Fonetik Analizin Anahtarı, Antik Karadenize Yolculuk

Transkript

Fonetik Analizin Anahtarı, Antik Karadenize Yolculuk
ANTİK KARADENİZDE FONETİK YOLCULUK
(Araştırma Dosyası)
Fonetik Yolculukta
Şükranlarımla… (MÖ.1.yy)
Karşılaştığım
Karadenizli
Oğuz
Beylerine
Başoğuzlu VI.Büyük Bedri (Eupatore Mitridate) ve Ay-Yıldızlı Parası
Büyük Bedri’nin Torunu, Dorbeyi 2.Prens
Ar-İştar-Kos, Kocari
Uygarlığın başladığı UYGUR’A ve üzerinde kadın-erkek
bulunan tek bayrağa saygılarımla…
AY ve GÜNEŞ’İ yaşatan bütün bayraklara sevgilerimle…
Ay’ın sarısı, Güneş’in kızılı ve Başoğuzlu yıldızına bin selam… Onları
Cumhurbaşkanlığı Forsuna koyarak Oğuz Töresini yaşatan Mustafa Kemal
Atatürk’e bin şükran…
1
ANTİK KARADENİZDE FONETİK YOLCULUK
1. BÖLÜM
FONETİK ANALİZİN ANAHTARI “Üçlek Sistem”
1-Fonetik Sürecin Başlangıç Dönemi
2-Fonetik Akraba Sesler
3-Türkçe’de Fonetik Yolculuklar
4-Türkçe’de Her Sözcüğün Fotoğrafı Çıkartılabilir
5-Fer / Işık Dünyasına Fonetik Yolculuk
6-Uygurlarda Işık Bilimi ve Pusula
7- Dilin Oluşumunda Üçlek Sistem
8- Söze Oğ Tanrının Adıyla Başlama, Selamlaşma
9-Antik Sözcükleri Okuma Kolaylığı
10-Harflerin Hece ve Tamga İşlevi
11-Ailemizde Antik Dil Bağlantıları
12-Yakarma, Yalvarma, Haykırma Ünlemleri ve Hubyar
13-Bir Kaşgari Dili; Urduca ve Tulum Şehri, Gilgit-Baltistan
14-Bazı Antik Sözcüklerin Fonetik Açılımları
15-Lazca-Latince-Türkçe-Farsça Gramer Bağları
16-Göç Yollarında Değişen Sözcükleri Ailesiyle Buluşturmak
17-Hititler’in İD Dünyasında Fonetik Yolculuk
18-Rize Şivesinde Lazca’yla Ortak Sözcükler
19-Rize Şivesi Uygarlık Dilinde
20-Türkçede Karız Kültürünün İzleri
21-“Laz” İle Fonetik Yolculuk
22- 1934 Türk Dil Kurultayında “Türk Dilinde Kökler”
2.BÖLÜM
KARADENİZİN TANRIÇALARI
1.Doğu Karadeniz’de Sümer Tanrıçaları (Laz, Ayane, Kibele, Sümele)
2.Rize ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu (Kolkhis)
3.Artvin ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu (Oğuzeli)
4.Trabzon ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu (Lazion)
5.Giresun ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu (Godyora, Oğuz-Yöre)
6.Kelkit Satala Uygarlığı
3.BÖLÜM.
3.BÖLÜM: BAZI ANTİK UYGARLIKLAR
Akmenid Karusi Oğuzlu Devleti
Çin’de Oğuzlu Töresi; Konfüçyüs ve Laozi Öğretisi
“Laz” ve “Pelaz” İle Fonetik Yolculuk
Kutsal Hilâl Topraklarının Oğuzlu Ataları
Amazon Uygarlığının ve Sınırları
2
İki Amazon Uygarlığı; Filistin ve Alazya
Koma-Gene; Homa Sani, Güneş Canları Uygarlığı (MÖ.305-MS.69)
Şaman Oğuz Şehirlerinin Yerle Bir Edilişi; MİLAT
Samsatlı Antik Masalcı Hlikyanos:
Selevkos Asya Krallığı Hanedanı
Değerli Okur,
Tarih yazmak öyle bir şeydir ki, bir gün bir belge çıkar ortaya ve siz
yazdığınız her şeyi yeniden yazmak zorunda kalırsınız.
Bugün ulaştığım bilgileri ve kendimce yorumlayarak yazdığım bu yazıları
dilerim bir gün ulaşacağım yeni bilgilerle yeniden yazmak zorunda kalırım.
Umuyorum, bir gün Rize Kale Mahallesinde bulunan Sinora Kalesindeki
Kaynon Ahori’dan MÖ.63’de Roma’ya ganimet olarak götürülen Başoğuzlu Mohti
Oğuz’un el yazması Lokman Hekim kitabı ve Emine’sine aşk manileri Jupiter
Müzesinden geri alınır da, o yazıların hangi dilde ve hangi alfabeyle yazıldığı ortaya
çıkar. Onlar ortaya çıksın, ben de yanılmış olayım.
Ya da Rize “Mahalle Kale”nin iki bin yıl önce Roma askerleri tarafından taş
doldurularak kapatılmış kuyuları umarım bir gün açılır da, içinde kalan kemik
kırıntıları ve duvar yazıları dilerim test edilir!
Yine dilerim ki, Rize Belediyesinin dozerleri tesadüf ettikleri mağaraların
ağzını kapatmak işgüzarlığından vazgeçer.
Dilerim bir gün, İyidere’de bulunan 2 km.lik geçitin Bahriye körfezindeki
antik şehir Potomya ile bağlantısı merak edilir; Baleva Bayırıyla Vela arasındaki
tepede şimdi zemini kalan Gelin Kaya rölyefi, onu görmüş olanların tarifiyle yeniden
nakşedilir; aynı dağda bulunan dipsiz kuyunun yer altı şehrine ait havalandırma
bacası olup olmadığı dilerim araştırılır.
Yola çıkarken:
Fonetik yolculukta uğrak yerlerim öncelikle eski adı olan yerleşim yerleridir.
Çünkü eski adları tarihten ve hafızalardan silememenin bir nedeni vardır. Ayrıca
zannedildiği gibi eski adlarımız bir başka dilde değil, tamamen Oğuz dillerindedir.
Bu yolculuğa 2004 yazında Macaristan Sultan Kutay Enstitüsünde aldığım
Müzikoloji eğitiminden sonra başladım. Nazlatma adını verdiğim bebek sevme
ezgileri derlerken karşıma çıkan fonetik benzerlikler giderek bir sisteme oturmaya
başladı, o zaman ipin ucunu yakaladığımı fark ettim; aynı nazlatmayı Rize’de yedi
sekizlik, Erzurum’da altı sekizlik ritimde, sözlerini ise sadece ağız farkıyla
buluyordum. Nazlatmalar beni birbiriyle akraba seslere sahip olan dillere
götürüverdi.
Fonetik yolculuğum Antik Karadeniz araştırmalarımla birlikte başladı. Biraz
da beni buna Halikarnaslı Balıkçı Baba zorladı. Diyordu ki, Karyalı yöneticiler
Anadolu’nun kuzey doğusundan gelirlerdi, şimdi kaybolmuş bir dilde konuşurlardı.
Acaba öyle mi, o dediği yerde belki de o dil duruyordu, gidip bakmadı ki!
3
Antik sembolleri ve yazıları çözmeye başladım. Güneş kültünde semboller,
kaybolmuş birçok uygarlıkla akraba olduğumuza işaret ediyordu. Örneğin Şems gibi,
çoğunun ismi bugün de var ve yine kutsal kabul edilmektedir.
Örneğin Laz adı etnik değil inanış adı çıkıverdi; Sümer Tanrısı Lat/Laz!
Bugün Lazca dediğimiz dil Latincenin kökü ve Sümer dili çıkıverdi. Bu insanların
soyata adı Eyzi (Oğuzi), yaşadıkları bölgenin adı ise Kolk-is (Halk uşakları) idi.
Bu araştırmalarım sırasında Tahsin Mayatepek’in ifadesiyle “Güneş
Dininden” İslamiyete girmiş sözcüklere ve sembollere rastladım.
Fark ettim ki atalarımız asla ırksal ad kullanmadılar. İnanış adları Ulu-Oz,
Laz, Lat, Soli olurken, demiri bulan ve kullanan kültüre Sümer, Sümerli dediler.
Kuzeylilere Got, Oğuz, Eyzi; güneylilere Art, Tur, Dor, Zor; Herat-Horasan kökenli
direniş ruhu yüksek asker kavimlere Horas-ani, Karuş, Korus, Korata, Korti, Koria
derken, dağları mekan edinmişlere Pan, Ponti dediler. Kaynaşmış bir olmuşlara
Milet; kadın erkek birlikte vatan savunanlara Maz, Mede, Mazeus, Mautu, Mete
dediler. Aziz analarına ve onların aziz oğullarına Hatti, Hitit, gibi isimler verdiler.
Roma’da Latince, İran’da Farsça devlet dili, tıpkı Osmanlıca gibi devletin
sanat ve yönetim diliydi. Bu dillerle eğitim, hitabet, siyaset, bilim ve sanat yapılırdı.
Bu nedenle antik şehirlerdeki yazılar çoğu zaman halkın kullandığı birden fazla
dilleri göstermez. İşte bir İran atasözü: “Türk’ün iti şehre inince Farsça ürür.” Bu
yolculukta tanıştığım Tahranlı bir köy delikanlısından aldım bu atasözünü, Türkçe
konuştuk.
Fonetik analiz, Atatürk’ün de merakı olmuş, tuttuğu notlar arasında “AYOL”
sözcüğünü merak ettiği görülmüştür. Tarih merakı üzerine annesi, “Ayol, bunları ne
yapacaksın?” demiş, Atatürk de, “Annem bana neden ‘Ay-ol’ dedi?” diye merak
etmiş. Atatürk, bu sözcüğün Güneş Dil Kuramına ait bir dua olacağını düşünmüş, bu
düşüncesini günlüğüne yazmıştır.
Atatürk, ilk tarih araştırmaları emrini verdiği zaman kurulan bölümün adına
Asuroloji denilmesine itiraz etmiş, “Bırakın Samilerin Asurolojisini, adına
Sumeroloji diyelim” demiş, Eti Bank, Sümer Bank adlarıyla işletmeler kurarak
düşüncesini hayata geçirmiş, hatta 1931’de Fransa’da basılan ilk Hititoloji dergisini
himayesine almıştır. (M.İlmiye Çığ’dan naklen)
Araştırmaya başladığımda, Sümer Anamız Muazzez İlmiye Çığ ile
mektuplaştım, desteğini aldım.
“Çok Sevgili Muazzez Ablacığım,
Umarım sağlık ve afiyettesiniz.
Müzik ve Drama eğitimcisiyim, yayınlanmış eğitim kitaplarım var. Bebek
nazlatmaları derlerken, binlerce yıllık seslerle karşılaştım; değişik yerlerde benzer
fonetik özellikte seslere rastladıkça konuya biraz daha derinleşir oldum.
Rizeliyim, yerel şivemizdeki seslerin sırrını çözdüm. Örneğin Rize’de bir
bebek ezgisi (nazlatma) Tacik’çe çıkıveriyor!
Benim adım Mahiye yazılmış ama bana evde MAYA (Mayye) derler, Maya
Analar aramaya başladım, Mayana, İrana, Tatana, Medana gibi şehir adları buldum.
4
(Daha sonra Suriye Selezya Kraliçesi Maye Aba’yı ve Pisagor’un benim gibi çocuk
müziği üzerinde çalışan kızı Maye’yi buldum.)
Şimdi kendi doğduğum yerdeki eski isimlerle ilgileniyorum: Attika, Humruğ,
Potomya, Peripol, Haldoz, Askoroz, Kible Dağı, Ayane Dağı…
Halikarnas Balıkçısı’nı yeniden kurcalamaya başladım, bu kez farklı şeyler
dikkatimi çekti, örneğin ÜÇLEK TANRIÇA adı. Onun işaretlerini aramaya başladım.
Buldum galiba. Ve onun dildeki karşılığını yakaladım.
Dildeki ÜÇLEK sistemle sözcük türetmeyi, dil ailesi oluşturmayı gördüm.
Daha yazacaklarım var. Ama yazdığım kadarını sizinle paylaşmak istiyorum. Bir
bölümünü buraya aldım.
Saygı ve sevgiyle ellerinizden öperim.”
Mahiye Morgül 20.11.2007
Ertesi gün aldığım yanıt:
“Sayın Mahiye Morgül,
Çalışmalarınız için sizi candan kutlarım. Beni çok heyecanlandırdınız.
Evet son yapılan çalışmalar, buluntular Türklerin ta ezelden beri bu
topraklarda yaşadığını gösteriyor. Bunlar arasında yer adları çok önemli.
Sizin bu yazınızı ben de ilgilenebileceklere göndereceğim, sizce bir sakınca
yoksa.
Diğer taraftan Sumer Türk bağlantıları üzerindeki çalışmalar da çok iyi
sonuçlar veriyor. Türk dilinin tarihi Avrupalıların kabul ettiği gibi İsa ile değil
binlerce yıl önce var olduğu ortaya çıkıyor. Bir gün bütün bu çalışmalar toplanıp
büyük bir kongre düzenlenerek dünyaya duyurulmalı.
Sizi tekrar candan kutlar sevgi ve selamlarımı sunarım.
Sevgili Mahiye Morgül, çalışmalarınız çok ilginç. Ben böyle dil çalışmaları
yapmadım. Siz bütün bu çalışmaları bir kitap haline getirin. Sümer dili ve Türk dili
karşılaştırmaları ile ilgili bir projemiz var. Belki sizin bu bulglarınızdan da
yararlanabiliriz.
Çok selamlar.”
Muazzez İlmiye Çığ
21.11.2007
5
1.BÖLÜM
FONETİK ANALİZİN ANAHTARI “Üçlek Sistem”
Fonetik Sürecin Başlangıç Dönemi
Kıpırtı sesler:
Seslerin henüz uzağa gönderilemediği, ağız kaslarının tarihsel gelişiminde en
alt basamağa denk düşen seslerdir. Eğer insanın evrimleşmesiyle örtüştürecek
olursak, henüz dil ve çene kasları gelişmemiş olduğu, ilk insanın göründüğü (Güney
Afrika’nın kuzey bölgesi) ilk gen dönemi ile örtüşür.
“Kı-pı-tı / pi-ti-ka…” gibi, yalnızca ağız boşluğunun üç noktasında, gırtlak,
dudak ve dil ucu ile çıkartılabilen ilk seslerdir. Sesli harfler ise hayvan seslerini taklit
aşamasında olmalıdır, örneğin “MUU” demek öküz demektir. Bebeklerin ses gelişimi
bize örnektir.
Kıpırtı seslerin ağız boşluğunda oluşanları (sesli harfler) için kasların
kullanılabilme durumuna göre, gelişim sırası şöyle olacaktır: İlk ses “ı”, inilti gibi
çıkar.
“I, İ, E, A, O, U” seslerinin oluşum sırası önemlidir, bu sırada belli bir
fonetik açılım vardır. Bu sıralamada hafiften kuvvetliye doğru sıralama ağız kaslarını
zorlama derecesiyle örtüşmektedir.
Ö,Ü harfleri, E,İ harflerinin yakın geçişlileri olup, dudak kaslarının en
gelişmiş olduğu döneme aittir; İstanbul Türkçesi ve Azeri Türkçesi bu bakımdan
dilde gelişmişlik örneğidir.
2. Palazlanma:
Palazlanma döneminin sesleri henüz iki harfli hecelerdir. Sesli harf
eklenerek, sesin uzatılabildiği dönemdir;
“pe, pi, ta, ki, pi, ti..” gibi.
Kıpırtı sesler tohumdur, palazlanma döneminde tohum filiz vermeye başlar.
Çimenlerin ilk palazlanma döneminde yaylaya gidildiği için, toprağı kaplayan bu taze
filizlerin oluşturduğu halıya Kaşgar yaylalarında “pelaz” denir. Pelaz-filiz geçişli
sesleri dikkat çekicidir.
Ağız-dudak-dil kaslarının gelişim sürecine, kolaydan zora doğru giderek
oluşumlarına baktığımızda, dudak seslerinin ilki P, sonra B, sonra M gelecektir.
“Ben” yerine “pen” diyen bir yörede, oraya ilk yerleşenlerin bu insanlar olduğu
düşünülmelidir. Örneğin Trabzon civarında B harfleri serttir, P çıkartılır, baba
“pupa”olur.
Tarihte kurulmuş en eski iki şehirden biri diye sözü edilen Trabzon’un
(diğeri Tarsus) burada sıkça konu oluşu bu yöreden batıya doğru göçlerin çok fazla
olması nedeniyledir. Çünkü tüm Doğu Karadeniz, Kaşgar Dağları ve Trabzon, daha
doğudan, Asya içlerinden gelen boyların batıya geçiş yolu üzerindeki kavşak noktası
görünmektedir. Bu durum, fonetik süreci algılama açısından anlamlıdır.
3.Kök heceden fonetik çoğalma:
Kök hecelerin ortaya çıktığı dönemdir. Örneğin, gırtlakta başlayan bir ses
dudakla kapatılabilir, dil ucuyla başlayan bir ses dudakla kapanabilir:
6
“per- dak- dil- sim, kim- mem- dem- did, id, od, os,” gibi.
Artık kök hecelerden fonetik çoğalma yapılabilecektir. Önce, üçlek sistemle
kök heceden dişil-eril iki sözcük oluşur. Örnek:
per, peri, pero
pit, piti, pito
did, didi, dido
İlk örneğimiz “per” (fer) olacak, çünkü bu sözcükte demir çağına geçişin,
demiri ocak başında eritmenin, ona şekil verecek kadar onu eğirmenin getirdiği
bilinç sıçramasına tanıklık eden bir açılım yapılabilmektedir. Buradan, fer-ısı-ışık,
bilgili insan, yaratıcı, ”müz, maz, bas” perisi çok olan, aklı çok olan insan, gibi pek
çok kavramla bağ kurulabilmektedir.
FER/PER/MER, SÜ-MER ve DE-MİR’in köküdür. Sümer için, Demir
Kültürü demek yanlış olmaz. Demiri bulanlara verilen ad olmalıdır.
Kök heceden fonetik geçişlerle kocaman bir tablo gibi, büyük bir ağaç gibi
dil aileleri oluşur. Kökü dışarıda olan sözcükler dil ailesi için en büyük tehlikedir.
Eğer ki bir başka dilden sözcükler zorla getirilip bu ağaç üzerine gölge düşürürse,
buradaki yapraklar güneşsiz kalmaya ve kurumaya başlar;
Şimdi örneğimize dönelim:
per, peri, pero, poro / Fonetik büyütme
ber, beri, bero, boro / P – B fonetik geçiş
fer, feri, fero , foro / P –F fonetik geçiş
mer, meri, mero, moro / P – M fonetik geçiş
far, fara, faro, foro / E - A sesli harfleriyle geçiş
Görüldüğü gibi, eğer fonetik geçişler sesli harflerle devam ettirilirse onlarca
kere daha türetme yapılabilecektir.
Bir örnek de “pit” üzerine yapalım:
Pit- Piti- Pito-Poto (Pudu): Sanki bir yılan büyüdükçe, sesli harfler ince
sesliden kalın sesliye doğru değişim gösteriyor. Burada yavru yılanın kalınlaşarak
büyüdüğü de hissedilmektedir. Özellikle POTO’da, O sesindeki kalınlaşma büyümüş
yılan imajıyla örtüşmektedir.
bi/be Piyanissimo (en hafif)
pit – Piyano (hafif)
piti -Mezzo Forte (orta kuvvetli)
pito – Forte (kuvvetli)
poto – Fortissimo (çok kuvvetli)
putu – En kuvvetli, en güçlü, bir olan.
Müzik sanatının içinde önemli yer tutan söz-ses uyumunun (prozodi) temel
mantığını bu örnekte görebiliyoruz. Fonetik sıralamada varılan en üst düzeyde
“güçlü” PUTU kavramıyle sesdeş Tanrısal isimler; BUDA, Pudu-Hepa.
Şimdi, Erzurum’da bar oynarken başbarın söylediği “te, te, te” , aynı
zamanda atına dehlerken söylenen “de” (hay de) kıpırtı sesinden “ter” kök hecesini
türetelim ve fonetik yolculuğa çıkalım:
Te: Oyna, kıpırda, terle, canlan haykırışıdır. Teo; Ata, Utu, dağ Tanrısıdır,
rengi yeşildir, simgesi sekiz ışıktır, Şems’tir. Erzurum’da “Te-o”; İşte O, taa, en
yukarıdaki, en uzakta olan, Ta-Oğ.
7
Ter: Te-ur; İta’dan üreyen, TER, Tor, Dor…
Tour: Zeytin tanesinin ilk hali. Doğuran, Tuğran. Turani dillerin kök hecesi.
Bu fonetik yolculukta, ter atmakla ilgili, su gibi artmakla, canlı olduğunu
belirtmekle, çoğalmakla, türemekle ilgili, hatta çalışkanlıkla ilgili kavramların dil
ailesi oluşacaktır.
Ter-teri-tero- (tara-toro-toru, turu’k)
Der-deri-dero-(dara-doro-doru- doru’k)
Ser-seri-sero-(soro-saro-saru-suru)
Sir-siri-siro-soro-suru
Cer-ceri-cero- (coro-caro-coru’k)
Der/dir-diri-dere/dârâ/derya
Tir tir: Çoğullanmış hali, tirtir titremek.
Tor: tor-un
Dor/Tur, Tur’uk/ Tur’k / Dor-aga
Tur-ika; Török; Türün agabeyi, İlk Tür, Tür’ün ilki; Turk-ana.
Turunç: Tur-Anası; Türün ana ışığı, turunçgillere adını veren meyve.
Turunçgil ailesinde bulunan portakal, mandalina, greyfurt (kınkan,
kızmemesi), turunç, ağaçkavunu (bergamut) ve limon, onun çekirdeği olmadan
yetiştirilemez. Türün ana ışığı, hayat enerjisi, canı, ondadır.
TUR: Anadolu ve çevresinde yaşamış kavimlerin ortak adı. Arkeolog Ahmet
Beyazlar’dan naklen:
“Anadolu ve çevresi, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar dahil, tarihin
her devrinde aynı kültürün, tor/tur kültürünün hakim olduğu bir yer.
ingilizcede tur kelimesi ile üretilen tüm kelimeler de bu düşüncemizi
kanıtlıyor. Özellikle tork (boyuna takılan esaret zinciri bağlama aparatı)
ortaçağda haçlılar tarafından Anadolu’dan esir götürülen Türkler, kravat
hırvat esir yuları benzerliğinden, torc (meşale) ateş ve Şaman kültürü ile ilgili
önemli kültürel belgeler. Bunun yanında tur (dönme eylemi de gerek yaylak
kışlak döngüsü gerekse semah dönme eylemi ve gerekse baba oğul döngüsü
ile hayatın devamlılığına inanan kişiler (Haydar) ifade eden bir kelimedir.”
Tur ile Ur-artu, Tur-ur, artar, çoğalır, Toğur-ur, sesde sözüklerdir.
At ile Türk birbirine yakışır; doru at, dor atası, ihtimaldir ki Türklerin
ehlileştirdiği atın adıdır! Doru ata Hemşin’de “Oğuz atı” denir.
Suyun tarımda kullanılmasıyla başlayan bereket üzerine kurulan sözcüklerde
ürün ile bağlantılı olabilecek birçok sözcük antik isimlerde karşımıza çıkar.
Kökeni UR olan bir sözcük ailesinin varlığından söz edebiliriz: Ur, Uru Ma
(Ma ürünü), yoğur, uğur, öğüri, iğir, urdi (üredi, türedi), urgan, örgü, örmek (urmağ),
vb. R harfindeki çoğullanabilme özelliği ile örtüşen bir durum vardır; örneğin şehir
kurmak da UR olmaktır, şehirler UR yeridir; Oğ-yeri, Oğri. “Bizim ORA” demek
gibi, bizim ürediğimiz yer; oğri, uri, uru, ura, ar, ara, vb. fonetik dönüşümleri oluşur.
FER; en önemli kök hece olmalıdır. Işıktan ur olmaya karşılık
görünmektedir. Kadının doğurganlığı ile örtüşür. Özellikle müzik yapan, iş yapan,
çalışkan kızlara PERİ denir.
8
1.Frigya: Taze, ferig, filiz dönemi. Ceng-i Bar gibi Kadın savaşçı kaleleri
vardır. Antik Frigya bölgesinde Kibele’nin ilk gençlik dönemini, FERİ-kaia buluruz.
2.Lidya: Öz’lenmiş, Ulu-od olmuş, Lat dönemi, taçlı hali.
3.Koriya: Kor gibi, olgun yaşlılık dönemi. Opalizi (Artemis) hali.
Bu üçlek adlandırmalar, Üçlek Tanrıça mantığı ile, Oğuz kültüründeki
“hamdım, piştim, oldum” kavramlarıyla örtüşür.
Üçlek kavramında Ayın Üç Hali önemlidir.
1980 yılına kadar Ay Takvimi kullanan İran uygarlığının kökenindeki
Pers/Sümer kültürü ile “Üçlek Tanrıça” kavramı örtüşür. Timur’un bayrağında, Üç
Hiva Hanlığında ve Marduk kuşunun üzerinde “üç noktalı” sembol belirgindir.
Antik Anadolu mermer lahitlerinde ve İstanbul Fatih camisinin bahçesindeki
mezar taşlarında, Osmanlı sancaklarında kırmızı üzerinde sarı Üç Hilal görülür.
Bunlar, Sümer kültürü ile bağlarımızı gösterir.
Amazonlar için, Kafkas Ay Tanrısı inanışlılar diye geçer. Ay ile bu kadar iç
içe bir kültürün İslamiyet ile bağlantısı olmalı ki Ay, Peygamber Mührü, Kamer’dir.
Bilimsel olarak da kadının doğurganlığı ay takvimine göredir. Kadınların
ayda bir kanamasına Ay Hali adlandırması önemlidir; kanama süresi 28 gündür, bu
da Ay Takvimi demektir. Ay Takvimine göre ayın 14.günü, dolunay hali, MED/MEZ
(Maz) zamanıdır. Halk arasında döllenme zamanı olarak da bilinir.
Kadının yumurtlamasının ara verdiği bir haftalık sürede ay kaybolur. Ay
yeniden doğarken rahim yeni bir yumurta hazırlar. Bu biyolojik olay ile Ay arasında
Tanrısal bir ilişki olduğu düşünülmesi doğaldır. Ay’ın gökteki hali ile insanın
duygusal durumu arasında doğrudan bağ vardır, hatta suların çekilip yükselmesi gibi,
insanın kanında coşma ve halsizlik hallerinin (med-cesir) Ay ile doğrudan ilgisi
vardır. Yine, Oruç ve Kurban Bayramı gibi İslami ay ve günler, Ay Takvimine
göredir. Bütün bunları keşfeden Sümer atalarımızın Ay Tanrılı, Üçlek Tanrıça Kibele
inanışlı diye anlatılmaları normaldir.
Kıpırtı seslerin, insanın ilkel haliyle çıkardığı sesler olduğunu düşünürsek,
insanoğlu tarımı başlattığında bu sesler belirginleşmiş, demiri işledikçe bu sesler
büyümüş olmalıdır. Bu süreçte insanoğlunun zihinsel gelişimiyle de paralellik
kurulabilir.
Fonetik Akraba Sesler
İnsan sesiyle yapılan, malzemesi dil olan müzik, tiyatro, şiir gibi sanatlara
fonetik sanatlar denir.
“Fon”, ana ses rengidir ve burada, resim sanatındaki kullanımıyla aynı
anlamdadır; zeminde kendini belli eden renktir.
Yazımızda, tınısı birbirine yakın olan sesler için “fonetik geçişli harfler”
ifadesini kullanıyoruz. Bunlar akraba gibidir, onlara “sesdeş” harfler de diyebiliriz.
Bu sesleri, dudak sesleri, gırtlak sesleri, dil-diş arası sesler, dil-damak arası
sesler, ağız boşluğunda çıkan sesler, gibi gruplandırabiliriz.
A- Dudak sesleri: P, B, M. Bu seslere altdudak-üstdiş arasında çıkan F, V
eklenebilir.
9
B- Gırtlağa yakın sesler: K,G, H, Ğ, “KH”.
C- Dil-diş arası sesler: T,D, Z, S, Ş, J, C, Ç.
D- Ağız boşluğunda çıkan sesler: I,İ,E,A,O,U. (Kreşendo sıralamasıyla)
E- Dil ucu-damak arasında çıkartılan sesler: R, L, Y.
T-D-Y-S(sh) sesleri nadir olarak görülen geçişlilerdendir. Ön üst dişlerin
hemen arkasında oluşan bu sesler farklı lehçelerde birbirine dönüşebilir.
Bütün ağız boşluğunu kullanarak çıkabilen en büyük sesler: W- UU, EU,
OU. Bu sesler Oğ, Göğ olarak karşılık bulur. Büyük evrenin, kozmozun fonetik tarifi
gibidir.
Birbirine uzak gibi duran Ç-T ses geçişleri de vardır; Selçuk, Saltuk gibi.
Dil ucu-damak arası seslerden, zamanla birbirine dönüşen D-Y, R-L, L-Y
gibi sesler farklı Türk lehçelerinde karşımıza çıkar.
D-Y geçişine örnek sözcükler:
Adak-Ayak, Kadgu-Kaygu, Bedü-Büyü’mek, Bedük-Büyük, Udı-Uyu,
Edgü-Eygü-İyi, Adırmak-Ayırmak, Bod-Boy, Kodmak- Koymak, Dar/Tar/Yar, gibi.
BAYRAK, Ön-Türkçede BADRAK, Eski Uygurca BADRUQ,
Karahanlıcada BATRAQ olarak geçer. Soy, Boy yerine Ön-Türkçe BUD, Budun
kullanıldığı sıkça karşımıza çıkar.
Lazca Dade, Türkçe Dayı’dır. Lazca-Türkçe gramer bağlantısında D-Y
dönüşümü önemli işarettir. Mohti Oğuz Mitri Date’nin Lazca karşılığı Bedri
Dayı’dır. Anne tarafından Mitri soylu olduğunu ifade eder; Dayısı Mitri; Mitri
Dates.
Tarsus’un Toroslar’daki köylerinde Bayram’a, Badram denir. Buralar Yörük
köyleridir. D-Y ses dönüşümünü Yörük-Törük sözcüklerinde de görürüz. Prof.Oktay
Sinanoğlu’nun da ifade ettiği gibi, “Yörük”sözcüğü ses kaymasıyla Türük’e dönüşür
ve Türk’e demektir.
Sümerce ile Türkçe arasında D-Y geçişi Sümerologlar tarafından dile
getirilmektedir. Örnek:
Türkçe YAR, Sümerce DAR (Hub-Yar, Euba-Dor, Jupi-Ter!)
Türkçe İRİ, Sümerce DİRİ. (Rize şivesinde iri, YİRİ’dir!)
Urduca Yumina (Emina), Domina, Hititçe Domna…
R-L geçişinde HALİME – HAYME örnek verilebilir; Hali-ma, Hay-ma.
Hali=ULU=HAY (Haydor Yaylası; ULU DOR Yaylası.
Urduca Yumina/Domina, bizde Emine’dir. Günümüzde iyice kısalarak Mine
oluverdi.
Y’nin S olarak okunuşu ve yazılışı antik sözcüklerde yaygındır; Mitri
DATOY, Mitri DATOS aynı kişidir. İberya’da, Asturya bölgesinde yaşayan Pagan
diye bilinen halkın adı PELAYO’dur. İngilizce kaynaklarda bu halkın
Pelazi/PELAYO halkı olduklarını yazar. Pelat/Pelaz/Pelay aynı sözcüktür.
Asturia kralı San Pelayo ve kurucu kral Astur, Kafkas İberyası kökenlidirler.
Ki, bu halk MÖ.1.yüzyılda VI.Mitridate ile aynı dönemde Sezar’a karşı Ser-Darius
(Baş Toros) komutasında büyük savaşlar verdiler. MS.700 yılında hâlâ Hıristiyan
olmamışlardı ve direniyorlardı, Bağdat ile yakın ilişki içindeydiler.
Halikarnas Balıkçısı, antik dönemde kullanılan ve zamanla kaybolan “psi” ve
“ksi” ötüşlü seslerden söz eder. Ona göre, Artemis’in kullandığı dil de bugün
10
kaybolmuş bir Kafkas dilidir. Oysa o dil, yerel lehçeler olarak bugün de
yaşamaktadır, fonetik ses kaymalarını dikkate alırsak, hiç de kayıp bir dil
olmayabilir. Belki de Lazca’dır, ki Laz dilinin Sümerce ipuçları bulunmuştur. Bütün
dillerin altındaki Ulu-Oz (Lat) dili bu olmalıdır.
KSİ:Doğu Karadeniz’de halen kullanılan “kesileyim saa” derken çıkartılan
bir KS/X harfi vardır. Gırtlakta başlayıp dişlerde tamamlanan “ksi” (X) ötüşlü bir
sestir. İngilizce “gmail” derken çıkartılan ilk ses gi odur. Bu antik sesimiz zamanla
K, G, H ve S, Ş seslerine doğru, iki yönlü dönüşüme uğradı; Kimmer-Sümer,
Kûbele-Sümele, Santor-Kentaur, Kûbroz-Siproz(Kıbrıs) farklılaşması gibi. Latince C
harfini S okumak, aynı harfi Yunanca K okumak gibi.
Karadeniz’in antik adlarında görülen KS ötüşü, Helence Ponti Euxini,
Latince Pontus Eukseinos, açılımında “EKSİ yönü, eksi-oyi” ve bugün KUZEY
haline gelebilmiştir. Ek-si içerisinde yine Og-esi (Oğuz, Gök ışığı) vardır.
Rize, Gümüşane ve Erzurum yöresinde KS ötüşlü başlayan ve yöresel şiveye
damgasını vuran sözcükler egemendir. Bu ses, eski adı Turan olan Özbekistan’da da
vardır. Orada Semerkant, Sümer-kenti ünlenirken çıkartılan ilk ses Hsûmer-Ksend
şeklindedir. Antik Çerkes /Kserkses yazımı bu sesten ötürüdür.
“Psi” sesi, dudakta başlayıp dişlerde biten, hapşırırken çıkan sestir; hapsihamsi farkı gibi. Rize’de eskiden hamsi denmez, “hapsi” denirdi. Psi ötüşü v‘ye
dönüşebilir; Sinop’ta Hapsi-Loz koyu, Havziloz okuyuşludur. Muhtemelen daha
önceki ünlenişi Opasi-laz’dı.
Oluşumu çok daha yakın zamanlara denk düşen Ö-Ü sesleri ise, İ-E
seslerinin dönüşümüyle oluşmuş görünmektedir. Bugün birçok ülkede sonradan
oluşmuş bu sesler yoktur.
Türkçe’mizdeki şive farkları, bu tür geçişli harflere bağlı olarak
oluşmaktadır. Örneğin; Men, Ben, Pen… Pen Pan Pon Poon.. Ven-üs, Pan-üs... Dorius, Siri-us, Jora, Dora, Cura..
D-Z –S geçişine örnek; Lidya,Lizya, Lat, Laz, Lad, Las…
Cadı’ya Rize’de “cazi” denir.
Sümüklüböcek; loydi (Çamlıhemşin), ko-liti (Rize), kof-liz (Tonya).
Solucan; zizil (Ardeşen, Tunceli), cicili (Rize), sisila (Hemşin), sisilia
(İtalya), sisila (İngilizce). Bu araştırmamızda önemli bir yer tutan S ve Sİ’yi burada iz
bırakarak ilerleyen, ışığın ışığı/esiği/izi gibi, hafifleterek, küçüklük kavramı olarak
görebiliyoruz. Oysa Si-si, antik tarihte ulu kişilere verilen sıfat olarak karşımızdadır.
Işığın Uşağı, oğlu: Ze-Us!
Işığın Uşağı; Susa, Suşa, Şoşa, Şuşe, Şûşe, Sezi, Suza, Sasa, Zaza!
Zaza-ani; Sasani! Kraliçe 1.Artemis’in soyundan gelenlerin yönettiği, Oğuzlu
kavimdir. “Anası Sasa olan” kavim demektir. SelevKos, Oğuz-Ulusu beyleri onun
soyundan gelirlerdi.
Işığın Uşağı; Sisi, Didi, İsis, Ases, Aziz, İtis, Hitit, Attis, Edes!
Geçişli harflerle ilgili olarak, örneğin, “çıplak”, “cıblağ/cılba”,“cıbıldag” ve
“cavlak” sözcükleri arasında, hangi harflerin birbirine nasıl geçtiğine dikkat edersek,
buradan bir sonuç çıkarmak mümkündür.
Lat/Laz/Lad/Les/Los/Lus, hepsi aynı sözcüktür ve eğer “lath” şeklinde
tınladığı bilinirse, sonuna “i” eklenmiş gibi hissedilir ve o zaman Lati/Lazi/Ladi
11
olarak yazılabilir. Buradan, “Lati-um” (Latince) sözcüğüne malzeme olan dil ortaya
çıkar. Bilgisunarda “lazio” arandığında İtalya’nın Lasio bölgesine ulaşılmaktadır.
İtalyanca “luciana”(dişil) ve “luciano”(eril) iki ayrı isim var, biri kadına
diğeri erkeğe aittir. Anası Luci/Lazi olan, Lazoğlu-Lazkızı, der gibidir.
Eril-dişil fonetik dönüşümlerle Türkçe adların da olduğunu bu çalışmamız
sırasında gördük.
Lazlar Doğu Karadeniz’de, Kaşgar Dağları eteklerinde ve Kafkas dağlarının
sahil kesiminde görünen Ulu-Oz inanışlı halktır ve eğer biliyorsak ki Kafkas
Dağlarında yaşayanlar açık tenlidir, onların yaşadığı Kafkas bölgesinin eski adı SİR–
Kasia ile bu ad örtüşür. SİR; Zir, Dor, sesdeş olup, ZİR KALE, Rize Pazar’dadır!
Azeri sözcüğü içerisinde ve Hazer sözcüğü içerisinde SİR adı saklıdır.
Antik Adropatene, Trabzon, Azerbaycan ile sesdeştir. Bir tane de Pazar’ın
eski mahallesi vardır.
Zir-DOR, adlandırması, yeşeren anlamında Tour-ani dilleri, Hindi Kuş
(Anası Oğuz) dağlık bölgesinde doğan Toğuran/Turan dillere işaret eder.
İsrailoğulları atalarının da Tur olması yanıltmasın; başka TOUR olan,
“doğuran” kavim yoktur da ondan. Türün ilki Tur-ika, Turc, daha sonra
açıklanacaktır. Ancak günümüzde, “Siz aslen Yahudisiniz” gibi bir havuçla, yoksul
ve cahil insanları kendine çekmeye çalışan, bir çeşit ırkçılık yapanlar bu
açıklamamızı kabul etmeyebilirler.
Lazca-Latince fonetik bağlantılarımız bu araştırmamızda önemli kaynak
oluşturmaktadır. Örneğin. Latince “skala” aynen Lazca’daki gibi “skala” olup
“iskele” demektir ve “iskele” sözcüğü Farsca, Türkçe, Kürtçe ve tüm diğer Türk
dillerinde “iskele”dir. “Skala” ile “iskele” arasında fonetik benzerliğe dikkat edilirse,
“skala” kullanan kültürlerin birbiriyle dil bağları, bu dillerin de “iskele” diyen diğer
kültürlerle akrabalıkları konuşulabilir.
İngilizce “xsilophon”(İgzaylofon) çalgısının “iskele-oğun” adıyla örtüşen
sıra ses basamakları vardır, çalgının adı onun “iskeleli çalgılar ailesinden” olduğunu
belirtir. “Tele-fon” bize der ki, “ben telli-giller evin’denim”.
Lat’a ulaşmak için liz/lit, liti, lito, loto, “lato” şeklinde fonetik yolcuk
yaparsak, ana tanrıça Kibelenin ilk adlarından Laz/Lato (Lazca Büyükana/Didinana)
çıkar karşımıza. Eğer Lazi-ko/Lati-ka gibi sonuna “ka” alırsa, “sevgili Lat, Lat’cık”
anlamı verir ve LAT inanç grubu/ soy/uyruk gibi işlev görür, Latika, “Lat’a inanmış
olan” kavramına dönüşür.
Oğuz kültürünü ifade eden Oz/Uz/Oks /Oğz/Ogs/Oçûz gibi telaffuzlar
yazılırken kısaltılmış değillerdir, eskiden bunlar gerçekte ağızdan böyle çıktığı için
öyle yazılmıştır. Bu telaffuzların en çok duyulduğu yerlerden biri Rize’dir. Örneğin;
“Oksounkiler” (Oksoğlu giller), Oksoğun Bayırı’nda oturmakta olan sülaledir,
soyadları yazılırken “Öksüz” olmuştur. Oğuzlu oldukları Osmanlı belgeleriyle sabit,
İkizdere’li “Eguzounkiler” (Eguzoğlu, ogzi-giller) ise “Ekşioğlu” soyadını almıştır.
OS/US/’S şeklindeki son ekler, Oğuz kültüründen olduğunun belirtecidir.
Eskiden soyadı yoktu, insanlar hangi boya aitseler onunla tanıtılırdı. Bu, sığırların
üzerine vurulan “ang” tamgasıyla aynı anlamdadır, aitlik belirtir.
O-U sesleri fonetik olarak en kuvvetli çıkan sestir, ikisinin de “Oğuz”
sözcüğü içerisinde bulunması tesadüf olamaz. “OS” takısındaki soy ve büyüklük
12
kavramına Erzurum’un “dadaş” örnektir; “di, did, didi, dido, dodo(dada)” fonetik
sıralamasında dada’os, “en büyük olan” çıkmaktadır.
Sadece fonetik geçişli harfleri bilmek sözcük analizi için yeterli değildir,
Hitit kültürünün “Kutsal Anne” ekseninde bir kültür olduğu ve ilk dönemlerde OZ
kültürüyle örtüştüğü bilinmelidir. Buna bir örnek verelim; Lazca “kaybana” sözcüğü,
“kaybana kalasın” bedduasının içinde kullanılır ve “kayıpanalı olasın” demektir.
Kayıp analı olmak, anası ölsün demek değildir, ama öksüz kalmaktır. Eğer
Oğuz kültüründeki “her çocuk herkesindir” töresi bilinirse, “kaybana kalasın” derken
ona hiç kimsenin sahip çıkmadığı kadar derin bir beddua olduğu tahmin edilebilir.
Oğuz töresindeki sütannelik kavramıyla bağını kurarsak, “sana süt veren kimsen
olmasın” anlamında da kullanılıyor olabilir.
K-S geçişli sözcükler:
Antik çağlarda geçişli sesler olarak bilinen K-S dönüşümünü biraz daha
açmak üzere Çin’e fonetik yolculuk yapalım: Çin’in bazı dillerde adı Kina’dır.
Ksina, Tzayna, Sayni, Çayni.
Sin (güneş), Sina, Kina!
Santor ile Kentor antik çevirilerde aynı sözcük olarak kullanılır. Atıyla
bütünleşmiş yüce kişilik; müzik, tıp, bilim ve askerlik gibi bütün sanatları üzerinde
toplayandır. Urfa Halepli Bahçe’de mozaik tablosu vardır. Tablodaki adı XIRGON,
Zorkun/Tarkan’dır.
Sun(güneş)-Kın/Kun/Kon (gün)
Kınakına çiçeğinin Rize’deki adı sina-khica çiçeğidir. Gelinin eline yakılır
kızıllık verir, gelin Sina-ice olmuştur: Sembolik “güneş-ece”! Kına yakma töresi,
güneşi avucuna resmetmektir, Çin’de de vardır, Yahudilerde de. Eski bir Şaman
töresi olduğu açıktır.
K-S dönüşümü, Sin-Kin (Sun-Gün), Simer-Kimer gibi ilk harfte olabildiği
gibi, Mar-Kî, Mar-Si, Mar-Ti gibi son ekinde de olabilir.
Mar-gi, Mar-ti, Marsi; Mar-lar, Maroğulu. Uma-Ur olmak, güneşin ışığından
ur olamaktır. Ur-Ar, var olmak, Ar, Lazca’da Bir sayısıdır. Bir; Opa-Uri; Per. Yani
Fer, Işık… Var olmanın kökenini ışıktan ur olmak olarak algılayan bir Şaman-Işık,
yani Sümer kültüründe, Ar ile Bir anlamdaştır.
Dönüşüm örnekleri: Kam-Sam, Şaman-Kuman, Karoz-Saroz…
Hangi-Hansı-Hankı-Hanci; Azeri Kaşgari Türkçesinde “hansı”, İstanbul
Türkçesinde “hangi”, yerel lehçelerde “hankı”, Rize’de “hanci” olur.
Sİ, ön ek veya art ek olabilmektedir, soyu, izi, oğlu, uşağı gbi anlamları
vardır. İSİ-OĞ (Işık) veya OĞ ESİ (Oğuz) gibi. Mer-Si, Si-Mer gibi.
Sin; si-ana, ana ısık olarak açılır. Siyena/ Siğana’ya dönüşür. Ana-si ışık;
güneş. Sin içinde “zihin”; Si-ine; ana ışık. Latince na-us (zeka) ile simetridir.
Zekâ; İsi-ka; aga ışık, aklın ışığı, esiğ-aga. Esi-ok; IŞIK; oğ-uz/us-ağ, vb.
Oğuz kültüründe K-S ile ünlendirilen temel tamgalardan biri; OĞ-AC.
Oğ-İce, Ok-Us, Göğ esiğ/ışığı tamgası, Oğ Türklerini, yani Anadolu
Türklerini, yani Oğuz Türklerini işaret eder. İşareti artı (+) şeklindedir. Oğ-ice; hâce
(haç) olarak dönüşmüştür. (Kazım Mirşan’dan)
13
Türk kilim motiflerinde artı şeklindeki Oğ-Ac/Hace işaretinin Akçay (Oğacei) Tahtacı Türkmenlerinde adı “Dul Avrat” motifidir. Dul/İda-Uli Avrat, burada,
Kibele’nin sıfatı görünmektedir. Kocası yoktur, ama doğuran odur, kutsal anadır.
(Bakire Meryem ve İsa’dan önceki bir çok peygamber analarının tasviri gibi!) Kutsal
ananın işareti “artı”, Trabzon ve İstanbuldaki Ayasofya bilimevinin duvarıda
Apollonius (Abalı Hasan) resminin arkasındaki dairenin içinde de vardır. Bu işaret
Hristiyanlıktan önceye ait olup bir Şaman-Oğuz işaretidir. Akçay’daki Türkmenlerin
yaşadığı İDA dağı, diğer adıyla Kaz/Kız/Köz dağıdır.
K-H-Ğ dönüşümleri çok yaygındır, Hiziroğli-Kiziroğli, Orkun-Orhun, gibi.
Kazakistan’da yerleşim yeri “Kurgan”, Türkmenistan’da Gürgen’dir. Gürgen; Ken-ger (Sümer) olarak karşımıza çıkar.
Y-S dönüşümüne örnek: Kürtçe SİZE/BİZE demek için SİYE/BİYE denir.
Antik yazılarda karşımıza çıkar; “Mitridatoy” yazısını okurken sondaki Y sesi S
olarak, Mitri-Dates şeklinde okunur; Dedesi Mitri! Lazca Bedri’ye Mitri denir!
TH/Z ünlenişler: Güneş’in koruyucu ve adaleti veren özelliği, Adalet
saraylarının kapılarında heykeli yapılan elinde teraziyle Themis heykeli, Şems’tir;
TH’nin Ş, S, Z, D okunuşları vardır.
Antik sözcüklerde OPA:
M-P-B dudak ucu seslerinden yapılan, Oma, Opa, Aba’yı hem kadın için
hem erkek için yücelik sıfatı olarak görürüz. Burada Aba’yı, Sümer-Hitit güneşi
olarak da simgelenen, Eme-Ebe büyük ana olan kadını hissederiz. Opa-damı, onların
evidir.
Opa, Aba: Ulu kişidir, yücelik sıfatı verir. Hem kadında hem erkekte
kullanıldığına rastlarız. Örneğin, Malatya’nın Yazıhan Sadıklı köyünde babaya “aba”
denir. Auba, Eupa, Opa, Avbu, Ebu
Arapça’da Ebu adını sehabe Ebuzer’de görürüz. Ebu-Zer, yani Baba-Dor
açılımlıdır Bu açılımla Mitridate’nin AubaDor sıfatıyla örtüşür. Felsefesiyle de
örtüşür; zenginden alıp yoksula vermek gibi. Şam valisi Muaviye’ye ”Bu sarayı
kendi paranla yaptıysan israftır, halkın parasıyla yaptıysan ihanettir” der.
Oma, Almanca babaannedir. Ancak doğurganlıkla bağını kurarsak,
Anadolu’da kalça için kullanan Popo sözcüğünde Oma’yı hissederiz. Elbistan’da
kadın kalçasına Oma denir. Omaoma şeklinde de söylenir, bu durumda Mama
sözcüğüne karşılık gelir. Rize’de eski şiveyle söylenen Pacopo (Bacı-opo) içinde
Oma vardır.
Laz-opo diyerek Lazlara iltifat edilir, ki burada gönderme Opalizi Artemis’e
olmalıdır, annesi İştar da Potomya’dan hatta Baleva’dan Babil’e 1.Karuş’a gelin
gitmiş görünmektedir.
Birçok yerde R-Ğ dönüşümü karşımıza çıkar. R’nin yutulmasıyla oluşur.
Rize-Artvin sahillerinde olduğu gibi, “Fransızlar” diyebilmek için “Fiğansuzle”
ünlenir. Burada R-Ğ dönüşümü ve sonraki R’nin düşüşü birlikte karşımıza çıkar.
Karşılaştığım bir diğer örnekte, Zaza kızı Çiğdem’e yaşlı ebesi “Cirdem”
demekteydi. İhtimaldir burada “Çiğ-ir-dem” kökünde sıkışma ve “Çiğ damlası” gibi
14
bir kavram vardır. Çiğ Dam’lasını biraz açalım: ÇİĞ-URİ sıkışır ÇİR olur. Çiğ'den
Ür’emiş Dem’li!
DEM tutmak, DEM'lemek, çaydanlığın kapağında su DAM-laları halinde
gördüğümüz buhardır. Sabah yapraklar üzerinde görünen de ÇİĞ DAM-lalarıdır.
Dam ise gök kubbenin de, evin damının da adıdır. Dam-la, yukarıdan damlayan suya
ad olmuş görünüyor.
Opa’dan türemiş Hopa, Of, Apa, Apo, gibi yer ve insan adları ayrıca ele
alınacaktır.
B-F dönüşü: B’nin sertleşerek P/F’ye dönüşür. Opasi, Baş, Fas, Fes…
FAS’lılar kırmızı Fes takarlar. Ancak buradaki Kızıl Fes, Fas’ta bulunan
Atlas dağlarından kaynaklı olmalıdır. KAFA-Dogi, Kaf-dağı gibi, hatta Kapa-dogi-ya
gibi.
Seslere kuvvet yükleme, şedde, gürlük:
Harflerin Kreşendo hali ve forte hali ona nefes yükleyerek oluşur.
Ağız boşluğunda: “(y)- i - e – a – o – u” ses giderek çoğaldı, p – mf – f – ff
oluştu.
Dil ucu harflerde: m – b – p –ph (f)
Diş ucunda: c –s –z –t –d
Daha kuvvetlisi için ona nefes (H) yüklüyor; C-CH. K- KH, P-PH
İtalyanca; Piyano-Piyano’İSSİ-MO. Forte – Forte’İSSİ-MO
Türkçe’de bunu Ç, Ğ, Ş, F ile halletmişiz.
Sesi şiddetli (gür) çıkartmak, ŞEDDE: p-pp, s-ss(ş), c-ch(ç), t -tt, f -ff, d-dd.
Antik sözcükte akıllı ve güçlü anlamında, saygıda büyüklük sırasını gösterir:
İtis-Attis, Edesi-Odossi, Eti-Hatti.
Gittikçe gürleşen: İsis = İtis = İtit = Hitit=Hatti
Kor = Akkor; korun üzerindeki küllere üfleyince yanmakta olan odun, akkor
haline gelir. Şiddet yüklenmiş, nefes verilmiş, çoğalmışlık verir.
Yığın, yoğun = Yıffın. Yoğunluğu arttırılmış. Azerice “İptidai yıffın”, ilkel
akümülasyon, haram, hırsızlıkla elde edilen sermaye... Marks tarafından kullanıldı.
İlkel toplama, toplayıcı, dolaşarak ele geçirme, korsanlık, kandırarak ele geçirme,
gibi yollarla elde edilen sermaye için kullanır. Bence, 3.bin yılın küresel korsanları
için de geçerlidir.
Dil ailesinde “yığın” ile “hayvan” bağını kurabiliriz, hayvan öncelikle inek
için kullanılan deyimdir, inek ise dolaşarak süt toplayandır, memeleri süt toplar,
yığan, yığın yapar. Harmanda yapılan “yığın”, bir yere toplamak, yığmak, YIĞ, YIV,
YIF kök hecesine gider.
M, B, P harf sıralamasında giderek güçlülük ifadesi olarak kreşendo vardır.
İlk adam MAN (Men) dağ tanrılı olan, Kli-Man-Yeri (insan oğlu’nun yeri) denilen
Atlas dağında oluşan populasyon olarak düşündüğümüzde, kendini “ben oyum”
demekle ifade eden sözcük, Türkçe’de “ben”dir.
Men, Ben, Pen, Pan, Pon olarak ele alalım, en güçlü olanı Pen, biraz daha
güçlü olanı ise PAN’dır. PAN dağ tanrısıyla özdeş olan PAN-Atası anlamında PANTUS karşımıza çıkar. Bu güçlü kavramı Pantus kralı VI.Mitridate’nin sıfatlarında
buluyoruz, bilim adamı olmaktan birleştirici olmaya, teslim olmaktansa kendi başını
15
kestirtecek kadar Roma zalimlerine ölümüne direnmeye, olağanüstü özellikleri olan
en büyük kral oydu, Başoğuzlu Pantus devletinin kralıydı.
Tem-Tom: Gürcü dilinde aile “tem”, maaile “tom”’dur. Temel aile “tem”,
küçük aile olup, dede-nine etrafında oluşan büyük aile ise “tom” ile ifade edilir.
Burada, Opa-Tomi açlımında, büyük abla ve ağabeylerin evi olan yer,
POTOMYA’nın sıfat olarak neyi ifade ettiği ortaya çıkar. “Evimin temeli” kavramına
da kök malzemeyi veren “tem”i burada görürüz.
Türkçe’de Fonetik Yolculuklar
Bebek nazlatmaları derlemeye başladığım 2005 yılından beri dilde fonetik
yolculuklar yaptığımı fark ettim. Aynı sözcük, değişik şehirlerde yakın
seslendirmelerle karşıma çıkabiliyordu.
Benzer bir durum Halikarnas Balıkçısı’nın kitaplarında dikkatimi çekti.
Özellikle ana tanrıça Kibele’nin bilinen tüm adlarında Doğu Karadeniz’deki yerleşim
adları vardır. Bu yer adlarında Hitit-Kibele inanışını aramak doğru olurdu. Bu
noktada, yolumu açan ilk anahtar sözcük ona yüklenen “Üçlek Tanrıça” kavramı
oldu.
“Üçlek Tanrıça” tanımını açtığımızda karşımıza hayatı ve dünyayı üçlü
sistemle algılayan bir felsefe çıkmaktadır. Ona göre, insan yaşamı üçe ayrılır;
gençlik, orta yaş ve olgunluk dönemi. Ya da, ayın 3 hali; hilal, dolunay, sonay hali
gibi. Bütün Asya tarihi üç hilalli bayraklarla doludur. Üç hilalli lahitlerde bereketli üç
hilal var. Laos Ana’nın Üç kat başlığı var. Fatih Camisinin bahçesindeki mezarlarda
üç hilalli dikilitaşlar var.
Şamani bayrağındaki Tavus kuşunun başında üç nokta bulunur. Timur’un
bayrağında üç nokta, Babür bayrağı üçgen sarı-kırmızı… Timur’dan söz etmişken;
İran’da Timur’dan beri Ay Takvimi kullanılırdı. Takvim, MÖ.550 de 1.Karuş ile
başlatılırdı. 1980’de Katolik Fransanın İran’a gönderdiği molla rejimiyle birlikte bu
takvim Hicri takvime çevrildi.
Gordion’daki Kibele tasvirinde görülen ayın hilal hali içindeki üç nokta,
üçlek tarıça kavramını verir. Üçgen, doğuran besleyen Kibeleyi temsil eder ve bu
rahmin tasviridir, rahim kutsaldır.
Bu üçlek kültürün dildeki karşılığı araştırmamızın konusudur. Üçlek
mantıkla üretilen sözcüklere ulaşmak için bu mantığı biraz açmakta yarar görüyorum.
Halikarnas Balıkçısı bu üç döneme karşılık gelen isimleri bilerek veya
bilmeyerek okuyucuya hissettirmektedir. Tunç çağından demir çağına geçildiğinde
Anadolu’da dilde de büyük fonetik sıçramalar yaşandığından söz eder.
Sü-mer ile De-mir sözcüğü sesdeştir, demiri bulan Sümerlerdir, bilinir.
Doğaldır ki, tarım aletleri ve savaş aletleri çeşitlenirken bunun dilde karşılığı
oluşur. Fonetik sıçramayı dil ağaçlarının oluşması şeklinde görüyoruz. Bu sırada
dudak-çene-dil kaslarının gelişimiyle de ilgili bir durum daha var demektir. Örneğin
dudak ucunda çıkartılan P, B, M seslerini en sert tınıdan en yumuşak tınıya doğru
değil de yumuşak olandan sert olanına doğru sıralarsak M-B-P kreşendoyu görürüz.
Men özüm Türkem. (Azerbaycan)
Ben Türküm. (İstanbul)
16
Pen Durgum. (Trabzon)
Kendimize “ben” (men, pen) derken, bir çeşit Tanrı adıyla başladığımız
düşünülebilir. Halikarnas Balıkçısı, “eskiden insanlar kendini inandığı tanrısıyla
tanımlardı” der. Yani, BEN, eskiden benim tanrımın adıydı.
Kişi konuşurken eğer, “ben” yerine “pen” diyorsa, “ben” kuvvetlenir. Eğer ki
“pen” yerine “pan” diyorsa, daha fazla kuvvet yüklenmiş olur, hatta “pan” yerine
“pon” diyorsa, bu en kuvvetli vurguyu içerir; men, ben, pen, pan, pon. Burada sesin
açılımı giderek kuvvetlenen bir gücü hissettirir; mikro-fon teknik teriminde de sesin
büyütülmüş adını görürüz.
Fonetik yolculukla gittikçe kuvvetlendirme edimi, sözcüğün verdiği eylemi
çoğullandırma şeklinde de karşımıza çıkacaktır.
Mitolojideki ormanı koruyan tanrı “Pan”, pan fülütün atası kabul edilir. Tek
kamış üzerine yedi delik açarak kavalı yapan çobandır, çift kamışla iki sesli
çalabilendir. Fransa’da Zampogna’dır; şampiyon ve semfoni sözcüğünün
kökenindeki kavramdır. Bu çalgı, Hitit-Sümer çalgısı olarak bilinir. Mısır’da halen
kullanılan “zummera” adlı halk çalgısı odur.
Eğer, “Pan” üzerine araştırma yapıyorsanız Trabzon bölgesine, Kaçkar
Dağlarına yoğunlaşmakla efsanenin kaynağına yakınsınız demektir; biraz sonra Panti-us, “Pantus” (Pan Atası, Panlar) ile karşılaşmanız olasıdır. Hatta, Büyük
İskender’in evlendiği baş savaşçı Amazon kızına Atina’da neden Pantiece (Pan
Teyze), Pan soylu ece, “büyük ece” denildiğini anlamak da kolaylaşır. Ayrıca, pan
sözcüğünün “büyük, ünlü, ulu” gibi karşılıkları vardır ve anlamıyla örtüşen bir
fonetik durum burada açıkça görülür.
Parasındaki adı Bazileus Mitridate’ye antik Yunan halkı saygıyla PAN der.
MÖ.63’de Kırım’da başını kestirerek intihar ettiğinde ona büyük yas tuttular. Atina
oligarklarından çektiklerine son vermesi için gelsin diye onu çok beklemişlerdi.
Yunan halkı PAN’a olan saygılarından bu bölgeye Pantus (Panlar) demişler
ve biz de kendi kendimize ne dediğimizi bırakıp onların adlandırdığı sözcüğü alıp,
kendimizi öyle tarif etmeye kalkışmışız, üstelik sözcüğün asıl anlamını da unutmuş,
“Yunan” ile eşanlamda kullanmışız.
Şaman sözcüğününün bugün ilk harf Ş olarak yazılmaktadır. Ancak bu ses
“sh” gibi bir hışırtı sesidir. SH sesini Z-S-T-D olarak duymak mümkündür.
Kayseri Pınarbaşı’nın ZAMANTI deresini ele alalım:
Zamantı; Saman-tı(si-su). Bu dere Adana Seyhan nehrine kavuşur. Burada
yaşayanlara Zamantılılar (Şamansoylular!) denilmektedir. Zaman-tı, Pozan-tı, Zapsu, gibi nehir adlarında tı eki dikkat çekicidir, us’dan dönüşerek lar eki verir.
Yeri gelmişken, Sadık Buğra’nın kurucu olduğu Şamanoğulları Türk devleti,
tarihten adı silinmek istenen, en önemli Türk devletidir. İslamın ve bilimin
koruyucuları olan “bilim adamları devleti”dir. İslamı bilimin ve aklın dışına taşımak
isteyenlerle de savaşmışlardır. İbni Sina’nın yetiştiği devlettir.
Şamanoğullarının devamında bayrağındaki Tavus Kuşu (Oğuzlu) sembolünü
de koruyarak, Kül Tigin (Oğul Tugan, Doğan oğlu, açarsak İdi-Kun/Gün-ata, Güneş
Oğul olarak da dönüşür) tarafından kurulan GAZ-NE devleti de, yönetim babadan
oğula değil, bilge olan bilim yapan bir Bilge-Akil (Aksakallılar) grubuna verilen
17
ŞAMANİ Türk devletidir. Kırşehir Cacabey Gök Bilimevi, Bursa Ulu Cami, İzmir
Tire, Sivas Ulu Cami gibi antik Şaman bilimevlerimiz zaman (Şaman!) içerisinde
camiye dönüşmüş, mimberinde ahşap Künderkâri galaksi işlenmiş olan, Haçlı
seferleriyle defalarca yerle bir edilmiş bilimevlerimizden sadece kalanlardır.
Aleviliğin içerisinde anılagelen Maturidi /Mitri-Dat gibi bilim yapan inanışı bu
koldan gelir, Atatürk’ü kendilerinden kabul ederler.
Kabenin içerisinde bulunan sekiz adet göktaşı (Meteor) Işıktan Ur olmanın
ispatı olarak Hz.Muhammet tarafından bu antik bilimevi olduğu anlaşılan bu yerde
korunmaya alınmış kutsallarımızdır. Ne hazindir ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu
konudaki hassasiyeti, Kabenin yerini değiştirmek isteyen İngilizlere olan tepkisi
halkımız tarafından yeterince bilinmemektedir.
Antik sözcüklerdeki “ti” (si, su) eki, inanışla ilgili SOY bağı verir. Eklendiği
sözcüğe, onun SUYUNDAN GELEN veya onun inanışını, yolunu, izini, ışığını
devam ettiren, gibi bir anlam kazandırır.
PAN-Tİ; Pan-si, Pan kültürünü devam ettiren, o soydan gelen, Pan töresini
sürdüren. Oğuzoğulları için kullanılır. Pagan, çoban, büyük, dağlı, sözü dinlenen, gibi
anlamları da vardır.
İsparta yöresinde yaşayan antik sözcüklerden ABALI/Abalılar, amcaoğulları
demektir. Bolu’da, bir halk deyimi içerisinde geçen “abalılar” ise, Paller veya
“efeler” olarak karşımıza çıkabilmektedir; “Gerçek abalılar Bolu’nun içinden çıkar”.
BOLU ilinin sözcük anlamı da bu halk deyişinde saklıdır. Bolu; Opoli, Poli.
Bolu’nun en büyük abalısı/efesi de bu durumda doğaldır ki türkülerdeki Köroğlu
olacaktır, Köroğlu; Kor-og-uli. MÖ.70 de Koçkoroğlu Mitridate’nin Oğuz orduları,
burada Sulla ve Pompey ile savaştı.
Pan’dan fonetik dönüşmeye uğramış olası sözcükler: Pan, Ban Man, Pen,
Men, Van, Pon, Mon (moon; İngilizce’de ay), Von, Fon, Fan, Fen-Fin, vb. İnsan
neslinin doğduğu yer; Kli-Man-Yero; Pan Oğul yeri; Turkana/Tür’ün Kan bağı olan
yer; Atlas, Las Ata yeri. Adem’in, Atam’ın yeri.
Fin adı, Finlilerin atasının Pan inanışlı olduğuna işaret eder.
Çok tartışılan Ermeni sözcüğü (Er-mani, Ar-mani, Uru-meni, vb) içerisinde
bulunan “man” hecesi, yumuşak ünlendirilmiş bir Pan’dır. Pan’dan ur/ar/er olan,
Pan’dan üremiş olan, Ar-pan, Er-man, gibi. Keza Yerevan, Eripan/ Eri-van,
“Panyeri” yerleşim adı olmuş görünmektedir.
Pan hecesinin Ven/Van dönüşümünü Venüs/Ven-us (Pan-ışığı) yıldızı
içerisinde görüyoruz. Diğer adı “çoban yıldızı”. Çoban’a yol gösterdiği için, kutup
yıldızıdır, sözcüğün içerisinde pan-usi’un simetrisi si-pan/çoban vardır. Mars
gezegeni odur. Türk boylarının efsanelerinde özel yeri vardır.
Pan inanışının önemli tanrısı Ay Tanrısıdır. Latin dillerinde Ulu Ana,
sıkışarak “luna” olur. Katalunca şarkılarda İsa’ya masum çocuk “in-fanti” deniyor.
Koruyucu Tanrı Pan’dan mahrum olan… Burada negatif kavramı ön ek İn/An ile
verilmiştir. Fonetik açılımında İn-Pan-ti, Pansız, korumasız kalmış, gibi bir ifade
görülüyor. Burada dikkatimizi çeken baştaki İn-An eki, Farsçadaki gibi başa gelince
azlık, arkaya gelirse çokluk veren ektir.
18
Ezan sesi duyulduğu anda yürek sesiyle söylenen Aziz Allah, Rize’de Eziz
Ella olarak ünlenir. Açılımında Aziz Ulu/Ulu İsis vardır ki bu sözcük Hitit sözcüğünü
açmamıza da ışık tutacaktır.
VI.Büyük Bedri’nin ön adı olan Kerkin-itis, Kor-gün/Orkun Atası bize
kimliğini vermektedir. Kırım’da Eupatoria Kerkinitis antik şehri, onun son
başkentiydi ve orada intihar etti, Bahçesaray’da cesedi orada yakıldı, Kerç
boğazındaki Eopatoria tepesine onun adı verildi. Her 9 Mayıs’ta Tatar Türkleri bu
tepedeki dikilitaş anıtına pikniğe giderler.
Kerkin-Atası’nı, “sağdan sola tamga okuma” yöntemiyle çözdüğümüzde
Atası Kerkin çıkar. Atası “Kerkin” kimmiş diye, bir daha sağdan sola açtığımızda,
karşımıza çok bildik bir sözcük çıkar; Orkun; Ker-Kin = Kin-Ger, Kenger, Zenger.
Sümer tabletlerinde Sümerler kendilerinden Kenger diye söz eder.
Kerkin’in fonetik dönüşümleri; Er-kin, Or-kun, Or-kan, Arkun, Or-han,
Gürkan, vb. Dağıstan’da erkek adı Cunkar ile, Uygur’un eski adı Cungar-ya/
Sungarya, KS dönüşümüyle sesdeştir.
Her Sözcüğün Fotoğrafı Çıkartılabilir
Birbiriyle fonetik akrabalığı olan sözcükler bir aile gibidir, ailesi/kökü olan
bir sözcük kaybolmaz, güven içinde çok uzun yaşar.
Kök heceden yola çıkıp, üçlek sistemin akıllı köprüleri sayesinde dil ailesinin
diğer sözcüklerine ulaşabilir, sözcüğün aile albümünü görebiliriz.
Üçlek sistemle oluşan dil ailesi sayesinde hızlı düşünebilmekte ve hızlı
algılayabilmekteyiz. Dildeki matematik, yani uyum, akıl bağcıklarımızı hızlı
yakmamızı sağlar. Bir şeyi düşünürken, bir sözcükten yola çıktığımızda, onun dil
ailesindeki, onunla bağlantılı/akraba olan kavramları bir arada düşünür, o
köprülerden geçer akıl yürütürüz ve bundan sonra sonuç/fikir çıkartırız. Türkçe
düşünmek, keyifli bir zihin yolculuğudur.
Türkçe’de, dil ile aklın ilişkisi fonetik matematiksel bir sisteme oturmuş
görünmektedir. Bize bunları bugüne hazır olarak sunan binlerce yıl emek veren
atalarımızı şükranla analım.
Bir sözcüğü anlamak, kök hecesindeki nesnel durumu göz önüne
getirebilmek, o fotoğrafı görünür hale getirmek, algılama dediğimiz zihinsel işlemdir.
Örneğin, “anladın mı?”, Rize şivesiyle “angladung mi?”, şunu soruyor, “Bu
sözcüğün kökündeki resmi gözünün önüne getirdin mi, gördün mü?
Cengiz Özakıncı, “Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din” adlı kitabında,
“anglamak, resimlemek, görüntüye dönüştürtmek, yani görselleştirmektir” der.
Özakıncı, “Ang, eskiden hayvanın hangi obaya ait olduğu anlaşılsın diye, sırtına
kızgın demirle vurulan damgadır” der. “Sözcükler, görüntü yüklenmiş ses
dalgalarıdır. Bu ses dalgası kulak aracılığıyla alınıp göz aracılığıyla yeniden ancak bu
kez düşsel bir görüntüye (imaj) dönüşür ve anlama edimi böyle gerçekleşir ” diye
19
açıklar. (age.sh.139) Yani, bir kulağından giren ses dalgası içerde görüntüye
dönüşmezse, öbür kulağında çıkar gider!
Bir şeyi düşünürken, bir sözcükten yola çıktığımızda, onun dil ailesindeki,
onunla bağlantılı/akraba olan kavramları bir arada düşünür, o köprülerden geçer akıl
yürütürüz (akıl Arapça’dır, iki şeyi birbirine bağlamak için kullanılan ipin adıdır) ve
bundan sonra sonuç/fikir çıkartırız. Soyut bir sözcüğü ararken bile onun yerdeki,
topraktaki kökünü bulmak, görmek gerekir. Örneğin soyut “akıl” sözcüğünü anlamak
için onun yetiştiği toprağa gidip orada resmini buluyoruz. Fotoğrafı çizilemeyen
sözcük bizim için anlamsızdır, algılanamamış demektir. (Ülkemizde 2005 de
başlatılan ders kitaplarında resmi çizilebilen bir tek kavram yoktur!)
Fonetik geçişlerle, bir sözcüğün ait olduğu dil ağacı bulunabilir demiştik.
Ailedeki diğer sözcüklerin bu sözcükle anlam beraberliği içinde oldukları
anlaşıldığında güvenle o sözcüğü kullanırız. Örnek olarak BUDA sözcüğünden yola
çıkalım:
BUDA (dua), PUDU, PUT, BUYDA (buğday, Hititlerde başak demeti
simgesi) PUDU HEPA (Çorum’un Kibele’si), MİTO (efsaneleşen, anılmaya devam
edilen, Yır’lanan, Yar olan), anılan, dua ile çağrılan. METE, Mu-Ata, Mautu;
buğdayı koruyan!
Sözcüklerin bir ailesi olduğuna Rize’den örnek:
“Dolayıma dolaylık doladım” cümlesinde, bir kökten üç sözcük ve bir
cümle oluşmaktadır; dolay, dolaylık, dolamak. Bu bir Rize’li kadının cümlesidir.
Örtüyü, belinden aşağısını saracak şekilde dolayarak bağladığını söylüyor; en kısa
yoldan en az sözcükle çok şeyi anlatıyor.
Rize’de peştamal, baştan aşağı örtülendir, dolaylık, belden aşağı örtülendir,
çerşan ise sadece baş ve omuzları örtendir. Çerşanı genç kızlar, peştemalı belli bir
yaştan sonra, örneğin kaynana olduktan sonra kayın analar örter. Dolaylık her iki yaş
grubunda da örtülür, ancak bahçe işi yapılırken önlük gibi kullanılır. Bu örtülerde
kullanılan renklerin de özel anlamları vardır.
Bir sözcüğün kök hecesine inip onun fotoğrafını çıkartmak, anlamlı okumayı,
analiz etmeyi getirir. Üçlek sistem bize bu analiz işleminde hız kazandırır. Aslında bu
sistem Türkçe’nin dil halısında vardır ve biz bu çalışmamızda sadece bu halıda
kullanılan ilmek bağlarını (akıl bağcıklarını) en kestirme yoldan görmeyi deniyoruz.
Sözcük dokuma halısında motifleri birbiriyle ilişkilendirmenin önemi özetle
şudur: Önce kök heceden eril ve dişil iki sözcük üretilir, sonra bunlar fonetik olarak
büyütülür, bu yolla sözcüğün ailesi ortaya çıkar. Aile fotoğrafı içine girmiş olan bir
sözcük bir daha kaybolmaz.
Herhangi bir sözcüğün anlamını çözemiyorsak, onun aile fotoğrafına bakarak
ne olduğunu, soyunu, kökünü bulabiliriz, fotoğrafı tamamlayabiliriz.
Sümer kültüründeki “hayatı üç aşamalı düşünme” Mevlâna’nın “HamdımPiştim-Yandım” özlü deyişiyle benzeşir. Burada henüz bir sözcük türetme yoktur,
ancak kavrayışının evrensel olduğunu açıklamak için örnektir. Üçlek sistem, olan
bitenin birbiriyle olan bağını akıllıca kurar ve bunları isimlendirirken de akıllıca
adlandırmalar yapar. Böylece, sözcükleri “anlam bilim” olarak da analiz etmek
kolaylaşır. Buradan akıl-dil ilişkisi açıklanabilir hale gelir.
20
İngilizce’deki, sözcüklerin baş harflerinden yeni sözcük türetme yolu, akıl
bağını ortadan kaldırır. Bu durum 2000 yıllarında yaşadığımız küresel savaşın
silahlarından biridir. Örneğin, 1916’da Çanakkale Boğazında demirleyen İngiliz
Armada filosundaki askerleri toplayan şirket Anzak’ın adı, bugün asıl açılımı olan
Avustralian New Zeland Army Cooperation’dan uzaktır. Dil ağacında yer almayan
böyle sözcüklerle yanlış mantık kurulur, zihin yanılsatılır, akıl-mantık dağılır,
bunlarla zihinsel faaliyet yapılamaz.
Üçlek Tanrıça kültüründe, doğada var olan her şey kutsanır, ondan kendine
örnek alınır. Başta insanın kendi bedenine; doğurana ve doğurduğunu besleyen
bedene saygı, üretmeye, beceriye, bilime saygı vardır. Hayvanlar ve onların hayatı
incelenir, gözlenir, ilham için sembol edilir; arılar, yılanlar, pars, arslan, kurt, kuş,
kaz, boğa, koç ve daha…
Örneğin, kurt anası indeki tüm yavruları (insan yavrusunu da) emzirir, kurt
ve öküz kendi anasına saygılıdır, anasıyla çiftleşmez, çoban köpeği (kangal) ve kurt
kendi aile yakınlarıyla çiftleşmez, ana arı yaşatılmazsa oğulları yaşamaz, karıncalar
selde yuvayı kurtarmak için kenetlenerek piramit olurlar. Geyikler, en sarp kayalara
çıkabilen, en çevik ve en özgür hayvanlardır, o nedenle Ço-Ban, yani Pağan/Pan
atalarımızın sembolüdür. Hayatın devamına yarayan doğal davranışlar doğada
gözlenir, örnek alınır, yaptığı başarılı işlerde onlara benzeyen insanlar da, benzer
isimlerle çağrılır. Başarı topluma yararlı olmakla ölçülür, kutsanır, yüceltilir, yüce
kavramlarla adlandırılır.
Tavşan, korkaktır, bu yüzden olumsuz örnek olarak kabul edilir, hatta
Çorum’da eti bile yenmez ki onun korkak özelliği insana bulaşmasın diye. Kartal, en
eski sembolümüzdür; gökyüzünü her iki yönüyle tam daire görebilme özelliğindedir.
Çorum Boğazköy’de, antik Tuthaliya bulunan çift başlı kartal kabartmasında, iki
pençesine aldığı korkak iki tavşanla birlikte resmedilmiştir.
Yine koçbaşı sembolleri, baba ile özdeş KOÇBAŞI kavramı verir, bu bey çok
karın doyurdu demektir. Milas MÖ270 de Laz Mautu Çorum Alaca(Laz) müzesinde
parlak mermerden olanları vardır.
Doğadan insana ders çıkarmak Oğuz Kültürünün de esasıdır, insan-doğa bir
bütündür. Bir sözcük bizi doğadaki o fotoğrafa götrebilir. Beşikdüzü’nde halk
arasında fındık ağacıyla bağlantılı özlü bir söz vardır; “Fındığı topladığımız gün,
fındık bir gün dinlenir, bir yıl sonraki meyvesini hazırlamaya başlar.” Yani, kendisi
de öyle yapacaktır.
Tarihten bugüne gelen tüm önemli insan isimlerinin, o insanın becerisine
verilen isimler olduğunu görüyoruz. Böyle olduğu için ismiyle birlikte o insanın
kişiliği fotoğraf gibi gözümüzün önüne gelir. Beceri-ad-soyata sıfatı arasındaki
uyumun bir zihinsel faaliyet olduğu açıktır.
Örneğin, Babil’in Asma Bahçelerinin kraliçesi İştar’ın bütün adları onun
kimliğini tarif ederken, fonetik dönüşen sesleri de açığa çıkartır.
İştar, SemirAmisi, SimerAmyti, SemirAmide, Medes: Kafkas
İberiasından İş-tar (Toros) soylu, Kutsal Hilal inanışlı, Sümer kültüründen, Mete
soyludur, Amazondur. Rize’de Potomya’da, Baleva tepelerinde bulunan Gelin Kaya
rölyefinden yola çıkarak, Babil’e buradan gelin gittiğini düşünebiliriz. Asma
bahçeleri burada Eylül ayında yamaçlardan sarkarken aynı manzarayı verir.
21
Şunu da anlıyoruz ki, Amide (Hamide), Mautu/Mete’nin dişil halidir.
Bazı Kuran yorumcularına göre, Kuran’da kadının üç halinden söz edilir;
genç kız hali, gelin hali, ninelik hali. Bu bilgi Üçlek Kibele kavramı ile de örtüşür.
Deneysel Fonetik Çalışma:
Demir sözcüğündeki d harfinin z olabilirliğini anımsayalım. Rize’de bu ses
vardır. İngilizce’deki “then” okunuşu gibi, dilin ucunu üst dişlere dokundurarak ZEN
gibi okunur. Dem iğiren ana’yı bu telaffuzla söyleyelim; Zem-iğr- ana; Zemirna
olur.
İğr, ur, or, ör eylemi, MA bereket tanrısı adına yapılan işler olduğundan İğrmağ, Ur-mağ, “ormeğ” fiilleri oluşur.
Şimdi, demirin kök hecesini üçleyelim:
dem, demi, demo
zem, zemi, zemo
Bu üçleme içinde dişil olan ikincisidir. Eril isimler ise üçüncüden
türetilecektir; Timur, Tibur, Tibor, Teymür, Teyo, vb. Demir’in bizzat kendisi de eril
olabilmektedir.
Şimdi, üçlek sisteme göre oluşan bu sözcüklerden elde edilmiş kadın adlarına
gidelim:
Semira, Semra, Sumru, Şamra, Zamire, Zümra, Temra, Demre, vb.
“Sümer” sözcüğü ile akrabalık açıktır. Şimdi rahatlıkla söyleyebiliriz ki,
Sümer kültürü demiri bulan, ondan kendi baltasını yapan Amazon Kültürüdür. Zaten
Karadeniz’deki yerleşim adlarında yaptığımız analizler ve araştırmalar da bunu
doğrulamaktadır. Kırım’a hatta Moldova’ya kadar Sümer/Kimer uygarlığı artık
karşımızdadır.
Karadeniz’deki Sümer Uygarlığının çok doğaldır ki bir adı da Amazon
Uygarlığı olacaktır. Kafkasların sarı hilali, Ay Tanrısı MAZ/MEZ inanışlılar...
Araştırmam ilerledikçe şunu fark ettim, Mezopotomya kavramı içerisinde yer
alan MED-OPO tanımı da “AMAZ-Opa Damı” ile denk düşmektedir.
Ayrıca, MEDE Opa, Mete Amca/Abey kavramıyla örtüşür. Amaz, Amed,
Med, Medi, Mez, Maz, Baz, Bazi, gibi sesdeş sözcükler bizi MEDES, OĞUZ
METE’lerin Bazi-Leus /Başoğuzlu Uygarlığına götürür.
Pekmez/bek-mez içindeki besleyici olan demir/feri besinini biliriz, üzümden
ezilerek yapıldığını da biliriz. Pek-Mez; koyu Maz! Bize ruh veren, canlılık veren
pek-müz perilerinin demirle bağını artık kurabiliriz.
Oğuz-Işık kültüründe önemli yeri olan “cem” sözcüğü ile bir fonetik
yolculuk yapalım. İd’li dağlardan biri olan Ovit’in yolu üzerindeki Cimil’in Hitit
kültürüyle bağını bulacağız.
Cim-il/ Cem-il; cem yapılan, toplanılan yer, otağ kurulan yerdir; “cem cemi
cemo camo, cuma”
Cemi/cami/came; Rizede cami’ye came denir. Toplanıp bir araya gelmiş olan
halk kavramlarına ulaştık. “Demo-kor-asi”nin kökeninde toplanıp dem/cem
yapıldığını görüyoruz. “Kor” hecesinde ise, zihinsel faaliyetin yoğunlaştığı, ulu ışık
kütlesi “Kor” (güneş tanrı) ışığının kaynağından söz edilmektedir. Hatta “Dem-Kor”,
bize akıl ışığının “dem”lendiğini, “dem” aldığını, aklın “ol”gunlaştığını söyler.
22
Aynı kök heceden “c-d” geçişli harfleriyle fonetik arayış yapalım:
“dem demi demo dama duma”
Burada demo-krasi sözcüğünün ve Rus parlamentosunun üst kanadı olarak
bilinen “duma” sözcüğüne ulaştık.
“Cem-li” türetmesiyle, “cüm-le” kavramına ulaşırız. Sanıldığı gibi “cümle”
Arapça değil, Türkçe çıkmaktadır. Çünkü anlam olarak da kelimeleri bir araya
toplamak, “cem etmek” ile doğru orantılıdır. Hem de “tümce” demekten daha rahat
ünlenebilmektedir.
Dilde akış kolaylığı veren şey nedir, bu konu dilciler tarafından pek
konuşulmamıştır. Bilinmesi gereken şudur; o sözcük bir ses, dilde akışı
zorlaştırıyorsa, o sözcük zorlama bir sözcüktür, er geç düşer yok olur.
Moldavya’da bulunan Türklerin, ki Doğu Karadeniz kökenlidirler, Gagouz
(Gökoğuz) dilinde ablaya “kaco”, ağabeye ise “baco” denilmektedir. “Baco” bizdeki
“bacı”nın eril halidir.
bac- baci - baco
bic - bici - bico
Gürcü dilinde bici kız, bico erkek çocuktur.
İspanyolca peri kız, pero erkektir.
Rize dilinde; “Ka, pi bak bağa, sağa deyrum”, cümlesindeki “bana-sana”
derken kullanılan “bağa-sağa” sözcükleri, aynen Gagouzca’da kullanılır.
Rize’de bir işe niyetlendiğini açıklarken ilk cümle olarak “Ullaun isinlan”
denir. Bunu, bugün “Allahın izniyle” olarak algılarız. Fakat, fonetik açılımında
karşımıza “Uluların İsiğiylan”, anlam olarak “Uluların yaptığı iş gibi” kavramı
çıkmaktadır. “Ata” kültürüne gönderme vardır, Hatti, Eti kültürü burada hissedilir.
Ata kültürümüzdeki suyu toprakla buluşturarak yerleşik hayata geçişi de
sağlayan TURPAN tarım devrimini (Karız Su Kanalları) ve Sümer demir devrimini
bilirsek, hangi sözcüklerin hangi devrimle dilimize girdiğini de görebiliriz. Buğdayın
bereketini koruyan ilk atalarımıza KARUŞ, KUROZ (Karız ile sesdeştir), Mete,
BUDA gibi sıfatların ad olarak verilmesi, tarım devrimi bağlantılı olmalıdır. İzmir,
Sümer, İspir, Sibir, Persi, Pars gibi isimler, “kılıcıyla koruyucu olan, bu şehri kuran”
anlaşılabilir.
Fonetik Analizde Simetri:
Fonetik analiz çalışmalarımız devam ederken, çok daha kısa yoldan analiz
tekniklerine ulaştık. Örneğin çift heceli isimlerde sağdan okuyula, tamgalara yer
değiştirmekmek gibi, akraba bir sözcüğe ulaşabiliyoruz; Sü-mer; Mer-si; Per-Si, gibi.
Perslerin antik tanrısı Mar-duk’un da kök hecesindeki Ma-uri/Uma-er, SüMER hecesinde saklıdır. Uri-Uma; Uma anadan üreyen, güneşin var ettiği...
Bir daha ters okursak UR-UMA diyarı, coğrafyamızın antik adlarından biri
karşımıza çıkar. Ayrıca Urum-eli, Turakia, Türk yurdudur, bilinir. Kürtler Türklere
Rum der. MAR, Uygur şehri Urumci; Ur-uma-si; Urum/Mar soyundan…
Türkmenistan’ın en büyük aşireti Mar kavmidir. (Mor-oguli /Morgül ile
sesdeştir. Yazar Morgül’ün ata dedeleri Türmenistandan gelmiştir)
Niğde’nin antik adı olan TUANA, NİĞDE ile simetrik sesdeştir.
23
Hasan Dağı, Hasan Dede türbesi buraya yakındır; HASAN ile NAUS
simetrik sesdeştir.
Niğde; NEU-İDA (yeni ışık) ile “ışığın yükseldiği bilimevi” anlamında
Tuana’yı açarsak; Utu-U-Ana olacaktır. Bölgenin kurtarıcı Oğuz beylerine Doğan adı
verilirdi. Sözcüğün sıkışmış hali TAN’dır. Tan yeri ışığın yükseldiği yerdir ve Lazca
TANİ veya Tauna aynı şekilde “yükselen ışık” demektir. Bilimevine Lazca Tauna
demekle, Niğde veya Tuana arasındaki fonetik akrabalık ortadadır.
Aynı yerde, Hasan Dağında bir Hasan dede vardır, onun adı da dağın adı da,
Kemerhisar Bilimevinin atası olan, üç kuşak bilim adamı yetiştiren, doktor
matematikçi olan, Apollo Naus’dan adını almış gibidir.
US ANASI, APOLLO-NAUS… NA-US, Ana-Us… Apollo; Ulu Apo, Alp,
İlyapa! Kemer Hisar adına da KİMER/ SÜMER-i Sehari diyelim mi?
Bir Niğde öyküsü var. 1.yüzyılda Apollo Nius Antalya’nın oligarklarına
demiş ki:
“Ey Aspendos’un zenginleri, toprağı kendinizin sandınız, oysa toprak
hepimizindir. Gerçeği söyledim diye beni hapse attınız. Ya söylemeseydim başka ne
olacaktı ki!”
Bugün bile geçerli değil mi?
Niğde-Tuana simetrisi, Sümer-Mersi simetrisi gibi fonetik analizde aynada
simetri bundan sonra da çokça karşımıza çıkacak.
Ağrı Dağı’nın fonetik fotoğrafı:
Ağri: Oğ-uri. Goğ/Gök Tanrının yeri. Oguri, “Kuru”. Türklerin en eski
adlarından biri KURU’dur.
Ar-Arat: Arat/Dor Yeri; Ur-utu; Urdu.
Arat: Er-Ata. (Erat, Asker)
Ata-er: Ada-ur; Dor (Atu-ur; Tur/Türk)
Arat Ağri; Erat Oğri, Erat Yeri.
Ararat: Dor/Tur’ların yeri! (Dor/Artı, Kürtçe’de KIZIL)
Buradan Urartu’nun fotoğrafını da çıkartırız:
Ur-artu; Ur-ar-atu; Oğri ar-utu; Erata Yeri.
Urarto; Ur Ada-er/Dor; Dor yeri.
Varto; Par-tu, Par-si, Mar atalı.
Ağrı’nın diğer adı Karaköse’dir. Kara-köse; Kuzey Oğuz açılımlıdır.
İsparta ilimizin adında benzer bir Sümer adını görürüz; İsparta; Par-si-ata;
Ata Su-Mer.
Çağrışımla, Roma’nın SPARTA-KUS köle isyanı da, Anadolu’dan Cenevizli
korsanlar tarafından kaçırılmış gençlerin köle olarak satıldığı Roma’ya isyanıdır.
Adlarından onların Pers-OĞUZ olduklarını okuyabiliriz. Tarihçiler onların MÖ.70
de, Anadoludan yükselen MOHTİ OĞUZ VI.Mitri-Date’nin direnişine katılma
çabasını pek anlatmazlar. Sahilde binecekleri gemilerle ana vatanlarına döneceklerini
hayal etmişlerdi.
Arhavi’de yukarı köylerde yaşayan yaşlılar gençleri sahile yalnız
göndermezler, kaçırılacakları üzerine anlatılan gelen korkuları vardır! (Tamamı
Lazca konuşan tek ilçedir.)
24
Ar-Heba, Arhave, eski adlarından NAO DİDİ, adından buranın tipik Sümer
yeri olduğu sezilir; Opa/Hepa’dan Ur olanların yeri…
Fer / Işık Dünyasına Fonetik Yolculuk
Şaman kültürünün temelini FER kök hecesinde görüyoruz. Öncelikle
belirtmeliyim, Şam/Işık, Şam-an ise onun çoğuludur. Işık blimi yapanlar
anlamındadır. Örneğin Saman-Yolu, Şaman bilginlerinin bulgularıyla ortaya
çıkmıştır. Anadolu baştanbaşa Şaman bilimevleriyle doludur. Bursa Ulucami eski bir
bilimevidir, mihrabında tamamıyla geometrik oranda doğru resmedilmiş ahşap
galaksi vardır, sekiz yıldızlıdır. Caminin ortasındaki tavanda buluna sekiz köşeli
tambur ve tam altında bulunan şadırvan, burada Şaman tıbbındaki gibi Işık ve Su
sesiyle tedavi yapıldığına işaret eder.
Şaman, etrafını aydınlatan, ışık kaynağı olan demektir. İnsanı ışık canlısı
kabul eden Şaman kültürü, bütün dinlerin altındaki tek ve en uzun yılları kapsayan
kültürdür. Güneş Kültü diye adlandırılan kültür de budur; bütün isimlerde “ışık”
kaynaklı kök heceler vardır.
Şam, esiğ/ışık, “fer” kök hecesiyle de karşımıza çıkar. Fer’in oluşumundaki
Opa (Up, yukarıdaki ışık kaynağı, güneş) bize çıkış noktamızı verir; Opa’dan Ur
olan, Per/Fer/Mer. Ulu Işık yol gösterici olmaya başlayınca gerisi çorap söküğü gibi
geliveriyor.
Işık, ışın, ısı, enerji; FER
Çoğaltalım; FER, FAR, FOR, FUR; PER, PAR, POR; MER, MAR, MOR,
MUR…
Fer kök hecesinden türevler çok zengin durmaktadır. Bu sözcük, acunsal
enerji, güneşin yaydığı ısı ve enerji, güneş gibi, Şaman kültürünün merkezinde
görünmektedir. Bu analizler ihtimaldir bizi Şaman kültürünün derinliklerine doğru
götürecektir.
İngilizce Işın; Bar, Rey.
PER hecesinde iki ses kökü vardır; Op-Ur, Op’dan Ur olan.
OPA-ANA IŞIK Kaynağı, en tepede olan, en yukarıdaki, Işığın geldiği yeri
ifade eder, hem erkek hem kadın olan, bir olan Tanrısal sıfattır. TANG-Rİ, Tan-rı,
Tan yerinden yükselen, kutsanan TAN, dönüşürerek Tun, Tin, Sin, Sun, San… Hepsi
ışık kaynağına gönderme yapar.
Fer sözcüğü, ihtimaldir ki, evrenin temelindeki enerji ile yakından ilgilidir;
onun varlığına CAN deriz. Hindular da “can” der.
Işık kültürü, Od/Oz kültürü veya Güneş Kültü olarak biz Türklerin hep içinde
olduğu bir kültürdür. Türklerin Göğ/Oğ tanrısı bir ışık tanrısıdır; “Oğuz” derken de
Oğ-ışığ deriz. Kırgızistan’da bulunan altın adam heykelinin adı ISSIĞ KOL Oğuz
Oğlu, ISSIĞ YÜZÜĞ tamgası da Oğuz Uşağı’dır.
Türklere, “İs-ma-ili; Ulu Oma Işığı” diyen Yahudi yazarlar, bununla Türklere
Işığın Oğlu/Tanrı’nın Oğlu demektedirler. Benzer bir ifadeyi Kaşgarlı Mahmut’un
sözlüğünde geçen, Hz.Muhammet’in Türkmen tanımında da görülür. Türk
25
destanlarında Türkler kendilerine Oğ-uz Oğlu der (Işık Kul), bu tanım da aynı
kavramı ifade eder.
Gün ışığının yükseldiği yerin adı olan TAN, antik sözcüklerde çok geçer.
Tan; Ata-Ana, Işık Ana (Zigana, Esiğana), Utu-Ana; Tauna, vb.
TAN içerisindeki iki kök hece yer değiştiğinde Ana-Ate; Anati, Ana-udi;
Endi (Sümer Tanrısı) çıkar karşımıza. Anati-Kos gibi soy ata adı veren ektir, Oğuzi
analı, Anati Okhus! Oğuzlu olarak bugüne çevrilebilir.
Plas-enta sözcüğünde bile bu koruyucu tanrıya rastlarız, bebeği anne
karnında sarıp koruyan Pelaz-Anası.
Tıpta ve canlılarla ilgili diğer bilim dallarında Op-Laz ve Plazma ile sesdeş
çokça sözcük vardır, bunlar ışık ve ilk canlı hücre ile doğrudan bağlantılı
sözcüklerdir.
Farslar da kendilerine FER-si, Işık soylu anlamında “Par-si” demektedir.
Tüm bu tanımlarda “ışık” ve “fer” temel kavram olarak karşımıza
çıkmaktadır. Maz; Sam’ın sağdan okunuşudur.
Halikarnas Balıkçısı insanın topraktan değil ışıktan meydana geldiğinden söz
eder. Sanırım onun bu düşüncesi, Okford kütüphanesinde geçirdiği dört yıla dayalı
bilgidir.
Işığı maddenin kaynağı kabul eden bir inanış da Pers-Sasani kültürüdür.
Sasani kültürü Pers uygarlığının küllerinden doğdu. Kimi tarihçilere göre İslam
Uygarlığı da Sasani Uygarlığının küllerinden doğdu. Şems suresinde buna kaynaklık
edecek ipuçları vardır, “Şems” güneştir. Ya-Sin (Ey Güneş), Ha Mim (Ah Nokta,
Güneş) gibi sunuşlarla pek çok Ulu Işığa, Allah’a sesleniş Kuran’da mevcuttur. Ki,
İslamiyeti ilk sahiplenip koruyanlar Şamani Türk devletidir. Tarih boyunca Türk
devletlerinin paralarında sekizgen şems motifi bulunurken, 2005 yılında Türkiye
Cumhuriyeti parsındaki şems motifleri yok edilip yerine yedigen şekiller
konulmuştur. Yedigen; matematiksizdir, algıyı zorlar, köşelerini tek tek sayarak
birkaç saniye sonra ancak algılanabilir. Sekizgen ise, en hızlı algılanan mükemmel
estetik şekildir, sanat, art (sekiz), artan, üreyen, yaratıcı olan şekildir, güneş bununla
ifade edilir. Sekizli şems motifinin Türk parasından kaldırılmasının anlamı, “bu halkı
uyutuyoruz, beynini matematiksizleştirdik” olarak anlaşılmalıdır. Büyük gezegenleri
bulan Şamani bilim adamları onları sekizli yıldız olarak resmettiler.
Samanilerin evreni böyle algılamaları batıda küçümsendi, onların ateşe
taptıkları yalanı söylendi. Mitolojide Kibele, Atis’e (dumansız ateşe, plazma/pelazuma’ya) âşıktır, yani toprak ana güneşe âşıktır.
Selevkoslar, gökyüzünü, bize ışık veren güneşi ve ışığını güneşten alan
gezegenleri inceliyorlar, ışığı hayatın kaynağı olarak algılıyorlardı. MÖ.109’da MarsMerkür-Jupiter buluşmasını tespit ediyor, 14 Temmuz saat 17.53’de Adıyaman
Nemrut dağının batı terasında bu olayı izleyip Aslanlı Horoskop heykeline
resmediyorlardı. 25 bin yılda bir kere Mars ile Merkür’ün yanına gelen Jupiter’e
büyük Oğuz beyi Eupadore Mitri Date’nin adını, Hubidor/Jupiter diyorlardı. Ona, o
gün o saatte 22 Oğuz boyunun birleşik krallık tacı giydiriliyordu. (Adıyaman
mozaiklerindeki adıyla MHTİ OKHUS, Oğuz Mehdisi)
“Fer” ile sözcük araştırmamıza devam edelim. Ay-fer ile Ay-peri
bağlantısındaki gibi, ay tanrıçası İştar/Star/Str (Dor-esiği/ Dor-es/Toros) ile fer
26
bağlantısı bir tesadüf olmasa gerek. STR ile başlayan yüzlerce sözcük, dağ, nehir ve
yer adı olarak Asya, Avrupa ve Afrika haritalarında görülür.
Dor; Ar-tı dır, pusulada güneyi, sıcağı işaret eder. Fonetik analiz
araştırmamız sırasında adını Artı’dan alan yüzlerce sözcükle karşılaşmamızın bir
nedeni olmalıydı. Örneğin Mars’ın bir adı da ERTE Yıldızı, Artı Yıldızı, sağdan
okursak DOR yıldızıdır. Urdu/Urartu şehri Van’da, Aktamar Bilimevinde (Kilise
değildir) gün ışığının girdiği delikler vardır, bu deliklerden giren ışık, yılın belli
aylarında belli resimlerin üzerine düşer, bir yıl dolduğunda ışık yine aynı resmin
üzerine gelir; buranın Gök Bilmevi olduğunun belgesidir.
Per (Fer): Işık, can, derman. Bu kavramı halk arasında günlük konuşmalarda
da görürüz; Gözümde fer kalmadı. Dizlerimin bağı çözüldü, Hiç ferim kalmadı,
gözlerime ışık geldi, su içtim can geldi, gibi.
Kibele’nin Üçlek sistemine göre; “per” kök alındığında, bu kökten bir dişil
bir eril türeterek çoğaltırsak, Peri, Pero dişil-eril insan adı olur. Peri, halen
Kafkaslarda “kız” demektir.
F,P,V,B,M fonetik akraba sesleri birbirine geçişlidir. Üçlek sistemde elde
edilen dişil-eril yeni isimleri geçişli seslerle sayısız çoğaltabiliriz:
Fer, Feri, Fero, Foro… Forfor
Per, Peri, Pero, Poro… Por
Ber, Beri, Bero, Boro
Ver, Veri Vero, Voro
Mer, Meri, Mero, Moro
Mar, Mari, Mara, Moro…
Farsça kişi demek olan “fert” içerinde FER’i görürüz; Fer-ti, Işık-atadan ur
olan… “Kişi” derken de içinde Og-isi okunur.
Latin dillerinin altında Lazca vardır saptamamıza dayanak oluşturan temel
bir yapıyı Lazca çocuk, “berepe” açılımında görürüz. “Bere-pe”, bi-ışık/bi-per, yeni
var olan bir “fer” olarak düşünülmelidir.
İngilizce “To Be” olmak fiili, var oluşu anlatır. Pe-laz, Mi-lat, Mi-let
sözcüklerinin başında bulunan BE –Laz, Uluoz’dan VAR OLAN anlamı içerir.
Be, Pe, Opa, Opo, Aba gibi antik sözcükler Ana Tanrıça Kibele’ye karşılık
olarak kabul edilmişse de, burada BE ile, yani VAR ETMEK ile örtüşmektedir, bu
nedenle var eden büyük ışık “güneş” ile eş anlamlı düşünülmesi normaldir.
Yerel şivede; bi-dur, bi-gel, dur-bi, gel-bi, gibi emir sözcüklerinde “bi”, bu
eylemi oldur, yap anlamı verir.
Peri-bi, sağdan “Bi-ber” sözcüğünde, “bir peri” benzetmesi vardır; ısı verir,
can verir, fer verir insana ve gerçekten içinde “demir/fer” vardır. Yunanca’ya
“piperu” olarak, İngilizce’ye “pipper” olarak geçmiştir.
“Peri”, kız olarak karşımıza çıkar. Meri’ye dikkat, Türkçe çıktı.
Dilimizde eğlenceli dil türetme şeklinde “perili merili”, “darılı marılı”, sarılı
marılı” gibi bir dil oyunu vardır; bu oyunda her harften M’li kafiye türetme görülür;
M harfinin geçişli özelliği başta gelir demektir. M-P geçişine örnek, Pers-Sasani
kralı Şapur, Sa-Por, fonetik olarak “ışığın büyük oğlu” şeklinde açılabilir.
27
“Fer-etiko” Rize Bezinin adıdır. Açılımı, Fer-atika; Atti-ka’nın ısısını veren.
Fer’’in türevi kimi sözcükler; “Ferferig ortalıkta dolaşmak”, “Firfirik
öttürmek”. Firfirik, Lazca’da ve Rize şivesinde düdük demektir. “Perişan,
perperişan olmak”; bütün enerjisini kaybetmek. “Viri viri” konuşmak (olumsuz
anlamda) çok konuşmak.
Rize, eski Haldoz (Portakallık) mahallesindeki “Bero” lakaplı aile vardır. Bu
mahallede soyadı Perili olan İkizdereli bir aile daha vardır. Bu isimler ışıkla ilgili
olacaktır. Bertan adına Bero deyişimizin fonetik mantığı burada sezilebilir.
“Forfor” harlı ateş, “foğur foğur” kaynamak.
Fortuna; Fırtına; Fer-tauna; Gür ışıklı.
Farsça: Feraset. Fer; erdem. Ferli; erdemli.
İngilizce: Por; ısı dolu.
Por-ti-kal ve Por-ti-hala (ineğin ilk sütünden yapılan tatlı); enerji suyu.
İngilizce: Furnace; ocak. Fairy; peri. Fairytail; peri masalı. Por (kap), Far;
uzun ışık.
Fransızca: Four; harlı ateş. Fournesi; yanardağ (foğur ısı).
Rize’de “furnesi”; fırınlanmış mısırdan yapılan ekmek.
Foro’dan, fonetik geçişli O-A seslerine göre türev: “Farfara”, çok haharetli
konuşan.
Bir eylemi çoğaltmak için izlenen yol, eylemi tekrarlamak anlamında, kök
heceyi yinelemek, bu yolla “eylemi çoğullamak” yolu kullanılmaktadır: Ferferik,
farfara, gibi.
Şans, talih kavramıyla bağlantılı olarak; çok taşkın akan Furtuna deresinin
adıyla İtalya’da bir Furtuna deresi daha vardır, ki orda yaşayanlar Doğu
karadeniz’den oraya gittiklerini söylemektedirler, bu derenin adı Talih Tanrısıdır.
Karl ORFF, Karmina Burana adlı sahne kantatında ana temayı bu dere üzerine
oturtur, koro en coşkulu yerde “O Fortuna” diye haykırır. Sözcüğün kök hecesindeki
FOR, “Fer, feri, fero, foro” fonetik türev sıralamasında “en kuvvetli” akan algısını
vermektedir.
Rize Fırtına Deresi, bu adını Amazon savaşçı Fırtına Aba’dan aldı. VI.Büyük
Bedri’yi gece savaşında yaralandığında atına alıp Amasya’dan Fırtına Vasindeki Zir
Kaleye kadar getiren başkadın savaşçı Amazon Tina, Fortuna Abla odur. (MÖ.63)
“Merdivan” sözcüğünün açılımında karşımıza Meri Diva Ana çıkar.
“Dirvana” kuşu mitolojideki demir ana, demir kuştur, ona çıkmak için Merdivana
çıkılır; bütün tapınakların kaidesi merdivendir. İtalyanca ve Lazca “skala”, iskeledir.
İtalya’da La Scala Operasının merdivenli kaidesi ona adını verir; Merdivenli Opera
demektir. Burada solist olan Leyla Gencer’e DİVA adı verilmiştir; o, bu
merdivenlerin en yukarısına çıkabilen, en demir olan kuştur.
Kök hecenin merkezine ışık kaynağı olarak FER yerleştikten sonra, sözcüğün
fonetik geçişlerinden türetilen çok sayıda sözcüğe ulaşılabilmektedir. Mer, Meri,
Mar, Mor, Bor, Bar, Par, Per, gibi. Bu hecelerin arkasına gelen “lar” çoğul eki ile
kavim adları yapılır.
Benzer şekilde çoğul eki, “uşakları”nın kısaltılmışı olan Us, Si, Ti, Zi de
olabilir; Par-ti, Per-si, Mar-si; Mer-ler, Marlar, Perler, gibi. Si eki başa da gelir; SiMer, Ta-mar, Te-mur, Ti-Mur gibi.
28
İran Pers ve Sasani uygarlıkları, ışık kültürünün önemli merkezi
görünmektedir. Sasani kutsalı MAR-DUĞ (Mar-ida, Mar-ti, Mersi) ve Mitolojik Pers
kralı FERİ-DUN, gibi yüceltilmiş kişiliklerin altında önemli büyük başarıları olan
insanlardan söz edildiği gerçeği vardır. Biraz araştırdığımızda aynı özelliklere sahip
iki ayrı kişi veya aynı kişinin iki farklı tanımları çıkar karşımıza.
FERİDUN operasına konu olan atalarımızdan söz edelim. Mustafa Kemal
Atatürk’ün bizzat metnin oluşmasına katkıda bulunduğu bilinir. Pers mitolojisinden
alınmış “Özsoy Destanı” (A.Adnan Saygun) ilk Türk operasıdır (1933). Kahramanın
adı olan Feridun’un ikiz oğlu olur, biri TUR diğeri ise İRAC/ Iraz. Iraz; İriza; Farsça
gibi sağdan sola okuyuşla AZERİ! Zamanla bu iki kardeşin aralarına kötüler girer,
birbirine düşman olurlar. Kastedilen Türklerle İranlılardır. Bundan sonra aralarına
kimse girmesin diye dualar edilir, dualar doğum kutlamasına katılan ulu halk
önderleri tarafından yapılır.
Tarih boyunca Romalı yağmacılar Türk soylu uygarlıkları yıkmak için hep
kardeşler arasını açmış, birbirine düşürmüştür; örneğin Darius’un iki oğlu Serhaz ile
Kuroz (MÖ.400), Timur ile Beyazıt, Osmanlı ile Safevi savaşları, gibi.
Feri-tan; Işık-tan var olan, anlamında bir kavramı da içerir. IŞIK-TAN, yani
Işıkoğlu FERİDUN. Fer Ti-ana olarak açıldığında, “Anası Fer”; Işık Analı olur.
Benzer şekilde, Anadolu’da Işıltan ve Işıtan erkek isimleri yaygındır.
Feridun; Feruzan ve Firuzan ile sesdeştir. Firuz, Peruz, Peruze, Parise, vb
adlar hem İran’da hem Türkiye’de yaygındır.
Farsça dili için “İran Türklerinin şehir dilidir” diyebiliriz. Bunu açalım.
Hanedanlığın ve yönetici sınıfın dili her yerde halktan ayrılır. Saray kültürü,
farklılaşmayı önce dilde getirir ve bu dili sanata şarkıya şiire ve edebiyata yerleştirir,
egemenliğini bu yolla perçinler. Uygur’da da halk müziği-saray müziği ayrılır,
İtalya’da da, Osmanlı’da da, Selçuklu’da da. Halkın dili ile sarayın dili ayrı olsa da,
hepsi aynı kökenden insanlardır. Pers hanedanları Kaşgari Oğuz boylarından
olduklarına göre FARSİ’ler dediğimizde bir başka insanları anlamamak gerekir.
Bugün küresel egemen olan dil İngilizce’dir ve bunu dünyaya dayatanlar, bu
dili kendine egemenlik aracı seçen hanedan Engliz (English) adlı bir İngiliz ailesidir.
Şair Firdevsi, Türk soylu bir şairdir ve üç dilde de, Türkçe, Arapça ve Farsça,
ana dili gibi şiir-destan yazmıştır. Üç dilin büyük ustası Firdevsi için Türk
düşmanıydı, Persleri tutuyordu, gibi saldırılar ona ve bu üç büyük uygarlığa
haksızlıktır. Keza Mevlana, sonra Osmanlı Divan Şairleri, Farsça ve Din dilimiz olan
Arapçayı da katarak Osmanlıca gibi yeni bir kültür dili yaratarak şiir yazmakla Türk
düşmanı değildirler. Dilde bugün hainlik, ulusötesi sömürgecilerin dili olan İngilizce
ile roman yazan ve onların Türkçe’yi kıran postmodern modasına uyanlar için
kullanılabilir.
Katalan diliyle Farsça ve Kaşgari Türkçesi arasında bazı benzerlikler vardır.
Bu benzerlikleri FER-Işık hecesinden yola çıkarak çözebiliriz:
Katalunca Işık, Brilla; Peri-ella; Ulu Işık.
Erkek: Jill (İl), kız; Jilla (Ella).
Hala: Tieta (teyze, tiyeze).
Güneş: Sol (So-li) Ay: Luna (ulu-ana).
Anne; Mare. Baba: Pare. Kardeş: Perma. Dede: Avi. Nine: Avia.
29
Ben: Joşok (ışık). Sen: Tu ets. O: Ella (kız), İes (erkek).
FER ile yolculuğa Asya’da devam edecek olursak, Laos (Ulu-oz), Kamboçya
ve NEPAL’e de uğramak gerekir. Nepal’de, Ana-Poli, Ne-Bal (Neval), gibi Kibele
kültürü karşımıza çıkar. Türkçe sözcükleri çoktur. Cenazeye beyaz elbiseyle gidilir,
kırmızı gelinlik giyilir, inek kutsaldır, koyun keçi gibi diğer etler yenir. Süt veren
Kutsal İneğin yediği otları bitirmesinler diye diğer hayvanları kurban olarak
kestikleri toplu kesim törenleri vardır.
Fer ile aynı anlamda ŞAM ve çoğulu Şam-an; Işık bilimi yapanlara denir.
Şamanoğulları devleti tamamen bilim adamlarının, Şamani Emir Sultanların yönettiği
Türk devletiydi. Başkentleri Buhara, Semerkant ve Belh bilimevleriyle doluydu.
Buraları Karaim Yahudi tüccarlarına mal taşıyan kervan bekçisi (kovboy!) Cengiz
Han yerle bir etti.
MÖ.550’den itibaren Işık-Bilim kültürüne dayanan, dayanışmacı paylaşımcı
Türk devletleri içerisinde, başta 1.Karus tarafından kurulan Akmenid, ardından
Bazileus ve Selevkos, sonra Sasani uygarlıklarını saymak gerekir. Agamen/Ah-Menis(d); Egemenler devleti, köleliği kaldıran, Atina’ya kaçırılan köle bilim adamlarımızı
kurtarıp özgürleştiren, bilinen ilk Şaman/Kuman(komün) Oğuzlu devletidir.
Anadolu’da kurulan son sosyal kamucu Türk devleti, Kemalist Türkiye
Cumhuriyetidir. Her ikisi de köklerindeki Oğuz töreleriyle kurulmuştur. Ancak 3.bin
yılın yağmacı batılıları onu pençelerine almış; kamu kurumları satılmakta, toprakları
ve eğitim dahil zenginlikleri, tüm birikimiyle küresel piyasaya yağmalattırılmaktadır.
Tarih göstermiştir ki batıdan gelen yağmacılar bu topraklarda uzun süre
yaşayamamış, her seferinde Akdeniz’e geri sürülmüştür.
Uygurlarda Pusula ve Kökenimiz Afrika
İlk pusulayı keşfeden Uygurlar, onun üzerine yazdıkları yazı ve işaretlerle
Işık Biliminde hangi bilgilere sahip olduklarını bize gösterirler.
Kuzey; EKSİ, rengi Kara.
Güney; ARTI, rengi Kırmızı
Doğu, rengi Mavi
Batı, rengi Beyaz
Kuzey/eksi sözcüğündeki KS harflerini temel alarak açalım; Og-esi; Oğuz!
Sağdan okursak, Uşağı, Esigi, Işığı! Kara-deniz’in antik adı olan Eksi-yan-os; Eksi
yöndeki usağlar, KORA, Kara deniz. Yine Kor’u işaret eder. KORİA, Kuzeyliler
anlamını bize verir.
Uygur’un en büyük dağı olan, yaz-kış karlı olan KAÇ-KAR dağının adını
açarsak, içinde Kos-Kor; Kor Oğuz adını okuyabiliriz.
Güney; Kun Oyi, güneşi bol alan yöndeki. Al’lı, Kor-uma-esi, Kor analı
uşağlar.
AR-TI, Ata’dan Ur olanlar. Atası güneyli, GÜN-AY, Gün-Eli topraklarından
olanlar. Hatta, ışığın en bol olduğu yer, Güneylilerin yeri, AFER-İka, Işığın
Yerinden, Afrika’dan söz edildiğini bile söyleyebiliriz.
30
UTU-UR, İda-uri, DOR olanlardır.
Kürtçe DOR; Kırmızı, kızıl. Kürt; Kor-si; Kor soylu; KARUS Oğullarından.
1.Karus, başında kızıl kurdeleli, 1.artemis ve Sümerdis’in babası, büyük METE
OĞUZ’dur. (MÖ.550)
Meksikalı yazar Gene.D.Matlock’a göre, kadim Türkler ilk insanoğludur,
Türkçe “adam” dedikleri insan neslidir. “Dahası Meksikalılar da Hintliler de Türkleri
aynı kelimeyle 'Karaskus' diye adlandırıyordu.”
“Türkler'in kendilerinden Kıpçaklar, Kurular ya da Aryanlar diye
bahsetmesi de bunun kanıtıdır. Ancak pek çok farklı din ve mitolojide geçtiği üzere
bu insanlar lanetlenip bir doğal felaket yaşar, dünya ekseninde meydana gelen ani bir
sapma ile yaşadıkları yer donmuş, büyük seller olmuştur. Şimdi adına Türkler
dediğimiz Kurular güneye, Orta Asya'ya kaçmak zorunda kalmıştır. Bu anlatılan
Büyük Tufan'dı. Nuh ve insanlığın soyunu devam ettiren oğulları da işte bu kökenden
geldi yani Türk'tü. Nuh'un gemisinin karaya oturduğu Ararat Dağı'nın Türkiye'deki
Ağrı Dağı olduğu inancı da bunu kanıtlıyor. Böylece Türk soyundan gelen insanlık
Türki ye'ye ve aşağıya Mezopotamya ve Hindistan'a dağıldı. Dolayısıyla Sümerler,
Hititler, Iraklılar, Kürtler, Hintliler, Mısırlılar hepsi aslında Türk'tü. Kuzey
Kutbu'ndan aşağı inerek Kuzey Avrupa'ya İsveç, Finlandiya, İngiltere'ye ve tüm
dünyaya yayıldılar. Bugün herkes kendi neslinin izlerini Türklere dek sürebilir.”
(Gene D.Matlock, Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz. Hermes, 2009)
Türklere Meksikalıların verdiği isim olan “Karaskus” sözcüğünde, Kara-SiKus, Karu-si Kus; Kor-si Oğuz, “güneşin oğlu” Kora Oğuz’u; anlamı vardır. Kuzeyli
Oğuz adını yine AĞRI dağının diğer adı olan KARAKÖSE adında buluyoruz.
Keza, diğer adı AGRI’dır; Oğ-Uri; OGIRİ, Gırı ile sesdeştir. Zaza
Oğuzcasında Gur, Tanrı demektir. Nemrud Dağı için yerel dilde söylenen GIRİNEMRUD, sözcüğünde bunu görüyoruz. Nemrut Ateşi ile anlamdaştır.
Doğu; İda-oği, ışığın yükseldiği, Işığın Ur olduğu yöndür, kutsaldır. Rengi
Huma-Evi, yani güneşin evi, Mavi’dir. Güneş Doğu’dan yükselirken gökyüzü
siyahtan MAVİ’ye döner. Uygur pusulasında Doğu Mavi’dir.
Batı; Battı. Beyaz, ölüm halidir. PA-Tİ, Opa-Si, ışık silindi, battı, der gibidir.
Beyaz; MÖ.8 binlerde batı olarak haritalarda belirlenen yer Alp Dağlarından
ötesi Beyazdı, karlar altındaydı. Battı, denilen yerde beyaz vardı, oralarda BE AYAZ,
Opa ayazdı, soğuktu, ısıtmazdı, ölüydü. Be-Oz olmak, felsefik olarak düşünürsek
Kozmoz’a karışmaktır.
Ölümün rengi soğuktur ve beyazdır! Hitit-Sümer cenaze törenlerinde Ferig
kızlar “beyaz” elbiseler giyerdi. Bugün cenazelerde beyaz yerine siyah giyinmek,
Hıristiyan liderlerin Şamanilerden farklı olma, tersini yaptırma çabası gibi
durmaktadır.
Opa-ata, güneş atası Etiopia, Afrika’nın orta doğusunda kalsa da Asya’nın
batısındadır. Orası insanoğlunun ATLAS’a yayıldığı yerdir.
