diyarbakır surları - Diyarbakır Kitapları

Transkript

diyarbakır surları - Diyarbakır Kitapları
DİYARBAKIR SURLARI
PROF. DR. YUSUF KENAN HASPOLAT
DİYARBAKIR SURLARI
Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat
Tür
Araştırma
Sayfa Tasarımı
Ensari Özdoğan
Birinci Baskı
Temmuz 2014 (e-kitap)
Bu kitabın her türlü yayın hakkı Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat’a aittir. Tanıtım amacıyla yapılacak
kısa alıntılar dışında yazarın yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
ISBN: 978-605-85033-3-5
e-mail:[email protected]
DİYARBAKIR SURLARI
PROF. DR. YUSUF KENAN HASPOLAT
Yusuf Kenan Haspolat • 1954 yılında Diyarbakırda doğmuştur. Çocuk Hastalıkları, Çocuk Acil, Gelişimsel Pediatri ve Endokrin dallarında profesör olan yazar halen Dicle Üniversitesi Çocuk Hastanesinde
Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. Yazar evli ve iki çocuk babasıdır.
Yayınlanmış Eserleri
Bedüzzaman ve Diyarbakır
Dicle İlçesi
Diyarbakır Ekonomi Tarihi 1
Diyarbakır Ekonomi Tarihi 2
Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 1
Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 2
Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 3
Diyarbakır Yeraltı Kaynakları
Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 1
Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 2
Diyarbakır'da Çevre ve Doğa (Sempozyum)
Diyarbakır'da Doğal Hayat, Su, İklim, Enerji, Maden
Eğil ve Turizm
Ergani İlçesi ve Turizm
Gül Şehri - Diyarbakır Sempozyumu
Hani İlçesi
Her Yönüyle Diyarbakır İlçeleri
Karacadağ
Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır
Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır (4. Baskı)
Sema (Şiir)
Tabiattan Fısıltılar (Şiir)
Tarih - Kültür - İnanç Kenti Diyarbakır
Tüm Yönleriyle Çermik İlçesi ve Turizm
Ümit (Şiir)
Tüm Yönleriyle Diyarbakır Kulp İlçesi Ve Turizm
Tüm Yönleriyle Çüngüş İlçesi Ve Turizm
Diyarbakır Kalesi
Diyarbakır İlçe Kaleleri
Diyarbakır’ın Tarihi Evleri
Diyarbakır İlçe Evleri, Köşkler, Saraylar, Küçeler
İçindekiler
Sayfa No.
1-Diyarbakır Surları
2-Diyarbakır Kalesi Kapıları
3-Diyarbakır Surlarında Burçlar
4-Surlar, İçkale
5-Burçlar Arasında Surlar
6-Surların Mimari Özellikleri
7-Diyarbakır Kalesi Fetihleri
8-Diyarbakır Kalesi Efsaneleri
9-Surlar ve Romantizm
10-Surlardaki Süslemeler
11-Seyahatnamelerde Surlar
12-Sur Kuşatma Teknolojileri
Kaynaklar
7
33
127
201
333
405
429
465
475
499
565
586
599
1.BÖLÜM
DİYARBAKIR SURLARI
DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır ve çevresinde İ.Ö.7000’li yıllara kadar inen ve tarımı bilen yerleşik bir düzenin varlığı Ergani İlçesi, Çayönü bölgesinde yapılan arkeolojik kazılardan öğrenilmektedir. Yukarı Mezopotamya Bölgesi araştırma kazılarında Ergani Hilar ve Silvan Hasuni
Mağaralarındaki buluntular, tarımla uğraşan yerleşik kültür düzeninin İ.Ö.3000 yıllarından başlayarak Subaru, Hurri, Mitanni, Asur, Urartu (İ.Ö.1260-653), Makedonyalı
İskender İdaresi (İ.Ö.331-323), Selevkos (İ.Ö.323-140), Roma (İ.Ö.523)-Part ve Bizans
(395-639) idaresinde kalan Kent, 639 yılında Arapların eline geçmiştir. Kentte Emeviler
(661-750), Abbasiler (750-869), Şeyhoğulları (869-899), Hamdaniler (899-930), Büveyhoğulları (978), Mervaniler (984-1085), Büyük Selçuklular (1085-1093), Şam Selçukluları (1093-1097), İnanoğulları(1097-1142), Nisanoğulları (1142-1183),
Hasankeyf Artukluları (1183-1232), Mısır ve Şam Eyyubileri (1232-1240), Anadolu
Selçukluları (1240-1302), Mardin Artukluları (1401-1507), Safeviler (1507-1515) egemen olduktan sonra, 1515’te Osmanlıların eline geçmiş ve en önemli eyaletlerden birinin
(Amida) merkezi olmuştur. Osmanlıların, Safevi ve Memluk siyaseti nedeniyle uzun süre
orduların toplanma ve hareket üssü, kışlağı ve bir ara aynı nedenle Anadolu Beylerbeyliği
yönetim merkezi görevini üstlenmiştir (2).
Diyarbakır Maketi
DİYARBAKIR SURLARI 9
M.Ö.69 yılından itibaren kentte egemenlik kuran Romalılar, IV.y.y’ın ortalarından
itibaren kenti Roma Mezopotamyasının baş şehri haline getirdiler. II.Contantius 330
yılında mevcut kaleyi onartmış ve yarım daire şeklinde doğu surlarını yaptırmıştır ( Kentin batı surları yaklaşık olarak bugünkü Gazi Caddesi’nin yerine rastlıyordu.
M.S.367-375 yılları arasında, İranlıların egemenliğinde yaşamak istemeyen Nusaybin’in Hıristiyan halkı Diyarbakır’a göç ederek kentin batısındaki düz alana yerleşmiş,
surlar bu halkı da içine alacak şekilde bugünkü biçimini almış ve daha sonra kenti ikiye
bölen kentin batı surları yıktırılmıştır. Yapılan bu genişletmeyle Gazi Caddesini izleyen
yeni bir surun yapıldığı, henüz arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılamayan bir tiyatronun
İçkale’de bulunduğu tahmin edilmektedir (39)
Diyarbakır surları(Google earth)
10 DİYARBAKIR SURLARI
1910 yılı şehir ve kale planı-Amida
1939 yılı Diyarbakır surları-Adil Tekin
DİYARBAKIR SURLARI 11
Diyarbakır surları(A.Benli)
Suriçi
12 DİYARBAKIR SURLARI
Suriçi
1910 yılı surlar-Amida
1910 yılı surlar-Amida
DİYARBAKIR SURLARI 13
1910 yılı surlar-Amida
Diyarbakır’ın tarihi ilk çağlara kadar uzanmaktadır. Özellikle Üçtepe tepesi ve çevresinde yapılan kazılarla burada bulunan kalıntılar, ilk çağlara ait dönemlerin izlerini taşımaktadır. Üçtepe mevkiinde yapılan bu kazılarda sarnıçlar, mezarlar ve yazıtlar tespit
edilen kalıntılardır.
Daha sonraki dönemlerde Diyarbakır, diğer adıyla Amid, Roma ve Bizans’ın önemli
kalelerinden olmuştur. Tarih içerisinde zaman zaman Bizans ve İran arasında çeşitli savaşlara neden olmuş ve bu savaşlara bağlı olarak da şehir el değiştirmiştir.
Ama Amid, tarihin bu döneminde Bizans’ın önemli bir kalesi olarak kalmıştır. 639
yılında İslam orduları Diyarbekir bölgesini fethetmiştir. İslam orduları komutanı İyaz
bin Ganem’dir. Ordunun sol kanadına kumanda etmekte olan Halid bin Velid, Diyarbekir bölgesinin önemli kentlerinden olan Amid şehrini ele geçirmiştir.
Cezire bölgesinin üç kısmından birisi olan Diyar-ı Bekr, ilk İslam fetihlerinden itibaren bölgeye gelen Arap kabileleri tarafından iskan edilmiştir. İşte Diyar-ı Bekr’e isim
babalığı yapan Bekir bin Vail de Yemen tarafından gelen Arap kabilelerindedir. Diyar-ı
Bekr, “Kuzeyde Güneydoğu Anadolu Toroslarının oluşturduğu yay ile batıda Çermik,
Karacadağ ve Derik’e uzanan bir hat ve güneyde Mardin ve Tur Abdin bölgeleri, nihayet
doğuda da Dicle’nin güneye doğru akarak yardığı vadi ile Siirt’ten Hizan’a kadar uzanan
bölgelerle çevrilidir.” Diyar-ı Bekr bölgesinin ilk çağlardan itibaren en eski şehri Amid’dir.
Amid, Cezire bölgesinin üç bölgesinden biri olan Diyar-ı Bekr’in başkenti olmuştur.
Amid ismine ilk defa Asur kaynaklarında rastlanmasına karşın ne zaman kurulduğu bi14 DİYARBAKIR SURLARI
linmemektedir. Yine aynı şekilde Amid isminin ne anlama geldiği konusunda çok şey
söylenmesine rağmen hangi dilde ne anlama geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Diyarbekir bölgesinin şehir merkezi olan Amid her dönemde şehir ve ticaret merkezi kalmıştır. Çünkü Amid, Akdeniz ve Basra körfezi, Harput, Sivas Samsun yoluyla
Karadeniz’e, Bitlis ve Van’dan Azerbaycan ve İran’a uzanan ticaret yollarının kavşağında
bulunmaktadır. Bunlara bir de şehri çevreleyen surlar eklenince Amid, hem ticaret hem
de askeri açıdan vazgeçilmez bir şehir olmuştur.
