hastalığına bağlı, 10 hasta kollajen doku hastalığına bağlı, 14 hasta KTEPH ve 4 olgu ise diğer nedenlere bağlı PAH idi. Hastaların tedavi öncesi bakılan RDW değerleri ile fonksiyonel kapasite (FK), NT-proBNP, sağ ventrikül fraksiyonel alan değişikliği, sağ ventrikül Tei indeksi, arteriyel oksijen saturasyonu ve CRP ile anlamlı istatistiksel ilişki saptandı Ancak RDW değeri ile 6DYT, ortalama PAB, TAPSE ile anlamlı ilişki saptanmadı. PAH etiyolojik nedenleri ile RDW arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Başlangıç ve üçüncü ay kontrole bakıldığında FK, PAB ve TAPSE’de anlamlı istatistiksel gerileme gözlenirken, RDW, 6DYT ve NT-proBNP düzeylerindeki değişiklik anlamlı değildi. Bir diğer önemli sonuç ise, RDW değeri arttıkça mortalite oranının da artış göstermesi idi (p=0.008). Tartışma: Bugüne kadar eritrosit morfolojisi ile PAH parametreleri ve mortalite arasındaki ilişkiyi destekleyen çok sınırlı araştırma mevcuttur. Merkezimizde PAH tanısı ile izlenen olgularda bu ilişkiyi araştırdığımızda; PAH izleminde rutin olarak kullanılan ve prognostik önemi olan birçok parametrenin ve mortalitenin RDW değeri ile yakın ilişkisi olduğu gözlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon, RDW, mortalite, NT-proBNP POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ KOAH P254 Trakeomalazili iki yetişkin hastamız Ahmet Arısoy1, Mehmet Hakan Bilgin2 Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van 2 Van Bölge Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van 1 Yetişkinlerde görülen trakeomalazi yönetmesi ve tedavi etmesi oldukça zor tehlikeli bir hastalıktır. Sık enfeksiyonlara ve mortaliteye sebep olur. Trakeal kıkırdakta yumuşama trakeanın tamamına ve hatta bazen daha aşağılara uzanabilir. (Trakeobronkomalazi) Kliniğimize 83 ve 66 yaşlarında iki erkek hasta uzun yıllardır devam eden gürültülü öksürük şikayeti ile başvurdu. 83 yaşındaki hastamız 10 yıldır KOAH nedeni ile ilaç kullanıyordu. Sık sık enfekte olup pürülan balgam çıkarma şikayeti olan hastanın son 6 aydır uyuyamama, uykuda iken boğulayazma şikayetleri oluyordu. Hasta yoğun bakıma alınarak 3 mg midazolam ile sedatize edildi. Sedasyon sonrası obstruktif apneleri olan hastaya yüksek basınçtan, ventilatör ile BPAP başlandı. BPAP’a rağmen apneleri devam eden hastaya Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma hastanesinde trakeal stent takıldı. Stent sonrası uyku problemleri düzeldi. 66 yaşında olan hastamıza Toraks BT de şüphelenilmesi üzerine bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide trakeanın ön ve arka duvarının birbirine yapıştığı gözlendi. Takibe alındı. Anahtar Kelimeler: KOAH, Trakeomalazi, Bronkoskopi P255 Kronik Obstruktif Akciğer Hastalıklarında Koroner Arter Hastalığı İle Pulmoner Arter Basıncı Arasındaki İlişki Müntecep Aşker1, Selvi Aşker2, Uğur Küçük3, Hilal Olgun Küçük4 Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van, Turkey Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van 4 Van Askeri Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van 1 2 3 Kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH) kronik ve ilerleyici hava yolu hasarının oluşturduğu geri dönüşszüz hava yolu obstruksiyonu ile karekterize bir hastalıktır. Bu hastalığın kardiyovasküler sistem etkilenimleri,koroner arter hastalığı,sağ ventrikül disfonksiyonu,pulmoner hipertansiyon ve aritmidir.Pulmoner hipertansiyonda (PHT oluşan sistemik inflamasyon ve endotel disfonksiyon koroner arter hastalıklarının patofiyolojisini açıklayabilir. Bu çalışmada amacımız KOAH hastalarında PHT nın koroner arter hastalıkları ile ilişkisinin olup olmadığını ve ek risk faktörlerini saptamak oldu.2009 mayıs ve 2012 ekim ayları arasında KOAH ve PHT tanısı alan (ekokardiyografik olarak maksimum sistolik pulmoner arter basıncı >40mmHg) olan ve aynı süreler içinde koroner anjıyografi yapılan Toplam 95 hasta (52 erkek;43 kadın; ortalama yaş 63±8 yıl) çalışmaya alındı.Ortalama pulmoner arter basıncı 35.9±8.53mmHgidi. %68 hastada koroner arter hastalığı tespit edildi. Koroner arter hastalığı için bakılan ortalama gensini skoru 14 olarak saptandı.Koroner arter hastalığının yokluğu belirgin olarak yaş ile hipertansiyon ile FEV1%ile ve biomass maruziyeti ile ilişkili bulundu. Koroner arter hastalığı ile pulmoner arter basıncı arasında istatistiksel bir ilişki saptanmadı. Sonuç olarak pulmoner hipertansiyonu olan KOAH hastalarında koroner arter hastalığı görülme sıklığı yüksektir.fakat PHT da bilinen patofizyolojik süreçler ve inflamatuvar kaskad ile koroner arter hastalığının yokluğu arasında ilişki olmaması dikkat çekicidir. Anahtar Kelimeler: Koroner arter hastalığı; pulmoner hipertansiyon; kronik obstruktif akciğer hastalığı. P256 SS2 agonist ultra prolonged action versus SS2 agonist prolonged action in the treatment of COPD patients in our hospital Silvana Abdi Bala1, Arian Cezar Mezini2, Loreta Shaqir Agolli2 University of Medicine Science, Tirana, Albania University Hospital of Lung Disease, Tirana, Albania 1 2 Şekil 1. Toraks BT’de yassılaşmış trakea Introduction: COPD is a disorders characterized by the progressive development obstruction of airway, which manifest as an accelerated decline in lung function, with symptoms such as breathlessness on physical exertion, deteriorating health status, and exacerbations. Objective: To compare efficacy of indacaterol (ß2 agonist ultra prolonged) to that of fixed-dose 150mcg versus ß2 agonist prolonged action for the treatment of COPD disease. Method and Results: Under study were 90 patients with COPD in stage II-III, with an average age of 62.3 + / - 8.37 (range 43-79) By sex were 55 males and 35 females. History for tobacco had 89 patients, 40 were smokers and 49 were ex-smokers. Respiratory examination you charge patients on the day of entry and 5 minute after application of indacaterol/ salbutamol. Another Spirometri was done after 12 hours We obtained by use of indacaterol, an increase of FEV1 over 70ml after 5 minute and this effect bronchodilatator is present even after 12 hours of application, compare with salbutamol and salmeterol respectively. Conclusion: Indacaterol provides an ultra prolonged bronchodilator action versus Salmeterol and onset of action of indacaterol in patients with COPD compare with salbutamol is immediate. Keywords: Indacaterol, COPD, Salmeterol, Bronchodilatator effect Şekil 2. Bronkoskopide ön ve arka duvarları birbirine yapışan trakea Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 95 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P257 Sigara içmeye devam eden KOAH’lı hastalarda atak ve hospitalizasyon sıklığı Serap Argun Barış, Tuğba Aşlı Önyılmaz, İlknur Başyiğit, Haşim Boyacı, Füsun Yıldız Çalışmamızda kotininin tütün maruziyetini gösteren güvenilir bir belirteç olduğunu ve sigaranın KOAH’a birçok yönden etkisini görmekteyiz. Sağlıklı sigara içen kişilerde FEF25-75% ile kotininin negatif korelasyon göstermesi, periferik hava yollarına sigaranın erken dönem etkisini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: KOAH, fonksiyonel parametreler, kotinin, sigara Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli Amaç: Çalışmanın amacı, aktif sigara içiminin KOAH’lı hastalarda atak sayıları ve yatış sıklıkları üzerine etkisinin değerlendirilmesidir. Materyal-metod: 2007-2013 tarihleri arasında polikliniğimizde takip edilmekte olan KOAH tanılı hastaların dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, sigara içme öyküsü, Charlson komorbidite indeksi, başlangıç FEV1 düzeyleri, hastalık evresi, takip süresi, atak ve yatış sayıları kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya ortalama takip süresi 3.2±1.7 yıl olan 11’i (%9.2) kadın, 109’u (%90.8) erkek toplam 120 hasta alındı. Hastaların 16’sı (%13.3) aktif sigara içici, 99’u (%82.5) sigarayı bırakmış, 5’i (%4.2) hiç içmemişti. Sigara içen grubun yaş ortalaması 62.94±6.8 iken, sigarayı bırakmış olan grubun yaş ortalaması 69.7±7.9 idi. Sigara içmeye devam eden ve bırakmış hastalar arasında sigara paket/yılı, başlangıç FEV1 değeri, yıllık atak ve yatış sayıları ve takip süreleri açısından istatistiksel anlamlı farklılık izlenmedi (p>0.05). Sigara içen grupta GOLD sınıflamasına göre evre 4 hasta bulunmazken, sigarayı bırakmış olan gruptaki hastaların %7.1’i evre 4 idi. Başlangıç evresi ile atak sıklığı arasında istatistiksel anlamlı korelasyon izlendi (p=0.003). Ayrıca sigarayı bırakmış olan grupta Charlson komorbidite indeksinin sigara içen gruba göre istatistiksel anlamlı olarak artmış olduğu izlendi (p=0.02). Sonuç: Etyolojide rol oynayan en önemli faktör olduğu bilinmesine rağmen KOAH’lı hastalarda aktif sigara içme oranları yüksek bulunmuştur. Aktif sigara içiciler ile sigarayı bırakanlar arasında atak ve hospitalizasyon sıklığı açısından fark izlenmemesinin, sigarayı bırakmış grupta ileri yaş ve komorbiditelerin varlığı ile açıklanabileceği düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: atak, hastane yatışı, KOAH, sigara Şekil 1. Kotinin ROC analizi P258 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Fonksiyonel Parametrelerde Değişmeler ve Kanda Kotinin Düzeyi Hatice Kozluca1, Gülseren Karabıyıkoğlu1, Emrah Dural2, Tülin Söylemezoğlu2 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Ankara Üniversitesi, Adli Bilimler Enstitüsü, Ankara 1 2 96 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. Sigara öyküsüne göre kotinin (ng/ml) dağılımı Kotinin ng/ ml FVC% FEV1% FEV1/FVC FEF25-75% Tablo 1. Grupların sigara öyküsüne göre kotinin ve spirometrik değerleri Paket-yıl Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), hava akım kısıtlanmasıyla karakterize bir hastalıktır. Spirometri ile belirlenen FVC%, FEV1%, FEV1/ FVC oranı ve FEF25-75% KOAH’ın değerlendirilmesinde kullanılan önemli fonksiyonel parametrelerdir. Bilinen en önemli risk faktörü sigaradır. Nikotinin temel metaboliti olan kotinin, tütün maruziyetini yansıtan en iyi belirteçtir. Çalışmamızda KOAH’lı olgularda ve sağlıklı gönüllülerde kotinin düzeyi, sigara öykü ve fonksiyonel parametreler arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 102 KOAH’lı olgu ve 106 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Her iki grupta sigara öyküsüne göre ortalama spirometrik değerler belirlendi. Kotinin tespitinde gaz kromotografi-kütle spektrometresi methodu kullanıldı. Kotinin düzeyi için ROC analizi ile belirlenen cut-off (<41.12 ng/ml) değerinin sigara içen ile içmeyeni ayırmada %97.2 sensitif, %100 spesifik olduğu saptandı. Sigara öyküsüne göre ortalama kotinin düzeylerinde anlamlı fark saptandı (hiç sigara içmemiş olanlar:6.1 ng/ml, halen sigara içenler:467ng/ml, sigarayı bırakmış olanlar:8.8 ng/ml) (p<0.05). Hasta ve kontrol grubu arasında kotinin açısından fark izlenmedi. Kotinin düzeyinde cinsiyet ve yaşa göre farklılık izlenmedi. Günlük sigara sayısı ile kotinin arasında pozitif korelasyon izlendi (p<0.001, r=0.741). Her iki grupta kotinin ile FVC%, FEV1% ve FEV1/FVC oranı arasında ilişki saptanmadı. FEF25-75% ile kotinin arasında hasta grupta ilişki izlenmezken kontrol grupta sigara içenlerde negatif korelasyon bulundu (p=0.047, r=-0.372). Sigara öyküsüne göre; hasta grupta sigarayı bırakmış olanlarda FVC%, FEV1% ve FEF25-75%, kontrol grupta ise halen sigara içenlerde FEF25-75% daha düşük saptandı (p<0.05). 102 62.10 38.74 139.61 67.21 48.72 59.65 29.27 6,23 71.42 58.14 63.84 34.78 70.69 53.84 60.57 32.65 Sigara Öyküsü N Hasta Yaş Hiç sigara içmemiş 14 61.23 - Halen sigara içen 26 57.23 41.53 521,89 Sigarayı bırakmış 62 64.35 46,32 9.43 59.53* 44.45* 58.32 26.61* Kontrol 69 40.96 10.41 178.89 101.51 101.82 83.98 83.17 6.06 99.33 101.79 85.66 98.00 Hiç sigara içmemiş 24 44.33 Halen sigara içen^ 30 35.24 19.76# 412.23** 102.73 101.80 83.46 70.68^**# Sigarayı bırakmış 47.05 17.20# 15 - 8.27 102.46 101.93 82.33 83.60# * p<0.05 (Sigara öyüküsüne göre hasta grupta sigarayı bırakmış olanlarda FVC%, FEV1%, FEF25-75% daha düşüktür) ** p=0.047, r=-0.372 (Kontrol grupta sigara içenlerde kotinin ve FEF25-75% arasında negatif yönde korelasyon vardır) ^ p<0.001 ve p=0.012(Sigara öyküsüne göre kontrol grupta sigara içenlerde FEF25-75% daha düşüktür) # p<0.001, r= -0.639 ve p=0.013 r=-0.623 (Kontrol grupta sigara içen ve sigarayı bırakmış olanlarda paket-yıl ve FEF25-75% arasında negatif yönde korelasyon vardır) POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 2. Grupların sigara öyküye göre kotinin (ng/ml) dağılımı KOTİNİN (ng/ml) SİGARA ÖYKÜ Ortalama (±standart sapma) Median Minumum-Maksimum Hasta (n:102) Hiç sigara içmemiş (14) Halen sigara içen (26) Sigarayı bırakmış (62) 6.23 (±3.71)* 521.89 (±628.59)* 9.43 (±6.31)* 5.29 356.05 8.88 83 – 13.23 87.76 - 3313 1.33 – 38.43 Kontrol (n:106) Hiç sigara içmemiş (42) Halen sigara içen (45) Sigarayı bırakmış (19) 6.06 (±4.42)* 412.23 (±383.73)* 8.27 (±5.97)* 5.11 258.82 7.61 0.41 – 19.48 11.44 – 1924.50 2.38 – 29.64 * p<0,05 (halen sigara içen>sigarayı bırakmış>hiç sigara içmemiş) P259 Stabil Dönemdeki Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’ nda Klinik Ölçüm Yöntemleri ile Laboratuar ve Fonksiyonel Parametrelerin Korelasyonu Mehmet Ünlü, Pınar Çimen, Sami Cenk Kıraklı, Nuran Katgı, İsmail Kayaalp, Aysu Ayrancı, Salih Zeki Güçlü İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir KOAH’ da dispne, kişinin günlük hayatını etkileyen en önemli semptom olup, sadece spirometri ile hastanın dispne düzeyini ve yaşam kalitesini belirlemek mümkün değildir. Bu nedenle dispne algısını ve yaşam kalitesini değerlendirmek için ek belirteçlere ihtiyaç vardır. Ayrıca anksiyete ve depresyon gibi sorunlar, KOAH’lı hastaların yaşamını ciddi olarak etkilemektedir. Çalışmamızda,stabil dönem KOAH’lı hastalarda dispne algısının değerlendirilmesini ve derecelendirilmesini sağlayan ölçüm yöntemleri ile klinik,laboratuar ve fonksiyonel parametrelerin korelasyonunu araştırmak ve KOAH’lı hastaların evrelerine göre psikolojik etkilenme düzeyi arasındaki ilişkiyi saptamak amaçlandı. Çalışmaya Haziran 2012-Aralık 2012 tarihleri arasında Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi göğüs hastalıkları polikliniklerine başvuran 101 KOAH tanılı hasta dahil edildi. Hastaları değerlendirmede kullanılan dispne ölçeklerinden OTD ve BDI ile FEV1 arasında güçlü pozitif korelasyon saptandı (p<0,05). VAS,mMRC ve MBS ile FEV1 arasında da anlamlı pozitif korelasyon izlendi (p<0,001). Yaşam kalitesini değerlendiren SGRQ solunum anketinin alt birimlerinden SGRQsemptom ve SGRQaktivite skorları ile FEV1 arasında çok güçlü negatif korelasyon izlenirken (p<0,001),SGRQtotal skoru ile de güçlü negatif korelasyon saptandı (p<0,05). Ayrıca çalışmamızda HAD anketi ile dispne indekslerinden OTD ve BDI arasında güçlü negatif korelasyon izlenirken (p<0,001), VAS, mMRC ve MBS skalaları ile pozitif bir ilişki saptandı(p<0,001). SGRQ anketi ile de hem anksiyete hem de depresyon skorları arasında çok güçlü pozitif korelasyon izlendi(p<0,001). Sonuç olarak multisistem bir hastalık olan KOAH’ı değerlendirmede, sadece FEV1 değeri yeterli olmayıp, dispne ve yaşam kalitesini değerlendiren ölçeklere de ihtiyaç vardır. Ayrıca KOAH hastalığı ilerledikçe ortaya çıkabilecek anksiyete ve depresyon açısından klinisyenler dikkatli olmalıdır. Anahtar Kelimeler: Anksiyete, depresyon, dispne ölçekleri, KOAH, yaşam kalitesi P260 Pulmoner Hipertansiyonu Olan Kronik Obstrultif Akciğer Hastalarında İntima Media Kalınlıkları Selvi Aşker1, Müntecep Aşker2, Özgür Gürsu3, Şahin İşcan3, Aydın Rodi Tosu2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van 3 Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyovasküler Cerrahi Bölümü, Van 1 2 Metod: Çalışma üç grup içermektedir.Birinci grupta PHT nu olan 47 KOAH hastası, 2. Grupta pulmoner HT nu olmayan 71 KOAH hastası ve 3. Grupta 37. Sağlıklı kontrol içeriyordu. Katılımcıların demografik bilgileri,biyokimyasal parametreleri ve karotis ve brakiyel arter intima media kalınlıkları (IMT) kaydedildi ve her üç grup için karşılaştırmalar yapıldı. Bulgular: Grup1,grup 2ve grup3 için yaş ortalamaları sırası ile 59.7±9.0, 55.0±10.2 ve 47.6±9.7 saptandı (p=0.40). Üç grupta cinsiyet (p<0.001) ve sigara (p<0.001) dağılımı açısından farklılık gösteriyordu. Tüm gruplar arasında diabetes mellitus (p=0.06) ve hipertansiyon (p=0.11) dağılımı eşit olarak saptandı. Karotis IMT, Brakiyel IMT, hemaglobin, hematokrit, serum trigliserit seviyeleri, kolesterol, LDL, ejeksiyon fraksiyonu, oksijen saturasyonu, CRP, HDL değerleri KOAH grubunda kontrol grubuna göre belirgin olarak yüksekti. Grup 1 ve grup 2 karşılaştırıldığında sadece sağ karotis arter IMT kalınlığı grup 1 de yüksek olarak saptandı (p=0.006). Diğer parametrelere bakıldığında grup 1 ve grup 2 arasında bir fark saptanmadı. Sonuç: Sonuçlarımız KOAH ve PHT hastalarında kontrol grubuna göre IMT ölçümlerinde belirgin bir fark olduğunu fakat PHT olan ve olmayan grup arasında belirgin bir fark olmadığını gösterdi. Bu konu ile ilgili olarak daha ileri çalışmalara ihtiyaç olacaktır. Anahtar Kelimeler: Brakiyel arter; karotis arter; kronik obstruktif akciğer hastalığı; intima media kalınlığı, pulmoner hipertansiyon. P261 Aile Hekimlerinin KOAH Hakkında Bilgi Düzeylerinin Değerlendirilmesi Hülya Günbatar1, Bünyamin Sertoğullarından1, Selami Ekin1, Ahmet Arısoy2, Aysel Sünnetçioğlu1 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van 1 2 Amaç: aile hekimlerinin KOAH hakkındaki bilgi düzeyleri ve sigara bağımlılarına karşı tutumları değerlendirmek amaçlandı. Gereç-Yöntem: İl merkezimizdeki aile hekimlerine sigara ve KOAH konusunda bilgilendirme toplantıları düzenlendi ve KOAH tanısı ile ilişkili bir anket uygulanıp değerlendirildi. Sonuçlar: Anket 64 hekim tarafından tamamlandı. Hekimlerin büyük çoğunluğu günde 0-5 arasında sigara içicisi ile karşılaşmaktaydı. KOAH gelişiminde en sık etken, KOAH tanısı için gerekli tanısal test ve KOAH tanısı için kullanılan spirometrik ölçüm soruları büyük çoğunlukla doğru olarak yanıtlandı. Hekimlerin çalıştığı birimde %3 4.4’ünde sadece hemogram, %28.1’inde sadece elektrokardiyogram (EKG), %18.8’inde EKG ve hemogram bulunurken %18.8’inde hiçbir alet bulunmuyordu. Spirometri cihazı hiçbir aile sağlığı merkezinde yoktu. KOAH tanımı, stabil KOAH tedavisinde hangi ilaçların kullanılması ve kullanılmamasını içeren sorular en çok yanlış cevaplanan sorular arasında idi. KOAH olgularına sık eşlik eden hastalıklar sorusuna en sık kardiyovasküler, anksiyete depresyon ve kanser yanıtları verildi. Yorum: Hekimlerin hepsi KOAH’ın etyolojisi ve tanı yöntemi konusunda bilgi sahibiyken, KOAH tanımı, kullanılan ilaçlar gibi sorularda bilgi eksikliği olduğu ortaya konmuştur. KOAH ile ilgili mezuniyet sonrası eğitim toplantılarının daha sık yapılmasının, hastalığın erken tanısını koyma oranında artış sağlayacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: KOAH, bilgi, hekim, eğitim P262 Yaşlı KOAH’lı hastaların klinik ve fonksiyonel özellikleri Eylem Sercan Özgür, Sibel Atış Naycı, Cengiz Özge, Esin Taştekin, Ahmet İlvan Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin Amaç: Kronik inflamatuar bir hastalık olan KOAH genellikle ileri yaşlarda klinik olarak belirgin hale gelir ve KOAH prevalansı yaşlı hastalarda daha yüksektir. Yaşlı hastalarda KOAH’ın klinik prezantasyonu yaşlanmaya bağlı komplike olabilir ve bu nedenle yaşlı KOAH’lı hasta yönetimi değişiklik gerektirebilir. Bu çalışmada, stabil KOAH’lı hastaların klinik ve fonksiyonel özelliklerinin yaşlı ve genç hastalarda karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi amaçlandı. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 97 POSTER SUNUMLARI Gereç-Yöntem: 240 stabil dönemde KOAH hastası çalışmaya alındı. Hastalar <65 yaş (n=154, genç grup) ve >=65 yaş (n=86, yaşlı grup) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Yaşa göre klinik ve fonksiyonel özellikleri (sigara, hastalık süresi, vücut kütle indeksleri (VKİ), komorbidite (Charlson skoru), solunum fonksiyon testleri, dispne skoru (mMRC), egzersiz kapasitesi (6 DYTM), son 1 yıl içindeki atak sıklığı ve hastane yatışı, eski ve yeni GOLD evreleri) retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Ortalama yaş 61.55±8.2 yıl, FEV1 %50.78±18.3 ve Charlson skoru 1.52±0.9 idi. Yaşlı hasta grubunda hastalık süresi daha uzun, 6 DYTM daha kısa ve VKİ daha düşük bulundu (sırasıyla p=0.13, p=0.001 ve p=0.002). İki grup arasında Charlson skoru, FEV1, mMRC, son 1 yıl içindeki atak sıklığı ve hastane yatışı, eski ve yeni GOLD evreleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Sonuç: Bu çalışmada, yaşlı KOAH’lı hastaların daha düşük egzersiz kapasitesine ve vücut kütle indeksine sahip oldukları saptanırken diğer klinik özellikler ile yaş arasında bir ilişki bulunmamıştır. Bu bulgular KOAH’lı hasta yönetiminde hastaların yaşının da dikkate alınmasının faydalı olabileceğini ve bu konuda daha ileri çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: GOLD evre, KOAH, komorbidite, yaşlı P263 Kronik Obstrüktik Akciğer Hastalarında Beslenme Durumunun Belirlenmesi ve Vücut Kompozisyonu, Dispne Algısı, Egzersiz Kapasitesi, Atak Sayısı ile İlişkisi Gamze Ayar Karakoç, Dilek Ernam, Selahattin Öztaş, Ülkü Aka Aktürk, Erhan Oğur Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: İlerleyici kronik inflamasyonla ve sık ataklarla seyreden KOAH’a malnütrisyon sıklıkla eşlik etmekte ve hastalığın prognozunu olumsuz yönde etkilemektedir. Bu çalışmada stabil KOAH olgularının mevcut beslenme durumlarının tespit edilip hastanın dispne algısı, egzersiz kapasitesi, vücut kompozisyonu, atak sayısı ve yaşam kalitesi ile olan ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Materyal-Metod: KOAH tanısı sigara öyküsü, klinik değerlendirme ve SFT ile 65 yaş ve üzeri 50 KOAH olgusu ve kontrol altında HT dışında ek hastalığı olmayan 30 kontrol olgusu olmak üzere toplam 80 olgu çalışmaya alındı. Nütrisyonel durumu ve vücut ağırlığını etkileyecek malignite, malabsorbsiyon, DM, nörolojik hastalık, renal yetmezlik ve dekompanse kardiyak hastalığı olan olgular çalışma dışı bırakıldı. Olguların obstruksiyon derecesi SFT, beslenme durumu MNA(mini nutritional assesment) testi, dispne algısı MMRC dispne skalası, egzersiz kapasitesi 6DYT ve yaşam kalitesi CAT skalası ile değerlendirildi. Vücut kompozisyon parametreleri olan FM(yağlı kitlesi), FFM(yağsız vücut kitlesi) ve FMI(yağlı vücut kitlesi indeksi) TANITA vücut analiz cihazı ile ölçüldü. Sonuçlar: MNA testi sonuçlarıyla; KOAH grubunda 25 hastada(%50) malnütrisyon riski saptanmazken, 19’u(%38) malnütrisyon riski altında ve 6’sı (%12) malnütrisyonlu olarak bulundu. Hastaların beslenme durumu bozuldukça hastalığın evresi, MMRC dispne skoru, CAT skoru ve 6 ay takipteki yatış sayısı artış göstermekte; 6DYT mesafesi, VKİ, üst orta kol çevresi, FM ve FFM değerleri azalmaktaydı. FFM ile yatış sayısı arasında negatif, 6DYT mesafeleri arasında da pozitif yönlü korelasyon saptandı. MNA testinin KOAH’ta prognozu olumsuz etkileyen malnütrisyonu saptamada uygun olduğu; malnütrisyonlu hastaların daha yüksek obstruksiyon derecesi, dispne algısı, CAT skoru ve azalmış egzersiz kapasitesi ile FFM değerlerine sahip oldukları anlaşıldı. FFM’nin egzersiz kapasitesi ve rehospitalizasyonu öngören bir parametre olduğu sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: KOAH, malnütrisyon, yağsız vücut kitlesi, 6DYT, egzersiz kapasitesi 98 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P264 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Sirtuin 1 Gen Polimorfizminin KOAH Hastalığı ile İlişkisi Serdar Kalemci1, Tuba Gökdoğan Edgünlü2, Murat Kara3, Ümmühani Özel Türkçü2, Esin Sakallı Çetin4, Arife Zeybek5 Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Muğla Muğla Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu, Muğla 3 Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genetik Anabilim Dalı, Muğla 4 Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Muğla 5 Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Muğla 1 2 Giriş: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), hızlı ve ilerleyici irreversibl hava yolu kısıtlanması ile karakterizedir. Sirtuin (SIRT1) histon ve nonhiston proteinlerin deasetilasyonu ile proinflamatuar mediatörleri düzenleyen bir metabolik NAD1-bağımlı protein/histon deasitilazdır. Ayrıca antiaging ve antiinflamatuar proteindir. KOAH akciğerde anormal inflamatuar cevap ile ilişkilidir. SIRT1 ve KOAH arasında ilişkiyi gösteren bir çalışma raporlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı SIRT1 tek gen nükleotid polimorfizmleri (SNP) rs7895833, rs7069102, ve rs2273773 ile KOAH hastaları arasındaki ilişkiyi göstermektir. Hastalar ve Metod: Genomik DNA periferik kan lökositlerinden DNA izolasyon kiti kullanılarak elde edildi. SIRT1 genotipleri daha önce çalışılmış PCR primerleri kullanarak karşılaştırmalı çift zincir primerleri, polimeraz zincir reaksiyonu ile tespit edilmiştir. Bulgular: Bu çalışmada, SIRT1 gen polimorfizleri KOAH (n = 100) ve kontrol grubu (n = 100) arasında genetik olarak analiz edildi. Sonuçlarda rs7069102 (P = 0.953)‘ nin genotip dağılımı gruplar arasında bir farklılık yokken rs7895833 (P =0.032) ve rs2273773 (P =0.010) arasında fark gözlendi. rs7069102 ve rs7895833 polimorfizminin allel frekansları hasta ve kontrol grupları arasında bir farklılık gözlenmedi. Ancak rs2273773 polmorfizminin allel frekansı anlamlı bulunmuştur (p=0.007). Sonuç: Bu çalışmada; KOAH’ ın patogenezinde SIRT1 geninin patogenezini araştırdık. Bu çalışmada rs7895833 ve rs2273773 polimorfizmini gruplar arasında genotip dağılımı açısından anlamlı bulduk ve SIRT1 gen polimorfizmlerinin KOAH gelişimine önemli katkı sağlayabileceğini göstermiştir. Anahtar Kelimeler: KOAH, SIRT1 gen, polimorfizm P265 Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığında Anksiyete-Depresyon gelişiminde olası risk faktörleri Ercan Kurtipek, Cengiz Burnik, Bengü Özkan Baktık, Bengi Akın, Fatma Eroğlu, Taha Tahir Bekçi Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) günümüzde, akciğer ve akciğer dışı etkileri olan, sistemik bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Hastalıkta oluşan bu sistemik etkiler daha çok sistemik inflamasyonla ilişkili olarak artan oksidatif stres, dolaşımda artan inflamatuar sitokinler ve akut faz proteinleri vasıtasıyla meydana gelmektedir. Bu sistemik inflamasyon, hastalığın prognozunu da etkileyen birçok komorbiditeyi de beraberinde getirmektedir. Söz konusu komorbiditeler arasında kardiyovasküler hasta¬lıklar önemli oranda izlenirken anksiyete ile depresyon da diğer komorbiditeler arasındadır. Bizde mevcut çalışmamamızda, stabil evre ve atak dönemindeki KOAH hastalarında, anksite ve depresyon oluşumunda rolü olan faktörleri araştırmayı amaçladık. KOAH’lı hastalar stabil dönem (n=53, 62.43+9.8), atak (n=53, 66.13+10.34) olmak üzere 2 gruba ayrılarak çalışmaya alındılar. Anksiyete ve Depresyon skorlamaları için HAD anketi kullanıldı. Dispne durumları Modified Research Dispnea Scale (MRC) anketi ile değerlendirildi. Solunum fonksiyon testi (SFT) ve Arter Kan Gazı (AKG) analizi tüm hastalara yapıldı. Buna göre KOAH atak grubundaki hastaların, stabil dönemdekilere göre, anksiyete ve depresyon skoru belirgin oranda yüksekti (p<0.001). Multipl Regresyon Analizi ile ankiyete ile MRC ve atak tipinin derecesinin yüksek olması (p<0.001 ve p<0.02 sırasıyla), depresyon ile MRC ve yılda hastaneye yatış sayısının yüksek olması arasında belirgin korelasyon (p<0.001 ve p<0.02 sırasıyla) saptandı. Anksiyete ve depresyon KOAH’lılarda kardiyovasküler hastalıklardan sonra sık rastladığımız komorbiditelerdendir. KOAH’lı hastalarda özellikle atak döneminde olmak, anksiyete ve depresyon gelişimi için çok POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ önemli bir durum olmakla birlikte, yılda hastaneye yatış sıklığı, atağın şiddeti ve dispne skorlarının yüksek olmasının da bunda rolü büyüktür. Anahtar Kelimeler: KOAH, anksiyete, Depresyon P266 Acil Servise Sık Başvuran KOAH Hastalarının İnhaler İlaçlarını ve Evdeki Cihazlarını Kullanma Becerilerinin Belirlenmesi Merve Tarhan1, Özcan Hançer1, Levent Dalar2 döneminde hastalar FEV1 değerine göre 4 gruba ayrıldı. Gruplar arasında ortalama trombosit sayısı ve MPV açısından karşılaştırıldıklarında önemli farklılık izlenmedi. Sonuç: Çalışmamızda KOAH’ın alevlenme veya stabil döneminde kontrol grubuna göre, trombosit sayısı ve MPV düzeyinde önemli fark izlenmedi. Literatürdeki KOAH ve trombosit ilişkilerindeki farklı sonuçlara bakıldığında; trombositlerin, KOAH’taki sistemik inflamasyon, hipoksi, sigara içimi gibi bilinen birçok faktörden etkilendiği görülmektedir. Ancak farklı sonuçlar, trombositler üzerindeki bu etkilenmenin, kompleks mekanizmalar ile oluştuğu, belki bilinmeyen başka faktörlerinde olaya karıştığını düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: KOAH, Ortalama Trombosit Hacmi, Trombosit Sayısı Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş ve Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığına (KOAH) sahip hastaların, ilaç ya da cihaz kullanımı sırasında değişik aşamalarda hatalar yapması ya eksik tedavi almalarına ya da hiç tedavi alamamalarına neden olmaktadır. Hastaların ilaçlarını ve evdeki cihazlarını etkili kullanamaması, tedavi başarısını etkilemekte ve hastalık maliyetini arttırmaktadır. Bu çalışmada amaçlanan, acil göğüs polikliniğine sık başvuran KOAH’lı hastaların inhaler ilaçlarına ve evdeki cihazlarına uyumunu belirlemekti. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, Ocak- Nisan 2013 tarihleri arasında acil göğüs polikliniğine 30 günlük süre içinde en az üçe kere KOAH tanısıyla başvuran 217 hasta alındı. Hastaların demografik özellikleri ve hastalıkları ile ilgili bilgiler anket yoluyla toplandı. İnhaler kullanım becerileri ise Toraks Derneği Ulusal Astım Tanı ve Tedavi Rehberinden yararlanılarak hazırlanan inhaler ilaç kullanma beceri çizelgesine göre gözlenerek değerlendirildi. İstatistiksel analiz yüzdelik ve ki-kare testleri kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların hepsi inhaler ilaç kullanmaktaydı. %87,1’ine ilaç kullanımı doktor anlamıştı ve %38,2’si ilaçlarını doğru şekilde kullanmaktaydı. Cinsiyet, gelir düzeyi ve hastalık süresi doğru inhaler ilaç kullanıma etkili parametrelerdi. Evde nebülizatör kullanan 204 hastanın %68,1’i nebül tedavisini günde 4 ya da 6 kere almaktaydı. Evde oksijen tedavisi alan 146 hastanın %67,1’i günde 12 saatin altında oksijen kullanmaktaydı. Gereksinim duymama, yararı olmadığını düşünme ve az oksijen gelmesi etkili oksijen kullanmama sebepleri arasında ilk üç sıradaydı. Evinde noninvaziv mekanik ventilatör kullanan 60 hastanın %68,3’ü günde 8 saatin altında kullanmaktaydı. Tartışma ve Sonuç: Hastanelerde hastaların soru sormak istedikleri zaman başvurabilecekleri, hastalara eğitim verilecek gerekli dokümanların ve görsellerin bulunduğu ortamlar hazırlanmalı, eğitimler sağlık çalışanları tarafından sık sık tekrarlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: acil, inhaler, KOAH, nebülizatör, oksijen konsantratörü P267 KOAH’ta Ortalama Trombosit Hacmi ve Trombosit Sayısının Alevlenme ve Stabil Dönemlerle İlişkisi Var mıdır? P268 Acile Sık Başvuran KOAH Hastalarında Aşılanma Sıklığının Belirlenmesi Özcan Hançer1, Merve Tarhan1, Levent Dalar2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş ve Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olguları acil servislere her yıl 1-4 defa akut alevlenme ile başvurmaktadır. Alevlenme nedenleri arasında bakteriyel ve viral infeksiyonlar yüksek bir orana sahiptir. Bu nedenle influenza ve pnömokok aşılarının uygulanmasının KOAH’lı hastalarda acil başvurularını ve hastaneye yatış sayılarını azaltacağı şüphesizdir. Bu çalışmada amaçlanan, acile sık başvuran KOAH hastalarında aşılanma sıklığını belirlemekti. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, Ocak- Nisan 2013 tarihleri arasında acil göğüs polikliniğine 30 günlük süre içinde en az üçe kere KOAH tanısıyla başvuran 217 hasta alındı. Hastaların demografik verileri ile aşılanma sıklığı hakkındaki soruları içeren anket formları yüz yüze görüşülerek dolduruldu. Bulgular: %53,9’unun acile herhangi bir başvurusunda hastaneye yatışı olmuştu. Hayatında hiç aşılanmayan hastaların oranı %55,8 iken, geçen yıl aşılanmayan hastaların oranı %72,4 idi. %64,5’i aşılanmayı yararlı bulmadığını belirtti. %47,5’ine sağlık çalışanları tarafından grip ya da pnömokok aşısı önerilmemişti. Yaş, cinsiyet, eğitim durumu, sigara kullanımı, poliklinik kontrollerine düzenli gelme ve hastaneye yatış öyküsünün hayatında bir kere de olsa aşılanma üzerine istatistiksel anlamlığı bulunmazken, hastalık süresi daha uzun olanlarda istatistiksel anlamlılık saptandı (p<0,01). Tartışma ve Sonuç: Aşılanmanın KOAH alevlenmelerini önlediği dolayısıyla hastalığın yükünü azalttığı göz önünde bulundurulduğunda, sağlık çalışanlarının hastaları aşılanmayı önerme konusunda daha duyarlı ve hassas olması gerektiği aşikârdır. Anahtar Kelimeler: acil, aşılanma, influenza, KOAH, pnömokok P269 Yasemin Yurt, Semra Bilaçeroğlu, Aydan Mertoğlu, Emel Tellioğlu, Zühre Taymaz, Günseli Balcı KOAH’ta CRP, Fibrinojen ve Lökosit Sayısını Alevlenme ve Stabil Dönemlerle İlişkisi Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Izmir Yasemin Yurt, Aydan Mertoğlu, Semra Bilaçeroğlu, Emel Tellioğlu, Günseli Balcı, Zühre Taymaz Amaç: KOAH’lı olgularda alevlenmelerde ve stabil dönemde ve hastalığın farklı evrelerinde ortalama trombosit hacmini (MPV), trombosit sayısını araştırmak ve akut faz reaktanı olup olamayacağını belirlemek Yöntem: Yüzonbir KOAH hastası alevlenme ve stabil döneminde incelendi. SFT değerleri normal olan 31 kişilik kontrol grubu ile eşleştirildi. Hastanemizde KOAH akut atakla hospitalize edilen toplam 111 hasta yatışlarını takiben akut dönemde ve taburcu olduktan sonra 2.ay poliklinik kontrol başvurularında stabil dönemlerinde prospektif olarak değerlendirildi. KOAH hastalarının alevlenme ve stabil dönemlerinde ve kontrol gurubunda hemogramda trombosit sayısı ve MPV düzeyi, arteriyel kan gazları, solunum fonksiyon testleri (SFT) analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya alınan KOAH’lı 111 hastanın 86’sı erkek, 25’i kadındı. Kontrol grubunun 15’i erkek, 16’sı kadındı. Trombosit sayısı ve MPV değerlerinde KOAH hastalarında alevlenme ve stabil dönemde kontrol grubuyla karşılaştırıldıklarında anlamlı farklılık izlenmedi. KOAH stabil Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İzmir Amaç: KOAH’lı olgularda alevlenmelerde ve stabil dönemde CRP, lökosit sayısı ve fibrinojen değerlerinin düzeylerini incelemek Gereç-Yöntem: Yüzonbir KOAH hastası alevlenme ve stabil döneminde incelendi. SFT değerleri normal olan, bilinen herhangi bir kardiyak ve/ veya pulmoner hastalığı olmayan 31 kişilik kontrol grubu ile eşleştirildi. Hastanemizde KOAH akut atakla hospitalize edilen toplam 111 hasta yatışlarını takiben akut dönemde ve taburcu olduktan sonra 2.ay poliklinik kontrol başvurularında stabil dönemlerinde prospektif olarak değerlendirildi. KOAH hastalarının alevlenme ve stabil dönemlerinde ve kontrol gurubunda arteryel kan gazları, hemogram (lökosit sayısı), CRP ve fibrinojen düzeyleri analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya alınan KOAH’lı 111 hastanın 86’sı erkek, 25’i kadındı. Kontrol grubunun 15’i erkek, 16’sı kadındı. Lökosit, CRP, fibrinojen Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 99 POSTER SUNUMLARI değerleri KOAH hastalarında alevlenme ve stabil dönemde kontrol grubuyla karşılaştırıldıklarında anlamlı artış izlendi. Arteryel kan gazı sonuçları KOAH hastalarında alevlenme ve stabil dönemde kontrol grubuyla karşılaştırıldıklarında; PO2(mmHg) değerlerinde ve oksijen saturasyonunda (satO2) (%) önemli düşüş, PCO2 (mmHg) değerlerinde ise önemli artış izlendi. Sonuç: Çalışmamızda KOAH’ın alevlenme veya stabil döneminde kontrol grubuna göre CRP, fibrinojen ve lökosit değerleri anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır. KOAH’ta akut atakta akut faz reaktanı olabilecek parametreler arasında CRP, fibrinojen ve lökosit değerleri sayılabilir. Anahtar Kelimeler: KOAH,CRP, Fibrinojen, Lökosit sayısı P270 Seasonal characteristics of the functional activity of red blood cells in rats with experimental model of COPD Yulduzkhon Kayumova TÜRK TORAKS DERNEĞİ kopya sayısının sıklığıda değerlendirildi ve her iki grupta da periferik kan WBC değerleri 2,7- dichlorofluorescin diasetat yöntem kullanılarak ölçüldü. Bulgular: Tüm olguların mt4977 delesyon oranları için değişim katsayıları (CV) kontrol gruplarında (sigara tüketenler %3,2; sağlıklı kontrol grubu %4,8) KOAH’lı hasta grubuna göre (%7.9) oldukça düşük bulunmuştur. Ancak KOAH’lı ve sigara tüketen bireylerin lökositlerinden hazırlanmış mitokondriden zenginleşmiş alt fraksiyonda oksidatif stres yüksek olmakla birlikte, bulgularımız bu iki grubun mt4977 delesyon oranlarının sağlıklı sigara tüketmeyen bireylerinkine göre farklı olmadığını göstermiştir. Bu mutasyonun oluşma sıklığı KOAH hastalarının balgam hücrelerinde anlamlı olarak daha yüksek oranda tespit edildi (p<0.0001). Bu fark WBC sayılarında gözlenmedi. Tartışma: Artan oksidatif stresin mitokondriyi etkilediği ve mitokondri DNA’sında bir takım oksidatif hasarlar yaptırdığı bilinmektedir. Bizim çalışmamızda da hücresel oksidatif stres düzeyleri KOAH’lı olguların balgam hücrelerinde anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Sonuç olarak mitokondri DNA’sı 4977 bç delesyon mutasyonlarının birikmesinin, oksidatif fosforilasyonu inhibe ederek solunum zincirinde fonksiyon bozukluğuna neden olabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: KOAH, mtDNA 4977 delesyon, oksidatif stres Ministry of Public Health, Tashkent Institute of Postgraduate Medical Education, Tashkent, Uzbekistan Haemoctatic disorders have an important role in the forming of COPD. And seasonal byorithms of the haemostasis can’t be ignored in the planning of an experiment. Aim: To study the aggregation of erythrocytes in rats with experimental COPD in different seasons. Methods: An experimental model of COPD was reproduced in white rats under the influence of tobacco smoke in a special chamber, where they were placed daily for 30-40 minutes for 60 days. 2 series of expperiments were conducted at 1 year, thereby we formed 2 groups of experimental COPD (16 in each group): 1st - spring, 2nd - autumn. Control - healthy rats - 10 in each group: 3rd - spring, 4th - autumn. Spontaneous aggregation of erythrocytes was quantitatively evaluated by a special system of criteria for micrographs (made by a camera connected to a microscope) of aggregates of red blood cells. Results: Seasonal differences were found in healthy rats: spring aggregation was 15.2% higher than the autumn rate (p<0.05). Indexes of rats with COPD were significantly higher than in healthy rats (p<0.001): a greater exceeding compared with the control was in autumn - by 37.2%, and in the spring it was by 20.7%. When we were comparing 1st and 2nd groups statistically significant difference was not found. Conclusion: In intact laboratory rats, there is a seasonal variability of aggregation activity of erythrocytes. But in the experimental COPD imbalance of erythrocytes aggregation has not sesonal differences. Keywords: Experimental COPD, seasonal byorithms, erythrocytes aggregation Şekil 1. KOAH ve sağlıklı sigara içen bireylerin, balgamında mtDNA4977 delesyon düzeyleri P271 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastaları ve Sağlıklı sigara içenlerin balgam hücrelerinde mitokondriyal DNA 4977 delesyonu ve ATP düzeyleri arasındaki ilişki Ayla Karimova1, Duran Üstek3, Murat Kara4, Bülent Tutluoğlu2, Hülya Azaklı3, İlhan Onaran1 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, DETAE, Genetik Anabilim Dalı, İstanbul 4 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genetik Anabilim Dalı, Elazığ 1 2 3 Giriş ve Amaç: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) ile oksidatif stres arasında, inflamasyon döneminde artan ve dolaşıma yansıdığı bilinen bir ilişki vardır. Bu çalışmanın amacı, KOAH’lı hastaların ve sigara tüketen sağlıklı olguların lökositlerinde ve aynı bireylerin balgam örneklerinde mitokondriyal DNA4977 delesyonunu araştırmaktır. Çalışmaya 25 KOAH hastası, 22 sigara içen sağlıklı kontrol ve 23 sigara içmeyen sağlıklı kontrol olmak üzere 70 gönüllü dahil edildi. Materyal-Metod: Çalışmamızda RT-PCR yöntemi ile mitokondriyal DNA’da mt4977 delesyonu pozitif olarak saptanmıştır. Ayrıca ATP ve oksidatif stres durumuna ilişkin mtDNA4977 ve balgam hücrelerinde mtDNA 100 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. KOAH, sigara içen sağlıklı ve kontrol bireylerinin, kanda mtDNA4977 delesyon düzeyleri. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ sinusitis, allergic background did not influenced on the development of COPD. Study of risk factors in the group of women showed the most significant part of the common cold, which amounted in 81.1% of all female patients. Less important were family history - 31.1%, allergic diseases - 21.1% and sinusitis - 18.8%. Factors such as smoking, occupational hazards and polyposis are not the determining factors in women. Many patients have a combination of factors, which also increases the risk of COPD. Conclusion: So, in the formation of COPD in the population of Tashkent main role belongs to smoking and occupational exposures in male patients and repeated episodes of respiratory infections in females. Keywords: COPD, epidemiology, smoking, common cold Tablo 1. Grupların demografik özellikleri KOAH Sağlıklı sigara içen Kontrol 25/0 22/0 0/23 FEV1, % 43.7 ±11.2 a 80.5±12.9 97.3± 14.8 FEV1/FVC, ±12,7 42.6 ±10.7a 77.4±13.6 82.6 ±12.7 Sigara içen/içmeyen Kadın/Erkek 5/20 5/17 6/17 Yaş 57.8 ± 5.2 50.7±4.6 51.4 ±4.0 Sigara paket/yıl 49.2 ±14.6 44.5±16.2 ±SS değerleri. a p < 0.05 P274 Syndrome of the system inflammatory answer at COPD patients P272 Inina Liverko1, Mirza Tillyashaykhov1, Kamola Ubaydullaeva2, Shakhboz Akhmedov1, Natalya Gafner1, Ibragim Akhatov1, Vazira Abdullaeva1 KOAH’ta hastalık ağırlığı ve mortalite ile RDW(red cell distribution width) ilişkisi 1 1 Republican center of Phthisiology and Pulmonology, Tashkent, Uzbekistan Tashkent Institute of Postgraduated Education of Doctors, Tashkent, Uzbekistan 1 Kemal Can Tertemiz , Aylin Özgen Alpaydın , Can Sevinç , Hülya Ellidokuz , Çağdaş Acara3, Arif Hikmet Çımrın1 1 2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İzmir 3 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, İzmir 1 Amaç: Primer hematolojik patolojiler dışında sistemik inflamasyon, ineffektif eritropoez, beslenme bozukluklarında eritrosit morfolojisi etkilenir. Bu durum “red blood cell (RBC) distribution width (RDW)” ile değerlendirilebilir. Çalışmamızda KOAH’lı hastalarda RDW’nin hastalık evresi, BODE indeksi ve yaşam süresi ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Dokuz Eylül Üniversitesi Göğüs Hastalıkları kliniğinde 2005 yılından beri takip edilen KOAH’lı 385 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. GOLD 2009’a göre gruplanan olguların demografik özellikleri ve BODE indeksi kaydedildi. Tüm olguların Ocak 2014 itibarıyla sağkalımları belirlendi. Ölçülen RDW değerleri değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 65,6±9,6 idi. Hastalar sırasıyla evresi; evre 1 %16; evre 2 %52, evre 3 %26, evre 4 %56 olarak bulundu. BODE indeksi ortancası 1 (0-3) olarak saptandı. BODE indeksi arttıkça RDW de artmakta idi (r=0,383 p=0.000). Evreler arasında en fazla çok ağır evrede olmak üzere RDW’de belirgin farklılık vardı (p=0.000). RDW laboratuvar üst sınırına göre hastalar gruplandığında 14.3 üzerinde olanlarda sağkalım oranı %31 iken, altında olanlarda %75 olarak saptandı (p<0.001). Sonuç: KOAH hastalarında hastalığın şiddeti arttıkça ve eritrosit morfolojisi bozulmaktadır. Bu nedenle basit ve non invaziv bir test olan RDW’nin hastalık ağırlığın değerlendirilmesinde bir ön belirteç olarak göz önüne alınabilir. Aynı zamanda KOAH’lı hastalarda RDW ile sağkalıma arasındaki yakın ilişki prognozu öngörmede anlamlıdır. Anahtar Kelimeler: KOAH, mortalite, RDW P273 Risk factors of COPD in the population of the city Gulchekhra Tashmetova, Abdulla Ubaydullaev Ministry of Public Health, Tashkent Institute of Postgraduate Medical Education, Tashkent, Uzbekistan Aim: To study the risk factors of COPD in the population of Tashkent city, Uzbekistan. Methods: We examined 3000 people (1600 men and 1400 women) in organized population working in various enterprises in Tashkent. We performed screening conducted by questionnaire (Ch.Bungetaim, D.Maza, 1978) designed to identify patients with COPD, and we studied the functional state of the respiratory system. Results: Among examined people COPD detected in 8,7% (263 persons, that is 173 males and 90 females). The largest group was men with smoking (87% of male patients with COPD). Airways colds were observed in 75,1%, occupational hazard - 46.2%. Other factors like family history, 2 Purpose: To study the frequency and degree of intensity of a syndrome of the system inflammatory answer at COPD patients. Material: At 85 COPD patients with different severity (GOLD,2010) the state, defined as the syndrome of the system inflammatory answer (SSIA) according to criteria of a severy infection was studied. Results: Studying of manifestations of the syndrome of system inflammatory answer (SSIA) at COPD patients showed, that 12,5% of patients had different criteria of this syndrome. Dependence of frequency of SSIA on severity of disease is defined: from 2% at moderate COPD to 48% at high severity of the disease. High specific weight of SSIA at COPD patients with body mass deficiency (39,5%) is detected. It is established that SSIA is associated with high rates of a system inflammation (SRB and fibrinogen). At COPD patients with body mass deficiency, the inverse correlation between proteins – reaktant of a sharp phase and visceral proteins is established. Thus, SSIA is associated with obstruction degree, index of a system inflammation and extrapulmonary dicturbances as a pulmogen exhaustion. Keywords: COPD, syndrome of system inflammatory answer P275 Assessment of the state of patients with COPD Inina Liverko1, Kamola Ubaydullaeva2, Shahboz Akhmedov1, Nataliy Gafner1, Ibragim Akhatov1, Vazira Abdullaeva1 1 Republican Specialized Scientific and Practical Medical Center of Phthisiology and Pulmonology, Tashkent. 2 Tashkent Institute of Postgraduated Education of Doctors Tashkent, Uzbekistan Purpose: To assesse a state of patient with COPD and degree of cardiorespiratory disturbances. Material: At 96 COPD II-III-IV patients functional parameters of cardiorespiratory system were studied: FEV1, 6-minute step test (6-MST), systolic pressure of a pulmonary artery (SPPA), Sodi-Polyaris’s index and P-pulmonale, oxygen saturation (SaO2). The assessment of quality of life at COPD patients was studied with COPD Assessment Test questionnaire (CAT). Results: Studying of state of COPD patients and its influence on life of patient, estimated on CAT scale, showed that in 5,1% of cases - insignificant influence (0-10 points), in 26,8% - moderated (11-20), in 41,2% - strong (21-30) and in 26,8% - extremely strong (31-40) influence of COPD on life of patient. Clear correlation between influence of COPD on life of patient and severity of disease and phenotypical features were defined. Severity of COPD depends on strong influence of disease from 14,3% to 41,3%. Extremely strong influence of COPD on life of patient was noted at 41,7% with emphysematous and at 20,8% with bronchitic type of disease. Among COPD patients with the greatest total point of SAT significant functional disturbances, severy hypoxemia, decreasing of physical capacity, manifestations of cor-pulmonary, defining unfavorable Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 101 POSTER SUNUMLARI outcome of disease met more often: SaO2<88% - at 41,6% of patients, 6-MST<150 m - at 40,6%, P-pulmonale > 2 mm – at 60%, SPPA > 25mm.hg.с. – at 48,5% of patients. Thus, the questionnaire of SAT is the simple and available tool of an assessment of a clinical condition of patients. Keywords: COPD, cardiorespiratory disturbances, COPD Assessment Test questionnaire (CAT). P276 Clinico-functional features of chronic obstructive pulmonary disease at persons with body mass deficiency Inina Liverko1, Kamola Ubaydullaeva2, Nataliy Gafner1, Shakhboz Akhmedov1, Ibragim Akhatov1, Vazira Abdullaeva1 Republican Specialized Scientific and Practical Medical Center of Phthisiology and Pulmonology, Tashkent, Uzbekistan 2 Tashkent Institute of Postgraduated Education of Doctors Tashkent, Uzbekistan 1 The purpose of the study was estimation of clinic-functional correlation of COPD at persons with body mass deficiency (BMD). Materials: We studied functional parameters of cardiorespiratory system: FEV1; result of the 6-minute step test (6-MST); oxygen saturation (SaO2); systolic pressure of a pulmonary artery (SPPA); index of Sodi-Polyaris and P-pulmonale at 96 COPD patients with index MB from 20 to 25 (56 patients) and less than 17 (40 patients). Results: The analysis of frequency of phenotypical features of COPD depending on severity of disease showed that increasing of obstruction correlates with specific weight of the patients with index MB less than 17, from 20,8% (FEV1 -50%), 43,3% (FEV1-30%) to 54,3% (FEV1<30%). It is established that COPD patients with index MB less than 17 have significant expressed functional disturbances, defining severy hypoxemia, decreasing of physical capacity, manifestation of cor-pulmonale and signs of diaphragm fatigue syndrome, that defines of unfavorable prognosis. SaO2<88% was detected at 34,6% patients, having BMD, and patients with index MB from 20 to 25 had normal saturation. The result of 6-MST<150m in 1,4 times more often at patients with BMD (38,6% against 27,4%), also is more often at this patients P-pulmonale > 2мм (30% and 21,4%), Sodi-Polyaris index (30% and 19,6%), SPPA> 25mm.hg.с. (31,6% and 20,4%) and the lowest level of a discriminant indicator of diaphragm fatigue syndrome (7,2±1,2 and 21,9±1,3). Thus, the COPD patients, having body mass deficiency, are the contingent of high risk of unfavorable prognosis and need in development of new approaches of metabolic therapy. Keywords: COPD, body mass deficiency (BMD), functional parameters of cardiorespiratory system P277 Effect of different bronchodilators on changes of lung functional parameters determing patients’ subjective feeling of dyspnea Inina Liverko, Nataliy Gafner Republican Specialized Scientific and Practical Medical Center of Phthisiology and Pulmonology, Tashkent, Uzbekistan Purpose: To assess effect of therapeutic agent on feeling of dyspnea in COPD patients. Methods: Pharmacological and functional monitoring in 70 COPD patients with analysis of the following indicators of breath: FEV1, RV, TLC,VO2, SaO2. Results: There was observed weak correlation between FEV1 changes and reduction of dyspnea intensity after use of broncho-dilators in COPD patients. It was noted that change of tolerability to physical exercises was related to changes of FEV1. It was found that decrease in dyspnea occurred with increase in inspiration volume and reduction ratio RV/TLC. During receiving of salmeterol (S) there was noted significant increase in ventilation and arterio-alveolar difference of oxygen partial pressure, and FEV1 rising had negative correlation with falling paO2. While receiving 102 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı TÜRK TORAKS DERNEĞİ ipratropium (IB) there was no observed such effect, it was found decrease in intake of oxygen volume (VO2). Comparison of effects of prolonged (90 days) use of S and IB in COPD patients showed practically equal increase in FEV1 (36% and 33%, respectively). Clinical improvement was more in patients receiving ipratropium bromide. After 4-week-therapy with theophilline in COPD patients there was observed rising of FEV1 by 10%, tolerance test did not change while dyspnea intensity decrease. Conclusion: There was noted that COPD patients were less sensitive to bronchodilatation and their feeling of dyspnea did not reflect magnitude of expiration function disturbance. Keywords: COPD, dyspnea, ipratropium bromide, theophilline, salmeterol P278 KOAH’da ilaca bağlılık bildirim düzeyi, hastalığın kontrolunda etkili mi? MARS vs CAT Ayşe Füsun Kalpaklıoğlu1, Ayşe Baççıoğlu1, Selma Demir2, Figen Ergür2, İlker Özsaraç2, Ömür Güngör3 1 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, Kırıkkale 2 Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kırıkkale Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale 3 Giriş: Dünyadaki en sık dördüncü ölüm nedeni olan KOAH’ın optimal tedavisinin önündeki en önemli engellerden biri hastaların tedaviye uyumsuzluğudur. Hastaların ancak yarısı reçete edilen ilacı kullanmaktadır. Bu çalışmada tedavide ilaca bağlılığın KOAH’ın sağlığa ve günlük yaşam üzerine olan etkisinin değerlendirilmesinin yanısıra, tedaviye uyumsuzluğa sebep olabilecek faktörleri belirlemeyi amaçladık. Metod: Kırıkkale ilinde “Dünya KOAH Günü” toplantısına katılan hastaların sosyademografik özellikleri, hastalık ilişkili değişkenleri (sigara alışkanlığı, hastalık yılı) kaydedildi. Hastalar KOAH değerlendirme testi (CAT) ve tedaviye uyumları ilaç bağlılık bildirim skalası (MARS) ile değerlendirildi. Sonuçlar: Toplantıya katılan 72 hastanın yaş ortalaması 67.03±9.57 yıl (44-84), %73.6’sı erkek, sigara-paket-yılı 31.73±27.77 ve hastalık süresi 8.44±8.66 yıl idi. Hastaların >%70’inin eğitim düzeyi düşüktü (<=5 yıl). Ortalama MARS skoru (MARS-s) 22±3.02 (13-25) iken, hastaların %75’inin ilaca bağlılık skoru yüksek bulundu (MARS-s>20). İlaca bağlılığı yüksek ve düşük (MARS-s<=20) olan gruplar karşılaştırıldığında yaş, cinsiyet, medeni durum, çocuk sayısı, eğitim düzeyi, sigara içim miktarı, hastalık süresi ve beden kitle indeksi (BKİ) farklı değildi (p>0.05). CAT skoru (CAT-s) ortalaması 27.09±9.78 (7-40) bulunurken, hastalık süresi uzun olanlarda CAT-s yüksekti (r=0.342, p=0.013). MARS-s ile CAT-s arasında korelasyon saptanmadığı gibi (r=0.133, p=0.29) yaş, cinsiyet, medeni durum, çocuk sayısı, eğitim düzeyi, sigara içim miktarı, hastalık süresi ve BKİ arasında da ilişki bulunamadı (p>0.05). Tartışma: Sonuç olarak KOAH’lı hastalarda ilaç tedavisi bağlılığında beklenenden yüksek bildirimin gösterilmesi, bu toplantıya katılan grubun göreceli olarak tedaviden beklentisinin daha fazla olmasıyla açıklanabilir. Ancak yüksek MARS-s’nun hastaların demografik ve sosyokültürel özellikleriyle veya hastalığın kontrol altında olup olmamasıyla ilişkili bulunmadığı ortaya konmuştur. Anahtar Kelimeler: CAT, KOAH, MARS P279 Kocaeli’nde Astım ve Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı farkındalığı Serap Argun Barış1, Aslı Zembat2, İlknur Başyiğit1, Haşim Boyacı1, Tuğba Aşlı Önyılmaz1, Füsun Yıldız1 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kütahya 1 2 Amaç: Çalışmamızın amacı, Kocaeli ilinde yaşamakta olan bireylerde kronik havayolu hastalıkları olan Astım ve Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) farkındalığının belirlenmesidir. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Metod: Dünya KOAH gününde kurulmuş olan spirometri çadırına başvuran gönüllüler çalışmaya alındı. Katılımcılara Astım ve KOAH ile ilgili sorular içeren anket ve solunum fonksiyon testi uygulandı. Bulgular: Çalışmaya ortalama yaşı 46.15±14.5 yıl olan, 517’si (%72.8) erkek, 193’ü (%27.2) kadın olmak üzere toplam 710 kişi katıldı. Katılımcıların 249’u (%58) sigara içmekteydi. Sigaranın KOAH gelişiminde temel rol oynadığı (%65.8), tedavide en önemli faktörün sigaranın bırakılması olduğu (%73.5) ve KOAH tanısı için spirometri yapılması gerektiği (%69.1) kısmen iyi bilinmekteydi. Bununla birlikte katılımcıların yalnızca %52’si KOAH’ın akciğerle ilgili bir hastalık olduğunu ifade ederken, amfizem ve kronik bronşit tanımları, korunmada grip aşısının rolü ve oksijen konsantratörü ihtiyacı hakkında farkındalık düzeylerinin düşük olduğu izlendi. Astımın her yaş grubunda görülebildiği (%91.4) ve en sık kullanılan ilaçların inhaler ilaçlar olduğu (%95.4) iyi bilinmekteydi. Katılımcıların %72.8’i astımın bulaşıcı bir hastalık olmadığını ve %66.7’si astımlı hastaların normal yaşam sürebileceğini belirtti. Katılımcıların yalnızca %38’i (n:184) astım ilaçlarının bağımlılık yapmadığını ifade etti. Sonuç: Bu çalışmanın bulguları; astımın KOAH’a göre daha iyi bilinen bir hastalık olduğunu, toplumda KOAH bilgi düzeylerini, grip aşısı başta olmak üzere korunma yöntemlerinin önemini ve hava yolu hastalıklarının tedavisinde kullanılan ilaçların bağımlılık yapmadığını vurgulayacak farkındalık çalışmalarına ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: astım, farkındalık, KOAH P280 Koah atağında pulmoner emboli sıklığı Çalışmaya 39 KOAH akut ataktaki hasta ve 24 sağlıklı kontrol olgusu alındı. KOAH’ lı hastalardan atağın 1. ve 15. günü, sağlıklı kontrol olgularından ise bir kez venöz kan örneği alınarak, serum TNF-α, hsCRP, adiponektin ve visfatin düzeyleri ölçüldü. Çalışmanın sonunda çalışmaya alınan KOAH olgularında atak başlangıcında serum TNF-α, hsCRP, adiponektin ve visfatin düzeylerinin KOAH’lı hastaların 15. günü ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu gözlendi (p<0.001). KOAH’lı hasta grubunun 15. günündeki serum TNF-α, hsCRP, adiponektin, visfatin düzeylerinin kontrol grubuyla karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (visfatin için p<0.05 diğer parametreler için p<0.001). Ayrıca atak başlangıcında ölçülen hsCRP düzeyleri ile solunum fonksiyon parametreleri arasında negatif korelasyon saptandı. Sonuç olarak adiponektin, visfatin seviyesinin KOAH atak döneminde artması, inflamatuar markerlardan TNF-α ve hsCRP ile pozitif korelasyon izlenmesi nedeni ile her iki parametrenin de birer inflamatuar belirteç olarak kullanılabileceği ancak bu anlamda daha çok çalışmaya ihtiyaç olduğu düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: KOAH, TNF-α, hsCRP, adiponektin, visfatin Tablo 1. KOAH hastalarının çalışmanın 1. ve 15. günündeki solunum fonksiyon testi parametreleri ile serum TNF-α, hsCRP, adiponektin, visfatin düzeyleri FEV1 (%ped) 30,66±11.08 36.43±13.22 <0.001 FVC (%pred) FEV1\FVC 46.68±13.33 54.10±16.70 <0.001 47.82±9.83 48.69±10.06 >0.050 Erkan Ceylan, Canan Gedik, Asiye Kanbay TNF-α (pg/ml) 36.04±11.28 20.63±7.00 <0.001 Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul HsCRP (µg/ml) 248.01±43.57 142.71±71.71 <0.001 Adiponektin (µg/ml) 139.09±98.07 82.78±59.09 <0.001 20.66±9.69 15.58±7.97 <0.001 Giriş: KOAH’lı hastalarda pulmoner emboli (PE) riski artmıştır. KOAH atağındaki hastalarda PE tanısı koymak zordur ve sıklığı net olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada KOAH atağı nedeniyle hastaneye yatırılan hastalarda PE sıklığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Metod: KOAH atağı nedeniyle yatırılarak takip edilen hastalarda PE için klinik olasılık belirlendi. D-dimer düzeyi ölçüldü. Klinik olasılık göz önünde bulundurulmaksızın, D-dimer düzeyi yüksek gelen hastalar BT anjiografi ile değerlendirildi. Tespit edilen atak nedenleri kaydedildi. Sonuçlar: Hastaların yaş ortalaması 63.05±13.87 yıl olup %64.3’ü (n=18) erkek idi. Çalışmaya alınan 28 hastanın 19’unda (%67.8) bilinen bir atak nedeni vardı. On altı hastada (%57,1) D-dimer düzeyi yüksekti. Bu hastaların 8’inde BT anjiografide trombüs tespit edildi. Modifiye Geneva klinik skorlamasına göre bu 8 hastanın 3’ü yüksek olasılıklı, diğerleri orta olasılıklı idi. Bilinen bir atak nedeni olan 19 hastanın 6’sında (%31,6) PE tesbit edildi. Atak nedeni bilinmeyen 9 hastanın 2’sinde PE tespit edildi. Tartışma: Çalışmamızda KOAH atağı nedeniyle hastaneye yatırılan hastalarda PE sıklığı %28,6 olarak bulduk. Bu oran bir literatürde tüm KOAH ataklarında %9-25 arasında bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda PE tespit edilen 8 hastanın 3’ünün klinik olasılığı yüksekti. Bilinen bir atak nedeni olan hastalarda ise PE oranı %21,4 idi. Sonuç: KOAH atağı nedeniyle hastaneye yatırılan hastalar, klinik olasılığı yüksek olmasa bile, bilinen bir atak nedeni varsa PE açısından değerlendirilmelidirler. Anahtar Kelimeler: KOAH atağı,pulmoner emboli P281 Koah akut alevlenme ile başvuran hastalarda serum visfatin, adiponektin düzeyleri ve inflamatuar markerlar ile olan ilişkisi Mehmet Kalkan1, Erdal İn2, Teyfik Turgut3, Mehmet Hamdi Muz4 Nusaybin Devlet Hastanesi, Mardin Fırat Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ Fırat Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ 4 Fırat Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ 1 2 3 Visfatin (ng/ml) P282 KOAH alevlenmesinde eritrosit morfolojisi bir belirteç olabilir mi? Kemal Can Tertemiz, Aylin Özgen Alpaydın, Seda Salman, Arif Hikmet Çımrın Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Amaç: “Red blood cell (RBC) distribution width (RDW)” eritrositlerin dağılım genişliğini gösteren bir laboratuvar parametresidir. Sistemik inflamasyon RDW’yi etkilemektedir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda RDW değerinin kalp hastalıklarında prognoz ve mortalite ilişkili olabileceği bulunmuştur. Çalışmamızda KOAH alevlenmelerinde RDW’nin bir belirteç olarak kullanılabilirliğini araştırdık. Metod: GOLD’a göre KOAH tanısı almış, Antonissen kriterlerine göre KOAH alevlenme olarak değerlendirilmiş toplam 100 yatan hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların 1 yıldaki atak sayısı, CRP, RDW değerleri ve kan gazı parametreleri saptandı. Bulgular: Ortalama yaşları 70 olan hastaların yatış günü ortancası 12(3-76), yıllık atak sıklığı ortancası ise sıfır (0-7) idi. Yatış-çıkış arası CRP, pCO2, PaO2 ve oksijen saturasyonlarında anlamlı düzelme olduğu görüldü (p<0.001). RDW çıkış değerlerinin daha yüksek olduğu gözlendi (p=0,004). RDW değerleri ile Antonisen kriterleri, yıllık atak sayısı, yatış günü, yoğun bakım ihtiyacı, mortalite, CRP, pCO2, PaO2 ve oksijen saturasyonları arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Stabil dönem ile yatış RDW değerleri karşılaştırıldığında belirgin artış bulundu(p<0,05). Sonuç: Çalışmamızda RDW değerinin KOAH alevlenmesinde stabil dönemle karşılaştırıldığında anlamlı olarak yüksek olduğunu ve giderek arttığını gördük. Bu durum alevlenmelerde diğer inflamatur mediatörler gibi RDW’nin de etkilendiğini ortaya koymaktadır. Ancak, RDW değişikliği yoğun bakım ihtiyacı ve mortaliteyi öngörmede yetersiz kalmaktadır. Anahtar Kelimeler: İnflamasyon,KOAH alevlenme, RDW Bu çalışmamızda KOAH’lı hastalardaki adiponektin ve visfatin’in düzeylerini, inflamatuar belirteç olarak kullanılıp kullanılamayacağını araştırmak ve böylece bu hastalıklardaki sistemik inflamasyonun niteliği hakkında daha kapsamlı bilgi edinilmesini amaçladık. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 103 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P283 Sık hastane yatışı olan KOAH hastalarında, komorbid faktörler ve aşırı dinamik hava yolu kollapsının yatış sıklığı ile ilgisinin araştırılması Tülay Yarkın1, Meltem Ağca1, Göksan Acar2, Gökhan Göl1, Fatma Tokgöz1, Reha Baran3 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2 Van Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van 3 Acıbadem Fulya Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı(KOAH)’nda yılda en az 2 hastane yatışı “sık yatış” olarak tanımlanmaktadır. Ancak, klinik pratiğimizde bazı hastaların 2-3 ay aralarla tekrarlayan yatışlarına tanık oluyoruz. Çalışmamızda, bu kadar çok sık yatışa neden olabileceğini düşündüğümüz faktörler son derece seçilmiş bir hasta grubunda araştırılmıştır. Çalışmaya yılda en az 2 hastane yatışı olan 34 KOAH hastası alındı. Tüm olguların demografik özellikleri, laboratuar bulguları, fiziksel aktivite skorları, komorbiditeleri ve solunum fonksiyonları kaydedildi; transtorasik ekokardiyografi ve fiberoptik bronkoskopi (FOB) yapıldı. Olgular, yılda 2 yatışı olanlar (Grup 1) ve 2’den fazla yatışı olanlar (Grup 2) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Gruplar yatış sıklığını artırdığı düşünülen parametreler açısından karşılaştırıldı. Hastaların 28’i erkek (%82), yaş ortalaması 65±8 (46-82) ve ortalama yatış sayısı 3,3±1,3 (2-6) idi. Grup 1’de 12, Grup 2’de 22 hasta vardı. Grup 2’de ileri yaş, düşük fiziksel aktivite, ileri evrede bulunma, 10 yıldan uzun süreli hastalık, evde nebulizatör ve oksijen kullanımı Grup 1’e göre anlamlı yüksek bulundu. Grup 2 hastaların ortalama FEV1(%beklenen) düzeyi %47,9 iken Grup 1’de %56 idi(p=0.003). Komorbidite sayısı Grup 1’de ortalama 1.5, Grup 2’de 2.7 (p=0.014) bulundu. Pulmoner hipertansiyon (n=11) ve kalp yetmezliği (n=10) sadece Grup 2 hastalarında saptandı (p=0.003, p=0.006). FOB’da 17 hastada ADHK saptandı (Şekil 1.