PAN/Pagan inanışlılar, OPA-analılar, İç Moğolistan’da bulunan ManOğlu/Mon-gol insanına, oradan Afrika’nın merkezi orta LİB-YA’ya, Klimanjero
(ogul-man-yeri) dağına, çölleşen volkanik göl Turkana’ya, Heredot’un
adlandırmasıyla Güneşin Sofrası’na, yani Sudanlı ve Kenyalı atalarımıza kadar
uzanır. Kli-Man-Yero ile Mon-gol-ia, (Moğolistan) sesdeştir. Köle-Men ile sesdeştir.
31
Afrika kültürlerinin temel adlandırmalarında da Işık Kültürüne rastlamak
tesadüf olmasa gerek. Uygur’dan önce bir Afrika merkezli uygarlıktan söz etmek
gerekir. Ki, İranlı ünlü İslam filozofu İbn Miskeveyh’in (940-1030), insanın
Asya’dan önce Afrika’da var olduğundan, Beyaz insandan önce ZENC insanın
varlığından söz ettiğine bakılırsa, fonetik izlerimiz onunla buluşmaktadır. Aynı
yıllarda Asya’da Buhara ve Semerkant bilim merkeziydi ve Türk ŞAMAN
bilimevlerinde Farsça yazılırdı, o nedenle bu bilim adamlarına Fars denilmektedir.
İbni sina ile ve Marlı şair filozof Ahmet (El Maari) ile de dönemdaştır. Yönetimin
bilimadamlarında olduğu Şamanoğulları devleti, Gazne devleti bu dönemdedir,
Sasani uygarlığının devamıdırlar. Kölemen devletler diye tarihe geçtiler; Men Kuli,
“insana hizmet eden oğul”, insanı öne çıkartan felsefeleri vardı, Emir/Emre Doğan,
Tavus kuşu sembolü olan beyler onlardı.
Dönelim Afrika’ya. Etiopya’da Turkana bölgesinin Heredot’taki adı;
Yüzüyanıklar Ülkesi’dir. “Zenci” demek istemiş!
Hz.Muhammet’in Sudanlılar ile Türkler için Köle ifadesi kullandığından söz
eden bazı İslam Tarihi sözcüleri, burada bir çeviri/kavram hatası yapmış gibidir;
çünkü Kul ile Köl aynı sözcük olup, Oğul (cli, kleo) anlamındadır. Işık kültürü
kavramlarıyla bakıldığında, İlk-Oğul anlamında, Hz.Muhammet’in böyle bir sözcüğü
kullandığını söyleyebiliriz.
Türk; Tür-ika, Türün İlki olarak tanımlandığında, karşımıza güneyli AR-TI
olan, DOR-ika çıkar. Afrika için benzer bir açılım mümkündür.
AP-Rİ-KA; Opa-Ur-ika; Opari-ka; O’FERİ-Ka; FER/Işık Olanların yeri, gibi
bir fonetik açılım yapılabilir. Eğer Afrika insanıyla Asya insanı arasında renk
basamakları dikkate alınırsa, Afrika-Sudan- Asya sıralaması mümkündür. Sudan ve
Hindistan, Avustralya insan renkleri Afrika’dan göçlerin yönünü verebilir. Asya’dan
Avrupa’ya göç ise çok yakın zamandır ve artık Avrupalı kendi atasının Afrika
olduğunu bilmelidir.
Antik araştırmalarımız sırasında karşılaştığım Afrikalılarla birebir konuşarak
onların ata ışık kültürüne dayanan sözcüklerinden örnekler almaya çalıştım. Diğer
başlıklar altında bu bilgilere yer verdim. Belirtmeliyim ki, insanlar sınıflı toplumlara
geçtikçe egemen olan sınıf kendi halkına yabancılaşmış, yeni diller türetmiş ve o dili
halkına eğitim dili olarak dayatmış, hatta kralın/hanedanın yeni bir inanışı
benimsemesiyle daha bir kendi halkına yabancılaşması da olmuş, saray ile halk
arasında kültürel yabancılaşmalar olmuş, ama, ana kutsallarında yabancılaşmayı
bütünüyle başaramamışlardır. Bu nedenle bütün kültürlerin kutsal adlarında derin
beraberlik izlerine rastlayabilmekteyiz ve hatta güneş ve ışık bağlamında FER ve
IŞIK temel sözcük olarak durmaktadır.
Afrika’da Etiopia (Ata Opa yeri) bölgesinde Turkana Gölü, Klimanjero
(Atlas Dağı) gibi isimler insanoğlunun atalarının buradan geldiğini işaret etmektedir.
ATLAS, Ulu-Oz Ata’dır. Atlas adlı heykelde yeryüzü küresini sırtlamış bir Turkanalı
resmedilir. Tarihçi’ye göre, yerliler bu dağı “gökyüzü direği” olarak adlandırmışlar.
Turkana Çocuğu olan Human’ın (Man/Pan) ataları Homa Erektus, heykelleri Çin’de
Zhoukoudian/Choukoutien’da (Kaukasyan) bulunsa da, buralıdır.
(bkz.http://en.wikipedia.org/wiki/Zhoukoudian)
32
Aşağıdaki haritada görülen LİBYA, Afrika’nın ve insanlığın merkezidir,
Türk-ana, yani Türün ilk anası Turkan buralıdır.
(bkz. http://www.hermetics.org/herodotos.html#_ftn51)
Bu sitede, yazar Fırat Düzgüner, “Aklanmayı Hak Eden Tarihçimiz
Heredot” adlı makalesinde verdiği haritadaki isimler bizim fonetik analizimizle
örtüşmektedir. Bodrumlu Heredot/ErAtası, “İnsan Atası Yazarı” çıkıyor ve Heredot
bugün Tarihçi olarak karşımızdadır.
Yazar Fırat Düzgüner makalesinde şöyle diyor:
“Mağara adamlarının arabaların önünde neredeyse ona denk biçimde hızla
koşmaları, bugün, Etiyopya’lıların atletizmde gösterdikleri başarıların da bir kanıtı.
Tarihçi Heredot diğer bir yerde, “Kserkes Ordusunun Sayımı” başlığı altında,
Etiyopya’lılardan, Mısır’ın güneyinde oturan Etiyopya’lılar ve Asya Etiyopya’lıları
olarak bahsetmesi, iki ayrı yerdeki aynı kökenli halkın, Asya kökenli olduklarını
göstermesi bakımından oldukça ilgi çekicidir. Zira, Homeros’un yukarıdaki
alıntısında “kimi batan günde oturur, kimi doğan günde…”, şeklindeki söylemiyle
çok benzeşen bir anlam taşıyor.”
Atlas dağı çevresinde yetişen dünyanın en eski ağaçları, 5 bin yıllık
BAOBAB ağaçları, Op Baba/Güneş Baba gibi kutsal bir ada sahiptir. Minarelerin bu
ağaca benzetilerek yapıldığını söylemek pek yanlış olmaz. Kimi antik tarih yazarları
bunlara Herakles Direkleri der.
33
Kenya dilinde baba yine baba’dır.
Kenya dilinde güneş ŞUĞA, aynen Lazca’da olduğu gibi ŞUĞA’dır.
Kuzey’in Işık kültürüne dönecek olursak, Ek-Si sağdan okunduğunda İs-ik
olur ve İskit, İsik Ata’mız olurlar. Böylece, Güney’li atalarımız TUR Analı, Kuzey’li
atalarımız İSİK Atalı çıkar.
Bu analiz bizi Antep-Nizip’deki Belkıs ZEUGMA’ya, İskit evine götürür.
İsik Ata’nın evindeki isimler, Oğuz Işık adlarıdır, Ki, burası bugün de Oğuzeli’dir;
Bel-Kıs; Beli-Kos; Oğuz Beli.
Antep Oğuzeli’nde mozaiklere resmedilen kadın kraliçe, hiç evlenmemiş
olan, baş savaşçı ATİKE (Tiche), Fırtına (Parten-aba), Er Hatune (Ari-adne),
Athena/Tina, Doğu Karadenizli LAZOPA (Pelaz) Kabartay Bacı, Bacıaba (Pacopo),
Amasya’da talih eseri Kral Büyük Bedri’yi kurtaran Amazon kızımızdır.
Zeuma -Teon; Mautu (Mete) ve Ateona. Tina ve Mete Oğuz, MHTİOX.
Zeu-Ma, Ma-Işığı, Huma Uşağı (Güneşin oğlu) Mitri-date, VI.Büyük Bedri
dedemiz olup kuzeylidir, İkizdere (Koraiseba) ve Kaçkar’ın Haydar yaylalarında
büyümüştür.
Pusula’nın Rize Hemşin’deki adı, Kıblenome’dir. Özbek Türkçesidir.
(Hemşin Türkçesinde ağırlıklı olarak Oğuz lehçeleri vardır.)
Rize’de Puzi, Pozi; bir şeyin pozu, baktığı yöndür. Fotoğraf çekilirken
yönümüzü o tarafa döneriz, yani POZ veririz. Pusula; poz-ulu, yani yönü belli eden
anlamıyla günlük dilimizde de vardır.
Kora, Kara, “kuzey” açılımlı olunca:
Karadeniz’in en kuzeyindeki Odessa bölgesinde Karaim adıyla bilinen bir
halk vardır. Kara-im/ Kuzey-eme, gibi bir açılım yapılabilir. Ancak bölgede,
Venedikli tefecilerin yolunu açan işbirlikçi Cengiz Han’dan kalma bir tefeci banker
sınıfından söz edebiliriz ki onlar kendilerini Yahudi kabul ederler. 1204 yılında
İstanbul’u işgal eden (4.Haçlı seferi) Venedik tefecilerinin Cenevizli tefecileri ve
Ortodoksları Trabzon’a kaçırtarak, Karaköy’de kurdukları devletin adı Latin Katolik
devleti idi, ki 1453’de Fatih o devleti ortadan kaldırmış, bu sayede Trabzon Sümela
Şaman evine sığınan Hıristiyan ve Yahudiler ancak geri gelebilmiş, Pantus devleti de
34
Osmanlı’ya katılmıştır. 1204’de Kara-köy’e Odessa’dan gelen tacirlerin aynı adı
buraya taşıdıklarını düşünebiliriz. Cengiz Han’ın torunlarından Hacı 1.Giray’ın
Kırım Hanlığı bayrağı neden kırmızılı değil de mavidir, sorusunun cevabı burada
aranmalıdır.
Dil Gelişiminde Demirin Bulunuşu
Cevat Şakir Kabaağaçlı (Balıkçı Baba!), Anadolu’da Tunç çağı bitiyor ve
Demir çağı başlıyorken, fonetik ve alfabenin yayılmaya başladığını söyler. Üçlek
sistemle sözcük üretirken kendiliğinden kaşımıza bu fonetik gelişim çıktı; sesler,
hafiften kuvvetliye doğru (kreşendo) çıkartılmaktadır.
Hafif- sonra kuvvetli- sonra orta kuvvetli- sonra çok kuvvetli diye müzikal
sıralamasını yapabileceğimiz bir uzun kreşendo örneği karşımıza çıkar. Ses doğacak,
yavru olacak, büyüyecek, en büyük olacak ve bu büyümeye karşılık gelen hafiften
kuvvetliye, ince sesli harflerden kalın sesli harflere doğru giden ses sıralaması
oluşmaktadır.
Pit- Piti- Pito-Poto: Örneğin bir yılan yavrusu büyüdükçe sesli harfler ince
sesliden kalın sesliye doğru değişim gösterirken yılanın kalınlaşarak büyüdüğü de
hissedilmektedir. Özellikle POTO’da, O sesindeki kalınlaşma, büyümüş yılan
imajıyla örtüşmektedir.
Pit – Piyano (hafif)
Piti -Mezzo Forte (orta kuvvetli)
Pito – Forte (kuvvetli)
Poto – Fortissimo (çok kuvvetli)
Müziğin içinde önemli yer tutan söz-ses uyumunun (prozodi) temel mantığını
bu örnekte görebiliyoruz.
Piton yılanının en büyük hali olan POTO’nun fortissimoya, en büyüğe
karşılık gelmesini, dem - dam – tam - tom sıralamasında da görürüz. Dam’ı/ gök
kubbesi en büyük olan yer; “tom-ya”. (Rize’de mısır çalılarının üst üste yığılması
suretiyle oluşan kubbe şeklindeki büyük yığına “tom-oni” denir. Keza dağı kaplayan
da duman’dır. Çay ağacı da, fındık ağacı da tom/tam(i)/dam/kubbe şeklindedir, o
nedenle çağ ağacı değil, “çay tamisi” denir.
Eme-Ebe-Aba-Opa-Opo… Bir kreşendodur. Koruyucu ulu annenin, yani
eme’nin en büyük hali OPO’dur. (Me/Ma, Lazca “ben”. Sümer Tanrısı Ma!)
Rize’deki Potomya semtinin de bu bağlamda bir açıklaması vardır. Keza
şimdi sınırlarımız dışında kalmış olan, çok eski bir Acar Türk şehri olan BATUM,
Potom/Opa-tomi açılımıyla benzerlik gösterir.
Bu adlandırma, POTOMYA’da eskiden büyük bir Sümer yerleşim yeri
olduğuna işaret etmektedir. Ki, tam üzerinde Sümer Tanrıçası KIBLE dağı ve önünde
AY HANA dağları avrdır. Kıble dağının bir yerinde bir zamanlar büyük bir şelale
olduğu, ondan dökülen suyun nereye gittiğinin bilinmediği halk arasında anlatılır.
Buralarda doğal toprak kaymaları halen daha devam etmektedir. Çok büyük bir çaba
ve inançla, eski Potomya gün ışığına çıkartılabilir.
35
Mezopotamya, “mez” ön ekinden anlaşılacağı gibi, hilal inanışlıların yeridir.
Bazı tarih kitaplarında Yukarı Mezopotomya diye bir yer adı geçer, Büyük
Potomya’nın kuzey sınırları Karadeniz’de Kırım’a kadar uzatılmalıdır. Çünkü, Kırım,
Karadeniz’i çevreleyen Kimmer/Kenger/Sümer uygarlığı ile yakın ilişkilidir.
Karadeniz’de MÖ.6500’de yaşanan tufandan sonra insanların güvenli
yerlere, Harran’a ve daha güneye göç ettiklerini düşünürsek, Sümerlerin asıl vatanı
Karadeniz çıkmaktadır. Ancak bilinen şu ki, Karadenizli (Pantuslu) Başoğuzlu Kralı
VI.Mitridate MÖ.63 de yenildiği zaman, Sezar’ın yağmacıları onun başkenti
Potomya’yı ve Taşköprü gibi önemli şehirleri yerle bir etti, senatoda ona direnen
şehirlere tarihten ve hafızalardan silme cezası verildi. Sümerlerin yok edilişi, Milat
ilan edilmesi ve Hıristiyanlığın doğuşu beraberdir, hepsi de Anadolu’yu Roma
kolonisi yapmak içindi.
MAZ-OPO-TAM-YA üzerinde tekrar bir analiz yapacak olursak; Maz-opa
Damı. Rize Potomya önü körfez olan yerdi, deniz askerleri için tek ideal yerleşimdi.
Sırtını Kible dağına dayamıştı. Önündeki Askoroz körfezi (Asker-us) zamanla
dolarak bir delta oldu. Burası iki bin yıl önce BAHRİYE Körfeziydi. Ulu Amazon
ablalar ve ulu ağabeyler buradan denize çıkardı.
MAZ; Işığını Uma’dan alan, Bereketli Hilale inanan.
Doğu Karadeniz’de, özellikle Arhavi, Ardeşen civarındaki Abu, Yukarı
Sümer, Aşağı Sümer ve Rize’de Sümerli köy adlarında görülen Sümer adları bu
kadar tesadüf olmasa gerek.
Çaykara’nın Mazopliya köyü için benzer açılım yapılabilir; Maz-opa-uli-ya,
Maz opa-oğli yeri, şeklinde açılır. Bu köy, Of/Opha ilçesine hem mesafe olarak hem
ad olarak yakındır.
Çorum’un antik tanrısı Pudu-hepa içerisinde de Poto/Buda ile sesdeş bir
durum vardır. Pudu; Opa-utu, Opa-ata demektir, yani Ata anası Hepa; Puduhepa.
Rize Potomya civarında tufan söylenceleri:
1- Çocuklar, “Sular yükselirse nereye kaçarsın?” oyunuyla kendilerine
yüksek tepeler seçerler.
2-Askoroz körfezinin Engindere köyünde, 1000 metre yukarıda, denizi gören
bir sırtta yaşayan Baleva sülalesinden Zinnet Bal ninenin torunu Bedri Baloğlu’na,
1960 yıllarında, akşamları anlattığı masallardan birinde bir kısa öykü geçer:
Kadının biri ineğini otlatıyormuş, bir başka kadın ona yaklaşmış, hiç bir
şeyden habersiz olmasına şaşarak sormuş, "O kadar sular seller oldu, sen niye
burdasın?" demiş.
Kadın da demiş ki; "İneğimin ayakları bir ara suya girdi, başka bir şey
görmedim."
Denizden yaklaşık 900 metre yüksekte, kıssadan hisse, tipik Karadenizli
anlatımı olan bir anlatımdır. Suyun buraya kadar çıkmış olabileceğini, yani tufanda
suların yükseldiğini çağrıştıran öyküdür.
Bu köyde 1960 yıllarında bir değirmen vardı, değirmenin yanında da bir
DİPSİZ KUYU. Bu kuyunun içine atılan taşın yere düşme sesi duyulmazdı. Birkaç
ipi birbirine bağlayıp içine salsalar da dibine ulaşmazdı. Bu kuyu bir BACA idi.
Muhtemelen buradaki yer altı şehrinin 900 metrelik bacasıydı.
36
Baleva bayırının en tepesinde 916 metrede bir Gelin Kaya rölyefi bulunurdu,
artık yok, görenler anlatır, korunaklı kayaları ve ateş yakma çukuru durmaktadır.
Burada, bir gelin ata binmiş arkasında dünürcüsüyle giderken resmedilmişti. Bu
gelin, Babil’e gelin giden Semiramis İştar Opalizi olmalıdır. İştar, Asma Bahçelerini
özlemesin diye aynısını kocası 1.Karuş ona yaptırmıştı. Bu tepeden Trabzon
sahillerini görmek bile olanaklıdır!
Gelin Kaya tepesinden tüm sahili gözetlemek mümkündür. Sürekli askeri
gözetleme yeri olduğu düşünülebilir. Altında bulunan Baleva Bayırında Opalizi
(Palici) lakaplı aileler vardır (Nisan 2011). POTOMYA ve Haydar yaylası, Fırtına
Vadisi, Zir Kale, İkizdere (Kureyşi aba), araştırmamızın ileri bölümlerinde yine
konumuz olacak.
Söze Oğ (Ka) Tanrının Adıyla Başlama Kültürü
İnsanoğlu, kendini gök tanrının kendi ışığından yarattığını düşündüğü andan
itibaren tanrıya saygıyı her biçimde dile getirmiş olmalı. Buna dair pek çok işaret
görebilmekteyiz.
Antik dönemlerde, önemli insanların kimlikleri o kişinin neyle ünlü olduğu
ile açıklanırken, Latince nomos’u, soyunun “namı” ile birlikte anılırdı. Soyadı olarak,
hangi tanrıya inandığı belirtilirdi. Bu inanışları, Per, Mar, Ana, Apa, Pak, Pan, Maz
ve Ma olarak sayabiliriz. Galiba en yaygın olanı MA inanışı, toğrağın bereketini
veren Uma Ana idi ve onun sembolü de Kibele idi. Fakat Gök Tanrı tekti, o güneşi,
ayı ve yıldızları, bize ışığını göndersinler diye yaratmıştı. HU-MA kuşu sanki
Goğ/Oğ-u-Ma, güneş idi.
Bugün insanlar nasıl ki hangi dinden olduğunu belirtirken hangi peygambere
inandığını söylüyorlarsa, hatta nüfus cüzdanına da yazıyorlarsa, o zamanlar da kişinin
soyadından kime inandıkları belli olurdu. Örneğin, PAN, Apa Analılar, Apaoğun/apa
soylular demektir. Ma-oğun sıkışınca MAN, sertleşinde ise Ban/Pan olur. Uma-oz,
sıkışınca Maz/Mez olur, Uma-od sıkışınca MAD/MED/BED olur. Ulu-Oz sıkışınca,
Laz/Lad olur.
Antik isimlerini devam ettiren kültürler, bunun işaretini bugün bize
gösterirler. Örneğin Pak-istan, Mak-edonya gibi. Benzer şekilde, içinde
Pan/Man/Men/Min/Ben gibi heceler geçen, Al-ben-iya, Ar-men-iya, Al-man-ya, Rumen-iya, İ-ber-ya, Alasya(Kıbrıs), Alaşya (Kazakistan), Mez-opotomya, gibi.
Bizler bugün antik dönemden pek çok iz taşıyoruz. Örneğin söze başlarken,
“ben” kimim, o benim, diyoruz. Batı kaynaklı düşünürlere göre inandığımız tanrının
adını veriyoruz, gerçekte atasoyumuzun adını söylüyoruz.
Bütün dillerde BEN, birinci tekil şahıs, inandığı tanrının adını taşımak bile
olsa, burada “Ben, benim Tanrımın (atamın) Işığıyım” kavramı ile karşılaşıyoruz.
İşte birkaç örnek:
Türkçe’de BEN; PAN, MEN. (Azerbaycan, İran, Türkmenistan, Moldova vb)
Türkçe ‘de BEN-İM; Pan Uma.
Farsça’da Ben; MEN.
Farsça’da Ben-im; Maoli Men (Ma Ulu Pan)
37
Ermenice’de Ben; Yes (Ay-esiğ/ ay ışığı)
Ermenice’de Ben-im; İmin (Ay-men)
Arapça Ben; Eme (Uma)
Nijerce’de Ben; Emi (Uma)
Lazca’de Ben; Ma. Sen; Si. O; Eme Yaşlı abla; Dido
Sümerce’de Ben; Me. Sen; Ze. O; Ene. Yaşlı abla; Aba.
Kürtçe’de Ben; Ez (Esiğ;ruh, ışık. Ezi; Hakasca Tanrı. Ais; Etrüskçe Tanrı.)
İngilizce’de Ben; I’m (Ay um, Ben Ay’ım)
İngilizce’de Benim; My (Ma-ay)
İtalyanca’da Ben; İo (Ayo, ay).
İtalyanca’da Benim; Mio (Uma-ay )
Rusça’da Ben: Ya (Aya, ay).
Rusça’da Beni; Mayo (Umay ) Rusça ay; Luna.
Fransızca’da Ben; Je, Me, Moi ( Işığ, Ma, Umay)
İspanyolca’da Beni; Mia (Maya, Umay)
Almanca ben; İch (Oğ, Goğ/Göğ/Gök)
Almanca beni; Mich ( Mah, Ma-ogh, Mak/Pak, Büyük ışıklı)
Gana/Âna’nın başkenti Akra dilinde Ben; “Meng”. Sen; “Hu”, O; “Oğ”.
Kenya/Kin-ya dilinde Tanrı: Mungu (Benge/Manga/Menge; Ben, Pan)
Uruguay/Uruğay dilinde Tanrı; Dios (Işık Ata). Ben; Soi. Sen; Tu. O;
Ulu/İşa.
Uruğay (Ay-Uru) dilinde Güneş; Sol (Ulu-os). Ay; Luna (Ulu-ana).
Sadece BEN kavramında değil, SEN ve O kavramlarında da Gök Tanrıyla
bağ vardır ve olması gerekir. Örneğin, SEN; Sin, Sun (güneş).
Çince Işık-elektrik; Tzeo (Tao, Doğu; Işık doğudan yükselir!)
Moğolca’da GÖK; Tengri! Tan yerinden yükselen ışıkla eş anlamlı.
Kızılderililer karşılaştıkları kişileri “Ogh”(göğ) diye, Japonlar “Hoss”(Işığ)
diye selamlar.
O; Oğ, göğdeki, bizi gören O’dur. Üçüncü kişi/adam, aramızda yoktur ama
bizimle birlikte hep vardır. Ben-Sen-O, antik üçgen çiziminde ortada görülen
NOKTA, OĞ’dur. Üçlek Tanrıça Kibele’nin simgesidir. Üçgen işaretinin Yunanca
okunuşu D dir; dağ Tanrısı İda ile bağlantılı semboldür. (İda ile İsa/İza sesdeştir.
İsa’ya Tanrı denilmesinin nedeni bu antik kavram olabilir.)
İngilizce “Sen”, You’are; Oğ-Ar, Oğ’dan ur olan, Oğ’un oğlu.
İngilizce “O”, He-is; Hey-isiğ. Shi-is; Zey/day (dağ)-isiğ.
İngilizce “Hu.day”, ışıklı gün, Hü-dai ile eş anlamlı olup Afyon Sandıklı
kaplıcalarının bulunduğu yerin adı Hüdai ve semahlardaki “Hudey Hudey..”
haykırışları ile sesdeştir. Bu kaplıcanın yeri, Mitridate Eubador için yapılmış en
büyük anıt müze Jupiter’in yakınlarındadır. Bu eser de Romalılar tarafından
yıkılmıştır.
İngilizce “day” (gün) sözcüğü, d/th/z/s dönüşümlü, dağ/dav/tao/zao/zay
şeklinde gün ışığıyla, IŞIK TANRI kavramıyla örtüşmektedir. Tao, Dey, ZEY ses
değişimindeki veya Türkçe Halide/Halise adının İngilizce Alise yazılması gibi, D-Z
38
geçişli sesleri burada belirgindir. Arapça ışık “ziya” (iziga) ile İngilizce “day/zey”
gün sözcükleri, Ön-Türkçe’de buluşmaktadır.
“İslam” sözcüğünün fonetik açılımında İs-La-Ma; Ulu Ma Işığı fark edilir.
Ma’nın ışığı altında birleşenler…
Almanca, dede Opa, nine Oma sözcükleri de güneşin diğer adları olup İskit
Türkçesine, dolayısıyla Sibir-Sümer diline işaret etmektedir.
Antik dönemde Şaman-Işık kültürünün dünyada tek kültür olduğunu
söylemek de mümkündür. Çünkü Tanrı, güneş ve ay, hep ışıkla ilişkilendirilmiştir.
Kafkas dillerinde bu çok açıktır. Güneş- Tanrı- Ay karşılıklarına bir kaç örnek:
Rusça: Sonse (Sun-ise, Kûn-ce) - Boug (Opa-Gok) - Sonse
Ermenice: Lusin (Ulu-Sin), Arif (Ur-opa) – Astvat, Hayho
Süryanice (Zorani/Dorani): Rû (Ur eden) -Huday -Ruj
Gürcüce: Mızı (Maz) – H’Merti - Mızı
Kürtçe: Tav (tao) –Hoday – Day, Roj
Türkçe: Günes - Allah (Ulu-hu) - Ay (Hay/Oğ)
Kenya dilinde bazı temel söcükler güneş kültündedir:
Ay; Muizi. Güneş; Jua (Işığ ile sesdeş). Tanrı; Mungu (Pan Oğ’u)
Kenya’da, Tanrı MUNGU’ya ulaşmak için, “Men, Ben, Benge, Banga;
Manga, Mungu” sıralamasında üçlek sistemle fonetik büyümeye dikkat!
Kenya dilinde görülen bu durum, bizi, ilk insan neslinin Afrika’da oluştuğu
tezine götürür.
Anne: Mama. Baba: Baba. Dede: Babu. Nine: Bibi. Çocuk: Uatutu
Erzurum’da da büyük halaya “bibi” denir. Rize’de kilolu bebeği severken
toto/utoto, Erzurum’da dodo denir.
“Kâbe” derken de aslında Kibele’den söz ederiz. Rize’de Kıble (Kible) Dağı
içerisinde Kâbe adı (Kûba-uli) saklıdır. Ar-havi/Arhave/Arkabi sözcüğü içerisinde de
Kâbe adı saklıdır. Çünkü, Kibele’nin diğer adı olan Heva, Heba/Habe/Kabe olarak
dönüşebilme özelliğindedir.
Medine adı, Hemşin’in eski adı olan Uma-tina ile sesdeştir. Hz.
Muhammed’in babaannesi Medine’lidir ve adı Selma olup Arapça değil, Türkçe bir
isimdir. Benzer şekilde, birçok sözcük Türkçe’den Arapça’ya geçmiş, İslamiyetten
sonra yeniden Türkçe’ye geri dönmüştür, ancak bu dönüş sırasında Arap gırtlağı/ses
rengi, sözcüğe ünleniş farkı vermiştir.
Benzer şekilde, Oğuz kültüründe Tanrı adı olan birçok sözcük Arapça’ya
girmiş, sonra geri geldiğinde sanki o sözcükler Arapça imiş gibi düşünülmüştür.
Keza, Arap adının açılımında da, Ar-apa, Pa-ar/Par ses kümesini görebiliriz.
Antik dönemde şehirler Tanrı adına kurulduğu için şehirlerin adlarında Gök
Tanrının, Güneşin ve Kibele’nin adlarını görürüz. Örneğin, Rize; Uri-İse açılımıyla,
“ışıktan üreyen” olur ve bu ışık gök Tanrının ışığı, onun uşaği/esiği demektir. Ancak
Rize’de bir denizi gözetleme kalesi olduğunu düşünürsek, bu sosyal durum İRİS/
İrize sıfatına dikkat çekmeyi gerektirir.
Bu araştırmamız sırasında DOR/İda-ur adının aynı zamanda şehir adı olarak
geçtiğini gördük. Bu durum, “Dor inanışlılar” anlamında, Derya, Dorya, Tirya,
Terranian, gibi deniz adı olarak da karşımıza çıktı. Köy adlarında; Dur-laz, Dar-baz,
Der-bent, vb. Şehir adlarında; DOR, dar, dur, tur, tir, tri, tori, teri, vb. ile başlayıp,
39
arkasına eklenen şehir sıfatı poli/apauli/İlyapa, gibi sayısız örnek verilebilir. Opouli’den dönüşen, Puli, Foli/ Elife…
Teşekkür ve onay sözcüklerinde tanrı adı kullanılır. Örneğin;
Baş üstüne; Hay Hay. (Hey Hey, Ay Ay)
Teşekkür: Teş-kûr (Kor-ateş)
Sağol: Esiğ-Ulu; ışık ol. Ulu ışık.
Yaşa-sın: Oğa-sa-sun
Mersi, Merti: Mer-ata, Meredi, Murat, Mardu.(Farsça, Gürcüce ve Fransızca
bu Tanrı adıyla teşekkür edilir.) Mer soylu, Mer oğlu anlamındadır.
Yunanca merhaba “kalimera”; oğulu Mer, Meroğlu anlamındadır. Hatta,
Türk ozan “Mera-gali” adıyla sesdeştir.
Yer-Gök-Su, Türklerin en eski üç kutsalıdır. “Dağ başını duman almış” ile
başlayan Gençlik Marşı’nın içinde “Sesimizi yer gök su dinlesin” duasını yaparız,
bilmeden söyleriz ve bu bir Şaman duasıdır. Şems suresinde Hz. Muhammet bunlar
üzerine yemin eder.
Hu’Merti; Gürcü dilinde “Allah”, Gürcülerin ata tanrısının PER-S, Par-th
olduğunu gösterir.
HU, Oğu, Hau, Hay’dır. Tanrısal sıfat HAU ön eki, üçüncü şahışları anarken
Rize’de kullanılır. O kız, hau kız, Habu Uşak… Orada bulunmayan kişiden söz
ederken kullanılır. Tanrı da üçüncü şahıs gibi orada bulunmayan, ama var olandır,
Hu, Oğ, Hay, O’dur.
Moğolca baba, “AUBU”, Oğ-Opa ile sesdeştir. Sivas Divriği’nin Alevi
köylerinde baba’ya AUBU denilir. Buradan hareketle, HUB-YAR Sultan (Baba-Dor
Sultan), EUBU-DORE Mitri-Date (Baba-Dor Bedri-Şaman) bağlantısı kurulabilir.
Niksar ve Aybastı’da söylenen bir türkümüzün nakaratında geçen “Aubum
aubum kız aubum/ Sebebim sensin abum” sözlerinde, genç kızı sevdiğine vermeyen
babasına yakınma vardır.
Türkçe “ey” ile ululayarak başlama: Ey Atatürk, Ey Allah’ım… Arapça “Ya
Muhammet…” EY-YA dönüşümü, aynada simetri gibidir. Türkçe ses sembolünü
soldan oumak, aynı sesi Arapça sağdan okumak gibi! Azerice AY GIZIM,
Anadolu’da YA Gızım, der gibi.
Öte yandan, bize yiyecekleri ve nimetleri Tanrı’nın verdiğine inanırız.
Örneğin “Haydan gelen huya gider, selden gelen suya gider” atasözünü açtığımızda
aynı kavramı görürüz; Ay’dan gelen Oğ’a gider, selden gelen suya/boşa gider.
Aydan gelmek, Kafkas ay tanrısı Ma-u-si/ Maz’dan esin almak, yani aklın
ışığını kullanmak, kendi emeğinle üretmek, çalışarak kazanmak demektir. Anlamı;
böyle yaparsan Oğ’a, göğe/Gök Tanrıya (Hu-ida/Huda) ulaşırsın, yani aklını kullanır
çalışırsan erdemli/yüce/ulu kişi olursun.
“Maz” kavramında bedensel çalışma gücünü kutsama vardır. Buna acunsal
enerjiyi kutsama da diyebiliriz. Güneşin ısı ve enerji kaynağı olduüğunu anımsarsak,
Sümer-Oğuz kültürü toprakta dolaşan, insana, bitkilere, tüm doğaya hayat veren
enerjiyi MA ile ifade eder. Ma tanrısı yine güneşten enerjisini alan, yukarıdan gelip
yine yukarıya çıkan, ama yeryüzüne hayat veren enerjiye karşılıktır. VI.Büyük
Bedri’nin sıfatı ZE-U-MA, yeryüzüne hayat veren kurtarıcı MEHTİ (Mete) OĞUZ,
Hızır İlyas/İlyada sıfatını da alandır.
40
Bebek severken de Tanrıyı sevme töremiz vardır; “Kurban olurum seni
verene”, gibi. Erzincan Tercan’da erkek çocuğu severken “goli goli” denir. Goli; Oğuli. Benzer şekilde, Anadolu’da kadınlar söze başlarken, “Gali, di gali, hadi gali”
der.
Ululayarak başlama; Ey Musa, Gali, Kale, gibi hitaplar dinsel hitaplarda da
bulunur.
Söze başlarken Ermenice’de “kuvalisi” derler, “Kubbenin üzerindeki Ulu-si”
der gibidir. Kazakça, “Kuva bol” ile söze başlamak gibi, “Tanrı şahidim olsun”
anlamında, “şahit ol” demektedir.
“Huu, komşu komşu!” seslenişinde, “Seni ululayarak çağırıyorum” der
gibidir. Kom-esi, Huma ışığı, kom-şu’dur. Gana’da 2.şahış HU, 3. şahıs Ou’dur.
En fazla Tanrı adı (99 adının olduğu söylenir) halk türkülerimizin nakarat
bölümlerinde ve girişteki haykırışlarda bululur; Hey hey, Oy oy, Of of, Hudey, Yar,
Yaroy, vb. Dans ederken Tanrı adını haykırmak da antik dönemden kalmadır.
Örneğin Artvin türküsü “Cilveli Hoy Nana İda” içerisinde Gök Tanrı Ana İda “Oğ
Nana İda” duyulur. Araklı’da horon oynarken “Ula Ula Ula Ula!” haykırılır.
“Hü!”, “Ali Ali Ali” gibi, tüm Alevi deyişlerinde geçen nidalar Tanrı’ya
sesleniştir. “Ali-Yar, Yar Ali Yar…” seslenişinde, D-Y dönüşümü yaparsak, UluYar, Ali Dor, Dor Ali (Durali!) oluşur.
Eski bir Karadeniz türküsünde geçen “Der-ule Den Der-ule”, açılımı “Dorula, Ulu-dor”şeklinde olacaktır.
“Le ana ah Le Ana, üç bacılar bir ana” türküsünde, Ulu Anaya seslenir. Bu
üç bacı başka türkülerde de geçiyor, “Üç kız bir ana ağlarlar aman…” VI.
Mitridate’nin intihar ederek düşmana teslim olmayan eşi ve üç kızını anlatır gibidir.
Antik dönemlerde, Tanrı’ya saygı ile Ulu Ata’ya saygı neredeyse eş
değerdedir. Batılı kaynaklar Türkler için, “atalarına taparlardı” diye yazar, bunu
Şaman inanışı olarak anlatırlar. Benzer şekilde Sasanilerin ateşe/ışığa saygısını “ateşe
taparlardı” şeklinde yazdılar.
Soy Ata bağlantısı:
Bir kişinin Soy Ad’ı, “soy atası kimdir?” sorusunun yanıtıdır. Bunu,
Ata/İta/İda bağlantısında ve soy-köken adlandırmasına görebiliriz. ATA sözcüğünü
diğer dillerde arayalım:
(bkz.http://tr.wikipedia.org/wiki/Mu_k%C4%B1tas%C4%B1)
1- Türk Dilleri:
• Uygur, Koybal, Kazan, Kırgız ve Batı lehçeleri.....Ata
• Kuman, Televüt lehçeleri.......................................Atta
• Çuvaşça..............................................................Atey
• Kazanca.............................................................Etey, ata
• Altayca...............................................................Ada
2- Ön-asya Dilleri:
• Sümer dili...........................................................Ad,adda
• Elam dili.............................................................Atta
• Mitanni dili .........................................................Atta(i)
• Hitit dili...............................................................Atta
• Luwi ..................................................................Tati
41
3- Hint-Avrupa Dilleri:
• Grekçe...............................................................Atta
• Latince...............................................................Atta,atavus
• Got....................................................................Atta
• Eski Nort............................................................Atte
• Eski Yukarı Almanca...........................................Atto
• Eski Slavca........................................................Atetz
• Polap dili............................................................Otay
• Orta İrlanda dili....................................................Aite
• Votyak dili..........................................................Atay
• Macarca.............................................................Atya
4- Diğer dillerde:
• Kalmuk dili.........................................................Atey
• Bask dili............................................................Aita
• Eskimo dili.........................................................Atatak
“Baba” sözcüğü ile aynı olanları da vardır:
*Malta................................................................Tata
• Welsh...............................................................Tad
• Roumani...........................................................Thatha
• Fiji....................................................................Tata
• Samoa..............................................................Tata
• Tagalog.............................................................Tatay
• Kuechua kızılderilileri.........................................Taita
• Dakota (Siu) kızılderilileri....................................Atey
• Nahuatl kızılderilileri...........................................Tata,tahtli
• Seminole kızılderilileri.........................................İntati
• Zuni kızılderilileri................................................Tatçu, taççu
• Hurri dili............................................................Atai
• Kuzeydoğu Kafkas dilleri………………..........Ada
• Rusça..............................................................Atets
• Etrüsk..............................................................Apa, ate
“Ad” Kavmi olarak da sözü edilen adlandırma ile ilgili olarak,
“http://tr.wikipedia.org/wiki/Atlantis” internet sayfasında şu bilgiye yer
verilmektedir.
“Kur'an'da "Ad kavmi" diye de geçer, Ad-land; Ad Ülkesi demektir. Kimi
araştırmacılar İbranice’deki, ilk insanı belirten ve adama sözcüğünden gelen "Adem",
Sanskrit dilinde “ilk, başlama” anlamına gelen ve Aryenler’in ilk konuşan insan
türüne verdikleri ad olan "Ad-i", Frigler’in "Attis", Kafkasyalılar’ın "Adige",
Polinezyada’daki "atea", Truva öyküsündeki "Ate", Aztek mitolosindeki "Atzlan"
(ada) ve Türkçe’deki "ad", "ada", "ata" (pek çok dilde baba anlamına gelir)
sözcükleri ile "Ad" kavminin adı arasında etimolojik bir bağlantı olabileceği
düşünülmektedir.”
42
Kuechua Kızılderilileri olarak belirtilen halk, Peru’da dağlık bölgede
yaşayan, Peru’nun dağlarındaki ünlü antik mermer şehirleri yapanlar olup, kendi
dillerinin adına KEÇULİ dili demektedirler. Kechua ile sesdeş sözcükler, Kaşgari
adları: Kaçai, Hacei, Acari, Koceri, Gacara, vb.
Bazı Kürtler, Tanrı için “Hudey” kullanır. Hudey, Alevi semahlarında
kullanılan haykırıştır. Hudey; Hu-Day, Hu-Dağ, Hu-Dao, Hü-da, Hu-ida, Hoyda, vb.
sesdeştir. (İngilizce gün, “day” kökeni.)
Kavramlarda tanrıyla özdeşleşme örnekleri de vardır. Örneğin, “Kuş gibi
hafiflemek”, “Sırtından yük kalkması”, gibi deyimler, Gök’e/Oğ’a yükselme
duygusudur. Karus kutsalı kuş MARDU, Bazileus kartalı, sözcük olarak beyaz Martı,
göğe yükselmeyi ifade eder. Kanatı resmedilen insanlar büyük kurtarıcılardır.
Hıristiyanlıkta kanatlı resmedilen bebekler de günahsız anlamında olup
inancın kökeninde Şaman kültürü vardır.
Göğe yükselmek, kuş gibi kanatlanmanın diğer bir ifadesidir. Mevlitte, sırtını
AKKUŞ kanadıyla sıvayan satırlar vardır. Kuş gibi olmak, antik dönemde
günahlarından arınmaktır. Ölülerin yakılıp yukarıya uçurulması, kuş olup uçma edimi
olarak düşünülürdü; Yakma Kültü budur. Oğuzlarda, yakılanın külleri bir kaba konur
ve Kül Kabı denilen bu kabın üzerinde kuş simgesi ve kuşa benzetilen artı işareti
bulunurdu. Artı, yani kuş olmak, günahsızlık anlamındadır ve daha sonra
Hristiyanların haç işareti olarak kullanılmıştır.
Halen Anadolu’da, ölüm anında can vermekte zorlanan kişiye yardım için,
onu affetmesi gereken, küs olduğu bir kişi varsa, çağrılır, onunla konuşturulur, ölümü
kolaylaştırılır.
Oğ Tamgası (artı) ve Oz tamgası (basamaklarla yükselme çizgileri)
Oğuzların yakma kültünün belirtecidir. Oz kültürü, yanarak tanrıya ulaşma
kültürüdür ve Oz’an ile aynı anlamdadır.
Kuran’da Hz. Musa ve Hz. Harun’a hitap cümlelerinin ilk sözcüğü ”Kale”
(Ey Musa) vardır (İlahiyat Profesörü Mehmet Okuyan’ın TV konuşmasından).
Kale’nin açılımı; Oğ-Uli. Göğün Oğlu/ Oguli/ Oğul anlamı hissedilir. Ululama içerir.
Goli, Erzincan’da erkek çocuk sevilirken kullanılır. Gali, Rize’de yaşlılar biribirine
hitabederken kullanır, Lazca’da yaşlı ve saygın erkek demektir. Azarbaycan’da Goli
erkek adıdır. Ereğli, HERAKLİA, Er-Oğulların Yeri açılımlıdır.
Şaman Oğuz kültüründe, evrendeki enerji temel alınır, güneş, enerji-ışık
kaynağı olduğu için merkezdedir, onun için kutsaldır. Sümerlerde, doğadaki her bir
durumla ilgili görevli bir alt tanrı (ona enerji veren kaynağının adı) vardı. Örneğin
bitkilerin içindeki enerjiyi hareket ettiren tanrı Tamuz (Temmuz, Dam-os), rüzgarın
içindeki ise Ningurta (Annu Kor-si) idi. Örneğin, Kürtçe Şaman duası “Roha mala
hodiy”; Hüda evine ruh, evine ışık.
Kürtçe’nin de Oğuz Işık kültürüne ait bir dil olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Kardeş; Birane: Bir-Ana, tamga sistemiyle, “kardeş” tarifi vermiş. Kürtçe
vefasız, kalleş; Nayar. Na-Yar; Yar olmayan. Ana hecesi ön ektir, olumsuzluk verir.
Zaza dili ise, Oğuzların en önemli dil grubu olmalıdır. Örneğin Zaza Koçgiri
boyu, adında Kaşgari sesdeşliği vardır. MİTRİ-DATE adındaki DADE sözcüğü
43
Zazaca “amca”, Lazca “dayı” demektir. Dede, Büyük ve Aziz olan insandır. Hitit,
sözcüğü ise, her ikisini de kapsar.
Türkçe’de dişil-eril hitap sözcükleri:
“He’le” kadınlara, “Ula” ise erkeklere hitap ederken ön ektir. Bu durum Dişil
ve Eril kavramının konuşma dilimizde var olduğunu gösterir. Batı dillerindeki LELA eklerinin kök yapısının kaynağı olarak düşünülmelidir. Örneğin Gaziantep’de
“hele bacım” dönüşür “kele bacım” olur.
Anadolu’da, özellikle kadınlar birbiriyle konuşurken söze ilk başlayan
mutlaka bir önsözcükle başlar. Doğu Karadeniz’de yaşlı kadınların konuşmalarından
örnek; “Ka, saa bi şe dicoum”. Gençler, “Kız (kı, gı) sana bir şey diyeceğim” der.
“Kız” hitabında “Oğ-is” vardır.
Oğuz; Us-oğ, Işığ. Oğ-Us (Oğuz) adının sıkışmış halinde bir Gus-KUŞ
vardır; Gus, Kuş, Kaş, Gas, Koz, Kiz, Kis, vb.guş, kiş, gaş. Kaş-gar adında bulunur;
Guş-ka-uri. Uligass; Ilgaz.
Oz Kültürü, ışık kültürüdür, evrende her şeyin ışıktan UR olduğuna dayanır,
bu nedenle tüm evreni ve doğayı kucaklayan en eski Asya kökenli kültürdür.
Neredeyse bütün dinler ve kültürler ve diller onun içinden yeşermiştir. Çin’de
yaşayan Sarı Türkler IŞIK İnanışlı, ya da Gök Tanrılı olarak adlandırılmaktadır.
Oğuz, Oks, Oğ kültürü ile aynı anlamda kullanılmaktadır. “Oksford”
sözcüğü içerisinde de geçer; düz çevirisindeki “öküz köprüsü” bu anlamı karşılamaz.
Daha felsefi derinlikte düşünüldüğünde “Oks-ford”, “bütün kültürlerin geçit köprüsü”
olacaktır. Logos; ulu-oğ-us; evrensel bilgi birikimi burada sözcük karşılığını bulmuş
gibidir.
Oğ, Vu, U, ve/of bağlacı: İki nesneyi birbiriyle ilintilendirme ulu(ile) bir
işlem gibi kabul edilir; Ali ile Veli, Ali ve Veli
Mete Han’ın antik adı olan MA-U-TUN; Uma ve Tan birbirine
bağlanmaktadır. Aradaki U bağlacı “gök ile yeri” birbirine bağlıyor. Uma güneş, Tan
ise sabah doğan ışıktır. Huma’nın Tan’ı, Huma’nın yeryüzünde yükselen ışığı!
Oğ, Uğ, Uv, Ov, Of heceleri, Göğ Tanrı ile ilişkili olan, bağlaç işlevinde
görünmektedir. Bugünkü Türkçe’de kullandığımız “ve” ve “ile” (ulu, ula/ekle) gibi
bir işlevinden burada söz edebiliriz.
SELE-U-KOS, ZE-U-MA ortasındaki bağlaç “UĞ” dikkat çekicidir. Örneğin
İngilizce’deki U/OV/OĞ okunuşlu OF bağlacı, İspanya’da “ye” bağlacı gibi, Farsça
ve Arapça’da “vü” (Leyla vü Mecnun), “-i “ (İbn-i Sina) benzeri bağlaçlar da OĞ ile
sesdeştir. Benzer şekilde Kürtçe “ve”, “u” bağlaçtır.
MHTİ-Mohti Oğuz’un mozayik müzesindeki adı Ze-u Ma olup ZEUG-MA
şeklinde okunmuş, kaynaklara öyle girmiştir. İkisi de doğrudur. Işı-ğı Ma ile MA Esiği, aynıdır. Bunu Ma’nın Soyu, Ma Esiği/Ma-İz’i olarak düşünebiliriz. MA-izi, Umaozi, MOİZİ olarak toparlandığında, yine Lazların antik adı olan MOİSİ’ler ve Kafkas
bağlantılı ay inanışlı MAZ çıkar karşımıza.
İngilizce’de “Ex oriente Lux” (Işık doğudan gelir) sözü Oz kültürüne atfen
söylenmiş görünmektedir. Ancak bu çeviri kavramsal çeviridir, fonetik analizimizde
şöyledir:
EKS; Eyzi, Esiğ, Işık. Uriente; Ur-Endi, Ur anası (doğuran). Luks; Uluoguz.
44
Eyzi; Oğuzi. Eyzi’ler, Lazların antik adıdır.
Görüldü gibi burada bir Oğuz-Şaman-Sümer bilim sözü karşımızdadır.
Antik kavimlerin adlarında inandıkları ışık tanrının adı ve soy ata bağlantısı
ayrı ayrı bulunabilir. Örneğin, Kazakistan, Kaz-ika ülkesi, Ogus-ika; soyata bağını
verir. Fakat Kazakların antik adı olan ALAŞ, bu halkın antik dönemde ULUOZ/LAZ inanışlı olduğunu, Şaman olduğunu gösterir. Kazakistan’da, 1942’de, Alaş
adıyla sosyalist bir parti kuruldu ve üyelerinin tamamı tamamı bilinmeyen bir şekilde
öldürüldü. Dönem, Faşist-Siyonist Hitlerle işbirliği edenlerin güç sahibi olduğu
dönemdir.
Antik Sözcükleri Okuma Kolaylığı
Antik yazıları okuma kurallarını tam olarak saptayabildiğimiz zaman,
Anadolu üzerinde kapışıp duran tarih yazarlarının da kavgası bitecektir. İnanıyorum
ki çok yakın bir zamanda, batılılar tarafından hazırlanmış Anadolu belgesellerinde
sıkça kullanılan ve adeta yeni nesillerin beynine kazınan “Yunan Medeniyeti” bu
kadar yanlış kullanılmayacaktır.
Anadolu topraklarında küresel kapışmaların yaşandığı 2000’li yılların
başında, kimi Samici kalemlerin, İbranice ile ortak gırtlak seslerinden hareket ederek,
Yunanca’yı ve hatta Türkçe’yi İbranice içinde gösterme gayretleri vardır. Oysa bütün
dillerin altında Türkçe ANA heceler ve tamgalar çok belirgindir. Samiciler
bilmelidirler ki bütün dinler ve kültürler OĞUZ /OZ /IŞIK kültüründen UR
olmuşlardır. Bu kültür, Güneş Kültü olarak da adlandırılır.
Antik sözcükler, çoğu zaman iki tamganın birleşik yazılmış halidir. Bu
tamgalar bazen sağdan sola (Etrüskçe, Arapça, İbranice, Farsça gibi), bazen soldan
sağa (İngilizce, Latince, Yunanca gibi), yerleştirilmiş haldedir.
Bir antik sözcüğü çoğu zaman iki yönden de okumak mümkündür. Örneğin,
ZE-UĞ-MA, sağdan okunduğunda MAUZİ, MA-u-Tİ, METE olur. Ki, aynı
mozayikte adı MHTİOX olarak yazılıdır. MHTİ-OX, Mehdi Oğuz, Mete Oğuz
olacaktır. Eğer, iki tamga arasındaki U bağlacını İbranice olarak anlamak istersek
METE bir Yahudi atası olarak birilerine malzeme olabilir. Oysa METE OĞUZ,
Mitridate’nin diğer sıfatıdır. Bağlaçlar tüm dillerde güneş kültünden ışık-gök-güneş
bağlantılı çıkmaktadır.
Böyle bir ön uyarıdan sonra hecelerin nasıl açılacağını açıklayalım.
Antik sözcüklerde heceler ve sözcükler ayrı ayrı değildir, Arapça gibi
bitişiktir, cümle bitene kadar kesintisiz yazılmıştır. O nedenle, fonetik analiz
yaparken uzunca bir sözcüğü önce ikişerli tamgalar halinde ikiye ayırmak ister.
Sağdaki grubu önce okumak, çoğu zaman bugünkü karşılığı olabilmektedir;
Mitridates, Mitri-dates; okunuşu Dedesi Bedri, gibi. Bunu kısa yazacaksa, Bedrios/Bedros yazar. Os takısı burada Bedri Uşakları/Oğulları, Bedri Soylu, gibi çoğul
takısı verir. OS çoğul eki yerine geçer, bugün İngilizce’de “s” olarak karşımıza çıkar.
Antik sözcükleri okurken, eklerini tanımak ve ayırmak gerekir.
45
Yer eki: oy, oğ, eoi, ogi, on, oni, in, ini, önü, oğri, öyü, oyi, ium, ovri, uriya,
uru, avri, ye, ya, vb.
Kurucu veya kurtarıcı beyin soyundan oğulları’nın oturduğu yer eki; beli,
eli, ili, uli, li, beyli.
Yön ve yöre eki: …oyani (yönü), diyani, niya, ian, yan, vb.
İnanış eki: id, ita, apa, opa, aba. (İda İnanışı, Dağ inanışlı, Ulu Tengri’ye
inanan)
“…ler” çoğul eki: oz, os, us, ‘s, üs, ti, id, it… Os/Oz/Oks kültürü Işık
Kültürüdür. Atasoy ekidir, “…Oğulları” anlamı verir. Us; ışığı, uşağı, soyu.
Antik kavim adlarının sonunda görülen “id, is” çoğul eki, örneğin
“Akmenid” günümüze çevrilirken, yanlış şekilde AKMENİDLER olarak
çevrilmektedir. Oysa AKMENLER, “Egemenler” denilmesi gerekir. Aynı devletin
adı bazı kaynaklarda “Akmeniş” olarak geçer, ki burada İD ekininş İŞ’e dönüştüğünü
görürüz. Egemenler Devleti’nin kurucusu 1.Karus için Kuroş da denildiği gibi.
Karuş, Kor-Ata, Kuret ile sesdeştir. Kök hecesinden anlıyoruz ki, KOR
Atalılar, Kor-lar onlardır. Efes’te, cesedi yakılarak KOR halinde güneşe gönderilen
ulu ataların anıt mezarları KURETLER Caddesindedir. Bu caddenin doğru adı
KORLAR Caddesidir. Daha anlamlı olsun istiyorsak KORATA Caddesi denilebilir.
Kan bağı eki: …gene, gen, jen, can (ceni, canı, kan bağı).
Oğul eki: Ulu-oğ’dan sıkışmış ulu, lui, leu.
Ogul: ökül, kul, köl, jül, cli, kleo, og, oka, ka, aka. Ocüli, ögüli’den
dönüşerek: sili, sali, zili, şili.
Büyüklük eki: pan, hero, er, ro.
Atası, dedesi: deto, dite, zito, diti, dide (dede), dado, dedo, that, dad, tat.
Bir dilde büyük kişi için “dede”, diğerinde “dayı” olabilmekte, Kürtçe
“dadey” ana, istanbul’da çocuğu bakan “dadı” olabilmekte, Lazca amca olan “İti”,
Rize’de amuca (emice/em-iti), sağdan okursak İti-eme olur.
Erzurum’da ata, “baba” olurken, Malatya Yazıhanı ilçesinde baba “aba”
olmakta, Tokat’ta ise baba “avbu” olmaktadır.
Kadın eki: diti, tieze (teyze), eze, eme, ame, ece, ice, ise, ka, ‘k.
Türk soylu: tor, dor, dori, adore, adre, dur, tur, tyr, tiri, zir, zer, sor, sir.
Tur; İda-uru, hecelerini yer değiştirerek; Artı, Erte, Arta, Urtu vb, DOR soyu
bağını verir. Gök Ulu, Göğün oğlu, Ulu Og’lar, Loğ, Luvi, Lui, Leo, Ulia, İlya.
Ur olan, oğul, oğullar, ondan üremiş olan: eur, ur, ar, er, uri, ri, re, ra, heur,
her, vb. Ur-uma, Er-pan, Pa-r, Med-ri, Pat-ra, vb.
Bir atadan, bir inanıştan bir boydan üreyen, UR olan şey, insan da olabilir,
şehir de.
Ari-adne; er atuna, er-hatune. (Pertuna/Fırtına Aba’nın diğer adı.)
Ari ön ek olduğu zaman “kadın ana” sıfatı verir; Ari-oks-ana/Roksana,
Rahşan. Ülke adları da dişildir; Ar-ken-tina; Arjantin, gibi.
Uri’mek gibi, müzik yapmak da bir şey üretmektir, teller titreyince ses ürer
ve Ön-Türkçe İR/YIR, müzik yapmaktır. Antik Ulu-Ürüyen Bağos Lir (ulu-ir) çalan
müzik tanrısıdır.
Şehir eki: foli, boli, poli, polis, fuli, bolu (fol; yumurtlama yeri). Şehirler
Tanrı adına UR edilirdi. Abalı/Pali’ler şehirde yaşayan ur opa/ par/opa oğullarıdır.
46
Kutsanmış ata/ana eki: ene, ana, apa, aba, nana, ada, ida, ata, ita, iti
Büyüklük eki: la (cici-la; yılan, Hopa)
Küçüklük eki: li (cici-li; solucan, Hopa)
İsim tamlaması eki: ..si, s, ti (Anabacisi; Anabasis, Pan-ti Ece )
Soy ve çoğullama eki: si, su, tı, t, d, ti, tu
Akıllı, bilim yapan: Opa-Ulu, İlyapa, Alp, Baal, Apollo…
Bizan-ti; Bican’lar. Pan-du/ Pan-tu/Pon-ti/Pon-t. Par-th; Pers, Per’ler. Kor
soylu, Kur-t/Kur-d; Kür-ler. Kar-us; Kor-si.
"T" harfinin Türkçe'de çoğul eki olduğu Divan-ı Lugat-ı Türk'te vardır. (Cilt
1 sf.355) Koman-Komanit, Heti(Eti)- Hitit, Saka-Sakait, vb.
Işığı/ uşağı/ oğlu eki: us, os; …ışık ailesinden oğul. Oğ-ul; Oğul, evlat.
Sadece “kul” veya sadece “u-lu, ulu” sesiyle duyulup öyle yazılmış da olabilir.
OS eki, bütün insanları ışık dünyası içinde kabul eden bir ektir. Anadolu’da
ve Azerbaycan’da, “usağım” benim ışığım/çocuğum demektir.
Soyundan; …gene, sanni, cani. Örnek; Kuma-gene, Uma-ruhlu, Kumacan’ları. Dio-gene; Dağlı, Pagan, Dağ canlı, Pan inanışlı.
Oğlu eki; Dis, Tis, İtisi, Anati, Anti… Atası veya Anası anlamındaki bu
ekler, “…oğlu” olarak bugüne dönüşebilir. Soyata adıdır. Anti-Kos; Anası Oğuz;
Kos-oğlu, Oğuzanalı, Oğuzoğlu demektir. Smer-dis; atası Sümer, yani Sümeroğlu.
1.Karus’un oğlu Sümerdis’in adı bugün Özbekistan’ın Sümer dağlarında
yaşamaktadır.
Kerkin-itisi; Kin-kir (KENGER=Sümer) atası. Kenger Oğlu Büyük Bedri;
Kerkin İtis Mitridate! (Ken-ger/Kor-kun, Orkun; Orkun oğlu!)
Gibi, benzetme eki: …i, ik, ig, igi, ika, ka. (Fer-igi, Ferik, Feri-ka, Feri-ha)
Bir şeyin küçük benzeri olma eki, KA, aynı zamanda “sevgili küçük olan”,
“cik” ekidir. Zeynepi-ka, Tini-ka, Paci-ka. Çocuk; İce-ice-ka, Işığın uşakcığı!
Antik Yunan halkının adı olan Pelask halkı, Pelaz-ka’dır. Antik Doğu
Karadeniz’in Pelaz halkından olduğunu ifade eder, onların devamı, eki, küçüğü,
benzeri demektir.
Farsça’dan dilimize geçtiği söylenen küçük-çe sözcüğünde bulunan “ÇE”
eki, küçüklük ekidir. Kök hecedeki şeyin küçüğü; Ay-ça, Ay-ice, Bah-çe, Bağ-ça,
Göğ-çe, vb
Aile, soy, gil, oğulları eki: …ophon, ovun, on. (Strab-on, Turabaz-on,
Amaz-on)
Apa’nın oğulları: Apoğun/opaun; Pan. Apa-ulu Ulu-apa, İlyapa, Aliaba,
Alevi(!).
Büyük ata, ağabey; Apa, Opha, ovo, op, eva, hava, heva, ebe, hubu, euba,
vb. Bunlar ön ve arka ek olabilmektedir.
“Eubu”, Moğolistan dilinde “baba” demektir. Ünlenişinde B-V arasında bir
üfürme sesi vardır. Tarihin en büyük kralı HUBU-DOR, “Dor Babası” anlamını verir.
Azerbeycan Türkçesinde aile eki; ov(f), yev(f), eva, vb. Anneden akrabalık
belirteci.
Azerbaycan resmi dilinin adı Kaşgari Türkçesidir, Türkiye’de ise İstanbul
Türkçesi resmi dildir. Pakistan’ın resmi dili Urduca, Balistan şehrinin dilidir, bu dil
neredeyse Türkçe’dir.
47
Can, ruh, ilaç eki: com, kom, cum. (Mitridati-cum. Cani-kom)
Dağ; teo, dio, ada, odo, tau, theo, zağ, ida, id, vb.
Tav, Taok, Dav-eli; antik Artvin Yusufeli yöresidir.
Göğ, gök; W, Ou, Eu, Uu, Oğ, Ok…
Egemenlik, beylik eki: ..beyli, beylik (bilig, bolig), bel/bil/beli (İng. wille)
Çoğullama eki: ... anatti (anasi), ..ana, …an. Son ektir. Sona gelirse çokluk,
başa gelirse azlık/yoksunluk ekidir.
Şam-an; Şam/ışık kaynağı, şam’ı bol olan. Oz-an; ışığı çok olan. Tati-ana,
Pati-ana, vb. Bir şeyin anası olmak, onun kaynağı, mayası olmaktır.
Olumsuzluk ve azlık eki: Kök hecenin başına ANA, Na, Un, An, gelirse
olumsuzluk yükler, yokluk (eksiltme), azlık verir. Na-mağlup, gibi. Na-dir, Namert,
No-artı(North) gibi.
Rize’de hayır “na na na”, Almanca “nayn”, İngilizce “no” iledir. Un-knovn,
un-brella (ışıksız, şemsiye), un-fortunately (maalesef) gibi.
Na-buko, Na-blus gibi antik Babil çevresinde Yahudi tefecilerden yana tutum
alan krala halkın koyduğu isim, Allahsız anlamında; Na-opa-oğ, No-Bu-ko!
Nablus; Na-bulus, bu şehirde çok zulüm yaşandı, orada Pelaz yoktu!
“Nabetil olasın”; Rize’de bedduadır. Na-opa-itil, Opati’li olmayasın, Atasız
olasın! (Kaybana’lı olmakla eş; anasız kalasın, kayıp analı, öksüz kalmakla eş.)
Rumca’da Ohi (evet), Neya (hayır). Evet demek olan, eski Türkçe “Heya”,
He/Ya (İngilizce Hay/hi, Ohey/Okey) sözcüklerinden birinin önüne NA koyarsak,
Neya, olumsuz hale gelir. (Rumca’nın altındaki Oğuz Türkçesine ulaştık)
Abası, başı: …Mezi, Mazi, Bazi, Basi, Vasi, Pati. (Kızılbaş; Kiş-uli Bas)
Anası: Anati-Kos/ AntiKos, Oğuz analılar, Oğuzlar olarak açılacaktır. Çoğul
eki, ler, lar verir. Genellikle başa gelir. Artemis’in soyundan gelen Selev-kos
beylerine de bu ad verilirdi. Akmenid Oğuzların adı; Antikorus!
Ulu Ay Ana’dan soy belirleme: Hilal inanışlı, TUR olmak. Türklerin antik
sıfatlarındandır. Başı üzerinde hilalle resmedilen kadın atanın inanışını gösterir.
AtasiTurc; artemis’in diğer adıdır.
Ana’dan ve Ata’dan soy belirleme: Truva’nın diğer iki adı örnektir İlyo-na
ve İlya-da; Ulu-ay ana ve Ulu ay ata’lılar.
Alanya’nın diğer adı olan Alaiye; Ulu ay yeri, Ulu Ana yeri. (Seyyid
Zenobia’nın yeridir. Sitti Zeynep türbesi ona yapılmıştır.
Anası veya babası üzerinden kardeşleri belirleme: Farsça Bir-ata-er (Birader,
Brother), Kürtçe Bir-aney (Annesi Bir), Türkçe Kardeş/Kar-ındaşı (Kor-endisi, Eneti
Kor) olmak, sözcük oluşumunda kavram birliği içinde olmaktır.
Allioni; Ulu ay önü; antik Bergama şifahanesidir. NATO kararıyla baraj
sularına gömme cezasına uğramıştır!
Ata, atasi: Ata, ita, ida, isa, ada, utu, udu, it, id, aba, apa, opa, eupa, ephe,
ebe… “os, od” gibidir, “ler, lar” çoğul eki verir.
Kor-atasi, Atası Kor olmak, “Koruyan atalar”dan olmak, cesur ve bilgili
olmaktır. Sesdeş sözcükler; Korat, Girit, Kuret, Kerti, Kürt, Agarta, vb.
Bilgili, okkalı, akıllı: agha, heka, agia, aya, hagia, akka, ika, aka. Aga Sofia,
gibi.
48
Kor gibi: Çok akıllı, çok çalışkan, koruyucu, Koruyor, KORİU (Rize) Korata, Koris, Karus.
Ka, “cık”: Japonca ve Buda kültüründe güneş, gök ışık anlamındadır. OğKa, eklenen sözcüğe sevgi yükler: Baci-Ka Maçka.
Şaman-Buda Ka tedavisi; gün ışığı ve su sesiyle tedavi, ışığı bedeninde
dolaştırma, su sesi dinleme, zihinsel enerjiyi yoğunlaştırarak artırma, zihni ve bedeni
canlandırma ritüelidir. Antik Bursa Ulucamide Ka tedavisi yapıldığının izleri vardır;
Ka’ya (Gök’e) bakarak su sesi dinlenebilen düzenleme orada durmaktadır. “O’kor-i”
bakarak su sesi dinlenir.
Vurgulama, üstüne basarak belirtme: Müzik terimlerindeki gibi fonetik
vurgularla, sesli harfi çiftleme veya önüne H ekleme yolula yapılır. Müzikte fortefortissimo sembolü olan “f, ff” gibi.
Doğu Karadeniz Türkçesinde ön ek H(KH) sesi, fortissimo durumu olarak
düşünülmelidir. Örneğin, Elbet, HELBET, HELBETTE sıralamasında vurgunun
kreşendo açıkça görülür. Önem derecesini belirten, üstüne basarak söyleme halidir.
Tila, Atila, Attila/Atilla örneğinde görüldüğü gibi, hem T, hem L ayrı ayrı
büyütülebilir.
Ela, Ala, Ulu, Ulla, Alla, Allah gibi. İngilizce “hello” içerisinde “Allah”
vardır.
Lazca “amca” demek olan İTİ’den bu yolla ulaşacağımız sözcükler antik
tarihin temel sözcüklerdir: İti, Eti, İtti/Etti, Hatti gibi.
Ari, Harri, Horri, Houri gibi. Simetrisinde REA, antik tanrıçadır. İPON
yazısı Urfa mozaiklerinde, İRON diye okunur ve URİ ANA, RUHAN kız adı olur,
“REA Anası” anlamını bulur. Harran’da onların adı yaşıyor.
İdi, Ede, Hede, Ada, Odo, Udu, Otto, … Ede-ssa, Adossi, Hattusa…
Er,Ra,Ro; hitaptır, ön ek veya son ektir. Örneğin; Sibirya’da Yakut Türkleri
birbiriyle karşılaştıkları zaman “Mali davari, çoluk çocugi selametliko RO?” diye hal
hatır sorar. Kürtçesi de aynıdır.
Sıfata kuvvet yükleme yoluyla kişiye saygınlık ifadesi:
Kişiye yüklenen sıfatın şiddeti onun büyüklüğünü ifade içindir.
Şiddet/kuvvet yüklenen sözcük, Arapça şeddeli olandır. Fonetik “fortissimo”
karşılığıdır. Vurguyu artırmak için sesli harfin üstüne basarak söyleme tekniği açıkça
görülür. Hatta, bizzat, şedde, şiddet, kuvvet sözcükleri de böyledir. Halk arasında
hakaret için söylenen “şeddeli eşek”, bu yönde ipucudur.
HÜRRİYET sözcüğü de fortissimo halindedir; HOURRİ-ETİ, güçlü kadınata kavramı vermektedir ve ayrıca sembolü de kadındır! (Hürriyet düşmanları onun
için önce kadınları küçültmek isterler, diye düşündürmektedir!)
Örneğin, “sana kurban olayım” demek için, “Cesileyim saa”, fortissimo
“Çessileyim saa”.
Uşağum, Ouşağum, Ouşşuğum…
Paci, Opaci, Opacci, Oppati (T harfi, S’nin forte hali oldu.)
O’kada/, Okkada/Okkaa.
Büyük ata ve büyük ana uygarlıklarımız olan, Ati-Hatti, Ari/Hurri,
İsis/İtis/Hitit, gibi antik adlarda, benzer fonetik vurgular görülür.
49
Gök Tanrı’yla söze başlama: oğ-ka, ka, gı, kali, okali, gayri, gari, hari, heri,
hey, oy, hu, kele, hele, ola, abo, bi ...
Cümle önüne yerleşen hitap eklerinde, tanrısal saygı kavramı düşünülmelidir.
Karşıt-zıt kavramı: ANTİ ile başlayan bilimsel sözcüklerde karşıtlık-zıtlık
kavramı vardır. Örneğin “anti oksidan” beslenmenin temel sözcüklerinden biridir.
Açarsak, içinde CAN-Hayat olduğunu görürüz.
ANTİ-OKSİ-DAN = ( ANTİ) Eksi-can = (EKSİ) Eksi-can
Eksi eksiyi götürür, kalır CAN. Can ise hayat verendir.
ARTI ile de izah edilebilir; (Anti) oksi-dan = ARTI CAN.
CAN kendi başına pozitif kavramdır, o nedenle tek başına pozitif (artı)
imajlıdır.
Taze sebze ve meyvelerde aldığımız o hoş lezzet CAN'dır, CAN suyu almak
gibi... Taze bir şey yediğimizde veya güzel bir haber aldığımızda gözümüze can/ışık
gelir. Dostumuzdan iyi bir haber duyduğumuzda ilk sözümüz “gözünüz aydın”
demektir; içeriğinde “bu haberle yanan ışığınızı gördüm, ben de sevindim” mesajı
vardır.
Antik literatürde en çok kullanılan kök hecelerden biri CAN’dır,
Tan/San/Tin/Sin/Kin/Ken/Gen gibi dönüşümlerle hep karşımıza çıkar.
Taze sebze meyvelerdeki CAN/HAYAT veren o tazelikler, canımıza can
katar, ruhumuzu şenlendirir. Bu şiir gibi kavramların hepsi antik dönemlerden beri
kullanılmaktadır ve bilimin temelinde de bunlar vardır.
Matematik ile yaşam arasındaki bağı bulan Si-Mer/ Mer/ Fer soylu
atalarımıza bin teşekkürle...
İsimlerdeki inanış ekleri: Mer soylular, MA-RA olanlar, yani Ur-Uma/Rum
diyarında yaşayanları, yani Göksel Tanrı RA-MA’ya inananları Balıkçı Baba’dan
öğrenelim.
Halikarnas Balıkçısı, “Mitoloji, insanların hangi tanrıya inandıklarını anlatır”
der. Onların hangi kültürden geldiklerini bağlı oldukları Tanrılara göre belirlemek
için önemli ipucu olduğundan söz eder. Ra Mısır’dadır, fakat Ra-Ma (Roma) göksel
tanrı/güneş tanrısı İtalya’dadır. Örneğin Zeus Yunan Tanrısıdır, Apollon Anadolu
Tanrısıdır. Hatta Zeus’u Anadolu’da Olimpos dağlarında yarattıktan sonra
Yunanistan’a taşıdıklarını anlatır, “Zeus da aslen Anadoluludur” der.
Milattan az önce, Zeus ve Apollon efsaneleri, tanrıları birbiriyle kapıştıran
Yunan öyküleri, bilinmelidir ki, Anadolu kültürünü, birlikte ekip biçen birlikte yiyip
birlikte toprağını savunan, “kaynaşmış halk” olan Milet-Oğuz kültürünün ana
çimentosunu eritmeye yönelik üretilmiş öykülerdir.
Anadolu fuzyologlarının (fizikbilimci) karşısına, ki Helenler bizim
fizikbilimcilerimize filozof derdi, tutucu Atina felsefecilerini çıkardıkları ve
felesefeyi bilimden daha üstün tuttukları dönemin öyküleridir bunlar. Anadolu
kutsallarını aşağılayan öykülerdi onlar ve hatta “Midas’ın Kulakları” hikayesi de
böyle bir öyküdür. Zaten, arkasından yağmacıların itibarlı dini Hristiyanlık ortaya
çıktı.
Halikarnas Balıkçısı Anadolu-Yunan mitolojilerini karşılaştırmalı anlatır.
Öyle sözcükler vardır ki, biri diğerini anlamak için gereklidir ve bakış açılarını
50
bilirsek bu sözcükler bir anlam ifade ederler. Çünkü birçok isim bu insanlara daha
sonradan yaptıkları işe göre verilmiş isimlerdir.
Bir örnek verelim. Anadolulu fuzyolog-fizikçi (Toros Ereğlili) Heraklit
“logos” için der ki; “logos, kosmosa üstün değildi, ama onun özündeydi ve
değişmenin, hareketin kendisiyle bir olan öz yasasıydı. (H.B. age. s.75)”. Devamında
der ki, Helenler logosu Tanrısal tanımlara soktular; İncil’de bulunan “Başlangıçta
Logos vardı, Logos Tanrıydı ve Logos Tanrıyla beraberdi” sözünü önemsediler. Öte
yandan Heraklit ise, “Gerçek şimdi burada, her şey değişir” diyordu. En önemlisi,
Anadolu’nun Akdeniz sahillerinden Fenike/Pen(i)ka ülkesinden Thales, İsa’dan 585
yıl önce, 28 Mayıs 585 günü güneşin tutulacağını bir yıl önceden hesaplamıştı.
(Ta-les; Laz ata)
Şimdi, “Heraklitos” sözcüğü üzerinde biraz çalışalım:
Er-Akli, akali, ogali, Oguli.
ER-OĞLU; Her Oguli, Heragli.
Herakli-tos; Eroğlu Atası. Atadan beri Eroğlu.
Herak-les: Er-aka-les; Eroğlusu.
Karadeniz Ereğli ve Konya Ereğli; iki Ereğli de antik Hitit-Frigya sınırları
içerisindedir, ikisi de Oğuz boylarının boy verdiği yerdir. Bir de Marmara Ereğli
vardır, Maya Dağ eteğindedir.
Milas’a adını veren antik Milet’in bölge adı Heraklia’dır; burada büyük bilim
adamları yetişmiştir. İskender burayı işgal ettiğinde bilim adamlarını köle öğretmen
olarak satmak için buradan Atina’ya götürmüştür.
Bazı sözcükler bir kere dönüşüme uğradıktan sonra bir daha
dönüşebilmektedirler. Örneğin Zazaca güneş kültüne ait bir sözcük olan “tiş”, güneş,
ateş’in karşılığıdır. Ateşin rengi olan “kızıl, kizil” açıldığında “kiş-uli”, yani “ulukuş” görürüz. Ulu Kuş ise Güneş’tir. Kızıl sözcüğü Türkçe’de çok şiirsel kavramdır,
ululukla bağlantılıdır, örneğin bayrağımız kızıldır, ufuk kızıldır, batan güneş kızıldır,
kızıl soylu ata bağlarımız vardır ve bir de Kızılbaş kavramımız vardır. Şaman
ritüellerinde başına kırmızı bağlanır, gelinin başına kırmızı yemeni örtülmesi, gibi.
Açacak olursak:
Kızılbaş; kız-il-baş; kız-uli-abasi/Maz; “abası ulu kuş” olan, “Abası Ulu
Oğuz” olan. Zeugma mozayiklerinin bulunduğu yer; BEL-KIZ; Kos-eli, Oğuzeli.
Koz-eli Baş; BAŞOĞUZLU.
Opa, büyük ışık kaynağıdır, şaman kültürü tüm insanları ve canlıları
OPA’nın ışığından üremiş kabul eder. Bu ön kabulünü isimlendirirken de belli eder;
Opanın Oğlu; Opa-ulu, Abalı, Oğul Opa; Ulu-opa, Alp, gibi. En ulu olan güneştir ve
atası güneş olan da uludur; yani güneşin çocukları Uli/Ali-opa fonetik dönüşümlerle
“Alevi” ile sesdeştir.
Homa Kiş; Tanrı Kiş, Uma Kuşu Perslerin ve onların devamı olan ve
Sasanilerin ve hatta bugün bazı Kürtçe konuşanların da kutsalıdır.
“Kuş” hecesinde fonetik dönüşümler:
Kuş, Kiş, Kaş, Gaş, Gas, Gaz, Giz, Kiz, Kız, Kuz, Koz, Göz, Gûz…
Örneğin, Rize nazlatmasında kız bebeğe söylenen Kişum/Kiş-uma, Kızım,
açılımında Kuşum, Köz’üm, Kiz’um, Gözüm gibi çağrışımlar vardır.
Kişum kişum kişmana
51
Kişumi vidum Rişvan’a
Rişvan odun geturu
Kişum hatun oturu, Nani nani nani nani…
Türkülerdeki ve mitolojideki Huma Kuşu’nun karşılığı, bu fonetik
analizimizde Güneş çıkmaktadır. İnsanın gün ışığından UR olduğunu kabul eden bir
inanışta insana HUMAN denilmesindeki kök hecenin OMA olduğunu düşünmek
yanlış olmaz. Homa-analı, Anası Ma, ya da Ma Ailesinden gibi bir çağrışım
sezilmektedir. ESKİMO ile kastedilen Kuzeyli, Ma-Eksi neden olmasın?
Tunceli’de konuşulan Oğuzlu Zaza dilinde tanrı “tav”, Tao/Dağ ile sesdeştir.
Dağ tanrısı İda ile örtüşür. “İda dau”, Dağ idalı, Hitit/İdid sözcüğüne oldukça
yakındır. Anlam olarak Kor (büyük ateş), Gor-ida, Kur-ida, sıkışarak Kurdi/Kursi/Kur-ti olabilmektedir. Benzer şekilde Kurmanci’yi açalım:
Kur-man-ce; Kur-pan-ice, Kor-ma’n-ışığı; Güneşin Oğulları.
KOR-US, Güneşin Oğulları kültüründen gelen Asya kültürlerinin ortak
özellikleri vardır; halka kol kanat germek (koruyucu olmak) dambur ve bağlama
çalmak, davul zurna ile halay dönmek, gelinin başına kırmızı allı pullu örtmek, bütün
törenlerinde türkü söylemek, kurban keserek gelini kutsamak, gibi. Yine, kurban
keserken bir parça kanın alnına sürülmesi, kurbanlık hayvanın gebe, gurk tavuk, süt
veren olmaması gibi inanış beraberliği vb.özellikler yukarıda adı geçen kültürlerin
birbiriyle olan akrabalıklarını gösterir.
Behçet Necatigil’in “100 Soruda Mitologya” (Gerçek Yayınevi, 1969)
kitabında giriş bölümüne yerleştirdiği “Bi İki Açıklama” başlıklı önsözünde, Tanrı,
İnsan ve Yer adlarının okunuşları üzerine önemli bir saptaması var:
“Yunanca kelimelerin; başta tanrı, insan ve yer isimlerinin imlâları; bilim
kitaplarındaki şekliyle, asıllarına uygun yazılmıştır. Eski Yunan-Latin metinlerinin ve
klasiklerin, Milli Eğitim Bakanlığınca çevrilmesine başlanmadan, yani 1940’dan
önce, Yunanca kelimeler Fransızca’dan gelme bir alışkanlıkla, Türkçe’ye hep Latince
söyleniş ve yazılışlarıyla geçer, Yunanca K, Aİ, Eİ’ler çoğunlukla C, AE, İ şeklinde
gösterilirdi; Aisopos, Sokrates yerine Aezopus veya Esop, Socrates yada Socrat, der,
öyle yazardık. Bu noktaya dikkat edilmelidir.
Yunanca kelimelerdeki Y’ler Ü gibi okunur. Meselâ, Odysseus kelimesi
Odüsseus, Enyo kelimesi Enüo okunmalıdır. KH; H, PH; F, İ’ler Y okuncaktır.
Örnekler; Akhilleus; Ahileus, Aias; Ayas, Aineias; Ayneyas, Mykena; Mükenay,
Oreithuia; Oreytüya, Phioniks; Foynike, Phrygia; Frügya…
Yunanca bir isim Latince değişik olabilir. Mesela Akhilleus Latinlerde
Achiles (Aşil), Odiysseus Latinlerde Ulieses (Ülis)’tir. Aynı kişiyi, aynı kavramı
belirten bir kelimenin iki dilde değişmeler gösterip göstermediği parantez içi
hatırlatmalarla anlaşılır.
Kitapta sadece TROİA kelimesi hep Y harfiyle, tani Türkçe imlâ ile Troya
şeklinde yazıldı.”
Tarih boyunca, Tanrı, insan ve yer (dağ, tepe, şehir) adlarının, pek
değişmediğini Halikarnas Balıkçısı da söyler. Halk arasında eski adıyla bilinen yer
adları o nedenle bizim için önemlidir. Aynı nedenle, fonetik antik araştırmamızda
esas aldığımız isimler bunlardır.
52
H.Balıkçısı’na göre Anadolu Uygarlıklarına sahip çıkma kavgasında, İndoAvrupaiciler ve Samiciler, aşırı Türkçülerden pek de geri kalmamaktadır. (Bütün
Eserleri,8, s.19) Balıkçı Baba, fonetik analiz çalışmamızı görseydi nasıl
değerlendirirdi acaba?
Haydar yaylasının “Pablig baplig” oyununda söylenen sözcük, İngilizce
“halk” olan “public” sözcüğüyle sesdeştir. Uzun süre güneş açmayınca, gençler,
güneş duasına çıkarlar. Bir tanesi eline bebek kuklası alır, arkasına taktığı çocuklarla
ev ev dolaşır, yiyecek toplar.
“Pablig pablig ne ister/ Allah’tan güneş ister/ Heva teyzeden un ister…”
Söyleyerek dolaşılır, her evden bir malzeme alınır, ertesi gün kurabiye, helva
vb. pişirilir yenir. Burada, birlikte yemek yerken Allah’ın gönlü yapılmış olur; Oğuz
töresinde Allah birlikte yemek yiyenlere yakındır, birlikte yeyip birlikte dilekte
bulunanların duası kabul olur.
Burada “pablig” (Pavli-ka; pavli-cik) sözcüğünü açalım: Opa-uv li-ka,
Opa’nın oğulcuğu. “Hey, Opanın sevgili oğlu” seslenişi vardır. “Halika-opa” olarak
dönüşebilir, karşımıza “likapa” adlı bölgede yetişen şifalı meyvesiyle ünlü çalı bitki
karşımıza çıkar. Yere yakın olmakla ilgili bir sözcük olduğunu düşünebiliriz. Ulu,
yüce olan ise, büyüklük veriyorsa, yere yakın olanına Ulu-ka, Hlaik, Halk çıkacaktır.
Ardahan’ın Meredis köyünde ise “lipaka”dır. Lipaka ile Likapa sesdeştir,
tamgalar yer değiştirmiştir. Li-pa-Ka; İlyapa’cık, ulu-opa-cık.
Rize’de U yerine I seslenişi yapılır. Örneğin “balık” yerine “baluk/paluk”
denir. Yusufeli taraflarında da “paluk” denilir.
Lazca’da “Vidi Visi Vini”: Geldim Gördüm Yendim!
Jul Sezar’ın MÖ.47’de Zile’de yazdığı kaya yazısında okunan “geldim,
gördüm, yendim” sözcükleri, Hopa Lazcası ve Türkçe kökenli çıkıyor.
“Jul”, Lazca erkeğe sesleniştir; Ğuli, Oğuli, Gul, Kul.
“Vidi”; Lazca, “geldi”. Kom-o-vidi; gel!
“Visi”; Lazca Ma Pisi, “gördüm”.
Sözcük İngilizceye “visi-on”, AN çoğul ekiyle girmiştir. Tele-vision’un isim
anasıdır. “Gören”, “Görüş” gibi, anlamlarıyla dilimize yeniden girmiş haldedir.
Bizden gidip bize yabancılaşarak dönen sözcüklere örnektir.
Me-Pisi ile kedi/pisi bağlantısı kurulabilir. Bundan kedinin gece gören keskin
gözlerini anlamak mümkündür. Halen “Gel pisi pisi” diyerek kedi severiz. “Füze”
adına da kaynak olmalıdır.
İyi gören olmak bir meziyet olmalıdır ki, kız adı olarak Mefuze (ninem
Mefuze Finci), hatta çok yönlü görüş sahibi olan anlamında Mebus (Mepusi), aynı
kökene işaret etmektedir.
Lazca VİCE (Findugli/Pan-si-Oğuli) adında “visi”yi görebiliriz. İhtimaldir
buraya Güneşin Gözü anlamında VİSE denilmiştir.
Vini; Vin/Pin/Fin/Pan/Fen; kazanmak (Vinning) sözcüğünün kökeni olup
İngilizceye girmiştir.
53
Fen; başarmak, planlayarak kazanmak. Türkçe’de vardır. “Ali’nin fen’di,
Veli’yi yendi”de olduğu gibi. “Kazanmak” üzere birisine yapılan planı, dolaylı
anlatırken “Fan fini fin fon...” demek gibi.
Lazca’nın Sümer - Hitit dili olduğu ve Latince’nin kökeni olduğu üzerine
işaretler giderek çoğalmaktadır.
Lazca ulu/büyük kişilere DATE /Didi denir. Didi Nana (Ulu-Annu, Kibele)
adında ve Arhave’nin eski NaoDidi adında bulunan DİDİ sözcüğüne Ege sahilinde
DİDİ’MA (Me-Duti / Me Duzi) ören yerinde rastlıyoruz. D-Z dönüşümüyle oluşur.
Yine büyüklük sıfatı veren duti, dadi, dodi, dede, dati, duzi, tizi, sisi, titi vb
sözcükler, buradan türetilmiş olmalıdır.
Didim’in ana özelliği MEDUSİ heykelleridir. Lazca okursak,” Benim
Didim” olur! Orada ulu atalarımızın yılan zehirini çıkartıp ondan panzehir
yaptıklarını tahmin edebiliriz. Yılan, hem dost hem düşmandır!
Selçuk Müzesini 2010 ziyaretimde, hediyelik eşyalar üzerindeki antik
yazıları bozarak, örneğin Σ F Σ S yazdıklarını gördüm. Ankara'ya döndükten sonra
Remzi Kazmaz’ın özel bastırdığı DİDYMA dergisine yeniden baktım, kapağında
aynı yanlışı gördüm. Kendisi farkında olmayabilir diye, bir mektup gönderdim:
“Derginizin kapağında, KEHANETLER ÜLKESİ, diye okumamız beklenen
yazıda bütün E harfleri, antik Z (Σ, Sigma) ile K Σ H A N Σ T L Σ R Ü L K Σ S İ
yazılmıştır.
Eskiden, büyük harf Z'yi ortadan çizikli yazardık. (7 rakamını da.) El yazısı
Z'yi küçük harf yazarken de, aşağıya çektiğimiz bir kuyruğu vardı. Ona benzeyen bir
harftir antik Z harfi.
Bence Cumhuriyetin ilk yıllarında eski Anadolu harflerimize daha yakın idik.
Daktilo gibi teknolojiyi batıdan aldıkça kaybettik harf şekillerimizi.
Antik sözcükleri E harfi yerine Σ ile yazmak, onları okunaksızlaştırarak
(postmodernitenin hain tuzaklarındandır) tarihten slmektir ve bugün Türkçemiz bu
yolla yok edilmektedir. Örneğin basit bir ANKARA yazısı bile türlü şekil
oynamalarıyla okunaksız hale getirilmektedir.
Antik Z harfi, ZİK-ZAKLI bir Z dir. Temel harftir. Bir şeyin İZ'ini tasvir
eder. Suyun İz’i gibi, ışığın gölgesi gibi. İZ sözcüğünün altında işte tam da bu
kavramla örtüşen Z şekli vardır. Asla E değildir.
Harfleri yanlış yazarsak, bir anlam kaybı da antik yerel sözcüklerimize gelir.
O zaman, bugün çözebildiğimiz sözcükler hiç anlaşılmaz hale gelir; Ulu-Ma, Büyük
Ma, DİDİ-UMA; DEDEM, AZİZİM, Lazca DAYIM, Zazaca EMİCEM olmaktan
uzaklaşır.
ME-DİTİ; MEDUZİ, işte o bizim ata kültürümüzdür. Bereketli Hilal
üzerinde resmedilmesi Kafkas Ay Tanrılı, Eyzi/Oğuz kökenini gösterir.
54
Yılanın zehrinden kendilerine panzehir, düşmana ise zehir yapan Me-Dusi
(Atası Ma) olan atalarımız burada yaşamışlardı. Onlar kehanet uydurmaz, Güneşi
incelerdi, Şaman inanışlıydı, yer-gök-su üzerinde araştırma yaparlardı.
Bir başka açılımda Me-Tu- Si; Mete (Amyti, Amed) soylular.
Lazca ile Sümercenin aynı dil olduğu üzerine bulgularımız giderek
çoğalmaktadır. Latin dili LAT’ca, keza Doğu Karadeniz kökenlidir.
Harflerin Hece ve Tamga İşlevi
Bu fonetik analiz çalışmamız sırasında bazı harflerin tamga gibi
karşılıklarının bulunduğunu fark ettim. Yeni bir araştırma yöntemi olarak
geliştirilebileceği düşüncesindeyim.
L harfi: Ulu, Ula, Ullu Uli, Âli, Ela, (oğlu; ogli, goli, huly, cleo, glo)
T harfi: Ata, İta, İti, İda, Tao/Doğu, Tav inanışlı. T, ayrıca S gibi çoğul
ekidir.
D harfi: T harfinin yumuşamış hali. Udu, Odo; ata.
K harfi: Aka, aga, og. K/S dönüşümlü sesler S işlevi görür.
S harfi: Işık, esiğ, isiğ, kişi, usağı, suyu, izi, soyu.
C harfi Ece, İce, gibi S işlevlidir.
M harfi: Ma, Uma, Homa, Umay ana, Ama, Eme.
B Harfi: Aba, Abe, Eme, Eve, Op, Of, Ov, Euba, gibi dönüşümlüdür.
P harfi; Apa, Opa, Opo, Opi, buğ, ağabey, abi/aba.
N harfi: Ana. İnana; Anneanne.
R harfi: Uremek, çoğalmak, “ur/uri, er/eri, ar/ari” olmak, erkek ve kız oğullar
vermek, şehir kurmak. Ur-Uma; Ma’dan Ur olan diyar. üreyen. Mar/Ma-ur; Ma-oğlu,
Mari, Meri, Peri, Pari-si (Mar oğlular/uşakları).
R, IR-İR eki bir nehrin YIR’layarak akmasında Ne-hir, bir müzik aletinin
ses çıkarmasında (Ulu-Yır; Lir, Tar, Tanbur, Nair, Nara), türkü söyleme sanatında
Yır-An (Yaren, Yaran), ya da sular gibi çağlayıp gönülden gönüle çoğalan YAR
olmak ifadesinde karşımıza çıkar. Oğ YAR, göklere ulaşan Yar, Hub-YAR olmak,
hatta Bu-Ar (su gözesi Pınar) içinde karşımıza IR çıkar. Şarıl şarıl akan sular gökten
gelir, suyun BU-HAR olup yükseldiği yer de GÖĞ’dür. OBU-YAR, su gibi gökten
55
gelip göğe yükselendir, HUBYAR Dede /Buyar Baba ile Mitridate’nin aynı kişi
olduğu üzerine görüşlerimize burada zemin oluşur.
Ur olmak, çoğalmak, uremek eki, halen Aydın’da kullanılır. Örneğin, kahve
az açık olsun istenirse, “suuri olsun” denir. Suuri; su-uri, suyu çok olsun
anlamındadır.
T harfiyle örtüşen Tanrı ve Ata kavramlarını biraz açalım. Kimi kaynaklarda,
“Türkler eskiden atalarına tapardı” diye geçer. Onlar, Oğuz-Şaman-Hitit-Sümer
kültürlerini bilmeden böyle yazmışlardır. Türklerde Ata’ya saygı temel töredir,
aslolandır, dualar ulu atalar için yapılır. Töre kavramı ile bugünkü “töre cinayeti”
kavramının ilgisi yoktur. Ata kültürümüz olan töre, halkın birlikte ekip, birlikte biçip,
birlikte karnını doyurması, yaşlı ve düşkünlerin korunması, kardeşlik birliklerinin
kurulması, musahiplik gibi, sahipsiz kimsenin kalmaması gibi toplum kurallarını
kapsayan, yazılmamış en büyük yasadır. Tanrı buyruğu olarak kabul edilir, bugünün
karşılığı ile kuruluş/varoluş yasasıdır, devrim yasasıdır, değiştirilemez Anayasa’dır.
T-R damgalarını artmak ve üremekle ilgili görüyoruz; Ata+Ur = Tur/Dor.
Artmak, çoğalmak, türünü devam ettirmek ile “doğur”mak arasındaki
bağlantıyı bitkilerde de görüyoruz; Ata-Ur/TOUR/TOĞUR tutmak.. Aydın’da zeytin
ağacının dallarında bereket varsa, bunu ifade için “Bu sene iyi tour tuttu” denir.
Benzer şekilde TURUNÇ meyvesi turungillerin temel ağacıdır, onun tohumu
olmadan hiçbiri üretilemez. Türklerin Tür’ün anası olması benzer bir kavramdır; Tur,
Tor, Dor, gibi. Turani kavimler için kullanılan kök hece TUR, artan, üreyen
“doğur”an, anlamında olmalıdır.
Türkçe’de Ulu ile Ata kavramı çoğu zaman beraberdir; ulularımız
denildiğinde atalarımız anlaşılır. Çünkü onlar bize bugünümüzü bahşedenlerdir.
Onların adları nehir ve şehir adı olur. Örneğin Fırat; Romalılarla Fırat boylarında
amansızca savaşmış olan büyük Sasani kralı, Latince yazılışıyla Ophrates (Per-atası),
bu nehrin adı oldu.
Antik eklerin simetrik yer değiştirme özellikleri vardır. En çok karşımıza
çıkan yer değiştiren ek SU/Sİ/Tİ (soyundan) ekidir. Örneğin; Per-si /Si-mer. Kök
hecenin her iki yanına da Sİ gelebilmektedir. Devrik cümle kurarken yaptığımız da
budur. Eklerin öne veya arkaya gelmeleri halinde, kök hecede sertleşme-yumuşama
şeklinde telaffuz farkları oluşmaktadır.
Antik “Si” eki öne geldiğinde kök hecenin yumuşadığı, arkaya geldiğinde
kök hecenin sertleştiği görülür; Sü MER, PER-si gibi. Seste sertleşme aynı zamanda
kuvvet yükler; Men, Man, Pan, Pon, Poon gibi.
Tamgaların yer değiştirmesine örnek isimler: Kutay/Aykut, Sunay/Aysun,
Ayfer/Feray,
Ayperi/Peraye,
Günay/Aygün,
Cansu/Suzan,
Gülay/Aygül,
Çimengül/Gülçimen, Suay/Aysu, Ataer/Erata(Arda), Arkan-Arkun/Guner-Güner.
Ali’nin yer değiştirmesi: Azeri-Kaşgari Türkçesiyle Anadolu Kayı boyu
Türkçesi arasındaki önemli farklardan biridir. Ali Haydar, Ali İzzet, Ali Rıza…
Durali, Dursun Ali, Haydar Ali gibi.
S, Us, Os, Esi, Ace, İce; Işık, Esiğ, Eğisi eki olup önemli sözcüklerden
biridir; Ön-Türkçe tamgası Y’dir; yukarı bakan şekil, göğü, güneşi işaret etmektedir.
Esiğ, Toroslarda halen kullanılır. Örneğin Gülnar’da, ocağınız sönmesin anlamında,
56
ocağınızdaki odun ateşi, odunun ucundaki yanan kısım kastedilerek, “Yeter ki
eğisiniz kararmasın” atasözü vardır.
Odunun ucundaki alevin adı Rize’de “davli, dağ-uli”dir. Odundan sıçrayan
kıvılcımlara ise CİYA denir. Burada C sesi iki diş arasından çıkartılır, hilal şeklinde
yazılan C harfinin AY IŞIĞI ile bağı kurulur, bu ses ece/esiğ/siğa/cağa gibi
verilmektedir.
Kaşgari Oğuzlarda sesli harfle başlarken önüne KH, Ğ gibi gırtlağa
bastırarak sert H ile başlama alışkanlığı vardır. Türkçe’de Ğ/H ile başlayan sözcük
yoktur ifadesi Kaşgari Oğuz Türkçesini kapsamaz. Örneğin, Azeri; Ha-Zer, OğZor/Dor olarak açılabilir. (Azerbaycan’da bu harf X olarak tespit edildi.)
Antik kaynaklarda, MÖ.100 civarında Büyük Bedri tarafından Rize-İspir
arasındaki dağlarda yaptırılan Başköy kalesi için “Basgoi Daruze” yazar. DARUZE
sözcüğü bize fonetik olarak çok şey izah eder. Burada yaşayan halk için Roma
tarihçileri kendilerine en çok direnen halk diye tarif verir, Halk Uşakları/ Kolkhis
diye yazarlar, ama asla onların Oğuz ataları olduğundan söz etmezler.
Daruze; İda-ruze, Dağ-Rize, Da-roz, To-ros. Bugüne Rize Dağı olarak
dönüşmüştür. Da-ruze, Rize-dağ olmuş, yani ön ek arkaya geçmiştir.
Çevresindeki yayla, dağ ve köy adlarında Bas-Goi Da-ruze’nin fonetik
dönüşümleri vardır; Oği-da (Ovit) gibi, Se-roz gibi. En yakınındaki “Hanzer” yayla
adına baktığımızda, Kun-Zor/Zor-kun/Tar-kon, gibi fonetik dönüşümlerini görürüz.
Bas-goi adında bulunan “bas” hecesi “Maz” sıfatına karşılıktır. Burası Maz
Köyü’dür, çevresinde Mez ile başlayan Mez-opali, Baş-pala gibi köyler vardır.
Başköy kalesinden Fırtına Vadisi yoluna girince biraz sonra Hydar/ Zir Kale/ Kalei
Pala kalesine ulaşılır. Kalei Pala (Bala), Pala Kalesi’dir. Burada da ön ek arkaya
geçmiştir. Yola devam edersek Dor/Zir vadisinden geçip Hay-Dor’a (Ayder’e)
çıkılır. Hay-dor’dan sonra Yusufeli (Oz-Beli) Çoruh vadisine geçerek oradan Abasya topraklarına ve oradan efsanelere girmiş yedi karlı vadiden (Kaf Dağı) aşarak,
Şuşa ve Al-ana/Osetya’ya varılır. Burada çizdiğimiz güzergah Kaf Dağlarıyla Kelkit
Vadisi (Anadolu’ya giriş kapısı) arasındaki bağlantı olup, yol boyunca Dor/Tur adını
bolca görürüz.
Fonetik dönüşümlerle yerel şive farklarının nasıl oluştuğuna Kastamonu’dan
örnek: İvedi; Evetü. Rüzgâr; Öüsger, Rize’de “yozcar”.
Kastamonu’da “azıcık” yerine, “cıkada” denir. Burada hecelerin yer
değiştirdiğini görürüz. Bu çok önemli bir saptamamızdır; yerel lehçeler arasında bile
heceler öne-arkaya yer değiştirebilmektedir: Azı-cık; cık-ad(z)a.
“Azıcık”, yerel şivelerde fonetik dönüşümlere de uğramaktadır; azucu,
eccük, ecüğ. Rize’de “azbise” (azbir-şey) denir. Az-bir = Bir-az.
Sayısal “çokluk” kavramının temelinde OĞ ile karşılaşırız. “O kadar çok”,
GÖK KADAR ile anlamdaş olan, Rize’de, “ok-kaa”, Diyarbakır’da “oğ-çaan” vardır.
“Seni oçaan sevdim”, “seni okkaa sevdim”, OĞ kadar çok sevdim anlamı verir.
Diyarbakır antik Türkmen şehri olup, Türkmen sözcüklerinde Rize ağzı gibi, Yılan
yerine İlan, Yıldız yerine Ulduz gibi sözcükler vardır.
Diyarbakır’da Kürt çocukları sokakta Türkçe konuşurlar; bu durum Kürt
ailelerin buraya sonradan geldiğine işaret eder.
57
Gök tanrı, ışığın anası kabul edildiği için, ANA, AN eki ile biten sözcüklerde
doğrudan ismin çoğul hali oluşur; ŞAM-AN gibi. Eğer “ana, na” eki sözcüğün önüne
gelirse, bunun çokluk yerine “azlık” verdiğine tanık olabiliyoruz. Na-dir (az artı
olan), Na-mus (az mis olan), Na-mert (az Mer-ti olan), Na-hoş (az hoş olan), vb.
Halk arasında “na na na”, yapma demektir, Almanca “nayn”, İngilizce “no”
ile sesdeştir. İngilizce NORTH, kuzey sözcüğü içinde Na-urtu, “yok Artı” der gibidir.
Nor, “hiç yok” anlamında bir ektir, Nor-th, Nor-si, “Hiç Işık Yok” der gibidir. Güneşi
çok az gören Kuzeydeki Pan yeri; Nor-Man-dia, Nor-veç, gibi sözcüklerde “ışık yok”
anlamında ön ekler dikkat çekicidir.
Kök hecenin sonuna eklenen ANA/AN eki nasıl ki çoğullama yapıyorsa, öne
gelen ANA eki de azlık ifadesi olmalıdır. Ancak, henüz bu araştırmamda ne zaman
sözcüğü sağdan ne zaman soldan okumak gerektiğine karar veremediğimden, tüm
Oğuz boylarının yerel lehçelerine vakıf olamadığımdan, bu konuda kesin karar
verememekteyim.
Ana/Anasi eki gibi, Os eki de çoğul eki olup, Işığlar/Uşağlar hatta IşıkOğulları anlamında çoğul eki olup isimlere soy-boy, aile bağı kavramı da
vermektedir; Ulu-os; Ulular gibi.
BAZİLE-US antik Oğuz devletinin adına dönersek, Ulu Maz Oğulları olarak
açılabilir. Bu devlete batılılar Pantus demiş, Pan gibi büyük anlamında, Pan-ti Os,
Büyük Pan Oğulları anlamında. Çünkü, daha önceki yüzyılda çok iyi at binen, rüzgâr
gibi at süren Sibir Türklerine Pantik Apalılar deniyordu, ki, kanatlı at resimleri onları
ifade için kullanıldı.
Sİ eki için, hem sağdan hem soldan okunabilen “çokluk eki” Sümer sözcüğü
içinde de vardır; MER-Sİ, SİBİR, SÜMER, gibi.
En çok tartışılan sözcüklerden biri olan ANADOLU; Anati Ulu, Ulu
ANASİ, “Ulu’ları çok olan, Ulu Yurt” olarak açılım bulur. “Kimdi o ulular?”, diye
düşünecek olursak, binlerce yıldan beri Bedrin Aslanları gibi bu toprağı kanlarıyla
sulamış olan kadın-erkek bütün Oğuz atalarımızı sayabiliriz.
Antik dillerde, kralın adı yerine kimin oğlu olduğu yazılırdı. Anası OĞUZ
veya Anası METE gibi soyadıyla görülenler vardır. Örneğin, TARKONDİ MAUTU,
Mete’nin oğlu Tarkan, ya da, TARK ANATİ MAUTU; METE Analı TÜRK, “Türk
Soyatası METE”, Türk Mete Han olarak da dönüşebilir.
Soyata adı METE olan, Mozo-leus yazılışı da vardır; Mete-Ulu-Oz; UluIşık
Mete; Laz Mete, Işığın Oğlu Mete. Ulu ışığın oğlu olmak önemli bir unvan
görünmektedir.
Metatez: Tamgaların yer değiştirmesi hali. Seslerin anlam bozulmadan
sözcük içinde yer değiştirmesidir. Metatez sözcükler başka bir dile aitmiş gibi
görünürler, oysa kökleri birdir. Örnek: Opa-lizi; Lazopo. Sümer; Mersi.
58
Büyük Ailemizde Antik Dil Bağlantıları
Aile: Ay-ulu, Ulu-Ay. Kutsal Hilal ailemizin de adı oldu!
Horanta; Maaile, Büyük aile, Evdeki kalabalık, Kalabalık.
Antik Horanta; Kor-anati; Korint. Kor Anası olan yer. Ocağı tüttüren yer.
Büyük anne gibi, büyük kadın, kocaana, kocanene, yaşlı kari, kocakarılı ev.
Üçlek Tanrıça Kibele’nin üçüncü hali olan saygın sözü dinlenir yaşlılık
dönemine karşılık Korint. Terek Türkçesinde Horata; büyük ailenin en yaşlı
kadınlarının bir araya toplanma hali.
“Horan-ata” olarak açarsak; Kuran-ata, ailenin kurucu atası olur. Bu
durumda HORON sözcüğü yeni bir anlam kazanır. Horon oynarken neden herkes
horona katılmak zorundadır, “bu bir töredir” diye anlaşılmaktadır. Büyük aileye
katılmak, ayağını ona uydurmak gibidir. “Der-ule, dönder-ule” gibi ayağını
toparlayıp hizaya alması için yapılan uyarıcı sözler de burada anlam bulmaktadır.
“Derule” sözcüğü Fransızca’ya “Uygun adım, marş” komutu olarak girmiştir.
Batı müziğinde Ront, birlikte şarkı söyleyerek yapılan dansa denir. Fonetik
açılımında sıkışmış bir Horanta görürüz. Çocuklar elele tutarak dairede dans eder,
onlar bir horanta dansı etmektedirler.
Antik “Korint” müzeleri, beyin büyük ailesinin orada yaşadığına,
çocuklarının orada büyüdüğüne işaret eder. Bey, aile terbiyesini orada almış
olmalıdır. Çünkü, çocukluğunda Oğuz ata töresini öğrenmiş olan, bu eğitimden
geçmiş olan oğullar ancak bey olabilirdi. Örneğin, Korint Anıt Müzesi bulunan
Amasya, Osmanlı döneminde de şehzade şehridir. Amasya’da atalara saygı kültürü
derindir, ki Mustafa Kemal orada Amasya Tamimi diye bilinen ünlü Kurtuluş
bildirisini sundu. Tıpkı MÖ.305 de 1.Büyük Bedri gibi. 3.Darius’un torunu olan
Mazeus Mitridate, orada topladığı Birleşik Oğuz Ordularıyla, kırmızı üzerinde sarı ay
ve güneş bayrağıyla, ay-yıldızlı parasıyla, Sart’a yürüdü, oradan İskender’in getirdiği
Ege’deki yağmacı Yunan askerlerini denize döktü, Efes’i kurtardı ve 1.Artemis’in
Anıt müzesinin yanında onun şerefine Zafer Kapısı yapıldı.
Van’da büyük aile töresini devam ettiren aileler vardır. Buna göre, yeni
evlenen oğul-gelin, horanta içerisinde bir süre yaşamak zorunda, büyük aile
kültürünü bilmek zorundadır.
Kardeş; Kor-ates; Atası Kor gibi olan. Akıllı, koruyucu ve kurtarıcı olan,
büyük ağabey olan, “Kor” ile özdeşleşmiş olan. Dayanışma içinde, birbirine destek
olarak yaşayanlar. Kar-us (Cyros, Kurosh), Kar-ya, Kur-d, Ker-ti vb sözcüklerin
kökeni.
Kızkardeş; Ogiz Kardeş; Koratasi Oğuz. Rize’de hitabederken,
“O’kiskardas”.
Birader: Bir ata-er. Atası Bir, Piratesi; Fırat. Pirateş adlı kral kimin kardeşi
idi diye düşünerek büyük aile bağları bulunabilir.
Bir-ata-er yerine, Kürtçe’de “Bir-ana’dan ur olan” anlamında, “birane” denir.
Birane ile Birader sözcükleri, kök hece ve mantık ilişkisi olarak ele alındığında,
Kürtçe’nin Türkçe ile aynı dil yapısında olduğunu gösterir.
Aile; Ay ulu. Korint’in parçası. Kor güneş ise Ulu-Ay onun parçasıdır, diye
düşünülebilir.
59
Ma-aile; Bereketli büyük aile. Ma (benim) Ulu-ay’ım; benim ailem. İneği de
olan aile anlamında olmalıdır. Tanrı Ma, ile inek Ma arasında bağlantı önemli bir bağ
vardır; eskiden ahırı olmayan ev olmazdı. Lazca AHOR ev demektir.
Yeri gelmişken, ineğin kutsandığı Hindu inanışı, Şamanlıkla bu anlamda
bağlantılı görünüyor. Afyon Emirdağ köylerinde de beyaz inek kesilmez. Eğer
hayvan kutsamayı araştıracak olursak, Urfa’da bu kadar yoksul insan varken balıklı
gölde balıklar neden hala kutsaldır bunu sorgulamak gerekir, ki orada, su da tarihte
ilk özelleştirilen kamu malı görünmektedir. Bu durum Şamani olmadığı gibi İslami
de görünmüyor.
Oğul; Oğ-uli. Kız ve erkek evlat. Ulu-oğ; Luvi, Alevi, Leo, Lui
sözcüklerinin kökü.
Oğ’dan bir dal olan, KOL atan anlamında, Kol ile oğul ile sesdeştir.
Eğer Oğ yerine Ata (Odo) dersek, Od-uli, Ulu-od, Lad, Laz olur. Laz; Ulu
Işık, Işığın oğlu.
Opaliti/Laz-opo Artemis, burada Ulu Işık Abla Artemis olarak açılım bulur.
Yunanca’ya opalizi (Polis) “silahlı asker” olarak geçmiştir. Çünkü altın postu almaya
Abhazya ve Osetya’ya her saldırdıkları zaman LAZ OPO Artemis’ten asker cevabı
almışlardı.
Kız; Oğuz, Oğ-esiği.
Kız çocuğunu severken Rize’de “Kisman’um” denir. Kis-Man, Pan Oğuz
açılımlıdır.
Üreme özelliği olanları Işık/Esig /Oğuz /Kız kabul ediş seziliyor. Gerçekten
de var eden ve ur olan ışık kaynağını hayatın merkezine koyan bir kültürdür Oğuz Sümer kültürü. Kızılbaş sözcüğü içerisinde Kız-Ulu Baş açılımı, kız evladına verilen
anlamı belirginleşiyor. Kız ile Oğuz sesdeştir; Oğ-esiği demektir.
Rize’nin, Engindere, Yukarı Kurtuluş köyünden Nazif Kamberoğlu’dan
derlemiş olduğum bir atasözü içerisinde kız evladıyla Kızılbaş sözcüğü
eşleştirilmektedir. Burası, Gelin Kaya rölyefinin bulunduğu Baleva sırtlarıdır,
Kıbledağ ile Velâ arasında çok yüksek bir yerdir.
“Kardaş karataş / Kızkardaş kızılbaş / Ana candireği / Baba koçbaş”
Kızkardeş, başına al bağlayarak gelin olandır, eline kızıl kına yakarak gelin
olandır. Eskiden savaşa da böyle giderdi. Evine ve yurduna kendi canını feda etmeye
hazır olan demektir. Bugün bu töre, Anadolu’da gelinin beline kırmızı kurdele
bağlama şeklinde devam etmektedir.
Evlat; Oğ-Lat. Göğün ulu esiği. Of-laz. Frasça’da Olad.
Uşak: Çocuk, evlat. Delikanlı çağda erkek. Işıktan ur olan, Us-Oğ, göğün ulu
ışığından ur olan. Işığ, İsik, İsika, Aseka, Saka, Çağa. Ters okunuşu Oğuz, Okizi
(Kişi), Eyzi, Egzi.
İsik, Kisi, yani insan (sanni). Kisi, Kizi, Kiz. (Afrika’da Kizi, kız adıdır)
Erkek; Er-çeğ. Er ise-oğ, Er-icek. Er ışık, Er uşağ.
Kadın; Ataune, Hatuni, Kadun. D-Y dönüşümüyle KAYIN-Kadın sesdeştir.
Çocuk; İce-cuk, İce İco-Og, Büyük olan ışığın küçük ışığı. (Rize’de Cecuk!)
Torun; Tor/Tur olan, ar-tı olan, Tor-ana’dan Ur olan.
Yeğen; İgen; Yicen. Can, kan bağı olan, Gen.
Efendi; Pan-ti, Pan gibi büyük olan.
60
Efendi, aile içerisinde saygı sözcüğüdür, çok saygılı olana ve dedeye
kullanılır; Efendibabam, Efendidedem, gibi. Gürcüce “apanti”, efendi ile sedeştir.
Dede Korkut’un Lisân-ı Tâife-i Oğuzân kitabında BAN; büyük.
Ağabey; Ağbeyi; Oğ-begi. Be-oğ, Büyük. Oğ abe-si olan.
Bebek, bebe; Be-be-ci. Bi opa-cık; Bir Işık tanesi olan.
Lazca’da bebek “berepe”; peri-opa, ışıkcık!
Emice, amuca, amca; Eme-iti, ata emi. Emi-ti; METE. Lazca İti; amca.
Dayı; Tao, doğu. Doğumla akraba olduğunu ifade eder gibidir. Zazaca “day”,
anne.
Hala; Bibi(baba’nın dişil hali), Dudu(dede, dade), Teyze(Ata-ice) gibi
sözcükler ULU baba ve ata tarafından akrabalık ifade eder. Cici, hiç evlenmemiş
haladır.
Baba; Buğ-Opa, Buba, Bey-opa.
Dede; dade, tate. Büyük, saygın. Lazca dayı, Zazaca amca, Kürtçe anne.
Kardeşler arasında kaçı kız kaçı erkek diye sayarken, kızları saymama
durumunun algıdaki karşılığı artık anlaşılabilirdir. Bugün “kardeş” dediğimiz sözcük,
ata kültürümüzde, “kor-atesi” erkeklere karşılıktır, kızlar ise ayrıca “kızkardeş”
adıyla vardır. Merkeze anayı koyarak “Annenin kaç evladı var” veya babayı merkeze
koyarak “Babanın kaç çocuğu var” diye sorulması Oğuz kültürüne daha uygun düşer.
Ki, o zaman, cevap veren kişi algıda ikilem yaşamamış olur.
Korint ile “horanta” bağı üzerine: İngilizce büyükanne, Grand/Korint
Mother, ses benzerliğinden öte, aynı sözcüktür; Büyük Ma-dor; Büyükana-dır.
Galiba eski sözcüklerimizi bulmak için BRETON dilini sözlük gibi
kullanmamız yeterli olacak! Örneğin, Büyük Otel, ailece kalabileceğiniz otel, demek
için Grand Hotel diyorlar!
Horanta’da baş ses H harfi, Kaşgari Oğuzlarında kuvvetli nefesle başlayıştır.
Doğu Karadeniz ve Kafkas dillerinde belirgindir. İstanbul Türkçesinin kökeni olan
Trak Türk dillerinde H harfi düşer. Örneğin Rize’de HAYDAR, HANCER yayla
adları İstanbul’da Ayder, Anzer haline gelir. Başlangıç sesi Horanta sözcüğünün
Oğuz Türkçesi olduğuna işaret eder.
Güneydoğu Asya’da, Laos (Laz/Lat!) ve Kamboçya’nın antik Budist
tapınaklarında kadın heykelleri vardır ve bu tapınakların adı Ankoros, Ankoro,
ANGKOR (Ankara!) olarak geçer. Ana erkil bir kültür ve Ulu Oz kültürü, koruyucu
ana HORANTA/Korint kültürü bir Yunan değil Asya kültürüdür.
Kuş Dili: Ku-sen ku-kuş ku-di ku-li ku-bi ku-li kı-yor ku-mu ku-sun? Gibi,
seçilmiş bir hece, her hecenin önüne veya arkasına getirilerek konuşmaya denir. İki
yakın arkadaş arasında şifrelenmiş bir konuşma şeklidir.
Doğu Karadeniz’de evlenmek üzere hazırlanan bir genç önce sevdalanır,
savdasına maniler söyler, onunla kimsenin anlamayacağı özel bir şifre ile “kuş dili”
konuşur. Sevdalısının adını tersten okur, ona “Benim” takısı eklerken anlaşılmasın
ister, tersten çevirip seslenir. Örneğin Emine’sine Eminem, “Menime” der, eğer yerel
ağızla ise EMİNOM, tersten şifrelenince MONİME’ye dönüşür. İşte, aşk
mektuplarıyla ünlü Mitridate’nin Emine’sine yazdığı manilerde, bu antik Rizeli,
sevda dilinde MONİME, kuşdili EMİNEM diyor. Mozart’ın operasındaki Monime
çıkıyor.
61
Hazreti Süleyman’ın “kuşdili bildiği” söylencesi de böyle bir şeydir. Sudanlı
sevdalısı Saba Melikesi Belkıs ile şifreli konuşurmuş demek ki.
Yunanca’da –os, -agis, -itis, -pulos, gibi soyadı ekleri Anadolu kökenli
olduklarına işaret etmektedir. Os; oğlu, uşağı, soyu… Agis; akis, oks, okhus, oğuz…
İtis; atası, edesi… Pulos; pelazi, Opa-las, Lazopo… Hatta bu ekler onların
Anadolu’nun kuzeyinden mi, batısından mı yoksa güneyinden mi gittiklerine kadar
fonetik ipuçları verir.
Yakarma, Yalvarma, Haykırma Ünlemleri ve Hubyar
Zor durumda kalınca insanoğlu Tanrı’ya sığınır, ondan yardım ister, yardım
umar. Bu duygu, antik dönemlerde de aynen böyleydi.
Kaç bin yıldan beri bilmiyoruz ama, fonetik analizlerimiz bize gösteriyor ki,
Türkler tarihten beri hep aynı Gök Tanrıya sığınmaktadır.
Tanrıya yakarma, dua etme, dilek dileme, eyvah deme, yalvarma gibi
durumlarda, ilk sözcükte bunu kimden dilediği belli edilir. Bu nedenle ilk heceler
önemlidir.
Ya-kar, ya-lvar, hay-kır, sözcüklerini açtığımızda, ilk hecedeki YA, EY,
HAY bize önemli ipucu verir.
