Sakarya İlitam İsl
Transkript
Sakarya İlitam İsl
SAKARYA ÜNİVERSİTESİ İSLAM TARİHİ II Hafta 13 Prof. Dr. Levent ÖZTÜRK Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Sakarya Üniversitesi’ne aittir. "Uzaktan Öğretim" tekniğine uygun olarak hazırlanan bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan ders içeriğinin tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Her hakkı saklıdır © 2012 Sakarya Üniversitesi 13 ÜNİTE Müslüman Türk Devletlerinde Sanat, Mimarî ve Toplumsal Hayat İÇİNDEKİLER 13.1. Sanat ve Mimarî 13.2. Toplumsal Hayat HEDEFLER Bu üniteyi çalıştıktan sonra; Müslüman Türk devletlerinin sanat ve mimarî alanında ortaya koyduğu eser ve çalışmaları anlatabilecek, Farklı zaman ve coğrafyalarda kurulmuş olan Müslüman Türk devletlerinin inşa ettikleri eserler arasındaki malzeme, stil ve mimarî farklılıkları belirleyebilecek, Sanat ve mimarî alanındaki çalışmaların ve üretilen eserlerin dönemin ilim, saray hayatı, toplumsal bakış ve benzeri birçok etmen altında şekillendiğini tespit edebilecek, Müslüman Türk devletleri tarafından ortaya konulan eserleri listeleyebilecek, Müslüman Türk devletlerindeki toplumsal hayatı anlatabilecek, Toplumu oluşturan unsurları ve topluma katkılarını anlatabilecek, Toplum hayatıyla ilgili belli başlı ana noktaları listeleyebileceksiniz. 2 ÖNERİLER Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce; • Hasan İbrahim Hasan, Siyasî Dinî Kültürel Sosyal İslâm Tarihi (trc. İsmail Yiğit v.dğr.), I-VI, İstanbul 1985-1986; Hitti, Philip K., Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1980; isimli kitaplardan ilgili dönemleri okuyunuz. • Diyanet İslâm Ansiklopedisinden ilgili devletlerin kültür ve sanat kısımlarını gözden geçiriniz. 3 Müslüman Türk Devletlerinde Sanat, Mimarî ve Toplumsal Hayat 13.1. SANAT VE MİMARÎ Müslüman Türk devletlerinin en önemli özelliklerinden birisi halka hizmet gayesiyle imar faaliyetlerine ağırlık vermeleridir. Bunlar arasında yeni yerleşim yerleri açmaları, hatta yeni şehirler kurmaları; cami, kervansaray, hastane, imarethane vb. sosyal kurumları inşa etmeleri sayılabilir. Ahmed b. Tolun’un Mısır’da Katâî bölgesini yeni yerleşim yeri olarak belirlemesi, kendi adıyla anılan Ahmed b. Tolun Câmii’ni inşa etmesi, aynı zamanda bu komplekse bağlı bir hastane inşa edilmesi, su kemerlerinin yapılması ve bahçe ve havuzlarla bunların donatılması örnek olarak burada hatırlanabilir. Ancak Katâî bölgesinde yapılan tüm bu yeniliklerin büyük bir kısmı Abbâsî Devleti Mısır’a hâkim olduğunda neredeyse tamamen tahrip edildi. Katâî, üç kilometre karelik bir alana kurulmuştu. Ahmed b. Tolun’un sarayı, hükümet konağı, komutanların evleri, askerler için kışla ve talim yerleri, Meydan bölümü, esnaf ve sanatkarlar için ayrı bölüm ve meskenler, su sarnıçları, hamam ve su kemerleri vardı. Ahmed b. Tolun Camii (Toluniyye), 876-879 yılları arasında Cebelyeşkur’da inşa edildi. Yönetim merkezi olan “Dârülimâre”, camiyle bağlantılı idi. Caminin helozonik minaresi, Samarra’daki büyük caminin özelliklerini taşır. İran’da görülen sivri kemer uygulamalarının Mısır coğrafyasındaki en erken modelleri bu camide görüldü. Bu uygulama Sicilya yoluyla Avrupa’ya da geçmiştir. Ahmed b. Tolun buna ilave olarak Mısır’da ilk bîmâristanı inşa ettirmiştir. Bu hastane ücretsiz tedavi hizmeti veriyordu. Hastalar rahatsızlıklarına göre özel bölümlere alınır; tüm bakım hizmetleri hastane görevlileri tarafından sunulurdu. Tolunoğulları