-2), bunların 16’sı(%94) Grup 2’de idi. Lojistik regresyon analizinde ADHK varlığı ve FEV1(%beklenen) düşüklüğü yatış sayısını etkileyen bağımsız faktörler olarak saptandı. Bu çalışmada sık hastane yatışı olan KOAH olguları arasında çok daha sık (yılda 2’den fazla) yatış gösteren olguların belirgin farklılıklar gösterdiği saptanmış; ADHK varlığı ve FEV1(%beklenen) düşüklüğünün çok sık yatışlara neden olabileceği belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: KOAH, komorbidite, aşırı dinamik hava yolu kollapsı Şekil 2. Trakeomalazi P284 Stabil KOAH ve akut atak KOAH hastalarında Hs-CRP düzeylerinin değerlendirilmesi Hanife Caner, Güngör Çamsarı, Gülcihan Zehra Özkan, Nur Dilek Bakan, Ayşe Yeter, Elif Yelda Niksarlıoğlu, Deniz Bilici, Serpil Başgüden Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul Son yıllarda kronik inflamatuar hastalık riskini belirlemek için yüksek duyarlı belirteçler ile bunların yol göstericiliği araştırılmaktadır. Sistemik inflamasyon belirteci olarak highly sensitivitiy c reaktive protein(Hs-CRP) nin akut ve stabil KOAH hastalarında düzeylerini belirlemek ve bu parametrenin akut atağa girme sıklığı, hastanede yatış sıklığı, mortalite ve eşlik eden hastalıkla ilişkisini saptamayı amaçladık. Anahtar Kelimeler: Hs-crp,KOAH P285 Fosfor replasmanı KOAH’lı hastalarda tamamlayıcı bir tedavi olabilir Şakir Özgür Keşkek1, Orhan Altınöz2 Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana Özel Defne Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Antakya 1 2 Şekil 1. Kılıç kını trakea 104 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Amaç: KOAH’lı hastalarda malnutrisyon ve elektrolit dengesizliğine sık rastlanmaktadır. Birçok çalışmada malnütrisyon ile KOAH’ın şiddeti arasında ilişki olduğu, malnütrisyonun KOAH’da kötü prognoz ile beraber olduğu gösterilmiştir. Fosfor, bir çok organofosfat bileşiğin (yapısal protein,nükleik asit, enzim ve yüksek enerji deposu) oluşumunda görev alan majör bir hücre içi elementtir ve iyi beslenmeyle ilişkilidir. Bu çalışmada fosfor eksikliği ile KOAH arsındaki ilişki araştırıldı. Yöntem-Gereçler: Çalışmaya 40 KOAH’lı ve 44 sağlıklı olmak üzere toplam 84 birey dahil edildi. KOAH’lı hastalar çalışma grubuna, sağlıklı bireyler ise kontrol grubuna alındı. Hastaların solunum fonksiyon testi yapıldı ve serum fosfor düzeyi ölçüldü. GOLD 2011 kriterlerine göre hastalar KOAH açısından değerlendirildi. Her iki grubun ortalama FEV1/FVC ve fosfor değeri karşılaştırıldı. Verilerin analizinde Medcalc 12.7 (Belgium) software program kullanıldı. Bulgular: Gruplar yaş ve cinsiyet açısından benzer bulundu (p=0.056, 0.537). FEV1/FVC oranı KOAH’lı hastalarda beklendiği gibi anlamlı düzeyde düşüktü (p<0.001). Serum fosfor düzeyi KOAH’lı hastalarda 2.7±0.8 iken sağlıklı bireylerde 3.4±0.7 olarak ölçüldü. Fark istatistiksel POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ olarak anlamlıydı (p=0.001) (Tablo 1). Fosfor düzeyi ile FEV1/FVC arasında anlamlı korelasyon bulundu (r=0.394, p= 0.011) (Tablo 2). Sonuç: Çalışmamızda KOAH’lı hastalarda fosfor düzeyi düşük bulundu. Fosfor eksikliği malnutrisyonun bir bulgusu olabilir ve bu durum KOAH’lı hastalıklarda kötü klinikle ilşkilidir. Fosfor eksikliği durumunda mitokondri enerji üretimi bozulacağından dolaylı olarak solunum kasları da etkilenir. Bu durum hastalığın ilerlemesine, kliniğin bozulmasına yol açabilir. Sonuç olarak, KOAH’lı hastalarda fosfor replasmanı tamamlayıcı bir tedavi olabilir. Anahtar Kelimeler: FEV1/FVC, Fosfor, KOAH Tablo 1. Grupların özellikleri ve ölçümleri Çalışma grubu (N=40) Kontrol grubu (N=44) p Yaş 57.0±12 51.4±14.1 0.056 Kadın N (%) 20 (%50) 18 (%40.9) 0.537 FEV1/FVC 59.5±6.3 81.9±3.9 <0.001 Fosfor (mg/dl) 2.7±0.8 3.4±0.7 0.001 9.20±0.42 9.25±0.41 0.539 Kalsiyum (mg/dl) Tablo 2. Fosfor ve FEV1/FVC arasında korelasyon analizi fosfor FEV1/FVC r=0.394 p=0.011 P286 KOAH tanısında semptom sorgulama anketlerinin güvenirliği İlknur Başyiğit1, Serap Argun Barış1, Aslı Balaban2, Haşim Boyacı1, Esra Kuşlu Uçar1, Füsun Yıldız1 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli 2 Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kütahya 1 Giriş: Spirometrik inceleme yapılmadan semptom sorgulaması ile KOAH tanısı konmasının, yüksek riskli popülasyonda erken KOAH tanısı koymayı kolaylaştırabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı, semptom temelli sorgulamanın KOAH tanısındaki güvenilirliğini araştırmaktır. Materyal-Metod: Dünya KOAH günü nedeniyle şehir merkezinde kurulan bilgilendirme standında uygulanan anket ile katılımcıların KOAH semptomları ve sigara içme durumları değerlendirildi. Sonuç: Anket, 250’si erkek (%35.3), 459’u kadın (%64.7) toplam 709 kişiye uygulandı. Katılımcıların 187’si (%26.4) kendilerine bir doktor tarafından kronik bronşit, amfizem ve/veya KOAH tanısı konduğunu ifade ederken, yalnızca 95 olgu (%50) bu nedenle inhaler ilaç kullandığını belirtti. Doktor tanılı KOAH olgularının içerisinde sigara içmiş olanların oranı %41 (n: 77) bulundu. Üç aydan uzun süren öksürük ve balgam yakınması vakaların yarısında izlenirken, bu yakınmaların iki yıldan uzun süredir devam ettiği olgu sayısı 96 (%13.5) olarak bulundu. Kronik bronşit semptomları ile sigara içme öyküleri karşılaştırıldığında yalnızca 41 hastada (%42.7) sigara öyküsü olduğu saptandı. Nefes darlığı tanımlayan katılımcı sayısı 540 (%76.2) bulunurken bu olguların %24’ü (n:130) düz yolda yürümekte güçlük çekmediğini ifade etti. Sonuç: KOAH farkındalığının yüksek olmadığı toplumlarda hastalık tanısı için semptom temelli anketlerin kullanılmasının bu hastalığa yanlış tanı konmasına neden olacağı ve KOAH tanısını kesinleştirmek için spirometrik incelemeye gerek olduğu düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: anket, KOAH, semptom, spirometre, tanı P287 Kesitsel bir yaklaşımla toplumda tanı almamış KOAH sıklığı Seyhan Us Dülger, Özlem Şengören Dikiş Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Bursa Giriş: Önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olan KOAH, bugün tüm dünyada önde gelen bir morbidite ve mortalite nedenidir.Bu duruma dikkat çekmek amacı ile Dünya KOAH gününde, bir alışveriş merkezinde yaptığımız çalışmanın verilerini bu araştırmada paylaştık. Materyal-metod: Bir alışveriş merkezindeki kişiler evreninden gönüllü olanlar araştırmamıza dahil edilmiştir. Gönüllülere sigara içip içmedikleri sorulmuş, solunum sistemi ile ilgili anamnezleri alınmış, Medical Research Council (MRC) evrelemesi yapılmış, Fagerström Bağımlılık Testi, Ekspiryum Havasında Karbonmonoksit Testi, Solunum Fonksiyon Testleri yapılmıştır. Sigara içmeyen gönüllülere de Solunum Fonksiyon Testi uygulanmıştır. Bulgular: Araştırmamıza 79 gönüllü dahil edilmiştir. 43 ‘ü (%54,4) aktif sigara içicisi iken 36’sı (%45,6) sigara içmiyordu. Aktif sigara içicisi 43 kişinin 21’i (%48,8) kadın, 22’si (%51,2) erkek; yaş ortalamaları 37,34±11,2; Vücut Kitle İndeks ortalamaları 26,06±5,02; Fagerström Bağımlılık Değerleri ortalama 4,48±2,05 bulundu. Bu grupta 19 (%44,2) kişinin şikayet ve semptomu yok; spirometri değerleri de normaldi. 24 (%55,8) kişide ise FEV1 %80’in altındaydı. Nefes darlığı, öksürük, balgam çıkarma gibi şikayetleri mevcuttu. Bunlardan yalnızca 6’sı hastalığını biliyordu(%25). Sigara içmeyen 36 kişinin 24’ü(%66,7) kadın, 12’si (%33,3) erkekti. Yaş ortalamaları 47,86±15,26; Vücut Kitle İndeksi ortalamaları 26,67±4,39 idi.Bu grupta 9 kişide (%25) KOAH tanısı mevcuttu. Sonuç: Sigara içimiyle birlikte prevalansı giderek artan KOAH küresel bir sağlık sorunudur. Hastalığın progresyonuna müdahale edebilme açısından erken evrede tanı önemlidir. KOAH ve sigara içme alışkanlığı ile mücadelede toplum merkezli çalışmalar yapmanın yararlı olacağı düşüncesindeyiz. Anahtar Kelimeler: KOAH, sigara alışkanlığı, spirometri P288 Koah’lı Hastalarda Alevlenme ve Stabil Dönemde Kardiyak Komorbiditeler ve Yaşam Kalitesi Üzerine Olan Etkilerinin Değerlendirilmesi Ömer Kaya1, Gazi Gülbaş2, Jülide Yağmur3, Saim Yoloğlu4, Yılmaz Ömür Otlu3, Zeynep Ayfer Aytemur2 Yeşilyurt Hasan Çalık Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya 3 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Malatya 4 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Malatya 1 2 Amaç: Merkezimize KOAH alevlenme tanısı ile başvuran hastaların alevlenme ve stabil dönemde 24 saatlik holter monitörizasyonu ile kardiyak aritmi sıklığı araştırmak ve kardiyak artiminin yaşam kalitesi üzerine olan etkisini incelemek. Materyal-metod: Çalışmaya merkezimize KOAH alevlenme tanısı ile başvuran 41 hasta alındı. Hastaların sosyodemografik kayıtları alındı. Rutin laboratuar tetkikleri, arter kan gazı alındı. SFT ve EKO yapıldı. Alevlenme nedeniyle yatışlarının ilk günü ve stabil dönemde 24 saatlik holter monitörizasyonu uygulandı. SGRQ, CAT ve mMRC anketleri yapıldı. Ayrıca alevlenme döneminden sonraki 1 yıllık dönemde alevlenme sayıları takip edildi. Elde edilen veriler alevlenme ve stabil dönemde karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan 41 hastada alevlenme döneminde, %68.2’sinde ventriküler aritmi, %85.3’ünde supraventriküler aritmi, %31.7’sinde SV-run tespit edildi. Yedi hasta stabil dönemde değerlendirme yapılamadan eks oldu. Stabil dönemde kontrolu yapılan 34 hastanın %61.8’inde ventriküler aritmi, %70.5’ünde supraventriküler aritmi, %8.8’sinde SV-run tespit edildi. Ventiküler aritmi SFT değerleri daha iyi olan hastalarda saptandı. APC’nun Ph, PaCO2, SFT parameterleri ve SGRQ skorları ile ilişkili olduğu saptandı. Ventriküler aritminin KOAH hastalarında hastanede kalış süresini uzattığı tespit edildi. Ağır KOAH hastalarında APC’nun daha sık olduğu ve APC’ nun yaşam kalitesini olumsuz etkilediği saptandı. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 105 POSTER SUNUMLARI Sonuç: KOAH hastalarında kardiyak aritmi yaygın olarak görülmektedir. Asıl hastalığa odaklanırken gözden kaçmaktadır. Aritmiler hastalığın seyrini ve yaşam kalitesini olumsuz etkilediğinden dolayı, dikkatli incelenmeleri ve gerektiğinde 24 saat holter monitörizasyonu gibi ileri tanı yöntemleri kullanılarak, erken tespit edilip tedavi edilmesi önemlidir. Anahtar Kelimeler: Kardiyak aritmi, KOAH, yaşam kalitesi P289 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Table 2. Predictors of cognitive ability measured by WAIS-Ras Full Scale IQ score β value* p value Age -0.12 Gender (male) Education Full Scale IQ score β value* p value 0.3 Age -0.06 0.6 -0.02 0.8 Gender (male) -0.10 0.4 0.51 0.001 Education 0.48 0.002 BMI -0.13 0.3 BMI -0.09 0.5 Low Cognitive Ability in Patients with Bronchiectasis Depressive symptoms -0.38 0.009 Depressive symptoms -0.27 0.05 Emel Bulcun1, Pınar Yıldız Gülhan1, Mustafa Gülhan2, Dilay Çimen1, Aydanur Ekici1, Mehmet Ekici1 FEV1% 0.25 0.04 Sat O2 0.27 0.03 Smoking -0.17 0.1 Smoking -0.11 0.3 Departments of Pulmonary Diseases, Kirikkale University Faculty of Medicine Departments of Infection Diseases, Kirikkale University Faculty of Medicine 1 * β is the standardized regression coefficient. 2 Background: Patients with bronchiectasis may be associated with low cognitive ability. The goal of this study was to determine the frequency and determinants of low cognitive ability in patients with with stable bronchiectasis. Methods: Thirty patients with stable bronchiectasis and 25 healthy control subjects underwent a cognitive ability assessment using Wechsler Adult Intelligence Scale. Age, BMI, the Hospital Anxiety and Depression scale and pulmonary function were assessed. Results: Mean scores on the verbal, performance, and full scale IQ scores were significantly lower in the patients with bronchiectasis than in the healthy volunteers (87.5±16.3 versus 106.1±18.8; p=0.0001). Low cognitive ability in the patients with bronchiectasis was associated with higher depression scores, lower oxygen saturation and poor lung function after adjusting for potential confounders in multivariate analysis. Borg score after exercise in bronchiectasis patients with low cognitive ability was higher than that of bronchiectasis patients with high cognitive ability, despite the PaO2 and FEV1 in both groups was similar (6.2±1.8 vs. 4.6±1.5, p= 0.01). Conclusion: Low cognitive ability in patients with bronchiectasis may be associated with reduced lung functions, more serious hypoxemia and higher depressive symptoms. Bronchiectasis patients with low cognitive ability feel more intense dyspnea than high cognitive ability ones. Keywords: Cognitive ability; Bronchiectasis; Hypoxemia; Lung functions Table 1. Subtest scores and composite scores of the control group and patients with bronchiectasis Bronchiectasis n:30 Control group n:25 P value Full Scale IQ 87.5±16.3 106.1±18.8 0.0001 Verbal IQ 89.1±18.4 105.3±18.4 0.002 Performance IQ 87.1±13.8 105.2±18.0 0.0001 Similarities 7.4 ± 2.5 9.6 ± 2.2 0.004 Information 6.3 ± 2.6 9.5 ± 1.9 0.0001 Digit Span 7.3 ± 2.6 9.1 ± 2.9 0.03 Arithmetic 6.1 ± 2.4 9.8 ± 2.4 0.0001 Digit symbol 6.4 ± 2.3 8.9 ± 2.2 0.001 Picture completion 6.6 ± 2.6 9.4 ± 1.9 0.0001 Picture arrangement 5.5 ± 2.9 9.6 ± 3.1 0.0001 Block design 4.9 ± 2.3 7.3 ± 1.9 0.001 Object assembly 8.01 ± 2.2 10.2 ± 1.7 0.001 Comprehension 7.2 ± 2.6 9.4 ± 2.1 0.002 Ten subtests scores: each with M=10, SD=3 Three composite scores: verbal, performance,full scale, each with M=100, SD=15 106 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P290 KOAH Hastalarında Diyafram Kalınlığı ve Semptomlarla İlişkisi Melahat Bekir, Canan Cimşit, Hüseyin Arıkan, Derya Kocakaya, Şehnaz Olgun, Semiha Emel Eryüksel, Sait Karakurt Marmara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: KOAH’ta diyafram etkilenmesi, kalınlıkta azalma ve hareket kısıtlılığı olarak iki şekilde olabilir. Bu çalışmada amacımız, farklı evredeki KOAH hastalarında transtorasik ultrasonografi (USG) yardımıyla diyafram kasının kalınlığını ölçerek hasta semptom ve fonksiyonel parametreleri ile ilişkisini araştırmaktır. Metod: Çalışmaya son 1 yıl içerisinde polikliniğimize başvuran KOAH tanılı 48 stabil hasta alındı. Çalışmada her hastada spirometri ile hastalık derecesini, noninvaziv bir yöntem olan transtorasik USG yardımıyla ise diyafram kalınlığını tespit ettik. Ayrıca her hastanın semptom skorları, alevlenme, hastaneye yatış sayıları, vücut kitle indeksleri (VKİ), komorbid hastalıkları, kullanmış oldukları medikal tedaviler sorgulanarak USG bulgularıyla ilişkileri incelendi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 48 hastanın ortalama yaşı 59±9 yıl olarak saptandı. Sigara kullanım öyküsü 47±25 paket/yıl, hastaların CAT skorları, ortalama 12±8, mMRC skorları 2±1; vücut kitle indeksleri 29±5’ti. GOLD evrelemesine göre bu 48 hastanın 19’u evre I; 19’u evre II;6’sı evre III; 4’ü ise evre IV KOAH’tı. Transtorasik USG yardımıyla ölçülen ortalama diyafram kalınlığı 1,8±0,45mm olarak tespit edildi. Ortalama diyafram kalınlığı evre I hastalarında 1,96±0,45; evre II: 1,61±0.5; evre III: 1,73±0,59; evre IV: 2,07±0,86mm olarak ölçüldü. GOLD evrelemesine göre evre I, II; III ve IV KOAH olarak ayırdığımız hasta grupları ile diyafram kalınlıkları arasında anlamlı fark saptanmadı. Hastaların diyafram kalınlığını semptom skorları (CAT ve mMRC skorlarıyla) veya VKİ ile kıyasladığımızda anlamlı korelasyon saptanmadı. Sonuç: Bu çalışma sonunda, KOAH hastalarının, transtorasik USG ile ölçülen diyafram kalınlıkları ile hastalık ciddiyeti, semptom skorları ve vücut kitle indeksi arasında bir ilişki gösterilememiştir Anahtar Kelimeler: Diyafram kalınlığı, KOAH P291 KOAH’da Lokal ve Sistemik İnflamasyonun Osteoporoz ile İlişkisi Ömür Güngör, Ayşe Füsun Kalpaklıoğlu, Ayşe Baççıoğlu Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale Bu çalışmanın amacı, KOAH (Kronik obstrüktif akciğer hastalığı) tanılı hastalarda sık görülen komorbiditelerden biri olan osteoporozun lokal ve sistemik inflamasyonla ilişkisini ortaya koymaktır. Bu amaçla 50 stabil KOAH’lı hasta ve 25 sağlıklı yetişkin incelenmiştir. Akut ataktaki hastalarda zaten akut faz reaktanları yüksek sonuç vereceği için çalışmaya alınmamıştır. Lokal inflamasyon belirteci olarak ekspiriyum havasında POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ nitrik oksit ölçümü (FeNO) yapılmıştır. Sistemik inflamasyon belirteci olarak ta hsCRP, WBC ve fibrinojen çalışılmıştır. KOAH’lı hastalarda FeNO (21.20±10.29ppb, 15.12±5.65ppb, p=0.003) ile sistemik inflamatuar belirteçlerinden hsCRP (13933±1011, 9565±3583, p=0.000) ve WBC (8234±3052, 6624±1473, p=0.015) kontrol grubuna göre istatiksel olarak yüksek bulunurken, fibrinojen değerleri (p=0.626) benzerdi. FeNO ile yalnızca hsCRP arasında korelasyon (r=0.256, p=0.027) vardı. SFT değerleri düşük olanlarda hem FeNO hem de hsCRP yüksekti (p<0.05). HsCRP’nin havayollarındaki lokal inflamasyon ile, düşük solunum fonksiyonlarının ise hem hsCRP hem de FeNO ile ilişkili olduğu görüldü. KOAH’lı hastaların çoğunda (%58) osteopeni, %26’sında ise osteoporoz saptanırken, bu artmış komorbiditenin göstergesi olarak femurT ve femurZ skorları istatistiksel olarak daha düşük bulundu. KOAH’lı olgularda FeNO değerleri ile osteoporoz arasında herhangi bir ilişki gözlenmedi (r=0.042, p=0.719). Sonuç olarak SFT değerleri düşük olanlarda hem lokal hem de sistemik inflamasyonun daha fazla olduğu görüldü. Havayollarındaki lokal inflamasyon KMD üzerinde etkili bulunmamakla birlikte, hsCRP ile yakından ilişkili olması KOAH’da gözlenen osteoporoz üzerinde sistemik inflamasyonun etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Osteoporoz düzenli kemik mineral dansitesi ölçümleri ile önceden tanı alıp tedavi edilebilmektedir. Böylece osteoporotik kemik kırıklarının önlemi alınmış olacaktır. İnflamasyonun kontrol altına alınması zaten morbiditesi yüksek ve hipoksemi sebebiyle kemik kırıklarının geç iyileştiği KOAH’da son derece önemli olacaktır. Anahtar Kelimeler: KOAH, İnflamasyon, Osteoporoz P292 KOAH’da Kemik Mineral Dansitesindeki Azalmayı Etkileyen Faktörler Ömür Güngör, Ayşe Füsun Kalpaklıoğlu, Ayşe Baççıoğlu Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale Bu çalışmanın amacı, Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı (KOAH) tanısı olan hastalarda sık görülen komorbiditelerden biri olan osteoporozun parsiyel arteriel oksijen basıncı (PaO2), beden kitle indeksi (BKİ), solunum yetmezliği tipi ve solunum fonksiyon testindeki (SFT) düşüş ile ilişkisini ortaya koymaktır. Bu amaçla 50 stabil KOAH’lı hasta ve 25 sağlıklı yetişkin incelenmiştir. Tüm grupta FEV1, FEV1/FVC oranı ile femurT (p=0.007, p=0.003) ve femurZ (p=0.050, p=0.005) skorları arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. SFT değerleri düşük olanlarda daha düşük Kemik Mineral Dansitesi (KMD) skorları görülmüştür. KOAH’lı hastaların BKİ’leri kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük saptanmıştır (26.29±4.77 ve 29.22±6.05, p=0.025). BKİ ile femurT skoru arasında anlamlı ilişki görülmezken (p=0.169), BKİ düşük olanlarda daha düşük femurZ skoru görülmüştür (r=0.161, p=0.035). PaO2 ile femurT skoru arasında anlamlı ilişkili bulunurken (r=0.356, p=0.016), femurZ skoru ile ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. LumbalT ve lumbalZ skorları ile diğer parametreler arasında hiçbir ilişki bulunmamıştır. Tip1 ile Tip2 solunum yetmezliği olan hastalar karşılaştırıldığında femurT, femurZ, lumbalT, lumbalZ skorları ile değerlendirilen KMD değerlerinde fark görülmemiştir. Sonuç olarak KOAH’da ortaya çıkan osteoporoz’un farklı mekanizmaları olsa da, düşük BKİ ve hipoksemi KMD düşüşünü arttırmaktadır. Ayrıca KOAH’daki karbondioksit retasyonunun KMD’deki düşüşle ilişkisiz olduğu düşünülmektedir. Diğer taraftan, FEV1 ve FEV1/FVC oranı düşük olan KOAH tanılı hastaların daha düşük femurT ve femurZ skorlarına sahip olduğu görülmüştür. KOAH insidansı her geçen gün artan bir hastalık olmakla birlikte hem mortalitesi hem de morbiditesi yüksektir. Bu sebeple özellikle morbiditeleri oluşturan mekanizmaların incelenmesi ve erken önlem alınması yaşam konforunun arttırılmasını ve aynı zamanda mortalitelerin azalmasını sağlayacaktır Anahtar Kelimeler: KOAH, Osteoporoz, SFT, BKİ, AKG P293 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Serum Paraoksanaz, Arilesteraz, Lipid Hidroperoksit ve Sülfhidril Düzeyleri Funda Yalçın1, Zafer Hasan Ali Sak1, Ayşegül Öney Kurnaz1, Faruk Günak1, Seyhan Taşkın2, Mehmet Gencer1, Nurten Aksoy2 Harran Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa Harran Üniversitesi, Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, Şanlıurfa 1 2 Yöntem: Elli KOAH hastası ve 50 sağlıklı gönüllü çalışmaya alındı. Serum paraoksanaz, arilesteraz, lipid hidroperoksit ve sülfidril düzeyleri hesaplandı. Sonuçlar: Serum paraoksonaz düzeyleri KOAH hastalarında kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı azalmış bulundu (93.29±25.15 U/l ve 117.45±36.30 U/l, p<0.001). Serum arilesteraz düzeyleri de KOAH hastalarında kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı azalmış bulundu (154.64±30.43 U/l ve 125.79±32.24 U/l, p<0.001). Sülfidril düzeyleri de kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı azalmıştı (0.42±0.9 ve 0.54±0.6 U/l) Ayrıca, serum lipid hidroperoksid düzeyleri KOAH hastalarında kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı artmıştır (6.52±1.86 μmol/l ve 3.78±0.98 μmol/l, p<0.001). Tartışma : KOAH’da oksidatif stres artarken ve antioksidanlar azalmıştır ve bu sonuçlar istatistiksel olarak anlamlıdır. Bu sonuçlar KOAH patofizyolojisinde dikkate alınabilir. Anahtar Kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, oksidatif stres P294 KOAH’DA Kognitif Fonksiyonların Değerlendirilmesi Tuğba Kaplan1, Bekir Kaplan2, Hikmet Fırat1, Emine Sevgi1, Melike Yüceege1, Emine Bahar Kurt1 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlğü 1 2 Giriş ve Amaçlar: KOAH hava yollarında ve akciğerlerde zararlı partikül ve gazlara karşı güçlü bir kronik inflamatuvar yanıtla ilişkili, genellikle ilerleyici nitelikte hava akımı kısıtlanması ile karakterizedir. Hastalığın şiddetine alevlenmeler ve komorbiditeler katkı yapar(1) KOAH; neden olduğu psikolojik ve sosyal problemler ve ilişkili eşlik eden hastalıklar ve komorbiditeler ile birlikte değerlendirildiğinde ciddiyeti daha iyi anlaşılan bir hastalıktır(2). Ancak bu komorbidetelerden biri olan bilişsel fonksiyonların değerlendirilmesi konusundaki farkındalık azdır. Bu çalışmada KOAH olan hastalarda kognitif fonksiyonların SMMT ve MOBİD Ölçeği ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır. MOBİD Ölçeği Türkiye’de ilk kez bu çalışmada KOAH da kognitif fonksiyonların değerlendirilmesinde kullanılmıştır. Materyal Metod: Hastanemiz Göğüs Hastalıkları Kliniğine Ocak 2014 tarihleri arasında başvuran yeni ve eski tanılı KOAH olan 40 yaş ve üzeri 90 hastaya yüz yüze görüşme tekniği ile anket uygulanmıştır. Ankette sosyodemografik özellikler, katılımcının alışkanlıkları ve genel sağlık durumu, arter kan gazı ve solunum fonksiyon testi sonuçları KOAH değerlendirme testi(CAT), Standardize Mini Mental Test ve Montreal Kognitif Fonksiyon Anketi (MOBİD Ölçeği) yer almaktadır. Bulgular: Katılımcıların bazı sosyodemografik özellikleri: %33,3’ü 5564 yaş arasında, %%66,7’si erkek, %28,9’u ev hanımı, %57,8’i ilkokul mezunu ve %87,8’i evlidir. Araştırmada 64 yaş ve altında olanların halen sigara kullananların, KOAH süresi 7 yıl ve altında olanların, NIMV kullanmayanların MOBİD ölçeği puanları sırasıyla 65 yaş ve üzerinde olanlardan, sigarayı bırakanlar ve kullanmayanlardan, KOAH süresi 8 yıl ve üzerinde olanlardan, alkol kullanmayan ve NIMV kullananlardan anlamlı olarak fazladır (p<0,05). Sonuç: Bu çalışmada KOAH hastalarının kognitif fonksiyonlarının olumsuz yönde etkilendiği, SMMT sonuçları ile MOBİD Ölçeği ve CAT puanları arasında bulunan ilişki semptom kontrolü ve hastalığın iyi yönetimi ile kognitif fonksiyonların korunmasının sağlanabileceğini düşündürmektedir. MOBİD Ölçeği KOAH’da kognitif değerlendirme için iyi bir ölçek olabilir. Anahtar Kelimeler: KOAH, Kognitif Fonksiyon Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 107 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P295 KOAH’lı hastalarda Ortalama trombosit hacmi (OTH) düzeyi Hatice Kılıç1, Ayşegül Şentürk1, Funda Karaduman Yalçın2, Cantürk Kaya4, Tuba Öğüt1, Habibe Hezer1, Emine Argüder3, Ayşegül Karalezli1, Hatice Canan Hasanoğlu3 Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara Sinop Boyabat 75. Yıl Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Sinop 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 4 Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Kliniği, Ankara 1 2 Giriş: Ortalama trombosit hacmi (OTH), trombosit aktivasyonunun göstergesidir. Aktive trombositlerin inflamasyon ve aterotrombozda rol aldığı gösterilmiştir. Kronik obstrüktif akciğer hastalığında (KOAH) görülen sistemik komorbiditelerin başında kardiyovasküler hastalıklar yer almaktadır. Amaç: Bu çalışmada göğüs hastalığı kliniğine başvuran olgularda, sigara içiminin ve KOAH varlığının ortalama trombosit hacmi (OTH) ile ilişkisini değerlendirmek amaçlanmıştır. Materyal-metod: Göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran 535 (%71.8) sigara içen ve 210 (%28.2) sağlıklı kontrol olgu çalışmaya alındı. Sigara içen ve içmeyen olgular OTH ve diğer parametreler açısından karşılaştırıldı. Sigara içen olgulara solunum fonksiyon testi yaptırıldı. Buna göre KOAH olan ve olmayan olgular OTH ve diğer parametreler açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Sigara içen olguların serum beyaz küre (BK), hemoglobin (Hgb) ve hematokrit (Htc) düzeyleri sigara içmeyen olgulara göre anlamlı olarak daha yüksekti (sigara içen ve içmeyen olgularda serum BK, Hgb, Htc düzeyleri sırasıyla [8000 (4000-19600), 6700 (3600-19500); 15 (7,318,3), 13,5 (9,1-17,8) ve 44,3 (31,7-58,8), 40,2 (30,6-50,8); p<0.00]). Sigara içen olguların serum OTH düzeyleri sigara içmeyen olgulara göre anlamlı olarak daha yüksekti [serum OTH düzeyleri sırasıyla 10,1 (8-14,2), 9,6 (6,4-11,8) p<0.00]. Sigara içen olguların 106’sında KOAH mevcuttu. KOAH’lı olguların serum trombosit ve OTH düzeyleri KOAH olmayanlara göre yüksek saptandı ancak bu yükseklik istatistiksel olarak anlamlı değildi [8,9 (6,7-12,1), 8,9 (6,1- 13,9) p=0.92]. KOAH olan olgular evrelerine göre değerlendirildiğinde, OTH düzeyleri arasında anlamlı farklılık izlenmedi (p=0.57). Sonuç: Çalışmamızda sigara içenlerde içmeyenlere göre daha yüksek OTH değerleri saptanmışken, sigara içen olgular içerisinde KOAH olanlarda trombosit ve OTH düzeylerinin de artmış olduğu ancak KOAH evrelerine göre OTH düzeylerinde farklılığın olmadığı izlendi. Anahtar Kelimeler: KOAH, Ortalama trombosit hacmi P296 Sigara içen KOAH’lı hastalarda Vitamin D eksikliğinin akciğer fonksiyonlarına etkisi Ezgi Özyılmaz1, Müjde Ocak1, Gülşah Seydaoglu2, Ali Kocabas1 yet, GOLD-evreleme, MMRC-indeksi, BODE-indeksi gibi parametrelerin iki grupta benzer iken, Vitamin-D eksikliği olan sigara içicilerde sigara içme yoğunluğunun daha fazla (56±29 vs. 36±18 pk/yıl), prebronkodilatör FEV1(%)(44±17 vs. 56±17) ve FVC(%)’nin (60±13 vs.76±21) ise daha düşük olduğu saptanmıştır(p<0.05).Sigarayı bırakmış KOAH’lı hastalar, Vitamin-D eksikliği açısından karşılaştırıldığında ise, MMRC dispne skorunun Vitamin-D eksikliği olanlarda daha yüksek(1,5±0.5 vs.1.2±0.4), pre-bronkodilatör FEV1(L)(1.2±0.5 vs. 1.6±0.6) ve FVC(L)(2.2±0.8 vs. 2.8±0.9) değerlerinin ise anlamlı düzeyde daha düşük olduğu görüldü. Tartışma: Bu çalışmanın sonuçları, Vitamin-D eksikliğinin, KOAH’lı hastalarda sigaranın akciğer fonksiyonları üzerine olan etkisini arttırdığını düşündürmektedir fakat konunun daha geniş hasta gruplarında yapılacak uzun süreli takip çalışmalarıyla değerlendirilmesi gereklidir. Anahtar Kelimeler: Sigara içen KOAH’lı hastalarda Vitamin D eksikliğinin akciğer fonksiyonlarına etkisi P297 KOAH’da sık atak gelişimindeki risk faktörleri Sedat Kuleci, Ezgi Özyılmaz, Yasemin Soydaş, Gülsüm Tezçağırır, Müjde Çiğerli Ocak, Ali Kocabaş Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana Giriş: KOAH’lı hastalar, son bir yılda iki ve daha fazla alevlenme geçirenler ve son bir yılda 1 ve daha az seyrek alevlenme geçirenler olmak üzere iki grupta sınıflandırılabilirler. KOAH ataklarının sıklığını etkileyen risk faktörlerinin bilinmesi, bu atakların önlenmesi ve/veya tedavisi için hekimlere bir fırsat sunacaktır. Bu çalışmada KOAH’lı hastalarda görülen sık atakları etkileyen faktörleri araştırıldı. Metod: Şubat 2010–Ekim 2011 tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Polikliniği’ne başvuran 248 stabil KOAH’lı hasta bu çalışmaya dahil edildi. KOAH’lı hastaların son bir yılda iki ve daha fazla alevlenme geçirenleri “sık atak”lı, son bir yılda 1 ve daha az alevlenme geçirenleri ise “seyrek atak”lı olarak iki gruba ayrıldı. Her iki gruptaki hastaların sosyodemografik, klinik, fonksiyonel ve laboratuar bulguları kaydedildi ve bu veriler istatistiksel açıdan incelendi. Bulgular: İncelenen 248 hastanın 39’u(%15,7) “sık atak”lı, 209’u(%84,3) ise “seyrek atak”lı kabul edildi. Klinik açıdan “sık atak”lı hastaların mMRC (%38,5 ve %12, p<0,001) ve BODE (%46,2 ve %12,9, p<0,001) skorlarının daha yüksek olduğu, yürüme mesafelerinin ise (278,11 ± 112,46 m. vs. 376,37 ± 117,44 m., p<0.001) daha az olduğu görülmüştür. Fonksiyonel açıdan ise, “sık atak”lı hastaların daha düşük spirometrik değerleri (post FEV1%, 46,82 ± 21,84 ve 61,03 ± 18,19. p<0.01; postFVC%, 68,10 ± 22,11 ve 80,59 ± 18,12, p<0.01) olduğu saptanmıştır. Tartışma: Bu çalışmada KOAH’da sık atak geçirmeyi etkileyen bazı risk faktörleri saptanmış olup, kesin risk faktörlerinin gösterilmesi, KOAH ataklarının önlenmesi ve daha iyi tedavisi için bir fırsat doğuracaktır. Anahtar Kelimeler: KOAH, risk faktörleri, alevlenme Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Adana 1 2 Giriş: Sigara içmeye devam etmenin, KOAH’ta akciğer fonksiyonlarında daha hızlı azalmaya neden olduğu bilinmektedir. KOAH’ta Vitamin-D eksikliğinin yaygınlığı sıklıkla bildirilmektedir. Ancak Vitamin-D eksikliğinin KOAH’lı hastalarda akciğer fonksiyon kaybı üzerine olası etkileri konusunda çelişkili sonuçlar bildirilmektedir. Bu çalışmanın amacı, halen sigara içen ve sigarayı bırakmış KOAH’lı hastalarda Vitamin-D eksikliği ile akciğer fonksiyon parametreleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir. Metod: Çalışmaya Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran, 86-stabil KOAH’lı hasta alındı. Hastaların klinik, demografik özellikleri ve komorbiditeleri kaydedildikten sonra SFT’leri, 6-dakika yürüme testleri yapıldı, MMRC dispne skorları ve BODE indeksleri hesaplandı. Vitamin-D düzeyi ölçümleri yüksek basınçlı sıvı kromatografi(HPLC) yöntemi ile üniversitemiz Merkez Laboratuarında çalışıldı. Serum 25(OH)D3 düzeyi <=20 ng/ml olması, Vitamin-D eksikliği olarak değerlendirildi. Sonuçlar: İncelenen hastaların 51’i sigarayı bırakmış(%59.3), 35’i(%40.7) ise halen sigara içmektedir. Vitamin-D eksikliği halen sigara içen KOAH’lı hastalarda %48.5, sigarayı bırakmış KOAH’lı hastalarda ise %33.3 olarak bulunmuştur. Halen sigara içen KOAH’lı hastalar Vitamin-D eksikliği olma durumlarına göre karşılaştırıldığında; yaş, cinsi- 108 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P298 KOAH’lı Olgularda Yaşam Kalitesi Gerçekten Değerli mi? Yavuz Havlucu, Arzu Yorgancıoğlu, Ayşın Şakar Coşkun, Pınar Çelik Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa Bu çalışmada 10 yıl takip edilen KOAH’lı olgularda bazal olarak değerlendirilen yaşam kalitesi skorlarının uzun dönemde mortaliteyi tahmin etmede hangi grup hastada daha güvenilir olduğunun araştırılması amaçlandı. Şubat 2003’de 306 KOAH’lı olgu çalışma için değerlendirildi. 35 olgu dahil edilme kriterlerine uymadığı için ve çalışmaya dahil olmayı istemediği için çalışma dışı bırakıldı. Ayrıca 20 olgu yaşam kalitesi anketini uygun dolduramadığı için çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya 251 olgu dahil edildi ve çalışmanın başlangıcında ve birinci yılda St. George Respiratory Questionnaire ve solunum fonksiyon testi yapıldı. Mortalite bilgisi hastane kayıtlarından ve aile üyelerinden alındı. Hastalar basal değerlendirmeden sonra 10 yıl takip edildi.Olgular başlangıçtaki GOLD evrelemesine göre POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ sınıflandırıldı ve her evre kendi içinde SGRQ skoruna göre üçe ayrıldı ve her grup için mortalite oranlarına bakıldı. Olguların 218’i (%86.85) erkek ve yaş ortalaması 65,55 yıl (43-82 yıl) idi. Çalışma süresince ölen ve sağ kalan hastaların bazal değerleri karşılaştırıldığında vücut kitle indeksi, SFT parametreleri ve SGRQ skorları yönünden farklılık mevcuttu (p<0,05). Evrelere göre evre 2’de 100, evre 3’de 131 hasta ve evre 4’de 20 hasta mevcuttu. Evre 2’de mortalite oranı %9,evre 3’de %42.7, evre 4’de %55 idi. Evre 2’de ve evre 4’de yaşam kalitesine göre sınıflandırma yapıldığında yaşam kalitesinin mortaliteyi belirlemede solunum fonksiyon testine üstünlüğü yoktu (p=0.247 ve p=0.45). Evre 3’de ise mortaliteyi belirlemede yaşam kalitesi solunum fonksiyon testine göre daha belirleyici idi (p=0.00). KOAH’lı olgularda yaşam kalitesi mortaliteyi belirlemede önemlidir fakat solunum fonksiyon testinde bozulma hafif ve ağır olan olgularda yaşam kalitesinin solunum fonksiyon testine üstünlüğü yoktur. Anahtar Kelimeler: KOAH, yaşam kalitesi, mortalite P299 Ağır KOAH alevlenmelerinde serum ürik asid düzeyi hastane mortalitesi ile ilişkili mi? Recai Ergün, Begüm Ergan Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Son zamanlarda kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)’ nda serum ürik asid seviyesi ile mortalite arasında ilişki olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada yoğun bakım ünitesine yatış gerektiren ağır alevlenmelerde serum ürik asid seviyesinin hastane mortalitesi ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık. Yöntemler: KOAH alevlenme nedeni ile akut solunum yetmezliğine giren ve yoğun bakım ünitesinde mekanik ventilasyon desteği verilen hastalar çalışmaya alındı. Hastaların demografik ve klinik özellikleri ile takip parametreleri kaydedildi. Bulgular: KOAH alevlenme nedeni ile yatırılan toplam 70 hasta (53 erkek; %75,5) çalışmaya alındı. Ortanca yaş 71, 5yıl iken, ortanca APACHE 2 skoru 25,5 olarak saptandı. Kabul sırasında kan gazı ortanca değerleri pH 7,26; PCO2 71,5mmHg; PO2 53,0 mmHg olarak bulundu; 59 hasta (%84,3) noninvaziv mekanik ventilasyon, 11 hasta (%15,7) invaziv mekanik ile izlendi. Hastenede kalış süresi 16 gün iken; mortalite %41,4 olarak saptandı. Ölen hastalarda ürik asit seviyesi 9,6 mg/dl iken yaşayan hastalarda 6,1mg/dl saptandı (p<0.01). Sonuç: Bu çalışmada yüksek serum ürik asid seviyesi ile hastane mortalitesinin ilişkili olduğu saptanmıştır. Serum ürik asid seviyesi uzun dönem mortalitede olduğu gibi kısa dönem mortalite içinde belirleyici olabilir. Anahtar Kelimeler: KOAH, ürik asid, mortalite ÇOCUK AKCİĞER HASTALIKLARI P300 Çocuklarda Antitüberküloz Tedavi Yan Etkileri Tuğba Şişmanlar, Ayşe Tana Aslan verildi. İki hastanın karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme olması nedeniyle tedavilerine ara verildi. Yedi hastanın serum ürik asit yüksekliği olup oral bol hidrasyonla birlikte allopurinol tedavisi verildi. Hiperürisemi pirazinamid tedavisi alan hastalarda en sık görülen yan etki olmakla birlikte hastaların tedavi süresince bol oral hidrasyon ve allopurinol tedavisine gerek duyulduğu görüldü. Anahtar Kelimeler: çocuk, tedavi, tüberküloz, yan etki P301 İmmünsuprese Çocuklarda Gelişen Akciğer Enfeksiyonlarında Fleksıbl Bronkoskopinin Değeri Nesibe Gevher Eroğlu Ertuğrul1, Ebru Yalçın2, Nagehan Emiralioğlu2, Berna Oğuz3, Aydın Erden4, Barış Kuşkonmaz5, Deniz Doğru2, Uğur Özçelik2, İlhan Tezcan6, Nural Kiper2 Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Ünviveristesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı Hacettepe Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara 4 Hacettepe Universitesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Ankara 5 Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Ankara 6 Hacettepe Üniversitesi, Çocuk İmmunoloji Bilim Dalı, Ankara 1 2 3 Giriş: Bağışıklığın baskılandığı durumlarda, akciğer enfeksiyonlarına sık rastlanılmaktadır. Bu hastalarda, fiberoptik bronkoskopi (FB) ve bronkoalveolar lavaj (BAL) incelemesi ile etkenin gösterilmesi ve uygun tedavi sağlanabilir. Amaçlar : 1. Bağışıklığı baskılanmış çocuklardaki akciğer enfeksiyonunun etkenini göstermede FB ve BAL incelemesinin değerini saptamak. 2. Kemik iliği transplantasyonu (KIT) sonrası gelişen akciğer enfeksiyonlarında, diğer immünsuprese durumlara göre etkenler ve radyolojik özellikler bakımından farklılıklar olup olmadığını araştırmak. 3. Radyolojik bulguların, etken patojeni tahmin etmedeki güvenilirliğini değerlendirmek. Hastalar Ve Metod: 1999 - 2012 yılları arasında FB ve BAL incelemesi yapılan 79 immünosuprese ve akciğer enfeksiyonu olan çocuğun kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastalar grup I (n=61, %77,2) primer veya sekonder immun yetmezliği olup akciğer enfeksiyonu nedeni ile FB ve BAL yapılanlar ve grup II (n=18, %22,7) KIT yapıldığı için immunsuprese olup akciğer enfeksiyonu geçirdiği dönemde FB ve BAL yapılanlar olmak üzere ikiye ayrıldı. Sonuçlar: Grup I’de 37 (%60,6) ve grup II’de 7 (38,8%) hastada BAL sıvı incelemesinde mikroorganizma gösterildi ve/veya üretildi. BAL’da üreyen mikrobiyolojik ajanlar karşılaştırıldığında bakteriyel patojen üremelerinin grup I’ de grup II’ ye göre daha fazla olduğu görüldü (p=0,017). Gruplar arasında bakteriler dışındaki diğer etkenler açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Hastaların HRCT bulguları ile BAL’da gösterilen etken patojenler arasında anlamlı ilişki bulunmadı. FB ile ilgili tanısal yöntemlerin tümü değerlendirildiğinde tüm hastaların 62/79 (%78)’ne tanı konulabildiği saptandı. Bu hastaların 32/79 (%40)’ında etken kesin gösterildi ve tedavi değişikliğine gidildi. Sonuç: Hastalarımızda FB, ampirik antimikrobiyal tedavi altında yapıldığı halde, BAL incelemelerinin immünsuprese hastalarda gelişen akciğer enfeksiyonlarının etkenini göstermedeki yeri ve tanı koyduruculuğu oldukça yüksek oranda bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Bronkoalveoler lavaj, Fleksibl bronkoskopi, İmmünsupresyon, Ağciğer enfeksiyonları Gazi Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Tüberküloz tedavisi çoklu ve uzun sureli ilaç kullanımı gerektiren zor bir süreçtir. Aynı anda birden fazla ilaç alımı yan etki olasılığını arttırabilir. Bölümümüzde 2007-2012 yılları arasında 75 hasta tüberküloz ön tanısıyla takip edildi. Hastaların 61’i tüberküloz enfeksiyonu, 14’ü tüberküloz hastalığı tanısı aldı. Tüberküloz hastalığı olanların altısı akciğer tüberkülozu, ikisi üriner tüberküloz ve ikisi tüberküloz lenfadeniti tanısı aldı. Diğerleri tüberküloz artriti, perikarditi, endobronşial ve milier tüberküloz tanısı aldı. Tüberküloz enfeksiyonu tanısı alan hastalara altı ay süreyle izoniazid (5-10 mg/kg/gün) verildi. Bir hastada geçici karaciğer fonksiyon testi yüksekliği dışında yan etki saptanmadı. Tüberküloz hastalığı tanısı alanlara iki ay üçlü ya da dörtlü ilaç tedavisinden (izoniazid 10-15 mg/kg/gün, rifampin 10-15 mg/kg/gün, pirazinamid 30-40 mg/kg/gün, ethambutol, 15-25 mg/kg/gün) sonra; 4-16 ay ikili ilaç tedavisi (izoniazid 10-15 mg/kg/gün, rifampin 10-15 mg/kg/gün) P302 İmmün yetmezliğin arkasına gizlenen tüberküloz Hikmet Tekin Nacaroğlu1, Semiha Bahçeci1, Nesrin Gülez1, Cansu Çetin1, Canan Şule Karkıner1, İlker Devrim2, Ferah Genel1, Demet Can1 1 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Allerji ve İmmünoloji Kliniği, İzmir 2 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Enfeksiyon hastalıkları Kliniği, İzmir Giriş: Çocukluk döneminde basil gösterilemediği için akciğer tüberkülozu tanısı koymak zordur. İmmün yetmezliklerde tanı daha da zorlaşır. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 109 POSTER SUNUMLARI Kronik granülomatöz hastalık (KGH), akciğerde yineleyen pnömoni, hiler lenfadenopati, ampiyem, apse, retikülonodüler görüntüler ve granülomalarla kendini gösterir. Aşağıda tüberküloz tanısında zorluk yaşanan 2 KGH’li hasta sunulmuştur. İlk olgu; Uzamış pnömoni nedeniyle yatırılan 5,5 yaşında erkek olgunun özgeçmişinde aksiller lenfadenit geçirmesi, soygeçmişinde kuzen evliliği dışında özellik yoktu. Hb: 10.4 g/dl, BK: 15.600/mm3, CRP 4,22 mg/dl, ESR: 35 mm/saat. Toraks BT’de sağda parankimal nodüler dansiteler ve hiler lenfoadenopati saptandı (Şekil 1). Temas öyküsü olmayan hastanın PPD: 0 mm, Quantiferon: negatif, AMS’de ve BAL’da ARB (-), PCR (-), kültüründe üreme saptanmadı. Phagoburst aktivitesinin düşük saptanması üzerine KGH tanısı aldı. PET CT’de akciğerde patolojik artmış 18F Florodeoksiglukoz tutulumları izlendi. VATS eşliğinde yapılan biyopside kazeifiye granülomatöz yangı saptanınca antitüberküloz tedavi başlandı. Tedavinin 2 ayında çekilen Toraks BT de düzelme gözlendi. İkinci olgu; 2 aydır devam eden ateş nedeniyle yatırılan 1,5 yaşındaki erkek hastanın özgeçmişinde trombositopeni, sık enfeksiyon öyküsü, soygeçmişinde özellik saptanmadı. Hb:8,5gr/dl, BK: 20,800 mm3, ESR: 57 mm/sa, CRP: 12,4 g/dl. Toraks BT’de yaygın nodüler/kaviter lezyonlar ve hiler lenfadenopati saptandı (Şekil 2). Oksitadif burst aktivitesi nötrofil ve monositlerde saptanmayan olgu KGH tanısı aldı. Temas öyküsü olmayan hastanın PPD: 15x20 mm, AMS; ARB(-), PCR(-), kültüründe üreme saptanmadı. Antitüberküloz tedavisi ile interferon gamma tedavisi başlandı. Sonuç: Akciğerde nodüler lezyon ile başvuran hastalarda enfeksiyöz nedenler, noninfeksiyöz nedenler ve maligniteler yanı sıra KGH de düşünülmeli ve gizli kalmış tüberküloz birlikteliği araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Kronik granülamatöz hastalık, tüberküloz P303 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Efor dispnesi ile başvuran olguda Karinal trifurkasyon ve trakeobronkomalazi birlikteliği Semiha Bahçeci Erdem1, Yılmaz Yozgat1, Aytaç Karkıner1, Mehmet Küçük1, Canan Şule Karkıner1, Hikmet Tekin Nacaroğlu1, Hüdaver Alper2, Demet Can1 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir Ege Üniversitesi Tip Fakültesi Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Izmir 1 2 Giriş: Karinal trifurkasyon, sağ üst lobun ya da aksesuar lobun trakeal bronkusla karinaya yakın olarak açılması olarak tanımlanabilir. Trakeomalazi ve karinal trifurkasyon birlikteliği literatürde tek bir yayında bildirilmiştir. Efor dispnesi ile kardiyolojiye başvuran olguda sağ yüklenme olması üzerine yapılan Toraks BT’de trakeal anomaliden kuşkulanılmıştır. Bu nedenle fleksibl bronkoskopi yapılmış, trifurkasyon ve trakeomalazi birlikteliği saptanmıştır. Olgu: Daha önce alt solunum yolu yakınması olmayan 7 yaşında kız olgu, çabuk yorulma ve nefes darlığı şikayeti ile hastanemiz Kardiyoloji Polikliniği’ne başvurmuştu. Öz ve soygeçmişinde özellik yoktu. Ekokardiyografisinde sağ kalp boşlukları dilate saptandı, transözofajial ekoda interatrial septumun intakt olduğu görüldü. Altta yatan pulmoner patoloji için istenen toraks BT’sinde trakeal bronkus başta olmak üzere trakeal anomali varlığından kuşkulanıldı (Şekil 1). Bronkoskopide sağda, karinanın yanında 3.bir bronş girişi (karinal trifurkasyon) olduğu ve aksesuar bronş ile devam ettiği izlendi. Sağ ve sol ana bronş ağızlarının kontürünü kaybettiği ve balık ağzı biçimi aldığı (trakeobronkomalazi) görüldü (Şekil 2). Hastaya eşlik eden kardiyovasküler anomali açısından anjografi yapılması planlandı. Olgunun takip ve tedavisi halen devam etmektedir. Sonuç: Karinal trifurkasyon ve bronkomalazi birlikteliğinin çok nadir olması yanı sıra kardiak yakınmaların etyolojisinde pulmoner anomalilerin olabileceği ve fleksibl bronkoskopinin önemi vurgulanmak istenmiştir. Anahtar Kelimeler: Karinal Trifurkasyon, trakeobronkomalazi Şekil 1. İlk olgunun Toraks BT görüntüleri Şekil 1. Trakeanın sağından çıkan aksesuar bronşun toraks BT görünümü Şekil 2. ikinci olgunun Toraks BT görüntüleri Şekil 2. Aksesuar bronşun distalinde malazik segment 110 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P304 Astım Kliniği İle Başvuran Okul Çocuğunda Hipersensitivite Pnömonisi Semiha Bahçeci Erdem1, Hikmet Tekin Nacaroğlu1, Canan Şule Karkıner1, Güner Özçelik1, Nesrin Moğulkoç2, Hüdaver Alper3, Sait Karaman1, Demet Can1 1 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Allerji ve İmmünoloji Kliniği, İzmir 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İzmir Giriş: Hipersensitivite pnömonisi, ekstrensek allerjik alveolit olarak da bilinen IgE aracılı olmayan organik toz partikülleri veya çeşitli kimyasal maddelerin inhalasyonu sonucu gelişen akciğer parankim, alveol ve terminal hava yollarının inflamasyonu ile karakterize bir hipersensitivite reaksiyonudur. Aşağıda okul çağında astım tablosu ile başvurup PBD tanısı alan olgu sunulmuştur. Olgu: Dört aydır öksürük, eforla nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikayetleri olan 9 yaşındaki erkek çocuğun muayenesinde dudakları siyanoze olup oda havasında SaO2: %86 idi. Her iki akciğerde krepitan raller, bilateral sibilan ronküsler alınıyordu. Olgunun akciğer grafisinde bilateral yaygın nodüler yama tarzında infiltrasyon saptandı. Toraks tomografisinde her iki akciğerde buzlu cam alanları mevcuttu. Ekokardiyografide pulmoner hipertansiyon saptanmadı. Deri testinde polen duyarlılığı saptandı. Hastaya inhale steroid tedavisi başlandı, tedavinin 7. gününden itibaren hipoksisi kısmen düzeldi. Anamnez derinleştirildiğinde hastanın kuş ve kuş gübresi ticareti yapılan işyerinin üstünde ikamet ettiği öğrenildi ve presipitan antikorların gösterilmesi için ileri tetkik istendi. Güvercin ve muhabbet kuşu için presipitan antikor düzeyi yüksek saptandı (Pigeon IgG >200 (0-38) ve Budgerigar IgG >200 (0-8)). Sonuç: Hastamızda deri testinde polen duyarlılığının saptanması, inhale steroidden fayda görmesi ile astım olarak değerlendirilmesine bu nedenle hastalığın tanı ve tedavisinde gecikmeye neden olabilir. Bu nedenle benzer klinik ve radyolojik bulguları olan olgularda hipersensitivite pnömonisinin de akla getirilmesi ve çevresel maruziyetin sorgulanmasının önemini vurgulamak istenmiştir. Anahtar Kelimeler: Astım, hipersensivite pnömonisi P305 Yedi Yaşında Bir Çocukta Osteomiyelite İkincil Septik Pulmoner Emboli Adnan Deniz1, Zeynep Seda Uyan2, Yonca Anık3, Nazan Sarper4, Metin Aydoğan5, Emin Sami Arısoy6 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Kocaeli 3 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli 4 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Kocaeli 5 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Alerji ve İmmünoloji Bilim Dalı, Kocaeli 6 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı, Kocaeli 1 2 Yedi Yaşında Bir Çocukta Osteomiyelite İkincil Septik Pulmoner Emboli Giriş: Septik pulmoner emboli (PE), çocuklarda seyrek görülen, acil bir sorundur. Osteomiyelite ikincil septik PE gelişen bir çocuk hasta sunulmuştur. Olgu: Yedi yaşında erkek hasta, solunum sıkıntısı nedeniyle götürüldüğü hastanede, pnömoni ve plevral efüzyon tanılarıyla uygulanan 12 günlük yoğun bakım izlemi, antibiyotik, oksijen ve destek tedavisi sonrasında; iyileşmemesi, akciğerlerindeki konsolidasyon alanlarının nodüler görünüm kazanması ve içlerinde kaviteler gelişmesi nedeniyle hastanemize gönderildi. Öyküsünden, 3 hafta önce sol kasığında bir apse oluştuğu, kendiliğinden boşaldığı öğrenildi. Fizik incelemede solunum sayısı 56/dk, SO2 %90 (oda havasında) idi, bilateral akciğerlerde yaygın krepitan raller vardı, akciğer bazallerinde solunum sesleri azalmıştı. Yoğun bakım servisine yatırılarak intravenöz teikoplanin ve meropenem tedavisi başlanan hastada, sol kalçada, bacakta ağrı, sol bacağının üzerine basamama yakınması gelişti. Sol uyluk ve bacak çapında sağa göre artış belirlendi. Kalça BT’sinde osteomiyelit, sol alt ekstremite venöz doppler incelemesinde akut derin ven trombozu (DVT) ile uyumlu değişiklikler bulundu. Akciğer BT’sinde, pe- riferik yerleşimli, plevrayla bitişik, çok sayıda, 0,5-3,5 cm büyüklüğünde, yuvarlak ya da kama biçiminde nodül ve kaviteler, akciğer alt loblarında daha belirgin olan kavite duvarlarında septik PE’de görülen ‘besleyici damar belirtisi’ saptandı. Tromboza ilişkin ve immünolojik değerlendirmeler olağan sınırlardaydı. Osteomiyelite ikincil septik PE ve DVT tanısıyla düşük molekül ağırlıklı heparin tedavisi uygulandı. Kan ve idrar ekimlerinde üreme olmayan hastanın klinik ve radyolojik bulguları geriledi, Doppler ultrasonografisinde DVT alanının akıma yeniden açıldığı görüldü. Sonuç: Septik PE çocuklarda seyrektir. BT’de yuvarlak ya da kama biçiminde nodül ve kaviteler görülebilir. Tedavinin temelini altta yatan enfeksiyonun tedavisi oluşturur. Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, osteomyelit, çocuk P306 Toplumdan kazanılmış pnömonili çocuklarda bakteriyel, viral ve multipl etyolojinin PZR yöntemi ile araştırılması Yusuf Aydemir1, Özlem Aydemir2, Sevgi Pekcan3 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Sakarya Sakarya Üniversitesi, Eğitim Araştırma Hastanesi, Mikrobiyoloji Kliniği, Sakarya 3 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Sakarya 1 2 Giriş: Toplum kökenli pnömoniler (TKP) çocuklarda mortalite ve morbiditenin en önde gelen nedenidir. Etyolojisinde, çok sayıda virüs ve bakteriyi kapsayan oldukça çeşitli etkenler yer alır. Bu nedenle, konvansiyonel yöntemlerle etkeni belirlemek hala zordur ve olguların ancak yarısında etken saptanabilmektedir. Çalışmamızda, hızlı hassas ve güvenilir bir yöntem olan polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) yöntemi ile, TKP’ye en sık neden olan bakteriyel, viral ve çoklu etken oranlarını göstermek, ve böylece ampirik antibiyotik seçimine ve tedavi başarısızlığının azaltılmasına katkıda bulunmak amaçlandı. Metod: TKP tanısı almış 41 çocuk hasta çalışmaya alındı. Nazofarengeal sürüntü (NFS) ve balgam örneklerinden sık görülen bakteriyel etkenler için kültür ve PZR yöntemi, virüsler için ise yalnızca PZR yöntemi ile etken izolasyonu yapıldı. Bulgular: hastaların %71’inde en az bir etyolojik etken saptandı. 19 hastada (%46) en az 1 virus, 18 hastada (%44) en az bir bakteri tesbit edildi. Hastaların 8’inde (%20) multipl patojen tesbit edildi. 12 (%29) hastada hiçbir etken saptanamadı. Çalışmamızda en sık saptanan virus, respiratory syncytial virus, en sık saptanan bakteri S.pneumoniae olmuştur. Sonuç: Sonuç olarak, bölgemizde çocuklarda, viral ve bakteriyel etkenlerin yaklaşık yarı yarıya CAP etyolojisinde rol oynadığı, klinik özelliklerin ve infeksiyon belirteçlerinin bakteriyel, viral enfeksiyon ayırımında yararının olmadığı gösterilmiştir. Bu durumda multiplex PCR yönteminin kullanımının yaygınlaşmasının çocuklarda tedavi başarısı üzerine katkı sağlayacağı ve gereksiz antibiyotik kullanımını ve antibiyotik direncini azaltacağı kanaatine varılmıştır. Anahtar Kelimeler: etyoloji, toplum kökenli pnömoni, PZR Şekil 1. İzole edilen etkenlerin dağılımı Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 111 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 2. Viral ve bakteriyel patojenlerin dağılımı such indicators of peroxidation as malondialdehyde (MD) and conjugated dienes (CD). Endotoxemia condition was studied in the concentration of molecules medium (MM) in the blood serum. Studies conducted in the acute and remission period of disease. Results: The status of all children in the acute period was extremely severe. All patients underwent mechanical ventilation with high doses of oxygen. RDS occurred in 98% of patients. In the acute phase of disease processes peroxidation and endotoxemia were moderatelyincreased. The consentration of CD was 3,19 ± 1,2, MD-7,13 ± 3,9, MM-2, 32 ± 1,06. In remission showed complete normalization of these indicators: CD-1, 37 ± 0,5, MD-3, 05 ± 1,2, MM-0, 78 ± 0,05. Conclusion: Respiratory failure, hypoxia in BPD contribute to disruption of peroxidation processes in favor of strengthening them, which manifests a moderate increase in peroxidation products DC,MD and the index of endotoxemia MM. Adequate therapy helps normalize lipid peroxidation in remission. Keywords: bronchopulmonary dysplasia,lipid peroxidation,malondialdehyde,conjugated dienes,molecules medium P307 Nadir bir stridor nedeni: Konjenital subglottik stenoz P309 Cem Murat Bal1, Figen Gülen1, Remziye Tanaç1, Hüdaver Alper2, Esen Demir1 Piknodizostozlu Hastalarda Uykuda Solunum Bozukluğunun Değerlendirilmesi 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs Bilim Dalı, İzmir 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Radyoloji Bilim Dalı, İzmir Nilay Baş İkizoğlu1, Yasemin Gökdemir1, Zeynep Atay2, Belma Haliloğlu2, Serap Turan2, Saygın Abalı2, Bülent Karadağ1, Fazilet Karakoç1, Refika Ersu1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı, İstanbul 1 Konjenital subglottik stenoz (KSS) krikoid kıkırdağın anormal gelişimi nedeniyle larinkin lateralden daralması olarak tanımlan nadir bir larinks anomalisidir. KKS tanısı alan iki hastamızı literatür verileri eşliğinde sunduk. Olgu 1: 4aylık erkek hasta,doğumdan beri olan, iki aydır siddeti artan hırıltı yakınması ile başvurdu. İki kez bronşiolit nedeniyle hospitalize edilen hastanın laringomalazi ve vasküler ring ön tanısı ile yapılan tetkikleri (Fleksibl laringoskopi, EKO, MR anjio) normal bulunmuş. Fizik bakıda ağırlık 50p, boy: 97p, baş çevresi 75p, nabız: 96/dk, solunum sayısı 42/ dk idi. Suprasternal çekilmeler, inspiratuvar ve ekspiratuvar stridor ve bilateral ince raller saptandı. Boyun bilgisayarlı tomografisinde(BT) subglottik bölgede en dar yeri 1,7 mm olan 11,7 mm uzunluğunda stenoz saptandı. Akut bronşiolit olarak tedavi edilen hastanın 9aylık izleminde atak gözlenmedi. Olgu 2: 6 aylık erkek hasta, 2 aylıkken başlayan, ağlama ve beslenme ile şiddeti artan, 10 sn süreli uyku apnesinin eşlik ettiği hırıltı yakınması ile başvurdu. Birer ay aralarla üç kez ağır krup atağı ile hospitalize edildiği öğrenildi. Fizik bakıda ağırlık 25p, boy 25p, başçevresi 10p, solunum sayısı 42/dk, nabız:105 /dk, inspiratuvar strior ve suprasternal çekilmesi vardı. Boyun BT: Subglottik düzeyde en dar yeri 1,5 mm olan 11 mm uzunluğunda stenoz saptandı. Krup atak tedavisi sonrası hastanın KBB tarafından yapılan fleksible laringoskopik muayenesinde supraglottikve glottik yapıları normal izlendi. KSS için izlem önerildi. Doğumdan sonra erken başlangıçlı persistan veya sık yineleyen kruplu olgularda fleksible laringoskopi normal olsada KSS tanısı için boyun BT’si akıldan çıkarılmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Konjenital subglottik stenoz P308 Status of lipid peroxidation in children with bronchopulmonary dysplasia Ilgar Almas Mustafayev1, Lala Ismayil Allahverdiyeva2, Alevtina Victor Bogdanova3 Research İnstitute of Lung Diseases, Baku, Azerbayjan State Medical University, Baku, Azerbaijan 3 Research İnstitute of Pulmonology, Sankt-Petersburg, Russia 1 2 Objective: To study the condition of the peroxidation processes in children with bronchopulmonary dysplasia Materials-methods: The study involved 103 patients with bronchopulmonary dysplasia at the age of first days of life to 14 years. Analyzed 112 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 2 Giriş: Piknodizostoz kromozom 1q21.3 üzerinde yer alan katepsin K genindeki mutasyonlara bağlı olarak görülen otozomal resesif bir hastalıktır. Kısa boy, osteoskleroz, kemik kırılganlığında artış, kranyal sütürlerin kapanmasında gecikme ile karakterizedir. Bu vakalarda maksiller ve mandibüler hipoplazi, mandibüler açının düzleşmesi, uzun yumuşak damak, dar damak yapısı faringeal hava yolunda darlığa ve obstruktif uyku apne sendromuna (OUAS) sebep olabilir. Çalışmamızda piknodizostoz tanılı hastalarda uyku sırasında görülen solunum bozukluklarının sıklığının belirlenmesi amaçlandı. Metodlar: Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinoloji Kliniği’nden takipli piknodizostoz tanılı hastaların demografik verileri, pediatrik uyku anketi (PUA) sonuçları, polisomnografi sonuçları ve takipte uygulanan tedaviler retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya alınan yedisi kız, biri erkek sekiz hastanın ortalama yaşı 12.2±4.2, ortalama tanı yaşı 6.5±4’tü. Hastaların 7’sinde (%87) horlama, 3’ünde (%37.5) uykuda solunumun durması şikayeti mevcuttu. İki hastaya adenoidektomi, bir hastaya tonsillektomi yapılmıştı. 4 hasta (%50) büyüme hormonu tedavisi almıştı. Ortalama PUA skoru 0.41±0.19’du. Polisomnografi ile altı hastada (%75) obstruktif uyku apne sendromu saptandı. Bunlardan ikisinde (%25) ağır, dördünde (%50) hafif OUAS saptandı. PUA skoru 0.33’ten büyük olan 6 hastanın 5’inde OUAS saptanırken, birinin polisomnografi sonucu normaldi. PUA skoru 0.33’ten düşük olan iki hastanın birinde hafif OUAS saptandı. Hastaların OAHI 0-15.1 arasında, ortanca 2.9, santral apne indeksi 0-2.1 arasında, ortanca 0.4’tü. Ortalama SpO2 değeri %94.5±1.6, en düşük SpO2 değeri %90.5±3.5’ti. Ağır OUAS olan tüm hastalara ve hafif OUAS olan bir hastaya BPAP ile solunum desteği başlandı. Hafif OUAS olan diğer hastalar için takipte PSG planlandı. Sonuç: Piknodizostoz tanılı hastalarda uyku ile ilişkili solunum bozuklukları sık görüldüğünden tüm hastalara polisomnogafi yapılması önerilmelidir. Anahtar Kelimeler: çocuk, obstruktif uyku apne sendromu, piknodizostoz, polisomnografi POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ 15y 4ay kız var var 10y 7ay kız var yok 0.15 Ortalama SpO2 OAHİ 11.20 93 0.41 Hafif OUAS 0.35 3.16 Tedavi 0 En düşük SpO2 13y 8ay erkek var yok 0.54 Ağır OUAS SAİ PSG sonucu PUA skoru Apne öyküsü Horlama Cinsiyet Yaş Tablo 1. Piknodizostozlu hastaların demografik özellikleri ve polisomnografi verileri 88 Bipap 94 92 Bipap 97 96 Başlanmadı 0.38 Ağır OUAS 1.16 15.05 94 90 Bipap 89 Başlanmadı Normal 0 0 15y 2ay kız var var 9y 7ay kız var yok 0.36 Hafif OUAS 2.10 2.66 94 3y 3ay kız yok yok 0.17 Hafif OUAS 1.15 2.12 93 86 Başlanmadı 15y 2ay kız var var 94 88 Başlanmadı 14y 8ay kız var yok 0.68 97 95 Başlanmadı 0.59 Hafif OUAS 0.40 3.70 Normal 0 0.40 PUA: Pediatrik uyku anketi, PSG: Polisomnografi,OUAS: Obstruktif uyku apne sendromu, SAİ: Santral apne indeksi, OAHİ: obstruktif apne hipopne indeksi P310 Tuğba Şişmanlar , Ayşe Tana Aslan , Öznur Boyunağa , Aylar Poyraz 1 2 P312 Kistik fibrozis olmayan bronşektazisi olan çocuk ve ergenlerde ruhsal belirtiler, klinik değişkenler ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki Kayhan Bahalı1, Ahmet Hakan Gedik2, Ayhan Bilgiç3, Erkan Çakır2, Feyza Ustabaş Kahraman4, Nurcan Keskin Osmanoğlu4, Selçuk Uzuner4, Ali Güven Kılıçoğlu1 Solunum sıkıntısının nadir bir nedeni: Surfaktan protein C eksikliği 1 bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı Çölyak hastalığı tanısı ile izlenen çocukların solunum fonksiyon testlerini değerlendirmektir. Metod: Çölyak hastalığı tanısı ile izlenen en az 12 ay boyunca glutensiz gıda diyeti yapmış ve endomisyum antikoru negatif olan yaşları 8-18 yaş arasında olan toplam 25 çocuk değerlendirmeye alınmıştır. Olguların solunum fonksiyon testleri (spirometri) yapılmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan 25 olgudan 16’sı (%64) kız olup ortalama yaşları 13.6±3.5 yıl, ortalama tanı yaşı ise 7.5±4.2 (1-16) yıldır. Olguların ortalama takip süresi 76.1±45.1 (12-156) aydır. 25 olgunun 7’sinde (%21,9) solunum sistemine ait yakınmalar bildirilmiştir. Olguların %25’inde ailede astım/alerjik rinit/egzema hikayesi mevcuttu. Sekiz (%32) olguda solunum fonksiyon testinin bozuk olduğu, 7 olguda hafif obstrüktif değişiklikler, 1 olguda reversibilite pozitif iken, 1 hastada da restriktif değişiklikler saptanmıştır. Sonuç: Çölyak hastalığı tanısı ile izlenen olgularda solunum yollarına ait subklinik patolojiler bildirilmektedir. Havayolu obstrüksiyonu ile Çölyak hastalığı arasındaki ilişkinin daha detaylı incelenmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Çölyak hastalığı, Solunum fonksiyon testi, çocuk 3 Gazi Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Gazi Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara 3 Gazi Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara 1 2 İnterstisiyel akciğer hastalıkları çocukluk çağında nadir görülür ve erişkinlerden farklılıklar göstermektedir. 18 aylık kız hasta tekrarlayan pnömoni ve kilo alamama şikayetleriyle başvurdu. Sağ akciğerde yaygın krepitan ralleri, subkostal- interkostal retraksiyonları, pektus ekskavatumu ve hepatomegalisi mevcuttu. Oksijen saturasyonu %84’tü. Radyolojik incelemede her iki akciğer parankiminde yaygın buzlu cam görünümü ve çok sayıda milimetrik boyutlu subplevral kistler görüldü. Kistik fibrozis, tüberküloz, reflü, immun yetmezlik ve mikrobiyolojik tetkiklerde enfeksiyon saptanmadı. Pulmoner hipertansiyon saptanarak sildenafil tedavisi başlandı. Hastanın izleminde sağ akciğerde yaygın pnömotoseller gelişti. Oksijen ihtiyacı arttı. Açık akciğer biyopsisi sonucu infantın kronik pnömonitisi olarak raporladı. Genetik testlerde I73T mutasyonu saptanarak Surfaktan Protein C eksikliği tanısı konuldu. Metil prednizolon, hidroksiklorokin ve azitromisin tedavileri başlanan hastada klinik ve radyolojik düzelme görüldü: Pnömotoseller rezorbe oldu, oksijen ihtiyacı azaldı. Tedavinin altıncı ayında hastanın genel durumu stabil olarak izlenmektedir. Hayatın erken dönemlerinde solunum şikayetleri ortaya çıkan, sık tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonu ve büyüme geriliği olan hastalarda interstisiyel akciğer hastalıkları düşünülmelidir. Erken tanı ve tedavi önemlidir. Anahtar Kelimeler: çocuk,eksiklik, interstisiyel, surfaktan protein c 1 Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Şefliği, İstanbul 2 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 3 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı, Konya 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Bu çalışmada kistik fibrosiz olmayan bronşektazisi olan çocuk ve ergenlerde ruhsal belirtiler, klinik değişkenler ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkilerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 76 hasta katılmıştır. Hasta ve sağlıklı kontrollere ruhsal durumu ve yaşam kalitesini değerlendiren anketler uygulanmıştır. Bulgular: Hasta ve kontrol grubu ortalama anksiyete ve depresyon puanları arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır. Sadece çocuklar tarafından doldurulan yaşam kalitesi fiziksel sağlık alt ölçeğinde hastalar kontrol grubundan anlamlı olarak daha düşük puan almışlardır. Yaşam kalitesi üzerinde çocukların yaşı ve FEV1/FVC yüzdesi pozitif etkiye sahipken, dispne şiddeti ve sürekli anksiyetenin negatif etkiye sahiptir. Sonuç: Kistik fibrozis olmayan bronşektazi çocukluk çağında düşük yaşam kalitesi ile ilişkilidir. Yaşam kalitesi üzerinde hastalığın etkisi hem klinik hem de psikolojik değişkenler yoluyla ortaya çıkmaktadır. Anahtar Kelimeler: Anksiyete, bronşektazi, çocuk, depresyon, yaşam kalitesi. P313 Farklı seyir gösteren üç miliyer tüberküloz olgusu Güzin Cinel1, Aslınur Özkaya Parlakay2, Saliha Kanık Yüksek2, Hasan Tezer2 P311 Çölyak Hastalığı Tanısı ile İzlenen Çocukların Solunum Fonksiyon Testlerinin Değerlendirilmesi: Pilot Çalışma Şebnem Özdoğan, Nafiye Urgancı, Merve Usta, Nuray Uslu Kızılkan Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: Çölyak hastalığı genetik yatkınlığı olan bireylerde gluten içeren gıdaların alımı sonrası ince bağırsak mukozasında gelişen hasar ile karakterize oto-immün bir hastalıktır. Çölyak hastalığına bağlı solunum yolunda obstrüktif değişiklikler bildrilmiş olmasına rağmen patogenezi tam olarak 1 Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Ünitesi, Ankara 2 Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Ünitesi, Ankara Miliyer tüberkülozun klinik bulguları, kan dolaşımındaki basil sayısı ve konağın immün yanıtı ile değişebilmektedir. Bu bildiride, miliyer tüberküloz tanısı alan, ancak farklı seyirler gösteren 3 olgu sunulmaktadır. Vaka: 16,5 yaşında kız hasta, ateş, öksürük, halsizlik ve kilo kaybı şikayetleriyle başvurmuş, lenfoma ön tanısı ile yapılan tetkiklerinde toraks BT’de miliyer görünüm saptanması üzerine hastanemize refere edilmişti. Tüberkülin deri testi anerjik, açlık mide suyunda ARB pozitifti; M. tuberculosis üremesi oldu.Hasta şu an anti-tüberküloz tedavisinin 7. ayında olup klinik ve radyolojik bulguları tamamen düzeldi. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 113 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ 2. Vaka: 14,5 yaşında kız hasta öksürük, ateş nedeniyle hastanemize başvurdu. Akciğer grafisinde miliyer görünüm vardı.Hastanın BCG aşısı yoktu.Tüberkülin deri testi, balgam ARB’si pozitifti; M. tuberculosis üremesi oldu. Tedavinin 40.gününde hastada nefes darlığı ve inspiratuar stridor gelişti. Trakeaya ve sol ana bronşa bası yapan lenf nodu saptandı. Sistemik steroid tedavisi ile solunum sıkıntısı geriledi. Hasta şu an tedavisinin 3.ayında olup klinik bulguları düzelmiş ancak radyolojik bulguları sebat etmektedir. 