ODTÜLÜ Dergisi - Sayı 49 13.2 mb
Transkript
ODTÜLÜ Dergisi - Sayı 49 13.2 mb
ODTULU ODTULU Editörden Prof. Dr. Bilgehan Ögel [email protected] Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunlarla İletişim Dergisi Temmuz 2012 • Sayı 49 ISSN: 1309-2626 ODTÜ Adına Sahibi Prof. Dr. Ahmet Acar Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Bilgehan Ögel Yayın Kurulu Prof. Dr. Bilgehan Ögel Dr. Aydın Tiryaki Serpil Savaş Nihal Gerçek Reklam Sorumlusu Nihal Gerçek [email protected] Yazışma Adresi Mezunlarla İletişim Müdürlüğü ODTÜ Rektörlük 1. Kat 06800 Ankara Tel: (0312) 210 41 28 Faks: (0312) 210 13 58 e-posta: [email protected] www.mezun.metu.edu.tr Grafik Tasarım: Gürkan Akbaş Yayına Hazırlayan - Baskı Elma Teknik Basım Matbaacılık Çatal Sokak 11/A Maltepe 06570, Ankara Tel: (0312) 229 92 65 - 229 73 55 Faks: (0312) 231 67 06 www.elmateknikbasim.com e-posta: [email protected] Basım Tarihi: 30 Temmuz 2012 ODTÜLÜ Dergisi, ODTÜ Kariyer Planlama Merkezi’nin mali desteği ile yılda iki kez Sevgili ODTÜlüler ve ODTÜ Dostları, Ocak sayımızın çıktığı günden bu yana Üniversitemiz yine başarılı bir dönemi geride bıraktı. Son yıl içinde ülkemizde ve yurtdışında belki de en çok ses getiren başarı, ODTÜ’nün, Mart 2012’de ilan edilen Times Higher Education “Top 100 World Universities by Reputation” listesine girmesi oldu. Times Higher Education’ın yaklaşık 150 ülkeden seçtiği 17.000 başarılı akademisyenin değerlendirmesine dayanan bu sonuçla ODTÜ, hem eğitim hem araştırma alanında “mükemmel” olarak tanımlanan 100 dünya üniversitesi içinde yer aldı. Dünyanın sadece 19 ülkesinin temsil edildiği bu listeye Türkiye’den sadece ODTÜ girdi. Bu üstün başarı tüm öğrenci, öğretim üyesi ve mezunlarımıza aittir. Bu sayımızda gıda sektörünü ele alıyoruz. Türkiye açısından büyük önemi olan bu sektörde, öncü kurumların başarılı ODTÜ mezunu yöneticileri ile birer söyleşi yaptık ve sektördeki gelişmeleri sizlere aktarmaya çalıştık. Soyadına göre alfabetik olarak röportajlarını sunduğumuz ETİ Gıda Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Etkin Binbaşıoğlu (IE’75), Yıldız Holding Yatırımlar ve İş Geliştirme Grubu Başkanı Zeki Sözen (ChE’79), TAMEK İcradan Sorumlu Başkan Yardımcısı Serdar Özakar (ME’81), TAT Gıda Grubu ve SEK Süt İşletmesi Grup Yöneticisi Murat Hocalar (FdE’85), Altıparmak Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Özen Altıparmak (MAN’77) ile yapılan söyleşileri bu sayımızda okuyabilirsiniz. Türkiye ve Dünya açısından kritik konuları masaya yatırdığımız yazı dizimiz DOSYA’ya devam ediyoruz. Bu bölümde, gıda ve gıda güvenliği konusunu işledik. Son yıllarda çok tartışılan GDO’lu gıdalar, hibrid tohumlar, zirai ilaçlar, topraksız tarım gibi konuları tartıştık. Bir araştırma raporunda, Dünya’yı en çok kirlettiği söylenen 12 kimyasaldan 9’unun zirai ilaçlarda kullanılan hammaddeler olması, durumun ciddiyetini sanırım net biçimde editörden ortaya koyuyor. Bu konuları ODTÜ öğretim üyeleri ve Antalya bölgesinde sera ve tohumculuk konusunda Türkiye’nin önde gelen şirketlerinin yöneticileri ile konuştuk. Antalya bölgesindeki seralar sadece Türkiye’yi değil, ihracat rakamlarına baktığımızda tüm Dünyayı doyurmaya aday. Tahmin edebileceğiniz gibi bu şirketlerin yöneticilerinin büyük çoğunluğu da ODTÜ mezunu. Söyleşileri ilgi ile okuyacağınızı umuyoruz. Okuyucularımızdan olumlu görüşler alan “ODTÜ Güzeldir” fotoğraf köşemizde bir sürprizimiz var. Bu sayımızda, ODTÜ araştırma ortamında çekilmiş, estetik elektron mikroskop fotoğraflarına yer veriyoruz. Bilimsel fotoğrafların da çok estetik olabileceğini vurgulamak istedik. Bu sayıda başlığımızı biraz değiştirdik! “Bilim Güzeldir”. ODTÜ’de yürütülen bazı araştırma başlıklarını da sizlerle paylaşmak istiyoruz, “Bebelerden Bilime Katkı” projesi ile Yrd. Doç. Dr. Annette Hohenberger, “Karayolları Genel Müdürlüğü Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi” yazısı ile Y.Doç. Dr. Ferhat Akgül, ODTÜ/Teknokent Membran Arıtma Tesisi” projesi ile Prof. Dr. Celal Gökçay, ve araştırma konularını bizlerle paylaşıyor. İlgi ile okuyacağınızı düşünüyoruz. Yöneticilik görevine rağmen bizi kırmayan Ali Uzay Peker Hocamıza da teşekkür etmek istiyorum: “İstanbul’da Su ve Meydan Çeşmesi” başlıklı yazısını bizler için yazdı. ODTÜLÜ’deki bazı yazılara ODTÜ TV ve YouTube ODTÜ kanalındaki videoların QR kodlarını ekleyerek dergimize yeni bir görsel içerik kazandırdık. Bu sayımıza katkıda bulunan tüm öğretim üyelerimize, mezunlarımıza; dergimizin yayına hazırlanmasında emeği geçen Aylin Turgut Ecevit’e, öğrencimiz Mert Yenidemirci’ye teşekkür ediyor, 49. sayımızı da keyifle okumanız dileği ile sevgi ve saygılarımı sunuyorum. yayınlanmaktadır. Temmuz 2012 • Sayı 49 1 içindekiler ODTÜ’nün 56. Kuruluş Yıldönümü Kutlandı 4 11 Temmuz 2012 • Sayı 49 ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nde ODTÜ GÜNÜ Bebeklerden Bilime Katkı 12 16 İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’ İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde Yerli Yapım Deprem Simülatörü 24 25 ODTÜ’de Elektriğini Üreten Bina: Ayaslı Araştırma Merkezi Avrupa’nın Profesyonel Mühendis Adayları Ankara’da Buluştu 26 27 Karayolları Genel Müdürlüğü Köprü Yönetim Sisteminin (KYS) Geliştirilmesi Projesi CERN “Bilimi Hızlandırıyoruz” Sergisi 34 35 Akademik Gelişim Programı İlk Uygulaması Tamamlandı ODTÜ Teknokent Membran Arıtma Tesisi: 36 39 Siber Güvenlikte ODTÜ Enformatik Enstitüsü– NATO İşbirliği Bilim Güzeldir 40 49 Makina Tasarım ve İmalat İkinci Öğretim Tezsiz Yüksek Lisans Programı 13. Yılında ODTÜ Sanat Festivali 50 54 Karikatür Nail Eren 2 Temmuz 2012 • Sayı 49 söyleşi 56 60 64 70 Etkin Binbaşıoğlu Murat Hocalar Serdar Özakar Zeki Sözen ETİ TAT GIDA, SEK SÜT TAMEK YILDIZ HOLDİNG Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Lisansüstü Eğitimde 50 Yıl Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları Öğrencilerimize Sağlanan Burs ve Yardımlar Dosya: GIDA Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Türkiye’de Son Durum Karikatür Nail Eren Hasan Şirin Agrotalya “Aslında biz bir şey yapmıyoruz, ne yapıyorsa arılar yapıyor” Özen Altıparmak Balparmak 74 79 95 100 107 117 122 128 77 88 96 102 110 118 125 133 Fizik Bölümü’nde disiplinlerarası bir araştırma alanı: FOTONİK Topluluklardan Haberler Kitaplık Genetiği Değiştirilmiş Olarak Adlandırdığımız Gıdalar Nedir? Biyolojik Bilimler Bölümü’nden Doç. Dr. Sertaç Önde ile GDO, Zirai İlaç ve Tohumu Konuştuk Antalya’da Tarım Sektöründe ODTÜlüler Okan Yurdakul Ayer Tarım Hasan Ünal Grow Fide Gündemde Yine Süt Var! Temmuz 2012 • Sayı 49 3 ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ ODTÜ’NÜN 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ KUTLANDI ODTÜ GÜNÜ; 25 Mayıs 2012 Cuma günü, Kültür ve Kongre Merkezi (KKM)’nde düzenlenen bir törenle kutlandı. Törende, Dr. Aydın Tiryaki tarafından hazırlanan “ODTÜ’den Başarı Haberleri” başlıklı görsel sunum ile Rektör Prof. Dr. Ahmet Acar’ın açılış konuşması ardından, Üstün Hizmet ve Takdir Ödülleri sahiplerine sunuldu. Aynı gün öğleden sonra yapılan ikinci bölümde ise Turan Baskan Hizmet ve Teşvik Ödülü almaya hak kazanan Üniversitemiz idari personeline ödülleri verildi. Açılış konuşmasında; son yıllarda, yılda ortalama 12 projemizin AB çerçeve programlarından desteklendiğini, 2012 yılının sadece ilk dört ayında ise 11 projemizin çerçeve programlarından desteklendiğini ifade eden Rektör Prof. 4 Temmuz 2012 • Sayı 49 Dr. Acar; 2009 yılında başlatılan “ODTÜ Yenilenebilir Enerji, Ekosistemler ve Sürdürülebilirlik Araştırma Platformu (YESAP)” girişimi kapsamında da geçtiğimiz yıl içinde yeni bir adım daha atıldığını belirterek; DPT desteği ile 2009 yılında kurulan “ODTÜ Güneş Enerjisi Araştırmaları Merkezi (GÜNAM)” ve 2011’de kurulan “ODTÜ Rüzgar Enerjisi Teknolojileri Araştırma ve Uygulama Merkezi (RÜZGEM)”den sonra, 2012 yılında Kalkınma Bakanlığından alınan destekle “ODTÜ Deniz Ekosistemleri ve İklim Araştırmaları Merkezi (DEKOSİM)”in bir mükemmeliyet merkezi olarak kurulduğunu sözlerine ekledi. Konuşmasında Üniversitemizin, inovasyon, teknoloji geliştirme ve sanayi ile Ar-Ge işbirliği projelerinin önemli bir kısmının ODTÜ Teknokent ortamında yürüdüğünü aktaran Prof. Dr. Ahmet Acar; çok sayıda yeni teknokentin kurulmasına rağmen ODTÜ Teknokent’in, Ar-Ge firmalarınca daha da çok talep edilen bir çekim merkezi haline geldiğini, Teknokent firmaları ile akademik birimlerimiz arasında artan işbirliğinin, firmalara sağladığımız yüksek katma değerli hizmetlerin ve iyi işleyen altyapının, ODTÜ Teknokent’in cazibesini daha da artırdığını ve Ar-Ge kuruluşlarının hızla artan talebini kısmen karşılamak üzere yaptırılan 7.300 m2’lik “Titanium” binasının 2012 yılı başında hizmete girdiğini belirtti. Son yıl içinde başlayan yeni programlarla Teknokent firmalarının yurtdışına açılmasına, Teknokent firmalarıyla Üniversitemiz arasındaki araştırma ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ işbirliğinin yoğunlaşmasına, ODTÜ öğretim üyelerinin araştırma bulgularının patentlenmesine ve patentlerin lisanslanmasına ağırlık verildiğini ifade eden Prof. Acar; ODTÜ Teknokent bünyesinde yürütülen inovasyon ve girişimcilik destek programlarını tek bir çatı altında birleştirmek ve geliştirmek amacıyla, Nisan 2012’de başlatılan “TeknoJumpp Girişimcilik ve İnovasyon Destek Programı”yla önümüzdeki dönemde teknogirişimciliğe çok daha etkili hizmet vermenin hedeflendiğini vurguladı. Prof. Acar, konuşmasında; Üniversitemizin başarılarının geçtiğimiz yıl içinde bir dizi uluslararası kuruluş tarafından da tescil edildiğini belirterek; Son yıl içinde ülkemizde ve yurtdışında belki de en çok ses getiren sonucun, ODTÜ’nün Mart 2012’de ilan edilen Times Higher Education “Top 100 World Universities by Reputation” listesine gir- mesi olduğunu bildirdi ve “ODTÜ olarak son yıl içinde diğer uluslararası değerlendirmelerde de gurur verici sonuçlar aldık. Webometrics 2011-2012 ve Leiden 2011-2012 listelerinde ülkemizi en üst sırada temsil etmeyi sürdürdük ve bu sıralamalardaki yükselişimiz son yılda da devam etti. QS 2011 sıralamasında, “mühendislik” ve “temel bilimler” alanlarında; URAP 2011 sıralamasında “mühendislik”, “temel bilimler” ve “sosyal bilimler” alanlarında ülkemizde en iyi sonuçları alan üniversite yine ODTÜ oldu. İlk kez 2010 yılında girdiğimiz Times Higher Education “Top World Universities” listesinde, 2011 yılında da yer aldık. Times Higher Education “Top World Universities” sıralamalarında Üniversitemizin aldığı “Eğitim-Öğretim” puanının, dünyanın ilk 150 üniversitesinin aldığı puanlara eşit olduğunu özellikle belirtmek isterim.” dedi. Prof. Acar; son ay içinde de, çok prestijli yeni bir ödülü kazandığımıza değinerek; ODTÜ’nün, 1955 yılından beri verilmekte olan “Red Dot Design Awards”ın 2011 yılı sonuçlarıyla, Amerika ve Avrupa kıtalarındaki “en başarılı 15 tasarım okulu” listesine girdiğini belirtti ve bilime ve topluma verdiğimiz hizmetler ve aldığımız başarılı sonuçlarla uluslararası tanınırlığımızı pekiştiren mensup ve öğrencilerimizi kutlayarak, yeni başarılara örnek olacakları için de kendilerine ayrıca teşekkür etti. Konuşmasında ayrıca yetenek, tutku ve çok çalışmanın başarılı sonuçlara erişmek için yeterli olmayabileceğinden söz eden Prof. Acar sözlerini; “Biliyoruz ki sıradışı insanlar ancak başarıyı destekleyen kurumlarda ve toplumlarda yetişirler; üstün nitelikli insanlar, ancak uygun ortamlarda, kültürel iklimlerde ortaya çıkabilirler. Üs- i zley i n Temmuz 2012 • Sayı 49 5 ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ tün nitelikli insanlarımızı – öğrencilerimizi, akademik ve idari personelimizi – ODTÜ’ye getiren ve her yıl artan başarılarla Üniversitemizi ileriye taşımalarını sağlayan gücümüz, ODTÜ’nün kendine özgü ortamıdır. “ODTÜ Ortamı”, nitelikli insangücümüzün; üniversitemize bağlılığımızın; sorumluluk duygumuzun; sorgulama ve “daha iyi”yi arama anlayışımızın; rasyonel düşünceyi, etik değerleri, liyakatı ve hizmet etmeyi öne çıkaran kurumsal değerlerimizin kendine has bir bileşimidir. “ODTÜ Ortamı”nın bu özellikleri korunduğu ve geliştiği sürece başarılarımız hep sürecek; ODTÜ, gurur duyduğumuz sıradışı insanlarımızı yetiştirmeye devam edecektir.” şeklinde sürdürdü. Konuşmasında, son yıllarda yükseköğretim ve araştırma alanında ülkemizde ve tüm dünyada yaşanan köklü değişikliklerin Üniversitemizi de etkilediğini vurgulayan Rektör Prof. Acar, hızla atılan uluslararasılaşma adımları ile birlikte, yükseköğretim ve araştırma alanlarında rekabet ve işbirliği arayışlarındaki 6 Temmuz 2012 • Sayı 49 yoğunluğun açık şekilde hissedildiğini kaydetti. Ülkemizde de, son yıllarda kurulan yeni üniversiteler ve hızla artan kontenjanlarla arz – talep dengesinin tersine döndüğünü; yurtiçinde de öğrenci, öğretim üyesi, nitelikli idari personel ve araştırma fonları için rekabetin çok arttığını sözlerine ekleyen Prof. Acar; “Öğretim üyesi açığı ve kalite sorunu, üniversitelerimizin uluslararası rekabetinin önündeki en belirgin engeller olarak gözükmektedir. Öğrencilerin disiplinlere göre talebindeki kaymalar, üniversitelerde yaşanan kaynak ve yönetim sorunları, yükseköğretim sistemimizde ciddi önlemlerin alınmasını gerektirmektedir.” dedi. Konuşmasına devamla, tüm bu gelişmelerin Üniversitemiz üzerindeki kaçınılmaz yansımalarının yanı sıra, özellikle ilgilenilmesi gereken konunun yükseköğretim sistemimizi yeniden yapılandırma çalışmaları olduğunu söyleyen Prof. Dr. Acar; yeniden yapılandırma çalışmaları ile 2547 sayılı yasanın değiştirilmesinin amaçlandığını, bu çalışmaların yükseköğretim sistemimizin tıkandığı noktalara odaklanarak yüzeysel ve içerikten daha çok “şekil”e yönelik düzenlemeler halinde kalabileceğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “Oysa gerekli olan, yükseköğretim sistemimizdeki derin kalite sorunlarının özüne inebilecek, uluslararası düzeyde rekabet edebilecek üniversitelerin önünü açacak ve hatta bu nitelikteki üniversitelerimizin sayısını artıracak yeni bir anlayışın, yeni bir vizyonun getirilmesidir.” Rektör Prof. Dr. Ahmet Acar, konuşmasının son bölümünde; üniversitemizin, toplumumuzun geleceğine yön verecek genç nesilleri en iyi şekilde yetiştirme, yeni bilginin ve teknolojilerin yaratılmasında küresel düzeyde katkı sağlama ve bilgi birikimini toplumun gelişmesi için doğrudan kullanma sorumluluklarını yüklendiğini kaydederek; “Bu misyonumuz, bize ülkemizde laikliği, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve temel özgürlükleri destekleme; kadın-erkek eşitliği gibi çağdaş, evrensel demokratik ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ değerleri savunma görevini de vermektedir. Bu çerçevede, bilime ve ülkemizin sosyal, kültürel, ekonomik gelişmesine verdikleri katkılar ile öne çıkan ve örnek olan insanların başarılarını takdir etmek ve desteklemek bizim için büyük bir mutluluk kaynağı olmaktadır. Senatomuzun, bilim, teknoloji ve sanat alanında ulusal ve uluslararası başarıya ulaşmış ve toplumumuzun gelişmesine ve çağdaşlaşmasına olağandışı katkılarda bulunmuş insanlara verdiği ODTÜ Ödülleri, bu değerli insanların sıradışı hizmetlerini desteklemek ve kamuoyuna duyurmak amacını gütmektedir.” dedi. ODTÜ Üstün Hizmet Ödülü, Üniversite Senatosu’nca, Türkiye’de Prehistorya alanının kurumsal ve bilimsel gelişmesine yaptığı katkılar, bu alanın üniversitelerimizin yerleşik müfredatı içinde yer almasına neden olan öncü çalışmaları; özellikle Çayönü ve Karatepe antik kentleri üzerine uluslararası özgün çalışmaları ile Prehistorya alanının gelişmesine verdiği katkı; Karatepe Arslantaş Milli Parkı’nın Türkiye’nin ilk açık hava müzesi konumunda düzenlenmesinin sağlanmasına ve bu yörede etkili sosyal sorumluluk projelerinin gerçekleştirilmesine yaptığı öncülük; ODTÜ Keban Bölgesi Tarihi Eserleri Kurtarma ve Değerlendirme Projesi kapsamında yürüttüğü çalışmalar ve arkeoloji çalışmalarının ayrılmaz parçasını oluşturan çağdaş arkeometri yöntemlerinin ülkemizde de başlatılmasına yol açan büyük katkıları; ülkemizde çok sayıda genç akademisyenin yetişmesinde üstlendiği önderlik ve ilham kaynağı olan kişiliği nedeni ile Prof. Dr. Halet Çambel’e ve basın fotoğrafçısı ve savaş muhabiri olarak kan ve gözyaşının hüküm sürdüğü dünyanın “Bu misyonumuz, bize ülkemizde laikliği, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve temel özgürlükleri destekleme; kadınerkek eşitliği gibi çağdaş, evrensel demokratik değerleri savunma görevini de vermektedir.” çeşitli bölgelerinde kendine has üslubu ile gerçekleştirdiği başarılı çalışmaları; bu çalışmalarda profesyonel kimliğini insancıl tutumu ile birleştirerek medya sektöründe örnek olan davranışı; sektörde referans alınan haber ve belgesel programlarıyla eriştiği kalite düzeyi; Türkiye’nin ilk yerli bilgi ve belge kanalı olan İZ TV’yi uluslararası tanınırlığa ulaştıran yöneticilik ve yapımcılık başarısı ile ülkemizin tarih, doğa ve kültür değerlerini tanımamızda ve tanıtmamızda yarattığı fark ile kültürel ve düşün yaşamımıza sağladığı değerli katkılar nedeniyle Coşkun Aral’a verildi. Üniversitemiz mezunlarından Ferit Akın, 80’li yıllarda ülkemizde yurtdışı lisans ile kurulan ilk BOPP plastik ambalaj filmi hattı üretiminde kullanılan ve tekellerin elinde olan kimyasal katkı malzemeleri yerine geliştirdiği yenilikçi alternatiflerle firmasını dünya pazarlarında söz sahibi yapmasındaki başarısı; sonraki yıllarda bu alanda yurtdışında örnek olan çalışmaları; eğitimi destekleyen çok yönlü gayretleri ve bu katkılarını kurumsallaştırmak için kurduğu Tarık Somer Eğitim Vakfı ile İzmir Buca ilçesinde kendi adıy- la kurduğu ilköğretim okulu nedeni ile ODTÜ Takdir Ödülü almaya layık görüldü. Yine Üniversitemiz mezunlarından Tuna Aksel’e, 1973 yılından bu yana çalışmakta olduğu ve şu anda en üst düzey yöneticiliğini üstlendiği şirketin yurtiçinde ve yurtdışındaki başarılarında oynadığı liderlik rolü ile sektörünün gelişmesine katkıları; genç insanların iş dünyasında mesleki gelişimlerini destekleyen yaklaşımı ve çalışmaları; üyesi olduğu ODTÜ Mezunlar Derneği, Ankara Fen Lisesi Mezunlar Derneği, Ankara Fen Lisesi Vakfı ve Deniz Temiz Derneği gibi sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerine katılımı ve burs fonlarına yaptığı yardımlar; ülkemizde çevreye duyarlılık bilincinin oluşturulması için yöneticiliğini yaptığı firmanın sektöründe ilk karbon ayak izi ölçümünü yapan ve BM Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni ilk imzalayan firma olmasını sağlayan çalışmaları nedeni ile ODTÜ Takdir Ödülü verildi. Üniversitemizden mezun olmuş Levent Ucuzal, ODTÜ Teknokent’te kurduğu ve yöneticisi olduğu şirketiyle iş yaşamında ulaştığı başarı düzeyi; ODTÜ’ye karşı sorumluluk anlayışı içerisinde kurmuş olduğu ODTÜ SAS Su Altı Sporları Topluluğu bünyesinde onlarca yurtiçi ve yurtdışı şampiyonluk kazanmış sporcunun yetişmesindeki aktif ve kilit rolü; engelli öğrenciler dahil olmak üzere her yıl yüzlerce öğrenciye şahsen zaman ayırarak verdiği eğitimler; ODTÜ sporcularının milli takımda yer almalarında ve Dünya Rekorları kırmalarındaki katkıları; yurtiçi ve yurtdışı federasyon ve konfederasyonlarda yüklendiği üst düzey görevlerdeki başarısı; ODTÜ’yü ve ODTÜlü olmayı gerek iş hayatında, gerekse spor yöneticiliğinde onur ve başarıyla temsil Temmuz 2012 • Sayı 49 7 ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ eden çalışmaları nedeni ile ODTÜ Takdir Ödülü’ne layık görüldü. Törenin öğleden sonra yapılan ikinci bölümünde ise Turan Baskan Hizmet ve Teşvik Ödülü almaya hak kazanan Üniversitemiz idari personeline ödülleri verildi. Bu yıl Turan Baskan Hizmet Ödülü; Ebru Özdemir Arslan, Doğan Canatan, Işıl Demir, Fatma Leyla Ersun ve Cafer Kaya’ya, Turan Baskan Teşvik Ödülü ise; Mevlut Aksu, Veysel Ceylan, Aysel Karabiber, Yakup Pullu ve Hasan Ulusoy’a verildi. Ayrıca törende üniversitemize hizmet vererek emekli olan akademik ve idari personelimize hizmet plaketleri ile ODTÜ’de 40, 35, 30, 25, 20 hizmet yılını dolduran mensuplarımıza hizmet belgeleri takdim edildi. Prof. Dr. Halet Çambel (ODTÜ Üstün Hizmet Ödülü) Prof. Dr. Halet Çambel 26 Ağustos 1916 tarihinde Berlin’de doğdu. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde orta öğrenimini tamamladıktan sonra, önce İstanbul Üniversitesi’nde daha sonra Paris Sorbonne’da yüksek öğrenimine devam etti. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayıp aynı fakültede akademik hayatını sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat 8 Temmuz 2012 • Sayı 49 Fakültesi’nin prestijli Prehistorya Anabilim Dalı’nı kuran Çambel, 1960’larda Chicago Üniversitesi, Oriental Institute hocalarından Robert Braidwood ile beraber oluşturdukları Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Karma Araştırma Projesi kapsamında Diyarbakır yakınlarında bulunan Çayönü Höyük kazıları ile Neolitik dönemde göçebelikten yerleşik düzene, avcılık ve toplayıcılıktan üreticiliğe geçişin araştırılması konulu Türkiye’nin ilk disiplinlerarası projesine imza attı. Halet Çambel, 1960’larda Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin himayesinde başlatılan ünlü Keban Projesi’nin mimarlarından birisidir. ömür boyu yürüttüğü çalışmaları nedeniyle “Özgür İnsan Ödülü”, 2010 yılında ise T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “2010 Yılı Kültür-Sanat Büyük Ödülü” verildi. 1965-67 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı’na, Çukurova bölgesinin organize tarım, sanayi ve turizme açılmasından önce bölgenin kültürel varlıklarının korunabilmesi için tüm kıyı şeridi boyunca ve Adana tarihi kent merkezinde kültür envanteri çalışmasını yürütüp kapsamlı bir rapor olarak sunan Halet Çambel, Ceyhan nehri kıyısında yer alan çift dilli yazıtı ve onlarca kabartmaları ile tanınan M.Ö.7. yüzyıla tarihlenen Karatepe-Arslantaş (Azatiwataya) kalesinin kazısına önce genç bir arkeolog olarak katıldı ve Türkiye’de Milli Park içinde yer alan ilk Açık Hava Müzesini kurdu. Aynı zamanda, yöre halkının eğitimine katkıda bulunup bölgeye has kilim dokumacılığını canlandırarak sadece geçmişi korumakla kalmayıp günümüz insanına da yol göstermeyi başardı. Coşkun Aral 2004 yılında Hollanda Prens Claus Kraliyet Ödülü’nü alan Halet Çambel’e, 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi tarafından Anadolu Arkeolojisine yaptığı katkılardan dolayı fahri doktora unvanı verildi. 1980 yılında ilk defa Sipa Press Ajansı adına Türkiye dışında görev aldı. Polonya’da ünlü Gdansk Grevi, İran, Irak olaylarına ilişkin çalışmalarıyla uluslararası platformda adını duyurmaya başladı. 12 Eylül darbesini daha önce yaptığı arşiv çalışmalarıyla ünlü Newsweek, 2008 yılında, Anadolu Halk Bilimleri ve Kültür Derneği tarafından, (ODTÜ Üstün Hizmet Ödülü) Coşkun Aral 1 Mayıs 1956 tarihinde Siirt’te doğdu. Sırasıyla, 14 Eylül İlkokulu, Oruç Gazi Ortaokulu ve Mecidiyeköy Lisesi’nde eğitimini tamamladı. Basın fotoğrafçılığı mesleğine 1974 yılında Günaydın ve Gün gazetelerinde başladı, 1976 yılında Ekonomi ve Politika gazetesinde devam etti. 1977 yılındaki 1 Mayıs olaylarında çektiği fotoğraflarla ilk kez Sipa Press Ajansı yoluyla adını dünya basınında duyurdu. Bu olaya ilişkin fotoğraflarıyla Time, Newsweek dergilerinde yer aldı. Bunu izleyen yıllarda Sipa Ajansı’nın Türkiye muhabirliğini üstlendi ve Türk basınında da, Türk Haberler Ajansı, Milliyet, Hürriyet gazetelerinde serbest olarak çalıştı. ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ L’Express dergilerinin kapaklarında ve yüzlerce uluslararası dergi sayfalarında yansıttı. 14 Ekim 1980 günü kaçırılan bir uçakta dünyada ilk kez hava korsanlarıyla bir röportaj gerçekleştirerek, Türk ve dünya basınında adından söz ettirdi. Aynı olayla Türkiye ve dünyanın çeşitli ülkelerinde ödüller aldı. 1980 yılından itibaren sürekli olarak Lübnan, İran, Irak, Afganistan, Kuzey İrlanda, Çad ve Uzakdoğu’da meydana gelen savaşları görüntüledi. Halen, Time, Newsweek, Paris-Match, Stern, Epoca gibi dergiler adına fotoğrafçı olarak mesleğine devam etmektedir. 1983 yılında aralarında National Geographic’in ünlü fotoğrafçısı Reza ve Yan Morvan’ın da bulunduğu dört savaş fotoğrafçısı ile birlikte hazırladığı “Galile’de Barış” adlı savaş fotoğraf albümü Edition de Minuit tarafından yayınlandı. Lübnan savaşını konu alan bu kitap, daha sonra Almanya ve Cezayir’de basıldı. Yine New York’ta Pantheon yayınevi tarafından son dönemin en iyi 31 savaş fotoğrafçısını içeren “War Torn” kitabında yer aldı. 1988 yılında “Türkiye: Bin Millik Büyük Serüven” adlı macera fotoğraf albümü yayınlandı. 1995 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde Fielding Wordwide Yayınevi tarafından biri “Savaş Tehlikeli Işık”, diğeri “Dünyanın En Tehlikeli Yerleri” adlı iki kitabı yayınlandı. 1986 yılında fotoğrafçılığa ilaveten, Türkiye’de 32. Gün adına başlattığı savaş muhabirliğini de asıl mesleği ile birlikte sürdürmektedir. Yapım ve yönetimini üstlendiği “Haberci” programı Türkiye’nin yanı sıra uluslararası TV kanallarında da yayınlanmaktadır. Coşkun Aral, Türkiye’nin ilk bilgi ve belge kanalı İZ TV’nin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır. 2006 ve 2009 yıllarında Avrupa’da verilen Hot Bird TV Ödülleri’nden mansiyon alan İz TV, 2007’de belgesel dalında Hot Bird TV Ödülüne layık görüldü. Coşkun Aral dünyanın değişik bölgelerinde bağımsız belgeseller çekmeye devam etmektedir. Ferit Akın (ODTÜ Takdir Ödülü) Ferit Akın, 6 Haziran 1943 tarihinde Ankara’da doğdu. İlköğrenimini 1956 yılında İzmir Necatibey İlkokulu’nda, orta öğrenimini 1961 yılında İzmir Özel Türk Koleji’nde tamamladı. Aynı yıl ODTÜ’de üniversite eğitimine başladı. Kimya Mühendisliği Bölümü’nden 1966 yılında mezun oldu. Meslek yaşamına mezun olduğu bölümde Prof. Dr. Ernst Weingertner’in asistanı olarak başladı. Yüksek lisans çalışmalarını tamamladıktan sonra, sanayi yaşamına Mart 1970’te Petkim A.Ş.-Yarımca tesislerinde proje mühendisi olarak adım attı. 1972-1982 döneminde İzmit’te Bemis A.Ş.’de Proje ve Teknik Hizmetler Müdürlüğü, Lassa A.Ş.’de Proje Müdürlüğü ve Kalite Güvence Müdürlüğü, İstanbul’da Bimaş A.Ş.’de ve Kromsan A.Ş.’de Proje Müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1983 yılı başında ülkemizdeki ilk BOPP plastik ambalaj tesisinin POLINAS A.Ş tarafından Manisa’da kurulmasının ardından Proje Müdürlüğü görevini üstlendi. Üretimin ilk aylarında inisiyatif alarak lisansör Japon TOYOBO firmasının üretim know–how parametrelerinde, hammadde kaynakları ve formülasyonlarında köklü değişiklikler yaptı. Bu çalışmalar sonucu ürün kalitesi, maliyetler ve üretim randımanında sağlanan sıçramalarla POLINAS kısa sürede dünya pazarlarında rekabet gücüne ulaştı. İkinci hattın öz kaynaklarla kurulabileceğini alınan sonuçlar, ön proje ve fizibilite çalışmalarıyla kanıtlayarak üst yönetimin yatırım onayını sağladı. Aynı dönemde POLİNAS’ın yurtdışına ilk ve tek BOPP üretim know-how’ı satışını da gerçekleştirdi. Ferit Akın Mart 1988’de Plaskim Limited Şirketini kurarak serbest çalışma yaşamına başladı. 1988 yılı başından itibaren aldığı teklifler ile Yunanistan, Brezilya, Mısır, İspanya, Pakistan, Meksika, Portekiz, Kore, Çin, Rusya ve İran’da 10’u aşkın firma için danışmanlık yaptı. BOPP proje ve start-up hizmetleri, üretim know-how’ı, sorun çözme ve teknik eğitimi kapsayan mühendislik hizmetlerini 2004 yılı sonuna kadar sürdürdü. Plastik sanayinde teknik yardımcı hammadde distribütörlüğü faaliyetlerine 2008’de son vererek emeklilik yaşamına adım attı. Bir eğitim gönüllüsü olarak örnek aldığı hocası Prof. Dr. Tarık Somer anısına 2009 yılında kurduğu Tarık Somer Eğitim Vakfı faaliyetlerini genişleterek sürdürmeyi, emeklilik Temmuz 2012 • Sayı 49 9 ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ genel müdürlüğünü yürüttüğü ve merkez ofisi şehir merkezinde, geliştirme ofisi ODTÜ Teknokent’te olan coğrafi bilgi sistemleri (GIS) ve savunma yazılımları üreten Bilgi Coğrafi Bilgi Dönüşüm ve Yönetim Sistemleri şirketini kurdu. yaşamının en önemli hedefi olarak görmektedir. Sevgi Acar’la evli olan Ferit Akın, iki çocuk babasıdır. Levent Ucuzal (ODTÜ Takdir Ödülü) Tuna Aksel (ODTÜ Takdir Ödülü) Tuna Aksel, 17 Ağustos 1950 tarihinde İstanbul’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra, 1964 yılında Fen Lisesi sınavını kazanarak lise eğitimi için Ankara’ya geldi. 1967 yılında ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümü’ne giren Aksel, 1972 yılında lisans derecesini, 1974 yılında yüksek lisans derecesini alarak mezun oldu. Türkiye Elektrik Kurumu’nda iş hayatına başlayan Tuna Aksel, TEK’teki kısa süren çalışmasının ardından katıldığı Yüksel İnşaat’ın çeşitli kademelerinde ve ortaklık yönetimlerinde bulundu. 1994 yılında Yüksel İnşaat’ın Genel Müdürü olan Aksel, bu görevini 2009 yılına kadar sürdürdü. Genel Müdürlük görevinin ardından Yüksel Holding Yönetim Kurulu üyeliği ve Holding Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu. Halen Yüksel İnşaat ve Yüksel Holding Yönetim Kurulu Murahhas Üyelikleri ile Holding Genel Koordinatörlüğü görevlerini yürütmektedir. Gönül Aksel’le evli olan Tuna Aksel iki çocuk babasıdır. 10 Temmuz 2012 • Sayı 49 Levent Ucuzal 17 Mayıs 1965 tarihinde Malatya’da doğdu. Babasının görevi nedeni ile ilköğrenimini Gelibolu, Polatlı, Malatya ve Tatvan’da, orta ve lise öğrenimini ise Tatvan ve Burdur’da tamamladı. 1982 yılı Haziran ayında Kara Harp Okulu’nu ve Üniversite sınavlarında ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nü kazandı. 1982-1987 yıllarında ODTÜ’de okudu ve 3,03 ortalama ile bölüm 3.sü olarak mezun oldu. 1988 yılında TÜSTAŞ A.Ş.’de Şehir Plancısı kadrosunda işe başladı. 1989 yılında Proje Müdürü, 199092 yıllarında da Planlama ve Bilgi İşlem Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1990-92 yılları arasında Gazi Üniversitesi’nde Trafik Planlaması Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1992-93 yılında İnformatik A.Ş.’de Satış Müdürü, 1993-94 yılında ise Yalçın Teknik A.Ş.’de Bilgi İşlem Bölüm Başkanı olarak çalıştı. 1993 yılı bahar döneminde ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde ek zamanlı akademik personel olarak görev aldı. Bu görevine halen devam etmektedir. Aynı yıl, sınıf arkadaşı Erhan Çınar ile birlikte, bugün 2003 yılında, halen akademik danışmanlığını ve antrenörlüğünü yürüttüğü ODTÜ SAS Su Altı Sporlarını, ODTÜ Spor Müdürlüğü ve Kulübünün desteği ile kurdu ve katıldıkları ilk serbest dalış şampiyonasında ODTÜ SAS takımı Türkiye şampiyonu oldu. 2004 yılında Serbest Dalış Milli Takımına sporcu olarak girmeye hak kazandı ve Türkiye’yi Hırvatistan’da temsil etti. 2005 yılında halen yürütmekte olduğu Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu Serbest Dalış Teknik Kurul Başkanlığına ve halen yürütmekte olduğu Serbest Dalış Milli Takım Antrenörlüğüne seçildi. 2006 yılında CMAS Dünya Sualtı Konfederasyonu Serbest Dalış Teknik Kurul üyeliğine ve 2009 yılında ise tüm üye ülkelerin oyları ile halen yürütmekte olduğu CMAS Serbest Dalış Teknik Kurul Başkanlığına seçildi. 2007 yılında TSSF Milli Hakemi ve 2009 yılında CMAS uluslararası hakemi, 2010 yılında CMAS uluslararası hakem eğitmeni oldu. 2006 yılında öğrenci topluluğuna dönüşen ODTÜ SAS’ta Serbest Dalış, Su Altı Hokeyi ve Su Altı Ragbisi branşlarında eğitmenlik yaparak ODTÜ şapkası altında Devrim Cenk Ulusoy’un 1 dünya şampiyonluğu, 3 dünya rekoru, Şahika Ercümen’in 2 dünya rekoru, Bilgi Çingigiray’ın 2 Avrupa ikinciliği ve daha birçok sporcunun Türkiye rekorları ve şampiyonlukları kazanmalarında katkısı oldu. Evli olan Ucuzal iki çocuk babasıdır. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nde ODTÜ GÜNÜ Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde geleneksel “ODTÜ Günü”, her yıl olduğu gibi Ankara Kampusu’ndan bir hafta önce ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda 18 Mayıs 2012 tarihinde Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen törenle kutlandı. Törene milletvekilleri, kuvvet komutanları, KKTC YÖDAK (Yükseköğretim, Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu) Başkanı Prof. Dr. Hasan Ali Bıçak ve bazı bürokratlar katıldı. ODTÜ Günü’nde önce, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu mezun adayları hocaları ile anı fotoğrafı çektirdi. Kongre Merkezinde saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başlayan ODTÜ Günü etkinliklerinde önce ODTÜ KKK Rektörü Prof. Dr. Turgut Tümer ve ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar’ın konuşmaları yer aldı. Kampus içerisindeki akademik ve çevresel birçok gelişmeden bilgiler veren Prof. Dr. Turgut Tümer, konuşmasının sonunda yine mezun adaylarına seslendi ve “ODTÜ Manifestosundaki deyişle, siz de dünyayı değiştirebileceğinize inanın” dedi. ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar ise konuşmasında ODTÜ’nün dünyadaki yeri hakkında güncel bilgileri paylaşırken ODTÜ KKK mezun adaylarına “1 Temmuz 2012 Pazar günü Ankara Kampusumuzda yapılacak törende size ODTÜ diplomalarınızı vermekten mutluluk ve gurur duyacağız” sözleriyle seslendi. Prof. Dr. Turgut Tümer ve Prof. Dr. Ahmet Acar, ko- i z ley i n nuşmalarında KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ı da andı. ODTÜ Günü’ne katılan milletvekili ve DP Genel Başkanı Serdar Denktaş’a da, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu mensuplarının duygu ve düşüncelerini yazdıkları bir “taziye defteri” takdim edildi. Törende konuşma yapan Serdar Denktaş da, babasının mücadeleci karakteri ile öğütlerinden bahsederek mezunlara seslendi. Son olarak konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen YÖDAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Ali Bıçak ise “Bir dünya markası olan ODTÜ’de konuşmamı İngilizce yapacağım” diyerek sözlerine İngilizce devam etti. Kendisinin de lisans ve yüksek lisans düzeyinde ODTÜlü olduğuna değinen Prof. Dr. Hasan Ali Bıçak, yüksek öğretimde birçok tanıtma ve tanınma mücadelesinin verildiğine işaret etti. Konuşmaların ardından bir ‘Flüt Resitali’ ile Şefika Kutluer sahne aldı. Resitalin ardından mezun adaylarının hazırlamış olduğu videoya yer verildi ve mezun adayları adına üç öğrenci konuşma yaptı. Temmuz 2012 • Sayı 49 11 Bebeklerden Bilime Katkı Bebeklerden Bilime Katkı man farkına varıyorlar? Özellikle de dilin sesletimsel kuralları hakkında ne kadar bilgi sahibi olduklarını siz de hiç merak ettiniz mi? Enformatik Enstitüsü Sözcük vurgusu ya da ünlü uyumu gibi Türkçeye özgü kuralları anadil olarak Türkçe öğrenen bir bebek Fotoğraf: Mustafa Bostan Bebekler genellikle 10-13 aylık olduklarında konuşmaya başlıyorlar. Peki acaba ne zaman anlamaya başlıyorlar? Anne karnından duymaya başladıkları dilin kurallarının ne za- Yrd. Doç. Dr. Annette Hohenberger Dr. Aslı Altan 12 Temmuz 2012 • Sayı 49 Bebeklerden Bilime Katkı Görev İsimler Çalışma alanı Yard.Doç.Dr. Annette Hohenber- Dil ve bilişsel yetenekler edinimi, işaret dili, bilişsel süreçler/algılama/hare- ger ket Doktora sonrası araştırmacı Dr. Aslı Altan Türkçenin anadil olarak edinimi, Türkçe'nin yabancı dil olarak öğretimi Doktora öğrencisi Utku Kaya Danışman Prof.Dr. Barbara Höhle Psikodilbilim, anadil/ yabancı dil edinimi Uzman Başak Alpas Elbek Psikoloji, psikiyatri, dil edinimi, otizm Yedek deney yürütücüsü Gözde Bahadır Proje yürütücüsü kaç aylıkken öğrenir? Konuşmaya başladıklarında çok az hata yaptıklarından daha konuşmaya başlamadan çok önce bu kuralları öğrenmiş olmaları gerekiyor. Bir an için kendinizi düşünün, bilmediğiniz yabancı bir dili duyduğunuzda sözcükleri ayırt etmek bile imkansızdır değil mi? Mesela bir sözcüğün nerede başlayıp nerede bittiğini bilemeyiz, duyduğumuz uzun bir tümce bile olsa sanki bir sözcükmüş gibi gelir kulaklarımıza o dili bilmediğimizde. Bebekler için de durum hiç farklı değil. Sözcüklerin başı ve sonunu ayırt etmek, her dilin kendine özgü kurallarını öğrenmek... Hepsi aslında çözmeleri gereken bulmaca gibi! Biz aklımızda bu sorularla projemize başladık aslında... Projemizin başlığı ‘Türk bebeklerinin ünlü uyumu ve sözcük vurgusuna duyarlılıkları: Sözcük algılama ve sözcükleri birbirinden ayırma üzerine gelişimsel çalışmalar’. 15 Ekim 2011’de başlamış olduğumuz bu proje bir TÜBİTAK projesi. Merkezimizin adı Bilişsel Bebek Araştırmaları Merkezi, kısaca BeBeM. BeBeM, ODTÜ yerleşkesinde, Enformatik Enstitüsü binasında zemin katta. Proje ekibimiz üç kişiden oluşuyor. Proje Yürütücümüz Yrd. Doç. Dr. Annette Hohenberger. Dr. Aslı Altan doktora sonrası Kültürel evrim, taklit, bilişsel gelişim, zihin felsefesi, genişletilmiş bilişsel yaklaşımlar Türkçe tümcelerin işlemlenmesi, dilin üretim-anlaşılma süreçleri ve erken dil gelişimi araştırmacı, Utku Kaya ise doktora öğrencisi bursiyer olarak görev alıyor. Ankara Üniversitesi’nde çalışan Psikolog Başak Alpas Elbek ise projede uzman olarak çalışıyor. Şimdi gelelim herkesin merak ettiği bu soruların cevabını nasıl araştırdığımıza... Enformatik Enstitüsü’nde iki odamız var, birisi teknik oda birisi ise deney odası. Deney odasında bebek ve annenin ihtiyacı olabilecek herşey mevcut, oyuncaklar, bebeği yatırmak ya da üstünü değiştirmek için bir masa... Aynı zamanda bu odada iki hoparlör var ve ses bazen bir hoparlörden bazen diğerinden geliyor, bunu E-Prime adlı bilgisayar programı aracılığıyla biz teknik odadan kontrol ediyoruz. Hangi hoparlörden ses geliyorsa, onun önündeki ışık da yanıyor. Çalışma sırasında bebek ve annesi deney odasında oturuyorlar ve tavanda bulunan yüksek çözünürlüklü iki kamera aracılığıyla biz de teknik odadan onları izliyoruz. Bu şekilde bebeği mümkün olduğunca az etkilemeyi hedefledik. Bebekle aynı odada olursak seslerden çok, yeni kişiler yani biz ilgisini çekebilirdik ama biz sadece sözcüklere olan tepkisini ölçmek istediğimizden bu şekilde bir düzenek kurduk. Zaten başka diller için daha önce yapılmış olan çalışmalarda da laboratuvarlar benzer şekilde oluyorlar, bu kul- landığımız yöntem psikodilbilimsel çalışmalarda sıkça kullanılan başı çevirme tercih yöntemi olarak adlandırılıyor. Bu yöntemde, bebeğin göz hareketlerini takip ediyoruz. Küçük bebekler birşeyi dinlediklerinde o yöne doğru başlarıyla ya da gözleriyle dönerler. Biz de yan odadan bilgisayardaki BABY programı aracılığıyla bebeklerin hangi tarafa kaç saniye baktıklarını yani dinlediklerini ölçüyoruz. Aslında bu proje kapsamında iki farklı deneyimiz var. Birincisi ünlü uyumu ikincisi ise sözcük vurgusu konusunda. İki çalışmada da yöntem aynı. Bebek annenin kucağında deney odasında otururken biz de teknik odadan bebeğe içinde ünlü uyumu olan ve olmayan sözcükler dinletiyoruz. Dinlettiğimiz sözcüklerin hepsi Türkçe ama eklediğimiz eklerin bazıları ünlü uyumuna uyarken, bazıları uymuyor. Mesela masa-lar, kalem-ler gibi ünlü uyumuna uyan eklerin olduğu sözcükler var; bir de masa-ler ya da kalem-lar gibi ünlü uyumu kuralına uymayan ekler eklenmiş olan sözcükler. Türkçedeki kalın/ ince ünlü uyumu kurallarına göre [a] ya da[ı] gibi kalın seslilerden sonra eklenen ekin de kalın sesli içeren bir ek olması gerekiyor, yani -lar ya da -da,dan gibi. Aynı şekilde, yuvarlak/ düz ünlü uyumu kurallarına göre, sözcüğün son hecesindeki ünlü Temmuz 2012 • Sayı 49 13 Bebeklerden Bilime Katkı Tablo 1- Yuvarlak/ düz uyumu: Sözcük Ünlü uyumuna uygun Ünlü uyumuna uygun olmayan Erdem erdem-li, erdem-siz erdem-lu, erdem-sız İbre ibre-cik, ibre-yi ibre-cık, ibre-yu yont- yont-tu, yont-muş yont-dü, yont-müş Tablo 2- Kalın/ ince uyumu: Sözcük Ünlü uyumuna uygun Ünlü uyumuna uygun olmayan Faraş faraş-ta, faraş-tan faraş-te, faraş-ten Kesit kesit-sel, kesit-e kesit-sal, kesit-a kemir- kemir-mek, kemir-elim kemir-mak, kemir-alım ile eklenen ek yuvarlaklık/düzlük özellikleri açısında uyumlu olmalıdır. Örneğin, süt gibi bir sözcüğe eklenen ek sözcüğün ünlü sesi olan [ü] ile uyumlu olmalıdır, süt-lü, süt- süz, süt-ü, süt-lük örneklerinde olduğu gibi. Sözcükleri seçerken sıklık özelliklerine dikkat ettik, bebek dilinde sıkça kullanılmayan sözcüklerden seçmeye çalıştık. Tablolar- dan da görüleceği gibi, sözcükler ünlü uyumuna uyan ve uymayan ekler aldıklarında farklı şekilde sesletilirler: Soldan sağa: Gozde Bahadır (Doktora öğrencisi), Başak Alpas Elbek (Klinik Çocuk Psikoloğu), Yrd. Doç. Dr. Annette Hohenberger (Proje Yürütücüsü), Utku Kaya (Doktora Öğrencisi, teknik sorumlu), Dr. Aslı Altan (Doktora sonrası araştırmacı) 14 Temmuz 2012 • Sayı 49 Bebeklerden Bilime Katkı Bizim bu birinci çalışmadaki temel sorumuz, acaba bebekler ünlü uyumu kuralına uyanları mı daha uzun dinliyor yoksa uymayanları mı? sinden ayrıştırmayı başarmışsa, o İkinci çalışmamızda ise ünlü uyumu ile beraber sözcük vurgusuna olan duyarlılıklarını ölçmekteyiz. Yöntemimiz yine aynı. Türkçede bilindiği gibi sözcük vurgusu genellikle son hecede. Yani, sözcüklerin sesletimini yaparken son heceyi daha vurgulu söylüyoruz. Bundan yola çıkarak, vurgu acaba bebeklerin sözcükleri konuşma akışından ayırmasına yardımcı oluyor mu diye araştırmaya karar verdik. Bunun için Türkçeye benzeyen ama gerçekten dilde olmayan sözcükleri bir hikaye içerisinde kullandık. Bu sözcüklerden bazıları bevi, fuga, zibe gibi. Bu sözcükleri hikaye içerisinde sesletirken iki şekilde düzenledik: birincisi, Türkçedeki düzenli vurguya uyacak şekilde ikinci hece vurgulu olarak yani beVİ gibi, ikincisi ise aynı sözcükte ilk heceye vurgu yaparak yani, BEvi gibi. Daha sonra hikayeleri oluştururken, bu sözcükleri hem yanındaki sözcüklerle ünlü uyumu açısından uyumlu olduğu hem de uyumsuz olduğu biçimde kullandık. Aşağıdaki örnek hikayede ikinci hecesi vurgulu ve ünlü uyumu içeren bir bağlamda kullanılan beVİ sözcüğünü görebilirsiniz: içerisindeki sözcük akışından ay- Bu ikinci çalışmada, bebekler bu hikayeleri belli bir süre dinledikten sonra onlara dinledikleri sözcükler ve dinlemedikleri sözcüklerden oluşan bir liste dinletiyoruz. Örneğin, beVİ hikayesini dinlemiş olan bir bebek beVİ ve fuGA sözcüklerini dinliyor. Hipotezimiz, eğer bebek hedef sözcüğü hikaye içeri- zaman tek başına o sözcüğü duyduğunda tanıyacak ve yeni başka bir sözcüğe oranla daha uzun dinleyecektir. Bu sözcüğü hikaye Resim 1: Sağ taraftan gelen uyaranları dinleyen bir bebek rıştırmayı, ünlü uyumu ve vurguyu yardımıyla yapmıştır. Eğer sözcük vurgusu sondaysa ve yanındaki sözcükleri uyum içerisinde değilse o zaman bu bebek için ayrıştırmada kolaylık sağlayabilir. Hem birinci hem de ikinci çalışmamız için bebeklerin bir kez 6 aylıkken (6 ay ±12 gün) bir kez de 10 Resim 2: Sol taraftan gelen uyaranları dinleyen bir bebek aylıkken (6 ay ±12 gün) bizi ziyaret etmeleri gerekiyor. Bunun sebebi, gelişimsel bir çalışma olduğundan beVİ ile sıkıca tutturdu teli çiviye aynı bebeğin iki farklı gelişim noktasında aynı uyaranlara farklı tepki verip vermediğini araştırıyor olmamız. Her iki çalışmamız da süre Bütün gün ince beVİ nerede aramıştı olarak bebeklerin