Daha sonra sırasıyla Emeviler ve Abbasiler bölgeye hakim olmuşlardır. Bu dönemde
de Diyar-ı Bekir bölgesi özellikle Amid şehri Bizans orduları ile yapılan savaşların merkezinde olmuştur. Abbasilerin üçüncü döneminde ortaya çıkan müstakil devletler tarafından Şeyhoğulları (869-899) yılları arasında, Hamdaniler (930-978) yılları arasında,
Büveyhoğulları (978-984) yıllarında, Mervaniler ise (984- 1085) yıllarında bölgeye
hakim olmuşlardır. 1040 yıllarından itibaren bölgede Oğuzlar görülmektedir. Bu tarihlerde bölgeye hakim olan Mervaniler ile Oğuzlar arasında savaşlar olduysa da anlaşmayla
sonuçlandı ve Diyarbekir bölgesini Bizans’a karşı birlikte savundular. Daha sonra Mervaniler, Selçukluların kontrolü altına girmişlerdir. Amid, Sultan Melikşah tarafından 4
Mayıs 1085 yılında Selçukları topraklarına dahil edilmiştir. Şehir Selçuklular döneminde
birçok beylik tarafından da yönetilmiştir. İnaloğulları (1097-1142) yıllarında, Nisanoğulları (1142-1183) yıllarında hüküm sürmüşlerdir. Amid 1183 yılında Eyyubi Sultanı
Selahaddin Eyyubi tarafından Nisanoğulları’ndan alınarak Hısn-ı Keyfa Artuklularına
verilmiştir. Amid, 1240 yılından itibaren Anadolu Selçukluları eline geçmiştir. Fakat
Anadolu Selçukluları elinde sürekli kalmayarak bazen Eyyubiler, bazen de İlhanlılar arasında el değiştirmiştir. Daha sonra 1384 yılına kadar bölgeye Mardin Artukluları hakim
olmuşlardır. 1394 yılından itibaren de Timur saldırılarına maruz kalmış ve onun idaresi
altına girmiştir. Bilahare Timur tarafından Akkoyunlu beyi Karayülük Osman’ın
Timur’a göstermiş olduğu yardımlar karşılığında ona vermiştir.
Akkoyunlular bölgede 1401-1507 yıllarında hüküm sürmüşlerdir. Amid, Akkoyunlu
Devletinin başkenti olmuştur. Daha sonra Karakoyunluları yenen Uzun Hasan Tebriz’i
başkent yapmıştır. Uzun Hasan, Tebriz ve çevresinde nüfus yoğunluğunu Akkoyunlulardan yana çevirebilmek için Diyarbekir ve civarındaki aşiret mensuplarını yanında götürmüş ve bölgenin nüfus yapısı önemli ölçüde bozulmuştur.
1507 yılından itibaren Akkoyunlu Devletini yıkan Şah İsmail Diyarbekir’i ele geçirmiş ve Diyarbekir valiliğine de Mehmet Ustaclu’yu atamıştır. Diyarbekir, Safevi Osmanlı
arasında sürüp giden rekabet sonrasında Yavuz Sultan Selim ile 1515 yılında Osmanlı
hakimiyetine girmiştir. Bölgenin Osmanlı hakimiyetine girmesinde önemli rol oynayan
kişi İdris-i Bitlisi’dir. Bu yardım Şah İsmail’in 23 Ağustos 1514’de Çaldıran’da yenilmeDİYARBAKIR SURLARI 15
sinden sonra Yavuz Sultan Selim’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Osmanlı Devletine bağlanması politikasıyla ilgilidir. Bu politikada önemli bir role sahip olan İdris-i Bitlisi, Diyarbekir bölgesinde oldukça nüfuzlu bir aileye mensup ve müritleri çok olan bir
şeyhin oğluydu. Onun propagandaları ile Diyarbekir bölgesinden uzaklaştırılan Kürt
beyleri ve halkın yardımlarıyla Diyarbekir ele geçirildi. Osmanlı ordularının başında Bıyıklı Mehmet Paşa ile muhasara edilen şehir teslim oldu ve Bıyıklı Mehmet Paşa’da ilk
vali oldu. Bu tarihten itibaren Osmanlı idaresi başlamış oldu. Osmanlı hakimiyeti ile
bölgenin Tapu Tahrir’i yapılmış ve 1518 Tahriri ile başlanmış daha sonra 1540 yılında
yenilenmiştir. İlk tahrirde Müslüman nüfus yoğunlukta iken ikinci tahrirde çevreden
şehre göçen gayrimüslimlerin lehine nüfus oranı değişmiştir.
Osmanlı idaresinden sonra şehirde cami, mescit, han ve hamamlar yapılarak şehir
mamur hale getirilmiş ve eski ticari canlılığı yeniden kazandırılmıştır. Bunlar arasında
Diyarbakır’ı ele geçiren Bıyıklı Mehmet Paşa, Fatih olarak anılmaya başlanmış ve yaptırdığı camiye de Fatih Cami ismini vermiştir. Daha sonra Hüsrev Paşa (1521-1528),
Hadım Ali Paşa (1534-1537), İskender Paşa (1551), Behram (1564-1572), Melek
Ahmed Paşa (1587-1591), Defterdar Ahmed Paşa (1594) birer cami yaptırmışlardır.
Ayrıca Hüsrev Paşa tarafından yaptırılan Deliller Hanı (1527), Hasan Paşa Hanı (15741575) gibi hanlarda bulunmaktadır.
Onaltıncı yüzyılda Diyarbakır, Anadolu’daki önemli ticaret merkezlerindendir. Ticari
önemi olan meslekler Madencilik, Demircilik, Bakırcılık, Sarraflık, Gümüşçülük, Debbağlık, Kavafiye, ve Dokuma bunların belli başlı olanlarıdır. Ayrıca Diyarbakır’da dokunan kumaşlar yurtdışına ihraç edilmektedir.
Diyarbakır ipek dokumacılığı Osmanlı Devletinde önemli ipek dokuma merkezlerinden biridir. Onaltıncı yüzyılda Osmanlı Devletine dahil olmasından itibaren Diyarbakır’ın önemli gelir kaynakları arasında dokumacılık bulunmaktadır. Geleneksel birçok
meslek gibi dokumacılık da son yıllara kadar devam etmiştir.
Aynı yüzyılda Amid şehrinde güherçile imalathanesi bulunmakta, buradan Halep ve
Trablusşam’a işlenmiş güherçile gönderilmekteydi. Diyarbekir’de bağcılıkta ileri düzeyde
idi ve 1540’da şehrin meyhanesinden elde edilen gelir yıllık 270.000 akçeye ulaşmaktadır.
Ayrıca hayvancılığında merkezi konumundaydı ve buradan İstanbul’a Türkmen koyunları
gönderilmekteydi. Vilayet hazinesinin çok zengin olduğu, Rumeli Beylerine 100.000
altın ve Basra’ya 30.000 sikke filori gönderilmesinin emredilmesinden anlaşılmaktadır.
Diyarbekir eyaletinin sınırları ve kendisine bağlı olan sancakların sayıları ve sınırları
dönem dönem değişmiştir.38 Bunlarda merkez tarafından atanan sancak beyleri, fetihler
16 DİYARBAKIR SURLARI
sırasında gösterdikleri hizmet karşılığında verilen sancak ve sancakları sahiplerine fetihlerde gösterdikleri hizmet karşılığında mülkiyet üzere verilen sancak olmak üzere
üçe ayrılır. Bütün bu sancaklar üzerinde yetki sahibi olan Diyarbekir valisidir ve valinin yetkileri geniştir.4Diyarbekir eyaleti, sekizi Kürt beylerinin ocaklığı ve on biri
Osmanlı sancağı olmak üzere on dokuz sancağa ayrıldığı gibi ayrıca hükümete bağlı
beş hükümeti içermekteydi.
Diyarbakır Tanzimat’tan sonra çok hareketli dönemler geçirmiştir. Bunlar arasında
Yeniçerilerin ayaklanmaları, 1895 yılı I. Ermeni Olayı, Milli İbrahim Paşa’ya karşı iki
ayaklanma, Meşrutiye bir tepki gibi bazı olaylar gelişmiştir. Şehrin ismi Diyarbekir olarak
Cumhuriyetin ilanından sonra 1937 yılına kadar devam etmiştir. Bu dönem içerisinde
7 Mart 1925 yılında şehir Şeyh Said tarafından kuşatılmıştır. 1928 yılında kurulan
Umumi Müfettişlik merkezi olmuştur.
Diyarbekir ismi 1937 yılında Diyarbakır ile değiştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk,
Diyarbakır’ı ziyaretinde 15 Kasım 1937 yılı Pazartesi günü yapmış olduğu konuşmasında
Diyarbekir yerine Diyarbakır ismini kullanmıştır. Bu konuşmanın ardından ertesi gün
şehrin adı Diyarbakır şeklinde değiştirilmiştir. 10 Aralık 1937 gün ve 7789 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bu isim kesinleşti ve 18 Aralık 1937 tarihli ve 3786 numaralı Resmi
Gazete’de yayınlandı. Bu ad değişikliği ile ilgili olarak daha sonra Türk Dil Kurumu tarafından bir çalışma yürütülmüş ve değerlendirmeler Türk Dil Dergisinde 1938 yılında
yayınlanmıştır.(152)
1880 yılında Anadolu teftiş heyetinde görevli olan bir şahsın II. Abdülhamid’
sunduğu Layiha da Diyarbakır Kalesi hakkında şu bilgiler verilmiştir. “.......Diyarbekir
surlarının uzunluğa tahminen 5000 metre, yüksekliği 15-19 metre arası, kalınlığı 1.5 2.5
metre arasında olup, 82 adet büyük kule vardır...”. Görülüyor ki, Diyarbakır Kalesi
hakkında, A. Gabriel’in verdiği bilgilerle (1940), bu bilgiler tam uyum halindedir Ancak
yükseklik hakkında verilen rakamlar birbirini tutmamaktadır. Bu ise 1880 1940
yılları arasında Kale’nin önemli ölçüde tahrip olmasından kaynaklanmış olmalıdır.
Bu tarihler arasında ve daha sonrasında, Diyarbakır Kale’si için herhangi bir tamirat
söz konusu değildir. Buna ilave olarak Doğu’da yer alan bazı yerler tamamen
yıkılmıştır. Oysa Diyarbakır Kalesi geçmiş dönemlerde olduğu gibi, XIX yüzyılda
da pek çok tamirat görmüştür.