3. Vaka: 16 yaşında kız hasta, 3 haftadır olan öksürük, balgam ve ateş şikayetleri nedeniyle antibiyotik tedavisi almış, yanıt alınamayınca hastanemize yönlendirilmişti. Öyküsünden bir ablasının 12yaşındayken menenjit nedeniyle kaybedildiği, diğer ablasının 24yaşındayken göğüs duvarı ve koltuk altlarından fistülize olan lenf nodları olduğu, uzun süreli anti-tüberküloz tedavi aldığı ancak kaybedildiği öğrenildi.Akciğer grafisi ve toraks BT’sinde belirgin miliyer görünüm saptandı.Tüberkülin deri testi anerjik, balgam ARB’si negatifti. İmmünolojik tetkikleri ile kronik granülomatöz hastalık tanısı aldı. Anti-tüberküloz tedavi yanında imükin başlandı. Sonuç: Miliyer tüberküloz farklı klinik seyirler gösterebilir. BCG aşısı olmayan hastada bulgular daha ağır seyretmiş, komplikasyonlar gelişmiştir. Ayrıca bu hastalarda primer ve sekonder immün yetmezlikler araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: BCG, immün yetmezlik, miliyer tüberküloz Tablo 1. NS-İKÖ’lü* çocukların kesin tanılarına göre karşılaştırılması (n=108)** Spontan remisyon (n=77) Astım (n=31) Öksürük süresi, hafta, medyan (25p-75p) 10 (8-12) 12 (6-16) Öksürük skoru, hafta, medyan (25p-75p) 4 (4-5) 4 (3-6) Daha önce kronik öksürük öyküsü n, (%) 23 (30) 17 (55)*** Ailede astım olması n, (%) 26 (34) 13 (42) Periferik eozinofili n, (%) Atopik duyarlılık (%) 7 (9) 6 (19) 20 (26) 16 (52)*** *NS-İKÖ: Spesifik olmayan izole kronik öksürük **Gastroözofajiyal reflü hastalığı tanısı alan bir olgu dışlandı. ***p< 0.05 spontan remisyonlu çocuklarla karşılaştırıldığında Tablo 2. NS-İKÖ*’lü çocuklardan astım astım tanısı alanların başlangıçtaki İKS tedavisine yanıt sürelerine göre karşılaştırılması (n=30) 2-haftalık tedavi (n=8) 8-haftalık tedavi (n=22) p Çocuklarda non spesifik izole kronik öksürük Relapsa kadar geçen süre, hafta, ortalama ± SS 14.1 ± 12.3 10.5 ± 9.6 0.39 Öksürük süresi, hafta, medyan (25p-75p) 12 (8.5-23) 12 (6-16) 0.47 Özlem Yılmaz, Arzu Bakırtaş, Hacer İlbilge Ertoy Karagöl, Erdem Topal, İpek Türktaş Öksürük skoru, ortalama ± SS 3.8 ± 1.3 4.9 ± 1.9 0.20 Daha once kronik öksürük öyküsü, n (%) 6 (75) 11 (50) 0.40 Gazi Üniversitesi, Çocuk Allerji ve Astım Bilim Dalı, Ankara Ailede astım olması, n (%) 4 (50) 8 (36) 0.67 Amaç: Çalışmaya, non spesifik izole kronik öksürük (NS-İKÖ) tanısı alan çocuk olgular alındı. Öksürüğü spontan düzelenler ile izlemde astım tanısı alanlar arasındaki klinik farklılıklar araştırıldı. Astım tanısı alan olgular inhaler kortikosteroid (İKS) tedavisine yanıt verme sürelerine göre karşılaştırıldı. Yöntem-Gereçler: Aileler ile 2 hafta izlem ve sonra yeniden değerlendirme ya da 400 µg/gün dozunda inhaler budesonid tedavisi seçenekleri tartışıldı. Çocuklar ailelerin tercihine göre olgular tedavi verilerek veya tedavi verilmeden izlendi. Tedavi/izlem yanıtı, geçerliliği belirlenmiş olan öksürük skoruyla izlendi. İki haftalık deneme İKS tedavisine kısmi yanıt verenlerin tedavisi 8 haftaya uzatıldı. Tüm olgular 3 ay aralarla en az 1 yıl süreyle izlendi. Bulgular: Toplam 109 çocuk 21 ± 5 ay süreyle izlendi. İzlem süresince, olguların %71’inde kronik öksürük bir daha tekrarlamadı (Spontan düzelme), %28’inde relaps görüldü ve tekrar verilen İKS tedavisine yanıt alındı (Astım) (Tablo 1). Aeroallerjen duyarlılığı ve daha önce kronik öksürük öyküsü astım riskini arttıran etmenler olarak belirlendi. Başvurudaki öksürük süresi, öksürük skoru, ailede astım öyküsü, periferik eozinofili olguların kesin tanıları için belirleyici bulunmadı. Astım tanısı alan olgular içinde İKS tedavisine 2 hafta ile 8 haftada yanıt verenler yukarıda belirtilen çalışma parametreleri açısından birbirinden farklı bulunmadı (Tablo 2). Sonuçlar: Non spesifik izole kronik öksürük, çocukların büyük çoğunluğunda tekrarlamaz. Başlangıçta İKS tedavisine alınan yanıt, yanıltıcı olabilir. İKS tedavisi, atopik duyarlılığı olan ve/veya daha önce kronik öksürük öyküsü olan olgular için tercih edilebilir. Anahtar Kelimeler: astım, çocuk, kronik öksürük Periferik eozinofili, n (%) 2 (25) 4 (18) 0.64 Atopik duyarlılık, n (%) 6 (75) 9 (41) 0.21 P314 114 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı NS-İKÖ: Non spesifik izole kronik öksürük P315 Sebebi açıklanamayan hemoptizi ve hematürisi olan 10 yaşında bir kız olgu Sare Betül Kaygusuz1, Selçuk Uzuner1, Kayhan Bahalı2, Sema Kurban3, Ufuk Erenberk1, Erkan Çakır4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Bakırköy Eğitim ve Araştırma Hastahanesi, Çocuk ve Adolesan Psikyatrisi Anabilim Dalı, İstanbul 3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Hastahanesi, Çocuk ve Adolesan Psikyatrisi Anabilim Dalı, İstanbul 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Pulmonoloji Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Amaç: Hemoptizi çocukluk çağında hastayı ve aileyi tedirgin eden, birçok solunum yolu hastalığında karşımıza gelen, özellikle hematüri ile birlikte olduğunda böbrek tutulumu ile birlikte olan bağ dokusu hastalıkları ve vaskülitik hastalıkları düşündüren bir semptomdur. Olguda hemoptizi ve hematürisi olan 10 yaşında bir kız hasta tartışılmıştır. Olgu: 20 gündür süren hematüri ve hemoptizi olan 10 yaşında kız hasta tetkik amacı ile yatırıldı. Öyküsünde kanamaya eşlik eden ek şikayeti yoktu, Soygeçmişinde anne ve amcasında nefrolitiyazis vardı. Fizik muayenede oral ülsere lezyonlar dışında patolojik özellik saptanmadı. Tam kan sayımı, biyokimya, tam idrar tahlili, immünolojik ve koagulasyon tetkiklerinde patoloji saptanmadı, idrar kültüründe üreme olmadı, bağ dokusu hastalıkları ve vaskülit sendromları açısından istenen tetkiklerinin tümü negatifti. Gün içerisinde yapılan idrar tetkiklerinde eritrosit sayısında belirgin farkla beraber hemşire gözetiminde alınan idrarlarda hematüri saptanmadı. Toraks BT, batın ultrasonografisi, fleksibl bronkoskopi ve üst gis endoskopisi normaldi. BAL sıvısında hemosiderin içeren makrofaj ve patoloji saptanmadı. Hastada servis izleminde psikolojik sorunların gözlemlendiği hastada, gözlem altında yaptığı idrarların da normal olması nedeni ile psikyatrik bozukluk olabileceği düşünüldü. Fiziksel kaynaklı kanama nedenleri ekarte edilen hasta çocuk psikyatrisine yönlendirildi ve incelemelerinde POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ yapay bozukluk teşhisi kondu. Ablasının evden ayrılması nedeniyle üzgünlük, annede konversif ve depresif semptomlar, aile içi geçimsizlik saptandı, hastalığa bağlı duyulan anksiyete beklenenin oldukça altındaydı. Tartışma: Hemoptizi ve hematüri gibi kanama durumları, kişinin hasta rolünü benimsemek amacıyla fiziksel hastalık belirtilerine benzer semptomlar oluşturması ile karakterize yapay bozukluğun prezantasyonlarından biridir ve pediatrik populasyonda ender olarak görülür. Tekrarlayan hastane başvuruları ve tetkiklere rağmen altta yatan bir neden bulunamayan hastalarda yapay bozukluk akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: hemoptizi,hematüri,yapay bozukluk P316 Tanısal pediatrik fiberoptik video bronkoskopi girişimlerinde havayolu destek manevralarının glottis görüntülemesi üzerine etkileri Tarık Umutoğlu1, Ahmet Hakan Gedik2, Mefkür Bakan1, Ufuk Topuz1, Hayrettin Daşkaya1, Erdoğan Öztürk1, Erkan Çakır2, Ziya Salihoğlu1 başlamış ve yoğun bakım ünitesinde izlenmiş. Laringoskopide trakea boyunca mukozanın frajil ve kanamalı olduğu gözlenmiş, hemangioma rastlanmamış. Laringial BT’si normal olan hastanın bronkoskopisinde bronkoskopun değdiği yerden kanama olduğu, her iki ana bronş ve segment ağızlarının ileriye geçilemeyecek derecede dar olduğu gözlenmiş, BAL sıvısında pulmoner hemosiderozis lehine bulgu saptanmamış. AC BT’sinde iki taraflı segmental darlıklar ve tıkanıklıklar izlenmiş. Herediter hemorajik telenjiektazi, wegener ve diğer vaskülitik hastalıklar açısından tetkikleri normal bulunmuş. Taburculuğu sonrası solunum sıkıntıları devam eden, sistemik steroit tedavileri alan hastaya FOB ile tekrar bakıldı ve her iki ana bronşun granülasyon dokusu ile %80 daraldığı, darlık geçildiğinde alt hava segment ağızlarının çoğunun tam tıkalı olduğu görüldü, rigit bronkoskop ile granülasyon dokuları parçalanarak genişletme uygulandı. Biopside kronik aktif inflamasyon ve duvarda ileri düzeyde fibrozis saptandı. Romatoloji tarafından da görülen hastada kulak önünde kıkırdak dokusu görülmesine de dayanılarak relapsing polycondrit düşünüldü. Steroit tedavisine metotreksat eklendi. Kontrol bronkoskopisi yapılan hastanın ana bronşlarının belirgin açılmış fakat segment ağızlarındaki darlıkların devam ettiği görüldü. Sonuç: Olgu relapsing polycondritin izole alt solunum yolunu tutan nadir bir prezentasyonu olması nedeni ile sunuldu. Anahtar Kelimeler: Çocuk, stridor, relapsing polikondrit Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş-Amaç: Çalışmamızda tanısal pediatrik flexible fiberoptik bronkoskopi (FOB) girişimlerinde havayolu destek manevralarının glottis görüntülemesi üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Materyal-metod: Randomize, kontrollü, crossover çalışmada 0-15 yaş arası tanısal FOB girişimi uygulanacak ASA 1-2 skoruna sahip hastalar çalışmaya dahil edildi. 15 yaşından büyük, zor entübasyon öngörülen, mallampati skoru 3 ve 4 olan, entübe veya trakeostomili hastalar, boyun hareketleri kısıtlı veya kıstlama yapılması gereken hastalar çalışma dışı bırakıldı. Nötral pozisyonda glottisin en iyi görüntü skoru kaydedildi, devamında sırasıyla (A) ağız açma çene kaldırma, (B) ağzı kapalı dişler kenetli çene kaldırma, (C) baş ekstansiyonu ve (D) üçlü havayolu manevraları uygulandı ve glottis görüntü skorları kaydedilerek çalışma sonlandırıldı. Bulgular: Çalışmaya 57 kız 121 hasta dahil edildi. Ağız açık (A) ve ağız kapalı (B) çene kaldırma manevralarının nötral pozisyon ile karşılaştırıldığında anlamlı şekilde glottis görüntüleme skorlarını iyileştirdiği görüldü (p<0,001), her iki manevra arasında (A, B) istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Baş ekstansiyonu (C) ve üçlü havayolu manevraları (D) ise nötral pozisyon ve çene açma manevraları ile karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı şekilde glottis görüntüleme skorlarını iyileştirdiği görüldü (p<0,001) fakat kendi aralarında (C, D) istatistiksel anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Sonuç: Tüm havayolu destek manevraları FOB işlemleri esnasında glottis görüntüleme skorunu iyileştirmekle birlikte baş ekstansiyonu ve üçlü havayolu manevraları en etkili manevralar olarak bulundu Anahtar Kelimeler: Bronkoskopi, Flexible, Fiberoptik, Glottis, Havayolu destek manevraları, Pediyatrik, P317 Alt hava yollarında granülasyonla tama yakın tıkanmayla seyreden kronik inflamatuar bir hastalık Erkan Çakır1, Nagehan Emiralioğlu2, Deniz Doğru Ersöz2, Demet Demirkol3, Sedat Ziyade4, Ahmet Hakan Gedik1, Fatih Aygün3, Özgür Kasapçapur5 P318 Kistik fibrozisli çocuklarda erken ve tekrarlanan nazofarengeal aspirat kültürlerinin mikrobiyolojik tanıya katkısı Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Mine Yüksel2, Meryem Iraz3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş: Kistik fibrozis’li (KF) hastalarda mikrobiyolojik erken tanı özellikle P. Auriginosa (PA) açısından önem taşımaktadır. Çocuklar balgam çıkartamadığından nazofarengeal aspirat (NFA) kültürlerinin örneklemede kullanılması ve her 3 ayda bir tekrarlanması önerilmektedir. Literatüre göre ilk 2 yaşta PA dışı, ilerleyen yaşlarda ise PA 1. Sırada üremektedir. AmaçMetod: Kliniğimizde PA erken tespiti için balgam çıkartamayan tüm hastalara NFA kültürü alınmış, PA tespit edilemeyen hastaların örneklem sıklığı her ay tekrarlanmış ve sonuçlar kaydedilmiştir. Sonuçlar: Ekim 2010-Ocak 2014 tarihleri arasında takip edilen %58’i erkek, median yaşı 42,5 ay olan 64 hasta incelendi. İlk bakteri üreme yaşı median 21 ay, tanı yaşına göre ilk üreme median 3 aydı. İlk PA üreme yaşı median 23 ay, takip sonrası ilk PA üreme ayı median 1 ay bulundu. Hastaların yaş grupları; 0-24 ay arası %32, 25-60 ay arası %24, 61-120 ay arası %21, 121 ay üzeri %22 idi. Hastaların toplam %84’ünde üreme vardı [ PA (%44), MSSA (%20), MRSA (%6), S. Pneumonia (%16), H. İnfluenza (%13), Klebsiella (%13), Moraxella (%9), diğer (%11). 0-24 ay arası en sık üremeler PA (%37), S. Aureus (%27), S. Pneumonia (%25), Klebsiella (%16), 25-60 ay arası PA (%28), S. Aureus (%24), H. İnfluenza (%12), Moraxella (%12), Klebsiella (%12), 61-120 ay arası PA (%50), S. Aureus (%20), H. İnfluenza (%20), 121 ay üzeri PA (%39), S. Aureus (%36) olarak bulundu. Sonuç: Hasta grubumuzda PA hem toplamda hem de 0-24 ay dahil tüm yaş gruplarında en fazla izole edilen bakteri olmuştur. Erken alınan ve sık tekrarlanan NFA kültürlerinin sonuçta etkili olduğu düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Çocuk, kistik fibrozis, pseudomonas aeriginosa Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Yoğun Bakım Bilim Dalı, İstanbul 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul 5 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul 1 2 3 Giriş: Alt hava yollarında tıkanma ile seyreden 3 yaşında kız hasta sunulmuştur. Olgu: 16 aylıkken anemi saptanan, devamında 2 ay içerisinde ishal, kusma, yürüme güçlüğü tabloya eklenen hastaya guillain barre sendromu ve gastrit tanısı konmuş. Sağ göz altında hemanjiyomu olan hastanın batın USG, kraniyal BT ve EKO’su normal bulunmuş. Yürüme güçlüğü düzelen hastanın ishal ve anemisi düzelmemiş, burun kanaması da olan hastanın 6 ay önce artan tarzda solunum zorluğu, inspiratuar ve ekspiratuar stridoru Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 115 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P319 Pulmoner arteriyovenöz malformasyon: Farklı tedavi seçenekleri Cem Murat Bal1, Esen Demir1, Figen Gülen1, Nurşen Ciğerci1, Remziye Tanaç1, Hüdaver Alper2, Ali Kınık3, Zafer Dökümcü4, Ata Erdener4, Mustafa Parıldar5 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Göğüs Bilim Dalı, İzmir 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik radyoloji Bilim Dalı 3 Dr Behçet Uz Çocuk Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 4 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahi, İzmir 5 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Girişimsel Radyoloji, İzmir Pulmoner arteriyovenöz malformasyon (PAVM) pulmoner arter(PA) ile pulmoner venler(PV) arasında kapiller geçiş olmaksızın anormal bağlantılardır. Farklı tedavi seçenekleri ile izlenen üç olgumuzu sunduk. Olgu 1: 56/12, erkek 3 yıldır efor dispnesi olan hasta 35 haftalık ikiz eşi olarak doğmuş 24 gün küvezde izlenmişti. Ağırlık, boy<3persantil, SaO2 %80, akral siyanoz, göğüste sistolik üfürüm ve çomak parmak saptandı. Polisitemi, akciğer grafisinde sağ üst lobda kitle, Toraks anjio BT’de sağ akciğer üst lobta, sağ süperior pulmoner arterden(RSPA) beslenen, sağ süperior PV’e drene olan çoklu PAVM saptandı. Transfemoral kateterizasyonla RSPA boynuna ambletzer cihazları konuldu. İzlemde efor kapasitesi, boy, ağırlık arttı. Olgu 2: 3/12, erkek 2 aylıktan beri takipne yakınması ile iki kez hospitalize edilmiş, 35 haftalık, ikiz eşi olarak doğmuş, 26 gün küvezde kalmıştı. Ağırlık, boy 10 persantil, takipneik, göğüste sistolik üfürüm vardı. SaO2 %88, alveolo-arteriyel O2 gradiyenti 110 olan olguya %100 O2 solutulmasına karşın hipoksisi düzelmedi. MR anjioda sağ alt lobta 7mm çapında damarsal lezyon saptandı. Lezyonun küçük olması nedeniyle olgu izleme alındı. İzleminde takipnesi devam ediyor. Olgu 3:16/12, erkek 4 aylıktan beri dudaklarda morarma, üç kez hastane yatış gerektiren pnömoni yakınması ile başvurdu. 35 haftalık ikiz eşi olarak doğmuş, 35 gün küvez de kalmıştı. Ağırlık <3persantil, SaO2 %81, takipneik, göğüste sistolo-diastolik üfürüm, santral siyanoz ve çomak parmak vardı. Polisitemi, akciğer grafisinde sağ üst lobda kitle mevcuttu. Toraks HRCT’sinde sağ akciğer üst lobda çok sayıda tubuler vasküler yapılar genişlemiş SPV’e drene oluyordu. Lezyonun büyük olması nedeniyle sağ üst lobektomi uygulandı. Postoperatif bronkoplevral fistül, diyafragma paralizisi, ampiyem gelişen olgu 7 aydır komplikasyonsuz izleniyor. Anahtar Kelimeler: Pulmoner arteriyovenöz malformasyon P320 Tüberkülozlu çocuklarda mikrobiyolojik örneklemede BAL ve nazofarengeal aspirat sıvısı karşılaştırması Sonuçlar: Çalışmaya ortalama yaşları 9.2±4.7 olan 40 hasta alınmış, hepsinde hem BAL, hem NFA çalışılmıştır. Hastaların 9’unda (%22.5) BAL’da basil gösterilmiş ve üretilmişken, 5 (%12.5) hastanın NFA’sında pozitiflik bulunmuştur (p=0.006). NFA, BAL’da üremeyen 1 hastada ilave üreme sağlamışken, 1 hastada ise her iki örnekte de basil gösterilmiş, hastaların toplam 10’unda (%25) pozitiflik elde edilmiştir. Sonuç: NFA örneklerinde BAL ile karşılaştırıldığında basilin tespitinde belirgin düşüklük görülmüş ve NFA örneklerinin basil tespitinde yetersiz kaldığı düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Çocuk, bronkoalveolar lavaj, nasofarengeal örnek, tüberküloz P321 Bronşiyolitis obliteranslı hastaların solunum fonksiyonlarının spirometri ve impuls osilometri yöntemleri ile değerlendirilmesi Zeynep Seda Uyan1, Erkan Çakır2, Yasemin Gökdemir3, Levent Midyat4, Ersin Öztürk1, Velat Şen3, Ahmet Hakan Gedik2, Ela Erdem3, Refika Ersu3, Fazilet Karakoç3, Bülent Karadağ3 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Kocaeli Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 3 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 4 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 1 2 Bronşiyolitis obliterans (BO) akut bronş hasarı sonrasında obstrüktif akciğer hastalığı bulgularının devam etmesi ile karakterizedir. Bu çalışmada BO’lı hastaların solunum fonksiyonlarının spirometri ve impuls osilometri (İOS) yöntemleri ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya üç ayrı merkezde ortanca 29 (IQR: 7,5-105,5) aydır izlenen %71’i erkek 41 postinfeksiyöz BO’lı hasta alındı. Hastaların ortalama yaşı 106±60 ay, ortalama tanı yaşı ise 41±32 aydı. Hastaların %56’sinde şikayetlerinin pnömoni sonrası, %44’ünde ise akut bronşiyolit sonrasında başladığı öğrenildi. Hastaların ortanca tartı z-skoru -0,49 (IQR:-2,39-0,67), ortanca boy z-skoru ise -0,82 (IQR: -1,80-0,35) idi. Solunum fonksiyon testi yapabilen 26 hastada ortalama FEV1 değeri %48,8±14,2, FVC değeri ise %56,8±11,9 olarak saptandı. İOS yapılabilen 22 hastanın sonuçları spirometri sonuçları ile karşılaştırıldığında 5,10,15 ve 20 hz’deki rezistans (R5, R10, R15 ve R20) yüzdelerinin (sırası ile p=0,00, 0,00, 0,00 ve 0,01), 5,10,15 ve 20 hz’deki reaktans (X5, X10, X15 ve X20) değerlerinin (sırası ile p=0,00, 0,01, 0,01, 0,00) ve rezonans frekansının (p=0,00) FEV1 yüzdesi ile korele olduğu görüldü. Sonuç olarak; spirometri yapamayan BO’lı çocuklarda işlem sırasında minimal kooperasyon gerektiren İOS yöntemi ile solunum fonksiyonlarının değerlendirilebileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Bronşiyolitis obliterans, çocuk, spirometri, impuls osilometri Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Tarık Umutoğlu2, Özdinç Acarlı3, Mine Yüksel3, Hayrettin Daşkaya2 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul 3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul P322 Giriş-Amaç: Çocukluk çağı tüberkülozunda (TB) mikrobiyolojik pozitiflik erişkinlere göre belirgin düşük olup, balgam çıkartamayan çocuklarda sabah açlık mide suyu (AMS) alınması önerilmektedir. AMS ve bronkoalveolar lavaj sıvısını (BAL) karşılaştıran çalışmaların çoğu birbirine yakın sonuç vermiş olup genelda BAL’ın AMS’ye üstün olmadığı, beraber kullanıldıklarında ise mikrobiyolojik pozitifliğin arttığı gösterilmiştir. Genelde mikrobiyolojik pozitiflik çocuklarda %20-40 arasında değişmektedir. Çocuklarda nazofarengeal aspirat (NFA) sıvısının etkinliğine dair ise az sayıda çalışma yapılmıştır. Çalışmamızda NFA ile BAL sıvısının sonuçlarınınkarşılaştırılması amaçlanmıştır. Metod: Herhangi bir sebepten bronkoskopi (FB) yapılan tüberkülozlu çocuklara anestezi başlangıcında önce NFA alınmış, devamında FB yapılarak BAL sıvısı alınmış, örnekler etiketlenerek laboratuarda çalışılmıştır. Çalışmaya alınan hastaların bir kısmının balgam çıkartmaları nedeniyle AMS alınmamış olması, bir kısmının ise başka merkezlerde alınan AMS sonuçları olması nedeni ile standardizasyon sağlamanayacağı düşünülerek balgam-AMS sonuçları ile karşılaştırma yapılmamıştır. Ahmet Hakan Gedik1, Selcuk Uzuner2, Burak Akovalı2, Erkan Cakır1 1 2 116 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Kuş teması sonrası tedaviye dirençli persistan astım olgusu Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş-Amaç: Astım ataklarla seyreden, nadiren kronik bulgularla karşımıza çıkan bir hastalıktır. Astım alevlenmelerinde çevresel etkenler önemlidir. Olgumuzda; muhabbet kuşu teması sonrası klinik ve radyolojik bulguları persiste eden astımlı hasta sunuldu. Olgu: Allerjik astım olan 9 yaşındaki kız hasta, non-spesifik antibiyotik ve anti-inflamatuar tedaviyle düzelmeyen 1 aydır olan hırıltı ve öksürük nedeniyle başvurdu. Şikayetlerin muhabbet kuşu alınmasını takiben arttığı belirtildi. Baba, teyze ve kuzenlerde doktor tanılı astım mevcuttu, tüberküloz teması tarif edilmedi. Muayenesinde; bilateral ronküs ve ekspiryum uzunluğu saptandı. Akciğer grafisinde sol alt zonda infiltrasyonu ve cilt testinde ev tozu akarları saptandı (eozinofil %3.9, Ig E 92 mg/dl). Astım ve allerjik rinit tedavisi düzenlendi (inhale steroid, uzun etkili beta2 antagonist, lökotrien antagonisti, nazal steroid). Atipik mikobakterilere karşı makrolid grubu antibiyotik verildi. Şikayetleri 2 haftalık bu ilave te- POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ daviye rağmen sebat eden hastanın kontrastlı akciğer tomografisinde sol alt lob posterior segmentte atelektazi, infiltrasyon ve buzlu cam görünümü saptandı. Kuş teması nedeni ile ekstrensek alerjik alveolit olabileceği düşünüldü. Kuş tüyü spesifik IgE, Aspergillus antijeni, balgamda üreme, Chlamidya ve Mikoplazma serolojisi negatif bulundu, Quantiferon testi pozitif saptandı. Fiberoptik bronkoskopisi normaldi, Açlık mide suyunda ve BAL’da ARB negatif sonuçlandı. Tedaviye rağmen düzelmeyen klinik ve radyolojik bulguları olan hastaya quantiferon testi de pozitif olması nedeni ile anti-tüberküloz tedavi başlandı. Aile taraması negatif saptanan hastanın adölesan komşusunda tüberküloz olduğu izleminde aile tarafından belirtildi. BAL kültüründe Micobakterium tüberkülosis complex üreyen hastada tüberküloz tedavisi sonrası klinik ve radyolojik tam düzelme oldu. Sonuç: Klinik ve radyolojik tedaviye dirençli olgularda tüberküloz akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Çocuk, Asthma, Kuş teması, Tüberküloz P323 Bronşiolitis obliteranslı çocuklarda serum total oksidatif stress, total antioksidan düzeyleri ve paraoxonase aktiviteleri Ahmet Hakan Gedik1, Erkan Cakır1, Yasemin Gokdemir2, Seda Zeynep Uyan3, Elif Kılıc4, Emel Torun5, Refika Ersu2, Bulent Karadag2, Fazilet Karakoc2 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Marmara Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Kocaeli Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul 5 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 3 Giriş-Amaç: Oksidan üretimi, normal hücre metabolizmasının bir parçasıdır ve hücre dengesi için kritik öneme sahiptir. Hava yolu mukozası, zararlı oksidan ile karşılaşıldığında kendini korumak için antioksidan sistem geliştirmiştir. İki system arasındaki dengesizlik sonucunda hücre hasarı oluşur. Paraoxonase (PON) antioksidan bir enzim olup oksidatif strese maruz kalındığında artar ve yüksek oksidatif stress durumlarında düzeyi azalır. Çalışmamızda; Bronşiolitis Obliteranslı (BO) çocuk hastalarda total oksidatif stres (TOS), total antioksidan (TAS) ve PON düzeyleri belirlenmesi ve kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Metod: Çalışmaya çok merkezli olarak, 2012-2013 Eylül tarihleri arasında tanı konan 0-16 yaş arası çocuklar dahil edildi. Kontrol grubu yine aynı yaş grubunda sağlıklı çocuklardan oluşturuldu. Serum total antioxidant status (TAS), total oxidant status (TOS) ve paraoxonase (PON) düzeyleri ELISA yöntemi ile ölçüldü. Sonuçlar kontrol grubu ile karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya %67 erkek toplam 63 hasta alındı. Hastaların müracaat yaşı 74±58 ay bulundu. Kontrol grubuna toplam 35 çocuk alındı. Kontrol grubu ile çalışma grubu arasında yaş ve cinsiyet açısından anlamlı fark yoktu (p<0.01). BO’lu TAS düzeyleri istatistiksel anlamlı olarak düşük (p<0.001) iken TOS ve PON düzeylerinde anlamlı fark yoktu (p<0.05). Kontrol grubu çalışmaları devam ettiğinden çalışma ön rapor olarak sunuldu. Sonuç: Çalışmamız post-enfeksiyöz BO’lu çocuklarda TAS, TOS ve PON düzeylerine dair ilk çalışmadır. Ön rapora göre TAS düzeyleri BO’lu hastalarda beklenildiği üzere düşük bulunmuştur. Oksidasyon sisteminin BO’lu hastaların immun patogenezinde önemli bir rol oynayabileceği düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Çocuk, bronşiolitis obilterans, total oksidatif stress, total antioksidan status, paraoxanase düzeyi P324 Familyal pulmoner alveolar mikrolitiazis olgusu: Disodium etidronate tedavisi birinci yıl sonuçları Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Nur Buyukpinarbaşili2, Mehmet Bilgin3, Ufuk Topuz4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul 3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İstanbul 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Anestezyoloji Anabilim Dalı, İstanbul, 1 2 Giriş: Alveoler mikrolitiazis (PAM), alveoller içinde sayısız, küçük kalsiyum-fosfat mikrotaşlarının birikimi ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Hastalığın ailesel özelliği vardır ve kardeşlerde sık görülür. Standart bir tedavisi olmamakla birlikte disodyum etidronat kullanılabilmektedir. Bu tedavinin literatürde hem faydalı olduğu hem de tersi yayınlar vardır. Tedavi başlanılan 3 kardeş hastanın (2 tanesi ikiz) 1. yıl tedavi sonuçları tartışılmıştır. Olgu: Oniki yaşında erkek ve 6 yaşlarında ikiz kızlar toplam 3 hasta incelendi. Hastaların hiçbirinin hem tedavi öncesi hem tedavi sonrası klinik semptomu yoktu. Benzer şekilde tedavi öncesi ve sonrası oda havasında oksijen satürasyonları normal sınırlarda idi. Büyük kardeşin tedavi öncesi ve sonrası SFT sonuçları benzerdi. 1. yıl sonunda tekrarlanan akciğer tomografilerinde büyük kardeşin hastalığının ilerlemesinin durduğu gözlendi. İkiz kardeşlerden bir tanesinin akciğer bulguları belirgin düzelmişken diğerinin tam tersi belirgin kötüleştiği görüldü. Aile taramasında kuzenlerinin birinde de hastalık tespit edildi ve vaka sayısı aynı ailede 4’e çıktı. Sonuç: Disodyum etidronat tedavisi bir hastanın ilerlemesinin durdurmuş, bir hastada belirgin iyileştirmiş, bir hastada ise fayda vermemiştir. Tedavinin etkinliğinin araştırılabilmesi için daha büyük serilere ve daha uzun süreli izleme gerek vardır. Anahtar Kelimeler: Alveolar mikrolitiazis, disodyum etidronat, çocuk P325 Çocuklarda akciğer tüberkülozunda serum paraoxonase aktivitesi ve oksidatif status Emel Torun1, Ahmet Hakan Gedik2, Erkan Cakır2, Tarık Umutoğlu3, Özlem Gök4, Ulkan Kılıç4 Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 3 Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Anestezi Anabilim Dalı, İstanbul 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş-Amaç: Çalışmamızda akciğer tüberkülozlu çocuk hastalarda serum paraoxanase aktivitesi ve oksidatif status belirlenmesi ve sağlıklı çocuk hastalarla karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Materyal-Metod: Akciğer tüberkülozlu 40 çocuk hasta ve aynı yaş ve cinsiyet özelliğine sahip 40 sağlıklı control çalışmaya alındı. Serum total antioxidant status (TAS), total oxidant status (TOS) ve paraoxonase düzeyleri ölçüldü. Oxidatif stres indexi (OSI) hesaplandı. Bulgular: Kontrol grubu ve hasta çocuklar arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel fark yoktu (sırasıyla, p=0.387 and 0.5). Tüberküloz hastalarda TAS düzeyleri istatistiksel anlamlı olarak düşük ve TOS düzeyleri yüksekti (p<0.001). TB hastalarında OSI istatistiksel anlamlı olarak yüksekti (p=0.006). Serum paraoxonase düzeyleri TB grubunda istatistiksel anlamlı şekilde düşüktü (p<0.001). Düşük paraoxonease düzeyleri TAS ve OSI düzeyleri ile korelasyon göstermekte idi. Sonuç: Akciğer tüberkülozlu çocuk hastalarda oxidative stress düşük paraoxonase düzeyleri ile birlikte anlamlı yüksek bulundu. Anahtar Kelimeler: Paraoxonase aktivitesi, oxidatif status, tübercülos, çocuk Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 117 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P326 Persistan Immunglobulin E yüksekliği ve Tüberküloz: Bir olgu sunumu rium tuberculosis complex üreyen hastaya anti-tbc tedavisi başlandı ve 2.ayında lezyon yine tamamen iyileşti. Sonuç: Olgu nadir prezentasyonu sebebi ile sunuldu. Anahtar Kelimeler: Çocuk, Tüberküloz, Lökopeni, sistemik tutulum Sare Betül Kaygusuz1, Ahmet Hakan Gedik2, Erkan Cakır2 Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş: Tüberküloz (TB) immun yanıtında yardımcı T 1 (Th1) lenfositleri önemli rol oynamaktadır. Son zamanlarda Th1 bağlantılı mekanizmalarla TB ve yüksek Immunglobulin E (IgE) düzeyleri arasında ilişki bulunmuş ve tedavi ile bu düzeylerde düzelme saptanmıştır. Amaç: TB ile persistan yüksek Ig E düzeyleri arasında ilişkinin tartışılması amaçlanmıştır. Olgu: Astım, tedaviye dirençli sağ orta lob atelektazisi ve bilateral bronşektazi tanılarıyla takipli, 6 aylıktan beri kronik balgamlı öksürük, sık otit ve sinüzit şikayetleriyle başvuran 12 yaşında kız hastanın hikayesinde amcada 5 yıl önce TB öyküsü vardı. Tetkiklerinde total IgE düzeyi 494 mg/ dl dışında özellik yoktu. Akciğer tomografisinde; sağ akciğer alt lob medial segmentte segmenter atelektazi ve bronşektazi, bronkoskopisinde; yoğun pürülan balgam saptandı. BAL kültüründe Aspergillus fumigatus ve Hemophilus influenzae üredi. Uygun tedaviye rağmen şikayetleri ve akciğer bulguları sebat etti. Total IgE düzeyleri 1750 mg/dl yükseldi, deri prick testinde Aspergillus fumigatus (-) ve Aspergillus spesifik Ig E (-) sonuçlandı. Tekrar balgam kültürlerinde mantar ve bakteri üremesi olmadı, gaitada parazit ve immun yetmezlik saptanmadı. PPD 20 mm, Quantiferon (+), açlık mide sularında ARB üremesi (-) idi. Kontrol tomografide; 30x25 mm boyutlarında konglomere multipl lenf nodları görüldü. Lenfoma için mediastinoskopik biopsi reaktif hiperplazi olarak sonuçlandı. TB teması, PPD ve quantiferon pozitifliği, tedaviye rağmen düzelmeyen konglomere LAP’ları ve infiltrasyonları olan hastaya dörtlü anti-TB tedavisi başlandı. Tedavinin 2. ayında klinik ve radyolojik belirgin düzelme ve Total Ig E’de belirgin düşme (289 mg/dl) saptandı. Sonuç: Olgu, açıklanamayan total Ig E yüksekliği olan ve TB tedavisiyle tama yakın düzelme sağlayan nadir prezentasyonlu olması nedeniyle sunuldu. Anahtar Kelimeler: Çocuk, tüberküloz, immunglobulin E P327 Sistemik tutulum gösteren bir olgu: Tüberküloz tek neden mi? Mine Yüksel1, Ahmet Hakan Gedik2, Erkan Cakır2 Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş-Amaç: Çocukluk çağı tüberkülozu (TB) çeşitli formlarda karşımıza çıkabilmektedir. Sistemik tutulum gösteren, altta yatan başka hastalığı tespit edilemeyen nadir görünümlü bir TB olgusu sunulmuştur. Olgu: 12 yaşında kız hastaya, öksürük ve terleme şikayeti ile 7 yıl önce akciğer filminde sağ üstte tedaviye dirençli infiltrasyonu ve akciğer bilgisayarlı tomografisinde (BT) mediastinal 1.5 cm lenfadenopatileri dolayısıyla antitüberküloz tedavi başlanmış (TB teması yok, PPD:0 mm, mikrobiyoloji negatif). Beraberinde lökopenisi nedeniyle hematolojik ve romatolojik incelemeleri normal sonuçlanmış. Tedaviyle lezyonda küçülme olmuş ve tedavi 4. ayında aile tarafından kesilmiş. 1 yıl sonra lökopenisi devam eden hastaya gece terlemeleri nedeniyle çekilen akciğer grafisinde lezyonun eski boyutuna ulaştığı görülmüş. Sedimentasyonu yüksek, PPD 15 mm ve lökopenisi olan hasta kliniğimize gönderilmiş. Bronkoskopisinde sağ üstte apikal segment ağzının daraldığı, mukozal yapısının bozulduğu ve beraberinde trakeal bronkus olduğu görüldü. Transtorasik biyopsisi intraalveolar fibrozis, kronik iltihap ile sounçlanan hastaya TB organize pnömoni düşünülerek anti-tüberküloz ve steroid tedavisi başlandı. Persistan lökopenisi nedeniyle Çocuk Onkoloji ve Çocuk Romatoloji tetkiklerinde özellik saptanmadı. Tedaviyle lezyonu tamamen gerileyen hastanın izleminde ara ara lökopenileri devam etti ve konvülzyonları ortaya çıktı. Kranial görüntülemeleri normal fakat EEGde patoloji nedeniyle anti-epileptik tedavi başlandı, 1,5 yıl kullanım sonrası sonlandırıldı. 3 yıl şikayetsiz dönem sonrası öksürük nedeniyle çekilen akciğer grafisinde lezyonun aynı bölgede tekrarladığı görüldü. Akciğer BT’de trakeal bronkus ağzını kapatan kitle görüldü. Çocuk hematoloji, romatoloji ve nöroloji tarafından ilave hastalık belirtilmedi. Fleksibl bronkoskop ile alınan biyopside Mycobacte- 118 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P328 Tüberküloz seyrinde tedaviye dirençli kitle: Organize pnömoni ? Endobronşiyal tüberküloz? Mine Yüksel1, Ahmet Hakan Gedik2, Gulsum Guzel1, Erkan Cakır2 Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniveristesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş-Amaç: Akciğer tüberkülozu (TB), klinik olarak nadiren heterojen kitle şeklinde karşımıza çıkabilmektedir. Çomak parmak nedeni ile tetkik edilirken, toraksta kitle saptanan ve kliniğimize gönderilen bir vaka sunulmuştur. Olgu: Eylül 2012’de çomak parmak ve öksürük nedeniyle dış merkezde tetkik edilen hastanın akciğer grafisinde sol üstte düzgün konturlu nonhomojen konsolidasyon saptanmış. Toraks BT’de sol akciğer üst arka mediastinumu dolduran, heterojen hipodens kitle (Nöroblastom?) görülmüş. Özgeçmişinde özellik ve TB teması yoktu. Kardeşte geçirilmiş kist hidatik öyküsü mevcuttu. Fizik muayenede çomak parmak ve sol arka servikal bölgede birkaç adet mikro-lenfadenopati vardı. Tetkiklerinde hemogram, biyokimya, Nöron spesifik enolaz ve idrar vanilmandelik asit düzeyi normal, sedimentasyon yüksek bulunmuş. Batın MR normal ve tüm vücut SPECT incelemesi akciğer sol üstteki lezyonda tutulum harici normal gözlenmiş. Echinococcus antikoru negatif, TDT: 10 mm, 3 kez bakılan açlık mide sıvısında ARB negatif, quantiferon negatif bulunmuş, kültüründe üreme olmamış. Tanı amaçlı kliniğimize gönderilen hastaya transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı ve patoloji saptanmadı. Takiplerinde kitlesi devam eden hastadan mediastinoskopi ile örnekleme alındı. Patolojide lenf bezlerinde nekrotizan granülomatöz lezyon saptanan hastaya 4’lü anti-tb tedavisi başlandı. Bu esnada alınan BAL sıvısında Mycobacterium tuberculosis complex üreyen hastanın ilk 3 ayı 4’lü ve 6 ayı 2’li olmak üzere 9 aylık anti-tb tedavisi ile çomak parmağı geriledi ve öksürüğü geçti, fakat lezyonun ve lenfadenopatilerin boyutunda düzelme olmadı. Fleksibl bronkoskopide, sol akciğer üst lob üst segmentini tama yakın tıkayan endobronşiyal polipoit lezyon görüldü. Hastaya endobronşiyal TB/organize pnömoni tanıları ile steroit tedavisi başlandı. Sonuç: Olgu toraksta kitle lezyonun nadir prezentasyonu nedeniyle sunuldu. Anahtar Kelimeler: Çocuk, tüberküloz, organize pnömoni, göğüste kitle P329 IgG1 subgrup eksikliği ve kronik eozinofilik pnömoni birlikteliği: bir vaka Sevgi Pekcan, Nevzat Başkaya, İsmail Reisli Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya Dolaşımdaki ana immunglobulin Ig G dir, Ig G1, Ig G2, Ig G3, Ig G4 olarak sınıflandırılan 4 alt grubu vardır. Ig G1 ve Ig G3 difteri ve tetanoz gibi toksinlere ve viral proteinlere karşı antikorlar bakımından zengindir. IgG 1 eksikliği az rastlanan bir altgrup eksikliğidir.Kronik eozinofilik pnömoni eozinofilik akciğer hastalıklarından biridir. Radyolojik olarak pulmoner infiltrasyonlar ve periferal eozinofili varlığında hastalıktan şüphelenilir. Bronkoalveolar lavajda eozinofil sayısının artışı ve/veya akciğer dokusunda eozinofilinin varlığı ile tanı kesinleştirilir. IgG1 eksikliği ve kronik eozinofilisi olan ve düzelmediği için yapılan bronkoskopisinde BAL’da %42 eozinofilisi olan uzun oral steroid sonrası mikropartikül steroid inhalasyonu kliniği ile düzelen 12 yaşındaki hasta bu birliktelik açısından sunuldu.Astım nedeniyle dış merkezde 2 yıldır takip edilen 12 yaşında kız hasta, inhale flutikazon-salmeterol kombinasyonu tedavisine rağmen devam eden öksürük balgam ve efor intoleransı ile başvurdu. Dış merkezde çekilen Toraks BT de sağ akciğer alt lobda bronşiektazi, sağ alt lobda pnömonik konsolidasyon, buzlu cam görünümü mevcuttu.Bakılan Ig G: 924 mg/dl (8352094mg/dl), Ig A: 157 mg/dl (67-433 mg/dl) Ig M: 180 mg/dl (47-484 mg/ POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ dl) Ig E: 108. 6 mg/dl idi. Ig G1: 4896 mg/dl (5990-15600 mg/dl(Düşük), tam kan sayımında EO:%11, EO: 717/mm3 idi. Bronkoalveolar lavajda incelemede %42 eozinofil saptandı. Hastaya kronik eozinofilik pnömoni tanısıyla 1 mg/kg oral IVIG başlandı. Oral steroidin üçüncü ayında dinleme bulguları ve SFT’i düzelen hastaya inhaler steroid başlandı.İmmün yetmezlikler tek başına görülebildiği gibi bazen patogenezi tam anlaşılamamakla beraber intersitisiyel akciğer hastalıkları ile birliktelik gösterebilir. Bu açıdan ele alınıp immünolojik tetkiklere bronkoskopi, bronkoalveolar lavaj incelemesi hatta gerekirse akciğer biopsisi eklenebilir. Anahtar Kelimeler: IgG1 subgrup eksikliği, kronik eozinofilik pnömoni, çocuk, Bronkoalveolar lavaj P330 Primer Siliyer Diskinezi: Marmara Üniversitesi Deneyimi Yasemin Gökdemir, Ela Erdem, Nilay Baş İkizoğlu, Fazilet Karakoç, Refika Ersu, Bülent Karadağ Marmara Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Istanbul Giriş: Primer siliyer diskinezi (PSD), mukosiliyer geçişin bozukluğu ile karakterize genetik geçişli bir hastalıktır. PSD mukosiliyer temizlenmenin bozulması nedeniyle erken çocukluk döneminde tekrarlayan kronik rinosinüzit, otitis media ve geç dönemde bronşektazi (BE), işitme kaybı ve infertilite ile karakterizedir. Amaç: PSD tanılı hastaların klinik özelliklerinin bildirilmesi Metod: Marmara Üniversitesi Hastanesi Çocuk Göğüs Hastalıkları BD’de PSD tanısı ile izlenmekte olan 43 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik ve klinik bulguları retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 25’i (%58) kız olup ortalama yaş 11.1±4.9 (118.5) idi. Hastaların %62’sinde semptomların yenidoğan döneminde başladığı görüldüğü halde ortalama tanı yaşı 5.8±3.4 yaş idi. Hastaların %78’inde anne baba arasında akraba evlilliği vardı. Hastaların %93’ünde situs inversus totalis mevcut idi.Hastaların tümünde rinit, %88’inde pnömoni, %61’inde otit, %39’unda sinüzit geçirme öyküsü vardı. Hastaların %71’inde balgam kültüründe üreme mevcut idi. En sık üreyen mikroorganizma H. İnfluenza (%56) ve S. pnömonia (%33) idi. İki (%5) hastada Psödomonas aeruginosa üremesi saptandı. Hastaların %15’inde çomak parmak ve %22.5’inde göğüs deformitesi saptandı. Hastaların %23’ünde adenoidektomi ve timpanostomi tüpü takılma öyküsü, %13’ünde ise tonsillektomi operasyonu geçirme öyküsü vardı. Hastaların %83’ünde bronşektazi saptandı. Tekrarlayan alt solunum yolu infeksiyonu nedeniyle bir (%2) hastaya sol alt lobektomi uygulandı. Hastaların %72’sinin inhaler tedaviyi düzenli kullandığı halde sadece %34 hastanın düzenli olarak günde 2 kez göğüs fizyoterapisi yaptığı saptandı. Erken tanı konulan ve tedaviye başlanan hastalarda da geç tanı konulanlara benzer şekilde bronşektazi geliştiği saptandı, iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0.09) Sonuç: PSD üst ve alt solunum yolu infeksiyonları ile seyreden ciddi morbiditeye sebep olan progresif bir hastalıktır. Anahtar Kelimeler: Primer siliyer diskinezi, bronşektazi, çocuk OH Vitamin D3 düzeyi her iki grupta düşük bulundu (astım:12,9±6,27, kontrol:12,3±6,4ng/ml). Erkeklerin astım kontrolü kızlara göre anlamlı olarak yüksek oranda kötü bulunmuştur. Astım grubunda Vit D düzeyi kızlarda özellikle kapalı kızlarda anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Vit D düzeyi ile astım kontrolü ve solunum fonksiyon testi arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Sonuç: Daha önce yapılmış pek çok çalışmanın aksine Vit D düzeyi ile astım kontrol derecesi ve solunum fonksiyon testi arasında bir ilişki saptanmamıştır. Anahtar Kelimeler: Vitamin D, astım, çocuk, solunum fonksiyon testi P332 Viral Alt Solunum Yolu Enfeksiyonu Tanısıyla Yatırılarak Tedavi Edilen Hastaların Klinik, Laboratuar Ve Radyolojik Bulgularının Değerlendirilmesi Nihal Aktaş1, Sevgi Pekcan2, Vesile Meltem Energin1 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümü, Konya 1 2 Viral etkenler çocukluk yaş grubunda görülen akut alt solunum yolu enfeksiyonlarının (ASYE) en önemli sebepleridir. Amaç: ASYE tanısıyla yatarak tedavi gören hastaların klinik, laboratuar, radyolojik bulguların değerlendirilmesi, tespit edilen viral etkenlerin ve etkenlerin mevsimsel dağılımının incelemesi. Yöntem: Aralık 2010-Haziran 2013 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Hastalıkları Kliniği’nde yatırılarak izlenen 785 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik, klinik, laboratuar ve radyolojik bulguları kaydedildi. Nazofarengeal aspiratlarda polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) yöntemiyle viral etkenler arandı. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen hastaların 329’unda (%41.9) bir veya birden fazla viral etken tespit edildi. Çalışmamızda en sık respiratuar sinsityal virüs tip B (RSV B) (%41), rhinovirüs (%15,5) ve RSV A (%12,8) virüsleri izole edildi. Ayrıca 28 (8,5%) hastada birden fazla viral etken tespit edildi. Viral bir etken tespit edilen hastalarda edilmeyenlere göre lökosit, nötrofil ve hastanede yatış süresi istatistiksel açıdan anlamlı derecede düşük saptandı (p<0,05). Ancak bu iki grup arasında C reaktif protein (CRP) değerleri açısından anlamlı bir farklılık bulunamadı (p=0,906). Viral etken tespit edilen hastaların büyük bir bölümünde (%68) akciğer grafisinin normal olduğu görüldü. Sonuç: RSV, rhinovirüs ve influenza A Türk toplumunda çocukluk çağı pnömonilerinde önemli bir yere sahiptir. Geçirilen miks enfeksiyonlar hastalığın şiddetiyle ilişkili değildir. Viral etkenlere bağlı ASYE’nin tanısında CRP ve radyolojik bulguların kullanımının güvenilirliği açısından daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Bronşiolit, çocuk, pnömoni, respiratuar sinsityal virüs, solunum yolu, viral etkenler, P331 P333 Astım Tanısı ile İzlenen Çocuklarda Vitamin D Düzeyi ve Solunum Fonksiyonları Hemoptizi ile seyreden hidatik kist vakası Şebnem Özdoğan, Gizem Sarı, İbrahim Hakkı Aktan, Belma Aydın, Canan Irmak Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: Güneşi bol bir ülke olmamıza rağmen Vit D eksikliği oldukça yaygındır. Son yıllarda vitamin D düzeyi ile astım ağırlık derecesi arasındaki ilişkiyi irdeleyen pek çok çalışma yapılmıştır. Biz bu çalışmada 25 hidroksi vitamin D3 düzeyi ile astım kontrolü ve solunum fonksiyon testleri arasındaki ilişkiyi inceledik. Yöntem: Yaşları 7-17 arasında astım tanısı ile izlenen ve aynı yaş grubunda sağlıklı kontrol grubunun oluşturduğu kesitsel bir çalışma yaptık. Her iki grupta vitamin D düzeyini belirlemek için serum 25-OH Vitamin D3 ölçüldü. Astımlı grupta Vit D düzeyi ile astım kontrolü ve solunum fonksiyon testi arasındaki ilişki incelendi. Bulgular: Çalışmaya 71 astımlı çocuk (K: 35, E: 36) ve 71 sağlıklı kontrol grubu katıldı. Astım grubunda ortalama yaş 11,9 ± 1,93 idi. Serum 25- Nesrin Ceylan1, Hülya Günbatar2, Selvi Asker2, Nihat Demir1 1 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Van 2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Dursun Odabaş Tıp Merkezi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van GIRIS: Hidatidoz dünyadaki en önemli zoonoz hastalıkları arasında sayılabilir. Echinococcus özellikle Türkiye’de endemic bir hastalıktır, ancak hidatik akciğer hastalığı nadirdir ve genellikle Echinococcus granulosus’tan dolayı oluşur. Olgu: Bu raporda, hidatik akciğer hastalığı nedeniyle hemoptozi olan 12 yaşındaki bir erkek hastanın olgusunu sunmaya çalıştık. Sonuç: Akciğer hidatik hastalığı, hemoptizinin daha az yaygın nedenlerinden biri olmasına rağmen, Türkiye gibi hidatik kist hastalığının çok yaygın olarak görüldüğü ülkelerde daha fazla dikkat gerektirir. Anahtar Kelimeler: Hemoptizi, kist hidatik, akciger Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 119 POSTER SUNUMLARI Akciger Bronkoskopisi TÜRK TORAKS DERNEĞİ Sonuç: Bu sonuçlar, akciğer inflamasyonu ve epitelial permeablitenin gıda duyarlılığı olan ve olmayan gruplarda farklı olmadığını göstermektedir. Ancak hışıltı atak sayısı çalışmanın başlangıcında gruplar arasında anlamlı farklı değilken altıncı ayda Fx5 pozitif olan grupta yüksek bulunması gıda duyarlılığı olan çocuklarda iyileşmede gecikmeye işaret etmektedir. Anahtar Kelimeler: Hışıltı, gıda allerjen duyarlılığı, surfaktan protein D, Clara cell protein 16, epitelial permeablite, inflamasyon P335 Beş Yaşında Bir Çocukta Proteus Sendromunun Akciğer Bulguları Fatma Demirbaş1, Özlem Kayabey2, Hülya Maraş3, Murat Deveci2, Bülent Kara3, Zeynep Seda Uyan4 Kocaeli Üniversitesi Tıp fakultesi, Çocuk Sağlığı Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakultesi, Çocuk Kardiyoloji, Kocaeli 3 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakultesi, Çocuk Nöroloji, Kocaeli 4 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakultesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları, Kocaeli 1 2 Şekil 1. Anterior segment ağzında lumeni tıkayan, öksürükle protruze olan beyaz membranoz karakterde lezyon izlendi. Toraks CT Şekil 2. Sağ akciğer üst lob anteroinferiorda fokal bronşiektazi ve konsolide atelektazik akciğer dokusu ve aynı alanda yaklaşık 10 mm çaplı kaviter görünümlü alan izlenmektedir P334 Hışıltılı Çocuklarda Prognostik Faktör Olarak Gıda Allerjen Duyarlılığı Özge Yılmaz1, Fatma Taneli2, Esra Toprak Kanık1, Ahmet Türkeli1, Ceyhun Gözükara2, Hasan Yüksel1 Giriş: Nadir görülen Proteus sendromunda (PS), hiperpigmente cilt lezyonları, hemanjiyomatöz lezyonlar, asimetrik ve orantısız aşırı büyüme, uzun yüz, yüzeyel damarlarda belirginleşme ve göz anomalileri görülmektedir. Klinik tanı kriterlerinin içinde yer almasına rağmen, akciğer tutulumu sık görülmemektedir. Erken çocukluk döneminde daha az rastlanan akciğer bulguları tespit edilen PS’lu beş yaşında bir olgu sunulmuştur. Olgu: Bir yaşından beri PS tanısı ile izlenen erkek hastanın boy ve vücut ağırlığı 3 persantilin altında idi. Uzun yüzü, belirgin alnı, sırtında hiperpigmente alanları, yüzeyel damarlanma artışı olan hastanın sağ el üçüncü parmağının uzun ve geniş olduğu, her iki ayak ve ayak bileğinin kalın olduğu görüldü. Kranial manyetik rezonans incelemesinde sağ temporooksipitalde 14x10 mm boyutlarında lateral komşuluğunda subakut hemorajinin olduğu santrali kavernom ile uyumlu lezyon, sağ serebellar hemisfer komşuluğunda ise kavernöz anjiom izlendi. PS’nun akciğer bulguları açısından değerlendirilmek üzere polikliniğimize yönlendirilen hastanın solunum sistemi muayenesinde özellik yoktu. Akciğer grafisinde sağ parakardiyak alanda vasküler gölgelerde belirginleşmesi ve infiltrasyon görüntüsü olan olgunun kontrastlı bilgisayarlı tomografisinde; sağ hemitoraks volümünde artış, peribronşiyal kalınlaşma, sağ pulmoner vende ve azigos veninde dilatasyon, sağ akciğer parankiminde 1.5 cm çapa ulaşan birkaç adet kistik lezyon görüldü. Sağ pulmoner vende dilatasyon gözlenmesi üzerine yapılan kontrast ekokardiyografi incelemesinde özellik yokken ekokardiyografisinde asimetrik septal hipertrofi ve çıkan aortada dilatasyon saptandı. Olgu; PS’nun akciğer bulguları nedeniyle halen polikliniğimizde takip edilmektedir. Sonuç: PS’de akciğer bulguları sık görülmemesine rağmen, erken yaşta pulmoner ven dilatasyonu ve akciğerlerde büllöz lezyonların saptanması; tanı, tedavi ve hastalığın izlemi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu bulguların tespiti ve takibinde bilgisayarlı tomografi önemli yer tutmaktadır. Anahtar Kelimeler: Akciğer bulguları, Çocuk, Proteus Sendromu Celal Bayar Üniversitesi, Çocuk Allerji ve Solunum Bilim Dalı, Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Biyokimya Bilim Dalı, Manisa 1 2 Amaç: Çalışmamızın amacı; gıda allerjen duyarlılığı olan ve olmayan hışıltılı çocuklar arasında, epitelyal geçirgenlik, akciğer inflamasyonu ve klinik bulguları karşılaştırmaktır. Yöntem: Bu prospektif kohort çalışmaya multipl tetikleyici hışıltısı olan 1-3 yaş arası çocuklar alındı. Tüm hastaların besine spesifik IgE (Fx5), surfaktan protein D (SP-D) ve clara hücre protein (CCL) 16 düzeyleri ölçüldü. Olgular Fx5>0.35 ku/l duyarlılılaşma kriteri kabul edilerek Fx5 (+) ve Fx5(-) olarak gruplandı. Ailelerin bildirdiği hışıltı, acil başvuru ve hastane yatış gün sayısıyla sistemik steroid ve bronkodilatatör kullanılan gün sayısı üç ay arayla bir yıl süresince kaydedildi. Burada ilk altı aylık bulguları sunduk. Bulgular: Çalışmaya 290 çocuk alındı. İzlemde 42 hasta çalışmadan ayrıldı. Kalan hastaların 194’ü SP-D ve CCL-16 için kan aldırdı. Gruplar arasında SP-D ve CCL-16 anlamlı farklı değildi (sırasıyla 161.7 ve 161.4, p= 0.68 ve 5.4- 5.2, p=0.99). Başvuruda ve izlemin ilk 3 ayında gruplar arasında klinik parametreler farklı değildi. Ancak izlemin 6. ayında hışıltı atak sayısı Fx5 pozitif grupta Fx5 negatif gruba göre anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla 0.4 ±0.6 ve 0.1±0.4, p=0.004). Benzer şekilde sistemik steroid ve inhale bronkodilatatör kullanılan gün sayısı ve acil başvurularının sayısı Fx5 pozitif grupta anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla p=0.01, p=0.004, p=0.007). 120 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P336 Pierre Robin Sendromunda Trakeostomiye Alternatif Bir Yöntem: Mandibuler Distraksiyon Osteogenezis Tuba Koçkar1, Serdar Al2, Sedat Öktem1 Medipol Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Medipol Üniversitesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Morarma, beslenme güçlüğü şikayetiyle başvuran 2 aylık erkek hastaya Pierre Robin sekansı tanısı kondu. Sık sık solunum sıkıntısı gözlenen ve solunum yetmezliği tespit edilen hastaya aralıklı olarak nazal CPAP uygulanarak veya entübe edilerek solunum desteği sağlanması gerekmişti. Ventilatörden ayrılma zorluğu olan hastaya havayollarının değerlendirilmesi amacıyla fleksibl bronkoskopi yapıldı. Ağır laringomalazi tespit edilen hastaya güvenli havayolu açıklığının sağlanması amacıyla nazofarigeal airway uygulandı. Ancak solunum sıkıntısı geçmeyen hastaya trakeostomi ve mandibuler distraksiyon osteogenezis uygulanmasına karar verildi. Mandibuler distraksiyon osteogenezis sonrası 11. günde hastanın beslenme güçlüğü düzeldi. Tomografide (Şekil1) yeterli havayolu açıklığının tespit edilmesinin ardından 18. günde trakeostomi kapatıldı. Kallusun kemikleş- POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ mesi için 2 ay beklendikten sonra distraktörler çıkarıldı. Ameliyat sırasında ya da sonraki takiplerinde herhangi bir komplikasyon izlenmedi. Mandibuler distraksiyon osteogenezis; sadece trakeostomi açılarak izleme iyi bir alternatif olarak Pierre Robin Sendromlu hastalarda uygulanabilir. Anahtar Kelimeler: Pierre Robin, Mandibular Distraksiyon Osteogenezis Şekil 1. Nazofarenks BT P337 The role of personal allergy history in bronchial asthma evolution in schoolchildren from different habitual conditions Svetlana Sciuca, Grigore Friptuleac, Rodica Selevestru, Angela Cazacu Stratu State Medical and Pharmaceutical University, Moldova Aim: To assess the impact of risk factors on bronchial asthma (BA) in schoolchildren from different habitual conditions Materials and methods: The study included 87 schoolchildren with BA from habitual unfavorable conditions and 35 unexposed children. Habitual conditions were evaluated by determining the values of relative humidity (RH%), temperature (t°C), and the concentration of carbon dioxide (CO2). Quantitative and qualitative measurements were made with Air Quality Monitor 5000 device (USA). Results: Schoolchildren with BA had high frequency of comorbidity with chronic diseases: atopic dermatitis (AD) in 71.3%:95%CI, 54.4-86.6, allergic rhinitis (AR) 56.6%:95%CI, 48.3-66.1, adenoids in 19.7%:95%CI, 13-27.8 cases. Habitual unfavorable conditions caused an increase in chronic diseases in 81.6%: 95%CI, 77.5-85.7 cases, compared with 68.6%:95%CI, 60.776.5 children form favorable residential conditions. AR was diagnosed in 60.9% schoolchildren from unfavorable conditions, compared with 45.7% children from favorable habitual conditions. AD was 2 times more frequently found in children with BA living in residential unfavorable conditions (25.6%:95%CI, 20.8-30.4 vs 11.4%: 95%CI, 5.9-16.9). Association of AR and AD in children with BA was observed more frequently in patients from compromised residential conditions (10.3%: 95%CI, 7-13.6 vs 8.6%:95%CI, 3.8-13.4). Adenoids were estimated in 23% children from unfavorable habitual conditions and only in 11.4% not exposed children. Conclusions: Personal allergic history in interaction with habitual risk factors leads to the progression of symptoms and persistence of bronchial obstruction in children with BA. Keywords: asthma, schoolchildren, risk factors P338 kistik fibrozisli hastalarımızın özellikleri Sevgi Pekcan, Aslıhan Adabalı, Meltem Energin Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, konya Kistik Fibrozis(KF) otozomal resesif olarak geçen, beyaz ırkta daha fazla görülen, birden çok sistemi tutan multisistemik bir hastalıktır. Tüm dünyada 1/2000-2500 oranında görülmektedir. Ülkemizde sıklığı 1/ 3000 civarındadır. Tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları, büyüme gelişme geriliği, ishal, nazal polip ve sinüzit en sık başvuru nedenleri arasındadır. Çalışmamıza, fakültemizde KF tanısıyla takip ettiğimiz 64 çocuk hasta alındı. Bu çocuklar için tanımlayıcı özellikler, cinsiyet frekans dağılımları, ayrı ayrı incelendi. Hasta grubunda yer alan çocukların %50’si (32) erkek idi. Çalışmamızda KF’li hastalarımızın klinik, radyolojik ve laboratuar özelliklerine bakıldı. Hastalarımızın %37,9‘unda (22)akraba evliliği, %21’inde (12)benzer kardeş öyküsü vardı. Hastalarımızın en erken tanı yaşı 7 gün, en geç tanı yaşı 20 yaş ortalaması 25 ay idi. Hastalarımızın en sık geliş şikayeti, kilo alamama %28(16), ardından %26,3(15) oranında öksürüktür. Hastalarımız değişik bulgularla başvurmuştur. Hastalarımızın ilk geliş bulgularından mekonyum ileusu %8,7(5),kardeş öyküsü %21(12), psödobartter %45,4,akciğer bulguları %40 (23), büyüme gelişme geriliği %44,8 (13)oranında saptanmıştır. ilk psödomonas üreme yaşı minimum 4ay, maksimum 17 yaş’dır. Burada ise ortalama üreme yaşı 5 yaş 4 ay’dır. 47 hastamızın 15‘inde (%31,9) bronşektazi saptanmıştır. bronşektazi gelişme yaşı ortalama 6 yaş 5 ay’dır Hastalarımızın izlemde ortalama takip süresi 36,8 ay ’dır. Ayrıca hastalarımızın %86’sı düzenli takibe gelirken, %14‘ü düzensiz gelmiş, 4 tanesi (%6,8) takipte izlemden çıkmış, 2 tanesi (%3,4) izlemde ex olmuştur. Hastalarımızın çoğu psödobartter tablosuyla gelmiştir. Hastalarımızın tanı yaşının 1-3 ay arasnda olması erken dönemde tanı aldıklarını göstermektedir. Hastalarımızın büyük bir oranı düzenli olarak takip olduklarının gördük Anahtar Kelimeler: kistik fibrozis, çocuk, takip P339 Yenidoğan Dönemindeki Solunum Sorunlarında Bronkoskopinin Önemi Tuba Koçkar, Sedat Öktem Medipol Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Bu çalışmada yenidoğan döneminde solunum sıkıntısı olan hastalarda bronkoskopinin öneminin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Kliniğimizde Aralık 2012-Ocak 2014 tarihleri arasında, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde takip edilen hastalardan 18‘ine bronkoskopi yapılmıştır. Bu olgulardan elde edilen veriler geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 10’u erkek 8’i kız ve ortanca ağırlığı 3000 gr (1150-3740 gr), doğum haftaları ortancası 38 (29-40 hafta) idi. Bunlardan 13 tanesi (%72.2) Konjenital Kalp Hastalığı nedeniyle opere edilen olgulardı. Dokuz vakaya (%52.8) ekstübe edilememe nedeniyle, 5 vakaya da (%27.7) persistan atelektazi ve pnömoni nedeniyle, 4 vakaya da (%22.2) sitridor nedeniyle bronkoskopi yapıldı. Opere olan vakaların 5’inde havayollarına pulsatil bası vardı. Vakaların 3’ünde laringomalazi+trakeomalazi, 3’ünde laringomalazi+bronkomalazi, 2’sinde trakeomalazi+bronkomalazi, 1’inde laringomalazi+trakeomalazi +bronkomalazi, 3’ünde sadece bronkomalazi, 3’ünde sadece laringomalazi, 2’sinde sadece trakeomalazi tespit edilmiştir. Bronkoskopi yapılan 8 vakaya (%44.4) trakeostomi açıldı. Trakeostomi açılan vakalardan 6 tanesi trakeostomi sonrası sırayla 1 - 16 - 18 - 34 – 52 ve 113 gün sonra ventilatörden çıkartıldılar. Biri entübe şekilde, biri entübe şekilde dış merkeze sevk edildi. Bronkoskopi yapılan vakaların 13 tanesi (%72.2) oda havasında taburcu edilirken, 1 vaka entübe solunum desteği, 1 vaka trakeostomiden oksijen desteği ile 1 vakada trakeostomize ventilatör desteği alarak halen yatmaktadır. 1 vaka entübe şekilde sevk edilip, bir vaka kaybedilmiştir. Sonuç: Fleksibl Bronkoskopi yenidoğan döneminde solunum sıkıntısı olan hastalar için önemli bir tanı yöntemidir. Anahtar Kelimeler: yenidoğan, solunum problemleri, bronkoskopi Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 121 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P340 P342 Erken tanı konul(a)mayan yabancı cisimler: iki olgu Epidermolizis Büllozalı Bir Hastanın Akciğerinde Kitle: Ewing sarkom Ahmet Sızlanan, Serdar Monis, Ali Bırak, Serdar Onat, Refik Ülkü Saniye Girit1, Ömür Akınel1, Yasemin Akın1, Gülnur Tokuç2 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisİ Anabilim Dalı, Diyarbakır 1 Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 2 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Erken dönemde tanı konulamadığı için gelişen komplikasyonlardan dolayı akciğer rezeksiyonu yapılan iki olguyu sunmayı planladık. Olgu 1: 18 yaşında erkek hasta hemoptizi ve pürülan balgam şikayeti ile başvurdu. Çekilen toraks tomografisinde sol alt lobda yaygın bronşektazi ve apse tespit edildi. Yapılan bronkoskopide sol alt bronş ağzının granulasyon dokusuyla daraldığı görüldüğü. Aspirasyon sırasında alt lob girişinden kanama mevcuttu. Hastaya sol alt lobektomi uygulandı. Lobektomi materyalinde apse alanı içinde buğday başağı bulundu. Daha önce anamnezde herhangi bir aspirasyon tarif etmeyen hasta yakınları yabancı cismin kendilerine gösterilmesi üzerine, yabancı cismin 10 yıl önce aspire edildiğini bunu ilk başvurdukları sağlık kurumuna ifade ettikleri fakat önemsiz bulduklarını bu yüzden bir daha dile getirmediklerini beyan ettiler. Olgu 2: 19 yaşında kadın hasta bol pürülan balgam ve öksürük şikayeti ile başvurdu. Tomografide sağ alt lobda bronşektazi ve alt lobda opak yabancı cisim görüldü. Bronkoskopide sağ alt lobun daraldığı görüldü. Sağ alt lobektomi yapıldı daralmış bronş içinde kemik görüldü. Anamnezde yıllar önce kemiğin aspire edildiği fakat gidilen sağlık merkezlerinde bunun önemli olmadığının söylendiğini ifade ettiler. Sonuç: Yabancı cisim şüphesi durumunda mutlaka bronkoskopi yapılmalı. Anahtar Kelimeler: yabancı cisim, bronkoskopi, akciğer rezeksiyonu P341 Pediatrik Bronkoskopi Sonuçlarımızın Değerlendirilmesi Selim Asaroğlu1, Sedat Öktem2, Saniye Girit1, Yasemin Akın1 1 Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 2 İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp fakültesi, Çocuk Göğüs hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Pediatrik fleksibl fiberoptik bronkoskopi (FOB) kullanımı burun, farinks, larinks ve trakeobronşiyal ağacın incelenmesine imkan sağlayan bir tanı aracıdır. Bu çalışmada, kliniğimizde 2 yıllık surede uygulanan 116 pediatrik FOB olgusunu retrospektif olarak incelemek; yurtiçi ve yurtdışı yayınlanan diğer serilerle karşılaştırarak dikkatleri FOB üzerine yoğunlaştırmak amaçlandı. Gereç-Yöntem: Bu çalışmada 01 Şubat 2011 - 31 Mayıs 2012 tarihleri arasında Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kliniği’nde bronkoskopi yapılan 116 hastanın Çocuk Göğüs Hastalıkları Poliklinik dosyaları ve bronkoskopi raporları incelenmiştir. Bulgular: Hastaların cinsiyet dağılıma bakıldığında 77’si (%66.40) erkek, 39’u (%33.60) kızdır. Erkek hastaların yaş ortalaması 33.41±39.62 ay, kız hastaların yaş ortalaması 48.89±47.62 aydır; tüm grubun yaş ortalaması ise 38.62±42.90 aydır. Çalışmamızda hastalara yapılan bronkoskopi endikasyonlarını sıklık sırasına göre stridor (%33), persistan infiltrasyon (%18), yabancı cisim şüphesi (%11) oluşturdu. Çalışmamıza dahil edilen 116 hastanın bronkoskopik tanıları değerlendirildiğinde; en sık nedenin laringomalazi (%28) olduğu tespit edildi. Diğer tanılar sıklık sırasına göre havayolunda stenoz veya ödem, bronşiyal pürülan sekresyon, konjenital anomali, yabancı cisim aspirasyonu, laringotrakeomalazi, mukus tıkacı, endobronşiyal tüberküloz, havayoluna dış bası, trakeomalazi, bronkomalazi, bronşiyal nonpürülan sekresyon, diğer üst havayolu anomalileri, endobronşial hidatik kist, mukozal inflamasyon bulundu. Hastaların %17’sinde ise normal bronkoskopik bulgular izlendi. Sonuç: FOB pediatrik solunum yolu bulguları olan hastalarda birçok endikasyonla yapılan değerli bir tanı ve tedavi yöntemidir. İşlem öncesi hazırlık, anestezi ortamında yapılan bu işlem süresince monitörizasyon ve eğitimli bir ekiple güvenilirliği oldukça yüksektir. Anahtar Kelimeler: Fiberoptik Bronkoskopi, çocuk 122 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş: Ewing sarkomu, çocukluk çağının osteosarkomdan sonra 2. sıklıkta görülen malign kemik tümörüdür. Ewing sarkom olguları, intermittan ateş, anemi, lökositoz, artmış sedimentasyon hızı ve lokalize ağrı şikayeti ile başvurabilirler. Epidermolizis Bülloza (EB) tanısıyla izlenmekte olan 9 yaşında erkek çocukta, göğüs ağrısı ve ateş şikayeti ile başvurması sonucu, akciğer grafisinde kitle saptanarak Ewing Sarkom tanısı alması tartışılmıştır. Olgu: Dokuz yaşında EB tanılı hasta bir haftadır devam eden aralıklı ateş ve göğüs ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesi: ateş: 36,8 Co, nabız 146/dakika, solunum sayısı 30/dakika, saçlı deri dahil tüm vücutta yaygın bülloz-krutlu lezyonlar ve göğüs muayenesinde sol hemitoraksta solunum sesleri sağa göre azalmış, bilateral solunum sesleri kaba olarak değerlendirildi. Laboratuar değelendirmesi: Hb; 8,3 gr/dl, lökosit:15000/ mm3, ESR: 61mm/h, CRP: 184 mg/L, PA akciğer grafisinde sol akciğerin tamamını kaplayan konsolidasyon artışı görüldü. Pnömoni tanısıyla tedavi başlanan hastanın takiplerinde akut faz reaktanları normale döndü. Akciğer grafisi kontrollerinde sol akciğeri kapsayan konsolidasyonun azaldığı ve normal bronkovasküler ve parankimal yapıya yerini bıraktığı görüldü. Ancak sol orta zon mediasten komşuluğunda sınırları düzenli görünen kitle imajı saptanması üzerine hastaya çekilen Toraks BT’de üst mediasten anterior kompartmanda solid, heterojen karakterli, round, lezyon görüldü. İnce iğne aspirasyon biyopsisi patolojik olarak Ewing Sarkom olarak raporlandı. Sonuç: EB’lı hastalarda Squamoz hücreli kanser ve malin melanom riski artmış olmakla birlikte, Ewing sarkom birlikteliği rapor edilmemiştir. Pnömoni kliniğiyle tedavi edilen hastaların akciğer grafilerinde sebat eden, özellikle düzgün kenarlı lezyonlar araştırılmalı ve nadir de olsa tümör olasılığı göz önünde tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Ewing Sarkom, Pnömoni, Epidermolizis Büllosa P343 Konjenital tüberküloz; olgu sunumu Velat Şen1, Fesih Aktar2, Ünal Uluca2, Müsemma Karabel1, Mehmet Fuat Gürkan1 Dicle Üniversitesi, Çocuk Gögüs Hastalıkları Bilim Dalı, Diyarbakır Dicle Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır 1 2 Konjenital tüberküloz nadir görülen bir hastalık olup mortalitesi yüksektir. Hastalığın tanısı özgül klinik bulgularla seyretmediğinden güç olmaktadır. Enfeksiyonun plasentadan fetusa vertikal yayılım ile geçtiği ya da doğum sırasında anne kanının veya amniyon sıvısının aspire edilmesi ile oluştuğu düşünülmektedir. 31 yaşındaki annenin 4.canlı doğumu olarak normal spontan vajinal yol ile 2600 gram ağırlığında miadında doğan erkek bebek iki aylık iken kilo alamama, ateş, öksürük, kan tükürme ve solunum sıkıntısı şikâyetleri ile hastanemize sevk edildi. Hastanın fizik muayenesinde; ateş: 38,6°C, nabız:164/dk, solunum sayısı: 62/dk idi. Solunum sistemi muayenesinde belirgin takipne, dispne, burun kanadı solunumu, subkostal ve interkostal retraksiyonları vardı. Dinlemekle bilateral akciğer sesleri kaba, yaygın raller ve yer yer ronküsler vardı. Lenfadenopati, hepatosplenomegali ve BCG skarı bulunmamakta idi. Diğer sistem muayeneleri doğaldı. Tam kan sayımında Hb: 7.9, Htc: 24.3, WBC: 23100, PLT: 601000 ve ESR: 41 mm/saat (N: 0-15 mm/saat) CRP: 7,7 mg/dl (N: 0-0.8 mg/dl) olarak saptandı. Diğer biyokimyasal ve koagülasyon parametreleri normaldi. Arka ön akciğer grafisinde sol akciğer üst ve orta zonlarda konsolide alanlar ile birlikte kaviter görünüm izlendi. Kontrastlı bilgisayarlı toraks tomografisinde sol akciğer üst lobda hava bronkogramları içeren konsolidasyon alanı ve içerisinde 2 cm çapa ulaşan kavitasyon ile birlikte paravertebral alanda paraspinal abseyi düşündüren görünümler izlendi. Tüberkülin testi negatif ve mide açlık sıvısında asidorezistan basil (ARB) görülmedi. Ancak bronkoalveolar lavajda mikobakterium tüberkülozis komplex pozitifliği saptandı. Hastaya konjenital tüberküloz tanısı kondu. Sonrasında hastaya antitüberküloz tedavi non spesifik tedaviye ek olarak başlandı. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Bu vaka dolayısı ile hayatın erken döneminde antibiyotik tedavisine yanıt alınamayan olgularda konjenital tüberkülozun olabileceğini vurgulamak istedik. Anahtar Kelimeler: tüberküloz, konjenital P346 Jeune Sendromu’na cerrahi yaklaşım Ebru Türkoğlu1, Uğur Temel2, Sedat Ziyade3, Aslan Babayiğit1, Mesut Dursun1, Umut Zubarioğlu1, Sinan Uslu1, Ali Bülbül1 Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Neonatoloji Kliniği, İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul 3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul 1 P344 Çocuklarda Kronik Akciğer Hastalığı Ve Depresyon İlişkisi Mahmut Altuntaş1, Velat Şen2, Sevi Kelekçi2, Ünal Uluca1, Müsemma Karabel2, Fesih Aktar1, Mehmet Fuat Gürkan2 Dicle Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır Dicle Üniversitesi, Çocuk Gögüs Hastalıkları Bilim Dalı, Diyarbakır 1 2 Giriş-Amaç: Tıptaki önemli gelişmelerle birlikte çocukluk çağı kronik hastalıklarında yaşam kalitesi artmış ve yaşam süresi uzamıştır. Yaşam süresinin uzamasıyla birlikte hasta çocuk ve ailesi kronik hastalığın oluşturduğu psikososyal etkilere daha uzun süre maruz kalmaktadır. Bu çalışmada çocuk ve ergenlerde kronik akciğer hastalıklarına eşlik eden depresif bulguların sıklığı incelenmiştir. Gereç-Yöntem: Bu çalışma Haziran 2013 – Kasım 2013 tarihleri arasında, Dicle üniversitesi çocuk göğüs hastalıkları bilim dalında takipli 25 astım, 25 bronşektazi, 25 tüberküloz, 8 kistik fibrozis’li, 9-19 yaş aralığındaki toplam 83 hasta üzerinde yapıldı. Depresyon durumu belirlemede Kovacs tarafından tanımlanan çocuklar için depresyon ölçeği (ÇDÖ) uygulandı. Bulgular: 113 olgu (83 hasta, 30 kontrol grubu) çalışmamıza dahil edilmiştir. Çalışma ve kontrol grubu arasında yaş ve cinsiyet yönünden fark yoktur. Hasta ve kontrol olgularının ÇDÖ puan ortalamaları karşılaştırıldığında, hastaların ÇDÖ puan ortalaması 6.72 +5.638, kontrol grubunun ÇDÖ ortalaması 3.37+3.518 idi. Hasta ve kontrol gruplarının ÇDÖ puan ortalamaları karşılaştırıldığında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki görüldü (p<0.001). Hastalık alt gruplarının ÇDÖ puan ortalamalarına bakıldığında astım ile kontrol grubu arasında p<0.019, kistik fibrozis ile kontrol grubu arasında p<0.003, bronşektazi ile kontrol grubu arasında p<0.017 anlamlı fark görülürken, tüberküloz ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki görülmedi. Hastaların ÇDÖ puan ortalamaları ile okul başarısı, sosyal uyum ve tedaviye uyum arasında anlamlı ilişki saptandı (p<0.001). Sonuç: Çalışma grubumuzdaki astım, kistik fibrozis ve bronşektazili çocuklarda depresyon riskinde artış saptanırken, tüberkülozlu hastalarda saptanmadı. Depresyon riski yüksek kronik akciğer hastalıklı çocuklar okul başarısı, sosyal uyum ve tedaviye uyumları etkilenmeden psikiyatrik değerlendirme ve takip altına alınmalıdırlar. Anahtar Kelimeler: Kronik, akciğer, çocuk, depresyon, ölçeği 2 Giriş: Jeune Sendromu nadir görülen bir iskelet displazisidir; dar, çan şeklinde toraks, pelvik kemiklerde tipik değişiklikler görülür. Hastalar yenidoğan döneminde solunum yetmezliği ve enfeksiyon nedeni ile sıklıkla kaybedilir. Jeune Sendromu tanılı ileri derecede solunum sıkıntılı 12 günlük bebek hastaya toraks ekspansiyonu amacıyla eksternal fiksatör ile sternoplasti işlemi son derece nadir bir uygulama olması sebebiyle sunulmuştur. Olgu: Miadında sezeyan ile 4 kilo doğan erkek solunum sıkıntısı nedeni ile takibe alındı. Antenatal izlemde akondroplazi ön tanısı konulmuş olan hasta doğumhanede solunum sıkıntısı nedeni ile entübe edilerek mekanik ventilatöre alındı. Direkt akciğer grafisinde dar, uzun çan şeklinde toraks, kısa ve horizontal kostalar ve kostaların uç kısmında genişleme, kemik grafilerinde uzun kemiklerde kısalık, metafizlerde genişleme, asetabular displazi saptandı. Klinik ve radyolojik bulgular ile Jeune Sendromu düşünüldü. Dar göğüs kafesi nedeni ile alveolar ventilasyon ciddi düzeyde azalmış olan hastada toraks ekspansiyonu sınırlı olduğundan solunum yetmezliği ileri derecede idi. Toraks hacmini arttırmak ve solunumu rahatlatmak amacı ile eksternal fiksatör distraksiyonu ile sternoplasti yapıldı. Fiksatörler sternum açıklığında kallus dokusu gelişecek şekilde günde yaklaşık 1mm açılarak toraksın ekspansiyonu hedeflendi. Sternumda 3cm kadar distraksiyon gerçekleştirildi. Mekanik ventilatör desteği eş zamanlı olarak kademeli azaltıldı. Onuncu haftada çıkarılan eksternal fiksatörü takiben olgunun mekanik ventilatörde izlemi postnatal 6.ayda devam etmektedir. Tartışma: Jeune sendromu tanılı yenidoğanlarda dar toraks nedeni ile akciğer ekspansiyonu sağlanamaz ve sıklıkla hasta kaybedilir. Yenidoğanlarda az sayıda olguda toraks genişletilerek akciğer ekspansiyonunu sağlayacak sternoplasti, kot distraksiyonu ve lateral toraks ekspansiyonu teknikleri rapor edilmiştir. Yenidoğanda mortalitesi yüksek bu hastalara uygulanacak eksternal fiksatör distraksiyonu ile sternoplasti, mortaliteyi azaltarak hastalara yaşam şansı vermektedir. Anahtar Kelimeler: Jeune Sendromu, sternoplasti P345 Çocuklarda akciğer hidatik kistlerde cerrahi tedavi Serdar Onat, Refik Ülkü, Ahmet Sızlanan, Serdar Monis, Ali Bırak Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Diyarbakır Amaç: Hidatik kist hastalığı Echinococcusun yol açtığı paraziter bir hastalıktır. Ülkemiz bu hastalık için endemik bir bölge olarak kalmaya devam etmektedir. Çevresel hijyenik şartların uygun olmadığı yerlerde her yaş grubunda rastlanabilir. Cerrahi olarak tedavi edilen pediyatrik hasta grubundaki akciğer hidatik kistli hastalarımızı sunmayı amaç edindik. Yöntem: Akciğer hidatik kist hastalığı nedeniyle kliniğimizde cerrahi olarak tedavi edilen pediatrik yaş hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: 2000 ile Aralık 2013 yılları arasında 129 pediatrik hasta kliniğimizde kisthidatik nedeniyle opere edildi. 