YA’nın fonetik dönüşümü; ay, ey, oy, oyi, uy, oğ, …
Soru: Kime dua ediyorsun?
Cevap 1: Oğ’a. (O’na demektir.)
Cevap 2: Sağa; sana. Oğ usağna; Sana.
Üçüncü şahıs, O’dur, orda hep vardır, O görendir, gözü hep üzerindedir,
koruyucu ve gözcüdür, bize göz kulak olandır, dualar O’na yapılır! Işığını
üzerimizden eksik etmesin, bu dilenir. Çünkü O’nun ışığı eksildiğinde sıkıntılar
başlar.
HAY’ın fonetik dönüşümü; Hey, Hoy, Huy, Hû, vb. (Ermeniler kendi
atalarının Hay Hoy’lar olduğunu söyler.)
“Hay’dan gelen Hû’ya gider, selden gelen suya gider” atasözünde de geçer.
Allah sözcüğü içerisinde Ulu-Hû vardır. Hepsi de Oğ’un (Gök Tanrı’nın)
değişik ünlenişleridir. Kadınlar birbirine seslenirken “Huuu” der; Komşu komşu,
Huuuu!
Türkülerimiz bu ünlenişleri dünden bugüne taşıyan aktarma kayışlarıdır.
Özellikle semahlarda ve yayla havalarında bu haykırışlar bolca bulunur.
Semahlar bir çeşit acılı yakarışlardır; ellerini ve yüzünü yukarı açarak
müzikli dua etmek, Tanrı’ya yakarışın edimleridir. Türklerin ata inanışındaki yakma
ritüellerinde görünen de budur:
Hay Hay, Hay Hay…, Hü.., Hu.. Yar Yar, Yar Ali Yar.. Hey yar ey yar! vb.
Çoğu yayla türküleri yüksekten seslenir; Hey hey… Yavri yavri… Yar yar,
Ohohoy, Of of…, gibi.
Oy aman: Oy Uma Ana. Oy aman; hali Ya-man!
Oy-aman; Eyi Pan, İyi Pan! İyi Man.
62
Semahlarda geçen önemli bir haykırış: Haydar Haydar! Hay-dar; Hay-dor,
Ay-der; Rize’de Kaçkar dağının en büyük yaylası.
Tarihte en ünlü Dorlar, Kaşgari Oğuz boyudur. Kaşgar, Gaçar, Kaçgari,
Acari, Hacai, vb. adlarla, Uygur’dan beri kumandanlar yetiştirmiş, krallar çıkartmış
olan en ünlü boydur. Pers devletinin kurucuları, Mitridat (Bedri Dede), Darius
(Toros) ve Sasani hanedanları bu boydandır.
Ulu hay-dor; Ali Haydar. (Ali Haydar adı Karadeniz’de de çok kullanılır.)
Diyelim ki bereket için “yağmur” istiyoruz. Sözcüğün içinde duası var:
Yağmur; Ya-U’ma-uri, Ya O’mar!
Yüce Tanrım; Oğ-ice Tanrım; Tan yerinden yükselen gök ışığı! Işık Tanrım
anlamlıdır
Gök Kubbe’nin üzerindekidir O, Ulu Kûbbe/Kibele’dir. Kûbe’ye dua
ederken Ya-kûbe, Ya-hub (Yakub), Ey-hub (Eyub, Eyüp) gibi isimler oluşur.
Hubu, Kûbu, Kûbe, Kâbe… HABU, HAU dönüşümüne dikkat.
Arhave/Arhabe; simetride Habe-ar, Hubyar ile sesdeştir.
Hemşin’in Hubyar köyü. Pazar’da Haberal ailesi; Hubyar-Oğli, Hab-er-ali.
YAR: Oğ-uri, Oyar, Yar. Allah’ın sevgili oğlu.
İşler ters gittiğinde acılı yakarış, Ey-Allahım; Hay Allah, Ya’hu, vb.
Vahlanırken, Oğul oğul; Oğ-ulu; ey ulu, ey ulu!
OĞUL; Oğ/Göğ Tanrının uzantısı, Kolu; OG-Ulu.
Halay içerisinde haykırışlar; Hey, Hoy, Hopba, Hey nare.
Ağlarken, severken; Yavrim, Yavrum; Oğ-uri-um. “Yar aman yavrim aman”
Rize.
Yaradan; Oğ-uri-atan; YAR-atan. Seni var eden, yoğuran, üreten sevgili
atan! Örneğin, bebeği severken: “Seni yaradana (yar atan’a) kurban olayım, kurban
olurum seni verene/var edene” denir. Bu bir şükran duasıdır.
Yeri gelmişken, HUBYAR semahına bir yorum getirelim: Bilinen en ünlü
semahtır, sözlerinde VI.Büyük Bedri’nin hemen bütün özellikleri anlatılır. Bu semah,
Göğe/Gök Tanrı’ya, arşa, kûbba gönderilen, HUBU’n YAR’i, yani Allah’ın sevgili
oğlu, Hubyar için dönülen kutlu semahtır.
Ön ek, “Ur” (var) eki, olumlu bir durumu verirken, “Ya hu, ya oğ” (yoğ) eki
olumsuz bir durumu verebilmektedir. Ur-Uma ile Ya-uma arasında böyle bir zıtlık
vardır; Uma-var, Uma-yoğ, der gibidir. Ya-uma; Uma yoğ; “Ey Uma nerdesin?” der
gibidir. Hatta, bir adam kötü bir iş yaptığında ona “Senin Allahın yok mu?” denir;
buradan anlıyoruz ki Allah’ın varlığı iyi işler yapmakla, yokluğu ise kötü işler
yapmakla bağlantılandırılır.
Anadolu Ur-Uma ülkesi iken, bu bereketli toprakları birileri “yağma”ladı
(yoğ-uma; yağma). Hitit-Sümer uygarlıkları tarihe gömüldü. Milat denilen yağma’nın
yoğun yaşandığı tarihlerde yağmayı yapanların adını da dinini de hiç sevmedi
atalarımız! Çünkü yağmacıların milat’ı, bizim için tarihten yok edilmemiz demekti.
Mustafa Kemal bunu fark etmiş ve Cumhuriyet’in 10.Yılında yayınlanan
“10.Yıl” kitabında, “Osmanlının Tarih Telakkisi” başlığı altında, Osmanlı Tarihi,
İslam Tarihi, Umumi Tarih diye üç çeşit tarih verildiğini, ama asıl “bilime dayalı
tarih” (Milattan öncesini de içine alan) verilmediğini anlatır:
63
“Umumi tarih, insanlık tarihinin ancak bir faslıdır. Ondan evvelki
kısımlara Avrupalılar ‘Tarih Ötesi’ adını vermişlerdir. Buna sebep de, tarihin
Avrupalılara göre telâkkisinde, ona, Avrupalıların ırkî faikiyetlerine göre bir
hareket noktası ve Avrupa’nın tahakküm siyasetine göre bir mihver verilmesidir.”
(A.Kadir Paksoy, Ulus Devlet ve Tarih Eğitimi, Öğretmen Dünyası Yay. Ağustos
2008, Ankara, s.41)
1939’da, yani Atatürk’ten hemen sonra tarih kitapları yeniden yazıldı.
Kitapların içeriği ve felsefesi değiştirildi. Tarihi yaratan insanlar değilmiş gibi, tarih,
taşlarla tunçlarla başlatıldı.
Fonetik analiz Atatürk’ün de merakı olmuştur; tuttuğu günlük notlar arasında
“AYOL” sözcüğünü merak ettiği görülmüştür. Annesi kendisinin tarih merakı
üzerine, “Ayol bunları ne yapacaksın?” demiş, Atatürk de, “Annem bana neden ‘Ayol’ dedi?” diye merak etmiş, bu sözcüğün Güneş Dil kuramına ait bir dua olduğunu
düşünmüştür. Bu düşüncesini, Atatürk’ün tuttuğu el yazısı notların yayınlandığı
kitaplarda görmek mümkündür.
Ayol; ay-ol. Ay gibi parlak ışıklı ol, meraklı araştırmacı, zeki ol gibi bir
duadır. Sağ-ol duasında da benzer dilek vardır; “esiğ ol, tağ ol”.
Trakya’da “opa”; “Abe, sen nerelisin?” hitap sözcüğü, kısalmış hali “be”.
“Aman BRE deryalar; Peri; abe-uri, “bre”!
Horasan’dan, “Ur-Uma diyarının 90 bin erenleri hürmetine” gönderdiğimiz
dualar, işte o tarih ötesindeki atalarımızdır. Bu araştırmamız sırasında Anadolu’yu
Roma yağmacılarından kurtarmak için savaşan bir ulu/aziz dede, Bedri
Dede/Mitridate çıktı karşımıza ve onun, beş büyük direniş savaşı verdiği Anadolu
birleşik ordularındaki asker sayısını topladığımızda 90 bin sayısı çıktı karşımıza.
(Bkz.Mitridatik Savaşlar)
Türklerin bu aziz atası, Eupatore (Opa-Dor, Hubu-Dor) ünvanlıdır. Hubyar,
Hubu-Yar, Eupa-Dor, Hay-Dar/Heydor onun diğer sıfatları olarak düşünülmelidir.
UB, Kengerce övgü, görkem, güzellik, üstünlük; övmek, yüceltmek gibi
anlamlar taşıyor. Farsça'ya HUB olarak geçmiş; Hubyar, Güzel Yar, yüce dost
(Allah'ın sevgilisi) diye yorumlar var. Rusca LÜB, Almanca LİEBE (sevmek), ÜB
kökünden geliyor. Ub, ab, öp, up; Öpmek, yüceltmek kökünden geliyor. (Ünal
Mutlu’dan)
“Öpüp başına koymak” kavramındaki gibi bir yücelik ifadesi: UB-Yar.
Türkmen semahlarında kullanılan haykırış “Hudey”, Kürtçe’de Tanrı
demektir. HU-DEY açılımında Tanrı dağı çıkar. Hudey; Hu-Day, Hu-Dağ, Hu-Dao,
Hüda, Hu-ida/Hoyda, Kuday, vb. dönüşümleri vardır.
Bir Erzincan türküsünde geçen “Uy Havar” haykırışında; Oy Avar, Oy Hubar, Oy Hubyar duyulur. Bu çağrışlar bir kurtarıcıya “gel” diyedir. Zeugma mozayik
müzesindeki resimlerde MHTİ OKHUZ (Oğuz Mehdi) yazısı bu kurtarıcının UşağıMA /MA-Işığı (Ma-gosa) olduğunu veren pek çok yazı ve işaret vardır; kitabımızın
ilerleyen bölümlerinde anlatılacaktır.
Nakaratı “Habudiyar” olan bir türküde seslenilen HABU-DİYAR, coğrafi yer
değil, yüce bir kavram görünmektedir; Oğ-PUDU-YAR olarak açıldığında karşımıza
Hitit tanrısı Opa-udu; BUDA çıkar. Çorum’da Kibele’nin PUDU HEPA heykelini
anımsayalım. Burada şunu görürüz, Çin’de ve Kabil’de, eski bir Türk şehri olan
64
Bamyan’da BUDA erkek adıdır. Anadolu’da Buyda, madeni parada bereket
sembolüdür (2005 de kalktı), kutsal Ramazan pide’sidir.
Artvin türkülerinde geçen “Nana ida, Hoy Nana İda” sözleri, tamamen
tanrıya haykırışlardır. Araklı’da horon oynarken; Ula ula ula… gibi.
İtalyanca bebek sallarken söylenen söz “ninna nanna”’dır.
Hubyar Dede’nin halk arasında söylenişi olan Bubiyar Dede, Babayar ile
sesdeştir. Kırgızistan’lı Göktürk araştırmacısı ünlü tarih profesörü Gaybullah
Babayar’ın adı ile hoş tesadüftür ki aynıdır.
Gaybullah adını açtığımızda yine Gaybi-ulla çıkar karşımıza, ki, Kûba-ulu/
Kibele açılımlıdır. Gaybi adı, aynı zamanda Toros Ereğli’de çok bilinen bir köyün
adıdır. Yanındaki Yıldız köyün eski adı da Durlaz’dır. Dor-laz açılımıyla Laz-DOR
köyü çıkar karşımıza. Ereğli ilçesi, 1953’de Atatürk’ün naşı Anıtkabir’e taşındığı
zaman, Atatürk’ün mezarına toprak göndermiş olan tek ilçemizdir. Çünkü Annesi
Zübeyde hanımın ailesi Selanik’e buradan göç etmişti.
Helesa imece türkülerinde haykırışların tamamı Tanrı adıyladır; He’les’a,
YA MO, HEY YA MO, Yesa Yisa, Hoy!
Trakya Türklerinin sıkça kullandığı “Abe” ve “Bre” sözcükleri, ata
kültürümüzde bulunan söze başlama eklerindendir. Aba, abe; ağabey. Bre; Peri, Pire,
Ape’den ureyen, apa-oğlu, açılımlıdır.
“HA” ile ululama, Özbekçe “evet”, HE ile ululama Artvin çevresinde “evet”
demektir.
Bir şeyi içeren anlamında “havi”, sahiplik sıfatı, İngilizce’de “hev” ünlenen
(have), sahip olma ile sesdeştir. Örnek; “Sıradaki türkümüz için programı havi kağıda
bakınız.”
Bir Kaşgari Dili; Urduca ve Tulum Şehri Gilgit-Baltistan
Pakistan’ın resmi dili olan Urduca, kuzeyindeki Baltistan şehrinde bulunan
Kaşgar tepelerinin çevresinde konuşulan Kaşgari dilidir. Urdu dilini resmi dil yapan
şey, Pakistan (Balh, Baktria) devletinin ilk kurucuları onlar olduğu içindir.
Baltistan şehri Çinisdan/Uygur sınırındadır ve orada tulum çalınmaktadır ve
adına da “tulum” denilmektedir. Böylece dünyada tulum çalınan yerler, İngiltere’nin
en kuzeyinden Pakistan’ın Baltistan şehrine kadar uzanmaktadır. Ancak Asya’da
özellikle Kaşgar tepelerinin etrafında tulum çalınmakta olduğu da bir başka önemli
saptamamızdır.
Tulum çalan ülkeleri anımsayalım:
Asya’da; İran, Azerbaycan, Kazakistan (2), Altaylar, Uygur, Kırgızistan,
Özbekistan, Türkiye, Filistin ve Ürdün’de.
Avrupa’da; İspanya-Galiçya’da, İskoçya ve İrlanda’da Gayda adıyla,
Romanya, Polonya, Bulgaristan, Macaristan’da İngilizce “Pipe Organ” denir.
Pakistan’da ailenin reisi İran ailesinde olduğu gibi, annedir. Anne izin
vermezse kızı evlenemez, çocuğu okula annesi yazdırır.
Baltistan’da GİLGİT Vadisi vardır; tıpkı Gümüşane Kelkit Vadisi gibi!
Oğuz-oğlu’nın sıkışmış halidir.
Paltistan; Pelat-estana, Pelazistan…
65
Türkçeyle yakın duran bazı Urduca sözcükler: Dünya, Derya, Baba, Bey,
Beyhan (kızkardeş), Lori (ninni), Perçem (bayrak, uçarak sallanan kâkül, atın
perçemi, gelin kızın örtüsü Çem-ber), bedir/kamer (ay), Lacivert, Hece, Ateş,
Gül/gul, Bahar, Hazan, Çay, Şair, Süt (düt), Turunç (narenç), Portakal(malta), Limon
(lima), Keçi (bakrı, bahari), Buğday (Nan,Kürtçe ile aynı), Dada (dede), Anne (Ma),
Hala (pupo, bibi!), Babaanne (dadi), Anneanne (nani, Hintçe; didi), Aba (pai), Abi
(paya), Teşekkür (şükria), Serhat (sınır), Işık (şua), Nevruz, Şarkı (şar)...
Huma Kuşu; masallardaki talih kuşudur, kimin başına konarsa o kral olur.
Yönler; şimal (kuzey), cenup(güney), doğu (maşrık), batı (gurub).
Ben: Me (1.şahıs tanrı Ma! Lazca ile aynı)
Sen: Op. Sivil hitapta; dum, oğdum. (Sen/Sin ve Op, güneş kavramında
buluştu.)
O: Ğo. (3.şahıs gökteki O’dur)
Urdu dilinde, üçlek sistemde dişil-eril sözcükler olduğunu saptadık. Örnek:
İnek-Öküz; Bel - Bul
Tavuk - Horoz; Mırgi - Mırga
Kız - Erkek; Beti - Beta.
Son örnekte kök hece BİT, fonetik çoğalarak, Beti, Bati, Beta, Bata, Pudu,
BUDA’ya kadar gider. Diyebilirim ki, Anadolu’da dişil olan tanrıça PATİ (Bacı,
Paci), İç Asya’da erkek tanrı heykeli Buda olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaten
Kazak Türkçesinde Buda, “dua” demektir. Sümer-Hitit rölyeflerinde, insanlar
bereketi verene dua ederken elinde bir demet BUY-DA ile resmedilmiştir.
Urduca sekiz(8) rakamı “art”, açılımında Şems’i içerir, çünkü güneş ışığı
sekiz ışınla ifade edilendir. Türkçe sekiz ile güneşin bağı olabilir mi diye düşününce,
karşımıza Oğuz Işığı, Esi-KOS çıkar; Se-KİZ! Almanca ile İngilizce “sekiz”
sözcükleriyle de örtüşür; Eight.
İslamabad’lı Kudsiye Osmani’den Urduca tekerleme: (İzmir, Haz.2009)
Akar bakar bambe boğ / Taççanika bais goğ
Asinave pureso / So mela gada kor
Nikalika pa ga / Aça kana kainge
Sipahi ko bolayinge, meim boli boğ…
Çimdik çimdik nazlatma: (Yumina/Emine Osmani’den)
Ci ci, cirya ay, cirya ay
Dana kay, bani bi, pırrr op! (Yemek ye, su iç, prrr hop!)
Oyun; bebeğin elleri üstünden çimdiklenir ve elleri birlikte sallarken
söylenir. Bitişinde elle açılır ve pırrr diye kuş yukarı uçar.
Bu nazlatmadaki başlangıç sesleri “ci ci”, belirleyebildiğimiz kadarıyla
Sincan’dan Macaristan’a kadar aynı oyunun başlangıç sesidir.
Kaynak kişimiz olan genç kız Yumina’nın adı aynı zamanda Domina’dır.
Burada, Y-D değişimi görülür. Yumina adında EMİNA (Rize’de), Domina adında ise
Bizans kraliçelerinin DOMNA adını görürüz. DOM-ANA, Sümerli Kibele’nin diğer
adıdır.
66
Bazı Antik Sözcüklerin Fonetik Açılımları
Abhaz: Aba Oğ-us; Ab-Kos, Oğuz Opa. Abhaz’ın sıkıştırılmış hali AMAZ.
Abhazya, Amaz-on ülkesidir. MAZ, antik kaynaklarda Kafkasların Ay Tanrısı olarak
geçer.
Abhazya, Kafkasyanın en eski halkından olup, kadınlı erkekli savaşan
Amazonlardır. Başkenti SOHUM, So-huma, sağdan kunduğunda U’ma-us, MAZ
olur.
Başkenti Sohum; So-u-Ma; Gaziantep Zeugma, Kıbrıs Mağusa ile sesdeştir.
Romalılara vergi vermeyi reddettikleri için olarak onlardan Kolkhis (Halk-us,
laikus) olarak söz dilir. Rize’den Kuzey Kafkaslara kadar bölgenin antik adı Kolkhis
olarak geçer.
Ada: Ata, Odo, Utu, İda, gibi fonetik dönüşümleri vardır. Ada; saygın Ata,
Ede, Ate.
Kraliçe Artemisia’nın kızkardeşi Ada, Rodos kraliçesidir. Ablasından sonra
Karya’yı yönetti. İskender ile işbirliği ederek ailesine hainlik ettiği düşünülebilir.
Dünyanın yedi harikasından biri olan Rodos/Uri-odo-si heykeli onun kocası
İdris’in anısına dikildi. Rodos’ta, Halk şenlikleri 1 Temmuz’da Rodos limanı
girişinde denizde at yarışları şeklinde yapılırdı.
Afrodisias: Afer-odisi-ya-‘s. Fer atası –yer. Güçlü ve feri yüksek olanların
yeri.
Denizli’de mermer heykellerin ve sütunların yapıldığı antik şehir
Daha geniş anlamda düşünürsek; Ataların heykellerinin yontulduğu yer.
Oğuz töresine göre atalarımızın ruhunun yaşatıldığı yer, onların ateşinin yakıldığı
yer, atalarımızın öğretisini devam ettirdiğimiz yer, onların ışığını bize verdiği yer,
onların bizi aydınlattığı yer, onların bize esin-ruh-can verdiği yer, gibi anlamlar taşır.
Aida: Ay-ida. Aida operasında Etyopya kralının kızı Ayça, Ayise, Ayşe.
Sudan/Tan-si bölgesinin prensesidir. Babası Amanosra (Pan-tura), vatan hainliği ile
suçladığı kızına canlı canlı mezara gömme cezası verir.
Ayça Operası, Sait Paşa tarafından Sues/Süveyş kanalının açılış töreni için
Verdi’ye 150,000 franka ısmarlandı. Yine kanalın açılışı için Kahire Opera binası
yaptırıldı, körfeze dikilmek üzere Meşaleli Kadın Heykeli Fransa’ya sipariş verildi,
fakat bu heykel parası ödenip ittiği halde kanala taşınmadı, Fransız masonları
tarafından ABD’ye hediye edildi, Nevyork’un sahiline dikildi ve ücretle ziyret edilen
bu heykelden büyük paralar kazanan ülke ABD’dir.
Ayn-zeliha: Urfa Balıklı Göl’ün antik adı. AYANA SELİ-KA, Ay Ana
Ulusu Köyü.. Efsanesindeki ateş ve su kavramıyla örtüşen Atas-sa, Edes -sa Urfa’nın
adıdır. Göle bakan kalede, Ay’ın yükseldiği tepedeki iki kulenin birinde MIDYA
yazısı okunur; Mete, Med Yurdu açılımlıdır.
Ayn Zeliha, Anjelika’nın ad kökeni olabilir.
67
Akana: Ak-ana, Oğ-anası. Göksel iş yapan, kutsal ana. İsparta-Gönen
köylerinde sütanneye Akana denir.
Oğuz töresinde annesi sütten kesilen bebeler ailede/obada diğer sütü olanlar
tarafından bakılır. Emzikli anne tarlaya-işe-savaşa gitmez, ailenin tüm bebelerine
akana bakardı. Oğuz töresinde öksüz çocuk kalmazdı. “Cumhuriyet kimsesizlerin
kimsesidir” diyen Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini böyle bir Oğuz töresine uygun
devlet olarak inşa etti.
Akmenid: Agamen-ata, köleliği kaldıran Karusi Oğuzlu devleti.
Aktamar: Ak-ta-mar; Mar soylu gök ata. Sümer Aga’sı.
Van gölündeki adaya adını veren Şaman Işık Bilimevi. Gök bilimi yapılan bu
yerde, gün ışığı belli bir yerden girer, üzerine düştüğü resimler yıl boyunca
mevsimleri belirtir, bir yıl sonra sabah ışığı aynı resmin üzerine düşerdi. Hatta
andezit taşı üzerindeki renk değişimiyle belli olurdu.
Bu özelliğiyle diyebiliriz ki burası Ag-Tam-uru, “Gök Dam yeri” idi.
Ak-da-mar, sağdan okunuşunda; Mar-ada Ağa, MARDOG çıkar. Mardog,
Şaman kutsalı, kol kanat geren koruyucu ata, Mitra ile özdeştir. Murat almak; Marata’nın ışığından nasiplenmek.
Akkalar: Yunanistan’a kuzeyden giren kavmin adıdır. Akhai, Agha, aklıyla
ağabey olanlar. Hagia/Ağa(Aya), Okha, Okkalı; bilgi dolu insan. “Sular seller gibi”
her şeyi bilen!
Şehir kurucudurlar. Sahil Pelasgları diye geçer, antik Doğu Karadeniz
kökenlidirler. Yunancanın Doğu Karadeniz/ Oğuz lehçeleriyle olan bağı bu sosyal
olgudan kaynaklanır.
Akhun: Ak-Hun.Ak-ana kültüründen Aga-Hun, Göğ Kun. Akhunlar için
anlatılanlar, “Yarin yanağından gayri her şeyde ortak” özet cümlesinde ifadesini
bulur. Bu kültürün yaktığı ışığı, tarihte, Şeyh Bedrettin’in destan olmuş “ortaklık”
mücadelesinde, Ortaklar yerleşim adında, Nazım Hikmet’in şiirlerinde ve Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinde görürüz.
Anadolunun antik tarihi, bu “ortaklık” kültürünü yıkmak isteyen Roma ve
işbirlikçilerine karşı direniş tarihidir. Batının bireyci kültürü ile Asya’nın toplumcu
kültürü sürekli çatışmış, batı hep saldıran, doğu ise hep savunan olmuştur.
1860’da K.Marks’ın Londra’da söylediği, “Cennetin anahtarı yoksa Asya’nın
sosyal toplumlarında mıdır?” ifadesi burada karşılığını bulur.
Akhilleus: Akha-ulu-oz. Aga-Ulu Laz; Ulu Laz/Ulus Oğlu, Halkın ağabeyi.
Urfa’daki yazılışı AXILLEYO’dur; Oksi-L-Leus olarak açarsak; “Oğuzlu Ulusu”
okunur.
Amida: Ame-ida: Ana Dağ/Dağ-ana. Diyarbakır’ın antik adı; İda-gor’un
Pak-uri) Eme, Ama, Ame, Ame, vb. sözcükler Uma Ana’dan dönüşümlü sözcüklerdir
ve “bereketi veren Ma tanrısı” kavramıyla örtüşür.
Amazon; Maz-oğun (giller). U’ma-od(z)/Tanrı Ma ışığı, Maz analılar, Mautu/Ma-odi/Mete oğulları. Amaz/MAZ/Mez, Amed, Mede, Med...
MEZ ay tanrısı inanışlı Sümer atalılara Amazon denir. METE ile Amed
sesdeştir.
“Mazeous” sıfatlı Mete Oğuz 1.Mitridate, Ege’yi MÖ.305’de yağmacı Atina
askerlerinden kurtaran büyük oğuz beyidir.
68
Anatoli: Anati-oli; Anası Uluların yeri, Anadolu.
Anası-Ulu; Ulu Ana; LUNA, Ay, yani Hilal’in yurdu. Anadolu = Ay ülkesi!
Bereketli Hilal ülkesine de bu açılım yakışırdı!
Anapolis;Ana-poli-si, “ana-foli’si”. Filistin’de Anabacıların kurduğu şehir.
Anatomi: Ana damı. Damın anası. Vücudumuzun çatısı, yapısı, dokusu.
Anatomi dersi olmadan tıp olmaz. Ancak tıp fakültelerinde anatomi
müfredatı parçalanarak seçmeli ders yapılmak üzeredir. Bu iş, Türk tıbbını
bitirmektir. (2011)
Analitik: Ana-uli-isigi. Işığın ulu anası gibi; ana-uli-ti-ka.
Anaksimenes: Anası-Panüs. Pan/Men Işığı Anası. Milaslı tarihçidir.
İskender onu Atina’ya esir götürdü. Sonrası bilinmiyor.
Antikos: Anati-okos, Oğuz Anası, hem anadan hem babadan Oğuz soylu.
Oğuzlar.
Ani: Anne, ana, aney. Kars’ta antik şehir adı.
Gök Tanrıya yakın yer. Göğ Ana’nın sıkışmış hali gibidir. Oğ-oni, Göğ Önü
Ani, Aney, Anne ile sesdeştir.
Brezilya’nın Amazon eyaletinde Ani, kız adıdır ve “anne” şeklinde
yazılmaktadır. Bölge halkı için Mauriler sıfatı kullanılır, Mauri; Uma-Uri/Ur-Uma
halkıdır, tıpkı Anadolu halkına Ur-Uma, Trakya çevresine de Ur-uma-ili/Urumeli
denildiği gibi.
Ani’ye en yakın köy olan Ocaklı köylüleri her yıl İneklitepe’ye çıkıp kurban
keser, ocak yakıp kurban eti pişirir, bereket duası yaparlar. Törelerine uyarak
kurbanı kadınlar keser.
Ocaklı köyünde ve Kars’ta kadın adları Çimengül, Lalezar (Eliza), Üçgül,
Gülfidan, Erfidan (erkek adı), Erfide, Mayşeker, Alagül, Gülfiliz, Güldalı gibi tipik
Uygur kız adları olup, toprağın koruyucu anası Umay Ana ile örtüşen bileşik
isimlerdir. Erzurumlular gibi “töreli” sözcüğünü sıkça kullanırlar. (Töreli;
mükemmel. Töreye uygun yapılan iş, Ulu-töre.)
22 kere efendi değiştiren bir kaleye sahip olan Ani’nin geleceği üzerine hayal
kuranlar çoktur. Ancak bilinmelidir ki, sosyolojik olarak bir şehrin efendi
değiştirmesi, sadece efendinin birkaç askeriyle kaleyi ele geçirmesidir. Oysa toprağı
ekip süren, yaylalardan sütleri indiren halk bir başkası değil, o hep ordadır ve bu
yerlerin atadan beri gerçek sahipleridir.
Oğuz-Şaman töresinde yüksek otlaklar boyların yazın buluşma yeridir. Orada
kurban kesilir, bereketi veren Tanrı’ya dualar edilir. Oğ Önü/Ani’de, bu Oğuz
töresinin devam ettiği anlaşılmaktadır.
Ek: Kars’ın Ocaklı köyünde 1950’den beri sular kesiktir, bir zamanlar
İnektepe mandrasında sağılan sütler 8 kilometre uzunluğundaki künk boruyla Ani’ye
indirilirken, bugün tüm su kanalları kapalıdır. Su depoları ellerinden alınan köylüler
her türlü engelle karşılaşmakta, adeta buradan göçe zorlanmaktadır. Köyün
Ermenistan sınırında olduğu düşünülürse, bu duruma çare bulmak tarihi bir görev
olarak algılanmalıdır. Ocaklı köylüleri Ani’ye ait şu atasözünü sıkça dile getirirler:
“Dünya yıkılsa Ani yapar, Ani yıkılsa dünya yapmaz!”
Anitta: Ana-ida; Ana Ata.
Apameia; Maye-Aba. Afyon Dinar’ın antik adı. 1. Selevkos’un eşidir.
69
1.Antiokhos’un (Anası Oğuz) annesi, Umay Aba, Mahiye Aba. Maye
Aba’nın kurtardığı 3 şehire adı verilmiş olmalıdır. Oğuzludur. Oğluna 1.AntiKos
denilmiştir.
APAMEİA Suriyede, APAMEİA Mirlia Mudanya'da, APAMEİA Cibitosise
Dinar'da kuruldu.
Apollonius: Apa-ulu-naus; Zekanın ulu atası. Naus; Us Anası, ışığı çok olan.
Abalı Hasan!
Olası fonetik dönüşümler: Us-ana; Ozan, Hasan, Husan, Huseyin! Naus;
Naze, Naz.
1.yüzyılda yaşamış olan Niğde Bor’lu büyük bilim adamı. Anadolu’da çok
sayıda bilimevinin kurucusu ve öğretmenidir. Hristiyanlık MS.331’de resmi din
olurken (Ortaçağ başladı), resim, heykel, müzik, tiyatro gibi bütün sanat dalları
yasaklandı, bilimevleri, heykeller ve tiyatro mekanları yıkılırken, Apollonius’un
resimleri İsa resmi olarak sahiplenildi.
İsparta, Bergama, İskenderiye, Hindistan (Pencap), Kayseri, Kırşehir, Ereğli,
Ankara, Mersin (Soli) gibi bir çok yerde bilimevlerinde öğretmenlik yaptı. 331’de
İznik’te onun bilimevlerini ve heykellerini de yıkma kararı alındı. İsparta antik
Sagalossos (Saka Laz-us) kütüphanesi onun bilim evlerinden biriydi.
Orta Anadolu’nun en yüksek dağı olan Hasan Dağı, yörenin türküsü “Kozan
dağı çatal matal”, Pozantı deresi (Apo-Ozan-su ), Teke yöresinde “Hace-asan” gibi
adların içerisinde Apollo-nius adından izler görülür. Kozan Dağı türküsünde nakarat,
“Aman Alim Alim” sözü, Ulu/Ali Hasan ile örtüşmektedir.
Aran: İran. Gence ve Karabağ bölgesi. İran’ın kurucu ataları buralıdır.
Ararat: Ar-Arat, Uri-erat/ Erat yeri. Ata-eri; Tar, Tor, Tur, Dor. Dor Yeri.
Ardaşir: Erat Şehir. Sasani-Pers devletinin başkenti, eski Şiraz /Sireoz
yakınında. Palmira kraliçesi Zeynep’in Sasani dedesi Papag’ın şehri. 5.yüzyılda
dünyanın en büyük şehri olduğu yazılmıştır. Romalılarla çok savaştılar. Kaşgariler
burada halen varlığını devam ettiren Oğuz boyudur.
Art, Arta: Er-ata/Ata-er. Ur-udu/İda-ur; Dor. Ata-ur; Tur. ART; sanat. Dor
sanatı, bütün diğer sanatların temeli kabul edilir. Artı, bizzat üretmekle ilgilidir.
Urdu (Artı) dilinde art, sekiz sayısının adıdır. Işıktan Ur olmakla eş değerde
görülüyor; Ar-ti; Ur-esi. Burada, Ar/Ur (var) olmanın kökeni, ışık kaynağı
görünüyor.
Doğu şehirlerimizde çokça görülen Art-vin, Arda-nuç, Arda-şen, Ar-arat, Urartu, Arda-han, gibi sözcüklerde bulunan kök hecedir. Özbekçe “erta”; sabah,
günaydın, yarın, gibi anlamları vardır.
Artemisi; 2.Arta-mis. Erat-Mis/Maz Uri-ate/herat. Mis-Asker; Güzel asker.
2.Artemisia, MÖ.387-353 arasında Karya’yı yönetti. Kocası Mozoleus (Mete
Ulusu) için yaptırdığı anıt mezar dünyanın Yedi Harikası’ndan biridir.
Anıt Müzenin üzerindeki heykelde, dört atın çektiği arabanın içinde
kocasıyla birlikte ayaktadır. Bu heykelde, “Dört atlı ile denizin üzerinde savaşan”
özelliği resmedilmiştir. Antik Rodos’ta Helikia/ Halk şenliklerinde denizde at
yarışları yapılırdı. Yarışta simgelenen şey, “kahraman denizci” kavramıdır.
Romalıları kızdıran bir simge olduğu anlaşılmaktadır, ki, anıt müzeyi onlar yıktılar.
Dört atlı kavramı Romalılar için “mahşer” çağrıştırdığı içindir ki, “Mahşerin dört
70
atlısı” adı, Yunan efsanelerine “korkulu günler” olarak yer aldı. (Bu kavram, benzer
şekilde İncil’e girmiştir. İncil’e göre, dört atlı birlikte değil, dört ayrı atlı sırayla
göründüğünde kıyamet belirtisidir. Anlatılmak istenen şudur; o zaman Tanrı/İsa
buyruğuna uymadıkları için insanları feci şekilde cezalandıracaktır.)
Artemisi’nin diğer bir açılımı Arta-Misi olur. Misi/Maz inanışlı Er-ata /Dor
karşımıza çıkar. Misi; Moisi, Maz inanışlı. (İng. mis) Moisi, Katalunca “güzel”
demektir, anlam olarak Müze ile örtüşür. Misi-Arta/Artemisi, bu anlamda, ArtaMüzesi olarak da çevrilebilir. Bu görüşümüzü destekleyen bir bulgu da Farsça’da
vardır.
Artemisi Pers/Sümer/Dor kraliçesidir. Farsça’da “siba” (diba/diva), “güzel”
demektir; isiğ-ama, simetride Ma-si, ma ışığı’dır. Ma-isi, moizi, misi; güzel.
Burada “güzel” kavramı bir tür ululamadır, ruh güzelliğidir. “Güzel şah”
kavramıyla örtüşür. Kutlu Güzel Arta, Güzel Ar-ata, “Kutsal Asker” kavramıdır ki,
İran’da “Arat” adı en saygın erkek adlarından biridir.
Halikarnas Balıkçısının “Hey Koca Yurt” kitabında, 133. sayfadan:
“Düşünülsün bir kez: Bu Artemisiya, Hellen olsaydı ve böyle bir deniz
savaşında Hellenistan’ın yanını tutsaydı, o Artemisiya hakkında ne candan destanlar,
ağıtlar ve neler de neler batı edebiyatını doldurmazdı?
Artemisiya’nın bütün kabahatı, Anadolu’nun bir yavrusu olması ve Hellen
olmamasıydı.”
Ardahan; Er-ata-han/kan/kun. Arat-kun; güneşin kutsal askeri! Art-kun;
sanat güneşi. Türkçe isim; Artagün.
Aspendos: Has-Pentos. Has Büyük Turan soylu Oğuzların yeri. HasPontus’lu.
Atheis-Audocie: Ayasofya’nın ilk adıdır. Attis Atası/ Atası Ateş.
Ayasofya Bilimevi’ni koruma görevini hep Şaman inanışlı Bizans kraliçeleri
üstlenmiştir. MS.430’da Ayasofya adını aldı. MS.438’de Teodora Yengeye karşı
Yahudi Tefeci Galata bankerlerin isyan ettirdiği Hıristiyan köleleri tarafından yakıldı,
yangını Üsküdarlı DOR ATLI İskitler gelip söndürdü.
Susalı Artemis olarak da bilinen Addosi Opaliti (Atası Lazopo) ile adaş
olması dikkat çekicidir. Muhtemelen 1.Artemis Anıt Müzesi olarak yapılmıştır.
Teodora öldüğünde cesedi Ayasofya’da yakıldı.
Atropatene: Selevkos döneminde Azerbaycan’ın adı. Bugünkü seslendirilişi
Azer-ba-i-can, Dor-abi-zone ile A’dor Opa-Ana sesdeştir. Trabzon ile sesdeş çıkması
anlamlıdır.
Attosi: Adossi; “Soy atası” ekidir. Odisse, Asos, Ases, Azize… Susalı
Artemis’tir. Büyük Karoz’un kızıdır. Işık ata, Atası Işık.
Efes Artemisi anıtmüzesi ona yapıldı ve Atinalılar tarafından defalarca bu
anıtın yıkılmasının nedeni budur.
Onun eli “Kızıl el”, “İştar Eli” İrlanda antik bayrağında ve Abhazya
bayrağında görülür. Adossi, Hattuşa adıyla, İlyada (Ulu-ata) ve Odisse efsanesindeki
Odisse ile sesdeştir.
Edessa adıyla Urfa’da karşımıza çıkar, Halepli Bahçe onun yolundan
gidenlerin izleriyle doludur. Selanik yakınlarında ve Kırım’da Odessa şehri vardır.
Ases: Azize, Asos, İsis, Hitit.
71
Attika: Hatti kadın Hatu-ka. Ata Kadın. Atiche, Tiche; Fırtına Aba’nın adı.
Attila: Atta-ula; ulu ata. Almanca’da Atilla, Ata-illa; “Koruyan Baba”. Atilla
Han’ın eşi Arikan (Kunar/Kuner/Güner), baş kadın savaşçıdır. Perslerin kurucu
kraliçesi Arian da baş kadın savaşçı ve ikisinin isim benzerliği önemlidir; Macarların
doğuş efsanesinde kökenleri Pers soylu Nimrud’a (annesi Tana’dır) ve Hindi Kuş
dağlarına uzanır.
Macaristan’ın kurucu komutanı Attila, MS.395’de Roma saldırılarını
durdurarak Orta Avrupa’nın yağmalanmasına son verdi. Roma kilisesi ve korsanlar
için “Ortaçağ” (395-1453) başladı. Yağma yapamayan korsan kiliseleri birbirine
düştü; ortaçağ karanlığı onlar için budur. Roma’nın soyguncu devletinin Türkler
tarafından ortadan kaldırılmasını hiç affetmeyen batılıların düşman algılaması o
nedenle hep Türkler olmuştur. Oysa Attila Almanların imdat çağrısı üzerine
Avrupa’yı Roma yağmasından kurtarandır.
Attis: At-tiş; Tiş/tes; atası.
Attusili; Hattuş-ili. Atası Ulu, Ulu ateş/Ateş-ili; Güneş ülkesi. Çorum
civarındaki kazılarda çıkan “Hitit güneşi” sembolleri bu analizimizi doğrulamaktadır.
Atina: Atina, Atu-ana, A-tena, Ata-ana. Ana’dan Ata. Yazar Selahi Diker’e
göre, Ata Ana; Tanrı Ana. Batıda Türkler için “atalarına tapardı” denir; Selahi
Diker’in bu analizi ile “Tanrı Ana; Ata Ana” açılımı örtüşür. Ti-na; Si-ana, Ana-iti ile
sesdeştir.
Atuana; Antik Niğde-Bor çevresi. Tauna; Tan yeri. Işığın, bilim ışığının
olduğu yer.
Avar: Par/Far, Büyük Işık. Sembolünde Osetya’nınki gibi pars vardır.
Kırım-Kiev çevresindeki Avator savaşçılarının adıdır. Avator, Eopatore
VI.Mitridate’nin askerlerinin adıdır.
Ayasofya: Bilimevi. Ay İnanışlıların bilgi evi.
Hagia/Agha-sofia. Sofi/hikmetli/bilgili ağa’beylerin yeri. Hristiyan asiler
tarafından defalarca yakıldığı yetmemiş gibi 1204’de Venedikli Yahudi tefecilerin
Vatikan’dan başlattığı 4.Haçlı seferi sırasında yağmalanmıştır. Yağma sırasında,
Oğuz töresinden gelen Mitraizm/Bektaşi inancının izlerinin yokedildiği
düşünülmektedir.
Babai: Bektaşi kolu. Arnavutluk’ta da vardır. Filistin Kraliçesi Zeynep’in
direniş kültürü bu koldan devam eder. Babegi, Papak, Papagan, Babek, Papai, vb.
İskit Türklerinde tanrısal yücelikte bir sıfattır. Rusça babaanneye “baba,
babuşka” denir. Alaz, Çuvaş ve Hakas Türkçesinde ise “papai” denir.
Bakhous: Bağ Tanrısı; Bağos / Baküs/ Boğos. Bektaşiliğin kökeni. Bağ
bozumunda pekmezler kaynatılırken bereketi veren tanrıya teşekkür şenlikleri yapılır.
Sesi gürdür; bağırır, bağ-eri’dir. Şarkılı türkülü eğlenceli şenliklerdir.
Balas: Milas. LatMos/LazMete’nin şehri(MÖ.270). Milet halkı, Millet olmuş
kaynaşmış Oğuz boyları. Beşparmak gibi birleşenler. Beşparmak dağlarında Kaya
Yazıtında “Kardeşlik Andı” vardır; Şaman Oğuz töresinin temeli, millet olmak,
“Birliğimiz dirliğimizdir” düsturu bu yazıtta görülür. “Müsahiplik” ile ve komün
toplumuyla örtüşen dayanışma kuralları vardır.
Bazileus: Maz-ileus; Ulus’un Başı, Basi-Laos. Laz halkının başı, Kibele
inanışının lideri, bereketi tanrı adına koruyan, Şaman inanışlı halkın kralı. Oso-li
72
/Soli Maz; Kızıl Baş olarak açılır. Maz-ili-os; Oğuzlu Maz ülkesi, BAŞ OĞUZ
Ülkesi.
Bazil Ülkesi: Baz-ili, Maz/Bas ülkesidir. Bazi-leus yurdu, Sümer toprakları.
Romalılar Karadeniz kıyılarına Bazil ülkesi derdi. Potomya bu uygarlığın
önemli merkeziydi.
Hıristiyan tarihçiler “Bazil ülkesinde üç bin kadını büyücü ilan ederek
yaktık” diye anlatır. İlaç yapan Bazileus kadınlarının köylerini ve adlarını Roma’ya
kaçırdıkları Lokman Hekim tıp kitabından almış olsalar gerek.
Bel-kız: Oğuz Beli. Balkız/Kibele’nin adıdır. ZE-U-MA mozayikleri orada
bulundu.
Byzantion; Biz-anati-on; Maz analıların yeri, Baz/Maz yurdu. Antik
İstanbul’un Sarayburnu (Suriçi) yarımadasının adıdır. Mis-Anası halkkı, 1.ArteMis’in anıt müzesi ni Aya Sofia’ı onlar yaptı. Muhtemelen zemininde merak edilen
mezar odaları vardır; İstanbul çok Katolik Hıristiyan ve Venedikli Yahudi yağması
gördüğü için zemini çok korunaklı yapılmış olmalıdır.
Bythnia; Biz-en-ia, Baz/Maz ana yeri. Bosnia ile sesdeştir. “Amazonya”
olarak açılabilir.
Antik Bolu-Kastamonu civarıdır. En büyük Roma-Başoğuzlu savaşı burada
geçmiştir. Bolu-Köroğlu Kastamonu dağları, Dor Beyi’nin, Kaçkar Oğlu, Koç
Köroğlu, Büyük Bedri’nin kahramanlığını anlatan türkülerle bugün de çınlamaktadır.
Burada büyük kayıplar veren Roma ordularına “soykırım yapıldı” diye yazdı Roma
tarihçileri.
Bodrum; Bedrium. Bedri-oğ-uma; Uma inanışlı Bedri’nin ou/evi/oği.
Bos-for-us; İstanbul eski adı. Bağos-Por’un sıkışık hali olmalıdır. FOR
kökü, burada rüzgârın ve akıntının çok güçlü olduğuna işaret ediyor.
Caria: Karya. Kor yeri. Orada, ateş gibi savaşan denizciler Helen
donanmasını Bodrum limanına sokmadı.
İran Pers kralı 1.Karus ile aynı hanedandan olan 1.Artemis de, 2. Artemis de,
mahşerin dört atlısıydı. Onlar, atların çektiği tekneden savaş yöneten amirallerdi.
Cabades; Sam-ata's; Atası Şaman soylu. Pers komutanlarından biridir.
China: Sin-a, Güneş ülkesi. Kin/Kina. Çinliler de avuçlarına güneşi
resmeder ve adına “kına” der.
Clicia: Klik-ya, Hlikya. Halika, Halk yeri. Hali-ka-ia; Uli-aga- yeri.
Crimea: Kırım. Kor-uma-yeri.
Cleo: Ogli, Kuli, Ogul. Simetrisinde Uli-og, yani “halk” olur. (Ulug Bey;
Halk Beyi)
Cyrus: Pers kurucu hanedanı Kaşgari beylerinin adları Karuz’dur, Kaşgari
Oğuzları işaret eder. Si-roz; Kızıl ışık, Karoz. Kuroş, Kyrus, Karos. İtalyanca Siroe,
Siroes. Kharez, Karız, Khrys, Karuz.
Şiraz ile sesdeştir. Siroz, Sırac, Suruc dönüşümlerinde anlamlar Urdu
dilinde karşılık bulur; Kılıç, Ordu, Güneş… Kabe’nin bekçisi olan Türk ailenin adı,
Surace.
Su kanalına da Karız denir. Üsküdar’ın da antik adıdır. Pers
İmparatorluğunun Batı Anadolu satrabı (yöneticisi) bu şehirde yaşardı. 1.Darius’un
küçük oğlu Karuz on bin yağmacı askerle ağabeyi Artaserhaz’ın üzerine gitti ve
73
Erzincan civarında yenildi. (MÖ.400). Anadolu’yu baştanbaşa yağmalayarak geçen
bu Karuz için Yahudi tarihçiler “velinimetimizdir” der. Ya da, büyük Karos’un
kölelere serbestlik tanıyan SİLİNDİR üzerine yazdığı köleliği kaldıran buyruğundan
söz etmektedirler.
Cybstria: Hu-bas Tor-ya. Toros Ereğli’sidir. Kubi/Hubu Oz inanışlı Dor
soyluların yeri. “Bstr” içinde Bas-Torian adı saklıdır. Bactira’lıların yeri; Ozbekistan
atalılar.
Çorum: Çor-uma; Şar-uma; Uma şehri.
ŞARRUMA: Hititlerde bir koruyucu tanrı. (Unal Mutlu’dan)
Çoruh: Şar-oğ; Gök şehir, gökten gelen bereket suyu. Trabzon Şerağ
(Uzungöl ile sesdeştir. Rize’de Şeroğlu ve Şehirli ailelerine isim kaynağıdır.
Çor; Ace-ur, İse-ur; şehir. Fonetik dönüşümleri: Sur, Asur, Sar, Zor, Tor,
Tur, Dor!
Çerkez: 1.Serkaz’ın boyundan gelenlerin yönettiği Serkosya/Kafkas halkı,
onun gibi sınırlarda savaşanlar. (bkz.Kserkeses, Serhat).
Darios: Dor-us; Dor ışığı. Toros’un Latince yazılışıdır. Kaşgarlı Darios,
İran/Pers hükümdarıdır (MÖ.540-385). 1.Büyük Bedri, III.Darios’un torunudur. Her
ikisi de Romalılarla amansızca savaştı. Türkiye, İran ve Pakistan’da “Toros”, yer adı,
isim ve soyadı olarak kullanılır, Derya Yavuz/Dâra Yoğuz(Oğuz) olarak da yazılır.
Derya adı hem kız hem erkek adı olarak ülkemizde önemsenen bir addır.
Dedous: Oğuz dedeli, Oğuz atalı. Thato, Teodo, Thad, Dade oğulları.
Deesis: De-isis; İdalı Hitit/İsis, İdi-aziz. Ayasofya Bilimevindeki mozaik
resimdir. Atası Işık, Işık atası. Resimde kendini bilime adamış üç bican/bizan’dan
ortadaki “Zekânın Ulu Ağabeyi” Apollonius’tur. İsa Peygamberin suretini onun
resmi üzerine oturtan Hristiyan yazarlar vardır.
Destina: Des-tina/ Tina Des; Tan Ateşi, Tan Işığı. (Tan-Attis)
Despina: Desi-pina; Atası Pan, Pan soylu.
Dor; İda-uri; Ata-ur, Utu-ur, Odo-ur; Dor. Tao’nun ışığı; Tanrı’nın
ışığı/oğlu/uşağı. Dor; Tur, Türk. Anadolu boydan boya Dor halkı idi, Büyük Dor-us
hanedanı tarafından uzun yıllar yönetildi. “Persler Anadolu’yu işgal etti” demek,
tarihsel bir çarpıtmadır.
Dorlar Tanrı adına şehir kurar ev yapar, bu nedenle olmalı onlara Tanrının
oğlu anlamında İda-uri/DOR denilmiş olmalıdır. Dorlar, Şaman kültürü içindeydi.
Tarihten adları silinmiş bir Ad Kavminden söz edilir, ihtimal o kavim “Türün ilki,
Tur” anlamına da gelen Dor Kavmidir. Birçok antik sözcükte Dor ile Laz yan
yanadır; “dorabulaz”/ Dor Abası Laz gibi. Dorabuluz kuşağında bulunan sekizli
papatya nakışı Türk boylarının simgesi sekizli yıldız ile örtüşmektedir.
Dorik: Dor-ik, Dor/Tur/Türk tarzında. Ağaç oyma sanatı. Karadeniz’in
geleneksel mimarisidir. Ahşap ve taş birlikte kullanılır. Doran evler Pencap’ta en
makbül evlerdir.
Diojen: Dio-gene; Dağ soylu, Dio/Tao Can, Dağlı Can. Atinalı oligarkların
çocuklarına köle öğretmen olarak satılan sayısız filozoftan biridir.
İskender onu Sinop’tan aldı Atina’ya köle öğretmen olarak çalıştırmaya
götürdü. Sahilde kendine bir balıkçı kulübesi buldu (fıçı değil), gece ve gündüz
uzayın ve ışığın hareketlerini kum üzerine çiziyordu. Atinalılar onu rahatsız ediyor,
74
ışığını kesiyordu, “gçlge etmeyin” diyordu, sözünü anlamıyorlardı, o da feneri eline
aldı, güpegündüz Atina sokaklarında dolaştı, adam arıyordu! Atinalılar ona güldü,
çünkü asıl neyin gülünç olduğunu anlamamışlardı.
Diopantus:Dio-pantus; Doğu Pan atası. VI.Büyük Bedri’nin Kırım ve
Kuzey Kafkasya, Osetya-Alan askerlerinin komutanı. Sembolündeki Pars, Pers ile
sesdeştir. Kiev şehrinin kurucuları bu koldan savaşçılar olmalıdır, BUBİYAR
adından anlıyoruz ki, burada 1942 de öldürülenler Yahudi değil, Eubator’un son
anına kadar onu terk etmeyen Kuzey Kafkasyalı askerlerinin soyundan gelen
Avar/Avatar (Abator) halkıdır.
Eagean Sea: Ay-gün Suyu: Oğuz diliyle “Aycun Sui”. Ege’de dolunay
zamanında sabah güneş doğarken ay henüz batmamış olur, ikisi birlikte
gökyüzündedir; böylece “Aygun Suyi” karşılığını bulur.
Efes Artemisi; 1.Artemis’tir. Anıt Müzesi Efes’tedir. Artemisia anısına,
Lidya kralı Persli Karus tarafından MÖ.550 civarında yaptırıldı. Babası Büyük
Karus, kızından daha uzun yaşamış görünüyor. Karus, Oğuz soylu Akamenid
(Egemenler) devletinin kurucusu idi, kardeşi ise Atina’yı Pers topraklarına katan
Serkoz’du. 1.Artemis çok güçlü bir kadın savaşçıydı.
Artemis, Helenlerle savaşmış büyük kahraman anadır. Oğuz Anası, Hitit
Tanrıçası, Atina, gibi bütün sıfatları üzerinde taşımaktadır. Göğsündeki onlarca koç
yumurtası, kurtardığı kölelerin karnını doyuran, çok kurban kesen, Oğuz anası
simgesidir.
Kimi kaynaklarda, “Efes Artemis’ini MÖ.356’da Yunan komutan
Herostratus yaktı” diye yazar. Bu, şehrin ilk cezalandırılması, “Damnatio memoriae”
cezası idi. İskender de cezalandırdı şehri. 334’de anıtın üzerine adının yazılması
karşılığında müzenin onarılması için para teklif etti ve Efesliler bu parayı reddetti.
İskender’in 80 bin askeri Efes’i bir daha cezalandırdı. Milas’tan Sinop’a kadar Milet
uygarlığı yerle bir edildi, Diojen gibi bilim adamlarını ve becerikli Amazon kadınları
köle olarak Atina’ya götürüp oligarklara sattı. Onları da 405 yılında Mazeus
Mitridates kurtaracaktı. (Bkz. Efes Mitridates kapısı)
Artemis, efsaneye göre Kıbrıs’a doğu sahilinden inci gibi midye içerisinde
gelmiştir. İnci gibi olmak, çözümlersek annesinin karnındayken gelmiştir, ihtimal
Kıbrıs’ta doğmuştur. “İnci” ile “yenge” yerel Karadeniz şivesinde sesdeştir. Annesi
Sümerli İştar (Semir Amis) Rize Potomya’dan Babil’e gelin gitmişti, Artemis’e
hamileyken Suriye üzerinden Kıbrıs’a geçmiştir. Burada köleleri özgür bırakmış ve
Beşparmak dağlarında kurbanlar kestirmiş olmalıdır ki bu dağlara onun sembolü olan
Beşparmak adı verilmiştir.
Endi: Anati, Ana-iti, Ana Işık. Sümer Tanrısı, tektir ve var edendir. Güneşi
ifade eder; hayatın kaynağıdır. Plas-enta sözcüğü içerisinde vardır. AND/İNTİ,
HİNDİ-Kuş dağları onun adıyla anılır.
Endülüs: Anası Lüs; Anati Las, Ulu Işık Kaynağı demektir. Endülüs’te Kızıl
Saray olarak da bilinen Elhamra (UluKamer) sarayında sarı ve kırmızı çizgiler ay ve
güneşi sembolize eder.
Epidauros: Epi-Daur-os, Epi-Toros, Tur (Daur, Dor) soylu Oz kültürlü apa,
abe, ağbi.
75
Epikdatos: Epik-dato-s /Hafik-dedo’s. Sözünü Ozanca söyleyen Oğuz
dedesi, büyük Ozan Opacık. Epik; Hafik.
Eupador: Eupa-dor; Dor babası. Opa- tur, Türk Apası/Atası; bugün için
ATATÜRK.
Eupa-dor açılımında, ephe/efe ile sesdeşliği vardır. İtalyanca Eupatore;
Kralların kralı. Ege’de “Efelerin efesi” deyimi vardır, ataların atası anlamındadır.
Eupador; Dor efesi olarak da açılabilir. Benzer şekilde Atatürk için de “En büyük
Türk, Ulu önder Atatürk” sıfatları kullanılır.
Rize ağzıyla ağabey; ağbe, aube. Rize’de Eyüp, “Eub” olarak ünlenir ve
Eupa ile sesdeştir. Bu analizle, Eubador; Buğu-dor, Dor Beyi, “Dor Ağabeyi” olur.
Aubu; Moğolca ve Divriği yerel ağzında “baba” demektir. Euba, Aubu,
Hubu, Habu…
Ephesus: Efesi-oz, Oz abeysi, Oz Opası. Oğuz Opası, Opanın oğulları.
Efe: Opha, Of (ef), Aba, Kibele. İskender Efes’e geldiğinde, Roma
yağmalarından halk yoksul düşmüş haldeydi ve MÖ.354’ye yıktıkları Artemis anıt
müzesinin onarımı devam etmekteydi. İskender, adını anıtın üzerine yazmaları
karşılığında Efeslilere para teklif etti, halk bunu kabul etmedi; ona “Bir tapınakta iki
tanrı olmaz” cevabını verdiler. Soralım; Reddedilen İskender mi büyüktür, bu cevabı
veren halk mı büyüktür?
1.Bedri Amasya’da MÖ.305’de topladığı ordu ile Efes’e yürüdü, Manisa
(Pan ışığı, Pan oğulları) Sart’da otağ kurdu, 80 bin Roma askerini kılıçtan geçirdi,
ondan sonra Apalılar dağdan inebildi.
Roma kralı Severus zamanında(MS.200’ler) halk yine dağlara kaçtı,
bölgeden vergi toplamakta zorlandığı için dağdaki direnişçi Apalılara eşkiya denildi.
Ergenekon; Er-gene-kun; Göktürk destanı. Güneş soyundan gelen yiğitler;
Kayaları yarıp Türk soyunu devam ettirmeyi başarmış olanlar için kullanılan ifade.
Mete Oğuz’un, yani Büyük Bedri’nin kayadan doğduğuna inanılırdı. Halen onun
mağaralarda kabartmaları ortaya çıkartılmaktadır. Mitracılar mağaralarda gizli
örgütlenirdi; kayalardan doğmak belli ki mecaz anlamdadır.
Eti; Ata, Esi, Işık. Eti-it; Etiler. Esi, Esis, Ases, Aziz, Azize, Ulu atalar! (Pir
Azizler)
Etopya: Eti-opa, Opa-Eti; Pati.
Ezop: Esiğ Opa; Yusuf. AİSOPOS; Oğuz Opası.(M.Ö. 620 yılında Türkmen
şehri Amoriom' da (Emirdağ-Hisarköy) doğmuştur.
Falos, Fallus, Phalloz; Op-ulu-os. Pelaz/Filiz ile sesdeş çıksa da antik
kaynaklarda bereket sembolü erkeklik organıdır. “Ulu-oz’a yükselen” anlamında
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Antik dönemlerde, evlenmek isteyen kızlar, yada çocuğu
olmayanlar, eline falos taşı alarak dans ve dua ederlerdi.
Antalya sahillerinde, aniden yükselen dik yamaçlara “falez” denir.
Bazı Selçuklu mezarlarının üzerinde falos taşı vardır. Muhtemelen bunlar
çok çocuklu erkek mezarıdır. Çankırı’da ahırın duvarına yaslanmış falos taşlarına
rastlanır; ahırda bereket bol olsun anlamındadır. İskender’in atının adı Buke Falos,
Büyük Falos, ihtimaldir ki “şaha kalkan” anlamındadır.
76
Frates, Phrates: Fırat nehrine adını veren Pers kralı 3. Phrates; Pir
Atalı/Atası Pir. Sasani (Zaza) dilinde Pir; büyükdede. Bir kişiye su ikram edildiğinde
yapılan duada “Pir ol, berhudar ol” denir.
Ferig: Per-ik; Işık gibi olmak. Akıllı ve cesur olan.
Ferig-ya: Ferik yeri, Orta Anadolunun antik adı. Kadın savaşçı prenseslerin
Ceng-Bar kalelerinde Romalılarla savaştığı yerlerin toplu adı. Fer-Per-Mer
Oğ’ulularının yurdu.
“Allah-ü ek-ber”; çağrışımı Allah Gök-Işıktır. Eg-Ber sözcüğünün kaynağı.
Ekber/Ber-og, Ferik/Ferig ile sesdeştir.
Feiruz: Sina’nın eski adı. Gazze Şeridi, Azize İstaropa’nın coğrafi adı.
Heredot’un haritasındaki adı Feiruz, Feyruz; Per-os, Pers!
Ferhad: Fer-ata; IşıkAtalı.
Tunceli-Dersim’de, Atatürk’ün arkadaşı ilk milletvekili büyük Cumhuriyetçi
Diyap Ağa, FERHAT UŞAĞI aşiretindendir. Bu aşiret aynı zamanda Koçgiri/Kaşgari
boyludur. “Diyap” ile sesdeş Tayip, Duap, Şuayip, Saip, vb, erkek adları vardır.
Atatürk’ün ölümünden sonra Diyap Ağa’nın 15 oğlu birden tuhaf şekilde yok
edilmiştir. Aynı tarihte Antakya’yı kaybeden Fransızlar Cumhuriyet’in
kurucularından rövanş almış olmalıdır.
Fusiologos: Fuzio-log-os. Fusi(doğa-fizik) hakkında derin Ulu-oz kültürüne
sahip olan.
Firavun: Fer-avun; Fer-oğun; Fer-oğullarından. Ferigya (Hitit, İsis, Aziz)
kökenli.
Flavius; Bi-lobi-us; Bir akıl çekirdeği, bilgi deposu, akıl kutusu.
Focan-iya; Fo-san-iya, Opo canların yeri, Foça.
Gaska: Kaş-ka, Kaşgari kökenliler. Kaşgar Dağlılar. Asya’da,
Kaşgar/Kaçkar/Koçkor adıyla ünlenen, Kazakistan, Uygur, Kırgısiztan, İran, Türkiye,
gibi birçok yerde dağlar vardır. Ilgaz dağları, Ulli-gass, Ulu-Oğuz sıkıştırmasıyla
Gaşkailerin adını taşır. Kaşkai adının dönüşümünde Kau-Kas’ya vardır.
Gyrina: Girne. Kori-ana, Ana Kor, Güneş analı.
Ghazza Strip: Akdeniz’in doğu sahili, Gazze şeridi. Gazze Strip, Azize;
İştar Opa. Filistin kraliçesi Zenobia’nın sıfatıdır. Azize İstar/Toros.
Ghana: Gana. Afrika’nın batısında bir ülke.
Ghana; “ana” ile sesdeştir. Mitolojik sembolleri anka kuşudur. Başkenti
Akra’da (A’kora; güneş ülkesi) birçok sözcüğü Türkçe olan bir dil kullanılır. Akra
dilinden örnek; ben “Meng”, sen “U” (Hu), 3.şahıs O “o”, gel gel “berü berü” gibi.
Akra’dan bilgiler; kadın erkek birlikte Cuma namazına gidilir, çocuklar aziz
varlıklardır onlara asla kötülük eden yoktur, homoseksüellik yoktur, hırsızlık gibi suç
oranı çok düşüktür, kadın erkek herkes birbiriyle dokunarak iletişim kurar, sapıklık
ve kötülük hemen hiç görülmez. (Ercan Aslan’dan naklen. Akra gezi notları. 2008)
Galatia: Oğul-ata yeri. Antik Ankara çevresinin adıdır. Eski haritalarda
Trukoi, “Turk öğü” olarak geçer. Sikkelerinde hilal ve yıldız vardır.
Galata adında yine aynı adlandırma vardır; 2 yıl burada çadır kurarak
Ceneviz korsanlarını kıskıvrak bağlamışlardı. Cenevizli tefeciler en çok onlardan
korkardı.
77
MÖ.23’de Sulla ile işbirliği eden Galatya kralı Pantus, kendini Oğuzluların
dini sözcüsü ilan etti, Amasya dağlarında PAN kendisiymiş gibi para bastırdı. Bu hal,
Bazileus VI.Mitridate’nin yerine kendini koymaktı. Karaman Derbe’de Mitridate’nin
torunu Prens’i öldürdü. Prens’in eşi Avanos’lu Meliha(Belha) da ordunun başına
geçip, Bozkır Cengi-Bar kalesini kuşattı ve orada Galatya kralını öldürdü.
Gotyora: Got-yöresi. Ordu, Giresun bölgesinin antik adıdır. Kırım üzerinden
gelen İskitlere Got denirdi. “Oğuz” sözcüğünün Og-od halidir.
Gordion bölgesini İskender’in yağmalarından kurtarmaya geldiklerinde,
batılı tarihçiler bunu Hitit şehirlerini yıktılar şeklinde yazdı. Oysa yıkılan şey,
Cenevizli korsanların İskender’i kullanarak ele geçirdiği egemenlikti.
Harran: Kor analılar. Huri/Hari/Kari-ana. Sumer (Su-perisi) anaların yeri..
2007 yılında Urfa’da sadece 5 metrelik bir kazı sırasında tesadüfen ortaya çıkan
3.000 yıllık mozaik, bölgenin kadın analar diyarı olduğunu ispatlar; mozaik tabloda
görülen üç genç Amazon kadın bir kaplanı oklarıyla yere mıhlamış haldedir. Kaplan
ağlarken resmedilirse, büyük bir devlet çöküyor demektir. MÖ.63’de çöken devlet
VI. Büyük bedri’nin Bazileus –Başoğuzlu ülkesiydi.
Halikarnas: Hali-kor-anasi; Anası Ulu-kor; Anası güneş.
Helios: Ulu-oz, Güneş. Laz /Uluoz. Hellas (Yunanca), İngilizlerin antik
tanrısı Ellas! Silifke’de erkek adı Ellez (İlyas).
Trabzon’dan Azerbaycan’a kadar alanı içine alan antik E’LİZ-ON bölgesi ile
sesdeştir. Ulu Işık’a inananların (Sümer, Laz) yeri demektir.
Akdeniz’li balıkçılar laus (lagos) balığı yakalamak için denize “baragadi”
(bereket) adı verilen “parakat” ağını sererler. Barakat ve bereket sözcüklerinin
kökeninde Kenger Türkçesiyle, Par/Bar/Var sözcüğü bulunur. (Ünal Mutlu’dan)
Tanrılar adası antik Bali’de, Hellios’un Kutsal inekleri beyazdır.
Hemşin’de beyaz ineğe LOĞDİK denir, açılımı Laoz-ka/ Ha-Leus olur. Fırat
Düzgüner, Erg-Enek-On, İnsanın Kökenine Yolculuk adlı kitabında (Homeros’un
Odysseia Adlı Yapıtının Analizi), 222.sayfada bu konuda şunu yazdı:
“...Günümüzde ‘Tanrıların Adası’ olarak da anılan Bali'de, Odysseus'un
arkadaşlarının ziyafet çektikleri Hellios'un beyaz ineklerinden biri. Bu hayvanlar
günümüzde bile hâlâ kutsal sayılıyorlar.”
Hellespontos: Çanakkale. Ulu-os Pon-ti-os; Ulu Od /Laz inanışlı Pan
soylular.
Herodot: Her-odo’ti, Er-ada-si;Ur-odo-si (Rodos). Uri-Dat/Tat-ar!
Kaynaklar, Herodot için Bodrumlu tarihçi diye yazar, ancak, fonetik
analizimiz onu Rodos’lu çıkarmaktadır. Bu, bir süre kaldığı Rodos’ta kendini
tanıtmış olduğuna işaret eder.
Hitit: Eziz, Aziz, Ases, İsis, Titi, İdid, İ’didi, İ’deise, İda Esiği/ışığı/uşağı.
Hititler; Tanrı’nın ışığından üreyenler; İda-ur, Dor soylular.
Homeros: Oğ’mer-os, Mer-su, simetrisi Sumer/İsimer, İzmir. Zaten kendisi
de İzmirli şairdir. İlyada ve Odisse (Uluata/İlyas ve Ateş/Attis) eserinde Truvalıları,
yani Tur-oba, Tur Apa’lıları anlatmaktadır. Yunan şairi değil, Anadoluludur. Rize’de
Ömer; Oğmeru.
78
Hubyar: Avbu-Yar, Dor/Yar Babası. Ne-hir gibi çağlayan, dilden dile söz
olup Yır’layan büyük Oğuz atası Hubyar Sultan. Opador Bedri’nin halk ağzındaki
adı.
Ses kümesi yer değiştirince YAR-AB olur; darda olanın yardım istediği,
yardım isteyince ona koşacağına inanılan Tanrı kavramıdır.
İda: Hititlerin Dağ tanrısı. Kibele bir dağ tanrısıdır. Ada, odo, ita, ata, ide,
idi, gibi bir çok sesdeş karşılıkları vardır. İdea; fikir, düşünce sözcüğünün kökeni.
Oğuz kültüründe dağlar uludur, Tanrı’ya yükselir, Tanrılar kar yüklü dağları
insanlara bahşetmiştir o nedenle dağlar kutsaldır, kutludur, uludur. Kurban kesmeye,
bereketi kutsamaya, verdiği bereket için Allah’a dua etmeye yaylaya çıkılır. Tengri
Ula, Ulu Tanrı adı verilen bir dağ, Tanrı Dağı, Tanrı Tao, Tanrı İda, bir Türk dağıdır.
Tur dağı da benzer kutsallıkla bir Dor/Türk dağıdır.
İsa adı İda’dan dönüşmüş görünmektedir; Tanrılaştırılmış bir İsa kavramı bu
fonetik analizle karşımıza çıkmaktadır.
İlyada; İly-ada, Ulu-ata, İlyas, İlayda. Truva savaşlarının destanında adı
geçen bir Türk kahramandır. Truva savaşlarında Atinalılara yenik düşen bu halk,
Türk atalarıdır.
Mustafa Kemal, İzmir’den Yunanlıları denize döktüğümüzde “Truva’nın
rövanşını aldık” demiştir. Anadolu toprağının binlerce yıldan beri Türk olduğunun
mesajını veren bu sözde büyük bir tarih dersi vardır.
Itri: İda-uri, İ’Dori. Dor ülkesinden, Suriye’den gelen tanımını verir.
Klasik Türk Müziğinin büyük ustası Itri’nin soyağacı halen Suriye’de devam
etmektedir. Bizans kraliçesi Teodora’nın adında Suriyeli olduğu bellidir ve Dor atlar
yetiştiren bir ailenin kızıdır.
Ikalemus: Kuli Maz, Mazoğlu. Samsat kalesini yapan kral.
Iberia: İber-ya. Portekiz’i de içine alan yarımada. Kafkaslarda aynı adla bir
şehir adı.
Idrius: İdris. Kariya kraliçesi Ada’nın kocası İ’Dori-uz, İdris. Darius ile
sesdeştir. Rodos anıtı, onun anısına dikilmiş görünmektedir.
Ihlara; Huli-ar-ya, ulu ruhlar yeri, ulu ataların yeri. Atalara şükran yeridir,
bağ bozumu şenliklerinin yapıldığı yerdir.
İştar: Kafkasların Ay tanrısı. Dor Işığı; Eshtar. Si-tar/İs-tar/İs-tor; Tor-os,
Dor-is. Kafkasların antik adı Peria Torus adı ile bağlantılıdır.
İtaly; Ulu İda/ata inanışlıların ülkesi. Aitalia; Ay-ata-uli-ya; Ay atalıların
yeri. Ulu-ana, luna, İtalyanca ay demektir.
Kainun Ahori: “Kaynın Evi”. Latince kaynaklarda VI.Mitridate’nin Rize
Mahalle Kalesinde, Lokman Hekim el yazması kitabının ganimet olarak alınıp
Roma’ya götürüldüğü yer. (Murat Arslan, Mithridates, s.482)
Rize’de eski evlerin alt katı ahırdır, burada AHIR ile ev birlikte
adlandırılmaktadır. Antik KORİNT adında Ahor-İnti, horanta evi, “büyük anne evi”
anlamı vardır.
Rize şivesi görünen Kainun Ahori, aynı zamanda Lazcadır. Bu durumda, o
evin kızıyla evlenen MHTI-OKHUS sıfatıyla Lazca bağı kurulabilir; Mohti Oğzi,
Lazca “Oğuz Gel” çağrısıdır, buradan MEHDİ kavramı ortaya çıkar. Lazların antik
79
adlarından EYZİ, Oğuzi açılımlıdır. Tarihe indikçe Lazca ile Rize şivesi adeta
birleşmektedir.
Kaukas-ya: Kai-Kas / Göğ Oğuz yurdu. Sirkasya olarak da bilinir.
İç Moğolistan’da, ilk insan Homo Eraktus heykellerinin bulunduğu
Zhoukoudia, Choukoutie, Kafkasya adı ile sesdeştir. Dünyada Kaukasya veya
Kaşkari adıyla çok sayıda boy adı, tepe ve dağ vardır.
Klimanjero: Kli-man-yero; Pan-oğlu yeri; İnsanoğlunun yeri. Bugün
Afrika’nın Kenya-Tanzanya sınırındadır. İlk insan türü, Tur-ilk, Homo Eraktus’un
çıktığı Turkana Gölü buradadır. Kenyalılar ona “Dünyanın direği” der. Bir adı da
Atlas’tır, insanoğlu (Man-oguli) dünyaya buradan yayılmıştır.
Burada yaşayan insanların çok önceden beri sünnet oldukları (Anabasis) ve
Dağ tanrısına Pan’a inandıkları anlatılır. (Arkeolog Fırat Düzgüner’den)
Moğolistan’da bulunan ilk zenci insan heykeli ile bağlantılı görünmektedir;
Mon-gol-ia ile Kli-Man-yero aynı sözcüktür.
Kapadokya: Kapa-doki-ya: Kup/kap/kep Dağı yeri.
Eski adlarından biri, Farsça “Kautpatuka”, Oguz Opa Dagi-a. Kepli şapkalı
dağlar tepeler.
Karus 1; Kuroş, Koras/ Horas. Pers kurucu kralı, Oğuz beyi. Karısı Şahbanu
(Pan Uşağı), Semiramis, İştar (Sitare/Yıldız), Rize’den Babil’e gelin gitmişti.
1.Karus’un kızı Artemis, Adossi (Odisse) ve oğlu SümerAtasi/Smerdis,
Persia /Bardiya kralıydı.
Karusilerin önemli ata bağlantısı bugünkü Afganistan sınırları içinde olan
Bahleva, diğer adıyla OGZİANA (Oğuzana/Turan) toprağından, muhtemelen
Semerkant şehri görünmektedir. Karusi AKMENİD devleti bir Oğuzlu devleti ve bir
Sümer Uygarlığı idi. Ay Hatun, güneş, boğa, geyik, aslan, hilal, sekizli şems, gibi
semboller her iki kavmin de sembolüydü.
Kserkses: I Xerxes, Çerkez, Cerçez, Çerkas, Xerxes, Sirkos; Ser Oğuz;
Başoğuz. Annesi Eshtar, Büyük Karus’un eşidir, Babil’in Asma Bahçeleri ona,
Kafkasya’daki üzüm bahçelerini özlemesin diye yapılmıştı. Serhaz, Çerkez ile
sesdeştir. Bir adı da Khaskhar’dır. Kafkasların mitolojik Umay kuşu; KERKES!
Çerkes sözcüğünün Rize söylenişi; Cerçes!
Efes’te anıt müzesi yapılan Kraliçe 1.Artemis onun kızkardeşidir.
Kastabala: Kadirli’nin adı. Kas-ata-beli, Oğuz-ata ili. Kadir-eli, Aka-dor ili.
En ünlü beyinin adı TARKAN Di METE’dir. Tarkun Di Mete’nın adı benzer şekilde
Sorgun yayla adlarında görülür. Kızı Leyla da baş kadın savaşçı olan Tarkan di Mete,
Selezya’da, doğu Akdeniz sahillerine Ceneviz-Venedik korsanlarını sokmadığı için
80
Roma tarihçileri ondan korsan diye söz eder. MÖ.1.yüzyılda MS.1.yüzyılda 150 yıl
burayı yönettiler. Selevkos Oğuzlu devletinin merkezi olan Antakia’ya bağlıydılar.
Kastamonu: Kas-ta Man-i Oğuz-Ata Pan’ı. Dağı Ulu-Gas; Ilgaz!
Komagene: Homa-canı. Güneşin canları. Kuman/Şaman Oğuzlarının inanışı
Homa, Ma, Umay ana; güneştir. İnanışın sembolü olan Hitit güneşi mezar taşlarında
da görülür. Hilal inanışlı Oğuz (Selev Kos) uygarlığının direniş ve Şaman yakma
törenlerinin yapıldığı başşehridir.
Konstantinapoli; Kon-istan Tina-poli; Gün ışıtan güneş şehri. Etrüskçe
güneş; Tin Tini, Tinia. Komanos şehridir; Kastamonu’nun “tin tin tini mini hanım”
türküsünde geçer.
Komenos: Kuman soylu Oğuzlar. Bizans hanedanı Kastamonulu Komanos
boyundandır. Il-gaz adındaki Ulu-Gas soyunu ifade eder.
Korea: Kor-ya; Kor/Güneş ülkesi. Karya ile sesdeş. Kore ülkesinin de isim
kökeni görünüyor!
Kolhis, Kol-Kid; Oguli-Kid, Oguli-Kis. Oğuz Oğulları.
Kırım; Kor-uma, benim Kor’um. Kırım’dan Anadolu’ya yüzyıllar boyunca
kurtarıcı olarak Kıfçağ/Kıpcak Türkleri gelmiştir. Kırım, Kıpçak yurdudur. Kırım ile
Sinop arasında MÖ.6500’den önce toprak bağlantı vardı, Karadeniz tufanı nedeniyle
burası çöktü, ayrıldı., Giresun ile Sinop arasındaki bölgenin antik adı Gotyora, o
tarihlere kadar uzanır.
“Des-di Kıpçak diyarı, Kırım”. Des-ti Kıpçak; Kıpçak Atası, Kıfçaklarla
dolu olan yer. Orkun Atası Mitridate’nin öldüğü yer olan Eupatorya Tepesinde,
Eupadorya Gözlemevi ile Mimar Sinan Camii vardır.
Kıpçak; Kaf-Saka; Kop-İsika, Baş Sakalar. Çak, çağa, caka, isika, saka;
sağdan okuyuşu Oğuz’dur.
Kuman Türklerini mavi gözlü olanlarına Kıfçak denir, bir adı da Sibir
Türkleridir.
KTI CIC: Urfa Halepli Bahçe’de bulunan kısa saçlı Persli Amazon kadının
adı. Cici Kato, “Cici abla”, kurtarıcı baş kadın savaşçı Fırtına ablanın mozaik
tablosudur.
Kurdz: Kor-İda-uz; Kor Atalı ışık/uşağ. Gurmanci; Kor-Pan-ice; Kor
inanışlı Pan soyundan, Pan atalı Kor inanışlılar. (Zaza dilinde Gur/Gor; Gök Tanrı.
Goğ-uri; Gur)
Kuran; Kor-an; Anası Kor/ışık/güneş. Işığın kaynağı, Bilgi/bilim ışığının
kaynağı.
Korint: Ana kraliçenin çocuklarını büyüttüğü yer, Horanta evi. Kor-anati;
Korint.
VI.Mitridate MÖ.65’de Amasya’da yenik düştüğünde Horanta evindeki
kızkardeşini Roma askerleri öldürüp cesedini şehirde sürüklediler. Bu onursuzluğu
yaşamamak için diğer kızkardeşleri ve kraliçe Emine ve Berrin, Giresun’daki Piraziz
Abdal sarayında intihar ettiler.
Lacka Scuta: Karya Uygarlığının en önemli eserlerinden biri olan Rodos
heykelinin Latince adı Lacka Scuta’yı Ön Türkçe’de, Lazca’da buluyoruz. Heykelin
bacakları öylesine büyük ve genişti ki, iki bacağın arasından gemi geçerdi. Yani
81
heykelin genişlemiş halde duruşu “laçka” ve o pozisyonda sabitlenmiş, Skuta/Usakata!
Halikarnas Balıkçısı Karya’yı anlatırken de Anadolu’yu anlatır:
“Anadolu tarihi ta taş devrinden başlamalı. Kaneş (Kayseri’de MÖ.3000)
kültürü, Pre Hititler, Hititler, İskitler, Amazonlar, Ferigyalılar, Galatlar,
Kimmerler(Teuton), Lidyalılar, Akhalar, Minoenler, Mikeneliler, Etrüskler. Bunlar
hep biziz. Heredot’da en aşağı 50 çeşit insan adı geçer Anadolu’da. Yazılması lazım
yurdun tarihi, ki, bizim tarihimizdir.”
Lapis Lazuri: Laz-uri (işi) Lap-esiğ (ışık lobu).
Anlamı: Tanrı Laz’ın eseri olan ışık cevheri. Lacivert değerli taş, içinde altın
tozları gibi parlak sarı zerreleri vardır. Hindikuş (OğuzAnası) dağlarından çıkar.
(Lacivert; Lazperisi!)
Log-os; Engin akıl, Ulu-og; Log; Oğuz dilinde uzun, engin, derin. Log-ışığı;
Ulu-oğ; Gök Tanrının ışığı. Logos; İyonyalı yazarlarca “evrenin temeli” anlamına da
gelir. (H.Balıkçısı, age.s.75)
Selevkos devleti sırasında bilimde büyük ilerlemeler oldu. LOĞ-os, adında
Lui-us, Luvi, ışıkoğlu açılımı yapılabilir.
Luvi; Lui, Loğ. Ulu-Oğ; Gök Ulu’su. Işıktan ur olan, oğul.
Luvilerin devleti MÖ. Selevkoslar (Asya Krallığı), daha sonra Sasaniler.
Antik Zaza devletleri. Kaşgari boyları olup, Koçgiri adıyla biline aşiretleri vardır.
Ünlü Leo Tolstoy’un adı, Fransız kralları Lui’ler, Lui dilinden adlardır.
Tolstoy’un Kazak Türkü, Tatar ve Terek kökenli olduğuna dair çok belge vardır.
Lenin’in adındaki Ulia-nov içerisinde Luvi-analı işareti vardır. Lenin, Kalmuk-Çuvaş
atalıdır.
Laod: La-od(z); Laz, Ulu-oz, Ulus. O’La-od, Ulu-od; kutsal ateş, güneş.
Laz: Uli-oz, Sümer tanrısı Lat/Laz’a inanan halk.
Bereketli Hilal (Ayhatun, Ayana) inanışlı olmayı belli eder. Sağdan
okunuşla: So-li/Seli, Sali.
Antik dönemde toplumların iki adı vardı, biri soyata bağını diğeri inanış
adını verirdi, örneğin Kazakların antik adı Alaz halkıdır.
Antik toplumların bir de kültür adı olduğunu bu araştırmam sırasında fark
ettim. Örneğin demiri bulan ve ondan alet yapan kültüre SÜMER denilmesi gibi. Laz
dili Sümer dilidir. Lazca konuşan bölgede Sümerler yaşadı, şeklinde bir cümle aynı
halktan söz etmektir. MEDES halkı da aynı halktır, Med-soylular demektir.
Lazların antik soy ata adı ise EYZİ halkıdır. Eyzi/Oğuzi, eksi yöndekiler,
Kuzeyli, Oğuzlu demektir. Buradan şunu çıkartmak da mümkündür, antik
toplumlarda ırksal isim yoktur, Kültür, İnanış ve Geldiği Yön (Artı/Dor; güneyli.
Eksi/Oğuz; Kuzeyli) adı vardır.
Leyo: Lesu, Ulus, Las. Antik Asturya (İştar-ya) kralı Ben Layo; Pan Laz.
Latmos; Laz Maz; Kutsal Hilal inanışlı Maz/Mede Dağları. Milas beyi
LatMous’dan adını alır. Midilli’nin eski adı olan Lesboz ile sesdeştir.
Laodikya: Laodi-kia, Lat-köyü, Laz Yurdu.
Lade: Lat/Laz adası. Batıköy adasının eski adı.
Lukyanos: Lik-yalı-uşak. Aslen Nemrut’lu, Antakya’da konferans vermiş
Atina’ya giderek Yunanca kitap yazmış bir tarih eleştirmeni. (MS.70’ler)
82
Hıristiyanlığın çıkış döneminde Yunanistan’da Zeus-Apollon gibi yarı tanrıları
eleştirenlere para veriliyordu. Hristiyanlığın yayılması, Oğuz kültüründen beslenen
inanışların yok edilmesine bağlıydı. Lukyanos gibi bunu masalın içine sokarak
yapanlar ve benzer şekilde felsefe ile uğraşanlar Atina’da bu dönemde efendilere
hizmetlerinin karşılığını aldılar. Bu noktada, Hristiyanlığın yayılması ile
sömürgeciliğin yayılması arasındaki paralellik dikkat çekicidir. Batılı elitler o
nedenle eski Atina’yı göklere çıkartırlar, Hristiyanlığı medeniyet olarak gösterirler. O
nedenle Hz.İsa birilerine kurtarıcı (Museviler, o nedenle 1.ahit Tevrat, 2.ahit İncil
diye söz eder) olmuş ve doğumu Milat olarak ilan edilmiştir.
Maya: Bebeği besleyen, koruyan Umay Ana, MA tanrısı. Mayıs ayında
topraktan bitkilere geçen, havada dolaşan acunsal enerjiye karşılık, bu ayın adı
Meksikada da May ayıdır.
Mayalar kendi dillerine “Mayanca” der. Rize’de ineğe Ma denir, ineksiz ev
aç kalır. Sarıkeçililer küçük deveye Maya der, Mayanın sırtına sadece bebek
yüklenir. Ekmek mayası, sirke mayası, yoğurt mayası gibi temel besin olan bereketi
üremeyi sağlayan gıda maddesine insanımız maya demiştir.
Makedonia; Mak-tun-ya, Mak-dünya; Magi Tunia. Magi inanışlıların
dünyası.
Magi: Şaman inanışlı. Tanrıça Uma-Oğ olanlar. Zaza,/Sasani tanrısı
Homa’nın oğulları. Pakistan (Mag-isitan) ve İran Belucistanında ve Türkmenistan’da
(Horasaniler) en eski inanış. Magi, Mağus (Umay-us), Mage (Maye), Mâgî, vb.
İngilizce’de shaman, sorcerer, wizard gibi sözcüklerin kaynağındaki magic/magician
sözcüğünün anası Magi’dir.
Oğuz dilinde Mahiye’nin yerel söylenişi, Maye’dir, seslenirken Umayye
olur. Yaşlanınca “Mağuş Nene” denir. Mahiye, çocukken “Mağuş” diyerek okşanır,
sevilir.
Manas:Ünlü Manas destanı. Man-us, Pan-us, Pan ışığı, Pan soylu.
Simetrisinden Us-man, Os-man oluşur.
Maari: Sümer şehri, Mar. El Maari, Marlı Uluopa Ahmet kördü ve 1000
yılına damgasını vuran büyük Alevi filozofuydu. Hıristiyan, Yahudi ve kötü İslam
yöneticilerine karşı şiirleriyle cevaplar yazdı.
Margiene: Türkmenistan’ın antik adı. Mar-si-önü. Margiana. Emirdağ halkı
Bozulüs kolundan Marcali Türkmenleridir; Emir, Emre, Mer’ler.
Miryokafalon Savaşı: Meryo-Kafalon: Mer Kaplanı! Gelendost’un antik
adıdır. Türkmenistan’dan gelen dostlar, MAR soylu Emir’lerin kaplan gibi savaştığı
yer burasıdır. Anadolu’yu haçlılara kilitlediler.
Burada haçlı ordularını yenen 2.Kılıçarslan’ın ordusununda Bağdat
Halifesinin gönderdiği kırk Türkmen EMİR şehit oldu. Başkomutan Emir Doğan
Bey, Beydoğan adıyla orada yaşıyor. (12 Eylül 1178’de Akşehir Yalvaç’ta vefat
etmiştir.)
1876’da öldürülen büyük Türk devrimcisi Hüseyin Avni Paşa, Emir Doğan
beyin torunlarındandır. “Küllerinden yeniden doğmak” töresini devam ettiren
Osmanlı emiri/paşasıdır. Yunus Emre ve Ezop(Yusuf) buralıdır.
Miryokafalon savaşı ile aynı yıllarda, Selahattin Eyyübi Kudüs’te Haçlı
ordularını dize getiriyordu.
83
Komutanlardan bir diğeri: EMİR Karaaslan!
Metyos: M.Ö. 500’de Konya Doğanhisar'ın adı "Meteos"; Mete soylular.
2.Kılıçarslan’ın komutanı Emir Doğan Bey’in mezarı buradadır.
Mars; Mar-ti, Mar soylu. Pers tanrısı Mar gibi, Mart ayında Nağruz’da
yeniden doğan. Mars yıldızı; Sarı yıldız, Mavi yıldız, Seher yıldızı, Çoban aldatan,
Çoban yıldızı, Akyıldız, vb adları vardır.
Mardiene; Mardin. Mardiana. Marti/ Mar-si Ene.
Mediterranian Sea: Akdeniz. Med-i Tur Analıların yeri. Mete Turanın Suyi.
Mete, Gök Tanrısı olan güneşin oğlu/kızı “yağmur”dur. (“Meteoroloji” sözcüğüne
dikkat!)
Mermeroes: Peri-pero’s; Kadınlı erkekli Oğuzlu savaşçılar. İran Kaşgari
Oğuzları için bu sıfat geçer.
Melaniti: MEL ANITTH. Eme-Ulu Anası; Anası Ulu Eme. Elifli Bahçe’de,
Urfa’da mozaikteki Fırtına abla’dır. Aynı yerde bir diğer mozaikteki adı IPPOLİZSİ;
OpaLisi, Lazopo’dur.
Mezopotomya: Mez-opo-tomi-ya; MAZ/Mede Opa Dam-yeri. Sekiz köşeli
Venüs yıldızı, Pan-is (Pan ışığı) yıldızı da onların simgesidir. Mezopotomya’nın
yukarı sınırları Kırım’a hatta Ural dağlarına kadar uzanır. Karadeniz’de bulunan,
Poti, Batumi, Potomi (Apa-damı) ve çok sayıda Sümer köyü buna delildir.
Mez/Maz: Ma’nın esiği/ışığı açılımlıdır. Uma-oz, Ma-od, ışığını güneşten
alan Ay. Kafkas inanışı, Amaz. Amazlar; Amazon. Huma-Oz; güneşin ışığı.
Kafkasyada bereketli Hilal (Ay) inanışlıların adı; Maz, Mez, Med.
Antik Anadolu’da birçok yere ad oldu:
Amas-eia, Biz-nia (Bithnia), Mys-ia, Biz-anti, Amaz-tris, Te-miz-kyra, Nikomed-ia, Mez-ida, Phas-is, Bas-tarnai, Amis-os, Tra-pes-us, Sala-mis, Sa-mos, Si-mas,
vb.
Med: Mete Oğuzların ad köküdür; Uma Od; Ma-od, büyük ışık; MAZ. Ay
Tanrılı Oğuzların genel adıdır. Mu-Ata/Mete/ Buda ile sesdeştir. MEDES adı ile
Medes, yani Med soylular için inanış adını ifade eder.
Buğday sembollü inanışın egemenliğindeki yurt; Mete Oğuzlar yurdu,
MEDEA, AMEDEİ, META.
Mazata: Mete Ata şehri. Maz-Ata şehri. Ürgüp Mazata köyü, şehitler
şehridir. VI.Büyük Bedri zamanında yapılmış bir kale şehirdir. Mersin Mezitli,
Filistin Mazada kalesi gibi Roma saldırılarına karşı aynı dönemde yapılmış kale
şehirler vardır. Bunlar yenilgi döneminde Romalılar tarafından yerle bir edilmiştir.
Anadolu’da çok sayıda Maz, Maza, Mazı, gibi köy ve dağ adı vardır.
Medusa: Med-usi, Mete-soyu. Didim’de antik bilim adamları, yılan
zehrinden panzehir yaparlardı. Düşmana ölüm, dostuna şifa verenlerin bilimevi, şifa
yurdu!
ME-DOSİ; Lazca Dayım, Dedem, Ulu Atam, Büyüğüm. (Dadi, Date, Dade!)
Milet; Işığını/inanışını Gök tanrı Lat Ma’dan alan kaynaşmış “millet” olmuş
Pelaz halkı; Uma-Lat, Milet. Karya’dan Sinop’a, oradan tüm Karadeniz sahillerini
içine alan topraklarda yaşayan halkın milattan önceki genel adı. Sümer Tanrısı
Laz’dan (Allat, Hellas, Ales, İlyas, Leos, Soli, vb) ışığını alan, Pelaz/Milas/Milet
uygarlığını var eden halk.
84
Milat denilen “sıfır” tarihi, Anadolu Milet halkını tarihten silmek için Romalı
Jül Sezar tarafından verilen cezanın adıdır.
Mysia; Maz-ya. Mizinia, Mudanya, Bursa civarıdır. Maz yeridir, Pers Perusa
(Bursa) şehridir. Ulu Cami Şaman öğretisi yeridir, mimberinde Samanyolu vardır,
ortadaki camlı kubbenin altında ise fiskiyeli havuzun başında Su ve Işıkla Şaman
Buda tedavisi yapıldığı düşünülmelidir. Su sesi ruhu dinlendirir, ışık ise zihni ve
hücreleri canlandırır.
VI.Büyük Bedri’nin Oğuz orduları burada Sulla ile 1.Mitridatik Savaş’ı
yaptı. Parion’da bulunan zengin kraliçe lahiti (2009), buranın Peri-ana yurdu (Pers
analılar) olduğunu söyler.
Nysa: Ni-se; yeni ışık. Nice; yence, yenice, yenge, Nike.
VI.Büyük Bedri’nin Kıbrıs kralı Pitolemaios ile nişanlı veya evli olan kızıdır.
Nysa ve Mısır kralıyla nişanlı olan Mitridatis, babası gibi Romalılara teslim olmayıp,
Kırım’da babalarının intiharından az önce zehir içerek kendilerini öldürdüler.
Kıbrıs’ta beş sekizlik Türk Aksağı ritmiyle söylenen ünlü “Kıbrıs gelini”
türküsünde anlatılan gelin Nysa olmalıdır. Kıbrıs’ta kına gecelerinin olmazsa olmaz
türküsü “Dillirga”, aynı zamanda Kırım türküsüdür.
Nimrud: Nemrod Dağı. Zazaca Na-Murdo; Ölümsüzler yeri. An-Mer-od;
Merdolar. Mer-ti-An; Merdiler. KARUS Oğullarının yeri. Karus kutsalı “martı” ile
sembolize edilen Sümer Atalılar. Na-Murdo, ölümsüz. Yani ruhlarını Tanrıya
adayanlar, vatan için başına kurdele bağlayarak zalimin zulmüne meydan okuyan
METE OĞUZLU, ANATİOĞUZ beylerin yurdu.
Şaman-Oğuz beyleri öldüğünde yakma töreni yapılan yer burasıdır.
Antikos Hanedanından 4.AnasıOğuz‘un parasında yazılı olan: BAZİLEUS
CANOY OXOZ EPİ; Başoğuzlu Canusi Oğuz Abi.
Odaena: Doğan, Tigin, Tuğan. Antik Niğde çevresinden, Tuana’lı beylerin
adı. Palmira-Tarsus kraliçesi Zeynep’in kocası Odaenathus’un adında geçer.
Odaenathus: Tuğan-atası. Doğan Bey ile sesdeştir.
Op: Of, Opa, Aba, Hopa. Halikarnas Balıkçısı’na göre, kutsal boğanın az
kullanılan adıdır. Kenger dilinde OP, yükseltme, kutsama anlamındadır. El öpmek,
öp’üp alnına koymak gibi. Al-up (Alp dağları), Çal-op (Çelebi, Seli-opa), vb.
İngilizce up; yukarı. Hopa Lazcasında en yukarıdaki ışıklı yer, “güneş”. (“Sümer dili
Lazcadır” tezimizi doğruluyor)
Osetya: Oğuz-ata ülkesi, Osetta. Diğer adıyla Alanya/Alan ülkesi, Kaf
Dağlarının olduğu yer. Masallardaki Yedi Dağın ülkesidir, söylenceye göre bütün
Oğuz boylarının kökleri buraya dayanır. Ambleminde yedi dağ, Kaf Dağları vardır.
Nevyork Özgürlük Anıtı adıyla bilinen Oğuzata anıtının başında yedi ışık
sembolünün kaynağıdır. Sözkonusu heykel Süveyş Kanalını yaptıran Said Paşa
tarafında Fransa’ya ısmarlanmış olan ve Osmanlı’ya teslim edilmeyip ABD’ye
peşkeş çekilen heykeldir.
85
Pitolemaios: Opası Ulu Mete. Ulu- Mautu Opası, Ulu Maz Başı. Oğuz
kökenli Mısır krallarıdır. 1.OpaUlu Mete, İskender’in yağma savaşlarına karşı
çıkarak ondan ayrıldı. Selezya kurucu kralı Selevkos da aynı şekilde, İskender’den
yolunu ayırdı ve Samandağ, Antakya/Anatikos merkezli devlet kurdular.
Her iki krallık da ANATİOKHUZ olarak yazılan Oğuz Krallarıdır. Turani
kökenleri nedeniyle METE TURANİAN SU; Turan Mete Suyu, Akdeniz’in adı
onlardan kaynaklandı.
Mitridate’nin Akdeniz’deki adı MA-U TU, METE. MA-GU-SU, Magosa
onun adıdır.
MÖ.1. yüzyılda Kıbrıs’ın da kralıdır ve Başoğuz İmparatoru Bazileus
VI.Büyük Bedri’nin damadıdır. Kırım’da MÖ.63’de intihar eden Nysa/Nisa
“yenge”nin kocasıdır. Antik Kıbrıs/Alazya’da Salamis şehri onların adını taşır:
Salamisi; Soli-mas. Mazili-os. (Yunanca Vasili adının kökeni Türkçe çıktı!)
Palmira: Pa-uli-Mera; Mer soyluların poli. Palmira, Kraliçe Zeynep’in
yönettiği Filistin eyaletinin başşehridir. Suriye’dedir. MS.270 yılında II.Claudius
tarafından yerle bir edildi. Palmira ile Pülümür sesdeştir. Kraliçe Zeynep ata
akrabalarından yardım almaya gittiği Pülümür’de esir alınıp Roma’ya götürüldü,
orada öldürüldü.
Pan: Opa analı, anası güneş. Apoğun-gillerden. Pan, Man; dağlı ilk insan,
pagan.
Mitolojide Pan adlı dağ tanrısına inanan. Orman ve dağ tanrısı Pan, efsanede
Ege’nin tanrısı Apollon’u yenmiştir, bu nedenle PAN, “büyük” olan anlamına da
gelir. Fonetik dönüşümlerle Pan, Van, Man, Pen, Men, Ben, Fin, Van, vb.olur.
Parion: Biga’da Kemer’in antik adı. Pers şehri, Peri-analılar şehri. Kraliçe
(satrap) Peri-han’ın lahitinde hilal ve ortasında nokta vardır.
Pontos Eukseinos; Karadeniz’in MÖ.1. yüzyıldaki adı.
Ogzi; eksi, aksi/ters yöndeki.
Euksein-os; Eksi-yön-us; kuzeyli-ler. Uygur pusulasında Kuzey, “kara”
renkle gösterilirdi. Güney ise “artı” olan yöndü ve “kırmızı” güneş ülkesiydi.
Eksiyan-us; kuzeydekiler. Pontos Euksiyanus; Kuzeydeki Pan soylular.
Çaykara’da ve Erzurum Horasan’da, sessiz duran çocuklardan söz ederken,
“Öyle ogzi(-) durduğuna bakmayın” denir.
Pantik Apameia; Pan kökenli Apa Mu yeri, Kırım’ın antik adı. Apameia;
Maye Aba!
Pan-ti-ece; Pan soylu kraliçe. İskender’in evlendiği Oğuzlu kızıdır.
İskender’in öldürülmesinin arkasından töreye göre kendisi intihar etmiş, küçük oğlu
ida öldürülmüştür. Canına kıyan anlamında Uruh-can/ Roksana adıyla anılır.
Parth: Pers/Pars/Parthi; Pers ülkesinden olan. Farsi, Per-si, Pir-su, Pir
soylular.
Partha: Antik Hindu ülkesi. Pritta (Peri/ida) oğulları, Pandu’lar.
Philostratus: Filo-İstar-Atası. Niğdeli (Tuanalı) bu ailede baba, oğul, torun,
3 kuşak Filostratus vardır. Tuanalı Apollonius’un öğrencisidirler. Oğul Filostratus,
Apollonius’u anlatan ünlü tıp kitabının yazarıdır.
Platon: Eflâtun; Op-lat-on; Pelaz-oğlu.
Padova: Ped-oba /Su ova. Maod/Med-ova. Venedik şehrinin eski adı.
86
Pamphylia: Pan-Bil-ya: Büyük bilginlerin yeri. Aspendos buradadır.
Pan: Apa Ana’lı oğullar. Dağ Tanrısı Pan. Pagan; çoban soylu, dağ tanrılılar.
Yunanca “büyük”. Pan-tus Oğuz kralı Mitridate, Atinalılara da kurtarıcı
olmuştu. Onun ölüm haberi nasıl ulaştı karşı sahile, bir efsane gibi anlatılır. Bu
efsane Behçet Necatigil’in 100 Soruda Mitologya kitabında da anlatılır:
“… Pan sözü Yunanca’da “bütün” anlamına geldiğinden, Mistikler Pan’ı
sonraları her şey yapabilir bir tanrı payesine çıkardılar… Korfu adasının güneyinde
gemiciler Paksos adasından gelen bir ses duydular; “Ulu Pan öldü!”. Dümenci bu
haberi karaya doğru seslenince karadan korkunç bir inilti, bir feryat duyulmuş,
Pan’ın ölümünden ötürü tabiat yas tutmaya başlamıştı. Bu hadise Tiberius (MS.1437) zamanında olmuştu.”
Pan, mitolojik müzik yarışmasında Apollon’u yenendir.
Latin mitolojisindeki adı Faunus (Pan-us)’tur. Eski Yunan ve Roma
mitolojisinde hekimlerin tanrısı PAN (Paian)’dır. Bu özelliğiyle, PAN-Soylu/Panti
kralı VI.Büyük Bedri ile örtüşür.
Paniyonium: Tüm/Büyük İyonyalılar. Bütün-Ayönü halkı
Pantus: Pan-ti-us; Pan soylu oğullar/uşaklar. Dağ tanrısı Pan (Opa-oğun,
Opalılar, Paller) inanışlılar ülkesi; Pantus. Kaşgari Oğuz kökenliler için kullanılır.
Pantus adının fonetik dönüşümlerini Pindoz (Rize), As-Pendos (Antalya),
Mindos (Bodrum), Mendos (Fethiye) gibi birçok yerde daha görülür.
Palli; Opa oğlu, güneş soylu. Birbiriyle dayanışma içinde olan, akraba, Abalı
Ponti: Pan-ti, Ponto, Pandu; Pan inanışlılar. Pan-ti; Pan soylu. Panti-us/
Pantus; Pan soylu oğullar/uşaklar.
Panhelenistan: Büyük Helenistan (Halikarnas Balıkçısı’ndan)
Pausaniya: Pausa-Foca, Fosaniya.Amazon bacıların kurduğu şehir. Büyük
Bedri Romalıları püskürterek Ayvalık bölgesine kadar geldi ve uzun süre Manisa ve
Sart’ı merkez alan bu bölgeyi Atina saldırılarından korudu. Bu dönemde Foça Roma
işgalinden kurtuldu. İhtimaldir ki İskender’in kaçırdığı Amazon savaşçılar, Amastris
ve Pantiece, burada esir alınmışlardı.
Pers; Per-soylu, Opa-uri, ışıktan üreyen. Pers /Parsi /Parth /Persian
Pelaz: Milet, Pelas. Opa-Ulu Os; Ulu-Opa oğulları. Gün ışığından Ur olanlar.
Peruzes: Peri-eze; Firuze. Per-ezesi; Işık ecesi. Tarihte Persli baş kadın
savaşçı. Rize kalesinde Pompey’in askerlerine direnen komutan Sitare Tonika’dan
söz ediliyor olabilir. Çünkü Rize’de Firuze’ye Peruze denir.
Pergene: Per-gene. Işık genetikli. Pergene/Vergine Güneşi; Makedonya
bayrağındaki 18 ışıklı yıldız, güneş sembolü. (Hemşin’de Birgina tepesi)
Peria Toros; Per-ya Dor-us, Dor soyunun/uşakların Per yeri. Doğu
Karadeniz dağlarının antik adı. Per, Peri, Piri, Bir, Bre… Bre; Trakya’da söze
başlarken yapılan ön ek.
Pirin: Pir-in; Peri-ini, Peri-evi, Işıklı yer, bilim evi. (Adıyaman’da bir yer.)
Priene: Peri-ana. Antik Karya’da bir yer. İperia, İberya, Peria ile sesdeş.
Pirene: Fransa’nın güneyindeki Peri-ana dağları. Bu bölgede yaşayan
Bazigo, Basklar’ın 5/8 ritimli oyunları Doğu Karadeniz kökenli olduklarını işaret
eder.
87
Pelaz: Bi-ula-oz. Pir-Laz, Ulu Laz..Tanrıça Laz’a inanmış olanlar. Pelazi,
Pelasgi, Pakistan’da ve İran’da Beluziler, Hindu Kuş dağlarından buralara göç eden
kavmin adı.
Pelazi; Opa-Ulu-si; Ulu Aba’nın soyu, Aba’nın oğulları.
Pulasatin: Pelaz-atine, Filistin. Aba oğulların yeri. Roma saldırılarına karşı
direnen Abalıların/ Pelasi’lerin yeri.
Filistin’de antik Mazada (Maz Ata’lılar) şehri, VI.Büyük Bedri zamanında
MÖ.1.yüzyılda kurulmuş bir kale şehirdir. Pelaz halkı Roma askerlerine karşı bu
kalenin içinde on yıl savaştı, on yılın sonunda 960 çocuk, erkek kadın, birbirini
öldürmüş olarak kalenin üzerinde bulundu. VI.Büyük Bedri’nin kendini öldürmesi
gibi, yenildiklerinde canlarına kıymış olmalıdırlar. MÖ.69’da Neron’un yerle bir
ettiği bu yerde, Herod adında, kendi parasını basarak Roma’a vergi vermeyi
reddeden, Kıbrıs madenlerini de işleten bir Yahudi iş adamı kendini kral ilan edince,
halk onun etrafında birleşti, Mazada’da birlikte öldüler. Yahudi tarihçiler bu olayı
kendi tarihleri olarak yorumlamaktadır. Oysa üzerlerine Roma askerlerini gönderen
Cenevizli bankerler de Yahudiydi.
Paflagonya; Ma-fula-gun-ya; Ma-poli Gün-yeri. Poli, Foli/fola.
Phrates; Pirateş. Pir; Ulu, büyük dede, ata. Sasani kralının adı; Oprates. Fırat
nehri adını Sasani kralı Pirates’ten almıştır, ya da kralın adı odur. Asurice Purhat
(Ferhat!).
Psidia:Opa-isi-dia; dağlı opanın ışığı. İsparta Yalvaç merkezli bölgenin antik
adıdır. İsparta; isi-mer-ata, Sümer atalı. İsparta’nın yerel dilde eski adı Parizi’dir.
Sümer ile Pers’in simetrik bağlantısı burada açıktır; İsipar/Par-isi, Per-isi, Merisi/İsimer.
İsparta’da, amcaoğullarına topluca “apalılar” denir. Büyük dedenin
altındakileri, orta yaş ve altındaki amcaoğullarını içine alır. “Ulu ağabeyin çocukları”
çağrışımı vardır.
Ulu ağabey Apollonius’un bilim merkezlerinden birisi burada, Yalvaç’taydı.
Hristiyanlığın 331’de İznik’te resmi din olarak kabulünden sonra orada alınan kararla
Apollonius’a ait bütün bilim merkezleri yerle bir edildi, bu cezadan Psidia, MEN
(PAN) anıt müzesi de nasibini aldı.
Rize: Uri-ise; Işıktan ureyen. İrise; Göz bebeği, görme noktası. Potomya
antik kentinin İris’i Rize kalesiydi!
Rize’nin sıfatı Zümrüt Rize, yeşil Rize’dir. Ancak efsanelerdeki Zümrüdü
Anka kuşuyla bağı kurulabilir; Yerel şiveyle Sumer-utu veya Lazca Simer-idi
şeklinde söylendiğinde Babil gelini Semir-amis’in ve oğlu SÜMER ATA (Sumerdis)
karşımıza çıkar. Ki o, Kafkasyayı yöneten Kerkes’dir. Zümrüdü Anka’nın bir adı da
Kerkes’tir; tavus kuşuyla sembolize edilir, güçlü ve zümrüt yeşili kanatlarını açtığı
zaman, ta Atina’daki köleleri bile kurtarır! Bu nedenle Şamani Oğuzlu devletlerin
sembollerinde koruyucu, kol-kanat gerici tavus kuşu resimleri vardır.
Rodos: Ur-odo-si; O’dor-usi; Dor uşakları/ Dorlar.
Ada’nın ilk halkı olarak kaynaklarda adı verilen Dor halkı, Türkler’di.
“Halicia” (Halikya, Hlikya, Klikya) adı verilen şenlikleri, Halk Şenlikleridir.
MÖ.281’de yapılan Kral İdris’in tunç heykeli adanın sembolü olup, deniz
savaşçısı Güzel Arta’nın (Artemisi) kızkardeşi Ada’nın kocasıdır.
88
Dorların tanrısı “Helios”; Uli-oz/Ulu Od/Laoz/Laz tanrıçadır.
Halk Şenliklerinde her yıl dört at tarafından çekilen teknelerle deniz yarışları
yapılırdı.
Zorkun: Tarkan’ın adıyla sesdeştir, Zorkun yaylası Osmaniye’de Oğuz-ata
Beli Kastabala yaylasıdır. Buranın MÖ.1. yy.’da kralı Tarkun Di Mete’dir.
Zirgon: Atıyla bütünleşen büyük kişidir. Tarkan/Zorkun ile sesdeştir.Sanatı,
tıbbı, bilimi, müziği, cesareti, bütün özellikleri üzerinde toplayandır. Urfa Elifli/İlyapa-lı/Halepli Bahçe’deki mozaik tablosunda XIRGON adı yazılıdır. Orkun
olarak da açılır ki bu adı tıbbın babası KERKİN İTİSİ, atası Orkun’da da görürüz.
KENGER, yani Sümer atası ile aynı kişiliktir.
Sagalassos: Saka-Lassi-os; Işığın Uşakları. Bilim yapan “çağa”lar, insanlar,
uşağ’lar. (Çağa adı Anadolu’da ve Kazakistan’da “evlat, çocuk” demektir.
Bor’lu Apollonius’un ders verdiği bu bilimevi, Ulu Apalıların yeri, Ağlasun
kazılarında ortaya çıktı. Çok büyük bir mermer kütüphanesi vardır. Haçlı seferlerinde
yerle bir edilmiştir.
Sağalassos, MÖ.334’de İskender’e direnen tek yer olarak tarihe geçti.
MÖ.188’de de Roma konseyine direndiği yazıldı.
MS.331’de Roma’da Hristiyanlık resmi din kabul edilince, Anadolu’da
Şaman Oğuz töresine ait bilimevleri (batılılar bunlara tapınak der) yerle bir edildi,
Apollonius’un öğrenci yetiştirdiği Sagalassos kütüphanesi yıkıldı, buradaki bilim
adamları öldürüldü.
Sağalassos kazılarında ortaya çıkan MÖ.2000 yılına ait kemikler üzerinde
yapılan DNA testinde, kazıda çalışan Ağlasunlu işçilerle aynı kandan oldukları ortaya
çıktı. İşçilerin “Bunlar bizim atalarımızmış!” diye konuşmaları ulusal basında haber
oldu.
Teke yöresi türkülerinde adı geçen Haceasan Beli, Apollonius’dan adını
almış olmalıdır. Hace/Günahsız Hasan, “ulu bilim adamı” o olmalıdır.
Sozimaz: Eğirdir’ın adıdır. Sozi-Maz; Maz Uşağisi. Amazon Uşağı! (Uşağı,
Işığı, lideri olmak anlamındadır. Zeus ile aynı sözcüktür.
Azize 1.Artemis burada bir süre kalmış da olabilir. Ya da onun soyundan bir
kahraman Aziz kadının buraya emeği geçmiştir.
“Eğirdir”in fonetik açılımında Öğri-Dor/ Dor Yeri vardır. Romalılara ve
Haçlı yağmacılara direnişin önemli merkezi görünmektedir.
Sardus: Sart. Şar-ada-us, Ata oğulların şehri. Sali-eli’de (Salihli) 1.Büyük
Bedri, Mazeous Mitridate’nin otağ kurduğu Hitit merkezi. Sali-eli; Ay gibi Güneşten
ışığını alanların yeri.
Sasani: 2.Pers/Akmenid Uygarlığı hanedanıdır. Horasani Türkler olarak da
bilinen Kaşgari boyundan gelirler ve Pan/Şaman inanışlıdırlar. Başkenti
Mezopotomya’da Tişpon/Pantiş (AzizPan) şehriydi. Ünlü şehirleri, Kumagene’de
Samsat ve Kâhta’dır. Diğer adı Medain; Med-ay-önü, Hilal İnanışlıların yurdu
demektir.
Uygur atalıdırlar. Uygur-Sincan ile ata bağlarını geliştirdiler ve Uygur’dan
barut getirdiler. Samsat kalesini kuşatan Romalılara kaleden atılan yakıcı silahla
(barut!) ilk kez karşılaşan Roma askerleri geri çekildi. Daha sonra Samsat beş kez
89
kuşatıldı. Sonunda Romalılar Kumana vilayetini teslim aldıklarında Nemrut kutsal
tepesini hariç tutup şehrin tamamını yakıp yıktılar, şehri tarihten sildiler.
405 yılında ilk kiliseyi Kafkaslarda açan kral Gopaz(Yobaz), bir Sasani
eyaletinde kilise açmış oluyordu.
Selevkos: 1.Selevkos ile Mayaba’nın kurduğu Oğuzlu devleti (MÖ.305MS.70).
Se-lev Kos; Ulusu Oğuz, Okhus Oğlu-su, Oğuz Oğulları. Ay-Ana inanışlılar.
Kutsal Hilali kendine sembol seçenlerin uygarlığıdır. Kutsal Hilâl’in bereketli
topraklarında yaşayanlar!
Yağmacı Roma korsanlarına karşı, önce Samandağ’da kuruldu, sonraki
başkenti Antakya oldu. Lazkiye (Lazikos), önemli şehriydi. Bir adı Silezya, bir adı da
Asya Krallığı’dır.
Silifke, Silivri, Silopi, vb. sözcükler Selevkos Uygarlığının adını taşır. Anası
Oğuz/Antikos krallarla yönetildi. Önemli merkezi Samsat, gökbilim merkezi Kâhta
Nemrut tepesidir. Selevkos krallarının heykelleri bu tepededir. Batı terasındaki
Horoskoplu Arslan heykeli üzerinde burada gökbilim yapıldığının kaya yazıtları
vardır. Birleşik Oğuz ordularının başına getirilen Büyük Bedri’ye imparataorluk tacı
burada giydirildi.
Selevkos Uygarlığı dönemi ışığın/aklın-bilimin en yüksek olduğu dönemdir;
MÖ.2.yüzyılda Anadolu’da en büyük bilim adamları, Apolloniuslar, Stratuslar,
Heraklesler yetişti. Hristiyanlıkla birlikte çok sayıda Selevkos kadın bilim insanı
Anadolu’da ve Mısır’da öldürüldü.
MÖ.700-MS.70 yılları arasında var olduğu kabul edilir. Akmenid devletinin
devamıdır, Akmenidleri de içine alarak varlığından söz edilebilir. Yönetimin
kesintiye uğradığı 3.Darius’un Pınar’da İskender’e yenildiği MÖ.334’de başlayan
sadece 10 yıldır.
Kurucu Kral Selevkos’un eşi Maya-aba/Apameia, Dinar’da ve Mudanya’da
bir süre yaşadı, adı buralara verildi.
Babil’de İskender zehirlendikten sonra kurulan bu devlet, Horasan’dan
Suriye’ye, batıda Çanakkale’ye kadar, geniş büyük Oğuz Türkmen devletidir.
Şamanidirler, LUVİ’ler de onlardır.
İskender’in yanında götürdüğü tefecilerin Türmenistan’da kurduğu iddia
edilen Yahudi devletini yıkan Selevkosları, Samici ve Romacı yazarlar sevmezler.
Akmanid, SelevKos, Pantus, Sasani, Şamani ve Selçuklu uygarlıkları,
Roma’nın tefeci köleci korsanlarına karşı direnerek kurulmuş Oğuzlu devletleridir.
Saka: Sakhalar, İskit, Sibir Türkleridir. Çağa, Sağa, Asika, Usag, Işığ; Oğuz.
Işığın oğlu; İsigo, Ogizi,“Kişi”.
Safevi: Şam-evi, Şam yurdu, Işığın yükseldiği yer. Şaman töresinin devamı
olan Alevi kültürünün devlet olduğu yer.
Satrap, Strip: İştar-opa, As-tur/Toros aba; Kafkas kökenli yöneticilerin
ünvanıdır. Perslerin Batı Anadolu satrapı Karos, bölgesini Üsküdar’dan yönetirdi.
Amaz-Toris, Amasra’yı yönetirdi. Filistin’in güney şehri Gazze Strip, Mısır’ı
Romalılardan geri alan İştar Opası Azize Zeynep’in adını taşır.
Stranca; İştar-Anası, Dor Işığının Yuvası; Yıldız Dağları. Trakya'nın
Karadeniz kıyılarına paralel olarak, Bulgaristan'ndan İstanbul iline kadar yaklaşık
90
300 kilometrelik bir dağ zincirinden oluşmaktadır. Bu zincirin en yüksek noktası
Kırklareli ilinde bulunan yaklaşık 1.031 metrelik Mahya (MAYA DAĞ) Dağı
zirvesidir. Bulgaristan'da bu dağlar Strandzha adıyla anılmaktadır.