döneminde mimarî alanında atılan önemli adımlardan birisi de tarihi eserlerin onarımıydı. Dımaşk’daki Emevî Camii ile Meryem Ana Kilisesi, Muaviye’nin mezarı ve İskenderiye Feneri tamir edilen eserler arasında yer almaktadır. Humareveyh, kendisi, eşleri ve şarkıcı cariyelerinin kabartmalarını yaptırmıştı. Bunlar, duvarları altın yapraklarla süslü Dârüzzeheb adlı sarayında yer alıyordu. Bahçe düzenlemesi ile dikkat çeken bu saray Humareveyh döneminde Tolunoğullarının sahip olduğu ekonomik gücü gösteriyordu. Bunun tabii bir uzantısı olarak israf oldukça yaygındı. Humareveyh’in, kızı Katrunnedâ’yı Halife Mu‘tezid (892-902) ile evlendirirken yaptığı harcamalar bu israfın ve zenginliğin boyutunu göstermesi bakımından tarihçiler tarafından önemli sayılmıştır. Küçük bir örnek olarak Humareveyh Mısır’dan Bağdat’a kadar kızının geçeceği yolda tüm konaklama mevkilerine köşk inşa ettirmişti. İhşidîler döneminde de özellikle Kâfûr’un yönetimde etkili olduğu zaman diliminde saraylar, camiler yaptırdığı, bir hastane ile bunu taçlandırdığı söylenebilir. Ayrıca bu dönemde resim, oyma ve kakmacılık da gelişmiş durumda idi. Muhammed b. Tuğc, 937 yılında Ravza Adası üzerinde Kasru’l-Muhtar adlı saray kompleksi ile dârü’l-imâreyi yaptırdı. 957’de Kâfûr tarafından Bîmâristânü’l-Esfel hastanesini inşa ettirdi. İtil Bulgar Devleti’ne başkentlik yapmış olan Bulgar kentinin 925’li yıllara doğru kurulduğu düşünülmektedir. Bulgar kenti İtil ve Kama nehirlerinin birleştiği yerden yüz km. güneyde idi. Daha sonra kurulan Kazan, Bulgar kentinin 115 km. kuzeyinde idi. Bulgarların önemli kentlerinden birisi de Suvar idi. Bulgar kentinin kırk km. güneyinde yer alıyordu. Bulgar kentine ait kazılarda on ikinci yüzyılla on beşinci yüzyıllara ait olduğu tahmin edilen arkeoloji kalıntıları hamam, cami ve kervansaray gibi mimarî eserlerden oluşmaktadır. Bunlar arasında Han Camii, Doğu Türbesi, Aksaray, Karasaray, Küçük Minare, Han Kabri, Han Sarayları ve Küçük Minare gibi eserler sayılabilir. Han Camii: On ikinci yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Yirmi sütunlu bir cami olup yirmi dört metrelik bir minaresi bulunuyordu. Minare 1841 yılına kadar ayaktaydı. Doğu Türbesi: Selçuklu kümbetlerini andıran bu yapı içten dörtgen, kubbesi sekizgendir. On dördüncü yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiştir. Han Camiinin doğusunda inşa edildiği için bu ismi almıştır. Yapı on sekizinci yüzyılda Nikolay Kilisesi’ne çevrilmiştir. Kuzey Türbesi: Han Camiinin kuzeyinde yapıldığı için bu ismi almıştır. Doğu Türbesi’nden daha büyük bir yapıdır. Aksaray: Saray mimarisinin güzel örneklerinden birisidir. Döşemesi cilalı taşlardan yapılan bina döşeme altından ısıtma sistemiyle dikkatleri çekmektedir. Bina 1860’da yıkılmıştır. Karasaray: Günümüze ulaşan eser, dörtgen, üst kısmı sekizgen kubbeli bir yapıdır. Bulgarların mahkeme binası olduğu tahmin edilmektedir. Bu eserler dışında Hanlar tarafından yaptırılan saraylar da sanat tarihi açısından önemli eserler olarak karşımıza çıkarlar. Döşeme altından ısıtma sisteminin kullanıldığı bu yapılar bugün harabe halindedir. Bulgar kenti ve çevresinde bunlar dışında hamamlar, mahalleler, bazı imalathaneler vb. unsurlara ait arkeoloji kalıntıları da günümüze gelmiştir. İtil Bulgarları sulama kanallarını kireçten; su kanallarını ise ağaçtan imal etmişlerdir. Bulgar şehrinde yapılan kazılarda demir eritme ocakları bulunmuştur. Karahanlılar dönemi, Türk-İslâm mimarisinin Orta Asya’daki ilk örneklerini içerir. Eserlerde Kerpiç, tuğla kullanılmıştır. Bunların bir kısmı türbe ve mescitlerde görülür. Genelde tek kubbeli olan bu yapılar, alçı (stuko) kaplamalarla tezyin edilmiştir. 