80’sı erkek 49’ı bayandı (317 yaş, ortalama yaş:12.2). Semptomlar, lokalizasyon, radyolojik bulgular, operasyon tipleri, ve komplikasyonlar incelendi. En sık başvuru sebebi nefes darlığı (%53), öksürük (%46), ve göğüs ağrısıydı (%38). Altmış bir hastada sağ akciğerde kist saptanırken 51 hastada sol tarafta, 17 hastada bilateral kist saptandı. Kistotomi kapitonaj en sık kullanılan cerrahi yöntemdi. Sonuç: Hidatik kist hastalığı çocukluk yaş grubunda da cerrahi yöntemlerle tedavi edilmelidir. Anahtar Kelimeler: akciğer, hidatik kist, çocukluk Şekil 1. Eksternal fiksatör takıldıktan sonra (postnatal 34. gün) Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 123 POSTER SUNUMLARI P348 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Particularity bronchial foreign body aspiration in children from Republic of Moldova Liliana Toma1, Victor Rascov2, Svetlana Sciuca1, Ina Garbi2, Alina Starostin1, Valentina Rascov2, Valentina Mitu1, Mariana Guzgan2 State Medical and Pharmaceutical University, Chisinau, Moldova Institute of Mother and Child, Chisinau, Moldova 1 2 Şekil 2. Eksternal fiksatör çıkarıldıktan sonra (postnatal 134. gün) P347 Apendiks yerleşimli gastrointestinal tüberküloz; olgu sunumu Aim: To evaluate the frequency of foreign bodies aspirations in children from Moldova and endoscopic characteristics of local changes in the bronchial tree. Material-Methods: We have analyzed 151 cases of foreign body aspiration in the bronchial tree in children with variations in age from 6 months to 7 years, during the years 2008-2013. Bronchoscopy examination was performed with rigid bronchoscope in the endoscopic department in children with a suggestive history of aspiration. Most children with foreign body aspiration had been hospitalized in the department of therapeutic profile 71.3% cases. Results: Cases of foreign body aspiration is frequently found in children and during the last 6 years are increases with 30-35%: in 2008 and 2009 were registered 20 cases, in 2010-23 cases, in 2011 and 2012 by 30 cases, in 2013-28 cases. Maximal incidence was in the age group 1-3 years (67.8%). Endoscopic examination in these children found signs of catarrhal endobronchitis 39.1%; endobronchitis catarrhal-purulent and/ or fibrinous 46.5%, purulent endobronchitis 11,7%. Endoscopic changes associated with foreign bodies were identified in the 1/3cases: decubitus lesions in 4.6% patients, formation of granular masses 17.7%, contact bleeding after extraction 16.3%. The etiological structure is represented in 82% of cases of foreign bodies of organic origin, because Republic Moldova is an agricultural country where working with seeds. Conclusion: In Moldova during the last years there has been a steady increase in the frequency of foreign body aspiration into the airways in children, and in the causal structure predominates foreign bodies of organic origin. Keywords: bronchial foreign body, bronchoscopy, children Velat Şen1, Ünal Uluca2, Müsemma Karabel1, Fesih Aktar2, Selda Erdinç2, Mehmet Fuat Gürkan1 Dicle Üniversitesi, Çocuk Gögüs Hastalıkları Bilim Dalı, Diyarbakır Dicle Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır 1 2 Tüberküloz gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir sağlık sorunudur. Gastrointestinal sistem tüberkülozu çoçuklarda oldukça nadir görülmektedir. Yayma pozitif hastanın balgamını yutması ya da ilk enfeksiyondan yayılan basilin aktivasyonu ile gelişir. En sık ileoçekal bölgede görülür. Olgu: Beş yaşında kız hasta karın ağrısı, ateş, kusma şikayetleri sonrası akut apandisit ön tanısıyla opere edildi. Patoloji raporunun kazeifiye granülomatöz apandisit olarak raporlanması ve histokimyasal olarak EZN boyama ile pozitif basil görülmesi üzerine hasta servisimize sevk edildi. Öyküsünde son zamanlarda başlayan karın ağrısı dışında bir özellik yok idi. Soy geçmişinde anneannede tüberküloz olduğu ve hastanın 3 ay kadar anneanne ile temas öyküsü olduğu öğrenildi. Fizik muayenede nabız:120 atım/dk, ateş:38.5 C sağ submandibular bölgede ve sağ koltuk altında 2 cm ebadında mobil lenfadenopati izlendi. Laboratuvar tetkiklerinde beyaz küre sayısı 31600/mm3, hemoglobin 8.1 g/dl, trombosit sayısı 587000/ mm3, C reaktif protein değeri 19.7 mg/dl (Normal değer:0.0-0.5 mg/dl) idi. Arka ön akciğer grafi bulguları normal idi. Batın ultrasonografisi doğal idi. Üriner sistem ultrasonografisinde sağ böbrekte hafif hidronefroz saptandı (AP çapı: 7 mm). Hastadan 3 gün üst üste açlık mide suyu alındı. Alınan açlık mide suyu tetkiklerinde direk bakıda aside rezistans bakteri saptanmadı. Ancak alınan örneklerde 32. günde M.Tüberculosis complex üredi. Hastanın patololojisinde EZN pozitif basil, kazeifiye granülomatöz apandisit saptanması, temas öyküsü olması, klinik uygunluğu olması ve kültürde üremesi sebebiyle hastaya gastrointestinal tüberküloz tanısı konuldu. Anti tüberküloz (izoniyazid, rifampisin, streptomisin ve pirazinamid) tedavi başlandı. Olgumuzu çocuklarda diğer sistem tutulumları olmadan da tüberkülozun sadece akut apandisit tablosuna yol açabileceğini vurgulamak amacıyla sunduk. Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, çocukluk çağı, akut apandisit 124 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P349 Primer Silier Diskinezili Olguların Retrospektif Değerlendirilmesi Erkan Akkuş, Sevgi Pekcan Necmettin Erbakan Üniversitesi, Pediatri Anabilim Dalı, Konya Primer silier diskinezi (İmmotil silya sendromu,PSD) otozomal resesif geçişli, silier yapı ve fonksiyonlarda anormalliklerle giden ve 20000 canlı doğumda bir görülen nadir bir hastalıktır. Elektron mikroskopik incelemede en sık görülen ultrastrüktürel bozukluk epitelyal siliyalarda dynein kollarının yokluğudur. Bir kısım olguda ise, inefektif silia işlevi gözlemlenmiştir. Solunum yollarındaki silial dismotilite sonucu mukosiliyer klirens bozulur, epitel yüzeyinde biriken salgılar temizlenemeyip bakteriyel infeksiyonlara neden olur. Kronik ya da tekrarlayan infeksiyonlarla erken yaşta bronşektazi oluşur. Metod: Biz PSD tanısıyla takipli 31 hastamızın demografik özellikleri, klinik bulguları ve izlemlerinde saptanan durumları içeren bir çalışmayı sunuyoruz. Bu çalışmadaki amacımız; hastalığın önemine, sıklığına, takip sürecinde yapılması gerekenlere ve tanıda kullanılan yardımcı testlerin değişkenliğine dikkat çekmek istedik. Bulgular: Çalışmaya dahil ettiğimiz 31 hastada kız:erkek 10:21, ortalama yaş 8,2 yıldı. Hastaların 25’i Kartagener Sendromu(Situs İnversus) tanılıydı. Hastaların 20’sinde bronşiektazi vardı. Ortalama takip süresi 25,6 aydı. En sık izlenen klinik bulgular ronküs, bol balgam ve postnazal akıntı şikâyetiydi. Sonuç: Primer silier diskinezi tanısı konulan hastaların sıklıkla tekrarlayan akciğer bulguları ile gelmektedirler ve hastaların sıklıkla farklı tanılar ile takip edilmektedirler. Özellikle erken tanı konulması sayesinde oluşabilecek kronik komplikasyonlar önlenebilmektedir. Hastaların tanı almaları sonrası takiplerinde morbiditelerinin azaltılabilmesinin yeterli takip sıklığına ve gerekli tetkiklerin yapılması ile ilişkili olduğunu düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Primer silier diskinezi, Kartagener sendromu, Çocuk POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ PULMONER REHABİLİTASYON VE KRONİK BAKIM P350 Torakotomi operasyonları sonrasında gelişen pulmoner komplikasyonlar Azime Açar1, Şirin Akdeniz2, Hatice Kaçmaz2, Nazmiye Erbil2, Özgür Cengiz3, Abdullah Erdoğan2 Akdeniz Üniversitesi Hastanesi, Pediatri Yoğun Bakım Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Antalya 3 Antalya Atatürk Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Antalya p=0.001). GYA testi sırasındaki dispne algılama düzeyleri anlamlı olarak azaldı (p=0.021). Sonuç: KOAH’lı hastalarda üst ekstremite kas kuvvet eğitimi, inspiratuar kas kuvvetini arttırmakta ve GYA sırasındaki performansı olumlu yönde etkilemektedir. Özellikle üst ekstremitelerin kullanıldığı GYA sırasında nefes darlığı nedeniyle zorlanan hastaların pulmoner rehabilitasyon programlarında üst ekstremite eğitiminin olası olumlu etkileri göz önünde bulundurulmalı ve programa dahil edilmelidir. Anahtar Kelimeler: KOAH, kuvvet eğitimi, günlük yaşam aktiviteleri, dispne, solunum kas kuvveti 1 2 Amaç: Torakotomi operasyonu geçirmiş hastalarda hangi komplikasyonların geliştiğini belirlemek ve torakotomi geçiren hastaların komplikasyonlar açısından yakından takibedilmesini sağlamaktır. Materyal-Metod: Torakotomi operasyonu geçirmiş yüz hasta çalışmaya alınmıştır. Hastalar postoperatif 0. günden taburcu oluncaya kadar izlenmiştir. Hastaların demografik özellikleri, tanıları, aldıkları tedaviler kaydedildi. Plevral efüzyon, atelektazi, pnömotoraks, şilotoraks, amfizem, hava kaçağı, pnömoni, rezidüel plevral boşluk ve kanama gelişip gelişmediği postoperatif dönemde akciğer grafisi, inspeksiyon, oskültasyon ve drenaj takibi ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya alınan 100 hastanın 40’ında komplikasyon gelişti, 60’ında ise komplikasyon gelişmedi. Torakotomi ile 31 hastaya wedge rezeksiyonu, 23 hastaya lobektomi, 4 hastaya pnömonektomi, 9 hastaya dekortikasyon, 3 hastaya bül eksizyonu, 3 hastaya diyafragma onarımı yapıldı. Diğer 21 hastaya ise torakotomi ile başka işlemler yapıldı. Torakotomi yapılan hastalardan 22’ sinde (%22) hava kaçağı, 5 (%5) hastada pnömoni, 7 (%7) hastada atelektazi, 2(%2) hastada ampiyem, 1 (%1) hastada bronkoplevral fistül,1 (%1) hastada yara açılması, 1 (%1) hastada rezidüel plevral boşluk, 2 (%2) hastada kanama, 5 (%5) hastada dispne, 2(%2) hastada yara yerinde enfeksiyon, 1 (%1) hastada şilotoraks, 1 (%1) hastada amfizem görüldü. Sonuç: Torakotomi operasyonundan sonra erken dönemde pulmoner ve extrapulmoner birçok komplikasyon geliştiği gözlenmiştir. Bu nedenle herhangi bir endikasyonla torakotomi yapılan hastalar yaşam kalitelerinin geliştirilmesi için torakotomi komplikasyonları açısından daha yakından takibedilmelidir. Anahtar Kelimeler: torakotomy, torakotomy komplikasyonları P351 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalarında Üst Ekstremite Eğitiminin Solunum Kas Kuvveti ve Günlük Yaşam Aktiviteleri Üzerine Etkileri Ebru Çalık Kütükcü1, Hülya Arıkan1, Çiğdem Öksüz2, Naciye Vardar Yağlı1, Melda Sağlam1, Deniz İnal İnce1, Tülin Düger1, Sema Savcı3, Ayşenur Karaman1, Lütfi Çöplü4 1 Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara 2 Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ergoterapi Bölümü, Ankara 3 Dokuz Eylül Üniversitesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir 4 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Giriş-Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalarında (KOAH), kol egzersizleri sırasında yardımcı solunum kaslarının kullanılması, bu kasların ventilasyona olan katkılarını azaltmakta ve diyafragmanın iş yükünü arttırmaktadır. Bu çalışmanın amacı, üst ekstremite kas kuvvet eğitiminin solunum kas kuvveti ve günlük yaşam aktiviteleri (GYA) üzerine etkilerini araştırmaktı. Gereç-Yöntem: Onyedi KOAH’lı hasta (13 erkek, 4 kadın, ortalama FEV1= %45.9±14.6) çalışmaya dahil edildi. Solunum kas kuvveti ve GYA (GYA simülasyon testi) değerlendirildi. Hastaların GYA testi öncesi ve sonrası solunum frekansı, kalp hızı ve oksijen saturasyonu, dispne algılaması değerlendirildi. GYA testi sırasında 10 dk. boyunca tamamlanan döngü (tahta silmek, bulaşık yıkamak, ağırlıkları kaldırmak, lambaları takmak ve çıkarmak) sayısı kaydedildi. Hastalara 1 maksimum tekrarın %40-50’sinde, 8-12 tekrar olmak üzere toplam 23 seans (8 hafta) üst ekstremite kas kuvvet eğitimi verildi. Bulgular: Üst ekstremite eğitimi ile, hastaların MIP değerleri ve GYA simülasyon testi tur sayıları anlamlı olarak arttı (sırasıyla p=0.045, P352 Pulmoner hipertansiyon hastalarında inspiratuar kas eğitiminin pulmoner arter basıncı, solunum ve periferal kas kuvvetine etkisi Melda Sağlam1, Hülya Arıkan1, Naciye Vardar Yağlı1, Ebru Çalık Kütükcü1, Deniz İnal İnce1, Sema Savcı2, Ali Akdoğan3, Mehmet Yokuşoğlu4, Lale Tokgözoğlu5 1 Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara 2 Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir 3 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Ünitesi, Ankara 4 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara 5 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara Giriş-Amaç: Pulmoner hipertansiyonda (PHT) inspiratuar kas eğitiminin (İMT) etkisi bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı, İMT’nin pulmoner arter basıncı, solunum ve periferal kas kuvveti üzerine etkilerini araştırmaktı. Bireyler ve Yöntem: Yirmi dokuz klinik olarak stabil PHT hastası (yaş ortalaması: 49.7±12.4 yıl, ortalama pulmoner arter basıncı: 85.2±27 mmHg) çalışmaya katıldı. Hastalar rastgele olarak eğitim (n=14) ve kontrol grubu (n=15) olarak ayrıldı. Hastalara 6 hafta boyunca 30 dk/ gün, maksimal inspiratuar basınçlarının (MIP) %30’unda, eşik yüklemeli cihaz kullanılarak İMT uygulandı. Başlangıçta ve 6. haftanın sonunda, bütün hastaların ekokardiyografi ile pulmoner arter basınçları ölçüldü. Solunum kas kuvveti (MIP, maksimal ekspiratuar basınç-MEP) ve periferal kas kuvveti (diz ekstansörleri, omuz abdüktörleri ve el kavrama kuvveti) değerlendirildi. Bulgular: Altı haftalık İMT’den sonra MIP, MEP, diz ekstansörleri, omuz abdüktörleri ve el kavrama kuvvetinde istatistiksel olarak anlamlı gelişme saptandı (p<0.05). İMT sonunda, pulmoner arter basıncı eğitim grubunda değişmemekle birlikte, fark değerleri karşılaştırıldığında kontrol grubunda anlamlı artış olduğu bulundu (p<0.05). Sonuç: İMT, PHT hastalarında solunum ve periferal kas kuvvetini artırmaktadır. İMT, pulmoner arter basıncındaki kötüleşmeyi engelleyebilir. İMT, PHT’de güvenle uygulanabilir ve olumlu etkileri nedeni ile PHT tedavisinde yer alabilir. Anahtar Kelimeler: İnspiratuar kas eğitimi, pulmoner hipertansiyon, solunum kas kuvveti P353 Bronşektazili çocuklarda stabilizasyon egzersizlerinin fonksiyonel kapasite, periferik kas kuvveti ve enduransı üzerine etkisi Naciye Vardar Yağlı1, Melda Sağlam1, Ebru Çalık Kütükcü1, Deniz İnal İnce1, Hülya Arıkan1, Nural Kiper2 1 Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Göğüs Hastalıkları Ünitesi, Ankara Giriş-Amaç: Stabilizasyon egzersizleri öncelikle gövde kaslarının aktivasyonu ile ilişkilidir ve spinal kasların koordine kontraksiyonunu içeren statik, dinamik ve fonksiyonel egzersizler yer alır. Bu çalışmanın amacı, Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 125 POSTER SUNUMLARI bronşektazili çocuklarda stabilizasyon egzersizlerinin fonksiyonel kapasite, periferik kas kuvveti ve enduransı üzerine etkilerini araştırmaktı. Gereç-Yöntem: Çalışmaya 10 bronşektazili hasta (yaş ortalaması 14.6±3.72) dahil edildi. Hastalara 4 hafta boyunca, haftada 3 gün 1 saat süre ile mat, top ve therabant uygulamalarını içeren stabilizasyon egzersizleri uygulandı. Hastaların fonksiyonel egzersiz kapasiteleri 6 dakika yürüme testi (6 DYT) ile belirlendi. Periferal kas kuvveti (omuz abduktörleri, el kavrama, diz ekstansörleri) dijital dinamometre ile değerlendirildi. Periferik kas enduransı, mekik ve squat testleri ile değerlendirildi. Bulgular: Stabilizasyon egzersiz eğitimi sonrası, hastaların 6 DYT mesafelerinde anlamlı artış bulundu (p< 0.01). Eğitim sonrası, hastaların dispne ve bacak yorgunluğu algılamaları anlamlı olarak azaldı (p< 0.01). Hastaların periferal kas kuvvetlerinde anlamlı artış saptandı (p< 0.01). Ayrıca, mekik ve squat tekrar sayıları anlamlı olarak arttı (p< 0.01). Sonuç: Kısa süreli stabilizasyon egzersizlerinin, bronşektazili çocuklarda fonksiyonel egzersiz kapasitesi, periferik kas kuvveti ve enduransını geliştirmektedir. Stabilizasyon egzersizlerinin, yeterli sayıda hastayla yapılan, kontrol grubunun diğer egzersiz modaliteleri ile karşılaştırıldığı ve uzun süreli etkilerin incelendiği çalışmalar planlanarak pulmoner rehabilitasyondaki yeri araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, stabilizasyon eğitimi, periferik kas kuvveti P354 Şiddetli Yorgunluğu Olan ve Olmayan İnterstisyel Akciğer Hastalarında Solunum Kas Kuvveti, Dispne ve Depresyonun Karşılaştırılması Burcu Camcıoğlu1, Meral Boşnak Güçlü1, Müşerrefe Nur Karadallı1, Zeynep Arıbaş1, Gülşah Barğı1, Nurdan Köktürk2, Haluk Türktaş2 Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Amaç: İnterstisyel akciğer hastalığı (İAH) olan bireylerde genel yorgunluk yüksek oranda bildirilmiştir ve en sık görülen semptomdur. Şiddetli yorgunluğu olan ve olmayan İAH olanlarda solunum kas kuvveti, dispne ve depresyonun araştırıldığı çalışma yoktur. Çalışmanın amacı, şiddetli yorgunluğu olan ve olmayan İAH olan bireylerde pulmoner fonksiyonlar, solunum kas kuvveti, dispne algılaması ve depresyon seviyesini karşılaştırmaktı. Yöntem-Gereçler: Kırk bir İAH olan birey çalışmaya dahil edildi. Şiddetli yorgunluk Yorgunluk Şiddet Ölçeği’ne (YŞÖ>=36) göre sınıflandırıldı. Şiddetli yorgunluğu olan 28 hasta (8E/20K, 47.85±10.44 yıl, DLCO:%80.37±18.28) ve olmayan 13 hasta (6E/7K, 45.38±9.09 yıl, DLCO:%80.45±16.59) karşılaştırıldı. Pulmoner fonksiyonlar spirometre ile, solunum kas kuvveti (MİP,MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, dispne modifiye Medical Research Council (MMRC) dispne ölçeği ve depresyon Montgomery–Åsberg Depression Ölçeği (MADÖ) ile değerlendirildi. Bulgular: Her iki grubun demografik özellikleri, pulmoner fonksiyonları ve DLCO değerleri benzerdi (p>0.05). Hastaların %68.29’unda şiddetli yorgunluk vardı. Şiddetli yorgunluğu olan hastalarda MIP (p=0.05) istatistiksel anlamlı olarak düşük, MMRC (p=0.01) ve MADÖ (p=0.009) puanları yüksekti. Sonuçlar: Şiddetli yorgunluğu olan interstisyel akciğer hastalığı olan bireyler benzer pulmoner fonksiyonlara sahip az yorulan bireylerle karşılaştırıldığında, azalmış inspiratuar kas kuvvetine ve artmış dispne ve depresyon algısına sahiptir. Pulmoner rehabilitasyon uygulamalarında yorgunluk değerlendirilmeli ve inspiratuar kas ve egzersiz eğitimi gibi yorgunluğu azaltıcı yaklaşımları içermelidir. Anahtar Kelimeler: interstisyel akciğer hastalığı, solunum kas kuvveti, yorgunluk 126 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P355 TÜRK TORAKS DERNEĞİ İstirahat Dispnesi olan Erken Evre Sarkoidoz Hastalarının Solunum ve Periferal Kas Kuvveti, Yorgunluk, Yaşam Kalitesi ve Fiziksel Aktivite Düzeyleri Müşerrefe Nur Karadallı1, Meral Boşnak Güçlü1, Burcu Camcıoğlu1, Zeynep Arıbaş1, Gülşah Barğı1, Nurdan Köktürk2, Haluk Türktaş2 Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Giriş-Amaç: Sarkoidoz hastalarında görülen sistemik ve metabolik etkenler anormal solunum fonksiyonları, periferik ve solunum kas zayıflığı ve dispneye neden olmaktadır. Literatürde istirahat dispnesi olan ve olmayan erken evre sarkoidoz hastalarında solunum fonksiyonları, solunum ve periferik kas kuvveti, yorgunluk, yaşam kalitesi ve fiziksel aktivite düzeylerinin araştırıldığı çalışma yoktur. Çalışmanın amacı, istirahat dispnesi olan ve olmayan erken evre sarkoidoz hastalarının solunum fonksiyonları, solunum ve periferik kas kuvveti, yorgunluk, yaşam kalitesi ve fiziksel aktivite düzeylerini karşılaştırmaktı. Yöntem-Gereçler: İstirahat dispnesi olan 14 (46.50±12.03 yıl, 11K/3E) ve olmayan 17 (45.88±9.72 yıl, 10K/7E) hasta karşılaştırıldı. Hastaların demografik bilgileri kaydedildi. Pulmoner fonksiyonlar ve pulmoner difüzyon kapasitesi (DLCO) ölçüldü. Solunum kas kuvveti (MIP, MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, kavrama kuvveti taşınabilir el dinamometresi, yorgunluk algılaması Yorgunluk Şiddet ölçeği (YŞÖ), yaşam kalitesi Saint George’s Solunum ölçeği (SGRQ) ve fiziksel aktivite düzeyi Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ-SF) ile değerlendirildi. Bulgular: Her iki grubun demografik özellikleri, solunum kas kuvveti, pulmoner fonksiyonları, beklenen DLCO ve IPAQ-SF toplam puanları benzerdi (p>0.05). Hastaların %45.16’sında istirahat dispnesi vardı. İstirahat dispnesi olan hastalarda kavrama kuvveti (p=0.019) daha düşük, YŞÖ (p=0.02), SGRQ (p=0.039) puanları anlamlı olarak daha yüksekti. Sonuçlar: Benzer solunum fonksiyonları, solunum kas kuvveti ve fiziksel aktivite düzeyine sahip erken evre sarkoidoz hastalarında istirahat dispnesi olanların periferik kasları daha zayıf, yorgunluk algısı daha yüksek ve yaşam kalitesi olmayanlardan daha kötüdür. Erken evre sarkoidoz hastalarında pulmoner rehabilitasyonun etkileri araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: dispne, sarkoidoz, yaşam kalitesi P356 Sarkoidoz Hastalarında İnspiratuar Kas Eğitiminin Maksimal Egzersiz Kapasitesi, Solunum ve Periferal Kas Kuvveti, Yorgunluk, Depresyon ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi Müşerrefe Nur Karadallı1, Meral Boşnak Güçlü1, Burcu Camcıoğlu1, Zeynep Arıbaş1, Gülşah Barğı1, Nurdan Köktürk2, Haluk Türktaş2 Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Giriş-Amaç: Sarkoidoz hastalarında solunum kas kuvveti ve egzersiz kapasitesinin azaldığı bildirilmiştir. Fakat inspiratuar kas eğitiminin (IMT) maksimal egzersiz kapasitesi, solunum ve periferik kas kuvveti, yorgunluk, depresyon ve yaşam kalitesi üzerine etkileri araştırılmamıştır.Çalışmamızın amacı, sarkoidoz hastalarında inspiratuar kas eğitiminin maksimal egzersiz kapasitesi, solunum ve periferik kas kuvveti, yorgunluk, depresyon ve yaşam kalitesi üzerine etkilerinin araştırılmasıydı. Yöntem-Gereçler: Çalışma ileriye dönük, randomize kontrollü ve çift kör planlandı. On beş hastaya (45.06±8.06 yıl) inspiratuar kas eğitimi (%40 MIP) ve 15 hastaya (47.46±12.89 yıl) sham terapisi (%5 MIP) 6 hafta uygulandı. Maksimal egzersiz kapasitesi Modifiye Artan Hızda Mekik Yürüme Testi (AHMYT), solunum kas kuvveti (MIP, MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, periferal kas kuvveti dinamometre, yorgunluk Yorgunluk Şiddet Ölçeği (YŞÖ), depresyon Montgomery Asberg Depression Derecelendirme Ölçeği (MADÖ) ve yaşam kalitesi Saint George’s Solunum Anketi (SGRQ) ile değerlendirildi. Bulgular: Grupların başlangıç klinik ve demografik özellikleri benzerdi (p>0.05). İnspiratuar kas eğitim grubunun Modifiye AHMYT mesafesi, MIP, MEP kontrol grubuna göre anlamlı arttı, şiddetli yorgunluk algı oranı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ istatistiksel anlamlı olarak azaldı (p<0.05). İnspiratuar kas eğitim grubunda Modifiye AHMYT mesafesi ve quadriseps femoris kas kuvvetinde anlamlı artış görüldü (p<0.05). Her iki grupta da MIP, MEP, MADÖ ve SGRQ toplam puanları istatistiksel anlamlı olarak arttı (p<0.05). Tartışma: İnspiratuar kas eğitimi sarkoidoz hastalarında maksimal egzersiz kapasitesi, solunum kas kuvvetini arttırır ve yorgunluk algısını azaltır. Altı haftalık IMT depresyon, yaşam kalitesi ve periferik kas kuvvetini geliştirmekte yeterli olmayabilir. İnspiratuar kas eğitimi güvenlidir ve pulmoner rehabilitasyon programlarında etkin bir şekilde dahil edilmelidir. Anahtar Kelimeler: inspiratuar kas eğitimi, maksimal egzersiz kapasitesi, sarkoidoz P357 Pulmoner Arterial Hipertansiyonlu Hastalarda Periferal Kas Testi Ve Solunum Kas Testinin Fonksiyonel Kapasite İle İlişkisi Sonuç: Pulmoner arteriel hipertansiyonlu hastalarda 6 dakika yürüme testi egzersiz kapasitesini belirlemede bisiklet ergometresi testi kadar eşit oranda kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: Pulmoner arterial hipertansiyon, 6 dakika yürüme testi, egzersiz testi P359 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) olan hastalarda dengenin değerlendirilmesi ve etkilenimlerinin incelenmesi Serap Acar1, İsmail Özsoy1, Buse Özcan1, Sema Savcı1, Atilla Akkoçlu2, Sevgi Özalevli1 Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 1 2 Amaç: Bu çalışmanın amacı pulmoner hipertansiyonu olan hastalarda periferal kas testi ve solunum kas testi ile fonksiyonel kapasite arasındaki ilişkiyi belirlemekti. Metod ve Materyal: Pulmoner arterial hipertansiyon olgularının demografik bilgileri sorgulandı, periferal kas testi, solunum kas testi ve egzersiz testi uygulandı. El kavrama kuvveti ölçümleri hand grip ile alt ekstremite ölçümleri hand held dinamometre ile yapıldı. Solunum kas kuvveti solunum kas testi ölçüm cihazı ile ölçüldü. Egzersiz kapasitesi bisiklet ergometresi testi ile belirlendi. Solunum fonksiyonları bisiklet ergometresi testi sırasında ölçüldü. Periferal ve solunum kas testinin fonksiyonel kapasite ile olan ilişkisi Pearson Korelasyon Testi ile belirlendi. Bulgular: Pearson korelasyon testi sonuçlarına göre sağ ve sol quadriceps femoris kas kuvveti (p = 0.03, r= 0.675 R, p = 0.03, r= 0.671 L), sağ ve sol kavrama kuvveti (p = 0.02, r = 0.696 R, p = 0.011, r = 0.597 L) ve maksimal ekspiratuvar basınç (p = 0.01, r = 0.696) fonksiyonel kapasite ile pozitif yönde korele bulundu. Sonuç: Pulmoner arterial hipertansiyon hastalarında periferal ve ekspiratuar kas kuvveti fonksyionel kapasiteyi etkilemektedir. Bunun sonucu olarak PAH hastalarında fonksiyonel kapasitenin arttırılması için periferal ve solunum kaslarının kuvvetlendirilmesinin rehabilitasyon programlarına dahil edilmesi gerektiği önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Pulmoner arterial hipertansiyon, kas kuvveti, fonksiyonel kapasite Giriş-Amaç: Son çalışmalarda Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) olan bireylerde denge bozukluklarının ve düşme riskinin arttığı bildirilmiştir. Çalışmamızın amacı; KOAH’lı bireylerde düşme riskini, denge etkilenimi ve ilişkili faktörleri belirlemektir. Gereç-Yöntem: Çalışmamıza ortalama yaşı 66.64±9.22 yıl olan 14 KOAH’lı ve 69.43±4.88 yıl olan 16 sağlıklı birey dahil edildi. Olgulara solunum fonksiyon testi yapıldı. Olguların egzersiz kapasiteleri 6 Dakika Yürüme Testi ile değerlendirildi ve düşme hikayeleri sorgulandı. Denge; Berg Denge Testi ve Balance Master ile değerlendirildi. Quadriceps femoris kas kuvveti hand-held dinamometre ile ölçüldü. Bulgular: KOAH’lı olguların solunum fonksiyon test değerleri ve yürüme mesafeleri sağlıklı bireylere göre düşüktü (p < 0.05). Sağlıklı bireylere göre KOAH’lı olgularda yürüme testi sırasındaki diyastolik kan basıncı ve periferal oksijen saturasyonu değerlerindeki değişim KOAH hasta grubu aleyhine daha fazla bulundu (p<0.05). Son bir yıl içinde düşme insidansının KOAH grubunda daha yüksek olduğu tespit edildi (p<0.05).Her iki grup arasında denge testi sonuçlarının ve kararlılık sınır testi ile elde edilen reaksiyon zamanı değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p <0.05). Düşme insidansı ve denge ile ilişkili parametrelerin; sağlıklı bireylerde yaş faktörü ve birbirleriyle ilişkili olduğu saptanırken, KOAH hastalarında bu parametrelerin; VKİ, solunum fonksiyon test değerleri, kas kuvveti, yorgunluk şiddeti, periferal saturasyon değeri ve birbirleriyle ilişkili olduğu bulundu. Sonuç: Bozulmuş solunum ve kardiyak fonksiyonlar, inaktivite ve zayıf kas kuvveti nedeniyle KOAH’lı hastaların sağlıklı bireylere göre daha uzun reaksiyon zamanına ihtiyaç duymaları sonucu dengenin etkilendiği ve bu hastalarda düşme riskinin de arttığı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı, düşme, denge P358 P360 Pulmoner Arterial Hipertansiyonlu Hastalarda Alan Ve Laboratuvar Egzersiz Testleri Arasındaki İlişki Koah’lı Olgularda Hastalığın Evresi Ve Fiziksel Fonksiyonlar Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Serap Acar1, Sema Savcı1, Didem Karadibak1, Buse Özcan1, Bahri Akdeniz2, Ebru Özpelit2, Can Sevinç3 Orçin Telli Atalay1, Uğur Yanbal2, Atiye Kaş2, Harun Taşkın1, Berna Öztürk3, Ali İhsan Yıldız4 Sema Savcı1, Serap Acar1, Buse Özcan1, Didem Karadibak1, Bahri Akdeniz2, Ebru Özpelit2, Can Sevinç3 Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir 3 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 1 2 Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 1 2 3 Amaç: Bu çalışmanın amacı pulmoner arteriel hipertansiyonu olan hastalarda alan ve laboratuvar egzersiz testleri arasındaki ilişkinin belirlenmesiydi. Metod ve Materyel: Olgularının demografik bilgileri sorgulandı. Egzersiz kapasitesi 6 dakika yürüme testi ve bisiklet ergometresi testi ile ölçüldü. Tahmin edilen oksijen tüketimi ile ölçülen oksijen tüketimi arasındaki ilişki Pearson Korelasyon Analizi ile test edildi. Bulgular: Yürüme mesafesi ve tahmin edilen VO2peak ile ölçülen oksijen tüketimi arasında (p =0.00 r = 0.881), bisiklet ergometresi testi sırasındaki maksimal iş yükü ile (p =0.00, r= 0.836) ve bisiklet ergometresi sırasında ulaşılan maksimal kalp hızı arasında (p = 0.05, r =0.684) pozitif yönde güçlü korelasyon bulundu. 1 Pamukkale Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksek Okulu, Genel Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı,Denizli 2 Pamukkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı,Denizli 3 Denizli Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Denizli 4 Servergazi Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Denizli Amaç: KOAH solunum zorluğunun ve tekrarlanan solunum yolu enfeksiyonlarının yanı sıra pek çok sistemik hastalığa da yol açmaktadır. İlerleyici havayolu obstüksiyonu, kronik hipoksi ve bunlara eşlik eden çeşitli durumlar ilerleyici kas zayıflığına ve fiziksel fonksiyonlarda azalmayla engelliliğe neden olabilmektedir. Bu çalışma KOAH’lı olgularda hastalığın evresi ile fiziksel fonksiyon arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapıldı. Metod:: Çalışmaya Denizli ilindeki hastanelerde tedavi gören 82 KOAH olgusu dahil edildi. Olguların demografik özellikleri ve hastalıkla ilgili veriler kaydedildi. KOAH evresi göğüs hastalıkları uzmanları tarafından belirlendi. Olguların fiziksel fonksiyonu Basit Fiziksel Fonksiyon Ska- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 127 POSTER SUNUMLARI lası ile, dispne düzeyleri ise Modifiye Medical Research Council (MMRC) ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen olgulardan %39’u evre B KOAH hastasıydı. KOAH süresi ortalama 6,12± 1,24 yıl olan olguların %34’ünün fiziksel fonksiyon düzeyi ağır akciğer hastalığından dolayı yatalak durumda/evinden dışarı çıkamıyor ve kendi gereksinimlerini ancak birinin yardımıyla giderebiliyor (sınıf 4) olarak belirlendi. Olguların %29’unun MMRC dispne skoru 3’tü. Hem KOAH evresi hem de dispne skoruyla fiziksel fonksiyon arasında pozitif yönde anlamlı ilişki bulundu (p<0.05). Sonuç: KOAH’ta hastalığın evresi ilerledikçe fiziksel fonksiyon kayıpları artmaktadır. Dispne fiziksel fonksiyon kaybını etkileyen en önemli faktörlerden biri olabilir. KOAH’lı olguların erken evrelerde pulmoner rehabilitasyon programlarına dahil edilmelerinin egzersiz kapasitesini arttırarak fiziksel fonksiyondaki kayıpları ve hastalığa bağlı engelliliği önlemek açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Dispne, Fiziksel Fonksiyon, KOAH P361 Akciğer Transplantasyonu Planlanan Bir Olguda Preoperatif Pulmoner Rehabilitasyon Programı Sonuçları Arif Balcı, Esra Pehlivan, Lütfiye Kılıç Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Olgu: 46 yaşında bayan hasta, bronşektazi ve KOAH‘a bağlı tip II solunum yetersizliği nedeniyle akciğer transplantasyonu planlanarak hazırlık sürecinde ünitemize refere edildi. Maksimum tıbbi medikal tedaviye rağmen efor dispnesi düzelmeyen hasta 01 Mart -06 Kasım 2013 tarihleri arasında hastanemizde Pulmoner Rehabilitasyon(PR) egzersiz programına alındı. Evde olduğu günler için de ev programı verildi. Gözetimli egzersiz programı haftanın 2 günü yürüyüş, bisiklet ve kol ergometresinden oluşan endurans egzersizlerini, üst-alt ekstermite güçlendirme egzersizlerini ve solunum egzersizlerini kapsamaktaydı. Program sonunda hastanın solunum fonksiyon testlerinde anlamlı bir fark oluşmamasına rağmen, 6dk yürüyüş testi ve yürüyüş bandı, bisiklet ve kol ergometresinde kat ettiği mesafelerde artış saptanmıştır. CAT ve MMRC skorlarında değişiklik olmamasına karşın BECK depresyon ölçeği skorunda artış gözlenmiştir (tablo 1). Sonuç: Bronşektazi ve KOAH’a bağlı tip II solunum yetmezliği nedeniyle akciğer transplantasyonu planlanan bu olguda, PR sonrası egzersiz kapasitesinde artış olmasına rağmen psikolojik durumunun gerilemesi, solunum fonksiyonlarında düzelme olmamasına bağlanmıştır. Sonuç olarak, literatür ile benzer şekilde, artan egzersiz kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda, akciğer transplantasyonu planlanan tüm hastalara PR programlarının uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Pulmoner Rehabilitasyon, akciğer nakli, fizyoterapi Tablo 1. Preoperatif Pulmoner Rehabilitasyon başlangıç ve bitiş değerleri Başlanıç 01.03.13 Akciğer Hacim Küçültme Ameliyatı Planlanan Bir Olgunun Preoperatif Pulmoner Rehabilitasyon Programı Sonuçları Esra Pehlivan, Arif Balcı, Lütfiye Kılıç Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Olgu: 60 yaşında erkek hasta, KOAH (Büllöz amfizem) tanısı ile hacim küçültme ameliyatı (AHKA) planlanarak ameliyata hazırlık sürecinde birimimize refere edildi. Efor dispnesi şikayeti bulunan hastanın özgeçmişinde 45pk/yıl sigara içmesi dışında bir özellik yoktu. Maksimum medikal tedavi alan ve sigarayı bırakan hasta 13 Mayıs -24 Aralık 2013 tarihleri arasında planlanan 10 ar günlük hastane yatışları sırasında gözetimli Pulmoner Rehabilitasyon (PR) egzersiz programına alındı. Evde geçirdiği dönemler için de ev programı verildi. Gözetimli egzersiz programı haftanın her günü yürüyüş, bisiklet, kol ergometresi çalışmalarını, üst ve alt ekstremite kuvvetlendirme egzersizlerini kapsamaktaydı. Program sonunda hastanın solunum fonksiyon testlerinde düzelme olmamasına rağmen, 6dk yürüyüş testi ve yürüyüş bandı yürüyüş mesafesinde, bisiklet ve kol ergometresinde kat ettiği mesafelerde artış, BECK depresyon ve CAT ölçeği skorlarında ise azalış saptanmıştır (tablo 1). Sonuç: Büllöz amfizem tanısı ile AHKA planlanan bu olguda, PR sonrası egzersiz kapasitesinde artış ve psikolojik durumunda iyileşme olmasına rağmen literatür ile benzer şekilde solunum fonksiyon kapasitelerinde bir düzelme olmamıştır. AHKA planlanan tüm olgularda PR programlarının uygulanması sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Pulmoner Rehabilitasyon, Akciğer hacim küçültme ameliyatı, fizyoterapi Tablo 1. Preoperatif Pulmoner Rehabilitasyon başlangıç ve bitiş değerleri Başlanıç 13.05.13 Bitiş 24.12.13 % 6dkyt mesafe (m) 402 489 +21,6 Yürüyüş bandı yürüyüş mesafesi(m) 350 690 +97,1 Bisiklette kat edilen yol (km) 3,5 4,31 +23,1 Kol ergometresinde kat edilen mesafe (km) 2,58 3,31 +28,2 %FVC 60.0 50,3 -17,1 %FEV1 37.9 26,7 -29,5 FEV1/FVC 65.4 46,8 -28,4 BECK 25 12 -52 CAT 30 26 -13,3 P363 Bitiş 06.11.13 % 6dkyt mesafe (m) 300 419 +39,6 Yürüyüş bandı yürüyüş mesafesi (m) 330 860 +160 Bisiklette kat edilen yol (km) 1,87 4,16 +122 Kol ergometresinde kat edilen mesafe (km) 1,61 3,00 +86 %FVC 39 29 -25 %FEV1 29 29 0 FEV1/FVC 63 87 +38 BECK 21 34 +61 CAT 33 33 0 MMRC 3 3 0 128 TÜRK TORAKS DERNEĞİ P362 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Sedanter Yaşantı Süren Üniversite Öğrencilerinde Solunum Tipi ve Frekansını Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi Özden Canbay1, Esra Doğru1, Sibel Doğru2, Nilüfer Çetişli Korkmaz1, Sebahat Genç2, Ersin Şükrü Erden2 Mustafa Kemal Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay 1 2 Amaç: Çalışma, sedanter yaşantı süren üniversite öğrencilerinde solunum tipi ve frekansını etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya üniversite 2. Sınıf öğrencilerinden herhangi bir sporla uğraşmayan; 19-23 yaş aralığında (ort ± ss= 20.3±1)23 erkek; 27 bayan olmak üzere 50 birey alındı. Bireylerin duygu durumları Beck Depresyon Envanteri ile; Kas testleri Lovvet Manuel Kas Testi ile;postürleri gözlemsel postür analizi ile; solunum tipi ve frekansı ile kas kısalıkları kısalık tetsiyle değerlendirildi. İstatistiksel olarak; Jonckheere-Terpsta, Mann Whitney U ile Ki-kare testi uygulandı. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Bulgular: Solunum frekansı ile Beck Depresyon ölçeği arasında anlamlı ilişki bulundu (p= 0.046). Boyun ekstansiyonu kas kuvveti Lovett Manuel Kas Testi’ ne göre 5 değerinde olanların solunum tiplerinden göğüs solunumu yaparken; boyun ekstansiyon kas kuvveti daha zayıf olanların mix tip solunum (abdominal göğüs solunumu) yaptığı bulundu. Skolyoz ile solunum tipi ve ferkansı arasında ilişki bulunamadı. 50 bireyden 13’ ünün fonksiyonel skolyoz olduğu tespit edildi. Solunum tipi ve frekansı ile kilo, cinsiyet, M. pectoralis majör-minör, M.latisimus dorsi kısalıkları arasında anlamlı ilişki bulunamadı. Sonuç: Sedanter yaşam sürmelerine rağmen çalışmaya dahil edilen bireyler sağlıklı olduğundan dolayı solunum tipi ve ferekansı ile postür; kas kısalıkları sigara kullanma durumu; vücut kitle indeksi arasında ilişki bulunamadı. Öte yandan kas kuvvetiyle solunum tipi; duygu durumu ile solunum frekansı arasında anlamlı ilişki bulundu. Anahtar Kelimeler: Postür analizi, Solunum frekansı, Solunum tipi Tablo 1. Tanımlayıcı bilgilere göre grupların dağılımı P364 Koroner Arter Bypass Cerrahisi Geçiren ve Post-operatif Kardiyopulmoner Fizyoterapi Uygulanan Hastalarda Sağlıkla İlişkili Yaşam Kalitesi Ölçeklerinin Karşılaştırılması Tuba Ergene1, M. Gülden Polat2 Ataşehir Memorial Hastanesi, İstanbul Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, İstanbul 1 2 Kardiyopulmoner fizyoterapi, kardiyak cerrahi sonrası pulmoner komplikasyonları önlemede tercih edilen bir yaklaşımdır. Pre-operatif solunum fizyoterapi eğitiminin de olumlu etkilerinin bilinmesine rağmen, hastaya ya da kliniğe özgü nedenlerle gözardı edilebilmektedir. Araştırma; koroner arter bypass greft cerrahisi uygulanan, pre-operatif dönemde solunum fizyoterapi eğitimi alan ve almayan hastalarda, erken post-operatif dönemden taburcu oluncaya dek uygulanan kardiyopulmoner fizyoterapi programının, hastaların genel fonksiyon ve yaşam kalitelerine etkisini prospektif olarak değerlendirmek amacıyla gerçekleştirildi. 35-75 yaş aralığındaki kadın ve erkek 130 yetişkin hasta çalışmaya alındı. Olguların sağlıkla ilişkili yaşam kaliteleri; hastalığa özgü olan “MacNew Kalp Hastalığına Özgü Yaşam Kalitesi Anketi” ve “Ferrans ve Powers Yaşam Kalitesi Endeksi Kardiyak Versiyon-IV Ölçeği”, genel sağlığı değerlendiren “SF-36” ile “Nottingham Sağlık Profili” ölçekleriyle operasyondan önce ve altı hafta sonra değerlendirildi. Çalışmaya alınan 77 hastaya (Grup I), “pre-operatif solunum fizyoterapi eğitimi” verildi; ölçekler, acil veya planlanandan erken operasyona alınan, pre-operatif fizyoterapi eğitimi verilemeyen 53 hastaya (Grup II) da uygulanarak pre-operatif fizyoterapi eğitiminin etkisi değerlendirildi. Pre-operatif eğitimin, tüm ölçeklerde hastaların tüm yaşam kalitesi parametrelerine olumlu yansıdığı; ölçeklerin teknik olarak benzer ölçümlemeler yapmakla birlikte, birbirinin yerine kullanılamayacağı belirlendi. Sonuç olarak; pre-operatif fizyoterapi eğitiminin olguların post-operatif dönem uyumlarını; fizyoterapi, mobilizasyon ve ev programlarına aktif katılımlarını, hastalıkla ve genel sağlıkla ilişkili yaşam kalitelerini olumlu etkilediği, bu nedenle rutin kullanımının gerektiği görüldü. Anahtar Kelimeler: Hasta eğitimi, kardiyopulmoner fizyoterapi, koroner arter bypass, ölçekler, yaşam kalitesi Tablo 1. Grupların pre ve post-operatif dönem ölçek puanlarının karşılaştırılması Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 129 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P365 Koroner arter bypass cerrahisi öncesi ve sonrasında yürüme kapasitesi, spirometrik bulgular ve bunlar arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi Rengin Demir1, Hülya Nilgün Gürses2 1 İstanbul Üniversitesi, Kardiyoloji Enstitüsü, Kardiyopulmoner Rehabilitasyon Bölümü, İstanbul 2 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, İstanbul Amaç: Koroner arter bypass cerrahisinden (KABC) önce ve sonra yürüme kapasitesi ve spirometrik bulguları değerlendirmek ve 6 dakika yürüme testi (6DYT) mesafesi ve spirometrik bulgular arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek. Yöntem: KABC’den önce ve sonra 18 erkek hasta (yaş ortalaması: 61.2±7.5) çalışmaya alındı. Operasyon öncesinde ve hastaneden taburculukta 6DYT mesafesi, FVC, %FVC, FEV1, % FEV1 ve FEV1/FVC değerleri ölçüldü. Verilerin istatistiksel analizinde Wilcoxon testi, paired t-test ve lineer regresyon analizi kullanıldı. Bulgular: Yürüme kapasitesi ve spirometrik bulguların değerlendirmesi Tablo 1’de görülmektedir. Operasyondan önce 6DYT mesafesi ve spirometrik bulgular arasında anlamlı ilişki saptanmadı, bununla birlikte operasyondan sonra 6DYT mesafesi ile FVC (r=0,61; p=0.007), %FVC (r=0,61; p=0.007) ve %FEV1 (r=0,48; p=0.04) arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü. Sonuç: Cerrahiden sonra spirometrik bulgular ve yürüme kapasitesinde anlamlı kötüleşme görüldüğü ve hastaneden taburculuk sırasında yürüme kapasitesinin spirometrik parametrelerden FVC, %FVC ve %FEV1 ile anlamlı derecede ilişkili olduğu sonucuna vardık. Anahtar Kelimeler: altı dakika yürüme testi, koroner arter bypass cerrahisi, solunum fonksiyon testi Tablo 1. Yürüme kapasitesi ve spirometrik bulguların değerlendirmesi 6DYT mesafesi (m) KABC Öncesi KABC Sonrası % değişim p değeri 351.9 ± 82.1 300.1 ± 50.1 -7.8 ± 37.4 0.008 FVC (l) 3.7 ± 0.6 2.3 ± 0.5 -36.1 ± 8.4 <0.0001 %FVC 96.7 ± 12.5 61.4 ± 10.6 -36.2 ± 8.6 <0.0001 FEV1 (l) 2.88 ± 0.5 1.9 ± 0.5 -33.2 ± 14.8 <0.0001 %FEV1 96.2 ± 17.2 61.9 ± 14.3 -35.7 ± 8.8 <0.0001 FEV1/FVC (%) 78.2 ± 8.7 78.6 ± 9.2 0.6 ± 5.8 AD P366 Mekanik Ventilatöre Bağlı Hastaların Evde Bakımı Recai Ergün, Begüm Ergan Arsava, Gülten Ütebey, Sebahat Üstündağ, Esra Engin, Ayfer Uz Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Şubat 2013-Kasım 2013 tarihleri arasında Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakımlarından Mekanik Ventilatör ve/veya oksijen tedavisi ile taburcu olan, Ankara‘da ikamet eden ve Evde MV Bağlı Hasta Takip Birimine kayıtlı 28 hastanın dosyaları incelenmiştir. Hastaların yaş ve cinsiyet dağılımı, MV kullanma süreleri, tanıları, hastaların yoğun bakıma (YB) tekrar yatırılma, mortalite, MV’ den ayrılma oranları ve hasta yakınlarının 24 saatte hasta ile geçirdikleri sürenin sunulması amaçlanmaktadır. Toplam 28 hasta evde takip edilmiştir. 13 erkek ve 15 bayan hastanın yaş ortalaması 67, range ise 19-89 idi. Hastaların 15’i Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı, 5’i Serebrovasküler Hastalık,3 tane hipoksik ensefalopati ve servikal spinal travma 3 idi. Hastaların 11’ i invaziv mekanik ventilatör ile, 7’ si noninvaziv mekanik ventilatör ile, 10 tanesi de sürekli nazal oksijen ile takip edildi. Hastalrdan dokuzu takipleri sırasında tekrar yoğun bakım ünitesine yatış ihtiyacı duydu. Beş hasta da takip sırasında exitus oldu. 130 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Evde uygulanabilir, sık değişmeyen tedavi planı ve beslenme programı olan, hemodinamisi stabil, FiO2 <= %40, PEEP <= 5cmH2O ile SpO2 >= 90 olan YB hastaları MV ile kısmi veya tam solunum desteği sağlanarak eve taburcu edilebilirler. Böylece hastaların YB’ da kalış süreleri kısalmakta, psikososyal durumlarında iyileşme sağlanmakta ve maliyet azaltılabilmektedir. Evde MV kullanan hastaların ve yakınlarının ihtiyaçları oldukça bireysel ve karmaşıktır. Aileden bakım verenler ile sağlık çalışanlarının rolleri tanımlanması gerektiği belirtilmektedir. Evde MV’ e bağlı hasta takip birimlerince takip edilen hastaların: tedavi maliyeti, MV den ayrılabilme başarıları, enfeksiyon oranları, karşılaşılan sorunlar, hasta ve yakınlarının memnuniyetini değerlendiren çok merkezli çalışmalar yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Evde Bakım, Mekanik Ventilatör, Yoğun Bakım, 29 Hasta, Tablo 1. Hastaların Tanıları, sayı (%) Tanı Sayı % Kronik obtrüktif akciğer hastalığı 15 53.5 Serebrovasküler hastalık 5 17.8 Hipoksik ansefalopati 3 10.7 Servikal spinal travma 3 10.7 Amyotrophic lateral sclerosis 1 3.5 Multiple sclerosis 1 3.5 SAĞLIK POLİTİKALARI P367 Pulmonary service in Uzbekistan Abdulla Ubaydullaev Ministry of Public Health, Tashkent Institute of Postgraduate Medical Education, Tashkent, Uzbekistan The first step in the development of pulmonology in Uzbekistan was organization in 1978 of the Department of Clinical Pulmonology at Tashkent Institute of Postgraduate Medical Education. The department became the first in the former Soviet Union and played a leading role in training for pulmonologists of Uzbekistan and other soviet republics. In 1988, at the Research Institute of Tuberculosis and Pulmonology Republican pulmonology center was organized, it began work to create pulmonology service in the country. This work aimed to optimize the detection, diagnosis and treatment of respiratory diseases. The second step was in 90s of the 20th century, it can be called the heyday of pulmonology science and practice in Uzbekistan. During this period, the Order of the Ministry of Health of Uzbekistan № 569 (November 14, 1993) was launched and it concerned the improvement of pulmonology service. The main objective was to create an effective system for helping our population and the formation of functional structure of pulmonology service, which could be coordinated by Republican pulmonology center. Freelance regional pulmonologists organized and led pulmonology departments at provincial general hospitals. In clinics pulmonology rooms began functioning. Specialists designed the Concept to reduce morbidity and mortality of nonspecific pulmonary diseases in Uzbekistan. Its goal is to reduce morbidity and improve the results of treatment of respiratory diseases in the country. Pulmonary Service of Uzbekistan is the singular effective system to help the population in the area of respiratory diseases in the territory of Central Asia. Keywords: Pulmonary service, population, country POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P368 P370 Heybeliada Sanatoryumu (1924-2005) Medeni Durumun Mortalite Üzerine Etkisi Hakan Kıral Sedat Altın1, Edhem Ünver1, Gülşah Günlüoğlu2 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul 1 İlk Sanatoryum 1858 yılında Almanya’da Dr.Brehmer tarafından kurulmuştur. Dr.Dettweiler 1875 yılında Falkenstein’da yeni bir sanatoryum açarak, hocasını takip etmiş ve daha sonra sanatoryumlar bütün dünyaya yayılmıştır. Ülkemizde cumhuriyet kurulur kurulmaz, hükümet sanatoryum işini ele almıştır. 1924 yılında, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin bütçesine sanatoryum yapmak için gerekli tahsisat konulmuştur. İlk sanatoryumun kurulması için seçilen yerde Heybeliada olmuştur. Hastane 1.11.1924 tarihinde 16 yataklı olarak açılmıştır. Baştabip Dr.Tevfik İsmail Gökçe Sağlık Bakanlığı tarafından sanatoryumlarda tetkiklerde bulunmak üzere Avrupa’ya gönderilmiştir. Baştabip, edindiği bilgi ve görgüsünü Heybeliada Sanatoryumu’nun gelişmesi konusunda kullanmıştır. 1924 de 16 yatak ile açılan hastane, 1954 yılında yatak sayısını 630’a, 1977 yılında ise 700’e çıkarmıştır. Sanatoryum, birbirinden tamamıyla müstakil 2 kısımdan oluşmaktadır. Kuruluşundan itibaren yıllar içerisinde A-Blok binaları tamamlanmış(1939) ve daha sonra 1946 yılında B-Blok yaptırılarak hizmet kapasitesi artırılmıştır. Ayrıca Hemşire ihtiyacını karşılamak üzere bir hemşire mektebi ve tedavi gören hastalara meslek kazandırmak amacıyla bir rehabilitasyon merkezi(1954) açılmıştır. Sanatoryumda 1936 yılından itibaren ameliyathane ve Göğüs Cerrahisi kliniği kurularak, her türlü ameliyat yapılır hale gelmiştir. Son derece modern laboratuarlar ve radyoloji üniteleri kurulmuştur. Bu başarılı süreç 1990’lı yıllara kadar devam etmiştir. Ağustos 1999 depremi Heybeliada Sanatoryumu için sonun başlangıcı olmuştur. Binaları kısmen hasar gören hastanenin, ulaşım, personel eksiklikleri ve gelir gider dengelerinin bozulması sebep gösterilerek, kapatılmasına karar verilmiştir. Bu değerli kurum 30.09.2005 tarihinde kapatılmıştır. Heybeliada Sanatoryumu 81 yıllık sürede ülkemizde verem ve diğer akciğer hastalıkları ile mücadelede öncü olmuş ve başrol oynamıştır. Tedavi ettiği hastaların yanı sıra, yetiştirdiği seçkin uzmanlarla da bu mücadeleyi ülke sathına yayarak topluma şifa ve ışık saçmıştır. Anahtar Kelimeler: Heybeliada Sanatoryumu, Sanatoryum, Tüberküloz, Verem Amaç: Ülkemizde ölüm oranları üzerine medeni durumun erkek ve kadınlarda etkisi olup olmadığını araştırmak için bu çalışma planlanmıştır. Materyal-Metod: 2012 yılı TÜİK ölüm istatistikleri ile TÜİK demografik istatistikleri kullanılarak medeni durum ve yaş, cins rakamları kullanılarak hesaplamalar yapıldı. İstatistiki karşılaştırmalar, ki-kare testi kullanılarak gerçekleştirildi. P<0.05 anlamlı değer kabul edildi. Bulgular: 2012’de 15 yaş üstü nüfusun 36.184.225’i (%64) evli, 15.492.867‘si (%27,4) bekar, 3.071.832’sinin (%5,4) eşi ölmüş ve 1.772.881’i (%3,2) boşanmış olarak kayıtlara geçmiştir. Buna karşın 15 yaş üstü ölümlerin 191.129’u (%54,2) evliler, 124.177’si (%35,2) eşi ölmüşlerden, 20.524’ü (%5,8) bekarlar grubundan ve 13.450’si (%3,8) boşananlar grubundan gerçekleşmiştir. Medeni duruma göre ölüm oranları karşılaştırıldığında, hiç evlenmemişlerde binde 1,32, evlilerde binde 5,28, boşananlarda binde 7,59 ve eşi ölmüşlerde ise, binde 40,42 olarak bulundu. Bekar nüfusta ölüm oranı, kadınlarda daha yüksek bulunmuştur (P<0.0001). Evli erkeklerde ölüm oranı, kadın evlilere göre %50’ye yakın daha fazla bulunmuştur (Binde 0,68’e karşın binde 0,46) (p<0.0001). Boşanan nüfusta kadın ölüm oranı erkeklerin iki katı olarak gerçekleşmiştir (Binde 88,2’ye karşın binde 44,6) (p<0.001). 65 yaş üstü grupta, hiç evlenmemiş olanlar, evliler ve boşanmış olanlar içinde kadınlar, bu yaştaki erkeklere göre daha yüksek oranda ölmektedir (hepsi için p<0.0001). Eşi ölmüş olanlar arasında ise erkeklerin ölüm oranı daha yüksektir (p<0.0001). Sonuç: Lineer regresyon analizinde, hem yaş, hem cinsiyet hem de medeni durum ölüm oranı üzerinde etkili bulundu (herbiri için p<0.0001). Kaba ölüm 65 yaş üstünde, erkek ve eşi ölmüş olanlarda, diğer gruplardan anlamlı derecede yüksek bulundu. Anahtar Kelimeler: Medeni durum, mortalite oranı, cinsiyet Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2 P371 Göğüs Hastalıkları Hasta Sayısı Artıyor mu? Sedat Altın1, Gülşah Günlüoğlu2, Edhem Ünver1 P369 2012 yılı Göğüs Hastalıkları Uzmanlık Alanında Kurumların İşyükü Analizi Sedat Altın Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan Amaç: 2012’de göğüs hastalıkları hastası bakılan Sağlık Bakanlığı, üniversite ve özel hastanelerde çalışan uzmanlarımızın işyükünü belirlemek Materyal-Metod: Sağlık Bakanlığı Bilgi Sistemlerinden TSİM verilerinden ve Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü verilerinden faydalanılarak işyükü analizleri yapıldı. Bulgular: 2012 itibariyle ülkemizde göğüs hastası bakılan 703 kurumda çalışan 1768 göğüs hastalıkları uzmanları, 9871 hasta yatağına 423.985 hasta yatırarak takip ve tedavilerini gerçekleştirmişlerdir. Yatak Doluluk Oranı SB hastanelerinde %83, üniversitede %77 ve Özel hastanelerde %58 olarak gerçekleşmiştir. Uzman başına düşen yatak sayısı, sırasıyla 7, 4 ve 2 yatak olarak hesaplanmıştır. Uzman başına düşen günlük poliklinik sayısı SB’nda 22,6 iken, üniversitede 8,9, özelde ise 12,8 olarak gerçekleşirken aylık bir uzmanın yatırarak takip ettiği hasta sayısı da, sırasıyla 20,5, 15,3 ve 12,5 olmuştur. Sonuç: SB hastanelerinde tüm göğüs hastalıkları uzmanlarının %68’i istihdam edilirken işyükünün %80’inin bu kurumlarca karşılanmaktadır. Anahtar Kelimeler: iş yükü, göğüs hastalıkları, uzman hekim Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 1 2 Amaç: 2012 yılı itibariyle 2009 yılına göre göğüs hastalıkları poliklinik ve yatan hasta sayısında artış olup olmadığını araştırmak Materyal-Metod: Sağlık Bakanlığı Bilgi Sistemlerinden TSİM verilerinden ve Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü verilerinden faydalanılarak analizler yapıldı. Toplam hasta yüküyle karşılaştırıldı. Bulgular: 2009 yılında ülkemizde 6.998.000 göğüs polikliniği yapılmışken, poliklinik sayısı yılda ortalama %6,7 artışla 2012’de 8.402.000’e ulaşmıştır. Buna karşın, yatan hasta sayısı ise, 2009’da 370.000 hastanın yıllık %4,9 artışla 424.000’e ulaştığı görülmüştür. Bu dönemde göğüs hastalıkları uzman sayısı 1588’den 1856’ya yükselmiş (yıllık artış %5,6). Bu artışın Sağlık Bakanlığı hastanelerinde yıllık %6,7, üniversite hastanelerinde %4,2, özel hastanelerde ise, %3,2 olduğu görülmektedir. Poliklinik artışının en fazla olduğu ilk 5 ilimiz Diyarbakır (%218),Kars (%85), Erzincan (%83), Kırklareli (%63), Çorum ve Nevşehir (%59) iken, yatan hastada artışın en fazla olduğu 5 ilimiz, Erzincan (%177), Kırklareli (%162), Muş (%133) Yalova (%108) ve Bayburt (%105) olarak sıralanmıştır. Poliklinik sayısı azalmış 14 ilimiz mevcut olup bunlardan, Bingöl (%39), Hakkari (%33), Çanakkale (%31), Kırıkkale (%24) ve Çankırı (%20) en fazla azalma olmuş illerimizdir. Yatan hasta açısından da 21 ilimizde azalma saptandı. En fazla azalma %44 ile Hakkari’de, daha sonra da sırasıyla %33 ile Bingöl, %31 ile Karabük ve Rize, %30 ile Siirt’te gerçekleşmiştir. Sonuç: Göğüs hastalıkları uzman sayısının artışına paralel poliklinik ve yatan hastanın artışı, 48 ilde gerçekleşmişken, sadece 3 ilimizde hem uzman, hem poliklinik hem de yatan hasta sayısı azalmıştır. Anahtar Kelimeler: Hasta sayısı, göğüs hastalıkları, artış Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 131 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P372 P374 Solunum Sistemi İlaçları Akılcı Kullanılıyor mu? Göğüs Hastalıkları Acil’inin Durumu Edhem Ünver1, Sedat Altın1, Cengiz Özdemir2, Sinem Sökücü2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan 2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: Göğüs hastalıkları acil poliklinik sayıları giderek artarken, başvuranların gerçekten acil olup olmadığını araştırmak Materyal-Metod: Yedikule Göğüs Hastalıkları EAH son 5 yıllık verileri incelenerek 2013 yılında yapılmış triyaj oranlarına ve ICD-10 kodlarına göre dökümleri yapılarak değerlendirmelerde bulunuldu. Bulgular: 2013 yılında Göğüs hastalıkları poliklinik sayısı 364.346 olarak gerçekleşirken acil poliklinik sayımız 85.826 oldu. Son 5 yıl içinde poliklinik sayısı %61 artarken acil poliklinik sayısı %59 artış göstermiştir. Acilden yatış oranı %11 olup, acil serviste ölüm oranı binde 1,1 olarak bulundu. Acilde yapılan triyaj sonucu yeşil alana ayrılan başvuru oranı toplamda %48,3 iken en fazla olduğu dönem %52,3 ile Pazar günkü başvurular olmuştur. Sarı alana ayrılma oranı %40,7, kırmızı alana ayrılma oranı %11 olarak gerçekleşmiştir. Sarı alan oranı %52,2 ile en fazla saat 00.00-08.00 arasında gerçekleşirken kırmızı alan oranı da %13,2 ile yine aynı saat diliminde gerçekleşmiştir. Acile başvuran hastalara başvuru sıklığı nedeniyle bir hastaya ayrılan süre 8 dakika ile 36 dakika arasında değişmekle birlikte ortalama 11 dakika olmuştur. Acilde hizmet veren göğüs hastalıkları hekim başına, asistan dahil hafta içi ortalama 81 hasta, hafta sonu ise, 72 hasta düşmektedir. Hastaların aldığı tanılara göre ilk 5; J45 astım (%22,9), J44 KOAH(%21,2), J20 akut bronşit (%16), C34 bronş kanseri (%9,7) ve J10-18 pnömoni (%8,1) olarak sıralanırken, acile başvuran hastaların %21’inin acile başvurudan ilk 24 saat içerisinde yeniden hastane başvurusu yaptıkları hesaplanmıştır. Sonuç: Acile başvuran poliklinik hastaları nedeniyle gerçek acil olan hastalara ayrılabilen süre kısalmaktadır. Acil başvurularının özellikle gündüz saatlerinde gerçekleşmesi de, poliklinikte bekleme, randevu alma gibi formalitelerle uğraşmak istemeyen hasta davranışı ile ilintilidir. Anahtar Kelimeler: Acil, göğüs hastalıkları, sorunlar 1 Amaç: Son 5 yılda solunum sistemi alanında en fazla artışın olduğu inhaler pazarındaki artışın hasta sayısındaki artışla karşılaştırılması Materyal-Metod: IMS rakamları ve Sağlık Bakanlığı TSİM sayılarından faydalanılarak analizler yapıldı. Bulgular: IMS verilerine göre, 2009 yılında 24.796.119 kutu inhaler ilaç satışı yapılmışken bu rakam 2013’te %54,1 artışla 38.205.341 kutuya ulaşmıştır. Alt analizde en fazla artışın kortikosteroid preparatlarında %91,6 ile gerçekleşirken, kombine preparatların %71,5, antikolinerjiklerin %51,4 ve B2 agonistlerin ise, %37,5 artış gösterdiği görülmüştür. 2009 yılına göre, göğüs hastalıkları poliklinik başvuru sayısı artışı 2012’de %55,6 olmuştur (6.994.000’den 8.402.000’e). 2009’da ortalama hastane başvurusu kişi başı 4,5 iken 2012’de 5,1’e yükselmiştir. Şu halde hasta sayısı yaklaşık, 1.550.000’den 1.650.000’e çıkmıştır. Hasta başına 2009’da 16 kutu inhaler reçetelenmişken 2013’te 23 kutuya yükselmiştir. Sonuç: 5 yılda hasta başvuru artışına göre reçetelenen kutu sayısı daha fazla artış göstermiştir. Özellikle kortikosteroid ve kombine preparatlarda, beklenenin üzerinde inhaler kullanıldığı sonucuna varılmıştır. Bunun nedeni olarak ta, son 5 yılda astım ve KOAH ilaç raporlarının çok kolayca verilmesi ve bu raporlara istinaden de, aile hekimlerince yıl boyu sürekli inhaler preparatların reçetelenmesi düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Akılcı ilaç kullanımı, solunum sistemi, inhaler pazarı P373 Erzincan’da Mortalite Oranları Giderek Azalıyor mu? Sedat Altın, Fikri Kıral, Sibel Yurt, Gulcihan Özkan, Levent Karasulu Edhem Ünver1, Sedat Altın1, Zehra Hekimoğlu2, Hasan Ölmez2, İsmayil Yılmaz1 Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan Erzincan Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Erzincan 1 2 Amaç: Bu çalışmamızda, 2010-2012 yıllarında kaba ölüm hızı, solunum sistemi hastalıklarına bağlı ölüm hızı açısından Erzincan ili ile İstanbul ilini, Türkiye ortalamalarıyla karşılaştırmak amaçlanmıştır. Materyal & Metod: Türk İstatistik Enstitüsü verileri kullanılarak 2010, 2011, 2012 yılları nüfus, yaş dağılımı, cinsiyet, ölüm sayıları ve oranları İstanbul ve Erzincan illeri, Türkiye ortalamalarıyla karşılaşırıldı. Mortaliteye etki eden faktörler incelendi. Bulgular: 2009-2012 yılları arasında ülkemizde kaba ölüm hızı, binde 5 düzeyinde seyir gösterirken Erzincan’da binde 6’lar düzeyinde, İstanbul’da ise, binde 4’ler civarında bildirilmiştir. 2010-2012 yılı ölümlerinin değişim oranına bakıldığında, Türkiye için %2,5 olan bu değerin, İstanbul için %3,38, Erzincan için ise, %6,85 olduğu görülmektedir. Bu değişim oranında, cinsiyete bakıldığında, Erzincan’da erkek ölümlerinin değişim oranının %15,67 ile Türkiye ortalamasının (%3,37) çok üzerinde olmasına karşın, İstanbul’da (%3,62) ortalamaya yakın olduğu, buna karşın kadın ölümlerinin değişim oranının ise, Erzincan’da %-3 olarak gerilediği, İstanbul’da ise (%3,09) Türkiye ortalamasının (%1,45) iki katı düzeyinde olduğu görülmektedir. İlaveten 60 yaş üstü nüfusun Türkiye’de %11,04, İstanbul’da %8,82 iken, Erzincan’da %14,7 olarak bulundu. Yine 60 yaş üstü ölümlerin oranı da Erzincan’da Türkiye ortalamasının (binde 33,27) üzerinde bulundu (binde 35,07). Solunum sistemi ölümleri, Türkiye’de giderek artmaktadır (Binde 8,3’ten binde 9,7’E). İstanbul’da Türkiye ortalamasının biraz altında olup binde 9’lara yükselirken Erzincan’da Türkiye ortalamasının üzerinde binde 11’ler düzeyindedir. 2010-2012 yılları arası değişim oranı Türkiye’de %16,9 civarında iken (yıllık %5,6), İstanbul’da bu oran daha da yüksektir (%26,8, yıllık değişim oranı %8,9 artış). Buna karşın Erzincan’da artış trendi kırılıp 2012’de azalmaya başlamıştır (%-8,9). Sonuç: Solunum sistemi ölümlerinde, 2012-2010 farkı olarak Türkiye’de %16, İstanbul’da %15,7 artış olurken Erzincan’da %18,3 azalma olmuştur. Anahtar Kelimeler: mortalite oranı, solunum sistemi, değişim yüzdesi 132 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı SOLUNUM SİSTEMİ İNFEKSİYONLARI P375 Kartagener Sendromu: Bir olgu nedeniyle Mesut Demirköse, Ertan Tuncel, Cenk Babayiğit, Ersin Şükrü Erden, Sibel Doğru, Sebahat Genç Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay Kartaagener sendromu sinüzit, bronşektazi ve situs inverstus birlikteliğiyle kendini gösterir. Otozomal resesif geçiş gösteren, nadir görülen bir hastalıktır. 20000 canlı doğumda bir görülüren bir sendromdur. Olguların büyük bir kısmı çocukluk döneminde saptanmaktadır. Kliniğinin temelini siliya yapısındaki ve fonksiyonundaki anormalliklere bağlı bulgular oluşturur. Kronik bronşit ve sık pnömoni sonucu gelişen bronşiektaziler, sinüzit ve kronik otitis media sık raslanan bulgulardandır. 22 yaşında bayan hasta, 5 yıldır olan nefes darlığı ve öksürük balgam yakınmasıyla başvurdu. Özgeçmişinde kronik sinüzit nedeniyle opere edildiği öğrenildi. Fizik muayenesinde bBilateral bazallerde kabasekretuar raller ve yer yer ronküsleri mevcuttu. Laboratuvar incelemesinde; CRP: 4,1 mg/dl idi ve, Balgam kültüründe Pseudomonas aeruginosa üredi. Toraks BT’de kalp sağda yeralmaktayken, karaciğer solda izlendi. Ayrıca sol akciğer üst lobda bronşiektazik değişiklikler izlendi. Sinüzit, bronşiektazi ve situs inversus bulguları olan hastaya Kartegener Sendromu tanısı kondu. Anahtar Kelimeler: Kartagener sendromu, sinüzit, bronşiektazi POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ olmuştur. Hastanede yatış süresi SBİP olgularında daha yüksek bulunmakla beraber (sırasıyla 8.6±5.5’e karşın 7.5±6.1 gün, p=0.03), yoğun bakımda kalış oranları açısından fark (SBİP grubunda %9.7, TGP grubunda %9.3) (p>0.005) bulunmamıştır. SBİP olgularında mortalite oranı TGP olgularına kıyasla daha yüksek olmakla beraber (sırasıyla %8.7 ve %5.7) istatistiksel anlamlılık saptanmamıştır (p=0.14). Sonuç: Sağlık bakımı ilişkili pnömoni, başvuru özellikleri, etken dağılımları ve prognozları açısında TGP’den ayrı bir kategoride incelenmelidir. Bu olguların ampirik antibiyotik tedavisinde dirençli gram negatif mikroorganizmalar göz önünde bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: sağlık bakımı ilişkili pnömoni, toplumda gelişen pnömoni, hemodiyaliz, bakım evi P377 Şekil 1. Sol akciğer de bronşiektazik değişiklikler Aynı balgam örneğinde farklı antibiyotik duyarlılık paternine sahip farklı Pseudomonas aeruginosa suşları Aslıhan Gürün Kaya, Aydın Çiledağ, Akın Kaya, Özlem Özdemir Kumbasar Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Şekil 2. Yer değiştirmiş karaciğer ve dalak P376 Türk Toraks Derneği pnömoni veri tabanındaki sağlık bakımı ilişkili ve toplumda gelişen pnömoni olgularının karşılaştırılması Canan Gündüz1, Sezai Taşbakan1, Abdullah Sayıner1, Ayşın Şakar Coşkun2, Feride Durmaz2, Aykut Çilli3, Burcu Çelenk3, Oğuz Kılınç4, Seda Salman4, Armağan Hazar5, Fatma Tokgöz5, Nurdan Köktürk6, Sakine Nazik6, Ayten Filiz7 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa 3 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 5 Süreyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul 6 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 7 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep 1 2 Giriş: Hastaneye yatış, hemodiyaliz programında bulunma, sağlık bakım evlerinde yaşama, ayaktan intravenöz tedavi ve evde bası yarası tedavisi öyküsü olan olgularda toplumda gelişen pnömoniler, sağlık bakımı ilişkili pnömoni (SBİP) olarak adlandırılmaktadır. Gereç-Yöntem: Hastanede yatan toplumda gelişen pnömoni (TGP) ve SBİP olgularının başvuru özellikleri, etken dağılımları ve prognozlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Türk Toraks Derneği Solunum Sistemi Enfeksiyonları Çalışma Grubu pnömoni veri tabanına yedi merkez tarafından kayıt edilmiş olan TGP ve SBİP olguları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: 785 olgu (530’u erkek, yaş ortalaması 65.3±16.4) değerlendirilmiş, 207’i SBİP (%26.4) ve 578’i (%73.6) TGP tanısı almıştır. SBİP olgularının 140’ının (%17.8) son 90 günde hastaneye yatış öyküsü olduğu, 28’inin (%3.6) son 30 günde hemodiyaliz programına alındığı ve 22’sinin (%2.8) sağlık bakım evinde kaldığı saptanmıştır. PSI, SBİP olgularında 103.9±37.2, TGP olgularında 94.6±35.4 saptanmıştır (p=0.002). En sık izole edilen etken mikroorganizmalar; SBİP’de P. Aeruginosa, A. Baumannii ve S.pneumoniae ve TGP’de S. pneumoniae ve P. aeruginosa 60 yaşında kadın hasta öksürük, pürülan balgam ve hemoptizi şikayetleri ile başvurdu. Hasta çocukluğundan beri bronşektazi tanısı ile takip ediliyordu. Son yıllarda artan alevlenme ve hastaneye yatış öyküsü mevcuttu. 