dikkat sürelerini fazla aşmayacak şekilde yaklaşık 10 dakika sürüyor. Bu çalışmalarımızda yeni ve önem- Küçük beVİ çekmecesi açık ve boştu li olan ise, bilimsel kısmına ek olarak yetişkinlerin bebeklerin sosyal ve bilişsel yetenekleri konusunda Demek bütün beVİ ekipmanı dışarıdaydı. düşündüklerine etkisidir. Bebekler önlerinde bir bulmaca gibi duran dili ve kurallarını harika ve hatasız bir biçimde çözüp konuşuyorlar. Sonunda işini bitirdi eline beVİ geçince Yetişkinlerden en farklı özellikleri ise dilin kurallarını uygularken çok daha az hata yapmaları... Bu sebeple çalışmanın sonunda onlara Akşam yemeğe gitti, cebinde iki beVİ. mezuniyet kepimizi takarak hayat boyu ilk diplomaları olarak saklayabilecekleri üzerinde kepli resimleri olan bir diploma veriyoruz. Temmuz 2012 • Sayı 49 15 İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’ Prof. Dr. Ali Uzay Peker ODTÜ Mimarlık Tarihi Su neredeyse varlığımızın nedeni. Suyun canlı hayatındaki bu rolü ilk yerleşkelerin su yanında; yani dere, ırmak, göl, deniz ya da okyanus kıyısında oluşmasına neden oldu. Suyun nispeten kıt olduğu bölgelerde dağ ve tepelerden gelen suyun biriktiği ovalar tercih edildi. Çünkü buradaki su, kuyu veya sarnıçlar aracılığıyla daha kolay ulaşılabilir kılındı. Öte yandan savunma önemli bir ihtiyaçtı. Bunun zorlamasıyla mümbit ovaların kıyısındaki tepelerde oluşturulan yüksek kale yerleşimlerine su sağlamak için yeni yöntemler geliştirildi. ‘Sarnıç’ ve ‘kuyular’ yanında, daha yüksek dağlardan su getirmek için ‘toplama havuzları’ ve ‘kanallar’ oluşturuldu. Su ihtiyacını karşılamaya yönelik bir başka çözüm de ‘bent’ (baraj) inşa etmekti; ilk defa Eski Mısır’da uygulandı. Eski Mezopotamya, Eski İran ve Eski Anadolu’da suyun kanallar aracılığıyla kullanılacağı yere ulaştırıldığını biliyoruz. Mezopotamya’da böyle bir sistemin parçası olan ilk su kemerini Asurlular Ninova’da inşa etmişti. Sümer ve Asurluların kanallardan gelen suyu içine akıttıkları su hazneleri de keşfedildi. Bugün bildiğimiz çeşmeyi Grekler icat etti denebilir. Suyu yerçekiminden yararlanarak yüksekten aşağıya hafif eğimle ileten su kemerleri aracılığıyla çeşmelere ulaştırdılar. Ayrıca ‘sifon’ (syphon) adını verdikleri daha yüksekteki 16 Temmuz 2012 • Sayı 49 Resim 1: Bozdoğan (Valens) Kemeri (Fot. G. Berggren) İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’ bir kaptan daha aşağıdaki bir kaba tulumba kullanmadan yer çekimi kuvvetiyle su aktarmayı sağlayan “U” şeklindeki tüpü de onlar icat etti. İskenderiyeli Hero Pneumatica adlı eserinde sifonlar üzerinde durdu. Dokuzuncu yüzyılda, Banu Musa Kardeşler çift eşmerkezli sifonu icat ederek Kitab al-Hiyal’da tanımladı. Bu kitapta suyun farklı şekiller oluşturarak akabileceği pek çok otomatik çeşme tarif edildi. İspanya’nın güneyinde Granada civarındaki Sierra Nevada Dağ sırasının karlı tepelerinden belki bu buluşlar sayesinde ulaşılan yeni bir hidrolik sistemle getirilen su, Elhamra Sarayı’nın havuz ve çeşmeli avlularını süsledi. Arapların İspanya’ya getirip as-sâkiya (suyolu) adını verdiği kanal teknolojisi İspanyolca’da ‘acequia’ olarak telaffuz edilerek İspanya’da ve Arjantin gibi kolonilerinde su taşımacılığı için kullanıldı. On yedinci yüzyılda, Pascal sifonların ‘atmosferik basınç’ ile çalıştığını gösterdi. Aynı dönemde Barok bahçeler fıskiyeli havuzlarla şenleniyor, Osmanlı elçileri bunları, on sekizinci yüzyılda, büyülenmiş bir şekilde Sefâretnamelerinde anlatıyordu. Su nakli ve çeşmenin tarihindeki bir döneme değinmeden geçersek ‘İstanbul uygarlığını’ anlamamız pek zorlaşır: Roma. Eski Romalılar, Roma şehrine dağlardaki ırmak ve göllerden su taşımak için büyük bir su kemeri sistemi geliştirdi. Aqua Marcia, on bir adet büyük su kemerinden birinin adıydı. (Ne yazık ki bu kemer sistemi, şehir çeşmesini icad eden toplumun, yani Greklerin Korint şehrinin yağmalanmasından elde edilen ganimetle inşa edilmişti... Birilerinin mutluluğu her zaman diğerlerinin mutsuzluğu üzerine mi inşa edilmek zorunda!) Resim 2: Mağlova Kemeri, Mimar Sinan (Suluboya: J. Laurens) Resim 3: Klasik dönemden (14-17. yüzyıl) bir çeşme (Resim: A. I. Melling) Temmuz 2012 • Sayı 49 17 İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’ Roma’da kemerlerle ‘su maksemleri’ne (castellum divisorium) toplanan su, cadde altından kurşun borularla sifonlama yöntemi ile taşınıp serbest çeşmelere aktarılıyordu. Pompei’de Vezüv Yanardağı’nın külleri altında keşfedilen sistem böyleydi. Ayrıca, evlerin iç avlularındaki çeşmelerden de bu sistemden gelmiş sular akardı. Roma ve Pompei’de villa ve bahçelerde fıskiye de kullanıldı. Romalılar bütün İmparatorluk eyaletlerinde su kemerleri ve çeşmeler inşa ederek bu kültürü kent uygarlıklarının bir parçası olarak yaygınlaştırdı. Tepeler üstüne kurulmuş olan İstanbul’da suyun temini ve ulaştırılması tarih boyunca sorunlu oldu. Çünkü yakın civarda su aktarılabilecek daha yüksek dağlar bulunmuyordu. Romalılar bunu çözmek için kuzeydeki ormanlık alandan su sağlamak üzere kemerler inşa etti. İmparator Hadrianus’un ikinci yüzyılda yaptırdığı suyolu yüzyıllar içinde onarıldı. Valentinianos dördüncü yüzyılda, üzerindeki kırk adet kadar su kemeri ile Trakya’daki Istranca’dan gelip Beyazıt’daki ana çeşmeye (Nymphaeum Maximum) ulaşan suyolunu inşa ettirdi. Bugün üçüncü-dördüncü tepeler arasındaki Bozdoğan Kemeri (veya Valens Kemeri) olarak adlandırılan su kemeri bu hattın sonundadır. İmparator I. Theodosius şehre kuzeydeki ormanlardan su getiren bir başka suyolu inşa ettirdi. Bu suyollarından gelen sular Aetios Sarnıcı (bugün Karagümrük Stadı), Aspar Sarnıcı (bugün Sultan Selim Çukurbostanı) ve Hagios Mokios Sarnıcı (Altımermer Çukurbostanı) gibi üstü açık veya Binbirdirek (Philoxenus Sarnıcı) ile Yerebatan Sarayı (Basilica Sarnıcı) gibi üstü kapalı anıtsal sarnıçlara ulaşırdı. Ayrıca, 18 Temmuz 2012 • Sayı 49 Resim 4: Ayasofya Üç Yüzlü Çeşme önünde sakalar (sucular) (Kartpostal: Ludwigsohn Fréres) Resim 5: Bahçekapı I. Abdülhamid Çeşmesi (Kartpostal: Römmler and Jonas) yapıların altında yer alan sütunlu sarnıçlar hem suyun tutulmasını sağlar hem de birer alt yapı oluşturarak yapıların depreme dayanıklılığını arttırırdı. Altıncı yüzyıldan sonra, kentteki su dağıtım sistemi harap oldu. Artık su gereksinimini sağlayan sadece sarnıçlar ve yeraltı suyuyla beslenen çeşmelerdi. Tarihi İstanbul surlarının batı ve kuzeybatısından kaynak suyu getiren, Roma döneminde de kullanılan ‘Halkalı Suyolu’, Fatih Sultan Mehmed, II. Bayezid, Kanuni, Sadrazamlar Köprülü ve Çorlulu Ali Paşa zamanında, on beş-on sekizinci yüzyıllar arasında yeniden yapıldı. Yenilenen bu şebekenin amacı suyu yeni yapılan külliyeler, hamamlar ve çeşmelere ulaştırmaktı (bu nedenle bu yola cevâmi-i şerife adı da verilir). On beşinci yüzyılda, Fatih zamanında, Bozdoğan kemeri kullanılarak, Mazul Kemer de tamir edilerek ‘Fatih’ veya ‘Turunçluk’ adı da verilen suyolu onarılıp genişletildi. Suyun debisini ölçerek dağıtan su terazi- İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’ leri inşa edildi. Ayrıca, Halkalı Suyolu sistemine dahil olan, ama tarihi yarımadaya girmeyen Bakırköy suyolu, Kışlalar suyolu ve Topkapı Çeşmesi suyolu da vardı. Kanuni’nin Mimar Sinan’a yaptırdığı Belgrad Ormanları’ndan su getiren ‘Kırk Çeşme Suyolu’, I. Theodosius’un suyolunu tekrar canlandırdı. Eğri, Mağlova, Uzun, Kovuk, Tek, Akyar, Kumrulu, Yılanlı, Paşa ve Güzelce adlı kemerlerle birlikte toplam otuz üç kemer inşa edildi. Mimar Sinan’ın trapez kesitli -yani Roma kemerlerindeki gibi dış yüzeyi düşey olmayan- ve eğik payandalarla desteklenen Mağlova kemeri teknolojik olarak Roma kemerlerinin çok ötesine geçti. İşlevselliği estetikle harmanlayan bu kemer adını dünya yapı tarihine altın harflerle yazdırdı. Kırk Çeşme Suyolu yüzyıllar içinde 409 çeşmeye su sağladı. Sadrazam Rüstem Paşa, Kanuni zamanında şehre bu denli çok su getirilip her mahalleye çeşme yapılmasının göç ve nüfus artışına, dolayısıyla kıtlığa neden olacağını söyleyerek karşı çıkmıştı. Kırk Çeşme Suyolu üzerinde çeşitli dönemlerde toplama havuzları ve Karanlık Bent ve Büyük Bent gibi bentler yapıldı. Bunlardan Lâle devri çeşmelerinin bânisi III. Ahmed’in (1703-30) yedi adet bendi ile III. Mustafa’nın (1757-74) Ayvad Bendi öne çıkar. Günde 12.600 metreküp randımanı olan Kırk Çeşme Sukemeri, 6.000 metreküp olduğu tahmin edilen Halkalı şebekesinin iki katı randımana ulaştı. Bu suyollarını denetlemek için bir ‘suyolu nâzırı’ görevlendirildiği gibi Arnavutların hakim olduğu ‘suyolcuları loncası’ da kurulmuştu. Kadın sultanlar da yapı yaptırmakta etkindi. Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan Üsküdar’a tarihinde ilk defa su sağlayan kendi adıyla anılan bir Resim 6: Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Çeşme ve Sebili (Kartpostal: Georges Papantoine) Resim 7: Eyüp Mihrişah Valide Sultan Sebili (Foto: A.U. Peker) isale hattı yaptırdı. On sekizinci yüzyılın bir başka çeşmeler bânisi I. Mahmud (1730-54) kendi adıyla anılan I. Mahmud Kemerini de içeren 25 km. uzunluğunda bir suyolu inşa ettirerek, bugün tanıdığımız ‘Taksim Suyolunu’ meydana getirdi. O dönemde Batı ile siyasi ve kültürel ilişkilerin şekil değiştirmesi ile gittikçe önem kazanmaya başlayan Levanten bölgeleri Galata ve Beyoğlu’na yönelik bu suyolu, 1839 yılında tamamlandığında Valide, Topuzlu, Sultan II. Mahmud Bentleri, Bahçeköy ve I. Mahmud kemerleri ile toplama havuzları, su terazileri, çeşmeler ve Taksim Meydanı’ndaki ‘maksem’den oluştu. Geliştirilmeye ihtiyaç duyulan bu şebeke 1836 yılında Su Nezâreti’nin kurulmasıyla kentin kuzeyinde Avrupa’daki örneklere benzer bir suyolu şebekesi ile desteklendi. Sultan II. Abdülhamid, Yıldız ve Beşiktaş Sarayları’na su sağlamak için Kırk Çeşme’nin doğu kolundan kaynaklanan ‘Hamidiye’ su tesislerini kurdu. Su Nezâreti 1293’de Şehremaneti’ne Temmuz 2012 • Sayı 49 19 İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’ bağlandı. ‘Terkos Suyolu’ ise 1933’de özel bir kuruluştan satın alınarak İstanbul’un sürekli gelişen suyolu şebekesinin bir başka aşamasını oluşturdu. İstanbul’un ayrıca Karakulak, Kestane, Kayış Pınarı v.b. menba suları vardı ki rivayete göre Paşalar eyaletlere tayini çıktığı zaman yanlarında bu sulardan müptela olduklarını galonlarla götürürdü. Çeşmelere gelince. Ortaçağ uygarlığında bir nesnenin günlük kullanımdan kaynaklanan işlevi yaşamı anlamlandırmak için pek kıt görülürdü. Bu basit işlevler yan anlamlarla zenginleştirilerek insanî kılınırdı. Akdeniz ve çevresinde, özellikle Akdeniz’in güneyindeki sıcak ve kurak bölgelerde su neredeyse kutsaldı. Eski ve Yeni Ahit’de su yeryüzünün temeli, yaşam kaynağı, arındırıcı ve iyileştiricidir. Aziz Paul, ‘vaftiz töreni’ sırasında Hz. İsa’nın ölümüne benzer şekilde günahlarla beraber ölünüp, yenilenildiğini belirtir. ‘Tufan’ kavramı da vaftiz ile ilişkiliydi. Tufandan kurtulmayı sağlayan gemi Hz. İsa’nın yeni- 20 Temmuz 2012 • Sayı 49 Bugün ‘mahalle çeşmesi’ nedir diye sorsak belki bir kaç kişi öne çıkar ama, hangimiz bilir ‘selsebil’i, ‘çatal çeşme’yi, ‘çukur çeşme’yi, ‘menzil çeşmesi’ni, ‘meydan çeşmesi’ni, ‘çoban çeşmesi’ni, ‘namazgah çeşmesi’ni ve de ‘şadırvan çeşmesi’ni. den dirilişi ile kurtuluşa eren ‘vaftiz edilmiş’ Hristiyanların kilisesi olarak görüldü. Hatta Hz. Nuh’a tufanın bittiğini haber veren ‘güvercin’, Kutsal Ruh’un simgesi oldu. Hristiyan anlayışında tufan kavramındaki suyun günahlardan arındırıcı rolü bu şekilde vurgulandı. İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’da her şeyin sudan yaratıldığı belirtilir. Cennet ve su ilişkisi, içinde su akan ‘ırmak’ (ab-ı kevser) kavramı ile vurgulanır. Bu şekilde ‘vadedilen ırmak’ kavramı suyun İslam dünyasında da yeniden dirilişle ilişkilendirildiğini gösterir. Ayrıca, gökten temiz su indirildiği de geçer. Bundan hareketle hadislerde suyla temizlenme önemli bir yer tutar. İbadet öncesi suyla temizlenmenin ruhanî arınmayla ilişkili sembolik bir yanı da vardır. Hayır amaçlı su vermenin günahlardan arınma sağladığı belirtilir. Ölenlerin ruhlarına su tesisi yaptırmak Resim 8: Ayasofya Şadırvanı (Foto: A.U. Peker) İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’ da Hz. Muhammed’in tavsiyesidir. Bu nedenle karşılıksız su ve hatta bayramlarda şerbet dağıtılan ‘sebil’ adının Kur’an’da yer alan fi sebilillah, yani “Allah yolunda yapılan hayırlar” kavramından geldiği söylenir. İstanbul’da evlere su taşıyanların oluşturduğu bir esnaf teşkilatı vardı. Bunun mensuplarına ‘saka’ derlerdi. Yazının başında geçen Arapça sözcük as-sâkiya (suyolu) belli ki ‘saka’ kelimesiyle ilişkili. Sakaların pirî, Kerbelâ’da su dağıtırken Yezidîler tarafından öldürülen Ebü’l-Kevser Şadü’l-Kürdî idi. Sakalar yoldan geçenlere şöyle seslenip su dağıtırdı: “Sebilullah; şehidân-ı deşt-i Kerbelâ ervahları için sebil!”. Şöyle de seslendikleri işitilirdi: “mine’l-mâ’i külle şey’in hayy” (“Her canlı şeyi sudan –yarattık-” Kur’an 21/30). Bugün ‘mahalle çeşmesi’ nedir diye sorsak belki bir kaç kişi öne çıkar ama, hangimiz bilir ‘selsebil’i, ‘çatal çeşme’yi, ‘çukur çeşme’yi, ‘menzil çeşmesi’ni, ‘meydan çeşmesi’ni, ‘çoban çeşmesi’ni, ‘namazgah çeşmesi’ni ve de ‘şadırvan çeşmesi’ni. Bu çeşmelerin hepsi bugün Osmanlı dediğimiz, aslında kendilerini doğdukları köy, kasaba, şehir, bölge veya eyalet ile özdeşleştiren atalarımız tarafından bilinirdi. Bugün herhalde bildiğimiz tek çeşme var: ‘pet şişesi’! (İstanbul’da, Ege ve Akdeniz’in zeytin ve limon kokulu meltemleri ile arınan, Karadeniz’in nemli rüzgarlarıyla temizlenen havanın mis gibi toprak kokusu çeşmelerden akan su ile birleşince sarıp sarmalar, serinletir, sersemletirdi insanı. Bu esintiler artık var mı? Bazen! Peki şırıl şırıl akan çeşmeler? Hiç bir zaman! Belki bu yüzden İstanbul’da bir şeyler eksik hissiyle gezilir. Sokak araları susuzdur. Boğaz’a sırt dönüldüğünde artık kurak bir şe- Resim 9: Sultanahmet III. Ahmed Çeşmesi (Foto: A.U. Peker) hirdir. Marketten para verip pet şişe ile su alırsın, ama kana kana içemezsin. Bu su kandırmaz! Ya serttir, ya da tatsız! Pet şişenin dar ağzından çıkan sudan bir şey anlamaz zaten insan!) Neyse, İstanbul’da her devirde çeşme yapılmış olsa da on sekizinci yüzyılda ortaya çıkan “meydan çeşmesi” kavramı bir dönüm noktasıdır. Bu döneme kadar bir binanın duvarına dayalı veya yol kenarında inşa edilen çeşmeler, bu yüzyılda daha gösterişli olarak merkezi bir rol kazanıp barok tarzda kıvrımlı saçaklarla öne çıkmaya başlar; ayrıca ilk defa olarak, Tophane I. Mahmut Çeşmesi veya Sultanahmet III. Ahmet Çeşmesi gibi köşelerinde karşılıksız su dağıtılan Temmuz 2012 • Sayı 49 21 İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’ Resim 10: Sultanahmet III. Ahmed Çeşmesi detay (Kartpostal: Ludwigsohn Fréres) sebillerin olduğu dört yöne bakan çeşme tesisleri inşa edilmiştir. Artık rokoko esinli bezemeler klasik Osmanlı bezemelerinin yanında yer alır. Hatta, Topkapı Sarayı’nın birinci kapısı önündeki III. Ahmed Çeşmesi’nde görüldüğü gibi, yerel motiflerin rokoko etkisiyle dönüşüme uğradığı kompozisyonlar ortaya çıkar. Bu dönemde, çeşme yapımında yoğun mermer kullanımı çeşme yaptırmanın bir statü sembolü olarak da görüldüğünün işaretidir. Klasik çeşmelere oranla uzayan kitabeler de bunun bir başka göstergesi. Bu kitabelerde divan edebiyatından artık daha sade bir Türkçe ile yazılan uzun şiirler yer alır. Saray çevrelerinin malı olan bu edebi ürünler sanki halk ile paylaşılmak isteniyor gibidir. Nedim, Vehbî, Âsım, Şâkir, Râşid gibi şairlerin şiirleri meydan çeşmelerini zenginleştirir. 22 Temmuz 2012 • Sayı 49 G. Goodwin, meydan çeşmelerinin artmasını barok dönem Roma kentinin bir sular kenti olmasıyla ilişkilendirir. Suyun Paris civarında, on yedinci yüzyılda yapılan saraylardaki havuzlar ve çeşmelerdeki kullanımı bir başka esin kaynağıdır. Öte yandan, barok çeşmeler heykel, havuz ve fıskiyelerle içiçedir. İstanbul’da ise İslâmi gelenekte mümkün olmayan böylesi bir şehir nesnesi, suyun kutsallığından hareketle verilen hayır-hasenat işleviyle öne çıkarılabildi. Öte yandan oluşturduğu kent alanıyla bir toplanma yerinin belirleyicisi olarak Batı kökenli yeni bir öge, o dönemin yaygın tabiriyle nev icad, yani “yeni icat” idi. Çeşmelerin üzerindeki bezemeler gittikçe Batılılaştı ve yüzyılın ortasından itibaren artık rokoko bütün yüzeylere hakim oldu. İtalyan baroğunun Osmanlıya Fransız rokokosu ile birlikte ulaşması, sonrasında ise rokokonun hakim olması, İtalyan katolisizminin resmi üslubu olan baroğun on yedinci yüzyılda reddedilmesi, ama on sekizinci yüzyılda etkisi altına girilen Fransız uygarlığının sanat ögeleriyle birleşerek Osmanlı başkentinde yer bulması, hem güçten düşen bir İmparatorluğun, hem artan Batı etkisinin, hem de Batı kökenli ticari mallar aracılığıyla etkisi altına girilen Aydınlanma Çağı Batı teknolojisinin etkilerini gösterir. Batı imgelemindeki ‘Doğu’, yani ‘egzotik Osmanlı dünyası’nın yaratıldığı çağdır on sekizinci yüzyıl. Çünkü Batı Avrupalı gezginler bu barış yüzyılında daha bir rahat gezer Osmanlı liman kentlerini. Doğu hakkında pek çok gravürlü kitap yayımlanır. Artık Levantenler, yani Orta Doğu’da yaşayan Avrupalılar İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’ ile azınlık mensuplarının etki alanı genişlemekte; diplomat adayı ulema Fransızca öğrenmekte; yabancı uzmanlar yeni askeri teknoloji ve mühendislik okulları açmakta; her yerde kütüphaneler inşa edilmekte; saray mensupları Boğaz’ın kıyısındaki sahilhânelere yerleşerek kapalı dünyalarından çıkmaya başlamakta; şehrin karşı yakası, yani Galata’nın itibarı artmakta; külliyeler insan ölçeğine yaklaşarak sokaklara açılmakta; Direklerarası canlanmakta; ‘mahremiyet’ kavramı değişim geçirmekte; mesire yerleri Frenkler ile Osmanlı tebaası arasındaki ilişkileri pekiştirmekte... Bütün bu değişim işareti gelişmeler olurken, meydan çeşmesinin ortaya çıkışını anlamak pek de zor değil. Bu çeşme artık, su kaynağı olmanın ötesinde, yaratılışın kutsal simgesi olmanın da ötesinde; İstanbul’da her devirde çeşme yapılmış olsa da on sekizinci yüzyılda ortaya çıkan “meydan çeşmesi” kavramı bir dönüm noktasıdır. ‘yeni kent deneyimlerinin’, yüzyıl sonunda III. Selim’in reformlarıyla nihayetlenecek bir yenilenme gayretinin kent simgesidir. Meydan çeşmesi, Barok dönem Avrupa kentlerinin dolaşım ağı içinde, anıtsal yapıların olduğu buluşma noktalarında kamu alanı yaratma yönteminin -kent planlama tarihimiz için kayda değer- bir yansıması olarak görülebilir. Ayrıca, köşelerinde sebiller olan meydan Resim 11: Tophane I. Mahmud Çeşmesi (Foto: A.U. Peker) çeşmesi, Osmanlı mimarisinde ortaya çıkmış özgün bir biçim olarak, Sinan’ın su kemerleri gibi, dünya mimari tarihine bu coğrafyadan armağan edilen bir yeniliktir. KAYNAKÇA Artan, Tülay, “Mahremiyet: Mahrumiyetin Resmi,” Defter, 20, 92-115. Aynur, H., Karateke, H.T., III. Ahmed Devri İstanbul Çeşmeleri. İstanbul, 1995. Çeçen, K., “Sukemerleri,” İstanbul Ansiklopedisi, c. 7, İstanbul, 1994. Goodwin, G., A History of Ottoman Architecture. Baltimore, 19701 Müller-Wiener, W., İstanbul’un Tarihsel Topografyası, İstanbul, 2001. Peker, A. U., “Western Influence on the Ottoman Empire and Occidentalism in the Architecture of Istanbul,” Eighteenth Century Life, 26:3, 139-64. Şerifoğlu, Ö. F., Su Güzeli: İstanbul Sebilleri. İstanbul, 1995. Temmuz 2012 • Sayı 49 23 İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ’NDE YERLİ YAPIM DEPREM SİMÜLATÖRÜ Yıkıcı depremlerin sıklıkla yaşandığı bir coğrafyada yeralan ülkemizde, deprem çalışmaları özellikle 1999 Sakarya ve Düzce depremlerinden sonra daha da önem kazanmıştır. Son yıllarda yaşanan depremlerde zeminin deprem sırasındaki davranışının yapılar açısından önemi de örneklerle gözlemlenmiştir. Gerek zeminin gerekse farklı özelliklere sahip yapıların deprem sırasındaki davranışlarının incelenmesi, deprem konusunda yapılan deneysel çalışmaların özünü teşkil etmektedir. Yapı elemanlarının davranışı çok kere statik deneylerden elde edilen sonuçların yorumlanması ile belirlenmektedir. Uygun bir modelleme yapılarak, gerçek zamanlı deprem hareketi kullanılarak ve dinamik modelleme teorisi uygulanarak yapıların deprem sırasındaki davranışını daha gerçekçi biçimde belirlemek birçok durumda mümkün olabilmektedir. Gerçek zamanlı deprem deneyleri yapabilmek amacıyla, Prof. Dr. M. Yener Özkan, Araş. Gör. Volkan Kalpakcı ve Deprem Araştırma Enstitüsü Eski Başkanı olan İnş. Yük. Müh. Alkut Aytun tarafından tasarlanan ve tamamen yerli imkanlarla üretilen deprem simülatörü, İnşaat Mühendisliği Bölümü, Zemin Mekaniği Laboratuvarı bünyesinde hizmete girmiştir. Deprem simülatörü ile daha önce meydana gelmiş bir deprem gerçek zamanlı olarak simüle edilebilmektedir. Deprem simülatörü; dinamik zemin ve mo- del deneylerine imkan vermesi, laminar zemin tankına sahip olması, boyutları, teknik özellikleri ve tamamen yerli üretim olması yönü ile Türkiye’de ilk örnekler arasında olma özelliğine sahiptir. Yeni Nesil Sismik İzolasyon Sistemi Öte yandan Prof. Dr. M. Yener Özkan ve Araş. Gör. Volkan Kalpakcı, TÜBİTAK destekli bir başka proje ile de bilinen sismik izolasyon sistem- lerinden farklı, kolay uygulanabilir ve düşük maliyetli bir sistem üzerinde de çalışmalar yürütüyorlar. Ön deneyleri, araştırmacılarımız tarafından geliştirilen “Deprem Simülatörü” kullanılarak tamamlanan ve başarılı sonuçlar alınan bu sistem sayesinde, temelinden geosentetik malzemeler kullanılarak izole edilen yapılar deprem sırasında, izole edilmeyen yapılara göre çok daha az zorlanıyorlar. Bu sistem uygulamaya geçirildiği takdirde deprem bölgelerinde yeni yapılacak olan yapılar üzerinde depremin yaratacağı etkilerin ve tahribatın azalacağı, bu yapıların birçoğunun deprem sonrasında kullanılabilir durumda kalacağı öngörülmektedir. Bu suretle deprem bölgelerinde yaşayan insanların deprem sırasında can ve mal güvenliğinin artacağı değerlendirilmektedir. Soldan Sağa: Prof. Dr. Yener Özden Arş. Gör. Volkan Kalpakcı 24 Temmuz 2012 • Sayı 49 ODTÜ’DE ELEKTRİĞİNİ ÜRETEN BİNA AYASLI ARAŞTIRMA MERKEZİ ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü “Ayaslı Araştırma Binası” hizmete girdi. İnşaatı, ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü mezunu ve eski öğretim üyesi Dr. Yalçın Ayaslı ve eşi Serpil Ayaslı tarafından yaptırılan binanın mimari projesi Behruz Çinici tarafından hazırlandı. Yaklaşık 3.400 m2 büyüklüğündeki Araştırma Binasının içinde 19 adet ‘laboratuvar’, 2 adet ‘temiz alan’, bir ‘yankısız oda’ ve ‘anten kulesi’ gibi bilimsel araştırma mekanlarının yanısıra seminer ve toplantı salonları ile okuma alanları bulunuyor. Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümünün araştırma ve lisansüstü eğitim faaliyetlerinin hızlanmasında çok önemli bir altyapı sağlayacak olan Ayaslı Araştırma Binası, Üniversitemiz bünyesinde yürüyen güneş enerjisi Ar-Ge çalışmaları için de önemli bir kazanım olmuştur. Fotoğraf: Talat Doğan Enerji duyarlı yapı konusunda Türkiye’deki örnek ve öncü uygulamalardan biri olan Ayaslı Araştırma Binasının enerji gereksinimi güney cephesini oluşturan çatı yüzeyindeki güneş panelleri ve Türkiye’de ilk kez uygulanan esnek (membran) fotovoltaik sistem ile sağlanıyor. Araştırma ve deney amaçlı olarak kullanılmak üzere uygulanan bu iki farklı güneş paneli sistemi ile yapıda, güneş enerjisi üretimi ve elektrik tüketimi konusunda düzenli ölçüm, karşılaştırma ve değerlendirme yapılabiliyor. i z ley i n Temmuz 2012 • Sayı 49 25 Avrupa’nın Profesyonel Mühendis Adayları Ankara’da Buluştu 55 farklı Avrupa şehrinden gelen başvurularla seçilen 25 öğrenci 10-17 Mart 2012 tarihleri boyunca mühendislik yönetimi ve ekonomisi üzerine Ankara üniversitelerindeki dünyaca tanınmış profesörlerden eğitim almak için Ankara’da bir araya geldiler Üyelerinin teknik ve kişisel becerilerini geliştirmek, farklı kültürler tanımasına öncülük etmek adına kurulmuş bir oluşum olan Avrupa Elektrik Mühendisliği Öğrencileri Topluluğu (EESTEC),’in Avrupa’nın 23 ülkesi ve 55 şehrinde yer alan komitelerinden biri olan Ankara komitesi Topic Oriented Optimized Learning, bir diğer adıyla TOOL projesiyle Avrupa gençlerini Ankara’da buluşturdu. EESTEC’in katılımcılarına proje yönetimi, bütçe planlama, risk yönetimi, stratejik planlama vb. yönetimsel becerileri kazandırmak amacıyla ilkini Ankara’da gerçekleştirdiği bu etkinlikte; gelen öğ- 26 Temmuz 2012 • Sayı 49 rencilerin EESTEC’in kendi eğitim sistemiyle yetiştirdiği uluslararası eğitmenlerden alacakları eğitimlerle, edindikleri teorik bilgiyi pratikle harmanlaması amaçlanıyor. Avrupa Birliği Bakanlığı AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı; Gençlik Programı kap- samında gerçekleşen bu projede: Öğrenciler sadece EESTEC eğitmenlerinden değil, konusunda dünyaca tanınmış profesörlerden “Mühendislik Yönetimine Giriş”, “Karar Analizi”, “ Mühendislik Ekonomisi” dersleri de aldılar. Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi Karayolları Genel Müdürlüğü Köprü Yönetim Sisteminin (KYS) Geliştirilmesi Projesi Yrd. Doç.Dr. Ferhat Akgül Mühendislik Bilimleri Bölümü ODTÜ Mühendislik Bilimleri Bölümü tarafından yürütülen Karayolları Genel Müdürlüğü Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi, Türkiye’deki tüm köprülerin bakım, onarım ve yeniden yapım önceliklerini planlayacak Karayolları Genel Müdürlüğü Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi projesi, 1.680.470 TL bütçeye sahip olup, TÜBİTAK bünyesinde TÜBİTAK Kamu Kurumları Araştırma ve Geliştirme Projelerini Destekleme Programı (KAMAG 1007 Programı) tarafından desteklenmiştir. Proje, 30 aylık süre kapsamında 01.09.2009 tarihinde başlamış ve 01.03.2012 tarihinde tamamlanmıştır. Projede, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve ODTÜ Teknokent’te faaliyetlerini sürdürmekte olan yazılım firması ETCBilgi İşlem Teknoloji A.Ş. olmak üzere iki yürütücü kurum (PYK) görev almıştır. üzerine kurulmuş veri tabanları ve programları kullanılarak yapılmaktadır. Bu amaca yönelik geliştirilmiş programlar, Köprü Yönetim Sistemleri olarak adlandırılmaktadır. Köprü Yönetim Sisteminin temel işlevi, köprülerin bakım ve yönetiminden sorumlu olan kurumun sahip olduğu bütçe ve kaynak miktarları gözönüne alınarak, köprülerin bakım, onarım ve yenileme maliyetlerini köprülerin yaşamı boyunca optimum seviyede tutmak, köprülerin güvenliğini, yeterliliğini ve hizmet kalitesini sürekli şekilde temin etmek ve köprülere ait bakım ve onarımına yönelik uygulamaların belirlenmesini sağlamaktır. Köprü Yönetim Sistemi sayesinde geçmişteki yetersiz bakım uygulamaları neticesi çok sayıda köprünün ileriki yıllarda bakım onarım ihtiyacında ortaya çıkacak yığılmayı önlemek ve bakım-onarım eksikliğinin köprülerin güvenliğini tehdit edici seviyeye ulaşmasını engellemek mümkündür. Köprü Yönetim Sistemleri genel olarak yaygın olan Bilgi Yönetim Sistemlerinden çok farklıdır. Köprü Yönetim Sistemleri, yapı mühendisliği, yapı mekaniği ve yapıların yıpranmasının modellenmesi konularında geniş çaplı uzmanlık ve deneyim gerektiren ve geri planda Markov Karar Süreçlerine dayalı ve çoklu kriter- Köprü Yönetim Sistemi Nedir? Köprülerin bakım, onarım ve yenilenmesi ile ilgili kararlar gelişmiş ülkelerde bilimsel ve teknik bilgiler Resim 1 - Projenin Yapılanma Şeması. Temmuz 2012 • Sayı 49 27 Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi li optimizasyon metodları içeren akıllı mühendislik uygulamalarının geliştirilmesini gerektiren yazılımlardır. Karayolları Genel Müdürlüğü Köprü Yönetim Sistemi (KYS), mikro seviyeden makro seviyeye uzanan geniş kapsamlı planlama özelliğine sahiptir. Mikro seviyede, bir köprüye ait bir kirişte gözlenen çatlakların kalınlığının ölçülerek, kirişin hangi hasar derecesi tanımına ait olduğunun belirlenmesi gibi işlemler bulunmakta, makro seviyede ise yüzlerce veya binlerce köprünün bakım onarım ve yeniden yapım kararlarının köprü bazında optimizasyona dayalı olarak verilmesi ve köprülerin ağırlıklı kriterlere dayalı olarak önceliklendirilmesi işlemlerini bulunmaktadır. Proje, bu alandaki uluslararası bilimsel araştırma ve teknolojik bilgiyi, yeni ve özgün bilimsel araştırma ile destekleyerek ve ülke şartlarına uygun kriterler gözönüne alınarak ülkemize kazandırmıştır. Sonuçta elde edilmiş olan ürün, geniş çaplı bilimsel araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır. KYS, iki seviyeli optimizasyon işlevi özelliğine sahip olacak şekilde tasarlanmıştır. Bakım onarım işleri seviyesindeki birincil optimizasyon, köprü elemanlarının sahip olduğu hasar tipleri bazında gerekleştirilmiş ve Markov Karar Süreçlerine dayalı Lineer Programlama (Dinamik Programlama) yöntemi kullanılmıştır. Hasar tipleri bazında optimizasyona yönelik geliştirilmiş olan yöntem, uluslararası seviyede yeni ve özgün bir yöntem olup üstün özelliklere sahiptir ve bu proje kapsamında ilk defa KYS’de kullanılmıştır. Sözkonusu yöntem, uluslararası hakemli dergilerde yayına kabul edilmiş ve yayına sunulması planlanan makalelerde de tanıtılmaktadır. Köprü bazında gerçekleştirilen ikincil optimizasyon işleminde ise (ön- 28 Temmuz 2012 • Sayı 49 Resim 2 - Proje Merkez Ofisi. Resim 3 - Volkswagen Caddy ve Caravelle Model Tepe İkaz Lambalı Köprü Muayene Ölçüm Araçları. Resim 4 – Çaycuma Köprüsü Faciası (Filyos Çayı, Çaycuma İlçesi, Zonguldak) 6 Nisan 2012 Kopmuş köprü tabliyesi. celiklendirme aşamasında) Çoklu Kriterli Optimizasyon yöntemi kullanılmıştır. KYS’nin geliştirilmesi sürecinde, bilimsel alandaki literatürün taranması ve dünya çapında gelişmiş kavramların sisteme entegre edilmesi sağlanmıştır. Proje, KYS vasıtasıyla Genel Müdürlük ve Şube Müdürlükleri çapında yaygın bir planlama ve takip sistemin oluşturulmasını sağlamıştır. KYS, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün sorumlu olduğu köprülerin güvenliğini ve bakım maliyetlerini sürekli gözlemleyebilmesini mümkün kı- lacak olup aynı zamanda kurumun her yıl bir sonraki yıl için oluşturacağı bütçelerin talep edilme aşamasında sahip olunacak teknik ve idari raporlar sayesinde bilimsel ve teknik verilere dayalı gerekçeler sunmasına olanak tanıyacaktır. Köprü Yönetim Sisteminin Ülkemiz Açısından Önemi Ülkemizde devlet yolları, il yolları ve otoyollar üzerinde bulunan köprülerin bakım, tamir ve yenilenmesinden sorumlu olan kurum Karayolları Genel Müdürlüğü’dür. Karayolları Genel Müdürlüğü, Tür- Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi kiye Karayolları Ağı’nın sürekli olarak işletmeye açık tutulmasından sorumludur. Bu işlerin yerine getirilmesinde en kritik elemanlardan biri köprülerdir. Köprülerin bakım ve onarımlarının yanı sıra, tarihi köprülerin bakımı ve restorasyonunu da yapan Genel Müdürlük, ağır yüklerin köprülerden geçiş izinleri için de görüş bildirmektedir. Aynı zamanda, servise devam edemeyecek durumda olan köprülerin yerine geçici Panel Köprüler kurarak geçişin sağlanması, yeni yapılacak köprüler için Etüt ve Proje Programının hazırlanması, mevcut köprülerin envanterlerinin çıkarılması da Genel Müdürlüğün görevleri arasındadır. Karayolları Genel Müdürlüğü ve taşra teşkilatınca halihazırda kullanılmakta olan mevcut köprü bakım metod ve uygulamaları, köprülerin bakımından sorumlu olan bu kuruluşun ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Bu proje, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün köprülerin bakım, onarım ve yenilenmesi ile ilgili bilimsel ve teknolojik temele dayanan bilgi ve araçlara dayalı planlama ve karar mekanizmalarının geliştirilmesi yoluyla kurumun ilgili ihtiyaçlarını karşılamayı ve bu konuda uluslararası alanda yeni bilimsel araştırma ve teknolojik bilgi üretmeyi ve bu bilgiyi ülkemize kazandırmayı amaçlamaktadır. Proje, planlanan amaçları gerçekleştirmek amacıyla Karayolları Genel Müdürlüğü ile ODTÜ arasında Karayolları Köprü Yönetim Sistemi kurulmasına yönelik bir ortak ArGe çalışması geliştirilmesini hedeflemektedir. Her yıl ülkemizdeki köprülerin bir bölümü çeşitli etkenler sonucu onarıma muhtaç hale gelmektedir. Ödenekler her yıl ihtiyaçların gerisinde kaldığından gerekli ona- Resim 5 - Köprü Muayene Bölgeleri. Resim 6 - Kızılcahamam’da bir köprü muayene eğitimi esnasında. rımlar ötelenmiştir. Önlem alınmadığı takdirde, bu ötelemelerin, ileride köprü bakım ve onarım ihtiyaçlarında yığılmaya sebep olması kaçınılmazdır. Bu ertelemeler her geçen yıl daha büyük maliyetler doğurmaktadır. Ülkemizdeki mev- cut köprü stoğuna her geçen yıl yeni köprüler eklenmesi, geçmişteki yetersiz bakım uygulamaları, çok sayıda köprünün bakım-onarım durumunun yetersiz düzeyde olması ve ihtiyaç duyulan bakımonarım gereksinimi için devlet Temmuz 2012 • Sayı 49 29 Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi bütçesinden ayrılan kaynakların yetersiz olması, ülke genelindeki köprülerin yönetimini mümkün kılacak bir Köprü Yönetim Sisteminin geliştirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Karayolu köprüleri, inşa edildikleri yılların şartname ve teknolojik özelliklerine göre farklı sistem ve standartlara sahiptirler. 35 yaşın üzerindeki köprülerin oranı %39’dur. (1950 öncesi ve 19501970 arası inşa edilmiş olan köprüler) Dolayısıyla, ülkemizdeki devlet ve il yolu köprülerinin %61’i 35 yaşın altındadır. Bu oran, köprü nüfusumuzun gelişmiş ülkelere oranla genç olduğunun ifadesidir. Bu sebeple Köprü Yönetim Sistemi’nin şimdiden oluşturulması, ileride topluca yaşlanacak olan köprü nüfusunun yığılma gösterecek bakım ve onarım problemlerinin zamanında çözülmesine olanak tanıyacaktır. Devlet yolları üzerindeki köprülerin %67’si, İl yollarındaki köprülerin ise %48’i geometrik standartlara göre düşük standarta sahiptirler. Devlet ve il yolları üzerindeki köprülerin tümü gözönüne alındığında bu oran tüm köprüler için %56’ya tekabül etmektedir ki bu oldukça yüksek bir orandır. Karayolu köprüleri maruz kaldıkları doğal ve trafik koşulları sebebiyle birçok etkenlerden etkilenmektedirler. Karayolu köprülerinin etkilendiği çevresel ve doğal etkenler: akarsu etkileri, trafik etkileri, iklimsel etkiler, deprem etkileri, ilave yükler ve çevre kirliliğidir. Bu etkenler köprülerin yapısında değişik biçimlerde ve farklı değerlerde hasarlar oluşturan temel unsurlardır. Sonuç olarak köprülerin büyük bir bölümü bu etkenler sonucu zaman içinde onarıma muhtaç hale gelmektedir. Akarsular üzerine inşa edilmiş olan köprüler suyun 30 Temmuz 2012 • Sayı 49 Resim 7 - Köprü Altı Bakım Platformu. etkisi ile köprü yatağının oyulması ve köprü temelinin açığa çıkması ile sonuçlanan hasarlara maruz kalmaktadırlar. Özetle, ülkemizde köprü stoğu; yaşlı, sistem çeşitliliğine sahip, geometrik ve yük standardı düşük, dış etkenlerden değişik biçimlerde ve farklı derecelerde etkilenmiş köprülerden oluşmaktadır. Farklı standart ve yapısal durumlara sahip bu köprülerin güncellenmiş envanterlerinin bir veri tabanına aktarılarak ve bir Köprü Yönetim Sisteminin geliştirilerek, bakım ve onarım ihtiyaçlarının zamanında saptanması, değerlendirilmesi, önceliklerin belirlenerek buna göre bakım-onarım kararlarının verilmesi gereklidir. Buna ilaveten, köprülerin muayenesinin bir standarda bağlanması amacı ile ilgili, Mart 1995 ile Ağustos 1996 arasını kapsayan 18 aylık süre içinde Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) tarafından Karayolları Genel Müdürlüğü için bir çalışma yapılmış, merkez ve taşra teşkilatına mensup çalışanlar ile teşkilat dışındaki yerli ve yabancı kuruluş ve kişilerin görüş ve önerileri gözönüne alınarak yaklaşık 207 adet köprünün incelenmesi sonucu bir Gözle Köprü Muayenesi El Kitabı hazırlanmıştır. El Kitabı, bir Gözle Muayene Bilgi Formu içermekte ve bu formun doldurulmasına yönelik hasar dereceleri ve hasarların gruplandırılması yöntemlerini açıklamaktadır. Kitapçık genel itibariyle muayene edilecek hasarları yapı elemanlarına göre: kaplama, korkuluk, drenaj, derz, döşeme, mesnet, kiriş, ayak, yaklaşım dolguları ve tahkimat hasarları olarak gruplandırır ve her bir yapı elemanı için hasar tipleri tanımlar (deformasyon, çatlaklar, betonda kabarma ve dökülme, boşluk ve oyuk, su hasarları vb.). Gözle Muayene El Kitabı, muayene sonuçlarının aktarılabileceği bir merkezi Köprü Yönetim Sistemi bulunmadığından halihazırda kullanılamamaktadır. Bu proje, Gözle Muayene El Kitabı’nın köprülerin bakım, onarım ve yenileme zamanlarının belirlenmesine yönelik kullanılmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Köprülerin güvenliğinin kontrolü ile ilgili üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, ağır yük taşımacılığının köprüler üzerindeki etkisidir. Halihazırda Karayolları Genel Müdürlüğü’nde ağır Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi yük taşımacılığı izin işlemleri için, verilen herhangi bir hat üzerindeki köprülerin sağlamlığını kontrol edecek bir sistem mevcut değildir. Köprü Yönetim Sisteminin oluşturulması, ağır yük taşımacılığı izin sistemi için gerekli bazı bilgilerin sistematik bir biçimde temini ve geliştirilmesine zemin hazırlayacak ve böyle bir sistemin kurulmasına ön ayak olacaktır. Genel itibariyle bu proje, Karayolları Genel Müdürlüğü ve dolayısıyla ülkemize çok yönlü faydalar sağlayacaktır. Özetle proje, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün köprülerin bakım, onarım ve yenilenmesi ile ilgili bilimsel ve teknolojik temele dayanan bilgi ve araçlara dayalı planlama ve karar mekanizmalarının geliştirilmesini amaçlamakta olup, geliştirilecek olan araçlara ilaveten Genel Müdürlük ve Şube Müdürlükleri çapına yaygın kullanılacak olan bir planlama ve takip sistemin oluşturulmasını mümkün kılacaktır. Kurulacak olan sistem, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün sorumlu olduğu köprülerin güvenlik ve bakım maliyetlerini sürekli gözlemleyebilmesini mümkün kılacak olup aynı zamanda kurumun her yıl bir sonraki yıl için oluşturacağı bütçelerin talep edilme aşamasında sahip olunacak teknik ve idari raporlar sayesinde bilimsel ve teknik verilere dayalı gerekçeler sunmasına olanak tanıyacaktır. Gürgen’in gözetiminde yürütüldü. Proje çalışmaları, ODTÜ Mühendislik Bilimleri Bölümünde görevli çekirdek akademik ekip önderliğinde (Prof. Dr. Polat Saka, Prof. Dr. Murat Dicleli ve Yrd. Doç. Dr. Tolga Yılmaz), Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Fatih Yalçın ve Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünden Doç. Dr. Cem Yalçın’ın katılımı ile gerçekleştirildi. Buna ilaveten, ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümünden Doç. Dr. Yasemin Serin, Markov Karar Süreçlerinin köprülerin yaşam boyu optimal bakım onarım işlerinin seçilmesine yönelik uygulanması ve önceliklendirme yöntemleri konusunda projede görev aldı. Proje Yönetimi Projenin Oluşum Süreci Proje, ODTÜ Mühendislik Bilimleri Bölümünde görevli Yrd. Doç. Dr. Ferhat Akgül’ün yöneticiliğinde, ETC-IS Bilgi İşlem Teknoloji A.Ş. Genel Müdürü Tayfun Hız’ın yürütücülüğünde, Karayolları genel Müdürlüğü bünyesindeki Köprü Bakım Şube Müdürlüğü’nün ihtiyaç ve tavsiyeleri doğrultusunda ve Köprü Bakım Şefi Tuba Dr. Akgül, 1997-2003 yılları arasındaki 6 yıl boyunca, University of Colorado at Boulder’da köprü mühendisliği alanında yapısal güvenilirlik konusunda dünya çapında tanınan Prof. Dr. Dan M. Frangopol danışmanlığında köprülerin yaşam boyu güvenilirliği ve yıpranmasının modellenmesi üzerine doktora seviyesinde araştırmalar gerçekleş- Resim 8 - Ekipmanlı Köprü Muayenesi. tirdi. Doktora çalışması süresince teorik ve uygulamalı yapı güvenilirliği (structural reliability) alanında tecrübeler elde etmesinin ardından, 2003 yılında Türkiye’ye dönerek Mühendislik Bilimleri Bölümüne katıldı. Dr. Akgül, yöneticilik deneyimi ile, Mühendislik Bilimleri bölümünde görevli olan Prof. Dr. Polat Saka, Yrd. Doç. Dr. Tolga Yılmaz ve Prof. Dr. Murat Dicleli ile birlikte bilimsel araştırma projeleri geliştirmek üzere uyumlu bir işbirliği içerisine girerek, bir proje ekibi kurulmasına destek oldu. Ekibin kurulmasına dönemin bölüm başkanı Prof. Dr. Ruşen Geçit’in büyük katkıları oldu. Dr. Akgül, 2005-2009 yılları arasındaki 4 yıl boyunca, kapsamlı bir Ar-Ge projesinin bölüme ve üniversiteye kazandırılması amacıyla çalıştı ve bunun sonucu ve diğer 3 öğretim üyesinden almış olduğu destek ve takım çalışması neticesinde, Köprü Yönetim Sistemi projesini 2009 yılında Mühendisliği Bölümü’ne ve ODTÜ’ye birlikte çalıştığı öğretim üyeleriyle birlikte kazandırdı. Proje ile ilgili Karayolları Genel Müdürlüğü ile ilk görüşmeler 2005 yı- Temmuz 2012 • Sayı 49 31 Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi lında başladı. İlk resmi temaslar Dr. Akgül’ün Köprü Bakım Şubesi Müdürlüğü tarafından kuruma davet edilmesi ile başladı. O dönemde proje ile ilgili, kurum DPT’ye başvurmuş ancak başvuruları uygun görülmemiş idi. Bu sebeple, ilk aşamada proje için Avrupa Birliği araştırma kaynakları düşünüldü. Dr. Akgül, ilk olarak 2000’li yılların başında İngiltere’de Avrupa Birliği ülkeleri için köprü yönetim sistemleri ile ilgili bir araştırma projesinin (BRIME projesi) liderliğini yapmış olan İngiliz kurumu TRB (Transportation Research Board) ile irtibata geçti. Ancak, kurumdan işbirliğine yönelik olumsuz cevap alınınca, TÜBİTAK’ın Kamu kurumlarına ArGe desteği sağlayan 1007 projeleri kapsamında başvuru yapılmasına kararlaştırıldı. Resim 9 - Köprü Muayene Bölgeleri. ilaveten bir “Hasar Tespit ve Muayene Laboratuvarı, bölüm başkanı Prof. Dr. Turgut Tokdemir’in desteği ile kuruldu. Proje kapsamında 200 Adet Pilot Köprünün Gözle Proje, teorik bilimsel araştırma da ve 10 Adet Köprünün içeren uygulamaya yönelik bir pro- Ekipmanlı Muayeneleri de je. Söz konusu kamu kurumunun Gerçekleştirildi gerçek bir ihtiyacını karşılamayı amaçlayan ve ülke çapında karayolları köprülerinin bakım, onarım ve yenilenmesinin planlanmasını sağlayacak ve ülkemize önemli faydalar kazandıracak bir proje niteliği taşıyor. Proje sayesinde Mühendislik Bilimleri Bölümünde bir “Proje Koordinasyon Merkezi” ve buna Resim 10 - Köprüde Ekipmanlı Muayene Sonuçları. 32 Temmuz 2012 • Sayı 49 Proje, Köprü Yönetim Sistemi yazılımının geliştirilmesine ilaveten, 200 adet köprünün gözle muayenesi ve bu köprüler arasından seçilmiş olan 10 adet köprünün ekipmanlı muayenelerini de kapsıyor. 200 adet köprü, kurum tarafından 1. (İstanbul), 2. (İzmir) ve 14. (Bursa) bölgelerinden seçildi ve muayeneler için 6 mühendis görevlendirildi. Muayenelerin lojistik planlaması uzun zaman alan titiz çalışmalar gerektirdi. Çalışmaların başında, muayeneler için van tipi iki adet aracın kiralanması, gözle muayeneler için her türlü ekipman, alet ve eşyanın temini ve ekiplerin konaklama yerlerinin temini gerçekleşti. Muayene edilecek köprülerin yerlerinin belirlenmesi detaylı haritalama çalışmaları gerektirdi. Önce, 3 bölge dahilinde konaklamaların yapılacağı il merkezleri belirlendi, ardından her il merkezi çevresinde 80 kilometre yarıça- Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi pına sahip çemberler içerisinde bulunan köprülerin muayenelerinin yapılabilmesi için gerekli olan akaryakıt ihtiyacı, personel günlük giderleri, harcırahlar, konaklama giderleri ve muayene süreleri hesaplandı. Muayeneler, bölge yerine il bazına planlandı ve gerçekleştirildi. Mühendisler, her ekipte iki mühendis olacak şekilde iki ekibe bölündü ve 2-3 haftalık seferler şeklinde gerçekleştirildi. Bölgelerdeki 200 adet köprü ile ilgili gözle muayene bilgilerinin temin süreci ve eksik bilgilerin toparlanması faaliyetleri 2010 yılı Haziran-Aralık ayları içerisinde tamamlandı. 