PDF İndir - Celal Bayar University

Transkript

PDF İndir - Celal Bayar University
ISSN: 1304-4796
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Dergisi
2008/1 Güz Sayısı
Manisa-2008
ISSN: 13044796
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ
Sahibi:
Prof. Dr. Canan AY
Yönetim Kurulu Adına
Sosyal Bilimler Enstitü Müdürü
Editör:
Yrd.Doç. Dr. A.Cevdet KAYALI
Editör Yardımcısı:
Yrd. Doç. Dr. Rabia AKTAŞ
Yayın Kurulu:
Prof. Dr. İbrahim EROL
Yrd. Doç. Dr. İrfan Murat YILDIRIM
Yrd. Doç. Dr. Necdet BİLGİ
Yrd. Doç. Dr. Asena Altın GÜLOVA
Yazılım ve Dizgi
Arş. Gör. Alper DOĞAN
Makale Takip ve Dosyalama
Arş. Gör. Ferhan SAYIN
Arş. Gör. Didem TEZSÜRÜCÜ
Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi yılda iki sayı olarak yayımlanan
ulusal hakemli bir dergidir.
İletişim Adresi:
Yrd.Doç. Dr. A. Cevdet KAYALI
Celal Bayar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Uncubozköy Mevkii 45030 Manisa, TÜRKİYE
Tel: 0(236) 2330949
Fax: 0 (236) 2330949
e-mail: [email protected]
URL: http://www.bayar.edu.tr/~sosyal/dergi.htm
Basım Yeri: Emek Matbacılık, Manisa.
©Copyright: C.B.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü 2003
Dergide yer alan yazılarda ileri sürülen görüşler yazarlara aittir.
ISSN: 13044796
HAKEM KURULU
♦Prof. Dr. Hakkı ACUN ♦Prof. Dr. Kamile AÇIKGÖZ ♦Prof. Dr. Kemal AÇIKGÖZ ♦Prof.Dr.
Namık AÇIKGÖZ ♦Prof. Dr. Erhan ADA ♦Prof. Dr. İsmail AKA ♦Prof.Dr.Coşkun Can AKTAN
♦Prof. Dr. Eyüp AKTEPE ♦Prof.Dr. Ceyhan ALDEMİR ♦Prof. Dr. Mehmet ALPARGU ♦Prof. Dr.
Ali Berat ALPTEKİN ♦Prof. Dr. Yasin ALTAN ♦Prof. Dr. Zeki ARIKAN ♦Prof. Dr. A. Kadir
ASLAN ♦Prof. Dr. İbrahim ATALAY ♦Prof. Dr. Canan AY ♦Prof. Dr. Osman AYDOĞUŞ ♦Prof.
Dr. Metin AYIŞIĞI ♦Prof. Dr. Semra AYTUĞ ♦Prof. Dr. Selma BAKTIR ♦Prof. Dr. Nükhet Hotar
BAŞARGAN ♦Prof. Dr. Ercan BAYAZITLI ♦Prof. Dr. Tuncer BAYKARA ♦Prof. Dr. Mikail
BAYRAM ♦Prof.Dr. Abdurrahman BAYRAM ♦Prof.Dr.Dilek BEKTAŞ ♦Prof. Dr. Süreyya A.
BEYZADEOĞLU ♦Prof. Dr. Necdet BİLDİK ♦Prof. Dr. Gönül BUDAK ♦Prof.Dr. Üçler BULDUK
♦Prof. Dr. Erdal CEYLAN ♦Prof. Dr. Adem ÇABUK ♦Prof.Dr. Kemal ÇELEBİ ♦Prof. Dr. Mehmet
ÇELİK ♦Prof. Dr. Halil ÇİVİ ♦Prof. Dr. Melek DELİLBAŞI ♦Prof. Dr. Birol DOĞAN ♦Prof. Dr.
Muammer DOĞAN ♦Prof. Dr. Üzeyme DOĞAN ♦Prof. Dr. İbrahim DÖNMEZER ♦Prof. Dr. Ahmet
DUMAN ♦Prof. Dr. Sema EGE ♦Prof. Dr. Cezmi ERASLAN ♦Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN
♦Prof. Dr. Temel ERGUN ♦Prof. Dr. Hüsnü ERKAL ♦Prof. Dr. İbrahim EROL ♦Prof.Dr.Mehmet
ERSAN ♦Prof.Dr.Timuçin Faik ERTAN ♦Prof. Dr. Gülden ERTUĞRUL ♦Prof .Dr.Rıza FİLİZOK
♦Prof.Dr.T.Melih GÖRGÜN ♦Prof. Dr. Kemal GÖRMEZ ♦Prof.Dr. Altay Uğur GÜL ♦Prof.Dr.
Gürer GÜLSEVİN ♦Prof. Dr. Şevkinaz GÜMÜŞOĞLU ♦Prof. Dr. İhsan GÜNAYDIN ♦Prof.Dr.
İbrahim GÜNER ♦Prof.Dr.Necmi GÜRSAKAL ♦Prof. Dr. Belkıs GÜRSOY ♦Prof. Dr. Nurettin GÜZ
♦Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL ♦Prof. Dr. Muhsin HALİS ♦Prof. Dr. Ömer Faruk HUYUGÜZEL
♦Prof.Dr. Özkan İZGİ ♦Prof. Dr. Reşide KABADAYI ♦Prof. Dr. Mahmut KAPLAN ♦Prof. Dr. Leyla
KARAHAN ♦Prof. Dr. Zerrin Toprak KARAMAN ♦Prof. Dr. Alev KATRİNLİ ♦Prof. Dr. Ayten
Ayşen KAYA ♦Prof. Dr. Hüseyin KIRAN ♦Prof. Dr. Salim KOCA ♦Prof. Dr. Kâzım Yaşar
KOPRAMAN ♦Prof. Dr. Samira KORTANTAMER ♦Prof. Dr. Sevinç KÖSE ♦Prof. Dr. Cemal
KURNAZ ♦Prof. Dr. Kemal KURTULUŞ ♦Prof.Dr.Esin KÜHEYLAN ♦Prof. Dr. Hüseyin
MEMİŞOĞLU ♦Prof.Dr.Ahmet MERMER ♦Prof. Dr. Naci Birol MUTER ♦Prof.Dr. Aysen
MÜEZZİNOĞLU ♦Prof.Dr. Ülgen OSKAY ♦Prof. Dr. Günal ÖNCE ♦Prof. Dr. Semra ÖNCÜ
♦Prof.Dr.Ziynet ÖNDOĞAN ♦Prof. Dr. Mehmet ÖZ ♦Prof. Dr. Ferhunde ÖZBAY ♦Prof. Dr.
Selahattin ÖZÇELİK ♦Prof. Dr. İnan ÖZER ♦Prof. Dr. Ahmet ÖZGİRAY ♦Prof. Dr. Nadir
ÖZKUYUMCU ♦Prof. Dr. Ömür ÖZMEN ♦Prof. Dr. Enver T. RIZA ♦Prof. Dr. Süreyya SAKINÇ
♦Prof. Dr. M. A. Yekta SARAÇ ♦Prof.Dr.Bedriye SARAÇOĞLU ♦Prof. Dr. Önal SAYIN
♦Prof.Dr.Nevin SAYLAN ♦Prof. Dr. Ahmet SEVGİ ♦Prof.Dr. Ahmet SİPAHİOĞLU ♦Prof.Dr.Haluk
SOYUER ♦Prof. Dr. Azmi SÜSLÜ ♦Prof. Dr. Ahmet ŞAHİNÖZ ♦Prof. Dr. Candan ŞENTUNA
♦Prof. Dr. Adnan ŞİŞMAN ♦Prof. Dr. Berna TANER ♦Prof.Dr. Abdurrahman TANRIÖĞEN ♦Prof.
Dr. Ercan TATLIDİL ♦Prof. Dr. Rezan TATLIDİL ♦Prof. Dr. Ömer Baybars TEK ♦Prof.Dr.Ulufer
TEKER ♦Prof. Dr. Sema Ilgaz TEMEL ♦Prof. Dr. Mahmut TEZCAN ♦Prof.Dr. Fahrettin TIZLAK
♦Prof.Dr. Barlas TOLAN ♦Prof. Dr. İlker TUNAİL ♦Prof. Dr. Nejla Kurul TURAL ♦Prof.Dr.
Mustafa TURAN ♦Prof. Kamil TÜĞEN ♦Prof. Dr. Mümtazer TÜRKÖNE ♦Prof. Dr. Mualla
ULUSAVAŞ ♦Prof. Dr. Fahri UNAN ♦Prof. Dr. Alpaslan USAL ♦Prof. Dr. Öcal USTA ♦Prof.Dr.
Şenay ÜÇDOĞRUK ♦Prof. Dr. Necmi ÜLKER ♦Prof. Dr. Mehmet Ali ÜNAL ♦Prof. Dr. Semih
YALÇIN ♦Prof. Dr. Münevver YALÇINKAYA ♦Prof. Dr. Erol YARIZ ♦Prof. Dr. Kemal YAVUZ
♦Prof. Dr. Emine YENİTERZİ ♦Prof. Dr. Kazım YETİŞ ♦Prof. Dr. Recep YILDIRIM ♦Prof. Dr.
Mustafa YILMAZ ♦Prof. Dr. Serap YILMAZ ♦Prof. Dr. Cengiz YILMAZ ♦Prof. Dr. Konca YUMLU
♦Prof. Dr. Ayşegül YÜKSEL ♦Prof. Dr. İbrahim EROL ♦ Prof. Dr. Hüseyin KARAKAYALI ♦Prof.
Dr. Öcal USTA ♦Prof.Dr. Berrin CEYLAN ♦Prof. Dr. Zeynel DİNLER ♦Prof. Dr. Berna TANER
♦Prof. Dr. Ülkü ERGUN ♦Doç. Dr. A.Asuman AKDOĞAN ♦Doç. Dr. Hayati AKYOL ♦Doç. Dr.
Kemal ARI ♦Doç Dr. Tuncer ASUNAKUTLU ♦Doç. Dr. Nihat AYCAN ♦Doç. Dr. Mehmet BAŞAR
♦Doç. Dr. Adem CEYHAN ♦Doç. Dr. İsmail COŞKUN ♦Doç. Dr. Ramazan ÇALIK ♦Doç. Dr.
Mevlüt ÇELEBİ ♦Doç. Dr. Emin ÇİVİ ♦Doç. Dr. Mustafa TEPECİ ♦Doç. Dr. Türker SUSMUŞ
♦Doç. Dr. Mete TÖRÜNER ♦Doç. Dr. Müslime NARİN ♦Doç. Dr. Jülide KESKEN ♦ Doç. Dr.
Keramettin TEZCAN ♦ Doç. Dr. Ertuğrul ACARTÜRK ♦Doç. Dr. Gülsen DEMİR ♦Doç. Dr.
Çağlayan DİNÇER ♦Doç. Dr. Dilek DİRENÇ ♦Doç. Dr. Mustafa DURMUŞ ♦Doç. Dr. Kenan
ERDOĞAN ♦Doç. Dr. İlhan GENÇ ♦Doç. Dr. Ramazan GÖKBUNAR ♦Doç. Dr. Fazıl GÖKÇEK
♦Doç.Nazan GÜNAY ♦Doç. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ♦Doç. Dr. Gelengül HAKTANIR ♦Doç.
Dr. Muhsin HALİS ♦Doç. Dr. Ayşe İLKER ♦Doç. Dr. Hasan Basri KARADENİZ ♦Doç. Dr. Jülide
KESKİN ♦Doç. Dr. Ayfer KOÇABAŞ ♦Doç. Dr. Akın KOÇAK ♦Doç .Dr.Ali Savaş KOPARAL
♦Doç. Dr. İsmail MARAŞ ♦Doç. Dr. Abdullah MORTAL ♦Doç. Dr. Ayla MÜEZZİNOĞLU ♦Doç
.Dr. Mehmet ÖNAL ♦Doç. Dr. Bülent ÖZDEMİR ♦Doç. Dr. Servet ÖZDEMİR ♦Doç Dr. Neşe
ÖZGEN ♦Doç. Dr. Süleyman ÖZKAN ♦Doç. Dr. Meltem ÖZKAYA ♦Doç. Dr. Şerife Türcan
ÖZSUCA ♦Doç. Dr. H.Yakup ÖZTUNA ♦Doç. Dr. Haluk SELVİ ♦Doç. Dr. Haluk SOYUER ♦Doç
Dr. Erkan ŞEN ♦ Doç. Dr. H. Tarık ŞENGÜL ♦Doç. Dr. F. Hale ŞIVGIN ♦Doç Dr. Yaşar UYSAL
♦Doç. Dr. Halit YANIKKAYA ♦Doç. Dr. Durmuş YILMAZ ♦Doç. Dr. Hakan YİĞİTBAŞI
♦Yrd.Doç .Dr. Nüvit ALEMDAROĞLU ♦Yrd.Doç Dr. Uğur ALTUNAY ♦Yrd. Doç. Hakan ARACI
♦Yrd. Doç. Dr. Alpay BİZBİRLİK ♦Yrd. Doç. Dr. Ferudun DORAK ♦Yrd.Doç.Dr. Hatice
ERDEMİR ♦Yrd.Doç. Dr. Levent GENÇLER ♦Yrd. Doç. Dr. Sibel GÜZEL ♦Yrd.Doç. Dr. Ferhat
KARABULUT ♦Yrd.Doç. Dr. Burak KARTAL ♦Yrd. Doç.Dr. Emin KOÇ ♦Yrd. Doç. Dr. İsmail
MAZGİT ♦Yrd.Doç. Dr. Mustafa MİYNAT ♦Yrd. Doç. Dr. Süleyman MORALI ♦Yrd. Doç. Dr. Eser
NALBANT ♦Yrd. Doç. Dr. Tuncer ÖZDİL ♦Yrd.Doç. Dr. Aynur PALA♦ Yrd. Doç. Dr. Ferhat
TAMİR ♦Yrd. Doç. Dr. Muzaffer TEPEKAYA ♦Yrd.Doç. Dr. Aylin ÜNAL ♦Yrd. Doç. Dr. Mehmet
Ali YAVUZ ♦Yrd.Doç. Dr. Ayşe YERELİ ♦Yrd.Doç. Dr. Mine YILMAZER
T.C. CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ
Yıl:2008 Cilt:6 Sayı:1
ISSN:1304-4796
İÇİNDEKİLER
Dr. Erhan DEMİRELİ, Arş. Gör. Nihan ÖZGÜVEN….……… 1
“Elektronik Finans Hizmetleri Açısından Internet Bankacılığının Kullanımı
Üzerine Bir Uygulama”
Yrd. Doç. Dr. Cevdet KAYALI, Şebnem ADA…………………………... 23
“Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirme Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve
Rasyolara Etkisi”
Arş. Gör. Ferhan SAYIN…………………………………………............. 34
“Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi”
Prof. Dr. Bedriye TUNÇSİPER, Arş. Gör. Dilek SÜREKÇİ, Arş. Gör.
Özlem KIZILGÖL………………………………………………………… 52
“The Effects of The Changes in Reel Exchange Rate on Export and Import:
Analysıs of Agrıcultural Sector”
62
Dr. Levent KIDAK……….……………………………….………………
“Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının
Anahtarı”
Öğr. Gör. Tolga ŞENTÜRK, Prof. Dr. Canan AY………………………. 82
“Halkla İlişkilerin Etik Sınırları”
Yrd. Doç. Dr. Harun CANSIZ……………………………………………... 98
“Performans Esaslı Bütçelemenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans
Ölçümünün Önemi”
Yrd. Doç. Dr. Ethem DUYGULU, Öğr. Gör.Dr. Nurcan ÇIRAKLAR,
Araş. Gör. Yeliz MOHAN…………………………………………………. 108
“Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun
Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi”
Yrd. Doç. Dr. Semiha AYTEMİZ…………………………………………. 129
“Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi”
Araş. Gör. Dr. Barış SEÇER……………………………………………….. 141
“Kariyer Sermayesi ve İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki
Etkisi”
Yazım Kuralları………………………………………………………………. 159
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
Dr. Erhan DEMİRELİ
Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F., İşletme Bölümü
Araş. Gör. Nihan ÖZGÜVEN
Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme Bölümü
ÖZET
Küreselleşme sürecinde insanoğlunun bilgiye olan ihtiyacı sürekli olarak artmaktadır.
Ancak insanoğlu bilgiye sahip olmakla yetinmemektedir. Dolayısıyla bilginin yönetimi olgusu
gündeme gelmektedir. Bilgi yönetimi sürecinde hızlı, güvenilir, maliyetleri minimize edilmiş
bilginin kullanımı ise yönetsel etkinliği artırıcı bir faktör olacaktır. Bu anlamda finansal
piyasalarda teknoloji kullanımı artmış, önceleri sermaye piyasalarında görülen yoğunlaşma,
bugün para piyasalarında da hissedilmeye başlanmıştır. Bu etki en yoğun şekilde bankacılık
sektöründe kendisini göstermektedir. Para piyasaları kapsamında, bankacılık sektöründe izlenen
sözkonusu gelişme, hız, güvenlik ve maliyet minimizasyonunun (işlem etkinliği) göstergesi
olmaktadır. Çalışmada bireysel bankacılık işlemlerinde internet hizmetlerinin tercih edilme
düzeyi üzerinde durularak finansal işlemlerde internet kullanımı çeşitli yönleriyle
değerlendirilmiştir. Bu kapsamda, bankacılık sektöründe teknoloji kullanımında gözlemlenen
gelişmelerin belirginleştirilmesi amacıyla bireylerin internet bankacılığını kullanım düzeyini
değerlendiren bir anket çalışması yapılarak, veriler bilgisayar ortamında analiz edilmiş, sonuçlar
yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Elektronik finans hizmetleri, Internet bankacılığı
An Application On The Use Of The Internet Banking In Terms Of
E-Finance Services
ABSTRACT
Globalization day-by-day increases the human being’s need for information. However,
human beings are not satisfied by only keeping the information at their disposal. Consequently,
the concept of “information management” arises. In the information management process, use of
fast, reliable and low cost information is a factor that improves the managerial effectiveness.
Accordingly, deployment of the technology in financial markets increases; this new phenomenon,
which was initially observed in the capital markets, nowadays becomes popular also in the money
markets. The trend is mostly observed in the banking industry. With regards to the money
markets, this development in the banking industry is an indication of the speed, reliability and
cost minimization (transaction effectiveness). In this study, the use of internet in financial
transactions is assessed from various dimensions by specifically elaborating the level of
preference of the internet services in private banking transactions. In order to clarify the trends
observed in the utilization of the technology in the banking industry, a survey, which aimed to
1
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
assess the use of internet banking by the private individuals, was carried out; the survey data was
analyzed by using software and comments are made on the derived results.
Keywords: Elektronic finance services, Internet banking
I. GİRİŞ
Teknolojik alanda yaşanan yenilikler günden güne insan hayatını farklı
noktalarda, farklı şekillerde etkilemektedir. Öyle ki, teknolojik gelişmeler,
insanın herhangi bir işi yaparken hareket ve bilgi kullanım düzeyini azaltmakta
buna karşılık sözkonusu faaliyetten maksimum fayda yaratılmaktadır.
Internet üzerinden yürütülen online faaliyetler, teknolojik gelişim
sürecinden faydalanma aşamasında insanlara daha fazla serbestlik ve daha geniş
bir hareket alanı sağlamaktadır. Bu durumun en güzel örnekleri elektronik
finansal faaliyetler; özellikle de elektronik finans hizmetleri altında izlenen
internet bankacılığı hizmetlerinde görülmektedir. Internet ortamında, çeşitli
güvenlik ağları yardımıyla bireyler ve kurumlar finansal işlemlerini
gerçekleştirebilmekte, bu nedenle hem zaman, hem de hareket etkinliği
sağlamaktadır. Teknolojik faydanın yaratılması aşamasında kullanılan önemli
bir araç olan internet, bankacılık işlemlerinde sadece bireysel fayda
yaratmamakta, işlem maliyetlerinin azalması ve bireysel banka müşterileri ile
banka arasında çeşitli ilişkilerin kurulmasını da sağlamaktadır. Bugün internet,
işletmelerin üretimden pazarlamaya, finansmandan yönetime kadar tüm
fonksiyonlarını yerine getirmede kilit araç konumuna gelmiştir.
Elektronik bankacılık, elektronik kanallar vasıtasıyla bireysel ve küçük
diğer bankacılık ürünlerinin ve hizmetlerinin sağlanması demektir. Bu tür
ürünler ve hizmetler, mevduat alma, borç verme, hesap yönetimi, finansal
hizmet sunma, elektronik fatura ödeme, ve elektronik para gibi diğer elektronik
ödeme ürünleri ve hizmetleri içerir. Elektronik bankacılığın iki temel özelliği
faaliyetlerin yürütüldüğü teslim kanallarının tabiatı, ve müşterilerin bu kanallara
erişme yollarıdır. Yaygın teslim kanalları arasında “kapalı” ve “açık” ağlar
vardır. “Kapalı ağlar” erişimi, üyelik koşulları anlaşması ile bağlı olan
katılımcılarla (finansal kurumlar, tüketiciler, tüccarlar, ve üçüncü şahıs hizmet
sağlayıcılar) sınırlı tutar. “Açık ağlar”ın bu tür üyelik koşulları yoktur. Halen,
müşterilere elektronik bankacılık ürünleri ve hizmetlerinin sağlandığı, yaygın
olarak kullanılan erişim aygıtları, satış noktası terminalleri, otomatik banka
makineleri, telefonlar, kişisel bilgisayarlar, akıllı kartlar ve diğer cihazları içerir
(www.ceterisparibus.net, Erişim Tarihi: 31.10.2007, TBB Raporu).
II. ELEKTRONİK FİNANSAL FAALİYETLERİN FİNANSAL
SİSTEM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Elektronik finansal faaliyetler sayesinde finansal hizmet sunmanın
maliyeti eski araçlara oranla daha düşük seviyelerde bulunmakta, düşük
maliyetler de yatırımcıların finansal hizmetlere erişimini büyük ölçüde
kolaylaştırmakta ve özendirmektedir. Her ne kadar ilk yatırımın maliyeti yüksek
olsa da orta vadede elektronik finans hizmetlerinin sunumunun maliyeti diğer
araçlara göre çok daha düşük olmaktadır. Ayrıca yeni teknolojilerin kullanımı,
2
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
finansal piyasalarda bu tip hizmet sunanların daha düşük hizmet fiyatlarıyla
piyasaya girmesini sağlamakta, mevcut finansal kuruluşlar ise elektronik
ortamda hizmet sunarak faaliyet giderlerini düşürmedikleri taktirde karlılıkları
üzerinde ciddi baskılar hissetmektedirler. Bunun yanı sıra, elektronik finansal
faaliyetler finansal kuruluşların önceki yıllara oranla daha ciddi bir rekabet
ortamına girmelerine de yol açmaktadır(Kınık, 2002; 6).
Internet üzerinden işlemlerin gerçekleştirilmesi kullanıcıya birçok fırsat
sunmasına rağmen, işletmelerin işleme dayalı web sitesi geliştirmelerinin
önündeki engeller halen durmaktadır. Örneğin bir bankanın internet şubesi
kullanıldığında, havale, fatura ödeme, fon alım/satımı, EFT, kredi kartı
ödemeleri vb. birçok bankacılık hizmetinin internet ortamından yapılması
mümkün olmaktadır. Zaten bankacılık sektöründe birçok banka bu hizmetlerin
çoğunluğunun internet ortamında yapılmasını sağlamaktadır. Ancak ticaret
işletmeleri hem yeterli bilgiye sahip olmadıklarından hem de tüketicilerin
tüketim eğilimlerinin olmaması nedeniyle internet üzerinden verimli bir şekilde
işlem gerçekleştirememektedir. İşlemlerin yanı sıra, bankacılık hizmetleri ile
ilgili konularda bilgiler de sunulmaktadır. Web siteleri, web sitesine katılım
sağlama seviyesine göre, özel ve kamusal olabilmektedir. Katılımın serbest
olduğu web siteleri kamusaldır. Ziyaretçiler için herhangi bir koşul aranmaz.
Internete bağlanabilen herkes web sitesini ziyaret edebilir ve işlem yapıp, bilgi
elde edilebilir. Kamusal web siteleri kar amaçlı bir işletme, sivil toplum
kuruluşu veya kamu kurumu olabilir. Özel web sitelerinde kısıtlı miktarda bilgi
elde edilebilse de işlem yapmak için üyelik koşulu aranır. Üye olmayanların
işlem yapmasına izin verilmez. Web sitesine istenmeyen ziyaretlerin
engellenmesi için şifre, kullanıcı adı ve ateş duvarı kullanılabilir. Bankaların
web siteleri, b2b web siteleri, veri tabanı pazarlayan web siteleri buna örnek
olarak verilebilir (Aksoy, 2006; 30).
III. INTERNET ORTAMINDA BİREYSEL BANKACILIK
KAVRAMI
Değişimin yaşandığı finans dünyasında bankalar fonksiyonlarını yerine
getirirken sürekli bir yenilik arayışı içine girmişlerdir. Bankaların bu anlamda
başlattıkları yeniliklerden birisi de bireysel bankacılık uygulamalarıdır. Tüketici
kredileri, kredi kartları ve elektronik fon transfer sistemleri (otomatik vezneler,
satış noktasından fon transferi, home banking), call center, internet ve WAP
bankacılığı bankaların doğrudan bireylere yönelik bireysel bankacılık olarak
adlandırılan hizmetleridir. Bireysel bankacılık, bankaların pazarlama ve
teknolojiyi birbirinin tamamlayıcısı olarak görmeleri sonucunda ortaya çıkan,
çağdaş pazarlama anlayışı çerçevesinde teknolojik olanaklardan da
yararlanarak, bireylerin sürekli değişen ve artan gereksinmelerini karşılamaya
yönelik bankacılık hizmetleri olarak tanımlanabilir. Toplumun çeşitli
bölümlerinde satın alma gücünün yeni gereksinmelere yol açması, mevduat ve
kredi işlemlerinde rekabet döneminin başlaması hizmetlerin çeşitlendirilmesini
ve sunuş biçimlerinin etkilenmesini getirmiştir. Böylece değişimle birlikte
3
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
geleneksel bankacılık ürün ve yöntemleri yaşlanarak, bireysel bankacılık
hizmetleri talep edilir olmuştur. Geleneksel bankacılık kavramının yerini,
değişen şartlara kolayca uyum sağlayabilen, müşteri gereksinmelerini temel
alan bankacılık anlayışına bırakmasıyla bankalar özellikle orta gelirli
tüketicilerin finansal hizmetlerden yararlanmalarını sağlamak üzere bu
piyasalarda çeşitli ürünler sunmaya, başlamışlardır. Sadece üretim ve pazarlama
şirketlerinin finansman ihtiyacını karşılayan bankalar, artık doğrudan en son
tüketicinin finansal ihtiyaçlarını da karşılayacak olan hizmetler sunmaktadırlar
(Kargın, 2006; 42).
Internet bankacılığı elektronik finansın özel bir biçimidir. Internet
bankacılığı zaman ve yer sınırı olmaksızın bir bilgisayar ile, bankacılık
hizmetlerinin internet üzerinden sunulması için hazırlanan alternatif dağıtım
kanalıdır. Internet erişimine sahip herhangi bir bilgisayar aracılığı ile 24 saat
dünyanın her yerinde kullanılabilen bir hizmettir. Internet bankacılığı,
günümüzde fiziksel şubelerden yapılan hemen hemen tüm işlemlerin internet
üzerinden gerçekleştirilmesi olarak da tanımlanabilir(Kargın, 2006; 69).
Bankacılık işlemlerinin, internet aracılığı ile yapılması şeklinde tanımlanan
internet bankacılığı, tüm dünyada günden güne yaygınlaşmakta, bireysel olarak
internet üzerinden bankacılık işlemlerini yapanları sayısı, günden güne
artmaktadır. Türkiye’de de hem internet kullanıcılarının hem de internet
bankacılığından yararlananların sayısı, artmaya başlamıştır (Gülmez, Kitapçı,
84; 2006).
Eylül 2007 itibariyle, internet bankacılığı yapmak üzere sistemde kayıtlı
olan ve en az bir kez login olmuş toplam bireysel müşteri sayısı 8.558.033’tür.
Son bir yıl içerisinde login olmuş toplam bireysel müşteri sayısı ise
5.426.713’tür.
Temmuz-Eylül 2007 döneminde 3.551.347 bireysel müşteri tarafından
en az bir kez internet bankacılığı işlemi yapılmıştır. Bu miktar, toplam kayıtlı
bireysel müşteri sayısının yüzde 41’ini oluşturmaktadır. Temmuz-Eylül 2007
döneminde, aktif bireysel müşteri sayısında bir önceki yılın aynı dönemine göre
864.650 adet, bir önceki üç aylık döneme göre ise 395.068 adet artış olmuştur.
4
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
Eylül 2006
Haziran 2007
Eylül 2007
Bireysel müşteri sayısı
Aktif (A) (son 3 ayda 1 kez
login olmuş)
Kayıtlı (B) (en az 1 kez login
olmuş) (*)
Kayıtlı (C) (son 1 yılda en az
1 kez login olmuş) (*)
Aktif (A) / kayıtlı (B) müşteri
oranı (yüzde)
2.686.697
3.156.279
3.551.347
-
-
8.558.033
-
-
5.426.713
-
-
41
395.350
421.734
466.934
-
-
1.097.752
-
-
661.803
-
-
43
Kurumsal müşteri sayısı
Aktif (A) (son 3 ayda 1 kez
login olmuş)
Kayıtlı (B) (en az 1 kez login
olmuş) (*)
Kayıtlı (C) (son 1 yılda en az
1 kez login olmuş) (*)
Aktif (A) / kayıtlı (B) müşteri
oranı (yüzde)
Toplam müşteri sayısı
Aktif (A) (son 3 ayda 1 kez
3.082.047
3.578.013
4.018.281
login olmuş)
Kayıtlı (B) (en az 1 kez login
9.655.785
olmuş) (*)
Kayıtlı (C) (son 1 yılda en az
6.088.516
1 kez login olmuş) (*)
Aktif (A) / kayıtlı (B) müşteri
42
oranı (yüzde)
(*) Eylül 2007 dönemi itibariyle kayıtlı müşteri sayıları detaylandırılmış ve tanımları
değiştirilmiştir. Önceki dönemlere ait bu tanımlarda bilgi bulunmadığı için sadece Eylül 2007
dönemine yer verilmiştir.
Kaynak: (www.tbb.org.tr, Erişim: 08.11.2007, Internet Bankacılığı Aralık Raporu)
Eylül 2007 itibariyle, internet bankacılığı yapmak üzere sistemde kayıtlı
olan ve en az bir kez login olmuş kurumsal müşteri sayısı 1.097.752’dir.
Bunların 466.934’ü (yüzde 43’ü) Temmuz-Eylül 2007 dönemi içerisinde en az
bir kez işlem yapmıştır. Son bir yıl içerisinde login olmuş kurumsal müşteri
sayısı ise 661.803’tür.
Şu ana kadar internet bankacılığı için kayıt yaptıran ve en az bir kez
login olmuş toplam (bireysel ve kurumsal) müşterilerin yüzde 42’si TemmuzEylül 2007 döneminde en az bir kez internet bankacılığı işlemi yapmıştır.
Temmuz-Eylül 2007 döneminde, toplam aktif müşteri sayısında bir önceki yılın
aynı dönemine göre 936.234 adet, bir önceki üç aylık döneme göre ise 440.268
adet artış olmuştur.
5
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
Finansal İşlemler
Temmuz-Eylül 2007 dönemi itibariyle, internet bankacılığı hizmeti
kullanılarak yapılan yatırım işlemleri dışındaki finansal işlemlerin toplam adedi
48.460 bin, tutarı ise 131.599 milyon YTL olmuştur. EFT, havale ve döviz
transferi işlemlerini kapsayan para transferleri işlemleri yatırım işlemleri
dışındaki finansal işlem hacminin yüzde 89’unu oluşturmuştur. Internet
bankacılığı hizmeti kullanılarak yapılan yatırım işlemleri dışındaki finansal
işlemlerin toplam işlem adedi ve hacminde bir önceki yılın aynı dönemine göre
ve bir önceki üç aylık dönemine göre artış olmuştur.
Tablo 2: Internet Bankacılığında Finansal İşlemler
Eylül 2006
Haziran 2007
Eylül 2007
İşlem
İşlem Hacmi İşlem
İşlem Hacmi İşlem
İşlem Hacmi
Adedi
(Milyon
Adedi
(Milyon
Adedi
(Milyon
(Bin)
YTL)
(Bin)
YTL)
(Bin)
YTL)
Para transferleri
24.466
97.260
27.376
113.260
28.624
117.042
Ödemeler
9.441
1.886
12.443
1.976
13.754
2.911
Kredi
kartı 4.135
2.514
5.537
3.396
4.994
3.301
işlemleri
Diğer
finansal 857
6.079
1.784
12.453
1.087
8.345
işlemleri
Toplam
38.898
107.739
47.139
131.086
48.460
131.599
Kaynak: (www.tbb.org.tr, Erişim: 08.11.2007, Internet Bankacılığı Aralık Raporu)
Yatırım İşlemleri
Temmuz-Eylül 2007 döneminde internet bankacılığı ile gerçekleştirilen
8.027 bin adet yatırım işleminin hacmi 44.385 milyon YTL olmuştur. Üçüncü
çeyrekte gerçekleştirilen yatırım işlemleri hacminde birinci sırayı 15.183
milyon YTL’lik tutar (3.339 bin adet işlem) ile yatırım fonları almıştır. Bunu
döviz, gerçekleşen hisse senedi ve repo işlemleri izlemiştir.
Tablo 3: Internet Bankacılığında Yatırım İşlemleri
Eylül 2007
Ortalama İşlem Hacmi
İşlem Adedi
İşlem Hacmi
(Bin YTL)
(Bin)
(Milyon YTL)
Yatırım Fonları
3.339
15.183
4,5
Döviz İşlemleri
2.205
11.639
5,3
Vadeli hesaplar
244
3.985
16,3
Gerçekleşen hisse senedi işlemleri
1.845
6.179
3,3
Repo İşlemleri
161
5.053
31,3
Tahvil ve bono işlemleri
217
2.324
10,7
Altın
15
23
1,5
Toplam
8.027
44.385
5,5
Kaynak: (www.tbb.org.tr, Erişim: 08.11.2007, Internet Bankacılığı Aralık Raporu)
En yüksek ortalama işlem hacmi 31,3 bin YTL ile repo işlemlerinde
gerçekleşmiştir. Vadeli hesaplar, ortalama 16,3 bin YTL’lik işlem hacmi ile
ikinci sırayı almıştır. Toplam yatırım işlemleri için ortalama işlem hacmi 5,5 bin
YTL olarak gerçekleşmiştir.
6
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
IV. LİTERATÜR TARAMASI
Singh (2004) çalışmasında, internet bankacılığının etkilerini
araştırmıştır. Çalışmada bireylerin internet bankacılığını tercih etmeme
nedenleri ve bankalar için internet bankacılığı kullanımını artıracak stratejiler
üzerinde durulmuştur. Çalışmada üniversite çalışanları örneklem olarak alınmış,
internet bankacılığını kullananların bu kanalı özellikle hesaplar arası para
transferi, hesapların kontrolünde tercih ettikleri ortaya konulmuştur.
Akıncı, Aksoy, Atılgan (2005) yaptıkları çalışmada, internet bankacılık
işlemlerinde bireylerin davranışlarının analiz etmişlerdir. Çalışma
akademisyenler üzerinde gerçekleştirilmiş, internet bankacılığından faydalanan
bireylerin demografik, davranışsal – karakteristik özellikleri üzerinde
yoğunlaşmıştır. Çalışma internet bankacılığını kullananlar ve kullanmayanlar
arasındaki demografik özellikleri açıklaması açısından önem arzetmektedir.
Çalışmada internet bankacılığını kullananlar banka tercihi kriterine göre alt
bölümlere ayrılmış, benzerlikler ve farklılıklar ortaya konulmuştur. Bu
kapsamda internet bankacılığını tercih edenlerin özellikle güven unsurunu
öncelikli önemsediği saptanmıştır.
Jaruwachirathanakul ve Fink (2005) Tayland’da yaptıkları çalışmada
mudileri, internet bankacılığının kullanımı konusunda güdüleyen faktörleri
saptamışlardır. Çalışmada, internet bankacılığını kullanıma özendiren
faktörlerin banka kontrolü altında olan faktörlerden seçilmesi kısıtı
bulunmaktadır. Bu nedenle çalışma sonucunda, internet bankacılığı kullanımına
özendiren en önemli faktörlerin, web sitesinin görünümü, özellikleri, kullanım
kolaylığı faktörleri olduğunu bulgulanmıştır.
Lee, Kwon, ve Schumann (2005) çalışmalarında, internet bankacılığını
kullanan ve kullanmayanlar arasındaki farklılıkları ortaya koymuşlar,
kullanmayan kar yaratacak potansiyeli incelemişler, internet bankacılığının
kullanıcılar tarafından benimsenmesi sürecinin anlaşılmasını amaçlamışlardır.
Çalışma, internet bankacılığını güdüleme ve algılanabilir değişkenlere dayalı
olarak kullanmayan müşteri kesiminin varolma sürecini göstermesi açısından
önem arz etmektedir.
Çalışma sonucunda, internet bankacılığını
kullanmayanları, kullanmamakta inat edenler ve olası kullanıcılar şeklinde
sınıflandırmıştır. Çalışmada benimseme faktörlerinin, risk, internet ve
teknolojinin bankacılık hizmetleri ile uyarlanabilirliği ve kullanıcılar tarafından
internet bankacılığının öneminin anlaşılması olduğu saptanmıştır.
Gerrard, Cunningham, Devlin (2006) yaptıkları çalışmada, bireysel
olarak internet bankacılığının kullanılmama nedenlerini incelemişler, bu
nedenlerin 8 farklı boyut altında toplanabileceğini ifade etmişlerdir. Bu boyutlar
çalışmada, risk algısı, ihtiyaç, bilgisizlik, eylemsizlik, dokunamama,
ulaşılmazlık, bilişim sistemlerindeki eskilik, işlem maliyeti olarak sıralanmıştır.
Maenpaa (2006) çalışmasında, internet bankacılık hizmetlerinin
bireysel kullanıcılara sağladığı yararlar ve bu hizmetlerin geliştirilmesi
olanaklarını araştırmıştır. Çalışma sonucunda Maenpaa müşteri kümelerinin üç
7
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
tanesinin deneyimle ilgili hizmet boyutlarına önem vermediğini, buna karşılık
gençlerden oluşan dördüncü bölümün ise hizmette (web sitesinde)çekicilik
unsuruna önem verdiğini ortaya koymuştur.
Sayar ve Wolfe (2007) yaptıkları çalışmada Türkiye ve İngiltere’de
internet bankacılığı hizmetlerinin kullanımını karşılaştırmışlar, Türkiye’deki
bankaların internet şubelerinde, teknoloji alt yapısının daha uygun olduğunu, bu
nedenle İngiltere’de hizmet veren bankalardan daha fazla hizmet verildiğini
saptamışlardır. Aynı çalışmada, sözkonusu farkın güven unsurundan
kaynaklandığı bulgulanmıştır.
V. ARAŞTIRMANIN AMACI
Araştırma kapsamında, elektronik finans temelli olarak bireysel
bankacılık işlemlerinde internet bankacılığı hizmetlerinin kullanımına ilişkin
davranış profilinin belirlenmesi, bu konudaki uygulamaların kullanıcılar
tarafından nasıl değerlendirildiğinin saptanması ve bu uygulamaların onları ne
ölçüde tatmin ettiğinin ortaya çıkarılması hedeflenmektedir. Çalışmada hem
maliyet, hem de uygulama süresi gibi kısıtlayıcı faktörler dikkate alınırken,
diğer taraftan ulaşılması arzu edilen geçerlilik düzeyi arasında bir denge kurma
zorunluluğu bulunmaktadır. Hareket noktası olarak kabul edilebilir maksimum
hata düzeyinin -/+0.05’lik düzeyi aşmaması benimsenmiştir. Bu düzeyin
benimsenmesi, herhangi bir anakütle parametresinin gerçek değerinin,
örneklemden hesaplanan değerden maksimum -/+0.05’lik bir sapma göstereceği
anlamına gelmektedir. Buna ek olarak çalışmada 0.95’lik güven düzeyi yeterli
bulunmuştur. Örneklem hacminin hesaplanmasında aşağıdaki formül
kullanılmıştır.
n=
Z 2 . p.q
e2
Burada,
n
: Örneklem hacmi
e
: Hata düzeyi
Z
: Belirli bir güven düzeyine karşılık gelen standart normal
dağılım değeri (tablo değeri: 1.96)
p
: Anakütlede belirli bir özelliği taşıyanların yüzdesi
q
: Anakütlede belirli bir özelliği taşımayanların yüzdesi
p ve q’nun alabileceği değerler konusunda ön bilgi olmadığı
durumlarda p ve q 0.50 olarak kabul edilmektedir.
Bu veriler ışığında örneklem hacmi;
n=
(1.96) 2 (0.50)(0.50)
» 384 olarak belirlenmiştir.
(0.05)
Bu kapsamda, gönderilen 400 anketten 356 adedi geri dönmüş, geri
dönme oranı 356/400 = %90 olarak sağlanmıştır.
8
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
VI. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Çalışmada, bireysel bankacılık hizmetleri çeşitli boyutlarıyla ele
alınarak, bireylerin finansal işlemlerini gerçekleştirme sürecinde, internet
ortamını tercih etme ve etmeme nedenlerinin belirlenmesine yönelik modeller
geliştirilmiştir. Bu hedef, tanımlayıcı bir araştırma modelini gerektirmektedir.
Bu nedenle, sözkonusu araştırma için gerekli verilerin toplanmasında anket
yöntemi uygulanmıştır. Bireylerin finansal işlemlerinde interneti kullanım
düzeyi üzerine gerçekleştirilen bu çalışmada, inceleme kapsamına alınan
kullanıcılar, İzmir ili sınırları içinde yaşayan kişilerle sınırlandırılmıştır. Türkiye
genelinde bir araştırma yapmak, araştırmanın gerektireceği personel, araştırma
süresi, maliyet boyutu açısından değerlendirildiğinde çeşitli kısıtlar ortaya
çıkarmaktadır. Bu kısıtlayıcılar nedeniyle, anakütleyi tanımlamakta zorunlu
olarak coğrafi bir sınırlamaya ihtiyaç duyulmuştur. Böylesine bir sınırlamanın
doğal sonucu olarak, elde edilen bulguların temsil yeteneği belirtilen coğrafi
sınırlar içerisinde geçerlidir. Bu sınırlamanın doğal sonucu olarak da sonuçlar,
daha çok kentsel ve büyük yerleşim merkezindeki durumu yansıtır nitelikte
olacaktır. Kırsal ve küçük yerleşim merkezlerinde farklı sonuçlar elde edilebilir.
Anket formu üç kısımda oluşmaktadır, Anket formunun birinci
bölümünde deneklere ilişkin demografik özelliklere ve banka tercihlerinin
saptanmasına yönelik sorular sorulmuştur. Anket formunun ikinci bölümünde
mudilerin bankacılık işlemlerini yürütürken hangi kanalları seçtikleri, bu
kanalları seçme nedenlerini ve internet bankacılığına bakış açılarını
belirlemelerine yönelik sorular hazırlanmıştır. Nihayet anket formunun üçüncü
bölümünde ise, internet bankacılığının kullanıcıya faydaları ve mudilerin bu
konudaki beklentilerinin hangi alanlarda yoğunlaştığının belirlenmesi
amaçlanmıştır.
9
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
VII. VERİLERİN ANALİZİ
Tablo 4: Ankete Katılanların Demografik Özellikleri
Frekans
Yüzde
Kadın
159
44,7
Erkek
197
55,3
Toplam
18-25
356
88
100
24,7
26-35
416
41,0
36-45
73
20,5
46-50
19
5,3
50 üzeri
30
8,4
Toplam
356
100
İlköğretim
22
6,2
Lise
73
20,5
Üniversite
211
59,3
Lisansüstü
50
14,0
Toplam
356
100
48
17
97
40
95
19
18
13
9
356
13,5
4,8
27,2
11,2
26,7
5,3
5,1
3,7
2,5
100
Cinsiyet
Yaş
Eğitim
Meslek
Kendi adına çalışan
Ev hanımı
Memur
Öğrenci
İşçi
Emekli
İşsiz
Esnaf
Tüccar, sanayici
Toplam
10
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
1000 YTL altı
144
40,4
1000-2000
137
38,5
2000-4000
60
16,9
4000 üstü
15
4,2
Toplam
356
100
Gelir
Ankete katılanların demografik özelliklerinin belirlenmesi için frekans
tablosu oluşturulmuştur. Tablo 4’e göre, ankete katılanların %44,7’si kadın,
%55,3’ü erkektir. Ankete katılanların %24,7’si 18-25 yaş aralığında, %41’i 2635 yaş aralığında, %20,5’u 36-45 yaş aralığında, %5,3’ü 46-50 yaş aralığında ve
50 yaş üzerindeki grup ise %8,4’ünü oluşturmaktadır. Bu bulgu cevaplayıcıların
çoğunun 26-35 yaş aralığında olduğunu ortaya koymaktadır. Ankete katılanların
%6,2’si ilköğretim, %20,5’u lise, %59,3’ü üniversite, %14,0 lisansüstü
mezunudur. Ankete katılanların %13,5 kendi adına çalışan, %4,8’i ev hanımı,
%27,2’si memur, %11,2’si öğrenci, %26,7’si işçi, %5,3’ü emekli, %5,1’i işsiz,
%3,7’si esnaf, %2,5’u tüccar, sanayicidir. Cevaplayıcıların %40,4’ü 1000 YTL
ve altı, %38,5’u 1000–2000 YTL, %16,9’u 2000–4000, %4,2’si 4000 üstü
gelire sahip kişilerden oluşmaktadır.
Tablo 5: Bankacılık İşlemlerinde Tercih Edilen Bankalar
T.C
Ziraat Bankası
Akbank
Şekerbank
Vakıfbank
Denizbank
Oyakbank
Fortisbank
Finansbank
Halkbank
Tekstilbank
HSBC
YapıKredi
Koçbank
İşbankası
Garanti Bankası
Diğer
N
Minimum
Maximum
Mean
Std. Deviation
356
1,00
2,00
1,8006
,40014
356
356
356
356
356
356
356
356
356
356
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
1,6517
1,6629
1,8792
1,9326
1,9045
1,6124
1,8820
1,8230
1,5843
1,9410
,47711
,47338
,32634
,25109
,29433
,48790
,32304
,38218
,49354
,23594
356
1,00
2,00
1,9860
,11784
356
356
356
1,00
1,00
1,00
2,00
2,00
2,00
1,9972
1,9663
1,9860
,05300
,18073
,11784
Tablo 5’de görüldüğü gibi cevaplayıcıların bankacılık işlemlerinde
tercih ettikleri bankalar en yüksek ortalama değere sahip olan İşbankası,
YapıKredi Koçbank ve Garanti Bankası’tır. Elde edilen bulguya göre
11
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
cevaplayıcıların İşbankası, YapıKredi Koçbank ve Garanti Bankası’nı
bankacılık işlemlerinde tercih ettikleri görülmektedir Bu durum, sözkonusu
bankaların, sektördeki diğer bankalardan daha farklı hizmetler sunması, işlem
maliyetlerinin diğer bankalardan daha düşük olması ve özellikle döviz
işlemlerine ilişkin çeşitli avantajlar sağlamasıyla açıklanabilir.
Tablo 6 ankete katılanların, internet sitesini kullandıkları banka ya da
bankaların tanımlayıcı istatistiklerini göstermektedir.
Tablo 6: Internet Sitesi Kullanımında Tercih Edilen Bankalar
T.C Ziraat Bankası
Akbank
Şekerbank
Vakıfbank
Denizbank
Oyakbank
Fortisbank
Finansbank
Halkbank
Tekstilbank
HSBC
YapıKredi
Koçbank
İşbankası
Garanti Bankası
Diğer
N
356
356
356
356
356
356
356
356
356
356
356
Minimum
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
Maximum
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
2,00
Mean
1,9410
1,7753
1,7893
1,9382
1,9719
1,9494
1,6994
1,9326
1,8708
1,7051
1,9944
Std. Deviation
,23594
,41798
,40836
,24113
,16546
,21941
,45915
,25109
,33591
,45666
,07485
356
1,00
2,00
1,9944
,07485
356
356
356
2,00
1,00
1,00
2,00
2,00
2,00
2,0000
1,9860
1,9860
,00000
,11784
,11784
Tablo 6’da görüldüğü gibi cevaplayıcıların internet sitesini kullandıkları
banka ya da bankalardan en yüksek ortalama değere sahip olan bankalar
İşbankası, HSBC ve YapıKredi Koçbank olarak saptanmıştır. Elde edilen bulgu
cevaplayıcıların İşbankası, HSBC ve YapıKredi Koçbank’ın internet sitelerini
kullanmayı tercih ettiklerini ortaya koymaktadır.
Mudilerin bankacılık işlemlerinde tercih ettikleri ve internet sitelerini
kullandıkları bankalar birlikte incelendiğinde, İşbankası ve YapıKredi
Koçbank’ın en çok tercih edilen bankalar olduğu ortaya çıkmaktadır.
12
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
Tablo 7: Bankacılık işlemlerinde kullanılan kanallar
Banka Şubesi
56
Internet Şubesi
56
Telefon Bankacılığı
56
ATM
56
Diğer
56
Minimum
Maximum
Mean
Std.
Deviation
1,00
2,00
1,9410
,50032
1,00
2,00
1,5197
,49721
1,00
2,00
1,6236
,23594
1,00
2,00
1,9972
,48517
1,00
2,00
1,4410
,05300
Tablo 7 incelendiğinde, araştırmaya katılanların bankacılık işlemlerini
gerçekleştirdikleri kanal değişkenlerine vermiş oldukları cevapların ortalamaları
alınmış ve dağılımların, ilk sırada 1,99 ortalama ile ATM’yi ikinci sırada 1,94
ortalama ile banka şubesini, üçüncü sırada 1,62 ortalama ile, telefon
bankacılığını dördüncü sırada 1,51 ortalama ile, internet şubesini beşinci sırada
1,44 ortalama ile banka şubesi, internet şubesi, telefon bankacılığı, ATM
dışındaki diğer kanalları tercih ettikleri görülmüştür. Bu bulgular, ankete
katılanların bankacılık işlemlerinde en çok ATM’yi kullandıklarını, en az
düzeyde ise banka şubesi, internet şubesi, telefon bankacılığı, ATM dışındaki
diğer kanalları tercih ettiklerini ortaya koymaktadır.
Tablo 8: Bankacılık işlemleri için bankaya gitme sıklığı
34
122
Percent
9,6
34,3
Valid
Percent
9,6
34,3
88
24.7
27,4
68,6
50
62
356
14
17,4
100
14
17,4
100
82,6
100
Frequency
Günde 1 kez
Haftada 1 kez
İki haftada 1 kez
Ayda 1 kez
Yılda 1 kez
Total
Cumulative Percent
9,6
43,9
Tablo 8’de görüldüğü gibi bankacılık işlemleri için bankaya gitme
sıklığı en fazla haftada 1 kez ve ikinci sırada da iki haftada bir kez olarak ortaya
çıkmıştır. Bu bulgu, cevaplayıcıların bankacılık işlemelerini gerçekleştirmek
için bankaya çok sık gitmediklerini ortaya çıkarmaktadır. Bu bulgu bankacılık
işlemlerini gerçekleştirme kanalları ile beraber düşünüldüğünde bankacılık
işlemlerinde de ATM ve telefon bankacılığını tercih etmelerinin doğal bir
sonucudur.
13
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
Tablo 9: Bankacılık işlemlerinin frekans dağılımları
Çalışanların ihtiyaçlara
cevap verebilme
yeteneği ve hızı
Çalışanların
problemlere yaklaşımı
ve çözümü
Bilgisayar vazgeçilmez
bir araçtır
Internet bankacılığı
kullanım sıklığı
Bankaların
internet sitesine güven
düzeyi
Bankacılık
işlemlerinin internet
üzerinden
gerçekleştirme süresi
Internet
bankacılığı hizmetlerini
ne kadar yeterli
bulunduğu
Internet
sitesinden sağlanan
hizmetlerden
memnuniyet düzeyi
Çok memnunum
Memnunum
Kararsızım
Memnun Değilim
Hiç Memnun Değilim
Toplam
Tamamen yeterli
Yeterli
Kararsızım
Yetersiz
Tamamen yetersiz
Toplam
Tamamen Katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Hiç Katılmıyorum
Toplam
Günde birkaç defa
Günde 1 defa
Haftada 1
Ayda 1
Çok nadir kullanıyorum
Toplam
Tamamen Güveniyorum
Güveniyorum
Kararsızım
Güvenmiyorum
Hiç Güvenmiyorum
Toplam
0-6 ay
7 ay-1 yıl
1 yıl-3 yıl
3 yıl-5 yıl
5 yıl-daha
Toplam
Tamamen yeterli
Yeterli
Kararsızım
Yetersiz
Tamamen yetersiz
Toplam
Çok memnunum
Memnunum
Kararsızım
Memnun Değilim
Hiç Memnun Değilim
Toplam
14
Frekans
24
204
60
57
11
356
23
221
49
51
12
100
153
153
28
20
2
100
36
62
107
49
102
100
26
185
80
45
20
356
72
52
137
60
35
100
31
204
76
39
6
356
30
210
76
32
8
356
Yüzde
6,7
57,3
16,9
16,0
3,1
100
6,5
62,10
13,8
14,3
3,4
100
43,0
43,0
7,9
5,6
0,6
100
10,1
17,4
30,1
13,8
28,7
100
7,3
52,0
22,5
12,6
5,6
100
20,2
14,6
38,5
16,9
9,8
100
8,7
57,3
21,3
11,0
1,7
100
8,4
59,0
21,3
9,0
2,2
100
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
Internet
kullanımını arttırmak
için yapılan
kampanyaları yeterli
bulma düzeyi
Tamamen
15
4,2
Yeterli
Kararsızım
Yetersiz
Tamamen
158
74
89
20
44,4
20,8
25,0
5,6
Toplam
356
100
yeterli
yetersiz
Tablo 9’da cevaplayıcıların genellikle bankaya gittiklerinde çalışanların
yaklaşımları ve ihtiyaçlara cevap verebilme hızı ve kabiliyetinden memnun
oldukları, ankete katılanların bankaya gittiklerinde karşılaştıkları problemlere
çözüm ve bu konuda ilgililerin yaklaşımını yeterli buldukları, günümüzde
finansal işlemlerde bilgisayarın vazgeçilmez bir araç olduğu düşüncesine
katıldıkları görülmektedir. Ayrıca araştırmada, cevaplayıcıların çoğunluğunun
internet bankacılığını kullanım sıklıklarının haftada 1 kez olduğu bulgusuna
ulaşılmıştır. Ankete katılanlar, bankaların internet sitelerine güven duyduklarını,
bankacılık işlemlerini 1 yıl-3 yıl arasında değişen süredir internet üzerinden
gerçekleştirdiklerini, bankaların sundukları internet bankacılığı hizmetlerinden
memnun olduklarını, Türkiye’de bankacılık işlemlerinin gerçekleştirilmesinde
internet kullanımını arttırmak için yapılan kampanyaları yeterli bulduklarını
belirtmişlerdir.
Tablo 10: Bankacılık İşlemlerinde Banka Şubesine Gitmeyi Tercih Etme
Nedenleri
N
Güler yüzlü Müşteri
İlişkileri
İşlem Belgesi
Verilmesi
Hizmetlere İlişkin
Soru-Cevap İmkanı
Sunulması
Finansal
Danışmanlık
Hizmeti Verilmesi
şlemin
Hatalı
Yapılması
Korkusu
Minimum
Maximum
Mean
Std. Deviation
356
1,00
2,00
1,7219
,44869
356
1,00
2,00
1,5112
,50058
356
1,00
2,00
1,5197
,50032
356
1,00
2,00
1,6994
,45915
356
1,00
2,00
1,8174
,38687
Ankete katılanların bankacılık işlemlerinde banka şubesine gitmeyi
tercih etme nedenleri arasında birinci sırada 1,81 ortalama ile işlemin hatalı
yapılması korkusu yer almakta, 1,72 ortalama ile ikinci sırada güleryüzlü
müşteri ilişkileri yer almakta, üçüncü sırada 1,69 ortalama ile bankaların
finansal danışmanlık hizmeti vermesi yer almakta, dördüncü sırada 1,52
ortalama ile bankalarda hizmetlere ilişkin soru-cevap imkanı sunulması yer
almakta, beşinci sırada 1,51 ortalama ile bankalarda işlem belgesi verilmesi yer
almaktadır. Bu bulgulara göre, işlemin hatalı yapılması korkusu ilk sırada, işlem
belgesi ise son sırada yer almaktadır. Müşteriler en çok işlemlerin doğru
yapılmasına önem vermektedirler.
15
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
Tablo 11: Internet Bankacılığının Faydaları
356
356
Minimu
m
1,00
1,00
Maximum
2,00
2,00
Mean
1,5281
1,9551
Std.
Deviation
,49991
,20747
356
1,00
2,00
1,7949
,40431
356
1,00
2,00
1,6236
,48517
356
356
1,00
1,00
2,00
2,00
1,5618
1,2303
,49686
,42164
N
İşlem Maliyetlerinin Düşmesi
İşlem Hızının Artması
İşlem Güvenliğinin
Sağlanması
Şubeye Ulaşılabilirliğin
sağlanması
Prosedürün Kolaylaşması
Diğer
Cevaplayıcıların internet bankacılığının kullanıcıya sağladığı faydalar
arasında birinci sırada 1,95 ortalama ile işlem hızının artması yer almakta, 1,79
ortalama ile ikinci sırada işlem güvenliğinin sağlanması yer almakta, üçüncü
sırada 1,62 ortalama ile şubeye ulaşılabilirliğin sağlanması yer almakta,
dördüncü sırada 1,56 ortalama ile prosedürün kolaylaşması yer almakta, beşinci
sırada 1,52 ortalama ile işlem maliyetlerinin düşmesi yer almakta, altıncı sırada
1,23 ortalama ile diğer seçeneği yer almaktadır. Bu bulgulara göre, tercih
kriterinde ilk sırada, işlem hızının artması yer almaktadır. Müşteriler en çok
işlem hızının artması konusunda internet bankacılığının kullanıcıya fayda
sağlayacağını belirtmişlerdir.
Tablo 12: Bankanın Internet Şubesinden Beklentileri
Güven
56
Kişisel
Bilgilerin
Saklanması
İşlem Maliyetlerinin
Düşük Tutulması
İşlem Çeşitliliğinin
Artması
Yardımcı Bilgisayar
Programlarına
İhtiyaç Duyulmaması
Internet Bankacılık
İşlemlerinden Hediye
Kazanmak
3
56
3
56
3
56
3
56
3
56
Maximum
Mean
Std.
Deviation
2,00
1,9382
,24113
1,00
2,00
1,5309
,49975
1,00
2,00
1,4663
,49956
1,00
2,00
1,5506
,49814
1,00
2,00
1,8343
,37236
1,00
2,00
1,2275
,41983
NMinimum
3
1,00
Ankete katılanların bankanın internet şubesinden beklentileri arasında
birinci sırada 1,93 ortalama ile güven unsuru yer almakta, 1,83 ortalama ile
ikinci sırada yardımcı bilgisayar programlarına ihtiyaç duyulmaması yer
almakta, üçüncü sırada 1,55 ortalama ile işlem çeşitliliğinin artması yer
almakta, dördüncü sırada 1,53 ortalama ile kişisel bilgilerin saklanması yer
almakta, beşinci sırada 1,46 ortalama ile işlem maliyetlerinin düşük tutulması
yer almakta, altıncı sırada 1,22 ortalama ile internet bankacılığı işlemlerinden
hediye kazanmak yer almaktadır. Bu bulgulara göre, ilk sırada, güven unsuru,
16
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
son sırada ise internet bankacılığı işlemlerinden hediye kazanmak yer
almaktadır. Müşteriler bir bankadan en çok güven unsuruna önem vermelerini
beklemektedir.
Tablo 13: Internet Bankacılığını Tercih Nedenleri
Bankanın Adı
Internet Bankacılığının İş
Hayatında Çağdaş Bir
Uygulama Olması
İşlem
Maliyetlerinin
Minimizasyonu
Kullanıcıya
Sağladığı
Güven
İşlemlerin
Hızlı
Bir
Şekilde Gerçekleşmesi
Banka Tarafından Internet
Bankacılığını
Tercih
Edenlere Sağlanan Ekstra
Hizmetler
(Çekiliş,
Hediye Puan vs)
İşlem Tutarı
İşlemlerin
Kolaylıkla
Gerçekleşmesi
N
356
Minimum
1,00
Maximum
2,00
Mean
1,8539
Std. Deviation
,35367
356
1,00
2,00
1,3371
,47338
356
1,00
2,00
1,4944
,50067
356
1,00
2,00
1,6713
,47038
356
1,00
2,00
1,3708
,48370
356
1,00
2,00
1,7893
,40836
356
1,00
2,00
1,8511
,35647
356
1,00
2,00
1,9607
,19464
Ankete katılanların internet bankacılığını tercih etme nedenleri arasında
birinci sırada 1,96 ortalama ile işlemlerin kolaylıkla gerçekleşmesi yer almakta,
1,85 ortalama ile ikinci sırada bankanın adı yer almakta, üçüncü sırada 1,85
ortalama ile işlem tutarı yer almakta, dördüncü sırada 1,78 ortalama ile banka
tarafından internet bankacılığını tercih edenlere sağlanan ekstra hizmetler
(Çekiliş, Hediye Puan vs) yer almakta, beşinci sırada 1,67 ortalama ile
kullanıcıya sağladığı güven yer almakta, altıncı sırada 1,49 ortalama ile işlem
maliyetlerinin minimizasyonu yer almakta, yedinci sırada 1,37 ortalama ile
işlemlerin hızlı bir şekilde gerçekleşmesi, sekizinci sırada 1,33 ortalama ile iş
hayatında çağdaş bir uygulama olması yer almaktadır. Bu bulgulara göre,
cevaplayıcılar internet bankacılığını en çok işlemlerin kolaylıkla gerçekleşmesi,
ikinci sırada ise bankanın adı nedeniyle tercih etmektedirler.
17
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
Tablo 14: Internet Şubesinde Dikkat Çeken Faktörler
Minimum
Maximum
Mean
Std.
Deviation
356
1,00
2,00
1,6770
,46829
356
1,00
2,00
1,6938
,46155
356
1,00
2,00
1,4045
,49148
356
1,00
2,00
1,3427
,47528
356
1,00
2,00
1,5955
,49148
356
1,00
2,00
1,9242
,26512
N
İçerik
Güvenlik
Önlemleri
Sayfa Düzeni
İşlemlerin
Çeşitliliği
Kişisel web sayfası
İşlemlerin
Gerçekleşme Hızı
Cevaplayıcıların bankacılık işlemlerinin yapıldığı bir internet şubesinde
dikkat çeken faktörler arasında ilk sırada 1,92 ortalama ile işlemlerin
gerçekleşme hızı yer almakta, ikinci sırada 1,69 ortalama ile güvenlik önlemleri
yer almakta, üçüncü sırada 1,67 ortalama ile içerik yer almakta, dördüncü sırada
1,59 ortalama ile kişisel web sayfası yer almakta, beşinci sırada 1,40 ortalama
ile sayfa düzeni yer almakta, 1,34 ortalama ile altıncı sırada işlem çeşitliliği yer
almaktadır. Bu bulgulara göre, bankacılık işlemlerinin yapıldığı bir internet
şubesinde en çok dikkat çeken faktörün işlemin gerçekleşme hızı ve güvenlik
önlemleri olduğunu ortaya koymaktadır.
Hipotezler
H1: Müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile
bankaya gitme sıklığı arasında ilişki vardır.
H2: Müşterilerin bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet
bankacılığı kullanım sıklığı arasında ilişki vardır.
H3: Internet sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet
üzerinden işlem gerçekleştirme süresi arasında ilişki vardır.
H0: Müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile
bankaya gitme sıklığı arasında ilişki yoktur.
H1: Müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile
bankaya gitme sıklığı arasında ilişki vardır.
Parametrik olmayan ki-kare testine göre, %95 güven aralığında
müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme
sıklığı arasında ilişki vardır (Pearson c 2=82,834; 0,0<0,05). Bu durumda H1
hipotezi kabul edilmektedir. Varyansların dağılımının gösterilmesi amacıyla
analiz kapsamında homojenite testi uygulanmıştır (Levene istatistiği=1,758,
p=0,137, p>0,05). Varyansların homojen dağılmadığı görülmüştür. Varyanslar
homojen dağılmadığı için Kruskal-Wallis testi gerçekleştirilebilmiştir
( c 2=32,697; p=0,0<0,05) olduğundan H1 hipotezi kabul edilmektedir.
18
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
Müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme
sıklığı arasında ilişki vardır.
H0: Müşterilerin bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet
bankacılığı kullanım sıklığı arasında ilişki yoktur.
H2: Müşterilerin bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet
bankacılığı kullanım sıklığı arasında ilişki vardır.
Parametrik olmayan ki-kare testine göre, %95 güven aralığında
Müşterilerin bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet bankacılığı
kullanım sıklığı arasında ilişki vardır (Pearson c 2=107,496; 0,0<0,05). H2
hipotezi kabul edilmektedir. Varyansların eşit dağılıp dağılmadığını gösteren
homojenite testi uygulanmıştır (Levene istatistiği=0,411, p=0,801, p>0,05).
Varyansların homojen dağılmadığı görülmüştür. Varyanslar homojen
dağılmadığı için Kruskal-Wallis testi gerçekleştirilebilmiştir ( c 2=88,241;
p=0,0<0,05) olduğundan H2 hipotezi kabul edilmektedir. Müşterilerin
bankaların internet sitelerine güven düzeyiyle, internet bankacılığı kullanım
sıklığı arasında ilişki vardır.
H0: Internet sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet
üzerinden işlem gerçekleştirme süresi arasında ilişki yoktur.
H3: Internet sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet
üzerinden işlem gerçekleştirme süresi arasında ilişki vardır.
Parametrik olmayan ki-kare testine göre, %95 güven aralığında Internet
sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet üzerinden işlem
gerçekleştirme süresi arasında ilişki yoktur (Pearson c 2=21,384; 0,164>0,05).
H3 hipotezi red edilmektedir. Varyansların eşit dağılıp dağılmadığını gösteren
homojenite testi uygulanmıştır (Levene istatistiği=1,266, p=0,283 p>0,05).
Varyansların homojen dağılmadığı görülmüştür. Varyanslar homojen
dağılmadığı için Kruskal-Wallis testi gerçekleştirilebilmiştir ( c 2=3,502;
p=0,478>0,05) olduğundan H3 hipotezi red edilmekte, H0 yokluk hipotezi kabul
edilmektedir. Internet sitelerinin hizmetlerinden memnuniyet düzeyiyle, internet
üzerinden işlem gerçekleştirme süresi arasında ilişki yoktur.
VIII. SONUÇ VE ÖNERİLER
Küreselleşme eğilimi, gerek ülkeler arasındaki sınırların ortadan
kalkmasına, gerekse teknolojik yeniliklerin gelişmesine önemli katkılar
yaratmaktadır. Bu kapsamda finansal sektör de sözkonusu teknolojik gelişimden
kendi payını almaktadır. Günümüzde finansal işlemler hem işlem maliyetlerinin
düşürülmesi, hem de işlem hızının yükseltilmesi noktasında önemli ölçüde
internet ortamına taşınmıştır. Finansal işlemlerin internet ortamına taşınması
kullanıcılara önemli kolaylıkları da beraberinde getirmektedir. Özellikle
bankacılık sektöründe gözlemlenen bu kolaylıklar, web sitesi aracılığıyla; bir
bankanın şubesinde gerçekleştirilebilecek tüm işlemlerin kullanıcının
bulunduğu noktaya kadar gelebilmesine imkan vermektedir.
19
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
Çalışmada bireylerin internet bankacılığına bakış açılarının belirlenmesi
ve internet bankacılığından faydalanan banka mudilerinin bir bankanın internet
sitesinden beklentilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada anket yöntemi
tercih edilmiştir. Ankete katılan bireylerin anket sorularına, doğru ve samimi
cevaplar verdikleri varsayılmıştır. Veriler SPSS paket programında analiz
edilmiş olup sonuçlar yorumlanmıştır. Analiz kapsamında öncelikle ankete
katılanların demografik özelliklerine yer verilmiştir. Demografik değişkenler
incelendiğinde ankete katılanların %40. 1’inin 26 – 35 yaş aralığında
yoğunlaştığı görülmüştür. Deneklerin eğitim durumu incelendiğinde
%59.3’ünün üniversite mezunu olduğu, %40.4’ü aylık 1000 YTL’nin altında
kazanç sağladığı görülmüştür. Ankete katılanların yoğun şekilde, İşbankası,
Garanti Bankası ve YapıKredi Koçbank’ı tercih ettikleri görülmüştür. Bu
kapsamda Tekstilbank, Şekerbank, Fortisbank gibi bankalar daha az tercih edilir
düzeydedir. Bu durum sözkonusu bankalarda hesap açma maliyetinin, işlem
maliyetinin yüksek, kampanyaların ise görece daha az olmasıyla açıklanabilir.