2 yıl önce Pseudomonas aeruginosa kolonizasyonu nedeni ile inhale tobramisin tedavisi verilmiş ancak alevlenme sıklığını azalmamıştı. Hasta şikayetlerinin artması üzerine kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede ateş ve bilateral inspiratuar raller, laboratuvar incelemede lökositoz, sedimentasyon ve CRP değerlerinde artış saptandı. Balgam kültüründe Pseudomonas aeruginosa üremesi olan hastaya antibiyogramında duyarlı olduğu için seftazidim tedavisi başlandı. Seftazidim tedavisi altında ateşi devam eden ve şikayetleri gerilemeyen hastadan yeni balgam kültürü gönderildi. Gönderilen balgam kültüründe biri sefepim, seftazidim ve piperasilin-tazobaktama duyarlı, levofloksasine dirençli; bir diğeri imipenem, seftazidim ve piperasilin-tazobaktam dirençli levofloksasin duyarlı ve sonuncusu da tüm antibiyotiklere duyarlı olmak üzere üç farklı antibiyotik duyarlılık paternine sahip üç farklı pseudomonas aeruginosa suşu üremesi saptandı. Tedavi sefepim + levofloksasin olarak değiştirildi. Bu tedavi ile klinik, radyolojik ve laboratuvar yanıt alınan hasta taburcu edildi. Pseudomonas aeruginosa ile kolonize hastalarda tedaviye başarısızlık durumunda organizmanın farklı antibiyotik duyarlılıklarına sahip olabileceği düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Pseudomonas aeruginosa, bronşektazi, antibiyotik duyarlılık testi P378 Agresif Hidatik Kistler Gürhan Öz1, Mehmet Eroğlu2, Ersin Günay3, Ahmet Bal4, Emre Kaçar5, Olcay Eser6, Okan Solak1 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyonkarahisar 4 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar 5 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar 6 Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Balıkesir 1 2 3 Hidatik kist E. granulosus larvaları tarafından oluşturulan zoonotik bir hastalıktır. Çalışmamızda 2010-2013 yılları arasında opere ettiğimiz 40 kisthidatik olgusu içinde agresif- invazif klinik ile seyreden 6 olgu incelendi. Hastalarda vertebra invazyonu, göğüs duvarı invazyonu, diyafragma ve akciğer invazyonu, akciğer destrüksiyonu ve mediasten invazyonu mevcuttu. Tanı için akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografisi kullanıldı. Laboratuarda rutin hematolojik ve biyokimyasal testlerin yanında hidatik kist markerları incelendi. Yaş, cinsiyet, hastaneye geliş semptomları, radyolojik bulguları, cerrahi girişimler, postoperatif komplikasyon ve hastanede kalış süreleri kaydedildi. Hastaların 4’ü erkek 2 si kadın olup yaş ortalaması 47 idi (12-81 yaş). Tedavi torakotomi aracılığıyla kistektomi ile birlikte sırasıyla korpektomi, göğüs duvarı rezeksiyonu, frenotomi ile ka- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 133 POSTER SUNUMLARI raciğer ve dalak lojuna yaklaşım ve lobektomiydi. 1 hastada uzamış safra drenajı ve 1 hastada bronkoplevral fistül ve atelektazi gelişti. 1 hasta postoperatif 1.ay sonunda ampiyem nedeniyle kaybedildi. Hastanede kalış süresi ortalama 9 gündü. Sonuç olarak hidatik kist bazı hastalarda tümör gibi agresifleşerek çevresindeki organları, dokuları ve kemik yapıları invaze edebilmektedir. Agresif hidatik kistler farklı klinik şikayetler oluşturabilmekte ve tedavide kistektomi yanında ekstended cerrahi girişimler gerekebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Hidatid kist, invazyon, destrüksiyon TÜRK TORAKS DERNEĞİ Antibiyotiklerin daha dikkatli reçete edilmesi ve tedavi takibinde bu belirtilerinde akılda tutulması gerktiğini vurgulamak istedik. Anahtar Kelimeler: antibiomania, makrolid, manik atak P381 Akciğer Kanserini Taklit Eden Endobronşial Aktinomikozis İsmail Hanta1, Mustafa Faysal Baysal2, Sezen Sabancı Küçükaltun1, Efraim Güzel1, Derya Gümürdülü3 P379 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana Özel Adana Hastanesi, Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana 1 Bronşektazi Tanılı Hastada Pulmoner Nocardiozis Renginar Mutlucan Eraslan, Erhan Tabakoğlu, Gökhan Söğüt Trakya Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne 66 yaşında bayan hasta son 1 yıldır aralıklı olarak hemoptizi, öksürük ve balgam şikayetleriyle çeşitli sağlık kuruluşlarına başvurmuş ve çok kez farklı antibiyotiklerle tedavi görmüş. Klinik yanıt alınamayan hastaya toraks BT çekilmiş. Toraks BT’de bilateral yer yer kistik bronşektazi alanları, yaygın retikülonodüler görünüm ve tomurcuklanan dal manzarası ile uyumlu bulgular izlenmesi üzerine hasta tüberküloz ve intersitisyel akciğer hastalığı ön tanıları ile ileri tetkik ve tedavi amacıyla tarafımıza sevk edilmiş. Yapılan tetkiklerinde balgam ARB negatif saptandı ve kültürde üreme olmadı. Hastada bronşektazi dışında kronik hastalık ve immunsüpresyon saptanmadı. Tekrarlayan 2 balgam kültüründe nocardia üremesi olan hastaya trimetoprim-sulfametoksazol antibiyotik tedavisi başlandı. Yaklaşık 5 aydır tedavisi devam eden hastada klinik ve radyolojik yanıt izlenmiş olup tedavisi halen devam etmektedir. Nocardia nadir görülen daha çok hücresel immunitenin azalmasıyla ortaya çıkan bir hastalık olup bronşektazi tanılı ve bronş hijyeninin kötü olduğu hastalarda da akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: bronşektazi, hemoptizi, nocardia, tüberküloz 2 3 Pulmoner aktinomikozis genellikle orofarengeal sekresyonlarda bulunan organizmanın aspirasyonu sonucu oluşmaktadır. Akciğerde kitle lezyon, pnömonik lezyon ve/veya plevral tutuluma neden olmakla birlikte endobronşial lezyon oldukça nadir görülmektedir. 63 yaşında sigara içmeyen erkek hasta 6 aydır devam eden kuru öksürük, eforla gelen nefes darlığı ve hırıltılı solunum şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. 15 yıldır tip-2 diabeti olan hastanın fizik muayenesinde; ekspiratuar düşük frekanslı yaygın ronküsler dışında özellik yoktu. Solunum fonksiyon testi normal sınırlarda idi. C-reaktif protein yüksekliği dışında rutin laboratuar tetkikleri normaldi. Toraks BT’de; sağ orta lobda kısmi kollaps ile sağ diafragma konturunda elevasyon vardı. Bronkoskopik incelemede; sağ ana bronşta girişten itibaren mukozadan kabarık, polipoid, üzeri kısmen nekrotik oldukça yaygın endobronşial lezyonlar izlendi. Biyopsi sonucunda malignite bulgusu yoktu, aktinomikozis kolonilerine rastlandı. 14 günlük oral penisilin temelli antibiyotik tedavisi sonucunda hastanın şikayetlerinde gerileme saptandı. Kontrol amaçlı yapılan toraks BT’de ve bronkoskopik incelemede lezyonlarda belirgin gerileme izlendi. Sonuç olarak, endobronşial lezyonların ayırıcı tanısında, özellikle immünsüpresif hastalık varlığında, mantar enfeksiyonları da akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Aktinomikozis, akciğer tutulumu, endobronşial lezyon P382 Şekil 1. tedavi öncesi Pulmoner Tromboemboli ve Pnömomediastinum ile Komplike Olan Pnömositis Carinii Pnömonisi Cemile Selimova1, Kezban Özmen Süner2, Mehmet Nezir Güllü2, Sarvan Ağamuradov1, Ebru Ortaç Ersoy2, Arzu Topeli İskit2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara 1 2 Şekil 2. tedavi sonrası P380 Antibiyotik Kullanımına Bağlı Gelişen 2 Manik Atak Olgusu: Antibiomania Ayşe Coşkun Beyan1, Evrim Göde Öğüten2 Tatvan Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, Bitlis Evrim Göde Öğüten, Psikiyatri Servisi, Bitlis 1 2 Antibiyotikler günümüzde oldukça sık kullanılan ilaçlardır. Bu ilaçların sık ve nadir birçok yan etkileri vardır. Bu yan etkilerden nöropsikiyatrik belirtiler giderek artan bir şekilde bildirilmeye başlanmıştır. Literatürde özellikle makrolidler, kinolonlar ve penisilin grubu antibiyotiklerin kullanımı sonrası manik epizod gelişen olgular vardır. Biz de bu yazıda klaritromisin ve sefalosporin kullanımı sonrası ortaya çıkan iki mani olgusunu sunduk. 134 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Pnömositis carinii, solid organ transplantasyonu yapılan hastalarda mortalite ve morbiditeyle önemli ilişkisi olan fırsatçı bir enfeksiyon kaynağıdır.Pnömositis carinii pnömonisinde(PCP), klinik olarak hastada en sık dispne,taşipne,ateş,öksürük ve siyanoz görülür. Radyolojik olarak %90 kadar olguda perihiler bölgeden başlayan bilateral diffüz infiltratif görünüm gözlenir. Bunun dışında nodüller, kavitasyon, mikrokalsifikasyon, konsolidasyon, pnömotosel, pnömotoraks gibi atipik radyolojik görünümler de saptanabilmektedir. Biz de renal transplantasyon öyküsü olan PCP nedeniyle takip ettiğimiz vakayı, pnömomediastinum ve pulmoner tromboemboli ile komplike olması nedeniyle sunmayı uygun bulduk. 42 yaşında erkek hasta, yaklaşık 1 yıl önce Fokal Segmental Glemorulosklerozis (FSGS) nedeniyle renal transplantasyon yapılan hasta ateş, nefes darlığı ve tip 1 solunum yetmezliği nedeniyle onkoloji yoğun bakıma yatırıldı. Hastanın renal transplant nedeniyle deltakortil 30mg, mikofenolat mofetil 2x1000mg,tacrolimus 2x1 kullanım öyküsü mevcuttu.Hastaya çekilen toraks BT’de PCP ile uyumlu konsolidasyon ve buzlu cam dansiteleri izlendi. Hastaya bactrim + steroid tedavisi başlandı. Genel durumu stabil, %50 ventüri maskeyle takipli,ateşi olmayan hasta takiplerinde, nefes darlığında artış ve sağ tarafta nefes almakla batıcı tarzda göğüs ağrısı tarifledi. Oksijen ihtiyacında artış olmadı.Hemodinamisi stabil olan hastanın EKG ve kardiak enzim takibi normaldi. İmmobilizayon nedeniyle tromboemboli profilaksisi alan hastaya olası PTE ekarte etme amaçlı toraks BT anjio çekildi.Sağ akciğer üst ve alt lobda PTE ile uyumlu dolum defektleri ve pnömediastinum ve cilt altı amfizem,her iki akciğerde PCP enfeksiyonu POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ ile uyumlu konsolidasyon ve buzlu cam dansiteleri olarak raporlandı.Hastaya böbrek dozunda düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) başlandı. Takibinde göğüs ağrısı gerileyen,oksijen ihtiyacı ve dispnesi azalan hasta servise devredildi. Anahtar Kelimeler: Pnömositis Carinii Pnömonisi, Pnömomediastinum, Pulmoner Tromboemboli mortalite oranı %8,5 olarak bulundu. İleri yaş, komorbid hastalık varlığı ve sigara kullanım öyküsü olması mortaliteyi etkileyen faktörler olarak saptandı. Sonuç olarak, sigara kullanımı TGP gelişiminde ve prognozunda belirleyici birçok faktörü olumsuz etkilediği; ileri yaş ve komorbid hastalık varlığının yanısıra mortaliteyi arttırdığı bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: toplumda gelişen pnömoni, sigara, mortality, tedavi sonucu P383 Endobronşiyal Kitle Oluşturan Mantar Enfeksiyonu Merve Nizam, Mediha Gönenç Ortaköylü, Sakine Yılmaz, Sinem İliaz, Ayşe Bahadır, Belma Bağcı, Emel Çağlar P385 Ülseratif Kolit’li Hastada Pnömosistis Carini Pnömonisi Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, V. Klinik, İstanbul Oğuz Uzun, Ayşenur Gök 68 yaşında 4 aydır devam eden öksürük, balgam, nefes darlığı şikayetleri gelen immunsupresyon öyküsü ve ek hastalığı olmayan bayan hastanın PA AC grafisinde sağda alt lobda konsolidasyon gözlendi ve toraks BT de sağ alt lobda parankime uzanım gösteren kitlesel oluşum görüldü. Hastaya fiberoptik bronkoskopi uygulandı sağ intermedier bronştan itibaren mukozal infiltrasyon saptandı. Buradan alınan bronş biyopsisi ve wang İA yaymasının patoloji tetkikinde mantar hifleri ve yoğun iltihabi inflamasyon saptandı. Hasta enfeksiyon hastalıkları ile konsülte edildi ve caspofungin 50mg 1*1 10 gün yatırılarak verildi. Hastanın öksürük ve nefes darlığı şikayetleri ilk haftada gerilediği hafif yüksek olan beyaz küresinin ve KC enzimlerinin normale döndüğü izlendi.Hastanın tedaviye yanıtı iyi olması üzerine 10 gün flukonazol oral tedavi ile tedavisine devam edildi. 1 ay sonra çekilen kontrol BT de infiltrasyonların gerilediği gözlendi. Hasta Endobronşial kitlesel görünüm de veren mantar enfeksiyonu olarak kabul edildi. Anahtar Kelimeler: bağışıklığı baskılanmamış, endobronşial, enfeksiyon, mantar Pnömosistis carini pnömonisi,immun suprese hastalarda düşünülmesi gereken atipik pnömoni nedenlerinden biridir. Biz de ülseratif kolit nedeniyle immun suprese tedavi alan hastada tespit ettiğimiz bir pnömosistis carini pnömonisi sunuyoruz. 50 yaşında, 3 yıldır ülseratif kolit tanısıyla takipli erkek hasta sol 2 ayda ani başlayan ve gittikçe artan nefes darlığı şikayeti ile başvurdu.Kan gazında hipoksemi, radyolojik olarak ise bilateral akciğerlerde diffüz buzlu cam opasiteleri saptandı.Ülseratif kolit edeniyle azatiopürin, mesalazin, metilpredinozolon, infliksimab tedavisi alan hastada mevcut bulgularla PCP düşünülerek hastaya bronkoalveolerlavaj yapıldı.Bronkoalveoler lavajda PCP immun florasan antikor pozitif geldi.Hastaya yapılan transbronşial akciğer biyopsi sonucunda PCP ile uyumlu bulgular elde edildi.Hastaya trimetoprim-sulfametaksazol başlandı.Hastada tedavi sonrasında klinik ve radyolojik tam yanıt sağlandı. Sonuç olarak; nefes darlığı ile başvuran immun suprese hastalarda Pnömosistis Carini Pnömonisi de akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: pnömosistis carini pnömonisi, ülseratif kolit, immunsuprese hasta Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun P384 Hastanede Yatan Toplumda Gelişen Pnömonili Hastalarda Sigaranın Prognoz ve Mortalite Üzerine Etkisi Feride Durmaz1, Ayşın Şakar Coşkun1, Yavuz Havlucu1, Aykut Çilli2, Burcu Karaboğa2, Oğuz Kılınç3, Seda Salman3, Sezai Taşbakan4, Abdullah Sayıner4 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa 2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya 3 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 4 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 1 Bu çalışmanın amacı “Pnömoni veri tabanı” kullanılarak hastanede yatan TGP’li hastalarda sigaranın,prognoz ve mortalite üzerine olan etkisinin araştırılmasıdır. Çalışmamıza Kasım 2009 - Mayıs 2013 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi,Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi Göğüs Hastalıkları kliniklerine TGP tanısı ile yatırılan 702 olgu alındı. TTD Solunum Sistemi İnfeksiyonları Çalışma Grubu tarafından hazırlanan Pnömoni Veri Tabanı kullanılarak hazırlanan hasta izlem formuna,olguların ilk yatış günü bilgileri,yatış sırasında ve taburcu olduğu günde kontrol bilgileri,1 aylık tedavi sonuçları,toplam tedavi maliyetleri kaydedildi. Olguların 465’i(%66,2) erkek idi. Yaş ortalaması 65 olarak saptandı. Olguların %37,2’si daha önce hiç sigara içmemiş,%11,1’i aktif sigara içicisi,%51,7’si daha önce sigarayı içmiş ve bırakmıştı.Sigara kullanımı ile radyolojik bulgular arasında ilişki olmadığı görüldü.Olguların sigara içme durumuna göre laboratuar bulguları değerlendirildiğinde,aktif sigara içicilerinde AST,ALT değerlerinin daha yüksek,SO2 değerlerinin ise daha düşük olduğu saptandı.CRP ve PCT düzeyleri ile sigara kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki olmadığı görüldü.Pnömoni ağırlık indekslerinden PSI skorunun sigarayı içmiş ve bırakmış olanlarda daha yüksek olduğu saptanırken,CURB-65 indeksi ile sigara kullanımı arasında ilişki olmadığı görüldü.Olguların sigara içme durumunun,hastanede yatış süresi ve maliyet üzerine etkisinin olmadığı görüldü. 1 aylık tedavi sonuçları değerlendirildiğinde, tedavinin 3-5.günleri arasında beklenen farklı olarak aktif sigara içicilerinde tam iyileşmenin, hiç sigara içmemiş ve içmiş-bırakmış olanlarda kısmi iyileşmenin istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla olduğu saptandı.Çalışmamızda toplam P386 Ekstrensek Allerjik Alveolit Zemininde Gelişen Nocardia Enfeksiyonu Hatice Sözgen, Fatmanur Karaköse, Hatice Kutbay Özçelik, Fatih Yakar, Esat Hayat, Mehmet Bayram, Muhammed Emin Akkoyunlu, Murat Sezer Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Giriş: Ekstrensek allerjik alveolit (EAA), organik tozların veya kimyasal maddelerin tekrarlayan inhalasyonuyla gelişen IgE aracılı bir hipersensitivite reaksiyonudur. Nocardia enfeksiyonu ise daha çok immunsuprese hastalarda gelişen fırsatçı bir enfeksiyon olarak bilinmekle beraber, literatürde %15 oranında altta yatan hastalık olmadan da gelişebildiği bildirilmiştir. Olgu: 32 yaşında erkek hasta halsizlik, nefes darlığı, öksürük şikayetleri ile başvurdu.7 ay önce dış merkezde çekilen akciğer tomografisinde her iki akciğerde yaygın interlobüler septal ve peribronşial kalınlaşmalar ve diffüz dağılımlı buzlu cam alanları olması üzerine hasta servise yatırıldı. Bronkoskopik inceleme yapılan hastada uyumsuzluk nedeniyle transbronşial biyopsi ve bronkoalveoler lavaj yapılamadı ve interstisyel akciğer hastalığı etyolojisi açısından yapılan serolojik incelemeleri negatif gelen hastaya açık akciğer biyopsisi yapıldı. Biyopsinin patoloji sonucu EAA’yla uyumlu olarak sonuçlandı. Mikrobiyolojik inceleme ise EZN+, gram+, PAS+ nocardia ile uyumlu görüldü. Hastada nocardia infeksiyonu gelişimine neden olacak predispozan faktör saptanmadı. Tedavisi düzenlenerek taburcu edilen hasta, 1 ay sonra bilateral pnömoni ve solunum yetmezliği tablosu nedeniyle alındığı yoğun bakım ünitesinde sepsis ve dissemine intravasküler koagülasyon gelişerek yatışının 9. günü ex oldu. Tartışma: Nocardia enfeksiyonunun immunsuprese hastalarda gelişimi ya da pulmoner alveoler proteinozis, bronşiektazi, kronik obstriktif akciğer hastalığı gibi pulmoner hastalıklara eşlik edebildiği bilinmekte iken EAA ile birlikteliği sık olmadığından olgunun sunulmasını uygun gördük. Anahtar Kelimeler: Nocardia,ekstrensek alerjik alveolit,akciğer enfeksiyonu Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 135 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P387 Hidatik kist hastalığında nadir bir tutulum: Kot destrüksiyonuna neden olan göğüs duvarı tutulumu Esra Akkütük Öngel1, Murat Yalçınsoy1, Sinem Güngör1, Selahattin Öztaş1, Gökhan Hacıibrahimoğlu2, Ayşe Alp Ersev3, İrfan Yalçınkaya4 ve CMV pozitif saptandı. Mevcut geniş spektrumlu antibiyoterapisine ek olarak antifungal ve gansiklovir eklenen hastanın tedavinin 15. gününde belirgin klinik ve radyolojik düzelme izlendi. Bu olguyu immünsüprese hastalarda fırsatçı enfeksiyon etkenleri olan C. Albicans ve CMV birlikteliğine örnek teşkil etmesi ve bu hastalarda titizlikle alınan bronkoskopik tetkiklerin tedaviye yön verdirici olacağını hatırlatmak amacıyla paylaştık. Anahtar Kelimeler: Candida, CMV, kavite, immünsüpresyon Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Florence Nightingale Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, İstanbul 4 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul 1 2 3 Hidatik kist hastalığı(HKH) sıklıkla karaciğer ve akciğerlere yerleşir. İntratorasik eks-trapulmoner lokalizasyonlar sıklıkla mediastinum, plevra, perikardiyum, miyokard, diyafragma ve göğüs duvarındadır. Göğüs duvarı yerleşimli HKH olgularına oldukça nadir rastlanmaktadır. Göğüs duvarı tutulumunda odak yumuşak doku, sternum veya kosta olabilmektedir. Tüm kist hidatiklerde kemik tutulumu %0,9- %2 arasında görülmektedir. Kliniğimizde göğüs duvarı tümörüyle karışan görünümü nedeniyle takip ettiğimiz kot destrüksiyonuna neden olan HKH olan olgumuzu sunduk. 36 yaşında kadın. Kolda uyuşma, sırt ağrısı şikayetiyle çekilen akciğer grafisinde sol parahiler bölgede, 6 ve 7. kotlarda destrüksiyon oluşturan, 7*6 cm multilobule konturlu mass lezyon görüldü. Yapılan iğne biopsisinde miksoid görünümde hücresiz materyal izlenen hasta ileri tetkike alındı. Toraks MR’da sol arka göğüs duvarında destrüksiyon oluşturan, anteriorda akciğer parankimi ile sınırlı, medialde vertebra korpusu ile sınırlı ve medial konturunda nöral foramen sınırına uzanan boyutları 7*6*5cm ölçülen multilobule konturlu mass lezyon, içerisinde multiple kistik kompartmanlar izlenmiş. Kistik komponent ve septasyon içermesi nedeniyle anevrizmal kemik kisti, kisthidatik, mestatik lezyon ön tanıları ile yapılan operasyonda posterior paravertebral kenarda 6 ve 7. kotları invaze eden vertebral kolonda uzanım gösteren semisolid kist hidatikle uyumlu lezyon görüldü. 6 ve 7. kotlar posterior vertebral bileşkeden parsiyel rezeke edildi. Göğüs duvarında ekstraplevral ektratorasik kistik kitle çıkarıldı. Andazol tedavisi başlandı. Hastanın tedavisi 9 aya tamamlanarak kesildi. Dört yıl sonra hemoptizisi ile müracaat eden hastada patoloji saptanmadı. Hasta halen kontrolümüz altında olup, şikayetsizdir. Sonuç olarak; ülkemiz için önemli bir sağlık sorunu olan HKH da, karaciğer ve akciğer dışındaki kistik lezyonların ayırıcı tanısında da, atipik yerleşimli HKH olgularının ayırıcı tanılar içinde düşünülmesi gerektiği kanısındayız. Anahtar Kelimeler: kist hidatik, göğüs duvarı tutulumu, kot destruksiyonu Şekil 1. Yaygın, multifokal kaviteler ve mikronoduler infiltrasyonlar Şekil 2. A. flukonazol ve gansilovir tedavisi öncesi B. flukonazol ve gansilovir tedavisinin 15. günü P389 Septik Pulmoner Emboli, Bir Olgu Nedeniyle Nesrin Öcal, Tuncer Özkısa, Ömer Deniz, Hayati Bilgiç Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara P388 Kemoterapi alan immünsüprese bir olguda eşzamanlı CMV ve candida albicans pnömonisi Nesrin Öcal, Tuncer Özkısa, Ömer Deniz, Hayati Bilgiç Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Kanser hastalarında mortalite ve morbiditeyi belirleyen en önemli faktörlerden biri enfeksiyonlardır. Enfeksiyöz ajanlar özellikle malignite nedeniyle kemoterapi uygulanmakta olan hastalarda konvansiyonel mikroorganizmalardan fırsatçı patojenlere kadar geniş bir dağılım gösterirler. Bu etkenler arasında mantarlar, CMV gibi viral ajanlar, P. Jirovecii en sık karşılaşılanlardır. Bu konuya örnek teşkil eden bir olgumuzu sunuyoruz. Malign ağız tabanı tümörü nedeniyle kemoterapi almakta olan 49 yaşında erkek hasta genel durum bozukluğu, nefes darlığı, yüksek ateş şikayetleri ve hipoksemi gelişmesi nedeniyle kliniğimize refere edildi. PA akciğer grafisindeki lezyonların detaylı görüntülenmesi amacıyla çekilen toraks BT’de sağ akciğerde daha belirgin olmak üzere bilateral, multifokal, kalın duvarlı kavitasyonlar ve mikronoduler infiltrasyon izlenen hastaya tanısal bronkoskopi işlemi yapıldı. Hastadan alınan korunmuş fırça ve lavaj materyalleri patoloji ve mikrobiyoloji laboratuarlarına gönerildi. İmmünsüpresyon tablosu göz önünde bulundurularak alınan materyallerden mantar, CMV, p. Jirovecii, ARB ve non-spesifik kültür istendi. Fırça preparatlarının patolojik incelemesinde mantar sporları görülen hastanın korunmuş fırça materyallerinin mikrobiyolojik değerlendirmesinde Candida albicans 136 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Septik pulmoner emboli, konjenital kalp hastalığı, IV ilaç kullanımı, uzun süreli katater kullanımı gibi predispozan durumlarda, mikroorganizmaları içeren koagüle kanın sağ kalpten hematojen yolla akciğerlere yayılımı ile infarkt ve abse formasyonları oluşturmasıyla karakterizedir. Morbiditesi ve mortalitesi yüksek olan septik pulmoner embolinin prognozunu belirleyen en önemli faktör, erken tanı ve geniş spektrumlu antibiyoterapidir. Bu açıdan septik pulmoner emboli tanısı koyduğumuz bir olguyu sunuyoruz. Kronik böbrek yetmezliği tanısı ile nefroloji kliniği tarafından hemodiyaliz tedavisi devam eden 60 yaşında kadın hasta yeni gelişen nefes darlığı ve SpO2 düşüklüğü nedeniyle nedeniyle kliniğimize refere edildi. Ateş: 36.5 derece, nabız: 82/dakika, tansiyon arteryal 120/55 mmHg olan hastanın 2 L/dakika nazal oksijen ile alınan arteryal kan gazında pH: 7.19, PCO2:57 mmHg, PO2:58 mmHg, SaO2: %90, olarak ölçüldü. Halen santral katateri bulunan hastanın solunum sistemi fizik muayenesinde bilateral kaidelerde ince raller duyuldu. Çekilen PA akciğer grafisinde bilateral multifokal noduler dansiteler izlenen hastaya toraks BT çekildi. Toraks BT’de üst loblardaki daha belirgin olmak üzere her iki akciğerde, en büyüğü 12x20 mm boyutunda olan, multipl noduler dansiteler izlenen hastanın hikayesinde herhangi bir immünsüpresif tedavi kullanmadığı öğrenildi. 5 gün önceki akciğer grafisinde tariflenen lezyonların izlenmemesi olası bir metastazdan uzaklaştırdı. 2 gün önce alınmış olan katater ucu kültüründe E.coli (ESBL +) (8.000CFU)ve MSSA (>10.000CFU) üremiş olması nedeniyle hastanın mevcut bulguları septik emboli lehine değerlendirildi. Mikrobiyolojik direnç profili doğrultusunda düzenlenen geniş spektrumlu antibiyoterapi ile klinik düzelme izlenen hastanın tedavinin 20. Gününde çekilen kontrol BT’sinde lezyonlarda belirgin gerileme oluştu. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Bu olguyu farklı radyolojik prezentasyonu ile septik emboliyi klinik tanılar arasında hatırlatıcı olması amacıyla paylaştık. Anahtar Kelimeler: emboli, nodul, katater, septik %8.2’si pnömokok aşısı yaptırmıştı. Hastaların %15.8’inde balgam kültüründe üreme saptanırken sadece %2.9’unun kan kültüründe üreme oldu. Hastaların akciğer grafisinde %76.4’ünde konsolidasyon, %31.3’ünde interstisyel/yama tarzı görünüm, %2.2’sinde kavite ve %1.3’ünde abse izlendi. Hastaların %22.1’inde plevral efüzyon izlendi. Tedavi sonuçları %43.6 olguda tam iyileşme,%43.4 olguda kısmi iyileşme,%5.9 olguda tedavi başarısızlığı ve %7.1 olguda eksitus idi. Hastaların PSI ve CURB65 skorları sırasıyla 12.25±24.6 ve 2.40±0.55 idi. TGP olgularında ek hastalık sık görülmesine karşın aşılanma oranları düşük olarak izlenmiştir. Bu olgularda mikrobiyolojik üreme oranları düşük bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: toplumda gelişen pnömoni, klinik bulgular, sosyodemografik bulgular P391 Şekil 1. Tedavi öncesi multifokal noduler opasiteler Granülomatöz Akciğer Enfeksiyonun Nadir Bir Nedeni: Kedi Tırmığı Hastalığı Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2, Suat Durkaya3, Ayşegül Kaynar4, Sema Nur Çalışkan2, Ali Ersoy5 Dörtyol Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları, Hatay İskenderun Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları, Hatay İskenderun Devlet Hastanesi Göğüs Cerrahisi, Hatay 4 İskenderun Devlet Hastanesi Patoloji, Hatay 5 Antakya Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları, Hatay 1 2 3 Şekil 2. Tedavinin 20. gününde radyolojik düzelme P390 Erişkin TGP Olgularının Sosyodemografik ve Klinik Özellikleri Kedi tırmığı hastalığı (KTH), bağışıklık sistemi normal kişilerde, giriş yerinin drene olduğu lenf düğümlerinde kronik inflamasyonla seyreden bir infeksiyondur. Bağışıklık sistem baskılanmış olan hastalarda ensefalit, nöroretinit, granülomatöz konjunktivit, hepatosplenik tutulum, pnömoni ve trombositopenik purpura gibi klinik tablolar şeklinde de ortaya çıkabilir. 50 yaşında kadın hasta öksürük, ateş, eklem ağrısı nedeni ile değerlendirildi. Özgeçmişinde 4 yıl önce karaciğer kist hidatiği nedeni ile operasyon ve romatoid artrit nedeni ile 1 yıldır deltakortil kullanımı mevcuttu. Toraks tomografisinde sağ alt lob superiyor ve üst lobta nodul saptandı. Laboratuvar incelemesinde lökositoz dışında anormallik saptanmadı. Balgam aerob kültür ve ARB si negatif olarak saptandı. Hastaya tanısal VATS uygulandı. Patoloji sonucu granülomlar içinde polimorf nüveli lokositler, tbc ve sarkoidoz dışı granülomatöz hastalık ön planda kedi tırmığı hastalığı olarak raporlandı. Anahtar Kelimeler: Granülomatoz akciğer, kedi tırmığı Ayşın Şakar Coşkun1, Yavuz Havlucu1, Cemile Çetinkaya2, Aykut Çilli3, Burcu Karaboğa3, Oğuz Kılınç4, Öznur Kılıç4, Sezai Taşbakan5, Canan Gündüz5, Armağan Hazar6, Fatma Gündüz6, Nurdan Köktürk7, Esra Uzaslan8, Ayten Filiz9, Öner Dikensoy9, Mehmet Polatlı10, Abdullah Sayıner5 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa Malatya Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, Malatya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 5 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 6 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 7 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 8 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa 9 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep 10 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Aydın 1 2 3 Bu çalışmada yetişkin toplumda gelişen pnömoni (TGP) olgularının klink ve sosyodemografik özelliklerinin incelenmesi amaçlandı. Ocak 2009-Ocak 2013 tarihleri arasında TTD Solunum Sistemi İnfeksiyonları Çalışma Grubu tarafından hazırlanan “Pnömoni Veri Tabanı”na kayıt yapılan 1085 olgu çalışmaya alındı. Hastaların sosyodemografik verileri, yakınmaları, komorbiditeleri, alışkanlıkları, özgeçmiş, fizik muayene bulguları, laboratuar ve radyolojik bulguları, pnömoni ağırlık gruplandırmaları, tedavi sonucu, komplikasyonlar, yatış süresi ve maliyetleri kaydedildi. Hastaların durumuna göre farklı zamanlarda kontroller yapıldı ve yakınmalar, fizik bakı bulguları, laboratuar ve radyolojik bulguları ile tedavi sonuçları kaydedildi. Toplam 1085 olgunun %67,7’si erkek, yaş ortalaması 64.9 ± 17.4 yıl idi. Hastalarda en sık görülen semptomlar öksürük (%87), balgam (%80.5) ve ateş (%58.1) idi. Hastaların %81.8’sinde komorbidite eşlik ediyordu ve %59.5’inde sigara içme öyküsü mevcuttu. Hastaların %14.6’sı influenza Şekil 1. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 137 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 1. Acilde çekilen radyografide, sol suprahilar alanda tespit edilmemiş opasite izleniyor (1A). Üç gün sonra rüptüre kaviter lezyon, buzlu cam infiltrasyonlar ve küntleşmiş sol sinüs gözleniyor (1B). A1 A2 B1 B2 Şekil 2. Şekil 2. İkinci gün çekilen BT’de rüptüre kist, germinal membranlar, buzlu cam infiltrasyonlar ve plevral efüzyon izleniyor (A1 ve A2). İkinci ay çekilen BT’de sadece eski rüptüre kist izleniyor (B1ve B2). P392 Enterik Ateş Seyrinde Rüptüre Olan Akciğer Hidatik Kisti; Bildirilmemiş Bir Olgu Hanifi Yıldız1, Selami Ekin2, Hatice Beyazal Polat1, Fatma Beyazal Çeliker1, Ahmet Arısoy3 Özel Lokman Hekim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van 2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van 3 Özel İstanbul Hastanesi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van 1 Amaç: Kist hidatik (KH) ve enterik ateş ülkemizde endemiktir. KH, kistik ve paraziter bir hastalıktır. Akciğer kistleri nadiren rüptüre olurlar. Burada enterik ateş seyrinde rüptüre olan ilk kist hidatik olgusu sunulacak. Olgu: Otuz iki yaşında bir kadın, ateş, öksürük, bulantı, kusma, karın ağrısıyla acile başvurmuş. Radyografide sol-suprahiler alandaki opasitesi fark edilmemiş (Şekil 1.-A). Enfeksiyon ve reflü tedavisi verilmiş. Üçüncü gün kötüleşen hasta, dâhiliye kliniğimize sevk edilmiş. Mide-duodenum grafisinde reflü saptanmış. Widal testiyle H antijeni 1/400, O 1/100 olarak bulunmuş. Lökosit, HGB ve CRP seviyeleri sırasıyla 4.300 mm3, 10,7 g/ dL ve 207 mg/dl olarak ölçülmüş. Enterik ateş ve reflü tanısı konmuş. Radyografide, sol üst zonda kaviter bir lezyon ve yaygın buzlu cam infiltrasyon görülmüş (Şekil 1.-B). Tüberküloz ve malignite düşünülen hasta kliniğimizce devralındı. Parenteral yolla, günde 40 mg metilprednizolon, 3 gr ampisilin sulbaktam, 400 mg siprofloksasin ve H2 reseptör blokeri başlandı. Ateşi 38ºC, kan basıncı 90/60 mmHg, nabız 130/dk, solunum sayısı 25/ dk, idi. Sol akciğerde solunum seslerinde azalma ve raller saptandı. Bilgisayarlı tomografide (BT) üst lobda rüptüre bir kist, germinal memranlar, buzlu cam infiltrasyonar ve plevral efüzyon görüldü (Şekil 2-A). Andazol tedavisi başlandı. İndirekt hemaglütünasyon testinde pozitifti. (titre 1/640). Batın ultrasonografisi normaldı. Beşinci gün radyografi ile opasitelerde azalma gözlendi ve CRP 5 idi. Cerrahi tedaviyi reddeden hasta oral tedaviyle taburcu edildi. İkinci ay çekilen BT eski rüptüre kist haricinde normaldı (Şekil 2-B). Sonuç: Sonuçta, enterik ateş seyrinde akciğer hidatik kistlerinin rüptüre olabileceği göz ardı edilmemeli. Anahtar Kelimeler: Enterik ateş, hidatik kistler, rüptür A 138 B Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P393 Altmış yaşında erkek hastada bilateral intra arteriyel hidatik kist Sibel Atış Naycı1, Eylem Sercan Özgür1, Meltem Nass Duce2, Cengiz Özge1, Esin Taştekin1, Ahmet İlvan1 Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Mersin 1 2 Hidatik kist hastalığı önemli bir halk sağlığı problemi olup, ağırlıklı olarak karaciğer ve akciğerde yerleşim gösterir. Pulmoner arterlere yerleşim nadir görülmekle birlikte erken tanı hayati öneme sahiptir. Biz bilateral intrarteryel hidatik kisti olan 60 yaşında ki erkek hastayı sunmayı amaçladık. Altmış yaşında 80 paket-yıl sigara öyküsü olan erkek hasta 1 yıldır olan hemoptizi, öksürük, göğüs ağrısı, halsizlik ve gece terlemesi şikayetleri ile başvurdu. Özgeçmişinde özellik saptanmadı. Solunum sistemi muayenesinde bazallerde bilateral ince raller mevcuttu. Laboratuar incelemesinde WBC: 7.04x109/L (%9.2 eozinofil), CRP: 19.9 mg/L, sedimantasyon: 40 mm/saat olarak bulundu. Akciğer grafisinde sağ hiler genişleme, sol kostofrenik sinüs künt ve sol alt zonda konsolide alan izlendi (Şekil 1). Nonspesifik antibiyotik tedavisi başlandı. Balgam ARB 4 defa menfi bulundu. Toraks tomografisinde bilateral alt lob pulmoner arter içinde sıvı dansitesinde alanlar, sol alt lob posterolateral segmentte kaviter lezyon ve sağ alt lob apikal segmentte infiltrasyon saptandı (Şekil 2). Abdominal USG normal sınırlarda bulundu. Hidatik kist indirek hemaglütinasyon testi pozitif bulundu. Ekokardiyografi normal olarak değerlendirildi. Lezyonların yaygınlığı nedeniyle cerrahi işlem yapılamadı. Albendazol tedavisi başlandı. Tedavinin 3. ayında iyilik halinin devam etmekte olduğu izlendi. Hidatik kistin pulmoner ertere yerleşimi nadir olup, hayatı tehdit eden bir durumdur. Hastalığın endemik olduğu bölgelerde dahi tanı koymak güç olabilmektedir. Pulmoner arter içindeki hidatik kistin tomografik görüntüsü karakteristiktir. Klinik ve radyolojik bulguların farkındalığının erken tanı ve tedavi açısından önemli olduğu düşünüldü. Anahtar Kelimeler: hidatik kist, intra arteryel, pulmoner arter POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Anahtar Kelimeler: pnömoni, uygunsuz ADH sendromu P395 Multivariate analysis of some inflammatory and immune survival predictors in patients with severe CAP Kseniia Bielosludtseva, Tetyana Pertseva, Tetyana Kireeva Department of Faculty Therapy, Dnipropetrovsk Medical Academy Şekil 1. Objectives: to determine the significance of markers CD4, CD8, procalcitonin (PCT) and C-reactive protein (CRP) as a predictor of survival in patients with severe CAP. Methods: 51 patients with verified severe CAP without HIV (age – 57,50±4,31 years, men – 37 (72,5%), women – 14 (27,5%)). General analysis, determination of serum PCT and CRP; CD4, CD8 prior ABT (visit 1), on 8–10 day of ABT (visit 3), cluster analysis. Results: in 6 (11,7%) patients with severe CAP, despite adequate ABT, lethal end of disease was determined. All patients were separated on 3 classes: 1) whose PCT at visit 3 decreased by more than 95,6% and CD4 increased significantly (by more than 335,7%) we can predict recovery with a maximal probability; 2)patients whose PCT at visit 3 decreased by more than 95,3% and CD4 increased by more than 4,7%, have a chance to recover, although the risk of death and pulmonary complications is high; 3)patients whose PCT decreased very slightly (by 1%) or significantly increased (by more than 11,460%) and CD4 decreased by more than 50% have a maximum risk of death. Conclusions: with a substantial reduction of PCT and increase of CD4 during the adequate ABT a favorable outcome of severe CAP can expect, whereas at the increasing of PCT and decreasing of CD4 the survival is unfavorable. Keywords: severe CAP, prognosis, predictors P396 Role of inflammatory markers as survival predictors in patients with severe CAP Kseniia Bielosludtseva, Tetyana Pertseva, Tetyana Kireeva Şekil 2. P394 Uygunsuz ADH sendromunun eşlik ettiği pnömoni olgusu Ersin Demirer, Yasin Uyar, Ömer Ayten, Tansel Kendirli, Faruk Çiftçi Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Servisi, İstanbul Giriş: Maligniteler, santral sinir sistemi hastalıkları, tüberküloz, pnömoniler, ampiyem, akciğer apsesi gibi enfeksiyonlar sonucunda Uygunsuz ADH Sendromu ortaya çıkabilmektedir. Olgu: Yirmi yaşında bayan hasta iki haftadır süren öksürük, balgam şikayetleri ile başvurdu. Akciğer grafisinde konsolidasyon tespit edilerek pnömoni öntanısı ile yatırıldı. Özgeçmişinde altı ay önce medulloblastom tanısı ile operasyon ve kemoterapi öyküsü mevcuttu. Tam kan sayımında WBC: 2800, Hb: 10.7, Hct: 37.5 saptandı. Periferek yaymasında %70 nötrofil görüldü. Sedim: 106 mm/saat, CRP: 249 mg/L olarak ölçüldü. Rutin biyokimyasında Na: 122 mEq/L, K: 4 mEq/L idi. İştahsızlık, bulantı ve kusma izlendi. AKG sonucunda pH: 7.25, pCo2: 55 ölçüldü. Hastada epileptik atak görüldü. Serum osmolaritesi 240 mOsm/kg, İdrar osmolaritesi 530 mOsm/kg saptandı. Hastanın antibiyoterapisi piperasilin/tazobaktam ve levofloksasin olarak uygulandı. Toraks Bt’de Sağ akciğer anteromediobazal segmentte 4x2.5 cm boyutlu düzensiz sınırlı yoğunluk artımı, diğer alt lob segmentlerinde yamasal tarzda buzlu cam ve noduler alanlar izlendi. Hiponatremi tedavisinde %3 NaCl uygulandı. Hastanın pnömoni tablosunda ve hiponatremi belirtilerinde düzelme görüldü. Sonuç: Ciddi hiponatremi maligniteli hastalarda izlenebilir. Enfeksiyon hastalıklarında da Uygunsuz ADH Sendromu’nun saptanabilecek bir tablo olabilmektedir. Department of Faculty Therapy, Dnipropetrovsk Medical Academy Objectives: to determine the significance of markers procalcitonin (PCT) and C-reactive protein (CRP) as a predictor of survival in patients with severe CAP. Methods: 51 patients with verified severe CAP without HIV (age – 57,50±4,31 years, men – 37 (72,5%),women – 14 (27,5%)). General analysis, determination of serum PCT and CRP prior ABT (visit 1), on 8–10 day of ABT (visit 2), statistic. Results: in 6 (11,7%) patients with severe CAP, despite adequate ABT, lethal end of disease was determined. Comparative evaluation of initial and final clinical and laboratory dataof survivors and deceased patients with sCAP, found that at baseline all patients were characterized by pronounced inflammatory response, regardless of the outcome of treatment. While the final data obtained that levels of PCT and CRP were significantly different among the dead and the survivors patients. In this case, there was a clear pattern: the patients who survived, there was a decreasein the level of inflammatory markers, and those who died – on the contrary, the dynamic increase in PCT and CRP determined (table 1). Conclusions: initial level of PCT cannot be a survival predictor of severe CAP, therefore the dynamic decrease of PCT (more then by 78%) is a favorable survival predictor. Keywords: severe CAP, prognosis, predictors, markers Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 139 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Table 1. Dynamics of general inflammatory parameters in patients with severe CAP depending on the outcome of the disease parameter Initial data (visit 1) Initial data (visit 1) Final data (visit 3) Final data (visit 3) survivors (n=45) died (n=6) survivors (n=45) died (n=6) PCТ, ng/ml 17,9±3,9^ 23,7±8,4 0,08±0,01*^ 36,5±11,6* СRP, mg/l 262,8±18,2^ 309,3±38,9 39,9±4,7*^ 579,1±74,3*^ N o t e s: 1. * – рs-d˂0,05 by the Mann-Whitney; 2. ^ – pv1-v3˂0,05 by Wilcoxon; infected patients with pneumonia (2,81±2,42 ng/ml). At visit 2 at 8 from 51 patient without HIV with negative effect of ABT had increase dinamic of PCT, which was the couse of ABT change. At visit 3 in 6 (11,7%) patients with severe CAP, despite adequate ABT, lethal end of disease was determined. At the patients who survived there was a decrease in the level of PCT (from 17,9±3,9 ng/ml at visit 1 to 0,08±0,01 at visit 3), and those who died – on the contrary, the dynamic increase in PCT (from 23,7±8,4 ng/ml to 36,5±11,6 ng/ml) determined. Conclusions: PCT and its dynamic is effective diagnostic and prognostic parameter, ethiological marker of severe CAP and marker of efficiency and sufficiency of ABT Keywords: severe CAP, procalcitonin, marker P399 P397 Different clinical, immunological and inflammatory predictors for survival at patients with severe CAP from the position of multifactor analysis Kseniia Bielosludtseva, Tetyana Pertseva, Tetyana Kireeva Department of Faculty Therapy, Dnipropetrovsk Medical Academy Objectives: to determine the significance of clinical parameters, immunological and inflammatory markers as a predictors of survival in patients with severe CAP. Methods: 51 patients with verified severe CAP without HIV (age – 57,50±4,31 years, men – 37 (72,5%), women – 14 (27,5%)). General analysis, SMRT-CO count, determination of serum procalcitonin (PCT) and C-reactive protein (CRP); CD4, CD8 prior ABT (visit 1), on 8–10 day of ABT (visit 2), multufactor analysis. Results: in 6 (11,7%) patients with severe CAP, despite adequate ABT, lethal end of disease was determined. It was found that the most influential clinical criteria were the values of temperature and respiratory rate, which factor loadings were 0,99 and 0,91 respectively. While the factor loadings of scale SMRT-CO was minimal and amounted 0,59, which was less than the factor loadings of heart rate and SaO2 separately. In evaluating of the factor load among laboratory parameters the most significant were CD4 (0,7), CD8 (0,8), ΔCD4 (0,77), ΔPCT (0,7) and the value of band neutrophils (0,71). The immunological markers were more influential than general inflammatory, factor loadings of ΔCD4, ΔCD8, ΔPCT were higher than the initial data of them. Minimal impact on the system (about 0,5) had the results of CRP and white blood cells, which resulted in the exclusion of these parameters from the further statistical analysis. Conclusions: 1) SMRT-CO cannot be survival predictor at patients with CAP; 2)the most significant laboratory predictors of outcome in patients with severe CAP is dynamics of CD4 and PCT. Keywords: severe CAP, progmosis, predictors Toplum Kökenli Metisilin Dirençli Staphylococcus aureus Pnömonisi: Olgu Sunumu Hale Ateş, Duygu Özol, Bülent Bozkurt Turgut Özal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Toplum kökenli metisilin dirençli Staphylococcus aureus (TK-MRSA) enfeksiyonları giderek yaygınlaşıyor ve sağlıklı bireylerde bile giderek ölümcül sorunlara neden oluyor. TK-MRSA enfeksiyonlarının en sık görülme şekilleri deri ve yumuşak doku enfeksiyonları ile pnömonidir. Yaptığımız literatür taramasında TK-MRSA pnömonisi olgularına nadiren rastladık. Biz bu olgu sunumunda toplum kökenli pnömoni tanısı ile hastaneye yatırdığımız ve etken olarak MRSA düşündüğümüz olguyu sunduk.TKMRSA pnömonisi multilober infiltratlar veya kavitasyonla seyredebilir, seyrinde hemoptizi, plevral efüzyon ve ampiyem gelişebilir. TK-MRSA enfeksiyonlarında başvuru öncesi ya da hospitalizasyonun ilk 48 saatinde başlayan semptomlar vardır ve hızlı seyrederek şiddetli solunum yetmezliğine yol açabilmektedir. Bizim olgumuzda da on gün önce başlayan ve son üç gündür şiddetlenen, bir gün içinde solunum yetmezliğine ilerleyen semptomlardan oluşan bir klinik mevcuttu.Yatışından itibaren sırasıyla seftriakson, meropenem ve klaritromisin tedavileri başladığımız hastamızın ateş yüksekliği devam etti ve kliniğinde iyileşme gözlenmedi. Kültürlerinde üretememize rağmen etkenin TK-MRSA olduğunu düşündüğümüz olgumuza linezolid tedavisi başladık. Linezolide tedavisi sonrası hastanın ateşinin düşmesi, nefes darlığı ve takipnesinin geçmesi, AC grafisindeki opasitenin gerilemesi, CRP değerinin düşmesi üzerine hastanın tedaviden fayda gördüğü kanısına vardık. Anahtar Kelimeler: Toplum kökenli pnömoni, MRSA P398 Role of procalcitonin (PCT) in diagnosis, treatment and prognosis of severe CAP Kseniia Bielosludtseva, Tetyana Pertseva, Tetyana Kireeva Department of Faculty Therapy, Dnipropetrovsk Medical Academy Objectives: to determine the significance of marker PCT as a diferential diagnostic parameter, parameter of efficiency and sufficiency of ABT, survival predictor in patients with severe CAP. Methods: 72 patients with probable severe CAP. General analysis, determination of serum PCT prior ABT (visit 1), on 3-4 day of ABT (visit 2), on 8–10 day of ABT (visit 3), statistic. Results: At all patient with verified severe CAP (n=62) serum PCT was more then 0,5 ng/ml (18,7±3,62 ng/ml) (norm - up to 0,05 ng/ml), at other - less then 0,1. At visit 1 all patient with verified severe CAP had different serum PCT depending on ethiology: maximal - at Gramm-negative respiratory agents (52,5±12,63 ng/ml); medium - at Gramm-positive ones (12,8±3,56 ng/ml); minimum - at pneumocystis pneumonia at HIV- 140 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 1. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P401 A. baumannii nedeni ile gelişen hastane kökenli alt solunum yolu enfeksiyonları Sibel Doruk1, Handan İnönü Köseoğlu1, Gülgün Yenişehirli2, İlker Etikan3, Dursun Ali Sağlam4, Ayşe Yılmaz1, Süheyla Kaya5, Özgür Günal6 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Tokat 3 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Bioistatistik Anabilim Dalı, Tokat 4 Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Tokat 5 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat 6 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, İnfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat 1 2 Şekil 2. P400 Renal transplant olgusunda tümör ile karışan akciğer mantar apsesinin tanı ve tedavi yaklaşımı Mustafa Ilgaz Doğrul1, Emire Pınar Seyfettin1, Müşerref Şule Akçay1, Gaye Ulubay1, Merih Tepeoğlu2, Füsun Öner Eyüboğlu1 Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Başkent Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara 1 Amaç: A.baumannii hastane kökenli enfeksiyonların önemli etkenlerindendir. A.baumannii ile gelişen enfeksiyonların tedavisi özellikle kritik hastalarda oldukça güçtür. Bu çalışmada A.baumannii nedeni ile gelişen alt solunum yolu enfeksiyonlu (ASYE) olguların genel özelliklerinin incelenmesi ve bu olgularda mortalitenin belirlenmesi amaçlanmıştır. Metod: Erişkin yoğun bakım ünitesinde 2009-2013 arasında A.baumannii nedeni ile gelişen ASYE olan olguların dosyaları incelendi. Sonuçlar: 87 olgunun (erkek/kadın: 56/31) dosyası incelendi. Solunum yolu örneklerinde üreyen A. baumannii izolatları gentamisin, III-IV. kuşak sefalosporinler ve kinolonlara dirençli idi. Karbapenem direnci 2009 ve 2010 yılında sırasıyla %28.6 and %33.3 iken son 3 yılda ise karbapenem direnci %100 idi. Ortalama mortalite %64.4 idi. Hipoalbuminemi, hipo/hiper natremi, üremi ve YBÜ’de uygulanan parenteral/enteral beslenme, oro/nazo gastrik beslenme tüpü, kardiopulmoner resusitasyon, santral venöz kateterizasyon ve entübasyon gibi invaziv uygulamaların mortalite üzerine etkisi saptanmadı. Ancak trakeostominin mortaliteyi 4 kat arttırdığı ve 65 yaşından büyük olgularda mortalitenin daha yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Karbapenem direnci yıllar içinde artmaktadır. Trakeostomi dışında YBÜ’de uygulanan invaziv işlemlerin mortaliteye etkisi saptanmamıştır. Yaşlı olgularda mortalite daha yüksek iken trakeostomi mortalite riskini 4 kat arttırmaktadır. Anahtar Kelimeler: A.baumannii, çok ilaca dirençli A.baumannii, geniş spektrumlu antibiyotikler, karbapenem, yoğun bakım ünitesi, mortalite 2 47 yaşında, 3 yıl önce renal transplant yapılmış erkek hasta, 3 haftadır süren sağ omuz ve sırt ağrısı ile polikliniğimize başvurduğunda CRP 256,3 mg/L, lökosit 21,05 bin/µL olarak saptandı. 15 paket yıl sigara öyküsü olan hastanın akciğer grafisinde sağ üst zonda mediastene komşu, düzgün sınırlı radyoopasite gözlendi. Renal transplant hastamıza kontrastsız Toraks BT ve Torakal MR yapıldı. Sağ akciğer apeksinde retrosternal alanda, 55x31 mm boyutlarında, pektoral kas posteriorundan anterior mediastene uzanan yumuşak doku kitlesi saptandı. Fiberoptik bronkoskopide endobronşiyal lezyon gözlenmeyen hastadan transtorasik biyopsi ile örnekler alındı. Patoloji sonucu apse ve apse duvarı ile uyumlu bulgular, PAS boyasında şüpheli mantar sporları olarak raporlandı. Biyopsi tekrarı önerilen hastadan alınan ikinci transtorasik biyopsi örnekleri de benzer şekilde raporlandı. Bronkoalveoler lavaj ve doku biyopsi kültürlerinde üreme olmadı. Galaktomannan, prokalsitonin, tümör markerları, CMV PCR, Hepatit ve HIV markerları negatif saptandı. Transösofageal ekokardiyografide trombüs izlenmedi. Diş muayenesinde fokal enfeksiyon odağı saptanmadı. Enfeksiyon hastalıklarınca amprik olarak başlanan piperasilin-tazobaktam tedavisi altında ateş yanıtı olmayan, CRP ve lökosit düzeyleri düşmeyen hastanın tedavisine biyopside izlenen mantar sporları nedeniyle vorikonazol eklendi. Vorikonazol tedavisi altında ateşi düşen, ağrısı düzelen, CRP ve lökosit düzeyleri belirgin gerileyen hasta oral vorikonazol ile taburcu edildi. Tedavinin 8. haftasında çekilen Toraks BT’sinde lezyonda küçülme izlenen, şikâyetleri tamamen düzelen, CRP 15,2 mg/L ve lökosit 12,07 bin/µL olan hastanın vorikonazol tedavisinin devamına karar verildi. Uzun süreli immünsüpresif tedavi alan olgumuzda saptanan mantar apsesinin, tümöral bir lezyonu ileri derecede taklit etmesi ve sekiz haftalık antifungal tedavi ile cerrahiye gerek kalmaksızın gerilemesi ısrarcı medikal tedavinin önemini vurgulamaktadır. Anahtar Kelimeler: akciğer, apse, böbrek, mantar, nakil P402 Candida glabrata pnömonisi: Olgu sunumu Meltem Çoban Ağca1, Tülay Yarkın1, Ebru Sulu1, Candan Elmalı2, Ahmet Balıkçı3, Begüm Arıtan1, Mürşide Demirhan Uzun1 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 2 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, İstanbul 3 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Mikrobiyoloji Bölümü, İstanbul Candida glabrata, sağlıklı kişilerin normal florasında bulunan saprofitik bir ajan olduğu halde immunsupresif ve aspirasyon riski olanlarda ciddi pnömonilere neden olabilir. Pnömoninin nadir bir etkeni olarak, pulmoner Kandidiyazisin %20’sini oluşturur. Antifungal tedaviye sıklıkla dirençli olduğu için tedavisi zordur. Seksen yaşında erkek hasta acil polikliniğimize nefes darlığı ile başvurdu. Özgeçmişinde 6 yıldır KOAH’ı olan hasta dispneik, taşipneik ve taşikardikdi. Oda havasında SpO2 %82, lökosit 31.000/mm3, üre 53mg/ dl, kreatinin 2.83mg/dl, CRP: 300mg/dl idi. Grafide sağ orta ve alt zonda konsolidasyon vardı. Servise yatırılan ve moksifloksasin (400mg/g, İV) başlanan hastanın tedavisinin 3. gününde CRP: 140mg/dl’ye gerilerken, radyolojik progresyon gözlendi. Tedaviye piperasillin /tazobaktam eklendi. Bu tedaviyle kliniği kısmen düzeldi, SpO2 %90’ın üzerine çıktı. Ancak radyolojik değişiklik olmayan hastada olası malignite tanısına karşı balgam sitolojisi çalışıldı, yoğun hif ve mantar sporları görüldü. Fiberoptik bronkoskopi de, nazofarinks ve çevresinde yoğun beyaz renkli plaklar ve her iki bronş sisteminde yoğun ve kıvamlı sekresyon görüldü. Alınan lavaj kültüründe flukonazole duyarlı olduğu raporlanan C. glabrata üredi. Hastaya flukonazol tedavisi başlandı. Antifungal tedavi altında kliniğinde hızla düzelme sağlanan olgununun radyolojik yanıtı daha yavaş oldu. Halen tedavinin 3. ayında olan olgumuz kontrolümüz altında olup, kliniği stabildir. Sonuç: Ağır pnömoni olgularında verilen geniş spektrumlu antibakteriyel tedaviye rağmen hastanın kliniğinde ve radyolojisinde değişiklik olma- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 141 POSTER SUNUMLARI ması durumunda, olası fungal enfeksiyona bağlı pnömoni akla getirilmeli ve tanı için mikrobiyolojik tetkikler derinleştirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Candida glabrata, flukonazol, pnömoni P404 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Metastatik Kanseri Taklit Eden Nadir bir Akciğer Patojeni: Streptomyces Burcu Yalçın1, Serhat Erol1, Ayriz Tuba Gündüz2, Yasemin Özdoğan1, Serpil Tekgül1, Barış Yılmaz1, Mehmet Ufuk Yılmaz1, Enver Yalnız1 1 İzmir Dr Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, İzmir 2 İzmir Dr Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Klinik Mikrobiyoloji, İzmir Şekil 1. Hastaneye yatışın 1. günü Şekil 2. Balgam sitolojisi; yoğun hif ve mantar sporları 56 yaşında erkek hasta öksürük, balgam çıkarma şikayetleri ve akciğer grafisinde üst zonlarda nodüller ile başvurdu. İki aydır nefrotik sendrom nedeniyle kortikostreoid tedavisi almaktaydı. Labaratuar bulguları; CRP:10,2, sedimentasyon:104, WBC:10.400 (%85 nötrofil). Toraks tomografisinde sol ve sağ akciğer üst loblarda plevraya komşu nodüller izlendi. Ayırıcı tanıda fungal enfeksiyon ve malignite düşündük. Yatışında ıntravenöz seftriakson tedavisi başlandı. Bronkoskopide endobronşiyal lezyon saptanmadı. Bronş aspirasyonunun tüberküloz ve mantar kültürlerinde üreme olmadı. Non spesifik kültürde Streptomyces üredi fakat 10³ CFU/mL konsantrasyonda olması nedeniyle etken olarak düşünülmedi ve duyarlılık testi yapılmadı. PET-CT istendi ve sağ ve sol üst loblarda yüksek FDG tutulumu olan nodüller izlendi. Malignite ayırıcı tanısı için ince iğne aspirasyon biopsisi yapıldı. Sitolojide malignite bulgusu izlenmedi. Tüberküloz, mantar ve Streptomyces kültürleri negatifti. Hastaya tru-cut biopsi yapılmasına karar verildi. Hastaneye yatışından 10 gün sonra tomografi eşliğinde tru-cut biopsi işlemi sırasında nodullerde anlamlı regresyon izlendi ve işlem iptal edildi. 1 ay sonra çekilen kontrol toraks tomografisinde bilateral nodüllerde tama yakın regresyon izlendi. WBC,CRP ve sedimentasyon değerleri normale döndü. Nodüllerin Streptomyces enfeksiyonuna bağlı olduğu ve seftriakson tedavisi ile regrese olduğu düşünüldü. Akciğer Streptomyces enfeksiyonu özellikle immunsüpresif hastalarda görülür. Akciğer grafisinde ve toraks tomografisinde plevral effüzyon, infiltrasyon ve nodüller olabilir. Nadir bir enfeksiyon olması nedeniyle Streptomyces tedavisinin süresi olgu sunumlarına göre karar verilebilir. Uzun süreli antibiyoterapi önerilmektedir. Bizim vakamızın gösterdiği gibi bazı seçilmiş olgularda kısa süreli antibiyotik tedavisi yeterli olmaktadır. Tedavi süresi hastalığın şiddeti ve altta yatan hastalığa göre belirlenmelidir. Anahtar Kelimeler: Metastatik Kanser, PET-CT tutulumu, Streptomyces Enfeksiyonu P403 Orta lob Sendromu Nedeniyle Yapılan Orta Lobektomilerin Sonuçları Hakan Kıral, Hakan Yılmaz, Serdar Evman, Levent Alpay, Cansel Atinkaya, Çağatay Tezel, Volkan Baysungur, İrfan Yalçınkaya Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul Amaç: Orta lob sendromu oldukça nadir görülür. Konservatif tedaviye cevap vermeyen olgularda cerrahi tedavi gerektiren önemli bir klinik antitedir. Çalışmamızda orta lob sendromunun tedavisinde cerrahi rezeksiyonların yerini, etkinliğini ve güvenlirliğini araştırmayı amaçladık. Yöntem-Gereçler: Kliniğimizde 2008-2013 yılları arasında orta lob sendromu nedeniyle orta lobektomi yapılan 8 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların klinik özellikleri, ameliyata kadar geçen süreler, kullanılan cerrahi teknikler ve postoperatif sonuçları analiz edildi. Bulgular: Olguların 6’sı kadın 2’si erkek olup yaş ortalaması 37.9 (2259) idi. En sık şikayetler; %62.5 öksürük, balgam, %37.5 nefes darlığı, %12.5 hemoptizi, %12.5 göğüs ağrısı idi. Semptom süreleri ortalama 8.1 yıl (1-20) idi. 5 olguda torakotomi ve 3 olguda Video- asisted torakoskopik cerrahi (VATS) ile orta lobektomi yapıldı. Dren kalış süresi ortalama 2.37 gün (2-4) olup; torakotomi grubunda 2.6 gün, VATS grubunda 2 gün idi. Hastanede kalış süresi ortalama 3.87 gün (2-5) olup; torakotomi grubunda 3.8 gün, VATS grubunda 4 gün idi. Torakotomi grubundaki 1 olguda postoperatif kanamaya bağlı retorakotomi gerekti. Bunun dışında komplikasyon gözlenmedi. Morbidite %12.5 olarak hesaplandı. Mortalite kaydedilmedi. Tüm olguların postoperatif patolojik incelemeleri bronşektazi olarak raporlandı. Sonuçlar: Orta lob sendromunun tedavisinde, orta lobektomi son derece düşük komplikasyon oranları ve kısa hastanede kalış süresi ile etkili bir tedavi yöntemidir. Gerek torakotomi gerekse de VATS ile güvenli bir şekilde uygulanabilir. Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, Orta Lobektomi, Orta lob Sendromu 142 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P405 Tekrarlayan Pulmoner Aspergilloma Olgusu Ayşem Aşkım Öztin Güven, Sibel Arınç, Umut Sabri Kasapoğlu, Murat Kavas, Begüm Arıtan Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Aspergilloma genellikle parankimde mevcut olan tüberküloz, büllöz amfizem veya sarkoidoz gibi bir kavitenin kolonizasyonu sonucu veya seyrek de olsa primer olarak gelişebilir. Aspergillom tanısı ile operasyon sonrası operasyon yerinde gelişen aspergillozis enfeksiyonu nüksü olması nedeniyle nadir bir olgu olarak sunduk. 57 yaşında erkek hasta, kliniğimize ağızdan balgamla karışık kan tükürme yakınması ile başvurdu. Tüberküloz tedavisi sonrası hastanemizde 3 kez hemoptizi nedeniyle yatışı mevcut. İki yıl önce aspergilloma nedeniyle sağ önce üst lobektomi yapılmış. Operasyondan sonra hasta herhangi bir tedavi almamıştır. Hastanın başvurusunda çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde sağ akciğer üst lob bronşunda en geniş yerde 13 mm ölçülen dilatasyon ve distalde geniş kaviter alan saptandı. Fiberoptik bronkoskopi işlemi yapıldı ve sağ akciğer alt lob superior segmentte üzerinde beyaz plakların olduğu lezyon görüldü (Şekil 1). Bronş lavajında mantar kültüründe üreme olmadı. Kan ve bronkoskopik lavaj galaktomannan antijeni negatif kaldı. Aspergillozis enfeksiyonu tanısı ile oral vorikonazol tedavisi başlandı. Takiplerine hemoptizisi olmadı.Yan etki gözlenmedi. Tedavinin 6. ayında kontrol fiberoptik bronkoskopi işlemi yapıldı. Sağ akciğer alt lob superior segmentteki lezyon tedavi sonrası tekrar değerlendirildi. Lezyonların gerilediği görüldü (Şekil 2). Anahtar Kelimeler: Aspergilloma; pulmoner; vorikonazol. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ 12 ay) oranlarını saptamak, bununla ilişkili faktörleri değerlendirmektir. Bu amaçla hastaların yaş, cinsiyet, komorbidite, klinik ve laboratuvar bulguları, radyolojik özellikleri, sigara kullanımı, son 3 ayda hastanede yatış, son 3 ayda antibiyotik kullanımı, hastanede yatış süresi, yoğun bakım ünitesinde takip, kullanılan antibiyotik grupları, antibiyotik değişikliği, sistemik steroid, inhaler steroid, immünsupresif kullanımı, tedavi başarısı, PSI ve CURB-65 ağırlık skorlarına bakıldı. Ekim 2009-Mayıs 2013 tarihleri arasında yatarak tedavi gören, 225 hastanın kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların 145’i (%65,8) erkekti ve yaş ortalaması 62,8 yıldı. Ortalama takip süresi 3,2(8 ay-5 yıl) yıldı. Olguların %86’sınde en az 1 komorbidite vardı ve en sık görülen komorbiditeler DM, koroner arter hastalığı ve KOAH idi. Erken mortalite oranı %9 (20 hasta) iken, 90 günlük mortalite %12 (28 hasta) ve 1 yıl sonra gelişen mortalite %10 (23 hasta) idi. PSI skor ve CURB-65 evresi arttıkça erken ve geç dönem mortalite riskinin arttığı (p=0,001) ve 3. gün CRP değerinde düşüşün yeterli olmadığı hastalarda mortalitenin belirgin olarak daha fazla görüldüğü saptandı (p=0,001). Hasta grubumuzda komorbidite ile erken ve geç dönem mortalite arasında belirgin bir ilişki saptanmadı. Tedavi başarısızlığı nedeniyle tedavi değiştirilen hastalardaki mortalite tüm gruplarda belirgin olarak daha fazla idi (p=0,001). Üç mortalite grubunun kendi arasında karşılaştırılmasında bulgular benzer olup istatistiksel fark saptanmamıştır. Sonuç olarak, TGP’de kabul edilemeyecek düzeyde yüksek uzun-süreli mortalite oranları bulunmaktadır ve bu daha çok hastalığın ağırlığı ve tedavi başarısızlığı ile ilişkilidir. Anahtar Kelimeler: pnömoni, 30 günlük mortalite, geç dönem mortalite Şekil 1. Tedavi öncesi bronkoskopi P407 Mazot Aspirasyonuna Bağlı Pnömoni Olgusu İbrahim Koç, Ayşen Dökme Viranşehir Devlet Hastanesi, Şanlıurfa 21 yaşında askeri personel nefes darlığı, göğüs ağrısı ve ateş şikâyetleriyle acil servise başvurdu. Sorgulamasında hastanın daha önceden bilinen sistemik bir hastalığının olmadığı anlaşıldı. Fizik muayenede ateş:38 OC, nabız 95/dakika, kan basıncı 120/70mmHG, solunum sayısı 24/dakika, saturasyonu oda havasında %90 olarak saptandı. Oskültasyonda tüm akciğer alanlarında yaygın ronküs duyuldu. Hastanın anamnezinde yaklaşık 1 saat önce mazot varilinden ağzıyla negatif basınç uygulayarak mazot çektiği öğrenildi. Mazot çekimi esnasında ani öksürük ve nefes darlığı geliştiği anlaşıldı. Hastanın çekilen akciğer grafisinde sağ akciğer orta-alt zonda dansite artışı olduğu görüldü. Çekilen Toraks BT’de sağ orta loba uyan alanda infiltrasyon alanları izlendi. Takipneik dispneik ve desatüre olan hasta yoğun bakım ünitesine alındı. Antibiyoterapisi düzenlenen hastanın takiplerinde takipnesinde artış olması üzerine non-invaziv mekanik ventilasyon uygulandı. Mazot aspirasyonuna bağlı pnömoni akut pnömonilerin nadir görülen bir formu olup petrol ürünlerinin aspirasyonundan sonra gelişir. Çocuklar, petrol ürünlerini kullanarak ateşle gösteri yapan animatörler ve petrolle uğraşan bireyler genellikle risk altındadırlar. Klinik, hastalığın süresi ve prognoz hastadan hastaya değişkenlik gösterebilmektedir. Genellikle nefes darlığı, öksürük, göğüs ağrısı ateş ve akciğerde konsolidasyonla karakterizedir. Tedavisinde antibiyoterapi destek tedavisi ve lipoid pnömoni gelişen vakalarda tartışmalı olmakla beraber steroid tedavisidir. Anahtar Kelimeler: Aspirasyon, mazot, pnömoni Şekil 2. Tedavi sonra bronkoskopi P406 Hospitalizasyon gereken toplumda gelişen pnömonili olgularda uzun süreli prognoz Burcu Karaboğa1, Aykut Çilli1, Deniz Özel2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Bioistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Antalya 1 2 Toplumda gelişen pnömoni(TGP), tedavi maliyeti yüksek ve ölümcül bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu çalışmanın amacı, hastaneye yatırılan TGP’li hastalarda taburculuk sonrası erken(1 ay) ve geç mortalite(3 ay, Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 143 POSTER SUNUMLARI P409 SOLUNUM YETMEZLİĞİ VE YOĞUN BAKIM TÜRK TORAKS DERNEĞİ Arı sokması sonrası ARDS Ahmet Arisoy1, Hilmi Demirkıran2, Hüseyin Akdeniz3 P408 1 Yoğun bakımımızda ölen 38 hastanın mortalite nedenleri 3 Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van Özel İstanbul Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon, Van Özel İstanbul Hastanesi, Radyoloji, Van 2 Ahmet Arısoy , Hilmi Demirkıran , Hülya Günbatar , Selami Ekin , Bünyamin Sertoğullarından3 1 2 3 3 Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van Özel İstanbul Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon, Van 3 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van 1 2 Amaç: Yoğun bakım enfeksiyonları, yoğun bakım ölümlerinin en önemli nedenidir. Çalışmamızda yoğun bakımımızda 2013 Ocak ve 2013 Haziran ayları arasında ölen hastaların ölüm nedenlerini inceledik. Gereç ve Yöntemler: 1 Ocak 2013 ve 30 Haziran 2013 tarihleri arasında, yoğun bakımızda takip edilen hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların; yaşları, cinsiyetleri, yoğun bakıma ilk kabul ediliş nedenleri, yoğun bakımda kaç gün kaldıkları, hangi nedenle öldükleri, Ventilatör ilişkili pnömoni (VİP) nedeni ile ölenlerde izole edilen bakteriler, kullanılan antibiyotikler ve akciğer grafileri değerlendirildi. Bulgular: Ocak – Haziran 2013 tarihleri arasında yoğun bakımda ölen 38 hastaretrospektif olarak değerlendirildi. Bu hastalardan; 14 hasta(%37) ventilatör ilişkili pnömoni, 9 hasta(%24) serebrovasküler olay, 6 hasta(%16) kalp yetmezliği, 2 hasta(%5) masif pulmoner emboli, 2 hasta(%5) malignensi, 1 hasta(%2,5) mide kanseri ve pnömoni, 1 hasta(%2,5) hepatik ensefalopati nedeni ile kaybedildi. 2 hastanın(%5) kesin ölüm nedeni belirlenemedi. Bir hastaya(%2.5) beyin ölümü tanısı konulduğundan organ nakline verildi. VİP nedeni ile ölen hastaların hepsi 7 günden fazla yatan hastalardı.(Ortalama 16.5 gün) 7günden fazla yatan hasta sayımız 24 idi. Bu hastalarda VİP’ten ölme oranı ise %58’di. 10 günün üstünde yatan hasta sayımız 16 idi. 10 günün üstünde yatan hastalarda VİP’ten ölme oranı %75 idi. Sonuç: Günümüzde yoğun bakım enfeksiyonları, yoğun bakım ölüm nedenleri arasında hala başı çekmektedir. Yoğun bakım enfeksiyonlarını önlemek, tedavi etmekten çok daha önemlidir. Anahtar Kelimeler: Yoğun bakım; Ölüm oranı; Pnömoni, Ventilatör ilişkili 33 yaşında bayan hasta arı sokması sonrası gelişen nefes darlığı nedeni ile acil servisimize başvurdu. Solunum sıkıntısı dışında herhangibir şikayeti yoktu. Yüzünde veya boğazında şişme, döküntü, kaşıntı şikayetleri yoktu. Acil serviste iken; solunum sayısı 30/dk, arteryel tansiyon normal, pulse oksimetre ile bakılan saturasyonu %74 olduğundan yoğun bakımımıza alındı. Akciğer grafisi çekildi. Akciğer grafisinde iki taraflı infiltratları vardı. Oksijensiz alınan kan gazında pH 7.3, pO2 35 mmhg, pCO2 30 mmhg, saturasyon %75 idi. pO2/FiO2 1.66 idi. Hemogram ve biokimya değerleri normaldi. Toraks BT’de iki taraflı yamalı tarzda buzlu cam alanları ve plevral efüzyonu vardı. Kardiyoloji tarafından yapılan ekokardiyografi tamamen doğaldı. Hasta anafilaktik reaksiyon kabul edilerek deksametazon, antihistaminik, adrenalin ve NIMV başlandı. 3 gün yoğun bakımda takip edilen hastanın saturasyonları %90 üstünde ve solunum sayısı 15/dk olduktan sonra servise alındı. Anahtar Kelimeler: Yetişkin solunum sıkıntısı sendromu; böcek sokması; Anafilaksi Tablo 1. Ventilatör ilişkili pnömoni nedeni ile ölen hastaların özellikleri Yaş Yoğun Bakıma kabul ediliş nedeni Yoğun bakımda kaldığı gün sayısı Üretilen mikroorganizma 59 KOAH 13 ProteusMirabilis 58 SVO 8 Çok sayıda koloni 9 Serebral Palsy 7 NFGNB 72 SVO 13 Çok sayıda koloni 66 SVO 15 Çok sayıda koloni 22 Ası 35 NFGNB 73 SVO 12 NFGNB 16 SSPE 18 Klebsiella 62 ISH 24 Enterobakter+NFGNB 90 Kalp yetmezliği 18 Çok sayıda koloni 78 SVO 10 NFGNB 75 KOAH 17 P. aeroginosa 77 SVO 18 ProteusMirabilis 77 SVO 23 Klebsiella Şekil 1. İki taraflı infiltratlar Şekil 2. İki taraflı buzlu cam manzarası ve plevral efüzyon 144 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P410 Dissemine tüberkulozlu immun kompetan hasta: karaciğer ince iğne aspirasyon biyopsisi ile tanı Sibel Atış Naycı1, Eylem Sercan Özgür1, Orhan Sezgin2, Tuba Kara3, Cengiz Özge1, Gamze Çavuşoğlu1, Ahmet İlvan1 Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi, Gastroenteroloji Anabilim Dalı, Mersin 3 Mersin Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Mersin 1 2 Dissemine tüberküloz, tüberküloz basilinin kan yolu ile yayılması sonucu gelişir. Akciğer dışı alanlardan en sık lenf nodu, plevra ve kemik eklem tutulurken, karaciğer tutulumu nadir olarak izlenir. Karaciğer ince iğne aspirasyon biyopsisi ile tanı konulan dissemine tüberkülozlu immünkompetan hastanın sunulması amaçlandı. Kırk sekiz yaşında bayan hasta bir aydır olan kuru öksürük, dispne ve ateş şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenede vücut ısısı:39 °C, nabız: 95/ dk, kan basıncı:140/90 mmHg, solunum sayısı:27/dk, solunum sistemi muayenesinde bilateral inspiratuar ralleri mevcuttu. Akciğer grafisinde tüm alanlarda yaygın bilateral retikülonodüler infiltrasyon saptandı (Resim.1). Laboratuar testlerinde AST:167, ALT:177, LDH:582, WBC:7310, CRP:121 idi. Arter kan gazı ağır hipoksemik solunum yetmezliği ile uyumlu idi. Toraks tomografisinde bilateral yaygın buzlu cam alanları izlendi. 