2011 yılının yaz aylarında ise, 10 adet köprünün deneysel incelemeye dayalı ekipmanlı muayenesi için gerekli ön hazırlıklar tamamlandı, muayeneler için gerekli olan kiralık aracın temini sağlandı, gözle muayeneleri gerçekleştirilmiş olan 200 adet köprü içerisinden yıpranmış durumda olan Balıkesir, Ayvalık, İzmir, Aydın, Germencik civarında 10 adet köprünün seçilmesi işlemi gerçekleştirildi ve Köprü Altı Bakım Platformunun köprülere nakliyesi gerçekleştirilmiştir. Ekipmanlı muayeneler öncesi, kurumdan talep edilerek eğitim köprüsü olarak belirlenmiş olan Kızılcahamam’daki Halit Ziya Sarman Köprüsü üzerinde, kurum personelinin de katıldığı ve Köprü Altı Bakım Platform’unun kullanıldığı bir ekipmanlı muayene eğitimi gerçekleştirildi. Sözkonusu muayene neticesi, 10 köprü için gerçekleştirilecek olan ekipmanlı muayeneler esnasında doğabilecek malzeme ihtiyaçları belirlendi ve önceden temin edildi. Proje, Dr. Ferhat Akgül, 1987 yılında ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümünden Lisans, 1989 yılında ABD’nin New Mexico eyaletindeki University of New Mexico İnşaat Mühendisliği Bölümünden (Yapı Mühendisliği) Yüksek Lisans ve 2002 yılında ABD’nin Colorado eyaletindeki University of Colorado at Boulder İnşaat Mühendisliği (Yapı Mühendisliği) Bölümünden doktora dereceleri aldı. Yüksek lisans eğitimi süresince, ABD’deki National Science Foundation tarafından desteklenmiş olan bilimsel araştırma projelerinde araştırmacı olarak görev aldı. Yüksek lisans eğitimini takiben, 8 yıl boyunca (1989-1997) inşaat mühendisliğinin uygulamaya yönelik alanlarında görev aldı ve inşaat projelerinin planlanması ve yöneticiliği alanlarında çalıştı. Profesyonel alandaki tecrübesi, nükleer ekipmanlı köprü muayenesi konusunda ülkemizde bir ilki gerçekleştirdi. Muayenelerde, Beton Sertlik Ölçme Çekici, Donatı Yeri Tespit Cihazı, Betonarme Ultrason Cihazı ve Donatı Çeliğinde Paslanma Miktarını Ölçme Cihazı kullanıldı. Ekipmanlı muayeneler 2011 yılı Eylül ayı içerisinde tamamlandı. 2010 ve 2011 yılları içerisinde, muayenelerin tamamlanmasından proje tamamlanma tarihine kadar geçen süre zarfında hasar verileri, aynı paralelde ilgili ekranların yazılım geliştirme faaliyetleri devam eden Köprü Yönetim Sistemine girildi, projenin son aşamalarında ise, sisteme girilmiş olan veriler vasıtasıyla pilot köprülerin optimizasyon ve önceliklendirme işlemleri gerçekleştirildi ve gerekli testler tamamlandı. tesis projelerinin tasarım ve inşaatını gerçekleştiren bir yapı mühendisliği firmasında yapı tasarım mühendisliği (Sargent & Lundy Engineers, Chicago) ve ABD’de inşaat mühendisliği alanında faaliyet gösteren firmalarda proje yöneticiliği deneyimlerini içeriyor (Bradbury & Stamm Construction, Albuquerque; Flintco, San Antonio). 1995-1997 yılları arasında Gama Endüstriyel Tesisler A.Ş’nin Yurtdışı Projeler Bölümünün Planlama Ofisinde görev aldı ve firmaya ait projelerin takibinde sorumluluk üstlendi. Elde etmiş olduğu bu tecrübeleri, Mühendislik Bilimleri Bölümü bünyesinde halihazırda gerçekleştirmekte olduğu kapsamlı bilimsel araştırma projesinin hazırlanması ve yönetiminde büyük faydalar sağladı. Temmuz 2012 • Sayı 49 33 CERN “BİLİMİ HIZLANDIRIYORUZ” SERGİSİ Üniversitemiz Rektörlüğü ve FenEdebiyat Fakültesi Fizik Bölümü katkılarıyla Türkiye’ye gelen CERN “Bilimi Hızlandırıyoruz” Sergisi; 2 Nisan 2012 Pazartesi günü, ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi (KKM) Kemal Kurdaş Salonu’nda, CERN Başkanı Prof. Dr. Rolf-Dieter Heuer’in katılımı ve CERN’i tanıtan konuşması ile açıldı. CERN tarafından, Cenevre Üniversitesi’nin işbirliği ve Dudley Wright Vakfı’nın desteği ile, İsviçre, İtalya, Danimarka, Avusturya ardından Ankara’da gerçekleştirilen sergi; 2 Nisan - 8 Temmuz 2012 tarihleri arasında, ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi arkasında yer alan kapalı tenis kortlarında, ücretsiz olarak ziyaret edildi. Toplumu CERN’deki bilimsel araştırmalar ve teknolojik gelişmeler hakkında bilgilendiren sergi hakkında Rektör Prof. Dr. Ahmet Acar; “Ankara Kampusumuzda CERN Sergisi’ni ağırlamaktan çok memnunuz. Sergi, doğayı ve CERN araştırmalarının önemini anlamakta tüm öğrencilere ve her yaştan insana yardımcı olacaktır.” açıklamasında bulundu. Evren’in kökeni ve maddenin temel bileşenleri hakkında merak duygusu aşılamayı amaçlayan sergi, CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ndaki (LHC) deney- 34 Temmuz 2012 • Sayı 49 Sergi kapsamında; Giriş, ziyaretçiyi Büyük Patlama anına geri götürür. Büyük Patlama Sahnesi, Evren’in tarihini anlatır. Parçacık bahçesi, maddenin temel yapısını gösterir. Gizem odası, Evren’in ve maddenin sırlarından bahseder. CERN araştırma alanı, LHC’de araştırmanın nasıl yapıldığını gösterir. “Temel araştırmalara dayanır” sunumu dünyamızın, nasıl temel araştırmalar üzerinde inşa edildiğini anlatır. Serginin çıkışında ise Türkiye’deki üniversitelerin CERN’e katkılarının ve ODTÜ Fizik Bölümü’nün anlatıldığı posterler yer aldı. lerin, Evren’in bazı sırlarını nasıl çözeceğini ve mevcut teknoloji ile geçmişteki temel araştırmalar arasındaki bağlantıyı gösteren beş ana bölgeden oluşuyordu. Sergi- nin önemli bir bölümü etkileşimli medyayı (dokunmatik ekranları ve oyunları) içerdiğinden, sergi düzeyi 12 yaş ve üstü ziyaretçiler için uygundu. AKADEMİK GELİŞİM PROGRAMI İLK UYGULAMASI TAMAMLANDI Akademik kariyerlerinin başında olan yeni öğretim üyelerine Üniversitemiz olanakları ile araştırma ve işbirliği olanaklarını tanıtmak, etkili öğretim konusunda bilgilendirmek, üniversiteye uyumlarını hızlandırmak ve eğitim, araştırma ile toplumsal hizmet alanlarında akademik etkinliklerini artırmak amacıyla oluşturulan AGEP’in ilk uygulamasına 21 Eylül 2011 tarihinde 52 öğretim elemanının katılımı ile başlanmıştır. AGEP kapsamındaki öğretim elemanlarının programı tamamlamaları için yaklaşık 75 saatlik AGEP modüllerinin en az %80’ine katılması ve program çerçevesinde hazırlayacakları eğitim, araştırma veya toplumsal hizmet ile ilgili bir final sunumu yapması gerekmektedir. Modüller kapsamında katılımcılar, deneyimli öğretim üyelerinin çeşitli seminerlerine katılmanın yanı sıra, akran ders gözlemi ve değerlendirmesi etkinliğine katılma ve üniversitemizde faaliyette bulunan araştırma merkezlerini gezme fırsatı bulmuşlardır. AGEP’in ilk uygulaması 30-31 Mart 2012 tarihlerinde ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nde gerçekleştirilen final sunumları ile tamamlanmıştır. AGEP kapsamında üniversitemizde Afiş: Barış Yağlı Üniversitemize yeni katılan ve akademik kariyerinin başındaki öğretim üye ve görevlilerinin üniversiteye uyumunu kolaylaştırmak ve eğitim, araştırma, toplumsal hizmet alanlarındaki faaliyetlerinin etkinliğini artırmak için tasarlanan Akademik Gelişim Programı’nın (AGEP) ilk uygulaması tamamlandı. ilk defa gerçekleştirilen bir başka uygulama da Mentorluk Uygulamasıdır. Mentorluk Uygulaması ile AGEP’e katılan genç öğretim üyelerinin ODTÜ kültürünü öğrenmelerine, üniversite olanakları hakkında bilgi edinmelerine, mesleki ağlar oluşturmalarına, kendilerini üniversite ortamına ait hissetmelerine katkıda bulunmak hedeflenmiştir. Uygulamaya katılmak isteyen AGEP katılımcıları, mentor olmak için gönüllü olan ve fikir danışabilecekleri deneyimli öğretim üyeleri ile bir araya getirilerek, eğitim, araştırma ve toplumsal hizmet konuları başta olmak üzere, çeşitli konularda karşılıklı deneyimlerini paylaşma fırsatı bulmuşlardır. Mentorluk programının ilk uygulaması 15 Nisan 2012’de tamamlanmıştır. 23 Mart 2012 tarihinde başlayan ikinci uygulama ise halen sürmektedir. Temmuz 2012 • Sayı 49 35 ODTÜ TEKNOKENT MEMBRAN ARITMA TESİSİ: Rio+20, Sürdürülebilir Kalkınma ve Yeşil Ekonomi Türkiye Raporu için seçilen en iyi uygulama örneği Prof. Dr. Celal F. Gökçay Çevre Müh.Bl. Dünya nüfusu 7 milyar kişiyi geçerken içme suyu kaynakları üzerindeki en önemli baskı kentleşme olgusudur. Birleşmiş Milletler kentleşme verileri ve kestirimlerine göre 2006 yılında dünya kentleşme oranı % 50 iken 2025 yılında % 55; 2050 yılında ise % 70 civarına çıkacaktır. Ülkemizde kentleşme oranı 1960 yılında % 33.3 iken 2000 yılında % 71.4’ü bulduğu bildirilmektedir. Kentleşme ülkemizde dünya ortalamasının da üzerindedir. Büyüyen ve kalabalıklaşan kentlerin su temini başlı başına bir sorun teşkil ediyor. Suların sadece bir kez kullanıldığı yirminci asrın 36 Temmuz 2012 • Sayı 49 doğrusal teknolojilerinin terk edilerek yerlerini kapalı döngü sistemlere bırakma gereği ortadadır. Kapalı döngü sistemler ile büyük şehirlere sonsuz kaynak sağlanabilecektir. ODTÜ’de atıksuların arıtıldıktan sonra sulamada kullanılmaları 1960’lara kadar gider. Yerleşke kurulurken Kuzeyde arıtma lagünleri de eşzamanlı olarak kurulmuştur. O yıllarda amaçlanan, birkaç bin olan ODTÜ nüfusunun atıksularının arıtılarak kavaklık alanın sulanmasında kullanmaktır. Belediye kanalizasyonu yerleşkeye henüz ulaşmadığı için bu yol seçilmiştir. Lagünlerde algler yardımıyla bir miktar arıtılan atıksular, bulanık görünüşleri ve koku nedeniyle sonraları arıtma zincirine bir damlatmalı ve kaya filtre ilavesiyle daha iyi arıtılmaya çalışılmış fakat pek de başarılı olunamamıştı. Atıksu ODTÜ/TEKNOKENT MEMBRAN ARITMA TESİSİ kalitesinin iyileşmemesi ve belediye kanalizasyonunun yerleşkeye ulaşmasıyla birlikte lagün sistemi terk edilmiş ve kavaklar kesilerek ortaya çıkan arazi Teknokent’e gelişim alanı olarak tahsis edilmiştir. Uzay fotoğrafında lagün sisteminin sınırları ve üzerinde kurulu VRM (Vacuum Rotating Membrane Reactor) tesisi görülmektedir. ODTÜ/Teknoent VRM Tesisi 2004 Yılı Mayıs ayında Berlin Teknik Üniversite’si (TUB) İnşaat ve Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Werner Hegemann ve ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Celal F. Gökçay tarafından bir araştırma projesi çerçevesinde kurulmaya başlanmıştır. Proje’ye Alman HUBER A.G. gerekli ekipmanı hibe etmek suretiyle taraf olmuştur. Projede kullanılan Vakum Dönen Membran Biyoreaktör (VRM) esasen HUBER’in bir ürünü olup o tarihlerde henüz geliştirilme safhasındadır. Projede amaçlanan VRM ünitesinin ODTÜ yerleşkesinde kurularak gerçek atıksu ile işletilmesi ve performansının araştırılmasıdır. Bunun yanı sıra İşletmede karşılaşılan sorunlar araştırılacak işletim parametreleri optimize edilecektir. Projenin BTU ayağı ise benzer bir üniteyi Almanya’da kurarak lagün atıksularını arıtmaya çalışacaktır. Araştırma aynı zamanda bir ÖYP Y.Lisans öğrencisi olan Okan T. Komesli’nin de tez çalışmasını kapsayacaktır. Proje daha önce Mısır’da başlatılmak istenmiş fakat karşılaşılan sorunlar üzerine vazgeçilmiştir. Yapılan üçlü protokolle tesisin havuz ve diğer inşaat işlerinin ODTÜ tarafından sağlanması kararlaştırılmıştır. HUBER tarafından hibe edilecek ekipman ve makine montajı, elektrifikasyon işleri HUBER danışmanlığında ODTÜ tarafından Tesisin, Şekil ’de gösterilen kullanılmayan ODTÜ lagün arıtma tesisinin çöktürme tanklarından biri onarılarak oraya kurulması planlanmıştır. Çöktürme tankının MBR tesisine dönüştürülmesi için bir müteahhit ile anlaşılmıştır. ODTÜ Kent’in atıksuları -5m kotunda kanalizasyona bir savak ve saplama yapılarak 10 tonluk ön toplama tankına yönlendirilmekte; burada toplanan atıksular bir dalgıç pompa ile 250 m ilerdeki tesis girişine pompalanmaktadır. gerçekleştirilecektir. Tesis ODTÜ tarafından devreye alınacak ve işletilecektir. 2004 Yılı Eylül ayı itibariyle imalat ve montaj işlerine başlandı. Bu işler için ODTÜ Rektörlüğü ve Teknokent yönetimi maddi ve ayni destek sağlamıştır. Ayrıca TÜBİTAK tarafından 105Y100 sayılı proje ile bir miktar ilave maddi katkı sağlanmıştır. Tesisin elektrik işleri ve ekipman montajı ODTÜ atölyelerinde gerçekleştirilmiştir. Üç buçuk ay kadar süren montaj işlerinden sonra tesis ASKİ Arıtma Tesisinden temin edilen biyolojik çamur ile birlikte işletmeye alınmıştır. Daha sonra resmi açılış 6 Haziran 2005 tarihinde bir seremoni ile yapılmıştır. VRM tesisi saatte yaklaşık 10 m3 evsel atıksuyu arıtacak kapasitededir. Tasarım akısı 15 L/m2/saat olmasına karşın kolaylıkla yapabildiği akı 11-12 L/m2/saat civarındadır. Günde arıtılan atıksu miktarı 200 m3 civarında olup bu debi yaklaşık 2000 kişilik nüfusa eşdeğerdir Ön toplama tankından tesise pompalanan atıksular önce 3 mm göze- Temmuz 2012 • Sayı 49 37 ODTÜ/TEKNOKENT MEMBRAN ARITMA TESİSİ nekli, RO 9 diye tanımlanan ince ızgaradan geçirilmektedir. RO 9 ‘da tutulan kaba malzeme burgulu tip sıyırıcı ile temizlenir. Burgu sıyırıcı bir presle sonlanmakta, toplanan malzeme pres tarafından susuzlaştırıldıktan sonra ayrılmaktadır. Daha sonra havalandırma tankının başına gelen atıksular burada tabandan diffüzörler vasıtasıyla havalandırılan aktif çamur ile biyolojik arıtıma tabi tutulur. Vakum altında 540 m2 membrandan süzülen biyolojik olarak arıtılmış atıksular % 95 üzerinde kirleticilerden arıtılmış olup bakteri içermezler. Membranlar tambur şeklindeki dönen bir membran tutucu üzerine monte edilmiş olup tıkanmaya karşı kaba havalandırma ile çapraz akış sağlanarak gözenekleri açık tutulmaktadır. Gözenek çapları 38 nm civarında olduğu için bakteriler geçemez hatta % 99.99 oranında virüslerin tutulduğu faj çalışmaları ile tarafımızdan gösterilmiştir. Membran tıkanmasını önlemek için kullanılan diğer bir strateji de vakumun plc ünitesi yardımıyla her 9 dakika’da 1 dakika durdurulması ve bu suretle membranın gevşeyerek temizlenmesinin sağlanmasıdır. Tesisten çıkan su içme suyu görünümünde olup bulanıklık değerleri daima 2 NTU altındadır. Atıksular tesisten sterile yakın çıkmaktadır ve doğrudan sulamada veya içme dışında kullanılabilecek niteliktedir. Giriş Koli Basili sayısı 108-1010 /100 mL kabul edilecek olursa bakteri arıtım verimi % 99.999999 civarındadır. Yine atıksudaki organiklerin bir ifadesi olan Kimyasal Oksijen İhtiyacı (KOİ) değeri % 97 üzerinde arıtılmaktadır. Klasik arıtma tesislerinde tipik Koli basili arıtımı % 90-99 civarında seyrederken KOİ arıtımı % 85-90 civarın- 38 Temmuz 2012 • Sayı 49 ekonomik bir çözüm oluşturmuştur. Tesiste atıksudan 1 m3 sulama suyunun hazırlanması 1,15 TL civarına malolmaktadır. Statüsü icabı Ankara Belediyesi’nden metreküp başına 7.2 TL ödeyerek endüstri tarifesi üzerinden su satın almakta olan Teknokent yönetimi VRM tesisi sayesinde m3 başına 5 TL üzerinde tasarruf gerçekleştirmektedir. İdarenin yıllık su tasarrufu 50 000 m3’ü geçmekte, yılda 200.000 TL üzerinde maddi tasarruf sağlanmaktadır. Tesis ve ilave sulama yatırımları kendini amorti etmiştir. Teknokent idaresi açık alan çim sulamanın yanı sıra gelecekte inşa edilecek ofis bloklarında da arıtılmış suları tuvaletlerde kullanmayı düşünmektedir. dadır. MBR Tesisi atıksularının ODTÜ’de geri kullanım uygulaması 2005 yılında devreye alınan VRM tesisi bugüne değin, birkaç arıza dışında, aralıksız çalışmıştır. Tesisin üzerindeki membranlar hala aynı membranlardır. Tesis işletimi sırasında sorunlar yaşanmış olmakla beraber tüm sorunlar tarafımızdan aşılmıştır. Önceleri bir araştırma tesisi olarak başlatılan VRM tesisi sonraları kış aylarında boşa akan suların toplanması için biriktirme yapılarının ve sulama sisteminin tamamlanmasıyla birlikte Teknokent’in sulama suyu ihtiyacını karşılar hale gelmiştir. Bu amaçla mevcut damlatmalı filtre 800 m3 hacimli üstü kapalı bir tank haline getirilmiş ve toprak lagünler betonlanarak ilave 16.000 m3 su toplama hacmi yaratılmıştır. Tesis ODTÜ Teknokent işletmesi için açık alan çim sulamasında çok ODTÜ-VRM Tesisi işletmeye alındığı 2005 yılında Türkiye’deki gerçek boyuttaki ilk uygulama idi. Tesis yaklaşık iki yıl sonra Bodrum Konacık Belediye Başkanı tarafından ziyaret edilmiş ve ODTÜ Tesisinden etkilenen Başkan daha sonra kendi beldesi için bir membran tesisi kurdurarak 2010 yılında işletmeye almıştır. Bu tesis statik tesis olup kapasitesi ODTÜ tesisinin yaklaşık 4 katıdır. Bugüne değin bir doktora ve beş yüksek lisans tezinin yapıldığı tesiste her yıl 6-10 lisans öğrencisi yaz stajlarını yapmışlardır. ODTÜ VRM tesisi membran teknolojisinin gelecekte kentlerde karşılaşılacak su sıkıntılarının önüne geçmek için uygun teknoloji olduğunu kanıtlamıştır. Ülke ve dünya genelinde yaygın uygulamada karşılaşılacak dar boğaz ise yetişmiş eleman eksikliği ve ucuz ve güvenilir membran temininden geçmektedir. SİBER GÜVENLİKTE ODTÜ Enformatik Enstitüsü– NATO İşbirliği Afgan Bilgisayarcılara ODTÜ’de Siber Güvenlik Eğitimi Verildi ODTÜ Enformatik Enstitüsü, NATO’nun yürüttüğü “Science for Peace and Security” programı kapsamında, Gürcistan ile işbirliği içinde, Afgan Bilişim Sistem Yöneticilerine yönelik Siber Güvenlik konulu bir eğitim gerçekleştirdi. Uygulamalı Siber Güvenlik eğitimine 20 Afgan Bilgi Sistemleri Yöneticisi katıldı. Gürcistan Veri Değişim Ajansının da destek verdiği eğitim programı kriptografiden olay müdahaleye, ağ trafik gözlemlemeden zaafiyet taramasına geniş bir yelpazede pek çok farklı güvenlik konusunu içeriyor. ODTÜ Enformatik Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Nazife Baykal, bu eğitimin amaçlarını şöyle özetledi: “Savaşların siber dünyada sürdürüldüğü, kişilerin, kurumların ve devletlerin şahsi ve gizli bilgilerinin izinsiz olarak internet üzerinden dağıtıldığı, bilgisayar vandalizmi’nin yaygınlaştığı ve bilgisayarların robot ağlarına dönüştürüldüğü, zombileştirildiği çağımızda, siber güvenlik konusu büyük önem taşıyor. Artık, ulusal güvenlik stratejileri, bu alandaki tehditler göz önünde bulundurulmadan oluşturulamaz. Bu alanda NATO’nun ve üye ülkelerin çok önemli çalışmaları, projeleri var. NATO’nun bu önemli projeleri arasında yer alan “Science for Peace and Security” programı kapsamındaki destekleriyle Türkiye’de Siber Güvenlik gibi önemli bir alanda eğitim olanağı ve fırsatı yaratıldı. Enformatik Enstitüsü, bilişim sistemleri, bilgi güvenliği konularında çok önemli bir bilgi birikimine ve deneyime sahip. Her zaman araştırma ve eğitimde öncü bir rol üstlenmeyi kendisine misyon edinmiş bir enstitü olarak, böyle bir eğitimde de etkin rol oynamayı, misyonumuzun bir gereği olarak görüyoruz.” Bu kursun, siber güvenlik alanın- daki son bilimsel gelişmelerle uygulamada gerçekleştirilenleri bir araya getiren bir yaklaşımla düzenlendiğini belirten Baykal, bu tür işbirlikleri ve eğitim programları ile siber güvenlik alanında farkındalığın artırılmasını ve NATO’ya üye ülkeler arasında gelecekte kurulacak bilimsel işbirlikleri için başarılı bir model oluşturmayı amaçladıklarını ve NATO’nun böyle bir programı ilk defa Türkiye’de düzenlediğini de sözlerine ekledi. Temmuz 2012 • Sayı 49 39 Bilim güzeldir... Sinir doku mühendisliği için elektro eğirme tekniği ile üretilmiş polimerik yapı Yar. Doç. Dr.Deniz Yücel, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ, BIOMATEN Yapay damar için üretilmiş nano desenli polimer yüzeyler üzerindeki düz kas hücreleri Dr. Pınar Zorlutuna, Prof.Dr.Vasıf Hasırcı ODTÜ, BIOMATEN Mikrodesenli yüzeyde elektron demetinin neden olduğu kabarcık Dr. Menekşe Ermiş, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN Mikrokanallı polimerik yüzey üzerindeki insan osteosarkom hücreleri (Saos2) Yar. Doç. Dr.Halime Kenar, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN Kemik dolgu maddesi olarak üretilmiş vücutta eriyen yapı Yar. Doç. Dr. Pınar Yılgör, Prof. Dr. Nesrin Hasırcı, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN Karbon nanotüp içeren hidrojel sinir kanalında nöroblastom hücreleri Damla Arslantunalı, Prof.Dr.Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN Hücre-malzeme etkileşiminin incelenmesi için hazırlanan mikro desenli yüzeyler Hayriye Özçelik, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı BIOMATEN Polimer kökenli nano ve mikro boyutlu ilaç salınım sistemleri Aysu Küçükturhan, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN Polimer ile kolejen karışımı kullanılarak elektro-eğirme tekniği ile üretilmiş lifsi yapı Gökhan Bahçecioğlu, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN Kemik dolgu yapısı üzerinde hücrelerin yayılması Yar. Doç. Dr. Pınar Yılgör, Prof. Dr. Nesrin Hasırcı, Prof. Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN Konu: KOH ile işlenmiş Silikon yüzey üzerinde bulunan kalay topu Telif Hakkı: Uzman Sedat CANLI Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar Açıklama: Sonradan renklendirilen görüntü 2010 yılında MRS’in düzenlediği Dünya çapında bir yarışmada 250 görüntü arasında 1.lik kazanmıştır. Konu: Drug Delivery’de kullanılan mikro ve nano kapsüller Telif Hakkı: Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar Açıklama: Görüntünün bir bölümü renklendirilmiştir. Karınca Konu: Bir karıncanın kafa bölgesi Telif Hakkı: Uzman Sedat CANLI Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar Açıklama: Görüntü sonradan renklendirilmiştir. Nanokaktüs Konu: Silikon yüzey üzerine oluşturulmuş Silikon yapılar Telif Hakkı: Ar. Gör. Seçkin ÖZTÜRK Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar Açıklama: Güneş hücresi araştırmaları kapsamında silikon yüzey işlenerek elde edilmiştir. Yıldız Konu: Ferrit nanoparçacıklardan büyütülmüş plakalar Telif Hakkı: Uzman Dr. İbrahim ÇAM Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar Açıklama: Bazik su çözeltisi ve basınçlı kap içerisinde ferrit nanoparçacıklardan büyütülmüş plakalardan elde edilmiştir. Al-Sm gaz atomize tozları ODTÜ-Metalurji ve Malzeme Mühendisliği yüksek çözünürlüklü SEM Y. Doç. Dr. Y. Eren Kalay Al-Sm gaz atomize toz parçacıkları -ODTÜ-Metalurji ve Malzeme Mühendisliği yüksek çözünürlüklü SEM Y. Doç. Dr. Y. Eren Kalay Nano boyutlu kalay (Sn) tozları - ODTÜ-Metalurji ve Malzeme Mühendisliği yüksek çözünürlüklü SEM Y. Doç. Dr. Y. Eren Kalay Bakır grid üzerinde Altın (Au) tozu Kabartma Tozu – ODTÜ Metalurji ve Malzeme Müh. Böl. Şekil 6. Rugoglobigerina hexacamerata Brönnimann 1952, Yaşı: 71.3-65 milyon yıl Şekil 7. Trinitella scotti (Brönnimann)1952, Yaşı: 72-65 Milyon yıl Şekil 6. Rugoglobigerina hexacamerata Brönnimann 1952, Yaşı: 71.3-65 milyon yıl Şekil 7. Trinitella scotti (Brönnimann)1952, Yaşı: 72-65 Milyon yıl 48 Temmuz 2012 • Sayı 49 Şekil Şekil Şekil Şekil Çinko Oksit (ZnO) nanotelleri - ODTÜ Metalurji ve Malzeme Müh. Böl. 5. Heterohelix navarroensis Loeblich, 1971, Yaşı: 69.8-65 Milyon yıl 6. Heterohelix punctulata Cushman, 1938, Yaşı: 76.5 – 66.78 Milyon yıl 7. Heterohelix labellosa Nederbraght, 1991, Yaşı: 75-65 Milyon yıl 8. Heterohelix striata (Ehrenberg),1840, Yaşı: 84-65 Milyon yıl Şekil 9. Globanomalina chapmani (Parr),1938, Yaşı: 60.3-55.5 Milyon yıl Şekil 11. Globanomalina ehrenbergi (Bolli), 1957, Yaşı: 61.9-60.2 Milyon yıl Şekil 3. Morozovella velascoensis (Cushman),1925, Yaşı: 60.3-55.5 Milyon yıl Şekil 4. Morozovella occlusa (Loeblich and Tappan), 1957, Yaşı: 60.2-55.5 Milyon yıl Prof. Dr. Sevinç Özkan Altıner Makina Tasarım ve İmalat İkinci Öğretim Tezsiz Yüksek Lisans Programı Üniversitemiz kültesi Mühendislik Makina Fa- Mühendisliği Bölümü’nde, 2012-2013 akademik yılında öğrenci almak üzere, Makina Tasarım ve İmalat (Mechanical Design and Manufacturing) adlı ikinci öğretim tezsiz yüksek lisans programı açıldı. Temel bilimler ile mühendislik bölümleri mezunlarının başvurabileceği program; iş yoğunluğu nedeniyle gündüz saatlerinde yapılan derslere katılmakta güçlüklerle karşılaşan, tez çalışmalarına yeterli ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümü Mekanik Tasarım ve İmalat İkinci Öğretim Tezsiz Yüksek Lisans Programı M.Sc. (evening non-thesis) in Mechanical Design and Manufacturing zaman ayıramayan, tez danışmanları ile periyodik görüşmeler yapamayan öğrencilere kolaylık sağlayacak. İki zorunlu ve sekiz seçmeli ders alınması gereken programda; dersler, hafta içi 18:30 – 21:30 saatleri arasında yapılacak. İlk aşamada 20 öğretim üyesinin 42 ders ile katılacağı program 150 öğrenci kapasiteli olacak. 2012-2013 akademik yılında mühendislik ve temel bilimler bölümlerinden öğrenci kabulüne bașlanacaktır. Mekanik, imalat, ısı-akıșkan ve dinamik-kontrol konularında dersler açılacaktır www.me.metu.edu.tr/mdm Temmuz 2012 • Sayı 49 49 13. YILINDA ODTÜ SANAT FESTİVALİ Keman: Cihat Aşkın & Gitar: Mesut Özgen 25 Mart “Aksak Duo” Konseri 26 Mart “Gülsin Onay” Piyano Resitali 30 Mart “Çellistanbul Çello Dörtlüsü” Konseri 18:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 31 Mart “Geriye Kalan” Film Gösterimi ve Yönetmeni “Çiğdem Vitrinel Özcan”, Oyuncuları “Şebnem Hassanisoughi ve Erkan Bektaş” ile Söyleşi 3 Nisan “Can” Tiyatro Oyunu Ödül Işıtman ODTÜ Sanat Festivali Düzenleme Kurulu Üyesi Can Yücel’den Uyarlayan: Genco Erkal Yöneten ve Oynayan: Kemal Kocatürk Oyuncular: Emre Kınay, Pelin Körmükçü, Sait Genay, Bahar Yanılmaz, Cem Yanılmaz 4 Nisan “Aşk Her Yerde” Tiyatro Oyunu 5 Nisan “Hasan Pekmezci” Atölye Çalışması (Etkinlik Ücretsizdir.) 6 Nisan ve 13 Nisan “Ahmet Kanneci” Gitar Resitali, Özcan Dal Eşliğinde 7 Nisan “Soğuk Bir Berlin Gecesi” Tiyatro Oyunu, Ankara Devlet Tiyatroları 8 Nisan “Akdeniz Flamenko Topluluğu” Konseri 20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 14:00 | ODTÜ KKM Faculty Club Koridoru 20:00 | ODTÜ KKM A Salonu 15:00 ve 20:00 |ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 19:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 15 Nisan “Adamas Quartett” Konseri New Austrian Sound of Music 17 Nisan “Ferhangi Şeyler” Tiyatro Oyunu Oynayan: Ferhan Şensoy 18 Nisan “Türk Armoni Yıldızları Orkestrası” Konseri Şef: Tarık Tal 19 Nisan “Can Çakmur” Piyano Resitali 20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 20:00 | ODTÜ KKM A Salonu 20 Nisan “Emrehan Halıcı & Ankara Müzisyenleri” 50 Yılın Rock Konseri- 7.Yıl 18:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 27 Mart “Giderayak” Tiyatro Oyunu Ankara Sanat Tiyatrosu 29 Mart “Hava Kuvvetleri Bando Komutanlığı” Bahar Konseri (Etkinlik Ücretsizdir.) 20:00 |ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 20:00 |ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 9 Nisan “Seslerle Anadolu” Müzikli Oyun, Ankara Devlet Opera ve Balesi 10 Nisan “Borusan Quartet” Konseri 11 Nisan “Julio Almeida” Gitar Resitali, Ekvador Büyükelçiliği 20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 20:00 | ODTÜ KKM A Salonu Keman: Claudia Schwarzl ve Maria Wahlmüller Viyola: Anna Dekan Viyolonsel: Jakob Gisler Avusturya Büyükelçiliği (Etkinlik Ücretsizdir.) 18:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 23 Mart - 22 Nisan tarihleri arasında ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezinde onüçüncüsü düzenlenen ODTÜ Sanat Festivali, sanatın yaygınlaşmasına olanak tanıyan ve artık gelenekselleşmiş önemli bir proje. Her yıl bir ay süren Sanat Festivali kapsamında açılan sergi sanatseverler ve kolleksiyonerler tarafından içerdiği çeşitlilik ve zenginlikle tanınıyor. Festival sergisinde bu yıl da Türk sanatının ustalarından, onların öğrencilerinden ve gelecek vaat eden gençlerden oluşan farklı sanat anlayışlarına sahip üç kuşağa yer verildi ve Resim, Heykel, Seramik ve Baskı alanlarından toplam kırk iki sanatçının doksan üç çalışması sergilendi. Veysel Günay, Halil Akdeniz, Bedri Baykam, Habip Aydoğdu, Güngör Güner, Ender Güzey, Hanefi Yeter, Remzi Savaş, Osman Dinç, Atilla Atar, Hayati Misman, Süleyman Saim Tekcan, Mehmet Güler, Devabil Kaya, Bilgehan Uzuner, Mutlu Başkaya, Ercan Sağlam, Hayri Esmer, İsmail Ateş, Erdal Duman, Yıldız Doyran, Funda Susamoğlu, Cebrail Ötgün bu yıl sergide yer alan sanatçılardan bazıları. 50 Temmuz 2012 • Sayı 49 23 Mart - 22 Nisan Plastik Sanatlar Sergisi 25 Mart | Konser “Aksak Duo” Keman: Cihat Aşkın, Gitar: Mesut Özgen 26 Mart | Piyano Resitali “Gülsin Onay” 27 Mart | Tiyatro Oyunu “Giderayak” Ankara Sanat Tiyatrosu 29 Mart | Bahar Konseri “Hava Kuvvetleri Bando Komutanlığı” (Etkinlik Ücretsizdir.) 30 Mart | Konser “Çellistanbul Çello Dörtlüsü” 31 Mart | Film Gösterimi ve Söyleşi “Geriye Kalan” Film Gösterimi ve Yönetmeni “Çiğdem Vitrinel Özcan”, Oyuncuları “Şebnem Hassanisoughi ve Erkan Bektaş” ile Söyleşi 3 Nisan | Tiyatro Oyunu “Can” Can Yücel’den Uyarlayan: Genco Erkal Yöneten ve Oynayan: Kemal Kocatürk 4 Nisan | Tiyatro Oyunu “Aşk Her Yerde” Oyuncular: Emre Kınay, Pelin Körmükçü, Sait Genay, Bahar Yanılmaz, Cem Yanılmaz 5 Nisan | Atölye Çalışması “Hasan Pekmezci” (Etkinlik Ücretsizdir.) 6 Nisan & 13 Nisan | Gitar Resitali “Ahmet Kanneci” Özcan Dal Eşliğinde 7 Nisan | Tiyatro Oyunu “Soğuk Bir Berlin Gecesi” Ankara Devlet Tiyatroları 8 Nisan | Konser “Akdeniz Flamenko Topluluğu” 9 Nisan | Müzikli Oyun “Seslerle Anadolu” Ankara Devlet Opera ve Balesi 10 Nisan | Konser “Borusan Quartet” 11 Nisan | Gitar Resitali “Julio Almeida” Ekvador Büyükelçiliği 15 Nisan | Konser “Adamas Quartett” New Austrian Sound of Music; Keman: Claudia Schwarzl ve Maria Wahlmüller, Viyola: Anna Dekan Viyolonsel: Jakob Gisler, Avusturya Büyükelçiliği 17 Nisan | Tiyatro Oyunu “Ferhangi Şeyler” Oynayan: Ferhan Şensoy 18 Nisan | Konser “Türk Armoni Yıldızları Orkestrası” Şef: Tarık Tal (Etkinlik Ücretsizdir.) 19 Nisan | Piyano Resitali “Can Çakmur” 20 Nisan | Konser “Emrehan Halıcı & Ankara Müzisyenleri” 50 Yılın Rock Konseri- 7.Yıl ODTÜ Sanat Festivaline ilk günden itibaren destek veren sanatçı Hasan Pekmezci’ye göre; geleneği sürdürebilmek çok önemli. Belli bir anlayış veya politikayla başlayan pek çok proje üç, beş yıl sonra biterken ODTÜ başlattığı projeyi değerini kaybetmeden ve geliştirerek sürdürüyor. ODTÜ’de görevi devralan her yönetimin, akademik veya idari personelin kararlı desteği olmasa Festival sürdürülemezdi kuşkusuz. Ama Festivali yıllar içinde eleştirileri ve önerileriyle ge- 20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu 13. YILINDA ODTÜ SANAT FESTİVALİ liştiren başarıya ulaştıran, sanatın her alanından davet edilen festival danışma kurulu üyelerini, davet edilecek sanatçıları belirleyen seçici kurul üyelerini de unutmamak gerek. Festivali bugünkü değerine ulaştıranlar listesine festivalde yer alan toplam 875 sanatçı ve onların 1493 çalışmasının katkısı da eklenmeli şüphesiz. Son yedi yıldır ODTÜ Sanat Festivali sergisini öğrencileriyle hem gezen hem de sergi mekânında ders yapan sanatçı Candan Terwiel “Sergiyi iki açıdan çok önemsiyorum. Birincisi öğrencilere çağdaş sanat eğitiminde önemli bir uygulama alanı sağlaması; ikincisi ise sanatseverlere Ankara’da toplu halde Türk sanatının örneklerini izleme olanağı yaratması.” Bu açılardan serginin Ankara’da, büyük bir boşluğu doldurduğunu söyleyen Terwiel’e göre festival sergisi, bir eğitimci ve sanatçı olarak sanat eğitimi alan öğrenciler için olduğu kadar izleyici için de aynı mekânda çeşitli alanlardan pek çok eserle birebir karşılaşabilme, her eser üstüne konuşabilme ve karşılaştırabilme olanağı sağlayan çok önemli bir fırsat. Terwiel gibi sergiyi her yıl öğrencileri ile gezen sanatçı Tansel Türkdoğan da bu tür sergilerin ODTÜ ve Ankara’nın kültürel atmosferine katkısının büyük olduğunu ve özellikle, öğrenciler ve izleyiciler açısından Türk Sanatı’ndan böyle geniş kapsamlı bir seçkinin izlenebilmesinin önemli olduğunu belirtiyor. Sergide Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan değişik disiplin ve anlayışlardan beslenen sanatçıların bir arada görülebileceğini vurgulayan Türkdoğan, profesyonel alanda çalışan sanatçılarla karşılaşma fırsatı elde eden öğrencilerin elde ettikleri deneyimin kendi profesyonel yaşamlarına eklemlenen kaliteler içereceğini, bunun da kişisel gelişim için önemli bir değer olduğunun altını çiziyor. Sanat Festivalinin on üçüncüsünü tamamlayan ODTÜ bugün on dördüncüsü için çalışıyor. Festival değişerek, gelişerek, yenilenerek aynı heyecanla sanatın farklı alanlarını temsil eden çalışmaları hem her yaştaki öğrencinin hem de sanatseverlerin beğenisine sunmaya hazırlanıyor. Temmuz 2012 • Sayı 49 51 13. YILINDA ODTÜ SANAT FESTİVALİ 52 Temmuz 2012 • Sayı 49 13. YILINDA ODTÜ SANAT FESTİVALİ Temmuz 2012 • Sayı 49 53 Nail Eren GIDA SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER ETKİN BİNBAŞIOĞLU MURAT HOCALAR SERDAR ÖZAKAR ZEKİ SÖZEN FDE’85 ME’81 CHE’79 IE’75 SEK SÜT TAMEK YILDIZ HOLDİNG ETİ Her sayımızda bir sektörde yönetici olan mezunlarımızla yaptığımız röportaj dizimize bu sayımızda gıda sektöründeki yönetici mezunlarımızla devam ediyoruz. ODTÜLÜ’nün bir önceki sayısında “DOSYA” adlı bir bölüm oluşturarak Enerji konusunda Üniversitemizde çalışmaları olan öğretim üyelerimizin görüşlerine yer vermiştik. Aynı sayımızda elektrik ve elektronik sektörü ile bilişim sektöründe önemli görevlerde bulunan mezunlarımızla da röportajlar yapmıştık. Bu sayımızda da insanoğlunun en temel gereksinimi olan gıdayı dosya konusu yaptık. Gıda güvenliğini etkileyen konularda bilimselliğin temel alınması gerçeğinden yola çıkarak gıda konusunda çalışmaları olan öğretim üyelerimizin görüşlerine DOSYA bölümümüzde yer verirken, röportaj yapacağımız mezunlarımızı da bu sektörde çalışanlar arasından seçtik. Böylece konuyu bir yandan bilimsel olarak irdelerken öte yandan sektörün içinde değişik konularda çalışan en yetkin kişilerden de bilgiler edindik. Gıdalara ilişkin tehlikeler, teknolojik gelişmelerin getirdiği riskler, ilgili yasalar, kontroller, üretim aşamaları derken kısaca “Ne yiyoruz biz?”in yanıtını aradık. ETİ Gıda Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Etkin Binbaşıoğlu (IE’75), Yıldız Holding Yatırımlar ve İş Geliştirme Grubu Başkanı Zeki Sözen (ChE’79), TAMEK İcradan Sorumlu Başkan Yardımcısı Serdar Özakar (ME’81), TAT Gıda Grubu ve SEK Süt İşletmesi Grup Yöneticisi Murat Hocalar (FdE’85) ile yapılan söyleşileri ilginç bulacağınızı umuyoruz. Bizi kırmayarak değerli zamanlarını söyleşiler için ayıran ve bizi ağırlayan mezunlarımıza teşekkür ediyoruz. Elbette böylesine önemli bir konuda söylenecekler bu kadarla sınırlı değil. Şimdilik konuyu birkaç açıdan ele alarak bilim insanları ve sektör profesyonelleri ile irdeledik. ODTÜLÜ Dergisi’nde bu konudaki gelişmelere yer vermeye devam edeceğiz. Temmuz 2012 • Sayı 49 55 Söyleşi ETKİN BİNBAŞIOĞLU ETKİN IE’75 BİNBAŞIOĞLU ETİ Gıda Yönetim Kurulu Başk. Yard. Söyleşi: Nihal Gerçek ETİ’nin Türkiye ve Dünyadaki yeri? ETİ, 1961 yılında kurulmuş, 1962 yılında üretime geçmiş bir firmadır. Geçen yıl kuruluşumuzun 50. yılını kutladık. ETİ, çok küçük bir kapasite ile üretime başlamış, ürünlerinin tüketiciler tarafından kabul görmesiyle birlikte zaman içinde büyüyerek bugünkü büyüklüğe ulaşmıştır. Bugün itibariyle ETİ, unlu mamuller pazarında (buna bisküvi, kek ve kraker dahildir) pazar lideridir. 2008’de girdiği çikolata sektöründe de pazar ikincisidir. Alanında Türkiye’nin en yenilikçi firmasıdır. Pek çok konuda, hem Türkiye’de, hem de Avrupa ölçüsünde önemli kazanımlara sahibiz. Örnek olarak, fabrikalarımızdaki çoğu üretim hattımız dünyada rekabet edebilecek kapasiteye, teknolojiye ve otomasyona sahiptir. 2003 yılında 56 Temmuz 2012 • Sayı 49 ETKİN BİNBAŞIOĞLU İhracatımızın %84’ü sanayi ürünü. Ancak, sanayi ürünlerinin ithalata dayalı bir yapısı var. Tarım ve tarıma dayalı ürün ihracatımız %13 civarında. İşlenmiş gıda ürünlerin payı ne kadar? Türkiye’nin işlenmiş gıdalar konusunda uyguladığı politikalar doğru mu? İşlenmiş gıda ve içecek sektöründe ihracat rakamları ve bu sektörün toplam ihracat içerisindeki payı Türkiye’nin konumu ve ihtiyaçları, gıda sektörü ihracatının önemli ölçüde artırılmasını gerekli kılıyor. yıllar itibariyle artış gösteriyor. TUİK dış ticaret verilerine göre 2000-2010 yılları arasında, imalat sanayiinde ihracatın ithalatı geçtiği nadir sektörlerden biri gıda ürünleri ve içecek sanayidir. Bütün yıllarda, işlenmiş ve işlenmemiş gıda ve içecek sanayiinde, dış ticaret dengesi Türkiye’nin lehinedir. Yani, sektörümüzün, Türkiye’nin ödemeler dengesi üzerindeki döviz kazandırıcı net etkisi pozitiftir. Sektörümüzde, ihracat lehine gelişen dış ticaret sonucunda, ihracatın ithalatı karşılama oranı da oldukça yüksektir. Bu oran 2011’de %214 iken 2012 Şubat ayı sonunda %250 olmuştur. İşlenmiş gıda ve içeceğin toplam ihracat içerisindeki payı yıllar itibariyle artmakta. 2011 yılında toplam ihracat içerisinde işlenmiş gıdanın payı yüzde 8’e yakın olmuştur. Bunun, 2012 yılı içerisinde %6 civarında olacağı tahmin edilmektedir. Söyleşi başladığımız TPM yolculuğumuzda önemli aşamalardan geçtik. TPM, Japonya’dan dünyaya yayılan bir iş yapma ve yönetim felsefesi. Geçen yıl, uluslararası alanda önemli yeri olan Toplam Verimlilik Ödülünü aldık. Bu alanlarda yatırım yapmaya, kendimizi geliştirmeye devam ediyoruz. Sadece üretmekle olmuyor, satış ve pazarlama alanlarında da etkili bir yönetim sistemlerine sahip olmak da gerekiyor, markanın yönetimi gerekiyor. Bu konularda da gelişme içindeyiz. Yurtiçinde yıllardır güçlü bir markayız. Markamızı bölgemize, dünyaya açmak için uğraşıyoruz. İşlenmiş gıda ürünlerine yönelik uygulanan politikaların temelinde, Türkiye’nin uluslararası ticaretteki rekabet gücünün artırılması var. Bu amaçla, katma değeri yüksek, markalı ve son tüketiciye yönelik ürünlerin, Ar-Ge, inovasyon ve uluslararası markalar yaratma yönündeki çabaların desteklenmesi yatmakta. Türkiye’nin konumu ve ihtiyaçları, gıda sektörü ihracatının önemli ölçüde artırılmasını gerekli kılıyor. Bunun için de ar-ge ve inovasyon faaliyetlerinin ekonomik katma değere dönüştürülebilmesi gerekiyor. Bu yöndeki politikaların sektörümüzü geliştireceğini düşünüyorum. Gıdalar konusunda toplumda bir kaygı var. Bu kaygı da yersiz değil. Doğada yok olmaması nedeni ile, Stockholm Konvansiyonu tarafından dünyanın en tehlikeli Temmuz 2012 • Sayı 49 57 Söyleşi ETKİN BİNBAŞIOĞLU kimyasalları olarak ilan edilen 12 kimyasaldan 9 tanesi zirai ilaçlar. ETİ kullandığı hammaddelere nasıl bir kontrol uyguluyor? ETİ, kullandığı hammaddelerde herhangi bir pestisit kalıntısı olup olmadığını, hammaddelerin giriş kalite kontrolu sırasında test etmektedir. Ayrıca, risk taşıyan hammaddelerin tedarikçilerinden pestisit analiz sonuçlarını talep etmektedir. Yaptırılan analizlerde şu ana kadar herhangi bir pestisit kalıntısına rastlanmamıştır. Bir diğer konu Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO). Bu ürünlerin zararları zirai ilaçlar kadar belirgin değil. Ancak çok tartışılıyor. Bu konuda sizin görüşünüz? Eti’nin GDO politikası nedir? ETİ olarak hiçbir ürününde GDO’lu girdi kullanmıyoruz. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca, gıdalarda onaylanmış gen olmadığı için; 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu gereğince GDO’lu hammaddelerin kullanılması mümkün değildir. Kaldı ki, dünya genelinde, GDO konusunda henüz olumlu veya olumsuz ortak bir görüş yoktur. ETİ’nin politikası, bu gibi durumlarda, insan sağlığına zararı olmadığına dair bilim insanlarının ortak görüşü oluşana kadar GDO’lu hammadde kullanmamaktır. Ayrıca GDO riski bulunan hammaddeleri içeren (soya lesitini, mısır ürünleri gibi) ürünlerimizi hem yurtdışı hem de yurtiçi laboratuvarlara göndererek analizler yaptırmaktayız. Bugüne kadar herhangi bir sorunla karşılaşmadık. Sizce, zirai ilaç kalıntısı ve GDO açısından, kamu kurumlarının yaptığı analiz 58 Temmuz 2012 • Sayı 49 ve denetimler yeterli mi? Özel üreticilerin de içinde olduğu bağımsız laboratuvarlar neden gündeme gelmiyor? Bu konuda Bakanlık çok ciddi bir tutum sergilemektedir. Yaptıkları analizler ve denetimler yeterlidir. Bakanlık gerek duyduğunda özel laboratuvarları da kullanabilmektedir. Ancak, Bakanlığın denetimlerin ve analizlerin tamamının özel laboratuvarlara devredilmesinin doğru olmayacağı görüşündeyim. Nitekim, dünya uygulaması da bu yöndedir. Örnek vermek gerekirse, AB üyesi ülkelerde de gıda denetimleri devlet tarafından yapılmaktadır. 70’li yıllarda üniversiteler kendilerini tanıtmak için şimdi olduğu gibi kitle iletişim araçları kullanmıyorlardı. ODTÜ’yü tercih ederken hakkında ne biliyordunuz? ODTÜ’de okumak bilinçli bir karar mıydı? Liseyi Ankara’da Fen Lisesinde yatılı olarak okudum. Lisemizin bahçesinin bir bölümünden ODTÜ kampusunu görürdük. O yıllarda ODTÜ’nün kampusu yeni yeni oluşuyordu. ODTÜ kampusunu uzaktan da olsa görmek etkileyiciydi. Lisemizle ODTÜ’nün başka ortak aktiviteleri de olurdu. ODTÜ profesörleri Feza Gürsey gibi okulumuzda konferansa gelirdi. Bir keresinde muhtemelen ODTÜ’yü ziyarete gelen ve biyoloji alanında Nobel ödülü sahibi olan Dr. Watson okulumuza konferansa gelmişti. Biyoloji dersimizde ismini duyduğumuz, kitabımızda fotoğrafını gördüğümüz Nobel ödülü sahibi bir profesörün konferansı bizler için çok etkileyiciydi. Ayrıca, çeşitli vesilelerle okulca ODTÜ’yü ziyarete gittiğimizi hatırlıyorum. ODTÜ’nün kampusu, fakülte, bölüm binaları, laboratuvarları, kütüphanesi mükemmeldi, aklımızı çeldi herhalde. ODTÜ’yü benim için tek seçenek haline getirdi. Fazla düşünmeme gerek kalmadan ODTÜ’yü seçtim. Mühendislik Fakültesine girdim. Daha sonra Endüstri Mühendisliği Bölümüne ayrıldık. Şu anda zamanı geriye döndürmek mümkün olsa, ETKİN BİNBAŞIOĞLU ODTÜ’deki öğrenciliğim, Türkiyenin siyasi ve sosyal yönden istikrarsız ve çalkantılı yıllarında geçti. Bu durum ODTÜ’deki akademik hayatı da olumsuz etkiliyordu şüphesiz. Ama bu dönem, ODTÜ’nün ve kampusun geliştiği dönemdi. Bugünkü kampus imkanları ile kıyasladığınızda hayat çok daha yalındı. Mimarisi, çevre düzenlemesi etkileyiciydi. Çok sayıda periyodik yayının ve kitabın bulunduğu kütüphanesi, biz öğrencilerin dünyaya açılan penceresiydi. Kantinleri, kırk küsur yıl öncesinin mütevazı imkanlarıyla bizleri kendisine çeken buluşma noktalarımızdı. O yıllar yaşandı, bitti. Sonra iş yaşamımız başladı. 