ODTÜLÜ Dergisi - Sayı 49 13.2 mb

Transkript

ODTÜLÜ Dergisi - Sayı 49 13.2 mb
ODTULU
ODTULU
Editörden
Prof. Dr. Bilgehan Ögel
[email protected]
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Mezunlarla İletişim Dergisi
Temmuz 2012 • Sayı 49
ISSN: 1309-2626
ODTÜ Adına Sahibi
Prof. Dr. Ahmet Acar
Yazı İşleri Müdürü
Prof. Dr. Bilgehan Ögel
Yayın Kurulu
Prof. Dr. Bilgehan Ögel
Dr. Aydın Tiryaki
Serpil Savaş
Nihal Gerçek
Reklam Sorumlusu
Nihal Gerçek
[email protected]
Yazışma Adresi
Mezunlarla İletişim Müdürlüğü
ODTÜ Rektörlük 1. Kat 06800 Ankara
Tel: (0312) 210 41 28
Faks: (0312) 210 13 58
e-posta: [email protected]
www.mezun.metu.edu.tr
Grafik Tasarım: Gürkan Akbaş
Yayına Hazırlayan - Baskı
Elma Teknik Basım Matbaacılık
Çatal Sokak 11/A
Maltepe 06570, Ankara
Tel: (0312) 229 92 65 - 229 73 55
Faks: (0312) 231 67 06
www.elmateknikbasim.com
e-posta: [email protected]
Basım Tarihi: 30 Temmuz 2012
ODTÜLÜ Dergisi,
ODTÜ Kariyer Planlama Merkezi’nin
mali desteği ile yılda iki kez
Sevgili ODTÜlüler ve ODTÜ Dostları,
Ocak sayımızın çıktığı günden bu yana
Üniversitemiz yine başarılı bir dönemi geride bıraktı. Son yıl içinde ülkemizde ve yurtdışında belki de en çok
ses getiren başarı, ODTÜ’nün, Mart
2012’de ilan edilen Times Higher Education “Top 100 World Universities by
Reputation” listesine girmesi oldu. Times Higher Education’ın yaklaşık 150
ülkeden seçtiği 17.000 başarılı akademisyenin değerlendirmesine dayanan
bu sonuçla ODTÜ, hem eğitim hem
araştırma alanında “mükemmel” olarak tanımlanan 100 dünya üniversitesi içinde yer aldı. Dünyanın sadece
19 ülkesinin temsil edildiği bu listeye
Türkiye’den sadece ODTÜ girdi. Bu üstün başarı tüm öğrenci, öğretim üyesi
ve mezunlarımıza aittir.
Bu sayımızda gıda sektörünü ele alıyoruz. Türkiye açısından büyük önemi
olan bu sektörde, öncü kurumların
başarılı ODTÜ mezunu yöneticileri ile
birer söyleşi yaptık ve sektördeki gelişmeleri sizlere aktarmaya çalıştık.
Soyadına göre alfabetik olarak röportajlarını sunduğumuz ETİ Gıda Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Etkin
Binbaşıoğlu (IE’75), Yıldız Holding Yatırımlar ve İş Geliştirme Grubu Başkanı
Zeki Sözen (ChE’79), TAMEK İcradan
Sorumlu Başkan Yardımcısı Serdar
Özakar (ME’81), TAT Gıda Grubu ve
SEK Süt İşletmesi Grup Yöneticisi Murat Hocalar (FdE’85), Altıparmak Gıda
Yönetim Kurulu Başkanı Özen Altıparmak (MAN’77) ile yapılan söyleşileri
bu sayımızda okuyabilirsiniz.
Türkiye ve Dünya açısından kritik konuları masaya yatırdığımız yazı dizimiz
DOSYA’ya devam ediyoruz. Bu bölümde, gıda ve gıda güvenliği konusunu işledik. Son yıllarda çok tartışılan
GDO’lu gıdalar, hibrid tohumlar, zirai
ilaçlar, topraksız tarım gibi konuları tartıştık. Bir araştırma raporunda,
Dünya’yı en çok kirlettiği söylenen
12 kimyasaldan 9’unun zirai ilaçlarda
kullanılan hammaddeler olması, durumun ciddiyetini sanırım net biçimde
editörden
ortaya koyuyor. Bu konuları ODTÜ öğretim üyeleri ve Antalya bölgesinde
sera ve tohumculuk konusunda Türkiye’nin önde
gelen şirketlerinin yöneticileri ile konuştuk. Antalya
bölgesindeki seralar sadece Türkiye’yi değil, ihracat
rakamlarına baktığımızda
tüm Dünyayı doyurmaya
aday. Tahmin edebileceğiniz gibi bu
şirketlerin yöneticilerinin büyük çoğunluğu da ODTÜ mezunu. Söyleşileri
ilgi ile okuyacağınızı umuyoruz.
Okuyucularımızdan olumlu görüşler
alan “ODTÜ Güzeldir” fotoğraf köşemizde bir sürprizimiz var. Bu sayımızda, ODTÜ araştırma ortamında
çekilmiş, estetik elektron mikroskop
fotoğraflarına yer veriyoruz. Bilimsel
fotoğrafların da çok estetik olabileceğini vurgulamak istedik. Bu sayıda
başlığımızı biraz değiştirdik! “Bilim
Güzeldir”.
ODTÜ’de yürütülen bazı araştırma
başlıklarını da sizlerle paylaşmak istiyoruz, “Bebelerden Bilime Katkı” projesi ile Yrd. Doç. Dr. Annette Hohenberger, “Karayolları Genel Müdürlüğü
Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi” yazısı ile Y.Doç. Dr. Ferhat Akgül,
ODTÜ/Teknokent Membran Arıtma
Tesisi” projesi ile Prof. Dr. Celal Gökçay, ve araştırma konularını bizlerle
paylaşıyor. İlgi ile okuyacağınızı düşünüyoruz.
Yöneticilik görevine rağmen bizi kırmayan Ali Uzay Peker Hocamıza da teşekkür etmek istiyorum: “İstanbul’da
Su ve Meydan Çeşmesi” başlıklı yazısını bizler için yazdı.
ODTÜLÜ’deki bazı yazılara ODTÜ TV ve
YouTube ODTÜ kanalındaki videoların
QR kodlarını ekleyerek dergimize yeni
bir görsel içerik kazandırdık.
Bu sayımıza katkıda bulunan tüm öğretim üyelerimize, mezunlarımıza;
dergimizin yayına hazırlanmasında
emeği geçen Aylin Turgut Ecevit’e,
öğrencimiz Mert Yenidemirci’ye teşekkür ediyor, 49. sayımızı da keyifle
okumanız dileği ile sevgi ve saygılarımı
sunuyorum.
yayınlanmaktadır.
Temmuz 2012 • Sayı 49
1
içindekiler
ODTÜ’nün
56. Kuruluş
Yıldönümü Kutlandı
4 11
Temmuz 2012 • Sayı 49
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nde
ODTÜ GÜNÜ
Bebeklerden
Bilime Katkı
12 16
İstanbul’da Su ve
‘Meydan Çeşmesi’
İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde
Yerli Yapım
Deprem Simülatörü
24 25
ODTÜ’de Elektriğini Üreten Bina:
Ayaslı
Araştırma Merkezi
Avrupa’nın
Profesyonel Mühendis Adayları
Ankara’da Buluştu
26 27
Karayolları Genel
Müdürlüğü Köprü
Yönetim Sisteminin (KYS)
Geliştirilmesi Projesi
CERN
“Bilimi Hızlandırıyoruz”
Sergisi
34 35
Akademik Gelişim
Programı İlk
Uygulaması Tamamlandı
ODTÜ Teknokent
Membran
Arıtma Tesisi:
36 39
Siber Güvenlikte ODTÜ
Enformatik Enstitüsü– NATO İşbirliği
Bilim
Güzeldir
40 49
Makina Tasarım ve
İmalat İkinci Öğretim Tezsiz
Yüksek Lisans Programı
13. Yılında
ODTÜ Sanat Festivali
50 54
Karikatür
Nail Eren
2
Temmuz 2012 • Sayı 49
söyleşi
56
60
64
70
Etkin Binbaşıoğlu
Murat Hocalar
Serdar Özakar
Zeki Sözen
ETİ
TAT GIDA, SEK SÜT
TAMEK
YILDIZ HOLDİNG
Orta Doğu Teknik
Üniversitesi’nde Lisansüstü
Eğitimde 50 Yıl
Öğretim Üyelerimizin
Ulusal ve Uluslararası
Başarıları
Öğrencilerimize Sağlanan
Burs ve Yardımlar
Dosya: GIDA
Genetiği Değiştirilmiş
Organizmalar ve
Türkiye’de Son Durum
Karikatür
Nail Eren
Hasan Şirin Agrotalya
“Aslında biz bir şey yapmıyoruz,
ne yapıyorsa arılar yapıyor”
Özen Altıparmak Balparmak
74
79
95
100
107
117
122
128
77
88
96
102
110
118
125
133
Fizik Bölümü’nde
disiplinlerarası bir
araştırma alanı: FOTONİK
Topluluklardan
Haberler
Kitaplık
Genetiği Değiştirilmiş
Olarak Adlandırdığımız
Gıdalar Nedir?
Biyolojik Bilimler Bölümü’nden
Doç. Dr. Sertaç Önde ile GDO,
Zirai İlaç ve Tohumu Konuştuk
Antalya’da
Tarım Sektöründe ODTÜlüler
Okan Yurdakul Ayer Tarım
Hasan Ünal Grow Fide
Gündemde
Yine Süt Var!
Temmuz 2012 • Sayı 49
3
ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
ODTÜ’NÜN
56. KURULUŞ
YILDÖNÜMÜ
KUTLANDI
ODTÜ GÜNÜ; 25 Mayıs 2012
Cuma günü, Kültür ve Kongre
Merkezi (KKM)’nde düzenlenen
bir törenle kutlandı. Törende, Dr.
Aydın Tiryaki tarafından hazırlanan
“ODTÜ’den Başarı Haberleri” başlıklı görsel sunum ile Rektör Prof.
Dr. Ahmet Acar’ın açılış konuşması
ardından, Üstün Hizmet ve Takdir
Ödülleri sahiplerine sunuldu. Aynı
gün öğleden sonra yapılan ikinci
bölümde ise Turan Baskan Hizmet
ve Teşvik Ödülü almaya hak kazanan Üniversitemiz idari personeline ödülleri verildi.
Açılış konuşmasında; son yıllarda, yılda ortalama 12 projemizin
AB çerçeve programlarından desteklendiğini, 2012 yılının sadece
ilk dört ayında ise 11 projemizin
çerçeve programlarından desteklendiğini ifade eden Rektör Prof.
4
Temmuz 2012 • Sayı 49
Dr. Acar; 2009 yılında başlatılan
“ODTÜ Yenilenebilir Enerji, Ekosistemler ve Sürdürülebilirlik Araştırma Platformu (YESAP)” girişimi
kapsamında da geçtiğimiz yıl içinde yeni bir adım daha atıldığını belirterek; DPT desteği ile 2009 yılında kurulan “ODTÜ Güneş Enerjisi
Araştırmaları Merkezi (GÜNAM)”
ve 2011’de kurulan “ODTÜ Rüzgar
Enerjisi Teknolojileri Araştırma ve
Uygulama Merkezi (RÜZGEM)”den
sonra, 2012 yılında Kalkınma Bakanlığından alınan destekle “ODTÜ
Deniz Ekosistemleri ve İklim Araştırmaları Merkezi (DEKOSİM)”in
bir mükemmeliyet merkezi olarak
kurulduğunu sözlerine ekledi.
Konuşmasında Üniversitemizin,
inovasyon, teknoloji geliştirme
ve sanayi ile Ar-Ge işbirliği projelerinin önemli bir kısmının ODTÜ
Teknokent ortamında yürüdüğünü
aktaran Prof. Dr. Ahmet Acar; çok
sayıda yeni teknokentin kurulmasına rağmen ODTÜ Teknokent’in,
Ar-Ge firmalarınca daha da çok
talep edilen bir çekim merkezi
haline geldiğini, Teknokent firmaları ile akademik birimlerimiz
arasında artan işbirliğinin, firmalara sağladığımız yüksek katma
değerli hizmetlerin ve iyi işleyen
altyapının, ODTÜ Teknokent’in
cazibesini daha da artırdığını ve
Ar-Ge kuruluşlarının hızla artan
talebini kısmen karşılamak üzere yaptırılan 7.300 m2’lik “Titanium” binasının 2012 yılı başında
hizmete girdiğini belirtti. Son yıl
içinde başlayan yeni programlarla
Teknokent firmalarının yurtdışına
açılmasına, Teknokent firmalarıyla
Üniversitemiz arasındaki araştırma
ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
işbirliğinin yoğunlaşmasına, ODTÜ
öğretim üyelerinin araştırma bulgularının patentlenmesine ve patentlerin lisanslanmasına ağırlık
verildiğini ifade eden Prof. Acar;
ODTÜ Teknokent bünyesinde yürütülen inovasyon ve girişimcilik
destek programlarını tek bir çatı
altında birleştirmek ve geliştirmek
amacıyla, Nisan 2012’de başlatılan “TeknoJumpp Girişimcilik ve
İnovasyon Destek Programı”yla
önümüzdeki dönemde teknogirişimciliğe çok daha etkili hizmet vermenin hedeflendiğini vurguladı.
Prof. Acar, konuşmasında; Üniversitemizin başarılarının geçtiğimiz
yıl içinde bir dizi uluslararası kuruluş tarafından da tescil edildiğini
belirterek; Son yıl içinde ülkemizde
ve yurtdışında belki de en çok ses
getiren sonucun, ODTÜ’nün Mart
2012’de ilan edilen Times Higher
Education “Top 100 World Universities by Reputation” listesine gir-

mesi olduğunu bildirdi ve “ODTÜ
olarak son yıl içinde diğer uluslararası değerlendirmelerde de gurur
verici sonuçlar aldık. Webometrics
2011-2012 ve Leiden 2011-2012
listelerinde ülkemizi en üst sırada
temsil etmeyi sürdürdük ve bu sıralamalardaki yükselişimiz son yılda da devam etti. QS 2011 sıralamasında, “mühendislik” ve “temel
bilimler” alanlarında; URAP 2011
sıralamasında “mühendislik”, “temel bilimler” ve “sosyal bilimler”
alanlarında ülkemizde en iyi sonuçları alan üniversite yine ODTÜ
oldu. İlk kez 2010 yılında girdiğimiz Times Higher Education “Top
World Universities” listesinde,
2011 yılında da yer aldık. Times
Higher Education “Top World Universities” sıralamalarında Üniversitemizin aldığı “Eğitim-Öğretim”
puanının, dünyanın ilk 150 üniversitesinin aldığı puanlara eşit olduğunu özellikle belirtmek isterim.”
dedi.
Prof. Acar; son ay içinde de, çok
prestijli yeni bir ödülü kazandığımıza değinerek; ODTÜ’nün, 1955
yılından beri verilmekte olan “Red
Dot Design Awards”ın 2011 yılı sonuçlarıyla, Amerika ve Avrupa kıtalarındaki “en başarılı 15 tasarım
okulu” listesine girdiğini belirtti ve
bilime ve topluma verdiğimiz hizmetler ve aldığımız başarılı sonuçlarla uluslararası tanınırlığımızı pekiştiren mensup ve öğrencilerimizi
kutlayarak, yeni başarılara örnek
olacakları için de kendilerine ayrıca teşekkür etti.
Konuşmasında ayrıca yetenek,
tutku ve çok çalışmanın başarılı
sonuçlara erişmek için yeterli olmayabileceğinden söz eden Prof.
Acar sözlerini; “Biliyoruz ki sıradışı
insanlar ancak başarıyı destekleyen kurumlarda ve toplumlarda
yetişirler; üstün nitelikli insanlar,
ancak uygun ortamlarda, kültürel
iklimlerde ortaya çıkabilirler. Üs-
i zley i n
Temmuz 2012 • Sayı 49
5
ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
tün nitelikli insanlarımızı – öğrencilerimizi, akademik ve idari personelimizi – ODTÜ’ye getiren ve her
yıl artan başarılarla Üniversitemizi
ileriye taşımalarını sağlayan gücümüz, ODTÜ’nün kendine özgü ortamıdır. “ODTÜ Ortamı”, nitelikli
insangücümüzün; üniversitemize
bağlılığımızın; sorumluluk duygumuzun; sorgulama ve “daha iyi”yi
arama anlayışımızın; rasyonel düşünceyi, etik değerleri, liyakatı ve
hizmet etmeyi öne çıkaran kurumsal değerlerimizin kendine has bir
bileşimidir. “ODTÜ Ortamı”nın bu
özellikleri korunduğu ve geliştiği
sürece başarılarımız hep sürecek;
ODTÜ, gurur duyduğumuz sıradışı
insanlarımızı yetiştirmeye devam
edecektir.” şeklinde sürdürdü.
Konuşmasında, son yıllarda yükseköğretim ve araştırma alanında ülkemizde ve tüm dünyada yaşanan
köklü değişikliklerin Üniversitemizi
de etkilediğini vurgulayan Rektör
Prof. Acar, hızla atılan uluslararasılaşma adımları ile birlikte, yükseköğretim ve araştırma alanlarında
rekabet ve işbirliği arayışlarındaki
6
Temmuz 2012 • Sayı 49
yoğunluğun açık şekilde hissedildiğini kaydetti. Ülkemizde de, son
yıllarda kurulan yeni üniversiteler
ve hızla artan kontenjanlarla arz
– talep dengesinin tersine döndüğünü; yurtiçinde de öğrenci, öğretim üyesi, nitelikli idari personel
ve araştırma fonları için rekabetin
çok arttığını sözlerine ekleyen Prof.
Acar; “Öğretim üyesi açığı ve kalite
sorunu, üniversitelerimizin uluslararası rekabetinin önündeki en
belirgin engeller olarak gözükmektedir. Öğrencilerin disiplinlere göre
talebindeki kaymalar, üniversitelerde yaşanan kaynak ve yönetim
sorunları, yükseköğretim sistemimizde ciddi önlemlerin alınmasını
gerektirmektedir.” dedi.
Konuşmasına devamla, tüm bu gelişmelerin Üniversitemiz üzerindeki kaçınılmaz yansımalarının yanı
sıra, özellikle ilgilenilmesi gereken
konunun yükseköğretim sistemimizi yeniden yapılandırma çalışmaları olduğunu söyleyen Prof. Dr.
Acar; yeniden yapılandırma çalışmaları ile 2547 sayılı yasanın değiştirilmesinin amaçlandığını, bu
çalışmaların yükseköğretim sistemimizin tıkandığı noktalara odaklanarak yüzeysel ve içerikten daha
çok “şekil”e yönelik düzenlemeler
halinde kalabileceğini belirterek
sözlerini şöyle sürdürdü: “Oysa
gerekli olan, yükseköğretim sistemimizdeki derin kalite sorunlarının özüne inebilecek, uluslararası
düzeyde rekabet edebilecek üniversitelerin önünü açacak ve hatta
bu nitelikteki üniversitelerimizin
sayısını artıracak yeni bir anlayışın,
yeni bir vizyonun getirilmesidir.”
Rektör Prof. Dr. Ahmet Acar, konuşmasının son bölümünde; üniversitemizin, toplumumuzun geleceğine yön verecek genç nesilleri en
iyi şekilde yetiştirme, yeni bilginin
ve teknolojilerin yaratılmasında
küresel düzeyde katkı sağlama ve
bilgi birikimini toplumun gelişmesi
için doğrudan kullanma sorumluluklarını yüklendiğini kaydederek;
“Bu misyonumuz, bize ülkemizde
laikliği, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve temel özgürlükleri destekleme; kadın-erkek eşitliği
gibi çağdaş, evrensel demokratik
ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
değerleri savunma görevini de vermektedir. Bu çerçevede, bilime ve
ülkemizin sosyal, kültürel, ekonomik gelişmesine verdikleri katkılar
ile öne çıkan ve örnek olan insanların başarılarını takdir etmek ve
desteklemek bizim için büyük bir
mutluluk kaynağı olmaktadır. Senatomuzun, bilim, teknoloji ve sanat alanında ulusal ve uluslararası
başarıya ulaşmış ve toplumumuzun gelişmesine ve çağdaşlaşmasına olağandışı katkılarda bulunmuş
insanlara verdiği ODTÜ Ödülleri,
bu değerli insanların sıradışı hizmetlerini desteklemek ve kamuoyuna duyurmak amacını gütmektedir.” dedi.
ODTÜ Üstün Hizmet Ödülü, Üniversite Senatosu’nca, Türkiye’de
Prehistorya alanının kurumsal ve
bilimsel gelişmesine yaptığı katkılar, bu alanın üniversitelerimizin
yerleşik müfredatı içinde yer almasına neden olan öncü çalışmaları;
özellikle Çayönü ve Karatepe antik
kentleri üzerine uluslararası özgün
çalışmaları ile Prehistorya alanının
gelişmesine verdiği katkı; Karatepe
Arslantaş Milli Parkı’nın Türkiye’nin
ilk açık hava müzesi konumunda
düzenlenmesinin sağlanmasına ve
bu yörede etkili sosyal sorumluluk
projelerinin gerçekleştirilmesine
yaptığı öncülük; ODTÜ Keban Bölgesi Tarihi Eserleri Kurtarma ve Değerlendirme Projesi kapsamında
yürüttüğü çalışmalar ve arkeoloji
çalışmalarının ayrılmaz parçasını
oluşturan çağdaş arkeometri yöntemlerinin ülkemizde de başlatılmasına yol açan büyük katkıları;
ülkemizde çok sayıda genç akademisyenin yetişmesinde üstlendiği önderlik ve ilham kaynağı olan
kişiliği nedeni ile Prof. Dr. Halet
Çambel’e ve basın fotoğrafçısı ve
savaş muhabiri olarak kan ve gözyaşının hüküm sürdüğü dünyanın
“Bu misyonumuz, bize
ülkemizde laikliği,
hukukun üstünlüğünü,
insan haklarını ve
temel özgürlükleri
destekleme; kadınerkek eşitliği gibi
çağdaş, evrensel
demokratik değerleri
savunma görevini de
vermektedir.”
çeşitli bölgelerinde kendine has
üslubu ile gerçekleştirdiği başarılı
çalışmaları; bu çalışmalarda profesyonel kimliğini insancıl tutumu
ile birleştirerek medya sektöründe örnek olan davranışı; sektörde
referans alınan haber ve belgesel
programlarıyla eriştiği kalite düzeyi; Türkiye’nin ilk yerli bilgi ve belge kanalı olan İZ TV’yi uluslararası
tanınırlığa ulaştıran yöneticilik ve
yapımcılık başarısı ile ülkemizin
tarih, doğa ve kültür değerlerini
tanımamızda ve tanıtmamızda yarattığı fark ile kültürel ve düşün yaşamımıza sağladığı değerli katkılar
nedeniyle Coşkun Aral’a verildi.
Üniversitemiz mezunlarından Ferit
Akın, 80’li yıllarda ülkemizde yurtdışı lisans ile kurulan ilk BOPP plastik ambalaj filmi hattı üretiminde
kullanılan ve tekellerin elinde olan
kimyasal katkı malzemeleri yerine
geliştirdiği yenilikçi alternatiflerle
firmasını dünya pazarlarında söz
sahibi yapmasındaki başarısı; sonraki yıllarda bu alanda yurtdışında
örnek olan çalışmaları; eğitimi destekleyen çok yönlü gayretleri ve bu
katkılarını kurumsallaştırmak için
kurduğu Tarık Somer Eğitim Vakfı
ile İzmir Buca ilçesinde kendi adıy-
la kurduğu ilköğretim okulu nedeni
ile ODTÜ Takdir Ödülü almaya layık görüldü.
Yine Üniversitemiz mezunlarından Tuna Aksel’e, 1973 yılından
bu yana çalışmakta olduğu ve şu
anda en üst düzey yöneticiliğini
üstlendiği şirketin yurtiçinde ve
yurtdışındaki başarılarında oynadığı liderlik rolü ile sektörünün gelişmesine katkıları; genç insanların
iş dünyasında mesleki gelişimlerini
destekleyen yaklaşımı ve çalışmaları; üyesi olduğu ODTÜ Mezunlar
Derneği, Ankara Fen Lisesi Mezunlar Derneği, Ankara Fen Lisesi Vakfı
ve Deniz Temiz Derneği gibi sivil
toplum örgütlerinin faaliyetlerine
katılımı ve burs fonlarına yaptığı
yardımlar; ülkemizde çevreye duyarlılık bilincinin oluşturulması için
yöneticiliğini yaptığı firmanın sektöründe ilk karbon ayak izi ölçümünü yapan ve BM Küresel İlkeler
Sözleşmesi’ni ilk imzalayan firma
olmasını sağlayan çalışmaları nedeni ile ODTÜ Takdir Ödülü verildi.
Üniversitemizden mezun olmuş
Levent Ucuzal, ODTÜ Teknokent’te
kurduğu ve yöneticisi olduğu şirketiyle iş yaşamında ulaştığı başarı
düzeyi; ODTÜ’ye karşı sorumluluk
anlayışı içerisinde kurmuş olduğu
ODTÜ SAS Su Altı Sporları Topluluğu bünyesinde onlarca yurtiçi
ve yurtdışı şampiyonluk kazanmış
sporcunun yetişmesindeki aktif ve
kilit rolü; engelli öğrenciler dahil
olmak üzere her yıl yüzlerce öğrenciye şahsen zaman ayırarak verdiği
eğitimler; ODTÜ sporcularının milli
takımda yer almalarında ve Dünya
Rekorları kırmalarındaki katkıları; yurtiçi ve yurtdışı federasyon
ve konfederasyonlarda yüklendiği
üst düzey görevlerdeki başarısı;
ODTÜ’yü ve ODTÜlü olmayı gerek
iş hayatında, gerekse spor yöneticiliğinde onur ve başarıyla temsil
Temmuz 2012 • Sayı 49
7
ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
eden çalışmaları nedeni ile ODTÜ
Takdir Ödülü’ne layık görüldü.
Törenin öğleden sonra yapılan
ikinci bölümünde ise Turan Baskan Hizmet ve Teşvik Ödülü almaya hak kazanan Üniversitemiz idari
personeline ödülleri verildi. Bu yıl
Turan Baskan Hizmet Ödülü; Ebru
Özdemir Arslan, Doğan Canatan,
Işıl Demir, Fatma Leyla Ersun ve
Cafer Kaya’ya, Turan Baskan Teşvik Ödülü ise; Mevlut Aksu, Veysel
Ceylan, Aysel Karabiber, Yakup Pullu ve Hasan Ulusoy’a verildi. Ayrıca
törende üniversitemize hizmet vererek emekli olan akademik ve idari personelimize hizmet plaketleri
ile ODTÜ’de 40, 35, 30, 25, 20 hizmet yılını dolduran mensuplarımıza hizmet belgeleri takdim edildi.
Prof. Dr. Halet Çambel
(ODTÜ Üstün Hizmet Ödülü)
Prof. Dr. Halet Çambel 26 Ağustos 1916 tarihinde Berlin’de doğdu. Arnavutköy Amerikan Kız
Koleji’nde orta öğrenimini tamamladıktan sonra, önce İstanbul
Üniversitesi’nde daha sonra Paris
Sorbonne’da yüksek öğrenimine
devam etti. Türkiye’ye döndükten
sonra İstanbul Üniversitesi’nde
doktorasını tamamlayıp aynı fakültede akademik hayatını sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
8
Temmuz 2012 • Sayı 49
Fakültesi’nin prestijli Prehistorya
Anabilim Dalı’nı kuran Çambel,
1960’larda Chicago Üniversitesi,
Oriental Institute hocalarından
Robert Braidwood ile beraber
oluşturdukları Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Karma Araştırma
Projesi kapsamında Diyarbakır yakınlarında bulunan Çayönü Höyük
kazıları ile Neolitik dönemde göçebelikten yerleşik düzene, avcılık
ve toplayıcılıktan üreticiliğe geçişin
araştırılması konulu Türkiye’nin ilk
disiplinlerarası projesine imza attı.
Halet Çambel, 1960’larda Orta
Doğu Teknik Üniversitesi’nin himayesinde başlatılan ünlü Keban
Projesi’nin mimarlarından birisidir.
ömür boyu yürüttüğü çalışmaları
nedeniyle “Özgür İnsan Ödülü”,
2010 yılında ise T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “2010 Yılı
Kültür-Sanat Büyük Ödülü” verildi.
1965-67 yılları arasında Devlet
Planlama Teşkilatı’na, Çukurova
bölgesinin organize tarım, sanayi ve turizme açılmasından önce
bölgenin kültürel varlıklarının korunabilmesi için tüm kıyı şeridi boyunca ve Adana tarihi kent merkezinde kültür envanteri çalışmasını
yürütüp kapsamlı bir rapor olarak
sunan Halet Çambel, Ceyhan nehri
kıyısında yer alan çift dilli yazıtı ve
onlarca kabartmaları ile tanınan
M.Ö.7. yüzyıla tarihlenen Karatepe-Arslantaş (Azatiwataya) kalesinin kazısına önce genç bir arkeolog
olarak katıldı ve Türkiye’de Milli
Park içinde yer alan ilk Açık Hava
Müzesini kurdu. Aynı zamanda,
yöre halkının eğitimine katkıda bulunup bölgeye has kilim dokumacılığını canlandırarak sadece geçmişi
korumakla kalmayıp günümüz insanına da yol göstermeyi başardı.
Coşkun Aral
2004 yılında Hollanda Prens Claus Kraliyet Ödülü’nü alan Halet
Çambel’e, 2005 yılında Boğaziçi
Üniversitesi tarafından Anadolu
Arkeolojisine yaptığı katkılardan
dolayı fahri doktora unvanı verildi.
1980 yılında ilk defa Sipa Press
Ajansı adına Türkiye dışında görev
aldı. Polonya’da ünlü Gdansk Grevi, İran, Irak olaylarına ilişkin çalışmalarıyla uluslararası platformda
adını duyurmaya başladı. 12 Eylül
darbesini daha önce yaptığı arşiv
çalışmalarıyla ünlü Newsweek,
2008 yılında, Anadolu Halk Bilimleri ve Kültür Derneği tarafından,
(ODTÜ Üstün Hizmet Ödülü)
Coşkun Aral 1 Mayıs 1956 tarihinde Siirt’te doğdu. Sırasıyla, 14 Eylül İlkokulu, Oruç Gazi Ortaokulu
ve Mecidiyeköy Lisesi’nde eğitimini tamamladı. Basın fotoğrafçılığı
mesleğine 1974 yılında Günaydın
ve Gün gazetelerinde başladı,
1976 yılında Ekonomi ve Politika
gazetesinde devam etti.
1977 yılındaki 1 Mayıs olaylarında çektiği fotoğraflarla ilk kez Sipa
Press Ajansı yoluyla adını dünya
basınında duyurdu. Bu olaya ilişkin
fotoğraflarıyla Time, Newsweek
dergilerinde yer aldı. Bunu izleyen
yıllarda Sipa Ajansı’nın Türkiye muhabirliğini üstlendi ve Türk basınında da, Türk Haberler Ajansı, Milliyet, Hürriyet gazetelerinde serbest
olarak çalıştı.
ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
L’Express dergilerinin kapaklarında
ve yüzlerce uluslararası dergi sayfalarında yansıttı.
14 Ekim 1980 günü kaçırılan bir
uçakta dünyada ilk kez hava korsanlarıyla bir röportaj gerçekleştirerek, Türk ve dünya basınında
adından söz ettirdi. Aynı olayla
Türkiye ve dünyanın çeşitli ülkelerinde ödüller aldı. 1980 yılından
itibaren sürekli olarak Lübnan,
İran, Irak, Afganistan, Kuzey İrlanda, Çad ve Uzakdoğu’da meydana
gelen savaşları görüntüledi. Halen,
Time, Newsweek, Paris-Match,
Stern, Epoca gibi dergiler adına
fotoğrafçı olarak mesleğine devam
etmektedir.
1983 yılında aralarında National
Geographic’in ünlü fotoğrafçısı
Reza ve Yan Morvan’ın da bulunduğu dört savaş fotoğrafçısı ile birlikte hazırladığı “Galile’de Barış” adlı
savaş fotoğraf albümü Edition de
Minuit tarafından yayınlandı. Lübnan savaşını konu alan bu kitap,
daha sonra Almanya ve Cezayir’de
basıldı. Yine New York’ta Pantheon
yayınevi tarafından son dönemin
en iyi 31 savaş fotoğrafçısını içeren “War Torn” kitabında yer aldı.
1988 yılında “Türkiye: Bin Millik
Büyük Serüven” adlı macera fotoğraf albümü yayınlandı. 1995 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde
Fielding Wordwide Yayınevi tarafından biri “Savaş Tehlikeli Işık”,
diğeri “Dünyanın En Tehlikeli Yerleri” adlı iki kitabı yayınlandı. 1986
yılında fotoğrafçılığa ilaveten,
Türkiye’de 32. Gün adına başlattığı
savaş muhabirliğini de asıl mesleği
ile birlikte sürdürmektedir. Yapım
ve yönetimini üstlendiği “Haberci” programı Türkiye’nin yanı sıra
uluslararası TV kanallarında da
yayınlanmaktadır. Coşkun Aral,
Türkiye’nin ilk bilgi ve belge kanalı
İZ TV’nin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır. 2006 ve 2009 yıllarında Avrupa’da verilen Hot Bird
TV Ödülleri’nden mansiyon alan İz
TV, 2007’de belgesel dalında Hot
Bird TV Ödülüne layık görüldü.
Coşkun Aral dünyanın değişik bölgelerinde bağımsız belgeseller
çekmeye devam etmektedir.
Ferit Akın
(ODTÜ Takdir Ödülü)
Ferit Akın, 6 Haziran 1943 tarihinde Ankara’da doğdu. İlköğrenimini 1956 yılında İzmir Necatibey
İlkokulu’nda, orta öğrenimini 1961
yılında İzmir Özel Türk Koleji’nde
tamamladı. Aynı yıl ODTÜ’de üniversite eğitimine başladı.
Kimya Mühendisliği Bölümü’nden
1966 yılında mezun oldu. Meslek
yaşamına mezun olduğu bölümde
Prof. Dr. Ernst Weingertner’in asistanı olarak başladı. Yüksek lisans
çalışmalarını tamamladıktan sonra, sanayi yaşamına Mart 1970’te
Petkim A.Ş.-Yarımca tesislerinde
proje mühendisi olarak adım attı.
1972-1982 döneminde İzmit’te
Bemis A.Ş.’de Proje ve Teknik Hizmetler Müdürlüğü, Lassa A.Ş.’de
Proje Müdürlüğü ve Kalite Güvence Müdürlüğü, İstanbul’da Bimaş
A.Ş.’de ve Kromsan A.Ş.’de Proje
Müdürlüğü görevlerinde bulundu.
1983 yılı başında ülkemizdeki ilk
BOPP plastik ambalaj tesisinin POLINAS A.Ş tarafından Manisa’da
kurulmasının ardından Proje Müdürlüğü görevini üstlendi.
Üretimin ilk aylarında inisiyatif
alarak lisansör Japon TOYOBO firmasının üretim know–how parametrelerinde, hammadde kaynakları ve formülasyonlarında köklü
değişiklikler yaptı. Bu çalışmalar
sonucu ürün kalitesi, maliyetler
ve üretim randımanında sağlanan
sıçramalarla POLINAS kısa sürede
dünya pazarlarında rekabet gücüne ulaştı. İkinci hattın öz kaynaklarla kurulabileceğini alınan sonuçlar,
ön proje ve fizibilite çalışmalarıyla
kanıtlayarak üst yönetimin yatırım
onayını sağladı. Aynı dönemde
POLİNAS’ın yurtdışına ilk ve tek
BOPP üretim know-how’ı satışını
da gerçekleştirdi.
Ferit Akın Mart 1988’de Plaskim
Limited Şirketini kurarak serbest
çalışma yaşamına başladı. 1988 yılı
başından itibaren aldığı teklifler ile
Yunanistan, Brezilya, Mısır, İspanya, Pakistan, Meksika, Portekiz,
Kore, Çin, Rusya ve İran’da 10’u
aşkın firma için danışmanlık yaptı.
BOPP proje ve start-up hizmetleri,
üretim know-how’ı, sorun çözme
ve teknik eğitimi kapsayan mühendislik hizmetlerini 2004 yılı sonuna
kadar sürdürdü.
Plastik sanayinde teknik yardımcı
hammadde distribütörlüğü faaliyetlerine 2008’de son vererek
emeklilik yaşamına adım attı. Bir
eğitim gönüllüsü olarak örnek aldığı hocası Prof. Dr. Tarık Somer
anısına 2009 yılında kurduğu Tarık
Somer Eğitim Vakfı faaliyetlerini
genişleterek sürdürmeyi, emeklilik
Temmuz 2012 • Sayı 49
9
ODTÜ 56. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
genel müdürlüğünü yürüttüğü ve
merkez ofisi şehir merkezinde, geliştirme ofisi ODTÜ Teknokent’te
olan coğrafi bilgi sistemleri (GIS)
ve savunma yazılımları üreten Bilgi
Coğrafi Bilgi Dönüşüm ve Yönetim
Sistemleri şirketini kurdu.
yaşamının en önemli hedefi olarak
görmektedir.
Sevgi Acar’la evli olan Ferit Akın,
iki çocuk babasıdır.
Levent Ucuzal
(ODTÜ Takdir Ödülü)
Tuna Aksel
(ODTÜ Takdir Ödülü)
Tuna Aksel, 17 Ağustos 1950 tarihinde İstanbul’da doğdu. İlk ve
ortaöğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra, 1964 yılında
Fen Lisesi sınavını kazanarak lise
eğitimi için Ankara’ya geldi. 1967
yılında ODTÜ Makina Mühendisliği
Bölümü’ne giren Aksel, 1972 yılında lisans derecesini, 1974 yılında
yüksek lisans derecesini alarak
mezun oldu.
Türkiye Elektrik Kurumu’nda iş
hayatına başlayan Tuna Aksel,
TEK’teki kısa süren çalışmasının
ardından katıldığı Yüksel İnşaat’ın
çeşitli kademelerinde ve ortaklık
yönetimlerinde bulundu. 1994 yılında Yüksel İnşaat’ın Genel Müdürü olan Aksel, bu görevini 2009
yılına kadar sürdürdü. Genel Müdürlük görevinin ardından Yüksel
Holding Yönetim Kurulu üyeliği ve
Holding Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu.
Halen Yüksel İnşaat ve Yüksel Holding Yönetim Kurulu Murahhas
Üyelikleri ile Holding Genel Koordinatörlüğü görevlerini yürütmektedir.
Gönül Aksel’le evli olan Tuna Aksel
iki çocuk babasıdır.
10
Temmuz 2012 • Sayı 49
Levent Ucuzal 17 Mayıs 1965 tarihinde Malatya’da doğdu. Babasının görevi nedeni ile ilköğrenimini Gelibolu, Polatlı, Malatya ve
Tatvan’da, orta ve lise öğrenimini
ise Tatvan ve Burdur’da tamamladı.
1982 yılı Haziran ayında Kara Harp
Okulu’nu ve Üniversite sınavlarında ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nü
kazandı. 1982-1987 yıllarında
ODTÜ’de okudu ve 3,03 ortalama
ile bölüm 3.sü olarak mezun oldu.
1988 yılında TÜSTAŞ A.Ş.’de Şehir
Plancısı kadrosunda işe başladı.
1989 yılında Proje Müdürü, 199092 yıllarında da Planlama ve Bilgi
İşlem Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1990-92 yılları arasında Gazi Üniversitesi’nde Trafik
Planlaması Yüksek Lisans eğitimini
tamamladı.
1992-93 yılında İnformatik A.Ş.’de
Satış Müdürü, 1993-94 yılında ise
Yalçın Teknik A.Ş.’de Bilgi İşlem Bölüm Başkanı olarak çalıştı.
1993 yılı bahar döneminde ODTÜ
Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge
Planlama Bölümü’nde ek zamanlı
akademik personel olarak görev
aldı. Bu görevine halen devam
etmektedir. Aynı yıl, sınıf arkadaşı Erhan Çınar ile birlikte, bugün
2003 yılında, halen akademik danışmanlığını ve antrenörlüğünü
yürüttüğü ODTÜ SAS Su Altı Sporlarını, ODTÜ Spor Müdürlüğü ve
Kulübünün desteği ile kurdu ve katıldıkları ilk serbest dalış şampiyonasında ODTÜ SAS takımı Türkiye
şampiyonu oldu.
2004 yılında Serbest Dalış Milli Takımına sporcu olarak girmeye hak
kazandı ve Türkiye’yi Hırvatistan’da
temsil etti.
2005 yılında halen yürütmekte olduğu Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu Serbest Dalış Teknik Kurul
Başkanlığına ve halen yürütmekte
olduğu Serbest Dalış Milli Takım
Antrenörlüğüne seçildi. 2006 yılında CMAS Dünya Sualtı Konfederasyonu Serbest Dalış Teknik Kurul
üyeliğine ve 2009 yılında ise tüm
üye ülkelerin oyları ile halen yürütmekte olduğu CMAS Serbest Dalış
Teknik Kurul Başkanlığına seçildi.
2007 yılında TSSF Milli Hakemi ve
2009 yılında CMAS uluslararası hakemi, 2010 yılında CMAS uluslararası hakem eğitmeni oldu.
2006 yılında öğrenci topluluğuna
dönüşen ODTÜ SAS’ta Serbest Dalış, Su Altı Hokeyi ve Su Altı Ragbisi
branşlarında eğitmenlik yaparak
ODTÜ şapkası altında Devrim Cenk
Ulusoy’un 1 dünya şampiyonluğu,
3 dünya rekoru, Şahika Ercümen’in
2 dünya rekoru, Bilgi Çingigiray’ın
2 Avrupa ikinciliği ve daha birçok
sporcunun Türkiye rekorları ve
şampiyonlukları kazanmalarında
katkısı oldu.
Evli olan Ucuzal iki çocuk babasıdır.
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nde
ODTÜ GÜNÜ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde
geleneksel “ODTÜ Günü”, her yıl
olduğu gibi Ankara Kampusu’ndan
bir hafta önce ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda 18 Mayıs 2012
tarihinde Kültür ve Kongre
Merkezi’nde düzenlenen törenle
kutlandı.
Törene milletvekilleri, kuvvet komutanları, KKTC YÖDAK (Yükseköğretim, Planlama, Denetleme,
Akreditasyon ve Koordinasyon
Kurulu) Başkanı Prof. Dr. Hasan Ali
Bıçak ve bazı bürokratlar katıldı.
ODTÜ Günü’nde önce, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu mezun adayları hocaları ile anı fotoğrafı çektirdi.
Kongre Merkezinde saygı duruşu
ve İstiklal Marşı ile başlayan ODTÜ
Günü etkinliklerinde önce ODTÜ
KKK Rektörü Prof. Dr. Turgut Tümer ve ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar’ın konuşmaları yer aldı.
Kampus içerisindeki akademik ve
çevresel birçok gelişmeden bilgiler veren Prof. Dr. Turgut Tümer,
konuşmasının sonunda yine mezun adaylarına seslendi ve “ODTÜ
Manifestosundaki deyişle, siz de
dünyayı değiştirebileceğinize inanın” dedi. ODTÜ Rektörü Prof. Dr.
Ahmet Acar ise konuşmasında
ODTÜ’nün dünyadaki yeri hakkında güncel bilgileri paylaşırken
ODTÜ KKK mezun adaylarına “1
Temmuz 2012 Pazar günü Ankara
Kampusumuzda yapılacak törende
size ODTÜ diplomalarınızı vermekten mutluluk ve gurur duyacağız”
sözleriyle seslendi. Prof. Dr. Turgut
Tümer ve Prof. Dr. Ahmet Acar, ko-

i z ley i n
nuşmalarında KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ı da
andı. ODTÜ Günü’ne katılan milletvekili ve DP Genel Başkanı Serdar
Denktaş’a da, ODTÜ Kuzey Kıbrıs
Kampusu mensuplarının duygu ve
düşüncelerini yazdıkları bir “taziye
defteri” takdim edildi. Törende konuşma yapan Serdar Denktaş da,
babasının mücadeleci karakteri ile
öğütlerinden bahsederek mezunlara seslendi. Son olarak konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen
YÖDAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Ali
Bıçak ise “Bir dünya markası olan
ODTÜ’de konuşmamı İngilizce yapacağım” diyerek sözlerine İngilizce devam etti. Kendisinin de lisans
ve yüksek lisans düzeyinde ODTÜlü
olduğuna değinen Prof. Dr. Hasan
Ali Bıçak, yüksek öğretimde birçok
tanıtma ve tanınma mücadelesinin
verildiğine işaret etti. Konuşmaların ardından bir ‘Flüt Resitali’ ile
Şefika Kutluer sahne aldı. Resitalin
ardından mezun adaylarının hazırlamış olduğu videoya yer verildi ve
mezun adayları adına üç öğrenci
konuşma yaptı.
Temmuz 2012 • Sayı 49
11
Bebeklerden Bilime Katkı
Bebeklerden
Bilime Katkı
man farkına varıyorlar? Özellikle
de dilin sesletimsel kuralları hakkında ne kadar bilgi sahibi olduklarını siz de hiç merak ettiniz mi?
Enformatik Enstitüsü
Sözcük vurgusu ya da ünlü uyumu
gibi Türkçeye özgü kuralları anadil
olarak Türkçe öğrenen bir bebek
Fotoğraf: Mustafa Bostan
Bebekler genellikle 10-13 aylık olduklarında konuşmaya başlıyorlar.
Peki acaba ne zaman anlamaya
başlıyorlar? Anne karnından duymaya başladıkları dilin kurallarının ne za-
Yrd. Doç. Dr. Annette Hohenberger
Dr. Aslı Altan
12
Temmuz 2012 • Sayı 49
Bebeklerden Bilime Katkı
Görev
İsimler
Çalışma alanı
Yard.Doç.Dr. Annette Hohenber-
Dil ve bilişsel yetenekler edinimi, işaret dili, bilişsel süreçler/algılama/hare-
ger
ket
Doktora sonrası araştırmacı
Dr. Aslı Altan
Türkçenin anadil olarak edinimi, Türkçe'nin yabancı dil olarak öğretimi
Doktora öğrencisi
Utku Kaya
Danışman
Prof.Dr. Barbara Höhle
Psikodilbilim, anadil/ yabancı dil edinimi
Uzman
Başak Alpas Elbek
Psikoloji, psikiyatri, dil edinimi, otizm
Yedek deney yürütücüsü
Gözde Bahadır
Proje yürütücüsü
kaç aylıkken öğrenir? Konuşmaya başladıklarında çok az hata
yaptıklarından daha konuşmaya
başlamadan çok önce bu kuralları
öğrenmiş olmaları gerekiyor. Bir
an için kendinizi düşünün, bilmediğiniz yabancı bir dili duyduğunuzda sözcükleri ayırt etmek bile
imkansızdır değil mi? Mesela bir
sözcüğün nerede başlayıp nerede
bittiğini bilemeyiz, duyduğumuz
uzun bir tümce bile olsa sanki bir
sözcükmüş gibi gelir kulaklarımıza
o dili bilmediğimizde. Bebekler için
de durum hiç farklı değil. Sözcüklerin başı ve sonunu ayırt etmek, her
dilin kendine özgü kurallarını öğrenmek... Hepsi aslında çözmeleri
gereken bulmaca gibi!
Biz aklımızda bu sorularla projemize başladık aslında...
Projemizin başlığı ‘Türk bebeklerinin ünlü uyumu ve sözcük vurgusuna duyarlılıkları: Sözcük algılama
ve sözcükleri birbirinden ayırma
üzerine gelişimsel çalışmalar’. 15
Ekim 2011’de başlamış olduğumuz
bu proje bir TÜBİTAK projesi. Merkezimizin adı Bilişsel Bebek Araştırmaları Merkezi, kısaca BeBeM.
BeBeM, ODTÜ yerleşkesinde, Enformatik Enstitüsü binasında zemin katta. Proje ekibimiz üç kişiden oluşuyor. Proje Yürütücümüz
Yrd. Doç. Dr. Annette Hohenberger. Dr. Aslı Altan doktora sonrası
Kültürel evrim, taklit, bilişsel gelişim, zihin felsefesi, genişletilmiş bilişsel yaklaşımlar
Türkçe tümcelerin işlemlenmesi, dilin üretim-anlaşılma süreçleri ve erken
dil gelişimi
araştırmacı, Utku Kaya ise doktora
öğrencisi bursiyer olarak görev alıyor. Ankara Üniversitesi’nde çalışan Psikolog Başak Alpas Elbek ise
projede uzman olarak çalışıyor.
Şimdi gelelim herkesin merak
ettiği bu soruların cevabını nasıl araştırdığımıza... Enformatik
Enstitüsü’nde iki odamız var, birisi
teknik oda birisi ise deney odası.
Deney odasında bebek ve annenin
ihtiyacı olabilecek herşey mevcut,
oyuncaklar, bebeği yatırmak ya da
üstünü değiştirmek için bir masa...
Aynı zamanda bu odada iki hoparlör var ve ses bazen bir hoparlörden bazen diğerinden geliyor,
bunu E-Prime adlı bilgisayar programı aracılığıyla biz teknik odadan
kontrol ediyoruz. Hangi hoparlörden ses geliyorsa, onun önündeki
ışık da yanıyor. Çalışma sırasında
bebek ve annesi deney odasında
oturuyorlar ve tavanda bulunan
yüksek çözünürlüklü iki kamera
aracılığıyla biz de teknik odadan
onları izliyoruz. Bu şekilde bebeği
mümkün olduğunca az etkilemeyi hedefledik. Bebekle aynı odada
olursak seslerden çok, yeni kişiler
yani biz ilgisini çekebilirdik ama biz
sadece sözcüklere olan tepkisini
ölçmek istediğimizden bu şekilde
bir düzenek kurduk. Zaten başka
diller için daha önce yapılmış olan
çalışmalarda da laboratuvarlar
benzer şekilde oluyorlar, bu kul-
landığımız yöntem psikodilbilimsel
çalışmalarda sıkça kullanılan başı
çevirme tercih yöntemi olarak adlandırılıyor. Bu yöntemde, bebeğin
göz hareketlerini takip ediyoruz.
Küçük bebekler birşeyi dinlediklerinde o yöne doğru başlarıyla ya
da gözleriyle dönerler. Biz de yan
odadan bilgisayardaki BABY programı aracılığıyla bebeklerin hangi
tarafa kaç saniye baktıklarını yani
dinlediklerini ölçüyoruz.
Aslında bu proje kapsamında iki
farklı deneyimiz var. Birincisi ünlü
uyumu ikincisi ise sözcük vurgusu
konusunda. İki çalışmada da yöntem aynı. Bebek annenin kucağında deney odasında otururken biz
de teknik odadan bebeğe içinde
ünlü uyumu olan ve olmayan sözcükler dinletiyoruz. Dinlettiğimiz
sözcüklerin hepsi Türkçe ama eklediğimiz eklerin bazıları ünlü uyumuna uyarken, bazıları uymuyor.
Mesela masa-lar, kalem-ler gibi
ünlü uyumuna uyan eklerin olduğu
sözcükler var; bir de masa-ler ya da
kalem-lar gibi ünlü uyumu kuralına
uymayan ekler eklenmiş olan sözcükler. Türkçedeki kalın/ ince ünlü
uyumu kurallarına göre [a] ya da[ı]
gibi kalın seslilerden sonra eklenen
ekin de kalın sesli içeren bir ek olması gerekiyor, yani -lar ya da -da,dan gibi. Aynı şekilde, yuvarlak/
düz ünlü uyumu kurallarına göre,
sözcüğün son hecesindeki ünlü
Temmuz 2012 • Sayı 49
13
Bebeklerden Bilime Katkı
Tablo 1- Yuvarlak/ düz uyumu:
Sözcük
Ünlü uyumuna uygun
Ünlü uyumuna uygun olmayan
Erdem
erdem-li, erdem-siz
erdem-lu, erdem-sız
İbre
ibre-cik, ibre-yi
ibre-cık, ibre-yu
yont-
yont-tu, yont-muş
yont-dü, yont-müş
Tablo 2- Kalın/ ince uyumu:
Sözcük
Ünlü uyumuna uygun
Ünlü uyumuna uygun olmayan
Faraş
faraş-ta, faraş-tan
faraş-te, faraş-ten
Kesit
kesit-sel, kesit-e
kesit-sal, kesit-a
kemir-
kemir-mek, kemir-elim
kemir-mak, kemir-alım
ile eklenen ek yuvarlaklık/düzlük
özellikleri açısında uyumlu olmalıdır. Örneğin, süt gibi bir sözcüğe
eklenen ek sözcüğün ünlü sesi olan
[ü] ile uyumlu olmalıdır, süt-lü, süt-
süz, süt-ü, süt-lük örneklerinde olduğu gibi. Sözcükleri seçerken sıklık özelliklerine dikkat ettik, bebek
dilinde sıkça kullanılmayan sözcüklerden seçmeye çalıştık. Tablolar-
dan da görüleceği gibi, sözcükler
ünlü uyumuna uyan ve uymayan
ekler aldıklarında farklı şekilde
sesletilirler:
Soldan sağa: Gozde Bahadır (Doktora öğrencisi), Başak Alpas Elbek (Klinik Çocuk Psikoloğu), Yrd. Doç. Dr. Annette Hohenberger (Proje Yürütücüsü), Utku Kaya (Doktora Öğrencisi, teknik sorumlu), Dr. Aslı Altan (Doktora sonrası araştırmacı)
14
Temmuz 2012 • Sayı 49
Bebeklerden Bilime Katkı
Bizim bu birinci çalışmadaki temel
sorumuz, acaba bebekler ünlü
uyumu kuralına uyanları mı daha
uzun dinliyor yoksa uymayanları
mı?
sinden ayrıştırmayı başarmışsa, o
İkinci çalışmamızda ise ünlü uyumu
ile beraber sözcük vurgusuna olan
duyarlılıklarını ölçmekteyiz. Yöntemimiz yine aynı. Türkçede bilindiği
gibi sözcük vurgusu genellikle son
hecede. Yani, sözcüklerin sesletimini yaparken son heceyi daha
vurgulu söylüyoruz. Bundan yola
çıkarak, vurgu acaba bebeklerin
sözcükleri konuşma akışından ayırmasına yardımcı oluyor mu diye
araştırmaya karar verdik. Bunun
için Türkçeye benzeyen ama gerçekten dilde olmayan sözcükleri
bir hikaye içerisinde kullandık. Bu
sözcüklerden bazıları bevi, fuga,
zibe gibi. Bu sözcükleri hikaye içerisinde sesletirken iki şekilde düzenledik: birincisi, Türkçedeki düzenli vurguya uyacak şekilde ikinci
hece vurgulu olarak yani beVİ gibi,
ikincisi ise aynı sözcükte ilk heceye
vurgu yaparak yani, BEvi gibi. Daha
sonra hikayeleri oluştururken, bu
sözcükleri hem yanındaki sözcüklerle ünlü uyumu açısından uyumlu olduğu hem de uyumsuz olduğu
biçimde kullandık. Aşağıdaki örnek
hikayede ikinci hecesi vurgulu ve
ünlü uyumu içeren bir bağlamda
kullanılan beVİ sözcüğünü görebilirsiniz:
içerisindeki sözcük akışından ay-
Bu ikinci çalışmada, bebekler bu
hikayeleri belli bir süre dinledikten
sonra onlara dinledikleri sözcükler
ve dinlemedikleri sözcüklerden
oluşan bir liste dinletiyoruz. Örneğin, beVİ hikayesini dinlemiş olan
bir bebek beVİ ve fuGA sözcüklerini dinliyor. Hipotezimiz, eğer
bebek hedef sözcüğü hikaye içeri-
zaman tek başına o sözcüğü duyduğunda tanıyacak ve yeni başka bir sözcüğe oranla daha uzun
dinleyecektir. Bu sözcüğü hikaye
Resim 1: Sağ taraftan gelen uyaranları dinleyen
bir bebek
rıştırmayı, ünlü uyumu ve vurguyu
yardımıyla yapmıştır. Eğer sözcük
vurgusu sondaysa ve yanındaki
sözcükleri uyum içerisinde değilse
o zaman bu bebek için ayrıştırmada kolaylık sağlayabilir.