Diyarbakır Kalesi’nin XIX.yüzyılın ilk yarısında önemli ölçüde tamir ettirildiği
görülmektedir. 1802-1803 (H. 1217) tarihinde harap olan yerleri tesbit ettirilmiş ve bu
yerler 1805 tarihinde tamir edilmiştir. Bu tarihte her ne kadar tamir edilen yerler söz
DİYARBAKIR SURLARI 17
konusu edilmemekle birlikte, “Diyarbakır Hazinesi ve Diyarbakır Me vâcib ve
Masraflarını Gösterir defterde” Kalenin tamirine ait masraflar da kayıtlıdır.
XIX. yüzyılda Diyarbakır Kalesi en önemli tamiratı 1815 yılında görmüştür. Mart
1812 tarihinde harap olan yerler tesbit edilmiş ve 16 Ocak 1815 tarihindi Diyarbakır
Kale’si Bina Emini olup, aynı tarihte kendisine Diyarbakır ve Rakka eyaletleri tevcih
edilen Süleyman Paşa bu işle görevlendirilmiştir. Nitekim 23 Nisan 1815 tarihli bir
tahrîrât hulâsasından, Süleyman Paşa’nın söz konusu valiliğe kalenin tamiri şartı ile
getirildiği anlaşılmaktadır. Yine bu belgeden anlaşıldığı üzere kale tamirine 80 bin kuruş
harcanmış ise de, kalenin tamamını tamir etmek mümkün olmamıştır. Ekim sonları 1824
ve Ocak ortaları 1829 tarihli Diyarbakı: Kale’si keşif defterinden, Süleyman Paşa’nın îç
Kale’den başlayarak, Dağ Kapı’ya ve oradan da Rum Kapı’sına kadar uzanan surları tamir
ettirdiği anlaşılmaktadır. Yer kesin olarak tesbit edilememekle beraber bu dönemde 51
burcun harap olan merdivenleri, duvarları ve mazgalları tamir ettirilmiştir. Adı
geçmemekle beraber tamir ettirilen yerlerin Yedi Kardeş burcuna kadar uzandığı
söylenebilir. Zira 1824 ve 1829 tarihli “keşif defterlerinde” de yukarıda belirttiğimiz yerlere rastlanmaktadır. XIX. yüzyılda Diyarbakır Kale’sinin tamire muhtaç yerleri ilki Ekim
sonlar 1824 ve ikincisi Ocak ortalan 1829 tarihinde olmak üzere iki defa daha tamir
ettirilmiştir. Söz konusu defterlerde tamire muhtaç yerlerin, tamir edildiklerine dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak bu belgeler söz konusu tarihlerde Diyarbakır
Kale’sinin durumunu ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. Bu tarihlerde Dış
Kale’nin 34 burcu harap bir haldedir. Merdivenleri büyük ölçüde tahrib olmuştur. Top
mazgalları ve duvarlar da tamir edilmesi gereken yerle arasındadır. Bu harap olan burçlar
İç Kale’den başlayıp, Mardin Kapı’sına kadar uzanmaktaydı. Bu da diğer yerlerin 1815
yılında tamir edildiğini göstermektedir.
Dış Kale yani Diyarbakır şehrini çevreleyen surlar aynı zamanda XIX. yüzyılda bu
şehrin sınırlarını da belirlemekteydi. Bu dönemde Diyarbakır’ın 5 mahallesi hariç,
diğerlerinin tamamı Dış Kale içerisindedir. Bununla birlikte Dış Kale’deki burçların
çeşidi amaçlarla kullanıldığı görülmektedir.(Şehri çevreliyen surlar üzerindeki bütün
burçlar iki kadı olup, alt kadar ambar olarak kullanılıyor, üst kadar ise askerin ikametine
ayrılıyordu .) 29 Eylül 1785 tarihli “kaleler neferâtının me-vâcib defterine” göre bu
burçlarda ikamet eden asker sayısı 1683 tür. 3 Ekim 1803 tarihli “kalelerde bulunan
askerin sayılması ile ilgili fermanın hemen altında, Amid Naibinin imzasını taşıyan
bir kayda” göre ise bu sayının 1735 olduğu görülmektedir. 14 Mart 1823 tarihli bir
arzdan anlaşıldığına göre, bu tarihte burçlar üzerinde 40 top bulunmaktaydı. Ancak
askerî amaçlar için tahsis edilmiş asıl kalenin İç Kale olduğunu da hemen belirtmek
gerekmektedir.
18 DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır şehrini bir baştan bir başa kuşatan surların dört yöne açılan kapıları olup,
şehre giriş-çıkış buradan sağlanmaktaydı.
Kapılar
Diyarbakır Kale’sine girişi sağlayan 4 kapı vardı. Diyarbakır şehrini ziyaret eden
hemen hemen bütün seyyahların hakkında uzun bilgiler verdiği Dış Kale Kapı’ları
şunlardır:
- Güney - Batıda
- Batıda
- Kuzeyde
- Doğuda
Mardin Kapı
Urfa Kapı
Dağ Kapı
Yeni Kapı
Bu kapılar dışında kalan Çift Kapı ve Tek Kapı son zamanlarda yani Cumhuriyet
döneminde açılmış iki yeni kapıdır.Tarihî kayıdarda Dış Kale kapılarından Urfa
Kapının adı Bâbü’r-Rûm, Mardin Kapısı’nın adı Bâbü’t-Tel veya Bâb-ı Mardin, Dağ
Kapı’nın adı Bâbü’l-Cebelve Yeni Kapı’nın adı ise Bâbü’l-Mâ veya Bengü Kapı olarak
geçmektedir7 XIX. yüzyılda ise söz konusu kapıların adları Bâbü’r-Rum, Bâb-ı Mardin,
Bâbü’l-Cebel ve Bâbe’l-Cedîd şeklinde geçmekte olup bazan Arapça terkiplerin
kullanılmayarak, Mardin Kapı veya Yeni Kapı şeklinde de kullanıldığı görülmektedir.
Dolayısıyla bu kapılardan Dağ Kapı için kullanılan Harput Kapı ve Yeni Kapı için
kullanılan Dicle Kapı isimleri büyük bir ihtimalle baktıkları mevkiler itibariyle halk
tarafından kullanılan isimler olmalıdır.
Dış Kale kapılarının geçmiş dönemlerde sık sık tamir edildiği kesindir. XIX. yüzyılda
ise 1815 yılında kapıların tekrar tamir edildiklerini görüyoruz. Bu tarihte Dağ Kapı ve
Urfa Kapılan tamir ettirilmiştir. 1824 ve 1829 yılları arasında ise Urfa Kapı, Mardin
Kapı ve Yeni Kapı’nın bazı yerlerinin harap olduğu anlaşılmaktadır77.
Dış Kale Kapılarının kesin olmamakla birlikte tarihî dönemler içerisinde geceleri
kapalı tutuldukları söylenebilir. Ancak XIX. yüzyılda kapıların gece kapalı tutulduğu
ve bu iş için bekçiler görevlendirildiği kesindir. II. Mahmut döneminde “Mürur tezkeresi” olmayanların bir mahalden bir diğerine salıverilmemesi için başka şehirlere olduğu
gibi Diyarbakır’a da çeşitli fermanlar gönderilmiştir. Gerek bu hususun temini ve gerekse
H. 947 (1540) Tarihli Diyarbekir Vilâyeti Kanun nâmesinde yer aldığı üzere Resm-i
Ebvâb-ı Erba’a yani “Dört Kapı Resmi”nin alınması için çok eski tarihlerden itibaren
kapılarda görevlilerin bulunduğu görülmekte dir. 1803-1845 tarihleri arasındaki belgelDİYARBAKIR SURLARI 19
erden bu tarihler arasında Dış Kale ka pılarında 4 katip ve 4 bekçinin görev yaptıkları ve
yine bu tarihlerde geceleri Kale kapılarının kapalı tutulduğu anlaşılmaktadır. 1845
yılında bu görevlilerden kâtipler gelip geçenlerin mürur tezkeresine bakmak üzere 80
kuruş aylık ile, bekçiler ise geceleri kapıları kapatarak anahtarları kaimmakama götürmek
ve gündüzleri açmak üzere 50 kuruş aylık ile vazife yapmaktaydılar. Dış Kale kapılarının
geceler: kapalı tutulması konusunda 1853 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden, H. Petermann da bilgi vermektedir. Söz konusu seyyah güneşin batmasından az bir süre sonra
şehre gelmiş, ancak kapılar kapalı olduğundan şehre girmek için, sabahı beklemek
zorunda kalmıştır (153)
İçkale ve Dışkalenin tarihçesi
Diyarbakır Kalesi de İçkale ve Dışkale olmak üzere iki kısımdan oluşur. Karacadağ’dan Dicle’ye doğru uzanan platonun doğu kenarında kurulan Dışkale’yi çeviren surlar. kuzey-güney yönünde 1300 m; doğu-batı yönünde 1700 m uzunluğundadır.
Toplamda ise 5 km’ye ulaşır. 3.00-5.00 m kalınlığında ve 10.00-12.00 m yüksekliğindeki
bu surlar araziye uygun olarak köşeleri yuvarlatılmış dörtgen bir şema arz eder.
Tarih kaynaklarına ve kazılarda çıkan bulgulara göre, İçkale’nin yer aldığı Fis Kayası
bölgesi ilk yerleşim alanıdır. Burada İ.Ö. 2000 yıllarında Hurrilerin bir kale inşa ettiği
sanılır. 349 yılında Roma İmparatoru II. Konstantin tarafından yapımına başlanan bugünkü kalenin 367-375 yıllarında batı surları genişletilmiş, daha sonraki dönemlerde
birçok değişiklik ve onarım gerçekleştirilmiştir.(81) 367 ve 365 yılları arasında şehrin
batı surları yıktırılmış, Urfa Kapısı ve Mardin Kapısına uzanan bölüm yapılmış, altıncı
yüzyılda Justinianus zamanında güçlendirilerek genel biçimini almış, daha sonraki yıllarda sürekli onarımlarla genişletilerek günümüze kadar ayakta kalmıştır.