Trakya türküsü, “Maya dağdan kalkan kazlar”; KAZ, Oğuz boylarıyla özdeş
kutsal kar ördeği, üç perdeli ayağı Türkmen kilimlerine resmedilir.
Simpson: Sem-opa-son, Samsun; Şam-ata-güneşi, Şaman güneşi.
Sidemera: Toros Ereğli’den çıkartılan dünyanın en büyük anıt mezarı. Işık
geçiren beyaz oniks taşından yapılmıştır. Sümer erkek kral Mezarıdır.
Si-de-Mera; Mer Soylu Dağ inanışlı erkek. (mer/meri/mero)
Semiramisi; Sü-mer(a)-misi; Sümer Emesi; anası Sümer, Sümer kızı İştar.
Babil’e gelin gittiği yer, Sümer başşehri Potomyalıdır. Babil’in asma
bahçeleri, memleketini özlemesin diye kralın ona yaptırdığı bahçelerdir. Bu bahçeler,
Rize dağlarındaki şelalelerin arasında sarkan üzüm asmalarına benzetilmiş gibidir.
Sempson Zenon, Cenan; İstanbul’da 532’de çıkartılan gerici Hristiyan
ayaklanmasında yakılan düşkünler evi.
Sedrus Libani: Lübnan bayrağındaki sedir ağacının Latince adı. Lübnan
sediri. Lübnan, Pan inanışlı gemileriyle ünlü Fenikelilerin merkeziydi. Bu bağlamda
Liban;Ulu Pan. Ulu Pan Sediri-us!
En iyi gemi sedir ağacından yapılır. Bu nedenle Lübnan bayrağında sedir
ağacı vardır. Sedir, sedrus; Se-Dor-us; Dor soyundan gelen ışık.
Smirna: İsi-mer-ana, Sümer Ana. Yazar Selahi Diker’e göre İsi-İmir-Ana;
Tanrıça Şafak ana. Sümerlilerin kurduğu şehirdir.
Smerdis: Sümer-itis; Sümer-oğlu, Sümer-Atası. 1.Karus’un oğludur, annesi
Rizeli İştar Semiramis, kızkardeşi 1.Artemis’tir. Serhaz odur. (Bkz.Kserkses)
Subartu: MÖ.II. Binde Anadolu haritasında görülen uygarlık. Dicle ile Fırat
arasındadır. Sümer-ata, “Sümerler” demektir. Devamında Akmenidler görülür.
Sümer: Mer-Soylular, Mar-si, Soyu Mer olanlar.
Kimmer ile Sümer/ Subar sesdeştir. Demir’i bulan uygarlık olarak da karşılık
bulabilir. Özbekistan’da Sümer Dağları vardır. Semer-kent de ordadır.
Bulgularımıza göre Lazca, Sümercedir. Urduca ile yakın ilgisi olduğu da
saptmalarımız içindedir. Sümerce, Lazca ve Urduca, 1.şahıs BEN olarak MA/ME
diyor olması üç dilin ortak özelikliğidir.
Yukarı bakan kayık şeklindeki Sümer hilaline Maya dilinde Tork/Turc
denir.
Şehr-i Zor: Dor şehri. Kerkük’ün eski adıdır. Osmanlı kayıtlarında da geçer.
Bu adlandırma, Dor ile Türk adının sesdeş ve anlamdaş olduğunu gösterir.
Şû Beyi: Işığ, İşşuğ (Uşağ) Oğuz/Işık/Saka beyi. İskender’in yağmacı
ordularıyla savaşan büyük Oğuz beyi. Kaşgarlı Mahmut ondan, “Kalasında topladığı
Oğuz beyleri için günde 360 davul çaldırırdı” diye söz eder.
MÖ.4.yüzyılda yaşamış olan Şû Beyin İskenderle savaşlarını anlatan Şû
Destanı ilk Türk destanlarındandır. Firdevsi’nin Saka Beyini anlatan Şehnamesinde
de anlatılan aynı destan olmalıdır, çünkü fonetik analizimizde Şeh-name, Işığname’dir.
Sivas-Şarkışla’da Su; Öz (oz), suyun gözesi, göz, suyun fışkırdığı yer.
Özbekçe Semerkant, “Shû-mer çend” şeklinde ünlenir.
91
Şemmame; Şam-Eme, Şam-Anne. Şaman/Kam dansıdır. Horon gibi
hareketli, canlı oynanır.
Şam: Işığı-Ma. Şam-an’ın kökeni. Ma’nın uşağı; Maş, Maz.
Suriye’nin başkenti olarak bilinir, ancak Suriye resmi kaynaklarında
Suriye’de coğrafi bölge adıdır, başşehrin adı ise Dimaş’tır. Di-maş; Ata-Maz, yani
Mazada; “Ölümüne direnen halk” anlamında antik sözcük.
ABD başkanı George Bush, 2001 yılında ikizkulelerin yıktırılması
provakasyonuyla başlatılan Afganistan ve Irak’ın işgalinden kısa süre önceki
demecinde, “3.bin yılın haçlı seferini başlattık, bir daha MAZADA olmayacak”
demişti. Asyayı işgalin Suriye, Türkiye ve İran’a doğru evrilmesiyle(2011), “bir daha
Mazada” olması muhtemel bu ülkeler sıkıştırılmaya başlanmıştır.
Şems: Güneştir. Şam-esi. Hatay’da düğünlerde geline bağış toplarken
yapılan “şamoş” ünlemesi bir Şaman töresi görünmektedir.
Tati; Tat, Date, vb.Dede soylu. Moldova ve Rusya’da yaygın olan Tati-ana
(Tatyana) kız adı, çok saygılı bir isimdir. Didinana/Dadi-ana gibi, Kibele’nin
adlarından görünmektedir. Ta-tiana olarak açıldığında Atası Tan ışığı, olur. Tanya
adı, Tatiana’nın kısaltılmışı gibidir.
Tatvan; Pan date/ Atası Pan.
Tisip: Tiş-ip; Teş-üp; Ateş-ope. Urfa’da (Opa-uri’de) Romalılar tarafından
cezalandırılmış olduğu tahmin edilen antik Tisip şehri. Hitit kralı Atası-opa/Teşüp’ün
şehri.
Tigranes: Turan-soylular. Tuğiran; Dikran. Tacında sekizli yıldız vardır.
Pers devletinin Türkmeneli eyaletinin kralı; Büyük Toros/Darius’un torunu
ve VI.Büyük Bedri’nin damadı. MÖ.79’da Sezar’ın yağma ve saldırılarından kaçan
Anadolu halkını korumak üzere bugünkü Silvan’ın olduğu yerde bir kale şehir kurdu.
İnşası on yıl süren kale-şehir Tigran Kerti/ Tigran Agarta adını aldı.
1770 tarihli bir İngiliz haritasında bölgenin adı Türkmeneli’dir, 1820’den
sonra bu bölgeye İngilizler tarafından Armenia adı verildi.
Tigran Akarta: (MÖ.77-MS.59) Maz-opa damı’dır. Karadeniz’de yenilen
Başoğuzlu ordusundan kalanlar, Pompey’in yerle bir ettiği Potomya’dan kaçanlar
buraya sığındı. Neron’un komutanı Korbula tarafından yıkılışı MS.69. Turani
Eratların, Turani asker agabeylerin yeri...
Diğer adı Tigran Kerti; Tuğran Kuret Şehri; Kuret, Korata, şehitler yeri.
Eğer Efes Kuretler caddesiyle benzetirsek, ulu asker ataların gömülü olduğu
ANITLAR sokağı gibi düşünürsek Tigran Kert’i açılımında Tuğr-an Kuret’i çıkar.
Tur’ların ulu atalarının gömülü olduğu Kuret anlaşılmalıdır. Kaldı ki 560 yıllarında
burayı onaran Şamani Bizans kralı Justinyen (Oğuztanlı) buranın adını “Şehitler
Şehri” koymuştur, iki isim de bu durumda örtüşür.
Kurucusu Tigran’ın adını taşırdı. Silvan’da Dikran tarafından MÖ.85-77’de
kurulan bu şehir, Pers devletine bağlı Selevkosların başkentiydi. On yılda yapılan bu
kale şehirde 300 bin kişi aynı anda kalabiliyordu, şehir üst üste mahallelerden
oluşmuş, birbirine geçmeli gizli yolları olan bir direniş kalesiydi. Romalı zalim
komutanlardan kaçanlar bu kaleye sığınmıştı. Roma kralı Neron(54-68) döneminde,
komutan Korbula eliyle yerle bir edildi.
92
Mezopotomya Uygarlığının yıkılışı budur! “Sümerleri yok eden
Yahudilerdir” diye anlatılan efsanenin altında bu tarih vardır.
Bugünkü adı Silvan; Pan Ulus’u, Sili-Pan demektir. Mitridate’nin diğer adı
Pan’dı, onun halkı/ulusu MÖ.63’de yenildiği dönemde Potomya’dan buraya geldi.
Şehrin bir adı da “Şehitler Şehri”dir; Kor-ata yeri ile anlamdaştır.
Tigran Kuret’inin yağmalanmasıyla kasaları dolan Roma Bankerleri, bu
parayla yeni yağma seferleri düzenleyebilmişlerdir. Önasya’ya 1.yüzyıla şekil veren
Romalı korsanlar “iptidai yıffın” ile böyle egemenleştiler.
Tigris: Ti-gor-is; İda’sı Karus! Dicle nehrinin antik adıdır.
Teodous; Teo-ata-us; Dağ atalı Oğuzlu. Bizans kralı Teodous, Katolik dinini
devletin dini olarak ilan ettiği için Romalı tarihçiler ona Büyük Teodous der. TeoZeus; Zeus inanışlı.
Teoman; Teo-pan; Pan inanışlı, dağ tanrılıların beyi.
Terekeme: Terek-eme; Türük/Türk Eme, Türk Atalılar. Antik Horasan’da
“Kenger Etrek” (Türk Orkun) adında geçer.
Osetya’da Terek Nehri; Osetler 1942’de Nazi ordularını Terek nehri
kenarında durdurdular, 46 bin şehit verildi. 340 bin kişilik Oset halkının 89 bini
savaşa katıldı, sağ kalanlardan 34 bini Yüksek Sovyet nişanıyla ödüllendirildi.
Enteresan olanı, Osetlerin üzerine gönderilen Nazi askerleri, Gestapo’ya
katılan Kırım Kızıl Ordusundan 2 bin Tatar Türküydü. (Türkü Türke kırdırma planı
sinsice burada işletilmiş görünüyor.)
Tula’da doğmuş olan Leo Tolstoy, aslen Kazakistan Terek boyundandır.
Terek köylerinde masallar derlemiştir. Dağıstanlı Tereklerin Çar’a karşı savaşını
Hacı Murat romanında anlatır.
Theodosiopolis: Te-odo-si Opolis. Erzurum'un antik adıdır. Dadasi/Dağatasi-şehri; Atası dağlılar şehri; Dede’os/dadaş şehri.
Thate; Dada, Dad, Ded; baba, dede, dide. Dat, Zat.
Themis: Şems’tir. Antik Yunan’da adaleti ve düzeni sağlayan tanrıçadır.
Adalet Sarayları önünde, elinde terazi tutan kadın heykeli odur. Şaman kültürüdür.
Tuthaliya; Tut-hali-ya; Ulu-Hitit yeri. Çorum Boğazköy’dedir.
Burada kabartması olan çift başlı kartalın pençelerinde iki korkak tavşan
vardır. Çorum halkı korkak tavşan eti yemez!
Turtat: Tur Dedeli. Atası Dor. Gregoryan Ermeni (Ortodoks) atası Kirkor,
Durtat’ın kardeşidir. Katolik olmamakta direndikleri için Hıristiyan mezhep
savaşlarında büyük zulüm gördüler. 1915 Tehcir’inin arka perdesinde bu tarihsel
çatışma vardır. Fatih Sultan Mehmet zamanında ilk defa İstanbul’a girebildiler.
Katolik Fransa büyükelçisinin zorlamasıyla 1820’de 2 bin Ermeni, Anadolu’ya geri
göç ettirildi. Anadolu’da da onlara huzur verilmedi; Fransa’da eğitilmiş provakatör
(korbakor) Ermeni gençler onları komşularıyla birbirine düşürdüler, Türk ve Kürt
köylerine saldırttılar.
İstanbul’dan Ankara civarına 1820 sürgünüyle gelen Gregoryan Ortodoks
Ermeniler İstiklâl Harbine büyük destek verdiler. Hatta Atatürk’e ikamet için verilen
Çankaya Köşkü bu ailelerden birinin armağanıdır. Atatürk’ün köşke taşınmadan
önce, Fikriye Hanımefendi ile birlikte (Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk
93
hanımefendisidir) birkaç ay kaldığı Tren İstasyonundaki yoksul direksiyon evindeki
ilk banyo küveti ve yatak somyesi de böyle bir armağandır.
Tiridates: Dur-tat-es ile sesdeştir. George Frideric Handel Tiridates için
“Radamisto” ve Reinhard Keiser “Octavia”operasını besteledi. Radamisto
operasındaki Monime/Eminem rolü opera tarihinde en önemli rollerden biridir.
Eupadore VI.Büyük Bedri’nin kızı Kleo Petra’yla evlenen Ermeni kral diye bilinir.
Durtat, Sasani Pers hanedanından, Armenia eyaletinin kralı olarak bilinir.
Şaman inanışlı, ata dedesi Büyük Bedri!nin yolundan giden, Hristiyanlığa
direnenlerin kurduğu “gizli asker kültü” Mitraizm inanışını geliştiren kraldır.
Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Tiridates_I_of_Armenia
Thutankamon: Thut-an-Ka(u)man; Dad’an-Kuman. Dedesi Kuman soylu
Mısır kralıdır. Başındaki sarı-lacivert başlık Lapis Lazuri taşındandır. Genç yaşta
öldüğünde, karısı Nefer Titi, Hitit kralına mektup yazarak yeni bir koca istedi! Bu
durum aile bağlarının Çorum’da olduğunu gösterir.
Tivoli: Su foli; su çukuru, yuvası. Tivoli Fall; İtalya’da ünlü şelalenin adı.
Türkistan: Türk-esiğ-tan. Türk-uşağı-yeri. Antik adı Mar-gi-ene.
Forsundaki simgeler; sekizli yıldız, hilal üzerinde beş yıldız, ikili pamuk
kozaları, yedi beyaz nokta (Kaf dağlı), ortasında at, çevresinde Türkmen kilim
damgaları.
Tengri Ula: Tun-oğürü, Tengri Ula; Ulu Tanrı. Tanrı Dağları.
Teşup: Zazaca Ateş-opa, Opası ateş; Güneşin oğlu. Teş/tiş; güneş. Hitit kralı
Teşüp. Van’ın eski adı.
Trabzon; TurAbasi Önü. Antik adlarından Atropatene, Azerbaycan ile
sesdeştir.
Tyana/Tuanna: Tana, güneş ülkesi. Bor’un eski adı. Teos bilimevinden
dolayı İzmirli bilgin diye anılan Philostratus aslen Bor doğumludur.
Taurus: Toros Dağları. Dor/Tor-oz; Dor Uşağı/ışığı.
Kafkasların bir adı da Periatoros’tur. Toro, Latince boğa demektir. Toros
dağlarının diğer adı Binboğa Dağlarıdır. Dorlar, boğa inanışlı kabul edilirdi.
Togharian: Doğuran dil. Uygur dağlarından yayılan Hint-Avrupa dillerinin
ata adı; Togur/Dokur dili, Tocharian.
Urartu: Ur-ar-ata; Uri-er-utu/Utu-ar Uri. Ar-utu, simetrisinde Utu-ar/Odor/DOR. Dor Uri, Dor oğri, “Dor yeri”.
Dor’lar, askerliği sanat gibi güzel yapan, Kutlu asker, Tanrı için savaşan,
Ata-er/erata’dır. Erat, Arat, Arta, Urdu. dorların diğer adıdır.
Van: Pan. Pan inanışlıların boyların yeri. Eski adı Teşüp; Ateş-opa; Soy atası
ateş/güneş olanların yeri.
Zito (Zito Venizelos): Dito, dido, dedo. Büyük, Dede.Yunanca “yaşa”.
Zeugma: Zao(ğ)-Ma. Dağ-Ma. Açılımı;Tao(ğ)/ Teog/ Zaog- Ma (Ma;
Tanrıça) Dao-Ma. Ro-Ma fonetik yakınlığına ve ROMA şehri ile anlamdaşlığa
dikkat!
Zenon: Sin-an, Sin/San/Can anaların yeri, yaşlılar için bakım yurdu. Bizans
döneminde Sultanahmet’te Hristiyan ayaklanmasında yakılan bakım yurdunun adı;
Zenon.
94
Zir: Dir, Dor, Thir, Tir, Tur, Tor; İda-Ur, Işıktan üreyenler. Zir, Ar-esi, ışık
ata’dan ur olanlar. Tür’ün ilki anlamındadır. Azor, Hazer, Adori/Dori/Dorlar. Azeri,
Asuri, gibi bir çok sözcüğün içinde geçer. Afgan halkının büyük bir kısmı Türkçe
konuşan Hizor halkıdır.
Tur, güneyli olan, AR-TI olandır. Bu analizimizde, atası Azer olan
Hz.İbrahim’in soyatası da Tor/Tur-ika çıkmaktadır. Yaşadığımız Atlas’ta adlanan ve
var olan herşey Tur’un oğulları görünmektedir.
Zeus: Ise-Us; Işığın Uşağı, Işığın oğlu.
Zeus, Anadolu’nun
PAN/Pagan/Şaman inanışının Tanrısıdır. Hitit güneşi onun simgesidir. Sekiz ışıklı
semboller onu ifade eder.
Malazgirt ve Kürt üzerine
Kürt: Kor-ata, Kor-si, Korlar. Kor’un oğulları.
Kor, Güneş’in antik adıdır. Sasani dilinde Gur/ Kur Tanrı’dır. Şaman Oğuz
kültüründe “ulu ışık” demektir.
Büyük ulu ışığı yüreğinde taşıyan ve yağmacı Romalılara karşı elinde kılıçla
savaşan atalarımıza da Kor yürekli denilmesi boşuna değildir.
KÜRT (Kursi) sözcüğünün sonundaki T harfi, S çoğuludur. “Kürtler”
denilmesi antik dilde hatadır, Kürt demek zaten KUR’un çoğul halidir. “Kor gibi”
benzetmesi, “Korsi” olabilir, ancak burada Kor-atalılar anlamındadır; Güneşin
Oğulları, “Korlar” demektir.
MÖ.550’lerde yaşayan Akamenid devletinin kurucusu 1.Karus’un
kavminden olanlara da aynı adın verilmesi beklenir. Bunu biraz açalım.
1.Büyük Karus’un oğlu olan Arta-Serkoz’un bir adı da Kaskar’dır, açılımı
“Oğuz-Kor” olur. Ki o, kızkardeşi 1.Artemis ile birlikte Atina’ya kadar gitmiş,
Anadolulu bilim adamlarını kaçırıp köle gibi çalıştıran oligarkların elinden onları
kurtarmıştı. Yunan uygarlığı köle ticaretiydi ve en pahalı köleler ise ilaç yapmayı da
bilen Amazon kadınlar ve bilim adamlarıydı.
Köleleri kurtaran Kor gibi yürekli Oğuz beylerine antik dönemde KARUSİ,
HORAS-ANİ adı verilirdi. Karus’un kurduğu devletin adı bu yüzden devletlerinin adı
AGAMEN-İT, Akaman-si (Egemen-ler) idi. İranlılar ona Agamenus(ş) der, Karus’a
Kuroş dedikleri gibi. Fonetik analizimize Kuros ile devam edersek, Kur-Ata, Kuret,
Kurt, Kûrt, hepsi sesdeş düşer.
Arta Kserkses veya Serkoz, Serhat, Çerkez veya Sümerdis… Annesi
ESHTAR (İştar) Doğu Karadenizliydi. Muhtemelen Gelinkaya’da rölyefi bulunan
Potomya kızıydı. Hatta babası 1.Karus, asma bahçelerini özlemesin diye, ona, adıyla
tarihe geçen “asma bahçeli saray” yaptırmıştı.
Serkoz’un soyundan devam eden Mitridat hanedanı annesinin kan bağı
nedeniyle Kafkasya ve Karadeniz bölgesinin satrapları oldular.
95
Kızkardeşi 1.Artemis’in soyundan oğullar ise, ise SelevKos ve Sasani
Uygarlığının yöneticileri oldular. Pülümürlü Filistin Kraliçesi Azize İştaropa Laila
Zeynep de bu soydandır. Yani Sasaniler de Karusi olmakla Kürt olarak
adlandırılabilir.
Sürekli karlı olan büyük dağların adında KOR adı vardır. Oğuz boyları KaçKor/Kaşgariler olarak da adlandırılır. Karlı dağlar ile KAR/KOR bağlantısı açıktır,
Tanrının bereketi bu beyaz KAR örtüsündedir, onun olduğu yerde su eksik olmaz,
orada bereket ve hayat var demektir. Oğuzların yurdu onun için dağlık alanlardır,
antik tanrılarına Dağ Tanrısı PAN, Pan inanışlılara da PON-T denmesi ondandır.
Hindi Kuş (AnatiOğuz) dağlarının Oğziani bölgesinde Kürtçe konuştuğu
bilinen bir halk halen daha vardır. Eğer ABD, Buda heykelini bombalarken onları da
bombalamadıysa! Kürtlerin işte oralardan, Alpaslan’ın ordusunda Anadolu’yu
kurtarmaya gelenler olduklarını düşünebiliyorum. Yağmacı batının tarihçileri
yenilgilerini hiç unutmazlar. Alpaslan’ın ordusunda kendilerini yenen Kürtleri er geç
cezalandıracaklardır. Adlarında var olan KARUSİ sıfatı yağmacı küresel efendilerin
hedefi yapmaya yeter.
Sezar’ın senatosunda tarihten ve hafızalardan silme cezası kimlere
verilmiştir, yeniden bakmakta yarar var. Onlar kendi sömürgeciliğinin önünde engel
olanları hiç unutmazlar.
Kürtlerin Oğuz soylu olduklarına dair Özer S.Özgüç imzalı bir çalışmaya
rastladım. Fonetik analizimizi destekleyen bazı bölümlerini buraya alıyorum:
“Herat'tan üç fersah yukarıda Ulenknişin yaylasının batısında Kürtnişin
adında bir köy vardır... Anadolu Kürtleri o diyara bir sefer yapmadıklarına göre, bu
adın yöre Türkleri tarafından verildiği ortadadır.
Aslında bunda şaşacak bir şey yoktur!.. Çünkü Kürt kelimesi TÜRKÇE'dir ve
zengin mânâlar taşır:
KÜRT : Kar yığını, çığ, bir çeşit kayın ağacı, ayva ağacı
KÜRT : kalın kar yığını (Kazak lehçesi)
KÜRTİK: yeni yağmış kar (Kazak ve Tarançi lehçesi) çığ (Sor Lehçesi)
KÖRT : Kar yığını (Kazan Tatar lehçesi) Karların dağlarda teşkil ettiği
saçak, kar yığıntısı (Çuvaş lehçesi)
KÖRTÜK: kar denizi veya kar çölü (Uygur lehçesi)
kar yığını (Teleüt, Soyon ve Karakırgız lehçesi)
KÜRTKÜ: kar yığını (Karakırgız lehçesi)
KÜRTÇÜK: kar yığını (Yakut ve Çeremis lehçesi)
(Kürt Meselesi, M. Şükrü Sekban, 1979, sf.18-19)
Daha da enteresanı, geçenlerde (2001, Mart) STV televizyonunda konuşan ve
ülkesini tanıtan Afganistan Büyükelçisi gösterilen filimdeki bir halıyı "KÜRDÎ" diye
adlandırdı... Kendisine, "Niye bu halının adı KÜRDÎ?" diye sorulunca, ne cevap
verdi, biliyor musunuz?..
- "Çünkü bu tür halılar Afganistan'daki DAĞLI BİR KABİLE tarafından
dokunur," dedi..
Van Milletvekili İbrahim Aras dönemin GERDİ aşireti reisi OĞUZ Bey'e
sorar:
- "Bu ad TÜRK adıdır, (Sen Kürt'sen) sana nasıl gelmiş?"
96
- "Bendeniz 21. OĞUZ'um... Bizde baba evlâdına kendi babasının adını
verir, bu böylece devam eder, gider," cevabını alır.”
Sayın Özgüç’ün çalışmasında benimle örtüşen bu bilgiyi desteklemeye
devam edelim. Gerdi aşiretin adında bir KOR-ATA vardır, Kurdi, Korsi ile sesdeştir,
Horas-ani’ler gibi Karusi olmayı işaret eder.
Malaz-Girt sözcüğünde “Girt” bulunması bir tesadüf olamaz. Alpaslan’ın
Herat’tan ordu toplayarak geldiği, 1071’de otağ kurduğu yerin adıdır Malazgirt. Otağ
kurulan yerde GERTİ MELAZ, Kürt Milis’i vardır. Onlar “melik” gibi, Ortodoks
(Oğuz atalıdırlar) Ermeni akrabalarını Katolik ordularının zulmünden kurtarmaya
gelmişlerdi. Tarih boyunca Anadolu’ya batıdan gelen saldırıları durdurmaya, kılıcını
kuşanıp gönüllü gelen Emir ve Melik’ler hep Herat’dan gelmiştir.
1071 tarihi Türk-Kürt-Ermeni kardeşliğinin tarihidir. Hatta, yağmacılar
Malazgirt’e götürdükleri Rumeli’den toplanmış askerleri Alpaslan’a karşı
savaştıramadılar; askerler aynı dili konuştuklarını görünce savaşmadan teslim
oldular.
2003 yılında, Herat’daki kutsal buğdayın ulu atası BUDA heykeli, ABD
tarafından dinamitlenerek yerle bir edildi. ABD silah şirketlerinin başlattığı 3.Bin
Yılın Haçlı seferi böyle başladı. Dinamitleri yerleştiren uzman teröristler, El Kaide
adıyla Tunus’ta kurulan terör şirketinin işiydi. KorAta’lı Oğuz yurdumuz Afganistan,
bombalarla delik deşik edildi. Sırada Anadolu Karusilerinden terörist devşirmek var.
Anadolu’ya Haçlı seferleri yaptıran Venedik tefecilerinin ardılları, 1071’den
beri Gerti/Kürt milislerini de, Ermeni Ortodokslarını da, özetle HORASANİ
Oğuzoğullarını sevmezler. Kürtlere de Ermenilere de aynı toprakları vaat edip ikisini
de kandırıyorlar.
Antik Horasani, yani Hindi-Kuş (Anası-Oğuz) dağlarından olanlar arasında,
yani Karus Analılar arasında ırksal veya dilsel bir ayırım yoktu. Bütün boyları orada
bulmak mümkündür. Ortak olan Hilal inanışlı olmak kardeş olmalarına yetiyordu,
çünkü bereketi yok eden Roma ordularına karşı birleşip kaynaşmaktan başka çareleri
yoktu.
Antik toplumlarda önemli kimlik belirteci Kutsal Hilal, yani Ay İnanışlı
olmaktı. Uma-Esiği, Uma-iti, MEDE, Mautu, Amaz, Amiti, Amed bunu izah eder.
KUR inanış adı ve sıfat olabilir. Kor, Gur, Gür, Kır gibi. Kur-usağı, KorIşığı, Kor atalı, Kor soylu demek için Kor-si, Kur-ti gibi çoğul eki alması gerekir.
Şunu demek gerekir, Kürt olmak, insanı başka bir ırktan yapmıyor.
Sümerler gibi Şaman kültüründen olduklarını ayrıca belirtmeye gerek yoktur.
Bağlama ve davul zurna çalan bir kültürün içinde oldukları açıktır. Zaten bağlama
çalanlar atadan kardeştir demek için müzikoloji bilmek gerekmez.
Daha ötesi, Kürt adı ırksal bir tanımlama değildir. “Kor atalı”, Kor’lardan
olmakla, asker yurdu Herat (Korat, Kuret) ve Horasan’dan gelmiş olmayı ifade
edebilir.
Malaz-Girt içerisinde var olan Kürt Milis’i veya Korata Milisi, ataları gibi
yürekli olmayı, Horasan’dan kalkıp gönüllü olarak Haçlılara karşı bir bayrak altında
savaşan Kor yürekli yiğit insanları tarif eder. Bu özellikteki insanların bir tek
düşmanı vardır, o da tarih boyunca aynı tefeci sermaye çetesidir.
97
Lazca – Sümerce- Türkçe - Latince - Farsça Gramer Bağları
Lazca, Ulu-Oz, Ulu-Işık, Sümer Tanrısı LAZ’ın dilidir. Türk dillerinin ilk
mayası gibi görünmektedir. Bu nedenle en eski Oğuz Türkçesi Lazca’dır diyebiliriz.
Lazca’da çok sayıda Erzurum şivesiyle örtüşen sözcük vardır. Anımsayalım
Erzurum, Cunni Mağarası kaya yazıtları Ön-Türk Tamgalarıdır. Adeta, Kaşgar
dağının iki yamacındaki dillerden biri, diğer yamacındakiyle aynada simetri gibi
durmaktadır. Örneğin:
Lazca “bu”: ham, am mu.
Erzurum'da “bu”; aham, aham mu, am bu.
Lazca, “bu ne”: Am mu yen?
Erzurum’da: Am mu ney, am mu niy?
"Ne" soru hecesindeki N ‘yi, ortadaki bu sesi ünlendirmeye dikkat!
Lazca'da önden E sesi alarak; "(y)en" olmuş!
Erzurum’da ise arkadan E sesi alarak; "ne(y) olmuş!
Sanki N harfini Latince EN, Türkçe NE olarak ünlendirmek gibi, aynada
görüntü vermektedir. Örneğin, Ardeşen’de Dursun Ali, Erzurum’da Ali Dursun.
Birinin ön eki diğerinde arkaya geçiyor.
Erzurum diliyle İngilizce bile akraba çıkmaktadır: Erzurum’da kabaca
söylenen “hayır”; dı get! Breton dilinde hayır; ket! Bu nedenle Erzurum yerel ağzını
bilmek antik analizlerde çok önemli görünüyor. Daha önemlisi Lazca, Lat dili, bütün
dillerin altında çıkıyor!
Lazca Gel; mohti; Uma Oğ-si, yani “ışığım ol”, ışıklandır beni, ışık gibi gel!
Işık gibi içeri girmek, koşarak yürümek, yani çağrıldığı yerde ışığını/suretini
göstermek!
MOHTİ/Meğdi/Mehti: Geleceğine inanılan kurtarıcı.
Mehdi/Mhti Okhuz, Antep Zeugma’daki Oğuz atasının adı. Her iki yörenin
adı da Oğuzeli’dir. Mozaiklerde resmedilen Oğuz Kralı Laz MOHTİ OĞUZ’dur.
Lazların eski adı olan EYZİ, Oğuz ile sesdeşdir. Kuzeyli anlamında, Eksi
Yön’den Eyzi/Eksi/Oğzi olanlar. Sibirya’dan, kuzeyden gelindiğinin ten, göz ve saç
rengi belirtisi de vardır.
Laz dili, ilk çocukluk çağı konuşması gibi, “Kim yaptı, Ben yaptı”
şeklindedir.
Geldim; 'ko-mopti' (ko-mohti)
Gittim; 'men-dapti'; ben yol deptim, Ben dep’ikledim, topukladım,
yürüdüm…
Gezdim; 'ko-gopti.'; ipini koparmış, “kop da gel”, yerinden kalkıp yürümek,
kopmak, çocuğun “ben içti” demesi gibi, “ben kop-ti”.
98
Karadeniz’de yaşanan tufandan sonra halkın Mezopotomya taraflarına
gittiğinin belirtilerinden biri de, Sümer tanrı adlarının burada yer ve dağ adı olarak
var oluşu gösterilebilir. Hatta Kibele’nin diğer adları LAZ/ LAT, HOPA/Opa,
HEVA, Atina vb isimler burada bulunur.
H.Tarcan, Kazım Mirşan’dan kaynak göstererek, “Oğuzlar, Anadolu’daki ilk
Türk kavmidir” der:
“On-Atalarimiz, bu denize, Yunanlilardan çok sayıda, binlerce yıl önce OQOZ ULIQ KOL demişlerdir.OQ-OZ, ''Tanrıyla özdeşleşmiş OQ'lar, OQ halki
demektir. OQ'lar ise, Anadolu Türklerinin Ön-Türk gurubudur.
TRABZON kentinde AYA-SOFYA kilisesinin içindeki yazılar da ÖnTürkçedirler. Bu yazıların, ''eski Grekce'' oldukları iddia edilmişse de asla bu dille
okunamamışlardır.
Istanbul'un tarihteki ilk adının OY-OG olduğunu anımsatıp, birkaç LAZCA
kelime veriyoruz: (İlki Ön-Türkçe , ikincisi Lâzca'dır, anlamları aynıdır.)
ËM AT = med ma...
ËS AT = sed si...
OQ ËM = him...US
UQUV=sima…
...
AT-UCUVA = tkva...
OQ OYUNU = hini...”
Burada Kazım Mirşan, Lazca ile Türkçe’nin aynı kök hecelerden oluştuğunu
ve bunları yer değiştirerek konuştuğunu saptamaktadır.
OQ-OZ ULIO KOL; fonetik açılımında Oğuz Ulu Oğlu demektir. Oğuz
Ataları!
Kazım Mirşan’ın işaret ettiği gibi, İstanbul’un ilk kurucu halkı da Kaskai
Oğuz halkı olmalıdır ki Bizans kralı Adrianus’un parasında da BAZİLEUS yazmakta
olup bayrağı hilal-güneştir.
Laz halkının kemençe ile bağlantısına bakarak diyebiliriz ki Giresun’a kadar
bu sınır devam eder. Bölgenin önemli merkezi olan TRABZON şehrinin antik
adlarından biri ELİZON’dur. Açarsak, İ’LAZ- AN, Laz Analılar yeri olacaktır.
Doğu Karadeniz bütünüyle antik HATTİ bölgesidir. Açılımında Amca’lar,
Ata’lar, yani güçlü atalar, şeddeli halde ATA vardır. Lazcada Amca; İTİ, çoğulu
İTTİ, burada belirleyici olandır. (Kerkin İtisi Mitridate!)
İti’yi şeddeli, “fortissimo” söylersek İTTİ olur. İtti, Atti, Hatti, aynı
sözcüktür.
Rize’de emice, amuca, şeddeli (fortissimo) haliyle Ammuca, Emmice’dir,
kısaltılmışı Emmi olur.
Antik ARİ sözcüğü Ur eden, Lazca BİR, AR ile sesdeştir. Var eden kadını,
Khari, Hari, sözcüğünü şeddeli söylersek HARRİ olur. Huri, Huri, Hourri burada
şeddeli halde, güçlü kadını ifade eder.
ZE-U-MA’da ortaya çıkan mozaik belgede adı yazılı olan MHTİ OKHUS,
Laz Başı’dır, Bazi-Leus’tur. Bugün Abazya’da bulunan SOHUM şehrinde adı vardır:
ZU-U-MA; SO-HU-MA’dır. Se Of Ma; Ma’nın oğlu. Eğer tamgayı sağdan
okursak, MA-O-Si, MAZ, MAD Oğuz, MED-İ OĞUZ olacaktır.
99
Türkçe’de sesli harf araya girer, yazarken bu harf düşse bile mutlaka okunur.
Zeugma mozayiğinde MHTİ OX yazabilir, steno yazısı gibi kısaltılmış olabilir, ancak
okurken açarak okunur, kelimeler iki heceli hale getirilir ve sesli harfleri eklenir.
Örneğin STR harfleri İŞDOR’ın sıkışık halidir. Önde veya arkada yer
alabilir. Önek olduğu zaman Str-abon, arka ek olduğu zaman ise heceler DOR-İS gibi
yer değiştirir, Amaz-tris olur.
Bu dil en eski Oğuz dilidir. Oğuzeli adı ile bilinen yerler, muhtemelen ilk
yerleşim yerleridir. Rize Kaçkar Dağlarını ortalayan, Hopa, Rize, Artvin –Yusufeli Fırtına Vadisi – Torul – Kelkit bölgesi ve bunların sahilleri Oğuzeli’dir. Örneğin,
Çamlıhemşin’de Dor atına Oğuz Atı denir.
Lazcayla ortak bir sözcük: “İşte”
Lazca, işte : Aha… (Sözün önüne ek!)
Türkçe, işte: Aha…. (Sözün arkasına ek!)
Erzurum’da; Aha, Aha neya.
Rize’de; Habu, aha bu.
Lazca küçük çocuk; bere-pe
Peri-bi; "yeni bir ışık" anlamında. Güneş kültü içinde bir tanım.
Türkçe'de "Bi Peri" diyelim; anlam aynı oldu!
Yunanca'ya gidelim; Pi Peru-mu... (Perisiz demiyor, bir peri diyor. Esmer
güzeli kızı tarif ediyor, kara bi-berim diyor.)
Türkçe genç kız tarifi: Ay parçası, ayın ondördü gibi güzel!
Lazca “nana-ckimi”; anneciğim, “ciğim” ekinde bize bir ipucu verir;
CKİMİ=CİGİM.
Lazca “nana”, anne demektir. İ’NANA ise bildiğimiz Kibele’dir! İnana’nın
Hey Nana olması muhtemeldir; Ulu Ana demektir. İNANNA içerisinde NN
çiftlemesi ise vurgudur, değer artırıcıdır.
Nana, İngilizce günlük dilde “anne” demektir; İngilizce’nin altındaki eski
Türkçeyi, yani Lazcayı, aile sözcüklerinde görebiliyoruz.
Burdur’dan Yörük Türklerin ağzıyla:
“Bak bi. Gedin hari, yen yun gon!”
“Bi bak. Hari gedin, yeyn, yıhayn, goyverin!”
(Hari, hadi gari; İngilizce acele edin; hury!)
İlk harfi/heceyi yer değiştirme, “aynada simetrik sesler”:
Sema – Esima –Esma (Esi-tauna, Estonya dilinde kız adı)
Şaman –Osoman –Ottoman /Osman
Manas-Asman(Asuman, Osman)
Uruma -Roma
Sitanboli –İstanbul
Recep – İrecep
Dağ-İda-Ada
Di-İdi
Maz-Amaz -Abaz (Maz; MA-isiği; Moisy)
Ma - Oma –Uma (Maye, O’Maye; yazarın adının yerel ünlenişi)
100
Karsu- Akar-su, Karasu Nehri
Uygar – Yuğar/yığhar (Erzurum’da çamaşırı yıkanmaz, yuğhanır.)
Digor-İdigor (Digor; Kars’ın ilçesi. İdagor/Hadagor; Trabzon’un Çaykara
ilçesi)
Si-mer; İsi-mer, Zemir (İzmir)
Epey bi – Bi epeyi (Rize)
Şehr-i Dor – Dor Şehri: Kerkük
Türkçe ile simetrik akraba sözcükler hemen bütün dillerde görülmektedir.
Bunun nedeni dillerin başlangıcında tamga (kök hece) sistemi olmasıdır. Simetrik
sözcükleri analiz ederken tamgaları sağdan sola doğru okumak veya tamgaları önearkaya almak şeklinde düşünülmelidir Örnek:
Mer-su; Su-mer
Mersi; Farsça’da ve Fransızca’da teşekkür etmek. Fransa/France; Fer-anasi.
Per-si;Si-ber
Tina; İti-Ana, Ana-İti(s).Ata-Ana, Ana-Ata.
Tor-os (Tor-is) – Sitar (İştar, İsitur). Kub-istur-ya (Ereğli’nin diğer adı).
Maz-ti; Si-mas (Simaz, Sivas, Sibas…)
Mer-o; O-mer, Homer.
Tengri Ula/ Ulu Tanrı.
Sözcüğü yer değiştirerek kurduğumuz cümlelere devrik cümle diyoruz.
Tamgaları yer değiştirmekle aynıdır. Örnek:
“Epey bir söz saydı bana.”
Rize dilinde: Saydi m(b)a epbeyi bi soz.
İngilizce: Said me a few words.
Türkçe, “bir çay daha”. Özbekçe, “daha bir çay”.
İngilizce’de “To be” (olmak) temel fiiline karşılık, Rize’de, “bi dur, bi gel,
bi yap, bi ol, bi de…” emir fiillerinde, kuvvetli istek halini veren “bi”, sona
eklendiğinde “be” olur; “dur be, gel be, yap be…” gibi.
Zekâ’nın güneş kültünde açılımı: Ana-us; Esi-ana, Si-un, Zihin.
Zihin; Zi-in, esiğ-ene; ana ışık. Latince zekâ; Na-us, ana us, ana ışık.
Sin, Sun (güneş); Si-ana; ana ışık.
Arapça Zekâ; İse-aka; okka ışık; ışığın cevheri.
Allah: Farsça (ve Rize’de) Ella, Azerice Ella, Ön-Türkçe Ulla (Tengri Ula),
Yunanca Hellas (Ulu-oz), Eski İngilizce Alles.
Fi sayısını bulan Fibonacci’nin anlamı: Sayı anası, sayı deryası; Epey
bi’onassi. “Few be”; fibi.
Fonetik açılımı: Epey bir (few be) - çok bir; “çok sayıda bir”, “çok bir
deryası”.
“1-2-3-5-8…” Fibonaci sayılarının gizeminde Kibele, yıldız ve güneşi
bulabiliriz. Kibele ÜÇ’tür; Ayın 3 hali üçlek Tanrıçadır, Rahmin üçgen olan şekli
onundur, ve Üç Nokta onun belirtecidir. (Gordion duvar resimlerinden.)
GÖK TANRI tektir, onun sembolü güneştir. Üç’e üç tane bir ile ulaşılır;
Gök-toprak-Su birleştiğinde. Toprak ve su birleştiğinde bereket URU; Uran, ürün
101
başlar, bu bereketi veren Gök Tanrı, Güneş’tir. O, A-tina/tauna/ata-ana’dır. Bir
olandır ve dişildir, üreyendir, Ar/Ur olandır.
Lazca bir sayısı: AR. Diğer sayılar ondan üremiştir; ciar, suor, vb. (İki-ar,
Ucu-ar)
1+1=2 Eşit iki sayı birleşir aile oluşur; aile kutsanır.
2+1=3 Birleşen iki şey mutlaka ürer; üçlenir.
Kibele üçlek ve üçgendir. Ben, Sen ve O; Pan, Sin ve Oğ; Yeryüzü (Mu
apa), Güneş ve Gök, kutsal hayat üçgenidir.
3+2=5 Marsın sayısıdır. Mars, ERTE, ARTI yıldızıdır. Çopan, Pan, Zühre,
Dor, Sirius, Akyıldız, Sarı Yıldız, Mavi Yıldız, Kızıl Yıldız, Venüs, gibi çok adları
vardır.
Beş, insan bedenidir; baş, iki kol ve iki bacak. Beş sekizlik ritmin adı Türk
Aksağı’dır.
Fibonacci’nin 5 sayısındaki, artma/üreme/ UR olma’nın karşılığı, 2-3
düzümüne müzikte Türk Aksağı denir, bu da hoş bir tesadüf olmaktan öte
görünmektedir.
5+3=8 Işığını güneşten alan gezegenler ve güneşi simgeler.
Aydın ve bilgili, akıllı olmak, dört dörtlük HACE/günahsız, mükemmel insan
olmak kavramına karşılıktır. Pantus, Azerbaycan, Tahran, Sumer, Türkmen, antik
Filistin, Ürdün, Mu bayrağı, Selçuklu ve Osmanlı padişah ve paşalarının yakasında,
Türk polisinin yakasında ve Cumhurbaşkanlığı forsunda ortada yer alan ışık Şems’tir.
Osmanlı bayrağı 1844 Tanzimat (batılılaşma) hareketine kadar kırmızı zemin
ortasında sekiz köşeli yıldız, sağa bakan hilalin ortasındaydı. Kaldırılan sekiz köşeli
yıldız yüce önderimiz Mustafa Kemal tarafından 1923’de Cumhurbaşkanlığı
forsunun ortasına yerleştirilmiştir. 700 yılında Bağdat halifesinin sembolü de sekiz
köşeli yeşil çiçekti ve çiçeğin kenarlarından ışıklar açılırdı ki, ara ışıklarıyla
Cumhurbaşkanlığı forsumuzla benzerliği bir daha dikkat çekmektedir.
Kuranda Şems’e inananlar Allah’a inanmış kabul edilir. Hz.Ali’nin
sembollerinde hem beş hem sekiz sayısı vardır. Şems suresinde sekiz ayet vardır, her
biri Şaman-Işık kültürüyle örtüşen (güneşe, aya, yere, göğe, gündüze, geceye, insana
ve yeryüzünü ışığıyla donatana) sekiz öge üzerine yemin edilmektedir; suyu yeni
doğmuş bir deve yavrusuna bile vermemek için onu öldüren Samedi kavmi bu
yeminle Allah’sız (Yoğ-İda; İdasız) ilan edilmektedir.
Kafkasların ay tanrısı İştar/ İsi-Dor /Dor-us /Sirius açılımıyla Türk Işığı
anlamlıdır. Azeri halk çalgısı “tar” ve Türkmenistan çalgısı “du-tar/odu tar”, Pandu
ülkesinin çalgısı “si-tar”, Arap çalgısı zannedilen “odu/ud/ut” gibi çalgı isimlerinde
Dor ve Işık kavramları vardır. Pandora, Dambur gibi telli çalgılar da Ön-Türk
çalgılarıdır.
Tunus bayrağında Kibele’nin üçlek simgeleri, güneş, hilal ve hilalin
ortasında yıldız, kırmızı bayrak üzerindedir. Osetya’nın bayrağındaki yedi dağ
simgesi, Abazya’da, Acarya’da ve Ürdün’da yedi yıldız veya yedi köşeli yıldıza
dönüşür.
Buraya kadar yıldızlar belli bir düzene uymaktadır. Ancak, PAN’dan daha
büyük olan MAK/PAK (Beyuk, Buyuk, Büyük, Baug) ışığı, yani “güneş” 16
ışıklıdır.
102
A-Laz, Pe-Laz sözcüklerinde farklı bir ön ek analizi: İngilizce ile benzerliğe
dikkat!
Pelaz/ Bi-Laz; Bir Laz olan; “to be Laz!”
Mi-Las /Mi-let
A-Laz; Bi-Laz.
A-Maz, A-Bas; Bir Ay Tanrısı İstar/Maz gibi olan.
A-tina; Bi-Güneş
A-tana: Bi Güneş (A-dana)
A-fer-um; Bir tanecik fer/per’imsin. (Aferim sözcüğünün fotoğrafı.)
A; “en” olanı, bir/pir/bi olanı ifade için ön-ek görünmektedir.
Uygur’da kız isimlerinde toprak-su ilişkisi, Karız Kültürü üzerineyken,
Anadolu’ya gelindiğinde Güneş Kültüne giren, Kûb Ali/Kibele ve onun diğer adlarını
kullanan isimler öne çıkmaktadır, ki bu noktada FER/Işık/Demir kök hece omaktadır.
Demirin keşfi ve buna bağlı dilde fonetik sıçramalardan söz ederek bu araştırmamıza
ışık tutan Halikarnas Balıkçısı’nın bu saptaması gerçekten altın değerinde bir
saptamadır. (Işıklar içinde yatsın!)
Örneğin Çin’de yaşayan Sarı Uygurlarda bir kız adı; Suces. Su-cesi. Kayseri
türküsü “Gesi bağları” çağrışımlı. Suces, su kâsesi, su-kese; içinde “su sesi” olan. Su
gibi aziz olan!
Gramer olarak Latince ile Türkçe arasında en önemli bağlantı, hecelerin
simetrik yer değiştirmesi şeklinde görülür. Bu durum çoğu zaman Farsça ile Türkçe
arasında da geçerlidir.
Bu gramer yapısını çözmek için tamgalar/heceler sağdan sola doğru okunur.
Zekanın ulu ağabeyi Niğde’li Apollo-nius, bu yolla açıldığında, antik Niğde
bölgesinde Hasan Dağı adına ulaşılır. Niğde’ye adını veren de onun mucizeler
yaratan bilim adamlığı olmalıdır; Nao İde (Yeni Tanrı). Yeni Tanrı Apollonius’un
şifa yöntemleri tıpta ilkler içindedir, onun mucizelerinin İsa’ya atfedildiği söylenir.
Apo-ulu Ana-usi; Usi-ana Ulu-abey.
Usu-ana; Hasan, Husan.
Us-ane; Huseyn, Husen, Oz’an, vb.
Apollo Nius; Ulu-opa Ana-us; Abalı Hasan. “Aklın ulu ışığı”; Bilim adamı.
Ulu Apa; İlyapa; Kibele’nin diğer adlarından, Elif.
Anaus; Usi-ana, ışık anası, ışık kaynağı; Asan. (Kor-asan; Horasan)
Usi-ana; Zeyna, Ziğana, vb sözcüklere ulaşılır.
Apo-ulu; Ulu-abe; Uluğ Bey.
Işık kültürüne bir örnek de Gülnar’dan: “Yeter ki eğsiniz kararmasın”. Eğsi;
Oğ-esi; odunun ucundaki ateş. Rize’de yanmakta olan oduna “davli” denir, eğsi ile
benzer anlamdadır; dav-li; dağ-uli.
Lazca su; H’CAİ, açıldığında temel sözcüklerden biri olduğu görülür.
Telaffuzunda “Kac-hai” vardır; KAŞGAR’ın diğer söylenişidir.
H’cayi; Oğ-acei, Göğ esiği.
H’cai; çay, dere, su (sui). İskoçya’da “tea”, tsae, çay! Çay; Kackai/H’cai’den
gelen su’dur.
H’cai; Hace, haci, günahsız.
Müzikte, Latince olduğu bilinen notalar, aslında anlamlı bir cümledir:
103
DO-RE-Mİ-FA-SOL-LA; “Do-re Mi-opa İse-ulla”-Ti: “Ulu Işıklı, Ma
Apalı Dor” Sesleri.
İtalyanların atası Etrüskler, Tur/Dor kavmidir, onların dilinde Do-Re (Dor)
sesleri, “atalarımızın sesleri” olarak anlam bulması muhtemeldir.
Dor/Udu-are sözcüğünde bulunan iki hece/tamga, yer değiştirildiğinde, arutu/ART (sanat) karşımıza çıkar. Dore; Udo-are; Ar-udu; ART! (Tamgalar yer
değiştirdiğinde fonetik kaymalar oluşur, örneğin D sesi T olur.)
“Dor sesleri” tanımı, sanat sesleri olarak düşünülmelidir. Antik literatürde
sıfat olarak Dorlar, Moisi/Muzi/Maz (Ay Tanrısı İştar/Esiğ-Dor’a inanan Kafkas
İberyasından gelenler, Amaz-on) müzik sanatıyla uğraşandır. Dor sanatı bütün
sanatların anası kabul edilir.
Sol-La seslerine karşılık gelen, So-Ulla, tersten okunduğunda Ulu-os
(Laoz/Laod/Lat) oluşur. Uli-os, İtalyanca güneş/soli karşılığıdır. Lao-İs; Çin’de Tao
tanrısının adıdır.
İtalyanca “poğaça”, fogacia; Boug-Ciya, büyük kıvılcım, büyük esiğ, büyük
ışık. Büyük ateşte pişen, fırında pişirilen, anlamındadır.
Latince Fokus; Fog-us: Ocak. Büyük (boyuk, fog) ışık (us).
Antik tüm Kafkasyayı içine alan Doğu Karadeniz’in adı olan Kolkhis,
örneğin Gürcü dilinde “halk”, fonetik açılımında GOL-HİS, iki sözcüktür, ikisi de iki
ayrı heceden oluşmuştur.
Gol: oğul, oğ-uli (July, Jül), kul, köl, gül.
His; Ğiz; oğ-uz
Goli Ğiz; Oğuz Oğlu
Issıg Gol “altın adam” üzerinde bulunan tamgada da okunan Oğuz Oğlu’dur.
Bu tür “ikişer heceli iki sözcüklü ad koyma” şekli Türkçe’nin temel yapısı
olarak karşımıza çıkar. Son hece soy bağı verendir, çoğunlukla IŞIKTAN
ÜREYENLER anlamında, ışığı, soyu kavramı veren US, İSİ, İZ, OS gibi S temelli
hecedir.
Sadece Lazca olduğu zannedilen isimleri açtığımızda aslında öyle olmadığını
görürüz:
Arte;"bir ışık": Arat, Erat, Artı, Arte-mis!
Şana; mutluluk tanrıçası, aynı zamanda alyans: Işık Ana, Suna, Seyna.
Tanura (gün doğumu): Tan Yeri, Tennure/ Nur-ten, Zinnur/ Nur-Sin
Loya (tatlı): Ulu-ay, Hulya, Ay-la
Irden (büyüyor): Erten; Tan yerinden ur olan, ışık oradan büyür.
Tenda (ışığın kız kardeşi); Tan-ata, Ata-dan (Almanca Tante; teyze)
Tutaste (ay ışığı): Dudu İsta(r), Işıtor Didi, Büyük ışıtan.
Gubaz (bir Laz kral adı): MS.405’de Hıristiyan olan ilk Gürcü kral, Yobaz!
Teona (ışıklı yer); Ata-ana. Güneşin doğuşu. Doğu ana, Doğan. Niğde antik
Tuana.
Lazların Rize’de yerel adı Mohti’dir; Meğdi, Mehdi, Medi, Mete; büyük
kurtarıcı demektir. Tarihin en büyük kurtarıcısı olan Büyük Bedri’nin Antep
Zeugma’daki adı MHTİ-OKHUS; Oğuz Mehdi’dir. Yanındaki Vadili Hüzünlü Kadın
mozayiği PAR-TUNE-OPA (Fırtına Aba) ise bizim FIRTINA Vadisine adını veren
104
Oğuz kızı başkadın savaşçı ARİADNE (Er-hatune) Abala’dır ve Bala kalesinde de,
Atina’da da adı vardır. “Tiche” (Atik, Hatuka), Talih tanrıçası da odur.
Susalı Artemis’in diğer adı olan HOPALİZİ/ Laz-Opo, Rize’de “Akıllı ve
güzel Laz Kızı” anlamında Lazopo’dur. Antik Opo/Aba sözcüğü ise, güçlü Amazon
ablalar içindir. Bu bağlamda, Rize Potomya, Opo-Dam-ya, “Amazon ablaların damı
(evi, şehri)” görünmektedir. Burada, iki nehrin getirdiği sellerin doldurduğu
körfezde, toprak altında kalmış bir şehir olması muhtemeldir. Ancak yenilgi
yıllarında Romalıların yerle bir ettiği bir şehirden söz etmek daha doğrusudur. Burası
sadece OPO-DAMI adıyla bile en eski Oğuz yerleşim yeri olma özelliğindedir. Ki,
Potomya’nın yukarısında Kibele ve Ayane dağları vardır.
Hopa ve Ariheva en eski Lazca konuşulan yerlerdir. Şuşalı Artemis’in Hopalı
olması daha kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Hopa’da Makriyali semti bize denizle
ilgili bir başka sır vermekte, deniz savaşçısı Süvari Sümerlerin “bahriyeli” olduklarını
söylemektedir.
Hopa Lazcasında “Hopa”, güneşin olduğu yer, güneş şehri demektir. Bu
durum Hopa’yı Sümerlerin en önemli şehirlerinden biri yapar.
Sümerce “dod”; Dayı. Mitri Date; Bedri Dayı.
Lazca “dodi”; Büyük kişi. Mitri Date; Büyük Bedri! (Lazca Bedri; Mitri)
Zazaca “dade”; Amca.
Gur; Gür. Kor ile sesdeş.
İzi: Ekşi. (Eyzi, eksi..)
Ku; koy. (Rize’de “habuni yerine ku!”)
Sag; uşak, çağa.
Sig; sıkı (Rize’de “Habuni siki bağla!”)
Udi; Uyudu (Rize’de “uydi”)
E; ev (Rize’de “eu”)
Biz; göz (viz, visi, pisi…)
Arhavi’nin köylerinde tamamen Lazca konuşulur. Arhavi köylerinde eskiden
meşe ağacının etrafında bir sıkıntısı olduğu zaman kadınlar “mohti mohti” (gel gel)
diye haykırarak dönerlermiş, bir süre sonra geriye dönüp “va mohti va mohti”
(gelmedi gelmedi) diye dövünmeye başlarlarmış. Bu bir Şaman töresidir ve Mohti
Oğuz’a “gel” diye dua edilmektedir.
“Va mohti”, olumsuz hali, sözcüğün başına getirilen VAR’dır. Sondaki VAR
olumlu, baştaki ise olumsuzluk eki olacaktır, tıpkı Mert-AN, NA-Mert gibi.
“Hey Mantıvar” türküsünde geçen Hıdr-ellez duasında, “Mantı-Var’ın vakti
var” ifadesindeki PAN-Ti VAR, sanki Pan-ti Oğuz’u, yani Hızır İlyas’ı çağırdı, o da
geldi bereket getirdi der gibidir.
Göç Yollarında Değişen Sözcükleri Ailesiyle Buluşturmak
105
Birçok sözcük batıya doğru göç ederken orada oluşan diller içerisinde erimiş,
sonra tekrar batıdan gelerek dilimize girmişlerdir;“koç” gibi. koçari, koçeri, kacari,
acari, kaçkari, koçi, kuçi, koçbaşı, koç yiğit, gibi birçok anlamda kullanılan “koç”,
Oğuz kültürünün temel sözcüklerinden biridir. İngilizce koç; takım kaptanı.
Eskiden mezar taşları ve evin eşik üstünde koçboynuzu bulunurdu. Bununla,
“Bu insan/bu ev Tanrıya koç kurban eden Oğuz inanışındandır” mesajı verilirdi.
Şimdilerde, takım kaptanına İngilizler gibi “koç” diyoruz.
İngilizce’ye geçip oradan bize dönen sözcüklerimiz gibi, Arapça’ya geçip
oradan İslamiyetle birlikte bize dönen “Allah, Kelime” gibi pek çok sözcüğümüz
vardır. Araştırmacı yazar M.Ünal Mutlu “Dünya Uygarlıklarında Türk Dili ve
Kenger Uygarlığı” (İstanbul 2007) adlı kitabında buna çokça örnek vermektedir.
Kaşgari Oğuz lehçesindeki “ksi”, “hsi” ötüşlerinin birbirine nasıl geçtiğine
anlamaya çalışalım. Erzurum ve Rize şivesinde bir ortak ses vardır, “gel, kesileyim
saa” derken yöre insanının g ve k harflerini aynı sesle, ç-c-s arasında çıkardıklarını
duyarız. Tıpkı İngilizce “gmail” söylerken çıkan g (ci) sesidir. Bu ses ön dişlerin
birleştiği noktada çıkartılır ve yine diş-dil ucu arasında çıkan c-s harflerine geçişli bir
sestir. Eğer Kimer yerine Gimer yazılsa aynı ses olacaktı. Böylece, Gimer-Simer
arasındaki fark çok azalmış olur.
Şimdi aynı fonetikle şunları okuyalım: Kimmer, Kemer, Kenger, Kingar.
Eğer bir küçük çocukla konuşuluyorsa, “gel” derken g harfi c-s gibi ve hafif,
vurgusuz çıkartılır. Sevgiyle söylerken ses ince ve hafiftir, o zaman “sh” tınısına
yakın bir ses olur.
“Sümer” derken, tıpkı Çince veya Japonca’da duyulan, fısıltıyla
konuşuyormuş gibi “hsh” sesini duymak mümkündür. Eğer bebeği severken söylenen
Rize nazlatmasındaki yerel sesi biliyorsanız, bu sesi anlamak kolaylaşır:
“Kishûm kishûm kishmânâ…” (Kızım kızım kızmana).
Şimdi Hüseyin yerine “hseyn” der gibi, Sümer yerine “hsmer” ötüşü vermeyi
deneyelim; arada fark kalmayacaktır.
Harflerin fonetik algılanış biçimleri aynı sözcüğü farklı yazılışa götürür.
Örneğin, araştırmacı yazar M.Ünal Mutlu’ya göre “TÜRK” sözcüğü eski dillerde
şöyledir:
Tur (Sümerce), Tör (Eski Türkçe), Tar (Hatti, İskit), Taaru (Tofalar
Türkçesi), Dörök (Macarca), Tork (Ermenice), Terek (Ön Türkçe, Uygurca),
Turgan (Hakasça), Tur (Etrüskçe), Tor (Dravca), Tur (İskitçe/Sakaca), Tura
(Çuvaşca), Tura, Turo (Etrüskçe), Baga-Tur (Ön-Türkçe), Magu-Tur (Macarca).
Değişik kavimlerde Türklerle ilgili kullanılan sözcükler:
(M.Ünal
Mutlu’dan)
Turuschka (Sank.), Tureski (Rus), Tursikina (Etr.), Turski (Sırp), Tursci
(Latince), Tuscus (İtl; Toscana şehri), Truscus (Etrüsk), Etruscus (Etrüsk), Turksu
(İskit/Saka), Turco, Turca (İtalyanca), Türk (Hz.Nuh’un torunu), Otra (Ön Türk),
Turia (Truva), Tur (Grekce), Turs (Etrüskler), Tura (İskitler), Tur (Farsça), Turan
(Türkler), Tirhen (Turhan karşılığı Etrüskçe), Türkü (Tanrısal ses), Tur Dağı (Hz.
Musa’nın ilk çıktığı dağ), Türbe (Kutsal yer).
106
Antik şehir isimlerinde geçen POLİ sözcüğü üzerinde biraz çalışalım: P,V,F
geçişli harfleriyle analiz edelim:
Fol/ Foli /Puli /POLİ
Voli/Veli (Beli)/Vali/Vala
“Poli”yi anlam olarak açalım; yumurtaların yatırıldığı “fol-luk” gibi,
insanların toplandığı, hayatın canlandığı lob/merkez gözümüzün önüne gelebilir.
Rize'de civcive "puli" denir. Kız bebeği severken ona Rize’de "puli”, Trabzon’da
“fuli" diye hitabedilir. İngilizce’de Poli Teyze masal annesidir.
İtalya'da TİVOLİ adında ünlü bir şelale çukuru vardır. Tivoli; si-foli, su-folu
(su yuvası, su çukuru, şelale).
"Çiktum dere yukari, buldum kuşun folini" türküsünde yine “kuş
yuvası”ndan söz edilir. İngilizce “fall” (ok.fol), yukarıdan aşağıya düşmektir, ki,
düşülen yerde dairesel bir çukur açılır. Bir bağlantı da İngilizce “valley” (çukur
vadi); vali okunur.
Güneş’i merkeze alan bir kültürde elbette güneş de fonetik yolculuk
yapacaktı; Sin Can/ Güneş Can.
K-S geçişli sesleriyle Sin-Kin olabiliyor. Kina; Çin’in diğer adıdır. Bu
analizimizde Kıta Çin’i güneşin ülkesi çıkıverdi. Kin, Kan, Kun; Gün. (Greyfurt’un
Rize’de adı Kinkan! Sincan!)
Rize şivesiyle güneş; cunesi, gün esiğidir. Fransızca Cannes/Kan
(Kun/Kın/Gun) ile sesdeş çıkıverdi. Akdeniz’in batısında yaşayanlarda beş sekizlik
ritim dahil pek çok Doğu Karadeniz işaretleri daha bulunmuştur.
“Alfabe” sözcüğünün Yunanca Alfa-Beta’dan geldiği zannedilir. Bir de
fonetik açılımına bakalım; F - P fonetik geçişlerinden yola çıkalım.
Alf/Alp; “Al apar, onu yükseğe kaldır” anlamında bir kısaltma.
AL; Ali/Ulu. Op/apa; ata, öğretici, büyük.
AL-P; Yüce öğreticinin A-Be’si.
Alfabe ile Arapça “Elif Ba” arasında da fonetik akrabalık vardır. Uli Op/ elif
(alp)-be(!)
Etrüsk’ler alfabeyi öğretirken üzerine şöyle yazmışlardı: “……F E D C B A”
“Tanrı adına başarılan zaferleri halka nakletme işaretleri!” (Haluk
Tarcan’dan)
Bu işaretleri sağdan sola sıraladıklarında okunan cümle bu idi.
Latin harfleri Ön-Türk tamgalarından doğduğunu ilk Kazım Mirşan ispatladı.
Mustafa Kemal Atatürk, yaptığı büyük Türk devrimi ile, Türkçeyi kendi ana
alfabesine kavuşturdu. Anadolu tarihinde adı geçen bir çok özel isim, Latin alfabeyle
yazıldıkları ve oradan Türkçe’ye taşındıkları için Türk insanına yabancı gibi
durmaktadır. Bu araştırmamız umulur ki bu yönde bir tartışma başlatır ve bundan
sonra antik sözcüklerin doğrusu yazılır.
Etrüskler kendilerine TURSİ’ler derdi. Tur Su olanlar. Anadolu’ya yağmacı
asker olarak geldiklerinde onlara hiç de iyi bir anlam yüklenmemesi gerekiyordu.
Anadolu Türkleri kendilerine Oğuz, Oz, Işık, Işığ vb. diyordu. Tursi’ye fena anlam
vererek DÜRZÜ denilmiş olması muhtemeldir. Romalı yağmacılarla işbirliği
edenlere de Dürzü diye hakaret edilmesi aynı nedenle olsa gerek.
107
Örneğin Gerger-Lice-Cünguş yakınında Abaza adında köy vardır. Bölge
antik Türkmen-Zaza/Dada bölgesidir. Bu sözcükler açıldığında bütün Bazileus
Uygarlığına ait sözcükleri, Işık-Güneş Kültüne ait kök heceleri buluruz.
Antik Kırım’da Kerkin İtis, Maeotid/Mae Otis adları bize (İtis, Otis) Atasının
kim olduğunu söyler; atası Orkun, atası Umay/Maye olanların yeridir.
Harita’da okunan Kerkinitis (Eubatoria) adı bizi Mitridate’nin öldüğü yere ve
onun Orkun Atası ve Hubyar sıfatlarına götürür.
Haritaya Grek Kolonisi denilmesi haritanın batıcı gözle resmedildiğine işaret
eder. Atinalı ve Romalı Yahudi oligarkların buralardan vergi toplayabildikleri
dönemler olmuştur, o bakımdan, bu haritalara ad verirken koloni yaptıkları dönemi
anlatırlar, oysa asla orada yaşayanlar Yunan değildir.
Euxine Sea yazısı, Oğuzi-ana Suyu olarak açıldığında Karadeniz’in bir Oğuz
Denizi olduğunu anlarız. Romalılar, MS ilk birkaç yüzyılda kuzeyden gelen
saldırılardan çok rahatsız olduklarını yazar. Bu harita bize diyor ki, Taurca Tatar
halkı (Türkler), bilimevlerini yakıp yıkan haçlı saldırılarından Anadolu’yu
kurtarmaya geliyordu. Onlara karşı Kuzey Afrika’dan Kıpti/Roman getirip
Romanya’da bir set oluşturdular.
Mitridate’yi anlatan Roma kaynaklarında Doğu Karadeniz için Kafkas
Kapadokyası deyiminin kullanıldığına da rastlyoruz. Kap-Dogi-ya açılımıyla KAF
DAĞI-ya sesdeştir. Kaf-Kas-ya; Kafa/kap/kop, tepelik yer… Kop Oğuz-ya… Diğer
adı Sirkasya; Baş-Oğuz yeri…
Hititler’in İD Dünyasında Fonetik Yolculuk
Erzurum’da çok kullanılan “Di, ha’di, di gonuş, ne id’digin anlat, di bağam
(de, konuş, anlat), en çok duyulan di’yaloglardır. İD’li deyimleri vardır; “Ne idügi
belli değil”; ne ittüğü, ne iş yaptığı belirsiz.
Bu örneklerde, “yapmak, etmek” fiilinin kökü İD ve Dİ çıkar. Buradan,
“Kişiyi tarif ederken, ona ad/tanı veren özelliği yaptığı iştir” kavramına da ulaşırız.
“İd” fiili, İngilizce’de “edu”/idu-cation /eğitim olarak karşımıza çıkar.
108
Dikkatimizi çeken şu: Çoğullaştırılmış İD’den ortaya çıkan İDİD/HİTİT
kavramı.
Şimdi, eylemi anlatma hali olan Dİ’nin türevlerine bakalım:
Di, Did, Didi, Dido, Dodo.
Fonetik geçişli T, Z, C seslerine taşıdığımızda:
Tit, Titi, Tito, Toto
Ziz, Zizi, Zizo, Zozo (Zaza/Sasa)
Titi adını Nefer Titi’den biliriz. Nev-er/Nefer Tizi, Nefer Teze, Erzurum
şivesiyle, savaşan Yeni-er Tieze’dir. Peru’da ve Bolivya’da yerli halkın konuştuğu
“Keculi” dilinde teyzeye “tiyez” denir.
Erzurum Oltu’da bir İD köyü vardır. Sarıkamış’ta esir düşen Osmanlı subayı
Mehmet Arif Ölçen’in oğlu Ali Nejat Ölçen tarafından basılan “Vetluga Irmağı” adlı
anı kitabında sözü edilir. (age. Sh.23)
Can’ları ve uluları bol Anadolu’da, Ulu Analılar diyarında, uluların diğer adı
Aziz’dir. Aziz sözcüğünün fonetik geçişli sesleri, İsis, İdid olarak dönüşür.
Erzurum’da Aziziye, İdid-yeri açılımlıdır.
Erzurum’da, "Ne idiysin?" demek, “Ne yapıyorsun?” demektir. Kökü,
İDMEK'tir. "Ne İDDİN, Dİ"; söyle, yaptığını anlat. HİTİT sözcüğünün okunuşundaki
İDİD ötüşü burada duyulur.
Troya’nın ve Girit’in ünlü İDA dağı (İd-dağ) okunuşunda İD fiilinin
bağlantısı hissedilir; mitolojide, Hitit tanrıçaları ve en becerikli kadın savaşçıları
orada yaşardı, ünlü efsanedeki Sarı Kız orada yaşadı, erdi, Aziz oldu.
İngilizce’de DİD temel fiildir ve “the”(di) belirteci nesneyi ne id’üğü belirli
hale getirir.
Kaşgarlı Mahmut’un Araplar için yazdığı büyük Türk dil ansiklopedisinde,
“İDİ: Efendi (seyyid, mevlâ). Allah’a da İDİ denir” yazmaktadır; İda, Hüda’ya
dönüşür.
Mısır’da Kibele’nin adı İsis’tir. “Işığın ışığı” açılımıyla İsis, Aziz, Eziz,
Ases, Asos gibi dönüşümlere uğrar, hepsi de HİDİD/Hitit sözcüğü ile sesdeştir.
Si; is, iz anlamına da gelir; İs-is, Hit-is; Ata İzi, Ata oğlu anlamı bulur.
Hitit ile sesdeş sözcükler: Hitit, İdid, İsis, Ases, Aziz, Eziz, Atis (ateş).
Atis, Ateş; İda esiği, İda ışığı.
Did, Didi, Dido, Dada, Dade, Deto, Dad, Tat.
Didi, Titi, Sisi.
Sisi-uli/ulu sisi, sisili; küçük yılan, solucan. Sisi-ula, Sisila; yılan; Bilimin
sembolü.
Erzurum’da Erzurumlu ile eşanlamda kullanılan DADAŞ sözcüğünü burada
açabiliriz; DODO (en becerikli ve yiğit olan) anlamında durmak üzere, geçişli
seslerle devam edelim:
did, didi, dido, dodo/ dada, dada’os, dadaş
Dadaş; “Oğuz kültürünü en iyi bilen, onu yaşatan” anlamına da gelir.
İda, dağ tanrısı, İd köklüdür. İda, ada, ata, tao, dağ gibi dönüşümlere
uğrayabilir. Tanrı uludur, dağlardan söz edilirken “ulu dağlar” şeklindeki niteleme
ona tanrısallık verir. Ulu sözcüğü ise Türklerin temel kutsama sözcüklerinden başta
gelenidir. Hatta, Allah sözcüğünün kökeninde de Ulu görünmektedir. Ulu ile Ullu
109
aynıdır, ancak çift L sözcüğe kuvvet yükler. Alpullu, Midilli, Dodullu gibi yer
adlarında, Apollon, Apollonius gibi pek çok antik isimde “ullu” bulunmaktadır.
Hatta, ulu ile âli aynı sözcüktür.
Ulu ile anlamdaş bütün sözcüklerde ortak ses L harfidir ve bu harf “ I “dik
tek çizgidir. Arapça’da ilk harf elif, tek dik çizgidir, diğer Latin alfabesinde de Abe
ile başlarken, Alf(alp) ABE diyerek kutsama/ululama işlemi gerçekleştirilir.
Apollonius’a ait olduğu öne sürülen Ayasofya’daki İsa resminde (veya tersi),
sol kaşın üzerindeki 11 damgasının bir yara izi olmadığı, işaret olarak konduğu
üzerindeki tartışmaya bu noktada bir yaklaşım da biz getirelim: 11 çizimine “onbir”
olarak değil, “çift ll” (Ullu) ululama işareti olarak bakmak daha doğru yorum
getirecektir. Apa-ulli-naus içerisinde bu işaret vardır. Ulu atalar için dikilen ulu dik
taş /Dikilitaşlar, bir L çizer.
Ulu kavramı Çince’de de aynı şekilde karşılığını bulmaktadır. Örneğin, Li Şu
Cen adındaki bir Çinli kıza, hiç Çince bilmediğimiz halde “Sizin adınız Ulu Su
Can’dır, doğru mu?” diye sorduğumuzda “evet” cevabı alırız. “Türkçe’ye çevrilirken
Ulu Can-su olmalı” dediğimizde buna da “evet” cevabı alırız. Sucan/Cansu, tıpkı
Sumer/Mersu (Persi) gibi aynada görüntü verir.
Hitit sözcüğünün bugünkü karşılığı AZİZ’dir. Erzurum Aziziye, Bulancak
Pir Azizler doğrudan görülebildiği gibi, Asos, İsis, İsos gibi antik yer adlarında da
fonetik akrabaları olan adlar fark edilir. Ayrıca, Anadolu baştan başa ulu
erenler/azizler diyarıdır. Bu topraklarda vatan savunmasında ölen binlerce ulu/aziz
şehit burayı AZİZ Ülkesi/Hitit ülkesi yapmış görünmektedir.
Aziz adıyla örtüşen bir isim de Farsça veya Kürtçe olduğu bilinen Zaza
adıdır. Aziz ile simetrik durmaktadır. Kurd sözcüğünün açılımında yine, Kor-ida/İdakor, Kur-id/ İdi Gur, Di-gor vardır.
Hitit/ İsis/Aziz; (simetri) Sisa/ Susa/Zaza/Sasa. (Sasaniler, Zazalar, Azizler)
İsis, İdid; (simetri) didi, dede, dade, date (büyük, ulu, aziz), dat, tat!
Mitri-date/Bedri-Dede açıldığında karşımıza “Maod-uri Didi” olarak çıkar;
Aziz Maod-ri, Aziz Bedri olarak tersten okunabilir.
Uma-uri/ Ur-Uma (Uma’dan üreyenler) burada önemli sözcüktür, çünkü Ur
Uma Diyarı, Anadolu’nun diğer adıdır. Alevi inanışında, Cem duasında, “90 bin
Urum erenlerinin hörmetine, Horasan erenlerinin hörmetine” diyerek dua gönderilir.
Erzurum’da Horasan ilçesi vardır, İran’ın Horasan eyaleti ve Türkmenistan’ın
Horasan şehri ile aynı isimdedir. Afganistan’ın Herat şehri antik Horasan eyaleti
topraklarındadır.
Uri-Uma/Uma-uri ile sesdeş sözcükler: Mauri, Mar, Par, Per, Pir!
Persler; Par-si, Per-si; Mar soylu, Ma-uri ışığı/uşağı.
Pir Aziz; Per/Mer/Mar soylu Azizlerin genel adı olarak karşımıza çıkar. Pir;
Bir olandır.
Türklerin bilinen su duasıdır; “Pir ol, aziz ol, berhudar (per-hu-dor) ol, çok
yaşa.”
Rize’de yerel şiveyle söylenen bir cümleyi diğer şivelerde söylediğimizde de
bir fonetik yolculuk yapmış gibi oluruz. Örneğin, “Ne deyisun?”:
Ne diyorsun? Ne diysen? Ne deyisın? Ni diyon? Ne deyon? Ne diyesen? Ni
disen? Ni tisen? Ni diyin? Ne din?
110
Ne diyorsunuz? Ne deyonguz? Ne deysunuz? Ni diyonuz? Ni diysiz?
Benzeri…
Rize’nin kokulu kara üzümünden yapılan “Pepeçura”, Baba-Şıra fonetik
açılımında bile iştah açıcı durmaktadır.
Rize’de Nani-nani, nazlatma seslenişi, “Nenni” ile sesdeştir.
Rize Şivesinde Lazca’yla Ortak Sözcükler
Rize’de olup da İstanbul Türkçe’sinde bulunmayan ama Kaşgarlı Mahmut’un
ansiklopedisinde yer alan pek çok sözcük vardır. Benzer şekilde, Rize’de Lazcayla
sesdeş ve anlam birliği olan pek çok sözcük vardır.
Laz dili, Latince’nin altındaki Ön-Türkçedir, Etrüskçedir.
Laz sözcüğünün fonetik açılımında güneş kültünün temelindeki Ulu-Oz, UluOd kavramları vardır. Bu nedenle, Lazca en eski Türk dilidir. Sümer tanrıçası LAZ
adına da ulaştıktan sonra bu konuda tereddüt kalmamıştır. Bölgedeki bütün yerleşim
adlarının da Kibele inanışından isim almış olması görüşümüzü kuvvetlendirmektedir.
Hopaliti (Opa-Laz) adlı en eski bilinen Amazon kraliçe, Susalı ve Laz Opası
sıfatlıdır. Oflaz soyadına Sivas’ta da rastlayabiliyoruz.
Lazca’da bir sayısı olan “ar”, üremenin karşılığıdır, var olmak, ur olmaktır.
İçinde “LAZ” geçen yayla adları, haykırışlara ve antik tanrı adlarına bakılırsa
Lazca bütün dillere analık etmiş Ulu-Oz Tanrıçasının adını taşımaktadır.
Lazca sözlükten alınan aşağıdaki örneklerin dışında çok daha fazla ortak
sözcüğün olduğu muhakkaktır. Yazılı metinden fonetik karşılaştırma yapma olanağı
yoktur. Ancak burada yazılışlarına bakarak anlamları bir olan sözcükler seçilmiştir.
Örnekler:
Cerdel
Varya, balyoz
Vuuu, korkulu ünlem
Yaşik, sandık
Yengli Yuki, hafif, yenlik yuk
Yuki, uyku
Zifona, fırtına
Kakali
Kalasapi armudu
Likapa
Kuka
Kumburi
Huçeli, sinirli, huçe, sinir
Hurtuli, yemek borusu
Hoholi, dolaşık saçlar
Hoho, öcü
Horon
kuskuri
Kukuli
111
Kuncuri, kunzuli
Pipili
Kulunci
Lapaza
Lalaha
Lazika
Lom demiri
Livora
Lobya
Luturi
Mesel
Cacara
Koci, koç, yiğit, erkek (Kocari, Koceri, pek çok Türk lehçesinde ve
Macarca’da var.)
Capula
Cikinti (burun gibi ucu uzayan şey)
Tatuli
Tauna (ışıklı dunya, Kore dilinde var)
Kaybana
Timya; Nadir, tek olan. Kız adı. O’timya (Euthymia); Yunanca. Timea;
Macarca.
Tata (bebeğe otur derken)
Davli
Tit (çocuğa kızarken söylenir)
Dirvana, gökce güvercin
Kerizi, cheriz
Puar
Pontul
Portikal
Postal
Purti
Pupuli
Kurceli, harci
Kutavi
Feleng
Fodul
Feli
Fitil fitil
Fuşki
Evrensel Müzik dilinde Lazca kökenli sözcükler:
Tun, Tona (ışık, güneş): tonalite, tını, müzik sesi.
Tonika; Müzisyen, “tinika”
Jora, dora (güneş); Tar, gi-tar, si-tar, san-tur, pan-dura, cura.
112
Rize Şivesi Uygarlık Dilinde
Bilim ve Ütopya dergisinin Nisan 2006 sayısında kapak dosyasının başlığı
“Uygarlık Dili: TÜRKÇE”. Dergide, Dr.Veysel Yıldız’ın “Divânü Lügâti’t Türk ve
Doğu Karadeniz Şivesi” başlıklı çok ilginç bir yazı var.
Bebek nazlatmaları derlemeye başladığım Ağustos 2005’den beri, dilde
fonetikten yola çıkarak vardığım bulgular Veysel Yıldız’ın söylediklerini
doğrulamaktadır.
Sadece Doğu Karadeniz’de değil Karadeniz’i çevreleyen ülkelerde de benzer
nazlatmaların varlığını saptamış, müzik ve folklor dergilerinde yayınlanan
yazılarımda Rize’ye hasmış gibi görünen bir çok sözcüğün oralarda da kullanıldığına
dikkat çekmiştim.
Rize’de, örneğin at satın alana “atlandı” denir veya şişmanlayan çocuk için
“etlendi” denir. Atlanmak, Oğuz kültüründe önemlidir. Örneğin Konya’nın Atlantı
kasabası, tarihte at yetiştirilen yer olarak karşımıza çıkabilmektedir. Belçika’nın
“Atlandıgel” kasabasının açılımında da benzer bir durum söz konusudur; Atlandıgel/gil “Atlandı yeri”; At yetiştirilen yayla yeri.
Rize’de “miş” li anlatım hemen hiç yoktur, insanlar duyduklarını bile kendi
başından geçmiş gibi anlatır. Rize fonetiğiyle bir sözlük yapılsa, içinde MİŞ ile biten
fiil olamayacaktır, tıpkı Uygur Kaşgari dili gibi.
Dr.Veysel Yıldız’ın ele aldığı, Kaşgarlı Mahmut’un dil kitabında yer alan ve
Rize’de halen kullanılmakta olan sözcük ve deyimlerden bazı örnekler:
Açturdı: Açtırdı. (Kapiyi açturdi. M.M.)
Açuq: Açık.
Ang: Hayır, kesinlikle olmaz anlamında bir ilenç. (“Hayır, a ah” dediğimiz.
M.M.)
Angladı: Anladı.
Apang: “Eğer” anlamında; haçan.
Arqalandı: Destekledi. (Beni arkaladi.)
Artuq: Artık.
Arturdı:Artırdı. (On parayi bir para daha arturdi.)
Asturdı: Astırdı. (O bir adam asturdi.)
Asurdı: Hapşırdı, öksürdü anlamında “ansurdi”.
Atturdı: Attırdı.
Azlandı: Az olduğunu düşündü.
Bag: Bir bağ ot.
Balıqlandı: “Köl balıqlandı.” Göl balıkla doldu. Gölde balıklar üremeye
başladı.
Bıçturdı: “Er yıgaç bıçturdı.” Adam ağaç kestirdi.
Bıldur: Geçen yıl.
Biletti: “Ol biçek biletti.” O bıçak biledi.
Birle: “İle” anlamında, birlikte; bile.
Boyın: Boyun.
Çaruq: Çarık.
113
Çüvit: Çivit, çekirdek.
Ekiz: İkiz.
Ektürdi: Ektirdi
El: İl, ülke. El köyü, yabancı köy.
Endi: İndi.
Enük: Aslan yavrusu. “Köpeğun enuği”
Erük: Erik, eruk.
Etlendi: “Oğul etlendi.” Bebek büyüdü.
Etlig: Şişman kişi.
Etmek: Ekmek.
Etti: Yaptı.
Etturdi: Yaptırdı.
İsindi: “Men angar isindim.” Ben onu sevdim.
İştonlandı: İç donu giydi.
İsitti: Çorbayı ısıttı.
Kaçan: Ne zaman ki… anlamında, haçan.
Kaçurdum: Korkutup, uzaklaştırdım.
Kaçurttı: Korkutup uzaklaştırdı.
Kagurdı: Kavurdu.
Kandurdı: Kandırdı.
Kapturdı: Kaptırdı.
Kapuq: Kapı.
Karabaş: Kara kafalı. (Kara köpeklere verilen bir isim. M.M.)
Kaşuq: Kaşık.
Kaşuqladı: Kaşıkladı.
Kaşuqlug: Kaşıklık.
Kawuşdı: Kavuştu.
Kestürdi: Kestirdi:
-kı: Sevgi eki. Anaka, babaka, dayıka, halaka. Anacığım, babacığım...
(Attuka, Paçika. M.M.)
Kizledi: Gizledi.
Kizlendi: Gizlendi.
Koço: Boğmaca. (“Koço tutti”, boğmaca oldu. M.M.)
Kondurdı: Kondurdu. (Başina çiçek kondurdi. M.M.)
Konşı: Komşu.
Kozi: Kuzu.
Köpürdi: Köpürdü
Kudurdı: Kudurdu. Delicesine çaba sarf etti.
Kuluç: Gaga.
Maraz: Sara hastalığı.
Nelük: Niçin. (Neluk geldi buriya?M.M.)
Neng: Nesne. (“Nedir” anlamında, ney. M.M.)
Oldı: Oldu.
Öpdi: Öptü.
Öttürdi: Öttürdü.
114
Sa: Sen.
Salturdi: Saldırdı.
Sançdı: Bıçağı saplamak. Şiddetli acıyla ağrımak, sancımak.
Sanga: Sana. (Sağa deyirum. M.M.)
Sarmusak: Sarımsak.
Sogunlug: Soğanlık. (Soğanluk)
Soyuldı: Derisi yüzüldü.
Sökti, söktürdi, söküldi: Söktü, söktürdü, söküldü.
Süpründi: Süprüntü.
Süprüldi, süpürdi: Süpürüldü, süpürdü.
Sürtüldi, sürtündi, sürüldi: Sürtüldü, sürtündü, sürüldü.
Takturdi: Eti şişe geçirdi.
Taquq: Tavuk. (Tağuk).
Tarudı: Dar idi.
Tarunmak: Bir şeye sıkılmak. (Darlanmak)
Tawışgan: Tavşan (Tağuşanlar otlasın babanın sakalini)
Tavrandı: Bir işe başlar gibi yapmak. Davrandı. (O davrandı orağa…)
Tayak: Asa, baston, dayanak. Fideleri ayakta tutmak için dikilen kazık.
Tedi: Dedi.
Tengiz: Deniz
Terek: Raf. Kasketin siperliği. (Şepkamun tereği duz, var onda ayla yulduz)
Tikdi: Dikti.
Tiken: Diken.
Tirildi: Dirildi.
Tolı: Dolu
Toydı: Doydu.
Togdı: Döğdü.
Tulum: Silah (genel). (Sümerce, koyun derisi.)
Tutti: Yakaladı.
Tutuldi: Yakalandı.
Tutuşdılar: ”Olar ekki tutuşdılar.” Onlar birbirini tuttular.
Tüketür: Tüketir.
Tüzdi: Düzene soktu. (Çeyizini duzdi. M.M.)
Uçdı: Uçtu. “Er attın godi uçdı”; adam attan düştü.
“Adam atini pirakti, kodi duşti.” Bu cümlede, Rize’de kullanılan yerel “kodi”
sözcüğünün ikinci anlamıyla karşılaşıyoruz. “Kodi oğa beş odun” deyimi, başına beş
odun vurdu anlamındaysa da, deyim olarak “ona öyle bir söz söyledi ki onu mat etti”
anlamında kullanılmaktadır.
Uçurdı: Uçurdu.
Uçuzlandı: Ucuzladı.
Ugurladı (Ogurladı): Gideni yolcu etti.
Ula: Bozkırda yol bulmaya yarayan işaret. Horon oynarken “ula, ula”
komutu verilir.
(“Ola”; “Yönünü bana dön, sana bir şey diyeceğim” anlamında söze
başlarken kullanılan ilenç. “Ola, bak sağa ne diyeceğum. M.M.)
115
Unıttı: Unuttu.
Uşag. “Uşag neng”: Küçük olan şey. Erkek çocuk.
Uşaklug: Rahim yatağı.
Uwdı: “Ol etmek uwdı”; o ekmeği ufaladı. ( “Ağiran bacağini oğdi”. M.M.)
Ürkti: Ürktü.
Ürkütti: Ürküttü. (Birden korkutti, orkitti. M.M.)
Üşidi, üşitti: Üşüdü, üşüttü.
Yapturdı: Yaptırdı.
Yakturdı: Yaktırdı.
Yasiladı: Açıkça söyledi.
“Yansılamak”: Bir sözü taklit etmek. (Karşısındakini kızdırmak üzere sözü
taklit etmek. “Ağzumi yansiladi.”M.M.)
Yazuk: Yazık
Yenig neng: Hafif şey (yenlik şey).
Yeng: Yeni. (Yengi)
Yengdi: Yendi. (Adam oni yengdi)
Yerişdi: Büyüdü. Yetişti. (Boyi bağa yerişti. Yurudi bağa yerişti. M.M.)
Yettürdüm: Denkleştirdim.
Yigirme (yigirmi): Yirmi.
Yigne: İğne.
Yitti: Kayboldu. (İtti)
Yitürdi: Kaybetti. (İturdi)
Yogurttı: Yoğurttu. (Hamur yoğurtti)
Yonuldı: Yontuldu. (Ağaç yonuldi)
Yulduz: Yıldız.
Yutti, Yümdi, Yüzdi, Yüztürdi: Yuttu, Yumdu, Yüzdü, Yüzdürdü.
Kaşgarlı Mahmut’tan alınan sözcüklerde daha çok dili geçmiş filer
kullanıldığı dikkat çekicidir. Bu durum Rize civarında hemen hiç mişli geçmiş
kullanılmadan, olayları başkasından duymuş olsa bile dili geçmiş kullanarak anlatma
özelliğiyle örtüşür. Oğuz Türkçesinin bir özelliği de bu olsa gerek.
Yunanistan’da Ön-Türklerden İzler
Yunanistan’a MÖ.10.binlerde kuzeyden gelen Akhai/Sahil Pelasgo’larının
Ön-Türkler olduğuna dair izleri yaşayan Yunan halk şarkılarında görmekteyiz. Örnek
olarak, “La Alatsatiani” adlı türküde, Türkünün nakaratı Rize şivesiyledir ve
Türkünün diğer sözlerinde eski Rize şivesini ve üçlek sistemle üretilmiş sözcükleri
buluruz.
Macaristan’da, 2005 yaz tatilinde katıldığım Sultan Kutay Müzik Okulunda,
“Dünya Kültürlerinden” dersinde öğretilen bu türkünün, İspanyolca açıklamasında da
116
bu bulgularımızı doğrulayan açıklamalar vardır. Türkünün ezgisi, “Oy Giresun
kayıkları, hep geliyor kârından” türküsüne yakındır; aynı ezgi gidişlerini, aynı
tonaliteyi ve aynı 9/8 “karşılama” ritmini vermektedir..
1936’da Kostas Yannidis tarafından derlenmiş olan türkünün özellikleri
açıklanırken, “nakaratından anlaşılacağı üzere Asya Minör karakterindedir” diye bir
cümle yer alıyor.
“Aide, aide, gidelim bisim odaya”
(Hayde hayde gidelim bizim odaya)
Bu Yunan halk şarkısı hakkında verilen bilgilerden bir kısmını ve ne anlama
geldiğini görelim:
- “Asya Minör”. Kücük Asya/Anadolu kökenlidir.
- “İdiomo turco”. Türk karakterindedir.
- “Baile Karsilamas”. Beyli, şehirli karşılamasıdır. (Giresun’da gelin
karşılama..)
- “Alatsatiani”. Alacatı yöresindendir. (Çeşme Alaçatı ile karıştırılmamalı.)
- “… oriental, de microasiaticas mezcladas con la antiqua orguesis
Fyrrihios”. Orijinal antik Frigya (Hitit) bağlantılı derin Asya motifleri vardır.
- 9/8 ritmiyle “… la voz turca Zeimbekis..” . Türk zeybeği gibidir.
-“Acompanado…instrumento Mbuzuki…” Buzuki adındaki, bağlama/bozuk
ailesinden bir çalgıyla şarkıya eşlik edilir.
Sadece yapılan bu açıklamalar değil, türkünün Yunanca sözleri de Sahil
Pelasglarının Doğu Karadeniz’den, hatta Giresun’dan geldiğine işaret etmektedir.
Türküde geçen kimi Yunanca sözcükler de oldukça eski ağızla konuşulurken
duyduğumuz Rize sözcükleridir:
ke; gel.
pu; bu.
pi; bi, bir.
fi tepso; ayağıyla bir kere tep’sa, uzaklaştırsa, tepivirse
pu nase; bu nazı.
fi gomatin; bir koymadin ki!
Me lahrino pi peri mu ( sanki: bir perimsin, ışığım /biber-um)
Ke pu nase fi tepso, Alatsatiani (sanki:“Gel, bu nazı bi tepsen, ” Bu nazı
bıraksan!
Ke paroketha fi gomatin Panayâ (sanki: “Gel, hiç fer koymadın, Pan-aya;
Ulu Ay’a yemin ederim ki!)
Aide, aide gidelim bisim odaya (hayde hayde gidelim bizim odaya)
Türkünün son sözlerinde geçen “ahor” ise bildiğimiz ahur/ev olmalıdır.
Lazca “ahori”; ev.
“Ahora me ves y dices; quien es? no lo conozco, Alatsatiani…, Aide aide
gidelim…”
Sanki; Ahura mi diyecesun, esas (hesetten) hayınsın, no’lur konuşalım
Alaçatili...
Alacatiyani; Alaçatı-yönü. Ala-seti yöresi. (Alaseti; Ala şehir)
Sanki; Alacatılı bir kızı sevmiştir, türkü ona seslenmektedir.
117
Yunanistan’ın kuzeyinde halen kemençe çalınmaktadır. Burada buzuki (atası
bağlamadır) de çalınır. Benzer şekilde Türkiye’de, bağlama ile kemençenin yan yana
olduğu yer Giresun-Trabzon civarıdır.
Martin Bernal, “Kara Atena” adlı kitabında, Helen öncesi Atina hakkında,
Atina şehrini kuran Pelasigolar hakkında okuyucuyu yanlış yönlendirmektedir. Bütün
kaynaklarda Pelazilerin Doğu Karadenizli oldukları yazarken, yazar birkaç ses
benzerliğine bakarak onları Sami kökenine, Filistin/Pelastin’den gittiklerine
bağlamaktadır. Oysa, yukarıda görüldüğü gibi, öylesine bir iki ses değil, üçlek
sistemden sözcük üretmek dahil, cümleler halinde benzerlikler Doğu Karadeniz’i,
Kaşgari Türklerini göstermektedir.
Beri yandan, Pelazilerin Pelastin’e Troya Birleşik Anadolu ordularıyla
beraber gidişleri daha yakın zamana düşer; büyük Truva savaşlarından biraz öncesi
olmalıdır; Filistin’in orada Mısır orduları tarafından durduruldular ve şehir/düzen
kurma becerisi olan Pelazlar, Kıbele’nin becerikli kadın savaşçıları, Rize Kaçkar
yaylalarında öğrendikleri işleri orda da yaptılar ve Pelastin/Pulasatin topraklarına
kendi adlarını verdiler. Kurdukları şehre de Anapolis (Ana Folisi) denildi. Mitolojide,
Kıbele’nin duacı kızlarından Heva’yı Kudüs’e göndermesi, orada onu Adem’le
evlendirmesi bu öykünün bir diğer yönüdür.
Martin Bernal, kitabında tarih babası Heredot’u Pelazigolar hakkında yanlış
bilgi vermekle suçlamakta, “kafa karıştırıcı” demektedir. Oysa kendisi, Pelazların,
dolayısıyla Filistinlilerin ve Helen öncesi Yunanistan (ki Ön-Türkçe Ayhanistan),
yani İyon (Ay On) topraklarında yaşamış olan Akhailer/Sahil Pelazları’nın Rize
Kaşgar yaylalarından ve Asya Kaşgari boylarından gelen bağını kopartmak niyetinde
görünmektedir. Anımsayalım; Asya’da birçok Kaşgar Dağı daha vardır.
Türkünün bağlantısında geçen Panaya sözcüğü bir kutsal yemin ifadesidir.
Açılımında PAN-AY, ay tanrısı İştar üzerine, İyon ülkesini, Ay Önü’nü ışıtan tanrıça
üzerine yemindir, Anadolu kökenlidir. Rize’de Kaçkar tepelerinde sayısız Ayane
Dağı vardır. “Ay-ol, Kuzum”, Hilal Oğuz inanışıyla söze başlamaktır.
Bağlantının son sözcüklerindeki uyaklar “odaya” ve “Panaya” Türkçe
sözcüklerdir.
Selanik’in şehir ambleminde, antik sikke üzerinde başında koçboynuzu olan
bir kral vardır. Tıpkı Milas Oğuz beyi gibi, oğuz töresinden bir işaret önemli
ipucudur. Selanik şehrinin sahili Rum ve Yahudi mahallesi olduğu halde geri kalan
bütün şehir Türk mahalleleridir. Şehrin Türk mezarlığındaki mezar taşları yok
edilerek burada çok katlı binalar yapıldı.(2010) ancak eski Türk camileri ve yekpare
taştan üç basamaklı açık alan mimberleri ya kiliseye çevrildi ya satılarak Rum
evlerine yüklük yapıldı.
118
119
Türkçede Karız Kültürünün İzleri
Bilim ve Ütopya Dergisinin Ekim 2010 sayısında “Devlet Sürecinin
Türkçedeki İzleri” (D.Perinçek) başlıklı yeni ve bence önemli bir makale yayınlandı.
Makalede, Türk kültürünün en önemli töresine olan devlet kurma töresine dikkat
çekiliyordu.
Bu metinde dil çalışmalarımla örtüşen pek çok şey gördüm. Bu arada,
yazarın cevap aradığı birkaç sözcüğü de okurun araştırmasını istiyordu. Sözkonusu
sözcükleri ve metinde altı çizilen önemli sözcükleri burada bir kez daha ele alacağım.
Öncelikle, boy ve kavim adlarının, etnik adlar olmadığını, bir topluluğun
başardığı en önemli işin adıyla anılması şeklinde, kültürel sıfatlar olduğunu
belirtmeliyim. Örneğin, Karız Kültürü ve Demir(Sümer) Kültürü, insanoğlunun
başardığı en önemli iki devrimdir. Biri tarım devrimi, diğeri sanayi devrimi olarak
tarihe geçecek kadar önemlidir.
Sümer Kültürünün dilimizde nasıl bir gelişmeye sebep olduğunu bir başka
yazımıza bırakarak, burada Karız Su Kanallarıyla başlayan devrimin Türkçe’ye
kazandırdıklarından söz edeceğim.
Karız/Karus Kültürü, ad ve şan olarak “Karus”:
Karız ile sesdeş, geriz, keriz gibi su kanallarını ifade eden sözcükler
Anadolu’da halen kullanılmaktadır. Karız, sözcük olarak da Türkiye Türkçesine
yabancı değildir.
Karız su kanalları sayesinde insanoğlu hayatta kaldı, doğaya üstün geldi,
yerleşik düzene geçmeyi başardı, yani uygarlaştı. Bu nedenle, Uygar ile Uygur,
Uygur ile Karız birbirine yakışan sözcüklerdir.
Gördüğümüz gibi, burada ne UYGUR ne de KARUS etnik adlar değildir.
Bayrağında kadın ve erkek olan ilk ve tek devlet Uygur devletidir.
Yeri gelmişken; batı kaynaklı yazılarda, Uygur adının Doğu Türkistan
yapılması ve bayrağının mavi-beyaza çevrilmesi küresel hegemonyacıların tuzağı
olmalıdır diye düşünüyorum.
Uy-Gur ve Kar-Us sözcüklerinin içinde ortak olan KOR kök hecesi, iş
üretmekle, emek vermekle, kendi enerjisini toplayıp ona yüklemekle, “Var, Ur”
etmekle ilgilidir. Kar/Kor/Gur/Ur hecelerini bu tarihten sonra daha sık görmemiz,
hep onlar gibi iş yapanlara verilen sıfatlardan kaynaklıdır.
Kor gibi yüreği olan atalara; aklını, cesaretini ve yüreğini kullanarak
toplumun önünü feraha çıkartanlara verilen sıfat Kor’ata, Kurat olmalıdır.
120
Efes’te, Kuretler caddesi, Artemis anıt müzesinin önündeki yolun adıdır.
Ulu Kor-Ata heykelleri oradadır. Zafer takının üzerinde adı yazılı olan Mazeus
1.Mitridate, Mete Oğuz sıfatlıdır. Onun 6.kuşak torunu olan, Selçuk Arkeoloji
Müzesinde, musallaya uzanmış başını kestirmiş olarak heykeli bulunan Mete Oğuz
ise, 22 Oğuz boyunu birleştiren, 9 Oğuz beyine komutan olan, Eubatore
VI.Mitridate’dir, ki, halk arasındaki adı Bubiyar ve Hubyar Sultan’dır; Köroğlu
efsanesindeki Dor Beyi (Zor bey, HiZir bey) de odur. Azerbaycan’daki adıyla
Koçkoroğlu destan kahramanı da odur. Kendisinin ünlü Kır-atı ve Dor-atı, onun Kor
ve Dor atalı olduğuna işaret eder.
Kor-ata, Karus ile sesdeştir. Ulu Kor Analı olmakla anlamdaştır. Hali-Karnasi-os, (Halikarnas-os) sözcüğü bize Ulu Kor yeri olan burada bir Ulu Kor Anası
yaşadı demek ister, burası onun uş’oğlarının yeridir. Kimdir ulu Ana, Mis Erat (Kutlu
asker) ARTEMİS’dir. Kardeşiyle evli olmak özelliğindedir, yani kendisi güneyli
ARTA(Dor) olduğu halde, kuzeyli (EYZİ) “kardeş halktan” birisiyle, MAUTU-LE
ile (Mete-oğlu) ile evlenmiştir. Yani, 1.Artemis’in “kardeşi” olan Sümerdis’in
soyundan kuzeyli bir akrabasıyla, büyük dayısı tarafından birisiyle evlenmiştir. Batı
kaynakları “kardeş” kavramını bilmez davranıp, bu evliliği maalesef aile içi evlilik
olarak yazmaktadır.
Anadolu’ya Harezm (Hiva/Opa) bölgesinden asker olarak gelen
topluluklar, Karusi, Kursi, Koras, Kurat, Kürt, vb, Horas-an atalılar, Karız
kültüründen gelen benzetmelerle adlandırılmış görünmektedir. Hatta Akmenid
devletinin kurucusu 1.Karuş’un adında da bunu görüyoruz.(MÖ.550).
Hitit Güneş Kursu, 1975 yılında belediye başkanı Vedat Dalokay
tarafından Sıhhiye Meydanına konularak Ankara’nın simgesi yapıldı. Yanında
özgürlüğü temsilen geyikle remedilmiştir. 1995 yılındaki yönetim tarafından Ankara
simgesi cami ve kule ile değiştirildi. Güneş Kursu, Ankara Üniversitesinin de
sembolüdür.
Hitit Güneş Kursu’nun üzerinde üç nokta ve içlerinde artı işareti vardır;
İyilikle düşün, İyilikle konuş, İyilikle davran.
Yazar Halikarnas Balıkçısı, Akmenid kraliçesi 1.Artemis’i anlatırken,
Amazon (Hilal inanışlı) kadın savaşçılar için, “gittikleri yerde su kanalları açar,
toprağı kazar, şehirler kurarlardı” diye anlatır.
Karus adı sadece Anadolu’da değil, Güney Asya’da, Laos’da vardır.
Orada, başı üzerinde üç kat bulunan Üçlek Tanrıça heykelli tapınakların adı ANKORAS’dır, Karus-Ana ile sesdeştir.
121
Uygarlığın başladığı, yani insanın Tanrı dağlarındaki Kar Su’larını, oradan
indirip çölün altından kilometrelerce buharlaştırmadan taşıdığı, toprağa ve insana
Can verdiği yerin adı, Sin-Can ve Tur-Pan, bize bu eylemi sözcükle anlatır. Suyun
kaynak yeri olan dağa Tanrı adının verilmesine kadar, bütün isimler birer sıfattır.
İnsanın suyu tarımda kullanarak medenileştiği yani insanlaştığı bu yerin adı
“Uygarlığın doğduğu yer” anlamında, UYGUR’dur. İnsan bu dönemde yerleşik
düzene, Tüz’e geçti.
Ata Kültürü; Töre ve Tüz
Uygur’da, bu ilk büyük uygarlığı yaratan atalara, yani Karız’ı yapanlara
saygıyı temel alan bir ata kültürü doğdu, bereket duası için yapılan heykellerinde
ataları Uygur’daki atlarına saygıdan, çekik gözlü remedildi. Bu kültürü yaşatanlardan
Akmenid devleti gibi, İran merkezli, Oğuzanalı büyük bir devlet doğdu. Kurucusu
1.Kuroş (Karus) Karız atalı olarak tarihe yazıldı. Kızı ArteMis’den doğan AnatiKos
hanedanıyla SelevKos Asya Krallığı, oğlu SümerDis’den devam eden Midridat
oğullarıyla BaziLeus/Başoğuzlu İmparatorluğu gibi, Romalı yağmacılarla baş
edebilen büyük devletler doğdu. Bu devletler, Milattan önce Atina ve Roma
saldırılarına karşı direnirken birleşen Oğuz boyların kurduğu devletlerdir.
Karız kültürünü yaratan kavimlerin inanışına baktığımızda Gök Tanrı’yı
buluruz, sembolünde ay ve güneş vardır. Kor(Gur) ata kültürünün, tüzenin ve kültöre’nin sembolü iken, inanış sembolü ise Ay-seli, ayın Hilal halidir.
Onlar, atalarını güneşin oğlu kabul ederler, kendileri de onun soyundan,
uşağsı-oğulu-ışığı, ışığsı (isis, zeusi, zişi, itis, atis, aziz, idid, titi, atus, tiş) olduklarını
kabul ederlerdi. Gün, Kun, Kın, Hun, Kon atalıdırlar. Kon ışığından UR (Ar, Var)
olduklarını düşünürler, Sümer bilim evlerinde gök bilimi yapılırdı. Bilim ışığının
yükseldiği yerdi oralar. Göktaşları bile incelenirdi.
Atalar kültüründe, devletin kurucusu olan, en büyüktür, şehirler ve devlet
adını ondan alır, halkın BAŞI, OPASİ / BOZİ odur. Örneğin BAZİ-LEUS adında,
Ulus’un Başı denildiğini görebiliriz.
BOZOKLAR, anlıyoruz ki ordular toplayan, devlet kuranlardır. Parasında
Bazi-leus yazan, MeteOğuz/Mazeus 1.Mitridate (MÖ.305 Amasya) veya Selev Kos
yazan (MÖ.273 Milas) Oğuzlu devletlerine bakmakta yarar vardır. Kurulmuş ilk
devletleri Asya’da arama alışkanlığımızdan olmalı, Oğuzlu devletlerinin Bereketli
Hilal toprakları üzerinde kurulmuş olabileceğini aklımıza getirmiyoruz.
Aradığımız pek çok sözcüğü Anadolu Oğuz devletlerinin adlarında
bulabiliriz.
Örneğin, TUS, devlet kurmuş bir atayı ifade edebilir veya o atadan devam
eden soydan geldiğini anlatabilir. Kerkin-İtisi gibi. Anası veya atası Oğuz olmaktır.
Örneğin 1.Karus’un kızı 1.Artemis’in adı Odossi’dir. Örneğin Odesa’ya adını veren
oradayken ölen Orkun-atası, VI.Büyük Bedri’nin Kırım’daki adı Kerkin-İtisi’dir.
(MÖ.63)
Kerkin-İtisi VI.Büyük Bedri, dokuz Oğuz beyine ve 22 Oğuz boyundan
topladığı Bazileus askerlerine baş olmuştu.
122
Dokuz Oğuzlar, Bozulüs Türkmenleri, Bozoglar gibi isimler, bize onun
kurduğu Başoğuzlu İmparatorluğunun ipuçlarını vermektedir. Oğuz Eubatore olan
sıfatı, İtalyanca “kralların kralı” demek, Anadolu’da ise Dor Opası demektir.
Batılı kaynaklarda Başoğuzlu İmparatorluğunun adı Pan-tus diye geçer. Bu
da bir sıfattır; çoban-pagan atalılar diye küçülterek yazmak istediklerinden böyledir.
Büyük olan ata, büyük birleştirici olan, devlet kurucu Atası, Udusi, Duz,
Adossi, İtisi, vb ile bir kavmi adlandırmak, devlet kurucularını saygıyla anmak,
kavmin Opası olana, kadın veya erkek, anıt mezar (türbe) ve heykel yapmak, onları
Op, Up, en yukarıdaki güneşle eş değerde tutmak bizim ATA kültürümüzdür. Böyle
yaptığımız için, “Türkler atalarına tapardı” der batı tarihçileri, bizi asla bizim gibi
anlatmak istemezler.
Ata Kültürümüze saygımızdan, antik adlarımızdan biri ATTİ, HATTİ,
ETİ’dir.
BOZ-OĞ’lar, atılan ok değildir. Baş olanlar demektir. OS, Oğullar, çoğul
ekidir. Baş olanlar, yönetici hanedanların çıktığı boyları ifade eder.
Örneğin Bozok atası tarifine uyan MHTİOKS MİTRADATOY (MÖ.13263), adındaki son heceler, ATOY, Atosi diye okunur. Atası Mitra olan MHTİOKS,
Mete Oğuz’dur. Soyatası da içinde vardır; MİTRA Atalı, Mitri-adati
hanedanındandır. Atası Maz, Mez, Mautu, Mete, Mu-ata, Med’den Ur olan, Bed-ir
(Ay gibi) bir soydan gelmektedir. Hilal inanışlı olduğunu ayrıca bu sözcükten
anlıyoruz.
Araştırdığımızda, Mitridat hanedanının Azerbaycan ve Karadeniz’i
yöneten Oğuz beylerinin atası olan SÜMER-DİS’e varırız. Sümer Kültürü ile Karus
Kültürünü Anadolu’da devlet kurucu ve yöneticiler olarak Milat’tan önceki ilk
5.yüzyılda, birlikte görebiliyoruz. Bu noktada SÜMER “demir” kültürü içinde, kendi
baltasını kendisi yapan Amazon kadın savaşçı olmayı ve yılan zehirinden panzehir
ilacı yapmayı, tıbbın atalarını, Lokman Hekim’in el yazması kitabını (MÖ.63 Rize
Kalesi) görüyoruz.
Perinçek’in makalesinde belirttiği gibi, Bozokların sıfatları olarak sayılan,
Işık, Ağabey, Ak, Doğu, Sağ, Altın, Yay gibi kavramlar, tek tek açıldığında hepsinin
devlet kurucusu kavramıyla örtüştüğü görülür. Bu tanımların, Ata kültüründe ne
anlama geldikleri de bilinirse daha anlamlı olacaktır.
Devlet kurma töresinin Anadolu’da nasıl uygulandığına MÖ.1.yüzyıldan
örnek vermek gerekirse, kayalardan doğan bir imparatorluk diyebileceğimiz
Başoğuzlu İmparatorluğundan söz etmek yerinde olacaktır.
Anadolu’da, Sezar’ın gönderdiği Sula, Lukullus ve Pompey adlı Romalı
komutanların ordularıyla 48 yıl süren savaşlarda birleşip ordular toplayan bir Oğuz
Beyini anlatmak gerekir.
Milat’a yaklaşırken, artan Roma saldırıları yüzünden, büyük ordular
toplama ve büyük devletler kurma ihtiyacı artmıştı. Akdeniz’in korsanları,
yağmalarını Asya içlerine kadar uzattığı o yıllar, Anadolu’dan bilim adamlarını köle
olarak Atina’ya götürüp sattıkları zamandı. Oğuzlar daha büyük imparatorluk
şeklinde örgütlenmelere ihtiyaç duydular.
22 Oğuz boyunu birleştirerek, MÖ.109’da Kâhta’da (Işığata) imparatorluk
tacını giyen METE OĞUZ burada en büyük Orkun Atası olarak karşımıza çıkar.
123
Kızkardeşi Laodice (Lazika) Selevkos gelini olup, kral KalliniKos’un(Gelini Oğuz)
eşiydi.
Mete Oğuz’un ölümünde, Kırım Bahçesaray’da, öldüğü yere verilen ad
olan Kerkinİtis, onun en büyük sıfatını bize verir. Orkun/Kerkin Atası sözcüğü bize
bir şey daha söyler; sağdan okuyuşla Ker-Kin, Kenger Atası, yani atası Sümer
kültüründendir, diyor. Anımsayalım, Sümerler kendilerine Kenger diyorlardı.
(Sümerolog M.İlmiye Çığ’dan naklen)
Devlet veya boy adında İnanış belirteçleri:
Anadolu’nun kadim toplumlarında soy ata sıfatı yanında bir de inanış
sembolleri kullanılırdı; ay-yıldız, üç nokta, üç hilal, sekizgen tambur, sekizli veya 16
ışıklı Şems, gibi. Göktürk parasının arka yüzünde, dört köşede üçerli nokta vardır.
Timurlu ve Hiva (Harezm) Hanlığında da sembol üç noktadır.
Oğuzlu devletlerinin bayraklarında ana iki renk vardır; sarı ve kırmızı.
Kırmızı Güneşi, sarı (Sir’i) ise Ay’ı (hilali) ifade eder. Kırmızı, KOR-uma-esi, yani
Kızıl (Ogız-lı) olmayı ifade eder. Biraz daha açarsak, Huma’nın Akkor ışığı, Gün-es
olmayı tarif eder. Sarı, Sarı ay, ancak hilal (Lailahe, Ulu-ilah olan, Ulu’nun Oğlu
olan, Ulu Işıktan olan oğul) olmayı ifade eder. Dairesel olan NOKTA güneştir, hilal
olan AY’dır. Hilal solda, Güneş sağda olmalıdır ki, bu poz, Güneş’in tutulduktan
sonraki kurtuluş anını resmeder.
İnanış adları, boy adlarıyla karıştırılmamalıdır. Kadim kültürlerde, aynı
inanıştan olmak, ortak düşmana karşı birleşip bir devlet çatısı altında bulunmak için
en önemli faktördü. Hatta töreden çıkıp halkına ihanet içinde olan beylerle bağlar
kopartılır, yeni bir devlet kurmak için halkın emrinde olan bilge kişiler ataları gibi
davranır, yeni bir devlet kurarlardı. Mustafa Kemal bu geleneğin yakından bildiğimiz
son temsilcisidir.
Oğuzlularda, ata töresi ve inanış çoğu zaman birliktedir. Bu yüzden,
sömürgecilerin ilk işi onların arasında inanış farkı yaratmak olmuştur.
(Hıristiyanlığın doğuşu bu açıdan tartışılabilir.)
Türklerde Güneş, soyata (Işık-ata) bağını ifade ederken, Bereketli Hilal,
Kutsal Hilal, inanış sembolü olmuştur. Halk dilinde Hilal, Peygamber mührüdür.
Hilal sözcüğü Çin’de Şali, Anadolu’da Seli, Sili, Soli şeklinde karşımıza çıkarken,
Ural, Aral ve Kafkaslarda Luna (Ulu Ana) şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Ural/Aral adını bir daha ele alırsak, Çin’de, Tang hanedanı ile ilgili
söylenen Asina ve Hulara soy ve inanış adını burada yine görebiliriz. Asina; Sin,
ışığın oğulları sıfatını verirken, Hulara (Ulu’dan Ur olan), Lori, Ay ile anlamdaştır.
(Kürtçe lori, oğul demektir)
Kapadokya’da Ihlara vadisine adını veren kültür de aynıdır. Hatta burada,
Kapa-dağ yeri, kafası olan dağlar, açıkça görülür. Baş olmakla ilgili bir sözcük
olduğunu görüyoruz. Bir boya Baş olmak, Kap-lan gibi vasıfları olmayı gerektirirdi;
Luna inanışlı olduğunu ispatlamalıydı.
Selev-Kos Asya Krallığının adında ise Hilal inanışlı Oğuzlar’ı görürüz. Ay,
Ulu ana (Luna, Alan), “ışığını güneşten alan ay gibi” benzetmesidir. Alan adı,
Kafkaslar’da OSET halkının da adıdır. Kaf-Kos adında saklı olan bir sıfat daha
vardır; “En yukarıdaki, Kafa Oğuz” halkı anlamında. Buranın antik adı olan
124
SİRKOSYA adında, bu dağların tepesinde yaşayan halkın ZİR Oğuzlar (Azeri)
olduklarını söylüyor.
Ön-Türk dillerinde, her hece bize bir şey söyler
Ti: Si, Zi, İse, İde, Od, Udu, Utu, Ata, Esi, Eti.
Işık Kültürü, doğunun Tao/Doğu inanışına karşılık gelen kültürdür. Eski
Çin kavimlerinden Ti, adında Tia(Ziya), Işık olduğunu ve Tao (doğu) yönünden
olduğunu bize söyler. Ti-an (Tan), ışığın ana kaynağı ordadır, oradan yükselir; Sin,
Tin, Tan.
Kutsal ışık, güneş, tan yerinden, doğu’dan yükselir; Ti kavmi, Sin Tao
(Doğu Çin) civarından olmalıdır. Sin-Can, Tin Can’ların yurdudur.
Hu-axia:
Gök Oğuz açılımı vardır. Bu kavmin Han’lara karışmış olmaları normaldir.
Çünkü, Çin’in diğer adı olan Kina adında Kun görüyoruz. Bu sözcük bize diyor ki
Çin devletinin kurucuları Kun Atalıdır, KUNAT’tır. Kun, Hun, Han, sesdeş
sözcüklerdir. HAN kavmi olduğunu gösterir; kaynaşmak, bir olmak Oğuz ata
töresidir. Yoksa devlet kuramazlar, boyları bir arada tutamazlardı.
Çin’i 600 yıl yöneten Donk Hanedanı bu kavimden olmalıdır. Donk,
Farsçada suyun birleştiği yer, “tank” demektir. Karız kültürüyle bağı açıktır. Donk
hanedanıyla Mao Se Donk’un ata bağlarına bile buradan ulaşılabilir.
Kunat:
“Birbirine dayanan insan öbeği” şeklindeki bugüne çevirisi doğru
görünmemektedir. “Birbiriyle birleşip kaynaşmış insan topluluğu” daha doğru
olacaktır. YEKÜN, toplam, toplanmış birlik olmuş anlamıyla halen kullandığımız bir
kavramdır.