Hem birinci hem de ikinci çalışmamız için bebeklerin bir kez 6 aylıkken (6 ay ±12 gün) bir kez de 10
Resim 2: Sol taraftan gelen uyaranları dinleyen
bir bebek
aylıkken (6 ay ±12 gün) bizi ziyaret
etmeleri gerekiyor. Bunun sebebi,
gelişimsel bir çalışma olduğundan
beVİ ile sıkıca tutturdu
teli çiviye
aynı bebeğin iki farklı gelişim noktasında aynı uyaranlara farklı tepki
verip vermediğini araştırıyor olmamız. Her iki çalışmamız da süre
Bütün gün ince beVİ
nerede aramıştı
olarak bebeklerin dikkat sürelerini
fazla aşmayacak şekilde yaklaşık
10 dakika sürüyor.
Bu çalışmalarımızda yeni ve önem-
Küçük beVİ çekmecesi
açık ve boştu
li olan ise, bilimsel kısmına ek olarak yetişkinlerin bebeklerin sosyal
ve bilişsel yetenekleri konusunda
Demek bütün beVİ ekipmanı dışarıdaydı.
düşündüklerine etkisidir. Bebekler
önlerinde bir bulmaca gibi duran
dili ve kurallarını harika ve hatasız
bir biçimde çözüp konuşuyorlar.
Sonunda işini bitirdi
eline beVİ geçince
Yetişkinlerden en farklı özellikleri
ise dilin kurallarını uygularken çok
daha az hata yapmaları... Bu sebeple çalışmanın sonunda onlara
Akşam yemeğe gitti,
cebinde iki beVİ.
mezuniyet kepimizi takarak hayat
boyu ilk diplomaları olarak saklayabilecekleri üzerinde kepli resimleri olan bir diploma veriyoruz.
Temmuz 2012 • Sayı 49
15
İstanbul’da Su ve
‘Meydan Çeşmesi’
Prof. Dr. Ali Uzay Peker
ODTÜ Mimarlık Tarihi
Su neredeyse varlığımızın nedeni.
Suyun canlı hayatındaki bu rolü
ilk yerleşkelerin su yanında; yani
dere, ırmak, göl, deniz ya da okyanus kıyısında oluşmasına neden
oldu. Suyun nispeten kıt olduğu
bölgelerde dağ ve tepelerden gelen suyun biriktiği ovalar tercih
edildi. Çünkü buradaki su, kuyu
veya sarnıçlar aracılığıyla daha kolay ulaşılabilir kılındı. Öte yandan
savunma önemli bir ihtiyaçtı. Bunun zorlamasıyla mümbit ovaların
kıyısındaki tepelerde oluşturulan
yüksek kale yerleşimlerine su sağlamak için yeni yöntemler geliştirildi. ‘Sarnıç’ ve ‘kuyular’ yanında,
daha yüksek dağlardan su getirmek
için ‘toplama havuzları’ ve ‘kanallar’ oluşturuldu. Su ihtiyacını karşılamaya yönelik bir başka çözüm
de ‘bent’ (baraj) inşa etmekti; ilk
defa Eski Mısır’da uygulandı. Eski
Mezopotamya, Eski İran ve Eski
Anadolu’da suyun kanallar aracılığıyla kullanılacağı yere ulaştırıldığını biliyoruz. Mezopotamya’da
böyle bir sistemin parçası olan ilk
su kemerini Asurlular Ninova’da
inşa etmişti. Sümer ve Asurluların
kanallardan gelen suyu içine akıttıkları su hazneleri de keşfedildi.
Bugün bildiğimiz çeşmeyi Grekler
icat etti denebilir. Suyu yerçekiminden yararlanarak yüksekten
aşağıya hafif eğimle ileten su kemerleri aracılığıyla çeşmelere
ulaştırdılar. Ayrıca ‘sifon’ (syphon)
adını verdikleri daha yüksekteki
16
Temmuz 2012 • Sayı 49
Resim 1: Bozdoğan (Valens) Kemeri (Fot. G. Berggren)
İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’
bir kaptan daha aşağıdaki bir kaba
tulumba kullanmadan yer çekimi
kuvvetiyle su aktarmayı sağlayan
“U” şeklindeki tüpü de onlar icat
etti. İskenderiyeli Hero Pneumatica adlı eserinde sifonlar üzerinde
durdu. Dokuzuncu yüzyılda, Banu
Musa Kardeşler çift eşmerkezli sifonu icat ederek Kitab al-Hiyal’da
tanımladı. Bu kitapta suyun farklı şekiller oluşturarak akabileceği
pek çok otomatik çeşme tarif edildi. İspanya’nın güneyinde Granada civarındaki Sierra Nevada Dağ
sırasının karlı tepelerinden belki
bu buluşlar sayesinde ulaşılan yeni
bir hidrolik sistemle getirilen su,
Elhamra Sarayı’nın havuz ve çeşmeli avlularını süsledi. Arapların
İspanya’ya getirip as-sâkiya (suyolu) adını verdiği kanal teknolojisi İspanyolca’da ‘acequia’ olarak
telaffuz edilerek İspanya’da ve
Arjantin gibi kolonilerinde su taşımacılığı için kullanıldı. On yedinci
yüzyılda, Pascal sifonların ‘atmosferik basınç’ ile çalıştığını gösterdi. Aynı dönemde Barok bahçeler
fıskiyeli havuzlarla şenleniyor, Osmanlı elçileri bunları, on sekizinci
yüzyılda, büyülenmiş bir şekilde
Sefâretnamelerinde anlatıyordu.
Su nakli ve çeşmenin tarihindeki
bir döneme değinmeden geçersek
‘İstanbul uygarlığını’ anlamamız
pek zorlaşır: Roma. Eski Romalılar,
Roma şehrine dağlardaki ırmak ve
göllerden su taşımak için büyük bir
su kemeri sistemi geliştirdi. Aqua
Marcia, on bir adet büyük su kemerinden birinin adıydı. (Ne yazık
ki bu kemer sistemi, şehir çeşmesini icad eden toplumun, yani Greklerin Korint şehrinin yağmalanmasından elde edilen ganimetle inşa
edilmişti... Birilerinin mutluluğu
her zaman diğerlerinin mutsuzluğu üzerine mi inşa edilmek zorunda!)
Resim 2: Mağlova Kemeri, Mimar Sinan (Suluboya: J. Laurens)
Resim 3: Klasik dönemden (14-17. yüzyıl) bir çeşme (Resim: A. I. Melling)
Temmuz 2012 • Sayı 49
17
İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’
Roma’da kemerlerle ‘su maksemleri’ne (castellum divisorium)
toplanan su, cadde altından kurşun borularla sifonlama yöntemi ile taşınıp serbest çeşmelere
aktarılıyordu. Pompei’de Vezüv
Yanardağı’nın külleri altında keşfedilen sistem böyleydi. Ayrıca,
evlerin iç avlularındaki çeşmelerden de bu sistemden gelmiş sular
akardı. Roma ve Pompei’de villa
ve bahçelerde fıskiye de kullanıldı. Romalılar bütün İmparatorluk
eyaletlerinde su kemerleri ve çeşmeler inşa ederek bu kültürü kent
uygarlıklarının bir parçası olarak
yaygınlaştırdı.
Tepeler üstüne kurulmuş olan
İstanbul’da suyun temini ve ulaştırılması tarih boyunca sorunlu oldu.
Çünkü yakın civarda su aktarılabilecek daha yüksek dağlar bulunmuyordu. Romalılar bunu çözmek
için kuzeydeki ormanlık alandan
su sağlamak üzere kemerler inşa
etti. İmparator Hadrianus’un ikinci
yüzyılda yaptırdığı suyolu yüzyıllar içinde onarıldı. Valentinianos
dördüncü yüzyılda, üzerindeki kırk
adet kadar su kemeri ile Trakya’daki Istranca’dan gelip Beyazıt’daki
ana çeşmeye (Nymphaeum Maximum) ulaşan suyolunu inşa ettirdi.
Bugün üçüncü-dördüncü tepeler
arasındaki Bozdoğan Kemeri (veya
Valens Kemeri) olarak adlandırılan
su kemeri bu hattın sonundadır.
İmparator I. Theodosius şehre kuzeydeki ormanlardan su getiren
bir başka suyolu inşa ettirdi. Bu
suyollarından gelen sular Aetios
Sarnıcı (bugün Karagümrük Stadı),
Aspar Sarnıcı (bugün Sultan Selim
Çukurbostanı) ve Hagios Mokios
Sarnıcı (Altımermer Çukurbostanı)
gibi üstü açık veya Binbirdirek (Philoxenus Sarnıcı) ile Yerebatan Sarayı (Basilica Sarnıcı) gibi üstü kapalı
anıtsal sarnıçlara ulaşırdı. Ayrıca,
18
Temmuz 2012 • Sayı 49
Resim 4: Ayasofya Üç Yüzlü Çeşme önünde sakalar (sucular) (Kartpostal: Ludwigsohn Fréres)
Resim 5: Bahçekapı I. Abdülhamid Çeşmesi (Kartpostal: Römmler and Jonas)
yapıların altında yer alan sütunlu
sarnıçlar hem suyun tutulmasını
sağlar hem de birer alt yapı oluşturarak yapıların depreme dayanıklılığını arttırırdı. Altıncı yüzyıldan
sonra, kentteki su dağıtım sistemi
harap oldu. Artık su gereksinimini
sağlayan sadece sarnıçlar ve yeraltı suyuyla beslenen çeşmelerdi.
Tarihi İstanbul surlarının batı ve
kuzeybatısından kaynak suyu getiren, Roma döneminde de kullanılan ‘Halkalı Suyolu’, Fatih Sultan Mehmed, II. Bayezid, Kanuni,
Sadrazamlar Köprülü ve Çorlulu
Ali Paşa zamanında, on beş-on
sekizinci yüzyıllar arasında yeniden yapıldı. Yenilenen bu şebekenin amacı suyu yeni yapılan külliyeler, hamamlar ve çeşmelere
ulaştırmaktı (bu nedenle bu yola
cevâmi-i şerife adı da verilir). On
beşinci yüzyılda, Fatih zamanında,
Bozdoğan kemeri kullanılarak, Mazul Kemer de tamir edilerek ‘Fatih’
veya ‘Turunçluk’ adı da verilen
suyolu onarılıp genişletildi. Suyun
debisini ölçerek dağıtan su terazi-
İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’
leri inşa edildi. Ayrıca, Halkalı Suyolu sistemine dahil olan, ama tarihi yarımadaya girmeyen Bakırköy
suyolu, Kışlalar suyolu ve Topkapı
Çeşmesi suyolu da vardı.
Kanuni’nin Mimar Sinan’a yaptırdığı Belgrad Ormanları’ndan
su getiren ‘Kırk Çeşme Suyolu’, I.
Theodosius’un suyolunu tekrar
canlandırdı. Eğri, Mağlova, Uzun,
Kovuk, Tek, Akyar, Kumrulu, Yılanlı, Paşa ve Güzelce adlı kemerlerle
birlikte toplam otuz üç kemer inşa
edildi. Mimar Sinan’ın trapez kesitli -yani Roma kemerlerindeki gibi
dış yüzeyi düşey olmayan- ve eğik
payandalarla desteklenen Mağlova kemeri teknolojik olarak Roma
kemerlerinin çok ötesine geçti.
İşlevselliği estetikle harmanlayan
bu kemer adını dünya yapı tarihine
altın harflerle yazdırdı. Kırk Çeşme
Suyolu yüzyıllar içinde 409 çeşmeye su sağladı. Sadrazam Rüstem
Paşa, Kanuni zamanında şehre bu
denli çok su getirilip her mahalleye
çeşme yapılmasının göç ve nüfus
artışına, dolayısıyla kıtlığa neden
olacağını söyleyerek karşı çıkmıştı.
Kırk Çeşme Suyolu üzerinde çeşitli dönemlerde toplama havuzları
ve Karanlık Bent ve Büyük Bent
gibi bentler yapıldı. Bunlardan
Lâle devri çeşmelerinin bânisi III.
Ahmed’in (1703-30) yedi adet bendi ile III. Mustafa’nın (1757-74) Ayvad Bendi öne çıkar. Günde 12.600
metreküp randımanı olan Kırk
Çeşme Sukemeri, 6.000 metreküp
olduğu tahmin edilen Halkalı şebekesinin iki katı randımana ulaştı.
Bu suyollarını denetlemek için bir
‘suyolu nâzırı’ görevlendirildiği gibi
Arnavutların hakim olduğu ‘suyolcuları loncası’ da kurulmuştu. Kadın sultanlar da yapı yaptırmakta
etkindi. Kanuni’nin kızı Mihrimah
Sultan Üsküdar’a tarihinde ilk defa
su sağlayan kendi adıyla anılan bir
Resim 6: Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Çeşme ve Sebili (Kartpostal: Georges Papantoine)
Resim 7: Eyüp Mihrişah Valide Sultan Sebili (Foto: A.U. Peker)
isale hattı yaptırdı.
On sekizinci yüzyılın bir başka çeşmeler bânisi I. Mahmud (1730-54)
kendi adıyla anılan I. Mahmud
Kemerini de içeren 25 km. uzunluğunda bir suyolu inşa ettirerek,
bugün tanıdığımız ‘Taksim Suyolunu’ meydana getirdi. O dönemde
Batı ile siyasi ve kültürel ilişkilerin
şekil değiştirmesi ile gittikçe önem
kazanmaya başlayan Levanten
bölgeleri Galata ve Beyoğlu’na
yönelik bu suyolu, 1839 yılında
tamamlandığında Valide, Topuzlu,
Sultan II. Mahmud Bentleri, Bahçeköy ve I. Mahmud kemerleri ile
toplama havuzları, su terazileri,
çeşmeler ve Taksim Meydanı’ndaki
‘maksem’den oluştu. Geliştirilmeye ihtiyaç duyulan bu şebeke 1836
yılında Su Nezâreti’nin kurulmasıyla kentin kuzeyinde Avrupa’daki örneklere benzer bir suyolu şebekesi
ile desteklendi. Sultan II. Abdülhamid, Yıldız ve Beşiktaş Sarayları’na
su sağlamak için Kırk Çeşme’nin
doğu kolundan kaynaklanan ‘Hamidiye’ su tesislerini kurdu. Su
Nezâreti 1293’de Şehremaneti’ne
Temmuz 2012 • Sayı 49
19
İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’
bağlandı. ‘Terkos Suyolu’ ise
1933’de özel bir kuruluştan satın
alınarak İstanbul’un sürekli gelişen
suyolu şebekesinin bir başka aşamasını oluşturdu. İstanbul’un ayrıca Karakulak, Kestane, Kayış Pınarı
v.b. menba suları vardı ki rivayete
göre Paşalar eyaletlere tayini çıktığı zaman yanlarında bu sulardan
müptela olduklarını galonlarla götürürdü.
Çeşmelere gelince. Ortaçağ uygarlığında bir nesnenin günlük
kullanımdan kaynaklanan işlevi
yaşamı anlamlandırmak için pek
kıt görülürdü. Bu basit işlevler yan
anlamlarla zenginleştirilerek insanî
kılınırdı. Akdeniz ve çevresinde,
özellikle Akdeniz’in güneyindeki
sıcak ve kurak bölgelerde su neredeyse kutsaldı. Eski ve Yeni Ahit’de
su yeryüzünün temeli, yaşam kaynağı, arındırıcı ve iyileştiricidir.
Aziz Paul, ‘vaftiz töreni’ sırasında
Hz. İsa’nın ölümüne benzer şekilde
günahlarla beraber ölünüp, yenilenildiğini belirtir. ‘Tufan’ kavramı
da vaftiz ile ilişkiliydi. Tufandan kurtulmayı
sağlayan gemi
Hz. İsa’nın
yeni-
20
Temmuz 2012 • Sayı 49
Bugün
‘mahalle çeşmesi’
nedir diye sorsak belki
bir kaç kişi öne çıkar
ama,
hangimiz bilir
‘selsebil’i,
‘çatal çeşme’yi,
‘çukur çeşme’yi,
‘menzil çeşmesi’ni,
‘meydan çeşmesi’ni,
‘çoban çeşmesi’ni,
‘namazgah çeşmesi’ni
ve de ‘şadırvan
çeşmesi’ni.
den dirilişi ile kurtuluşa eren ‘vaftiz
edilmiş’ Hristiyanların kilisesi olarak görüldü. Hatta Hz. Nuh’a tufanın bittiğini haber veren ‘güvercin’,
Kutsal Ruh’un simgesi oldu. Hristiyan anlayışında tufan kavramındaki suyun günahlardan arındırıcı
rolü bu şekilde vurgulandı. İslam’ın
kutsal kitabı Kur’an’da her şeyin
sudan yaratıldığı belirtilir. Cennet
ve su ilişkisi, içinde su akan ‘ırmak’
(ab-ı kevser) kavramı ile vurgulanır.
Bu şekilde ‘vadedilen ırmak’ kavramı suyun İslam dünyasında da
yeniden dirilişle ilişkilendirildiğini
gösterir. Ayrıca, gökten temiz su
indirildiği de geçer. Bundan hareketle hadislerde suyla temizlenme
önemli bir yer tutar. İbadet öncesi
suyla temizlenmenin ruhanî arınmayla ilişkili sembolik bir yanı da
vardır. Hayır amaçlı su vermenin
günahlardan arınma sağladığı belirtilir. Ölenlerin ruhlarına su tesisi
yaptırmak
Resim 8: Ayasofya Şadırvanı (Foto: A.U. Peker)
İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’
da Hz. Muhammed’in tavsiyesidir.
Bu nedenle karşılıksız su ve hatta bayramlarda şerbet dağıtılan
‘sebil’ adının Kur’an’da yer alan fi
sebilillah, yani “Allah yolunda yapılan hayırlar” kavramından geldiği söylenir. İstanbul’da evlere su
taşıyanların oluşturduğu bir esnaf
teşkilatı vardı. Bunun mensuplarına ‘saka’ derlerdi. Yazının başında geçen Arapça sözcük as-sâkiya
(suyolu) belli ki ‘saka’ kelimesiyle
ilişkili. Sakaların pirî, Kerbelâ’da su
dağıtırken Yezidîler tarafından öldürülen Ebü’l-Kevser Şadü’l-Kürdî
idi. Sakalar yoldan geçenlere şöyle
seslenip su dağıtırdı: “Sebilullah;
şehidân-ı deşt-i Kerbelâ ervahları
için sebil!”. Şöyle de seslendikleri
işitilirdi: “mine’l-mâ’i külle şey’in
hayy” (“Her canlı şeyi sudan –yarattık-” Kur’an 21/30).
Bugün ‘mahalle çeşmesi’ nedir
diye sorsak belki bir kaç kişi öne
çıkar ama, hangimiz bilir ‘selsebil’i,
‘çatal çeşme’yi, ‘çukur çeşme’yi,
‘menzil
çeşmesi’ni,
‘meydan
çeşmesi’ni, ‘çoban çeşmesi’ni,
‘namazgah çeşmesi’ni ve de ‘şadırvan çeşmesi’ni. Bu çeşmelerin
hepsi bugün Osmanlı dediğimiz,
aslında kendilerini doğdukları köy,
kasaba, şehir, bölge veya eyalet ile
özdeşleştiren atalarımız tarafından bilinirdi. Bugün herhalde bildiğimiz tek çeşme var: ‘pet şişesi’!
(İstanbul’da, Ege ve Akdeniz’in zeytin ve limon kokulu meltemleri ile
arınan, Karadeniz’in nemli rüzgarlarıyla temizlenen havanın mis gibi
toprak kokusu çeşmelerden akan
su ile birleşince sarıp sarmalar,
serinletir, sersemletirdi insanı. Bu
esintiler artık var mı? Bazen! Peki
şırıl şırıl akan çeşmeler? Hiç bir zaman! Belki bu yüzden İstanbul’da
bir şeyler eksik hissiyle gezilir. Sokak araları susuzdur. Boğaz’a sırt
dönüldüğünde artık kurak bir şe-
Resim 9: Sultanahmet III. Ahmed Çeşmesi (Foto: A.U. Peker)
hirdir. Marketten para verip pet
şişe ile su alırsın, ama kana kana
içemezsin. Bu su kandırmaz! Ya
serttir, ya da tatsız! Pet şişenin dar
ağzından çıkan sudan bir şey anlamaz zaten insan!)
Neyse, İstanbul’da her devirde
çeşme yapılmış olsa da on sekizinci yüzyılda ortaya çıkan “meydan çeşmesi” kavramı bir dönüm
noktasıdır. Bu döneme kadar bir
binanın duvarına dayalı veya yol
kenarında inşa edilen çeşmeler,
bu yüzyılda daha gösterişli olarak
merkezi bir rol kazanıp barok tarzda kıvrımlı saçaklarla öne çıkmaya
başlar; ayrıca ilk defa olarak, Tophane I. Mahmut Çeşmesi veya Sultanahmet III. Ahmet Çeşmesi gibi
köşelerinde karşılıksız su dağıtılan
Temmuz 2012 • Sayı 49
21
İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’
Resim 10: Sultanahmet III. Ahmed Çeşmesi detay (Kartpostal: Ludwigsohn Fréres)
sebillerin olduğu dört yöne bakan
çeşme tesisleri inşa edilmiştir. Artık rokoko esinli bezemeler klasik
Osmanlı bezemelerinin yanında
yer alır. Hatta, Topkapı Sarayı’nın
birinci kapısı önündeki III. Ahmed
Çeşmesi’nde görüldüğü gibi, yerel motiflerin rokoko etkisiyle dönüşüme uğradığı kompozisyonlar
ortaya çıkar. Bu dönemde, çeşme
yapımında yoğun mermer kullanımı çeşme yaptırmanın bir statü
sembolü olarak da görüldüğünün
işaretidir. Klasik çeşmelere oranla
uzayan kitabeler de bunun bir başka göstergesi. Bu kitabelerde divan
edebiyatından artık daha sade bir
Türkçe ile yazılan uzun şiirler yer
alır. Saray çevrelerinin malı olan bu
edebi ürünler sanki halk ile paylaşılmak isteniyor gibidir. Nedim,
Vehbî, Âsım, Şâkir, Râşid gibi şairlerin şiirleri meydan çeşmelerini
zenginleştirir.
22
Temmuz 2012 • Sayı 49
G. Goodwin, meydan çeşmelerinin artmasını barok dönem Roma
kentinin bir sular kenti olmasıyla
ilişkilendirir. Suyun Paris civarında,
on yedinci yüzyılda yapılan saraylardaki havuzlar ve çeşmelerdeki
kullanımı bir başka esin kaynağıdır.
Öte yandan, barok çeşmeler heykel, havuz ve fıskiyelerle içiçedir.
İstanbul’da ise İslâmi gelenekte
mümkün olmayan böylesi bir şehir
nesnesi, suyun kutsallığından hareketle verilen hayır-hasenat işleviyle öne çıkarılabildi. Öte yandan
oluşturduğu kent alanıyla bir toplanma yerinin belirleyicisi olarak
Batı kökenli yeni bir öge, o dönemin yaygın tabiriyle nev icad, yani
“yeni icat” idi. Çeşmelerin üzerindeki bezemeler gittikçe Batılılaştı
ve yüzyılın ortasından itibaren artık rokoko bütün yüzeylere hakim
oldu. İtalyan baroğunun Osmanlıya Fransız rokokosu ile birlikte
ulaşması, sonrasında ise rokokonun hakim olması, İtalyan katolisizminin resmi üslubu olan baroğun
on yedinci yüzyılda reddedilmesi,
ama on sekizinci yüzyılda etkisi altına girilen Fransız uygarlığının sanat ögeleriyle birleşerek Osmanlı
başkentinde yer bulması, hem
güçten düşen bir İmparatorluğun,
hem artan Batı etkisinin, hem de
Batı kökenli ticari mallar aracılığıyla etkisi altına girilen Aydınlanma
Çağı Batı teknolojisinin etkilerini
gösterir.
Batı imgelemindeki ‘Doğu’, yani
‘egzotik Osmanlı dünyası’nın yaratıldığı çağdır on sekizinci yüzyıl.
Çünkü Batı Avrupalı gezginler bu
barış yüzyılında daha bir rahat gezer Osmanlı liman kentlerini. Doğu
hakkında pek çok gravürlü kitap
yayımlanır. Artık Levantenler, yani
Orta Doğu’da yaşayan Avrupalılar
İstanbul’da Su ve ‘Meydan Çeşmesi’
ile azınlık mensuplarının etki alanı
genişlemekte; diplomat adayı ulema Fransızca öğrenmekte; yabancı
uzmanlar yeni askeri teknoloji ve
mühendislik okulları açmakta; her
yerde kütüphaneler inşa edilmekte; saray mensupları Boğaz’ın kıyısındaki sahilhânelere yerleşerek
kapalı dünyalarından çıkmaya başlamakta; şehrin karşı yakası, yani
Galata’nın itibarı artmakta; külliyeler insan ölçeğine yaklaşarak
sokaklara açılmakta; Direklerarası
canlanmakta; ‘mahremiyet’ kavramı değişim geçirmekte; mesire
yerleri Frenkler ile Osmanlı tebaası
arasındaki ilişkileri pekiştirmekte...
Bütün bu değişim işareti gelişmeler olurken, meydan çeşmesinin
ortaya çıkışını anlamak pek de zor
değil. Bu çeşme artık, su kaynağı
olmanın ötesinde, yaratılışın kutsal simgesi olmanın da ötesinde;
İstanbul’da
her devirde çeşme
yapılmış olsa da on
sekizinci yüzyılda
ortaya çıkan
“meydan çeşmesi”
kavramı bir dönüm
noktasıdır.
‘yeni kent deneyimlerinin’, yüzyıl
sonunda III. Selim’in reformlarıyla nihayetlenecek bir yenilenme
gayretinin kent simgesidir. Meydan çeşmesi, Barok dönem Avrupa kentlerinin dolaşım ağı içinde,
anıtsal yapıların olduğu buluşma
noktalarında kamu alanı yaratma
yönteminin -kent planlama tarihimiz için kayda değer- bir yansıması olarak görülebilir. Ayrıca,
köşelerinde sebiller olan meydan
Resim 11: Tophane I. Mahmud Çeşmesi (Foto: A.U. Peker)
çeşmesi, Osmanlı mimarisinde ortaya çıkmış özgün bir biçim olarak,
Sinan’ın su kemerleri gibi, dünya
mimari tarihine bu coğrafyadan
armağan edilen bir yeniliktir.
KAYNAKÇA
Artan, Tülay, “Mahremiyet: Mahrumiyetin Resmi,” Defter, 20, 92-115.
Aynur, H., Karateke, H.T., III. Ahmed Devri
İstanbul Çeşmeleri. İstanbul, 1995.
Çeçen, K., “Sukemerleri,” İstanbul Ansiklopedisi, c. 7, İstanbul, 1994.
Goodwin, G., A History of Ottoman Architecture. Baltimore, 19701
Müller-Wiener, W., İstanbul’un Tarihsel Topografyası, İstanbul, 2001.
Peker, A. U., “Western Influence on the
Ottoman Empire and Occidentalism in the
Architecture of
Istanbul,” Eighteenth Century Life, 26:3,
139-64.
Şerifoğlu, Ö. F., Su Güzeli: İstanbul Sebilleri. İstanbul, 1995.
Temmuz 2012 • Sayı 49
23
İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ’NDE
YERLİ YAPIM
DEPREM SİMÜLATÖRÜ
Yıkıcı depremlerin sıklıkla yaşandığı
bir coğrafyada yeralan ülkemizde,
deprem çalışmaları özellikle 1999
Sakarya ve Düzce depremlerinden
sonra daha da önem kazanmıştır.
Son yıllarda yaşanan depremlerde
zeminin deprem sırasındaki davranışının yapılar açısından önemi de
örneklerle gözlemlenmiştir. Gerek
zeminin gerekse farklı özelliklere
sahip yapıların deprem sırasındaki
davranışlarının incelenmesi, deprem konusunda yapılan deneysel
çalışmaların özünü teşkil etmektedir. Yapı elemanlarının davranışı
çok kere statik deneylerden elde
edilen sonuçların yorumlanması
ile belirlenmektedir. Uygun bir modelleme yapılarak, gerçek zamanlı
deprem hareketi kullanılarak ve
dinamik modelleme teorisi uygulanarak yapıların deprem sırasındaki davranışını daha gerçekçi biçimde belirlemek birçok durumda
mümkün olabilmektedir. Gerçek
zamanlı deprem deneyleri yapabilmek amacıyla, Prof. Dr. M. Yener
Özkan, Araş. Gör. Volkan Kalpakcı
ve Deprem Araştırma Enstitüsü
Eski Başkanı olan İnş. Yük. Müh.
Alkut Aytun tarafından tasarlanan
ve tamamen yerli imkanlarla üretilen deprem simülatörü, İnşaat
Mühendisliği Bölümü, Zemin Mekaniği Laboratuvarı bünyesinde
hizmete girmiştir. Deprem simülatörü ile daha önce meydana gelmiş
bir deprem gerçek zamanlı olarak
simüle edilebilmektedir. Deprem
simülatörü; dinamik zemin ve mo-
del deneylerine imkan vermesi,
laminar zemin tankına sahip olması, boyutları, teknik özellikleri ve
tamamen yerli üretim olması yönü
ile Türkiye’de ilk örnekler arasında
olma özelliğine sahiptir.
Yeni Nesil Sismik İzolasyon
Sistemi
Öte yandan Prof. Dr. M. Yener Özkan ve Araş. Gör. Volkan Kalpakcı,
TÜBİTAK destekli bir başka proje ile
de bilinen sismik izolasyon sistem-
lerinden farklı, kolay uygulanabilir
ve düşük maliyetli bir sistem üzerinde de çalışmalar yürütüyorlar.
Ön deneyleri, araştırmacılarımız
tarafından geliştirilen “Deprem
Simülatörü” kullanılarak tamamlanan ve başarılı sonuçlar alınan
bu sistem sayesinde, temelinden
geosentetik malzemeler kullanılarak izole edilen yapılar deprem
sırasında, izole edilmeyen yapılara
göre çok daha az zorlanıyorlar. Bu
sistem uygulamaya geçirildiği takdirde deprem bölgelerinde yeni
yapılacak olan yapılar üzerinde
depremin yaratacağı etkilerin ve
tahribatın azalacağı, bu yapıların
birçoğunun deprem sonrasında
kullanılabilir durumda kalacağı
öngörülmektedir. Bu suretle deprem bölgelerinde yaşayan insanların deprem sırasında can ve mal
güvenliğinin artacağı değerlendirilmektedir.
Soldan Sağa: Prof. Dr. Yener Özden Arş. Gör. Volkan Kalpakcı
24
Temmuz 2012 • Sayı 49
ODTÜ’DE ELEKTRİĞİNİ ÜRETEN BİNA
AYASLI ARAŞTIRMA MERKEZİ
ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü “Ayaslı Araştırma Binası” hizmete girdi.
İnşaatı, ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü mezunu ve eski öğretim üyesi Dr.
Yalçın Ayaslı ve eşi Serpil Ayaslı
tarafından yaptırılan binanın mimari projesi Behruz Çinici tarafından hazırlandı. Yaklaşık 3.400 m2
büyüklüğündeki Araştırma Binasının içinde 19 adet ‘laboratuvar’, 2
adet ‘temiz alan’, bir ‘yankısız oda’
ve ‘anten kulesi’ gibi bilimsel araştırma mekanlarının yanısıra seminer ve toplantı salonları ile okuma
alanları bulunuyor.
Elektrik ve Elektronik Mühendisliği
Bölümünün araştırma ve lisansüstü eğitim faaliyetlerinin hızlanmasında çok önemli bir altyapı sağlayacak olan Ayaslı Araştırma Binası,
Üniversitemiz bünyesinde yürüyen
güneş enerjisi Ar-Ge çalışmaları
için de önemli bir kazanım olmuştur.

Fotoğraf: Talat Doğan
Enerji duyarlı yapı konusunda Türkiye’deki örnek ve öncü uygulamalardan biri olan Ayaslı Araştırma
Binasının enerji gereksinimi güney
cephesini oluşturan çatı yüzeyindeki güneş panelleri ve Türkiye’de
ilk kez uygulanan esnek (membran) fotovoltaik sistem ile sağlanıyor. Araştırma ve deney amaçlı
olarak kullanılmak üzere uygulanan bu iki farklı güneş paneli sistemi ile yapıda, güneş enerjisi üretimi ve elektrik tüketimi konusunda
düzenli ölçüm, karşılaştırma ve değerlendirme yapılabiliyor.
i z ley i n
Temmuz 2012 • Sayı 49
25
Avrupa’nın
Profesyonel Mühendis Adayları
Ankara’da Buluştu
55 farklı Avrupa şehrinden gelen
başvurularla seçilen 25 öğrenci
10-17 Mart 2012 tarihleri boyunca
mühendislik yönetimi ve ekonomisi üzerine Ankara üniversitelerindeki dünyaca tanınmış profesörlerden eğitim almak için Ankara’da
bir araya geldiler
Üyelerinin teknik ve kişisel becerilerini geliştirmek, farklı kültürler
tanımasına öncülük etmek adına
kurulmuş bir oluşum olan Avrupa
Elektrik Mühendisliği Öğrencileri
Topluluğu (EESTEC),’in Avrupa’nın
23 ülkesi ve 55 şehrinde yer alan
komitelerinden biri olan Ankara komitesi Topic Oriented Optimized Learning, bir diğer adıyla
TOOL projesiyle Avrupa gençlerini
Ankara’da buluşturdu.
EESTEC’in katılımcılarına proje
yönetimi, bütçe planlama, risk
yönetimi, stratejik planlama vb.
yönetimsel becerileri kazandırmak
amacıyla ilkini Ankara’da gerçekleştirdiği bu etkinlikte; gelen öğ-
26
Temmuz 2012 • Sayı 49
rencilerin EESTEC’in kendi eğitim
sistemiyle yetiştirdiği uluslararası
eğitmenlerden alacakları eğitimlerle, edindikleri teorik bilgiyi pratikle harmanlaması amaçlanıyor.
Avrupa Birliği Bakanlığı AB Eğitim
ve Gençlik Programları Merkezi
Başkanlığı; Gençlik Programı kap-
samında gerçekleşen bu projede:
Öğrenciler sadece EESTEC eğitmenlerinden
değil,
konusunda
dünyaca tanınmış profesörlerden
“Mühendislik Yönetimine Giriş”,
“Karar Analizi”, “ Mühendislik Ekonomisi” dersleri de aldılar.
Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi
Karayolları Genel Müdürlüğü
Köprü Yönetim Sisteminin (KYS)
Geliştirilmesi Projesi
Yrd. Doç.Dr. Ferhat Akgül
Mühendislik Bilimleri Bölümü
ODTÜ Mühendislik Bilimleri Bölümü tarafından yürütülen Karayolları Genel Müdürlüğü Köprü
Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi, Türkiye’deki tüm köprülerin bakım, onarım ve yeniden
yapım önceliklerini planlayacak
Karayolları Genel Müdürlüğü Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi projesi, 1.680.470 TL bütçeye
sahip olup, TÜBİTAK bünyesinde
TÜBİTAK Kamu Kurumları Araştırma ve Geliştirme Projelerini
Destekleme Programı (KAMAG
1007 Programı) tarafından desteklenmiştir. Proje, 30 aylık süre
kapsamında 01.09.2009 tarihinde
başlamış ve 01.03.2012 tarihinde tamamlanmıştır. Projede, Orta
Doğu Teknik Üniversitesi ve ODTÜ
Teknokent’te faaliyetlerini sürdürmekte olan yazılım firması ETCBilgi İşlem Teknoloji A.Ş. olmak
üzere iki yürütücü kurum (PYK) görev almıştır.
üzerine kurulmuş veri tabanları ve
programları kullanılarak yapılmaktadır. Bu amaca yönelik geliştirilmiş
programlar, Köprü Yönetim Sistemleri olarak adlandırılmaktadır. Köprü Yönetim Sisteminin temel işlevi,
köprülerin bakım ve yönetiminden
sorumlu olan kurumun sahip olduğu bütçe ve kaynak miktarları gözönüne alınarak, köprülerin bakım,
onarım ve yenileme maliyetlerini
köprülerin yaşamı boyunca optimum seviyede tutmak, köprülerin
güvenliğini, yeterliliğini ve hizmet
kalitesini sürekli şekilde temin
etmek ve köprülere ait bakım ve
onarımına yönelik uygulamaların
belirlenmesini sağlamaktır. Köprü
Yönetim Sistemi sayesinde geçmişteki yetersiz bakım uygulamaları
neticesi çok sayıda köprünün ileriki yıllarda bakım onarım ihtiyacında ortaya çıkacak yığılmayı önlemek ve bakım-onarım eksikliğinin
köprülerin güvenliğini tehdit edici
seviyeye ulaşmasını engellemek
mümkündür. Köprü Yönetim Sistemleri genel olarak yaygın olan
Bilgi Yönetim Sistemlerinden çok
farklıdır. Köprü Yönetim Sistemleri, yapı mühendisliği, yapı mekaniği ve yapıların yıpranmasının
modellenmesi konularında geniş
çaplı uzmanlık ve deneyim gerektiren ve geri planda Markov Karar
Süreçlerine dayalı ve çoklu kriter-
Köprü Yönetim Sistemi
Nedir?
Köprülerin bakım, onarım ve yenilenmesi ile ilgili kararlar gelişmiş
ülkelerde bilimsel ve teknik bilgiler
Resim 1 - Projenin Yapılanma Şeması.
Temmuz 2012 • Sayı 49
27
Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi
li optimizasyon metodları içeren
akıllı mühendislik uygulamalarının
geliştirilmesini gerektiren yazılımlardır. Karayolları Genel Müdürlüğü Köprü Yönetim Sistemi (KYS),
mikro seviyeden makro seviyeye
uzanan geniş kapsamlı planlama
özelliğine sahiptir. Mikro seviyede,
bir köprüye ait bir kirişte gözlenen
çatlakların kalınlığının ölçülerek,
kirişin hangi hasar derecesi tanımına ait olduğunun belirlenmesi
gibi işlemler bulunmakta, makro
seviyede ise yüzlerce veya binlerce
köprünün bakım onarım ve yeniden yapım kararlarının köprü bazında optimizasyona dayalı olarak
verilmesi ve köprülerin ağırlıklı kriterlere dayalı olarak önceliklendirilmesi işlemlerini bulunmaktadır.
Proje, bu alandaki uluslararası bilimsel araştırma ve teknolojik bilgiyi, yeni ve özgün bilimsel araştırma
ile destekleyerek ve ülke şartlarına
uygun kriterler gözönüne alınarak
ülkemize kazandırmıştır. Sonuçta
elde edilmiş olan ürün, geniş çaplı
bilimsel araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır. KYS, iki seviyeli optimizasyon işlevi özelliğine sahip olacak şekilde tasarlanmıştır. Bakım
onarım işleri seviyesindeki birincil
optimizasyon, köprü elemanlarının
sahip olduğu hasar tipleri bazında
gerekleştirilmiş ve Markov Karar
Süreçlerine dayalı Lineer Programlama (Dinamik Programlama)
yöntemi kullanılmıştır. Hasar tipleri bazında optimizasyona yönelik
geliştirilmiş olan yöntem, uluslararası seviyede yeni ve özgün bir
yöntem olup üstün özelliklere sahiptir ve bu proje kapsamında ilk
defa KYS’de kullanılmıştır. Sözkonusu yöntem, uluslararası hakemli
dergilerde yayına kabul edilmiş ve
yayına sunulması planlanan makalelerde de tanıtılmaktadır. Köprü bazında gerçekleştirilen ikincil
optimizasyon işleminde ise (ön-
28
Temmuz 2012 • Sayı 49
Resim 2 - Proje Merkez Ofisi.
Resim 3 - Volkswagen Caddy ve Caravelle
Model Tepe İkaz Lambalı Köprü Muayene
Ölçüm Araçları.
Resim 4 – Çaycuma Köprüsü Faciası (Filyos Çayı, Çaycuma İlçesi, Zonguldak) 6 Nisan 2012 Kopmuş köprü tabliyesi.
celiklendirme aşamasında) Çoklu Kriterli Optimizasyon yöntemi
kullanılmıştır. KYS’nin geliştirilmesi
sürecinde, bilimsel alandaki literatürün taranması ve dünya çapında
gelişmiş kavramların sisteme entegre edilmesi sağlanmıştır. Proje,
KYS vasıtasıyla Genel Müdürlük
ve Şube Müdürlükleri çapında yaygın bir planlama ve takip sistemin
oluşturulmasını sağlamıştır. KYS,
Karayolları Genel Müdürlüğü’nün
sorumlu olduğu köprülerin güvenliğini ve bakım maliyetlerini sürekli
gözlemleyebilmesini mümkün kı-
lacak olup aynı zamanda kurumun
her yıl bir sonraki yıl için oluşturacağı bütçelerin talep edilme aşamasında sahip olunacak teknik ve
idari raporlar sayesinde bilimsel
ve teknik verilere dayalı gerekçeler
sunmasına olanak tanıyacaktır.
Köprü Yönetim Sisteminin
Ülkemiz Açısından Önemi
Ülkemizde devlet yolları, il yolları ve otoyollar üzerinde bulunan
köprülerin bakım, tamir ve yenilenmesinden sorumlu olan kurum
Karayolları Genel Müdürlüğü’dür.
Karayolları Genel Müdürlüğü, Tür-
Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi
kiye Karayolları Ağı’nın sürekli olarak işletmeye açık tutulmasından
sorumludur. Bu işlerin yerine getirilmesinde en kritik elemanlardan
biri köprülerdir. Köprülerin bakım
ve onarımlarının yanı sıra, tarihi
köprülerin bakımı ve restorasyonunu da yapan Genel Müdürlük,
ağır yüklerin köprülerden geçiş
izinleri için de görüş bildirmektedir. Aynı zamanda, servise devam
edemeyecek durumda olan köprülerin yerine geçici Panel Köprüler kurarak geçişin sağlanması,
yeni yapılacak köprüler için Etüt ve
Proje Programının hazırlanması,
mevcut köprülerin envanterlerinin
çıkarılması da Genel Müdürlüğün
görevleri arasındadır.
Karayolları Genel Müdürlüğü ve
taşra teşkilatınca halihazırda kullanılmakta olan mevcut köprü bakım
metod ve uygulamaları, köprülerin bakımından sorumlu olan bu
kuruluşun ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Bu proje, Karayolları
Genel Müdürlüğü’nün köprülerin
bakım, onarım ve yenilenmesi ile
ilgili bilimsel ve teknolojik temele dayanan bilgi ve araçlara dayalı
planlama ve karar mekanizmalarının geliştirilmesi yoluyla kurumun
ilgili ihtiyaçlarını karşılamayı ve bu
konuda uluslararası alanda yeni
bilimsel araştırma ve teknolojik
bilgi üretmeyi ve bu bilgiyi ülkemize kazandırmayı amaçlamaktadır.
Proje, planlanan amaçları gerçekleştirmek amacıyla Karayolları Genel Müdürlüğü ile ODTÜ arasında
Karayolları Köprü Yönetim Sistemi
kurulmasına yönelik bir ortak ArGe çalışması geliştirilmesini hedeflemektedir.
Her yıl ülkemizdeki köprülerin bir
bölümü çeşitli etkenler sonucu
onarıma muhtaç hale gelmektedir. Ödenekler her yıl ihtiyaçların
gerisinde kaldığından gerekli ona-
Resim 5 - Köprü Muayene Bölgeleri.
Resim 6 - Kızılcahamam’da bir köprü muayene eğitimi esnasında.
rımlar ötelenmiştir. Önlem alınmadığı takdirde, bu ötelemelerin,
ileride köprü bakım ve onarım ihtiyaçlarında yığılmaya sebep olması
kaçınılmazdır. Bu ertelemeler her
geçen yıl daha büyük maliyetler
doğurmaktadır. Ülkemizdeki mev-
cut köprü stoğuna her geçen yıl
yeni köprüler eklenmesi, geçmişteki yetersiz bakım uygulamaları,
çok sayıda köprünün bakım-onarım durumunun yetersiz düzeyde
olması ve ihtiyaç duyulan bakımonarım gereksinimi için devlet
Temmuz 2012 • Sayı 49
29
Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi
bütçesinden ayrılan kaynakların
yetersiz olması, ülke genelindeki
köprülerin yönetimini mümkün
kılacak bir Köprü Yönetim Sisteminin geliştirilmesi ihtiyacını ortaya
çıkarmıştır.
Karayolu köprüleri, inşa edildikleri yılların şartname ve teknolojik
özelliklerine göre farklı sistem ve
standartlara sahiptirler. 35 yaşın üzerindeki köprülerin oranı
%39’dur. (1950 öncesi ve 19501970 arası inşa edilmiş olan köprüler) Dolayısıyla, ülkemizdeki devlet
ve il yolu köprülerinin %61’i 35 yaşın altındadır. Bu oran, köprü nüfusumuzun gelişmiş ülkelere oranla
genç olduğunun ifadesidir. Bu sebeple Köprü Yönetim Sistemi’nin
şimdiden oluşturulması, ileride
topluca yaşlanacak olan köprü nüfusunun yığılma gösterecek bakım
ve onarım problemlerinin zamanında çözülmesine olanak tanıyacaktır. Devlet yolları üzerindeki
köprülerin %67’si, İl yollarındaki
köprülerin ise %48’i geometrik
standartlara göre düşük standarta
sahiptirler. Devlet ve il yolları üzerindeki köprülerin tümü gözönüne
alındığında bu oran tüm köprüler
için %56’ya tekabül etmektedir ki
bu oldukça yüksek bir orandır.
Karayolu köprüleri maruz kaldıkları
doğal ve trafik koşulları sebebiyle
birçok etkenlerden etkilenmektedirler. Karayolu köprülerinin etkilendiği çevresel ve doğal etkenler:
akarsu etkileri, trafik etkileri, iklimsel etkiler, deprem etkileri, ilave
yükler ve çevre kirliliğidir. Bu etkenler köprülerin yapısında değişik
biçimlerde ve farklı değerlerde hasarlar oluşturan temel unsurlardır.
Sonuç olarak köprülerin büyük bir
bölümü bu etkenler sonucu zaman içinde onarıma muhtaç hale
gelmektedir. Akarsular üzerine
inşa edilmiş olan köprüler suyun
30
Temmuz 2012 • Sayı 49
Resim 7 - Köprü Altı Bakım Platformu.
etkisi ile köprü yatağının oyulması
ve köprü temelinin açığa çıkması ile sonuçlanan hasarlara maruz
kalmaktadırlar. Özetle, ülkemizde
köprü stoğu; yaşlı, sistem çeşitliliğine sahip, geometrik ve yük standardı düşük, dış etkenlerden değişik biçimlerde ve farklı derecelerde
etkilenmiş köprülerden oluşmaktadır. Farklı standart ve yapısal durumlara sahip bu köprülerin güncellenmiş envanterlerinin bir veri
tabanına aktarılarak ve bir Köprü
Yönetim Sisteminin geliştirilerek,
bakım ve onarım ihtiyaçlarının zamanında saptanması, değerlendirilmesi, önceliklerin belirlenerek
buna göre bakım-onarım kararlarının verilmesi gereklidir.
Buna ilaveten, köprülerin muayenesinin bir standarda bağlanması
amacı ile ilgili, Mart 1995 ile Ağustos 1996 arasını kapsayan 18 aylık
süre içinde Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) tarafından Karayolları Genel Müdürlüğü için bir
çalışma yapılmış, merkez ve taşra
teşkilatına mensup çalışanlar ile
teşkilat dışındaki yerli ve yabancı
kuruluş ve kişilerin görüş ve önerileri gözönüne alınarak yaklaşık
207 adet köprünün incelenmesi
sonucu bir Gözle Köprü Muayenesi El Kitabı hazırlanmıştır. El Kitabı,
bir Gözle Muayene Bilgi Formu
içermekte ve bu formun doldurulmasına yönelik hasar dereceleri ve
hasarların gruplandırılması yöntemlerini açıklamaktadır. Kitapçık
genel itibariyle muayene edilecek
hasarları yapı elemanlarına göre:
kaplama, korkuluk, drenaj, derz,
döşeme, mesnet, kiriş, ayak, yaklaşım dolguları ve tahkimat hasarları
olarak gruplandırır ve her bir yapı
elemanı için hasar tipleri tanımlar
(deformasyon, çatlaklar, betonda
kabarma ve dökülme, boşluk ve
oyuk, su hasarları vb.). Gözle Muayene El Kitabı, muayene sonuçlarının aktarılabileceği bir merkezi
Köprü Yönetim Sistemi bulunmadığından halihazırda kullanılamamaktadır. Bu proje, Gözle Muayene El Kitabı’nın köprülerin bakım,
onarım ve yenileme zamanlarının
belirlenmesine yönelik kullanılmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
Köprülerin güvenliğinin kontrolü
ile ilgili üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, ağır yük
taşımacılığının köprüler üzerindeki etkisidir. Halihazırda Karayolları Genel Müdürlüğü’nde ağır
Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi
yük taşımacılığı izin işlemleri için,
verilen herhangi bir hat üzerindeki köprülerin sağlamlığını kontrol
edecek bir sistem mevcut değildir.
Köprü Yönetim Sisteminin oluşturulması, ağır yük taşımacılığı izin
sistemi için gerekli bazı bilgilerin
sistematik bir biçimde temini ve
geliştirilmesine zemin hazırlayacak
ve böyle bir sistemin kurulmasına
ön ayak olacaktır.
Genel itibariyle bu proje, Karayolları Genel Müdürlüğü ve dolayısıyla ülkemize çok yönlü faydalar sağlayacaktır. Özetle proje, Karayolları
Genel Müdürlüğü’nün köprülerin
bakım, onarım ve yenilenmesi ile
ilgili bilimsel ve teknolojik temele dayanan bilgi ve araçlara dayalı
planlama ve karar mekanizmalarının geliştirilmesini amaçlamakta
olup, geliştirilecek olan araçlara
ilaveten Genel Müdürlük ve Şube
Müdürlükleri çapına yaygın kullanılacak olan bir planlama ve takip
sistemin oluşturulmasını mümkün
kılacaktır. Kurulacak olan sistem,
Karayolları Genel Müdürlüğü’nün
sorumlu olduğu köprülerin güvenlik ve bakım maliyetlerini sürekli
gözlemleyebilmesini mümkün kılacak olup aynı zamanda kurumun
her yıl bir sonraki yıl için oluşturacağı bütçelerin talep edilme aşamasında sahip olunacak teknik ve
idari raporlar sayesinde bilimsel
ve teknik verilere dayalı gerekçeler
sunmasına olanak tanıyacaktır.
Gürgen’in gözetiminde yürütüldü.
Proje çalışmaları, ODTÜ Mühendislik Bilimleri Bölümünde görevli
çekirdek akademik ekip önderliğinde (Prof. Dr. Polat Saka, Prof. Dr.
Murat Dicleli ve Yrd. Doç. Dr. Tolga
Yılmaz), Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Fatih Yalçın ve Boğaziçi Üniversitesi İnşaat
Mühendisliği Bölümünden Doç.
Dr. Cem Yalçın’ın katılımı ile gerçekleştirildi. Buna ilaveten, ODTÜ
Endüstri Mühendisliği Bölümünden Doç. Dr. Yasemin Serin, Markov Karar Süreçlerinin köprülerin
yaşam boyu optimal bakım onarım
işlerinin seçilmesine yönelik uygulanması ve önceliklendirme yöntemleri konusunda projede görev
aldı.
Proje Yönetimi
Projenin Oluşum Süreci
Proje, ODTÜ Mühendislik Bilimleri Bölümünde görevli Yrd. Doç.
Dr. Ferhat Akgül’ün yöneticiliğinde, ETC-IS Bilgi İşlem Teknoloji
A.Ş. Genel Müdürü Tayfun Hız’ın
yürütücülüğünde, Karayolları genel Müdürlüğü bünyesindeki Köprü Bakım Şube Müdürlüğü’nün
ihtiyaç ve tavsiyeleri doğrultusunda ve Köprü Bakım Şefi Tuba
Dr. Akgül, 1997-2003 yılları arasındaki 6 yıl boyunca, University of
Colorado at Boulder’da köprü mühendisliği alanında yapısal güvenilirlik konusunda dünya çapında
tanınan Prof. Dr. Dan M. Frangopol
danışmanlığında köprülerin yaşam
boyu güvenilirliği ve yıpranmasının
modellenmesi üzerine doktora seviyesinde araştırmalar gerçekleş-
Resim 8 - Ekipmanlı Köprü Muayenesi.
tirdi. Doktora çalışması süresince
teorik ve uygulamalı yapı güvenilirliği (structural reliability) alanında tecrübeler elde etmesinin
ardından, 2003 yılında Türkiye’ye
dönerek Mühendislik Bilimleri Bölümüne katıldı.
Dr. Akgül, yöneticilik deneyimi ile,
Mühendislik Bilimleri bölümünde
görevli olan Prof. Dr. Polat Saka,
Yrd. Doç. Dr. Tolga Yılmaz ve Prof.
Dr. Murat Dicleli ile birlikte bilimsel araştırma projeleri geliştirmek
üzere uyumlu bir işbirliği içerisine
girerek, bir proje ekibi kurulmasına destek oldu. Ekibin kurulmasına dönemin bölüm başkanı Prof.
Dr. Ruşen Geçit’in büyük katkıları
oldu. Dr. Akgül, 2005-2009 yılları
arasındaki 4 yıl boyunca, kapsamlı bir Ar-Ge projesinin bölüme ve
üniversiteye kazandırılması amacıyla çalıştı ve bunun sonucu ve
diğer 3 öğretim üyesinden almış
olduğu destek ve takım çalışması
neticesinde, Köprü Yönetim Sistemi projesini 2009 yılında Mühendisliği Bölümü’ne ve ODTÜ’ye
birlikte çalıştığı öğretim üyeleriyle
birlikte kazandırdı.
Proje ile ilgili Karayolları Genel Müdürlüğü ile ilk görüşmeler 2005 yı-
Temmuz 2012 • Sayı 49
31
Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi
lında başladı. İlk resmi temaslar Dr.
Akgül’ün Köprü Bakım Şubesi Müdürlüğü tarafından kuruma davet
edilmesi ile başladı. O dönemde
proje ile ilgili, kurum DPT’ye başvurmuş ancak başvuruları uygun
görülmemiş idi. Bu sebeple, ilk
aşamada proje için Avrupa Birliği
araştırma kaynakları düşünüldü.
Dr. Akgül, ilk olarak 2000’li yılların
başında İngiltere’de Avrupa Birliği
ülkeleri için köprü yönetim sistemleri ile ilgili bir araştırma projesinin
(BRIME projesi) liderliğini yapmış
olan İngiliz kurumu TRB (Transportation Research Board) ile irtibata
geçti. Ancak, kurumdan işbirliğine
yönelik olumsuz cevap alınınca,
TÜBİTAK’ın Kamu kurumlarına ArGe desteği sağlayan 1007 projeleri
kapsamında başvuru yapılmasına
kararlaştırıldı.
Resim 9 - Köprü Muayene Bölgeleri.
ilaveten bir “Hasar Tespit ve Muayene Laboratuvarı, bölüm başkanı
Prof. Dr. Turgut Tokdemir’in desteği ile kuruldu.
Proje kapsamında 200
Adet Pilot Köprünün Gözle
Proje, teorik bilimsel araştırma da ve 10 Adet Köprünün
içeren uygulamaya yönelik bir pro- Ekipmanlı Muayeneleri de
je. Söz konusu kamu kurumunun Gerçekleştirildi
gerçek bir ihtiyacını karşılamayı
amaçlayan ve ülke çapında karayolları köprülerinin bakım, onarım
ve yenilenmesinin planlanmasını
sağlayacak ve ülkemize önemli faydalar kazandıracak bir proje niteliği
taşıyor. Proje sayesinde Mühendislik Bilimleri Bölümünde bir “Proje
Koordinasyon Merkezi” ve buna
Resim 10 - Köprüde Ekipmanlı Muayene Sonuçları.
32
Temmuz 2012 • Sayı 49
Proje, Köprü Yönetim Sistemi yazılımının geliştirilmesine ilaveten, 200
adet köprünün gözle muayenesi
ve bu köprüler arasından seçilmiş
olan 10 adet köprünün ekipmanlı muayenelerini de kapsıyor. 200
adet köprü, kurum tarafından 1.
(İstanbul), 2. (İzmir) ve 14. (Bursa)
bölgelerinden seçildi ve muayeneler için 6 mühendis görevlendirildi.
Muayenelerin lojistik planlaması
uzun zaman alan titiz çalışmalar
gerektirdi. Çalışmaların başında,
muayeneler için van tipi iki adet
aracın kiralanması, gözle muayeneler için her türlü ekipman, alet
ve eşyanın temini ve ekiplerin konaklama yerlerinin temini gerçekleşti. Muayene edilecek köprülerin yerlerinin belirlenmesi detaylı
haritalama çalışmaları gerektirdi.