İç kale ise Kanuni zamanında genişletildi.,burada 16 burç vardır,Saraykapı ve küpeli
kapıları yapıldı. Tüm surlarda 82 burç vardır. Savaşın en çok olduğu yer olan DağkapıUrfakapı arası burçlar yuvarlak, daha sık ve daha büyüktür. Burçlar genelde iki katlıdır,
3-4 kat olanları da vardır. Alt katlar depo ve ambar, üst katlar askeri amaçlıdır.
Surların, çoğu yuvarlak plânlı 80 kadar burçla desteklendiğini görürsünüz. Burçlar,
surun tamamını üstten dolanan bir yolla birbirine; bu yol da önemli noktalardaki merdivenlerle kale zeminine bağlanmıştır. Kalenin batısında bulunan Ulu-beden ve Yedi
Kardeş Burçları en çok dikkatinizi çekecek bölgelerdir. Çift başlı kartal ve arslan kabartmalarıyla burcu kuşatan çiçekli kufi ve nesih hatlı yazılar 1208 tarihinde Artuklu
hükümdarı Melik Salih Mahmud’un eseri olduğuna işaret ederler. Surlardan kaleye
20 DİYARBAKIR SURLARI
(kente) girmek isterseniz, dört yöne açılmış dört ana kapıdan geçmeniz gerekmektedir.
Kuzeyde Harput (Dağ) Kapısı; güneyde Mardin Kapısı; doğuda Yeni (Su, Dicle)
Kapı ve batıda Urfa (Rum-Anadolu) Kapısı yer alır. Roma döneminde, bu kapıları karşılıklı olarak birbirine bağlayan ve kenti dörde bölen ana caddeler inşa edilmiştir.
Caddelerin çoğu günümüze kadar gelebilmişin. Kalenin kuzeydoğu köşesinde İçkale
bulunmaktadır. Çağlar boyu yöneticilerin ikamet ettiği tüm içkaleler gibi burada da saraylar, sığınaklar ve depolar bulunuyordu (81)
Surlar ve Hevsel
Batı surları(1973 il yıllığı)
DİYARBAKIR SURLARI 21
Güney surları. Albert GabrieL
Surların güney bölümü(1973 il yıllığı)
Ulu Beden. Dikran Mgunt
22 DİYARBAKIR SURLARI
Ben u Sen Burcu . Dikran Mgunt
Surların ana yapım malzemesi yöreye özgü bir malzeme olan bazalt taşıdır. Sur duvarlarında, burçlarda dış ve iç duvarlarda, döşemede, kemerlerde ve dendanlarda bazalt
kullanılmış, dış cephe yüzeyleri kesme taş biçiminde, iç yüzeyler ise genellikle daha az
işlenmiş taşlarla örülmüştür. Bazı burçların dış duvarlarında kılıcına (dış yüzeye dik olarak) yerleştirilmiş silindirik taşlar da bulunmaktadır. Burçlardaki kapalı ve yarı kapalı
alanların üst örtülerini oluşturan kubbe ile tonozlar ise tuğla örtülüdür. (39)
Diyarbakır Surlarında kullanılan ana malzeme bazalttır. Kentin oturduğu kaya
arazinin nivelmanından ele geçen malzeme muhtemelen sur inşaatında kullanılmıştır:
Orta Anadolu’daki Karadağ volkanik masifinin fırlattığı iri taş blokların Binbirkilise
yapılarının inşaatında kullanılışı gibi. Bütün Geç Antik, Ortaçağ ve sonrası geleneksel
yapılarında olduğu gibi, duvar örülürken yapı ustaları duvarın dışına ve içine cidar
taşlarını birer veya ikişer sıra olarak dizer ve hemen aralarını harç ve moloz taşla doldurur.
Dış ve iç örgülerde taşların derinlikleri azımsanamayacak boyutlardadır; bunlar aynı zamanda taşıyıcı örgülerdir, yani günümüzdeki gibi 10 cm’lik cephe kaplaması değildir.
Aralarındaki dolgu, daha az özenle dizilmiş iri ve küçük taş karışımı bir kompozisyondur
ve bol harç içine yatırılmıştır. Dolgu ve cephe örgüleri iyi işçilikte bir bütün halindedir.
Diyarbakır surlarında da anlatılan teknik uygulanmıştır Taş malzemenin gücü ve işçilik
DİYARBAKIR SURLARI 23
kadar harcın kalitesi eşdeğer önemdedir. Diyarbakır surlarında kullanılan harç için çevreden kireç taşı getirilmiştir. Gabriel “sıcak harç”tan söz etmektedir. Yani acele inşaatta ve
çok miktarda kirecin gerekli olduğu hallerde, kireç taşının yakılıp söndürülmesinden
sonra bekletilmeden hemen kullanılma durumlarında bu deyime rastlamaktayız. Aksi
takdirde, söndürülmüş kirecin uzun süre dinlendirilmesi âdettendir. Kireç harcının
gücünü arttırmak için içine puzzolanik katkı konulması gereklidir; bu da Diyarbakır
için sorun değildir.
Surlarda çokça kullanılan bir diğer malzeme, burçların eğrisel örtülerinin yapımında
başvurulmuş olan tuğladır. Tuğla 4. yüzyıl Suriye, Irak ve Kuzey Mezopotamya’sında
yaygın bir malzemedir ve çok daha erken tarihlerde de kullanıldığı bilinmektedir. U
planlı burçlarda genel kullanım, bir beşik tonoz ve uzantısında yarım kubbedir. Surlarda
6. yüzyıldan önce kubbeye rastlanmamıştır. Tuğla kemer ve tonozların cepheye aksetmesi
ise olağan değildir
Şehir dışı duvar cidarı kesme taş niteliğinde özenli bir işçiliğe sahiptir. İç cidar ise bu
titizlikten yoksundur. Kent duvarları mimarisinde genel tavır bu yöndedir. Bunda zaman
ve ekonomi baş roldedir. Bazalt gibi çok sert bir malzemenin gönyeye uyarlanması, cephe
yüzeyini perdahlamaya kadar giden bir yonu tekniği, sabır ve ustalık istemektedir. İç
cidar düşmanın gülle atışlarına maruz kalmadığından bozulması ancak zaman içinde
oluşmaktadır. Gene de örgüde yataylık ve yüzeyde, mastardan şaşmamak ana koşul olarak
gerçekleştirilmiştir. Bu normlardan şaşma durumlarında çok acele inşaat veya onarım
sorumlu olmuştur.(140)
Burçlar plan tiplerine göre dikdörtgen, çokgen ve silindirik olmak üzere üç grupta
toplanabilir. Kapalı mekanları iki kattan oluşan burçların zemin katları depo, birinci
katları ise askerlerin kaldığı bölümler olara kullanılmıştır. Teras katları savunma amaçlı
tasarlanan burçların bazılarında iki teras katı bulunmaktadır. Bu burçlar üç veya dört
kattan oluşmuştur.(39)
Surların sağlamlığı:
Amid’in Timur tarafından ele geçirilmesinden sonra durum şuydu ‘Askerler kente girerler ve kenti yağma ederler, baltalar ve başka yıkıcı araçlarla surların üzerine çıkarlar,
ancak taşlar o kadar serttir ki, surlardan birkaç küçük taş parçası koparabilirler. Surların
tümünü yıkmak için bir yüzyıl gerekebilirdi. Timur’un askerleri de surların üst kısımlarından küçük bir bölümü yıkmakla yetinirler (76)
24 DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır kalesinin muhkemliğini E.Çelebi anlatıyor
Kalenin burçlarından aşağıya bakıldığında, büyük Şat ırmağı küçücük bir ark gibi görünür. Kalenin nehir tarafı felek kulesine boy uzatacak derecede yüksektir. Ancak, kalenin
yıldız tarafı, batı, güney ve kıble tarafları düz zemin üzerindedir.
Duvarlarının yüksekliği her yerde kırk zirai ve temel genişliği onar arşındır. Bütün duvarlarda yüksek burçlar ve tamamı …..adet mazgallı siper vardır. Bu süslü kale, yontulmuş
siyah taştan yapılı olduğu için “Kara Amid” denir. Hendese sahibi usta bu kaleyi dörtgen
şekilde, kuzey ve güneye uzunlamasına yapmıştır, bütün kuleleri ve mazgallı siperleri birbirine bakar ve tehlike sırasında birbirini korur. Kale, hem sert taştan yapılı hem de yalçın
kaya üzerinde olduğundan, düşman kuşatıp bir tarafından da lağım açsa ve metris sürse
bile, zafer kazanması mümkün değildir. Kale, ancak bir yıl kuşatılıp içinde kıtlık başladıktan sonra teslim edilir. Dörtgenin doğu tarafı cehennem çukuru olduğundan hendek gerekli değildir. Fakat kuzey, güney ve batısında …..dörtgen şeklindeki köşelerinde her biri
adeta birer Kaf kulesi olan Yecuc Seddi gibi burçlar vardır. Fakat kale duvarı diğer kalelerdeki gibi üçer dörder kat olmayıp sadece sağlam bir katı vardır.(156)
Sur akustiği
Mevlüthan Mustafa: Hoperlör yoktu. Bilinçli olarak surlara doğru okurdum. Sesim
surlara çarpar aksederdi. Tabii o zamanlar sur içinde böyle rezil binalar yoktu Sesim Urfakapıdaki surlara çarpar tekrar geri dönerdi. İşte o sesin sırrı oradaydı (71)
Surlar ve kutsallık
Diyarbakır surlarla çevrilidir.4 kapıdan şehre girilir. Tarihi fotoğraflarda da görüldüğü
üzere bu kapıların kenarlarında hamamlar vardı. Şehre girenler bu hamama sokulur ve şehre
yıkanmış olarak girme zorunluluğu söz konusuydu. Yani şehir mübarek bir beldedir.
Evliya Çelebi bu hamamları şu şekilde tasvir eder: Eski hamam Rum kapısındadır.