5 Karahanlılar döneminde yapılan camilerde de kerpiç ve tuğla birlikte kullanılmıştır. Buhara yakınlarındaki Hazara Camii bunun ilk örneklerindendir. Bazıları kare olan bu yapılar genelde enine dikdörtgen olarak inşa edilmişlerdir. Karahanlılar dönemine ait diğer camiler günümüze bazı parçaları ile ulaşabilmiştir. Bunlardan anlaşıldığına göre pişmiş toprak süslemeleri, geometrik kufi kitabelerle tezyin yapılmıştır. Buhara ve çevresinde yer alan bu yapıların büyük bir kısmı Arslan Han tarafından yaptırılmıştır. Arslan Han tarafından yaptırılan ve günümüze gelen bir minare 1127 tarihini taşımaktadır. Yivli ve geometrik süslemelerle kaplı olan minareler tuğla işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Karahanlı Türklerinin mimariye kazandırdıkları en önemli yenilik abidevî minareler oldu. Karahanlılar döneminde karşımıza çıkan bir diğer mimari eser türbelerdir. Tuğla süslemelerin ön plana çıktığı cephe mimarisi zengin yapılardır. Bugünkü Özbekistan sınırlarında yer alan Tim kentinde yer alan Arap Ata Türbesi bunun en güzel örneklerindendir. 977-978 tarihli bu türbe kare planlı ve tek kubbelidir. Talas’ta bulunan Ayşe Bîbî ve Balacı Hatun türbeleri, Özkent’te yan yana bulunan üç türbe bunlara ilave edilmelidir. Karahanlılar döneminde kervansaray mimarisinde de önemli gelişmeler görülmüştür. Türk mimarisinin en eski kervansaray örnekleri Karahanlılardan kalmıştır. Anıtsal taç kapılarla süslenen bu yapılardan bazıları çeşitli bölümleriyle gönümüze gelmiştir. Geniş yivler ve sivri kemerler bölgenin karakteristik özelliğini yansıtır. Açık ve kapalı bölümleriyle dikkatleri çeken bu yapılar Anadolu Türkleri tarafından da kullanılmıştır. Batı Karahanlı Hükümdarı Nasr b. İbrahim (1068-1080) tarafından Ribât-ı Melik ile Ak-Kütel kervansarayları yaptırılmıştır. Bugünkü kazılarda bazı medreseler de ortaya çıkarılmaya başlamıştır. İbrahim Tamgaç Han tarafından yaptırıldığı düşünülen Semerkant Kusem b. Abbas türbesinin karşısındaki yapının bir medrese olduğu anlaşılmaktadır. Saray mimarisinin de geliştiği Karahanlılar Mâverâünnehir ve Doğu Türkistan bölgesinde Gazneliler ve Selçuklular ile kurdukları temaslar neticesinde Orta Asya Türk mimarisinin yayılmasına önemli katkı sunmuşlardır. İslâm mimarisinde kullanılan sırlı tuğla ve kiremit tekniğinin Karahanlılar tarafından başlatıldığı kabul edilmektedir. Karahanlı hükümdarı Tamgaç Buğra Karahan İbrahim (1046-1067) tarafından Semerkant’ta yaptırılan medrese ve dârü’l-merdâ da dönemin önemli eserlerinden birisidir. Vakfiyesi günümüze gelen yapıyla ilgili arkeoloji çalışmalarında da bazı bölümlerine ulaşılmıştır. 1066 yılında kurulan bu hastaneden önce Semerkant’ta Nimek Bîmaristan’ı da faaliyet göstermekteydi. Gazneliler döneminde Hint coğrafyasında birçok mabet yapılmıştır. Gazne’de yapılan büyük camilerin minareleri günümüze gelen eserler arasında yer alır. Silindirik yapılarıyla dikkatleri çeker. Sultan Mahmut zamanında Hint coğrafyasında birçok kent önemli yerleşim yeri ve devlet merkezi haline gelmiştir. Lahor bu kentlerden birisidir. Sultan Mahmud’un yaptırmış olduğu Bend-i Mahmûdî, günümüze gelen önemli eserlerden 6 birisidir. Sultanlar tarafından yaptırılan saraylardan birisi Leşker-i Bazâr kentinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Utbî’nin kitabında bahsettiği Arûs-i Felek Camii günümüze gelmemiştir. On birinci yüzyılın başlarında yapılan Leşker-i Bazâr Ulucami’nin bazı parçaları günümüze gelmiştir. Ordugah camii olarak yapılan bu eserin en önemli özelliği mihrap önünde yer alan kare planlı yapının kubbe ile örtülmüş olmasıdır. Günümüze gelen mimarî eserlerden birisi de türbelerdir. Sebüktegin ve Mahmud’un türbeleri günümüze kadar gelmiştir. Arslan Câzib’in türbesi 1028 tarihli olup kare planlıdır. Tuğladan inşa edilmiştir. Kubbelidir. Tuğlaların dizilişi ile bezenmiş, kalem işi ve kufi kitabe kullanılmıştır. Gazneliler döneminin önemli mimari eserlerinden birisi de kervansaraylardır. Ribat adıyla anılan bu yapılar, ticaret yolları üzerinde yapılırdı. Yol güvenliği sağlanır, ticaret canlı tutulmaya çalışılırdı. Sultan Mahmud tarafından Serahs Meşhed yolu üzerinde yaptırılan Ribât-ı Mâhi bunlardan birisidir. Kalıntıları günümüze kadar gelmiştir. Hârizmşahlar dönemine ait mimari eserlerin büyük bir kısmı Moğol istilası sırasında yok olmuştur. Özellikle Gürgenç’ten günümüze kalabilen iki eser bulunmaktadır. Bunlardan birisi Alâeddin Tekiş türbesi, diğeri de Fahreddin er-Râzî türbesidir. Bir eser de Güney Hârizm’de bulunmaktadır. Kümbet on ikinci yüzyıldan kalan Aksaray-ding kümbetidir. Selçukular hâkim oldukları Çin Sınırından İstanbul Boğazına, Karadenizden Akdeniz’e, Mısır, Yemen ve Hind hudutlarına kadar çok geniş topraklarda gerek kendi kültürlerinden gelen zevk ve birikimleri, gerekse içinde bulundukları coğrafyanın katkısını alarak geliştirdikleri eserleri medeniyet dünyasına sundular. İran ve Orta Asya’daki temel yapı maddesi tuğla olduğu için Selçuklular resmî binalar için pişmiş tuğla, resmi olmayan binalar için de pişirilmemiş tuğla kullandılar. Bunlarla yüzey şekilleri yarattılar. Selçukluların mimarî alana en önemli katkısı camilere abidevî bir özellik kazandırmalarıdır. Selçuklulardan günümüze gelen İsfehan Mescid-i Cuma, Gülpayegân Camii, Kazvin’deki Mescid-i Cuma bunun en güzel örneklerindendir. Selçuklu sanatının önemli eserlerinden birisi de medreselerdir. Nişâbûr, Bağdat ve Tus medreseleri ilk örneklerdir. Selçuklu medreselerinde orta avlulu ve dört eyvanlı plan kullanılmıştır. Bu plan saray ve kervansaraylarda da görülmektedir. Selçuklular döneminin önemli eserlerinden birisi de kümbetlerdir (türbelerdir). Bunlar dört köşeli, çok köşeli veya yuvarlak olabiliyordu. Günümüze gelen en güzel örneklerinden birisi Sultan Sencer’in (ö. 1157) Merv şehrindeki türbesidir. Kare gövde üzerinde büyük kubbeli bir türbedir. Selçuklular, Orta Asya figürlerini süsleme sanatında kullandılar. Alçı üzerinde uygulanan bu süslemeler, cami, saray ve evlerde de kullanıldı. Bunlarda resim sanatının en zengin örnekleri mevcuttu. 7 Selçuklu sanatının kazandırdığı en önemli katkılardın birisi minyatür sanatının kitapla buluşmasıdır. Selçuklu sultanlarının kâtipleri olan Uygurlar tarafından geliştirilen minyatür uygulamaları, ilerleyen yıllarda daha zengin bir biçimde her tür kitap ve süslemede kullanılmıştır. Selçuklularda Rey, Musul ve Rakka çinicilik alanında gelişmiş; çininin mimarî alanıyla birleşmesi Büyük Selçuklular döneminde İran’da başlamıştır. En güzel örnekleri ise Anadolu Selçukluları zamanında ortaya çıkmıştır. Selçukluların Anadolu’ya girişiyle yapı malzemesi değişti. Taş kullanıldı. Anadolu Selçukluları zamanında da cami, medrese, türbe, kervansaray, kale