Bir sözcükte son ek “ at, id, is, os” olursa, kök heceyi çoğul yapar. Kunat,
Kunlar /Hunlar, örgütlenmiş ve birlik olmuş insanlar demektir
Kun-at’ın Türkiye Türkçesiyle karşılığı “güne-eş”tir. Kun-ata; Gün-ata,
Gün atalılar, Güneşin oğulları anlamı verir.
Uygur alfabesi gibi sağdan okunursa Ata-Kun, Ötü-Ken, Ti-Gin olur.
Göktürk prensi Kül Tigin; Di-gün oguli, Güneşin Oğlu!
Kun-ata, Kent kuranlara denilmiş gibidir. Düşmana direnmek, kendi
yaptığı şehirleri yıktırmamak içindir. Şehir yapmak, şehre set örmek, kale ile şehri
korumak önemlidir. Bu töreye göre, kalesi olan yerleşim yerine Kent deniyor olması
gerekir.
Kunat’ların kurduğu şehirlerden biri Taş-Kent görünüyor. Sümer Kenti,
Semerkant!
Semer-Kant, adı bize diyor ki, SümerDis buradan, kız kardeşi Artemis de
Şoşa’dan ordu toplamış olmalıdır. Şoşa, Kuzistan (Oğuzistan) şehri olup, Şuşalı
Artemis ile tarihe geçmiştir. Bir de Susa tabletlerinde Pisagor teoremi yazılıdır.
Şoşa adında Adosa sıfatını buluruz. Şus, Teus, Zeus adında da saklıdır,
buraların bilim yapılan şehirler olduğuna işaret eder.
125
Bkz.www-groups.dcs.stand.ac.uk/~history/HistTopics/Babylonian_Pythagoras.html
Me-dusa sıfatında bilim yapanları, yılan zehrinden panzehir yapanları bir
daha görürüz.
Üçok;
Us-Oğ, Usak, Us-Oğ, Sakalar, IŞIK’lar. Sağdan okunuşu Oğuz’dur.
Üçoklar içinde yer alanlar, kurucular olmayıp, koruyucu, kurtarmaya kopup
gelenlerdir. Kırım Türkleri, İskitler, antik dönemde hep Anadolu’yu yağmalardan
temizlemek üzere koşup gelen Sakalardır. Onlar Işık atalı, İsika-ti’dir; Işıklar’dır.
Karadeniz yerel Türkçesiyle “uşaklar” olur.
Kınık:
Kun-Oğ. Güneşin oğlu olmakla eş bir adlandırmadır.
Eğer Santos halkının Kınık boyundan olduğunu biliyorsak, antik Fethiye
Santos’da, kendilerini ateşe atarak İskender’e ve daha sonra da Brütüs’e sağ teslim
olmayan, ata kültüründe direniş olan bir halkı ifade etmiş oluruz. Kendini Kınık
boyundan göstermek böyle bir direniş kültüründen olduğunu söylemektir.
Kınıklar Kayı Oğuzları olarak bilinir. Osmanlı devletinin kurucu hanedanı
bu boydan beylerdir. Anadolu’da en fazla sürgün yiyen boy onlardır, nedeni
araştırılmalıdır.
Tus:
Atası, Odossi, Atis, İtisi. Tos, Tuz, Düz, vb. “Bir işi atası gibi güzel
yapan” anlamında, ata kültürüne ait ektir. San-tos gibi, Can-Tus, Canını atası gibi
feda edenlerdir. Çoğul ekini birlikte içerir.
Pan-Tus, atası Pan olandır.
Tus, Dos, Das, Deş olmak, ata töresini sürdürmektir. Dayanışmak, herkesi
kardeş bilmek kültürüne sahip olmaktır.
Oğuz beyi, töreyi, tüzeyi yazılı hale getirmek, unutturmamak için bir
TAŞ’a kayaya yazmak zorundadır. Bu nedenle “daş” ile üretilmiş pek çok atasözü
vardır.
Kar-deş, Karın-daş, atası bir olanları ifade ediyor. Ayrıca, diğer boyları
kendine kardeş kabul etmek de bu kültürün kavramıdır.
Söyleyecek büyük sözü olana, sözü dinlenen ulu kişiye Ate-us, Zeus, Teos
denirdi. Ulu kişinin ata kültürü gereği, bilim yapması onu Zeus yapardı. İzmir’de
Teos antik bilim evi bize bu sıfatıyla bir Oğuz Kültürü olduğunu söylüyor.
Zeusa/Susa iran antik kültüründe önemlidir. Kuzistan (Oğuzistan) Susa
tabletlerinde Pisagor teoremi yazılıdır. (bkz.
Ata Kültünde (Şamani) bilim yapmak tanrısal eylemdir, ışığın sırrına
ulaşmaktır, ulu ışığa yakın olmaktır, bu anlamda Allah’a yakın olmaktır. Bugüne
uyarlanırsa, Alevi kültüründe bilim yapmak ibadet etmektir. Anadolu’da
Hıristiyanlığın resmi din ilan edilmesiyle Sümer bilim evlerinin tapınak diye yerle bir
edilmesi bundan kaynaklıdır.
126
Atası gibi olmak, Aziz olmak, İtid, Hitit olmaktır. Azizler ve Azizeler
yurdudur Anadolu, o nedenle Hatuşa ülkesi, İsis, Hitit olmakla sesdeştir.
Kop etmek, Tüz etmek; Bir baş (kop, kafa) altında birleştirip atası (udüsi)
gibi düzene sokmak, hepsini bir kardeş kılmak. Dağınık boyları bir kop altında
birleştirmek, ordu kurmak.
Sir:
Sarı ay gibi olmak, Ser’ini yoluna adamış olmakla ilgilidir. BAŞ olmak,
ışığını ay gibi güneşten almak sıfatıdır. Hilal ile eş olmaktır, uğruna vatanı ve
buğdayı korumaktır. Hilal ile buğday birlikte, Kazak/Alaş dilinde BU-DA etmek, dua
etmektir. Sarı Hilal ile bağlantılı olarak, Sir-Kasia, Kaf-kasia birlikte düşünülmelidir.
Ser ve Kafa, ikisi de OĞUZ BAŞI anlamındadır.
Serhad/Serkoz olmak, Çerkez olmak, gibi özel açılımları vardır. Sınır
ötesine kadar gidip savaşan bir atasoydan gelmeyi tasvir eder. Kastedilen ata
1.Kuros’un oğlu Sümerdis,’tir. Onun diğer Artaserhaz, Kserkses gibi sıfat-adları
vardır.
Artaserhat kızkardeşi 1.Artemis ile birlikte MÖ.548’de Atina’ya kadar
gidip Anadolu’dan kaçırılan köle bilim adamlarını ve Amazonya semtinde adları hala
orada durmakta olan Amazon anabacılarımızı kurtarmıştı.
Anımsayalım, Atina Uygarlığı, köle uygarlığıdır. Yağmalarda en çok para
eden şey, köle öğretmen olarak Atinalı oligarklara götürüp sattıkları Anadolulu
filozoflar ve ilaç yapmayı bilen güçlü Amazon kadınlarımızdı.
Türk Kültürü:
Türklerin Ata Kültürü içerisinde olan kül-töre; Törö/Türü, Türe, Töre, Kül
Töre, ırksal olamayan en temel sıfattır. Boyun türünün devamı, savaşmak dahil bütün
ata töresini bilmeye bağlıdır. Ur olmak, var olmak için töre, yazılı olmayan devlet
yasasıdır.
“Kültür” sözcüğü içerisinde kendini gösteren etkin kavram, yaşamak için
gerekli olan kültür ortamını hazırlamak Türklerin ata töresiyle yakından ilgili
görünmektedir. O nedenle devlet kurmak, başsız kalmamak, Türklerin ata kültürüdür,
yani Oğuz töresidir.
Töles:
Tö-Les. Lat/Les’ler. Atası Les/Laz olanlar. Ti-Lad, Kibele inanışlı olmayı
ifade eder. Ulus sözcüğünün kökeni olmalıdır. Ulu ışığın gösterdiği yolda birleşen
örgütlü halk; ulus!
Kazak halkının antik adı Alazlar’dır. Alazya, antik Kıbrıs’tır. Türkçe Ulaş
adıyla sesdeştir. VI.Mete Oğuz’un yönettiği Ba-Zi-Leus İmparatorluğunun adında
saklıdır.
Çin’de Tao(Dağ) inanışının tanrısı, Leüs.
Taleslerin bir adı da eğer Kırmızı Ti, Kızıl Ti ise, kızıl atalardan söz
ediliyor demektir. Başında kırmızı kurdelesiyle cenge giden Kızılbaşlı Mete Oğuz
ataların bir diğer sıfatını burada görürüz. Selezya, Diğer adı SelevKos Asya
127
Kırallığının paralarında, Opa-Si olan beylerin adlarında inanış adı Bazi-LEUS adını
açıkça okuruz.
BAZİLEUS adını, Opa-Ti-Les olarak da okuyabiliriz. Işık ata kültüründe
bağlaçlar tanrısal işarettir, Ti, Dı, Si, ışık bağlacıdır. “Tarkon Di Mete” parasında da
vardır.
Opa’si;
Ağabeyi, abası. Hem ablası olabilir hem de ağabeyi. Opası olmak, “baş”
olmaktır, önderlik edendir.
Aşka-abat (ışık ağabeyi), Akça-abat gibi, son ek olabileceği gibi, Opa-dor,
gibi ön ek de olabilir. Örnek, için antik para üzerinde sözcükleri açarsak yakından
görülecektir.
Silsile(filo) takip eden Kapadokya krallarının paralarında Eğzi Başısı
/Oğuz Başı olduklarını okuyoruz.
Üç sıfatı da yazılıdır:
1- İnanışı: BAZİLEUS – Başı-Leus. (Kızıl Baş olarak da çevrilebilir.)
2- Soyatası: AR-İAR-OĞUS(Y) - Dor Oğuz Eri
3- Görevi: EY-ZE -OPOSİ / Oğuz– Ağabeyi, Halk Beyi.
“Ariar” adının okunuşunda gördüğümüz YAR hecesi, D-Y dönüşümüyle,
DOR/TUR olmayı ifade eder. Uygur-Yarkent (Dorkent) kökenli olduğunu buradan
okuyabiliriz. (bkz. A.Dilaçar’ın Karahanlılar Haritası)
Yörük/Türük/ Turk dönüşümünde de bunu görürüz.
“Bazileus” içerisinde, Opa-Si-Lez’ia hecelerini açarsak, SELEZYA adını
görürüz; Selezya, Selev-Kos Asya Devletinin diğer adıdır.
Doğu Karadeniz’de, antik Elizan bölgesinde, Opa veya Opasi ile sesdeş,
Hopa, Abu, Of, Opa-tomi(Batum), Opo-dam-ia(Potomya), Opa-dor(Pazar), gibi
yerleşim adları vardır. Opo, sevilen kişi için de ek olabilmektedir; örneğin Lazopo
“sevgili Laz”, Paçopo, “sevgili bacı/paçi” demektir. (Burada karşımıza Apaçi ile
sesdeş bir Opasi çıktı. Amerikan işgalcilerine dağlarda direnen kabilenin adıydı.)
Alan:
Ulu-ana, AY demektir. Ay inanışlı olmayı ifade eder, soy ata bağı değildir.
Sembolünde Hilal ile Güneş veya Üç Nokta bulunur. Ay gibi ışığını güneşten alan
benzetmesidir.
Ay Hatun (Ay Ana) seramik tabak resimleri, Hindi Kuş dağlarında
MÖ.4.binleri gösterir. Hindi Kus /Anati-Okhuz, antik Afganistan’dır.
128
“Afgan” sözcüğünde bir daha Opa ve Kun görürüz; Op-Gun; Afgan.
Sözcük ağacına bir fiske vurduk mu hepsi dökülüveriyor avucumuza.
Agop Dilaçar’ın dilleri doğuran TURAN Dil Haritasında bugün
tartıştığımız pek çok sözcüğün sesdeşlerini görebiliriz. (Kaynak, Türk Tarih Kurumu
yay. 2010)
Burası bugün Özbekistan’dır, antik Turan ülkesidir. Örneğin Taşkent’in
diğer adı ŞAŞ, yani Sosa, Şuşa…
Ötüken; Kun-ata bölgesi.
Şuşa şehri, Karabağ’da ve Şiraz’da da vardır. Ninelerinden birinin adı Şuşa
veya Şuşuka olmayanımız yoktur. Artemis’in Susalı/Şoşalı olduğu yazar.
129
Opasi Kor; Pisagor-us!
Matematiğin ve müziğin babasıdır. İzmir Seferihisar Teos’taki
gökbilimevinde ailece bilim yaparlardı. Anadolu’daki en büyük olan bilimeviydi.
Bu yerin bir adı da Klazomenai; Laz -Pan yeri.
Beyni ışık saçan, Kor gibi olan, buluş yapan bilim adamı olmak, yapmak
Güneş kültünde önemlidir. Pisagor’un Başında 7 ışıkla resmedilmesinde böyle bir
anlam aranmalıdır.
7 ışık Kafkas kökenli olmayı da ifade eder. Abhaz(Ob-Ğos) Adige
bayrağında yedi ışık sembolü devam etmektedir. Kafkas İberiası’nda, içindeki altın
tozları nedeniyle, 7 vadiden altın renginde akan 7 dereyi koruyan SİR-KOS, Ser-Koz
Baş-Oğuz olmayı bize söyler.
Sir olmakla Dor olmak ile eşanlamlıdır, çünkü DOR/Zor/Zir aynı Ur-Esi,
Işıktan Ur olmayı ifade eder. Başında IŞIKLI olmak, SİR olmaktır, işin sırrını
bilmektir, başı IŞIR olmaktır.
Pisagoras
Apollo Nius
Pisagor, memleketi Si-sam’ın (Sam-os) bize Şaman olduklarını söyler.
Halikarnas Balıkçısı Teos’da Anadolu’nun kuzey doğusundan gelen bir
kavmin diliyle konuşulurdu, diye not düşer.
Kemerhisar’da Tauna, İzmir’de Klazomen, İstanbul’da Ayasofya ve
İsparta’da Zağalas, MS.548’de İznik Konsil kararlarını tanımamaya devam ettikleri
için Galatalı Ceneviz tefecileri tarafından yaktırıldı. (Ortaçağın en karanlık günleri bu
dönemdir.)
Pisagor’un eşi, üç kızı ve iki oğlu da bilim yapardı, Pisagorian ekolu böyle
doğdu. Müzik, geometri, uzay, fizik, matematik vb bütün bilimler bir arada
incelenirdi.
Kızlarından Meia, ayrıca bebek müziği ile ilgiliydi. Ona ad verilmiş olan
MEİA sıfatı, UMAY Ana’dır, “bebekleri koruyan melek” anlamındadır. Mahiye ile
Meia/Maye sesdeştir, ki bu satırların yazarının babaanne adı olan Mahiye’nin
ailedeki ünlenişi MAYE’dir. MAYE adı Bayburt’ta MAYA olarak ünlenir. Sümer
tanrısı MA ile sesdeştir. Ki, Lazca’da ben, MA’dır! Ayrıca dünyada en fazla kız adı
MAYA’dır.
Bilim adamı olan Meia’nın bulgusu, bugün de çocuk müzik pedagojisinde
temeldir; “Bebeklerin yürümesi, yemesi, koşması, oturup kalkması, vb hareketleri
yavaştır. Algılaması yavaştır, o nedenle hızlı konuşulanı anlayamazlar. Çocuklar
hareketleri taklit ederek öğrenir, ancak, hızlı hareketleri taklit edemezler, onunla
yavaş yavaş konuşunuz. Kan dolaşımları yavaştır, o nedenle çabuk üşürler. Bebek
130
bakım müzikleri (nazlatmalar) yavaş tempoda olmalıdır, o nedenle bebek müziğinde
tempo yavaştır.”
Ne mutlu bir tesadüftür ki, bu satırların yazarı Mahiye Morgül de çocuk
müziği pedagoğudur ve Meia’den 2500 yıl sonra MEİA ile aynı tespitleri ondan
habersiz olarak yazmıştır. (Bkz.İlk Çocuklukta Müzik Nasıl Öğretilir, 1.baskı YA-PA
İstanbul 1995, geliştirilmiş 2.baskı Kök Yay.Ankara 2006. Bkz.Eğitim Küresel
Piyasaya Teslim, Mayana Yay. Ankara 2010)
Opa Ulu-Naus; Apollonius!
Başında 7 ışıkla resmedilen ApolloNius, Zekânın Ulu-opa’sı (Alp, İlyapa),
Şaman Oğuz kültüründe Alp olan kişi, Ulu Işığıyla etrafını aydınlatan Bilge /Eren
Kişi’dir, o nedenle büyük saygı görür. Hasan dağı çevresinde Niğde Kemerhisar,
onun aile boyu (Filo-Stra-tus) birkaç kuşak bilim yaptıkları yerdir. Burada yetişen
bilim adamları öldüklerinde onlar için Mersin Mezitli’de birer dikilitaş anıt yapılırdı.
O anıtların yıktırılması Roma yağmacılarından Septemus Seferus zamanındadır.
(MS.193) Sefer-us, yerle bir etmek için Mezopotomya şehirlerine yaptığı 7 seferle
ünlüdür. Ancak Pozantı’da Tarkan di Mete’ye ağır şekilde yenildiğini de
unutmayalım. Yaralı komutanlarını tedavi ettirmek için getirdiği Kemerhisar’da
Apollonius’un torunlarıyla tanışıp onlardan bilgi toplayan karısı, tıbbı koruyan kadın
olarak ünlendi. Roma’nın Oğuz tıbbıyla tanışması bu ilk değildi, Rize kalesinden
kaçırdıkları Lokman Hekim el yazması ilk tıp kitabını MÖ.63 de çoktan ganimet
olarak götürmüşlerdi. O kitap Kral Koçari’nin dedesi Mohti Oğuz’un yazdığı kitaptı.
Apollonius’a Yunan mitolojisinde Bilim Tanrısı denilmesi, hatta
Hz.İsa’nın ona benzetilmesi onların sorunudur.
Açalım: Naus; Ana-Us, Işık kaynağı, yani Zekâ.
Zekâ; İse-ika, İşika, Işık. Akıl ile ışık bağlantısını Zeka’nın açılımda
görüyoruz.
Zekâ demişken, 1983’den beri, zekânın çok parçalı olduğunu savunarak
öne çıkan bir akım bütün ülkelere yayılmakta, eğitimi buna göre şekillendirmekte,
kamucu eğitim müfredatlarını kırarak piyasaya atmaktadır. Bu sırada, küresel
merkezlerden insanoğlunun akıl denilen ışıklı bağcıklarını kopartma, diğer deyimle
beynin ışığını karartma, bir psikolojik harp malzemesi olarak üretilmiştir. Buna göre
hazırlanan ders kitapları Türkiye’de 2005 müfredatıyla birlikte bedava dağıtıldı, bu
kitaplarla eğitime devam edilmektedir; yıl 2011. Bu nedenle, özellikle 1980 yılı
öncesi Fen ve Türkçe ders kitaplarını korumaya alarak geleceğe saklamak,
çocuklarımıza onalrla evde ders yapmak, dünyanın geleceği için de önem
arzetmektedir.
Pan-Kor eli; Doğu Karadeniz:
Abhazya’nın da içinde bulunduğu Doğu Karadeniz yöresinin antik
adlarında ve sembollerinde Karuz Kültüründen, Kâs-Gar(Oğuz-Kar) Dağı gibi,
yaşayan izler buluruz. Hatta Orta Karadeniz’in antik adı Gaziura (Ordu, Got-yöre,
Oğuz Yöresi) diğer ipuçlarını verir.
Mengrel; Men-Gor-eli; Pan-Kor ili.
Lazika: Laz inançlılar, Helios, Eliza halkı.
131
Kolkhis; Kol-Ğus; Oğuz Oguli.
Dioskurias: İdi-Askoros. Ata Askarus (Potomya limanı, Askoros)
Kralın sıfatı: “ΔΙΟΣ-ΚΟΥ-ΡΙ-ΑΔΟΣ” Atası Zeus Oğuz İdi (İdi, Lazca
Emice, ata)
Kralın adı: Aristarchus. Ari-İştar-Kos, Toros Oğuz Eri, (MÖ.70-30)
Oğuzer İştar (Kocari Toros), VI.Büyük Bedri’nin Birleşik Oğuz Ordusunda
9.komutan görünmektedir. Bilgedir; dedesi Mitridate gibi başında 7 ışıkla madalyona
resmedildi.
Dokuz Oğuzlar adına kaynak olan ordu, söz konusu Bazileus Ordusu olabilir.
Romalı Pompey’in garnizonuyla savaşan, Askoroz-Baharia körfezinde ve
Potomya’nın dağlarında, 1800 Roma askerini öldüren Oğuz beyi o olmalıdır.
Başında 7 ışıklı tacı olan Osmanlı padişahı Sultan Ahmet’in kullandığı diğer
semboller de bu açıdan incelenmelidir. İstanbul Sultan Ahmet Meydanına onun adı
verilmiştir.
Yedi ışıklı sembolleri Hürriyet Heykelinin başında görmek bizi şaşırtmasın,
onu Süveyş kanalının açılışı için Asya sembolü olarak yaptıran(1860) ve Fransız
masonlarına kaptıran da bizdik.
Kolkhis antik madalyonunda, Leus/Helios ve buğday başağı birliktedir.
Buğday başağını bu belirginlikte bir de Adige Fırtına Aba için basılan madalyonda
görebiliyoruz. Madalyon, para değildir, Büyük olan Bey bunu bastırır. O, şehir
krallarının üstündekidir, ata kültürünü temsil eden Ulu Opa (Halife) odur. Halkını
Koruma gücü en yüksek olan bunu hak edendir, ona ZEUS denir, Işığın Uşağı(oğlu)
anlamındadır, İdisi, İsis, Azizi, Hitit gibi farklı yazımları olabilir. Oğuz atası olmak,
Agusta olmakla eştir. Batı kaynakları böyle ulu atalarımızı Tanrı ile eş göstererek,
çok tanrılı olduğumuzu söylerler, bu doğru değildir.
Kol-Kid/Kolhiz, Abhaz/ApKoz yazılımlarında yine Oğuz Opası ve Oğuz
Oğlu okunur. Oğuz eri ile Oğuz oğlu yazısı aynı anlamdadır.
Oğuz İştarı (Oğuz Yıldızı) Oğuzer’in Ulu Işık (Helios) sembollü madalyası:
132
DUSİ-OZ; Işık Atası!
KOS-ER; Oğuz Eri
Dİ-OS; Zeus; ışığın uşağı…
Cümle anlamı: Zeus inanışlı Oğuzer Atası
Bu madalyada tamga/hecelerin nasıl bölündüğüne tanık oluyoruz. Ortadan
buğday başağı ile ayrılmış olan heceler, sağdan sola kelimeler, yukardan aşağıya bir
bütün olarak okunduğunda cümle oluşmaktadır.
Burada virgül-buğday, güneş-NOKTA (Arapça şems) kavramı
hissedilmektedir. HECE, KELİME, CÜMLE yazılımının ilk örneği burada
karşımızdadır.
Gürcistan kaynaklı, Strabon’a dayanarak yapılmış bir haritada, Rize ve
çevresi, Ebekhria olarak yazılmıştır. Opa-koriya ile sesdeştir, Bahriye çağrışımlıdır.
Askoros limanı büyük Bahriyeli asker limanı olmalıdır. Hopa’da Makriyali adında
antik bir liman daha vardır.
( http://conflicts.rem33.com/images/Georgia/Colchis_Strabo.htm)
Haritada görülen Lasica’nın diğer adı AEGRİA, Ay ve Kor Yeri’dir, AyYıldıza karşılıktır.
Adı geçen sitede yer alan bir diğer haritada, Doğu Akdeniz’in adı
SELEZYA’dır. Çünkü o tarihte SelevKos (Selezya, Tüles-ya) devletine bağlı
Kastabala(OğuzAtaBeli) kralı TarkonDiMete, Cenevizli Akdeniz korsanlarını
İskenderun limanına sokmamaktadır. O haritada, Neron tarafından silinen tarihten
Tigranakarta şehri de vardır.
MÖ.1.yy’da, VI.Büyük Bedri’nin Bazileus sınırları, Boğaz’da TarabyaSarıyer’den başlayarak, Kırım’a (Kor-Uma) kadar ulaşıyordu. Bazı haritalarda
Selanik’ten başladığı görülür.
Antik Uygur’dan beri KOR-US/Karız Kültürünün izlerini her yerde
görebiliyoruz. Büyük Oğuz beylerinin paralarında ve madalyalarında, onların
sıfatlarını okurken, ulu atalarıyla olan benzerliklerine isim verildiğini anlıyoruz.
(MHTİOKHUS(Mete Oğuz), Opatore VI.Büyük Bedri hakkında araştırmalarımı daha
önce çokça yayınlamış olduğum için burada kendisinden ayrıca söz edilmemiştir.)
133
Eski Türk boylarının adları bize onların kan bağlarını değil, öne çıkan
kültürel özelliklerini ifade etmektedir. Sanki insanoğlu, akıllı, cesur ve yürekli
önderlerini hiç unutmamış, onların sıfatlarını kendisinden sonra çıkacak önderlere
örnek olsun diye her yere asmıştır.
Bu arada, araştırmamı biraz da kendi memleketime, Doğu Karadeniz’in antik
Sümer-Oğuzlu Halkına, Kolkhis’e ayırma fırsatı bulmuş oldum.
Kaynakça: Agop Dilaçar, Karahanlılar Devleti Haritası
http://conflicts.rem33.com/images/Georgia/Colchis_Strabo.htm
http://www.snible.org/coins/hn/bosporus.html
http://commons.wikimedia.org/wiki/File:COLCHIS._Dioscurias._Late_2nd_Century
_BC.jpg
http://www.s110120695.websitehome.co.uk/SNG/sng_reply2.php?crit_rule=Aristarc
hus&crit_imag=on&crit_orde=fld_Ruler&crit_blok=20&crit_disp=sum
“Laz” ve “Pelaz” ile Fonetik Yolculuk
Sümer Tanrısı LAZ ve antik kaynaklarda Doğu Karadeniz halkı için
kullanılan PELAZ tanımı üzerinde biraz çalışalım.
Laz; Ula-Oz, Ulus.
Pe-la-zi; Opa-Ulu-Si; Opa’nın uluları, Güneşin soyundan gelenler, Miletler,
Milaslar.
Pelaz ile Filiz, Pilic gibi sesdeş sözcüklere baktığımızda, yükselen, yeşeren
hayat kavramı ile bağlantılı olduğu düşünülebilir.
Poli-si olarak açıldığında, Işık Folu olur. Pali-es-tina; tan ışığı poli, Filistin.
Palez, uzama, dikelme, diklik, yükseklik kavramlarıyla da bağı olabilir, ki,
antik erkek organı “Falos” ve dik sahil yamacı Falez ile de sesdeş çıkmaktadır.
Kafkasya’nın antik adı olan ELİZAN, soğuma döneminde derin vadilerde
bile hayatın devam ettiği yer, Ulu CAN yurdudur. Lazlar’ın antik adlarından biri de
TSAN halkıdır. Borçka’da ineğin su içtiği yalağa ALAZAN denir, “vadide akan su”
anlamıyla örtüşür. Eskiden Borçka’da dereden altın toplamak için keçi postu
kullanılırdı.
Hayata ilk/yeni başlayan anlamıyla düşünüldüğünde, Pelaz/Laz adı verilen
kavim “Ulu Işıktan İlk Üreyenler” olarak karşılık bulabilir.
Kibele /Si-be-le adının Si-opa-uli hecelerini yer değiştirirsek; Pa-uli-us, Pelaz
oluşur.
Tanrıça Kibele ile bağlantılı olarak, Allat ve Kâb sözcükleri Kuran’da bir
kere geçer. (Prof.Gönül Tekin, Haber Türk televizyonu, Teketek prog. 5.4.2009)
Ulu-os heceleri yer değiştirip So-li olursa, İtalyanca ve Fransızca “güneş”
olur. Lassi, İtalyanca Kızıl demektir.
Eskiden Anadolu’ya Helenler Bazi-leus, Bazil Ülkesi derlerdi. Baz-ileus,
Maz-soli olarak çevirdiğimizde Kızıl Maz, Kızıl Baz, Kızıl Baş olacaktır.
134
Doğu Karadeniz’in antik adı MÖ.II.Binde Anadolu haritalarında AZZİ olarak
görülmektedir. Azzi, Oğuzi, Eyzi halkının inanış adı Lat/Laz idi.
Şimdi biraz uluorta sözcük araştırması yapalım, içinde Laz geçen sözcüklerle
çalışalım:
1. Pelaz: Çamlıhemşin’de, suyun gözesine en yakın olan, suyun en soğuk
olduğu yer, pek-laz, koyu laz anlamında bir sözcük. Kastedilen, Tanrıça Laz’a en
yakın olan yer, olabilir.
2. Pelaz: Çamlıhemşin’de, yaylaya çıkarken ormanın bittiği yerdeki açıklık
alan, otlak, çimen. Yaylaya çimene gidilir, filizlenmiş çimenler biçilir. Yüksekte
yeşeren hayat, gibi.
3.Pelazi, pelaziko: Laz atalı abe’ler. Ape-La-zi-goğ; Göksoylu, Ulu Işığının
abeysi.
4.Pelaziler; İzmir’i ve Ege’de bir çok Koria şehrini kuran Amazonlar.
5.Pales-tin/Pulasatin (Filistin) halkının kökenidir. Anadolu birleşik Orduları
içerisinde Filistin’e giden Amazonların kurduğu uygarlıktır.
6.Pelasglar; Pe-La-si-ogulları. Eski Atinalılar. Atina şehrinin kurucuları;
pelazikolar; Yunanistan’a kuzeyden gelen ilk yerli halkın adı. Akhai’ler, “Sahil
Pelasgları” diye geçer. Sarışın mavi gözlü açık renkli insanlardır. Egypt-Mısır’dan
gelmiş olan kıpti kökenli esmer garaciler(Grek) halkla kaynaşıp Hellen’diler.
7. Pelaz: Fransızca’da “yayla evi”.
8.Palazlanmak: Evine eşya alabilmek, palaz/sergi/halı sahibi olmak,
zenginleşmek.
9.Pulasatune: Pe-laz- a’tune; Be Laz Güneşi. Kibele’nin bir adı da
Pulasatune’dir. 270 yılında esir alınarak götürüldüğü Roma’da öldürülen Filistin
kraliçesi Zeynep’in tablolarında, arkasında dört atın üzerine güneş tanrısı Helioz/
Laz/Lat, yani Kibele vardır.
10.Beluci: Belucistan halkı. Bir çok özelliğiyle Pelaz halkıyla da benzeşir.
Opa-Lu-ci, Pelaz ile sesdeştir.
11.Palici: Askoros sırtlarında, Baleva Bayırında yaşayan bir sülalenin adı.
Palisi; Opa-Lizi /Lazopo ile sesdeştir. Baleva Bayırı Kuzan-donos’tadır;
açılımı, Oğuzan Tan-lıların yeri demektir. Bu sözcükler bir araya geldiğinde Opalizi
Artemis’in annesi İştar’ı işaret eder. Bayırın tepesindeki kayalara, dünürcüsüyle
birlikte resmedilmiş Gelin Kaya rölyefi, buradan bir atlı gelin gittiğini bize söylüyor.
Bir de yakındaki değirmenin etrafında bulunan dipsiz kuyu var; yer altı yerleşim
yerinin havalandırması olabilir. 2010 yılındaki sellerde kayan toprakların altından
mağaralar çıkmış olmasını da eklersek, burası antik Potomya’nın önemli bir
gözetleme tepesidir. Ki, 916 metre yüksekteki bu yerden temiz havalarda,
Trabzon’un limanları ve Kuzey Kafkasya dağları görülebilmektedir.
12.Pilaus: Rize’de bir dağ köyü. Pelaz ile sesdeştir. Pi-Laz, Opa-Laz; Ulu Oz
Apası.
13.Milas: Pi-laz açılımlıdır. Milas’da Lat-moz dağları; Laz-Maz.
14.Polat; Apo-Lat, Laz opa.
15.İ’las; İlyas. Silifke’de erkek adı “Elles”, Ulios!
16.Alaz: Ateş. Alazlamak; kesilen kazın kalan tüyleri ateşte çevirerek
alazlanır.
135
Alaz; a-laz olarak düşünüldüğünde ise “Laz’ın hası” anlamındadır; aha-Laz,
işte-Laz .
17.Alaz-ya (Kıbrıs):Ulu-oz-ya.
18.Palaz: Kanatlı hayvanlarda, yavrunun yuvadan uçmaya başladığı ilk
zamanki hali; “palazlandı”. Bebeklerde de yürümeye başladığında, hastalıktan
kurtulduğunda söylenir.
19.Palaz:Tavuğun ferig olmadan önceki hali, civcivlikten çıktığı zaman
kendi başına dolaşmaya başladığı zaman, ferigden önceki hali.
20.Palaz: Yere serilen, tabana yayılan kilimden daha ince örtü. Özbek
Türkçe’sinde de yere serilen yufka örtü, yaygı.
21.Palaska: Askerin teçhizatını yerleştirdiği kemerin adı.
22.Dorapuluz; Trapoluz: Tur-Apa-ulu-uz; Laz Apalı Dor. Trablus-garp ve
Trablus-Şam adlarında da geçer.
Dora-Pelaz kuşağı. Dor-Pelaz kuşağı. Bu kuşak, Amazon savaşçı kadının
kuşağıdır.
Mitolojik öykülerde, Amazon kraliçesinin belindeki kuşağı almayı başarmak,
kahraman olmak isteyenin yapması gereken en önemli işlerdendi. (Halikarnas
Balıkçısı, Bütün eserleri 14, sh.29)
“Sar belune belune da Darabulus kuşaği” (Trabzon türküsü)
23.Alaska: Soğukta yaşayanların ülkesi.
24.Lalezar; La-lez-ar; Ulu-Laz-uri; Ulu Laz Yeri. Gelincik tarlası. Lalezar
kız adı olup, Ardahan’da L’alizar ve Eliza olarak iki şekilde ünlenir.
25.Hel-las: Ulu Laz. Yunanca’da Tanrı. (Helesa haykırışları ile sesdeştir.)
26.Leoz: Lagos balığı. Eti bereketli olan Akdeniz balığı.
27.Halles: Haleys. Kızılırmak’ın antik adı.
28.Hales Pantus: Karadeniz’in antik adlarından biri.
29.Alles; Ulu Laz. Eski İngilizce’de bir haykırış. İngiliz halk şarkılarında
başlangıç haykırışı olarak geçer. Örneğin, “Alles, my love, you…Greensleaves”.
Oksford üniversitesinin kampusü içerisinde bulunan ünlü Haley (ulu-ay) köprüsü.
Halide Edip Adıvar’ın İngilizce adı; Alise!
30.Lasio: İtalya’da Laz-io, Laz yeri. İtalyan halk şarkılarından biri;
“Laodice”.
31.Eylos: Diyarbakır, Cünguş (Gün-kuş) ilçesinin yaylası. Çevresinde Ağut
(Ovit), Arguna (Er-Gün), Mırgan (Umurgan, Emirgan) yaylaları bulunur. Antik
Bazilüs Türkmen bölgesidir.
32. Tales; Ata-leus, Laz atalı.
33.Trablus-garp; Turaba-lus. Libya’da, antik Tripoli/Tirebolu kenti. Akdeniz
uygarlığına adını veren Pani-ka/Fenikelilerin şehri. Trabzon türküsünde sözü edilen
kuşak adı “Tarabulus” ile sesdeştir ve Trab-zon ile ortak heceleri vardır. Yine
Fenikelilerin şehri olan Tarblus-şam, Lübnan’dadır.
34.Durlaz; Dor-laz. Ereğli’de, İvriz yakınlarında, Zanapa’nın karşısındaki
köy. Gaybi Köy (Ağabi-köy) ile komşudur. Atlarıyla ünlü bu Hitit merkezinde bu
adlara rastlamak tesadüf değildir. Gaybi Köy ile Kırgızistan’daki Gobi çölünün
adındaki sesdeşlik tesadüf değildir.
136
35.Ligos: Leus. İstanbul’un ilk kurulduğu yerin adıdır. Yenikapı kazılarında
Ligos deresinin yatağına ulaşıldı ve MÖ.900 tarihli Ön-Türklere ait bulgular ortaya
çıkartıldı. Ligos, Helik-us olarka açıldığında Halk Yeri anlamı ortaya çıkar, ki Laikus kavramına denk gelir. Şu demektir ki Bizans sarayı bu mahallede değildi!
Kazım Mirşan’ın okuyuşunda LİGOS sözcüğünün “El-İg-Os” olarak
açıldığını ve “Halk-su-mekanı” olarak karşılık bulduğunu görüyoruz.
36.Likus/Liğus. Kelkit’in adı olan Lycus/Likus ile de örtüşür; Halk Yeri
demektir.
37.Naolaz; Fasülye. Sivas, Divriği’de kullanılır.
38.Ulaş; U’Laz. Anadolu’da erkek adıdır. Alaş, Kazakların inanış adıdır,
sembollerinde kaz vardır. Kaz sembolünü Sasanilerde, Filistin kraliçesi Zeynep’te de
görüyoruz.
39.Tegloz; Dağ-Laz. Hemşin’de bir tepenin adıdır.
40.Lazcao: Laz-koğ, Laz Oyuğu. Fransa/Marsilya’da Türk tamgaları bulunan
mağaranın adıdır. Koğuk/ oyuk, Rize’de mağara demektir. Kayık ile sesdeştir ve
dikkat edilirse kayık da ağacın oyuk halidir.
41.Lotus: Lat-us çiçeği. Türk kilimlerinde 18 sayısının karşılığı olan çiçek
motifidir, sekiz köşeli şekiller oluşturur. Ruhsal ölümsüzlük simgesidir.
42.Laozi: Çin’de, Tao/Dağ inanışı, Taoizm’in tanrısı.
Diğer yazılışları; Lao-tsu, Lao-tse, Laotze, Lao-Zi, Laocius.
Resminin arkasında güneşi simgeleyen daire vardır. Bu simge Ayasofya’da
ve Kibele tasvirlerinde de vardır. Güneşe yükselen, ulu kişi, günahsız kişi, güneşten
üreyen gibi anlamlar verir. Dairenin içerisinde artı işareti “hace”, ulu kişi/günahsız
kavramını pekiştirir. Laozi öğretisi, ataya saygı ve eğitimi öğütler, Oğuz Kültürüyle
ve Konfüçyüsle de örtüşür. Laozi ailesi imparatorluğun kütüphane görevlisiydi. Asıl
adı Lao Tan’dır.
MÖ.500 lü yıllarda Konfüçyüs ile tanışan Ulu Zi için, “annesi ışıktan hamile
kalmış” söylenir. Bu deyim onun ulu/yaşlı bilge olmasına benzetmedir. İnsanların
eğitimsizliğine kızıp da ülkesini terk ederken onu Oğuz kutsalı boğa üzerinde
resmettiler.( http://tr.wikipedia.org/wiki/Laozi)
43. Helesa imece haykırışları: He-lesa- Ya-lessa. Ya-Mu, Heya Mu! Mou’la
Hey Ya Mou!
Helesa; Ulu es-sa. Son ek “sa”, haykırışın nefes biterken oluşan sesidir,
sözcüğe eklenmez. MU Tanrısına seslenişler birliktedir.
“Hey olasa olasa da bu sevdaluk olmasa”, türküsünde, benzer seslenişler
vardır.
44.Ladik, Ladi-ka; Lazi-ka. Laz-oğ’lu, Lazoğlu.
45.Halac, Kalac; Alaz halkı.
46.Melas: Uma-Laz. Alkol, maya ve yem sanayinde temel hammadde.
47. Lut: Lut Gölü.
48.Lauda, Lâvta, Lut; Ulu-od. Ud ve gitarın atası olan çalgı.
Arapça lût. Fransızca luth. İngilizce lute. Almanca laute. İtalyanca luito. Eski
Yunanca Chelys (H’leis), Latince Tesdudo (atası dido/büyük atalı). İspanyolca “Port
Laud”; Parsi Laud, Pers çalgısı veya Pers Sesi anlamında.
137
Lavtanın MÖ.8. yüzyılda Uygur’da, 3.yüzyılda İran’da ve Madagaskar’da
kullanıldığı saptanmıştır.
49. Laud-ly; İngilizce gür sesli.
50.Paluze; buğdaydan yapılan tatlı pelte, muhallebi. O’pa-luze (1.Artemis)
yemeği.
51.Leis; Hakkâri dağlarındaki krater göllerinin adı.
52.Lazkiye; Suriye’de bir liman şehri. Bölge antik Filistin’dir.
53.Beliz; Türkçe kız adı, Opa-Lisi, Pelaz.
54.Belise; Be-lise. Meksika’da Altun Ha (Kızıl Göğ) şehrinin ikinci adıdır.
Kızıl ışıklı, kızıl-tan ile eş anlamlıdır. Kızıltan, Türkçe’de ad ve soyadı olarak vardır.
55.Oflaz; Sivas’ta bilinen bir soyadıdır. Halk ozanı Fatma Oflaz’ın ailesinden
çokça ozan çıkmıştır. Opa-Laz; Laz Abası.
56. Lalizar; La-liz-ar; gelincik tarlası. Ulu Liz’in Ur ettiği. Fransızca Eliza.
Lale-zar adında ayrıca Layla-Dor vardır. Sümer kraliçelerinin elinde
gördüğümüz kırmızı lale, Türk lalesidir. Ulu-ala, Lala-dor, Zor bebeği/yavrusu
anlamına gelir.
57. Malazgirt; Pelaz-girt, Pelaz Kur-di. (Mazgirt de önemli benzerliktir.)
58. Elizon; E’liz-on. Trabzon’un antik adıdır. Laz-an; Lazlar demektir.
Tarbzon’dan Hazer denizine kadar olan bölgenin antik adı da Elizan’dır. Bu bölge
buzul çağında donmamış olan, vadilerindeki suların mikroklima etkisiyle akmaya
devam ettiği, hayatın da devam ettiği, kuzeydeki tek bölgedir.
59.Laziges; Laz-gos. Oğuz Lazi; Kızıl Oğuz. Antik Sivastopol (Si-mas Atapoli) yöresidir. Kafkas halklarından Lazigeler, Laz halkıdır.
60. Zela; Zile; Yerleşim adı. Sağdan okuyunca Laz çıkar.
61. Sele-u-Kos; Oğuz Ulusu. (Sağdan okyuşlu Soli/Ulus)
62.Latvia; Lati-ya, Litvanya. Lat dili konuşulan bu Baltık ülkesinin
efsanelerinde Kurt Allah’a hizmet eden köpektir, kutsal hayvandır, öldürülmez.
Latvia 2006 turizm-tanıtım kitapçığında yazıldığına göre, halen bu ülkede 2000 dağ
kurdu yaşamaktadır, kurt uluduğu (oul, owl; ulu’ma, hav’lama) zaman, Tanrıya dua
eder. Ay dolunayken kurt uluyorsa, çocuklar bir dal parçasını kendilerine kuyruk
yaparak kurt taklidi yapar. Bu inanışlar, eski Türk efsaneleriyle örtüşen bir durumdur.
Lazca ile Latvia’da konuşulan Lat dili arasındaki bağ ve anlatılagelen halk
hikâyelerindeki benzerlikler dikkat çekicidir.
63. Pelayo; Pelazi, Pelatio halkı. İspanya’da otonomla yönetilen Asturia
bölgesinin halkı. Hıristiyanlığa karşı en fazla direnen, en geç Hırsitiyan olan
kahramanlıklarıyla ünlü antik bayrağında Ay-yıldız vardır. Antik Tanrıları
Dios/Zeus/Ata Işığı, VI.Büyük Bedri’dir; Astur (Tor-os) bölgesinde bir elinde
dümen bir elinde asasıyla heykeli bulundu.
64.İliz: Karaçi’de basın-yayın hakkı olan bir Pakistan Türkmen dili.
65.Lizi; Lidya’nın İngilizce söylenişi.
66.Atlas; Ata-Laz; “Dünyanın direği” Klimanjero dağlarının antik adıdır.
Dağın açılımı Pan-Oğlu-Yeri’dir.
Fas’taki dağlar da Atlas Dağıdır. Burada soğuk çağda yaşam devam ettiğini
gösterir, antik sıcaklık haritasında bu görülebilmektedr. Fas ile sedeş düşen,“Opasi”
burada var olmuş demektir.
138
Homo Erektus adlı ilk insanlar buradan dünyaya yayıldılar. Atlas sözcüğü,
“yeryüzü” anlamını daha sonra almış olmalıdır. Atlas, çok basitleşmiş haliyle
“harita” demektir.
67.Niles; Ni-les, Les ana. Nil nehrinin antik adıdır. Klimanjero/ Panoğulu
dağlarından gelen kar sularını Akdeniz’e taşır.
Akdeniz’in antik adı Heredot’a göre MES OGEİOS PONTOS’tur; “Pan
soylu Maz inanışlı Oğ-Us’lar” olarak açılabilir.
68.Palaz böreği: Ordu’nun Medreseönü (Perşembe) halkı, dini bayram
arefesinde sevap için yufkadan yapılan bu böreği dağıtır. Bölgede kullanılan
soyadları en eski Türkmen adlarıdır; Kafkas dağlarının simgesi Yediyildiz,
Kibele’den dönüşen Küpeli, gibi.
69.Pilaz-ma: Sudaki en küçük canlı, Pelaz mayası. İlk canlı hücre suda
oluşmuştur. Işık ile su buluştuğunda canlı hücreler oluşur. Yosun buna örnektir.
70.Plaz-ma: Isı ve ışık kaynağı, dumansız ateş, güneş, mağma. Tüm hayatın
varlık kaynağı, her şey, insan dahil tüm canlılar ondan var olmuştur. Maddenin ilk
hali ışık’tır, katı, sıvı ve gaz halleri onun devamıdır. Şaman-Oğuz kültüründe dört
kutsalın ilki ateş’tir; toprak (yer), gök, su üçlüsü ateşten var olmuştur. Sesimizi “yergök-su” dinlesin, diyen Türkçe şarkılarımız vardır.
71.Plasenta: Pelaz Anası. Anne karnındaki bebeği besleyen kordon ve sıvı.
72.Hopaliti; Opa-liz; LAZOPO. Op-Laz, Of-laz. Susalı Artemis’in diğer adı.
Astarte, İştar ata.
73. Evlat; Oğ-Laz. Farsça Olad.
74. Tesliz; Tes-liz; Atası Liz. Hristiyanların kutsal üçlemesi; Baba-OğulKutsal ruh.
Teslis kavramı adını kendinden önce var olan Oğuz kültüründen almış
görünüyor. Hatta İsa’nın fikir babasının Büyük Bedri olduğunu söyleyenler de vardır.
Burada kurulan bağlantı, yoksul İsa’nın Yahudi tefeciye kaptırdığı parayı kurtarmak
için gittiği yerde öldürülmüş olacağını düşündürüyor, çünkü İsa’dan 50 yıl kadar
önce Roma’ya karşı direnen Büyük Başoğuz Bedri’nin ışığını Mitraizm adıyla
görüyoruz. İsa’nın yaşadığı kabul edilen 1.yüzyılda Bedri yaşamış bir kahraman
olarak anlatılıyor olmalıydı. Her direnişçi için Mitracı denilmiş olması bile
mümkündür. Bu anlamda İSA (Işık) da bir Mitracı kabul edilebilir, ki o zaman üçlü
kutsal gösterilen Tesliz (Atası LAZ) olması kuvvetle mümkündür.
75-Tibilis; Tiflis, Tepe-Liz. Kolkhis halkının tepe şehirlerinden biri.
Tiflis müzesinde Kolkhis kralı Kvirila’ya ait bir sikkede (MÖ.400) Boğa ve
Kutsal Hilal:
Benzer simge Gagauz bayrağında görülür.
139
Kolk-his; Oğuz- halkı. Eyzi/Oğzi halkı. Roma’ya hiç vergi vermeyen hep
direnen Doğu Karadeniz halkının antik adıdır. Sanni/Canlar da denilmiştir.
76-Laos: Laos ve Kamboçya antik kültürü tamamen Üçlek Tanrıca
KORANAS, Ankoras/Ankora üzerinedir. Bunlar Anadolu’daki Korint Anıt müzeleri
gibidir. Üçlek Tanrıça Kibele kültüne denk gelecek kadar, kadın heykellerin
başlarında sivirilen üç kat vardır.
77- Las Köyü; Araklı’da bir köy. Köyde, imece mısır çapalayan eğrat,
yorulunca horon molası verilir. Şaman töresidir.
78-İngiliz; Engi-luz, Laz-Enki.
İngiliz; içerisinde Eng-Luz hissedilir. “Laz Damgası” gibi bir kavramı verir.
ANG hecesinde ANLAMAK edimi vardır, yani sözcüğün fotoğrafını görmekten söz
edilir. Bu açıdan ele alındığında İngiltere’nin antik egemenleri adaya “Laz tanrının
yeri” der gibidir. Zaten kurucu Breton/Peri-tan halkı, “Tan uşağı/ışığı” halkı,
Fransa’nın kuzeyinden aynı isimle bu adaya gelmişlerdi. Yanlarında gayda
götürdükleri de anlaşılıyor.
79-Melet Irmağı: Me-Las/Milet deresi. Samsun Çarşamba’da bir dere.
Burada Amazonlar MÖ.64’de Lukullus’un askerlerine halk savaşı vererek direndi.
80-Laz-ut; Lazca mısır. Borçka’da ve Erzurum’da mısıra lazut denir.
81- Pelaz: “Antik Yunanistan’a kuzeyden giren Akka’lar Doğu Karadeniz’in
sahil Pelazlarıydı…” der Halikarnaslı. Yani asıl Pelazlar yukarı dağlık bölgede
yaşardı, diyor. Sahil ile PİLAJ bağlantısı burada karşımıza çıkıyor. Gramer olarak
Pe-laz, Be-Laz olmak gibi görünüyor. “Sümer Tanrısı Laz’a inananlardan” olmak
gibi düşünülebilir. Yunanca’da tanrı “Laz” ünlenirken önüne Hel-Las gelmesi UluLaz demek gibidir.
BE, olmak ile Obi/Opa bağlantısı üzerine:
“Bi” başlangıç hecesinin “fonetik büyüme” sıralaması, Bİ, BE, BA, BO, BU,
görünmektedir.
Be-Laz: Bir olan tanrıça Laz’dır. Bir olmakla ilgili; “Bir/Pir ol, çok yaşa”,
“Bir işin piri, üstadı/ustası olmak”. Rize’de “bi dur, bi bak, bi gel” gibi fiile kuvvet
yükleyen “bi” yaygın kullanılır. Örneğin “bi gel” demek, yalvarırım, rica ediyorum,
mutlaka gelmeni istiyorum, demektir.
Pir, ulu kişiye de denir; Pir Sultan Abdal, Pir Azizler, gibi.
Ula-od, L harfinin doğrudan Ulu simgesi olduğuna burada yaklaşıyoruz ve
Elif’in L’ sindeki Ululuk, “Elif dedim Be dedim, kız ben sana ne dedim” Karacoğlan
sözlerindeki gibi yeminle söze başlama töresi karşımıza çıkar.
Elif Be te se…. Arap alpafesinde Oğuz töresinden bir giriş karşımıza çıkar.
Türk büyükleri için yapılmış olan anıt taşlar Elif gibi uzundur, Dikilitaşlarda
bunu görüyoruz. Bu bağlamda Dikili-taş’ın fonetiğine girelim.
Dik-uli Taş; Dag-ulu-atası. Bu taş, göklere yükselir. Dağlar uludur, Tanrı’ya
doğru yükselir. VI.Büyük Bedri’nin Kırım Kerç boğazındaki dikilitaş anıtı gibi.
İstanbul Sultan Ahmet Meydanında bulunan, MÖ.1547’de Mısır’da yapılmış olan
kral Thatmosis Anıtı gibi. Burada “DateMozisi”, yani Dede Mautu-si, Aziz Ma Atası,
açılımı vardır.
Bu taş, antik Mısır’da ululara taş dikme töresinin varlığını gösterir. Bu
dikilitaşın üzerindeki yazılar Oğuz töresine uygun ifadelerdir. (Dikilitaş’ın Mısır’dan
140
bir emirle İstanbul’a getirtilmesi ve yüzlerce yıl yerde öylece bekletilmesi ayrı bir
konudur.)
(www.chip.com.tr/blog/bilgimakinesi/Sultanahmet-Meydanindaki-DikilitasUzerindeki-Meti_923.html)
82- Alazan; Borçka’da ineklerin su içtiği yalağın adı. Elizan antik bölgesine
ad olan, suların derin vadilerde donmadığı dönemi ifade eden kavramla örtüşür.
83-Ahlat: H’Lat. Bit-lis’in ilçesidir.
Ahlat’da kaya evlerdeki kapı süslerinde Buda ve Tavus kuşu süsleri ortaya
çıktı(2004). Burada, buğdayı koruyan Buda’nın Çince MAUTU, Mete/Miti/Biti
dönüşümlerini görüyoruz. Tavus Kuşu sembolü, Şamani ve Gazne devletlerinin de
sembolüdür, Türklere ait bir semboldür.
Başı üzerinde üç noktasıyla veya kanatlarında üç noktasıyla tavus kulu
sembolleri Afyon Arkeoloji Müzesinin bahçesinde de sergilenmektedir. Ancak
2012’de buranın TOKİ binalarına verileceği, tüm açık müze alanının buradan
kaldırılacağı haberi, buranın da tarihten silineceğine işaret etmektedir.
Anadolu’nun Haçlı işgallerinden temizlenmesi sırasında çokça Emir Sultan,
Oğuz diyarı Ozbekistan’dan gelip buralarda Romalılarla savaştı, o nedenle Afyon
halkına da tarihini unutturarak tarihten silme cezası kesildiği düşünülebilir..
Urfa Birecik’te sular altına gömülen mozaiklerde de onlar vardı.
Tavus kuşu, Doğan Bey olmakla ilgilidir; halkı için kol kanat geren, halkın
emrindeki, Oğuz beylerine Tigin/Tugan/Doğan denirdi. Tigin’in açılımında Gün Ata,
Kun-eti, Güneş vardır. Türk beylerinin başındaki tüy, koruyucu Doğan Bey
töresinden gelir. Şamanlar devletinin sultanı Sadık Buğra’nın başındaki 12 tüy gibi:
141
Gazne/Oğuzlar devletinin kurucusu Kül Tiğin’in adı, Doğan-Oğlu demektir.
Doğan beyler, hanedandan gelmezler, Bey hainlik ederse veya yenilirse, akil
adamlardan birileri Doğan bey olur, halkı başsız bırakmazlar. Mustafa Kemal bu
törenin son örneğidir. Hüseyin Avni Doğan Bey ve onun dedesi 2.Kılıçarslan’ın emiri
Doğan Bey de öyleydi. Konya Doğanhisar, adını ondan alır. Bağdat halifesinin
gönderdiği 40 Emir Sultanlar Afyon Emir Dağda ve Doğanhisar’da, 8.haçlı seferini
bitirmişlerdir. Selahattin Eyyubi de bir Emir Sultandı.
İstiklâl Harbinde, Antep, Maraş ve Adana çevresinde Ermeni ve Fransız
çetelere karşı Doğan adıyla çete savaşı veren Mehmet Kemal Doğan bey de bir
Doğan’dı! Onunla emrinde harbe giden Elbistanlı Tahir Doğan Bey de soyadını
ondan almıştı ve ben, bu satırların yazarı, Tahir Doğan’ın kızı Rahime’nin oğlu Tahir
ile 1971 yılında evlendim.
Urartular Ahlat’a “Halads” , Ermeniler “Şaleat” , Süryaniler “Kelath” ,
Araplar “Hil’at”, İranlılar ve Türkler ise “Ahlat” demişlerdir.
84-Ulieses; Laz-us, Ulis. “Odiysseus” Latinlerde Ulieses (Ülis)’tir. Ulus ile
sesdeştir.
85-Mamaloz: Mamaloz, Kırşehir Kaman’da bir yaylanın adıdır. Mama-Loz.
Mu Eme Loz; Uma Eme Laz… Bereket Tanrısı Laz’ın karınları doyurduğu, Anaç
olduğu, Mama yerini tarif eder. Bolluk yeridir.
Kaman, Şaman ile sesdeş olup Kuman Türklerinin adını taşır. Kuman,
Kaman, Şaman, Saman, Os-man, hatta dönüşerek Ottaman olabilmektedir.
86-Lazkiye: Suriyenin liman şehri. Antik adı; Laodikeia.
Mitolojide 1.Artemis Alazya’ya inci gibi istiridye kabuğu içerisinde buradan
geçmiştir. Bunu açarsak; Artemis’in annesi Semiramis ona hamileyken,
YENCE/İNCİ karnında Kıbrıs’a gitmiş olmalıdır. Lazkiye’ye adı verilen Lazopo
İştar, Rize’den (Antik Potomya’dan) Babil’e gelin gitmişti.
87-Plaza; gökdelen denilen iş merkezlerinin adı. “Yüksek ulu bina”, Pelaz
yaylaları gibi?!
Laz olmak:
Ulu Işık olmak, ışıktan üreyen “uli” olmak, ışığın oğ-uli(oğlu) olmak.
Lazlar kendilerine eskiden Can/ Canlar derlermiş, sonradan kendilerine Laz
demeye başlamışlar. Bu ifade, Ulu Işığın altında kaynaşan ve derin vadilerde
donmayan sular nedeniyle buzul çağında hayata devam edenler kavramı ile örtüşür.
Pelaz; Be La-oz; Bi’r Ulu OZ. Açarsak; Pe-Be-Bi, Mi, Me ile ön ek
yapılabilir; “to bi/be” olmak ile Laz birleştiğinde, Bi-Laz gibi olmak. Tanrısal
kavrama burada ulaşılır.
Fonetik büyüme sıralamasında (Bİ, BE, BA, BO, BU) “Bi” başlangıç hecesi
görünmektedir. Kaşgari dilinde ön ek olan “kh, h” ile söylendiğinde, Hu-Bi, oluşur.
Burada Hubi-Bubi dönüşümünü görürüz.
Hubi/Bubi (Hubyar/Bubiyar) oluşumuna ulaşırız. Hu-ba’dan Buba dönüşümü
muhtemeldir; BABA’ya ulaşılır. Bilinir ki, Anadolu’da ve birçok Türk lehçesinde
baba yerine Buba denir. (Macarca baba; buba.)
142
Kaşgari diliyle Hubi Laz olarak ünlenen sözcük, İstanbul Türkçesinde Bi-Laz
olacaktır. Trabzon şivesinde ise Pe-Laz denilmesi normaldir ve batıya göçler buradan
yayıldığına göre Pelaz adının, Sahil Pelazları gibi, kökeninde Bi-Laz düşünülmelidir.
Be-Laz: Bir olan tanrı Laz’dır. Bir olmakla ilgili; “Bir/Pir ol, çok yaşa”, “Bir
işin piri, üstadı/ustası olmak”. Rize’de “bi dur, bi bak, bi gel” gibi fiile kuvvet
yükleyen “bi” yaygın kullanılır. Örneğin “bi gel” demek, yalvarırım, rica ediyorum,
mutlaka gelmeni istiyorum, demektir.
Pir, ulu kişiye de denir; Pir Sultan Abdal, Pir Azizler, gibi.
Ula-od, L harfinin doğrudan Ulu simgesi olduğuna burada yaklaşıyoruz ve
Elif’in L’ sindeki Ululuk, “Elif dedim Be dedim, kız ben sana ne dedim” Karacoğlan
sözlerindeki gibi yeminle söze başlama töresi karşımıza çıkar. Elif Be te se…. Arap
alpafesinde Oğuz töresinden bir giriş karşımıza çıkar.
Türk büyükleri için yapılmış olan anıt taşlar Elif gibi uzundur, Dikilitaşlarda
bunu görüyoruz. Bu bağlamda Dikili-taş’ın fonetiğine girelim.
Dik-uli Taş; Dag-ulu-atası. Bu taş, göklere yükselir, dağlar uludur, Tanrı’ya
doğru yükselir. VI.Büyük Bedri’nin Kırım Kerç boğazındaki dikilitaş anıtı gibi.
İstanbul Sultan Ahmet Meydanında bulunan, MÖ.1547’de Mısır’da yapılmış olan
kral Thatmosis Anıtı gibi. (Bu isimde de Ulu/Büyük/Dede Mosi açılımı var.
That-mos-is; Date/Maz-is, Büyük Maz oğlu. Bu taş, antik Mısır’da ululara taş
dikme töresinin varlığını gösterir. Bu dikilitaşın üzerindeki yazılar Oğuz töresine
uygun ifadelerdir. (Dikilitaş’ın Mısır’dan sömürgesine emreder gibi bir emirle
İstanbul’a getirtilmesi ve yüzlerce yıl yerde öylece bekletilmesi ayrı bir konudur.)
(www.chip.com.tr/blog/bilgimakinesi/Sultanahmet-Meydanindaki-DikilitasUzerindeki-Meti_923.html)
“İngiliz” sözcüğü ayrıştığında içerisinde Eng-Luz hissedilir. “Laz Damgası”
gibi bir kavramı verir. ANG hecesinde ANLAMAK edimi vardır, yani sözcüğün
fotoğrafını görmekten söz edilir. Bu açıdan ele alındığında İngiltere’nin antik
egemenleri adaya “Laz tanrının yeri” der gibidir. Zaten kurucu Breton/Peri-tan halkı,
“Tan uşağı/ışığı” halkı, Fransa’nın kuzeyinden aynı isimle bu adaya gelmişlerdi.
Yanlarında gayda götürdükleri de anlaşılıyor.
Hopa’da fıkra gibi anlatılan, Laz babanın oğluna vasiyeti çok önemli bir
töreyi işaret eder. Babası ölmeden önce oğluna şu üç şeyi sana vasiyetim say demiş.
Bir; sonradan görme olandan borç alma. (Faizle borç almak yasaktı!)
İki; karına bile sırrını söyleme. (V.Bedri’yi karısı zehirledi!)
Üç; devlet adamıyla dost olma. (Romalıdan dost olmazdı!)
Anımsayalım, antik dönemde devlet, vergi toplayıcı Cenevizli korsanlardır.
Mitridate’nin sevdası Emine’ye manilerinde de “Sana söz veriyorum/ Bir daha
Roma’dan borç almak yok / Senin koynuna girer gibi /Gideceğim Roma’nın
üstüne…” diyordu.
ELİZAN bölgesi insanları hep Ceneviz korsanlarıyla savaştı. Bilim
adamlarını ve çocukları Atina’ya kaçırıp saraylılara köle satan bu korsanlar aynı
zamandı tefeciydi, bankerdi ve Yahudiydi. MÖ.525 de evlatlarını kurtarmak için
Atina seferine giden Sümerdis Çerkez (Kserkses) kadın ve erkeklerden oluşan
ordusunda en büyük kuvvet Kaçkar dağları çevresinden gönüllülerdi.
143
1934 Türk Dil Kurultayında “Türk Dilinde Kökler”
Bilim ve Ütopya Dergisinin Ocak 2004 sayısında, “Atatürk’ün Bilinmeyen
Kitabı” başlığıyla yayınlanmış bir yazıda, “Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik
Bakımından Türk Dili” makalesini okuduğumuzda, benzer fonetik çalışmaların
yapıldığının belgelerini görüyoruz.
1934’de Atatürk başkanlığında toplanan Türk Dil Kurultayında, Türk Dilinde
Kökler başlığıyla yazılmış yazıdan bir bölümü aşağıya bulacaksınız (Age. sh.52,53).
Türk Dilinde Kökler:
Dil, psikolojik ve sosyolojik kanunlara bağlı olarak meydana gelmiştir.
Fikri hayatın en ince teferruatı, harici dünyadan gelen levhalar veya
içimizde doğan ruhi cereyanlar şeklinde tezahür eder. İnsan bunları dil vasıtasıyla
tespit etmeye muvaffak olur.
Dil, harici dünyayı temsil eden ve bize onu hatırlatan birçok gösterici
işaretleri, ince farklarla birbirinden ayırma çabalamasından ibarettir.
Dilin fonksiyonu, açlığı bildirmek, kuvveti göstermek, zevk hislerini ifade
etmek ve bütün fena hislerden ve hayat tehlikesinden kendini korumaktır.
İnsan, kendini saran harici âlemdeki objeleri tespit fikrine eriştiği zaman
benliğini anlamıştır.
İlk insanların her şeyin üstünde tanıdığı ve her şeyin üstünde tuttuğu ilk obje
güneş olmuştur; güneş onlar için her şey idi. Güneşi inceleye inceleye onun
vasıflarından ve hareketlerinden, maddi ve sonra ruhi, fikri kavramlara intikale
başladılar. Ondan aldıkları başlıca kavramlar şunlardır:
1-Güneşin kendisi;
2-Güneşin saçtığı ışık, aydınlık, parlaklık;
3-Güneşin verdiği sıcaklık;
4-Ateş;
5-Yükseklik, büyüklük, çokluk, kuvvet, kudret, esas, sahip, Allah, efendi;
6-Hareket, imtidat, zaman, mesafe, hayat, gıda, büyüme, çoğalma;
7-Renk, su;
8-Yer, kara, toprak;
9-Ses, söz.
İlk insanlar, bütün bu maddi ve fikri varlıkları güneşe verdikleri isimle
birlikte anlatırlardı.
Türk dilinin kökü olan bu isim; a (ağ) olmuştur. Türk dilinde orijinal kök
vokale konson gelerek teşekkül etmiştir. Bunu şu kısa formülle gösterelim: (V + K)
Türk dilinde mana ifade eden ilk vokal “a”dır, ilk konson “ğ”dir, “ğ”,
“a”ya “a”lar gelmesiyle doğmuştur:
A aa aaa…= ağ = a + ğ = .ğ = ğ
Denilebilir ki dilin bütün kökleri bu ilk “ağ” köküne, insanların boğaz ve
ağız cihazı geliştikçe söylemeye muktedir oldukları konsonların ve vokallerin
ilavesiyle, teşekkül etmiştir; ağa, ağağ, ağak, ağah … gibi.
Bu kompoze sözlerin, yavaş yavaş, başlarındaki asıl kök (ağ), kendinden
sonra gelen süfiks ile kaynaşarak; ay, ag, ak, ah… olmuştur.
144
Bu suretle, ilk konuşma devrinin ilk konsonları, “ğ” ve bunun dönüştüğü
“y”, “g”, “k”, “h” olmuştur.
Türkler, ilk tanıdıkları ve taptıkları güneşe ve yukarıda söylediğimiz gibi
ondan çıkardıkları bütün maddi ve manevi kavramlara “ağ”dan başlayarak “ay”,
“ag”, “ah” demişlerdir. Yani esasa (güneşe) verdikleri ismi, maddi ve manevi
kavramlara da vermişlerdir.
İnsanlar birbirine güneşi göstermek veya anlatmak için, ay, ağ, ag, ah,
dedikleri gibi, mesela parlaklığı, mesela ateşi, mesela suyu, mesela toprağı, mesela
büyüklüğü, .. vesaireyi anlatmak için dahi aynı sözleri kullanmışlardır.
Her obje ve her düşünüş için, o objelerin ve her düşünüşlerin arlarındaki
farkları gösterecek farklı sözleri tespit için insanlar binlerce sene çalışmışlardır; bir
dereceye kadar da muvaffak olmuşlardır.
İlk insanlar, aralarında türlü jestler yaparak anlaşmak devrinden, gayet
basit ve sıbırlı birkaç manalı söze jestlerini katarak anlaşma devrine geçmiş oldular.
Dillerin bugünkü tekamülünde bile insanlar, tam fikir ve maksatlarını
anlatabilmek için sözlerine jestler katmaktadırlar. Düşünüş ve dilin mükemmeliyeti
derecesinde jest azalır.
***
Dil, vokallerden ve konsonlardan kurulmuştur.
1.Vokaller; insanların kalın ve ince olmak üzere çıkarabildikleri sesler
çoktur. Fakat bu seslerden dilimizde tespit olunan “8”dir.
A/I, E/İ, O/Ö, U/Ü
II. Konsonlar “21”dir; dört kategoriye ayırıyoruz:
1) ğ, y, g, k, h
2) v, f, m, b, p
3) d, t, r, l, n
4) s, z, c, ç, j, ş
Türk dilinde orijinal kökler, yukarıda işaret ettiğimiz gibi: ağ, ay, ag, ak,
ah’tır.
Bu orijinal kökler, görüldüğü gibi, vokallere konsonların birinci
kategorisinin yapışmasıyla teşekkül etmiştir. Vokallere diğer (2, 3, 4 No’lu)
kategorilerdeki konsonların yapışmasıyla teşekkül etmiş gibi görünen sözler orijinde
kök değillerdir, kompozedirler. Mesela:
av = ağ +av = ağav’dır. Zamanla asıl kök süfiksle kaynaşıyor, “av” kalıyor
ve manaca da kökün yerine geçiyor.
ot : oğ + ot = oğot… ot
ar: ağ + ar = ağar ….ar
as: ağ + as = ağas … as, heceleri böyledir.
…
Bu Kurultay’da çalışan, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, dil
bilimcilerimizi, Afet İnan, Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Şair Celal Sahir, Ahmet
Cevat Emre, Ruşen Eşref Ünaydın, İbrahim Necmi Dilmen ve Hamit Zübeyir’i,
saygıyla ve rahmetle anıyoruz. Işıklar içinde uyusunlar!
Kaynakça: Bilim ve Utopya dergisi, Ocak 2004
145
2.BÖLÜM.
KARADENİZİN TANRIÇALARI
1.Doğu Karadeniz’de Sümer Tanrıçaları (Laz, Ayane, Kibele)
2.Rize ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu (Kolkhis)
3.Artvin ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu (Oğuzeli)
4.Trabzon ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu (Lazion)
5.Giresun ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu (Gotyora)
6-Kelkit Satala Uygarlığı
Doğu Karadeniz’de Sümer Tanrıçaları
Halikarnas Balıkçısı’nın “Hey Koca Yurt” kitabını okurken Sümerli Ana
Tanrıçalarımızla bir hayli beraber oldum. Bu Ana Ata’larımızın adlarını nerelerde
yaşattığımızı düşündüm. Baktım, Kibele ve onun diğer adlarını, Doğu
Karadeniz’deki şehirlerde, dağlarda, köylerimizde, sahil mahallelerinde ve bir de
kadın adlarımızda yaşatıyoruz.
Hititlerin de ana Tanrıçası Kıbele’dir. Bölgemizde, Kibele inanışıyla örtüşen
isimlerin yanında Oz (OKS/OĞUZ) inanışı ile örtüşen mahalle adlarına rastladım.
Yer adlarını biraz daha araştırınca karşıma Sümer/Kimmer Uygarlığından
isimler çıkmaya başladı; Potomya, Sümerli, Sümle, Kırım, Kemer, Siper Nehri
(Çoruh), İspir, Siper Denizi, vb.
Karadeniz, Amazon kadınların beşiği idi ve Balıkçı baba onlara “Kibele’nin
kondayları”der; Amasya, Abazya, Ladik, Canik, Sinop, Hopa, Heva, Atika, vb.
Araştırdıkça Kırım’dan Kastamonu’ya kadar, Zile’ye kadar daha geniş bir alanda var
olduklarını gördüm.
Sanki tarihte adı geçen antik kültürler burada birbiriyle iç içeydi veya
birbirinin üzerine bindirilmişlerdi; Amazon Uygarlığı, Oğuzlu Kültürü, Kıbele
İnanışı ve Sümerler (Kenger Uygarlığı)…
Merakım iyice arttı ve Halikarnas Balıkçısının tüm basılmış kitaplarını
sahaflardan toplamaya, altını çizerek okumaya başladım. Eski Yunanistan’da geçen
bir takım isimlerin Doğu Karadeniz’den gitmiş olduklarından söz ediyordu; Akhalar,
Akailer, Pelazlar, Dorlar, Kentauroslar, Traklar, vb.
Merakım arttıkça okuyor, okurken bir sözcüğün ardını kovalıyor, onun izini
sürerken başka bir sözcükle karşılaşıyordum. Ulaştığım kaynaklardan aldığım
bilgilerle, ilk sezgilerim doğrulanıyordu. Uzun süre köşe yazılarımın ana konusu bu
olmak durumunda kaldı. Bu sırada, örneğin bir yerleşim adıyla ilgili yazdığıma daha
sonra dönüp yeni ekler yapmak durumunda kalıyordum.
Karadeniz’de karşıma çıkan bir kraliçenin adı Denizli’de yeniden önüme
geliyor, Bodrum’da karşıma çıkan bir kraliçe Tokat’ta, Urfa’da karşıma çıkan Bala
146
Kalesinde, Belkız mozayiklerinde bir daha karşıma çıkıyordu. Artık yazılarımın belli
bir silsile takip etmesi olanaksızlaştı; Karadeniz’den yola çıktım fakat yolum çok
uzaklara düştü. Örneğin Laodice(Laz-ece) Furtuna adı Nemrut’da karşıma çıkıyor,
Nemrut’a nasıl gittiğini araştırıyordum. (Okurlarım bunu fark edeceklerdir, şimdiden
özür diliyorum.)
Bu kadar çok anadan ata’sı, yani Aba’sı olan bir yurdun adı elbetteki Anadolu olurdu. Daha sonra bu anaların Uluların-anası, Anati-Ulu olduğunu çözecektim.
Halikarnas Balıkçısı’nın bir gün bir gerçek âşığı çıkar da Amazon
Uygarlığını araştırır dediği, belki de burada karşılaştığımız Ön-Türk Analarımızın
kültürüdür.
Artık noktayı koyup bunları kitap olarak basmalıydım. Ancak, inanıyorum
ki, bu kitaptan sonra da Anadolu’yu Anadolu yapan Ön-Türklerle ilgili yazacak çok
şey çıkacaktır. O zaman, Milat ilan ederek Anadolu’da yok edilmiş devletleri
adlarıyla konuşabilir olacağız.
2005’de başladığım müzik araştırmalarımın sonucunda şunu saptadım ki,
Doğu Karadeniz’in özellikle yayla türkülerinde, Artvin Macahel dahil, Kaçkar
yaylalarından Kelkit yaylalarına kadar, türkülerimizde, tıpkı klasik batı müziğindeki
gibi armonik özellikler bulunmaktadır. (bkz.www.mahiye.com/Çoksesli Analizler)
Etrüsklerin Kaşgari Türkleri olduğu ve Karadeniz’den gittikleri artık
biliniyor. Lazca konuşabilen bir kişi İngiltere’de, Fransa’da, İspanya Pirene
Dağlarında ve özellikle İtalya’da o dilin yazılışını bilmiyorsa, sadece duyduğu
şekliyle, sesdeşliğinden yola çıkarak bir çok ortak sözcüğe rastlar.
Roma’daki Etrüsk tabletleri Kâzım Mirşan tarafından okunmuş ve sonuçları
kamuoyuyla paylaşılmıştır. Etrüskler’in Anadolulu olduklarına dair Halikarnas
Balıkçısı bütün kitaplarında söz eder. Hatta Anadolu Efsaneleri (Bütün Eserleri-14)
adlı kitabında, Fatih Sultan Mehmet’in de bunu bildiğini görürüz.
“İstanbul fatihi İkinci Mehmet, Papa İkinci Pius’a şunları yazıyor:
İtalyan’ların bana düşman olmalarına şaşıyorum. Biz de İtalyanlar gibi
Troyalıların soyundanız. Yunanlılardan Hektor’un öcünü almak benim kadar
onlara düşer, onlarsa bana karşı Yunanlıları tutuyorlar. (age.s.54.Montaigne’in
Denemeler’i.97’den.)”
Roma devletini kuran Etrüskler’in dili, Latin dili, Ana Tanrıça Lato Ana’nın
dilidir. Bu dil bugün büyük bölümüyle Doğu Karadeniz’de Lazca olarak
yaşamaktadır.
Biraz da yüzümüzü arkaya çevirip geldiğimiz topraklara bakarsak, hemen
yanımızdaki İran’a bakarsak aynada kendimizi görebiliriz.
İran’da konuşulan resmi dil olan Farsça, Karadeniz şivesiyle sesdeş bir dildir.
Ari dil, Ari kültür olduğu kabul edilir. Sanıldığı gibi Farça Hint-Avrupa dili değil,
Kaşgari Oğuz dilidir. Arı’ya Rize’de de Ari denir. Ana arının etrafında oğul vermeyi
kendine model alan kültürdür. Ana Tanrıçalar ana arıdırlar; Ari Hava (Arhave),
Ariata-misi (Artemis), Ari-ana (İrana) gibi.
Hazar kıyılarında oturan İranlılar Farsça’yı Karadeniz şivesiyle konuşurlar,
örneğin Allah yerine “Ella” derler. Türkiye’de “Karadeniz şivesi” adı verildiği için
biz de cümlemizi buna göre kurduk. Oysa göçler doğudan batıya doğrudur ve doğru
ifade şudur, Rizeliler Farslar gibi Allah yerine ”Ella” der.
147
Zonguldak, Amasra, Kastamonu, Samsun, Ordu gibi çok geniş bir bölgede
yaşayan Türk halkının ataları için hep “Ataları Kaşgalardı” diye not düşülür.
Kaşkalar, ülkemize en yakın İran topraklarında yaşayan, İran Pers devletinin
kurucusu ve Darius/Toros hanedanının geldiği boydur. İranın kuzeyinde Şuşa-Gence
çevresinde ve güneyinde, Şiraz çevresindeki Kaşgar Dağlarında yaşarlar, at
biniciliğiyle halılarıyla ve kadınlarının giydiği renkli giysilerle, dindar olmayışlarıyla,
şehre indiklerinde 1989’dan sonra zorunlu hale getirilen çador örtüsünü değil kendi
yerel kıyafetlerini giyerek dolaşmalarıyla ünlüdürler. Halk çalgıları aynen Artvin
yöremizdeki gibi akordeon, zurna, kaval, cura, koltuk davuludur. Adeta Artvin halk
oyunlarını çalmaktadırlar. Daha önemlisi, tıpkı Anadolu’daki gibi aksak ritimler
kullanmaktadırlar.
(http://intellibriefs.blogspot.com/2008/01/iran-qashqai-tribe.html)
İran’ın güney doğusunda ve batı Pakistan bölgesinde yaşayan Beluciler,
neredeyse tamamen Türkçe konuşurlar ve halk çalgıları içinde tulum zurna da vardır.
Belucilerin en büyük aşireti olan Magriler Türkmenistan’dan, Hindi Kuş dağlarından
buraya gelmişlerdir.
“Beluci” adı, tıpkı antik Amazon kadınların bilim yapan, piton yılanıyla
simgelenen “bilici kadınlar” olmaktan gelen adları olan “Biliciler” sözcüğü ile olan
sesdeşliği dikkat çekicidir. Beluci ile Pelazi arasında aynı benzerlik hissedilmektedir.
İran’da Nevruz ve Mihrican özel törenlerle kutlanan iki bayramdır.
Can kızlar, Amazon kadınlar baş savaşçılardı. Canik Dağları onların adını
taşımaktadır. Ana bacılar da onlardı ve Mihrican adı Türkçe türkülerimizde devam
etmektedir.
İran’da Hititlerin anaerkil yapısına benzer bir kültür önemli ölçüde devam
etmektedir. Örneğin evde halı yıkamak cam silmek gibi çoğu işleri erkekler yapar.
İran’da başı örtülü olsa da, kadınlar sokakta bebelerini emzirirken göğsünü dışarı alıp
bebeğini emzirirler. Yakın zamana kadar Anadolu’da da bebeği açıkta emzirmek
normal karşılanırdı. Ziraat Bankası Ulus Müzesinde bulunan, 1928’de İbrahim Çallı
tarafından yapılmış olan duvar büyüklüğündeki Ziraat Tablosunda, tarlada bir Türk
köylüsü kadın, bebeğini göğsü açıkta emzirmektedir; orada törelerimize uygun
şekilde resmedilmiştir.
İran’da Medana, Mayana, İrana gibi şehirler, adlarını Ana Tanrıçalardan
almış görünmektedir. (Fransa’da Meyene şerinde tulum çalınır.) Benzer şekilde,
Medine adı bile Med Ana’dan geldi denilebilir. Musul yakınlarında bir Metina şehri
daha vardır. Milattan sonraki yıllarda bile, Kureyş kabilesinde her evde Kıbele
heykelciklerinin bulunduğu bilinir. (Aynı heykelcikler MÖ 3000 tarihli olarak,
Konya Çatal Höyük 2007 kazılarında ortaya çıktı.)
Rize’de ve yakın çevresindeki yerleşim adlarında dikkati çekecek kadar çok
kadın adı vardır. Bu adlar, sıradan adlar olmayıp, Hitit Tanrıçası Kibele ve onun
duacı kızları Amazon kadınlarla ilgili adlardır. Biraz irdelediğimizde bu inanışın
beraberinde Oğuz Kültürü olduğunu görebiliyoruz. Çünkü, çoğu yerleşim adlarında
Oğuz Kültürüne ve Hitit İnanışına ait ekler, soy adı gibi kök hecenin arkasında
görünmektedir. Örneğin, OZ eki Oğuz kültürünü, EBA/ABA/ABU/APA/MA/ANA
gibi ekler ise Büyük Ana Kibele’ye inandığını belirtir. Her iki ek de Amazon
Uygarlığının işaretleridir.
148
Rize’de Güneş Kültü içerisinde ululaştırılmış bir yıldız/ulduz/yulduz çıkar
karşımıza. Dağlar uludur, yıldız da dağlar gibi yüksekte olup uludur: Ulduz; uluidi’us, Atasi ulu ışık.
Doğu Karadeniz bölgemizin en yüksek dağı olan Kaçkar Dağları, en yüksek
tepesiyle ve yaylalarıyla ünlüdür. Ancak, hepsinden daha önemlisi adıdır; Asya
kıtasında pek çok Kaçkar dağı daha vardır; Kaşı-kar, yamacı kar olan tüm bu dağların
etrafında hayat diğer yerlerden daha eski görünmektedir. Kaşgar florası insanına da
yansımış görünmektedir. Bu araştırmamız sırasındaki önemli saptamalarımızdan biri
de, en eski Oğuz boylarının Kaşgar kökenli olduklarıdır. Osmanlı devletinin
kurucusu Oğuzların Kayı boyu, Pers devletinin kurucuları Kaşgari boyudur. 1870’li
yıllarda İngilizlerle çok içli dışlı olan Osmanlı padişahı Abdülaziz’e yazdığı
mektupta İran kralının şöyle söylediği bilinir:
“İkimiz de Oğuzluyuz, ben Kaşgari boyundan sen Kayı boyundan geliriz,
İngilizlerle birlik olma, gel biz birlik olalım.”
Rize ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu
(Kolkhis, OğuzHalkı)
Rize
Rize/İrize; İris. Görme noktası. Antik Sümer şehri Potomya’nın açık denizi
gözetleme noktası (Mahalle Kale) buradadır.
Uri-esiğ. Işıktan üremiş. Rize; Roze, Ruze, sıkışmış Roz.
New Roz; Yeni bir gün, yeni bir ateş, kızıl güneş. Benzer bir ad olan, Rize’de
Yenigün soyadlı ailenin lakabı Nevrozlar’dır, Nağruzoğun İsmail, gibi. Geldikleri yer
Dağıstan’dır.
C-Z-D-T dönüşümlerine göre, Ur-ice, Ur-aze, Ar-ata, Ar-Da, Urdu gibi bir
çok Ön-Türkçe sözcükle sesdeş düşer.
Uri-Aze; Aze-Ur, Ate-Ur, DOR ise sesdeş düşer. Işıktan ur olan, Uri-ace;
Rize!
Ur-udu’dan dönüşmüş UR-ATA hecelerini Arda-nuç, Art-vin, Arda-han, gibi
birçok yerleşim adında daha görürüz. Urdu dili konuşan Pakistan halkıyla Rize
bağlantısı, Balistan şehrinde Kaçkar dağının olması, orada Tulum çalınıyor olması
gibi bağlantılar ortaya çıkar.
İ’Ri-ze, sağdan okuyuşuyla EZİ-Rİ, AZERİ, ZİR oluşur. Bu şiveyi konuşan
Azerbaycanlılara Kaşgari Oğuz, İran’da Oğuz Türkü denir.
149
“Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din” adlı kitabının yazarı Cengiz
Özakıncı’ya göre, RUSE Farsça “oruç” demektir. Oruç, bugünkü anlamda oruç
olmayıp, antik Pers kralının iki oğlundan biri Irac/İraz ile sesdeştir.
Tebrizli dil bilimci Nasir Şahgölü’ne göre, IRAC, hem “oruç”, hem de “bir
gün” demektir. Oğuzca’dır, diğer Türk dillerinde yoktur. Farsça’ya Oğuz
Türkçesinden geçmiştir.
Moldavyalı dilciler, “Rus” sözcüğünün Oğuz’dan dönüştüğünü söyler. Leo
Tolstoy’un da bu doğrultuda görüşleri vardır. Rize’de Rus denilmez, “Urus” denir.
Bu durumda, tüm Asya topraklarında kutlanan NEVRUZ “GÜNÜ” çıkar
karşımıza, ki eskiden Rize’de “Nağruz bayramı” denirdi. Nağ- roz; yeni ışık!
Bu açılımla, Rize, “gün ışığı bol olan yer” anlamına gelir ki, buna antik bir
anlam yüklediğimizde, “Tanrıçası bol olan yer” çıkar karşımıza ki; öyle de
görünüyor. Potomya antik şehrinin gözlem kalesi Rize’de Mahalle Kale, burada aklın
ışığı bol olan birilerine işaret etmektedir, ki daha sonra el yazması Lokman Hekim
kitabının bu kaleden Roma’ya götürüldüğü bilgisine rastlayacağız.
Rize açık limandır, Potomya ise antik dönemde derin bir körfezdir. Şimdi iki
derenin buluşup Askaroz adıyla denize aktığı yer, eskiden oldukça büyük bir haliçti.
Kıble Dağı’nın baktığı bu yerin adı, Opo-Tomi; Opa-Damı, Güneş Damı, Kibele’nin
evi. Potomya, “Batum” gibi bir şehir adı olmak durumundadır. Potomya’da gemilerin
bağlandığı bir kayanın bulunduğunu anlatılır.
Askaroz deresinin doldurduğu körfezin MÖ.6500 deki çökme ve tufan
olayıyla bağı olacaktır ki bu yörede Kıble ve Ayane (Şems ve Hilal) Dağının altında
SU (deniz) var diye anlatılanlar da bunu göstermektedir.
Rize söylencelerinde “karakoncolos” adlı bir hayali korkutucu görünmez
varlık vardır. Bu konuda, fonetik araştırmamız bizi İstanbul’da Hıristiyanlığın resmi
din ilan edilişi olan 4.yüzyıl, Ortaçağ’ın başlangıcına götürdü. Aslında Milat ile
Anadolu’da başlayan kara yenilgi günlerine gittik. Hıristiyan olmak istemeyen
BAZİLEUS /Oğuzlu halkına büyük zulüm edildi, iki kat vergi yüklendi, şehirleri
yerle bir ederek, yakıp yıkarak tarihten silme cezaları verildi. Burada en önemlisi
doğrudan Doğu Karadenizle bağı olan, batı belgesellerine de giren şu cümle:
“Ortaçağın başında BAZİLEUS ülkesinde 3 bin kadın büyücülükle
suçlanarak yakılarak öldürüldü.”
Peki kimdi ata kadınlarımızı yakarak öldürenler?
Büyücü diye suçlananların, becerikli, ilaç yapmayı bilen, bilici ve at binen
savaşmayı bilen direnen kadınların Amazon analarımız oldukları kesin. Onlara ölüm
fermanını getiren KARAKONCOLOS, soğuk kış gecelerinde, kötü haberi getiren
kara giysili papaz efendi olmalı. Çünkü, papaz, Roma’ya vergi toplayan “konsolos”
demekti. Üstelik de kara pelerin giyinirdi.
Karakoncolos, benim de çocukluğumda korktuğum bir imajdı. Eğer
kardeşimle uyumaz da, yorganın altında kikirdeşirsek, annem “Uyuyun, karakoncolos
gelir sizi götürür yoksa” derdi. Bu, kesin ölüme götürülmek demekti; gelir sizi
götürür, kimse onun elinden sizi kurtaramaz. Ortaçağın Doğu Kardeniz’de
yaşatıldığının ve Rize’nin Hıristiyanlığa karşı büyük bir direniş gösterdiğinin de
işaretidir.
150
Antik kaynaklardaki Sinor kalesi Rize kalesidir, Romalıların daha ötesini
vergiye bağlayamadıkları “Kolkhis’in sınırı” (Halk uşağı/Laik-us sınırı)
anlamındadır.
Karagoncolos üzerine araştırma yapan Özhan Öztürk’ün saptadığı aşağıdaki
özellikler, drama tekniği olarak, dolaylı anlatma geleneği olan Anadolu kültürüne
uygundur. (Parantezler bana aittir.)
1.Koncolos denizden gelir. (Tarih boyunca saldırılar denizden gelmiştir!)
2-İnsanlarla konuşmaz.
3-Evin en değerli varlığı olan erkek çocuğunu alır, gelin burnuna osurur.
(Erkek çocuk köle götürülür, gelin onun hakkından gelebilendir!)
4-Kapının önüne bırakılan yiyecekle uzaklaşması istenir. (Rüşvet!)
5-Bu halkın içinden değildir, yabancıdır.
2011 yılında Ankara’da kaybettiğimiz Çamlıhemşinli edebiyat öğretmeni ve
araştırmacı Muzaffer Arıcı’nın “Her Yönüyle Rize” adlı kitabından aldığımız
aşağıdaki haritada M.Ö. 700-200 yıllarında Rize – Azerbaycan arasındaki bölgede
adlar birçok araştırmacının aradığı bilgileri vermektedir.
Rize’de bazı değişik sözcükler; Koliva, kızmemesi, feretiko, tami...
Koliva (kalivi, koliba, kallif): Rize ve Arhavi’de “haşlanmış mısır” demektir.
Mısır tarlasındaki “kulübe”, Moldavya Gagauz (Gökoğuz) dilinde “haşlanmış
buğday”, yine Moldavya’da ve Yunanca’da mısır tarlasındaki kulübe, Kuzey Kıbrıs
Alasya Türkçe’sinde haşlanmış buğday ve kulübe “kallif”.
Kalef; mısır saplarını kuruturken üst üste dikdörtgen oluşturmak üzere özel
diziliş şekline denir.
Alazya’da MÖ.6000’lerde Ön-Türklerin yaşamış olduğu batılı kaynaklarca
da doğrulanmaktadır.
151
Kızmemesi (Kozmaması!): Rize’de turunçgillerden bir meyvedir. İngilizce
adıyla greyfurt olarak bilinen meyveye Alasya’da (KKTC) da aynen Rize’deki gibi
“kızmemesi” denir. Rize’de kırmızı olanına ayrıca “kinkan” denir; Kin/Kun (güneş)
Kanı anlamındadır. Kutsal sütüyle bebeği besleyen bir organın adını ona benzeyen
bir meyveye vermek çok insani bir durumdur. Anadolu’da anne göğsü hala mahrem
değildir, bebek emzirilirken göğsün bir parça görünmesi mahrem kabul edilmez. Bu
töre İran’da ve Pakistan’da da vardır.
Feretiko: Rize’de yerli dokumanın adıdır. Fer’i, ısıyı koruyan, Hatti Kadın
Attika’nın giysisi veya onun gibi koruyucu giysidir. Teri emerek insanı koruyan,
sağlıklı bir dokumadır. Beyazdır, Amazonların tören giysisidir. İkizdere’nin yerli
dokumasıdır.
Lati lokum: Türk lokumu diye bilinen şekerlemenin adıdır. Lato Ana, Lat
Ana’nın yediği “Laz lokumu” tatlısına bu ad verildiğini düşündürmektedir.
Lokum, fonetik analizle, Ulu-oğ-uma, Ulu-Ma’nın yemeği anlamındadır.
Anadolu’da ölünün arkasından yenilen dua yemeğine de “lokma” denir.
Atina, Attika, Pazar
Pazar, Atina ve Attika olmak üzere üç adı vardır. Atina ile Attika (Atiche,
Hatuka) aynı savaşçı Amazon kızın adıdır. VI.Büüyk Bedri’yi gece savaşında
kurtaran başkadın savaşçı Kafkas Kabartay kızıdır.
Attika; Hatuka, Ata-kadın. Aynı adla bir semt de Rize Askaroz deresinin
denize bakan yamacında vardır. Yeni devlet Hastanesi buradadır.
Ati-na/Ata-ana. Fırtına Aba’nın diğer adıdır. Per-Tina; Fırtına Amazon
savaşçı Er Hatun’dur; Ariadne diye yazılmıştır.
Pazar; Opa-Dor adıyla sesdeştir. Pazar’ın eski mahallesi Adra-pa-tene, Opador adından heceler almış gibidir. Opa-dor; Dor güneşi, Dor ağabeyi, Ulu/Hay-Dor’a
da adını veren Eupatore Mitridate olmalıdır.
Pazar’da Zir Kale’nin diğer adı Bala Kalesi, Tina Ablanın adını taşır.
VI.Büyük Bedri’nin kurtarıcısı Kabartay Paçi Tina’nın adı burada yaşamaktadır.
Kastamonu türkülerinde geçen bir “Atine” kız vardır. Hatuka Tina, yaralı
kralı ve yaralı askerleri ve atları Zir Kale’de tedavi etmişti.
Atina ile Asena sesdeştir. Asena kurt, diğer kurtların yavrularına ve insan
yavrusuna süt veren olduğu için öenmli semboldür. Dayanışmak, büyük sorunların
üstesinden gelmek gibi bir mesajın sembolüdür “asena”. O, dişi kurt değil, anne
kurttur. Analar her evladına eşit davranır, onları eşit korur, eşit pay dağıtır, gibi
mesajları çoğaltılabilir.
Halikarnas Balıkçısına göre, bir efsanenin tamamı hayale dayalı değildir,
belli bir yaşanmışlık onun içindedir. Türklerin Ergenekon’dan çıkış efsanesi
yıllarında belli ki, demir çağına geçilmiştir. Anadolu topraklarına geldiklerinde
demiri eritmeyi biliyor olmalıdırlar. Pazar’ın yukarı dağları, demir döğülen
mağaralarla doludur. Çamlıhemşin’den Reşat Demirci, dedesinin, “Biz buraya demir
döğe döğe geldik” sözlerini bize aktardı.
Efsanede, Athena (Atina) savaşçıdır, İda dağında güzellik yarışmasındayken
bile silahlıdır, el sanatlarının, terzilerin, ustaların (Daktiyillerin) ve sanatçıların
koruyucusudur. Simgesi koç, keçi tekesi, kumru, bazen balıklar, servi, nar, altın elma
152
(portakal) ve baykuştur, gece bile görür. Gerçekte, Amasya’da, MÖ.64’de, Roma
garnizonunun gece baskınında yaralanan Oğuz Beyi VI.Büyük Bedri’yi atına alarak
savaş alanından kaçırıp kurtarmış, tedavi etmiştir. (Murat Arslan, Mitridates
VI.Eupatore, 2007. Kitapta Murat Arslan onu kralın 3. karısı olarak çevirmiştir, bu
yanlıştır, kralın sadece 2 eşi vardır.)
Attika
Rize’de, şehrin doğusunda, Askoroz burnunda, eski şehir mezarlığının
bulunduğu yamacın adıdır. Burada 2006 yılında Devlet Hastanesi yapıldı. Gönül ister
ki hastanenin adı Atika veya Lokman Hekim olsun, bir de gönül ister ki burada tarihi
Mitridatikum Tıp Kongreleri yapılsın.
Attika; Hatti-ka. Hatti Ece, Hatuka, Tyche, Atike, Hatice’dir. Rize’de Atike
ve Atika kız adları halen vardır.
Halikarnas Balıkçısı, portakalın mitolojideki adına “altın elma” diyor.
(Sevgilinin Beş Parmağında Yaratılan Beş Yeni Tanrı, Bütün Eserleri:13, sh.44). Bu
efsanede, Portekiz’e (Portugal) Anadolu’dan gitmiş olan Ankeus’un (Oğuz-ana)
gördükleri yorumlanmaktadır. Mitolojide, Kibele’nin baş kondayı olan portakallığın
perisi Nimf, bilicidir, kâhindir, gözleri çok kuvvetlidir, bilicilik için kullandığı
yılanların gözlerinde de aynı kuvvet vardır, yılan gibi yakınına gelen kuş, fare ya da
tavşanı gözleriyle dondurabilir, cevaplarını Pelazi dilinde verirdi, şeklinde anlatılır.
Özel not: Yazar, Gülbahar İlkokulda okurken(1956-61) Attika mahallesinden
gelen “Portakal” adında sınıf arkadaşı vardı. Adından mahcup olurdu. Sanırım
Anadolu efsanelerinde portakalın ne anlama geldiğini kendisi de bilmiyordu. Bu
araştırmam sırasında öğreniyorum ki, Kıble ve Ayne dağlarının köylerinde Portakal
adı oldukça yaygındır. Anadolu’da Portakal soyadlı aileler vardır.
Rize’de Attika, Humruğ ve Haldoz semtleri, baştanbaşa portakal
bahçeleridir. Haldoz’un şimdiki adı Portakallık’tır ve benim (yazarın) nüfus
cüzdanımda mahallesi hanesinde “Portakallık” yazılıdır.
2010 yılında,
apartmanların yükselmesiyle, bu mahallede son portakal bahçesi olarak dede evinin
bahçesi kaldı; iyi ki konağın bahçesindeki kuyu antik eserdi, korumaya alındı da o
günlerden geriye bir işaret bırakıdı!
Yunan balıkçılar birbirine bahtın açık olsun, bol şans; “Agathe Tika” der.
Yunan mitolojik öykü yazarları, Amazon kızların yılanın zehrini çıkartarak
ondan panzehir yaptıklarından, savaşta yaralanan atları ve askerleri tedavi
ettiklerinden ve yılanı tıbbın sembolü yaptıklarından, yılan resmini kendi övünç
sembolleri olarak kullandıklarından hiç söz etmezler. Onlardan sadece Tanrısal bir iş
yaptıkları ve ölüme meydan okudukları için “Kibelenin duacı kızları” diye söz
ederler.
Attika mezarlığının yeri, Sümer inanışına uygundur; buradan, Askaroz
deresinin denize dökülüşü, güneşin Kaçkar yönündeki tepelerden doğuşu, güneşin
denizden batışı ve güneyden Kıble Dağı görülür. Kuzey batıdan ise Zivana tepesi
görülür. Bunların her birinin bu mezarlıkta yatanlar için, başta adını veren Hatti Ece
(Attika) için bir anlamı vardır.
Güney doğu yönünde, Vela ile Askoroz arasındaki tepede, Baleva sırtında,
916 metre yükseklikte Gelin Kaya kalıntıları vardır. Babil’e gelin giden İştar’ın
153
özlediği Asma bahçeleri buradadır. İştar Gelinin dünürcüsüyle birlikte at üzerinde
rölyefini görenler 1950 yıllarından anlatırlar, taşları kırılmış, belli izleri oradadır.
Yunanistan’daki Attika, Atina’daki Athena tapınağının bulunduğu yerdir.
VI.Mitridate (Pan) öldüğünde orada ona heykel yapıldı.
Alp Dağlarında yaşayan İtalyanların adı ALAZO ADİGE’dir! Laz Atike!
Balkanlarda söylenen “Atti kadın neye ağlar” türküsündeki isim de
muhtemelen aynı kadındır. Balkan Türkçesiyle, özellikle Pomakça ile Rize
Türkçesinin ortak özellikleri dikkat çekicidir.
Hatti (Ata), Hitit ve Oğuz kültürünü bir arada gördüğümüz bu bölgede, kadın
ata kültürüne uyan Hurri’lerin izlerini de dilde görebiliriz; kadınlar birbirine
hitabederken Kori der.
Özel not: 2006’da Lozan’da tanıştığımızda İsviçreli Fransız, eski milletvekili
Albert Hourie’in soyadı “huriye” okunmaktadır. Kendisi ALP(İlyapa) dağlarının
oralarda büyümüştü, soyadının anlamını bilmiyordu. A.Houriet, Türklerin Ermeni
soykırımı yapmadığı, yalnızca vatan savunduğu düşüncesinde olup, bu düşünceyle
kurulan Tâlât Paşa Komitesinde yer aldı, Lozan, Berlin, Paris mitinglerine katıldı,
TV’de ve panellerde konuştu, Avrupa Birliğinin Türkleri o zamanki gibi şimdi de
tuzağa çekmekte olduğunu söyledi.
Askoroz (Taşlıdere)
Antik adı Bahriye Körfezi’dir. Şimdiki adı Taşlıdere’dir. Körfez çoktan
doldu, bir ufacık dereceik kaldı.
Akmenid atası KUROS ile sesdeşliği dikkat çekicidir.
Askor-os; Karuz-Sa; Karuz soyluların yeri. Ya da, Su(deniz) Keriz’i, yani
Körfez anlamındadır.
Antik haritalarda Rize Dağ Yarımadasının arkasında kalan, en korunaklı
körfez burası olabilirdi.
AS-KOR, Soyu Kor, ASKER. Asker-us; asker oğulları.
Mitridatenin başkenti Potomya, tarihten silinmeden önce böyle bir “asker”
şehriydi. Akmenid Karusiler’in Karadeniz başkenti burası görünüyor.
Azerilerin Koçkoroğlu efsanelerinde de anlatılan Köroğlu’nun asker
topladığı Sisli-Bel (Cenlibel) buralar olmalıdır. Atina seferine giderken Artemis’in
kadın Amazon askerleri buradan katılmıştı, çocukları esir götürülen annelerdi onlar.
Tefeci korsanlar borcuna karşılık çocukları alır götürür Roma oligarklarına köle
satardı.
Öyle görünüyor ki, MÖ.535 de Atina’ya kadar gidip çocuklarını kurtaran
Karusi ordusunun adı bu körfezde duruyor!
Birkaç yüzyıl öncesine kadar deniz, Potomya’ya kadar içeri giriyordu. Bugün
Askoroz Deresine Taşlıdere denilmesi sözcük anlamını yanlış aramamıza neden
olmaktadır. Körfez doldu, taşları üzerinden sular köpürüyordu, adı da Taşlıdere oldu.
Bu derede köpürerek akan suların üzerindeki tahta asma köprüden sektirerek
geçtiğim çocukluğumu, mısır öğütmeye değirmene gittiğimiz 1950’li yılları
anımsıyorum.
154
Roma kaynaklarında tarih boyunca köleleştirilememiş, vergiye bağlanmamış
iki yerden söz edilir, biri Akdeniz’de Toroslar (Klikya) ve Karadeniz’de Kafkas
İberyası (Peria Toroslar) halkı, yani Eyzilerin yaşadığı Kolkhis.
İki Potomya vardır, bir Batum ve diğeri Rize’de. İkisinin arasında yaşamış
olan, Rize Sinora Kalesinden başlayan bu halkın adı Kolkhis/Halk Oğuz yeri idi.
Rize, Lazca İris (gözlem deliği), yerel şivede İrise, Potomya’nın denizi
gözetleme kalesi idi. Yakın tarihte kaleye yakın bir noktadan Potomya’ya doğru iki
kilometre uzunlukta bir geçite rastlanması tesadüf değildir.
Askoroz körfezi çevresindeki köylerde Büyük Tufan’dan bazı söylencelere
rastlayabiliyoruz. Bu efsanelerin yaşatıldığına bakılırsa, tufandan kaçanların kurtuluş
yönünü işaret eden önemli bir dağ Kıble, antik uygarlığın merkezini, Potomya’yı
işaret etmektedir.
Bir başka fonetik analizle, Koros ile Horoz sesdeştir. Horoz’un sembol
olduğu Portekiz ve Fransa batı sahillerinde benzer kültürden söz edilir.
Karus’un eşi İştar’ın sembolü olan Kızıl-El MA sembolü, bugün Oğuz-opa/
Abhazya’nın, Portekiz ve İrlanda’nın da antik sembolleridir. Nazar değmesin diye
kullanılan, ortasında tek mavi gözlü bir eldivenin Portekizce Fatima’dır,
Kırgızistandaki adı da Fatıma’dır. Annem Fadime’ye ninemin OPAÇİ FATİMU diye
seslendiğini anımsıyorum; Fati-Mu, Fatma, Fadime…
“Askoroz deresinin sol tarafı derindir” türküsüne gelirsek; derin olan o yere
1950’lerde bir uçurumdan bakılırdı. Bu uçurum 1960’larda yapılan Karayolları
Parkı’nın bitimindeydi. Uçurumun adı ise Domuzkıran’dı. 2000’de sahil yolu
geçirilirken “Domuzkıran Uçurumu” tarihten silindi. Eskiden domuzlar bu
uçurumdan aşağı derin suya atılarak telef edilirdi. Suya düşen domuzlar başını sudan
kaldıramaz ve hemen ölürlerdi. Oğuz töresinde domuz beslenmez, yenilmez ve telef
edilirdi. “Domuzkıran” adı, buraların tarih boyunca hiç Hıristiyan olmadıklarının da
belgesidir:
Prof.Kirzioğlu, Askaroz Deresi için der ki; “Askur (Azgur/Yazgur) adlı
Oğuz/Türkmen boyu hatırası: Kaşgarlı Mahmud'un "Yazğır", sonraki kaynakların
"Yazır" dediği Boz Ok kolundan Ay Alp oğlu sayılan bu boyun bir topluluğu,
Ahıska'nın altında ve Kür boyundaki bir kale olarak Kartlis Çkhovreba'da "Askuret"
(Askur yurdu) ve Türklerce "Azgur” diye anılıyor. Bir Azgur köyü de Bitlis'in Van
Gölü güneyindeki Kızan ilçesinde vardır.”
Askoroz’da Salaha; Sali-ka, Sali-cik olarak açılır. Hilalcik demektir.
Salaha’da yaşayan Alaca/Alaz ailesi, kendilerinin KAŞMİR kökenli
olduklarını araştırmıştır. Alaş, Kazakların antik adıdır. Laz ile sesdeştir. Alaza soyadı
Giresun’da vardır. Alaca adı Hitit eserlerinin bulunduğu Çorum Çatalhöyük’ün de
adıdır.
Malakamboz, Baleva, Gelin Kaya
Mala-kam-boz, Şaman kızı “Kam-bacı” nın yeri olmalıdır. O bacı, Mele(ğ)
gibi bir kızdır, Ulu-Ma ile söze başlayan Şam/Kam bacılarının yeridir.
Burasının bir adı da Baleva Bayırı’dır. Burada tarihi bir Gelin Kaya rölyefi
vardı, şimdi sadece altındaki kayalarda kaidesi kaldı. Köyde, 60 yaşında olanlar bu
kayayı anımsamaktadır.
155
Gelin Kaya en yüksek tepededir, buradan hem arkadaki Vela (Veliköy), hem
de Rize şehir merkezi, Trabzon sahilleri görünebilmektedir. Açık havada
Karadeniz’in çok geniş bir açıdan gözlenebilir. Askeri açıdan çok önemli bir tepe
olduğu tahmin edilebilir.
Engindere’nin Yukarı Kurtuluş mahallesidir. Hilal biçiminde yayılır. Bir adı
da Baleva sırtıdır. Burada yaşayan Baleva sülalesinin soyadı bugün Bal’dır. Burada
Gelin Kaya rölyefleri vardı, bugüne ayak zemin kayayı kalmıştır. Arkasında gelin
alayı olan bir gelin resmi 50 yıl öncesine kadar oradaydı. Vela’dan Potomya’ya
gitmekte olan bir gelin olduğu düşünülebilir. Ancak buradan BABİL’e gelin gitmiş
olan İştar (Sitare) Semiramis de olabilir. Çünkü bu köyde şarıl şarıl akan suların
üzerinden sarkan kara üzüm asmaları, tıpkı Babil’in Asma Bahçeleridir. Bilinir ki,
1.Karus, karısı memleketini özlemesin diye aynısını yaptırmıştır.
Bu gelin, VI.Büyük Bedri’nin gençliğinde aşk mektupları yazdığı karısı
Emine de olabilir. Emine’nin annesi kaynaklarda anlatıldığı gibi müzik yapan Sitare
idiyse, Gelin Kaya’nın arka vadisinde bulunan Velâ’da, Türk telli çalgılarının genel
adı olan Kopuz adını soyadı olarak almış olan oldukça kalabalık bir sülale vardır.
Emine gelin, bu aileden gelin gitmiş de olabilir. O, Pirazizler’de kendi başını
kestirerek kocası gibi ölen bir ulu anamızdır, PİR AZİZE’dir. Ki, bu durumda MELE
(Meleğ) sıfatı yerini bulmaktadır.
Baleva Bayırının eski ailelerinden, 50 yıl önceden çocukluğunu hatırladığım,
Balevalara gelin gitmiş olan halamın torununun eşi, komşusu Nazif Özçelik, 2010
Eylül’ünde evlerini ziyaret ettiğimde, evinin bir tarafında topladığı yerli antik
eşyalarla müze yapmıştı, müzesini gezdirirken, aslen Kamberoğlu olduklarını, balta,
kılıç ve ok kullanan bir aileden geldiklerini anlattı. Kam-Ber adıyla Şaman Perisi bir
Amazon aileden geldiğini düşündüm. Gösterdiği bir baltanın üzeri siyah kaymak gibi
parlıyordu. Bunun demiri sadece bir kere ateşe tutulurmuş, bir daha ateşe tutulursa
dağılırmış. Bu, şu demektir, bunu yapan usta bir defada bu baltayı yapıp bitirmek
zorundadır. Buraların SÜMER, yani DEMİR Kültürü olduğunu anlamak için yeterli
ipucuydu.
Köyün özdeyişlerinden birinde, Kızılbaş sözcüğü kız evladına denk
kullanılmaktadır. Başına al kurdele bağlayıp kocaya gider gibi savaşa giden
Amazonları, Mede soyluları, METE Oğuzları anlatmaktadır.
“Kardaş karataş/ Kızkardaş kızılbaş / Ana can direği / Baba koçbaş!”
Bu atasözünde ifade edilenler kültür en eski Oğuz kültürüdür.
Köyde Eğiz’in Osman diye anılan bir kişi ve Eğiz lakaplılar vardır.
Kamberoğluların bir koluna Havuloğlu deniyor. HAVUL; Ulu HEVA’dır.
Bal-Heva ile örtüşür. Bu antik sözcükler dikkatimizi bir kere daha Gelin Kaya’ya,
yakınımızdaki Kibele ve Ayane dağlarına, Sümer Kültürünün merkezine
çekmektedir. Asya’daki eski Türk devletlerinden Antik Özbek devleti Üç Hiva
Hanlığı ile Heva adı örtüşmektedir.
Baleva’dan çok sayıda erkek Çanakkale Harbinde İngiliz kurşunlarıyla şehit
düşmüştür.
Ramanoz
Ura-Pan-os; Pan’ın var/ur ettiği bereketli yer.
156
Attika yamaçlarından yukarı doğru çıkıldığında Ramanoz sırtlarına ulaşılır.
Rize’ye ve Attika’ya yağmur buradan gelir; yağmur bulutları önce burada toplanırlar.
Yani, rahmeti bol, Rahman’dır. Rahman-oz adıyla örtüşür.
Ramanoz sırtlarından Kıble ve Ayane dağları:
Rize merkez Ramanoz sırtlarından, yönümüzü Karadeniz’e döndüğümüzde
Kıble ve Ayane Dağları arkamızda kalır. Dağlarla aramızda Askoroz vadisi vardır.
(Aralık 2007. Kamera: Şafak Morgül. Resimdekiler: Mahiye Morgül, Günay Morgül)
Kaçkar Dağları
Asya topraklarında yerini belirleyebildiğimiz sekiz yerde Kaçkar
Dağı/Tepesi vardır.
Kafkasyanın antik merkezi olan ARAN (Gence, Tebriz, Şuşa) bölgesi
Kaşgari Oğuz boylarının yönetici yetiştiren merkezi olup, buradaki Koçkor
dağlarının adı ile Rize Kaçkar dağlarının adı aynıdır. Orada da halk çalgısı olarak
tulum kullanılır.
Kaçkar adı, yukarı köylerde GOCKOR olarak da ünlenir. Kafkas İberyası
diye bilinen Kafkas dağlarının devamıdır. Bu dağların antik adı, Peria Toros
dağlarıdır.
VI.Büyük Bedri’nin gençliği demek olan bu yaylalar, onun 2 bin askeriyle
MÖ.64’de son Amasya-Kırım yolculuğunda yaralı geçtiği yerdir; Amasya, Kelkit
Vadisi, Bayburt, Cimil/İkizdere Başköy, Fırtına Vadisi, Dor Vadisi, Kaçkar Haydar
yaylası çıkışı, Yusufeli, Çoruh/Sümer vadisinden Maradit Vadisi, Batom, Sohum,
Kırım, Kerkin İtis...
Kaşgar dağlarını Uygur’dan başlayarak sayarsak; Uygur Kaşgar Eyaleti,
Kırgızistan, Kazakistan (2), İran’ın Şiraz dağları, Azerbaycan, Pakistan’da Balistan
ve Rize. Bu dağların içinde sadece Rize Kaçkar tepeleri deniz kıyısından
görülebilmektedir.
Aşağıdaki fotoğrafta, Fındıklı (Pan-Dağlı) sahilinden Kaçkar’ın karlı tepeleri
görülüyor.
157
Fotoğraf: Prof.İlyas Yılmazer (Karadeniz’in Pan dedesi, 2000).
Kar, tanrının bahşettiği su deposudur. Türkler hep karlı dağların etrafında
yaşamış, bu dağları Tanrıya yakın görüp ululaştırmıştır. Tengri Ula Dağları,
Ulugas/Ilgaz, Alp Dağları, Uludağ gibi, dağlar hep ulu olarak anılagelmiştir.
(And/İnti; Ana-ida, Şili dağları da bu kapsamda görünüyor!)
Kaçkar adı, Khaşgar, Asgar, Kaşgar, Kachari, Quaskai, Acari, Kockor,
Kaczari, Katzay vb. şeklinde yazılabilir.
Halen İran’ın güneyinde Şiraz çevresinde yaşayan Kaşga/ Quashqa halkı
(Kaçkariler), tıpkı Rize-Artvin köylerinde olduğu gibi tulum zurna çalar ve oldukça
düzgün Türkçe konuşurlar. 1980’de Humeyni rejimine karşı çıkmalarıyla ünlüdürler.
Bölgede 8 yıl süren (1980-88) savaşta 2,5 milyon Kaçari, savaş sırasında öldürüldü..
Kastamonu İlgaz Dağının antik adı UL-GASS, Ulu Kaş olup Kaşga (Kaşgari)
kökenine işaret etmektedir. Çanakkale KAZ Dağı ile sesdeşliği tesadüf değildir.
Kaşgari Oğuzlar en direnişçi, en boyun eğmez, özgürlüğüne en düşkün olan
boydur. Büyük Türk yöneticiler bu boydan çıkmıştır. Tarih boyunca Roma
yağmalarına karşı direnen Pers kralları hep ordan çıkmıştır. Bazileus/Oğuzlu
devletinin yönetici hanedanı Mitridatlar da bu boydandır.
“İran Şayi” baş bağı Kaçkar civarında başbağlama bezinin adıdır.
Kars çevresinde türkülerde adı geçen Koçköroğlu, Koçkar Oğlu ile sesdeştir.
Kaçkar’ın en yukarısındaki köyün adı da Koçkoroğlu Köyüdür.
Anadolu’da pek çok yerde Kaçkar ile sesdeş yer adları bulunur. MuşVarto’da Goşkar Tepesi gibi. Goşkar tepesinde bulunan Goşkar Baba türbesi bir
Oğuz efsanesidir; Koçkar, Koşgar, Köşker Baba. Köşger oymağı buraya
Türkmenistan’dan gelmiş, buradan tüm Anadoluya yayılmıştır, Köşker soyadıyla
bilinirler. Bingöl dağlarında 3000 metrede bulunan bir Koşgar Baba türbesi daha
vardır.
Çamlıhemşin civarında yaşlı kadınlara “saygın kadın” anlamında “kocakarı”,
Tarsus’ta “kocanene” denir. Bu ad Koç-Kori ile sesdeştir. Tarsus’ta ise Kocanene
denir. Kibele kültüründe bilge yaşlı dönemine karşılık gelen “koca, hace, hoca”
tanımı, saygınlık ifadesidir, sözü dinlenen demektir.
Kaçkar Dağları çevresinde, Çamlıhemşinli kadınlar, torun sahibi olduktan
sonra evin mutlak söz sahibidirler. Bu durum Üçlek Tanrıça Kibele’nin “olgunluk
dönemi” felsefesiyle örtüşür.
158
HAYDAR Yaylası: Kaçkar dağlarının en önemli yaylasıdır. HAY-DOR ile
ULU-DOR sesdeştir. Ulu olan Dor soylu ataların yurdu olduğuna dair sekiz ışıklı
Şaman yıldızlı işaretler bu yörede hemen bütün eski evlerde vardır. DOR BEYİ
VI.Büyük Bedri’nin yaptırdığı ZİR Kale burada en büyük tarihi Türk belgesidir.
Kaçkar yaylalarının ünlü balları vardır. Bal peteğinin içinde bir tane bulunan
polen gözesine “timya” denir. “Nadir olan” anlamındaki bu sözcük kız sıfatı olarak
Rize’de ve Lazca karşımıza çıkar. Yunanca O’timia, Macarca Timea, Türkçe Semiha
kız adları vardır. Müzikte Ana Tema dediğimiz özet cümle ile anlamdaştır.
Koramid Köyü: KOR METE. Kaçkar dağından Çoruh havzasına geçerken
rastlanan ilk köyün ismidir. Akbucak’ın yukarı bölümüdür. Burada yaşayan Köroğlu
sülalesi “Koramidler” diye anılır. Bu köyden, Ulu Atamız Oğuz Mete’nin ordusuna
çok katılanların olduğu anlaşılmaktadır. Yazar Muzaffer Arıcı, Her Yönüyle Rize
Şiveleri adlı kitabında bu köyden söz etmektedir.
Kaçkar ve Çamlıhemşin köylerinde yaşlılar anlatır: “Vaktiyle sahillerde
insanlar yaşamazdı, yukardan aşağıya indiler, yerleştiler.” Bu söylence, Karadenizin
çöktüğünde yaşanan tufanı hatırlatmaktadır.
Kaçkar Çalgısı Tulum: Hopa’dan Giresun’a kadar kemençe yaygın çalgı
olmasına karşın, Kaçkar Ayder yaylasına en yakın bölgede, Hemşin, Yusufeli,
Borçka, Murgul civarında tulum çalınır. Benzer şekilde Azerbaycan Koçkar dağı
çevresinde, antik Gence (İran’ın eski başkenti) iline bağlı Hacıkent, Aksu köylerinde
ve Karabağ’ın Gökçe ilçesinde tulum (tuluğ) çalınır. Yine Şiraz’ın Kaçkar köylerinde
tulum çalınır.