3 balgam ARB, kollojen doku markerları, hepatit ve HIV tetkikleri negatif bulundu. Nonspesifik antibiyotik tedavisi altında hastanın semptomlarında progresyon meydana geldi. Hastanın solunum yetmezliği nedeniyle bronkoskopi yapılamadı. Abdominal USG’de periportal fibrozis saptandı. İnce iğne aspirasyon biyopsi sonucu kronik kazeifiye granülomatöz iltihap olarak geldi. Hastaya 4’lü antitüberküloz tedavi (HRZE) başlandı. Antitüberküloz tedavinin 10. gününde klinik ve radyolojik olarak belirgin düzelme oldu, karaciğer fonksiyon testleri normal sınır değerlere düştü. Hasta tedavinin 4. ayında klinik ve fonksiyonel iyilik hali devam etmektedir. Bağışıklık sistemi normal olan bireylerde dahi tüberküloz enfeksiyonu çok farklı klinik tablolara neden olabilmektedir. Dissemine tüberkulozlu hasta hızlı progresyon ile kötü klinik seyire yol açabilir. Hızlı bir şekilde tanı konulup, tedaviye başlanması hastanın hayatı açısından kritik öneme sahiptir. Özellikle hızlı progresyon göstererek klinik kötüleşmesi olan hastalarda, günlük pratik uygulamada sık olarak kullanılmayan tanı yöntemelerinin de göz önünde bulundurulması gerektiği düşünüldü. Anahtar Kelimeler: dissemine tüberküloz, ince iğne aspirasyon biyopsisi, immunkompetant Metod: Çalışma 200-2009 arasında solunum yetmezliği nedeni ile invazif mekanik ventilasyon uygulanan 50 hasta üzerinden prospektif olarak yapıldı. Uzamış ventilasyon desteği gerekenlere elektif şartlarda cerrahi trakeostomi işlemi yapıldı. Hastalar trakeostomi uygulanan (Grup-I) ve uygulanmayanlar (Grup-II) olarak iki gruba ayrıldı. Gruplar APACHE II, yoğun bakım ve mekanik ventilasyonda kalış süresi, weaning, mortalite açısından karşılaştırıldı. Bulgular: 31 Erkek, 19 Bayan olarak 50 hasta (trakeostomili 24; trakeostomisiz 26) çalışmaya katıldı. Grup-I’de yaş ortalaması (50 ± 18), grupII’de 61 ± 18, idi (p=0,041). Grupların tanı, yaş ve cinsiyetlerine göre dağılımı Tablo-I’ de görülüyor. Grup-I’de pnömoni ve Serebrovasküler hastalık grup-II’den yüksekti. Grup-II’de APACHE II skoru, yaş ortalaması, akut böbrek yetmezliği sayısı grup-I’den daha yüksekti (p<0,05). GrupII’de weaning sayısında istatistiksel olmayan bir düşme vardı. (Şekil 1). Grup-I’de daha uzun yoğun bakım ve mekanik ventilasyon süresi, daha düşük yaş ortalaması ve daha düşük APACHE II skoru vardı (p<0,05). Grup-II de ölen hasta sayısı daha fazla olmasına rağmen hastane mortalitesi açısından anlamlı bir fark yoktu (Şekil 2). Grup- I’de, bir hastada geçici trakeal stenoz, weaning yapılan diğer bir hastada pnömotoraks gelişti. Lojistik regresyon analizinde, APACHE II’nin 23,5 ve üzerinde olması mortalite ile ilişkili bulundu (sensitivite 71% ve spesifite 68%). Sonuç: Sonuç olarak, uzamış solunum yetmezliğinde trakeostominin weaning ve prognoza istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi yoktur. Anahtar Kelimeler: prognoz, slunum yetmezliği, trakeostomi Şekil 1. Trakeostomi olan ve olmayan hastaların weaning oranları Şekil 1. Başvuru sırasında akciğer grafisi Şekil 2. Trakeostomi olan ve olmayan hastaların mortalite oranı. P411 Solunum Yetmezliği Olgularında Trakeostominin Weaning Ve Prognoza Etkisi Hanifi Yıldız1, Bülent Özbay2, Bünyamin Sertoğullarından3, Selami Ekin3, Hülya Günbatar3, Aysel Sünnetçioğlu3, Ahmet Arısoy4 Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van Sıtkı Koçman Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Muğla 3 Yüzüncü Yıl Üniversitesi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van 4 Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Van 1 2 Amaç: Yoğun bakımda mekanik ventilasyon uygulanan hastalarda trakeostomi yapılan ve yapılmayan hastalarda weaning ve prognozu karşılaştırmak. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 145 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 1. Grupların tanı, yaş ve cinsiyetlerine göre dağılımı Grup-I (Sayı) Grup-II (Sayı) P-Değerleri KOAH 9 7 0,4 PNÖMONİ 12 5 0,021 Serebro Vasküler Hastalık 20 11 0,004 Akut Böbrek Yetmezliği 1 9 0,011 Birden çok tanısı Olanlar 9 12 0,578 14/10 17/9 0,772 (50 ± 18) (61 ± 18,) 0,041 ANA TANILAR Erkek/ Bayan Yaş (Yıl) P412 İki ARDS’li olgumuz Ayşe Yılmaz, Dursun Ali Sağlam, Savaş Gegin, Semih Arıcı, Şener Barut, Fazilet Duygu, Handan İnönü Köseoğlu, Serhat Çelikel Şekil 1. Viral pnömoniye bağlı ARDS gelişen olgunun PA Akciğer grafisi Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tokat Giriş: ARDS, alveolo-kapiller permeabilite artışına bağlı ödem ve atelektazilere bağlı gelişen şant nedeniyle derin hipoksemiye yol açan ve ani gelişen bilateral pulmoner infiltratlar ile ortaya çıkan bir tablodur; PaO2/ FiO2<=200 mmHg’dır ve sol kalp yetmezliğine bağlı değildir. Olgu 1: Multiple myelomu olan 63 yaşında, erkek hasta. Acile 4 gündür devam eden yüksek ateş nedeniyle başvurdu. İlk PA akciğer grafisi normaldi, sol bazalde rali vardı ve satO2 %92 idi. Profilaktik baktrim alıyordu, kinolon başlandı. Takipte ateşi düşmemesi üzerine influenza için nasofarengeal örnek gönderilerek tedavisine tamiflu eklendi. Takipte akciğer grafisinde hızlı progresyon gösteren bilateral infiltrasyonları gelişti, oksijenasyonu kötüleşti ve noninvasiv mekanik ventilasyona başlandı. Antimikrobiyal tedavi enfeksiyon hastalıklarına danışılarak düzenlendi. Kültürlerinde üremesi yoktu. H1N1 RNA pozitif(PCR) geldi. Toraks BT’sinde hava bronkogramları içeren yaygın bilateral konsolidasyonlar saptandı. Ateşi devam eden olgunun noninvasiv mekanik ventilasyon altında takipnesi arttı, oksijenasyonu kötüleşti ve invasiv mekanik ventilatör desteğine başlandı (Şekil 1). Olgu 2: Erkek ve 42 yaşında.Trafik kazasına bağlı sağ femur kırığı nedeniyle acile başvurmuş. İki gün sonra nefes darlığı gelişen hastada saturasyon düşüklüğü saptandı. Toraks BT anjiografide pulmoner emboli ile uyumlu bulgu saptanmadı; multiple fokal konsolidasyonlar vardı. Takipte akciğer grafisinde bilateral infiltrasyonlar ortaya çıktı ve oksijenasyonu daha kötüleşti. Başka bir merkezde noninvasiv mekanik ventilatör desteği gereken hastanın takibinde klinik ve akciğer grafisinde düzelme olduğu saptanmıştır (Şekil 2). Sonuç: ARDS’de mortalite oranı yaklaşık %40’dır. Multiple myelomu olan ilk olgunun viral pnomöniye bağlı gelişen ARDS nedeniyle ex olduğu kabul edildi. İkinci olguda femur kırığı sonrası ARDS gelişmiş; noninvasiv mekanik ventilasyon uygulanmış ve takipte klinik ve radyolojik düzelme göstermiştir. Anahtar Kelimeler: ARDS, solunum yetmezliği, pnömoni, femur kırığı, H1N1 virüsü Şekil 2. Femur kırığına bağlı ARDS gelişen olgunun PA AC grafisi P413 Yoğun bakımda takip edilen hastalarda enflamatuvar markerların mortalite üzerine etkisi ve APACHE skoru ile karşılaştırılması Ayşe Yılmaz, Süheyla Kaya, Yunus Emre Kuyucu, Şemsettin Şahin Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tokat Giriş: Sepsis şiddetli enfeksiyon ile komplike olan ve sistemik inflamasyon ve yaygın organ disfonksiyonu ile karakterize kompleks bir klinik tablodur. Sepsis ve sepsis ilişkili komplikasyonlar kritik hastalarda mortalitenin başlıca nedenleridir. Sepsisin hızlı tedavisi hastaların yaşamı için hayati önem taşımaktadır. Amaç: Yoğun bakımda takip edilen hastalarda enflamatuvar markerların mortalite üzerine etkisi ve APACHE skoru ile karşılaştırılması. Kortizol düzeyi, sistemik steroid kullanımı ve D vit düzeyi ile enflamatuar markerlar arasındaki ilişkinin ve ayrıca CRP, prokalsitonin düzeyleri ile enflamatuar markerların karşılaştırılması amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Yoğun bakım ünitesinde takip edilen 15 hastada CRP, prokalsitonin, D vitamini, kortizol düzeyi, LTE4, NO, 8-isoprostan ve H2O2, düzeyleri belirlendi. Hastaların APACHE skorları hesaplandı (beklenen ölüm oranları kaydedildi). Hastalar mortalite açısından takip edildi ve mortalite oranları ve mortal seyredenlerde mortalite günleri kaydedildi. Sonuçlar: Enflamatuar markerlardan 8-isoprostan ve apache skoru arasında pozitif yönde orta düzeyde ve önemli bir ilişki saptandı (r=0,58, 146 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ p=0,02). Pozitif yönde orta düzeyde ve önemli bir ilişkinin saptandığı diğer karsılaştırmalar: 1. CRP ve beklenen ölüm oranı arasında (r=0,63 p=0,01). 2. Prokalsitonin ve mortalite oranları arasında (r=0,59, p=0,02). 3. CRP ve ilk 7 günde mortalite oranları arasında (r=0,58, p=0,02). 4. Prokalsitonin ve İlk 7 ve 30 günde mortalite oranları arasında (sırasıyla, r=0,59, p=0,02; r=0,67, p=0,005). Tartışma: CRP ve prokalsitonin düzeyleri mortaliteyi öngörebilir. Daha çok sayıda hasta içeren ileri çalışmalar 8-isoprostan ve diğer markerların mortalite belirteci olarak kullanılabilirliklerini belirleyebilir. Anahtar Kelimeler: APACHE skoru, enflamatuvar markerlar (LTE4,nitrit/nitrat,nitrit,8-isoprostan,H2O2), yoğun bakım ünitesi, sepsis, mortalite P414 Obezite hipoventilasyon sendromlu hastalarda uzun dönem non-invaziv ventilasyonun sağ kalp fonksiyonuna etkisi Feyza Kargın1, Can Yücel Karabay1, Huriye Berk Takır1, Cüneyt Saltürk1, Merih Balcı1, Selahattin Öztaş1, Murat Yalçınsoy1, İpek Özmen1, Özlem Moçin Yazıcıoğlu1, Gökay Güngör1, Nalan Adıgüzel1, Ramazan Kargın2, Zuhal Karakurt1 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Solunumsal Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul 2 Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: Obesite hipoventilasyon sendromuna (OHS) bağlı solunum yetmezliği nedeniyle solunumsal yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yatan hastaların taburculuk sonrası non-invaziv ventilasyon (NIV) tedavisinin uzun dönem kalp fonksiyonları ve hemodinamik etkisinin araştırılması. Yöntem: Prospektif bir çalışmada düzey III YBÜ’de OHS tanısıyla yatan hastaların yatış ve taburculuk sonrası daki 9. ay Beyin Natriüretik Peptid (BNP), hemodinamik, ekokardiyografik parametreleri YBÜ polikliniği kontrollerinde kayıt edildi. Veriler karşılaştırıldı. Bulgular: Ortalama vücut kitle indeksi 45±11, yaşı 61±13 olan 36 OHS’lu hasta (23 kadın/13 erkek) çalışmaya alındı. Dokuz ayda sağ kalp fonksiyonları ile ilişkili ekokardiyografik parametrelerden sistolik pulmoner arter basıncı [PABs] TAPSE, ve serum BNP de anlamlı değişiklik saptandı (sırasıyla; 43±8 vs 38±8 mmHg, p<0.002; 2.1±0.3cm vs 2.4±0.4 cm, p<0.002; 1049±624 vs 358 ±255 pg/ml, p=0.029). Ancak sol ventrikül ejeksiyon fraksiyon ve sol atriyum gibi sol kalp fonksiyonla ilişkili ekokardiyografik parametrelerde anlamlı değişiklik saptanmadı (sırasıyla 63±7 vs 64±7 %,p>0.11; 3.7±0.7 vs 3.6±0.6 cm, p>0.55). Sonuç: OHS bağlı solunum yetmezliği nedeniyle uzun dönem NIV tedavisinin sağ kalp fonksiyonu ve BNP’de anlamlı düzelme sağlar. Anahtar Kelimeler: Obesite hipoventilasyon sendromu, non-invaziv ventilasyon, sağ kalp fonksiyonu, Beyin Natriüretik Peptid P415 Risk factors for Candidemia in medical Intensive Care Units (ICU) Najada Gjylameti1, Dhimter Kraja2, Elida Mjekaj3 Departament of Laboratory, University Hospital Center “Mother Teresa” Tirana, Albania 2 Departament of Infections Disease, University Hospital Center “Mother Teresa” Tirana, Albania 3 Service of Intensive Care Units, University Hospital Center “Mother Teresa” Tirana, Albania 1 Candidemia is one of the most serious hospital infections with a high rate of mortality in the ICU. In this infection, affect a number of risk factors. Objective: The aim of this study was to determine the risk factors for candidemia and to evaluate the role of colonisation to development of the candidemia. Material-Methods: Hospitalized patients were selected in ICU with over 19 years old and with more than 7 days stay. The following risk factors were be selected: the use of antibiotics, total parenteral nutrition, presence of central venous catheter, urinary catheter, and endotracheal aspirates. The collected samples were blood, urine and endotracheal secretions. All specimens were inoculated on Sabouraud dextrose agar. Iden- tification of the isolates were be done by standart method. Binary logistic regression and chi square test were be used to analyse these risk factors. Results: From the 195 patients examined, 9 (4.6%) resulted with Candida sp. 55.5% of them, were C albicans, 33.3% C glabrata and 11.1% C.parapsilosis. Species isolated from respiratory and urinary tract were the same as in candidemia. Conclusion: The study showed that colonization of the respiratory tract, candiduria, the use of antibiotics, total parenteral nutrition and central venous line are risk factors for candidemia. Keywords: Candida glabrata, parapsilosis, parenteral nutrition, candidemia. P416 Torasik ve ekstratorasik malign tümörlü olgularda yoğun bakım desteği: Endikasyonlar ve sağkalım Aybüke Kekeçoğlu1, Levent Dalar2, Derya Özden Omaygenç1, Ecder Özenç3, Filiz Koşar1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 3 Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, İstanbul 1 2 Giriş: Akciğer kanserli ve akciğer kanseri dışı torasik ve non-torasik solid organ malignitesi olan olgularda yoğun bakım yatışları değerlendirildi. Sağkalım ve ilişkili faktörler değerlendirildi. Yöntemler: Çalışma retrospektif olarak iki üçüncü basamak sağlık merkezinin Ocak 2010-Eylül 2013 tarihleri arasında yoğun bakım ünitelerine alınan torasik ve non-torasik solid organ tümörlü olguların kayıtları incelenerek gerçekleştirildi. Olguların tümü inoperabıldı ve postoperatif olarak yoğun bakıma alınan olgular çalışma dışı bırakıldı. Sonuçlar: Çalışmaya 87 olgu alındı. Çalışmaya katılan olguların yaşları ortalama 64,07±11,90 (31 ile 88) yıldır ve %85,1’i (n=74) erkektir. Olguların yatış süreleri ortalama 12,95±16,48 (1-105) gündür. Olguların entübe kalma süreleri ortalama 11,73±17,49 (0-105) gündür. Olguların APACHE II skorları ortalama 24,35±7,48 (11-49)’dur. Olguların %59,8’inin (n=52) malignitesi toraks iken, %40,2’sinin (n=35) toraks dışıdır. Olguların %16,2’sinin (n=11) malignite tipi KHAKiken, %83,8’inin (n=57) KHDAK olarak saptanmıştır. Olguların %40,2’sinde (n=35) yatış endikasyonu olarak solunum yetmezliği, %42,5’inde (n=37) solunum yetmezliği ve ek endikasyonlar, %17,2’sinde (n=15) ise diğer endikasyonlar görülmektedir. Olguların %57,5’i (n=50) exitus olurken, %35,6’sı (n=31) taburcu edilmiştir. Olguların %59,8’inde (n=52) MV, %29,9’unda (n=26) MV ve NIMV %10,3’ünde (n=9) NIMV uygulandığı saptanmıştır. Mortalite görülen olguların yatış süreleri anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,014). Toplam 37 olgu yaşarken (%42.5); 50 ölüm gözlenmiştir. Ortalama sağkalım süresi 21.73±3.83 gün, medyan sağkalım süresi 15 gündür. Tartışma: Solunum yetmezliği olan torasik ve non-torasik solid organ kanserli olgularda yoğun bakım desteği sağkalıma katkı sağlar, ancak bu olgularda yoğun bakıma kabul kriterleri net olarak belirlenmelidir. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, sağkalım, yoğun bakım P417 Kronik obstrüktif akciğer hastalığında yoğun bakım mortalite nedenlerinin analizi: k-Komorbiditelerin etkisi nedir? Esra Akkütük Öngel1, Zuhal Karakurt2, Cüneyt Saltürk2, Huriye Berk Takır2, Bünyamin Burunsuzoğlu1, Feyza Kargın2, Gülbanu Horzum1, Özlem Moçin2, Gökay Güngör2, Nalan Adıgüzel2, Adnan Yılmaz1 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 2 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul Giriş-Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) tanılı hastalar akut solunum yetmezliği (ASY) nedeniyle mekanik ventilasyona (MV) ihtiyaç duyduklarından daha sık yoğun bakım ünitesine (YBÜ) başvururlar. Çalışmada amaç, komorbiditelerin ve YBÜ yatışındaki klinik verilerin, YBÜ mortalitesindeki etkisini araştırmaktı. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 147 POSTER SUNUMLARI Metod: Geriye dönük, gözlemsel kohort çalışmaya YBÜ’ye 200820012 tarihleri arasında YBÜ’ye yatan önceden KOAH tanısı almış ASY’li hastalar alındı. Hastaların demografik özellikleri, komorbiditeleri (aritmi, hipertansiyon, koroner arter hastalığı [KAH], diyabet, depresyon), beden kitle indeksi (BKİ), YBÜ verileri, uygulanan noninvaziv (NIV) ve invaziv (İMV), ASY nedeni, hastanede ve YBÜ’de yatış gün sayısı ve mortalite nedenleri dosya bilgilerinden kayıt edildi. Hastalar YBÜ mortalite varlğına göre gruplandırıldı ve kayıt edilen veriler karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmamızda 1013 KOAH hastasının (749 erkek) ortalama yaşları (standart sapma) 70±10’du. Komorbiditeler mortalite grubunda (kadın/erkek, 40/131) yaşayan gruba (kadın/erkek, 224/618) göre anlamlı olarak yüksekti, sırasıyla aritmi (24% vs 11%), hipertansion (42% vs 34%), KAH (28% vs 11%), depresyon (7% vs 3%) (p<.001, p<.035, p<.001, p<.007 sırasıyla). Lojistik regresyon analizi ile mortalite risk faktörü olarak İMV, BKİ<20kg/m2, pnömoni, KAH, aritmi, hipertansiyon, kronik hipoksemi ve yüksek APACHE II (odds oranı, [güven aralığı], p değeri sırasıyla, 27.7[15.7-49.0],p<.001; 6.6[3.5-412.7],p<.001; 5.1[2.9-8.8],p<.001; 2.9[1.5-5.6],p<.001; 2.7[1.4-5.2],p<.003; 2.6[1.5-4.4],p<.001; 2.2[1.23.9],p<.008; 1.1[1.03-1.11],p<.001) belirlendi. Sonuç: ASY ile YBÜ’ye yatan KOAH hastalarında aritmi, hipertansiyon ve KAH komorbiditelerinin varlığı, YBÜ mortalite prediktörüdür. Özellikle pnömoni nedeniyle İMV uygulanan kardiak komorbiditeli KOAH hastalarında YBÜ mortalitesinin daha artacağı bilinmelidir. Anahtar Kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, yoğun bakım ünitesi, mortalite, komorbidite TÜRK TORAKS DERNEĞİ bunun temel sebebinin (%60) sosyal güvenlik kurumunun karşılamaması olduğunu belirtti. Tartışma: Kronik solunum yetmezliği olan hastaların klinik gidişatını iyileştiren evde NIV uygulaması konusunda Türkiye’de yaygın farklılıklar vardır. Bu farklılıkların, uygun hastalarda kullanım sıklığının ve sonuçlarının tam olarak belirlenmesine yönelik ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: noninvazif mekanik ventilasyon, kronik solunum yetmezliği, anket Tablo. Pratikte NIV Kullanan Doktorların Eve NIV Reçete etme ile İlişkili Özellikleri Eve NIV Reçete Edenler (n=305) Eve NIV Reçete Etmeyenler (n=70) Ünvan: Akademisyen Uzman Asistan 97 (%31,8) 113 (%37) 95 (31,1) 21 (%30) 38 (%54,3) 11 (%15,7) Hastane tipi (en sık) Üniversite Genel Devlet Hst. 135 (%44,3) 48 (%15,7) 19 (%12,3) 22 (%31,4) Göğüs Hst Doktorluk Süresi, yıl (ortanca, %25 ve75) Asistanlıkta Toplam Bakılan NIV Hasta Sayısı Haftalık Takip Edilen NIV Hastası P418 12 (7,19) 40 (0,150) 4 (2,7) 2 (2,5) Tüm değişkenler için p<0.05 Türkiye’de Kronik Solunum Yetmezliğinde Evde Noninvazif Mekanik Ventilasyon Kullanımına Göğüs Hastalıkları Doktorlarının Yaklaşımı Aylin Özsancak Uğurlu1, Huriye Berk Takır2, Begüm Ergan3, Erdal İn4, Özlem Ertan Edipoğlu5, Ezgi Özyılmaz6, Eylem Tunçay1, Ege Güleç Balbay7, Aslı Görek Dilektaşlı8, Pervin Korkmaz Ekren9, Sevinç Sarınç Ulaşlı10, Mustafa Ilgaz Doğrul11, Tülay Kıvanç12, Elif Yılmazel Uçar13, Şehnaz Olgun14, Özkan Devran15, Recai Ergün3, Zuhal Karakurt2 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul S.B. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 4 Fırat Üniversitesi Fırat Tıp Merkezi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ 5 İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 6 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana 7 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce 8 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa 9 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 10 Kocatepe Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyon 11 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 12 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya 13 Erzurum Aziziye Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum 14 Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 15 Trabzon Ahi Evren Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon 1 2 3 Amaç: Günümüzde evde mekanik ventilasyon tedavisinde en sık kullanılan teknik olan noninvazif mekanik ventilasyon (NIV) uygulamasına Türkiye’deki göğüs hastalıkları doktorlarının yaklaşımını belirlemek. Yöntem: Yazarlarca geliştirilen ve test edilen toplam 38 soruluk anket e-posta yoluyla Türkiye genelinde toplam 2205 göğüs hastalıkları doktoruna iletildi. Sonuçlar: Ankete katılan 536 doktorun %57’i ve klinik pratikte NIV kullanan 375 doktorun %81’i eve NIV reçete ettiğini belirtti. Eve NIV reçete etmenin doktorun ünvanı, çalıştığı hastanenin tipi, göğüs hastalıkları doktorluk süresi, asistanlık eğitimi esnasında NIV kullanılan hasta sayısı ve haftalık takip edilen NIV hasta sayısı ile ilişkili olduğu saptandı (Tablo 1, p<0,05). Başlıca endikasyonları kronik obstrüktif akciğer hastalığı (ortanca, 25 ve persentil: %75, 60, 85), obezite hipoventilasyon sendromu (%10, 4, 20), Overlap sendromu (%10, 0, 20) ve restriktif akciğer hastalığı (%8, 3, 10) idi. Evde NIV kullanımı için en sık Bipap-S (%40, 0, 80) ile oronazal maske (%90, 50, 100) önerilmekte idi. Basınç ayarları çoğunlukla arter kan gazı sonuçlarına (%72) göre titre edilmekte idi. Eve NIV cihazı veren doktorların yaklaşık yarısı nemlendirici reçete etmediğini ve 148 10 (4, 16) 100 (0,300) Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P419 Adrenal Yetmezliği Olan Sepsis ve Septik Şok Hastalarında Proadrenomedüllin ve Diğer Prognostik Belirteçlerin Mortalite İle İlişkisi Baran Balcan, Şehnaz Olgun, Türkay Akbaş, Emel Eryüksel, Sait Karakurt Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Anabilim Dalı, İstanbul Giriş: Sepsis/septik şok hastalarında adrenal yetmezlik varlığında proadrenomedüllin ve diğer prognozu belirleyen faktörlerin mortalite olan ilişkisi araştırılmıştır. Yöntem: Haziran 2012 ve haziran 2013 tarihleri arasında Dahili YBÜ’ine sepsis/septik şok tanısıyla yatmış toplam 48 hasta prospektif olarak incelenmiştir. Adrenal yetersizliği olan ve olmayan hastalarda proadrenomedüllin, proBNP, CRP, trombosit, APACHE ll skoru ile mortalite arasındaki ilişki değerlendirilmiş ve gruplar arası karşılaştırmalar yapılmıştır. Bulgular: Adrenal yetmezliği olmayanlar ile olanlar karşılaştırıldığında proadrenomedüllin (2006 (1232-4361)’ye karşı 2947(1712-5019)), proBNP (4494pg/mL (1013-12254)’e karşı 8511pg/mL(1335-17328))) trombosit sayısı (198000/mL(98000-224000)’e karşı 138000/mL(88000204000)), APACHE II skoru (26(22-34’ya) karşı 24(20-36)) olarak saptanarak aralarında anlamlı fark bulunmamıştır(p>0.05). CRP düzeyleri ise adrenal yetmezliği olan hastalarda olmayanlara göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur(102(70-173)’ye karşı 217(121-326), p=0.008). Adrenal yetersizliği olup proadrenomedüllin düzeyi 2500’ün üzerinde olan 17 hastadan 12’si(%71) kaybedilmiş; proadrenomedüllin düzeyi 2500’ün altında olan 14 hastadan 10’u(%71) kaybedilmiştir (p>0.05). Adrenal yetersizliği olmayan hastalarda ise proadrenomedüllin düzeyi 2500’ün üzerinde olan 7 hastadan 5’i (%71) kaybedilmiştir; proadrenomedüllin düzeyi 2500’ün altında olan 10 hastadan ise 5’i(%50) kaybedilmiştir (p>0.05). ACTH sonrası kortizol düzeyindeki değişme miktarı ile proadrenomedüllin arasında da anlamlı ilişki bulunamamıştır. Sonuç: YBÜ’de yatan adrenal yetmezliği olan ve olmayan sepsis/septik şoklu hastalarda proadrenomedüllin, proBNP, CRP, APACHE II ve trombosit sayısı mortaliteyi öngörmede yararlı değildir. Anahtar Kelimeler: proadrenomedullin, sepsis, prognoz POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P420 P421 Ventilatörle İlişkili Çok İlaca Dirençli Acinetobacter Baumannii Pnömonisinde Mortalite İle İlişkili Faktörlerin Değerlendirilmesi Acil Servise Nefes Darlığı Başvuran Astmatik Bir Hastada, Lokal Prilokaine Bağlı Methemoglobinemi Aysun Şengül1, Erkan Şengül2, Serap Argun Barış3, Nüket Hayırlıoğlu4 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Kocaeli Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Kocaeli 2 Kocaeli Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Kocaeli 3 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Kocaeli 4 Kocaeli Darıca Devlet Hastanesi Mikrobiyoloji Kliniği, Kocaeli Nefes darlığı, siyanoz, hipoksemi ile seyreden methemoglobinemi, nadir görülen ancak ağır sonuçlar doğurabilen bir patolojidir. Akkiz ve konjenital formları olan methemoglobinemi bazı hastalarda benzer semptomlarla seyreden pulmoner hastalıklar ile karıştırılabilmektedir. Özellikle genç hastalarda bu tür semptomlar iyi bir muayene ve methemoglobin ölçümü yapılmadığı takdirde başta astım olmak üzere yanlış tanılarla takip edilebilmektedir. Bu açıdan acil serviste astım öntanısı ile müdehale edilen, tanı konmamış bir methemoglobinemi olgusunu paylaşmak istedik. Acil servise nefes darlığı, parmaklarda morarma şikayetleri ile başvuran 22 yaşında erkek hasta yaklaşık 5 yıldır astım tanısı ile bronkodilatör tedavi kullandığını ancak son iki gündür nefes darlığının arttığını ve parmaklarının morardığını söylemekteydi. Fizik muayenesinde vital bulgular ve solunum sistemi muayene bulguları normaldi. Parmak uçları ve dudaklarda siyanoz izlenen hastanın arteriyal kan gazında PaO2 basıncı 79.8 mmHg, SpO2 ise %89.6 olarak ölçüldü. Oskultasyonda ronküs duyulmayan hastanın mevcut tablosu astım atağı lehine değerlendirilmedi ve methemoglobin düzeyi ölçümü yapıldı. Methemoglobin seviyesi %32.6 olarak ölçülen hastanın anamnezi derinleştirilince 3 gün önce diş çekimi için lokal prilokain uygulandığı öğrenildi. Hasta lokal prilokaine bağlı methemoglobinemi olarak değerlendirilerek hematoloji kliniğince askorbik asit ve nazal oksijen tedavisi başlandı. 4. gündeki kontrolünde methemoglobinemi düzeyi %2.1’e gerileyen hastanın semptomlarında da belirgin düzelme izlendi. Bu olguyu siyanoz, nefes darlığı gibi semptomlarla gelen hastaların ayırıcı tanısında methemoglobinemiyi hatırlatması açısından sunduk. Anahtar Kelimeler: astım, methemoglobinemi, prilokain, siyanoz Nesrin Öcal, Alev Taşkın, Deniz Doğan, Ergün Uçar 1 Amaç: Asinetobakter baumannii, yatan hastalarda ciddi enfeksiyonlara ve ölümlere yol açabilen fırsatçı bir patojendir. A.baumannii’ye bağlı ventilatör ile ilişkili pnömonilerde (VİP) mortalite oranının arttığı bilinmektedir. Çalışmamızda A.baumannii’ye bağlı VİP’lerde mortaliteyi ve mortalitenin ilişkili olduğu durumları değerlendirmeyi amaçladık. Yöntemler: Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) takip edilen, VİP tanısı konulan ve trakeal aspirat kültüründe dirençli A. baummanii üreyen 54 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar, etken izolasyonu sonrasında 30 gün içinde mortalite varlığı bakımından iki gruba ayrıldı. Gruplar yaş, cinsiyet, ek hastalık, APACHE II skoru, etken izolasyonu öncesi yatış süresi, santral kateter varlığı, beslenme şekli (parenteral-enteral), cerrahi operasyon geçirip geçirmedikleri, etken izolasyonu sırasındaki lökosit, hemoglobin, trombosit, ortalama trombosit volümü, Creaktif protein düzeyleri, bakteri direnç durumu bakımından değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 38’inde (%70) mortalite gelişmiş iken, 16 (%30) hastada mortalitenin gelişmediği görüldü. Mortalite, kadınlara oranla erkeklerde daha fazla görüldü (20/13, 18/3, P=0.04). Böbrek yetmezliği, mortalite gelişen grupta 13 hastada, mortalite gelişmeyen grupta 1 hastada bulundu (P=0.01). APACHE II skoru mortalite gelişen grupta 21.14± 4.26 iken, mortalite gelişmeyen grupta 14.20±4.89 idi (P< 0.01). Trombosit sayısı mortalite gelişen hastalarda anlamlı olarak daha düşük saptandı (P=0.02). Sonuç: A.baumannii’ye bağlı VİP’lerde erkek cinsiyet, yüksek APACHE II skoru, böbrek yetmezliği ve düşük trombosit sayısı mortalite ile ilişkili bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: A.baumannii, APACHE II, mortalite, pnömoni Tablo 1. Hastaların Bazal Demografik Özellikleri Değişken Mortalite(+) Mortalite(-) P Yaş 65.84 55.75 0.14 Cinsiyet(E/K) 20/13 18/3 0.04* Diabetes Mellitus 10 1 0.06 Kalp Yetmezliği 13 3 0.24 Böbrek yetmezliği 13 1 0.01* Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı 9 4 0.91 Status Epilepticus 1 3 0.05 Karaciğer Yetmezliği 0 1 0.11 Travma 6 3 0.79 Cerrahi 4 1 0.08 Malignite 3 0 0.14 Serebrovasküler olay 13 4 0.50 Birden fazla ek hastalık 17 4 0.16 Total parenteral beslenme 19 5 0.20 Enteral beslenme 19 11 0.20 Santral kateter varlığı APACHE II skoru 26 12 0.62 21.14 14.20 0.00** Şekil 1. Hastaya ait arteryal kan gazı Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 149 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P422 Methemoglobinemi Ve Thalasemi Minor Birlikteliği, Solunum Yetmezliği Gelişen Bir Olgu Nedeniyle Ramazan Öcal1, Nesrin Öcal2, Deniz Doğan2 Gazi üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Anabilim Dalı, Ankara 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastlalıkları Anabilim Dalı, Ankara 2 Methemoglobin, hemoglobin molekülündeki demirin okside formda (Fe+3) olmasıdır. Bir hemoglobinopati olarak değerlendirilen methemoglobinemi, konjential ve akkiz olabilmektedir. Talasemi minör de konjenital bir hemoglobinopatidir. Methemoglobinemi ve talasemi minor birlikteliğine dair literatürde kısıtlı sayıda olgu bildirilmiştir. Bu olguların değerlendirildiği çalışmalarda bu birlikteliğin talasemi minör ile ilişkili düşük askorbik asit seviyelerine bağlı olduğu değerlendirilmektedir. Bu açıdan nadir görülen bu birlikteliğin izlendiği bir olguyu paylaştık. 21 yaşında erkek hasta nefes darlığı, ellerde morarma şikayeti ile göğüs hastalıkları kliniğine başvurdu. Bu şikayetlerinin çocukluk döneminden beri olduğunu, bazı zamanlarda arttığını söyleyen hastanın solunum sistemi fizik muayenesinde normal solunum sesleri oskulte edildi. Oda havasında pulse oksimetre ile ölçülen SpO2 %70 olması üzerine hastadan arteryal kan gazı alındı. Arteryal kan gazında pH: 7.43, PCO2: 36.1, PO2: 40.8, HCO3: 23.5, SaO2: %70.5, methemoglobin %12 ölçüldü. Rutin biyokimya sonuçları normal sınırlarda olan hastanın tam kan tetkikinde WBC: 7.500, Hgb:12.4, Plt:248.000, Htc:37 olarak ölçüldü. Kronik hipoksemi tarifleyen bir hasta için beklenen HGB değerinin altında bir değer izlenmesi ve mevcut methemoglobinemi nedeniyle alınan hematoloji konsultasyonu ile yapılan periferik yayma sonucunda hastada aynı zamanda beta talasemi minor varlığı da izlendi. Askorbik asit seviyelerinde düşüklük görülen hastaya oral askorbik asit tedavisi başlandı. Tedavinin birinci haftasında hastanın methemoglobin seviyesinin %2.4’e düştüğü ve SpO2’de %20’lik artış olduğu izlendi. Bu olguyu methemoglobinemi ve thalasemi minorun nadir birlikteliğine örnek teşkil etmesi bakımından sunduk. Anahtar Kelimeler: hipoksemi, methemoglobinemi, talasemi minör P423 yan özellikle genç hastalarda overhidrasyon ve negatif basınçlı pulmoner ödem ön planda düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Ekstubasyon, Pulmoner ödem, Postoperatif dönem P424 Pnömoni görünümünde mitral korda tendinea rüptürüne bağlı gelişen pulmoner ödem Didem Özkan, Fatmanur Karaköse, Hatice Özçelik, Kübra Aşık, Esat Hayat, Murat Sezer Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul Olgu: 27 yaşında kadın hasta. Bir haftadır süren halsizlik, dispne ve 2 gündür süren öksürük, ateş şikayetleri ile başvurdu. 2 aydır anemi nedeni ile araştırılan hastanın öz geçmişinde özellik yoktu. 1 hafta önce gribal enfeksiyon geçirme öyküsü mevcuttu. Fizik muayenede oskültasyonda bilateral ral ve pansistolik üfürüm duyuldu. Akciğer grafisinde bilateral diffüz retiküler dansite artışı görüldü. CRP:8.4, WBC:7.7 Hgb:5.5. Ön tanıda bakteriyel ve viral pnömoni düşünülen hasta hastaneye yatırıldı. Seftriakson, klaritromisin ve oseltamivir tedavisi başlandı. Arter kan gazında; pH:7.49 Pco2:27 Po2:50 sO2:90 olması üzerine oksijen tedavisi başlandı. Yatışından 3 saat sonra bol miktarda pembe renkli köpüklü balgam şikayeti oldu. Oksijen tedavisi altında sO2: 80. T/A:,90/50 mmHg, nabız:140/ min. Ekg de sinüs taşikardisi mevcuttu. Toraks BT sinde pulmoner konjesyon görüldü. AKG: pH:7.44 Pco2:34 Po2:55 sO2:90 (8 l/dk oksijen tedavisi altında). Kardiyoloji ile konsulte edilen hastanın ekokardiyografisi yapıldı. Ağır mitral regürjitasyon ve sistolde anterior mitral kapağın sol atriyuma prolapsusu görüldü.Korda tendinea rüptürü tanısı kondu. Korner YBÜ transfer edilen hastanın T/A: 50/30 mmHg, nabız:155/dk dı. İnotrop desteği ve NIMV tedavi başlandı. Mitral yetmezliği tolore edemeyen hasta acil cerrahiye alınarak sol atriyotomi ve annüloplasti uygulandı. Cerrahi sonrası Kardyovasküler YBÜ’nde takip ediliyor. Sonuç: Pulmoner konjesyon enfeksiyon ile karışbilmektedir. Konjesyon saptandığında, özellikle korda rüptürü gibi acil ve mortalitesi yüksek kardiyak nedenler göz önünde bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: pulmoner ödem, korda tendinea rüptürü Erken postoperatif dönemde gelişen solunum yetmezliği Deniz Doğan1, Mehmet Aydoğan2, Tuncer Özkısa1, Nesrin Çandır2, Deniz Arık3, Alper Gündoğan1, Cantürk Taşçı1 Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Isparta Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Isparta 3 Ağrı Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ağrı 1 2 Olgu: 28 yaşında erkek hasta, ani başlayan karın ağrısı şikayeti ile Genel cerrahi polikliniğine müracaat etti. Fizik muayene bulguları ve tanısal testler sonrası akut batın (apendisit) tanısı ile acil operasyona alındı. Olguda cerrahi sonrası ekstübasyonu takiben gelişen solunum yetmezliği nedeni ile göğüs hastalıkları konsültasyonu istendi. Genel durum bozukluğu ve hipoksemisi olan hastanın fizik muayenesinde her iki hemitoraks kaidelerde ince raller oskülte edilmekteydi. Olguya ekstübasyonu takiben gelişen hipoksemi nedeni ile noninvaziv mekanik ventilasyon (NIMV) tedavisi başlandı. Çekilen akciğer grafisinde sağ akciğerde daha belirgin olmak üzere her iki akciğer üst ve orta zonlarda düzensiz sınırlı dansite artışı alanları izlenmekteydi. Olguya daha sonra YRBT (yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı toraks tomografisi) tetkiki yapıldı ve her iki akciğer üst loblarda peribronkovasküler alanlarda yamasal tarzda buzlu cam alanları izlendi. 4-6 saatlik NIMV uygulaması sonrası klinik bulgularında anlamlı regresyon izlenendi. Yaklaşık 16 saat sonra alınan kontrol PA akciğer grafisi tamamen normal olarak izlendi. Sonuç: Akut akciğer ödemi, farklı etyolojilere bağlı olarak farklı klinik ve radyolojik bulgular ile prezente olabilen, solunum yetmezliğinin sık sebeplerinden birisidir. Bu olgu sunumunda genç bir hastada, erken postoperatif dönemde ekstübasyon sonrası gelişen akut akciğer ödemi sunulmuştur. Özellikle erken postoperatif dönemde gelişen pulmoner ödemin ayırıcı tanısında, operasyon sırasında uygunsuz sıvı tedavisi ve transfüzyona bağlı overhidrasyon, kardiyak patolojilere bağlı akut kardiyojenik ödem ve ekstübasyon sonrası laringospazm nedeni ile negatif basınçlı pulmoner ödem ayırıcı tanıda düşünülmedir. Herhangi bir kardiyak hastalığı olma- 150 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 1 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 2. YBÜ sonrası mortalite risk faktörlerinde Cox regresyon analizi Odds oranı %95 Güven Aralığı p değeri Malignite varlığı 1.64 1.12-2.41 0.011 APACHE II değeri YBÜ çıkış 1.05 1.01-1.09 0.015 YBÜ çıkış serum albümin, mg/L 0.62 0.49-0.79 0.001 P426 Yoğun Bakımda C-Reaktif Protein ve Prokalsitonin İzleminin Enfeksiyon Kliniği,Mikrobiyolojik Üreme ve Mortalite ile ilişkisi Şekil 2 P425 Pınar Güven, Aslıhan Yalçın, Şehnaz Olgun, Emel Eryüksel, Sait Karakurt Odds oranı %95 Güven Aralığı p değeri Noninvaziv başarısızlığı ile 3.22 1.07-9.71 0.038 İnvaziv mekanik ventilasyon günü 1.09 1.04-1.15 0.001 APACHE II skoru, YBÜ girişte 1.11 1.07-1.15 0.001 Nabız sayısı/dakika 1.02 1.01-1.03 0.001 Yaş 1.03 1.01-1.05 0.009 KOAH 0.55 0.34-0.89 0.015 Serum albumin, mg/L 0.56 0.39-0.80 0.001 PaO2/FiO2 0.99 0.99-0.99 0.002 7(%87,5) 1(%12,5) 4(%50) Enfeksiyon kliniği (-) 8 Enfeksiyon kliniği (+) Grup 1 Mortalite (-) Tablo 1. Akut solunum yetmezliğinde YBÜ mortalitesi için Lojistik regresyon analizi YBÜ Tablo 1. CRP-Prokalsitonin İlişkisinin Mikrobiyolojik Üreme,Enfeksiyon Kliniği Mevcudiyeti ve Mortalite ile ilişkisi Mortalite (+) Giriş: Akut solunum yetmezliği (ASY) ile yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yatan hastalarda YBÜ ve 12 aylık mortalite analizinde komorbiditelerin rolü ile ilgili veri sınırlıdır. ASY ile YBÜ’ye kabul edilen hastaların YBÜ ve uzun dönem mortalite belirteçlerinde akut sorunlar ve komorbiditelerin etkileri araştırıldı. Yöntem: Geriye dönük gözlemsel kohort çalışma 2012 yılında bir eğitim araştırma hastanesi nin 22 yataklı düzey III YBÜ’de yapıldı. Bir yıllık dönemde yatan her hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, ek hastalıkları, YBÜ verileri giriş ve son kontrol olarak kayıt edildi. YBÜ mortaliteleri ile taburculuk sonrası en az 12 aylık mortaliteleri için risk analizi Kaplan Meier sağkalım ve Cox regresseyon analizi yapıldı. Bulgular: Çalışma döneminde 1022 yatış (362 kadın) ASY ile YBÜ kabul edildi. YBÜ mortalite %20.8 (n=213). YBÜ’de ileri yaş, noninvaziv başarısızlığı, uzun IMV uygulanması, yüksek nabız ve giriş APACHE II, düşük serum albümin ve PaO2/FiO2 mortaliteyi arttırırken KOAH ek hastalığı mortaliteyi azaltan faktörler olarak bulundu (Tablo 1). Takipte 809 hastada mortalite %51.9 (n=420) bulundu ve mortalitenin %50 ilk 2 ayda görüldü. Cox regresyon analizinde malignite ve düşük albümin, yüksek çıkış APACHE II skoru uzun dönem takipte mortalite risk faktörü olarak gösterildi (Tablo 2). Sonuçlar: ASY ile yoğun bakıma yatırılan hastalarda YBÜ sonrası ilk yıl mortalite riskleri YBÜ mortalitelerinden daha yüksektir. Bu hasta grubunda KOAH varlığı YBÜ’deki mortaliteyi azaltırken, uzun dönemde malignite varlığı mortaliteyi arttırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Akut solunum yetersizliği, mortalite, yoğun bakım Mikrobiyolojik Üreme (-) T.C. S.B. Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu, İstanbul İli Anadolu Güney Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Solunumsal Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul Giriş-Amaç: CRP ve prokalsitonin bilinen inflamasyon belirteçleridir. Çalışmamızda hastaların izleminde belirli aralıklarla ölçülen CRP ve prokalsitonin değerleri ile enfeksiyon kliniği, mikrobiyolojik üreme ve mortalite ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık. Materyal-Metod: Hastanemiz Dahili Yoğun Bakım Ünitesinde 1 Kasım-31 Aralık 2013 tarihleri arasında yatan 30 hastanın aralıklı olarak bakılan CRP ve prokalsitonin değerleri prospektif gözlemsel olarak incelendi. Hastalar CRP ve prokalsitonin değerleri arasındaki ilişkiye göre 4 gruba ayrıldı. Grup 1:CRP ve prokalsitonin değerleri birlikte artan Grup 2:CRP ve prokalsitonin değerleri birlikte azalan Grup 3:CRP artarken prokalsitonin azalan Grup 4:CRP azalırken prokalsitonin artan Dört grubun bu süreçteki enfeksiyon kliniği varlığı/yokluğu,mikrobiyolojik üreme varlığı/yokluğu ve mortalite durumları değerlendirildi. Bulgular: Tablo 1 Sonuç: CRP ve prokalsitonin değerlerinin birlikte arttığı yada birlikte azaldığı durumlarda enfeksiyon kliniği varlığı/yokluğu ve beraberinde mikrobiyolojik üreme varlığı/yokluğu durumu daha korele iken CRP ve prokalsitoninin birlikte hareket etmedikleri durumlarda hastaları kliniklerine göre değerlendirmek önemlidir. Anahtar Kelimeler: CRP,prokalsitonin,enfeksiyon Mikrobiyolojik Üreme (+) Huriye Berk Takır, Zuhal Karakurt, Cüneyt Saltürk, Feyza Kargın, Merih Balcı, Bünyamin Burunsuzoğlu, Esra Akkütük, Özlem Moçin, Nalan Adıgüzel, Gökay Güngör Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğunbakım Anabilim Dalı, İstanbul Toplam sayı (n) Akut solunum yetmezliği ile yoğun bakıma yatan hastalarda yoğun bakım ve oniki aylık mortalite: komorbiditelerin rolü nedir? 4(%50) 8(%100) 0 Grup 2 13 2(%16) 11(%84) 2(%16) 11(%84) 3(%23) 10(%77) Grup 3 5 2(%40) 3(%60) 2(%40) 3(%60) 4(%80) 1(%20) Grup 4 4 1(%25) 3(%75) 2(%50) 2(%50) 4(%100) 0 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 151 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P427 Kontrolsüz warfarin kullanımına bağlı diffüz alveoler hemoraji olgusu Taner Tarladaçalışır1, İlkay Albayrak1, Müge Kunduracılar2 Göğüs Cerrahisi Kliniği, Edirne Devlet Hastanesi, Edirne Genel Yoğun Bakım Kliniği, Edirne Devlet Hastanesi, Edirne 1 2 Diffüz alveolar hemoraji (DAH), alveolar septalardaki kapiller harabiyetine bağlı alveoler boşluklar içine oluşan kanamanın yol açtığı semptomlar ile karakterize bir sendromdur. Birçok ilaca bağlı olarak DAH görülebilir. Warfarin ise farklı kanama komplikasyonlarının sık görüldüğü bir ilaç olmakla birlikte nadiren DAH’ ye yol açar. Bu çalışmada warfarinin kontrolsüz kullanımına bağlı DAH gelişen olgu sunulmuştur. Seksen yaşında erkek hasta, üç gündür devam eden hemoptizi nedeniyle Acil Servis’e başvurdu. Başvuru esnasında öksürük, hemoptizi, burun kanaması ve nefes darlığı mevcuttu. Atrial fibrilasyon nedeniyle oral antikoagülan (warfarin) kullanmaktaydı. Acil Servis’teki değerlendirmesinde, genel durumu orta, şuuru açık ve koopere, kan basıncı 170/90 mmHg, nabız 106/dk, solunum sayısı 40/dk idi. Arter kan gazında, pH: 7.4, pO2: 54, pCO2: 31 ve saturasyon %88 iken, hemoglobin 12.3 gr/dL, hematokrit %38.9, INR: 6.3 olarak ölçüldü. Direkt akciğer grafisinde, bilateral yaygın infiltrasyonlar saptandı (Şekil 1). Hasta mevcut bulgularla Yoğun Bakım Ünitesi’ne (YBÜ) alındı ve entübe edilerek mekanik ventilatöre bağlandı. K vitamini ve TDP uygulanıp, traneksamik asit infüzyonu başlandı. Hastanın 12 saat sonra bakılan INR değeri 2.1 olarak ölçüldü. Klinik ve radyolojik bulgularının iyileşmesi ile yatışının 12. gününde ekstübe edildi ve Göğüs Hastalıkları Servisi’ne nakledildi. Oral antikoagülanların en ciddi ve nadir görülen komplikasyonlarından biri DAH’dir. Bu nedenle hastalar ilacın düzenli kullanımı ve olası yan etkiler yönünden bilgilendirilmelidir. Klinik ve radyolojik olarak DAH tanısı konulması durumunda etkin ve agresif tedavi uygulamaları ile mortalite oranlarının belirgin şekilde azaltılabileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: diffüz alveolar hemoraji, hemoptizi, warfarin tedavisi rektiren bir durumdur. Dispne, hemoptizi, anemi ve bilateral alveolar infiltrasyon saptanan hastalarda DAH düşünülmelidir. Tanıda erken dönemde bronkoskopi yapılması ve bronkoalveolar lavaj sıvısında hemosiderin yüklü makrofajların gösterilmesi önemlidir. DAH vakalarının çoğu kapilleritle birlikte olan otoimmun vaskülit veya bağdokusu hastalıklarından kaynaklıdır. Bunun yanında koagulasyon bozuklukları, inhaler toxik ajanlara maruziyet, çeşitli ilaçlar, mitral darlığı ve transplantasyon da DAH nedenleri arasındadır. Generalize tonik-klonik nöbetle acile getirilen 53 yaşında erkek hastanın nöbet sonrası başlayan hemoptizisi vardı. Akciğer grafisinde bilateral alveolar yaygın infiltrasyonları olan yatırıldı. Hastanın acile başvurusu ve yatışının 3. günündeki kan sonuçları kıyaslandığında Hb de 3 gr/dl, Htc de %8,7 düşme saptandı. FOB yapıldı. Alınan bronkoalveolar lavajda(BAL) hemosiderin yüklü makrofajlar saptanan hastaya DAH tanısı konuldu. Oskarbazepin kullanan hastaya Kortikosteroid ve Traneksemik asit tedavisi verildi. İnfiltrasyonlar hızla düzeldi. Hasta 12 günlük servis takibinden sonra şifa ile taburcu edildi. Hasta bir yıldan daha fazla süredir semptozsuz ve nüks olmadan izleniyor. Literatür taramamızda epilepsi atağına bağlı sadece bir DAH vakası saptadık. Ancak karbamazepinin diffüse alveolar hasar yaptığı bilinmesine rağmen DAH ile ilişki hiç bildirilmemişti. Ve bu grubun yeni üyesi okskarbazepinin akciğer hasarına dair çok az veri vardı. Bu yönüyle oldukça ilginç ve nadir olan olgumuzu, okskarbamezepin kullanırken nöbetten hemen sonra başlayan bir DAH vakası olması nedeniyle sunmayı uygun bulduk Anahtar Kelimeler: Diffuz Alveoler Hemoraji (DAH), Epileptik Atak, Okskarbazepin Şekil 1. Bilateral alveoler akciğer infiltrasyonları Şekil 1. Hastanın başvuru anındaki direkt akciğer grafisinde, bilateral yaygın infiltrasyonlar saptandı. P428 Epileptik Atak ve Okskarbazepin İlişkili Bir Diffuz Alveoler Hemoraji (DAH) Vakası Recep Akgedik1, Berna Botan Yıldırım2, Şükran Akgedik3, Ali Bekir Kurt4 Ordu Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ordu 2 Ordu eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Ordu 3 Ordu Devlet Hastanesi, Patoloji, Ordu 4 Ordu Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ordu 1 Diffüz alveolar hemoraji (DAH), alveollerin içine yaygın kanama ile karakterize, nadir görülen, mortalitesi yüksek olan ve acil müdahale ge- 152 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. Subplevral alan dışında yagın alveolar infiltrasyonlar widespread alveolar infiltrates in lung without subpleural area. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P429 P430 Noninvasif mekanik ventilasyon: 12 aylık deneyim Akut solunum yetmezliğinde ASV ile PSV-SIMV ventilasyon modlarının karşılaştırması Sevda Şener Cömert, Benan Çağlayan, Banu Salepci, Gamze Çelik, Coşkun Doğan, Nesrin Kıral Aslıhan Yalçın, Pınar Güven, Şehnaz Olgun, Emel Eryüksel, Sait Karakurt Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul Amaç: Kliniğimize solunum yetmezliği tanısı ile yatan hastalarda uygulanan noninvazif mekanik ventilasyonun(NIMV) etkinliğini değerlendirmek ve başarısızlıkla ilişkili faktörleri ortaya koymak. Yöntemler: 2013 yılında solunum yetmezliği tanısı ile kliniğimize yatan ve NIMV endikasyonu olan olgular prospektif olarak çalışmaya alındı.Bu olgular; tedavisini tamamlayıp taburcu olanlar tedavi başarılı grup(grup 1),NIMV başlanmasından sonra invazif yoğun bakım endikasyonu konulan ya da eksitus olan olgular tedavi başarısız grup(grup 2) olarak ikiye ayrıldı. Her iki grupta yer alan hastaların demografik verileri,ek hastalıkları,son 1 yıldaki yatış öyküleri,semptomları,Glasgow koma skoru(GKS),kalp tepe atımı,dakika solunum sayısı,akciğer grafisi bulguları,başlangıç ve 1. saat arter kan gazı(AKG) değerleri,laboratuar verileri,hastanede yatış süreleri kayıt edildi;bu veriler birbirleri ile karşılaştırıldı.NIMV için başarı oranı hesaplandı ve her iki grupta yer alan olguların verileri karşılaştırılarak tedavi başarısızlığına etkili faktörler araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 66.7±11.6 olan ve solunum yetersizliği tanısı konulan 14(%29.8) kadın, 33(%70.2) erkek toplam 47 hasta alındı.Olgularımızın 37(%78.7)’sinde tanı kronik obstrüktif akciğer hastalığı(KOAH)iken geri kalan olgularda tek başına veya KOAH ile birlikte konjestif kalp yetersizliği,interstisyel akciğer hastalığı,pnömoni,obstrüktif uyku apne sendromu(OUAS),restriktif hastalıklar mevcuttu.47 olgudan 3(%6.4)’ü tedavi başarısızlığı grubunda yer alırken geri kalan olgular tabucu edildi(tedavi başarısı %93.6).Her iki grupta yer alan hastalara ait veriler ve istatistiksel karşılaştırmaları tablo 1’de verilmiştir.Solunum yetmezliği olgularında NIMV uygulamasında tedavi başarısızlığı ile GKS,ek hastalık sayısının fazlalığı,AKG’da yatış sırasındaki ve 1. saat sonundaki pH değeri arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü(p=0.001,p=0.005,p= 0.011,p=0.05). Sonuç: Düşük GKS, fazla sayıda komorbidite, düşük başlangıç ve 1.saat sonu pH değeri NIMV başarısızlığı ile ilişkilidir. Bu olgularda yakın takip ve doğru zamanda invazif mekanik ventilasyon kararı vermek hasta için yaşam kurtarıcı olabilir. Anahtar Kelimeler: noninvasif mekanik ventilasyon, solunum yetmezliği, tedavi başarısı Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Anabilim Dalı, İstanbul Giriş: Uyumlu destek ventilasyonunun(Adaptive Support Ventilation;ASV) geleneksel modlara göre daha kısa sürede yüksek etkinlikte mekanik ventilasyon(MV) sağladığını savunan görüşler vardır. Ancak çalışmaların çoğu postoperatif hastalarla yapılmıştır. Değişik hasta gruplarında ve geleneksel modlarla karşılaştırmalı çalışmalar sınırlı sayıdadır. Amaç: ASV ve PSV+SIMV ventilasyon modlarının yoğun bakım ünitesi(YBÜ)’nde sağkalım, yatış, MV desteği, ekstübasyon süreleri üzerine etkilerinin karşılaştırılması. Yöntem: Eylül 2013- Ocak 2014 arasında YBÜ’mizde akut solunum yetmezliği nedeni ile MV desteği verilen toplam 32 hasta çalışmaya alındı(TabloI). Olguların 16’sı ASV, 16’sı PSV+SIMV mod ile izlendi, YBÜ yatış, MV desteği, ekstübasyon süreleri ve YBÜ sağkalım durumları kaydedildi. Bulgular: Yaş ortalaması 61(±19,9) olan, 13 kadın, 19 erkek çalışmaya alındı. İstatiksel olarak anlamlı fark olmamakla beraber ASV modda izlenen hastalarda MV’de kalma, ekstübasyon aşaması ve YBÜ yatış sürelerinin PSV+SIMV moda göre daha kısa olduğu gözlendi, YBÜ sağ kalım süreleri benzer saptandı(TabloII). Sonuç: Akut solunum yetmezliğine yaklaşımda ASV; az zamanda yüksek etkinliği olan bir mod olabilir. Anahtar Kelimeler: ASV, PSV+SIMV, akut solunum yetmezliği Tablo 1. MV modu N Median %75 CI P(<0.05) MV süresi (gün) ASV P-SIMV 17 15 6.5 4 5-7 3-5.9 0,712 YBÜ’nde yatış süresi (gün) ASV P-SIMV 17 15 9 7 8-16 5-9.8 0,638 Ekstübasyon süresi (gün) ASV P-SIMV 8 7 2 1 1.5-2 1-2 0,667 Sağkalım (gün) ASV P-SIMV 7/17 6/15 2 2 2-2 2-2 0,839 Tablo. Klinik ve laboratuar veriler ve gruplar arası karşılaştırma Tüm olgular (ort±SS) Grup 1 (ort±SS) Grup 2 (ort±SS) p değeri Kalp tepe atımı 89.4±12.7 89.2±13.0 92.5±9.2 >0.05 Dakika solunum sayısı 20.9±3.8 20.8±3.7 21.7±4.9 >0.05 Glasgow koma skoru 14.9±0.3 14.9±0.2 14.3±1.2 0.001 Ek hastalık sayısı 1.61±1.32 1.45±1.17 3.67±1.52 0.005 Son 1 yılda hastane yatışı 0.34±0.79 0.36±0.81 0 >0.05 Son 1 yılda YBÜ yatış 0.34±0.60 0.36±0.61 0 >0.05 Yatış pH 7.96±0.06 7.36±0.55 7.41±0.10 0.011 Yatış pCO2 (mmHg) 66.5±8.8 66.2±8.1 70.9±18.1 >0.05 Yatış pO2 (mmHg) 61.3±22.7 58.9±19.9 95.6±38.5 >0.07 Bronkospazmın Nadir Bir Nedeni: Hipokalsemi 1.saat pH 7.38±0.06 7.38±0.05 7.40±0.15 0.05 Fatma Yıldırım1, Hamit Küçük2, Okan Ermiş3, İsmail Katı3, Lale Karabıyık3 1.saat pCO2 (mmHg) 63.7±11.3 63.2±10.1 70.8±25.3 >0.05 1.saat pO2 (mmHg) 60.2±12.2 60.3±12.3 58.7±12.7 >0.05 CRP 52.9±70.1 52.5±71.0 60.4±70.1 >0.05 Tablo 2. Çalışmaya alınan hasta grupları ASV PSV+SIMV Hipoksemik solunum yetmezliği 9 4 5 Hiperkapnik solunum yetmezliği 15 7 8 Şok, hipoperfüzyon 8 4 4 Postoperatif, atelektazi - - - P431 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dahiliye Anabilim Dalı, Ankara 3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anezteziyoloji Yoğun Bakım Bilim Dalı Ankara 1 2 Paratiroid operasyonu sonrası aç-kemik sendromuna bağlı laringospazm olguları bilinmesine rağmen bronkospazm olgusu bildirilmemiştir. Bu olguda hipokalsemisi olan hastada kalsiyum replasmanıyla tedavi edilen bronkospazm sunulmuştur. Kırkyedi yaşında bayan hasta, 10 gün önce olan paratiroid adenoidektomi ve timektomi nedeniyle opere edilmiş ancak operasyon sonrası ekstübe edilememe nedeniyle anesteziyoloji yoğun bakım ünitesine kabul edildi. Öyküsünde 10 yıl önce geçirilmiş kifoskolyoz nedeniyle vertebra operasyonu ve restriktif akciğer hastalığı mevcuttu. Gelişinde ciddi bron- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 153 POSTER SUNUMLARI kospazmı olan hasta tedavi olarak metil-prednizolon 40 mg iv, kısa etkili antikolinerjik ve ß2 agonist; ETA kültüründe üreme olmaması nedeniyle ampirik olarak piperazilin-tazobaktam 4x4,5 gr iv tedavisi almaktaydı. Bronkospazmına yönelik teofilin infüzyonu yükleme dozu ile beraber başlandı. Bakılan plazma teofilin düzeyi terapötik aralıkta bulundu ancak bronkospazmı devam ederek plato basınçları yüksek seyretmeye devam etti. Hastaya sedasyonla birlikte rocuronium ile nöromüsküler blokaj yapıldı. Gönderilen iyonize kalsiyum (iCa) düzeyi düşük tespit edilmesi nedeniyle endokrinoloji bölümü ile birlikte hastaya iv kalsiyum replasmanı yapıldı, anti-fosfat tedavisi başlandı. iCa düzeyleri yükseldikçe hastanın bronkospazmında gerileme hiperkapnisinde düzelme gözlendi. Bu hastadaki ciddi bronkospazmın hipokalsemiye bağlı olarak geliştiği düşünüldü. Bronkospazm nedeniyle solunum sıkıntısı olan yoğun bakım hastalarında kalsiyum düzeylerinin değerlendirilmesinin yararlı olacağı kanısına varıldı. Anahtar Kelimeler: Hipokalsemi, ciddi bronkospazm TÜRK TORAKS DERNEĞİ Sonuç: Pulmoner tromboemboli fatal seyredebilen ciddi bir durumdur; masif embolisi olan hastalarda trombolitik tedavi belirgin komplikasyon olmadan sağkalımı arttırabilir. Anahtar Kelimeler: pulmoner tromboemboli, mortalite, trombolitik tedavi P434 Diaphragmatic Pacing and Ventilator Weaning Strategies in Amyotrophic Lateral Sclerosis Abdul Mukhtadir Khan, Stephen Kantrow Louisiana State University Health Sciences Center, USA P432 Yoğun bakım ünitesinde izlenen pnömoni olgularında mortalite için risk faktörleri Recai Ergün, Begüm Ergan Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Yoğun bakım ünitemizde pnömoni tanısı ile izlenen hastaların klinik karakteristiklerini ve mortalite ilişkili faktörleri belirlemeyi amaçladık. Yöntem: Haziran 2013-Ocak 2014 tarihleri arasında pnömoni tanısı ile servisimizde izlenen hastaların demografik, klinik ve laboratuar özellikleri prospektif olarak kaydedildi ve mortalite ilişkili faktörler açısından değerlendirildi. Bulgular: Toplam 51 hasta (ortanca yaş 75 yıl, 24 erkek) çalışmaya alındı. Bu hastaların 21’i toplumda kazanılmış pnömoni, 18’i sağlık bakımı ilişkili pnömoni, 12’si ise nozokomial pnömoni idi. Pnömoni grupları arasında klinik ve laboratuar özellikleri açısından istatistiksel anlamlı fark olmadığı görüldü. Tüm grupta giriş APACHE 2 skoru 24,5 olup; mortalite oranı %51,8 idi. Mortalite ilişkili faktörler ikili analiz ile değerlendirildiğinde pnömoni tipinin mortaliteyi etkilemediği; ağır sepsis varlığı, akut böbrek yetmezliği gelişimi ve yoğun bakım infeksiyonu gelişmesi varlığında mortalitenin arttığı (p sırası ile 0,01; <0,01 ve <0,01) görüldü. Sonuç: Yoğun bakım ünitesine kabul edilen pnömonilerde mortalite oranı nispeten yüksektir, ağır sepsis, akut böbrek yetmezliği varlığı ve yoğun bakımda infeksiyon kazanılması varlığında mortalite daha da artmaktadır. Anahtar Kelimeler: pnömoni, yoğun bakım, mortalite Amyotrophic Lateral Sclerosis (ALS) is a progressive neurodegenerative disease that leads to muscle weakness, muscle atrophy and eventual respiratory failure. We report a complication of diaphragmatic pacemaker implantation and use of a multimodality approach to ventilator weaning in ALS. 66 year old woman with ALS and worsening respiratory function and dysphagia underwent placement of diaphragmatic pacemaker and percutaneous endoscopic gastrostomy (PEG) tube. She initially tolerated the procedure well, however on hospital day one oxygen requirements increased. On hospital day two, the patient developed hypercapnic respiratory failure without obvious respiratory distress and required intubation. Bronchoscopy was performed with removal of thick secretions, and recruitment maneuvers were performed to re-expand atelectatic lung. Glycopyrrolate to reduce oral secretions, aggressive oropharyngeal and nasotracheal suctioning, and an insufflator-exsufflator machine were used. After achieving an FIO2 0.21, she was extubated to noninvasive ventilation. Respiratory failure recurred, and was managed by repeat bronchoscopy and the secretion management protocol. She was discharged home on noninvasive mechanical ventilation on hospital day fifteen. Discussion: This case illustrates a complication of diaphragmatic pacemaker placement in ALS patients with neuromuscular weakness and worsening respiratory status. Implementing a strategy to prevent and remove airway secretions may improve liberation of ALS patients from mechanical ventilation. Keywords: Diaphragmatic Pacing, Amyotrophic Lateral Sclerosis TANI YÖNTEMLERİ P433 P435 Akut pulmoner tromboemboli tanısı ile yoğun bakım ünitesinde izlenen hastaların sağkalımı Hipertiroidili Hastalarda Solunum Fonksiyon Testi Değerleri Begüm Ergan, Recai Ergün Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Akut pulmoner tromboemboli nispeten sık görülen ve ciddi mortalite riski olan bir hastalıktır; erken tanı ve hızlı uygulanan tedavi ile mortalite azalabilir. Bu çalışmada iki yıllık dönemde pulmoner tromboemboli tanısı ile yoğun bakım ünitesine yatış gerektiren hastaların genel özelliklerini saptamayı ve sağkalımı değerlendirmeyi amaçladık. Yöntemler: Şubat 2012-2014 tarihleri arasında klinik, laboratuar ve görüntüleme yöntemleri ile pulmoner tromboemboli tanısı alan 17 hasta çalışmaya alınarak değerlendirme yapıldı. Bulgular: Hastaların 9’u kadın, 8’i erkek; ortanca yaş 69,0 (çeyrekler arası aralık 62,0-74,0); ortanca APACHE2 skoru 18,0 (16,5-21,5) olarak saptandı. Pulmoner tromboemboli için risk faktörü toplam 13 hastada (%76,5) vardı. En sık görülen semptomlar nefes darlığı (%94,1) ve plöretik tarzda göğüs ağrısı (%76,5) idi; kan gazı değerlendirmesinde ortanca pH, PCO2 ve PO2 değerleri sırası ile 7,47; 30,7mmHg ve 48,8mmHg olarak saptandı. 13 hasta oksijen desteği ile, 4 hasta ise mekanik ventilasyon desteği ile izlendi. Toplam 10 hastada masif pulmoner emboli mevcuttu; 9 hastaya trombolitik tedavi uygulandı, 1 hastada ciddi olmayan kanama yan etkisi izlendi. İzlemde 4 hasta(%23,5) kaybedildi. 154 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Sibel Doğru1, Füsun Aydoğan2, Sebahat Genç1, Ersin Şükrü Erden1, Cenk Babayiğit1, Mesut Demirköse1 Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Hatay 1 2 Bu çalışmaya hipertiroidi nedeniyle nükleer tıp kliniğine başvuran 8 hasta (yaş ortalaması 53) ve kontrol grubu olarak herhangi bir solunumsal şikayeti olmayan 10 sağlıklı birey (yaş ortalaması 53) dahil edildi. Hipertiroidili hastalara tiroid sintigrafisi, radyoaktif iyot uptake testi ve solunum fonksiyon testi yapıldı. Hipertiroidili hastaların ve normal bireylerin solunum fonksiyon testinde zorlu ekspiratuar volüm 1. saniye (FEV1), zorlu vital kapasite (FVC), FEV1/FVC, zorlu ekspiryum manevrasının ortasındaki akım hızı (FEF %25-75), zirve akım hızı (PEF) değerleri kaydedildi. Hipertiroidili hastaların sadece 2 tanesinde restriktif solunum bozukluğu tespit edildi.. Hipertiroidili hastalarda ortalama FEV1 %97.6, FVC %100.7, FEV1/FVC 85.3, PEF 80.5, FEF %25-75 70.8’di. Normal bireylerde ise ortalama FVC %105.9, FEV1 %100.2, FEV1/FVC 81.98, PEF 98.5, FEF %25-75 76.2’ydi. Çalışmamızda hipertiroidili hastalarda solunum fonksiyon testi parametrelerinden FVC, FEV1, FEV1/FVC, FEF %25-75 değerlerinin etkilenmediğini, PEF değerinin ise istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte normal kişilere göre daha düşük olduğunu tespit ettik. Anahtar Kelimeler: Hipertiroidi, Solunum fonksiyon testi POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P436 P438 Behçet hastalığı ve sol pulmoner arter agenezi torasik bulguları: olgu sunumu Eksüdatif Plevral Efüzyonlarda Video Yardımlı Torakoskopik Cerrahinin Tanıdaki Rolü Nesrin Atçi1, Murat Çelik1, Hanifi Bayaroğulları1, Sibel Doğru2 Mustafa Kemal Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay 1 2 Behçet hastalığı vücudumuzda bir çok sistemi etkileyen, vaskulit ile karekterize kronik enflamatuar bir hastalıktır. Oral, genital ülserler ve göz bulguları karekteristik özelliklerindendir. Sinir sistemi, karadiyovasküler sistem, solunum sistemi ve deri sık tutulan organlardandır. Torasik tutulum vasküler yapıların, pulmoner parenkimin, plevra ve solunum yolları gibi çevre yapıların etkilenmesi şeklindedir. Bu yazımızda Behçet hastalığında daha önce tariflenmemiş pulmoner arter agenezisi ile tipik toraks tutulumları olan nadir vakamızı sunmayı amaçladık. 42 yaşında erkek hasta öksürük şikayetiyle hastanemize başvurdu.Özgeçmişinde 10 yıldır Behçet hastası olduğu öğrenildi. Şikayetleri doğrultusunda ilk önce posteroanterior (PA) akciğer grafisi ile değerlendirilen hasta bulgularına göre multidedektör bilgisayarlı tomografi (MDCT) ve MDCT anjiografi (MDCTA) tetkikleriyle değerlendi. PA akciğer grafisinde, solda belirgin pulmoner arter gölgesi izlenmemiş olup sağda ileri derecede dilate, duvarları kalsifiye pulmoner arter gölgesi izlendi. MDCT ve MDCTA tetkiklerinde sol pulmoner arterin agenetik olduğu, sağ pulmoner arterin ise lümeninde trombüslerin eşlik ettiği anevrizmatik dilate olduğu gözlendi. Sol akciğerde minimal hacim kaybı, fibrotik bantlar ve her iki akciğer parenkiminde mozaik paternde parenkim havalanması tespit edildi Conclusion: Behçet hastalığına bağlı nadir izlenen torasik sistem tutulumu ve pulmoner arter anomalileri en erken ve doğru şekilde MDCT ve MDCTA ile gösterilebilmektedir Anahtar Kelimeler: Behçet hastalığı, pulmoner arter agenezisi, torasik bulgular,çok kesitli bilgisayarlı tomografi Funda Seçik1, Ali Cevat Kutluk2, Sadettin Kamat1, Süleyman Ceylan2, Didem Görgün1, Levent Cansever2, Celalettin Kocatürk2, Pınar Yıldız1, Mehmet Ali Bedirhan2 1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Gögüs Hastalıkları, İstanbul 2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul Biyokimyasal, sitolojik ve bakteriyolojik incelemelere rağmen plevral efüzyonlu olguların yaklaşık 1/3’ünde etyoloji belirsiz kalmaktadır.Etyolojisi bilinmeyen eksüdatif plevral efüzyonların tanı algoritmasında bir sonraki basamak video yardımlı torakoskopik cerrahi(VATS)dir. Method: VATS’ın olgularımızdaki tanı değerini araştırmak için, 20082012 yılları arasında VATS yapılmış 187 sebebi bilinmeyen plevral efüzyonlu hasta incelendi. Yaşları 17 ile 81arasında olan olguların 70 (%37.4)’i kadın, 117 (%62.6)’si erkekti. Klinik, radyolojik ve histopatolojik veriler retrospektif olarak toplandı. Sonuçlar: Torakoskopi 84 hastada (84/187; %44.9) malign veya tüberküloz olarak sonuçlandı.Patolojik sonuçlar 19 (%10.1) hastada mezotelyoma, 24 (%12.8) hastada primer akciğer kanserine bağlı metastatik efüzyon, 10 (%5.3) hastada akciğer dışı organ kanserine bağlı metastatik efüzyon, 7 (%3.7) hastada lenfoma ve 24 (%12.9) hastada tüberkülozdu. Kalan 103 (103/187; %55.1)hastada nonspesifik plöritik değişiklikler görüldü. Takip edilen bu olgularda malgn plevral efüzyon için yanlış negatiflik oranı %2.91(3/103) idi. Sensitivite %96, spesifite %100, testin doğruluk oranı %98, negatif beklenen değeri %97, pozitif beklenen değeri %100 idi. Diğer yöntemlerle tanı konulamamış, sebebi bilinmeyen plevral efüzyonların değerlendirilmesinde VATS elverişli bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler: plevral efüzyon, Video Assisted Thoracoscopic Surgery P437 Allojenik periferik kök hücre nakli yapılan akut myelod lösemi olgusunda ani sol total atelektazi Levent Dalar1, Serkan Güvenç2, Emine Tülay Özçelik2, Mutlu Arat2 İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Allojenik periferik kök hücre nakli akut myeloid lösemi tedavisinde etkin bir seçenektir. Geç dönem komplikasyonlar graft versus host hastalığının (GVHD) farklı biçimlerinde ortaya çıkabilir, ancak akut dönem komplikasyonlar hemen tamamen enfeksiyon etkenleri ile ilişkilidir. Akut myeloid lösemi tanısıyla allojenik kök hücre nakli uygulanan 56 yaşında kadın hastada nakilin altıncı günü sol akciğerde ani total atelektazi gelişti. Bronkoskopide sol ana bronşun konsantrik olarak daraldığı görüldü. Rezektör balon kullanılarak genel anestezi altında ana bronş lümeni dilate edildi. Ana bronş ve lob bronşlarında etkin lümen açıklığı sağlandı ve radyolojik olarak atelektazinin düzeldiği görüldü. Alınan biyopsilerin patolojik incelemesinde spesifik neden saptanamadı. Mikrobiyolojik incelemede aspergillus, CMV ve diğer olası nedenlere ait bulgu görülmedi. Bronşiyal stenoz kök hücre nakli yapılan olgularda erken dönemde yalnızca enfektif nedenler sonucu bildirilmiştir. Geç dönemde teorik olarak GVHD’nin bir sonucu olabilir, ancak tıbbi literatürde rastlanmadı. Bu olguda stenozun idyopatik olması ve girişimsel bronkoskopik yaklaşımla kür elde edilmiş olması onu ilginç kılmaktadır. Anahtar Kelimeler: balon dilatasyon, bronkoskopi, kök hücre nakli, lösemi P439 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Departmanında Yapılan Transbronşiyal Akciğer Biyopsilerinin Değerlendirilmesi Nurşen Yaşayancan Tokat Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, Tokat Giriş: Transbronşiyal akciğer biyopsisi (TBAB) fiberoptik bronkoskopi (FOB) aracılığıyla uygulanabilen ve akciğer parankim örneklemesini sağlayan bir yöntemdir. Bu yöntemle başta diffüz parankimal akciğer hastalıkları olmak üzere, endobronşiyal tutulumu olmayan akciğer kanserleri, metastatik kanserler, enfeksiyöz ve enfeksiyon dışı hastalıklar gibi hastalık gruplarında tanı amaçlı faydalanılan, düşük morbidite ve mortalite ile seyreden güvenli, minimal invaziv bir tanı yöntemidir. Amaç yeterli ve tanı sağlayabilecek örnekler elde etmektir. Metod: Çalışmaya Ocak 2008-Mayıs 2010 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları kliniğinde floroskopi olmadan transbronşiyal akciğer biyopsisi yapılmış olan hastalar alındı. Anamnez, fizik muayene, laboratuar ve radyolojik incelemeler sonucunda diffüz veya lokalize akciğer parankim hastalığı düşünülüp, tanı amaçlı transbronşiyal akciğer biyopsisi alınan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Sonuç: Transbronşiyal akciğer biyopsi işlemi 227 olguya bir kez ve 11 olguya ikinci kez olmak üzere toplam 238 kez uygulandı. Olguların 86’sı (%37.9) kadın, 141’i (%62.1) erkektir. Ortalama yaş 56.8 (17-86) median yaş 57.0 dir. Direk akciğer grafisinde lokalize tutulumu olanların %27.1’inde, diffüz tutulumu olanların %42.5’inde TBAB ile kesin tanı konulmuştur. Toraks BT’de lokalize tutulumu olan olguların %30.4’ünde, diffüz tutulumu olanların %54.3’ünde kesin tanı konulmuştur. Tanı oranımız TBAB ile tüberkülozda %54, sarkoidozda %84, idiyopatik pulmoner fibrozisde %27, kriptojenik organize pnömonide %73, epidermoid karsinomda %54, küçük hücreli dışı akciğer karsinomunda %40, Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 155 POSTER SUNUMLARI adeno karsinomda %31, küçük hücreli karsinomda %75, genel olarak akciğer karsinomunda %47, hipersensitivite pnömonisinde %14 bulundu. Anahtar Kelimeler: Fiberoptik bronkoskopi, Transbronşial Akciğer Biyopsi n (hasta sayısı) 1) KANSER a)Akciğer ca Nonsmall cell CA Small cell CA Epidermoid CA Adeno CA b)Malign mezotelyoma c)Metastaz infiltrasyonu 2) İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARI İdiyopatik pulmoner fibrozis Kriptojenik organize pnömoni Hipersensitivite pnömonisi Sarkoidoz Wegener granulomatozu RA akciğer tutulumu Skleroderma akciğer tutulumu Silikozis 3) ENFEKSİYONLAR Tüberküloz Pnömoni 4) DİĞER HASTALIKLAR Kist hidatik Amiloid akciğer tutulumu Orta lob sendromu Panbronşiolit Eozinofilik pnömoni 59 50 10 4 23 13 1 8 64 15 12 7 23 3 2 1 1 42 23 19 8 1 2 1 3 1 TBAB ile tanı konulan hastalar sayısı ve tanı koyma yüzdesi (%) 26 (41) 24 (47) 4 (40) 3 (75) 13 (54) 4 (31) 0 (0) 2 (25) 39 (56) 4 (27) 11 (73) 1 (14) 21 (84) 1 (25) 0 (0) 0 (0) 1 (100) 28 (62) 14 (54 14 (74) 2 (25) 0 (0) 2 (100) 0 (0) 0 (0) 0 (0) TBAB işlem sayısı 60 51 10 4 24 13 1 8 70 15 15 7 25 4 2 1 1 45 26 19 8 1 2 1 3 1 Tablo 2. Transbronşiyal akciğer biyopsisi yapılan hastaların ön tanıları ÖN TANILAR 1) KANSER Akciğer CA Metastaz infiltrasyonu 2) İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIĞI SAYI YÜZDE (%) 122 115 40 7 3 70 Sarkoidoz 27 12 İdiyopatik pulmoner fibrozis 25 11 Hipersensitivite pnömonisi 9 4 Kriptojenik organize pnömoni 4 2 Vaskülit 4 2 Slikozis 1 0,4 3) ENFEKSİYONLAR 57 Tüberküloz* 55 13 Pnömoni 2 1 1 1 4) MEDİASTİNAL LAP *25 hastada (%11) hem akciğer CA hem de tüberküloz ön tanısı mevcuttu. 