Çalışma kapsamında en çok ziyaret edilen banka internet siteleri İşbankası,
HSBC ve YapıKredi Koçbank olarak saptanmıştır. Anket kapsamında bireysel
banka müşterilerinin banka işlemlerini yaparken hangi kanalı tercih ettikleri de
incelenmiştir. Bu kapsamda ankete katılan deneklerin, bireysel bankacılık
işlemlerinde ATM’yi daha fazla tercih ettikleri saptanmıştır. Cevaplayıcıların
bankaya gitme sıklıkları incelendiğinde, bankaya haftada bir ya da iki haftada
bir kez gittikleri sonucuna varılmıştır. Bu durum bankacılık işlemlerinde tercih
edilen kanal ile birlikte incelendiğinde kullanıcıların yoğun olarak ATM ve
telefon bankacılığını tercih etmeleri ile açıklanabilir. Anket kapsamında yapılan
analizde, ankete katılanların bankaya gittiklerinde çalışanların yaklaşımları ve
ihtiyaçlara cevap verebilme hızı ve kabiliyetinden memnun oldukları, bankaya
gittiklerinde karşılaştıkları problemlere çözüm ve bu konuda ilgililerin
yaklaşımını yeterli buldukları, günümüzde finansal işlemlerde bilgisayarın
vazgeçilmez bir araç olduğu düşüncesine katıldıkları görülmektedir.
Ayrıca araştırmada, ankete katılanların internet bankacılığını kullanım
sıklıklarının haftada 1 kez olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Ankete katılanlar,
bankaların internet sitelerine güven duyduklarını, bankacılık işlemlerini 1 yıl-3
yıl arasında değişen süredir internet üzerinden gerçekleştirdiklerini, bankaların
sundukları internet bankacılığı hizmetlerinden memnun olduklarını, Türkiye’de
bankacılık işlemlerinin gerçekleştirilmesinde internet kullanımını arttırmak için
yapılan kampanyaları yeterli bulduklarını belirtmişlerdir.
Ankete katılanların bankacılık işlemlerinde banka şubesine gitmeyi
tercih etme nedenleri arasında ilk sırayı işlemin hatalı yapılması korkusu
alırken, bankalarda işlem belgesi verilmesi ise en son sırayı almaktadır.
Internet bankacılığının kullanıcıya sağladığı faydalar incelendiğinde ise
işlem hızının artması tercih kriterinde ilk sırada, işlem güvenliğinin sağlanması,
şubeye ulaşılabilirliğin sağlanması, prosedürün kolaylaşması işlem
maliyetlerinin düşmesi dışındaki diğer faktörler ise son sırada yer almaktadır.
20
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.1-22.
Ankete katılanların bankanın internet şubesinden beklentileri arasında
güven unsuru beklenti kriterinde birinci sırada, yardımcı bilgisayar
programlarına ihtiyaç duyulmaması, işlem çeşitliliğinin artması, kişisel
bilgilerin saklanması, işlem maliyetlerinin düşük tutulması dışındaki diğer
unsurlar ise son sırada yer almaktadır. Bu bulgulara göre müşteriler bir
bankadan en çok güven unsuruna önem vermesini beklemektedirler.
Ankete katılanların internet bankacılığını tercih etme nedenleri
incelendiğinde ilk sırada işlemlerin kolaylıkla gerçekleşmesi, son sırada ise
internet bankacılığının iş hayatında çağdaş bir uygulama olması yer almaktadır.
Cevaplayıcıların bankacılık işlemlerinin yapıldığı bir internet şubesinde
dikkat çeken faktörler arasında ilk sırada işlemlerin gerçekleşme hızı ve
güvenlik önlemleri son sırada ise sayfa düzeni yer almaktadır. Bu bulgular,
bankacılık işlemlerinin yapıldığı bir internet şubesinde en çok dikkat çeken
faktörün işlemin gerçekleşme hızı ve güven olduğunu ortaya koymaktadır.
Analiz kapsamında yapılan ki – kare testinde, ki-kare testine göre, %95
güven aralığında müşterilerin bankadan memnuniyet derecelerinin ortalaması
ile bankaya gitme sıklığı arasında ilişki vardır. H0 yokluk hipotezi
reddedilmiştir. Yapılan homojenite testinin ardından varyanslar homojen olarak
dağılmadığından, Kruskal – Wallis testi uygulanmış, müşterilerin bankadan
memnuniyet derecelerinin ortalaması ile bankaya gitme sıklığı arasında ilişki
saptanmıştır.
Tüm bu sonuçlar bireylerin, bankacılık işlemlerinde güven unsuru
nedeniyle internet bankacılığını yoğun olarak tercih etmediklerini, bu konuda
yeterli bilgi sahibi olmadıklarını ve internet bankacılığı konusunda güven
boşluğunun doldurulması durumunda bu hizmetlerden faydalanabileceklerini
göstermektedir. Güven unsurunun yasalar kapsamında geniş ölçüde sağlanması,
internet bankacılığından faydalanan banka mudi sayısını artıracaktır. Bireyler
bu hizmetlerden yararlanma konusunda olumlu eğilim göstermektedir. Bankalar
birliği raporları bu durumu destekler nitelikte sonuçlar vermektedir.
KAYNAKÇA
AKINCI Serkan, AKSOY Şafak, ATILGAN Eda, (2004), Adoption of Internet banking among
sophisticated consumer segments in an advanced developing country, The International
Journal of Bank Marketing Vol. 22 No. 3, 212 - 232
AKSOY Ramazan, (2006) Internet Ortamında Pazarlama, Seçkin Yayıncılık, Ankara,
Elektronik Bankacılık ve Elektronik Para Faaliyetleri İçin Risk Yönetimi, Basel Bankacılık
Gözetim ve Denetim Komitesi, Mart 1998, www.ceterisparibus.net, (31.10.2007)
ERDOĞDU Cemal, (2002) Elektronik Finans: Ekonomik ve Diğer Faktörler, Bankacılar Dergisi,
Sayı: 43, 82 -93
ERTURGUT Mine, (2003) Elektronik İmza Kanunu Bakımından E- Belge ve E – İmza,
Bankacılar Dergisi, Sayı: 48, 66 - 79
GÜLMEZ Mustafa, KİTAPÇI Olgun, (2006) Internet Bankacılığı ve Müşteri Davranışları:
Cumhuriyet Üniversitesi Akademik ve İdari Personeline Yönelik Bir Uygulama,
Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2, 83
- 100
Internetin Tarihi, Arpanetten, “dot.com’lara...” www.ntvmsnbc.com, (04.10.2007)
21
E.Demirelli, N. Özgüven / Elektronik Finans Hizmetleri Açısından
Internet Bankacılığının Kullanımı Üzerine Bir Uygulama
JARUWACHIRATHANAKUL Bussakorn, FİNK Dieter, (2005) Internet Banking Adoption
Strategies For A Developing Country: The Case Of Thailand, Internet Research, Vol.
15 No. 3, 295 - 311
KATARINA Maenpaa, (2006) Clustering the consumers on the basis of their perceptions of the
Internet banking services, Internet Research, 16 (3), 304-322
KINIK Tevfik, (2002) Elektronik Finansın Gelişimi Karşısında Aracı Kuruluşlar, Sermaye
Piyasası Kurulu Yeterlilik Etüdü, Yayın No: 174, Ankara,
Milliyet Gazetesi, Sanal Banka Korsanlarının Gözü Türkiye’de, (22.07.2007)
ÖZTÜRK Kargın Elif, (2006) Bankacılıkta Hizmet Pazarlaması, Bireysel Bankacılık Hizmetleri
Uygulamasında Bir Banka “Akbank” Örneği, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı Pazarlama Programı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
İzmir,
SAYAR Ceren, WOLFE Simon, (2007) Internet Banking Market Performance: Turkey Versus
the UK, International Journal of Banking Marketing, 25 (3), 122 - 141
22
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33.
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirme Sürecinde Yaşanan
Sorunlar ve Rasyolara Etkisi
Yrd. Doç. Dr. A. Cevdet KAYALI
Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F., İşletme Bölümü
Şebnem ADA
Bilim Uzmanı
ÖZET
Son yıllarda teknolojide meydana gelen hızlı değişim yaşamın hemen hemen her
alanında bilginin sahip olduğu önemi daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bilginin
hayatımızda bu kadar fazla önem taşımaya başlamasıyla birlikte içinde bulunduğumuz çağ da
bilgi çağı olarak tanımlanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bilgi varlıkları olarak da adlandırılan
maddi olmayan varlıklar günümüzdeki ifadesiyle entelektüel sermaye unsurları firmalar
açısından en önemli rekabet unsuru haline gelmiştir. Ancak günümüzde ülkemiz dahil firmaların
değerlendirilmesi maddi varlıklara dayalı olarak yapılmakta ve firmaların değerini daha da
arttıran maddi olmayan varlıklara (entelektüel sermaye unsurlarına) yeteri kadar önem
verilmemektedir. Bu çalışmada entelektüel sermaye kavramı tanımlanarak, muhasebe kayıtlarına
yansıması incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Maddi olmayan varlıklar, Entelektüel sermaye
Intellectual Capıtal and Accountıng of Intellectual Capital
ABSTRACT
Recently, it is obvious that information is of great importance for almost every aspect of
the life due to the rapid change in the technology. In conjunction with the increasing importance
of knowledge in our lives, the current era is defined as the “knowledge age”. In developed
countries, “Intangible assets” defined also as “knowledge-based assets” or “intellectual capital”
components with its contemporary meaning, are of great importance for companies to have a
competitive advantage. In this study, intellectual capital is explained and is examined the effects
of accounting records.
Key Words: Intangible assets, Intellectual capital
1. GİRİŞ
Günümüzde bilginin önem kazanmasıyla birlikte ortaya çıkan ekonomi
yapı “Yeni Ekonomi” ya da “Bilgi Ekonomisi” olarak adlandırılmıştır.
Ekonominin bu şekilde adlandırılmasına, dijitalleşme, Ar-Ge çalışmalarının
rekabette öne geçmesi, küreselleşme ve insan kaynaklarına verilen önemin
artması gibi etkenler neden olmuştur. Bilginin bir üretim faktörü olarak ortaya
çıkmasıyla birlikte firmaların sahip oldukları fiziksel ve finansal sermayelerinin
23
C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara
Etkisi
yanı sıra bilginin yarattığı sermaye olarak da nitelendirilen entelektüel sermaye
kavramı gündeme gelmiştir.
Özellikle bilgi toplumu olarak adlandırılmış gelişmiş ülkelerde
Microsoft gibi, sabit maddi varlığı yüksek parasal değerde olmayan firmalarda
piyasa değerinin büyük bir payını maddi olmayan varlıkların oluşturması yeni
ekonomide maddi olmayan varlıklara verilen önemi kanıtlamaktadır. Firmaların
değerini artıran bu maddi olmayan varlıklar geleneksel muhasebe anlayışına
göre bilançoda tanımlanmış olan maddi olmayan varlıklardan daha geniş
kapsamlıdır. Özellikle hizmetler sektöründe faaliyette bulunan bilgiye dayalı
firmalarda, bilginin değere dönüştürülmesi sürecinde etkili olan müşteriler,
tedarikçiler, dağıtım kanalları, firma çalışanları, firmanın kullandığı süreç ve
teknikler gibi varlıkları da içine almaktadır. Bu varlıkların toplamı firmaların
rekabet gücü ve karlarının artmasında etkili olan entelektüel sermayesini
oluşturarak, piyasa değerlerini arttırmaktadır.
2. ENTELEKTÜEL SERMAYE KAVRAMI
Entelektüel sermaye kavramını oluşturan kelimelerden entelektüel
sözlük anlamıyla; bilim, sanat ve kültür alanlarında yüksek derecede eğitim
görmüş kimse ya da toplumun aydın kesimini ifade eden batı dillerinden
kaynaklanan bir kavramı ifade etmektedir (Seyidoğlu; 1999, s. 162). Entelektüel
kelimesinin kökeni interlectio’dur ve Latince’den gelmektedir. Inter arasında
anlamındadır ve ilişkiyi içerir, lectio ise, okuma, elde edinilen, ulaşılan,
toplanan bilgi demektir (Arıkboğa; 2003, s. 73).
Sermaye ise; günlük kullanımda genellikle parasal sermayeyi ya da
geçmiş tasarrufların sonucu olan para stokunu belirtmektedir (Seyidoğlu; 1999,
s. 526). İktisat bilimi açısından, “mal ya da hizmet üretiminde kullanılan
üretilmiş üretim araçları”, işletme bilimi açısından, “firmanın amaçlarına ve
üretim çabalarına uygun olarak sahip olduğu tüm maddi ve maddi olmayan
varlıkların toplamı”nı ifade etmektedir. Buna karşın sermaye, muhasebe bilimi
açısından ise “firmanın sahip olduğu her türlü iktisadi kıymetlerin kaynağı”
olarak tanımlanmaktadır (Çıkrıkçı ve Daştan; 2002, s. 19).
Yukarıda belirtilen tanımlardan anlaşılabileceği gibi, firmalar
amaçlarına
ulaşmakta
üç
tip
sermaye
kullanarak çalışmalarını
sürdürmektedirler. Bunlar; Fiziksel Sermaye(fabrika, teçhizat, stoklar vb.),
Finansal Sermaye(nakit, yatırımlar, alacaklar vb.) ve Entelektüel Sermayedir
(Ada; 2006,s.4).
3. ENTELEKTÜEL SERMAYE KAVRAMININ TARİHSEL
GELİŞİMİ
Firmalarda bilgi ve teknoloji kullanımının yaygınlaşmasıyla oluşan
entelektüel sermaye konusunda ilk çalışmalar, ünlü ekonomist John Kenneth
Galbraith tarafından 1960’lı yılların sonunda yapılmıştır. Galbraith yakın dostu
ekonomist Michael Kalecki’ye yazmış olduğu mektupta, sahip oldukları birçok
şeyi entelektüel sermayeye borçlu olduklarının önemini vurgulayarak
entelektüel sermayenin oldukça önemli bir kavram olduğunu belirtmiştir
24
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33.
(Şamiloğlu; 2002, s. 68). Galbraith, entelektüel sermayenin yalnızca insan
zekasından kaynaklanan bir unsur değil aksine, entelektüel faaliyetler bütünü
olduğunu savunmaktadır. Bu çerçevede, entelektüel sermaye yalnızca statik bir
maddi olmayan varlık değil, firmanın belirlenen hedeflere ulaşmasını
kolaylaştıran bir süreç olmaktadır (Ercan vd.; 2003, s. 100-101). 1975 yılında
ise Michael Kalecki makalesinde “Acaba kaçımız son on yılda elde ettiğimiz
entelektüel sermayenin farkındayız” ifadesini kullanmıştır (Acar ve Dalğar;
2005, s. 24). Böylelikle entelektüel sermaye akademik literatürde tartışılmaya
başlamıştır.
Entelektüel sermaye kavramının ilk olarak ortaya çıkışı ise Hiroyuki
Itami’nin Japonya’da 1980 yılında yayınlanan “Mobilizing Invisible Assets”
(Görünmeyen Aktifleri Harekete Geçirmek) adlı çalışması ile olmuştur. Bu
çalışmada Itami görünmeyen varlıkların firmalar açısından önemine değinmiş
ve bu varlıkların değerinin belirlenmesi konusunda altyapı oluşmasına katkıda
bulunmuştur. Bu tarihten günümüze kadar geçen süre zarfında ise entelektüel
sermaye kavramının firma literatürüne girmesini sağlayacak birçok deneysel ve
teorik çalışma yapılmış, uluslararası düzeyde sempozyum ve konferanslar
(OECD Sempozyumu-Amsterdam, 1999, Uluslararası Entelektüel Sermaye
Yönetimi Konferansı-Hamilton, Kanada) düzenlenmiştir (Emrem; 2003, s. 603).
Gelişen bilgi ekonomisine paralel olarak, organizasyonel anlamda
entelektüel sermayeden ilk olarak bahseden Thomas Stewart Haziran 1991
tarihinde “Fortune” dergisinde yayınlanan “Brainpower” (Beyin Gücü) isimli
makalesinde, yeni dünya düzeninin entelektüel sermayedarlarının kontrolü
altında olacağını iddia etmiştir (Şamiloğlu; 2002, s. 68). Stewart’ın
“Brainpower” (Beyin Gücü) makalesine göre entelektüel sermaye “firmaya
piyasada rekabet avantajı kazandıran, firma çalışanlarının bildiği her şeyin
toplamı” (Savaşçı ve Çakı; 2003, s. 590) şeklinde tanımlanmaktadır.
Stewart bu tanımına ek olarak da entelektüel sermayeyi “Buluşçuluk ve
yenilenmenin kaynağı olan bireyin bilgi ve know-how birikimi” veya “insan
beyinlerinde gömülü olan yetenek, beceri, uzmanlık” (Büyüközkan; 2002, s. 35)
şeklinde ifade etmiştir. Thomas Stewart (1997, s. 72), “Entelektüel Sermaye:
Kuruluşların Yeni Zenginliği” adlı kitabında ise daha önce yaptığı tanımlamayı
geliştirerek entelektüel sermayeyi, bir kuruluşun elindeki patentlerin, uyguladığı
süreçlerin, çalışanlarına özgü becerilerin, teknolojilerin, müşteri ve tedarikçiler
hakkındaki enformasyonun ve geçmiş tecrübelerin toplamı olarak ifade
etmektedir.
İlk profesyonel entelektüel sermaye yöneticisi olarak bilinen, konunun
bir başka öncü ismi ise Leif Edvinsson (Acar ve Dalğar; 2005, s. 25)dır ve
entelektüel sermayeyi; “piyasada rekabet avantajı yaratacak, profesyonel
yetenekler, müşteri ilişkileri, organizasyonel teknoloji, deneyim ve bilginin bir
bütünüdür”, şeklinde tanımlamıştır (Emrem; 2003, s. 603). Bu tanımlara
ilaveten entelektüel sermaye kavramı Edvinsson ve Malone tarafından şu
şekilde ifade edilmiştir; “Entelektüel sermayenin işlevi benzetme yapılarak daha
25
C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara
Etkisi
kolay açıklanabilmektedir. Bir firmayı, örneğin ağaç gibi yaşayan bir organizma
olarak düşünürsek, organizasyonel planlar, yıllık ve dönemlik raporlar ve diğer
dokümanların da bu ağacın gövdesi, dalları ve yaprakları olduğu söylenebilir.
Akıllı bir yatırımcı; olgun ve yetişmiş meyveler elde edip edemeyeceğine dair
bu ağacı inceleyecektir. Ancak ağacın sadece görünen kısımlarına bakarak
tümünü gördüğümüzü, tanıdığımızı söylemek büyük bir hatadır. En azından
ağacın yarısı görünen yüzeyin altında, kökündedir. Her ne kadar meyvelerin tadı
ve yaprakların rengi ağacın şimdiki durumu hakkında iyi bir izlenim yaratsa da,
ağaç hakkında bilgi edinmek isteyen kimsenin ağacın köküyle ilgilenmesi daha
etkili olacaktır. Yerin altında, sağlıklı görünen bir ağacın ölümüne neden
olabilecek bir çürük olabilir. Bu durum da firma değerinin kökünü araştırmak,
dinamik faktörlerin ölçülmesi konusunu yani firma binaları ve ürünleri gibi
görünen yüzeyin altında bulunan entelektüel sermayeyi önemli kılmaktadır”
(Mouritsen vd.; 2001, s. 361).
Bir firmanın mali açıdan mevcut durumu ile gelecekteki durumunu en
iyi açıklayacak olan hiç şüphesiz finansal tablolarıdır. Finansal tabloların
incelenerek analizi ve yorumu firmanın öz sermaye karlılığını, aktif karlılığını
ve gelecekteki yatırım gücünü gösterecektir. Finansal tablolarda entelektüel
sermayenin kalem olarak yer alması firmanın yukarıda belirtilen tüm
değerlendirmelerini değiştireceği anlamını taşımaktadır. Bu bakımdan
firmaların finansal tabloları analiz ve yorumlanırken entelektüel sermayenin
önemi ortaya çıkmaktadır.
4. ENTELEKTÜEL SERMAYE KAVRAMININ ÖNEMİ
Firmalarda ortaya çıkan sürekli değişim ve bilgi ihtiyacı içsel ve dışsal
pek çok karmaşaya yol açmıştır. Bu karmaşanın giderilmesi amacıyla ortaya
çıkan entelektüel sermaye kavramı ile:
§
İşin amacı ve taşıdığı önem ön plana çıkmıştır.
§
Müşteri değeri giderek önem taşıyan bir kavram haline
gelmiştir.
§
Öğrenme ve yenilik kavramları değerli hale gelmiştir
(Johannessen vd.; 2005, s. 152).
Fortune 500 listesine göre dünyanın piyasa değeri en yüksek firması
Microsoft’tur. Listeye göre Microsoft’un piyasa değeri yaklaşık 500 milyar
Amerikan Dolar’dır. Bununla birlikte Microsoft’un aktif toplamı, yaklaşık
yarısı kısa süreli aktifler olmak üzere, 45 milyar Amerikan Doları civarındadır.
Yalnızca 2 milyar Amerikan Dolarlık fiziksel aktifle bu piyasa değerine ulaşan
Microsoft’un bu değerini, onun maddi varlıkları değil, örgütsel kültür, müşteri
sadakati, çalışanların know-how ve yetenekleri, markası gibi entelektüel
sermayesi yaratmaktadır (Yıldız ve Tenekecioğlu; 2004, s. 582).
Entelektüel sermayenin çıkış noktası firmaların defter değeri ile piyasa
değeri arasındaki farkın özellikle bilgi yoğun firmalarda giderek açılmasıdır. Bu
oluşan fark, farklı değişkenlerden etkilenmekle beraber, aynı zamanda
entelektüel sermayenin değeri hakkında da bilgi vermektedir. Oluşan farkın
26
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33.
entelektüel sermayenin değeri olarak görülmesi, gerek akademisyenler gerekse
uygulayıcılar tarafından genel kabul görmektedir (Emrem; 2004, s. 2).
Defter değeri, muhasebe değeri veya firmanın bilançosunda gösterilen
öz sermaye ile yakından ilgili olduğundan öz sermaye değeri olarak ta
adlandırılan firmanın toplam aktiflerinden toplam borçlarının düşülmesiyle elde
edilen değer öz sermaye olarak tanımlanır. Öz sermaye toplamının dolaşımda
bulunan hisse senedi sayısının bölünmesiyle hisse senedinin defter değeri elde
edilmektedir ve bu değer genellikle hisse senedinin kayıtlı değerinden farklıdır.
Normal olarak bir hisse senedinin piyasa değerinin defter değerinden yüksek
olması beklenir.(Chambers; 2005,s.185)
Buna örnek olarak dünyanın en gelişmiş ve derinlik kazanmış
piyasalarından birisi olarak kabul edilen New York borsası verilebilir. New
York borsasında ortalama Piyasa Değeri/Defter Değeri (PD/DD) oranı son
yıllarda en yüksek seviyelerine çıkmış durumdadır.
Şekil 1: 1920-2000 Arasında Dow Jones Endeksinde Oluşan Ortalama
PD/DD Oranları(Kaynak: Ertuğrul; 2000a, s. 81.)
Şekil 1 New York Borsasının temel endekslerinden olan Dow Jones
endeksinin özellikle bilgi toplumuna geçildiği ve maddi olmayan varlıkların
önem kazandığı 1980’li yıllardan sonra izlediği seyri göstermektedir.
Yeni ekonomik ortamda firmalar piyasada, defter değerinin çok
üzerinde değerlenmektedir. Şekil 1’de defter değeri %100 oranı ile
gösterilmiştir. Eğri ise defter değerinin yüzdesi olarak gösterilen piyasa değerini
ifade etmektedir. PD/DD eğrisi ile defter değerini gösteren %100 çizgisi
arasında oluşan bölge, endeksteki firmaların maddi olmayan sermayelerini
göstermektedir (Şahin; 2004, s. 248).
27
C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara
Etkisi
5. ENTELEKTÜEL SERMAYENİN MUHASEBELEŞTİRİLMESİ
VE YAŞANAN SORUNLAR
Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi (IASC) ise entelektüel
sermayeyi, maddi olmayan varlıklar olarak ele almış ve marka, ticari marka,
bilgisayar yazılımları, lisanslar, telif hakları, patentler, imtiyaz anlaşmaları,
hizmet ve üretim hakları, prototipler ve formüllerden oluşan bir bütün olarak
tanımlamıştır. Komite bu varlıkları muhasebe kriterlerine uygun varlıklar olarak
nitelendirmiştir (Emrem; 2003, s. 604).
Konuya firma değeri veya muhasebe açısından yaklaşanlar ise
entelektüel sermayeyi, “bir firmanın defter değeri ile, bu değere ödenilmeye
hazır olunan değer arasındaki fark” şeklinde tanımlamaktadırlar. Bu tanım daha
çok geleneksel muhasebede yer alan ve yabancı literatürde “goodwill” olarak
ifade edilen şerefiye tanımını yansıtmaktadır (Çıkrıkçı ve Daştan; 2002, s. 20).
Piyasa firmayı bir bütün olarak değerlemekte, firmanın piyasa fiyatı ile tüm
varlıklarının değeri arasındaki fark ise şerefiye olarak adlandırılmaktadır.
Kuramsal olarak şerefiye, alıcının, söz konusu firmanın tüm varlıklarının
gerçeğe uygun değerlerinin üzerinden vermiş olduğu primdir. Uygulamada
genellikle maddi varlıkların gerçeğe uygun değerleri belirlenir ve onun
dışındaki her şey şerefiye olarak nitelendirilir. Oysa entelektüel sermaye
kavramı yukarıdaki tanımlamalardan da anlaşılabileceği gibi daha geniş bir
boyutu içermektedir. Kısaca şerefiye kavramı, entelektüel sermayenin ağırlığını
taşımaktan ve onu ifade etmekten oldukça uzaktır (Acar ve Dalğar; 2005, s. 25).
Ayrıca geleneksel muhasebede maddi olmayan varlıklar ve şerefiye itfa payına
tabidir ve belirli bir zaman periyodu içerisinde değerlerini kaybederler. Oysa
günümüzde maddi olmayan varlıklar, özellikle ticari unvanlar ve markalar
giderek değer kazanmaktadır (Ertuğrul; 2000b, s. 4).
Firmanın muhasebe işlemleri açısından muhasebeciler, fiziksel ve
finansal sermayeye alışkındırlar; öte yandan entelektüel sermaye ancak
patentler, mülkiyet hakları, telif hakları ve acentelik gibi soyut varlıklar şeklinde
kısmen bilinmektedir. Entelektüel sermaye aslında tüm bu soyut varlıklardan
daha fazla bir olguyu içermektedir (Lynn; 2000, s. 120).
Bu yüzden günümüzde geçerli olan muhasebe sistemleri entelektüel
sermayenin ölçülmesi, kaydedilmesi, raporlanması ve analiz edilmesi açısından
yeterli olmamaktadır. Bu nedenden dolayı kullanılan muhasebe ve finansal
raporlama sistemleri; özellikle ileri teknoloji tabanlı endüstrilerdeki yöneticiler
ve finansal analistler tarafından iş dünyasındaki değişimlere ayak
uyduramaması bakımından eleştirilmektedir. Bu yapılan eleştirilerden biride
finansal tablolar iş yaşamının önemli yapı taşları olan insan sermayesi,
organizasyonel sermaye ve müşteri sermayesini ölçme ve göstermede başarısız
kalmasıdır (Seetharaman vd.; 2002, s. 130).
Muhasebe disiplini açısından, insan sermayesi değerlendirmeye
alındığında ortada bir paradoksun yer aldığı görülmektedir. İnsan sermayesi
varlık olarak kabul edilmektedir. Varlıklar ticari değişim değeri olan ve firmaca
28
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33.
sahip olunanlardır. Bu varlıklara; nakit, ticari alacaklar, malzeme veya arazi gibi
benzer varlıklar örnek olarak gösterilebilir. Firmalar insan sermayesine sahip
değillerdir. Fakat insan sermayesi değerlendirilirken temelde yapılan hata diğer
varlıklar gibi sahip olunduğu varsayımıdır. Oysa insan sermayesi ne şimdi sahip
olunan ne de gelecekte sahip olunacağına inanılan potansiyel varlıktır.
Çalışanlar aslında iş verenlerce belirli bir süre için belirli bir ücret karşılığında
kiralanmışlardır (Üç; 14.10.2005, s. 7).
Standart muhasebe modelleri, firma yöneticilerine ve firmanın
ortaklarına, hisselerin durumu ve nakit akışı ile ilgili bilgileri sunmak için
geliştirilmiş bir sistemdir. Bu bilgilerin hemen hemen hepsi ölçülebilir ve genel
kabul görmüş muhasebe standartlarına göre raporlanabilir türdedir. Öte yandan
entelektüel sermaye yeni bir konu olmasının yanı sıra muhasebecilerin ve
yöneticilerin kafasında henüz çözülemeyen bir bilmecedir. Entelektüel
sermayeyi bilmeceye çeviren en önemli özellik, onun görülemez, hayli değişken
ve dolayısıyla objektif olarak ölçülemez olmasıdır. Entelektüel sermaye
varlıklarını muhasebeleştirebilmek için yeni finansal kavramlar ve uygulamalar
geliştirilmelidir (Yıldız ve Tenekecioğlu; 2004, s. 581).
Bu duruma çözüm önerenlerden biri olan Leif Edvinsson’a göre,
muhasebeciler için yapılması gereken 4 önemli faktör vardır. Bu faktörlerden
birincisi, muhasebe bilgi sistemlerini entelektüel sermayeyi yönetmek ve
kontrol etmek amacıyla planlamaktır. İkincisi, entelektüel sermaye için de genel
kabul görmüş raporlama standartları oluşturmak; üçüncüsü, entelektüel
sermayeyi denetlemek ve doğrulamak; dördüncü ve sonuncusu da müşterileri
entelektüel sermaye ve yönetiminden kaynaklanan ve değer yaratan formül ve
sistemler hakkında bilgilendirmektir (Seetharaman vd.; 2002, s. 131).
Bu konu üzerinde çalışan İsviçreli Karl Erik Sveiby insan sermayesini
değerlendirmenin gerekliliğini ortaya atan ve fiziksel olmayan varlıklara uygun
muhasebe metotları geliştirmeye öncülük etmiştir. 1989’da yaptığı tüm
çalışmaları “Görünmeyen Bilanço” adlı kitabında toplamış ve bilgi
sermayesinin ölçülmesi açısından bir teori ileri sürmüştür. Bu teori birçok İsveç
firması tarafından uygulanmaya başlanmıştır. İsveç Hizmet Sektörü Konseyi
1993’te bu teorinin yıllık raporlarda bir standart haline getirilmesine karar
vermiştir ve bu da uygulamaya konulan ilk standart olmuştur (Yıldız ve
Tenekecioğlu; 2004, s. 580-581).
Skandia gibi firmaların yıllık raporları bugünün piyasasında yeni bir
bilanço oluşturmaya çalışmaktadır. Bu yeni bilanço, Şekil 2’de görüldüğü gibi,
görünen ve görünmeyen muhasebe arasındaki farklılığı belirtmektedir (Choo ve
Bontis; 2002, s. 623).
29
C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara
Etkisi
Şekil 2: Bir Kaynak Unsuru Olarak Entelektüel Sermaye
Kaynak : Ertuğrul; 2000b, s. 6
Şekil 3’dan da anlaşılacağı üzere bugün firmalar için hazırlanan
bilançolar firmanın gerek gerçek değerini ortaya koymada gerekse firmaların
sahip oldukları entelektüel varlıkların (bir bütün olarak maddi olmayan
varlıkların) değerlerini göstermede yetersiz kalmaktadır. Bu sorunun en azından
bugün giderilebilmesi için Tek Düzen Hesap Planında boş bırakılan hesapların
da kullanımı söz konusu olabilmelidir (Çıkrıkçı ve Daştan; 2002, s. 28). Bu
durum da aşağıdaki hesapların kullanımıyla mümkün olabilmektedir.
31.12..
. Hesabı
265 Entelektüel Varlıklar
502 Entelektüel Sermaye Hesabı
X
.......... A.Ş.’nin 31.12.... Tarihli Bilançosu
I. Dönen Varlıklar
III. Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar
II. Duran Varlıklar
IV. Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar
E – Maddi Olmayan Duran
Varlıklar
.....
V. Özkaynaklar
A –Ödenmiş Sermaye
– Entelektüel Varlıklar
1 – Sermaye
2 – Ödenmemiş Sermaye (-)
3 – Entelektüel Sermaye
30
X
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33.
Bilindiği üzere, finansal tabloların düzenlenme amacı firma ile ilgili
çıkar gruplarının bilgi gereksinmelerinin tam ve doğru bir biçimde
karşılanmasını sağlamaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için firmanın sahip
olduğu maddi varlıklar gibi entelektüel değerler diye nitelendirilen maddi
olmayan varlıkların da gerçeğe yakın değerleriyle en azından temel finansal
tablolar (bilanço-gelir tablosu) aracılığıyla sunulması gerekir. Bu durum,
Tekdüzen Muhasebe Sistemi içerisinde, finansal tablo dipnotlarından da
faydalanmak yoluna gidilerek entelektüel değerlerin temel finansal tablolarda
yer alması sağlanabilir. (Çıkrıkçı ve Daştan; 2002, s. 30).
6. ENTELEKTÜEL SERMAYENİN
MUHASEBELEŞTİRİLMESİNİN RASYOLARA ETKİSİ
Mali tablolarda yer alan iki kalem arasındaki ilişkinin basit matematik
ifadesine rasyo (ratio) denilmektedir. Mali tablolarda yer alan kalemler arasında
basit matematik ilişkileri göstermek, başka bir deyişle rasyolar (oranlar)
hesaplamak tek başına bir amaç değildir. Önemli olan hesaplanan rasyoların
(oranların) yorumlanması ve değerlendirilmesidir (Akgüç;1995,s. 345).
Firmaların mali analizinde kullanılan rasyolar, entelektüel sermayenin
265 Entelektüel Varlık Hesabı ve 502 Entelektüel Sermaye Hesabı şeklinde
muhasebeleştirilmesinde varlıkların kullanımı finansal yapı ve karın
ölçülmesinde kullanılan rasyolar da önemli değişiklikler olmaktadır.
Borçların Varlık (Aktif) Toplamına Oranı, kaldıraç oranı olarak
adlandırılmakta ve varlıkların yüzde kaçının yabancı kaynaklarla finanse
edildiğini ortaya koymaktadır. Bu rasyonun yüksek olması, firmanın spekülatif
biçimde finanse edildiğini, kredi verenler açısından emniyet marjının düşük
olduğunu, firmanın faiz ve borçlarını ödememe durumuyla karşı karşıya
kalabileceğini göstermektedir.(Akgüç 1995, s 360) Entelektüel sermayenin 265
Entelektüel varlık hesabına kayıt edilmesi durumunda eğer firma entelektüel
varlıklara sahip ise, firmanın bu rasyosu düşecek ve borçlanma gücü artacaktır.
Öz Sermayenin Varlık (Aktif) Toplamına Oranı, Öz Sermaye / Varlıklar
Toplamı, varlıkların yüzde kaçının firma sahip veya sahipleri tarafından
finansmanının sağlandığını göstermektedir. Entelektüel sermayenin 502
Entelektüel Sermaye ve 265 Entelektüel Varlık Hesabında kayıt edilmesi
durumu arttırıcı etki yapacaktır. Öz sermayenin artması firmanın mali yapısını
arttırırken, kredi bulma ve riskini azaltacağından buna bağlı olarak kredi
maliyeti azalacaktır.
Firmanın öz kaynakları ne ölçüde verimli kullanıldığının tespit
edilmesinde kullanılan öz kaynak devir hızı rasyosu Net Satışlar / Öz Kaynaklar
şeklinde hesaplanmaktadır. Entelektüel sermayenin öz kaynaklar içinde yer
alması bu oranın düşmesine neden olacaktır. Oranın düşük olması ise firmanın
öz kaynaklarını etkin olarak kullanamadığını veya firmanın faaliyet seviyesinin
gerektiğinden fazla öz kaynağa sahip olduğunu göstermektedir.(Çabuk, Lazol;
2008, s 193) Ancak, unutulmamalıdır ki entelektüel sermaye sahip firmaların
31
C. Kayalı, Ş. Ada / Entelektüel Sermayenin Muhasebeleştirilmesi Sürecinde Yaşanan Sorunlar ve Rasyolara
Etkisi
yarattığı katma değer, satış fiyatına olumlu katkı yapacağından bu rasyonun
incelenmesinde net satışların tahlilinin iyi yapılması gerekmektedir.
Entelektüel sermayenin firma üzerindeki etkisini Dönem Net Karı / Öz
kaynaklar işlemiyle bulunan Öz kaynak Net Karlılık Rasyosu, firmaya
ortaklarca tahsis edilmiş bulunan değerlerin ne ölçüde etkin ve verimli olarak
kullanıldığını tespit etmek amacıyla hesaplanmaktadır. Firmanın öz kaynaklar
karlılığını göstermektedir. Bu oranın yüksek olması olumludur(Çabuk, Lazol;
2008, s193). Bu oran entelektüel sermayeye sahip firmalar açısından önemlidir.
Bunun nedeni yaratılan katma değerin karlılığı ne ölçüde yansıdığının
göstergesi olmasıdır.
7.SONUÇ
Günümüzde firmaların piyasa değerlerinin artmasında en önemli
etkenlerden biride entelektüel sermayeye sahip olmalarıdır. En geniş anlamıyla
bilginin değere dönüştürülmüş hali olarak da tanımlanabilen entelektüel
sermaye; küreselleşme, gelişen iletişim teknolojileri ve bilgisayarlar sayesinde
firmaların geleneksel yaklaşımlarını da etkilemiştir. Bu nedenle firmalar
yönetim, muhasebe ve finans politikalarını yeniden yapılandırmak zorunda
kalmıştır. Geleneksel yaklaşımda maddi varlıklar firma büyüklüklerini
belirlerken günümüzde maddi olmayan varlıklar firma değerinin
belirlenmesinde önemli bir etken olmuştur. Geleneksel yaklaşımda firmalar
mali olaylara, geçmişe yönelik ve maliyet odaklı iken günümüzde süreçlerinin
önemli olduğu, geleceğe yönelik ve değer odaklı olmaktadır. Tüm bu
gelişmelerin neticesinde, hazırlanmakta olan finansal tablolarda entelektüel
sermayenin unsurları olan bilanço kalemleri olarak da yer almaktadır.
Bu durum firmaların mali açıdan özellikle rasyo analizlerinde
değişikliklere neden olmaktadır. Bu bakımdan firma değerlendirmelerinde
entelektüel sermaye unsurlarına dikkat edilmektedir.
KAYNAKÇA
ACAR, D., DALĞAR, H.; “Entelektüel Sermayenin Ölçülmesinde Muhasebe
Bilgi
Sisteminin Katkısı”, Muhasebe ve Denetime Bakış Dergisi, Yıl:4, Sayı:14, Ocak 2005, s. 23-39.
ADA Ş.; Firma Değerinin Oluşumunda Bilgi ve Teknolojinin Etkisi, C.B.Ü. S.B.E.
Basılamamış Yüksek Lisans Tezi, Manisa, 2006.
AKGÜÇ, Ö; Mali Tablolar Analizi, Avcıol Basın-Yayın, İstanbul.1995
ARIKBOĞA, F. Ş.; Entelektüel Sermaye, Derin Yayınları, İstanbul, 2003.
BÜYÜKÖZKAN, G.; “Entelektüel Sermaye Yönetimi”, Kal Der Forum Dergisi, Yıl:2,
Sayı:6, Nisan-Mayıs-Haziran 2002, s. 32-36.
ÇABUK, A., LAZOL, İ; Mali Toblolar Analizi, Nobel Yayın-Dağıtım, Ankara, 2008
CHAMBERS, N.; Firma Değerlemesi, Avcıol Basın-Yayın, İstanbul, 2005
CHOO, C. W., BONTIS, N.; The Strategic Management of Intellectual Capital and
Organizational Knowledge, Oxford University Press, 2002.
ÇIKRIKÇI, M., DAŞTAN, A.; “Entelektüel Sermayenin Temel Finansal Tablolar
Aracılığıyla Sunulması”, Bankacılar Dergisi, Sayı:43, Aralık 2002, s. 18-33.
EMREM, E.; “Entelektüel Sermayeyi Ölçme ve Değerlendirme Yöntemleri”, Kocaeli
Üniversitesi İİBF 2. Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildirileri, İzmit, 2003.
EMREM, E.; “Entelektüel Sermaye ve Bileşenlerinin Kavramsal Analizi”, Endüstri
İlişkileri
ve
İnsan
Kaynakları
Dergisi,
Cilt:6,
Sayı:1,
2004,
s.
1-12.
32
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.23-33.
<http://www.isgucdergi.org/index.php?arc=arc_view.php&ex=186&inc=arc&cilt=6&sayi=1&yea
r=2004>, (Erişim Tarihi: 14.10.2005).
ERCAN, M. K., ÖZTÜRK, M. B., DEMİRGÜNEŞ, K.; Değere Dayalı Yönetim ve
Entelektüel Sermaye, Gazi Kitabevi, Ankara, 2003.
ERTUĞRUL, M.; “Bilgi Çağında İşletmelerin Yeni Kaynağı: Entelektüel Sermaye”,
Active Dergisi, No:15, Ekim-Kasım 2000b, s. 1-11.
JOHANNESSEN, J., OLSEN, B., OLAISEN, J.; “Intellectual capital as a Holistic
Management Philosopy: a Theoretical Perspective”, Internatioanal Journal of Information
Management, 25(2005), s. 151-171.
LYNN, B.; “Entelektüel Sermaye Gelecek Binyılın Katma-Değer Başarısında Anahtar”,
(Çev. Ercan Bayazıtlı), Muhasebe ve Denetime Bakış Dergisi, Yıl:1, Sayı:2, Ekim 2000, s. 119126.
MOURITSEN, J., LARSEN, H. T., BUKH, P. N., JOHANSEN, M. R.; “Reading An
Intellectual Capital Statement: Describing and Prescribing Knowledge Management Strategies”,
Journal of Intellectual Capital, Vol.2, No.4, 2001, ss. 359-383.
SAVAŞÇI, İ., ÇAKI, S.; “Entelektüel Sermaye Bileşenlerinin Değerlendirilmesi:
Hipermarketler Üzerine Bir Bakış”, Kocaeli Üniversitesi İİBF 2. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve
Yönetim Kongresi Bildirileri, İzmit, 2003.
SEETHARAMAN, A., SOORIA, H. H., SARAVANAN, A.S.; “Intellectual Capital
Accounting and Reporting in The Knowledge Economy”, Journal of Intellectual Capital, Vol.3,
No.2, 2002, s. 128-148.
SEYİDOĞLU, H.; Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlük, Güzem Can Yayınları,
2. Baskı, İstanbul, 1999.
STEWART, T. A.; Entelektüel Sermaye: Kuruluşların Yeni Zenginliği, (Çevirenler:
Zülfü Dicleli-Nurettin Elhüseyni), Mess Yayınları, İstanbul, 1997.
ŞAMİLOĞLU, F.; Entelektüel Sermaye, Gazi Kitabevi, Birinci Baskı, Ankara, 2002.
ÜÇ,
M.;
“Entelektüel
Sermaye
ve
Unsurları”,
<
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=581>(Erişim Tarihi: 14.10.2005).
WIIG, K. M.; “Integrating Intellectual Capital and Knowledge Management”, Long
Range Planning, Vol.30, No.3, 1997, s. 390-405.
YILDIZ, B., TENEKECİOĞLU, B.; “Entelektüel Sermayenin İşletmelerin Piyasa
Değeri Üzerindeki Etkisi ve İMKB 100 İşletmelerinde Görgül Bir Çalışma”, Osmangazi
Üniversitesi İİBF 3. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildirileri, Eskişehir, 2004.
33
F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt :6 Sayı :1
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
Araş. Gör. Ferhan SAYIN
Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
ÖZET
Ülkelerin gelişmesinde önemli bir rol üstlenen gençlerin toplam nüfus içindeki payı
Türkiye’de fazladır. Bu anlamda Türkiye’nin gelişme yolunda önemli adımlar atıyor olması
gerekir. Ancak Türkiye’nin genç nüfusuna istihdam olanağı sağlayamadığı, son yıllarda giderek
artan genç işsizlik oranlarından anlaşılmaktadır. İşsizler içinde eğitimli gençlerin payı fazla
olduğundan genç işsizliğinin incelenmesi ayrı bir önem arz etmektedir. Bu nedenle çalışmada,
Türkiye’de toplam işsizlik ve genç işsizlik oranları ile eğitim düzeylerine göre toplam işsizlik ve
genç işsizlik oranlarının, 1988-2007 yılları arasındaki değişimi incelenmektedir. İstihdam
üzerindeki vergi yükleri etkisi ile kayıt dışı istihdam sorunlarına da yer verilmiştir. Genç
işsizliğin, eğitim ve ekonomik büyüme ilişkisi Johansen-Juselius Eşbütünleşme Testi uygulanarak
ekonometrik olarak incelenmiştir. Serilerin eşbütünleşmiş olduğu, başka bir deyişle değişkenler
arasında uzun ve kısa dönemli bir ilişki bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, genç işsizliği, eğitim, büyüme, ADF ve KPSS Birim Kök
Testi, Johansen-Juselius Eşbütünleşme Testi.
THE EFFECT OF EDUCATION AND GROWTH ON TURKEY’S
YOUTH UNEMPLOYMENT
ABSTRACT
The ratio of young people, which have an important role in the development of
countries, constitute the highest part of Turkey’s total population. In this sense, Turkey should
make an important progress in the manner of improvement. However, increasing youth
unemployment rate in recent years indicates that Turkey does not provide employment for her
young population. Because of the highest rate of unemployed educated young people in total
unemployment, the investigation of youth unemployment has become more important. According
to these reasons, in this study; development of the rates of total unemployment and youth
unemployment, and development of the rates of total unemployment and youth unemployment due
to educational grades are investigated between 1998 and 2007 in Turkey. The effects of tax
charges on employment and the informal employment are placed in this study. The education and
economical growth relationship of youth employment are investigated by using Johansen-Juselius
Cointegration Tests. The study shows that the series are cointegrated, therefore there is a long
term and short term relationship between the variants.
Keywords: Turkey, youth unemployment, education, growth, ADF and KPSS Unit Root
Test, Johansen-Juselius Cointegration Test.
34
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51.
I. Giriş
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) genç işçi olarak kabul ettiği 1524 yaş arası nüfusun, kapasitelerini daha etkin bir şekilde kullanmalarını
sağlamak hem o dönem için büyük fayda sağlayacak hem de gençlerin
kendilerinden sonraki kuşaklara işgücü, bilgi, beceri, eğitim, öğretim, kültür,
değerler, idare ve yeni kapasite yaratma gibi konularda katkılarını sağlayacaktır.
On iki buçuk milyonu bulan genç nüfusu ile gelişme yolunda önemli bir
potansiyele sahip olan Türkiye, istihdam artışının nüfus artışına yetişemediği,
istihdam performansının düşük olduğu bir ülkedir. Son yıllarda artan ekonomik
büyüme ise istihdam artışına dönüşememektedir. İstihdamın yarıdan fazlası
kayıt dışında olup, bu sorun giderek büyümektedir. Yaşanan krizler ve
ekonomik istikrarsızlık ülkede büyüme hızını yıllarca olumsuz etkilemiş, artan
işgücünün de etkisiyle işsizlik sürekli artış göstermiştir. İşsizler içinde eğitimli
gençlerin payı fazla olduğundan, genç işsizliğinin incelenmesi ayrı bir önem arz
etmektedir. Bu amaçla çalışmada, günümüz toplumlarının yaşadığı istihdam
sorunlarının farklı bir boyutu olan genç işsizliği, Türkiye işgücü piyasası
açısından araştırılmıştır.
Çalışmanın ilk bölümünde konunun amacı açıklanmaya çalışılmıştır.
İkinci kısımda, konuya ilişkin literatür araştırmasına yer verilmiştir. Üçüncü
aşamada, Türkiye’de toplam işsizlik ve genç işsizlik oranları ile eğitim
düzeylerine göre toplam işsizlik ve genç işsizlik oranlarının 1988-2007 yılları
arasındaki değişimi incelenirken, istihdam üzerindeki vergi yükleri ve kayıt dışı
istihdam sorunlarına da yer verilmiştir. Dördüncü bölümde, genç işsizliği ile
eğitim ve büyüme arasında uzun ve kısa dönemli bir ilişkinin mevcut olup
olmadığı Johansen-Juselius Eşbütünleşme Testi ve Hata Düzeltme Modeli
(VECM) kullanılarak ekonometrik olarak araştırılmıştır. Son kısımda ise,
Türkiye’de işgücü piyasası ile eğitim ilişkisinde yaşanan sorunlar ve alınması
gereken önlemlere ilişkin görüşlere yer verilmiştir.
II. Literatür Araştırması
İşsizlik ve büyüme üzerine yapılan çalışmalar özellikle 1990’lardan
sonra artış göstermiş ve çalışmaların sonucunda genellikle işsizlik ve büyüme
oranları arasında negatif bir ilişkiden söz edilmiştir.
Brauninger ve Pannenberg (2002), Clark (1990), Eriksson (1997),
Aghion ve Howitt (1994) çalışmalarında işsizlik düzeyi ile uzun dönemli
ekonomik büyüme arasında negatif bir ilişki saptamışlardır. Eriksson (1997),
istihdamın Ar-Ge teşviklerindense düşük vergi oranlarına ve işsizlik sigortası
gibi teşviklere daha duyarlı olduğunu ifade etmiştir.
Hori (2006) işsizlik büyüme ilişkisine konjonktürel dalgalanmaları da
dahil ettiği çalışmasında, yaşanan resesyonların frekansıyla beklenen büyüme
oranları arasında negatif ilişki saptamıştır. Sürekli yaşanan konjonktürel
dalgalanmaların işsizliğe neden olduğunu, geçici dalgalanmaların ise ekonomiyi
tam istihdama ulaştırabileceğini ifade etmiştir.
35
F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
Green, Loon ve Mangan (2000) çalışmalarında, Kuzey Avustralya
işgücü piyasası için Logit model kullanarak eğitim, cinsiyet, yaş, din, deneyim
faktörlerinin gençlerin üzerindeki etkilerini araştırmışlardır. Genç işsizliğini
etkileyen faktörlerden en önemlisinin eğitim düzeyi olduğu sonucuna
ulaşmışlardır. Tam zamanlı çalışma ve eğitim düzeyinin, Kuzey Avustralya
gençlerinin standart ve standart olmayan işçi olarak ayrımında, belirleyici
olduğunu ifade etmişlerdir.
Davison (2004), Kuzey Kanada yerli gençleri arasındaki eğitim
düzeyindeki farklılıkların kaynaklardaki gelişme, iş olanakları ve sağlık
alanındaki gelişmelerle bağlantılı olduğunu vurgulamıştır. Eğitim ve sağlık
alanındaki kapasite artırımlarıyla işsizlik, gelişme gibi sosyal alanlarda olumlu
gelişmelerin sağlanacağını ifade etmiştir.
Türkiye için yapılan çalışmalar içinde Yılmaz (2005), Granger
Nedensellik Analizi kullanarak, işsizlik oranından büyüme oranına doğru tek
yönlü bir nedensellik olduğu sonucuna ulaşmışken; Kızılgöl (2006a) ise işsizlik
oranlarından büyüme oranlarına doğru ve tek bir uzun dönem ilişkisi sonucuna
ulaşmıştır.
Yüceol’da (2006), Türkiye’de 1950-2004 yılları arasında büyüme ve
işsizlik arasındaki ilişkiyi iki alt dönemde ele alarak incelemiştir. 1950-1980 alt
dönemi için büyüme ve işsizlik arasında uzun dönemde güçlü ve anlamlı bir
ilişki olduğu; 1980-2004 alt döneminde bu ilişkinin ortadan kalktığı sonucuna
ulaşmıştır.
III. Dünyada ve Türkiye’de İşsizliğe Genel Bir Bakış
Günümüzde kronik bir sorun olan ve gereken önlemler alınmadığı
taktirde giderek artacak olan işsizlik sorununa çözüm geliştirmek için öncelikle
dünyada, sonrasında Türkiye’deki işsizlik olgusunu incelemek faydalı olacaktır.
Dünyada 2007 yılı itibariyle toplam ve genç işsizlik oranlarının
gösterildiği Tablo 1, işsizliğin dünyada farklı bölgelerde de önemli olan bir
sorun olduğunu göstermektedir.
Tablo-1: Dünyada Toplam İşsizlik ve Genç İşsizlik Oranları (2007) (%)
Bölgeler
Toplam İşsizlik Oranları
Genç İşsizlik Oranları
Güneydoğu Asya ve Pasifik
6.2
16.3
Güney Asya
5.1
9.8
Doğu Asya
3.3
6.9
Orta Doğu
11.8
23.8
Latin Amerika ve Karayip
8.5
17.2
Adaları
Kuzey Afrika
10.9
24.5
Sahra Altı Afrika
8.2
13.7
Orta - Güneydoğu Avrupa ve
8.5
17.3
Bağımsız Devletler Topluluğu
Gelişmiş Ekonomiler ve AB
6.4
13.2
Türkiye
9.9
19.6
Kaynak: ILO, 2008.
36
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51.
Dünya geneline bakıldığında da 2007 yılı itibariyle genç işsizlik
oranlarının, toplam işsizlik oranlarının yaklaşık iki katı olduğu görülmektedir.
Türkiye’de 2007 yılında işsizlik oranı %10 seviyelerine yaklaşırken, genç
işsizlik oranının yaklaşık %20 gibi önemli bir seviyede olması, işgücü
piyasasının yapısının incelenmesini gerektirmektedir. Bu nedenle Tablo 2’de,
Türkiye’nin 1988-2007 yılları arasındaki toplam ve genç işsizlik ile işgücüne
katılma oranları ve büyüme oranlarına yer verilmiştir.
Tablo-2: Türkiye’de 1988-2007 Yılları Arasında İşsizlik-Büyüme Oranları
YILLAR
İşsizlik 15-24 Yaş Büyüme İşgücüne 15-24 Yaş
Oranları
Genç
Oranları Katılma Grubundaki
(%)
(%)
İşsizlik
Oranı
İşgücüne
Oranları
(%)
Katılma
(%)
Oranları (%)
1988
8.4
17.5
1.5
57.5
56.0
1989
8.7
16.6
1.6
57.7
55.4
1990
7.4
16.0
9.4
57.6
55.7
1991
8.5
15.4
0.3
56.5
54.4
1992
8.4
16.3
6.4
55.8
53.6
1993
9.2
17.7
8.1
52.4
48.8
1994
8.3
16.1
-6.1
54.1
50.8
8.41
16.51
3.03
55,94
53.53
1988-1994
ORTALAMASI
1995
7.3
15.6
8.0
54.4
49.5
1996
6.3
13.5
7.1
54.1
49.4
1997
7.2
14.3
8.3
52.2
47.1
1998
6.7
14.2
3.9
53.8
48.0
1999
7.4
15.0
-6.1
51.0
45.1
2000
6.5
13.1
6.3
49.9
42.5
2001
8.4
16.2
-9.5
49,8
42.1
7.11
14.55
2.57
52.17
46.24
1995-2001
ORTALAMASI
2002
10.3
19.2
7.9
49,6
40.9
2003
10.5
20.5
5.9
48,3
38.4
2004
10.3
19.7
9.9
48,7
39.3
2005
10.3
19.3
7.6
48,3
38.7
2006
9.9
18.7
9.9
48,0
37.9
2007
9.9
19.6
4.5
47,8
37.8
2002-2007 ORT.
10.2
19.5
7.61
48.45
38.83
Kaynak: TÜİK ve T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın verilerinden yararlanılarak yazar
tarafından düzenlenmiştir.
1988-1994 yılları arasında büyüme oranlarında dalgalanmalar
gözlenirken işsizlik oranlarındaki değişim daha düşük kalmıştır. Bu dönem
istihdam ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin azaldığı bir dönem olarak
karşımıza çıkmaktadır. Büyüme ortalama %3.03 hesaplanırken, işsizlik
ortalaması %8.41, genç işsizlik ortalaması ise %16.51 olarak gerçekleşmiştir.
37
F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
Türkiye ekonomisi 1994 yılındaki krizle daralmış ve büyüme negatif
gerçekleşmiştir. Yaşanan ekonomik krizden diğer piyasalar gibi işgücü piyasası
da olumsuz etkilenmiştir.
Aktif nüfus içerisinde işgücünün nispi ağırlığını gösteren İşgücüne
Katılma Oranı 1988-1994 yılları arasında ortalama %55.94 olarak
gerçekleşirken, 15-24 yaş grubundaki İşgücüne Katılma Oranı ortalama %53.53
olarak gerçekleşmiştir.
1995-2001 yılları arasında büyüme ortalama %2.5 seviyesinde
hesaplanırken, işsizlik oranı ortalama %7.11, genç işsizlik oranı ise ortalama
%14.55 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde büyüme ve istihdam
arasındaki ilişkinin belirsizliği artmıştır. 2002 yılından itibaren Türkiye
ekonomisi toparlanma sürecine girerek yüksek büyüme hızlarına ulaşmıştır.
Ancak bu olumlu gelişmeler işsizlik rakamlarına yansımamıştır. Başka bir
deyişle, istihdamsız büyüme süreci yaşanmaktadır. İşgücüne Katılma Oranları
da bu sonucu destekler niteliktedir. 1995-2001 yılları arasında ortalama %52.17
düzeyinde iken 15-24 yaş grubundaki İşgücüne Katılma Oranı ise ortalama
olarak %46.24 hesaplanmıştır.
Türkiye’de son yıllardaki büyüme artışının yarattığı istihdam kapasitesi
dikkate alınırsa, büyüme istihdam ilişkisinin zayıflamaya başladığı söylenebilir
(Yentürk, Başlevent, 2007: 45-46).
2002-2007 yılları arasında ortalama %7.61 büyüyen Türkiye
ekonomisinde işsizlik ortalama %10.2 olarak gerçekleşmiştir. Yüksek büyüme
hızlarıyla beraber yüksek işsizlik oranlarının gerçekleşmesinin altında yatan
temel öğe, genç işsizlik oranlarının ortalama olarak %19.5 gibi yüksek
seviyelerde seyretmesidir. Tablo 2’de de görüldüğü gibi genç işsizlik oranları
toplam işsizlik oranlarının yaklaşık iki katıdır. 15-24 yaş grubundaki İşgücüne
Katılma Oranları ile Toplam İşgücüne Katılma Oranları arasındaki farkın
giderek açılması da bu durumun bir göstergesidir. Uluslararası standartlara göre
%70’i bulması gereken İşgücüne Katılım Oranı 2002-2007 yılları arasında
ortalama %48.45, 15-24 yaş grubundaki İşgücüne Katılma Oranı ise ortalama
%38.83 olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye’de işsizlik oranı yaş gruplarına göre sıralandığında en yüksek
işsizlik oranı 20-24 yaş grubunda görülmekte; bu oran 15-19 yaş gurubunda
azalmakta, 25-29 yaş grubunda ise daha da düşmektedir. Yaş gruplarına göre
işsizlik oranı, en tepede 20-24 yaş grubu bulunmak üzere ters U’yu andırıyor
denilebilir. Genç işsizliğinin yetişkin işsizliğinden yüksek olması ve ters U
şeklindeki işgücü piyasasına başka ülkelerde de rastlanmaktadır (O’Higgins,
1997).
Genç işgücü içinde 20-24 yaş grubunun işsizlik oranının, 15-19 yaş
grubuna göre yüksek çıkmasının çeşitleri nedenleri vardır. Bu sebepler, okuldan
yeni mezun olup iş arayanların deneyimsizlikleri, lise mezunlarının mesleki
eğitimlerinin eksik olması, uygun iş bulmalarının süre alması, üniversiteden
yeni mezun olanların ücret beklentilerinin yüksek olması olarak belirtilebilir.
38
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51.
Eğitim düzeyi işsizliğin temel nedenleri arasında olduğundan,
Türkiye’deki işsizlik olgusu incelenirken, eğitim düzeylerine göre işsizlik
oranlarına da yer vermek gerekmektedir. Tablo 3, 1988-2007 yılları arasında
Türkiye’de eğitim düzeylerine göre işsizlik oranlarını göstermektedir.
Tablo-3: Türkiye’de Eğitim Düzeylerine Göre İşsizlik Oranları (%)
YILLAR
Okur Yazar
Lise Altı
Lise ve Dengi Yükseköğretim
Olmayanlar
Eğitimliler
Meslek
1988
3.7
8.1
18.1
9.1
1989
4.7
8.3
18.8
7.5
1990
3.9
6.8
16.5
6.9
1991
3.2
8.3
18.1
7.5
1992
2.6
7.6
19.0
8.5
1993
2.7
8.5
16.6
9.5
1994
2.7
7.3
17.0
8.0
1995
2.7
6.6
14.0
6.6
1996
1.2
5.0
14.4
7.4
1997
2.4
5.9
15.3
7.2
1998
1.9
5.2
14.2
9.7
1999
2.3
6.6
12.8
8.5
2000
3.4
5.7
10.6
7.0
2001
3.1
7.8
13.3
7.8
2002
4.6
9.6
14.7
11.1
2003
7.0
10.2
12.8
11.1
2004
3.7
9.1
15.1
12.4
2005
4.5
9.6
13.6
10.2
2006
4.4
9.3
12.8
9.5
2007
5.0
9.3
12.8
9.6
Kaynak: TÜİK.
Türkiye’de yeni mezun olan, lise ve üzeri eğitim almış yüksek sayıdaki
genç işgücünün istihdam olanaklarının düşük olduğu görülmektedir. 2000
Kasım ve 2001 Mart krizlerinden sonra işsizlik oranlarında görülen artışlarla
doğru orantılı olarak tüm eğitim düzeylerinde de işsizlik oranlarının arttığı
görülmektedir. Bu artış özellikle yükseköğretim düzeyinde olanlarda çarpıcı bir
şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’nin işgücü piyasasıyla ilgili önemli sorunlardan birisi olarak
karşımıza çıkan genç işsizliğinin temel nedeninin eğitim seviyesi
düşüklüğünden kaynaklanıp kaynaklanmadığını açıklamak amacıyla Tablo 4’de
yer alan oranları incelemek yararlı olacaktır. Tablo 4’deki Türkiye’de eğitim
düzeylerine göre genç işsizlik oranları, ATO (2007) tarafından hazırlanmış olan
“Genç İşsiz Ordusu” raporundan alınmıştır.
39
F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
Tablo-4: Türkiye’de Eğitim Düzeylerine Göre Genç İşsizlik Oranları (%)
YILLAR
Lise Altı Eğitimliler
Lise ve Dengi Meslek
Yükseköğretim
1989
13.5
36.3
30.7
1990
13.0
33.8
30.8
1991
12.3
33.2
32.9
1992
12.7
33.3
34.2
1993
14.4
32.7
29.7
1994
12.2
31.7
34.9
1995
12.1
27.2
29.7
1996
9.3
26.7
28.1
1997
9.1
28.7
29.4
1998
8.9
26.6
31.8
1999
10.7
25.7
29.8
2000
9.3
20.7
28.2
2001
12.0
24.6
30.7
2002
14.1
27.3
38.4
2003
16.6
25.0
38.8
2004
13.9
27.4
40.1
2005
15.0
25.1
30.6
2006
15.1
23.2
27.5
Kaynak: ATO, 2007.
Tablo 4’de yer alan oranlar incelendiğinde, 1992 yılından itibaren genç
işsizler içinde yükseköğretimden mezun olanlarının payının arttığı
görülmektedir. Başka bir deyişle, eğitim seviyesi yükseldikçe işsizlik oranı da
artmaktadır. Çünkü eğitim seviyesinin yükselmesiyle birlikte işgücüne katılma
oranı da artmaktadır.
Dünya Bankası, temasını “Kalkınma ve Gelecek Nesil” olarak
belirlediği 2007 Dünya Kalkınma Raporu’nda, genç işsizliğinin dünyada önemli
bir sorun olduğu vurgulanmış, genç işsizler ve eğitim faktörü ilişkisine yer
verilmiştir. 15-24 yaş gurubunda mezun olunan okulun ağırlıklı olarak lise
olmasının, beklenir bir durum olduğu belirtilerek, 25-29 yaş gurubu ile 30+ yaş
gurubundaki işgücünün eğitim düzeyleri karşılaştırılmıştır. 25-29 yaş
gurubundaki toplam işgücünün %31.6’sı üniversite mezunu iken, 15+ yaş
gurubunda bu oran işgücünün %21.6’sını oluşturmaktadır. Toplam 15+
işgücünün %61’i lise altı eğitim almış iken, 25-29 yaş gurubunda lise altı eğitim
alanların oranı %48.8’dir.
TÜİK verilerine göre 15-24 yaş arası yaklaşık 12.5 milyonu bulan genç
nüfusun yaklaşık %30’u okula gitmekte, %30’u çalışmakta, %40’lık bir kesimi
de, yani yaklaşık 5 milyonu BM Kalkınma Programının Türkiye’deki Gençlik
Raporu’nun (2008) ifade ettiği şekliyle “atıl” durumdadır.
Rapor’a göre ilkokulda okullaşma düzeyi %89, ortaokulda okullaşma
düzeyi %56, yükseköğretimde ise okullaşma düzeyi %18 düzeyindedir. Diğer
taraftan okullaşma düzeylerinde bölgelerarasında eşitsizlik de söz konusudur.
İlkokullar genelinde %89’luk okullaşma düzeyi, Doğu Anadolu Bölgesi’nde
40
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51.
%84’e, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ise %79’a düşmektedir. Orta eğitimde
bölgelerarası farklılık artmaktadır. Ülke genelinde ortaokul öğrencilerinin oranı
%56 iken bu oran Doğu Anadolu Bölgesi’nde %41’e, Güney Doğu Anadolu
Bölgesi’nde ise %26’ya kadar gerilemektedir. Okul öncesi eğitimde de durum
çok iç açıcı değildir. Okul öncesi eğitim, çağındaki nüfusun sadece %20’sini
kapsamaktadır. Türkiye, eğitim harcamaları bakımından da birçok gelişmiş
ülkeye göre geri seviyededir.
Türkiye’de 15-24 yaş grubunda görülen işsizlik sorunu yanında kayıt
dışı istihdam ve istihdam üzerindeki yüklerin de ağır oluşu işsizliğin temel
nedenleri olarak gösterilebilir. Bu nedenle kayıt dışılık ve istihdam vergileri ayrı
olarak incelenmelidir.
A. Kayıt Dışı İstihdam
Kayıt dışı ekonominin doğal bir sonucu olan kayıt dışı istihdam
(Güloğlu, 2005: 2) “istihdam faaliyetlerinin resmi belgelere dayandırılmaması
ve böylece resmi kayıtlara girmemesi, bunun sonucunda vergisel ve zorunlu
sosyal yükümlülükler de dahil olmak üzere tüm yükümlülüklerin, mali ve sosyal
güvenlik kurumlarının denetim alanı dışına çıkarılması’’dır.
Kayıt dışı istihdam verilerine 2000 yılından itibaren Hanehalkı İşgücü
Anketlerinden sosyal güvenlik kurumlarına kayıt durumuna göre
ulaşılabilmektedir. Tablo 5’de 2001-2007 yılları arasındaki kayıt dışı istihdam
oranları gösterilmektedir.
YILLAR
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Tablo-5: Türkiye’de Kayıt Dışı İstihdam Oranları (%)
Kayıt Dışı İstihdam Oranı
50,6
52,9
52,1
51,7
53,0
50,1
48,5
46,9
Kaynak: TÜİK ve T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın verilerinden yaralanılarak yazar
tarafından düzenlenmiştir.
Türkiye’de kayıt dışı istihdam oranlarına bakıldığında istihdamın
yarısından fazlasının kayıt dışında olduğu görülmektedir. Vergi ve sigorta
gelirlerinde azalmaya, işletmeler arasında eşitsiz rekabet koşullarına, çalışanlar
açısından sosyal güvenceden yoksun ve kötü çalışma koşullarına neden olan ve
%53’lere varan kayıt dışı istihdam çözülmesi gereken önemli bir sorundur.
Tarımın istihdam içindeki yüksek payı, göç, yüksek işsizlik, vergi ve SSK prim
oranlarındaki artış, bu sorunu kronikleştiren sebeplerdir.
Türkiye ekonomisinin istihdam açısından tarım ve hizmetler sektörüne
dayalı olması, küçük işletmelerin yaygın olması kayıt dışılığı hazırlayan önemli
unsurları oluşturmaktadır. Tarım ve hizmetler gibi izlenme ve denetlenmeleri
41
F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
zor olan sektörler kayıt dışılığa elverişli zemin oluşturmaktadırlar (Uyanık,
Bedir, 2006: 60-61).
Türkiye’de yaş gruplarına bakıldığında 15-24 yaş arasındaki genç
istihdam ile 55 yaş üzerinde yaşlı istihdamda kayıt dışı istihdamın daha yaygın
olduğu göze çarpmaktadır. Eğitim durumuna bakıldığında kayıt dışı istihdam
edilenlerin eğitim seviyesinin istihdam edilenlere göre daha düşük olduğu ve
eğitim seviyesi düştükçe kayıt dışı istihdam oranının arttığı görülmektedir.
Kayıt dışı istihdamın ortalama eğitim süresi yaklaşık 4 yıl olup bunların
önemli bir kısmı ilkokul mezunu, okuma yazma bilmeyenler ve sadece okuma
yazma bilenlerden oluşmaktadır. Genellikle ücretsiz aile işçisi olarak istihdam
edilen genç nüfusun neredeyse tamamı kayıt dışı istihdam edilmektedir (SGKB,
2006).