Özbekistan’da Koçdor (Koçderya) şehrinin Çirakçi, Tuman, Irgak yerleşim
yerlerinde tulum (günerk, doğna, arpa) ve kemence (mançe) çalınır.
Çamlıhemşin ve Kaçkar yaylalarında çalınan TULUM’u, Avrupa ve Asya’da
çalanlar, yani “gayda vuran” insanlar ona nerelerde ne ad vermişler:
-Pakistan, Balistan, Kaçkar Dağı; Tulum
-Azerbaycan, Koçkor Dağı; Tuluğ
-Şiraz; Kaşgar Dağı; Tulum
-Filistin (Palestini); Nanay
-Lübnan; Nanay
-Macaristan; Duda
-Romanya; Caraba, Cimpoi
-Moldava; Cimpoi
-Hırvatistan; Dude
-Gürcistan; Gudastviri, Cipan, Pilili
-Ermenistan; Parkapzuk, Tik
-Polonya; Dudi, Koza, Siesenki, Matsksyanka
-Ukrayna; Koza
-Belarus; Matsksyanka
-Estonya; Torupil
-Rusya; Shüvir
-Letonya; Dudmaisis (Dada; baba!)
-İskoçya; Gayda (İngilizce Pipeorgan)
-İrlanda; Bagpipe
159
-İsveç; Sakpipa
-İrlanda; Bagpipe, Uilliann Pipes, Pip Mhor
-Fransa, Breton; Kornemuse (HoronMuzi!)
-Fransa, Normandi, Mayenne; Laure (Mayana şehri Tebriz yakınlarında da
vardır)
-Fransa, Bourgogne; Musette, Boha
-İspanya, Galisya, Asturya; Gayda
-İspanya, Katalan; Gayda (Katalan şehri Tebriz yakınlarında da vardır)
-Portekiz; Gayda
-Hollanda, Paesi Basi, Gayda
-Makedonya; Gayda
-Malta; Sak (Zag)
-Bulgaristan; Gayda
-Sırbistan; Surla
-Bosna, Dalmaçya; Mih
-Yunanistan; Gayda, Tsambouna, Askomadora
-İtalya; Zampogna (Dam-opa Agna; Dam anası Kibele’nin çalgısı!
Şampiyon.)
İtalya’da; Müsa, Baghet, Surdulina, Piva, adlarıyla tulum benzeri çalgılar.
İtalya köylerinde konuşulan dilde ana’ya “ağna” denilmesi dikkat çekicidir;
Rize’de ana, “ağna” şeklinde telaffuz edilir. Zampogna ile “şampiyon” arasındaki
ses benzerliği, bize mitolojideki müzik yarışmasında şampiyon olan dağ tanrısı
PAN’ı ve çalgısını düşündürmektedir. Zampogna, çok sesli orkestra “semfonia” ile
sesdeştir.
Tuluma DUDU adı verilmesi de ilginçtir. “Dudu dilli olmak” deyimiyle
örtüşür. Anka Kuşu’na antik Kafkasya’da HÜTHÜT kuşu denilirdi; Hitit ile hüthüt
sesdeştir; Hüthüt kuşu bir ulu ötüşlü kuş, Aziz Kuş olmalıdır.
İtalyan tulumu Zampogna dinlemek için:
http://www.dailymotion.com/video/x375ps_tarantella-calabrese-conzampogna-c_music
Humruğ
Humruğ; U’mar-oğ; Mar Oği; Mar soyluların yeri.
Haldoz ile Attika arasındadır. Şimdiki adı İslâmpaşa Mahallesi. (Yazarın
büyüdüğü Haldoz’un bitişindedir.)
Humruğ, “kumru” çağrışımlıdır. Kumru/Umr kuşuna eskiden “dirvana”
denirdi (bkz. “Zivana”) . Mitolojideki Demir Kuş, HUMA kuşu odur. Huma kuşu
Farsça’da Umay Ana, yani çocukları koruyan MAYA Anadır; Mahiye adının kökeni.
Kumru, mitolojide Tanrıça Atena’nın sembollerindendir. Tüylerindeki gri
renk demirden kaynaklıdır. Onu kutsal kuş yapan, taşıdığı demir nedeniyle, manyetik
yol bulma, kuzeyi sezebilme özelliği (postacıdır) olmalıdır.
Lazca’da “Dirvana” en yüksekte uçan gökçe güvercindir.
Özgürlüğün ifadesi olarak bugün bütün törenlerde havaya uçurulan güvercin
de odur! Güvercin uçurmak, ona yem vermek, Şaman-Oğuz Sümer kutsalıdır.
160
Sürmene’nin antik adı olan Umurgân ve İstanbul’da Emirgân, UMR kuşu bol
olan yerler olmalıdır.
Yazar Ünal Mutlu’ya göre: “Umr”, Arapçada “Kumri”, Sümercede “Umhur”
olarak geçer. Sümerce’den, yani Kenger Türkçe’sinden diğer dillere geçmiş olabilir.
Ancak Sümerlerden daha eski oldukları bilinen Hititlerin ve Hattilerin “kumru”
sözcüğünü kullandıkları anlaşılmaktadır. (Ü.Mutlu’dan naklen)
Huma kuşunun mitolojideki bir adı da ANKA kuşudur; öldükten sonra kendi
küllerinden yeniden doğar. Avrupalı emperyalist ülkelerin saldırılarıyla yanmış
yıkılmış bir Osmanlı’nın küllerinden yepyeni bir devlet doğduğunda, Türk milletinin
ulu önderi Gazi Mustafa Kemal için ANKA KUŞU benzetmesi kullanıldı, ki O,
yeniden silkinişe ihtiyaç duyduğumuz 2000’li yılların ilk çeyreğinde, yolumuzu hâlâ
aydınlatmaktadır.
Rize’de ayrıca bir de Uma Köyü (Ortapazar) vardır.
Dip not: Evimiz Humruğ ile Haldoz’un (Portakallık) sınır olduğu yerdeydi,
bir yanımızda Haldozlu diğer yanımızda Humruklu komşularımız vardı. Burayı
yazarken heyecanlandım; meğer kendi adımla örtüşen HUMRUĞ’da büyümüşüm!
Bahçelerimiz ise portakal doludur; meğer “portikalli” sözcüğünün altında da,
per/fer’i çok olan POR kökü ve Por-tika’dan gelen bir ad varmış.
Sahildeki bahçemizde gövdesinin çapı bir metreyi geçen, birkaç yüz yıllık bir
ıhlamur ağacı vardı. Anneannem, Finci’nin Mefuze ninem, ona “filambour” derdi.
Bizim filambor, İtalya’da “flora” oldu, “Gölge verir yıllardır bir ıhlamur burada”
diye şarkısı oldu, gitti İngiltere’de “flover” oldu. Ninem, ıhlamur çayımıza süt
katardı; sütlü çay onun kültürünün bir parçasıydı. Benzer şekilde, İskoçlar da sütlü
çay içer ve benzer fonetikle tea/cay der.
Kîble Dağı
Kible; Kûb Ali, Kibele adıyla sesdeştir. Rize’nin güney doğusunda,
Potomya’nın dağıdır.
Anadolu’da birçok yerde Kibele’nin değişik adları vardır, fakat doğrudan
Kible adıyla dağ adı sadece Rize’de vardır. (Kâbe’ye yönünü dönmek de Kıble’ye
dönmektir.)
Rize’de, sahilde OZ/Oğuz takılı olan mahalle adları varken, yaylalara doğru
gidilirken OZ kalkar; Ayder (Haydar), Kaçkar, Ovit (Aba-id) gibi “yüce” anlamlı
isimler başlar.
Rize civarında, “İkbal” (talih, gelecek, şanslı, umut veren, ikballi) ve Nebal
(Neval) kız adları yaygındır. Hatta, “İkballi kız” sıfatı vardır.
Mitolojide Kibele dağ tanrısıdır. Üç adı dağ adıdır; Ana-İde (İda Dağı),
Sibilene (Siplos ya da Manisa dağı) ve Dindimene (Dindimos ya da Murat Dağı).
(H.B. Anadolu Tanrıları. Bütün eserleri: 15. sh.112). Sümela, onun adına yapılmış
dağdaki işevidir.
Kibele anıtlarının bolca bulunduğu Manisa Salihli Sart bölgesi, MazOğuz
1.Büyük Bedri’nin karargâh kurduğu yerdir. Yunanlıları denize döktü, Efes’i
kurtardı, onun adı Efes artemis’in yanına büyük Zafer Kapısı yapıldı.
161
Bir yanılmaya neden olmamak için; Kıble Dağı, Rize’nin güneyinde, Kıble
yönünde olduğu için adının Kıble Dağı olduğu düşünülebilir. Çamlıhemşin’de Kıble
dağı ne tarafa düşer diye sorulduğunda kendilerine göre kuzeyi gösterirler.
H.Balıkçısına göre, Frigyalılar Kıbele’ye Nana der, Lidya’da Kibele
(Kybele, Kûbele), Kıbrıs’ta Kîpris, Girit’te Rhea, Batı Anadolu’da (Didim)
Dindimene, Mariannae, Mısır’da İsis derlerdi.
Urdu (Pakistan) dilinde İnana/Nana veya Ura, Kibele’dir. Ur-İda; Ur-udu/
Udu-ur; Dor oluşur.
Rusya’da ve Moldoa’da (Baldağ’da), en makbul kız adı, Tatyana; Tati-ana,
Dadi ana, Büyük Ana’dır. Tanya/Tania (Tan yeri) onun kısaltılmış halidir.
Nana ve Dindimene üzerine: Lazca nana “anne”, didi “büyük”, didinana
/nanadidi ise “büyük anne” demektir. (Lazca-Türkçe Sözlük, Akyüz Yayıncılık,
1999). Aynı kaynakta, dida (yaşlı kadın) ile örülmüş çokça sözcük vardır, ki bu
sözcüğün ne kadar geniş bir ailesinin olduğunu gösterir. Türkçe’nin belirgin
özelliklerinden biri de budur, bir sözcüğün bağlı olduğu aile ne kadar geniş ise o
kadar eski/köklü demektir. Lazca’da bu kadar önemsenmiş, çoğaltılmış bir NANA
/Kibele var demektir.
Bugün Asya topraklarında batıdan doğuya doğru ilerledikçe hemen her dilde
“nana“ benzeri telaffuzlara rastlarız. Etrüsklerin ve Saka Türk boylarının güzerhahını
sadece “nana” sözcüğünü takiberek bulabileceğimizi düşünüyorum. Örneğin,
İngilizler büyükanaya “nana” der.
Kıbele’nin bir açılımında “kûb âli” vardır; gök kubbenin üzerinde yükselen
âli/ yüce olan. Bu açılım onun tek tanrı /gök tanrı kavramına ne kadar yaklaşmış
olduğunu gösterir. Bu kavram, TAVAN ANA, Tuvanna adlandırmasıyla örtüşür.
Rize’de “Ah gidi Karadeniz, aman Ali’m, sularun ne karaldi” türküsünde Ali geçer
ve Ali adı yaygındır. Rize’de erkeklerde Dursun Ali, Recep Ali, Ali Haydar gibi çift
isimler dikkat çeker.
Üçlek Tanrıça Kibele kavramıyla örtüşen bir durum da, Güneş-Su-Toprak
üçlemesinin Oğuz inanışındaki kutsallığıdır; biri olmazsa diğer ikisi olamaz. Ancak
gök kubbe, üçünün de üzerindeki KÛB ÂLİ’dir. Kibele inanışının bugün bütün
dinlerde yansımalarını, adeta ondan ayrılmış birer inanış olduğunu düşünmek
mümkündür. Örneğin, Yahudi inanışında sözü edilen Kabala sözcüğü de Kibele ile
sesdeş durmaktadır. Örneğin İsa adı fonetik analizde İda olabilmektedir.
KİBELE’nin nesnel karşılığında “ilk-bal” olması muhtemeldir.
İkballi/Kiballi, şanslı, geleceği garantili, gibi yorumlara dayanak olacak bir durum.
İLK BAL olan Arı Sütü’nü üreten ARİANA kavramı karşımıza çıkar.
İnsan yavrusuna ilk balı/sütü veren memedir ve bu nedenle kutsanmış ve bu
nedenle bütün tanrıça heykellerinde göğüsler örtülmemiştir. Süt emziren annenin
göğsü Asya toplumlarında mahrem değildir.
Bebek severken Rize’de söylenen “Abidet balidu bali bali” cümlesini
açtığımızda; abi-date’nin “büyük aba’nın balla yoğurduğu, sevgili yavru” anlamı
çıkar.
Kibele’nin yerel adlarından bir diğeri Adıgüzel’dir. Azarbaycan’da ve
Türkiye’de Malatya’da ve Kars’ta pek çok aile bu soyadı almıştır. Kemaliye’de dağ
gibi kayaları indirip yol açan Adıgüzel Ağa’ya bu adın veriliş nedeni
162
düşünüldüğünde, Dağ Tanrısı Adıgüzel adına bu işi yaptığı için başarısına bu ad
verilmiş görünmektedir.
Bereket tanrısı Ma ile Kibele aynı sıfattır. Rize’de ineğe MA denir. Örneğin,
çocuklara inekten söz edilirken, “Ma’ya su verelim, Ma’yı sağalım” gibi cümleler
kurulur.
Gordion Frig kalıntılarında görülen ay içerisinde üç nokta, Üçlek Tanrıça
Kibelenin simgesidir ve buradaki antik heykellerde görülen boğa başları da MA
inanışına, yani Oğuz kültürüne işaret eder.
Kırşehir’in bazı köylerinde evin tavanına MA denilmektedir. Bu adlandırma,
gök kubbe ile bağlantılı görünmektedir. Kibele’nin adlarından TAVANANA adıyla
ilişkisi açıktır. Yine Kırşehir’de gece uykusu kaçan bir kimse, “Bu gece Ases gibi
sabaha kadar gezindim” der; Ases, İsis’tir.
Kibele’nin gök kubbenin üzerindeki ışık anlamıyla, ışığın ana kaynağı olan
Güneş ile anlamdaşlığından yola çıkarsak, Kûb-Al’i’ye ulaşılır. Güneşin simgesi
“AL” rengidir ki, Kubbenin Al’ı (Rize şivesiyle Al’i) olarak düşünülebilir. Al renk
Oğuz kültürünün de simge rengidir; Türk bayraklarının rengi o nedenle al’dır. Bu
durumda, Amazonların Kibele adına şehir (şaar/şar/şeer) kurma töresine uygun, Alişar gibi yerleşim adlarının antik değeri ortaya çıkar. Rize’nin Humruk mahallesinde
Şehirli/Şerli soyadı vardır ve Anadolu’da yaygın soyadıdır. Şehirli ailesi Vela’dan
gelmiştir, Vela ise antik başşehir Potomya’nın yakın vilayeti olmalıdır. Vela’lı
olmakla, Şehirli adı o nedenle örtüşür.
Yine Rize’de Günay adı aile içinde Günali olarak söylenir; Gün Al’i, güneşin
al’ı çağrışımlıdır. Yine Ayane Dağı civarında rastlanan “Nokta” kız adı, Kibele’nin
sıfatıdır. Yörede zeki kız çocukları sevilirken “Cim karnina bi nokta” diyerek sevilir.
Kibele’nin “yaşlı bilge ana” kavramıyla örtüşen Rize’de “Haciana” deyimi
vardır. Yaşlı, az ve öz konuşan kadına “Haculi” denir.
Çanakkale’de, İda/Kaz dağlarında, Koz yaylasından geçip, Sarıkız’a kurban
kesmeye gidilirken, söylenen “Dulavrat’a gitmek” veya “Cılbag’a gitmek” deyimi de
Kibele’ye gitmek, ona kurban kesmek, ona dilek tutmaktır. Ulu Hacı/Haculi,
günahsız Haceana, doyuran ve doğuran ana (bakire/dul) Sarıkız ve cıplak heykelleri
yapılan Kibele kavramı birbiriyle örtüşür.
Sümer Tanrısı Kibele’nin adını taşıyan Kible Dağı, burayı Sümerlerin
merkezine yerleştirmemize neden olmaktadır. Altında yıkılmış bir büyük şehir
olduğu olduğuna dair bilgiler artmaktadır.
Ayane, Ay Hatun!
Rize’den güney yönünde arka dağlara doğru ilerlerken, Kible Dağının
önünde duran dağdır. Onun karşısına düşen bir Küçük Ayane dağı daha vardır, bu
dağ ki Rize sahiline tepeden bakan, tepesine kadar ağaçlarla kaplı bir dağdır.
Ayane; “Ay-ana” olarak çözülebilir.
Mitolojide, ay tanrısı İonna, (Sümerce İnana, Macarca İlona) “Ayın Kızı”
Göklerin kraliçesi demektir.
Benzer bir sözcüğe Anadolu Efsaneleri 14.kitap, sh.74’de rastlıyoruz; Paris,
“Oinone” adında, dolunay gibi güzel bir peri kızıyla yaşadığı yeri şöyle anlatır;
163
“Ayın on beşi, Kocakatran Dağlarının İda doruğunu tepeden tırnağa kadar gelin
tellerine benzeyen nurla örtmektedir”.
Mitolojide, ay tanrıçası İştar’nın üç hali; başlarken parlak hilal, gelişmiş hali
dolunay ve yaşlılık hali de solgun ters hilaldir. Ayın ilk hali Oğuz boylarının
bayraklarındadır. Son halini ise, 1980’den itibaren giderek artan oranda yamulmuş
olarak, Türk parasının üzerine de resmedilmiş şekliyle görüyoruz; mesajı manidardır.
Madeni türk lirasında ise binlerde yıllık buğday başakları 2005 yılında atılmış, 2010
yılında ise Taksim Zafer anıtı üzerindeki sembollerden Yeşil Şems motifi deforme
edilmiştir.
Halikarnas Balıkçısına göre, ayın üç halinin en güzel görüldüğü Ege’nin iki
yakasına eskiden İyonya denirdi. Ege denizinin İngilizce adı, Rize şivesiyle Ay-CunSui, Ay-gün Suyu’dur.
Kaçkar dağlarının etrafında daha küçük birçok Ayane dağı daha vardır.
AY HATUN, Afganistan, Özbekistan, antik Horasan eyaletinde bulunan bir
antik tabakta resmedilmiştir.
Batı kaynaklarında: Selevkos Uygarlığı, MÖ.135, Ai Khanum (Moon Lady
in Uzbeki) Selevkos uygarlığında özellikle MÖ.2.yüzyıl, bilimin dorukta olduğu
yüzyıldır. Çünkü Roma saldırılarının kesildiği yıllardır.
Güneş Tanrısı - Ai Khanoum/Ay Hanım, Bakturya-Afganistan, Oxiana
(Oğuzlar) şehrinde Kibele Tabağında simgeler: Hilal, Şems, gök kubbe ve Güneş
Tanrısı Kibele.
Hilal-Güneş nakışları inanışın simgeleridir.
Ay Takvimi, Sümer uygarlığının “ayın yedi günlük dolanışıyla” ilgili olup,
haftanın yedi günü ay takvimine göre bulunmuştur. Kadınların yumurtlaması keza ay
takvimidir. Eski kadınlar der ki, “Ayın 1. ve 14.gününde doğum yaparız.”
Dolunay gördüğünde Rize duası: “Ayı gördüm nuru gördüm, peygamber
mühürü gördüm.” Manisa duası: “Ay gördüm amenü billah.”
Ay başında çıkan hilale bakarken kırklı bebeğin yüzü sıvazlanır; “Ay gördüm
nur gördüm, peygamber mühürü gördüm” denir. (Zehra Morgül, Kuşadası)
Kadınlar ay takvimine göre yumurtlar, gebelikte doğum 38 hafta ay
takvimine göre hesaplanır.
164
Rize’de Küçük ayane dağından Kıble dağına bakıldığı zaman, Kıble dağı
tıpkı bir Hilal’in ortasındaymış gibidir. O Hilal görüntüsü veren dağın adıdır Ayane /
Ay Ana Dağı.
Potomya (Antik Diaskoros)
Opo-Dom-ya. Kible Dağının eteğindedir ve bu nedenle adını Dom Ana’dan,
Dam-opa’dan alır; “Opa’nın Damı buradadır” anlamındadır. Karusi Akmenid
devletinin Karadeniz başkentidir.
Opo-tomi-ya; Apa-damı/Dom-ana yeri. Domana/Domna, Kibele’nin adıdır.
Yöresel şivede opo/aba, abla’dır. Son ek olarak da kullanılır; Paçi-opo; Bacı
abla gibi. Sevgi takısıdır, güneşle özdeşleştirme vardır içinde.
Mez-opo-tom-ya, içerisinde benzer fonetik yapılar görülür; Maz inanışlı Opa
Damı! (Kastedilen yer Tigran Kerti, bugünkü Silvan’dır. İleride anlatılacaktır.)
Potomya’ya benzeyen bir isim, Rize’nin şehir girişinde “Hali-potomoz”
semti vardır. Ali/Uli-opo-tomi-oz açılımı yapılabilir.
Mezopotomya’nın sınırları Kırım’a kadar uzanır, Sümer Denizi’ni içine alır.
Doğal olarak Rize’de de Potomya ve Sümer isimleri kullanılmış olacaktır. Ancak,
Rize’nin daha önemli bir özelliği vardır; en eski Kaşgari Türk boyları önce buraya
yerleşmiş olmalıdır ki, Sümer tanrısı LAZ’ın adı burada fiilen yaşamaktadır.
Derelerin ve derin vadilerin mikroklima etkisiyle buzul çağında bile hiç donmamış
olduğu Kafkasya bölgesi ULU OZ, Elizan adını hak etmektedir.
Laz; La-us, Ulu-Od, Ulaos, Laod, Lat, Las, Alaz, vb. Ulu-os; Oğuz Ulusu.
Tartışılan konudur, “Potomya Rumca sözcük müdür?” Özetle cevabım;
Hayır, Oğuz lehçelerinden en eski Kaşgari Oğuz dilidir. Mezopotomya Rum olmuyor
da Rize Potomya neden Rum oluyor? Sümer şehridir. Yerle bir edildiğinde (MÖ.63)
buradan kaçan bilginlerin gidip sığındığı Urfa Tigranagarta yer altı şehrinin adı da
Mezopotomya olmuştur.
Kıble Dağı, Karadeniz tufanından(MÖ.6500) kurtulabilenlerin sahili bulmak
için gideceği yönü belirleyen en yüksek dağ olarak düşünülmelidir. Önünde doğal
dalgakıran gibi dev bir dağ yarımada ve korunaklı körfezin olması burayı yerleşim
yapmak için önemli olmalıydı. Burada, tufandan kalan söylencelere rastlanır.
Yörede Tufan söylenceleri
Değerli Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ ablamız, benden Tufan efsanelerine
rastladığımda haberdar etmemi istemişti. Ben de aşağıdaki bilgiye ulaştığımda
kendisine bildirdim.
1.Öykü Potomya’dan. Çocuklar, “Su yükselirse nereye kaçarsın?” diyerek
kendine yüksek tepe seçerler. (Bu söylencenin kaynağı, Potomyalı 65 yaşında Nurol
Banabak, kendine üzerinde kestane ağacı olan bir tepeyi seçermiş!)
2.Öykü Askoroz deresine 900 metre yüksekteki Malakamboz, Baleva
sırtından.
Bayırda ineğini otlatan bir kadına diğer bir kadın yaklaşmış, sormuş, “O
kadar sular seller oldu, sen niye buradasın? Diğeri cevap vermiş,bu sırada ineğin
ayak kemiğini göstermiş, “İneğumun burasına kadar su geldi, başka bir şey
görmedim.” (Kaynak; Bedri Baloğlu, yazarın halaoğlu. 1950’lerde babannesi Zinnet
165
Baleva, tahminen 100 yaşındayken, akşamları fener ışığında otururken torunlarını
etrafına toplar böyle efsaneler anlatırmış.)
3.Öykü, Kıble Dağı köylerinden yaygın inanış; bu dağın altında su var.
Buradan bir su vardı, bir yerden sonra toprağın altına girdi kayboldu. (Su/Sea, deniz
demektir.)
Baleva’da eski değirmenin yanındaki dipsiz kuyu, yer altı şehrinin
havalandırma bacalarından birisi olmalıdır.
Köyün en eski ailesi olan Baleva sülalesi, Bal yapımıyla ilgili değil, BALOPA, Opa Beli, Kibele’nin sevgili yeri, anlamında düşünülmelidir.
Baleva; Bal-Hiva açılımında, Özbekistan’da kurulan antik Sümerli devletinin
adı olan HİVA adıyla, Hiva-Beli örtüşür.
Yerli halk arasında denize, “su” denir. Deniz’e Su denilmesi Türk dillerinde
yaygındır.
Potomya’ya eskiden gemi geldiğine dair yaşlılar anlatırlar, hatta bir kayayı
göstererek gemiler buna bağlanırdı diye gösterirler.
Kıble Dağı köylerinde OĞUZ/Ğoz ekine rastlanır. Örneğin FİLİ-ĞOZ köyü,
Recep Tayyip Erdoğan’nın baba köyüdür. Filiğoz: Beli-Oğuz; Oğuz Beli.
Bir diğer köy, Paravol; Para-voli, Para Beli. Para ise, Pera, Peri, Fer/Işık...
Işık eli anlamındadır. Dağlarımızın antik adı olan PERİA TOR-OS (İsi-Tar/ İştar
Peri) adıyla örtüşür.
Oks’oğun Bayırı:
OKZ Oğullarının Bayırı; OĞUZ soylu ve bu inanıştan olanların yaşadığı
bayırdır. Ramanoz dağının denize bakan yamacında, sahil ile tepenin arasında,
oldukça geniş alana yayılmış bir mahalledir; bir ucu, Attika ile birleşir.
Oksoğun Bayırı semtinde yaşayan Tiryaki ve Öksüz soyadlılar akrabadır,
adları Oksoğun Zekeriya, Oksoğun Ali, Oksoğun Gelinaba, Tiryaki Yusuf, Tiryaki
Oğuz gibi önce soyadları söylenerek anılırlar. Soyadı yasası çıktığında buradaki
aileler bilmeden, ses benzerliğine bakarak “Öksüz” soyadını aldılar. Oysa “öksüz”
olmak, OKS inancını yitirmiş olan, sahipsiz, “kaybana” (anası kayıp) kalmaktır.
Aslında Oğuz töresinde kimse öksüz kalmaz. Sütannelik bu mahallede
yaygındır. Oğuz inanışında her çocuk herkesindir; sütü olan kadın, sütü kesilen
annelerin bebeklerini emzirir, yedirir, doyurur. Ana kurt da böyledir, o nedenle adı
Zeyna’dır.
Tiryaki ailesinin soyatası Antep’lidir. Antep’te soyatası Tiryaki olan başka
insanlara bu araştırmamız sırasında rastladım. TUR-Yağı; at üzerinde giderken de
ağzında yiyecek olabilen Mesir Macunu’nun eski adıdır. Lokman Hekim’in dağıttığı
yiyecek olan düşünülmelidir. Antep BEL-KIS, zaten Oğuzeli’dir.
Oksoğun Bayırı’ndan geçerek çıkılan Varelit dağından Batum’un dağları
görünür. Varelit’ten karşıya değil aşağıya bakarken Karadeniz ve bütün güzelliğiyle,
neredeyse Trabzon’dan Hopa’ya kadar bütün sahil koyları önünüze serilir.
Çocukluğumda bir kere bu tepeye çıkma şansım oldu, o manzara hâlâ rüyalarımda
yaşar.
Oks kültüründen söz etmişken şunu da belirtmek gerekir ki, Oğuz kültüründe
öküz kadar ineğin ve yaylacılığın özel yeri vardır. Temmuz ayına adını veren
166
“damızlık” boğa, Kıbele inanışının en kutsal hayvanıdır ve o koca cüsseli boğa kendi
annesini tanır ve onun sırtına asla çıkmaz. Damızlık işinin yapıldığı bir yer bu
inanışta önemli olsa gerek, ki, sığır neslinin devamı yaşamsal önemdeydi, Rize’de
“sığırlık” adı verilen bir köy vardır, Rize şivesiyle o köye “Sikrik” denilmektedir.
Haldoz
Portakallık mahallesidir.
Hal-doz; Hali-dos; Ulu’atası; Ulu atalı oğulların yeri.
Attika’dan Rize merkeze doğru sahil boyu mahalle sıralamasındaki yeri
şöyledir; Attika, Humruk, Haldoz, Bağdatlı, Kuvaroz.
Eskiden Bağdat ile Rize arasında sanıldığından daha fazla iletişim vardı.
Milattan çok önceleri bile, örneğin Babil’in asma bahçelerine Doğu Karadeniz’den
gelin götürülürdü. Yavuz Sultan Selim’in Bağdat seferine buralardan katılan askerler
seferden dönerken birer Bağdatlı gelin getirmiş olmalıdır ki bölgede bir hayli kıvırcık
saçlı insana rastlanmaktadır. Mercan soyadlı bir aile kendilerine Bağdatlıyız derken,
ayrıca Bağdatlı Mahallesi vardır.
Mapavri’den gelen bir Morgül kolu bu mahalleye yerleşmiştir. Bir kol
Fetekoz’a, bir kol Pazar’a gelmiştir. Yazar Mahiye, Haldoz’a gelen Morgül
kolundandır.
Portakallık mahallesi, turunçgillerin dev ağaçlar halinde büyüdüğü bir
mahalledir; çekirdeksiz mandalina, Yafa portakal, Finike portakal, turunç, kinkan,
kızmemesi, ağaç kavunu, yediveren limon, vb çeşitlerin hepsi burada bulunur.
Haldoz’da bin yıllık olduğunu tahmin ettiğim bir ulu kavak ağacı vardır ve
Haldozlular, bu kavağa “Çınar” der. Burada yaşamış bir de Çınar sülalesi vardır.
Prof.Kırzıoğlu’nun yazılarında Çınarlar için şöyle der: “Türkler'in "sarı saçlı, gök
gözlü" sarışın ve kumral Kıpçaklar kolundan gelen Lazlar'ın ataları, ikiz adlı olarak
tanınmıştır: ALAZAN=Alazlar/LAZLAR, ÇANARLAR”
Çınar ağaçlarının Osmanlılarla bir akrabalığı vardır; Hayme (Halime Ana)
oğlu Ertuğrul Gazi’ye bebekken salıncağını kurduğu Çınar ağacı şimdi Kütahya’da
korumaya alınmış, üzeri kapatılmış, çevresi örülmüş, verniklenmiş halde, açık müze
yapılmıştır. Hayme Ana’nın beşik kurduğu bu ulu çınarın yaşı 1200 yılıyla başlarsa,
Haldoz’un ulu çınarı ondan daha büyük gövdeye sahiptir, en az bin yıllıktır.
Haldoz’da eski ailelerden biri “Kiziloğları” sülalesidir. İskitlerin içinde adı
geçen Kızıl Türkler, Oğuzların bir dalı olarak gösterilir. Atatürk’ün soyağacında da
Kızıl Türkler kavramına rastlıyoruz. “Samsun” üzerine yazılmış bir kaynakta,
dedesinin Karaman’daki köy evi fotoğraf olarak gösterilirken altında şu sözler
okunuyor:
“Oğuzların iki büyük kolu var; Üçoklar, Bozoklar. Bozokların kolundan
Gülhanlılar var. Ve Gülhanlıların Dulkadiroğulları dalı var. Mustafa Kemal’in
dedeleri, Dulkadiroğullarının Kızıl Oğuz oymağından. Kızıl Oğuzlara Kocacık
Türkmenleri de deniyor. Mustafa Kemal’in dedeleri Kızıl Oğuzların Kızılını
kendilerine lâkap almışlar, onlara Kızıl Ahmetlliler deniyor.”
Buhara’dan gelme Haldozlu Finci’lerin bir kolu İstanbul’a (Miralay Tabip
Mehmet Arif Finci), bir kolu Selanik’e (Binb.İbrahim Kadri Finci) gitti. Şair yazar
Hüseyin Enis Avni Finci (Aka Gündüz), İstanbul işgal edildiğinde İngiliz vali onu
167
Malta’ya sürdü. 1934-46 arasında Ankara milletvekiliydi. Babası, Balkan Harbinde
şehit düşen Binbaşı İbrahim Kadri Bey’in 1890’da çekilmiş bir aile fotoğrafta, elinde
Rize’den götürdüğü kemençesi vardır. Şimdi bu aileden Haldoz’da kimse
kalmamıştır.
Finci ailesinden birçok müzisyen çıktı. Biri ud sanatçısı ve solist İsmail
Hakkı Fencioğlu, Kanada’ya yerleşti, diğeri müzik eğitimcisi, Aka Gündüz’ün kuzeni
Fadime Finci’nin kızı, ben Mahiye Morgül.
Miralay Tabip Mehmet Arif Finci Bey, İpsiz Recep ile Sakarya cephesinden
arkadaş olmalıdırlar, Ficilerle de eski komşuydular. Saray doktoru, Bandırma Vapuru
yolcularından, cephelerde Atatürk’ün dublörü, Sakarya Meydan Savaşında
başkomutan yardımcısı, Eskişehir gönüllü ilkyardım taburlarını hazırlayan, Eskişehir
Kütahya demiryolunu Dumlupınar’a taşıyarak anında yaralıları Eskişehir’e taşıyan,
Yunanca bildiği için ayı oynatan yaşlı köylü rolünde Yunan karargahlarına sızıp
malümat toplayan, bu yüzden lakabı Ayıcı Arif olan, harbin sonunda Tavas’da
esirlerin takas edildiği heyetin başında olan, 1924’de Eskişehir milletvekili olan,
1925’de İzmir suikasti davasında İngiliz ajanlarının tezgahladığı, Kazım Karabekir’in
ve bir çok Karadenizli kahramanın da içinde bulunduğu, 17 gün kibi kısa süren bir
mahkemede alel acele idam edilen… Onu İngilizlerin asla affetmeyeceğini tahmin
etmek zor değil. Mezarı başında Atatürk şöyle dedi: “benim naçiz vücudum elbet
birgün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!”
Onun adını özel ansiklopediye yalnızca alnına sürdükleri karayla, İzmir
suikasti sanığı Ayıcı Arif diye yazmaları, öfekelerinin şiddetindendir. İngilizler
Miralay Arif Bey’den öyle nefret ettiler ki, ilk tuzağı 1925’de ona kurdular, Gazi’ye
suikast numarasıyla tutuklanıp, apar topar Atatürk’e haber bile vermeden idam edildi.
Çünkü, Sakarya’da makus talihimizi yenen bütük kurmay heyette o da vardı,
başkomutan yardımcısı olarak oradaydı.
Devlet arşivinden ulaştığımız bir belgede, Trabzon İngiliz sefaretinden
31.7.1883 tarihinde verilen bir raporda, “Rizenin köklü eşkıyalık yapan
sülalelerinden Fincioğullarının buradan Trabzon’a sürülmeleri hususunda Erzurum’a
verilen dilekçe özeti hakkında tahrirat” bilgisine ulaştık.
İngiliz elçi, Finciler için “çete” raporu verir, sürülmelerini ister. Anlıyoruz ki,
İngiliz servisleri, kendileri için tehlikeli gördükleri insanlara öyle raporlar düzenler,
sürgün ettirirlerdi. İngilizlerin çete dediği Fincilerden Yüzbaşı İbrahim Kadri Finci
(Aka Gündüz’ün babası), Balkan Harbin’de şehit olmuştur.
Haldoz’un büyük gururu, İstiklâl Harbinin Milis Yüzbaşısı İpsiz Recep,
Rizeli pek çok yiğitle birlikte daha Balkan harbinde Sarıyer’de milis kuvveti
kurmuştu. Sakarya savaşının unutulmaz kahramanlarındandır. İpsiz Recep’in kardeşi
Emin’in torunu Prof. Emin Gürses, Haldoz’un yetiştirdiği yeni kuşak yurtsever Türk
aydınıdır. Adı “Ergenekon” olan bir davada (Mart 2008) aylarca tutuklu kalmıştır.
Kurtuluş Savaşına İstanbul’da ve Karadeniz sahillerinde takalarla hizmet
veren Rizeli kahraman Ketencoğlu ailesini anlatan “Takalar Kumandanı” kitabının
yazarı İbrahim Balcı da Haldozludur. İbrahim Balcı, Sarıyer tarihini anlatan
“Simas’tan Sarıyer’e adlı kitabında, İpsiz Recep’in fotoğrafının altına şunu yazdı:
“Kumsal arkasındaki alana sık sık gelen, takasını çekip onaran, silah-mermi alıp
Anadolu’ya kaçıran İpsiz Recep Reis.”
168
Korayseba’dan Ekşioğullarının bir kolu Haldoz’a yerleşmiştir. (Bu aileden
Korayseba bölümünde söz edilecektir.)
Haldoz’un önemli soyadlarından Çep’ler, Çepni atalıdır, Şamani devleti
döneminde Anadoluyu haçlılardan kurtarmak için gelen Melikşah’ın
ordusundakilerin adıdır Çepni. Fonetik Çepni; Çapani, Şamani…
Kuaroz
Gülbahar mahallesidir. Yavuz Sultan Selim’in annesinin adı verilen Gülbahar
Hatun Medresesi buradaydı. Kadın Sultan’ın eliyle medrese açmak kültürü demek ki
devam ediyordu!
1950-60’lı yıllarda binası duruyordu. Yanıbaşındaki sonradan yapılmış olan
caminin imamı, bu binayı lojman olarak kullanırdı. Birkaç mahallenin tek okulu
burasıydı. Burada okuyup İstanbul’a giden orada eğitimine devam eden pek çok
insan oldu. Cumhuriyet’e kanat gerenlerden ilk mühendisler burada okuyanlardan
çıktı; Malatya Sümerbank’ın kurucu ustabaşı ve Kayseri Uçak Fabrikasının kurucu
ustabaşı Muammer Morgül (amcam) onlardan biridir.
Kuaroz mahallesinin, Ramanoz dağından beslenen, oldukça gür akan ve tam
sahile ineceği yerde yüksekçe bir şelale oluşturan bir akarsuyu vardır. Yani, adı gibi
“akuar” olan yerdir Kuar-oz, suları “akayi”! Sahil yolundan gelip geçen atlıların
konaklayıp su içeceği yer burası olmalıydı.
Karız adıyla örtüşen, akıllı şehir yapımcı ustalar da buralı olmalıdır.
Ancak, Akha adı, bilgili “aga-bey” olanların da adıdır. Aghia-Sofia’daki
antik Şaman bilim adamlarının adı gibi. Gülbahar Hatun medresesi, bu adını
kendinden önceki Şaman Bilimevinden almış olmalıdır. Benzer durum Ankara Ulus
Hacıbayram Medresesidir. Bitişiğinde Oğuz(Augus-tus) antik bilimevi vardır.
Anadolu’daki medreseler 1500 yıllarında camiye dönüştürülmüştür.
Martin Bernal “Kara Atena” kitabında Akhai’lerin Yunanistan’ın kuzey
doğusundaki İyonlardan, Agia Pelazileri (Sahil Pelasgları) diye söz eder (age.sh.143).
Yazar, Sahilli Pelazlar derken, Kaçkarlardan gelen Pelazların varlığından haberli
değildir. Yunanistan’a kuzeyden giren Doğu Karadeniz’den gelme halk olduğundan
hiç söz etmemektedir. Bernal, Pelasgları sadece Filistin’in ataları olarak görmekte ve
Yunan halkını Sami ırkından gelmiş gibi göstermektedir. Oysa antik toplumlarda ırk
değil kültür adlandırmalarından söz edilmesi daha doğrusudur.
Akhalar (Agia, Akai, Akka), İyonya döneminde de orda yaşıyorlardı (MÖ 10
bin). M.Bernal, Agia Pelazilerin Helence konuşmadıklarını, Helenlerin daha sonra
onların dilini erittiklerinden söz eder. “Akhai’ler, Helenlerle birlikte Truva’ya
saldırdığında, Truva orduları içinde kendileriyle aynı dili konuşan savaşçıların
olduğunu gördüler” diye anlatan Heredot’a gönderme yapar. Buna akıl erdiremez ve
içinden çıkamadığı bu durumdan tarihçi Heredot’u suçlar: “Bir görüşe göre,
Pelasglar, asimile olmamış yerli Yunanlara verilmiş isimden başkası değildir… Öyle
görünüyor ki, Heredotos’un yaptığı, eskiçağdaki ve günümüzdeki yazarlar için büyük
karışıklık çıkarmış olan bu apayrı halkları birleştirme girişimidir. (age. Sh142)”
Burada yazar Bernal’ın kullandığı dilden, onun bakış açısını, sanki
tarafsızmış gibi ama üçüncü bir taraf olduğunu anlıyoruz. Kitapta, Pelazgların
Pelastin (Filistin) ile Akdeniz (Fenike) ve Klikya üzerinden Hitit bağları kurulurken,
169
aynı dili hala kullananların yaşadığı Doğu Karadeniz (Anabacı Torosları) civarından
gelmiş olabilecekleri hiç konu edilmemektedir. Yazar, kitabında Pelasg dilini Mısır
ve Sami dilleriyle bağlantılı gösterme gayreti içindedir.
Mahallenin eskilerinden, 1885 Selanik doğumlu şair Hüseyin Enis Avni
Finci, Aka Gündüz olan takma adını, Akka/Akha’dan almış olmalıdır. Çünkü
Türkçeci Osmanlı aydınları grubundandı. İstanbul’u İngilizler işgal ettiğinde
çıkardığı Alay dergisinde mahlas olarak bu adı kullandı ve İngiliz vali onu Malta’ya
sürdü. Selanik’te doğmuş, Gazi Mustafa Kemal’le aynı şehirde aynı okulda okumuş,
onunla aynı bilinç oluşturma sohbetlerine katılmıştı. Sümer, Aka, Eti gibi isimleri
bilinçli seçtikleri bilinmelidir.
Dipnot: Çocukluğumda, Gülbahar ilkokulunda okurken, şelalenin yanı
başından geçip Ramanoz bayırına pikniğe giderdik. 6 Mayıs her yıl okulca piknik
günümüzdü; inanışa göre Hızır İlyas/Hıdrellez o gün toprağa bereketini verir.
Yaylaya çıkış günüdür, günü kutlamak için pikniğe gidilirdi.
Attika’dan, Ramanos’tan, Humruğ’den, Haldoz’dan, Oksoğun Bayırından,
Lahana mahallesinden, bütün çocuklar yürüyerek geliyor, Gülbahar İlkokulunda
okuyorduk. Piknikte öğretmenlerimizle yere çöküp azıklarımızı paylaşıyor, Rize
şivesiyle, kaynaşıp “helk” (halk) oluyorduk. Hepimizin ayağında lastik ayakkabı
vardı, onu da okula başlamanın ödülü olarak giymiştik, okul öncesinde nalin
giyerdik. 1940’lı yıllarda ise okula da nalinle gidilirmiş; güllü nalinle okula giden
ablam bunu mutlulukla anlatır.
1980 sonrasında, bu okul yıkıldı, yerine Yardımcı ailesinin yaptırdığı bir
ilköğretim okulu yapıldı. Artık tabelasında “Gülbahar İlkokulu” yoktu ve bir tarih
tarihe öylece gömüldü. Oysa, Osmanlı Türk devletinin ana sultanlarından birinin
adını taşıyordu. Gülbahar İlkokulu, benim gibi Attika’dan beri tüm burada okumuş
olanların anılarımızın beşiği idi ve 1958’de 2.sınıfında okurken kanımla Kıbrıs
haritası çizdiğim, gazetelerde haber edildiğim, bayramlarda Rize Cumhuriyet
alanında şiir okumaya çağrıldığımda adımız birlikte anons edilen okulum, Gülbahar
İlkokulu burasıydı.
Kuaroz mahallesinde ve sahil boyu tüm mahallelerde, fazla suyu emerek belli
bir çizgiyi takip ederek denize taşıyan yer altı su kanalları, yani “akar suyun izi”,
akar-izi (keriz, karız, hariz) vardır. Adıyla örtüşen bir sıfat da budur.
Bu kanallar temiz yağmur suyunu toplar denize kadar taşırdı. Kerizler
bahçelerden verevine/çaprazlayarak geçerdi. Kanalın iki başında temiz su almak için
taş basamaklarla inilen PUAR (pınar) denilen gözeler vardı. (Puar sözcüğü aynı
anlamda Lazca’da ve tüm batı Toroslarda geçer.)
Keza, Rize şehir merkezinde oldukça geniş bir kanalizasyon sistemi çok
eskilerden beri vardır. Su kanalları yapmak Uygurlardan beri Türk geleneğidir. Suyu
tarımda ilk kullanan, 500 kilometrelik karız su kanallarını yapan onlardır, ilk
şehirleşme onlardadır ve bu nedenle oradaki Türklere “uygar” anlamında Uygur
(Yuğhar, toprağı suyla yıkar, yoğrur) denilmiştir.
170
Antik Yunan tarihini anlatan kitaplarda, Akkai’lerin düzen kurucu yasa
koyucu olduğu, toprağı paylaştırdıkları ve su kanalları yaptıkları yazılıdır; şehir
kurucu Kentauroslar, Sahil Pelazikolar (Pelasglar) onlardır.
Antik Yunanistan’a kuzeyden giren Akkai’ler doğu Karadenizlidir. Halen
Selanik ve Makedonya bölgesinde yaşayan halk tipik Karadenizlidir. Köylerinde,
örneğin erkek önden elleri bom boş yürür, kadın arkasından sırtında çalı yüklü
sepetle gider.
Peripol
Rize şehir merkezini tepeden gören semttir. Buradan doğuya doğru
bakıldığında Potomya hariç, Askaroz deresine kadar yukarıda sayılan yerler görülür.
Adından da kolaylıkla anlaşılacağı gibi, perisi bol, peri folluğu (yuvası) olan
Peri-foli, ve hatta perili bel’dir.
Potomya ilçesine bağlı PARAVOL köyü ile sesdeştir; Peri-Beli.
Doğu Karadeniz Dağlarının antik adı olan PERİYA TOROS adı değişmemiş
olsaydı bu gün Peripol adı üzerinde hiç araştırma yapmamıza gerek kalmayacaktı.
Peri anaların, anabacıların bol olduğu bu dağların sahile bakan yamacında Peripol
adında bir mahalle olmasından daha doğal ne olabilirdi ki! Kaldı ki, bu mahalleden
bütün güzelliğiyle ayaklarımızın altında uzanan deniz Simer (Siper, Su-Mer,
Superi)Denizi’dir. Onun adı da eğer bugün bildiğimiz Karadeniz olmasaydı, Peripol
adı bize çok doğal gelecekti.
Peripol mahallesi, ilham/esi/can/ruh veren periler için en uygun yer olmalı;
Tanrıça Ay’dan alırlar ışıklarını. Zaten semtin arkasından Küçük Ayane dağı
yükselir.
Perili söylencede dokuz müz perisinden söz edilir. Müz perileri, müziğe,
şiire, sahne sanatlarına, resme ve başka sanat dallarına esin veren perilerdi. (Müz,
Mouse; müziğe ve müzeye adını veren peridir.) Halikarnas Balıkçısı, “İzmir’den
kovularak İtalya’ya giden Müzler orada İtalyan rönesansına zemin oluşturmuştur”
der.
Peri, “kız” demektir. Yaylasında peri sesi duyulan, kaval, kemençe, tulum
zurna vb. çalan, müzik yapan bir yerden söz edilir türkülerimizde. O yayla Kaçkar
yaylalarıdır:
Yaylanun cimenine / Peri bağuru peri
Kar yağdi da kapatti / Konuştuğumuz yeri
Bu türkünün ezgisinde iki müzik cümlesi vardır; bu iki cümle üst üste
getirilip ikisinin arasındaki uyum (armoni) kuralları incelendiğinde, hiçbir armonik
hata olmadığı görülür. Yörenin diğer türkülerini de inceledikten sonra diyorum ki;
Çoksesli müziğin ana malzemesi de buradan götürüldü İtalya’ya. Çünkü Etrüskler,
Doğu Karadenizden giden Ön Türklerdi.
Peru: Pero, Işığı çok olan, akıllı insanların ülkesi.
Peru’da yüksek dağlık bölgede konuşulan en eski Peru lehçesine KECULİ
lisanı denilmektedir. Anadolu’da yaşamış Oğuz boylarında da çokça keçili aşiretler
vardır. Peru’da Keculi lisanında teyzeye Erzurum şivesindeki gibi “tiyez” diyorlar.
(Peru konseri dönüşü, İ.Hakkı Fencioğlu’dan naklen.2005)
171
Peri, genç kız olarak da karşılık bulur. Azerbaycan’da Peri Meclis demek,
kızlar oturmuş türkü söylüyor demektir. “Yaylanın çimenine, peri bağuru peri”
derken de “kızlar türkü söylüyor” denilmektedir.
Hemşin’de Çayeli insanına Purim derler. Peri gibi, yani müzik yapanlar
anlamında söylenmiş olmaldır.
Ziğana Tepesi
Rize merkezindeki en yüksek tepenin adıdır. Türkülerde yaşayan mitolojik
demir kuş “Dirvana”, orada, en tepededir; Huma Kuşu’dur, o, kendi küllerinden
yeniden doğan Anka kuşudur.
Yine Mitolojide Tanrı Hermes’in babası Zeus, annesi ise toprağın (Atlas’ın)
kızı Maya’dır. Maya, Umay Ana’dır. Umay Ana Huma Kuşu olur, Zivana’ya,
Dirvana’ya, Nirvana’ya yükselir.
Umay Ana’nın kuşu Umru, güvercin, mıknatısı sezinleme özelliğinde olan,
demire doğru uçan, demiri sezinleyebilen kuştur, bu özelliğiyle güvercin antik
postacıdır. Demir/Sümer anaları ile kumru arasındaki mitolojik bağ hiç de izah
edilemez değildir.
“Zivana” sözcüğü, Trabzon-Erzurum arasındaki “Ziğana” geçidi ile
sesdeştir. İtalya’daki dağların başındaki Siena şehriyle fonetik benzerlik artık
anlaşılabilirdir.
Bugün İtalya’da, müzik sanatında, “diva’lık”, o işi en iyi yapana verilen
manevi ödüldür. La Skala (merdivenli) operasında solistliğe yükselen kadın
şarkıcıya DİVA adı verilir. Diva, demir-kadın’dır.
İran’da Azerice kadın adı “Diba” aynı sözcüktür.
Fransızca “divane”; çılgın.
Fransızca “Diva”; Tanrı.
Farsça “div”; dev.
İngilizce “devil”; dev.
Roma müzesinde insan yavrularını emziren ana kurt heykelini yapanların
kimler olduğuna dair bir alıntıyı Haluk Tarcan’ın “Kökeninde Ön-Türk Kültürünü
bilmeyen Avrupa Birliği” kitabından alalım:
“Etrüskler( Villa-Nova’lılar), Elba adasından demir çıkarırlardı. Bu
nedenle olacak Elba adasına AİTALİA adını vermişlerdi, AİTA = ATA…ËL =
HALK…İA = sahip olma,ÜLKE…
AİTA / ËL / İA…Kavramları toplayalım : ATA HALKI ÜLKESİ…İşte
İTALYA’nın, Etrüskçe / Ön-Türkçe adı.” (Haluk Tarcan’ın verdiği bu bilgiler,
aynı zamanda Kâzım Mirşan’ın araştırmaları sonucunda ulaştığı bilgilerdir.)
Yeri gelmişken: Bu noktada Hindu inanışındaki Nirvana ile bağlantı kurmak
yanlış olmayacaktır. Hindistan’da Ana Tanrıça kültürü oldukça yaygındır. Özellikle
Pencap bölgesinde Oğuz Türklerinin yaşadığı bilinmektedir. Kimi Samici yazarların
bu bölgedeki yerleşim adlarında görülen ana erkil isimleri Sami diliyle bağlantılı
göstermeleri yanlıştır, çünkü Oğuz Kültürü ve Oğuz İnanısı Samilerden çok daha eski
ve yaygın bir kültürdür. Kaldı ki, Sami adlandırması, Sam /Kam/ Şaman kökünden
gelmiş, “Sam’a benzeyen, Sam gibi olan” açılımında bir sözcüktür. Kabul etmek
172
gerekir ki, Yahudilerin sünnet olma ve soyun devamını anadan alma kuralı, Güneş
kültüyle de ifade edilebilen, Ana Tanrıça İnanışı ve Oğuz Kültüründendir. Oğuz
Kültürünün ŞAMAN ritüellerini din olarak algılayanlar için bu bir anlam ifade
edecektir.
Liparit
Yalıköyü’nün eski adıdır. Ulu-Par-si, Pers Uluların yeri!
“Lob-arta” Lüberde; asker kaynağı.
Pers-Oğuz kutsalı MARTİ ile bağ kurulabilir, Ulu Part veya Part-eli olabilir.
Li-Ber-ti; Ulu-Per-ti, Ulu Per oğullarının yeri. Le Paris ile sesdeştir.
Erkek savaşçının bol olduğu bir yer olmalıydı. Aspet’ten Liparit’a has kızlar
gelin giderse, bu da “Aspet’ten Liparit’a kim elçiledi beni…” şeklinde türkülere
girerse, bunun bir anlamı olmalıdır.
Libarid, aynı zamanda Uygur’da (Orbelyan’da, Oygur-beli) bir kumandan
prens ünvanı idi.
Tarihten bir öykümüz var. Uygur kökenli Sasaniler (Zazalar), Kafkaslarda
yöneticiyken, Uygur (Çin-Sincan /Çenesdan) Kaşgar bölgesinde yaşayan Saka
(İsika-Oğuz) Türklerinden bir hanedan, kendi arasında taht kavgasına düşer ve yenik
düşen prens servetiyle birlikte kaçarak gelip şimdiki Gürcistan’a yerleşir, kendisine
ve yakın çevresine en üst düzeyde görevler, kırala taç giydirme şerefi ve
kumandanlık verilir. Uygur Çenesdanlı (Çin-Çavat) prensinin ünvanı “libarit” idi.
(bkz. Fahrettin Kirzioğlu. Rize Tarihi, www.feretiko.com)
“Lib” kök hecesinden yola çıkarsak, Ulu-opa’nın bereketini temsil eder gibi,
“lob”, lop, yuvarlak, taneli olan anlamında, fasülyeye de “lobya” adını veren bir
sözcük çıkar karşımıza. Çekirdek, yumru, merkezde olan (Latinceye lobi olarak
geçti) anlamında bir kavrama ulaşırız.
“Makaram sarı bağlar loy, kız söyler gelin ağlar” türküsünün nakaratında
geçen “löberde, löberde, zülfün yüzüne perde, devriyeler sardı da bizi meğer kaderim
böyle” ve “Makaramda ipliğim, Asiya’da benim kekliğim” sözlerinde LOBERDE ile
Asiya ilişkisi, türkünün Loberita üzerine örüldüğünün işaretidir.
Latince “Liberti” (özgürlük) sözcüğüne de kaynaklık etmiş olacağı
düşünülmelidir.
Libarit Bey hakkında:
(www.atabari.net/default.asp?sayfa=ardanuc_koytarihi.asp&dil=1&metin=4)
“…Selçuklu devletinin kurucusu Tuğrul Bey (1037-1063)in amca oğlu
Azarbaycan hakimi İbrahim Yınal ve Aran (Gence-Karabağ) hakimi Kutalmış Bey
başbuğluğunda bir ordu ile 1048 yılu yazında Eleşgirt, Muş, Oltu ve Bayburt
bölgelerini vurmuştu. Bölgedeki Bagaratlıların kumandanı Orbelli(Uygurlu) Libarit
Bey kumandanlığında Bizans ve müttefikleri ordusu, Hasankale’deki meydan
savaşında yenilince galip gelen Selçuklular Liparit Bey’i esir aldılar.
Libarit Bey önce Selçuklular adına Bizans’a elçi gönderildi daha sonra da
Bizans heyeti ile Horasan’a gitti. Horasan dönüşünde Kral IV Bagarat‘a(1027-1072)
karşı gelerek, kollarını bağlatarak Bizans’a gönderdi.”
Aspet
173
Aspet; As-pati, has-bacı. Asu-Opa-si; “Su kenarındaki opalar.” Su-deniz
Opacilari!
Suvari kadınlar yetiştirmiş bir liman köyü olduğu tahmin edilebilir;
VI.Bedri’nin deniz savaşçısı karısı Hasbacı Emine buralı olabilir, ya da buradan çok
HAS-PACİ’lar çıkmıştır. Hasbacı/Aspate. Mozart’ın Mitridate operasında, eşi Emine
rolü, ASPATE adı ile örtüşmektedir.
İhtimaldir VI.Büyük Bedri’nin sevdiği savaşçı kızın annesi müzisyen Sitare
Tonika buralıdır. Latin kaynaklarına göre, bir şenlikte onun karşısında kemane çalıp
türkü söyledi ve Bedri ona âşık oldu, o gece onu yanına aldı, kral, Sinor (Rize kalesi)
kalesini bu ailenin korumasına verdi.
Rize’de söylenen Koçari türküleri Hasbacı Emine’nin ağzından söylenmiş
türküler olmalıdır.
Ovit
Ova-İta; Vadi. Yüksek dağlarla çevrili ova.
Ovit, Kamenit, Varelit, Palovit, Hamlakit gibi, Rize civarında bulunan tepe
ve dağ köylerinin adlarında bulunan İD/İT eki, tıpkı İDDAĞ, İDA gibi Ata kültünü,
Eti-Hitit (Eti-ler) uygarlığını ve hatta onunla bağlantılı olarak Sümer (KimmerKenger) uygarlığına işaret etmektedir.
Ovit; ovid, obid, ovat, vadi…
“Ovid” adına Halikarnas Balıkçısında, sünger avcılarını anlatırken de
rastlıyoruz. Kariyalılar Doğu Karadeniz kökenlidir, anımsayalım. Kariyalı sünger
avcıları (engin savaşçıları) orfos balığını kutsal kabul ederler, çünkü orfos
görüldüğünde denizde tehlike yok demektir. Balıkçı baba, MÖ.500’de orfos
balığından söz eden yazarları sıralar; Aristotales, Oppianus, Ovid ve Plinius.
(Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, sh.172) Bu bölümü anlatırken der
ki; ”Bu biraz da eski Anadolu’nun ve günümüzdeki Anadolu’nun nasıl birbirinin
varisi olduklarını gösterir.”
Ovit yaylası ve Korayisebe (İkizdere), Osmanlı döneminde yaşanmış bir
öyküye konu olmuştur. İkizdere’de yedi köyün Ekşioğlu olmasının ve Ovit yaylasının
padişah fermanıyla Ekşioğulları sülalesine verilmiş olmasının tarihi bir nedeni vardır.
Öyküsünde denir ki; Osmanlı padişahlarından biri tarafından idam edilen bir yeniçeri
beyinin oğlu burada saklanır, bir sonraki padişah ise yeniçeri beyinin haksız yere
idam edildiğini ilan eder ve onun oğluna babasının itibarını iade etmek üzere ona
Ovit yaylasını armağan eder. Bu öykünün doğruluğu ile örtüşen bir durum vardır;
İstiklâl harbine İkizdere’den gönüllü katılan ve Cumhuriyete karşı çıkartılan iç
isyanları bastırmaya buradan giden insan çok fazladır. Bu nedenledir ki Anadolu’nun
bir çok yerinde, Hakkari’den Tarsus’a ve Kızılcahamam’a kadar Ekşioğullarına
rastlanır. Hatta, Yeniçeri oğlu olan büyük dedenin Ovit’ten önce birkaç yıl
saklandığı yer Ardeşen’dir, orada bir evlilik yapmıştır, bu evlilikten olan oğulları
İslamoğlu soyadını almıştır. Yeniçeri oğlunun ilk saklandığı yer ise Of’tur. İhtimaldir
ki Of’da dayıları vardır; çünkü Oğuz geleneğinde öksüz çocuk dayı evinde büyütülür,
çocuğun sığınma yeri dayı evidir.
174
Tarihin cilvesi midir, MÖ. 120’de, Türk Atası (EUPATOR) VI.Büyük Bedri
(Mithridate) de bu dağlarda ve bu yaylalarda yaşamıştır; oniki yaşındayken, işbirlikçi
annesinin zulmünden kaçarak bu dağlara getirildi.
Korayiseba
İkizdere’dir. Rize-Erzurum arasındadır. Ovit Dağının eteklerine düşer.
Osmanlı dönemindeki resmi adı; Kur-i Seba (yedi köyler). Bu isim her ne
kadar Farsça görünüyorsa da, Farsça’nın altı Kaşgari Türkçesi olduğundan fonetik
açılımına bakmakta yarar vardır. İlk harf K, yerli şivede “kh” gibi gırtlak sesidir ve
“kari, hari” gibi çıkartılır. İçindeki s harfi ise “hsi” ötüşlüdür, yerel şivede Ayşe adı
“Ayise” (Ay ışığı) şeklinde söylenir. Ebe, aba olur.
Kor-ay-is-eba: Kor-ay-esiğ-aba. Ateş parçası ay ışığı abla. Rize dilinde ışık;
“esiğ”
Yöremizde Ayşe Abla’nın ünlenişi: “Ayiseba.”
KARUSİ OPA halkı olarak da tanımlanmış olabilir. Karusiler, Oğuzların
yiğitlikte ünlü atalarının adıdır.
Büyük Bedri ile ilgili araştırmam sırasında Korayiseba hakkında çok önemli
bilgiye ulaştım; VI.Büyük Bedri’nin peşine gönderilen üç bölük Roma askerini orada
deli bal yedirerek öldürmüşler. Anlıyoruz ki, Pantos’un Oğuz soylu Kralı VI.Bedri,
bu yaylalarda büyümüş, kök bağları burada imiş.
VI.BüyükBedri(MÖ.111) Romalılarla içli dışlı olan annesi kraliçe Laodika’yı
yönetimden indirir ve başa geçer. Nemrut dağında MÖ.109’da ona imparatorluk
töreni yapılır ve birleşik orduların başına geçer. Büyük bir orduyla Roma kuvvetlerini
batı Anadolu’dan süpüre süpüre Atina’ya kadar gider. Bazı kaynaklara göre
Atina’dan yenilerek, bazı kaynaklarda Çanakkale boğazında fırtınada gemilerini
kaybederek geri döner ve karar vermiştir, Canik Dağlarından, Doğu Karadeniz
Dağlarından, Kafkaslardan, Kelkit yaylalarından, Erzurum’dan, kuvvet toplayarak
Sula Lukullus ve Pompey’in yağmacı ordusuyla savaşacaktır.
Roma ordularını üzerine gönderirler. Bu arada Roma korsanları Pirazizler’de
yaşlı iki eşini ve yaşlı kızkardeşlerini esir alır. Ailesinin esir alındığı haberi
geldiğinde yanıtı “Savaşarak ölsünler!” olur. Batılı kaynaklar bunu, “Esir alınan
ailesini öldürmeye karar verdi, ölüm şeklini onlara bıraktı” şeklinde yazar, anlamaz,
çünkü Romalı yağmacılar Oğuz töresindeki “Ya istiklâl ya ölüm” düsturundan ve bey
yenildiğinde ailesinde kadınlar düşmana sağ teslim olmazlar, töresinden
habersizdirler.
Roma ordusuna ZEHİRLİ BAL TUZAĞI kuran Korayseba halkına
saygılarımızla, ilgili metinden alıntıyla devam edelim. Büyük Bedri, en son
Kırım’dan dolaşarak Roma’ya kuzeyden saldırmak niyetindedir.
“Bolu’daki yenilgiden sonra Kelkit bölgesine çekilen Mithridates VI,
Lucullusun kendisini süratle takip edememesinden (çünkü Samsun civarında halk
Roma askerlerine kadınlı erkekli direniyordu. M.M.) yararlanarak Orta ve Doğu
Karadeniz bölgesindeki halklardan 40 bin piyade ve 4 bin suvariden oluşan yeni
bir kuvvet topladı.
Strabon(yazar), Pompeius'un ordusunun Heptakometler'in (Yedi Köyün
Halkı) yaşadığı dağlık ülkeden geçerken Heptakometler'in yol üzerine Deli Bal
175
kapları bıraktığını, bunları yiyip bilinçlerini kaybeden üç Roma bölüğüne saldırıp
onları imha ettiklerini belirtir.
Mosyn denilen ağaçlarda ya da ahşaptan yapılmış seyyar kulelerde
yaşadıkları için bu halkın Antik devirde (Ksenophon tarafindan) Mossynoik olarak
adlandırıldığını yazan Strabonun verdiği bilgileri değerlendirerek Heptakometlerin
bugün Trabzon, Rize ili sınırındaki lkizdere Vadisi'nin yukarı kesimlerinde
yaşadıklarını söyleyebiliriz. Bugün İkizdere İlçesi olarak adlandırılan bu bölge,
Osmanlı belgelerinde Kur-i Seb'a (Yedi köyler) Nahiyesi olarak geçer. Bu bölge
Karadeniz Dağlarının iç kesimlere geçit verdiği yerlerden biridir.
Trabzon'dan bahseden ikinci kaynak olan Strabon bölgeyi anlatırken,
Trabzon bölgesindeki halkları; Trabzon ve Giresunun üst kısımlarında yaşayan
Tibarenler (demir döğenler), eskiden Khalybes olarak adlandırılan Haldailer
(Khalt), Ksenephon'un Makronlar olarak bahsettiği Sanlar (Tsan/Can), Trabzon ve
Rize'nin üst kısımlarına düşen bölgelerde, eskiden Mosyn denen Heptakometler ve
Byzerler olarak sıralar. Ksenophon'un Trabzon ve Giresun yakınlarında yaşadığını
belirttiği Kholklar ise daha doğuda Batum civarındadır.”
(www.karalahana.com/makaleler/tarih/rize-tarihi.html)
Şimdi bu metinde adı geçen Latince yazılmış sözcükleri açalım:
Mosyn: Müzik(esi) perisiyle özdeşleştirilen Maz-ini, Maz önü, Maz bölgesi.
Müzik yaparak savaştıklarını gören Anabasis yazarı, onları Giresun tarafındn
gelen, şarkı söylerek ilerleyen askerler olarak onları tarif eder: Dizlerine kadar
entarileri vardı, mızrakları ve baltaları vardı, kalkanları hasır örgü üzerine gerilmiş
deriydi, başlarında tepesi tüylü bir başlık ile 300 kayıkla bir gecede geldiler.
(Onbinlerin Dönüşü. Trabzon’u yağmalayan Yunan askerlerinin batıya ilerleyişini
durdurmak için denizden pnların üzerine gidenler İskit Türklerini, Koltları tarif
ediyor yazar.)
Müzik yapılan evlerde yaşadıklarından bahisle, yazar, bu evleri mozi
ağacından yapılmış evler diye tarif eder. Müzik yapmaya uygun ağaç türleri
buralarda olduğu muhakkaktır, ama bunu Yunan tarihçi anlayamaz. Kadırga
yaylalarından indirilen ağaç kütüklerinden yapılan gemilere de bu adın verilmesinin
sırrını da bilmezler.
Yiyecek çalmak için, direklerin üstündeki ahşap evlere çıkmak zorunda olan
Yunan askerleri, bu evleri tarif için Mozi-evi demiştir. Yedikleri yiyeceği de tarif
eder; kırmızı taneli püsküllü (mısır), un yapılır… Tuzlanmış yunus balığı eti, balık
yağı… (bkz. Doğu Karadeniz, M.Bilgin, Tarih-Kültür-insan, 3.Basım, Ötüken, 2002)
Karadeniz’de serender veya nayla denilen direk üstü ahşap evler yiyecek
saklamak içindir; yabani hayvanlar bu direklerden yukarı tırmanıp yiyecek
kaçıramaz. Orman içlerinde benzer kulübeler yapılırdı, onların içinde de yiyecek
saklanırdı. Maz/Muzi evi dediği burasıdır. Bu evin önünde kemençe veya tulum
zurna çalan birisine her an rastlanabilirdi.
Heptakometler: Yedi köyde yaşayanlar. Hepsi-kom-ata’lar.
İşte bir batılı mantığıyla insana isim verme, ne soy bağı vardır içinde ne de
inanış. İşte Latinlerin İkizdere’de yaşayan ön atalarımıza koyduğu isim bu. Oysa,
Hep-ta; hepsi! Hepsi Şam-ata” kahramanlardan söz ediliyor, ki MÖ.64’de burada
verilen savaşlar, Roma’ya karşı direnişler, adın anlamını gösterir.
176
Haldailer (Khalt/Kelt): Hal-dai; Alidağ/Ulu-dağlılar. Skit Türklerinden
Keltler, Skotlar, Gotlar. Ulu, Hali, Gali, Keli’nin çoğulu; Hal-di, Kel-ti; Hal’ler,
Kel’ler, GALLER!
Kolkhlar/Kholklar:HALKLAR. Bölge halkının genel adı olarak
kullanılıyor. Yazar bir yerden bahsederken adını bilmediği diğerleri için “Kolkhlar”
diyor. Yani Halk. Halk’ın yerel telaffuzu oldukça kaba bir gırtlak sesidir, yazarın
Latin alfabesinde bu seslere karşılık bulması adeta olanaksızdır, o nedenle ancak
böyle Kolkh şeklinde yazılabilmiştir. Hopa ve Batum civarında yaşayanlar için de
Kolkhlar adı geçiyor. Benzer şekilde Çukurova’da yaşayanlar için Halkya
diyemediğinden Klikya demektedirler.
Onbinlerin dönüşünü anlatan Huseynov, denizi gördükleri Mador dağından
sonra, Kolkhların (Halklar) ülkesinde iki gün yürüyerek Trabzon’a vardıklarını
söyler.
Yazar Mehmet Bilgin, adıgeçen kitabının 37.sayfasında “Trabzon’da surların
içinde oturan Helenler onlara yiyecek sattılar, dağda ordugâh kurdular, 30 gün
boyunca Kolkhların memleketini yağmaladılar.” diye anlatıyor.
Kolk, Oğuzlu Halkıdır. Kolkhis; Halk Uşakları açılımlıdır. Bu ifade daha çok
“Asla Roma’ya vergi vermeyen Rize Sinor kalesinden ötede yaşayanlar ” için
kullanılır. Toroslar boyunca uzanan Klikya da böyledir, “vergi vermeyen, halk”
demektir. LAİK sözcüğüyle eş anlamda, Özgür Halk demektir.
Heredot, Kolkhis halkının Mısırlılar ve Etyopyalılar gibi sünnet olduklarını,
Pers İmparatorluğuna bağlı olduklarını, Pers komutanı Serhaz’ın MÖ.480’de yaptığı
Yunanistan seferine katıldıklarından söz eder. Potomya bu dönemin büyük liman
şehriydi.
Görüldüğü gibi, Hopa’dan Giresun’a kadar Kolkhlar adı geçiyor. Gürcü
dilinde “kholklis”, halk demektir.
Makronlar: Mağronlar. Ahşap ve taş malzemeli evlerde yaşayanlar.
Makron (Makran) adına Belucistan’da rastlıyoruz. Ev malzemesi ağaç ve
taştır, ağaçlar çapraz yerleştirilir, arasına taş dizilir. Bu evler, tipik Karadeniz
evleridir.
Makron, Magruna ve Margiana ses benzerliği dikkat çekicidir. Magriana
antik Türkmenistan’dır. Magruna ise çift kamışlı Mısır halk çalgısıdır. Bu çalgı
tulumzurnadaki kamışların boyunda olup yine tulumzurna gibi ara vermeden uzun
süre çalınabilmektedir.
Magruna’nın bir adı da Zummara’dır. Fas’taki adı “Zamr”. Bu adlar ise
Sumer çağrışımlıdır. Magruna, Zummara, Zumr, Zurna adları, dikkat çekecek kadar
fonetik akraba durmaktadır. Çift kamışlı zurna aynı zamanda antik Hitit ve Etrüsk
çalgısıdır.
Sanlar (Tsan/Can): Canik Dağlarına adını veren anabacılar, Canbacılar.
Oğuz geleneğinde, kadın erkek ayırmadan birbirine “can” diye hitap edildiği bilinir.
Yani yazar burada Oğuz Türklerinin bir sıfatından söz ediyor, ama bu insanların
hangi halk olduğunu görmek istemiyor, ya da bilmiyor. Çünkü ona göre bu insanlar
Hitit-Sümer Uygarlığını yaratanlar değildir.
177
Gürcü kaynaklarında Lazlar’ın eski adı TSAN halkıdır, daha sonra
kendilerine Laz demişlerdir. Sinoplular Samsun’a Laz der, Samsunlular Trabzon’a,
Trabzonlular Rizelilere… Doğu Karadeniz halkına Lazlar denilirdi.
Trabzon’da Canali soyadı gibi, bolca bulunan Oğuz adı ve soyadlarında
yörenin antik kültür bağları belirgindir.
Skidides: Ski-dide-s; İskit dedeliler.
Pariyadroz: Peri-ya-toros. Doğu Karadenizdeki dağların antik adı.
Alıntı yaptığımız metnin diğer bölümlerinde Büyük Bedri’nin çocukluğunun
geçtiği Doğu Karadeniz Dağları için Periyadros Dağları denilmektedir. Bu sözcüğün
fonetik açılımından çok keyif aldım, çünkü nihayet bu dağlarda Turan soylu
Oğuzların yaşadığına dair bir itirafı kendi kaynaklarında görüyoruz.
Doğu Karadeniz adlı kitabının genişletilmiş 3.basımında yazar Mehmet
Bilgin, Heptakometler’de Roma askerlerine kurulan delibal tuzağından söz
etmektedir (s.55). Biribirimizden habersiz yaptığımız bu yorumu okuyucunun
dikkatine sunmak isterim. Mehmet Bilgin de, Anabasis’te kullanılan halk adlarındaki
tutarsızlığa dikkat çekiyor.
Taokhlar: Huseynov’un Oltu Narman bölgesinde yaşayanlar için Taokhlar
demesi, yazarın insan adlandırmadaki uyduruk isimlendirmeler yaptığının bir diğer
belgesidir. Çünkü yağmacı Helenler oradan geçerken çaldıkları tavukları eşeklere
katırlara yükleyip Torul (Dor-uli/Ulu Dor) bölgesinden geçerken de yemişler ve
Anlatıyor ki Torul’da yağma yapamamışlar, yenilmişler, aç kalmışlar, Taoklar’dan
aldıklarını yemişler. Düşünelim ki Narman’dan Torul’a kadar hangi besin taşınır,
belli ki tavuk. Erzurum şivesinde tavuğa “tayuğh” denir; işte Huseynov’un
Erzurumlulara Taokhlar demesinin izahı.
Cimil
Rize-Erzurum arasında, tarihteki adıyla Periyatoros Dağlarının en önemli
yaylalarından biridir. Adını taşıyan cimil peyniriyle tanınır. Fakat, asıl Cimil
yaylasına adını veren nedir, şimdi onu göreceğiz.
Fonetik analizinde “cim-il”, cem-il toplanma yeri olarak karşımıza çıkar.
Cem; toplanma, birleşip bütün olma halidir, “il” ise toplanılan yer. Demek ki
bir tarihte orada büyük bir toplanma yaşanmış, kadın-erkek, bütün yiğitlere “er
meydanı” olmuş Cimil.
Demek ki Cimil’de iz sürerken davuldan ve er meydanından söz etmemiz
gerekecek.
Anadolu’da kullanılan davulun gerçek adı Oğuz Davulu’dur. Oğuz
kültüründe ferman duyurma ve savaşa hazırlanma davul eşliğinde yapılırdı. Davul,
bir şahlanma işaretiydi. Güreşirken de davul çalınır, çünkü orası er meydanıdır.
Atatürk, Ankara’ya gelişinde, 3 bin kuşanmış atlıdan başka, 500 davul 70 zurna ile
karşılandı (27 Aralık 1919). Oğuz Kırı diye geçen şimdiki Yenişehir’in harman
meydanlarında ateşler yakıldı, üzerinden atlandı, zeybekler oynandı, davul sesleri
göklerden indi.
Cem türkülerinde “er olan meydana gelsin” denir, kadın erkek birlikte ceme
katılır, yani meydan’a çıkar. Anlaşılmaktadır ki, cem ayini böyle bir Oğuz
178
geleneğinden gelmektedir. Bir de “Er olan kendini meydanda gösterir” ata sözümüz
vardır.
Tarih kitapları, 40 bin askerle Korayseba’da toplanan Büyük Bedri’nin 22 dil
bildiğini, her askeriyle onun ana dilinde konuştuğunu, çocukluğunu geçirdiği bu
yaylaları çok iyi bildiğini yazmaktadır. Burada sözü edilen 22 dil, değişik Oğuz
boylarının konuştuğu Türk lehçeleri olsa gerek, çünkü askerleri onlardı.
Bu kadar askeri bir araya toplarken ve savaş hazırlıkları yapılırken günlerce
davul çalınmış olmalı. Hem de, halk oyunları oynamışlardır. Çünkü müziğin
birleştirici gücünü kullanmak Oğuz geleneğiydi. Bunlara Kam dansı veya Şaman
dansı denirdi, dans ederken haykırışlar yükselirdi.
Osmanlı döneminde, erleri coşturarak onlara şevk verme görevi Mehteran
bölüğünündü. Oğuz töresini devam ettiriyordu. 1826’da Mehteran bölüğü kapatılınca
Yeniçeriler bunu “töreye aykırı” bularak padişaha isyan ettiler. Çünkü töre yasa
demekti, bey, töreye aykırı iş yapamazdı, töre tüm atalarıyla kurulan bağdı, yani
varlığını borçlu olduğu her şey demekti, töreyi değiştirmek kendi atalarını reddetmek
demekti. (2. Mahmut 32 bin eğitilmiş Yeniçeri askerini batılılaşma adı altında
öldürttü! İlginç benzerlikleri olan bir tarih yaşıyoruz.)
Yeniçerilerle Korayseba’lı Ekşioğullarının bağı ayrıca bilinmektedir.
Meydan davulu Mehteran bölüğünde KÖS olarak geçer. Eski adı Oğuz
davuludur. “Kös” adı, Ogûz’den gelir, Oğuz davulu demektir. Buradan Koraysebalı
Kösoğlarına da bir ad ve şan kaldığını söyleyebilirim.
Aslen Cimil’li olan, öretmen Cemil Gezmiş’i ve oğlu Deniz Gezmiş’i de
rahmetle anarak Cimil’den ayrılalım.
Cimilli adında, Taşköprü’ye bağlı, Sinop’a 45 km.uzaklıkta bir köy vardır.
Burası Bedri Dede’nin ünlü Hitit atlarını yetiştirdiği antik Talloyi/Tarlaların yeri
olmalıdır. Taşköprü’de Sulla’ya MÖ.69’da yenik düştük, Amasya’ya geri çekildik,
Pompey geldi yerle bir etti Taşköprü’yü, sonra Amasya’ya geldi, bir daha savaştık…
Bedran
Bed-ri-ana; Petrana, Petran. İkizdere Anzer yol ayırımında, “Kama” denilen
yerdedir. Adından anlaşılacağı üzere Romalı korsan askerlerinin kamalandığı
yerdedir. Denizden 50 km içeride, 6 ay karla kaplı köydür. Bedran’da, tahta ile karda
yuzme (kar üzerinde kaymanın buradaki adıdır) geleneği vardır, bu bir ata sporudur.
Kral VI.Bedri çocukluğunda Sinop’tan kaçıp buralara geldiğinde, büyüdüğü
köy Pedran köyü görünmektedir. Bu köyde, zehirlenmeye karşı “Mitridaticum”adı ile
tarihe geçen panzerhiri öğrenmiş ve kullanmış olmalıdır. “Etrafında sürekli tıp
ordusuyla gezerdi” diye tarihe geçti. Rize kalesinden Roma’ya kaçırılıp Jüpiter
Tapınağına (Anıt Müzesi) konan el yazması tıp kitabını bu yaylalardaki kadınlardan
öğrenmiş olmalıdır.
MÖ.64’de, Erzurum üzerinden gelen Pompeius’un garnizonuyla 6 ay kış
boyunca bu dağlarda savaşan, onları Rize’ye indirtmeyen, 1800 Roma askerini
öldüren Bedrin Aslanları içinde Petranlılar da vardı. Roma askerlerine deli bal tuzağı
179
kuran, baygınlaşınca onları Kama’da kama ile Hancer’leyip öldürenler de onlardı.
İşte adını bu şanlı tarihten alan “Kama” kavşağı ve “Hancer” yaylası!
Biz şimdi, Romalı saldırganları nasıl püskürttüğümüzü unuttuk. Ama
düşmanlarımız onları nasıl hançerlediğimizi unutmamış olmalı, ki, Ovit yolu şimdi
delik deşik, hançerlenmiş olarak Erzurum tüneli engellenmekte, derelerimiz bataklığa
çevrilmek üzere Dünya Bankası tarafından santrallerle kilitlenmektedir.
Bedran köyünün MÖ.120 yıllarında yaşamış olan anabacıları Büyük
Bedri’nin AK-ANALARI oldular. Eğer bir gün Luvr Müzesinden heykeli getirilirse,
dikileceği köy burasıdır.
Şubat 2008’de yabancıların “lazboard” adını koyarak köyün geleneksel uzme
kayağına sponsor olmaya başladıklarına bakılırsa, ünlü kayakçıların burayı birkaç yıl
önce ziyarete gelmesinden de anlaşılacağı gibi, batılı piyasa korsanları buraları
bizden iyi biliyorlar ve yenildikleri yerleri hiç unutmuyorlar.
Kızılcahamam’ın Bedirler köyünün adıyla ve buradaki yüksek
Alicin(Ulucan) Kalesiyle bağlantısı kurulduğunda Bedrin Aslanları gibi savaşan bir
kavimle bu köyde karşılaşırız. Bedir-an/Bedran’ın açılımı da Bedirler’dir.
Demir Dağı
Kıble dağının arkasına düşer. Dağın vadilerinden akan suda görülen pas
rengi, bu dağda demir yataklarının olduğuna işaret eder. Adıyla örtüşen bir dağdır.
Çevresindeki dağ adlarında antik adlar varken, adının demir olması, demirin keşfi
kadar eski bir ad olduğunu gösterir. Demiri eriten ve demiri döğen anabacılar için
uygun yaşam yeri olsa gerek.
Cimil suyunda ve İkizdere kaplıcalarında bulunan şifanın kaynağında Demir
dağındaki madenler olduğu düşünülebilir.
MÖ.64’de Fırtına vadisinde, Kalei Bala (Tina ablanın ve kocası Zir (HayDor) beyin kalesi), Rize Dağlarındaki Başköy kalesinde, Bayburt ve İspir çevresinde,
Sezar’ın Pompeius komutanına karşı verilen büyük savaşlarda buradaki demir
ocaklarında yapılan Amazon baltaları ve mızraklar, oklar, ana malzeme olmuştur.
Demir Dağında bulunan Handüzü yaylası, civardaki en yüksek yayla olarak
bilinir. Buradan Trabzon sahilleri dahi görülebilmektedir.
Handüzü/Handusi; Kun-atası; Atası Kun (gün).
Kamenit
Kamenit; Kuman-ida; Kuman/Şaman Dağı açılımlıdır.
Rize’ye tepeden bakan bir yerde olup, Küçük Ayane’nin altındaki
tepeciktedir. Küçük Ayane ile Ayane dağı karşılıklıdır ve ondan daha yüksekte olan
Kibele Dağı’nın alt tepecilerini oluşturmaktadırlar.
Kamen; kuman’dır. Kuman-Human Türkleri de Asya’nın bildik boylarıdır.
Hurşit Saral’ın “Tarihsel Süreçte Doğukaradeniz” adlı kitabını kaynakça
olarak kullanan bilgisunar sitesinde, Trabzon civarında çokça benzer yer adı Kuman
Türklerine ait yerler olarak verilmektedir.
(http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=595850)
“Kumanlara ait izlere, bölgede yaygın biçimde yer adları olarak rastlıyoruz.
180
• Aşağı Kumanit (şimdi Aşağıçavuşlu / Sürmene)
• Yukarı Kumanit (şimdi Yukarıçavuşlu / Sürmene),
• Kumanit (şimdi Kumludere / Of)
• Kumanondoz Mahallesi/Yaylası (Tonya Kalınçam köyü güney doğusunda)
• Komana Deresi (Vakfıkebir’in doğusunda)
• Komandere Vamenli (şimdi Ortaköy / Vakfıkebir)
• Komandere Raşî (şimdi Rıdvanlı / Vakfıkebir),
• Komandere Kadahor (şimdi Akköy / Vakfıkebir)
• Komandere Habel (şimdi Açıkalan / Vakfıkebir)
• Kumanovacık Yaylası (Espiye)
• Kumanyurdu Yaylası (Tirebolu)
• Koman Deresi/Alucra
• Koman Tepesi ve Koman Köyü”
Pindoz
Pan-dos; Atası Pan. Aynı isimde, Antalya’da Mindoz antik yerleşim vardır.
As-pendoz adıyla örtüşür.
Balıkçı Baba, Azra Erhat’a yazdığı mektuplarda (sh.160) şunu anlatır.
İskender Halikarnas’a saldırırken Myndos’a da hücum ediyor ama alamıyor.
Sümer, Sümle, Abu
Fındıklı’nın yukarı köylerinden biridir. Sümer köyünün eski adı SÜMLE ve
daha eski adı ABU köyüdür. SÜMLE; Sümele’dir. Sümele, Sümer kutsalı
Kibele’nin diğer adıdır.
Lazca konuşulan köylerde Hemşinlilere “Sümeğ(r)i” denilir; yörenin Sümer
yeri olduğuna işaret eder. Sümer çalgısı tulum çalana da denilmiş olabilir. Tulum
Sümer şehri Sipir’in köylerinde de vardır. İspir’den başlayan Çoruh nehrinin eski adı
da Sümer nehridir. İspir kalesinin altında derin kuyulardan nehrin sesi duyulur,
kuyuların duvarlarında Sümer kızları dans ederken resmedilmiştir. Dans figürü
kollarını sağa yukarı uzatırken, arkasında erkek görülür, tipik Artvin-Kafkas dansıdır.
Bu dans figürü Sümer kaselerine de resmedilmiştir.
Abu; Aba’dır. Rize’de ablaya “abula” denir. Abula; büyük ABA’dır. “La”
ekinin büyüklük verdiğini başka örneklerde görüyoruz; örneğin, “cicili” küçük yılan
(solucan) iken, “cicila” ise büyük yılan demektir. Atti-la; büyük Hatti, der gibi.
Attila’nın, Roma saldırılarından Germenleri kurtarmak için Avrupa’ya yardıma
geldiğinde ordusunda atlı kadın askerlerin olduğunu anımsayalım.
Sümle-Sümer köyü, Simer (Çoruh) nehrine bakan bir köydür. 2007’de Rize
merkez Portakallık mahallesinde artık komşu oturduğumuz ve ellerinden öpme
mutluluğunu yaşadığım Sümerli seksenlik Cemal Özbulut dededen köyün eski adını
öğrenirken, gençliğinde saçlarının kırmızı olduğunu da öğrendim. Yani, Sibir
(İskit/Saka) Türklerinin Kızıl Türkler boyundan geldiğine işaret ediyordu.
Ardeşen civarında yukarı Abu, Aşağı Abu köyleri vardı, ihtimaldir ki Sümle
Yukarı Abu köyüdür.
181
ABU: Aba, bazı Türk lehçelerinde “ana” olarak da kullanılır. (Kraliçe Tina
Abula)
ABULA; Rize’de, abladır. “Abala” olarak da seslendirilir.
ABUL: Kaşgar’da bir köy adı. (K.Mahmut, Dil Ansiklopedisi)
Su-mari; Hareketli, ışıklı. Bereketli toprakların hayat veren kadınları
SÜMERLER kadın toplumu olarak görünüyor. Çoruh /Simer nehrine bakan bir
köydür.
Amazon kadınlar çalışkan şehir kurucu at binen kılıç kuşanan gerçek
koruyucu ablalardı. Karadeniz’i Yunan ve Roma saldırılarından korumak için devlet
bile kurdular; adına Pantus denildi. Bunu hiç unutmayalım; Sümele’nin kızlarının
devletiydi o, bir Rum/Roma devleti asla olmadı, kolonileştirildiği dönemde bile kendi
dillerini kaybetmediler, tam tersine konuştukları dili Roma’ya ve Atina’ya
götürdüler.
Sümela Manastırı da onun adını taşır, tamamen Şaman iş evidir.
Uma Köyü
Rize merkez köylerinden Ortapazar’ın eski adıdır.
Uma, Ma tanrısıdır, “Huma” kuşudur. MitolojideHuma Kuşu tanrıçanın
omzundaki özgürlük kuşudur. MA ana, Umay Ana’nın adı ondadır. Mitolojideki
Anka kuşu da odur. Uma adını doğrudan tanrı adı olarak Zaza Oğuzcasında
görmekteyiz
Tibet (Tübüt) dilinde UMA “anne”, ABA ise “baba” demektir. (K.M. Dil
Ansiklopedisi). Tibe-t; tepe-id. Tibet bir yayla ülkedir, diğer adı; Tibet Yaylası.
Tahran’ın sembolü Huma kuşudur. Sasani (Zaza) hanedanından beri
kullanıldığı düşünülebilir.
Uma adıyla örtüşen kadın adlarına örnek; Maya/ Mahiye, Umay, Ummü.
Rize’de Ummiye, Omayye denir. Yazarın çocukluğunda Ummiye Çınar adında 70
yaşında kemençe çalan bir akrabası vardı.
Marsis yaylası
Marsis; Meri-si; Su perisi. Pan’ın diğer adı.
Sümer köyünün etrafındaki yaylalardan biridir; Çatak, Meşe ve Marsis.
Frigya söylencelerinde, dağların, derelerin ve ormanların koruyucusu Pan’ın
diğer adı Marsias’dır. Pan, müzik yarışmasında ödül alan çobandır. Diğer
yarışmacının (Apollon) çaldığı üç telli lirden daha başarılı bir çalgı yaptığı için,
ondan büyük olduğunu ifade eden “Pan” adı ile anılır. Pan, büyük anlamındadır.
Örneğin Pan Turos, Büyük Toros demektir.
Bu noktada Kibele’nin Gordion’daki heykelinde, onun iki elini iki erkek
çocuğun başları üzerine koyduğu figürde, bir yanında çift kaval çalan Pan, diğer
yanında lir çalan Apollo tasviri vardır.
Pan’ın elindeki çift kavalın müzikteki yeri şudur: Kavalın biri dem tutar,
diğeri ezgi çalar. Bu çalgının geliştirilmişi tulumdur. Bugün kullanılan benzer bir
çalgı da çift zurnadır; iki zurnacı aynı anda çalar, biri dem tutar, diğeri ezgi çalar.
İki kavalı birlikte ağzına yaklaştırmış olarak görünen Pan, gerçekten bir
maharet segilemekedir. Bu figürü, Roma Etrüsk müzesinde aynen görebiliyoruz.
182
Marsis yaylasında halen tulum zurna çalınmaktadır. Karadeniz’de “Bağa bi
gayda vur” demek, “bir horon havası çal” demektir. Görüldüğü gibi, “gayda” müzik
ile eşanlamdadır.
Pan sözcüğü ile bağlantılı olarak, antik dönemde, Pantus kökenli olanlara,
geldiği yeri belirtmek üzere adının önüne Pan eklendiğine rastlanır. Örnek; Pan-tieze,
1.Büyük Bedri’nin yeğeni olup İskender onunla evlenmişti. Pantieze, Pan’ti Ece!
Fransa’nın güney bölgesi olan Marsilya ile Marsis’in kökeni aynıdır.
Arhavi, Argabi, Naodidi
Kibele’nin adını doğrudan burada görüyoruz; Arı Heva’dır. Heva/Heba’nın
oğulları, Habe-ur/Arhave. Havva adı Rize’de Heva’dır.
Anımsatma: Ana tanrıça Kibele’nin diğer adları Semele, Heva, Didinana,
Adıgüzel, Tavanana Hepa, Hepat, Leto, Nokta, Kübel, Hübel, Sibel, Lato/Laodi
Laz’dır.
Arhavi nüfus müdürlüğünden verilmiş nüfus cüzdanlarında doğum yeri
“Arihave” yazılmış olan yaşayan insanlara bugün rastlanmaktadır. (2007)
HİVA adı Özbekistan’da önemlidir, matematik bilimci Harezmi burada
doğdu. Orada kurulmuş olan antik Hiva Hanlığı bir Oğuz devletidir. Üçlek Tanrıça
Kibele (Heva/Have) sembolü bayrakta görülür. Halkının adı Fars kaynaklarında
“Çağatay Ulusu”diye yazılıdır.
Bugün Çağa-Tay okunuşlu olan bu sözcükte SAKHA TAİ vardır, açılımı
Doğu Saka’dır, ki Çayeli’nin açılımında da Sakha Eli görürüz.
Pazar’ın merkezine yakın bir köyün adı SUKİTA’dır; İskit adıdır. Sukita’nın
yaşlıları gençlere “sahile ev yapmayın” diye öğütler, çünkü eskiden Ceneviz Yahudi
korsanları erkek çocukları kaçırıp köle olarak satarlardı. Aynı öğüdü Arhavi’de de
yapıyorlar. Spartaküs gladyatör köleleri onlardı.
Ari Heva’nın antik Kabil’de (Kibele şehri) adı Ay Hatun’dur. Üçgen,
üremenin ve bereketin sembolü rahim’dir. Ay Hatun, Rize’de AYANE adıyla Kible
dağının yanındaki dağdır.
1920-1923’de, Özbekistan Üç Hiva Hanlığının bugünkü topraklarında
Harezm Sovyeti kuruldu, bir adı da Khiva idi. Kırmızı üzerinde yeşil ve üzerinde sarı
hilal olan bayrağı vardı, kısa sürdü. Şamani renkleri dikkat çekicidir. Yeşil üzerinde
sarı hilal, Yemenli Yahudi tefecilerle savaşırken Hz.Muhammed’in de sancağıydı.
Heva, hiva; Kürtçe’de “ay” demektir.
Ar-habe; simetride Habe-ar, Hubyar olur. Hemşin ve Zile’de Hubyar köyü
vardır. Hubyar semahı; Alevi türküsü, Aşık Derviş Ali’nin şiirleri!
183
Arhavi’nin daha önceki adı olan “Noğadidi” sözcüğünde ise Didinana
Kibele’nin adına rastlarız. Nağ/Noğ/Neu (İng.new) fonetik yaklaşımındaki “yeni” ile
bağını kurduğumuzda, yeni kurulan bir “bereket yeri”, yani çarşı/şehir (çarşılar, tanrı
adına kurulurdu) olsa gerek. Ki, bu yerin kurucuları bu işi Ari Heva adına yapmış
görünmektedir. En dirençli yer burası olmalıdır ki bugün 28 köyünde Lazca
konuşulan tek ilçe burasıdır. MÖ.63’teki yenilgiden sonra Rize ve Potomya tarihten
silinmek üzere yerle bir edilmiş, halk buralardan kaçmak zorunda kalmıştı.
“Nağ”ile bağlantılı olarak; Rize ve Arhavi çevresinde “nağ-misa”, yeni
gelin demektir. Misa/mis ise “moisi”, beyaz giysili mozi’ler, müzik yapan kızlar
olacaktır ki, bu adı antik Yunan kaynaklarında Karadenizliler için kullanılmış tanım
olarak görmekteyiz. Keza İngilizce’de mis/misis, bayan demektir.
Kibele’nin duacı kızları beyaz giysilerle, müzik söyleyerek iş yapan muzi’ler,
Amaz-oğun kızları, Arhave/Noğadidi’nin de kurucuları görünmektedir.
Arhavi için Arkabe/Argabi diyenler vardır. Burada ar-kabe açılımı
yapıldığında; Heva, Have, Habe, Ğabe ve Kabe geçişi görülür. Ki, bu durum bizi
Kutsal Kâbe’ye götürür. Kâbe’de İslamiyet öncesinde Kibele’nin putları evlerde
bulunuyor idiyse, Kâbe adı da kutsal Kibele’den adını almış olması normaldir.
Arhavi’de yaşlı ve sözü dinlenir kişilere lâkap olarak Gabi denir, “ağabi” ile
sesdeştir. Toros eteklerinde, Ereğli’de, Gabi adıyla örtüşen Gaybi Köy vardır. İvriz
Öğretmen Okulu’nun yanıbaşındaki köydür. İvriz Hitit eserlerine bu kadar yakın
oluşu önemlidir. Gaybi Köy ile yan yana Durlaz köyü, açılınca DOR-LAZ olarak
karşımıza çıkar. Hitit tanrısı Kibele, Arhave’de ve Ereğli’de aynı adlarla yan yana
olabilmektedir.
Kırgısiztan’da Göktürk Tarihi Profesörü Gaybullah Babayar’ın adında da
Gaybi-Gabi-ulu, Uluağabey adını görüyoruz. Babayar adı bizi Hubyar Sultan’ın diğer
adı olan BUBİYAR’a götürür, o da EUBADOR ile sesdeştir.
Arhavi’de en eski Laz dili konuşulur. Arhavi adının fonetik açılımında
görülen Ana Tanrıça Kibele’nin adı, buranın en eski yerleşim yeri olduğunun da
işaretidir. Sümer Tanrısı LAZ ile isim olarak da örtüşmesinden hareketle, Sümerce ile
ARHAVİ LAZCASI arasında bir bağ olabileceği düşünülmelidir. Fonetik
çalışmamızdaki bulgularımız da bu yöndedir.
Ari, Yeri olarak da dönüşebilir, bu durumda Heva’nın Yeri “Arhave”
olacaktır.
Mohti Oğuz Mitri Date’nin Lazca analizi: Lazca Bedri, Mitri şeklinde
telaffuz edilir. Lazca Dayı’ya “Dodi” denir. Mitri Dodi /Dade; Bedri Dayı!
Dayı ile Dade arasında D/Y dönüşümüne tekrar rastladık, bu kadar tesadüf
olamaz.
Arhavi’nin ünlü şelalesi MENCUNA, cennetin tasviri gibidir. Mencuna’nın
üzerinde bulunduğu dereye yapılması planlanan(2011) HES barajıyla bu doğa cenneti
maalesef tehlikededir. “Mencuna” olarak İstanbul Türkçesine aktarılan bu sözcük
yerel telaffuzunda PAN SU ANA olarak anlaşılmaya daha yakındır. Açılımı; Pan
(büyük) Su Ana, antik dağ Tanrısı Pan’ın su kaynağı!
184
Vice (Vije)
Vice, Bice; Bacı olarak açılır. Bacı, Kibele’dir. Fındıklı’dır.
İyi görmeyle de ilgisi olabilir, VİSİ, “görüş” demektir. Sahilin arkasında
büyük bir yerleşim yeri olduğuna, asker gözcülerin burada tutulduğuna işaret eder.
Diğer adı Fındıklı; Pin-dugli, Pan-dağlı. (Kaçkar dağları Pan ata yurdudur.)
Çamlıhemşin’in de eski adı Fındıklı’dır. Fındıklı’dakiler Hemşinlilere
“Üçoklar” der. Üçoklar bir Oğuz boyu olup, Üçok, Uc-oğ, Us-og ile “Uşağ/ Çağa”
sesdeştir. Gerçekten de Hemşin evlerinde bulunan eski oymalarda Kayı Oğuzların üç
sivri oku, üçlü mızrak işareti vardır.
Çamlıhemşin dağlık bölgesinde yaşayan bir kısım halkın antik adı
Pornaglardır. Pornagu adıyla Boran-aga örtüşür. Buralarda büyüyen Mitri Dayının
bir oğlunun adı Boranaga’dır.
İspanya Pirene bölgesinde PORNAG adıyla benzer bir kavim vardır. (bkz.
Her Yönüyle Rize Şiveleri, Muzaffer Arıcı, 2009 Ankara)
Başka işaretler de bizi Portekiz ve İspanya’nın kuzeyine, Asturya, Bask,
Marsilya ve Katalonya ve Fransa’nın güneyindeki Ogzitan- Gaskunya bölgelerine
götürmektedir. Örneğin, bu şehirlerde gayda/tulum çalgısı halen daha çalınır.
Hopa
Hepat, Heba, Heva. Kıbele’nin diğer adıdır. Opa, fonetik analizde Aba’dan
daha büyük olana karşılıktır. H harfi söyleme kolaylığı verir, Opa/Hopa/Hubu olarak
karşımıza çıkar.
Argu lehçesinde kutsal öküz; OP.
Hopa’da bir Hemşin (Uma-tina) daha vardır.
Op, oppa, hop, gibi ünlemeler, havaya doğru, yukarıya Op’a yükselme
sesleridir. Op, yukarıdaki kutsaldır, Gök Tanrıyı işaret eder.
Halk danslarında bir figürden diğerine geçerken, hareketi başlatırken “oppa”
denir. Bu tür çığırışların Şaman ritüellerinde bir karşılığı mutlaka vardır.
Op-Of-Ob-Om dönüşümlü sesler olup bunlarla başlayan veya biten pek
yerleşim adı daha vardır; Of (Rize’ye 20 km mesafedeki ilçe), gibi.
Türkülerde yapılan “Of of…” haykırışı Op’a haykırmaktır. “Of, aman ey…”
ise, Opa, Pan ve Oğ tanrılarına sesleniştir. Latince “amen” ve Arapça “amen” dua
bitirişleri de ön Türkçe “kabul eyle tanrım Men/Pan” olarak açıklanabailir.
Hopa ve Arhavi en eski Lazca konuşulan yerleşim yeridir. Bu nedenle Hopa
adı Sümerce’nin merkezinde görünmektedir. Hopa’da “Dede” soyadlı aileler vardır.
Lazların antik adlarından biri de EYZİ’dir; Eksi, yani Kuzeyli. Kazım
Mirşan’a göre en eski Oğuzlar onlardır;”OQ-US ULİO KOL” tamgasıyla
adlandırıldılar. Ulu Oğuz Oğlu!
Makriyali (Bahriyeli!)
Hopa’nın Kemalpaşa ilçesidir. Asıl Hopa burasıdır.
Ma-Oğ; BAUK. Mak; Maog/baog/beug/beyuk/boyuk, büyük! Büyük Yalı!
Makriyali, fonetik analiz için bize önemli bir ipucu vermektedir; antik
kaynaklarda yöre halkına Makronlar denilirdi.
185
Makriyali adı Makron yalısı/ Makronların yaşadığı yer çağrışımlıdır. Antik
Yunan kaynaklarında Trabzon dağlık bölgesinde yaşayanların adı da “Makronlar”
olarak geçmektedir, bu ad taş ve ağaç malzeme kullanılarak yapılan evlerde
yaşayanlar anlamındadır. Makronlar için antik Toran/Torana evlerinde oturanlar
şeklinde bilgi verilen sitede, Turan/Toran, Dor-an açılımına da ulaşmış oluyoruz.
(http://en.wikipedia.org/wiki/Toran)
PAK, MAK gibi ön ek alan uygarlıkların (Pak-istan, Mak-edonya!) aynı
kültürel köklere dayandıklarını düşünebiliriz.
Latince “makro” sözcüğü ile buluşuyor olması ise, Lat dilinde/Etrüskçe’de,
yani Ön-Türkçe’de bir sözcük olmasındandır.
Kemalpaşa’nın Esenköy mahallesinin antik adı Abuisla/Azdağa türkülere
geçmiş, güzel kızlarıyla ünlüdür; Abuisla’dan kız almak cennetten gül koparmaktır.
Abu/Aba-isila(r), kızları ay ışığı gibi ışılayan yerdir. Köyün yaşlılarına göre,
bu köyde parlayan ay ışığı Karadeniz’in başka bir yerinde yoktur. Kafkasya’da Ay
Tanrısı İsitar/İştar/ önemlidir, adı Maz’dır ve bu ad Amazonların isim annesidir.
Makriyali’den fonetik geçişle “bahriyeli” sözcüğüne ulaşılır ki anlambilim
açısından her ikisi de aynı aile içinde görünmektedir.
Büyük Bedri’nin yaptırdığı en ünlü kale, adıyla anılan Petra Kalesi buraya
yakındır. Savaşlar çok uzun yıllar sürüp de, kızı Bedria’nın kocası Dikran ihanet edip
saf değiştirdiği zaman, bu kaleden Bedri’nin askerlerine geçit vermemişti, ancak
Dikran’ın karısı Bedria (KleoPetra) kocasını terk edip oğlu Bedros ile birlikte
Kapadokya’ya gidip orada kardeşi Boranes ile birlikte Roma’ya karşı direnişe devam
etmişti. 43’de Zile’de yenildiler, ama teslim olmadılar, Derbe’ye (Karaman)
çekildiler.
Mapavri
Çayeli’nin eski adıdır. Mu-apa-oğrü açılımlıdır. Mapa, kraliçe kavramıdır.
Hemşin köylerinde buraya Dambur denir, Dom Ana’nın Işıklı yeri demektir.
Hacıbektaş gibi Sekizli tavanı olan türbelerde tavan DAMBUR şeklindedir.
Çayeli’nin, türkülerdeki adı Büyükliman’dır. Demek ki, daha eskilerde
burada Büyükdere’nin ağzında büyük bir liman vardı. Limanın başladığı yer ise,
Büyükköy (Leroz) olmalıdır.
Çayeli; Sağali, Saka-eli. Usağ, Işığ ili. Çağatay Türklerinin yurdu anlamına
da gelir. Aynı isimde Hemşin’de köy vardır.
Çayeli sahil halkına Hemşin’de Purim derler. Peri gibi genç müzisyen
kızların yeri burası olmalıdır. Yörede “Peri bağırması” deyimi, bahçelerde iş
yaparken birlikte türkü söylemektir.
Leroz; antik telli çalgı LİR’i çalanların yeri.
Leroz, müzik öğretmeni olan yazar Morgül’ün de ataları Lerozludur.
Ailesinden çok sayıda müzisyen çıkmış olup, mesleği ne olursa olsun bir müzik aleti
çalmak aile geleneğidir.
Lir; Ulu-İr; Ulu-Ürüyen çalgı. (Eski Türkçe “müzik”; Ir-lamak, Yır-lamak)
Halikarnas Balıkçısına göre Hubidor/Jupiter, müziğin de koruyucu tanrısıdır
ve adı Bakhouz (Büyük Oğuz), Ulu Ürüyücü’dür. Ulu Ürüyücü, Ulu-Ir, kutsal telli
çalgı LİR, burada karşımıza çıkar.
186
Önceki yıllarda Leroz köyü ile birleşik olan Hubyar Köyü (Sefali Köyü) bu
konuda yorumlarımızı pekiştirmektedir. Kaçkar dağı eteklerinde, Haydar yaylasına
bu kadar yakın, Fırtına (Peri-tina) Deresinin yanıbaşında, Zir Kale’de M.Ö.64’de
yaralı askerleriyle birlikte kalan, bu kaleyi yaptıran kral Büyük Bedri ile bu kadar
yakın isimlerin Çayeli’nde bulunması sürpriz olmasa gerek. Kralın kaynanası çalgıcı
Tonika Sitare bu köyden bile olabilir, çünkü Roma tarihçileri kraliçe Emine’nin
annesi “Lir çalardı” diye yazdı. (Murat Arslan, Mitridates, 2006)
Düğünlerde kadınları horon oynatmak için çalınan körüklü Kafkas çalgısı
Mozika, Çayeli’de de kadın çalgısıdır.
Yörede K ve G harfleri, C harfi şeklinde ünlenir. “Türkü” yerine çıkartılan
TURCİ, adeta Etrüskçe’dir. Azerbaycan dağlık bölgelerinde de benzer şekilde C harfi
ile TURC denir, Maya dilinde Hilal demektir. Örnek:
“Bi turci diyeceum Nazmiye uyanu mi
Celduk karşi karşiya bua can dayanu mi?”
Yörede türkü söylemek “türkü demek” olarak ifade edilir. Oğuz kültürü sözel
kültürdür, Ozan kültürüdür. Sözü dinlenilir olmak için sözünü müzikle, kafiyeli,
ustalıkla söylemek töredir. İlanı aşk edecekse de onu bir ezgili mani ile söylemelidir.
Mitridate’nin Monime’ye mektupları da manilerdir.
Doğu Karadeniz’de ve Azerbaycan’da türkü söyleyen kızlara “peri” denir;
bu-ri, puri, peri, piru.
Çayeli’nin (Ma-pa-uri) sahil kesimine dağlık bölgesinde oturanlar Ma’dan Ur
olanları kastederek Hor-uma, Horum diyenler vardır. MA-PAURİ içinde her iki adı
da görürüz. Puri-MA; Purim, Perim.
Özetle: Çayeli’nin en eski adı olan MA- PAURİ’nin MA sesi sona eklenmiş
halidir POURİ-UMA! PURİM’dir.
Laz
Tanrıça Laz. Ula-od; Ulu-oz ateşi. Ulu Işık işnanışlılar ve onların yaşadığı
bölge. Antik elizon bölgesi. Sümer atası LAZ’ın yeri.
Birçok Lazca sözcük Latince’de ve doğal olarak batı dillerinde vardır.
Latince’nin altında Lat dili olduğu ve bu dilin Ön-Türkçe/Etrüskçe olduğu rahatlıkla
kabul edilebilir. İtalyanca “latti/lassi”, anlam olarak “kızıl” demektir, alaz ile
bağlantılı görünmektedir.
Lapis Lazuri Taşı: İ.Ö. 3000 yılında Troya’da, yalnızca Uzakdoğu’da
bulunan “Lapis Lazuri” taşına rast gelindi. (Hey Koca Yurt, sh.189). Taşın adı
fonetik yönden de dikkat çekicidir. Bu, Laz adına ilişkin araştırmaların Asya
derinliklerine kadar uzatılmasına kaynak oluşturabilir.
Lacivert; Lazi-fer-ida.
Lasi/Lotuni; Pakistan’da yerel lehçe. Lotuni;Lat/Laz-ani, Lat Ana’nın dili.
(bkz.www.pro-tran.com/tr/Laender-Information/Pakistan.html)
Pelazi-Beluci sesdeşliği ile İran ve Pakistan civarında araştırma yapmakta
fayda var. Bölgede bir ada devleti olan Maldiv Cumhuriyeti armasında yıldız vardır;
aynı isimde Rize’de yer adı oluşu önemlidir. Maldiva, Moliva, Bal-diba/Moldova
benzerliğine dikkat!
187
Keza, Makron adına İran Belucistan’ında rastlıyoruz ve Umman körfezine
bakan İran sahilindeki Kabahar şehrinin adı, Rize’de Kabahor/Aba/Kuba/HubuKor/Hubuyar ile sesdeş çıkmaktadır. Belucilerin yaşadığı yerleri gösteren haritaya
bakarak, Afganistan’ın güneyinin de içine alan daha geniş bir alanda Lazca üzerine
araştırma yapılabileceği anlaşılmaktadır. (http://en.wikipedia.org/wiki/Baluchis)
İçinde “laz” hecesi geçtiği için ilgimizi çeken bir sözcük de Urla’da antik
Klazomenai şehri oldu. Luwi/Pelasg dilinde bir sözcük olduğu ve kentin Foçalı
Amazonlar tarafından kurulduğu bilgisine ulaştık:
Klazomen; Lazo-Pan. Gök bilimi yapılan bilimevinin adı.
Bkz:
http://www.kenthaber.com/Arsiv/AntikSehirler/Izmir/Urla/AntikSehir_9.aspx
Tarihçi Strabon burada bir süre yaşadı. Atina’ya esir götürülen büyük doğa
filozofu Anaksagoras da buralıydı.(MÖ.500) Atina’dan kaçtı, Lapseki’ye yerleşti,
orada öldü. Lapseki’ye adını veren o olmalıdır; Lob-usagi; Bilim adamı.
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Anaksagoras)
Anaksagoras; Anahsi-gor-os; Kor-anası, Ateş cevheri Oğuzlu.
Anaksagoras, astronomiyle de ilgileniyordu. Gökyüzündeki tüm cisimlerin
Yer ile aynı maddeden meydana gelmiş olduğunu öne sürüyordu. Bu fikre bir
meteoru inceledikten sonra varmışdı. Bu nedenle başka gezegenlerde de hayat olduğu
düşünülebilir, diyordu. Öne sürdüğü fikirlerden bir diğeri de Güneş'in bir tanrı
olmayıp Peloponnesos Yarımadası'ndan irice, kor halinde bir kütle olduğuydu.
Ayrıca Anaksagoras, Ay'ın ışığını güneşten aldığını varsayıp Ay ve Güneş
tutulmalarını bununla açıklamıştır. Ayrıca, hayvanların anatomilerini incelemiş ve
balıkların solungaçlarıyla nefes aldığını keşfetmişti. Güneşin tanrı değil kor parçası
olduğunu söylediği için dinsizlikle itham edilmiş, o da Atina’yı terk etmiş!
(Bkz.http://www.e-felsefe.com/filozoflar/anaksagoras.html)
İtalya’da soyadlarında görülen Latti/Lassi: Laz ışığı; Kızıl renktir. Örneğin
Sikorlatti; Su-kor-kızıloğlu olarak açılır ki la-od, Ulu Kızıl ateş, yani güneştir.
Anadolu’da yaygın olan Kızıloğlu soyadı ve Kızıl Kimerlerin adı ile anlam olarak
örtüşmektedir. BASİLEUS ünvanı ile Mitridate arasındaki ilişkiyi açtığımızda, Kızıl
Baş, Baş Laz/Baş Kızıl ilişkisi kurulabilir.
İçinde Turansoylu Lazlardan söz edilen bir sözcük Arnavutluk’ta vardır;
Albanların ataları için “Trynopelasgiler” denir; Turani Pelazlar. Yazılı kaynaklarda
şu ifadeye rastlanır:
“Arnavutlarca Pelasgialı Zeus'a antik çağların en ünlü tapınağının olduğu yer
olan Dodona'da tapılmıştır. Herodot'a göre bu kutsal yerin civarına Pelasgia
denilmekteydi.” Burası tam da Doğu Karadeniz’dir, Batom, Potom-ya, Sümela
arasındaki bölgedir.
188
Pelazgia: Pelaz Köyü.
Dodona, Kibele’nin adı olan Nanadidi (Arhavi) ve Didonana (Trabzon) ile
örtüşür. Albenia, Alban; Al-Pan/Ulu Pan açılımında, Kafkasların dağ tanrısı Pan
inanışlı Al’lılar (ulular) olduğu belirgindir. Albenia’nın eski adı İsiqiperia, Peri Işığı
açılımlı olup Kafkas bağlantısını gösterir, ki Albenia adıyla Kafkaslarda bir şehir adı
daha vardır.
İçinde LAZ hecesi geçen bütün sözcükler Ulu-Oz açılımlı, Ulu Işık Güneş
demektir: Laz-cau, Hel-las, Uleus, El-las, Laz-mas, Alazan, vb. Benzer sözcükler,
kitabımızın içinde yeri geldikçe açıklanacaktır.
Trabzon türkülerindeki “Dorabulus kuşağı”, Dor-a Pelaz olarak açılır. Bu
kuşak amazon savaşçıların kuşağıdır. Beline bu kuşağı takmak, savaşa gitmektir,
çünkü kuşakta kurutulmuş et, su ve balta vardır.
Trabzon’un antik adlarından “Elizon” (Laz-önü) sözcüğü içerisinde de Ulius-oğn vardır.
Araklı’nın Las köyünde, imece yapılan mısır tarlasında ve harmanda,
yoruldukları zaman işi bırakıp horon oynanır. Bu bir Şaman töresidir. (Kaynak
Nevzat Yılmaz) Yörede Yılmaz adı tıpkı Oğuz adı gibi yaygındır. Yılmaz; Ulu Maz,
Maz Oğlu açılımlıdır.
LAZ; Ulu-Oz açılımında Nevroz’u Ulus(Laz) Günü olarak kutlayan
Kazakların Nevruz duası ilginçtir:
http://www.aleviforum.com/showthread.php?t=26340
Kazakların "altı ay kış" dedikleri çekilip, yerini güneş, aydınlık, sıcaklık,
yani "altı ay yaz" alıyor. Bu takvime göre, yılın başlaması, yılın ilk günü, "ulusun ulu
günü - ulus günü"dür. O günü, kesilen at veya öküzün baş parçasını yedikten sonra,
saygılı aksakallar Nevruz duasını (batasını) okurlar. Dua (Bata/Buda) Kazak
folklorunda özel bir yer tutar.
"Ulıs künü kazan tolsa
Ol jılı ak mol bolar (O yıl ak bol olur)
Ulı kışiden bata alsa (Ulu kişiden dua alsa)
Sonda ajalı jıl bolar (Sonunda acalı yıl olur)
Ulus on bolsın (Ulus bahtı bolsın)
Kazak inanışından notlar:
Nevruz'da üç gün boyunca Kızır-ata gezermiş. Mitolojiye göre, her İnsan
hayatında Kızır'la (Hızır) üç defa karşılaşırmış. Fakat onu kolay kolay tanıyamazmış.
Eğer tanısa, hayatı boyunca mutlu ve şanslı olurmuş. Kızır, Nevruz'da kama'sını
kaldırdığı zaman, yerdeki karlar erir. Bundan böyle toprak yeşilleniyormuş.
LAZ sözcüğü ile dünyada gidilmeyecek yer yok gibidir. Örneğin Lazca’da
güneş ŞUA’dır Kenya’da da güneş ŞUA’dır; yani IŞIĞ!
Tanatobu
Tanatobu, Çamlıhemşin’in Aşağı Şimşirli köyüdür.
Fonetik açılımı; Tana-tobu; Tan-tepesi. Ön-Türkçedir. Köy, bir tepe
üzerindedir ve güneş oradan doğar. Tan yeri tepede olan köy için uygun bir ad.
Çaykara’da tepe; tipo. İngilizce tepe; top.
189
Tanatobu Ayder yaylasına en yakın köydür. Civarda antik dönemden kalma
demir ocakları vardır. Köydeki evlerin kapı sürgüsü demirdendir ve bu sürgülerin bir
ucunda koçboynuzu diğer ucunda kurt başı bulunur. Köyün yaşlıları “Biz buraya
demir döve döve geldik” der. (Reşat Demircioğlu’dan naklen. Batıkent-Ankara,
2008)
Köyün İstiklâl Harbi kahramanlarından Demircioğlu Reşat Bey, Kocaeli
isyanını bastıran, Kocaeli’nin anahtarını Mustafa Kemal’e teslim eden Kuvayi
Milliye kahramanıdır.
Köyün töresinden:
1-Delikanlı kendisi silah almaz, ona silahı bir yetişkin verir. Bu şu demektir;
“Artık bir silah taşıyacak kadar olgunlaştın, seni aramıza alıyoruz, sana bu onuru
veriyoruz.”