ve köprüler kemse taşlarla yaptırılmıştır. Diyarbakır Ulu Camii’nin inşasına Melikşah tarafından 484 (10911092) başlandı. Sultan Mes‘ûd tarafından yaptırılmaya başlanan ve I. Alâeddin tarafından 1219 yılında restore edilen Konya’daki Alâeddin Camii günümüze kadar gelmiştir. I. Alâeddîn Keykubâd aynı zamanda Niğde ve Malatya’da cami inşa ettirdi. Eşi tarafından da Kayseri Huand Hatun camii ve külliyesi inşa ettirildi. Kış şartlarının ağır geçtiği yerlerde duvarlar kalınlaşmış ve avlular küçülmüştür. Buna bağlı olarak süsler dış (taç) kapıda kullanılmıştır. Anadolu Selçukluları zamanında pek çok medrese inşa edilmiştir. Medrese şeklinde yaptırılan ilk eser I.Gıyâseddîn Keyhüsrev ile kızkardeşi Gevher Nesibenin yaptırdığı şifahaneden oluşan Kayseri’deki Çifte Medrese’dir. Sultan I.İzzeddîn Keykâvus da Sivas’da Şifaiye Medresesini yaptırmıştır. Selçuklu devlet adamları da ilim hayatına katkı sunmuşlar, onlar da medrese yapımına destek olmuşlardır. Sâhib Ata Akşehir’de Taş Medrese, Kayseri’de Sahibiye, Konya’da İnce Minareli Medrese’yi; Ertokuş Isparta’da medrese; Celâleddîn Karatay, Konya’da Karatay Medresesi’ni; Muînedîn Pervâne, Sivas’da Gök Medrese’yi; Cacaoğlu Nureddîn de Kırşehir’de Cacabey Medresesini inşa ettirmişlerdir. Anadolu Selçuklu sultanları tarafından ticaret yolları üzerinde yaptırılan kervansaraylar da mimarî açıdan önem arz eden sosyal kurumlardır. Bu kervansaraylarda dinî ve malî durumuna bakılmaksızın üç gün boyunca yolcular ağırlanırdı. Anadolu coğrafyasında yapılan kümbetler başlangıçta tuğla ve taştan yapılırken bölgenin malzeme yapısına göre tamamen taştan yapılmaya başlamıştır. II.Kılıç Arslan’ın Konya’daki türbesi günümüze kadar gelmiştir. Günümüze gelen türbelerden birisi de I.Keykâvus’un Sivas’taki türbesidir. Anadolu Selçukluları zamanında Orta Asya’dan Selçuklu Türkleriyle batıya doğru gelen halı sanatı büyük bir gelişme gösterdi. Özellikle Konya halıları dekor bakımından oldukça zengindi. Renk olarak koyu mavi ve kırmızının kullanıldığı bu halılarda yaygın olarak sekiz köşeli yıldız, uçları çengelli sekizgenler gibi geometrik şekiller kullanılmıştır. Sitilize bitki ve hayvan motifleri de zengin biçimde kullanılmaktaydı. Anadolu Selçukluları döneminde, çini ve taş oymacılığının önemli bir gelişme gösterdi ve bunlar, cami, medrese, şifahane, türbe gibi mimari eserlerde kullanıldı. Buna ilave 8 olarak ahşaptan yapılmış cami unsurları ince bir işçiliğe sahipti. Konya Alâeddin Camiinin minberi bunun en güzel örneklerinden birisidir. Anadolu’da mimarinin hamisi sadece Selçuklular değildi. Anadolu beylikleri de (Mengücükler, Saltukoğulları, Artuklular) tarafından inşa edilen birçok yapı da günümüze gelmiş bulunmaktadır. 13.2. TOPLUMSAL HAYAT Tolunoğulları döneminde Mısır’da kullanılan dil Arapça ve Kıptîce idi. Tolunoğulları Sünnî ve Hanefî mezhebine mensuptu. Diğer mezheplere de eşit mesafede durmaya çalışmıştı. Ancak Ahmed b. Tolun, Mısır’da mezhep çatışmaların ortadan kaldırmak için bir müddet Şâfii kadıyı görevden almıştı. Ahmed b. Tolun, bazı defalar Cuma namazını Mâliki mezhebine mensup kadıların kıldırmasına müsaade etmiş; oğlu Humareveyh zamanında Şam’ın Şafii baş kadısı Tolunoğullarının baş kadısı olarak görevlendirilmiştir. Mısır ve Şam coğrafyasında yaşayan Hristiyan Kıptîler ve Rumlar ile Yahudiler de din ve vicdan hürriyetinden faydalanmışlardır. Bu hoşgörünün bir uzantısı olarak çeşitli dinlere mensup kişiler, Tolunoğulları