70’li yılların ODTÜ öğrencisi olan ben, daha sonra iş hayatının telaşı içerisinde yılların nasıl geçtiğini fark etmedim bile... Başka bir ortamda ve zaman diliminde ODTÜ öğrencisi olmayı da hayalimden geçirmedim. Geleceğe bakmak, geleceğin hayalini kurmak daha cazip geldi herhalde. Geçen yıl ODTÜ takdir ödülünü aldınız, yıllar sonra mezun olduğunuz üniversiteden böyle bir ödül alırken neler hissettiniz? Bir mezunun, böyle bir beklenti içinde olması söz konusu olamaz, en azından düşük bir ihtimaldir. Ben de böyle bir beklenti içinde değildim doğal olarak. Elimden geldiğince birşeyler yapmaya çalıştım. Yıllar sonra, Üniversite Senatomuzun kararıyla bu ödülün verilmiş olması beni ziyadesiyle mutlu etti, gurur duydum. Öğrenci olarak gittiğiniz üniversiteye 36 yıl sonra ödül almak için gittiğiniz gün neler hissettiniz? İyi bir donanım ile mezun olan kişinin kendine güvenmesi, her türlü güçlüğün üstesinden gelebileceğine inanması ve çok çalışması başarılı olmasının anahtarlarıdır bence. Mezuniyetinizden bu yana geçen süre içerisinde yapmaya çalıştıklarınızın Üniversiteniz tarafından farkedilmiş ve takdir edilmiş olması mutluluk verici, gurur verici. Sevindim tabii. Öğrencilik yıllarım ve mezun olduktan sonra çalışma hayatımın ilk yılları film şeridi gibi geçti gözlerimin önümden. Yılların ne kadar hızla akıp gittiğini farkettim. ODTÜlü olmayı nasıl tanımlarsınız? ODTÜ ruhu nedir ve sizce nasıl yaşatılır? Bence, ODTÜlü olmak mesleğini yaparken fark yaratabilmektir. Başkalarına kıyasla daha yüksek katma değeri olan işleri başarabilmektir. Uğraş alanına giren konularda, karşılaştığı problemlere geçerli, yaratıcı, güzel çözümler geliştirebilen ve başarıyla uygulayabilendir. Yıllar boyu, ODTÜ mezunlarının çalıştıkları yerlerde gösterdikleri başarıların böyle bir “mezun ruhu” nun oluşmasına katkı sağladığını düşünüyorum. Bu ruhun yaşatılmasının ön koşulu da, doğal olarak, mezunların iş yaşamındaki başarıları olacaktır. Bilgili, ama bilmediğini de kolayca öğrenebilen, bildiğini başarıyla uygulayabilen, kendine güveni tam bir mezun kitlesi ODTÜ ruhunu yaşatacaktır. İş dünyasında başarılı olmaları için genç ODTÜlülere neler önerirsiniz? Söyleşi ODTÜ’de hangi ortama veya hangi yıllara dönmek isterdiniz? İş yaşamında başarının tek bir formülü olmamakla birlikte, başarıya giden yolda önemli olduğunu düşündüğüm noktalara kısaca değinmek isterim. ODTÜ öğrencisi, okul döneminde çok iyi bir eğitim alma şansını elde ediyor. Bu şansın içinde güçlü akademik kadroyu, akademik beklenti çıtasının yüksekliğini teknolojik altyapıyı öğrenciye verilen değeri sayabilirim. İyi bir donanım ile mezun olan kişinin kendine güvenmesi, her türlü güçlüğün üstesinden gelebileceğine inanması ve çok çalışması başarılı olmasının anahtarlarıdır bence. Onursal Başkanımız, ETİ’nin kurucusu Firuz Kanatlı’nın bir sözü var. “İşi aşkla yapmak” gerek der. Bu sözün doğruluğuna kuşku yok. İşi aşkla yapma, işi sevmekten de öte bir şey. İşini aşkla yapan kişi engel tanımaz, başarmak için ısrarcıdır; mesleğindeki, işindeki gelişmeleri yakından izler ve uygular. Genç arkadaşlarımın üniversitenin kendilerine sunduğu sosyal ve kültürel çevreyi iyi değerlendirmelerini, kendilerini geliştirmelerini öneririm. Öğrencilik yılları aynı zamanda hayata hazırlanılan bir dönemdir de. İş yaşamının özünde insan ilişkilerinin bulunduğunu, ne yapacaksanız bir grubun içinde yapacağınızı, iyi iletişim becerilerine sahip olmanız gerektiğini bilerek kendinizi geliştirmelisiniz. Okul dönemindeki proje çalışmaları, stajlar, öğrenci topluluklarında etkin görevler üstlenmek de bu tecrübeleri edinmek için iyi fırsatlardır. Temmuz 2012 • Sayı 49 59 MURAT HOCALAR Söyleşi MURAT HOCALAR FdE’85 Söyleşi: Nihal Gerçek TAT GIDA GRUBU, SEK SÜT İŞLETMESİ Grup Yöneticisi Söyleşi: Nihal Gerçek SEK’in Türkiye’deki ve dünyadaki yeri hakkında bize bilgi verir misiniz? SEK Türkiye’de Süt Endüstrisi Kurumu olarak devlet eliyle oluşturulmuş ve yaygınlaştırılmış, pek çok kişiye istihdam sağlamış, sütçülüğü, süt hayvancılığını yaygınlaştırmış ve teşvik etmiş, süt işinin ilk defa teknolojik olarak hayatımıza girmesine neden olmuş bir marka ve tarihi 1963’lü yıllara dayanıyor. 1997 yılında da özelleştirme süreci kapsamında SEK markası Koç topluluğunun bünyesine katılıyor. Bununla birlikte Koç Holding’in dinamizmi içerisinde daha da gelişen modernleşen birçok ilke imza atan bir yapıya kavuşuyor. Koç Holding bünyesinde faaliyet gösteren SEK diğer gıda grubu şirketleriyle aynı çatı altında birleşiyor. Koç Holding’in Tat grubu altında. Tat Konserve, Maret, Pastavilla ve SEK süt işletmeleri bulunuyor. Türkiye’nin en büyük gıda şirketlerinden bir tanesi Tat Gıda grubu. SEK de bunun içeri- 60 Temmuz 2012 • Sayı 49 sinde önemli bir yere sahip. Dolayısıyla SEK özelleştirmeyle birlikte Koç Holding bünyesi altında gelişen teknolojileri takip edip Pazar payını her geçen gün yükselten bir değer olarak varlığını sürdürüyor. SEK’in birçok ilki var sektörde. Bir defa pastörize günlük sütün önemli bir değeri ve markasıdır. Pastörize günlük sütü içmeyi halkımız SEK ile içmeyi öğrendi ve bu beğenisini de devam ettiriyor. SEK süt olarak TÜBİTAK destekli bir projeyle, raf ömrü uzatılarak daha uzak noktalara kadar taşıyabileceğimiz yeni nesil pastörize günlük sütümüz en son yeniliklerimizden bir tanesidir. Şöyle tarihçeye baktığımız zaman SEK Türkiye’de ilk homojonize edilmiş yoğurdu, fabrikasyon otomasyon ile üretilen dil peyniri, kaşar ve beyaz peynirin ilk defa vakumlu ambalaja, salebin de ilk defa hazır ambalaja girmesini sağladık. Orkide kökünden yapılır salep, çok özel seçilmiş orkide köklerinin öğütülmesi ve ondan sonra geliştirilmesiyle oluşur. İlk kez 2003 yılında sıcak çikolatanın MURAT HOCALAR Söyleşi evlerimize girmesi, aynı zamanda 2003-2004 yılında Tat gıda grubunun oluşturulması da bir ilk olarak kabul edilebilir. 2007 yılında sebze suları, meyve sebze karışımı sular yine SEK’in ilklerinden biridir. 2009 yılında süreç operasyonel maliyet iyileştirme çabalarıyla kendisine ciddi bir dinamizm kazandırmıştır. Hem yeni ürünleriyle hem yönetim şekliyle SEK hızlı bir şekilde büyüyerek geçmişten gelen marka gücü ve güvenilirliğiyle varlığını yücelterek devam ettirmektedir. Yine söylediğim gibi mikrofiltrasyon ile günlük pastörize süt üretimi de TÜBİTAK teknoloji ve yenilik destek programlarıyla desteklenmiş en son yeniliğimiz. İhracatımızın % 84’ü sanayi ürünü ancak sanayi ürünlerinin ithalata dayalı bir yapısı var. Tarım ve tarıma dayalı ürün ihracatımız % 13 civarında. İşlenmiş gıda ürünlerinin payı ne kadar? Türkiye’nin işlenmiş gıdalar konusunda uyguladığı politikalar doğru mu? Türkiye’nin hinterlandına şöyle bir bakarsak Doğu Avrupa, Ortadoğu, Türki Cumhuriyetler dersek aşağı yukarı iki yüz elli milyar dolarlık bir tüketim kapasitesi var. Bu Türkiye için çok ciddi bir potansiyeldir. Gıda sektöründeki ihracat imkanlarımızı da bu ülkeler üzerinde hızlı bir şekilde geliştirebiliriz diye düşünüyoruz. Ne yazık ki Avrupa Birliği’ne Türkiye iki nedenle ihracat yapamıyor. Avrupa Birliğinin tarife dışı engellerle inek sütü ürünlerinin kendi ülkelerine girmesini engellemesi artı ülkemizin Avrupa Gıda ve Veterinerlik Ofisi tarafından onay alma süreci var. Bununla ilgili süreç devam ediyor. Bu süreçle beraber Avrupa Birliği’ne de ihracat yapabilir hale geleceğiz. Ancak bu tarife dışı engeller nedeniyle onayları alsak bile bunun zor olduğunun düşünüyorum. Keçi ve koyun sütü ürünlerinin ihracatının daha mümkün olacağı kanaatindeyim. Keçi sütü içilmesi öneriliyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Keçi sütü, inek sütü, koyun sütü bunların hepsi ciddi protein kaynakları. Neslimizin daha sağlıklı büyüyebilmesi daha gelişmiş bir beyin yapısına sahip olabilmesi, daha sağlıklı bir fiziksel yapıya sahip olabilmesi için iyi kalite proteinlerin bu kaynaklardan alması gerekli. Dolayısıyla ben böyle bir ayrım içinde bulunmak istemiyorum. Ama son zamanlarda keçi sütünün anne sütüne daha yakın olduğu yönünde çalışmalar var. Bu da çok değerlidir. Bunların hepsi insan vücudu için oldukça faydalıdır. Gönül rahatlığıyla bunları tüketebilmemiz lazım. Ama alerjik bünyeler onları neyin alerji yaptığına bağlı olarak Temmuz 2012 • Sayı 49 61 Söyleşi MURAT HOCALAR bunlardan herhangi birini tercih edebilirler. Süt zaten ineklerin, koyunların ve keçilerin kendi yavrularını beslemek için ürettiği bir şey. Ne kadar değerli bir besin olduğu buradan beli. Üçü de çok değerli Bulabildiğimiz zaman olabildiğince her gün iki bardak bu süt ürünlerini içmeliyiz. Eğer içmekle ilgili bir sıkıntımız varsa yoğurt ve peynir olarak tüketmeliyiz, vücudumuz için gerekli, en önemli yapıtaşı olan proteinleri bu kaynaklardan sağlamalıyız. Çünkü bunların yerine geçebilecek başka protein yok. Gıdalar konusunda toplumda bir kaygı var. Bu kaygı da yersiz değil. Doğada yok olmaması nedeniyle Stockholm konvansiyonu tarafından dünyanın en tehlikeli kimyasalları olarak ilan edilen on iki kimyasaldan dokuzu zirai ilaç. SEK kullandığı ham maddelere nasıl bir kontrol uyguluyor. Bu soruyu bir marka olarak değil de bir gıda mühendisi ve tüketici olarak cevaplamak istiyorum. Evet, genetiği değiştirilmiş organizmalar 62 Temmuz 2012 • Sayı 49 olarak bahsettiğimiz konu var. Bunun dışında zirai ilaçlar doğru ellerde kontrollü bir şekilde kullanılması gereken şeyler. Kamuoyunda da bu konuyla ilgili birçok tartışmalar yaşanıyor. Son günlerde Türkiye bu konuyla ilgili Tarım Bakanlığı nezdinde ciddi atılımlar yaptı. Hatta Avrupa Birliği normlarından daha sıkı regülasyonlar getirdi. GDO’lu ürünlerin ithalatına izin veren veya vermeyen bir kurum oluşturuldu. Bu ileriki jenerasyonlarımızda olumsuz etki yaratmayacak, belirli sınırları aşmayacak olan ürünlerin izni bu koordinasyon ve karar kurumu tarafından izin verilerek Türkiye’ye sokuluyor. GDO tarafındaki gelişmeleri ben ülkemiz ve sektör açısından çok olumlu buluyorum. Zirai ilaç konusu ise yine önemli bir konudur. Zirai ilacın çeşidi, kullanım miktarı kontrollü olmalı. Yine devletin sektörde görevlendireceği ziraat mühendisleriyle halkın bu konu hakkında bilinçlendirilmesiyle kontrol altına alınmalıdır. Gördüğüm kadarıyla bu konu hakkında da ciddi çalışmalar yapılıyor, daha iyiye daha doğru bir noktaya gideceğini düşünüyorum. Kamuoyunda yerli yersiz, bilen bilmeyen, gıdayla ilgisi olma- yan birçok insan gündem yaratmaya yönelik beyanatlarda bulunuyor. Hata öyle bir noktaya gelindi ki sokak sütü içilmesini tavsiye eden uzman niteliğinde insanlar bile var. Bunları dikkate almamamız gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten bu konunun uzmanı gıda bilimiyle uğraşan kişilerin yorumlarına dikkat ederek hayatımızı sürdürmeye devam etmemiz lazım. Mutlaka markalı ürünleri tercih etmeye çalışmalıyız. Çünkü markalar kendi markasını koruyabilmek için ciddi yatırımlar yapıyor ve en üst teknolojiyle üretim yapıyorlar. Benim tavsiyem müşterilerimizin etiketleri okunması markalı ürünlere güvenilmesi ve bu doğrultuda tüketim yapmaları. Gıda işindeki en önemli problem hâlâ kayıt dışı ekonomi. Yani Türkiye’de aşağı yukarı on üç milyon ton süt üretiliyor. Bu on üç milyon sütün ancak yüzde elli beş, altmışı kontrollü sanayide üretilen ürünler, geri kalan kısım ise maalesef kontrolsüz ve merdiven altı. Yine son dönemde alınan tedbirlerle bunun kayıt içine alınması için ciddi çalışmalar yapılıyor. Gıda güvenliğiyle ilgili yeni bir gıda yasası çıktı. Bunun çok olumlu etkilerinin olacağını düşünüyorum. Gıda güvenliğine uygun hareket etmeyen şirketlerin işletmelerin ya kendilerini düzeltmesi ya da kısa zamanda tasfiye olması durumuna gidecek eğer denetimler ciddi bir hassasiyette yapılmaya devam edilirse. Türkiye’nin en önemli sorunu kayıt dışılıktır. Bu kayıt dı- MURAT HOCALAR Peki sizce zirai ilaç kalıntısı ve GDO açısından kamu kurumlarının yaptığı analiz ve denetimler yeterli mi? Özel üreticilerin içinde olduğu bağımsız laboratuvarlar neden gündeme gelmiyor? Yeterli olmalı; çünkü toplum vicdanı bununla tatmin ve rahat olmalı, doğrusu bu. Ama demin söylediğim gibi bilen bilmeyen birçok insan bu konuda konuştuğu için tüketicilerin kafası karışıyor ve nasıl hareket edeceğini bilemiyor. Benim kanaatim devletin elinde her türlü imkân var, bunu denetleyebilir. Şu an yanlış iş yapanları teşhir de ediyor. Teşhir ederek halkı bilgilendirebilir. ve bu doğrultuda daha güvenli bir ortam yaratabilir halk için. Özel sektörde de yetkilendirilmiş özel laboratuvarların kurulmasıyla ilgili çalışmalar devam ediyor. Kanımca yine bu konuyla ilgili tarım il müdürlüklerini veya Tarım Bakanlığınca yetkilendirilen laboratuvarlar hızlı bir şekilde Avrupa’da olduğu gibi ülkemizde de yaygınlaşacak ve daha uygun kontroller oluşacak diye düşünüyorum. 70’li yıllarda üniversiteler kendilerini tanıtmak için şimdi olduğu gibi kitle iletişim araçlarını kullanmıyorlardı. ODTÜ‘yü tercih ederken hakkında ne biliyordunuz? ODTÜ’de okumak bilinçli bir karar mıydı? ODTÜ’de okumak benim hayalimdi. Gıda Mühendisliğini seçerken de çok büyük bir istekle ve öncelik vererek seçtim. “Neden ODTÜ idi” diye baktığımda; bir defa benim dönemimde yani 1979 yıllarında bile dünyaca kabul görmüş üniversitelerden bir tanesiydi ODTÜ. Yabancı dille eğitim veriyor olması önemli bir tercih nedeniydi. Bu kadar yaygın bir iletişim ağı olmamakla birlikte yine özel sektörün talep ettiği kişiler ODTÜ’den oluyordu. Bu sebeple tereddütsüz ODTÜ’yü sıralamalarımın içine koydum. Şu an zamanı döndürmek mümkün olsaydı ODTÜ’de hangi ortama ve hangi yıllara dönmek isterdiniz? Şu an gözümü kapayıp geçmişe baktığımda şunu görüyorum: Bölümün ilk öğrencileri olarak yedi arkadaş biz ODTÜ’nün Gıda Mühendisliği Bölümünü kazandık. Yedi öğrenciydik ve Kimya Mühendisliğinin içerisinde eğitimimizin önemli bir kısmını aldık. Bir binamız dahi yoktu. Biz nerdeyiz? Kimiz? Bu tip sorularımız vardı kafamızda. Bir barakamız oldu hemen Kimya Mühendisliğinin karşısında. İnanılmaz haz duyduk yani kimliğimizi bulduk gıda mühendisi olarak o inanç ve o günler çok güzeldi. O günleri, o dönemki arkadaşlıkları, o dönem büyük bir heyecanla gıda mühendisliğini kurmaya çalışan öğretim üyesi hocalarımızın çabalarını büyük bir özlemle ve gururla hatırlıyorum. Bunun dışında sıkı sıkıya bağlı bir gıda mühendisi grubu olmuştu. Harçlarını hep birlikte koyduk, kanımca da sektörde herkes yer edindi ve gıda mühendisliğini iyi bir şekilde temsil ediyoruz. ODTÜlü olmayı nasıl tanımlarsınız? ODTÜ ruhu nedir ve sizce nasıl yaşatılır? ODTÜ ruhunu aslında özgürce düşündüğünü söyleyebilen, bilime inanan, bilimin gerçekleri doğrultusunda hareket eden, çok çalışan yaptığı her faaliyetten bir değer yaratmayı arzu eden bir ruh olarak görüyorum. Şu anki gelişmeleri de görünce çok mutlu oluyorum. Her karışında bir gelişme olduğunu görüyorum Bu fiziksel iyileşmenin yanında özündeki ODTÜlüyü ODTÜlü yapan bu çalışma azmini, özgürce düşüncelerini ortaya koyabilmesini, özgürce karşısındakinin düşüncelerini dinleyebilme yapısını da koruyabilmesi ve toplumda bir ODTÜlü olarak konuşulduğunda bu saygınlığını devam ettirebilmesi lazım. Söyleşi şının kontrollü kayıt sistemi içine alınması ve denetlenebilir yapıda olması gereklidir. İş dünyasında başarılı olabilmeleri için genç ODTÜlülere neler önerirsiniz? Her şey değişiyor. ODTÜ’nün çalışma sisteminde bizim dönemlerimizde daha fazla bireysellik vardı; ancak takım çalışması çok önemli. Üniversitede okurken genç arkadaşlarımızın mutlaka takım çalışmalarına, proje çalışmalarına ağırlık vererek ekiple bir şeyi başarmayı sağlamaları çok önemli. Yabancı dil ODTÜ’yü ODTÜ yapan özelliklerden bir tanesidir. Hiç bırakamadan her gün üstüne bir tuğla koyarak yabancı dillerini geliştirmelerini tavsiye ederim. Hepimiz okuldan mezun olduktan sonra her şeyi iyi bilen olarak algılıyoruz ama iş hayatı öyle değil. O yüzden üniversite çağlarında iş hayatıyla ilgili kendilerini bilgilendirmelerini, stajlara gitmelerini, hangi alanlarda ileri gidebileceklerini belirlemelerini tavsiye ediyorum. Çok önemli olan başka bir şey ise ne iş verilirse onu yapmaları ama en iyi şekilde yapmaları lazım. O zaman farkı gösterip zaten kısa sürede arzu ettikleri yerlere, arzu ettikleri pozisyonlara geleceklerdir. Ne iş verilerse yapmak, yapılan işi en iyi şekilde yapmak ve sorgulayarak değer yaratmak çok önemli şeyler. Temmuz 2012 • Sayı 49 63 Söyleşi SERDAR ÖZAKAR SERDAR ÖZAKAR TAMEK ME’81 Söyleşi: Serpil Savaş İcradan Sorumlu Başkan Yardımcısı TAMEK’in Türkiye ve Dünya’daki yeri nedir? TAMEK Türkiye’nin en eski gıda üreticilerinden birisi. 1955 yılında kurulmuş. TAMEK şirketinin sahibini çoğu insan bilmez, ama TAMEK markası herkes tarafından bilinir. Türkiye’de en çok bilinen ve Türk halkına mal olmuş 64 Temmuz 2012 • Sayı 49 bir markadır. Herkesin çocukluk anılarında yer alan, annesi ya da anneannesi ile ilişkilendirdiği bir marka. Türkiye’deki bu konumunun yurt dışında da yansımaları var. Avrupa’daki Türk işçileri, orada yaşayanlar Tamek’i yine aynı kategoride değerlendiriyor. Dolayısıyla Avrupa’da çok ciddi bir pazar var. Etnik market dediğimiz bir markettir bu. Bütün Avrupa ülkelerinde; Almanya’da, Belçika’da, Fransa’da ve İngiltere’de özellikle Türk tüketicilerine ulaşan, Türk kökenli çalışanlara ulaşabilen bir markadır TAMEK. Öte yandan, Orta Doğu’da da Türk damak tadına yakın ürünler tüketildiği için ciddi SERDAR ÖZAKAR Yani Türkiye’deki pazara bağlı kalıp, olası kırılganlıklara karşı önlem almak için mümkün olduğu kadar ihracattaki payımızı artırıp; yatay büyüme değil de - 40 ya da 60 ülke yerine daha az ülkeye odaklanıp dikey büyüme sağlamaya çalışıyoruz. Gıdalar konusunda toplumda bir kaygı var. Bu kaygı da yersiz değil. Doğada yok olmaması nedeni ile, Stockholm Konvansiyonu tarafından dünyanın en tehlikeli kimyasalları olarak ilan edilen 12 kimyasaldan 9 tanesi zirai ilaçlar. TAMEK kullandığı hammaddelere nasıl bir kontrol uyguluyor? Gıda konusu ciddi ve önemli bir konu. Türkiye’deki kurum ve kuruluşlar bu konuda çok ciddi çalışmalar yapıyorlar. Eskiden Sağlık Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı olarak ayrışmıştı ve bir yetki problemi yaşanıyordu. Şimdi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı adı altında birleştirildi ve gıdaya dair bütün sorumluluk o bakanlığa verildi. Onlar da bu konuda özellikle Avrupa Birliği mevzuatına uygun bir takım yönetmelikler çıkardılar. Bu yılın başında bütün bu sektörleri ilgilendiren 100’ün üzerinde yönetmelik devreye girdi. Burada hem çok sıkı bir denetim mekanizması kuruluyor, hem de şirketlerin sorumlulukları artırılıyor. Yani gıdayı sadece üretene değil, satana da sorumluluk yükleniyor. Sağlıksız gıda üretenlerin deşifre edilmesi yani kamuya açıklanması gibi bir takım önlemler getirildi ki; bunun örneklerini de görmeye başladık. Örneğin balda ve et ürünlerinde gördük, zeytinyağında konuşuluyor. Dolayısıyla gidişat, bu konudaki kaygıları azaltıcı yönde. Yine de, gıdada temel sıkıntılar var. Örneğin tarım ilaçları ve bu ilaçların bilinçsiz kullanımı. Tüketici, semt pazarından aldığı ürünün daha doğal bir ürün olduğunu sanıyor. Oysa tarım ilaçlarını köylü daha bilinçsiz kullanıyor. Halbuki endüstriyel ODTÜ’ye girmek hayatımın en önemli, hatta tek önemli dönüm noktasıdır. O yüzden ODTÜ deyince, çocukluktan gençliğe, oradan da olgunluğa geçtiğim dönemi hatırlarım. Beni ben yapan, olgunlaştıran, bugünkü Serdar yapan yerdir benim için. tarım yaptıran ve gıda endüstrisi içerisindeki şirketler bunları denetliyor. Yani yeteri kadar ve bakanlıkça onaylı tarım ilacı ve gübre kullandırtıyor, süreci de başından sonuna kadar denetliyor. Biz sözleşmeli tarım yaptırıyoruz. Örneğin salça üretimi için domates üretecek çiftçiler ile sezonun başında anlaşma yapılıyor. Ondan sonra tohumdan teslimata kadar bütün o süreç bizim ziraatçılarımız tarafından denetleniyor. O nedenle as- lında pazardan alınan salça kesinlikle daha sağlıklı değil. Bir kere bu ürünler sağlıklı koşullarda üretilmiyor, ikincisi de o aldığınız domatesin içerdiği tarım ilacını görme olanağınız yok. TAMEK’in buradaki politikası mümkün olduğu kadar minimum zirai ilaçla maksimum verim elde etmek. Üreticiye zirai ilacı biz veriyoruz. Miktarını da biz belirlediğimiz için fazlasını kullanamıyor. Sözleşmeli tarım aslında bütün bunların denetim altına alındığının bir göstergesidir. Söyleşi bir pazarı var. 40’a yakın ülkede satılıyor. Japonya’da TAMEK markası ile ürün var. Amerika’da Walgreens marketlerinde TAMEK marka meyve suları var. Daha çok iç piyasada çok güçlü bir marka olarak yerini koruyor. TAMEK’in büyük bir ihracat potansiyeli olduğunu düşünüyoruz. Zaten şu anda esas odaklandığımız nokta da ihracatta büyümek. Piyasadaki bütün endüstriyel ürünlere güvenebilir miyiz? Öyle söyleyemeyiz; çünkü birincisi, tarımsal ürünün tarladan fabrikaya nakliyesi var. Bu süreçte çok dikkatli olmanız lazım. İkincisi üretim esnasındaki hijyen meselesi Orada da bir takım kurallar var. Örneğin; ISO 22000 belgesine sahip kuruluşlar bu hijyen standartlarına uyduğunu belgeler aslında. Bu belgelere sahip kuruluşlar hijyen konusunda hassasiyetlerini kanıtlamış olurlar. Büyük ve önde gelen şirketler böyle çalışıyorlar. Ama piyasaya bir şekilde giren, sağlıksız ambalajlarda üretim yapan bir takım şirketler bu kurallara uymuyor. Bu konuda, çok sıkı bir denetim olduğu iddiasında bulunmak zor. Örnek verecek olursak; pet ambalajda salça yapılamaz. Bu ne Avrupa Birliği mevzuatına, ne de Türkiye’deki mevzuata uygun. Salçaya koruyucu madde konması gerekmez. Evde salça yaptığınızda koruyucu madde koymuyorsunuz. Salça aslında katkı maddesi gerektiren bir şey değildir ama pet ambalaja konulduğunda, oksijen geçirgenliği olduğu için, kısa sürede bozuluyor. Bozulmasın diye içine koruyucu madde ekliyorlar. Ondan sonra tüketici sanıyor ki ürün doğal Temmuz 2012 • Sayı 49 65 Söyleşi SERDAR ÖZAKAR bozulmuyor, bir şey olmuyor. Aslında doğal koşullarda bozulmayan üründen korkmak lazım. Meyve sularında durum nedir? TAMEK’in cirosunun büyük bir kısmını meyve suyu üretimi oluşturur. Son 10 yılda sektörde de çok ciddi bir şekilde büyüyerek pazarda yer edindi. Eskiden sadece vişne ve kayısı suyu vardı. Sektör bu konuda çok büyük bir atılım kaydetti ve çok farklı ürünler ortaya çıkmaya başladı. Örneğin karışık meyve suları, fonksiyonel dediğimiz ve içine takviye vitaminlerin eklendiği ürünler satılıyor marketlerde. Hatta kadınlara, erkeklere, çocuklara yönelik ürünlerin yapıldığı çok hızlı büyüyen bir sektör. TAMEK de, burada nostaljik kahverengi cam şişesiyle başlattığı süreci, sektördeki en büyük üç oyuncudan biri olarak sürdürüyor. Meyve Türkiye’deki piyasadan satın alınıyor, işleniyor ve meyve suyu haline getiriliyor. Burada da çok büyük bir kavram kargaşası var. Dört kategoride meyve suyu var. Bir tanesi içinde yüzde yüz meyve suyu olanlar. Bunlar meyve suyu adıyla satılıyor. İkincisi nektarlar. Bunların içerisindeki meyve oranı yüzde 25 civarındadır, geri kalanı su ve şekerdir. Üçüncüsü meyveli içeceklerdir. Onun içerisinde yüzde 10-25 civarında meyve vardır, geri kalanı su, şeker veya aromadır. Dördüncüsü de sadece aromalı içeceklerdir. Bunlar da tüketici tarafından meyve suyu olarak algılanıyor, oysa içerisinde meyve olmayabiliyor, sadece meyve aroması var. O yüzden de en sağlıklısı, en doğrusu yüzde yüzleri içmek. ODTÜ hakikaten Türkiye’yi değiştiren ve dönüştüren bir üniversite olma unvanını da taşıyor bence. Türkiye’deki sosyal değişimin, üretimde gelişimin öncüsüdür bu üniversite. kullanmıyorlardı. ODTÜ’yü tercih ederken hakkında ne biliyordunuz? ODTÜ’de okumak bilinçli bir karar mıydı? Zamanı geriye döndürmek mümkün olsa, ODTÜ’de hangi ortama veya yıllara dönmek isterdiniz? ODTÜ’yü bilmiyordum, daha doğrusu biliyordum ama nasıl bir eğitim verir, eğitim kalitesi nedir, bu konularda şimdiki gençler gibi bilgi sahibi değildim. Makina mühendisi olmak istiyordum. İTÜ ve ODTÜ’nün makina, endüstri, uçak mühendisliği bölümlerini sıraladım. ODTÜ denk geldi ve girdim. Yakın arkadaşlarım Aytek Savaş, Sertaç Nişli gibi önceden “Ben ODTÜ’ye girmek istiyorum.” diye bir hedef koymamıştım kendime. Tesadüfen girdim. Girdikten sonra çok etkilendim. ODTÜ’ye girmek hayatımın en önemli, hatta tek önemli dönüm noktasıdır. O yüzden ODTÜ deyince, çocukluktan gençliğe, oradan da olgunluğa geçtiğim dönemi hatırlarım. Beni ben yapan, olgunlaştıran, bugünkü Serdar yapan yerdir benim için. ODTÜ’ye adım attığım andan itibaren orada, o atmosferde, o ilişkiler içerisinde ve o eğitimle yoğruldum. Bu nedenle ODTÜ’nün benim hayatımdaki yeri, belki annem 70’li yıllarda üniversiteler kendilerini tanıtmak için şimdi olduğu gibi kitle iletişim araçları ODTU Endüstri Ürünleri ve Tasarımı Bölümü’nden mezun olan kızı Deniz ile 66 Temmuz 2012 • Sayı 49 SERDAR ÖZAKAR ODTÜ kampusuna girdiğiniz andan itibaren öğrenmeye başlarsınız ve bütün odak noktanız ODTÜlü olmak ve o eğitimi almak olur. Bu eğitimden kastım, sadece formal eğitim değil, ODTÜ’nün kendi kültürel eğitimi. O atmosferi soluduğunuz zaman aldığınız kültür. Soldan sağa: Serdar Özakar, İhsan Mertan, Sadık Sahandi, Aytek Savaş rüyoruz önemli görevlerde o kadar çok ODTÜ mezunu var ki şu an. Türkiye’de tüketici memnuniyetinde altın heykel alan şirketler vs. var. Bir bakıyorsunuz ki oradaki üst düzey yöneticiler veya oradaki en kritik mevkilerdeki insanlar bizim arkadaşlarımız veya bizden önce ya da sonra mezun olmuş insanlar. ODTÜ hakikaten Türkiye’yi değiştiren ve dönüştüren bir üniversite olma unvanını da taşıyor bence. Türkiye’deki sosyal değişimin, üretimde gelişimin öncüsüdür bu üniversite. Bugün sanayideki atılımda ve ihracattaki olağanüstü artışın arka planında çok ciddi bir şekilde üniversitelerimizin ve bunların içerisinde özellikle ODTÜ’nün çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Söyleşi ve babam kadar güçlüdür. Bunu bilerek söylüyorum. Zamanı geriye döndürsek; o yıllarda, ODTÜ’de olmak istiyorum. 1975 ile 1981 yılları arasında oradaydım. 1981 yılının Şubat ayında mezun oldum, ayrıldım. O dönem Türkiye’nin en çalkantılı dönemi, en çok travmaya maruz kaldığı yıllar aslında. O yıllarda, o şehirde, yani başkentte ve o üniversitede olmak çok zor olmakla beraber çok büyük bir deneyimdi. Yani pek çok gencin bugün yaşayamayacağı fırsatı biz bulduk orada. Belki çok zorlandık. Bir takım kaygılarımız vardı. Boykota da gittik. Acaba okul açılacak mı diye endişe içindeydik. Dokuz ay geçmiş hala okul açılmamış falan. Fakat o kargaşa içerisinde bir taraftan da olgunlaşıyormuşuz, bir sürü şeyi öğreniyormuşuz. Onu da mezun olduktan sonra anlıyorsunuz ve sanıyorsunuz ki; sanki herkes böyle bir ortamda okudu, büyüdü, yetişti ve öyle geldi. Halbuki ne annem babam öyle bir ortamda okudu, ne de benim çocuğum öyle bir ortamda okudu. Biz okuduk sadece. Aslında o huzursuzluk bizi pişirdi, olgunlaştırdı. Türkiye’nin çok zorlu dönemiydi, haksızlık, yoksulluk, eksiklik, adaletsizlik vardı. Bizler de bunların düzelmesi için mücadele ediyorduk. ODTÜ o zamanlar çok da genç bir okulmuş. 19751976 yılında ODTÜ’ye girdiğimizde daha 20. yılını tamamlamış, gencecik, daha kendisini bile yerleştirememiş, kurumsallaşma sürecini tamamlamamış bir kurummuş. Fakat biz de o süreçte yer aldık. O zaman, yani kurulduğu yıldan itibaren böyle etkisi varmış ki biz girdiğimizde ODTÜ mezunu olmak zaten ciddi bir şeydi. Türkiye’de statüydü. Şimdi 2012’deyiz. Bugün hala ODTÜ mezunu olmak veya o okulda okumuş olmak muazzam bir farklılık, ayrıcalık ve fırsat. Gazetelerde gö- ODTÜ eğitimini farklı kılan nedir? ODTÜlü olmayı nasıl tanımlarsınız? ODTÜ ruhu nedir? ODTÜ şöyle bir insan yetiştiriyor bana sorarsanız: Bir kere çağdaş bir insan yetiştiriyor ki; bu çok önemli. Çağdaş ne demek, çağının değerleriyle barışık insan demektir. Günümüzdeki modern dünyanın değerleriyle barışıktır. İkincisi ufku çok geniştir. Üniversiteye girdiği andan itibaren tüm dünya ile temas halinde olmaya başlar. Yani hem literatürle ve aldığı eğitimle hem de ona o dersi veren hocalarıyla. ODTÜ’de 1975 yılında bilgisayar kullanılırdı, bilgisayar eğitimi verilirdi, notlarımıza bilgisayar çıktılarından bakardık. Yani o gün dünyada ne varsa, ona ODTÜ’den ulaşabiliyorduk. Bir de fiziksel ortam. Yani ODTÜ o kampusu, ormanıyla -burada Kemal Kurdaş’ı, Behruz Çinici’yi saygıyla anıyorum- hakikaten öyle bir ortam oluşturulmuş, öyle bir mimari doku var ki; orada, zaten insan kendini akademik ve çağdaş bir dünyanın içerisinde buluveriyor ve oranın insanı haline geliyorsun. ODTÜ kampusuna girdiğiniz andan itibaren öğrenmeye başlarsınız ve bütün odak noktanız ODTÜlü olmak ve o eğitimi almak olur. Bu eğitimden kastım, sadece formal eğitim değil, ODTÜ’nün kendi kültürel eğitimi. O atmosferi soluduğunuz zaman aldığınız kültür. Kampus yaşantısının oluşturduğu bir duygu var. ODTÜ benim için önemli, belki ikinci kez doğduğum yer diyebilirim. Hala orada gezmeyi, Temmuz 2012 • Sayı 49 67 Söyleşi SERDAR ÖZAKAR eski arkadaşlarımla yemekhanede kuyruğa girmeyi önemserim, haz duyarım. ODTÜ’ye ilişkin içimde hep bir kıvanç duygusu taşırım. . Dünyanın en iyi üniversiteleri arasındadır. Hep ileriye gittiğini de keyifle izliyorum. di kendine yaşıyor. ODTÜlülerin iş dünyasındaki başarısının ardında da böylesine bir kültürle yetiştirilmeleri var. Her şey yapılandırılmış belli ve tanımlı halde. tırmacı, devrimci, dayanışmacı, demokrat, dostluk nedir bilen ve takdir eden insan demektir. Devrimci demek, illa siyasi devrimci anlamında değil. Devrim demek değiştirmek, dönüştürmek demek. Bugün Türkiye’nin dönüşümünde ODTÜ’nün payı niye var; çünkü o ruh var. Değiştirme ve dönüştürme ruhuna sahip bu insanlar. Yani statükocu değil. ODTÜlü olmak statükocu olmamak demek aslında. Şimdi ben mesela 53 yaşındayım, yeni mezun ODTÜlü bile benim bu dilimi anlayabiliyor. Demek ki kültürü taşınabiliyor bu günlere kadar. Böyle düşününce de acayip sevinç duyuyorum. Bu ruh da aslında ken- ODTÜ’de öğrendiklerinizi uygulayın. Bugünün dünyasında tüm endüstrinin odaklandığı üç temel unsur var. Birincisi kalite. Ürün kalitesi her geçen yıl artıyor. İkincisi maliyet; yani kalite artıyor, fiyatlar ucuzluyor. Her türlü ürün artık daha geniş bir kitleye ulaşıyor. Üçüncüsü ve hepsinden önemlisi ise inovasyon yani yenilikçilik, ürün çeşitlenmesi. Bugün bu üç konuda başarılı olan şirketler ayakta duruyor. Hangi sektörde olursan ol, ne iş yaparsan yap, bu üç konuda çaba sarf ediyorsan sektörde ayakta kalırsın. ODTÜ öğrencileri bütün bunların birikimiyle mezun oluyor Zaten ODTÜ kaliteli eğitim veren İş dünyasında başarılı olmaları için genç ODTÜ dediğim zaman neyi ha- ODTÜlülere neler tırlıyorum? ODTÜlü demek araş- önerirsiniz? 68 Temmuz 2012 • Sayı 49 bir kurumdur ve yaptığın işin kalitesiyle mezun olursun. Yaptığın iş nedir: öğrencilik. İyi bir öğrenciysen mezun olursun, ODTÜ’den herkes mezun olamaz. Akademik kariyer yaptınız. Kitap da yazdınız ‘Postmodern Çalışma Hayatı’. Bu fikir nereden çıktı, nasıl zaman buldunuz? Bildiğimiz kadarı ile üniversitede ders veriyorsunuz. ODTÜ Makina Mühendisliği’nden mezun olup da iş hayatına girdikten sonra şunu gözlemledim -bu bana özel de olabilir, ODTÜlü olmaya özel bir şey de olabilir- mühendislik eğitimi aslında sizi belirli konularda eksik bırakıyor. Sosyal bilimlerde yeterli bilgiye sahip olmadığımı gördüm. Meraklı biriyseniz kendi kendinize öğrenirsiniz. Kütüphanede, kitapçıda sizi geliştireceğinizi düşündüğünüz kitapları seçer, öğrenirsiniz. Ama sistematik öğrenme sağlanamıyor. Ne tarih ZEKİ SÖZEN Bugün Türkiye’nin dönüşümünde ODTÜ’nün payı niye var; çünkü o ruh var. Değiştirme ve dönüştürme ruhuna sahip bu insanlar. Yani statükocu değil. ODTÜlü olmak statükocu olmamak demek aslında. Şimdi ben mesela 53 yaşındayım, yeni mezun ODTÜlü bile benim bu dilimi anlayabiliyor. dum. Bana bir yayınevi önerdiler. Gönderdim “Tamam, yayımlayalım.” dediler. Tabii yayımlanınca kitapçı rafında kitabını görmek muhteşem bir duyguydu. İstiklal Caddesi’nde, kitapçılarda raftan kitabımı alıp seviyordum. Ondan sonra biraz havaya girdim. Doktoraya başladım. Bu sefer de tezimde “Çalışma Hayatındaki Son 30 Yıllık Dönüşüm ve Bunun Profesyonel Serdar Özakar 1981 yılı Şubat ayında ODTÜ Makina Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Mezuniyet sonrası bir yıl kadar Çukurova Holding’te çalıştı. Askerliğini Yedek Subay olarak Ankara’da yaptıktan sonra, Goodyear’da Proje Mühendisi olarak işe başladı. 1988 yılında, Bridgestone Lassa birleşmesinden doğan Brisa’da, tevsi yatırımının yönetiminde proje yöneticisi olarak görev üstlendi. 1992 yılından itibaren İzmir’de R.J.Reynolds (şimdiki adıyla JTI) şirketinin Türkiye yatırımını yönetti İşgücü Üzerindeki Etkileri”ni yazdım. 2010 yılında mezun oldum. Akademik hayata girince üniversitede ders verme teklifleri geldi. Fakat açıkçası iş hayatından gelen bir insan için 14 hafta aynı konuyu anlatmak söz konusu olamaz. Toplantı vardır, en fazla üç saatlik sunum vardır, anlatırsın olur biter. “14 hafta anlatamam, bir derste anlatayım, çıkayım.” dedim. Israr üzerine ders içeriği hazırladım. İlk derste de bayağı bir endişe ettim. Sonra baktım ki 14 hafta yetmiyor. Ders uzuyor, öğrenciler merakla dinliyorlar; konular ilginç geldi onlara. Derslere hazırlıksız giriyor ve şöyle diyordum: “Ben bu dersi vermek için 28 yıldır hazırlanıyorum.” Dolayısıyla dersler çok eğlenceli geçti. Akademik hayat bana keyif verdi. Mezun olanlar işleri, kararları, hayatları ile ilgili arıyorlar, akıl soruyorlar. Söyleşi konusunda, ne de diğer sosyal bilimlerde. Bu içimde bir ukdeydi o zamanlar. Üst düzey yönetici olup kendime zaman ayırabileceğim bir dönemde, yine ODTÜ İnşaat Bölümü’nden mezun bir arkadaşımla Ege Üniversitesi’nin kapısını çaldık. O zaman İzmir’de çalışıyordum. ODTÜ’ye girmiş çıkmış bir sosyoloji doçentinin karşısına dikildik ve “Biz burada yüksek lisans yapmak istiyoruz.” dedik. İlk önce yadırgadılar, sonra “Niye?” dediler. Biz de “Kendimizi geliştirmek, öğrenmek istiyoruz.” dedik. Yaşımız 42-43. “IELTS sınavına girin.” dendi bize. Girdik ve sınavdan yeterli notu aldık. Mülakat için de hazırlandım. Temel kavramları öğrendim. Hakikaten de temel kavramlardan sordular mülakatta. Esas ilgilerini çeken şey ise bu yaştaki üst düzey bir yöneticinin kapılarını çalıp “Ben yüksek lisans yapmak istiyorum.” demesiydi. Kabul ettiler, başladık. 15 yaş küçük öğrencilerle çalışıp yaşça bizden küçük hocalardan ders alarak tamamladık. Çalışma hayatından geldiğim için, tezimi çalışma sosyolojisi dalında hazırladım. Bu dal işletme bilgisi de içeriyor. Tez kabul edildi ve bölüm başkanı bana “Bu nadir bir çalışma, sen bunu kitap olarak yayımla.” dedi. Şaşırdım ilk önce, “Kim yayımlar?” diye sor- Aşk için danışan da bile oldu. İzmir’de arabayla derse gidiyordum, bir öğrencim aradı “Hocam sizinle gelebilir miyim?” dedi. Alsancak’tan aldım. Yolda anlatmaya başladı: “Hocam çok hoşlandığım bir kız var ve ona hediye aldım ama hiç söylemedim hoşlandığımı, bu hediyeyi nasıl veririm?” Yol boyunca taktik verdim, ama başarılı olamadı. ve 2003’e kadar şirketin çeşitli kademelerinde üst düzey yönetici olarak görev yaptı. 2006’ya kadar Carlsberg, 2008’e kadar da Rohm and Haas’ta çalıştı. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde İşletme ve İş Hayatı üzerine dersler verdi. 2010 yılında işe başladığı Tamek’te halen İcradan Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2002’de iş dünyasında aktif olarak çalışırken Ege Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nde başladığı Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini 2010’da tamamladı. Tezi “Gel de Çalış Şimdi: Postmodern Çalışma Hayatı” adıyla kitap olarak yayınlandı. Temmuz 2012 • Sayı 49 69 Söyleşi ZEKİ SÖZEN ZEKİ SÖZENChE’79 YILDIZ HOLDİNG Yatırımlar ve İş Geliştirme Grubu Başkanı ÜLKER’in Türkiye’deki ve dünyadaki yeri hakkında bize bilgi verir misiniz? Ülker, aslında hem bir marka hem de bir şirket. 1944 yılında bisküvi üretimi ile çıkılan yolda bugün bisküviden çikolataya, süt ve sütlü ürünlerden yağa, dondurmadan dondurulmuş gıdaya kadar geniş bir yelpazede üretim yapan Türkiye’nin en büyük gıda şirketi Yıldız Holding’e ulaşılmış. Yıldız Holding, Ülker’i ve gıda alanında lider pek çok markayı bünyesinde 70 Temmuz 2012 • Sayı 49 barındırıyor. Bugün Yıldız Holding çatısı altında üretilen birçok üretim grubunda Ülker adı kullanılıyor. Şirket olarak ise ÜLKER Türkiye’nin açık ara en büyük gıda şirketi. Birçok ürün grubunda ürünü olan bir gıda şirketi... Nielsen tarafından yapılan araştırmalarda Türkiye’nin en fazla bilinen ve en yakın hissedilen markalarının başında geliyor. İlk on marka içindeki tek gıda markası. Diğer dokuz marka gıda dışı ürünlerden oluşuyor. Yani ülkemizin gıda sanayi dendiğinde en Söyleşi: Nihal Gerçek büyük firması Ülker. Dünyada ise bölgesel bir güç olma stratejisi ile çalışmalarını sürdürüyor. Şu anda Türkiye’nin çevresinde 6 ülkede üretim, 80’in üzerinde ülkeye ihracat yapıyor. Ama esas büyüme platformu olarak belirlediği 6 ülkede Ülker markasıyla üretim yapıyor.. Ülker’in çatı kuruluşu Yıldız Holding’in ise, dünyada global şirket olma hedefi var. Global şirket olmak için bir takım evrelerden geçmek gerekiyor. Örneğin büyük bir markasının olması lazım. Ülker bölgesinde çok güçlü bir marka ama, global anlamda henüz gideceği yol var. Hele bir Türk şirketinin kısa zamanda dünya markası olması hiç kolay bir şey değil. Yıldız Holding, global olmak adına dünyada kendi sektöründe çok ünlü olan süper Premium çikolata markası Godiva’nın yüzde yüzünü satın alarak büyük bir atak yaptı. Godiva’nın satın alınması o tarihe kadar Türkiye’nin yapmış olduğu en büyük satın alma. 2007 sonunda gerçekleşti ve Türkiye için de önemli bir mihenk taşı oluşturdu. Tabii bu şirket alımının çikolata sektöründe dünyada tartışmasız en üst kalitede çikolata firmasının olması dünyada ses getirdi. Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin Godiva markasının sahibi şirket denildiğinde bir prestij kaynağı oluyor. Bizim kartvizitlerimizde de ZEKİ SÖZEN Bu bence çok güzel bir soru. Neden? Türkiye aslında tarıma dayalı bir ülke. Tarıma dayalı bir ülke olması da gerekli. Zira Türkiye gibi gerek iklimiyle gerek su kaynaklarıyla gerekse de köylerde yaşayan nüfus kitlesiyle tarıma uygun olan çok az ülke var. Fakat yıllar boyu tarım sanki ikinci sınıf bir sektör olarak görülmüş. Hep moda olan şey sanayiyi geliştirmek olarak algılanmış. Tabii ki ürettiğimiz tarım ürünlerini işlenmiş olarak ihraç etmek en güzeli. Bu doğrultuda da Türkiye eskiden o kadar gelişmemiş olmakla birlikte günümüzde durum çok farklı. Türkiye’nin tarım işleme endüstrisi de birçok ülkeden çok daha ileride. Tarımın önemi her geçen gün artacak. Bu nedenle tarım politikalarımızı hızla iyileştirme ve eksiklerimizi tamamlama yoluna gitmeliyiz. Buradaki en önemli gayret de bilgilenme ve eğitimdir. İşte bu noktada bütün üniversitelere, sanayiye, kanun yapıcılara, araştırma merkezlerine de önemli görevler düşüyor. Bilgilenme bence en önemli konudur ve Türkiye’de bu konuda hızlı bir gelişme gösteriyor. Olumlu adımlar atılıyor. Gıdalar konusunda toplumda bir kaygı var. Bu kaygı da yersiz değil. Doğada yok olmaması nedeniyle Stockholm Konvansiyonu tarafından dünyanın en tehlikeli kimyasalları olarak ilan edilen on iki kimyasaldan dokuzu zirai ilaçlar. ÜLKER kullandığı hammaddelere nasıl bir kontrol uyguluyor? Türkiye’nin tarım işleme endüstrisi de birçok ülkeden çok daha ileride. Tarımın önemi her geçen gün artacak. Bunun için de yeterli demek doğru değil. Daha iyi olmak doğrultusunda da gayret göstermeliyiz. Buradaki en önemli gayret de bilgilenme, yeteri kadar eğitilmedir. Burada da bütün üniversitelere, sanayiye, politika yapıcılara, araştırma merkezlerine de önemli bir pay düşüyor. Bu da önemli bir soru. Aslında tarımsal ilaçlar tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir kaygı kaynağı ve haklı bir kaygı kaynağı. Bu konu bizi kısmen ilgilendiren bir alan. Çünkü biz taze meyve sebze sektöründe faaliyet göstermiyoruz. Holding olarak meyve suyu, bebek maması ve dondurulmuş gıda sektöründe faaliyetimiz var. Meyve suyu sektöründe de Avrupa’nın en prestijli markası Eckes-Granini ile %50 ortaklıkla yapıyoruz. Burada kendi kullandığımız konsantrelerde en katı kuralları uyguluyoruz. Bir diğer faaliyet alanımız olan bebek mamasında yine Avrupa’nın en iyi şirketlerinden Hero ortaklığımız var. Burada da zaten %100 organik ürünler kullanılıyor ve bütün limitler sıfırda. Dondurul- muş gıdada da tohumdan tabağa kadar bütün üretim süreçleri kendi mühendislerimiz tarafından denetleniyor. Bizim bu konuya değdiğimiz taraflarda durumumuz bu şekilde. Fakat bu konuya baktığımızda gene temel taşın eğitim olduğunun altını çizmemiz lazım. Çünkü zirai ilaçları kullanan kişiler de sonuçta belirli bir para vererek bu ilaçları alıp kullanıyorlar, kullanmak mecburiyetinde hissediyorlar belki. Hastalıklarla ilgili gerek ziraatçı bazında gerekse bölge bazında erken uyarı sistemleriyle erken önlemleri aldığınız zaman çok daha az dozlarla tarımdaki sorunları gidermek mümkün. Yeter ki çiftçiye bu bilgi doğru bir şekilde verilsin. O şunu düşünüyor: Ne kadar çok ilaç kullanırsam verim o kadar artar. Türkiye’de tarım alanlarının çok dağınık olması kontrol sistemlerini de güçleştiriyor. Fakat bence burada neyin, niçin yapılması gerektiği konusundaki çiftçi eğitimleri bu alandaki iyileşmede birincil etkendir. Söyleşi markalarımızdan bir tanesi de Godiva. Geçen hafta uzak doğudaydım. Hangi şirketle konuşsak Godivayı gördükleri zaman “Aa, Godiva sizin mi?” diye şaşırıyorlar. Bir diğer konu GDO. Bu ürünlerin zararları zirai ilaçlar kadar belirgin değil ancak çok tartışılıyor. Bu konuda sizin görüşünüz nedir, Ülker’in GDO politikası nedir? Ülkemizde bence GDO konusu yeteri kadar bilinmiyor ve birçok konuyla karıştırılıyor. Mesela hormonlar GDO ile karıştırılıyor, mesela cross-fertilization dediğimiz melezleme GDO ile karıştırılıyor. Şimdi GDO çok önemli bir konu olduğu için de dünyada üzerinde en fazla araştırma yapılan konulardan bir tanesidir. Buradaki sorun, bu ürünlerde bir problem tespit edilirse ileriye dönük etkisinin önemli olacağıdır. Yani çalışmalar sonunda GDO ile ilgili bir problem tespit Temmuz 2012 • Sayı 49 71 Söyleşi ZEKİ SÖZEN edilebilmiş olsa, onunla ilgili önlemler de ortaya çıkacak. Bir bilinmezliğin oluşturduğu ürkütücülük var aslında. Ama GDO konusunda Türkiye dünyadaki en emniyetli ülkelerden bir tanesidir. Neden? Avrupa Birliği ülkeleri bu konuda oldukça kısıtlayıcı tedbirler aldı. Türkiye’nin AB’nin de ötesinde önlemleri var. Bu konuda en geniş ülkelerden bir tanesi ABD. GDO’yu çalışan şirketler üç beş tane dev şirket var. Bunların yaptığı sunumlara bakıldığında, aslında direk sordukları soru alternatifi nedir? Dünya nüfus açısından bu kadar büyürken ekilebilir alanlar küçülüyor ve dünyanın gelir seviyesi arttıkça tüketim oranları da artarken bu besin mecburiyeti nasıl karşılanacak? İnsanlar istese de istemese de GDO’lu ürünlere mecbur kalacak gibi öngörüler var. Gönül ister ki, GDO’ya muhtaç olmadan alternatiflere ulaşalım. Bu da alternatif bilimsel çalışmaların olmasıyla mümkündür. Sadece ben bunu istemiyorum demekle mümkün değil diye düşünüyorum. Burada da yine üniversitelere ve akademik çalışmalara büyük görev düşüyor. 