2-Köyde bir kadın, oğlunu evlendirip torun sahibi olduktan sonra artık evde
tüm yetki ona aittir, kocası ona hükmedemez, son söz onundur. (Üçlek Tanrıça
Kibele’nin üçüncü haliyle örtüşen bir töre!)
“Tana” sözcüğünün fonetik açılımında, ineğin yavrusu olan dana/tana ile gün
ışığının doğuşu arasında bir anlam bağı var gibidir. Oğuz kültüründe kutsanmış olan
inek ailesi MA’nın yavrusudur dana/tana; Ata Ana!
Etrüsklerde tin/tina; gün ışığı, Tinia gök Tanrısıdır. İtalya’da Perugia
(Frigya) şehri ve Asisi (İsis) şehrinde antik Minerva kalıntıları bölgedeki Hitit-Şaman
inanışından örneklerdir.
Tana sözcüğü Tuana olarak antik Niğde-Bor’da karşımıza çıkar:
Tuanna: Niğde nin Bor İlçesi ne bağlı, Niğde İli’nin güneyinde, il merkezine
uzaklığı 15-20 km. olan, Bahçeli, Kemerhisar beldelerini kapsayan yöredir. Tuana 15
kadar devlete ev sahipliği yapmıştır.
Guan-tana-mera: Küba’nın ünlü şarkısında geçen Guantana-mera.
İspanyolca yani Latince bir sözcüktür. “Guantanalı kız” anlamındadır. Fonetik
açılımında Kuan-tana (KUN/Gün-ışığı!) şehrinden kız “mera”. “Mera” eki kızlar için,
“mero” eki erkekler içindir. Bulgumuz olan üçlek sistemle sözcük türetme
yöntemindeki “mer-meri-mera-mero” fonetik açılımına uygun olarak, eril-dişil iki
sözcük burada karşımızdadır.
Astana: Kazakistan’ın başkentidir. Esi-tana, Esitan/İsitan. Güneşin
esiği/ışığı. Bilinen diğer adı Almaata/Almatı.
Tan: Son ek olduğunda “yer” demektir. Macaris-tan.
Astana’ya 160 km mesafede, “Damgalı Say” kaya resimlerinde (MÖ.8000)
Güneş Kültünü ifade eden bir tören de resmedilmiştir. Damgali Say; Tamgali Dağ.
Töreye göre Oğuz boyları her yıl bu yaylada buluşur; belli ki burası büyük buluşma,
büyük toplanma/cem yeridir. Katılan Oğuz boyları kendi tamgasını kayaya resmeder;
bu, mühürdür, “geldim ve imzamı attım” demektir.
Astana: Murat suyu kenarında bir tepenin adı.
Eston-ya: Tana sözcüğünün değişik dillerde kız adı, yer adı ve anlam olarak
aradığımızda, örneğin Eston dilinde “bugün”, tanga; gün ışığı, Tanya gibi sözcüklere
rastlarız.
Ardaşen
190
Ardeşen; Arta-Sin; Güneş atalılar yeri. Erat Sin; Güneş soylu kutlu asker yeri
Sin; güneş. Ar-ada; Ada-ur/Dor, Tur-Sin (Dursun!).
Ardı-şen olarak kolay açıklaması vardır. Ancak bu ad, yörenin Laz-Sümer
kültürüne aykırı düşer. Arda-han, Art-vin, Arda-nuç, Arda-set, gibi adlarla örtüşmesi
gerekir.
Karadeniz’in simgesel adı olan DURSUN ile sesdeştir; Dor-sin, Dursun!
Antik Oğuzlu beyi Koçari’nin diğer adında da Ar-İştar Kos vardır. AR ile
başlayan bu çevredeki isimler, ER, VAR, kavramına denk ER-ATA kültürünün
yoğun olduğu bir bölgeyi işaret eder.
Ardeşen’de en fazla kullanılan erkek adlarından biri Ali’dir. Daha çok
Dursun Ali şeklinde, sonraki ad Ali olmaktadır. Recep Ali, Hasan Ali gibi. Bu
örneklerde Ulu kavramı tıpkı Tenri Ula’daki gibi ikinci sözcüktür.
Rize’de, mezarın baş ve ayakucuna dikilen tahtaya “pati” denir. “Pati”
tahtasının baş tarafa geleni yuvarlak, ayakucuna geleni sivridir.
Vadi, “Pat-pat” yürünen yol da olabilir. İki yamaç arasındaki köylere
verilmiş isimlerde vat, pat, vit, pit ekleri görebiliriz.
Patika yolu olan yer, gide gele ayak (pati) ile iz haline gelen yer.
Hacevat; Hace-vadi.
Hacapit; Haca-vadi.
Cicivat; Sisi-vadi. Cici Vadi; burada sevilen bir hala yaşamış olabilir.
Musgala; Mozi-og-ula, Maz-gali, Mazoğlu. Maz Kalesi.
Dutka; Odo-ti-ka; Dadi-ka, Küçük dede, Dedecik.
“Yandı Dutha” deyimi vardır. Çaresizlik içinde olma halinde söylenir.
Eskiden Dutha’da böyle bir olay yaşanmış olmalıdır. Ya da, Büyük Bedri’nin
ölümüyle ilişkilendirilmiş bir addır.
Suminati: Şaman ata, Dom-anası.
İsgêm: Kam Işığı. Kam; Gam, Şaman.
Tar Vadisi: Dor/Türk vadisi. Ayder (Hay-Dor) yayla yolu üzerindedir.
Çamlıhemşin, Dambur, Kala
Antik adlarından biri Dam-puri’dir. Dam-ışığı. Dambur.
Ulucamilerin tepesindeki sekizgen camlı kubbeye “dambur” denir. Işığın
girdiği yer, FER DAMI… Kubbenin damburunda sekiz köşe, yani şems vardır.
Burada sarp ve yüksek bir tepede olan Kala köyü vardır. Eski yerin orası
olduğu söylenir. Çamlıhemşin Kala’sı, Zir Kale olmalıdır.
Dambur, Hacı Bektaş, Balım Sultan, Hacıbayram gibi, Oğuzlu
anıtmezarlarındaki sekiz köşeli kubbenin adıdır. Etnoğrafya Müzesinde Atatürk’ün
ilk istirahatgâhında Hacıbayram tamburu kullanılmış, halen oradadır.
Sebahattin Arıcı’nın Çayeli-Hemşin çevresini anlatan “Dambur Tarihi”
(2008 İstanbul) adlı bir kitabı vardır. Kitaptan aldığım çoğu yer adlarında Oğuz-Hitit
izleri birliktedir; Tatar Dağı, İda’lı tepe ve yaylalar, Huş, gibi.
Tatar dağında Huş Tavuğu yaşar. Adından anlaşılacağı üzere Türklerin ve
Macarların Yaradılış efsanesinde geçen Uma kuşuna malzeme olan efsanevi kuşun
dağı olan Hindu Kuş Dağları ile bağlantılı bir addır. Rize’de soyadı Huşoğlu/Hoşoğlu
olan aile vardır.
191
1300m yükseklikteki Çat köyünden yola devam ederek gidilen, sonuna “it”
dağ eki alan adlara bakalım:
Elevit Yaylası (1850 m), Tirovit Yaylası (2350 m), Palovit (2200 m),
Hamlakit ve Kotenzer yaylaları.
Çevresinde başka Ön-Türkçe sözcüklere rastlarız: Lazur, Hazin-dağ, Pokut
(Pak-id) gibi. Lazur adını burada doğrudan görmek önemlidir; Lapis Lazuri adında
bu sözcük aynen geçer. Tanrıça Laz’ın ören yeri anlamında, Laz-ur açılımı
yapılabilir. Bu yaylalarda yürünen taş döşeli patika yollar binlerce yıllık geçmişe
sahiptir.
“Oanedağ” adında Ağnedağ, “Ayane Dağı” ile sesdeştir.
“Horan Düzü”, burada Güneş/Kor-ana için horonların yapıldığını, ateşin
yakıldığını düşündürmektedir.
Tatar (Date-ur) dağında yaşamaya devam eden, gözlemi yapılan Huş
Tavuğunun diğer adları: Mere Tavuğu, Kafkas Horozu, Dağ Horozu, Posof’ta
Karatavuk, Yusufeli’de Meşe Tavuğu, Kelkit’te Toykuş.
Mere Tavuğu adında mitolojik adlandırmaya yaklaşılır; mere/peri/mari.
Leroz deresinin adı Merepan’dır; Pan Meri, Dağ Perisi anlamına gelir.
Huş’un, hem tavuk hem kuşa benziyor olması, bol etli, bereketli olması ona
mitolojik üstünlük sağlamış görünmektedir. Yüksek dağlarda yaşamış olmasıyla,
türkülerimizdeki “Yavri yavri, Huma kuşu yükseklerde beslenir” çağrıştırmaktadır.
Çamlıhemşin evlerinin demirden yapılmış ahır kapıları vardır, bu kapılarda
sekizli Kaşgari yıldızı, koç ve kurt başı süsleri bulunur. Evlerin saçaklarında ve
tavanlarında, dorik tarzı ahşap sanatı ve bu süslerin ortasında sekizli yıldızlar görülür.
VI.Büyük Bedri’nin ordular topladığı, denizde yüzebilen ünlü atıyla gezdiği
yer buralar olmalıdır. Azeri Türklerin Koçkoroğlu efsanelerinde anlatılan Köroğlu ile
örtüşen bir kişilik burayala örtüşmektedir. Haydar yaylasında Koçkoroğlu köyü, onun
barındığı köylerden bir olacaktır.
Tebrizli yazar Samed Behrengi’nin yazdığı, 1970’li yıllarda bizde de basılan
Çocuklar İçin Destan notu yer alan “Bu Gelen Köroğlu’dur”un kitabının kahramanı
Koçkoroğlu Ruşen ile VI.Büyük Bedri, birbiriyle örtüşmektedir.
Karşılaştıracak olursak:
-Kırat ve Dorat, denizde yüzen iki soylu attır: Kırım atları böyledir, İskitlerin
atlarına bu ad verilir, İskitDor/Üsküdar atları, Boğazı karşıya geçerlerdi.
Mitridate’nin atları Avrupa masallarına bile girmiştir. Rüzgâr kanatlı atlarıyla ünlü
büyük ahırları vardı. Onlara DOR atlar denirdi; Dorat, Durat.
-Babasına zulmeden beyden kaçıp Çamlıbel’e gelip yerleşti: Evet, Sinop
sarayında babasını zehirleyen işbirlikçilerden kaçtı, 12 yaşında Çamlıbel’e geldi.
Çamlı-bel Bolu’daki Çamlıbel değil görünmektedir. Çünkü Köroğlu destanındaki
yerin Tebriz’deki adı Sisli-yer anlamında Çenlibel’dir. Çen; çeğen, sis, duman! İşte
Çamlıhemşin tam böyle bir yerdir.
-Babasının adı Ali Kişi’dir: Ulu bir kişi. Evet, Oğuz Beyi V.Mitridat’tır.
-Köroğlu’nun adı Ruşen’dir: Ruşen, kendi canına vurandır.( Uruh-san) Evet,
başını kestirerek intihar etmiştir.
-Karısı Nigar yiğit kadındır.
192
-Tokat sarayından öc almaya gitmiş: Tokat’ta, Sezar’a yenik düşmüştü. Öc
almaya giden oğlu Dorbeyi 2.Prens’tir.
-İşbirlikçiler atını çalmak istedi: Roma’yla işbirliği eden kayın biraderi
yüzünden orduları dağıldı, halk yoksullaştı.
Çamlıhemşin’de bugün Dor atın adı Oğuz atıdır.
Çamlıhemşin’de kadınların başındaki Kaşgari bağına “İran Şayi baş bağı”
denir. Filistin kraliçesi Zeynep (Zenobia) da, başında Kaşgari/İranşayi başbağı ile
resmedildi. MS.270’de Roma’da ev hapsindeyken yapılan tablosunda, dört atın
çektiği Sümer güneşi önünde resmedilmiştir. Resimde Zeynep’in belinde görülen
dora-beluz savaşçı kemerinde sekizli motifler ve elbisesinin üst kısmında, Rize halk
oyunlarındaki kız kıyafeti gibi sekizli motiflerle el örgüsü yelek vardır. Rize’de
halen kullanılan bu yelek Osetya ve Katalan renkleri gibi altın sarısı ve laciverttir.
Hemşin
Kaçkar Dağı eteklerinde, Pazar Hemşin olarak tarif edilen ilçedir. Hopa’da
Hemşin adıyla bir yerleşim yeri daha vardır.
Hem-sin; Huma-tin/sun. “Uma güneşi” veya “Güneşin anası” olarak anlam
bulur.
Antik adı Amatuni’dir. Her iki adının anlamı da aynıdır: Uma Güneşi.
Halk arasında, Hep-şen olarak yapılan açıklaması vardır. Ancak, yakın
yerleşim yerlerinde ve dağ adlarında görülen Işık Kültürü (Oğuz) isimlendirmelerine
baktığımızda Hemşin adında Homa-sin daha akla yakın durmaktadır.
Amatuni ile sesdeş yer adları: Medine (Arabistan), Medina (Musul), Metana
(Tebriz) ve İtalya’da Etrüsk şehri Mutina.
Lazca konuşulan köylerde Hemşin’e “Sümeğri” denilir; “Sümer Kültürüne
sahip olan yer” olarak anlaşılmaktadır.
Hemşinlilerin kökeni hakkında Prof. Fahrettin Kırzıoğlu kaynak gösterilir.
Hemşin’deki köy adları Kırzıoğlu’nu doğrulamaktadır. Ancak bilinmelidir ki,
binlerce insan buralara konup göçmüştür, bütün Oğuz boyları bütün Karadenizde
karışmıştır. Kemençe’nin yayıldığı alan bunu gösterir. Sadece yer adları buraların ne
kadar eski ve köklü bir kültüre dayandığına dair bize sağlam ipucu verebilir.
Hubyar Köyü; Hubi-yar, Oubador. VI.Büyük Bedri’nin yerel adını taşıyor.
Sadece Hubyar adı bile bu yörenin ne kadar eski bir Oğuz yeri olduğunu izah
etmeye yeter. Tokat-Zile’de Hubyar Dede Köyü ve Anadolu’da başkaca Hubyar
köyleri vardır. Farsça Hubyar, yoldaş/güzel arkadaş anlamındadır.
Çoruh nehri etrafının eskiden genel adı Oğuzeli’ydi. Antep Oğuzeli
(BELKIS; Oğuz Beli) ile aynı isim olması tesadüf değildir; Belkıs’da Zeugma
mozayiğinde resmedilen Mehdi Oğuz ve Fırtına Abla (Partuna Opa) ile bu yörenin
tarihi bağları vardır. Mohti, Lazların genel adıdır. Alevilerin kayıp 12.Mehdi olarak
andıkları kişilikle de örtüşmektedir.
Badara tepesi: Oba-dora. Pa-zar ve Bedri/Be-dori ile ve Antalya’nın altın
kumsalı Patara ile sesdeştir. Patara’da Sezar’a teslim olmayarak kendilerini ateşte
yakan Santos (Can Ateşi) tarihimize Atatürk’ün ifadesiyle, “Bağımsızlık ruhunun
ateşi Santos’ta yakıldı” özdeyişiyle girdi.
Ogel; Oğ-uli, Ulu Gök, Gök ulu’su, Oğul, Oguli.
193
Sağeli; Zağ-eli, Sakha ili, Işağ/Işığ eli. Yerel ağızda Çayeli adıyla sesdeştir.
Tegloz tepesi: Dağ-los/ Laz dağı.
Birgina (Per-gina) tepesi: Per genetikli. Sekiz ışıklı “Virgina Güneşi”
sembolünü burada buluyoruz.
İsimer yaylası: Sü-mer yaylası. İzmir ve İspir ile sesdeştir.
Lazca, Sümer dilidir. Bölgedeki bütün yer adları Sümer –Oğuz-Şaman
kutsallarıdır.
Mizinosi tepesi: Maz-anasi. Moizi, Muzi yeri. Türkü söyleyen güzel kızların
yeri.
Tatoz dağı ve gölü: Tat-oz, Dedeos. Mitri-datos adındaki gibi, Tat/Şaman
ata/dedesi.
“Tat” sözcüğünün dünyada çok geniş alanda kullanıldığına tanık olmaktayız.
Havai yerli dilinde (Maya dili olmalı), Tut, Tutu, anneanne demektir. Didi/Dudunena, der gibidir. Yakın sözcükler bölgemizde de kullanılır.
Pelad yaylası: Opo-Laz, Pe-laz yaylası. Sümer Tanrısı Lad Opa. “Pelaz” ile
sesdeş sözcükler belki dünyada en çok kullanılan sözcüklerdir. ULU-OD, Güneşten
UR olmuşluğu ifade eder.
LAZ-OPO, Susalı Artemis’in diğer adıdır. (MÖ.550)
Hemşin’de tulum çalınır. Tulum, Çağatay, Kıpçak, Başkurt, Peçenek, Avar
ve Kuman Türklerinin ata çalgısıdır.
Tulum çalınan ülkeler: Bulgaristan, Kazakistan, İran (Şiraz bölgesi),
Kırgızistan, Macaristan (Kumana bölgesi), Romanya (Transilvanya bölgesi), Rusya
(Yakutistan), Başkurdistan, Polonya (her yıl tulum şenliği yapılır), Filistin (tulum
çalıp oynamaya “nanay” denir), Lübnan, Azerbaycan (Bakü Çıkışı üç köyde, ayrıca
Koçkor Dağı çevresinde, Gence ve Karabağ köylerinde), İrlanda ve İskoçya.
İskoçya’da tuluma “gayda” denir. Rize ve Trabzon’da, “vur bi gayda” demek, “bir
horon havası çal da oynayalım” demektir.
Pazar Hemşin’in ünlü “Nokta Hala” destanı Kırım’a çalışmaya gidip de
dönmeyen gurbetçiye ağıttır. Destana adını veren hala Nokta, Kibele’nin de adını
taşımaktadır. Oğuz kültüründeki şiirle anlatım töresine uygun bir destandır.
Çayeline yakın köylerde Gubiyar/Hubyar soyadlı aileler vardır. Hubyar Dede
ile Bazileus /Başoğuzlu imparatoru VI.Büyük Bedri aynı kişidir.
Hemşin ve Çamlıhemşin evlerinde, bahçe demir kapılarında sekizli yıldız
süslemeler bulunur, ayrıca ölenin mezarına sevdiği yiyeceklerden konur. Bu töre ve
bu sembol yöre insanının Kaşgari Oğuz, Türk ve Şaman kökenine işaret eder.
Hemşin’in eski kadın eşyaları içrisinde dorabuluz kemeri de bulunur.
Hemşin’de Dor atın adı Oğuz Atı’dır. Yağız at, Oğuz atı ile sesdeştir.
Hemşin’de dik yamaç anlamında kullanılan “Pelac” sözcüğü, Falez ile
sesdeştir. (bkz “Pelaz ile fonetik yolculuk” böl.)
Bodolli: Opası-Ulu Köy. Bodo, Bozo, genç kız demektir. “Bacı” ile sesdeştir.
Sabahattin Arıcı “Dambur Tarihi” adlı kitabında Bodulli/Bodolli adını şöyle
açıklar:
“Bugünkü adı Mutlu Köy’dür. Kırgızlarda Bodo, mal demektir. İri cins soy
hayvan anlamına da geliyor. Bodolli, malı bol anlamında olmalıdır. Burada açıklanan
194
ve diğer bütün sözcüklerde görüleceği gibi, yöre halkı Orta Asya’dayken kullandığı
birçok sözcüğü unutmuştur.” (s.223)
Hemşin halkı için kimi yazarlar, Saka olduklarını söyler. Sakalar, kuzeyli
Türk kavmi olur, Çayeli de Saka eli’dir. Pers ulusunun adı Çağatay ulusudur.
İran’da, MÖ.550 de kurulmuş olan büyük Akmen-ida devletinin adı,
Hemşin’de Akman soyadlı bir ailede vardır. Akamen-id, köle olmayan halk
anlamında, Egemenler demektir.
Çayeli, Hemşin’in sahilidir. Çayeli adı Sağ-eli/Sagha eli olarak açıldığı
zaman, yörenin Çağatay bağlantısı güçlenir. Bu nedenle Çayeli ile Hemşin birlikte
değerlendirilebilir. Ki, yazar Sebahattin Arıcı da “Dambur Tarihi” adlı kitabında
buna işaret etmektedir.
Hemşin’de Sümerli köyü vardır. Sümer-Laz Kültürüne işaret eder.
İtalya’da Alp Dağlarının Kamun vadilerinde yaşayan Alto (Lato/Laz) Adige
halkının eski adı Hout Adige (Oğuz Adige), ALP (İlyapa-Elif) adıyla buluşunca bir
Sümer-Laz kültürü karşımıza çıkar. İtalya’da Lazio bölgesi ve Toskana (Atası Kun)
eyaletinde Furtuna Vadisi bir başka benzerliktir; Etrüsklerin Doğu Karadeniz’den
gittikleri görüşünü kuvvetlendirir.
Artvin ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu
Bölgede çokça görülen AR ön eki, yiğitlik ile, ER olmakla eşanlamlıdır.
Milattan önceki yüzyıllarda bölgenin Romalı Ceneviz korsanlarıyla savaştığını
biliyorsak bu anlam yerini bulmaktadır. Bölgenin eski adı olan KOLKİD, KOLHİS
adında, Oğuz-oğlu açılımı vardır.
Oğuzoğlu adını parasında BAZİLEUS (Leus Başı, Ulus Başı) olarak yazan
TAO, TAV halkını, bu Dağlı (PAN) halkını iyi tanımak gerekir. ERAT-PİN; Dağlı
ER-ATA halkının adı bugün Artvin’dir.
Savangin (Şaman-Kun) mağaralarında ortaya çıkan Hitit kaya resimlerindeki
dans eden halk onlardır. Tarihte buzul çağı görmemiş, yaşamın devam ettiği en
önemli yöre burasıdır.
Yusufeli’nin antik adı olan Kiksim, bölge halkını tarif ediyor. Açılımında
Kis (Oğuz) ve Kim (Kom, Can, Ruh, Şaman) vardır. Kiskim sözcüğü Şaman-Oğuz
ile sesdeştir.
BARHAL vadisi (Barkal) bugün yeniden gündeme geldiği içindir ki yörenin
tarihsel önemi konumuz olmuştur. “Artvin Barı” dansındaki Bar, Ber, Per, Fer;
ışıktır.
BAR-HAL; Bar-Koli; Per-Oğlu, Işık oğlu. Par-atalılar, Part/Pers soylular.
Barhal vadisinin sular altında kalması sonucunu getirecek olan Çoruh Vadisi
Enerji Programında, Yusufeli ve birçok tarihi yer daha tarihten silinecektir(2011). Bu
proje Büyük Ortadoğu Projesi olarak da bilinen 3.bin yılın haçlı seferinde, Büyük
İsrail (Kukla Kürdistan) devletinin Karadeniz’e açılan batı sınırını belirlemektedir.
(Yurttaş Mazlum Çoruh, “İnanılmaz Bir Melanetin Anatomisi”)
195
Anaşılan odur ki, tarih boyunca Romalılara direnmiş olmamıza batının
verdiği ceza ile karşı karşıyayız; ABD’den ilan edilen 3.bin yılın haçlı seferi,
bölgemizde insan kanıyla yeni sınırlar çizmektedir.
Yusufeli tarihine girdiğimizde On Binlerin Dönüşü kitabında görürüz ki
MÖ.400’de, Yunan askerleri geri çekilirken yağmalayarak geçtikleri bu bölgede
büyük direnişle karşılaşmışlardır. Teslim olmamak için uçurumdan aşağıya
çocuğuyla birlikte kendini kayalara atan analar ve beyler vardır. Burada, Erkinis
(Orkun-lar) nahiyesinde çıkartılan demirlerle yapılmış baltalar yol yapımlşarında bile
toprağın altından çıkmaktadır. Köy adlarındaki Zor (Esenkaya) köyü gibi isimler
tamamen antik Oğuz adlarıdır.
Bölgenin tarihi ile ilgili internet sitesinde şöyle diyor:
“MÖ.I.yüzyılda yaşayan Coğrafyacı Strabon Artvin bölgesinin
Mithridates Eupator tarafından ele geçirilip Pontus Krallığı'na katıldığını,
daha sonra ise Mithridates'i yenen Pompeius'un buraları mahalli kralların
hâkimiyetine bıraktığını yazmaktadır. Bu bilgi Roma hâkimiyetinin Artvin
yöresinde fazla etkili olmadığını gösterir.”
(http://www.yusufelim.com/modules.php?name=Tarih)
Burada ele geçirdi diye sözü edilen Mitridates zaten buralıdır, Kaçkar
yaylalarında büyümüş, ordularını buradan toplayıp Anadolu’yu Roma
yağmacılarından ve işbirlikçilerinden temizlemeye baş koymuş bir Oğuz Beyidir.
Mitridates bölgeyi ele geçirmedi, kendi vatanı için savaştı. Batılı kaynaklarda
maalesef böyle yanlış ifadeler yer almakta, bu da halkımızın kafasını
karıştırmaktadır.
Bir yanılsatma da “Kimmer istilası” dedikleri durumdur. Oysa Kuzey
Kafkasya’dan gelen İskit ve Kimmer(Sümer) boyları, Yunan ve Ceneviz
korsanlarından kendi kardeşlerini korumaya gelirlerdi. Keza Yunan tarihçi yöre
halkında “düşman” olarak söz etmekle aslında yöre halkının kendilerinden
olmadığını söylemektedir.
Adı geçen sitede bizim tespitlerimizi doğrulayan şöyle bilgiler de vardır:
“Kimmer göçünden sonra bir büyük göç de M.Ö. 680'de olmuştur.
Kafkaslardan gelen Sakalar, Çoruh boylarına ve Aşağı Aras kesimine
yerleştiler. İkinci büyük Saka göçü ise M.Ö. 655'te gerçekleşti.
Bunlardan Saspirler (İspirler) şimdiki İspir-Yusufeli kesimlerinde,
Tav'lar (Tao'lar) Artvin - Ardanuç - Tavusker çevrelerinde, Akaraklar
(Ekerek/Egerek) Acara kesimlerinde, Şavuş-lar Şavşat ve Kalarçlar
(Gelarçlar) da Ardanuç kale çevrelerine yerleştiler. Ardanuç Çayı ve Çoruh
boylarında bulunan ilk kale ve yaşama yerlerinin bu Saka Türk boylarından
kaldığı anlaşılıyor.
Saka hakimiyetinin devam ettiği M.Ö. 7. yüzyıl-150 yılları arasında
Çoruh bölgelerine birçok Türk kavim ve boyları gelip yerleşmişlerdir.
Yusufeli'de bu Türk kavim ve boylarının izlerini Ersis (Kılıçkaya) kasabası ile
Tünges (Bakırtepe) köyü arasında bulunan Savangin mağarasındaki eski
Türklerin kullanmış oldukları runik yazısında ayrıca Hungâmek/Hun-Gimek
196
(Yüncüler ve Dokumacılar köyleri), Tünges (Bakırtepe köyü), Okar (Havuzlu
köyü), Oğdar (Günyayla köyü), Ziglispir (Zeytincik köyü) gibi çeşitli yerleşim
yerlerinin eski adlarında ve değişik coğrafî yer adlarında bulabiliyoruz.”
Aynı kaynakta Yunan ordusunun çevirmeni Huseynoğlu (Ksenophon)
tarafından Yusufeli hakkında verilen bilgiler şöyle yer alıyor:
“Ksenephon, Onbinferin Dönüşü'nü anlattığı Anabasis adlı eserinde
Eski Çağda Kolkhis adıyla bilinen ve Artvin'inde bir kısmını içine alan
güneydoğu Karadeniz sahili ile Yusufeli'nin de içinde bulunduğu Erzurum'un
kuzey taraflarındaki Taohoi bölgelerinde M.Ö. 4. yüzyılda Kolkhlar,
Makronlar ve Taoklar gibi kavimlerin yaşadığını bildirmektedir.
Ksenephon'un bu eseri, Artvin tarihinin aydınlatılmasında en eski ve güvenilir
yazılı kaynaklardan birisi sayılmaktadır. M.Ö. 400 yıli başarında Helenli
askerlerin `Onbinlerin Dönüşü' diye tabir edilen geri dönüşleri sırasında artçı
kumandanı olan Atinalı Ksenophon, şimdiki Muş-Bingöl-Pasinler üzerinden
Çoruh boyunda Tavoklar ülkesine girip OItu-Olur/Tavusker (Tav-is-kar=Tav
Kapısı) -Yusufeli - İspir - Bayburt yoluyla Trabzon'u anlatırken, tarihte ilk
defa bir tanık olarak buraların savaşçı halkını tanıtır. (Mevsim kış olup, M.Ö.
400 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır.) (Hınıs bölgesindeki bir köy muhtarından
kılavuz alındı.) `Komşu ülkenin, Asyanikler'den Khalipler (Halibler) yurdu
olduğunu haber vererek, oraya giden yolu da tarif etti. Bundan sonra Helen
ordusu (Yukarı Pasın'dan) Aras boyuna (Çobandede'ye doğru) günde beş
parasang (26.100 m.) giderek, yedi gün Phasis (Aras'ın Pasinler'den geçen
kolu) Irmağı boyunca ilerlediler.
Bundan sonra iki günde on parasang (52.200 m.) giderek dağların
ovaya (Pasinler'e) inmek için aşılacak yerinde (Sakaltutan Dağında) Khalibler,
Tavoklar ve Phasianlar ile karşılaştılar. Düşmanların esas kuvveti dağa çıkan
yolda kaldı. Bir takımı da dağın doruğuna tırmanan Helenlerin üzerine vardı.
Henüz esas ordular birbirleriyle çarpışmadan, tepedeki birlikler arasında
boğuşmalar başladı. Fakat Helenler galip geldiler ve düşmanı kovaladılar.
Ovadaki düşman kolu da bozulup kaçtı. Helenler, sonra ovaya inerek her türlü
yiyeceklerin bulunduğu köylere vardılar. Bu yerlerden sonra, (Oltu çayı
boyunca) Tavoklar ülkesine girdiler. Ve beş günde 30 parasang (156.000 m.)
yol gittiler. Bu sırada yiyecekleri bitti. Çünkü Tavoklar neleri varsa yanlarına
alarak müstahkem (sağlam, korunaklı) yerlere sığınmışlardı. Yollardan geçen
Helen askerlerine tepelerden taşlar yuvarlayarak, telefat verdiriyorlardı. Şehir
ve köy değil de çitlerle çevrili bir konak yerinde birçok kişilerin toplandığı ve
tepelerden taş atarak. müdafaa edilen yeri, planlı bir hücumla alabildiler.
Fakat girenleri korkunç bir manzara karşıladı: Kadınlar, önce
çocuklarını uçurumdan aşağı attılar, arkalarından kendileri de atladılar.
Bunları erkekler de takip etti. Artçı Yüzbaşılarından Stymphalos'lu Yüzbaşı
Ainelas, güzel elbiseli bir erkeğin uçuruma atılmak istendiğini gördü ve engel
197
olmaya kalkıştı. Fakat adam onu da birlikte sürükledi. İkisi birden
yuvarlandılar ve kayalar üstünde can verdiler. Burada pek az insan sağ olarak
ele geçti. Fakat buna karşı pek çok sığır, koyun ve eşek yağma edildi. Bundan
sonra batıya dönülerek İspir-Bayburt bölgesindeki Khalibler ve Skythinler
(İskit) içerisinden Trabzon'a varıldı.
Ksenophon'un Taok dediği Çoruh boyundaki ülke, Ermeni
kaynaklarında Tay'k/Taik, Gürcü kaynaklarında ise Tao diye anılmakta ve bir
eyalet olarak gösterilmektedir. Artvin ve çevresi demektir.”
Artvin
Er-ata-Pan: Pan inanışlı Dor/Arta yeri.
ER-TE, Mars’ın diğer adıdır. Üreyen, ur olan, Tür, demektir.
Arta-pin; Dor-Pan olarak açılır. Gürcistan tarafında çalınan telli çalgının adı
da Pandur’dur.
Artvin’in bir adı da Ulu-Pan yeri, Li-vane’dir.
Artvin’den Azerbaycan’a, Trabzon’dan Muğla’ya kadar, bütün yerel
şivelerde fasülyeye “lobiya” denir. Fasülyenin en lezzetlisi Artvin’de yetişir ve
Artvin Fasülyesi (lobyasi) adıyla tüm yörede ünlüdür.
Sivas Divriği Nouşun köyünde, fasülye için “noulaz” denilmesi,
nao/nev/nağo (yeni), nou-laz ile Artvin diliyle antik bir bağı olduğunu
hissettirmektedir.
Artvin Barı denilen halk dansının bir adı da Atabar’dır. Atabar oyununda bir
an gelir, çok hızlı dairesel dönüşler yapılır, ki bu an güneşin dönüşüyle örtüşür. Daha
önemlisi, Atabar, Par-ata, Parsi ile sesdeştir. Persler bir başkası değil, Fer-da/Işık
halkıdır. Yörenin eski adlarından Pert-Eğrek, içerisinde PER-ata, Pers adını
taşımaktadır.
Art; Artı, Dor, Tur, türeyen. Urdu(Artı) dilinde art: Sekiz! Şemsin sekiz
ışığıyla örtüşür! Artvin çevresinde çokça “ART” ile başlayan yer adı olması ŞamanSümer kültürüne işaret eder. Yaratıcılık ile Şaman, yaratıcılık ile ARTI, örtüşür.
Artvin “Cilveloy nanayda” türküsündeki bağlantılar Kibele’ye, Nana İda’ya
haykırıştır.
Yusufeli: Oğuz-opa-eli. Yöresinin eski adı Oğuzelidir. Avşar Türklerinin
yeri olarak bilinir. Avşar, Avador halkı, Eubador’un az farklı ünlenişidir. Murgul,
Mar-oğulu, Damar beldesi Sümer/Demir kökenine işaret eder.
Yusufeli halkı, Sarıkamış’ta ve Kurtuluş savaşında en çok şehit veren halktır.
MÖ.64’de İspir-Yusufeli-İkizdere çevresinde Sezar’ın komutanı Pompeius’un
emrindeki 1800 Roma askerini öldüren halk (Kolk) da onlardı.
MÖ.400’de, yağmacı Yunan askerleri Yusufeli’den geçerken, nehir
kenarında çitle çevrili bir ev görürler, ambarları yiyecek doludur diye eve saldırırlar,
o sırada yamaçtan kayalar atılır üzerlerine, çıkarlar yukarıya yerli halkın peşine
düşerler, bir genç kadın erkek çocuğuyla birlikte kendini uçurumdan aşağıya atar,
arkasından iyi giyimli bir bey uçuruma atlar, diye anlatır.
198
İspir; İsi-Mer; Sümer. Erzurum ile Rize’nin buluştuğu bu noktada bütün
kalelerde Çoruh nehrine inen su kuyuları vardır. İspir kalesinin kuyularında duvar
resimleri tipik danseden kızlarıyla Sümer Hitit resimleridir. Danseden kızın elleri sağ
omuz üzerinde yukarıya bakmaktadır. (İspir kalesinde kuyuya inerek bizzat el
feneriyle duvarlara bakan bir kişi tarafından aktarılmış bilgidir.)
İspir kalelerinden Fısırikli kalesi hakkında “Kale burçları TOR biçiminde
olup, Horasan harcından yapılmıştır” der. Kalenin Türk eseri olduğunu anlatmaya bu
kadarı yeter.
Ardanuç: Ar-da-nuc; Er-ta-anosi, DorAnası; Dor yurdu.
Ardanuç bugün, hafızalardan silme cezası almış olan Oğuz illeri gibi, Dünya
Bankası dayatmasıyla baraj gölü altında kalmak üzeredir.
Ardahan: Artı-han; Dor Han. Tur/Dor kervanlarının uğrak yeri.
Eratsu/ Aras Nehri buradan geçer.
Tarihçi Mehmet Bilgin’in araştırmasına göre, MÖ.400’de, Pasin Çayı/Aras
Nehri’ne ulaşan yenik onbin Yunan askeri, 7 gün nehir boyunca, sonra ovaya inen
yolda 2 gün daha yürüdükten sonra Galipler, Taukhlar ve Pasinlilerden oluşan bir
ordunun onları beklediğini görürler. Burası, Taukların memleketi Taveli, NarmanOltu bölgesi olabilir, diyor yazar. (Mehmet Bilgin, Doğu Karadeniz, Ötüken yay.
Genişletilmiş 3.Basım, s.25)
Dönelim Ardahan’a; onbin Yunan askerini yenen büyük komutanın adı Arta
Kserkses/Çerkez, Ardahan’a isim olmuş görünmektedir.
Borçka: Por-ice-ka. Fer’i yüksek ışık. İce-k; ısı-oga; ışık.
Bor/Por/Per/Fer üçlek fonetik açılımda karşılığını bulur. (İngilizce Por;
tencere, ısı kabı) Borçka’da ineklerin su içtiği yalağa “alazan” denir; derin vadilerde
yaşayan antik Alaz halkının adıyla aynı.
Şavşat: Şam-sat, Şaman Seti, Şaman Kalesi. Eski adı Kameş;Kam soylular;
“kam”, şaman dansına denir. Aynı isimde Adıyaman Samsat
Aras Nehri: Antik adı “Aratsu”. Er-ata-su. VI.Büyük Bedri’nin binlerce
askeri kenarındaki Artasat kalesinde topladığı su. Erat Kalesi; Arta sat.
Aratsu; Japonya’da savaş tanrısı. Japonya’da Aratsu Köprüsü. (Japonca ile
Türkçe’nin yakınlığının işaretlerinden.)
Ağrı; Goğ-uri, Oğ-yeri. Göğe en fazla yükselen ulu dağ çağrışımlıdır. Diğer
adları, Ararat ve Karaköse, yine Oğuz kökenli adlardır.
Ararat Dağı: Ar-er-ata; Erat Yeri. Dor/ arat; “asker” yeri.
Tepesinde Nuh’un gemisi olduğu bir uydurmadır. ABD, 1950’li yıllarda
tepesine Rusya’yı dinleme cihazı koyabilmek için, Nuh gemisini arayacağı masalını
uydurdu.
Karaköse: Kora-Oğuz. Kuzeyli Oğuz yeri.
Yere-van; Eri-van sözcüğünün fonetik açılımında ise şunu görürüz: YeriPan. Pan ülkesinden. Pan hecesi dönüşerek “man” olarak ünlenir, ki soyadlardaki
“man, men” eki burada karşılığını bulur. Armeni/Er-man(i) sözcüğünün fonetik
açılımı, Pan (Pagan) Soylu demektir.
Ur-ar-tu; Dor(Artı), güneyli /kızıl soylu. Doğur-ur, Turani olan.
199
ART ile Afganistan’da antik Herat/Arat, sesdeştir. Büyük Selçuklu
devletinin Horasan eyaleti içerisinde en ünlü asker şehridir. 2003 yılında
Afganistan’a giren ilk ABD askerleri bu şehri bombaladı, müzelerini yok etti.
Herat şehrinden bir görüşe göre Kürt milisleriyle Malazgirt’e gelen Alpaslan
Han, Ortodoks Ermenilerini Katolik Roma’nın baskısından kurtardı, Ermeni askerler
Alpaslan’ın yanına geçti ve bu yüzden dilediğince anadolu’yu yağmalayamayan
Venedik-Katolik Roma onları hiç affetmedi. 1915 sürgün kararının altında Katolik
Fransız büyükelçisinin teşviki olduğu bilinir. Kendilerini kurtardığı için Ortodoks
Ermeniler Alpaslan’ın ölümüne yas tutarlar. Ermenileri anadolu’dan sürmeyi başaran
Katolik-Venedik bankerleri, yüzyılımızda aynı tuzağı Kürt halkına kurmuş
görünmektedir, 1071’in rövanşını oynuyor Venedik tefecileri.
Ani: Ana, Anne, ANNU Sümer tanrısıdır. Ağrı (Oğ-uri) Dağı yamacındaki
bu antik yerleşim yeri, Hitit-Oğuz kültüründeki anne gibi sütü bol olan yerdir.
Dağlardan oluklarla gelen süt efsaneleri anlatılır. Bagratuni Ermeni hanedanına karşı
savaşan Karusi Şeddadilerin de başkenti olmuştur.(800-1100)
Ermenistan: Er-man İsitan.
Armenia; Er-pan-iya olarak düşünülmelidir. PAN inanışlı oğulların yeri.
PAN; Kaşgari Oğuz boylarının genel inanış adıdır. Ur-man/Ur-pan; Pan’dan
üreyen kız ve erkek oğullar, Pan soylular.
Bazı kaynaklarda Urum ile Ermeni sözcükleri arasında bağlantı kurulur.
Kâmran Gürün, Ermeni Dosyası’nda bu adı “Urumeni” diye verir; Urum-en-i.” (H.T.
age.s.405)
Anadolu’nun antik adlarından biri de Diyar-ı Rum’dur. Alevi cem dualarında
“90 bin Rum erenlerin hürmetine” dua gönderilir. Haçlı seferlerini püskürtmeye
gelen şehir olmuş Horasan kökenli Emre/Emir beylerine, şehit Doğan beylere, Emir
Sultanlara, Yunus Emrelere, Taptuk Emrelere dua göndermeyi ifade eder.
Haluk Tarcan, H.K.Türközü’nün Türkmen Ülkesi Doğu Anadolu-TKAE.
Ank.1985 kitabından alıntı yaptığı aşağıdaki satırlar, fonetik analizle ulaştığım
bilgileri doğrulamaktadır; Doğu Anadolu Er-Ata/Dor diyarı olarak baştanbaşa
Türkmen Ülkesi (Türkmeneli) olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Doğu Anadolu’yu gösteren Batı yayınlarında buranın adının Armenie diye
gösterilmesi şu şekilde olmuştur: 1830’da, Elie Smith adlı bir Ermeni, Osmanlıların
burayı Türkmenistan diye göstermesine ilgi duymadıklarını ileri sürerek bu yörenin
adının Ermenistan’a değiştirilmesini teklif etmiş ve bu teklif Berlin Kongresinde,
İngilizler tarafından savunulmuş ve kabul edilmiştir. Bu tarihten sonra, Osmanlı
İmparatorluğunu parçalamak için Armenie adı daima ileri sürülecektir.”
(H.T.Age.s.405)
Ermenice tanrı, AR-İF, Güneş kültünde bir isimdir. Ur-Fa ile sesdeştir. Az
değişiği Ar-opa (Arap), sağdan okuyuşla Opha-Uri/Fer, Işık.
200
Trabzon ve Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu
Trabzon
Tur-an soylu Abaların yeri; Tur-amaz-oni. Anadolu’da kurulmuş olan en eski
iki şehirden biri Trabzon, diğeri Tarsus’tur. İkisinde de TUR kök hecedir.
Antik adlarından Trapesus; Apasi Tur Uşaklar.
TRABZON şehrinin antik adlarından bir diğeri ELİZON’dur. Açarsak,
İ’LAZ- AN, Laz Analılar yeri olacaktır. İnanış adıdır, Kibele kültürüne işaret eder.
Bütün doğu Karadeniz halkının genel adı Laz olarak geçer. Özel olarak
Lazca konuşur olmak burada belirleyici değildir. Örneğin Kemençe, bütün bölgenin
ortak çalgısıdır. Kuman-Ce; bir Şaman-ca çalgı demektir.
Erzurumlular bütün sahil halkına Lazlar der, sahil halkı da bütün Kars ve
Erzurumlulara Kürt der. Kürt, Horasani boylar, Karusiler anlamında kullanılır.
Trabzon Ayasofya Şaman Bilimevinin iç nakışlarında görülen kimi
motiflerin Selçuklu tarzında olduğu bilinmektedir. 1960 yılında onarımını yapan
arkeolog Tamara Triese, Yapı Kredi Yayınları içerisinde yer alan “Bir Tutkudur
Trabzon” adlı eserinde bunu yazdı. (Yazar Mehmet Bilgin’den naklen)
Trabzon adıyla örtüşen, Trab-lus-garp (Libya’da) ve Trab-lus-şam
(Lübnan’da) adları bu adlar arasında eski bağların olduğuna işaret eder.
Antik Trabzon ile Azerbaycan’ın adı aynıdır; ADROPATENE!
Adora Pati-ene; Dor Opası Önü. Aynı isimde Pazar’da, Kız Kalesinin üst
kısmında bir düzlük vardır.
Özkan Tüfek imzalı, Sumela adlı kitapta (1978 İstanbul) Tarbzon tarihi
anlatılırken, Trabzon’da Miletoslar Devri (MÖ 756-50) başlığı altında Oğuz kralı
Midridat’dan söz edilmekte, ancak hatalı bilgi verilmektedir. Diyor ki, “Trabzon kralı
Mitridat Romalılardan yardım istemiş, esasen Trabzon’da gözü olan Romalılar
buraya üç kumandanı ordusuyla göndermiştir. Şehirde hakimiyet kuran kurtarıcılar
buradan daha ayrılmamıştır.” Sezar’ın gönderdiği komutanlar Birleşik Oğuz
Ordularıyla 48 yıl savaştı. Trabzon merkezindeki Suriçi mahallesinin dışında
Cenevizli korsanlara merhaba diyen hiç olmadı, orada kendi hizmetlerini görmeye,
bekçi ve köprübaşlarını tutup vergi toplayacak Roma askerlerini ancak Afrika’nın
kuzey sahillerinden kaçırarak getirebildiler. Kıpti-Çingene Roman askerlerini o
nedenle sadece kale çevresinde görmek mümkündür.
Roma’ya bağlanmasına rağmen şehrin kıralları yerli halktandı. En ünlüsü
Adrianus (MS.117-138), Anası-Adori, yani Azeriler gibi Kaşgari Oğuzluydu. Şehrin
kralı yerliydi, fakat limanda ticaret/korsanlık Venediklilerin elindeydi. Onlarla ticaret
yapmanın koşulu Şaman-Laz inanışından çıkıp Hıristiyanlığa geçmekti, Hıristiyanlık
böyle başlatıldı, fakat asla tümüyle hâkim olamadılar. İstanbul’a girişin kuralı da
buydu, dinini Şamalıktan Ortodoksluğa değiştirmek, İstanbul Galata bankerlerine
rüşvetini vermek, onlara para kazandırmak, onların parasıyla alışveriş yapmak. Bu
şartları yerine getirene Roma şehrine giriş hakkı verilir, bu tacire artık Rum denilirdi.
Enteresan biçimde bugün de belli tarikat mensubu olmayana iş vermemek
gibi, sadece birbirini kalkındırmak gibi tuhaf benzerlikler görülebilmektedir. Yeni
Roma olmaya heveslenen bir çete devletin, kendine boyun eğmeyenleri işgal ederek,
201
kuşatarak, savaştırarak, göçe zorlayarak, halkını aç ve işsiz bırakarak, Protestan ev
kiliseleri açarak, tüm insanlığı ambargolarla teslim almak gibi acımasız kurallarını
görebiliyoruz.
Yoroz Burnu: Trabzon’un ünlü burnudur. Ay-Roz; Ay-ışığı alan yer. Hem
güneşi hem ayı gören yer ROZ yeri, Kızıl yer, açılımlıdır.
Macka
Bacı-ka; Bacıcık, Güzel Bacı… Sümer Tanrıçası Sümela’nın adına iş yapılan
yer, İşevi buradadır.
Söz konusu güzel bacı ise Sümela/ Semele’dir. Sümela, Kibele’dir.
Sümela Manastırı:
Şaman/ Kuman kızlarının Kibele/Sümele adını verdikleri altın sırma işleme
evidir. Kilise olarak asla yapılmamıştır, Kumance çalan Kumanların manastırıdır.
Monasteri; Pan İştar yeri, Dağ Tanrılı Pan yeri… Altın ve gümüş tellerle
askerlere zırh dokunan yerdir. Trabzon’da halen kadınlar evlerinde telkari altıngümüş bilezik dokumaya devam etmektedir.
Bölgedeki diğer manastırların adına bakıldığında, Kızlar Manastırı,
Kaymaklı Manastırı gibi isimler, manastırlarda superisi kızların denizci/suvari
resimleri ve Sümer sembolleri vardır. Bu ve diğer yazılı kaya buluntuları, bölgenin
Oğuz kültürüne ait yerler olduğunu belgelemektedir. Kaymaklı adı, Nevşehir
Kaymaklı beldesiyle aynı isimdir.
1204 yılında Katolik-Venedikler, gelip yağmaladıkları İstanbul’da Latin
devleti kurdular, işgal 57 yıl sürdü, işbirlikçi Cengiz Han bu devleti besledi!
İstanbul’dan kaçan Ortodokslar ve Cenevizli Yahudi bankerler burada Rum Pontus
devletini kurdular. Manastırdaki Şaman dansı yapan, horon oynayan kızların
resimlerin üzerine İsa figürleri yaptılar. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u 1453’de
aldığı zaman koloni olanlar tekrar İstanbul’a dönebildi ve o süreçte Trabzon
Osmanlı’ya katıldı. Ancak, Fatih, Türkler İstanbul’a giremez diye de bir karar almış,
mera vergisi koymuştu, bu yüzden Karaman beyliği Osmanlı’’ya katılmamıştı, bu
karalar Anadolu’da isyanlara sebep oldu. 2012 yılına geldiğimizde görüyoruz ki
“Fatih İstanbul’a veda etti” cümlesiyle ironiyle karışık Haydar Paşa tren istasyonu
Anadolu seferlerine kapatılıp, İngiliz kraliçesine otel yapılmak üzeredir, Taksim gezi
parkı da küresel bankerlerin gelmesine ayrılmış yeni ikiz kulelerin yapılacağı bir
alana dönüşmektedir. Fatih gerçekten istanbul’u terk ediyor ve Latinler yeniden
İstanbul’u işgal ediyor ve Pera yeniden paranın Venedikli efendilerine geçiyor
galiba… İstanbul’a giriş yine din değiştirene ve rüşvet verene olacak mıdır?..
Trabzon’daki mağaralarda araştırma yapan Kazım Mirşan buradaki kaya
yazılarını çözmüş, Ön-Türklere ait olduklarını saptamıştır.
Yakın zamana kadar bu yörede kızlara Simlâ ve Sümle gibi isimler verilirdi.
Sanki bu isim Hıristiyan adıymış gibi, dışardan başlatılan propaganda nedeniyle, yöre
insanı artık bu ismi çocuklarına koymamaktadır.
Sürmene, Umurgân
Sur-men; Zor Man, Dur Pan.
Umurgân; Umar-Can, Mer canlılar.
202
Ayrıca antik kutsal Umru kuşu (humru, kumru) ile bağlantılıdır. Kumru
tüylerindeki kurşun ile yönünü bulma özelliğinde olan kutsal kuştur. Kum/Kam,
Şam-an ile bağdaşır.
Araklı
Er-aka-uli; Ereğli ile sesdeştir.
Kahin ocağı “Orakli” ile bağlantılı görünmektedir. “Kahin ocağı” demek
olan, demir dövülen, orak, balta vs. yapılan, nasıl yapıldığının sırrına ulaşılamayan,
sürekli ateş yakılan, bilicilerin olduğu yer, bilim ateşinin yakıldığı ocak, orak
yapılan yer, ORAK-LI, İngilizce “orakle”. Bu ocaklardaki biliciler için, yani işi iyi
bilenler için, büyücü, bilici, kâhin denirdi.
Bölgede Sürmene bıçağı meşhurdur.
Mitolojideki akıllı kız Arahne ile ilgilendirilebilir. Lazca’da, Rize’de ve
Araklı’da örümceğe RAĞNA denir ve örümceğin mitolojide bir öyküsü vardır. Çok
iyi dokuma yapan güzel köy kızı ARAKNE’yi (Arahne/Râna) kıskanan tanrıça Atena
onunla yarışır ve daha güzel dokuyan Arakne’yi kıskançlığından döver. Arakne bunu
onuruna yediremez, kendini mağaraya asar, bunun üzerine Atena onun cesedini
rüzgârda sallandırır. Benzetme onadır. Şimdi hâlâ daha, gece örümcek öldürmek
günah sayılır. (Bu tür masalları, Atinalı masalcı filozoflar uydurdu. Çünkü, Anadolu
antik Şaman inanışını kırmak isteyen Yunan oligarkları bu masalcılara para
veriyordu.)
Örümcek (Rağna), yılan ve akrep eskiden öldürülmezdi, zehiri çıkartılır
ondan ilaç yapılırdı. Eskiden mağaranın kapısına örümcek ağ yapmışsa, içeriye sinek
ve böcek girmesine engel olduğu için ayrıca bu görev ona kutsal bir görev verilmiş
gibi kabul edilirdi.
Araklı’da Aralık ayına “kalendar” denir. Gecenin en uzun olduğu, havanın
en kapalı olduğu en karanlık aydır. Arakne’nin karanlık mağarada kendini asma
öyküsüyle ilgili görünmektedir. “Araklı” ile “Aralık” sesdeştir.
Çaykara, Kadahor
Saha-Kara: Kuzeyli Saka yeri.
Kadahor: Çaykara’nın eski adıdır. God-Ahori; Oğuz Evi demektir.
Çaykara’da hem ön ad hem soyadı olarak çokça Oğuz adı vardır.
Diğer bir telaffuzla, “Got’a Kor” açılımı çıkar; İskit/Sgot Kor; Kor God,
Ateş/Güneş Tanrı karşımıza çıkar. Çevrede adı az bilinen bir de Galat düzlüğü vardır
ki, Galatlar, İskitlerdir. Onlar Kırım Türkleri olup, darda olana koşanlardır. GOD;
Gök-İda, Tanrı adı onlardan batıya girmiş görünmektedir.
Kadahor adı, Çaykara’nın Madur /Madar Dağı ile birlikte düşünüldüğünde
kuvvetle Güneş kültüne rastladığımızı söyleyebiliriz.
Antik adı PANTU olan Hindistan’ın batısında da bir tane Kathor şehri vardır.
Bu bölgede Pen-Cap adı zaten aynı kültürün seslerini vermektedir. İçinde PAN/PEN
hecesi olan bütün yer adlarında PAN izleri bulunur.
Çaykara’da Amazon kültüründen izlere raslanır. Yaşanmış bir öyküden örnek
verelim.
203
1979 yılında bir grup genç kendi aralarında kavga ederler, sağ-sol
çatışmasıdır adı, gençleri karakola alırlar. Olay ilçede duyulur. Anneler, ablalar,
kadınlar ellerine orak, balta keser ne varsa alır, karakola giderler, “uşaklarımızı
bırakın” derler. Bu sırada köprünün üzerinden gelmekte olan karakol amirini
(uzatmalı) yaşlıca çerşanlı bir teyze durdurur, çerşana sarılmış tabancası vardır;
“Uşaklarımızı bırakacaksınız!” diye kendi üslubunda ne istediğini belirtir. Daha
sonra, gençleri içerde bir hafta tutup salıvermek üzere anlaşırlar. (Yılmaz Ersezer’den
naklen. 2008, Silivri Yolculuğu)
Zeleka: Çaykara’nın köyüdür. Seleu-Ka; Uluscuk. Ulu ısıklı küçük yer. Ulu
Işık, Seli, hilalin de adıdır. Ulu ışığın parçası. Ze-le Oği; Laz Köyü.
Tokat Zile’nin eski adı Zele’dir. Zele’nin simetrisinde İce-Uli/Li-ce bulunur.
Cide “Loc” vadisinin adıyla sesdeştir. Anadolu’da başka sesdeş yerler de vardır,
Lice, Diyarbakır’a bağlı, Gerger’e daha yakın bir yerdedir. Lice’nin bir yaylasının adı
Eylos; Ulu-oz, U’laz’dır.
Mazopliya: Çaykara’nın köyüdür. Maz-opa li-ya; “Maz inanışlı ulu apaların
yeri”. Mazopo Uliaya; Mazopa Hülya, Paçopo Hulya, Bacı-aba Uluay; Uluay Bacı,
gibi bolca AY TANRILI sözcüklere dönüşebilir.
Kalipavri, Of
Hali- Apa oğri. Kalip Ovri; Halif yeri. Ulu-of; Halife/Elif.
Of; Opa/Op olur. Hopa ile sesdeştir. Antik dönemde, Of vadisinden İkizdere
gibi yukarı yaylalara gidiş vardı. Bu güzergâhta, Balaban gibi, eski Türkmen köy
adları çoktur.
Kurtuluş savaşında Of’un Ruslara karşı bir direniş merkezi olduğu
bilinmektedir.
Yazar İbrahim Balcı, ”Haldozlu İpsiz Recep Reis’in Sarıyer’deki çetesinde
Oflu Halim Reis’i şöyle anlatır: “Mangal gibi yürekli, şeytani zekâsı ile tilkiye
pabucunu ters giydirecek bir yaman savaşçıydı. Şöhretini Kurtuluş Savaşı sırasında
enselemişti. Oflu Halim de İpsiz Recep Reis (Emice) çetesi mensubuydu. Çetenin
Sarıyer kolundan, silah ve mermi kaçıran ekibindendi. Gösterilen yerde silah ve
mermileri şeytani buluşlarla, tilki kurnazlığıyla düşmana çaktırmadan kaçırıp takalara
yüklemek ve Telli Tabya’dan geçirmek asli göreviydi. Tabii Yenimahalle Şirket-i
Hayriye iskelesindeki Türk bayrağının indirilmesini hazmedemeyen Recep Reis’in
“Gidin halledin!” talimatını alan savaşçı grup üyelerinden biriydi. Tarabya ve
Domuzdere baskınında iyi piştov kullananlardandı…” Oflu Halim Reis’in oğlu
Ahmet Kotoğlu da mücahitti. (İ.Balcı, Simas’tan Sarıyer’e, s.88, 1999 İstanbul)
Madur Dağı
Mador, Ma-dur. Uma’sı DOR yeri. Dağ Ana anlamında, otlakları bol olan bir
yer olmalıdır. Uma-Doğur, Doğuran Uma, Babaanne, Büyükanne açılımlı görünüyor.
Gordion’da, Kibele’nin adlarından “Madar Kubileya”(DorUma Kibele) ile
örtüşür. Mader (anne); Kibele Anne!
MÖ.400’de, mağdurların/esirlerin kaldığı dağdır. Yenik Atina askerlerinin
dönüşünde günlerce burada esir (Mağdur) tutulduğu günlerden adını almış da olabilir.
204
MÖ.400 yıllarında Akmenid Pers kralı Darius/Toros’un tahtını büyük oğlu
ArtaSerhas’a bırakması üzerine Batı Anadolu’yu yöneten küçük oğlu Kirus, Yunan
askerlerinden on bin kişilik bir ordu ile ağabeyi üzerine gider, Fırat nehri kıyısında
iki kardeş savaşır, Kirus ölür, askerleri başsız kalır.
Ağabeyi Serhas Atinalı askerleri serbest bırakır (Oğuz töresidir, yenildiğini
kabul eden asker öldürülmez), on bin asker kuzeye doğru her şeyi yağmalayarak
ilerler, tam denizi gördükleri bu yerde çaldıkları delibaldan hasta olurlar, ishal kusma
bir yandan, bir yandan yağma ettikleri köylerden halkın onları kovalaması, dağın
tepesine kadar kaçarlar, ama aşağıya inemezler. Ta ki Çaykaralılar bunlara acıyıp da
silahlarını alıp gitmelerine izin verene kadar. (Öykünün sonrası, Trabzon’un yiyecek
bağ bahçe erzak depolarının, kilerlerin, harmanların Yunan askeri tarafından
yağmalanmasıdır. O yağmada halk evlerine kapanırken, Ceneviz kalesinden ve sur
içindeki Roma askerlerinden yardım görürler. Tüm Karadeniz sahillerindeki Ceneviz
korsan kalelerinin işlevi burada bir daha belirginleşmektedir.
Eski Yahudi tarihçileri Kuros için “velinimetimiz” diye söz eder. Ancak bu
Kuros hangisidir, belli değildir
Çaykara’nın bazı köyleri: Zeno (Cano, Zeyno), Pacan (Bacı Ana.), Sur
(şehir, set yapılmış yer), Kadahor (God-Kor), Serah/Uzungöl (Sirah, Su-ruh), gibi
isimler keza Hitit-Oğuz inanışına uygun isimlendirmelerdir.
Çaykara çevresinde Oğuz, hem ad hem soyadıdır.
Tonya
Dun-ya. Feri, ışığı bol olan yerdir. Güneşin ışık gönderdiği bahçe
“dünya”dır. Işığı bol olan bir şey daha vardır; AMAZ-ON, ışığı bol güçlü bacılar
diyarı, Tauna, Tonya olur.
Tun-yeri; tün-ya. İngilizce “sun”, güneş ile fonetik yakınlığı dikkat çekicidir.
Kuran’da, Şems suresinde, üzerine yemin edilen sekiz kutsaldan biri “ışığın
yükseldiği yer” olarak çevrilen tan yeridir. “Tan” ve Tan yeri “dünya”, Rusça’da
Tan-ya, adı güneş kültünün en çok kutsanan adlardandır. Dünya adı kız adı olarak
Türkçe’de de kullanılır.
“Tün” zözcüğü eski Türkçe’de gece olarak geçiyor, fakat güneşin dik olduğu
zamanı, gecenin bittiği anı, TAN yerini karşılıyor olması gerekiyor. Çünkü birçok
yerel dilde, tun-ya “ışıklı, aydınlık” gibi bir kavrama karşılık gelmektedir.
Trakya’daki Arda ve Tunca nehirlerini törelere göre, birini eril diğerini dişil
ad olarak düşünürsek, Er-ata/Arda karşısında Tün-ece /Tunca adı dişil “gün ecesi”
olabilir.
Belucilerde “Dünya”, Lazca’da ve Korece’de kız adı olan Tauna “dünya”
demektir. Tonya, Rize şivesiyle de “dunya” olur. Niğde-Tuana antik bilimevleri
ünlüdür, Apollonius buralıdır; “ışığın yükseldiği yer” ile bilemevi örtüşür.
Tun, Tin, Tina, gibi yüzlerce sözcük güneş kültünün kök hecelerinden biri
olan TAN’dan üretilmiş görünmektedir.
Fransa’nın güney doğusunda bulunan Dordonya (Dor-tonya) antik şehri ve
bu şehirde bulunan Las-ko (Lascau) mağarasındaki yazıların Ön-Türkçe olduğu
saptanmıştır. Burada yaşayan halkın adı EYZİ’ler olarak geçer (Haluk Tarcan, ÖnTürk Uygarlığı 1-A, s.80). Eyzilerin devleti ODUGEL (MÖ.4000), Kafkas
205
kavimlerinden Adige ve Tanrıça Adıgüzel ile bağlantılı görünmektedir. Bugün
Fransa’da ve İspanya’nın kuzeyinde yaşayan Basklar’ın Hotan’dan buraya geldikleri
saptanmıştır. (age.s.83) Baskların (Baziko/ Maz-ika) konuştuğu dil ile Lazca’nın
yakınlığı bilinir. Marsilya, Marsiya, Mar-si, Mer-si, Parsi, Par-isi bağlantıları keza
Ön-Türk kökenli görünmektedir.
Fransa’daki Lazcau mağarasını bir daha açalım; Laz-cau; Lazigo.
Tonya köylerinde eskiden gelin kıyafeti olarak kırmızı kadife üzerinde sarı
sırmalı robadan kesik kıyafet giyilirdi. Bu kıyafet Afganistan, Azerbaycan, Artvin,
Çamlıhemşin, Cide, Kütahya yörelerinde giyilen tipik Türkmen gelinliğidir.
Torul
Tur-eli. Trabzon sahillerinde yaşayan insanların Torul yaylalarıyla bağı halen
sürmektedir.
Buradan batıya göçler Kelkit (gel-git) vadisinden yapılırdı. Sadak Uygarlığı
(MÖ.5000) Kelkit ve Torul civarına işaret etmektedir. (bkz. www.kelkitcayi.com).
Kelkit yaylalarında devam eden kadın at yarışları, Amazon kültüründen kalmış
gibidir.
Torul’dan Maçka’ya gelip yerleşen bir ailenin lakabı Mazoğullar’dır.
Çarşıbaşı’na yerleşen bir diğer ailenin soyadı Donk’tur. Donk, Çin-Uygur’dan beri su
tankı anlamında kullanılmaktadır.
Kelkit
Kelk-it; Kolk-ida. Halk-ida, Halk-dağı açılımı yapılabilir. Çünkü, antik
kaynaklarda bölgede yaşayanların adı Kolklar olarak geçer. Kelkit Vadisi boyunca
geçit veren, gel-git yeridir.
Antik adlarından Lyk-us, açıldığında Halk-us, Hlaik ışığı/uşağı karşımıza
çıkar. Bugünkü karşılığı Halayık’tır. Batılıların, Laikliğin tanımında kullandığı
Lykus/Laikus (sarayın dışındakiler, sokaktakiler!) kavramı burada bir kez daha
karşımıza çıkar.
Likus; Uz inanışlı Halk, “Oğuz halkının yeri” olarak da çözülebilir.
Kelkit köylerinden Sadak’ta kalıntıları bulunan Sadak medeniyeti (M.Ö.500)
dikkat çekicidir; kaçırılıp Londra National Museum’da sergilenen bronz kadın başı
Sadak heykeliyle tanrıça Athena’nın başı neredeyse aynıdır.
Antik Sadak uygarlığının halkına Canlar adı verilmesi önemlidir; Oğuz
inanışlı Hitit Uygarlığının merkezlerinden biri olduğuna işaret eder.
Ön-Türklerin göç yollarından biri olan Kelkit Vadisi, Tokat’a, Amasya’ya,
Zile’ye ulaştığında, antik mimari buluntularda benzer özellikler görülür.
Kadırga
Got-uri Aga; İskit/ Got atalı Aga’nın yeri.
Trabzon, Beşikdüzü, Sisdağı Yaylasıdır. Bu yaylada yetişen keten ve kendir
bitkileri sağlam lifleriyle örülen kalın ipler gemilere halat yapılırdı. Kadırga
gemilerine adını verdi.
206
Got-Uri Aga açılımı, denizci bağlantısını verir. Aga, halk arasında kaptan
demektir.
Buraya oldukça yakın, şimdi Giresun’a bağlı Bulancak’ta, Pirazizler’de,
Büyük Bedri’nin İzmirli eşi Kraliçe Berenike’den oğlu, Karadeniz donanmasının
komutanı Baran Aga’nın sarayı vardı. İhtimaldir Kadırga’ların bu yaylada yetişen
keten lifleriyle halatları yapılırdı.
Akçaabat, Polata
Ak-ca abasi; Abası Oğ-ce; Opası Hace. Gök Işık İnanışlılar yeri.
Eski adı Polata; Poli-ata; Ata Beli.
Ağ-ce; Oğ-ace, Göğ Işığı, Hace, günahsız (şehit). Günahsız Abasi. Antik
dilde “Şehitler Yeri.”
Ağasar deresi, Aka-şar/Aga-şehir, Akaların şehri açılımlıdır.
Konya
Akşehir’in adı türkülerinde Ağşaar olarak geçer, Ağasar ile sesdeş düşer.
Ksinophon’un Anabasis kitabında sözünü ettiği, Yunan askerlerinin
yağmaladığı ve krallarının teslim olmayıp kalesinde yanmayı tercih ettiği yerlerden
biri de burası görünmektedir (MÖ.400).
Trabzon Ceneviz kalesinden yenik 8500 Yunan yağmacı askerine akıl
vermişler; “Giresun tarafında yaşayan halk ile Akçaabat civarında yaşayan halk
arasında geçimsizlik var, onların yanını tutarak, onları da yanınıza alarak
buradakilere savaş açarsanız, Giresun’dan öteye sahili geçmeniz için de bir sorun
çıkmaz!” Öyle de yapıldı. Burada, Trabzon civarında halkı birbirine düşürerek, bu
işten Yunan askerlerine menfaat sağlama ve bu sayede korsan Cenevizlilerin kendi
egemenliğini sağlamlaştırma kurnazlığını görüyoruz! Bu taktik 3 bin yıldan beri
sürüyor.
Giresun Çevresinde Fonetik Tarih Yolculuğu
Giresun
Kora-Sin; Kuzey Güneşi.
Keresun; Karus-önü. Ya da, Kor-Sin olarak açılabilir. Kor-canı, Kor sani, kor
gibi ışığı yüksek olan bilgili insanların yeri anlamına gelir. Can-ik Dağları da bunu
çağrıştırmaktadır.
Giresun yer altı kanallarıyla ünlüdür. Karusi-Horasani kavimlerin su
kanalları yapımında ustalıkları bilinir. Kar suyunu karız denilen kanallarda (karız,
geriz) toplayıp Turpan’a taşıma becerileri olan uygarlığa bu ad verilmiş olmalıdır.
1960’lı yıllarda Giresun şehir kanalizasyonunda yapılan çalışmalar sırasında,
apartman yüksekliğinde kanallara rastlanmıştır. Uygur’daki karız/geriz/geres
uygarlığın bir ucunu burada görebiliriz.
207
Kimi araştırmacılara göre Sümerce (Kenger dili) “giru”, sevilen, sevgili’den
gelir ve Girusun, sevesun/sevesin anlamındadır. “Görüp sevesin” içeriğini taşır.
Şehrin kiraz üretimiyle bağı olduğu söylenir ki, o zaman, kirazları görünce
kiraz çiçek açtığı zaman daha da çok sevilecektir.
Adının sonradan böyle olduğu tahmin edilebilir, çünkü buranın ataları İskit
Türkleridir, ağaç oymacılıkta ve ahşap evler yapmakta ustaydılar, DOR sanatı onlarla
batıya gitmiştir.
Giresun’un adasında efsanesi anlatılan prenses, Pantus kralı Büyük Bedri’nin
kızıdır. Ancak kaçıncı Bedri’nin kızı olduğu belirsizdir.
Tirebolu
Tur Aba Oğulları. Turan soylu aba oğullarının yaşadığı yer.
Eski adı “Elevi”, Alevi ile sesdeştir. Ulu-evi, Ulu Opa yeri.
Trablusgarp’ın ve Trablus-şam’ın diğer adı olan Tripoli ile sesdeştir.
“Tripoli”; Tirebolu/Turaboğlu.
Trab-lus; Laz inanışlı, Tur-aba diyarı. Trabzon türküsündeki “Sar belune
belune da Turabulus kuşaği”, Amazon kuşağıdır.
Amasya
Amas-ya; güçlü ve akıllı MAZ inanışlıların, Horasani boyların yeri.
Tarihler boyu Oğuz kültürü burada hiç kaybolmamıştır. MÖ.305’de burada
ordu toplayan METE OĞUZ, Mazeus 1.Büyük Bedri’den, 1919’da burada kongre
toplayan Mustafa Kemal’e kadar, Amasya “küllerinden yeniden doğanların yeri”dir.
Amasya’da kadın mumyalarının bulunuşu Hitit Oğuzlarının Ana Tanrıça
kültürüne dayanır.
1.Büyük Bedri, MÖ.305’de Anadolu Birleşik Ordularını burada topladı ve
Başoğuzlu Krallığını burada kurdu, ay yıldızlı parasını bastı. Mustafa Kemal de
MS.1919’da Amasya’da Oğuz önderlerini toplayıp “Vatan bütündür, bölünemez”
dedi. İkisinde de düşmanı aynı batılı yağmacı korsanlardı!
Almus:
Tokat’ın ilçesidir. Al-maz, Ulu Maz, Ulu Muz. Amazon soyluların yeri.
Almus’un Hubyar köyünde bulunan Hubyar Sultan Dede anıt mezarı, Oğuz
töresindeki “Dede” kültürüne işaret eder. Dede kültürü, Hitit (İdid, Didi, Dede)
kültürünün devamıdır. Hubyar semahında ve deyişlerinde anlatılan Hubyar Dede ile
Oğuz Kralı Eubador VI.Bedri Dede’nin özellikleri birbiriyle örtüşmektedir.
Tokat Anaitis Anıtmezarı: Zile’deki antik Artemis müzesidir. Fotoğrafın alt
yazısında yer alan kimi sözcükler yeterince ipucu vermektedir.
Aziz Ana/Ana-itis, Ana-İsis’tir. İsis sözcüğü Hitit/İdid ötüşlüdür.
Antik kitaplarda Mısır’da Kibele’ye İsis denildiğini yazarsa da, görüldüğü
gibi ana Tanrıça İSİS Tokat’ta karşımıza çıkabilmektedir.
Ana-ida, Ana-İsis/Aziz (İdid) Anıt Mezarı.
(bkz.www.unyezile.com/danismend.htm)
208
Korint (Horanta, aile merkezi) anıt mezarın kemerli girişinde, ortada, ayakta,
cepheden, başı sola çevrilmiş Atike/Tyche Heykeli durmaktadır. Tyche'nin sağ elinde
dümen, sol elinde bereket boynuzu. Dümen, denizci kaptan işaretidir. Amazon
kraliçeler, aynı zamanda denizde at üzerinde de savaşabilen savaşçıdır. Başı
üzerindeki yarım daire, bereketli hilali, buğday başağını temsil eder.
Tyche: Ti-ece; ida eze. Teyze, eze, ece, kraliçe, yenge karşılıkları vardır.
Tijen, tije-ana’dan üretilmiş bir kız adıdır. Hatice; ati-ece ile sesdeştir.
Kralice: Kor-Ali-ece/Ulukor ecesi.
Antik mimaride sözü edilen Dorik, İyon ve Korent tarzının birbirinin devamı
olan Anadolu kökenli mimariler olduğunu Halikarnas Balıkçısı belirtir; kaide üzerine
oturtulan sütunların prototipi İyonya’daki Efes Artemis tapınağıdır, onun da öncesi
Hititlerde böyledir, açıklamasını yapar. Yukarıdaki resimde Ece’nin başı üzerindeki
kemere gelince, bu can taşı kilit taşı sistemini kullanarak su kanalları yapan Amazon
Kadınların Uygur-Turfan topraklarından beri başardıkları iştir. Yarım daire şeklinde
duran bu kemeri, sanki buğday başaklarından yapılmış gibi, benzerini Trabzon
Kaymaklı manastırında, duvar resminde, onu bir kız elleriyle yukarıda tutarken
görüyoruz. Bereketli Hilal sembolüdür. Lahitlerde “üç hilal” olarak karşımıza çıkar.
Karkarye: Zile’nin eski adıdır. Fonetik açılımı Kor-kari-ya olur. Gerger-ye
ile sesdeştir.
Pekmeziyle ünlü bu yerde, eskiden bağ bozumu şenlikleri yapılmış olmalıdır.
Şenliklerde zil çalarak oynamak, beline zil takarak üzüm teknesine girmek, ezmek,
önemlidir ve bu eylem Hitit-Şaman ritüellerinde vardır.
Anaların bol olduğu antik Tokat tarihinde, Alevi inanışında var olduğu
bilinen “Anabacı” kültürünün izlerini burada görmek mümkündür. Oğuz töresinde,
dede öldüğü zaman, eşi Anabacı, cem ayinini yönetir ve diğer yönetim görevlerini
üstlenir. Orta Karadeniz dağlarının bir adı da Anabacı dağlarıdır.
Tokat’ın Gumenek beldesinin eski adı Komana, fonetik açılımında “Kuman
anası”, Kumanlar demektir. Karkari ile Gerger sesdeştir. Gerger, Tigran kerti ve
Samsat’ı yakan Romalı komutan Korbula (Karabela!) tarafından Karkari’nin de
yakılmış olması muhtemeldir.
Zile ile ilgili bir sitede rastladığım şu cümledeki yanlışı okuyucuya sunmak
isterim.
209
“Persler burada kendi tanrıları olan Anahita (Anahitis, Anos, Anadates)
adına bir mabet yaptırmışlar ve bu mabedin çevresinde Sonbaharda yapılan Sakaia
şenliklerini düzenlemişlerdir.” Yanlış; Persler bir başkası değil, Kaşgari Oğuzlu Türk
boylarıdır. Aziz Ana evi, Ana-itis, Horanta/Korint evi, batılı yağmacıların anladığı
şekilde bir mabed değil, saygın babaanne evidir.
Burada sözü edilen anabacı kültürünü ilgilendiren sözcükleri açalım:
Anahita: Ana-ida; Ana Ata, Babanne.
Anahitis: Ana-hitis/Aziz anası; Ana-hitit/ Hitit Anası.
Anos: Ana-os; Oğuz anası, uşakların anası, doğum yapmış olan gelin.
Anadates: Ana-date-os; Büyük Oğuz Anası.
Sakaia şenlikleri: Saka şenliği. Buradan, bağ bozumu şenliklerinden söz
edildiği düşünülebilir.
Tokat: Utu-God; Atası Got, Oğuz Ata yeri.
Zile: Esiği-Ulu; Ulu uşakların yeri. Ulus ile sedeştir. Burada Başoğuzlu
yöneticilerin veliahtları çocukluklarını geçirirdi, onları aile büyükleri töreye göre
büyütürdü. Horanta/ Korint evi buradadır.
Jül Sezar, kendisine Zile’de yenilen Dor Beyi Prens’in adını yazamadı
kayaya, sadece “geldi, gördü, yendi” yazdı, kimi yendiğini yazması yasaktı!
Tokat MÖ.47’de Oğul Sezar’a teslim edildi ve Romalı işgalci korsanların
elinden 1074’de Danişmend Ahmet Gazi tarafından kurtarıldı. Cenevizli korsanların
işgalinden Anadolu’nun kurtarılması, vergi toplayan ve yağma yapan bu kalelerin
yıkılması önemli dönüm noktasıdır. Oğuz geleneğinde halkın önüne geçen, halkını
yağmacılardan kurtaranları yüceltme töresi vardır. Bu geleneğe uyan Tokat halkı
Danişmend Ahmet Gazi’nin türbesini ziyaret etmeye, ondan feyz almaya, onun
Romalı haçlı korsanları yenen kahraman ruhunu yaşatmaya devam etmektedir.
Amasra:
Amasra; Amaz Öğrü, Maz-Yeri. Karadenizliler gibi Kaşka/Kaşgari
Oğuzlulardır. Tarihçi Strabon'a göre şehrin ilk kurucuları İskitler'in bir kolu olan
Amazonlardır. Bu iki bilgi arasında bir çelişki yoktur; Kaşgalar İskit Türkleri olarak
da anılır.
Amastris: Amaz-tr-is, Amaz-toros, Maz-tor-us olarak da açılabilir. Kraliçe
Amastris, 3.Toros’un torunu ve 1.Büyük Bedri’nin yeğenidir. MÖ.305-286 arasında
Amasra’yı yönetti.
İskender’n evlendiği Pantiece’nin kızkardeşidir. İskender’in yaşlı komutanı
Kor-ata-er-os/Krateros’la evlendi. Atina oligarklarıyla işbirliği ettiği ve onlar adına
Amasra’yı yönettiği düşünülebilir. Bu ihanetinin sonucu olmalı, İskender’den sonra
oğulları Amastris’i öldürdü. MÖ.286 yılında, kraliçe Amastris’in komutasındaki
savaş gemisi oğulları tarafından batırıldı.
Amasra’dan söz edince İnebolu’dan (Ana-Beli) söz etmek gerekir. Kurtuluş
savaşımızda İnebolu halkının nasıl büyük özveriyle direnişe katıldığı ve
anabacılarının nasıl kağnılarla top mermisi taşıdıkları bilinir. Adı gibi orada çokça
kutsal analarımız vardır.
Samsun
210
Amisos; Amaz Uşağı. Bereketli Hilâle inananların yeri.
Sam-sun; Şaman güneşi. Kaşka/Kaçkari halkı tarih boyunca Şaman inanışlı
olarak bilinir, Güneş kültünü yaşatan kavimdir. Bizans’ın kurucuları Kumanoğuzlar
bu bölgedendir.
Oğuz Beyi VI.Büyük Bedri, MÖ.70’de, Roma komutanı Sulla’nın ordusuyla
vuruşa vuruşa, Bolu-Çankırı dağlarından Amasya’ya doğru geri çekildiği ve orada
yaralandığı zaman, Samsun ve Çarşamba civarında kadınlı erkekli bütün halk
direnmeye devam ediyordu.
Sinop
Sin-opa, Güneş Apa’dır. Zeyna Apa, Zeynep de aynı açılımdadır.
1.Büyük Bedri’nin MÖ.405’de kurduğu Başoğuzlu devletinin ilk başkentidir.
Savaş atlarının yetiştirildiği ahırlar ise Taşköprü’deydi. Karada ve denizde at
binerler, dört atın çektiği teknede savaşırlardı.
Sinop tarih boyunca hep bir Oğuz şehri olarak kalmıştır. Halkının kökeni
Kaşgari Türkleridir. Şehrin Romalı Ceneviz korsanlarına yenik düşerek vergiye
bağlandığı dönemlerde antik mekânların üzerine haç resmi konulmuş olsa da burada
başka boydan insanların gelip yerleştiğini söylemek sosyal tarihi bilmezlik olur.
Çepni (Şamani) Türklerinin buraya yerleşmesinden sonra da batılı korsanlara
karşı hep direnerek Türk kalmış bir şehrimizdir. Çepniler, Şamani devletinin akil
adamlarıydı, haçlılardan anadolu’yu kurtarmaya Herat’tan, Afganistan’dan
Horasan’dan gelmişlerdi. Karadeniz sahili boyunca Çepni, Çap, Şaban, Şeb, Çep,
gibi lakaplar onlardan kalmadır. İbni Sina gibi bilim yapan insanların yurdundan,
Sadık Buğra beyin yetiştirdiği, Kül Tigin (Oğul Doğan) gibi Doğan bey, Şahin bey,
kurtarıcı Emir beyler kültüründen, Köle Men kültüründen gelenlerdi onlar. Karadeniz
sahillerindeki Ceneviz Yahudi korsan kalelerini en son temizleyen onlardır.
Cenevizlilerden halkımız nefret eder, onlara “Ciniğuz” der, çünkü çocuk yaşta
oğullarımızı sahillerden kaçırıp köle olarak satarlardı! Bu yüzden halkımız sahillere
yerleşmezler, dağlara ev yaparlardı. Cenevizli korsanlar (Roma’nın elitleri) o nedenle
Türklere Pagan/Pan, yani dağlı, çoban derler.
MÖ.332’de, İskender’in iyi para eder diye esir alıp götürdüğü filozof
Diogene/DağlıCan da buralıdır. Halikarnas Balıkçısı Atina’da onun bir fıçıda
yaşadığını söyleyenlere şöyle cevap verir:
“Atina’ya gittiği zaman onun bir fıçının içinde yaşadığı söylenir. Sözümona,
gösteriş ve tuhaflık olsun diye fıçıda yaşarmış. Ama Diojen zamanının Atina’sında,
kentin 400 bin nüfusunun hiç olmazsa 150 bini evlerde değil, mağara ve fıçı kılıksı
barakalarda otururdu. Onlar, filozof Platon (Eflâtun/Op-ula-tune) gibi oligark
değillerdi, ki; sereserpe evlerde yangelsinler! Dünyada gösteriş düşmanı bir adam
vardıysa, o da mutlaka Diyojen’di.
Dili keskindi Diyojen’in. Platon realiteden idealizme kaçmıştı: insan kum ve
kağıt üzerine büyük küçük milyonlarca daire çizebilirdi ama; hepsi mutlaka yanlış
olurdu. Doğru olan yalnız usda düşünülen daire, yani “idea” idi. Diyojen ona;
“Daireyi, daireselliği anlarım; masayı anladığım gibi. Ama masaselliği, masanın
ideasını anlamam” diyordu.
211
Diyojen’in, Atina’da güpegündüz fenerle adam aramasına güldüler; çünkü
asıl neyin gülünç olduğunu anlamıyorlardı.
Büyük İskender, diyojen’in önünde durup, kendinden ne ihsan isteyeceğini
sormuş. Servet-i Fûnun edebiyatına göre, Diyojen “Gölge etme, başka ihsan
istemem” demiş. Hiç de öyle, Karagöz gibi, bir elini sallayarak, o denli bir ağız
kullanmamıştı. Pek doğal olarak, “Çekil, gölge etme! Demiştir. Söylendiğine göre,
İskender bu karşılık üzerine, “İskender olmasaydım, Diyojen olmak isterdim” demiş.
Asıl gösterişin alâsı, İskender’in cevabında…”
Balıkçı Baba, Anadolu ile Hellenistan’ı böyle karşılaştırır ve Platon için,
oligark olmak için karısını boşayıp zengin bir kadınla evlendiğini yazar. Platon,
Sokrat ve Aristo da Oligark Atinalılar gibi, Atinalı olmayan insanın doğal köle
yaratıldığını düşünürdü, diye anlatır. Atina ve Sparta uygarlığı tamamen köle üzerine
kuruluydu. (age. s.48)
Fonetik analizde “sin” güneş olarak karşımıza çıktığında, Sin-Op çok daha
kolay Güneş-opa, Güneş ülkesi anlamında karşımıza çıkıverdi. Zeynep ile sesdeştir.
Terme
Ter-me; Dor Uma. Uma inanışlı Dor halkının yeri. Tersi, Mador!
Antik adı Termedon; Dor-Maz-on. Dor soylu Amaz Oğulları.
Hem soyata adı hem inanış adı DOR-MAZ Oğulları, birlikte varsa çok
sağlam bir sözcük karşımızda demektir. Eğer böyle çıkmıyorsa antik sözcükler, iki
ayrı adıyla karşılaşabiliyoruz. Burada, Dor kavmi anlıyoruz ki Ay-Hilal inanışlıdır.
Bölgenin genel adı olan GOTYORA, İngiliz arşivlerinde GOD-Yora olarak
geçer. GOD, Oğuz ile esedeştir.
Demir döğenlerin yeridir. Burada Amazon savaşçıları adına bir anıt
yapılmıştır. Bu anıtta sadece ok atan kadınlar vardır, bu eksik resimdir. Bu kadınlar
kime karşı vatanlarını savunuyorlardı, belli değildir. Ayrıca baştan aşağı savaş giysili
idiler ve sadece öldürülünce üzerleri açıldığında kadın oldukları belli oluyordu. Çift
taraflı demir baltaları vardı, okla savaş dönemi çoktan bitmişti; “demir döven”
olmanın simgesi bu anıtta eksiktir.
İskender’in Samsun yöresinden kaçırıp evlendiği baş savaşçı Amazon’a
Atinalılar Pantieze adını vermişlerdi. Atina Kraliçesi Pantieze’nin fonetik açılımı
Büyük-ece’dir.
Yunanistan’a götürülen esir kadın savaşçılar köle olarak Atina’da oligarklara
parayla satılırdı. En çok para eden esirler Amazon kadınlardı. Miletli Aspasiya için
Perikles’in çok para ödediğini yazar Balıkçı Baba. Hey Koca Yurt kitabında,
Atina’da deniz ticaretini elinde bulunduran oligarkların dışındaki herkes köle idi, bu
yüzden Atinalı olmayan herkes aşağılık sayılırdı, Yunan medeniyeti bir köle
medeniyetidir diye anlatması ondandır.
Atina’da Attika mahallesi Milet’ten götürülen Amazon esirlerin köle-eş
(metres) olarak satıldığı zenginler mahallesidir. Onlar da “çocuklarımızdan ve
kocalarımızdan bizi ayırdınız” diye satıldıkları Atinalı erkeklerle hiç konuşmadılar.
Fakat, bu kadınlar doğurdukları çocuklarla ve diğerleriyle elbette kendi ana dilleriyle
konuşuyorlardı!
212
Halikarnas Balıkçısı Terme’de esir alındıkları gemideki tüm erkekleri
kılıçtan geçiren Amazon savaşçılarını da anlatır.
Havza
Op-sa; Opa-su. Hapsa, Hapsi (hamsi) ile sesdeş çıkıyor.
Eski Çayeli’de Hapsa adında bir balık pazarı vardı, bir semt adı olarak anılır.
Balık pazarı idi, bu, şehrin en eski merkezi demektir
Havza ve Ladik şehirlerinin kurucuları, Kaşgari/Kaşgai/Kaşka kökenli,
Kaşgarlılardı. Kaşgarlılar ise, Uygur Kaşgar Dağlarından beri gelen Türk soylu Oğuz
inanışından insanlardı.
Yöre insanının antik tanımlarında Meriandin tanımı geçer. Meriandin,
Kibele inanışına bağlı, Per/Mer-ana-dinli insanlar demektir.
MÖ.700 de yöreye yerleştiği bilinen İskit/ Sibir Türkleri de yine yerli halkın
kök bağlarını vermektedir.
Çorum
Çor-um; Uma şehri, Şar-uma; Çor-um. Şehrin antik tarihi de bu fonetik
analizimizi doğrulamaktadır.
“Çor” hecesinden fonetik arayışa devam edelim: cor, sor, tor, tur, sur… Bu
analizden “dor” ile Çorum’a yaklaşırsak, Dor-Uma; Uma inanışlı Dor şehri, çıkar.
Antik dönemde Hititlerin Şarruma adlı bir de kralları vardı. Kral mı şehrin
adıyla anıldı, yoksa krala adını veren Çorum mu oldu, belli değildir. Ancak, antik
sözcükler hem şehir adı hem kral adı olabilmektedir.
Çorum’un köy adlarında, manilerinde ve öykülerinde antik dönemden kalma
pek çok sözcüğe rastlanır. Örneğin, Esma adı Çorum’da Yosma olarak geçer; Osma/Ma-oz, Maz dönüşümlüdür. Keza, Çorum’da Şaman inanışıyla örtüşen Maza,
Mazıbaşı, Boğaboun, Hıra, Kırklar, Abdalbodular gibi çok sayıda antik köy adları
vardır.
Çorum, Hatti/Eti’lerin bilinen önemli merkezlerindendir. Hatti kralı
Hattuşili’nin karısı Pudu-hepa’nın adındaki PUDU sözcüğü dikkat çekicidir.
Pudu-hepa: Opa-utu; Apası Hepa.
Puduhepa sözcüğü içerisinde de geçen pudu/putu sözcüğüne Abdalbodu
köy adında rastlamak tesadüf değildir.
Pudu/Putu/Poto… Geçişli harflerle ararken PUT ve BUDA sözcüğü
karşımıza çıktı. Buda/Bata sözcüğü Kazakça “dua” demektir. (Put’u Heva, dua ettiği
Heva’dır demek gibi)
Kabe’de Kibele heykellerine put deniyordu; Putu/Put, Pudu Heva.
Pot kırmak, yanlış dua/söz ederek put kırmak ile benzeşir.
Çorum’da, hala yerine “eme”, nine yerine “ebe” kullanılır; eme “uma” ile,
ebe ise “apa” ile sesdeştir. Yani atanın kardeşleri eme/UMA, atanın anne-babaları ise
aba/APA olmaktadır. Bugün dahi kullanılmakta olan emice (emmi, emmo, amıca,
amca) sözcüğünde eme-ece’yi görürüz.
Çorum Alaca Höyük’te Kibele heykelleri bulundu. Alaca; Ulu/Ala-ece, Al
ışık, güneşin sıfatıdır.
213
Erzurum’un bazı köylerinde kayınpeder için “atababa”, büyük elti için
ede/hede kullanılır. Erzurum ile Çorum’un fonetik benzerlik göstermesi ayrıca
önemlidir, her ikisi de önemli Hitit şehirleridir. Çorum’da ve Erzurum’da, gelin
evden çıkarken başına damdan elma atılır. Gelinin başındaki al örtünün altında
yüksekçe bir sepet/başlık vardır, elma bu başlığa isabet ettirilmeye çalışılır.
ER olmak, var olmak, yiğit olmaktır. Yurt tutmuş olmaktır, Yeri belli
olmaktır, Yeri-ZOR şehri, Dor Yeri’dir. MA inanışlı DOR (y)eri, Er-Zur-Uma!
Erzurum ile Çorum arasında fonetik benzerlik de vardır; Er-sur-um; Uma(y)
inanışlı Dor’ların Ur/Er ettiği şehir, Erzurum; Er-Dor-Uma gibi Dor-Uma, Çor-uma
ile sesdeştir.
Ek: Çorum’un Teslim Köy’de, Hacer Çam (80) nineden derlediğim bir
hikâyede Dede Korkut dinlemiş gibi oldum (1.10.2008). Öykü şöyle:
Padişah bir gün nalbura haber göndermiş, yarına kadar 80 sarat (nohut
eleği), 90 dorat, 100 kırat için nal-mıh hazırlasın, demiş. Nalbur yetiştiremeyeceğini
düşünüp üzülmeye başlamış. Sabaha kadar “Eyvah, sabaha yetiştiremem, padişah
beni öldürtür” diye gözüne uyku girmemiş. Karısı da ona demiş ki, “Sabah ola
hayrola, hele dert etme.” Sabah olduğunda kapı çalınmış, nalburun yüreği hoplamış,
“Ben şimdi ne diyeceğim” derken kapıyı açmış, gelen elçidir, elçi “Padişahımız öldü,
tabut için birkaç mıh almaya geldim” demiş.
Canik Dağları
Amasya’yı ve Samsun’u çevreleyen bu dağların, demiri döğüp çift ağızlı
balta yapan Amazon savaşçılarının demir ocaklarıyla dolu olduğunu düşünmek yanlış
olmayacaktır. Adının açılımında demire can veren Amazon Uygarlığının savaşçı ana
kadınlarını görebiliriz.
Canik dağları, Kızılkaya’lar can dostlar ulu dedeler diyarıdır. Bu dağlarda
Koyun Baba gibi ulu dede türbeleri vardır.
Piraziz Abdal: Giresun’un ilçesi. Eski adı Azze, Azize.
Büyük Bedri’nin donanmasının bir bölümü burada barınırdı. Evlerinden biri
buradaydı, ilk eşi Rizeli Emine ve krala erkek evlat (Prens Boran Aga) veren ikinci
eşi İzmirli Berenike (Peri Yenge) ile iki kızkardeşi, Berenike’nin annesi burada
yaşardı. Pompey’in düşman askerleri yaklaşırken teslim olmamak için burada
kendilerini öldürttüler. Ya zehir içerek ya da başını kılıçla kestirterek, intihar ederek
öldüler, AZİZE oldular. Pir Azizeler onlardır.
Büyük Bedri’nin ölümünden sonra oğlu Boranes (Anası Pir), Sezar’ın oğlu
Jül Sezar’ın ordularıyla savaşmaya devam etti. Oğul Sezar’a MÖ.43’de Zile’de
yenildikten sonra Romalılar Kuzey Anadolu’da zafer ilan etti. Kapadokya’ya çekilen
Boranes DORBEY, Karaman Derbe’de otağ kurdu. Antalya’da yaşayan Roma kültür
temsilcisi Çiçeron ile dostluk kurdu, ,onunla Afyon Dinar’da buluştu, Roma’nın
zalim korsan tefecilerinin asalak sınıf olduğu üzerine Çiçeron’un söylevi burada
geçer.
Boranes’in işbirlikçi Galatya beyi tarafından öldürülmesinden sonra eşi
Meliha (Belha) Avanos taraflarında asker toplamış görünüyor. Muhtemelen
214
Karaman civarında Cengi Bar kalesinde Galatya beyini kuşatıp öldürdü. Kadın Kalesi
Cengi Bar, Peri Cengi demek olup, Cengi/ Zengi Bar kalelelerinde kadın atalarımızın
savaştığına işaret eder. Ankara Çubuk’ta da Melike Sultan adında bir türbe bulunur,
adı bize burada bir kadın anamızın savaştığına işaret ediyor, o da olabilir.
Dönelim Pir Azizler’e. Bölge insanı İskit Türkleridir. Romalılar Anadolu’yu
yağmalarken yardıma koşan Sibir Türklerine “İyi İnsan” anlamında, EsiğGOT/GOD (tanrı) Işığı sıfatı verilmiş olmalıdır. İngilizce bir kaynakta, yörenin adı
GOZ Yora olarak geçer; GOD-GOZ; “Oğuz” açılımlıdır.
Pir Azizlerde Romalılara teslim olmamak için kendini ödüren AZİZE
ANALARIMIZ (MÖ.64) yaşanmış öykülerini Murat Arslan’nın, EUPATORE
VI.MİTRİDATES, (2006, Odin Yayıncılık) adlı doktora kitabında ayrıntılı okumak
mümkündür. “(bkz. Köşe Yazıları, “Azize Analarımız”M.M.)
Ankara’ya, Giresun’dan Atatürk tarafından getirtilen ahşap ustalarına, işi
yapmaları için gösterilen yerin adı İskitler’dir. Bu ad Atatürk tarafından bilerek
konulmuş bir addır.
Halen Bulancak’ta ikiz erkek bebek doğduğunda, “Hasan-Hüseyin doğdu”
denilir. Bu durum, yörenin geçmişinde Şamanlık ve Alevilik olduğunun diğer
işaretidir.
Ordu
Or-udu; Udu-ur: Dor şehri. Ar-du, Artı ile sesdeştir.
Pakistan’ın resmi dili olan Urdu dili ile de sesdeştir; Dor dili; Urdu dili.
Ordu’nun Mesudiye ilçesinde bulunan kaya resimlerinde Karadeniz’in antik
bir adı daha ortaya çıkmıştır; OK-OZ ULU KÖL yazısı.
Bu okunuştan “Oğuz Ulu Oguli”, Oğuzoğlular anlamı çıkar.
Etrüsklerin ve Anadolu Türklerinin antik adı OĞ Türkleridir; Oğ Türklerin
önemli işareti OK-AÇ diye okunan artı işaretidir. Bu işaret Mesudiye ve Van Çilgir
kaya yazıtlarında görülmüştür.
Ok-ac; Ogu-ice; Koç. Yöre halkının antik Kaşga/ Kac-ga adında KOÇ adı ile
örtüşür. Ok-ice, simetrisinde isig-og, Işık’tır ki, sembolü artı, okunuşunda “Ordu”
duyulur.
Mesudiye; Maz-udi; Maz atalı yer. Kurtuluş savaşında verdiği şehitlerle ve
kahramanlarıyla da Mesudiye bir ATA şehridir.
Kelkit Vadisi: Sadak/Satala Uygarlığı
Sadak sözcüğünün “ok kılıfı” şeklinde bir karşılığı varsa da, fonetik
analizimizde anlamı şöyle çıkmaktadır:
Sadak; Sa-Dag, Dağ Soylular. Gök Seti, yüksek kale şehir.
Şehre su taşıyan “Sadak” su kemerinin kalıntıları halen oradadır. Su
kanalları yapmak ve tarımı başlatmak Anabacı kültürünün belirgin özelliğiydi.
215
Sat-ala; Ulu Set. Buradaki su kemerinde kullanılan beton malzeme hâlâ
insanları şaşırtmaktadır. Altun-Set anlamında Sat-ala anlamı verilebilir; altını bol
olan bu yerleşim yerinde bu altın heykelleri korumak altın kadar değerli olmalıydı.
Kelkit Vadisi, Sadak/Satala Uygarlığının mekânıdır.
Tarihi Kelkit vadisinin alt ucunda Tokat, üst ucunda ise Erzurum vardır. Bu
tarihi yol üzerindedeki Hitit uygarlıkları anabacı kültürünün örneği savaşçı kadın
heykelleri ile doludur.
Sadak/Satala heykeli olarak bilinen antik kadın başı Anaitis (Aziz Ana)
heykeli, Erzincan/Erize’de bulunan Kibele/Hititanası anıtından başka bir şey değildir.
(bkz.www.kelkitcayi.com)
Batılı tarihçilerin Grek dönemine ait olduğunu yazmaları büyük yalandır.
Grekler bu heykeli ve diğer hazineleri almak için Kelkit’e kadar gitmişler, orada
savaşmışlar, çoğu kez yenilmişlerdir. Grekler, bir uygarlık oluşturacak kadar bu
topraklarda hiçbir zaman yaşamadılar, ancak yapılanları çalıp kendi müzelerine
götürdüler, Atina oligarkların kasalarına koydular.
Londra Müzesinde bulunan aşağıdaki Sadak büstünün alt yazısında,
MÖ.IV.yy’dan kalmadır şeklinde düşülen tarih, büstün çalındığı tarih gibi
görünmektedir.
Bunlar, antik Yunan heykellerindeki gibi, Halikarnas Balıkçısının ifadesiyle,
soğuk ve burnu havada heykeller değil, cesur, bakarken bile enerji yayan kahraman
kadınlardır. Tanrı heykeli değil, yaşamış insanlardır.
Aşağıda Sadaklı kadın atalardan Kore (Karı, Kor/Ateş) Atina müzesindedir.
Bu da, Sadak köyündeki Roma-Yunan soygunlarından bize kalan kırık testi:
216
Halikarnas Balıkçısı’nın “Hitit Uygarlığının merkezi Kuzey Doğu Anadolu
görünmektedir” şeklinde ifade ettiği yer, Kelkit Vadisi ve Sadak Uygarlığını da içine
alıyor olmalıdır. Bundan, Doğu Karadeniz sahilleri ve iç kesimi, şehir olarak
Gümüşane, Erzurum, Erzincan, Tokat, Trabzon, Kelkit Vadisini içine alan Kafkas
İberiası anlaşılmalıdır.
Bölgenin antik adları:
Theodosiopolis: Erzurum'un Latince adıdır; Dağ-atasi-belisi; Ataları dağlı
olanlar şehri. Kaşgari Oğuzluların ida/tao/dağ inanışlı oluşundan söz ediyor.
Sabiriler: Sibir /Simer/Sümer Türkleri. “Sabire" kadın adının kökeni.
Mermeroes: Peri-pero’s; Kadınlı-erkekli Oğuzlu savaşçılar. Akmenidlerin
Yunan ve Romalılarla savaştığı ordularında kadın taburları vardı.
…….
Dede Korkut’un ili, Kelkit-Bayburt yöresi:
Biraz da Kelkit yçresinde yaşamış büyük bir Oğuzlu ozandan, Dede
Korkut’dan söz edelim. Sahaflarda rastlayıp satın aldığım 1953 tarihinde Varlık
Yayınlarından basılmış, Suat Hizarcı’nın hazırladığı bir Dede Korkut kitabından
bölümler alacağım. İç kapakta “Eldeki tek nüshası Dresden Kral kitaplığındadır” diye
yazıyor. Bu kitap savaştan tesadüfen kurtulmuş sayılır. Çünkü, Dresden 1945’de
yerle bir edildi, taş taş üsütnde kalmadı, İngiliz kralı bu şehri tarihe gömme cezası
vermişti. Türklerle akrabalıklarını ispatlayan belgeler oradaydı, 270 yılında Sultan
Zeynep Roma’da öldürüldüğü zaman Roma üstüne ordular salan Almanların
Anadoluyla yakın bağlarını belgeleyen o yazılar da orada yok edilmiştir.
Araya eklemeliyim; Attila, Almanları Roma saldırılarından korumak için
Roma üstüne yürümüştü, Alman halkı Atilla’ya övgü destanları yakmıştı. Bunların
hepsi tarihe gömüldü 1945 Dresden bombardımanında ve 600 bin Alman öldü orda.
Bu vahşet İngilizlerin Amerikan bombardıman uçaklarıyla yaptığı bir soykırımdı ve
hiç kimse bunun hesabını sormadı, üstelik sadece Almanlar tarihe soykırımcı yazıldı.
19.yüzyıl başında bir nüshası çıkartılıp Berlin Kitaplığına konulmuş, ama iki
nüsha arasında fark varmış. Ancak Berlin kitaplığından fotoğrafı çekilerek sayfaları
getirilmiş, Arapça harflerle İstanbul’da Maarif Nezareti vasıtasıyla Kilisli Muallim
Rifat (Bilge) tarafından 1916’da basılmış. 1938’de Dresdendeki baskısı Orhan Şaik
Gökyay tarafından getirilecek Türkçe yeni harflerle basılmış.
İlk defa 1815 de, içindeki “tepegöz” hikayesi Almanca olarak basılmış, bu
hikayelerin Homeros’un Odisse destanındaki Tepegöz öyküsüyle ile benzerliğine
dikkat çekilmiştir. İçindeki 12 hikâyenin konusu benzer şekilde batı efsanelerinde
vardır.
Kitabın tam adı şöyledir. “Kitab-ı Dede Korkut alâ Lisân-ı Tâife-i
Oğuzân”
217
Kitabın adı bugün şöyle olabilir: “Ulu Bilge Ozan Korkut’un Sözüyle
Oğuzlar”
6.sayfadan birkaç satır:
“Hikayelerin çoğunda, hususiyle Oğuz beylerinin Hıristiyan beylerle
giriştikleri mücadeleleri anlatan hikayelerde, aşağı yukarı hey aynı konu
tekrarlanmaktadır: Beylerden biri, baskına uğrama veya gücü yetmeme yüzünden
düşmana esir düşer, yahut da esir düşme tehlikesiyle karşılaşır, bunlar bir zaman
sonra, babaları, oğulları, kardeşleri ve sevgilileri tarafından kurtarılırlar…. Bunlar
konuları bakımından destanî hikâyelerdir. Kahramanların olağanüstü kuvvete sahip
olmaları, Salcan Hatunla Kanturalı tek başlarına altıyüz kâfire karşı koyarlar, kâfirler
tarafından urganla sımsıkı bağlanan Salur Kazan bir gerinişte bütün bağları
koparır…”
10.sayfadan birkaç satır:
“Bamsı Beyrek hikâyesinde, Bayburt hisarına esir düşüp de kendisinden
onaltı yıl haber alınamaz olunca, nişanlısı Banı Çiçek’i Yalancı oğlu Yalıncık adında
birine vermeye kalkarlar…”
“Deli Dumrul hikâyesinde, Azrail Deli Dumrul’a kendi canı yerine başka bir
can bulması şartıyla hayatını bağışlayacağını söyler…”
15.sayfadan birkaç satır:
En eski Türk şairleri –Tonguzların “şaman”, Altay Türklerinin “kam”,
Yahutların “oyun”, Kırgızların “baskı”, Oğuzların “ozan” dedikleri – “sâhirşair”lerdir. “Sihirbazlık, rakkaslık, musikşinaslık, hekimlik, şairlik” gibi birçok vasfı
kendilerinde cemeden bu adamların, halk üzerinde büyük ehemmiyetleri vardı.
… Eski ürk ordularında hükümdarların yanında mutlaka “ozan”lar
bulunuyor, onların “kopuz”lariyla çaldıkları ve terennüm ettikleri şiirler bütün bir
milletin zevkini okşuyordu…”
Dede Korkut gibi bir Ulu Ozan’ı bize bahşeden Kelkit (Gil kid; Oğuli Oğuz)
ve Bayburt (Bey Ber ata) yurduna saygılarımızı sunarak araştırmamıza devam
edelim.
3.BÖLÜM: BAZI ANTİK UYGARLIKLAR
Akmenid Karusi Oğuzlu Devleti
Çin’de Oğuzlu Töresi; Konfüçyüs ve Laozi Öğretisi
Kutsal Hilâl Topraklarının Oğuzlu Ataları
Bilim, Yılan ve Amazon Kızı Zemirna
Amazon Uygarlığının ve Sınırları
İki Amazon Uygarlığı; Filistin ve Alazya
Koma-Gene; Homa Sani, Güneş Canları Uygarlığı (MÖ.305-MS.69)
Şaman Oğuz Şehirlerinin Yerle Bir Edilişi; MİLAT
Samsatlı Antik Masalcı Hlikyanos:
218
Akmenid Karusi Oğuzlu Devleti
1.Karus’un kurduğu Oğuzlu devletidir. MÖ.550 de kurulmuş olan,
MÖ.535’de köleliği ilk kaldıran, o nedenle adı EGEMEN olan ilk Oğuzlu
devlettir. (Akmen-id: Egemen-ler)
1.Karus’un kızı Artemis ile oğlu Serhaz (Kserkses), “Antikarus”
ordusunu topladı. Antikarus; Anası Asker; “askerler” demektir. Karusi
sözcüğü ile Kuret/ Kor-ata /Kurt sözcükleri sesdeştir.
Karusi ordusunda, Rize’de bugün adı Askoroz olarak kalan yerdeki
antik Bahriye/Bahariye körfezi çevresinden, yani Doğu Karadeniz’den, RizePotomya ve Tao (Artvin-Yusufeli) ve Kafkasya’dan Amazon anneler vardı.
Artemis, kadın taburların başındaki baş kadın savaşçıydı. Atina’ya kadar
gittiler, tefecilerin kaçırıp köle sattığı oğullarını ve bilim adamlarını kurtararak
zaferle döndüler. (MÖ.535)
MÖ.334’de Akmenid Karusi devletinin sınırlarını ve İskender’in
güzergâhını gösteren harita:
Yeri gelmişken, MÖ.500’de, Çin (Kina) hükümdarı Ulu Bilge Laozi,
halkının cehaletine kızıp Karusi topraklarına gitmiş, bu gidişi öküz üzerinde
resmedilmiştir. Konfüçyüs ile aynı dönemde karşımıza çıkan bu devletin
töresi Oğuz Şaman kültürü olup Konfüçyüs’ün öğretisinde aynen karşımıza
çıkar.
“Kürt” sözcüğünün kökenindeki Kor-ata /Karus kavramı, Akmenid
kurucusu 1.Karus adında vardır. Bu bir etnik tanım değildir. “Asker”
anlamında olup, Karesi, Karus, Kuroş, Korata gibi sesdeş açılımları bulunur.
Antik Efes Kuret’ler caddesindeki üç hilalli lahitler KARUSİ
beylerinin mezarlarıdır. Üç hilal, gök yüzünde üç hafta görünüp bir hafta
görünmeyen, Kibele kültünün bereketli hilalini temsil eder.
219
Akmenid Oğuzlu devletini yıkmak için MÖ.334’de İskender’i
gönderen Atinalı oligarkların (tefeci bankerler, köle tacirleri) Bitlis-Sason
şehir kralı gibi Baharat/Bagrad yoluna bekçilik eden işbirlikçileri vardı.
İskender öldürüldüğünde (MÖ.322) oligarklar dediler ki, “Barbarlarla
Yunanlıları birleştirme çabası başarısız oldu.” Galiba bu kavram 2001’de
“Medeniyetler buluşması” adıyla güncellendi, tefeci bankerler bu kez New
York’tan Taksim’e taşınmak niyetindedir ve yine galiba Bagradi tayfasından
yardımcıları vardır.
İskender öldürüldükten sonra Antikarus (Karusiler) ordusunun
komutanları Selevkos ve Pantus gibi Oğuzlu devletlerini kurdular.
Kuzey ve Kafkasya bölgesini Karus’un oğlu Serhaz ve onun oğulları
yönetmeye devam etti. 3.Darius’dan itibaren onun soyundan gelenlere
Mitridat Hanedanı denildi, onun gibi yürekli vatansever olan Kafkas
kökenlilere de ÇERKEZ denildi. Anlaşılacağı üzere Çerkez adı bir etnik ad
değil, bir sıfattır, tıpkı Kürt olmak gibi, tıpkı Türk olmak gibi.
Çerkez: Baş Oğuzlu, sınır ötesinde serhat yapan...
Kürt: Kor-ata, Asker, Kor yürekli savaşçı...
Türk: Turc, Türeyen, Tur-esiği, Dor, Hilal inanışlı olan…
Artemis’in başındaki hilal sembolüyle ifade edilen inanış; Torc.
Artemis’in bir diğer adı; TurgAtasi.
Özgür Akmenid Karusi kültürüne tarihten örnek: İskender’e teslim
olmayarak evlerini ateşe veren Kınık Santos halkı tarihe bu direnişleriyle
geçti. MÖ.400’de Yunan yağmacılarına karşı kendini kayadan uçuruma atan
Yusufeli halkı ve Trabzon dağlarında kalesinin içinde ölene kadar direnen,
ateşe verdiklerinde bile dışarı çıkmayan Oğuz beyleri örnektir. (Bkz.
Anabasis)
Son örnek Mustafa Kemal ve onun askerleridir!
İskender’in Atina’ya götürüp orada köle olarak sattığı Amazon
kadınlar, verildikleri evin erkeğine “Sizin her işinizi yaparız ama sizinle asla
konuşmayız” dediler ve ağızlarını yazmalarıyla kapattılar. Bu töre, Oğuzlu
kadınlarda “bana hakaret ettin, sana küsüm, artık seninle konuşmam”
demektir.
MÖ.500-332 arasında Mısır kralları Darius ve Arta-serhaz’ın adını
taşır. Arta (asker, erat) Ser-Kos; Dor Oğuz Askerleri. Eski Mısır bayrağı da
yedi yıldızlıdır; Kölemen Oğuzlu beylerinin Kafkas kökenlerine işaret
edecektir.
İnternetten Arta Serkos III, Oğuz (OKHUS) dönemi:
Artaxerxes III of Persia (ca. 425 BC – 338 BC) Artaxšaçā), was the
Great King (Shah) of Persia and the eleventh Emperor of the Achaemenid
Empire, as well as the first Pharaoh of the 31st dynasty of Egypt.
220
http://en.wikipedia.org/wiki/Artaxerxes_III_of_Persia
Ochus was the name of Artaxerxes before ascending the throne; and
Artaxerxes III (Old Persian:�������, Artaxšaçrā, "he whose empire is
well-fitted" or "perfected", or Arta:"honoured"+Xerxes:"a king" ("the
honoured king"), according to Herodotus "the great warrior"[5][6]) was the
throne name adopted by Ochus when he succeeded his father in 358 BC. He
is generally referred to as Ochus, but in Iran he is known as Ardeshir III
(‫ موس ریشدرا‬Modern Persian form of Artaxerxes). In Babylonian inscriptions
he is called "Umasu, who is called Artakshatsu". The same form of the name
(probably pronounced Uvasu) occurs in the Syrian version of the Canon of
Kings
Fonetik Umasu, Artakshatsu: Arta+ Ksh + Atsu; Atası Oks Erat.
Umasu: Uma-su; Ma’nın oğlu(uşağsı), Maz inanışlı, Kafkas kökenli
demektir.
Karusi başkenti Persepolis’te 3.Oğuz’un Anıt Müzesi:
İnternette 3.Oğuz’un ailesi:
Artaxerxes III was the son of Artaxerxes II and Statira. Artaxerxes II
had more than 115 sons by many wives, most of them however were
illegitimate. Some of Ochus' noticeable siblings were Rodogune, Apama,
Sisygambis, Ocha, Darius and Ariaspes, most of them were murdered soon
after his ascension.[21] Artaxerxes married his niece and the daughter of
221
Oxathres, brother of the future king Darius III.[32] His children were Arses, the
future king of Persia, Bisthanes, and Parysatis.[1]
Oğuz(Oxus) Hazinelerinden bir Akmenid bileziği. İngiltere Albert
Müzesindedir.
http://en.wikipedia.org/wiki/Oxus_Treasure
Akmenid Karusi Oğuz Beyleri: 538–332 (internetten)
Cyrus: 538–530 BC
Cambyses: 529–522 BC
Darius I: 521–486 BC
Xerxes I: 485–465 BC
Artaxerxes I: 464–424 BC
Darius II: 423–405 BC
Artaxerxes II: 404–359 BC
Artaxerxes III (Ochus): 358–338 BC
Arses (Arogus): 337–336 BC
Darius III: 335–332 BC
Akmenid devletinden sonra kurulan Selevkos Oğuzlu devleti,
Artemis’in soyundan gelen ANASI OĞUZ (Antikos) hanedanı tarafından,
Kırım-Kafkas çevresinde kurulan Pantus Oğuzlu devleti ise Darius’un
soyundan gelen Mitri Date hanedanı tarafından yönetildi. Her iki devletin
parasında da Bazileus (Başoğuzlu) yazısı okunurdu.
Selevkoslardan sonra, Ardeşir (Oğuz) tarafından kurulan Sasani
devletinde, tefeciliğin ve köleliğin yasaklanması gibi, tamamen Karusi töreleri
geçerliydi. İslamiyet, bu dönemde köleci Yahudi korsanlara karşı büyük
savaşlar verilerek ortaya çıktı. Oğuzlar kendi törelerini orada gördükleri için
İslam inanışına sahip çıktılar. Yine bir direniş devleti olan Palmira (3.yy) ve
Şeddadi Devleti (7.yy) de Sasanilerin devamıdır.
İnternetten Sasaniler hakkında: “Sasaniler, Akamenid Hanedanı
geçmişlerinin görkemini yeniden canlandırırken sadece taklit ediyor
değillerdi. Bu dönemin sanatı, belli açılardan İslam sanatının anahtar
özelliklerinin öncülüğünü de yapacak şekilde şaşırtıcı bir güçtedir.”
(bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Sasani_Hanedan%C4%B1)
222
Sasanilerden sonra geniş Karusi topraklarında Buhara merkezli Şamani
devleti (934 - 1020) ve İsfahan merkezli Büyük Selçuklu devletleri kuruldu.
MÖ.5.yüzyılda Akmenlere paralel olarak Çin topraklarında kölelikle
mücadele eden Şaman-Oğuz kültürüyle eş değerde öğretiler ortaya çıktı.
Konfüçyüs ve Laozi öğretisi böylece araştırmamızın içine girdi.
Akdeniz’in doğusunda Kıbrıs adası olarak bildiğimiz antik Alazya’da
kurulan son Oğuzlu devleti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir!
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş’ın cenaze töreninde gördüğümüz semboller; cenaze aracının üzerinde
sarı hilal(Turc), aracın yanlarında bereketli üç hilal ve tabutu taşınırken
üzerine konulduğu sarı hilalli sanduka, kurucusu olduğu Kıbrıs Mukavemet
Teşkilatının sembolleri, gibi semboller Oğuzlu sembolleridir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet forsu olan Kırmızı atlas üzerinde,
ortasında büyük Şems olan bayrak, yeni nesillere unutturulmak istenen ulu
Şaman-Oğuz güneşidir. 2005 yılında Türk lirasından buğday sembolü olan
bereket duası kaldırıldı ve ayrıca kağıt paradan Şems yok edilerek yerine yedi
köşeli uyduruk bir şekil ile Protestanlık sembolü kuyruklu yıldız konuldu.
2012 yılında bir ek daha yapılarak TL sembolü Ermenistan para sembolüne
benzetildi.
Akmenid parasında ise kurucu kralın adı KURUŞ, ortasında KARE
şeklinde delik vardı. 1960’lı yıllara kadar Cumhuriyetimizin Kuruş parasının
ortasında daire şeklinde delik ile arpa-buğday vardı. Kare, Kara dediğimiz
TOPRAK KUTSALDIR kavramı olup, Ahlat Şehitliğindeki mezar taşlarında,
koç boynuzlarının yanı sıra çokça görülür. Keza buradaki kaya evlerinde başı
üzerinde üç noktalı Tavus Kuşu, Şamanoğulları devletinin de sembolüdür. Üç
nokta işareti, Akmenid Karusi devletinin çok önemli sembolüdür.