Gerek kayıt dışı istihdam gerekse işsizlik oranının yüksek oluşunun en
önemli nedeni istihdam üzerindeki yüklerdir. Bu nedenle istihdam vergilerinin
incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
B. İstihdam Vergileri
Yapılan araştırmalar Avrupa Birliği Ülkelerindeki toplam vergi yükü
içerisinde %35 oranında Dolaylı Vergi ve %65 oranında Dolaysız Vergi
olduğunu göstermektedir. Buna karşın yine araştırmalar, Türkiye’de %70
oranında dolaylı vergi ve %30 oranında da dolaysız vergi olduğu
göstermektedir. Bu istatistiki bilgiden hareketle Avrupa Birliği ülkeleri ile
aramızda önemli ölçüde bir fark olduğu gözlemlenmektedir.
Bir ülkede, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı,
dolaysız vergilerden yüksekse, o ülkede vergi adaletinin varlığından söz
edilemez, şeklindeki yaygın görüşe göre Türkiye‘de vergi adaletinden, her
geçen yıl biraz daha uzaklaşılmaktadır. Toplam vergi gelirleri içinde dolaylı
vergilerin payı, kâğıt üstünde artırıldığı sürece kayıt dışılık büyüyecek, vergi
tahakkuk ve tahsilatı gerileyecektir.
Türkiye’de istihdam üzerinden alınan vergi ve sosyal güvenlik
primlerinin yüksek oluşu nedeniyle kayıt dışılık artmaktadır. Kayıt dışı
ekonominin kontrol altına alınamaması sonucu da vergi adaletsizliği ve vergi
oranları yükselmektedir (Aktaş, 2007).
İşverenler getireceği vergi yükü nedeniyle, yeni işçi almayarak mevcut
işçilerini fazla çalıştırma yoluna gitmektedirler. Bu da ilk kez iş arayanları
olumsuz etkilemektedir. Fazla çalıştırma ise beraberinde işgücünün verimliliğini
olumsuz etkileyerek, maliyet ve fiyat artışlarına neden olmaktadır. Ekonomik
büyüme de bu etkiler sebebiyle olumsuz etkilenmektedir.
IV. Ekonometrik Analiz
Bu bölümde amaç, ekonomik büyüme ile eğitimin, genç işsizliği zaman
içinde nasıl ve ne yönde etkilediğini araştırmaktır. Modelde 1988-2007 yılları
arasına ait Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Hazine Müsteşarlığı ve Milli
Eğitim Bakanlığı’ndan elde edilen sabit fiyatlarla (1987=100) Gayri Safi Yurtiçi
Hasıla (GSYİH), lise-dengi (ortaöğretim) ve yükseköğretim okullaşma oranları
42
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51.
ile genç işsizliği, yıllık veri setleri kullanılmıştır. 1997 yılından itibaren zorunlu
eğitim süresinin 8 yıla çıkarılmasıyla birlikte, 1988-1996 yılları arasında ilk ve
ortaöğretim şeklinde yayınlanan okullaşma oranları, ilköğretim okullaşma oranı
olarak yayınlanmaya başlamıştır. Bu nedenle analiz sonuçlarının sağlıklı olması
amacıyla, ilköğretim (ilk ve ortaöğretim) okullaşma oranları modele dahil
edilmemiştir.
Makroekonomik zaman serileri genellikle durağan değildir. Bu özelliğe
sahip olan seriler birinci veya ikinci farkları ya da logaritmaları alınarak
durağan hale getirilmektedir.
Eğer bir zaman serisi durağansa, ortalaması, varyansı ve kovaryansı
zaman içerisinde değişmemektedir. Bir zaman serisinin ortalamasının,
varyansının ve kovaryasının zaman içerisinde sabit kalması zayıf durağanlık
olarak tanımlanmakta olup, kovaryans durağanlık veya ikinci mertebeden
durağanlık olarak da ifade edilmektedir. Bu aynı zamanda geniş anlamda
durağanlık olarak da bilinmektedir. Bir stokastik sürecin ortak ve koşullu
olasılık dağılımı zaman içinde değişmiyorsa bu seri güçlü anlamda durağan
olarak isimlendirilir (Yılmaz, 2005: 69).
Granger ve Newbold (1974) durağan olmayan zaman serileriyle
çalışılması halinde sahte regresyon problemiyle karşılaşılabileceğini
göstermiştir. Bu durumda regresyon analiziyle elde edilen sonuç gerçek ilişkiyi
yansıtmaz. Çünkü bu test istatistikleri standart dağılıma sahip olmadıklarından
geçerliliklerini yitirmektedirler. Durağan olmayan zaman serileriyle yapılan
regresyon analizleri, sadece bu seriler arasında bir eşbütünleşme (cointegration)
ilişkisi varsa gerçek ilişkiyi yansıtabilir (Gujarati, 1999: 726).
Bu nedenle, zaman serileri ile çalışırken, öncelikle serilerin
durağanlığının test edilmesi gerekmektedir. Zaman serilerinin durağanlığının
sınanmasında, çeşitli testler kullanılmaktadır. Uygulamada en çok kullanılan
testlerden biri, Dickey ve Fuller (1981) tarafından geliştirilen “Geliştirilmiş
Dickey-Fuller” (Augmented Dickey-Fuller) (ADF) testidir. Bu test, (1)
numaralı denkleme uygulanmaktadır:
m
DYt = b1 + b 2 t + dYt -1 + a i å DYt -i + e t
(1)
i =1
DYt ; durağanlığı test edilen değişkenin birinci farkı, t; trend değişkeni
ve DYt -i ; gecikmeli fark terimidir. Modele, hata teriminin seri korelasyonsuz
olmasını sağlayacak kadar gecikmeli fark terimi ilave edilmektedir.
Denklemdeki “m” gecikme sayısı, Akaike ve Schwarz bilgi kriterleri
kullanılarak seçilebilir.
ADF testi, (1) numaralı denklemdeki d katsayısının istatistiksel olarak
sıfıra eşit olup olmadığını test etmektedir. Sıfır hipotezi, farkları alınmamış
serilerin birim kök taşıdığı, yani durağan olmadığı şeklindedir. d katsayısının
istatistiksel olarak anlamlı olması, bu hipotezin reddedileceği anlamına
43
F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
gelmektedir. Bu da serinin durağan olduğunu göstermektedir. d katsayısının
istatistiksel olarak anlamlı olmaması ise serinin birim kök taşıdığı, yani durağan
olmadığı anlamına gelmektedir. Bu durumda, durağan hale gelinceye kadar
farkının alınması gerekmektedir (Kızılgöl, 2006b: 4).
Zaman serilerinin durağanlığının analiz edilmesinde kullanılan
Augmented Dickey-Fuller (ADF) birim kök testinin sonuçları, gecikmelere
karşı duyarlı olduğundan, bu eksik yönü dikkate alan Kwiatkowski, Phillips,
Schmidt ve Shin (KPSS) testinin uygulanması gerekmektedir.
ADF ve KPSS testlerinin boş hipotezleri (H0) birbirinin tersidir. ADF
testinin boş hipotezi birim kökün varlığına, serinin durağan olmadığına işaret
ederken, KPSS testinin boş hipotezi ise serinin durağanlığını ifade etmektedir.
Bu çalışmada değişkenlere ait verilerin doğal logaritmaları alınarak,
durağanlıkları ADF ve KPPS Birim Kök Testi uygulanarak incelenmiştir.
Sonuçlar Tablo 6’da gösterilmiştir.
2. FARK
1. FARK
DÜZEY
DEĞİŞKENLER
genc
gsyih
yuksek
lisedengi
genc
gsyih
yuksek
lisedengi
genc
gsyih
yuksek
lisedengi
Tablo-6: Birim Kök Test İstatistikleri
ADF
KPSS
SABİTLİ
TREND+
SABİTLİ
TREND+
SABİTLİ
SABİTLİ
-1.26 (0)
-1.84 (0)
0.24 (3) *
0.15 (2) *
-1.40 (3)
0.30 (12)
-4.95 (0) *
0.21 (9) *
-1.55 (0)
-1.81 (0)
0.26 (3) *
0.09 (2) *
-1.43 (0)
-1.81 (0)
0.40 (2) *
0.09 (2) *
-3.91 (0) *
-3.93 (0) **
0.17 (0) *
0.06 (1) *
0.50 (18)
-6.68 (2) *
-7.12 (2) *
0.50 (18) *
-3.70(0) **
-3.59 (0) **
0.09 (0) *
0.09 (0) *
-3.84 (0) **
-3.72 (0) **
0.08 (1) *
0.08 (1) *
-6.52 (0) *
-4.02 (2) **
0.05 (2) *
0.05 (2) *
-4.84 (4) *
-4.93 (4) *
0.19 (6) *
0.19 (6) *
-6.02 (0) *
-5.81 (0) *
0.50 (17) *
0.50 (17) *
-6.23 (0) *
-6.02 (0) *
0.50 (17) *
0.50 (17) *
Not: Kullanılan değişkenlerin doğal logaritması alınmıştır. ADF test istatistiği kritik değerleri
sabitli olarak düzeyde %1 -3.83, %5 -3.02, %10 -2,65; birinci farkta %1 -3.85, %5 -3.04, %10 2.66; ikinci farkta %1 -3.88, %5 -3.05, %10 -2.66; sabitli ve trendli olarak düzeyde %1 -4.53, %5
-3.67, %10 -3.27; birinci farkta %1 -4.57, %5 -3.69, %10 -3.28; ikinci farkta %1 -4.61, %5 -3.71,
%10 -3.29’dur. KPSS testi kritik değerleri sabitli %1 0.73, %5 0.46, %10 0.34; sabitli ve trendli
olarak %1 0.21, %5 0.14; %10 0.11’dir. Parantez içindeki değerler optimum gecikme uzunluğunu
göstermektedir. Gecikme uzunluğu, EViews 5.0 programı tarafından otomatik olarak
verilmektedir.
Tablo 6 incelendiğinde ADF ve KPSS test sonuçlarına göre tüm
serilerin düzey verisi halinde birim kök içerdiği, yani durağan olmadığı, bu
nedenle değişkenlerin birinci farkları alındığında ise I(1), durağan olduğu
görülmektedir. Bu nedenle seriler arasında statik uzun dönem ve dinamik kısa
dönem unsurlar içeren bir modele ulaşılabilir, yani eşbütünleşmenin varlığı
araştırılabilir.
44
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51.
Eşbütünleşme durağan olmayan zaman serileri arasındaki ilişkiyi analiz
etmek için geliştirilmiş bir testtir. Bu test, tek başına durağan olmayan ancak
doğrusal kombinasyonu durağan olan zaman serilerini ele almaktadır. Bu
nedenle eşbütünleşme testi, tek başına durağan olmayan zaman serilerinin,
doğrusal kombinasyonunun durağan olup olmaması durumunun araştırılmasına
dayanmaktadır (Kızılgöl, 2006b: 5-6).
Eşbütünleşme tekniğini kullanmanın temelde iki noktada avantajı
olduğu bilinmektedir: Birincisi, kısa ve uzun dönem etkileri arasında ayrım
yapmaya imkan tanımaktadır. İkincisi, uzun dönem değerlerine doğru ayarlama
hızının doğrudan tahmin edilebilmesidir (Kızılgöl, 2006b: 6).
Aynı dereceden bütünleşik değişkenler arasındaki eşbütünleşmenin
varlığı araştırılırken kullanılacak yöntem seçiminde, değişken sayısı belirleyici
olmaktadır. Değişken sayısının ikiden fazla olduğu durumlarda birden fazla
eşbütünleşme ilişkisi olabilir. Eşbütünleşme testlerinden Engle-Granger
Yöntemi ile bu durumu tespit etmek mümkün değildir. Bu sorun, JohansenJuselius tarafından “En Çok Benzerlik” (Maximum Likelihood) yönteminden
yararlanılarak oluşturulan Johansen-Juselius Yöntemi kullanılarak aşılmaktadır.
Johansen-Juselius Yöntemi (2) numaralı denklem yardımıyla
açıklanmaktadır.
X t = Õ t Xt -1 + ... + Õk Xt -k + m + FDt + e t t = 1,......,T
(2)
e hata terimi, Dt mevsimsel kukla değişkendir. m, F, P 1 …….. P k
parametreleri kısıtlanmamış olup, Vektör Otoregresif (VAR) Modeli yardımıyla
tahmin edilecektir.
Makroekonomik zaman serileri genellikle durağan olmadığından,
durağan hale getirmek amacıyla birinci farkları alındığında (2) numaralı
denklem (3) numaralı denkleme dönüşmektedir.
DX t = G1DX t -1 + ... + Gk -1DX t -k +1 + P Xt -k + m + FDt + e t
(3)
(3) numaralı denklemde,
Gi = -(I - P1 - ... - P i ) , (i=1, … k-1) ve
P = -(I - P1 - ...P k ) olarak ifade edilir.
Bu işlemler ile katsayılar matrisi olan P’nin, veri vektöründeki
değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkiler hakkında bilgiye sahip olup
olmadığı araştırılmaktadır. Burada üç durum söz konusudur (Johansen, Juselius,
1990: 170):
1. Rank (P) = 0. Bu durumda kaysayılar matrisi (P) sıfırdır ve (3)
numaralı denklem, geleneksel zaman serisi fark vektörü modeline uymaktadır.
2. Rank (P) = p. Bu durumda kaysayılar matrisi (P) rankı tam olup X
vektör süreci durağandır.
3. 0 < Rank (P) = r < p. Bu durumda katsayılar matrisi (P), ab¢
biçiminde p*r boyutlu iki matrisin çarpımı olarak ifade edilebilir. Başka bir
45
F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
deyişle, değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişki, eşbütünleşme söz
konusudur.
Johansen-Juselius, eşbütünleşme vektörlerinin sayısını ve anlamlı olup
olmadıklarını belirlemek için İz (Trace) İstatistği ve En Büyük Özdeğer (Max
Eigenvalue) İstatistiği olmak üzere iki tane test ileri sürmüştür.
İz İstatistiği = -T
p
å ln(1 - l )
i=r +1
i
En Büyük Özdeğer = -T ln(1 - l r +1 )
i=(r+1), (r+2), …, p; T= Gözlem sayısını; r= Eşbütünleşmiş vektör
sayısını göstermektedir.
İz İstatistiği, birbirinden ayrı eşbütünleşmiş vektör sayısının r’ye eşit ya
da r’den küçük olduğu Ho hipotezini, genel bir alternatife karşı test etmektedir.
Hesaplanan İz İstatistiği, tablo değerinden büyükse Ho hipotezi reddedilir.
Hesaplanan En Büyük Özdeğer İstatistiği ile hesaplanan değer tablo değerinden
büyükse eşbütünleşme ilişkisinin bulunmadığı şeklindeki hipotez reddedilir. Bu
istatistik r+1 tane eşbütünleşmiş vektör olduğunu belirten alternatif hipoteze
karşılık, eşbütünleşmeyi gerçekleştiren vektörlerin sayısının r olduğunu belirten
sıfır hipotezini test etmektedir (Enders, 1995: 391).
Çalışmamızda bir VAR modeli oluşturularak modelin optimum
gecikme uzunluğu, Tablo 7’de de görüleceği gibi, LR, FPE, SC ve HQ
kriterlerine göre 1 olarak belirlenmiştir.
Lag
0
1
2
LogL
-14.99437
24.43685*
37.76214
Tablo-7: VAR Gecikme Uzunluğu Seçme Kriteri
LR
FPE
AIC
SC
NA
9.70e-05
2.110485
2.308346
56.95620* 7.62e-06* -0.492983* 0.496319*
13.32528
1.43e-05
-0.195793
1.584951
HQ
2.137767
-0.356572*
0.049748
* Kriter tarafından seçilen gecikme uzunluğunu göstermektedir.
LR: Ardışık modifiye edilmiş LR test istatistiği.
FPE: Son kestirim hatası.
AIC: Akaike bilgi kriteri.
SC: Schwarz bilgi kriteri.
HQ: Hannan-Quinn bilgi kriteri.
Analizimizde kullandığımız tüm seriler birinci derece farkları
alındığında durağan hale geldikleri için aralarındaki uzun dönemli bir ilişkinin
varlığını araştırmak amacıyla, uygulanan Johansen-Juselius Eşbütünleşme
Testlerinin sonuçları Tablo 8’de gösterilmiştir.
46
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51.
H0
r=0
r£1
r£ 2
Tablo-8: Johansen-Juselius Eşbütünleşme Testleri Sonuçları
İz Testi
Maksimum Öz Değer Testi
Test
%5kritik
Test
%5kritik
H1
H1
H0
İstatistiği
değer
İstatistiği
değer
44.87
47.856
29.138*
27.584
r=0*
r=1
r³1
15.731
29.797
8.817
21.131
r³ 2
r£1
r= 2
6.913
15.494
6.438
14.264
r£ 2
r³ 3
r= 3
* %5 önem seviyesinde sıfır hipotezinin reddedildiğini göstermektedir.
Genç işsizliği, GSYİH, lise ve dengi ile yükseköğretim okullaşma
oranları arasında eşbütünleşmenin olmadığını ifade eden H0 hipotezine (r=0) ait
İz İstatistiği 44.87 hesaplanmıştır. Elde edilen bu değer %5 önem seviyesindeki
47.856 kritik değerinden küçük olduğu için sıfır hipotezi kabul edilmiş,
eşbütünleşmiş vektör tespit edilememiştir. Maksimum Özdeğer Testine göre ise
H0: r=0 hipotezi için hesaplanan test istatistiği 29.138, %5 önem seviyesindeki
27.584 kritik değerinden büyük olduğu için sıfır hipotezi reddedilmiş,
değişkenler arasında sadece bir eşbütünleşme vektörünün olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Bu sonuç, ele alınan dönem içinde genç işsizliği, GSYİH, lise ve
dengi (ortaöğretim) ile yükseköğretim okullaşma oranları arasında zayıfta olsa
bir eşbütünleşme ilişkisinin varlığına işaret etmektedir. Bu bağlamda uzun
dönemli bir denge ilişkisinden söz edilebilir ve bu ilişkiden elde edilen
eşbütünleşme vektörünün tahminleri Tablo 9’da gösterilmiştir.
Tablo-9: Eşbütünleşme Vektörünün Tahmini
genc= 0.204 gsyih – 0.318 lisedengi – 0.018 yuksek
(0.031)
(0.158)
(0.057)
Not: Genç işsizliğine göre normalize edilmiş eşbütünleşme vektörünün tahminidir. Parantez
içindeki değerler standart hataları göstermektedir.
Uzun dönem esnekliklerini ifade eden parametre tahminlerine
bakıldığında, genç işsizliğinin, ekonomik büyüme açısından esnekliği
pozitifken, orta ve yükseköğretim okullaşma oranları açısından esnekliği
negatiftir. GSYİH’daki bir artışın genç işsizliğini arttırması beklenirken, orta ve
yükseköğretim okullaşma oranlarındaki bir artışın ise genç işsizliğini azaltması
beklenmektedir.
Charemza ve Deadman (1997), değişkenler arasındaki uzun dönem
ilişkisinde hata terimlerinin gittikçe büyümesini önleyen bir düzeltme sürecinin
bulunduğunu ifade etmektedirler. Engle-Granger (1987) da eşbütünleşmiş
serilerin Hata Düzeltme Mekanizmasına (VECM) sahip olacaklarını, ECM’nin
sağlıklı bir şekilde işlemesi için de eşbütünleşmeyi koşul olarak göstermişlerdir.
Değişkenler arasında eşbütünleşme olduğunda kısa dönemli nedensellik ilişkisi,
Engle-Granger tarafından ileri sürülen Hata Düzeltme Modeli (VECM)
kullanılarak araştırılmaktadır. Eğer değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisi
varsa, regresyon denkleminden elde edilen kalıntılar hata düzeltme modelini
tahmin etmede kullanılabilirler. Hata düzeltme modelinin temelinde yatan
47
F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
düşünce; “bir dönemde ortaya çıkan dengesizliğin belli bir oranı bir sonraki
dönemde düzeltilir” biçiminde ifade edilebilir. Hata düzeltme modeli (4) ve (5)
numaralı denklemlerle ifade edilmektedir (Enders, 1995: 391).
Ù
Dy t = a1 + a y e t -1 + å a11Dy y -i + å a12 Dz t -i +e yt
i=1
(4)
i =1
Ù
Dz t = a 2 + a z et -1 + å a 21Dy y -i + å a 22 Dz t -i +e zt
i=1
(5)
i=1
Tablo 10’da ise Hata Düzeltme Modeline ait uyum katsayıları yer
almaktadır. Hata düzeltme mekanizmasının oluşumu için bu katsayılar sıfırdan
farklı olmalıdır.
Tablo-10: Hata Düzeltme Modeline Ait Uyum Katsayıları
Dgenc
Dgsyih
Dlisedengi
Dyuksek
-0.225
-8.486
0.144
0.618
(0.165)
(1.797)
(0.177)
(0.517)
Not: Parantez içindeki değerler standart hataları göstermektedir.
Elde edilen katsayılar, tüm denklemler için sıfırdan farklıdır. Genç
işsizliği ve GSYİH değişkenlerinin katsayıları negatif işretlidir. Bu durum, kısa
dönemli dengesizliklerden dengeye doğru yönelme olduğunu ifade etmektedir.
Genç işsizliği denklemine ait uyum katsayısı yaklaşık -0.22 olarak elde
edilmiştir. Bu durum, GSYİH, orta ve yükseköğretim okullaşma düzeyindeki
bir dengesizliğin yaklaşık %22’sinin her bir zaman döneminde ortadan
kalkmakta olduğunu göstermektedir.
V. Türkiye’de İşgücü Piyasası ile Eğitim İlişkisinde Yaşanan
Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler
Türkiye’de istihdam ve eğitim arasında etkin bir ilişki
bulunmamaktadır. Bu durum işgücü arz ve talebi dengesizliğine, dolayısıyla
işsizliğe yol açmaktadır. Ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda ara eleman
temininde zorluklar yaşanmaktadır. Bununla birlikte en yüksek işsizlik oranları
mesleki eğitim mezunları arasında görülmektedir. Bunun nedenleri, mesleki
eğitimin işgücü piyasasının ihtiyaçları doğrultusunda verilmemesi ve
işverenlerin talep ettikleri nitelikte işgücü bulamamasıdır. Ayrıca işverenler
talep ettikleri işgücü niteliklerini işgücü piyasasına tam olarak
yansıtamamaktadır. Ulusal Mesleki Yeterlilikler Kurumu ve sisteminin
olmaması, eğitim ile işgücü piyasası arasındaki bağın zayıf kalmasında rol
oynayan bir diğer faktördür.
Meslek lisesi mezunları-genel lise mezunları dağılımının %65-%35
olması gerekirken, bugün tam tersi oranlar geçerlidir. Milli Eğitim
Bakanlığı’nın mesleki eğitim faaliyetleri çeşitli Genel Müdürlüklerce, çok
dağınık bir yapıda gerçekleştirilmekte, müfredat programları başta olmak üzere
öğretimde işletmelerin ihtiyaçları ve işgücü talepleri yeterince dikkate
alınmamaktadır. İl Mesleki Eğitim Kurulları ve İl İstihdam Kurulları etkin
olarak çalışmamakta, yerel kapasiteler iyi değerlendirilememektedir.
48
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51.
Ortaöğretime ilişkin planlanan hedef ve stratejilerin gözden geçirmesi
ve ortaöğretimin yükseköğretim üzerindeki baskısını hafifletmesi gereklidir.
Özellikle okullar arasındaki eğitimin kalitesindeki farklılıkların giderilmesi
yönünde ciddi çalışmaların üzerinde durulmalıdır.
Yükseköğretim sisteminde çeşitliliği vurgulayan, ademi merkeziyetçi,
kurumların yaratıcılığını ve kimliklerini ön plana çıkaran, karşılaşılan sorunlara
esnek tepkiler verebilen, üniversitelerin birbirleri ile rekabet edebilmelerine
fırsat tanıyan bir sistem tasarlanmalıdır. Bu yapılırken, mevcut sistemin
kazanımları göz ardı edilmemeli, gelecek vizyonundan hareket edilerek gelişmiş
ülkelerin sistemleri tahlil edilmelidir.
Sanayi ve hizmet sektörlerinin ihtiyaç duyduğu nitelikli ara kademe
insan gücünün yetiştirilmesi, rekabet gücümüzün artması ve ekonomik
kalkınmanın hızlandırılmasına katkı sağlanması amacıyla; dar meslek alanları
yerine geniş tabanlı sektörel eğitimin verildiği, modüler yapıyla esneklik
özelliğine sahip ve çalışma yaşamının ihtiyaçlarına cevap verebilen bir mesleki
ve teknik eğitim sistemi hedeflenmelidir.
İlköğretimde etkin bir mesleki rehberlik ve danışmanlık hizmeti
verilerek ortaöğretime sağlıklı bir yönlendirme yapılması, meslek okullarının
kalitesinin iyileştirilmesi, meslek okulu-istihdam ilişkisinin etkin şekilde
kurulması ve mezunların iş hayatına atılmalarının desteklenmesi, üniversiteye
girmek isteyenlerin ise öncelikle mezun oldukları alanda devam etmeye
yönlendirilmesi, mesleki ve teknik eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması
programı içinde gerçekleştirilmelidir (DPT, 2007: 49-55).
Yaşam boyu öğrenme konusunda çalışan kurum ve kuruluşlar arasında
gerekli olan koordinasyonun sağlaması ve yaşam boyu eğitimin uluslararası
düzeyde karşılaştırılmasını ve değerlendirilmesini sağlayacak verilerin elde
edilmesi gerekmektedir.
AB eğitim sistemine uyum sağlamak amacıyla yapılan çalışmalar
çerçevesinde, beş yıldan sekiz yıla çıkarılan zorunlu eğitimin süresi 12 yıla
çıkarılmalıdır. Kız çocuklarının eğitime katılımını destekleyici kampanyalar
düzenlenmelidir. Özel eğitime muhtaç çocukların eğitimine ilişkin ayrılan
kaynaklar arttırılmalıdır.
Reel sektörde üretim, yatırım ve istihdam artışını esas alan ekonomi
politikaları esas alınmalıdır. Yerli ve yabacı yatırımcılar için uygun ortam ve
koşullar yaratılmalıdır.
Kayıt dışılık, istihdam üzerindeki vergi ve prim yükleri azaltılmalıdır.
Kayıtlı işçi çalıştırma vergi, kredi ve kayıt kolaylıklarıyla teşvik edilmelidir.
Kayıt dışı istihdama karşı denetim ve yaptırımlar etkinlikle uygulanmalıdır.
İşgücü piyasasında güvence ve esneklik (flexicurity) arasında bir denge
kurulmalıdır.
49
F. Sayın / Türkiye’de Eğitim ve Büyümenin Genç İşsizliğine Etkisi
KAYNAKÇA
AGHION, P., HOWIT, P. (1994), “Growth And Unemployment”, The Review of Economic
Studies,
Vol.61,
No.3.,
Haziran,
http://links.jstor.org/sici?sici=00346527%28199407%2961%3A3%3C477%3AGAU%
3E2.0.CO%3B2-8 Erişim tarihi:10.01.2008.
AKTAŞ,
M.A.
(2007),
“Vergi
ve
İstihdam
İlişkisi”,
http://www.alomaliye.com/2007/mehmetali_aktas_vergi_istihdamn.htm
Erişim
tarihi:10.02.2008.
ANKARA TİCARET ODASI (ATO) (2007), “Genç İşsiz Ordusu” Raporu,
http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=1108&l=1 Erişim Tarihi: 20.12.2007.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KALKINMA PROGRAMI (2008), “Türkiye’de Gençlik” İnsani
Gelişme Raporu, http://www.undp.org.tr/pressclippings/2008/3/ab_haber_220308.pdf
Erişim Tarihi: 25.05.2008.
BRAUNINGER, M.; PANNENBERG, M. (2002), “Unemployment and Productivity Growth: An
Empirical Analysis Within an Augmented Solow Model”, Economic Modelling,
Elsevier, Vol.19(1).
CHAREMZA, W.W., DEADMAN D. F. (1997), New Directions in Econometric
Practice, Northampton: Edward Elgar Publishing Limited.
CLARK, K. B. (1990), “The Dynamics Of Youth Unemployment”, Understanding
Unemployment by Lawrence H. Summers, MIT Pres, Cambridge, Massachusetts,
London, England.
DAVISON C. M. (2004), “Education and Employment Patterns Among Northern Aboriginal
Youth: A Study of Resiliency, Development and Community Health”, PhD Candidate
and Trudeau Scholar, Department of Community Health Sciences University of
rd
Northern
Research
Forum,
Yellowknife,
Sept.
15-18.
Calgary,
3
http://www.nrf.is/Publications/The%20Resilient%20North/Plenary%203/3rd%20NRF_
Plenary%203_Davison_YR_paper.pdf Erişim Tarihi: 10.03.2008.
DPT (2007), Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013) “İşgücü Piyasası” Özel İhtisas Komisyonu
Raporu, Yayın No: DPT:2709- ÖİK:662, Ankara.
ENDERS, W. (1995), Applied Econometric Time Series, John Wiley&Sons.
ENGLE, R.F., GRANGER, C. (1987), “Cointegration and Error Correction:
Representation, Estimation, and Testing,” Econometrica 55: 257-276.
ERIKSSON, C. (1997), “Is There A Trade Off Between Employment And Growth?”, Oxford
Economic
Papers
New
Series,
Vol.49,
No.1,
http://links.jstor.org/sici?sici=00307653%28199701%292%3A49%3A1%3C77%3AIT
ATBE%3E2.0.CO%3B2-N Erişim Tarihi:10.01.2008.
GRANGER, C.W.J., NEWBOLD, P. (1974), “Spurious Regressions in
Econometrics”, Journal of Econometrics, 2(2), 111-120.
GREEN, C., LOON, A., MANGAN, J. (2000), “ Youth Labour Markets, Education and
Employment Destination: Result From the Queensland Survey of Youth”, Labour
Market Research Unit Department of Employment and Training, Working Paper No.1
http://www.trainandemploy.qld.gov.au/resources/business_employers/pdf/wp1_youth_l
abour_market.pdf Erişim Tarihi: 05.03.2008.
GUJARATI, D.N. (1999), Temel Ekonometri, Literatür Yayınları, İstanbul.
GÜLOĞLU, T. (2005), “The Reality of Informal Employment in Turkey”, International Programs
Visiting
Fellow
Working
Papers,
Cornell
University
http://digitalcommons.ilr.cornell.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1008&context=intlvf
Erişim Tarihi: 18.03.2008.
HORI, K. (2006), “Economic Growth, Unemployment And Bussiness Cycles”, Institute of
Economic
Research
Kyoto
University,
http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=1013049 Erişim Tarihi: 12.02.2008.
50
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.34-51.
INTERNATIONAL LABOUR ORGANIZATION (ILO) (2008), Global Employment Trends,
http://www.ilo.org/public/english/employment/strat/download/get08.pdf Erişim Tarihi:
11.07.2008.
JOHANSEN, S.; JUSELIUS, K. (1990), “Maximum Likelihood Estimation and Inference On
Cointegration with Applications to Demand for Money”, Oxford Bulletin of Economics
and Statistics, 52, 2,169-210
KIZILGÖL, Ö. (2006a), “Türkiye’de Büyüme Oranı İle İşsizlik İlişkisi”, Akademik Fener
Dergisi, S.6, 55-70.
KIZILGÖL, Ö. (2006b), ”Türkiye’de İhracata ve Turizme Dayalı Büyüme Hipotezinin Analizi:
Eşbütünleşme ve Nedensellik İlişkisi”, Türk Dünyası Celalabad İktisat ve Girişimcilik
Üniversitesi Akademik Bakış Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi Akademik Bakış,
S.10.
MİLLİ
EĞİTİM
BAKANLIĞI,
Milli
Eğitim
İstatistikleri
http://www.meb.gov.tr/stats/list97/MYHTML13.htm Erişim Tarihi: 01.07.2008.
O’HIGGINS, N. (1997), “The Challenge of Youth Unemployment”, Employment and Training
Papers 7, Employment and Training Department International Labour Office Geneva,
http://www.ilo.org/public/english/employment/strat/download/etp7.pdf Erişim Tarihi:
18.05.2008.
T.C. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI, SOSYAL GÜVENLİK KURUMU
BAŞKANLIĞI
(2006),
Kayıt
Dışı
İstihdam,
http://www.calisma.gov.tr/sgb_web/sunum/ba.pdf Erişim Tarihi: 17.04.2008.
T.C. BAŞBAKANLIK HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (2008), Ekonomik Araştırmalar Genel
Müdürlüğü,
Aylık
Ekonomik
Göstergeler,
Mayıs,
http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Treasury%20Web/Statistics/Econo
mic%20Indicators/egosterge/III-Istihdam/istihdam.xls Erişim Tarihi: 13.04.2008.
TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları.
TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU (2007), İstatistiklerle Türkiye, Yayın No 3109, Ankara.
UYANIK, Y., BEDİR, E. (2006), ”ROSETTA Planı’nın Analizi ve Türkiye’nin Sosyo-Ekonomik
Şartlarında
Uygulanabilirliği”,
Ankara,
http://ab.calisma.gov.tr/belgeler/RosettaPlaniRapor-GaziUniversitesi.doc Erişim Tarihi:
10.04.2008.
WORLD BANK (2007), “World Development Report 2007: Development and the Next
Generation”,
http://siteresources.worldbank.org/INTWDR2007/Resources/14897821158107976655/overview.pdf Erişim Tarihi: 18.05.2008.
YENTÜRK, N.; BAŞLEVENT, C. (2007), “Türkiye’de Genç İşsizliği”, Gençlik Çalışmaları
Birimi
Araştırma
Raporu,
No.2
http://genclik.bilgi.edu.tr/docs/genclikissizligiraporu_1.pdf Erişim Tarihi: 18.04.2008.
YILMAZ, G. Ö. (2005), “Türkiye Ekonomisinde Büyüme İle İşsizlik Oranları Arasındaki
Nedensellik İlişkisi”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik
Dergisi, S.2, 63-76.
YÜCEOL, H. M. (2006), “Türkiye Ekonomisinde Büyüme Ve İşsizlik Dinamikleri”, İktisat
İşletme ve Finans, Haziran, 81-95.
51
B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On
Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
The Effects of The Changes in Reel Exchange Rate on Export and
Import: Analysıs of Agrıcultural Sector
Prof.Dr. Bedriye TUNÇSİPER
Balıkesir Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü
Araş. Gör. Dilek SÜREKÇİ
Balıkesir Üniversitesi, Bandırma İ.İ.B.F., İktisat Bölümü
Araş. Gör. Özlem KIZILGÖL
Balıkesir Üniversitesi, Bandırma İ.İ.B.F., Ekonometri Bölümü
ABSTRACT
The aim of this paper is to investigate whether there is a relationship between
agricultural exports, import and reel exchange rate and if there is a relationship to investigate the
direction of this relation. For this purpose, monthly data for reel effective exchange rate index,
export and import price index of agricultural sector is used over the period from 1994:1 to
2007:11. The causality relationship is investigated by Vector Error Correction Model that is
proposed by Granger (1988) and Hsiao’s Granger Causality Test that is proposed by Hsiao
(1981). According to the empirical results, there is a cointegration relationship between reel
effective exchange rate and agricultural export but not a cointegration relationship reel effective
exchange rate and agricultural import. Moreover, empirical results show that, differ from causal
relationships variables.
Key Words: Agricultural Exports, Agricultural Import, Reel Exchange Rate,
Cointegration, Causality Relationship
Reel Döviz Kuru Değişimlerinin İhracat Ve İthalat Üzerindeki
Etkisi: Tarım Sektörü Analizi
ÖZET
Çalışmanın amacı Türkiye’de tarım ürünleri ihracatı ve ithalatı ile reel döviz kuru
arasında ilişkili olup olmadığını ve bir ilişki varsa bu ilişkinin yönünü incelemektir. Bu amaçla,
1994:1-2007:11 dönemine ait aylık, reel efektif döviz kuru endeksi ve tarım sektörüne ilişkin
ihracat fiyat endeksi ile ithalat fiyat endeksi verileri alınmışır. Nedensellik ilişkileri, Granger
(1988) tarafından önerilen VECM (Vector Error Correction Model) kullanılarak ve Hsiao (1981)
tarafından önerilen Hsiao Granger Nedensellik testi kullanılarak araştırılmıştır. Elde edilen
sonuçlara göre, reel döviz kuru ile ihracat arasında eşbütünleşme varken, reel döviz kuru ile
ithalat arasında eşbütünleşme olmadığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte, nedensellik testlerinin
sonuçlarına göre nedensellik ilişkileri farklılaşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Tarımsal İhracat, Tarımsal İthalat, Reel Döviz Kuru, Eşbütünleşme,
Nedensellik İlişkileri
I. INTRODUCTION
Although agricultural sector is the most protected and most supported
sector in developped countries because of its important role in economic and
52
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61.
social development, it is hold over by developping countries which gives more
importance to industralization.
In recent years, agricultural production has decreased also in Turkey
and the difference between the import and export of agricultural products has
increased in negative direction and Turkey has become an agriculture importer
country. It is clear that the increase in the foreign trade deficit of agriculture will
affect both the sector and whole economy because the sector is a very strategic
sector that supplies nutrient demand, is important for industralization, provide
wide employment opportunities and has function of providing foreign
exchange. In this context, the aim of this paper is to investigate the effects of
exchange rate movements on agricultural export and import.
Although there are several studies that examines the relation between
exchange rate and foreign trade prices, there is not consensus on the direction of
the relationship. Çekerol and Gürbüz (2003) investigated the cointegration
relation between reel efective exchange rate movements, agriculture and
forestry, mining and quarrying and export and import price index of
manifacturing industry products and display the possible interaction by Vector
Autoregression (VAR) analysis for the period between 1995:1-2003:3. The
empirical results indicate no causal relation between reel exchange rate and
sectoral export and import prices.
Kasman (2003), examined the effect of the exchange rate volatility on
export by using monthly data for 1982 – 2002 period. Export model is
estimated both sector specific and in the aggregate by the help of cointegration
and error correction techniques. The short run effect of the exchange rate
volatility on export is possitive in most sectors but in the long run this effect is
not strong. On the other hand, results indicate that effect of the exchange rate
volatility on aggregate export is negative both in short run and long run.
Gül and Ekinci (2006), investigated the interaction between reel
exchange rate and export and import by employing Granger cauality test. They
found cointegration and causality relationship between the variables. The
causality relationship is unidirectional from reel exchange rate to export and
import.
Susanti (2001), explored the effect of reel exchange rate on export of
agricultural products and aggregate agricultural export for Indonesia over the
period of 1971:1-1998:4. As a result, it is found that changes in exchange rate
has significant negative effect on expor of agricultural products and total
agricultural export. Zengin (2001), tried to identify the causal relationship
between reel exchange rate movements and sectoral foreign trade price index.
The relationship between reel exchange rate index, agriculture and forestry,
mining and quarrying and export and import price index of manifacturing
industry products is identified by VAR analysis with data from 1993:1 to
2000:8. It is found that there is partial reflections in only exporter sectors by
using impulse response and variance decomposition analysis. Moreover it is
53
B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On
Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector
identified that this relationship is provided through the channel of agricultural
and forestry products and reflected to the import sector because of its causal
relationship with import of manufacturing industry products.
Hepaktan (2007), analysed foreign trade from the income perspective in
line with the changes in the import and export structure of Turkey in the period
of 1982-2005. Within the frame of this analysis, terms of trade which depends
on commodity exchange is compared, income effect of foreign trade is
calculated with Nicholson method and it is found that Turkey satisfied positive
income effect from foreign trade in this period.
When the literature is examined, no relation can be found between reel
exchange rate movements and the terms of trade in general or only a few studies
deal with a relationship. But it doesn’t mean there would not be a this kind of
relation between reel effective exchange rate and sectoral export and import
price index (agriculture and forestry, mining and quarrying and export and
import price index of manifacturing industry products). For this reason, this
study is important for the purposes of discovering the invisible interactions in
the sectoral base (for agricultural sector).
Other parts of the paper is organized as follows: section 2 give
information about data, methodology and empirical results are given in section
3. Conclusions are summarized in the last section.
II. DATA SET
The data set that is used in the analysis is obtained from Turkish
Statistical Institute and Electronical Data Delivery System of the Central Bank
of the Republic of Turkey (CBRT). The data set namely reel effective exchange
rate index, export price index and import price index for agricultural sector is
monthly and covers the period of 1994:1-2007:11. The base year for reel
effective exchange rate index is 1995. Export and import price index of
agricultural commodity is calculated by considering the 1995 base year. Time
series analysis are made after the series are seasonally adjusted and transformed
into natural logarithms. LDKSM, LIHRSM and LITHSM denotes respectively
seasonally adjusted and logged values of reel effective exchange rate index,
export price index for agricultural sector and import price index for agricultural
sector. A graph of these indexes for the defined period is represented below.
54
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61.
6.0
5.6
5.2
4.8
4.4
4.0
3.6
94
95
96
97
98
LDKSM
99
00
01
02
LIHRSM
03
04
05
06
07
LITHSM
Graph 1: The series of LDKSM, LIHRSM and LITHSM
III. TIME SERIES ANALYSIS
The first step for the time series analysis is to investigate the stationarity
properties of the variables with unit root tests. The presence of unit root in the
time series indicates that the series are nonstationary. Order of integration for
the variables is determined by unit root tests. If the series are integrated of the
same order, the possibility of cointegration is considered. It is tested whether
there is a long run relationship between variables by employing cointegration
tests. If there is a cointegration relationship between variables, the existence of
causality is investigated by causality tests.
A. Unit Root Tests
The stationarity of the studied series should be investigated in the first
step because the regression analysis made with nonstationary series causes non
realistic, high test statistics and spurious regression. The widespread tests used
in stationary analysis are the Augmented Dickey Fuller (ADF) and Phillips
Peron (PP) unit root tests. ADF and PP tests are sensitive to the lag length
selection so for being able to eliminate this deficiency, Kwiatkovski-PhillipsSchmidt-Shin (KPSS) unit root test is applied additionally. Each series are
regressed on their own lagged values and lagged differences in ADF unit root
test which is developed by Dickey-Fuller (1981). The optimal lag length is
selected by Akaike Criterion (AIC). The lag length which minimizes the
absolute value of AIC is selected as optimal lag length. The null hypothesis in
ADF test is the series in levels have unit root or in other words the series are
nonstationary. PP test, which is deveeloped by Phillips-Peron (1988), is
proposed to identify the existence of high level correlation in a time series. In
order to identify any correlation in the error term, this test applies a
nonparametric correction to the t statistics which belongs to the coefficient of
the lagged value of the variable. The lag length that minimizes the AIC is
55
B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On
Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector
selected in PP test. Hypothesises are in line with ADF test. Sometimes
conflicting results may be obtained from these tests. For this reason, the
additional application of KPSS test provides more reliable results. In contrary to
ADF, PP tests, existence of stationarity is tested in null hypothesis.
If there is a common stochastic trend between reel effective exchange
rate index, export price index for agricultural sector and import price index for
agricultural sector; the presence of cointegration between variables may be
discussed (Kasman, 2006: 93). Before the identification of cointegration
relation, unit root tests are applied for determining whether the series are
stationary and for the determination of the order of integration. The results are
represented in Table 1. The lag length is selected by AIC in ADF test. In PP and
KPSS unit root test, the lag length is taken for Barlett Kernel within the
direction of Newey-West proposal.
Table 1: The Results of Unit Root Test
Variables Level/ First
Difference
Level
LDKSM
First
Difference
Level
LIHRSM
First
Difference
Level
LITHSM
First
Difference
ADF
Constant
(MacKinnon 5%critical
value)
[Lag Length]
-0.566
(-2.880)
[12]
-6.057
(-2.880)
[11]
0.297
(-2.880)
[13]
-3.444
(-2.880)
[13]
1.743
(-2.880)
[7]
-3.075
(-2.880)
[11]
PP
Constant
(MacKinnon
5%critical value)
[Lag Length]
-1.021
(-2.879)
[5]
-8.732
(-2.879)
[13]
-2.377
(-2.879)
[6]
-18.497
(-2.879)
[20]
-0.013
(-2.879)
[2]
-12.387
(-2.879)
[2]
KPSS
Constant
(MacKinnon
5%critical value)
[Lag Length]
1.420
(0.463)
[10]
0.104
(0.463)
[6]
0.714
(0.463)
[9]
0.412
(0.463)
[23]
0.608
(0.463)
[10]
0.307
(0.463)
[2]
Note: Unit root tests with trend are also made. Only unit root tests without trend are represented
in the table because of their similar results.
According to the test results in Table 1, the variables have unit root. In
other words, all the series are not stationary in levels. Unit root tests are applied
to the first differnces of the series and it is seen in Table 1 that the series are
56
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61.
stationary in their first differences. In this way, it is concluded from all unit root
tests that the series are integrated of order one I(1).
B. Cointegration Test
In order to test the cointegration relationship, unit root test is applied to
the error term series that are obtained from the regression. Cointegration is an
analysis that is developed to investigate the relationship between nonstationary
time series. This test consider the time series that are not stationary but of which
linear combination is stationary. If the series has a long run relationship, thus
the series are cointegrated, long run elasticities can be predicted from
cointegration regression (Nisancı, 2005: 22). The long run relationship between
the variables can be determined by Johansen Cointegration Test (1988). This
method helps to estimate the cointegration parameters and to identify the
number of cointegrating vectors by using maximum eigenvalue procedure. The
lag length is selected with VAR (Vector Autoregressive) model in the
cointegration analysis. In VAR procedure, each variable is modeled as a
function of lagged values of all endogenous variables.
After all series are identified to be integrated of order one, VAR model
is costructed and optimal lag length is selected as 3.
Table 2: Chooising Lag Length Criterias
Lag
length
0
1
2
3
4
5
6
7
8
LogL
74.06437
393.9665
406.4359
413.2707
416.4710
419.1634
423.9943
424.5346
425.5814
LR
NA
627.7325
24.15444
13.06789*
6.038321
5.012297
8.871761
0.978683
1.869754
FPE
0.001385
2.60e-05
2.34e-05
2.26e-05*
2.28e-05
2.32e-05
2.30e-05
2.40e-05
2.49e-05
AIC
-0.906470
-4.880082
-4.986615
-5.022273*
-5.012214
-4.995767
-5.006218
-4.962699
-4.925552
SC
-0.867867
-4.764274
-4.793602*
-4.752055
-4.664791
-4.571138
-4.504384
-4.383661
-4.269309
HQ
-0.890794
-4.833054
-4.908234
-4.912540*
-4.871129
-4.823329
-4.802428
-4.727558
-4.659059
* Indicates lag order selected by criterian
LR: sequential modified test statistics (each test at 5% level)
FPE: Final prediction error
AIC: Akaike information criterian
SC: Schwarz information criterian
HQ: Hannan-Quinn information criterian
The results of the Johansen Cointegration Test that is used in
cointegration analyses are represented in Table 3. According to the Table 3,
there is a long run equilibrium relationship between reel effective exchange rate
and agricultural export. But not cointegration between reel effective exchange
rate and agricultural import.
57
B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On
Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector
Table 3: Johansen Cointegration Tests
Cointegration between reel effective exchange rate and agricultural export
Trace Test
H0
r=0
r£1
H0
r=0
r£1
Maximum Eigenvalue Yest
5%
5%
H0
Test Statistics
Test Statistics
H1
H1
criticalvalue
criticalvalue
15.735*
15.495
14.667*
14.265
r=0
r³1
r=1
1.068
3.841
1.068
3.841
r£1
r= 2
r³ 2
Cointegration between reel effective exchange rate and agricultural import
5%
5%
H0
Test Statistics
Test Statistics
H1
H1
criticalvalue
criticalvalue
6.125
15.495
6.122
14.265
r=0
r³1
r=1
0.003
3.841
0.003
3.841
r£1
r= 2
r³ 2
*indicates that null hypothesis is rejected at 5% significance level.
Models and parameter estimations that are obtained from cointegration
relation is summarized in Table 4. In order to see the effect of reel effective
exchange rate on aggricultual export, normalized equations are constructed. The
parameter estimations in these equations express the long run elasticities. The
reel exchange rate elasticity of export is positive. 1% increase in reel exchange
rate leads to a 0,878% increase in agricultural export.
Tablo 4: The Estimation of Cointegration Relationship
Normalized Cointegrating Vectors for LDKSM
LDKSM= 0.878 LİHRSM
(0.214)
[4.103]
Note: The values in paranthesis are the standart errors.
C. Causality Tests
The test of causality relationship is important for the identification of
whether which variable would be endogenous and which variable would be
exogenous in the construction of the model. In other words which variable
causes the other and cause-result relationship is put forth by causality tests. If
cointegration relation is detected in time series analysis, there must been at least
unidirectional causality between variables. But standart causality tests of
Granger and Sims may give unreliable results because they don’t include error
correction term and they are very sensitive to lag length. For that reason, this
tests should be applied if the variables are not cointegrated.
The causality relationship between the variables is investigated by using
Vector Error Correction Model (VECM) which is proposed by Granger (1988)
and by using Hsiao Granger Causality Test which is proposed by Hsiao (1981).
The model for VECM is represented, sample for agrucultural export, below:
58
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61.
n
n
i =1
i =0
D LİHRSM t = b 0 + å b 1i D LİHRSM t -i + å b 2i D LDKSM t -i + b 3 EC t -n +e i
(1)
In the model; n denotes the lag length, EC t - n denotes error correction
term, b 3 , denotes long run relation, b1 and b 2 , denotes short run relations.
Thus, the coefficients of independent variables in VECM demonstrates the short
run causal effects and the coefficients of error correction term demonstrates the
long run causal effects. VECM for other variables can be constructed as in
equation 1. The existence of causal relation between the variables can be tested
with VECM in two ways: We look for the statistical significance of the
coefficients or for the statistical significance of the error correction term
(Kasman, 2006: 96). If one of these conditions is statistically significance, this
indicates the presence of causality.
Table 5: Granger(1988) Causality Test
Independent Variable
Dependent
Variable
D LİHRSM
D LDKSM
D LİHRSM
D LDKSM
EC t -1
[5.774]*
[5.642]*
-
(3.378)*
(-1.495)
*indicates that null hypothesis is rejected at 5% significance level (.) show that t-statistics, [.]
show that F-statistics. t-table value: 1.980, F-table value: 2.075
Table 5 represents the t and F statistics of the coefficients in the
equations that are constructed as VECM. Lag length is selected as 3 with the
AIC. Table 5 indicates that the coefficients of the export and reel exchange rate
variables are statistically significant at 5% significance level. There is
bidirectional causality from reel exchange rate to export and from export to reel
exchange rate. Error correction term is found to be significant in the first
equations. This means there is causality running from reel exchange rate to
export. The causality test that is developed by Hsio, is constructed by
considering Granger (1969) causality test and FPE (Final Prediction Error)
criteria of Akaike together. In the first step, the dependent variable (Y) is
regressed on its own lagged values. The FPE criteria, which is found by using
this equation, is represented below:
æ T + m + 1 öæ ESS (m,0) ö
FPE (m,0) = ç
֍
÷
T
è T - m - 1 øè
ø
In the second step, independent variable (X) is added to this equation
and with the help of this equation the other FPE criteria is calculated.
æ T + m + n + 1 öæ ESS (m, n) ö
FPE (m, n) = ç
֍
÷
T
è T - m - n - 1 øè
ø
59
B. Tunçsiper, D. Sürekçi, Ö. Kızılgül/ The Effects Of The Changes In Reel Exchange Rate On
Export And Import: Analysıs Of Agrıcultural Sector
T denotes the observation number, m and n denotes the maximum lag
length, ESS denotes sum squares of errors. The optimal lag length that
minimizes the FPE for both criteria is selected. The result of this test depends
on the comparision of two FPE. If FPE(m,n)<FPE(m,0), it is concluded that
there is causality running from independent variable to dependent variable. In
the opposite condition there is no causality between the two variables. In the
other steps of the test, X variable is taken as dependent variable and this
procedure is repeated.
Table 6: Hsiao Granger (1981) Causality Test
Dependent
Variable
Independent
Variable
FPE(m,0)
FPE(m,n)
LİHRSM
LDKSM
0.01887(1,0)
0.01794(1,1)
LDKSM Þ LİHRSM
LDKSM
LİHRSM
0.00147(3,0)
0.00150(3,1)
LİHRSM Þ
/ LDKSM
Direction of Causality
If Table 6 is examined, it is observed that there is causality from reel
exchange rate to export, but not found that a between causality from export to
reel exchange rate.
IV. CONCLUSION
This study examines the relationship between reel exchange rate and
agricultural export and import by using monthly data for reel effective exchange
rate index, export price index and import price index of agricultural sector over
the period of 1994:1 to 2007:11. The cointegration relationship between the
variables is analysed with Trace Test and Maximum Eigenvalue Test statistics
of Johansen cointegration test.
This tests indicate the existence of a long run equilibrium relationship
between reel exchange rate and agricultural export, but not cointegration
between reel effective exchange rate and import of agricultural commodity.
VECM and Hsiao Granger causality tests are applied in the
identification of the causality relation. These two tests provide similar results
for the direction of the causality relationships. It is found that there is
bidirectional causality from reel exchange rate to agricultural export while
causality is observed from agricultural export to reel exchange rate and from
reel exchange rate to agricultural exports. According to the VECM, it is
concluded that there is a long run relationship between reel exchange rate and
agricultural export and while there is short run relationship from agricultural
export to reel exchange rate. Subject to these results, it is seen that the changes
in reel exchange rate is effective on agricultural export. The bidirectional
causality between agricultural export and reel exchange rate emphasizes the
importance of followed exchange rate policies in Turkey. Exchange rate
60
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.51-61.
policies that aims to increase the agricultural export and it is clear that the
increase in the foreign trade deficit.
KAYNAKÇA
ÇEKEROL, Kamil and GÜRBÜZ, Hüseyin (2003), “Reel Döviz Kuru Değişimleri İle Sektörel
Dış Ticaret Fiyatları Arasındaki Uzun Dönem İlişki”, ODTÜ Ekonomi Kongresi, 6-9
Eylül 2003, Ankara.
DICKEY, David A. and FULLER, Wayde A. (1981), “Likelihood Ratio Statistics for
Autoregressive Time Series with A Unit Root”, Econometrica, 49 (4), s. 1057-1072.
GRANGER, C.W.J. (1988), “Some Recent Developments in a Concept of Causality”, Journal of
Econometrics, 39, s. 199-211.
EKREM, Gül and EKİNCİ, Aykut (2006), “Türkiye’de Reel Döviz Kuru İle İhracat ve İthalat
Arasındaki Nedensellik İlişkisi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16,
s. 165-190.
CHENG, Hsiao (1981), “Autoregressive Modelling and Money-Income Causality Detection”,
Journal of Monetary Economics, 7 (1), s.85-106.
HEPAKTAN, Erdem (2007), “Türkiye’nin Dış Ticaretinin Gelir Yönlü Analizi”, Uluslararası
Ekonomi
ve
Dış
Ticaret
Politikaları,
1(2),
s.79-112.
http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/KonjokturIzlemeDb/Erdem_Hepaktan.p
df, Erişim tarihi: 12.07.2008.
KASMAN, Saadet (2006), “Hisse Senetlerinin Fiyatları ve Makroekonomik Değişkenler Arasında
Bir İlişki Var mı?”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, 238, s. 88-99.
KASMAN Adnan (2003), “Türkiye’de Reel Döviz Kuru Oynaklığı ve Bunun İhracat Üzerine
Etkisi: Sektörel Bir Analiz”, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, XXII (2), s.169-186.
NİŞANCI, Murat (2005), “Eşbütünleşme Tekniği İle Türkiye’de Yakıt Talebinin Analizi”,
Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 19 (2), s. 19-30.
PHILLIPS Peter C. B. and PERON Pierre (1988), “Testing for a Unit Root in Time Series
Regression”, Biometrika, 75 (2), s. 335-346.
ZENGİN, Ahmet (2001), “Reel Döviz Kuru Hareketleri ve Sektörel Dış Ticaret Fiyatları
(Yansıma Üzerine VAR Analizi)”, Dış Ticaret Dergisi, 6 (21), s. 107-124.
www.tuik.gov.tr
www.tcmb.gov.tr
61
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının
Anahtarı
Dr. Levent B. Kıdak
İşletme ve Tıp Doktoru, İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Başhekim Yardımcısı
ÖZET
Ergenlik dönemi; fiziksel, ruhsal, biyolojik ve sosyal yönden hızlı büyüme, gelişme ve
olgunlaşma süreçleriyle çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. Diğer taraftan ergenlik
dönemi, yeniliğe ve değişime açık olma özellikleriyle de bir fırsat dönemi olarak
değerlendirilebilir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ergenlerle ilişkili temel sorunlar
arasında; önlenebilir sağlık problemlerinin yüksek oranda olması gelmektedir. Bu derlemenin
amacı, ergenlik döneminin önemi, özellikleri ve olası sağlık problemlerini ele alarak ergenlik
dönemi sorunlarını değerlendirmek, sağlık yönetimi bilimsel bakış açısının dikkatini ergen sağlığı
alanına çekebilmek ve ülke düzeyinde oluşturulabilecek ergen sağlığı hizmetleri yönetimine ilişkin
yapılacak çalışmalara ışık tutabilmektir.
Anahtar Kelimeler: Ergenlik, ergen sağlığı, sağlık yönetimi.
Adolescence Health Management: The Key Of Hopes Of The Nations
Future
ABSTRACT
Adolescence is a period of transition from childhood to adulthood which is
characterized as rapid physical, psychological, biological and social development and
maturation. Nonetheless adolelescence period is open to novelty and variations therefore can be
considered as opportunity. As in all over the world, in our country the high prevalence of
preventable health issues are the main troubles among the health problems related to the
adolescents. The objective of this review paper is to consider the significance, charecteristic
features and probable health problems of adolescence period. I aimed to attract attention of
scientific view of health management to adolescence health issues thus contribute affords to
constitute a health care management of adolescence health at the scale of country.
Key Words: Adolescence, adolescence health, health management
1. GİRİŞ
Ergenlik, büyüme anlamına gelmekte, çocukluktan erişkinliğe geçiş
anlamında kullanılmaktadır. Ergenlik dönemi ise; bir orkestra gibi karmaşık
görünen ama düzenli yönetilen fiziksel, ruhsal, biyolojik ve sosyal yönden hızlı
büyüme, gelişme ve olgunlaşma süreçleriyle çocukluktan yetişkinliğe geçiş
dönemidir. Ergenlik (adolesans) ortalama 11-21 yaşları arasındaki genç nüfusu
içerir (Özcebe, 2002, 374; SB, 2004, 105).
62
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80.
Son zamanlara kadar sağlık alanında en çok sözü edilen grup anne ve
çocuklardır. Özellikle erken yaştaki çocuk ölümleri ve sağlık sorunlarının
çözümleri için yıllardır pek çok çaba sarf edilmektedir. Buna karşın, sağlık
sorunlarının çoğu ölümcül olmadığı için olsa gerek, okul çağı çocuklar ve
gençlerin yakın zamana kadar, sağlık programlarında hak ettikleri yeri aldıkları
söylenemez. Oysa geleceğin ebeveynleri olarak uzun vadede sağlığın
geliştirilmesine olabilecek katkıları düşünüldüğünde, özen ve ilgi isteyen asıl
büyük grubun gençler olduğu varsayılabilir (Haznedaroğlu, 2000, 97).
Ergenlik döneminde bulunan gençlerin, dünya nüfusunun yaklaşık
%20’sinden fazla olması ve yaşadıkları ülkelerle birlikte dünyanın da geleceğini
şekillendirebilecek bir büyük grubu oluşturmaları bu nüfus grubunun sağlık
önceliklerini de ön plana çıkarmaktadır (McLoughney, 2006, 1). Bu genç
insanların 21. yüzyılda gelişen dünya için hem büyük bir kaynak hem de büyük
bir risk grubunu oluşturacağı bir gerçektir. Bu çocukluktan erişkinliğe sert
geçişi yumuşatmak için hem devletlerin hem de bireylerin büyük bir gayret sarf
etmesi gerekmektedir. Son 50 yılda özellikle gelişmekte olan ülkelerde
ekonomik ve toplumsal alanlardaki gelişmeler, okuryazarlık düzeyinin
yükselmesine, insanların 20 yıl daha fazla yaşamasına, bebek ölümlerinin üç,
kadınların doğum sayılarının iki kat azalmasına neden olmuştur. Diğer taraftan,
ülkeler ve aynı ülkede farklı topluluklar arasındaki eşitsizlikler giderek
artmaktadır. Dünyadaki deneyimler, nüfusun sağlığı ile kalkınmanın bir bütün
olduğunu doğrular niteliktedir (Haznedaroğlu, 2000, 97; Kadayıfçı, 2004, 23).
Ülkelerin ve dünya nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan gençlerin
yaşadığı problemler; yaralanma ve şiddet, depresyon ve intihar, alkol ve
uyuşturucu bağımlılıkları, hamilelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, obesite ve
anoreksia nervosa başta olmak üzere diğer sorunları ve hastalıkları içermektedir
(Özcebe, 2002, 374). Bu nedenlerden dolayı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)
Avrupa Bölgesi ‘Öncelikle 21 Sağlık Hedefi’ sıralamasının ilk hedefi olarak
ergen sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesini saptaması da konunun önemine
dikkat çekmektedir (Akın, 2002, 7).
Ergenlerin yaşadıkları bu dönemin; çocuklukla erişkinlik arasında bir
köprü, kişilik gelişiminde bir dönüm noktası, çocukluk yaşantılarının yeniden
gözden geçirilerek kişiye hayat boyu yön verebilecek iç sesin, bütünlük
duygusunun oluşturulduğu can alıcı bir dönem (Tamar, 1997, 311) olması ve
ulusal geleceğimiz açısından büyük bir potansiyel oluşturan ergenler için risk
yaratan yukarıda söz edilen birçoğu önlenebilir sorunların ve hastalıkların
varlığı, ülkemizde ergenlik dönemine ilişkin sağlık hizmeti alt yapısı ile hizmet
sunumunun gözden geçirilmesi düşüncesini akla getirmektedir.
Bu derlemenin amacı, ergenlik döneminin önemi, özellikleri ve olası
sağlık problemlerini ele alarak ergenlik dönemi sorunlarını değerlendirmek,
sağlık yönetimi bilimsel bakış açısının dikkatini ergen sağlığı alanına
çekebilmek ve ülke düzeyinde oluşturulabilecek ergen sağlığı hizmetleri
yönetimine ilişkin yapılacak çalışmalara ışık tutabilmektir.
63
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
1. 1. Ergen Sağlığı
Ergenlik dönemi, çocukluktan erişkinliğe geçiş süreci olarak kişilerin
yaşamında oldukça önemli bir yer tutmakta, bu nedenle belki de yaşamın en çok
ilgi isteyen bölümü olmaktadır. Aynı zamanda ergenlerin yaşadıkları ülkelerin
yanı sıra dünyanın da geleceğini şekillendirebilecek büyük bir grubu
oluşturmaları, bu nüfus grubunun sağlık önceliklerini bu açıdan da ön plana
çıkarmaktadır (Akın, 2002, 8).
Ancak çoğu ülkede ergenlerin, her zaman ulaşılabilir ve kendi dönem
özelliklerine ve ihtiyaçlarına uygun sağlık hizmeti alamadığı bilinmektedir. Pek
çok ergenin bu tür sağlık hizmeti ile arasında ciddi engeller bulunmaktadır. Bu
engellerden bazıları; yaşına uygun sağlık ve danışmanlık hizmeti veren
merkezlerin olmaması, gizlilik ve para konularındaki şüpheleri ve sağlık
hizmetlerinin aile planlaması, genel sağlık hizmeti ve danışmanlık gibi değişik
unsurları nasıl birbiriyle bağdaştıracakları konusunda kafalarının karışması gibi
sorunlardır (ACP, 1989, Hamburg, 1989, 15; Kadayıfçı, 2004, 14).
Oysa adolesan yaş grubunda sağlık alanında ele alınması gereken;
dengeli ve düzenli beslenme, uyku düzeni, düzenli egzersiz, travmalar, cinsel
gelişme, büyüme, aşılar, diş sağlığı, enfeksiyonlar, fiziksel ve psikolojik
gelişme gibi çok önemli konular bulunmaktadır (Emans, 2001, 22). Ülkemizde
bu gruptaki 12 milyon çocuğun % 5-8’i şişman, % 16’sında çeşitli düzeylerde
beslenme yetersizliği, % 27’sinde C vitamini eksikliği, % 17-35’inde kansızlık,
% 40-72’sinde kalsiyum eksikliği, % 43-85’inde diş çürükleri, % 30-50’sinde
parazitoz, % 30’unda iyot yetersizliği olduğu, % 25-43’ünün açıkta satılan
gıdaları tükettiği, % 60-85’inin kahvaltı etmediği, % 50’sinin kola ve çay içtiği
ve sadece % 5-25’inin süt ve ayran içtiği ifade edilmektedir (Başbakanlık, 1997,
10; Gökçay, 2002, 133-144).
1. 2. Dünyada Ergen Sağlığı
Sağlıklı bir nesle sahip olmak her toplumun amacıdır. Bunu sağlamak,
büyük ölçüde, sağlıklı olarak doğan bebeklerin tüm çocukluk ve gençlik
süreçlerinin de güvenli ve sağlıklı geçmesine bağlıdır. Ancak dünyada geniş bir
grubu oluşturan ergenlerin; önlenebilir sağlık problemleriyle yaygın şekilde
karşı karşıya olduğu da görülmektedir.
Bu nedenle, nüfusun tümünün sağlığı geliştirici, koruyucu ve tedavi
edici olanaklardan adaletli olarak yararlanmasını sağlamak, ülkemizin de içinde
bulunduğu DSÖ Avrupa Bölgesi’nin ulaşmayı amaçladığı ‘Öncelikle 21 Sağlık
Hedefi’ listesinin başında gelmektedir. Bu önceliği, yaşama sağlıklı başlangıç
yapmaları açısından gençlerin sağlığının geliştirilmesi hedefleri izlemektedir
(WHO, 2007, 14). Zaten 1989 yılında da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda
kabul edilen Çocuk Hakları Beyannamesi’nde, 18 yaşından küçüklerin,
erişkinler gibi pek çok hakka sahip olmaları güvence altına alınmıştır (Tekgül,
2005, 15).
DSÖ, üyesi olan ülkelerde geliştirici, koruyucu ve tedavi edici sağlık
hizmetlerinden herkesin eşit ve adil bir şekilde yararlanmasını amaçlamakta ve
64
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80.
tüm ülkelerin bu alanda birlikte saptanmış ilkeler doğrultusunda sağlık
yapılanmaları oluşturmalarına da öncülük etmektedir (WHO, 2007, 2). Bu
amaçla Avrupa’da DSÖ tarafından adolesan sağlığını geliştirme stratejisi
oluşturulmuştur. Bu oluşum ergen sağlığını iyileştirmek ve geliştirmek için son
yıllardaki deneyimlerden yararlanmayı ve buna uygun rehberler oluşturmayı
amaçlamaktadır (WHO Europa, 2005, 2). ABD’de de adolesanların sağlığını
geliştirmek için altı hedef belirlenmiş, ülkede gençliğin daha sağlıklı olması,
mortalite ve morbiditeyi azaltmak halk sağlığı hedefi olarak benimsenmiştir
(Kreipe, 2006, 84). Latin Amerika ve Karayipler’de de adolesanların
sorunlarının, sadece politik eylem ve desteklerle çözülemeyeceği tespiti
yapılarak; sorunların çözümünde bu gençleri, ailelerini ve toplumun ihtiyaçları
ve beklentilerini anlamanın ve geçmiş deneyimlerden yararlanmanın önemini
gösteren adımlar atılmaktadır (PAHO-b, 2004, 2). Yine Afrika ve Asya
ülkelerinde de Dünya Sağlık Örgütü’nün hedefleri doğrultusunda benzer
programlar uygulanmaktadır (WHO, 2007, 2).
1. 3. Türkiye’de Ergen Sağlığı
Ergenler, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye nüfusunda da giderek artan
sayıları nedeniyle önemli bir grubu temsil etmektedir. Türkiye’de 1990 yılında
10-19 yaş grubu 13 224 bin kişi ile tüm nüfusun % 23.2’sini, 1998’de aynı yaş
grubu 13 608 bin kişi ile tüm nüfusun %21.6’sını oluşturmuştur. Türkiye Nüfus
ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2003’e göre, 10-19 yaşlar arasındaki giderek
artan ergen nüfusu 13 790 bine ulaşmış, ancak genel nüfusa oranı % 19.7’ye
gerilemiştir. Türkiye genç nüfusa sahip bir ülkedir ve ergen nüfusunun genel
nüfusa oranı azalma eğiliminde olsa bile, sayısal olarak artışı zaman içinde
devam edeceği öngörülmektedir (Set, 2006, 137; Şahin, 2006, 9; McLoughney,
2006, 1).
Ergenlik dönemi gerek gelişimsel özellikleri ve döneme özgü sorunları,
gerekse özgün tanı ve tedavi yaklaşımları açısından büyük önem taşımaktadır
(Ünalan, 2007, 568). Ancak buna rağmen henüz bu alanda ülkemizde bütüncül
hizmet verebilecek organizasyon yapısının sağlanamadığı görülmektedir.