156 TÜRK TORAKS DERNEĞİ İleri Yaşta Yabancı Cisim Aspirasyonu Dilek Eraslan Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Tablo 1. Transbronşiyal akciğer biyopsisi ile konulan tanılar ve yüzdeleri Tanı P440 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 70 yaşında erkek hasta 60 paket yılı sigara öyküsü var. Prostat karsinomu nedeniyle operasyon için üroloji kliniğinde yatarken metastaz açısından çekilen toraks BT’de nodül izlenmiş. Nefes darlığı, öksürük ve balgam yakınması gelişen hasta metastaz açısından değerlendirilmesi için kliniğimize yönlendirilmiş. Laboratuvar bulguları ile ön planda pnömoni düşünüldü. Antibiyotik tedavisinden sonra kontrol BT’de regresyon izlenmedi. Bronkoskopide sol alt lob bronşunun beyaz renkli tümöral oluşum ile tam tıkalı olduğu izlendi. Alınan biyopsi örnekleri benign olarak sonuçlandı. Malignite ön planda düşünülerek metastaz taraması açısından kemik sintigrafisi çekildi. Sol femur intertrokanterik bölgede aktivite artışı izlendi. Kemik direkt grafisinde metastaz bulgusu izlenmedi. Batın ultrasonunda metastaz izlenmedi. Toraks onkoloji konseyinde tartışıldı. Bronkoskopi tekrarının yapılması önerildi. Bronkoskopide sol alt lob bronşu beyaz materyal ile tıkalı olarak izlendi. Alınan biyopside yabancı cisim aspirasyonu ve yangısal değişiklikler gösteren bronş mukozası olarak sonuçlandı. İleri yaşta yabancı cisim aspirasyonu nadir görülse de ayırıcı tanıda akılda tutulması gereken bir tanıdır. Anahtar Kelimeler: yabancı cisim, aspirasyon, metastaz P441 Plevral Efüzyon İle Başvuran Bir Lenfoma Olgusu Nesrin Öcal1, Seval İnceçayır Ozan2, Deniz Doğan1, Alev Taşkın1, Hayati Bilgiç1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Mareşal Fevzi Çakmak Asker Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Erzurum 1 2 Lenfomalar sıklıkla periferik lenfadenomegaliler gibi daha erken fark edilebilen semptomlarla ortaya çıksa da bazı olgularda rastlantısal olarak radyolojik değerlendirmeler ile saptanmaktadır. Solunum sistemi radyolojisinde mediastinal kitlelerin ayırıcı tanısında lenfomalar ilk sıralarada yer almaktadır. En sık karşılaşılan radyolojik bulgu mediastinal genişlemedir. Plevral efüzyon ise daha az rastlanmakla beraber hematolojik malignitelerde ilk belirti olabileceği gibi, hastalığın progresyonu (plevral yayılım, şilotoraks) sonucu da görülebilmektedir. Bu açıdan malign plevra effüzyon bu hastalarda hem tanı koydurucu hem de prognostik öneme sahiptir. Biz, torasentez sıvısı sitolojisi ile lenfoma tanısı konan bir olguyu sunuyoruz. 22 yaşında erkek hasta yüksek ateş ve sağ yan ağrısı şikayeti ile başvurdu. Çekilen PA akciğer grafisinde sağda plevral efüzyon izlenen hastaya torasentez yapıldı. Alınan plevra sıvısının biyokimya tetkikinde plevra sıvı eksuda vasfında olup şilotoraks izlenmedi. Hastanın plevra sıvısı sitolojisi de tanısal gelmedi. Tanısal amaçlı EBUS işlemi planlanan hastada bu süre içinde sağdaki plevral efüzyonu gerileyip solda yeni plevral efüzyon gelişti. Sol taraftan ikinci bir torasentez daha yapıldı. Plevra sıvısı sitolojisi nonhodgkin lenfoma olarak raporlanan hasta hematoloji kliniğine nakil edildi. Hastaya torasentez ile tanı konulmuş olması, hem bronkoskopi, EBUS gibi invaziv işlemlere gerek kalmadan tanı konulmasını hem de yayılımın tespitini sağladı. Bu olguyu malign plevral efüzyon düşünülen hastalarda tekrarlayan torasentezlerin tanısal değerini hatırlatması amacıyla paylaştık. Anahtar Kelimeler: lenfoma, plevral efüzyon, sitoloji Şekil 1. Hastanın başvuru esnasında çekilen toraks BT’sinde mediastinal lenfadenomegaliler ve sağda plevral efüzyon POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Methods: One hundred twentty six subjects with pleural effusions were included. Samples of pleural fluid and serum were obtained simultaneously from each subject. Biochemical analysis, bacterial and fungal culture, acid-fast bacilli smear and culture, and cytology were performed on the pleural fluid. Results: Subjects with heart-failure-related pleural effusion had significantly higher pleural NT-proBNP levels than other subjects (P < 0.000). Pleural and serum NT-proBNP measures were closely correlated. An NTproBNP cutoff value of > 5133 pg/mL in pleural fluid had a sensitivity of 51.8%, a specificity of 98.9%, respectively (P=0.000, diagnostic accuracy 84.1%) for discriminating transudates caused by heart failure from exudates. Conclusions: Pleural fluid NT-proBNP measurement in the routine diagnostic panel may be useful in differentiation of heart-failure-related pleural effusions and exudative pleural fluids with reasonable accuracy, especially in heart-failure patients treated with diuretics. Keywords: pleural fluid, pro-BNP, heart failure P444 Şekil 2. 1 hafta sonra solda gelişen plevral efüzyon Benign Trakeal Stenoz Tedavisinde Stent Migrasyonun Önlenmesinde Modifiye Eksternal FiksasyonTekniği Ahmet Levent Karasulu1, Levent Dalar2, Cengiz Özdemir1, Sinem Sökücü1, Sedat Altın1 P442 The choice of reference values for interpretation of spirometry Artem Tishkov1, Marina Kameneva2, Alina Gromova2, Vasily Trofimov2 Saint Petersburg Institute for Informatics and Automation of the RAS, Russia First Pavlov State Medical University of St. Petersburg, Russia 1 2 The aim of the research is to stude correspondence for three spirometru evaluation systems: russian Klement’s et al., european ECCS and american Nhanes III in determining the types of ventilation abnormalities by predicted and LLN values. The study enrolled 7 779 Caucasian people who were examined in pulmonary clinics of Pavlov’s State Medical University in St.-Petersburg: 3 584 males (47,40 SD14,97 years, mean height 175,44 SD10,78) and 4 195 females (mean age 49,66 SD12,95 years, mean height 162,29 SD6,48). Spirometry was conducted in 2005 to 2011 years in accordance with ATS/ERS recommended guidelines with all participants performing at least three acceptable maneuvers. We studied the agreement in estimation of ventilation abnormalities applied to predicted and LLN in different spirometric reference values: Klement’s et al. system for North-West Russia population, ECCS and Nhanes III. In addition to obstructive and restrictive disorders, a mixed group (not met the using criteria of the normal, restriction and obstruction) was identified. Statistical analysis was performed using StatXact®8 software. Agreement was measured by Cohen’s kappa. The value 0.7 was considered as the minimum acceptable. Results are presented in the table. Keywords: pulmonary function, ventilation disorder, LLN 1 S. B. Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2 Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Vokal kord ve krikoid kıkırdağa yakın yerleşimli benign trakeal stenoz (BTS) silikon stent uygulamasının önemli bir gerekçesini oluşturur ancak, sıklıkla migrasyon ile komplike olmaktadır. Ekibimiz çoğu kere cerrahi teknik güçlüğü ya da komorbid hastalıklar nedeniyle endolüminal tedaviye aday olan bu hasta grubunda Dr. Henri Colt’un tanımladığı eksternal fiksasyon yöntemini modifiye ederek uygulamıştır. Olgu: 26 yaşında erkek postentubasyon subglottik stenoz saptanması nedeniyle refere edilmişti. Bronkoskopide vokal kordlardan 1 cm sonra başlayarak lümeni 5 mm ye kadar daraltan darlık izlenmesi üzerine dilatasyon sonrasi 16-14-16 mm Vergnon silikon stent yerleştirildi. Takiplerinde stentin üç defa migre olmasi uzerine stent ekibimizce modifiye edilmiş bir yöntemle subglottik bölgeye eksternal olarak sütüre edildi. Yöntem: Daralmış subglottik bölge rijit bronkoskop ile dilate edildi ve 16x60 mm silikon stent yerleştirildi. Proksimalden 16 G distalden de 18 G angiocath transkutan olarak rijid bronkoskopik kontrol altında stentin içine ilerletildi. Proksimalden 2/0 prolenden oluşturulan loop geçirildi, distalden de 0/0 prolen ilerletilerek pensetle 2/0 prolenden oluşturulan loop içerisinden geçirilerek 16 G angiocath kanalından dışarı alındı. İki uç usulüne uygun bağlandı. Sonuç: Komorbid hastalık ya da cerrahi teknik ile ilgili sorunlar nedeniyle opere olamayan yüksek BTS olgularında ekimizce tarif edilen eksternal fiksasyon yöntemi güvenle uygulanabilir Anahtar Kelimeler: Trakeal stenoz, Stent, Migrasyon P445 P443 Clinical Utility of Pleural Fluid NT-pro Brain NatriureticPeptide (NT-proBNP) in Patients with Pleural Effusions Ceyda Anar, Tuba İnal, Fatmanur Çelik, İpek Ünsal, Filiz Güldaval, Ayşe Özsöz, Hüseyin Halilçolar Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İzmir Bacground: Definite diagnosis of transudative or exudative pleural fluids often presents a diagnostic dilemma. The aim of this study was to evaluate whether amino-terminal brain natriuretic peptide (NT-proBNP) levels in pleural fluid has a diagnostic value for discriminating heart-failure related pleural effusions from non-heart-failure effusions. Hemoptizili Hastaların Endobronşiyal Ankaferd Uygulaması İle Başarılı Tedavisi Oğuz Uzun1, Levent Erkan1, İbrahim Haznedaroğlu2 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Anabilim Dalı, Ankara 2 Hemoptizi hayatı tehdit eden, acil değerlendirme ve tedavi gerektiren önemli bir semptomdur. Bu çalışmanın amacı hemoptizi ile başvuran hastalarda endobronşiyal olarak uygulanan “Ankaferd Blood Stopper” ın (ABS) hemostatik etkisini göstermektir. Bu retrospektif çalışmada 25 bronkoskopik işlem ile endobronşiyal olarak ABS uygulanan 20 hasta değerlendirilmiştir. Yirmi beş işlemin 23’ünde ABS uygulaması başarılı olmuştur. Dört hastada ABS uygulaması rekürren kanama nedeniyle tekrarlanmıştır. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 157 POSTER SUNUMLARI Bu çalışma kanama kontrolünde başarılı bir şekilde kullanılmakta olan yeni bir hemostatic ajan olan ABS’nin başarılı endobronşiyal uygulamasını göstren ilk vaka serisidir. Kontrol altına alınmamış hemoptizi hastalarında bronkoskopik olarak ABS uygulamasının alternative ve destekleyici bir tedavi yöntemi olduğunu düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Ankaferd Blood Stopper ve Hemoptizi P446 Postravmatik Trakeal Fraktüre Eşlik Eden Trakeal Stenoz Tedavisinde Silikon Self Ekspandable Stent Kullanımı Cengiz Özdemir1, Ahmet Levent Karasulu1, Levent Dalar2, Sinem Sökücü1, Nihal Geniş1, Sedat Altın1 S. B. Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2 Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 Giriş-Amaç: BTS nedeniyle hastanemize refere edilen hastaların çoğuna silikon Dumon stent kullanılarak müdahale edilmiştir. Silikon Dumon stent olumlu nitelikleri nedeniyle genel olarak tercih edilir. Ancak açılı lüminal lezyonlarda migrasyon ve katlanma riskinin artması da bu stentlerin zayıf noktalarıdır. Bildirimizin amacı posttravmatik trakeal fraktür ve stenoz nedeniyle hastanemize refere edilen bir hasta nedeniyle endolüminal tedavinin yönetiminde silikon self ekspandable stentlerin(SES) yerini tartışmaktır. Olgu: M.S.S 59 yaşında erkek. 2004 yılında araç dışı trafik kazısı geçirmiş vertebra fraktürü sol diyafragma ve aorta rüptürü nedeniyle opere olmuş. Yedi ay yoğun bakımda kalan hasta post entübasyon trakeal stenoz nedeniyle hastanemize refere edildi. Hastaya yapılan bronkoskopide Vokal kord geçildikten 2.5 cm sonra başlayarak 1 cm lik bir segmentte trakea pasajını %70 oranında daraltan kıkırdak fraktürünün ve trakeal açılanmanın da eşlik ettiği kompleks stenoz izlendi. Cerrahi konsültasyon sonrası stenoz sahası dilate edilerek Vergnon silikon stenotik stent yerleştirildi. İşlem sonrası ortalama birer ay ara ile dört kez stent migrasyonu komplikasyonu ile karşılaşılması üzerine hasta yeniden değerlendirildi. Mevcut duruma daha uygun olan 18x70 mm boyutlu SES (Polyflex®) yerleştirildi. Yaklaşık 6 aydır takipte olan hastada minimal mukostasis dışında komplikasyon gözlenmedi. Sonuç: Trakeal fraktür ve açılanmanın eşlik ediği BTS olgularında silikon self ekspandable stent, Dumon silikon stente göre daha uygun bir seçenek olabilir. Anahtar Kelimeler: Posttravmatik Trakeal stenoz, stent, migrasyon P447 Plevral effüzyon tanısında medikal torakoskopi (plöroskopi) kullanımı: Olgu sunumları Erdal İn1, Figen Deveci1, Teyfik Turgut1, Gamze Kırkıl1, Mehmet Mustafa Akın2, Mehmet Hamdi Muz1 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ 2 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Elazığ 1 Giriş: Medikal torakoskopi, göğüs duvarının geçilerek hem viseral hem de paryetal plevrayı direk görüntüleme ve istenildiğinde biyopsi alma imkanı sunan bir işlemdir. Lokal anestezi ve bilinçli sedasyon altında yapılabilmesi, video yardımlı torakoskopik cerrahiye (VATS) karşı büyük bir avantaj oluşturmaktadır. Düşük morbidite ve çok düşük mortalite oranlarına sahip bir işlemdir. Olgu 1: 28 yaşında bayan hasta solda massif plevral effüzyon nedeniyle başvurdu. Sıvının sitolojik analizinde atipik hücreler görüldü. Tip tayini yapılamadı. Hastaya yapılan plöroskopide kostal plevral alanlarda yaygın inflamasyon ve bu inflame alanlar üzerinde yer yer büyük nodüler lezyonlar izlendi. Bu alanlardan biopsi alındı.Patoloji sonucu adenokarsinom metastazı ile uyumlu değerlendirildi. Olgu 2: 75 yaşında erkek hasta sağda etyolojisi belli olmayan orta düzeyde plevral effüzyon ile başvurdu. Hastaya yapılan plöroskopide sağ lateral kostal plevrada ve diafragma üzerinde yaygın nodüler lezyonlar izlendi. Diğer plevral alanlarda yaygın inflamasyon saptandı. Nodüler alan- 158 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı TÜRK TORAKS DERNEĞİ lardan biopsi yapıldı. Biopsi sonucu diffüz B hücreli lenfoma ile uyumlu değerlendirildi. Olgu 3: 50 yaşında erkek hasta solda orta düzeyde plevral effüzyon nedeniyle başvurdu. Sıvının sitolojik incelemesinde atipik hücre izlenmedi. Hastaya tanısal amaçlı plöroskopi yapıldı. Lateral kostal plevral yüzeylerde büyük nodüler lezyonlar izlendi. Bu alanlardan biopsi yapıldı. Patoloji sonucu malign mezenkimal tümör ile uyumlu değerlendirildi. Olgu 4: 84 yaşında erkek hasta sağda massif plevral effüzyon nedeniyle başvurdu. Yapılan sitolojik inceleme tanısal değildi. Hastaya bu bulgularla plöroskopi planlandı. Plöroskopide sağ parietal plevrada kalınlaşma ve diffüz infiltrasyon saptandı. Uygun alanlardan biopsi alındı. Patoloji sonucu malign epitelyal mezotelyoma olarak raporlandı. Anahtar Kelimeler: medikal torakoskopi, plöroskopi, plevral effüzyon P448 Yetişkin bir kadında metastaz veya granülomatöz hastalık şüphesi: olgu sunumu Deniz Doğan1, Kuthan Kavaklı2, Nesrin Öcal1, Okan Karataş2, Bülent Kurt3, Ergün Uçar1, Alper Gözübüyük2 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara 1 2 3 Giriş: Kanser hastalarında metastatik lezyonların erken teşhisi ve uygun tedavisi hastaların yaşam beklentisini arttırmaktadır. Olgu: Kırk iki yaşında bayan hasta toraks tomografisinde sağ akciğerde saptanan multiple nodüler lezyon ön tanısı ile müracaat etti. Hastanın hikayesinde over karsinomu nedeniyle cerrahi tedavi gördüğü ve tedaviden iki yıl sonra kontrol amaçlı çekilen toraks tomografisinde bu lezyonlara benzer nodüller izlenmekte. 3’er aylık aralıklarla radyolojik takibe alınan hastanın 6 ay sonra çekilen toraks tomografisinde ilkinde farklı lokalizasyonlarda multiple lezyonlar ve mediastinal lenfadenopati saptanması üzerine uygulanacak invaziv tanısal yöntemi belirlemede kılavuz olması amacıyla hastaya PET-CT planlandı. İki adet parankimal lezyonda ve mediastinal lenf nodlarında patolojik FDG tutulumu saptandı. Hastaya önce mediastinoskopi ve tanısal gelmemesi veya malignite yönünden negatif gelmesi durumunda sağ akciğerde bulunan nodüler lezyona wedge rezeksiyon yapılacak bir tedavi planı önerildi ve hasta ile tartışıldı. Tedavi planını kabul eden hastaya mediastinoskopi yapıldı ve intraoperatif frozen section incelemede granülomatöz lenfadenit gelmesi üzerine parankimdeki nodüler lezyon için wedge rezeksiyona gerek kalmadan işlem sonlandırıldı. Hastanın kesin histopatolojik tanısı frozen section ile aynı idi. Sonuç: Kanser hikayesi olan hastalarda, mediastinal veya parankimal patolojilere yönelik yapılacak tanısal invaziv girişimlerin planlanmasında PET’in yalancı pozitif olduğu hastalıklar olsa bile PET-CT tanı koymada yardımcı olabilir. Anahtar Kelimeler: Metastaz, granülomatöz lenfadenit, mediastinoskopi P449 Opere akciğer kanseri lokal nüks tanısında endobronşiyal ultrasonografinin yeri Benan Çağlayan1, Sevda Şener Cömert1, Banu Salepçi1, Nesrin Kıral1, Ali Fidan1, Ferhan Karataş1, Dilek Ece2 Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul 1 2 Amaç: Opere küçük hücreli dışı akciğer kanseri(KHDAK) olgularında, yeni gelişmiş hiler/mediastinal lenf nodu(LN) varlığında, endobronşiyal ultrasonografi rehberliğinde yapılan transbronşiyal iğne aspirasyonunun (EBUS-TBİA) nüksün saptanmasındaki rolünü ortaya koymayı amaçladık. Yöntemler: Ocak 2011–Haziran 2013 tarihlerinde kliniğimize başvuran ve önceden KHDAK tanısı ile opere olup güncel PET-CT çalışmasında artmış metabolik aktivasyon gösteren hiler/mediastinal LN nedeniyle konveks prob EBUS yapılan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet,primer tümör tanısı, yapılan operasyon, güncel PET-CT’de görülen LN ve FDG tutulum değeri kayıt edildi. EBUS ile örneklenen LN’nin bulunduğu bölge ve büyüküğü, EBUS-TBİA sonuçları POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ dosyalardan elde edildi. EBUS-TBİA sonuçları malign gelen olgular gerçek pozitif olgu olarak kabul edilirken,benign gelen olgularda tanının doğrulanması için en az 6 ay radyolojik takip ya da invazif girişim yapıldı. Elde edilen sonuçlardan EBUS-TBİA’nın opere akciğer kanserinde nüksü belirlemedeki sensitivite, spesifisite, NPD, PPD ve tanı doğruluğu hesaplandı. Bulgular: 20’si erkek, 4’ü kadın, yaş ortalaması 59.3±7.8 olan 24 olgu çalışmaya dahil edildi. Operasyon sonrası büyümüş LN’nin ortaya çıkma süresi ortalama 24.5±18.7 ay idi. Olguların 1’inde sublober rezeksiyon, diğerlerinde ise pnömonektomi veya lobektomi yapılmıştı. EBUS ile 24 olguda 42 LN istasyonu örneklenmişti. Bu örneklerin sitopatolojik inceleme sonucunda; 9 olguda kanser nüksü, 1 olguda 2. primer küçük hücreli akciğer kanseri,13 olguda reaktif ya da antrakotik lenfadenit, 1 olguda sarkoid reaksiyon geldi. EBUS-TBİA ile malignite saptanmayan 2 olguda invazif girişim sonucu low grade lenfoma ve atipik karsinoid tümör nüksü tanıları konuldu. Bu sonuçlarla EBUS-TBİA’nın opere akciğer kanserinde nüks belirlemedeki sensitivitesi %90,spesifisitesi %100,NPD’si %93.4,PPD’si %100,maligniteyi belirlemedeki sensitivitesi %83.4, tüm tanılar için tanı doğruluk %91.7 olarak hesaplandı. Sonuç: EBUS-TBİA opere akciğer kanserinde nüksü saptamak için güvenli ve duyarlı bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, endobronşiyal ultrason, nüks, opere, tanı ayrı numaralar ile patolojik incelemeye gönderildi. Tüm yaymaları aynı sitopatolog makroskopik puanlamalardan habersiz olarak değerlendirdi. Yaymaların makroskopik değerlendirmeleri patoloji sonuçları ile karşılaştırıldı. Elde edilen veriler SPSS 17.0 programı ile ki-kare testi kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya her biri ayrı aspirasyonlar sonucu elde edilen 110 yayma preparatı dahil edildi. Yaymaların 23(%20.9)’u makroskopik olarak yetersiz, 87(%79.1)’i ise yeterli materyal olarak gruplandırıldı. Makroskopik değerlendirme ile patolojik olarak yaymanın lenf bezini yeterli ölçüde yansıtması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu görüldü(p=0.01). Sonuç: Deneyim ve iyi eğitim sonucunda, EBUS-TBİA işlemi sırasında elde edilen yayma preparatlarının makroskopik görüntüsünden yaymanın lenf bezini yeterli ölçüde örnekleyip örneklemediği tahmin edilebilir. Ancak bu konuda daha geniş serili ve kapsamlı çalışmaların yapılması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: endobronşial ultrasonografi, yayma, makroskopik görünüm, yeterli materyal P452 The diagnostic value of bronchoscopy for evaluation of foreign body aspiration in children P450 Mental durumu bozuk olmayan erişkinlerde fleksible bronkoskopla çıkarılan nadir yabancı cisim aspirasyon olguları Ayşegül Şentürk , Emine Argüder , Ayşe Nur Soytürk , Hatice Kılıç , Hatice Canan Hasanoğlu2 1 1 1 1 Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara 2 Yıldırım Beyazit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 1 Yabancı cisim aspirasyonları aspirasyon açısından risk faktörü taşımayan, bilinç bozukluğu bulunmayan erişkinlerde yaygın olmayan bir durumdur. Yabancı cisim aspirasyonları tanı ve tedavisinde genel anestezi altında rijid bronkoskopi uygulaması altın standart yöntem olarak kabul edilmektedir. Erişkinlerde yabancı cisim aspirasyonlarının tedavisinde fleksible bronkoskopi son yıllarda öncelikle tercih edilmeye başlanan yöntemdir. Burada sunulmakta olan olgu sunumunda, fleksible bronkoskop ile çıkarılan üç olgu sunulmaktadır. Her üç olguda da işlem sonrası herhangi bir komplikasyon gelişmedi. Bu üç olgudan sırası ile konuşma protezi, limon sapı ve fındık çıkarıldı. Fleksible bronkoskop ile çıkarılan bu olguların hiçbirinde mental durum bozukluğu yoktu ve aspirasyon açısından risk faktörü taşımıyorlardı. Olgular erişkinlerde nadir görülen yabancı cisim aspirasyon nedenleri oldukları için sunuldu. Anahtar Kelimeler: Fındık, fleksible bronkoskopi, konuşma protezi, limon sapı P451 EBUS-TBİA yayma materyalinin makroskopik görüntüsü ile yeterli olduğu tahmin edilebilir mi? Ayşe Güven1, Şafak Nur Kader1, Sevda Şener Cömert1, Benan Çağlayan1, Coşkun Doğan1, Dilek Ece2 Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul 1 2 Amaç: EBUS-TBİA işleminde odada patolog bulunmadığı zaman alınan materyalin yeterliliği hakkında karar vermek zordur. Ancak sıklıkla işlem sırasında asiste eden yardımcı personel alınan materyal hakkında bir yorum yapar. Çalışmanın amacı EBUS-TBİA materyalinden elde edilen yayma preparatının makroskopik görüntüsü ile materyalin lenf bezini yeterli ölçüde yansıtıp yansıtmadığının tahmin edilebilirliğini araştırmaktır. Metod: Aralık 2013 süresince kliniğimizde yapılan EBUS-TBİA ile elde edilen materyallerin yayma preparatlarına, işleme asiste eden aynı kişi tarafından, makroskopik görüntülerine göre daha önce belirlenen 0 ile 5 arasında puanlar verildi. 0 ile 2 arası yetersiz materyal, 3 ile5 arası yeterli materyal olarak kabul edildi. Yayma preparatları her bir aspirasyon için Svetlana Sciuca1, Alina Starostin1, Liliana Toma1, Valentina Mitu1, Victor Rascov2, Ina Garbi2, Mariana Guzun2, Valentina Rascov2 State Medical and Pharmaceutical University, Chisinau, Moldova Institute of Mother and Child, Chisinau, Moldova 1 2 Aim: The purpose of our study was to determine whether bronchoscopy provides additional information for children with a suspected foreign body in the airway and its treatment Material-Method: It presents of 38 cases of bronchial foreign body aspiration in children aged 3,26±0,2 years. The diagnosis was confirmed by endoscopic investigations performed with rigid bronchoscope in children with a suggestive history of aspiration. Results: The results of the study found that the foreign body aspiration is an important medical problem that occurs more frequently in children from rural areas (65.8%). Most cases of foreign body aspiration occur in summer-autumn(73,7%). In 76.3% of cases of foreign body aspiration debut was produced by bouts of dry cough, accompanied by dyspnoea(44.7%), wheezing(18.4%). Foreign bodies localization: in the right bronchus (53%), in the left bronchus (37%), in 10% cases fragments were detected in bronchial aspirates of both lungs. In 71% of cases, the endobronchitis was catarrhal-purulent, in 26,3% of children were detected granulations in the fixation zone of the foreign body, bleeding in 13,2% cases. The bronchoscopy confirmed the predominance of foreign bodies of organic origin: sunflower seeds (71%), pumpkin seeds (5,7%), fish bone (5,7%), walnuts, fruit stalks, watermelon seeds, egg peel by 2,6%, 7,2% other food extracts. Conclusion: Bronchoscopy is invariably indicated on the basis of reliable history alone even when symptoms are minimal, and imaging studies are negative. The long duration of the procedure, presence of dense granulation tissue and type of foreign body are important predictors of complications. Keywords: Bronchoscopy, foreign body, children. P453 Ücretsiz Solunum Fonksiyon Testi Uygulaması Sonuçlarımız Levent Özdemir1, Burcu Özdemir2 Dörtyol Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay İskenderun Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Hatay 1 2 Ücretsiz solunum fonksiyon testi ve sigara anketi uygulayarak, olguların sigara içme durumlarını belirlemek ve astım, KOAH gibi kronik havayolu hastalıkları hakkında halkta farkındalık yaratmayı amaçladık. 17-18 mayıs 2012 tarihinde Dörtyol Devlet hastanesi göğüs hastalıkları kliniği tarafından hastane bahçesinde daha önceden duyuruları yapılarak ücretsiz halka yönelik 166’sı erkek, 68’i kadın 234 vatandaşa solunum Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 159 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ fonksiyon testi uygulaması yapıldı. Vatandaşlara solunum fonksiyon testi öncesinde sigara anketi uygulandı. Ankette vatandaşların demografik özellikleri, daha önce solunum testi yapıp yapmadıkları, sigara içme durumları, sigaraya başlama nedenleri, sigarayı bırakma isteme nedenleri ile bırakmayı denediğinde karşılaşılan güçlükler ile ilgili sorular soruldu. Testin sonunda vatandaşlara KOAH, astım, sigara bırakma ile ilgili bilgilendirici broşürler verildi Çalışmaya alınan olguların yaş ortalaması 40±15,4 idi. 187’si (%79,9) daha önce solunum fonksiyon testi yapmadığını belirtti. Hastaların %46.1’inin sigara içicisi olduğu (%42.7’sinin günlük içici, %3.4’ünün arasıra içici), %20.1’inin bırakmış olduğu, %3.4’ünün denediği, %29.5’inin hiç sigara içmediği saptandı. Erkeklerde sigara içiciliğinin (%51.8) kadınlara göre (%32.3) fazla olduğu saptandı. Sigarayı deneme ve başlama yaşı erkeklerde daha düşük saptandı. Sigara içenlerin %70.4’ünün özenti, %68.1’inin merak, %26.1’inin stres üzüntü nedeniyle sigaraya başladığı saptandı. Sigarayı bırakma isteme nedeni olarak en sık (%72.2) ilerde hastalanma korkusu, (%46.3) çevreme zarar veriyor olduğu saptandı. Bırakma döneminde hastaların %76.9’unun sinirlilik, %56.9’unun sigara içme isteği gibi güçlüklerle karşılaşıldığını ifade etti. Testin sonunda daha önce hiçbir ilaç tedavisi almamış ve şikayeti bulunan 8 hasta saptandı. Hastaların 4’üne astım, 4’üne KOAH tanısı konularak ilaç tedavisi başlandı Basit bir metod olan solunum fonksiyon testi ve sigara anketi ile farkındalık yaratılabilir. Anahtar Kelimeler: Sigara, Solunum fonksiyon testi Tablo 1. Sigara Sigaraya başlama nedenleri Özenti Merak Stres, üzüntü Yasağa tepki Kendini ispatlama Çevrenin psikolojik baskısı Ailemde içen olduğu için n% 112 70,4 109 68,1 41 26,1 9 5,7 5 3,2 5 3,2 4 2,5 Sigarayı bırakma isteme nedeni İleride hastalanma korkusu Çevreme zarar veriyor Ekonomik nedenler Çevreme iyi örnek olmak için Kokusundan iğrendiğim için Doktor önerisi İnançlarımdan dolayı Toplum baskısı Şuandaki hastalık Utandığım için İşyeri baskısı 39 72,2 25 46,3 16 29,6 14 25,9 13 24,1 10 18,5 8 14,8 8 14,8 7 13 6 11,1 6 11,1 Sigarayı bırakmayı denediğinizde karşılaştığınız güçlükler Sinirlilik, huzursuzluk Aşırı sigara içme isteği Baş ağrısı Konsantrasyon bozukluğu Uyku bozukluğu Çarpıntı Baş ve yüzde uyuşma Titreme Dengesizlik İştah artışı Ağız yaraları Endişe Kabızlık 50 76,9 37 56,9 20 30,8 11 16,9 9 13,8 8 12,3 7 10,8 7 10,8 7 10,8 5 7,7 5 7,7 4 6,2 4 6,2 Tablo 2. Sigara içme durumları Şekil 1. Cinsiyet Sigara Hiç içen İçmemiş Deneyen Bırakmış Günlük n% n% n% n% 3 1,3 6 8,8 Sigara içen Arasıra n% Sigara içen Toplam n% 20 29,4 2 0,9 22 32,3 Kadın 37 54,4 Erkek 32 19,3 73 41 24,7 80 48,2 6 3,6 86 51,8 Toplam 69 29,5 10 3,4 47 20,1 100 42,7 8 3,4 108 46,1 P454 Flexible bronkoskopide sedasyon için propofol kullanımı Şekil 2. Ahmet Arısoy1, Selami Ekin2, Hilmi Demirkıran3, Hülya Günbatar2, Selvi Timuçin2 Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van 3 Özel İstanbul Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon, Van 1 2 Amaç: Propofol etkisi hızlı başlayıp hızlı biten hipnotic sedatif bir ilaçtır. Bronkoskopi sırasında propofol kullanımı ile ilgili yeteri kadar çalışma yoktur. Çalışmamızda kliniğimizde bronkoskopi sırasında sedatif olarak propofol kullandığımız hastalarımızı inceledik ve bunun hasta ve hekim açısından konforuna bakmaya çalıştık. Metod: Hastanemizde 2012 ve 2013 yıllarında bronkoskopi yaptığımız hastalarımızı prospektif olarak inceledik. Hastaların demografik özellikleri, bronkoskopi endikasyonları, bronkoskopi prosedürleri, işlem süreleri, minör ve majör adverse olaylar, hemodinamik parametreleri kayıt altına alındı. Hastalar bronkoskopi ünitesinden taburcu edilene kadar gözlemlendi. 160 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tülin Sevim, Emine Aksoy, Fatma Tokgöz, Nilüfer Kongar, Oğuz Aktaş, Meltem Ağca, Nezihe Gökşenoğlu, Yasemin Bodur Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Kliniğimizde Mayıs 2010 ve 2013 tarihleri arasında fiberoptik bronkoskopi ile transbronşial biyopsi (TBB) ve/veya bronkoalveoler lavaj (BAL) işlemlerinin uygulandığı 283 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların 185’i (%65,4) kadın, 98’i (%34,6) erkek ve yaş ortalaması 53±14 (17-85) idi. TBB ve BAL işlemleri 199 (%70,3) hastaya birlikte uygulanırken 43’üne (%15,2) yalnız TBB, 41’ine (%14,5) yalnız BAL uygulanmıştı. İşlemlerde; 141 (%49,8) sarkoidoz, 109 (%38,5) interstisyel akciğer hastalığı (İAH), 25 (%8,8) malignite ve 8 (%2,8) tüberküloz öncelikli tanı olarak kaydedilmişti. Yapılan diğer tetkikler ve klinik değerlendirme ile elde edilen son tanılar en sık; sarkoidoz [n=102 (%36)], UIP [n=21 (%7,4)], tüberküloz [n=16 (%5,7)], malignite [primer akciğer veya metastatik, n=15 (%5,3)], ve hipersensitivite pnömonisidir [n=12 (%4,2)] (Tablo 1). Hastaların BAL bulguları Tablo 2’de gösterilmiştir. Sonuçlanmayan hastalar ve nonspesifik tanılar ile sonuçlanan hastalar çıkarıldığında 210 hastada spesifik son tanıya ulaşılmıştır. En sık kullanılan tanı yöntemi; TBB [n=75 (%35,7)], BAL eşliğinde klinik bulgular [n=34 (%16,1)], mediastinoskopi [n=29 (%13,8)], radyolojik ve klinik bulgular [n=26 (%12,4)], video yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS) [n=19 (%9)] olmuştur. Tüm bronkoskopi işlemlerinde %5,3 oranda görülen komplikasyonlar: pnömotoraks [n=11 (%3,9)], ciddi hemoraji [n=2 (%0,7)], solunum yetmezliği (n=1) ve hipertansiyondur (n=1). Pnömotoraks olgularının 1’inde oksijen ile takip yeterli olmuş, diğerlerinde göğüs tüpü takılması gerekmiştir. Sonuç olarak kliniğimizde 3 yılda 283 hastaya BAL ve/veya TBB işlemi uygulanmış, tanıya ulaşılan hastaların 109’unda (%51,4)’ünde tanı bu işlemlerden sağlanmış, 15’inde (%5,3) komplikasyon gelişmiş ve mortalite görülmemiştir. Anahtar Kelimeler: bronkoalveoler lavaj, fiberoptik bronkoskopi, interstisyel akciğer hastalığı, transbronşial biyopsi 37/22/1 25 Tüberküloz 16 (%5,7) 9/7 6/3/0 UIP 21 (%7,4) 11/10 1/0/10 Eozinofilik akciğer hastalığı 7 (%2,5) 5/2 2/0/0 Bağ doku hastalığına bağlı İAH 5 (%1,8) 4/1 Akciğer ca 9 (%3,2) 4/5 1/0/2 Metastatik ca/ lenfoma/ nöroendokrin tm 6 (%2,1) 5/1 0/1/1 COP 10 (%3,5) 7/5 9/0/0 NSIP/DIP/Bronşiolit 9 (&3,2) 6/3 4/0/5 Hipersensitivite pnömonisi 12 (%4,2) 11/1 6/0/0 Pnömokonyoz 6 (%2,1) 0/6 5/0/0 Antrakoz 7 (%2,5) 4/3 4/3/0 Sınıflandırılamayan İAH 9 (%3,2) 7/2 Astım/pnömoni/ immun yetmezlik 26 (%9,2) 14/12 Diğer Tanı Yöntemleri 102 (%36) 71/31 Doku/LAP bx Sarkoidoz Klinik Radyolojik BAL ve diğer bulgular Tanı Yöntemi Olarak Trasbronşiyal Biyopsi ve Bronkoalveolar Lavaj: 3 yıllık deneyimimiz TBB/ mediastinoskopi/ VATS P455 Tablo. Son tanılar ve tanı yöntemleri n (%) K/E Bulgular: 97 hasta çalışmaya alındı. Ortalama yaş 65 idi. Hastaların 60’ ı erkek (%61), 37’si (%39) kadındı. Major endikayon santral ve periferik akciğer kanseri ön tanısı olan kitleler idi. Diğer sebepler; mediastinal, hiler lenf nodları, hemoptizi, tüberküloz, atelektazi, kronik öksürük, trakeomalazi idi. Ortalama propofol dozu biopsi yapılan hastalarda 90 mg, biopsi yapılmayanlarda 70 mg idi. Ortalama işlem süresi biyopsi yapılanlarda 14 dakika, biyopsi yapılmayanlarda 10 dakika idi. Bir hastada topikal lidokain sonrası burun kanaması, 2 hastada maske ambu gerektiren solunum arresti gelişti. Otuz beş hastada (%36) oksijen artırılması ile düzelen desaturasyon gelişti. Sonuç: Propofol, hem hasta hem de hekim açısından konforlu ve uygulanabilir bir sedatif -hipnotiktir. Anahtar Kelimeler: Propofol, Bronkoskopi, Sedasyon 7 4 5 (önceden tanılı) 1 (EBUS) 1 5 (mikrobiyoloji) 1 (EBUS) 10 2 3 5 4 3 2 1 1 6 1 Tetkik kabul 38 (%13,4) etmeyen/ 28/10 takibe gelmeyen/ex K: kadın, E: erkek, TBB: transbronşial biyopsi, VATS: video yardımlı torakoskopik cerrahi, BAL: bronkoalveoler lavaj, bx: biyopsi, LAP: lenfadenopati, UIP: usual interstisyel pnömoni, COP: kriptojenik organize pnömoni, NSIP: nonspesifik interstisyel pnömoni, DIP: desquamatif interstisyel pnömoni Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 161 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ CD4/CD8 (min-max) Eozinofil % (min-max) Lenfosit % (min-max) Nötrofil % (min-max) Makrofaj % (min-max) Total hücre / %canlılık Tablo 2. Son tanılar ve tanı yöntemleri Sarkoidoz (n=91) 368 / 71 39 (15-75) 16 (5-41) 41 (10-70) 4 (1-12) 4,8 (0,2-19) Tüberküloz (n=11) 410 / 72 46 (27-62) 20 (9-35) 30 (5-60) 4 (2-12) 9,9 (0,4-79) UIP (n=19) 327 / 68 49 (15-83) 24 (5-63) 22 (6-50) 5 (2-10) 2,2 (0,4-9,8) Eozinofilik akciğer hastalığı (n=5) 808 / 74 39 (16-61) 13 (6-20) 15 (5-30) 33 (3-70) 1,8 (0,2-3,9) Bağ doku hast. bağlı İAH (n=4) 1220 / 88 29 (10-60) 47 (18-82) 19 (6-45) 5 (2-9) 1 (0,3-2,5) COP (n=10) 498 / 81 37 (14-66) 22 (8-61) 35 (12-70) 6 (3-10) 1,3 (0,4-3,4) NSIP/DIP/bronşiolit 487 / 51 56 (37-75) 23 (10-41) 17 (8-33) (n=9) 4 (2-8) 0,9 (0,1-1,8) Hipersensitivite pnömonisi (n=12) 661 / 83 36 (15-68) 16 (8-24) 45 (8-70) 3 (2-5) 1,2 (0,1-7,1) Pnömokonyoz (n=4) 560 / 82 38 (19-57) 33 (22-50) 23 (15-39) 6 (3-8) 1,1 (0,2-2,0) Antrakoz (n=4) 171 / 33 56 (45-65) 20 (10-27) 20 (6-30) 4 (3-5) 1,0 (0,3-1,9) Sınıflandırılamayan 336 / 69 56 (45-68) 18 (9-29) 22 (15-30) 4 (2-5) İAH (n=8) 1,8 (0,5-3,2) Malignite (n=4) 251/ 61 56 (48-66) 21 (12-28) 20 (12-30) 3 (2-4) 1,7 (0,9-3,3) Pnömoni (n=16) 299/ 58 55 (25-78) 18 (8-40) 24 (10-40) 3 (1-10) 2 (0,1-10,2) P457 İlginç Bir Atelektazi Nedeni: İlaç Aspirasyonu Ümran Toru Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kütahya UIP:usual interstisyel pnömoni, İAH:interstisyel akciğer hastalığı, COP:kriptojenik organize pnömoni P456 Bronkoskopi İşleminde Uygulanan Premedikasyonda Midazolam ile Midazolam ve Fentanil Kombinasyonunun Karşılaştırılması Serap Diktaş Tahtasakal, Banu Salepçi, Benan Çağlayan, Sevda Cömert, Şafak Nur Kader, Ayşe Güven Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul Amaç: Bronkoskopi işleminde doğru tanının ve güvenilirliğin sağlanabilmesi yanında,hasta toleransı, kooperasyonu, hasta/bronkoskopist memnuniyeti de giderek önem kazanmış ve bu amaçla premedikasyon ön plana çıkmıştır. Çalışmamızda, bronkoskopi işleminde kulanılan midazolam ile midazolam+fentanil kombinasyonunun oksijen satürasyonu (SpO2) ve transkutanöz parsiyel karbondioksit basıncı (PtcCO2) ile amnezi, tolerans ve hasta/bronkoskopist memnuniyeti üzerine etkisi açısından birbirleriyle karşılaştırılmasını amaçladık. Gereç-Yöntem: Prospektif olarak yapılan bu çalışmaya bronkoskopi endikasyonu konulan 65 hasta dahil edildi. Hastalar randomize olarak midazolam(Grup M:32) ve midazolam+ fentanil(Grup FM:33) gruplarına ayrıldı. İşlemden hemen önce Grup M’ye 2 mg midazolam, Grup FM’ye 2 mg midazolam ve 20 mikrogram fentanil intravenöz verildi. Her iki grupta da Ramsay sedasyon skalası 3 olacak şekilde fentanil/midazolam dozu gerektiğinde yükseltildi. İşlem süresince SpO2, PtcCO2 ve nabız takibi yapıl- 162 dı. İşlem öncesi, sırası ve sonrasında sistolik, diastolik arter basınçları(SAB, DAB) kaydedildi. Bronkoskopi bitiminde hastalar;amnezi, işleme tolerans, işlem tekrarlanabilirliği, hasta/bronkoskopist memnuniyeti açısından bronkoskopist tarafından değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya alınan 65 olgunun yaş ortalaması 57.2±13.3, %65’i erkek, %35’i kadın idi. İşlem öncesine göre işlem sonrası PtcCO2 ve nabız değerlerindeki artış her iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı düzeyde saptandı(p<0,05). İşlem öncesine göre işlem sonrası SAB, DAB ve SpO2 değerlerinde her iki grupta da azalma izlenmekle birlikte Grup FM’deki DAB ve SpO2 düzeylerindeki düşme oranı Grup M’ye göre istastistiksel olarak anlamlıydı (p=0,028, p=0,006). Hastaların ağrı, öksürük, boğulma hissi skorları, amnezi düzeyleri, hasta/hekim memnuniyet düzeyleri ve işlem tekrarlanabilirliği açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Sonuç: Bronkoskopi esnasında sedasyon için kullanılan midazolom ve midazolom+fentanil kombinasyonu uygulamaları arasında PtcCO2, SpO2 ve konfor açısından fark saptanmamış olup, bronkoskopi işlemlerinde midazolama opioid eklenmesinin ek katkı sağlamadığı sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: bronkoskopi, fentanil, midazolam, premedikasyon, transkutanöz PCO2 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş:Yabancı cisim aspirasyonu (YCA) genellikle acil medikal tedavi gerektiren akut klinik semptomlarla kombinedir ancak hastaların yaklaşık olarak 1/3’ünde aspirasyon semptomları daha az belirgindir. Aspirasyon ve tanı arasındaki uzun gecikme sonucunda yabancı cisim (YC)-ilişkili semptomlar ya da komplikasyonlar yüksek oranda meydana gelir. Endoskopik müdahale gerektiren bazı vakalarda YCA’lar bronşial tümörleri taklit edebilir. Biz burada ilaç aspirasyonuna sekonder atelektazi saptanan ve fiberoptik bronkoskopide (FOB) endobronşial kitle görünümünde lezyon gözlenen olgumuzu sunduk. Olgu: 78 yaşında bayan hasta nefes darlığı ve öksürük şikayetleri ile Acil Servis’e başvurdu. Fizik muayene’de sol akciğerde solunum seslerinde azalma ve matite saptandı. Postero-anterior (PA) Akciğer Grafisi ve Toraks Bilgisayarlı Tomografisi’nde (BT); sol akciğer atelektazisi ile uyumlu radyolojik bulgular gözlendi (Şekil 1). Atelektazi etyolojisini aydınlatmak amacıyla FOB yapıldı ve sol ana bronş girişinde beyaz renkli, parlak yüzeyli endobronşial lezyon (EBL) saptandı (Şekil 2). Biyopsi sırasında forseps ilerletildiğinde lezyonun parçalandığı ve hava yolunun açıldığı gözlendi. Kontrol PA Grafi ve Toraks BT’de atelektazinin gerilediği görüldü. Hastanın ayrıntılı anamnezi birkaç ay önce ilacını aspire ettiğini ortaya koydu. Sonuç: YCA’ların atelektazinin önemli bir nedeni olduğu ve bu tip bir hastada ayrıntılı bir öykü alınması gerektiği unutulmamalıdır. YCA’ya bağlı atelektazi ön tanısı olan vakalarda, YC’nin FOB ile alınması yüksek bir başarı oranına sahip olduğu için önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Atelektazi, yabancı cisim, aspirasyon POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 1. Toraks BT’de; sol akciğerde atelektazi P459 Kronik öksürük ve hemoptizinin nadir bir sebebi: trakeobronkopati osteokondroplastika Meltem Çoban Ağca1, Tülay Yarkın1, Ebru Sulu1, Ayçim Şen2 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 2 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji bölümü, İstanbul Şekil 2. FOB’da; sol ana bronş girişinde beyaz renkli, parlak yüzeyli endobronşial lezyon Trakeobronkopati osteokondroplastika, trakea ve ana bronşlarda lümen içine uzanım gösteren kemik ve /veya kıkırdak yapıda nodüler lezyonlar ile karakterize nadir görülen selim bir hastalıktır. Nodüller kartilaj dokudan kaynaklandığı için tipik olarak havayolunun posterior membranöz duvarı korunmuştur. Etyolojisi kesin olarak bilinmese de, kronik infeksiyonlar, kimyasal irritasyonlar, dejeneratif bozukluklar ve konjenital faktörler suçlanmaktadır. En sık kronik öksürük ve hemoptizi bulunur ve olgular çoğunlukla 50 yaşın üzerindedir. Fiberoptik bronkoskopi (FOB) ve bilgisayarlı toraks tomografisi (BTT) en önemli tanısal metodlardır. Tedavisi konservatif olup, nadiren cerrahi tedavi uygulanır. Olgu: Elli yaşında kadın hasta polikliniğimize 2 aydır süren kuru öksürük ve son günlerde gelişen hemoptizi ile başvurdu. Fizik muayenesi normal olan hastanın özgeçmişinde 2 yıl önce hatırladığı çamaşır suyu inhalasyonu dışında bir özellik ve sigara öyküsü yoktu. Akciğer grafisi normaldi. BTT’de trakea ve ana bronşlarda lümen düzensizliği ve lümen içine doğru uzanan milimetrik nodüller izlendi.FOB’da vokal kordlardan hemen sonra tüm trakeada arka duvar hariç mukoza boyunca ve ana bronşlarda mukozadan kabarık, düzensiz mukozalı, sert nodüler lezyonlar görüldü. Bu lezyonlardan alınan biyopside kronik inflamasyonlu respiratuar mukoza, submukozal metaplastik kemik ve kartilaj dokusu olarak raporlandı. Bulguların trakeobronkopati osteokondroplastika ile uyumlu olduğu belirtildi. Hastaya semptomatik tedavi verildi. Sonuç: TPO, kronik dirençli öksürük ve hemoptiziye neden olabilen nadir bir hastalıktır. Tanı, tipik bronkoskopik görünümü ile birlikte histopatolojik olarak bronşiyal kartilajların bulunması ile kesinleştirilir. Anahtar Kelimeler: bronkoskopi, trakeobronkopati osteokondroplastika, kronik öksürük P458 Komplike hidatik kist ile akciğer kanserinin ayırıcı tanısında indirek hemaglütinasyon testinin güvenilirliği Bayram Altuntaş, Yener Aydın, Atilla Eroğlu Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum Amaç: Hidatik kist rupture olup komplike hale geldiğinde klinik ve radyolojik olarak akciğer kanserinden ayrımı mümkün olamamaktadır. Bu çalışmada komplike kist hidatik ile akciğer kanserinin ayırıcı tanısında indirek hemoglütünasyon testinin etkinliği araştırıldı. Yöntemler: Ocak 2010 ve Aralık 2013 yılları arasında kliniğimizde prospektif bir çalışmada klinik ve radyolojik olarak kist hidatik ve akciğer kanseri ayrımı yapılamayan 28 olguya ve histopatolojik olarak akciğer kanseri tanısı konulan 28 olguya indirek hemoglütinasyon testi bakıldı. Bulgular: Histopatolojik tanısı olmayan ve ayırıcı tanısı yapılamayan 28 olgudan 25’innde indirek hemoglutinasyon testi pozitif (%90), üçünde ise negatifti (%10). Bu olguların hepsinde operasyonla histopatolojik olarak kist hidatik tanısı konuldu. Kontrol grubundaki 28 akciğer kanserli olgunun ikisinde indirek hemoglutinasyon testi pozitif (%7), 26’sinde ise negative (%93) olarak tespit edildi. Sonuç: Bulgularımız primer akciğer kanserinden ayrımı yapılamayan komplike kist hidatik olgularında indirek hemoglutinasyon testinin önemli katkı sağladığını göstermektedir. Bununla ilgili daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri; kist hidatik; indirek hemaglütinasyon testi Şekil 1. Olgunun bronkoskopik görünümü Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 163 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 2. Şekil 1. Üçlü diş protezi P460 Opak madde aspirasyonu sonrası akciğer radyolojisi P462 Orhan Yücel, Ufuk Turhan, Deniz Doğan, Cantürk Taşcı İnterkostal Akciğer Herniasyonu Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Ankara Ezel Yaltırık Bilgin1, Koray Kılıç1, Murat Türk2, İpek Kıvılcım Oğuzülgen2, Gonca Erbaş1 74 Yaşında erkek hasta. Öksürük nedeniyle kbb polikliniğine başvuran hasta polikliniğimize sevk edildi. Hikayesinde hastanın yutma güçlüğü nedeniyle bir hafta önce gastroenteroloji bölümünde özefagografi çekilmiş. Hastaya çekilen p/a akciğer grafisinde görülen dansite artışları sonrası hastaya toraks bt çekildi. Toraks bt’de görülen dansite artışları opak maddeyle uyumlu olarak raporlandı. Hasta öksürük nedeniyle semptomatik olarak takip edildi. Anahtar Kelimeler: Aspirasyon, Toraks Bt, Opak Madde P461 Fiberoptik bronkoskopi ile çıkarılan yabancı cisim olgusu Özlem Saniye İçmeli, Baran Gündoğuş, Hatice Türker, Meliha Demirci, Zehra Çoban Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Trakeobronşiyal yabancı cisim aspirasyonları erişkinlerde çocuklara göre daha seyrek görülür. Kliniğimize pnömoni ön tanısıyla gönderilen 52 yaşındaki erkek olgudan, fiberoptik bronkoskopi (FOB) ile yabancı cisim (üçlü diş protezi) çıkarılmıştır. İyileşmesi geciken pnömonilerde yabancı cisim aspirasyonu ayırıcı tanılar arasında düşünülmelidir. Bu şekilde distal hava yollarına aspire edilen yabancı cisimlerin çıkarılmasında FOB güvenle uygulanabilen bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler: Akciğer, yabancı cisim, fiberoptik bronkoskopi 164 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Giriş-Amaç: Minitorakotomi ve kardiyopulmoner resüsitasyon öyküsü olan asemptomatik hastada rastlantısal olarak tanı almış lateral interkostal akciğer herniasyonunun klinik ve radyolojik bulguları literatür bilgileri eşliğinde sunulmuştur. Olgu: Renal hücreli karsinom nedeniyle opere 76 yaşında erkek hastada kontrol amaçlı torakoabdominal bilgisayarlı tomogafi (BT) incelemesinde ön mediasten kitlesi saptandı. Timik neoplazi ve malign lenfadenopati ön tanılarıyla sol minitorakotomi yoluyla kitle eksizyonu uygulandı. Postoperatif dönemde kardiyopulmoner arrest gelişmesi üzerine resusitasyon yapıldı. Patoloji sonucu kapsül invazyonu bulunmayan tip-1B timoma geldi. Postoperatif birinci yılda intravenöz kontrastlı torakoabdominal BT yapıldı. Sol hemitoraksta göğüs lateral duvarında 6. İnterkostal aralık düzeyindeki defektten göğüs duvarı yumuşak dokuları arasına herniasyon gösteren akciğer linguler segmenti izlendi. Tartışma: Akciğer herniasyonu nadir görülen bir klinik durumdur. Akciğerin bir defektten göğüs kafesi sınırlarının ötesine taşmasıdır. Akciğer hernileri etyolojiye göre doğumsal ve edinsel, görülme yerine göre apikal, diafragmatik ve interkostal olarak sınıflandırılır. Edinsel akciğer hernileri çoğunluğu oluşturur. Spontan, travmatik ve patolojik alt gruplara ayrılır. En sık görülen tipi travmatik interkostal hernidir. Künt ve penetran travmanın yanı sıra, göğüs tüpü çekilmesi sonrası, cerrahi sonrası olgularda görülür. Çoğu olgu asemptomatiktir. Göğüs duvarında şişlik, ele gelen kitle, ağrı, solunum sıkıntısı, sık enfeksiyon geçirilmesi söz konusu olabilir. Semptomatik hastalarda göğüs duvarının tamiri, greftleme gerekebilir. Sonuç: Akciğer hernisi nadir görülen bir durumdur. Özellikle travma ve torakotomi sonrası gelişen göğüs duvarı kitlelerinin ayırıcı tanısında yer alır. Tanısında radyolojik görüntüleme ve özellikle BT önemlidir. Radyolojik bulguların bilinmesi, ayrıntılı tanımlanması tedavi kararı ve planı açısından kritik önemdedir. Anahtar Kelimeler: İnterkostal akciğer herniasyonu, BT POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P463 Akut Böbrek Yetmezliği Tanılı Hastaların Radyolojik Bulguları Ege Güleç Balbay1, Emine Banu Çakıroğlu1, Sinem Safçı2, Tansu Sav2, Şengül Cangür3 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim Dalı, Düzce 3 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Düzce 1 2 Amaç: Akut Böbrek Yetmezliği (ABY)tanılı hastaların radyolojik bulgularını değerlendirmek Metod: 1 Ocak 2012-30 Nisan 2013 tarihleri arasında Nefroloji servisinde ABY tanısıyla yatırılarak izlenen hastaların posteroanterior (PA) akciğer grafileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: 80 hastanın yaş ortalamaları 66.48±18.2 olup 47’si (%58.8) erkekti. ABY tipleri sırasıyla 57 (%71.3) prerenal, 21 (%26.3) renal, 2 (%2.5) postrenaldi ve %25’inde (20) Kronik Böbrek Yetmezliği zemininde ABY (KBYABY) gelişmişti. Hastaların 52’sinin (%65) PA akciğer grafisinde anormal bulgular mevcuttu. 27 Kardiyomegali (%34.2), 18 konsolidasyon (%22.8) 17 plevral efüzyon (%21.5) oranında izlendi. Plevral efüzyon çoğunlukla 14 (%77.8) tek taraflı, 8 (%57.1) sol taraflı olarak izlendi. Masif efüzyon sadece 1 hastada (%5.9) mevcuttu. Konsolidasyon 4 (%22.2) iki taraflı idi. İki (%2.5) hastada akciğerde kitle saptandı. Hastaların 7`sinde (%8.9) bilgisayarlı toraks tomografisi çekilmişti. 16 (%20) hasta exitus olmuştu. Akciğer grafisi anormal olan olguların %23.1’i, normal olanların ise %14.3’ü exitustu. Akciğer grafisi durumuna göre hastaların exitus olma oranları arasında anlamlı fark yoktu (p=0.397). ABY tanılı hastaların %70’inin, KBYABY gelişen olguların ise %63.3’ünün akciğer grafisi anormaldi. Plevral efüzyon görülen ve görülmeyen olguların exitus olma oranları sırasıyla %29.4 ve %16.1 idi ve exitus oranları arasında anlamlı bir fark saptanmadı (p=0.268). Sonuç: ABY`li hastalarda ki yüksek anormal radyolojik bulgu olması nedeniyle göğüs hastalıkları konsültasyonu bu hastaların yönetiminde önemli olduğu düşünülmektedir Anahtar Kelimeler: akut böbrek yetmezliği, akciğer grafisi Şekil 1. Toraks BT’de trakea sağ lateral duvarda dümene doğru kalınlaşma Şekil 2. Batın BT’de sağ rectus abdominis kası içerisinde hematom P465 Plevral Efüzyona Neden Olan Syringoplevral Şant: Olgu Sunumu P464 Rectus abdominis kasında hematom ile başvuran trakeal amiloidoz olgusu Serap Argun Barış , Nesrin Turhan , Kürşat Yıldız , İlknur Başyiğit , Haşim Boyacı1, Sevtap Gümüştaş3 1 1 2 1 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli 1 2 3 Nadir görülen bir hastalık olan trakeobronşiyal amiloidoz, kronik öksürük ve nefes darlığı yakınmasına neden olduğu için sıklıkla hava yolu hastalıkları ile karıştırılmaktadır. Burada, kronik öksürük nedeniyle rektus kasında hematom geliştiği için acile başvuran ve trakeal amiloidoz tanısı alan bir olgu sunulmaktadır. Olgu: Elli üç yaşında erkek hasta, şiddetli öksürük, karın ağrısı ve karında şişlik yakınması ile acile başvurdu. Yaklaşık 5 yıldan beri öksürük yakınması olduğunu, bu yakınmaları ile başvurduğu sağlık kurumunda astım tanısı konularak inhaler tedavi verildiğini belirtti. Özgeçmişinde 55 paket /yıl sigara kullanım öyküsü, hipertansiyon, benign prostat hipertrofisi mevcuttu. Solunum sistemi muayenesi normal bulunan hastada batında sağ alt kadranda yaklaşık 15 cm. boyutunda şişlik izlendi. Acilde Batın ve Toraks BT çekilmiş olan hastanın Batın BT’sinde sağ rektus abdominis kasında hematom izlendi. Toraks BT’de ise bilateral akciğerde multipl miliyer nodüller, hiler ve mediastinal kalsifik lenfadenopatiler ve trakea orta kısmında lokal duvar kalınlaşması izlendi. Hastaya yapılan fiberoptik bronkoskopide trakea orta kısmında sağ lateral duvarda polipoid yapıda lezyon izlendi. Lezyondan alınan biyopsinin histopatolojik incelemesinde PAS ve Kongo kırmızısı ile pozitif boyanma izlendi. Biyopsi örneklerinin immünohistokimyasal incelemesinde amiloid AA proteini için yaygın pozitif reaksiyon saptandı. Hastaya sekonder amiloidoz tanısı konuldu. Sonuç: Kronik öksürük ayırıcı tanısında trakeal patolojiler de düşünülmeli ve atipik klinik seyirli, kontrolsüz astım olgularında bronkoskopik tetkik planlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: amiloidoz, öksürük, trakea, hematom Fatma Tokgöz, Yasemin Bodur, Nezihe Gökşenoğlu, Tülin Sevim Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Elli bir yaşında kadın hasta kliniğimize 2 aydır olan nefes darlığı şikayeti ile başvurdu. Genel durumu iyi, vital bulguları normal, solunum sistemi muayenesinde sol alt alanda solunum sesleri azalmıştı ve diğer sistem muayenelerinde özellik yoktu. Özgeçmişinden, 10 yıl önce üst ekstremitelere yayılan boyun ağrısı ve uyuşukluk şikayeti ile çekilen kranial manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile Arnold Chiari I malformasyonu ve siringohidromyelik kavitasyon tanısı aldığı öğrenildi. Nöroşirurji tarafından sububoksipital dekompresyon uygulanmış, takibinde şikayetleri düzelmediğinden siringoplevral şant uygulanmıştı. O dönemden beri yakınması olmamıştı ve ek hastalığı yoktu. Çekilen posteroanterior akciğer (PA) grafisinde (Şekil 1) minimal plevral efüzyon mevcuttu ve toraks ultrasonografisinde (USG) 11 mm kalınlıkta ölçüldü. Nöroşirurji bölümü ile konsulte edilen hastada plevral sıvının şanta bağlı olmadığı düşünüldü. Efüzyon USG eşliğinde örneklendi, eş zamanlı alınan kan biyokimyası ile karşılaştırıldı ve Light kriterlerine göre transuda niteliğinde olduğu görüldü. Sıvının şanta bağlı olabileceği şüphesi devam ettiğinden beta-2 transferrin araştırıldı ve pozitif bulundu. Beta-2 transferrin santral sinir sisteminde nöraminidaz aktivitesi ile oluşan, yalnız beyin omurilik sıvısı (BOS), aköz humor ve perilenf içerisinde bulunan bir proteindir. Hasta, plevral sıvıda BOS kontaminasyonu kanıtlanmış olarak nöroşirurji bölümüne yönlendirildi. Operasyon için riskli bulunarak takibe alındı. Üç ay sonra kliniğimizde yapılan kontrolünde hastanın 10 yıl öncekine benzer ağrılarının, kollarda uyuşma hissi ve güçsüzlüğünün tekrar başladığı öğrenildi. Kontrol PA grafisinde sıvı devam etmekteydi. Olgumuzda siringoplevral şant iritasyonuna bağlı olduğu saptanan plevral efüzyon şantın işlevsizliğinin ilk klinik bulgusu olarak ortaya çıkmış, beta-2 transferrin ile doğru ve hızlı bir şekilde tanı konulması sağlanmıştır. Anahtar Kelimeler: beta 2 transferrin, plevral efüzyon, plevral şant Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 165 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 1 Şekil 1. Başvuru PA grafisi P466 Pulmoner Sekestrasyon: Olgu Sunumu Selçuk Parlak1, Ebru Şeref Parlak2, Aysun Erdoğan Okay1, Uğur Toprak1, Levent Altın1 Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Bölümü, Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Pulmoner sekestrasyon (PS) nonfonksiyone akciğer dokusu ile karakterize nadir bir konjenital hastalıktır. PS sistemik dolaşımdan gelen aberran bir arter tarafından beslenir. Bu anormal vaskülarizasyonun gösterilmesi tanıyı sağlar. Tanıda anjiografi gold standart olmasına rağmen noninvazif yöntemler, BT Anjiografi, MR Anjiografi ve Doppler ile de anormal vaskülarizasyon gösterilebilir. MDBT ile tek nefes tutuşta tüm toraks taranarak hem aberran arter ve drenaj veni görülür, hem de parankimal bulgular değerlendirilebilir. Lezyon BT’de homojen ya da nonhomojen konsolidasyon alanı, hava-sıvı seviyesinin eşlik edebileceği kistik kitle şeklinde görülebilir. Genellikle sol hemitoraksta ve alt lob posterobazal segmentlerde yerleşir. Intralober (ILS) ve ekstralober (ELS) olmak üzere iki tipi mevcut olup büyük kısmını (%75) intralober tip oluşturmaktadır. ILS visseral plevra ve normal akciğer dokusu ile çevrilidir. ELS’da ise lezyon ayrı bir plevraya sahiptir. ILS pulmoner venlere, ELS ise azigoz veya hemiazigoz venler ile sistemik dolaşıma drene olur. Çoğu vaka hayatın erken dönemlerinde semptomatik olup produktif öksürük, ateş, rekkuren pnömoni, dispne, hemoptizi tipik semptomlardır. Olgumuz 41 yaşında erkek olup tekrarlayan pnömoni atakları ile göğüs cerrahisi bölümüne başvurmuş, sonrasında BT incelemesi için kliniğimize yönlendirilmiştir. MDBT’de sağ akciğer orta lob medial segmentte 99x42 mm boyutta, hava-sıvı seviyeleri içeren, multilokule kistik lezyon görülmüş olup lezyonun abdominal aortada çöliak turunkus komşuluğundan çıkan bir aberan arter tarafından beslendiği, venöz drenajının ise pulmoner venler vasıtasıyla olduğu saptanmıştır. Bu bulgular ışığında lezyon ILS olarak değerlendirilmiş, cerrahi sonrasında da tanı doğrulanmıştır. Anahtar Kelimeler: Konjenital, Multidedektör CT, Pulmoner sekestrasyon 166 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2 P467 Endobronşiyal Lipom Ahmet Arisoy1, Oğuzhan Özdemir2 Özel İstanbul Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Van Özel İstanbul Hastanesi, Radyoloji, Van 1 2 55 yaşında bayan hasta 2 yıldır devam eden nefes darlığı şikayeti ile geldi. Öksürüğü ve ara ara balgam çıkarma şikayeti de oluyordu. Hiç sigara içmemişti. Dinlemekle sağda solunum sesleri azalmıştı. Akciğer grafisi doğaldı. Sağda solunum seslerinde azalma olan hastaya kontrastlı toraks BT çekildi. Toraks BT’de sağ intermedier bronşta kitle olan hastaya bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide sağda intermedier bronşu tam tıkayan, düzgün yüzeyli, kanamaya meyilli lezyon görüldü. Biopsi sonucu benign gelen hastanın toraks BT’sine tekrar bakıldığında bu kitlenin yağ dansitesinde olduğu görüldü ve lipom olarak kabul edildi. Anahtar Kelimeler: Benign, Endobronşiyal, Lipom POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P469 Lokalize Persitan Ronküse Neden Olan Endobronşial Lipom Olgusu Recep Akgedik1, Necla Hare Kurt2, Şükran Akgedik3, İlknur Aytekin4, Ali Bekir Kurt5 Ordu Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ordu Ordu Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkarı, Ordu 3 Ordu Devlet Hastanesi, Patoloji, Ordu 4 Ordu Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Ordu 5 Ordu Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ordu 1 2 Şekil 1. Toraks BT’de sağ intermedier bronşta yağ dansitesinde lezyon Endobronşial lipom(EBL), trakeabronşial ağacın oldukça nadir tümörüdür. Sıklığı tüm akciğer tümerlerinin %0,1-0,5 kadardır. Bening karakterde olsada distalinde mg obstrük pnömoni vekalıcı akciğer destrüksiyonuna neden olabilir. Bu nedele erken tanı ve radikal cerrahi önemlidir. İlginç oskültasyon ve radyolojik bulguları olan ve FOB ile tanı koyup tedavi ettiğimiz bir EBL vakamızı sunmayı uygun bulduk. 67 yaşında erkek hasta 6 aydan daha fazladır devam eden öksürük ve dispne şikayetiyle başvurdu. Fizik muayenesinde lokalize (kalp üzerindeki sol akciğer alanında, inspiryumda, değişmeyen karekterde ronküs saptandı. PAAG bunu açıklayacak bulgu yoktu. BT’ de sol üst lob bronşunda yağ dansitesi içermeyen irreguler kısmi obstrüksiyon vardı. Hastaya FOB yapıldı. Düzgün sarımtırak renkli, solunumla hareketli, pedinküllü EBL saptandı(Şekil 1). Pedinkülü ile birlikte lezyon FOB ile çıkarıldı. Patoloji sonucu EBL olarak raporlandı(Şekil 2). Hasta işlemden sonra 1 yıldır semptomsuz olarak izlenmekte. Literatür taramamızda lokalize persistan inspirauar ronküse neden olan ve CT de yağ dansitesi saptanmayan başka vaka saptayamadık. Genelde endobronşial tümör, yabancı cisim gibi nedenlerle ortaya çıkan inspiratuar lokalize değişmeyen ronküs saptanan hastalarda X Ray ve BT normal olsa bile FOB ile değerlendirmeyi öneriyoruz. Anahtar Kelimeler: Endobronşial Lipom(EBL), lokalize persistan inspiratuar ronküs, fiberoptik bronkoskopi P470 Multimedya bilgilendirmenin bronkoskopi işlemi üzerine etkisi Ersin Günay1, Sevinç Sarınç Ulaşlı1, Serdar Kokulu2, Gürhan Öz3, Olcay Akar1, Erman Bağcıoğlu4, Elif Doğan Baki2, Mehmet Ünlü1 Şekil 2. Bronkoskopide, intermedier bronşu tam tıkayan, düzgün yüzeyli, kanamaya meyilli lezyon P468 42 Yaşında Bir Mac Leod Olgusu Oral Menteş, Belgin Samurkaşoğlu, Feza Uğurman, Sevim Düzgün Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Ankara Mac Leod sendromu ya da Swyer James Sendromu, ünilateral hiperlusen akciğer radyolojisi ile karakterize nadir görülen bir hastalık tablosudur. Çocukluk çağında geçirilen viral bronşiyolit ve pnömoniler sonrasında gelişir. Postenfeksiyöz olarak gelişen obliteratif bronşiyolit asemptomatik olabilir. Burada semptomatik olmasına rağmen 42 yaşında tanı konulan bir Mac Leod Sendromu olgusu literatürdeki vakalar eşliğinde sunuldu. Anahtar Kelimeler: Mac Leod sendromu, Swyer James sendromu, Ünilateral hiperlusen akciğer sendromu. 1 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyonkarahisar 2 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Afyonkarahisar 3 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar 4 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyonkarahisar Amaç: Tıbbi müdahaleler esnasında toleransın azalmasına ve hastalardaki stresin artmasına neden olan anksiyete sık görülen bir problemdir. Hastaların bilgilendirilmesi ile girişimsel işlemlere bağlı anksiyete arasında ilişki olduğu bilinmektedir. Çalışmada hastaların uygulanacak bronkoskopi işlemi konusunda multimedya bilgilendirme veya yazılı bilgilendirme yöntemlerinin işlem öncesi anksiyete ve işlem sırasında kullanılacak sedatasyon miktarı, bronkoskopi sırasındaki zorluklar, komplikasyonlar ve işlem süresi üzerine etkisi incelenecektir. Yöntem: Çalışmaya bronkoskopi için aday 150 hasta alındı. Hastalar iki gruba randomize edildi: Multimedya bilgilendirme grubu (MBG) (yazılı bilgilendirme ve multimedya bilgilendirme) (N=75), Yazılı bilgilendirilmiş onam grubu (YBOG) (N=75). Yazılı bilgilendirilmiş onam her hastadan alındı. Bronkoskopi öncesi işlemin anlatıldığı kapsamlı multimedia sunum sadece MBG’na izletildi. Durumluk anksiyete seviyeleri bilgilendirme sonrası- bronkoskopi öncesi STAI-S ile değerlendirildi. Bulgular: MBG grubunda STAI-S skoru (40.31±8.08) YBOG’na (44.29±9.62) göre daha düşüktü (p=0.007). MBG’nda hastalar bilgilendirmelerden daha fazla tatmin olmuştu (P=0.001). YBOG’ndaki hastalar (N=12), MBG’ndaki hastalardan (N=3) “vokal kordlardan geçilirken”, YBOG’ndaki hastalar (N=4) MBG’ndaki hastalardan (N=0) “girişimsel işlemler yapılırken” istatistiksel olarak daha fazla rahatsız olduklarını belirtti. Uygulanan midazolam dozu ve işlem süresi MBG’nda daha az bulundu (sırasıyla, P<0.001 ve P=0.045). Bronkoskopi işlemi “öncesinde bekleme Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 167 POSTER SUNUMLARI süreci”, “nazal/oral geçiş”, “local anestezi uygulanması” sırasında zorluk hissetme durumları ve komplikasyon oluşumu heriki grupta da benzerdi. Sonuç: Multimedya bilgilendirme yapılması hastaların durumluk anksiyetelerini azaltma yanında, kullanılan sedasyon miktarını azaltmakta, işlem süresini kısaltmakta ve zorluklar daha az yaşanmaktaır. Anahtar Kelimeler: Anksiyete, bronkoskopi, multimedya bilgilendirme, durumsal anksiyete, yazılı bilgilendirme, sedasyon P471 Bronkoskopi Premedikasyonunda Antitusif Kullanımının Yeri Nezihe Çiftaslan Gökşenoğlu1, Emine Aksoy1, Nilüfer Kongar2, Oğuz Aktaş1, Yasemin Bodur1, Tülin Sevim1 Süreyyapa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 1 İstanbul Bilim Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul TÜRK TORAKS DERNEĞİ Olgularda erkek/kadın yüzdeleri sırasıyla, temaslılarda 50/50, TDT pozitifliğinde 54/46, bağışıklığın baskılanmasında 59/41 idi.Yaş ortalaması ve standart sapmaları; temaslılarda 10,55±7,09 (1-44), TDT pozitifliğinde 10,14±6,66 (1-15) bağışıklığın baskılananlarda 39,42±14,07 (1-80) idi. Endikasyonlara göre; temaslıların %7, 15 yaş altı TDT pozitifliğinde %7, bağışıklığın baskılanması %12 sinde BCG skarı yoktu. Temaslıların %36, bağışıklığın baskılanmasının %47 sinde TDT 15 mm ve üzerinde idi. Koruma tedavisi başlananların %44 5-14 yaş arasında idi. Yıllara göre TB-KT başlama endikasyon oranları incelendiğinde immun supresiflerde tedavi başlama oranı %13 den %38 çıktı, 15 yaş altı TDT pozitifliği ise %34 den %8 indi. Sonuç: Tüm olguların %8 BCG skarsızdı. BCG nin bazen skar bırakmadığı göz önüne alınırsa bölgemizde aşılama oranımız yüksektir. TB-KT başlanma endikasyonunda bağışıklığın baskılanması oranı yıllara göre sayısı arttı. TB-KT de TDT nin 15 ve üzeri oranı %53 idi. TB-KT başlananların çoğunlukla erkek olgu idi. Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, tüberkülin deri testi, BCG skar, TB-KT 2 Fiberoptik bronkoskopi günümüzde göğüs hastalıkları kliniklerinde sık kullanılan bir işlemdir. Tanı ve tedavi amaçlı kullanım alanı olan bronkoskopi işleminin hasta ve hekim için ideal koşullarda yapılabilmesi önemlidir. Sedasyon amacıyla en sık kullanılan ilaç benzodiyazepin grubundan bir ilaç olan midazolamdır. Birçok yönden işlemi kolaylaştıran bu ilacın öksürük ve sekresyon üzerine etkisi yoktur. Bu çalışmada zayıf opioid özellikte olan kodein, işlem öncesi verilmiş ve işlem sırasında hastaların öksürük, sekresyon ve konfor düzeyi üzerine olan etkisi araştırılmıştır. Çalışma kliniğimizde, Ocak 2013- Mayıs 2013 tarihleri arasında çeşitli endikasyonlar nedeniyle bronkoskopi yapılan 96 hasta ile yapıldı. Bu çalışma prospektif, plasebo kontrollü ve çift kör olarak yürütüldü. Hastaların; 21’i (%21,9) kadın, 75’i (%78,1) erkek olup yaş ortalamaları 56,9±1,4 idi. Olgular iki gruba ayrıldı. Grup 1’e (n:48) midazolam ile beraber işlemden bir gün önce başlanan 20 mg kodein tablet 4 doz şeklinde uygulandı. Grup 2’ye (n:48) midazolam ve plasebo tablet verildi. Hastalar ve doktorlar için ayrı ayrı olmak üzere konfor düzeyi, sekresyon miktarı ve öksürük şiddetinin sorgulandığı iki anket formu ve vizüel analog skala hazırlandı. Formlar işlemden hemen sonra dolduruldu. Her iki grupta da işlemi sonlandırmayı gerektirecek bir komplikasyon gelişmedi. Fenokodein tablet verilen grupta hastaların değerlendirdiği skalada öksürük miktarı istatiksel olarak anlamlı ölçüde düşük bulundu. Doktorların değerlendirdiği skalada ise sekresyon miktarı daha az ve konfor düzeyi anlamlı ölçüde daha yüksek olarak saptandı. Çalışmamızda bronkoskopi öncesi fenokodein tablet verilmesinin işlem sırasında öksürük miktarını azalttığı ve konfor düzeyini artırdığı görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Fiberoptik bronkoskopi,kodein,öksürük TÜBERKÜLOZ P472 Tüberküloz koruyucu tedavi alan olguların BCG skar ve Tüberkülin Deri Testi sonuçlarını değerlendirmek Beyhan Çakar 7 No’lu Verem Savaşı Dispanseri, Ankara Tüberküloz koruyucu tedavi alan olguların BCG Skar ve Tüberkülin Deri Testi sonuçlarını değerlendirmek Amaç: Dispanserimizde 2008-2012 yıllarındaki tüberküloz koruyucu tedavisinin (TB-KT) yıllara göre uygulanma endikasyonları,yaş, BCG skar ve TCT sonuçlarını değerlendirmek Yöntem: Olgu bilgileri retrospektif olarak TB-KT kayıt defteri esas alınarak değerlendirildi. Bulgular: 2008-2012 yıllarında (5 yıllık sürede) toplam 616 kişiye TBKT başlandı. Endikasyonlar:287 (%46)’ü TB hasta temaslısı, 127 (%21)’sı 15 yaş altı tüberkülin deri testi (TDT) pozitifliği, 202 (%33)’i bağışıklığın baskılanması idi. TDT konversiyonu ile sekel lezyona TB-KT verilmemişti. 168 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P473 Aktif Akciğer Tüberkülozunda Bir İnflamasyon Markerı Olarak Mean Platelet Volüm Gülşah Günlüoğlu1, Esra Yazar1, Nurdan Şimşek Veske1, Ekrem Cengiz Seyhan2, Sedat Altın1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Medipol Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları, İstanbul 1 2 Giriş: Mean Platelet Volümü (MPV), plateletlerin boyutunu yansıtır. Bazı klinik durumlarda plateletlerin proinflamatuar ve protrombotik potansiyelini değerlendirmede kullanılabilir. Bazı kronik inflamatuar hastalıklarda inflamasyon yüküyle ters orantılı olduğu gösterilmiştir. Amaç: Bu prospektif çalışmada, MPV’ nin aktif akciğer tüberkülozu (PTB) hastalarında inflamasyon markerı olarak kullanılabilirliğinin sağlıklı kontrollerle karşılaştırılarak ortaya konması amaçlandı. Ayrıca C-reaktif protein (CRP), Eritrosit Sedimentasyon Hızı (ESR) gibi diğer inflamatuar markerlarla ve hastalığın radyolojik yaygınlığı ile arasındaki ilişki incelendi. Hastalar ve Metod: 82 aktif PTB ve 95 sağlıklı gönüllü (kontrol grubu) çalışmaya dahil edildi. Tam kan sayımı, kan CRP, ESR düzeyleri karşılaştırıldı ve hasta grubda hastalığın radyolojik yaygınlığı ile MPV ve inflamasyon markerları arasındaki ilişki incelendi. Bulgular: PTB’ da MPV düzeyi 7.74±1.33 iken sağlılklı grupda 8.2±1.13 idi (p=0.005). Yine aktif hasta grubunda kan platelet sayısı, CRP ve ESR değerleri kontrol grubuna göre anlamlı şekilde yüksekti (p<0.0001). Hastalığın radyolojik yaygınlığı ile MPV ilişkisiz iken (p=0.80) CRP (r=0.26, p=0.003) ve ESR düzeyi (r=0.39, p=0.003) radyolojik yaygınlık ile anlamlı şekilde korele idi. Platelet sayısı ile radyolojik yaygınlık arasında anlamlı ilişki yoktu (p=0.24). Sonuç: PTB hastalarında MPV, sağlıklıklı kontrollere göre düşük saptanmıştır. Ancak bu düşüklük pozitif akut faz reaktanı olan CRP ve ESR’ deki yüksekliğe göre daha anlamlı değildir. MPV düzeyi ile hastalık ağırlığını yansıtmamaktadır. PTB’ da MPV’ nin inflamasyon marker’ı olarak kullanımı ve negatif akut faz reaktanı gibi değerlendirilmesi çok güvenilir görünmemektedir. Anahtar Kelimeler: İnflamasyon markerları,Mean Platelet Volüm, Pulmoner Tüberküloz P474 The risk of originating and progressing of destructive pulmonary tuberculosis in the patients with different genetic background Fatima Tashpulatova Tashkent Medical Institute of Pediatrics Objective: Find out the relation between the genetic markers and the risk of originating and progressing of destructive pulmonary tuberculosis (DPT). POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Materials-Methods: 337 patients with DPT were examined. We determined the combination types of genetic markers: phenotype of haptoglobin, inactivation types of GINK, activity of glucose-6-phosphate degirogenasis. 