Üç nokta, Oğuzlarda üç kuralı hatırlatır. Üç öğüttür. İyilikle düşün,
iyilikle konuş, iyilikle davran. Bu üç kural Alevi kültüründe ise üç nokta
eline-beline-diline sahip ol şeklinde devam etmiştir. Karadeniz çevresinde
yaşayan Pantus Oğuzlularda, Kafkas Kolğis (Oğuzoğlu)halkında şöyledir:
Asla borç para almayacaksın, iyi at bineceksin, iyi kılıç kullanacaksın!
Şam’da MÖ.1.yy’da Selevkos döneminde yapılmış olan Jupiter
bilimevinin (Şimdiki adı Umayyed Camii) iç mekan sembollerinde üç nokta
belirgindir.
223
Resimde bu bilimevini kuran SelevKos (Oğuz Ulusu) atalarına şükran
duası yapan bu satırların yazarı M.Morgül(1.11.2011-Şam), ÜÇ NOKTALI
sütunun önünde görülmektedir. (Fotoğraf: Nermin Yıldız)
Karusi Akmenid devleti tarihte köleliği resmen yasaklayan ilk
özgür/egemen devlettir. Bu topraklarda sömürgeci batı devletlerinin işgalleri
daima bu büyük ŞAMANİ/Kumani kardeşlik kültürünün engeline takılmıştır.
Sömürgeciler bu topraklarda geçici iktidarlar kurmuş olsalar da bu tarihi kan
uyuşmazlığı nedeniyle hiçbir zaman kalıcı olamamışlardır. Her seferinde
direnen Oğuzlular yeni devletler kurarak devam edegelmişlerdir.
Akmenid başkenti Persepolis (Şiraz) şehri civarında bugün yaşayan
Kaşgari Oğuzlular Alevi olup, Artvin halkıyla aynı çalgılara ve aynı Türkçeye
sahiptirler. Burada üretilen Türkmen halılar dünyada İran halısı olarak
bilinmektedir. Şiraz civarından 2,5 milyon insan 8 yıl süren İran-Irak
savaşında ölmüş, 1988’de gaz bombalarıyla saldırılan Halepçe’de sanıldığı
gibi Kürtler değil, İran molla rejimine muhalif Şirazlı kadın ve erkek taburlar
zehirli gaz bombalarıyla katledilmiştir. Her iki tarafa da silahları verenin bir
ABD silah patronu olduğu daha sonra açıklandı.
Ancak Irak toprakları 36.paralelden bölünmüştü, Irak devleti bu
bölgeye giremiyor, ABD İncirlik üssünden buraya silah ve yiyecek yardımları
yaparak yeni bir terör üssü yaratıyordu. İstenen, planın bundan sonraki
aşamasında, Karusilerle aynı taşıyan yeni bir kukla İsrail devleti kurmaktı.
Sanki Yahudi tefecileri Babil’den kovan Karusilerden rövanş alınacaktı.
1988’den sonra bu topraklarda çok Müslüman Kürt, Türk ve Arap kanı
akıtıldı.
Yine de 3.bin yılın haçlı seferine çıkan küresel çetelerin petrol
yataklarını tümüyle ele geçirme hayalleri planladıkları gibi gitmedi, gitmiyor,
gitmeyecek, çünkü bu toprağın tarihine “Burası Egemen Topraktır” diye
yazan Karusilerin torunları burada yaşıyor!
224
Çin’de Oğuzlu Töresi; Konfüçyüs ve Laozi Öğretisi
Köleliği ilk yasaklayan Büyük Oğuzlu Akmenid Karusi devletini
araştırırken, aynı yüzyılda doğuda yaşayanan Konfüçyüs (MÖ.551- 479) ne
diyor diye bir karşılaştırma yapmak istedim. Gördüm ki bilime ve insana
saygıyı öne çıkartan Oğuz töresi orda da var.
Tao inanışının kurucusu kabul edilen Çin Bilgesi Laozi (Lao Zu; Ulu
Işık, Ulu Akıl) ile Konfüçyüs’ün fikirleri aynıdır. İkisi de din adamı değildi.
Şaman kültürünü özümlemiş, yaşamı iyileştirmenin ustasıdırlar. Çin’de süren
derebeylik savaşlarına karşı insanları bilinçlendirmeye yönelmişlerdi.
Konfüçyüs’ün fikirleri 5.yüzyılda KUN (QİN) Hanedanlığı tarafından
resmi öğreti kabul edildi. Ancak zamanla (MÖ.216-213), yöneticiler bu
düşünceye ters düşmeye başladı; Konfüçyüs’ün fikirlerini yazan kitaplar
yakıldı, bilginlere gömülme cezası verildi. 2.yüzyıldaki bir kayda göre
yüzlerce düşünce okulu kapatıldı, 700 bilgin başkentte canlı olarak gömüldü.
Buna karşı çıkanlar ceza olarak Çin seddinin yapımında köle çalıştırıldı. Bu
cezalarla Kin hanedanı düşüşe geçti, arkasından gelen Han Hanedanlığı
zamanında bilim ve Konfüçyüs öğretisi yeniden itibar gördü, Konfüçyüs’ün
fikirleri Çin’in resmi görüşü haline geldi.
Bugün, bizim bilgelerimizin Silivri zindanlarına götürüldüğü
günümüzle bir karşılaştırma yaptığımda, görüyorum ki Kin Hanedanlığı gibi
bilimden nefret edilen, dindar(!) nesil yetiştirmekten söz edilen, “En hakiki
yol gösterici bilimdir” felsefesini öne çıkartan Cumhuriyetimizin kurucu
kadrolarından öç alırcasına nefret edilen, adeta Kin ile yönetildiğimiz bir
döneme girdik. Ders kitaplarının içi boş, kitaplar basılmadan toplatılıyor,
bilgeler hapisanelere sürülmüş, dışarıda kalanlar korkudan dilsiz olmuş,
eğitim programları yok edilmiş, öğretmenlik itibarsızlaşmış…
İşte MÖ.2.yüzyılda Çin’de yaşanan o manzarayla bugün MS.2.bin
yılda yaşadığımız bu manzaranın ne farkı var?
…..
Bilge Konfüçyüs’ün internetten topladığım 63 deyişi:
Deyiş 1. İnsan, söyledikleri ile yaptıkları arasında ne derece tutarlı
olduğunu, kendi kapasitesine olan güvenini sorgulamalı ve daima kendini
geliştirmek için gayret sarfetmelidir.
Deyiş 2. İnsanın diğer insanlara, kendinden büyüklere yardım etmesi,
destek sağlaması eğer bu faaliyetinde saygı faktörü varsa bir erdem sayılır.
Deyiş 3. Herkesin kendi görevini layıkıyla yapması başkalarının
sırtından geçinmemesi ruhi yönden olgunluk ister.
Deyiş 4. Faydalı insan odur ki boş durmayı sevmez, kişiliğini faydalı
işlerle geliştirir.
225
Deyiş 5. Yaşam şartları ne kadar acımasız olursa olsun daima
güleryüzlü ve çoşkulu olun, hayatın tadını çıkarın.
Deyiş 6. Planlama yapmak, ileriyi düşünmek muhtemel sorunlardan
kurtulmanın en güzel yoludur.
Deyiş 7. İnsanlara yardım edebilmek, cömert olmak, insancıllıktan öte
bir bilgeliktir. Hümanizm insanları sevmek ve insanları bilmek demektir.
Deyiş 8. İnsanın yaptığı işe inanması en önemli itici güçtür.
Deyiş 9. Kültürlü olmak, görgülü olmak, bütün insani faaliyetlerimize
değer ve estetik katan en önemli özelliklerdir.
Deyiş 10. Zayıf insanlar şahsi çıkarlarına yenik düşer, örnek insanlarsa
önce kendilerini düşünmez ve adaletli olurlar.
Deyiş 11. İyi yönetici olmanın sırrı dört yanlıştan kaçınmak, beş
doğruyu uygulamaktan geçer. Dört yanlış şunlardır: nasihat etmeden infaz
etmek (gaddarlık); öğretmeden başarıyı ölçmek (kabalık), yönetimde gevşek
olup sınırlar koymak (art niyet), özlük haklarının dağıtımında cimri
davranmak (bürokrat olmak). Beş doğru ise şunlardır: müsrif olmadan eliaçık
olmak; gocunmadan çalışmak; haris olmadan istek duymak; mağrur olmadan
rahat davranmak; ürkütücü olmadan saygın olmak.
Deyiş 12. İyi insanlar karşılık beklemeden ve maddi teşviklere
kapılmadan mevki ve güçlerini kullanırlar.
Deyiş 13. Dürüst, içten ve bilgili dostlar yarar, sahtekar, fırsatçı ve
yaltaklanmacı dostlar ise zarar getirir.
Deyiş 14. Başarı doğru erdemlerle elde edilmemişse kalıcı olmaz.
Kimse düşkünlüğü istemez ancak, doğru davranmazsa da bundan kurtulamaz.
Deyiş 15. Bilgi olmadan ne insanlık, ne dürüstlük, ne cesaret, ne de
kuvvet gerçek anlamda faydalı olabilir. Aksine sadece çevremize zarar verir.
Deyiş 16. İyi bir yapıt kişide uyandırdığı iyi insani vasıflar ile
tanımlanır.
Deyiş 17. Bazı öğretiler anlatılarak değil yaşanarak da kazanılabilir.
Deyiş 18. Eğitimli insan ile eğitimsizin farkı şudur: birisi diğer
insanlardaki iyi davranışları teşvik eder, diğeri ise tam tersini.
Deyiş 19. İyi liderler araştırmalarında bilimi ve düşünceyi ön plana
çıkarır.
Deyiş 20. Konuştuklarından çevrene faydalı bilgiler aktarabilmek için,
eğittiğin insanların kapasitesini gözardı etme.
Deyiş 21. Dürüst yöneticinin işleri emir vermese de yürür ancak,
dürüst olmayan emir verse de kimse dinlemez.
Deyiş 22. Mahiyete çalışma şevki vermenin sırrı şudur: şefkatli olmak,
sadakatli, saygın davranmak, ciddiyeti, iyiyi teşvik edip bilmeyeni eğitmek
hevesi doğurur.
Deyiş 23. Örnek davranışlar sadakati doğurur.
226
Deyiş 24. İnsanların tercihleri onları utanca ya da kıvanca götürür.
Deyiş 25. Güçlü olan sayıca kalabalık kitleler değil, eğitimli kitlelerdir.
Deyiş 26. Akıllı insanlar deneme yanılma değil yaşanmış
tecrübelerden ders alma metodunu izlerler.
Deyiş 27. İnsan davranışlarında her konuda ölçülü olmak müsrif ve
kibirli olmaktan yeğdir.
Deyiş 28. Bilgi özgüveni, özgüven ise gücü yaratır.
Deyiş 29. İyi erdemli insan öğrenmek için sürekli çaba içinde olur.
Deyiş 30. Kültürlü insan kendinden başkalarına değer veren ve
yardımcı olan insandır.
Deyiş 31. Düşmanlığı uzaklaştırmak için bağışlayıcı olmak ve diğer
insanları olduğu gibi kabul etmek gerekir.
Deyiş 32. İrade öyle değerli bir özelliktir ki bir ordu komutansız kalsa
da kişi iradesinden yoksun kalamaz. İradeli insan davranışları tutarlı insandır.
Deyiş 33. İyi bir insan için herkesin onu sevmesi bir şey ifade etmez.
Önemli olan iyi insanların sevgisi ve katılımıdır. Bu sebeple davranışlarımız
politik değil istikrarlı olmalıdır.
Deyiş 34. İyi insanlar olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olur.
Deyiş 35. Kibir ve paylaşmayı bilmemek bütün güzel özellikleri örter.
Eğitim bu hataları yok eder.
Deyiş 36. Fedakarlıklar senden başkası bilmiyorsa değer taşır.
Deyiş 37. İyi insan kendisi bundan zarar görse bile doğruluktan
vazgeçmez.
Deyiş 38. Eğitimli insanlar taklit etmez ancak, kendine özgü bir uyum
içindedir.
Deyiş 39. Eğitimli insan kendi iç dünyasında doğru ve berrak olandır.
Bu tür insanlar bilginin gücü ile kaygı ve korku bilmezler.
Deyiş 40. Kitleler cezalarla düzene sokulursa dejenere olur, karizma ve
nezaketle yönetilirse bilinçli ve dürüst olur.
Deyiş 41. Örnek insanlar yumuşak huyludur ve öfkeden kaçınır.
Deyiş 42. İyi insanlar hatalarını düzeltmek için daima çaba içinde
bulunurlar. Şu bir gerçektir ki insancıl olanlar tasa duymaz, bilgili insanların
aklı karışmaz ve cesur insanlar korkmaz.
Deyiş 43. Yönetenler astları ile olan ilişkilerinde samimi ve içten
olmalıdırlar.
Deyiş 44. Siyasi idare sadakat ve ciddiyet gerektirir. İyi idarecilerin
mahiyeti de kendine bağlı ve sadık olur.
Deyiş 45. Tedbirli olmak (muharebe sahasında) az zayiat demektir.
Deyiş 46. Hümanizm ; kişinin kendine egemen olması ve nezaketli
olmasıdır. Küçük menfaatler peşinde olanlar büyük işler gerçekleştiremez.
227
Deyiş 47. Eğitimli insanın hedefi daima yüksek olur. Küçük işlerle
küçük insanlar uğraşır.
Deyiş 48. Bir ülkeyi idare etmek için şu üç kaynak gerekir: yeterli
besin, yeterli silah, yani güçlü bir ordu ve halkın hükümete güvenmesi, yani
idarelerin bu güveni tesis edici hak ve adalet çerçevesindeki icraatları.
Deyiş 49. Eğitimli insanın hayatının çeşitli evrelerinde ulaştığı üç
disiplin seviyesi vardır. Gençken cinsellik konusunda, orta yaşlarda rekabet
konusunda ve yaşlandığında kazanç konusunda disiplin; bu da uzun vadeli
planlama yapmak ve hayatın her safhasını düzenli yaşamak demektir.
Deyiş 50. Bazı bilgilere tecrübelerle ulaşılır. Hem dinlemeyi bilmek
hem de çok şey görüp öğrenmek bu yüzden önemlidir.
Deyiş 51. Kendisini eleştirebilen insanlar doğruyu ve güzeli bulma
konusunda daha şanslıdırlar.
Deyiş 52. Davranışları tutarlı olmayanlar ve zorluklarla
karşılaştıklarında özdenetimlerini yitirenler ancak küçük inanlardır. Yaptığı
doğru davranışlarda istikrar gösteremeyen kimseler muhakkak gözden
düşerler.
Deyiş 53. İyi insanlar kendilerini kardeşliğe, insanlığa ve görevlerini
ifaya adamışlardır.
Deyiş 54. İyi insan odur ki, kendi hatalarını kabul edip düzeltir, yanlış
yapılan şeylere karşı da inatla mücadele eder.
Deyiş 55. İyi yönetici, doğru ile yanlışı ayırt edip hakkaniyetli
davranır.
Deyiş 56. Eğitimli insanlar adaleti ilke edinir ve ona sadık kalırlar.
Deyiş 57. İdare etmek dürüstlük demektir. Sen doğru yönetirsen yanlış
olmaya kimse cesaret edemez.
Deyiş 58. Kültürlü insan astlarına soru sormaktan çekinmeyen
insandır.
Deyiş 59. İyi yönetici mahiyetinin moral faktörlerinin de yüksek
olmasına dikkat eder.
Deyiş 60. Erdemli olmak kazancı değil hizmeti gözetmekle olur. İyi
insanlar doğru konuşur ve çevresini iyiliğe yöneltirler.
Deyiş 61. İyi insanlar merhametli olur. İyilik daima iyilikle karşılık
bulur.
Deyiş 62. İnsanların üzüntü ve acılarına saygı göstermek gerekir.
Deyiş 63. Bir ülkede adaletin varlığı kişinin kendini özgürce ifade
etmesinden anlaşılır. Bir ülkede adaletsizliğin varlığı ise kişilerin başına
buyruk davranışından anlaşılır. İyi insanlar sorunları önlenmek için çaba sarf
ederler.
………
Fonetik açılımla Kon-füç-yus; Kun Opasi Us, Işığı öğreten usta.
228
Kutsal Hilâl Topraklarının Oğuzlu Ataları
“Hilâl”, ayın kutsal olan halinin adıdır.
Bir güneş ülkesi olan Çin’de hilale Sali denir. Tao(Doğu) inanışının tanrısı
ise Leus/La-os’tur. Leus ile Laz sesdeştir. LAZ sözcüğü sağdan SALİ okunuşludur.
Antik Asya toplumlarında Sali, Ay’ın hilal hali olmalıdır. Sali’den
dönüşerek, Soli, Seli, Şali, Salli, Zeli, Sili, Zili, Sile, Şile, Sali-li, gibi sözcüklere
ulaşırız.
LAZ sözcüğüne temel olan L ve S seslerini açtığımızda Ulu-ışığ, Ulu-esi,
Ulu-Od, Ulu-Oz görürüz. Ulu-ışığ, Işık Tanrıyı, yani Göktanrıyı ifade eder.
Ulu kişileri
“Işığını güneşten alan ay” ile özdeşleştirmek, Oğuzlu
atalarımızın önemli inanış betimlemesidir. Anadolu’da yaygın olan Sali, İslam, gibi
erkek adlarında, Kutsal Hilal’e benzetmeleri görürüz.. Ay parçası olmak çok değerli
sıfattır.
Kutsal Hilal, Osmanlıların, Selçukluların ve milattan öncesinde Oğuzluların
temel sembolüdür. Açarsak, Selçuklu adında “Seli-Uşaki Eli” vardır, Seli-Çağa-ili
olarak dönüşür.
Hilal ile güneş aynı kareye yerleştiğinde bu çok değerli işarettir. 1.Artemis’in
Efes’teki heykelinde göğsünde (iman tahtasıdır) hilal vardır. Antik Efes mezarlarında
yine yukarıya bakan üç tane çelenk şeklinde hilal vardır.
Hilal sembolleri arkeologlar tarafından tam değerlendirilemediği için böyle
lahitlerin çoğu halen daha orda burda otların arasında veya cami bahçesinde su
deposu olarak kullanılmıştır. Kuşadası Kaleiçi’nde caminin bahçesinde üzerine
madeni kapak örtülmüş halde, bir kenara atılmış olan böyle bir lahitin çeşme olarak
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Camiye yeni musluklar yapılınca artık kullanılmadığı
anlaşılmaktadır (Temmuz 2010). İzmir ve havalisi Bereketli 3 Hilal resmedilmiş
mermer mezarlarla doludur. Fatih Camisinin bahçesindeki Osmanlı mezar başlarında
üç hilale rastlıyoruz.
Artvin halk oyunları kız kıyafetinde, üstlük yelekte ay sarısı renkte el örgüsü
yelek giyilir; görünümü boynuna takılmış hilaldir.
Kutsal Hilâl, Mısır’dan Horasan’a, ordan İstanbul’a kadar üzerinde
yaşadığımız bereketli toprakların da antik adıdır. Batının zengin devletleri hep bu
229
toprakları yağmalayarak var olabilmişlerdir. Hilâl şekline benzetildiği için bu adın
verildiği akla gelebilir, ancak bu adlandırma antik toplumlarda geçerli değildir.
Bölgemiz, kutsal buğday için kadınlı erkekli savaşan, parasında ve göğsünde Hilal
olan Sümer (Mar-soylu) halkının toprağıdır.
Atalarımız, yağmacı batıya karşı direnirken bu semboller ellerinde
savaşıyorlardı. İslamiyetin sembolü de onun için kutsal Hilâl’dir.
Hilalin ortasında şems veya nokta, cim karnında bir nokta, Ay ve Güneş’i
birlikte tasvir eder.
Hilal ile birlikte resmedilen ulu kişilerden bazıları: Hz.Ali, 1.Artemis, Azize
Zeynep, Nemrut’ta Arslan rölyefi (VI.Bedri adına yapıldı) ve Parasında hilal bulunan
Oğuz beyleri.
Selçuk müzesinde, Efes Artemisi, boynunda Kutsal Hilal ve köleleri
kurtardığının sembolü olarak kurban kestiği koç yumurtalarıyla resmedilmiştir.
Osmanlı döneminde de Türkler Anadolu’da Üç Hilal sembolleri
kullanılmıştır:
1793-1844 Osmanlı Halifelik Bayrağı, yeşil (buğday) üzerinde sarı hilal ve
güneştir. Kayı beyliği ile Karesi beyliğinin birleşmesiyle kurulan Osmanlı devletinde
her ikisinin de ata değerleri bayraklara nakşedilmiştir.
Osmanlı askeri birliklerinde bu Şamani(Osmani) semboller uzun süre
kullanılmıştır. 1517-1844 arasında kırmızı yeşil ortasında üç sarı hilal, 1453-1844
arasında kırmızı üzerinde tek hilal, gibi.
Keza mezartaşlarında ve türbe kapı üstlerinde Gök kubbe çizgisi ve daire
içinde 12 helezon şeklinde Samanyolu (Galaksi) çarkıfelek ya da Şaman sembolü
görülebilmektedir. Hatta gökbilimi yapmanın rengi laciverttir, bunu Afyon İmaret
(Medresedir, burada Mimar yetişirdi) Caminin minaresinde görürürüz.
Şadırvanın üzerinde ise Hilal ve hilalin ortasında sekizli Şems (Türk Yıldızı)
vardır.
230
Mardin Ulu Caminin kubbesinde ise tam samanyolu görülür:
Kutsal Hilal inanışlı iki Sümer-Oğuz devleti olan, Selevkos ve Bazileus
sembollerinde yine hilal görüyoruz. Örneğin, Nemrut tepesindeki Arslan heykelinde
ve MÖ.109’da Birleşik Oğuzlu ordularının başına getirilen VI.Büyük Bedri’nin
parasında olduğu gibi.
MÖ.305’de Amasya’da Mazeus 1.Mitri Date tarafından kurulurken de bu
semboller vardı.
Adıyaman Kâhta’da Selevkos (Oğuz Ulusu) ve Rize Potomya’da Bazileus
(Başoğuzlu) Uygarlıklarının ulu ataları aynı sembolleri neden kullanıyordu artık bunu
anlayabiliriz. Kutsal Hilal ve Güneş ile samanyolu inanışı gelmeli aklımıza.
1.Artemis’in kardeşi Sümerdis’in oğullarından gelen yöneticilere MitriDate
hanedanı denilirdi, dedesi Bedri demekti. Pantus (PanAtası) diye de bilinen Bazileus
İmparatorluğu onların devletiydi. Yani, Potomya’da büyümüş olan VI.Mitridate,
SÜMERATASI demek olan SMERDİS’in soyundandı.
Lazopo Susalı 1.Artemis’in kendi oğullarından gelen Sele-v-Kos
(OğuzHilali) yöneticilerine AntiKos (AnasıOğuz) Hanedanı denirdi. Selevkoslar
yenildikten sonra kurulan devletin adı Sasani (SusaAni) Uygarlığı oldu. İslamiyet,
Kutsal Hilal toprakları üzerinde Sasaniler (220-670) zamanında doğdu. O nedenle,
Anadolu kültürünün kendi inanışıdır İslam.
İslam sözcüğü içerisinde SELİ-MA, Esiği Ulu Ma, Ma-Las, yani “Benim Ulu
Işığım” vardır.
1.Artemis’in hanedanından, Palmira kraliçesi Laila Zenobia (Sultan Zeynep)
için basılan madalyonda(MS.270) hilal ve bereket sembolü başak vardı. Bugün
Suriye parasında 500 Pound üzerinde kraliçe Zenobia ve bereket sembolü sebze, tahıl
231
ve meyveler vardır. Akmenid, Selevkos, Sasani uygarlıkları gibi, bu topraklarda
kurulmuş olan bütün Oğuzlu devletlerinde benzer semboller hep vardı.
Amazon Uygarlığı ve Sınırları
Halikarnaslı, Bütün Eserleri 8.kitabının 65.sayfasında der ki:
“Birçok meçhulü aydınlatacağı belli olan Amazon efsanesi olduğu gibi
duruyor. Amazonların yurtlarının Sinop dolaylarında ve Termedon Nehri kıyısında
olduğu, ayrı ayrı tarihçiler tarafından yazılmış bulunuyor. Oraları Hitit ve daha
önceki Pro-Hitit güçlerinin tam göbeği idi… Ta, İsa’dan sonra ikinci yüzyıla dek
Amazonlarla Helenlerin savaşı heykel yontucuların konusu olmuştur. Tarihe
bunca direnişle ayak basan bir varlık püf denince üflenegidecek bir efsane
olamaz.”
Balıkçı Baba’dan aldığım cesaretle Amazon Uygarlığını ve Hitit
Tanrıçalarını araştırmaya devam ederken, araştırmamı kitaplaştırmak konusunda
cesaret veren bir sözüne daha rastladım:
“Hellenistan için pek çok ve İyonya, yani Anadolu için daha az kitap
yazılmıştır. Kitabın yanlışı yanılmışı olur ama kötüsü olmaz... Kitap
insanoğullarına bir omuz veriştir ki; başkaları, o omuza çıkarak dimdik dinelsinler
ve ufukların ötesini görebilsinler. Görmek de kendi kafa ışığıyla olur.” (age.s.69)
“Türkiye tarihini Selçuklu ya da Osmanlı İmparatorluğundan, şu sultan,
bu sultandan başlatmak, onu göbek bağından değil, belinden sepetlemesine
232
kesmektir. Türkiye tarihini kendi doğal ayakları üzerine dikmek gerekir” (H.B.
Anadolu’nun Sesi. S.17)
Aslında, Halikarnas Balıkçısı Amazon Uygarlığının en önemli en büyük
bölümünü yazmıştır. Benim fonetik çalışmam ona katkı olabilirse ne mutlu.
Burada sözünü ettiğimiz her şey Anadolu’daki Ön-Türk tarihidir. Çünkü
Amazon Uygarlığı anabacılar uygarlığıdır, onlar da Oğuz soylu Hitit Analarıdır.
Araştırmalarım derinleştikçe gördüm ki, Amazon Uygarlığı bir ANABACILAR
UYGARLIĞIDIR.
Amazonları bir etnik halk olarak düşünmek yanlıştır. Onlara bu ad, bir
benzetme olarak verilmiş olup bir çeşit lâkaptır. Geniş olarak Kaşgari Oğuzluların
Doğu Karadeniz’e (Siber Denizi) geldiklerinde, demir işlemeyi bir bilim ve beceri
haline getirdiklerinde, kadınlı erkekli birlikte savaşma özelliklerine göre onlara
kullanılan sıfat olduğu düşünülmelidir.
Kafkas Halk dansları içerisinde bir dans vardır ki Amazon kadının solo
dansıdır. Resimde Nalmes Kafkas topluluğunun dans gösterisinde solo Amazon
dansçıyı görmektesiniz. (Arşiv: Özdemir Özbay, Dursun Yıldız)
Şapkanın ortasındaki simgelerde bulunan tüy benzetmesi, Sibir Türklerinde,
Uygur, Osmanlı ve İran başlıklarında bulunur. Dansçının bir elinde kılıç diğer elinde
kalkan vardır. Dans figürleri içerisinde at üzerinde duruşlar taklit edilir.
Giresun Pirazizler’in Kolbastı halk oyunu da at üzerinde savaşçının
figürleridir. Buranın tarihi de İskit Dor atlıları işaret etmektedir.
Akça pakça bu kızlar, Halikarnas Balıkçısına göre, heykellerindeki gibi
çıplak değillerdi, evde tarlada günlük örtüleri vardı. Savaşırken kadın mı erkek mi
oldukları belli olmazdı. At binerken siyah şalvar giydikleri, saçlarının örüklerini
arkadan beline soktukları kimi antik resimlerde görülmüştür.
Başında tüylü savaş başlığıyla resmedilmiş Pers Amirali Güzel Asker/Mis
Arate/ Artemisia:
233
Amazon; Amaz-oğlugiller/Amazoğun/Amazoğulları. Amaz-an; Maz Anası.
Amazonlar Tanrıça Kıbele’nin güçlü, Müz/Maz/Moiz, Moisi, müzikle iş
yapan güzel kızlarıdır. MAZ, Kafkaslarda Ay Tanrısının adıdır. A-maz-on.
Sonundaki “on” eki, yer bildirir. Katalunya’da (Kafkas kökenlidirler) güzel kıza
“moisi” denir. Sıkışmış hali “Mis” olacaktır.
Amastris: Amaz-tireis. Amaz-tor-us. Maz reis; amiral, kadın denizcilerin
komutanı. Maz-ture-us olarak açılırsa, Maz- Dor oğlu olur.
Rize’de ve Trabzon’da kız adı, Masture/Mesture.
Amasra kraliçesi Amastris, Artemisia gibi amiraldi, Amazon denizciydi. Bir
söylenceye göre, İskender onu Atina’ya kaçırmış ama dayısı 1.Büyük Bedri onu
kurtarıp geri getirmişti.
Diğer söylenceye göre, İskender’in komutanlarından biriyle evlenmek üzere
gitmiş, ama istediği evlilik gerçekleşmemiş, geri dönmüş, döndüğünde kendi oğulları
onu öldürmüş. Onun kaypak tutumuna benzetme gibi bir deyim, Rize’de şımarık
kızlara söylenir; “O masti!”
Halikarnas Balıkçısına göre Amazon kadınlar telli çalgıların atası olan lir
çalardı. Kibele’ye tapınma törenleri müzikliydi. Bereket Tanrısı için yapılan harman
şenlikleri, bahar ayinleri aynı zamanda dinsel törenlerdi. Ulu önderlerinin cesedini
yakarak Tanrı’ya uçururlarken beyaz elbiseler giyinir, müzik eşliğinde “kam” dansı
yaparlardı.
Bugün devam eden beyaz gelinlik giyinme geleneği onlardan kalmadır. Müz
perileriyle özdeşleştirilmeleri müzik yapıyor, muzika çalıyor olmalarındandır.
Erzurum civarında, Oltu ve Yusufeli köylerinde beyaz kuzu yününden örülmüş olan
(en makbul olan budur) ehram adı verilen bir kadın giysisi bugün de kullanılır,
cenazeye bu beyaz giysiyle gidilir.
Hollanda’da 17.yüzyıldan kalan bir amblemde şu yazıyı görmekteyiz.
“AMOR DOCET MUSİCAM”, Aşk Müziğe Götürür. (Müzik Yazıları,
kapak resmi, Ahmet Say, Müzik Ansiklopedisi yay, Temmuz 2007). Sözkonusu
amblemde bir elinde UD çalgısı tutan kanatlı bir erkek vardır. OD/UD adı ile
bağlantılı olarak Oğuzların yakma kültürü ve KAM dansları düşünülmelidir. “Amor”
sözcüğünün kök hecesindeki “am” ise Eski Türkçe’de “sevgi” demektir. Öte yandan
Am (ame, amu, amu-ca, emmi, emi-ce), Peru dilinde erkek adıdır. Ame-hor, açılımı
“sevgi ateşi” görünmektedir. Biraz daha açarsak; “docet”, okunuşu “daha git” gibi
taa-git, de-kit, Erzurum şivesindeki “teee git” olarak düşünülebilir. Böyle
düşünmemizin nedeni şudur; Ön-Türkçe, Hitit dili, Erzurum yerel şivesiyle çok yakın
durmaktadır. Bu mantıkla şöyle çevirelim; “Sevgi ateşi taa gider müziğe”.
“Musikam” sözcüğünün açılımında ise, müzi-kam vardır. “Kam”, kam dansı
yapan, hayatı neşe ile canlı tutan Şamanların diğer adıdır. Müzik dilindeki “gam”
ordan gelir.
Kam dansları OĞ tamgalarında görülür. Aşağıdaki 1.tamgada ellerini
kaldırmış kızın dans figürü belirgindir. Bu çizim, Kızların Mağarası resmindekilerle
aynı figürdür. (Haluk Tarcan arşivinden)
234
Balıkçı Baba, Amazon kadınların sanıldığı gibi tek göğüslü olmadıklarını, at
üstünde dim dik durarak savaştıklarını ve çok güçlü göğüsleri olduğunu söyler. Amaz, A ön eki belirginleştirici, eylemi kuvvetlendiricidir, der.
Antik Girit resimlerinde, boğanın boynuzları üzerinde amuda kalkan Amazon
kadın resmedilmiştir; Amazon güçlülüğün derecesini belirtmek için yeterlidir.
Girit’deki resim, Amazonya’nın sınırını da gösterir.
Urfa kazılarında ortaya çıkan (2007) Amazon mozaiklerinde bir kaplanı
yenen üç Amazon kadın resmedilmiştir. Kaplan ağlıyorsa, büyük bir devlet yıkılıypr
demektir ki, Bazileus orduları yenilmişti, ulus dağılmıştı!
Savaş aleti olarak çift taraflı balta “labris” kullanırlardı. Labris söcüğünün
fonetik açılımında, labruz, lobroz sözcüklerine ulaşırız.
Labriz; Lab-ruz; lob-roz; ateş lobu, “rüzgar hızıyla giden ateş kaynağı.”
Onların yoğun olarak yaşadığı yer, Anadolunun kuzey kısmı, tüm tarihiyle
yeniden bu başlık altında değerlendirmeyi gerektirecektir. Fakat Amazonlar bir ana
gibi Anadolu’nun her yerine yardıma koştular, gittikleri yerde şehirler uygarlıklar
kurdular, “Amazon Uygarlığı” adını antik tarihe yazdılar.
Onlar, işini türkü söyleyerek yapan peri kızlarıdır. Karadeniz’de, Periatoros
/Anabacı Dağlarında iş yaparken türkü söylemek çok yaygındır. Aşağıdaki türküde
bu peri kızlar, yüksek sesle (bağurur halde) türkü söylemektedir:
Yaylanun çimenine
Peri bağuru peri
Kar yağdı da kapattı
Konuştuğumuz yeri
Amazon Uygarlığının Karadeniz’deki devlet adı Pantus’tur. Kurucusu
1.Mithridades/ Bedros/ Büyük Bedri’dir. Kendisinden sonra ülkeyi yöneten beş nesil
oğul Büyük Bedri ve iki nesil de kraliçe Ladike/Laodice/Lat Ece vardır. Roma’ya
karşı kadınlı erkekli verdikleri direniş savaşlarıyla “büyük” olarak kabul edildiler. VI.
Büyük Bedri’ye “Türklerin büyük atası” anlamında Eupador denildi.
Amazonların, yaşadıkları yere ad verdikleri görülür; Abazya, Amasya,
Abhazlar, Amasra gibi.
Onlar ana Tanrıça’nın hizmetindeydi, her işi Ana Tanrıça adına yaparlardı.
Kurdukları şehirleri Güneş Tanrısı olan ana Tanrıça adına kurarlardı, bu nedenle
şehirlere güneş ananın ısıttığı yer (folluk) anlamında “fol, foli, puli, poli, voli, bolu”
denirdi. Örneğin; Filistin’deki ana şehri “Anapolis”. Şehrin mimarının mührü adı
235
üzerindedir; Amazon Uygarlığının eseridir ve biliyoruz ki onlara Sahil Pelazları da
deniyordu.
Kurdukları şehirlere baş kadın savaşçının adını verdiklerine İzmir /Zemirna
örneği verilir. Ancak, fonetik analizlerimiz geliştikçe, Sümer’in diğer telaffuzlarında
Si-mer/İsi-mer ile karşılaştık.
Amazon sözcüğünün Amazon Nehri ile olan isim benzerliğine gelince;
Portekiz sömürgesi olan Brezilya’da, Portekiz’den çok göç vardır. Per soylu Koz
açılımıyla Işık-Oğuz kültürünü burada buluruz. Portekiz’de, İberiana (Pirene) dağlık
bölgesi, Galizya ve Asturya gibi Kafkas bağlantıları, Horoz sembolü, İştar’ın Kızıl El
işareti ve Pagan olduklarını yazan batı kaynaklar bize çok şeyi söyler. Brezilya’da
“anne” adı kız adı olup, aynen “anni”dir.
Amazon Uygarlığının Kastamonu’da izlerine rastlıyoruz. Kastamonu
belediyesinin sembolünde kullanılan kırmızı üzerinde sarı hilal ve Lice(Lazi)
köylerindeki sarı yazma, Maz inanışlı olmanın sembolleridir. Burada yaşayan Kuman
Türklerinin uzun süre Bizans’ı yöneten hanedan oldukları bilinir. Bizans
bayrağındaki sekizli Oğuz Güneşi, BAZİLEUS mühürlü parası da bunu
doğrulamaktadır. Ancak, İstanbul Sarayburnu tarafında yaşayan Bizans kralları ile
Galata tarafında yaşayan Cenevizli korsanları birbirine karıştırmamak lazımdır.
Bazileus Oğuz devletleri, Ceneviz korsanlarına karşı avaşırken kuruldu.
Yenildiklerinde buralar Roma’ya vergi vermeye zorlandı. Yani ortada direnen,
sömürge olmak istemeyen bir Amazon Uygarlığı vardı. Pompey’in Mitridate’nin
ordularını yendiği tarihte ele geçirdiği Taşköprü’ye kendi adını, Pompe’nin Şehri
“Pompei Polis” demesi buna örnektir. (MÖ.64)
Kastamonu tarihinden:
“Kastamonu çok eski bir yerleşim merkezidir. Târih öncesi çağlara âit
kalıntılar bulunmuştur. M.Ö. 1780-1200 senelerinde Sümerlerin bir kolu olan
Kaşkalar (Gaslar) bu bölgeye hâkim olmuşlardır. Anadolu’da ilk siyâsî birliği teşkil
eden Hitit İmparatorluğunun sınırları içinde bulunmuştur. Hititlerden sonra
Kimmerler bu bölgeye hâkim olmuşlardır. Bilâhare Frikler ve Lidyalılar bölgeyi ele
geçirmişlerdir. M.Ö. 6. asırda Perslerin M.Ö. 4. asırda ise Makedonya Kralı
İskender tarafından istilâya uğramıştır. Makedonya istilâsı ile bâzı İyon siteleri
Kastamonu sâhiline yerleşmişler ve bilâhare Pers asıllı Pontus Krallığı bu bölgeyi
ele geçirmiştir. (Kimden neyi aldı? Roma askerlerinden burayı temizledi. M.M.)
M.Ö. 1. asırda Romalılar Pontus Krallığını ortadan kaldırıp kendisine ilhak edince
bu bölge Roma İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.
M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu bölününce Anadolu’nun diğer
bölgeleri gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans)nın payına düşmüştür. Bizanslılar bu
bölgeye “Paflagonya” ismi vermişlerdir. Bizans imparatorluk hanedân)ndan
Kommenoslar bu bölgedendir.”
4.haçlı seferinde Katolik Roma, Trakyalı Peçenek Türklerini asker olarak
Anadolu Türklerinin ve Van’da Turani boylardan olan Ortodoks Ermenilerin üzerine
sürdüğünde, Alpaslan Bey’in askerleriyle aynı dili konuştuklarını görüp onun safına
geçmişlerdi. Fakat o seferde Katolik Romalılar İstanbul’u korkunç yağmalamıştı. Ta
ki, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a girene kadar Bizans’ın İstanbul’u surların içinde
açlıkla kıtlıkla boğuşuyordu, Cenevizli korsanlar ise Galata kulesinden Bizans’ın
236
batışını seyrediyordu. Aynı kuleden Osmanlı’nın batışını da seyretmişlerdi ve bir
Mustafa Kemal Paşa çıkıp Osmanlı’nın küllerinden yeni bir Cumhuriyet kuracaktı.
Sonra, acaba Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet’in yıkılışını da aynı
korsanlar Galata kulesinden veya ulusötesi ticaret kulelerinden seyrediyor olabilir
miydi? Oğuz Türkleri o korsanları bir daha kovar mıydı, göreceğiz. Oğuzların
“kamuya öncelik” töresini ve “toprak, kamunun ortak malıdır, satılamaz” yasasını
anımsayanlar mutlaka vardır, onlar bu sorunun yanıtını bilirler.
Bütün Anadolu’da olduğu gibi, Karadeniz’de “cinibiz” sözcüğü özellikle
erkek çocuklara söylenen bir hakarettir. Sadece bu sözcüğü takip ederek Amazonların
Cenevizli /Romalı korsanlara karşı nerelerde savaştıkları anlaşılabilir.
Karadeniz boyunca hemen tüm yerleşim yerlerinde “Buranın eski halkı
Kaşga/Gaşka/ Kaşgar idi” diye bir ifade geçer. Kimdi bu Kaşgalar diye merak
ettiğimizde, karşımıza Kaşgari Oğuz Türkleri çıkar.
Halikarnas Balıkçısına göre de, Orta Asya, insanın insanlaştığı yerdir.
Dillerin ve inanışların kökenini Orta Asya’ya (Touran dağlık bölgesine) bağlamak,
yanlış olmasa gerek.
Karadeniz’e Urallar’dan inen İskit /Sibir Türkleri de kadınlı erkekli
savaşçılardı. 1990’lı yıllarda, Kırım’da bir mağarada bulunan Amazon kadın
iskeletinin yanında savaş malzemeleri görüldü.
Amazonların Sümer kültürü içinde de karşılık bulduklarını görüyoruz. Sümer
sözcüğü içerisindeki mer /mar hecesiyle fonetik yakınlıktaki bazı sözcükleri
araştırmacı yazar Ünal Mutlu’dan alalım:
MERE AMA(Fin) : Deniz Ana, Su ruhu
MORAN (Es Tr) : Nehir, Müren
MAR (Etr) : Deniz
BAR (Sm) : Tanrıça
UMAY(Tr) : Türk Tanrıçası
MAYA (Lt) : Roma Tanrıçası
Dİ-MER (Sm) : Deniz Tanrısı
İLYAPA (İnka) : Yıldırım ve şimşek tanrısı
MA,MU (Sm) : Gemi, göksel gemi(Güneş)
MAJ, MAY (Ön Tr) : Tanrısal, Kutsal
Amazonların sınırlarını Sümerlerin sınırları olarak düşünmek en doğrusudur.
Sümer sınırlarını Aral dağlarından Mısır’a kadar geniş çizen tarih yazarları bu
konuda haklı görünmektedir.
Bazileus ülkesinde 3 Bin Amazon kadını Hıristiyan olmayı kabul etmedikleri
için büyücü ilan ederek öldürdüklerini tesadüf öğrenebiliyoruz. Asıl sebebin başka
olduğunu, “ölümsüzlük iksiri” dedikleri “panzehir” yapmayı bildikleri için
öldürüldüklerini düşünebiliyoruz. O Amazon kadınlar ki, Lokman Hekim kitabında
her birinin adı vardı; Büyük Bedri, her bir ilacının tarifini aldığı bilgili kadının adını
da oraya yazmış olmalıydı. Akıllı kadın ve bilim, 1.yüzyılda Ceneviz korsanlarının
önündeki engeldi! Bu engeli aşmak için Anadolu’ya Hıristiyanlığı dayattılar.
MÖ.63’de Kırım’da, Büyük Bedri’nin ölümüyle, komutasındaki Avador
Amazon ordusunun askerleri Kiev’de Bubiyar(Hubudor) bölgesine yerleşmiş
görünmektedir. Amazon Uygarlığının sınırları açısından bu isimler önemlidir.
237
Moldova açıklarında Büyük Bedri’nin filosunu karaya oturtan, dolayısıyla
Oğuz Türklerini karalar bağlatan o talihsiz fırtınayı düşündüm. Bubiyar/Avar, Kırım,
Bahçesaray, Moldova, onun Amazon ordularının bakiyeleriydi.
Moldova’yı Amazon Uygarlığının içerisinde düşünmek yanlış olmayacaktır.
Büyük Bedri’nin Kırım’da fırtınaya tutulduğunda dağılan askerlerinin Moldova’ya
yerleşmiş olmaları muhtemeldir, Karadenizli özellikleri bugün de devam etmektedir.
“Neden bu kadar üzgünsün, Karadeniz’de gemilerin mi battı?” sözü o acı
günlerden kalmış görünüyor.
Bir de Karadeniz ağıtı vardır, o da bu ulu “ALİ” kişiye söylenmiş gibidir.
Ah gidi Karadeniz, aman Ali’m, sularun ne karaldi,
Hayde hayde, sularun ne karaldi
Senun da benum gibi, aman Ali’m, yureğun mi daraldi
Hayde hayde, yureğun mi daraldi
Oo, vay beni ağlarum, aman Ali’m, ağlarum yana yana
Derdumi diyeceğum, aman Ali’m, hiç derdi olmiyana
Gemiler yanaşmaz mi aman Ali’, sandallar dolaşmaz mi
Sil gözunun yaşini aman Ali’im ayrilan kavuşmaz mi,
Roma saldırıları kuzeye doğru yayılırken, Orta Avrupalı Avus-turia ve Alman halkı bu saldırılardan iyice bıkkın olduğu bir dönemde, Germenlerin ve Lehlerin
daveti üzerine Hun İmparatoru Attila(395-453) kuzey Avrupa’nın yardımına gider.
Çünkü bu kavimlerle Türkler atadan akrabadırlar. Yardım isteyene yardım etmek
Oğuz geleneğidir. Mete Han’ın torunu olan Attila’nın ordusunda Amazon kadın
savaşçıların olduğu bilinir. Örneğin Attila’nın eşi Arıkan, baş kadın savaşçıydı.
Başkadın savaşçısı olan ordular Amazon orduları olarak tanımlanabilir.
Roma kapılarına kadar giden Attila, Vatikan’ın yalvarmasıyla Roma’yı yerle
bir etmeyip ağır vergiye bağladı. Sonra, Attila’nın koynuna bir Romalı prenses
soktular ve onu zehirleyerek öldürdüler. Alman halkının Attila için yaktığı türküleri
yok etmenin de bir yolunu buldular. (Atilla’nın mezarı Tuna nehrinin altındadır. Tuna
nehrinin yatağı değiştirilerek yapılan mezara yerleştirildikten sonra suyu tekrar eski
yatağına verdiler.)
Son Amazon ordusu Attila’nın ordusuydu diyebiliriz, ancak Mustafa
Kemal’in ordusundaki Nene Hatunları, Fikriye Hanımları, satı anaları, Fikriye
hanımefendileri, Kara Fatma’nın kocası şehit düşen kadınlardan kurmuş olduğu
müfrezeleri düşünürsek, bu töre hiç de bitmemiş görünüyor.
Başoğuzlu devletinin Ulu Analarını adında yaşatan Anadolu, baştanbaşa bir
Amazon ülkesidir. Bereketli Hilal ülkesi olmak zaten Ay Tanrılı Amazon olmaktır.
Amazon Uygarlığının en görkemli devleti olan Başoğuzlu İmparatorluğu,
Roma’ya karşı savaşarak MÖ.405’de kurulmuş, kimseye vergi vermemek üzere,
topraklarını kamunun malı saymış Oğuz geleneğinde bir devletti. MÖ.63’de
yenildikten sonra, Rize ve samsun civarında halk direnişi şeklinde savaşlar oldu. Bu
şehirlerde yaşanan yenilgiler sırasında Selevkos topraklarına, Tigran Kerti kale
şehrine gidenler oldu, orası böyle MAZ OPA DAMİ-YA oldu, oralarda Amazon
savaşçısı analarımızın mozaik resimleri yapıldı.
238
Bilgisunar’da rastladığımız şu bilgi Bazileus devletinin zayıfladığı dönemi V.
Bedri’yi öldüren kraliçe Laodice’ye bağlamaktadır.
“Kraliçe Laodike (M.Ö. 120-111) Sinop sarayında eğlence ve sefahat dolu
bir hayat sürerken hamisi olan Romalılar, Pont Krallığını kolayca Roma'ya iltihak
edecek duruma getirmişlerdi. Kraliçe Laodike de Mithridatların tahtını ele
geçirmekle kalmayıp onların izlerini de ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Krallık
sikkelerine kendi resmini bastırıp, adını yazdırtmış, Mithridatların arması olan AyYıldız'ı kaldırtmıştı.”
(www.habule.com/Trabzon/pontus_donemi.htm)
Not: Bu siteyi hazırlayanlara teşekkür etmek istiyorum. Pantus devletinin
Roma’ya karşı sürekli savaş verdiği, yerli halkın eski Türk boylarından olduğu,
yenilseler de toparlanıp bir daha savaştıkları, Kaşgari kökenli bu Oğuz Türklerinin
bağımsızlıklarına çok düşkün oldukları anlaşılır bir dille anlatılmaktadır.
Atinalı oligarklara köle satılan Amazon kadınlar:
İskender, bilim adamlarını ve esir aldığı Amazonları Atina’ya götürür, kölemetres olarak Attika’lı zengin aristokratlara satardı. Amazon kadınlar, metres
verildikleri zengin kocalarıyla hiç konuşmama kararı aldılar, “Her işinizi yaparız ama
sizinle asla konuşmayız” dediler. Bu mahalle bugün de Atina’nın en zengin
mahallesidir ve adı Amazonya’dır.
Onurlu bir tarih daha; İskender, Efes’e gittiğinde halkın onu destekleyeceğini
zannedermiş. Roma yağmaları yüzünden tamamlanamamış olan Efes Artemis’inin
kapısına kendi adının yazılması koşuluyla para vermeyi teklif etmiş. Efesliler bu
teklifi paraya ihtiyaçları olduğu halde reddetmişler. Güzel bir gerekçe bulmuşlar;
“Bir tapınakta iki tanrı olmaz”. Belirtelim ki, burası bir tapınak değil anıt mezardır,
tapınak adı batılılarca eklenmiş bir terimdir. Efes’lilerin bu onurlu davranışı tarihe
yazılmıştır! Bu tavır, bir Amazon tavrıdır.
Romalılara karşı sürekli savaşarak direnmiş olan Amazon Uygarlığının bir
kolu Adıyaman bölgesinde karşımıza çıktı; Kuman Oğuz Krallığı. VI.Büyük Bedri
bir kızını onlara gelin vermişti. (Kallini Kos; Gelini Oğuz!)
Şimdi Büyük Sümer-Amazon haritamız daha aydınlandı: Kuzey Potomya
Sümerlerinin devlet adı Bazileus iken, batılı tarihçiler ona Pontus Krallığı, Orta
Potomya Sümerlerinin kurduğu devletin adı ise Selevkos Asya Krallığı idi ve onun
içinde bir şehir krallığının adı da Komagene (Homa Cane; Güneşin Canları) idi.
Urfa’da 2007 yılında bir otopark için yapılan 5 metrelik kazı sırasında ortaya
çıkan mozaikte görülen üç Amazon kadını bir kaplanı mızrakla öldürürken gösteren
tablo, eski düşünceleri değiştirmiş ve onların Anadolu’da daha geniş alanda
yaşadıklarını ispatlanmıştır
Kafkasya, bütünüyle Amazon kadınların ata yurdudur. Kafkaslarda eskiden
Ay Tanrısına “Maz” denirdi. Maz ülkesi, Abazya, bir Amazon üklesi olarak
düşünülmelidir. Abazya kadınları çok asil duruşludur, çalışkan ve onurludurlar,
onlara “Çerkes güzeli” de denir, evlendiğinde kendi soyadını devam ettirirler.
Abhazların dilinde Kaşgari gırtlağı vardır. Türkmenistan’daki gibi şairin
adına “Kuli” eklenir, Türkiye’de halk şairinin önüne “Kul” eklenir. Abazya’da en
büyük ceza konuşmama cezasıdır, bu tutum tipik Oğuz töresidir. Buralarda Adige
239
adı, Kabartay kızı Fırtına Aba’nın “atik” davranıp yaralı Büyük Bedri’yi
kurtarmasıyla aldığı sıfattır. Oğuz Opa halkı olan Abhazların töreleri tipik AmazonSümer töreleridir.
Amazonlar çok çalışkandılar, gittikleri yerlere su kanalları açar tarımı
başlatır, bolluk bereket getirir, koruyucu ana olurlardı. Tanrı Kibele adına iş yapan
aynı zamanda ona müzikle, türkü söyleyerek dua eden güçlü ve akıllı kadınlardı.
Tanrı adına bir işi yapmak, bir işe başlarken Uluların adıyla başlamak, töreye
şükranlarını belirtmek, bu bilgiyi kendilerine devreden ulularını anmak, yani Allah
adına iş yapmak, geçmişlerinin canına hayır işleri yapmak, Oğuz töresidir.
Anadolu Birleşik Orduları içerisinde Mısır üzerine giderlerken Filistin’de
kalıp orada bir uygarlık kurmuş olan Pelaz atalarını düşündüğümüzde, Amazon
Uygarlığının sınırlarını Kırım’dan Filistin’e kadar, hatta Gazze’ye kadar genişletmek
gerekecektir. Burada Roma’dan Mısır’ı geri alan Filistin’in Sasani Kraliçesi Zeynep,
bir Amazondur. MS.270’de Roma’da esirken öldürüldüğünde Anadolu onun
arkasından isyan etti.
Amazon adı mitoloji ile artık eş hale geldiğinden, bir de MİTO-Loji
sözcüğüne bakmakta yarar var. İşte karşımıza çıkan MED-bilimi, Amazonların
efsanelerini anlatan dalın adı olmaktadır. İşte MEDEA‘lı Fırtına ablanın kanatlı atı
ve kendisi.
Kaskındaki buğday başağı onun HİTİT AZİZESİ Demeter olduğunu
söylüyor. Diğer adı Fırtına Aba. Gaziantep müzesinde Partune Opa‘nın kral MOHTİ
OĞUZ ile birlikte mozaik resimleri vardır.
Amazon Uygarlığının kuzey sınırlarını biraz daha netleştirelim.
VI.Büyük Bedri’nin MÖ.63’de Kırım’da, yenilgiyi kabullenemeyip intihar
etmesinden sonra, en sadık komutanlarından Oset Kabartay ordularının komutanı
Diopantus Teodossi (Odessa kralı) Kiev’e doğru çekilmiş, buraları yurt tutmuş
görünmektedir. Kiev(Ogi-evi) yakınlarında BUBİYAR ve BARZAN’da, sembolü
pars olan AVAR /AVADOR halkını görüyoruz. Sembollerinde hızlı geriye bakan bir
PARS vardır, bu sembol Osetya ALAN atalılarındır.
Avador halkı EUBADOR’un adını taşımaktadır. Eubador’un bir söylenişi
BUBİYAR’dır, hem de HUBYAR Sultan’ın diğer adıdır. O Amazon savaşçılara 2
bin yıl sonra, kendilerinin aslen Türk soylu olmadıkları Yahudi oldukları nüfus
cüzdanlarına yazılıp ellerine verilmiş, direnenler öldürülmüş, ne soydan olduğunu
unutturmak üzere adlarına Beyaz Türk, Askenazi (SakaAnasi/ Sakaoğlu), gibi başka
kimlikler yüklenerek yurtlarından uzaklara Filistin’e götürülmüşler, İngiltere
tarafından 1948’de kurulan İsrail devletinin kurucu halkı yapılmışlardır. Hazindir,
240
zorla götürüldükleri Filistin topraklarında, Mazata’da (Amazon Ata) atadan
akrabalarıyla savaştırılacaklarını hiç bilmiyorlardı.
Amazon Uygarlığının kuzey ucundan güney ucuna kadar muhteşem ve hüzün
dolu bir tarih vardır!
İki Amazon Uygarlığı; Filistin ve Alazya
Filistin’in antik adı Pulasatine, Tanrıça Kibele’nin de adıdır. Açılımı; Pe-Laztine; Op-las-güneşi’dir.
Filistin topraklarında Ana-polis(Ana-foli’si), Maz-ata ve Kud-us (God-us)
şehirlerini kuranlar, Amazon Pelaz halkıydı.
Filistin’in antik tarihinde adı geçen bir MAZATA kalesi vardır, efsane gibi
anlatılır. Romalılara karşı yüksek masa şeklinde korunaklı bir dağda direnen
Filistinliler, orada tıpkı Ürgüp Mazata antik köyü gibi, toprağın altından yollar ve
barınaklar yapmışlardı. Mazata’da 4 yıl, kimi kaynaklara göre 10 yıl Romalılara karşı
savaşmışlar, direnmişler. Sonunda yenik düşmüşler ama teslim olmamışlar, son
kalanlar kendilerini öldürmüşler. Yıl MS.70, Roma’da şehir yıkıcı Neron kraldır,
Ceneviz tefecileri vergiye bağlanmayan yerlere hiç acımamaktadır.
Roma askerleri, dağın başındaki kale şehre çıktıklarında görmüşler ki 960
kadın erkek çocuk birbirini öldürmüşler, cansız oradadırlar.
Romalılara direnenler Maz/Hilal inanışlı Pelazlardı. Roma daha Hıristiyan
bile değildi. O nedenle, Filistin’in Yehudiye sakinleri, kimi Samici yazarların yazdığı
gibi, Yahudi oldukları için Hıristiyan zulmüne uğramış değillerdi.
MAZATA şehirler, Amazon direniş kültürüne ait yerlerdir.
Dip not: Kimi Samici yazarlar burayı ilk kurulmuş Yahudi devleti diye
gösterme gayretindedirler. Hatta Bush, 2001 de ABD Senatosunda “3. Bin yılın haçlı
seferini başlatıyoruz, bir daha Mazata olmayacak” dediğinde, “Asya’yı yağmalarken
bize biat etmeyen İsrail devleti istemiyoruz” demek istiyordu. Çünkü, ABD İran’a
saldıracağını söylemektedir ve karşılık olarak İran’ın füzeleri ABD’yi değil İsrail
topraklarını hedef alacağı endişesiyle, haklı olarak İsrail’de bir muhalefet
yükselmeye başlamıştı.
Kaleyi teslim etmemek, son ana kadar içerde kalmak, yakılan kalenin içinde
ölmek… Böyle bir töreyi MÖ.400’de Amazon şehri Trabzon’da görüyoruz. On bin
Yunan askerinin dönüşünü anlatan Ksenophon Anabasis(Anabacılar) kitabında,
Trabzon civarında yağmaladıkları köylerde, yaktıkları kaleden çıkmayan beylerden
şöyle söz eder:
“Tepe üzerinde ağaçtan yapılmış bir kulede oturan kral, kulesinden
çıkmadığı için kulesiyle birlikte yakıldı. Kralın kuleden ayrılmaya hakkı olmadığı için
daha önce ele geçirilen kaledeki kral da aynı şekilde davranmış ve kulesi ile birlikte
241
yakılmıştı.”(Ksenophon. age. s.224-229’dan alıntı. Mehmet Bilgin, Doğu Karadeniz,
sh.44)
Bu olanların yaşandığı yerde, yani Trabzon’da, Roma adına savaşan Yunan
askerlerine silah veren, onları halka saldırtan, soyacakları yerleri gösteren insanlar
Ceneviz Kalesinin sahipleri olan Yahudi korsanlardı. Hiçbir yerde Yahudilerle
Romalılar savaşmıyorlardı, tam tersine Cenevizli Yahudi tefeciler Yunan askerlerini
kendileri için savaşa sürüyorlardı. Roma’nın Antalya kültür elçisi Çiçeron’un demek
istediği de buydu, “Ben bu savaşlardan kim kazanıyor ona bakarım. Bu savaşlardan
bir asalak (piç) sınıf doğdu” demişti. (MÖ.43. Afyon, Dinar)
Ne hazindir ki atadan akrabalarımız olan Filistin halkı iki bin beşyüz yıl
sonra bu kez küresel korsanların saldırısı ile karşı karşıyadır. Ve yine “ölmekten
başka seçeneğimiz yok” demektedirler.
Filistin Kraliçesi Zeynep 270 yılında Roma’da öldürüldüğünde, Gazze’yi
Romalılardan geri almış, 12 yıl yönetmiş olan Sasani kraliçesidir. 1.Artemis’in
soyundan gelirdi. Babagan Bektaşi kolu onun soyundandır.
Aşağıda madalyonunda Hilal inanışlı, buğday başağı sembollü, Pers Kızı
kızıl kurdeleli başıyla Palmira Kraliçesi Zeynep, kadın halife (Agusta) olarak da
tarihe geçti.
Alazlar: Antik Kıbrıs halkı. Ulu Oz’a inanmış halk demektir. Filistin‘den
adaya geçtikleri bilinir. Laz inanışlı olduklarına bakılırsa Sümer-Oğuz atalıdırlar ve
Bereketli Hilal uğruna savaşan Amazon’durlar.
Cyprus adı, burada İngilizlerin bakır/cypro madenine el koymalarından
sonradır. Tarih boyunca bakır madenleri yüzünden Ceneviz korsanlarının işgaline
uğramış olan bir topraktır. Cenevizliler aynı zamanda köle ticareti yaparlardı, adadan
kızları kaçırıp Roma’nın krallarına, feodal beylerin saraylarına satarlardı.
Roma devletine bağlanan yerde köle ticareti yapılırdı, bu nedenle Amazon
olanlar asla buna rıza göstermez, onların işlerinde çalışmazlardı. Yani, özgürlüğüne
düşkün Alaz halkı köle olmamak için Cenevizlilerin bakır madeninde çalışmazlardı.
Çünkü köle olmak, Yahudi efendinin yemediği domuz etini yemek zorunda kalmak
ve Hırsitiyanlığı kabul etmek demekti. Cenevizli korsanlar da Mısır’dan Kıpti
yoksulları getirip köle çalıştırırlardı. Ada’nın ilk Rum olmuş Hıristiyan tebaası
onlardır.
Efsanelerinde, istiridye kabuğunda adaya denizden gelen Afrodit suların
köpüğünden doğmuştur. Afrodit; Fer-odis, atası ışık, yani Işık Soylu açılımlıdır. Bu
adlandırmadan da anlıyoruz, Işık/Fer/Mer kültürü Oğuz-Sümer kültürüdür.
242
MÖ.1.yüzyılda, Bazileus Mitridate’nin Anadolu Birleşik Orduları içerisinde
Alazya kralı vardır. VI.Büyük Bedri’nin bir kızı ona nişanlıydı. MÖ.63’de Kırım’da
o da intihar etti. Kıbrıs’ta kına gecelerinde mutlaka söylenen Dillirga türküsü aynı
zamanda Kırım türküsüdür. Bu türkü Eskişehir’in Tatar düğünlerinde de aynı şekilde
söylenir. Ünlü “Kıbrıs Gelini” türküsü ona yakılmış gibidir. Nişanlı kızın adı
Nice/Yenge olarak kaldı. Kıbrıs’taki yerleşim adı “Kakobedria”, “Bedriye abla”
açılımıyla Bedri’nin Kızı der gibi, onun oturacağı şehir olmalıdır. Onurlu bir bey
kızıdır o, babası yenildiği zaman düşman bedenine dokunmasın diye babasından önce
intihar etmiştir! İnci tanesi gibi istiridye kabuğu içinde efsaneleşmiş Afrodisi olması
onun öyle nadide bir Amazon kızı olmasındandır.
Kıbrıs’ta gördüğümüz beş sekizlik ritim, tipik Trabzon ritmidir. Pentatonik
nazlatmalardan, hellenmiş keçi peyniri hellimden, Kızıl-el İştar sembolü
“Beşparmak” adlı dağlarına kadar, Amazon hakimdir.
Magusa/Ma-u-sa adı, Mete Oğuz’un Antep “Zeugma” müzesindeki adıyla
örtüşür. METE adının değişik ünlendirilmiş halidir MAUSA; Mautu, Miti, Med,
Maz… İçinde Amaz, “Ay gibi olmak” kavramı vardır.
Şunu belirtelim ki, Cenevizli yağmacı korsanların adayı bir korsan kalesine
çevirdikten sonra Mısır’dan getirdiği köle Kıpti (Garaci, Greece) askerlerin adada
varlığı, aynı zamanda Yunanistan’ın güneyine de götürülen Egypt/Kıpti kölelerle
aynı kökenden olmaları, Tanrıça Laz’ın yeri Alazya’yı bir Grek adası yapmaz.
Alazya bir Sümer-Oğuz Türk yurdudur.
Tarih boyunca adaya musallat olan maden soyguncularının zulmünden
Alazları kurtarma görevi hep Anadolu Türklerine düşmüştür.
Yeri gelmişken Güney Yunanistan’dan söz edelim. Antik Yunanistan’ın köle
asker yetiştirme yerleri oradaydı. Kadın kölelerin görevi erkek çocuk doğurmaktı.
Efendileri onları durmadan hamile bırakırdı. Doğan kız bebekler derhal öldürülürdü.
Erkek çocuklar savaşçı olarak yetiştirilir, Anadolu’yu yağmalamaya, direnen şehirleri
yerle bir edip ganimet toplamaya gönderilirdi. Askerler yağmadan pay alırlardı.
Alazya veya Alaşlar, Kazakistan’ın da antik adıdır.
Alazya’da kurulan son Oğuzlu devleti, KKTC’dir. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Cenaze Töreninde
Oğuzlu semboller hakimdi.
Koma-Gene; Homa Sani, Güneş Canları Uygarlığı (MÖ.305-MS.69)
Homa; güneş. Gene; Can!
Komagene krallığı, Selezya Uygarlığına, diğer adıyla Selevkos Asya
Krallığına bağlı şehir devletidir. Nemrud Dağında ulu önderlerine öldüklerinde
yakma töreni yapılırdı.
Bu tepe, tarihin en büyük buluşmasına da tanık olmuştur. Batı terasında
MÖ.109’da, Jupiter Arslan burcuna girmiş, o gün HUBYAR Sultan VI.Büyük Bedri
orada taç giymiştir. Hubudor adı Jüpiter’e o gün verilmiştir. Çünkü 25 bin yılda bir
kere Mars ile Merkür’ün yanına geliyordu, bu buluşmayı kutsamak, arslan heykelinin
243
üzerine resmetmek gerekirdi, öyle yapıldı. Anadolu Birleşik ordularının başına büyük
bir kral OĞUZ BEYİ, METE OĞUZ getiriliyordu. Roma saldırılarına artık DUR
denilecek demekti. “Ya İstiklal Ya Ölüm” kararı orda verildi.
Adıyaman’da yaşayan Zaza dilinde MURDİ, ölü demektir. Sanki burada
yakılanlar Martı oldu göğe çıktı, ruhu bedeninden ayrıldı, kuş oldu uçtu, der gibidir.
Sümerlerin antik Tanrı sembolü de kuştur.
NEMRUD adını biraz aralayalım; Na-MAR-Du
“Na” olumsuzluk eki başa gelmiş olduğu için, NA-MARDU, ÖLMEDİ,
Ölümsüz kavramına dönüşür. Günahsız, kuş gibi gök tanrıya yükselen, “ölümü göze
alarak ölümsüzleşen” onlardır. Na-Morti; ölümsüz!
Mert’in çoğul hali Merdan’ın tersi olan, Ruhsuz anlamında, Na-mert
denilmesi de mümkündür. Ancak kahramanlık göstermiş, şehit/günahsız, al bağlı
kurdeleyle ölüme yürümüş bu kültürün atalarına “ölümsüz” demek daha yakışandır.
Mar-si inanışlı ataların yeri, halka MARTI gibi kol kanat geren ulu kişilerin
yeri burasıdır.
Mar-ti, Mar-si, Sümer analılar yeri! Marduk; ünlü Karus kutsalı KUŞ
Nemrut’un da simgesidir.
Resimde görülen Huma kuşunun üç noktası dikkat çekicidir, Ay takvimi
Üçlek’tir.
Koma Gene krallığına SELEZYA da denir. SelevKOS Uygarlığı da onlardır.
SELİ (Hilal) inanışlı Oğuz boylarıdır.
Krallarının Anası Oğuz’dur; ANTİKOS soyuna ad veren Lazopo
1.Artemis’tir. (1.Artemis’in annesi İştar da Doğu Karadeniz kızıdır, yani Lazopo’dur,
Oğuzi’dir.)
Oğuzanalı/ANTİKOS hanedanı anne tarafından isim aldı. Kralları, Bazileus
İmparatoru VI.Büyük Bedri komutasında Birleşik Oğuz Orduları içerisinde yer aldı.
Büyük Bedri’nin kızkardeşi Lazika (Laodice) Furtuna buraya gelin gelmişti,
kocasına KALLİNİ-KOS, Gelini Oğuz adı verilmesi ondandır.
Selevkos beylerinden 4.Antikos’un parasında “Bazileus Canisi Oğuz Abi”
yazısı okunur: BAZİLEUS CANOY OXOZ EPİ.
244
3.Antiokos‘un parasında da Bazileus AnatiOkhus yazısı vardır: M.Ö. 223
http://tr.wikipedia.org/wiki/Selevkos_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu
Antiokhus ile AntaKia sesdeştir! Komagene ve Antakya Selevkos Oğuzlu
şehirleriydi.
Dağdaki heykellerde görülen şapkalar, onların Uygur kökenli, Oğuz-Şaman
inanışlı atalar olduklarına delildir. Atmaca başı ise Büyük Bedri’nin ve Perslerin
belirgin sembollerindendir. İhtimaldir ki bu Kuş, Hindi Kuş dağlarına adını veren,
bugün İran havayollarının da simgesi olan Homa/ Huma/Umay kuşudur.
Heykellerin şapkalarında, alnına denk gelen kısımda, çepeçevre sekiz ışıklı
oğ-ace/hace/günahsız sembolü olan Şaman yıldızları vardır. Bu semboller onların
ölülerinin Şaman töresine göre yakıldığına işaret eder.
Resimlerde görünen Huma Kuşu, atalarımızın hep yanındadır. Umay Ana,
Homa ana; tanrıça Uma ana, Maya, Mağuş, Homagus vb isimleri vardır ve Ana
Tanrıçanın sembolüdür. Hindi Kuş ve Kafkas Dağlarında ona inananlara PAN
denirdi. Zağros Dağları boyunca yaşayan Kaşgari Oğuzlar da bu inanıştan gelirler.
Bu nedenle Luvres müzesindeki heykelinde Mitridate’nin başındaki kartal da Huma
Kuşu’dur.
245
Nemrut’un batı terasında bulunan NOMOS yazıları; tarihçe, bilgi veren
anlamında “namos”, buradaki komutanlarının NAM’ı, “adı ve kahramanlıkları”
yazısının başlığıdır.
1- Apollon / Mithras / Helios / Hermes. Yani Bedri Dede’dir. JUPİTER’e
onun adı verilmiştir.
2- Kraliçe Fortuna: 1.AnatiOkhos’un annesi Fortuna Atike.
3- Zeus / Oromasdes: Maz Atası Er, Zeos. Buraya İzmir Teos’ta bulunan
Uzay Geometrisi alanında ünlü Klazomenai Bilimevinden geldiği tahmin edilebilir.
MERKÜR ile ilgilenen bilgin o olmalıdır.
4- AnatiOchos 1; Anası Oğuz, Oğuz analı.
5- Artagnes / Herakles / Ares: Arta-Gunes. Ereğlili bilim adamı Herakles,
Ar-es (Işığın oğlu), MARS.
6- KUŞ, Kerkenes Kuşu; Oğuz beylerinin onun gibi her yeri aynı anda görme
ve rotasından sapmadan fırtınada bile düz gidebilme, helikopter gibi havada bir
noktada durup yeryüzündeki bütün delikleri görebildiğine, başını 360 derece
çevirebildiğine işaret eden semboldür. Üzerinde kahverengi benekleri vardır. Zeynep
Sultan’ın parasında da vardır.
Nemrut’un batı terasında bulunan arslan heykeli Sümer uzay tarihinin de
büyük belgesidir. 25 bin yılda bir, sadece birkaç dakika güneş batmadan önce
gerçekleşen bu gökyüzü tablosunu 14 Temmuz MÖ.109’da izlemeye gelen Anadolu
gökbilimciler, fizik ve geometri bilimcileri, muhakkaktır ki bu muhteşem zaman
kesitini önceden hesaplamış olanlardı. Burada Arslan heykeline resmedilen güneş
batmadan bir kaç dakika önce gökyüzünde aslan burcu oluşurken gerçekleşen bu
muhteşem buluşmanın kaya tablosudur: Aslan üzerindeki Şems ile sağda görülen
Bazileus/Başoğuzlu Büyük Bedri’nin parasındaki ay-yıldız aynıdır. “Allah’ın aslanı”
kavramının altındaki gerçek benzetmeye ulaşıyoruz.
246
Burçlu Aslan heykelinin önündeki belirgin Ay-Yıldız simgesi üzerinde biraz
düşünmek Anadolu’nun bu tarihte Türk-Oğuz-Şaman olduğunu kanıtlamaya yeter.
Karşılaştırmak için MÖ.305’de Amasya’da basılan Bazileus parasındaki ay-yıldızı da
yanına koyalım: Aslanın önünde yer alan Hilal üzerinde görünen yıldızın adı Kral
Yıldızı Bazileus’tur, bir adı da Kızıl Yıldız’dır.
Buradaki resimleri biraz daha açalım:
(http://www.nemrud.nl/tr/zd_tekst1.asp)
Jupiter; Eyupidor/Eupatore Mitridate, VI.Büyük Bedri’den adını almıştır.
Phaleton Zeus; Opa-oğ-tan, Gök Tanrı,’nın oğlu. Opa Ey-tan/Dunya Abeyi. Dios;
İda-us; Dağların Oğlu!
Merkur; Mer-Kor. Stilpoon’dan gelen, Pan Set’li Us-anası Abalı MERKOR.
İz-mir Teos’da bulunan, MS.550’de Hıristiyan Doğu Roma’nın saldırılarıyla
yakılan Lazomenai/Laz-Pan-yeri (Klazomenai), döneminin en büyük Gök
Bilimeviydi. Apollonius adı, en büyük bilginlere verilirdi. Burada konuşulan dil
Pelaz dili, yani LAZ diliydi, Latince’nin bilim dili olduğu yerlerden biriydi. Burdan
insanlar vardı o törende, Aslan Burcu oluşacağını muhtemelen onlar belirlemişti. Bu
bilimevi Pisagor’un da MÖ.550 de çalıştığı yerdir.
Lazomenai’de MÖ.500 yıllarında çalışmış olan bilgin Anasigoras (Kor’anası
ışık, Ateş kaynağı) adına basılmış sikkeler vardır. Onun adında geçen KOR ve Sümer
şehri İz-Mir’in adından MER heceleri temel alınarak MERKOR/Merkür adı verilmiş
olmalıdır.
Mars; Frigyalı Herakles. Mar-si, Sü-mer. Pyroesi; Fri-oğ-esi, Frigya uşağı.
Dipnot: Teos’da bulunan Klazomenai Bilimevi MS.548’de yakıldı,
Ayasofya’nın yakılışı ile yakındır. Orada göktaşlarının da incelendiği bilinir. Doğu
Roma (Hristiyan Devleti), Mitridate’yi tarihten silmek için Anadolu’daki tüm
bilimevlerini yerle bir ederken, orada incelenen göktaşlarını da kırıp yok etmeleri
olasıdır. Buna bağlı olarak, Hz.Muhammet’in sekiz göktaşını yani Hacer-ül Esvet’i
neden sıkı korumaya aldığı anlaşılabilirdir. Çünkü papazlar, Tanrı’nın ispatı olarak
İsa’nın mucizelerini(!) vaaz ediyordu, Tanrı İsa’dır diyordu. Hz.Muhammet buna
karşılık “Tanrı’nın ispatı bu göktaşlarıdır” diyordu.
Babil’de bir Nemrud heykeli vardır. Bu heykelin başı insan, bedeni kanatlı
aslandır. Bu heykel 1.Çerkez anısınadır. Bulunduğu şehrin adı Dur-Sharru diye geçer.
Anlamı Dor Şehri, yani Türk Şehri demektir. Kerkük’ün eski adı gibi Zor Şehri’dir.
247
Açıktır ki, en eski kaynaklar bile Nemrud heykelini yapanların Türk olduğuna işaret
etmektedir. VI.Büyük Bedri’nin Başoğuzlu parasındaki atın da kanatları vardır.
Nemrut, Pers Türkmeneli eyaleti içindeydi. 1830’da Türkmeneli adı
İngilizler tarafından değiştirildi, bölgeye coğrafi ad olarak Ermenistan adı verildi. Bir
başka haritalarındaysa Kürdistan olarak gösterilmektedir.
Bu adlar ve heykeller, krallığın Romalılara direnmekte olduğunu, hâlâ Oğuz
töresiyle kahraman komutanlarının ölülerini yakarak göğe uçurduklarını gösterir.
Zaten Samsat’ı, Gerger ve TigranAgarta’yı MS.69’da yerle bir eden Karabela’nın
(Korbula/Kerbela) bir tek Nemrut’u yakmama nedeni de bu tepede dini törenler
yapılmasıydı. Ya da, dağın tepesindeki taşları yakamayacağı için vazgeçti.
Bundan sonra yenilgi ve Roma’ya vergi verme, kolonileştirme,
Hıristiyanlaştırma süreci başlıyordu ki, 220 yılında kurulan SASANİ devleti buna
direniş devleti olarak doğdu.
Romalıların Anadolu’da ilk Hristiyanlaştırma çalışmasını burada başlattıkları
kayıtlardan bilinmektedir.
Niyazı Akşit’in Tarih Ansiklopedisinde Selevkos Devleti’nin adı, Asya
Krallığı’dır. Kuruluşu MÖ.305’lerdedir. Bazileus Mitridatlarla aynı dönemdedir.
İskender’in yağmalarına karşı bir direniş devleti olarak doğmuş olan bu iki devlet
Başoğuzlu Bedri’nin komutasında birleşerek yağmacı Roma’ya karşı 48 yıl savaştı.
Selevkos devleti, bazı kaynaklarda İskender (MÖ.332) Babil’de
öldürüldükten sonra onun komutanlarından Selevkos tarafından kuruldu diye yazar.
İskender’in 12 yıl sonra Oğuzlara iltihak ettiğinden söz etmezler. Zaten bu yüzden
zehirlenerek öldürüldü. İskender’in öldürüldüğü Babil, Oğuz atalıların Selevkos
toprağıdır, Büyük Karus’un şehridir.
İskender’in kendisi de Selanikli bir Makedon olduğu halde Cenevizli
yağmacı Atina oligarkları adına savaşan taşeron komutandı.
Sasani dönemi, İslamiyetin doğuşuna kadar devam eder ve ihtimaldir
bayraklarında 12 İmama karşılık 12 ışıklı güneş vardı.
Sümer Oğuz kültürünün Güneş, Ay ve Buğdayı temsilen, kırmızı, sarı ve
yeşil renkleriyle 12 ışıklı güneşi olan ZAZA/ Sasani bayrağı İngilizce bir internet
sitesinde “ZAZAS TURKEY” adıyla yayınlanmaktadır. Bayrağın sembolleri tipik
Oğuzlu ve Şamani renk ve sembolleridir. en.wikipedia.org/wiki/Ethnic_flag
Renkleri yeşil, sarı üzerinde kırmızı güneş, belirgin Oğuz atalı boyların
renkleri ve sembolleridir. Bu bayrak Akmenid (Egemen-ler) devletinin de bayrağı
olmalıdır. Çünkü Sasaniler kendilerini Akmenid Karusi devletinin devamı sayarlardı.
Nemrud Şehir adları bize önemli ipuçları verir.
Şamsat
248
Şam-Seti. Şam-şehri. (İng.city, siti)
Diğer adları; Samusat, Sumaysat (İse Umay Seti).
Şavşat ile sesdeştir. Şavşat’ı da içine alan Artvin, Yusufeli, Kaçkarlar, Fırtına
Vadisi, İkizdere, Oltu, Horasan, İspir’i de içine alan Balkar Dağları çevresinin antik
adı Oğuzeli’dir.
Oğuz dilinde Şam; Kam’dır. Şam-an kale şehri; SAMSAT.
Kumagene Krallığının merkezi Samsat idi. Samsat, 1988’de, Atatürk Barajı
yapılırken hazin bir şekilde sular altında bırakıldı. Belli ki burada cezalandırılmış bir
direniş kalesi şehir vardı. Romalılar, kendilerine direnen şehirleri bir daha kimse bu
uygarlık eserlerini görüp de cesaretlenmesin diye, kenti yağmalar, yakar ve yerle bir
ederdi. Şimdi, 2 bin yıl sonra bu şehirler tamamen suya gömülmekle bir daha
cezalandırılmaktadır. Sonsuza kadar suya gömme cezası verilen bu Mezopotomya
şehirlerine bu cezayı 2000 yıl sonra kim vermiş olabilir?
Samsatlılar, Altaylılar gibi, ata sporu cirit oynarlar. Samsatlıların undan
yapılan ünlü katmerine gamber denir. Gamber; gam-ber, kam-peri, gam-feri,
kam/şam ışığı. Daha açarsak, Şaman ışığı, Şaman ısısı (enerjisi) veren yiyecek olur.
Peygamber yiyeceği(!)
Kuman genetiklilere benzer bir ad Kırşehir’in Kaman ilçesidir. Yerel adı
Kuman’dır. Kuman’ın Ebeid/Ana-ida köyü, bir Hitit-Oğuz adı olarak yerinde
durmaktadır.
Samsat kalesini ilk yapan kral İkalemus / İka-uli Maz, “Mad Oguli” olarak
açılır. METE OĞLU demektir. Samsat kalesini daha sonra kral Samos (Şam-oş,
Şam-Oğuzlu) için, kaynaklarda “Samsat kalesini sağlamlaştırdı ve buradan Roma
saldırılarını püskürttü” diye yazar. Beş kez saldıran Roma askerlerine kaleden
barutla, silahla gönderilen ateşle karşılık verilmişti.
MÖ.1.yüzyılda Samsat kalesinde barut kullanılıyordu!!!
Kumanların ata ülkesi Uygur’dan Barut getirdikleri anlaşılmaktadır.
Kral Şamoş, oğlunu Pantus kralının kızı Fortuna/Fırtına ile evlendirdi.
Arsameia Ören yerinde bulunan kaya kabartmada Mitras başında Aziz
şapkası ve arkasında güneşle. 1.yüzyıla ait olduğu saptanmıştır.
Gerger
Gargaru, Karkari/Kor-kori. Gerger; Zile’nin de adıdır ve Tokat’ta da Kumana
(Şaman) adlı bir yer vardır. Tokat’ta MÖ.43’de Oğul Sezar’a yenik düşen Bazileus
249
ordusundan sağ kalanların buraya sığındıkları anlaşılmaktadır. Ki, onların teslim
alınması bahanesiyle Romalıların Kuman Canlar’a saldırdığı, bütün Kuman
hazinelerine karşılık onları istemekten vazgeçeceği tarih kaynaklarında vardır. Kral
AnasıOğuz, buna asla yanaşmamış, “Bize sığınan Pantuslu kardeşlerimizi
isteyeceğine kendisine sığınan bizim hainlerimizi bize teslim etsin”, şeklinde Roma
komutanına haber salmıştır.
On
yıl
direnen
Samsat
MS.69’da
düştükten
sonra
bütün
MazOpoDamları/Mezopotomya ve Gerger acımasız yerle bir edilmiştir.
Gerger adı, kor kor /har har yanmış bir yer adı gibidir. Gerger’in antik tarihi
Samsat ile aynı kaderde görünmektedir. Gerger’in köylerinde bulunan antik kalelerin
özellikleri bunların kale-şehir olduklarına işaret eder. MÖ.70- MS.69 yıllarında
önemli bir şehir olan Aşağı Arsemia/Oymaklı köyünde Nefsi Gerger kalesi burada en
önemli ipuçlarını vermektedir. (Tigranakarta ve Samsat’ın Romalılar tarafından
yakıldığı tarihe denk gelir.) Eskikent ve Erbaun (Pan-eri) kaleleri de, tipik antik
Agarta/Kerti yer altı savunma şehirleri gibi, birbirine geçişli bölümleri olan kale-şehir
özelliğindedir.
Bulgularımız Nefsi Gerger’in de aynı tarihte yakılmış olduğuna işaret
etmektedir. “Nefsi müdafaa yeri” der gibidir.
Kalede halen 30 metrelik bir baca, her mevsim soğuk suyu olan bir kuyu ve
Kral Samoş’un rölyefi bulunmaktadır. Kalenin güneyinde kireçle tutturulmuş
Horasan harcı olduğu saptanmış kesme taş ev kalıntıları vardır.
Oymaklı köyünde halen kullanılmakta olan 366 tane sarnıç o günlerden
kalmış görünmektedir. Burada halk arasında anlatılan efsaneye göre, Hz.Ali buraya
gelmiştir, atının ve kendisinin ayak izi Konacık-Deyro yolu üzerinde bir kayalıktadır,
adı Zanı Ali/Can Ali’dir. Anlatılır ki, Hz.Ali Nefsi Gerger kalesini cenge geldiği
zaman önce Bibol kalesini almıştır.
366 kuyulu Gerger’de bu efsane ihtimaldir Bedrin Aslanları kavramını ilk
yaratan VI.Büyük Bedri’ye aittir ve benzer bir direniş kahramanı olan Hz.Ali ile
örtüştürülmüştür. Çünkü Hz.Ali de kuyularda savaşmıştır. Örneğin Kerbela
olaylarının benzeri sanki Gerger’de yaşanmış gibidir; Korbula’nın zulmettiği insanlar
Ali ile özdeşleştirilmiş olmalıdır. (Ali adının fonetik dönüşümünde Ulu’nun var
olmasıyla, Hz.Ali’nin eylemine yakıştırılan bir ad olması muhtemeldir.)
Yine Kâhta-Gerger yolu üzerinde İslam tarihinde adı geçen Üzeyir adlı bir
ulunun burada 105 yıl uyuduğu anlatılır. Böyle bilgiler efsane de olsa, burada Romalı
yağmacılara karşı büyük savaşlar verildiğinin işaretleridir.
Korbula’nun yakıp yıktığı bu yerden kaçabilenlerin Kürdeg dağının
tepelerine çıktıkları akla geliyor. Bütün Gerger köylerini kuşbakışı gören bu dağda,
Gergerliler her yıl Haziran ayında kurban kesme geleneğini devam ettirmektedirler.
Milas’ın Latmos dağlarında Efes yangınından kaçanlar için yapılan benzer bir kurban
törenini anlatan kaya yazısı elimizde belgedir. Keza, yaylak yerde kurban kesme
töresi bir Oğuz töresidir. Benzer şekilde Kars’ta, Ani’de, Ocaklı köyünde bu töre
devam etmekte, hatta kurbanları kadınlar kesmektedir.
Kürdeg; Kordağ, ateş dağı açılımlıdır. Dağın adında ipucu vardır; orada
hayatın ateşi /ocak yeniden yandı demektir! Marduk inanışı da zaten dağlarda sürekli
yanan ateşleri anlatır.
250
Fonetik bulgu: Nefsi Gerger/Nefsi Korkor, büyük korların yükseldiği bir
yangından söz etmektedir ve bilinir ki “horhor çeşmesi” yangın çeşmesidir. Çok
sayıda sarnıçın hazır edilmesi, yangın çeşmelerine karşılıktır. Ayrıca Uygur Karız
kuyularıyla benzerlikleri de önemlidir.
Kuman Oğuzları, ordularını zafere götüren krallarının heykellerini yaptılar.
Heykellerini yaparak onlara şükranlarını ifade ettiler, cesetlerini Nev Roz (Nem Rod)
ateşinde yakıp onları tanrı katına yükselttiler. Onlar, batılı yazarların zannettiği gibi
heykel yontmak için yapılmış Tanrılar değil, ölüleri yakılarak Tanrı katına yükselmiş
atalarımızın anısına yapılmış anıt heykellerdir. Mustafa Kemal Atatürk için
yaptığımız heykellerden farklı değillerdir.
İhtimaldir ki burada onların cansız bedenleri büyük bir seramoniyle yakılarak
külleri göklere uçurulmuştur. Çünkü NEMRUD adı bize göstermektedir ki, atalarını
ölümsüzleştirdikleri bu yer, Oğuz kültürünün en önemli ismi, Şaman/Koman ateşi
yakılan dağdır.
Diğer bir açılımla Nemrud; Nebroz, Nevroz, Nemrod: Yeni Gün, Yeni Ateş.
Nem: nev-neb; yeni
Rod/rud; ruz, roz, rutz; kızıl alaz, ateş.
Rod; Uri-od/os; Işıktan üreyen; Ateş.
Anımsatma: Nevşehir’e halk arasında “nem-şeer” denir. Sümerce şehir; şeer.
Rize’de keza, şehre “şeer”, sözcüğün i halinde ise, “… şeeru” denir.
Hirotezyon
Nemrut dağının bulunduğu yörenin antik adıdır.
Hir-otezy-on, Er-atesi-önü. Hiro; ünlü er, yiğit, kahraman ataların yeri.
Hatta, onların yakılma törenlerinin yapıldığı ER-ATEŞ ÖNÜ.
Oğuz komutanlarının ölmeden önce kendisine anıt mezar hazırlattığı
söylencesi doğru değildir, bu, Oğuz kültürünü ve Hitit inanışını bilmemektir.
Örneğin, Anıtkabir’in mimarı Mustafa Kemal değildir, o anıt kendisine layık
görülerek yapılmıştır, halkı onu o mertebede görmüştür.
Kâhta
Fonetik açılımında Sah-Ata/ Işığ Ata görülür. Işığı ata, Oğuz atası Orhun
Atası Mitridate’dir. İç Asya’da aynı isimde bir yerin daha olması bunu doğrular.
Kâhta’daki Şehremuz tepesi, Şah-remuz adında saklı “Şah” ile de doğrulanır
görünmektedir. “Şahata” adı Alevi-Oğuz kültürünün içinde önemlidir.
Kâhta’daki “Mitridates ile Herakles” adlı duvar resmi, günümüzde de
ressamlara ilham kaynağı olmaktadır. Örneğin, ressam Gür Dalkıran, “Anadolu
Tanrıları 1.Kurultayı” ana temasıyla yaptığı resimlerde Anadolu’nun gerici ve
emperyalist eller tarafından tahrip edilişini bu figürlerle yeniden resmetti. (2008
Ankara)
251
Herakles’in Ereğli’den bu buluşmaya gelmesi, Roma’ya karşı bilim
adamlarının da VI.Bedri’nin etrafında birleştiğini gösterir. Herakles’in elindeki
kâsenin antik anlamı ise, benzer şekillerde bugün de devam etmektedir; su sunmak,
su dağıtmak, su ile arınmak, su ikram etmek vb. Oğuz kültüründe su hayrattır, sevap
için dağıtılır, su veren gence yaşlılar “Pir ol aziz ol evladım” diye dua eder. Su önce
karşıdaki insana teklif edilir, su önce çocuklara verilir, vb.
Kâhta, Işık Ata; “Işık gibi geldi kurtardı, Hızır gibi yetişti, evimize ışık gibi
geldi…” deyimler kurtarıcıyı ışık ile özdeşleştirme kültürümüzdür.
Kâhta’da konuşulan Zaza dili Selevkos LUVİ dili, milattan sonra kurulan
Sasani Farsçasıyla aynı olmalıdır.
Sasani İmparatorluğu, İran Büyük Krallığının adıydı. (İnternette bkz.
“Sasani İmparatorluğu”) Sasaniler sınırlarını MS. 300’lerde, Filistin’e ve Mısır’a
kadar genişletmişlerdi. Filistin’in sembolü olan atkı-poşu dokumasındaki
benzerlikler, hem bu dönemden, hem de milattan çok önceleri, Anadolu Birleşik
Orduları içinde Filistin’e gidip orada uygarlık kuranların içinde Kuma-gene ve
Karadenizli Kaşgari Oğuzlarının beraberliğinden kalma işaretler görünmektedir.
Zazalar/Sasaniler için İran’da Horasani, yani Karusi (Kur-Soylu, Koruyucu)
ifadesi kullanılır. Karusi ile Kor-at/udu, Kur-ti, Kürt(Korlar), sesdeştir. Bugün bu
isim artık bir sıfat olmaktan çıkmış belli bir topluluğa ait olmuştur. Tıpkı Türk (Tork,
Hilal) adının Anadolu Oğuzlularına ad kalması gibidir.
Yeri gelmişken; horozun başındaki ibiğin, Karus Güneşi (Güneş Kursu) gibi
saçaklı kırmızı olduğunu düşünürsek, aynı benzetmeyle adı HARUS olabilir, ki
Portekiz’in dağlık bölgesindeki yerli halkın sembolü de horozdur, bir de kızıl el
Fatima sembolleri vardır. Bir de hindi için Turki denilmesinin sebebi, başının
üzerinde hilal gibi kavisli ibiğinin bulunmasıdır. Meksika yerlisi Maya halkı da hilale
TURC demektedir.
Pirin
Yörede bulunan antik Pirin (Perre) adı da buranın ulu analar yeri olduğunu
söyler. Bütün Pers kraliçelerinin adı PERİ-ANA’dır.
Pir-in; Peri-ini, Peri-evi, Işıklı yer demektir ve burada bilim yapıldığını
anlıyoruz. Buradaki uygarlığın diğer adı LUVİ’ler olup, Işık bilimiyle uğraşanlar
anlamındadır. Ki, MÖ.109 da büyük uzay olayını izleme töreni de bunu gösterir.
252
Yörede 2000 yıllarında yapılan kazılarda yeni Mitras-Antikos rölyefleri
bulunmuştur.
Şehitler Şehri Tigran Agarta
Dikran Kerti; Turani Kuret’i, Bazileus ve Selevkos Oğuz ordularının sığınma
şehriydi. Kale şehirdi. Bugünkü Silvan kalesi onun yıkıntıları üzerindedir.
Kuruluşu: MÖ.69, Kurucusu 1.Dikran (Tuğran). Bazı kaynaklarda 2.Dikran
olarak geçer.
Yıkılışı: MS.70, Yıkıcısı kral Neron, şehri yıkan komutan Korbula’dır.
Agarta; Kerti, Kuret, Kor-ata yeri anlamında, yiğit beylerin mezarı
anlamındadır. Efes Kuretler Caddesi ile anlamdaştır. “Şehitler Şehri” ünvanlıdır
Bugünkü Silvan (Pan-Ulusu) kalesinin altındaki yer altı şehridir. Şehre
KURET’ler (Kerti) adı, burada yaşayanların öldürülmüş ve şehrin yakılıp
yağmalanmış olmasındandır. Dikran, Ortodoks Ermenilerin de Oğuzlu atasıdır.
(Ermenilerin Hıristiyan olması MS.415’tir, o da kerhendir.)
300 bin kişilik bu savunma şehri, Sezar’ın yağmacı ordularından kaçabilen
Pantuslu Başoğuzluların sığındığı yerdi. Batum, Potomya, Mudanya, Godyora,
Kapadokya ve Türkmeneli bilim adamlarının ve askerlerinin sığındıkları muhteşem
bir kale şehir idi. Efsanelerde “çatal kaşıkları bile altındandı” diye anlatılan masal
şehridir, ancak 140 yıl sürdü.
Cenevizli tefecilerin “bitir artık Anadolu’yu” diyerek büyük paralar verdiği
Sezar’ın ordularıyla 48 yıl savaşan VI.Büyük Bedri’nin 22 Oğuz boyundan kurduğu
ordulardan geriye kalanların ve yerle bir edilen bilimevlerinden kaçabilenlerin
sığındığı şehir burasıydı. Mez-opa damı, büyük adamların, Korat’ların şehriydi orası.
Dikran’ın kurucu olması bizi yanıltmasın, 1.Dikran Bazileus ordularının
içerisindeydi. O zamanlar Anadolu’da yaşayan herkes Şaman ve Oğuzluydu. Herkes
Oğuz atalı olmakla, Karusi olmakla, Mitri Date’nin yolunda giden anlamında Mitracı
olmakla, bilime inanmakla, Artemis’in ve Sümerdis’in soyundan olmakla övünürdü.
Çünkü zalim Romalılara karşı birlikte direnmekle yaşam bulabiliyorlardı.
Ürgüp gibi içerden geçişli kat kat mahalleleri olan bu kale-şehir, Roma’ya
direnmenin cezası olarak Neron’un komutanı Korbula tarafından yakıldı, yıkıldı,
tarihten silindi. Ancak bugün Urfa civarında yaşayan BOZÜLÜS Türkmenleri, bu
şehirden kaçabilenleri de ifade eder, 22 Oğuz boyundan karışmış bir konfederasyon
gibiydiler, BAZİLEUS ordularının bakiyesiydiler.
Bazı kaynaklarda 2. yüzyılda (193, S.Seferus dönemi) şehir yakmaların
devam ettiği yazılıdır; “Septemus Seferus da şehir cezası verirdi, tıpkı daha önce
Tigran Agarta’ya verilen ceza gibi” diye yazıyor. Şehirleri tarihten silmek Roma’nın
en demokrat(!) senato kararlarıydı. Örneğin, Suruç beş kere, Antakya altı kere
cezalandırıldı.
Şehirler yerle bir edilirken insanlar ancak çok yüksek dağlara kaçarak
yaşama şansı bulabiliyordu. Bu yüzden bugün de bölgenin dağlarında çokça türbe ve
kurban yeri vardır.
Mitraizmin varlığını Perre’deki kazılarda ortaya çıkan Mitras heykelleri bir
daha ortaya koymaktadır:
253
Adıyaman Perre’de, Gaziantep Dülüktepe’de (1998) Mitras (Jupiter
Delikanos) kabartmaları bulundu (2008). (www.intempore.umk.pl)
Perre’de bulunan kaya kabartmada, Mitras, asker giysili tasvir edilmektedir;
elinde savaş kartalı, üzerinde savaş zırhı, sırtında pelerini. Kayalardan doğan adam!
Benzer Mitras heykelleri İtalya’da ve Avusturya’da bulundu. Köleci
Roma’nın zulmüne direnen şehirlerde Spartakistler onu yaşatıyordu. Spartakistler
MÖ70’de yenildiklerinde, kaçabilenler Alp dağlarına sığındı, bu nedenle oradaki
kavmin adı Alato Atike (Laz Atike!) olup Şaman olarak 1800’lü yıllara kadar devam
ettiler.
Jupiter Delikanos; Jupiter/Hubudor,
Deli-kanos/Delikanlı-us. Jupiter
Dulikanos heykeli, Büyük Bedri’den sonra burada Romalılara karşı gizli direniş
yerleri yapıldığını gösterir.
Şamşat’ta Büyük Direniş
Roma’daki en zengin komutan diye adı geçen Lukullus, en yağmacı olandı,
Samsat kalesini üç kere, MÖ.69, 64 ve 38’de kuşatmış ama alamamıştı. Roma
tarihçileri, 1.kuşatmada kaleden atılan silahların kendilerini yaktığını, daha önce
böyle bir silah görmediklerini yazdılar. Bu silah baruttu; çünkü Selevkosların Uygur
ile sıkı bağları vardı, oradan barut getirmiş olmaları muhtemeldir.
Batılı tarihçiler Neron (MS.54-68) için ise şunu yazdılar; “Partlara karşı
başarılı bir savaş ve barış anlaşması yaptı.” Oğuzlara “Part” diyorlardı.
Neron’un komutanı Korbula, Tigran Akarta’yı, Samsat’ı ve Gerger’i, hatta
Urfa Halepli Bahçelerini, Antep Oğuzeli Belkıs’ı, önce yağmalayıp sonra yakıp
yıkarken bunun adı “başarılı barış anlaşması” oluyordu.
Bu, “www.tarihsayfam.com/medeniyetler-tarihi/kommagene-kralligi.html”
sitesinde şöyle yer aldı:
“4.Antikos MS. 71'de Roma ordusuna yenildi. Kommagene'nin ağır
zırhlı ünlü süvarileri ve muhteşem okçuları "cohortes Comagenorum" adı
altında Roma ordusuna dahil edilmek suretiyle küçük Kommagene ordusu
lâğvedildi. Gelecekte çıkabilecek isyanlara önlem olarak Kommagene
Krallığı'nın yüceliğini hatırlatan binalar ve heykeller yerle bir edildi. Kutsal
254
Nemrud Dağı'ndaki tapınak yıkıldı. Kommagene devrinin kapanışıyla Nemrud
sadece dağ rüzgarlarının ve yolunu kaybeden çobanların ziyaretleriyle irkileceği
uzun uykusuna daldı.”
Bu zulümlerden sonra, yenilseler de, Bedri’nin yolundan gidenler yeni bir
ruh etrafında buluştu, bu ruh bugünkü Aleviliğin karşılığı idi. Bugün Anadolu İslâmı
adı verilen dinin tarihi köklerini o ruhta görmek mümkündür. Batıdaki adı ise
Mitraizm oldu.
Selevkosların küllerinden Sasani, yani Susa Analılar devleti, onun da içinden
Hz.Muhammet’in önderliğinde yine bir direniş devleti, İslam devleti doğdu.
Roma zalimlerine, Yahudi eliti tefecilere ve Hristiyanlığa karşı oluşan
Mitraizm inanışının izlerine 1998’de Gaziantep’in Dülüktepe’deki mağaralarda,
2007’de Perre’de rastlandığına bakılırsa, yağma ve yerle bir etme işi bütün Harran’da
sürdürüldü. Sümer uygarlığını yerle bir eden, tarihten silen Romalılar buna “barış”
diyorlardı. Nasıl bir tesadüftür ki 3.bin yılın başında da “barış-demokrasi” sözcüğü
yeni Romalı korsanların dilinden düşmemektedir.
Canların yıllarca süren direnişi Roma’yı mali olarak da zorda bırakmış
olmalıdır. Savaş boyunca Tarsus’ta karargâh kuran Roma kralı Marcus, yanında
Yahudi zengini Herod ile beraber gelmişti. Marcus, aldığı borçları Yahudi tefecilere
ödemek için, AnasıOğuz’dan, Şamsat kalesine sığınan Pontuslulara karşılık bütün
hazinelerini istiyordu. Şamsat kralı bunu asla kabul etmeyeceğini bildirdi.Şamsat
kuşatıldı, Roma birlikleri Canların kaleden attığı tüfek ateşine dayanamadılar ve çetin
savaşlar oldu, Romalılar ilk kez böyle bir silah görmüşlerdi.
Şamsat halkı 4 yıl sürecek olan sıkı direniş sırasında, yani Romalılar
yenilirken, onlara borç para vermiş olan tefeci Herod oradan ayrıldı. Artık Roma
borçlarını ödeyemeyecek demekti, gitti Filistin’de kendi parasını bastırdı, krallığını
ilan etti, yani Roma’dan ayrıldı. Harod, Kıbrıs’ta işlettiği madenleri de artık kendi
adına satabilecek demekti. Filistin halkı onun bu eylemini destekledi. İşte bu, Filistin
topraklarında Roma’ya karşı kurulmuş ilk Yahudi devletiydi. Halkı ise Yahudi
değildi. Bir süre sonra Romalı tefeci bankerler Harod’u affetmeyecek, onu ve
Mazada kalesinde kuşatma altında tutarak aç bıraktığı Filistinliler, 4 yıl Roma’ya
direndi. Sonunda, Harod’un ailesiyle birlikte tamamı 960 Filistinli aileyi çocuklarıyla
birlikte kalenin üzerinde intihar etmiş olarak bulacaklardı.
Bu olayı Yahudi tarihçiler kendi tarihleriymiş gibi anlatır. ABD Başkanı
Bush 2001’de, “Bir daha Mazada olmayacak, 3.bin yılın haçlı seferini başlatıyoruz”
dedi. Buna benzer, “İsrail devletini aslında Müslümanlar kurdu” söylemleri,
günümüzde İsrail yanlısı İslami görünümlü kimi tarikatların yaydığı bir vakıadır.
Samsat kalesinde ise, Canların MÖ.69’da yenilmesiyle birlikte, direnen bütün
şehirleri yerle bir ettiler. Talan ve yangınlar başladı. Karadeniz’den buraya gelip
sığınanlarla birlikte, büyük ölümler yaşandı. Neron’un Korbula’sı bütün
Mezopotomya/ Sümer şehirlerine vahşet yağdırdı, 300 bin kişilik TigranAgarta yerle
bir edildi. Sümerlerin sonu bu olmalı.
Samsatlı Masalcı Hlikyanos
Antik filozof Lukyanos aslen Şamsatlı, Oğuz-analıdır. Daha sonra Atina’ya
yerleşmiş, yazılarını eski Yunanca yazmıştır.
255
Lukyanos: Hlik-yan-os, Klikyalı Uşağ. (Roma’ya vergi vermeyen Halkya’lı)
Filozof olarak ilk ününe Antakya-Klikya’da verdiği konferanslarla kavuştuğu
için ona, Hlik-yan-oz, Lukyanos adı verilmiş olmalı.
“Tarih Nasıl Yazılmalı” kitabında antik tarih yazarlarını eleştirir:
“ ...Feylesoflara bak: onlar bile sıkılmadan uyduru uyduruveriyorlar! Ben
asıl başka bir şeye şaşıyorum: o yazarlar attıkları anlaşılmayacak da dediklerine
inanılacak mı sanıyorlar? Her neyse, bende onlara özendim, gönlümde bir ün salma
dileği uyandı, gelecek yüzyıllara benden bir şey kalsın dedim. Yalan söylemek
özgürlüğü olduktan sonra ona bende aşılanmak istemez miyim? Başımdan
anlatılmaya değer bir şey geçmedi, olsun. Yalanda mı yok? Ama benim yalan
söyleyişim ötekilerininki gibi değildir; ben yüzümün akı ile yalan söylerim; hiç
değilse onlar gibi doğrucu olduğuma inandırmaya kalkmıyorum. Ta baştan
bildiriyorum, yalandır benim anlattıklarım...”
Lukyanos hem de eleştirmendir:
“Ahrete Varış ve Öbür Dünyadan Konuşmalar’da Lukianos ölüleri kendi
aralarında konuşturmuştur. Geçmiş asırların önemli şahsiyetlerini eski özelliklerinin
kalmadığı herkesin eşit olduğu ölüm ülkesinde dillendirmiştir. Dünyanın ve
zevklerinin gelip geçiciliğini orada anlamış olanlar ile köpeksi (knik) filozof
Menippos’un ağzından konuşarak hepsi ile alay eder ve eleştirir.”
Hlikyalı Lukyanos’u, Süryani inanışlılar sahiplenirler. Süryanilerin de Oğuz
boylarından olduklarının, domuz eti yememek gibi, başkaca birçok işareti daha
vardır.
Latin tarihçiler Koman Oğuzlarını Persler olarak yazmış olduklarından,
onların Roma-Yunan saldırılarını durdurmak için Ege sahillerine kadar gitmiş
olmalarını hep Anadolu’nun Persler tarafından istila edildiği şeklinde yazmışlardır.
Değişik Tarih kaynaklarında bölgenin adı Selevkos Asya Krallığıdır. Milas’a
kadar Selevkos Uygarlığı diye adı geçer. Antakya Selevkosların önemli başkentidir.
Saman-dağ ve Şam burada önemli belirgin isimlerdir.
Dönelim Samsatlı Lukyanos’un yazılarını neden Yunanca yazdığına: Yanıtı
çok basit; tıpkı günümüzde olduğu gibi, böyle şeyler yazdığı için ona Atina’da para
veriyorlardı. Eğer kendi diliyle yazsaydı para kazanamayacaktı. Kendi diliyle
yazsaydı bunları yazmayacak, Atina aleyhine konferans verecek ve yazacaktı, o
zaman da bu kitapları yazdığı için Atina’ya sokulmayacaktı.
Burada tarihsel dönemin analizi gerekir; Anadolu’daki Oğuz inanışını
kırmak, batılı korsanların istediği bir şeydi, yani Anadolu Birleşik Orduları
kurmalarını önlemenin yolu Anadolu tanrılarının otoritesini zayıflatmaktan, onları
küçültmekten geçiyordu ve Lukyanos’un yaptığı da buydu; masalların içine sokarak
Anadolu Şaman Sümer kutsallarıyla alay etti, örneğin Apollon ile Zeus’u öteki
dünyada köpekleştirdi, kapıştırdı.
Antik Tanrı kavramlarından Apollon Anadolulu, Zeus ise Anadolu’da
Olimpos dağında doğduğu halde Yunanistan’a taşınmış bir tanrıdır. İkisini
kapıştırırken bile Zeus’u daha önemli göstermiş olması muhtemeldir. Mitolojide
Mitridate’nin sıfatı olan Apollon, Anadolulu Tanrıça Kibele’nin oğludur, yani ilk
256
erkek tanrıyı doğuran da kadın tanrıdır. O nedenle Apollon’u aşağılamak Anadolu’yu
aşağılamakla eştir.
Ana tanrıçalar kültürü demek olan Hitit kültürünü yıkmak batılı korsanların
istediği bir şeydir, ki Anadolu dayanışma kültürünü (ki tamamen Oğuz-Şaman
inanışıdır) bu yolla yok edebileceklerini düşünüyorlardı.
Lukyanos Romalı Cenevizli korsanların, ki onlar Yahudiydiler, istediği bir
şeyi yapmış görünmektedir. Anadolu’yu yağmalayabilmenin yolu bu topraklarda yeni
bir inanışı dayatmaktı, ki bu noktada Hristiyanlığın doğuşu konuşulabilir; İsa’nın
doğumunu milat olarak ilan etmeleri bu açıdan önemlidir. Milat, yani dönüm noktası,
kimin için dönüm noktasıdır, bu düşünülmelidir. Yağmacı Roma korsanları için bir
dönüm noktası olduğu kuşkusuz, ki, Hristiyanlığın yayılması ile sömürgeciliğin
yayılması birlikte ortaya çıkmıştır. Birleşip direnen Milet halkının yok edilmesi,
tarihten silinmesidir Milat.
Bu dönüm noktasına “Tarih Ötesi” diyen batı tarihçileri, böylece Anadolu
Türk-Oğuz tarihini unutturabileceklerini umdular.
Selevkos Hanedanı
Suriye’de kurulan Selevkos devletinin sınırları Karadeniz sahilleri hariç tüm
Anadolu’yu içine alabiliyordu. Bereketli Hilale inanan Şamani Oğuz halkını
yönetirlerdi. Şehir krallarının listesinde Lazopo 1.Artemis’in torunlarını, yani Anası
Oğuz olan, Antioks’ları görebiliriz. Bu ailede KalliniKos gibi Karadeniz’den aldıkları
gelinleriyle Gelini-Oğuz olan sıfatları da görürüz.
Selevkoslar, 1.Karus’un kurduğu Akmenid (Ahamenuş, Ahmeniş) devletinin
devamıdır. Artık devletin adında Oğuz adını görmeye başlıyoruz.
Sele-u Kos; Oğuz Ulusu; kurucu kralın adı olarak kalmıştır.
Eşinin adı MAYE ABA, çocukların kurtarıcısı anlamında Umay Ana’dır, bu
satırların yazarı Mahiye (Maye, Maya) ile adaştır. Maye Aba, Doğu Akdeniz
sahillerinden Roma’ya kaçırılan çocukların kurtarıcısı olmalıdır. Kocasıyla birlikte
parası basılan kraliçedir. “Nikator” sıfatı onundur; Yengesi DOR açılımlıdır.
Suriye’nin başkenti resmi olarak Dimaş’tır. Di-maş; Maz-ada, Mazlar!
Maye Aba ile kocası Oğuz beyi 1.Selevkos, aşağıda altın para üzerinde
görülüyor.
Devletin kurulduğu topraklar bugünkü Suriye’dir; Sur-ia, Dor-ia. Burası
tarihte bir hilal inanışlılar (Türk) yurdu iken, burada Akdeniz’in Venedikli Cenevizli
Yahudi korsanlarına büyük direnişler verilirdi. Bu topraklara emperyalist baskılarla,
257
zorunlu göçler vb. yollarla, ülkenin demografik yapısıyla oynandı, hatta zor
kullanılarak inanç değişimi uygulandı. Bugün belki de en farklı inançların burada
birlikte bulunmalarının nedeni bir çeşit cezalandırmadır. Ancak tarihten gelen
kardeşlik kültürü nedeniyle kavga etmeden bir arada yaşamaktadırlar, fakat 2011
Nisan ayında, batılı emperyalistlerin türlü hesaplarla halkın arasına etnik ayrılık
tohumları ektiğine tanık oluyoruz.
Başında koç boynuzuyla resmedilmiş olan Milas Oğuz Beyinin kardeşlik
andıyla özdeş bir madalyonu vardır. Madalyonunda Selevkos kralı olduğunu
okuyoruz. İskender’in yağmaladığı Efes KORATA (Kuretler) yurdundan kaçanlar
Milas Beşparmak dağlarında kardeşlerine ulaştıklarında bu dağlara onların beş
parmak gibi birleştiklerinin adı verildi. Suriye’den Tebriz’e, oradan İzmir’e uzanan
bir özgür Oğuz yurdu karşımızdadır.
Selevkoslu Milas(Milet) Oğuz beyinin parasında BAZİLEUS yazılıdır,
Başoğuzludur, ya da Leus Başı, yani Ulusun Başı’dır, koruyucu ve doyurucudur,
Leus /Laz/Laod inanışlıdır. Efes AGORA Caddesini yaptıran Lazi Ma Ogsi
kendisidir, Mazeus Mitridate (1.Büyük Bedri) için yapılmış olan zafer kapısının
arkasındaki caddede adı vardır.
Aşağıda, başında koç boynuzlu altın parasıyla Milas beyi Laz Mete
görülüyor.
Milas Beş Parmak dağlarında Selev Kos beyinin kaya yazısındaki kardeşlik
yemini:
“Gelen Efesli kardeşlerimize derhal kurbanlar kesile; karınları
doyurula,
Temsilcileri liste getire, evimize alacağımız misafirler için kura çekile,
Onlara bir yıl yetecek kadar ev ve ahır yapacağımıza,
Altı yıl boyunca kızlarımızı oğullarına, kızlarını oğullarımıza
alacağımıza,
Altı yıl boyunca hiçbir özel eşya almayacağımıza söz veriyoruz!” (Milas
MÖ.273)
Hanedan adlarında görülen “Nikador”, “Kallinikos/Galinikos” gibi adlar,
yengenin/gelinin yani YENGE’nin kimliğini verir. Nika-Dor; Dor yenge. Galini Kos;
Oğuz gelini.
258
Selevkos Asya Krallığının hanedan listesi:






























Selevkos I Nikator (Satrap 311–305 MÖ, Krallık 305–281 MÖ. Eşi Maye ile
birlikte kurucu olmuş; DOR YENGELİ, Nice-Dor)
Antiokus I Soter (MÖ 291'den beri çift hükümdar, tek hükümdar 281–261
MÖ)
Antiokus II Teos (261–246 MÖ)
Selevkos II Kallinikus (246–225 MÖ)
Selevkos III Ceraunus (veya Soter) (225–223 MÖ)
Büyük Antiokus III (223–187 MÖ)
Selevkos IV Filopator (187–175 MÖ)
Antiokus IV Epifanes (175–164 MÖ)
Antiokus V Eupator (164–162 MÖ)
Demetrius I Soter (161–150 MÖ)
İskender I Balas (150–145 MÖ)
Demetrius II Nikator (145–138 MÖ)
Antiokus VI Dionisus (veya Epiphanes) (145–140 MÖ)
Diodotus Trifon (140?–138 MÖ)
Antiokus VII Sidetes (veya Euergetes) (138–129 MÖ)
Demetrius II Nikator (ikinci hükümdarlık, 129–126 MÖ)
İskender II Zabinas (129–123 MÖ)
Kleopatra Tea (126–123 MÖ)
Seleucus V Filometor (126/125 MÖ)
Antiokus VIII Grypus (125–96 MÖ)
Antiokus IX Sisenus (114–96 MÖ)
Selevkos VI Epifanes Nikator (96–95 MÖ)
Antiokus X Eusebes Filopator (95–92 MÖ veya 83 MÖ)
Demetrius III Eucaerus (veya Philopator) (95–87 MÖ)
Antiokus XI Epifanes Filadelfus (95–92 MÖ)
Filip I Filadelfus (95–84/83 MÖ)
Antiokus XII Dionysus (87–84 MÖ)
Dikran II (83–69 MÖ)
Selevkos VII Kybiosaktes veya Filometor (MÖ 70–60)
Antiokus XIII Asiatikus (69–64 MÖ)
Filip II Filoromaeus (65–63 MÖ)
Listede “Filo” eklenmiş isimler, babadan oğula yönetime geçenleri belirtir. Aile
ağacı için bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Seleucid_Empire
Bu listede değişik şehirlerde aynı yıllarda yönetici olan Oğuz beylerini
görüyoruz. Ancak, Milas Beyinin adını göremediğimiz gibi, Kastabala (Oğuz Ata
Beli) beyinin de adı yoktur. Doğu Akdeniz (Silezya) sahillerini 150 yıl Cenevizli
korsanlardan koruyan Tarkon Di Mete’nin adı yok sayıldığı gibi, Kızı Leyla ve
259
oğullarının adı da listede yoktur. Deniz savaşçısı olan Tarkon, Osmaniye, Adana,
Tarsus, İskenderun ve Antakya’nın da koruyucusuydu.
Parasında denizci sembolü, başında kızıl kurdele, kurdelenin ucu arkadan
sarkıyor…
Deniz savaşında zafer kazanmış olduğunun işareti çıpa, başında kızıl
kurdele, buğday başağının tanelerinden yapılmış hilal belirgindir. (Bugün
Suriye müftüsünün başındaki beyaz dini kavuğun arkasından da tek bir kurdele
ortadan aşağı sarkmaktadır.)
Hazindir ki Buğday Başağı Türk parasından ilk defa 2005 yılında
kaldırıldı!
Tarkon Di Mete’nin adı, Osmaniye Zorkun (Dorkun/Tarkan) yaylasının adında
yaşıyor.
……
Mahiye Morgül
(Antik Karadeniz Arş.dosyasından)
……
Araştırma dosyamızın devamında bulunan başlıklar:
4.BÖLÜM: OĞUZLU ATASI VI. BÜYÜK BEDRİ
Başoğuz İmparatoru VI.Büyük Bedri (MÖ.132-63)
Halikarnas Balıkçısı Büyük Bedri’yi Anlatıyor
Roma’ya Karşı Savaşarak Kurulan Türk Devleti: BAZİLEUS
MÖ.64’de Rize Kalesi ve Prenses Sarı Kız
Eupador VI.Büyük Bedri ve Mustafa Kemal Atatürk
VI.Büyük Bedri Savaşlarından Tarihe Düşülen Notlar
Mozart’ın “Mitridate re di Ponto” Operası
Hubyar Dede ve VI.Büyük Bedri
260
Büyük Bedri’nin Arkadaşı Asturya Komutanı Bedri Toros
Hristiyanlığa Karşı Mitraizm İnanışı
Mitraizm Anadolu’nun Ortasında
Sasani Uygarlığının Zerdüşt Atası Mitra; Bedri
Başoğuzlar Parasındaki Sekiz Köşeli Yıldız
Rize’de OZ (Oğuz) kültürünün müzikte yaşayan izleri
Rize’de Neden Ceneviz Korsanlarının Kalesi Vardı
Alpaslan’dan Yardım İsteyen Gregoryan Ermeniler
Oğuz Töresi ile Batı Kültürü Arasındaki Fark
Mahiye Morgül / Şubat 2012
261

Benzer belgeler