Türkiye’de sağlık sisteminin dağınık yapısı çoğu bireyin bireysel hekiminin
olmasına izin vermemektedir. Bireyin sağlık sorunlarının sorumluluğunu
üstlenen bir hekimin olmaması, ergenlerin de sağlık ihtiyaçlarını sürekliliği
olmayan ve çoğunlukla ergen sağlığı konusunda uygun eğitim almamış sağlık
çalışanlarından almalarına yol açmaktadır (Set, 2006, 138). Son yıllarda,
ülkemizde ergenlerin sorunlarına yönelik olarak sağlık hizmetlerinin
yapılanmasında bazı gelişmeler görülse de, hizmetlerin yaygın ve yeterli bir
şekilde organize edilmesi için yeni çabaların gerektiği düşünülmektedir. Sağlık
Bakanlığı tarafından, uluslararası ve ulusal kuruluşlar ile işbirliği çerçevesinde
2002 yılından bugüne kadar birinci basamak sağlık kuruluşlarında, pilot olarak
başlayan, yaygınlaşmasını hedeflenen 24 “Adolesan/Gençlik Danışmanlık ve
Sağlık Hizmet Merkezi” kurulmuş ve hizmet sunumuna bu merkezlerde devam
edilmektedir (Şahin, 2006, 16).
65
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
Organizasyonlar, tanımladıkları amaçları başarmak için kurulurlarken;
beraberinde her bir çalışanın davranışlarını belirlemek ve sınırlamakla
sonuçlanacak bir yapılanma içinde yer alırlar. Bu yapılanmada öncelikle
kişilerin hangi hizmetleri kimden, ne zaman, ne şekilde alacağının tanımlanması
ve açıklanması gerekmektedir. Ergen sağlığına yönelik organizasyonlarda da,
ergen sağlığı hizmetlerinin etkili bir biçimde yerine getirilmesi için, bu
alandaki sağlık çalışanlarının hem kendisinden beklenen rol ve işlevleri, hem de
bu hizmetlerin amacını anlamaları sağlanmalıdır. Bu sayede çalışanlardan her
biri, kendi göreviyle organizasyonun diğer birimlerinde çalışanların görevleri
arasındaki ilişkiyi kavrayabilecektir. Böylece her bir çalışan, kime rapor ve
hesap vereceğini ve sorumluluklarının da ne olacağını görebilecektir (Can,
2005, 145).
Ülkemizde çocuk veya erişkin sağlığı konusunu çalışan pek çok sağlık
çalışanı olmasına rağmen, ergen sağlığı ile ilgilenen çok az profesyonel
bulunmaktadır. Mevcut ergen sağlığı hizmetleri, çoğunlukla bu alana yönelik
bir eğitim almamış sağlık çalışanları tarafından verilmektedir. Ayrıca yapılan
çalışmalar hizmet sunucularının kendi bilgilerini yeterli bulmadıklarını
göstermektedir. Hekimlerin ergen sağlığıyla ilgili tutum ve davranışlarını
inceleyen çalışmada, hekimler bu alandaki deneyimlerinin sınırlı olduğunu
belirterek, kendilerini ergen sağlığına yönelik hizmet sunmak için yeterli
beceriye sahip görmediklerini ifade etmişlerdir (Set, 2006, 139).
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ergenlerle ilişkili temel
sorunlar arasında;
1.
Önlenebilir sağlık problemlerinin yüksek oranda olması,
2.
Bedensel, ruhsal ve sosyal yönden gelişimleri ve risk
etkenlerinin tam bilinmiyor olması,
3.
Her zaman ulaşılabilir ve uygun sağlık hizmeti alamamaları,
4.
Yetişkinlerin ve ergenlerin, ergenlik hakkında yeterli bilgiye
sahip olmamaları sayılabilir.
2. ERGENLİK VE ERGENLİK DÖNEMİ
Ergenlik (adolesans) Latincede ‘adolescere’den gelir. ‘To grow up’
yani büyüme anlamına gelen ergenlik, çocukluk dönemini bitiren ve erişkinliğe
geçişi sağlayan bir süreçtir. Ergenlik döneminin genel olarak 11-21 yaş arası
gençleri kapsadığı kabul edilmektedir (Hamburg, 1989, 16). Ancak bu dönemle
ilgili açıklığa kavuşturulamayan konulardan biri de ergenlik döneminin hangi
yaşta başladığı ve hangi yaşta sona erdiğidir. Dönemin, genel olarak buluğ çağı
ile başladığı ve yetişkinlikle beraber sona erdiği kabul edilmektedir. Ancak bu
tanım pek çok soruyu beraberinde getirmektedir. Onbeş yaşına gelmiş hiçbir
buluğ çağına ilişkin fiziksel gelişmenin görülmediği bir genç çocuk mudur,
ergen midir? Aynı biçimde dönemin sonuna bakıldığında 17 yaşında evli ve iki
çocuklu köylü kızı ne kadar ergendir? Ya da 24 yaşında anne-babasıyla
yaşayan, bekar, para kazanmaya başlamamış tıp öğrencisi yetişkin mi yoksa
ergen olarak mı değerlendirilmelidir? Yaş, kronolojik yaş, sosyal yaş ve
66
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80.
kanunlar açısından olmak üzere bazı farklılıklar göstermektedir.
Tanımlamaların birden çok unsura bağlı olduğu kabul edildiğinde konu yoruma
ve belirsizliğe açık kalmaktadır (Varan, 1997, 321). Sonuç olarak Dünya Sağlık
Örgütü’ne göre bu dönem içerisindeki nüfus, 10-19 yaş arası adolesan, 15-24
yaş arası gençlik dönemi ve 10-24 yaş arası ise genç insan olarak ifade
edilmektedir (Özcebe, 2002, 374).
Çocukluk ve yetişkinlik dönemleri arasında yer alan ergenlik dönemi
birçok araştırmacıya göre kişilerin yaşamında oldukça kritik bir yer tutmaktadır.
Daha çok bir geçiş dönemi olarak algılanan ergenlik dönemi puberte ile
başlamakta, yetişkin kimliğinin oluşmasıyla sona ermektedir. Geçiş dönemi
olarak algılanan bu dönem kavramsal açıdan daha çok iki nokta arasında yer
alan bir değişme, büyüme ve dengesizlik durumunu düşündürmektedir. Diğer
bir ifadeyle, ergenlik dönemi, fiziksel, sosyal ve psikolojik açıdan değişme,
büyüme ve dengesizlik dönemidir denilebilir. Geçiş süreci kavramı, aynı
zamanda ergenlik döneminin bir ara dönem olduğunu da akla getirmektedir
(Neinstein, 1996, 54; Varan, 1997, 365).
2. 1. Ergenlik Dönemine Bakış
Pubertedeki hızlı fiziksel değişiklikler genellikle ergenlerin zihninin
sürekli kendisiyle meşgul olmasına neden olur. Ergenlerin ‘normal’ kavramı
konusunda şüpheleri doğar, bu nedenle kendi fiziksel değişimlerini
diğerlerininkilerle karşılaştırırlar (Nicholi, 1988, 14; Offer, 1991, 19).
Pubertenin başlangıcı ve gelişimi kişiye göre çok farklılıklar gösterir. Ergenlik
dönemi erken, orta ve geç ergenlik dönemi olmak üzere üçe ayrılır: (Hamburg,
1989, 16)
(1) Erken ergenlik dönemi
11-14 yaş,
(2) Orta ergenlik dönemi
15-17 yaş,
(3) Geç ergenlik dönemi
18-21 yaşları içerir.
Bir yandan yoğun bağımsızlık isteği, diğer yandan ait olma ve sahip
çıkılma beklentisi bu dönemde yaşanan tipik çatışmalardandır. Ergenlik yoğun
çelişki ve zıtlıkların yaşandığı bir dönemdir. Bu nedenle ergenler kendini
tanımak için büyük çabalar harcamak zorunda kalmaktadır. Ergenlik döneminin
bütününü oluşturan her bir dönem, kendine özgü özellikleri içerisinde
barındırmaktadır. Bazı çocuklar bağımsızlıklarını bebekliklerinden itibaren öne
sürmeye başlasalar da, çoğu 12-14 yaş arasında otonomi kazanmak için
savaşmaya başlarlar. Erken ergenlik döneminde ergenlerin aile aktivitelerine
ilgisi azalırken, anne-babaların nasihatlarına daha fazla direnç göstermeye
başlarlar. Orta ergenlikte ise arkadaş grubu primer sosyal önemi kazanırken, aile
çatışması maksimum seviyeye ulaşır. Geç ergenlik döneminde aile çatışması
azalır, ergenler ailesinden ayrı kendine has bir kişilik ve bağımsızlık kurarlar.
Erken ergenlik döneminde arkadaş grubu genellikle aynı seks grubu ile,
güçlü arkadaşlıklar tarzında olur. Pubertenin sonlarına doğru seksüel olgunluğa
ulaşınca ergenler vücut değişimleriyle daha az ilgilenmeye, giyim-kuşam ve
arkadaşlarının sosyal kodlarıyla daha fazla ilgilenmeye başlarlar. Bu dönemdeki
67
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
aynı seks grubu ilişkilerinin yerini flörtler ve seksüel deneyimler almaya başlar.
Ergenlik döneminde hayal kurma çok normal ve sıktır. Çocuklukta fantaziler,
gerçek dışılıklar ne kadar önemli ise, ergenlikte de hayal kurma da o denli
önemlidir.
Gelecek ile ilgili kaygılar ve düşünceler genellikle geç ergenlik
döneminde ortaya çıkar. Erişkin perspektifine ulaşan ergen artık gerçekçi
amaçlar gütmeye başlar. Kendilerine “Hayatımla ilgili neler yapmak istiyorum?
Hangi mesleği seçmeli ve nasıl bir yaşam sürmeliyim?” gibi sorular sorarlar. Bu
dönemde ergenler erişkin gibi davranılmasını isterler. Ancak, aileler ve ergenler
eğer yetişkinliğe geçişin kolay bir şey olmadığını akılda tutarlarsa her şey onlar
için çok daha kolay olacaktır.
2. 2. Ergenlik Döneminin Problemleri
Hayatın her safhasında değişiklikler yaşanmasına rağmen, ergenlik
dönemi neden diğer safhalardan daha zor bir geçiş dönemidir? Onu değişik bir
tarzda riskli yapan nedir? Ergenlik dönemi, kimliğin oluşturulduğu, gencin “ben
kimim?” sorusuna cinsel, sosyal, mesleki ve benzeri diğer alanlarda yanıt
aradığı bir dönemdir. Ergen bir yandan kimliğini oluşturup, bir yandan da
ayrılma-bireyselleşme süreçlerini tamamlamaya ve aynı zamanda bedenindeki
fiziksel değişikliklere de uyum sağlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla hem
fiziksel hem de ruhsal olarak önünde yapılacak çok işi vardır ve henüz
netleşmeyen ruhsal süreçleri nedeniyle de kafası karışıktır. Bu nedenlerle
ergenlik dönemi, çocukluktan erişkinliğe bir geçiş evresi olarak zor bir
dönemdir. Bunlara ek olarak ergenlerin kendinden önceki kuşaklardan internet
bağımlılığı gibi daha farklı ve yeni sağlık problemleriyle de karşılaşıyor olması
ergenliği zor kılan etkenler arasında yer almaktadır. Ayrıca bir geçiş süreci
olarak ergenlik dönemi; kişiyi, aileyi ve toplumu sonuçlarıyla olumsuz
etkileyebilecek nitelikte olan ve aşağıda daha kapsamlı olarak ele alınacak
problemleri de içerisinde barındırması nedeniyle zor ve riskli bir dönem olarak
düşünülmektedir. Bugün ergenlerin karşılaştığı en önemli problemler şunlardır
(Erdem, 2006, 111-116; Tekgül, 2005, 14-15; Başbakanlık, 1997, 11-12; Toros,
2004, 264-71; Neinstein, 1996, 54-55; Taşgın, 2006, 43-61; Ögel, 2004, 112116; Set, 2006, 138; Whang, 2003, 143-150);
·
Yaralanma ve Şiddet: Suç işleme ve saldırgan davranış gibi
özellikler, ergenlik döneminde otoriteye karşı gelme, aykırılık ve ani
davranışlarla beraber artmaktadır. Özellikle şiddet içeren hırsızlık, polisle başı
belaya girme gibi davranışların erkeklerin arkadaş gruplarında görülme
sıklığının ve riskinin yüksek oluşu, ülkemizde ve ABD’de yapılan
araştırmalarla benzerdir. 1996 yılında Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunca
2400 genç ile yapılan bir çalışmada ergenlerin %1.6’sının bir gençlik çetesine
üye olduğu belirtilmiştir. 15-24 yaş arası gençlerde ölümlerin % 80’i yaralanma
ve şiddet sonucu olmaktadır. Bunların arasında en sık görüleni motorlu araç
yaralanmalarıdır. Motorlu araç yaralanmalarının yarısı ise alkollü araç kullanma
sonucu ortaya çıkmaktadır.
68
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80.
·
Depresyon ve Özkıyım: Ergenlik dönemi gelişimsel olarak
duygusal dalgalanmalara ve depresyon belirtilerine yol açabilen bir dönemdir.
Türkiye'de Toros ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, ergenlerde
depresyon yaygınlığı %12.55 bulunmuştur. Depresyon, 13 yaşına kadar erkek
ve kızlarda eşit oranda görülürken, 13 yaşından sonra kızlarda erkeklere göre 23 kat daha fazla görülmektedir. Ülkemizde yapılan bu çalışmada ergenlerin %
3.2’sinin özkıyım girişiminde bulunduğu, kızlarda oranın erkeklerden 2 kat
fazla olduğu saptanmıştır. Amerika’da son 20 yılda 10-14 yaş arasında özkıyım
görülme hızı 3’e, 15-19 yaş arasında 2’ye katlanmıştır. Her tamamlanmış
özkıyımda bulunan ergen başına ortalama 50-200 ergen de girişimde
bulunmaktadır.
·
Alkol ve Madde Kullanımı: Türkiye’de 9 ili kapsayan bir
çalışmada, ilköğretim ve ortaöğretim öğrencileri arasında madde kullanımı,
diğer ülkelerde yapılan araştırma sonuçlarına oranla düşük bulunmuştur.
İlköğretim öğrencileri arasında en az bir kez tütün kullananların oranının %16.1
olduğu saptanmıştır. Bu oran alkol için %15.4, uçucu ve uyuşturucu maddeler
için %1.7’dir. Ortaöğretimde yaşam boyu en az bir kez tütün kullanımı %55.9,
alkol kullanımı %45.0, esrar kullanımı %4.0, uçucu madde kullanımı %5.1,
eroin ve ekstazi kullanım yaygınlığı %2.5’dir. İlk ve ortaöğretimde madde
kullanım yaygınlığı erkekler arasında kızlara göre daha fazladır.
·
Hamilelik: Cinsel etkinlik dönemi daha erken yaşta başlarken
ergenler cinsellik, gebelikten korunma yöntemleri ile ilgili yeterli bilgiye sahip
olamadıkları için, yüksek oranda istenmeyen gebelik riskine maruz kalmaktadır.
Amerika’da her yıl 1 milyon ergen hamile kalmaktadır. Hamilelik, Amerika’da
kızlar arasında en sık okulu bırakma nedenidir. Seksüel olarak aktif ergen
kızların % 70’i düzenli bir korunma yöntemi kullanmamaktadır.
·
Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar (CYBH): Çalışmalar, cinsel
aktif gruplar arasında en fazla cinsel yolla bulaşan hastalık görülme oranının,
ergenler arasında olduğunu göstermektedir. Amerika’da 15-19 yaş arası tüm
ergenlerin yarıdan fazlası cinsel ilişkide bulunmakta; bunların ¼’ünde ise liseyi
bitirmeden önce en az bir kez CYBH oluşmaktadır. Türkiye’de yapılan bir
araştırmada üniversite öğrencilerinin % 24.1’inin (erkeklerin % 44.5’i, kızların
% 3.9’u) en az bir kez cinsel ilişkide bulunduğu ve bunların % 40.7’sinin son
altı ay içinde birden fazla kişiyle cinsel ilişkide bulunduğu tespit edilmiştir.
Yine, tıp fakültesi öğrencilerinde yapılan bir araştırmada cinsel deneyimi olan
öğrencilerin % 44.5’inin CYBH’ye karşı herhangi bir önlem almadıkları
saptanmıştır.
·
Obesite ve Anoreksiya Nervoza: Obesite, boya göre belli bir
standardın üzerindeki vücut ağırlığı ya da yağı olarak tanımlanan ve ergenlerde
sıkça görülen bir problemdir. DSÖ verilerine göre 2-4 yaş arasındaki çocuklarda
obesite %5 iken, 1998’de %9’a yükselerek neredeyse ikiye katlanmıştır. 6-15
yaş arasındakilerde ise 1990-2001 yılları arasında %5’ten %16’ya çıkmıştır.
Anoreksiya nervoza ise ağır kilo kaybıyla seyreden bir yeme bozukluğudur.
69
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
Yirmibeş yaş altı kadınlarda, özellikle de 13-14 ve 17-18 yaşlarında daha sık
görülür. Görülme sıklığı 16-18 yaşlar arasında %1’dir.
Bugünün ergenlerini önceki kuşakların ergenlerinden ayıran önemli bir
problem daha bulunmaktadır (Odabaşıoğlu, 2007, 46):
İnternet Bağımlılığı: İnternet bağımlılığı, dünyada olduğu gibi
ülkemizde de hızla yaygınlaşan ve bağımlılıkla ilgili uzmanların sıklıkla
karşılaşmaya başladıkları, diğer madde bağımlılıkları kadar risk taşıyan ve
gelecekte üzerinde daha fazla durulması zorunlu hale gelecek bir durumdur.
Yararı ve çekiciliği açık olarak bilinen internet, aynı zamanda ergenler
yönünden bir takım olumsuzlukları, hatta tehlikeleri de beraberinde
getirmektedir. Özellikle çocuk ve ergen yaş grubunun internet bağımlılığı
açısından belirgin risk taşıdıkları bilinmektedir. İnternet ve bilgisayar başında
geçirilen keyif verici anların, aynı psikoaktif maddelere benzer nörobiyolojik
mekanizmaları kullanarak bağımlılık yaptığı öne sürülmektedir. İnternet
bağımlılığı; televizyon bağımlılığı, kumar bağımlılığı, aşırı yemek yeme gibi
davranışsal bir bağımlılık olarak değerlendirilmektedir. İnternet üzerinden online oynanan oyunlar, yeni birisiyle tanışma, cinsel içerikli sitelere girebilme
gibi olanaklar, biyolojik olarak ödül sistemlerini ayni psikoaktif maddeler gibi
kullanarak, kişinin bu davranışları tekrar ederek pekiştirmesine ve neticede
bağımlılığın ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.
Ülkemizde de sosyokültürel faktörler dolayısıyla risk altında çok ciddi
bir genç kitle bulunmaktadır. Genç yaş grubunda internet bağımlılığı saptanan
vakalarının bir bölümünde eşlik eden başka psikiyatrik bozukluklar, en sık
olarak da sosyal fobi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile depresyon
bulunabilmektedir. Yapılan çalışmada bunlara ek olarak internet bağımlılığının,
bazen bu bozuklukların ortaya çıkmasına uygun bir zemin yaratabileceği de
düşünülmektedir. Yapılan diğer bir çalışmada internet bağımlısı olarak
nitelendirilebilecek hastaların oranı toplam kullanıcıların %1.98’i ile %3.5’u
arasında bulunmuştur.
Aynı zamanda internet bağımlılığı ergenler için görme sorunları, duruş
ve iskelet sorunları, radyasyon riski ve daha az hareketten kaynaklanan fiziksel
problemler gibi potansiyel fiziksel riskleri taşımaktadır. Özetle sonuç olarak,
ergenlerde sıkça rastlanılan internet bağımlılığının ergenlerin ruhsal ve bedensel
gelişimlerini bozduğu, sosyal ilişkilerini olumsuz etkilediği ve akademik
başarılarını da düşürdüğü anlaşılmaktadır.
3. ERGEN SAĞLIĞI YÖNETİMİ
Çocukluktan erişkinliğe geçiş süreci olan ergenlik dönemi, yaşamın
belki de en çok ilgi isteyen bölümüdür. Bu dönemin 10 yıldan fazla sürmesi, 1121 yaş arası gençleri kapsaması ve sorunların farklılıkları dikkate alındığında
birden fazla disiplini ilgilendirdiği sonucu çıkarılabilir. Dolayısıyla da
disiplinler arası çalışmaların yapılması gerektiği açık bir şekilde görülmektedir.
Bu açıdan ergen sağlığı alanı, bütün boyutlarıyla büyük bir dikkat ve özenle
yönetilmesi gereken bir alan olarak ortaya çıkmaktadır.
70
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80.
Ergen sağlığı yönetiminin amaçları şunlar olmalıdır: her düzeydeki
ergen sağlığı hizmetlerini iyileştirmek için düzenlemeler yapmak ve ulusal
politikalar geliştirmek; ülkedeki ergenlerin durumu hakkında stratejik bilgi
toplamak ve analiz etmek; farklı ergen sağlığı konularında kılavuz ilkeler
geliştirmek; konferans, forum ve kurs gibi etkinliklerle sürekli tıbbi eğitimler
organize ederek sağlık çalışanlarının bilgi ve becerilerini artırmak; ergenlerin
toplumda bireysel bir yaşantı sürdürebilmesi için her yönüyle geleceğe
hazırlanmasını sağlayabilecek eşitlik, sağlık, eğitim ve özgürlük vb. hakları
kapsayan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını savunmak ve desteklemek;
ergenlerin hastalıklarının yönetimi ve erken tanı hizmetlerini artırmak; ergen
sağlığının ilerlemesini teşvik etmek ve uygun nitelikte ergen sağlığı hizmetlerini
sunmaktır (ICAH, 2003, 1; WHO, 2007, 14).
Ergen sağlığı hizmetlerinde, ergenlerin sağlığını iyileştirme ve
geliştirme amaçlarına yönelik seçeneklerin belirlenip ayrımlandığı planlama
etkinlikleri ile öngörülenlerin, gerçekleşmelerle karşılaştırılıp, değerlendirildiği
kontrol işlevleri, yönetsel sürecin iki uç noktasını oluştururken; uygulama, her
iki işlevi özellikle kısa süre temelinde birleştiren ve ayrıntılandıran yönetim
işlevi görünümündedir (Taner, 2000, 1). Ergen sağlığı yönetimi bağlamında
yukarıdaki amaçları gerçekleştirebilmek için yapılacak hazırlık aşaması şu
basamakları içermelidir:
1- Planlama
2- Uygulama
3- Kontrol işlevlerinin genel çerçevelerinin oluşturulmasıdır (Taner,
2000, 1).
3. 1. Ergen Sağlığı Hizmetlerinin Planlanması
Planlama, yönetsel işlevlerin birinci ve en önemli safhası sayılan
yönetim olayını başlatan işlevdir. Planlama işlevini yerine getiren yöneticiler
örgütün amaçlarını ve hedeflerini belirleyerek öteki yönetsel süreçlerle de bu
amaçlara ve hedeflere ulaşmanın en iyi yollarını bulma olanağına sahip olurlar.
Planlama süreciyle kuruluşun yalnızca amaçları ve hedefleri değil, aynı
zamanda, kaynakları ve bu kaynakların sınırlılıkları da saptanmış olur. Ne
yapılacağının, ne zaman yapılacağının, kim tarafından ve ne sürede
yapılacağının, ne kadar kaynak kullanılacağının bilinmesi demek olan planlama,
her yöneticinin başta gelen görevidir. En üst düzey yöneticiden, küçük bir
birimin başındaki yöneticiye kadar her düzeydeki yönetici, bir ölçüde planlama
yapmak durumundadır (Koçel, 2005, 123; Ergun, 2005, 65).
Ergen nüfusun sağlık gereksinimlerinin karşılanmasında başlangıç
noktası, ergen sağlığını bütüncül bir bakış açısı ile ele alabilecek planlamanın
yapılmasıdır. Politikalara göre amaç belirlenmeli, kısa, orta, uzun vadeli planlar
yapılmalı ve hedefler oluşturulmalıdır. Oluşturulan plan ve hedeflere ulaşmak
için stratejik, taktik ve operasyonel planlar da eklenmelidir.
Aynı zamanda planlama doğrultusunda sağlık politikaları
oluşturulmalıdır. Ergen sağlığı alanının yönetilebilmesi için atılacak ilk
71
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
adımlardan biri, ulusların sağlık politikalarını belirleme ve sağlık yapılanmasını
oluşturma
aşamasında;
ergen
nüfusunun
sağlık
gereksinimlerini
karşılayabilecek olanakların belirlenmesi ve sağlanması olmalıdır. Bununla
birlikte ikinci ve üçüncü basamak hizmetleri kapsayan hizmetler de
tanımlanmalı ve yapılandırılmalıdır (PAHO-a, 2004, 1). Ergen sağlığı
hizmetlerinin planlaması bu hizmetlerin temel özelliklerine göre yapılmalıdır.
Ergen sağlığı hizmetlerindeki planlamanın temel özellikleri aşağıdaki şekilde
ele alınabilir: (Giray, 2008, 83)
· Ergen sağlığı hizmetleri bütüncül olarak planlanmalı ve sunulmalıdır.
· Hizmetler merkezi olarak planlanmalı, sağlık politikaları
doğrultusunda ulusal sağlık sistemi ile bütünleşmiş olmalıdır.
· Ergenlere uygun sağlık hizmeti planlamasında ön koşul, sağlık
hizmetleri ile aralarındaki engellerin kaldırılmasıdır.
· İlk başvuru yeri birinci basamak sağlık kurumları (aile
hekimleri/sağlık ocakları) olmalıdır.
· Hizmetler tüm ergenleri kapsamalıdır.
· Hizmetlerin ulaşılabilirliği ve sürekliliği sağlanmalıdır.
· Hizmetlerin ülkenin ve ailenin sosyo-kültürel yapısı ve içinde
bulunduğu koşullara uygun olması sağlanmalıdır.
3. 2. Ergen Sağlığı Hizmetlerinin Uygulanması
Planların amaçlara uygun olarak hazırlanıp, işleyiş şartına göre
onaylanıp, uygulanması kararlaştırılan seçeneklerin saptanmasından sonraki
aşama, uygulama programlarının oluşturulmasıdır. Uygulama programı,
plandan daha detaylı olarak hedefe ulaşmayı sağlayacak her faaliyetin nasıl ve
kimler tarafından, nerede ve ne zaman yapılacağını göstermeli, aynı zamanda
organizasyon yapısını ortaya koymalı ve eşgüdüm işlevlerini kapsamalıdır
(Gözlükaya, 2007, 16-17).
Ergen sağlığı hizmetlerinin uygulanması aşağıdaki aşamaları kapsamalı,
organizasyon yapısı ve eşgüdüm işlevleri de bu aşamalara göre oluşturulmalıdır:
1. Oluşturulan politikalar doğrultusunda planları uygulayacak yönetim
ve organizasyon alt yapısı hazırlanmalı, bakanlık ve il düzeyinde yönetim
yapıları oluşturulmalıdır.
2. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde gereksinim duyulan ergen
sağlığı hizmetleri saptanmalı ve buna uygun insan gücü yetiştirilmelidir.
3. Yeterli sayıda ve uygun nitelikte ergen sağlığı merkezleri açılmalıdır.
4. İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinde verilecek ergen sağlığı
hizmetleri türleri ve disiplinleri ayırt edilmeli ve yapılandırılmalıdır.
5. Ergen sağlığı alanında her basamakta iş gücü planlaması yapılmalı ve
hızla eğitim alt yapısı oluşturulup eğitim uygulamaları başlatılmalıdır.
6. Bütün bu planlar ve hazırlıklar her il/bölge için ayrı ayrı yapılmalı ve
uygulamada illerin/bölgelerin mevcut tüm olanakları kullanılacak şekilde
planlanmalıdır.
72
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80.
7. Aynı zamanda paralel olarak okullarda fiziksel, psikolojik ve
toplumsal ortam geliştirilmeli ve spor faaliyetlerinin etkinliği artırılmalı ve
çalışmalar her düzeyde (bakanlıklar, il ve ilçe) eşgüdüm sağlanmalıdır.
8. Ergen sağlığı ve gereksinimleri yönünde ergenlerin, anne ve
babaların, toplumun sistematik olarak bilgilendirilmesi, duyarlılığın ve
farkındalığın artırılması için yöntemler saptanmalı ve uygulanmalıdır.
Ergen sağlığı yönetimi uygulamaları üç basamakta ayrı ayrı
değerlendirilebilir:
Aile Hekimi
Tüm ergenlerin
merkezlerinden
düzenli izlenmesi
Ergen Sağlığı Merkezi
Aile hekimi tarafından
2. ve 3. Basamak
Ergen
sağlığı
gönderilen ergenler
gönderilen ergenler
3. 2. 1. Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinde (Aile Hekimi) Ergen
Sağlığı
Uygun sağlık hizmetleri ve eğitim ile ergen sağlığı sorunlarının pek
çoğunun önlenebilir olduğuna daha önce değinilmişti. İlk olarak yapılması
gereken, doğru (birinci) basamakta -aynı erken çocukluk dönemi gibi- ergenler
için düzenli sağlık kontrollerinin yapılması ve gerekli danışmanlık hizmetlerinin
verilmesidir.
Öncelikle ergenlerin dönem özelliklerine ait sorunlar olduğunda ilk
başvuru yerleri gençlerin bağlı oldukları aile hekimleri/sağlık ocakları olmalıdır.
Aile hekiminin görev tanımına uygun olarak, ilgili aile hekimi ergenler ile ilgili
kayıtları tam ve eksiksiz tutmalıdır (Dikici, 2007, 412). Ergenler için yukarıda
belirtilen her bir risk etkenine ilişkin yapılacak işlemler tanımlanmalıdır. İş
tanımında belirtilen kontrolleri ve izlemleri düzenli olarak yapmalı ve sonuçları
kayıt etmelidir (PAHO-b, 2004, 2). Bu aşamada aile hekiminin kendinden
beklenen hizmeti sunması için eğitim alt yapısı sistematik bir şekilde
desteklenmelidir.
Ergenlerin sağlık problemleri çoğunlukla karmaşıktır ve kapsamlı bir
biyopsikososyal yaklaşım gerektirir. Verilecek eğitimler sonucunda aile
hekimleri aşağıdaki uygulama stratejilerinin aşamalarını yapabilir düzeyde
olmalıdır: ergenler ile etkin bir iletişim kurabilmeli; ergenlerin farklı sosyal ve
kültürel
özelliklerini
anlayabilmeli;
ergenlerin
sağlık
risklerini
değerlendirebilmeli; ergenlerin sağlık problemlerini izleyebilmeli ve
yönetebilmeli; ergenler tarafından ulaşılabilir olmalı ve onlara uygun tıbbi
tedavileri yapabilir olmalıdır. Ergenlerle görüşmelerde olabildiğince tarafsız
algılanacak bir durumda olmalı, yargılayıcı olmaktan uzak olmalı ve anne-baba
gibi otorite figürü olarak algılanmaktan kaçınmalıdır (Çuhadaroğlu, 1997, 366).
Aynı zamanda birinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışan hekim ve
hekim dışı sağlık personeli tarafından bu dönem detaylı olarak incelenmeli ve
anlaşılmalıdır. Ergenlik döneminde vücutta oluşan hormonal ve fiziksel
değişimin tam olarak anlaşılabilmesi için, tüm sağlık çalışanları temel bilgilere
sahip olmalıdır (Ünalan, 2007, 570). Böylece doğru bilgi dağıtabilecekler ve
73
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
ergen gelişimi ile ilgili mitlerin giderilmesine yardım edebileceklerdir. Normal
gelişim tam olarak anlaşılabilirse, ergenlerdeki erken gelişim (puberte prekoks),
adet düzeniyle ilgili bozukluklar ve diğer sorunların tanı ve tedavisi için temel
oluşturulabilir (Ürünsak, 2004, 27).
Aile hekiminin gerekli gördüğü ergenler bağlı bulunduğu ergen sağlığı
merkezlerine uygun şekilde gönderilmeli ve sonuç yine aile hekimi tarafından
izlenmelidir. Aile hekimlerinin ergen sağlığı hizmetlerine ilişkin görev ve
sorumlulukları şunlar olmalıdır (Tekgül, 2005, 17; Özcebe, 2002, 376):
·
Kendisine bağlı olan ergen nüfusunu belirlemeli, görevlerini
gerçekleştirecek şekilde çalışma planlarını oluşturmalıdır.
·
Aile hekimi ergeni tanımalı; yani geçmiş yaşamını, gelişimini
ve şimdiki durumunu bilmeli ve değerlendirebilmelidir.
·
Ergenlerin mutlaka düzenli yıllık sağlık kontrollerini yapmalı
ve danışmanlık hizmetleri vermelidir.
·
Düzenli aralıklarla boy-kilolarını ölçerek büyümelerini takip
etmeli; yılda bir kez tansiyonlarını ölçmeli; işitme ve görme kontrollerini ve kan
tahlillerini yapmalıdır.
·
Aşılamaları düzenli yapmalıdır.
·
Diş çürüklerini tarayıp, düzenli diş fırçalamanın önemini
vurgulamalıdır.
·
Tüm ergenlere istenmeyen gebelikler ve CYBH ile
sonuçlanabilecek cinsel davranışları sormalı; korunma yöntemlerini tanıtmalı ve
CYBH açısından incelemelidir.
·
Gerçekleştirdiği çalışmaları düzenli olarak sağlık grup
başkanlığına göndermelidir.
Bu yapılanmanın yanısıra, ergen sağlığı hizmetlerinin aile hekimi ile
ergen sağlığı merkezleri arasındaki iş akışı (sevk ve değerlendirme standartları)
belirlenerek çocuk sağlığı ve hastalıkları, kadın sağlığı ve hastalıkları,
dermatoloji, endokrinoloji, çocuk ve ergen ruh sağlığı, alkol ve madde
bağımlılığı merkezleri (AMATEM) vb. gibi disiplinler ile bağlantı noktaları ve
koşulları tanımlanmalıdır. Zincir etkin bir şekilde oluşturulmalı ve
çalıştırılmalıdır. Bu noktada en etkin yönetim birimi sağlık grup başkanlığı olup
operasyonel kararları alabilecek düzeyde donanımlı olmalıdır.
3.2.2. Ergen Sağlığı Merkezleri
Birinci basamak sağlık hizmetleri örgütlenmesi doğrultusunda, ilçelerde
oluşturulan toplum sağlığı merkezlerinde, ergen sağlığı merkezleri ya da
merkezlere bağlı yerlerde ergen sağlığı merkezi görevi yapabilecek düzeyde
birimler oluşturulmalıdır. Her ilçede, ilçenin büyüklüğüne göre yeterli sayıda
merkez oluşturulması planlanmalıdır. Ergenler, aile hekimleri tarafından gerekli
olduğunda bu merkezlere yönlendirilmelidir. Sağlık örgütlenmelerinin
yapılanmalarında ergen sağlığı birimleri veya merkezleri hızla oluşturulmalıdır.
Bu merkezler ergen sağlığını bütüncül olarak ele alabilmeli ve
değerlendirebilmelidir. Merkezler, aile hekimleri ile eşgüdümlü çalışmalı,
74
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80.
gerektiğinde diğer disiplinler ile iletişim kurmalı, ergenleri bu alanlara
yönlendirmeli ve izlemelidir (PAHO-b, 2004, 2).
Bunun için bu engellerin kaldırıldığı, sorunlara ilişkin farkındalığı
yüksek, duyarlı, ergenlere kapsamlı hizmet sunabilecek nitelikte ve sayıda ergen
sağlığı merkezleri ya da birimleri kurulmalıdır. Sağlık örgütlemelerinde yer
alarak oluşturulan ve ergen sağlığı hizmeti veren bu birimlerde veya
merkezlerde (Tekgül, 2005, 17):
·
Hekimler ergenleri ‘gizlilik’ ilkelerine uygun şekilde takip
etmeli ve bu izlem içerisine anne-babaların nasıl katılacağını içeren kurallar
oluşturulmalıdır.
·
Tüm ergenlere sağlıklı diyet ve güvenli egzersiz yapma
alışkanlığı kazanması amacıyla danışmanlık verilmelidir.
·
Tüm ergenlere sigara, alkol ve diğer maddelerden sakınma
konusunda danışmanlık verilmelidir.
·
18 yaş üzerinde ise kızlara yılda bir kez pap-smear
uygulanmalıdır.
·
Tüm ergenler depresyon veya özkıyım açısından riskli
tanımlanabilecek davranışlar ve duygular açısından yılda bir kez
değerlendirilmelidir.
·
Tüm ergenlere yılda bir kez duygusal, fiziksel veya cinsel
istismara uğrama öyküsü olup olmadığı sorulmalıdır.
Ergen sağlığı merkezlerinin başarısı, hastaya multidisipliner yaklaşımı
sağlaması yanında onunla ilişkiyi kesmeden erişkin hayata kadar devam ettirme
prensibinde yatmaktadır (Kınık, 2004, 2). Ergen sağlığı merkezlerinin sunduğu
hizmetler ile aile hekimlerinin sunduğu hizmetler bir birini tamamlayıcı yapıda
olmalıdır. Hizmetler, kişilerin, ailelerin ve toplumun; beklenti, ihtiyaç ve
isteklerine, uygulama koşullarına ve bölgelere göre tekrar gözden geçirilmelidir.
Daha önce, ergen sağlığı alanında çok az profesyonel bulunduğu,
mevcut hizmetlerin çoğunlukla bu alana yönelik eğitim almamış çalışanlar
tarafından verildiği vurgulanmıştı. Bu bağlamda ülkemizde de gelecekte ergen
sağlığı hizmetlerine yönelik ayrı bir uzmanlık alanı oluşturulmasının gündeme
gelebileceği düşünülmektedir. Halen ABD’de ergen sağlığı hekimliği bir yan
dal uzmanlığı eğitimini gerektirmektedir (Kınık, 2004, 2).
3. 2. 3. İkinci ve Üçüncü Basamakta Ergen Sağlığı Hizmetleri
Ergen sağlığı hizmetlerinde en iyi sonuçları başarmak için, ergen
sağlığının bütün alanlarında ulusal ve uluslararası uzmanlar, merkezi ve yerel
yönetimler ve profesyonel sağlık çalışanları arasında güçlü bir işbirliği
amaçlanmalıdır. Ergen sağlığı hizmetlerinde birinci, ikinci ve üçüncü basamak
sağlık hizmetlerine ilişkin aktiviteler arasındaki bütünleşme hayati düzeyde
önemlidir. Ergen sağlığı hizmetleri ile birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık
hizmetleri ve bu kurumların yönetim birimlerine ait görev ve sorumluluklar
tanımlanmalıdır. Ülkenin mevcut sınırlı kaynaklarının etkin yönetimi ve en iyi
sonuçları elde etmek önemli bir konu olarak göz önüne alınmalıdır.
75
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
Sürdürülebilirliğin sağlanması için uygulamaların ilk aşamasından itibaren
önceliklerin belirlenmesi gereklidir (ICAH, 2003, 4).
3. 2. 4. Ergen Sağlığı ve Okul Dönemi
Ergen sağlığı yönetiminde en önemli aşamalardan biri de okul
dönemidir (PAHO-a, 2004, 1). Ergenin gelişim sürecinde, doğum öncesi
dönemden başlayarak, ailesinin ve diğer yakınlarının etkisinin ne kadar önemli
olduğu bilinmekle beraber; eğitim, gelir ve kültürel değer farklılıklarının yoğun
olarak yaşandığı toplumlarda gençlerin sağlığının korunması ve geliştirilmesi
için okullar önemli bir araçtır. Çünkü geleceğin erişkinleri olan ergenlerin
davranış biçimleri okul çağında belirlenmektedir (Erikson, 1968, 67).
Ergenlerin sağlıklı olmak için bedenlerini ve çevrelerini tanımaları, kendileriyle
barışık olmaları ve kendilerini koruyup, geliştirme konusunda öz bakım
sorumluluğunu kazanmaları gerekir. Bu amaçla, gerekli olan bilgi, beceri ve
yararlı tutumların geliştirilmesi için okuldaki fiziksel, psikolojik ve toplumsal
ortam çok önemlidir. Olumlu ortamın yaratılmasında da, yöneticilerin ve
öğretmenlerin sorumluluk payı büyüktür (Ekşi, 1999, 91). Rehberlik araştırma
merkezleri, ergen sağlığı hizmetlerini yürütürken aile hekimleri ve ergen sağlığı
merkezleriyle sürekli iletişim halinde olmalı ve bu hizmetlerde daha aktif rol
oynamalıdır.
3. 3. Ergen Sağlığı Hizmetlerinin Kontrolü
Kontrol, mevcut iş başarısının ölçülmesi ve elde edilen başarının,
belirlenen hedefleri gerçekleştirme derecesinin saptanmasıdır. Kontrolün temeli,
mevcut faaliyetlerle elde edilen sonuçların planlama sürecinde belirlenen
hedeflere karşı denetlenmesinde yatar. Dolayısıyla kontrol; istenilen sonuçların
verilen görevlerin amaçlandığı gibi yürütülüp yürütülmediğinin, arzulanan
sonuçlara hem niceliksel hem de niteliksel olarak ulaşılıp ulaşılmadığının takibi
için yönetim tarafından sürekli olarak yinelenen işlem ve faaliyetlerin gözden
geçirilmesi işlevidir (Can, 2005, 293). Bu amaçla her kademe için kontrol
işlevleri ayrı ayrı oluşturulmalıdır.
İlçe Sağlık Grup Başkanlıklarında aile hekiminin görev tanımında
bulunan ergen sağlığı hizmetleri, gerek kayıtlardan gerek sahada birebir
görüşmelerle sürekli kontrol edilmelidir. Kontrol sonuçları rapor haline
dönüştürülerek yorumlanmalı ve belirli aralıklarla aile hekimine geri bildirim
verilmelidir. Rapor sonuçlarına göre hedeflerde beklenenden farklı olarak
sapmalar tespit edildiğinde gerekli operasyonel uygulamalar yapılmalıdır. Aynı
zamanda raporlar düzenli olarak sağlık müdürlüklerine gönderilmelidir.
Sağlık Müdürlüklerinde raporlara ait veriler stratejik bilgiye
dönüştürülerek bu hizmetlere yönelik karar verme süreçlerine destek olabilecek
hale getirilmelidir (WHO, 2007, 15). Bilgiler yerel düzeyde uygulamalara
ilişkin yöntemlerin geliştirilmesinde yardımcı olabilecek nitelikte olmakla
birlikte, merkezi düzeyde de stratejik kararların alınmasında etkili olabilecek
yapıda olmalıdır. Aşağıda söz konusu kurumların görevleri gösterilmektedir:
76
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80.
Aile Hekimi
Muayene
İzlem
Kayıt
Özdeğerlendirme
Raporlama
S. Grup Başkanlığı
Değerlendirme
Operasyonel Planlama
Kontrol(Kayıt/Birebir)
Geri bildirim
Müdürlüğe Bilgi
Sağlık Müdürlüğü
Değerlendirme
Taktik Planlama
Uygulama
Geri bildirim
Bakanlığa Bilgi
Sağlık Bakanlığı
Değerlendirme
Stratejik Planlama
Uygulama
Kontrol
Geri bildirim
4. SONUÇ
Ergenlik dönemi, kişilik gelişiminde bir dönüm noktası ve kendilerine
hayat boyu yön verebilecek bütünlük duygusunun oluşturulduğu kritik bir
dönemdir. Yaşamın bu döneminde birey, çeşitli risklere ve olumsuz
etkilenmelere açıktır. Sonuçta, bireysel olgunlaşma süreci olan ergenlik
dönemindeki gençler, dünyanın kalkınma gündeminde özel bir yere sahip
olmuştur.
Diğer taraftan ergenlik dönemi, yeniliğe ve değişime açık olma
özellikleriyle de bir fırsat dönemi olarak değerlendirilebilir. Gelişmiş
toplumlarda, zaman içinde oluşan ekonomik, sosyal ve kültürel değişimler,
çocukluktan yetişkinliğe geçiş süresinin giderek uzamasına yol açmıştır.
Beslenme alışkanlıklarının değişmesi, cinsel uyaranların artması ve eğitim
sürelerinin uzaması gibi etkenler ergenliğin alt ve üst sınırlarının açılmasına
neden olmuştur (Slap, 1994, 3-13). Ergenlik dönemi, fiziksel ve psikososyal
değişikliklerin hızlı yaşandığı bir zaman dilimi olma özelliğinden dolayı, sağlık
çalışanları tarafından detaylı olarak incelenmeli ve anlaşılmalıdır. Ancak bu
şekilde gelişiminde normal dışı durumlar olanlar ayırt edilerek, erken dönemde
önlemler alınabilir ve gerekli girişimler uygulanabilir.
Ergenlik dönemi, birden fazla disiplininin ilgi alanına girmekte,
dolayısıyla disiplinler arası çalışmaların yapılmasını da zorunlu hale
getirmektedir. Bu açıdan ergen sağlığı hizmetlerinin birden fazla boyutuyla
etkin olarak yönetilmesi gereken bir alan olduğu görülmektedir. Ergen sağlığı
hizmetleri; planlanması, organizasyonu, uygulanması, eşgüdümü ve kontrolü
her basamakta ele alınarak yönetilmelidir.
Ülkemizde öncelikle, ergen sağlığını planlama aşamasında, bütüncül bir
bakış açısı ile ele alabilecek sağlık politikaları oluşturulmalıdır. Birinci
basamakta ergen sağlığı hizmetleri ve ergen sağlığı merkezlerinin sayısı
ülkedeki mevcut ergenleri kapsayacak şekilde hızla artırılmalıdır. Oluşturulan
merkezleri etkin bir şekilde çalıştırabilmek için de bu alanda eğitimli ve
donanımlı sağlık çalışanlarını yetiştirecek biçimde insan kaynağı alt yapısının
aynı hızla oluşturulması gerekmektedir.
Ergen sağlığı hizmetlerinin organizasyonu, uygulaması ve
koordinasyonu aşamasında; ergenlerin sağlık hizmetlerini kullanımlarında söz
edilen engellerin kaldırılmış olduğu, etkin bir birinci basamak organizasyonu ile
her zaman ulaşılabilirliği olan, gerektiğinde ergen sağlığı merkezlerine sevk
edilen, tanı ve tedavi için ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetleriyle
bütünleşmiş bir sağlık hizmeti sunum modeli oluşturulmalıdır. Aynı zamanda
77
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
bütün aşamalarda etkin bir kayıt ve izleme alt yapısı gerekmektedir. Bunun için
de her basamak ve hizmet grubuna ilişkin görev tanımlamaları ve iş akışları
hazırlanarak, bu hizmetlerden etkilenecek her kişi ve kuruma iletilmeli ve
hazırlıklar yapılmalıdır.
Ergen sağlığı hizmetlerinde yönetim sürecinin son aşaması olan kontrol
işlevi ile gerçekleşen faaliyetlerin değerlendirilmesi ve durumun raporlanması
gerekmektedir. Bu aşamada yönetimin amaçları ve hedeflere ulaşmada
gerçekleşen faaliyetler ile planlanan faaliyetler karşılaştırılmalı, sapmalar varsa
belirlenmeli ve düzeltme işlemleri için rapor edilmelidir.
Sonuç olarak ergen sağlığı yönetiminde esas ilke; bireysel ve ulusal
geleceğimiz açısından büyük bir potansiyel oluşturan ergen grubunun, bu geçiş
dönemini en az sorunla ve en fazla kazançla atlatabilmesini ve dolayısıyla ulus
olarak kendi geleceğimiz açısından da doğru fiziksel ve sosyal temelleri
atmamızı sağlamak olmalıdır. Bu nedenle ergen sağlığının etkin yönetimi ile
ergenlik dönemine ilişkin risk etmenleri azaltılmalı veya ortadan kaldırılmalı,
hastalıklar önlenmeli, hastalıkların erken tanısı, tedavisi ve rehabilitasyonu
yapılmalı, ergenler fiziksel, ruhsal, sosyal ve kültürel yönden desteklenmeli ve
ergen sağlığı geliştirilmelidir.
KAYNAKÇA
Akın Levent, Özcebe Hilal, Haznedaroğlu Dilek, Özbaş Sema, Serim Handan, (2002) (Edt).
Adolesan Sağlığı ve Gelişim Programı, Eğitimci Eğitimi Rehber Kitabı, T.C. Sağlık
Bakanlığı AÇSAP Gn. Md. Yayını, Ankara.
American Collage of Physicians, ACP(1989), Health Care Needs of The Adolescents.nn Intern
Med, Philadelphia.
Can Halil(2005), Organizasyon ve Yönetim, Siyasal Kitabevi, Ankara.
Çuhadaroğlu Füsun(1997), Ergenlerin Psikiyatrik Değerlendirmesi, Ergenlikte Ruhsal Sorunlara
Yaklaşım II, Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları, Cilt 2,Sayı 4, 365-76, İzmir.
Dikici Mustafa Fevzi, Kartal Mehtap, Alptekin Serap, Çubukçu Mahcube, Ayanoğlu Akın Serhat,
Yarış Füsun(2007) Aile Hekimliğinde Kavramlar, Görev Tanımı ve Disiplininin
Tarihçesi, Türkiye Klinikleri J Med Sci, , 27:412-418.
Ekşi, Aysel(1999) Ben Hasta Değilim, Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psiko-Sosyal Yönü;
Nobel Tıp Kitap Evi, İstanbul.
Emans Sarah Jean, Woods Elizabeth, Kenan Peter (2001), Adolescent Medicine; Harvard
Children’s Hospital, Boston Medical Center, Boston.
Erdem Gizem, Eke Ceyda Y., Ögel Kültegin, Taner Sevil(2006), Lise Öğrencilerinde Arkadaş
Özellikleri Ve Madde Kullanımı, Peer Characteristics and Substance Use Among High
School Students, Journal of Dependence, Vol: 7, N.: 3, 111-116.
Ergun, Turgay(2005), Kamu Yönetimi: Kuram Siyasa ve Uygulama, TODAİE, Ankara.
Erikson Erik H(1968), IdentityYouth and Crisis, W.W. Norton Company, New York.
Giray Hatice, Meseri Reci, Saatlı Gül, Yücetin Nuray, Aydın Pınar, Uçku Reyhan(2008), Yaşlı
Sağlığı Örgütlenmesi Model Önerisi, TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 7 (1), 81-86.
Gökçay Gülbin, Garibağaoğlu Muazzez(2002), Sık Görülen Genel Beslenme Sorunları, Çocukluk
ve Ergenlik Döneminde Beslenme, Saga Yayınları, İstanbul.
Gözlükaya Türkan(2007), Yerel Yönetimler Ve Stratejik Planlama: Modeller Ve Uygulama
Örnekleri, Pamukkale Üniversitesi, Y. Lisans Tezi.
Hamburg Bruce, Wortman Richard(1989), Adolescent Development and Psychopathology, Basic
Book Publishers, New York.
78
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.62-80.
Haznedaroğlu Dilek(2000), Adolesanla İlgili Çalışmalar. 22. Pediatri Günleri ve 2. Pediatri
Hemşireliği Günleri Program ve Özet Kitabı, 97-100, İstanbul.
Kadayıfçı Oktay, Derman Orhan(2004), Ergen Sağlığı ve Gelişimi Kaynak Kitabı, T.C. Sağlık
Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Ankara.
Kınık Erol(2004), Adolesan Sağlığı, Ergen Sağlığı ve Gelişimi Kaynak Kitabı, T.C. Sağlık
Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Ankara,.
www.sabem.saglik.gov.tr/Akademik_Metinler/goto.aspx?id=1457
Koçel Tamer(2005), İşletme Yöneticiliği, 10. Bası, Arıkan Basım Yayım Dağıtım, İstanbul.
Kreipe Richard. E(2006), Adolescent Health and Youth Development: Turning Social Policy Into
Public Health Practice, J Public Health Management Practice, November(Suppl), 4–6.
McLoughney Edmond(2006), Editör’den, Evet Deyin, UNICEF Türkiye Bülteni, İlkbahar.
Neinstein Lawrence(1996), Adolescent Health Care, Williams-Wilkins, Baltimore.
Nicholi Ann(1988), The Adolescent, Harvard University Pres, Cambridge.
Odabaşıoğlu Gürkan, Öztürk Özgür, Genç Yasin, Pektaş Özkan (2007), The Clinical Profile of
Internet Addiction Via A Serie of 10 Patients, Journal of Dependence, Vol: 8, N: 1, 4651.
Offer Dale Boxer(1991), Normal Adolescent Development: Empiricial Research Findings.
Williams and Wilkins, Baltimore.
Ögel Kültegin, Çorapçıoğlu Aytül, Sır Aytekin, Tamar Müge, Tot Şenel, Doğan Orhan, Uğuz
Şükrü, Yenilmez Çınar, Bilici Mustafa, Tamar Defne, Liman Olcay(2004), Dokuz İlde
İlk ve Ortaöğretim Öğrencilerinde Tütün, Alkol ve Madde Kullanım Yaygınlığı, Türk
Psikiyatri Dergisi, 15(2):112-118.
Özcebe Hilal(2002), Birinci Basamakta Adolesan Sorunlarına Yaklaşım, Sürekli Tıp Eğitimi
Dergisi cilt 11, sayı 10, 374.
PAHO(a), Pan American Health Organization, What Adolescent Health Services Currently
Exist?, Breaking The Silence, Preventing HIV/AIDS in Latin American and Caribbean
Adolescents
and
Youth,
Advocacy,
Sheet
No.
6:
July
2004,
http://www.paho.org/adolescence
PAHO(b), Pan American Health Organization What are Some Essential Components of
Adolescent Health Services? Breaking The Silence, Preventing HIV/AIDS in Latin
American and Caribbean Adolescents and Youth, Advocacy, Sheet No. 6: July 2004,
http://www.paho.org/adolescence
SB, Sağlık Bakanlığı Aile Hekimleri İçin Ders Notları, 1.Basım, 2004, Ankara.
Set Turan, Dağdeviren Nezih, Aktürk Zekeriya(2006), Ergenlerde Cinsellik, Genel Tıp
Derg;16(3):137-141.
Slap Gail B., Jablow Martha M., (1994), Teenage Health Care, Pocket Books a Division of Simon
and Shuster Inc. Avenue of Americas, Newyork,
Şahin Emel(2006), Genç Dostu CSÜS Hizmetleri, Uluslararası Katılımlı Sempozyum, 1 Mart,
Ankara.
T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu(1997), Türk Ailesinde Adolesanların Sorunları; Bilim
Serisi 100, Ankara.
Tamar Müge(1997), Giriş, Ergenlikte Ruhsal Sorunlara Yaklaşım II, Ege Psikiyatri Sürekli
Yayınları, Cilt 2,Sayı 4, 311, İzmir.
Taner Tuna, Öncü Semra(2000), İşletmelerde Planlama-Bütçeleme-Kontrol, Emek Matbaası,
Manisa.
Taşgın Esra, Çuhadaroğlu Çetin Füsun(2006), Ergenlerde Major Depresyon: Risk Etkenleri,
Koruyucu Etkenler Ve Dayanıklılık, Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi: 13 (2), 4361.
Tekgül Nurdan, Kıdak Levent, Saltık Dilek, Şen Yeşim(2005) (Edt), Adolesan Sağlığı, Pratisyen
Hekimlik Derneği Yayını, İzmir.
The Institute of Child and Adolescent Health (ICAH), & Arabkır Joint Medical Centre,
http://www.arabkirjmc.am/icah.htm, 20.05.2008.
79
L.B.Kıdak / Ergen Sağlığı Yönetimi: Ulusların Gelecekleri İle İlgili Umutlarının Anahtarı
Toros Fevziye, Bilgin N. Gamsız, Bugdayci R., Sasmaz T., Kurt O., Camdeviren H.(2004),
Prevalence of Depression as Measured by the CBDI in a Predominantly Adolescent
School Population in Turkey. Eur Psychiatry, Aug;19(5):264-71.
Ünalan Pemra C., Kaya Çiğdem Apaydın, Akgün Tülay, Yıkılkan Hülya, İşgör Arzu(2007),
Birinci Basamakta Ergen Sağlığına Yaklaşım, Bilimsel Mektup, Türkiye Klinikleri, J
Med Sci, Cilt:27, Sayı:4,567-576.
Ürünsak İbrahim Ferhat, Kadayıfçı Oktay(2004), Pubertal Sorunlar, Ergen Sağlığı ve Gelişimi
Kaynak Kitabı, T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel
Müdürlüğü, Ankara. www.sabem.saglik.gov.tr/Akademik_Metinler/goto.aspx?id=1454
Varan Azmi(1997), Ergenlik Dönemi İle İlgili Bazı Tartışmalar, Ergenlikte Ruhsal Sorunlara
Yaklaşım II, Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları, Cilt 2,Sayı 4, 313-24, İzmir.
Whang L.S., Lee S., Chang G., (2003), Internet Over-Users’ Psychological Profiles: A Behavior
Sampling Analysis on İnternet Addiction. Cyberpsychol Behav;6:143-150.
WHO Europa, European Strategy for Child and Adolescent Health and Development,
http://www.euro.who.int/childhealthdev, 20.05.2008.
WHO, Child and Adolescent Health and Development Progress Report 2006–2007.
80
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97.
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
Halkla İlişkilerin Etik Sınırları
Öğr. Gör. Tolga ŞENTÜRK
Celal Bayar Üniversitesi, Demirci Meslek Yüksek Okulu
Prof. Dr. Canan AY
Celal Bayar Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü
ÖZET
Halkla ilişkiler, egemen yaklaşımlarca en genel olarak, bir örgütün kamularıyla olan
iletişiminin yönetimi şeklinde tanımlanır. Halkla ilişkiler tarihsel süreç içerisinde iş yapış
biçimine bağlı olarak, farklı zamanlarda farklı anlamlara gelmiştir. Eleştirel yaklaşımlar ise
halkla ilişkilerin tüm fonksiyonlarını kitlelerin “bilinç yönetimine” bağlar ve halkla ilişkileri bir
bilinç yönetimi faaliyeti olarak tanımlar. Halkla ilişkiler ortaya çıkışından beri birçok etik
tartışmanın konusu olmuştur. Bunlar halkla ilişkilerin üst imajına yönelik etik tartışmalar ve
uygulanmasına yönelik etik tartışmalar olarak özetlenebilir. Halkla ilişkilerin etik sorununun
temelinde, halkla ilişkiler uygulamalarının sahte imajlar yaratma, yanıltma aracı olma ve gerçeği
üretme düşünceleri yatmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Halkla ilişkiler, imaj, etik.
The Ethical Boundaries of Public Relations
ABSTRACT
Public relations is defined as the management of communication between an
organization and its publics by the traditional approaches. Definitions of public relations differ
from its functions and have different meanings in the historical process. On the other hand,
critical approaches relate public relations functions with “the management of conscious of the
publics” and define it as a conscious management activity. Public relations have beaome the
issue of many ethical debates since its appear. These can be summarized as upper image oriented
debates and debates in practice. The opinions about which the public relations is the activity of
the producing spurious images, facts and deception is the basic ethics problem of the public
relations.
Key Words: Public relations, image, ethics.
GİRİŞ
1. Halkla İlişkileri Anlamak
Toplumdaki bireyler işte, okulda, sokakta, aile içinde kısacası sosyal
hayatın her boyutunda ilişki içerisindedir. Ancak buradaki ilişki bireylerin,
grupların, firmaların rutin ilişkileri içerisine değerlendirebileceğimiz ilişkidir.
Halkla ilişkiler ise bu rutin ilişkilerin adı değildir. Halkla ilişkiler, belirli bir
81
T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları
kişi, grup ya da örgütün planlı bir amaç doğrultusunda girdiği ilişkidir. Planlı ve
amaca dönük olması bağlamında bir meslek olarak ortaya çıkar ve ekonomik
yaşamın bir parçası haline dönüşür. Halkla ilişkileri bir kavram ve meslek
olarak zihinlerde konumlandırabilmek için fayda ve işlevlerinden çok, ortaya
çıkış amacını sorgulamak ve netliğe kavuşturmak gerekir. Ekonomik ve siyasi
amaçlar doğrultusunda planlı iletişim gerekliliği bu konuda yapılacak en
aydınlatıcı açıklamadır. Buradaki planlı iletişimi ortaya koyacak uzmanlık da
halkla ilişkiler profesyoneli tarafından karşılanır.
Literatürde halkla ilişkilerin tanımları, işlevleri ve kapsamı konusunda
yazılanlar mesleğin ortaya çıkış nedeninden kopuk görünmektedir. Bu durum da
gerek öğrencilerin, gerekse konuya ilgi gösterenlerin mesleği tam olarak
anlamlandırabilmesinin önünde bir engeldir. Yazınlarda yer alan övücü ve hatta
mitleştirici tanım ve işlevler mesleği gerçeklerden uzak bir konuma itmekte,
sorumluluk alanının sınırları konusunda soru işaretleri ve kabiliyeti hakkında
yüksek beklentiler üretmektedir. İşlevlerde belirtilen yüksek fayda gerçek
hayatta kendine yer bulamayınca da mesleğin gerekliliği, fonksiyonu ve imajı
hakkında tartışmalar ortaya çıkmaktadır. Halkla ilişkiler faaliyetlerinden
beklenen gerçek fayda, öne sürülen tanımlarla ve işlevlerle örtüşmeyince de
imaj ve etik bağlamında tartışmalara zemin hazırlanmaktadır.
Halkla ilişkilerin etik sınırları üzerine düşünmek, halkla ilişkileri
anlamanın en verimli yöntemlerinden birini oluşturmaktadır. Bu konu üzerine
yapılan tartışmalar, mesleğin gerçekçi tanımını, hangi amaç ve hedeflerle
hareket ettiğini, yaşadığı sorunları ve ekonomik hayatın içerisindeki rolünü tüm
yönleriyle ortaya koyar bir nitelik taşımaktadır. Bu bağlamda makalenin amacı,
konuyu, halkla ilişkilerin etik sorunun temelinde yatan, ancak daha önce bir
çalışmada bir araya getirilmemiş başlıklar altında ele alıp incelemek ve bu yolla
bilimsel bilgiye katkıda bulunmaktır. Giriş bölümünde halkla ilişkileri anlamak
başlığı altında halkla ilişkilerin ne olduğuna ilişkin bir kavramsal çerçeve inşa
edilmiştir. Daha sonra yer alan etik kavramı başlığı altında da etik konusu iş
etiği boyutuyla birlikte ele alınmıştır. Halkla ilişkilerin imajına ilişkin etik
tartışmalar başlığı altında da halkla ilişkilerin egemen yaklaşımlar ve eleştirel
yaklaşımlar çerçevesinden tanımları yapılmış ve imajına yönelik tartışmalarda
öne sürülen argümanlar ele alınmıştır. Makalede ele alınan halkla ilişkilerde
maniplasyon ve imaj yönetimi, halkla ilişkilerde yalan, aldatma, ört bas, halkla
ilişkiler ve propaganda, halkla ilişkiler ve medya, izleyici ve etik başlıkları
altında konu eleştirel ve egemen kuramlar açısından karşılaştırmalı olarak ele
alınmış ve konuya eleştirel kuramlar çerçevesinden yaklaşılmıştır.
2. Etik Kavramı
Etik, karakter ve alışkanlık anlamına gelen “ethos”tan türetilmiştir
(Torlak, 2001:74). Bir felsefi bilim dalı olarak ahlaki bağıntıların niteliği
üzerinde genel bir görüş elde etmeye çalışır. Mevcut davranışların ahlaki olarak
değerlendirilmesinin ötesinde etik, temellendirilmiş sonuçlara varmayı hedefler.
Dolayısıyla etik ne ahlakileştirme ne ideolojiye dönüştürme ne de dünya görüşü
82
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97.
ortaya koyma gibi bir amaca sahiptir. Konusuna, yani ahlaki eylemlere belirli
bir yöntem kullanarak yaklaşmaktadır. Bu noktada da salt öznel değil, nesnel
geçerliliği olan, bir başka deyişle özneler arası bir bağlayıcılığı kanıtlanabilen
önermeler kazandırmaktadır (Pieper,1999:17).
Etik, toplumun bakış açısını dikkate alarak bireylerin uygun ve uygun
olmayan davranışlarını belirler (Aydın, 2001:9). Etik ilkeler yıllarca süren bir
gelişmenin sonucunda ortaya çıkarlar ve bütün bireyler, işyerinde, toplumda ve
karar verme sürecindeki etik değerlerini ve davranışlarını gözden geçirmekle
sorumludurlar. Söz konusu toplumsal yaşamın önemli bir bölümünü şüphesiz ki
iş hayatı kapsamaktadır. Bu önemli öğe için karşımıza çıkan kavram da iş etiği
olmaktadır. İş etiği, ekonomik yaşamın tüm alanlarında doğru ve yanlış
davranışları betimleme ve genel ahlaki kurallara ulaşma çabasıdır.
Faaliyetlerinin ve yaşamlarının sürekliliği işletmelerin temel amacıdır.
Günümüz iş dünyasında bunu gerçekleştirilebilmenin yolu artık sadece kar elde
etmek değil, işletmelerin sosyal sorumluluklarını yerine getirmesidir. 80’li
yıllarda Watergate skandalı ardından yazılı ve görsel medya, çeşitli etik dışı
davranışlarından dolayı kamu ve özel sektördeki işletmelerin üzerine çok yoğun
bir şekilde gitmiştir. Bu nedenle 1980 ve 90’larda bu konuda bilinçli olan
kurum ve organizasyonların gelişiminin toplum tarafından desteklendiği, iş etiği
kurallarının belirlenmesi ve uygulamasının denetlenmesi konusunun önem
kazandığı görülmüştür. Ayrıca işletmelerin kendilerini belirli konularda
sınırlandırmalarının, kanunların ve hükümetlerin sınırlandırmalarından daha
yararlı olduğu görülmüştür (Şentürk, 2006:16).
Organizasyonların toplumlardaki yerlerinin ve etkilerinin son yıllarda
değişmesi ve toplumun beklentilerinin artması ile birlikte etik değerlere bakış da
değişikliğe uğramıştır. Kariyer hedefleri olan çalışanların gelecek kaygıları
nedeniyle işletmelerde koşulsuz itaatin uygulanması, çalışanlar arasında aşırı
rekabet ortamının yarattığı çalışma koşulları, ekonomideki sürekli değişim
sürecinin işletmeleri yeniden yapılandırmaya yöneltmesi, işletmenin çalışan
sayısının ve niteliğinin piyasa koşullarına göre değişmesi gibi nedenlerle daha
esnek hale gelen organizasyon yapıları, etik değerlere bakışı ve uygulamaları da
etkilemiştir. Aynı zamanda, bilgi teknolojilerinin gelişimi ile birlikte bilginin
saklanması, fikri mülkiyet hakları, sanal mahremiyet, çalışanlar açısından;
çalışanların özerkliğinin ve mahremiyetinin korunması, taciz, iş güvenliği,
pazarlama konusunda; reklamlar yoluyla toplumun ruh sağlığının etkilenmesi,
reklam mesajlarının yol açtığı ayrımcılık, tüketicinin yanlış ya da eksik
bilgilendirilmesi, ürün sorumluluğu, işletmelerin çevre ve ekoloji ile ilgili
sorumlulukları vb. alanlardaki gelişmeler yeni etik değerler ortaya
çıkarmıştır(Aras, 2004:98). Kurumların sosyal sorumluluk ve etik ilkelere
uyumu, bir çeşit olumlu imaj ve prestij göstergesi haline de dönüşmüştür.
Aslında etik değerler hep var olmuştur. Fakat toplumdaki gelişmelere ve
ihtiyaçlara paralel olarak etik değerler de gelişmiş ve alanı genişlemiştir.
83
T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları
3.1.
Halkla İlişkilerin İmajına İlişkin Etik Tartışmalar
Toplumda egemen olan etik anlayış, gerçekte büyük ölçüde egemen
ideoloji tarafından üretilmiş değer yargılarıyla biçimlenmektedir. İyilik,
kötülük, dürüstlük, yalancılık gibi ikili karşıtlıklarla öne çıkan etik değerler,
egemen sınıfın ideolojisine koşut biçimde farklı değerler taşımaktadır. Örneğin
liberal bir sistemde girişimcilik ve kar olgusu, olumlu değerler olarak
belirtilirken, sosyalist bir düzende kamu girişimciliğine ve kamu yararına ilişkin
değerler öne çıkarılmaktadır. Dolayısıyla sistemler üzerinde belirleyici olan
sınıfların etik anlayışları, birbirinden farklıdır. Ancak bugünkü iletişim
olanaklarının katkısıyla küresel ölçekte merkezileşen egemen ideoloji,
farklılıkları indirgemek, mikro bağlamda sınıfsal, makro bağlamda ulusal ve
yerel değerleri kitle kültürünün potasında eritmek istemekte, böylelikle tüketim
alışkanlıkları ve siyasal tercih açısından tek tip insan modeli ortaya çıkarma
amacı güdülmektedir. Son dönemde yükselen, “Globalleşme mi?” yoksa
“Amerikanlaşma mı?” sorusu, bu süreci belirginleştiren önemli bir düşünsel
açılımı ifade etmektedir (Kotler, Wong, Saunders, Armstrong: 2004:221).
Günümüzde, özellikle gençlerin, belli başlı “Pop ikonları”nın görünüşlerine
bürünmeleri ve bu yaşam tarzının birer tüketicisi konumuna gelmeleri bunun en
güzel örneklerinden birini teşkil etmektedir. Sonuç olarak etik olgusu yaşanılan
tarihsel sürecin sosyoekonomik ve siyasal niteliğinden ayrı düşünülmemelidir.