Hamamların en büyüğüdür. Dağ kapı yanındaki Zilci hamamı da güzeldir. Yenikapı hamamı da meşhur hamamlardandır.(72)
Bu kutsallık Hristiyanlık döneminde de vardı. Jean Baptiste Diyarbakır’la ilgili seyahatnamesinde 72 burcun Hz. İsa’nın yetmiş iki havarisine ithafen yapıldığını ifade
eder.(73)
DİYARBAKIR SURLARI 25
Diyarbakır surlarında şu an 83 burç vardır. Ancak MS.349 yılında yapıldığında 72
havariyi temsilen 72 burç yapılmıştır. Diğer burçlar sonra ilave edilmiştir. Bu hususta Diyarbakırla ilgili seyahatnamelerde Tavernier, Buckhinhamve Lord Kinros’un hatıralarına
bakılabilir.
Diyarbakır’daki surlarda 4 kapı(Mardin kapı, Rum kapı, Dağ kapı, Yeni kapı): Mezkur
dört kapının dört İncilcinin adına yapılmış olmasına dair bir anane vardır ki bu anane,
İncilci Marcus’un sembolü olan bir öküz başının Rum kapısı üzerinde mevcut olması ile
kuvvet bulmuştur.(74)
Diyarbakır kalesinin muhteşemliği
Diyarbakır kalesinin muhteşemliğini 25 Nisan 1394 tarihinde Nizamüddin Şami
anlatmaktadır. ’Kal’a o derecede muhteşem idi ki dünyada misli yoktu,yüksekliği tavsif
olunamaz bütün taşları yontma ve bağları kireç ve alçı ile bağlanmıştı.Temelleri pek derin
kazılmıştı.Duvarları o kadar muhkem yapılmıştı ki bir duvarın üzerinde iki süvari yan
yana at koşturabilirdi, o kadar genişti,; burçları göklere kadar yükselmişti.Yapılalı dört
bin üç yüz sene olduğu rivayet olunur.Şimdiye kadar hiçbir fert onu kudret ve kuvvetiyle
teshire muvaffak olamamıştı (77)
.Alınamaz kale’.
Dünyanın en büyük ve zorlu kalelerinden birini fethetmek az şehitle mümkün görünmemektedir. Bu açıdan tarihteki örneklere göz atalım. MS.349 yılında II. Constantinius Amida’nın etrafını surlarla çevirdi. Bu yarım Diyarbakır şeklindeydi. Surların sınırı
dağ kapıdan Gazi caddesinden geçiyordu. Antakyalı tarihçi Ammianus Marcellinıs’un
verdiği bilgilere göre: ‘M.S.359’da II. Şahpur tarafından Sasanlıların Diyarbakır’ın fethinde Diyarbakır’ın fethinde Diyarbakır’ın nüfusu 20.000.di. 120 bin civarında ordu.73
gün süren bir kuşatma oldu. Bu savaşta Pers ordusu 30.000 kayıp verdi. Kalenin etrafında
hendekler vardı. Kaleden büyük taşlar atılıyordu. Ancak alınması mümkün olmadı.
X. yüzyılın ilk yarısında şehri ziyaret eden coğrafyacı İbn Havkal, surların azametinden bahseder ve bu müstahkem şehrin savunma güçlerine ihtiyacı olmadığını söyler’(40)
Diyarbakır Surları çifttir ve paraleldir
Dıştakinin alçak,içtekinin yüksek tutulduğu birbirine paralel çift surla çevrili olan
Diyarbakır’ın dıştaki suru kuzey,batı ve güney yönlerinde genişliği kuzeyden güneye
26 DİYARBAKIR SURLARI
doğru 15 metreden 6 metreye düşerek daralan bir hendekle çevrilmiştir. Eyyubi Sultanı
Melik Kamil 1231-12321 yıllarında Diyarbakır’ı aldığında dış suru yıktırmış ve bu taşları
içteki surlarda kullanmıştır. İçkalenin kuzeydoğusunda dış surlara ait kalıntılar vardır.(78)
Surlar ve karantina
•Diyarbakır surlarla çevrilidir. 4 kapıdan şehre girilir. Bu kapıların kenarlarında hamamlar vardı. Şehre girenler bu hamama sokulur ve şehre yıkanmış olarak girme zorunluluğu söz konusuydu. Yani şehir mübarek bir beldedir.
•Evliya Çelebi bu hamamları şu şekilde tasvir eder: Eski hamam Rum kapısındadır.
Hamamların en büyüğüdür. Dağ kapı yanındaki Zilci hamamı da güzeldir. Yenikapı hamamı da meşhur hamamlardandır.
•1853 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gezgin H. Petermann anılarında güneş
battıktan sonra Amid’e ulaştığında kapıların kapalı olduğunu bu nedenle sabahı
beklemek zorunda kaldığını anlatır... Zaten, kimsenin öyle elini kolunu sallayarak
kente girmesine izin verilmezmiş eskiden. Temizliğe çok dikkat edermiş kent yöneticileri. Tüm yabancılar kente girmeden önce kapıların hemen bitişiğindeki hamamlara sokulur, burada yıkanmaları sağlandıktan sonra içeri girmelerine izin
verilirmiş. Kentin her dört kapısının içinde, girişlerde hamam, han ve caminin var
olmasının nedeni budur işte.
Dünyanın en büyük depolarından
Şehri çevreliyen surla üzerindeki bütün burçlar iki katlı olup, alt katlar ambar olarak
kullanılıyor, üst katlar ise askerin ikametine ayrılıyordu Vital Cuinet seyahatnamesinde
Diyarbakır’da her biri yaklaşık 4600 ton kapasiteli 72 burç olduğunu ifade eder
Kutsallık hristiyanlık döneminde de vardı
•Jean baptiste Diyarbakır’la ilgili seyahatnamesinde 72 burcun Hz. İsa’nın yetmiş iki
havarisine ithafen yapıldığını ifade eder.
•4 kapı 4 incili temsil eder.
DİYARBAKIR SURLARI 27
Dıyarbakır Surları ve Prof. Dr. Albert-Louis Gabriel
Diyarbakır’ı Tanıtma Dizisi’nin 4. kitabı olarak sunulan bu eser, Gabriel’in Voyages
archeolojique dans la Turquie Oriental adlı büyük eserinin Diyarbakır’a ayrılan 2. bölümünün (c. 1, s.85-205) surlarla ilgili kısmından oluşmaktadır (s. 85-157).
Gabriel, gerek bu eseriyle ve gerekse Diyarbakır surlarını yıktırılmaktan kurtaran bir
insan olarak, Diyarbakırlı aydınların gönlünde taht kuran, saygıyla anılan bir kimsedir.
1930 yılında, şehri baştanbaşa kuşatan muhkem ve muhteşem surların yıktırılması
yolunda bir cereyan başladı. Bu görüşte olanların gerekçeleri şuydu: Şehrin boğucu bir
sıcaklık içinde oluşunun tek ne-deni bu surlardır. Hava akımına engel olmaktadır.
1931’de bu görüş daha da yaygınlaştı. Surlar, yer yer büyük ölçüde dinamitler konulmak
suretiyle yıktırılmaya başlandı. Halkın sur taşlarını sökerek kendi inşaatlarında kullanmaları teşvik edildi. Bu saçma görüşe karşı olan birkaç aydın, Cumhurbaşkanına, Başbakana, Milli Eğitim Bakanına çektikleri telgraflarla, tarihe karşı işlenmekte olan bu
cinayetin önlenme- sini, olaya el konulmasını istediler. 1932 yılı Nisan ve Mayıs aylarında
bölgede bir arkeolojik inceleme gezisine çıkmış olan Prof. Dr. Albert-Louis Gabriel, Haziran ayında Ankara’ya döndüğünde, bu konu hakkında Milli Eğitim Bakanlığına bir
rapor verdi. Bazı bölümlerini sadeleştirdiğimiz bu raporda şöyle deniliyordu:
“Bana müteaddit etüd mevzuları vermiş olan Diyarbakir’e de gelecek sonbaharda
gitme emelindeyim. Fakat dairenizin dikkatini çok önemli bir konuya şimdiden celp ve
daveti gerekli görüyor ve buna özel bir ilgi göstermenizi bilhassa önermeye cesaret eyliyorum.
Diyarbekir’in müstahkem suru tarih ve arkeologya noktasından olağanüstü bir önemi
haizdir. Sade inşaatındaki teknik ve teşkilatının tesbitinde gösterilmiş ustalık değil, fakat
kitabelerinin olağanüstü zenginliği itibariyle de Türkiye tarihinin canlı bir sahifesi gibidir. Halbuki, herkesçe bilindiği üzere, yerel makamlar bunun dinamitle yıkılmasına karar
vermiş ve bu kararın uygulanmasına başlamışlardır.
İleri sürülen sebepler, Diyarbekir şehrinin bu sur içinde mahpus bulunmak hasebiyle
havadan mahrum olduğu ve sağlığa zararlı -bir durum aldığıdır. Böyle bir görüşün haklı
olduğunu sanmıyorum. Sur duvarı ile evler arasında havanın serbestçe estiği boş sahalar
mevcuttur ve esasen rüzgarın istikameti nadiren yatay olduğundan, hava serbest bir surette surun dahiline girmektedir. Surları yıkmamak şartıyla şehri sağlıklı bir duruma getirmek için çeşitli yollar vardır. Suyun bugün ikmal edilmiş olan akıtma projesi bu hususta
önemli bir etken olacaktır. Şehrin sistematik bir tarzda planını yapmak tasavvur ediliyor.
28 DİYARBAKIR SURLARI
Bu mükemmel bir fikirdir. Bu husus ile görevlendirilmiş olan mühendisle görüştüm.
Sura dokunmadan pek önemli sonuçlar elde edilebileceğinden eminim. Olsa olsa iki üç
noktada ve ancak iki kule arasında- ki mesafeyi hedefleyecek pek kısa mesafelerde suru
delmek caiz olacaktır.