bürokrasisinde istihdam edilmişlerdir. İhşidî toplumunda en üst tabakayı idareciler teşkil etmekteydiler. Bunları seyyidler zümresi teşkil ediyor ve nakîbü’l-eşraf adı verilen bir kişi tarafından yönetiliyorlardı. İhşidî toplumunda Müslümanlarla yerli halk kaynaşmış durumda idi. Hristiyanların bayram ve kutlamalarına Müslümanlar da katılıyordu. Onuncu yüzyılın başlarında göçebe halinde bulunan Bulgarlar, bu tarihlerden itibaren yerleşik hayata geçtiler. İtil Bulgarlarının ekonomisi ziraat ve ticarete dayalıydı. Ziraatta tahıl üretim ön plandaydı. Buğday, arpa. Akdarı, mercimek ve bezelye başlıca üretimleri idi. İtil Bulgarları darı ve at etini bolca tüketirlerdi. Bal, buğday ve arpadan yapılan içkiyi bolca içerlerdi. Nehir balıkları da çok tükettikleri besinlerden birisiydi. Tarım ve ziraat gelişmişti. Sulama ve tarım aletleri hususunda iyi konumda oldukları bilinen İtil Bulgarları aynı zamanda dericilik ve kürkçülükle de uğraşıyorlardı. Bulgar meşinlerinin (Bulgar gönü) o günkü üretim dünyasında önemli bir yere sahip olduğu düşünülmektedir. Seramik ve maden işleme bakımından da önemli bir seviyeye sahiptiler. İtil Bulgarlarının işledikleri kürkler tüm İslâm ülkelerinin büyük bir kısmında pek meşhurdu. İtil Bulgarları Onoğur veya Oğur Türkçesi kullanılıyordu. İtil Bulgarları Barsula, Asgıl ve Bulgar olarak üç ana gruptan oluşuyordu. Bunların başında beyleri bulunur ve Bulgar hanına karşı sorumlu olurdu. Tüm Türk devletlerinde özellikle de Karahanlılarda göçebelik ve buna bağlı olarak hayvancılık gelişmiş vaziyette idi. Şehir hayatının da güçlü olduğu bu dönem, tarım ve ticaret bakımından oldukça canlı bir vaziyette idi. Özellikle Semerkant, Balasagun, Buhara, Taşkend, Özkend, Talas, İsficab, Fergana, Kaşgar gibi büyük yerleşim yerleri vardı. Toplumda destanlar önem taşır, bunların özel okuyucuları bulunurdu. Türkler, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra önceki dönemlerine ait destanlarını İslâmî bir ruhla 9 yeniden zenginleştirmişlerdir. Oğuz Destanı bunun en önemli örneklerinden birisidir. Karahanlıların İslâmiyet’i kabulünü ve sonrasını anlatan Satuk Buğra Han Destanı, ilk Müslüman hükümdar Satuk Buğra Hanı, İslâmiyet’i kabulünü, kerametlerini, İslâm’a hizmetlerini ve ailesini anlatır. Karahanlılar döneminin bir diğer destanı Manas Destanı’dır. Manas Destanı on birinci ve on ikinci yüzyıllarda birbirine eklenerek ortaya çıkmış dört yüz bin mısradan oluşan en büyük destanlardan birisidir. Manas Destanı, Karahanlılar döneminde subaşı olarak görev yapan bir kişinin İslâm için yaptıklarını anlatır. Destan onun ölümünden sonraki kahramanları ve İslâm için faaliyetlerini de içine alarak genişlemiştir. Gazneli Devleti’nin kurulduğu bölgelerde, devletin oluşumundan önce yerleşmiş Türk toplulukları bulunuyordu. Hint seferleri dolayısıyla da bölgeye Orta Asya’dan göçler olmuştu. Gaznelilerin tebası Türklerden ve bölgedeki yerel unsurlardan oluşuyordu. Şehirlerde en önde gelen kişi şahne olup şehrin düzenini korumak onun vazifesiydi. Merkezden uzak yerlerde şehrin önde gelenlerinden seçilen ve o kentte halk ile hükümdar arasında iletişimi sağlayan reisler tayin edilirdi. Harizmşahlarda da devleti meydana getiren zümreler göçebeler, çiftçiler, tüccarlar ve idarecilerdi. Yönetici zümre sultan ve ailesinden oluşur, hazineden mutlak olarak onlar istifade ederlerdi. Bu sınıfın dışındakiler reaya kabul edilirdi. Göçebelerin otlakları ve yaylakları belliydi. Ancak