Örneğin bugüne damgasını vuran tüketim ideolojisinin en yüce değer olarak
metayı kutsallaştırması ve ona ulaşılacak yolda tüm araçları meşru sayması
egemen ideolojiye göre etikle bağdaşmaktadır (Bıçakçı, 2000:146). Bu
yaklaşıma göre şirketler ve yöneticiler ahlaki yargılar üretmekten sorumlu
değildir ve sistem neye izin veriyorsa şirketler bu doğrultuda hareket edebilir
(Kotler, Armstrong, 2003:567).
Egemen yaklaşımlarca halkla ilişkiler, etik ve sosyal sorumluluk
kavramının savunucusu olarak görülmektedir. Oysa etiğin önemi kavranmış
olsa da, etik ile ilgili çok az şey bilinmektedir. Mevcut etik bilincine ve yaygın
iş pratiklerine bakıldığında halkla ilişkilerin etik ve sosyal sorumluluk gibi
kavramların savunusuna ve promosyonuna soyunması pek tutarlı
görünmemektedir. Dürüstlük, standartlar, toplumsal sorumluluk kavramları çok
sık dile getirilse de halkla ilişkiler mesleği, kamuoyunun doğru olmayan bir
şeye inandırılması faaliyeti olarak algılanmaktadır (Wright, 1989:3). Etik ilkeler
doğrultusunda görüş bildiren çoğu uzman, halkla ilişkilerin kamu yararını
gözetmek zorunda olduğunu, halka karşı işletmenin dürüst, şeffaf ve güvenilir
olması gerektiğini vurgulamaktadır. Burada söz konusu edilen çoğunlukla,
işletmelerin halkla ilişkiler çabaları çerçevesinde sürdürdüğü kampanyaların
içeriğidir, yani söz konusu kampanyalar kamuoyunu aldatıcı nitelikte
olmamalıdır. Oysa bugün, başarılı halkla ilişkiler çalışmalarını sürdüren ve
dünya ekonomisine yön veren çok uluslu şirketlerin azımsanmayacak bir kısmı,
üretimleriyle insanlara dolaylı ya da dolaysız yoldan zarar veren kuruluşlardır.
Örneğin ürettiği sigaralarla milyonlarca insanı zehirleyen sigara firmalarının
84
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97.
yaptığı halkla ilişkiler çalışmalarında kamu yararını gözetiyor olması ne kadar
takdir edilebilir? İşçilerine sendika hakkı vermeyen, çevreye daha az zararı
bulunan kurşunsuz benzini normal benzinden daha pahalıya satan petrol
firmalarına, sanata ve sanatçıya katkılarından dolayı ses çıkarılmamalı mıdır?
İnsan sağlığına zararlı olan alkollü ve kolalı içecekleri üreten firmaların spora
ve müziğe katkı vermesi ne kadar anlamlıdır? Bu soruların yanıtlarını
düşünmeden halkla ilişkilerde etik konusunu sağlam bir zemine oturtmak
mümkün olmaz (Bıçakçı, 2000:147).
Halkla ilişkilerin Türkiye’deki babası sayılan Alaeddin Asna’ya göre
ise, halkla ilişkiler sanatında yalnız gerçeğin yeri vardır; gerçek olan duyurulur,
tanıtılır. Ne kadar acı olursa olsun gerçeği olduğu gibi hedef kitlelere söylemek
zorundayız. Burada yapılacak şey, gerçekleri acı olmaktan çıkararak, hoş
karşılanacak duruma getirmeye çalışmaktır (Asna, 1977:247). Ancak şurası
açıktır ki, insan sağlığını tehdit eden sigara gerçeğini özgürlük ve macera
kavramlarının hoş çağrışımlarıyla ya da bir sinema festivali aracılığıyla sevimli
duruma getirmek, gerçeğin ifade edilmesi değil, olsa olsa saptırılmasıdır.
Temel nitelikleri açısından çağımıza özgü bir uygulama alanı olan
halkla ilişkiler, aslında insanların bir yönetim birimi etrafında bir araya geldiği
bir yerde bilerek ya da bilmeyerek uygulanmaktadır. Ancak özellikle halkla
ilişkilerin bilinçli bir yönetim faaliyeti olarak ortaya çıkışından bu yana halkla
ilişkilerin etik kodlarla örtüşüp örtüşmediği üzerine ciddi tartışmalar
yaşanmakta ve bu noktada mesleğin kendine özgü iç dinamiklerini oluşturan
pragmatist görüşler ile halkla ilişkileri, “imal edilmiş gerçeği” tanımlamak için
kullanan bakış açısı arasında etik temelli tartışmalarla karşılaşılmaktadır (Pira,
2004:203). Halkla ilişkilere karşıt geliştirilen etik argümanların temelinde,
halkla ilişkiler çalışmaları ile oluşturulacak gerçeklik ile gerçek arasındaki
farkın ne kadar önemsendiği bulunmakta ve eleştirel yaklaşımlar da halkla
ilişkileri gerçeğe dayanmayan simgeler yaratması, bu simgeleri çeşitli yöntem
ve teknikleri kullanmak suretiyle hedef kitlenin odak noktası haline getirmesi,
ancak; arkasındaki gerçeklikle ilgilenmemesi savıyla etik tartışmaların odağına
çekmektedir. Halkla ilişkilerin etik sorununun temelinde, halkla ilişkiler
uygulamalarının sahte imajlar yaratma, yanıltma aracı olma ve gerçeği üretme
düşünceleri yatmaktadır. Sonuçta halkla ilişkiler etiği sistemin etik anlayışına
koşut olarak biçimlenmektedir. Sistemin öznel değer yargılarıyla hareket etmek
durumunda olan halkla ilişkiler uzmanının nesnel ve tarafsız bir konumda
olmasını beklemek gerçekçi olmaz. Öncelikli amacı kar olan özel sektör
kuruluşları için kamu yararı olgusu ikinci plandadır. Ticari hayatın birçok
yönünü saran iş etiğindeki düşüş genel olarak kabul görmektedir. Bu durum
doğal olarak tek başına halkla ilişkilere bağlanamaz ancak halkla ilişkiler,
firmaların saygınlığını savunmak ve arttırmak için kendini ön safta bulmaktadır
(Davis, 2004:33). Meslek ahlakına ilişkin artmakta olan literatür göstermektedir
ki; çevreye karşı gösterilen daha büyük hassasiyete ve sosyal sorumluluğa
rağmen, şirketlerin çoğu, halen 1960’lardaki etik meselelerle yüzleşmektedir.
85
T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları
Halkla ilişkiler departmanları da iletişimden ve yönetimin ahlaki boyutlarından
sorumlu olduğu için süregelen eylemlerin ahlaklılığı, doğruluğu, namusu ve
profesyonelliği üzerine halk ve medyanın yaptığı protestolarla mücadeleye
devam etmektedir (Edelman, 1992:31-32).
3.2. Halkla İlişkilerde Maniplasyon ve İmaj Yönetimi
Halkla ilişkilerin gerçeği sunma ile ilgili pratiklerinde sunulan gerçeğin
aslında ne olduğunu tespit etmek, kısa dönemde ve sunumun yapıldığı
koşullarda olanaksızdır. Sunulan gerçeğin ne kadar gerçek olduğu belli değildir.
Örneğin bir zamanlar Başbakan Turgut Özal’ın Çernobil faciasından sonra
Karadeniz mahsulü çayı özel olarak televizyon ekranında içmesi şüphesiz ki “
bu çayda bir şey olsaydı koskoca Başbakan içmezdi” düşüncesinin
oluşturulması içindir. İşte bu şekilde sunanın kimliği, görünümü ve sunum
biçimiyle çoğumuz gerçeğin ifade edildiğinden şüphe etmeyiz. Stuart Ewen
(1996, aktaran Erdoğan, 2002:371), günümüzde insanların içlerinde gizli
amaçlar olan “truva atı mesajlarla” çevrelendiğini belirtir. Dolayısıyla, halkla
ilişkiler “gerçek temeline dayandığını bilmediğimiz” enformasyonla ve imaj
yaratmayla veya imajları desteklemeyle yaratılmış, inşa edilmiş, kurgulanmış,
gerçekler sunmaktadır.
İmaj, mevcut etkilerle, inançlarla, fikirlerle ve duygularla
şekillendirilen, elde edilebilir kanıtlar üzerine kurulu, bir kişi ya da bir şey
hakkında zihinsel ya da hissi yorumlardır (Davis, 2004:34). Yazar J. B.
Priestley, imajı bizi dolandıran yalanlar olarak karakterize eder (Grunig ve
White, 1992:114). Filozof Ludwig Wittgenstein yalanın bir dil oyunu olduğunu
söyler; olaybilimsel açıdan söylenen her söz kişinin kendi gerçekliğinin
inşasıdır. Ona göre insanlar kendilerini kendi yarattıkları uydurmaların, mitlerin
ve yalanların içinde bulabilir; bu olasılık kesinlikle gözden çıkarılmamalıdır.
İletişim arenasında bazıları bu özel yalan kültürünün halkla ilişkiler alanında
bulunduğunu alaycı biçimde ifade eder. Bununla birlikte filozof F. G. Bailey
tüm toplumun bir aldatma dünyasında yaşıyor olma ihtimali üzerinde durur
(Englehardt ve Evans;1994:253). Medyada nasıl görüşüleceği, etkili
konuşmanın nasıl yapılacağı, iletişimde etkinlik ve medyayı kullanma eğitimleri
dünyayı anlama hakkında değil, imajlarla amaçlar gerçekleştirme ve dünyayı
eğirme/döndürme hakkındadır. Ürünlerin tasarlanma biçimleri, paketlerin ve
renklerin belirlenme biçimleri, firma binalarının ve yönetici odalarının tasarım
biçimleri hep imajlar ve imajlarla yönetim hakkındadır. İmaj firma maskotu
pozisyonundayken, halkla ilişkilerle firma sunumu veya siyasal sunum
durumuna yükselmiştir.
Halkla ilişkiler, iletişim içerisinde bulunduğu çevreyi imaj yoluyla
amaçsal algılamalara yönlendirir. Bunun yanında çevreyi imaj yoluyla belirli
gerçekliklere tepkisiz kılma fonksiyonunu yerine getirir. Örgüt için üretilen
itibar yoluyla örgütün iç ve dış çevresi herhangi bir krize tepki göstermede
isteksiz ya da şüpheci davranır.
86
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97.
Halkla ilişkiler kavramının yerini imaj yönetimi, saygınlık yönetimi ve
çeşitli ön eklerle “……. mühendisliği” gibi kavramlar almaktadır. Endüstride en
çok yönelinen kavram “imaj” ile ilgili olanlardır. Bunun tercih edilmesinin
nedeni, doğru imaj yaratma ve tutundurmayla ilişkilendirilmesinden değil, hakla
ilişkileri imaja ve araçlardan geçerek sözlü, yazılı veya görüntülü iletişime
indirgeyen hem akademik hem de firma yönetiminin (bilinçli veya bilinçsiz)
cehaletinden dolayıdır (Erdoğan, 2002:372). Elbette bu durumda, farkında
olmadan, halkla ilişkilerin egemen pratiğinin imaj yönetimi olduğunun (ve
olması gerektiği düşüncesinin) bilinçsiz yanıtlaması vardır. Ayrıca halkla
ilişkiler firmalarının büyük bir kısmına reklam firmaları tarafından sahip
olunması, imajla bilinç yönetimi işini kendilerine amaç edinen reklamcıların
halkla ilişkiler üzerinde egemenliğini, dolayısıyla, halkla ilişkilerin kendi
pratiğini belirleme ve tanımlamada yönelimini belirlemektedir.
İmaj ve saygınlık yönetimi doğrudan yapılabilecek bir şey değildir.
Çünkü kurumun veya firmanın saygınlığı sürekli ilişkiler sonucu kazanılan veya
kaybedilen bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmeyi de insanlar yapar. Bu
süreçte, en başından beri insanların bilinçleri sahte kurgularla, anlatılmayan
gizli gerçeklerle, yanlış bilgiler üzerine kurulmuş doyumlar ve alışkanlıklarla ve
bunları destekleyen olumlu imajlarla doldurulmuş olabilir. Aynı zamanda sorun,
bir zaman gelip bu sahteyi birileri ortaya çıkardığında ve yaymaya başladığında
veya bu nedenle (sigara firmalarına, çocuk maması nedeniyle Nestle’ye,
Exxon’a ve birçok ilaç firmasına yapıldığı gibi) firma mahkemeye verildiğinde,
sahteyi sürdürme işi yoğun halkla ilişkiler pratikleriyle desteklenmiş olabilir.
Dolayısıyla, imaj ve saygınlık yönetiminin bu bağlamda iki şekilde yapıldığı
ortaya çıkar. İmaj ve saygınlık yönetimi ya gerçek anlamıyla iyi imajı ve
saygınlığı gerektiren ilişkilerle ve bu ilişkilerin tanıtımıyla yapılır; ya da
günümüzde halkla ilişkilerin sağladığı, olumsuz kabul edilen pratikler dizisiyle
yapılır. Ancak gerçek anlamda iyi imajı ve saygınlığı gerektiren işler
günümüzde halkla ilişkilerin egemen iş pratiği olsaydı, halkla ilişkilerin
kendisinin imaj problemi olmazdı. Bu pratiklerde aslında istenen çok az veya
göstermelik bir şeyler vererek, sosyal psikolojinin motivasyon ve algı
oyunlarıyla, özü değiştirmeksizin veya özün doğasına dokunmaksızın, biçimler
üzerinde oynayarak özün imajını değiştirmeye çalışmaktır. Böylece örneğin
sigaranın kanser yapan, çevreyi kirleten, çok kötü kokular yayan özünün üzerine
açık hava, eğlence, statü, klas gibi imajlarla kılıf geçirilerek “imaj
mühendisliği” yapılır. Marlboro’nun maço kovboyu spora destek verir ve
Ferrari F1 takımına sponsor olur. Böylelikle maço imajıyla gücü çağrıştıran bir
spor dalı yan yana getirilir. Sunan için söylem, “marka olarak sporun destekçisi
olma amacının sürdürülmesidir”; fakat kimse ürünün insanlığa ne sunduğunu,
sporla ne gibi bir bağlantısı olabileceğini tartışmaz. Görüldüğü gibi imaj
yönetimi gerçek materyal ilişkiler yapısını gözler önüne seren bir konudur.
Temeli gizleyenin egemen olması, endüstriyel pratiklerde saklanılmasını ve
sahte imajlar oluşturulmasını gerektiren çok şeyler olduğunu anlatır. Ancak
87
T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları
egemen yapı konuyu yukarıda belirtilen çerçevede ele almayıp, etik bağlamında
tartışma zeminine oturtarak özü gözlerden kaçırır. Yani sigara, alkol ve yan
etkileri ölümcül olan ilaçlar grubundaki ürünlerin rahatlıkla pazarlanabilmesi
konusu tartışmaya açılmaktan kaçırılır, tartışılan bunların imaj çalışmalarının
etik boyutu olur. Bu durumda da halkla ilişkiler ve etik konusu ayrı bir
maniplasyon gündemi olarak karşımıza çıkar. Çünkü bu ürünlerin
promosyonunda ve imaj faaliyetlerinde halkla ilişkiler endüstrisi de yerini alır
ve bu endüstrinin etik problemleri bir başka özü gözden kaçırma, yani bir
anlamda maniplasyon aracı olur.
Gerçeği üretme ve üretilen gerçeği iletme fikri yüzyılımızda önemli bir
problem olmuştur, çünkü halkın nasıl anladığı ve halkla nasıl konuşulduğu
konusunda dramatik değişme ortaya çıkmıştır. Jean-François Revel, en çok
satanlar listesindeki “Doğrudan Kaçış: Bilgi Ağında Aldatmanın Saltanatı” adlı
kitabında, dünyayı döndüren güçlerin en önde geleninin yalan olduğunu belirtir.
Ona göre insanlar, gerçekler önem verilen inançları sarstığı zaman doğrudan
çok yalanı tercih ederler. Aldatmanın hüküm sürdüğü bir dünyada yalanın afişe
edilmesi durumunda insanlar yalanı tercih etmektedirler (Nelson, 1994:227).
3.3. Halkla İlişkilerde Yalan, Aldatma ve Örtbas
Halkla ilişkilerde etik gündeme getirildiğinde en çok karşımıza çıkan
kavramlar arasında yalan, aldatma ve ört bas yer almaktadır. Eleine Englehardt
belirtmektedir ki, halkla ilişkiler arenasında, gerçeği söylemek, yalan ve
aldatmaca günlük mesleki ilişkilerin bir parçasıdır (Barney, Black, 1994:242).
Rıdvan Bülbül (2001) ise, halkla ilişkilerin işini en fazla zorlaştıran şeyin
gerçekçilik olduğunu söyler. Çünkü her kuruluşta aksayan yönler ve kamuda
olumsuz izlenimler yaratacak gelişmeler bulunabilir. Halk ile işletme arasında
aracılık yapan basın, böyle bir durumu saptamışsa ya da işletmedeki herhangi
aksaklık vatandaşı rencide edecek sonuçlar yaratmışsa halkla ilişkiler biriminin
nasıl bir tutum izleyeceği çok önemlidir. Bülbül’e göre, her zaman gerçekleri
söylemek olası değildir. Bir yandan doğruluk, öte yandan kurum imajı söz
konusu olduğunda devreye halkla ilişkilerin sanatsal yönü girmektedir.
Gerçekleri söylemek kurum imajını olumsuz yönde etkileyebilir. Gerçekleri
yalanlamak ise halkla ilişkiler mesleğinin etik ilkelerine ters düşmektedir. Bu
durumda görevliler, tıpkı birer diplomat gibi davranarak kuruluş aleyhine
gelişen olay ve durumları, lehine çevirmeye çalışmalıdırlar. Rıdvan Bülbül’ün
görüşlerinden de anlaşılacağı üzere halkla ilişkilerde yalan etik dışı
görülebilmektedir, ancak gerçeği saklamak ve gerçekleri saptırmak kabul
edilebilir; hatta duruma göre ideal bir davranış olarak önerilmektedir. Halkla
ilişkileri etik dışına iten pratiklerin uygulanması da halkla ilişkilerin sanatsal
yönüne girmektedir. Bu durum halkla ilişkilerin etik sınırlarına ilişkin çok
önemli bir sorunu ifade etmektedir.
Yüzyıllardır filozoflar yalanın ve doğru söylemenin yarattığı
problemler üzerine çalışmışlardır. Ancak uzun zamandır kabul gören felsefi
teoriler doğru söylemenin, yalanın, aldatmanın ve ört bas etmenin günlük
88
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97.
hayattaki ahlaki yanlışlığını ya da doğruluğunu belirlemede çok fazla yardımcı
olamamışlardır, çünkü bu eylemlerin kişiler arası etkilerini ya görmezden
gelmişler ya da yeterince bu konuya odaklanmamışlardır. Dahası, filozoflar
detaylı olarak geçek durumları incelediklerinde, ikilemler konusunda
yapılandırılmış bir eylem rehberi bulunmamaktadır. Bazı durumlarda yalanlar
ahlaki olarak doğrudur ve bazı durumlarda bilgiyi saklamak ahlaki olarak
yanlıştır. Bazen yalanlar şatafatlı planların ya da “iyi niyet” iması bulunan
vaatlerin bir ürünü olabilir. Tüm sonuçları mantıki olarak ele almada düşülen
yanlış, vaatleri ve planları karşı tarafa zarar veren yalanlara dönüştürebilir.
Başta bu durum istenmemiş olsa bile kişi bu yalandan sorumlu olmalıdır
(Englehardt ve Evans, 1994:261). Halkla ilişkiler kampanyalarıyla ve
programlarıyla firmanın ürünleri ve imajı için yapılan tanıtım faaliyetleri bazen
asılsız vaatler ve içi boş imalarla süslü olabilir. Bu vaatler ve imalar en
nihayetinde yürütülen faaliyetleri bir yalanlar manzumesine dönüştürebilir.
Örneğin Starbucks, Ethos adlı su markasını satışa sunmakta ve bu ürünü
üzerinden bir sosyal sorumluluk kampanyası yürütmektedir. Kampanyada
dünyada su sıkıntısı çekilen yerlere Starbucks’ın yardım götüreceği ve “alınan
her bir şişenin bir fark ortaya çıkaracağı” söylenmektedir. Ürünün dizaynı tam
da ilgili sosyal sorumluluk kampanyasıyla örtüşür biçimde yapılmıştır ve
verilen 1,8 doların tamamının kampanyaya aktarıldığı izlenimini vermektedir.
Oysa ürün başına yapılan yardım 0,05 dolar yani 5 senttir. 0,5 litre su için
ödenen bu kadar paradan ayrılan 5 sentle dünyadaki su sıkıntısı konusunda ne
gibi bir fark ortaya çıkacağı konuyu inceleyenler tarafından mutlaka
sorgulanacaktır. “Every bottle makes a difference” sloganının baştan öyle
istenmese de, mevcut uygulamayla, içi boş bir anlam taşıyor olmasından
öyleyse kim sorumlu tutulacaktır?
Halkla ilişkiler pratiği doğru söyleme, yalan, ve aldatma üzerine
ikilemlerle doludur. Çünkü burada sayılan her bir “dürüstlük” basamağı,
ilişkileri ve kariyerleri zedeleyen, hatta yok eden mesleki ya da kişiler arası
günlük yaşamın bir parçasıdır (Englehardt ve Evans, 1994:250). Konu zararsa,
zararı üstlenmek karşı tarafa yüklemekten daha etiktir. Aynı zamanda çatışan
talepleri gidermek zorsa ört bas, doğruları söylemek ve aldatmaktan daha kolay
görülebilir. Konu üzerine görüş bildiren egemen yaklaşımlar, doğru söyleme,
yalan, aldatma hatta ört basın bile ilişkileri iyileştirebileceğini ya da
destekleyebileceğini savunurlar.
Halkla ilişkiler pratiği yalan ve ört basa eğilimlidir. Hatta negatif
anlamlandırmalar, aldatmanın bazı şekillerinin halkla ilişkiler pratiğinde çok
karşılaşılır olması nedeniyle halkla ilişkileri sahtekârlıkla eş anlamlı kabul
ederler. Yalan, aldatma, ört bas konusunda halkla ilişkiler eleştirildiğinde doğal
olarak bu eylemlerin kamu yararına olduğu spesifik durumlar konuya dahil
edilmez. Konuyla ilgili eleştiriler esasen maniplasyon ve gerçekleri saklayarak
çıkar sağlama üzerine odaklanmaktadır. Halkla ilişkilerde yalan, aldatma, ört
bas konusu ele alınırken bunların faydalarını belirtmek konuyu saptırmak
89
T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları
amacına hizmet eder. Aynı zamanda yalan ve aldatmayı kullanmanın söz
konusu olduğu durumlarda bile halkla ilişkilerin fayda yarattığı düşüncesi
işlenerek, onun mitleştirilmesine katkıda bulunulur. Konu ele alınırken sorunun
çözümüne yönelik bir sonuca ulaşılmak isteniyorsa bu tip eylemlerin zararları
ve ortaya çıkma nedenleri üzerinde durulması gerekmektedir; ancak egemen
yaklaşımlarda bu yönde bir anlayış kendini göstermez (Şentürk, 2006:145).
Yalan, aldatma, örtbas, doğruları saklama ile alakalı olarak verilen
örneklerde halkla ilişkilerin doğasını ve pratiklerini meşrulaştırma kaygıları
kendini daha da fazla gösterir. Konuyla alakalı olarak örgüt içindeki güç
mücadelelerini dışarıya yansıtmak gibi faydası olmayan kamusal rollere ilişkin
ört bas girişimleri ya da bir doktorun hastasına, hastanın psikolojik durumunu
korumak için doğru bilgileri vermemesi gibi örnekler ortaya konur. Burada
esasen sorulması gereken soru, örgütlerin toplumun kendi aleyhlerine olan
doğru düşüncelere kapılmalarını istememeleri nedeniyle mi onlardan doğruları
sakladıklarıdır.
Eleştirel
yaklaşımların
ve
toplumdaki
negatif
anlamlandırmaların altını çizdiği sahtekarlık olgusu bu çerçevede anlam kazanır
(Şentürk, 2006:145). Egemen yaklaşımların örneklerine paralel olarak ve
konunun geldiği nokta itibariyle verilecek en güzel örnek, halkla ilişkilerin
mesleki olarak gelişiminden ve etikliğinden kendini birinci derecede sorumlu
hisseden Amerika Halkla İlişkiler Cemiyeti’nde (PRSA) 1985 yılında yaşanan
skandaldır. Halkla İlişkiler danışmanı olarak şirketten bilgi sızdırmak nedeniyle
hakkında dava açılmış olan Cemiyet Başkan Adayı Anthony M. Franco’nun
durumu seçim sürecinde cemiyet yönetim kurulu tarafından öğrenilmiş ancak
bu gerçek gizlenmiştir. Daha sonra bir gazetecinin konuyu tespiti ve gazetesinde
yayınlaması sonrasında olay ortaya çıkmıştır (Englehardt ve Evans, 1994:263).
Bu olay halkla ilişkilerin cemiyetler bazındaki imajını da toplum gözünde
yıkmıştır.
Örgütlerin yalan ve aldatma mekanizmalarını kullanmaları toplumsal
bir olgudur ve bu olguda taraflar arasında güç dengesi yoktur. Bunun iletişim
alanındaki en çarpıcı örneği ABD Federal Açıklık Komisyonu’nun çalışmasıdır.
Federal Açıklık Komisyonu Doktrini olarak bilinen bu çalışma “taraflar
arasındaki dengesizlik korkusu” nedeniyle ortaya konmuştur, ancak bu doktrine
uyan çıkmamıştır (Barney ve Black, 1994:241). Aynı zamanda suç net bile olsa
konuyla alakalı yaptırım gücü de çok sınırlıdır. Devlet serbest piyasa sistemi
içerisinde desteğini sermayeden yana koyar ve toplumsal talep (ya da mağdur
olan tarafın talepleri) cevapsız bırakılır veya en azından göz boyama üzerine
kurulu senaryolarla tepkiler savuşturulur (Şentürk, 2006:148). Böyle bir
ortamda halkla ilişkiler profesyonellerinin ortaya koyduğu gerçeklik nettir: “…
kendilerini çocuk işçiler, ırksal ilişkiler, çevre, sağlık ve güvenlik gibi tartışmalı
konuların içinde bulan şirketler eleştirilere karşı etkili savunma başlatmalı yada
müşteri ve yatırımcı kayıplarıyla yüzleşmelidirler” (Sutcliffe, 1998:5). İş ahlakı
ile uyuşmayan bu gibi durumlarda sunulan çözüm, örgütlerde gerekli
değişimleri üretmek ve bu iradeyi beyan etmek yerine etkili bir savunmaya
90
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97.
geçmektir. Bu savunma mekanizmasının işletilmesi, toplumun ya da ilgili
kamuların istemlerinin halkla ilişkiler aracılığıyla araştırılıp ölçülerek,
örgütlerde değişim için kullanılması tezinin de maskesini düşürmektedir. Çünkü
mevcut sistemde örgütlerle arasında uyumsuzluk yaşayan kamuların seslerini
yükseltmeleri durumunda verilen tepki etkili bir savunmadır. Bu gerçeklik,
örgütle kamuları arasındaki iletişimin doğası hakkında ve kriz yönetimi
konusunda bize değerli bilgiler sunmaktadır (Şentürk, 2006:148). Bu açıdan
bakıldığında henüz herhangi bir uyuşmazlık söz konusu olmadan diyalog ve
karşılıklı etkileşim yoluyla uyumun sağlanmasını önermek ya da bunun
işlerliğini ileri sürmek de halkla ilişkilerin kendisi için oluşturduğu mitlerin bir
parçasıdır ve etik sınırları açısından önemli bir başka olguyu tasvir eder.
3.4. Halkla İlişkiler ve Propaganda Fonksiyonu
Hakla ilişkilerin imajına ilişkin etik problemlerin önemli bir başlığı da
propaganda konusudur. Propaganda ve halkla ilişkiler arasında örgütlenme
biçimi, iş görme şekli, iş gördüğü alanlar ve kurduğu ilişkiler bakımından belki
önemli farklılıklar olabilir. Fakat propaganda ve halkla ilişkiler farklılıklarına
karşın birbirinden destek gören, örgütlerin, kuruluşların daha çok kar, çıkar,
inandırıcılık ve prestij elde etme amacına hizmet eden etkinliklerdir (Bıçakçı,
2000:117). Ewen’in belirttiği gibi (1996; aktaran Erdoğan, 2002:369),
propaganda ve halkla ilişkiler aynı aileden gelen ikizlerdir. Meşhur halkla
ilişkiler uzmanı Bernays 1928’de halkla ilişkiler pratiğini anlatan “Propaganda”
adlı kitabını Nazi enformasyon Bakanı Goebbels de okumuştur. Bernays
kitabında propagandanın hiçbir zaman ölmeyeceğini söyler. Ona göre, toplumda
akıl sahibi olanlar propagandanın kaostan düzen çıkarmak amaçlı yapılan
üretken çabalar için modern bir enstrüman olduğunu idrak etmelidir (Moloney,
2000; aktaran Davis, 2004:14).
Goebbels medyayı kullanarak Alman
propagandasını gerçekleştirmiştir. Halkla ilişkilerin kamuoyunun politik,
ekonomik ve sosyal meselelerini şekillendirmeye duyduğu ilgiden de
anlaşılacağı üzere, propagandanın günümüz halkla ilişkilerinin içinde bir yerde
barındığı kolaylıkla iddia edilebilir (Davis, 2004:10).
Egemen sunumlara göre propaganda otoriter toplumlarda ve halkla
ilişkiler ise demokratik toplumlarda vardır; yani bu iddiayı şu şekilde
anlayabiliriz: “Demokratik toplumlarda propagandanın adı halkla ilişkiler
olmuştur” (Erdoğan, 2002:369). Böylece “yalan söyleme” olarak nitelenen
propaganda (ki her zaman yalana dayanmaz) halkla ilişkilerle imaj
yapılandırıcısına dönüştürülmektedir.
Demokrasiye başvurma, halka ilişkileri propaganda suçlamasından
korumanın bir yolu olarak yükselmiş görülmektedir. Demokrasinin de kendi
propagandasının olabileceği egemen bakışı savunan kişilerin düşünmediği ya da
düşünmek istemediği bir konudur. Pieczka ve L’Etang (2002) belirtmektedir ki,
halkla ilişkiler alanında çalışmaları bulunan Cutlip ve diğerleri açık bir şekilde
böyle sorunların herhangi bir tartışmasından kaçınmaktadırlar, ortaya
koydukları metinlerde propaganda terimine indekslenmiş sadece bir tane
91
T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları
referans vardır; referans da yalnızca hükümet iletişimi bağlamında verilmiştir.
Grunig ve Hunt (1984) ya da Grunig (1992) içinde propagandayla alakalı hiç
referans yoktur.
Propaganda denilince akla devlet aygıtı gelir. Devletin yaptığı
propaganda, özel teşebbüsün yaptığı ise halkla ilişkiler olur. Propaganda yalan
ve doğru bilgilendirme ile, enformasyon ile, özlüce iletişim ile hedefi iknaya
çalışır. Halkla ilişkiler de aynı şeyi yapar. Yapış koşulları, alanları, zaman ve
yerleri farklı olabilir, fakat yapılanların doğasında ciddi bir fark yoktur. Her ne
kadar akademisyenler halkla ilişkiler mesleğinin parametrelerini belirleseler de,
bazı etik uzmanları pratikteki olayların ikna edici davranışları esas olarak etik
dışı yaptığını devamlı olarak bildirmektedirler. Tartışma, halkla ilişkilerin
sadece bilgilendirmek yerine ikna için “seçici gerçekliği” yaymayı
gerektirdiğini belirtmektedir. Özel amacı, aldatma üzerine kurulmuş taktikleri
kullanarak kitlesel medya aracılığıyla çok büyük sayılardaki kitlelerin
kararlarını maniple etmek olan bir endüstri için nesnel bir ahlaki teori
açıklanamamaktadır (Barney ve Black, 1994:241). Aynı ahlaki çıkmazı
propaganda için de söylemek mümkündür. Mantıki sonuç, halkla ilişkilerin
ahlaki enginlik iddia edebilmesi için kendi doğasını değiştirmesi gerekeceğidir
(Şentürk, 2006:150)
Halkla ilişkiler devlet egemenliğinin aforoz edildiği ve devlet gücünün
belirli sermaye odaklarında toplandığı bir toplumda var olur. Bu nedenle en
temel içsel inançlardan biri halkla ilişkiler uzmanlarının danışman rolünde ve
“görünmez” olması gereğidir. Böylece manipüle duygusu oluşmaz. Propaganda
uzmanları da danışmandır ve görünmezdir. Özlüce aralarında fonksiyonellik
bakımından anlamlı bir fark yoktur.
3.5. Halkla İlişkiler ve Medya İlişkilerinin Etik Boyutu
Halkla ilişkilerin etik sınırlarını çizen bir başka konu da, halkla
ilişkilerin medyayı yönlendirme üzerine yaptığı faaliyetler ve bunların
sonuçlarıdır. Halkla ilişkilerin kitle iletişim medyasının bir aracı mı olduğu
yoksa medyanın halkla ilişkiler için bir araç mı olduğu sorusu ikisi arasındaki
bağı anlamada oldukça önemlidir (Şentürk, 2006:150). İlk halkla ilişkiler
uzmanlarının çoğu gazetecilikten gelir. Dolayısıyla haber aygıtını kullanarak
“halka ilan etme” ve halkla ilişkiler pratiği arasında mesleki açıdan teknik
bağlar vardır. Gazetecilik gibi görünen ve zaten yayına hazır edilmiş materyal
verildiğinde, bu materyali gazetede basmak oldukça kolaydır. Bu faaliyet halkla
ilişkilerde basın sözcülüğü fonksiyonuyla yerine getirilir.
Halkla ilişkilerde ve gazetecilikte etkili halkla ilişkiler adına, temel
anahtar noktalar üzerinde vurgu yapılması öğretilir; haberleri en kısa zamanda,
en uygun şekilde ve en düşük maliyetle elde etmeleri işlenir. Süreç
McDonalds’ın Mc Turco’sunun ardındaki menü hazırlama sistemine benzer.
Köşe yazarı Richard Reeves bu sürecin çoğunu, firma, devlet ve halkla ilişkiler
çalışanlarının gece ve gündüz istediklerinde haber depozit ettiği veya haber
gönderdiği, bu yaptıklarının gazeteciler tarafından gözden geçirilmediği “ATM
92
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97.
Gazeteciliği” olarak adlandırır (Reeves, 1998; aktaran Erdoğan, 2005). Davis,
gazetecilerin halkla ilişkiler uzmanları tarafından sömürüldüğünü söyler. Yazar,
İngiltere’de medyanın “halkla ilişkilerleşmesi” gibi bir durumun yaşandığını
belirtir ve gazetecilerin halkla ilişkilere bağımlılığının giderek artmasının,
gazetecilerin eleştirel yetilerinin sakatlanmasına neden olduğunu belirtir (Davis,
2004:9).
Medyanın basit basın bildirisine dayanması (onları kullanması) oldukça
fazladır. Birçok basın bildirisi daha hiçbir denetim ve düzeltme yapılmadan
gazetede basılır. 1980 yılında yapılan bir inceleme, Wall Street Journal’ı orijinal
basın bildirilerine benzetmiştir: 53 örnekte (%72) haber hikayeleri tümüyle
basın bildirilerine dayandığı görülmüştür. Bu 53’ün 32 tanesinin bildirinin
kelimesi kelimesine aynısı olduğu; 21 tanesinde bazı ufak tefek hikayeler
eklendiği tespit edilmiştir (Blyskal,1985; aktaran Erdoğan, 2005:352).
Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği’nin (IPRA) 52 ülkede yaptırdığı
anket, medya ve halkla ilişkiler endüstrisi arasındaki bağların menfaat yönünü
çok açık biçimde orta koymuştur. Anket sonuçlarına göre “paralı haber”
dünyada öylesine yaygın bir durumdadır ki neredeyse okuduğumuz her haber
halkla ilişkilerin bir ürünüdür. Şirketler bunu hedefe iki yöntemle
varmaktadırlar. Birincisi editörlere açıktan para ve hediye vererek, ikincisi ise
editörlere yanlarında iş vererek. Gazeteciler Türkiye’nin de aralarında
bulunduğu birçok ülkede danışman adı altında medyada kendilerini işe alan
şirketlerin çıkarlarını koruma görevini üstlenmektedirler. Örneğin bir
gazetecinin çalıştığı yayının yanı sıra gizli ya da aşikar olarak bir şirket ya da
halkla ilişkiler ajansı için çalışması Avustralya’da son derce normal
karşılanmaktadır. Erdoğan’ın belirttiği araştırma sonuçlarına göre (Erdoğan,
2005:356), gazetecilikten artan zamanlarını halkla ilişkilere adayanların oranı
Avustralya’da %60’lara dayanmaktadır. Ankete Türkiye’nin içinde gösterildiği
Güney Avrupa bölgesinde bu oran %35’ler düzeyindedir. Gazetecilikle halkla
ilişkiler şirketlerini birbirine karıştırmayanlar ise, ağırlıklı olarak Kuzey
Amerika’da yaşamaktadır. Kuzey Amerika’da halkla ilişkiler şirketleri için
çalışan gazetecilerin oranı toplam içinde %5’lik bir kesimi kapsamaktadır.
Reklam ajansları gazeteler üzerinde psikolojik baskı oluşturmak için her
ülkede birbirine benzer yöntemler izlemektedir. IPRA’nın raporuna göre
editörler üzerinde baskı yaratmak isteyen reklam ajansları, basın bültenlerini
aynı gazetenin reklam servislerine göndermektedir. Güney Avrupa (%35), Asya
(%42) ve Latin Amerika’da (%59) bu yöntem son derece yaygınken,
Avustralya’da zaten gazetecilerin çoğu ikinci bir meslek olarak halkla ilişkiler
alanını seçtiği için, bu ülkedeki reklam ajansları gazetelerin reklam servislerine
haber bülteni göndermemektedir. Ama bazı ülkelerde reklam habercilik
öylesine kanıksanmış durumdadır ki, gazeteler sayfalarında haberine yer
verdikleri şirketlerin fotoğrafının renk ayrım masrafını talep edebilmektedirler
(Erdoğan, 2005:356). Ankette daha çarpıcı sonuçlar da mevcuttur:
93
T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları
·
Haberler dış etkilere (paralı haber, reklam birimi baskısı gibi)
bağlı olarak yayınlanır: Doğu Avrupa %63, Afrika-Ortadoğu %40, Güney
Avrupa %35, Kuzeybatı Avrupa %21, Avustralya %20, Asya %16, Kuzey
Amerika %13.
·
Yayınlar üçüncü kişilerden hediye kabul etme, indirimli
ürünleri kapsayan yazılı bir politikaya sahiptir: Afrika-Ortadoğu %20, Doğu
Avrupa %22, Güney ve Orta Amerika %29, Güney Avrupa %30, Asya %31,
Avustralya %40, Kuzeybatı Avrupa %56, Kuzey Amerika %70.
·
Bir gazete ya da gazeteci haberi yayınlamaktan vazgeçmek için
para almayı kabul eder: Güney ve Orta Amerika %41, Doğu Avrupa %28, Asya
%26, Afrika-Ortadoğu %20, Güney Avrupa %20, Kuzeybatı Avrupa %5,
Avustralya %0, Kuzey Amerika %0.
Yukarıdaki bulgular haber, haberci ve maddi çıkar ilişkileri arasındaki
bağın özelliklerinin bazılarına işaret etmektedir. Bu veriler ışığında, kamunun
yanlış veya eksik bilgilendirilmesinin veya bilgilendirilmemesinin nedenleri
üzerine düşünülürken, sorunun “halkın cahilliği ya da halkın öyle istediği” ile
ilişkisinin çok karmaşık olduğu sonucuna varmak mümkündür. Asıl bağın
medyanın kısıtlı zamanla ve haber hazırlamayla ilgili sınırlamaları da olmadığı
açıkça görülmektedir. Medya ve halkla ilişkiler endüstrisi arasındaki ilişkinin iş
etiği açısından düşük not almasında asıl nedenler, bir örümcek ağı gibi örülmüş
çıkarlar yapısı ve baskılarla yürütülen iş süreçlerinde yatmaktadır.
Örgütlü yer ve zamanda belirlenen koşullar, bazen çalışanların
istediğinin tam tersini yapmasını gerektirmektedir. Gazetecilerin kendileri iş
hayatında çıkarlar ağının bir parçası haline gelebilmektedir. Günümüzde iş
kültürü, işin örgütlü doğası ve ilişkileri halkla ilişkiler uzmanının hazırladığı
materyalleri kullanmayı, hem de gözden geçirmeden kullanmayı
gerektirmektedir.
Bilgi toplayıcıları ve dağıtıcıları kamu bilincinde ve hayatında çok
önemli yer işgal etmektedirler. Sade yurttaş bireysel tecrübesinden çok medya
aracılığıyla gelen bilgi yoluyla siyasal tercih ve tüketim tercihi gibi kritik
kararlarını almakta olduğundan, bu bilgileri sağlayanlar kendilerini artan bir
eleştirel incelemeye tabi bulurlar.
Tüketiciler ve etik uzmanlar, profesyonel iletişimciler tarafından daha
güvenilir ve geçerli bilgi sağlanması konusuna kaygıyla yaklaşmaktadırlar.
Çoğu tüketici, iletişimciler tarafından aldatıldıklarını ve maniple edildiklerini
düşünmektedir. Yüksek güvenilirliği sağlamak için buna pratisyenler tarafından
verilen ilk doğal cevap, maniplasyon yapan pratisyenleri disipline edici bazı
metotları savunmaktır. Bu savunma kendilerini ve ürettikleri mesajları sağlama
bağlama amaçlıdır. Hiç de tesadüfi olmayarak, bu çerçevede prestiji ve mesleki
güvenilirliği sağlamak amaçlı olarak devlet lisansını önermek, dışarıdan gelen
eleştirilere verilen saptırılmış ve yüzeysel bir cevap olarak durmaktadır.
Gerçeklik, halkla ilişkilerin anayasalarda bulunan ifade özgürlüğü kanunuyla
korunduğudur. Bu özgürlük bilgi için bir “açık pazarı” mümkün kılar. Bu kamu
94
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97.
güvenini ve iyi niyetini sağlama almak konusunda göz ardı edilmez. Eğer
kamuya ikna edici-seçici açıklama yapan iletişimci kanunlar ve bir topluluk
tarafından korunursa, bu halkla ilişkilerin eşsiz rolünü anlamaya yardımcı olur.
O, yıkıcı ve etik dışı bir rol olabilir (Barney ve Black, 1994:238).
Halkla ilişkiler özellikle televizyonun çıktılarına olumsuz etki eden bir
yapılanma olarak da nitelenir. Örneğin İngiltere’de bazılarına göre habercilik
çıktısının kalitesindeki bozulma nedeniyle batı demokrasisinin bütün dokusu
tehdit altındadır. Sadece ticari baskılar değil, yeni teknolojilerin etkisi ve halkla
ilişkilerin yükselmesi haddinden fazla yapay ve enformasyondan yoksun
habercilik stiline katkıda bulunmaktadır (Snow, 1997; aktaran Erdoğan,
2005:240). Daha kötüsü milyonlarca dolarlık halkla ilişkiler ve reklamcılık
bütçeleri birçok şirketin yaptığı kötülükleri gizler ve kamunun/halkın dikkatini
onlardan uzağa çeker. Mental ve ruhsal olarak kirlenmiş bir çevrenin
promosyonunu yapar; insanları ciddi sorular sormaktan yoksun bırakır;
eğlendirerek pazara yönlendirir; bunu yaparken dilimizi, dünyamızı,
algılarımızı, kimliğimizi, değerlerimizi, ilişkilerimizi, özlüce bütün dünyamızı
bir pazarın gereksinimlerine göre biçimlendirir. Halkı ikna işi yapanlar
geçtiğimiz yüzyıldan başlayarak artan bir şekilde mantığa seslenmeyi terk
etmişlerdir. Bu sektörde çalışanlar, pazarlamada temel stratejilerden biri olan
duygulara hitap etme faaliyeti paralelinde, ikna için sahte imajlar ve semboller
kullanarak içgüdüler ve duyguların maniplasyonuna yönelmişlerdir. Örneğin
Türkiye’de bir aşk skandalına imza atan fotomodel, üzerindeki islami
sembollerle basın toplantısına çıkarılmakta, duygusal bir biçimde halkla ilişkiler
uzmanının kendisi için hazırladığı metni okumakta, bu yolla da vatandaşın
tepkisi savuşturulmaya çalışılmaktadır. Burada üretilen maniplasyon
atmosferinin ve imaj kombinasyonunun prodüktörü olan bir mesleğe etik sınır
koymanın, bu gibi eylemler göz önüne alındığında, pek rasyonel olmayacağı
değerlendirilmelidir.
Medya ve halkla ilişkiler dünyası birbiriyle bağlantılı ekonomik
amaçlara sahiptir. Bu amaçlardan geçerek kendi çıkarları için pazar üzerinde
kontrolü sağlamaya ve yaygınlaştırmaya çalışırlar. Birbirlerine zorunlu
bağımlılık nedeniyle aralarında hayati çıkar ilişkileri vardır ve bu da kaçınılmaz
olarak karşılıklı dayanışmayı ve bu dayanışma için gerekli destek
mekanizmalarının yaratılması ve kullanılmasını gerektirir. Bu nedenle örneğin,
reklamı alan gazete doğal olarak reklam verenle ilişkisini bozacak bir yayından
veya haberden kaçınacaktır. Halkla ilişkiler günümüzde medya içeriğinin
yarısına yakınını sağlayarak, haber dünyamıza önemli destek verir ve bunu
yaparak kamuoyunu etkiler. Bu sistemin çalışmasından geçerek, tarih yapılır ve
toplum kalıba sokulur (Erdoğan, 2005:26). Özlüce halkla ilişkiler ve medya
arasında etik boyutu incelemekten çıkacak sonuç, iki endüstrinin de bulunduğu
etiklik düzeyinden öteye bir veri sunmayacaktır. Görülen odur ki, her iki taraf
da “etik düşüklüklerini” ilişkileri bazında da ortaya koymaktadırlar.
95
T. Şentürk, C. Ay /Halkla İlişkilerin Etik Sınırları
SONUÇ
Halkla ilişkilerin etik sorununun temelinde, halkla ilişkiler
faaliyetlerinin sahte imajlar yaratma, yanıltma aracı olma ve gerçeği üretme
düşünceleri yatar. Amerikan halkla ilişkiler deneyiminin tarihine bakıldığında,
halkla ilişkilerde önemli ölçüde bilinçli yanıltma ve propaganda kullanıldığı
görülür. Oysa kurumsal iletişim tarafsız, güvenilir ve gerçekçi olmalıdır. Halkla
ilişkiler mesleği de meşru teknikleri uygulamada doğru hareket etmelidir.
Ancak mevcut sosyoekonomik ve siyasal sistemin içerisinde halkla ilişkiler
mesleği uzmanları kurumun çıkarını ve saygınlığını her şeyin üzerinde
görmektedir. Özel kuruluşlar ya da kamu kuruluşları için olsun, kriz
dönemlerinde eyleme geçildiğinde halkla ilişkiler faaliyetleri içersinde yer alan
haber yönetimi haber yönlendirmesine, şeffaflık aldatmacaya, etkileyici gündem
gizli propagandaya ve doğruluk çarpıklığa dönüşmektedir.
Günümüzde var olan hiçbir halkla ilişkiler cemiyeti mesleğin
saygınlığını arttıramamıştır ve insanlar avutulmaktadır; endüstri güvenirlik
bunalımı yaşamaktadır ve insanlar halkla ilişkiler endüstrisini ciddiye
almamaktadır. Buna cevaben pratisyenlerin yaklaşımı, halkla ilişkilerin imajı
konusunda endişelenmeyi bırakarak iyi işler çıkarmak ve değer katmaya
odaklanmaktır. Fakat konu halkla ilişkilerin saygınlığı ve imajıyla alakalıdır.
Genel olarak kabul edildiği gibi, bu alanda çalışanların çoğu, ironik bir biçimde
bu derecede zayıflamış olan bir imajı iyi yönde beslemenin ve geliştirmenin
kaygısını taşımaktadırlar. Açıkça birçokları bu durumdan endişelenmektedir ve
yaptıkları işi halkla ilişkiler olarak tanımlamaktan kaçınmaktadırlar. Halkla
ilişkiler artık aldatma ve hile anlamını taşımaya başlamıştır. Mesleğe eleştirel
yaklaşanlara göre, günümüzde artık ilgi çekme amaçlı ya da ilgiyi başka
taraflara yönlendirme amaçlı her faaliyet, halkla ilişkiler çabası içerisine
düşmektedir.
Bu gibi olumsuz sonuçları baştan engellemek için organize edilmiş
meslek örgütleri ve bu örgütlerle gelen etik kodlar sorunları gidermede katkı
sağlayamamaktadır. Hatta denilebilir ki mevcut sosyoekonomik yapı göz önüne
alındığında ortaya konan etik kodlar ütopik bir durum arz etmektedir. Bu
kodların hiç bir zaman dikkate alınmaması bunun en güzel göstergesidir.
Meslek örgütleriyle gelen ilke ve kurallar sadece çalışanları hedef almamalı,
aynı zamanda işin örgütleniş biçiminin getirdiği koşulları da hedef almalıdır ve
metanın değerine dayanan etiği değil, insan değerine dayanan etiği egemen
kılmaya çalışmalıdır. Bu bilincin sadece bir sektöre değil, iş yaşamının
tamamına egemen kılınmasıyla müspet sonuçların elde edilebileceği
unutulmamalı ve tüm meslek örgütleri bu çerçevede ortak akıl ve eylem ortaya
koymalıdır.
96
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.81-97.
KAYNAKÇA
Aras, Güler; “İş Etiği”, İnfomag Dergisi, Nisan, 2004.
Asna, Alaeddin (1977); “Halkla İlişkiler”, Sabah Kitapları, İstanbul.
Aydın, İnayet Pehlivan, “Yönetsel Mesleki ve Örgütsel Etik”, Pagem Yayıncılık, Ankara, Şubat
2001.
Barney, Ralp D. and Black, Jay (1994); “Ethics and Professional Persuasive Communications,
Public Relations Rewiev, vol.20,no:3.
Bıçakçı, İlker (2000); “İletişim ve Halkla İlişkiler: Eleştirel Yaklaşım”, Mediacat Kitapları,
Ankara.
Davis, Anthony (2004); “Mastering Public Relations”, Palgrave Macmillan Ltd., New York.
Edelman, Daniel J. (1992), “Ethical Behaviour is Key to Field’s Future”, Public Relations
Journal, no. 48, pp. 31-32, November.
Englehardt, Elaine E., Evans, DeAnn (1994),; ”Lies, Deception and Public Relations”, Public
Relations Rewiev, vol.20, no:3, sf:258.
Erdoğan İrfan (2002), “İletişimi Anlamak”, Erk Yayıncılık, Ankara.
Erdoğan İrfan (2005), “Teori ve Pratikte Halkla İlişkiler”, Erk Yayıncılık, Ankara.
Grunig, J. E., White, J. (1992), “The Effect of Worldviews on Public Relations Theory and
Practice, içinde Grunig, James E.; “Excellence in Public Relations and Communication
Management”, Hillside, NJ: Lawrence Erlbaum Associates.
Kotler Philip, Armstrong Gary (2003); “Marketing: An Introduction”, Prentice Hall, New Jersey,
USA.
Kotler P., Wong V., Saunders J., Armstrong G. (2004); “Principles of Marketing”, Prentice Hall,
Harlow, England.
Nelson, R. A (1994); “Issues Communication and Advocacay: Contemporary Ethical
Challenges”, Public Relations Rewiew ,vol. 20, no.3, sf:225-231.
Pieczka M., L’Etang J. (2002), “Halkla ilişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar”, Vadi Yayınları,
İstanbul.
Piepper, Annemarie, “Eğiğe Giriş’’, Çev: .Veysel Ataman, Gönül Sezer, Ayrıntı Yayınları,
Ankara, 1999.
Pira, Aydın (2004), “ Küresel Köyde Halkla İlişkiler Adına Neler Konuşuluyor?”, E.Ü. İletişim
Fak. Yayınları, no:35, İzmir.
Sutcliffe Hilary (1998),”The Etics of Communication”, Public Relations Review, vol.21, no:2,
sf:5.
Şentürk Tolga (2006), “Halkla İlişkilerde Etik Bağlamında Medya Grupları Arası Çatışma
Üzerine Bir İnceleme: Doğan Medya Grubu”, Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar
Üniversitesi, Manisa.
Wright, D. K. (1989); “Ethics Research in Public Relations: An Overview”, Public Relations
Review, vol. 19, no.1, sf:13-20.
97
H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
Performans Esaslı Bütçelemenin Başarılı Olabilmesi İçin
Performans Ölçümünün Önemi
Yrd. Doç. Dr. Harun CANSIZ
Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F., Maliye Bölümü
ÖZET
Dünyada kamu mali yönetiminde meydana gelen gelişmeler, devlet bütçesine ilişkin
anlayışları da etkilemiştir. Devletin sunduğu kamusal hizmetlerde etkinliği, mali saydamlığı,
hesap verme sorumluluğunu, mali disiplini, kamuoyu denetimini ve performansa dayalı
ücretlendirmeyi hedef alan Performans Esaslı Bütçeleme anlayışı, ülkelerin yapısal koşulları da
dikkate alınarak, farklı modellerle uygulanma imkânı bulmuştur. Bu anlayış, 5018 Sayılı Kanunla
birlikte Türkiye’de de uygulanmaya başlanmıştır. Beklentilerin gerçekleşebilmesi için sistemin
uygulayıcılar tarafından benimsenmesi yanında kamuoyu tarafından da desteklenmesi gereklidir.
Anahtar Sözcükler: Performans Esaslı Bütçeleme, Mali Disiplin, Kamuoyu Denetimi
Significance of Performance Measurement for the Success of
Performance Based Budgeting
ABSTRACT
The global development in the field of public finance has also affected the views on the
government budgeting. Aiming to ensure efficiency, fiscal transparency, fiscal accountability,
fiscal discipline, public auditing, and waging based on performance, Performance Based
Budgeting approach started to be applied across the world as varied models in accordance with
special needs of the applying countries. This approach also started to be applied in Turkey by the
adoption of 5018 Code. However, in order to match the expectations, the system should be
accepted both by implementing institutions and public opinion.
Key Words: Performans Based Budgeting, Fiscal Discipline, Public Auditing.
I.Giriş
Hükümetler, vatandaşların kamu hizmetlerinden beklentilerini kamu
gelirleriyle sağlamanın zor olduğunu anlamalarıyla birlikte kamu
harcamalarında etkinliği, verimliliği ve tutumluluğu artırmanın yollarını
aramaya başlamışlardır. Vatandaşlar da bütçe harcamaları konusunda daha
duyarlı hale gelmiş, kamu mali yönetiminde yaşanan israf ve yolsuzluklara karşı
kamuoyu baskıları artmıştır. Bu gelişmeler beraberinde devlet bütçelerinde
reform yapma ihtiyacını gündeme getirmiştir. Bu reformlardan birisi de
Performans Esaslı Bütçeleme (PEB) anlayışına geçilmesidir.
PEB anlayışı, kamu mali yönetiminde etkinliği, verimliliği, tutumluluğu
ve kamu yönetimine güveni artırarak vatandaşa kaliteli/etkin kamu hizmeti
98
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107.
sağlanmasını; kamu kurumlarının performanslarına yönelik daha kaliteli ve
somut bilgi sağlayarak karar alma sürecini güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu
kapsamda PEB; bütçeleme kararlarının odak noktasını girdilerden uzaklaştırıp,
ölçülebilir sonuçlara yönelten, ne kadar kaynağa ihtiyaç duyulduğundan çok,
elde edilen kaynaklarla nelerin başarılabileceğinin belirlendiği bir süreçtir.
II. Performans Esaslı Bütçeleme
Performans kelimesi önceden belirlenmiş hedeflere ulaşma düzeyini,
belli bir faaliyet sonucunda elde edileni ifade etmektedir. Bir kurumda
performans ölçümünden bahsedebilmek için, öncelikli olarak ilgili hedeflerin
tespit edilmesi ve bu hedefler doğrultusunda yapılan faaliyetler neticesinde elde
edilen sonuçların değerlendirilmesi gerekmektedir (GÜRSOY, 2001:13).
Performans terimi, kamu kesiminde kullanıldığında, hükümetlerin sunduğu
hizmetlerin etkin ve verimli olması gerektiği ve bunun ölçülebilmesi anlamına
gelmektedir. PEB, “performans” ve “bütçe” kavramları bütünleştirerek,
vatandaşların taleplerinin karşılanması ve kamu taahhütlerinin gerçekleşme
düzeyinin ölçülmesinde bütçenin önemini ve etkisini artırmaktadır (YILMAZ,
2007:35). Performans Esaslı Bütçeleme, 5018 Sayılı Kanunun 9. maddesinde,
“…Kamu idareleri bütçelerini, stratejik planlarında yer alan misyon,
vizyon, stratejik amaç ve hedeflerle uyumlu ve performans esasına dayalı olarak
hazırlarlar. Kamu idarelerinin bütçelerinin stratejik planlarda belirlenen
performans göstergelerine uygunluğu ve idarelerin bu çerçevede yürütecekleri
faaliyetler ile performans esaslı bütçelemeye ilişkin diğer hususları belirlemeye
Maliye Bakanlığı yetkilidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Belirlenmiş performans ölçülerine göre, ilgili kurumun amaçlarına
ulaşıp ulaşmadığının izlenmesini içeren bir bütçeleme süreci olan PEB, bir
kurumun misyon ve vizyonuna uygun olarak belirlenmiş stratejik hedeflerine
ulaşmasını sağlamak için, kamusal kaynakların tahsisini amaçlar (TÜĞEN vdg.,
2007: 36). Performans bütçeleme olgusu, bir kurumun kullandığı kaynakları,
ürettiği ürünleri ve hizmetleri, elde ettiği sonuçları takip etmesi için düzenli ve
sistematik biçimde veri toplanması, bunların analiz edilmesi ve raporlanması
sürecini gerekli kılmaktadır (YENİCE, 2006a:57). Bu bütçeler temel olarak,
kamu adına karar alıcıların ve kamu yöneticilerinin mali tasarruflarında daha
rasyonel hareket etmelerini ve kamuda maliyet bilincinin yerleşmesine katkıda
bulunmayı hedeflemektedir (AKSOY, 1993:77) .
PEB düşüncesi ilk olarak ABD’de 1912 yılında ortaya çıkmış; dönemin
ABD başkanı Taft tarafından kurulan “Tasarruf ve Verimlilik Komisyonu”nun
mevcut bütçe sisteminin aksaklıklarını gidermek amacıyla, kamu
harcamalarının maliyetlerinin hesaplanabilmesi ve verimliliğin ölçülebilmesine
yönelik çalışmalar yapması sonucunda ortaya çıkmıştır. Sistem daha sonra,
1949 tarihinde, “İcraat Bütçesi”, “İş Bütçesi” ve “Yürütme Bütçesi” gibi adlarla
anılmış (TÜĞEN, 2008:116); 1960’lı ve 1970’li yıllarda isim değiştirerek
Planlama, Programlama Bütçeleme Sistemi adını almıştır. PEB’ye geçiş
konusunda, 1980’li yılların sonlarında Yeni Zelanda ve Avustralya, 1990’lı
99
H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi
yıllarda İsveç, ABD, Finlandiya, İngiltere, Danimarka, Hollanda, Kanada ve
Fransa, 2000’li yılların başlarında ise Avusturya, İsviçre ve Almanya’da
düzenlemeler yapılmıştır (ERÜZ, 2005: 61). Günümüzde, ABD eyaletlerinin
tamamına yakınında ve OECD ülkelerinin çoğunda PEB uygulanmaktadır.
Türkiye’de ise 2003 yılında yürürlüğe giren 5018 Sayılı Kanunla uygulanmaya
başlanmıştır (AKTAN, TÜĞEN, 2006:206-211).
PEB’ye geçmekte olan ülkelerin bu sistemden temel beklentileri şu
şekildedir (Bknz.; ERÜZ, 2005: 62-67; ÖZYILDIZ, 2000: 80; ŞALCI, 2007:85;
SÖNMEZ, 2001:30; KARAKAŞ, 2005:292; YARDIMCIOĞLU, 2006: 160162; DEMİRCAN, 2006:57):
i. Bütçe Süreçlerini Güçlendirmek: Kamu kesiminde kaynak dağılımı
ve kullanımında etkinliğin sağlanması, hedeflere dayalı yönetim anlayışının
yerleştirilmesi, bütçe hazırlama, uygulama ve denetim süreçlerinin
güçlendirilmesi, kamusal hizmetlerde kalitenin arttırılması hedeflenmektedir.
ii. Sonuçlara Göre Denetimin Sağlanması: Girdi kontrollerini gevşetip
yöneticilerin çıktı ve sonuçlara göre hesap verebilirliliğini sağlamak, yönetim ve
bütçeleme kararlarında çıktı ve sonuç bazında ölçülen hedeflere odaklanma
öngörülmektedir.
iii. Kamu Kesiminde Stratejik Planlamayı Uygulamak: Yönetimde ve
bütçede politika oluşturulmasını geliştirmek, yönetim ve hizmet sunumunu
güçlendirmek, kaynak dağılımını stratejik önceliklere göre yapmak, parlamento
ve kamuoyuna karşı saydam ve hesap verebilirliliği sağlamak ve tasarruf etmek
hedeflenmektedir.
iv. Kamu Hizmetlerinde Etkenlik ve Verimliliği Artırma: PEB, daha
verimli ve kaliteli kamu hizmetleri üretmeyi amaçlamaktadır. Örneğin
sınıflardaki öğrenci sayısını azaltarak eğitimin kalitesini yükseltmek, daha çok
öğretmen istihdam etmenin önüne geçirmektedir. Yani öncelikli hedef öğretmen
sayısını artırmak değil, sınıflarda verilen eğitimin üretken ve verimli olmasını
sağlamaktır. Aynı şekilde, sağlık hizmetlerinde hastanelerde bekleme süresini
kısaltması, adalet kurumlarında hızlı karar verilmesi hedeflenmektedir.
v. Mali Saydamlığı Sağlama: Hükümetin yapısının ve fonksiyonlarının,
mali politika planlarının, kamu sektörü hesaplarının ve mali hedeflerinin
kamuoyuna açık olmasını sağlayan PEB ile, yolsuzluk ve rüşvet gibi
olumsuzlukların önlenmesi/azaltılması hedeflenmektedir.
vi. Hesap Verme Sorumluluğunun Tesis Edilmesi: PEB ile, kendisine
kamusal kaynakların kullanılmasında yetki verilen ve kaynak tahsisi yapılan
kimselerin bu yetki ve kaynakları nasıl kullandıkları konusunda kamuoyuna
rapor vermesi hedeflenmektedir.
vii. Performans Denetiminin İhdası: Kamu kesiminde uygulanan proje
ve programlara harcanan kaynakların önemli ölçüde artması, sorumluluğun
önem kazanması ve kamu yönetimi alanında meydana gelen gelişmeler
geleneksel denetimin yanı sıra performans denetimi ihtiyacını ortaya
100
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107.
çıkarmıştır. Bu ihtiyacın giderilmesinde PEB’nin önemli bir işlev görmesi
beklenmektedir.
ix.Mali Disiplinin Sağlanması:
Mali disiplin,
kamu gelir ve
giderlerinin birbirine denk olmasını; bütçelerinin daha etkili bir şekilde
izlenmesi ve değerlendirmesini gerektirmektedir. PEB, bütçelerin bilgiye dayalı
olarak hazırlanmasını sağlayacağından kamu idarelerini başarılı olma yönünde
teşvik ederek kaynak kullanımında tasarruf sağlayacak, kaynak israfını
önlemede etkili olabilecektir. Dolayısıyla, PEB’nin mali disiplini sağlamada
önemli bir araç olarak kullanılması amaçlanmaktadır.
x. Bütçe ve Plan İlişkisinin Kurulması: PEB ile uygulanmakta olan
bütçeler ile plan arasında uyum sağlanması beklenmektedir.
xi. Çok Yıllı Bütçeleme Tekniğinin Uygulanması: Çok yıllı bütçeleme
temel olarak politika, plan ve bütçemle arasındaki ilişkinin kurulmasında
önemli bir araç olup; kamusal ihtiyaçlar ve kaynaklar arasındaki dengeyi etkin
olarak kurmayı gerektirmektedir. Bu bağın kurulmasıyla birlikte bütçelerin
güvenilirliği ve öngörülebilirliği artacaktır. PEB’nin bu sürece katkıda
bulunabilmesi beklenmektedir.
III. Performans Esaslı Bütçelerin Başarı Şartları
PEB’yi uygulayan ülkeler başta bütçe hazırlama, uygulama ve denetim
süreçlerinde olmak üzere kamu kesiminde etkinliği sağlamayı
hedeflemektedirler. PEB’den beklenen faydaların sağlanabilmesi için şu
unsurların varlığı gereklidir (Bknz.; YILMAZ, 2007:43):
i. Vatandaşların Desteği ve Katılımının Sağlanması: PEB sürecinde
vatandaşların desteği, performans yönetiminin sadece bürokratik bir uygulama
olarak kalma riskini azaltarak, verilerin güvenirliğini ve doğruluğunu artırabilir.
ii. Çalışanların Katılımı:
PEB sisteminin sağlıklı bir şekilde
uygulanması, sistemi yürüten personelin bu sürece yeterli düzeyde katılımı ile
sağlanabilir.
iii.Destek Sisteminin Varlığı: Çalışanların bu sisteme olan güvenlerinin
sağlanabilmesi için belirli bir destek sisteminin varlığı gereklidir. Bu ise,
performans bilgisinin toplanmasından, kullanılmasına ve sonuçlarının
değerlendirilmesini kapsayan uygulama sürecinde etkinliği sağlayabilir.
iv. Bilgi Teknolojisi: PEB sistemi düzenli, doğru, güvenilir bilgiye
zamanında ulaşımı sağlayacak bir teknolojik alt yapının varlığını gerektirir.
Performans hedefleri ve bunlara ilişkin göstergelerin sağlıklı bir şekilde
izlenmesi, raporlanması ve değerlendirilmesi için güçlü bir veri tabanına
dayanan performans bilgi sisteminin oluşturulması gereklidir.
v. Tahakkuk Esaslı Muhasebe Sisteminin Varlığı: PEB sürecinde belirli
bir hedefin gerçekleştirilmesi için gereken harcamaların daha doğru
belirlenmesi gerekir.Bu ise, istenen hizmetlerin sunulmasına ilişkin iyi bir
planlama yapılmasını kolaylaştırabilir.
vi. Yönetimsel Esnekliklerin Sağlanması: Kamusal idarelere,
ihtiyaçların çokluğu ve kısıtlı kaynaklar varsayımı altında, karar alma
101
H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi
süreçlerinde
rasyonel
davranabilmeleri,
hedeflerini
doğru
olarak
belirleyebilmeleri için yeterli mali kaynağın sağlanması ve bunların
kullanımlarını hızlandıracak ve kolaylaştıracak düzenlemelerin yapılması
gereklidir.
IV. Performans Esaslı Bütçenin Etkinlik Diyagramı
PEB sisteminin etkinliğini olumlu ya da olumsuz etkileyebilecek
faktörler arasındaki ilişkiler dikkate alınarak sistemin etkin işleyebilmesi için
gerekli olan şartlar aşağıda gösterilen diyagramda ortaya konulmaya
çalışılmıştır.
Performans Esaslı Bütçeleme Sistemi Etkinlik Diyagramı
Açıklamalar:
“-”: İşareti, okun başlangıç dairesinde belirtilen faktörler bitiş dairesinde belirtilen faktörleri
olumsuz etkilediğini ifade etmektedir.
“+”: İşareti, okun başlangıç dairesinde belirtilen faktörün bitiş dairesinde zikredilen faktörü
olumlu etkilediğini ifade etmektedir.
Kaynak: (TÜĞEN vdg., 2007:316).
Bu diyagramda görüldüğü gibi PEB sisteminin etkinliğini olumlu yönde
etkileyecek faktörlerin başında teknolojik gelişmeler gelmektedir. Yaygınlaşan
internet kullanımı ve bilgisayarlaşma, bilginin elde edilmesinde ve
102
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107.
çeşitlenmesinde en önemli unsurdur. İletişim sürecinde ortaya çıkan zaman
kaybını ve katlanılan maliyeti en aza indirgemek suretiyle kamu kaynaklarının
daha etkin ve verimli kullanılması sağlanabilecektir. Ayrıca, sürekli bilgi
akışına imkân verilmekte, sağlanan bu sürekli bilgi akışı ise, kamu
kaynaklarının performansa göre tahsisatının temelini oluşturmaktadır. Sürekli
bilgi akışı sağlanmadan kamu birimlerinin kaynak kullanımı ve performans
sonuçları hakkında istenilen verileri elde etmeleri ve depolamaları güçtür.
Dolayısıyla, iletişim ve bilgisayar teknolojileri alanındaki eksiklikler PEB
sisteminin etkinliğini engelleyebilmektedir (TÜĞEN vdg., 2007:316).
V. Performans Esaslı Bütçelemenin Temel Belgeleri
PEB modeli üç temel belge üzerine inşa edilmiştir. Bu modeli olumlu
ve olumsuz etkileyebilecek unsurlar ise Şekil 1’de görülmektedir.