Önce, 3 bölge dahilinde konaklamaların yapılacağı il merkezleri
belirlendi, ardından her il merkezi
çevresinde 80 kilometre yarıça-
Köprü Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi
pına sahip çemberler içerisinde
bulunan köprülerin muayenelerinin yapılabilmesi için gerekli olan
akaryakıt ihtiyacı, personel günlük
giderleri, harcırahlar, konaklama
giderleri ve muayene süreleri hesaplandı. Muayeneler, bölge yerine il bazına planlandı ve gerçekleştirildi. Mühendisler, her ekipte iki
mühendis olacak şekilde iki ekibe
bölündü ve 2-3 haftalık seferler
şeklinde gerçekleştirildi. Bölgelerdeki 200 adet köprü ile ilgili gözle
muayene bilgilerinin temin süreci ve eksik bilgilerin toparlanması
faaliyetleri 2010 yılı Haziran-Aralık
ayları içerisinde tamamlandı. 2011
yılının yaz aylarında ise, 10 adet
köprünün deneysel incelemeye
dayalı ekipmanlı muayenesi için
gerekli ön hazırlıklar tamamlandı,
muayeneler için gerekli olan kiralık
aracın temini sağlandı, gözle muayeneleri gerçekleştirilmiş olan 200
adet köprü içerisinden yıpranmış
durumda olan Balıkesir, Ayvalık,
İzmir, Aydın, Germencik civarında
10 adet köprünün seçilmesi işlemi
gerçekleştirildi ve Köprü Altı Bakım
Platformunun köprülere nakliyesi
gerçekleştirilmiştir. Ekipmanlı muayeneler öncesi, kurumdan talep
edilerek eğitim köprüsü olarak belirlenmiş olan Kızılcahamam’daki
Halit Ziya Sarman Köprüsü üzerinde, kurum personelinin de katıldığı
ve Köprü Altı Bakım Platform’unun
kullanıldığı bir ekipmanlı muayene
eğitimi gerçekleştirildi. Sözkonusu
muayene neticesi, 10 köprü için
gerçekleştirilecek olan ekipmanlı
muayeneler esnasında doğabilecek malzeme ihtiyaçları belirlendi
ve önceden temin edildi. Proje,
Dr. Ferhat Akgül, 1987 yılında ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümünden Lisans, 1989
yılında ABD’nin New Mexico eyaletindeki
University of New Mexico İnşaat Mühendisliği Bölümünden (Yapı Mühendisliği) Yüksek
Lisans ve 2002 yılında ABD’nin Colorado
eyaletindeki University of Colorado at Boulder İnşaat Mühendisliği (Yapı Mühendisliği)
Bölümünden doktora dereceleri aldı. Yüksek
lisans eğitimi süresince, ABD’deki National
Science Foundation tarafından desteklenmiş olan bilimsel araştırma projelerinde
araştırmacı olarak görev aldı. Yüksek lisans
eğitimini takiben, 8 yıl boyunca (1989-1997)
inşaat mühendisliğinin uygulamaya yönelik
alanlarında görev aldı ve inşaat projelerinin
planlanması ve yöneticiliği alanlarında çalıştı. Profesyonel alandaki tecrübesi, nükleer
ekipmanlı köprü muayenesi konusunda ülkemizde bir ilki gerçekleştirdi. Muayenelerde, Beton Sertlik
Ölçme Çekici, Donatı Yeri Tespit
Cihazı, Betonarme Ultrason Cihazı
ve Donatı Çeliğinde Paslanma Miktarını Ölçme Cihazı kullanıldı. Ekipmanlı muayeneler 2011 yılı Eylül
ayı içerisinde tamamlandı. 2010
ve 2011 yılları içerisinde, muayenelerin tamamlanmasından proje
tamamlanma tarihine kadar geçen
süre zarfında hasar verileri, aynı
paralelde ilgili ekranların yazılım
geliştirme faaliyetleri devam eden
Köprü Yönetim Sistemine girildi,
projenin son aşamalarında ise,
sisteme girilmiş olan veriler vasıtasıyla pilot köprülerin optimizasyon ve önceliklendirme işlemleri
gerçekleştirildi ve gerekli testler
tamamlandı.
tesis projelerinin tasarım ve inşaatını gerçekleştiren bir yapı mühendisliği firmasında
yapı tasarım mühendisliği (Sargent & Lundy
Engineers, Chicago) ve ABD’de inşaat mühendisliği alanında faaliyet gösteren firmalarda proje yöneticiliği deneyimlerini içeriyor
(Bradbury & Stamm Construction, Albuquerque; Flintco, San Antonio). 1995-1997 yılları
arasında Gama Endüstriyel Tesisler A.Ş’nin
Yurtdışı Projeler Bölümünün Planlama Ofisinde görev aldı ve firmaya ait projelerin
takibinde sorumluluk üstlendi. Elde etmiş
olduğu bu tecrübeleri, Mühendislik Bilimleri
Bölümü bünyesinde halihazırda gerçekleştirmekte olduğu kapsamlı bilimsel araştırma
projesinin hazırlanması ve yönetiminde büyük faydalar sağladı.
Temmuz 2012 • Sayı 49
33
CERN
“BİLİMİ HIZLANDIRIYORUZ”
SERGİSİ
Üniversitemiz Rektörlüğü ve FenEdebiyat Fakültesi Fizik Bölümü katkılarıyla Türkiye’ye gelen
CERN “Bilimi Hızlandırıyoruz” Sergisi; 2 Nisan 2012 Pazartesi günü,
ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi
(KKM) Kemal Kurdaş Salonu’nda,
CERN Başkanı Prof. Dr. Rolf-Dieter
Heuer’in katılımı ve CERN’i tanıtan
konuşması ile açıldı.
CERN tarafından, Cenevre Üniversitesi’nin
işbirliği ve Dudley
Wright Vakfı’nın desteği ile, İsviçre, İtalya, Danimarka,
Avusturya ardından Ankara’da gerçekleştirilen sergi; 2 Nisan - 8 Temmuz 2012 tarihleri arasında, ODTÜ
Kültür ve Kongre Merkezi arkasında yer alan kapalı tenis kortlarında, ücretsiz olarak ziyaret edildi.
Toplumu CERN’deki bilimsel araştırmalar ve teknolojik gelişmeler
hakkında bilgilendiren sergi hakkında Rektör Prof. Dr. Ahmet Acar;
“Ankara Kampusumuzda CERN
Sergisi’ni ağırlamaktan çok memnunuz. Sergi, doğayı ve CERN araştırmalarının önemini anlamakta
tüm öğrencilere ve
her yaştan insana yardımcı olacaktır.” açıklamasında bulundu.
Evren’in kökeni ve maddenin temel bileşenleri hakkında merak
duygusu aşılamayı amaçlayan
sergi, CERN’deki Büyük Hadron
Çarpıştırıcısı’ndaki (LHC) deney-
34
Temmuz 2012 • Sayı 49
Sergi kapsamında;
Giriş, ziyaretçiyi Büyük Patlama anına geri götürür.
Büyük Patlama Sahnesi, Evren’in tarihini anlatır.
Parçacık bahçesi, maddenin temel yapısını gösterir.
Gizem odası, Evren’in ve maddenin sırlarından bahseder.
CERN araştırma alanı, LHC’de araştırmanın nasıl yapıldığını gösterir.
“Temel araştırmalara dayanır” sunumu dünyamızın, nasıl temel araştırmalar üzerinde inşa edildiğini anlatır.
Serginin çıkışında ise Türkiye’deki üniversitelerin CERN’e katkılarının ve
ODTÜ Fizik Bölümü’nün anlatıldığı posterler yer aldı.
lerin, Evren’in bazı sırlarını nasıl
çözeceğini ve mevcut teknoloji
ile geçmişteki temel araştırmalar
arasındaki bağlantıyı gösteren beş
ana bölgeden oluşuyordu. Sergi-
nin önemli bir bölümü etkileşimli
medyayı (dokunmatik ekranları ve
oyunları) içerdiğinden, sergi düzeyi 12 yaş ve üstü ziyaretçiler için
uygundu.
AKADEMİK GELİŞİM PROGRAMI İLK
UYGULAMASI TAMAMLANDI
Akademik kariyerlerinin başında
olan yeni öğretim üyelerine Üniversitemiz olanakları ile araştırma
ve işbirliği olanaklarını tanıtmak,
etkili öğretim konusunda bilgilendirmek, üniversiteye uyumlarını
hızlandırmak ve eğitim, araştırma
ile toplumsal hizmet alanlarında
akademik etkinliklerini artırmak
amacıyla oluşturulan AGEP’in ilk
uygulamasına 21 Eylül 2011 tarihinde 52 öğretim elemanının katılımı ile başlanmıştır. AGEP kapsamındaki öğretim elemanlarının
programı tamamlamaları için yaklaşık 75 saatlik AGEP modüllerinin
en az %80’ine katılması ve program çerçevesinde hazırlayacakları
eğitim, araştırma veya toplumsal
hizmet ile ilgili bir final sunumu
yapması gerekmektedir. Modüller
kapsamında katılımcılar, deneyimli
öğretim üyelerinin çeşitli seminerlerine katılmanın yanı sıra, akran
ders gözlemi ve değerlendirmesi
etkinliğine katılma ve üniversitemizde faaliyette bulunan araştırma merkezlerini gezme fırsatı
bulmuşlardır. AGEP’in ilk uygulaması 30-31 Mart 2012 tarihlerinde
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nde
gerçekleştirilen final sunumları ile
tamamlanmıştır.
AGEP kapsamında üniversitemizde
Afiş: Barış Yağlı
Üniversitemize yeni katılan ve akademik kariyerinin başındaki öğretim üye ve görevlilerinin üniversiteye uyumunu kolaylaştırmak ve
eğitim, araştırma, toplumsal hizmet alanlarındaki faaliyetlerinin
etkinliğini artırmak için tasarlanan
Akademik Gelişim Programı’nın
(AGEP) ilk uygulaması tamamlandı.
ilk defa gerçekleştirilen bir başka
uygulama da Mentorluk Uygulamasıdır. Mentorluk Uygulaması ile
AGEP’e katılan genç öğretim üyelerinin ODTÜ kültürünü öğrenmelerine, üniversite olanakları hakkında bilgi edinmelerine, mesleki
ağlar oluşturmalarına, kendilerini
üniversite ortamına ait hissetmelerine katkıda bulunmak hedeflenmiştir. Uygulamaya katılmak
isteyen AGEP katılımcıları, mentor
olmak için gönüllü olan ve fikir danışabilecekleri deneyimli öğretim
üyeleri ile bir araya getirilerek, eğitim, araştırma ve toplumsal hizmet
konuları başta olmak üzere, çeşitli
konularda karşılıklı deneyimlerini paylaşma fırsatı bulmuşlardır.
Mentorluk programının ilk uygulaması 15 Nisan 2012’de tamamlanmıştır. 23 Mart 2012 tarihinde
başlayan ikinci uygulama ise halen
sürmektedir.
Temmuz 2012 • Sayı 49
35
ODTÜ TEKNOKENT MEMBRAN
ARITMA TESİSİ:
Rio+20, Sürdürülebilir Kalkınma ve Yeşil Ekonomi Türkiye
Raporu için seçilen en iyi uygulama örneği
Prof. Dr. Celal F. Gökçay
Çevre Müh.Bl.
Dünya nüfusu 7 milyar kişiyi geçerken içme suyu kaynakları üzerindeki en önemli baskı kentleşme olgusudur. Birleşmiş Milletler
kentleşme verileri ve kestirimlerine göre 2006 yılında dünya kentleşme oranı % 50 iken 2025 yılında
% 55; 2050 yılında ise % 70 civarına çıkacaktır. Ülkemizde kentleşme oranı 1960 yılında % 33.3 iken
2000 yılında % 71.4’ü bulduğu bildirilmektedir. Kentleşme ülkemizde dünya ortalamasının da üzerindedir. Büyüyen ve kalabalıklaşan
kentlerin su temini başlı başına bir
sorun teşkil ediyor. Suların sadece
bir kez kullanıldığı yirminci asrın
36
Temmuz 2012 • Sayı 49
doğrusal teknolojilerinin terk edilerek yerlerini kapalı döngü sistemlere bırakma gereği ortadadır.
Kapalı döngü sistemler ile büyük
şehirlere sonsuz kaynak sağlanabilecektir.
ODTÜ’de atıksuların arıtıldıktan
sonra sulamada kullanılmaları
1960’lara kadar gider. Yerleşke kurulurken Kuzeyde arıtma lagünleri
de eşzamanlı olarak kurulmuştur.
O yıllarda amaçlanan, birkaç bin
olan ODTÜ nüfusunun atıksularının arıtılarak kavaklık alanın sulanmasında kullanmaktır. Belediye
kanalizasyonu yerleşkeye henüz
ulaşmadığı için bu yol seçilmiştir.
Lagünlerde algler yardımıyla bir
miktar arıtılan atıksular, bulanık
görünüşleri ve koku nedeniyle sonraları arıtma zincirine bir damlatmalı ve kaya filtre ilavesiyle daha
iyi arıtılmaya çalışılmış fakat pek
de başarılı olunamamıştı. Atıksu
ODTÜ/TEKNOKENT MEMBRAN ARITMA TESİSİ
kalitesinin iyileşmemesi ve belediye kanalizasyonunun yerleşkeye
ulaşmasıyla birlikte lagün sistemi
terk edilmiş ve kavaklar kesilerek
ortaya çıkan arazi Teknokent’e gelişim alanı olarak tahsis edilmiştir.
Uzay fotoğrafında lagün sisteminin
sınırları ve üzerinde kurulu VRM
(Vacuum Rotating Membrane Reactor) tesisi görülmektedir.
ODTÜ/Teknoent VRM Tesisi 2004
Yılı Mayıs ayında Berlin Teknik
Üniversite’si (TUB) İnşaat ve Çevre
Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Werner Hegemann ve
ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü
öğretim üyesi Prof.Dr. Celal F. Gökçay tarafından bir araştırma projesi çerçevesinde kurulmaya başlanmıştır. Proje’ye Alman HUBER A.G.
gerekli ekipmanı hibe etmek suretiyle taraf olmuştur. Projede kullanılan Vakum Dönen Membran Biyoreaktör (VRM) esasen HUBER’in
bir ürünü olup o tarihlerde henüz
geliştirilme safhasındadır. Projede
amaçlanan VRM ünitesinin ODTÜ
yerleşkesinde kurularak gerçek
atıksu ile işletilmesi ve performansının araştırılmasıdır. Bunun yanı
sıra İşletmede karşılaşılan sorunlar
araştırılacak işletim parametreleri optimize edilecektir. Projenin
BTU ayağı ise benzer bir üniteyi
Almanya’da kurarak lagün atıksularını arıtmaya çalışacaktır. Araştırma aynı zamanda bir ÖYP Y.Lisans
öğrencisi olan Okan T. Komesli’nin
de tez çalışmasını kapsayacaktır.
Proje daha önce Mısır’da başlatılmak istenmiş fakat karşılaşılan sorunlar üzerine vazgeçilmiştir.
Yapılan üçlü protokolle tesisin havuz ve diğer inşaat işlerinin ODTÜ
tarafından sağlanması kararlaştırılmıştır. HUBER tarafından hibe
edilecek ekipman ve makine montajı, elektrifikasyon işleri HUBER
danışmanlığında ODTÜ tarafından
Tesisin, Şekil ’de gösterilen kullanılmayan ODTÜ lagün arıtma tesisinin çöktürme tanklarından biri
onarılarak oraya kurulması planlanmıştır. Çöktürme tankının MBR
tesisine dönüştürülmesi için bir
müteahhit ile anlaşılmıştır. ODTÜ
Kent’in atıksuları -5m kotunda kanalizasyona bir savak ve saplama
yapılarak 10 tonluk ön toplama
tankına yönlendirilmekte; burada
toplanan atıksular bir dalgıç pompa ile 250 m ilerdeki tesis girişine
pompalanmaktadır.
gerçekleştirilecektir. Tesis ODTÜ
tarafından devreye alınacak ve işletilecektir.
2004 Yılı Eylül ayı itibariyle imalat
ve montaj işlerine başlandı. Bu işler için ODTÜ Rektörlüğü ve Teknokent yönetimi maddi ve ayni
destek sağlamıştır. Ayrıca TÜBİTAK
tarafından 105Y100 sayılı proje ile
bir miktar ilave maddi katkı sağlanmıştır. Tesisin elektrik işleri ve
ekipman montajı ODTÜ atölyelerinde gerçekleştirilmiştir.
Üç buçuk ay kadar süren montaj
işlerinden sonra tesis ASKİ Arıtma
Tesisinden temin edilen biyolojik
çamur ile birlikte işletmeye alınmıştır. Daha sonra resmi açılış 6
Haziran 2005 tarihinde bir seremoni ile yapılmıştır.
VRM tesisi saatte yaklaşık 10 m3
evsel atıksuyu arıtacak kapasitededir. Tasarım akısı 15 L/m2/saat olmasına karşın kolaylıkla yapabildiği
akı 11-12 L/m2/saat civarındadır.
Günde arıtılan atıksu miktarı 200
m3 civarında olup bu debi yaklaşık
2000 kişilik nüfusa eşdeğerdir
Ön toplama tankından tesise pompalanan atıksular önce 3 mm göze-
Temmuz 2012 • Sayı 49
37
ODTÜ/TEKNOKENT MEMBRAN ARITMA TESİSİ
nekli, RO 9 diye tanımlanan ince ızgaradan geçirilmektedir. RO 9 ‘da
tutulan kaba malzeme burgulu tip
sıyırıcı ile temizlenir. Burgu sıyırıcı
bir presle sonlanmakta, toplanan
malzeme pres tarafından susuzlaştırıldıktan sonra ayrılmaktadır.
Daha sonra havalandırma tankının başına gelen atıksular burada
tabandan diffüzörler vasıtasıyla
havalandırılan aktif çamur ile biyolojik arıtıma tabi tutulur. Vakum
altında 540 m2 membrandan süzülen biyolojik olarak arıtılmış atıksular % 95 üzerinde kirleticilerden
arıtılmış olup bakteri içermezler.
Membranlar tambur şeklindeki
dönen bir membran tutucu üzerine monte edilmiş olup tıkanmaya
karşı kaba havalandırma ile çapraz
akış sağlanarak gözenekleri açık
tutulmaktadır. Gözenek çapları 38
nm civarında olduğu için bakteriler
geçemez hatta % 99.99 oranında
virüslerin tutulduğu faj çalışmaları ile tarafımızdan gösterilmiştir.
Membran tıkanmasını önlemek
için kullanılan diğer bir strateji de
vakumun plc ünitesi yardımıyla
her 9 dakika’da 1 dakika durdurulması ve bu suretle membranın
gevşeyerek temizlenmesinin sağlanmasıdır.
Tesisten çıkan su içme suyu görünümünde olup bulanıklık değerleri
daima 2 NTU altındadır. Atıksular
tesisten sterile yakın çıkmaktadır
ve doğrudan sulamada veya içme
dışında kullanılabilecek niteliktedir. Giriş Koli Basili sayısı 108-1010
/100 mL kabul edilecek olursa
bakteri arıtım verimi % 99.999999
civarındadır. Yine atıksudaki organiklerin bir ifadesi olan Kimyasal Oksijen İhtiyacı (KOİ) değeri %
97 üzerinde arıtılmaktadır. Klasik
arıtma tesislerinde tipik Koli basili
arıtımı % 90-99 civarında seyrederken KOİ arıtımı % 85-90 civarın-
38
Temmuz 2012 • Sayı 49
ekonomik bir çözüm oluşturmuştur. Tesiste atıksudan 1 m3 sulama
suyunun hazırlanması 1,15 TL civarına malolmaktadır. Statüsü icabı
Ankara Belediyesi’nden metreküp
başına 7.2 TL ödeyerek endüstri
tarifesi üzerinden su satın almakta olan Teknokent yönetimi VRM
tesisi sayesinde m3 başına 5 TL
üzerinde tasarruf gerçekleştirmektedir. İdarenin yıllık su tasarrufu 50
000 m3’ü geçmekte, yılda 200.000
TL üzerinde maddi tasarruf sağlanmaktadır. Tesis ve ilave sulama
yatırımları kendini amorti etmiştir.
Teknokent idaresi açık alan çim
sulamanın yanı sıra gelecekte inşa
edilecek ofis bloklarında da arıtılmış suları tuvaletlerde kullanmayı
düşünmektedir.
dadır.
MBR Tesisi atıksularının ODTÜ’de
geri kullanım uygulaması
2005 yılında devreye alınan VRM
tesisi bugüne değin, birkaç arıza
dışında, aralıksız çalışmıştır. Tesisin üzerindeki membranlar hala
aynı membranlardır. Tesis işletimi
sırasında sorunlar yaşanmış olmakla beraber tüm sorunlar tarafımızdan aşılmıştır. Önceleri bir
araştırma tesisi olarak başlatılan
VRM tesisi sonraları kış aylarında
boşa akan suların toplanması için
biriktirme yapılarının ve sulama
sisteminin tamamlanmasıyla birlikte Teknokent’in sulama suyu
ihtiyacını karşılar hale gelmiştir. Bu
amaçla mevcut damlatmalı filtre
800 m3 hacimli üstü kapalı bir tank
haline getirilmiş ve toprak lagünler betonlanarak ilave 16.000 m3
su toplama hacmi yaratılmıştır.
Tesis ODTÜ Teknokent işletmesi
için açık alan çim sulamasında çok
ODTÜ-VRM Tesisi işletmeye alındığı 2005 yılında Türkiye’deki gerçek
boyuttaki ilk uygulama idi. Tesis
yaklaşık iki yıl sonra Bodrum Konacık Belediye Başkanı tarafından
ziyaret edilmiş ve ODTÜ Tesisinden
etkilenen Başkan daha sonra kendi beldesi için bir membran tesisi
kurdurarak 2010 yılında işletmeye
almıştır. Bu tesis statik tesis olup
kapasitesi ODTÜ tesisinin yaklaşık
4 katıdır. Bugüne değin bir doktora
ve beş yüksek lisans tezinin yapıldığı tesiste her yıl 6-10 lisans öğrencisi yaz stajlarını yapmışlardır.
ODTÜ VRM tesisi membran teknolojisinin gelecekte kentlerde karşılaşılacak su sıkıntılarının önüne
geçmek için uygun teknoloji olduğunu kanıtlamıştır. Ülke ve dünya
genelinde yaygın uygulamada karşılaşılacak dar boğaz ise yetişmiş
eleman eksikliği ve ucuz ve güvenilir membran temininden geçmektedir.
SİBER GÜVENLİKTE ODTÜ Enformatik
Enstitüsü– NATO İşbirliği
Afgan Bilgisayarcılara ODTÜ’de Siber Güvenlik Eğitimi Verildi
ODTÜ
Enformatik
Enstitüsü,
NATO’nun yürüttüğü “Science for
Peace and Security” programı
kapsamında, Gürcistan ile işbirliği
içinde, Afgan Bilişim Sistem Yöneticilerine yönelik Siber Güvenlik konulu bir eğitim gerçekleştirdi. Uygulamalı Siber Güvenlik eğitimine
20 Afgan Bilgi Sistemleri Yöneticisi
katıldı.
Gürcistan Veri Değişim Ajansının
da destek verdiği eğitim programı
kriptografiden olay müdahaleye,
ağ trafik gözlemlemeden zaafiyet
taramasına geniş bir yelpazede
pek çok farklı güvenlik konusunu
içeriyor.
ODTÜ Enformatik Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Nazife Baykal, bu
eğitimin amaçlarını şöyle özetledi: “Savaşların siber dünyada
sürdürüldüğü, kişilerin, kurumların ve devletlerin şahsi ve gizli
bilgilerinin izinsiz olarak internet
üzerinden dağıtıldığı, bilgisayar
vandalizmi’nin yaygınlaştığı ve bilgisayarların robot ağlarına dönüştürüldüğü, zombileştirildiği çağımızda, siber güvenlik konusu
büyük önem taşıyor. Artık, ulusal
güvenlik stratejileri, bu alandaki
tehditler göz önünde bulundurulmadan oluşturulamaz. Bu alanda NATO’nun ve üye ülkelerin çok
önemli çalışmaları, projeleri var.
NATO’nun bu önemli projeleri arasında yer alan “Science for Peace
and Security” programı kapsamındaki destekleriyle Türkiye’de Siber
Güvenlik gibi önemli bir alanda
eğitim olanağı ve fırsatı yaratıldı.
Enformatik Enstitüsü, bilişim sistemleri, bilgi güvenliği konularında çok önemli bir bilgi birikimine
ve deneyime sahip. Her zaman
araştırma ve eğitimde öncü bir rol
üstlenmeyi kendisine misyon edinmiş bir enstitü olarak, böyle bir
eğitimde de etkin rol oynamayı,
misyonumuzun bir gereği olarak
görüyoruz.”
Bu kursun, siber güvenlik alanın-
daki son bilimsel gelişmelerle uygulamada gerçekleştirilenleri bir
araya getiren bir yaklaşımla düzenlendiğini belirten Baykal, bu tür işbirlikleri ve eğitim programları ile
siber güvenlik alanında farkındalığın artırılmasını ve NATO’ya üye ülkeler arasında gelecekte kurulacak
bilimsel işbirlikleri için başarılı bir
model oluşturmayı amaçladıklarını
ve NATO’nun böyle bir programı ilk
defa Türkiye’de düzenlediğini de
sözlerine ekledi.
Temmuz 2012 • Sayı 49
39
Bilim güzeldir...
Sinir doku mühendisliği için elektro eğirme tekniği ile üretilmiş
polimerik yapı
Yar. Doç. Dr.Deniz Yücel, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ, BIOMATEN
Yapay damar için üretilmiş nano desenli polimer yüzeyler
üzerindeki düz kas hücreleri
Dr. Pınar Zorlutuna, Prof.Dr.Vasıf Hasırcı ODTÜ, BIOMATEN
Mikrodesenli yüzeyde elektron demetinin neden olduğu kabarcık Dr. Menekşe Ermiş, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN
Mikrokanallı polimerik yüzey üzerindeki insan osteosarkom
hücreleri (Saos2)
Yar. Doç. Dr.Halime Kenar, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN
Kemik dolgu maddesi olarak üretilmiş vücutta eriyen yapı
Yar. Doç. Dr. Pınar Yılgör, Prof. Dr. Nesrin Hasırcı,
Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN
Karbon nanotüp içeren hidrojel sinir kanalında nöroblastom hücreleri Damla Arslantunalı, Prof.Dr.Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN
Hücre-malzeme etkileşiminin incelenmesi için hazırlanan mikro desenli yüzeyler Hayriye Özçelik, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı BIOMATEN
Polimer kökenli nano ve mikro boyutlu ilaç salınım sistemleri Aysu Küçükturhan, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN
Polimer ile kolejen karışımı kullanılarak elektro-eğirme tekniği ile üretilmiş lifsi yapı Gökhan Bahçecioğlu, Prof.Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN
Kemik dolgu yapısı üzerinde hücrelerin yayılması Yar. Doç. Dr. Pınar Yılgör, Prof. Dr. Nesrin Hasırcı, Prof. Dr. Vasıf Hasırcı ODTÜ BIOMATEN
Konu: KOH ile işlenmiş Silikon yüzey üzerinde bulunan kalay topu
Telif Hakkı: Uzman Sedat CANLI
Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar
Açıklama: Sonradan renklendirilen görüntü 2010 yılında MRS’in düzenlediği Dünya çapında bir yarışmada 250 görüntü
arasında 1.lik kazanmıştır.
Konu: Drug Delivery’de kullanılan mikro ve nano kapsüller
Telif Hakkı:
Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar
Açıklama: Görüntünün bir bölümü renklendirilmiştir.
Karınca
Konu: Bir karıncanın kafa bölgesi
Telif Hakkı: Uzman Sedat CANLI
Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar
Açıklama: Görüntü sonradan renklendirilmiştir.
Nanokaktüs
Konu: Silikon yüzey üzerine oluşturulmuş Silikon yapılar
Telif Hakkı: Ar. Gör. Seçkin ÖZTÜRK
Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar
Açıklama: Güneş hücresi araştırmaları kapsamında silikon yüzey
işlenerek elde edilmiştir.
Yıldız
Konu: Ferrit nanoparçacıklardan büyütülmüş plakalar
Telif Hakkı: Uzman Dr. İbrahim ÇAM
Birim: ODTÜ Merkezi Laboratuvar
Açıklama: Bazik su çözeltisi ve basınçlı kap içerisinde ferrit
nanoparçacıklardan büyütülmüş plakalardan elde edilmiştir.
Al-Sm gaz atomize tozları ODTÜ-Metalurji ve Malzeme Mühendisliği yüksek çözünürlüklü SEM
Y. Doç. Dr. Y. Eren Kalay
Al-Sm gaz atomize toz parçacıkları -ODTÜ-Metalurji ve Malzeme Mühendisliği yüksek çözünürlüklü SEM
Y. Doç. Dr. Y. Eren Kalay
Nano boyutlu kalay (Sn) tozları - ODTÜ-Metalurji ve Malzeme Mühendisliği yüksek çözünürlüklü SEM
Y. Doç. Dr. Y. Eren Kalay
Bakır grid üzerinde Altın (Au) tozu
Kabartma Tozu – ODTÜ Metalurji ve Malzeme Müh. Böl.
Şekil 6. Rugoglobigerina hexacamerata
Brönnimann 1952, Yaşı: 71.3-65 milyon yıl
Şekil 7. Trinitella scotti (Brönnimann)1952,
Yaşı: 72-65 Milyon yıl
Şekil 6. Rugoglobigerina hexacamerata
Brönnimann 1952, Yaşı: 71.3-65 milyon
yıl
Şekil 7. Trinitella scotti
(Brönnimann)1952, Yaşı: 72-65 Milyon yıl
48
Temmuz 2012 • Sayı 49
Şekil
Şekil
Şekil
Şekil
Çinko Oksit (ZnO) nanotelleri - ODTÜ
Metalurji ve Malzeme Müh. Böl.
5. Heterohelix navarroensis Loeblich, 1971, Yaşı: 69.8-65 Milyon yıl
6. Heterohelix punctulata Cushman, 1938, Yaşı: 76.5 – 66.78 Milyon yıl
7. Heterohelix labellosa Nederbraght, 1991, Yaşı: 75-65 Milyon yıl
8. Heterohelix striata (Ehrenberg),1840, Yaşı: 84-65 Milyon yıl
Şekil 9. Globanomalina
chapmani (Parr),1938,
Yaşı: 60.3-55.5 Milyon yıl
Şekil 11. Globanomalina
ehrenbergi (Bolli), 1957,
Yaşı: 61.9-60.2 Milyon yıl
Şekil 3. Morozovella velascoensis (Cushman),1925, Yaşı: 60.3-55.5
Milyon yıl
Şekil 4. Morozovella occlusa (Loeblich and Tappan), 1957,
Yaşı: 60.2-55.5 Milyon yıl
Prof. Dr. Sevinç Özkan Altıner
Makina Tasarım ve
İmalat İkinci Öğretim Tezsiz
Yüksek Lisans Programı
Üniversitemiz
kültesi
Mühendislik
Makina
Fa-
Mühendisliği
Bölümü’nde, 2012-2013 akademik
yılında öğrenci almak üzere, Makina Tasarım ve İmalat (Mechanical
Design and Manufacturing) adlı
ikinci öğretim tezsiz yüksek lisans
programı açıldı.
Temel bilimler ile mühendislik bölümleri mezunlarının başvurabileceği program; iş yoğunluğu nedeniyle gündüz saatlerinde yapılan
derslere katılmakta güçlüklerle
karşılaşan, tez çalışmalarına yeterli
ODTÜ Makina Mühendisliği
Bölümü Mekanik Tasarım ve
İmalat İkinci Öğretim Tezsiz
Yüksek Lisans Programı
M.Sc. (evening non-thesis) in
Mechanical Design and Manufacturing
zaman ayıramayan, tez danışmanları ile periyodik görüşmeler yapamayan öğrencilere kolaylık sağlayacak.
İki zorunlu ve sekiz seçmeli ders
alınması
gereken
programda;
dersler, hafta içi 18:30 – 21:30 saatleri arasında yapılacak. İlk aşamada 20 öğretim üyesinin 42 ders
ile katılacağı program 150 öğrenci
kapasiteli olacak.
2012-2013 akademik yılında
mühendislik ve temel bilimler
bölümlerinden öğrenci
kabulüne bașlanacaktır.
Mekanik, imalat, ısı-akıșkan ve
dinamik-kontrol konularında
dersler açılacaktır
www.me.metu.edu.tr/mdm
Temmuz 2012 • Sayı 49
49
13. YILINDA
ODTÜ SANAT FESTİVALİ
Keman: Cihat Aşkın & Gitar: Mesut Özgen
25 Mart
“Aksak Duo” Konseri
26 Mart
“Gülsin Onay”
Piyano Resitali
30 Mart
“Çellistanbul Çello Dörtlüsü”
Konseri
18:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
31 Mart
“Geriye Kalan”
Film Gösterimi ve Yönetmeni “Çiğdem Vitrinel
Özcan”, Oyuncuları “Şebnem Hassanisoughi ve
Erkan Bektaş” ile Söyleşi
3 Nisan
“Can” Tiyatro Oyunu
Ödül Işıtman
ODTÜ Sanat Festivali
Düzenleme Kurulu Üyesi
Can Yücel’den Uyarlayan: Genco Erkal
Yöneten ve Oynayan: Kemal Kocatürk
Oyuncular: Emre Kınay, Pelin Körmükçü,
Sait Genay, Bahar Yanılmaz, Cem Yanılmaz
4 Nisan
“Aşk Her Yerde” Tiyatro Oyunu
5 Nisan
“Hasan Pekmezci”
Atölye Çalışması (Etkinlik Ücretsizdir.)
6 Nisan ve 13 Nisan
“Ahmet Kanneci”
Gitar Resitali, Özcan Dal Eşliğinde
7 Nisan
“Soğuk Bir Berlin Gecesi”
Tiyatro Oyunu, Ankara Devlet Tiyatroları
8 Nisan
“Akdeniz Flamenko Topluluğu”
Konseri
20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
14:00 | ODTÜ KKM Faculty Club Koridoru
20:00 | ODTÜ KKM A Salonu
15:00 ve 20:00 |ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
19:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
15 Nisan
“Adamas Quartett” Konseri
New Austrian Sound of Music
17 Nisan
“Ferhangi Şeyler” Tiyatro Oyunu
Oynayan: Ferhan Şensoy
18 Nisan
“Türk Armoni Yıldızları Orkestrası”
Konseri Şef: Tarık Tal
19 Nisan
“Can Çakmur” Piyano Resitali
20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
20:00 | ODTÜ KKM A Salonu
20 Nisan
“Emrehan Halıcı &
Ankara Müzisyenleri”
50 Yılın Rock Konseri- 7.Yıl
18:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
27 Mart
“Giderayak” Tiyatro Oyunu
Ankara Sanat Tiyatrosu
29 Mart
“Hava Kuvvetleri Bando Komutanlığı”
Bahar Konseri
(Etkinlik Ücretsizdir.)
20:00 |ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
20:00 |ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
9 Nisan
“Seslerle Anadolu” Müzikli
Oyun, Ankara Devlet Opera ve Balesi
10 Nisan
“Borusan Quartet”
Konseri
11 Nisan
“Julio Almeida”
Gitar Resitali, Ekvador Büyükelçiliği
20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
20:00 | ODTÜ KKM A Salonu
Keman: Claudia Schwarzl ve Maria Wahlmüller
Viyola: Anna Dekan Viyolonsel: Jakob Gisler
Avusturya Büyükelçiliği
(Etkinlik Ücretsizdir.)
18:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
23 Mart - 22 Nisan tarihleri arasında ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezinde onüçüncüsü düzenlenen
ODTÜ Sanat Festivali, sanatın yaygınlaşmasına olanak tanıyan ve
artık gelenekselleşmiş önemli bir
proje. Her yıl bir ay süren Sanat
Festivali kapsamında açılan sergi
sanatseverler ve kolleksiyonerler
tarafından içerdiği çeşitlilik ve zenginlikle tanınıyor.
Festival sergisinde bu yıl da Türk
sanatının ustalarından, onların öğrencilerinden ve gelecek vaat eden
gençlerden oluşan farklı sanat anlayışlarına sahip üç kuşağa yer
verildi ve Resim, Heykel, Seramik
ve Baskı alanlarından toplam kırk
iki sanatçının doksan üç çalışması
sergilendi. Veysel Günay, Halil Akdeniz, Bedri Baykam, Habip Aydoğdu, Güngör Güner, Ender Güzey,
Hanefi Yeter, Remzi Savaş, Osman
Dinç, Atilla Atar, Hayati Misman,
Süleyman Saim Tekcan, Mehmet
Güler, Devabil Kaya, Bilgehan Uzuner, Mutlu Başkaya, Ercan Sağlam,
Hayri Esmer, İsmail Ateş, Erdal Duman, Yıldız Doyran, Funda Susamoğlu, Cebrail Ötgün bu yıl sergide
yer alan sanatçılardan bazıları.
50
Temmuz 2012 • Sayı 49
23 Mart - 22 Nisan
Plastik Sanatlar Sergisi
25 Mart | Konser “Aksak Duo”
Keman: Cihat Aşkın, Gitar: Mesut Özgen
26 Mart | Piyano Resitali “Gülsin Onay”
27 Mart | Tiyatro Oyunu
“Giderayak” Ankara Sanat Tiyatrosu
29 Mart | Bahar Konseri
“Hava Kuvvetleri Bando Komutanlığı”
(Etkinlik Ücretsizdir.)
30 Mart | Konser
“Çellistanbul Çello Dörtlüsü”
31 Mart | Film Gösterimi ve Söyleşi
“Geriye Kalan” Film Gösterimi ve Yönetmeni
“Çiğdem Vitrinel Özcan”, Oyuncuları “Şebnem
Hassanisoughi ve Erkan Bektaş” ile Söyleşi
3 Nisan | Tiyatro Oyunu “Can”
Can Yücel’den Uyarlayan: Genco Erkal
Yöneten ve Oynayan: Kemal Kocatürk
4 Nisan | Tiyatro Oyunu “Aşk Her Yerde”
Oyuncular: Emre Kınay, Pelin Körmükçü, Sait
Genay, Bahar Yanılmaz, Cem Yanılmaz
5 Nisan | Atölye Çalışması
“Hasan Pekmezci” (Etkinlik Ücretsizdir.)
6 Nisan & 13 Nisan | Gitar Resitali
“Ahmet Kanneci” Özcan Dal Eşliğinde
7 Nisan | Tiyatro Oyunu
“Soğuk Bir Berlin Gecesi”
Ankara Devlet Tiyatroları
8 Nisan | Konser
“Akdeniz Flamenko Topluluğu”
9 Nisan | Müzikli Oyun
“Seslerle Anadolu”
Ankara Devlet Opera ve Balesi
10 Nisan | Konser “Borusan Quartet”
11 Nisan | Gitar Resitali
“Julio Almeida” Ekvador Büyükelçiliği
15 Nisan | Konser “Adamas Quartett”
New Austrian Sound of Music; Keman: Claudia
Schwarzl ve Maria Wahlmüller, Viyola: Anna Dekan
Viyolonsel: Jakob Gisler, Avusturya Büyükelçiliği
17 Nisan | Tiyatro Oyunu
“Ferhangi Şeyler” Oynayan: Ferhan Şensoy
18 Nisan | Konser
“Türk Armoni Yıldızları Orkestrası”
Şef: Tarık Tal (Etkinlik Ücretsizdir.)
19 Nisan | Piyano Resitali “Can Çakmur”
20 Nisan | Konser
“Emrehan Halıcı & Ankara Müzisyenleri”
50 Yılın Rock Konseri- 7.Yıl
ODTÜ Sanat Festivaline ilk günden itibaren destek veren sanatçı
Hasan Pekmezci’ye göre; geleneği
sürdürebilmek çok önemli. Belli
bir anlayış veya politikayla başlayan pek çok proje üç, beş yıl sonra
biterken ODTÜ başlattığı projeyi
değerini kaybetmeden ve geliştirerek sürdürüyor. ODTÜ’de görevi
devralan her yönetimin, akademik
veya idari personelin kararlı desteği olmasa Festival sürdürülemezdi
kuşkusuz. Ama Festivali yıllar içinde eleştirileri ve önerileriyle ge-
20:00 | ODTÜ KKM Kemal Kurdaş Salonu
13. YILINDA ODTÜ SANAT FESTİVALİ
liştiren başarıya ulaştıran, sanatın
her alanından davet edilen festival
danışma kurulu üyelerini, davet
edilecek sanatçıları belirleyen seçici kurul üyelerini de unutmamak
gerek. Festivali bugünkü değerine
ulaştıranlar listesine festivalde yer
alan toplam 875 sanatçı ve onların
1493 çalışmasının katkısı da eklenmeli şüphesiz.
Son yedi yıldır ODTÜ Sanat Festivali sergisini öğrencileriyle hem
gezen hem de sergi mekânında
ders yapan sanatçı Candan Terwiel
“Sergiyi iki açıdan çok önemsiyorum. Birincisi öğrencilere çağdaş
sanat eğitiminde önemli bir uygulama alanı sağlaması; ikincisi ise
sanatseverlere Ankara’da toplu
halde Türk sanatının örneklerini
izleme olanağı yaratması.” Bu açılardan serginin Ankara’da, büyük
bir boşluğu doldurduğunu söyleyen Terwiel’e göre festival sergisi,
bir eğitimci ve sanatçı olarak sanat
eğitimi alan öğrenciler için olduğu
kadar izleyici için de aynı mekânda
çeşitli alanlardan pek çok eserle
birebir karşılaşabilme, her eser üstüne konuşabilme ve karşılaştırabilme olanağı sağlayan çok önemli
bir fırsat.
Terwiel gibi sergiyi her yıl öğrencileri ile gezen sanatçı Tansel Türkdoğan da bu tür sergilerin ODTÜ
ve Ankara’nın kültürel atmosferine katkısının büyük olduğunu ve
özellikle, öğrenciler ve izleyiciler
açısından Türk Sanatı’ndan böyle geniş kapsamlı bir seçkinin izlenebilmesinin önemli olduğunu
belirtiyor. Sergide Türkiye’de ve
Avrupa’da yaşayan değişik disiplin
ve anlayışlardan beslenen sanatçıların bir arada görülebileceğini
vurgulayan Türkdoğan, profesyonel alanda çalışan sanatçılarla karşılaşma fırsatı elde eden öğrencilerin elde ettikleri deneyimin kendi
profesyonel yaşamlarına eklemlenen kaliteler içereceğini, bunun da
kişisel gelişim için önemli bir değer
olduğunun altını çiziyor.
Sanat Festivalinin on üçüncüsünü tamamlayan ODTÜ bugün on
dördüncüsü için çalışıyor. Festival
değişerek, gelişerek, yenilenerek
aynı heyecanla sanatın farklı alanlarını temsil eden çalışmaları hem
her yaştaki öğrencinin hem de sanatseverlerin beğenisine sunmaya
hazırlanıyor.
Temmuz 2012 • Sayı 49
51
13. YILINDA ODTÜ SANAT FESTİVALİ
52
Temmuz 2012 • Sayı 49
13. YILINDA ODTÜ SANAT FESTİVALİ
Temmuz 2012 • Sayı 49
53
Nail Eren
GIDA SEKTÖRÜNDE
ODTÜLÜLER
ETKİN
BİNBAŞIOĞLU
MURAT HOCALAR
SERDAR ÖZAKAR
ZEKİ SÖZEN
FDE’85
ME’81
CHE’79
IE’75
SEK SÜT
TAMEK
YILDIZ HOLDİNG
ETİ
Her sayımızda bir sektörde yönetici olan mezunlarımızla yaptığımız röportaj dizimize bu sayımızda gıda sektöründeki yönetici
mezunlarımızla devam ediyoruz.
ODTÜLÜ’nün bir önceki sayısında
“DOSYA” adlı bir bölüm oluşturarak
Enerji konusunda Üniversitemizde
çalışmaları olan öğretim üyelerimizin görüşlerine yer vermiştik.
Aynı sayımızda elektrik ve elektronik sektörü ile bilişim sektöründe
önemli görevlerde bulunan mezunlarımızla da röportajlar yapmıştık. Bu sayımızda da insanoğlunun
en temel gereksinimi olan gıdayı
dosya konusu yaptık. Gıda güvenliğini etkileyen konularda bilimselliğin temel alınması gerçeğinden
yola çıkarak gıda konusunda çalışmaları olan öğretim üyelerimizin
görüşlerine DOSYA bölümümüzde
yer verirken, röportaj yapacağımız
mezunlarımızı da bu sektörde çalışanlar arasından seçtik. Böylece
konuyu bir yandan bilimsel olarak
irdelerken öte yandan sektörün
içinde değişik konularda çalışan en
yetkin kişilerden de bilgiler edindik. Gıdalara ilişkin tehlikeler, teknolojik gelişmelerin getirdiği riskler, ilgili yasalar, kontroller, üretim
aşamaları derken kısaca “Ne yiyoruz biz?”in yanıtını aradık.
ETİ Gıda Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Etkin Binbaşıoğlu
(IE’75), Yıldız Holding Yatırımlar ve
İş Geliştirme Grubu Başkanı Zeki
Sözen (ChE’79), TAMEK İcradan
Sorumlu Başkan Yardımcısı Serdar
Özakar (ME’81), TAT Gıda Grubu
ve SEK Süt İşletmesi Grup Yöneticisi Murat Hocalar (FdE’85) ile yapılan söyleşileri ilginç bulacağınızı
umuyoruz. Bizi kırmayarak değerli
zamanlarını söyleşiler için ayıran
ve bizi ağırlayan mezunlarımıza teşekkür ediyoruz.
Elbette böylesine önemli bir konuda söylenecekler bu kadarla sınırlı
değil. Şimdilik konuyu birkaç açıdan ele alarak bilim insanları ve
sektör profesyonelleri ile irdeledik.
ODTÜLÜ Dergisi’nde bu konudaki
gelişmelere yer vermeye devam
edeceğiz.
Temmuz 2012 • Sayı 49
55
Söyleşi
ETKİN BİNBAŞIOĞLU
ETKİN
IE’75
BİNBAŞIOĞLU
ETİ
Gıda Yönetim Kurulu Başk. Yard.
Söyleşi: Nihal Gerçek
ETİ’nin Türkiye ve
Dünyadaki yeri?
ETİ, 1961 yılında kurulmuş, 1962
yılında üretime geçmiş bir firmadır. Geçen yıl kuruluşumuzun 50.
yılını kutladık. ETİ, çok küçük bir
kapasite ile üretime başlamış,
ürünlerinin
tüketiciler tarafından kabul görmesiyle birlikte zaman içinde büyüyerek
bugünkü büyüklüğe ulaşmıştır. Bugün itibariyle ETİ, unlu
mamuller pazarında (buna
bisküvi, kek ve kraker dahildir) pazar lideridir. 2008’de
girdiği çikolata sektöründe
de pazar ikincisidir. Alanında Türkiye’nin en yenilikçi
firmasıdır. Pek çok konuda, hem Türkiye’de, hem
de Avrupa ölçüsünde
önemli kazanımlara sahibiz. Örnek olarak,
fabrikalarımızdaki çoğu
üretim hattımız dünyada rekabet edebilecek kapasiteye, teknolojiye ve otomasyona
sahiptir. 2003 yılında
56
Temmuz 2012 • Sayı 49
ETKİN BİNBAŞIOĞLU
İhracatımızın %84’ü
sanayi ürünü. Ancak,
sanayi ürünlerinin ithalata
dayalı bir yapısı var. Tarım
ve tarıma dayalı ürün
ihracatımız %13 civarında.
İşlenmiş gıda ürünlerin
payı ne kadar? Türkiye’nin
işlenmiş gıdalar konusunda
uyguladığı politikalar doğru
mu?
İşlenmiş gıda ve içecek sektöründe
ihracat rakamları ve bu sektörün
toplam ihracat içerisindeki payı
Türkiye’nin konumu
ve ihtiyaçları, gıda
sektörü ihracatının
önemli ölçüde
artırılmasını gerekli
kılıyor.
yıllar itibariyle artış gösteriyor.
TUİK dış ticaret verilerine göre
2000-2010 yılları arasında, imalat
sanayiinde ihracatın ithalatı geçtiği
nadir sektörlerden biri gıda ürünleri ve içecek sanayidir. Bütün yıllarda, işlenmiş ve işlenmemiş gıda
ve içecek sanayiinde, dış ticaret
dengesi Türkiye’nin lehinedir. Yani,
sektörümüzün, Türkiye’nin ödemeler dengesi üzerindeki döviz kazandırıcı net etkisi pozitiftir.
Sektörümüzde, ihracat lehine gelişen dış ticaret sonucunda, ihracatın ithalatı karşılama oranı da
oldukça yüksektir. Bu oran 2011’de
%214 iken 2012 Şubat ayı sonunda
%250 olmuştur. İşlenmiş gıda ve
içeceğin toplam ihracat içerisindeki payı yıllar itibariyle artmakta.
2011 yılında toplam ihracat içerisinde işlenmiş gıdanın payı yüzde
8’e yakın olmuştur. Bunun, 2012
yılı içerisinde %6 civarında olacağı
tahmin edilmektedir.
Söyleşi
başladığımız TPM yolculuğumuzda
önemli aşamalardan geçtik. TPM,
Japonya’dan dünyaya yayılan bir iş
yapma ve yönetim felsefesi. Geçen
yıl, uluslararası alanda önemli yeri
olan Toplam Verimlilik Ödülünü aldık. Bu alanlarda yatırım yapmaya,
kendimizi geliştirmeye devam ediyoruz. Sadece üretmekle olmuyor,
satış ve pazarlama alanlarında da
etkili bir yönetim sistemlerine sahip olmak da gerekiyor, markanın
yönetimi gerekiyor. Bu konularda
da gelişme içindeyiz. Yurtiçinde
yıllardır güçlü bir markayız. Markamızı bölgemize, dünyaya açmak
için uğraşıyoruz.
İşlenmiş gıda ürünlerine yönelik
uygulanan politikaların temelinde,
Türkiye’nin uluslararası ticaretteki
rekabet gücünün artırılması var.
Bu amaçla, katma değeri yüksek,
markalı ve son tüketiciye yönelik ürünlerin, Ar-Ge, inovasyon ve
uluslararası markalar yaratma yönündeki çabaların desteklenmesi
yatmakta. Türkiye’nin konumu ve
ihtiyaçları, gıda sektörü ihracatının
önemli ölçüde artırılmasını gerekli
kılıyor. Bunun için de ar-ge ve inovasyon faaliyetlerinin ekonomik
katma değere dönüştürülebilmesi
gerekiyor. Bu yöndeki politikaların
sektörümüzü geliştireceğini düşünüyorum.
Gıdalar konusunda
toplumda bir kaygı var.
Bu kaygı da yersiz değil.
Doğada yok olmaması
nedeni ile, Stockholm
Konvansiyonu tarafından
dünyanın en tehlikeli
Temmuz 2012 • Sayı 49
57
Söyleşi
ETKİN BİNBAŞIOĞLU
kimyasalları olarak ilan
edilen 12 kimyasaldan
9 tanesi zirai ilaçlar. ETİ
kullandığı hammaddelere
nasıl bir kontrol uyguluyor?
ETİ, kullandığı hammaddelerde
herhangi bir pestisit kalıntısı olup
olmadığını, hammaddelerin giriş kalite kontrolu sırasında test
etmektedir. Ayrıca, risk taşıyan
hammaddelerin tedarikçilerinden pestisit analiz sonuçlarını
talep etmektedir. Yaptırılan analizlerde şu ana kadar herhangi bir
pestisit kalıntısına rastlanmamıştır.
Bir diğer konu Genetiği
Değiştirilmiş Organizmalar
(GDO). Bu ürünlerin
zararları zirai ilaçlar kadar
belirgin değil. Ancak çok
tartışılıyor. Bu konuda sizin
görüşünüz? Eti’nin GDO
politikası nedir?
ETİ olarak hiçbir ürününde GDO’lu
girdi kullanmıyoruz. Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığınca, gıdalarda onaylanmış gen olmadığı için;
5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu
gereğince GDO’lu hammaddelerin
kullanılması mümkün değildir. Kaldı ki, dünya genelinde, GDO konusunda henüz olumlu veya olumsuz
ortak bir görüş yoktur. ETİ’nin politikası, bu gibi durumlarda, insan
sağlığına zararı olmadığına dair
bilim insanlarının ortak görüşü
oluşana kadar GDO’lu hammadde
kullanmamaktır. Ayrıca GDO riski bulunan hammaddeleri içeren
(soya lesitini, mısır ürünleri gibi)
ürünlerimizi hem yurtdışı hem de
yurtiçi laboratuvarlara göndererek
analizler yaptırmaktayız. Bugüne
kadar herhangi bir sorunla karşılaşmadık.
Sizce, zirai ilaç kalıntısı
ve GDO açısından, kamu
kurumlarının yaptığı analiz
58
Temmuz 2012 • Sayı 49
ve denetimler yeterli
mi? Özel üreticilerin de
içinde olduğu bağımsız
laboratuvarlar neden
gündeme gelmiyor?
Bu konuda Bakanlık çok ciddi bir
tutum sergilemektedir. Yaptıkları
analizler ve denetimler yeterlidir.
Bakanlık gerek duyduğunda özel
laboratuvarları da kullanabilmektedir. Ancak, Bakanlığın denetimlerin ve analizlerin tamamının özel
laboratuvarlara devredilmesinin
doğru olmayacağı görüşündeyim.
Nitekim, dünya uygulaması da bu
yöndedir. Örnek vermek gerekirse,
AB üyesi ülkelerde de gıda denetimleri devlet tarafından yapılmaktadır.
70’li yıllarda üniversiteler
kendilerini tanıtmak
için şimdi olduğu gibi
kitle iletişim araçları
kullanmıyorlardı. ODTÜ’yü
tercih ederken hakkında
ne biliyordunuz? ODTÜ’de
okumak bilinçli bir karar
mıydı?
Liseyi Ankara’da Fen Lisesinde yatılı olarak okudum. Lisemizin bahçesinin bir bölümünden ODTÜ
kampusunu görürdük. O yıllarda
ODTÜ’nün kampusu yeni yeni
oluşuyordu. ODTÜ kampusunu
uzaktan da olsa görmek etkileyiciydi. Lisemizle ODTÜ’nün başka
ortak aktiviteleri de olurdu. ODTÜ
profesörleri Feza Gürsey gibi okulumuzda konferansa gelirdi. Bir
keresinde muhtemelen ODTÜ’yü
ziyarete gelen ve biyoloji alanında
Nobel ödülü sahibi olan Dr. Watson okulumuza konferansa gelmişti. Biyoloji dersimizde ismini duyduğumuz, kitabımızda fotoğrafını
gördüğümüz Nobel ödülü sahibi
bir profesörün konferansı bizler
için çok etkileyiciydi. Ayrıca, çeşitli
vesilelerle okulca ODTÜ’yü ziyarete
gittiğimizi hatırlıyorum. ODTÜ’nün
kampusu, fakülte, bölüm binaları,
laboratuvarları, kütüphanesi mükemmeldi, aklımızı çeldi herhalde.
ODTÜ’yü benim için tek seçenek
haline getirdi. Fazla düşünmeme
gerek kalmadan ODTÜ’yü seçtim.
Mühendislik Fakültesine girdim.
Daha sonra Endüstri Mühendisliği
Bölümüne ayrıldık.
Şu anda zamanı geriye
döndürmek mümkün olsa,
ETKİN BİNBAŞIOĞLU
ODTÜ’deki öğrenciliğim, Türkiyenin siyasi ve sosyal yönden istikrarsız ve çalkantılı yıllarında geçti.
Bu durum ODTÜ’deki akademik
hayatı da olumsuz etkiliyordu şüphesiz. Ama bu dönem, ODTÜ’nün
ve kampusun geliştiği dönemdi.
Bugünkü kampus imkanları ile kıyasladığınızda hayat çok daha yalındı. Mimarisi, çevre düzenlemesi
etkileyiciydi. Çok sayıda periyodik
yayının ve kitabın bulunduğu kütüphanesi, biz öğrencilerin dünyaya açılan penceresiydi. Kantinleri,
kırk küsur yıl öncesinin mütevazı
imkanlarıyla bizleri kendisine çeken buluşma noktalarımızdı. O
yıllar yaşandı, bitti. Sonra iş yaşamımız başladı. 70’li yılların ODTÜ
öğrencisi olan ben, daha sonra iş
hayatının telaşı içerisinde yılların
nasıl geçtiğini fark etmedim bile...