4 main combinations of genetic markers were chosen: negative (NCGM) and positive combination of genetic markers (PCGM. Interim variants singled out both relatively negative and relatively positive combination of genetic markers (RNCGM and RPCGM). As the control were examined 212 healthy people. Results: among the examined patients 33 (9,8±1,6 %) – had NCGM; 26 (7,7±1,4%)- PCGM. 190 patients were the carriers of RNCGM 56,4±2,7%. Patients with RPCGM were 88 (26,1±2,4%). Among 212 healthy people the frequency of NCGM comprised - 5,2%; RNCGM -30,2%; RPCGM - 39,6%; PCGM - 25,0%. It was determined that the risk rate of DPT (Woolf B), RR for the patients with NCGM comprises 2,0, for RNCGM - 2,9, RPCGM -0,52, PCGM - 0,25. Progressing course of DPT was defined in carriers of NCGM (54,5±8,6%) and RNCGM – (30±3,3%); involutive - in carriers of PCGM (100%) and RPCGM (95,5±2,2%). Conclusion: persons having the combination of NCGM and RNCGM are predisposed to originating and progressing of DPT. Keywords: destructive pulmonary tuberculosis, progressing, genetic markers P475 clinical-biochemical data’s of drug using complications from chemo therapy at patients with multidrug resistant tuberculosis of lungs noskopi yapılan hastanın kolonoskopi raporunda; çıkan kolonda, biyopsi sonrası pürülan akıntı boşalan kitle raporlandı. Hastanın patoloji raporu granülomatöz nekroz olarak yorumlandı. Yumuşak doku tüberkülozu tanısıyla takip edilen hastada eşlik eden gastrointestinal tüberküloz tanısı konuldu ve hastanın tedavi süresi 9 ay olarak uzatıldı. Tüberküloz nedeniyle takip edilen hastaların sistem sorguları ve fizik muayeneleri başka bir odağın belirtisi olabilmektedir. Olgumuzda eşlik eden gastrointestinal tüberküloz tanısıyla tedavi süresi uzamıştır. Anahtar Kelimeler: yumuşak doku, gastrointestinal, tüberküloz Şekil 1. Fatima Tashpulatova Tashkent Medical Institute of Pediatrics The Aim: study the clinical-biochemical data’s of drug using complications from chemo therapy at patients with multidrug resistant tuberculosis of lungs. Methods: was established 120 patients with multi drug resistant tuberculosis of lungs. Among clinical forms was prevail patients with fibro-cavernous forms of tuberculosis of lungs. Results: at the results of chemotherapy at 71 (59,1+4.5%) patients was drug complications from chemotherapy. Clinically it was shown like skin- allergy reactions, dyspepsia, liver ache, artralgia, allergy, cardio ache, headache, depression, paraestesi, poor sight. Biochemical changes was characterized raised of activity of ALT, AST, changes of coefficient of De Ritis and bilirubin, raised of urine ferments, changes of Reberg test. The main often biochemical changes was before clinical. Conclusion: was found clinical-biochemical changes of drug complications at patients with multi drug resistant tuberculosis of lung Keywords: Drug, chemo therapy, multi drug resistant tuberculosis P476 HIV seronegatif hastada parasternal tüberküloz ve insidental abdominal kitle Şekil 2. Deniz Kızılırmak1, Zühal Müjgan Güler2, Ebru Ünsal2, Filiz Çimen2, Nermin Çapan2 Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 1 2 Akciğer dışı tüberküloz; hastanın semptomları, hastalığın seyri, klinik bulgular ve tanı yöntemleri ile günümüzde halen tanısında zorluk çekilen bir infeksiyon hastalığıdır. Yumuşak doku tüberkülozu nadir görülen akciğer dışı tüberküloz formudur. Özellikle primer akciğer tüberkülozunun eşlik etmediği durumlarda klinik olarak malignite ile karışabilmektedir. Hastaların büyük çoğunluğunda tanı patolojik olarak konmaktadır. Olgumuz; HIV seronegatif, 39 yaşında bayan hastadır. Sternum ön kısmında ele gelen şişlik şikayeti olan hastaya cerrahi olarak kitle rezeksiyonu yapılmış ve patolojisi kazeifiye granülomatöz inflamasyon olarak yorumlanmıştır. Hasta tarafımızca yeni olgu akciğer dışı tüberküloz tanısıyla hospitalize edilerek anti-TB tedavi başlandı. Fizik muayenesinde sağ alt kadran hassasiyeti saptanan hastanın abdomen USG’sinde ve BT’sinde sağ alt kadranda kitle lezyonu görüldü. Gastroenteroloji tarafından kolo- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 169 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P477 Changes in pulmonary function in patients with local forms of lung tuberculosis Larisa D. Kiryukhina1, Pavel V. Gavrilov2, Igor B. Savin2, Olga S. Volodich1, Maria V. Pavlova3, Liudmila I. Archakova3, Elmira K. Zilber3, Piotr K. Yablonskiy4 1 Department of Functional Investigation, Research Institute of Phthisiopulmonology, Saint-Petersburg, Russia 2 Department of Radiology, Research Institute of Phthisiopulmonology, Saint-Petersburg, Russia 3 Department of Phthisiopulmonology, Research Institute of Phthisiopulmonology, SaintPetersburg, Russia 4 Department of Thoracic Surgery, Research Institute of Phthisiopulmonology, SaintPetersburg, Russia Often the patients with local forms of lung tuberculosis do not have any complaints and only spirometry is carried out for lung function examination. But spirometry parameters do not reflect completely changes of lung volumes and lung gas exchange. So the aim of the study was evaluation of pulmonary function changes in patients with local forms of lung tuberculosis. Materials and Methods: 93 patients with lung tuberculosis with prevalence of defeat no more than 3 segments. All patients were performed Spirometry, Bodyplethysmography, measurement of Diffusion lung capacity (DLCO), Computed tomography (CT) and 31 patients from them were performed Perfusion scintigraphy (PS). We used descriptive statistics and Spearman correlation analysis. Results: Only 20 patients (22%) had airflow limitation (18 - mild disorders, 2 -moderate). 25 patients (27%) had lung hyperinflation with RV from 140 to 199% pred. Most of patients (87%) had different disorders of DLCO: 69 patients (74%) had moderate decreasing from 78 to 61% pred. and 6 patients had significant decreasing of DLCO (from 59 to 50% pred.). 6 patients with normal DLCO had decreasing of transfer-coefficient. DLCO also had significant dependence with quantities of focuses (ρ=0,41, p=0,04) by CT and the same dependence was with defeat of lung capillary blood by PS (ρ=-0,41, p<0,05). PS has shown decrease of lung capillary blood flow in zones exceeding tuberculosis focus. Conclusion: Most of patients with local forms of lung tuberculosis even without airways disorders had decreasing DLCO. It may be connected with defeat of lung capillary blood flow. Keywords: lung function, diffusion capacity, lung tuberculosis P478 Matrix metalloproteinases and their inhibitors in patients with lung tuberculosis without cavities tissue reactions (exudative, productive and caseous- necrotic: r=0.54) and activity of TIMP-1 – with distribution of the TBC process (r=0.310). Conclusion: Patients with LT without cavities are characterized by increased level of MMP-9 and not similar shifts in the inhibitors activity. This fact can reflect development of lung tissue destruction and demands further studying. Keywords: matrix metalloproteinases, lung tuberculosis, inflammation P479 Hareket Eden Mantar Topu: Aspergilloma Turan Aktaş1, Can Çolakoğlu1, Fatma Aktaş2, Zafer Özmen2 Gazi Osman Paşa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Tokat 1 2 Giriş:Aspergilloma pulmoner parankimal kaviteye saprofitik şekilde kolonize olan aspergillus enfeksiyonlarının en sık görülen formudur. Özellikle akciğerde kaviteye neden olan %60 oranla en sık tüberküloz olmak üzere diğeri kaviter akciğer hastalıklarıyla birlikte kronik enfeksiyöz süreçte ortaya çıkabilmektedir. Olgu: Elli iki yaşında bayan hasta 2-3 gündür olan balgamla karışık şekilde başlayıp sonrasında taze aktif kanama şeklinde devam eden hemoptizi şikayeti ile başvurdu. 20 yıl önce geçirilmiş tüberküloz öyküsü mevcuttu. Fizik muayenesinde bilateral orta ralleri mevcuttu. P-A akciğer grafisinde iki taraflı yaygın destruksiyon ve sağ üst zondaki destruksiyona komşu yuvarlak düzgün sınırlı radyoopasite dikkati çekti. Toraks BT’de bilateral yaygın sekel değişiklikler yanında sağ akciğer üst lob apikal segmentte 3*2.5 cm boyutlarında kavite cidarı içerisine yerleşmiş 16*12 mm boyutlarında hiperdens oluşum saptandı.Hastaya bunun üzerine prone pozisyonda toraks BT çekildi. Sonucunda ise mevcut yer kaplayan lezyonun hareket ettiği görüldü. Bronkoskopi yapılan hastada bronşlarda yaygın destruksiyon dışında bir bulguya rastlanmadı. Sonuç: Aspergilloma’da en sık başvuru nedeni hemoptizi olup (%5080) bunların da yaklaşık üçte biri hayatı tehdit edici masif hemoptizilerdir. Tanı genellikle supine ve prone çekilen toraks BT’de mantar topunun hareket etmesi ile konulur. Tedavi seçenekleri arasında ilk tercih üst lobektomi olup intrakaviter amfotersin B ve itrakonazaol gibi antifungal ajanların uygulanması ile selektif bronşial arter embolizasyonu diğer alternatif tedavi seçenekleridir. Anahtar Kelimeler: Aspergilloma, Mantar Topu, Tüberküloz, Hemoptizi, Toraks BT P480 An epidemiological evaluation of risk factors for tuberculosis in Albania Dilyara S. Esmedlyeva, Olga T. Titarenko, Marina E. Dyakova, Larisa D. Kiryukhina Vera Nuredin Kurti1, Hasan Sulejman Hafizi2, Anila Kristaq Aliko2, Arian Çesar Mezini2, Jolanda Luan Nikolla2 Research Institute of Phthisiopulmonology, Saint-Petersburg, Russia 1 Lung Diseases Dispancery of Tirana University Hospital of Tirana‘Shefqet Ndroqi’ 2 Activity of matrix metalloproteinases (MMPs) in lung tissue destruction is discussed. Association of MMPs with pathogenesis of different forms of lung tuberculosis (LT) is not clear. Aim: to evaluate of MMPs and their inhibitors activity in patients with LT without cavities. Materials-Methods: Serum of 54 patients with LT (there were only infiltrates without cavities) were investigated. We studied pro-MMP-1, MMP3,8,9 and tissue inhibitor of MMPs (TIMP-1) by ELISA (R&D Systems, Invitrigen, eBioscience); activity of elastase (NE), α1 – protease inhibitor (PI) and α 2 – macroglobulin (MG) by synthetic peptide spectrophotometry. Results: Examined patients had significant increase of MMP-9 (832.49±88.08 ng/ml; X±m) and NE (196.40±6.44 ME) with equal to referent levels of pro-MMP-1, MMP-3 and MMP- 8. Concentrations of the inhibitors were not similar while TIMP-1 levels were normal (745.78±55.67ng/ml) and those of PI and MG increased (2.10±0.05nmol/ ml) and decreased (1.92±0.06 nmol/ml) correspondingly (p<0.05 for both). Significant correlation of NE activity was revealed with pro-MMP-1, MMP- 8 and MMP- 9 (r=-0.29; r=0.46; r=0.35 correspondingly). Activity of inhibitors differently associated with the examined proteinases: MG with pro-MMP-1 (r=0.33), PI with MMP-8 (r=-0.54), TIMP-1 with MMP-9 (r=0.34). MMP-9 activity significantly correlated with the types inflammatory 170 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Bacground: Albania is a transitional post-communist country characterized by a sharp economic –social polarization. Furthermore, there are not data on risk factors associated with tuberculosis (TB) in Albania. Objectives: To explore pulmonary tuberculosis (PTB) risks in relation to potential determinants in Albania and to determine the relationship between the risk of TB and socio-economic level for 2012. Method: Matched case-control. Cases were all new diagnoses of PTB (n 290) in University Lung Disease Hospital and Tirana’s dispensary from January 2012 to June 2013. Age- and sex-matched controls, one for each case (n 294), were recruited among patients attending dispensary for acute lung diseases. Results: Significant risk factors were unemployment (OR 3.2; 95% CI 1.24-8.22), low education level (OR 0.30; 95%CI 0.10–0.80), poor living condition (OR 2.44; 95% CI 1.17–5.09), cooking with biomass (OR 3.36; 95%CI 1.27–8.16), family contact with TB (OR 0.34; 95% CI 0.14–0.83) History of smoking, alcohol consumption and chronic diseases were not significant on multivariate analysis. Conclusions: In our study, TB was associated with unemployment, low education level, poor living condition, kitchen type and family contact with TB, reflecting the complex interaction between non-communicable POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ disease, urbanisation and a changing economic status. The relationships between TB and gender differentials deserve further exploration. Keywords: epidemiology, risk factor, tuberculosis, Albania, socio economic level. P481 Tuberculosis endemia evolution in Romania’s counties 2008-2012 görülmesi üzerine antitüberküloz tedavi başlandı. Halen tedavisi sonlandırılan hastada sekel plevral kalınlaşma dışında klinik ve radyolojik bulgu kalmadı. Hastada daha önce tüberküloz plörezi geliştiği ve üzerine parapnömonik olayın eklendiği kanaatine varıldı. Sonuç olarak plörezili hastaların takibinin önemli olduğu ve klinik düzelme sağlanamayan hastalarda eşlik eden başka nedenlerin olabileceğinin unutulmaması gerektiği kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: parapnömonik plörezi, plevral effüzyonü, tüberküloz plörezi Constantin Marica, Mihaela Tanasescu, Beatrice Mahler, Daniel Eparu National Institute of Pneumology “Marius Nasta” Bucharest, Romania Romania still has the greatest number of tuberculosis cases from the EU countries. During 2002-2012, the incidence of tuberculosis in Romania decreased by 44% from 142.2 per 100,000 patients to 79 patients per 100,000 inhabitants. The number of new cases registered in 2012 was 13997 while the recurrence of 2911, compared to 14607 cases, respectively, of 3142 of relapses in 2011. Even under these conditions, we retain the position of EU leaders in the number of TB cases. TB mortality has also decreased in this period. Although, in the last years it’s ascertained a decreasing mainstream of incidence, tuberculosis still remains an important challenge for health system so by the total number of cases and particularly by the MDR TB and XDR TB cases. Tuberculosis frequency is lower in urban areas, where there is 71.9 %000, compared to rural areas, where 96.2 %000. Incidence by tuberculosis isn’t uniformly distributed in Romania territories. The detection rates of new cases positive smear was over 70% -the target proposed by the WHO-since 1995 and a therapeutic success rate of new cases of pulmonary TB positive microscopy by over 80% since 2003. It is known that TB epidemiometrical indicators correlate well with the economic situation in a country. The dynamics is correlated with average income per capita. These differences in territory bear out economics and social difficulties, unemployment and deficiency at counties levels in apply of health programs, sanitary education, responsibilities of sanitary workers. Keywords: tuberculosis, social difficulties Şekil 1. PA Akciğer grafi P482 Parapnömonik plörezi birlikteliği olan Tüberküloz plörezi: Ardışık mı yoksa tesadüf mü? Yusuf Aydemir1, Adil Can Güngen2 Sakarya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Sakarya Sakarya Üniversitesi, Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Sakarya 1 2 Plevral effüzyonlarda etyolojiyi belirlemek zor olabilir ve hastaların bir kısmında sebep bulunamaz. Minimal girişimlerden, cerrahiye kadar bir dizi tanısal işlemin ardından nispeten parapnömonik ve tüberküloz plörezilere tanı koymak daha kolaydır. Oysa her zaman ilk tanı son tanı olmayabilir. Son 1 hafta içinde başlayan ateş, halsizlik, terleme, öksürük ve batıcı sol yan ağrısı ile başvuran 30 yaşındaki hastaya massif plörezi tanısı ile tüp torakostomi uygulanmış. Plevra sıvısı bulanık sarı renkli, glukoz:40.5, Protein:5.0, LDH:1396 ve ADA: 10,50 olan hastanın, tamkan sayımı normal, sedim 80mm/saat, bakteri kültürü ve ARB negatif olması üzerine parapnömonik effüzyon tanısı kondu. Hastaya ampisilin- sulbactam tedavisi başlandı.3 gün sonraki plevral sıvı sonuçları; Glukoz:10,9, Protein:3,54 ve LDH:1805 olması üzerine tedaviye aminoglikozid eklendi. Ancak uzun süreli antibiyotik tedavisi ile sıvıda gerileme olmadı. 15 gün sonraki sıvı sonuçları: glukoz:51.9,protein:5.9 ve LDH:728, tekrarlanan kültürlerinde üreme olmayan hastanın anamnezi derinleştirildiğinde; 2 ay önce sorunlar yaşadığı ve ruhsal çöküntülü bir dönem geçirdiği, yaklaşık 1,5 aydır hafif halsizlik, iştahsızlık zaman zaman sol yan ağrısı, şikayetleri olduğu, ardından 1 hafta önce terli bir şekilde traktörle rüzgara maruz kaldığı ve üşüdüğü, ardından ateş, titreme, nefes darlığı, öksürük ve batıcı yan ağrısı ile doktora başvurduğu öğrenildi. Antibiyotik tedavisiyle düzelmeyen hastaya plevra biopsisi yapıldı ve tüberkülozla uyumlu granülomatoz iltihap Şekil 2. Toraks CT P483 Farklı risk gruplarında latent tüberküloz enfeksiyonu saptanmasında interferongama salınım analizine dayanan yöntemin tanısal değeri ve tüberkülin cilt testi ile kıyaslanması Nebihe İsaoğulları1, Cenk Babayiğit1, Burçin Özer2, Nizam Duran2, Cahit Özer3, Tacettin İnandı4 Mustafa Kemal Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Hatay 4 Mustafa Kemal Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Hatay 1 2 3 Giriş-Amaç: M. tuberculosis ile enfeksiyonun belirlenmesinde yaygın olarak yararlanılan tüberkülin cilt testinin (TCT), BCG aşılı kişilerde ve tü- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 171 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ berküloz dışı mikobakteri infeksiyonu varlığında yanlış pozitiflik nedeniyle yorumlanması güç olmaktadır. Son yıllarda bu gibi zorlukları giderebilecek, IFN-γ salınımının ölçümüne dayanan in vitro testler geliştirilmiştir. Bu çalışmada farklı risk gruplarında, bir IFN-γ salınım testi olan QuantiferonTB Gold in tube testi (QFT-GIT) ile latent tüberküloz enfeksiyonu (LTBE) varlığını araştırmayı ve sonuçlarını TCT sonuçları ile karşılaştırmayı planlanladık. Gereç-Yöntem: Diyabet (grup 1), non-diyabetik hemodiyaliz (grup 2) ve diyabetik hemodiyaliz (grup 3) olgusu, toplam 98 gönüllü çalışmaya katıldı. Olgulara QFT-GIT ve TCT uygulandı. Testlerin sonuçları gruplar arasında ve çeşitli değişkenler yönünden değerlendirildi. Bulgular: 98 hastanın 9’unda QFT-GIT testi‘‘belirsiz’’ saptandığından çalışmadan çıkarıldı. BCG skar sayısı ile TCT çapları arasında anlamlı ilişki bulunamadı. QFT-GIT pozitifliği yönünden gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. Her üç grupta da TCT çapı ile QFT-GIT düzeyleri arasında pozitif korelasyon mevcuttu. Tüm çalışma grubundaki tüberküloz prevalansı TCT’ne göre %38,2 iken, QFT-GIT’ne göre %33.7 olarak bulundu. Tüm olgular birlikte ele alındığında TCT ile QFT-GIT testi arasındaki uyum “orta” olarak değerlendirildi (Ƙ değeri =0,708). Sonuç: Ülkemiz gibi tüberküloz insidansının nispeten yüksek olduğu ve rutin BCG aşılama programının uygulandığı toplumlardaki risk gruplarında LTBI belirlenmesinde QFT-GIT testi TCT’ne alternatif olarak kullanılabilir. Yine de farklı risk gruplarındaki QFT-GIT’nin sınır değerini belirlemek için niceliksel ölçümlerin yapıldığı geniş serili çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Latent tüberküloz enfeksiyonu, risk grupları, tüberkülin cilt testi, interferon-gama salınım testi P484 Mezotelyomayı Taklit Eden Tüberküloz Olgusu Şekil 1. PET-CT görüntü Buket Çalışkaner Öztürk1, Şermin Börekçi1, Nurlan Alizade2, Şebnem Batur3, Ahmet Demirkaya2, Büge Öz3, Duygu Fidan1, Sema Umut1 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul 3 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Amaç: Tüberküloz ve malinite klinik ve radyolojik açılardan birbirine benzer seyir gösterebilen ve ayırıcı tanıda sık karşılaştığımız iki hastalıktır. Klinik olarak tüberküloz ve malinite düşündüren,radyolojik olaraksa mezotelyomaya uyan bir olguyu sunuyoruz. Bulgular: 56 yaşında erkek hasta 20 gün önce başlayan eforla nefes darlığı,yüksek ateş,gece terlemesi ve 15 günde 3 kilo kayıp şikayetleriyle başvurdu.Hipertansiyon dışında bilinen bir hastalığı yoktu, 30 yıl önce akciğer tüberkülozu nedeniyle 9 ay anti-TB tedavi almıştı.15 paket-yıl sigara öyküsü ve 15 yıl asbest maruziyeti vardı.Fizik muayenesinde sağ akciğer orta ve alt alanda solunum sesleri alınmıyordu.Akciğer grafisinde sağ hemitoraksta masif plevral efüzyon saptandı.Ateş 38.5C°, ESH:78mm/saat, CRP:32 idi.Nonspesifik antibiyoterapi başlandı.Torasentez ile 1000cc seröz,berrak,sarı renkli sıvı boşaltıldı.Sıvı eksüda vasfında,pH:7.38,ADA:151,aside-dirençli-bakteri görülmedi,kültürlerde üreme olmadı.Balgam sitolojisinde metaplazik hücreler, plevra sıvı sitolojisinde pür lenfosit görüldü,TB kültüründe üreme olmadı.ToraksBT’de sağ akciğer üst lobda minör fissür ve orta loba uzanım gösteren 26x29x29mm boyutunda düzensiz konturlu yumuşak doku dansitesinde lezyon(malinite?) ve sol akciğer alt lob süperior segmentte 28mm nodüler, içinde bronşiektazik alanların eşlik ettiği malignite kuşkulu buzlu cam dansitesinde alan saptandı.PET-CT’de sağ hemitoraksta mediasten dahil tüm plevral yüzeylerdeki kalınlık artış alanlarında SUDmax:14,7 olan FDG tutulumu görüldü.Asbest maruziyeti olduğundan ayırıcı tanıda mezotelyoma düşünülerek histopatolojik tanı amaçlı VATS ile plevra biyopsisi yapıldı ve patolojisi nekrotizan granülomatöz iltihap olarak sonuçlandı, tüberküloz tanısıyla anti-TB tedavi başlandı. Sonuç: Tüberkülozu radyolojik ve klinik olarak mezotelyomadan ayırmak zaman zaman güç olabilir, bu durumda biyopsi örnekleri ile histopatolojik tanı yardımcıdır. Anahtar Kelimeler: tüberküloz, astbest, mezotelyoma 172 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 2. PET-CT görüntü2 P485 BCG aşılı Türk sağlık çalışanlarında latent tüberküloz infeksiyonu taraması: Quantiferon-TB Gold in Tube testinin tüberkülin cilt testi ile kıyaslanması. Cenk Babayiğit1, Burçin Özer2, Tacettin İnandı3, Cahit Özer4, Nizam Duran2, Orhan Göçmen5 Mustafa Kemal Üniversitesi, Solunum Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Mikrobiyoloji Bölümü, Hatay 3 Mustafa Kemal Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Hatay 4 Mustafa Kemal Üniversitesi, Aile Hekimliği Bölümü, Hatay 5 Verem Savaş Dispanseri, Hatay 1 2 Giriş-Amaç: Sağlık çalışanlarında (SÇ) Mycobacterium tuberculosis infeksiyonunun normal populasyondan 3,2 kat daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Tüberkülin cilt testinin (TCT) bazı uygulama ve yorumlama problemleri vardır. Quantiferon-TB Gold In Tube testinin (QFT-GIT) duyarlılık ve özgüllüğünün TCT’den daha yüksek olduğu rapor edilmiştir. Bu çalışmada, SÇ’nda latent tüberküloz infeksiyonunun (LTBI) saptanmasında QFT-GIT ile TCT arasındaki uyumu belirlemeyi amaçladık. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Yöntem: 100 gönüllü SÇ çalışmaya katıldı. Tümüne TCT ve QFT-GIT yapıldı. Bulgular SÇ grupları arasında ve farklı değişkenler yönünden karşılaştırıldı. Bulgular: TCT indürasyonunun çap aralığı arttıkça, QFT-GIT pozitif olgu sayısı artmaktaydı. TCT pozitif (>=15mm) 32 olgunun 17’sinde (%53,1) QFT-GIT negatifti. TCT 0-5 mm arasındaki olguların tümünde QFT-GIT de negatifti. QFT-GIT pozitif SÇ, negatif olanlardan belirgin olarak daha yaşlıydı. Ayrıca QFT-GIT pozitif SÇ’nın çalışma süresi, negatif olanlardan belirgin olarak daha uzundu. Çalışma grubunda LTBI prevalansı TCT’ne göre %33,3 iken QFT-GIT’ne göre %19,8 idi. BCG aşılanma hızı %100’dü. Sonuç: İndürasyon çapı >=15mm olan TCT “pozitif” olarak kabul edildiğinde, QFT-GIT ile TCT arasındaki uyum orta düzeydedir. Özellikle rutin BCG aşılama programına sahip populasyonda ve LTBI yönünden yüksek riskli gruplarda LTBI saptanmasında QFT-GIT’i TCT’ne alternatif olarak öneririz. Anahtar Kelimeler: Latent tüberküloz enfeksiyonu, sağlık çalışanları, Quantiferon, tüberkülin cilt testi Toraks tomografisinde sternum alt uçta, ksifoid komşuluğunda 3x2cm boyutunda lezyon görüldü. Hastanın laboratuar değerleri normaldi ve yara sürüntü kültüründe üreme olmadı. Üroloji tarafından yapılan TUR sonrası aynı seansta hastaya sternum parsiyel rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonu uygulandı. Hem mesaneden hem de sternum ve civar dokulardan alınan örneklerin patolojisinde tüberküloz saptandı ve hastaya uygun ilaç tedavisi başlandı. Operasyondan 5 ay sonra yine aynı yerde akıntısı başlayan hastanın yara kültüründe enterokok üredi, ESR, CRP, WBC değerleri yükseldi. Uygun antibiyotik tedavisi verildi. Altıncı ay ise Klebsiella pnömonisi geçirip tedavi oldu. Hastanın son üç aydır herhangi bir akıntı veya iltihabi şikayeti bulunmamaktadır ve antitüberküloz tedavisi sürmektedir. Sternum tüberkülozu sıklıkla orta yaşlı kişilerde olur. Komplikasyonları arasında fistülizasyon ve sekonder cilt enfeksiyonları bulunur. Tanı sonrası medikal tedaviyi savunanların yanı sıra, cerrahi debridman ve daha uzun (kabaca 24 ay) medikal tedavi verilmesini önerenler de vardır. Anahtar Kelimeler: Tüberkülozis, Sternum, Fistülizasyon P488 P486 Akciğer Tüberkülozu ve Pulmoner Emboli İlişkisi: İki Olgu Değerlendirmesi Hadice Selimoğlu Şen, Özlem Abakay, Cengizhan Sezgi, Süreyya Yılmaz, Abdurrahman Abakay, Abdullah Çetin Tanrıkulu Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır Giriş ve Amaç: Pulmoner emboli (PE),mortalitesi yüksek, önemli bir klinik sorundur. Akut infeksiyöz hastalıklar, kalp yetmezliği ve kanser varlığının PE oluşumunu tetiklediği raporlanmıştır. Tüberküloz (TB) ülkemizde en yaygın enfeksiyöz hastalıklarından biridir. Artmış plazma fibrinojeni, azalmış antitrombin III, bozulmuş fibrinoliz ve reaktif trombositoz, pulmoner TB ile ilişkili bulunmuştur [1]. Rifampisin, antikoagulan hepatik proteinlerin üretimini azaltıp klirenslerini arttırarak hiperkoagulasyon durumuna katkıda bulunabilir [2]. Tüberküloza PE’nin eşlik ettiği iki olgu, bu ilişkiye dikkat çekme amaçlı sunuldu. Olgu: Birinci olgu 61 yaşında erkek hasta, anttüberküloz tedavinin 4. ayında nefes darlığı şikayeti ile acil servise başvurdu. Akciğer ventilasyon perfüzyon sintigrafisinde yüksek olasılıklı PE saptandı. Ekokardiografide pulmoner arter basıncı 85 mmHg olarak ölçüldü. Persistan hipotansiyonu olan hastaya trombolitik tedavi uygulandı. İkinci olgu, 54 yaşında erkek hasta, ani gelişen nefes darlığı şikayeti ile acil servise başvurdu. Hastanın 10 yıl önce akciğer TB geçirme öyküsü mevcuttu. Bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiografide pulmoner arterde emboli ve tomurcuklanmış ağaç görünümleri saptandı. Ekokardiografide pulmoner arter basıncı 95 mmhg idi. Hipotansiyonu devam eden hastaya trombolitik tedavi uygulandı. Balgamda aside rezistan basil ++ olan hasta nüks TB olarak değerlendirildi. Sonuç: Tüberküloz hastalarında pulmoner emboli, uzun hastane yatışları ve rifampisin tedavisine seconder olabileceği gibi, hastalığın kendisine bağlı da oluşabilir. Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, tüberküloz, hiperkoagülasyon P487 Genitoüriner ve Sternum Tüberkülozu Birlikteliği: Nadir Bir Vaka Akın Eraslan Balcı1, Mehmet Oğuzhan Özyurtkan1, Mustafa Akın2, Siyami Aydın1, Derya Özdemir Tüten1, Murat Kılıç1, Suna Polatoğlu1 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Elazığ 1 2 Tüberküloz en sık akciğeri etkilemekle birlikte hastaların %15-20’sinde akciğer dışı tüberküloza rastlanmaktadır. Bu organlar arasında genitoüriner sistem ve sternum tutulumu oldukça nadirdir. Sternumun enfeksiyonlara dirençli yapıda olması yüzünden endemik yerlerde bile sternum tüberkülozu oldukça nadir görülmektedir. Yazıda mesane ve sternum tüberkülozu olan bir hasta sunulmaktadır. Altmış sekiz yaşındaki diyabetik erkek hasta idrar yapamama şikayetiyle üroloji kliniğinde değerlendirilip operasyon planlanmış. Aynı zamanda 2 aydır sternum alt ucunda ağrı, akıntı ve ele gelen lezyon olması sebebiyle kliniğimizce de değerlendirildi. Erzincan Verem Savaş Dispanserinin 13 Yıllık Macerası Ertan Murat1, Edhem Ünver2, Sedat Altın2 Erzincan Verem Savaş Dispanseri, Erzincan Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan 1 2 Amaç: 2001-2013 yılları arasında Erzincan VSD tarafından Tüberküloz tedavisi verilip izlenen hastaların özelliklerini karşılaştırmak Materyal & Metod: 13 yıllık dönemde kayıtları düzgün tutulan 380 hastanın VSD dosyaları taranarak retrospektif incelemeler yapıldı. Yıllar arasında tedavi sonuçları ve bunları etkileyen faktörler değerlendirildi. İstatistiki anlamlılık olup olmadığına bakıldı. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 42,18 + 9,23, 157’si bayan, 223’ü (%58,7) erkek. 324’ü (%85,3) yeni vaka, 26 nüks, 24 nakil gelen, 2’si ÇİD ve 4’ü de nakil giden, 224’ü (%58,9) Akciğer TB, 153’ü Akciğer dışı ve 3’ü de birlikte vakalar tedavi edildi. Akciğer dışı TB vakalarının 62’si Lenf bezi TB, 31’i TB plörezi, 12’si cilt TB, 4’ü meme TB, 8’i TB perikardit, 9’u kemik TB, 8’i meninks TB, 6’sı periton, 8’i böbrek, 2’si epididim, 1’er sürrenal, endometrium, barsak, mesane, Karaciğer, larenks TB şeklinde idi. 224 AKC TB’den 55’inde balgam bakılmamış. 169 hastadan 121’inde (%71,6) ARB pozitif, bunlardan kültür yapılan 33 materyalde 25’inde kültür pozitif, 8’inde kültür negatif, 9 ARB negatif hastada kültür pozitif idi. 105’i kırsal kesimden, 273 kişi de şehir merkezinden idi. 33’ü esnaf, 31’ i ev hanımı, 16’sı çiftçi, 24’ü öğrenci, 15’i işçi, 11’i işsiz, 8’i asker, 5’i de tutuklu hastalardı.Düzenli tedavi verilme süresi 8,74 + 3,12 ay olarak hesaplandı. 11 hasta exitus, 6 hasta ise, nakil ve dirençli olgu olmaları nedeniyle tedavisini tamamlayamadı. 310 hastanın teşhisi göğüs hastalıkları uzmanı, 17’si enfeksiyon hastalıkları uzmanı, 53’ü ise, VSD tarafından konularak tedavi başlandı. Sonuç: Özellikle akciğer dışı tüberküloz olgu sayısı, son yıllarda giderek artış göstermekte olup, yaş ortalamasının da kadın hastalarda daha yüksek oluşu dikkat çekicidir. Tedavi tamamlama %83 olup, kür elde edilen 23 vakayla birlikte tedavi başarısı %89,6 olarak gerçekleşmiştir. Anahtar Kelimeler: Erzincan, Verem Savaş Dispanseri, tüberküloz P489 Medicosocial description and features of clinical course of new case patients with pulmonary tuberculosis Saodat Abdullayevna Rustamova, Muhabbat Husanovna Djurabayeva Department of Phthisiology, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan Materials-Methods: We examined 50 patients with new-onset pulmonary tuberculosis. They were tested by clinical, microscopic and bacteriological methods. Results: Sex and age: to 20 years old 2 patients, from 20 to 40 years old 28 patients, from 41 to 60 years old - 13, over 61 years old 7 patients, males - 36, women - 14. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 173 POSTER SUNUMLARI Among the clinical forms dominated infiltrative tuberculosis in 35 cases, focal tuberculosis in 11 cases, tuberculoma in 2 cases and one case of disseminated and cavernous pulmonary tuberculosis. In past history 11 patients had contact with TB patients, among them at 6 patients there was a family contact, 2 patients in the past were in prisons. A third of patients had bad habits: alcohol abuse at 12 patients and smoking – 23, drugs - 3. Patients without fixed place of work were 31, poor material conditions established in 18 patients. General symptoms of intoxication and cough with sputum were noted at all patients. Half the patients had bacterioexcretion. Drug resistance detected at 4 patients. Conclusion: Medicosocial description of new-onset patients is as follows: often tuberculosis occurs in patients at working age with an active lifestyle. Basically, they were presented as social unadapted individuals who did not have a permanent job and had poor material and social conditions. Bad habits, mainly in the form of a combination of alcohol abuse and smoking, concomitant diseases, criminal record present as risk factors. It’s typical of this category extensive destructive forms of tuberculosis occurring with complications. Keywords: new-onset, pulmonary tuberculosis, medicosocial Concomitant diseases Şekil 1. 24 (48%) patients had concomitant diseases. Among them dominated diabetes mellitus type I and II at 7 (29.2%) patients, chronic hepatitis at 4 (16.7%) patients and anemia of mixed origin at 3 (12.5%) patients, non-specific bronchopulmonary diseases - 3 (12.5%), HIV infection - 2 (8.3%), diseases of the gastrointestinal tract - in 2 (8.3%) cases. Table 1. Radiographic manifestations Sides Amount of patients % one-side 36 72 double-side 14 28 the collapse of the lung 42 84 Radiographic manifestations of a specific process were as follows: at the majority of patients (72%) the tubercular process was one-sided, in 14 (28%) cases process was double-sided, the collapse of the lung was detected at 42 (84%) patients. TÜRK TORAKS DERNEĞİ Sonuç: Dispanser bölgemizde uygulanmakta olan koruma tedavisinin sonuçlarının paylaşılıp, tartışılması amaçlanan bu çalışmada koruma tedavisi verilen iki ana grupta, birbirine yakın tedavi tamamlama sonuçları alındığı gözlemlenmiştir. Anahtar Kelimeler: koruma tedavisi, temaslı, ümraniye verem savaş dispanseri P491 Sarılık ile prezente olan akciğer ve karaciğer tüberkülozu olgusu Canan Gedik1, Asiye Kanbay1, Erkan Ceylan1, İlyas Tuncer2, Tülay Zenginkinet3 1 İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 2 İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, İstanbul 3 İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul Tüberküloz(TB) tüm organ ve sistemleri tutabilen, ülkemizde sık görülen bir enfeksiyon hastalığıdır. Ekstrapulmoner tüberküloz,olguların %1520’sini oluşturmaktadır. Karaciğer tüberkülozu basilin lenfohematojen yolla yayılımıyla oluşur. En sık görülen formu akciğer veya miliyer tutuluma eşlik eden yaygın karaciğer tutulumudur. Karaciğerdeki yaygın infiltrasyona rağmen genellikle semptom vermez. Akciğer ve karaciğer tutulumu olan olgumuzu ilginç kılan,hastalığın solunum sistemi şikayetlerinden çok GİS semptom ve bulguları ile ortaya çıkmasıdır. 64 Yaşında, erkek hasta. Üç gün önce başlayan ateş, üşüme, titreme, karında şişkinlik ve ağrı, gözlerde ve deride sararma şikayetleri ile hastaneye başvurdu. Özgeçmişinde on yıldır KOAH tanısı ile bronkodilatatör ve düzensiz olarak steroid kullanımı, 15 yıl öncesine kadar alkol kullanımı vardı. Fizik muayenede; TA: 140/70 mmHg, NB:79/dk, S.S:14/dk, Ateş:38 C, şuur açık, koopere, skleralar ve deri ikterikti. Batında distansiyon, deride kollateral oluşumu ve hepatosplenomegalisi vardı. Solunum sistemi muayenesinde her iki hemitoraks solunuma eşit katılıyor, bilateral ronküsleri ve yer yer ralleri duyuluyordu. Hasta karaciğer sirozu ve KOAH öntanısı ile Gastroenteroloji servisine interne edildi. Laboratuar Bulguları: Üre:77mg/dl, Kreatinin: 57mg/dl, ALT: 188U/L, AST:206U/L, T.Bilirubin:10.29mg/dl, CRP:31.7mg/dl, WBC: 5.5,HGB:10.7, HCT:31.8, PLT:92000T. Protein:3.6gr/dl, Albümin: 2.06gr/ dl, LDH:729U/L, Alkalen Fosfataz 756U/L. Diğer laboratuar bulguları normaldi. Batın USG’ de hepatosplenomegali tesbit edildi. Tekrarlayan balgam incelemelerinde yatışının 6. gününde ARB (+) saptandı. Karaciğer kalın iğne biyopsisinde nekrozlu granülomatöz iltihap saptanan hastaya antiTB tedavi başlandı. Ancak genel durumu kötüleşen, kc enzimleri ve bilirübin değerlerinde anlamlı düzelme görülmeyen hasta yoğun bakıma sevk edildi. Anahtar Kelimeler: tüberküloz, hepatik tutulum, ikter P490 2010-2012 yılları arasında Dispanserimizdeki koruma tedavisi sonuçları Filiz Öztürk , Dilek Polat , Özlen Tümer , Haluk Çalışır 1 1 2 3 Ümraniye Verem Savaşı Dispanseri, İstanbul 2 Ümraniye Verem Savaşı Derneği, İstanbul 3 Atakent Acıbadem Hastanesi, İstanbul 1 Bulgular: 2010-2012 yılları arasında yaş ortalaması 19,5±16,4 olan, 650 kişi Ulusal Tüberküloz Rehberi protokolüne göre koruma tedavisine alınmıştı. Bunların %72,6’ sı (473) temaslı, %23,5’ i (153) bağışıklık baskılanması, %3,5’i (23) TCT pozitifliği, %0,02’si (1) fibrotik lezyon nedeniyle korumaya alınmıştı. Bu yıllarda dispanserimizde izlenen 273 yayma pozitif hastanın, 1123 temaslısından, 1086’sı (%96,7) en az bir kez muayene edilmişti.Temas nedeniyle koruma tedavisine alınan yaş ortalaması 12,5 ± 16,4 olan, 473 kişinin %69’u (326) koruma tamamlama, %28,5’i (135) tedavi terk, %0,2’si (1) tüberküloz, %1’i (5) nakil, %1,3’ü (6) hepatotoksisite ile sonuçlanmıştı. Yaş ortalaması 42,1±13,3 olan Bağışıklık baskılanması nedeniyle koruma verilen, 153 kişinin %68’i (104) koruma tamamlama, %11’i (17) koruma terk, %0,7’si (1) nakil, %0,7’si (1) tüberküloz, %2,6’sı (4) ölüm olarak rapor edildi. %17’sinin (26) ise tedavileri çeşitli nedenlerle doktor tarafından kesilmişti. 174 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı P492 Yaşlı hastalarda Tüberküloz Filiz Duyar Ağca1, 5 no.lu Vsd Personeli2 3 No.lu Verem Savaşı Dispanseri, Altındağ, Ankara 5 No.lu Verem Savaşı Dispanseri Personeli, Yenimahalle, Ankara 1 2 Amaç: Tüberküloz(TB) tanısı almış 65 yaş ve üzeri hastaların değerlendirilmesi Gereç ve Yöntem: Ankara Yenimahalle Verem Savaşı Dispanseri’nde Ocak 2005-Aralık 2012 döneminde kaydedilen yaşlı TB hastaları geriye dönük incelendi. Bulgular: 2005-2012 yıllarında kaydedilen 1028 hastadan 181’i(%17,6) 65 yaş ve üzeriydi. En yaşlısı 92 yaşındaydı. 88’i(%48.6) kadın, 93’ü(%51,4) erkekti. 179’u Türkiye doğumluydu. 167(%92,2) olgu yeni; 13(%7,2) olgu nüks hastaydı. Nüks olgulardan 10’u akciğer TB(ACTB) idi; kadın:erkek oranı 3:10’du. Olguların 87’sinde(%48,1) AC, 79’unda(%43,6) akciğer dışı(AD), 15’inde(%9,4) AC+AD tutulum saptandı. ADTB olgularında en çok ekstratorasik lenf nodu(n=31) tutulumu vardı; en sık servikal bölgedeydi. Kadınlarda AD TB(%54,5); erkeklerde AC TB(%60,2) daha fazlaydı. POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ TB temas öyküsü 32(%17,7) olguda belirlendi, hiçbiri INH kemoproflaksisi almamıştı. Olguların 133’ünde(%73,5) ek hastalık vardı; TB’la birlikte %40,4’ü kalp-damar ve %19.1’i akciğer hastalığı tedavisi görüyordu. 55(%33,4) olgunun birden fazla ek hastalığı varken 48(%26,5) yaşlının ek hastalığı yoktu. %91,2’sinde(n=165) ilk başvuru sırasında en az bir semptom vardı; en sık görülenler öksürük(%49,2) ve gece teriydi(%37). 16(%8,8) hastaya rutin kontroller sırasında TB tanısı konmuştu. AC TB hastalarının tamamında bakteriyolojik tetkik yapılmıştı. Balgamda ARB %56,8’inde(58/102) yayma(+), %13,7’sinde(14/102) kültür(+)ti. 180 hasta 1.seçenek TB ilaçlarıyla tedavi gördü. 2007’den itibaren hastalara Doğrudan Gözetimli Tedavi uygulanmıştı. Tedavi sonuçları %86,7(n=157) tedavi başarısı, %12,2(n=22) ölüm olarak sıralandı. Sonuç: 65 yaş ve üzeri TB’lu hasta sayısı Yenimahalle dispanser bölgesinde son yıllarda giderek artmaktadır. Ek hastalıkları sebebiyle genel semptomlarının birden çok olduğu; bunların TB semptomlarıyla örtüştüğü saptanmıştır. Diğer yaş gruplarına göre daha fazla ölümün olduğu tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, yaşlı hastalar Tablo 1. Yabancı ülke doğumlu tüberküloz olgularımızın genel özellikleri Tablo 1. Hastalarda organ tutulumu ve bakteriyolojik durum HASTA YENİ NÜKS TED. TERKTEN DÖNEN TOPLAM Y(+)K(+)ACTB 40 3 0 43 P494 Y(+)K(-)ACTB 10 3 0 13 Y(-)K(+)ACTB 11 1 1 13 Akciğer tüberkülozu düşündüren vasküler lezyonlar Y(-)K(-)ACTB 24 3 0 27 Y(-)K(?)ACTB 6 0 0 6 AD TB 76 3 0 79 TOPLAM 167 13 1 181 P493 Yabancı uyruklu tüberküloz olgularımızın genel özellikleri Mehmet Sinan Bodur1, Ayşe Emel Güngör1, Feyyaz Kabadayı1, Sibel Arınç1, Dilek Ernam1, Fatma Armağan Hazar1, Sibel Boğa1, Mevhibe Esen Akkaya1, Tülin Sevim1, Kaya Köksalan2 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, İstanbul 1 2 Bu çalışma ile Mart 2013 - Ocak 2014 arasında tüberküloz kliniğimizde görülen yabancı ülke doğumlu tüberküloz olgularımızın özelliklerinin irdelenmesi amaçlanmıştır. Toplam 14 yabancı ülke doğumlu tüberküloz olgumuzun; 6’sı Türkmenistan, 3’ü Azerbaycan, 2’si Moldova doğumlu olup Özbekistan, Suriye ve Endonezya doğumlu birer olgumuz oldu. Olgularımızın 6’sı kadın, 8’i erkek cinsiyetti. Yaş ortalamaları kadınlarda 29,3 yıl, erkeklerde 27,5 yıl idi. Toplam 5 ÇİD Tb olgusu olup bunların 2’si mycobacterium beijing genotipindeydi. 5 olgu ücretli hasta olarak kayıtlı olup 1 olgu sığınmacı stüsünde, 8 olgu da sağlık turizmi sigortası ile kayıt açtırmıştır. Yabancı ülke doğumlu tüberküloz olguları; kötü tüberküloz kontrolü olan, yüksek insidans ve direnç oranları olan ülkelerden gelmeleri nedeniyle önem taşımaktadır. Bu olgular oturma izinleri olmaması nedeniyle sınır dışı edilmektedir. Bu da tedavi terki oranlarını artırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, Yabancı ülke doğumlu hasta, Genel özellikler Orhan Yücel, Ferhat Onur Ural, Deniz Doğan, Cantürk Taşcı Gülhane Askeri Tıp Akademisi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Tüberküloz; genellikle mycobacterium tuberculosis’in neden olduğu uzun seyirli ve granülomatöz karakterde bakteriyel ve bulaşıcı bir enfeksiyondur. Tüberkülozis bir çoklu organ enfeksiyonu olabilmesine karşın hastalık özellikle akciğerler ve mediastinal lenf bezlerinde daha sıklıkla gözlenir. Basil, aktif bir tüberküloz hastasından öksürük, hapşırık ya da diğer yollarla tükürük içerisinde havaya saçılır, havada asılı kalan partiküllerin alınmasıyla enfeksiyon yayılır. Bizim hastamız 24 yaşında erkek hasta. Hasta polikliniğimize 2-3 haftadır var olan ve nefes alıp verdikçe batar tarzda olan sol yan ağrısı nedeniyle başvurdu. Hastaya yapılan oskültasyonda sol hemitoraks kaidede solunum sesleri azalmıştı. Hastaya çekilen p/a akciğer grafisinde sol skd kapalı ve sol akciğer üst zonda milimetrik nodüler dansite artışı mevcuttu. Hastaya sol hemitorakstan usg eşlinde torasentez planlandı. Hastadan plevral biyopsi alınamadı fakat 15 cc seröfibrinöz plevral mayi drene edildi. Plevral sıvı ada:113 u/l olarak sonuçlandı ve hastaya tbc plörezi tanısıyla anti tbc tedavi başlandı(rif+ınh+emb+pza). Hastanın çekilen p/a akciğer grafisinde sol üst zonda görülen nodüler dansite artışları ilk olarak akciğer tbc’i aklımıza getirdi fakat yapılan detaylı fizik muyenesinde hastanın sol klavikula üzerinde palpasyonla nodüler lezyonlar palpe edildi. İnspeksiyonda bu nödüllerin fazla belli olmamakla beraber vasküler bir yapıyı andırması üzerine hastaya sol omuz mr tetkiki çekildi ve hastanın mr tetkikinde bu lezyonlar flebolit/hemanjiom olarak raporlandı. Hastada 6 a y antitbc tedavisi sonrası sol plevral efüzyon tamamen geriledi ve hastanın sol klavikula üzerindeki vasküler lezyonlarına yönelik kalpdamar cerrahisi tarafından cerrahi planlandı. Anahtar Kelimeler: Akciğer Tüberkülozu, Tüberküloz Plörezi, Vasküler Lezyon P495 Reasons of relapses of tuberculosis after treatment under DOTS strategy Kazim Mukhamedov Sabitovich1, Lubov Hegai Nikolayevna1, Mavluda Khodjayeva Inogamovna1, Ludmila Yugai Makarovna2, Mukhabat Djurabayeva Khusanovna1, Vyacheslav Kostromtsov Vitalyevich1, Saodat Rustamova Abdullayevna1 Department of Phthisiology, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan Department of Culture Laboratory of Tashkent TB Hospital N1.Tashkent, Uzbekistan 1 2 Reasons of tuberculosis relapse after the treatment under DOTS strategy was studied. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 175 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ Materials: We analyses of 104 patients with relapses of TB, carried out treatment on DOTS ІІ categories in TB hospital №1. Male was 63(60,6 %), female - 41(39,4%). Results: 65,8% were infiltrative forms of TB, 29,9% - fibro-cavernous TB, 4,3% disseminated TB. M.tuberculosis have been found out in 66 (63,5%) cases. The drug sensibility test has shown resistance to isoniasid (H) in 35 (53,0%) cases, rifampicin (R) - in 28 (42,4%), ethambutol (E) - in 5 (7,6%), to pyrazinamid (Z) - in 7 (10,6%) cases. Mono-resistance is noted in 18 (27,3%) cases, poly-resistance - in 25 (37,8%) and multi-resistance - in 23 (34,8%). From 104 patients 71 (68,3%) suffered of accompanying diseases: diabetes mellitus in 17 (23,9%) cases, stomach ulcer - 7 (9,8%), COPD - 12 (16,9%), cardiovascular diseases - 11 (15,5%), alcoholism - 5 (7%) and drug abuse - 8 (11,2%). Complications of TB process are noted at 28 (26,9%) patients. From them haemoptysis at 3 (10,7%), respiratory insufficiency at 12 (42,8%), cardio-pulmonary insufficiency at 3 (10,7%) patients. Conclusion: The frequent reasons of relapses are presence of accompanying diseases (62,6%), insufficient duration of treatment in a continuation phase, indiscipline of patients. Correct and enough long treatment on DOTS strategy at continuation phase is the major link of preventive maintenance of relapses of TB. Keywords: tuberculosis, treatment, relapse of TB losis in Uzbekistan. At the same time number of patients with risk of relapse of tuberculosis (RT) increases. Now rate of RT average 30-40%. For last 8 years this figure has not changed. However patients with resistant forms of M. tuberculosis increase. Under our supervision there were 128 patients with RT after completion SCT. The analysis of case records of these patients has given the chance to judge efficiency of treatment. We establish following major factors of risk of RT: 1) Insufficient facility of adequacy controllable course therapy at 82 (64,1%) first time revealed patients; 2) 29 (22,7%) patients who had major residual changes in lungs after completion of treatment. Insufficient organization of supervision over a condition of this patients group has affected on not timely revealing and treatment of relapse; 3. Insufficient investigation of sputum on drug sensitivity test (DST) in 17 (13,3%) cases. Hereupon to certain number of patients the standard combined therapy appointed empirically. In above mentioned groups particular importance has presence of several accompanying diseases and harmful habits of patients. Conclusion: For improvement of prevention of relapses of pulmonary tuberculosis follows: 1. guaranteeing of adequacy, enough long controllable course of chemotherapy, in intensive and continuation phases on DOT taking into account DST; 2. to improve efficiency of organization of revealing of TB at general medical networks; 3. the organization of fullfledged monitoring of treatment. Keywords: tuberculosis, relapse, prevention P496 P498 Akciğer dışı tüberküloz olgularının yıllara ve cinsiyete göre değerlendirilmesi İstanbul’da yabancı uyruklu tüberküloz olgularının değerlendirilmesi,2005-2011 Beyhan Çakar Zuhal Uğur1, Soydan Sinem Koymen1, Savaş Başar Kartal2 7 No’lu Verem Savaşı Dispanseri, Ankara İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Tüberküloz Şubesi, İstanbul İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, , İstanbul 3 İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, , İstanbul 1 2 Amaç: Dispanserimizde 2006-2012 yılları arasında kayıtlı akciğer dışı tüberküloz olgularının yıllara ve cinsiyete göre (yaş, olgu tanımı, tutulum yeri, tanı şekli, tedavi sonuçlarını) değerlendirmek. Yöntem: Olguların dosyaları geriye dönük olarak tarandı. Bulgular: Yedi yıllık sürede 590 TB olgu kayıt edildi. 296 (%50) akciğer TB (ATB), 255 si (%43) akciğer dışı TB(ADTB), 39 (%7) ATB + ADTB olgu idi. Toplam 255 ADTB olguların yıllara göre (2006-2012) yüzde oranları; 31, 37, 38, 42, 49, 53, 56 idi. Kadın olgu sayısı 157 (%62), erkek olgu sayısı 98 (%38).Yeni olgu yüzdesi erkeklerde %97, kadınlardada %95, ortalama yaş ve standart sapma kadın olgularda; 50, 30 19, 33 (187) erkek olgularda; 44,55±22,82 (1-81) idi. ADTB tipi kadınlarda ilk 3 sıra ektratorasik lenfadenit TB, TB plörit, genitoüriner sistem TB (sırasıyla yüzdeleri 31, 13, 12) görülmekteydi. Erkek olgularda ise TB plörit, ektratorasik lenfadenit TB, kemik ve vertebra TB (sırasıyla yüzdeleri 32, 16, 13). Tanı şekli incelendiğinde kadınlarda histopatolojik tanı, yayma AARB, klinik ve radyolojik tanı oran yüzdeleri sırasıyla 76, 5, 19 erkek olgularda ise 67, 6, 27 idi. Tüm olgularda yayma AARB pozitifliği %9, kültür müspetlik oranı %5 idi. Tedaviyi terk ve tedavi başarısızlığı sayısı kadın olgularda yok, erkek olgularda 2 idi. Tedaviye ilk başlama yerleri incelendiğinde ilk sırayı verem savaş dispanseri (VSD)(%45) almıştı. Sonuç: ADTB olgularımız yıllar içerisinde arttı. Kadın olgu sayısı ve yaş ortalaması erkeklere göre daha fazla idi. Kadınlarda ekstratorasik lenfadeniti, erkeklerde ise TB plörit sık görüldü. Tedavi başlama yerleri incelendiğinde ilk sırayı VSD almıştı. Anahtar Kelimeler: Akciğer dışı TB, yerleşim yeri, cinsiyet, tanı, tedavi sonuçları Amaç: Yabancı uyruklu tüberküloz olgularının, demografik özelliklerinin, direnç ve tedavi sonuçlarının belirlenmesi Metod: TUTSA kayıtlarında İstanbul’da 2005-2011 yılları arasında 41.300 tüberküloz olgularının 545 (%1.3)‘ı yabancı uyruklu olgular çalışma kapsamına alınmıştır. Kayıtlardaki eksik veriler hasta dosyalarından tamamlanmıştır. Hastaların demografik özellikleri, ilaç direnç sonuçları, tedavi sonuçları analiz edilmiştir. Bulgular: Hastaların 293 (%53.7) E, Yaş ortalaması 31.5, %78.5 Akc tüberkülozuydu. Akc Tb ların %79’na yayma bakılmış %70.8 ARB (+) bulunmuştu. Olguların kültür %71.7(+) idi ve bunların %81.3’üne direnç testi yapılmıştı. Yabancı uyruklu hasta sayısı 2005’de %0.49 iken 2011 %2.2 bulunmuştur. Toplam olguların, %59.2 Asya, %27.5 Avrupa, %13 Afrika kıtasındandı. En yüksek oranı Azarbeycan %22.4, Türkmenistan %11 oluşturmaktaydı. Direnç testi yapılanlar içinde herhangi bir ilaca direnci bulunanlar %26.5, çok ilaca direnci bulunanlar %. 13.1 idi. Tüm olguların %77.2 Tedavi başarısı, %18.7 tedavi terk, %2.2 Tedavi başarısızlığı, %1.3 ölüm idi. Sonuç: Yıllar içinde yabancı uyruklu olgu sayısında anlamlı bir artış bulunmaktadır. Yabancı uyruklu olgular, özellikle direnç oranları yüksek olan ülkelerden gelmektedir. Yabancı uyruklu olguların tedavi terk oranları İstanbul’un tüm olgularının terk oranlarına yaklaşık beş kat yüksek bulunmaktadır. Yabancı uyruklu hastaların tedavi ve takipleri yıllar içerisinde daha da önemli bir sorun haline gelmiştir. Anahtar Kelimeler: Yabancı uyruklu, tüberküloz P497 P499 Ways of improvement of prevention of relapses of pulmonary tuberculosis Milier tüberküloz olgusunda Rhizobium Radiobacter bakteriyemisi Mavluda Khodjayeva Inogamovna1, Mukhabat Djurabayeva Khusanovna1, Tohirbek Yakubbekov Yunusovich2, Gulnora Murmusayeva Kuchkarovna3, Vyacheslav Kostromtsov Vitalyevich1, Kazim Mukhamedov Sabitovich1 Ufuk Turhan, Alper Gündoğan, Tuncer Özkısa, Seyfettin Gümüş Department of Phthisiology, Tashkent Medical Academy, Tashkent, Uzbekistan Therapeutics Department of TB Hospital N1, Tashkent, Uzbekistan 3 National Reference Laboratory, TB Institute, Tashkent, Uzbekistan 1 2 Introduction of the standard combined chemotherapy (SCT) on DOTS strategy notes improvement of an epidemiological situation on tubercu- 176 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Geçmişte Agrobacterium olarak bilinen, daha sonra 16S rDNA analizine göre sınıflandırılan Rhizobium türleri, yaygın olarak toprakta bulunan aerobik, hareketli, sporsuz, katalaz, oksidaz, üreaz pozitif ve gram-negatif basillerdir. Özellikle bitki patojeni olan bu grup (R.radiobacter, R.rhizogenes, R.rubi, R.vitis) içinde Rhizobium radiobacter insanlarda da enfeksiyona neden olabilmektedir. Seksenli yıllara kadar klinik örneklerden izole edil- POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ mesine rağmen insanlarda enfeksiyon etkeni olarak kabul edilmiyordu. Enfeksiyon etkeni olarak ilk kez 1980 yılında protez kapak endokarditli bir hastadan izole edildiği bildirilmiştir. Bu bakteriler genellikle bağışıklık sistemi baskılanmış ve/veya kateter-protez gibi yabancı cisim kullanılan hastalarda enfeksiyona yol açmaktadırlar. Bakteriyemi, peritoneal diyaliz kaynaklı peritonit, üriner sistem enfeksiyonu ve nadir olarak da sellülit, endoftalmit yada pnomoni ile prezente olabilir. Biz de burada milier tüberkülozu olan bir hastada görülen Rhizobium radiobacter bakteriyemisini sunmak istedik.) Literatürde tüberkülozlu hastada Rhizobium radiobacter bakteriyemisi daha önce bildirilmemiş olup, özellikle milier tüberkülozlu hastalarda, tedaviye dirençli ateş durumunda Rhizobium radiobacter bakteriyemisi akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: milier tüberküloz, Rhizobium Radiobacter Çalışmamız akciğer tüberkülozlu hastalarda RDW düzeylerinin sağlıklı kişilere göre yüksek olduğunu ve bu yükselmenin hastalardaki inflamatuar sürece bağlı olabileceğini düşündürmüştür. Anahtar Kelimeler: Akciğer, RDW, tüberküloz P502 Kültür pozitif akciğer tüberkülozlu hastalarda NLR oranının-değerlendirilmesi Özlem Abakay, Hadice Selimoğlu Şen, Cengizhan Sezgi, Mahşuk Taylan, Abdullah Çetin Tanrıkulu, Abdurrahman Abakay Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır P500 Akciğer Tüberkülozuna Eşlik Eden Venöz Tromboemboli Olgusu Alper Koç1, Ege Güleç Balbay2, Sinem Safçı1, Hafize Titiz2, Özgür Metin2 Düzce Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce Düzce Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce 1 2 Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla görülen tüberküloz ciddi bir halk sağlığı sorunu oluşturmaya devam etmektedir. Pulmoner emboli (PE) ise mortalite ve morbiditesi yüksek bir hastalıktır. Burada akciğer tüberkülozu ve PE birlikteliğiyle takip ettiğimiz bir olguyu sunmayı amaçladık. Yat boyacılığı mesleğiyle uğraşan 54 yaşında erkek hasta yaklaşık iki aydır olan iştahsızlık, halsizlik, kilo kaybı, öksürük ve balgam yakınmalarıyla polikliniğimize başvurdu. Posteroanterior akciğer grafisinde sağ üst ve orta zonda heterojen opasite mevcuttu. Balgam mikroskopisinde aside rezistan basil iki kez pozitif olarak bulundu. Hastaya İzoniyazid, Rifampisin, Pirazinamid, Etambutolden oluşan dörtlü tüberküloz tedavisi başlandı. Hasta tedavinin 20. gününde sol bacakta ağrı ve şişlik nedeniyle yapılan bilateral alt ekstremite venöz dopler ultrasonografide sol popliteal vende ve sol vena saphana parvada trombüs saptandı. Nefes darlığı yakınması da olan hastaya çekilen bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ pulmoner arter alt lob segmenter dallarında ve sol pulmoner arter alt lob segmenter dallarında trombüs ile uyumlu hipodens dolma defektleri izlendi ve hastaya antikoagülan tedavi başlandı. Akciğer tüberkülozu nedeniyle izlenen hastalarda, özellikle tedavinin ilk ayında sağlıklı bireylere kıyasla tüberküloz tedavisinde yer alan rifampisin kaynaklı artmış venöz tromboemboli (VTE) riski olduğu bildirilmiştir. Bilinen başka bir risk faktörü yok ise uygun klinik özellikleri taşıyan tedavi altındaki akciğer tüberkülozu hastalarında VTE riskinin olduğunun unutulmaması gerektiği kanısındayız. Anahtar Kelimeler: akciğer tüberkülozu, pulmoner emboli, rifampisin P501 Akciğer tüberkülozlu hastalarda RDW düzeyinin-değerlendirilmesi Özlem Abakay, Hadice Selimoğlu Şen, Ali İhsan Çarkanat, Süreyya Yılmaz, Abdullah Çetin Tanrıkulu, Halide Kaya, Abdurrahman Abakay Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır Red Blood Cell Distribution Width (RDW) kırmızı kan hücrelerinin şekil ve büyüklüklerindeki değişimlerini gösteren basit bir laboratuar testtir. Pnömoni gibi enfeksiyöz akciğer hastalıklarında artmış olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada kültür pozitif akciğer tüberkülozlu hastaların RDW düzeyindeki değişimlerin araştırılması amaçlandı. Çalışmaya 56 kültür pozitif akciğer tüberkülozlu hasta ve 50 sağlıklı kişiden oluşan kontrol grubu alındı. Hastaların yaş ortalaması 49,0 ± 23,3 yıldı. Hastaların %66’si erkek, %34’i kadındı. Hasta ve kontrol gruplarının yaş ortalaması ve cinsiyet dağılımı benzerdi (p >0,05). Hasta grubunda ortalama RDW düzeyi 16.6±2.4 iken kontrol grubunda ortalama RDW düzeyi 12.5±1.4 olarak saptandı. Hasta grubunun RDW düzeyi kontrol grubundan daha yüksekti (p<0.001). Nötrofil Lenfosit Oranı (NLR) sistemik inflamasyonu gösteren ucuz bir belirteçtir. Pnömoni gibi enfeksiyöz akciğer hastalıklarında artmış olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada kültür pozitif akciğer tüberkülozlu hastaların NLR düzeyindeki değişimlerin araştırılması amaçlandı. Çalışmaya 49 akciğer tüberkülozlu hasta ve 43 sağlıklı kişiden oluşan kontrol grubu alındı. Hastaların yaş ortalaması 49,6 ± 22,9 yıldı. Hastaların %69’u erkek, %31’i kadındı. Hasta ve kontrol gruplarının yaş ortalaması ve cinsiyet dağılımı benzerdi (p >0,05). Hasta grubunda ortalama NLR değeri 2,26±0,3 iken kontrol grubunda ortalama NLR değeri 0,3±0,04 olarak saptandı. Hasta grubunun NLR ortalaması kontrol grubundan daha yüksekti (p<0.001). Çalışmamız akciğer tüberkülozlu hastalarda NLR düzeylerinin sağlıklı kişilere göre yüksek olduğunu ve bu yükselmenin hastalardaki inflamatuar sürece bağlı olabileceğini düşündürmüştür. Anahtar Kelimeler: Akciğer, tüberküloz, NLR P503 Tuberkuloz ve Diyabet iliskisi Sevim Brina Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Prizren Bu retrospektif çalışmasında akciğer tüberkülozu olan hastalarda diyabet sıklık ve diyabet ile akciger tüberkülozu arasında ilişkiyi belirlemeyi amaçladık. Çünkü diyabet ve türberküloz tıptakı ilerlemelere rağmen önemli bir sağlık sorunu olmayı sürdürmektedir. Çalışma 2011-1013 tarihleri arasındakı retrospektif olarak, Prizren devlet hastanesinde, göğüs hastalıkları bölümünde kayıtlı, yatarak tedavi gören toplam 1307 tüberküloz hastasından, 408 kişi ile yapılmıştır.Araştırmanın verileri arastırmacı tarafından hastaların sosyo-demografik ve klinik özelliklerini içeren sorulardan toplanmıştır. Veriler hastane arşivinde bulunan hasta dosyalarının araştırmacı tarafından incelenmesiyle elde edilmiştir. Araştırma sonucunda olgular yaş ortalaması 44+-18 yıl olup %82,6’sını erkek hastalar oluşturmaktadır. Olguların %48,5’i 0-2 ay tüberküloz tedavisi görmüşlerdir, ve %70,3’ü tüberküloz nedeniyle hastaneye ilk kez yatmıştır. Çalışmamızda olguların %34,3’ünün (140) ilave kronik hastalığı olup, bu hastalıkların %16,4’ünün (67) Diyabet, %10,3’ünün hipertansiyon olduğunu belirlenmiştir. Diyabetli olguların %35,5’inin 5 yıldan fazla süredir diyabet hastası oldugu bulunmuştur. Çalışmamızda diyabetli hastaların %53,7(36) İnsulin ve %38,8’i (26) oral Antidiyabetik tedavisi almaktadır. Akciğer tüberkülozu olan hastalarda diyabet diğer hastalıklara oranla yüksek görülmektedir. Diyabet ve tüberküloz birlikteliği, hastalığın kontrolünü güçleştirmekte, bireyin günlük yaşam aktivitelerini yerine getirmede kısıtlamalara yol açmaktadır. Bu nedenle sağlık profesyönelleri aktif akciğer tüberkülozu tanısı konulan hastaların diyabet açısından anamnezlerine dikkat etmeli, düzenli aralıklarla rutin kan şekeri ölçümü yapılmasını sağlamalı, uzun süredir diyabeti olan hastaları her kontrole gelişlerinde tüberküloz açısından değerlendirmelidir. Anahtar Kelimeler: diyabet, akciğer tüberkülozu, görülme sıklıgı, hastalık ilişkisi Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 177 POSTER SUNUMLARI TÜRK TORAKS DERNEĞİ P504 The medico-social characteristic of patients with tubercular pleurisy PA akciğer grafisi Akram Irgashev, Khayrulla Rajabov, Rustam Abdullaev Department Diagnostics of Pathology of Lungs and of Pleura, National Center of Tb, Tashkent, Uzbekistan The medico-social status was studied at 161 patients with the TB pleurisy. Men was 88, women 73. Aged till 20 years were 6, 21-50 years–152, 51 and are more–3, thus women of reproductive age were–66. On social composition among patients students were 8, workers and employees budgetary-30, pensioners and invalids-42, the unemployed-46, housewives–30, businessmen–5. 152 patients the beginning of the illness connected with overcooling. The period from an onset of illness to appeal to specialized medical institution were at 19 patients 1-2 weeks, at 57–3-4 weeks, at 79–5-6 weeks, at 6- 6 and more weeks. The delay in the address for specialized medical care at 31 patients was connected by self-treatment, at 29–load work and fear to lose works, at 87–underestimation of condition of health, at 14–untimely diagnostics in primary unit of health care. It should be noted that at 34 patients (21,1%) pleurisy was complication of focal TB of lungs, at 15-is revealed HIV. MTB in a pleural exudate founded in 23. At all patients will reach good result from the carried-out antitubercular treatment against pathogenetic therapy and punktsionny aspiration of an exudate from a pleural cavity. Conclusion: Thus, the medico-social status of patients with tubercular pleurisy is characterized by a prevalence among them the most young and able-bodied faces, and also vulnerable segments of the population, untimely and late diagnostics of this pathology. Despite this, correct and adequate treatment in the conditions of specialized medical institution allows to reach at all patients good results from therapeutic treatment. Keywords: tubercular pleurisy, medico-social status, P505 Metastatik Akciğer Kanserini ve Multipl Myelomayı Taklit Eden Yaygın Akciğer Tüberkülozu ve Pott Hastalığı Birlikteliği Şekil 1. Bilateral yamalı infiltratlar P506 Ankara Merkez Verem Savaşı Dispanserinde İlaçla Koruma Tedavisinin 5 Yıllık Analizi Buket Başa Akdoğan, Ömer Faruk Önder, Gülhan Boğatekin Tülay Sağıroğlu1, Suha Özkan2 Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Diyarbakır 1 Yurdumuzun önemli sağlık sorunlarından tüberküloz iskelet sisteminde yerleşerek ciddi sakatlıklara yol açabilir. Tanısında gecikebilen olgulardır. Bu hastalarda solunum sistemi değerlendirilmelidir. Burada kemik metastazı yapmış akciğer kanserini ve multipl myelomu taklit eden nadir görülen pott hastalığı ve yaygın akciğer tüberkülozu birlikteliğini yansıtan bir olgu sunulmaktadır. 79 yaşında erkek hasta genel durum bozukluğu,bel ağrısı,yakınmasıyla hemotolojiye başvurmuş. Hasta anemi, sedim yüksekliği,sistem sorgusunda bel ağrılarıda olması dolayısıyla multipl myelom ön tanısıyla servise yatırılmış. Takipte ateş yüksekliği olan hastaya çekilen akciğer grafisiyle pnömoni,akciğer ca düşünülerek göğüs hastalıklarına konsülte edilmiştir. Hastanın fizik muayenesinde genel durum orta-kötü idi. Belirgin siyanozu mevcuttu. Saturasyonu oda havasında 80 idi. Oskültasyonda bilateral sibilan ronküsü ve yer yer ralleri mevcuttu.PA grafide bilateral yamalı infiltratları mevcuttu.Hemoglobin 11,6 g/dl sedim 65mm/sa,CRP 32mg/L.tm markerleri negatif idi. Brucella 2 kez menfi saptanmıştı.hasta tbc servisimize devr alındı. Balgam ARB 2 kez menfi iken daha sonrasında +++/++saptandı. Toraks BT sinde mediastende paratrakeal,prekarinal, büyüğü 14x8 mm boyutlu lenf nodu, sol akciğer üst lob ve alt lobda alveoler asiner ve nodüler tarzda,sağ akciğerde asiner ve nodüler tarzda dansite artımları izlendi. Torakolomber MR da Th12-L1 de spondilodiskit ile uyumlu görünüm,posteriorda epidural mesafede yaklaşık 1,5cm çapında IVK sonrasında periferal tarzda kontrast tutulumu saptanan püy veya apse ile uyumlu olabilecek sıvı koleksiyonu izlenmekteydi. Beyin cerrahisi tarafından genel durumu nedeniyle operasyon düşünülmeyen hastada görünüm pott ile uyumlu kabul edildi.Hasta antitüberküloz tedavi öncesinde yaklaşık 10 gün sefeperozon/sulbaktam tedaviside almıştı, ateş yanıtı yoktu. antitbc tedavisi düzenlendi. Klinik yanıt alındı.3 haftalık anti tbc tedavisi ardından beyin cerrahisine apse drenajı için devir edildi. ön tanılarda anımsanması gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Pott, vertebra tüberkülozu,nedeni bilinmeyen ateş 178 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Çankaya Merkez Verem Savaşı Dispanseri, Ankara Yenimahalle Çamlıca Aile Sağlığı Merkezi, Ankara 2 Amaç: Tüberküloz Kontrolünde önemli bir yeri olan ilaçla koruma tedavisinin, dispanserimizde son yıllardaki durumu ve tedaviye uyumun değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: 2008-2012 yılları arasındaki 5 yılda Ankara Merkez Verem Savaşı Dispanserinde ilaçla koruma tedavisine alınanların kayıtları retrospektif incelendi. Koruma tedavisine alınanların özellikleri, koruma nedenleri ve tedavi sonuçları analiz edildi, yıllara göre karşılaştırıldı. Bulgular: 2008’de 44, 2009’da 74, 2010’da 129, 2011’de 100, 2012’de 199, toplamda 546 kişi ilaçla koruma tedavisine alınmıştır. Yaş ortalaması 28,1±18,4 olup bunların %52,6’sı erkektir. Koruma tedavisine TB hastasının temaslısı olduğundan alınanlar yıllara göre 27(%61,4), 35(%47,3), 59(%45,7), 27(%27), 108(%54,3) toplamda 256(%46,9) kişi iken, Tüberkülin Deri Testi pozitifliğinden toplamda 97(%17,8) kişi korumaya alınmıştır. Bağışıklık baskılanması nedeniyle korumanın toplamda 186(%34,1) kişiye verildiği, bu rakamın son yıllarda arttığı bulunmuştur. 3 kişiye sekel lezyon, 4 kişiye de diğer nedenlerle koruma başlanmıştır. Korumaların hemen hepsinde İzoniyazid kullanılırken sadece 6 kişide rifampisin verilmiştir. Bağışıklık baskılanmasında genelde 9 ay, diğerlerinde 6 ay tedavi verildiği bulunmuştur. Koruma tedavisine alınanların %78,8’si tamamlamış, %16,7’si terk etmiştir. 2 kişide tüberküloz tedavisine başlanmış, 16 kişide yan etkiler nedeniyle tedavi kesilmiş, 2 kişi vefat etmiştir. Korunma tedavisine alınma nedenleri, kadın ve erkek cinsiyeti ve yaş gruplarına göre yapılan analizlerde tedavi tamamlama-terk oranlarında istatistiksel anlamlı fark bulunamamıştır. Sonuç: Dispanserimizde ilaçla koruma tedavisine alınanların sayıları son yıllarda gittikçe artmaktadır. Bunun başlıca nedeni temaslılara daha fazla koruma verilmesiyle birlikte, TNF-alfa inhibitörünün yaygın kullanılmasıdır. Koruma tedavisine uyumun daha iyi olması için TB hastalarının takibine gösterilen özen bu kişilere de gösterilmelidir. Uyumsuzluk için özellikli bir grup bulunamamı