PEB temel olarak stratejik plan, performans programı ve faaliyet raporu
üzerine kurulmuştur.
(i).Stratejik Plan, 5018 Sayılı Kanunun 9. Maddesine göre, “Kamu
idareleri; kalkınma planları, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel
ilkeler çerçevesinde geleceğe ilişkin misyon ve vizyonlarını oluşturmak,
stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak, performanslarını önceden
belirlenmiş olan göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve
değerlendirmesini yapmak amacıyla katılımcı yöntemlerle stratejik plan
hazırlarlar” şeklinde ifade edilmiştir. Stratejik plânlar; kurumların ileriye dönük
misyon ve vizyonlarını ortaya koyarak kurumun orta ve uzun dönemli stratejik
amaç ve hedeflerini belirlemektedir.
(ii). Performans Programı, bir mali yılda kamu idaresinin stratejik planı
doğrultusunda yürütülmesi gereken faaliyetleri, bu faaliyetlerini kaynak
ihtiyacını, performans hedef ve göstergelerini içeren, idare bütçesinin ve idare
faaliyet raporunun hazırlanmasına dayanak oluşturan programdır. Performans
programları; stratejik plânda belirlenen stratejik amaç ve hedefler doğrultusunda
kurumun bir mali yıldaki performans hedef düzeylerini, bu hedeflere ulaşmak
için yürütülmesi gereken faaliyet ve projeler ile kurumun kaynak ihtiyacını,
performans göstergelerini ortaya koyan ve kurumun bütçesine dayanak
oluşturan belgelerdir.
(iii).Faaliyet Raporu, 5018 sayılı kanunun 41. maddesinde, “Üst
yöneticiler ve bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama yetkilileri tarafından idari
sorumlulukları çerçevesinde her yıl faaliyet raporları düzenlenir. Bu raporlar,
stratejik planlama ve performans programları uyarınca yürütülen faaliyetleri,
belirlenmiş performans göstergelerine göre hedef ve gerçekleşme durumu ile
meydana gelen sapmaların nedenlerini açıklayacak şekilde hazırlanır” şeklinde
düzenlenmiştir. Faaliyet raporları, kurumun performans programı uyarınca
yürüttüğü faaliyet sonuçlarını, hedeflerden sapmaları ve nedenlerini içeren ve
hesap verme sorumluluğunu gerçekleştirmek üzere hazırlanan raporlardır
(Bknz.; ERÜZ, 2006:222-228).
103
H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi
V. Performans Esaslı Bütçeleme İçin Performans Ölçümünün
Önemi ve Ölçüm Zorlukları
Kamuda kalite ölçümü güç bir iştir. PEB sistemi nihai olarak
performans odaklı bir yönetim felsefesinin de uygulanmasını gerektirir. Bu
yönetim felsefesinde, kurum yönetimde toplam kalite anlayışı uygulanmalıdır.
Fakat kamu kesiminde kalitenin ölçülmesi ve toplam kalite yönetiminin
uygulanması kolay bir iş değildir. Çünkü bu anlayışın temelini, oluşturan
“müşteri” kavramının yerine kamu sektöründeki “vatandaş” kavramını ikame
etmek kolay değildir. Özel kesimde müşteri talep ettiği mal ve hizmeti parasını
ödeyerek alır, ancak kamu kesiminde vatandaş kamusal hizmetleri alırken böyle
bir parasal ilişkiye girmediğinden fiyatlandırma ve müşteri mekanizmasını
çalıştırarak kurumun kalitesi ölçülemez (Bknz.; AKTAN, 2006:326) .
A. Performans Ölçümünün Önemi ve Göstergeleri
Kamu kesiminde performans ölçümü, kamu hizmeti gören birimlerin
hizmet ettikleri topluma; alt düzey yöneticilerin ve personelin üstlerine; kamu
hizmeti gören ara kurumların bu hizmetleri finanse eden kamu kurumlarına;
merkezi yönetim ve yerel yönetim görevlilerinin vergi verenlere ve ücret
ödeyenlere karşı sorumlu tutulmalarını sağlayabilir (FALAY, 2000:380).
Performans ölçümü, bir kurumun kullandığı kaynakları ve ürettiği hizmetleri
takip edebilmesi için düzenli/sistematik biçimde veri toplanması ile bunların
analiz edilmesi/raporlanması sürecidir. Bu ölçümlerdeki amaçlar, kamusal mal
ve hizmetlerin kalitesinin artırılması; çalışanların performansının ölçülmesi ve
yaptırım uygulanabilmesidir (YENİCE, 2006a: 58). Ayrıca, yürütülen kamusal
faaliyetlerin hangi kalitede, ne kadar maliyetle, hangi süreçlerle gerçekleştirdiği,
faaliyetler sonucunda ne gibi çıktılar alındığı ve ne kadar etkili olunabildiği gibi
hususlarda bilgi alınabilmekte ve değerlendirmeler yapılabilmektedir
(NANGIR, 2007: 115). Bu değerlendirmeler sonucunda, kamusal politikaların
seçimi ve uygulanması sonucunda oluşan başarı ve başarısızlığın ortaya
çıkarılması hedeflenmektedir. Bir başarısızlık söz konusu ise, bunun
nedenlerinin araştırılarak, gerekirse yürütülen faaliyet veya projeye son
verilmesi gündeme gelebilmektedir. Ayrıca geleceğe dönük politikaların doğru
bir şekilde oluşturulması için karar vericilere gerekli bilgiler sağlamış
olmaktadır (YENİCE, 2006b: 124).
Performans ölçümü, performans göstergeleri aracılığıyla yapılmaktadır.
Bunları altı grup halinde sıralamak mümkündür (Bknz.; YENİCE, 2006a: 60):
i.Girdi göstergeleri, kamu kurumu tarafından üretilen ürün ve
hizmetlerin hangi kaynaklar kullanılarak üretildiğine ilişkin bilgilerdir.
ii.Çıktı göstergeleri, kurumun ürettiği mal ve hizmetlerin miktarlarına
ilişkin bilgileridir.
iii.Sonuç göstergeleri, kamu tarafından üretilen ürün veya hizmetlerin
toplum ve bireyler üzerinde meydana getirdiği etkileri ölçen göstergelerdir.
iv. Verimlilik göstergeleri, belirlenen bir girdi düzeyi ile en yüksek
çıktının elde edilip edilmediğine ilişkin bilgileri sağlayan göstergelerdir.
104
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107.
v.Etkinlik göstergeleri, çıktıların beklenen sonuçlara yol açıp
açmadığını ölçen göstergelerdir.
vi. Kalite göstergeleri, üretilen mal ve hizmetlerin hatasız, zamanında,
belirli standartlara uygun ve kullanıcıların isteklerini karşılayacak şekilde
üretilip üretilmediğini belirleyen göstergelerdir.
B.Performans Ölçümünde Karşılaşılan Sorunlar
Özel kesimde bir kurumun performansının ölçülmesi kolayca
yapılabilir. Ancak aynı işlemin kamu kesiminde yapılması çeşitli sorunları da
beraberinde
getirmektedir.
Bu
sorunlar
aşağıdaki
faktörlerden
kaynaklanmaktadır (Bknz.; ESER, 2006:64-65; YENİCE, 2007:97):
i.Kamusal Hizmetlerin Niteliği: Kamusal hizmetlerin niteliği gereği
kamu yönetimlerinde performans kriterleri koyup bunu çeşitli ölçütlerle ifade
etmek zordur. Çünkü merkezi yönetimin güçlü olduğu ülkelerde kamu
hizmetlerinin merkezden belirlenmesi ve merkezi yönlendirmelerle görülmesi
sonucunda kurumlar kendi kurumsal hedefleri yerine merkezi otoritenin
önceliklerine göre hareket etmek zorunda kalmaktadırlar.
ii.Bazı Kamusal Hizmetlerin Stratejik Öneminin Olması: Bu durum
ölçüm yapmayı zorlaştırmakta ve geri bildirim sürecinin işlememesine neden
olmakta, bu durum ise performans ölçümünü zorlaştırmaktadır.
iii. Kamu Hizmetlerinde Ölçümün Zorluğu: Kamu kesiminde özel
kesimin aksine verilen hizmetin girdileri, çıktı ve sonuçları arasındaki ilişki çok
net olmadığından, etkin bir performans değerlendirmesinin yapılması oldukça
güç olmaktadır.
iv.Kamu Bürokrasinin Niteliği: Kurum içinde değerlendirme yapılırken
esnekliğin çok az olması performans ölçümünü zorlaştırmaktadır. Yine kamu
hizmetleri sunumu sırasında çıkacak aksaklıkların sorumluluklarını üstlenecek
kimselerin bu konuda isteksiz davranmaları da değerlendirmeyi
zorlaştırmaktadır.
v. Ölçüm Sonuçlarının Kurum Tarafından Etkilenmesi Olasılığı:
Performans ölçümü yapılırken elde edilen sonuçlara kurum tarafından etkide
bulunulabilir. Örneğin, kurumun başarılı olduğunu göstermek için yöneticiler
başarılı olunan alanlarda hedeflerini belirlerken, başarılı olunamayan alanlarda
açık hedefler belirlemeyebilirler.
vi. Kurumun Yenilik Yapmasının Engellenmesi Riski: Performans
ölçümü yapan kurum performans hedefini tutturmak amacıyla aynı ürünü daha
az zamanda üretmek için çaba harcayacaktır. Buna karşın, yeni ürün üreterek
topluma kazandırma riskini göze alamayabilecektir.
vii. Amaç Sapmalarının Oluşması Riski: Performans ölçümü amacıyla
kullanılan performans göstergeleri belli bir süre sonra kurumun nihai hedefi
haline gelebilir. Böylece ilgili kurum diğer faaliyetlerine daha az önem vererek
sadece performans göstergelerine yönelik faaliyetlere odaklanabilir.
viii. Aşırı Bilgi Toplanması Riski: Performans bilgisinin az olması
kadar gereğinden fazla olması da önemli bir sorun olabilir. Çünkü aşırı ve fazla
105
H. Cansız /Performans Esaslı Bütçenin Başarılı Olabilmesi İçin Performans Ölçümünün Önemi
bilgi bu bilgilerden yararlanılmasını zorlaştırabilir ve doğru kararlar
alınmasında engelleyici bir rol oynayabilir.
ix. Bürokrasiyi Artırma Riski: Performans ölçümüne ilişkin belgeler
için gereğinden fazla çalışılması bürokratik işlemlerin artmasına neden olabilir.
x. Kurum Çalışanlarının Mevcut İşlerini Aksatma Riski: Performans
ölçülmesi ve performans bilgi sisteminin oluşturulması uzmanlık gerektiren bir
konudur. Her birimin performans göstergelerinin oluşturulması bu sürece
personelin dâhil edilmediğini gerektirdiğinden bu durum kurum çalışanlarının
asli görevlerinde aksamaya neden olabilir.
ix. Veri Problemleri: Performans esaslı bütçelemede en önemli
sorunlardan birisi doğru verilerin varlığıdır. Ancak gerek insanlar ve gerekse
kurumlar doğru verileri her zaman vermeyebilirler. Dolayısıyla eksik verilerle
doğru sonuçlara ulaşılamayacaktır.
V.SONUÇ
PEB sistemi dünyada birçok ülke tarafından yaygın bir biçimde
uygulanmaktadır. Temel olarak kamusal kaynakların etkin olarak
kullanılmasına yönelik mali önlemlerin bütçe süreçleriyle birlikte alınması,
hesap verme ve mali saydamlığın tesis edilmesi, çağdaş mali denetimin
yapılması, vatandaşların talep ettiği kamusal hizmetlerin kaliteli olarak
sunulmasını hedeflemektedir.
İletişimin yaygınlaşması ve küreselleşmenin etkisiyle devlet bütçesi
alanındaki yaşanan gelişmelere diğer ülkeler de kayıtsız kalmamaktadır.
Ancak, bu gelişmelerin “başka ülkeler reform yapıyor biz de yapalım !”
şeklinde aynen alıp uygulamaya kalkışılmaması gerektiği açıktır. Bu değişimler
öncelikle ülkenin kendi iç koşulları ile uyumlu olmalıdır. Özellikle, devlet
bütçesinin “olmazsa olmaz” işlevleri göz ardı edilmemelidir. Aksi halde, iç
güvenlik, savunma, adalet, diplomasi gibi işlevlerde yapılan performans
değerlendirmelerinin yanıltıcı sonuçlara neden olabileceği dikkate alınmalıdır.
Sonuç olarak, PEB’in “her mali sorunu çözebilecek sihirli bir anahtar”
olmadığı akıldan çıkarılmamalıdır.
KAYNAKÇA
AKSOY, Şerafettin (1993), Kamu Bütçesi, Filiz Kitabevi, İstanbul.
AKTAN, Coşkun Can (2006), “Türkiye’de Stratejik Planlamaya Dayalı Performans Esaslı
Bütçeleme (SPPB) Sisteminin Uygulanabilirliği- Eleştirel Bir Perspektif-”, Kamu Mali
Yönetiminde Stratejik Planlama ve Performans Esaslı Bütçeleme (Ed. Coşkun Can
AKTAN), Seçkin Kitabevi, Ankara.
AKTAN, Coşkun Can; TÜĞEN, Kamil (2006), “Performans Esaslı Bütçeleme Sistemi”, Kamu
Mali Yönetiminde Stratejik Planlama ve Performans Esaslı Bütçeleme (Ed. Coşkun
Can AKTAN), Seçkin Kitabevi, Ankara.
DEMİRCAN, Esra Siverekli (2006), “Yeni Ekonomik Düzende Bütçe Sistemlerindeki Değişim
Süreci ve Türk Kamu Maliyesinin Uyumu”, Yönetim ve Ekonomi, Cilt 13, Sayı: 2,
CBÜ İİBF, ss.47-61.
ERÜZ, Ertan (2005), “Yeni Mali Yönetim Yapısında Performans Esaslı Bütçeleme”, Türkiye’de
Yeniden Mali Yapılanma Konulu 20. Türkiye Maliye Sempozyumu (23-27 Mayıs
2005), Karahayıt-Pamukkale-Denizli, ss-61-73.
106
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.98-107.
ERÜZ, Ertan (2006), “5018 Sayılı Kanuna Göre Performans Esaslı Bütçeleme”, Kamu Mali
Yönetiminde Stratejik Planlama ve Performans Esaslı Bütçeleme (Ed. Coşkun Can
AKTAN), Seçkin Kitabevi, Ankara.
ESER, Hamza Bahadır (2006), “Kamu Hizmetlerinin Kalitesinin Artırılmasında Bir Araç Olarak
Performans Değerlendirme”, Yerel Siyaset, Yıl: 1, Sayı: 11, ss. 63-65.
FALAY, Nihat (2000), “Yerel Yönetimlerde Performans Ölçümü: Bir Ön Çalışma”, XV. Türkiye
Maliye Sempozyumu, 15-17 Mayıs 2000, Antalya, ss.377-410.
GÜRSOY, Gülizar (2001), “Performans Yönetim Süreci”, Bütçe Dünyası, Yıl. 2, Sayı: 8, ss.1315.
KARAKAŞ, Mehmet (2005), “Kamu Mali Yönetiminde Yeniden Yapılanma Aracı Olarak Hesap
Verme Sorumluluğu ve Saydamlık”, SDÜ İİBF Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 2, ss.291-305.
NANGIR, Esin ( 2007), “Mahalli İdarelerde Performans Ölçümü”, Bütçe Dünyası, Cilt: 2, Sayı:
25, ss.115-122.
ÖZYILDIZ, R.Hakan (2000), “Kamu Harcama Politikalarının Denetlenmesi ve Performansa
Dayalı Bütçe”, Hazine Dergisi, Ocak - Sayı: 13, ss.77-87.
SÖNMEZ, Sinan (2001), “Yolsuzluk, Saydamlık ve Küreselleşme”, İktisat, İşletme ve Finans,
Yıl: 16, Sayı: 188, ss.30-38.
TÜĞEN, Kamil; EGELİ, H.; ÖZEN A. (2007), “ Gelişmiş Ülkelerde Performans Esaslı
Bütçeleme Sistemine Yönelik Reform Arayışları ve Bütçe Uygulamaları”, Finans
Politik & Ekonomik Yorumlar, Cilt. 44, Sayı. 509, ss. 35-47.
TÜĞEN, Kamil; AKSARAYLI, M.; EGELİ H.; AKDENİZ A.; ÖZEN A. (2007), “Stratejik
Planlamaya Dayalı Performans Esaslı Bütçeleme Sisteminin Etkinliğinin Belirleyicileri:
Türkiye’deki Kamu Kurumlarının Analizi”, SDÜ İİBF Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 3, ss.
313-326.
TÜĞEN, Kamil (2008), Devlet Bütçesi , Bassaray Matbaası, İzmir.
YARDIMCIOĞLU, Fatih (2006), Performans Esaslı Bütçeleme Sistemi ve Türkiye’de
Uygulanabilirliği (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
YENİCE, Ebru (2007),“Performans Ölçümünde Karşılaşılan Sorunlar ve Kurumsal Karne
(Balanced Scorecard) Yaklaşımı”, Bütçe Dünyası, Cilt: 2, Sayı: 25, Bahar, ss. 95-100.
YENİCE, Ebru (2006a),“Kamu Kesiminde Performans Ölçümü ve Bütçe İlişkisi”, Sayıştay
Dergisi, Sayı: 61, ss-57-68.
YENİCE, Ebru (2006b), “Kamu Kesiminde Performans Değerlendirmesi”, Maliye Dergisi, Sayı:
150, ss. 122-132.
YILMAZ, Sibel (2007), “Performans Esaslı Bütçelemenin Gelişimi ve Uygulaması”, Bütçe
Dünyası, Cilt: 3, Sayı: 27, ss.35-43.
107
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :6
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun
Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi *
Yrd. Doç. Dr. Ethem DUYGULU
Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F., İşletme Bölümü
Öğr. Gör.Dr. Nurcan ÇIRAKLAR
Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F., İşletme Bölümü
Araş. Gör. Yeliz MOHAN
Pamukkale Üniversitesi, İ.İ.B.F., İşletme Bölümü
ÖZET
Son zamanlarda örgüt ve yönetim yazınında örgüte bağlılık, algılanan örgütsel destek,
iş doyumu ve işe bağlılık olgusu oldukça yoğun bir biçimde ele alınmaktadır. Bu çalışmanın
amacı, akademik personelin örgütlerinden aldıkları desteğin, işlerinden duydukları doyum ve
işlerine olan bağlılıklarının örgüte olan bağlılıklarına etkilerini araştırmaktır. Çalışmada, dört
grup değişken vardır.Değişkenleri ölçmek için Meyer, Allen ve Smith’in (1993) örgütsel bağlılık;
Kanungo’nun (1982) işe bağlılık; Eisenberger, Huntington, Hutchison ve Sowa’nın (1986)
algılanan örgütsel destek; çalışmalarından yararlanılmıştır. Genel iş doyumu ölçeği ise,
tarafımızdan hazırlanmıştır. Çalışmanın örneklemini Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF öğretim
elemanları oluşturmaktadır. Bulgular, akademik personelin örgütlerinden aldıkları desteğin,
duygusal bağlılığa; iş doyumunun devam bağlılığına ve işe bağlılık ile birlikte örgütsel desteğin,
normatif bağlılığa yol açtığını göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Örgütsel Destek, İşe Bağlılık, İş Doyumu, Örgütsel Bağlılık
Impact of Perceived Organizational Support, Job Involvement and
Job Satisfaction on Organizational Commitment
ABSTRACT
Recently, organizational commitment, perceived organizational support, job
Involvement and Job Satisfaction phenomena have been intensively studied in the management
and organization literature. The aim of this study is to investigate the effects of support to
academics provided by their organizations to academics, their job satisfaction and the job
*
Bu çalışma yazarları tarafından 12-14 Mayıs 2005 tarihinde, 13. Ulusal Yönetim ve
Organizasyon Kongresinde sunulan ve özet olarak yayınlanan “DEU İİBF Öğretim
Elemanlarının Örgütsel Destek, İşe Bağlılık, İş Doyumu, Örgütsel Bağlılık ve Örgütsel
Vatandaşlık Davranışı İlişkisi” başlıklı bildirinin yeniden düzenlenmesinden
oluşturulmuştur.
108
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
involvement on their organizational commitment. There are four groups of variables in this study.
In order to measure the variables, it is drawn upon the studies of Meyer, Allen and Smith’s (1993)
on organizational commitment; Kanungo’s (1982) study on job involvement; Eisenberger,
Huntington, Hutchison and Sowa’s (1986) article on perceived organizational support. General
Job satisfaction scale was prepared by us. Empirical study conducted on 88 academic people at
Dokuz Eylul University, Faculty of Economics and Administrative Science. Research findings
indicate that support from their organizations leads to academics’ affective commitment, job
satisfaction leads to continuance commitment, and organizational support accompanied by job
involvement leads to normative commitment.
Key words: Organizational support, job involvement, job satisfaction, organizational
commitment
I.GİRİŞ
Geçmişten günümüze insanlığın yaşadığı büyük gelişmeler ve
dönüşümler sayesinde yakın dönemlerde, insan ve onun psiko-sosyal
ihtiyaçlarının daha fazla önem kazanması ve öne çıkmasıyla birlikte örgütsel
alanda insanı anlamaya ve onun çalıştığı ortamla bütünleştirilerek, psiko-sosyal
ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yapılan çalışmaların çeşitliliği ve sayısı
artmıştır. Bu doğrultuda son otuz yıldır işe bağlılık, örgütsel destek, iş doyumu
ve örgütsel bağlılık gibi konularda birçok çalışma yapılmıştır.
Örgütlerin ve çalışanların geleceklerini inşa ederken, amaçlarına
ulaşmaları açısından uyumlu ve diğer tarafın çıkarlarını gözeten bir biçimde
çalışmaları için, iki tarafın da karşılıklı olarak belirli sorumlulukları almaları ve
çeşitli davranışları yerine getirmeleri gerekmektedir. Bu anlamda işine bağlı
bireylerin sorumluluklarını yerine getirirken örgütlerinden alacakları desteğin,
onların iş doyumunu artıracağı ve tüm bu ilişkilerin de bireylerin örgütlerine
olan sadakatlerini ve bağlılıklarını geliştireceği söylenebilir. Karşılıklı ilişkiler
çerçevesinde bireyin örgüte ve örgütün bireye kazandırdığı maddi ve manevi
değerler bu döngünün devam etmesini sağlayacaktır.
Uzun yıllardan beri örgüt teorisyenleri istihdam konusunu, çalışanların
örgütten maddi ve manevi fayda elde etmek için, örgüte çaba sağlamaları ve
sadakat göstermeleri (Aselage ve Eisenberger, 2003:491) şeklinde
yorumlamışlardır. Nitekim yapılan çalışmalar, bir tarafta ücret ve kazanç gibi
somut ödüller ile takdir ve saygı gibi psiko-sosyal ödüller sağlayan örgütlerin,
diğer tarafta ise bunların karşılığında emek ve çaba harcayan çalışanların olduğu
bir yerde karşılıklı bir ilişkinin var olacağını ortaya koymaktadır (Hochwarter
vd., 2003:439). Çalışan ve işveren ilişkisinin bu şekilde değerlendirilmesi,
örgütlerin istenen olumlu sonuçları elde etmelerinde, çalışanların örgütün
yararına yönelik yapacakları davranışlarla mümkün olacağını göstermektedir.
Çalışanların örgüt yararına yönelik davranışları sergilemeleri ise, ancak örgütün
onlara verdiği değer ve sağladığı destek, çalışanların işlerinden duydukları
tatmin ve örgüte olan bağlılıkları sayesinde gerçekleşebilmektedir. İki tarafın da
birbirine ihtiyaç duyduğu bu ilişkide “sosyal mübadele teorisi” ve “karşılıklılık
normuna” dayanarak (Aselage ve Eisenberger, 2003:491-492), çalışanlar
örgütün amaçlarına ulaşmasına yardım etmek için çaba sağlama ve ekstra rol
davranışları sergileme konusunda kendilerini zorunlu hissedeceklerdir. Buna
109
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
göre örgütün kendilerine yönelik iyi ve samimi niyetini fark eden çalışanların,
buna karşılık vermeleri ve örgüte bağlanmaları daha olası görünmektedir.
Böylece, örgütlerine bağlılık içinde faaliyetlerini yürüten çalışanlara sahip olan
örgütler, yaşamlarını sürekli kılacak ve sürdürülebilir bir rekabet olanağı
sağlayacak önemli bir örgüt içi üstünlük öğesi kazanmış olacaklardır.
Bu bağlamda, çalışanların örgütleri tarafından desteklenmesi ve onların
işe bağlılıkları ile işten aldıkları
doyum düzeyleri, örgütlerine olan
bağlılıklarını ne ölçüde etkilemekte olduğu, çalışmanın temel sorusunu ve buna
bağlı olarak da amacını oluşturmaktadır. Bu çerçevede çalışmanın amacı,
akademik çalışanların örgütlerinden aldıkları destek ile işlerine olan bağlılıkları
ve iş doyumlarının, örgütlerine olan bağlılıkları üzerindeki etkilerini
araştırmaktır.
II. KURAMSAL ÇERÇEVE
1.Algılanan Örgütsel Destek
Örgütsel destek teorisi, çalışanların, örgütün onların katkılarını ne kadar
değerlendirdiğine ve onların mutluluğunu ne kadar önemsediğine ilişkin genel
inançlar oluşturduğu varsayımına dayanmakta ve çalışanların örgüte insani
özellikler atfetme eğilimi tarafından teşvik edilen “algılanan örgütsel destek”
oluşumunu da içine almaktadır (Aselage ve Eisenberger, 2003:492). Algılanan
örgütsel desteğin gelişimi, çalışanların örgütü bir insanmış gibi ele almaları ve
ona insani özellikler yükleme eğilimleri tarafından teşvik edilmektedir. Bu
noktada, örgütün çalışanlara ne şekilde yaklaştığı, çalışanların örgütü ve onu
temsil edenleri nasıl algıladıklarına bağlı olarak değişecek ve buna yönelik
olarak örgütte ne şekilde davranacakları önem kazanacaktır. Nitekim örgütün
temsilcileri tarafından yerine getirilen çeşitli faaliyetler, bu kişilerin kişisel
tercihleri olarak değerlendirilmekten çok örgütün niyetinin göstergeleri olarak
görülmektedir. Yani çalışanlar, bir bütün olarak örgütün temsilini, örgütün
temsilcilerinin çabaları şeklinde görmektedirler (Hochwarter vd.,2003:439). Bu
yönde Hutchison (1997:159-174), çalışanların örgütün faaliyetleri ile ilgili
algılamalarının, onların yöneticilerinden, yönetimden ve örgütten gelen desteği
algılamaları üzerinde doğrudan etkiye sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Çalışanların örgütü kişileştirmeleri ve yapılan olumlu veya olumsuz
davranışları, örgütün kendilerine yönelttiği iyi veya kötü niyetli yaklaşımlarının
bir belirleyicisi olarak değerlendirmeleri (Rhoades ve Eisenberger, 2001:825),
çalışanların örgüte gösterecekleri tepki, yani algılanan örgütsel desteğin
sonuçları açısından önem taşımaktadır.
Örgütsel destek teorisi, algılanan örgütsel desteğin sonuçlarının temelini
oluşturan psikolojik süreçlere de yer vermektedir (Rhoades ve Eisenberger,
2002:698). Bu süreçlerden ilkine göre, karşılıklılık normu temelinde, algılanan
örgütsel destek örgütün amaçlarına ulaşmasında ona yardım etme ve örgütün
refahını önemseme konusunda çalışanlar açısından bir zorunluluk hissi
yaratmaktadır. İkincisi, destekle ortaya çıkan takdir, saygı ve önemsenme
çalışanların, toplumdaki rol-statü algılarına bağlı olarak, psiko-sosyal
110
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Üçüncüsü, algılanan örgütsel destek, örgütün
çalışanlarını düşündüğü ve onların artan performanslarını ödüllendirdiği
(performans-ödül
beklentileri)
yönünde
çalışanların
inançlarını
güçlendirmektedir. Bu süreçler, çalışanlar açısından artan iş doyumu ve
yükselen olumlu duygular, örgüt açısından ise artan duygusal bağlılık ve
performans ile azalan işgücü devri gibi sonuçları ortaya çıkaracaktır. Çünkü
örgütün çalışanlara yönelik istekli ve bilinçli davranışları örgütün çalışanlara
gerçekten değer verdiği ve saygı duyduğunun bir işareti olarak olumlu
karşılanacak ve bu doğrultuda çalışanlar da olumlu davranışlar sergileme
yükümlülüğü hissedeceklerdir.
2.İşe Bağlılık
İşe bağlılık konusunda öncelikle belirli bir işe bağlılık ile genel olarak
işe bağlılık arasındaki ayrımı (Ramsey vd.,1995:68) ortaya koymak
gerekmektedir. İlk durumda işin şu anki ihtiyaçları ne şekilde karşılayacağı
üzerine odaklanan tanımlayıcı bir inançtan söz edilirken, ikinci durumda
sosyalleşmeye bağlı olarak gelişen ve birinin yaşamında genel olarak işin
değerine yönelik oluşan bir inançtan söz edilmektedir. Bu çalışmada, belirli bir
örgüte ait ve aynı mesleği ifa eden çalışanların işe bağlılıkları ölçülmeye
çalışıldığından, “belirli bir işe bağlılık” konusu ele alınmaktadır. Genel olarak
işe bağlılık, daha geniş ve sosyolojik bir araştırma alanı olarak
düşünüldüğünden ayrı bir çalışma alanında yürütülmesi daha uygun
görülmektedir.
Nitekim, işe bağlılıkla ilgili literatürde, konunun doğası ile terimlerin,
tanımların ve ölçme araçlarının çoğalmasından dolayı önemli görüş
ayrılıklarının olduğu da görülmektedir (Elloy vd.,1995:79-91). Örneğin, Saleh
ve Hosek (1976:215), işe bağlılıkla ilgili çalışmalarında literatür incelemesi
yapmışlar ve bu konudaki çeşitli kavramlaştırmaları dört ayrı kategoride
toplamışlardır. Buna göre;
·
Merkezi yaşam ilgisi olarak iş,
·
İşe aktif katılım,
·
Özsaygı merkezi olarak performans ve
·
Çalışanın kendi varlığı ile tutarlı performans söz konusu
olduğunda işe bağlılık kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu kavramsal kargaşanın ve
belirsizliğin bir kısmını ortadan kaldırmak için Kanungo işe bağlılığı,
çalışanların işe yönelik inanış ve değerlerin bilişsel bir durumu şeklinde
sınırlandırmıştır(Price, 1997:412)
İşe bağlılığın yapısını araştıran tüm bu çalışmaların konuya iki farklı
yönden yaklaştıkları (Elloy vd.,1995:79-91) söylenebilir. İlkine göre, işe
bağlılık farklı bir bireysel değişken olarak görüldüğünde, bireylerin işlerine
daha fazla veya daha az bağlı olmalarının sahip oldukları belirli özelliklere,
değerlere ve ihtiyaçlara bağlı olacağı; ikinci yaklaşımda ise, işe bağlılığın belirli
çalışma koşullarının sonucu ortaya çıkacağı düşünülmektedir. Konuya hangi
yaklaşım açısından bakılırsa bakılsın, her iki durumda da çalışanların
111
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
örgütlerinden algıladıkları desteğin ve işlerinden duydukları doyumun işe
bağlılığı etkileyeceği söylenebilir.
3.İş Doyumu
İş doyumu çalışma ve örgüt psikolojisinde en azından iki nedenden
dolayı en çok araştırılan kavramlardan birisi olmuştur (Dormann ve Zapf,
2001:483). Birincisi, iş doyumunun çalışma koşullarının sübjektif bir şekilde
değerlendirilmesine konu olan çeşitli unsurlarından etkilendiği ikincisi ise iş
doyumunun devamsızlık, örgütsel verimsizlik, üretim karşıtı davranışlar gibi
olumsuz sonuç değişkenlerinin temel nedeni olduğu düşüncesidir.
Davis (1988:96), iş doyumunu, çalışanların işlerinden duydukları
hoşnutluk ya da hoşnutsuzluk şeklinde ifade etmektedir. İş doyumu, işin
özellikleriyle çalışanların istekleri birbirine uyduğu zaman gerçekleşmektedir ve
bu anlamda işin özelliklerinin zihinsel bir değerlendirmesi olarak ölçülmektedir.
(Fisher,2000:185). İş doyumu çalışanların işlerine gösterdikleri duygusal tepki
olarak ele alındığında, bu tepkiyi harekete geçirecek etkiler ve tepkiyle ortaya
çıkan olumlu ve olumsuz sonuçlar, hem çalışanları hem de örgütü önemli
ölçüde etkileyebilir. İşin bir kişinin yaşamı içinde belirleyici bir role sahip
olması sonucu işe karşı duyulan hoşnutluk veya hoşnutsuzluk, kişinin genel
olarak yaşam doyumunu ve yaşamıyla ilgili tüm algılamalarını ve bakış açısını
değiştirebilir. İşte bu noktada kişinin işinden doyum sağlamasını etkileyen
çalışma koşulları ile işin özellikleri ve dolayısıyla örgüt ön plana çıkmaktadır.
Bu doğrultuda çalışanların işlerine olan bağlılıklarının ve örgüt desteğini
algılamalarının onların işlerinden duydukları doyum üzerinde çok önemli bir rol
oynayacağı açıktır. Aynı şekilde işinden hoşnut olan çalışanların da işlerini daha
çok benimseyecekleri ve örgütün faaliyetlerini daha ılımlı bir şekilde
değerlendirecekleri ve tüm bu döngünün bağlılık konusunu güçlendireceği
söylenebilir.
4.Örgütsel Bağlılık
Örgütsel bağlılık kavramı, çalışanın örgüte kendini adaması noktasında
ne kadar kararlı ve istekli olduğunu anlamak için bir girişim olarak oldukça ilgi
çekmiştir (Eisenberger vd.,1990:51). Bu konuda 70’li yılların başından beri
birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen diğer kavramlarda da olduğu gibi
bağlılığın ne olduğu, nasıl geliştirildiği ve davranışı nasıl etkilediği hakkında bir
karmaşa ve anlaşmazlık söz konusudur. Nitekim geçmiş dönem çalışmalarında,
Gouldner’in (1960:469) de belirttiği gibi, örgütsel bağlılık tek boyutlu ve
homojen bir olgu olarak kavramlaştırılmaktaydı. Ancak örgütsel bağlılık,
homojen değildir ve boyutsuz bir değişken de değildir, aksine çok boyutlu bir
olgudur. Uzun yıllardan beri farklı şekillerde tanımlanan ve ölçülen bağlılığın
tanımında bir görüş birliğinin olmaması, onun çok boyutlu bir yapı olarak
görülmesine katkı sağlamıştır (Meyer ve Herscovitch,2001:300).
Meyer ve Allen (1991:67) örgütsel bağlılık konusunda oluşturulan
boyutsuz kavramlaştırmaların benzerlik ve farklılıklarına dayanarak üç bileşenli
bir model geliştirmiştir. Ancak bileşenleri açıklamakla birlikte, bu üç bileşeni de
112
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
içeren bir tanım ortaya koymamışlardır. Meyer vd. (1991:719-722), ilk olarak
duygusal ve devamlılık bağlılığını ileri sürmüşlerdir. Buna göre duygusal
bağlılık, örgütle ilişki kurmayı, duygusal olarak bağlanmayı ve özdeşleşmeyi;
devamlılık bağlılığı ise, örgütten ayrılma ile bu durumda katlanılacak
maliyetlerin ilişkisini ifade etmektedir. Meyer ve Allen daha sonra üçüncü bir
bileşen olarak normatif bağlılığı, örgütte kalmak için bir zorunluluk hissetme
şeklinde açıklamışlardır. Bu açıklamalardan hareketle örgütler ve çalışanlar
açısından istenen sonuçları sağlayacak bağlılık biçiminin istekle oluşan
duygusal bağlılık olduğu söylenebilir. Zira bu kişilerin işlerine bağlı olmaları ve
işlerinden doyum sağlamaları ve örgütsel desteği algılamaları daha olası
görünmektedir. Devamlılık bağlılığı ve normatif bağlılık açısından ise durum
farklılaşmaktadır. Çünkü ihtiyaçtan ve zorunluluktan kaynaklanan bir bağlılık
biçimi bu ilişkilerin farklı görünümlerini ortaya çıkaracaktır. Yine bağlılığın çok
boyutlu yapısı içinde boyutların nedenleri, ilişkileri ve sonuçlarının değiştiği
bilinmektedir.
5.Değişkenler Arası İlişkiler
Algılanan örgütsel destek ve örgütsel bağlılık arasındaki ilişki, sosyal
mübadele teorisi ve karşılıklılık normuna dayanmaktadır. Bağlılık bu noktada
bir mübadele aracı olabilmekte ve insanların örgütün onlara bağlı olduğunu
hissettiklerinde örgüte bağlı olmaları mümkün görünmektedir (Fuller vd.
2003:789). Aselage ve Eisenberger,(2003:491) algılanan örgütsel desteğin
psiko-sosyal ihtiyaçları karşılayarak, duygusal bağlılığı artırdığını ileri
sürmüştür. Buna karşı, aynı çalışmada destek ile devamlılık bağlılığı arasında
küçük ve negatif bir ilişki bulunmuştur. Yine işe bağlılık ile algılanan örgütsel
destek arasında da olumlu bir ilişki saptanmıştır. O’Driscoll ve Randall
(1999:205), algılanan örgütsel desteğin işe bağlılık ve duygusal bağlılıkla
olumlu; devamlılık bağlılığı ile olumsuz yönde ilişkili olduğunu tespit
etmişlerdir.
Doyumun işe bağlılık ve duygusal bağlılığın önemli bir
belirleyicisi olduğunu ancak devamlılık bağlılığı için bunun söz konusu
olmadığını, aynı zamanda işe bağlılığın da duygusal bağlılık ile ilişkisini ortaya
koymuşlardır. Tansky ve Cohen (2001:294) örgütsel destek ile örgütsel bağlılık
arasında olumlu yönde bir ilişki saptamışlardır. Bishop vd.(2003:15-16), bir
örgüt veya çalışma takımından sağlanan desteğin onlara bağlılık duymayı
getireceğini saptamışlardır. Susskind vd. (2000:70) örgütsel desteğin iş doyumu
ile örgütsel bağlılığı önemli ve güçlü bir şekilde etkilediğini saptamışlardır.
Hochwarter vd. (2003:450), algılanan örgütsel destek ile iş doyumu ve duygusal
bağlılık arasında güçlü bir ilişki saptamışlardır. Eisenberger vd. (1990:51-59)
örgütsel destek algısı yüksek olan çalışanların örgüte duygusal anlamda daha
çok bağlı olduklarını ortaya koymuşlardır. Morrison (2004:123) örgütsel destek
algılamalarının iş doyumunu etkilediğini saptamıştır. Randall vd. (1999:165),
örgütsel destek ile duygusal bağlılık ve iş doyumu arasında olumlu yönde bir
ilişki bulurlarken; destek ile devamlılık bağlılığı arasında herhangi bir ilişki
113
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
bulamamışlardır. Behson (2002:61), Howes vd. (2000:214), algılanan örgütsel
desteğin, iş doyumu ve örgütsel bağlılığın belirleyicisi olduğunu saptamışlardır.
Duygusal bağlılık sonuç değişkenlerinin büyük bir bölümü ile önemli
ölçüde ilişkili bulunmuştur (Meyer ve Hescovitch, 2001:311). Bu durum
bağlılık
kavramının
başlangıçta
daha
çok
duygusal
bağlılıkla
özdeşleştirilmesinden ve devamlılık bağlılığı ile normatif bağlılığa göre
literatürde daha açık ve fazla işlenmesinden kaynaklanmaktadır. Bunun yanı
sıra bağlılık istekle oluştuğunda, duygusal bağlılığın davranışsal sonuçları,
bağlılık ihtiyaca veya yükümlülüğe bağlı olarak ortaya çıktığında oluşan
davranışsal sonuçlara göre, daha açık ve derin bir biçimde algılanmaktadır.
Eisenberger vd. (1997:812-820), algılanan örgütsel destek ve iş doyumu
arasında olumlu ve güçlü bir ilişki saptamışlardır. Testa (2001:231-232), iş
doyumu ile örgütsel bağlılık arasında olumlu, Susskind vd. (2000:450) örgütsel
desteği bir ara değişken olarak kullanarak iş doyumu ile örgütsel bağlılık
arasında orta düzeyde bir ilişki saptamışlardır. Morrison’da (2004:119) artan iş
doyumunun örgütsel bağlılığı artırdığını ifade etmektedir. Yine Clugston
(2000:483), duygusal, normatif ve devamlılık bağlılığı ile iş doyumu arasında
olumlu bir ilişki bulmuştur.
Meyer vd.(2002:33-34), iş doyumu, işe bağlılık ve duygusal bağlılık
arasında çok güçlü ilişkiler saptamışlardır ve bu ilişki devamlılık ve normatif
bağlılıkla olan ilişkilerden daha güçlüdür. Meyer ve Allen’in (1990) çalışmasını
demografik özellikler açısından test eden Özkaya vd. (2006:92) araştırma
sonuçlarını toplu olarak değerlendirdiklerinde, örgütsel bağlılık modelinin Türk
kültür ve ortamında geçerli ve demografik özelliklerin örgütsel bağlılık üzerinde
etkili olduğunu belirtmektedirler. Cheng ve Stockdale (2003:483) iş doyumu ile
duygusal ve normatif bağlılık arasında olumlu, Hackett vd. (1994:15-23), iş
doyumunun duygusal ve normatif bağlılık üzerinde olumlu; devamlılık bağlılığı
üzerinde ise olumsuz bir etkiye sahip olduğunu tespit etmişlerdir. Taşkıran ve
Özcan, (2007:411) çalışmalarında işe bağlık ve örgüte bağlılık arasında pozitif
ve orta derecede bir ilişki, Elloy, (1995:79–91) işine bağlı olan bireylerin daha
az bağlı olanlardan önemli yönlerde farklılaştıkları, işlerinde gelişme fırsatları
algıladıkları, yönetimden daha memnun oldukları ve örgütlerine de daha bağlı
olduklarını bulmuşlardır. Chen vd. (2005:466), algılanan örgütsel desteğin
örgüte bağlı özsaygı ile olumlu yönde ilişkili olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu
sonuç işe bağlılık özsaygı açısından değerlendirildiğinde, desteğin özsaygıyı
artırarak işe bağlılığı da artıracağı şeklinde yorumlanabilir.
Hochwarter vd. (2003:452), uygun olmayan iş koşullarının algılanan
örgütsel destek ile olumsuz yönde ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. İş
koşulları açısından değerlendirilirse, sağlam, dürüst, güvenilir bir iş ortamını
yaratma ve fiziksel çalışma koşullarının iyileştirilmesi yönünde örgütsel
desteğin artması örgüte bağlılığı olumlu yönde etkileyecektir. Doğal olarak
örgütünden destek gören çalışanların işten ayrılma niyeti ya da davranışı
azalacak ve çalışma süresi uzadıkça örgütlerine yönelik, duygusal/normatif
114
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
bağlılık, çalışanların olumlu deneyimlerine bağlı olarak da gelişebilecektir.
Özdevecioğlu’na göre (2003:127) örgütsel bağlılıkları artan bireyler, örgütü
için çalışmada gönüllü olacak ve örgüt üyeliğini devam ettirme konusunda
istekli davranacaktır. Ayrıca, bireysel performansları artacak, işe geç kalma ve
devamsızlıkları azalacak, moral ve motivasyonları yükselecektir. Bunlar da
örgütsel hayata etkinlik ve verimlilik olarak yansıyacaktır.
III. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİK ÇERÇEVESİ
Araştırma Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi’nde görev yapan öğretim elemanlarının algıladıkları örgütsel desteğin,
işlerine olan bağlılıklarının ve işlerinden aldıkları doyumun örgütsel bağlılıkları
ile olan ilişkilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu amaçtan yola çıkarak bu
çalışmanın ilgi odağını aşağıdaki sorular oluşturmaktadır.
1.Algılanan örgütsel destek ile örgüte bağlılık arasında ne tür bir ilişki
vardır. Bu ilişki yaş, kıdem, unvan ve cinsiyet farklılıklarına bağlı olarak farklı
algılanmakta mıdır? Örgüte bağlılık, akademisyenlik dikkate alındığında
duygusal bağlılık boyutu ile öne çıkmakta mıdır?
2. Sözleşmeli statüde çalışmaları dolayısıyla, araştırma görevlileri için
düşünüldüğünde örgütsel destek ile örgütsel bağlılık, işe bağlılık ve genel iş
doyumları arasında ne tür bir algılama farklılığı orta çıkmaktadır?
3. Algılanan örgütsel destek, işe bağlılık ve iş doyumu birer bağımsız
değişken olarak örgüte bağlılığı açıklamakta mıdır?
Diğer taraftan çalışmanın amacına bağlı olarak, bu çalışmanın önemi,
ilgili yazın da dikkate alındığında, araştırmanın akademik bir kurumda yapılıyor
olmasına dayanmaktadır. Mevcut yazın incelendiğinde, örgüte ve işe bağlılık
araştırmalarının sağlık, bilişim ve hizmet işletmelerinde yoğunlaştığı
görülmektedir (Taşkıran ve Özcan, 2007:411). Bir meslek olarak
değerlendirildiğinde akademisyenler için beklenen sonucun işe bağlılık ve
duygusal bağlılık düzeylerinin yüksek olmasıdır. Oysa son dönemlerde özellikle
50/D1 uygulamasının üniversitelerde tercih edilen bir yol olması, akademik
atama ve yükselmelerde sürekli değişen kriter savaşları ve sonucu, kadrolu olma
sorunları, iş güvencesine sahip olup olmama ve gelecek kaygısı, mesleğe yeni
başlamış veya uzun süreli çalışan ancak yükselemeyenler için belirsizlik
kaynağı olabilmektedir. Tam da bu dönemde örgütün desteğini arkasında
hisseden iş güvencesiz akademisyenler ile görece daha çok iş güvencesine sahip
olanlar arasında, örgüte olan bağlılığın farklılık gösterip göstermediği ve algılan
örgütsel desteğin, örgütle bireyin özdeşleşmesinde kuramda da açıklandığı
biçimi ile işlevini yerine getirip getirmediğini ortaya koymak önemlidir.
Nitekim örgüt ve yönetim yazınında son dönemlerde oldukça yoğun ele alınan
1
Madde 50 /d) Lisans üstü öğretim yapan öğrenciler, kendilerine tahsis edilebilecek burslardan
yararlanabilecekleri gibi, her defasında bir yıl için olmak üzere öğretim yardımcılığı kadrolarından birine de
atanabilirler. Ayrıntılı bilgi için bkz:http://www.yok.gov.tr/mevzuat/yenimevzuat.htm
115
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
örgütsel bağlılık, destek, iş doyumu ve işe bağlılık olgularının insan kaynakları
yönetimi ile davranış bilimleri kapsamında bir yönetim ve organizasyon
sorunsalı olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekmektedir.
1.Değişken Tanımları
Araştırmaya konu dört değişken grubu mevcuttur. Bu değişkenlerden
örgütsel destek, iş doyumu ve işe bağlılık açıklayıcı; örgütsel bağlılık ise
açıklanan değişkendir.
Bu değişkenlere ilişkin tanımlayıcı açıklamalar
aşağıdaki gibidir:
·
Örgütsel Destek: Eisenberger ve arkadaşları(1986:501)
tarafından, algılanan örgütsel destek, örgütün çalışanlarının genel
katkısını ne kadar değerlendirdiği ve onların mutluluğunu, refahını ne
kadar önemsediğine ilişkin evrensel bir inanç, bir algılama olarak
tanımlanmıştır.
·
İş Doyumu: Davis’e göre (1982:96) çalışanların
işlerinden duydukları hoşnutluk ya da hoşnutsuzluktur.
·
İşe Bağlılık: Kanungo (Price, 1997:412) işe bağlılığı bir
işle ilgili çalışanların bilişsel inanış ya da değerler durumu olarak
tanımlamıştır.
·
Örgütsel Bağlılık: Meyer ve Allen’in (1991) modeline
göre, örgütsel bağlılık değişkeni üç bileşenden oluşmaktadır. Bu
bileşenler duygusal bağlılık, devamlılık bağlılığı ve normatif bağlılık
olarak ifade edilmiştir. Meyer ve Allen bu bileşenleri içeren bir
örgütsel bağlılık tanımı yapmamışlardır. Ancak bu bileşenlerle ilgili
olarak;
-Duygusal bağlılığı bir çalışanın örgütle duygusal bağı,
özdeşleşmesi ve ilişkisi olarak,
-Devamlılık bağlılığını, örgütten ayrılma ile ilgisi olan
çalışanların maliyetlerine dayanan bağlılık olarak,
-Normatif bağlılığı da, bir çalışanın örgütte kalma yükümlülüğü
olarak ifade etmişlerdir.
2. Örneklem, Veri Toplama Tekniği ve Analiz Yöntemi
Araştırmanın ana kitlesini, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi’nde görev yapan öğretim elemanları oluşturmaktadır.
Fakültede toplam altı bölüm ve 196 öğretim elemanı bulunmaktadır ve bu
öğretim elemanlarının tümüne aşağıda ayrıntıları verilen soru formu dağıtılmış,
88 öğretim elemanından yanıtlanarak geri dönmüştür. Örneklem sayısı, ana
kitlenin yaklaşık %44.8’ini temsil etmektedir.
Yukarıda belirtilen araştırma amacına uygun olarak veriler bir soru
formu aracılığıyla elde edilmiştir. Soru formu, beş temel bölümden ve 57
ifadeden oluşmaktadır. Birinci bölüm, örgütsel bağlılığı, ikinci bölüm algılanan
örgütsel desteği, üçüncü bölüm işe bağlılığı, dördüncü bölüm iş doyumunu
ölçmeyi ve beşinci bölüm de demografik özellikleri belirlemeyi
amaçlamaktadır.
116
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
Örgütsel bağlılığı ölçmeye yönelik bölüm, Meyer, Allen ve Smith
(1993) tarafından geliştirilen sorulardan oluşmaktadır. Soru formu toplam 18
sorudan oluşmakta ve örgütsel bağlılığa ilişkin üç boyutu ölçmeyi
amaçlamaktadır. Soru formunda duygusal bağlılığa ilişkin üç ifade (3. 4. ve 6.)
ve normatif bağlılığa ilişkin bir ifade (13.) ters kodlanmıştır(Price, 1997:342343).
Örgütsel desteği ölçmeye yönelik bölüm Eisenberger, Huntington,
Hutchison ve Sowa (1986) tarafından geliştirilen sorulardan oluşmaktadır. 16
sorudan oluşan soru formunda yedi ifade (20. 21. 23. 24. 27. 30. ve 31.) ters
kodlanmıştır.
İşe bağlılığı ölçmeye yönelik bölüm, Kanungo (1982) tarafından
geliştirilen sorulardan oluşmaktadır (Price,1997:413). 10 sorudan oluşan soru
formunda iki ifade (36. ve 41.) ters kodlanmıştır.
İş doyumunu ölçmeye yönelik bölüm, dört ifadeden ve genel doyumu
ölçmeye yönelik olarak tarafımızdan oluşturulmuştur.
Soru formunda değişkenlerin ölçülmesinde Likert tipi beşli ölçek
kullanılmış ve olumsuzdan (1= hiç katılmıyorum) olumluya (5= tamamen
katılıyorum) doğru kodlanmıştır.
Değişkenlerin güvenilirlik analizi sonucu alfa değerleri örgütsel
bağlılık için toplam ölçek α =.88 (alt boyutlar duygusal bağlılık α = .89,
devamlılık bağlılığı α = .73, normatif bağlılık α = .81); örgütsel destek
için toplam ölçek α = .92; işe bağlılık için toplam ölçek α = .87 ve iş
doyumu için toplam ölçek α=.69 olarak bulunmuştur. Tüm anket toplamı
dikkate alındığında α = .94 olarak bulunmuştur. Verilerin analizinde
değişkenler arası ilişkiyi tespit etmeye yönelik korelasyon (ilişki) analizi,
değişkenler arasındaki nedensellik için regresyon varyans analizi step
wise yöntemi ve tanımlayıcı istatistik teknikleri kullanılmıştır.
IV. BULGULAR
1.Demografik Özelliklere İlişkin Bulgular
Örneklemin özellikleri dikkate alındığında, araştırmaya katılan kişilerin
% 63.1’i (53) 26-34 yaş arasında %13.6’sı (12) 25 yaştan küçüktür. Örneklemin
genç yaş grubundan oluştuğu söylenebilir. Araştırmaya katılan kişilerin %
53.4’ü (47) evli, %39.8’i (35) bekar, %75.9’u (28 kişi 5 yıldan az, 30 kişi 5-9
yıl arası) 9 yıldan az, %12.5’i (11) 10-14 yıl arasında örgütte çalışma süresine
sahiptir. Öğretim elemanlarının %77.3’ü (68) İngilizce bilmekte, %65.9’u (58)
akademik unvana sahip değildir. Örnekleme dahil olan öğretim elemanlarının
%22.7’si (20) 33A, %28.4’ü (25) 35. Madde, %18.2 (16) 50D Maddesine göre
örgütte çalışmaktadır. Bölümler arası dağılıma bakıldığında %48.9’la (43)
işletme bölümü en fazla veri elde edilen bölümdür.
117
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
2.Değişkenlere İlişkin Bulgular
Değişken analizlerinde ilişki ve nedensellik testlerinden önce
demografik özelliklerden elde edilen veriler doğrultusunda, öğretim
elemanlarının değişken algılarında farklılık olup olmadığı (Post Hoc Test-LSD)
test edilmiştir. Bu test sonucu elde edilen bulgular aşağıdaki biçimiyle
özetlenmektedir.
Duygusal Bağlılık Boyutu için: 5 yıldan az çalışanların 10-14 yıl
arasında çalışanlara göre (.7008 önem. 04) ve 10-14 yıl çalışanların 5 yıldan az
çalışanlara göre aynı boyutu algılamalarında algılama farklılığı vardır ve ters
yönde bir ilişki söz konusudur (-.7008 önem .04).
Devamlılık Bağlılığı: 20 yıl ve üzeri çalışanların 5 yıldan az (-7469
,önem .02), ve 10-14 yıl arası çalışanlara göre (-.8636 önem .02) devamlılık
bağlılığını algılamalarında farklılık vardır. Yine 5 yıldan az çalışanların 15-19
yıl gruplarındakilere göre (.8858 önem .02) ile, 10-14 yıl çalışanların 15-19 yıl
arası çalışanlara göre (1.0025 önem .02) bu boyutu farklı algıladıkları
görülmektedir.
Normatif Bağlılık: 5 yıldan az çalışanlar 10-14 yıl (.7992 önem. 01)
ve 15-19 yıl arasında çalışanlara göre (1.0694 önem .009) normatif bağlılık
boyutunu farklı algılamaktadırlar.
Örgütsel Destek: 5 yıldan az çalışanlar 10-14 yıl (.5575 önem .04) ve
15-19 yıl arasında çalışanlara göre (.8325 önem .02) örgütsel destek boyutunu
farklı algılamaktadırlar.
İşe Bağlılık: 10-14 yıl arasında çalışanlar; 5 yıldan az (-.8477 önem
.001), 5-9 yıl arası (-.8261 önem 001) ve 20 yıl ve üstü çalışanlara göre (-1.0477
önem .002) işe bağlılık boyutunu farklı algılamaktadırlar.
Unvanlar Dikkate Alındığında: Örgütsel Bağlılık Değişkeni için,
Devamlılık Bağlılığı: Profesörler ile unvanı olmayanlar arasında (-.6871 önem
.04), Normatif Bağlılık, unvanı olmayanlar ile yardımcı doçentler (.6000 önem
.02) ve doçentler (1.3333 önem .03) arasında normatif bağlılık boyutunu
algılama farklılığı vardır. İşe Bağlılık Değişkeni için, unvanı olmayanlar ile
doktoralılar arasında (1.2080 önem .005) diğer taraftan profesörler ile
doktoralılar arasında (1.3833 önem .008) işe bağlılık değişkenini algılama
farklılığı vardır.İş Doyumu Değişkeni için, unvanı olmayanlar ile yardımcı
doçentler arasında (.5756 önem .02) iş doyumu değişkenini algılama farklılığı
vardır.
Araştırma Görevlisi Farklılıkları: Örgütsel Bağlılık için, Duygusal
Bağlılık: 35.2 maddeler hem 33A3 (-.0714 önem .03) hem de 50D’lere göre (Madde 35 – Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim
kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim
Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler.(Ek fıkralar: 17/8/1983 2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma
veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak
tahsis edilebilir. Ayrıntılı bilgi için bkz:http://www.yok.gov.tr/mevzuat/yenimevzuat.htm
2
118
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
.6546 önem .03) göre duygusal bağlılık boyutunu farklı algılamaktadır. Diğer
boyutlar için algılama farklılığı tespit edilmemiştir. Örgütsel destek, işe bağlılık
ve doyum açısından araştırma görevlileri arasında algılama farklılığı yoktur.
Yine cinsiyet için tüm değişkenler açısından algılama farklılığı tespit
edilememiştir.
Tablo 1: Değişkenler arası ilişkiler
duybag
devambag
Ortalama
3,6379
duybag
1
devambag
normabag
örgütdes
işebag
İş doyum
,215(*)
,579(**)
,698(**)
,475(**)
,492(**)
,000
,047
,000
,000
,000
(N) 87
87
86
87
79
85
87
3,0479
,215(*)
1
,518(**)
,218
,209
,376(**)
,047
normabag
örgütdes
işebag
İş doyum
,000
,052
,054
,000
(N) 87
86
87
87
80
85
86
3,1553
,579(**)
,518(**)
1
,623(**)
,559(**)
,485(**)
,000
,000
,000
,000
,000
(N) 88
87
87
88
80
86
87
3,1563
,698(**)
,218
,623(**)
1
,486(**)
,680(**)
,000
,052
,000
,000
,000
(N) 80
79
80
80
80
79
79
3,5140
,475(**)
,209
,559(**)
,486(**)
1
,267(*)
,000
,054
,000
,000
(N) 86
85
85
86
79
86
85
3,2874
,492(**)
,376(**)
,485(**)
,680(**)
,267(*)
1
,000
,000
,000
,000
,014
87
86
87
79
85
(N) 87
,014
87
* Çift yönlü 0.05 önem düzeyinde ** Çift Yönlü 0.01 önem düzeyinde
Yine değişkenlerin kendi arasındaki ilişkiler incelendiğinde, elde edilen
sonuçlara göre algılanan örgütsel desteğin tüm örneklem için devamlılık
bağlılığı hariç diğer tüm değişkenlerle anlamlı, güçlü ve pozitif bir ilişki içinde
olduğu Tablo 1’ de görülmektedir. Bu sonuç bize kuramda da tanımlandığı gibi
örgütsel desteğin örgütsel bağlılık, işe bağlılık ve iş doyumu açısından ne
derece önemli olduğunu göstermektedir. Ancak bir sonuç olarak, algılanan
örgütsel destek değişkenin tüm akademisyenler için ortalaması dikkate
alındığında (3,1563), akademisyenlerin örgütten yeterli destek görmedikleri
biçiminde karasız bir algıya sahip oldukları da gözden uzak tutulmamalıdır.
3
Madde 33 – (Değişik: 17/8/1983 - 2880/16 md.) a) (Değişik: 12/8/1986 - KHK 260/3 md.) Araştırma
görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili
organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlar ilgili anabilim veya anasanat
dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün olumlu
görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi
sonunda görevleri kendiliğinden sona erer.(Ek cümle: 21/4/2005 – 5335/10 md.)Bunlar aynı usulle yeniden
atanabilirler. Ayrıntılı bilgi için bkz:http://www.yok.gov.tr/mevzuat/yenimevzuat.htm
119
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
Duygusal bağlılık ve İşe bağlılığın ölçek ortalamasının diğerlerinden yüksek ve
olumlu olması da meslekten beklenen bir sonuç olarak düşünülmelidir.
Örgüte bağlılığı açıklamada algılanan örgütsel destek, genel iş doyumu
ve işe bağlılığın ne derecede etkide bulunduğuna yönelik yapılan nedensellik
analiz (aşamalı regresyon analizi) sonucunda, duygusal bağlılık değişkeninin
önemli ölçüde örgütsel destek tarafından açıklandığı belirlenmiştir.
Tablo 2: Örgütsel (Duygusal) Bağlık, regresyon analizi (step wise
yöntemi, tüm örneklem)
Model 1
R
R2
B
Std.
Error
Beta
t
Sig
Örgütsel
.701a .492 .942
.110
.701 8,574 .000a
Desteka
F:73.518
a:Örgütsel destek,
Duygusal bağlılık (bağımlı değişken)
İşe bağlılık ve İş doyumu değişkeni çözümlemeye girmemiştir.
Tablo 2’ de yer aldığı biçimi ile öğretim elemanlarının duygusal
bağlılıkları %49,2 açıklayıcılık yüzdesi ile örgütsel destek değişkeni tarafından
açıklanmaktadır. Bunun anlamı öğretim elemanlarının örgütün çalışanlarının
genel katkısını değerlendirmesine ve onların mutluluğunu, refahını
önemsemesine ilişkin evrensel bir inanç içinde olmalarıdır.
Tablo 3: Örgütsel (Devamlılık) Bağlılık, regresyon analizi
(step wise yöntemi, tüm örneklem)
Model 1
R
R2
B
Std.
Error
Beta
t
İş
.345a .119 .341
.110
.345 3,202
Doyumu
F:10.256
a:İş doyumu,
Devamlılık bağlılığı (bağımlı değişken)
İşe bağlılık ve örgütsel destek değişkeni çözümlemeye
girmemiştir.
Sig
.002a
Devamlılık bağlılığını açıklamak için oluşturulan model de ise bu
bağlılık değişkenin genel iş doyumu değişkeni tarafından açıklandığı, örgütsel
destek ve işe bağlılığın çözümlemeye girmediği belirlenmiştir. Özetle tüm
örneklem için bakıldığında devamlılık bağlılığı örgütsel destek ve işe bağlılık
ile açıklanamamaktadır. Devamlılık bağlılığı sonucu Tablo 3’te yer almaktadır.
120
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
Tablo 4: Örgütsel (Normatif) Bağlık, regresyon analizi
(step wise yöntemi, tüm örneklem)
Model 1
R
R2
B
Std.
Error
Beta
Örgütsel
.622a .387 .767
.111
.622
destek a
b
Model 2
.695 .483
Örgütsel
.556
.117
.451
Destek
İşe Bağlılık
.415
.111
.353
Model 1 F:48.008 Model 2 F:34,991
a:Örgütsel destek, b: Örgütsel destek, İşe Bağlılık
Normatif bağlılık (bağımlı değişken)
İş doyumu değişkeni çözümlemeye girmemiştir.
t
Sig
3,202
.000a
.000b
4.749
.000
3,722
.000
Normatif bağlılık boyutu iki aşamalı çözümleme sonucunda
açıklanmaktadır. Birinci model de örgütsel destek algısı oldukça önemli bir
açıklayıcılığa sahip iken, model 2 de işe bağlılık değişkeninde çözümlemeye
girmesi ile duygusal bağlılık değişkeninin açıklayıcılık yüzdesine neredeyse
ulaşmaktadır. Bu değişkenin örgütte kalma yükümlülüğü olarak ifade edildiği
düşünüldüğünde, örgütsel destek algısı ve işe bağlılığın yönetim desteği algısına
dayalı olarak değerlendirilebileceği akla gelmektedir. Oysa yönetsel destek ile
örgütsel destek aynı şeyi ifade etmemektedir. Bu sonuç daha çok, bağımlı
çalışanlar yaratma ve işe devamlılıkta (iş güvencesinde) örgütsel desteği
çalışanların arkasında hissetmeleri ihtiyacına yönelik olarak değerlendirilebilir.
Araştırmada temel ilgi odağına da bağlı olarak, algılama farklılıklarıçalışma süreleri ve unvanlar- dikkate alınarak hangi değişkenlerin ve sonuçların
da bu faktörler tarafından etkilendiği belirlenmiştir. Çalışma süreleri dikkate
alınarak yapılan regresyon analizi (step wise yöntemi) sonuçları tablo 5 de yer
almaktadır.
Tablo 5: Çalışma süreleri: Örgütsel Bağlık, regresyon analizi
toplulaştırılmış çözümler (step wise yöntemi, tüm örneklem,)
Tablo 5.1 Normatif Bağlılık
Model
1
R
1,000(a)
R2
1,000
2
1,000(b)
1,000
,
.
5 yıldan az
1
5-9 yıl
10-14 yıl
1
1
,647(a)
,632(c)
,764(a)
,418
,400
,583
16,524
16,650
11,184
,000(a)
,000(c)
,010(a)
Çalışma Süresi
a Tahminciler: (Sabit), işebag
b Tahminciler : (Sabit), işebag, doyum
c Tahminciler: (Sabit ), örgütdes
121
F
6075,000
Sig.
,008(a)
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
Tablo 5.2 Devam Bağlılığı
Çalışma Süresi
5-9 yıl
20 yıl ve üstü
Model
1
1
R2
R
,399(a)
,840(a)
,159
,706
F
4,722
14,397
Sig.
,039(a)
,009(a)
Sig.
,018(a)
.(b)
a Tahminciler: (Sabit), doyum
Tablo 5.3 Duygusal Bağlılık
Çalışma Süresi
.
R2
Model
1
R
1,000(a)
,999
F
1240,333
2
1,000(b)
1,000
.
1
,755(c)
,569
30,405
,000(c)
2
,807(d)
,651
20,475
,000(d)
5-9 yıl
1
20 yıl ve üstü
1
,578(c)
,865(c)
,334
,748
12,514
17,763
,002(c)
,006(c)
5 yıldan az
a Tahminciler: (Sabit), doyum
b Tahminciler: (Sabit ), doyum, örgütdes
c Tahminciler: (Sabit ), örgütdes
d Tahminciler: (Sabit), örgütdes, işebag
Çalışma süreleri dikkate alınarak yapılan regresyon analizi sonuçlarına
göre, normatif bağlılığı açıklayan üç ayrı model ortaya çıkmaktadır. Bunlara
göre genel modelde örgüte bağlılık örgütsel destek ile açıklanırken, çalışma
süreleri dikkate alındığında bir yıl, beş yıldan az ve on-on dört yıl arası
çalışanlarda bu modeli açıklayan önemli değişken olarak işe bağlılık ve doyum
ön plana çıkmaktadır. Beş-dokuz yıl arasında çalışanlar için ise örgütsel destek
önemli bir değişken olarak algılanmaktadır. Devamlılık bağlılığı için ana
modelde iş doyumu genel açıklayıcı iken, çalışma süreleri dikkate alındığında
da beş-dokuz yıl ile 20 yıl ve üzerinde çalışanlar içinde aynı değişken
çözümlemede yer almaktadır. Çalışmanın bulguları ise duygusal bağlılık için
ilginçtir. Ana modelde sadece örgütsel destek duygusal bağlılığı açıklamakta
iken, çalışma süreleri açısından sadece 5–9 yıl arasında ve 20 yıl üstü çalışanlar
için bu sonuç paralellik taşımaktadır. Diğer çalışma süreleri için örneğin ilk
yılda doyum ve sonra örgütsel destek, 5 yıldan az çalışma süresinde önce
örgütsel destek sonra işe bağlılıkla birlikte modelin açıklandığı görülmektedir.
122
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
Tablo 6: Akademik Unvanlar: Örgütsel Bağlık, regresyon analizi
toplulaştırılmış çözümler (step wise yöntemi, tüm örneklem,)
Tablo 6.1 Duygusal Bağlılık
Akademik Unvan
Unvanı yok
Model
1
Yard.Doç.Dr.
Doç.Dr.
1
1
R2
R
,696(a)
,805(a)
1,000(b)
F
,485
,648
1,000
a Tahminciler: (Sabit), örgütdes
Sig.
46,114
22,096
.
,000(a)
,001(a)
.(b)
b Tahminciler: (Sabit ), doyum
Tablo 6.2 Devam Bağlılığı
Akademik Unvan
Unvanı yok
Model
1
Yard.Doç.Dr.
Doç.Dr.
Prof.Dr.
1
1
1
2
R2
R
1,000(a)
,685(b)
1,000(c)
,918(c)
,983(d)
F
1,000
,469
1,000
,842
,966
Sig.
.
10,591
.
21,351
42,610
.(a)
,007(b)
.(c)
,010(c)
,006(d)
a Tahminciler: (Sabit), işebag b Tahminciler: (Sabit ), doyum
c Tahminciler: (Sabit ), örgütdes
d Tahminciler: (Sabit ),
örgütdes, işebag
Tablo 6.3 Normatif Bağlılık
Akademik Unvan
Unvanı yok
Model
1
Yard.Doç.Dr.
Doç.Dr.
Prof.Dr.
R2
R
F
Sig.
1
1
,585(a)
,780(b)
1,000(a)
,343
,608
1,000
25,544
18,641
.
,000(a)
,001(b)
.(a)
1
,857(a)
,735
11,111
,029(a)
a Tahminciler: (Sabit ), örgütdes
b Tahminciler: (Sabit), işebag
Akademik unvanlar dikkate alınarak çözümleme yapıldığında, duygusal
bağlılık ana değişkeni için açıklayıcı olan örgütsel destek tüm örneklem
açısından da (profesörler hariç) benzer değişken tarafından açıklanmaktadır.