zaman zaman birbirlerinin bölgelerine tecavüz ettikleri de oluyordu. Tarımın gelişmesinde dirlik sisteminin tesiri vardı. Özellikle Hârizm ve Horasan bölgesinde ıktalara verilen değer tarımı oldukça geliştirmişti. Hârizm halkı düzenli ve geniş alanlara yayılan bir sulama sistemi kurmuşlardı. Bu ziraatın gelişmesine büyük katkı sağlamıştı. Ayrıca barajlarda tutulan sular, istilaya gelen ordular için bir savaş taktiği olarak boşaltılıyor ve orduların şehre yakınlaşmaları engelleniyordu. İlerleyen asırlar içinde Oğuz ve Moğol akınları tarım düzeninin bozulmasına ve sulama sisteminin çökmesine sebep olmuştur. Tüccar, sanatkar ve esnaf şehirde yaşardı. Tarihi ipek yolu üzerinde Uzakdoğu ile kuzey batı arasında aracı konumunda olmaları ticareti daima canlı tutmuştur. Çin, İran, Hindistan’dan gelen kervanlar Hârizm bölgesinden geçerek Rusya, Sibirya ve İskandinav ülkelerine gidiyordu. Ticaret ağının merkezinde olan Hârizmliler, kendileri de pek çok bölgeye ticaret kervanları düzenlemekteydiler. Tahıl üretimi yanında pamuk ekimi, bahçecilik ve hayvancılık gelişmiş idi. Nehir balıkçılığı taze tüketim yanında kurtulmuş balık ticaretini sağlıyordu. Orman ürünleri ve dericilik önemli geçim kaynaklarındandı. Hârizm bölgesinde tarımın bu denli güçlü olması sulama kanallarının düzenli bir şekilde organizasyonuna dayanıyordu. Selçuklular döneminde toprak dört ana bölüme ayrılıyordu. Bunlardan birisi vergileri sultana tahsis edilen has arazilerdi. İktâ sistemi denilen uygulamada, devlete ait gelirler, hizmet ve maaşlarına karşılık kumandan, asker gibi devlet ricaline terk edilirdi. Vakıf araziler gelirleri genelde ilmi ve sosyal ihtiyaçlar için tahsis edilen arazilerdi. Bir de tasarrufu kişilerde olan özel araziler bulunuyordu. 10 Selçuklu Devleti’nde siyasî ve askerî yapı Türklerin, bürokratik yapı İranlıların elinde idi. Bürokraside hâkim olan aileler irsî olarak görevlerini sürdürürlerdi. Şehirlerde önde gelen aileler ve âlimler zümresi nüfuz sahibi idi. Tüccarlar, sanatkârlar şehir ve kasaba hayatının ayrılmaz bir parçasıydı. Kentlerde hiç kuşkusuz ayyâr ve evbâş denilen ayak takımı da yaşamın bir parçasıydı. Köylerde toprak sahipleri ve çiftçiler yaşıyordu. Anadolu Selçuklu Devleti’nde ticarî hayat oldukça canlıydı. Özellikle Haçlı Seferleri’nden sonra Anadolu ticaret yollarının merkezinde yer alan bir konuma yükseldi. Kıbrıs’tan gelen mallar Antalya’ya, oradan da Konya, Sinop ve Samsun’a kadar götürülüyordu. Antalya Haçlıların eline geçtiği zamanlarda ticaret yollarının emniyetinin bozulması burasının önemini gayet açık bir şekilde göstermektedir. Öte yandan Anadolu’nun birçok yerinde ticarî hayatı canlandıran kervansaraylar kadar şehir hayatında hanlar, çarşılar önem arz ediyordu. Genel hatlarıyla ticaret ve sanat erbabına mahsus teşekkül eden çarşılar esnaf dernekleri denebilecek ahi teşkilatı tarafından idare edilirdi. ÖZET Müslüman Türk devletlerinde sanat ve mimari alanında pek çok eser vücuda getirilmiş; dönemin, coğrafyanın ve ihtiyaçların yönlendirdiği yapı içinde binlerce eser inşa edilmiştir. Bunlar arasında camiler, hanlar, kervansaraylar, medreseler, hastaneler ve saraylar gelmektedir. Orta Asya’da ve İran’da tuğlayı kullanan Türkler, Anadolu’da kesme taşı kullanmışlardır. Orta Asya motiflerinden Bizans motiflerine, İran’dan Kuzey Afrika’ya varıncaya kadar geçişken bir üslup ve zengin bir sanat anlayışı ortaya çıkmıştır. Tolunoğulları döneminden kalan Ahmed b. Tolun Camii, Humareveyh döneminden kalan kabartmalar, İtil Bulgarları döneminden kalan Han Camii, Doğu Türbesi, Aksaray, Han Camiinin minaresi, Karahanlılar döneminden kalan Hazara Camii, Arap Ata Türbesi, Ayşe Bibi ve Balacı Hatun türbeleri, Gaznelilerden kalan Leşker-i Bazâr Camii ve sarayı, Sebüktegin ve Mahmud’un türbeleri, Ribât-ı Mâhi kervansarayı, Hârizmşahlar döneminden kalan Alaaddin Tekiş ve Fahreddin Razi türbeleri, Selçuklular döneminden gelen İsfehan Mescid.