70’li yıllarda üniversiteler kendilerini tanıtmak için şimdi olduğu gibi kitle iletişim araçlarını kullanmıyorlardı. ODTÜ’yü tercih ederken hakkında ne biliyordunuz? ODTÜ’de okumak bilinçli bir karar mıydı? ODTÜ’ye 1972’de girdim. Ben liseyi Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesi’nde okudum. Bilinen bir liseydi orası da. ODTÜ o zaman ayrı bir imtihanla öğrenci alırdı ve bizim liseye on tane müracaat formu gelmiş. Ben o zaman ODTÜ’nün bir üniversite olduğunu da nasıl bir okul olduğunu da bilmiyordum. Ama o gün müracaat formlarından 72 Temmuz 2012 • Sayı 49 bir tanesini de ben koşarak aldım. Bir ay sürede o zamanki giriş ücretini ödeyelim mi ödemeyelim mi diye evde konu oldu, düşündük ve girmeye karar verdim. İmtihanı kazandıktan sonra çevreden duyduklarımız okulun iyi bir okul olduğu yönündeydi. Ben o zaman kimya lisans bölümünü kazanmıştım. Kimyager olmak istiyordum ve okula girdim. Kimyacı olmak istiyordum, neden? Benim rahmetli babam Türkiye’de ilk saf meyve suyunu yapan kişidir. Bu konuda da çok sıkıntı çekmiş bir kişi. O nedenle çocukluğumda gerek lisan yani yabancı dil bilmeme konusunda gerekse de düzgün bir kimyacının olmadığından dolayı çok zorluk çekti. Bu nedenle yabancı dili olan ve kimya bölümü olan bir okul doğal olarak tercihimdi ve birinci sıraya yazmıştım. Ben sekiz yaşlarımda meyve suyu imalathanesinin içindeydim. Ekonomik açıdan sıkıntılı bir dönem olduğu için bizzat orada çalışırdım. ODTÜ’ye girişim bu şekilde. ODTÜ’nün o yıllardaki sistemini her zaman takdir ederim. O yıllarda uyguladığı imtihan sistemi gerçekten belirli becerileri olan insanları test etmeye uygun bir sistemmiş ki, ben o eğitim seviyesinde ODTÜ’yü kazanabilmişim. Zira hazırlığa başladığımda yabancı dil konusunda sıfırdım. Birinci sınıfta iyi okullardan gelenler, bazı dersleri, “Yahu bunları bir daha mı okuyacağız” diyordu. Oysa ben o ana kadar hiç görmemiştim o konuları. Buna rağmen başarılı oldum birinci sınıfta. İkinci sınıftan itibaren dört sıfırlık öğrenciydim. Sonra Kimya mühendisliğine geçtim. Kimya mühendisliğini de hem bölüm birincisi hem de yüksek şeref öğrencisi olarak bitirdim. Onun için ODTÜ her zaman kalbimin en üst köşesindedir. Şu an da zamanı döndürmek mümkün olsaydı ODTÜ’de hangi ortama ve hangi yıllara dönmek isterdiniz? Ben ODTÜ’de geçirdiğim yılları hep özlemle anarım. Onun için tekrar şu dönemde okusaydım diyemem. Sonraki yıllarda her gittiğimde oradaki çocukların çok daha rahat ve eğlenceli, keyifli bir eğitim ortamı içinde olduklarını görüyorum. Zira bizim yıllarımız Türkiye’nin politika açısından en zor yıllarıydı. Tabii ki bunun ODTÜ’deki yansımaları da var. O nedenle ODTÜ’nün belki de en zor yıllarında eğitim gördük. Fakat gene de benim çok mutlu olduğum bir ortamdır ODTÜ. Yurtlarda mı kaldınız? Evet. Herhangi bir öğrenci topluluğunda mıydınız? Spor yapıyor muydunuz? Bir miktar spor yapıyordum. O yıllarda birçok şeyin dışında olmak mümkün değildi. Ama Anadolu’dan gelmiş, varlık seviyesi düşük olan ve hayatta bir şeyler olma mecburiyeti olan bir kişi olarak çok çalışan, mümkün olduğunca kendisini derslerine vermiş bir öğrenciydim. Başarı seviyem de zaten bu konudaki gayretimi gösteriyor. Onun için birçok sosyal olaydaki yerim diğer öğrencilere göre daha azdı. Ama bizim dönem çok aktif olduğu için de ister istemez birçok sosyal olayda da yer alıyorduk. ODTÜlü olmayı nasıl tanımlarsınız? ODTÜ ruhu nedir ve sizce nasıl yaşatılır? ODTÜ’yü bizim dönemimizde eğitim açısından da çok farklı bir üniversite olduğunu ve insanlara düşünmeyi öğreten, dünyayı öğreten bir kurum olarak hatırlarım. Bu konuda ODTÜ o zamanlar açık ara öndeydi diye tanımlarsak ZEKİ SÖZEN İş dünyasında başarılı olabilmeleri için genç ODTÜlülere neler önerirsiniz? Bu da önemli bir konudur. Önce genç ODTÜlülere şunu söylemek isterim. Hayatta başarılı olmaktan öte, mutlu olmak için insanların bir ideallerinin, yapmak istedikleri, başarmak istedikleri bir şeylerin olması lazım. Esas mutluluk “Ben şunu yapmak istiyorum, şunu başarmak istiyorum” deyip onun için uğraşıp, onu başardığı zaman oluyor. O nedenle mutlu olabilmeleri için başarmak istedikleri bir şeylerin olması lazım. Hedefi koyarken de kısa, orta ve uzun vadeli mutluluk hedefleri olmalı. Yani bu mutluluk yirmi sene sonra gelecek bir mutluluk olmamalı. Bazen tutturulan bir not ortalaması, bazen de sporda alınan bir derece olabilir sizin mutluluk hedefiniz. Buna önem göstermelerini tavsiye ediyorum. Benim çocuklarımdan bir tanesi üniversite mezunu diğeri de şu anda yurtdışında okuyor. Bir tanesi ekonomist oldu, diğeri işletme okuyor. Onlara da sürekli söylüyorum: Benim bir miktar param olsun, yaşarım, mutlu olurum demek çok yanlış zira öyle bir mutluluk yok. Öğrenciler okurlarken bunalıyorlar herhalde. Zannediyorlar ki okulu bitirir bitirmez işe girip yönetici olacaklar belirli mevkilerde oturacaklar ve çok para kazanacaklarını ve bununla mutlu olacaklarını sanıyorlar. Bence çok para kazanmak çok mutluluk demek değil. Bu gerçeği isteseler de istemeseler de hayatlarının belirli bir döneminde öğrenecekler. Benim tavsiyem bu gerçeği zaten eninde sonunda öğrenecekleri için dediklerimize kulak vermeliler. Bunu yaptıkları sürece bence başarılı da oluyorlar. Çünkü o zaman istedikleri şeyleri, kendi seçtikleri amaç üzerine çalışmaları daha az yorgunluk veriyor ve mutlu oluyorlar. Çevremdeki gençlerden bazıları bizleri çok çalışkan olarak görüp neden bu kadar çalıştığımızı, hobilere de zaman ayırmamız gerektiğini söylüyor. Doğru. Fakat hayatta elde edebileceğiniz en büyük hediye çalışma hayatınızda hobinizi yapmanız. Eğer çalıştığınız konuyu çok sevip onu hobiniz olarak sayarsanız hem hobinizi yapmış hem para kazanmış hem de başarılı olmuş oluyorsunuz. Bunu öğrenmeleri hayattaki en önemli meselelerden bir tanesidir. İlla teknik tavsiye de bulunun derlerse o zaman okul yıllarında şimdi ismini vermeyeyim hala ODTÜ’de öğretim üyesi olan hocam “ZEKİ QUALİTY DİYOR QUANTİTY DEMİYOR” derdi. Yaptığım şeyde en üst kalitede olmayı hedeflerim, çünkü kaliteli olan şey değerlidir. Godiva çikolatası başka bir çikolatadan ne kadar farlı olabilir? % 5 farklı olsa bile bunun getirdiği % 100 artı bir değer var. Nasıl bir otomobil birazcık daha kaliteli olduğunda değeri daha yüksek oranda artıyor. Onun için “ QUALITY NOT QUANTITY” diyorum onlara. Temmuz 2012 • Sayı 49 Söyleşi bugün de o farkı artırarak devam ettirmesi en büyük dileklerimden bir tanesi olur. ODTÜ bence gene önde ama o açık aralığı muhafaza ediyor mu onu bilemiyorum. Onun için ODTÜlülerin daha fazla gayret göstermesi lazım. Kimya mühendisliği bölümünün toplantılarına gittiğim zaman da büyük bir heyecanla bunun altını çizmeye çalışıyorum. ODTÜ eğitimi çok özel ve farklı olduğu için her zaman Türkiye’nin en gözde üniversitesi olmayı hak ediyor. Bu konuda da daha fazla çalışmamız gerektiğini de düşünüyorum. Bizim zamanımızda bilgiyi öğrenmek ve analiz edebilmek önemliyken şu anda bilginin nerede olduğu, doğru bilgiye nasıl ulaşılabileceğinin yöntemlerini öğrenmek ön plana çıkıyor. ODTÜ bu imkânlara da sahiptir. Gerek öğrencilere gerek hocalara ODTÜlü ruhunun daha iyi anlatılabildiğinde daha da hızlı ilerleyeceğine eminim. 73 Prof. Dr. Canan Özgen, FBE Müdürü, ODTÜ Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 6 Haziran 2012’de düzenlenen bir etkinlikle lisansüs 50. yln kutlamştr. Bu etkinlik çerçevesinde hazrlanan kitapta da [1] ODTÜ’nün 50 yl eğitim ile bilim, toplum ve teknolojide yarattğ büyük etki açklanmştr. 1960-1962 ve 2010-2011 akademik yllar arasnda ODTÜ’den 20 267 yüksek lisa ve 2 771 doktora öğrencisi mezun olmuştur (Şekil 1 ve 2). OECD verilerine göre ülke bilimler ve mühendislik alanlarndaki doktora mezunlarnn, tüm doktora mezunlarna o [2]. Bu nedenle, temel bilimler ve mühendislik ağrlkl bir üniversite olan ODTÜ’nün, doktora mezunu saysna katks oldukça yüksektir [3]. Örneğin, Fizik Bölümü, kuruluşun 258 doktora, Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü, 2 293 yüksek lisans mezun Son yllarda, Sosyal Bilimler alanndaki doktora mezunu says da hzla artmakta mezunlarnn istihdam açsndan bakldğnda, mezunlarn % 73’ünün yurtiçindeki ve üniversitelerde öğretim üyesi olarak çalşmakta olduğu görülmektedir (Şekil 3). Bu m bazlar üniversitelerde rektör, dekan, bölüm başkan, enstitü müdürü olarak görev y ODTÜ’de 2011 yl sonu itibaryla toplam 836 öğretim üyesinden, doktoralarn ODTÜ oran yaklaşk üçte birdir. 1960-1961 akademik ylndan bu yana 75 ülkeden 1.760 yabanc öğrenci yüks doktora programlarndan mezun olmuştur. Bu da ODTÜ’nün uluslararas öğrenciler iç çekici olduğunun göstergesidir. Prof. Dr. Meliha Altunışık, SBE Müdürü, Prof. Dr.birNazife Baykal, EE Müdürü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Lisansüstü Eğitimde 50 Yıl Yarım Yüzyılda Bilimsel ve Toplumsal Etki Prof. Dr. Bülent Karasözen, UME Müdürü, Prof. Dr. Ahmet Kıdeys, DBE Müdürü, Prof. Dr. Canan Özgen, FBE Müdürü, ODTÜ Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 6 Haziran 2012’de düzenlenen bir etkinlikle lisansüstü eğitimde 50. yılını kutlamıştır. Bu etkinlik çerçevesinde hazırlanan kitapta da [1] ODTÜ’nün 50 yıllık lisansüstü eğitim ile bilim, toplum ve teknolojide yarattığı büyük etki açıklanmıştır. 8000 6000 4000 2000 0 1960-1962 ve 2010-2011 akademik yılları arasında ODTÜ’den 20 267 yüksek lisans öğrencisi ve 2 771 doktora öğrencisi mezun olmuştur (Şekil 1 ve 2). OECD verilerine göre ülkemizde temel bilim- Şekil 1. Yıllara Göre Yüksek Lisans Mezun Sayıları. Şekil 1. Yllara Göre Yüksek Lisans Mezun Saylar. ler ve mühendislik alanlarındaki doktora mezunlarının, tüm dok- 1200 tora mezunlarına oranı %41’dir 1000 [2]. Bu nedenle, temel bilimler ve 800 mühendislik ağırlıklı bir üniversite olan ODTÜ’nün, ülkemizdeki 600 doktora mezunu sayısına katkısı 400 oldukça yüksektir [3]. Örneğin, 200 Fizik Bölümü, kuruluşundan bu 0 yana 258 doktora, Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü, 2 293 yüksek lisans mezunu vermiştir. Son yıllarda, Sosyal Bilimler alanındaki doktora mezunu sayısı da hızla Şekil 2. Yıllara Göre Doktora Mezun Sayıları. artmaktadır. Doktora mezunlarının 2. Yllara Doktora Mezun Saylar. öğretim üyesiGöre olarak çalışmakta telerde rektör, dekan, bölüm başistihdamı açısından bakıldığında, Şekil mezunların % 73’ünün yurtiçinde- olduğu görülmektedir (Şekil 3). kanı, enstitü müdürü olarak görev ki ve yurtdışındaki üniversitelerde Bu mezunlardan bazıları üniversi- yapmaktadır. ODTÜ’de 2011 yılı 10% 74 4% Temmuz 2012 • Sayı 49 7% Türkiye'deki Üniversiteler Yabanc Üniversiteler Şekil 2. Yllara Göre Doktora Mezun Saylar. 10% 4% Türkiye'deki Üniversiteler 7% Yabanc Üniversiteler Araştrma Merkezleri 4% TÜBİTAK 2% Kamu Sektörü 7% 66% Savunma Sanayi Özel Sektör Şekil 3. Doktora Mezunlarının Sektörlere Göre Dağılımı. sonu itibarıyla toplam 836 öğretim 2012” sonuçlarına göre, ODTÜ, eğitim, öğrenci ve öğretim üyesi üyesinden, doktoralarını ODTÜ’de dünya üniversiteleri arasında değişimi ile ilgilenen çeşitli kurum Şekil 3. Doktora Mezunlarnn Sektörlere Dağlm. alanların oranı yaklaşık üçte birdir. saygınlık açısındanGöre zirvedeki 100 ve ağların da bir üyesidir. üniversite arasında gösterilmiştir. 1960-1961 akademik yılından bu ODTÜ’deki Lisansüstü Enstitüler“World Reputation Rankings yana 75 ülkeden 1.760 yabancı de (Fen Bilimleri Enstitüsü, Sos2012” sıralaması dünya genelinde öğrenci yüksek lisans ve doktora yal Bilimler Enstitüsü, Enformatik çok sayıda üniversiteden katılan programlarından mezun olmuştur. Enstitüsü, Uygulamalı Matematik akademisyenler tarafından belirODTÜ, Türkiye’de en iyi araştrma üniversiteleri arasnda olup, Times Bu da ODTÜ’nün uluslararası öğEnstitüsü ve Deniz Bilimleri Ensti- Higher Educa lenmektedir. Mezunlarımızın barenciler Leiden, için ne kadar çekici oldutüsü) 97 yüksek lisans ve 62 dok- kurumlar ta URAP, HEEACT ve Webometrics gibi dünya üniversite sralamalar yapan şarılarıyla ODTÜ’nün saygınlığına ğunun bir göstergesidir. tora programında eğitim verilmekdünyada önde gelen üniversiteler arasnda daAyrıca, gösterilmektedir. Quacquarelli Symonds ta yaptığı katkı şüphesizdir. tedir. 2010-2011 öğretim yılında ODTÜ, Türkiye’de en iyi araştırma öğretim üyelerinden ODTÜ dok2010 ylnda yaplan QS World Rankings sralamalarnda dünya genelinde mühen ODTÜ’deODTÜ yüksek lisans programlaüniversiteleri arasında olup, Times tora programları mezunlarının, rında toplamise 1325285’inci ders verilmiştir. teknoloji alannda 185’inci srada, doğa bilimleri alannda sradadr. Times Higher Education, QS, URAP, Lei- yaklaşık toplam öğretim üyesi sayıDers başına düşen öğrenci sayısı den, HEEACT ve Webometricsyaplan gibi sının“World Education tarafndan Reputation Rankings 2012” sonuçlarna göre, ODTÜ 1/3‘ü olduğu ODTÜ’de, bu sı14’tür. dünya üniversite sıralamaları ralamalar doktora programlarının üniversiteleri arasndaya-saygnlk açsndan zirvedeki 100 üniversite arasnda göste pan kurumlar tarafından dünyada başarısının da bir göstergesidir. ODTÜ, son on yılda dünyadaki ge“World Reputation Rankings 2012” sralamas dünya genelinde çok çok sayda önde gelen üniversiteler arasında lişmelere paralel olarak sayıda üniversiteden 2011 yılı itibariyle, ODTÜ’nün da gösterilmektedir. Quacquarelli lisansüstü düzeyde disiplinleraraakademisyenler tarafndan belirlenmektedir. Mezunlarmzn başarlaryla ODTÜ’nün say 19 uluslararası ortak/çift derece Symonds katk tarafından 2010 yılında Ayrca, öğretim üyelerinden sı program Fen Bilimleri yaptğ şüphesizdir. ODTÜaçmıştır. doktora programlar mezu programı ve lisansüstü düzeyinde yapılan QS World Rankings sıralaEnstitüsü’nde beş, Sosyal Bilimler dünya genelindeki pek olduğu çok üni- ODTÜ’de, bu sralamalar doktora progra yaklaşk öğretim üyesi saysnn 1/3‘ü malarındatoplam ODTÜ dünya genelinde Enstitüsü’nde altı disiplinlerarası versite ile araştırma ortaklıkları mühendislik ve alanında başarsnn dateknoloji bir göstergesidir. program açılmış olup, Enformatik bulunmaktadır. Bu programlar için 185’inci sırada, doğa bilimleri alave Uygulamalı Matematik Enstitüimzalanan protokollerin felsefesinında ise 285’inci sıradadır. Times leri gibi tamamen disiplinlerarası nin temelinde dersler ve araştırHigher Education tarafından yapıyapıya sahip enstitülerle de ülkemada her iki üniversite için eşitlik lan “World Reputation Rankings mizde örnek oluşturmaktadır. bulunmaktadır. ODTÜ uluslararası Temmuz 2012 • Sayı 49 75 Şekil 4. Yıllara Göre ÖYP Mezun Sayıları. Son 6 yılda toplam ODTÜ adres- geliştirilen Öğretim Üyesi YetiştirŞekil 4. Yllara Göre ÖYP Mezun Saylar. li SCI, SSCI, AHCI indekslerinde taranan dergilerde yayımlanan 4987 makalenin 3043’ü (%61) doktora ve yüksek lisans tezlerinden üretilmiştir. Bu da lisansüstü programların araştırmaya yaptığı etkiyi göstermektedir. Doktora öğrencisi başına düşen yayın sayısı bölümlerin kendi geleneklerine bağlı olarak, bölümden bölüme değişiklik göstermektedir. 2006 ile 2011 yılları arasında, doktora öğrencisi başına en fazla yayın düşen bölümler yaklaşık 4,38 ile temel bilim bölümleri (Biyoloji, Matematik, Kimya ve Fizik) iken, FBE’nin disiplinlerarası programlarında bu sayı 2,59 ve mühendislik bölümlerinde ise 1,72’dir. Ülkemizde öğretim üyelerinin çoğu üç büyük şehirde görev yapmakta olup, yeni öğretim üyeleri de bu üç büyük şehri tercih etmektedir [4]. Bunun diğer şehirlerdeki öğretim üyesi açığına neden olduğu ve yüksek öğretimde arz-talep dengesini olumsuz etkilediği bilinmektedir. 2001 yılında Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ile birlikte oluşturulan, ülkemizde öğretim üyesi açığını kapatmak ve yeni açılan üniversitelere öğretim üyesi yetiştirmek için 76 Temmuz 2012 • Sayı 49 me Programı (ÖYP), ODTÜ’nün son yıllarda gerçekleştirdiği en önemli toplumsal sorumluluk projesidir. Bugüne kadar bu programdan mezun olan 300’den fazla öğrenci 26 üniversitede görev yapmaya başlamıştır. Halen eğitimine devam eden 500’den fazla öğrenci bulunmaktadır (Şekil 4). 2006-2011 yılları arasında ÖYP mezunları (268) tarafından yayımlanan makale sayısı 726’dır ve bu zaman diliminde ÖYP mezunu başına düşen yayımlanmış makale sayısı (726/268) 2,71’dir. ÖYP ile ODTÜ, sosyal sorumluluk bilinci ile Türkiye’nin akademik kapasitesini arttırarak, ülkenin eğitim sistemi üzerinde sosyal ve bilimsel bir etki yaratmıştır. Üniversitelerin sanayi ile ilişkilerinin geliştirmesi ve sanayiye katkıda bulunmasını sağlayan SAN-TEZ projesi ODTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü girişimi ile başlatılmıştır. ODTÜ içinde 27 SAN-TEZ projesi tamamlanmış olup, 17’si halen sürmektedir. Bugüne kadar lisansüstü öğrencilerden 794’ü TÜBİTAK burslarından ve 266’sı ERASMUS değişim programından yararlanmıştır. ODTÜ doktora mezunlarından 32’si TÜBİTAK, GEBIP ve TÜBA ödüllerini almışlardır. Ayrıca, lisans ve/veya yüksek lisans derecelerini ODTÜ’den alan veya halen ODTÜ’de öğretim üyesi olarak görev yapanlardan bu ödülleri almaya hak kazanan birçok ODTÜlü bulunmaktadır. Bunların dışında, Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama, Endüstriyel Tasarım doktora programları mezunlarımız çok sayıda ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödüller almışlardır. Sosyal Bilimler Enstitüsüne bağlı doktora programları mezunları tarafından ise çok sayıda kitap yayınlanmıştır. Kaynaklar [1] M.Altunışık, N.Baykal, B. Karasözen , A. Kıdeyş, C. Özgen, 50 Years in Graduate Education at METU: Achievements and Impacts on Science and Society in Half a Century, Ankara:ODTÜ, 2012 [2] Education at a Glance 2011,OECD Science, Technology and Industry Scoreboard 2011 [3] M.Altunışık , B. Karasözen, C. Özgen, Cumhuriyet Gazetesi, CBT 1317/19, 15 Haziran 2012. [4] M.Özer, “Türkiye’de Yükseköğretimde Büyüme ve Öğretim Üyesi Arzı”, Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 1,23-26,2011,DOI: 10.5961/jhes.2011.002. Fizik Bölümü’nde disiplinlerarası bir araştırma alanı: Fotonik “Optoelektronik”, veya kapsamı genişletilerek güncellenmiş adıyla “fotonik”, doğrudan veya dolaylı olarak hepimizin yaşantısının vazgeçilmez bir parçası haline gelmektedir. Bu alandaki yeni teknolojik kabiliyetler hayatımızı kolaylaştırdığı gibi aynı zamanda çalışmalarımızı da daha verimli hale getirmektedir. Fotonik, sözcük anlamını kökündeki “foton” kavramından alır. Işık, foton adı verilen enerji paketlerinden, başka bir deyişle varsayımsal taneciklerden oluşur. Dolayısıyla fotonik konusu ışık ile ilgili her türlü araştır- ma alanını kapsamaktadır. Fotonik araştırmalarının sonucunda üretilen uygulamalar güçlü ışık kaynakları teknolojisi, sağlık, aydınlatma, iletişim, vb. gibi alanlarda sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Çoğu fotonik uygulamasında ilk olarak belirli bir amaç doğrultusunda ışığa bir takım fiziksel özellikler kazandırılır ya da istenilen özelliklere sahip ışık üretilir. Daha sonra, bu özelliklere sahip fotonlardan oluşan ışık, örneğin bir noktadan diğer bir noktaya gönderilmek, bir madde ile veya başka fotonlarla etkileşmek gibi bazı işlevleri görür. Fo- Uzm. Dr. Halil Berberoğlu Fizik Bölümü tonik, çalışma aralığı ve konusuna göre “mikro”, “nano”, “biyo” gibi ön ekler alabilmektedir. Fotonik anlaşılacağı üzere fizik, malzeme mühendisliği, elektrik-elektronik mühendisliği, kimya ve biyoloji gibi değişik dalların ortak araştırma konusudur ve dolayısıyla da oldukça disiplinler arası bir alandır. Fotonik uygulamaları endüstriyel, askeri, sağlık, hatta eğlence sektöründe dahi oldukça sıklıkla karşılaşılan bir çalışma alanı haline gelmiştir. Lazerle kesme ve kaynak işleri, lazerle mesafe ölçümü, la- Temmuz 2012 • Sayı 49 77 zerle göz muayene ve ameliyatları, ulaştırma sektörlerinde kullanılan fiber veya mikro-elektro-mekanik tabanlı jiroskop sistemler, fiber-optik iletişim ve holografik uygulamalar birkaç örnek olarak verilebilir. Günümüzde fotonik teknolojileri bir çok ülke için önemli kalkınma araçlarından biri haline gelmiştir ve ülke ekonomileri için hayati bir önem arzetmektedir. Bu ülkeler arasında özellikle Kore’nin fotonik teknolojilerine Ar-Ge yatırımları yapması kalkınmasına büyük katkı sağlamıştır. Fotonik alanında çalışmalarda bulunmak isteyen öğrencilerin sağlam kuvantum fiziği temeli olması önemlidir. Diğer bir deyişle kuvantum fiziğini hiç tanımadan fotonik alanında çalışmalar yapmak çok sağlıklı olmayacaktır çünkü daha önce de bahsedildiği gibi fotonların madde ile etkileşmelerinde elektromanyetik dalga karakterinin yanı sıra tanecik davranışı da gösteren bir öz yapısı vardır. Özellikle mühendislik dallarındaki öğrenciler için kuvantum fiziğini öğrenmek çok büyük yararlar sağlayabilir. Fotonik akademik dünyada genellikle fizik ve elektronik mühendisliği bölümlerinde öğretilmekle beraber sahip olduğu önem nedeniyle sayıları gittikçe artan bir çok ülkede kendine ait bölüm, enstitü veya araştırma merkezinde de araştırılmakta ve öğretilmektedir. Fotonik konuları, ODTÜ-Fizik Bölümü’nde lisans, yüksek lisans ve doktora seviyelerinde optik ve optoelektronik ve elektrooptik adları altına 6’sı lisans seviyesinde olmak üzere 13 ayrı derste kapsanmaktadır. Bölümümüzde bulunan ve halen gelişmekte olan fotonik ve optoelektronik laboratuvarımız 2008-2009 yılından bu yana lisans düzeyinde verilen optoelektronik 78 Temmuz 2012 • Sayı 49 dersinin laboratuvarı olarak hizmet etmektedir. Bölüm başkanlığı tarafından verilen desteğin yanı sıra bölümdeki hocalarımızdan başta bir önceki bölüm başkanımız Prof. Dr. Sinan Bilikmen ve şimdiki bölüm başkanımız Prof. Dr. Mehmet Zeyrek olmak üzere Doç. Dr. Hakan Altan ve Yard. Doç. Dr. Alpan Bek sayesinde laboratuvarımız bu alanda çok daha iyi olma yolunda ilerlemektedir. Yürütmekte olduğumuz bu laboratuvar Türkiye’de bir çok üniversite için içerik açısından örnek olabilecek niteliktedir. Şu anda, iki dönemde 8 farklı deney üzerinden öğrencilerimizin eğitilmesi mümkün olmaktadır. Bu deneylerden bir kısmı temel lazer bilgilerinin yanında, lazerle yapılan ölçüm sistemlerini; diğer deneyler de temel fiber-optik araç ve donanımlarını öğretmeyi amaçlamaktadır. Bu deneyler sayesinde öğrenciler örneğin lazerle mesafe ölçen bir aygıtın veya fiber-optik bir jiroskop sisteminin (jiroskop: hava ve deniz araçlarının yön tayininde kullanılan aygıt) temelde nasıl çalıştığını ve bu sistemleri oluşturan temel bileşenlerin ne olduklarını öğrenmektedirler. Laboratuvarımızda kazandıkları bilgi ve deneyimler öğrencilerimize gerek mezun olduklarında ilgi alanlarında iş bulmalarına gerekse bir sonraki akademik çalışmalarına sağlam bir altyapıyla adım atmalarına yardımcı olmaktadır. Temel optolelektronik eğitiminin yanı sıra laboratuvarımızda bu konulara ilgili öğrencilere imkanlarımız elverdiği ölçüde mezuniyet projeleri yaptırmakta, sonuçlarıyla makale ve poster gibi bilimsel yayın üretebilecekleri, bu sonuçları çalıştay ve konferanslarda sunabilecekleri gönüllü olarak katılacakları araştırma projeleri için çalışma ortam ve olanağı sağlamaktayız. Labo- ratuvarımızın altyapısı geliştikçe bu imkanlarımızı yüksek lisans ve doktora çalışmalarına dönüştürme şansımız doğmakta ve mezun ettiğimiz öğrencilerimizin akademik veya akademik olmayan fotonik iş alanlarında yer edinebilme şansları olmaktadır. Fotonik konularındaki yeniliklerin özellikle disiplinler arası etkileşimler olduğunda etki alanı çok daha genişlemektedir. Bu bağlamda, temel bilimlerden özellikle kimya ve biyolojinin katkısıyla fotonik konularında çok daha etkin çalışmalar yapılabilmektedir. Mikro ve nano teknolojideki gelişmelerle birlikte fotonikte de örneğin “canlı hücre lazeri” gibi oldukça özgün çalışma konuları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla öğrencilerimizin de optoelektronik veya fotonik konularında mezuniyet öncesi bilgi ve deneyim sahibi olmaları mezun olduktan sonra da iş dünyasında bir adım önde olmalarına ve bu alanda önemli katkılar yapmalarına zemin hazırlamaktadır. Laboratuvar olarak en önemli amaçlarımızdan biri akademik ortamda gerçekleştirilen disiplinler arası fotonik çalışmalarında gerekli destek ve yardımı sağlayarak ülkemizin bu alanlarda gelişimine katkıda bulunmaktır. Yaşantımıza hızla giren fotonik alanında geri kalmamak için, gelişmeleri takip etmeye, araştırma ve uygulamalarda bulunmaya gayret etmekteyiz. Bununla birlikte, bu gayretimizi diğer üniversitelere örnek teşkil edebilecek bir yapılanma içerisinde arttırmayı da ümit etmekteyiz. Optoelektronik ve fotonik alanında ders veren öğretim üyeleri ve kendi adıma laboratuvarımıza ve çalışmalarımıza vermiş olduğu tüm destek için üniversitemize ve bölümümüze teşekkürü bir borç bilirim. Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sreeparna Banerjee; Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Teşvik Ödülü Aldı Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Sreeparna Banerjee; fen bilimleri alanında 2012 Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Teşvik ödülünü aldı. sağlayacak yeni mekanizmaları araştırarak kolon kanserinin önlenmesi yolunda çalışmalar yürütmektedir. Kocaeli Üniversitesi Vakfı, Prof. Dr. Baki Komsuoğlu anısına; genç, seçkin bilim insanlarının araştırma ve uygulama çalışmalarını değerlendirmek, yetkinliklerini belgeleyerek çalışmalarına güç katmak ve yetişmekte olan kuşakları özendirmek amacıyla tıp ve sağlık bilimleri, fen bilimleri, teknoloji, sanat, spor ve sosyal Yrd. Doç. Dr. Sreeparna Banerjee’nin ödül almasını sağlayan laboratuvar çalışmalarının amacı, kolorektal karsinojenez ile sıklıkla ilişkilendirilen kronik inflamatuvar proteinlerinin hücre farklılaşması, neoplastik transformasyon ve metastaz üzerindeki önemini daha iyi anlayabilmektir. Yrd. Doç. Dr. Sreeparna Banerjee ayrıca, bu yolağın engellenmesini bilimler alanlarında teşvik ödülü vermektedir. Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Turan; Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Teşvik Ödülü Aldı Fizik Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. İsmail Turan; fen bilimleri alanında 2012 Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Teşvik ödülünü aldı. Doç. Dr. İsmail Turan’ın ödül almasını sağlayan Yüksek Enerji ve Parçacık Fiziği çalışmaları; doğadaki en temel atom altı parçacıkların özellikleri ve nasıl etkileştikleri ile ilgilenen bir alandır. 1980 yılında Nobel ödülü kazanan 3 fizikçi bu yöndeki en önemli adımlardan birini atmış ve doğayı anlamak için “Standart Model” olarak bilinen bir model önermiştir. Modelin öngörüleri yapılan deneysel ölçümlerle hayrete düşürecek bir uyum içindedir. Standart Modelin öngördüğü temel parçacıklar daha sonraki yıllarda deneysel olarak tek tek keşfedilmiş ve modelin başarısı pekişmiştir. Standart Model’in ihtiyaç duyduğu ama halen bulunamayan ve halk arasında “Tanrı parçacığı” olarak da bilinen Higgs parçacığı en önemli araştırma konularındandır. Temmuz 2012 • Sayı 49 79 Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Celal Gökçay’ın “ODTÜ Teknokent Membran Arıtma Tesisi” projesi Birleşmiş Milletler Kalkınma Konferansı’nda Sergilenecek Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Celal Gökçay’ın yöneticiliğinde yürütülen “ODTÜ Teknokent Membran Arıtma Tesisi” projesi; 2012 yılı Haziran ayında yapılan Birleşmiş Milletler Kalkınma Konferansı’nda (Rio+20 Zirvesi) ülkemizi temsil eden en iyi sürdürülebilir kalkınma uygulamalarından biri seçildi. ODTÜ Teknokent için tasarımı yapılan ve şu anda kullanımda olan “ODTÜ Teknokent Membran Arıtma Tesisi” projesi; Kalkınma Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’nin katılımlarıyla, 181 başvuru içinden başarılı bulunarak, Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda (Rio+20 Zirvesi) Türkiye’yi temsil eden üç “Türkiye’de Sürdürülebilir ve Yeşil Ekonomi Alanında En İyi Uygulama”dan biri oldu. 1992’de Rio’da düzenlenen Dünya Zirvesi’nden 20 yıl sonra, hükümetlerin ulusal ve uluslararası düzeyde sürdürülebilir kalkınmaya yönelik ilgisini ve girişimlerini harekete geçiren Rio+20 Konferansı’nda hükümetler, özel sektör, STK’lar ve diğer gruplardan binlerce katılımcıyla bir araya gelecek. Yoksulluğun nasıl azaltılacağının, sosyal eşitliğin nasıl geliştirileceğinin şekillendirilmesi ve gezegeni daha dirençli hale getirmek için çevrenin korunmasının sağlanmasını amaçlayan Konferans; sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun ortadan kaldırılması kapsamında yeşil ekonomi ve sürdürülebilir kalkınma için kurumsal çerçeve olmak üzere iki temaya odaklanacak. Konferans’ta resmi etkinliklerin yanı sıra, birçok yan etkinlik, sergi, sunum, fuar ve duyuruların olması planlanıyor. ODTÜ, En Başarılı 15 Tasarım Okulu Arasında ODTÜ, Red Dot Tasarım 2011 Sıralamasında (Red Dot Design Ranking 2011) üniversitelerin yarıştığı “Kavramsal Tasarım” kategorisinde Amerika ve Avrupa bölgesi için ilan edilen “En Başarılı 15 Tasarım Okulu” arasında yer aldı. nan Design Zentrum Nordrhein Sıralamada Fransa’dan bir, İsveç’ten bir, Almanya’dan beş, ABD’den dört, İngiltere’den iki, Norveç’ten bir ve Türkiye’den bir eğitim kurumu yer aldı. nı filtreler ve talep dahilinde Uluslararası ortamda en tanınmış, saygın tasarım ödül sis- 80 Temmuz 2012 • Sayı 49 Westfalen tarafından verilir. Fakat, Red Dot sadece bir tasarım yarışmasından fazlasını ifade eder. Red Dot Enstitüsü, değişik kriterlere göre red dot tasarım ödülü sonuçlarıred dot alan şirketlerin tasarım değerini ölçer. İş ilişkili endüstri temlerinden biri olan Red Dot Ta- analiz ve sıralamaları oluşturur sarım Ödülleri, 1955 yılından beri ve uzun süreli tasarım gelişmeleri merkezi Almanya Essen’de bulu- için çalışmalar geliştirir. Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Hakan Gürsu ve Ekibi A’ Design Award 2011-2012 Ödülleri’nde 15 Farklı Uluslararası Tasarım Ödülü Aldı Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Hakan Gürsu ve Designnobis ekibi; Avrupa Birliği’nin en önemli ve kapsamlı yeni tasarım yarışması kabul edilen A’ Design Award yarışmasında 15 proje ile 11 farklı dalda ödül kazandı. Bu yıl 140 farklı ülkeden 3653 projenin katıldığı, toplamda 259 projenin ödüllendirildiği yarışmada, Dr. Gürsu ve ekibi; - Mobilya, ev eşyaları ve dekoratif ürünler kategorisinde; “Çakıl Isıtıcı” ile Platin A’ Design Ödülü, “Kompozit Bank” ile Gümüş A’ Design Ödülü, “Wow Sandalye” ile Bronz A’ Design Ödülü ve “Relax Tv Koltuğu” ile A’ Design Ödülü; - Mimari ve yapı kategorisinde; “TAXI Taksi Durağı” ile Altın A’ Design Ödülü; - Oyun, oyuncak ve hobi ürünleri kategorisinde; “Birds & Eggs Oyuncak Seti” ile A’ Design Ödülü; - Araç ve ulaşım kategorisinde; “Phaeton Elektrikli Araç” ile Gümüş A’ Design Ödülü; - Ev gereçleri kategorisinde “Twist Su Isıtıcı” ile Altın A’ Design Ödülü; - Bilimsel aletler, tıbbi cihaz ve ekipmanları kategorisinde; “Self Smear Test Kiti” ile Altın A’ Design Ödülü ve “Biyopsi Cihazı” ile Bronz A’ Design Ödülü; Temmuz 2012 • Sayı 49 81 Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları - Yapı malzemeleri, elemanları ve sistemleri kategorisinde; “D-Eco Brick Dekoratif Ekolojik Tuğla” ile Bronz A’ Design Ödülü; - Toplumsal tasarım kategorisinde; “Triton Deniz Uyarı Sistemi” ile Altın A’ Design Ödülü; - Fikir kategorisinde “Cans’n Caps Promosyon Kapakları” ile Altın A’ Design Ödülü; - Mutfak ve züccaciye ürünleri kategorisinde; “Attention! Çatal Bıçak Takımı” ile Gümüş A’ Design Ödülü; - Yat ve deniz araçları kategorisinde; “SurfSail42 Yelkenli Rüzgar Sörfü” ile Bronz A’ Design Ödülü kazandı. Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vasıf N. Hasırcı, IUSBSE (International Union of Societies for Biomaterials Science and Engineering) Tarafından “Fellow, Biomaterials Science and Engineering” Seçildi Biyolojik Bilimler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Vasıf N. Hasırcı, IUSBSE (International Union of Societies for Biomaterials Science and Engineering) tarafından “Fellow, Biomaterials Science and Engineering” seçildi. Uluslararası bir ünvan olan “Fellow, Biomaterials Science and Engineering” (FBSE); her dört yılda bir yapılan Dünya Biyomalzemeler Kongresi’nde, Biyomalzemeler Bilim ve Mühendisliğine önemli katkılar yapan bireylere verilir. İlk kez Toronto’da yapılan 5. Dünya Malzemeler Kongresi’nde 82 Temmuz 2012 • Sayı 49 (5th World Biomaterials Congress) verilen bu ödül; IUSBSE’ye üye derneklerden birine, topluma ve Biyomalzemeler Bilim ve Mühendisliği alanınlarına yapılan önemli katkıların bütün dünya biyomalzeme derneklerinin oluşturduğu IUSBSE tarafından tanınması anlamını taşır. Prof. Dr. Vasıf Hasırcı; ODTÜ’de, 1970’lerin sonundan beri biyomalzemeler alanında çalışmaktadır. Biyomalzeme ve Doku Mühendisliği Derneği (Türkiye)’nin Yönetim Kurulu Başkanı’dır ve European Society for Biomaterials’ın üyesidir. Prof. Hasırcı, ayrıca, ODTÜ’de kurulmakta olan DPT Biyomalzeme ve Doku Mühendisliği Mükemmeliyet Merkezi BIOMATEN’in Direktörü ve ODTÜ Biyomalzeme ve Doku Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin Müdürü’dür. Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları Üniversitemiz Öğrencilerinin Oluşturduğu Solar Decathlon Türkiye Takımı Solar Decathlon Çin 2013’te yarışacak Üniversitemizin 12 farklı bölümünden öğrencilerin (A.Ayberk Işık, Abidin Uğur Yücel, Ahmet Burak Aktaş, Ahmet Emrah Erduran, Ali Mikail İlhan, Arash Karshenass, Aslı Hetemoğlu, Aydın Okul, Ayşegül Tereci, Ayşegül Uzunyol, Benan Şahin, Buğra Tetik, Burak Ercan, Burak Söylemez, Cansu Can, Cemal Çağlar Bektaş, Cemre Göç, Cenk Çeşmeli, Cenk İbrahim Özdemir, Ceyda Duruş, Cüneyt Öztürk, Çağlar Kayaoğlu, Deniz Ecemiş, Derya Adıyaman, Derya Marangoz, Duygu Cankurtaran, Duygu Güroğlu, Ece Gamze Şentuna, Elif Uğurlu, Erdem Yanar, Erdem Yıldırımer, Fatih Topak, Fulya Turhan, Gizemnur Talas, Gökhan Tosun, Güneş Yıldırım, Gürhan Gümüşsu, Hande Öztürk, Havva Elif Koç, Hatem Hadia, İbrahim Semih Küçük, İlker Buzcu, İrem Buluş, Levent Tosun, Melek Pınar Uz, Meriç Dağlı, Mert Dereli, Mete Günöven, Mustafa Nazmi Çelebi, Müge Erkılıç, Müge Öztürk, Nil Akdede, Onur Özçelik, Orçun Tonyalı, Osman Baytaroğlu, Ozan Şener, Özge Önceler, Özün Taner, Sıla Çankaya, Sinan Özgün Demir, Şükrü Bezen, Torkan Fazli, Umair İbrahim, Yaşam Kızıldağ, Yıldırım Koçak, Zeynep Keskin) inisiyatifinde, ODTÜ Mimarlık Bölümü, ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü ve IEEE ODTÜ Öğrenci Kolu ile danışman öğretim üyelerinin (Doç. Dr. Soofia Tahira Elias ÖZKAN, Doç. Dr. Güven Arif SARGIN, Dr. Ayşem Berrin ZEYTUN ÇAKMAKLI, Francoise SUMMERS, Prof. Dr. Raşit TURAN, Prof. Dr. İsmet Erkmen, Prof. Dr. Nezih Güven) desteğiyle kurulan Solar Decathlon Türkiye Takımı; “eCOurt” ismini verdikleri akıllı ev tasarımıyla Solar Decathlon Çin 2013’te yarışmaya hak kazandı. Geleneksel Ortadoğu mimarisi ile yaratıcı fikirleri harmanlayarak; modüler, akıllı, çevresel etkisi en aza indirilmiş, enerji verimliliği en üst seviyede olan entegre bir mimari ve mühendislik çözümü olan eCOurt’un olabildiğince akıllı sistemlerle donatılarak ve bu sistemin evin tüm çevresel koşullarını daimi olarak izleyip kontrol etmesi hedefleniyor. Ayrıca verimli ısı dengesinin sağlanması ve güneş enerjisinin toplanması konularının projede en etkili biçimde kullanılması planlanıyor. Solar Decathlon Türkiye Takımı’nın “eCOurt” tasarımı ile ilk amacı, konfor ve estetik kaygılarıyla tasarlanarak Solar Decathlon Çin 2013’te yarışacak bir ev ortaya çıkarmak; ikinci olarak, Solar Decathlon Çin 2013 tamamladıktan sonra, eCOurt’un, farkındalık yaratmak amacıyla, yurt içi ve yurt dışında sergilenerek, alternatif yaşam şekilleri hakkında bir tanıtım öğesi olarak kullanılmaya devam etmesidir. Kısacası, eCourt’la amaç; bir yandan toplum bilincini geliştirmek bir yandan da öğrencilerin proje geliştirme ve uygulama konusundaki eğitimine katkıda bulunmaktır. Amerikan Enerji Bakanlığı tarafından ilki 2002’de olmak üzere 2005’ten başlayarak her iki yılda bir düzenlenmekte olan Solar Decathlon, dünya çapında 20 takımın başvurular arasından Temmuz 2012 • Sayı 49 83 Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları farklı kategorilerde sınanarak değerlendirildiği bir yarışmadır. 18 Ocak 2011’de, Çin Ulusal Enerji İdaresi, Amerikan Enerji Bakanlığı, Pekin Üniversitesi ve Applied Materials şirketinin imzaladığı anlaşmayla, bu uluslararası yarışmanın Asya’da ilk defa Çin-ABD enerji işbirliğiyle yapılması kararlaştırılmıştır. Yarışmanın amacı, günümüzde giderek azalan doğal kaynaklar, küresel ısınma tehdidi, enerji konusundaki çıkmazlar ve artan nüfusun yerleşim sıkıntısı doğrultusunda; değişen bu zemi- ne ayak uydurmak ve bu konuda toplumsal farkındalık yaratmak zorunluluğundan hareketle, enerjisini tümüyle güneşten alan, enerjisini verimli kullanan, düşük maliyetli ve çekici bir akıllı ev tasarlamak; üretmek ve işletmektir. Rakiplerinin arasından elenerek seçilen 20 takımdan önce kısa bir teklif raporu vermeleri istenmekte; sonrasında 2 yıl içerisinde tasarladıkları evi istenen kriterlere uygun olarak inşa etmeleri beklenmektedir. Evlerin maliyetlerinin büyük bölümü, takımların işbirliğine gittiği sponsorlar tarafından sağlanacaktır. İnşa edilen evler son olarak sergilenecek ve mühendislik, mimari gibi alanlarda özel jüriler tarafından değerlendirilecektir. Solar Decathlon Türkiye Takımı’na http://www.facebook.com/SolarDecathlonTurkiyeTakimi adresinden veya [email protected] adresine mail atarak ulaşılabilir. Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Hakan Gürsu ve Ekibi International Design Awards 2011’de Üç Proje ile Dört Ödül Aldı Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr.Hakan Gürsu ve Designnobis ekibi; ABD’de düzenlenen en prestijli tasarım etkinliklerinden “International Design Awards” 2011 yılı yarışmasında, üç proje ile dört ödüle layık görüldü. Dr. Gürsu ve ekibi; su kaybetmeyen ısıtıcı “Twist” ile mutfak aletleri kategorisinde gümüş ödül ve enerji koruma ekipmanları kategorisinde mansiyon; alüminyum kapakların yeniden kullanımı ile çevre farkındalığı yaratan sosyal sorumluluk projesi “Cans’n Caps” ile sürdürülebilir yaşam/çevresel koruma kategorisinde mansiyon; kendine yeterli sürdürülebilir yapı “Villa Sera” ile mimari kategoride bronz ödül aldı. IDA 2011 öğrenci kategorisinde ise, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü yüksek lisans öğrencisi ve 84 Temmuz 2012 • Sayı 49 Designnobis ekibi üyesi Nur Yıl- ği mezuniyet projesi olan evde dırım, 2010-2011 yılı bahar dö- organik ürün yetiştirme ünitesi neminde, dördüncü yıl tasarım “planTree’’ ile gümüş ödüle layık stüdyosu kapsamında geliştirdi- görüldü. Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümü Öğrencileri, ABD’de Düzenlenen SAE-Aerodesign West Model Uçak Yarışması’nda Sözlü Sunum Kategorisinde Üçüncü, Genel Klasmanda 6. Oldular Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümü öğrencileri, Society of Automative Engineers tarafından ABD’de düzenlenen SAEAerodesign West Model Uçak Yarışması’nda sözlü sunum kategorisinde 3., genel klasmanda ise 6. oldular. ODTÜ ekibi; aralarında ABD, Kanada, Meksika, Polonya, Hindistan gibi ülkelerin temsilcilerinin bulunduğu 65 takımın yer aldığı SAE-Aerodesign West Yarışması’na, elden atılan ve gövde üstü iniş yapan bir model uçakla katıldı. Üniversitemiz Mühendislik Fakültesi Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Serkan Özgen rehberliğinde Görkem Egemen Güloğlu, Ulaş Ateş, Sezer Gül, Tuğçe Garip, Ahmet Taşdan, Gökhan Toplaoğlu, Betül Ece Demirhan, Nazlı Sümer ve (model uçak pilotu) Melih Ulupınar’dan oluşan “Owl Tamers” ekibi; sözlü sunum kategorisinde kazandıkları üçüncülük kupası ile, 2000 yılından bu yana benzer yarışmalara katılan Türk Üniversiteleri açısından bir ilki gerçekleştirmiş oldu. Temmuz 2012 • Sayı 49 85 Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları ODTÜ, Dünyanın En İtibarlı İlk 100 Üniversitesi Arasında İngiliz Times Higher Education (THE) kurumu üniversitelerarası THE Reputation Rankings (Tanınırlık/Şöhret/Saygınlık Sıralaması) sonuçları 15 Mart 2012 tarihinde açıklandı. İlk üçte Harvard, MIT ve Cambridge üniversitelerinin yer aldığı sıralamada; ODTU ilk 100 üniversite arasında yer alarak listedeki ilk ve tek Türk üniversitesi oldu. THE Reputation Rankings (Tanınırlık/Şöhret/Saygınlık Sıralaması), kendileri de tanınmış ve deneyimli akademisyenlerin yaptığı değerlendirmelere dayanmaktadır. Sıralamayı yapan kuruluş tarafından seçilerek görüşleri istenen akademisyenler, kişi başına ortalama 16 yıllık deneyime ve 50 bilimsel yayına sahiptirler. Geçen yıl 149 ülkenin akademisyenlerinden gelen 13 binden fazla cevap kullanıldı; bu yıl gelen cevap/görüş sayısının ise 17 bini aştığı belirtilmektedir. ODTÜ’nün “Dünyanın En Tanınmış/Ünlü 100 Üniversitesi” arasına girmesi, 2010 ve 2011 “THE World Universities Rankings” sonuçlarında “eğitim - öğrenim yabancı öğrencilerin ve ODTÜ ile işbirliği yapan yabancı öğretim üyelerinin olumlu deneyimlerinin de etkisi vardır. Özellikle ODTÜ Dünyada En Ünlü Üniversiteler Sıralamasında İlk 100’de.* *Mart 2012’ de yayınlanan ve 17 binden fazla akademik görüşe başvurularak yapılmış en geniş uluslararası araştırmaya dayanan yıllık “Times Higher Education World Reputation Rankings 2012” raporuna göre. son yıllarda, başta Avrupa Birliği projeleri olmak üzere hızla artan uluslararası projeler, yayınlar ve alınan atıflar ODTÜ’nün uluslararası şöhretini ve tanınırlığını da artırmaktadır. ODTÜ, “en ünlüler” listesine girerek uluslararası itibarını bir kez daha tescil ettirmiş olmak- Afiş: İdil Ayçe Aba ortamı” (teaching - learning environment) boyutunda alınan özellikle yüksek puanla tutarlı bir sonuçtur. En son sıralama olan 2011 sıralamasında ODTÜ’nün aldığı “eğitim” puanı, dünyanın en başarılı 150 üniversitesinin eğitim puanları düzeyindeydi. Bunda, ODTÜ mezunlarının dünyanın en tanınmış üniversitelerinde elde ettikleri başarıların payı olduğu kadar, değişim programlarıyla ODTÜ’ye gelen tadır. Bu gelişmenin çok önemli bir sonucu da, Türkiye’deki tüm üniversitelerin daha fazla ilgi görmesi olacaktır. Çünkü on binlerce üniversitenin olduğu dünyada, “En Ünlü 100” listesinde üniversitesi olan sadece 19 ülke/bölge var. Rusya, Hindistan, İspanya, Avusturya, İrlanda gibi ülkelerin olmadığı listede Türkiye’nin yer alması Türk üniversitelerine daha çok ilgi çekecektir. Uluslararası Öğrenci Formunda İki ODTÜlü İşletme Bölümü 4. sınıf öğrencisi Burçin Kızıltepe ile Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü 4. sınıf öğrencisi Can Mahmut Doğan; Deloitte Uluslararası Öğrenci Forumu’nda ülkemizi temsil etmek üzere seçildiler. Deloitte Eğitim Vakfı tarafından, bine yakın başvuru arasından, iki aşamalı eleme süreci sonunda; Atina’da yapılan Deloitte Uluslararası Öğrenci Forumu’nda ülkemizi temsil etmek üzere seçilen 86 Temmuz 2012 • Sayı 49 beş kişilik ekipte yer alan öğrencilerimizden Burçin Kızıltepe’nin içinde yer aldığı takım, 17 ülkeden 70 kişi ve 12 takım arasından, jüri tarafından birinci seçildi. Uluslararası Öğrenci Forumu, dünyanın dört bir yanından üstün başarılı öğrencilerin katıldığı bir liderlik ve kariyer geliştirme programıdır. Dört gün süren forum kapsamında, katılımcılar farklı kültürlerden gelen öğrencilerle aynı takım içinde çalışmayı deneyimlemekte, karmaşık bir vakayı çözümlemeye çalışmakta ve böylelikle iş teori ve pratik anlayışlarını geliştirme olanağına sahip olmaktadırlar. Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğrencilerinden “Ev Kahramanları” Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri 2011-12 güz döneminde BSH’nin (Bosch Siemens Hausgerate) Türkiye markası Profilo için “Ev Kahramanları” (Home Heroes) başlıklı proje kapsamında geleceğe yönelik ev cihazları tasarladılar. Proje, ev işlerinde daha az çaba ve zaman harcamamızı sağlayan ve bizi zorlu işlerden kurtaran, enerji ve su gibi kaynakların verimli kullanımını destekleyen, evde işbölümünü ve birlikte nitelikli zaman geçirmeyi özendiren ürünlerin tasarlanmasını amaçlıyordu. analizi, araştırma, gelecek senaryosu, fikir geliştirme, teknik yapılabilirlik değerlendirmesi, kullanıcı deneyimi geliştirme çalışmaları, fayda haritası çıkarma ve teknik detaylandırmadan oluşan 11 haftalık süreç izledi. 38 öğrenciden oluşan 10 grubun geliştirdiği 20 projeden beşi seçildi ve 11-12 Şubat’ta Munich Creative Business Week etkinliğinde sergilendi. Proje süreci, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü üçüncü sınıf öğrencilerinin katıldığı kullanıcı araştırması, kullanıcı katılımlı senaryo kurma ve değerlendirmeden oluşan beş haftalık çalışma ile başladı. Bu çalışmayı dördüncü sınıf öğrencilerinin, kahraman Üçüncü sınıf öğrencilerinden Ahmet Burak Aktaş, Salih Berk İlhan, Adem Önalan ve Burak Söylemez’den oluşan ekip, bu proje çerçevesinde geliştirdikleri “Washit” adlı tasarım ile iF Kavramsal Tasarım Ödülü (iF Concept Design Award 2012) kapsamında verilen Hansgrohe 2012 Ödülünü (Hansgrohe Preis 2012: Efficient Water Design: My Green Shower Pleasure) aldı. Ev kullanımının yanı sıra havaalanı, spor salonu, festival alanı gibi ortak kullanım alanları için de geliştirilen Washit, duş alma ile çamaşır yıkama işlevlerini bir kabinde bütünleştirmeyi, duş alırken kullanılan suyu filtreleyerek az miktarda çamaşırın yıkanması için yeniden kullanmayı öneriyor. Enformatik Enstitüsü NVIDIA Tarafından “CUDA Research Center” Olarak Seçildi ODTÜ Enformatik Enstitüsü, NVIDIA tarafından, “CUDA Research Center” olarak seçildi. Enstitü’nün 2010 yılında Türkiye’deki ilk CUDA Teaching Center unvanını almasının ardından; ODTÜ, bu ödülle Türkiye’deki ilk CUDA Research Center unvanını almaya hak kazanan kurum oldu. sında NVIDIA CUDA mimarisini kullanmaya uygun GPU’lar (grafik işlemci üniteleri) gibi öğretim ve araştırmaya yönelik araçların ücretsiz olarak sağlanması ve yeni teknoloji GPU’lar ve bunlarla ilgili eğitimlere erken erişim olanakları da yer almaktadır. CUDA Research Center olarak belirlenen kurumlar CUDA ve NVIDIA GPU’ları kullanarak en ileri araştırmaları yapan kurumlardır. Programın faydaları ara- ODTÜ CUDA Teaching Center ve Research Center sayfalarına aşağıdaki linkten erişilebilir: http://ii.metu.edu.tr Temmuz 2012 • Sayı 49 87 TOPLULUKLARDAN HABERLER ŞENLİK’12 ODTÜ OYUNCULARI ODTÜ Oyuncuları olarak, 1966’dan beri siyasi koşullar elverdiğince ev sahipliği yaptığımız ve 1987’den beri aralıksız sürdürdüğü tiyatro şenliğinin 34.sünü bu yıl ŞENLİK ’12 adıyla 27 Nisan – 7 Mayıs 2012 tarihleri arasında, Ankara ve İstanbul ekiplerinin yanı sıra, İzmir, Mersin, Muğla’dan, Eskişehir, Hatay, Bursa ve Tahran’dan amatör ve profesyonel 25 toplulukla beraber ODTÜ Mimarlık Amfisi’nde gerçekleştirdik. Şenliğin açılışında 2011- 2012 öğretim yılında ODTÜ Oyuncuları olarak çalıştığımız Özgürlüğün Bedeli isimli oyunu sergiledik. Kısaca oyundan bahsedersek; Emmanuel Robles’nin “Özgürlüğün Bedeli” adlı oyunu, 1800’lü yılların başında, İspanya’nın işgali altındaki Venezüella’da geçer. Bağımsızlık için ordu kurmaya çalışan Simon Bolivar İspanya ordusu tarafından aranmaktadır. Tam bu sırada, bir 88 Temmuz 2012 • Sayı 49 İspanyol subayı yakalanmak üzere onu saklayan subayı konuşturmak olan Bolivar’ın saklanmasına yar- istemektedir. Bunun üzerine yol- dım eder. Bir diğer İspanyol suba- dan rastgele seçilen 5 kişi Bolivar’a yı ise Bolivar’ı yakalayabilmek için yardım eden subayla aynı odaya kapatılırlar. Kendilerinden beklenen, onu konuşturmak, ondan Bolivar’ın yerini öğrenmektir, sonunda kurşuna dizilmemek için… Geçmişte yaşadıkları o günün ağırlığından kurtulamayan bu 5 kişi, şimdi hikayelerini insanlara anlatmaya karar verirler. Anlatırken onlara yardımcı olacak bir de oyuncu ekibi vardır. Bu ekip yaşanan olayı, hem onların hem de seyircinin karşısında yeniden canlandıracaktır. Oynanan oyunun dış çeperinde anlatıcı konumunda olan 5 kişi, içerde canlandırılan geçmişi hep birlikte izlerler, yaşadıklarıyla yüzleşebilmek için… ODTÜ Tiyatro Şenliği bu yıl yine memleketin birçok yerinden gelip şenliği şenlik yapan gruplarla, hafızamızı tazelemek ve biraz daha genişletmek umuduyla; paylaşılmaya değer, paylaşılması gereken bir çok toplumsal olayı veya durumu unutturmamak, “açıktan veya örtük” müdahalelerle geçen hayatımızda, hafızamızı korumak için bir kez daha toplandı. Oyun masrafı, salon kirası veya geçim derdi, sebebi her ne olursa olsun, piyasa ilişkilerine girmek zorunda kalmaya inat, emek verilen ürünün paylaşılması için hiçbir şey talep edilmediği ve oyun sonrası söyleşileriyle alışılmış “oynayanizleyen” kalıplarının ötesinde bir paylaşıma girildiği ODTÜ Tiyatro Şenliği’nin, seyirci toplama kaygısının biçimlendirdiği özel tiyatrolar ve misyonları giderek belirsizleşen ödenekli tiyatroların ağırlığını koyduğu günümüz tiyatro ortamından kaygı duyan herkes için bir platform oluşturmasını umuyoruz. Geniş kitleleri oyalamak, yalnızca eğlendirmek, vakit geçirmek yerine, tüm tiyatro dostlarını özgürce düşünmek, tartışmak, araştırmak ve üretmek için biraraya getirmeye devam edeceğini umduğumuz önümüzdeki şenliklerde buluşmayı diliyoruz. ÇEVRE GÜNLERİ Demirel ile ve “Çevre Direnişleri” konusu hakkında, Gerzedeki yapılmak istenen termik santral özelinde Yeşil Gerze Platformu Sözcüsü Şengül Şahin ile; ikinci gününde ise Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Turhan Tuncer ile GDO hakkında söyleşiler yapıldı. ODTÜ Çevre Topluluğu tarafından 12-13-14 Nisan 2012’de düzenlenen “Çevre Günleri” etkinliğinin ilk gününde “Kentsel Dönüşüm” konusu hakkında ODTÜ İnşaat Mühendisliği Araştırma Görevlisi Ozan 3. gününde ise Ankara’nın çevresinin ve doğal dokusunun ziyaret edildiği (100. Yıl Birlik Parkı-Papazın Bağı-Ankara Kalesi) etkinlik, tartışılan konular da gözlemlenerek; coşku ile gerçekleşti. Temmuz 2012 • Sayı 49 89 TOPLULUKLARDAN HABERLER ODTÜ AAT, ‘Meraklı Minikler için Meraklı Öğretmenler: Okulöncesi Fen Bilimi’ Etkinliğinde ODTÜ’nün köklü öğrenci topluluklarından ODTÜ Amatör Astronomi Topluluğu, geçtiğimiz mayıs ayında TÜBİTAK Doğa ve Bilim okulları projesi kapsamında düzenlenen ‘Meraklı Minikler için Meraklı Öğretmenler: Okulöncesi Fen Bilimi’ adlı Eskişehir’de düzenlenen şenlikte yer aldı. Şenlik boyunca güneş gözlemi ve gök atlası atölyesi çalışması yapılırken, gökbilim fotoğraflarından oluşan fotoğraf sergisi açıldı. Etkinliğe katılan anaokulu öğrencileri gökbilimle daha yakından ilgilenme fırsatı yakaladı. 90 Temmuz 2012 • Sayı 49 1. Ankara Arkeoloji Günlerini ODTÜ Arkeoloji Topluluğu ODTÜ’de Düzenledi ODTÜ Arkeoloji Topluluğunun da düzenleyicileri arasında bulunduğu ODTÜ, Hacettepe ve Ankara Üniversitesi Arkeoloji Topluluklarının katılımıyla gerçekleştirilen 1. Ankara Arkeoloji Günleri 25 - 27 Nisan 2012 tarihinde, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitelerinde gerçekleştirildi. Arkeoloji üzerine çeşitli temaların işlendiği etkinliklerde, ODTÜ Arkeoloji Topluluğu Arkeolojide Ölüm Olgusu temasını işledi. Bu etkinlik kapsamında 25 Nisan 2012 tarihinde Okulumuz Solmaz İZDEMİR salonunda Mimarlık Fakültesinden Doç.Dr Ufuk SERİN, Katakomb ve Katakomb Sanatını, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden misafir öğretim üyesi Yrd. Doç Dr. Ahmet UHRİ “Anadolu’da Ölüm Üzerine Bilişsel Algının Gelişimi” konusunu ve yine okulumuz Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerimizden Doç.Dr. Çiğdem ATAKUMAN “Yakın Doğu Ne- olitiğinde Avcı Toplayıcıların Ölüm Algısı ve Gelenekleri” konusunda sunumlar gerçekleştirdi. Arkeoloji Günlerinin Okulumuzdaki etkinlikleri kapsamında Mimarlık Fakültesi girişinde Ölüm Temalı Fotoğraf Sergisi ve ODTÜ Arkeoloji Müzesi Gezildi. 1. Ankara Arkeoloji Gün- leri etkinliklerinin ikinci günü Hacettepe Üniversitesinde Arkeolojik tahribat ve Arkeoloji ve Siyaset temaları ile, üçüncü günü ise Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji de Koruma ve Onarım ile Deneysel Arkeoloji konu başlıklarıyla gerçekleştirildi. Temmuz 2012 • Sayı 49 91 TOPLULUKLARDAN HABERLER ROBOT GÜNLERİ 2002 yılında ilk kez gerçekleştirilen ve 2008 yılından itibaren dünyanın dört bir yanından gelen katılımcılarıyla uluslararası olma özelliği kazanan, ASELSAN ana sponsorluğundaki Uluslararası ODTÜ Robot Günleri bu sene de başarılı bir şekilde gerçekleştirildi. Robotları ve teknolojilerini toplum kesimlerine tanıtmak, işlevleri ve kullanım alanları hakkında bilgiler sunmak, robot dünyasına ilgi duyanları eğlenceli bir ortamda bir araya getirmeyi hedefleyen ODTÜ Robot Günleri’nin dokuzuncusu 92 Temmuz 2012 • Sayı 49 17-18 Mart 2012 tarihinde ODTÜ Kültür Kongre Merkezi(KKM)’nde ODTÜ Robot Topluluğu üyesi olan öğrenciler tarafından gerçekleştirildi. Bu sene gerçekleştirdiğimiz etkinliğimizi özel kılan bir neden daha vardı! Savunma sanayiinde önemli bir konu olan mayınları düşünerek kurduğumuz ve MayınTarlası adını verdiğimiz yeni kategoriyle teknolojiyi bir adım daha öne taşımayı hedefledik. Kategorimiz yeni olmasına rağmen 20 kadar robot yarıştı ve birinciliği Balıkesir İMKB Endüstri Meslek Lisesi’nden Dede isimli robot aldı. 9. Uluslararası ODTÜ Robot Günleri’nde, mayın tarlası kategorisine ek olarak, her sene düzenlediğimiz mini sumo, sumo, çizgi izleyen, slalom, çöp toplayan, triatlon, çoklu mini sumo ve serbest kategorileri olmak üzere toplam dokuz ayrı kategoride yarışmalar düzenlendi. Bu yarışmalara 500 robot ve 1500 kadar yarışmacı katıldı. Yarışmacılarımız her yaştan insanı kapsayacak kadar genişti. İlköğretim öğrencisinden lise ve üniversite öğrencisine ve hobi olarak robot yapımıyla ilgilenen insanlara kadar geniş yelpazede insanlar vardı. Eğlenceli bir ortamda gerçekleşen etkinliğimizin birincilerine ve dereceye giren robot sahiplerine de HP-Bimeks ödül ana sponsorluğunda laptoplar; ve Neotech ve robo.web’den çeşitli hediyeler verildi. ODTÜ Robot Topluluğu tarafından her yıl başarılı bir şekilde gerçekleşen ve hem katılımcı sayısı, hem de izleyici sayısıyla her geçen yıl popülerliğinin arttığını kanıtlayan bu önemli organizasyonu gerçekleşiren ODTÜ Robot Toplulu’ğu üyeleri uzun süren uğraşları sonucunda başarılı bir organizasyon çıkartmanın haklı gururunu yaşamış ve önümüzdeki yıl 10. UORG için çok daha başarılı bir organizasyon gerçekleştireceğinin sinyallerini verdi ve çalışmalara başladı. 9. ULUSLARARASI ODTÜ ROBOT GÜNLERİ SONUÇLARI Çizgi İzleyen | Line Follower Racing 1. Sefam Kazan Efes Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi 2. Kürşat Kazan Efes Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi 3. Hamsi_Alttantire_61 Karadeniz Teknik Üniversitesi Mini Sumo 1. Canavar Zile Endüstri Meslek Lisesi 2. Burçak Gazi Üniversitesi 3. Geldim Zile Endüstri Meslek Lisesi 1. Hırçın Karabük Üniversitesi 2. Neşter Karabük Üniversitesi 3. ZF828 Zile Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi 1. Tıfıl Orta Doğu Teknik Üniversitesi 2. Nasibimbi Karabük Üniversitesi 3. Doğan Zile Endüstri Meslek Lisesi Sumo Slalom Çöp Toplayan | Trash Hunter 1. Tutmuş60 Zile Endüstri Meslek Lisesi 2. Stabil Zile Endüstri Meslek Lisesi 3. Çöpçü Zile Endüstri Meslek Lisesi Çoklu | Group Mini Sumo 1. Teke Balıkesir İMKB Endüstri Meslek Lisesi 2. At Avrat Serhat Sakarya Üniversitesi 3. Elektrik Adil Karaağaç Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi Serbest | Free Style 1. Uzaktan Kontrollü Bir Robot Balığın Tasarımı ve Gerçeklemesi Fırat Üniversitesi 2. MIDAS (Mind Controlled Arm Prosthesis) İstanbul Kültür Üniversitesi 3. İris Hacettepe Üniversitesi 1. Tıfıl Orta Doğu Teknik Üniversitesi 2. Doğan Zile Endüstri Meslek Lisesi 3. Zeka Zile Endüstri Meslek Lisesi Triatlon Temmuz 2012 • Sayı 49 93 TOPLULUKLARDAN HABERLER 2. ULUSLARARASI AİKİDO FESTİVALİ Orta Doğu Teknik Üniversitesi, her yıl Mayıs ayının son haftasında Uluslararası Aikido Festivali’ne evsahipliği yaptı. İlki Mayıs 2011’de düzenlenen festivale 11 ülkeden 306 sporcu katıldı. Festival programı kapsamında Nebi Vural Sensei eğitmenliğinde aikido çalışmaları, Türkiye’nin ve misafir ülkelerin aikido gösterileri ve ileri seviye sınavları yapıldı. ODTÜ Aikido Topluluğu’nun da organizasyon ekibi içerisinde bulunduğu festivalin ikincisi ise 2327 Mayıs 2012 tarihleri arasında yine ODTÜ’de gerçekleştirilip, yerli ve yabancı katılımcılar tanışma ve Nebi Vural eğitmenliğinde birlikte çalışma olanağı buldu. 5 gün süren organizasyona Almanya, Avusturya, Azerbaycan, Fransa, İspanya, İsrail, Lübnan, Portekiz, Slovakya, Türkmenistan ve Ukrayna’dan 64 misafir eğitmen ve öğrenci, Türkiye’den ise 200’e yakın aikidocu katıldı. Festival kapsamında, Türkiye’den ve diğer ülkelerden katılan ekiplerin gösterileri, misafir eğitmenlerin dersleri ve ileri derece sınavları yapıldı. Festival özel programına dahil olan bu gösteri videolarına aşağıdaki adresten ulaşılabilir: 94 Temmuz 2012 • Sayı 49 http://www.abf.org.tr/tr/index.php?sayfa=Video ODTÜ Aikido Topluluğu www.odtuaikido.org Öğrencilerimize Burs ve Yardımlarınızı Bekliyoruz Burs vermek için hesap numaramız: ODTÜ Geliştirme Vakfı Burs Fonu Hesabı: T. İş Bankası ODTÜ Şubesi 4229-747489 IBAN NO: TR220006400000142290747489 Temmuz 2012 • Sayı 49 95 kitaplık Benim Küçük Deneylerim, Çevre, ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Melanie Perez, 7,00 TL, ISBN: 978-605-4362-38-7, Türü: Çocuklar için bilim Küçük bilim adamları bu kitabı çok sevecek! Bir su değirmeni veya rüzgârgülü yapmak, kurutulmuş bitki koleksiyonu oluşturmak, biyogaz yaratmak, kirli suyu yıkamak gibi deneyler öğretici olduğu kadar da keyiflidir. İçinde yaşadığın dünyayı nasıl koruyacağını bu kitapla öğrenebilirsin Çocuklar İçin Shakespeare ile Felsefe, Atinalı Timon, Yayınevi: ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Levent Gönül, 12,00 TL, Türü: Edebiyat-Felsefe “Çocuklar için Shakespeare ile Felsefe, Atinalı Timon” Atinalı Timon, bizi “Doğru yaşam nedir? Herkese güvenmeli miyiz? Düşüncelerimiz neden önemlidir? Düşüncelerimizin doğru olduğunu nasıl bilebiliriz? Arkadaş kime denir? Niçin severiz? Değerli olanı değersiz olandan nasıl ayırt ederiz?” gibi birçok soruyla karşı karşıya bırakır. Çocuklar İçin Felsefenin yararlarından birkaç tanesini sayacak olursak; • Çocuklarda kendine güven duygusu yaratır ve kendilerinden gurur duymasını sağlar. Çocuk birey olarak kabullenilişinin farkına varır. • Eleştirel düşünme ve düşünme becerilerini üst düzeyde tutar. Çocuklar yeni, yaratıcı fikirler üretmekten ve öne sürmekten çekinmez. • Çocuk soru sormaya, sorgulamaya başlar. Çevresine ve kendi düşüncelerine ilişkin analitik bir bakış açısı gelişir. • Dikkat Eksikliği problemi yaşayan çocuklarda belirgin bir gelişmeye neden olur. • İletişim becerilerini üst düzeyde tutmasına yardımcı olur. • Bu sorular yalnızca büyükler için değil çocuklar için de üstüne düşünmeye değerdir. • 8 yaş ve üstü çocukları düşünme dünyasının derinlikleri ile tanıştırmayı amaçlayan bu kitap, gerek öğretmenler, gerekse aileler için vazgeçilmez bir kaynak niteliğindedir. Keyifli zaman geçirmeniz dileklerimizle… Söyle Bana Neden? Evren, ODTÜ Yayıncılık, Fronty Mireille, 7,00 TL, ISBN: 978-605-4362-46-2, Türü: Çocuklar için bilim EVREN Çocukların evren hakkındaki meraklarını gidermek için vazgeçilmez bir el kitabı. • Evreni tanıyor muyuz? • Ne kadarını biliyoruz? • Yıldızlar neden düşmezler? 96 Temmuz 2012 • Sayı 49 • • • • • • • • Evren büyük müdür? Güneş ne kadar yaşlıdır? Gökyüzü neden mavidir? Ay neden şekil değiştirir? Yıldız kayması nedir? Ay’a ayak bastık mı? Yıldızları nasıl gözlemleriz? Büyük patlama nedir? ISO/IEC 27001 Bilgi Güvenliği Standardı, ODTÜ Yayıncılık, Yazar:Eren Veysel Ersoy, 14,00 TL. ISBN: 978-605-4362-67-7 Günümüzde kişisel ve kurumsal bilgiler üzerinde sürekli artan tehdit ve risklere karşı bilgi güvenliği kavramı, iş süreçlerinin ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir. Bu bakımdan özellikle bilgi sis- temlerini ve önemli bilgileri içeren tüm süreçler, yeni bir iş anlayışı çerçevesinde yorumlanarak kişisel, kurumsal ve yönetimsel kültür açısından yeniden ele alınmalıdır. Bu kitapta, ISO/IEC 27001 Standardına dayalı Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi kurmak isteyenler ve yeni başlayanlar için, örneğin, varlık belirleme ve risk analizini nasıl yapacakları, standart kapsamında nasıl raporlar ve dokümanlar üretecekleri ve bunların nasıl bir şey oldukları konusunda görsel ipuçlarına ve önemli tanımlara yer verilmektedir. Ayrıca bu kitap, Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi kurulumunu danışman firmalara yaptıracak olan kurum ve işletmelere, izlenecek yol haritasını ana hatlarıyla denetleyebilmeleri açısından da kılavuzluk edecektir. Söyle Bana Neden? Hava, ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Elisabeth de Lambilly, 7,00 T, ISBN: 978-605-4362-44-8, Türü: Çocuklar için bilim HAVA Çocukların atmosfer, yıldırım, mevsimler hakkında merak ettiğini her şey bu kitapta. • Havanın var olduğunu nasıl biliyoruz? • Onu değiştirebilir miyiz? • Hava durumunu nasıl tahmin edersin? • • • • • • • • Kar nedir? Yağmur niçin yağar? Rüzgâr nereden gelir? Sonbaharda ağaçlar niçin yapraklarını dökerler? Fırtına nedir? Çiçekler niçin baharda açar? Yaz mevsimi niçin sıcak olur? Sisli havada neden bir şey görmeyiz? Ömer İzgeç, Fevklabeşer Sair Bey ve Suskunluğu, Ayrıntı Yayınları, Nisan 2012 Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu farklı zamanlarda paralel ilerleyen tekinsiz hikâyeler anlatıyor. Çarpıcı kurgusuyla fantastik bir dünyanın kapılarını açan romanda II. Murad döneminde yaşamış bir cellat ile hırsızın, günümüzde yaşayan yarı-deli bir yazarın, gelecekte gerçekleşen bir cinayetin peşindeki dedektifin ve varlığını yüzlerce yıldır sürdürmüş gizemli ve tehlikeli bir tarikatın maceralarıyla karşılaşıyoruz. Kuyruğu geçmişe değen, gövdesinin silueti bugünün üstünü örten, başı geleceğe doğru uzanmış bir ejderhanın gizemli gölgesi düşüyor üzerimize; Aynalı Ejder Tarikatı’nın ayak sesleri duyuluyor. Paralel hikâyelerin tümü, birbiri üzerine kapanarak ve birbirini tamamlayarak büyük çevrimi gerçekleştirdiğinde ise sırlar aydınlanıyor... Mühendislik eğitimi almış olan ama yazıyla yakın bir ilişki içinde bulunan Ömer İzgeç’in bu ilk romanı, vaatlerle dolu hoş bir davet adeta. Temmuz 2012 • Sayı 49 97 kitaplık İpek Yolu İmparatorlukları, Yayınevi: ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Chritopher I.beckwith, Çeviren: Kürşat Yıldırım, Editör: Recep Boztemur, 28,00 TL, ISBN: 978-605-4362-40-9, Türü: Tarih-Araştırma Bu kitap “Türkler barbar mıdır?” sorusuna kesin bir olumsuz cevap veriyor ve barbarlığı tüm boyutlarıyla ele alarak kimseye “Türkler barbardır” deme hakkını vermiyor. Eser Çin, Roma, Rusya veya diğer Batılı güçlerin bozkırlılara yani esasen Türklere hiçbir sebep yokken saldırdıklarını ve bozkırlıların hiçbir zaman yok yere bu güçlerin üzerine gitmediklerini tarihî belgelerle ortaya koymaktadır. Kitabı okuyan biri sonunda şu soruyu sorabilir: “Kim barbar? Türkler mi yoksa onların etrafında kendilerini herkes- Benim Küçük Deneylerim, Plastik Sanatlar, ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Franceca Messa, 7,00 TL, ISBN: 978-605-4362-424, Türü: Çocuklar için Sanat 98 Temmuz 2012 • Sayı 49 ten üstün gören işgalci sömürgeciler mi?”İpek Yolu bir zamanlar sadece bir mal dolaşım hattı değil aynı zamanda dünyanın en gelişmiş ekonomik, sosyal ve kültürel sis- temiydi ve bu sistemi bozkırlılar yani esasen Türkler işletmekteydi.Eser, tarihî İpek Yolu’nu merkez alarak en eski devirlerden bu- günlere iki bin yıllık Türkistan-Orta Asya tarihini anlatmaktadır.Yazarın Türkistan sahasında yaşayan eski insanın, bilhassa Türkün hâlet-i ruhiyesini bugün yaşıyormuş gibi yazması, eserin samimî dili ve açıklığı tarih okumayı pek sevmeyenlerin bile ilgisini çekecek niteliktedir.Kitabın İçerisinden“Modern dünya kültürü Orta Asya’nın büyüleyici, marjinal topraklarından türemiştir.”“Bizim atalarımız Mısırlılar, Sümerler vb. değil Orta Asyalılardır. Orta Asya bizim ana yurdumuzdur ve medeniyetimizin doğduğu yerdir.”“Orta Asyalı halklar daha da fazla yeri istila etti, keşfetti, araştırdı ve yeni bir dünya düzeni, yüksek bir sanat, ileri düzeyde bir bilimin kurucusu oldu.” Küçük ressamlar bu kitaba bayılacak! Eğlence, resim ve hayal gücü. Hepsi birbirinden güzel çalışmalar! Parmak boyası, suluboya, tuzlu hamur ve baskı teknikleri; tamamı senin için adım adım açıklanıyor. Yapman gereken tek şey, yaratıcılığını özgür bırakmak! Benim Küçük Deneylerim, Genç bilim insanları bu kitabı çok sevecek! Su ve Işık, ODTÜ Yayıncı- Yağmur yağdır, şimşek çaktır ya da bir gök kuşağı ya- lık, Yazar: Melanie Perez, rat. Sabunun sihirli etkileriyle görsel bir yanılgının 7,00 TL, ISBN: 978-605- nasıl oluştuğunu anla. Su ve ışık dünyasını daha iyi 4362-37-0, Türü: Çocuk- anlayabilmek için ihtiyaç duyduğun her şey bu kitap- lar için bilim ta seni bekliyor. Türkiye Ormancılık Tarihi, ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Yücel Çağlar, 26,00 TL. ISBN: 978-605-4362-66-0 Biliyor musunuz; Türkiye’de orman ekosistemleri ve ormancılıkla ilgili öğretim yalnızca orman fakültelerinde yapılıyor. Örneğin, orman ekosistemleri ve ormancılık üniversitelerin hukuk, iktisat ve siyasal bilgiler; dahası, ziraat, çevre, şehir planlama mühendisliği, güzel sanatlar vb fakülte ve bölümlerinde “seçmeli ders” olarak bile görülmüyor. Büyük bir olasılıkla, şaşıracak ve; “-Öyle olması gerekmiyor mu?” sorusu aklınıza gelecektir. Evet, gerekmiyor; gerekmiyor çünkü orman ekosistemleri yalnızca ekolojik önemi olan doğal varlıklar, ormancılık da yalnızca teknik bir uğraşı alanı değildir: “Orman” sayılan yerler, dolayısıyla da ormancılık düzeni ülkemizde toplumsal, ekonomik ve siyasal değişme ve gelişmelerden etkilenmiş, bu değişme ve gelişmeleri etkilemiştir. Ancak bu etkileşim ülkemizde çok az sayıdaki ormancı çalışan dışında tartışma gündemlerine gerektiğince girememiştir. Öyle ki, orman ekosistem- Eser Adı: Söyle Bana Neden? Vücudumuz, ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Sylvie Baussier, 7,00 TL, ISBN: 978-605-4362-43-1, Türü: Çocuklar için bilim VÜCUDUMUZ Merak ettiğin her şeyi bu kitapta bulacaksın. Eğlenirken öğren, öğrenirken eğlen! • Vücudunu ne kadar tanıyorsun? • Saçlardaki bitler nedir? • Kalp nedir? lerine yönelik duyarlılığın yaygınlaşmasına karşın bu tutum günümüzde de değişmemiştir. Oysa orman ekosistemleri ve ormancılık ile toplumsal, ekonomik ve siyasal değişme ve gelişmeler arasındaki etkileşimin de her düzlemde tartışılması gerekiyor. Türkiye Ormancılık Tarihi’nde bir yandan bu gereğin çeşitli boyutları sergilenmeye bir yandan da Cumhuriyet tarihinin pek de “okunmayan” sayfalarının açılmasına çalışıyor. Kim bilir, bakarsınız, bu sayfalarda daha önce gözlerden kaçmış olguların ayırtına varılabilir ve Cumhuriyet tarihine yeni sayfaların eklenmesine de bir katkısı olabilir. • Dışkımızın içinde ne vardır? • Yıkanmak gerçekten gerekli midir? • Ayaklar nasıl hareket eder? • Nasıl nefes alırım? • Sadece patates kızartmasıyla beslenebilir misin? • Her gece uyumak zorunda mıyız? Benim Küçük Deneylerim, Mekanik, ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Melanie Perez, 7,00 TL, ISBN: 978-605-436241-7, Türü: Çocuklar için bilim tilatör veya mıknatıslı oto- Bilim ve eğlence yan yana! eğlenceli ve öğretici de- Mancınığın nasıl çalıştığını keşfetmek, bir vinç, van- neylerdir. büs yapmak gerçekleştirilmesi kolay, son derece Temmuz 2012 • Sayı 49 99 a y s o D ODTÜLÜ osya LÜ D Ü T D O a• Dosy sya • Do Ü L Ü T D •O A D GI a• Dosy Ü L Ü T D O a”yı seç d ı G “ k lara üşonusu o i adlarının gör k a y s o ib nd sayısını usunda sözsah u b n ü ’n on ODTÜLÜ TÜ’nün gıda k beslenn ı r a l n D ı, nsa tik ve O ımlıyoruz. geçen i ıda sağlanmas ı r a y l y i a im ig na lerini y yısı yed erkese yeterl nün insanları a s e d n i ü H ur. bug üzer Dünya önemli sorund olması, hem esi gerekiyor. lı m mesi en gıdanın sağlık a zarar verme da yapl u k o r u n a bun en sağlana elecek kuşakl ak için ı ineklere veril m a l g ğ e a ğ is en hem d içmesin tlerin sağılaca şekilde paketl at ü s n ü ul uğu iyi us Her çoc kirdir ancak b retilen süt en eziz bir şekilde l fi ü r. mak iyi ağlıklı olmaz, klara temiz ve eye gidemiyo t s u ö ın yemler lanmaz ve çoc kir olmaktan sı, tadın n ı z ı fi m k r r ı a i s k s ılı iyi b mez, domate oy olmasını, y kalnızca n y i n a i s g z n a b re be nı şam teslerin düzgün ve ay ı istiyoruz. Bu gaa m o d k z n i ı o or Yediğim gibi, şeklinin ç rak bulunmas i değiştirilmiş ruz. ğ la s o domate bol ve ucuz o lanırken geneti masını bekliy a da şı 12 ayın izin hepsi kar rmon kullanılm çok bal e d m m i ho he e lentiler asını ve kaliteli ebze ve meyv m m a e m l H o : tüm s evre kirliliği, yoruz nizma ti a s i d n ı n ı s s a r n etunlar; ç ok çalış ışma sı Arılar ç ve de bu çal a yardımcı ols ibi etkenlerde g ar ın yapsınl in tozlanmas küresel ısınma n i e rı çiçekler değişiklikler v ürdürsünler. aynakla k u s s z z i i u n olums revleri r ve tem lıyor. Gelenek ö a g l n n a e l a d ka en ız kilenme apılabil olanağı sınırlı mesi olanaks y m ı r a yapnde t eslen apma Yeryüzü doğal tarım y lyar insanın b a gıda üretimi lan i o n zl azalırke mlerle yedi m klar ile çok fa kaynaklarımız için r te a a sel yön r. Sınırlı kayn temler ise gıd erken insanla bu o d e n y e görünü başvurulan yö ceğini tehdit Gıda üretimind şüü . le n larına d mak içi ayvanların ge nları yaratıyor n a s n i h u lim bitki ve ve gelecek sor üyük görev bi b k ı de sağl aşmak için en rı sorunla yor. 100 Temmuz 2012 • Sayı 49 Dosya Ü L Ü T OD • aki dın Tiry Fo ODTÜL ar: Ay toğrafl ÜLÜ ODT • a y s o ÜD LÜ ODTÜ • a y s Do LÜ D ODTÜ • a y s o D Temmuz 2012 • Sayı 49 101 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM “Herkes bilgiye ulaşırken, nereden bilgi aldığına dikkat etsin. Özellikle de GDO’lar konusunda...” Prof. Dr. Hüseyin Avni Öktem Biyolojik Bilimler Bölümü Söyleşi: Aylin Turgut Ecevit Genetiği değiştirilmiş olarak adlandırdığımız gıdalar nedir? Genetiği değiştirilmiş organizma tanımı, tüm organizmalar için kullanılıyor, aslında yanlış kullanılan bir tanım. Çünkü organizma dediğiniz zaman, bunun içine sadece bitki girmiyor; bakteriler, mayalar, virüsler de giriyor. Fakat ülkemizde GDO dendiği zaman, sadece bitkiler algılanıyor. Baştan yanlış bir tanım var ama, böyle oturduğu için, herkes bunu bu şekilde kullanıyor. Onun için; genetiği değiştirilmiş bitkiler olarak adlandırırsak daha sağlıklı olur tanımımız. Genetiği değiştirilmiş bitkileri şöyle tanımlayabiliriz: Doğal olarak taşımadıkları yeni bir geni taşıyan ya da genetik yapısı modifiye edilmiş bitkilere biz genetiği değiştirilmiş bitkiler ya da, genelde düşünürseniz, organizmalar diyoruz. Bu, dünyada çok yaygın kullanılan bir teknoloji. Organizma olarak düşünülürse, az önce de bahsettiğim gibi, bitkilerin dışında bakteriler, bazı virüsler, böcekler, hayvanlar, balıklar, yani birçok canlı organizmada genetik manipülasyon artık çok rutin yapılan bir işlem. Bunun temel amacı ne? Modifiye ettiğiniz organizmadan yeni bir karakter elde ediyorsunuz, daha dirençli hale ge- 102 Temmuz 2012 • Sayı 49 tiriyorsunuz; mesela balıkları hastalıklara daha dirençli hale getiriyorsunuz, daha az antibiyotik kullanıyorlar. Bitki örneğinde olduğu gibi; bitkileri zirai ilaçlara karşı dayanıklı hale getirmeye çalışıyorsunuz, dolayısıyla zirai ilaç kullanmadan bitkiyi koruyabiliyorsunuz. Mikroorganizmalara geldiğimizde, aslında günlük hayatımızda, özellikle sağlık alanında çok sık kullanılıyor. Örneğin; günümüzde kullanılan aşıların önemli bir bölümü genetiği değiştirilmiş organizmalardan elde edilen aşılar. Yani, tüm dünyada teknolojik olarak çok yaygın kullanılmakta. Tabii, en büyük tartışma da genetiği değiştirilmiş bitkiler üzerinde yürütülüyor. Genetiği değiştirilmiş bitkiler de şöyle: Bitkilere bazı genler aktararak, bu bitkilere bazı yeni karakterler aktarmak istiyorsunuz. Nedir bu karakterler? ilk ticarileşen örnek olarak, bitkileri zirai ilaçlara, yani ot öldürücü ilaçlara karşı dirençli hale getiriyorsunuz, en yaygın kullanılan örnek bu. Dünyada en çok transgenik bitki üretimi soyada yapılıyor; soyada da, dediğim gibi, bu yabancı ot öldürücü ilaçlara dirençli bitkiler de yapılıyor. Buradaki amaç nedir? İlacı attığınızda, bitkiyi dirençli hale getiriyorsunuz ki, yabancı ot dediğimiz yabani otlar ölüyor, bitkiniz sağlam kalıyor; çok verimli bir zararlı ot mücadelesi yapmış oluyorsunuz. Bunu yapmadığınız zaman, zirai üretimde bazen %70’lere varan kayıplar oluşuyor. Yani sizin transgenik bitkiniz olsa da olmasa da, endüstriyel ölçekte tarımsal üretimde mutlaka, TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM “Ya, ne oluyor, biz toksin mi yiyoruz bitkilerden?” gibi tepkiler veriyor. Ama orada şu ikilem var; bunu özellikle ABD’de çok kullanıyorlar. Diyorlar ki her şeyin bir riski var, bu riski alıp almamayı son tüketiciye bırakıyorlar. Şöyle ki; sizin sorularınızda da bulunuyor, örneğin zirai kontrol yapabilmek için böcek ilacı kullanmanız lazım, özellikle bazı bitkisel üretimlerde; kaçınılmaz bu, bir tek biz değil, tüm gelişmiş ülkeler, tüm dünya kullanıyor, Avrupa dahil olmak üzere. Bazen beşaltı kereye varan ilaçlamalar yapmak zorunda kalıyorsunuz. Örneğin, böcek mücadelesinde kullanılan bazı ilaçlar, organofosfat dediğimiz ilaçlar, aynı zamanda sinir gazı olarak da kullanılıyor. Yani direkt olarak insana toksik etki gösterebiliyor ama bunu, değişik kullanım yönleriyle, böcekleri öldürmek için de kullanıyoruz. Oldukça toksiktir, böcek ilaçlarının insan toksisitesi de çok yüksektir. Şimdi yapılmak istenen ne transgenik bitkilerle? Bitkiye doğal olarak sadece böcekler üzerinde etkili bir geni aktarıp, bunun ürettiği protein sayesinde de, böceklere karşı herhangi bir zirai ilaç kullanmadan çok etkili bir mücadele elde edebiliyorsunuz. ABD’de konuya şöyle yaklaşıyorlar: Burada bir genetik modifiye organizma var, burada da zirai ilaç kullanılmış bir ürün var, bunda GDO yok ama ilaç var, bunda da GDO var. Risk algılamasını kendiniz yapın, hangisini tercih ediyorsanız onu kullanın. İşte her şeyin artısı, eksisi var. Bugüne kadar resmi kaynaklarda, literatürde gösterilmiş, transgenik bitkilere bağlı, özellikle insan toksisitesi konusunda net bir çalışma yok. Yapılmış dolaylı çalışmalar var. Bu tip bitkilerden elde edilmiş sonuçlar da zaten ticarileşmiyor, ticari olarak piyasaya çıkarılmıyor. Şu anda ticari olarak kullanı- lanlar çok ciddi bir biyogüvenlik taramasından geçiyor. Bir de, laboratuvarda bizim yaptığımız çalışmalar sonucunda bulunan bir şey hemen ertesi gün tarlaya iniyor gibi bir algı oluşuyor bazen. Tabii, böyle şeyler de yok. Transgenik bitkilerin en çok maliyet ve uzun çalışmalar gerektiren kısmı; biyogüvenlik çalışmaları, çok ciddidir ve çok yüksek maliyetlerle gerçekleştirilir.. Dolayısıyla yapılan çalışmalarda yüzlerce, binlerce değişik hat geliştiriliyor. Bu hatların her biri ayrı ayrı, çeşitli açılardan, toksisite, alerjenite vs. açısından, çok ciddi biyogüvenlik analizlerinden geçiyor. Bu biyogüvenlik analizlerini bağımsız laboratuvarlar, çok yüksek maliyetlerle yapıyor. Ancak bunlardan geçmiş, olumlu sonuç alabilen ve normal, transgenik olmayan bir bitkiyle gıda, toksisite ve diğer bazı parametreler açısından eşdeğerliliği kabul görmüş bitkiler piyasaya sürülüyor. Bunlar teknik konular olduğu için çok gündeme çıkmıyor, çıkmadığı için de doğal olarak bu bitkilere çok ciddi tepkiler var, böyle bir algılama da var. Tabii, bazı riskler var, örneğin; deniyor ki transgenik bitkilerde antibiyotik direnç genleri var, bu genler bize geçerse bakterileri dirençli hale getirebilir, antibiyotikler fayda etmez. Bu görülebilir bir risk ama kaldırılabilir de bir risk. Örneğin, yeni yapılan transgenik bitki çalışmalarında kesinlikle antibiyotik direnç genleri kullanılmıyor. Bugüne kadar gösterilmiş bir risk de yok ama kullanılmıyor şu anda. İkinci en önemli şey; “Bakteriden aldığınız bir geni neden bir bitkiye koyuyorsunuz, başka bir türle başka bir türü karıştırıyorsunuz?” Bu da şöyle aşılmaya çalışılıyor: Artık başka bir organizmadan değil de, bir bitkiden aldığınız direnç genini yine başka bir bitkiye aktarıyorsunuz. Temmuz 2012 • Sayı 49 Söyleşi bu zirai ilaç kullanımını yapmak zorundasınız. Yapmazsanız ekonomik bir tarım yapamıyorsunuz. Bunun da dolaylı olarak birçok sektöre etkisi var. Soya biliyorsunuz endüstriyel bir bitki, özellikle de yem ve gıda sanayiinde çok yaygın kullanılıyor, yağı kullanılıyor. Şu anda da dünyada transgenik üretimin hemen hemen %60-70 oranındaki kısmı transgenik soyadır. Bir diğer en yaygın kullanılan transgenik bitki uygulamasında da; “bacillus thuringiensis (BT)” adlı bir bakteriden elde edilen genleri kullanılıyor. Bu bakteri doğal olarak bazı sporlar oluşturuyor ve içinde bazı, özellikle böceklere toksik etki gösteren proteinler üretiyor. Aslında “bacillus thuringiensis” toksinleri doğal insektisit olarak uzun yıllar kullanıldı. Yani, bu bakteriden elde edilen sporlar doğaya atıldı ve doğada da böcek kontrolünde kullanıldı. Bu proteinler ne yapıyor? Böcek bu proteinleri yediği zaman proteinler böceğin midesinde ve bağırsak hücrelerini etkileyerek böcekleri öldürüyor. Tabii insanlar haklı olarak tedirgin oluyor: “Böceği öldürdü, ben de yiyeceğim, ben de etkileneceğim.” diye. Doğada benzeri etki gösteren birçok toksin protein bulunmakta. Ancak bu toksinler hedef organizmalara özgün olduğundan, bir organizmada görülen etki diğerinde oluşmuyor.. Benzeri şekilde bu bakterinin ürettiği toksin sadece belli böcek familyaları üzerinde etkili, insanda herhangi bir etkinlik gösteremiyor çünkü böceğin bağırsak hücrelerinde etkilenen hedef proteinler bizde bulunmamakta. Böyle bir etki mekanizması olmadığı için de; böyle bir toksini böcek için taşıyan bitkiyi siz yediğiniz zaman size hiçbir etkisi olmuyor. Tabii bu böyle algılanmadığı için doğal olarak son tüketici ya da kullanıcı birdenbire 103 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM 104 Bu da bazı endişeleri ortadan kaldırıyor. Özellikle de yeni nesil uygulamalarda, transgenik teknolojiler sadece bir-iki tane ticari ürün boyutunda tartışılıyor; bakteri genini yediriyorsunuz bize, yabancı ot genleri kullanılıyor vs. gibi. Aslında bunun ötesinde çok ilginç uygulamaları var. Bunları önümüzdeki beş ile 10 sene arasında kullanımda göreceğiz. Bunlardan bir tanesi, yenilebilir aşılar; yani bitkiyi aşı haline getiriyorsunuz, birine elma yediriyorsunuz aşı olmuş oluyor ya da bir hayvana bir aşı içeren yem oluşturuyorsunuz, hayvanı bu yemle beslediğiniz zaman aşı olmuş oluyor. AB’de bazı projeler var, balıklara aşı yaptırabilmek için, içinde bazı aşı epitopları taşıyan bitki üretiyorlar. Bu bitkiden de yem yapıyorlar, balığı da bu yemle beslediğiniz zaman balığı aşılamış oluyorsunuz. Özellikle kültür balıkçılığında, aşılama ve hastalıklardan kayıp çok ciddi boyutlarda. Böyle bir uygulamayla, çok rahatlıkla çözüm üretmiş oluyorsunuz. İnsanlar için bu geçerli, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki insanları aşılamak oldukça zor ama bu tip bir uygulamayla çok rahat, gıdalarda kullanarak aşıyı yapabilirsiniz; bunun gibi çok ilginç uygulamalar var. Biz bunlara “yeni nesil transgenik uygulamalar” diyoruz. Belki ülkemiz açısından da çok önemli olabilecek bir uygulama var; biliyorsunuz, dünyada günden güne, karbon sera etkisiyle bir ısınma ve kuraklık var, tuzlanma var, tarım alanları daralıyor. Ne yapmanız gerekiyor? Bu alanlarda nüfus da artıyor, gıda bulmanız lazım bu insanlara. Tuzlu ve kurak alanda bitki üretimi yapmak çok kolay değil ama özellikle bitkilerdeki tuz ve kuraklık mekanizmalarını artırarak tuzluluğa, kuraklığa dayanıklı transgenik bitki geliştirme yönünde çok ciddi çalış- Temmuz 2012 • Sayı 49 malar var. Bunun, ülkemiz açısından da çok ciddi kullanım alanları olabilir. Yakında çalışmaları büyük firmalar tarafından yapılan ticari kullanım örnekleri piyasaya çıkacak. Elbette, bir transgenik teknoloji ya da genel anlamda yeni bir teknoloji kullandığımız zaman, artıları olduğu kadar mutlaka eksileri, daha doğrusu riskleri de vardır. Önemli olan, bu transgenik bitkileri kullanırken bu riskleri kontrol edebiliyor musunuz, kabul edilebilir ve alınabilir riskler mi, buna bakmak gerekiyor. Bugüne kadar bu risklerin alınabildiği düşünülüyor. Özellikle AB’de, transgenik bitkiler, hayvan yemi olarak çok yaygın kullanılıyor, bir tek orada değil tüm dünyada. Çünkü, yemin hammaddesi soya ve mısır, transgenik bitkilerde de soya ve mısır en çok üretilen, endüstriyel bitkiler. Çeşitli risk analizleri var, raporlar çıkıyor ve bu raporları genel olarak değerlendirdiğinizde, bilimsel olarak da baktığınız zaman, bunu yapan çeşitli kuruluşlar var. EFSA (European Food Safety Authority) var, bunların yaptığı çeşitli çalışmalar var, bağımsız bilim insanlarınca. Buradan çıkan raporlar var, şu anda eldeki veriler ışığında, transgenik bitkilerin öngörülen koşullarla kullanılmasında, hayvan ve gıda sağlığı açısından, bir etki olmadığı söyleniyor ve bu şekilde de bunlar; sadece bizim ülkemizde değil tüm dünyada, özellikle yemde kullanılıyor. GDO’lu ürün konusunda Türkiye’deki araştırmalar hangi boyutta? Türkiye’de bu konuda araştırma yapılıyor. Çeşitli gruplar tarafından, yaklaşık 20 seneden bu yana bu tip araştırmalar yürütülüyor Türkiye’de. Yurtdışıyla mukayese edildiği zaman, sayı oradaki kadar çok olmasa da, bu işi yürüten belli başlı gruplarımız var. Ama biliyorsunuz, yeni kanunla Türkiye’de artık transgenik bitki tarımı yapmak mümkün değil, bizim böyle bir kanunumuz var. Ancak yurtdışında üretilmiş olan transgenik bitki ürünlerini Türkiye’ye getirip Biyogüvenlik Kurulundan izin aldıktan sonra, verilen izin kapsamında kullanabiliyorsunuz. Bir örnek verelim, diyorsunuz ki; “Ben yurtdışından şu özellikleri taşıyan mısır getirip burada hayvan yemi olarak kullanmak istiyorum.” Biyogüvenlik Kurulu alıyor bunu, inceliyor; daha önce kullanılmış mı, riskleri nedir, dokümanları inceliyor. Her bir müracaat için 11 kişilik uzman bir komite kuruluyor. Bu komitede görüşülüyor bu ürün her boyutuyla, daha sonra da Biyogüvenlik Kurulu bir izin veriyor, “Siz bu ürünü Türkiye’ye getirebilirsiniz ve şu amaçla kullanabilirsiniz.” diyor. İzin verilmediği halde ya da kaçak kullanılması durumunda bu kanunun getirdiği çok ciddi yaptırımlar var, hapis cezasına kadar varan. Çok yüksek para cezaları var, onun için de herkes uyar diye düşünülüyor bu sisteme. Yine de, kaçak kullanım olup olmadığını anlayabilmek için GDOları izleyebilmeniz lazım. Transgenik bitkileri tespit edebilmek mümkün, bugünün teknolojisiyle bunun standart yöntemleri var. Yalnız şunu belirtmekte fayda var, kullanılan yöntemler, genelde bizim “polimeraz zincir reaksiyonu” dediğimiz PCR temelli moleküler yöntemler. Yani, bitkinin DNA’sını alıyorsunuz, bahsettiğim yöntemlerle bu gen orada mı değil mi analiz yapıyorsunuz. Fakat şöyle bir şey var, tüm dünyada böyle, TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM Söyleşi bu analizleri yaparken belli standartlara uymanız gerekiyor. Belli standartlara uymadan bu analizleri yaparsanız, yaptığınız analiz geçerli olmayabilir, çünkü bizim yanlış, negatif dediğimiz sonuçlar ortaya çıkıyor. Siz pozitif sonuç alıyorsunuz ama o sonuç aslında pozitif değil. Bir kontaminasyon, doğadan karışma olabiliyor, doğru örnekleme yapmazsanız olabiliyor. Onun için, ISO standartları kapsamında kullanılan yöntemler var. Siz ancak laboratuvar olarak bu yöntemleri birebir kullanıyorsanız, çok oturmuş standart operasyon prosedürü diyoruz bunlara, SOP’leriniz yoksa, her zaman için çok yüksek oranda hata yapma ihtimaliniz var. Onun için de, bu analizlerin her zaman akredite olmuş, bu standartları kullanan laboratuvarlarda yapılması lazım. Bu tip laboratuvarlar da Türkiye’de var. Tarım Bakanlığı bünyesinde var, Gıda Analiz Laboratuvarları bünyesinde, ayrıca özel sektörde de yeni yeni bazı oturmuş laboratuvarlar oluştu. Bir diğer dikkat edilmesi gereken husus da, bu konuda çok ciddi bir bilgi kirliliği var. Herkes her kaynağa ulaşıyor ve yazıyor, herkes yorum yapıyor. Bizim tavsiyemiz, hani göz ameliyatı olacaksanız bir göz cerrahına ameliyat olmak her zaman en doğrusudur ya, bu konuda da öyle davranılması. Yani, bu konuda bilgi alacaksanız, tam anlamıyla gerçeği öğrenmek istiyorsanız, bu konunun gerçek uzmanlarından görüş almak her zaman iyi, yoksa herkes bir şeyler yazıyor. Ben de göz ameliyatı yapabilirim, profesörüm ama siz herhalde bir göz cerrahına ameliyat olmayı tercih edersiniz. GDO da böyle bir konu; GDO konusunda herkes okuyabilir, okuduğundan anladığını yorumlayabilir ama yorumu size bırakıyorum, doğrusunu herhalde bu konuda uzmanlığı olan kişilerden almak daha yerinde olur. Mevzuatlarımız ne öngörüyor? Mevzuata göre, şu anda transgenik bitkilerin Türkiye’ye ithalatı için izin almanız gerekiyor. Ciddi bir mevzuatı var, Biyogüvenlik Yasası var, bunun içinde GDO’lar ayrıca ele alınıyor. Biyogüvenlik Kurulu var, özerk oluşturulmuş bir kurum. Bu kurula müracaat ediliyor, bunun yönetmeliklerle belirtilmiş prosedürleri var. Genetiği değiştirilmiş organizmalarda en önemli şey, her olgu için ayrı ayrı değerlendirme yapacaksınız. Buna “case by case” diyoruz. Size, örneğin, böcek direnci oluşturulmuş bir bitki geldi, bunu ele alacaksınız; böcek direnci de çok farklı yöntemlerle sağlanabilir, daha önce konuştuğumuz “BT” bunlardan bir tanesidir, hangi yön- tem kullanılmış, buna göre ele alıp bu, “transgenic event”in Türkçe karşılığı olarak kullanılan, olguyu, tek başına incelemeniz gerekiyor. Bunu ele aldığınız zaman, mesela kuraklık direnci olan bir başka bitkiyle karşılaştıramazsınız, onu da kendi başına ele almanız gerekiyor. Yaklaşım Türkiye’de böyle, “case by case”, her olgu için ayrı bir değerlendirme yapılıyor. Onun için 11 kişiden oluşan ayrı bir komite kuruluyor, farklı disiplinlerden öğretim üyelerinden oluşturuluyor, bir havuz var o havuzdan seçiliyor bilimsel kurul üyeleri. Oldukça şeffaf yapılmaya çalışılan