Diğer taraftan Türkler tarafından inşa edilmiş olup bütün cihanca ünlü ve Avrupa
seyyahlan tarafından resimleri yapılmış olan iki burcun (Evlibeden ve Yedikardeş burçlarının) üst kısımları hiçbir lü- zum yokken yıkılmıştır. Halbuki bunların onarılması gerekirdi. Şimdiki durumda alınması gereken ön-lemleri özetliyorum:
1- Yeni her yıkımın yasaklanması ki zaten hükümet tarafından kabul edilen görüş de
budur.
2- Yapılacak şehir planında. Teklif edilebilecek yıkım pratiklerinin lüzumunu inceleme ve soruşturma.
3- Temel hizasında harab edilmiş olup dayanma güçlerinin tehlikeye düşmüş olması
mümkün bulunan bazı sur parçalarının tamirlerini şimdiden göz önünde bulundurmak.
İki düşüncemi daha eklerneye cesaret ediyorum:
A- Bütün suru yıkıp kaldırmak için önemli bir miktarda patlayıcı madde kullanmak
ve amele çalıştırmak gerekecektir. Zira söz konusu olan şey gayetle sağlam inşaattır ve
yalnız yıkıntının ortadan kaldırılması önemli miktarda para sarfını gerektirecektir.
B- Bu kadar görkemli bir eserin harap olmasının yabancı ülkelerde ve Türkiye’de yapacağı tesiri de hesap eylemek lazımdır.
C- Ulaşım kolaylıklarının yakın bir gelecekte bu diyara seyyahlar ve turistler çekeceği
de bir gerçektir. Diyarbekir’in doğal durumu, latif manzarası, anıtlarına bağlı büyük hatıralar, göz önünde tutulma-sı gerekli şeylerdir ve bunların bütün memleketlerin seyyahları üzerinde kuvvetli bir çekiciliği olacağı muhakkaktır. Bundan ötürü anımsatıp teklif
etmeğe cesaret bulduğum bu konu hakkında kesin kararlar alınmak suretiyle, ilgili makamların o havzanın ve memleketin gerçek menfaatlarına uygun bir davranış içine girmiş
olacaklarını sanıyorum.”
Aynı yılın sonbaharında bölgede yaptığı ikinci inceleme gezisinden dönüşte de Milli
Eğitim Bakanlığına ikinci raporunu sundu. 24 Kasım 1932 tarihli bu raporda da şu hususlara değiniyordu:
DİYARBAKIR SURLARI 29
“Vekil beyefendi,
12 Ekimden 10 Kasıma kadar Doğu illerinde yaptığım geziye ilişkin olan işbu raporumu izhar buyurmuş olduğunuz isteğe dayanarak takdimle övünmekteyim. Bu yerlerin
tümü hakkındaki düşüncelerim için haziranda takdim ettiğim rapora müracaat buyrulmasını önermeye cesaret ettikten sonra, burada bakanlığınızın faaliyetinin hedef sayabileceği bazı yeni önemli noktaları kaydetmekle yetineceğim.
Geçen raporumda söz konusu ettiğim meselelere dönmemek kararıma rağmen, Diyarbekir suru önemli meselesine geri döneceğim. Son geçişimden beri yıkma faaliyeti
daha ileriye götürülmemiş olmakla beraber, duvarların temellerinde açılmış delikler de
kapatılmamıştı. Bu suretle surların yıkılmasından kesin surette vazgeçilmiş bile olsa, temellerin bu açılmış parçalardan başlayarak zamanla yıkılmasından endişe edilebilir. Binaenaleyh, eğer Diyarbekir surunun tamamının değilse bile bir kısmının korunmasına
karar verilmişse, bu kararın ilk belirti ve sonucu surların delikler açılan yerlerinde esaslı
bir duvar tamiri yapılması olmalıdır.
(Yedikardeş) ve (Evlibeden) isimli iki büyük burcun tarihi önemini ve sanat değerini
bir kere daha ve özellikle kaydederim. Bu eserlerin özel bir ilgi ve çalışıp çabalamayı gerektirmesi lazımdı. Halbuki bende halkın kolayca girebildikleri kulelerin taraçalarını taşocağı şeklinde kullandıkları kanaatı hasıl oldu, ve gelecekte yapılacak tam bir onarım
için bugün mevcut kısımlar çok gerekli bulunduğuna göre, sis-tem dahilinde mesai sarf
olunmasa bile hiç olmazsa durumun ayni şekilde korunmasına özen gösterilmesi lazımdır.
Dahilde bu surların bodrumları gerek özel şahıslar ve gerek ordu için hayvan ambarları
hizmetini görmektedir. Kendilerine tezelden başka bir yer göstermek uygun olacaktır.
Keza Diyarbekir’de Büyük Carnie yakın ve Zinciriye Medresesi isimli küçük bir medreseyi kaydederim. Son zamanlarda bunun onarımına kalkmışlardı. Lakin bugün merkez
avlu su bir süprüntü yığını halindedir. Şimdiki halde burasını temizlemek kolay bir iştir
ve ayrıca önemsiz bir masrafı gerektirecek olan birkaç günlük bir meseledir.” (Albert
Gabriel, “Mardin ve Diyarbekir vilayetlerinde icra olunmuş bir arkeologya seyahati hakkında rapor”: Türk Tarih, Arkeologya Dergisi, sayı: 1, 1933, s. 134 v.d.) Böylece bu
değerli bilim ve sanat adamının yardım ve destekleriyle surları yıktırma işi durdurulmuş,
Diyarbakır tarih ve kültürüne karşı işlenen cinayet önlenmiş oldu (37)
30 DİYARBAKIR SURLARI
Anzele Balıklı havuzunun geliri, Diyarbakır surları için vakfedilmiştir
(Hazihi hüçretu vakfün âla suri amed)
(Bu hücre Amed Sur’un üzerine vakıf ’dır)
Anzele’deki araştırmada bugüne kadar eşi benzeri görünmemiş bir belgeye ulaşıldı.
Bu belge ise, üzerinde kitabe bulunan bir bazalt taşı.
Bu kitabe bilinen Diyarbakır tarihinde çok önemli bir belge olan Anzele’deki taş üzerinde yazılı ta yapılan çalışmalar sırasında bir taşın üzerinde kabartmalı kitabe çıktı.
Kabartmalı olarak taşa işlenen bu kitabe, tarihi değeri olan, çok önemli bir belgedir.
Kitabede şu kelimeler yer almaktadır: “Bu Hücre (Oda) Amed Sur’u Üzerinde Bir
Vakıftır”.
Genellikle bilinen taşınmaz mallar camilere ve hayır kurumlara insanların faydalanması için vakf edilir. İlk kez burada yani Anzele’de yer alan Balıklı havuzun gelirinin Diyarbakır surlarına vakf edildiğini görüyoruz. Bu da bilinen Diyarbekir tarihinin ötesinde
Diyarbakır surları bağlamında çok önemli bir kaynaktır.
Vakıflar, Allah rızasını kazanma isteği ile bütün insanları, hatta hayvanları ve doğayı
da içine alacak şekilde genişletilmiştir. İslamiyetle beraber insanların günlük hayatında
hemen her gün karşılaştığı ve yararlandığı camii, medrese, hastane, han, hamam, köprü,
çeşme, su tesisi ve imarethane gibi kamusal nitelikli kurumların neredeyse tamamı hayrat
olarak yaptırılmış, bunların hizmetlerinde sürekliliği sağlamak üzere gelirlerini temin
eden kervansaray, bedesten, dükkan, bağ, bahçe, tarla gibi diğer mal ve mülkler de akar
olarak vakfedilmiştir. Bu tarihi taş, yeni yapılan Balıklı havuzun yanındaki kemerinin
üzerine yerleştirilmesi dileğiyle (157)
DİYARBAKIR SURLARI 31
2.BÖLÜM
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI
Kapılar-Dağkapı /Dikran Spear)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 35
Kapılar-Urfakapı/Dikran Spear)
36 DİYARBAKIR SURLARI
Mardinkapı
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 37
Dicle’den yenikapıya çıkış
Surlar ve kapıları
38 DİYARBAKIR SURLARI
Kale ve yapısı:
•Şehirlerde ticaret ve sanatın, sosyal ve ekonomik hayatın gelişebilmesi için emniyetin
önemli bir şart olduğu şüphesizdir. Bu noktada İbn Haldun ‘Zararlardan sakınmak için
bütün ev ve barınakların etrafını sur ve duvarlarla çevirmeli, şehir aşılması ve çıkılması
zor olan bir dağın tepesinde bina edilmeli veyahut şehir kurulacak yerin etrafı deniz ve
ırmakla çevrilmiş olup; şehre ancak köprüden veyahut kemerli köprüden geçilerek girilmelidir. Bu takdirde düşmanın şehre saldırması zorlaşır, korunmak kudreti kat kat artar.
’
•Kaleler, duvarlar ve bunlara bitişik aralıklı olarak yapılmış kulelerden oluşur. Duvar
ve kulelerin üzerinde diş duvar kısımları vardır ki bunlar düşmana ok ve mermi atanları
korur. Bu siperlere mazgal siperleri ve aralarındaki açıklıklara mazgal denir. Kulelerde
düşmana ok atmak için mazgal delikleri bulunmaktadır.
•Bunların arkasında askerlerin dolaşması ve durması için yapılmış düzlüklere seğirdim
yeri denilir. Bu seğirdim yerlerine kalenin avlusundan taş merdivenlerle çıkılır.
Duvarlara yaklaşan veya tırmanmak isteyen düşmanı yandan vurmak ve kalenin üstüne
çıkmasına mani olmak için aralıklı ve duvardan taş veya yuvarlak kuleler yapılmıştır.
Silindir şeklinde burçlar
Kalelerin duvarları önünde ekseriya su doldurulan geniş hendekler açılmıştır. Bu hendeklerin müdafaası için kale önünde ikinci bir kale duvarı daha bulunur
2 sur ve arada hendek
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 39
Mazgallar ve sur önünde hendek ve ikinci sur kalıntısı
Kale kapıları çift olarak kalın ağaçlardan yapılır ve üzerlerine bakır, tunç veya demir
levhalar çivilenerek kaplamak suretiyle tahkim edilir. Her kapının iki tarafında onu müdafaaya mahsus çıkıntı teşkil eden iki kule bulunur.