Profesör unvanına sahip olanların çözümlemede yer almaması ise dikkat çekici
bir noktadır. Devamlılık bağlılığı ise ana modelde iş doyumu değişkeni ile
açıklanır iken, unvanlar açısından işe bağlılık ve örgütsel destek daha fazla
önem taşıyan iki değişken olarak görülmektedir. Burada sadece yardımcı
doçentlerin iş doyumları ile örgüte devamlılık bağlılıklarının açıklanması ise
ana modele uyumlu bir sonuçtur. Diğer taraftan normatif bağlılık açısından
yardımcı doçentlerde işe bağlılık, unvanı olamayanlar ile doçent ve profesörler
için örgütsel destek normatif bağlılığı açıklamada önemli görülmektedir. Burada
123
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
elde edilen doçentlere ilişkin bulguların iç tutarlılık ve örneklemin yeterliliği
açısından ayrıca sorgulanması gerekmektedir.
V. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
Çalışma süreleri açısından normatif bağlılık, örgüte bağlılık
yükümlülüğü olarak değerlendirildiğinde çalışanlar kendilerini örgütte kalmak
zorunda hissetmektedirler. Bu yükümlülük ana modelde örgütsel destek ile
açıklanırken, çalışma süreleri dikkate alındığında daha çok işe bağlılık ve
doyum ile açıklanmaktadır. Diğer taraftan akademisyenlerde olması beklenen
örgütsel bağlılığın daha çok duygusal bağlılıkla ilişkili olduğu varsayımı da elde
edilen bulgular çerçevesinde geçerli görünmektedir. Bu açıdan örgütsel destek
ile örgütsel bağlılık arasında güçlü bir nedensellik ilişkisi bulunduğunu
söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Devamlılık ve normatif bağlılık açısından bakıldığında ise devamlılığın
iş doyumu, normatif bağlılığın ise örgütsel destek ve işe bağlılık ile açıklandığı
görülmektedir. Bu sonuca göre çalışma sürelerinde de görüldüğü gibi
devamlılık bağlılığı uzun süreli çalışan ve mesleğin tam ortasında bulunan
öğretim elemanlarıyla diğerleri için negatif algısal farklılık yaratmaktadır.
İşlerinden doyumsuz olan insanların doyumlarını farklı araçlarla ve örgütün
dışında sağlama çabası içinde olacağı da açıktır. Burada temel sorun örgütten
ayrılma niyetinin maliyet öğesi olarak düşünüldüğünde göz önüne alınamadığı
ve doyumsuz çalışanların nasıl verimli olacaklarının sorgulanmasıdır. O nedenle
kuramsal kısımda da tanımlandığı gibi örgütsel desteği arkasında hisseden
insanların daha verimli olacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Nitekim unvanlar
dikkate alınarak yapılan çözümleme bu öngörünün bir kanıtı durumundadır. Bu
vesile ile örgütte bağlılığı duygusal olarak yönetmek ve örgüt için istenilen
sonuçları elde etmeye yönelik örgütün bir dizi teşvik edici önlemi alması ve
uygulaması gerekmektedir. Bilindiği gibi öğretim elemanlarının ücretler genel
seviyesi düşüktür. Akademik yükseltmelerde ortaya çıkan belirsizlikler ve iş
güvencesini kapsamayan düzenleme ve kriterlerin de örgüt çalışanları üzerinde
olumsuz bir etki yarattığı bilinen bir gerçektir. Unvana sahip olanlar için mevcut
sistemde ders yüklerinin ağırlığı da dikkate alındığında, kendileri ile
örgütlerinin özdeşleşmesi pek mümkün görülmemektedir. Oysa duygusal
bağlılık açısından öğretim elemanlarının örgütün çalışanlarının genel katkısını
değerlendirdiği ve onların mutluluğunu, refahını önemsediğine ilişkin evrensel
bir inanç içinde oldukları genel modelde açıklanmaktadır. Burada unvanlar ve
normatif bağlılık açısından çelişkinin ortaya çıkmasının düşündürücü olması
gerekmektedir. O nedenle çalışmanın sonuçlarının belirli kısıtlar altında
değerlendirilmesi gerektiğinin de altını çizmek gerekmektedir:
Birincisi bu sonuçların sadece Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi öğretim elemanlarını içerdiği unutulmamalıdır.
İkinci önemli kısıt örneklemden elde edilen veri setine ilişkindir.
Örgütsel bağlılıkla ilgili çalışmalarda, özellikle literatürde de belirtildiği gibi
normatif bağlılığı ölçme ve değerlendirme zorluğu dikkate alındığında, veri
124
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
setinin mümkün olduğunca fazla olması gerekmektedir. Bu çalışmada veri
setinin darlığının önemli bir engel olduğu da tarafımızdan düşünülmektedir.
Buna bağlı olarak, örneklemin homojen olmadığı dikkate alındığında- algısal
farklılıklar bunun kanıtıdır- elde edilen bulguların genellemeler yapmaktan
kaçınılarak değerlendirilmesi bir zorunluluk olarak gözükmektedir.
Üçüncü temel kısıt ise bu tip araştırmalarda ortaya çıkan çok değişkenli
çalışma zorluğudur. Değişkenler arası etkileşim dikkate alındığında nedenselliği
etkileyen örtük ya da gizil değişkenlerin de varlığının test edilmesi
gerekmektedir. Bu çalışmada sözü edilen örtük ya da gizil değişken etkileşimi
test edilmemiştir. O nedenle modellerin çözümlenmesinde gelecek çalışmalara
ışık tutması açısından daha üst model çözümlemelerine yönelik analiz
araçlarının (yapısal eşitlik modelleri, path analizi ve değişkenlerin
doğrulanmasına yönelik doğrulayıcı faktör analizi vb.) kullanılması da
sonuçların genelleştirilmesi açısından yararlı olacaktır.
Tüm bu değerlendirmeler ışığında örgüte düşen sorumluluklar ve
yükümlülükler bulunmaktadır. Bunun için örgütün çekici bir iş ortamına
dönüştürülmesi gerekmektedir. Meslekle ilgili, özellikle iş güvencesi gibi
belirsizlik içeren uygulama ve söylemlerden ve düzenlemelerden kaçınmak,
akademisyenlerin örgüt ve işleriyle özdeşleşmesini sağlayacak düzenlemelerin
yapılmasını sağlamak, uygun çalışma koşulları ve fiziksel ortam yaratmak,
yapıcı bir örgüt kültürü oluşturmak gerekmektedir. Uzun süreli bir performans
gerektiren akademisyenlik için, çabaları karşılığının alınması ve başarıya
ulaşma konusunda inançlarının sağlanması önemlidir. Duygusal bağlılığın uzun
sürede gelişme göstereceği gerçeği unutulmamalıdır. Gayretli ve sıkı çalışma,
zor görevlerin başarılmasının bir övünç kaynağı olması, akademik unvan almak
için gösterilen büyük çaba ve inancın sağlanması, saygınlık ve statü açısından
farklılık duygusunun yaratılması, ödüllendirme, yükseltme ve ücret artışı
sağlamaya ek olarak onaylama ve takdir etme örgüte düşen görevlerdir. Bu
durumda başarım elde etse bile örgütün kendisine bir yer açmayacağını ve
örgütünün bu konuda bir çaba ve isteği olmadığı inancına kapılan her
akademisyenin işine gösterdiği bağlılığı, örgütüne, beklenen düzeyde
göstermeyeceği açıktır.
Bu çalışmanın analizinden elde edilen bulgular, kendi örneklemi
çerçevesinde değerlendirilmelidir. Diğer bir ifade ile, bu çalışmanın
sonuçlarından hareketle, Türkiye’deki tüm üniversitelerdeki akademik
çalışanlara yönelik genellemeler yapmak olanaklı değildir. Bu alanda çalışma
yapacak araştırmacılar, farklı üniversitelerdeki ve farklı bilim dallarındaki
akademisyenleri de kapsayacak şekilde örneklem setini daha geniş tutarak aynı
araştırma modeli ile farklı sonuçlar elde edebilirler. Ya da bu çalışmada yer alan
örgütsel bağlılığı etkileyen değişkenler yanında örgüt kültürü, örgütsel adalet,
örgütsel vatandaşlık gibi başka değişkenleri de inceleme konusu yaparak farklı
modeller oluşturmaları ile ilgili yazına önemli katkı sağlayabilirler.
125
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
KAYNAKÇA
ASELAGE, Justin; Eisenberger, Robert (2003). “Perceived Organizational Support and
Psychological Contracts: A Theoretical Integration”, Journal of Organizational
Behavior, Special Issue, Vol. 24 Issue 5, p.491-509.
BEHSON, Scott J. (2002), Which Dominates? “The Relative Importance of Work-Family
Organizational Support and General Organizational Context on Employee Outcomes”,
Journal of Vocational Behavior, 61, p.53–72.
BISHOP, James W. ; Scott, K. Dow ; Goldsby, Michael G. ; Cropanzano, Russell (2003). “A
Construct Validity Study of Commitment and Perceived Support Variables a Multi foci
Approach across Different Team Environments”, Group & Organization Management,
Vol. xx No. x, p.1-28.
CHEN, Zhen Xiong; Aryee, Samuel; Lee, Cynthia (2005). “Test Of A Mediation Model Of
Perceived Organizational Support”, Journal of Vocational Behavior,66,p.457-470.
CHENG, Yuqiu; Stockdale, Margaret S. (2003). “The Validity Of The Three-Component Model
Of Organizational Commitment In A Chinese Context”, Journal of Vocational
Behavior, 62, p.465–489.
CLUGSTON, Michael (2000). “The Mediating Effects of Multidimensional Commitment on Job
Satisfaction and Intent to Leave”, Journal of Organizational Behavior, 21, p.477-486.
DAVIS, Keith (1982). İşletmede İnsan Davranışı Örgütsel Davranış, Çev.:Kemal Tosun ve dğ.,
İ.Ü. İstanbul: İşletme İktisadı Enstitüsü Yayın No: 98
DORMANN, Christian; Zapf, Dieter (2001). “Job Satisfaction: A Meta-Analysis of Stabilities”,
Journal of Organizational Behavior, 22, p.483-504.
EISENBERGER, Robert; Huntington, Robin; Hutchison, Steven; Sowa, Debora (1986).
“Perceived Organizational Support”, Journal of Applied Psychology”, Vol.71, Issue 3,
p.500-507.
EISENBERGER, Robert; Fasolo, Peter; Davis-LaMastro, Valerie (1990). “Perceived
Organizational Support and Employee Diligence, Commitment, and Innovation”,
Journal of Applied Psychology, Vol. 75, No.1, p.51-59.
EISENBERGER, Robert; Cummings, Jim; Armeli, Stephen; Lynch, Patrick (1997).
“Perceived Organizational Support, Discretionary Treatment, and Job Satisfaction”,
Journal of Applied Psychology, Vol.82, Issue 5, p.812-820.
ELLOY, David F.; Everett, James E.;Flynn, W. Randolph (1995). “Multidimensional Mapping of
the Correlates of Job Involvement”, “Canadian Journal of Behavioural Science”,
Volume.27, No.2, p.79-91.
FISHER, Cynthia D. (2000). “Mood and Emotions While Working: Missing Pieces of Job
Satisfaction?”, Journal of Organizational Behavior, 21,p.185-202.
FULLER, J Bryan;Barnett, Tim; Hester, Kim; Relyea, Clint (2003). “A Social Identity
Perspective on the Relationship Between Perceived Organizational Support and
Organizational Commitment”, The Journal of Social Psychology, 143(6), p.789-791.
GOULDNER, Helen P.(1960).“Dimensions of Organizational Commitment”, Administrative
Science Quarterly, Vol.4, Issue 4, p.468-491.
HACKETT, Rick D.; Bycio, Peter; Hausdorf, Peter A. (1994). “Further Assessments of Meyer
and Allen's (1991) Three-Component Model of Organizational Commitment”, Journal
of Applied Psychology, Vol.79, Issue 1, p.15-23.
HOCHWARTER, Wayne A.; Kacmar,Charles; Perrewé, Pamela L.;Johnson, Diane. (2003),
“Perceived Organizational Support As A Mediator Of The Relationship Between
Politics Perceptions And Work Outcomes”, Journal of Vocational Behavior, 63, p.438–
456.
HOWES, John C.;Cropanzano, Russel; Grandey, Alicia A.;Mohler, Carolyn J. (2000), “Who is
Supporting Whom? Quality Team Effectiveness and Perceived organizational Support”,
Journal of Quality Management, 5, p.207-223.
HUTCHISON, Steven (1997). “A Path Model of Perceived Organizational Support”, Journal
of Social Behavior and Personality, Vol.12, Issue 1.p.159-174.
126
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.108-128.
MEYER, J.P., Allen, N.J.(1991).“A Three-Component Conceptualization Of Organizational
Commitment”, Human Resource Management Review, Vol.1, No.1, p.61–89.
MEYER, J. P.,Bobocel, D. Ramona; Allen, Natalie.J.(1991). “Development of Organizational
Commitment During The First Year of Employment: a Longitudinal Study of Pre- and
Post- Entry Influences”, Journal of Management, Vol.17, No.4, p.717-733.
MEYER, John P.; Herscovitch, Lynne (2001). “Commitment in the Workplace: Toward a
General Model”, Human Resource Management Review, 11, p.299-326.
MEYER, John P.; Stanley,David J.; Herscovitch, Lynne; Topolnytsky, Laryssa (2002).
“Affective, Continuance, and Normative Commitment to the Organization: A Metaanalysis of Antecedents, Correlates, and Consequences”, Journal of Vocational
Behavior, 61, p.20–52.
MORRISON, Rachel (2004). “Informal Relationships in the Workplace: Associations with Job
Satisfaction, Organisational Commitment and Turnover Intentions”, New Zealand
Journal of Psychology Vol. 33, No.3, p.114-128.
O'DRISCOLL, Michael P.; Randall, Donna M. (1999). “Perceived Organisational Support,
Satisfaction with Rewards, and Employee Job Involvement and Organisational
Commitment”, Applied Psychology: An International Review, Vol. 48, Issue 2, p.197209.
ÖZDEVECİOĞLU Mahmut. (2003). “Algılanan Örgütsel Destek İle Örgütsel Bağlılık
Arasındaki İlişkilerin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma”, D.E.Ü.İ.İ.B.F.Dergisi
Cilt:18 Sayı:2, ss:113 -130.
ÖZKAYA O. M., Kocakoç D. İ., Kara E., (2006) “Yöneticilerin Örgütsel Bağlılıkları ve
Demografik Özellikleri Arasındaki İlişkileri İncelemeye Yönelik Bir Alan Çalışması”,
Yönetim ve Ekonomi, Celal Bayar Üniversitesi, İ.İ..B.F. Manisa, 13(2), ss:77-96
PRICE, James L.(1997) “Handbook of Organizational Measurement” International Journal of
Manpower, Vol.18, No.4/5/6 p.305-588
RAMSEY, Rosemary; Lassk, Felicia G.; Marshall, Greg W. (1995). “A Critical Evaluation of a
Measure of Job Involvement: The Use of the Lodahl and Kejner (1965) Scale with
Salespeople”, Journal of Personal Selling and Sales Management, Volume.15,
Number.3, p.65-74.
RANDALL, Marjorie L.; Cropanzano, Russell; Bormann, Carol A., Birjulin, Andrej (1999).
“Organizational Politics And Organizational Support As Predictors Of Work Attitudes,
Job Performance, And Organizational Citizenship Behavior”, Journal of Organizational
Behavior,
20, p.159-174
RHOADES, Linda; Eisenberger, Robert (2001).“Affective Commitment to the Organization:
The Contribution of Perceived Organizational Support”, Journal of Applied
Psychology, Vol. 86, Issue 5, p.825-836.
RHOADES, Linda; Eisenberger, Robert (2002). “Perceived Organizational Support: A Review of
the Literature”, Journal of Applied Psychology, Vol. 87 Issue 4, p698-714.
SALEH, S.D.;Hosek, James (1976). “Job Involvement: Concepts and Measurements”, Academy
Management of Journal,Vol. 19 No.2, p.213-224.
SUSSKIND, Alex M.; Borchgrevink, Carl P.; Kacmar, K. Michele; Brymer, Robert A. (2000).
“Customer Service Employees' Behavioral Intentions And Attitudes: An Examination
Of Construct Validity And A Path Model”, Hospitality Management, 19, p.53-77.
TANSKY, Judith W.; Cohen, Debra J. (2001). “The Relationship Between Organizational
Support, Employee Development, and Organizational Commitment: An Empirical
Study”, Human Resource Development Quarterly, Vol.12, No.3, p.285-300.
TAŞKIRAN E., Özcan E. D., (2007) “Örgüte Bağlılık ile İşe Bağlılık Arasındaki İlişkinin
İncelenmesine Yönelik Hizmet Sektöründe Bir Araştırma”, XV. Ulusal Yönetim ve
Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı,
Sakarya Üniversitesi,25-27 Mayıs,
Sakarya.p.401-416.
127
E. Duygulu, N.Çıraklar, Y. Mohan/ Algılanan Örgütsel Destek, İşe Bağlılık ve İş Doyumunun Örgütsel
Bağlılık Üzerine Etkisi
TESTA, Mark R. (2001). “Organizational Commitment, Job Satisfaction, and Effort in the
Service Environment”, The Journal of Psychology, 135(2), p.226-236.
128
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140.
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi
Yrd. Doç. Dr. Semiha AYTEMİZ
Mersin Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü
ÖZET
Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramı tam rekabet koşullarının geçerli olduğu ve devletin
dış ticarete müdahale etmediği bir ortamda, ülkelerin dış ticaretten elde edecekleri kazançları ele
alır. Söz konusu serbest ticaret ortamında, ülkeler göreli olarak daha düşük maliyetle ürettikleri
malları ihraç edecek, karşılığında ise daha yüksek maliyetle ürettikleri malları ithal edecektir.
Böylelikle, ülkeler sahip oldukları üretim faktörlerini etkin bir biçimde kullanacaklar ve göreli
karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları mallarda uzmanlaşacaklardır. Bu çalışmanın amacı
Türkiye imalat sanayinde 1980-2007 yılları arasında karşılaştırmalı üstünlüklerin seyrinin
araştırılmasıdır. İmalat sanayi alt sektörleri faktör kullanım yoğunluklarına göre sınıflandırılarak
karşılaştırmalı üstünlükleri hesaplanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye, emek yoğun ve
hammadde yoğun sanayilerde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olurken, ölçek yoğun ve
farklılaştırılmış ve bilim bazlı sektörlerde karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Karşılaştırmalı Üstünlükler, Rekabet Gücü, Faktör Kullanım
Yoğunluğu, İmalat Sanayi, Dış Ticaret.
Comparative Advantages and Turkish Manufacturing Industry
ABSTRACT
Theory of Comparative Advantages investigates countries' gains from trade under
perfect competition and no government intervention. Under such free trade conditions, countries
export the products with relatively low production cost and import the products with relatively
high production cost. By doing so, countries efficiently use their production factors and specialize
on products which they have relative comparative advantage. Purpose of this study is to
investigate the progress of comparative advantages in Turkish manufacturing industry between
1980 and 2007. Manufacturing industry sub-sectors are divided into categories based on their
factor usage intensity, and their comparative advantages are computed. Results show that Turkey
has comparative advantage in labor intensive and raw-material intensive industries, and has
comparative disadvantage in scale intensive and differentiated and science based industries.
Key Words: Comparative Advantages, Competitive Power, Factor Usage Intensity,
Manufacturing Industry, Foreign Trade.
1.GİRİŞ
1980 Ekonomik İstikrar ve Dışa Açılma Programı ile birlikte Türkiye,
dünyadaki gelişmelere paralel olarak, ekonomi politikalarında keskin bir
dönüşüm gerçekleştirmiş, içe yönelik ithal ikameci politikalar yerine mal ve
finans piyasalarını dünya ekonomisi ile bütünleştirmeye yönelik ihracat
öncelikli politikalar uygulamıştır. Bu doğrultuda, öncelikle dış ticaret
129
S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi
serbestleştirilmiş ve daha sonra sermaye hareketleri serbest bırakılarak ekonomi
dışa açılmıştır. Bir ülkenin hem belirli bir tarih anında, hem de zaman içinde
göreli değişmeyle beraber, dünya ekonomisi ile bütünleşmei derecesindeki artış
anlamını taşıyan dışa açılma, 1970'li yıllarda yaşanan gelişmelerin sonucunda
1980'lerden günümüze önem kazanan bir olgudur. Dışa açılmanın teorik arka
planı Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramına dayanmaktadır. Bilindiği gibi bu
kurama göre, iki ülkeli iki mallı bir ticaret modelinde, ticarete katılan her iki
ülke de bu ticaretten yarar sağlayacaktır. Çünkü kıt kaynaklar bu şekilde daha
etkin dağılacak ve sonuçta tüm dünya refahı artacaktır. Dolayısıyla,
Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramı, tam rekabet koşullarının geçerli olduğu ve
devletin dış ticarete müdahale etmediği bir ortamda, ülkelerin dış ticaretten elde
edecekleri kazançları ele alır. Söz konusu serbest ticaret ortamında, ülkeler
göreli olarak daha düşük maliyetle ürettikleri malları ihraç edecek, karşılığında
ise daha yüksek maliyetle ürettikleri malları ithal edecektir. Böylelikle, ülkeler
sahip oldukları üretim faktörlerini etkin bir biçimde kullanacaklar ve göreli
karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları mallarda uzmanlaşacaklardır. Sonuç
olarak ülkelerin sahip olduğu karşılaştırmalı üstünlükler, ülkelerin dış
ticaretlerinin yapısını da belirleyecektir.
Öte yandan, ihracat ve İthalatı oluşturan mal bileşimlerine, faktör
donanımı, sanayi teşvik politikası, dış ticaret rejimi ve döviz kuru gibi çok
çeşitli etkenler yansımaktadır. Bu etkenler göz önüne alındığında,
karşılaştırmalı üstünlükler tek başına dış ticaretin yapısını belirleyebilecek bir
kriter olamaz. Bununla birlikte, bir ülkenin ihracatının göreli güçlü olduğu ve
İthalatının da göreli zayıf olduğu mallardan oluştuğu varsayılabilir. Bu
durumda, bu anlamdaki bir göreli üstünlüğün göstergesi olarak Boratav ve
Türkcan (1993) tarafından tanımlanan Ticarete Katkı (TK) indeksi
kullanılabilir. Bu bağlamda, çalışmanın amacı ticarete katkı indeksi yardımı ile
Türkiye'nin 1980 sonrasından günümüze karşılaştırmalı üstünlüğünün seyrinin
araştırılmasıdır. Bu çerçevede çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci
bölümde imalat sanayinin karşılaştırmalı üstünlüğü ve rekabet gücüne ilişkin
ampirik çalışmalardan bahsedilmekte; ikinci bölümde çalışmada kullanılan veri
seti ve yöntem açıklanmaktadır. Üçüncü bölümde ise analiz sonuçları
değerlendirilmektedir.
2. AMPİRİK ÇALIŞMALAR
Türkiye imalat sanayinde karşılaştırmalı üstünlükler ve rekabet gücüne
yönelik olarak yapılmış ampirik çalışmaların, tüm imalat sanayi açısından, en
kapsamlı olanları Filiztekin (2006), Eşiyok (2007), Utkulu (2005) ve Yükseler
ve Türkan (2008)'e aittir. Bu çalışmalarda kullanılan yöntemlerii farklılaşmakla
birlikte birbirine yakın sonuçlara ulaşılmıştır. Buna göre, Filiztekin (2006),
Türkiye'nin dış ticaretinde başlangıçtaki karşılaştırmalı üstünlüğünün az da olsa
değişmekle birlikte halen uzmanlaşmanın göreli olarak emek yoğun ürünlere
dayalı yapısının devam ettiği sonucuna ulaşmıştır. Eşiyok (2007), Türkiye'nin
emek yoğun düşük teknolojili mallar ihracatçısı ülke konumundan çıkamadığı
130
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140.
sonucuna ulaşırken; Utkulu (2005), Filiztekin (2006) gibi Türkiye'nin dış
ticaretinde karşılaştırmalı üstünlüğünde bir değişimin başladığı ancak, henüz
teknoloji yoğun ve bilgi yoğun mallarda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip
olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Yükseler ve Türkan (2008) da, imalat sanayi dış
ticaret hacminin önemli oranda arttığı fakat bu artışın katma değer üzerindeki
etkisinin sınırlı olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Başka bir deyişle, Türkiye'nin
ticaret hacmindeki genişlemenin yüksek katma değerli ürünlerden değil, düşük
katma değerli ürünlerden kaynaklandığını belirtmektedirler. Dolayısıyla söz
konusu çalışmalara göre, Türkiye'nin emek yoğun, düşük teknolojili ve
dolayısıyla düşük katma değerli ürünlerdeiii rekabet gücü bulunurken, henüz
ileri teknoloji içeren yüksek katma değerli ürünlerde rekabet gücü ve dolayısıyla
karşılaştırmalı üstünlüğü bulunmamaktadır.
3. VERİ SETİ VE ANALİZ YÖNTEMİ
Çalışmada kullanılan veri setinin kaynağı Türkiye İstatistik Kurumu
(TÜİK)'dur. 1980-2007 yıllarına ilişkin olarak TÜİK'in Dış Ticaret
İstatistiklerine dayalı veriler Tüm Ekonomik Faaliyetlerin Uluslararası Standart
Sanayi Sınıflaması (ISIC), 3.Revizyon ve 2 hane düzeyinde imalat sanayi 22 alt
sektörünün faktör kullanım yoğunluklarınaiv göre gruplandırılmasından
oluşmaktadır.
Ticarete katkı indeksi, bir imalat sanayi sektörünün gerçekleşen İhracat
ve İthalat dengesinin (Xs-Ms) imalat sanayinin temsili bir ortalaması ile
karşılaştırılmasından türetilmekte ve şöyle ifade edilmektedir (Boratav ve
Türkcan, 1993:52-53):
TKs =
æ
ö
1
( Xs - Ms )
çç ( Xs - Ms ) ( Xi - Mi ) ÷÷
( Xi + Mi ) è
( Xi + Mi )
ø
Burada TKs, s sektörünün imalat sanayi dış ticaret dengesine yaptığı
katkının ölçüsüdür. Xs ve Ms sırasıyla, s sektörünün ihracat ve ithalat
miktarları; Xi ve Mi ise, imalat sanayi toplam ihracat ve ithalat miktarlarıdır.
TKs pozitifse, sektör İhracat fazlası vermekte ve imalat sanayi ürünleri dış
ticaret dengesini iyileştirici yönde katkı yapmaktadır. TKs negatifse, sektör
İthalat fazlası vermektedir. Böylece, ticarete katkı indeksi, s malı ya da
sektörünün karşılaştırmalı üstünlüğü hakkında ipucu vermektedir. Yüksek
pozitif TK değerleri dış ticarette karşılaştırmalı üstünlüğe, yüksek negatif TK
değerleri ise karşılaştırmalı dezavantaja işaret edecektir. Pozitif bir TK
değerinin azalma eğilimi göstermesi, söz konusu sektörde karşılaştırmalı
üstünlüklerin azalmakta olduğuna; negatif TK değerinin pozitife dönüşmesi ise,
karşılaştırmalı üstünlük kazanmaya başladığına işaret sayılacaktır.
4. FAKTÖR KULLANIM YOĞUNLUKLARINA GÖRE
TİCARETE KATKI (TK) İNDEKSİ: ANALİZ SONUÇLARI
Faktör kullanım yoğunluklarına göre sektör sınıflandırmasında sektör
grupları için ticarete katkı indeksi 1980-2007 yılları arasında hesaplanmıştır.
Burada toplam dış ticaret dengesi olarak imalat sanayi ürünleri toplamı
131
S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi
alınmıştır. Hesaplama sonuçları Ek Tablo 1'de verilmiştir. Her sektör grubu için
bu indeksin zaman içindeki seyrine bakıldığında şunlar söylenebilir:
— Hammadde yoğun sektör grubunda TK indeksi dalgalanan bir seyir
izlemektedir. Bu sektör grubunda indeks bazı yıllarda (1980, 1981, 1990, 1993,
1996, 2000, 2006, 2007) negatif, bazı yıllarda da pozitif değer almaktadır.
Hammadde yoğun sanayiler içerisinde TK indeksi sürekli pozitif değer alan iki
sektör bulunmaktadırv. Bunlar, Gıda Ürünleri ve İçecek Sanayi ile Metalik
Olmayan Diğer Mineraller Sanayi'dir. Bu sektörlerin pozitif TK indeksinin
dalgalı olması karşılaştırmalı üstünlüklerinin de kimi yıllarda güçlenmesi, kimi
yıllarda ise aşınması anlamına gelmektedir. Nitekim söz konusu sektörlerin
imalat sanayi ihracatı içerisindeki paylarını gösteren Ek Tablo 2'den de
görüleceği üzere özellikle Gıda Ürünleri ve İçecek Sanayi'nin 2000'li yıllardaki
payı 1990'lardaki payının oldukça gerisinde kalmaktadır. Bu sektörün imalat
sanayi toplam ihracatı içindeki payı 1990'larda % 10'lar düzeyinde iken 2007
yılı itibariyle % 5.1'e düşmüştür.
-Emek yoğun sektör grubunda TK indeksi her zaman pozitif değer
almaktadır. Bununla birlikte izlediği seyire bakıldığında bu sektör grubunun
pozitif indeks değerinin 1990'lardan sonra azalma eğiliminde olduğu
görülmektedir. Bu da söz konusu sektör grubunun karşılaştırmalı
üstünlüklerinin aşınması demektir. Nitekim emek yoğun sanayilerin imalat
sanayi toplam ihracatı içerisindeki payının azalma eğiliminde olması da aynı
anlamı işaret etmektedir. 1990'larda bu pay %45'ler düzeyinde iken, 2007 yılı
itibariyle %30.2'ye düşmüştür (Bkz. Ek Tablo 2). Bu grup içinde de sürekli
pozitif TK değeri veren iki sektör bulunmaktadır. Bunlar, Tekstil Ürünleri
Sanayi ile Giyim Eşyası Sanayi'dir. Bu sanayilerden Tekstil Ürünleri Sanayi'nin
sahip olduğu karşılaştırmalı üstünlüklerin 2000'li yıllarda aşınma eğiliminde
olduğu; Giyim Eşyası Sanayi'nin ise 1990'lı yıllarda yakaladığı karşılaştırmalı
avantajının 2000'li yıllarda aşınmaya başladığı görülmektedir. Yine Ek Tablo
2'ye bakıldığında günümüzde bu sanayilerin imalat sanayi toplam ihracatı
içerisindeki paylarının 1990'lardaki düzeyinin oldukça gerisinde kaldıkları
görülmektedir. Emek yoğun sanayiler içerisinde dikkati çeken bir başka sektör
Metal Eşya Sanayi'dir. Bu sektör 1980'li ve 1990'lı yıllarda karşılaştırmalı
dezavantaja sahipken 2003 yılından itibaren karşılaştırmalı avantaja sahip sektör
konumuna gelmiştir.
— Ölçek yoğun sektör grubunda TK indeksi her zaman negatif değer
almaktadır. İndeks değerlerinin seyrine bakıldığında negatif indeks değerlerinin
özellikle 2000'li yıllarda azalma eğiliminde olduğu gözlenmektedir. Bu da söz
konusu sektör grubunun karşılaştırmalı dezavantajının azaldığı anlamına
gelmektedir. Zira ölçek yoğun sanayilerin imalat sanayi toplam ihracatı içindeki
payının 2007 yılı itibariyle % 40.6'ya yükselmesi de Türkiye'nin bu sanayilerde
ihracat yeteneği kazanmaya başladığını göstermektedir (Bkz. Ek Tablo 2). Bu
sektör grubu içerisinde Plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayi, Motorlu Kara
Taşıtları ve Römorklar Sanayi ve Diğer Ulaşım Araçları Sanayi dışındaki
132
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140.
sanayiler her zaman negatif TK indeks değeri göstermektedir. Söz konusu üç
sanayinin TK indeksi ise dalgalanmaktadır. Bunlardan, Plastik ve Kauçuk
Ürünleri Sanayi'nin indeks değeri 2001 yılından itibaren pozitiftir. Dolayısıyla
bu sektörün 2001 yılından itibaren karşılaştırmalı avantaja sahip olduğu
söylenebilir. Öte yandan, Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar Sanayi ile Diğer
Ulaşım Araçları Sanayi'nin TK indeksi 2000'li bazı yıllardaki pozitif değerleri
dışında negatif seyir izlediği görülmektedir. İhracat payları açısından
bakıldığında Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar ile Ana Metal Sanayi 2000'li
yıllarda öne çıkan sanayilerdir. 2007 yılı itibariyle Motorlu Kara Taşıtlarının
ihracat payı %16.8'e, Ana Metal Sanayinin payı ise %12.2'ye yükselmiştir.
— Farklılaştırılmış ve Bilim Bazlı Sanayiler grubunda TK indeksi her
zaman negatif değer almaktadır. Ancak, ölçek yoğun sanayiler grubunda olduğu
gibi bu sanayi grubunun indeks değeri de azalma eğilimindedir. Dolayısıyla bu
sektör grubunun karşılaştırmalı dezavantajının azalmakta olduğu söylenebilir.
Zaten Ek Tablo 2'ye bakıldığında bu sanayilerin ihracat payının yükselme
eğiliminde olduğu da görülmektedir. Bu sanayiler içerisinde ihracat payları
açısından öne çıkan iki alt sektör bulunmaktadır. Bunlar; Makina ve Teçhizat
İmalatı ile Elektrikli Makina ve Cihazlar Sanayileridir. Her iki alt sektörün
imalat sanayi ihracatı içindeki payları sırasıyla, % 1.1'den %7.9'a; % 0,2'den %
4.1'e yükselmiştir (Bkz. Ek Tablo 2). Söz konusu alt sektörlerin TK indeksleri
incelendiğinde indeks değerinin negatif olmakla birlikte azalma eğiliminde
olduğu görülmektedir. Buradan Türkiye'nin bu sektörlerde karşılaştırmalı
dezavantajının azaldığını söylemek mümkündür.
2007 yılı itibariyle Türkiye'nin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu
sektörler sırasıyla, Giyim Eşyası, Tekstil Ürünleri, Gıda Ürünleri, Motorlu Kara
Taşıtları ve Römorklar, Metalik Olmayan Diğer Mineraller, Metal Eşya Sanayi
ve Plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayi'leridir. Bu sektörlerden ilk üç sektör her
zaman pozitif TK değerine sahiptir ve güçlü karşılaştırmalı üstünlük
sunmaktadır. Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar, Metal Eşya Sanayi ve
Plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayileri ise 2000'li yıllardan itibaren
karşılaştırmalı üstünlüğe sahip sektörlerdir.
Boratav ve Türkcan (1993) 1970-1991 yıllarını kapsayan çalışmalarında
imalat sanayinde hem sektör bazında, hem de mal bazında hesapladıkları
ticarete katkı indeksi sonuçlarına göre 1991 yılı itibariyle her zaman pozitif TK
değeri alan sektörler dokuma-giyim, gıda sanayi, deri- kösele, cam-seramik,
çimento ve orman ürünleri sektörleridir. Bunlar aynı zamanda Türkiye'nin dış
ticarette karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektörlerdir. Bu sonuçlar
yukarıda belirtilen güçlü karşılaştırmalı üstünlüğe sahip sektör bulguları ile
paralellik göstermektedir. Ancak, daha önce de ifade edildiği gibi, Türkiye'nin
bu sektörlerdeki karşılaştırmalı üstünlüğü aşınmaktadır.
133
S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi
Tablo 1: Ticarete Katkı İndeksi Bütün Yıllarda Aynı İşareti Alan Sektörler
Bütün Yıllarda Pozitif Ticarete Katkı Bütün Yıllarda Negatif Ticarete Katkı
İndeksi Alan Sektörler
İndeksi Alan Sektörler
Gıda Ürünleri ve İçecek (15)
Kağıt ve Kağıt Ürünleri (21)
Tekstil Ürünleri (17)
Kimyasal Madde ve Ürünler (24)
Giyim Eşyası (18)
Ana Metal Sanayi (27)
Metalik Olmayan Diğer Mineraller (26)
Makina ve Teçhizat İmalatı (29)
Büro, Muhasebe ve Bilgi İşl. Mak. (30)
Elektrikli Makina ve Cihazlar (31)
Haberleşme Teçhizatı ve Cihazları (32)
Tıbbi, Hassas, Opt. Aletler ve Saat (33)
Öte taraftan, ihracat payları açısından bakıldığında ölçek yoğun ile
farklılaştırılmış ve bilim bazlı sanayilerin payları toplamı imalat sanayi toplam
ihracatının %55.8'ini oluşturmaktadır. Bu açıdan, Türkiye imalat sanayi
ihracatının yapısında bir değişim sürecinin başladığı söylenebilir. Bununla
birlikte, Türkiye'nin bu sanayilerde net ithalatçı konumunda olması (Bkz. Ek
Tablo 3) her iki sektör grubunda karşılaştırmalı dezavantaja sahip olmasına yol
açmaktadır.
5. SONUÇ
Bu çalışmada 1980-2007 yılları arasında Türkiye'nin faktör kullanım
yoğunluklarına göre imalat sanayi sektörlerinde karşılaştırmalı üstünlüğü TK
indeksi yardımıyla araştırılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, sektör gruplarına
bir bütün olarak bakıldığında emek yoğun sektör grubunda TK indeksi sürekli
pozitif olurken, hammadde yoğun sektör grubunda TK indeksi
dalgalanmaktadır. Ölçek yoğun ile farklılaştırılmış ve bilim bazlı sektör grubu
ise her zaman negatif TK indeksi vermektedir. Yine sonuçlara göre, pozitif TK
değeri veren sektörlerde indeks değerinde azalma eğilimi gözlenmektedir. Bu
ise söz konusu sektörlerin karşılaştırmalı üstünlüğünün aşındığı anlamına
gelmektedir. Öte yandan negatif TK değeri veren sektörlerde de indeksin
mutlak değer olarak küçülmesi Türkiye'nin bu sektörlerde karşılaştırmalı
dezavantajının azalması anlamına gelmektedir.
2007 yılı itibariyle Türkiye'nin güçlü karşılaştırmalı üstünlüğe sahip
olduğu sektörler hammadde yoğun ve emek yoğun sektörler içerisinde bulunan
Giyim Eşyası, Tekstil Ürünleri ve Gıda Ürünleri Sanayileri'dir. Bu sektörler
aynı zamanda Türkiye'nin geleneksel olarak karşılaştırmalı üstünlüğe sahip
olduğu sektörlerdir. Bunların yanında Türkiye 2000'li yıllarda üç yeni sektörde
daha karşılaştırmalı üstünlük kazanmıştır. Bu sektörler ise Motorlu Kara
Taşıtları ve Römorklar, Metal Eşya Sanayi ve Plastik ve Kauçuk Ürünleri
Sanayileri'dir. Metal Eşya Sanayi emek yoğun sektör grubunda yer alırken,
Motorlu Kara Taşıtları ve Römorklar ile plastik ve Kauçuk Ürünleri Sanayileri
ölçek yoğun sektör grubunda yer almaktadır.
Sonuç olarak Türkiye'nin emek yoğun ve hammadde yoğun sektörlerde
karşılaştırmalı üstünlüğü bulunurken; ölçek yoğun ile farklılaştırılmış ve bilim
134
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140.
bazlı sektörlerde henüz karşılaştırmalı üstünlüğü bulunmamaktadır. Bununla
birlikte, bu sektörlerin toplam ihracat içerisindeki paylarının artıyor olması
Türkiye'nin bu sektörlerde de ihracat yeteneği kazanmaya başladığını
göstermektedir.
KAYNAKÇA
BALASSA, Bela (1965), "Traded Liberalization and "Revealed Comparative Advantage", The
Manchaster School of Comparative Advantage", Weltwirtschaftliches Archiv, Cilt:
127, s.265-280.
BORATAV, Korkut ve Ergun TÜRKCAN (1993), Türkiye'de Sanayileşmenin Yeni Boyutları
ve KİT'ler, İktisat Politikası Seçenekleri, 1.Baskı, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.
EŞİYOK, Ali B. (2007), "Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler ve Faktör
Kullanım Yoğunluklarına Göre Dış Ticaretin Yapısı", Finans Politik ve Ekonomik
Yorumlar, Cilt: 44, Sayı: 514, s.15-36.
FİLİZTEKİN, Alpay (2006), "Türkiye'de Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlüklerin Evrimi",
DTM Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, s.101116.
KAZGAN, Gülten (1988), Ekonomide Dışa Açık Büyüme, 2. Basım, Altın Kitaplar Yayınevi,
İstanbul.
OECD (1996), Technology, Productivity and Job Creation, Paris.
UTKULU, Utku (2005), Türkiye'nin Dış Ticareti ve Değişen Mukayeseli Üstünlükler, Dokuz
Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir.
VOLLRATH, Thomas L. (1991), " A Theoretical Evaluation of Alternative Trade Intensity
Measures of Revealed Comparative Advantage", Weltwirtschaftliches Archiv, Cilt:
130, s.265-279.
YÜKSELER, Zafer ve Ercan TÜRKAN (2008), Türkiye'nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında
Dönüşüm, Küresel Yönelimler ve Yansımalar, TÜSİAD Yayınları Yayın No:
TÜSİAD-T/2008-02/453, İstanbul.
i
Bir ülkenin dünya ekonomisi ile bütünleşmesi, mal-hizmet ve faktör hareketleriyle gerçekleşir.
Mal ve hizmet ticaretinin ülkenin yarattığı gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYİH) oranının yüksek ve
dış ticarete devlet müdahalesinin en az düzeyde olduğu; sermaye hareketlerinin ilke içi tasarruf ya
da yatırımdaki oranının yüksek ve devlet denetiminden arındırılmış olduğu ülkeler dışa çok açık,
dünya ekonomisi ile bütünleşmiş sayılmaktadır. Bu makalede, çalışmanın amacına uygun olarak
dış açıklık yalnızca dış ticaret açısından ele alınacaktır. Geniş bilgi için bkz. Kazgan, G.
Ekonomide Dışa Açık Büyüme, Altın Kitaplar Yayınevi, 1988, İstanbul, s.32-33.
ii
En yaygın kullanılan yöntem Balassa (1965)'nın Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler
yaklaşımı’dır. Bunun dışında söz konusu çalışmaların bir kısmında Volrath (1991)'ın geliştirdiği
üç indeks olan Göreli Ticaret Avantajı İndeksi, Göreli İhracat Üstünlüğü İndeksi ve Açıklanmış
Rekabetçilik indeksi kullanılmıştır.
iii
Bu ürünler; gıda ürünleri ve içecek, tütün ürünleri, giyim eşyası ve tekstil ürünleridir.
iv
Faktör kullanım yoğunluğuna göre imalat sanayi alt sektörleri ekte verilmektedir.
v
Gıda ürünleri ve içecek sanayinin ticarete katkı indeksi 1980 yılında negatif çıkmıştır. Ancak,
söz konusu yıl Türkiye'de yapısal dönüşümün başladığı yıl olması sebebiyle 1980 yılı analizlere
katılmayabilir.
v
2008 yılı verileri çalışmanın tamamlandığı tarih itibari ile TÜİK tarafından henüz
yayınlanmadığı için analizlere dahil edilememiştir.
135
S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi
EkTablo1:FaktörKullanımYoğunluğunaGöreTicareteKatkıİndeksleri
Sektörler
HammaddeYoğun
GıdaÜrünleriveİçecek(15)
TütünÜrünleri(16)
AğaçveMantarÜrünleri(20)
KokKömürü,PetrolÜrün.veNük.Yakıt(23)
MetalikOlmayanDiğerMineraller(26)
EmekYoğun
TekstilÜrünleri(17)
GiyimEşyası(18)
Bavul,SaraçlıkveAyakkabı(19)
MetalEşyaSanayi(Makine,TeçhizatHariç)(28)
Mobilya(36)
ÖlçekYoğun
KağıtveKağıtÜrünleri(21)
BasımveYayım(22)
KimyasalMaddeveÜrünler(24)
PlastikveKauçukÜrünleri(25)
AnaMetalSanayi(27)
MotorluKaraTaşıtlarıveRömork(34)
DiğerUlaşımAraçları(35)
FarklılaştırılmışveBilimBazlıSanayi
MakinaveTeçhizatİmalatı(29)
Büro,MuhasebeveBilgiİşlemMak.(30)
ElektrikliMakinaveCihazlar(31)
HaberleşmeTeçhizatıveCihazları(32)
Tıbbi,Hassas,OptikAletlerveSaat(33)
Kaynak: TÜİK'denEldeEdilenVerilerleTarafımızcaHesaplanmıştır.
1980
-0,1821
-0,0115
0,0004
0,0007
-0,1729
0,0011
0,0325
0,0520
0,0257
-0,0011
-0,0442
0,0002
-0,3632
-0,0138
-0,0002
-0,2112
-0,0342
-0,0790
-0,0135
-0,0113
-0,1811
-0,1169
-0,0015
-0,0340
-0,0154
-0,0133
1981
-0,0124
0,0243
0,0002
0,0041
-0,0724
0,0313
0,0840
0,0644
0,0425
-0,0004
-0,0245
0,0020
-0,2851
-0,0109
-0,0001
-0,1561
-0,0295
-0,0614
-0,0113
-0,0157
-0,1791
-0,1239
-0,0024
-0,0209
-0,0197
-0,0122
1982
0,0840
0,0403
0,0004
0,0063
0,0107
0,0263
0,0992
0,0722
0,0440
-0,0016
-0,0182
0,0028
-0,1952
-0,0075
-0,0005
-0,0909
-0,0258
-0,0232
-0,0185
-0,0289
-0,1433
-0,0969
-0,0034
-0,0128
-0,0190
-0,0112
1983
0,0378
0,0488
0,0002
0,0043
-0,0239
0,0084
0,1398
0,0794
0,0708
-0,0014
-0,0113
0,0022
-0,2215
-0,0037
-0,0009
-0,1205
-0,0247
-0,0300
-0,0163
-0,0255
-0,1609
-0,1055
-0,0048
-0,0135
-0,0222
-0,0149
1984
0,0452
0,0295
-0,0021
0,0037
0,0085
0,0056
0,1636
0,0714
0,1051
0,0008
-0,0152
0,0015
-0,1845
-0,0057
0,0006
-0,1065
-0,0192
-0,0256
-0,0148
-0,0133
-0,1451
-0,0876
-0,0061
-0,0085
-0,0305
-0,0123
1985
0,0285
0,0108
-0,0038
0,0061
0,0042
0,0112
0,1580
0,0752
0,0734
0,0039
0,0032
0,0024
-0,1506
-0,0040
0,0009
-0,0825
-0,0122
-0,0095
-0,0216
-0,0217
-0,1256
-0,0671
-0,0067
-0,0107
-0,0306
-0,0104
1986
0,0113
0,0181
-0,0086
-0,0009
-0,0022
0,0050
0,1475
0,0755
0,0768
0,0007
-0,0072
0,0018
-0,1722
-0,0046
-0,0010
-0,0908
-0,0221
-0,0124
-0,0219
-0,0194
-0,2220
-0,1318
-0,0135
-0,0200
-0,0400
-0,0167
1987
0,0001
0,0169
-0,0095
-0,0074
-0,0007
0,0008
0,1726
0,0757
0,0978
-0,0013
-0,0007
0,0010
-0,1591
-0,0047
-0,0007
-0,0837
-0,0145
-0,0345
-0,0154
-0,0056
-0,1358
-0,0712
-0,0137
-0,0090
-0,0276
-0,0142
1988
0,0057
0,0145
-0,0083
-0,0046
0,0029
0,0012
0,1599
0,0826
0,0854
0,0010
-0,0081
-0,0011
-0,1131
-0,0095
-0,0011
-0,0657
-0,0140
0,0028
-0,0116
-0,0140
-0,1367
-0,0710
-0,0143
-0,0105
-0,0277
-0,0133
1989
0,0123
0,0206
-0,0095
-0,0001
-0,0044
0,0057
0,1765
0,0702
0,1139
0,0006
-0,0071
-0,0012
-0,1354
-0,0110
-0,0012
-0,0748
0,0007
-0,0135
-0,0145
-0,0212
-0,1420
-0,0766
-0,0127
-0,0175
-0,0201
-0,0151
1990
-0,0138
0,0046
-0,0121
-0,0004
-0,0115
0,0057
0,1631
0,0551
0,1191
-0,0025
-0,0052
-0,0033
-0,1830
-0,0094
-0,0018
-0,0984
-0,0077
-0,0012
-0,0460
-0,0186
-0,2109
-0,1246
-0,0187
-0,0215
-0,0239
-0,0222
1991
0,0061
0,0234
-0,0117
-0,0007
-0,0141
0,0093
0,1590
0,0563
0,1175
-0,0017
-0,0097
-0,0034
-0,1744
-0,0112
-0,0023
-0,0986
-0,0042
-0,0046
-0,0349
-0,0187
-0,2172
-0,1239
-0,0193
-0,0241
-0,0279
-0,0220
1992
0,0111
0,0203
-0,0059
-0,0010
-0,0126
0,0103
0,1737
0,0572
0,1280
-0,0006
-0,0073
-0,0035
-0,1936
-0,0106
-0,0019
-0,1006
-0,0037
-0,0044
-0,0419
-0,0305
-0,1957
-0,1163
-0,0180
-0,0189
-0,0211
-0,0213
1993
-0,0052
0,0169
-0,0062
-0,0033
-0,0194
0,0068
0,1466
0,0423
0,1195
-0,0022
-0,0093
-0,0037
-0,2743
-0,0159
-0,0039
-0,1083
-0,0066
-0,0144
-0,0624
-0,0627
-0,2273
-0,1400
-0,0191
-0,0212
-0,0221
-0,0249
Yılar
1994
0,0273
0,0282
-0,0007
0,0000
-0,0107
0,0106
0,1624
0,0567
0,1097
0,0008
-0,0041
-0,0007
-0,1194
-0,0085
-0,0019
-0,0784
0,0001
0,0180
-0,0153
-0,0334
-0,1441
-0,0852
-0,0115
-0,0123
-0,0148
-0,0204
1995
0,0114
0,0129
0,0027
-0,0007
-0,0116
0,0081
0,1526
0,0431
0,1193
-0,0017
-0,0053
-0,0028
-0,2220
-0,0191
-0,0023
-0,1149
-0,0018
-0,0145
-0,0229
-0,0466
-0,1636
-0,1017
-0,0161
-0,0092
-0,0185
-0,0180
1996
-0,0008
0,0096
0,0013
-0,0012
-0,0175
0,0069
0,1251
0,0417
0,0999
-0,0027
-0,0098
-0,0040
-0,2272
-0,0153
-0,0018
-0,1111
-0,0067
-0,0121
-0,0454
-0,0348
-0,2134
-0,1431
-0,0163
-0,0097
-0,0232
-0,0212
1997
0,0096
0,0185
0,0014
-0,0012
-0,0185
0,0094
0,1298
0,0458
0,0980
-0,0011
-0,0086
-0,0043
-0,2398
-0,0130
-0,0022
-0,1099
-0,0051
-0,0136
-0,0668
-0,0293
-0,2126
-0,1327
-0,0168
-0,0138
-0,0280
-0,0213
1998
0,0102
0,0169
0,0003
-0,0017
-0,0136
0,0084
0,1438
0,0522
0,1022
-0,0007
-0,0069
-0,0030
-0,2253
-0,0133
-0,0022
-0,1107
-0,0056
-0,0176
-0,0578
-0,0181
-0,2083
-0,1228
-0,0191
-0,0168
-0,0279
-0,0218
1999
0,0105
0,0192
0,0007
-0,0012
-0,0188
0,0106
0,1514
0,0565
0,0986
-0,0005
-0,0036
0,0004
-0,1749
-0,0145
-0,0021
-0,1088
-0,0043
-0,0063
-0,0337
-0,0051
-0,1804
-0,0747
-0,0222
-0,0169
-0,0460
-0,0205
2000
-0,0172
0,0120
0,0014
-0,0025
-0,0402
0,0122
0,1337
0,0486
0,0906
-0,0022
-0,0037
0,0004
-0,2505
-0,0174
-0,0037
-0,1176
-0,0045
-0,0227
-0,0743
-0,0104
-0,1947
-0,0785
-0,0270
-0,0137
-0,0533
-0,0223
2001
0,0095
0,0167
0,0007
0,0001
-0,0231
0,0151
0,1393
0,0544
0,0854
-0,0010
-0,0023
0,0027
-0,1091
-0,0091
-0,0030
-0,0884
0,0021
-0,0115
0,0075
-0,0069
-0,1041
-0,0563
-0,0122
-0,0030
-0,0172
-0,0154
2002
0,0010
0,0074
0,0008
-0,0005
-0,0218
0,0151
0,1319
0,0435
0,0898
-0,0017
-0,0022
0,0025
-0,1310
-0,0101
-0,0022
-0,1015
0,0002
-0,0210
0,0098
-0,0062
-0,1120
-0,0630
-0,0136
-0,0092
-0,0109
-0,0153
2003
0,0039
0,0111
0,0003
-0,0010
-0,0205
0,0140
0,1309
0,0408
0,0839
-0,0016
0,0040
0,0039
-0,1556
-0,0104
-0,0020
-0,1014
0,0003
-0,0372
-0,0106
0,0056
-0,1023
-0,0547
-0,0128
-0,0089
-0,0118
-0,0142
2004
0,0035
0,0119
0,0000
-0,0016
-0,0200
0,0131
0,1133
0,0346
0,0717
-0,0024
0,0051
0,0043
-0,1789
-0,0103
-0,0016
-0,1032
0,0001
-0,0350
-0,0245
-0,0044
-0,1091
-0,0529
-0,0141
-0,0131
-0,0135
-0,0154
2005
0,0038
0,0153
0,0002
-0,0024
-0,0212
0,0119
0,1073
0,0338
0,0654
-0,0033
0,0053
0,0061
-0,1786
-0,0103
-0,0021
-0,1039
0,0024
-0,0482
-0,0149
-0,0016
-0,1126
-0,0521
-0,0170
-0,0161
-0,0103
-0,0171
2006
-0,0074
0,0115
0,0006
-0,0021
-0,0257
0,0084
0,0915
0,0306
0,0560
-0,0038
0,0055
0,0032
-0,1600
-0,0106
-0,0016
-0,0979
0,0027
-0,0471
-0,0037
-0,0017
-0,1072
-0,0505
-0,0166
-0,0131
-0,0110
-0,0160
2007
-0,0025
0,0121
0,0005
-0,0020
-0,0222
0,0090
0,0843
0,0266
0,0506
-0,0034
0,0070
0,0035
-0,1432
-0,0097
-0,0023
-0,0949
0,0040
-0,0521
0,0093
0,0025
-0,0980
-0,0440
-0,0136
-0,0108
-0,0150
-0,0147
136
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140.
EkTablo3: Faktör KullanımYoğunluklarınaGöre İthalat Payları*
Sektörler
Hammadde Yoğun
Gıda Ürünleri ve İçecek(15)
TütünÜrünleri (16)
Ağaç ve Mantar Ürünleri (20)
KokKömürü, Petrol Ürün. ve Nük. Yakıt (23)
MetalikOlmayanDiğer Mineraller (26)
EmekYoğun
Tekstil Ürünleri (17)
GiyimEşyası (18)
Bavul, Saraçlıkve Ayakkabı (19)
Metal Eşya Sanayi (Makine, Teçhizat Hariç) (28)
Mobilya(36)
ÖlçekYoğun
Kağıt ve Kağıt Ürünleri (21)
Basımve Yayım(22)
Kimyasal Maddeve Ürünler (24)
Plastikve KauçukÜrünleri (25)
Ana Metal Sanayi (27)
MotorluKara Taşıtları ve Römork(34)
Diğer UlaşımAraçları (35)
Farklılaştırılmış ve BilimBazlı Sanayi
Makina veTeçhizat İmalatı (29)
Büro, Muhasebeve Bilgi İşlemMak. (30)
Elektrikli Makina ve Cihazlar (31)
HaberleşmeTeçhizatı ve Cihazları (32)
Tıbbi, Hassas, OptikAletler ve Saat (33)
1980
0,267
0,056
0,000
0,001
0,195
0,015
0,071
0,018
0,000
0,001
0,050
0,001
0,436
0,015
0,001
0,244
0,041
0,098
0,025
0,013
0,203
0,132
0,002
0,038
0,018
0,014
1981
0,170
0,035
0,000
0,000
0,121
0,013
0,064
0,018
0,000
0,002
0,043
0,002
0,479
0,017
0,001
0,240
0,055
0,107
0,035
0,024
0,268
0,187
0,003
0,032
0,029
0,017
1982
0,092
0,025
0,000
0,001
0,050
0,015
0,080
0,024
0,000
0,007
0,047
0,002
0,516
0,017
0,001
0,213
0,060
0,115
0,053
0,056
0,305
0,205
0,006
0,034
0,039
0,021
*Hemsektör grupları hemde alt sektörlerinimalat sanayi toplamithalatı içindeki payları (oranolarak).
Kaynak: TÜİK'denElde EdilenVerilerle TarafımızcaHesaplanmıştır.
1983
0,124
0,022
0,000
0,001
0,081
0,020
0,058
0,021
0,000
0,006
0,029
0,002
0,507
0,009
0,002
0,234
0,057
0,126
0,035
0,043
0,300
0,199
0,008
0,032
0,038
0,024
1984
0,122
0,050
0,004
0,001
0,047
0,020
0,063
0,021
0,000
0,002
0,036
0,004
0,508
0,016
0,002
0,234
0,054
0,137
0,039
0,027
0,298
0,179
0,011
0,027
0,058
0,023
1985
0,121
0,056
0,008
0,004
0,043
0,010
0,046
0,024
0,001
0,004
0,013
0,004
0,512
0,013
0,001
0,210
0,042
0,151
0,053
0,043
0,310
0,180
0,013
0,032
0,062
0,023
1986
0,103
0,043
0,014
0,009
0,025
0,014
0,055
0,022
0,000
0,005
0,024
0,004
0,449
0,012
0,002
0,198
0,047
0,118
0,042
0,030
0,381
0,226
0,021
0,044
0,063
0,027
1987
0,127
0,052
0,017
0,016
0,023
0,019
0,054
0,023
0,001
0,009
0,018
0,004
0,465
0,016
0,002
0,213
0,044
0,145
0,033
0,010
0,328
0,188
0,024
0,038
0,050
0,027
1988
0,117
0,044
0,016
0,012
0,025
0,020
0,065
0,027
0,000
0,007
0,026
0,005
0,486
0,025
0,003
0,217
0,045
0,140
0,030
0,027
0,317
0,167
0,027
0,036
0,061
0,026
1989
0,116
0,050
0,017
0,003
0,031
0,015
0,052
0,016
0,001
0,006
0,024
0,005
0,518
0,024
0,003
0,237
0,013
0,160
0,041
0,040
0,297
0,157
0,024
0,040
0,047
0,028
1990
0,128
0,056
0,019
0,003
0,034
0,016
0,061
0,027
0,001
0,008
0,018
0,007
0,453
0,017
0,003
0,200
0,018
0,106
0,077
0,031
0,345
0,192
0,028
0,042
0,049
0,033
1991
0,118
0,046
0,018
0,003
0,038
0,014
0,068
0,026
0,001
0,008
0,025
0,008
0,431
0,020
0,004
0,196
0,019
0,095
0,063
0,034
0,370
0,199
0,030
0,049
0,059
0,034
1992
0,107
0,049
0,010
0,003
0,031
0,014
0,073
0,031
0,002
0,008
0,025
0,009
0,457
0,019
0,004
0,194
0,020
0,090
0,078
0,053
0,339
0,190
0,028
0,045
0,044
0,033
Yıllar
1993 1994
0,098 0,105
0,041 0,055
0,010 0,003
0,005 0,003
0,031 0,032
0,011 0,012
0,076 0,096
0,035 0,053
0,002 0,002
0,008 0,010
0,022 0,022
0,008 0,008
0,487 0,453
0,022 0,021
0,007 0,006
0,167 0,194
0,019 0,019
0,099 0,093
0,092 0,054
0,082 0,067
0,321 0,324
0,189 0,182
0,024 0,021
0,040 0,044
0,036 0,038
0,032 0,039
1995
0,103
0,061
0,001
0,003
0,026
0,012
0,096
0,055
0,002
0,009
0,021
0,010
0,490
0,032
0,004
0,204
0,020
0,098
0,061
0,071
0,287
0,169
0,024
0,033
0,035
0,027
1996
0,103
0,056
0,001
0,003
0,030
0,013
0,105
0,052
0,005
0,010
0,025
0,012
0,441
0,023
0,004
0,178
0,023
0,078
0,086
0,049
0,331
0,208
0,022
0,034
0,039
0,029
1997
0,086
0,043
0,001
0,003
0,028
0,011
0,102
0,050
0,007
0,009
0,024
0,013
0,454
0,020
0,004
0,175
0,022
0,081
0,107
0,045
0,330
0,195
0,022
0,036
0,047
0,029
1998
0,078
0,036
0,001
0,004
0,024
0,012
0,103
0,050
0,006
0,008
0,026
0,014
0,444
0,022
0,004
0,180
0,025
0,078
0,104
0,032
0,350
0,192
0,027
0,041
0,059
0,031
1999
0,084
0,030
0,001
0,004
0,037
0,012
0,096
0,048
0,005
0,006
0,024
0,013
0,450
0,026
0,005
0,198
0,026
0,069
0,097
0,030
0,350
0,146
0,035
0,045
0,091
0,032
2000
0,098
0,025
0,001
0,005
0,057
0,009
0,086
0,041
0,006
0,007
0,019
0,013
0,474
0,025
0,006
0,178
0,023
0,078
0,132
0,033
0,317
0,129
0,035
0,035
0,088
0,030
2001
0,098
0,030
0,001
0,003
0,054
0,010
0,109
0,050
0,008
0,008
0,026
0,017
0,470
0,023
0,007
0,202
0,024
0,108
0,066
0,041
0,298
0,147
0,023
0,036
0,061
0,030
2002
0,099
0,032
0,001
0,004
0,052
0,010
0,120
0,060
0,008
0,008
0,026
0,018
0,466
0,024
0,005
0,207
0,026
0,112
0,070
0,023
0,302
0,154
0,024
0,041
0,056
0,028
2003
0,093
0,029
0,001
0,004
0,050
0,009
0,108
0,055
0,008
0,008
0,020
0,017
0,504
0,023
0,004
0,199
0,025
0,129
0,113
0,009
0,281
0,144
0,021
0,036
0,054
0,025
2004
0,086
0,024
0,001
0,005
0,047
0,009
0,097
0,047
0,007
0,008
0,020
0,016
0,545
0,021
0,004
0,188
0,024
0,138
0,147
0,023
0,272
0,129
0,022
0,039
0,056
0,026
2005
0,099
0,022
0,001
0,006
0,058
0,011
0,094
0,042
0,007
0,009
0,021
0,015
0,530
0,021
0,004
0,186
0,023
0,145
0,131
0,020
0,277
0,130
0,026
0,045
0,049
0,028
2006
0,111
0,022
0,001
0,006
0,069
0,013
0,095
0,038
0,009
0,010
0,022
0,017
0,523
0,021
0,003
0,178
0,023
0,155
0,120
0,022
0,271
0,130
0,025
0,045
0,044
0,026
2007
0,109
0,020
0,001
0,007
0,071
0,012
0,098
0,040
0,010
0,009
0,021
0,018
0,527
0,021
0,004
0,176
0,023
0,172
0,113
0,017
0,266
0,128
0,022
0,047
0,044
0,025
137
S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi
Ek Tablo 4: Faktör Kullanım Yoğunluklarına Göre Sektör Sınıflandırması
Hammadde Yoğun
Gıda Ürünleri ve İçecek (15)
Tütün Ürünleri (16)
Ağaç ve Mantar Ürünleri (20)
Kok Kömürü, Petrol Ürün. ve Nük. Yakıt (23)
Metalik Olmayan Diğer Mineraller (26)
Emek Yoğun
Tekstil Ürünleri (17)
Giyim Eşyası (18)
Bavul, Saraçlık ve Ayakkabı (19)
Metal Eşya Sanayi (Makine, Teçhizat Hariç)
(28)
Mobilya (36)
Ölçek Yoğun
Kağıt ve Kağıt Ürünleri (21)
Basım ve Yayım (22)
Kimyasal Madde ve Ürünler (24)
Plastik ve Kauçuk Ürünleri (25)
Ana Metal Sanayi (27)
Motorlu Kara Taşıtları ve Römork (34)
Diğer Ulaşım Araçları (35)
Farklılaştırılmış ve Bilim Bazlı Sanayi
Makina ve Teçhizat İmalatı (29)
Büro, Muhasebe ve Bilgi İşlem Mak. (30)
Elektrikli Makina ve Cihazlar (31)
Haberleşme Teçhizatı ve Cihazları (32)
Tıbbi, Hassas, Optik Aletler ve Saat (33)
Kaynak: OECD (1996)
138
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.129-140.
EkTablo2: Faktör KullanımYoğunluklarınaGöre İhracat Payları*
Sektörler
Hammadde Yoğun
Gıda Ürünleri ve İçecek(15)
TütünÜrünleri (16)
Ağaç ve Mantar Ürünleri (20)
KokKömürü, Petrol Ürün. ve Nük. Yakıt (23)
MetalikOlmayanDiğer Mineraller (26)
EmekYoğun
Tekstil Ürünleri (17)
GiyimEşyası (18)
Bavul, Saraçlıkve Ayakkabı (19)
Metal Eşya Sanayi (Makine, Teçhizat Hariç) (28)
Mobilya(36)
ÖlçekYoğun
Kağıt ve Kağıt Ürünleri (21)
Basımve Yayım(22)
Kimyasal Maddeve Ürünler (24)
Plastikve KauçukÜrünleri (25)
Ana Metal Sanayi (27)
MotorluKara Taşıtları ve Römork(34)
Diğer UlaşımAraçları (35)
Farklılaştırılmış ve BilimBazlı Sanayi
Makina veTeçhizat İmalatı (29)
Büro, Muhasebeve Bilgi İşlemMak. (30)
Elektrikli Makina ve Cihazlar (31)
HaberleşmeTeçhizatı ve Cihazları (32)
Tıbbi, Hassas, OptikAletler ve Saat (33)
1980
0,148
0,093
0,001
0,003
0,017
0,034
0,224
0,157
0,059
0,000
0,005
0,003
0,091
0,001
0,001
0,032
0,008
0,026
0,022
0,001
0,015
0,011
0,000
0,002
0,003
0,000
1981
0,228
0,104
0,001
0,009
0,030
0,085
0,271
0,161
0,089
0,002
0,013
0,007
0,121
0,002
0,001
0,034
0,021
0,031
0,028
0,004
0,027
0,021
0,000
0,004
0,002
0,000
1982
0,268
0,108
0,001
0,014
0,076
0,069
0,285
0,170
0,088
0,005
0,015
0,008
0,167
0,004
0,000
0,049
0,013
0,078
0,021
0,002
0,043
0,028
0,000
0,011
0,004
0,000
*Hemsektör grupları hemde alt sektörlerinimalat sanayi toplamihracatı içindeki payları (oranolarak).
Kaynak: TÜİK'denElde EdilenVerilerle TarafımızcaHesaplanmıştır.