Başka bir ortamda ve zaman diliminde ODTÜ öğrencisi olmayı da
hayalimden geçirmedim. Geleceğe
bakmak, geleceğin hayalini kurmak daha cazip geldi herhalde.
Geçen yıl ODTÜ takdir
ödülünü aldınız, yıllar
sonra mezun olduğunuz
üniversiteden böyle bir ödül
alırken neler hissettiniz?
Bir mezunun, böyle bir beklenti
içinde olması söz konusu olamaz,
en azından düşük bir ihtimaldir.
Ben de böyle bir beklenti içinde
değildim doğal olarak. Elimden
geldiğince birşeyler yapmaya çalıştım. Yıllar sonra, Üniversite Senatomuzun kararıyla bu ödülün verilmiş olması beni ziyadesiyle mutlu
etti, gurur duydum.
Öğrenci olarak gittiğiniz
üniversiteye 36 yıl sonra
ödül almak için gittiğiniz
gün neler hissettiniz?
İyi bir donanım
ile mezun olan
kişinin kendine
güvenmesi, her türlü
güçlüğün üstesinden
gelebileceğine
inanması ve
çok çalışması
başarılı olmasının
anahtarlarıdır bence.
Mezuniyetinizden bu yana geçen
süre içerisinde yapmaya çalıştıklarınızın Üniversiteniz tarafından
farkedilmiş ve takdir edilmiş olması mutluluk verici, gurur verici.
Sevindim tabii. Öğrencilik yıllarım
ve mezun olduktan sonra çalışma
hayatımın ilk yılları film şeridi gibi
geçti gözlerimin önümden. Yılların
ne kadar hızla akıp gittiğini farkettim.
ODTÜlü olmayı nasıl
tanımlarsınız? ODTÜ ruhu
nedir ve sizce nasıl yaşatılır?
Bence, ODTÜlü olmak mesleğini
yaparken fark yaratabilmektir. Başkalarına kıyasla daha yüksek katma
değeri olan işleri başarabilmektir.
Uğraş alanına giren konularda,
karşılaştığı problemlere geçerli,
yaratıcı, güzel çözümler geliştirebilen ve başarıyla uygulayabilendir.
Yıllar boyu, ODTÜ mezunlarının çalıştıkları yerlerde gösterdikleri başarıların böyle bir “mezun ruhu”
nun oluşmasına katkı sağladığını
düşünüyorum. Bu ruhun yaşatılmasının ön koşulu da, doğal olarak, mezunların iş yaşamındaki
başarıları olacaktır. Bilgili, ama bilmediğini de kolayca öğrenebilen,
bildiğini başarıyla uygulayabilen,
kendine güveni tam bir mezun kitlesi ODTÜ ruhunu yaşatacaktır.
İş dünyasında başarılı
olmaları için genç
ODTÜlülere neler
önerirsiniz?
Söyleşi
ODTÜ’de hangi ortama
veya hangi yıllara dönmek
isterdiniz?
İş yaşamında başarının tek bir formülü olmamakla birlikte, başarıya
giden yolda önemli olduğunu düşündüğüm noktalara kısaca değinmek isterim. ODTÜ öğrencisi, okul
döneminde çok iyi bir eğitim alma
şansını elde ediyor. Bu şansın içinde güçlü akademik kadroyu, akademik beklenti çıtasının yüksekliğini teknolojik altyapıyı öğrenciye
verilen değeri sayabilirim.
İyi bir donanım ile mezun olan kişinin kendine güvenmesi, her türlü
güçlüğün üstesinden gelebileceğine inanması ve çok çalışması başarılı olmasının anahtarlarıdır bence.
Onursal Başkanımız, ETİ’nin kurucusu Firuz Kanatlı’nın bir sözü var.
“İşi aşkla yapmak” gerek der. Bu
sözün doğruluğuna kuşku yok. İşi
aşkla yapma, işi sevmekten de öte
bir şey. İşini aşkla yapan kişi engel
tanımaz, başarmak için ısrarcıdır;
mesleğindeki, işindeki gelişmeleri
yakından izler ve uygular.
Genç arkadaşlarımın üniversitenin kendilerine sunduğu sosyal ve
kültürel çevreyi iyi değerlendirmelerini, kendilerini geliştirmelerini
öneririm. Öğrencilik yılları aynı
zamanda hayata hazırlanılan bir
dönemdir de. İş yaşamının özünde
insan ilişkilerinin bulunduğunu, ne
yapacaksanız bir grubun içinde yapacağınızı, iyi iletişim becerilerine
sahip olmanız gerektiğini bilerek
kendinizi geliştirmelisiniz. Okul
dönemindeki proje çalışmaları,
stajlar, öğrenci topluluklarında
etkin görevler üstlenmek de bu
tecrübeleri edinmek için iyi fırsatlardır.
Temmuz 2012 • Sayı 49
59
MURAT HOCALAR
Söyleşi
MURAT
HOCALAR
FdE’85
Söyleşi: Nihal Gerçek
TAT GIDA GRUBU,
SEK SÜT İŞLETMESİ
Grup Yöneticisi
Söyleşi: Nihal Gerçek
SEK’in Türkiye’deki
ve dünyadaki yeri
hakkında bize bilgi
verir misiniz?
SEK Türkiye’de Süt Endüstrisi Kurumu olarak devlet eliyle
oluşturulmuş ve yaygınlaştırılmış, pek çok kişiye istihdam sağlamış, sütçülüğü, süt hayvancılığını yaygınlaştırmış ve teşvik etmiş,
süt işinin ilk defa teknolojik olarak
hayatımıza girmesine neden olmuş
bir marka ve tarihi 1963’lü yıllara
dayanıyor. 1997 yılında da özelleştirme süreci kapsamında SEK
markası Koç topluluğunun bünyesine katılıyor. Bununla birlikte Koç
Holding’in dinamizmi içerisinde
daha da gelişen modernleşen birçok ilke imza atan bir yapıya kavuşuyor. Koç Holding bünyesinde
faaliyet gösteren SEK diğer gıda
grubu şirketleriyle aynı çatı altında
birleşiyor. Koç Holding’in Tat grubu altında. Tat Konserve, Maret,
Pastavilla ve SEK süt işletmeleri
bulunuyor. Türkiye’nin en büyük
gıda şirketlerinden bir tanesi Tat
Gıda grubu. SEK de bunun içeri-
60
Temmuz 2012 • Sayı 49
sinde önemli bir yere sahip. Dolayısıyla SEK özelleştirmeyle birlikte
Koç Holding bünyesi altında gelişen teknolojileri takip edip Pazar
payını her geçen gün yükselten bir
değer olarak varlığını sürdürüyor.
SEK’in birçok ilki var sektörde. Bir
defa pastörize günlük sütün önemli bir değeri ve markasıdır. Pastörize günlük sütü içmeyi halkımız SEK
ile içmeyi öğrendi ve bu beğenisini
de devam ettiriyor. SEK süt olarak
TÜBİTAK destekli bir projeyle, raf
ömrü uzatılarak daha uzak noktalara kadar taşıyabileceğimiz yeni
nesil pastörize günlük sütümüz
en son yeniliklerimizden bir tanesidir. Şöyle tarihçeye baktığımız
zaman SEK Türkiye’de ilk homojonize edilmiş yoğurdu, fabrikasyon
otomasyon ile üretilen dil peyniri,
kaşar ve beyaz peynirin ilk defa
vakumlu ambalaja, salebin de
ilk defa hazır ambalaja girmesini
sağladık. Orkide kökünden yapılır salep, çok özel seçilmiş orkide
köklerinin öğütülmesi ve ondan
sonra geliştirilmesiyle oluşur. İlk
kez 2003 yılında sıcak çikolatanın
MURAT HOCALAR
Söyleşi
evlerimize girmesi, aynı zamanda
2003-2004 yılında Tat gıda grubunun oluşturulması da bir ilk olarak
kabul edilebilir. 2007 yılında sebze
suları, meyve sebze karışımı sular
yine SEK’in ilklerinden biridir. 2009
yılında süreç operasyonel maliyet
iyileştirme çabalarıyla kendisine
ciddi bir dinamizm kazandırmıştır.
Hem yeni ürünleriyle hem yönetim
şekliyle SEK hızlı bir şekilde büyüyerek geçmişten gelen marka gücü
ve güvenilirliğiyle varlığını yücelterek devam ettirmektedir. Yine
söylediğim gibi mikrofiltrasyon ile
günlük pastörize süt üretimi de
TÜBİTAK teknoloji ve yenilik destek programlarıyla desteklenmiş
en son yeniliğimiz.
İhracatımızın % 84’ü
sanayi ürünü ancak sanayi
ürünlerinin ithalata
dayalı bir yapısı var. Tarım
ve tarıma dayalı ürün
ihracatımız % 13 civarında.
İşlenmiş gıda ürünlerinin
payı ne kadar? Türkiye’nin
işlenmiş gıdalar konusunda
uyguladığı politikalar doğru
mu?
Türkiye’nin hinterlandına şöyle bir
bakarsak Doğu Avrupa, Ortadoğu,
Türki Cumhuriyetler dersek aşağı
yukarı iki yüz elli milyar dolarlık bir
tüketim kapasitesi var. Bu Türkiye
için çok ciddi bir potansiyeldir. Gıda
sektöründeki ihracat imkanlarımızı
da bu ülkeler üzerinde hızlı bir şekilde geliştirebiliriz diye düşünüyoruz. Ne yazık ki Avrupa Birliği’ne
Türkiye iki nedenle ihracat yapamıyor. Avrupa Birliğinin tarife dışı
engellerle inek sütü ürünlerinin
kendi ülkelerine girmesini engellemesi artı ülkemizin Avrupa Gıda ve
Veterinerlik Ofisi tarafından onay
alma süreci var. Bununla ilgili süreç
devam ediyor. Bu süreçle beraber
Avrupa Birliği’ne de ihracat yapabilir hale geleceğiz. Ancak bu tarife dışı engeller nedeniyle onayları
alsak bile bunun zor olduğunun
düşünüyorum. Keçi ve koyun sütü
ürünlerinin ihracatının daha mümkün olacağı kanaatindeyim.
Keçi sütü içilmesi
öneriliyor. Bu konuda neler
düşünüyorsunuz?
Keçi sütü, inek sütü, koyun sütü
bunların hepsi ciddi protein kaynakları. Neslimizin daha sağlıklı
büyüyebilmesi daha gelişmiş bir
beyin yapısına sahip olabilmesi,
daha sağlıklı bir fiziksel yapıya sahip olabilmesi için iyi kalite proteinlerin bu kaynaklardan alması
gerekli. Dolayısıyla ben böyle bir
ayrım içinde bulunmak istemiyorum. Ama son zamanlarda keçi
sütünün anne sütüne daha yakın
olduğu yönünde çalışmalar var. Bu
da çok değerlidir.
Bunların hepsi insan vücudu için
oldukça faydalıdır. Gönül rahatlığıyla bunları tüketebilmemiz lazım. Ama alerjik bünyeler onları
neyin alerji yaptığına bağlı olarak
Temmuz 2012 • Sayı 49
61
Söyleşi
MURAT HOCALAR
bunlardan herhangi birini tercih
edebilirler. Süt zaten ineklerin, koyunların ve keçilerin kendi yavrularını beslemek için ürettiği bir şey.
Ne kadar değerli bir besin olduğu
buradan beli. Üçü de çok değerli
Bulabildiğimiz zaman olabildiğince
her gün iki bardak bu süt ürünlerini içmeliyiz. Eğer içmekle ilgili bir
sıkıntımız varsa yoğurt ve peynir
olarak tüketmeliyiz, vücudumuz
için gerekli, en önemli yapıtaşı
olan proteinleri bu kaynaklardan
sağlamalıyız. Çünkü bunların yerine geçebilecek başka protein yok.
Gıdalar konusunda
toplumda bir kaygı var.
Bu kaygı da yersiz değil.
Doğada yok olmaması
nedeniyle Stockholm
konvansiyonu tarafından
dünyanın en tehlikeli
kimyasalları olarak ilan
edilen on iki kimyasaldan
dokuzu zirai ilaç. SEK
kullandığı ham maddelere
nasıl bir kontrol uyguluyor.
Bu soruyu bir marka olarak değil
de bir gıda mühendisi ve tüketici
olarak cevaplamak istiyorum. Evet,
genetiği değiştirilmiş organizmalar
62
Temmuz 2012 • Sayı 49
olarak bahsettiğimiz konu var. Bunun dışında zirai ilaçlar doğru ellerde kontrollü bir şekilde kullanılması gereken şeyler. Kamuoyunda da
bu konuyla ilgili birçok tartışmalar
yaşanıyor. Son günlerde Türkiye bu
konuyla ilgili Tarım Bakanlığı nezdinde ciddi atılımlar yaptı. Hatta
Avrupa Birliği normlarından daha
sıkı regülasyonlar getirdi. GDO’lu
ürünlerin ithalatına izin veren veya
vermeyen bir kurum oluşturuldu. Bu ileriki jenerasyonlarımızda
olumsuz etki yaratmayacak, belirli
sınırları aşmayacak olan ürünlerin izni bu koordinasyon ve karar
kurumu tarafından izin verilerek
Türkiye’ye sokuluyor. GDO tarafındaki gelişmeleri ben ülkemiz ve
sektör açısından çok olumlu buluyorum. Zirai ilaç konusu ise yine
önemli bir konudur. Zirai ilacın çeşidi, kullanım miktarı kontrollü olmalı. Yine devletin sektörde görevlendireceği ziraat mühendisleriyle
halkın bu konu hakkında bilinçlendirilmesiyle kontrol altına alınmalıdır. Gördüğüm kadarıyla bu konu
hakkında da ciddi çalışmalar yapılıyor, daha iyiye daha doğru bir noktaya gideceğini düşünüyorum. Kamuoyunda yerli yersiz, bilen
bilmeyen, gıdayla
ilgisi olma-
yan birçok insan gündem yaratmaya yönelik beyanatlarda
bulunuyor. Hata öyle bir noktaya
gelindi ki sokak sütü içilmesini tavsiye eden uzman niteliğinde insanlar bile var. Bunları dikkate almamamız gerektiğini düşünüyorum.
Gerçekten bu konunun uzmanı
gıda bilimiyle uğraşan kişilerin
yorumlarına dikkat ederek hayatımızı sürdürmeye devam etmemiz
lazım. Mutlaka markalı ürünleri
tercih etmeye çalışmalıyız. Çünkü
markalar kendi markasını koruyabilmek için ciddi yatırımlar yapıyor
ve en üst teknolojiyle üretim yapıyorlar. Benim tavsiyem müşterilerimizin etiketleri okunması markalı
ürünlere güvenilmesi ve bu doğrultuda tüketim yapmaları. Gıda
işindeki en önemli problem hâlâ
kayıt dışı ekonomi. Yani Türkiye’de
aşağı yukarı on üç milyon ton süt
üretiliyor. Bu on üç milyon sütün ancak yüzde elli beş, altmışı
kontrollü sanayide üretilen ürünler, geri kalan kısım ise maalesef
kontrolsüz ve merdiven altı. Yine
son dönemde alınan tedbirlerle bunun kayıt içine alınması için
ciddi çalışmalar yapılıyor. Gıda güvenliğiyle ilgili yeni bir gıda yasası
çıktı. Bunun çok olumlu etkilerinin
olacağını düşünüyorum. Gıda güvenliğine uygun hareket etmeyen
şirketlerin işletmelerin ya kendilerini düzeltmesi ya da kısa zamanda
tasfiye olması durumuna gidecek
eğer denetimler ciddi bir hassasiyette yapılmaya devam edilirse.
Türkiye’nin en önemli sorunu
kayıt dışılıktır. Bu kayıt dı-
MURAT HOCALAR
Peki sizce zirai ilaç kalıntısı
ve GDO açısından kamu
kurumlarının yaptığı analiz
ve denetimler yeterli
mi? Özel üreticilerin
içinde olduğu bağımsız
laboratuvarlar neden
gündeme gelmiyor?
Yeterli olmalı; çünkü toplum vicdanı bununla tatmin ve rahat olmalı, doğrusu bu. Ama demin söylediğim gibi bilen bilmeyen birçok
insan bu konuda konuştuğu için
tüketicilerin kafası karışıyor ve nasıl hareket edeceğini bilemiyor. Benim kanaatim devletin elinde her
türlü imkân var, bunu denetleyebilir. Şu an yanlış iş yapanları teşhir
de ediyor. Teşhir ederek halkı bilgilendirebilir. ve bu doğrultuda daha
güvenli bir ortam yaratabilir halk
için. Özel sektörde de yetkilendirilmiş özel laboratuvarların kurulmasıyla ilgili çalışmalar devam
ediyor. Kanımca yine bu konuyla
ilgili tarım il müdürlüklerini veya
Tarım Bakanlığınca yetkilendirilen laboratuvarlar hızlı bir şekilde
Avrupa’da olduğu gibi ülkemizde
de yaygınlaşacak ve daha uygun
kontroller oluşacak diye düşünüyorum.
70’li yıllarda üniversiteler
kendilerini tanıtmak
için şimdi olduğu gibi
kitle iletişim araçlarını
kullanmıyorlardı. ODTÜ‘yü
tercih ederken hakkında
ne biliyordunuz? ODTÜ’de
okumak bilinçli bir karar
mıydı?
ODTÜ’de okumak benim hayalimdi. Gıda Mühendisliğini seçerken
de çok büyük bir istekle ve öncelik
vererek seçtim. “Neden ODTÜ idi”
diye baktığımda; bir defa benim
dönemimde yani 1979 yıllarında
bile dünyaca kabul görmüş üniversitelerden bir tanesiydi ODTÜ.
Yabancı dille eğitim veriyor olması önemli bir tercih nedeniydi. Bu
kadar yaygın bir iletişim ağı olmamakla birlikte yine özel sektörün
talep ettiği kişiler ODTÜ’den oluyordu. Bu sebeple tereddütsüz
ODTÜ’yü sıralamalarımın içine
koydum.
Şu an zamanı döndürmek
mümkün olsaydı ODTÜ’de
hangi ortama ve hangi
yıllara dönmek isterdiniz?
Şu an gözümü kapayıp geçmişe
baktığımda şunu görüyorum: Bölümün ilk öğrencileri olarak yedi
arkadaş biz ODTÜ’nün Gıda Mühendisliği Bölümünü kazandık.
Yedi öğrenciydik ve Kimya Mühendisliğinin içerisinde eğitimimizin
önemli bir kısmını aldık. Bir binamız dahi yoktu. Biz nerdeyiz? Kimiz? Bu tip sorularımız vardı kafamızda. Bir barakamız oldu hemen
Kimya Mühendisliğinin karşısında.
İnanılmaz haz duyduk yani kimliğimizi bulduk gıda mühendisi olarak
o inanç ve o günler çok güzeldi. O
günleri, o dönemki arkadaşlıkları,
o dönem büyük bir heyecanla gıda
mühendisliğini kurmaya çalışan
öğretim üyesi hocalarımızın çabalarını büyük bir özlemle ve gururla
hatırlıyorum. Bunun dışında sıkı
sıkıya bağlı bir gıda mühendisi grubu olmuştu. Harçlarını hep birlikte
koyduk, kanımca da sektörde herkes yer edindi ve gıda mühendisliğini iyi bir şekilde temsil ediyoruz.
ODTÜlü olmayı nasıl
tanımlarsınız? ODTÜ ruhu
nedir ve sizce nasıl yaşatılır?
ODTÜ ruhunu aslında özgürce düşündüğünü söyleyebilen, bilime
inanan, bilimin gerçekleri doğrultusunda hareket eden, çok çalışan
yaptığı her faaliyetten bir değer
yaratmayı arzu eden bir ruh olarak
görüyorum. Şu anki gelişmeleri de
görünce çok mutlu oluyorum. Her
karışında bir gelişme olduğunu görüyorum Bu fiziksel iyileşmenin yanında özündeki ODTÜlüyü ODTÜlü
yapan bu çalışma azmini, özgürce
düşüncelerini ortaya koyabilmesini, özgürce karşısındakinin düşüncelerini dinleyebilme yapısını
da koruyabilmesi ve toplumda bir
ODTÜlü olarak konuşulduğunda
bu saygınlığını devam ettirebilmesi
lazım.
Söyleşi
şının kontrollü kayıt sistemi içine
alınması ve denetlenebilir yapıda
olması gereklidir.
İş dünyasında başarılı
olabilmeleri için genç
ODTÜlülere neler
önerirsiniz?
Her şey değişiyor. ODTÜ’nün çalışma sisteminde bizim dönemlerimizde daha fazla bireysellik vardı;
ancak takım çalışması çok önemli.
Üniversitede okurken genç arkadaşlarımızın mutlaka takım çalışmalarına, proje çalışmalarına
ağırlık vererek ekiple bir şeyi başarmayı sağlamaları çok önemli.
Yabancı dil ODTÜ’yü ODTÜ yapan
özelliklerden bir tanesidir. Hiç bırakamadan her gün üstüne bir tuğla
koyarak yabancı dillerini geliştirmelerini tavsiye ederim. Hepimiz
okuldan mezun olduktan sonra
her şeyi iyi bilen olarak algılıyoruz
ama iş hayatı öyle değil. O yüzden
üniversite çağlarında iş hayatıyla
ilgili kendilerini bilgilendirmelerini,
stajlara gitmelerini, hangi alanlarda ileri gidebileceklerini belirlemelerini tavsiye ediyorum. Çok
önemli olan başka bir şey ise ne iş
verilirse onu yapmaları ama en iyi
şekilde yapmaları lazım. O zaman
farkı gösterip zaten kısa sürede
arzu ettikleri yerlere, arzu ettikleri pozisyonlara geleceklerdir. Ne
iş verilerse yapmak, yapılan işi en
iyi şekilde yapmak ve sorgulayarak
değer yaratmak çok önemli şeyler.
Temmuz 2012 • Sayı 49
63
Söyleşi
SERDAR ÖZAKAR
SERDAR
ÖZAKAR
TAMEK
ME’81
Söyleşi: Serpil Savaş
İcradan Sorumlu Başkan Yardımcısı
TAMEK’in Türkiye ve
Dünya’daki yeri nedir?
TAMEK Türkiye’nin en eski gıda
üreticilerinden birisi. 1955 yılında kurulmuş. TAMEK şirketinin
sahibini çoğu insan bilmez, ama
TAMEK markası herkes tarafından bilinir. Türkiye’de en çok bilinen ve Türk halkına mal olmuş
64
Temmuz 2012 • Sayı 49
bir markadır. Herkesin çocukluk
anılarında yer alan, annesi ya da
anneannesi ile ilişkilendirdiği bir
marka. Türkiye’deki bu konumunun yurt dışında da yansımaları
var. Avrupa’daki Türk işçileri, orada
yaşayanlar Tamek’i yine aynı kategoride değerlendiriyor. Dolayısıyla
Avrupa’da çok ciddi bir pazar var.
Etnik market dediğimiz bir markettir bu. Bütün Avrupa ülkelerinde;
Almanya’da, Belçika’da, Fransa’da
ve İngiltere’de özellikle Türk tüketicilerine ulaşan, Türk kökenli
çalışanlara ulaşabilen bir markadır TAMEK. Öte yandan, Orta
Doğu’da da Türk damak tadına
yakın ürünler tüketildiği için ciddi
SERDAR ÖZAKAR
Yani Türkiye’deki pazara bağlı kalıp, olası kırılganlıklara karşı önlem
almak için mümkün olduğu kadar
ihracattaki payımızı artırıp; yatay
büyüme değil de - 40 ya da 60 ülke
yerine daha az ülkeye odaklanıp dikey büyüme sağlamaya çalışıyoruz.
Gıdalar konusunda
toplumda bir kaygı var. Bu
kaygı da yersiz değil. Doğada
yok olmaması nedeni ile,
Stockholm Konvansiyonu
tarafından dünyanın en
tehlikeli kimyasalları olarak
ilan edilen 12 kimyasaldan
9 tanesi zirai ilaçlar. TAMEK
kullandığı hammaddelere
nasıl bir kontrol uyguluyor?
Gıda konusu ciddi ve önemli bir
konu. Türkiye’deki kurum ve kuruluşlar bu konuda çok ciddi çalışmalar yapıyorlar. Eskiden Sağlık
Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı olarak
ayrışmıştı ve bir yetki problemi
yaşanıyordu. Şimdi Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı adı altında
birleştirildi ve gıdaya dair bütün
sorumluluk o bakanlığa verildi.
Onlar da bu konuda özellikle Avrupa Birliği mevzuatına uygun bir
takım yönetmelikler çıkardılar. Bu
yılın başında bütün bu sektörleri ilgilendiren 100’ün üzerinde yönetmelik devreye girdi. Burada hem
çok sıkı bir denetim mekanizması
kuruluyor, hem de şirketlerin sorumlulukları artırılıyor. Yani gıdayı
sadece üretene değil, satana da
sorumluluk yükleniyor. Sağlıksız
gıda üretenlerin deşifre edilmesi
yani kamuya açıklanması gibi bir
takım önlemler getirildi ki; bunun
örneklerini de görmeye başladık.
Örneğin balda ve et ürünlerinde
gördük, zeytinyağında konuşuluyor. Dolayısıyla gidişat, bu konudaki kaygıları azaltıcı yönde. Yine de,
gıdada temel sıkıntılar var. Örneğin
tarım ilaçları ve bu ilaçların bilinçsiz kullanımı. Tüketici, semt pazarından aldığı ürünün daha doğal
bir ürün olduğunu sanıyor. Oysa
tarım ilaçlarını köylü daha bilinçsiz kullanıyor. Halbuki endüstriyel
ODTÜ’ye girmek
hayatımın en önemli,
hatta tek önemli
dönüm noktasıdır. O
yüzden ODTÜ deyince,
çocukluktan gençliğe,
oradan da olgunluğa
geçtiğim dönemi
hatırlarım. Beni ben
yapan, olgunlaştıran,
bugünkü Serdar yapan
yerdir benim için.
tarım yaptıran ve gıda endüstrisi
içerisindeki şirketler bunları denetliyor. Yani yeteri kadar ve bakanlıkça onaylı tarım ilacı ve gübre
kullandırtıyor, süreci de başından
sonuna kadar denetliyor. Biz sözleşmeli tarım yaptırıyoruz. Örneğin salça üretimi için domates üretecek çiftçiler ile sezonun başında
anlaşma yapılıyor. Ondan sonra
tohumdan teslimata kadar bütün
o süreç bizim ziraatçılarımız tarafından denetleniyor. O nedenle as-
lında pazardan alınan salça kesinlikle daha sağlıklı değil. Bir kere bu
ürünler sağlıklı koşullarda üretilmiyor, ikincisi de o aldığınız domatesin içerdiği tarım ilacını görme
olanağınız yok. TAMEK’in buradaki
politikası mümkün olduğu kadar
minimum zirai ilaçla maksimum
verim elde etmek. Üreticiye zirai
ilacı biz veriyoruz. Miktarını da biz
belirlediğimiz için fazlasını kullanamıyor. Sözleşmeli tarım aslında bütün bunların denetim altına alındığının bir göstergesidir.
Söyleşi
bir pazarı var. 40’a yakın ülkede satılıyor. Japonya’da TAMEK markası
ile ürün var. Amerika’da Walgreens marketlerinde TAMEK marka
meyve suları var. Daha çok iç piyasada çok güçlü bir marka olarak
yerini koruyor. TAMEK’in büyük
bir ihracat potansiyeli olduğunu
düşünüyoruz. Zaten şu anda esas
odaklandığımız nokta da ihracatta
büyümek.
Piyasadaki bütün
endüstriyel ürünlere
güvenebilir miyiz?
Öyle söyleyemeyiz; çünkü birincisi,
tarımsal ürünün tarladan fabrikaya
nakliyesi var. Bu süreçte çok dikkatli olmanız lazım. İkincisi üretim
esnasındaki hijyen meselesi Orada
da bir takım kurallar var. Örneğin;
ISO 22000 belgesine sahip kuruluşlar bu hijyen standartlarına
uyduğunu belgeler aslında. Bu
belgelere sahip kuruluşlar hijyen
konusunda hassasiyetlerini kanıtlamış olurlar. Büyük ve önde gelen
şirketler böyle çalışıyorlar. Ama
piyasaya bir şekilde giren, sağlıksız ambalajlarda üretim yapan bir
takım şirketler bu kurallara uymuyor. Bu konuda, çok sıkı bir denetim olduğu iddiasında bulunmak
zor. Örnek verecek olursak; pet
ambalajda salça yapılamaz. Bu
ne Avrupa Birliği mevzuatına, ne
de Türkiye’deki mevzuata uygun.
Salçaya koruyucu madde konması
gerekmez. Evde salça yaptığınızda
koruyucu madde koymuyorsunuz.
Salça aslında katkı maddesi gerektiren bir şey değildir ama pet ambalaja konulduğunda, oksijen geçirgenliği olduğu için, kısa sürede
bozuluyor. Bozulmasın diye içine
koruyucu madde ekliyorlar. Ondan
sonra tüketici sanıyor ki ürün doğal
Temmuz 2012 • Sayı 49
65
Söyleşi
SERDAR ÖZAKAR
bozulmuyor, bir şey olmuyor. Aslında doğal koşullarda bozulmayan
üründen korkmak lazım.
Meyve sularında durum
nedir?
TAMEK’in cirosunun büyük bir kısmını meyve suyu üretimi oluşturur.
Son 10 yılda sektörde de çok ciddi
bir şekilde büyüyerek pazarda yer
edindi. Eskiden sadece vişne ve kayısı suyu vardı. Sektör bu konuda
çok büyük bir atılım kaydetti ve çok
farklı ürünler ortaya çıkmaya başladı. Örneğin karışık meyve suları,
fonksiyonel dediğimiz ve içine takviye vitaminlerin eklendiği ürünler
satılıyor marketlerde. Hatta kadınlara, erkeklere, çocuklara yönelik
ürünlerin yapıldığı çok hızlı büyüyen bir sektör. TAMEK de, burada
nostaljik kahverengi cam şişesiyle
başlattığı süreci, sektördeki en
büyük üç oyuncudan biri olarak
sürdürüyor. Meyve Türkiye’deki
piyasadan satın alınıyor, işleniyor
ve meyve suyu haline getiriliyor.
Burada da çok büyük bir kavram
kargaşası var. Dört kategoride
meyve suyu var. Bir tanesi içinde yüzde yüz meyve suyu olanlar.
Bunlar meyve suyu adıyla satılıyor.
İkincisi nektarlar. Bunların içerisindeki meyve oranı yüzde 25 civarındadır, geri kalanı su ve şekerdir.
Üçüncüsü meyveli içeceklerdir.
Onun içerisinde yüzde 10-25 civarında meyve vardır, geri kalanı su,
şeker veya aromadır. Dördüncüsü
de sadece aromalı içeceklerdir.
Bunlar da tüketici tarafından meyve suyu olarak algılanıyor, oysa içerisinde meyve olmayabiliyor, sadece meyve aroması var. O yüzden
de en sağlıklısı, en doğrusu yüzde
yüzleri içmek.
ODTÜ hakikaten
Türkiye’yi değiştiren
ve dönüştüren bir
üniversite olma
unvanını da taşıyor
bence. Türkiye’deki
sosyal değişimin,
üretimde gelişimin
öncüsüdür bu
üniversite.
kullanmıyorlardı. ODTÜ’yü
tercih ederken hakkında
ne biliyordunuz? ODTÜ’de
okumak bilinçli bir karar
mıydı? Zamanı geriye
döndürmek mümkün olsa,
ODTÜ’de hangi ortama veya
yıllara dönmek isterdiniz?
ODTÜ’yü bilmiyordum, daha doğrusu biliyordum ama nasıl bir
eğitim verir, eğitim kalitesi nedir,
bu konularda şimdiki gençler gibi
bilgi sahibi değildim. Makina mühendisi olmak istiyordum. İTÜ ve
ODTÜ’nün makina, endüstri, uçak
mühendisliği bölümlerini sıraladım. ODTÜ denk geldi ve girdim.
Yakın arkadaşlarım Aytek Savaş,
Sertaç Nişli gibi önceden “Ben
ODTÜ’ye girmek istiyorum.” diye
bir hedef koymamıştım kendime.
Tesadüfen girdim. Girdikten sonra çok etkilendim. ODTÜ’ye girmek hayatımın en önemli, hatta
tek önemli dönüm noktasıdır. O
yüzden ODTÜ deyince, çocukluktan gençliğe, oradan da olgunluğa
geçtiğim dönemi hatırlarım. Beni
ben yapan, olgunlaştıran, bugünkü Serdar yapan yerdir benim için.
ODTÜ’ye adım attığım andan itibaren orada, o atmosferde, o ilişkiler
içerisinde ve o eğitimle yoğruldum. Bu nedenle ODTÜ’nün benim hayatımdaki yeri, belki annem
70’li yıllarda üniversiteler
kendilerini tanıtmak
için şimdi olduğu gibi
kitle iletişim araçları
ODTU Endüstri Ürünleri ve Tasarımı Bölümü’nden mezun olan kızı Deniz ile
66
Temmuz 2012 • Sayı 49
SERDAR ÖZAKAR
ODTÜ kampusuna
girdiğiniz andan
itibaren öğrenmeye
başlarsınız ve bütün
odak noktanız
ODTÜlü olmak ve o
eğitimi almak olur.
Bu eğitimden kastım,
sadece formal eğitim
değil, ODTÜ’nün kendi
kültürel eğitimi. O
atmosferi soluduğunuz
zaman aldığınız kültür.
Soldan sağa: Serdar Özakar, İhsan Mertan,
Sadık Sahandi, Aytek Savaş
rüyoruz önemli görevlerde o kadar
çok ODTÜ mezunu var ki şu an.
Türkiye’de tüketici memnuniyetinde altın heykel alan şirketler vs.
var. Bir bakıyorsunuz ki oradaki üst
düzey yöneticiler veya oradaki en
kritik mevkilerdeki insanlar bizim
arkadaşlarımız veya bizden önce
ya da sonra mezun olmuş insanlar.
ODTÜ hakikaten Türkiye’yi değiştiren ve dönüştüren bir üniversite
olma unvanını da taşıyor bence.
Türkiye’deki sosyal değişimin, üretimde gelişimin öncüsüdür bu üniversite. Bugün sanayideki atılımda
ve ihracattaki olağanüstü artışın
arka planında çok ciddi bir şekilde üniversitelerimizin ve bunların
içerisinde özellikle ODTÜ’nün çok
önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum.
Söyleşi
ve babam kadar güçlüdür. Bunu
bilerek söylüyorum. Zamanı geriye
döndürsek; o yıllarda, ODTÜ’de
olmak istiyorum. 1975 ile 1981
yılları arasında oradaydım. 1981
yılının Şubat ayında mezun oldum,
ayrıldım. O dönem Türkiye’nin en
çalkantılı dönemi, en çok travmaya maruz kaldığı yıllar aslında. O
yıllarda, o şehirde, yani başkentte
ve o üniversitede olmak çok zor olmakla beraber çok büyük bir deneyimdi. Yani pek çok gencin bugün
yaşayamayacağı fırsatı biz bulduk
orada. Belki çok zorlandık. Bir takım kaygılarımız vardı. Boykota da
gittik. Acaba okul açılacak mı diye
endişe içindeydik. Dokuz ay geçmiş
hala okul açılmamış falan. Fakat o
kargaşa içerisinde bir taraftan da
olgunlaşıyormuşuz, bir sürü şeyi
öğreniyormuşuz. Onu da mezun
olduktan sonra anlıyorsunuz ve sanıyorsunuz ki; sanki herkes böyle
bir ortamda okudu, büyüdü, yetişti ve öyle geldi. Halbuki ne annem
babam öyle bir ortamda okudu,
ne de benim çocuğum öyle bir ortamda okudu. Biz okuduk sadece.
Aslında o huzursuzluk bizi pişirdi,
olgunlaştırdı. Türkiye’nin çok zorlu dönemiydi, haksızlık, yoksulluk,
eksiklik, adaletsizlik vardı. Bizler
de bunların düzelmesi için mücadele ediyorduk. ODTÜ o zamanlar
çok da genç bir okulmuş. 19751976 yılında ODTÜ’ye girdiğimizde
daha 20. yılını tamamlamış, gencecik, daha kendisini bile yerleştirememiş, kurumsallaşma sürecini tamamlamamış bir kurummuş. Fakat
biz de o süreçte yer aldık. O zaman,
yani kurulduğu yıldan itibaren böyle etkisi varmış ki biz girdiğimizde
ODTÜ mezunu olmak zaten ciddi
bir şeydi. Türkiye’de statüydü. Şimdi 2012’deyiz. Bugün hala ODTÜ
mezunu olmak veya o okulda okumuş olmak muazzam bir farklılık,
ayrıcalık ve fırsat. Gazetelerde gö-
ODTÜ eğitimini farklı kılan
nedir? ODTÜlü olmayı nasıl
tanımlarsınız? ODTÜ ruhu
nedir?
ODTÜ şöyle bir insan yetiştiriyor
bana sorarsanız: Bir kere çağdaş
bir insan yetiştiriyor ki; bu çok
önemli. Çağdaş ne demek, çağının değerleriyle barışık insan
demektir. Günümüzdeki modern
dünyanın değerleriyle barışıktır.
İkincisi ufku çok geniştir. Üniversiteye girdiği andan itibaren tüm
dünya ile temas halinde olmaya
başlar. Yani hem literatürle ve aldığı eğitimle hem de ona o dersi
veren hocalarıyla. ODTÜ’de 1975
yılında bilgisayar kullanılırdı, bilgisayar eğitimi verilirdi, notlarımıza
bilgisayar çıktılarından bakardık.
Yani o gün dünyada ne varsa, ona
ODTÜ’den ulaşabiliyorduk. Bir de
fiziksel ortam. Yani ODTÜ o kampusu, ormanıyla -burada Kemal
Kurdaş’ı, Behruz Çinici’yi saygıyla
anıyorum- hakikaten öyle bir ortam oluşturulmuş, öyle bir mimari doku var ki; orada, zaten insan
kendini akademik ve çağdaş bir
dünyanın içerisinde buluveriyor
ve oranın insanı haline geliyorsun.
ODTÜ kampusuna girdiğiniz andan
itibaren öğrenmeye başlarsınız ve
bütün odak noktanız ODTÜlü olmak ve o eğitimi almak olur. Bu
eğitimden kastım, sadece formal
eğitim değil, ODTÜ’nün kendi kültürel eğitimi. O atmosferi soluduğunuz zaman aldığınız kültür. Kampus yaşantısının oluşturduğu bir
duygu var. ODTÜ benim için önemli, belki ikinci kez doğduğum yer
diyebilirim. Hala orada gezmeyi,
Temmuz 2012 • Sayı 49
67
Söyleşi
SERDAR ÖZAKAR
eski arkadaşlarımla yemekhanede
kuyruğa girmeyi önemserim, haz
duyarım. ODTÜ’ye ilişkin içimde
hep bir kıvanç duygusu taşırım. .
Dünyanın en iyi üniversiteleri arasındadır. Hep ileriye gittiğini de keyifle izliyorum.
di kendine yaşıyor. ODTÜlülerin iş
dünyasındaki başarısının ardında
da böylesine bir kültürle yetiştirilmeleri var. Her şey yapılandırılmış
belli ve tanımlı halde.
tırmacı, devrimci, dayanışmacı,
demokrat, dostluk nedir bilen ve
takdir eden insan demektir. Devrimci demek, illa siyasi devrimci
anlamında değil. Devrim demek
değiştirmek, dönüştürmek demek.
Bugün Türkiye’nin dönüşümünde
ODTÜ’nün payı niye var; çünkü o
ruh var. Değiştirme ve dönüştürme
ruhuna sahip bu insanlar. Yani statükocu değil. ODTÜlü olmak statükocu olmamak demek aslında.
Şimdi ben mesela 53 yaşındayım,
yeni mezun ODTÜlü bile benim bu
dilimi anlayabiliyor. Demek ki kültürü taşınabiliyor bu günlere kadar.
Böyle düşününce de acayip sevinç
duyuyorum. Bu ruh da aslında ken-
ODTÜ’de öğrendiklerinizi uygulayın. Bugünün dünyasında tüm
endüstrinin odaklandığı üç temel
unsur var. Birincisi kalite. Ürün kalitesi her geçen yıl artıyor. İkincisi
maliyet; yani kalite artıyor, fiyatlar ucuzluyor. Her türlü ürün artık daha geniş bir kitleye ulaşıyor.
Üçüncüsü ve hepsinden önemlisi
ise inovasyon yani yenilikçilik, ürün
çeşitlenmesi. Bugün bu üç konuda
başarılı olan şirketler ayakta duruyor. Hangi sektörde olursan ol,
ne iş yaparsan yap, bu üç konuda
çaba sarf ediyorsan sektörde ayakta kalırsın. ODTÜ öğrencileri bütün
bunların birikimiyle mezun oluyor
Zaten ODTÜ kaliteli eğitim veren
İş dünyasında başarılı
olmaları için genç
ODTÜ dediğim zaman neyi ha- ODTÜlülere neler
tırlıyorum? ODTÜlü demek araş- önerirsiniz?
68
Temmuz 2012 • Sayı 49
bir kurumdur ve yaptığın işin kalitesiyle mezun olursun. Yaptığın
iş nedir: öğrencilik. İyi bir öğrenciysen mezun olursun, ODTÜ’den
herkes mezun olamaz.
Akademik kariyer
yaptınız. Kitap da
yazdınız ‘Postmodern
Çalışma Hayatı’. Bu fikir
nereden çıktı, nasıl zaman
buldunuz? Bildiğimiz
kadarı ile üniversitede ders
veriyorsunuz.
ODTÜ Makina Mühendisliği’nden
mezun olup da iş hayatına girdikten sonra şunu gözlemledim -bu
bana özel de olabilir, ODTÜlü olmaya özel bir şey de olabilir- mühendislik eğitimi aslında sizi belirli
konularda eksik bırakıyor. Sosyal
bilimlerde yeterli bilgiye sahip olmadığımı gördüm. Meraklı biriyseniz kendi kendinize öğrenirsiniz.
Kütüphanede, kitapçıda sizi geliştireceğinizi düşündüğünüz kitapları
seçer, öğrenirsiniz. Ama sistematik
öğrenme sağlanamıyor. Ne tarih
ZEKİ SÖZEN
Bugün Türkiye’nin
dönüşümünde
ODTÜ’nün payı niye
var; çünkü o ruh
var. Değiştirme ve
dönüştürme ruhuna
sahip bu insanlar.
Yani statükocu
değil. ODTÜlü olmak
statükocu olmamak
demek aslında.
Şimdi ben mesela
53 yaşındayım, yeni
mezun ODTÜlü bile
benim bu dilimi
anlayabiliyor.
dum. Bana bir yayınevi önerdiler.
Gönderdim “Tamam, yayımlayalım.” dediler. Tabii yayımlanınca
kitapçı rafında kitabını görmek
muhteşem bir duyguydu. İstiklal
Caddesi’nde, kitapçılarda raftan
kitabımı alıp seviyordum. Ondan
sonra biraz havaya girdim. Doktoraya başladım. Bu sefer de tezimde
“Çalışma Hayatındaki Son 30 Yıllık
Dönüşüm ve Bunun Profesyonel
Serdar Özakar
1981 yılı Şubat ayında ODTÜ Makina Mühendisliği
bölümünden mezun oldu. Mezuniyet sonrası bir yıl
kadar Çukurova Holding’te çalıştı. Askerliğini Yedek
Subay olarak Ankara’da yaptıktan sonra, Goodyear’da
Proje Mühendisi olarak işe başladı. 1988 yılında,
Bridgestone Lassa birleşmesinden doğan Brisa’da, tevsi
yatırımının yönetiminde proje yöneticisi olarak görev
üstlendi. 1992 yılından itibaren İzmir’de R.J.Reynolds
(şimdiki adıyla JTI) şirketinin Türkiye yatırımını yönetti
İşgücü Üzerindeki Etkileri”ni yazdım. 2010 yılında mezun oldum.
Akademik hayata girince üniversitede ders verme teklifleri geldi.
Fakat açıkçası iş hayatından gelen
bir insan için 14 hafta aynı konuyu anlatmak söz konusu olamaz.
Toplantı vardır, en fazla üç saatlik
sunum vardır, anlatırsın olur biter.
“14 hafta anlatamam, bir derste
anlatayım, çıkayım.” dedim. Israr
üzerine ders içeriği hazırladım. İlk
derste de bayağı bir endişe ettim.
Sonra baktım ki 14 hafta yetmiyor.
Ders uzuyor, öğrenciler merakla
dinliyorlar; konular ilginç geldi onlara. Derslere hazırlıksız giriyor ve
şöyle diyordum: “Ben bu dersi vermek için 28 yıldır hazırlanıyorum.”
Dolayısıyla dersler çok eğlenceli
geçti. Akademik hayat bana keyif
verdi. Mezun olanlar işleri, kararları, hayatları ile ilgili arıyorlar, akıl
soruyorlar.
Söyleşi
konusunda, ne de diğer sosyal bilimlerde. Bu içimde bir ukdeydi o
zamanlar. Üst düzey yönetici olup
kendime zaman ayırabileceğim
bir dönemde, yine ODTÜ İnşaat
Bölümü’nden mezun bir arkadaşımla Ege Üniversitesi’nin kapısını
çaldık. O zaman İzmir’de çalışıyordum. ODTÜ’ye girmiş çıkmış
bir sosyoloji doçentinin karşısına
dikildik ve “Biz burada yüksek lisans yapmak istiyoruz.” dedik. İlk
önce yadırgadılar, sonra “Niye?”
dediler. Biz de “Kendimizi geliştirmek, öğrenmek istiyoruz.” dedik.
Yaşımız 42-43. “IELTS sınavına girin.” dendi bize. Girdik ve sınavdan
yeterli notu aldık. Mülakat için
de hazırlandım. Temel kavramları öğrendim. Hakikaten de temel
kavramlardan sordular mülakatta. Esas ilgilerini çeken şey ise bu
yaştaki üst düzey bir yöneticinin
kapılarını çalıp “Ben yüksek lisans
yapmak istiyorum.” demesiydi.
Kabul ettiler, başladık. 15 yaş küçük öğrencilerle çalışıp yaşça bizden küçük hocalardan ders alarak
tamamladık. Çalışma hayatından
geldiğim için, tezimi çalışma sosyolojisi dalında hazırladım. Bu dal
işletme bilgisi de içeriyor. Tez kabul
edildi ve bölüm başkanı bana “Bu
nadir bir çalışma, sen bunu kitap
olarak yayımla.” dedi. Şaşırdım ilk
önce, “Kim yayımlar?” diye sor-
Aşk için danışan da bile oldu.
İzmir’de arabayla derse gidiyordum, bir öğrencim aradı “Hocam
sizinle gelebilir miyim?” dedi.
Alsancak’tan aldım. Yolda anlatmaya başladı: “Hocam çok hoşlandığım bir kız var ve ona hediye
aldım ama hiç söylemedim hoşlandığımı, bu hediyeyi nasıl veririm?”
Yol boyunca taktik verdim, ama
başarılı olamadı.
ve 2003’e kadar şirketin çeşitli kademelerinde üst düzey
yönetici olarak görev yaptı. 2006’ya kadar Carlsberg,
2008’e kadar da Rohm and Haas’ta çalıştı. İzmir Yüksek
Teknoloji Enstitüsü’nde İşletme ve İş Hayatı üzerine
dersler verdi. 2010 yılında işe başladığı Tamek’te halen
İcradan Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2002’de iş dünyasında aktif olarak çalışırken
Ege Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nde başladığı
Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini 2010’da tamamladı.
Tezi “Gel de Çalış Şimdi: Postmodern Çalışma Hayatı”
adıyla kitap olarak yayınlandı.
Temmuz 2012 • Sayı 49
69
Söyleşi
ZEKİ SÖZEN
ZEKİ SÖZENChE’79
YILDIZ HOLDİNG
Yatırımlar ve İş Geliştirme Grubu Başkanı
ÜLKER’in Türkiye’deki ve
dünyadaki yeri hakkında
bize bilgi verir misiniz?
Ülker, aslında hem bir marka hem
de bir şirket. 1944 yılında bisküvi üretimi ile çıkılan yolda bugün
bisküviden çikolataya, süt ve sütlü ürünlerden yağa, dondurmadan dondurulmuş gıdaya kadar
geniş bir yelpazede üretim yapan
Türkiye’nin en büyük gıda şirketi Yıldız Holding’e ulaşılmış. Yıldız
Holding, Ülker’i ve gıda alanında
lider pek çok markayı bünyesinde
70
Temmuz 2012 • Sayı 49
barındırıyor. Bugün Yıldız Holding
çatısı altında üretilen birçok üretim grubunda Ülker adı kullanılıyor.
Şirket olarak ise ÜLKER Türkiye’nin
açık ara en büyük gıda şirketi. Birçok ürün grubunda ürünü olan bir
gıda şirketi... Nielsen tarafından
yapılan araştırmalarda Türkiye’nin
en fazla bilinen ve en yakın hissedilen markalarının başında geliyor. İlk on marka içindeki tek gıda
markası. Diğer dokuz marka gıda
dışı ürünlerden oluşuyor. Yani ülkemizin gıda sanayi dendiğinde en
Söyleşi: Nihal Gerçek
büyük firması Ülker. Dünyada ise
bölgesel bir güç olma stratejisi ile
çalışmalarını sürdürüyor. Şu anda
Türkiye’nin çevresinde 6 ülkede
üretim, 80’in üzerinde ülkeye ihracat yapıyor. Ama esas büyüme
platformu olarak belirlediği 6 ülkede Ülker markasıyla üretim yapıyor..
Ülker’in çatı kuruluşu Yıldız
Holding’in ise, dünyada global şirket olma hedefi var. Global şirket
olmak için bir takım evrelerden
geçmek gerekiyor. Örneğin büyük
bir markasının olması lazım. Ülker
bölgesinde çok güçlü bir marka
ama, global anlamda henüz gideceği yol var. Hele bir Türk şirketinin kısa zamanda dünya markası
olması hiç kolay bir şey değil. Yıldız Holding, global olmak adına
dünyada kendi sektöründe çok
ünlü olan süper Premium çikolata
markası Godiva’nın yüzde yüzünü
satın alarak büyük bir atak yaptı.
Godiva’nın satın alınması o tarihe
kadar Türkiye’nin yapmış olduğu
en büyük satın alma. 2007 sonunda gerçekleşti ve Türkiye için de
önemli bir mihenk taşı oluşturdu.
Tabii bu şirket alımının çikolata
sektöründe dünyada tartışmasız
en üst kalitede çikolata firmasının
olması dünyada ses getirdi. Bugün
dünyanın neresine giderseniz gidin Godiva markasının sahibi şirket denildiğinde bir prestij kaynağı
oluyor. Bizim kartvizitlerimizde de
ZEKİ SÖZEN
Bu bence çok güzel bir soru. Neden? Türkiye aslında tarıma dayalı bir ülke. Tarıma dayalı bir ülke
olması da gerekli. Zira Türkiye gibi
gerek iklimiyle gerek su kaynaklarıyla gerekse de köylerde yaşayan
nüfus kitlesiyle tarıma uygun olan
çok az ülke var. Fakat yıllar boyu
tarım sanki ikinci sınıf bir sektör
olarak görülmüş. Hep moda olan
şey sanayiyi geliştirmek olarak algılanmış. Tabii ki ürettiğimiz tarım
ürünlerini işlenmiş olarak ihraç
etmek en güzeli. Bu doğrultuda
da Türkiye eskiden o kadar gelişmemiş olmakla birlikte günümüzde durum çok farklı. Türkiye’nin
tarım işleme endüstrisi de birçok
ülkeden çok daha ileride. Tarımın
önemi her geçen gün artacak. Bu
nedenle tarım politikalarımızı hızla
iyileştirme ve eksiklerimizi tamamlama yoluna gitmeliyiz. Buradaki
en önemli gayret de bilgilenme ve
eğitimdir. İşte bu noktada bütün
üniversitelere, sanayiye, kanun
yapıcılara, araştırma merkezlerine
de önemli görevler düşüyor. Bilgilenme bence en önemli konudur
ve Türkiye’de bu konuda hızlı bir
gelişme gösteriyor. Olumlu adımlar atılıyor.
Gıdalar konusunda
toplumda bir kaygı var.
Bu kaygı da yersiz değil.
Doğada yok olmaması
nedeniyle Stockholm
Konvansiyonu tarafından
dünyanın en tehlikeli
kimyasalları olarak ilan
edilen on iki kimyasaldan
dokuzu zirai ilaçlar. ÜLKER
kullandığı hammaddelere
nasıl bir kontrol uyguluyor?
Türkiye’nin tarım
işleme endüstrisi de
birçok ülkeden çok
daha ileride. Tarımın
önemi her geçen gün
artacak. Bunun için de
yeterli demek doğru
değil. Daha iyi olmak
doğrultusunda da
gayret göstermeliyiz.
Buradaki en önemli
gayret de bilgilenme,
yeteri kadar
eğitilmedir. Burada da
bütün üniversitelere,
sanayiye, politika
yapıcılara, araştırma
merkezlerine de önemli
bir pay düşüyor.
Bu da önemli bir soru. Aslında tarımsal ilaçlar tüm dünyada olduğu
gibi Türkiye’de de önemli bir kaygı
kaynağı ve haklı bir kaygı kaynağı.
Bu konu bizi kısmen ilgilendiren bir
alan. Çünkü biz taze meyve sebze
sektöründe faaliyet göstermiyoruz.
Holding olarak meyve suyu, bebek
maması ve dondurulmuş gıda sektöründe faaliyetimiz var. Meyve
suyu sektöründe de Avrupa’nın en
prestijli markası Eckes-Granini ile
%50 ortaklıkla yapıyoruz. Burada
kendi kullandığımız konsantrelerde en katı kuralları uyguluyoruz.
Bir diğer faaliyet alanımız olan bebek mamasında yine Avrupa’nın
en iyi şirketlerinden Hero ortaklığımız var. Burada da zaten %100
organik ürünler kullanılıyor ve
bütün limitler sıfırda. Dondurul-
muş gıdada da tohumdan tabağa kadar bütün üretim süreçleri
kendi mühendislerimiz tarafından
denetleniyor. Bizim bu konuya
değdiğimiz taraflarda durumumuz
bu şekilde. Fakat bu konuya baktığımızda gene temel taşın eğitim
olduğunun altını çizmemiz lazım.
Çünkü zirai ilaçları kullanan kişiler
de sonuçta belirli bir para vererek
bu ilaçları alıp kullanıyorlar, kullanmak mecburiyetinde hissediyorlar
belki. Hastalıklarla ilgili gerek ziraatçı bazında gerekse bölge bazında
erken uyarı sistemleriyle erken önlemleri aldığınız zaman çok daha
az dozlarla tarımdaki sorunları gidermek mümkün. Yeter ki çiftçiye
bu bilgi doğru bir şekilde verilsin.
O şunu düşünüyor: Ne kadar çok
ilaç kullanırsam verim o kadar artar. Türkiye’de tarım alanlarının
çok dağınık olması kontrol sistemlerini de güçleştiriyor. Fakat bence
burada neyin, niçin yapılması gerektiği konusundaki çiftçi eğitimleri bu alandaki iyileşmede birincil
etkendir.
Söyleşi
markalarımızdan bir tanesi de Godiva. Geçen hafta uzak doğudaydım. Hangi şirketle konuşsak Godivayı gördükleri zaman “Aa, Godiva
sizin mi?” diye şaşırıyorlar.
Bir diğer konu GDO. Bu
ürünlerin zararları zirai
ilaçlar kadar belirgin değil
ancak çok tartışılıyor. Bu
konuda sizin görüşünüz
nedir, Ülker’in GDO
politikası nedir?
Ülkemizde bence GDO konusu
yeteri kadar bilinmiyor ve birçok
konuyla karıştırılıyor. Mesela hormonlar GDO ile karıştırılıyor, mesela cross-fertilization dediğimiz
melezleme GDO ile karıştırılıyor.
Şimdi GDO çok önemli bir konu olduğu için de dünyada üzerinde en
fazla araştırma yapılan konulardan
bir tanesidir. Buradaki sorun, bu
ürünlerde bir problem tespit edilirse ileriye dönük etkisinin önemli
olacağıdır. Yani çalışmalar sonunda GDO ile ilgili bir problem tespit
Temmuz 2012 • Sayı 49
71
Söyleşi
ZEKİ SÖZEN
edilebilmiş olsa, onunla ilgili önlemler de ortaya çıkacak. Bir bilinmezliğin oluşturduğu ürkütücülük
var aslında. Ama GDO konusunda
Türkiye dünyadaki en emniyetli
ülkelerden bir tanesidir. Neden?