Dağkapı Burcu
Surlarla çevrili bir şehir veya kasabanın içinde hakim bir noktaya ayrıca yapılan ve
hükümdar veya kumandanın oturmasına ve düşmanın surları geçmesi halinde veya kumandanın oturmasına ve düşmanın surları geçmesi halinde veya şehirde bir isyan çıktığında çekilip müdafaa etmeğe mahsus olarak yapılan ikinci bir kale de vardır ki bunlara
iç kale denir.
40 DİYARBAKIR SURLARI
KAPILAR
•Dış Kalenin kapıları: Kuzeyde Dağ Kapışı (Harput Kapışı), batıda Urfa Kapışı (Rum
Kapışı), güneyde Mardin Kapışı (Teli Kapışı), doğuda Yeni Kapı (Su Kapışı, Dicle Kapışı). iç Kalenin kapıları: Fetih Kapışı, Oğrun Kapışı, Saray Ka pışı, Küpeli Kapış;, Fetih
ve Oğrun kapıları dışarıya, Saray ve Küpeli kapıları iç tarata şehre açılır. iç Kale Kanunî
Sultan Süleyman zamanında 1524–1526 yılları arasında ikinci bir surla çevrilerek genişletilmiştir. Dış Kale surları içinde cami, medrese, türbe, kilise, han, hamam gibi tarihî
eserler yer almaktadır. iç Kale surları içinde iki kilise, Artuklu Sarayı kalıntıları. Viran
Kale, sarnıç ve cami bulunmaktadır.
Daha sonraki yıllarda eski kapıların ihtiyaca cevap vermemesi üzerine 1950 li yıllarda
Çift Kapı ve 1960 lı yıllarda ise Tek Kapı açılmıştır
Urfakapı tarihi görünüm
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 41
Urfakapı (Ali Uğur)
Urfakapı(tarihi görünüm)
(1928 Urfa kapı dıştan görünümü (kapının bir tanesi açıkken)(125)
Urfakapı tarihi görünüm(125)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 43
(125)
44 DİYARBAKIR SURLARI
(125)
1936 Urfa kapı (A.Gabriel)(158)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 45
1936 yılı Urfakapı(A.Gabriel)(158)
1936 yılı Urfakapı(A.Gabriel)(158)
1995 yılı Urfakapı
46 DİYARBAKIR SURLARI
1936 yılı Urfakapı(A.Gabriel)(158)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 47
Urfa Kapı; Kaleden batıya açılan önemli kapılardan biridir. XVIII. yy sonlarına kadar
yalnızca iki kapı bulunan bu bölümde dıştan sol kapının kente açıldığı, yine dıştaki sağ
kapının ise doğrudan Meryem Ana Kilisesi bağlantılı olduğu söylenir.
Ortadaki büyük kapının ne zaman ve ne amaçla açıldığı ise bilinmemektedir. Ama
Cumhuriyet döneminde açıldığı söylenmektedir, Urfa Kapı’nın üç giriş kapısından kuzeydeki kapı V. yy Bizans yapısıdır. Bu kapı Artuklu Hükümdarı Sultanı Muhammed
tarafımdan onarılıp, kapı üzerine kitabe yazılarak, demir kapı eklenmiştir.
Bugün Urfakapı
Günümüzde Urfakapı
48 DİYARBAKIR SURLARI
Urfa (Rum, Anadolu) Kapısı
Kalenin batısında bulunan Urfa Kapısı, kitabesine göre Artuklu hükümdarı Karaslan
oğlu Artukoğlu Muhammed tarafından 579 / 1183-1 184 yılında yaptırılmıştır. İki dairesel beden arasında yer alan kapı çeşitli değişiklerle günümü/c ulaşmıştır. İki beden arasındaki mesafe 35.50 m olup, bedenlerin çapı ise 22.75 m’dir. İki katlı olarak düzenlenen
bu kapının üst kısmında seyirdim yeri devam etmektedir. Katlardaki giriş merdivenleri
ile top yuvalarının eski hali günümüzde sağlam durumdadır
Üç girişten ortadaki kapatılmış olup yanlardaki girişler günümüzde sağlamdır. Ortadaki kapının Osmanlı döneminde Hümayun kapısı olarak işlev gördüğü, Sultanın sefer
zamanında bu kapının açılıp sonrasında örtüldüğü sanılmaktadır. Güney girişin üst kesimlerine karşılıklı birer boğa başı kabartması yer almakladır. Yine buradaki kitabenin
üstünde stilize bir boğa başına yer verilmiştir. Bu figürün üstünde boğa başına basar şekilde bir kartal kabartması bulunmaktadır. Kartalın güçlü şekilde boğa başlarına basar
şekildeki tasviri, boğanın yenilen karşı gücü simgelediğini göstermektedir. Burada Artukoğullarının İnaloğullarını yenmesi anlatılmaktadır.(82)
Urfakapıda akşam ve ay
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 49
1938 yılı Urfa Kapı-Adil Tekin
Urfakapı
Urfakapı havadan görünüm
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 51
Haziran ayında Urfakapı
Urfa kapı(156)
52 DİYARBAKIR SURLARI
Urfa Kapı; Kaleden batıya açılan önemli kapılardan biridir. XVIII. yy sonlarına kadar
yalnızca iki kapı bulunan bu bölümde dıştan sol kapının kente açıldığı, yine dıştaki sağ
kapının ise doğrudan Meryem Ana Kilisesi bağlantılı olduğu söylenir. Ortadaki büyük
kapının ne zaman ve ne amaçla açıldığı ise bilinmemektedir. Ama Cumhuriyet döneminde açıldığı söylenmektedir, Urfa Kapı’nın üç giriş kapısından kuzeydeki kapı V. yy
Bizans yapısıdır. Bu kapı Artuklu Hükümdarı Sultanı Muhammed tarafımdan onarılıp,
kapı üzerine kitabe yazılarak, demir kapı eklenmiştir. Bu kapılardan kuzeydekinin içinde,
her ŞKi yanında salonlar mevcuttur. Bu salonların üzeri bu geçitte olduğu gibi tuğla örülü
eşik tonozlarla örtülmüştür. Kuzey ile güney kapıları yani sağ ve soldaki kapılar birbirlerinden farklıdırlar. Güneydeki kapının daha sonra yapıldığı tahmin ediliyor.
Güneydeki geçitle merkezi geçit arasında, kente doğru perde hattının içi taş döşemesi,
her tür ekleme dişinden bağımsızdır. Oysa bu geçitle komşu beden arasında bugün yıkık
durumdaki bir yapıdan sökülmüş taşlar bulunmaktadır. Bu taşlar kuzey geçidine bağlanan simetrik bir kanadın varlığım kanıtlamaktadır.
Urfa Kapısı’nın güney kapısı tamamıyla değiştirilmiştir. Bunu bize bitişikteki toprak
düzeyinden hafifçe yüksek kapı eşiği, yapının temelinden değiştirilmiş olduğunu gösterir.
Kapı boşluğu kente doğru, yuvarlak kemerli bir kovanla bağlantılı idi. Kuzey ile güney
kapıları aynı dönem kapıları değiller. Kuzey kapısının üzerinde Artuklu Hükümdarı
Kara Arslan’ın oğlu Muhammed’in yaptırdığı h. 574 (m. 1189) tarihli bir kitabe yer almaktadır Bu kitabe diğer iki kapı gibi Bizans döneminden alma eski kapıdan bozma olduğunu gösteriyor. Sonraları duvarla kapatılmış olan kapı aynı yerde belli bir süreye kadar
karakol olarak kullanılmış. Üç kapıdan ikisinin kapatılması, güvenlik açısından olmalıdır.
Artuklu Hükümdarı tarafından değiştirilen kapı boşluğu bu bölge ve bu dönem mimarisi hakkında güzel bir örnektir. Kapı boşluğunun üst köşelerine yapılmış olan iki armudi silme konsol oldukça dikkat çekmektedir. Kemerleri bağlayan yatay taş blok emer
beş taştan oluşmaktadır. Kapının üstüne yerleştirilmiş olan kitabelerden iri korniş üzerine
diğeri ise kemer üzerine yazılmıştır.
Urfa Kapı, iki katlı iki burçla desteklenmektedir. Bu burçların birbirinden uzaklığı
35-50 metredir. Çapları ise 22.75 m’dir. Bir çok onarımdan geçen bu burçlar aynalı tonoz
ve kubbelerle örtülüdür (19)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 53
Urfa kapı(zemin kat)(Gabriel)
Urfa kapı(Birinci kat)(Gabriel)
54 DİYARBAKIR SURLARI
Urfakapı iç kısmı
Üzerinde Artukoğlu Nureddin Mehmed’in
1183 tarihli kitabesinin olduğu Urfakapı (1973 il yıllığı)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 55
Urfakapı (Tarihi görünüm)
Urfa Kapısı (Rum, Anadolu Kapısı)
56 DİYARBAKIR SURLARI
Urfakapı kitabesi (Artukoğulları, Nurettin Muhammed dönemi-1183 Yılı)Kartal ve hayvan başı kabartması
Diyarbakır Kalesi Urfa Kapısı (1183-84) Resimleri
Artukoğlu Muhammed zamanında yapılmış, kalenin batı tarafındaki, Urfa kapısında,
kitabenin üstünde boğa başına basan, kartal kabartmasından başka alttaki kitabenin iki
yanında kabartma iki simetrik ejder görülür. Boğanın altında bir halka, kitabenin iki yanında açık ağızlı simetrik olarak yerleştirilmiş iki ejder yer alır. Ejderlerin gövdeleri düğümlü, uçları helezonlu kanatlı, öndeki bacaklar içteki gövdeye doğru çekik, kalçalarının
kanatla birleştiği yerde ucu volutlu hatlı, Selçuk ejder başı karakterinde başları yer alır.