1983
0,230
0,126
0,000
0,009
0,052
0,042
0,355
0,187
0,143
0,005
0,013
0,007
0,181
0,004
0,001
0,047
0,021
0,096
0,011
0,002
0,047
0,033
0,000
0,012
0,002
0,000
1984
0,225
0,114
0,000
0,008
0,069
0,034
0,398
0,167
0,211
0,004
0,009
0,007
0,193
0,006
0,003
0,045
0,021
0,101
0,013
0,003
0,039
0,023
0,000
0,013
0,003
0,001
1985
0,185
0,081
0,000
0,016
0,054
0,033
0,365
0,175
0,147
0,012
0,021
0,009
0,239
0,005
0,003
0,056
0,020
0,140
0,013
0,001
0,075
0,056
0,000
0,012
0,004
0,003
1986
0,161
0,094
0,001
0,010
0,028
0,028
0,374
0,183
0,157
0,008
0,017
0,009
0,248
0,007
0,001
0,079
0,017
0,133
0,011
0,001
0,055
0,032
0,000
0,018
0,002
0,002
1987
0,149
0,095
0,001
0,004
0,026
0,024
0,410
0,179
0,198
0,008
0,020
0,007
0,222
0,009
0,001
0,080
0,022
0,100
0,008
0,001
0,110
0,076
0,000
0,027
0,003
0,003
1988
0,137
0,077
0,000
0,004
0,033
0,024
0,390
0,195
0,172
0,009
0,011
0,003
0,295
0,007
0,001
0,101
0,020
0,156
0,009
0,001
0,066
0,038
0,000
0,018
0,010
0,001
1989
0,152
0,096
0,000
0,003
0,025
0,028
0,411
0,158
0,229
0,008
0,012
0,003
0,297
0,005
0,001
0,110
0,015
0,149
0,016
0,001
0,042
0,019
0,001
0,009
0,011
0,001
1990
0,154
0,089
0,002
0,003
0,025
0,034
0,423
0,151
0,247
0,007
0,014
0,004
0,267
0,005
0,001
0,081
0,010
0,149
0,015
0,006
0,055
0,016
0,002
0,015
0,021
0,001
1991
0,176
0,111
0,001
0,002
0,023
0,038
0,420
0,151
0,243
0,008
0,014
0,004
0,236
0,005
0,001
0,067
0,018
0,122
0,015
0,008
0,064
0,020
0,001
0,018
0,023
0,001
1992
0,171
0,109
0,002
0,002
0,017
0,040
0,459
0,160
0,265
0,010
0,019
0,005
0,237
0,004
0,002
0,062
0,020
0,115
0,022
0,011
0,069
0,024
0,001
0,024
0,018
0,002
Yıllar
1993 1994
0,158 0,171
0,107 0,117
0,003 0,002
0,002 0,004
0,012 0,014
0,034 0,034
0,446 0,432
0,152 0,172
0,261 0,223
0,010 0,013
0,017 0,017
0,006 0,008
0,251 0,262
0,004 0,006
0,003 0,002
0,055 0,058
0,019 0,021
0,140 0,138
0,024 0,029
0,006 0,007
0,065 0,070
0,026 0,031
0,001 0,001
0,023 0,024
0,014 0,013
0,002 0,002
1995
0,172
0,114
0,007
0,003
0,014
0,034
0,454
0,168
0,250
0,009
0,019
0,008
0,247
0,006
0,001
0,057
0,025
0,112
0,040
0,006
0,076
0,033
0,001
0,028
0,012
0,002
1996
0,168
0,113
0,004
0,003
0,012
0,036
0,439
0,175
0,221
0,010
0,021
0,011
0,243
0,006
0,002
0,057
0,023
0,102
0,045
0,007
0,091
0,038
0,001
0,035
0,015
0,003
1997
0,163
0,111
0,005
0,003
0,007
0,038
0,445
0,180
0,220
0,012
0,021
0,012
0,241
0,006
0,002
0,055
0,025
0,105
0,036
0,012
0,093
0,040
0,001
0,030
0,019
0,002
1998
0,145
0,093
0,003
0,003
0,009
0,037
0,465
0,189
0,225
0,011
0,026
0,015
0,225
0,006
0,002
0,050
0,027
0,086
0,041
0,012
0,112
0,044
0,002
0,030
0,034
0,003
1999
0,138
0,081
0,003
0,003
0,013
0,038
0,443
0,181
0,210
0,007
0,026
0,019
0,261
0,006
0,002
0,049
0,027
0,082
0,064
0,031
0,111
0,048
0,002
0,028
0,031
0,003
2000
0,130
0,069
0,005
0,002
0,011
0,042
0,435
0,174
0,205
0,007
0,025
0,024
0,274
0,006
0,002
0,053
0,030
0,085
0,066
0,033
0,125
0,052
0,002
0,031
0,036
0,003
2001
0,129
0,068
0,003
0,004
0,014
0,041
0,402
0,166
0,181
0,007
0,025
0,024
0,309
0,008
0,001
0,050
0,031
0,098
0,089
0,032
0,125
0,052
0,002
0,035
0,034
0,003
2002
0,123
0,054
0,003
0,003
0,019
0,042
0,412
0,160
0,191
0,006
0,027
0,027
0,300
0,009
0,001
0,046
0,031
0,094
0,104
0,015
0,140
0,060
0,001
0,031
0,046
0,003
2003
0,124
0,058
0,002
0,003
0,021
0,040
0,399
0,151
0,180
0,006
0,033
0,029
0,312
0,008
0,001
0,042
0,032
0,086
0,120
0,023
0,142
0,069
0,001
0,027
0,043
0,003
2004
0,123
0,056
0,001
0,003
0,023
0,039
0,363
0,134
0,157
0,006
0,037
0,030
0,370
0,008
0,001
0,043
0,033
0,114
0,148
0,023
0,144
0,066
0,001
0,026
0,048
0,003
2005
0,143
0,062
0,002
0,004
0,037
0,039
0,348
0,127
0,144
0,005
0,039
0,033
0,360
0,008
0,002
0,041
0,036
0,100
0,149
0,025
0,148
0,071
0,001
0,028
0,046
0,003
2006
0,138
0,054
0,002
0,004
0,042
0,035
0,319
0,115
0,127
0,005
0,042
0,029
0,391
0,007
0,001
0,043
0,038
0,116
0,158
0,027
0,153
0,075
0,001
0,035
0,038
0,003
2007
0,140
0,051
0,002
0,005
0,049
0,034
0,302
0,107
0,117
0,006
0,042
0,031
0,406
0,008
0,001
0,040
0,039
0,122
0,168
0,027
0,152
0,079
0,001
0,041
0,027
0,003
139
S. Aytemiz/Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Türkiye İmalat Sanayi
140
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158.
SOSYAL BİLİMLER Yıl : 2008 Cilt : 6 Sayı :1
Celal Bayar Üniversitesi S.B.E. MANİSA
Kariyer Sermayesi ve İstihdam Edilebilirliğin
İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
Araş. Gör. Dr. Barış SEÇER
Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F., Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü.
ÖZET
İş güvencesizliği son yıllarda işgücü piyasasında yaşanan değişimler nedeniyle
yaygınlaşmakta ve daha çok araştırılmaktadır. Çalışmada iş güvencesizliği nicel ve nitel iş
güvencesizliği olarak alınmıştır. Nicel iş güvencesizliği işi tamamen kaybetme, nitel iş
güvencesizliği ise önemli niteliklerini kaybetme korkusudur. Ömür boyu bir veya iki işletmede
istihdam edilme yerini daha fazla iş değiştirmeye dayanan bir yapıya bırakmaktadır. Bu nedenle
literatürde, çalışanlar için iş güvencesinin yerine istihdam edilebilirlik güvencesi sağlanması
önerilmektedir. Birey işinin geçici olduğunu kabul etmeli, istihdam ilişkisi sona erdiğinde başka
bir işveren için çalışmaya hazır olmalıdır. Böylece çalışanların kendi kariyerlerini kontrol
etmeleri ve bu sayede güvencesizlik ile başa çıkmaları beklenmektedir.
Bu durum, bireyin özelliklerini ön plana çıkarmaktadır. Bireyin ekonomik, beşeri,
kültürel ve sosyal sermayesinden oluşan kariyer sermayesi, kariyer için kullanabilecek kaynakları
göstermektedir. Kariyer sermayesinin her bileşeni kariyeri farklı şekilde desteklemektedir.
Kariyer sermayesi düzeyi yüksek olan çalışanın nesnel ve öznel kariyer başarısı da yüksek
olmaktadır.
Çalışmanın amacı, bireyin sahip olduğu kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik
düzeyinin iş güvencesizliği üzerindeki etkisini ortaya çıkarmaktır. Bu sayede yeni kariyer
yapılarında çalışanların iş değiştirmeye hazır olup olmadıkları anlaşılmaya çalışılacaktır.
Araştırmada anket yönteminden yararlanılmış ve Manisa Organize Sanayi Bölgesindeki
işletmelerde istihdam edilen 307 beyaz yakalı çalışan, bu ankete katılmıştır. Çalışmada ileri
sürülen ilişkiler, yapısal eşitlik modellemesi (Lisrel 8.54) aracılığıyla incelenmiştir. Modelde
kariyer sermayesi algılanan istihdam edilebilirliği pozitif yönde ve yüksek düzeyde
etkilemektedir(.73). Algılanan istihdam edilebilirlik değişkeni, nitel iş güvencesizliğini pozitif
yönde ve yüksek düzeyde etkilemektedir(.71). Son olarak, algılanan istihdam edilebilirlik nicel iş
güvencesizliğini negatif yönde ve orta düzeyde etkilemektedir(-.29).
Anahtar Sözcükler: Kariyer Sermayesi, İstihdam Edilebilirlik, İş Güvencesizliği
The Effect of Career Capital and Employability on Job Insecurity
ABSTRACT
In recent years, job insecurity which becomes prevalent because of the changes in
labour market and the replacement of career understanding which implies to belonging to definite
company with new career understanding which gives an important responsibility to individuals
are parallel developments. These developments require taking more individual responsibility, to
141
B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
obtain more resources which is used for to direct career and to improve career success and to
increase employability and in this way to cope with job insecurity.
This study aimed at determining the effects of career capital and employability levels of
individuals on job insecurity and interrogating whether the individuals are ready for changing
jobs in their new career structure. First, career capital as a resource which is effective in
directing the individual’s career and in improving the career success is examined with whole
components. Then, the concept of employability which becomes an important concept due to the
individual responsibility of career is analyzed in terms of the capacity of continuing the present
job and finding a new job. Lastly, job insecurity which is affected by the level of career capital
and employability is explained with details.
The theoretical relationships concerning the effects of career capital and employability
are analyzed and tried to support with empirical study which have a sample with 307 white-color
employees. In the frame of the hypothesized models which are utilized from structural equation
modeling, it is determined that the components of career capital and employability decreases the
quantitative job insecurity and increases the qualitative job insecurity.
Key Words: Career capital, employability, job insecurity
1. GİRİŞ
İş güvencesizliği veya işini kaybetme korkusu son yıllarda işgücü
piyasasında yaşanan değişimler nedeniyle yaygınlaştığı ileri sürülen ve daha
çok araştırılmaya başlanan bir kavramdır. Buna göre işgücü piyasasında
güvencesizlikler artmakta ve ömür boyu tek bir işletmede istihdamın yerini iş
değiştirmeye dayanan bir yapı almaktadır. Bu nedenle literatürde, çalışanlar için
istihdam güvencesinin istihdam edilebilirlik güvencesi ile değiştirilmesi, başka
bir deyişle çalışana istihdam güvencesi yerine başka bir iş bulabilme kapasitesi
sağlanması gerektiği belirtilmektedir(Van Buren, 2003). İstihdam edilebilirlik
genellikle bireyin kendisinden kaynaklanmalı ve birey işinin geçici olduğunu
kabul etmeli, istihdam ilişkisi sona erdiğinde başka bir işveren için çalışmaya
hazır olmalıdır. Böylece çalışanların kendi kariyerlerini kontrol etmeleri ve bu
sayede güvencesiz istihdamın olumsuz yönleriyle başa çıkmaları
beklenmektedir. Bu durum, bireyin özelliklerini ön plana çıkarmaktadır. Bireyin
ekonomik durumu, mesleki uzmanlığı ve sosyal ilişkileri istihdam
edilebilirliğini etkilemektedir. Ekonomik, beşeri, kültürel ve sosyal sermayeden
oluşan kariyer sermayesi, belirtilen özellikleri kapsamakta ve bireyin sahip
olduğu kaynaklar olarak değerlendirilmektedir. Araştırmanın amacı, bireyin
sahip olduğu kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik düzeyinin iş
güvencesizliği yani işini kaybetme korkusu üzerindeki etkisini ortaya
çıkarmaktır.
2. İŞ GÜVENCESİZLİĞİ
Araştırmada iş güvencesizliği öznel bir fenomen olarak psikolojik
açıdan ele alınacaktır. Psikolojik tanımın odak noktası, bireyin değerlendirmesi
üzerindedir ve bir işçinin mevcut istihdamına yönelik bir tehdit algılaması
durumunu açıklamaktadır (Näswall, 2004).
Öznel iş güvencesizliği veya algılanan iş güvencesizliği, bireyin bir iş
durumunun sürekliliği hakkındaki beklentileri (Davy ve diğerleri, 1997), işin
gelecekteki varlığı hakkında ayrıntılı kaygı (Sverke ve diğerleri, 2002), var olan
142
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158.
işin sürekliliğine yönelik muhtemel bir tehdit algılaması (Heaney ve diğerleri,
1994), tehdit altındaki bir iş durumunda istenen devamlılığı sürdürmede kontrol
eksikliği (Hui ve Lee, 2000) olarak benzer şekillerde tanımlanmaktadır.
Tanımlar, öncelikle iş ile ilgili gelecekte yaşanabilecek belirsizlik durumuna
işaret etmektedir. Gerçekten iş güvencesizliği yaşayan işçiler, işlerini koruyup
koruyamayacaklarını tatmin edici biçimde belirleyememektedir. Bu durum, iş
güvencesizliğini gerçek iş kaybından ayırt etmektedir. Çünkü iş kaybı derhal
gerçekleşmekte iken, iş güvencesizliği gelecek hakkında belirsizliğin sürdüğü
gündelik bir deneyimi içermektedir (Sverke ve diğerleri, 2002).
Greenhalgh ve Rosenblatt (1984), istihdam devamlılığına yönelik tehdit
ile iş özelliklerine yönelik tehdit arasındaki farklılığın önemini vurgulamıştır.
Bu ayrım, bireyin bütün istihdamına yönelik bir tehdit veya ilerleme olanakları
gibi işin belli değerli özelliklerine ait tehdit algılayıp algılamadığını dikkate
almaktadır. İş özellikleri kariyer gelişimi, gelir akışı, statü/öz saygı, özerklik,
kaynaklar ve topluluk olarak ele alınmaktadır. Hellgren, Sverke ve Isaksson
(1999), Greenhalgh ve Rosenblatt’ın ayrımını nitel ve nicel iş güvencesizliği
olarak adlandırmaktadır. Buna göre, birinin işinin sürekliliği hakkında endişe
duyması nicel iş güvencesizliği anlamına gelmektedir. Nitel iş güvencesizliği,
çalışma koşullarında kötüleşme, kariyer olanaklarından yoksunluk ve ücret
artışının azalması gibi istihdam ilişkisinde kaliteyi zayıflatan algılanan
tehditlere ilişkindir. Nitel ve nicel iş güvencesizliğinin, iş güvencesizliğinin
sonuçlarıyla ilişkisinin farklı olabileceği belirtilmektedir. Kanımızca nitel ve
nicel iş güvencesizliğinin belirleyicilerinin farklı olabileceği ileri sürülebilir.
Literatürde iş güvencesizliği düzeyini belirleyen değişkenler geniş
olarak ele alınmaktadır. Örneğin Klandermans, Vuuren ve Jacobson (1991), iş
güvencesizliği belirleyicilerini iki bileşen altında incelemektedir. Bu
araştırmacılara göre iş güvencesizliği, birinin algıladığı işini kaybetme olasılığı
ile işini kaybetme şiddetinin fonksiyonudur. Algılanan olasılığı ve şiddeti veya
ikisini de etkileyen tüm etkenler, şartlar veya durumlar iş güvencesizliğini
arttırabilmektedir. Öncelikle insanlar tehdidi ne ölçüde yaşayacaklarında,
örneğin işlerini kaybetmeyi ne düzeyde hissettikleri gibi, iş güvencesizliği
yaşantılarında farklılaşabilmektedir. Böylece kendini güvencesiz hisseden
kimseler tehdidi, muhtemelen düşük seviyede iş güvencesizliği bildiren
kimselerden daha güçlü hissedecektir. Hissedilen tehdit düzeyini etkileyen diğer
bileşen, tehdidin gerçekleşmesine ilişkin, yani işin kaybedilmesinin şiddetine
ilişkin algılamadır. İşini kaybetmenin çok önemli olduğunu algılayan bir kimse,
tehdide karşı kendini daha hassas hissedecek ve daha fazla güvencesizlik
yaşayacaktır. Bu durum bireylerin kendi hassasiyetlerini hissetmelerindeki
farklılıklara bağlanabilmektedir. Bazı bireyler iş güvencesizliğinin sonuçlarının
üstesinden gelmek için gerekli kaynaklara sahip olduklarından emin
olmadıklarında kendilerini daha hassas hissetmektedirler. Örneğin Näswall ve
De Witte, araştırmalarında mavi yakalı işçileri düşük sosyal statülü, beyaz
yakalı işçileri yüksek statülü olarak ele almaktadır. Buna göre düşük sosyal
143
B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
statülü işçilerin yüksek statülülere göre, daha yüksek düzeyde iş güvencesizliği
yaşantısına sahip olduğu tespit edilmiştir (Näswall ve De Witte, 2003). Yüksek
sosyal statülü işçilerin, iş kaybı ile başa çıkmak için gerekli kaynaklara daha
fazla sahip oldukları anlaşılmaktadır.
İş güvencesizliğinin belirleyicileri, birinin algıladığı işini kaybetme
olasılığını etkileyen birey, örgüt ve endüstri ilişkileri seviyesindeki bazı
özellikler olarak ele alınmaktadır. İşi kaybetmenin algılanan şiddeti ise, iş
özelliklerinin değeri, bu iş özelliklerini kaybetme olasılığı ve var olan işe
bağımlılık değişkenleri ile açıklanmaktadır (Klandermans ve diğerleri, 1991).
Diğer bir ifadeyle, iş güvencesizliğinin bazı belirleyicileri bireyi işini
kaybedeceğinin daha muhtemel olduğuna inandıran etkenler ile birinin iş
kaybına daha zor katlanmasına yol açan etkenlerdir. Böylece bir işçinin var olan
işine bağımlılığını etkileyen faktörler önemli görülmektedir. Kariyer sermayesi
ve istihdam edilebilirlik düzeyleri, var olan işe bağımlılık düzeyini etkileyen
faktörler olarak ele alınarak araştırılacaktır.
3. KARİYER SERMAYESİ
Araştırmada Mayrhofer vd. (2002) tarafından, ileri sürülen kariyer
sermayesi yaklaşımı kullanılacaktır. Aslında Mayrhofer vd.’nin geliştirdiği
kariyer sermayesi yaklaşımının temelinde, Bourdieu’nun yapısal eşitsizlik ile
ilgili kuramı bulunmaktadır. Bu kuramdan faydalanan Mayrhofer vd., kariyer
sermayesi yaklaşımını oluşturmuş ve bu yaklaşımı kariyer alanı ve habitus
kavramları ile desteklemiştir. Mayrhofer vd.’ne göre kariyer sermayesi, bireyin
sahip olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel sermayeden oluşan bir bütündür.
Ekonomik, sosyal ve kültürel sermayeden oluşan kariyer sermayesi
yaklaşımına, araştırmada beşeri sermaye bileşeni eklenmiştir. Kültürel sermaye,
kavramsal benzerlikten dolayı bazı çalışmalarda beşeri sermaye şeklinde
ölçülmektedir*. Fakat kültürel sermaye, beşeri sermayeden farklı bir sermaye
türüne işaret etmektedir. Beşeri sermaye eğitim, sağlık, işe hazır olma gibi
konulara değinirken, kültürel sermaye daha çok ailede ve eğitim sisteminde
kazanılan bazı özelliklerden söz etmektedir. Bu nedenle, modele beşeri sermaye
boyutu da eklenmiştir. Aşağıda, kariyer sermayesinin bileşenleri genel olarak
açıklanarak, kariyer ile ilişkileri ortaya konulacaktır.
Ekonomik sermaye, bireylerin maddi piyasadaki pozisyonlarını
göstermekte ve onların yaşam çizgilerini etkileyen erişebilecekleri finansal
kaynaklar olarak tanımlanmaktadır (Krueger, 2004). Ekonomik sermaye,
özellikle tüketim sürecini etkilemektedir. Gerçekten ekonomik sermaye,
bireylerin tüketim eylemlerine başlamasına olanak veren, mevcut finansal
kaynaklardır (Flint ve Rowlands, 2003). Araştırma sonuçlarına göre, ekonomik
sermaye kariyer geçişlerine yardımcı olan ve diğer sermaye bileşenlerini
geliştiren boyutta değerlendirilmektedir. Buna göre ekonomik sermaye, diğer
*
Örneğin M. Egerton, “Occupational inheritance: The role of cultural capital and gender”, Work,
Employment & Society. Vol:11(2), 1997.
144
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158.
sermaye türlerini etkileyen ve kolaylıkla diğer sermaye biçimlerine
dönüştürülebilen özellik göstermektedir. Örneğin beşeri sermaye, eğitim
yatırımı olarak ele alındığında ekonomik sermayenin etkisi ortaya çıkmaktadır.
Bilindiği gibi eğitim yatırımının bir maliyeti bulunmakta ve bunu karşılamak
üzere birey, ekonomik sermayesini harcamaktadır.
Beşeri sermaye, kariyer başarısı üzerinde en etkili olan kariyer
sermayesi bileşenlerinden biridir. Shultz (1971), becerileri ve bilgiyi insanların
elde ettikleri, beşeri sermaye olarak sınıflandırarak beşeri sermaye düşüncesine
olan ilgiyi canlandırmıştır. Son zamanlarda ise OECD (2001), beşeri sermayeyi
“bireylerde somut olarak dışa vuran kişisel, sosyal ve ekonomik iyilik halinin
yaratılmasını kolaylaştıran bilgi, beceriler, yeterlilikler ve nitelikler” olarak ele
almaktadır. Bir başka tanıma göre ise beşeri sermaye, “bireye mal olmuş
hünerler ve kazanılmış diğer niteliklerin değeri” dir (Akalın, 1981). Bu tanımlar
beşeri sermayenin beceri yönünü ön plana çıkarmaktadır. Nitekim Fuente ve
Ciccone (2002) sahip olunan beceriler, yeterlilikler ve nitelikler olarak beşeri
sermayeyi genel beceriler, özel beceriler ve teknik ve bilimsel bilgi olarak
değerlendirmektedir.
Beşeri sermaye resmi eğitim, mesleki uzmanlık, işyerinde eğitim, bilgi
ve becerilerin aktarılabilmesi, tecrübe ve sağlık durumu olarak ele alınmaktadır.
Bireyin beşeri sermaye düzeyinin artması, var olan işvereni ve diğer işverenler
için değerinin artması anlamına gelmektedir. Beşeri sermaye ile ilgili araştırma
sonuçlarına göre, bu sermaye biçimi nesnel kariyer başarısını önemli boyutta
etkilemektedir. Kuramsal açıklamalara göre beşeri sermaye düzeyi, özellikle
gelir üzerinde etkide bulunmaktadır. Bireylerin ileride elde edecekleri kazanç
için beşeri sermaye yatırımı yaptıkları belirtilmektedir (Judge,Cable,Boudreau
ve Bretz, 1995).
Kültürel sermaye, bireylerin paylaştıkları belirli farklı kültürel
özellikler, zevkler ve tarzlar olarak açıklanmaktadır. Bourdieu’ya (1986) göre,
kültürel sermaye üç durumda oluşmaktadır: dışa vurulan bir durumda, örneğin
bireyin akıl ve bedeninin uzun süreli tabiatı olarak; nesnelleşmiş bir durumda,
kültürel sermaye, “resimler, kitaplar, sözlükler, aletler, makineler vb.” gibi
kültürel mallara dönüştüğü zaman; kurumsallaşmış bir durumda, dışa vurulan
kültürel sermaye bir akademik kimlik biçiminde tanındığı zaman. Bourdieu
(1986) için en önemli kültürel sermaye biçimi, dışa vurma durumudur. Kültürel
sermaye özelliklerinin çoğunun beden ve farz edilen dışa vuruma bağlı, temel
durumdan çıkarılabileceğini belirtmektedir.
Kariyer açısından kültürel sermaye, iş görüşmelerinde yani işe alınma
sürecinde yardımcı olmaktadır. Bu bağlamda, bireyin kültürel sermaye düzeyi
işe alınmasını kolaylaştırıcı bir etki göstermektedir. Bu durum özellikle üst
düzey yöneticiler için geçerli olmaktadır (Hartmann, 2000). Diğer bir
araştırmaya göre, kültürel sermayenin kariyer amaçlarını şekillendirdiği ve
kariyer amaçlarının düşük veya yüksek olmasının, ilerlemeyi etkilediği
anlaşılmıştır (Beasley, 2003). Böylece kültürel sermaye, önemli kariyer
145
B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
olanakları için bireysel boyutta istekli olmayı sağlamakta ve ilerlemeyi bu yolla
etkilemektedir.
Bireyin sahip olduğu sosyal sermaye düzeyinin, kariyer başarısını
etkilediği ileri sürülmektedir. Bourdieu (1986) sosyal sermayeyi, sağlam bir
ağda, daha az veya fazla kurumsallaşmış, karşılıklı tanıdıklık ve tanınma
ilişkilerine sahip olmaya bağlı gerçek veya muhtemel toplam kaynaklar olarak
tanımlamaktadır. Diğer bir deyişle, bir gruba üyelik, her bir üyesine topluluğun
sahip olduğu sermaye desteği ya da itibar kazandıran bir meziyet sağlamaktadır.
Sosyal sermaye, örgüt içinde bireyin başarım seviyesini arttırmakta ve
ilerlemeyi kolaylaştırmaktadır. Ayrıca örgüt dışında iş arama sürecinde etkili
olduğu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla sosyal sermaye, nesnel kariyer başarısını
etkilerken, iş bulmayı da kolaylaştırmaktadır. Özetle kariyer sermayesi, kariyer
başarısı ve istihdam edilebilirliği önemli ölçüde etkileyen sermaye
biçimlerinden oluşmaktadır.
4. İSTİHDAM EDİLEBİLİRLİK
İstihdam edilebilirlik, üzerinde çok tartışılan, fakat içeriği konusunda
uzlaşmaya varılamamamış bir kavram niteliği taşımaktadır. Daha önce
değinildiği gibi, kariyer sorumluluğunun artık işçilerde olduğu ileri
sürülmektedir. Bu nedenle kariyer başarısını etkileyen, kariyer sermayesi,
kariyer yetkinlikleri gibi olgular araştırılmakta ve istihdam edilebilirlik istihdam
politikalarında önemli yer tutmaktadır. Avrupa Birliği İstihdam Stratejisi içinde
istihdam edilebilirliğe önemli bir yer verildiği görülmektedir. İstihdam
edilebilirliğin, sözlük anlamı “istihdam edilebilme niteliğinde veya karakterinde
olma”
şeklinde
açıklanmaktadır.
(http://dictionary.reference.com/browse/employability). İşverenler istihdam
edilebilirliği, bireyin temel özelliği olarak görmektedir.
İstihdam edilebilirlik araştırmalarında en son yaklaşım, algılanan
istihdam edilebilirlik ve belirleyicilerinin araştırılmasıdır. Konuyla ilgili olarak
az sayıda çalışma yapılmış ve istihdam edilebilirliğin algılanan boyutu tam
anlamıyla geliştirilmemiştir. Berntson, Sverke ve Marklund (2006) istihdam
edilebilirliğin, halen istihdam edilenler açısından ele alınma düzeyinin yetersiz
olduğunu belirtmektedir. Gerçekten istihdam edilebilirlik kavramı, genelde
işsizler ve istihdam durumları sorunlu gruplar için araştırılmıştır. Bu
yaklaşımlar, istihdam edilenler arasında esneklik durumunun kavranmasında
yeterli görülmemektedir. İşsiz olanlar için istihdam edilebilirlik, bireylerin
işgücü piyasasına girmelerini sağlayacak olanaklar anlamına gelmektedir.
Ancak istihdamda olanlar için, örgütsel değişimlerde işini koruma ve ayakta
kalma olanakları anlamına gelmektedir.
Ayrıca Berntson, Sverke ve Marklund (2006), istihdam edilen bireyler
ile ilgili literatürün ise, bireylerin yeni bir iş isteyip istemediklerine yani nesnel
istihdam edilebilirliğe odaklandığını belirterek, bu istihdam biçiminin aslında,
işler arasında bir geçiş aşaması ile ilgili olduğunu açıklamaktadır. Bu nedenle,
istihdam edilebilirlik olgusuna öznel bir bakış önermektedirler. Öznel bakış
146
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158.
yani, algılanan istihdam edilebilirlik, birinin yeni bir istihdam elde etme
olanağının birey tarafından algılanması olarak tanımlanmaktadır. Bunun
yanında Berntson, Sverke ve Marklund (2006), istihdam edilebilirliği, işçinin
kaynakları ve bireysel olarak yeni bir istihdam elde etme olanaklarının
belirlediğini, bunun yanında istihdam edilebilirliğin işgücü piyasasındaki
koşullardan kaynaklandığını ifade etmektedir. İstidam edilebilirlik tanımında
işçinin kaynaklarına değinilmesi dikkat çekicidir. Bireyin sahip olduğu
kaynaklar ekonomik kaynakları, ilişki kaynakları ve mesleki uzmanlık yani
kariyer sermayesi olarak ele alınabilir.
Berntson, Sverke ve Marklund (2006), algılanan istihdam edilebilirliğin
belirleyici değişkenlerini araştırmıştır. Algılanan istihdam edilebilirlik
düzeyinin bireysel olduğu kadar ortamsal etmenlerden de etkilendiğini ileri
sürmektedirler. Bu nedenle araştırmada kullanılan belirleyici değişkenler beşeri
sermaye düzeyi, ikili işgücü piyasası ve genel ekonomik durumdur. Beşeri
sermaye, tamamlanan en yüksek eğitim seviyesi, yetkinlik gelişimi ve kıdem
şeklinde ölçülmektedir. İkili işgücü piyasası, iş sözleşmesi türü,
fiziksel/kimyasal tehditlere maruz kalma şeklinde ele alınmaktadır. Ekonomik
durum ise 1993 yılında yaşanan durgunluk ve 1999 yılındaki ekonomik refah
dönemleri olarak araştırılmıştır.
Berntson, Sverke ve Marklund’un (2006) ileri sürdükleri algılanan
istihdam edilebilirlik kavramı, sadece yeni bir iş bulabilmeyi kapsayan tek
boyutlu bir olgu olarak ele almaktadır. Algılanan istihdam edilebilirlik yeni bir
iş bulma yanında, var olan istihdamı koruma boyutunu da kapsamalıdır. Ayrıca
işgücü piyasası hakkında bilgi, hareketlilik isteği gibi boyutlarda eklenebilir.
Berntson, Sverke ve Marklund’un (2006) çalışmasında, algılanan istihdam
edilebilirliği etkileyen bireysel kaynaklar sadece beşeri sermaye olarak ele
alınmıştır. Araştırmada beşeri sermayeye ek olarak ekonomik, kültürel ve sosyal
sermayeden oluşan kariyer sermayesi değişkeni kullanılmıştır.
5. KARİYER SERMAYESİ VE İSTİHDAM EDİLEBİLİRLİĞİN
İŞ GÜVENCESİZLİĞİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Literatürde istihdam edilebilirlik ile iş güvencesizliği arasında ilişki
olduğu ileri sürülmektedir. İstihdam edilebilirlik iş güvencesizliğinin
belirleyicisi olarak görülmektedir. İşgücü piyasasında başka iş bulabileceğini
düşünen çalışanlar için işini kaybetme korkusu azalacaktır (Greenhalgh ve
Rosenblatt,1984). Bunun nedeni olarak, işverenlerin istihdam edilebilirlikleri
yüksek çalışanlarına daha güvenceli istihdam imkânı sağladıkları ileri
sürülmektedir.
Ayrıca istihdam edilebilirlik iş güvencesizliği ile başa çıkma açısından
bir kaynak olarak değerlendirilebilir. İş güvencesizliği, literatürde bir stres
yaratıcı olarak ele alınmaktadır. Başa çıkma, bireyin işindeki stres verici
koşullara karşı verdiği açık tepkiler ve bu tepkileri hafifletme çabaları olarak
tanımlanmaktadır. Lazarus ve Folkman’a (1984) göre başa çıkma, kişinin
147
B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
kaynaklarını aştığı ve zorladığı değerlendirilen belirli iç ve dış istekleri
yönetmek üzere bilişsel ve davranışsal çabalarıdır.
İş güvencesizliği bu değerlendirme sürecinde bir tehdit olarak
görülebildiği gibi bir meydan okuma olarak da değerlendirilebilir (Klandermans
vd.,1991). İstihdam edilebilirliği yüksek olan bireyler için iş kaybı korkusu
kariyer ve yaşam çizgilerini değiştirme fırsatı olarak anlaşılabilecektir. Kariyer
sermayesi ise bu aşamada istihdam edilebilirliği desteklemektedir. Ayrıca
kariyer sermayesi de, iş güvencesizliği ile başa çıkma sürecine yardımcı olan
destek biçimlerini içermektedir. Örneğin sosyal sermaye aracılığıyla hem işgücü
piyasasında iş olanakları takip edilebilmekte hem de iş güvencesizliği karşısında
sosyal destek sağlanmaktadır.
Araştırmada, ilk olarak kariyer sermayesinin algılanan istihdam
edilebilirliğe etki edebileceği ileri sürülmektedir. Çünkü kariyer sermayesi,
nesnel ve öznel kariyer başarısını etkilemekte ve algılanan istihdam
edilebilirliğe temel oluşturmaktadır. Algılanan istihdam edilebilirlik ile ilgili bir
araştırmada beşeri sermayenin etkisine değinilmektedir. Araştırmada, bu
sermaye biçimlerinin de ötesinde ekonomik, beşeri, kültürel ve sosyal
sermayeden oluşan kariyer sermayesinin bütün olarak algılanan istihdam
edilebilirliği etkilediği ileri sürülmektedir.
H1: Kariyer sermayesi arttıkça algılanan istihdam edilebilirlik düzeyi
artmaktadır.
Algılanan istidam edilebilirlik düzeyi, iş güvencesizliğinin daha düşük
düzeyde olmasına yol açacaktır. Kariyer sermayesi ve algılanan istihdam
edilebilirliğin, iş güvencesizliği üzerindeki etkisi tek bir modelde ele alınacaktır.
Bu modelin hipotezleri şöyledir:
H2: Algılanan istihdam edilebilirlik düzeyi arttıkça nicel iş
güvencesizliği azalmaktadır.
H3: Algılanan istihdam edilebilirlik düzeyi arttıkça nitel iş
güvencesizliği azalmaktadır.
Kariyer
Sermayesi
+
Algılanan
İstihdam
Edilebilirlik
-
Nicel İş
Güvencesizliği
Nitel İş
Güvencesizliği
Şekil 1: Kariyer Sermayesi ile Algılanan İstihdam Edilebilirliğin Nicel ve
Nitel İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
148
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158.
6. GEREÇ VE YÖNTEM
6.1. Veri Toplama Araçları
Ankette kullanılan ölçekler, Türkçeye çevrilmiş ve daha sonra bir başka
akademisyen tarafından İngilizceye çevrilerek kontrol edilmiştir. Bundan sonra
100 kişilik bir gruba pilot çalışma uygulanmıştır. İş güvencesizliği, algılanan
istihdam edilebilirlik, beşeri sermaye, sosyal sermaye ve kültürel sermaye
ölçekleri için yapı geçerliliği, Lisrel programı aracılığıyla doğrulayıcı faktör
analizi ile test edilmiştir*.
İş Güvencesizliği Ölçeği: Araştırmada Hellgren, Sverke ve Isaksson
(1999) tarafından geliştirilen iş güvencesizliği ölçeği kullanılmıştır. Bu ölçek, 7
sorudan oluşmakta ve iş güvencesizliğini nicel ve nitel iş güvencesizliği olarak
iki boyutlu ele almaktadır. Ölçek, 1-Hiç Katılmıyorum 5-Tamamen Katılıyorum
olmak üzere 5’li Likert ölçeğine göre cevaplanmaktadır. Ölçekteki 4,5,6,7
numaralı sorular ters çevrilerek kodlandıktan sonra analiz edilmiştir.
Ekonomik Sermaye: Bireylerin sahip olduğu ekonomik sermaye düzeyi,
ankette 3 soru ile ölçülmüştür. Bu sorular, ailenin aylık toplam geliri (ücret,
emekli maaşı, faiz ve kira gelirleri vb.), tasarrufların toplamı (banka hesabı, fon,
döviz, altın vb.) ve çalışan işten çıkarıldığı takdirde hak kazanabileceği kıdem
tazminatı miktarını ölçmektedir. Literatürde, bireysel düzeyde ekonomik
sermayenin genellikle gelir ile araştırıldığı görülmektedir. Bazı çalışmalarda,
maddi zorluk durumunda arkadaşlardan borç alınıp alınamayacağı ve ne kadar
borç alınabileceğinin bile ekonomik sermayeye dahil edildiği görülmektedir
(Krueger, 1998). Bu nedenle, bireyin sahip olduğu tasarruf miktarı ve işten
çıkarıldığında alabileceği kıdem tazminatı da ekonomik sermaye içinde sayılmış
ve ölçülmüştür.
Beşeri Sermaye: Beşeri sermaye düzeyi, genellikle bireyin eğitim
durumu ve kıdem düzeyi ile ölçülmektedir. Aslında eğitim ve kıdem düzeyi,
bireyin işini ne kadar doğru yaptığı konusundaki düşüncelerini gösteren mesleki
uzmanlığı etkilemektedir. Bunun için Heijde ve Heijden (2006) tarafından
geliştirilen istihdam edilebilirlik ölçeğinin mesleki uzmanlık boyutunun 4
sorusu kullanılmaktadır.
Kültürel Sermaye: Kültürel sermaye, bireyin çeşitli kültürel faaliyetlere
katılım düzeyi olarak ele alınabilir. Bununla ilgili sorular, DiMaggio’nun (1982)
bireyin kültürel sermaye düzeyi ile okul başarısını araştırdığı çalışmasından
alınmıştır. Kültürel sermayenin bu boyutu ile ilgili 5 soru bulunmaktadır.
Sorular, 1-Çok Az 5-Çok Sık şeklinde cevaplanmaktadır.
Sosyal Sermaye: Sosyal sermayeyi ölçmek için kullandığımız sorular,
Eby, Butts ve Lockwood’un (2003) geliştirdiği ölçek temel alınarak
geliştirilmiştir. Eby, Butts ve Lockwood (2003), bireyin sahip olduğu örgüt içi
ağ genişliğini 3 soru ve örgüt dışı ağ genişliğini ise 4 soru ile ölçmektedir.
Ölçek, 1-Hiç Katılmıyorum 5-Tamamen Katılıyorum olmak üzere 5’li Likert
*
Doğrulayıcı faktör analizi sonuçları için yazara e-posta adresinden ulaşılabilir.
149
B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
ölçeğine göre cevaplanmaktadır. Ölçekteki 7 numaralı soru ters çevrilerek
kodlandıktan sonra analiz edilmektedir.
Algılanan İstihdam Edilebilirlik: Algılanan istihdam edilebilirlik,
çalışanın yeni bir iş elde etme olanağına ve mevcut işini sürdürebilmesine
inancı olarak araştırılmaktadır. Az sayıda çalışmada ele alınan algılanan
istihdam edilebilirlik, genellikle tek soru ile ölçülmektedir. Örneğin Berntson,
Sverke ve Marklund (2006), algılanan istihdam edilebilirliği “şu anda
bulunduğunuz yerden taşınmadan, benzer bir iş elde etmeniz ne kadar kolay
olurdu?” sorusu ile ölçmektedir. Berntson, Sverke ve Marklund (2006),
araştırmanın sınırlılıklarında istihdam edilebilirliği tek soru ile ölçmenin yeterli
olmadığını, güvenilirliğin belirlenemediğini ve gelecekte çok boyutlu ölçeklerin
geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Buradan hareketle, istihdam edilebilirlik
faaliyetleri, örgüt içi ve dışı istihdam edilebilirlik gibi boyutları ölçen 6 soruluk
bir algılanan istihdam edilebilirlik formu geliştirilmiştir.
İstihdam edilebilirlik faaliyetleri ölçeğinden (Van Dam, 2004)
uyarladığımız sorular, “işimden ayrılarak, çalışmadan geçirdiğim bir süre
sonunda, yeniden iş bulabileceğimi düşünüyorum”, “şu anda çalıştığım işletme
için değerli bir çalışan olduğumu hissediyorum”, “gelecekteki kariyer
fırsatlarımın kontrolüm altında olduğunu düşünüyorum”, “şu anda
bulunduğunuz iş pozisyonundan ayrılmadan, benzer bir iş elde etmeniz ne kadar
kolay olurdu”, “istihdam edilebilirliğimi aktif olarak geliştirmeye çalışıyorum”
ve “örgüt içi boş pozisyonlardan haberdar olduğumu düşünüyorum” şeklindedir.
Sorular, 1-Hiç Katılmıyorum 5-Tamamen Katılıyorum olmak üzere 5’li Likert
ölçeğine göre cevaplanmaktadır.
Ankette kullanılan ölçek ve soru gruplarının güvenilirlik düzeylerinin
belirlenmesi için Cronbach Alpha güvenilirlik katsayısından yararlanılmıştır.
Tablo 1: Ölçeklerin Güvenilirlik Katsayıları
Ölçekler
Alpha
Değeri
İş Güvencesizliği
Nicel İş Güvencesizliği
Nitel İş Güvencesizliği
Sosyal Sermaye
Algılanan İstihdam Edilebilirlik
Beşeri Sermaye
Kültürel Sermaye
0,73
0,76
0,82
0,65
0,84
0,69
6.2. Örneklem
Araştırma evreni, Manisa Organize Sanayi Bölgesindeki işletmelerde
istihdam edilen beyaz yakalı çalışanlar olarak seçilmiştir. Evren olarak beyaz
yakalı çalışanların seçilmesi, öncelikle mavi yakalı çalışanların daha yüksek
düzeyde iş güvencesizliğine maruz kalabilmelerinden kaynaklanmaktadır.
150
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158.
Çünkü mavi yakalı çalışanlar yeniden yapılanma, küçülme ve dışsallaştırma gibi
uygulamalardan daha fazla etkilenmektedir. Bu durumda, mavi yakalı çalışanlar
için elde edilen sonuçlar yanıltıcı olabilecektir. Ayrıca mavi yakalı çalışanların,
kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik düzeylerinin beyaz yakalı çalışanlara
göre daha düşük olduğu tahmin edildiğinden, araştırma kapsamına beyaz yakalı
çalışanlar alınmıştır.
Anket uygulaması, 06.12.2006-06.04.2007 tarihleri arasında
gerçekleştirilmiştir. Anket sürecinde Manisa Organize Sanayi Bölgesindeki
işletmelerin 84 tanesi ile görüşülmüş ve olumlu yanıt alınan 19 işletmede anket
uygulanmıştır. Anket uygulanan işletmelerdeki beyaz yakalı çalışanlar basit
tesadüfi örnekleme yöntemi ile seçilmiştir. 19 işletmede iletişime geçilen
personel beyaz yakalı çalışanların tümüne anketi uygulamıştır. 2006 yılı
verilerine göre Manisa Organize Sanayi Bölgesinde 3608 beyaz yakalı çalışan
bulunmaktadır. İşletmelere 700 anket dağıtılmış, 310 anket geri alınmıştır. 3
anket, cevapların büyük bir çoğunluğu boş olması nedeniyle değerlendirmeye
alınmamıştır. Böylece kullanılabilir 307 anket formu elde edilmiştir.
Örneklemin yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu, kıdem gibi
demografik özellikleri Tablo 2’de görülmektedir. Tablo 2’ye göre örneklem yaş
açısından 24-32 yaşları arasında yoğunlaşmaktadır (%56,4). Ayrıca 33-41 yaş
grubu da önemli bir sayıdadır (%31,3). 42 yaş üstü katılımcı sayısı ise oldukça
azdır. Buna göre örneklem daha çok genç ve orta yaşlı katılımcılardan
oluşmaktadır.
Cinsiyet açısından, erkek ve kadınlar çok yakın oranlara sahip olmakla
birlikte, erkek katılımcıların %57 ile daha ağırlıkta olduğu görülmektedir.
Örneklemin medeni durumu da, yakın oranlara sahiptir. Küçük bir farkla
çoğunluğu evliler oluşturmaktadır (%52,4). Çocuk sahibi olanlar %53,1 ile
çocuğu olmayanlardan daha fazladır.
151
B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
Tablo 2: Demografik Değişkenlerin Sayısal ve Yüzdesel Dağılımı
Demografik
Değişkenler
Yaş
19-23
24-32
33-41
42-50
51 ve üstü
Medeni
Durum
Evli
Bekar
Kıdem
1-5 yıl
6-10 yıl
11-15 yıl
16-23 yıl
Sayı
Yüzde (%)
28
173
96
9,1
56,4
31,3
8
-
2,6
-
161
140
52,4
45,6
208
65
67,8
21,2
11
5
3,6
1,6
Demografik
Değişkenler
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Eğitim
Durumu
İlkokul
Ortaokul
Lise
Yüksekokul
Fakülte
Y. Lisans
Doktora
Çocuk
Durumu
Yok
Var
Sayı
Yüzde (%)
175
128
57
41,7
2
1
23
,7
,3
7,5
73
159
47
1
23,8
51,8
15,3
,3
163
144
53,1
46,9
İşletmede kaç yıldır çalışıldığı yani kıdem ile ilgili veriler, örneklemin
en çok 1-5 yıllık kıdem grubunda olduğunu göstermektedir. Daha sonra 6-10
yıllık kıdeme sahip grup gelmektedir. Bu iki grup yani 1-10 yıl arası kıdeme
sahip olanlar örneklemin %89’unu oluşturmaktadır.
Örneklem eğitim açısından değerlendirildiğinde, katılımcıların eğitim
düzeylerinin yüksek olduğu görülmektedir. Araştırma evreni beyaz yakalı
çalışanlar olarak seçildiği için beklenen bir durumdur. Katılımcıların yarısı
fakülte mezunudur (%51,8). Bu grubu yüksek okul mezunları takip etmektedir
(%23,8). Yüksek lisans mezunları da dikkat çekici bir orandadır (%15,3).
6.3. Verilerin Çözümlemesi
Araştırmada ileri sürülen hipotezler yapısal eşitlik modeli (YEM)
aracılığıyla test edilmiştir. Kariyer sermayesi, algılanan istihdam edilebilirlik ile
nicel ve nitel iş güvencesizliği arasındaki ilişkiler bütün olarak Lisrel 8.54
programı aracılığıyla ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bunun için ekonomik,
beşeri, kültürel ve sosyal sermaye gözlenen değişkenlerinin tanımladığı kariyer
sermayesi örtük değişkeni oluşturulmuştur. Gözlenen değişkenler için toplam
puanlar hesaplanmış ve analizde bu puanlar kullanılmıştır. Buna göre,
ekonomik sermaye 3 ekonomik sermaye sorusundan, beşeri sermaye mesleki
uzmanlık ölçeği sorularından, kültürel sermaye kültürel faaliyetlere katılım
ölçeği sorularından ve sosyal sermaye iç ve dış ağ büyüklüğünü ölçen
sorulardan meydana gelmektedir. Modelde, ölçüm ve yapısal eşitlik modeli
birlikte yani tek aşamalı analiz yöntemi izlenmiştir. Modelin hesaplanmasında,
kovaryans matriksine göre en çok olabilirlik metodu izlenmiştir.
152
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158.
7. BULGULAR VE TARTIŞMA
Araştırmanın amacının açıklandığı bölümde, kariyer sermayesinin
bireylerin iş bulmalarını veya işlerini sürdürebilmelerini kolaylaştırabileceği
belirtilmiştir. Bu bağlamda, kariyer sermayesi düzeyinin istihdam edilebilirlik
düzeyini etkilediği anlaşılmaktadır. Böylece kariyer sermayesinin nicel ve nitel
iş güvencesizliği üzerinde bireyin algıladığı iş olanakları veya algılanan
istihdam edilebilirlik düzeyi ile etkili olduğu model analiz edilmiştir.
Modelin t değerlerine göre tüm ilişkiler anlamlıdır. X2 değerinin
serbestlik derecesine oranı 2.9 olarak bulunmuştur. Bu oran kabul edilebilir
uyumu göstermektedir. Diğer uyum kriterlerinde de kabul edilebilir uyum
sağlanmıştır. RMSEA (.80), CFI (.91) ve GFI (.92) olarak kabul edilebilir
uyumu göstermektedir (Şimşek, 2007).
Sosyal
Sermaye
Beşeri
Sermaye
Nicel İş
Güvencesizliği
0.56
-0.29
0.81
Kariyer
Sermayesi
0.73
İstihdam
Edilebilirlik
0.40
0.71
Kültürel
Sermaye
Nitel İş
Güvencesizliği
0.19
Ekonomik
Sermaye
Şekil 2: Kariyer Sermayesi ve Algılanan İstihdam Edilebilirlik ile İş
Güvencesizliği Yapısal Eşitlik Modeli
Kariyer sermayesini tanımlayan gözlenen değişkenler incelendiğinde,
sırasıyla mesleki uzmanlık (.81), sosyal sermaye (.56), kültürel sermaye (.40) ve
son olarak ekonomik sermaye (.19) gelmektedir. Buna göre kariyer sermayesini
tanımlayan en önemli değişken mesleki uzmanlık yani beşeri sermayedir.
Ekonomik sermaye, kuramsal olarak en önemli sermaye türü olarak görülse de
burada en düşük öneme sahip değişken olarak değerlendirilmektedir.
Kariyer sermayesindeki değişkenliği sırasıyla beşeri sermaye (%66),
sosyal sermaye (%31), kültürel sermaye (%16) ve ekonomik sermaye (%3.5)
açıklamıştır. Ölçüm eşitlikleri formülleri aşağıda verilmiştir:
153
B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
SCT = 3.68*Kariyer, Errorvar.= 29.93, R² = 0.31
(0.41)
(2.95)
8.87
10.16
MESUZ = 2.29*Kariyer, Errorvar.= 2.69 , R² = 0.66
(0.20)
(0.72)
11.42
3.72
KULTUR = 1.46*Kariyer, Errorvar.= 11.24, R² = 0.16
(0.28)
(1.08)
5.15
10.39
EKONO = 0.55*Kariyer, Errorvar.= 8.21 , R² = 0.035
(0.18)
(0.67)
2.96
12.26
Kariyer sermayesinin algılanan istihdam edilebilirlik düzeyini arttırdığı
ileri sürülmüştü. Modelde kariyer sermayesi algılanan istihdam edilebilirliği
pozitif yönde ve yüksek düzeyde etkilemektedir (.73). Algılanan istihdam
edilebilirlik örtük değişkeni, nitel iş güvencesizliğini pozitif yönde ve yüksek
düzeyde etkilemektedir (.71). Son olarak, algılanan istihdam edilebilirlik nicel iş
güvencesizliğini negatif yönde ve orta düzeyde etkilemektedir (-.29). Yapısal
eşitliklere bakıldığında, kariyer sermayesi algılanan istihdam edilebilirlikteki
değişkenliği yüksek düzeyde, %53 düzeyinde açıklamaktadır. Algılanan
istihdam edilebilirlik ise, nitel iş güvencesizliği değişkenliğinin %51 ve nicel iş
güvencesizliği değişkenliğinin %8.5’ini açıklamaktadır.
Nicel
= - 0.30*Algi, Errorvar.= 0.91 , R² = 0.085
(0.086)
(0.21)
-3.53
4.28
Nitel
= 0.49*Algi, Errorvar.= 0.21 , R² = 0.51
(0.13)
(0.10)
3.76
2.05
Algi
= 0.70*Kariyer, Errorvar.= 0.42 , R² = 0.53
(0.086)
(0.11)
8.13
3.87
Çalışmamızda kariyer sermayesinin ekonomik, beşeri, kültürel ve
sosyal sermayeden oluştuğu açıklanmıştı. Bu kısımda kariyer sermayesi
ekonomik, beşeri, kültürel ve sosyal sermaye gözlenen değişkenlerinden oluşan
örtük bir değişken olarak analiz edilmiştir. Böylece kariyer sermayesinin bütün
olarak algılanan istihdam edilebilirlik ve iş güvencesizliği üzerindeki etkisi
ortaya çıkartılmıştır. Literatürde kariyer sermayesi ilk defa bu şekilde
154
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158.
araştırılmaktadır. Bu sayede kariyer sermayesi örtük değişkeni, kuramsal olarak
oluşturduğumuz kariyer sermayesi olgusunu doğrulamaktadır.
Modelde kariyer sermayesi algılanan istihdam edilebilirliği, algılanan
istihdam edilebilirlik de nicel ve nitel iş güvencesizliğini etkilemektedir.
Kariyer sermayesi ile ilgili açıklamalarımızda, kariyer sermayesi düzeyi yüksek
olan işçilerin istihdam edilebilirliklerini yüksek algıladıkları ve bu nedenle iş
güvencesizliğini daha düşük yaşadıkları ileri sürülmüştü. Kariyer sermayesi,
işçinin hem işini sürdürme hem de başka iş bulabilmeye olan inancını pozitif
yönde etkilemektedir. Kariyer sermayesinden etkilenen algılanan istihdam
edilebilirlik, nicel ve nitel iş güvencesizliği düzeylerini etkilemektedir.
Dolayısıyla kariyer sermayesinin iş güvencesizliğini etkileyebileceği de
doğrulanmaktadır.
Kariyer sermayesi, algılanan istihdam edilebilirliği pozitif yönde ve
yüksek düzeyde etkilemektedir. Algılanan istihdam edilebilirlik ise nicel iş
güvencesizliğini negatif yönde ve orta düzeyde etkilemektedir. Buna göre,
kariyer sermayesi arttıkça algılanan istihdam edilebilirlik artmakta ve işini
kaybetme kaygısı azalmaktadır. Böylece ileri sürdüğümüz hipotez
desteklenmiştir. Kariyer sermayesi bileşenleri, iş güvencesizliğini etkilediği
gibi, kariyer sermayesi bütün olarak algılanan istihdam edilebilirlik aracılığıyla
nicel iş güvencesizliğini etkilemektedir. Bu durum, kariyer sermayesi ve
istihdam edilebilirliğin önemli bir başa çıkma kaynağı olduğunu göstermektedir.
Algılanan istihdam edilebilirlik nitel iş güvencesizliğini pozitif yönde
ve yüksek düzeyde etkilemektedir. Algılanan istihdam edilebilirlik yükselirken
işin niteliklerinin kaybından endişe edilmesi işin önemini göstermektedir.
Çalışanlar işlerini kaybetmekten daha az kaygılanırken, işin niteliklerini
kaybetmekten daha çok endişe etmektedir. Bu durum, kariyer sermayesinin işin
niteliklerinin yerine konmasında yardımcı olamamasından kaynaklanabilir.
Ayrıca algılanan istihdam edilebilirlikleri yüksek düzeyde olan çalışanlar
kendilerini işgücü piyasasında daha değerli görmekte ve bu nedenle kariyer
ilerlemesi ve ücret artışı beklentileri daha yüksek olabilmektedir. Gerçekten
nitel iş güvencesizliği ölçeğinde “işletmede geleceğe ilişkin kariyer fırsatlarım
yeterlidir” ve “ücret artışım umut vericidir” soruları bulunmaktadır. Buradan
anlaşılacağı gibi, algılanan istihdam edilebilirlik düzeyinin yükselmesi, kendini
örgüt için daha değerli bulmaya yol açmakta ve nitel iş güvencesizliğini
arttırmaktadır.
9. SONUÇ
Çalışmada, iş güvencesizliğini etkileyen etmenler olarak kariyer
sermayesi ve istihdam edilebilirlik olguları araştırılmıştır. Başka bir deyişle, iş
güvencesizliğini etkileyen değişkenler olarak bireyin kariyer sermayesi ve
istihdam edilebilirlik düzeyi ele alınmıştır.
Kariyer sermayesi, kariyeri etkilediği gibi istihdam edilebilirlik
düzeyini de etkilemektedir. İstihdam edilebilirlik ile ilgili literatürde en son
yaklaşım, algılanan istihdam edilebilirlik düzeyi ve bunu etkileyen
155
B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
değişkenlerin araştırılmasıdır. Bireyin sahip olduğu kariyer sermayesi, yani
maddi durumu, mesleki uzmanlığı, kültürel faaliyetlere katılımı ve sosyal ağ
genişliği mevcut işini sürdürmesini veya başka bir iş bulabileceğine olan
inancını etkilemektedir.
Buna göre, çalışmada beyaz yakalı çalışanlar üzerinde yapılan görgül
araştırma sonuçlarına göre, literatürde de ileri sürüldüğü gibi, çalışanların
kariyerlerinden kendilerinin sorumlu olmaları ve başka bir iş bulabileceklerine
inanmalarının, algılanan iş güvencesizliğini azalttığı ortaya çıkmıştır. İstihdam
edilebilir olduğunu düşünen ve kariyerleri için gerekli kaynaklara sahip
çalışanlar, işlerini kaybetme korkusunu daha az yaşamakta, fakat genellikle işin
niteliklerini kaybetme korkusu taşımaktadırlar. Kariyer sermayesi ve istihdam
edilebilirliğin iş niteliklerini kaybetme korkusunu azaltmadığı hatta arttırdığı
anlaşılmaktadır. Çünkü kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik iş nitelikleri
kaybına karşı koyabilmek için yeterli desteği sağlamamaktadır. Örneğin ücret
artışında azalma hatta ücret düzeyinde azalma gibi durumlarda, kariyer
sermayesi uygun başa çıkma kaynaklarını sağlayamamaktadır. Sadece
ekonomik sermaye düzeyi, ücret ile ilgili sıkıntıları karşılayabilecektir. Ancak
ekonomik sermaye düzeyinin de büyük ölçüde ücrete bağlı olduğu
unutulmamalıdır. Diğer sermaye biçimleri bu gibi durumlarla başa çıkmak için
çok etkili olmayacaktır.
Bu noktada, işin değer verilen niteliklerinin kaybı durumunda kariyer
sermayesi ve istihdam edilebilirliğin, tehdidi önleme ve başa çıkma kaynağı
olarak etkili olmadığı üzerinde durmak gerekir. Hatta bu özellikler iş
niteliklerinin kaybından duyulan korkuyu arttırabilmektedir. Bu nedenle,
çalışanlar için mevcut işin çok değerli olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten terfi
sürecinde yaşanacak bir duraklama, ücret artışının azalması veya durması,
kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirlik düzeylerinin yüksek olması
nedeniyle işlerinden beklentileri yüksek olan çalışanları daha olumsuz
etkileyebilecektir.
Ülkemizde iş güvencesizliğinin algılanan boyutunu araştıran çalışma
sayısının çok az olduğu ve iş güvencesizliğinin sadece hukuki ve iktisadi
boyutları üzerinde durulduğu görülmektedir. Birçok çalışmada, işten çıkarılma
hukuksal açıdan ele alınmakta ve diğer çalışmalarda ise, iş güvencesi yasasının
ekonomik etkisine odaklanılmaktadır. İş güvencesi yasası kapsamında bulunma,
tek başına algılanan iş güvencesizliği üzerinde etkili olabilecek özellik
göstermemektedir. Bir başka deyişle, iş güvencesi yasası kapsamında bulunma
işini kaybetme korkusunu azaltmamaktadır. Bu durumda, algılanan iş
güvencesizliğinin diğer belirleyicilerinin araştırılması ve etkilerinin ortaya
çıkarılması gerekli olmaktadır.
İşsizliğin ve kayıt dışı istihdamın yüksek olduğu ülkemizde,
araştırmacılar iş güvencesizliği konusuna yeterli ilgiyi göstermemektedir. Buna
karşın iş güvencesizliğinin sağlık alanından ekonomik ve politik alana kadar
olumsuz etkilerinin olduğu, çalışanlar arasında iş güvencesizliği yaygınlaştıkça
156
Sosyal Bilimler 6/1 (2008)s.141/158.
ve sürekli hale geldikçe bu olumsuz etkilerin artacağı belirtilmelidir. Bu nedenle
literatürde ele alınan diğer güvencesizlik biçimlerinin yanı sıra iş
güvencesizliğinin de araştırılması gereklidir. Özellikle iş güvencesizliğinin
olumsuz sonuçlarını azaltan etmenlerin araştırılması sayesinde, iş güvencesizliği
düzeyini azaltan çözüm yolları bulunabilecek ve iş güvencesizliği ile karşı
karşıya kalan bireylere yardım edilebilecektir.
KAYNAKÇA
Akalın Güneri, (1981) Kamu Ekonomisi. A. Ü. SBF, No: 486, Ankara.
Angel Fuente, Antonio Ciccone, (2002) Human capital in a global and knowledge-based
economy. Report prepared for the DG for Employment and Social Affairs of the
European Commission, http://pareto.uab.es/wp/2003/56203.pdf, (17.10.2005).
Beasley Maya, (2003) Perpetuating the occupational achievement gap through the aspirations of
african-American and white college students. Stanford University. Yayınlanmamış
Doktora Tezi.
Berntson Erik, Sverke Magnus, Marklund Staffan, (2006) “Predicting perceived employability:
Human capital or labour market opportunities?”, Economic and Industrial Relations.
Vol:27, No:2, (223-244).
Bourdieu Pierre, (1986) “Forms of capital”, (Ed. John G. Richardson) Handbook of theory and
research for the sociology of education, Greenwood, New York.
Buren Van Harry, (2003) “Boundaryless careers and employability obligations”, Business Ethics
Quarterly. Vol. 13, No:2, (131-149).
Davy Jeanette, Kinicki Angelo, Scheck Christine, (1997) “A test of job security's direct and
mediated effects on withdrawal cognitions”, Journal of Organizational Behavior. Vol.
18, (323-349).
DiMaggio Paul, (1982) “Cultural capital and school success: The impact of status culture
participation on the grades of U.S. high school students”, American Sociological
Review. Vol:47, (189-201).
Eby Lillian T., Butt Marcus, Lockwood Angie, (2003) “Predictors of success in the era of the
boundaryless career”, Journal of Organizational Behavior. Vol:24, (689-708).
Flint John, Rowlands Rob, (2003) “Commodification, normalisation and intervention: Cultural,
social and symbolic capital in housing consumption and governance”, Journal of
Housing and the Built Environment. Vol:18, (213-232).
Greenhalgh Leonard, Rosenblatt Zehava, (1984) “Job insecurity: Toward conceptual clarity”,
Academy of Management Review. Vol. 9, No:3, (438-448).
Hartmann Michael, (2000) “Class-specific habitus and the social reproduction of the business
elite in Germany and France”, Sociological Review. Vol:48(2), (241-261).
Heaney Catherine A., Israel Barbara A., House James S., (1994) “Chronic job insecurity among
automobile workers: Effects on job satisfaction and health” Social Science & Medicine.
Vol.38.
Hellgren Johnny, Sverke Magnus, Isaksson Kerstin, (1999) “A two-dimensional approach to job
insecurity: Consequences for employee attitudes and well-being”, European Journal of
Work and Organizational Psychology. Vol. 8, No:2, (179-195).
Hui Chun, Lee Cynthia, (2000) “Moderating effects of organization-based self-esteem on
organizational uncertainty: Employee response relationships”, Journal of Management.
Vol:26, No:2,(215-232).
157
B.Seçer /Kariyer Sermayesi İstihdam Edilebilirliğin İş Güvencesizliği Üzerindeki Etkisi
Judge Timothy A., Cable Daniel M., Boudreau John W., Bretz Robert D., (1995) “An empirical
investigation of the predictors of executive career success”, Personnel Psychology.
Vol:48, (485-519).
Klandermans Bert, Van Vuuren Tinka, Jacobson Dan, (1991) “Employees and job insecurity”,
(Ed. J. Hartley, D. Jacobson, B. Klandermans, T. van Vuuren), Job insecurity: coping
with jobs at risk, Sage Publications, London.
Krueger Patrick M., (2004) Social, cultural, and economic capital, and behavioral investments in
health. University of Colorado, Yayınlanmamış Doktora Tezi.
Lazarus Richard S., Folkman Susan, (1984) Stress, appraisal, and coping. Springer, New York.
Mayrhofer W., Strunk G., Schiffinger M., Iellatchitch A., Steyrer J., Meyer M., (2002) “Career
Habitus: Theoretical and Empirical Contributions to Make a Black Box Gray”,
Academy of Management Annual Conference.
Näswall Katharina, De Witte Hans, (2003) “Who fells insecure in Europa? Predicting job
insecurity from background variables”, Economic and Industrial Democracy. Vol:24,
No:2, (189-215).
Näswall, Katharina (2004) Job insecurity from a stress perspective: Antecedents, consequences,
and moderators. Akdemitryek AB, Edsbruk.
OECD, (2001) The Well-being of Nations: The Role of Human and Social Capital. Paris: OECD.
Sverke Magnus, Hellgren Johnny, Näswall Katharina, (2002) “No security: A meta-analysis and
review of job insecurity and its consequences”, Journal of Occupational Health
Psychology. Vol:7, No:3, (242-264).
Şimşek Ömer Faruk, (2007) Yapısal Eşitlik Modellemesine Giriş: Temel İlkeler ve LISREL
Uygulamaları. Ekinoks Yayınları, Ankara.
Van Dam Karen, (2004) “Antecedents and consequences of employability orientation”, European
Journal of Work and Organizational Psychology. Vol:13(1), (29-51).
Van Der Heijde Claudia M., Van Der Heijden Beatrice I. J. M., (2006) “A competence-based and
multidimensional operationalization and measurement of employability”, Human
Resource Management. Vol:45, No:3, (449-476).
http://dictionary.reference.com/browse/employability
158
T.C.
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ
YAZIM KURALLARI VE YAYIN İLKELERİ
Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Celal Bayar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından yılda iki kez yayımlanır.
Dergide, enstitüdeki yüksek lisans ve doktora programlarında yer alan anabilim
dallarıyla ilgili konularda özgün ve nitelikli çalışmalar yayımlanabilir.
Dergiye gönderilen eserlerde aranacak yayın ilkeleri ve yazım kuralları
aşağıdaki gibi belirlenmiştir.
1.
Dergiye gönderilen yazı ve makaleler daha önce hiçbir yerde
yayımlanmamış ve yayın hakları verilmemiş olmalıdır.
2.
Dergide yayımlanacak yazı ve makaleler Türkçe, İngilizce,
Fransızca ve Almanca’dan herhangi biriyle yapılabilir. Ancak Türkçe
hazırlanan çalışmalarda Türk Dil Kurumunun belirlediği kurallar esas alınmalı
ve kelimelerin imlâsında Türk Dil Kurumu İMLA KILAVUZU dikkate
alınmalıdır. Çalışmanın başında Türkçe başlık ve en fazla 200 sözcükten oluşan
Türkçe ve İngilizce özet ile en fazla 10 tane anahtar sözcük verilmelidir.
3.
Dergide yayımlanacak çalışmaların biçim sırası
- Türkçe başlık
- Özet
- Anahtar sözcükler
- Yabancı dilde başlık
- Yabancı dilde özet
- Yabancı dilde anahtar sözcükler
- Metin
- Kaynakça
- Ekler şeklinde olmalıdır.
4.
Yazıda yer alan konu başlıkları I, II, III, … gibi Romen
rakamlarıyla, alt başlıklar ise A, B, C, … gibi büyük harflerle sıralanmalıdır.
Makaleyi bölümlere ayırmada ondalık sistem kullanılmalıdır. Tablo ve
şekillerin hazırlanmasında derginin boyutları ve genel dizayn dikkate
alınmalıdır. Şekillere ve tablolara başlık ve sıra numarası verilmeli ve sayfaya
ortalanmalıdır. Başlıklar tabloların üstünde şekillerin ise altında yer almalıdır.
Denklemlere sıra numarası verilmelidir. Sıra numarası parantez içinde ve
sayfanın en sağında bulunmalıdır.
5.
Çalışmanın başlığı sol üst kenarsan 6 cm. aşağıdan yazılmalıdır.
Başlığın sağ alt tarafına yazar veya yazarların adları akademik unvanlarla
birlikte yazılmalı çalıştığı kurum, iletişim ve elektronik posta adresleri ise
adların yanına konulacak dipnot işaretleriyle sayfa altına verilmelidir. Eğer
çalışma başka bir kurumdan destek aldıysa başlık yanına verilecek dipnotla
sayfa altına ilgili kurum yazılmalıdır.
6.
Dergiye gönderilecek yazı makaleler MS Word programında
yazılmış olarak diskette ve üç kopya olarak gönderilmelidir. Ayrıca, Dergi’nin
elektronik posta adresine de iletilmelidir.
7.
Çalışmalar ekleriyle birlikte 15 sayfayı geçmemelidir.
8.
Metin yazımı A4 boyutundaki kağıda 1,5 aralıklı olarak Times
New Roman tur karakteriyle 11 punto, dipnot ve açıklamalar 9 punto ile
yazılmalıdır. Başlıklar koyu, özet ve dipnotlar tek ara ile yazılmalıdır. Sayfa
boyutları sol 2,1 cm., sağ 2,1 cm., üst 2 cm. ve alt 2,1 cm. olacak şekilde
ayarlanmalıdır. Kağıt boyutu “Özel Boyut”ta genişlik 17 cm. ve yükseklik 24
cm. olacak şekilde düzenlenmelidir.
9.
Metin içindeki alıntı ve aktarma yoluyla kullanılan kaynaklar;
parantez sistemine göre soyadı, yılı ve sayfası olacak şekilde metin içinde cümle
bitiminde gösterilmeli ve ayrıca kaynakçada yer almalıdır. Açıklama ve diğer
dipnotlar numaralandırma esasına göre metnin sonuna eklenmelidir. Makaleler
“Kaynakça”sız verilmemelidir. Kaynakça şu biçimde olmalıdır;
Dergi için;
ERCİLASUN, Bilge(2001), “Modern Türk Edebiyatında Ahiret
Kavramı”, Türkbilig Türkoloji Araştırmaları 2, s.40-45
Kitap için;
TÜRK, İsmail(1999), Maliye Politikası, 13. Bası, Turhan Kitabevi,
Ankara.
10.
Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi ulusal hakemli
bir dergidir. Dergiye gönderilen yazı ve makaleler ilgili alandaki en az iki
hakeme gönderilir. Oy birliği sağlanamazsa üçüncü bir hakeme gönderilerek
sonuca karar verilir. Yazı ve makalelerin içeriğinden yazarlar sorumludur.
Yayımlanmayan yazılar hiçbir şekilde iade edilmez.
11.
Yazı ve makalesi yayımlanan her yazara derginin ilgili
sayısından 1 adet gönderilir. Ayrıca telif ücreti ödenmez.
12.
Dergi yayın ilkelerine, yazım kurallarına ve bilimsel
araştırma yöntemlerine uygun olmayan yazı ve makaleler yayın kurulunca
dikkate alınmaz.
İLETİŞİM
Editör Yrd. Doç. Dr. Cevdet KAYALI
Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Uncubozköy Mevkii 45030 MANİSA
Tel: 0(236)2330949
Fax: 0(236)2330949
[email protected]
160
e-posta: sbe-

Benzer belgeler