Avrupa Birliği ülkeleri bu konuda
oldukça kısıtlayıcı tedbirler aldı.
Türkiye’nin AB’nin de ötesinde
önlemleri var. Bu konuda en geniş
ülkelerden bir tanesi ABD. GDO’yu
çalışan şirketler üç beş tane dev
şirket var. Bunların yaptığı sunumlara bakıldığında, aslında direk
sordukları soru alternatifi nedir?
Dünya nüfus açısından bu kadar
büyürken ekilebilir alanlar küçülüyor ve dünyanın gelir seviyesi arttıkça tüketim oranları da artarken
bu besin mecburiyeti nasıl karşılanacak? İnsanlar istese de istemese
de GDO’lu ürünlere mecbur kalacak gibi öngörüler var. Gönül ister
ki, GDO’ya muhtaç olmadan alternatiflere ulaşalım. Bu da alternatif bilimsel çalışmaların olmasıyla
mümkündür. Sadece ben bunu
istemiyorum demekle mümkün
değil diye düşünüyorum. Burada
da yine üniversitelere ve akademik
çalışmalara büyük görev düşüyor.
70’li yıllarda üniversiteler
kendilerini tanıtmak
için şimdi olduğu gibi
kitle iletişim araçlarını
kullanmıyorlardı. ODTÜ’yü
tercih ederken hakkında
ne biliyordunuz? ODTÜ’de
okumak bilinçli bir karar
mıydı?
ODTÜ’ye 1972’de girdim. Ben liseyi Kastamonu Abdurrahman Paşa
Lisesi’nde okudum. Bilinen bir liseydi orası da. ODTÜ o zaman ayrı
bir imtihanla öğrenci alırdı ve bizim liseye on tane müracaat formu
gelmiş. Ben o zaman ODTÜ’nün bir
üniversite olduğunu da nasıl bir
okul olduğunu da bilmiyordum.
Ama o gün müracaat formlarından
72
Temmuz 2012 • Sayı 49
bir tanesini de ben koşarak aldım.
Bir ay sürede o zamanki giriş ücretini ödeyelim mi ödemeyelim mi
diye evde konu oldu, düşündük
ve girmeye karar verdim. İmtihanı kazandıktan sonra çevreden
duyduklarımız okulun iyi bir okul
olduğu yönündeydi. Ben o zaman
kimya lisans bölümünü kazanmıştım. Kimyager olmak istiyordum
ve okula girdim. Kimyacı olmak istiyordum, neden? Benim rahmetli babam Türkiye’de ilk saf meyve
suyunu yapan kişidir. Bu konuda
da çok sıkıntı çekmiş bir kişi. O nedenle çocukluğumda gerek lisan
yani yabancı dil bilmeme konusunda gerekse de düzgün bir kimyacının olmadığından dolayı çok zorluk
çekti. Bu nedenle yabancı dili olan
ve kimya bölümü olan bir okul doğal olarak tercihimdi ve birinci sıraya yazmıştım. Ben sekiz yaşlarımda meyve suyu imalathanesinin
içindeydim. Ekonomik açıdan sıkıntılı bir dönem olduğu için bizzat
orada çalışırdım. ODTÜ’ye girişim
bu şekilde. ODTÜ’nün o yıllardaki
sistemini her zaman takdir ederim. O yıllarda uyguladığı imtihan
sistemi gerçekten belirli becerileri
olan insanları test etmeye uygun
bir sistemmiş ki, ben o eğitim seviyesinde ODTÜ’yü kazanabilmişim.
Zira hazırlığa başladığımda yabancı
dil konusunda sıfırdım. Birinci sınıfta iyi okullardan gelenler, bazı
dersleri, “Yahu bunları bir daha
mı okuyacağız” diyordu. Oysa ben
o ana kadar hiç görmemiştim o
konuları. Buna rağmen başarılı oldum birinci sınıfta. İkinci sınıftan
itibaren dört sıfırlık öğrenciydim.
Sonra Kimya mühendisliğine geçtim. Kimya mühendisliğini de hem
bölüm birincisi hem de yüksek şeref öğrencisi olarak bitirdim. Onun
için ODTÜ her zaman kalbimin en
üst köşesindedir.
Şu an da zamanı döndürmek
mümkün olsaydı ODTÜ’de
hangi ortama ve hangi
yıllara dönmek isterdiniz?
Ben ODTÜ’de geçirdiğim yılları hep
özlemle anarım. Onun için tekrar
şu dönemde okusaydım diyemem.
Sonraki yıllarda her gittiğimde oradaki çocukların çok daha rahat ve
eğlenceli, keyifli bir eğitim ortamı
içinde olduklarını görüyorum. Zira
bizim yıllarımız Türkiye’nin politika
açısından en zor yıllarıydı. Tabii ki
bunun ODTÜ’deki yansımaları da
var. O nedenle ODTÜ’nün belki de
en zor yıllarında eğitim gördük. Fakat gene de benim çok mutlu olduğum bir ortamdır ODTÜ.
Yurtlarda mı kaldınız?
Evet.
Herhangi bir öğrenci
topluluğunda mıydınız?
Spor yapıyor muydunuz?
Bir miktar spor yapıyordum. O yıllarda birçok şeyin dışında olmak
mümkün değildi. Ama Anadolu’dan
gelmiş, varlık seviyesi düşük olan
ve hayatta bir şeyler olma mecburiyeti olan bir kişi olarak çok çalışan, mümkün olduğunca kendisini
derslerine vermiş bir öğrenciydim.
Başarı seviyem de zaten bu konudaki gayretimi gösteriyor. Onun
için birçok sosyal olaydaki yerim
diğer öğrencilere göre daha azdı.
Ama bizim dönem çok aktif olduğu
için de ister istemez birçok sosyal
olayda da yer alıyorduk.
ODTÜlü olmayı nasıl
tanımlarsınız? ODTÜ ruhu
nedir ve sizce nasıl yaşatılır?
ODTÜ’yü bizim dönemimizde
eğitim açısından da çok farklı bir
üniversite olduğunu ve insanlara düşünmeyi öğreten, dünyayı
öğreten bir kurum olarak hatırlarım. Bu konuda ODTÜ o zamanlar
açık ara öndeydi diye tanımlarsak
ZEKİ SÖZEN
İş dünyasında başarılı
olabilmeleri için genç
ODTÜlülere neler
önerirsiniz?
Bu da önemli bir konudur. Önce
genç ODTÜlülere şunu söylemek
isterim. Hayatta başarılı olmaktan
öte, mutlu olmak için insanların
bir ideallerinin, yapmak istedikleri, başarmak istedikleri bir şeylerin
olması lazım. Esas mutluluk “Ben
şunu yapmak istiyorum, şunu başarmak istiyorum” deyip onun için
uğraşıp, onu başardığı zaman oluyor. O nedenle mutlu olabilmeleri
için başarmak istedikleri bir şeylerin olması lazım. Hedefi koyarken de kısa, orta ve uzun vadeli
mutluluk hedefleri olmalı. Yani bu
mutluluk yirmi sene sonra gelecek
bir mutluluk olmamalı. Bazen tutturulan bir not ortalaması, bazen
de sporda alınan bir derece olabilir sizin mutluluk hedefiniz. Buna
önem göstermelerini tavsiye ediyorum. Benim çocuklarımdan bir
tanesi üniversite mezunu diğeri
de şu anda yurtdışında okuyor.
Bir tanesi ekonomist oldu, diğeri
işletme okuyor. Onlara da sürekli
söylüyorum: Benim bir miktar param olsun, yaşarım, mutlu olurum
demek çok yanlış zira öyle bir mutluluk yok.
Öğrenciler okurlarken
bunalıyorlar herhalde.
Zannediyorlar ki okulu
bitirir bitirmez işe girip
yönetici olacaklar belirli
mevkilerde oturacaklar ve
çok para kazanacaklarını ve
bununla mutlu olacaklarını
sanıyorlar. Bence çok para
kazanmak çok mutluluk
demek değil.
Bu gerçeği isteseler de istemeseler
de hayatlarının belirli bir döneminde öğrenecekler. Benim tavsiyem
bu gerçeği zaten eninde sonunda
öğrenecekleri için dediklerimize
kulak vermeliler. Bunu yaptıkları
sürece bence başarılı da oluyorlar.
Çünkü o zaman istedikleri şeyleri,
kendi seçtikleri amaç üzerine çalışmaları daha az yorgunluk veriyor ve
mutlu oluyorlar. Çevremdeki gençlerden bazıları bizleri çok çalışkan
olarak görüp neden bu kadar çalıştığımızı, hobilere de zaman ayırmamız gerektiğini söylüyor. Doğru.
Fakat hayatta elde edebileceğiniz
en büyük hediye çalışma hayatınızda hobinizi yapmanız. Eğer çalıştığınız konuyu çok sevip onu hobiniz
olarak sayarsanız hem hobinizi
yapmış hem para kazanmış hem
de başarılı olmuş oluyorsunuz.
Bunu öğrenmeleri hayattaki en
önemli meselelerden bir tanesidir.
İlla teknik tavsiye de bulunun derlerse o zaman okul yıllarında şimdi
ismini vermeyeyim hala ODTÜ’de
öğretim üyesi olan hocam “ZEKİ
QUALİTY DİYOR QUANTİTY DEMİYOR” derdi. Yaptığım şeyde en üst
kalitede olmayı hedeflerim, çünkü
kaliteli olan şey değerlidir. Godiva
çikolatası başka bir çikolatadan ne
kadar farlı olabilir? % 5 farklı olsa
bile bunun getirdiği % 100 artı bir
değer var. Nasıl bir otomobil birazcık daha kaliteli olduğunda değeri
daha yüksek oranda artıyor. Onun
için “ QUALITY NOT QUANTITY” diyorum onlara.
Temmuz 2012 • Sayı 49
Söyleşi
bugün de o farkı artırarak devam
ettirmesi en büyük dileklerimden
bir tanesi olur. ODTÜ bence gene
önde ama o açık aralığı muhafaza
ediyor mu onu bilemiyorum. Onun
için ODTÜlülerin daha fazla gayret
göstermesi lazım. Kimya mühendisliği bölümünün toplantılarına
gittiğim zaman da büyük bir heyecanla bunun altını çizmeye çalışıyorum. ODTÜ eğitimi çok özel
ve farklı olduğu için her zaman
Türkiye’nin en gözde üniversitesi
olmayı hak ediyor. Bu konuda da
daha fazla çalışmamız gerektiğini
de düşünüyorum. Bizim zamanımızda bilgiyi öğrenmek ve analiz
edebilmek önemliyken şu anda bilginin nerede olduğu, doğru bilgiye
nasıl ulaşılabileceğinin yöntemlerini öğrenmek ön plana çıkıyor.
ODTÜ bu imkânlara da sahiptir.
Gerek öğrencilere gerek hocalara
ODTÜlü ruhunun daha iyi anlatılabildiğinde daha da hızlı ilerleyeceğine eminim.
73
Prof. Dr. Canan Özgen, FBE Müdürü, ODTÜ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 6 Haziran 2012’de düzenlenen bir etkinlikle lisansüs
50. yln kutlamştr. Bu etkinlik çerçevesinde hazrlanan kitapta da [1] ODTÜ’nün 50 yl
eğitim ile bilim, toplum ve teknolojide yarattğ büyük etki açklanmştr.
1960-1962 ve 2010-2011 akademik yllar arasnda ODTÜ’den 20 267 yüksek lisa
ve 2 771 doktora öğrencisi mezun olmuştur (Şekil 1 ve 2). OECD verilerine göre ülke
bilimler ve mühendislik alanlarndaki doktora mezunlarnn, tüm doktora mezunlarna o
[2]. Bu nedenle, temel bilimler ve mühendislik ağrlkl bir üniversite olan ODTÜ’nün,
doktora mezunu saysna katks oldukça yüksektir [3]. Örneğin, Fizik Bölümü, kuruluşun
258 doktora, Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü, 2 293 yüksek lisans mezun
Son yllarda, Sosyal Bilimler alanndaki doktora mezunu says da hzla artmakta
mezunlarnn istihdam açsndan bakldğnda, mezunlarn % 73’ünün yurtiçindeki ve
üniversitelerde öğretim üyesi olarak çalşmakta olduğu görülmektedir (Şekil 3). Bu m
bazlar üniversitelerde rektör, dekan, bölüm başkan, enstitü müdürü olarak görev y
ODTÜ’de 2011 yl sonu itibaryla toplam 836 öğretim üyesinden, doktoralarn ODTÜ
oran yaklaşk üçte birdir.
1960-1961 akademik ylndan bu yana 75 ülkeden 1.760 yabanc öğrenci yüks
doktora programlarndan mezun olmuştur. Bu da ODTÜ’nün uluslararas öğrenciler iç
çekici olduğunun
göstergesidir.
Prof. Dr. Meliha Altunışık, SBE Müdürü,
Prof. Dr.birNazife
Baykal, EE Müdürü,
Orta Doğu Teknik
Üniversitesi’nde
Lisansüstü Eğitimde 50 Yıl
Yarım Yüzyılda Bilimsel ve Toplumsal Etki
Prof. Dr. Bülent Karasözen, UME Müdürü, Prof. Dr. Ahmet Kıdeys, DBE Müdürü,
Prof. Dr. Canan Özgen, FBE Müdürü, ODTÜ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 6
Haziran 2012’de düzenlenen bir
etkinlikle lisansüstü eğitimde 50.
yılını kutlamıştır. Bu etkinlik çerçevesinde hazırlanan kitapta da [1]
ODTÜ’nün 50 yıllık lisansüstü eğitim ile bilim, toplum ve teknolojide
yarattığı büyük etki açıklanmıştır.
8000
6000
4000
2000
0
1960-1962 ve 2010-2011 akademik yılları arasında ODTÜ’den 20
267 yüksek lisans öğrencisi ve 2
771 doktora öğrencisi mezun olmuştur (Şekil 1 ve 2). OECD verilerine göre ülkemizde temel bilim- Şekil 1. Yıllara Göre Yüksek Lisans Mezun Sayıları.
Şekil 1. Yllara Göre Yüksek Lisans Mezun Saylar.
ler ve mühendislik alanlarındaki
doktora mezunlarının, tüm dok- 1200
tora mezunlarına oranı %41’dir
1000
[2]. Bu nedenle, temel bilimler ve
800
mühendislik ağırlıklı bir üniversite olan ODTÜ’nün, ülkemizdeki
600
doktora mezunu sayısına katkısı
400
oldukça yüksektir [3]. Örneğin,
200
Fizik Bölümü, kuruluşundan bu
0
yana 258 doktora, Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü, 2 293
yüksek lisans mezunu vermiştir.
Son yıllarda, Sosyal Bilimler alanındaki doktora mezunu sayısı da hızla Şekil 2. Yıllara Göre Doktora Mezun Sayıları.
artmaktadır. Doktora mezunlarının
2. Yllara
Doktora
Mezun Saylar.
öğretim
üyesiGöre
olarak
çalışmakta
telerde rektör, dekan, bölüm başistihdamı açısından bakıldığında, Şekil
mezunların % 73’ünün yurtiçinde- olduğu görülmektedir (Şekil 3). kanı, enstitü müdürü olarak görev
ki ve yurtdışındaki üniversitelerde Bu mezunlardan bazıları üniversi- yapmaktadır. ODTÜ’de 2011 yılı
10%
74
4%
Temmuz 2012 • Sayı 49
7%
Türkiye'deki Üniversiteler
Yabanc Üniversiteler
Şekil 2. Yllara Göre Doktora Mezun Saylar.
10%
4%
Türkiye'deki Üniversiteler
7%
Yabanc Üniversiteler
Araştrma Merkezleri
4%
TÜBİTAK
2%
Kamu Sektörü
7%
66%
Savunma Sanayi
Özel Sektör
Şekil 3. Doktora Mezunlarının Sektörlere Göre Dağılımı.
sonu itibarıyla toplam 836 öğretim 2012” sonuçlarına göre, ODTÜ, eğitim, öğrenci ve öğretim üyesi
üyesinden, doktoralarını ODTÜ’de dünya üniversiteleri arasında değişimi ile ilgilenen çeşitli kurum
Şekil
3. Doktora
Mezunlarnn
Sektörlere
Dağlm.
alanların
oranı yaklaşık
üçte birdir. saygınlık
açısındanGöre
zirvedeki
100 ve ağların da bir üyesidir.
üniversite arasında gösterilmiştir.
1960-1961 akademik yılından bu
ODTÜ’deki Lisansüstü Enstitüler“World Reputation Rankings
yana 75 ülkeden 1.760 yabancı
de (Fen Bilimleri Enstitüsü, Sos2012” sıralaması dünya genelinde
öğrenci yüksek lisans ve doktora
yal Bilimler Enstitüsü, Enformatik
çok sayıda üniversiteden katılan
programlarından mezun olmuştur.
Enstitüsü, Uygulamalı Matematik
akademisyenler
tarafından
belirODTÜ,
Türkiye’de
en
iyi
araştrma
üniversiteleri
arasnda
olup,
Times
Bu da ODTÜ’nün uluslararası öğEnstitüsü
ve Deniz
Bilimleri
Ensti- Higher Educa
lenmektedir. Mezunlarımızın barenciler Leiden,
için ne kadar
çekici oldutüsü) 97 yüksek
lisans ve 62
dok- kurumlar ta
URAP,
HEEACT
ve Webometrics
gibi dünya üniversite
sralamalar
yapan
şarılarıyla ODTÜ’nün saygınlığına
ğunun bir göstergesidir.
tora programında eğitim verilmekdünyada
önde gelen üniversiteler
arasnda
daAyrıca,
gösterilmektedir.
Quacquarelli Symonds ta
yaptığı katkı
şüphesizdir.
tedir. 2010-2011 öğretim yılında
ODTÜ, Türkiye’de en iyi araştırma öğretim üyelerinden ODTÜ dok2010
ylnda yaplan QS World Rankings sralamalarnda
dünya
genelinde mühen
ODTÜ’deODTÜ
yüksek lisans
programlaüniversiteleri arasında olup, Times tora programları mezunlarının,
rında toplamise
1325285’inci
ders verilmiştir.
teknoloji
alannda
185’inci
srada,
doğa bilimleri alannda
sradadr. Times
Higher Education,
QS, URAP,
Lei- yaklaşık
toplam öğretim üyesi sayıDers başına düşen öğrenci sayısı
den, HEEACT ve
Webometricsyaplan
gibi sının“World
Education
tarafndan
Reputation
Rankings 2012” sonuçlarna göre, ODTÜ
1/3‘ü olduğu
ODTÜ’de, bu sı14’tür.
dünya üniversite sıralamaları
ralamalar doktora
programlarının
üniversiteleri
arasndaya-saygnlk
açsndan
zirvedeki 100 üniversite arasnda göste
pan kurumlar tarafından dünyada başarısının da bir göstergesidir.
ODTÜ, son on yılda dünyadaki ge“World
Reputation
Rankings
2012”
sralamas
dünya
genelinde
çok çok
sayda
önde gelen üniversiteler arasında
lişmelere
paralel olarak
sayıda üniversiteden
2011 yılı itibariyle, ODTÜ’nün
da gösterilmektedir. Quacquarelli
lisansüstü düzeyde
disiplinleraraakademisyenler
tarafndan belirlenmektedir. Mezunlarmzn
başarlaryla
ODTÜ’nün say
19 uluslararası ortak/çift derece
Symonds katk
tarafından
2010 yılında Ayrca, öğretim üyelerinden
sı program
Fen Bilimleri
yaptğ
şüphesizdir.
ODTÜaçmıştır.
doktora
programlar mezu
programı ve lisansüstü düzeyinde
yapılan QS World Rankings sıralaEnstitüsü’nde beş, Sosyal Bilimler
dünya
genelindeki
pek olduğu
çok üni- ODTÜ’de, bu sralamalar doktora progra
yaklaşk
öğretim
üyesi
saysnn
1/3‘ü
malarındatoplam
ODTÜ dünya
genelinde
Enstitüsü’nde altı disiplinlerarası
versite ile araştırma ortaklıkları
mühendislik ve
alanında
başarsnn
dateknoloji
bir göstergesidir.
program açılmış olup, Enformatik
bulunmaktadır. Bu programlar için
185’inci sırada, doğa bilimleri alave Uygulamalı Matematik Enstitüimzalanan protokollerin felsefesinında ise 285’inci sıradadır. Times
leri gibi tamamen disiplinlerarası
nin temelinde dersler ve araştırHigher Education tarafından yapıyapıya sahip enstitülerle de ülkemada her iki üniversite için eşitlik
lan “World Reputation Rankings
mizde örnek oluşturmaktadır.
bulunmaktadır. ODTÜ uluslararası
Temmuz 2012 • Sayı 49
75
Şekil 4. Yıllara Göre ÖYP Mezun Sayıları.
Son 6 yılda toplam ODTÜ adres- geliştirilen Öğretim Üyesi YetiştirŞekil
4. Yllara Göre ÖYP Mezun Saylar.
li SCI, SSCI, AHCI indekslerinde
taranan dergilerde yayımlanan
4987 makalenin 3043’ü (%61)
doktora ve yüksek lisans tezlerinden üretilmiştir. Bu da lisansüstü
programların araştırmaya yaptığı
etkiyi göstermektedir. Doktora
öğrencisi başına düşen yayın sayısı bölümlerin kendi geleneklerine
bağlı olarak, bölümden bölüme
değişiklik göstermektedir. 2006 ile
2011 yılları arasında, doktora öğrencisi başına en fazla yayın düşen
bölümler yaklaşık 4,38 ile temel bilim bölümleri (Biyoloji, Matematik,
Kimya ve Fizik) iken, FBE’nin disiplinlerarası programlarında bu sayı
2,59 ve mühendislik bölümlerinde
ise 1,72’dir.
Ülkemizde öğretim üyelerinin çoğu
üç büyük şehirde görev yapmakta
olup, yeni öğretim üyeleri de bu üç
büyük şehri tercih etmektedir [4].
Bunun diğer şehirlerdeki öğretim
üyesi açığına neden olduğu ve yüksek öğretimde arz-talep dengesini
olumsuz etkilediği bilinmektedir.
2001 yılında Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ile birlikte oluşturulan,
ülkemizde öğretim üyesi açığını kapatmak ve yeni açılan üniversitelere öğretim üyesi yetiştirmek için
76
Temmuz 2012 • Sayı 49
me Programı (ÖYP), ODTÜ’nün son
yıllarda gerçekleştirdiği en önemli
toplumsal sorumluluk projesidir.
Bugüne kadar bu programdan mezun olan 300’den fazla öğrenci 26
üniversitede görev yapmaya başlamıştır. Halen eğitimine devam
eden 500’den fazla öğrenci bulunmaktadır (Şekil 4).
2006-2011 yılları arasında ÖYP
mezunları (268) tarafından yayımlanan makale sayısı 726’dır ve
bu zaman diliminde ÖYP mezunu
başına düşen yayımlanmış makale
sayısı (726/268) 2,71’dir.
ÖYP ile ODTÜ, sosyal sorumluluk
bilinci ile Türkiye’nin akademik kapasitesini arttırarak, ülkenin eğitim
sistemi üzerinde sosyal ve bilimsel
bir etki yaratmıştır.
Üniversitelerin sanayi ile ilişkilerinin geliştirmesi ve sanayiye katkıda bulunmasını sağlayan SAN-TEZ
projesi ODTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü girişimi ile başlatılmıştır. ODTÜ
içinde 27 SAN-TEZ projesi tamamlanmış olup, 17’si halen sürmektedir.
Bugüne kadar lisansüstü öğrencilerden 794’ü TÜBİTAK burslarından ve 266’sı ERASMUS değişim programından yararlanmıştır.
ODTÜ doktora mezunlarından
32’si TÜBİTAK, GEBIP ve TÜBA
ödüllerini almışlardır. Ayrıca, lisans ve/veya yüksek lisans derecelerini ODTÜ’den alan veya halen ODTÜ’de öğretim üyesi olarak
görev yapanlardan bu ödülleri almaya hak kazanan birçok ODTÜlü
bulunmaktadır. Bunların dışında,
Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama,
Endüstriyel Tasarım doktora programları mezunlarımız çok sayıda
ulusal ve uluslararası yarışmalarda
ödüller almışlardır. Sosyal Bilimler
Enstitüsüne bağlı doktora programları mezunları tarafından ise
çok sayıda kitap yayınlanmıştır.
Kaynaklar
[1] M.Altunışık, N.Baykal, B. Karasözen ,
A. Kıdeyş, C. Özgen, 50 Years in Graduate
Education at METU: Achievements and
Impacts on Science and Society in Half a
Century, Ankara:ODTÜ, 2012
[2] Education at a Glance 2011,OECD Science, Technology and Industry Scoreboard
2011
[3] M.Altunışık , B. Karasözen, C. Özgen,
Cumhuriyet Gazetesi, CBT 1317/19, 15
Haziran 2012.
[4] M.Özer, “Türkiye’de Yükseköğretimde
Büyüme ve Öğretim Üyesi Arzı”, Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 1,23-26,2011,DOI:
10.5961/jhes.2011.002.
Fizik Bölümü’nde disiplinlerarası bir
araştırma alanı:
Fotonik
“Optoelektronik”, veya kapsamı genişletilerek güncellenmiş
adıyla “fotonik”, doğrudan veya
dolaylı olarak hepimizin yaşantısının vazgeçilmez bir parçası haline gelmektedir. Bu alandaki yeni
teknolojik kabiliyetler hayatımızı
kolaylaştırdığı gibi aynı zamanda
çalışmalarımızı da daha verimli
hale getirmektedir. Fotonik, sözcük anlamını kökündeki “foton”
kavramından alır. Işık, foton adı
verilen enerji paketlerinden, başka
bir deyişle varsayımsal taneciklerden oluşur. Dolayısıyla fotonik konusu ışık ile ilgili her türlü araştır-
ma alanını kapsamaktadır. Fotonik
araştırmalarının sonucunda üretilen uygulamalar güçlü ışık kaynakları teknolojisi, sağlık, aydınlatma,
iletişim, vb. gibi alanlarda sıklıkla
karşımıza çıkmaktadır. Çoğu fotonik uygulamasında ilk olarak belirli
bir amaç doğrultusunda ışığa bir
takım fiziksel özellikler kazandırılır ya da istenilen özelliklere sahip
ışık üretilir. Daha sonra, bu özelliklere sahip fotonlardan oluşan
ışık, örneğin bir noktadan diğer bir
noktaya gönderilmek, bir madde
ile veya başka fotonlarla etkileşmek gibi bazı işlevleri görür. Fo-
Uzm. Dr. Halil Berberoğlu
Fizik Bölümü
tonik, çalışma aralığı ve konusuna
göre “mikro”, “nano”, “biyo” gibi
ön ekler alabilmektedir. Fotonik
anlaşılacağı üzere fizik, malzeme
mühendisliği, elektrik-elektronik
mühendisliği, kimya ve biyoloji gibi
değişik dalların ortak araştırma konusudur ve dolayısıyla da oldukça
disiplinler arası bir alandır.
Fotonik uygulamaları endüstriyel,
askeri, sağlık, hatta eğlence sektöründe dahi oldukça sıklıkla karşılaşılan bir çalışma alanı haline
gelmiştir. Lazerle kesme ve kaynak
işleri, lazerle mesafe ölçümü, la-
Temmuz 2012 • Sayı 49
77
zerle göz muayene ve ameliyatları,
ulaştırma sektörlerinde kullanılan
fiber veya mikro-elektro-mekanik
tabanlı jiroskop sistemler, fiber-optik iletişim ve holografik uygulamalar birkaç örnek olarak verilebilir.
Günümüzde fotonik teknolojileri
bir çok ülke için önemli kalkınma
araçlarından biri haline gelmiştir
ve ülke ekonomileri için hayati bir
önem arzetmektedir. Bu ülkeler
arasında özellikle Kore’nin fotonik
teknolojilerine Ar-Ge yatırımları
yapması kalkınmasına büyük katkı
sağlamıştır.
Fotonik alanında çalışmalarda bulunmak isteyen öğrencilerin sağlam kuvantum fiziği temeli olması
önemlidir. Diğer bir deyişle kuvantum fiziğini hiç tanımadan fotonik
alanında çalışmalar yapmak çok
sağlıklı olmayacaktır çünkü daha
önce de bahsedildiği gibi fotonların madde ile etkileşmelerinde
elektromanyetik dalga karakterinin yanı sıra tanecik davranışı da
gösteren bir öz yapısı vardır. Özellikle mühendislik dallarındaki
öğrenciler için kuvantum fiziğini
öğrenmek çok büyük yararlar sağlayabilir. Fotonik akademik dünyada genellikle fizik ve elektronik
mühendisliği bölümlerinde öğretilmekle beraber sahip olduğu önem
nedeniyle sayıları gittikçe artan
bir çok ülkede kendine ait bölüm,
enstitü veya araştırma merkezinde
de araştırılmakta ve öğretilmektedir. Fotonik konuları, ODTÜ-Fizik
Bölümü’nde lisans, yüksek lisans
ve doktora seviyelerinde optik ve
optoelektronik ve elektrooptik
adları altına 6’sı lisans seviyesinde
olmak üzere 13 ayrı derste kapsanmaktadır. Bölümümüzde bulunan
ve halen gelişmekte olan fotonik
ve optoelektronik laboratuvarımız
2008-2009 yılından bu yana lisans
düzeyinde verilen optoelektronik
78
Temmuz 2012 • Sayı 49
dersinin laboratuvarı olarak hizmet etmektedir. Bölüm başkanlığı
tarafından verilen desteğin yanı
sıra bölümdeki hocalarımızdan
başta bir önceki bölüm başkanımız
Prof. Dr. Sinan Bilikmen ve şimdiki
bölüm başkanımız Prof. Dr. Mehmet Zeyrek olmak üzere Doç. Dr.
Hakan Altan ve Yard. Doç. Dr. Alpan
Bek sayesinde laboratuvarımız bu
alanda çok daha iyi olma yolunda
ilerlemektedir. Yürütmekte olduğumuz bu laboratuvar Türkiye’de
bir çok üniversite için içerik açısından örnek olabilecek niteliktedir. Şu anda, iki dönemde 8 farklı
deney üzerinden öğrencilerimizin
eğitilmesi mümkün olmaktadır.
Bu deneylerden bir kısmı temel
lazer bilgilerinin yanında, lazerle
yapılan ölçüm sistemlerini; diğer
deneyler de temel fiber-optik araç
ve donanımlarını öğretmeyi amaçlamaktadır. Bu deneyler sayesinde
öğrenciler örneğin lazerle mesafe
ölçen bir aygıtın veya fiber-optik
bir jiroskop sisteminin (jiroskop:
hava ve deniz araçlarının yön tayininde kullanılan aygıt) temelde
nasıl çalıştığını ve bu sistemleri
oluşturan temel bileşenlerin ne
olduklarını öğrenmektedirler. Laboratuvarımızda kazandıkları bilgi
ve deneyimler öğrencilerimize gerek mezun olduklarında ilgi alanlarında iş bulmalarına gerekse bir
sonraki akademik çalışmalarına
sağlam bir altyapıyla adım atmalarına yardımcı olmaktadır. Temel
optolelektronik eğitiminin yanı
sıra laboratuvarımızda bu konulara
ilgili öğrencilere imkanlarımız elverdiği ölçüde mezuniyet projeleri
yaptırmakta, sonuçlarıyla makale
ve poster gibi bilimsel yayın üretebilecekleri, bu sonuçları çalıştay
ve konferanslarda sunabilecekleri
gönüllü olarak katılacakları araştırma projeleri için çalışma ortam
ve olanağı sağlamaktayız. Labo-
ratuvarımızın altyapısı geliştikçe
bu imkanlarımızı yüksek lisans ve
doktora çalışmalarına dönüştürme
şansımız doğmakta ve mezun ettiğimiz öğrencilerimizin akademik
veya akademik olmayan fotonik iş
alanlarında yer edinebilme şansları olmaktadır.
Fotonik konularındaki yeniliklerin
özellikle disiplinler arası etkileşimler olduğunda etki alanı çok daha
genişlemektedir. Bu bağlamda, temel bilimlerden özellikle kimya ve
biyolojinin katkısıyla fotonik konularında çok daha etkin çalışmalar
yapılabilmektedir. Mikro ve nano
teknolojideki gelişmelerle birlikte
fotonikte de örneğin “canlı hücre
lazeri” gibi oldukça özgün çalışma
konuları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla öğrencilerimizin de optoelektronik veya fotonik konularında
mezuniyet öncesi bilgi ve deneyim
sahibi olmaları mezun olduktan
sonra da iş dünyasında bir adım
önde olmalarına ve bu alanda
önemli katkılar yapmalarına zemin
hazırlamaktadır. Laboratuvar olarak en önemli amaçlarımızdan biri
akademik ortamda gerçekleştirilen
disiplinler arası fotonik çalışmalarında gerekli destek ve yardımı
sağlayarak ülkemizin bu alanlarda
gelişimine katkıda bulunmaktır.
Yaşantımıza hızla giren fotonik
alanında geri kalmamak için, gelişmeleri takip etmeye, araştırma ve
uygulamalarda bulunmaya gayret
etmekteyiz. Bununla birlikte, bu
gayretimizi diğer üniversitelere örnek teşkil edebilecek bir yapılanma içerisinde arttırmayı da ümit
etmekteyiz. Optoelektronik ve fotonik alanında ders veren öğretim
üyeleri ve kendi adıma laboratuvarımıza ve çalışmalarımıza vermiş
olduğu tüm destek için üniversitemize ve bölümümüze teşekkürü
bir borç bilirim.
Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları
Öğretim Üyelerimizin
Ulusal ve Uluslararası
Başarıları
Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sreeparna Banerjee;
Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Teşvik Ödülü Aldı
Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji
Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.
Dr. Sreeparna Banerjee; fen bilimleri alanında 2012 Kocaeli
Üniversitesi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Teşvik ödülünü aldı.
sağlayacak yeni mekanizmaları
araştırarak kolon kanserinin önlenmesi yolunda çalışmalar yürütmektedir.
Kocaeli Üniversitesi Vakfı, Prof.
Dr. Baki Komsuoğlu anısına;
genç, seçkin bilim insanlarının
araştırma ve uygulama çalışmalarını değerlendirmek, yetkinliklerini belgeleyerek çalışmalarına
güç katmak ve yetişmekte olan
kuşakları özendirmek amacıyla
tıp ve sağlık bilimleri, fen bilimleri, teknoloji, sanat, spor ve sosyal
Yrd.
Doç.
Dr.
Sreeparna
Banerjee’nin ödül almasını sağlayan laboratuvar çalışmalarının
amacı, kolorektal karsinojenez ile
sıklıkla ilişkilendirilen kronik inflamatuvar proteinlerinin hücre
farklılaşması, neoplastik transformasyon ve metastaz üzerindeki
önemini daha iyi anlayabilmektir.
Yrd. Doç. Dr. Sreeparna Banerjee
ayrıca, bu yolağın engellenmesini
bilimler alanlarında teşvik ödülü
vermektedir.
Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Turan; Kocaeli Üniversitesi
Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Teşvik Ödülü Aldı
Fizik Bölümü öğretim üyesi Doç.
Dr. İsmail Turan; fen bilimleri alanında 2012 Kocaeli Üniversitesi
Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Teşvik
ödülünü aldı.
Doç. Dr. İsmail Turan’ın ödül almasını sağlayan Yüksek Enerji ve Parçacık Fiziği çalışmaları;
doğadaki en temel atom altı
parçacıkların özellikleri ve nasıl etkileştikleri ile ilgilenen bir
alandır. 1980 yılında Nobel ödülü
kazanan 3 fizikçi bu yöndeki en
önemli adımlardan birini atmış
ve doğayı anlamak için “Standart
Model” olarak bilinen bir model
önermiştir. Modelin öngörüleri
yapılan deneysel ölçümlerle hayrete düşürecek bir uyum içindedir. Standart Modelin öngördüğü
temel parçacıklar daha sonraki
yıllarda deneysel olarak tek tek
keşfedilmiş ve modelin başarısı
pekişmiştir. Standart Model’in
ihtiyaç duyduğu ama halen bulunamayan ve halk arasında “Tanrı
parçacığı” olarak da bilinen Higgs
parçacığı en önemli araştırma konularındandır.
Temmuz 2012 • Sayı 49
79
Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları
Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Celal Gökçay’ın
“ODTÜ Teknokent Membran Arıtma Tesisi” projesi Birleşmiş Milletler
Kalkınma Konferansı’nda Sergilenecek
Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Celal Gökçay’ın
yöneticiliğinde yürütülen “ODTÜ
Teknokent Membran Arıtma Tesisi” projesi; 2012 yılı Haziran
ayında yapılan Birleşmiş Milletler
Kalkınma Konferansı’nda (Rio+20
Zirvesi) ülkemizi temsil eden en
iyi sürdürülebilir kalkınma uygulamalarından biri seçildi.
ODTÜ Teknokent için tasarımı
yapılan ve şu anda kullanımda
olan “ODTÜ Teknokent Membran
Arıtma Tesisi” projesi; Kalkınma
Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’nin
katılımlarıyla, 181 başvuru içinden başarılı bulunarak, Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir
Kalkınma Konferansı’nda (Rio+20
Zirvesi) Türkiye’yi temsil eden
üç “Türkiye’de Sürdürülebilir ve
Yeşil Ekonomi Alanında En İyi
Uygulama”dan biri oldu.
1992’de Rio’da düzenlenen
Dünya Zirvesi’nden 20 yıl sonra, hükümetlerin ulusal ve uluslararası düzeyde sürdürülebilir
kalkınmaya yönelik ilgisini ve
girişimlerini harekete geçiren
Rio+20 Konferansı’nda hükümetler, özel sektör, STK’lar ve diğer
gruplardan binlerce katılımcıyla
bir araya gelecek. Yoksulluğun
nasıl azaltılacağının, sosyal eşitliğin nasıl geliştirileceğinin şekillendirilmesi ve gezegeni daha
dirençli hale getirmek için çevrenin korunmasının sağlanmasını
amaçlayan Konferans; sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun
ortadan kaldırılması kapsamında
yeşil ekonomi ve sürdürülebilir
kalkınma için kurumsal çerçeve
olmak üzere iki temaya odaklanacak.
Konferans’ta resmi etkinliklerin
yanı sıra, birçok yan etkinlik, sergi, sunum, fuar ve duyuruların
olması planlanıyor.
ODTÜ, En Başarılı 15 Tasarım Okulu Arasında
ODTÜ, Red Dot Tasarım 2011
Sıralamasında (Red Dot Design
Ranking 2011) üniversitelerin
yarıştığı “Kavramsal Tasarım”
kategorisinde Amerika ve Avrupa bölgesi için ilan edilen
“En Başarılı 15 Tasarım Okulu” arasında yer aldı.
nan Design Zentrum Nordrhein
Sıralamada Fransa’dan bir,
İsveç’ten bir, Almanya’dan beş,
ABD’den dört, İngiltere’den iki,
Norveç’ten bir ve Türkiye’den bir
eğitim kurumu yer aldı.
nı filtreler ve talep dahilinde
Uluslararası ortamda en tanınmış, saygın tasarım ödül sis-
80
Temmuz 2012 • Sayı 49
Westfalen tarafından verilir. Fakat, Red Dot sadece bir tasarım yarışmasından fazlasını
ifade eder. Red Dot Enstitüsü, değişik kriterlere göre red
dot tasarım ödülü sonuçlarıred dot alan şirketlerin tasarım
değerini ölçer. İş ilişkili endüstri
temlerinden biri olan Red Dot Ta-
analiz ve sıralamaları oluşturur
sarım Ödülleri, 1955 yılından beri
ve uzun süreli tasarım gelişmeleri
merkezi Almanya Essen’de bulu-
için çalışmalar geliştirir.
Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Hakan
Gürsu ve Ekibi A’ Design Award 2011-2012 Ödülleri’nde 15 Farklı
Uluslararası Tasarım Ödülü Aldı
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Hakan Gürsu ve Designnobis ekibi;
Avrupa Birliği’nin en önemli ve
kapsamlı yeni tasarım yarışması
kabul edilen A’ Design Award yarışmasında 15 proje ile 11 farklı
dalda ödül kazandı.
Bu yıl 140 farklı ülkeden 3653
projenin katıldığı, toplamda 259
projenin ödüllendirildiği yarışmada, Dr. Gürsu ve ekibi;
- Mobilya, ev eşyaları ve
dekoratif ürünler kategorisinde; “Çakıl Isıtıcı” ile Platin
A’ Design Ödülü, “Kompozit
Bank” ile Gümüş A’ Design
Ödülü, “Wow Sandalye”
ile Bronz A’ Design Ödülü
ve “Relax Tv Koltuğu” ile A’
Design Ödülü;
- Mimari ve yapı kategorisinde;
“TAXI Taksi Durağı” ile Altın A’
Design Ödülü;
- Oyun, oyuncak ve hobi ürünleri kategorisinde; “Birds
& Eggs Oyuncak Seti” ile A’
Design Ödülü;
- Araç ve ulaşım kategorisinde;
“Phaeton Elektrikli Araç” ile
Gümüş A’ Design Ödülü;
- Ev gereçleri kategorisinde
“Twist Su Isıtıcı” ile Altın A’
Design Ödülü;
- Bilimsel aletler, tıbbi cihaz ve
ekipmanları kategorisinde;
“Self Smear Test Kiti” ile Altın
A’ Design Ödülü ve “Biyopsi
Cihazı” ile Bronz A’ Design
Ödülü;
Temmuz 2012 • Sayı 49
81
Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları
- Yapı malzemeleri, elemanları
ve sistemleri kategorisinde;
“D-Eco
Brick
Dekoratif
Ekolojik Tuğla” ile Bronz A’
Design Ödülü;
- Toplumsal
tasarım
kategorisinde; “Triton Deniz
Uyarı Sistemi” ile Altın A’
Design Ödülü;
- Fikir kategorisinde “Cans’n
Caps Promosyon Kapakları”
ile Altın A’ Design Ödülü;
- Mutfak ve züccaciye ürünleri
kategorisinde;
“Attention!
Çatal Bıçak Takımı” ile Gümüş
A’ Design Ödülü;
- Yat
ve
deniz
araçları
kategorisinde;
“SurfSail42
Yelkenli Rüzgar Sörfü” ile
Bronz A’ Design Ödülü
kazandı.
Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vasıf N. Hasırcı,
IUSBSE (International Union of Societies for Biomaterials Science
and Engineering) Tarafından “Fellow, Biomaterials Science and
Engineering” Seçildi
Biyolojik Bilimler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Vasıf N. Hasırcı, IUSBSE (International Union of
Societies for Biomaterials Science and Engineering) tarafından
“Fellow, Biomaterials Science
and Engineering” seçildi.
Uluslararası bir ünvan olan “Fellow, Biomaterials Science and
Engineering” (FBSE); her dört
yılda bir yapılan Dünya Biyomalzemeler Kongresi’nde, Biyomalzemeler Bilim ve Mühendisliğine
önemli katkılar yapan bireylere
verilir. İlk kez Toronto’da yapılan 5.
Dünya Malzemeler Kongresi’nde
82
Temmuz 2012 • Sayı 49
(5th World Biomaterials Congress) verilen bu ödül; IUSBSE’ye
üye derneklerden birine, topluma ve Biyomalzemeler Bilim ve
Mühendisliği alanınlarına yapılan
önemli katkıların bütün dünya
biyomalzeme derneklerinin oluşturduğu IUSBSE tarafından tanınması anlamını taşır.
Prof. Dr. Vasıf Hasırcı; ODTÜ’de,
1970’lerin sonundan beri biyomalzemeler alanında çalışmaktadır. Biyomalzeme ve Doku Mühendisliği Derneği (Türkiye)’nin
Yönetim Kurulu Başkanı’dır
ve European Society for
Biomaterials’ın üyesidir. Prof. Hasırcı, ayrıca, ODTÜ’de kurulmakta
olan DPT Biyomalzeme ve Doku
Mühendisliği
Mükemmeliyet
Merkezi BIOMATEN’in Direktörü
ve ODTÜ Biyomalzeme ve Doku
Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin Müdürü’dür.
Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları
Üniversitemiz Öğrencilerinin Oluşturduğu Solar Decathlon Türkiye
Takımı Solar Decathlon Çin 2013’te yarışacak
Üniversitemizin 12 farklı bölümünden öğrencilerin (A.Ayberk
Işık, Abidin Uğur Yücel, Ahmet
Burak Aktaş, Ahmet Emrah Erduran, Ali Mikail İlhan, Arash
Karshenass, Aslı Hetemoğlu, Aydın Okul, Ayşegül Tereci, Ayşegül
Uzunyol, Benan Şahin, Buğra Tetik, Burak Ercan, Burak Söylemez,
Cansu Can, Cemal Çağlar Bektaş,
Cemre Göç, Cenk Çeşmeli, Cenk
İbrahim Özdemir, Ceyda Duruş,
Cüneyt Öztürk, Çağlar Kayaoğlu, Deniz Ecemiş, Derya Adıyaman, Derya Marangoz, Duygu
Cankurtaran, Duygu Güroğlu,
Ece Gamze Şentuna, Elif Uğurlu, Erdem Yanar, Erdem Yıldırımer, Fatih Topak, Fulya Turhan,
Gizemnur Talas, Gökhan Tosun,
Güneş Yıldırım, Gürhan Gümüşsu, Hande Öztürk, Havva Elif Koç,
Hatem Hadia, İbrahim Semih
Küçük, İlker Buzcu, İrem Buluş,
Levent Tosun, Melek Pınar Uz,
Meriç Dağlı, Mert Dereli, Mete
Günöven, Mustafa Nazmi Çelebi, Müge Erkılıç, Müge Öztürk,
Nil Akdede, Onur Özçelik, Orçun
Tonyalı, Osman Baytaroğlu, Ozan
Şener, Özge Önceler, Özün Taner,
Sıla Çankaya, Sinan Özgün Demir, Şükrü Bezen, Torkan Fazli,
Umair İbrahim, Yaşam Kızıldağ,
Yıldırım Koçak, Zeynep Keskin)
inisiyatifinde, ODTÜ Mimarlık
Bölümü, ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü ve IEEE
ODTÜ Öğrenci Kolu ile danışman
öğretim üyelerinin (Doç. Dr. Soofia Tahira Elias ÖZKAN, Doç. Dr.
Güven Arif SARGIN, Dr. Ayşem
Berrin ZEYTUN ÇAKMAKLI, Francoise SUMMERS, Prof. Dr. Raşit
TURAN, Prof. Dr. İsmet Erkmen,
Prof. Dr. Nezih Güven) desteğiyle
kurulan Solar Decathlon Türkiye Takımı; “eCOurt” ismini verdikleri akıllı ev tasarımıyla Solar
Decathlon Çin 2013’te yarışmaya
hak kazandı.
Geleneksel Ortadoğu mimarisi ile
yaratıcı fikirleri harmanlayarak;
modüler, akıllı, çevresel etkisi en
aza indirilmiş, enerji verimliliği
en üst seviyede olan entegre bir
mimari ve mühendislik çözümü
olan eCOurt’un olabildiğince akıllı sistemlerle donatılarak ve bu
sistemin evin tüm çevresel koşullarını daimi olarak izleyip kontrol
etmesi hedefleniyor. Ayrıca verimli ısı dengesinin sağlanması
ve güneş enerjisinin toplanması
konularının projede en etkili biçimde kullanılması planlanıyor.
Solar Decathlon Türkiye Takımı’nın
“eCOurt” tasarımı ile ilk amacı,
konfor ve estetik kaygılarıyla tasarlanarak Solar Decathlon Çin
2013’te yarışacak bir ev ortaya
çıkarmak; ikinci olarak, Solar Decathlon Çin 2013 tamamladıktan
sonra, eCOurt’un, farkındalık
yaratmak amacıyla, yurt içi ve
yurt dışında sergilenerek, alternatif yaşam şekilleri hakkında
bir tanıtım öğesi olarak kullanılmaya devam etmesidir. Kısacası,
eCourt’la amaç; bir yandan toplum bilincini geliştirmek bir yandan da öğrencilerin proje geliştirme ve uygulama konusundaki
eğitimine katkıda bulunmaktır.
Amerikan Enerji Bakanlığı tarafından ilki 2002’de olmak üzere
2005’ten başlayarak her iki yılda
bir düzenlenmekte olan Solar
Decathlon, dünya çapında 20
takımın başvurular arasından
Temmuz 2012 • Sayı 49
83
Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları
farklı kategorilerde sınanarak değerlendirildiği bir yarışmadır. 18
Ocak 2011’de, Çin Ulusal Enerji
İdaresi, Amerikan Enerji Bakanlığı, Pekin Üniversitesi ve Applied
Materials şirketinin imzaladığı
anlaşmayla, bu uluslararası yarışmanın Asya’da ilk defa Çin-ABD
enerji işbirliğiyle yapılması kararlaştırılmıştır. Yarışmanın amacı,
günümüzde giderek azalan doğal
kaynaklar, küresel ısınma tehdidi,
enerji konusundaki çıkmazlar ve
artan nüfusun yerleşim sıkıntısı
doğrultusunda; değişen bu zemi-
ne ayak uydurmak ve bu konuda
toplumsal farkındalık yaratmak
zorunluluğundan hareketle, enerjisini tümüyle güneşten alan,
enerjisini verimli kullanan, düşük
maliyetli ve çekici bir akıllı ev tasarlamak; üretmek ve işletmektir.
Rakiplerinin arasından elenerek
seçilen 20 takımdan önce kısa bir
teklif raporu vermeleri istenmekte; sonrasında 2 yıl içerisinde tasarladıkları evi istenen kriterlere
uygun olarak inşa etmeleri beklenmektedir. Evlerin maliyetlerinin büyük bölümü, takımların
işbirliğine gittiği sponsorlar tarafından sağlanacaktır. İnşa edilen
evler son olarak sergilenecek ve
mühendislik, mimari gibi alanlarda özel jüriler tarafından değerlendirilecektir.
Solar Decathlon Türkiye Takımı’na
http://www.facebook.com/SolarDecathlonTurkiyeTakimi adresinden veya [email protected] adresine mail
atarak ulaşılabilir.
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Hakan Gürsu
ve Ekibi International Design Awards 2011’de Üç Proje ile Dört Ödül
Aldı
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi Dr.Hakan
Gürsu ve Designnobis ekibi;
ABD’de düzenlenen en prestijli
tasarım etkinliklerinden “International Design Awards” 2011
yılı yarışmasında, üç proje ile
dört ödüle layık görüldü.
Dr. Gürsu ve ekibi; su kaybetmeyen ısıtıcı “Twist” ile mutfak aletleri kategorisinde gümüş ödül ve
enerji koruma ekipmanları kategorisinde mansiyon; alüminyum
kapakların yeniden kullanımı ile
çevre farkındalığı yaratan sosyal
sorumluluk projesi “Cans’n Caps”
ile sürdürülebilir yaşam/çevresel
koruma kategorisinde mansiyon;
kendine yeterli sürdürülebilir
yapı “Villa Sera” ile mimari kategoride bronz ödül aldı.
IDA 2011 öğrenci kategorisinde ise, ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü yüksek lisans öğrencisi ve
84
Temmuz 2012 • Sayı 49
Designnobis ekibi üyesi Nur Yıl-
ği mezuniyet projesi olan evde
dırım, 2010-2011 yılı bahar dö-
organik ürün yetiştirme ünitesi
neminde, dördüncü yıl tasarım
“planTree’’ ile gümüş ödüle layık
stüdyosu kapsamında geliştirdi-
görüldü.
Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları
Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümü Öğrencileri, ABD’de
Düzenlenen SAE-Aerodesign West Model Uçak Yarışması’nda Sözlü
Sunum Kategorisinde Üçüncü, Genel Klasmanda 6. Oldular
Havacılık ve Uzay Mühendisliği
Bölümü öğrencileri, Society of
Automative Engineers tarafından ABD’de düzenlenen SAEAerodesign West Model Uçak
Yarışması’nda sözlü sunum kategorisinde 3., genel klasmanda ise
6. oldular.
ODTÜ ekibi; aralarında ABD,
Kanada, Meksika, Polonya, Hindistan gibi ülkelerin temsilcilerinin bulunduğu 65 takımın
yer aldığı SAE-Aerodesign West
Yarışması’na, elden atılan ve
gövde üstü iniş yapan bir model
uçakla katıldı.
Üniversitemiz Mühendislik Fakültesi Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof.
Dr. Serkan Özgen rehberliğinde
Görkem Egemen Güloğlu, Ulaş
Ateş, Sezer Gül, Tuğçe Garip,
Ahmet Taşdan, Gökhan Toplaoğlu, Betül Ece Demirhan, Nazlı
Sümer ve (model uçak pilotu)
Melih Ulupınar’dan oluşan “Owl
Tamers” ekibi; sözlü sunum kategorisinde kazandıkları üçüncülük
kupası ile, 2000 yılından bu yana
benzer yarışmalara katılan Türk
Üniversiteleri açısından bir ilki
gerçekleştirmiş oldu.
Temmuz 2012 • Sayı 49
85
Öğretim Üyelerimizin Ulusal ve Uluslararası Başarıları
ODTÜ, Dünyanın En İtibarlı İlk 100 Üniversitesi Arasında
İngiliz Times Higher Education
(THE) kurumu üniversitelerarası
THE Reputation Rankings (Tanınırlık/Şöhret/Saygınlık Sıralaması) sonuçları 15 Mart 2012
tarihinde açıklandı. İlk üçte Harvard, MIT ve Cambridge üniversitelerinin yer aldığı sıralamada;
ODTU ilk 100 üniversite arasında
yer alarak listedeki ilk ve tek Türk
üniversitesi oldu.
THE Reputation Rankings (Tanınırlık/Şöhret/Saygınlık Sıralaması), kendileri de tanınmış ve deneyimli akademisyenlerin yaptığı
değerlendirmelere dayanmaktadır. Sıralamayı yapan kuruluş
tarafından seçilerek görüşleri
istenen akademisyenler, kişi başına ortalama 16 yıllık deneyime
ve 50 bilimsel yayına sahiptirler.
Geçen yıl 149 ülkenin akademisyenlerinden gelen 13 binden fazla cevap kullanıldı; bu yıl gelen
cevap/görüş sayısının ise 17 bini
aştığı belirtilmektedir.
ODTÜ’nün “Dünyanın En Tanınmış/Ünlü 100 Üniversitesi” arasına girmesi, 2010 ve 2011 “THE
World Universities Rankings”
sonuçlarında “eğitim - öğrenim
yabancı öğrencilerin ve ODTÜ
ile işbirliği yapan yabancı öğretim üyelerinin olumlu deneyimlerinin de etkisi vardır. Özellikle
ODTÜ
Dünyada
En Ünlü
Üniversiteler
Sıralamasında
İlk 100’de.*
*Mart 2012’ de yayınlanan ve 17 binden fazla akademik görüşe
başvurularak yapılmış en geniş uluslararası araştırmaya dayanan yıllık
“Times Higher Education World Reputation Rankings 2012” raporuna göre.
son yıllarda, başta Avrupa Birliği
projeleri olmak üzere hızla artan
uluslararası projeler, yayınlar ve
alınan atıflar ODTÜ’nün uluslararası şöhretini ve tanınırlığını da
artırmaktadır.
ODTÜ, “en ünlüler” listesine girerek uluslararası itibarını bir
kez daha tescil ettirmiş olmak-
Afiş: İdil Ayçe Aba
ortamı” (teaching - learning environment) boyutunda alınan
özellikle yüksek puanla tutarlı bir
sonuçtur. En son sıralama olan
2011 sıralamasında ODTÜ’nün
aldığı “eğitim” puanı, dünyanın
en başarılı 150 üniversitesinin
eğitim puanları düzeyindeydi. Bunda, ODTÜ mezunlarının
dünyanın en tanınmış üniversitelerinde elde ettikleri başarıların payı olduğu kadar, değişim
programlarıyla ODTÜ’ye gelen
tadır. Bu gelişmenin çok önemli
bir sonucu da, Türkiye’deki tüm
üniversitelerin daha fazla ilgi görmesi olacaktır. Çünkü on binlerce
üniversitenin olduğu dünyada,
“En Ünlü 100” listesinde üniversitesi olan sadece 19 ülke/bölge
var. Rusya, Hindistan, İspanya,
Avusturya, İrlanda gibi ülkelerin
olmadığı listede Türkiye’nin yer
alması Türk üniversitelerine daha
çok ilgi çekecektir.