bir uygulama, görüşler bir internet sitesinde yayınlanıyor, siz buna istediğiniz görüşü yazabiliyorsunuz, yazılanları görebiliyorsunuz. Daha sonra da; oluşturulan raporlar kapsamında, Biyogüvenlik Kurulu karar veriyor, bu ürün şu amaçla kullanılabilir, Temmuz 2012 • Sayı 49 105 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM şu amaçla kullanılamaz diye. Örneğin, geçenlerde mısır için müracaat oldu, sanırım yedi veya sekiz değişik mısır için başvuru yapıldı, incelendi bunlar, yanlış hatırlamıyorsam dört tanesi yem olarak kullanılmak için kabul edildi ama diğerlerini kabul etmediler. Şu anda da gıda olarak kullanılmak üzere yapılmış bir müracaat var bildiğim kadarıyla, o inceleniyor. Bunlar gibi “case by case” incelemeler yapılıp açıklanıyor; mevzuatımız böyle. Çok ciddi cezalar var, izinsiz ya da verilen izin dışında kullanıma verilen. Örneğin, size yem olarak kullanma izni verildi, mısır getirdiniz; hayvan yeminde kullanabilirsiniz dendi, bunun dışında siz bunu un haline getirdiniz, götürüp ekmek yaptınız, bu da tespit edildi; hapis cezasına kadar varan cezalar, çok yüksek para cezaları var. Sadece sizin değil, zincirleme olarak, kullanan herkesin belli sorumlulukları oluyor. Onun için de, çok ciddi bir izleme, denetleme sistemi kurulması gerekiyor. Bunlar henüz çok yaygınlaşmadı ama zaman içinde çok önem kazanacağını düşünüyorum. Tüketicinin bilgilendirilmesi için ne gibi uygulamalar var? Etiketleme ile ilgili şöyle bir uygulama var, Avrupa mevzuatı da böyle. Bir gıdanın içinde, binde dokuzun (% 0.9) üzerinde, yuvarlak hesapla % 1 diyelim, % 1’in üzerinde GDO bulunması durumunda bu ürünün etiketlenmesi gerekiyor. Nasıl etiketleneceğiyle ilgili bilgi mevzuatımızda var; bizim için de geçerli bu, Avrupa için de geçerli. Ama deniyor ki, binde dokuzun altında bir oranda GDO içeriği varsa, herhangi bir etiketleme yapmaya gerek yok. Burada da şöyle bir açıklama getirmekte fayda var; bazıları diyor 106 Temmuz 2012 • Sayı 49 ki “Neden binde dokuz, hiç olmasın ya da bunun altında olsun; biz binde beş yapalım.” Tabii, bir olguyu tespit etmeniz gerekiyorsa, sizin tespit limitiniz var. Dünyada şu anda mevcut olan teknolojiyle, bir bitkinin içinde ne kadar GDO olduğunu tespit edebiliyorsunuz. Genelde yapılan değerlendirme ve analizlerle, şu andaki mevcut teknolojilerle, % 1, % 0.9 seviyesindeki bu algılama sağlıklı oluyor. Onun için genelde böyle bir limit konuyor. “Tamam, yapalım.” demek kolay ama bir de bunu takip edebilmeniz lazım. Bunlar gözetilerek konan limitler bunlar. Ayrıca, yapılan çalışmalarla, belli bir güvenlik seviyesi belirlenmiş limitler. Ondan dolayı böyle limitler kullanılıyor, biz de Avrupa mevzuatı ne kullanıyorsa aynısını kullanıyoruz. Markette, pazarda alışveriş yapan insanlara tavsiyeniz? Benim tüketiciye önerim şu; çok konuşuluyor tabii, domateste bulundu vs., bunların bazıları doğadan bulaşıklık. Yapılan analizler sonucunda, böyle olması çok yüksek ihtimal, çünkü bu pahalı bir teknoloji. Yani şöyle düşünün, bir firmanın transgenik bir bitkiyi geliştirip, bütün bu güvenlik analizlerinden geçirip pazara getirmesi bazen 500 milyon doların üstünde bir maliyet gerektiriyor. Bu kadar para harcayıp da, bunu getirip kaçak olarak bir yere sokmak için uğraşmazsınız... Onun için, spekülasyonlardan mümkün olduğunca uzak durmakta fayda var. Önemli olan; iyi bir tespit sistematiği, mekanizması oluşturabilmek ve takip edebilmek. Yani, çok geniş yayılımla bu ürünlerin kaçak girmesi söz konusu değil. Onun için tüketiciyi bu şekilde rahatsız etmememiz lazım diye düşünüyorum, çok teknik konular çünkü. Ama benim kanaa- tim görünen de bir endişe edilecek ciddi bir durum olmadığı. Bir de, bir endişe konusu; bir toplantida şahit olduğum, hiç unutmadığım bir şey: Transgenik mısırın tarımıyla uğraşan bir işçi “Hocam, bunu aldığımız zaman ne yapalım, maske, eldiven, gözlük mü takalım?” dedi. Bu seviyede risk yok, bu seviyede risk olsa bunlar piyasaya sürülmez. Biliyorsunuz, bir ilacın oluşturduğu risk, bir firmanın batmasına neden oluyor, milyar dolarlık davalar açılır hemen. Bu seviyede yüksek risk içerecek hiçbir ürünü şu anda, bu Avrupa, ABD, Japonya için de geçerli, piyasaya sürmek mümkün değil. Onun için, bu analizler yapılmadan, emin olunmadan bu tip ürünler kesinlikle piyasaya sürülmüyor. Yani, eldeki verilerle, yapılan inceleme ve araştırmalarla gözüken; şu anda anlatıldığı gibi riskler yok... Hormonla çok karıştırılıyor bu, apayrı konular. Hormonu yanlış kullandığınız zaman, özellikle bitki ve meyvenin şekli değişir, bunun gen aktarımıyla hiçbir ilgisi yoktur, hormon kullanımıyla ilgisi vardır. Hormon kullanımını da çok karıştırıyorlar. Bazı hormonlara biz “bitki büyüme düzenleyicisi” diyoruz, hiç bunları yapmayan şeylerdir, onlar da çok sağlıklı, rahat kullanılabilecek, günümüz modern tarımında kullanılan maddelerdir. En azından transgenik bitkiler anlamında düşünülünce; şu anda ülkemizde bunlar mısır ve soyada vardır, bunlar ağırlıklı olarak hayvan yeminde kullanılıyor. Sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da, tüm dünyada çok ağırlıklı olarak kullanılan ürünler. Benim son olarak önerim, herkes bilgiye ulaşırken, nereden bilgi aldığına dikkat etsin. Özellikle de GDOlar konusunda... TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Türkiye’de Son Durum Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Türkiye’de Son Durum Prof. Dr. G. Candan Gürakan Gültekin ODTÜ, Gıda Mühendisliği Bölümü GDO nedir? Diğer bir GDO biçimini ise Genetiği Değiştirilmiş Mikroorganizmalar (GDM) oluşturmaktadır. GDO’lar ile ilgili çelişkiler: Günümüzde GDOlar ile ilgili olarak bilim dünyası ikiye bölünmüş durumda. GDO’ların çıkış amacı insanlık yararına ve masumane. Ancak piyasaya geçişi ile, insan sağlığı, hayvan sağlığı ve çevresel olası riskler bu üretimleri sorgulamayı getirdi. Kimi bilim insanları GDO’ların sağlayacağı avantajların nüfus artışıyla başgösteren açlığa, iklim değişikliğinin getirdiği kurak- Fotoğraf: Talat Doğan Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) genetik materyalleri (DNA), doğal çiftleşme veya doğal değişim ile oluşamayacak şekilde değiştirilmiş olan organizmalar olarak tanımlanmaktadır. GDO yaratmak için, laboratuvar koşullarında bir organizmadan, GDO olarak tanımlanacak baska bir organizmaya DNA (Genetik materyal) transferi söz konusudur. Bu yolla genetiği değiştirilen organizmaya istenilen özellik veya özellikler kazandırılabilmektedir. Günümüzde bu yolla (rekombinant DNA yöntemleri kullanılarak) GDO olarak yaratılan bitkiler ‘‘transgenik’’ olarak isimlendirilmektedir. lığa ve gıdalarda kıtlığa engel olabileceğini savunurken, diğer bilim insanları insan sağlığına, çevreye olası zararlarının GDO’ların getirisinden daha fazla olabileceğini savunuyor. GDO’ların kullanım alanları: Dünyada GDOlar iki yolla piyasaya girebiliyor; tohumlar olarak ekilmek üzere ve hayvan yemi veya gıda olarak marketlerde, pazarlarda ve çoğunlukla da ambalajlı halde satılmak üzere. Tohum olarak ülkemize GDO’ların girişi Tohumculuk kanunu ile yasaklanmış bulunmaktadır. Gıda ve yem olarak GDO’lu ürünler ise, Avrupa Birliği’nde olduğu gibi Türkiye’de de izin verilen (onaylı) ve izin verilmeyen (onaysız) ürünler olarak guruplara ayrılacaktır. Onay almamış ürünlerin ithalatı yasak olacaktır. Bugünlerde gıda ve hayvan yemi amaçlı onaylanmış GDO’lu ürünlerin piyasaya sunulması gündemdedir. Temmuz 2012 • Sayı 49 107 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Türkiye’de Son Durum Dünya ülkelerinde farklı uygulamalar: Ülkelerin GDO’lar konusunda farklı yaklaşımları bulunmaktadır. Örneğin ABD’de uygulama ile Avrupa Birliği’nde GDO uygulamaları birbirinden oldukça farklıdır. Hatta bazen AB’ye üye ülkeler bile kendi aralarında anlaşmazlığa düşmektedirler. ABD de otoriteler örneğin FDA (Gıda ve İlaç İdaresi) tarafından onaylanmış ürünler etiketlenmek zorunda değildir, buna karşın AB’nde daha katı kurallar uygulanır ve onaylı GDO ürünler etiketlenmek zorundadır. Biyogüvenlik yasası ile, Türkiye’de de gıda olarak tüketilecek ve hayvan yemi olarak kullanılacak GDO ürünlerin etiketlenmesi zorunluluğu getirilmiştir. AB’nde onaylı/onaysız GDO’lu ürünler: AB dahil birçok ülkede onay almış olan ve piyasada en sıklıkla bulunan ürünler soya, mısır, pamuk ve kanola bitkisi ve bu GDO’lu ürünlere transfer edilmiş, gen haritaları farklı olan DNA parçacıkları içeren çeşitleridir. Onay almamış ürünler ile ilgili olarak zaman zaman krizler yaşanmış, bu ürünler piyasaya dağıtılmış veya ekilmiştir. AB’nde ve ABD’nde izinsiz piyasada bulunan ürünler geçmiş yıllarda kriz yaratmıştır. Örneğin Bt10 isimli GDO’lu mısır otoritenin izini olmaksızın 2001-2004 yıllarında yanlışlıkla üretici firma tarafından piyasaya verilmiştir. AB’nde de piyasada bulunmuş ve Bt10 krizi ismi verilen olay yaşanmıştır. Olay GDO üretici firmanın yüklü bir ceza ödemesine neden olmuştur. Benzer bir olay Taco shell üreten Taco bell isimli bir firmanın hayvan yemi olarak onay almış ancak gıda maddelerinde bulunması onaysız bir mısır çeşidini (starlink), ürünlerinde kullanması ile patlak vermiştir. Bu 108 Temmuz 2012 • Sayı 49 Günümüzde GDOlar ile ilgili olarak bilim dünyası ikiye bölünmüş durumda. GDO’ların çıkış amacı insanlık yararına ve masumane. Ancak piyasaya geçişi ile, insan sağlığı, hayvan sağlığı ve çevresel olası riskler bu üretimleri sorgulamayı getirdi. ürünler ABD de 2000 yılında piyasada bulunarak krize neden olmuştur. Ürünleri piyasaya sunan aracı firma kendi isteği ile ürünleri piyasadan geri çekmiştir. AB’nde GDO çeşidi nasıl onay alır? AB Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) biyoteknoloji firması tarafından üretilen ve yine aynı firma tarafından piyasaya verilmek üzere başvuruda bulunulan çeşit üzerinde bilim komiteleri yardımıyla risk değerlendirmesi yapar, piyasaya verilmesi konusunda görüşünü Avrupa komisyonuna sunar, Avrupa Komisyonu da uygun bulursa ve bağımsız bir komite olan ‘‘Gıda Zinciri ve Hayvan Sağlığı Daimi Komitesi’’nin de olumlu görüşü var ise onaylar. Anlaşmazlık durumunda Bakanlar Konseyi de devreye girer. Onaylar süreli olarak verilir. Firma, GDO çeşidine gıda olarak, hayvan yemi olarak veya tarlaya ekim için onay almak amacıyla başvuruda bulunur. Bu ürünlerden bir çoğu hayvan yemi ve gıda olarak, ender olarak da bazısı ekilmek amacıyla onay alabilmektedir. Örneğin, AB’nde şimdiye kadar çok sayıda (yaklaşık 21 adet) GDO mısır çeşidi gıda ve yem olarak ithalat için onay almıştır ancak ekilmiş olan GDO mısır çeşidi ve ekim yapan ülke sayısı sınırlıdır. Üye ülkeler kendileri için ayrı kararlar alabilme özgürlüğüne sahip olduklarından, bazı AB ülkeleri ekim ve/ veya gıda ve yem olarak satış için AB-onaylı-çeşitlerin bazılarına üye ülkede yasak koymayı tercih etmiş bulunmaktadır. AB’nde onay almış GDO çeşitleri: Zararlılara karşı mücadele tarımda pestisitle (böcek öldürücü ilaçlar) ya da GDO’larla yapılabilmektedir. Her nekadar üretici firmalar aynıysa da, tarımda GDO’lu ürünlerden bir çoğu tarım ilaçlarına rakip oluşturmak amacıyla ortaya çıkmıştır. AB de onaylı GDO’lu ürünlerden en yaygın olanı böceklere karşı direnç sağlayan ve herbisit kullanıldığında yabancı otlar yok edilirken zarar görmeyecek şekilde tolearans geliştirilmiş çeşitlerdir. AB’nde ekilen GDO’lu mısır, Bt mısır çeşidi olup, bitkide böcek direnci sağlayan ve toksin (Bt toksin) oluşumuna neden olan bir bakteri (Bacillus thuringiensis) genini içermektedir. GDO’lu ürünlerle ilgili eşik değer uygulamaları : AB GDO konusunda diğer ülkelere kıyasla daha katı kurallar uygulamaktadır. Onay almamış GDO’lar için sıfır tolerans kuralı uygulanır. Bir çeşitte GDO oranını tespit etmek için miktar tayini yapılması gerekmektedir. Bu da bitkinin genomunda bulunan bitkiye özel gen ile değiştirilmiş olan gen arasında korelasyon kurarak belirlenmektedir AB’nde onaylı ürünlerde yüzde 0.9 eşik değer uygulanmaktadır. Bu değerin üzerinde GDO bulunduran TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O Fotoğraf: Aydın Tiryaki Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Türkiye’de Son Durum ürünlerde GDO olarak etiketleme zorunluluğu vardır. ABD’nde ise herhangi bir etiketleme kuralı yoktur. Bu ürünleri etiketlemek zorunluluğu yoktur. Japonya’da etiketleme için GDO eşik değer (treşold) % 5, Kore’de %3, Rusya’da %0.9 dur. GDO’ların izlenmesi: GDO’lu ürünü üreten şirketler genellikle bu ürünü izlemek, gerekli durumlarda varlığını tespit etmek için de laboratuvar metotları geliştirmektedirler. AB’nde JRC (Joint Research Center) isimli üye ülkelerin oluşturduğu, merkezi İtalya, Ispra’da bulunan araştirma birimi tarafından bu metotlar ve yeni geliştirilmiş diğer metotlar test edilir, validasyonu gerçekleştirilir. GDO’lu bir ürünü tespit için oluşturulan yeni bir metot valide edilmelidir. Bu metot geliştirme ve validasyon çalışmalarını Türkiye’de ise yaklaşık 3 yıldır (Eylül 2009 dan beri) Ulusal Referans Laboratuvarı yürütmektedir. Türkiye de GDO yönetmeliği: Türkiye’de biyogüvenlik Kanunu 26 Mart 2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun’a ilişkin ‘’Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik’’ ve ‘‘Biyogüvenlik Kurulu ve Komitelerin Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik’’ 13 Ağustos 2010 tarihli ve 27671 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Biyogüvenlik Kanunu 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. GDO ve ürünleri ile ilgili yapılan başvuruların değerlendirilmesi Biyogüvenlik kurulu tarafından yürütülmektedir. Biyogüvenlik kurulu tarafından uzmanlar listesinden seçilerek oluşturulan ve her biri 11 kişiden oluşan bilimsel komiteler, GDO’lu ürün için yapılan başvuruyu bilimsel açıdan değerlendirmektedir. Bilimsel komiteler tarafından hazırlanan risk değerlendirme raporları Biyogüvenlik Kuruluna sunulmaktadır. Türkiye’ye giren ambalajlanmış onaylı gıda olarak tüketilen GD ürünlerin etiketlenmesi gereği, ürünü seçme özgürlüğünün olması nedeniyle tüketiciyi rahatlatacaktır. Diğeryandan, GDO’lu ürünle beslenen hayvanın eti, sütü veya GDO’lu ürünlerden elde edilmiş nişasta, şeker şurubu gibi işlenmiş ürünler söz konusu olduğunda bir etiketlemeye gidilmemesi (AB’de uygulanış biçimi de bu şekilde) durumu, bu konuya hassas olan tüketiciyi memnun etmeyecek gibi görünmektedir. Temmuz 2012 • Sayı 49 109 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi SERTAÇ ÖNDE Biyolojik Bilimler Bölümü’nden Doç. Dr. Sertaç Önde ile GDO, Zirai İlaç ve Tohumu Konuştuk Söyleşi: Aylin Turgut Ecevit Sera ve tarlada kullanılan tohumların ne kadarı yurtdışından geliyor? Bu, hangi tür meyve ve sebzenin kullanılacağına göre değişiyor. Bazıları yurtdışı kaynaklı, domates 110 Temmuz 2012 • Sayı 49 İsrail’den mesela. Ama Türkiye’de de çok sayıda tohum üreten şirket var, kimi Bursa kimi Antalya tarafında. Dolayısıyla bu tohumların hepsi yurtdışından geliyor demek de mümkün değil. Yurtdışından alma- ya gereksinim duymuyoruz. Ama bazı durumlarda, bu bir ihtiyaç haline gelebiliyor, domateste olduğu gibi. Bunu piyasanın şartları belirliyor. Piyasanın arz-talep dengesine göre, illa şu tipte, özellikte bir TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O SERTAÇ ÖNDE 1960’lı, 1970’li yıllarda yoğunlukla klorlu tarım ilaçları kullanılıyordu, DDT gibi. Bunlar doğada çok uzun süre kalabilen, zehirli ve doğada ayrıştırılamayan ilaçlardı. Dünyayı en çok kirlettiği söylenen 12 kimyasaldan Bazı tohumların GDO’lu 9’u zirai ilaç. Zirai ilaç olma olasılığından yola kullanımındaki görüşleriniz? çıkarak, bu konudaki Pazardan aldığımız elma, görüşünüz? çilek, domates ne kadar Bazı tohumların GDO’lu olması sağlıklı? konusuna gelirsek; bir kere, şu andaki mevzuata göre, GDO’lu tohumun satılması ve tarımsal olarak kullanılması yasaklanmış durumda. Dolayısıyla, bir tohum aldığınızda bunun GDO’lu olma şansı neredeyse sıfır. Ama bir tohumun GDO’lu olup olmadığını araştırabilmek için bir takım çok uzun analiz yöntemleri söz konusu. Sadece belli bir kısmına bakıp ya da şüphelendiğiniz genin bir kenarına, köşesine bakarak, var - yok analiziyle bunu ortaya koyamazsınız. Dışarıdan göründüğü kadar kolay değildir, uzun bir süreçtir. Dikkatli olmak gerekir, çünkü kanuni yönleri var bunun. Birinin bir tohumuna, yada ürününe “Bu GDO’lu.” demeniz için çok farklı bir sürü genetik analiz yapmanızı gerektirir... Bunu da; bilen, bu konuya hakim kişilerin yapması gerekiyor. Şu anda, Türkiye’de devletin kurduğu bir takım tanı laboratuvarları var. Fakat bunlar ne kadar konuya hakim kişilerce yürütülüyor ve ne kadar hassas analizler yapılıyor, bu konuda çok emin değilim. Tabii ki çok fazla kullanılıyor, böcek öldürücüler özellikle. Ama başka da yolumuz yok böcekle mücadele konusunda, çünkü tarımsal üretimin en büyük çıktılarından bir tanesi ürün kayıpları. Dolayısıyla ürün kayıplarını azaltmak önemli bir sorun çünkü dünyada ekilecek ve dikilecek toprak miktarı belirli, bunu artıramıyoruz. O zaman, sınırlı topraktan verimi artırmak gerek, bunun da genetik olarak bir sınırı var. O zaman üçüncü kalem; kaçışları, zararı minimize etmek için size zarar veren canlılarla mücadele etmek zorundasınız. Geçmişe göre tabii ki kimya endüstrisi de gelişme gösterdi. 1960’lı, 1970’li yıllarda yoğunlukla klorlu tarım ilaçları kullanılıyordu, DDT gibi. Bunlar doğada çok uzun süre kalabilen, zehirli ve doğada ayrıştırılamayan ilaçlardı. Hatta üniversite 3. sınıftayken ben bir proje yapmıştım ve Çukurova’da bu ilaçların toprakta ne kadar çok biriktiğini göstermiştim. 1970’li yıllarda DDT yasaklandı Türkiye’de, ama ben 1985 yılında bu çalışmamı yaptığımda Çukurova topraklarında hala DDT vardı. Dolayısıyla bu DDT ve benzeri klorlu tarım ilaçları sıkıntıydı ve çok zehirliydi bunlar. Ama zaman içinde bu endüstri de bunun farkına vardı ve klorlu tarım ilaçları yavaş yavaş terk edilip doğada daha kolay parçalanabilen ve değişik ekolojik kompartımanlarda zehri daha az olan fosforlu tipte tarım ilaçlarına geçti. Yani, endüstri de boş durmuyor, bu zehrin miktarını ya da tipini azaltma yönünde çalışmalar yapıyor ama neresinden bakarsanız bakın bu bir zehir. Bunların da çok farklı tipleri var, uygulama şekilleri farklı. Söyleşi domates istiyorum dendiği zaman ve sizin ülkenizde bu üretilmiyorsa; o zaman doğal olarak yurtdışından bunu getirtmek yoluna gidilebiliyor. Ben de alıyorum kimi zaman, kendi evimde dikiyorum. Şu anda evimde büyük bir saksıda kişniş ve reyhan üretiyorum. Bunların tohumlarını da gittim bir yapı marketten aldım. Dolayısıyla, zaten yıllardır piyasada satılıyor bunlar. Kimi yabancı kimi Türk menşeili. Bu konuda benim bir sıkıntım yok en azından. Çünkü bunların üstünde çok fazla oynama olduğu gibi bir şey söz konusu değil. Sorunun devamında pazardan aldığımız elma, domates, çilek ne kadar sağlıklı demişsiniz. Bunlara da kimyasal ilaç uygulanıyor. Ama kimyasal ilaçların temel sıkıntısı; sebze ve meyvenin üstünde bıraktığı kalıntı miktarı. Eğer siz bunu suyla karıştırıp tarlada uygulama yaptıysanız, böceği öldürdükten sonra, meyvenin - sebzenin üstünde belirli bir miktar kalıntı bırakıyor. Geçenlerde, yurt dışına gönderilmek için yola çıkarılan biberler sınırdan geri döndü. Çünkü üstündeki kalıntı miktarı Avrupa standartlarının çok üstündeydi. Bunun için de yiyeceğiniz meyveleri iyi yıkamanız ve bu kalıntının suyla olabildiğince akıtılması gerekir. Bizim çocukluğumuzda kolera gibi salgın olduğu zaman potasyum permanganat hapları dağıtılırdı; alır, suya koyardık ve sebzelerimizi o suyla yıkar, mikrobu öldürürdük. Buna benzer şekillerde, sirkeli su ve benzer yöntemler kullanılarak sebze ve meyvenin suda bekletilmesi ve iyi yıkanmasıyla bunlar olabildiğince uzaklaştırılabilir. Organik tarım dediğimiz konu var. Bana sorarsanız, organik tarımın da ciddi sıkın- Temmuz 2012 • Sayı 49 111 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi SERTAÇ ÖNDE tıları var. Çünkü hiç ilaç, kimyasal kullanmayacağız diyerek, üstünde yine patojen küflerin olduğu veya doğada bulunan bir takım canlıların olduğu meyve-sebzeler pazara geliyor, siz organik diye bunu alıp yiyorsunuz, bazı küflerde biliyorsunuz aflatoksin gibi kanser yapıcı çok fazla sayıda kimyasallar da olabiliyor. Dolayısıyla organik tarım o kadar da sağlıklı olamayabiliyor, bazen. Tavuk, yumurta, keza süt öyle. Endüstrinin bazı patojen organizmaları engellemek için kullandığı yöntemler eleştiriliyor ama bir yanda da sütten ya da yumurtadan gelebilecek bir sürü enfeksiyon riski ya da aflatoksin gibi hususlarda sıkıntılar çıkabiliyor. Dolayısıyla bu konuda çok da fazla bir şey yok. Yani biraz oradan, biraz buradan fedakârlık yolundasınız. Yüzde yüz sağlıklı, güvenilir bir şey bulmak neredeyse imkansız. 112 Temmuz 2012 • Sayı 49 Üretici açısından baktığımızda devletin GDO’lu ürünler, zirai ilaçlar konusundaki tutumu ne? Devletin GDO ile ilgili tutumu “Ne ektiririm ne de diktiririm.” Fakat yasa böyle diyor, görüyorsunuz, Türkiye’ye bir takım GDO’lu ürünlerin girmesi için yasa çıkartılacak yakında ve bunlar sıkıntı olacak. Bana sorarsanız; devlet şu anda çok da fazla denetleme yapamıyor, daha doğrusu yapmak işine gelmiyor. Bence en önemli yapılması gereken şey; etiketleme yapılması. Yasada etiketleme zorunluluğu var ama devlet muhtemelen bunun üstünde durmayacak. Ama bana göre GDO konusunda ilk yapılması gereken şey; içinde binde dokuzdan daha fazla GDO malzemesi bulunan herhangi bir gıdanın “İçinde GDO bulunmaktadır.” şeklinde etiketlenmesi. Çünkü bunu yaptığınız zaman tüketiciye bir şans tanıyor- sunuz, GDO’lu yemek istiyorsan budur, istemiyorsan da budur şeklinde. Avrupa bunu çok sık uyguluyor ama Amerika uygulamıyor mesela. Bence her şeyden önce bunun yapılması lazım. Ondan sonra yasalarda belirli noktalar var, bu noktalar kanun önünde uygulanır, uygulanmaz ama tüketici hakları açısından en önemlisi etiketleme konusu. Zirai ilaçlar konusunda hele, devletin hiçbir yaptırımı yok. Köylü istediği ilacı, istediği miktarda uygulama özgürlüğüne sahip. Zaten ilaçlar piyasada satılıyor. Ve ne yazıktır ki, bizim köylümüz de çok eğitimli olmadığı için ilacı yanlış kullanıyor çoğu zaman. Bu şekilde kullandıkları zaman böcek buna direnç kazanmaya başlıyor, aynı böceği öldürebilmek için sonraki sene daha fazla ilaç kullanıyor. Bu çok ciddi bir sorun. Sadece tarlada değil serada da bu böyle. O yüzden, bence ilaç konusunda TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O SERTAÇ ÖNDE Topraksız tarım nedir? Topraksız tarım, hidroponik dediğimiz bir yöntem. Seradaki bitkiye, toprak yerine içinde bitkinin ihtiyaç duyabileceği her türlü mineral olan su bazlı bir sıvı sistemi veriyorsunuz, bitki kökleriyle bu sıvıdan besleniyor. Topraktan alabileceği her şeyi bu sıvıyla bitkiye verebildiğinizden dolayı maliyet açısından, bakım açısından ve daha sonraki bir sürü maddi çıktıları azaltacak bir yöntem. Antalya’da ve Türkiye’nin diğer birçok yerinde yapılıyor. Ama bu mudur, toprak mıdır, tabii ki topraktır. Siz bitkiye istediği her şeyi de verseniz sonuçta çıkan domates veya sebzeler doğada büyüdüğü kadar lezzetli ve kaliteli olamıyor. Bu sistemin avantajı mevsiminde olmayan bitkileri hızlı büyütebilmektir. Ama ben Eylül-Ekim gibi domates yemeyi bırakırım, Nisan-Mayısa kadar yememeye çalışırım. Hem fiyatı yüksektir, hem de tatsız tuzsuzdur ve bunlar genelde bu hidroponik seralardan gelirler. Herkes bunu yapıyor demiyorum; yapanlar var, yapmayanlar var. Ama ben olabildiğince kendi şartlarında ve zamanında yetişen meyve-sebze yeme taraftarıyım. Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) olarak adlandırdığımız gıdalar nedir? Neden GDO’lu gıdalara bu kadar tepki var? Günümüzde doğaya veya insan sağlığına zararı olduğu kesinleşen GDO’lu ürün var mı? GDO konusuna gelirsek; bir kere GDO genetik değişikliğe uğratılmış organizma demek. Dolayısıy- la buna gıda demek doğru değil. Bunlardan mamul gıda üretirseniz “GDO içeren gıda” diyebiliriz buna. GDO’lar organizma olduğu için; bu, hayvanlardan tutun bitkilere ve mikroorganizmalara kadar geniş bir yelpazedeki canlı organizmaları içerir. Buna tarihsel olarak bakarsak; en eski uygulaması alkol olsa da peynir ve yoğurt en yaygını. Çünkü sütten yoğurt ve peynir üretilmesi için laktobasil denen bir bakteri türü kullanılır ve bu bakteri de sürekli genetik değişikliğe uğratılır, her firmanın kendi laktobasil türü vardır. O yüzden bir markanın sütü ve yoğurdu diğer bir firmanınkinden farklıdır. Bu tamamen, bakterinin içine koyduğunuz genin üstündeki ufak tefek değişikliklerin enzimde oluşturduğu farklılık dolayısıyla ürettiğiniz yoğurtta lezzet farklılıklarını yaratma konusudur. Dolayısıyla, esasında, biz yüz yıllardır GDO yiyoruz. Ama son dönemde tartışmanın esas çıktığı nokta GD bitkiler, yani genetik değişikliğe uğratılmış bitkiler. Esasında, baktığınız zaman, bu GDO’lu bitkiler konusunda en büyük sorun -ki bana sorarsanız GDO teknolojisinin en akılsız uygulamasıdır- Bt Mısır konusu. Bacillus thuringiensis dediğimiz bir toprak bakterisi bu. Bu bakterinin ürettiği bir zehir geni var, bir kristal protein üretiyor bu. Bu bakteri farklı tiplerde bu proteinden üretiyor . Bu farklı proteinler de farklı böcek gruplarını öldürebilme yeteneğine sahip. Bilim adamları da demiş ki; “Biz bu geni alıp bir bitkiye koyarsak, böcek geldiği zaman bitkiden ilk ısırık aldığında, bu bitkinin ürettiği protein vücuduna nüfuz edecek ve böcek ölecek.” Bu yolla zirai ilaç kullanılmayacak ve doğa dostu bir uygulama olacak denerek yola çıkıldı. Fakat baştan sorunlu olacağı belliydi, zaten de problem oldu. Mısır koçan kurdu dediğimiz bir kurt var, bu kurda karşı yapılıyordu bu uygulama. Laboratuvarda bakıldı ki; beş jenerasyon sonra böcekler bu gene karşı direnç kazanmaya başladılar. Buna ilaveten bir takım garip uygulamalar yapıldı. Starlink mısır insanlarda çok hiper alerjik reaksiyonlar oluşturdu ve piyasadan toplatıldı, şu anda hayvan yemi olarak piyasaya sürülüyor. Daha sonra bazı tıbbi çalışmalarda, Bt mısır ile beslenen memeli canlılarda kansere benzer oluşumların başladığı gözlemlendi. Hala çalışmalar yapılıyor, Bt mısır kanser yapıyor demek doğru değil ama bir sıkıntı var orada. Fakat bu Bt uygulaması dışında yüzlerce GDO uygulaması var. Yine bir Brezilya fındığı geni soya fasülyesine aktarıldığında alerjik bir sorun çıktı. Ama onun dışında piyasada koparılan yaygaranın ne kadar boş olduğunu, bu alanı iyi incelerseniz, görüyorsunuz. Kaldı ki; konu sadece gıdayla ilgili de değil. Hayvancılık sektöründe, çiçekçilik sektöründe de uygulanıyor. Yemediğimiz bitkiler için de bir takım çok güzel uygulamalar var. Nitekim; A vitamini eksikliğinden dolayı Güneydoğu Asya’da muhtelif hastalıklar ortaya çıkar, çünkü yoğunlukla pirinç ile beslenirler. Yine GD teknolojisiyle proA vitamini sentezleyebilen bir grup gen pirince, karnabahara, şekere, patatese kondu ve bu bitkileri yiyerek, insanlar A vitamininin ön formunu alarak en azından vücutlarının ihtiyaç duyduğu kadar A vitamini alacak hale getirildiler. Dolayısıyla bazen insanlık bazen çevre için çok güzel uygulamalar var. Bir teknolojiyi kötü bir uygulama yüzünden tamamen silmek bana çok yanlış geliyor. Ayrıca, kimya endüstrisi konusunda konuştuğumuz olaya benzer olarak, bu GDO’lu bitkileri üreten şirketler de boş durmu- Temmuz 2012 • Sayı 49 Söyleşi devletten önce her zamanki ortak sıkıntımız eğitim. Köylünün çok iyi eğitilmesi gerekiyor. Esasında köylümüz çok akıllı ama eğitim yok. 113 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi SERTAÇ ÖNDE yor. Sorunları görüyorlar ve yeni iyileştirmeler yapıyorlar. Peki, bu şirketler iyi, süper şirketler mi? Değil, muhakkak paranın derdindeler. Çünkü sonuçta adam yatırım yapıyor, ucuz bir iş değil bu. Adam sonuçta ürününü satmak istiyor. O zaman da kötü ya da istenmeyen yönlerini törpülemeye başlıyor. Nedir bu? Mesela endişelerden bir tanesi şuydu: Bitkiye bir gen koyarsak, bitki tozlaşma yapmak için polenlerini saçtığında, başka bitkileri döllediğinde, polenler genetik kaynakların kirlenmesine yol açabilir. Evet, doğru. Fakat yeni teknoloji ne yaptı? Çiçekli bitkilerin çoğunda dişi organ, yani dişi 114 Temmuz 2012 • Sayı 49 üreme hücresi olan yumurta ve polendeki sperm birleşir ve yeni bitki oluşur. Şimdi polene baktığınızda; polende sperm var ama spermde kloroplast yok. Dediler ki; o zaman, geni hücrenin çekirdeğine koymak yerine kloroplastın içine koyarsak dişi yumurtanın içinde kloroplast var ama polende yok, dolayısıyla polen kaçsa bile içinde bu genle kaçamayacak. Dolayısıyla çevrecilerin en çok rahatsız olduğu veya ekosistem konusunda sıkıntıları doğuran bu gen kaçışı sistemini çözme yoluna gitti sektör. Bir takım endişeler yine etiketleme yoluyla çözülebilir. Şöyle bir senaryo var mesela: Sizin domatese karşı aler- jiniz var. Domates yediğiniz zaman içindeki bir protein yüzünden alerji oluşturuyorsunuz ama patatese karşı yok bu alerjiniz. Tesadüf ya, domatesteki bu geni alıp patatese koydular ama sizin haberiniz yok tabii. Patates yediğiniz zaman korkunç bir anaflaktik şok geçirerek ölme ihtimaliniz de var. Elbette hangi gen nereye kondu bilgisi yazılamaz, çünkü bunlar ticari sır kapsamında. Ama devletin zaten kanunlarında olan bu etiketleme yapılırsa ve siz alerjik bir kişiyseniz bu patatesi yemek yerine doğal bir patatesi yiyeceksiniz. Dolayısıyla sağlık açısından da çok önemli bu etiketleme konusu. Bunun muhak- TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O SERTAÇ ÖNDE GDO’lu ürün konusunda Türkiye’deki araştırmalar hangi boyutta? Türkiye’de, GDO’lu bitkilerle ilgili araştırma yapan çok fazla yer var. Benim laboratuvarımda, Ankara Ziraat Fakültesinde, Çukurova’da, TÜBİTAK MAM’da yapılıyor. Birçok büyük üniversite bu konuda çalışmalar yapıyor. Ama bu çalışmaların çok büyük bir kısmı laboratuvar aşamasında kalıyor. Zaten bunların tarlaya çıkarılması, ekilip dikilmesi konusunda önümüzde birçok mevzuat var. Bu mevzuatı aşamazsınız. Yani bitkiyi tarlada, deneme amaçlı ekebilmek için bile izin almanız lazım ki bu izinler genelde verilmiyor. Evet, çalışmalar yapılıyor, yeterli moleküler altyapıya sahibiz. İstediğimiz geni istediğimiz şekilde, istediğimiz bitkiye koyabiliyoruz; burada bir sıkıntı yok. GDO’lu ürün tespiti yapılabilir mi? Türkiye’deki olanaklar hangi düzeyde? Ürün tespiti, bahsettiğim gibi, tabii ki yapılabiliyor. Yine kanunda yurt dışından getirilecek bir GDO’lu ürünün hangi geni içerdiği gibi bilgilerin, şirket tarafından, size verilmesi zorunluluğu var. İçine konan gen belliyse bunun Türkiye içindeki hareketliliğini izleyebilirsiniz. Kanuni olarak, oradan oraya satıldığında, örnekleme yaparak bu gen orada var mı, yok mu anlayabilecek sistemler mevcut. Ama dediğim gibi dikkatli olunması gerekiyor. Çünkü dikkatsiz yapılmış bir analiz çok yanlış sonuçlara yol açabiliyor. Örneğin bu teknolojide çok kullanılan bir gen parçası var. Karnabahar mozaik virüsü dediğimiz virüsün bir gen parçasını kullanıyoruz. Fakat bazı, bu konuyu iyi bilmeyen insanlar sadece bu gen parçasının varlığına bakarak bitkinin GDO’lu olup olmadığı sonucuna ulaşmaya çalışıyorlar. Ama unutulmaması gerekiyor ki, bu virüs doğada da var. Dolayısıyla siz bu gen parçasına bakarak “Bu GDO’ludur.” derseniz yanlış olabilir; belki GDO’lu değil ama o virüs var üstünde. Bununla ilgili çok büyük hatalar yapıldı. Antalya veya Mersin’de bir gemiden alınan örneklere GDO’lu mercimek dediler fakat daha dünyada GDO’lu mercimek üretilmedi. Dolayısıyla yapacağınız analizi “event specific” veya “gen specific” yapmak zorundasınız. O yüzden “İçinde şu kadar parça var, onu bulduk GDO’yu da bulduk.” derseniz çok ciddi sıkıntılar olabiliyor. Mevzuat, dediğim gibi, bir takım ihtisas laboratuvarlarının kurulmasını öngörüyor. Ankara’da bir tane, İstanbul yolu civarında Tarım Bakanlığının büyük bir kampüsü var, orada bulunuyor, Bursa ve Adana’da da var. Belli sayıda bu tip ihtisas laboratuvarlarının kurulması öngörüldü zaten. Markette, pazarda alışveriş yapan insanlara tavsiyeleriniz nelerdir? Şu ana kadar dünyada en çok dört tane ürün piyasada geziyor. Diğerleri piyasaya çıkma ehliyeti almadı. Mısır, pamuk, soya fasulyesi ve kanola dediğimiz bir yağ bitkisi. Pamuk zaten bizim için çok fazla problem değil. Tekstil sanayiinde kullanılıyor daha çok. Yenme açısından baktığımızda; soyada yapılabilecek çok bir şey yok, çünkü soyayı biz soya olarak yemiyoruz. Ama soyanın bir sürü ürünü her türlü yiyecek formulasyonunun içinde var. Bugün çikolatalara, gofretlere neye bakarsanız bakın etiketinde muhakkak soya lafını görürsünüz. Burada Bt ana sorun, ama diğer genler, yani örneğin pa- tatesten alınmış bir gen, soyaya konmuşsa bunun o kadar büyük bir sıkıntı olmasını genelde beklemiyoruz. Bir de GDO’lu ürünü nasıl tükettiğiniz önemli. Eğer çiğ tüketiyorsanız biraz problem olabilir. Ama bir muameleden geçtiyse; piştiyse, öğütüldüyse veya kurutulduysa ne DNA ne protein buna dayanamaz, parçalanır. Mesela ben marketten alışveriş yaparken sadece mısırda, Tarım Bakanlığı’nın mısırı nereden ithal ettiğine bakıyorum. Dünyada GDO’lu bitkileri ekip diken ülkeler belli, bunların listesi var, 25’e yakın ülke. Eğer bunlardan birinden ithal edildiyse almamaya çalışıyorum. Çünkü benim sorunum da Bt ile. Ama onun dışındaki GDO’lulara yafta yapıştırılmasını ise son derece bilimden uzak, son derece akılsızca buluyorum. Çünkü bu teknoloji istesek de istemesek de hayatımıza girecektir. Bakın yine ilginç bir örnek vereyim: Yenebilir aşılar örneği. Hepimiz çocukken aşılandık. Aşı çocuklar için travmatik bir durum. Çünkü elinde iğneyle biri geliyor ve etine iğne batırıyor. Buna ek olarak, son domuz gribi olaylarında gördük. Aşılarda adjuvan maddelerin kullanılması, bunların içinde de etil merkür olması sebebiyle, civa kullanıldığı için, çok büyük sorunlar çıktı hatırlarsanız. Aşı, soğuk zincirle taşınması gereken bir sistem. Bütün bu problemler yerine adamlar şunu öneriyorlar: muz bitkisine aşıda kullanılan virüs veya bakterinin ilgili bir genini koyarsak bu muz; içinde aşı ile enjekte edilen proteinleri içerecek. Dolayısıyla çocuk bu muzu yediği zaman, oral vaksinasyon dediğimiz, ağız yoluyla aşılanmış olacak. Ne iğne korkusu ne soğuk zincir derdi ne de etkisini artırmak için adjuvan madde sıkıntısı ortaya çıkacak. Bu çok güzel bir uygulama. Temmuz 2012 • Sayı 49 Söyleşi kak zorunlu olarak uygulanması gerekiyor. 115 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi SERTAÇ ÖNDE Bununla ilgili, 1996 yılından beri, aklınıza gelebilecek her türlü hastalığa karşı çalışmalar başlatıldı. Bunların klinik deneylerine yavaş yavaş geçiliyor. Sadece insanlık için değil; hayvanlarda şap hastalığı da büyük bir problem. Bu da yine aşı gerektiriyor, ama bunun yerine şap hastalığına karşı olan aşının genini siz yonca bitkisine koyup çayırda, tarlada büyüttüğünüz zaman ve hayvanları da salıp bu yoncayla otlattığınız zaman hayvanları aşılamış oluyorsunuz. Bu gibi gelecekte inanılmaz faydalı olabilecek teknolojilere, “Bt’ye karşıyız, o yüzden hiç GDO olmasın” demeyi de çok akılsızca buluyorum. O yüzden bu konuya serinkanlı yaklaşılmalı. Bence kıstas şudur: Hangi gen, nereden alındı, nereye kondu? Bu üç soruyu cevaplarsanız ve bunlarda bir endişeniz yoksa zaten GDO konusunda bir probleminiz kalmamış demektir. Mesela Türkiye’ye has olan buğdayımız var, buğdaya gen konulmaması gerekir, çünkü genetik kaynakları bizde. Ama patates, mısır gibi başka ülkelerden gelmiş bitkilere karşı biraz daha müsamahakar olabiliriz. Bunların da tabii Türkiye’de uzun yıllar ekilmesi sebebiyle yerel tipleri oluşmuş, bunlara da zarar gelebilir. Ama yine de az önce bahsettiğim üç soruyu cevapladığınızda sorunlar çok büyük değil gibi görünüyorsa, insan sağlığı, çevre sağlığı ve diğer konularda çok büyük problem içemiyorsa o zaman buna karşı olmak da çok makul değil. Son bir örnek vereyim, karanfil sektöründen. Türkiye, Avrupa’nın neredeyse bütün karanfil ihtiyacını gideren ülkedir. Özellikle Akdeniz Bölgesinde seralarda yetiştirilir. Fakat karanfilin şöyle bir sıkıntısı vardır; kestiğiniz andan 116 Temmuz 2012 • Sayı 49 Türkiye’ye has olan buğdayımız var, buğdaya gen konulmaması gerekir, çünkü genetik kaynakları bizde. Ama patates, mısır gibi başka ülkelerden gelmiş bitkilere karşı biraz daha müsamahakar olabiliriz. itibaren karanfil etilen gazı denen bir hormon çıkarmaya başlar ve bu hormonun da milyonda bir kısım olması bile yaprakların sulanıp kapanmasına neden olur. Şimdi siz bu kadar karanfili kesip kamyonlara koyuyorsunuz. Bunlar Hollanda Çiçek Borsasına gidiyor, orada fiyatlandırılıyor. Daha sonra Avrupa’nın çeşitli ülkelerine geçiyor. Dolayısıyla, karanfil kesildikten alıcı kişiye gidene kadar ciddi bir kayba uğruyor. Ne yapmışlar adamlar: Etilen gazını çıkaran geni susturacak (RNAi) bir forma getirip tekrar karanfile koymuşlar. Bu karanfil kesildiğinde artık bu gazı üretemiyor ve 28 gün sonra hala dün kesilmiş gibi taze duruyor. Allah aşkına buna neden hayır diyorsunuz? Herhalde insanlarda sürekli bir açlık var ve bütün GDO’yu yemek olarak görüyorlar. Kaldı ki, yesen bile Bt gibi gereksiz bir uygulama dışında çok güzel uygulamalar da var. Ben kendimi şöyle görüyorum: Asla karşıcılardan değilim, her şeyi yapıcılardan da değilim ama bunun ortasına biraz daha sempatik duranlarındanım. Muhakkak ön çalışmaların yapılması, risklerin ve bitkinin belirlenmesiyle hangi genin ona konacağı arasındaki süreçte bir sürü toplumsal ve ekonomik çalışmaların yapılması gerekiyor. Ama bizler de zaten o kadar sorumsuz bilim insanları değiliz; tutup da mesela dini ve etik endişeler adına bir domuz genini buğdaya koyacak değiliz. Çünkü dini açıdan insanlar hassasiyetlerini bu noktaya kadar inebiliyorlar. Yani toplumu bilen, kendi ülkesini tanıyan, ülkesinin ihtiyaçlarını gören bilim insanları olarak her uygulamaya atlayacak kişiler değiliz. Dolayısıyla benim toplumsal olarak vereceğim mesaj şudur: Bu işin gerçekten uzmanı olduğu bilinen insanların sözüne daha çok değer verilmesi. Televizyonda, çoğu zaman reyting uğruna, bir karşıtla bir taraftarı yüzleştiriyorlar ve bu iki insan birbirini yiyor ve toplum hiçbir şey anlamıyor. Koskoca iki profesör var orada, bir tanesi hayır, diğeri evet diyor. Bazen ciddi kavgalar çıkabiliyor. Ben kendi adıma konuşuyorum 1988’de İngiltere’ye gittim, 1989’da ilk yayınımı çıkardım bitkilere gen transferi ile ilgili; belki de, Türkiye’de ilk yayın yapan insan benim. O zamandan beri de Ankara Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr. Murat Özgen ile burada birçok çalışmalar yapıyoruz. Sürekli, her yerde “Dünya’da durum ne? Türkiye’de durum ne?” bunları anlatan seminerler veriyorum. Biraz bilimsel yaklaşırlarsa, bu olayın anlatıldığı kadar korkunç olmadığını görürler. Birinci nesil uygulamadır bu Bt uygulaması, bu da yavaş yavaş terk edilecek, yeni uygulamalar geliyor arkadan, çok daha çevre dostu, tehlikesi az, daha sağlıklı uygulamalar gelecektir muhakkak. TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O Nail Eren ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER OKAN YURDAKUL ChE’69 AYER TARIM Söyleşi ve Fotoğraflar: Nihal Gerçek Seralarda ve tarlada kullanılan tohumların kaynağı nedir? Ne kadarı yurtdışından geliyor? Firmamız 20 yıldan beri modern sera olarak hizmet vermektedir. Bundan önce ya yerli seralar ya da yerlilere göre biraz daha güçlü İsrail seraları kullanılmaktaydı.1992 yılında sera için karar verecekleri sırada Antalya’da 10 cm kar yağmıştı. Bu kar bir sürü seranın çökmesine neden olmuştu. Bizim patronlar da yanlış yolda olduklarını düşünerek hemen yurtdışına dönmüşler, Fransa’dan sera ithalatı yapmışlar. Serayı satın aldıktan sonra ne yapacaklarına karar verememişler bir parça domates, bir parça karanfil yetiştirmeyi düşünmüşler. Hangisinde başarı sağlarsak onda devam ederiz, demişler. Hormonsuz domates üretmeye başlamışlar fakat satamamışlar. Satamamalarının nedeni, piyasada hormonsuz domates yok. Hormonsuz diye ayırarak satmaya kalksalar müşteriye nasıl anlatacaklar. Vazgeçmişler ve tamamen çiçek işine girmişler. Son yıllarda da hazır sebze fidesi işine girdiler. Bizde çiftçiler kendi fidelerini üretmeye çalışırlar. Baş- 118 Temmuz 2012 • Sayı 49 Soldan Sağa: Süreyya Tomruk (Antalya Mezunlar Derneği Eski Başkanı) ve Okan Yurdakul TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER Eskiden köylerde üretilen sebzelerden tohum alınır ve kurutulurdu. Bunlara tarımda standart tohum diyoruz. Bir de hibrit tohumlar var. Tekrar kullanıma açık olmayan bir tohum çeşidi. Yani domatesten tohum aldınız, sonra o tohumu ektiğinizde bir önceki senenin verimini alamazsınız. Verim düşüklüğü yaşanır. Ancak, hibrit tohumlar daha verimli olduğu için tercih ediliyor. Hibrit Tohum nasıl üretiliyor? İsrail ve Hollanda’da bu konuda çalışan çok firma var. Bu tohumlar melezleme yoluyla üretilmeye çalışılıyor. Bu GDO’ya girer mi girmez mi bilmiyorum. Çünkü melezlemeyle birbirine gen transferi gibi bir olay yaşanıyor. Korkulan gen transferi bu değil. Korkulan bir bitkiye, bitki olmayan başka bir genin aktarılması gibi. Bildiğim kadarıyla Amerika’da mısırla ilgili bu konuda çalışma yapılmış. Mısıra musallat olan haşerenin devamlı zarar vermesini engelleyebilmek için bu haşereyi öldürecek bir gen bulunuyor. Mısıra bu gen bir bakteriden aktarılıyor. Şimdi diyorlar ki, bu ürün insana zararlı değil, biz bunu hayvanlara yem olsun diye kullanıyoruz. Aslında tehlikeli olan bu ürün. Bu tür GDO’lu dediğimiz ürünlerin yasaklanmasıyla ilgili bütün dünyada ve bizde çok ciddi çalışmalar var. Türkiye’ye tohum ya da fide, herhangi bir ürün (kesme çiçek, meyve-sebze de olabilir) ithal edebilmek için bu ürünün GDO içermediğine dair garanti yazısı isterler, o yazı olmadan ürünün itha- li mümkün değildir. Biz firma olarak sebze kısmını çok iyi biliyoruz. Mısır, arpa, buğday tohumunda kaçak var mı bilmiyorum ama yasak uygulanıyor. Gümrükte tohuma birtakım testler yapılır. Bu testlerde çimlenmesine, bakteri vb. hastalıklarına bakılır ama genetik değişiklik var mı yok mu diye kontrol edip etmediklerini bilmiyorum. Hastalık yoksa sağlık raporunu veriyorlar ithalini yapıyorsunuz. Söyleşi langıçta bir- iki tane olan fide firması, 16 sene içinde 100’e yaklaştı. Hatta içlerinden ihracat yapan firmalar bile var. Burada önemli olan sağlıklı fide üretimi ve tohumdan çimlenme yüzdesi fazla fide elde etmek. Yurtdışından tohum almaya neden gereksinim duyuyorsunuz? Yurtdışından gelen tohum miktarı çok fazla. Türkiye’de sebze tohumuyla ilgili çalışmalar son 20 sene öncesinde başlamış. Bunun da ilk 7-8 yılı hiç tohum vermeden geçiyor. Ondan sonra tohumların piyasada rağbet görmesi, çiftçi tarafından tutulması da bir 3-4 sene daha oluyor. Dolayısıyla 10 sene geçtikten sonra tohum üreticisi haline geliyorsunuz. Biz de o sürecin içindeyiz. Onuncu senemiz olmak üzere. Kendi ürettiğimiz tohumlar çıkmaya başladı. Yurtdışında bu iş 50-60 yıldan beri yürüyor. Ayrıca çok büyük gen havuzları var, piyasanın istediği çeşitteki ürünü yapılıyor, piyasaya çıkarılıyor. Ürün iyi satılırsa devam ediyorlar. Piyasaya aynı üründe rakip çıktığında ürünlerini değiştiriyorlar. Ellerinde çok fazla gen çeşidi var. Önceleri İsrail hakimiyeti varken, son 5-6 senedir Hollanda öne geçti. İsrail’de bu işi yapan iki büyük firma vardı, birini Hollandalı bir firma satın aldı. Avrupa’daki ve diğer ülkelerdeki tohum firmalarını da Amerikalı bir firma satın aldı, o da tekel oluşturmaya çalışıyor. Biz de onlara rakip olmak için çalışıyoruz. 