-i Cuma, Nişabur, Bağdat ve Tus kentlerindeki medreseler, Sultan Sencer’in türbesi, Anadolu Selçukluları döneminden Konya, Sivas, Erzurum, Tokat, İznik gibi pek çok kentten günümüze gelen medreseler, camiler, şifaheneler vb. diğer yapılar Türklerin mimari ve sanat alanında çeşitli aşamalardan geçtiklerini, önemli eserler bıraktıklarını göstermektedir. 13.3. DEĞERLENDİRME SORULARI 1. Tolunoğulları döneminde üç kilometre karelik bir alana kurulan, saray, hükümet konağı, komutanların evleri, askerler için kışla ve talim yerleri, meydan bölümü, esnaf ve sanatkârlar için ayrı bölüm ve meskenler, su sarnıçları, hamam ve su kemerleri yapılan bölgeye verilen ad aşağıdakilerden hangisidir? a) Medinetüsselâm b) Fustat c) Babilon d) Katâî 11 e) Kıt‘atü Mısr 2. İslâm sanatında resim, oyma ve kakmacılığın geliştiği ilk Türk İslâm devleti aşağıdakilerden hangisidir? a) Karahanlılar b) Hârizmşahlar c) Sâcoğulları d) İhşidîler e) Tolunoğulları 3. İslâm mimarisinde kullanılan sırlı tuğla ve kiremit tekniğinin aşağıdaki Türk İslâm devletlerinden hangisi tarafından başlatıldığı kabul edilmektedir? a) Gazneliler b) Selçuklular c) Karahanlılar d) Tolunoğulları e) Hârizmşahlar 4. Selçukluların Anadolu’ya girişleriyle birlikte mimari eserlerde kullandıkları ana yapı malzemesi değişmiştir. Aşağıdakilerden hangisinde bu malzeme verilmiştir? a) Taş b) Alçı c) Tuğla d) Ahşap e) Çini 5. Aşağıdaki eserlerden hangisi İtil Bulgar dönemi eserlerinden birisi değildir? a) Han Camii b) Karasaray c) Aksaray d) Küçük Minare e) Leşker-i Bazâr Cevap Anahtarı: 1. d, 2. d , 3. c, 4. a , 5. e. 13.6. KAYNAKLAR 12 Yazıcı, Nesimi, “İlk Türk-İslâm Devleti: İtil (Volga) Bulgar Hanlığı (VII-XV. Yüzyıllar)”, Diyanet İlmi Dergi, XXIX/1 (Ankara 1993), s. 57-69. Palabıyık, M.Hanefi, “Gaznelilerin Hindistan Seferleri”, Ekev Akademi Dergisi, XI/32 (Erzurum 2007), s. 139-152. Kayaoğlu, İsmet, “Anadolu Selçukluları Devrinde Ticari Hayat”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXIV, 359-373. Yazıcı, Nesimi, İlk Türk-İslâm Devletleri Tarihi, 6. Baskı, Ankara 2007. Taşağıl, Ahmet, “İdil Bulgar Hanlığı”, DİA, XXI (İstanbul 2000), 472-474. “Karahanlılar”, Çetin, Osman, Türk-İslâm Devletleri Tarihi, İstanbul 2009. Merçil, Erdoğan, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, 6. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011. Brend, Barbara, “Doğu’dan Gelen Yenileşme Hareketi: Selçukluların İran ve Anadolu’ya Girişi (trc. Ayşe Üstün)”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IX (İzmir 1995), s. 391-410. Emel Esin, "Türk San'atı Tarihinde Kara-hanlı Devrinin Mevkii", TTK Bildiriler, VI (1967), s. 100 vd Hasan İbrahim Hasan, Siyasî Dinî Kültürel Sosyal İslâm Tarihi (trc. İsmail Yiğit v.dğr.), I-VI, İstanbul 1985-1986. Hitti, Philip K., Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1980. Merçil, Erdoğan, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, 6. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011. 13