Uluslararası Öğrenci Formunda İki ODTÜlü
İşletme Bölümü 4. sınıf öğrencisi
Burçin Kızıltepe ile Mühendislik
Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü 4. sınıf öğrencisi Can
Mahmut Doğan; Deloitte Uluslararası Öğrenci Forumu’nda ülkemizi temsil etmek üzere seçildiler.
Deloitte Eğitim Vakfı tarafından,
bine yakın başvuru arasından, iki
aşamalı eleme süreci sonunda;
Atina’da yapılan Deloitte Uluslararası Öğrenci Forumu’nda ülkemizi temsil etmek üzere seçilen
86
Temmuz 2012 • Sayı 49
beş kişilik ekipte yer alan öğrencilerimizden Burçin Kızıltepe’nin
içinde yer aldığı takım, 17 ülkeden 70 kişi ve 12 takım arasından, jüri tarafından birinci seçildi.
Uluslararası Öğrenci Forumu,
dünyanın dört bir yanından üstün başarılı öğrencilerin katıldığı
bir liderlik ve kariyer geliştirme
programıdır. Dört gün süren forum kapsamında, katılımcılar
farklı kültürlerden gelen öğrencilerle aynı takım içinde çalışmayı deneyimlemekte, karmaşık bir
vakayı çözümlemeye çalışmakta
ve böylelikle iş teori ve pratik
anlayışlarını geliştirme olanağına
sahip olmaktadırlar.
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğrencilerinden
“Ev Kahramanları”
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri 2011-12 güz döneminde
BSH’nin (Bosch Siemens Hausgerate) Türkiye markası Profilo için
“Ev Kahramanları” (Home Heroes) başlıklı proje kapsamında geleceğe yönelik ev cihazları tasarladılar. Proje, ev işlerinde daha az
çaba ve zaman harcamamızı sağlayan ve bizi zorlu işlerden kurtaran, enerji ve su gibi kaynakların
verimli kullanımını destekleyen,
evde işbölümünü ve birlikte nitelikli zaman geçirmeyi özendiren
ürünlerin tasarlanmasını amaçlıyordu.
analizi, araştırma,
gelecek senaryosu, fikir geliştirme,
teknik yapılabilirlik
değerlendirmesi,
kullanıcı deneyimi
geliştirme çalışmaları, fayda haritası
çıkarma ve teknik
detaylandırmadan
oluşan 11 haftalık
süreç izledi. 38 öğrenciden oluşan 10 grubun geliştirdiği 20 projeden beşi seçildi ve
11-12 Şubat’ta Munich Creative
Business Week etkinliğinde sergilendi.
Proje süreci, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü üçüncü sınıf
öğrencilerinin katıldığı kullanıcı
araştırması, kullanıcı katılımlı senaryo kurma ve değerlendirmeden oluşan beş haftalık çalışma
ile başladı. Bu çalışmayı dördüncü sınıf öğrencilerinin, kahraman
Üçüncü sınıf öğrencilerinden
Ahmet Burak Aktaş, Salih Berk
İlhan, Adem Önalan ve Burak
Söylemez’den oluşan ekip, bu
proje çerçevesinde geliştirdikleri
“Washit” adlı tasarım ile iF Kavramsal Tasarım Ödülü (iF Concept
Design Award 2012) kapsamında
verilen Hansgrohe 2012 Ödülünü
(Hansgrohe Preis 2012: Efficient
Water Design: My Green Shower
Pleasure) aldı. Ev kullanımının
yanı sıra havaalanı, spor salonu,
festival alanı gibi ortak kullanım
alanları için de geliştirilen Washit, duş alma ile çamaşır yıkama
işlevlerini bir kabinde bütünleştirmeyi, duş alırken kullanılan
suyu filtreleyerek az miktarda
çamaşırın yıkanması için yeniden
kullanmayı öneriyor.
Enformatik Enstitüsü NVIDIA Tarafından “CUDA Research Center”
Olarak Seçildi
ODTÜ Enformatik Enstitüsü,
NVIDIA tarafından, “CUDA Research Center” olarak seçildi.
Enstitü’nün 2010 yılında Türkiye’deki ilk CUDA Teaching Center unvanını almasının ardından;
ODTÜ, bu ödülle Türkiye’deki ilk
CUDA Research Center unvanını
almaya hak kazanan kurum oldu.
sında NVIDIA CUDA mimarisini
kullanmaya uygun GPU’lar (grafik
işlemci üniteleri) gibi öğretim ve
araştırmaya yönelik araçların ücretsiz olarak sağlanması ve yeni
teknoloji GPU’lar ve bunlarla ilgili
eğitimlere erken erişim olanakları da yer almaktadır.
CUDA Research Center olarak
belirlenen kurumlar CUDA ve
NVIDIA GPU’ları kullanarak en
ileri araştırmaları yapan kurumlardır. Programın faydaları ara-
ODTÜ CUDA Teaching Center ve
Research Center sayfalarına aşağıdaki linkten erişilebilir:
http://ii.metu.edu.tr
Temmuz 2012 • Sayı 49
87
TOPLULUKLARDAN HABERLER
ŞENLİK’12
ODTÜ OYUNCULARI
ODTÜ Oyuncuları olarak, 1966’dan
beri siyasi koşullar elverdiğince ev
sahipliği yaptığımız ve 1987’den
beri aralıksız sürdürdüğü tiyatro
şenliğinin 34.sünü bu yıl ŞENLİK ’12
adıyla 27 Nisan – 7 Mayıs 2012 tarihleri arasında, Ankara ve İstanbul
ekiplerinin yanı sıra, İzmir, Mersin,
Muğla’dan, Eskişehir, Hatay, Bursa
ve Tahran’dan amatör ve profesyonel 25 toplulukla beraber ODTÜ
Mimarlık Amfisi’nde gerçekleştirdik. Şenliğin açılışında 2011- 2012
öğretim yılında ODTÜ Oyuncuları
olarak çalıştığımız Özgürlüğün Bedeli isimli oyunu sergiledik. Kısaca
oyundan bahsedersek;
Emmanuel Robles’nin “Özgürlüğün
Bedeli” adlı oyunu, 1800’lü yılların
başında, İspanya’nın işgali altındaki Venezüella’da geçer. Bağımsızlık
için ordu kurmaya çalışan Simon
Bolivar İspanya ordusu tarafından
aranmaktadır. Tam bu sırada, bir
88
Temmuz 2012 • Sayı 49
İspanyol subayı yakalanmak üzere
onu saklayan subayı konuşturmak
olan Bolivar’ın saklanmasına yar-
istemektedir. Bunun üzerine yol-
dım eder. Bir diğer İspanyol suba-
dan rastgele seçilen 5 kişi Bolivar’a
yı ise Bolivar’ı yakalayabilmek için
yardım eden subayla aynı odaya
kapatılırlar. Kendilerinden beklenen, onu konuşturmak, ondan
Bolivar’ın yerini öğrenmektir, sonunda kurşuna dizilmemek için…
Geçmişte yaşadıkları o günün ağırlığından kurtulamayan bu 5 kişi,
şimdi hikayelerini insanlara anlatmaya karar verirler. Anlatırken onlara yardımcı olacak bir de oyuncu
ekibi vardır. Bu ekip yaşanan olayı, hem onların hem de seyircinin
karşısında yeniden canlandıracaktır. Oynanan oyunun dış çeperinde
anlatıcı konumunda olan 5 kişi,
içerde canlandırılan geçmişi hep
birlikte izlerler, yaşadıklarıyla yüzleşebilmek için…
ODTÜ Tiyatro Şenliği bu yıl yine
memleketin birçok yerinden gelip
şenliği şenlik yapan gruplarla, hafızamızı tazelemek ve biraz daha
genişletmek umuduyla; paylaşılmaya değer, paylaşılması gereken bir çok toplumsal olayı veya
durumu unutturmamak, “açıktan
veya örtük” müdahalelerle geçen
hayatımızda, hafızamızı korumak
için bir kez daha toplandı. Oyun
masrafı, salon kirası veya geçim
derdi, sebebi her ne olursa olsun,
piyasa ilişkilerine girmek zorunda
kalmaya inat, emek verilen ürünün paylaşılması için hiçbir şey
talep edilmediği ve oyun sonrası
söyleşileriyle alışılmış “oynayanizleyen” kalıplarının ötesinde bir
paylaşıma girildiği ODTÜ Tiyatro
Şenliği’nin, seyirci toplama kaygısının biçimlendirdiği özel tiyatrolar
ve misyonları giderek belirsizleşen
ödenekli tiyatroların ağırlığını koyduğu günümüz tiyatro ortamından kaygı duyan herkes için bir
platform oluşturmasını umuyoruz.
Geniş kitleleri oyalamak, yalnızca
eğlendirmek, vakit geçirmek yerine, tüm tiyatro dostlarını özgürce
düşünmek, tartışmak, araştırmak
ve üretmek için biraraya getirmeye devam edeceğini umduğumuz
önümüzdeki şenliklerde buluşmayı
diliyoruz.
ÇEVRE GÜNLERİ
Demirel ile ve “Çevre Direnişleri”
konusu hakkında, Gerzedeki yapılmak istenen termik santral özelinde Yeşil Gerze Platformu Sözcüsü
Şengül Şahin ile; ikinci gününde ise
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı
Dr. Turhan Tuncer ile GDO hakkında söyleşiler yapıldı.
ODTÜ Çevre Topluluğu tarafından
12-13-14 Nisan 2012’de düzenlenen “Çevre Günleri” etkinliğinin
ilk gününde “Kentsel Dönüşüm”
konusu hakkında ODTÜ İnşaat Mühendisliği Araştırma Görevlisi Ozan
3. gününde ise Ankara’nın çevresinin ve doğal dokusunun ziyaret
edildiği (100. Yıl Birlik Parkı-Papazın Bağı-Ankara Kalesi) etkinlik,
tartışılan konular da gözlemlenerek; coşku ile gerçekleşti.
Temmuz 2012 • Sayı 49
89
TOPLULUKLARDAN HABERLER
ODTÜ AAT, ‘Meraklı Minikler için
Meraklı Öğretmenler: Okulöncesi Fen Bilimi’
Etkinliğinde
ODTÜ’nün köklü öğrenci topluluklarından ODTÜ Amatör Astronomi
Topluluğu, geçtiğimiz mayıs ayında TÜBİTAK Doğa ve Bilim okulları
projesi kapsamında düzenlenen
‘Meraklı Minikler için Meraklı Öğretmenler: Okulöncesi Fen Bilimi’ adlı Eskişehir’de düzenlenen
şenlikte yer aldı. Şenlik boyunca
güneş gözlemi ve gök atlası atölyesi çalışması yapılırken, gökbilim
fotoğraflarından oluşan fotoğraf
sergisi açıldı. Etkinliğe katılan anaokulu öğrencileri gökbilimle daha
yakından ilgilenme fırsatı yakaladı.
90
Temmuz 2012 • Sayı 49
1. Ankara Arkeoloji Günlerini
ODTÜ Arkeoloji Topluluğu
ODTÜ’de Düzenledi
ODTÜ Arkeoloji Topluluğunun da
düzenleyicileri arasında bulunduğu
ODTÜ, Hacettepe ve Ankara Üniversitesi Arkeoloji Topluluklarının
katılımıyla gerçekleştirilen 1. Ankara Arkeoloji Günleri 25 - 27 Nisan
2012 tarihinde, Ortadoğu Teknik
Üniversitesi, Ankara Üniversitesi
ve Hacettepe Üniversitelerinde
gerçekleştirildi. Arkeoloji üzerine
çeşitli temaların işlendiği etkinliklerde, ODTÜ Arkeoloji Topluluğu
Arkeolojide Ölüm Olgusu temasını
işledi. Bu etkinlik kapsamında 25
Nisan 2012 tarihinde Okulumuz
Solmaz İZDEMİR salonunda Mimarlık Fakültesinden Doç.Dr Ufuk
SERİN, Katakomb ve Katakomb Sanatını, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden misafir öğretim üyesi Yrd. Doç Dr. Ahmet UHRİ
“Anadolu’da Ölüm Üzerine Bilişsel
Algının Gelişimi” konusunu ve yine
okulumuz Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerimizden Doç.Dr. Çiğdem ATAKUMAN “Yakın Doğu Ne-
olitiğinde Avcı Toplayıcıların Ölüm
Algısı ve Gelenekleri” konusunda
sunumlar gerçekleştirdi. Arkeoloji
Günlerinin Okulumuzdaki etkinlikleri kapsamında Mimarlık Fakültesi girişinde Ölüm Temalı Fotoğraf
Sergisi ve ODTÜ Arkeoloji Müzesi
Gezildi. 1. Ankara Arkeoloji Gün-
leri etkinliklerinin ikinci günü Hacettepe Üniversitesinde Arkeolojik
tahribat ve Arkeoloji ve Siyaset temaları ile, üçüncü günü ise Ankara
Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji de Koruma
ve Onarım ile Deneysel Arkeoloji
konu başlıklarıyla gerçekleştirildi.
Temmuz 2012 • Sayı 49
91
TOPLULUKLARDAN HABERLER
ROBOT GÜNLERİ
2002 yılında ilk kez gerçekleştirilen ve 2008 yılından
itibaren dünyanın dört
bir yanından gelen katılımcılarıyla uluslararası
olma özelliği kazanan,
ASELSAN ana sponsorluğundaki Uluslararası ODTÜ Robot Günleri bu sene de başarılı bir
şekilde gerçekleştirildi.
Robotları ve teknolojilerini toplum
kesimlerine tanıtmak, işlevleri ve
kullanım alanları hakkında bilgiler
sunmak, robot dünyasına ilgi duyanları eğlenceli bir ortamda bir
araya getirmeyi hedefleyen ODTÜ
Robot Günleri’nin dokuzuncusu
92
Temmuz 2012 • Sayı 49
17-18 Mart 2012 tarihinde ODTÜ
Kültür Kongre Merkezi(KKM)’nde
ODTÜ Robot Topluluğu üyesi olan
öğrenciler tarafından gerçekleştirildi.
Bu sene gerçekleştirdiğimiz etkinliğimizi özel kılan bir neden daha
vardı! Savunma sanayiinde önemli
bir konu olan mayınları düşünerek kurduğumuz ve
MayınTarlası adını verdiğimiz yeni kategoriyle teknolojiyi bir adım
daha öne taşımayı hedefledik. Kategorimiz yeni
olmasına rağmen 20 kadar
robot yarıştı ve birinciliği Balıkesir
İMKB Endüstri Meslek Lisesi’nden
Dede isimli robot aldı.
9. Uluslararası ODTÜ Robot
Günleri’nde, mayın tarlası kategorisine ek olarak, her sene düzenlediğimiz mini sumo, sumo, çizgi
izleyen, slalom, çöp toplayan, triatlon, çoklu mini sumo ve serbest
kategorileri olmak üzere toplam
dokuz ayrı kategoride yarışmalar
düzenlendi. Bu yarışmalara 500
robot ve 1500 kadar yarışmacı katıldı. Yarışmacılarımız her yaştan
insanı kapsayacak kadar genişti. İlköğretim öğrencisinden lise ve üniversite öğrencisine ve hobi olarak
robot yapımıyla ilgilenen insanlara
kadar geniş yelpazede insanlar vardı. Eğlenceli bir ortamda gerçekleşen etkinliğimizin birincilerine ve
dereceye giren robot sahiplerine
de HP-Bimeks ödül ana sponsorluğunda laptoplar; ve Neotech ve
robo.web’den çeşitli hediyeler verildi.
ODTÜ Robot Topluluğu tarafından
her yıl başarılı bir şekilde gerçekleşen ve hem katılımcı sayısı, hem de
izleyici sayısıyla her geçen yıl popülerliğinin arttığını kanıtlayan bu
önemli organizasyonu gerçekleşiren ODTÜ Robot Toplulu’ğu üyeleri
uzun süren uğraşları sonucunda
başarılı bir organizasyon çıkartmanın haklı gururunu yaşamış ve
önümüzdeki yıl 10. UORG için çok
daha başarılı bir organizasyon gerçekleştireceğinin sinyallerini verdi
ve çalışmalara başladı.
9. ULUSLARARASI ODTÜ ROBOT GÜNLERİ SONUÇLARI
Çizgi İzleyen | Line Follower Racing
1.
Sefam
Kazan Efes Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi
2.
Kürşat
Kazan Efes Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi
3.
Hamsi_Alttantire_61
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Mini Sumo
1.
Canavar
Zile Endüstri Meslek Lisesi
2.
Burçak
Gazi Üniversitesi
3.
Geldim
Zile Endüstri Meslek Lisesi
1.
Hırçın
Karabük Üniversitesi
2.
Neşter
Karabük Üniversitesi
3.
ZF828
Zile Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi
1.
Tıfıl
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
2.
Nasibimbi
Karabük Üniversitesi
3.
Doğan
Zile Endüstri Meslek Lisesi
Sumo
Slalom
Çöp Toplayan | Trash Hunter
1.
Tutmuş60
Zile Endüstri Meslek Lisesi
2.
Stabil
Zile Endüstri Meslek Lisesi
3.
Çöpçü
Zile Endüstri Meslek Lisesi
Çoklu | Group Mini Sumo
1.
Teke
Balıkesir İMKB Endüstri Meslek Lisesi
2.
At Avrat Serhat
Sakarya Üniversitesi
3.
Elektrik
Adil Karaağaç Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi
Serbest | Free Style
1.
Uzaktan Kontrollü Bir
Robot Balığın
Tasarımı ve
Gerçeklemesi
Fırat Üniversitesi
2.
MIDAS (Mind
Controlled Arm
Prosthesis)
İstanbul Kültür Üniversitesi
3.
İris
Hacettepe Üniversitesi
1.
Tıfıl
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
2.
Doğan
Zile Endüstri Meslek Lisesi
3.
Zeka
Zile Endüstri Meslek Lisesi
Triatlon
Temmuz 2012 • Sayı 49
93
TOPLULUKLARDAN HABERLER
2. ULUSLARARASI AİKİDO FESTİVALİ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, her
yıl Mayıs ayının son haftasında
Uluslararası Aikido Festivali’ne evsahipliği yaptı. İlki Mayıs 2011’de
düzenlenen festivale 11 ülkeden
306 sporcu katıldı. Festival programı kapsamında Nebi Vural Sensei
eğitmenliğinde aikido çalışmaları, Türkiye’nin ve misafir ülkelerin
aikido gösterileri ve ileri seviye sınavları yapıldı.
ODTÜ Aikido Topluluğu’nun da
organizasyon ekibi içerisinde bulunduğu festivalin ikincisi ise 2327 Mayıs 2012 tarihleri arasında
yine ODTÜ’de gerçekleştirilip, yerli
ve yabancı katılımcılar tanışma ve
Nebi Vural eğitmenliğinde birlikte
çalışma olanağı buldu.
5 gün süren organizasyona Almanya, Avusturya, Azerbaycan, Fransa, İspanya, İsrail, Lübnan, Portekiz, Slovakya, Türkmenistan ve
Ukrayna’dan 64 misafir eğitmen
ve öğrenci, Türkiye’den ise 200’e
yakın aikidocu katıldı.
Festival kapsamında, Türkiye’den
ve diğer ülkelerden katılan ekiplerin gösterileri, misafir eğitmenlerin dersleri ve ileri derece sınavları
yapıldı.
Festival özel programına dahil olan
bu gösteri videolarına aşağıdaki
adresten ulaşılabilir:
94
Temmuz 2012 • Sayı 49
http://www.abf.org.tr/tr/index.php?sayfa=Video
ODTÜ Aikido Topluluğu www.odtuaikido.org
Öğrencilerimize
Burs ve
Yardımlarınızı
Bekliyoruz
Burs vermek için hesap numaramız:
ODTÜ Geliştirme Vakfı Burs Fonu Hesabı:
T. İş Bankası ODTÜ Şubesi 4229-747489
IBAN NO: TR220006400000142290747489
Temmuz 2012 • Sayı 49
95
kitaplık
Benim Küçük Deneylerim, Çevre, ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Melanie Perez, 7,00 TL,
ISBN: 978-605-4362-38-7, Türü: Çocuklar için bilim
Küçük bilim adamları bu kitabı çok sevecek!
Bir su değirmeni veya rüzgârgülü yapmak, kurutulmuş bitki koleksiyonu oluşturmak, biyogaz yaratmak, kirli suyu yıkamak gibi deneyler öğretici olduğu kadar
da keyiflidir. İçinde yaşadığın dünyayı nasıl koruyacağını bu kitapla öğrenebilirsin
Çocuklar İçin Shakespeare ile Felsefe, Atinalı Timon, Yayınevi: ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Levent Gönül, 12,00 TL, Türü: Edebiyat-Felsefe
“Çocuklar için Shakespeare ile Felsefe, Atinalı Timon”
Atinalı Timon, bizi “Doğru yaşam nedir? Herkese güvenmeli miyiz? Düşüncelerimiz neden önemlidir? Düşüncelerimizin doğru olduğunu nasıl bilebiliriz? Arkadaş
kime denir? Niçin severiz? Değerli olanı değersiz olandan nasıl ayırt ederiz?” gibi
birçok soruyla karşı karşıya bırakır.
Çocuklar İçin Felsefenin yararlarından birkaç tanesini sayacak olursak;
•
Çocuklarda kendine güven duygusu yaratır ve kendilerinden gurur duymasını sağlar. Çocuk birey olarak kabullenilişinin farkına varır.
•
Eleştirel düşünme ve düşünme becerilerini üst düzeyde tutar. Çocuklar yeni, yaratıcı fikirler üretmekten ve öne sürmekten çekinmez.
• Çocuk soru sormaya, sorgulamaya başlar. Çevresine ve kendi düşüncelerine ilişkin analitik bir bakış açısı
gelişir.
• Dikkat Eksikliği problemi yaşayan çocuklarda belirgin bir gelişmeye neden olur.
• İletişim becerilerini üst düzeyde tutmasına yardımcı olur.
• Bu sorular yalnızca büyükler için değil çocuklar için de üstüne düşünmeye değerdir.
• 8 yaş ve üstü çocukları düşünme dünyasının derinlikleri ile tanıştırmayı amaçlayan bu kitap, gerek öğretmenler, gerekse aileler için vazgeçilmez bir kaynak niteliğindedir.
Keyifli zaman geçirmeniz dileklerimizle…
Söyle Bana Neden? Evren, ODTÜ Yayıncılık, Fronty Mireille, 7,00 TL, ISBN: 978-605-4362-46-2, Türü: Çocuklar için bilim
EVREN
Çocukların evren hakkındaki meraklarını gidermek için vazgeçilmez bir el kitabı.
• Evreni tanıyor muyuz?
• Ne kadarını biliyoruz?
• Yıldızlar neden düşmezler?
96
Temmuz 2012 • Sayı 49
•
•
•
•
•
•
•
•
Evren büyük müdür?
Güneş ne kadar yaşlıdır?
Gökyüzü neden mavidir?
Ay neden şekil değiştirir?
Yıldız kayması nedir?
Ay’a ayak bastık mı?
Yıldızları nasıl gözlemleriz?
Büyük patlama nedir?
ISO/IEC 27001 Bilgi Güvenliği Standardı, ODTÜ Yayıncılık, Yazar:Eren Veysel Ersoy,
14,00 TL. ISBN: 978-605-4362-67-7
Günümüzde kişisel ve kurumsal bilgiler üzerinde sürekli artan tehdit ve risklere
karşı bilgi güvenliği kavramı, iş süreçlerinin ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir. Bu bakımdan özellikle bilgi sis- temlerini ve önemli bilgileri içeren tüm
süreçler, yeni bir iş anlayışı çerçevesinde yorumlanarak kişisel, kurumsal ve yönetimsel kültür açısından yeniden ele alınmalıdır. Bu kitapta, ISO/IEC 27001 Standardına dayalı Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi kurmak isteyenler ve yeni başlayanlar için, örneğin, varlık belirleme ve risk analizini nasıl yapacakları, standart
kapsamında nasıl raporlar ve dokümanlar üretecekleri ve bunların nasıl bir şey
oldukları konusunda görsel ipuçlarına ve önemli tanımlara yer verilmektedir. Ayrıca bu kitap, Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi kurulumunu danışman firmalara
yaptıracak olan kurum ve işletmelere, izlenecek yol haritasını ana hatlarıyla denetleyebilmeleri açısından
da kılavuzluk edecektir.
Söyle Bana Neden? Hava, ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Elisabeth de Lambilly, 7,00 T,
ISBN: 978-605-4362-44-8, Türü: Çocuklar için bilim
HAVA
Çocukların atmosfer, yıldırım, mevsimler
hakkında merak ettiğini her şey bu kitapta.
• Havanın var olduğunu nasıl biliyoruz?
• Onu değiştirebilir miyiz?
• Hava durumunu nasıl tahmin edersin?
•
•
•
•
•
•
•
•
Kar nedir?
Yağmur niçin yağar?
Rüzgâr nereden gelir?
Sonbaharda ağaçlar niçin yapraklarını dökerler?
Fırtına nedir?
Çiçekler niçin baharda açar?
Yaz mevsimi niçin sıcak olur?
Sisli havada neden bir şey görmeyiz?
Ömer İzgeç, Fevklabeşer Sair Bey ve Suskunluğu, Ayrıntı Yayınları, Nisan 2012
Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu farklı zamanlarda paralel ilerleyen tekinsiz
hikâyeler anlatıyor. Çarpıcı kurgusuyla fantastik bir dünyanın kapılarını açan romanda II. Murad döneminde yaşamış bir cellat ile hırsızın, günümüzde yaşayan
yarı-deli bir yazarın, gelecekte gerçekleşen bir cinayetin peşindeki dedektifin ve
varlığını yüzlerce yıldır sürdürmüş gizemli ve tehlikeli bir tarikatın maceralarıyla
karşılaşıyoruz. Kuyruğu geçmişe değen, gövdesinin silueti bugünün üstünü örten,
başı geleceğe doğru uzanmış bir ejderhanın gizemli gölgesi düşüyor üzerimize;
Aynalı Ejder Tarikatı’nın ayak sesleri duyuluyor. Paralel hikâyelerin tümü, birbiri
üzerine kapanarak ve birbirini tamamlayarak büyük çevrimi gerçekleştirdiğinde
ise sırlar aydınlanıyor...
Mühendislik eğitimi almış olan ama yazıyla yakın bir ilişki içinde bulunan
Ömer İzgeç’in bu ilk romanı, vaatlerle dolu hoş bir davet adeta.
Temmuz 2012 • Sayı 49
97
kitaplık
İpek Yolu İmparatorlukları, Yayınevi: ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Chritopher
I.beckwith, Çeviren: Kürşat Yıldırım, Editör: Recep
Boztemur, 28,00 TL, ISBN:
978-605-4362-40-9, Türü: Tarih-Araştırma
Bu kitap “Türkler barbar
mıdır?” sorusuna kesin
bir olumsuz cevap veriyor
ve barbarlığı tüm boyutlarıyla ele alarak kimseye “Türkler barbardır” deme
hakkını vermiyor. Eser Çin, Roma, Rusya veya diğer
Batılı güçlerin bozkırlılara yani esasen Türklere hiçbir sebep yokken saldırdıklarını ve bozkırlıların hiçbir
zaman yok yere bu güçlerin üzerine gitmediklerini
tarihî belgelerle ortaya koymaktadır. Kitabı okuyan
biri sonunda şu soruyu sorabilir: “Kim barbar? Türkler mi yoksa onların etrafında kendilerini herkes-
Benim Küçük Deneylerim, Plastik Sanatlar,
ODTÜ Yayıncılık, Yazar:
Franceca Messa, 7,00 TL,
ISBN: 978-605-4362-424, Türü: Çocuklar için Sanat
98
Temmuz 2012 • Sayı 49
ten üstün gören işgalci sömürgeciler mi?”İpek Yolu
bir zamanlar sadece bir mal dolaşım hattı değil aynı zamanda dünyanın en gelişmiş ekonomik, sosyal
ve kültürel sis- temiydi ve bu sistemi bozkırlılar yani
esasen Türkler işletmekteydi.Eser, tarihî İpek Yolu’nu
merkez alarak en eski devirlerden bu- günlere iki bin
yıllık Türkistan-Orta Asya tarihini anlatmaktadır.Yazarın Türkistan sahasında yaşayan eski insanın, bilhassa Türkün hâlet-i ruhiyesini bugün yaşıyormuş
gibi yazması, eserin samimî dili ve açıklığı tarih okumayı pek sevmeyenlerin bile ilgisini çekecek niteliktedir.Kitabın İçerisinden“Modern dünya kültürü
Orta Asya’nın büyüleyici, marjinal topraklarından
türemiştir.”“Bizim atalarımız Mısırlılar, Sümerler vb.
değil Orta Asyalılardır. Orta Asya bizim ana yurdumuzdur ve medeniyetimizin doğduğu yerdir.”“Orta
Asyalı halklar daha da fazla yeri istila etti, keşfetti,
araştırdı ve yeni bir dünya düzeni, yüksek bir sanat,
ileri düzeyde bir bilimin kurucusu oldu.”
Küçük ressamlar bu kitaba bayılacak!
Eğlence, resim ve hayal gücü. Hepsi birbirinden güzel çalışmalar! Parmak boyası, suluboya, tuzlu hamur ve baskı teknikleri; tamamı senin için adım
adım açıklanıyor. Yapman gereken tek şey, yaratıcılığını özgür bırakmak!
Benim Küçük Deneylerim,
Genç bilim insanları bu kitabı çok sevecek!
Su ve Işık, ODTÜ Yayıncı-
Yağmur yağdır, şimşek çaktır ya da bir gök kuşağı ya-
lık, Yazar: Melanie Perez,
rat. Sabunun sihirli etkileriyle görsel bir yanılgının
7,00 TL, ISBN: 978-605-
nasıl oluştuğunu anla. Su ve ışık dünyasını daha iyi
4362-37-0, Türü: Çocuk-
anlayabilmek için ihtiyaç duyduğun her şey bu kitap-
lar için bilim
ta seni bekliyor.
Türkiye Ormancılık Tarihi, ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Yücel Çağlar, 26,00 TL. ISBN: 978-605-4362-66-0
Biliyor musunuz; Türkiye’de orman ekosistemleri
ve ormancılıkla ilgili öğretim yalnızca orman fakültelerinde yapılıyor. Örneğin, orman ekosistemleri
ve ormancılık üniversitelerin hukuk, iktisat ve siyasal bilgiler; dahası, ziraat, çevre, şehir planlama mühendisliği, güzel sanatlar vb fakülte ve bölümlerinde
“seçmeli ders” olarak bile görülmüyor. Büyük bir olasılıkla, şaşıracak ve; “-Öyle olması gerekmiyor mu?”
sorusu aklınıza gelecektir. Evet, gerekmiyor; gerekmiyor çünkü orman ekosistemleri yalnızca ekolojik önemi olan doğal varlıklar, ormancılık da yalnızca teknik bir uğraşı alanı değildir: “Orman” sayılan
yerler, dolayısıyla da ormancılık düzeni ülkemizde
toplumsal, ekonomik ve siyasal değişme ve gelişmelerden etkilenmiş, bu değişme ve gelişmeleri etkilemiştir. Ancak bu etkileşim ülkemizde çok az sayıdaki
ormancı çalışan dışında tartışma gündemlerine gerektiğince girememiştir. Öyle ki, orman ekosistem-
Eser Adı: Söyle Bana Neden? Vücudumuz,
ODTÜ Yayıncılık, Yazar: Sylvie Baussier, 7,00 TL,
ISBN: 978-605-4362-43-1, Türü: Çocuklar için bilim
VÜCUDUMUZ
Merak ettiğin her şeyi bu kitapta bulacaksın.
Eğlenirken öğren, öğrenirken eğlen!
• Vücudunu ne kadar tanıyorsun?
• Saçlardaki bitler nedir?
• Kalp nedir?
lerine yönelik duyarlılığın
yaygınlaşmasına karşın
bu tutum günümüzde de
değişmemiştir. Oysa orman ekosistemleri ve ormancılık ile toplumsal,
ekonomik ve siyasal değişme ve gelişmeler arasındaki etkileşimin de her
düzlemde tartışılması gerekiyor. Türkiye Ormancılık Tarihi’nde bir yandan bu gereğin çeşitli boyutları sergilenmeye bir yandan da Cumhuriyet tarihinin
pek de “okunmayan” sayfalarının açılmasına çalışıyor. Kim bilir, bakarsınız, bu sayfalarda daha önce gözlerden kaçmış olguların ayırtına varılabilir ve
Cumhuriyet tarihine yeni sayfaların eklenmesine de
bir katkısı olabilir.
• Dışkımızın içinde ne
vardır?
• Yıkanmak gerçekten
gerekli midir?
• Ayaklar nasıl hareket
eder?
• Nasıl nefes alırım?
• Sadece patates kızartmasıyla beslenebilir
misin?
• Her gece uyumak zorunda mıyız?
Benim Küçük Deneylerim, Mekanik, ODTÜ Yayıncılık,
Yazar: Melanie Perez, 7,00 TL, ISBN: 978-605-436241-7, Türü: Çocuklar için bilim
tilatör veya mıknatıslı oto-
Bilim ve eğlence yan yana!
eğlenceli ve öğretici de-
Mancınığın nasıl çalıştığını keşfetmek, bir vinç, van-
neylerdir.
büs yapmak gerçekleştirilmesi kolay, son derece
Temmuz 2012 • Sayı 49
99
a
y
s
o
D
ODTÜLÜ
osya
LÜ D
Ü
T
D
O
a•
Dosy
sya •
Do
Ü
L
Ü
T
D
•O
A
D
GI
a•
Dosy
Ü
L
Ü
T
D
O
a”yı seç
d
ı
G
“
k
lara
üşonusu o i adlarının gör
k
a
y
s
o
ib
nd
sayısını usunda sözsah
u
b
n
ü
’n
on
ODTÜLÜ TÜ’nün gıda k
beslenn
ı
r
a
l
n
D
ı,
nsa
tik ve O ımlıyoruz.
geçen i ıda sağlanmas
ı
r
a
y
l
y
i
a
im
ig
na
lerini y
yısı yed erkese yeterl nün insanları
a
s
e
d
n
i
ü
H
ur.
bug
üzer
Dünya önemli sorund olması, hem esi gerekiyor.
lı
m
mesi en gıdanın sağlık a zarar verme
da yapl
u
k
o
r
u
n
a
bun
en
sağlana elecek kuşakl
ak için ı ineklere veril m
a
l
g
ğ
e
a
ğ
is
en
hem d
içmesin tlerin sağılaca şekilde paketl at
ü
s
n
ü
ul
uğu
iyi
us
Her çoc kirdir ancak b retilen süt en eziz bir şekilde
l
fi
ü
r.
mak iyi ağlıklı olmaz, klara temiz ve eye gidemiyo
t
s
u
ö
ın
yemler lanmaz ve çoc kir olmaktan
sı, tadın n
ı
z
ı
fi
m
k
r
r
ı
a
i
s
k
s
ılı
iyi b
mez,
domate oy olmasını, y kalnızca
n
y
i
n
a
i
s
g
z
n
a
b
re
be
nı
şam
teslerin düzgün ve ay ı istiyoruz. Bu gaa
m
o
d
k
z
n
i
ı
o
or
Yediğim gibi, şeklinin ç rak bulunmas i değiştirilmiş ruz.
ğ
la
s
o
domate bol ve ucuz o lanırken geneti masını bekliy
a
da
şı
12 ayın izin hepsi kar rmon kullanılm
çok bal
e
d
m
m
i
ho
he
e
lentiler
asını ve
kaliteli ebze ve meyv
m
m
a
e
m
l
H
o
:
tüm s evre kirliliği,
yoruz
nizma
ti
a
s
i
d
n
ı
n
ı
s
s
a
r
n etunlar; ç
ok çalış
ışma sı
Arılar ç ve de bu çal a yardımcı ols ibi etkenlerde
g
ar
ın
yapsınl in tozlanmas küresel ısınma
n
i
e
rı
çiçekler değişiklikler v ürdürsünler.
aynakla
k
u
s
s
z
z
i
i
u
n
olums
revleri
r ve tem lıyor. Gelenek
ö
a
g
l
n
n
a
e
l
a
d
ka
en
ız
kilenme
apılabil olanağı sınırlı mesi olanaks
y
m
ı
r
a
yapnde t
eslen
apma
Yeryüzü doğal tarım y lyar insanın b a gıda üretimi lan
i
o
n
zl
azalırke mlerle yedi m klar ile çok fa kaynaklarımız için
r
te
a
a
sel yön r. Sınırlı kayn temler ise gıd erken insanla bu
o
d
e
n
y
e
görünü başvurulan yö ceğini tehdit Gıda üretimind şüü
.
le
n
larına d
mak içi ayvanların ge nları yaratıyor
n
a
s
n
i
h
u
lim
bitki ve ve gelecek sor üyük görev bi
b
k
ı
de sağl aşmak için en
rı
sorunla
yor.
100
Temmuz 2012 • Sayı 49
Dosya
Ü
L
Ü
T
OD
•
aki
dın Tiry
Fo
ODTÜL
ar: Ay
toğrafl
ÜLÜ
ODT
•
a
y
s
o
ÜD
LÜ
ODTÜ
•
a
y
s
Do
LÜ D
ODTÜ
•
a
y
s
o
D
Temmuz 2012 • Sayı 49
101
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM
“Herkes bilgiye ulaşırken, nereden
bilgi aldığına dikkat etsin. Özellikle de
GDO’lar konusunda...”
Prof. Dr. Hüseyin Avni Öktem
Biyolojik Bilimler Bölümü
Söyleşi: Aylin Turgut Ecevit
Genetiği değiştirilmiş olarak
adlandırdığımız gıdalar
nedir?
Genetiği değiştirilmiş organizma
tanımı, tüm organizmalar için kullanılıyor, aslında yanlış kullanılan
bir tanım. Çünkü organizma dediğiniz zaman, bunun içine sadece
bitki girmiyor; bakteriler, mayalar,
virüsler de giriyor. Fakat ülkemizde
GDO dendiği zaman, sadece bitkiler algılanıyor. Baştan yanlış bir tanım var ama, böyle oturduğu için,
herkes bunu bu şekilde kullanıyor.
Onun için; genetiği değiştirilmiş
bitkiler olarak adlandırırsak daha
sağlıklı olur tanımımız. Genetiği
değiştirilmiş bitkileri şöyle tanımlayabiliriz: Doğal olarak taşımadıkları yeni bir geni taşıyan ya da genetik yapısı modifiye edilmiş
bitkilere biz genetiği değiştirilmiş
bitkiler ya da, genelde düşünürseniz, organizmalar diyoruz. Bu, dünyada çok yaygın kullanılan bir teknoloji. Organizma olarak düşünülürse,
az önce de bahsettiğim gibi, bitkilerin dışında bakteriler, bazı virüsler, böcekler, hayvanlar, balıklar,
yani birçok canlı organizmada genetik manipülasyon artık çok rutin
yapılan bir işlem. Bunun temel
amacı ne? Modifiye ettiğiniz organizmadan yeni bir karakter elde
ediyorsunuz, daha dirençli hale ge-
102
Temmuz 2012 • Sayı 49
tiriyorsunuz; mesela balıkları hastalıklara daha dirençli hale getiriyorsunuz, daha az antibiyotik
kullanıyorlar. Bitki örneğinde olduğu gibi; bitkileri zirai ilaçlara karşı
dayanıklı hale getirmeye çalışıyorsunuz, dolayısıyla zirai ilaç kullanmadan bitkiyi koruyabiliyorsunuz.
Mikroorganizmalara geldiğimizde,
aslında günlük hayatımızda, özellikle sağlık alanında çok sık kullanılıyor. Örneğin; günümüzde kullanılan aşıların önemli bir bölümü
genetiği değiştirilmiş organizmalardan elde edilen aşılar. Yani, tüm
dünyada teknolojik olarak çok yaygın kullanılmakta. Tabii, en büyük
tartışma da genetiği değiştirilmiş
bitkiler üzerinde yürütülüyor. Genetiği değiştirilmiş bitkiler de şöyle: Bitkilere bazı genler aktararak,
bu bitkilere bazı yeni karakterler
aktarmak istiyorsunuz. Nedir bu
karakterler? ilk ticarileşen örnek
olarak, bitkileri zirai ilaçlara, yani
ot öldürücü ilaçlara karşı dirençli
hale getiriyorsunuz, en yaygın kullanılan örnek bu. Dünyada en çok
transgenik bitki üretimi soyada yapılıyor; soyada da, dediğim gibi, bu
yabancı ot öldürücü ilaçlara dirençli bitkiler de yapılıyor. Buradaki amaç nedir? İlacı attığınızda, bitkiyi dirençli hale getiriyorsunuz ki,
yabancı ot dediğimiz yabani otlar
ölüyor, bitkiniz sağlam kalıyor; çok
verimli bir zararlı ot mücadelesi
yapmış oluyorsunuz. Bunu yapmadığınız zaman, zirai üretimde bazen %70’lere varan kayıplar oluşuyor. Yani sizin transgenik bitkiniz
olsa da olmasa da, endüstriyel ölçekte tarımsal üretimde mutlaka,
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM
“Ya, ne oluyor, biz toksin mi yiyoruz bitkilerden?” gibi tepkiler veriyor. Ama orada şu ikilem var; bunu
özellikle ABD’de çok kullanıyorlar.
Diyorlar ki her şeyin bir riski var, bu
riski alıp almamayı son tüketiciye
bırakıyorlar. Şöyle ki; sizin sorularınızda da bulunuyor, örneğin zirai
kontrol yapabilmek için böcek ilacı
kullanmanız lazım, özellikle bazı
bitkisel üretimlerde; kaçınılmaz
bu, bir tek biz değil, tüm gelişmiş
ülkeler, tüm dünya kullanıyor, Avrupa dahil olmak üzere. Bazen beşaltı kereye varan ilaçlamalar yapmak zorunda kalıyorsunuz. Örneğin,
böcek mücadelesinde kullanılan
bazı ilaçlar, organofosfat dediğimiz
ilaçlar, aynı zamanda sinir gazı olarak da kullanılıyor. Yani direkt olarak insana toksik etki gösterebiliyor ama bunu, değişik kullanım
yönleriyle, böcekleri öldürmek için
de kullanıyoruz. Oldukça toksiktir,
böcek ilaçlarının insan toksisitesi
de çok yüksektir. Şimdi yapılmak
istenen ne transgenik bitkilerle?
Bitkiye doğal olarak sadece böcekler üzerinde etkili bir geni aktarıp,
bunun ürettiği protein sayesinde
de, böceklere karşı herhangi bir zirai ilaç kullanmadan çok etkili bir
mücadele elde edebiliyorsunuz.
ABD’de konuya şöyle yaklaşıyorlar:
Burada bir genetik modifiye organizma var, burada da zirai ilaç kullanılmış bir ürün var, bunda GDO
yok ama ilaç var, bunda da GDO
var. Risk algılamasını kendiniz yapın, hangisini tercih ediyorsanız
onu kullanın. İşte her şeyin artısı,
eksisi var. Bugüne kadar resmi kaynaklarda, literatürde gösterilmiş,
transgenik bitkilere bağlı, özellikle
insan toksisitesi konusunda net bir
çalışma yok. Yapılmış dolaylı çalışmalar var. Bu tip bitkilerden elde
edilmiş sonuçlar da zaten ticarileşmiyor, ticari olarak piyasaya çıkarılmıyor. Şu anda ticari olarak kullanı-
lanlar çok ciddi bir biyogüvenlik
taramasından geçiyor. Bir de, laboratuvarda bizim yaptığımız çalışmalar sonucunda bulunan bir şey
hemen ertesi gün tarlaya iniyor
gibi bir algı oluşuyor bazen. Tabii,
böyle şeyler de yok. Transgenik
bitkilerin en çok maliyet ve uzun
çalışmalar gerektiren kısmı; biyogüvenlik çalışmaları, çok ciddidir
ve çok yüksek maliyetlerle gerçekleştirilir.. Dolayısıyla yapılan çalışmalarda yüzlerce, binlerce değişik
hat geliştiriliyor. Bu hatların her
biri ayrı ayrı, çeşitli açılardan, toksisite, alerjenite vs. açısından, çok
ciddi biyogüvenlik analizlerinden
geçiyor. Bu biyogüvenlik analizlerini bağımsız laboratuvarlar, çok
yüksek maliyetlerle yapıyor. Ancak
bunlardan geçmiş, olumlu sonuç
alabilen ve normal, transgenik olmayan bir bitkiyle gıda, toksisite
ve diğer bazı parametreler açısından eşdeğerliliği kabul görmüş bitkiler piyasaya sürülüyor. Bunlar
teknik konular olduğu için çok gündeme çıkmıyor, çıkmadığı için de
doğal olarak bu bitkilere çok ciddi
tepkiler var, böyle bir algılama da
var. Tabii, bazı riskler var, örneğin;
deniyor ki transgenik bitkilerde antibiyotik direnç genleri var, bu genler bize geçerse bakterileri dirençli
hale getirebilir, antibiyotikler fayda
etmez. Bu görülebilir bir risk ama
kaldırılabilir de bir risk. Örneğin,
yeni yapılan transgenik bitki çalışmalarında kesinlikle antibiyotik direnç genleri kullanılmıyor. Bugüne
kadar gösterilmiş bir risk de yok
ama kullanılmıyor şu anda. İkinci
en önemli şey; “Bakteriden aldığınız bir geni neden bir bitkiye koyuyorsunuz, başka bir türle başka bir
türü karıştırıyorsunuz?” Bu da şöyle aşılmaya çalışılıyor: Artık başka
bir organizmadan değil de, bir bitkiden aldığınız direnç genini yine
başka bir bitkiye aktarıyorsunuz.
Temmuz 2012 • Sayı 49
Söyleşi
bu zirai ilaç kullanımını yapmak
zorundasınız. Yapmazsanız ekonomik bir tarım yapamıyorsunuz. Bunun da dolaylı olarak birçok sektöre etkisi var. Soya biliyorsunuz
endüstriyel bir bitki, özellikle de
yem ve gıda sanayiinde çok yaygın
kullanılıyor, yağı kullanılıyor. Şu
anda da dünyada transgenik üretimin hemen hemen %60-70 oranındaki kısmı transgenik soyadır.
Bir diğer en yaygın kullanılan transgenik bitki uygulamasında da; “bacillus thuringiensis (BT)” adlı bir
bakteriden elde edilen genleri kullanılıyor. Bu bakteri doğal olarak
bazı sporlar oluşturuyor ve içinde
bazı, özellikle böceklere toksik etki
gösteren proteinler üretiyor. Aslında “bacillus thuringiensis” toksinleri doğal insektisit olarak uzun yıllar kullanıldı. Yani, bu bakteriden
elde edilen sporlar doğaya atıldı ve
doğada da böcek kontrolünde kullanıldı. Bu proteinler ne yapıyor?
Böcek bu proteinleri yediği zaman
proteinler böceğin midesinde ve
bağırsak hücrelerini etkileyerek
böcekleri öldürüyor. Tabii insanlar
haklı olarak tedirgin oluyor: “Böceği öldürdü, ben de yiyeceğim, ben
de etkileneceğim.” diye. Doğada
benzeri etki gösteren birçok toksin
protein bulunmakta. Ancak bu toksinler hedef organizmalara özgün
olduğundan, bir organizmada görülen etki diğerinde oluşmuyor..
Benzeri şekilde bu bakterinin ürettiği toksin sadece belli böcek familyaları üzerinde etkili, insanda herhangi bir etkinlik gösteremiyor
çünkü böceğin bağırsak hücrelerinde etkilenen hedef proteinler
bizde bulunmamakta. Böyle bir
etki mekanizması olmadığı için de;
böyle bir toksini böcek için taşıyan
bitkiyi siz yediğiniz zaman size hiçbir etkisi olmuyor. Tabii bu böyle
algılanmadığı için doğal olarak son
tüketici ya da kullanıcı birdenbire
103
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM
104
Bu da bazı endişeleri ortadan kaldırıyor. Özellikle de yeni nesil uygulamalarda, transgenik teknolojiler sadece bir-iki tane ticari ürün
boyutunda tartışılıyor; bakteri genini yediriyorsunuz bize, yabancı
ot genleri kullanılıyor vs. gibi. Aslında bunun ötesinde çok ilginç uygulamaları var. Bunları önümüzdeki beş ile 10 sene arasında
kullanımda göreceğiz. Bunlardan
bir tanesi, yenilebilir aşılar; yani
bitkiyi aşı haline getiriyorsunuz, birine elma yediriyorsunuz aşı olmuş
oluyor ya da bir hayvana bir aşı içeren yem oluşturuyorsunuz, hayvanı bu yemle beslediğiniz zaman aşı
olmuş oluyor. AB’de bazı projeler
var, balıklara aşı yaptırabilmek için,
içinde bazı aşı epitopları taşıyan
bitki üretiyorlar. Bu bitkiden de
yem yapıyorlar, balığı da bu yemle
beslediğiniz zaman balığı aşılamış
oluyorsunuz. Özellikle kültür balıkçılığında, aşılama ve hastalıklardan
kayıp çok ciddi boyutlarda. Böyle
bir uygulamayla, çok rahatlıkla çözüm üretmiş oluyorsunuz. İnsanlar
için bu geçerli, özellikle gelişmekte
olan ülkelerdeki insanları aşılamak
oldukça zor ama bu tip bir uygulamayla çok rahat, gıdalarda kullanarak aşıyı yapabilirsiniz; bunun gibi
çok ilginç uygulamalar var. Biz bunlara “yeni nesil transgenik uygulamalar” diyoruz. Belki ülkemiz açısından da çok önemli olabilecek
bir uygulama var; biliyorsunuz,
dünyada günden güne, karbon
sera etkisiyle bir ısınma ve kuraklık
var, tuzlanma var, tarım alanları
daralıyor. Ne yapmanız gerekiyor?
Bu alanlarda nüfus da artıyor, gıda
bulmanız lazım bu insanlara. Tuzlu
ve kurak alanda bitki üretimi yapmak çok kolay değil ama özellikle
bitkilerdeki tuz ve kuraklık mekanizmalarını artırarak tuzluluğa, kuraklığa dayanıklı transgenik bitki
geliştirme yönünde çok ciddi çalış-
Temmuz 2012 • Sayı 49
malar var. Bunun, ülkemiz açısından da çok ciddi kullanım alanları
olabilir. Yakında çalışmaları büyük
firmalar tarafından yapılan ticari
kullanım örnekleri piyasaya çıkacak. Elbette, bir transgenik teknoloji ya da genel anlamda yeni bir
teknoloji kullandığımız zaman, artıları olduğu kadar mutlaka eksileri, daha doğrusu riskleri de vardır.
Önemli olan, bu transgenik bitkileri kullanırken bu riskleri kontrol
edebiliyor musunuz, kabul edilebilir ve alınabilir riskler mi, buna
bakmak gerekiyor. Bugüne kadar
bu risklerin alınabildiği düşünülüyor. Özellikle AB’de, transgenik bitkiler, hayvan yemi olarak çok yaygın kullanılıyor, bir tek orada değil
tüm dünyada. Çünkü, yemin hammaddesi soya ve mısır, transgenik
bitkilerde de soya ve mısır en çok
üretilen, endüstriyel bitkiler. Çeşitli risk analizleri var, raporlar çıkıyor
ve bu raporları genel olarak değerlendirdiğinizde, bilimsel olarak da
baktığınız zaman, bunu yapan çeşitli kuruluşlar var. EFSA (European
Food Safety Authority) var, bunların yaptığı çeşitli çalışmalar var, bağımsız bilim insanlarınca. Buradan
çıkan raporlar var, şu anda eldeki
veriler ışığında, transgenik bitkilerin öngörülen koşullarla kullanılmasında, hayvan ve gıda sağlığı
açısından, bir etki olmadığı söyleniyor ve bu şekilde de bunlar; sadece bizim ülkemizde değil tüm
dünyada, özellikle yemde kullanılıyor.
GDO’lu ürün konusunda
Türkiye’deki araştırmalar
hangi boyutta?
Türkiye’de bu konuda araştırma
yapılıyor. Çeşitli gruplar tarafından, yaklaşık 20 seneden bu yana
bu tip araştırmalar yürütülüyor
Türkiye’de. Yurtdışıyla mukayese
edildiği zaman, sayı oradaki kadar
çok olmasa da, bu işi yürüten belli
başlı gruplarımız var. Ama biliyorsunuz, yeni kanunla Türkiye’de artık transgenik bitki tarımı yapmak
mümkün değil, bizim böyle bir
kanunumuz var. Ancak yurtdışında üretilmiş olan transgenik bitki
ürünlerini Türkiye’ye getirip Biyogüvenlik Kurulundan izin aldıktan
sonra, verilen izin kapsamında
kullanabiliyorsunuz. Bir örnek verelim, diyorsunuz ki; “Ben yurtdışından şu özellikleri taşıyan mısır
getirip burada hayvan yemi olarak
kullanmak istiyorum.” Biyogüvenlik Kurulu alıyor bunu, inceliyor;
daha önce kullanılmış mı, riskleri
nedir, dokümanları inceliyor. Her
bir müracaat için 11 kişilik uzman
bir komite kuruluyor. Bu komitede
görüşülüyor bu ürün her boyutuyla, daha sonra da Biyogüvenlik
Kurulu bir izin veriyor, “Siz bu ürünü Türkiye’ye getirebilirsiniz ve şu
amaçla kullanabilirsiniz.” diyor. İzin
verilmediği halde ya da kaçak kullanılması durumunda bu kanunun
getirdiği çok ciddi yaptırımlar var,
hapis cezasına kadar varan. Çok
yüksek para cezaları var, onun için
de herkes uyar diye düşünülüyor
bu sisteme. Yine de, kaçak kullanım olup olmadığını anlayabilmek
için GDOları izleyebilmeniz lazım.
Transgenik bitkileri tespit edebilmek mümkün, bugünün teknolojisiyle bunun standart yöntemleri
var. Yalnız şunu belirtmekte fayda
var, kullanılan yöntemler, genelde
bizim “polimeraz zincir reaksiyonu” dediğimiz PCR temelli moleküler yöntemler. Yani, bitkinin
DNA’sını alıyorsunuz, bahsettiğim
yöntemlerle bu gen orada mı değil
mi analiz yapıyorsunuz. Fakat şöyle bir şey var, tüm dünyada böyle,
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM
Söyleşi
bu analizleri yaparken belli standartlara uymanız gerekiyor. Belli
standartlara uymadan bu analizleri
yaparsanız, yaptığınız analiz geçerli olmayabilir, çünkü bizim yanlış,
negatif dediğimiz sonuçlar ortaya
çıkıyor. Siz pozitif sonuç alıyorsunuz ama o sonuç aslında pozitif
değil. Bir kontaminasyon, doğadan
karışma olabiliyor, doğru örnekleme yapmazsanız olabiliyor. Onun
için, ISO standartları kapsamında
kullanılan yöntemler var. Siz ancak
laboratuvar olarak bu yöntemleri
birebir kullanıyorsanız, çok oturmuş standart operasyon prosedürü diyoruz bunlara, SOP’leriniz
yoksa, her zaman için çok yüksek
oranda hata yapma ihtimaliniz var.
Onun için de, bu analizlerin her zaman akredite olmuş, bu standartları kullanan laboratuvarlarda yapılması lazım. Bu tip laboratuvarlar
da Türkiye’de var. Tarım Bakanlığı
bünyesinde var, Gıda Analiz Laboratuvarları bünyesinde, ayrıca özel
sektörde de yeni yeni bazı oturmuş laboratuvarlar oluştu. Bir diğer dikkat edilmesi gereken husus
da, bu konuda çok ciddi bir bilgi
kirliliği var. Herkes her kaynağa
ulaşıyor ve yazıyor, herkes yorum
yapıyor. Bizim tavsiyemiz, hani göz
ameliyatı olacaksanız bir göz cerrahına ameliyat olmak her zaman en
doğrusudur ya, bu konuda da öyle
davranılması. Yani, bu konuda bilgi
alacaksanız, tam anlamıyla gerçeği
öğrenmek istiyorsanız, bu konunun gerçek uzmanlarından görüş
almak her zaman iyi, yoksa herkes bir şeyler yazıyor. Ben de göz
ameliyatı yapabilirim, profesörüm
ama siz herhalde bir göz cerrahına
ameliyat olmayı tercih edersiniz.
GDO da böyle bir konu; GDO konusunda herkes okuyabilir, okuduğundan anladığını yorumlayabilir
ama yorumu size bırakıyorum,
doğrusunu herhalde bu konuda
uzmanlığı olan kişilerden almak
daha yerinde olur.