3-4 yerli üretim yapan firmaların ürünleri yerleşmeye başladı. Temmuz 2012 • Sayı 49 119 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER Zirai ilaç kullanımındaki görüşleriniz? Semt pazarından aldığımız elma, çilek, domates ne kadar sağlıklı? Açık alanda yapılan üretimleri uçakla ilaçlıyorlar. Örneğin bizde pamuk tarlalarında uçakla ilaçlama yapılır. Tabii yukarıdan o alanı sınırlandıramadığı için her alana ilacı atıyor, dolayısıyla ilaçtan etkilenen başka yaratıklar da oluyor. Bizim modern tarım dediğimiz sera ya da örtü altı üreticiliğinde yapılan ilaçlama direkt bitkiye yapılıyor. Bunun çevreye zararı şu olabilir: Bazı ilaçlar bitkinin bünyesine nüfuz eder ve bitki ancak belli bir süre sonra dışarıya atar. Örneğin bitkiye bir ilaç verdiğinizde ilacın üzerinde “Bu ürünü beş gün süre ile hasat etmeyin.” yazar. Bu ürünü o günler içinde hasat etmeyenler olduğu gibi ne yazık ki hasat edenler de var. Bu bilinçsiz çiftçi uygulamasıdır. Bunu şuna benzetirim; bir enfeksiyon aldınız doktor antibiyotik verdi. Bünyeniz o antibiyotiği aldıktan bir hafta sonra antibiyotik dışarıya çıkıyor. Eğer enfeksiyon geçmediyse bir hafta sonra tahlil yaptırmanız öneriliyor. Bu da öyle bir şey. Bitkiye ilaç yapıldıktan belli bir süre geçtikten sonra hasat yapılması gerekiyor. Bunların dışında tüketicinin merak ettiği “hormon” olayı var. Ürün yetiştirirken ürünün döllenip meyve vermesi için hormon kullanılır. İyi tarım yapan firmalarda hormon 120 Temmuz 2012 • Sayı 49 kullanılmaz, Bambus arısı kullanılır. Seranın içinde belli uzaklıklarda arı kovanları vardır, bu arılar seranın içinde dolanarak döllenmeyi yaparlar. Ancak arının seranın içinde yaşayabilmesi için ısı ve nem olması lazım. Dolayısıyla bizim çiftçilerimizin sera şartları daha iptidai ise bu şartları karşılayamıyorlarsa arı koyamıyorlar, arı koyamadıkları zamanda döllenmeyi sağlamak için hormon kullanıyorlar. Ancak, hormon ilaç kadar zararlı bir şey değil. bitkide böyle bir şeye gerek yok, ancak serada yetişen ürünlerde gerek var. Pazara gittiğiniz zaman hangi üründe hormon var bilemiyorsunuz. Bazı domateslerin üzerinde arı resmi vardır, bunun anlamı arıyla üretimi yapılmıştır. Bunun salkım ya da başka çeşit domates olmasıyla bir ilgisi yok. Her tür domateste hormon olabilir. Pazara gittiğimizde hangi Sebze üretiminde hormon kullanı- çeşit domatesi tercih etmeliyiz? mı en çok patlıcan ve domateste görülür. Diğer bitkiler kendi kendilerine döllenebildikleri için hormon kullanılmaz. Mesela biber, çilek ve salatalıkgillerde yoktur. Ancak basında bu konuda bilgisi olmayan insanların verdikleri yanlış beyanlarla – Antalya’dan alınan salatalık İstanbul’a gelene kadar yolda büyüyormuş gibi söylemler çıkıyor. Oysa salatalık hormonsuz büyüyen bir üründür . Döllemede, çiçeğin çanağının içine tozların dökülmesi gerekiyor. Bunu ilaçla ya da vibratörlerle yapıyorlar. Biz burada bitkileri tele asıyoruz, titreşimi sağlamak için elinde sopa olan birisi tele vurarak gidiyor. Bütün bitki sallanıyor ve tozlar dökülüyor. Tabii içerisi nemli olursa o tozlar yapışır, dökülmezler, o yüzden seranın içinde iklim şartlarının uygun olması gerekir. En uygun sistem Bambus arılarıyla yapılan sistem. Doğada yetişen Ayaş domatesi açık alanda yapılan bir üretimdir bu türde hormon olmaz. Serada üretilen domateste hormon olur. Hormon ise iki çeşit olabilir: Ya bitki çiçek açtığı zaman onu hormonlu suyun içine batırıp çıkarıyorlar, ya da üstüne sprey yapıyorlar. Dolayısıyla salkım halindeki domates hormonlu olmaz diye bir şey yok, olabilir. Tamamen çiftçiye bağlı. Arılı etiketler de piyasada satılıyor, kimse kontrol etmiyor. Hormonlu domatesin üzerine de arılı etiket yapıştırabilirsiniz. Artık organik ürünler var, hatta bunların pazarları bile var, sadece organik(!) ürün satılıyor. Ne dersiniz? Bir kimyacı olarak söylüyorum bana göre organik ürün bir safsata. Evinin önündeki ağaçtan meyve toplayıp reçel yapıyor adına organik reçel diyor. Bu organik değil, doğal reçeldir. TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER Organik tarım üretimindeki kıstaslara baktığınızda, tarla şehirlerarası ana yoldan belli bir km içeride olacak, havaalanı hattında olmayacak, sanayi bölgesinde olmayacak, toprakta inorganik gübreler en az 5 yıl kullanılmamış olacak vb. Tohum üretiminde de aynı şey söz konusu, tohumun 7 seceresi organik olacak, organik tohum yok. Söyleşi Tarlada ya da serada kullanılan gübreler inorganiktir, kalsiyum nitrat, magnezyum sülfat kullanılır. Bunun için her bitkinin ihtiyacı olan mineraller çalışılmış, reçeteler hazırlanmış. Mesela gül yetiştirmek için kaç miligram hangi elemente ihtiyaç varsa reçetesi hazırlanmış. Reçeteyi bir tonluk suyun içinde hazırlıyorsunuz ve beslemeyi yapıyorsunuz. Bunun çevre kirliliği yarattığı söyleniyor. Bunu dere suyuna katarsanız çevre kirliliği yaratır. Eskiden bahçemizde ürün yetiştirirken hayvan gübresi koyardık, derenin suyuyla da sulardık, dolayısıyla bu doğal ürünler şimdi yok. Hayvan gübresi kullanılarak üretilen ürüne organik diyorlar. Bitkinin ihtiyacı olan minerallerin hiçbirinin içinde organik materyal yok. Şimdi yeni firmalar çıkmaya başladı organik gübre yapıyoruz diye. Organik gübreye de magnezyuma ihtiyaç varsa magnezyum, kalsiyuma ihtiyaç varsa kalsiyum ekliyorlar. Bitki o organik olan kısmı almıyor ki, bitkinin ihtiyacı olan o mineraller. Toprağı düşünün, kayaların ufalanmasıyla oluşmuş bir yapı, bunlar inorganiktir, organik değil. Orman bölgesindeyseniz dökülen ağaç yapraklarının karışmasıyla organik bir karışım olur, ama toprağın yapısında böyle bir karışım yok. Dolayısı ile birileri bir şeyler satmak için organik diyor. Doğrusu; organik değil, “ekolojik” veya “doğal” olabilir. Tüketici olarak ilaçlı ürünü anlayabilir miyiz? Hayır, anlayamazsınız. Sadece domateste hormonlu olduğunu, ortadan kestiğiniz zaman jöleli kısımda çekirdekler çok belirgin olursa hormonsuzdur. Hormonlu üründe çekirdekler belli belirsiz, flu görünümündedir. Topraksız tarım nedir? Antalya’da yapılıyor mu? Topraksız tarımda bitkinin ihtiyacı olan reçeteyi birebir verebiliyorsunuz. Sebze için uygulanan sistemlerde bitki kaya yünü içinde yetiştiriliyor. Bunun bitkiye katkısı yok, kökü tutuyor. Topraksız tarımda perlit, torf, hindistan cevizi kabuğu lifleri, ağaç kabuğu kullanılabilir. Pek çok bitkinin kök yapısının en ideal ürediği ortam yüzde elli su, yüzde elli hava tutma kapasitesi olan ortamdır. Bitkinin minerallere de ihtiyacı var, suyun içine katılır. Biraz önce bahsettiğim gibi üretim yaparken verilen reçetelerde diyor ki; domatesi suluyorsan PH değeri 6 olsun, EC değeri 2,3 olsun diyor, siz de çözeltinizi buna göre hazırlıyorsunuz. Bitki alacağını alıyor, çıkan drenajı da bir yerde topluyoruz. Yine EC ve PH değerini ölçüyoruz ve bitki bundan ne kadar faydalanmış onu ölçüyoruz. Biz bitki ne kadar beslenmiş kontrol edebiliyoruz ama bunu yapmayan firma sayısı da çok. Bu firmalar çıkan drenajı ölçmediği gibi bu suyu ırmağa ya da dereye akıtıyor, işte o zaman çevre kirliliğine sebep oluyorlar. Yurtdışında bu drenaj suyunu dezenfekte edip, yeniden katkı maddesi ekleyerek yeniden kullananlar var. Biz bu drenaj suyunu topluyoruz, eksik kalan kısmına gübre verip, topraklı üretimimizde gübre olarak kullanıyoruz. Temmuz 2012 • Sayı 49 121 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER HASAN ŞİRİN ChE’78 AGROTALYA Söyleşi: Nihal Gerçek Sera ve tarlada kullanılan tohumların kaynağı neresi? Ne kadarı yurtdışından geliyor? Serada kullanılan tohumların tamamı hibrit tohumdur. Bu tohumların yaklaşık %70’i yurtdışından geliyor. Serada kullanılan tohumun ömrü 5 yılı geçmediği için tohumun alındığı yer değişiklik gösterebiliyor. Örneğin çok konuşulan İsrail’in tohum hakimiyeti domateste söz konusuydu sadece bugün için geçerli değil. Gündemden nerdeyse tamamen kalkmış durumda. 122 Temmuz 2012 • Sayı 49 Serada kullanılan tohumların %30’u da yurtiçinde ıslah edilen tohumlardan elde ediliyor. Bu oran her yıl artıyor çünkü her yıl kuruluş sayısı da artıyor. Bazı ürünlerde örneğin biberde bu oran % 100’e yaklaşabiliyor. Ama domates gibi rekabetin çok olduğu kalemlerde bu oran daha düşük. Yurtdışından tohum almaya neden gereksinim duyuyorsunuz? Tek seferlik ürün veren ve tohum vermeyen ürünlerden söz ediliyor. Bu sektörün içinden birisi olarak sizin tecrübeleriniz? Yurtdışından tohum almanın gereğini futbol maçında kaleye atılan gol gibi düşünmemek lazım. Tohumculuk evrensel bir olay; çünkü tohum alınıp yenen bir ürün değil. Çikolata gibi alınıp yenen ya da otomobil gibi alınıp kullanılan bir ürün değil. Tohum bir üretim girdisi, hem iç pazar hem de yurtdışında satmayı düşündüğünüz ürünler hangi tohumdan çıkıyorsa onu kullanmak zorundasınız. Bugün TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER Tek seferde ürün veren tohumlara hibrit diyoruz. Hibrit, ana- babanın çaprazlanmasıyla, tozlanmasıyla elde edilen yeni çeşittir. Hibrit ile tekrar tohum almanız mümkün ama aldığınız tohum söz konusu hibrit kadar değerli değil. Burada ana babaya çeken istenmeyen tip dışı çeşitler çıkabilir. Firmalar çeşitlerini korumak ve ellerindeki bilgi kaynağını saklamak amacı ile tek kullanımlık tohumları tercih edi- yorlar ama bu her yerde mümkün değil . Bir de hibrit tohumda hibrit azmanlığı dediğimiz özellik söz konusudur. Yani siz hiçbir tohumu tekrar üreterek hibritteki verim artışı, hastalıklara dayanıklılık özelliğini yakalayamazsınız. Tohum dışından örnek verecek olursam, at ve eşek çaprazlandığı zaman katır meydana gelir. Katırın dayanıklılığına ne bir eşek ne de bir at sahip değildir. Ama bir katırdan ikinci nesil alamazsınız. GDO ürünler ile hibritleri de karıştırmamak lazım. Bazı tohumların GDO olma olasılığından yola çıkarak, bu konudaki görüşünüz? Bu tür analizlerle ilgilenebilecek laboratuvarlar Antalya’da var mı? Antalya’da bu işi yapan laboratuvarlar şu an için yok. Ama Türkiye’de bunların analizini veren laboratuvarlar var. Bazı türler içinde bu GDO analizlerini portatif kitlerle bile yapmak mümkün. Türkiye’de tohumda GDO ile üründe GDO ‘yu birbirinden ayırmamız lazım. Bugün gazetelerde şu kodlu GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye girişine izin verildi, diye haber çıkıyor. İzin verilen bunların tohumu değil, bu genetikten üretilmiş olan son ürünün girişine izin verilmiş deniliyor. Yani mısır üretilmiştir, şu genetiği içeren GDO’lu ürünler tavuklara yedirilebilir diye algılamanız lazım. Yoksa Türkiye’de GDO’lu tohum satışı halen yasaktır. Testleri dahi yapılamaz; çünkü GDO’lu ürünlerin doğaya bulaşma riski vardır. GDO’lu mısırla, GDO’suz mısır doğada tozlanıp birbirine bulaşabilir. O zaman GDO’lu ürünleri şu an için insan değil de hayvanlar mı yiyor? Evet, bugün için böyle söyleyebiliriz. Soya ve mısır için söyleyebiliriz. Söyleşi bilgisayar üretirken ben Intel chipe karşıyım kendim üreteceğim, demediğiniz gibi. Dolayısıyla tohum ithalatı konusunu bir evrensel ticaret gibi düşünmek lazım. Bugün tohum üretmek Türkiye’nin işi değil, tohum üretmek çok pahalı. Bugün bir çok ülkedeki tohumcuların yaptığı gibi işçiliğin daha ucuz olduğu, iklimin daha uygun olabildiği yerlerde bu tohumları üretmek sözkonusu. Mesela ıspanak üretecekseniz tüm dünyanın yaptığı gibi ya Amerika’nın belli bir bölgesinde ya da Danimarka’da üreteceksiniz. Burada esas olan genetik kaynağa sahip olmak, çeşidi ıslah etmektir. Çeşidi ıslah ettiğiniz zaman da Türkiye’nin ithalat politikası değil tam tersine bir dünya oyuncusu olmayı düşünmeleri lazım. Bugün seralara yönelik olarak yaklaşık 35-40 milyon Dolar’lık bir ithalat olduğunu sanıyorum. Şu anda Türkiye’nin tohum ihracatı 50 Milyon Doların üstüne çıkmış durumda 10 yıl gibi kısa bir sürede. Bunu karşılıklı alışveriş ve dünya oyunculuğu olarak düşünmeleri lazım. Türkiye’nin 1 milyon Dolar olan yaş meyve-sebze ihracatı bundan 10 yıl önce 300 milyar Dolardı. Neden 5 milyar Dolar olmasın? Ve bunun ihtiyacı olan kaynaklar; tohum, plastik vb. nereden buluyorsanız oradan temin edeceksiniz. Ürettiğiniz ürün ile de dünyaya açmanız lazım. Sebzede GDO, bugün dünyada çok lanse edilmiş değil. Sebzelerde GDO yok. Ancak sebzelerde GDO olamaz anlamına gelmiyor. GDO’lu ilk ürün domates idi, kamuoyu tepkisinden dolayı kısa sürede ortadan kalktı ve bunun üretimini yapan firma da battı. Sebze grubu içerisinde çok sayıda tür ve çeşit vardır. Tohum dünyasında sebze ile tarla ürünlerinin hacmine baktığınız zaman tarla ürünleri, mısır, ayçiçeği tohumu ticareti belki sebzeden daha az çünkü kolay hareket edebilen, uçabilen ürün değil, sebze ticareti daha kolay. Ancak dünyada baktığınız zaman toplam sebze tohum ticareti ya da tüketimi toplam tarla bitkileri ticaretinden çok daha az. Bugün ayçiçeği, mısır, pamuk, soya dediğiniz zaman bunların tohum ticareti çok büyük hacimlere ulaşıyor. Ama sebzede on binlerce alt çeşit ürün var. Dolayısıyla GDO çalışmaları çok pahalı çalışmalar olduğu için bugün için firmalar bu çalışmaları yüksek hacimli ürünlere yöneltiyorlar. Mesela mısır, kanola, soya, pamuk gibi, belki gelecekte patates. Yakın zamanda sebzede GDO vardı. Hindistan patlıcanın çok tüketildiği bir ülkedir, burada Bt diye kodlandırılan hastalık dayanımı veren bir genin patlıcana aktarılması söz konusuydu. Gerekli izinler alındı, ticari olmak üzereydi ancak hükümetin bir kararıyla bu ürünlerin satışı yasaklandı. Buna dayanarak GDO’lu sebze yok dedim ama başka bir yerde başka bir ürün çıkabilir. Siz ne kadar GDO’lu ürün üretmiyorum deseniz bile doğada GDO’lu ürün, GDO’lu olmayan ürüne bulaşabilir. Yapılan tahlillerde GDO mikta- Temmuz 2012 • Sayı 49 123 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER rı yüzde 1’in altındaysa GDO yok deniliyor. Siz buna terminatör geni koyduğunuzda, zaman içerisinde o türün neslinin tükenmesine neden olabiliriniz. Çünkü bu ürün ile tozlanan diğer ürünler tohum üretemeyecektir. Dünyanın mısırsız, soyasız bir dünyaya dönüşmesi hayal değildir. Zirai ilaç kullanımındaki görüşleriniz? Ankara semt pazarından aldığımız elma, çilek, domates ne kadar sağlıklı? Kumluca’da bu işi yapan birinin buzdolabından aldığı ürün ne kadar sağlıklıysa, sizin de pazardan aldığınız ürün o kadar sağlıklıdır. Hormon safsatasıyla yıllarca hedef şaşırtıldı, bugün hiçbir Avrupa ülkesi hormon testi yapmaz. Fazla hormon nedeniyle şekli bozulmuşsa onun üzerine 2. sınıf ürün damgası vurmanızı isterler. Sebze hormonu büyüme düzenleyicidir. Bunlar bitkilerin bünyesinde esasen var olan ama eksik olduğunda 124 Temmuz 2012 • Sayı 49 dışarıdan takviye edilen şeylerdir. Üretici açısından baktığımızda Devletin GDO’lu ürünler, zirai ilaçlar konusundaki tutumu nedir? ilaçların ruhsatlanması çalışmaları devam ediyor. Pazardan domates, çilek , salatalık alırken neye dikkat edelim? Büyüklüğüne göre Bugün domates seralarının % 70’i mi alalım, tadına göre mi arı ile dölleniyor. Bu sadece bilinç- alalım? lenmekle değil aynı zamanda iş gücünden tasarruf etmekten kaynaklanıyor. Serada arıyla dölleme yaptığınız zaman, zirai ilacı da istediğiniz gibi kullanamazsınız. Bugün insanı öldürecek herhangi bir zehir kullanamazsınız, bunlar ilk uygulamada arıları bile yok eder. Serada kış aylarında ilaca daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. 10 yıl önceki kullanımla günümüzdeki kullanıma baktığımızda sonuç son derece sevindiricidir. Buna rağmen zararlar tamamen kalkmamıştır. Bu sadece bilinçsizlikten değil mecburiyetten de kaynaklanıyor. Tarım Bakanlığı’nın yasakladığı kimyasalları bulamazsınız. Son 10 yıldır bu konuyla ilgili denetim yapılıyor. Ancak insan sağlığını tehdit etmeyen Mümkünse tanıdığınız üreticiden alın yoksa paketli ürün satın alın. Paketli ürün aldığınızda her zaman hesap sorabilirsiniz. Büyüklük- küçüklük olayında ise tamamen şehir efsanesi, eğer damak tadınıza meraklıysanız salatalığın minik olanını seçin. Domateste ise çeri ya da kokteyl domates büyük domateslere oranla daha lezzetlidir. Çileklerin büyük olanları tamamen islah ürünüdür. Nedir bu ıslah türü? Yetiştirdiğiniz çileklerden en büyük olanlarının tohumlarını alıp diğerine çaprazlarsanız iri çilek elde edersiniz. Sertleri seçip bunu çoğaltırsanız sert çilek elde edersiniz. Bunları elde ederken başka bir şey elde edemezsiniz o da nedir? Koku. TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER Söyleşi HASAN ÜNAL İTÜ METE’69 GROW FİDE Söyleşi: Nihal Gerçek Seralarda ve tarlada kullanılan tohumların kaynağı nedir? Ne kadarı yurtdışından geliyor? Serada kullanılan tüm çeşitlerin hemen hemen hepsi yurtdışından geliyor. Bana göre piyasada satılan tohumların % 90’ı kadarına yakındır. Yurtdışından tohum almaya neden gereksinim duyuyorsunuz? Tek seferlik ürün veren ve tohum vermeyen ürünlerden söz ediliyor. Bu sektörün içinden birisi olarak sizin tecrübeleriniz? Ne yazık ki bunu yapan Türk firması yok. Bizim kullandığımız tohum- lardan bırakın daha iyisini bulmayı yüzde 10 eksiğini bile bulamadılar. Dünyadaki tohum firmaları fazla kar etmiyorlar, yüzde 10 kar ediyorsa öpüp başlarına koyuyorlar. Dolayısıyla adam bir tohum bulacak çiftçi 10 yıl kullanacak o zaman adam nereden kar edecek? Örnek verecek olursam, Türkiye’de Temmuz 2012 • Sayı 49 125 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER 20-30 yıldır Deveci armutu var, bulanın ismi verilmiş. Bu armutu üretenlerden hiçbirisi bu kişiye bir kuruş para vermedi. Neden o zaman insanlar tohum üretsin, çeşit üretsin? Peki neden otomobilde, LED televizyonda patent parası veriyorsunuz da tohuma gelince itiraz ediyorsunuz? Ben bu işe başladığım zaman dönümden 3 ton biber üretiliyordu, şimdi 20 ton üretiliyor. Eskiden tohumlar tek seferlik değildi çok kez kullanılabiliyordu. Şimdi ise tek seferlik tohumlar kullanılarak daha fazla miktarda ürün üretiliyor. Hangisini kullanalım? Ben 1971 yılında ilk yerli domates tohumunu getirdim. Hiçbir hastalığa dayanıklılığı yoktu o sene onu ürettik, çok da başarılı olduk yıllarca insanlar ondan domates üretti. Şimdi hastalıklar o kadar çok arttı ki bu ortamdaki hastalıklara dayanmayan çeşitteki tohumlardan verim alınamıyor. Türkiye’de sebze 126 Temmuz 2012 • Sayı 49 üretimi yapılan bölgelerde ne tür hastalıklar olduğunu biliyoruz ve ona göre çeşitli fideleri o insanlara ulaştırmaya çalışıyoruz. Şu ortamda ithal tohuma mecburuz, hatta tek seferlik ürün veren tohuma mecburuz. Benim gibi 5-10 kişi Türkiye’de sebze üretimindeki teknolojiyi yurtdışından getirerek uyguladı. Bakın devlet değil, bizler uyguladık ve Türkiye’ye yaydık. O yüzden sebze üretiminde ithalat yoktur. ürünlerin zararlı ya da faydalı olduğunu bilemiyorum. Bir tek ben değil Avrupa ülkeleri de benim gibi düşünüyor, yeteri kadar denendiğine de inanmıyorum. Türkiye’de GDO’lu sebze de, ürün de tohum da yok. Ancak soyada ve mısırda var. Ben tavuk eti, yumurta, et, baklava ve bisküvi de yemiyorum. Keçi eti yiyorum çünkü keçi yem yemez. Bunlar GDO’ya güvenmediğini gösteriyor. Zirai ilaç kullanımındaki Türkiye yağ ithalatına 2,18 milyar görüşleriniz? Semt Dolar para veriyor, hayvan yemine pazarından aldığımız elma, 3-5 milyar Dolar para veriyor kim- çilek, domates ne kadar sağlıklı? se bunları konuşmuyor. Bazı tohumların GDO olma olasılığından yola çıkarak, bu konudaki görüşünüz? Bu tür analizlerle ilgilenebilecek laboratuvarlar Antalya’da var mı? GDO’lu ürünlere temelde karşıyım. Neden karşısınız derseniz; GDO’lu Kurallara uyularak üretilen sebzelerdeki ilaç miktarı, insanların sağlığı için kullandığı ilaç miktarından daha azdır. Eskiden ilaçlar çok miktarda kullanılıyordu, şimdi kontrol altında yapılıyor. Pazardan her türlü sebze ve meyveyi alıp rahatlıkla yiyorum. Büyük firmalar, aslanların önüne ta- TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER Söyleşi rımı yem olarak atıyorlar. Kimse yiyecek ve içeceklerdeki tatlandırıcı ve yağı konuşmuyor. Gazeteler bunları yazarlarsa ilan alamazlar. Ama tarımın vur beline! Bu saydıklarımın içindeki zehirli maddeler tarımda kullanılan o zirai ilaçların neredeyse 100 katı kadar zararlı. Üretici açısından baktığımızda Devletin GDO’lu ürünler, zirai ilaçlar konusundaki tutumu nedir? Bakanlığın yeteri kadar GDO’lu ürünlerin üzerine gittiğini görmüyorum. GDO’lu ürünleri mutlaka devletin dikkate alması lazım. Oturdum 2 sene önce bir hesap yaptım, devlet mısıra 600 milyon destek veriyordu. Şimdi 1 Milyon verse çiftçi yeteri kadar mısır üretebilir. O zaman yurtdışından yağ ithal edilmeyecek, yem ithal edilmeyecek sorun kendiliğinden çözülecek. Ama Amerika’nın baskısıyla o teşvik verilmiyor. Amerika GDO’lu ürünlerini satmaya çalışıyor. Nasıl İran’dan petrol almayın deyince Türkiye İran’dan petrol almaktan vazgeçiyorsa, GDO’lu mısır alacaksın diyor, Türkiye’de alıyor. Hormonlu sebzeler hakkında ne söylemek istersiniz? Tarımdaki hormon denilen madde hiçbir zaman gerçek hormon değildir. Mesela inekleri ve tavukları büyütmek için doping gibi iğne kullanılır. Ama tarımda böyle bir şey yoktur. Tarımda yalnızca döllendirici kullanılır o da asetik asitin türevidir. Asetik asit ise bildiğiniz sirkedir. Sirke ne zamandan beri hormon oldu? Bunu kimya bilgime güvenerek söylüyorum. Hatta Güngör Uras’a kullanılan bütün formülleri yazdık, bunlar hormon mudur, değil midir? Yazmak isteyenler yazsın köşeme dedi, kimse bir şey yazmadı. O kadar kimyacı var bunlar insan sağlığına zararlıdır, hormondur, yazmadı. Bunlar yutturmacadır. Mesela çilek eskiden daha küçüktü şimdi daha büyük. Eskiden 60 beygir serçe arabalar vardı, şimdi 400 beygirlik arabalar var. Teknolojik gelişmelere paralel olarak, çilekte de yeni hibrit çeşitler buldular, hormonla bir ilgisi yok. Ben pazardan alırken en büyüğünü seçiyorum. Temmuz 2012 • Sayı 49 127 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT “Aslında biz bir şey yapmıyoruz, ne yapıyorsa arılar yapıyor” ÖZEN ALTIPARMAK MAN’77 BALPARMAK Söyleşi: Nihal Gerçek Kaç çeşit bal var? Çeşitler arasındaki farklar nelerdir? Sizce bunlardan en sağlıklısı hangisi? Balı üreten arıdır. Biz balı ambalajlama tesisini çalıştırıyoruz. Üretilen bala hiç bir şey katmadan sadece paketliyoruz. Bal dünyanın en şifalı gıdasıdır. Üretildiği anda tüketilebilen bir doğal gıda maddesidir. Arılar balı, nektarlı meyvelerden alıyor, kursağında birtakım şekerleri parçalıyor. İçine enzimler, vitaminler katarak bunu petek gözlerine dolduruyor, olgunlaştırıyor. Markalaşma demek standart olmak demek, biz de bu balları standartlaştırıyoruz. Balparmak, Balkovan ve Binbirçiçek ballarının üretim reçetesini kullanarak aynı tad ve aynı dokuyu vermeye çalışıyoruz. “Aslında biz bir şey yapmıyoruz, ne yapıyorsa arılar yapıyor” diye bir söylemimiz var. Dünyada bal arıları hiçbir zaman pisliğin içinde yaşamaz. Arının bal mumunu, polen taneciklerini ayrıştırıp, filtreleyip yabancı maddeleri ayrıştırarak kavanozluyoruz. Bunu 128 Temmuz 2012 • Sayı 49 TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O ÖZEN ALTIPARMAK Siz nasıl anlıyorsunuz? “Dünyanın en kolay taklit edilen ama en zor tahlil edilen ürünüdür bal” En zor tahlili yapılan çünkü, 65 parametrenin analizi yapılıyor. Bunlar kimyasal, mikroskobik, cihaz analizleri gibi bir çok analizi yüksek teknolojik cihazlar kullanarak yapıyoruz. Bu işi donanımlı personel, kaliteli ve taze çözeltilerle yapıyoruz. Bunlardan birisi eksik olduğunda yanlış sonuç alınabiliyor. Marketten aldığınız Balparmak ballarının incelenmesi bu şekilde yapılıyor. Bu işi bu şekilde yapabilecek bal firması maalesef Türkiye’de yok. Avrupa’da 3-4 firmadan bir tanesiyiz. Türkiye’de ise lider markayız, rakibimiz yok. Rakibimiz yok derken, içim burkularak söylüyorum. Bu tipik bir iş adamının söylemeyeceği bir şey. Biz rakiplerimizi Balı üreten arıdır. Biz balı ambalajlama tesisini çalıştırıyoruz. Üretilen bala hiç bir şey katmadan sadece paketliyoruz. Bal dünyanın en şifalı gıdasıdır. meslektaşlarımız olarak görüyoruz. Onların da bal konusunda bu denli hassas tahliller yapmaları ve toplumun sağlığını birinci plana almaları gerektiğini, her şeyin para kazanmak olmadığını, gıda işinin sağlık açısından çok önemli olduğunu söylemek istiyorum. Bizim de bir ODTÜlü olarak işimizi düzgün yapmamız ve topluma önder olmamız gerekiyor. Çünkü bize böyle öğrettiler. Bütün rakiplerimize ya da meslektaşlarımıza bu konuda yardımcı da olmaya çalışıyoruz. Rekabet etmeyi bıraktık onları da belli bir seviyeye getirme çabası içindeyiz, çünkü bu rekabette tek bir firmanın kalması bizim açımızdan çok doğru gelmiyor. Laboratuvarımızda 15 çalışanımız var: 11 mühendis, 6 yüksek lisanslı, 4 de teknikerimiz var. Bu arkadaşlarımızın hepsi yurtdışında eğitim almış, içlerinde gıda mühendisi, kimya mühendisi, mikrobiyolog ve zooteknisyeni var. Bu arkadaşlar balın gerçekten arı tarafından yapılıp yapılmadığını, dışarıdan herhangi bir insan müdahalesinin olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. Bizim işimizin yüzde 70’i bu, geri kalanı ambalajlama işi. Söyleşi yaparken, arıcı bu işi iyi yapmış mı diye laboratuvar analizi yapıyoruz. Çünkü bal bize gelene kadar arıcı veya tedarikçi bazı katkılar yapabilir. Dolayısıyla balı alırken dikkat etmeliyiz, doğru balı anlamak dünyanın en zor işlerinden birisidir. Biz bu şekilde ilerledik. Pazar payımız % 57’nin üstünde. Bütün dünyada satılan balların yarısı açık halde satılıyor. Ambalajlı satılan balların %65’ini bizim gibi 40 firma domino ediyor. Biz de bu 40 firma içinde ilk 15’deyiz. Bunun sebebi, hedeflerimiz, alt yapımız, bilgi birikimimiz ve fiziki alt yapımızın yeterli olması. Şu anda bir yatırım yapıyoruz, 2013 yılında dünyadaki en büyük bal laboratuvarı olacak. 11 ülkeye ihracat yapıyoruz. Temmuz 2012 • Sayı 49 129 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi ÖZEN ALTIPARMAK Amerika, Fransa, İtalya, Almanya, Hollanda, Azerbaycan, Irak, Suudi Arabistan ve en önemlisi Çin. Çin, dünyanın en büyük bal ihracatçısı olmasına rağmen üst gelir grubu yüzde beş. Bu da 50-60 Milyon kişi demektir. Biz bu gruba yönelik bal gönderip, satıyoruz. Eskiden İpekyolu vardı şimdi Balyolu yapacağız Çekmeköy’den Çin’e. Önce yöresel ballar serisi çıkardık. Yüksekova, Şemdinli, Muş, Kayseri ve Bingöl yörelerinin ballarını ilk defa duyusal yöntemlerle yaptık. Bilimsel metod kullandık, İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.Dr. Dilek Boyacıoğlu’nun önderliğinde altı panelist yetiştirildi. Bunların 40 tad ve doku parametreleri değerlendirilmeleri yapılarak örümcek ağı grafiği yapıldı. Bu o bölgenin coğrafi orijininin bir profili oldu. Biz bu profile göre balın hangi bölgeye ait olduğunu ispatlamış olduk. O yüz- 130 Temmuz 2012 • Sayı 49 den bizim piyasaya verdiğimiz yöresel ballar serisinin tabanında bu ispatlar var. Yani arıcı “Ben bunu Bingöl’den getirdim.” dediğinde biz bunu Bingöl Balı olarak koymuyoruz. Ancak, o yörenin profiline uygunsa bilimsel olarak test edip ona göre piyasaya sürüyoruz. Bal, yıllarca tatlandırıcı olarak kullanılmış. Tatlandırıcı olarak balın kullanımını artırmak hepimizin görevidir. Yiyecek ve içecekleri bal ile tatlandırmayı öneriyoruz. Bizim misyonumuz, Dünyanın en mucizevî besini olan balın, doğallığını ve saflığını korumak böylece kaliteli bir yaşamın unsuru haline getirmek ve balın değerini hak ettiği en üst seviyeye çıkarmaktır. Organik bal nedir? Anzer balı neden bu kadar pahalı ? Organik bal konseptine hiç sıcak bakmadım. Uçan arıyı takip et- mek zordur. 32 yıldır organik bal konusunu kavrayabilmiş değilim. Tamamen bir pazarlama tekniği olduğunu düşünüyorum. Çünkü arıyı kontrol edemezsiniz, arı kovandan 5 km uzaklıktaki çiçeklere konup gelir. Siz burada hangi çiçeğin neye maruz kaldığını ya da arının nereden su içtiğini, dereden içtiyse derenin ne kadar temiz olduğunu bilemediğiniz ve takip edemediğiniz için bana saçma geliyor. Organik petek balda, peteğin içindeki tellerin paslanmış olmaması, kovanın dışında boya olmaması, bal mumunun organik olması, organik bal olması için yeterli değil; çünkü gelen balın organik olup olmadığını bilemiyorsunuz. Buradaki kıstaslar her zaman aranmalıdır. Organik balların birçoğunda katkı ya da kalıntı görebiliyoruz. Anzer balı neden bu kadar pahalı? TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O ÖZEN ALTIPARMAK Söyleşi Pazarlama başarısı diyelim. ODTÜ’de o kadar pazarlama okuduk ama bu Anzer balını case-study olarak görüyorum. Anzer balının bizim ambalajladığımız Şemdinli, Yüksekova ballarından en ufak bir farkı ya da artı bir faydası da yok. Dünyadaki endemik bitkilerin 8’de 3’ü Anadolu topraklarındadır. O kadar zengin bir flora yapımız var ama bunlara ek olarak fazladan bir ya da iki tane endemik bitkinin daha balın içine dahil olması, o yöreyi simgelediği için Anzer Balı adını almıştır. baldır. Bayağı geniş bir alanda olur, orada da arılar hem bal alır, hem de güçlenir. Sonra herkes kendi bölgesine gider. Erzurumlu arıcılar Erzurum’a, Yüksekovalı arıcılar Yüksekova’ya. Şemdinli, Kars, Kayseri, Nevşehir, Urfa, Aydın , Söke, Bergama vb. 15 Ağustos civarında hemen hemen bütün flora biter, arıları güçlendirmek için süpürge otu püren çiçeğine giderler. Bu otun enzimleri yüksektir, arı canlanır ve kuvvetlenir. Ege’de Dalaman’dan Kuşadası’na kadar olan Milli Park’ta tamamen Çam balı üretilir, arılarını oraya götürürler ve Kasım ayı sonuna kadar çam balı üretirler. TV’de gördük, kuyumcu vitirinine Anzer Balı koymuş, altının gramı ile aynı fiyat diye satıyordu. Nasıl alıyorlar ? Bu da tam bir pazarlama taktiği, bence Karadenizlileri kutlamak lazım. Anzer balında çok şüpheler olabilir. Birçok aktar Anzer Balı fiyatına normal bal satıyor. Bunların gerçekten Anzer balı olduğu şüpheli, çünkü Anzer balı o yörede 200 – 300 kg çıkıyor ve düşük arz ve yüksek talebin oluşturduğu bir fiyat var. Bal üretilip soframıza gelinceye kadar hangi aşamalardan geçiyor? Denetimi nasıl yapılıyor? Arıcılık, Türkiye’de gezgin arıcılıktır. Nerede çiçek varsa oraya göçerler. Ama her tarafa yetişemediklerinden, arıcılar belirli 1-2 bölge seçerler. Mesela arıcıların hepsi narenciye balı için Mersin, Finike, Antalya’dadır. Narenciye ballarının kesimi yapıldı. Şu anda da Türkiye’deki arıcılar bal sezonuna arı yetiştirebilmek için oğul verdirirler ve taze işçi arı yetiştirirler. Ana arı bunu döller, besler ve güçlendirir ki Temmuz ayında iyi verim alınsın. Haziran ayında Diyarbakır yöresine giderler, Üçgül Balı vardır, Narenciye balından sonra çıkan ikinci Arıcının bal alabilmesi için, arının güçlü olması, floranın zengin olması, iklimin rüzgarsız olması (poyraz olmayacak, kurutmayacak), nemli olması, 21 derecenin üzerinde bir hava olması gerekir. Bunlar sağlandıktan sonra arıcı mutlaka güzel bal alır. Peteklere dolan balın nemini arı kanat çırparak alır. Bal içinde %17 kadar nem kaldığında üzerini balmumu ile sırlar. Arı, peteği ilk doldurduğunda çay gibi suludur. Olgunlaşmamıştır, çünkü arı o kıvamdaki balı rahat kusar. Sonunda üzerini sırlar. Neden sırlar? Kocaman bir küp düşünün bir kış boyunca arı bunu yiyecek. Dolayısıyla arı kendisi için sırlar. Arıcı donan balı süzer. Süzülürken gelen bal mumu vs. nedeni ile biz tekrar süzeriz ve tahlil ederek sunarız. Biz de her arıcının her tenekesinden bal alarak ortalama bir tahlil yaparız, sonucu iyiyse kaç tenekeden alınmışsa, o bir lottur. Sonuç iyi çıktı ise, 159 tenekenin hepsini birden alırız. Ya hepsini alırız ya da hiç almayız. Çünkü 2 tenekeyi çıkarsanız analiz sonucu değişebilir. Biz buna hammadde lotu diyoruz, her bir lot her bir arıcıya aittir. Daha sonra diğer arıcılardan alınan ballarla üretim reçetesine göre harman edilir. Biz bunları 20 tonluk kazanlara koyarak üretim reçetesine uygun farklı balların farklı oranlarda gerçek ve katkısız balları kendi içinde harmanlarız. Hepsi farklı tad ve orijinlerden gel- Temmuz 2012 • Sayı 49 131 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT Söyleşi ÖZEN ALTIPARMAK diği için size bir kavanoz kekik ya da çam balı veremeyiz, bunu belli bir reçete ile homojenleştiririz. 20 tonluk kazanlar bizim için bir partidir, yani 40 bin kavanozluk bir parti. Aynı lottan, aynı partiden ama 65 parametrenin analiz edildiği garantiyle tüketicilere sunuyoruz. Beş yıl boyunca tüm piyasaya verdiğimiz ürünlerin şahit numuneleri de elimizde bulunduruyoruz. Bana üç sene evvelki balımı getirin, o balın analiz raporunu sunabiliriz. Petek bal nasıl yapılır, süzme baldan daha mı doğal? Alırken nelere dikkat etmeliyiz? Petek balı arılar yapıyor daha doğal diye düşünüyorsanız tamamen bir yanılgı içerisindesiniz. Petek balı hatta Karakovan petek balı bile arıcı tarafından suni olarak yaptırılabilir. Siz onu marketlerde yuvarlak karakovan balı olarak görebilirsiniz, oysa ona kasnak gerilip petek yaptırır ve içine ne doldurduğunu bilmezsiniz. Oysa ki karakovan balında orta mumu press yapıp koyarlar, dışını ise arı örer. Gerçek karakovan balı, arının ağaç kovuklarında içinde çıta olmadan, hizalı olmadan yaptığı baldır. Önemli olan içindeki baldır, petek balın kabıdır. Nasıl portakalı, karpuzu kabuğu ile yemiyorsak balı da petek ile yememizin bir mantığı yoktur. O peteğin yanına şeker şerbeti, yüksek fritozda mısır nişastası, bal keki, arı yemi verildiği zaman, arı balı nektarlı çiçeklerden almak yerine hazır şeker şerbetini alıp peteğe kusuyor, bu da bal olmuyor. Arılar aldıkları balı kovana geldikleri zaman diğer işçi arılara ağızlarından kusarlar, işçi arılar yutar ve geri getirir olgunlaştırır, en sonunda peteğe koyar. Biz gerçek balları o yapay peteklerden süzdürerek alıyoruz. Benim burada 132 Temmuz 2012 • Sayı 49 Arıların nesli tükenmez. Arıların neslini insanlar bozar ama arılar gene neslini düzeltirler. Arılar insanlıktan önce vardı. nun öyle bir yapısı var ki siz şekeri birçok kimyasal metodlarla parçalayabilirsiniz, ama arı bunu kursağında kendisi yapar. Siz arıya mısır nişastası verdiğiniz zaman arı bunu parçalamak istiyor ama zaten parçalanmış. O zaman o kursak fonksiyonunu bir süre sonra kaybediyor. Arı bunu yapamazsa herhangi bir böcek olur. söylemek istediğim karakovan balı diye hileli bal da yiyebilirsiniz. Genç mezunlarımıza iş dünyasında başarılı olmaları için neler önerirsiniz? Amerika’da arı neslinin tükendiği söyleniyor, Türkiye’de bal üretirken arılar korunuyor mu, arılarının nesillerinin tükenmemesi için önlemler alınıyor mu? Arıların nesli tükenmez. Arıların neslini insanlar bozar ama arılar gene neslini düzeltirler. Arılar insanlıktan önce vardı. Söylendiğine göre 12 milyon yıldan beri var. Tüm bitkilerin tozlaşmasının %75-80’ini arılar yapıyor. Einstein’in teorisine göre; arılar olmazsa dünyada 4 yılda hayat biter. Bizim başka bir mesajımız da “Arı varsa, hayat var” şeklindedir. Arılar dünyada en fazla döl verebilen yaratıklardan biri. Bir kraliçe arı bir kez çiftleşerek 1 milyona yakın yumurta atabiliyor. Ana arıyı işçi arılar, arı sütü ile besleyerek hamilelik döneminden iri çıkmasına neden oluyorlar. Normalde arı, 45 gün ile 2 ay arasında, çalıştığı zaman ise 15-20 gün yaşar. Ömrü kısa olduğu için sürekli çoğalmak zorundadır. Arı zaman içinde azalabilir ama popülasyonunu artırabilecek kapasitededir. Sorun bence, hileli bal yapan arıcılarda. Arılar, çiçeklerin özünü kullanacağı yerde, mısır nişastası ya da glukozdan bal yapmaya çalışıyorlar. Arının en önemli yapısı kursağıdır. Bu- Biz 1980 yılında kurulduk. Ben 1977 yılı ara dönemde İşletme Bölümünden mezun oldum. 32 yıldır bu mesleğin içindeyim. Her gelinen noktada işi sevmek başarılı olmanın gereğidir ama yeterli değildir. O yüzden sevebileceği işleri seçmeleri lazım. Her iş kolu kendince kutsaldır. Herkesin yapabileceği işler farklıdır. Mesela tıp okusaydım kesinlikle başarılı olamazdım. Biz tesadüfen gıda sektörüne girdik, girdikçe sevdik. Arıcılık ve bal sektörü insan ömrünün yetmeyeceği kadar derin bir konu. İnsanlar bir işi yaparken en iyisini yapabilmeli. İsterseniz çöpçü olun ama en iyisi olun. Adı; çöpçü. Hayır, organize ederseniz o da güzel bir iş. Toplar katı atıkları, ekonomiye çok büyük katkısı olur. 32 yılın sonunda çok iyi bir marka olduk; çünkü çizgimizden hiç ödün vermedik. Doğru ticaret yaptık, daha çok kar elde etmek için yanlışlar yapmadık. Ekonomide öğrenmiştik; kar, zararın kardeşidir diye. Riskleri ne kadar çok alırsanız o kadar çok kar da, zarar da edebilirsiniz. Ne kadar iyi şeyler yaparsanız hep artı şeklinde size geri döner. Dolayısıyla her zaman dürüst, düzgün, işinizin gereğini yaparak işinizde ilerleyebilirsiniz. TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O Gündemde yine süt var! Prof.Dr. G. Candan Gürakan Gültekin ODTÜ, Gıda Mühendisliği Bölümü Süt ile ilgili sorunlar dönem dönem masaya yatırılır. Aslında gerçekler hep aynıdır ancak bazı zamanlarda birileri çıkar ve değişik bir yorum ortaya atar. Ortalık karışır. Geçtiğimiz aylarda yine süt gündemdeydi. Çiğ süt tüketmenin yararlarından bahseden gazete haberleri okuduk, TV programları izledik. Pastörizasyon teknolojisini savunan bilim insanlarını, endüstrinin çıkarlarını savunmakla suçlayan açıklamaları medyada izledik. Şimdi birkez daha çiğ süt ve ısıl işlem görmüş süt ile ilgili gerçekleri gözden geçirelim. Son yıllarda bazı ülkelerde çiğ süt tüketmek için bir akım başlamıştır. Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yaygın pastörize ve UHT süt tüketiminin yanında, çiğ süt satışı özel hijyen kuralları uygulamak koşulu ile yasak değildir. Her üye ülke kendi kurallarını belirler. Aralarında İtalya, Almanya’nın da bulunduğu bazı AB ülkelerinde, çiğ süt özel süt üretme merkezlerinde herhangi bir ısıl işleme tabii tutulmadan, üretildiği çiftlikte veya üretildiği bölgede lokal olarak perakende satışa sunulabilmektedir. Ancak bu merkezler sertifikalıdır ve sürekli izlenmektedir. Bu merkezlerde hayvan sağlığı, sütün kompozisyonu, patojen mikroorganizma içerip içermediği, mikroorganizma, aflatoksin seviyeleri gibi güvenliği etkileyecek unsurlar denetim altındadır, sağım koşulları hijyenik şartlara son derece uygundur. Diğer yandan halk sağlığı açısından hijyen kuralları, hayvan sağlığı ile ilgili koşulların yerine getirilememesi durumunda oluşabilecek riskleri nedeniyle birçok ülke de çiğ süt tüketimi için çok sıkı düzenlemeler getirmiş veya çiğ sütün perakende satışını yasaklamıştır. Çiğ süt yerine pastörize sütü daha yaygın tüketmemizin en önemli nedeni güvenliktir. Çiğ sütün kendisi yararlı mikroorganizmaları içerdiği gibi, patojen (hastalık yapıcı) mikroorganizmaları da içerebilir. Patojen mikroorganizmalar süt veren hayvanın hastalığı, inflamasyon başlaması gibi nedenlerle süte geçebilmekte, ayrıca süt sağım sırasında ve sağım sonrasında da patojen mikroorganizmalarla kontamine (bulaşma) olabilmektedir. Sütün besin değeri yüksek özelliği bu mikroorganizmaların hızla çoğalmasını tetikleyici niteliktedir. Simdi çiğ sütün sağılması ile başlayan, depolanması ve sonrasında tüketiciye ulaşımına kadar devam eden zincirde hijyen koşullarına da bağlı olarak bakın hangi riskler olabilir ve hangi mikroorganizmalar ve hastalıklar ortaya çıkabilir bazı önemlilerini tekrar inceleyelim. Bu mikrobiyal ve/veya viral tehlikeler hayvan sağlığına, sağım sırasında hijyen ve dağıtım ve satış sistemlerine bağlı olarak bölgeden bölgeye değişerek çiğ sütte oluşa- Temmuz 2012 • Sayı 49 133 ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT bilmektedir. Bakteri yükü fazlalaşmış, uygun koşullarda saklanmamış süt bu mikrobiyal tehlikeleri taşıyabilmektedir. Güvenilir olmayan, nerede üretildiği, üretim şartları, nasıl saklandığı ve dağıtıldığı bilinmeyen sütlerin tüketiminin sakıncalı olduğu aşikardır. Oysa, başlangıç mikroorganizma seviyesi standart değerlerin altında olan, ilaç ve mikotoksin içermeyen çiğ sütün pastörize edilmesi ile bu risklerden kurtulabilmek mümkün olabilmektedir. Pastörize sütün elde edildiği çiğ sütün de sağım ve nakil şartları soğuk zinciri sağlamak zorundadır. Pastörizasyon denilen ısıl işlem (72 °C de 15 saniye) uygulaması, hızla buzdolabı sıcaklığına soğutulması ve bu sıcaklıkta dağıtımı, etiketlemede belirtilen süre buzdolabında saklanması ile hastalık yapan mikrorganizmalardan kurtulmanız mümkün olduğu gibi bu işlem sütün yapısını ve kompozisyonunu da olumsuz yönde etkilememektedir. UHT ise (140°C de 4 saniye) raf ömrü pastörize süte oranla daha uzun olan süt üretme teknolojisi olup, yine sütün besin değerini önemli ölçüde değiştirmez. Bu sistem ile kaynatma işlemi yapmadan sütdeki bakteri yükü sıfıra indirgenir. Bu teknolojide uygulanan tetrapak paketleme sistemi içerdiği sütü ışık gibi dış etkenlerden koruyucu yapıdadır. UHT süt koruyucu katkı maddesi içermez, paket açılmadığı sürece soğuk zincire gereksinim duyulmaz. Peki, UHT sütün besin değeri pastörize süte kıyasla çok daha mı azdır? Kalori miktarı, kalsiyum, magnezyum gibi mineraller, protein, yağ, karbonhidrat miktarları ısı uygu- 134 Temmuz 2012 • Sayı 49 Fotoğraf: Aydın Tiryaki Söyleşi Gündemde Yine Süt Var! laması ile olumsuz etkilenmemektedir. Yağda eriyen vitaminler ve nikotinik asit gibi bazı su da çözünen vitaminler de de ısı uygulamasına dayanıklıdır. UHT sütte, sadece, Vitamin B12, Vitamin C, Vitamin B1 (tiamin), Vitamin B6, Vitamin B9 (folik asit) gibi ısıya hassas bazı vitaminlerin değerleri pastörize süte göre daha düşüktür. Örneğin pastörizasyon da folik asit değerindeki düşüş %10 iken UHT sütte %15’tir. Buna karşın, bu vitaminlerin ana kaynağının süt olmadığını düşünürsek, bu kayıpların sağlanan gıda güvenliği yanında çok da önemli olmadığını söyleyebiliriz. Şimdi seçim sizin, yani tüketicinin... Mikroorganizma Hastalık Polio virüsü Çocuk felci Listeria monocytogenes hamilelerde düşük, menenjit Mycobacterium tuberculosis verem (tüberküloz) Coxiella burnetti Q ateşi (humması) Brusella Malta humması Staphylococcus aureus Toksin oluşumu ile gastoenterit Campylobacter jejuni Campylobacter enfeksiyonu Patojenik E. coli grupları E.coli enfeksiyonları Örnek:E.coli 0157 :H7 kanlı ishal Salmonella serotipleri Tifo, paratifo gibi Salmonellla enfeksiyonları Streptococcus spp Streptokok enfeksiyonu Vibrio cholera Kolera Schigella Dizanteri Corynobacterium diphtheria Difteri Hepatit A virüsü Sarılık Gastroenterit: Kusma ve ishale neden olan yaygın bağırsak enfeksiyonu TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O Nail Eren “Bizler Dünyayı Değiştirebiliriz” izleyin