Mevzuatlarımız ne
öngörüyor?
Mevzuata göre, şu anda transgenik
bitkilerin Türkiye’ye ithalatı için izin
almanız gerekiyor. Ciddi bir mevzuatı var, Biyogüvenlik Yasası var, bunun içinde GDO’lar ayrıca ele alınıyor. Biyogüvenlik Kurulu var, özerk
oluşturulmuş bir kurum. Bu kurula
müracaat ediliyor, bunun yönetmeliklerle belirtilmiş prosedürleri
var. Genetiği değiştirilmiş organizmalarda en önemli şey, her olgu
için ayrı ayrı değerlendirme yapacaksınız. Buna “case by case” diyoruz. Size, örneğin, böcek direnci
oluşturulmuş bir bitki geldi, bunu
ele alacaksınız; böcek direnci de
çok farklı yöntemlerle sağlanabilir, daha önce konuştuğumuz “BT”
bunlardan bir tanesidir, hangi yön-
tem kullanılmış, buna göre ele alıp
bu, “transgenic event”in Türkçe
karşılığı olarak kullanılan, olguyu,
tek başına incelemeniz gerekiyor.
Bunu ele aldığınız zaman, mesela
kuraklık direnci olan bir başka bitkiyle karşılaştıramazsınız, onu da
kendi başına ele almanız gerekiyor.
Yaklaşım Türkiye’de böyle, “case
by case”, her olgu için ayrı bir değerlendirme yapılıyor. Onun için
11 kişiden oluşan ayrı bir komite
kuruluyor, farklı disiplinlerden öğretim üyelerinden oluşturuluyor,
bir havuz var o havuzdan seçiliyor
bilimsel kurul üyeleri. Oldukça şeffaf yapılmaya çalışılan bir uygulama, görüşler bir internet sitesinde
yayınlanıyor, siz buna istediğiniz
görüşü yazabiliyorsunuz, yazılanları görebiliyorsunuz. Daha sonra da;
oluşturulan raporlar kapsamında,
Biyogüvenlik Kurulu karar veriyor,
bu ürün şu amaçla kullanılabilir,
Temmuz 2012 • Sayı 49
105
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
HÜSEYİN AVNİ ÖKTEM
şu amaçla kullanılamaz diye. Örneğin, geçenlerde mısır için müracaat oldu, sanırım yedi veya sekiz
değişik mısır için başvuru yapıldı,
incelendi bunlar, yanlış hatırlamıyorsam dört tanesi yem olarak kullanılmak için kabul edildi ama diğerlerini kabul etmediler. Şu anda
da gıda olarak kullanılmak üzere
yapılmış bir müracaat var bildiğim
kadarıyla, o inceleniyor. Bunlar gibi
“case by case” incelemeler yapılıp
açıklanıyor; mevzuatımız böyle.
Çok ciddi cezalar var, izinsiz ya da
verilen izin dışında kullanıma verilen. Örneğin, size yem olarak kullanma izni verildi, mısır getirdiniz;
hayvan yeminde kullanabilirsiniz
dendi, bunun dışında siz bunu un
haline getirdiniz, götürüp ekmek
yaptınız, bu da tespit edildi; hapis
cezasına kadar varan cezalar, çok
yüksek para cezaları var. Sadece
sizin değil, zincirleme olarak, kullanan herkesin belli sorumlulukları
oluyor. Onun için de, çok ciddi bir
izleme, denetleme sistemi kurulması gerekiyor. Bunlar henüz çok
yaygınlaşmadı ama zaman içinde
çok önem kazanacağını düşünüyorum.
Tüketicinin bilgilendirilmesi
için ne gibi uygulamalar
var?
Etiketleme ile ilgili şöyle bir uygulama var, Avrupa mevzuatı da böyle.
Bir gıdanın içinde, binde dokuzun
(% 0.9) üzerinde, yuvarlak hesapla
% 1 diyelim, % 1’in üzerinde GDO
bulunması durumunda bu ürünün
etiketlenmesi gerekiyor. Nasıl etiketleneceğiyle ilgili bilgi mevzuatımızda var; bizim için de geçerli bu,
Avrupa için de geçerli. Ama deniyor ki, binde dokuzun altında bir
oranda GDO içeriği varsa, herhangi bir etiketleme yapmaya gerek
yok. Burada da şöyle bir açıklama
getirmekte fayda var; bazıları diyor
106
Temmuz 2012 • Sayı 49
ki “Neden binde dokuz, hiç olmasın ya da bunun altında olsun; biz
binde beş yapalım.” Tabii, bir olguyu tespit etmeniz gerekiyorsa,
sizin tespit limitiniz var. Dünyada
şu anda mevcut olan teknolojiyle,
bir bitkinin içinde ne kadar GDO
olduğunu tespit edebiliyorsunuz.
Genelde yapılan değerlendirme
ve analizlerle, şu andaki mevcut
teknolojilerle, % 1, % 0.9 seviyesindeki bu algılama sağlıklı oluyor.
Onun için genelde böyle bir limit
konuyor. “Tamam, yapalım.” demek kolay ama bir de bunu takip
edebilmeniz lazım. Bunlar gözetilerek konan limitler bunlar. Ayrıca,
yapılan çalışmalarla, belli bir güvenlik seviyesi belirlenmiş limitler.
Ondan dolayı böyle limitler kullanılıyor, biz de Avrupa mevzuatı ne
kullanıyorsa aynısını kullanıyoruz.
Markette, pazarda alışveriş
yapan insanlara tavsiyeniz?
Benim tüketiciye önerim şu; çok
konuşuluyor tabii, domateste bulundu vs., bunların bazıları doğadan bulaşıklık. Yapılan analizler
sonucunda, böyle olması çok yüksek ihtimal, çünkü bu pahalı bir
teknoloji. Yani şöyle düşünün, bir
firmanın transgenik bir bitkiyi geliştirip, bütün bu güvenlik analizlerinden geçirip pazara getirmesi
bazen 500 milyon doların üstünde
bir maliyet gerektiriyor. Bu kadar
para harcayıp da, bunu getirip
kaçak olarak bir yere sokmak için
uğraşmazsınız... Onun için, spekülasyonlardan mümkün olduğunca
uzak durmakta fayda var. Önemli
olan; iyi bir tespit sistematiği, mekanizması oluşturabilmek ve takip
edebilmek. Yani, çok geniş yayılımla bu ürünlerin kaçak girmesi söz
konusu değil. Onun için tüketiciyi
bu şekilde rahatsız etmememiz lazım diye düşünüyorum, çok teknik
konular çünkü. Ama benim kanaa-
tim görünen de bir endişe edilecek
ciddi bir durum olmadığı. Bir de,
bir endişe konusu; bir toplantida
şahit olduğum, hiç unutmadığım
bir şey: Transgenik mısırın tarımıyla uğraşan bir işçi “Hocam, bunu aldığımız zaman ne yapalım, maske,
eldiven, gözlük mü takalım?” dedi.
Bu seviyede risk yok, bu seviyede
risk olsa bunlar piyasaya sürülmez.
Biliyorsunuz, bir ilacın oluşturduğu
risk, bir firmanın batmasına neden oluyor, milyar dolarlık davalar
açılır hemen. Bu seviyede yüksek
risk içerecek hiçbir ürünü şu anda,
bu Avrupa, ABD, Japonya için de
geçerli, piyasaya sürmek mümkün değil. Onun için, bu analizler
yapılmadan, emin olunmadan bu
tip ürünler kesinlikle piyasaya sürülmüyor. Yani, eldeki verilerle,
yapılan inceleme ve araştırmalarla
gözüken; şu anda anlatıldığı gibi
riskler yok... Hormonla çok karıştırılıyor bu, apayrı konular. Hormonu
yanlış kullandığınız zaman, özellikle bitki ve meyvenin şekli değişir,
bunun gen aktarımıyla hiçbir ilgisi
yoktur, hormon kullanımıyla ilgisi
vardır. Hormon kullanımını da çok
karıştırıyorlar. Bazı hormonlara biz
“bitki büyüme düzenleyicisi” diyoruz, hiç bunları yapmayan şeylerdir, onlar da çok sağlıklı, rahat
kullanılabilecek, günümüz modern
tarımında kullanılan maddelerdir. En azından transgenik bitkiler
anlamında düşünülünce; şu anda
ülkemizde bunlar mısır ve soyada
vardır, bunlar ağırlıklı olarak hayvan yeminde kullanılıyor. Sadece
Türkiye’de değil, Avrupa’da, tüm
dünyada çok ağırlıklı olarak kullanılan ürünler.
Benim son olarak önerim, herkes
bilgiye ulaşırken, nereden bilgi
aldığına dikkat etsin. Özellikle de
GDOlar konusunda...
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Türkiye’de Son Durum
Genetiği Değiştirilmiş
Organizmalar ve
Türkiye’de Son Durum
Prof. Dr. G. Candan Gürakan Gültekin
ODTÜ, Gıda Mühendisliği Bölümü
GDO nedir?
Diğer bir GDO biçimini ise Genetiği Değiştirilmiş Mikroorganizmalar
(GDM) oluşturmaktadır.
GDO’lar ile ilgili çelişkiler:
Günümüzde GDOlar ile ilgili olarak bilim dünyası ikiye bölünmüş
durumda. GDO’ların çıkış amacı
insanlık yararına ve masumane.
Ancak piyasaya geçişi ile, insan
sağlığı, hayvan sağlığı ve çevresel
olası riskler bu üretimleri sorgulamayı getirdi. Kimi bilim insanları
GDO’ların sağlayacağı avantajların
nüfus artışıyla başgösteren açlığa,
iklim değişikliğinin getirdiği kurak-
Fotoğraf: Talat Doğan
Genetiği değiştirilmiş organizmalar
(GDO) genetik materyalleri (DNA),
doğal çiftleşme veya doğal değişim
ile oluşamayacak şekilde değiştirilmiş olan organizmalar olarak
tanımlanmaktadır. GDO yaratmak
için, laboratuvar koşullarında bir
organizmadan, GDO olarak tanımlanacak baska bir organizmaya
DNA (Genetik materyal) transferi
söz konusudur. Bu yolla genetiği
değiştirilen organizmaya istenilen
özellik veya özellikler kazandırılabilmektedir. Günümüzde bu yolla (rekombinant DNA yöntemleri
kullanılarak) GDO olarak yaratılan
bitkiler ‘‘transgenik’’ olarak isimlendirilmektedir.
lığa ve gıdalarda kıtlığa engel olabileceğini savunurken, diğer bilim
insanları insan sağlığına, çevreye
olası zararlarının GDO’ların getirisinden daha fazla olabileceğini
savunuyor.
GDO’ların kullanım alanları:
Dünyada GDOlar iki yolla piyasaya girebiliyor; tohumlar olarak
ekilmek üzere ve hayvan yemi
veya gıda olarak marketlerde, pazarlarda ve çoğunlukla da ambalajlı halde satılmak üzere. Tohum
olarak ülkemize GDO’ların girişi
Tohumculuk kanunu ile yasaklanmış bulunmaktadır. Gıda ve yem
olarak GDO’lu ürünler ise, Avrupa
Birliği’nde olduğu gibi Türkiye’de
de izin verilen (onaylı) ve izin verilmeyen (onaysız) ürünler olarak
guruplara ayrılacaktır. Onay almamış ürünlerin ithalatı yasak olacaktır. Bugünlerde gıda ve hayvan
yemi amaçlı onaylanmış GDO’lu
ürünlerin piyasaya sunulması gündemdedir.
Temmuz 2012 • Sayı 49
107
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Türkiye’de Son Durum
Dünya ülkelerinde farklı
uygulamalar:
Ülkelerin GDO’lar konusunda farklı
yaklaşımları bulunmaktadır. Örneğin ABD’de uygulama ile Avrupa
Birliği’nde GDO uygulamaları birbirinden oldukça farklıdır. Hatta
bazen AB’ye üye ülkeler bile kendi
aralarında anlaşmazlığa düşmektedirler. ABD de otoriteler örneğin
FDA (Gıda ve İlaç İdaresi) tarafından onaylanmış ürünler etiketlenmek zorunda değildir, buna karşın
AB’nde daha katı kurallar uygulanır ve onaylı GDO ürünler etiketlenmek zorundadır. Biyogüvenlik
yasası ile, Türkiye’de de gıda olarak
tüketilecek ve hayvan yemi olarak
kullanılacak GDO ürünlerin etiketlenmesi zorunluluğu getirilmiştir.
AB’nde onaylı/onaysız
GDO’lu ürünler:
AB dahil birçok ülkede onay almış
olan ve piyasada en sıklıkla bulunan ürünler soya, mısır, pamuk ve
kanola bitkisi ve bu GDO’lu ürünlere transfer edilmiş, gen haritaları
farklı olan DNA parçacıkları içeren
çeşitleridir. Onay almamış ürünler
ile ilgili olarak zaman zaman krizler
yaşanmış, bu ürünler piyasaya dağıtılmış veya ekilmiştir. AB’nde ve
ABD’nde izinsiz piyasada bulunan
ürünler geçmiş yıllarda kriz yaratmıştır. Örneğin Bt10 isimli GDO’lu
mısır otoritenin izini olmaksızın
2001-2004 yıllarında yanlışlıkla
üretici firma tarafından piyasaya
verilmiştir. AB’nde de piyasada bulunmuş ve Bt10 krizi ismi verilen
olay yaşanmıştır. Olay GDO üretici
firmanın yüklü bir ceza ödemesine
neden olmuştur. Benzer bir olay
Taco shell üreten Taco bell isimli
bir firmanın hayvan yemi olarak
onay almış ancak gıda maddelerinde bulunması onaysız bir mısır çeşidini (starlink), ürünlerinde
kullanması ile patlak vermiştir. Bu
108
Temmuz 2012 • Sayı 49
Günümüzde GDOlar
ile ilgili olarak bilim
dünyası ikiye bölünmüş
durumda. GDO’ların
çıkış amacı insanlık
yararına ve masumane.
Ancak piyasaya
geçişi ile, insan
sağlığı, hayvan sağlığı
ve çevresel olası
riskler bu üretimleri
sorgulamayı getirdi.
ürünler ABD de 2000 yılında piyasada bulunarak krize neden olmuştur. Ürünleri piyasaya sunan aracı
firma kendi isteği ile ürünleri piyasadan geri çekmiştir.
AB’nde GDO çeşidi nasıl
onay alır?
AB Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA)
biyoteknoloji firması tarafından
üretilen ve yine aynı firma tarafından piyasaya verilmek üzere
başvuruda bulunulan çeşit üzerinde bilim komiteleri yardımıyla risk
değerlendirmesi yapar, piyasaya
verilmesi konusunda görüşünü
Avrupa komisyonuna sunar, Avrupa Komisyonu da uygun bulursa
ve bağımsız bir komite olan ‘‘Gıda
Zinciri ve Hayvan Sağlığı Daimi
Komitesi’’nin de olumlu görüşü var
ise onaylar. Anlaşmazlık durumunda Bakanlar Konseyi de devreye girer. Onaylar süreli olarak verilir.
Firma, GDO çeşidine gıda olarak,
hayvan yemi olarak veya tarlaya
ekim için onay almak amacıyla
başvuruda bulunur. Bu ürünlerden bir çoğu hayvan yemi ve gıda
olarak, ender olarak da bazısı ekilmek amacıyla onay alabilmektedir.
Örneğin, AB’nde şimdiye kadar
çok sayıda (yaklaşık 21 adet) GDO
mısır çeşidi gıda ve yem olarak ithalat için onay almıştır ancak ekilmiş olan GDO mısır çeşidi ve ekim
yapan ülke sayısı sınırlıdır. Üye
ülkeler kendileri için ayrı kararlar
alabilme özgürlüğüne sahip olduklarından, bazı AB ülkeleri ekim ve/
veya gıda ve yem olarak satış için
AB-onaylı-çeşitlerin bazılarına üye
ülkede yasak koymayı tercih etmiş
bulunmaktadır.
AB’nde onay almış GDO
çeşitleri:
Zararlılara karşı mücadele tarımda
pestisitle (böcek öldürücü ilaçlar)
ya da GDO’larla yapılabilmektedir.
Her nekadar üretici firmalar aynıysa da, tarımda GDO’lu ürünlerden
bir çoğu tarım ilaçlarına rakip oluşturmak amacıyla ortaya çıkmıştır.
AB de onaylı GDO’lu ürünlerden en
yaygın olanı böceklere karşı direnç
sağlayan ve herbisit kullanıldığında
yabancı otlar yok edilirken zarar
görmeyecek şekilde tolearans geliştirilmiş çeşitlerdir. AB’nde ekilen
GDO’lu mısır, Bt mısır çeşidi olup,
bitkide böcek direnci sağlayan ve
toksin (Bt toksin) oluşumuna neden olan bir bakteri (Bacillus thuringiensis) genini içermektedir.
GDO’lu ürünlerle ilgili eşik
değer uygulamaları :
AB GDO konusunda diğer ülkelere
kıyasla daha katı kurallar uygulamaktadır. Onay almamış GDO’lar
için sıfır tolerans kuralı uygulanır.
Bir çeşitte GDO oranını tespit etmek için miktar tayini yapılması
gerekmektedir. Bu da bitkinin genomunda bulunan bitkiye özel gen
ile değiştirilmiş olan gen arasında
korelasyon kurarak belirlenmektedir AB’nde onaylı ürünlerde yüzde
0.9 eşik değer uygulanmaktadır. Bu
değerin üzerinde GDO bulunduran
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
Fotoğraf: Aydın Tiryaki
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Türkiye’de Son Durum
ürünlerde GDO olarak etiketleme
zorunluluğu vardır. ABD’nde ise
herhangi bir etiketleme kuralı yoktur. Bu ürünleri etiketlemek zorunluluğu yoktur. Japonya’da etiketleme için GDO eşik değer (treşold) %
5, Kore’de %3, Rusya’da %0.9 dur.
GDO’ların izlenmesi:
GDO’lu ürünü üreten şirketler genellikle bu ürünü izlemek, gerekli
durumlarda varlığını tespit etmek
için de laboratuvar metotları geliştirmektedirler. AB’nde JRC (Joint
Research Center) isimli üye ülkelerin oluşturduğu, merkezi İtalya,
Ispra’da bulunan araştirma birimi
tarafından bu metotlar ve yeni
geliştirilmiş diğer metotlar test
edilir, validasyonu gerçekleştirilir.
GDO’lu bir ürünü tespit için oluşturulan yeni bir metot valide edilmelidir. Bu metot geliştirme ve
validasyon çalışmalarını Türkiye’de
ise yaklaşık 3 yıldır (Eylül 2009 dan
beri) Ulusal Referans Laboratuvarı
yürütmektedir.
Türkiye de GDO
yönetmeliği:
Türkiye’de biyogüvenlik Kanunu
26 Mart 2010 tarih ve 27533 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
Kanun’a ilişkin ‘’Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik’’ ve ‘‘Biyogüvenlik Kurulu ve Komitelerin
Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik’’ 13 Ağustos 2010 tarihli
ve 27671 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Biyogüvenlik Kanunu
26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. GDO ve ürünleri ile ilgili
yapılan başvuruların değerlendirilmesi Biyogüvenlik kurulu tarafından yürütülmektedir. Biyogüvenlik
kurulu tarafından uzmanlar listesinden seçilerek oluşturulan ve her
biri 11 kişiden oluşan bilimsel komiteler, GDO’lu ürün için yapılan
başvuruyu bilimsel açıdan değerlendirmektedir. Bilimsel komiteler
tarafından hazırlanan risk değerlendirme raporları Biyogüvenlik
Kuruluna sunulmaktadır.
Türkiye’ye giren ambalajlanmış
onaylı gıda olarak tüketilen GD
ürünlerin etiketlenmesi gereği,
ürünü seçme özgürlüğünün olması
nedeniyle tüketiciyi rahatlatacaktır. Diğeryandan, GDO’lu ürünle
beslenen hayvanın eti, sütü veya
GDO’lu ürünlerden elde edilmiş
nişasta, şeker şurubu gibi işlenmiş
ürünler söz konusu olduğunda bir
etiketlemeye gidilmemesi (AB’de
uygulanış biçimi de bu şekilde)
durumu, bu konuya hassas olan
tüketiciyi memnun etmeyecek gibi
görünmektedir.
Temmuz 2012 • Sayı 49
109
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
SERTAÇ ÖNDE
Biyolojik Bilimler Bölümü’nden
Doç. Dr. Sertaç Önde ile GDO,
Zirai İlaç ve Tohumu Konuştuk
Söyleşi: Aylin Turgut Ecevit
Sera ve tarlada kullanılan
tohumların ne kadarı
yurtdışından geliyor?
Bu, hangi tür meyve ve sebzenin
kullanılacağına göre değişiyor. Bazıları yurtdışı kaynaklı, domates
110
Temmuz 2012 • Sayı 49
İsrail’den mesela. Ama Türkiye’de
de çok sayıda tohum üreten şirket
var, kimi Bursa kimi Antalya tarafında. Dolayısıyla bu tohumların hepsi yurtdışından geliyor demek de
mümkün değil. Yurtdışından alma-
ya gereksinim duymuyoruz. Ama
bazı durumlarda, bu bir ihtiyaç haline gelebiliyor, domateste olduğu
gibi. Bunu piyasanın şartları belirliyor. Piyasanın arz-talep dengesine göre, illa şu tipte, özellikte bir
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
SERTAÇ ÖNDE
1960’lı, 1970’li yıllarda
yoğunlukla klorlu tarım
ilaçları kullanılıyordu,
DDT gibi. Bunlar
doğada çok uzun
süre kalabilen,
zehirli ve doğada
ayrıştırılamayan
ilaçlardı.
Dünyayı en çok kirlettiği
söylenen 12 kimyasaldan
Bazı tohumların GDO’lu
9’u zirai ilaç. Zirai ilaç
olma olasılığından yola
kullanımındaki görüşleriniz?
çıkarak, bu konudaki
Pazardan aldığımız elma,
görüşünüz?
çilek, domates ne kadar
Bazı tohumların GDO’lu olması sağlıklı?
konusuna gelirsek; bir kere, şu andaki mevzuata göre, GDO’lu tohumun satılması ve tarımsal olarak
kullanılması yasaklanmış durumda. Dolayısıyla, bir tohum aldığınızda bunun GDO’lu olma şansı
neredeyse sıfır. Ama bir tohumun
GDO’lu olup olmadığını araştırabilmek için bir takım çok uzun analiz
yöntemleri söz konusu. Sadece
belli bir kısmına bakıp ya da şüphelendiğiniz genin bir kenarına,
köşesine bakarak, var - yok analiziyle bunu ortaya koyamazsınız.
Dışarıdan göründüğü kadar kolay
değildir, uzun bir süreçtir. Dikkatli
olmak gerekir, çünkü kanuni yönleri var bunun. Birinin bir tohumuna,
yada ürününe “Bu GDO’lu.” demeniz için çok farklı bir sürü genetik
analiz yapmanızı gerektirir... Bunu
da; bilen, bu konuya hakim kişilerin yapması gerekiyor. Şu anda,
Türkiye’de devletin kurduğu bir takım tanı laboratuvarları var. Fakat
bunlar ne kadar konuya hakim kişilerce yürütülüyor ve ne kadar hassas analizler yapılıyor, bu konuda
çok emin değilim.
Tabii ki çok fazla kullanılıyor, böcek
öldürücüler özellikle. Ama başka
da yolumuz yok böcekle mücadele konusunda, çünkü tarımsal
üretimin en büyük çıktılarından bir
tanesi ürün kayıpları. Dolayısıyla
ürün kayıplarını azaltmak önemli
bir sorun çünkü dünyada ekilecek
ve dikilecek toprak miktarı belirli, bunu artıramıyoruz. O zaman,
sınırlı topraktan verimi artırmak
gerek, bunun da genetik olarak bir
sınırı var. O zaman üçüncü kalem;
kaçışları, zararı minimize etmek
için size zarar veren canlılarla mücadele etmek zorundasınız. Geçmişe göre tabii ki kimya endüstrisi de gelişme gösterdi. 1960’lı,
1970’li yıllarda yoğunlukla klorlu
tarım ilaçları kullanılıyordu, DDT
gibi. Bunlar doğada çok uzun süre
kalabilen, zehirli ve doğada ayrıştırılamayan ilaçlardı. Hatta üniversite 3. sınıftayken ben bir proje yapmıştım ve Çukurova’da bu ilaçların
toprakta ne kadar çok biriktiğini
göstermiştim. 1970’li yıllarda DDT
yasaklandı Türkiye’de, ama ben
1985 yılında bu çalışmamı yaptığımda Çukurova topraklarında
hala DDT vardı. Dolayısıyla bu DDT
ve benzeri klorlu tarım ilaçları sıkıntıydı ve çok zehirliydi bunlar.
Ama zaman içinde bu endüstri de
bunun farkına vardı ve klorlu tarım
ilaçları yavaş yavaş terk edilip doğada daha kolay parçalanabilen ve
değişik ekolojik kompartımanlarda
zehri daha az olan fosforlu tipte tarım ilaçlarına geçti. Yani, endüstri
de boş durmuyor, bu zehrin miktarını ya da tipini azaltma yönünde
çalışmalar yapıyor ama neresinden bakarsanız bakın bu bir zehir.
Bunların da çok farklı tipleri var,
uygulama şekilleri farklı.
Söyleşi
domates istiyorum dendiği zaman
ve sizin ülkenizde bu üretilmiyorsa;
o zaman doğal olarak yurtdışından
bunu getirtmek yoluna gidilebiliyor. Ben de alıyorum kimi zaman,
kendi evimde dikiyorum. Şu anda
evimde büyük bir saksıda kişniş
ve reyhan üretiyorum. Bunların
tohumlarını da gittim bir yapı marketten aldım. Dolayısıyla, zaten
yıllardır piyasada satılıyor bunlar.
Kimi yabancı kimi Türk menşeili.
Bu konuda benim bir sıkıntım yok
en azından. Çünkü bunların üstünde çok fazla oynama olduğu gibi
bir şey söz konusu değil.
Sorunun devamında pazardan aldığımız elma, domates, çilek ne
kadar sağlıklı demişsiniz. Bunlara
da kimyasal ilaç uygulanıyor. Ama
kimyasal ilaçların temel sıkıntısı;
sebze ve meyvenin üstünde bıraktığı kalıntı miktarı. Eğer siz bunu
suyla karıştırıp tarlada uygulama
yaptıysanız, böceği öldürdükten
sonra, meyvenin - sebzenin üstünde belirli bir miktar kalıntı bırakıyor. Geçenlerde, yurt dışına gönderilmek için yola çıkarılan biberler
sınırdan geri döndü. Çünkü üstündeki kalıntı miktarı Avrupa standartlarının çok üstündeydi. Bunun
için de yiyeceğiniz meyveleri iyi yıkamanız ve bu kalıntının suyla olabildiğince akıtılması gerekir. Bizim
çocukluğumuzda kolera gibi salgın
olduğu zaman potasyum permanganat hapları dağıtılırdı; alır, suya
koyardık ve sebzelerimizi o suyla
yıkar, mikrobu öldürürdük. Buna
benzer şekillerde, sirkeli su ve benzer yöntemler kullanılarak sebze
ve meyvenin suda bekletilmesi ve
iyi yıkanmasıyla bunlar olabildiğince uzaklaştırılabilir. Organik tarım
dediğimiz konu var. Bana sorarsanız, organik tarımın da ciddi sıkın-
Temmuz 2012 • Sayı 49
111
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
SERTAÇ ÖNDE
tıları var. Çünkü hiç ilaç, kimyasal
kullanmayacağız diyerek, üstünde
yine patojen küflerin olduğu veya
doğada bulunan bir takım canlıların olduğu meyve-sebzeler pazara
geliyor, siz organik diye bunu alıp
yiyorsunuz, bazı küflerde biliyorsunuz aflatoksin gibi kanser yapıcı çok fazla sayıda kimyasallar da
olabiliyor. Dolayısıyla organik tarım o kadar da sağlıklı olamayabiliyor, bazen. Tavuk, yumurta, keza
süt öyle. Endüstrinin bazı patojen
organizmaları engellemek için
kullandığı yöntemler eleştiriliyor
ama bir yanda da sütten ya da yumurtadan gelebilecek bir sürü enfeksiyon riski ya da aflatoksin gibi
hususlarda sıkıntılar çıkabiliyor.
Dolayısıyla bu konuda çok da fazla
bir şey yok. Yani biraz oradan, biraz
buradan fedakârlık yolundasınız.
Yüzde yüz sağlıklı, güvenilir bir şey
bulmak neredeyse imkansız.
112
Temmuz 2012 • Sayı 49
Üretici açısından
baktığımızda devletin
GDO’lu ürünler, zirai ilaçlar
konusundaki tutumu ne?
Devletin GDO ile ilgili tutumu “Ne
ektiririm ne de diktiririm.” Fakat
yasa böyle diyor, görüyorsunuz,
Türkiye’ye bir takım GDO’lu ürünlerin girmesi için yasa çıkartılacak
yakında ve bunlar sıkıntı olacak.
Bana sorarsanız; devlet şu anda
çok da fazla denetleme yapamıyor,
daha doğrusu yapmak işine gelmiyor. Bence en önemli yapılması
gereken şey; etiketleme yapılması.
Yasada etiketleme zorunluluğu var
ama devlet muhtemelen bunun
üstünde durmayacak. Ama bana
göre GDO konusunda ilk yapılması
gereken şey; içinde binde dokuzdan daha fazla GDO malzemesi bulunan herhangi bir gıdanın “İçinde
GDO bulunmaktadır.” şeklinde etiketlenmesi. Çünkü bunu yaptığınız
zaman tüketiciye bir şans tanıyor-
sunuz, GDO’lu yemek istiyorsan
budur, istemiyorsan da budur şeklinde. Avrupa bunu çok sık uyguluyor ama Amerika uygulamıyor
mesela. Bence her şeyden önce
bunun yapılması lazım. Ondan
sonra yasalarda belirli noktalar var,
bu noktalar kanun önünde uygulanır, uygulanmaz ama tüketici hakları açısından en önemlisi etiketleme konusu. Zirai ilaçlar konusunda
hele, devletin hiçbir yaptırımı yok.
Köylü istediği ilacı, istediği miktarda uygulama özgürlüğüne sahip.
Zaten ilaçlar piyasada satılıyor.
Ve ne yazıktır ki, bizim köylümüz
de çok eğitimli olmadığı için ilacı
yanlış kullanıyor çoğu zaman. Bu
şekilde kullandıkları zaman böcek
buna direnç kazanmaya başlıyor,
aynı böceği öldürebilmek için sonraki sene daha fazla ilaç kullanıyor. Bu çok ciddi bir sorun. Sadece
tarlada değil serada da bu böyle.
O yüzden, bence ilaç konusunda
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
SERTAÇ ÖNDE
Topraksız tarım nedir?
Topraksız tarım, hidroponik dediğimiz bir yöntem. Seradaki bitkiye, toprak yerine içinde bitkinin
ihtiyaç duyabileceği her türlü mineral olan su bazlı bir sıvı sistemi veriyorsunuz, bitki kökleriyle
bu sıvıdan besleniyor. Topraktan
alabileceği her şeyi bu sıvıyla bitkiye verebildiğinizden dolayı maliyet açısından, bakım açısından
ve daha sonraki bir sürü maddi
çıktıları azaltacak bir yöntem.
Antalya’da ve Türkiye’nin diğer birçok yerinde yapılıyor. Ama bu mudur, toprak mıdır, tabii ki topraktır.
Siz bitkiye istediği her şeyi de verseniz sonuçta çıkan domates veya
sebzeler doğada büyüdüğü kadar
lezzetli ve kaliteli olamıyor. Bu sistemin avantajı mevsiminde olmayan bitkileri hızlı büyütebilmektir.
Ama ben Eylül-Ekim gibi domates
yemeyi bırakırım, Nisan-Mayısa
kadar yememeye çalışırım. Hem
fiyatı yüksektir, hem de tatsız tuzsuzdur ve bunlar genelde bu hidroponik seralardan gelirler. Herkes
bunu yapıyor demiyorum; yapanlar var, yapmayanlar var. Ama ben
olabildiğince kendi şartlarında ve
zamanında yetişen meyve-sebze
yeme taraftarıyım.
Genetiği Değiştirilmiş
Organizma (GDO) olarak
adlandırdığımız gıdalar
nedir? Neden GDO’lu
gıdalara bu kadar tepki var?
Günümüzde doğaya veya
insan sağlığına zararı olduğu
kesinleşen GDO’lu ürün var
mı?
GDO konusuna gelirsek; bir kere
GDO genetik değişikliğe uğratılmış organizma demek. Dolayısıy-
la buna gıda demek doğru değil.
Bunlardan mamul gıda üretirseniz
“GDO içeren gıda” diyebiliriz buna.
GDO’lar organizma olduğu için;
bu, hayvanlardan tutun bitkilere
ve mikroorganizmalara kadar geniş bir yelpazedeki canlı organizmaları içerir. Buna tarihsel olarak
bakarsak; en eski uygulaması alkol
olsa da peynir ve yoğurt en yaygını. Çünkü sütten yoğurt ve peynir
üretilmesi için laktobasil denen bir
bakteri türü kullanılır ve bu bakteri
de sürekli genetik değişikliğe uğratılır, her firmanın kendi laktobasil
türü vardır. O yüzden bir markanın
sütü ve yoğurdu diğer bir firmanınkinden farklıdır. Bu tamamen,
bakterinin içine koyduğunuz genin
üstündeki ufak tefek değişikliklerin
enzimde oluşturduğu farklılık dolayısıyla ürettiğiniz yoğurtta lezzet
farklılıklarını yaratma konusudur.
Dolayısıyla, esasında, biz yüz yıllardır GDO yiyoruz. Ama son dönemde tartışmanın esas çıktığı nokta
GD bitkiler, yani genetik değişikliğe
uğratılmış bitkiler. Esasında, baktığınız zaman, bu GDO’lu bitkiler konusunda en büyük sorun -ki bana
sorarsanız GDO teknolojisinin en
akılsız uygulamasıdır- Bt Mısır konusu. Bacillus thuringiensis dediğimiz bir toprak bakterisi bu. Bu bakterinin ürettiği bir zehir geni var, bir
kristal protein üretiyor bu. Bu bakteri farklı tiplerde bu proteinden
üretiyor . Bu farklı proteinler de
farklı böcek gruplarını öldürebilme
yeteneğine sahip. Bilim adamları
da demiş ki; “Biz bu geni alıp bir
bitkiye koyarsak, böcek geldiği zaman bitkiden ilk ısırık aldığında, bu
bitkinin ürettiği protein vücuduna
nüfuz edecek ve böcek ölecek.” Bu
yolla zirai ilaç kullanılmayacak ve
doğa dostu bir uygulama olacak
denerek yola çıkıldı. Fakat baştan
sorunlu olacağı belliydi, zaten de
problem oldu. Mısır koçan kurdu
dediğimiz bir kurt var, bu kurda
karşı yapılıyordu bu uygulama. Laboratuvarda bakıldı ki; beş jenerasyon sonra böcekler bu gene karşı
direnç kazanmaya başladılar. Buna
ilaveten bir takım garip uygulamalar yapıldı. Starlink mısır insanlarda çok hiper alerjik reaksiyonlar
oluşturdu ve piyasadan toplatıldı,
şu anda hayvan yemi olarak piyasaya sürülüyor. Daha sonra bazı
tıbbi çalışmalarda, Bt mısır ile beslenen memeli canlılarda kansere
benzer oluşumların başladığı gözlemlendi. Hala çalışmalar yapılıyor, Bt mısır kanser yapıyor demek
doğru değil ama bir sıkıntı var orada. Fakat bu Bt uygulaması dışında yüzlerce GDO uygulaması var.
Yine bir Brezilya fındığı geni soya
fasülyesine aktarıldığında alerjik
bir sorun çıktı. Ama onun dışında
piyasada koparılan yaygaranın ne
kadar boş olduğunu, bu alanı iyi
incelerseniz, görüyorsunuz. Kaldı ki; konu sadece gıdayla ilgili de
değil. Hayvancılık sektöründe, çiçekçilik sektöründe de uygulanıyor. Yemediğimiz bitkiler için de bir
takım çok güzel uygulamalar var.
Nitekim; A vitamini eksikliğinden
dolayı Güneydoğu Asya’da muhtelif hastalıklar ortaya çıkar, çünkü
yoğunlukla pirinç ile beslenirler.
Yine GD teknolojisiyle proA vitamini sentezleyebilen bir grup gen
pirince, karnabahara, şekere, patatese kondu ve bu bitkileri yiyerek,
insanlar A vitamininin ön formunu alarak en azından vücutlarının
ihtiyaç duyduğu kadar A vitamini
alacak hale getirildiler. Dolayısıyla
bazen insanlık bazen çevre için çok
güzel uygulamalar var. Bir teknolojiyi kötü bir uygulama yüzünden
tamamen silmek bana çok yanlış
geliyor. Ayrıca, kimya endüstrisi
konusunda konuştuğumuz olaya
benzer olarak, bu GDO’lu bitkileri
üreten şirketler de boş durmu-
Temmuz 2012 • Sayı 49
Söyleşi
devletten önce her zamanki ortak
sıkıntımız eğitim. Köylünün çok iyi
eğitilmesi gerekiyor. Esasında köylümüz çok akıllı ama eğitim yok.
113
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
SERTAÇ ÖNDE
yor. Sorunları görüyorlar ve yeni
iyileştirmeler yapıyorlar. Peki, bu
şirketler iyi, süper şirketler mi?
Değil, muhakkak paranın derdindeler. Çünkü sonuçta adam yatırım
yapıyor, ucuz bir iş değil bu. Adam
sonuçta ürününü satmak istiyor. O
zaman da kötü ya da istenmeyen
yönlerini törpülemeye başlıyor.
Nedir bu? Mesela endişelerden
bir tanesi şuydu: Bitkiye bir gen
koyarsak, bitki tozlaşma yapmak
için polenlerini saçtığında, başka bitkileri döllediğinde, polenler
genetik kaynakların kirlenmesine
yol açabilir. Evet, doğru. Fakat yeni
teknoloji ne yaptı? Çiçekli bitkilerin çoğunda dişi organ, yani dişi
114
Temmuz 2012 • Sayı 49
üreme hücresi olan yumurta ve
polendeki sperm birleşir ve yeni
bitki oluşur. Şimdi polene baktığınızda; polende sperm var ama
spermde kloroplast yok. Dediler ki;
o zaman, geni hücrenin çekirdeğine koymak yerine kloroplastın içine koyarsak dişi yumurtanın içinde
kloroplast var ama polende yok,
dolayısıyla polen kaçsa bile içinde
bu genle kaçamayacak. Dolayısıyla
çevrecilerin en çok rahatsız olduğu
veya ekosistem konusunda sıkıntıları doğuran bu gen kaçışı sistemini
çözme yoluna gitti sektör. Bir takım
endişeler yine etiketleme yoluyla
çözülebilir. Şöyle bir senaryo var
mesela: Sizin domatese karşı aler-
jiniz var. Domates yediğiniz zaman
içindeki bir protein yüzünden alerji oluşturuyorsunuz ama patatese
karşı yok bu alerjiniz. Tesadüf ya,
domatesteki bu geni alıp patatese koydular ama sizin haberiniz
yok tabii. Patates yediğiniz zaman
korkunç bir anaflaktik şok geçirerek ölme ihtimaliniz de var. Elbette hangi gen nereye kondu bilgisi
yazılamaz, çünkü bunlar ticari sır
kapsamında. Ama devletin zaten
kanunlarında olan bu etiketleme
yapılırsa ve siz alerjik bir kişiyseniz
bu patatesi yemek yerine doğal bir
patatesi yiyeceksiniz. Dolayısıyla
sağlık açısından da çok önemli bu
etiketleme konusu. Bunun muhak-
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
SERTAÇ ÖNDE
GDO’lu ürün konusunda
Türkiye’deki araştırmalar
hangi boyutta?
Türkiye’de, GDO’lu bitkilerle ilgili
araştırma yapan çok fazla yer var.
Benim laboratuvarımda, Ankara
Ziraat Fakültesinde, Çukurova’da,
TÜBİTAK MAM’da yapılıyor. Birçok
büyük üniversite bu konuda çalışmalar yapıyor. Ama bu çalışmaların çok büyük bir kısmı laboratuvar
aşamasında kalıyor. Zaten bunların
tarlaya çıkarılması, ekilip dikilmesi
konusunda önümüzde birçok mevzuat var. Bu mevzuatı aşamazsınız.
Yani bitkiyi tarlada, deneme amaçlı ekebilmek için bile izin almanız
lazım ki bu izinler genelde verilmiyor. Evet, çalışmalar yapılıyor,
yeterli moleküler altyapıya sahibiz.
İstediğimiz geni istediğimiz şekilde, istediğimiz bitkiye koyabiliyoruz; burada bir sıkıntı yok.
GDO’lu ürün tespiti
yapılabilir mi? Türkiye’deki
olanaklar hangi düzeyde?
Ürün tespiti, bahsettiğim gibi, tabii
ki yapılabiliyor. Yine kanunda yurt
dışından getirilecek bir GDO’lu
ürünün hangi geni içerdiği gibi
bilgilerin, şirket tarafından, size
verilmesi zorunluluğu var. İçine
konan gen belliyse bunun Türkiye
içindeki hareketliliğini izleyebilirsiniz. Kanuni olarak, oradan oraya
satıldığında, örnekleme yaparak
bu gen orada var mı, yok mu anlayabilecek sistemler mevcut. Ama
dediğim gibi dikkatli olunması gerekiyor. Çünkü dikkatsiz yapılmış
bir analiz çok yanlış sonuçlara yol
açabiliyor. Örneğin bu teknolojide
çok kullanılan bir gen parçası var.
Karnabahar mozaik virüsü dediğimiz virüsün bir gen parçasını kullanıyoruz. Fakat bazı, bu konuyu
iyi bilmeyen insanlar sadece bu
gen parçasının varlığına bakarak
bitkinin GDO’lu olup olmadığı
sonucuna ulaşmaya çalışıyorlar.
Ama unutulmaması gerekiyor ki,
bu virüs doğada da var. Dolayısıyla siz bu gen parçasına bakarak
“Bu GDO’ludur.” derseniz yanlış
olabilir; belki GDO’lu değil ama o
virüs var üstünde. Bununla ilgili
çok büyük hatalar yapıldı. Antalya
veya Mersin’de bir gemiden alınan
örneklere GDO’lu mercimek dediler fakat daha dünyada GDO’lu
mercimek üretilmedi. Dolayısıyla
yapacağınız analizi “event specific”
veya “gen specific” yapmak zorundasınız. O yüzden “İçinde şu kadar
parça var, onu bulduk GDO’yu da
bulduk.” derseniz çok ciddi sıkıntılar olabiliyor. Mevzuat, dediğim
gibi, bir takım ihtisas laboratuvarlarının kurulmasını öngörüyor.
Ankara’da bir tane, İstanbul yolu
civarında Tarım Bakanlığının büyük
bir kampüsü var, orada bulunuyor,
Bursa ve Adana’da da var. Belli sayıda bu tip ihtisas laboratuvarlarının kurulması öngörüldü zaten.
Markette, pazarda
alışveriş yapan insanlara
tavsiyeleriniz nelerdir?
Şu ana kadar dünyada en çok dört
tane ürün piyasada geziyor. Diğerleri piyasaya çıkma ehliyeti almadı. Mısır, pamuk, soya fasulyesi ve
kanola dediğimiz bir yağ bitkisi.
Pamuk zaten bizim için çok fazla
problem değil. Tekstil sanayiinde
kullanılıyor daha çok. Yenme açısından baktığımızda; soyada yapılabilecek çok bir şey yok, çünkü
soyayı biz soya olarak yemiyoruz.
Ama soyanın bir sürü ürünü her
türlü yiyecek formulasyonunun
içinde var. Bugün çikolatalara,
gofretlere neye bakarsanız bakın
etiketinde muhakkak soya lafını
görürsünüz. Burada Bt ana sorun,
ama diğer genler, yani örneğin pa-
tatesten alınmış bir gen, soyaya
konmuşsa bunun o kadar büyük
bir sıkıntı olmasını genelde beklemiyoruz. Bir de GDO’lu ürünü nasıl
tükettiğiniz önemli. Eğer çiğ tüketiyorsanız biraz problem olabilir.
Ama bir muameleden geçtiyse;
piştiyse, öğütüldüyse veya kurutulduysa ne DNA ne protein buna dayanamaz, parçalanır. Mesela ben
marketten alışveriş yaparken sadece mısırda, Tarım Bakanlığı’nın
mısırı nereden ithal ettiğine bakıyorum. Dünyada GDO’lu bitkileri
ekip diken ülkeler belli, bunların
listesi var, 25’e yakın ülke. Eğer
bunlardan birinden ithal edildiyse almamaya çalışıyorum. Çünkü
benim sorunum da Bt ile. Ama
onun dışındaki GDO’lulara yafta
yapıştırılmasını ise son derece bilimden uzak, son derece akılsızca
buluyorum. Çünkü bu teknoloji
istesek de istemesek de hayatımıza girecektir. Bakın yine ilginç bir
örnek vereyim: Yenebilir aşılar örneği. Hepimiz çocukken aşılandık.
Aşı çocuklar için travmatik bir durum. Çünkü elinde iğneyle biri geliyor ve etine iğne batırıyor. Buna
ek olarak, son domuz gribi olaylarında gördük. Aşılarda adjuvan
maddelerin kullanılması, bunların
içinde de etil merkür olması sebebiyle, civa kullanıldığı için, çok büyük sorunlar çıktı hatırlarsanız. Aşı,
soğuk zincirle taşınması gereken
bir sistem. Bütün bu problemler
yerine adamlar şunu öneriyorlar:
muz bitkisine aşıda kullanılan virüs veya bakterinin ilgili bir genini
koyarsak bu muz; içinde aşı ile enjekte edilen proteinleri içerecek.
Dolayısıyla çocuk bu muzu yediği
zaman, oral vaksinasyon dediğimiz, ağız yoluyla aşılanmış olacak.
Ne iğne korkusu ne soğuk zincir
derdi ne de etkisini artırmak için
adjuvan madde sıkıntısı ortaya çıkacak. Bu çok güzel bir uygulama.
Temmuz 2012 • Sayı 49
Söyleşi
kak zorunlu olarak uygulanması
gerekiyor.
115
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
SERTAÇ ÖNDE
Bununla ilgili, 1996 yılından beri,
aklınıza gelebilecek her türlü hastalığa karşı çalışmalar başlatıldı.
Bunların klinik deneylerine yavaş
yavaş geçiliyor. Sadece insanlık için
değil; hayvanlarda şap hastalığı da
büyük bir problem. Bu da yine aşı
gerektiriyor, ama bunun yerine şap
hastalığına karşı olan aşının genini
siz yonca bitkisine koyup çayırda,
tarlada büyüttüğünüz zaman ve
hayvanları da salıp bu yoncayla
otlattığınız zaman hayvanları aşılamış oluyorsunuz.
Bu gibi gelecekte inanılmaz faydalı olabilecek teknolojilere, “Bt’ye
karşıyız, o yüzden hiç GDO olmasın” demeyi de çok akılsızca
buluyorum. O yüzden bu konuya serinkanlı yaklaşılmalı. Bence
kıstas şudur: Hangi gen, nereden
alındı, nereye kondu? Bu üç soruyu cevaplarsanız ve bunlarda bir
endişeniz yoksa zaten GDO konusunda bir probleminiz kalmamış
demektir. Mesela Türkiye’ye has
olan buğdayımız var, buğdaya gen
konulmaması gerekir, çünkü genetik kaynakları bizde. Ama patates,
mısır gibi başka ülkelerden gelmiş
bitkilere karşı biraz daha müsamahakar olabiliriz. Bunların da tabii
Türkiye’de uzun yıllar ekilmesi sebebiyle yerel tipleri oluşmuş, bunlara da zarar gelebilir. Ama yine de
az önce bahsettiğim üç soruyu cevapladığınızda sorunlar çok büyük
değil gibi görünüyorsa, insan sağlığı, çevre sağlığı ve diğer konularda çok büyük problem içemiyorsa
o zaman buna karşı olmak da çok
makul değil.
Son bir örnek vereyim, karanfil
sektöründen. Türkiye, Avrupa’nın
neredeyse bütün karanfil ihtiyacını gideren ülkedir. Özellikle
Akdeniz Bölgesinde seralarda yetiştirilir. Fakat karanfilin şöyle bir
sıkıntısı vardır; kestiğiniz andan
116
Temmuz 2012 • Sayı 49
Türkiye’ye has
olan buğdayımız
var, buğdaya gen
konulmaması
gerekir, çünkü
genetik kaynakları
bizde. Ama patates,
mısır gibi başka
ülkelerden gelmiş
bitkilere karşı biraz
daha müsamahakar
olabiliriz.
itibaren karanfil etilen gazı denen bir hormon çıkarmaya başlar
ve bu hormonun da milyonda bir
kısım olması bile yaprakların sulanıp kapanmasına neden olur.
Şimdi siz bu kadar karanfili kesip
kamyonlara koyuyorsunuz. Bunlar
Hollanda Çiçek Borsasına gidiyor,
orada fiyatlandırılıyor. Daha sonra
Avrupa’nın çeşitli ülkelerine geçiyor. Dolayısıyla, karanfil kesildikten alıcı kişiye gidene kadar ciddi
bir kayba uğruyor. Ne yapmışlar
adamlar: Etilen gazını çıkaran geni
susturacak (RNAi) bir forma getirip tekrar karanfile koymuşlar. Bu
karanfil kesildiğinde artık bu gazı
üretemiyor ve 28 gün sonra hala
dün kesilmiş gibi taze duruyor.
Allah aşkına buna neden hayır diyorsunuz? Herhalde insanlarda sürekli bir açlık var ve bütün GDO’yu
yemek olarak görüyorlar. Kaldı ki,
yesen bile Bt gibi gereksiz bir uygulama dışında çok güzel uygulamalar da var. Ben kendimi şöyle görüyorum: Asla karşıcılardan değilim,
her şeyi yapıcılardan da değilim
ama bunun ortasına biraz daha
sempatik duranlarındanım. Muhakkak ön çalışmaların yapılması,
risklerin ve bitkinin belirlenmesiyle hangi genin ona konacağı arasındaki süreçte bir sürü toplumsal
ve ekonomik çalışmaların yapılması gerekiyor. Ama bizler de zaten o
kadar sorumsuz bilim insanları değiliz; tutup da mesela dini ve etik
endişeler adına bir domuz genini
buğdaya koyacak değiliz. Çünkü
dini açıdan insanlar hassasiyetlerini bu noktaya kadar inebiliyorlar.
Yani toplumu bilen, kendi ülkesini
tanıyan, ülkesinin ihtiyaçlarını gören bilim insanları olarak her uygulamaya atlayacak kişiler değiliz.
Dolayısıyla benim toplumsal olarak vereceğim mesaj şudur: Bu işin
gerçekten uzmanı olduğu bilinen
insanların sözüne daha çok değer
verilmesi. Televizyonda, çoğu zaman reyting uğruna, bir karşıtla bir
taraftarı yüzleştiriyorlar ve bu iki
insan birbirini yiyor ve toplum hiçbir şey anlamıyor. Koskoca iki profesör var orada, bir tanesi hayır,
diğeri evet diyor. Bazen ciddi kavgalar çıkabiliyor. Ben kendi adıma
konuşuyorum 1988’de İngiltere’ye
gittim, 1989’da ilk yayınımı çıkardım bitkilere gen transferi ile ilgili;
belki de, Türkiye’de ilk yayın yapan
insan benim. O zamandan beri de
Ankara Ziraat Fakültesi’nden Prof.
Dr. Murat Özgen ile burada birçok çalışmalar yapıyoruz. Sürekli,
her yerde “Dünya’da durum ne?
Türkiye’de durum ne?” bunları anlatan seminerler veriyorum. Biraz
bilimsel yaklaşırlarsa, bu olayın anlatıldığı kadar korkunç olmadığını
görürler. Birinci nesil uygulamadır
bu Bt uygulaması, bu da yavaş yavaş terk edilecek, yeni uygulamalar geliyor arkadan, çok daha çevre
dostu, tehlikesi az, daha sağlıklı
uygulamalar gelecektir muhakkak.
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
Nail Eren
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
ANTALYA’DA
TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
OKAN YURDAKUL ChE’69
AYER TARIM
Söyleşi ve Fotoğraflar: Nihal Gerçek
Seralarda ve tarlada
kullanılan tohumların
kaynağı nedir? Ne kadarı
yurtdışından geliyor?
Firmamız 20 yıldan beri modern
sera olarak hizmet vermektedir.
Bundan önce ya yerli seralar ya da
yerlilere göre biraz daha güçlü İsrail seraları kullanılmaktaydı.1992
yılında sera için karar verecekleri sırada Antalya’da 10 cm kar
yağmıştı. Bu kar bir sürü seranın
çökmesine neden olmuştu. Bizim
patronlar da yanlış yolda olduklarını düşünerek hemen yurtdışına
dönmüşler, Fransa’dan sera ithalatı yapmışlar. Serayı satın aldıktan sonra ne yapacaklarına karar
verememişler bir parça domates, bir parça karanfil yetiştirmeyi
düşünmüşler. Hangisinde başarı
sağlarsak onda devam ederiz, demişler. Hormonsuz domates üretmeye başlamışlar fakat satamamışlar. Satamamalarının nedeni,
piyasada hormonsuz domates yok.
Hormonsuz diye ayırarak satmaya
kalksalar müşteriye nasıl anlatacaklar. Vazgeçmişler ve tamamen
çiçek işine girmişler.
Son yıllarda da hazır sebze fidesi
işine girdiler. Bizde çiftçiler kendi
fidelerini üretmeye çalışırlar. Baş-
118
Temmuz 2012 • Sayı 49
Soldan Sağa: Süreyya Tomruk (Antalya Mezunlar Derneği Eski Başkanı) ve Okan Yurdakul
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
Eskiden köylerde üretilen sebzelerden tohum alınır ve kurutulurdu.
Bunlara tarımda standart tohum
diyoruz. Bir de hibrit tohumlar var.
Tekrar kullanıma açık olmayan bir
tohum çeşidi. Yani domatesten tohum aldınız, sonra o tohumu ektiğinizde bir önceki senenin verimini
alamazsınız. Verim düşüklüğü yaşanır. Ancak, hibrit tohumlar daha
verimli olduğu için tercih ediliyor.
Hibrit Tohum nasıl
üretiliyor?
İsrail ve Hollanda’da bu konuda
çalışan çok firma var. Bu tohumlar melezleme yoluyla üretilmeye
çalışılıyor. Bu GDO’ya girer mi girmez mi bilmiyorum. Çünkü melezlemeyle birbirine gen transferi
gibi bir olay yaşanıyor. Korkulan
gen transferi bu değil. Korkulan
bir bitkiye, bitki olmayan başka bir
genin aktarılması gibi. Bildiğim kadarıyla Amerika’da mısırla ilgili bu
konuda çalışma yapılmış. Mısıra
musallat olan haşerenin devamlı
zarar vermesini engelleyebilmek
için bu haşereyi öldürecek bir gen
bulunuyor. Mısıra bu gen bir bakteriden aktarılıyor. Şimdi diyorlar
ki, bu ürün insana zararlı değil, biz
bunu hayvanlara yem olsun diye
kullanıyoruz. Aslında tehlikeli olan
bu ürün. Bu tür GDO’lu dediğimiz
ürünlerin yasaklanmasıyla ilgili bütün dünyada ve bizde çok ciddi çalışmalar var. Türkiye’ye tohum ya
da fide, herhangi bir ürün (kesme
çiçek, meyve-sebze de olabilir) ithal edebilmek için bu ürünün GDO
içermediğine dair garanti yazısı isterler, o yazı olmadan ürünün itha-
li mümkün değildir. Biz firma olarak sebze kısmını çok iyi biliyoruz.
Mısır, arpa, buğday tohumunda
kaçak var mı bilmiyorum ama yasak uygulanıyor. Gümrükte tohuma birtakım testler yapılır. Bu testlerde çimlenmesine, bakteri vb.
hastalıklarına bakılır ama genetik
değişiklik var mı yok mu diye kontrol edip etmediklerini bilmiyorum.
Hastalık yoksa sağlık raporunu veriyorlar ithalini yapıyorsunuz.
Söyleşi
langıçta bir- iki tane olan fide firması, 16 sene içinde 100’e yaklaştı.
Hatta içlerinden ihracat yapan firmalar bile var. Burada önemli olan
sağlıklı fide üretimi ve tohumdan
çimlenme yüzdesi fazla fide elde
etmek.
Yurtdışından tohum
almaya neden gereksinim
duyuyorsunuz?
Yurtdışından gelen tohum miktarı
çok fazla. Türkiye’de sebze tohumuyla ilgili çalışmalar son 20 sene
öncesinde başlamış. Bunun da ilk
7-8 yılı hiç tohum vermeden geçiyor. Ondan sonra tohumların
piyasada rağbet görmesi, çiftçi tarafından tutulması da bir 3-4 sene
daha oluyor. Dolayısıyla 10 sene
geçtikten sonra tohum üreticisi haline geliyorsunuz. Biz de o sürecin
içindeyiz. Onuncu senemiz olmak
üzere. Kendi ürettiğimiz tohumlar
çıkmaya başladı.
Yurtdışında bu iş 50-60 yıldan beri
yürüyor. Ayrıca çok büyük gen havuzları var, piyasanın istediği çeşitteki ürünü yapılıyor, piyasaya
çıkarılıyor. Ürün iyi satılırsa devam
ediyorlar. Piyasaya aynı üründe
rakip çıktığında ürünlerini değiştiriyorlar. Ellerinde çok fazla gen çeşidi var. Önceleri İsrail hakimiyeti
varken, son 5-6 senedir Hollanda
öne geçti. İsrail’de bu işi yapan iki
büyük firma vardı, birini Hollandalı
bir firma satın aldı. Avrupa’daki ve
diğer ülkelerdeki tohum firmalarını
da Amerikalı bir firma satın aldı, o
da tekel oluşturmaya çalışıyor. Biz
de onlara rakip olmak için çalışıyoruz. 3-4 yerli üretim yapan firmaların ürünleri yerleşmeye başladı.
Temmuz 2012 • Sayı 49
119
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
Zirai ilaç kullanımındaki
görüşleriniz? Semt
pazarından aldığımız elma,
çilek, domates ne kadar
sağlıklı?
Açık alanda yapılan üretimleri
uçakla ilaçlıyorlar. Örneğin bizde
pamuk tarlalarında uçakla ilaçlama yapılır. Tabii yukarıdan o alanı
sınırlandıramadığı için her alana
ilacı atıyor, dolayısıyla ilaçtan etkilenen başka yaratıklar da oluyor.
Bizim modern tarım dediğimiz sera
ya da örtü altı üreticiliğinde yapılan ilaçlama direkt bitkiye yapılıyor. Bunun çevreye zararı şu olabilir: Bazı ilaçlar bitkinin bünyesine
nüfuz eder ve bitki ancak belli bir
süre sonra dışarıya atar. Örneğin
bitkiye bir ilaç verdiğinizde ilacın
üzerinde “Bu ürünü beş gün süre
ile hasat etmeyin.” yazar. Bu ürünü
o günler içinde hasat etmeyenler
olduğu gibi ne yazık ki hasat edenler de var. Bu bilinçsiz çiftçi uygulamasıdır. Bunu şuna benzetirim; bir
enfeksiyon aldınız doktor antibiyotik verdi. Bünyeniz o antibiyotiği
aldıktan bir hafta sonra antibiyotik
dışarıya çıkıyor. Eğer enfeksiyon
geçmediyse bir hafta sonra tahlil
yaptırmanız öneriliyor. Bu da öyle
bir şey. Bitkiye ilaç yapıldıktan belli
bir süre geçtikten sonra hasat yapılması gerekiyor.
Bunların dışında tüketicinin merak
ettiği “hormon” olayı var. Ürün yetiştirirken ürünün döllenip meyve
vermesi için hormon kullanılır. İyi
tarım yapan firmalarda hormon
120
Temmuz 2012 • Sayı 49
kullanılmaz, Bambus arısı kullanılır. Seranın içinde belli uzaklıklarda
arı kovanları vardır, bu arılar seranın içinde dolanarak döllenmeyi
yaparlar. Ancak arının seranın içinde yaşayabilmesi için ısı ve nem olması lazım. Dolayısıyla bizim çiftçilerimizin sera şartları daha iptidai
ise bu şartları karşılayamıyorlarsa
arı koyamıyorlar, arı koyamadıkları
zamanda döllenmeyi sağlamak için
hormon kullanıyorlar. Ancak, hormon ilaç kadar zararlı bir şey değil.
bitkide böyle bir şeye gerek yok,
ancak serada yetişen ürünlerde
gerek var.
Pazara gittiğiniz zaman hangi üründe hormon var bilemiyorsunuz.
Bazı domateslerin üzerinde arı resmi vardır, bunun anlamı arıyla üretimi yapılmıştır. Bunun salkım ya
da başka çeşit domates olmasıyla
bir ilgisi yok. Her tür domateste
hormon olabilir.
Pazara gittiğimizde hangi
Sebze üretiminde hormon kullanı- çeşit domatesi tercih
etmeliyiz?
mı en çok patlıcan ve domateste
görülür. Diğer bitkiler kendi kendilerine döllenebildikleri için hormon kullanılmaz. Mesela biber,
çilek ve salatalıkgillerde yoktur.
Ancak basında bu konuda bilgisi
olmayan insanların verdikleri yanlış beyanlarla – Antalya’dan alınan
salatalık İstanbul’a gelene kadar
yolda büyüyormuş gibi söylemler
çıkıyor. Oysa salatalık hormonsuz
büyüyen bir üründür .
Döllemede, çiçeğin çanağının içine
tozların dökülmesi gerekiyor. Bunu
ilaçla ya da vibratörlerle yapıyorlar. Biz burada bitkileri tele asıyoruz, titreşimi sağlamak için elinde
sopa olan birisi tele vurarak gidiyor. Bütün bitki sallanıyor ve tozlar
dökülüyor. Tabii içerisi nemli olursa o tozlar yapışır, dökülmezler, o
yüzden seranın içinde iklim şartlarının uygun olması gerekir.
En uygun sistem Bambus arılarıyla yapılan sistem. Doğada yetişen
Ayaş domatesi açık alanda yapılan
bir üretimdir bu türde hormon olmaz. Serada üretilen domateste
hormon olur. Hormon ise iki çeşit
olabilir: Ya bitki çiçek açtığı zaman
onu hormonlu suyun içine batırıp
çıkarıyorlar, ya da üstüne sprey
yapıyorlar. Dolayısıyla salkım halindeki domates hormonlu olmaz
diye bir şey yok, olabilir. Tamamen
çiftçiye bağlı. Arılı etiketler de piyasada satılıyor, kimse kontrol etmiyor. Hormonlu domatesin üzerine de arılı etiket yapıştırabilirsiniz.
Artık organik ürünler var,
hatta bunların pazarları bile
var, sadece organik(!) ürün
satılıyor. Ne dersiniz?
Bir kimyacı olarak söylüyorum
bana göre organik ürün bir safsata. Evinin önündeki ağaçtan meyve
toplayıp reçel yapıyor adına organik reçel diyor. Bu organik değil,
doğal reçeldir.
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
Organik tarım üretimindeki kıstaslara baktığınızda, tarla şehirlerarası ana yoldan belli bir km içeride
olacak, havaalanı hattında olmayacak, sanayi bölgesinde olmayacak,
toprakta inorganik gübreler en az
5 yıl kullanılmamış olacak vb. Tohum üretiminde de aynı şey söz
konusu, tohumun 7 seceresi organik olacak, organik tohum yok.
Söyleşi
Tarlada ya da serada kullanılan
gübreler inorganiktir, kalsiyum nitrat, magnezyum sülfat kullanılır.
Bunun için her bitkinin ihtiyacı olan
mineraller çalışılmış, reçeteler hazırlanmış. Mesela gül yetiştirmek
için kaç miligram hangi elemente
ihtiyaç varsa reçetesi hazırlanmış.
Reçeteyi bir tonluk suyun içinde
hazırlıyorsunuz ve beslemeyi yapıyorsunuz. Bunun çevre kirliliği
yarattığı söyleniyor. Bunu dere
suyuna katarsanız çevre kirliliği
yaratır. Eskiden bahçemizde ürün
yetiştirirken hayvan gübresi koyardık, derenin suyuyla da sulardık,
dolayısıyla bu doğal ürünler şimdi
yok. Hayvan gübresi kullanılarak
üretilen ürüne organik diyorlar.
Bitkinin ihtiyacı olan minerallerin
hiçbirinin içinde organik materyal
yok. Şimdi yeni firmalar çıkmaya
başladı organik gübre yapıyoruz
diye. Organik gübreye de magnezyuma ihtiyaç varsa magnezyum,
kalsiyuma ihtiyaç varsa kalsiyum
ekliyorlar. Bitki o organik olan kısmı almıyor ki, bitkinin ihtiyacı olan
o mineraller. Toprağı düşünün, kayaların ufalanmasıyla oluşmuş bir
yapı, bunlar inorganiktir, organik
değil. Orman bölgesindeyseniz
dökülen ağaç yapraklarının karışmasıyla organik bir karışım olur,
ama toprağın yapısında böyle bir
karışım yok. Dolayısı ile birileri bir
şeyler satmak için organik diyor.
Doğrusu; organik değil, “ekolojik”
veya “doğal” olabilir.
Tüketici olarak ilaçlı ürünü
anlayabilir miyiz?
Hayır, anlayamazsınız. Sadece domateste hormonlu olduğunu, ortadan kestiğiniz zaman jöleli kısımda çekirdekler çok belirgin olursa
hormonsuzdur. Hormonlu üründe
çekirdekler belli belirsiz, flu görünümündedir.
Topraksız tarım nedir?
Antalya’da yapılıyor mu?
Topraksız tarımda bitkinin ihtiyacı
olan reçeteyi birebir verebiliyorsunuz. Sebze için uygulanan sistemlerde bitki kaya yünü içinde
yetiştiriliyor. Bunun bitkiye katkısı
yok, kökü tutuyor. Topraksız tarımda perlit, torf, hindistan cevizi kabuğu lifleri, ağaç kabuğu kullanılabilir. Pek çok bitkinin kök yapısının
en ideal ürediği ortam yüzde elli
su, yüzde elli hava tutma kapasitesi olan ortamdır. Bitkinin minerallere de ihtiyacı var, suyun içine
katılır. Biraz önce bahsettiğim gibi
üretim yaparken verilen reçetelerde diyor ki; domatesi suluyorsan
PH değeri 6 olsun, EC değeri 2,3
olsun diyor, siz de çözeltinizi buna
göre hazırlıyorsunuz. Bitki alacağını alıyor, çıkan drenajı da bir yerde
topluyoruz. Yine EC ve PH değerini
ölçüyoruz ve bitki bundan ne kadar faydalanmış onu ölçüyoruz. Biz
bitki ne kadar beslenmiş kontrol
edebiliyoruz ama bunu yapmayan
firma sayısı da çok. Bu firmalar çıkan drenajı ölçmediği gibi bu suyu
ırmağa ya da dereye akıtıyor, işte
o zaman çevre kirliliğine sebep
oluyorlar. Yurtdışında bu drenaj
suyunu dezenfekte edip, yeniden
katkı maddesi ekleyerek yeniden
kullananlar var.
Biz bu drenaj suyunu topluyoruz,
eksik kalan kısmına gübre verip,
topraklı üretimimizde gübre olarak
kullanıyoruz.
Temmuz 2012 • Sayı 49
121
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
HASAN ŞİRİN ChE’78
AGROTALYA
Söyleşi: Nihal Gerçek
Sera ve tarlada kullanılan
tohumların kaynağı neresi?
Ne kadarı yurtdışından
geliyor?
Serada kullanılan tohumların tamamı hibrit tohumdur. Bu tohumların yaklaşık %70’i yurtdışından
geliyor. Serada kullanılan tohumun
ömrü 5 yılı geçmediği için tohumun alındığı yer değişiklik gösterebiliyor. Örneğin çok konuşulan
İsrail’in tohum hakimiyeti domateste söz konusuydu sadece bugün
için geçerli değil. Gündemden nerdeyse tamamen kalkmış durumda.
122
Temmuz 2012 • Sayı 49
Serada kullanılan tohumların
%30’u da yurtiçinde ıslah edilen
tohumlardan elde ediliyor. Bu oran
her yıl artıyor çünkü her yıl kuruluş sayısı da artıyor. Bazı ürünlerde
örneğin biberde bu oran % 100’e
yaklaşabiliyor. Ama domates gibi
rekabetin çok olduğu kalemlerde
bu oran daha düşük.
Yurtdışından tohum
almaya neden gereksinim
duyuyorsunuz? Tek seferlik
ürün veren ve tohum
vermeyen ürünlerden
söz ediliyor. Bu sektörün
içinden birisi olarak sizin
tecrübeleriniz?
Yurtdışından tohum almanın gereğini futbol maçında kaleye atılan
gol gibi düşünmemek lazım. Tohumculuk evrensel bir olay; çünkü
tohum alınıp yenen bir ürün değil.
Çikolata gibi alınıp yenen ya da
otomobil gibi alınıp kullanılan bir
ürün değil. Tohum bir üretim girdisi, hem iç pazar hem de yurtdışında satmayı düşündüğünüz ürünler
hangi tohumdan çıkıyorsa onu
kullanmak zorundasınız. Bugün
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
Tek seferde ürün veren tohumlara
hibrit diyoruz. Hibrit, ana- babanın
çaprazlanmasıyla, tozlanmasıyla
elde edilen yeni çeşittir. Hibrit ile
tekrar tohum almanız mümkün
ama aldığınız tohum söz konusu
hibrit kadar değerli değil. Burada
ana babaya çeken istenmeyen tip
dışı çeşitler çıkabilir. Firmalar çeşitlerini korumak ve ellerindeki bilgi
kaynağını saklamak amacı ile tek
kullanımlık tohumları tercih edi-
yorlar ama bu her yerde mümkün
değil . Bir de hibrit tohumda hibrit azmanlığı dediğimiz özellik söz
konusudur. Yani siz hiçbir tohumu
tekrar üreterek hibritteki verim
artışı, hastalıklara dayanıklılık özelliğini yakalayamazsınız. Tohum dışından örnek verecek olursam, at
ve eşek çaprazlandığı zaman katır
meydana gelir. Katırın dayanıklılığına ne bir eşek ne de bir at sahip
değildir. Ama bir katırdan ikinci nesil alamazsınız.
GDO ürünler ile hibritleri de karıştırmamak lazım.
Bazı tohumların GDO
olma olasılığından yola
çıkarak, bu konudaki
görüşünüz? Bu tür
analizlerle ilgilenebilecek
laboratuvarlar Antalya’da
var mı?
Antalya’da bu işi yapan laboratuvarlar şu an için yok. Ama
Türkiye’de bunların analizini veren laboratuvarlar var. Bazı türler
içinde bu GDO analizlerini portatif kitlerle bile yapmak mümkün.
Türkiye’de tohumda GDO ile üründe GDO ‘yu birbirinden ayırmamız
lazım. Bugün gazetelerde şu kodlu
GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye girişine izin verildi, diye haber çıkıyor.
İzin verilen bunların tohumu değil, bu genetikten üretilmiş olan
son ürünün girişine izin verilmiş
deniliyor. Yani mısır üretilmiştir, şu
genetiği içeren GDO’lu ürünler tavuklara yedirilebilir diye algılamanız lazım. Yoksa Türkiye’de GDO’lu
tohum satışı halen yasaktır. Testleri dahi yapılamaz; çünkü GDO’lu
ürünlerin doğaya bulaşma riski
vardır. GDO’lu mısırla, GDO’suz mısır doğada tozlanıp birbirine bulaşabilir.
O zaman GDO’lu ürünleri
şu an için insan değil de
hayvanlar mı yiyor?
Evet, bugün için böyle söyleyebiliriz. Soya ve mısır için söyleyebiliriz.
Söyleşi
bilgisayar üretirken ben Intel chipe
karşıyım kendim üreteceğim, demediğiniz gibi. Dolayısıyla tohum
ithalatı konusunu bir evrensel ticaret gibi düşünmek lazım. Bugün
tohum üretmek Türkiye’nin işi değil, tohum üretmek çok pahalı. Bugün bir çok ülkedeki tohumcuların
yaptığı gibi işçiliğin daha ucuz olduğu, iklimin daha uygun olabildiği yerlerde bu tohumları üretmek
sözkonusu. Mesela ıspanak üretecekseniz tüm dünyanın yaptığı gibi
ya Amerika’nın belli bir bölgesinde
ya da Danimarka’da üreteceksiniz.
Burada esas olan genetik kaynağa
sahip olmak, çeşidi ıslah etmektir. Çeşidi ıslah ettiğiniz zaman da
Türkiye’nin ithalat politikası değil
tam tersine bir dünya oyuncusu olmayı düşünmeleri lazım. Bugün seralara yönelik olarak yaklaşık 35-40
milyon Dolar’lık bir ithalat olduğunu sanıyorum. Şu anda Türkiye’nin
tohum ihracatı 50 Milyon Doların
üstüne çıkmış durumda 10 yıl gibi
kısa bir sürede. Bunu karşılıklı alışveriş ve dünya oyunculuğu olarak
düşünmeleri lazım. Türkiye’nin 1
milyon Dolar olan yaş meyve-sebze ihracatı bundan 10 yıl önce 300
milyar Dolardı. Neden 5 milyar Dolar olmasın? Ve bunun ihtiyacı olan
kaynaklar; tohum, plastik vb. nereden buluyorsanız oradan temin
edeceksiniz. Ürettiğiniz ürün ile de
dünyaya açmanız lazım.
Sebzede GDO, bugün dünyada çok
lanse edilmiş değil. Sebzelerde
GDO yok. Ancak sebzelerde GDO
olamaz anlamına gelmiyor. GDO’lu
ilk ürün domates idi, kamuoyu
tepkisinden dolayı kısa sürede ortadan kalktı ve bunun üretimini
yapan firma da battı.
Sebze grubu içerisinde çok sayıda
tür ve çeşit vardır. Tohum dünyasında sebze ile tarla ürünlerinin
hacmine baktığınız zaman tarla
ürünleri, mısır, ayçiçeği tohumu
ticareti belki sebzeden daha az
çünkü kolay hareket edebilen,
uçabilen ürün değil, sebze ticareti
daha kolay. Ancak dünyada baktığınız zaman toplam sebze tohum
ticareti ya da tüketimi toplam tarla bitkileri ticaretinden çok daha
az. Bugün ayçiçeği, mısır, pamuk,
soya dediğiniz zaman bunların tohum ticareti çok büyük hacimlere
ulaşıyor. Ama sebzede on binlerce
alt çeşit ürün var. Dolayısıyla GDO
çalışmaları çok pahalı çalışmalar
olduğu için bugün için firmalar bu
çalışmaları yüksek hacimli ürünlere yöneltiyorlar. Mesela mısır,
kanola, soya, pamuk gibi, belki
gelecekte patates. Yakın zamanda sebzede GDO vardı. Hindistan
patlıcanın çok tüketildiği bir ülkedir, burada Bt diye kodlandırılan
hastalık dayanımı veren bir genin
patlıcana aktarılması söz konusuydu. Gerekli izinler alındı, ticari olmak üzereydi ancak hükümetin bir
kararıyla bu ürünlerin satışı yasaklandı. Buna dayanarak GDO’lu sebze yok dedim ama başka bir yerde başka bir ürün çıkabilir. Siz ne
kadar GDO’lu ürün üretmiyorum
deseniz bile doğada GDO’lu ürün,
GDO’lu olmayan ürüne bulaşabilir. Yapılan tahlillerde GDO mikta-
Temmuz 2012 • Sayı 49
123
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
rı yüzde 1’in altındaysa GDO yok
deniliyor. Siz buna terminatör geni
koyduğunuzda, zaman içerisinde o
türün neslinin tükenmesine neden
olabiliriniz. Çünkü bu ürün ile tozlanan diğer ürünler tohum üretemeyecektir. Dünyanın mısırsız, soyasız bir dünyaya dönüşmesi hayal
değildir.
Zirai ilaç kullanımındaki
görüşleriniz? Ankara semt
pazarından aldığımız elma,
çilek, domates ne kadar
sağlıklı?
Kumluca’da bu işi yapan birinin
buzdolabından aldığı ürün ne kadar sağlıklıysa, sizin de pazardan
aldığınız ürün o kadar sağlıklıdır.
Hormon safsatasıyla yıllarca hedef şaşırtıldı, bugün hiçbir Avrupa
ülkesi hormon testi yapmaz. Fazla hormon nedeniyle şekli bozulmuşsa onun üzerine 2. sınıf ürün
damgası vurmanızı isterler. Sebze
hormonu büyüme düzenleyicidir.
Bunlar bitkilerin bünyesinde esasen var olan ama eksik olduğunda
124
Temmuz 2012 • Sayı 49
dışarıdan takviye edilen şeylerdir.
Üretici açısından
baktığımızda Devletin
GDO’lu ürünler, zirai ilaçlar
konusundaki tutumu nedir?
ilaçların ruhsatlanması çalışmaları
devam ediyor.
Pazardan domates, çilek ,
salatalık alırken neye dikkat
edelim? Büyüklüğüne göre
Bugün domates seralarının % 70’i mi alalım, tadına göre mi
arı ile dölleniyor. Bu sadece bilinç- alalım?
lenmekle değil aynı zamanda iş
gücünden tasarruf etmekten kaynaklanıyor. Serada arıyla dölleme
yaptığınız zaman, zirai ilacı da istediğiniz gibi kullanamazsınız. Bugün
insanı öldürecek herhangi bir zehir
kullanamazsınız, bunlar ilk uygulamada arıları bile yok eder. Serada
kış aylarında ilaca daha çok ihtiyaç
duyulmaktadır. 10 yıl önceki kullanımla günümüzdeki kullanıma
baktığımızda sonuç son derece
sevindiricidir. Buna rağmen zararlar tamamen kalkmamıştır. Bu sadece bilinçsizlikten değil mecburiyetten de kaynaklanıyor. Tarım
Bakanlığı’nın yasakladığı kimyasalları bulamazsınız. Son 10 yıldır bu
konuyla ilgili denetim yapılıyor. Ancak insan sağlığını tehdit etmeyen
Mümkünse tanıdığınız üreticiden
alın yoksa paketli ürün satın alın.
Paketli ürün aldığınızda her zaman
hesap sorabilirsiniz. Büyüklük- küçüklük olayında ise tamamen şehir efsanesi, eğer damak tadınıza
meraklıysanız salatalığın minik
olanını seçin. Domateste ise çeri
ya da kokteyl domates büyük domateslere oranla daha lezzetlidir.
Çileklerin büyük olanları tamamen islah ürünüdür. Nedir bu ıslah türü? Yetiştirdiğiniz çileklerden
en büyük olanlarının tohumlarını
alıp diğerine çaprazlarsanız iri çilek
elde edersiniz. Sertleri seçip bunu
çoğaltırsanız sert çilek elde edersiniz. Bunları elde ederken başka bir
şey elde edemezsiniz o da nedir?
Koku.
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
Söyleşi
HASAN ÜNAL İTÜ METE’69
GROW FİDE
Söyleşi: Nihal Gerçek
Seralarda ve tarlada
kullanılan tohumların
kaynağı nedir? Ne kadarı
yurtdışından geliyor?
Serada kullanılan tüm çeşitlerin
hemen hemen hepsi yurtdışından
geliyor. Bana göre piyasada satılan
tohumların % 90’ı kadarına yakındır.
Yurtdışından tohum
almaya neden gereksinim
duyuyorsunuz? Tek seferlik
ürün veren ve tohum
vermeyen ürünlerden
söz ediliyor. Bu sektörün
içinden birisi olarak sizin
tecrübeleriniz?
Ne yazık ki bunu yapan Türk firması yok. Bizim kullandığımız tohum-
lardan bırakın daha iyisini bulmayı
yüzde 10 eksiğini bile bulamadılar.
Dünyadaki tohum firmaları fazla
kar etmiyorlar, yüzde 10 kar ediyorsa öpüp başlarına koyuyorlar.
Dolayısıyla adam bir tohum bulacak çiftçi 10 yıl kullanacak o zaman
adam nereden kar edecek?
Örnek verecek olursam, Türkiye’de
Temmuz 2012 • Sayı 49
125
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
20-30 yıldır Deveci armutu var,
bulanın ismi verilmiş. Bu armutu
üretenlerden hiçbirisi bu kişiye bir
kuruş para vermedi. Neden o zaman insanlar tohum üretsin, çeşit
üretsin? Peki neden otomobilde,
LED televizyonda patent parası
veriyorsunuz da tohuma gelince
itiraz ediyorsunuz?
Ben bu işe başladığım zaman dönümden 3 ton biber üretiliyordu,
şimdi 20 ton üretiliyor. Eskiden
tohumlar tek seferlik değildi çok
kez kullanılabiliyordu. Şimdi ise tek
seferlik tohumlar kullanılarak daha
fazla miktarda ürün üretiliyor. Hangisini kullanalım?
Ben 1971 yılında ilk yerli domates
tohumunu getirdim. Hiçbir hastalığa dayanıklılığı yoktu o sene onu
ürettik, çok da başarılı olduk yıllarca insanlar ondan domates üretti.
Şimdi hastalıklar o kadar çok arttı
ki bu ortamdaki hastalıklara dayanmayan çeşitteki tohumlardan
verim alınamıyor. Türkiye’de sebze
126
Temmuz 2012 • Sayı 49
üretimi yapılan bölgelerde ne tür
hastalıklar olduğunu biliyoruz ve
ona göre çeşitli fideleri o insanlara
ulaştırmaya çalışıyoruz. Şu ortamda ithal tohuma mecburuz, hatta
tek seferlik ürün veren tohuma
mecburuz.
Benim gibi 5-10 kişi Türkiye’de sebze üretimindeki teknolojiyi yurtdışından getirerek uyguladı. Bakın
devlet değil, bizler uyguladık ve
Türkiye’ye yaydık. O yüzden sebze
üretiminde ithalat yoktur.
ürünlerin zararlı ya da faydalı olduğunu bilemiyorum. Bir tek ben
değil Avrupa ülkeleri de benim gibi
düşünüyor, yeteri kadar denendiğine de inanmıyorum. Türkiye’de
GDO’lu sebze de, ürün de tohum
da yok. Ancak soyada ve mısırda
var. Ben tavuk eti, yumurta, et,
baklava ve bisküvi de yemiyorum.
Keçi eti yiyorum çünkü keçi yem
yemez. Bunlar GDO’ya güvenmediğini gösteriyor.
Zirai ilaç kullanımındaki
Türkiye yağ ithalatına 2,18 milyar görüşleriniz? Semt
Dolar para veriyor, hayvan yemine pazarından aldığımız elma,
3-5 milyar Dolar para veriyor kim- çilek, domates ne kadar
sağlıklı?
se bunları konuşmuyor.
Bazı tohumların GDO
olma olasılığından yola
çıkarak, bu konudaki
görüşünüz? Bu tür
analizlerle ilgilenebilecek
laboratuvarlar Antalya’da
var mı?
GDO’lu ürünlere temelde karşıyım.
Neden karşısınız derseniz; GDO’lu
Kurallara uyularak üretilen sebzelerdeki ilaç miktarı, insanların sağlığı için kullandığı ilaç miktarından
daha azdır. Eskiden ilaçlar çok miktarda kullanılıyordu, şimdi kontrol
altında yapılıyor.
Pazardan her türlü sebze ve meyveyi alıp rahatlıkla yiyorum. Büyük firmalar, aslanların önüne ta-
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
ANTALYA’DA TARIM SEKTÖRÜNDE ODTÜLÜLER
Söyleşi
rımı yem olarak atıyorlar. Kimse
yiyecek ve içeceklerdeki tatlandırıcı ve yağı konuşmuyor. Gazeteler
bunları yazarlarsa ilan alamazlar.
Ama tarımın vur beline! Bu saydıklarımın içindeki zehirli maddeler
tarımda kullanılan o zirai ilaçların
neredeyse 100 katı kadar zararlı.
Üretici açısından
baktığımızda Devletin
GDO’lu ürünler, zirai ilaçlar
konusundaki tutumu nedir?
Bakanlığın yeteri kadar GDO’lu
ürünlerin üzerine gittiğini görmüyorum. GDO’lu ürünleri mutlaka devletin dikkate alması lazım.
Oturdum 2 sene önce bir hesap
yaptım, devlet mısıra 600 milyon
destek veriyordu. Şimdi 1 Milyon verse çiftçi yeteri kadar mısır
üretebilir. O zaman yurtdışından
yağ ithal edilmeyecek, yem ithal
edilmeyecek sorun kendiliğinden
çözülecek. Ama Amerika’nın baskısıyla o teşvik verilmiyor. Amerika
GDO’lu ürünlerini satmaya çalışıyor. Nasıl İran’dan petrol almayın
deyince Türkiye İran’dan petrol almaktan vazgeçiyorsa, GDO’lu mısır
alacaksın diyor, Türkiye’de alıyor.
Hormonlu sebzeler
hakkında ne söylemek
istersiniz?
Tarımdaki hormon denilen madde
hiçbir zaman gerçek hormon değildir. Mesela inekleri ve tavukları
büyütmek için doping gibi iğne
kullanılır. Ama tarımda böyle bir
şey yoktur. Tarımda yalnızca döllendirici kullanılır o da asetik asitin
türevidir. Asetik asit ise bildiğiniz
sirkedir. Sirke ne zamandan beri
hormon oldu? Bunu kimya bilgime güvenerek söylüyorum. Hatta
Güngör Uras’a kullanılan bütün
formülleri yazdık, bunlar hormon
mudur, değil midir? Yazmak isteyenler yazsın köşeme dedi, kimse
bir şey yazmadı. O kadar kimyacı
var bunlar insan sağlığına zararlıdır, hormondur, yazmadı. Bunlar
yutturmacadır.
Mesela çilek eskiden daha küçüktü
şimdi daha büyük. Eskiden 60 beygir serçe arabalar vardı, şimdi 400
beygirlik arabalar var. Teknolojik
gelişmelere paralel olarak, çilekte de yeni hibrit çeşitler buldular,
hormonla bir ilgisi yok. Ben pazardan alırken en büyüğünü seçiyorum.
Temmuz 2012 • Sayı 49
127
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
“Aslında biz bir şey
yapmıyoruz,
ne yapıyorsa arılar yapıyor”
ÖZEN ALTIPARMAK MAN’77 BALPARMAK
Söyleşi: Nihal Gerçek
Kaç çeşit bal var? Çeşitler
arasındaki farklar nelerdir?
Sizce bunlardan en sağlıklısı
hangisi?
Balı üreten arıdır. Biz balı ambalajlama tesisini çalıştırıyoruz. Üretilen bala hiç bir şey katmadan
sadece paketliyoruz. Bal dünyanın
en şifalı gıdasıdır. Üretildiği anda
tüketilebilen bir doğal gıda maddesidir. Arılar balı, nektarlı meyvelerden alıyor, kursağında birtakım
şekerleri parçalıyor. İçine enzimler, vitaminler katarak bunu petek
gözlerine dolduruyor, olgunlaştırıyor. Markalaşma demek standart
olmak demek, biz de bu balları
standartlaştırıyoruz. Balparmak,
Balkovan ve Binbirçiçek ballarının
üretim reçetesini kullanarak aynı
tad ve aynı dokuyu vermeye çalışıyoruz. “Aslında biz bir şey yapmıyoruz, ne yapıyorsa arılar yapıyor”
diye bir söylemimiz var.
Dünyada bal arıları hiçbir zaman
pisliğin içinde yaşamaz. Arının bal
mumunu, polen taneciklerini ayrıştırıp, filtreleyip yabancı maddeleri
ayrıştırarak kavanozluyoruz. Bunu
128
Temmuz 2012 • Sayı 49
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
ÖZEN ALTIPARMAK
Siz nasıl anlıyorsunuz?
“Dünyanın en kolay taklit edilen
ama en zor tahlil edilen ürünüdür
bal” En zor tahlili yapılan çünkü,
65 parametrenin analizi yapılıyor.
Bunlar kimyasal, mikroskobik, cihaz analizleri gibi bir çok analizi
yüksek teknolojik cihazlar kullanarak yapıyoruz. Bu işi donanımlı
personel, kaliteli ve taze çözeltilerle yapıyoruz. Bunlardan birisi eksik
olduğunda yanlış sonuç alınabiliyor. Marketten aldığınız Balparmak
ballarının incelenmesi bu şekilde
yapılıyor. Bu işi bu şekilde yapabilecek bal firması maalesef Türkiye’de
yok. Avrupa’da 3-4 firmadan bir
tanesiyiz. Türkiye’de ise lider markayız, rakibimiz yok. Rakibimiz yok
derken, içim burkularak söylüyorum. Bu tipik bir iş adamının söylemeyeceği bir şey. Biz rakiplerimizi
Balı üreten arıdır.
Biz balı ambalajlama
tesisini çalıştırıyoruz.
Üretilen bala hiç bir
şey katmadan sadece
paketliyoruz. Bal
dünyanın en şifalı
gıdasıdır.
meslektaşlarımız olarak görüyoruz. Onların da bal konusunda bu
denli hassas tahliller yapmaları ve
toplumun sağlığını birinci plana almaları gerektiğini, her şeyin para
kazanmak olmadığını, gıda işinin
sağlık açısından çok önemli olduğunu söylemek istiyorum. Bizim de
bir ODTÜlü olarak işimizi düzgün
yapmamız ve topluma önder olmamız gerekiyor. Çünkü bize böyle
öğrettiler. Bütün rakiplerimize ya
da meslektaşlarımıza bu konuda
yardımcı da olmaya çalışıyoruz.
Rekabet etmeyi bıraktık onları da
belli bir seviyeye getirme çabası
içindeyiz, çünkü bu rekabette tek
bir firmanın kalması bizim açımızdan çok doğru gelmiyor. Laboratuvarımızda 15 çalışanımız var: 11
mühendis, 6 yüksek lisanslı, 4 de
teknikerimiz var. Bu arkadaşlarımızın hepsi yurtdışında eğitim almış,
içlerinde gıda mühendisi, kimya
mühendisi, mikrobiyolog ve zooteknisyeni var. Bu arkadaşlar balın
gerçekten arı tarafından yapılıp yapılmadığını, dışarıdan herhangi bir
insan müdahalesinin olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. Bizim
işimizin yüzde 70’i bu, geri kalanı
ambalajlama işi.
Söyleşi
yaparken, arıcı bu işi iyi yapmış mı
diye laboratuvar analizi yapıyoruz.
Çünkü bal bize gelene kadar arıcı
veya tedarikçi bazı katkılar yapabilir. Dolayısıyla balı alırken dikkat
etmeliyiz, doğru balı anlamak dünyanın en zor işlerinden birisidir.
Biz bu şekilde ilerledik. Pazar payımız % 57’nin üstünde. Bütün
dünyada satılan balların yarısı açık
halde satılıyor. Ambalajlı satılan
balların %65’ini bizim gibi 40 firma
domino ediyor. Biz de bu 40 firma
içinde ilk 15’deyiz. Bunun sebebi, hedeflerimiz, alt yapımız, bilgi
birikimimiz ve fiziki alt yapımızın
yeterli olması. Şu anda bir yatırım
yapıyoruz, 2013 yılında dünyadaki en büyük bal laboratuvarı olacak. 11 ülkeye ihracat yapıyoruz.
Temmuz 2012 • Sayı 49
129
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
ÖZEN ALTIPARMAK
Amerika, Fransa, İtalya, Almanya,
Hollanda, Azerbaycan, Irak, Suudi
Arabistan ve en önemlisi Çin. Çin,
dünyanın en büyük bal ihracatçısı
olmasına rağmen üst gelir grubu
yüzde beş. Bu da 50-60 Milyon kişi
demektir. Biz bu gruba yönelik bal
gönderip, satıyoruz. Eskiden İpekyolu vardı şimdi Balyolu yapacağız
Çekmeköy’den Çin’e.
Önce yöresel ballar serisi çıkardık.
Yüksekova, Şemdinli, Muş, Kayseri
ve Bingöl yörelerinin ballarını ilk
defa duyusal yöntemlerle yaptık.
Bilimsel metod kullandık, İstanbul
Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.Dr. Dilek
Boyacıoğlu’nun önderliğinde altı
panelist yetiştirildi. Bunların 40 tad
ve doku parametreleri değerlendirilmeleri yapılarak örümcek ağı
grafiği yapıldı. Bu o bölgenin coğrafi orijininin bir profili oldu. Biz bu
profile göre balın hangi bölgeye ait
olduğunu ispatlamış olduk. O yüz-
130
Temmuz 2012 • Sayı 49
den bizim piyasaya verdiğimiz yöresel ballar serisinin tabanında bu
ispatlar var. Yani arıcı “Ben bunu
Bingöl’den getirdim.” dediğinde
biz bunu Bingöl Balı olarak koymuyoruz. Ancak, o yörenin profiline
uygunsa bilimsel olarak test edip
ona göre piyasaya sürüyoruz.
Bal, yıllarca tatlandırıcı olarak kullanılmış. Tatlandırıcı olarak balın
kullanımını artırmak hepimizin görevidir. Yiyecek ve içecekleri bal ile
tatlandırmayı öneriyoruz.
Bizim misyonumuz, Dünyanın en
mucizevî besini olan balın, doğallığını ve saflığını korumak böylece
kaliteli bir yaşamın unsuru haline
getirmek ve balın değerini hak ettiği en üst seviyeye çıkarmaktır.
Organik bal nedir? Anzer
balı neden bu kadar pahalı ?
Organik bal konseptine hiç sıcak
bakmadım. Uçan arıyı takip et-
mek zordur. 32 yıldır organik bal
konusunu kavrayabilmiş değilim.
Tamamen bir pazarlama tekniği olduğunu düşünüyorum. Çünkü arıyı
kontrol edemezsiniz, arı kovandan
5 km uzaklıktaki çiçeklere konup
gelir. Siz burada hangi çiçeğin neye
maruz kaldığını ya da arının nereden su içtiğini, dereden içtiyse
derenin ne kadar temiz olduğunu
bilemediğiniz ve takip edemediğiniz için bana saçma geliyor. Organik petek balda, peteğin içindeki
tellerin paslanmış olmaması, kovanın dışında boya olmaması, bal
mumunun organik olması, organik
bal olması için yeterli değil; çünkü
gelen balın organik olup olmadığını bilemiyorsunuz. Buradaki kıstaslar her zaman aranmalıdır. Organik
balların birçoğunda katkı ya da kalıntı görebiliyoruz.
Anzer balı neden bu kadar
pahalı?
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
ÖZEN ALTIPARMAK
Söyleşi
Pazarlama
başarısı
diyelim.
ODTÜ’de o kadar pazarlama okuduk ama bu Anzer balını case-study
olarak görüyorum. Anzer balının
bizim ambalajladığımız Şemdinli,
Yüksekova ballarından en ufak bir
farkı ya da artı bir faydası da yok.
Dünyadaki endemik bitkilerin 8’de
3’ü Anadolu topraklarındadır. O
kadar zengin bir flora yapımız var
ama bunlara ek olarak fazladan
bir ya da iki tane endemik bitkinin
daha balın içine dahil olması, o yöreyi simgelediği için Anzer Balı adını almıştır.
baldır. Bayağı geniş bir alanda olur,
orada da arılar hem bal alır, hem
de güçlenir. Sonra herkes kendi
bölgesine gider. Erzurumlu arıcılar Erzurum’a, Yüksekovalı arıcılar
Yüksekova’ya. Şemdinli, Kars, Kayseri, Nevşehir, Urfa, Aydın , Söke,
Bergama vb. 15 Ağustos civarında
hemen hemen bütün flora biter,
arıları güçlendirmek için süpürge otu püren çiçeğine giderler.
Bu otun enzimleri yüksektir, arı
canlanır ve kuvvetlenir. Ege’de
Dalaman’dan Kuşadası’na kadar
olan Milli Park’ta tamamen Çam
balı üretilir, arılarını oraya götürürler ve Kasım ayı sonuna kadar çam
balı üretirler.
TV’de gördük, kuyumcu
vitirinine Anzer Balı koymuş,
altının gramı ile aynı fiyat
diye satıyordu.
Nasıl alıyorlar ?
Bu da tam bir pazarlama taktiği,
bence Karadenizlileri kutlamak
lazım. Anzer balında çok şüpheler olabilir. Birçok aktar Anzer Balı
fiyatına normal bal satıyor. Bunların gerçekten Anzer balı olduğu
şüpheli, çünkü Anzer balı o yörede
200 – 300 kg çıkıyor ve düşük arz
ve yüksek talebin oluşturduğu bir
fiyat var.
Bal üretilip soframıza
gelinceye kadar hangi
aşamalardan geçiyor?
Denetimi nasıl yapılıyor?
Arıcılık, Türkiye’de gezgin arıcılıktır.
Nerede çiçek varsa oraya göçerler. Ama her tarafa yetişemediklerinden, arıcılar belirli 1-2 bölge
seçerler. Mesela arıcıların hepsi
narenciye balı için Mersin, Finike,
Antalya’dadır. Narenciye ballarının
kesimi yapıldı. Şu anda da Türkiye’deki arıcılar bal sezonuna arı
yetiştirebilmek için oğul verdirirler
ve taze işçi arı yetiştirirler. Ana arı
bunu döller, besler ve güçlendirir
ki Temmuz ayında iyi verim alınsın.
Haziran ayında Diyarbakır yöresine
giderler, Üçgül Balı vardır, Narenciye balından sonra çıkan ikinci
Arıcının bal alabilmesi için, arının
güçlü olması, floranın zengin olması, iklimin rüzgarsız olması (poyraz
olmayacak, kurutmayacak), nemli
olması, 21 derecenin üzerinde bir
hava olması gerekir. Bunlar sağlandıktan sonra arıcı mutlaka güzel bal alır. Peteklere dolan balın
nemini arı kanat çırparak alır. Bal
içinde %17 kadar nem kaldığında üzerini balmumu ile sırlar. Arı,
peteği ilk doldurduğunda çay gibi
suludur. Olgunlaşmamıştır, çünkü
arı o kıvamdaki balı rahat kusar.
Sonunda üzerini sırlar. Neden sırlar? Kocaman bir küp düşünün bir
kış boyunca arı bunu yiyecek. Dolayısıyla arı kendisi için sırlar. Arıcı
donan balı süzer. Süzülürken gelen
bal mumu vs. nedeni ile biz tekrar
süzeriz ve tahlil ederek sunarız.
Biz de her arıcının her tenekesinden bal alarak ortalama bir tahlil
yaparız, sonucu iyiyse kaç tenekeden alınmışsa, o bir lottur. Sonuç
iyi çıktı ise, 159 tenekenin hepsini
birden alırız. Ya hepsini alırız ya
da hiç almayız. Çünkü 2 tenekeyi çıkarsanız analiz sonucu değişebilir. Biz buna hammadde lotu
diyoruz, her bir lot her bir arıcıya
aittir. Daha sonra diğer arıcılardan
alınan ballarla üretim reçetesine
göre harman edilir. Biz bunları 20
tonluk kazanlara koyarak üretim
reçetesine uygun farklı balların
farklı oranlarda gerçek ve katkısız
balları kendi içinde harmanlarız.
Hepsi farklı tad ve orijinlerden gel-
Temmuz 2012 • Sayı 49
131
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
Söyleşi
ÖZEN ALTIPARMAK
diği için size bir kavanoz kekik ya
da çam balı veremeyiz, bunu belli
bir reçete ile homojenleştiririz. 20
tonluk kazanlar bizim için bir partidir, yani 40 bin kavanozluk bir parti. Aynı lottan, aynı partiden ama
65 parametrenin analiz edildiği
garantiyle tüketicilere sunuyoruz.
Beş yıl boyunca tüm piyasaya verdiğimiz ürünlerin şahit numuneleri
de elimizde bulunduruyoruz. Bana
üç sene evvelki balımı getirin, o
balın analiz raporunu sunabiliriz.
Petek bal nasıl yapılır,
süzme baldan daha mı
doğal? Alırken nelere dikkat
etmeliyiz?
Petek balı arılar yapıyor daha doğal diye düşünüyorsanız tamamen
bir yanılgı içerisindesiniz. Petek
balı hatta Karakovan petek balı
bile arıcı tarafından suni olarak
yaptırılabilir. Siz onu marketlerde
yuvarlak karakovan balı olarak görebilirsiniz, oysa ona kasnak gerilip
petek yaptırır ve içine ne doldurduğunu bilmezsiniz. Oysa ki karakovan balında orta mumu press
yapıp koyarlar, dışını ise arı örer.
Gerçek karakovan balı, arının ağaç
kovuklarında içinde çıta olmadan,
hizalı olmadan yaptığı baldır.
Önemli olan içindeki baldır, petek
balın kabıdır. Nasıl portakalı, karpuzu kabuğu ile yemiyorsak balı
da petek ile yememizin bir mantığı yoktur. O peteğin yanına şeker
şerbeti, yüksek fritozda mısır nişastası, bal keki, arı yemi verildiği
zaman, arı balı nektarlı çiçeklerden
almak yerine hazır şeker şerbetini
alıp peteğe kusuyor, bu da bal olmuyor. Arılar aldıkları balı kovana
geldikleri zaman diğer işçi arılara
ağızlarından kusarlar, işçi arılar yutar ve geri getirir olgunlaştırır, en
sonunda peteğe koyar. Biz gerçek
balları o yapay peteklerden süzdürerek alıyoruz. Benim burada
132
Temmuz 2012 • Sayı 49
Arıların nesli
tükenmez. Arıların
neslini insanlar bozar
ama arılar gene neslini
düzeltirler. Arılar
insanlıktan
önce vardı.
nun öyle bir yapısı var ki siz şekeri
birçok kimyasal metodlarla parçalayabilirsiniz, ama arı bunu kursağında kendisi yapar. Siz arıya mısır
nişastası verdiğiniz zaman arı bunu
parçalamak istiyor ama zaten parçalanmış. O zaman o kursak fonksiyonunu bir süre sonra kaybediyor.
Arı bunu yapamazsa herhangi bir
böcek olur.
söylemek istediğim karakovan balı
diye hileli bal da yiyebilirsiniz.
Genç mezunlarımıza iş
dünyasında başarılı olmaları
için neler önerirsiniz?
Amerika’da arı neslinin
tükendiği söyleniyor,
Türkiye’de bal üretirken
arılar korunuyor mu,
arılarının nesillerinin
tükenmemesi için önlemler
alınıyor mu?
Arıların nesli tükenmez. Arıların
neslini insanlar bozar ama arılar
gene neslini düzeltirler. Arılar insanlıktan önce vardı. Söylendiğine
göre 12 milyon yıldan beri var. Tüm
bitkilerin tozlaşmasının %75-80’ini
arılar yapıyor. Einstein’in teorisine göre; arılar olmazsa dünyada
4 yılda hayat biter. Bizim başka bir
mesajımız da “Arı varsa, hayat var”
şeklindedir. Arılar dünyada en fazla döl verebilen yaratıklardan biri.
Bir kraliçe arı bir kez çiftleşerek 1
milyona yakın yumurta atabiliyor.
Ana arıyı işçi arılar, arı sütü ile besleyerek hamilelik döneminden iri
çıkmasına neden oluyorlar. Normalde arı, 45 gün ile 2 ay arasında,
çalıştığı zaman ise 15-20 gün yaşar.
Ömrü kısa olduğu için sürekli çoğalmak zorundadır. Arı zaman içinde azalabilir ama popülasyonunu
artırabilecek kapasitededir. Sorun
bence, hileli bal yapan arıcılarda.
Arılar, çiçeklerin özünü kullanacağı
yerde, mısır nişastası ya da glukozdan bal yapmaya çalışıyorlar. Arının en önemli yapısı kursağıdır. Bu-
Biz 1980 yılında kurulduk. Ben
1977 yılı ara dönemde İşletme Bölümünden mezun oldum. 32 yıldır
bu mesleğin içindeyim. Her gelinen
noktada işi sevmek başarılı olmanın gereğidir ama yeterli değildir.
O yüzden sevebileceği işleri seçmeleri lazım. Her iş kolu kendince
kutsaldır. Herkesin yapabileceği işler farklıdır. Mesela tıp okusaydım
kesinlikle başarılı olamazdım. Biz
tesadüfen gıda sektörüne girdik,
girdikçe sevdik. Arıcılık ve bal sektörü insan ömrünün yetmeyeceği
kadar derin bir konu. İnsanlar bir
işi yaparken en iyisini yapabilmeli.
İsterseniz çöpçü olun ama en iyisi
olun. Adı; çöpçü. Hayır, organize
ederseniz o da güzel bir iş. Toplar
katı atıkları, ekonomiye çok büyük
katkısı olur.
32 yılın sonunda çok iyi bir marka
olduk; çünkü çizgimizden hiç ödün
vermedik. Doğru ticaret yaptık,
daha çok kar elde etmek için yanlışlar yapmadık. Ekonomide öğrenmiştik; kar, zararın kardeşidir diye.
Riskleri ne kadar çok alırsanız o kadar çok kar da, zarar da edebilirsiniz. Ne kadar iyi şeyler yaparsanız
hep artı şeklinde size geri döner.
Dolayısıyla her zaman dürüst, düzgün, işinizin gereğini yaparak işinizde ilerleyebilirsiniz.
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
Gündemde
yine süt var!
Prof.Dr. G. Candan Gürakan Gültekin
ODTÜ, Gıda Mühendisliği Bölümü
Süt ile ilgili sorunlar dönem dönem
masaya yatırılır. Aslında gerçekler
hep aynıdır ancak bazı zamanlarda
birileri çıkar ve değişik bir yorum
ortaya atar. Ortalık karışır. Geçtiğimiz aylarda yine süt gündemdeydi.
Çiğ süt tüketmenin yararlarından
bahseden gazete haberleri okuduk, TV programları izledik. Pastörizasyon teknolojisini savunan
bilim insanlarını, endüstrinin çıkarlarını savunmakla suçlayan açıklamaları medyada izledik.
Şimdi birkez daha çiğ süt ve ısıl işlem görmüş süt ile ilgili gerçekleri
gözden geçirelim.
Son yıllarda bazı ülkelerde çiğ süt
tüketmek için bir akım başlamıştır.
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yaygın pastörize ve UHT süt tüketiminin yanında, çiğ süt satışı özel hijyen kuralları uygulamak koşulu ile
yasak değildir. Her üye ülke kendi
kurallarını belirler. Aralarında İtalya, Almanya’nın da bulunduğu
bazı AB ülkelerinde, çiğ süt özel
süt üretme merkezlerinde herhangi bir ısıl işleme tabii tutulmadan,
üretildiği çiftlikte veya üretildiği
bölgede lokal olarak perakende satışa sunulabilmektedir. Ancak bu
merkezler sertifikalıdır ve sürekli izlenmektedir. Bu merkezlerde
hayvan sağlığı, sütün kompozisyonu, patojen mikroorganizma içerip içermediği, mikroorganizma,
aflatoksin seviyeleri gibi güvenliği
etkileyecek unsurlar denetim altındadır, sağım koşulları hijyenik
şartlara son derece uygundur.
Diğer yandan halk sağlığı açısından hijyen kuralları, hayvan sağlığı
ile ilgili koşulların yerine getirilememesi durumunda oluşabilecek
riskleri nedeniyle birçok ülke de
çiğ süt tüketimi için çok sıkı düzenlemeler getirmiş veya çiğ sütün perakende satışını yasaklamıştır.
Çiğ süt yerine pastörize sütü daha
yaygın tüketmemizin en önemli
nedeni güvenliktir. Çiğ sütün kendisi yararlı mikroorganizmaları
içerdiği gibi, patojen (hastalık yapıcı) mikroorganizmaları da içerebilir. Patojen mikroorganizmalar süt
veren hayvanın hastalığı, inflamasyon başlaması gibi nedenlerle süte
geçebilmekte, ayrıca süt sağım
sırasında ve sağım sonrasında da
patojen mikroorganizmalarla kontamine (bulaşma) olabilmektedir.
Sütün besin değeri yüksek özelliği
bu mikroorganizmaların hızla çoğalmasını tetikleyici niteliktedir.
Simdi çiğ sütün sağılması ile başlayan, depolanması ve sonrasında
tüketiciye ulaşımına kadar devam
eden zincirde hijyen koşullarına
da bağlı olarak bakın hangi riskler
olabilir ve hangi mikroorganizmalar ve hastalıklar ortaya çıkabilir
bazı önemlilerini tekrar inceleyelim.
Bu mikrobiyal ve/veya viral tehlikeler hayvan sağlığına, sağım sırasında hijyen ve dağıtım ve satış
sistemlerine bağlı olarak bölgeden
bölgeye değişerek çiğ sütte oluşa-
Temmuz 2012 • Sayı 49
133
ÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODT
bilmektedir. Bakteri yükü fazlalaşmış, uygun koşullarda saklanmamış süt bu mikrobiyal tehlikeleri
taşıyabilmektedir. Güvenilir olmayan, nerede üretildiği, üretim şartları, nasıl saklandığı ve dağıtıldığı
bilinmeyen sütlerin tüketiminin
sakıncalı olduğu aşikardır.
Oysa, başlangıç mikroorganizma
seviyesi standart değerlerin altında olan, ilaç ve mikotoksin içermeyen çiğ sütün pastörize edilmesi
ile bu risklerden kurtulabilmek
mümkün olabilmektedir. Pastörize sütün elde edildiği çiğ sütün de
sağım ve nakil şartları soğuk zinciri
sağlamak zorundadır.
Pastörizasyon denilen ısıl işlem (72
°C de 15 saniye) uygulaması, hızla
buzdolabı sıcaklığına soğutulması
ve bu sıcaklıkta dağıtımı, etiketlemede belirtilen süre buzdolabında saklanması ile hastalık yapan
mikrorganizmalardan kurtulmanız
mümkün olduğu gibi bu işlem sütün yapısını ve kompozisyonunu
da olumsuz yönde etkilememektedir.
UHT ise (140°C de 4 saniye) raf
ömrü pastörize süte oranla daha
uzun olan süt üretme teknolojisi
olup, yine sütün besin değerini
önemli ölçüde değiştirmez. Bu sistem ile kaynatma işlemi yapmadan
sütdeki bakteri yükü sıfıra indirgenir. Bu teknolojide uygulanan tetrapak paketleme sistemi içerdiği
sütü ışık gibi dış etkenlerden koruyucu yapıdadır. UHT süt koruyucu
katkı maddesi içermez, paket açılmadığı sürece soğuk zincire gereksinim duyulmaz.
Peki, UHT sütün besin değeri pastörize süte kıyasla çok daha mı azdır?
Kalori miktarı, kalsiyum, magnezyum gibi mineraller, protein, yağ,
karbonhidrat miktarları ısı uygu-
134
Temmuz 2012 • Sayı 49
Fotoğraf: Aydın Tiryaki
Söyleşi
Gündemde Yine Süt Var!
laması ile olumsuz etkilenmemektedir.
Yağda eriyen vitaminler ve nikotinik asit gibi bazı su da çözünen
vitaminler de de ısı uygulamasına
dayanıklıdır.
UHT sütte, sadece, Vitamin B12,
Vitamin C, Vitamin B1 (tiamin),
Vitamin B6, Vitamin B9 (folik asit)
gibi ısıya hassas bazı vitaminlerin
değerleri pastörize süte göre daha
düşüktür. Örneğin pastörizasyon
da folik asit değerindeki düşüş
%10 iken UHT sütte %15’tir. Buna
karşın, bu vitaminlerin ana kaynağının süt olmadığını düşünürsek,
bu kayıpların sağlanan gıda güvenliği yanında çok da önemli olmadığını söyleyebiliriz.
Şimdi seçim sizin, yani tüketicinin...
Mikroorganizma
Hastalık
Polio virüsü
Çocuk felci
Listeria monocytogenes
hamilelerde düşük, menenjit
Mycobacterium tuberculosis
verem (tüberküloz)
Coxiella burnetti
Q ateşi (humması)
Brusella
Malta humması
Staphylococcus aureus
Toksin oluşumu ile gastoenterit
Campylobacter jejuni Campylobacter enfeksiyonu
Patojenik E. coli grupları
E.coli enfeksiyonları
Örnek:E.coli 0157 :H7
kanlı ishal
Salmonella serotipleri Tifo, paratifo gibi Salmonellla enfeksiyonları
Streptococcus spp
Streptokok enfeksiyonu
Vibrio cholera
Kolera
Schigella Dizanteri
Corynobacterium diphtheria
Difteri
Hepatit A virüsü Sarılık
Gastroenterit: Kusma ve ishale neden olan yaygın bağırsak enfeksiyonu
TÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • ODTÜLÜ Dosya • O
Nail Eren
“Bizler Dünyayı Değiştirebiliriz”

izleyin

Benzer belgeler