Kartalın ise başı tek olup cepheden verilmiştir. Kartal ile aynı boyda boğa başının ise alt
kısmı kırıktır. Kabartmadaki tasvirleri sembolik açıdan inceleyecek olursak, ağzında
halka ile boğa galibiyet, kartal hükümdarlık, ejderler ise yer altı karanlık ve ay sembolüdür. Burada yine iki zıt prensipler bir arada yer almıştır. (14)
Urfa Kapısı, birbirine 35.50 metre uzaklıktaki iki bedenle desteklenmiş olup, bu bedenlerin çapı22.75 m. dir ve birbirine paralel iki cepheyle perde hattına bağlanırlar. Öteki
bedenlerde olduğu gibi, burada düz bölümle silindirik bölüm arasında kısa bir geçit yer
almaktadır Bugünkü durumda kapı, iki bedeni birbirine bağlayan perde hattının kuzeydeki eteği ucunda bulunuyor. Daha önce yapılmış olduğu halde, şimdi basit birer duvarla
örülmüş olan iki kapı boşluğunun izleri bugün de kolayca seçilebiliyor
Bedenler, tepe kısımları hariç, bugün iyi durumdadır; katlardaki giriş merdivenleriyle,
top yuvalarının eski hali aynen muhafaza edilebilmiştir
Perde hattını delen dikdörtgen üç kapıdan ortadakinin genişliği, 5 metreye varmaktaydı. Yapıldıkları dönemde simetrik olarak yanal yerleştirilmiş olan bu kapıların herbiri,
ilk kapıya göre ancak 3.45 m. bir genişlik gösteriyordu. Ana kapının yeri, yuvarlak kemerli kovanı ile dikkati çeker. Bugün bu kovan, bütünüyle duvar kaplıdır Aynı şekilde
duvarla Örülmüş bulunan Güney kapısının, bugün yalnız silmelerle süslü söve pervazı
kalmıştır. Üç kemeri, bir lento bağlamaktadır. Bitişikteki toprak düzeyinden hafifçe yüksek kapı eşiği, yapının temelinden değiştirilmiş olduğunu gösteriyor. Kapı boşluğu, kente
doğru, yuvarlak kemerli bir kovanla bağlantılı idi. Kapı boşluğunun pervaz profili, onun
simetriğinde yer alan Kuzey kapısının profilinden tamamen farklıdır, iki kapının ayni
döneme ait olmadıklarını anlamak için, küçük-bir karşılaştırma yapmak yeterlidir.
Oysa Kuzey kapısı üzerinde Artuklu hükümdarı Kara Arslan’ın oğlu Muhammed’e
ait 579 (1183) tarihli bir yazıt yer almaktadır. Bu yazıt, öteki iki kapı gibi, bunun da BiDİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 57
zans dönemine kadar geriye giden eski bir kapıdan bozma olduğunu, açık şekilde ortaya
koyuyor(37). Sonradan duvarla örtülmüş olan kapı, gene aynı yerde bir süre karakol hizmeti gördü. Üç geçitten ikisinin iptal edilmesi, güvenlik nedeniyle olabilir. O nedenle
de perde hattını delen kapıların sayısı en aza indirilmişti. Buna benzer bir uygulamaya,
Mardin Kapısı’nda da rastlayacağız Artuklu hükümdarı Muhammed tarafından değiştirilen kapı boşluğu bu yörede XIII. yüzyıl mimarlık sitili hakkında bize güzel bir örnek
sunmaktadır. Kapı boşluğunun üst köşelerine yerleştirilmiş olan iki armudi silme konsol,
ötekiler yanında daha fazla dikkat çeker. Kemerleri bağlayan yatay taş blok (lento) beş
kemer taşından oluşmaktadır. Üstte bir kemer ve bir korniş üzerine yerleştirilmiş olan
bir yazıt görmekteyiz. Daha ileride, farklı amblemlere gene değineceğim: Dragonlar, lentonun üzerini süsleyen kuş motifi ve öküz başı. Kapının kanatlan, değişikliğin uygulandığı döneme kadar geriye gider. Bu kapı kanatlan tamamen demirdendir ve bazalt-bir
mil yuvası üzerinde hareket etmektedir. Kollar ve büyük metal çiviler, ortada dikdörtgen
biçimli değişik motifler oluştururlar: Yıldızlar, koç başlan, öküz başları(37)
Hısnı Keyfa Artuklularına ait surlardaki ilk kitabe üç kapıdan oluşan Urfa kapısının
kuzey kapısı üzerindedir. Güzel bir nesihle yazılmış olan kitabe H.579 (m.1183) tarihli
olup ilk hükümdar Nureddin Muhammed’e aittir. Kitabenin metni:
Türkçesi Besmele önderlerin padişahı iran’ın şahlar şahı cihan pehlivanı halifenin dayanağı yüksekliklerin feleği din için savaşan çarpışanların yardımcısı Müslüman ordusunun
idarecisi inatçı ve dinsizlerin ezeni Allaha ortak koşanların gavurların kökünü kazıyan
sultanların ve padişahların öğündüğü ümmetin kükremesi devletin tacı milletin direği ümmetlerin yardımcısı islamın sırt gücü din ve dünyanın aydınlığı Allah’ın yardımın görmüş
düşmanına üstün Allahtan güç almış adil bilgin padişah efendimiz Artuk oğlu Sokma (sökmen) oğlu Davut oğlu Kara Aslan oğlu alp inanç Beygu Kutlug Beg Ebul-Ferh Muhammed’e Allah’ın yardımı ile her açıklık yakındır (yakın olsun) bu iş 579 senesinde oldu.
İkinci kitabe aynı kapının güneyindeki burcun üzerindedir. Kitabenin okuna bilen
parçaları şöyledir:
Türkçesi……mahlukatın…… islam’ın ve Müslümanların…… mücahitlerin yardımcısı
kafirlerin ve müşriklerin kahredicisi Artuk oğlu. Sokman oğlu Davut oğlu Kara-Aslan oğlu
emirler kıralı inanç Yagbu Kutlug Bey Ebu’l- feth Muhammed.(84)
Kuzey tarafta yer alan girişin kentle, güneydekinin ise Meryem Ana Süryani Kadim
Kilisesi ile bağlantılı olduğu söylenir. Kuzey girişi 5.yuzyıla tarihlenmektedir. Kapı üzerinde yer alan bir kitabeye göre, Artuklu döneminde hükümdar Sultan Mehmet tarafın58 DİYARBAKIR SURLARI
dan onarılmış ve üzerinde stilize edilmiş insan ve hayvan figürleri bulunan demir kapı
kanatları eklenmiştir. Diğerlerinden daha farklı ve büyük olan ortadaki kapının ise Osmanlı döneminde “Saltanat” ya da “Hümayun” kapısı olarak işlev gördüğü, padişahın
sefer zamanlarında açılıp sonrasında örtüldüğü söylenmektedir. İki dairesel beden arasında yer alan kapı çeşitli değişiklerle günümüze ulaşmıştır. İki katlı olarak düzenlenen
bu kapının üst kısmında seyirdim yeri devam etmektedir.
Katlardaki giriş merdivenleri ile top yuvalarının eski hali günümüzde sağlam durumdadır. Üç girişten ortadaki kapatılmış olup yanlardaki girişler günümüzde sağlamdır.
Güney girişin üst kesimlerine karşılıklı birer boğa başı kabartması yer almaktadır. Yine
buradaki kitabenin üstünde stilize bir boğa başına yer verilmiştir. Bu figürün üstünde
boğa başına basar şekilde bir kartal kabartması bulunmaktadır. Urfa Kapı’da bulunan
çift başlı kartal ambleminin, ne yazık ki baş kısmı tahrip edilmiş durumdadır. Kapıda
çok sayıda kitabe yer almaktadır. Kitabedeki yazılar arasında yer alan bitkisel süslemeler
yazıların okunuşlarını zorlaştırmaktadır. Ejder kabartmaları, boğa başları, kartal motifleri
kapıya abidevi bir görüntü vererek gücü sembolize etmiştir.(168)
Urfakapı Fatihleri
Çaldıran sonrası Şah İsmail stratejik olduğu için Diyarbakır’ı bırakmak istememiş,
komutanları ile burayı kuşatmış, büyük zayiat vermiştir. Yardıma gelecek olan Yavuz’u
ise Dulkadiroğulları meşgul etmektedir. Moralleri bozulan Diyarbakırlılara yine bir Diyarbakırlı olan Yiğit Ahmet küçük bir askeri grupla kuşatmayı yararak kale içine girmiş,
kaledekilere Yavuzun yardıma geleceği müjdesini vermiş ve onlara moral kazandırmıştır.
Yiğit Ahmed Diyarbakır’a Urfa kapıdan girmiştir.(65)
Selahaddin Eyyubinin de giriş kapısı da Urfa kapıdır.29 Nisan 1183’de buradan içeri
girmiştir
Artukoğlu Nurettin Mahmet de bu kapıdan giriş yapmıştır.(66)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 59
Dağkapı Tarihi görüntüler
60 DİYARBAKIR SURLARI
1909 yılı (125)
Dağkapı-1932 (125)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 61
Dağkapı-1928(60)
Dağkapı içten görünüşü(Cresweld) (53)
Dağkapı tarihi görünüm(anonim)62 DİYARBAKIR SURLARI
1910 yılı Dağkapı-Amida
1910 yılı Dağkapı-Amida
1910 yılı Dağkapı-Amida
Dağkapı ve mezarlık tarihi görünüm(125)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 63
64 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı-1968 yılı(126)
1971 Yılı Dağkapı civarı (126)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 65
Dağkapı
Günümüzde Dağkapı
66 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı burcu-Mervani mescidi
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 67
Dağkapı arka tarafı
Dağkapı yandan görünüş
68 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı burcu
Dağ kapısı(zemin kat) (Gabriel)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 69
Dağ kapısı(Birinci kat) (Gabriel)
Dağkapı burcu(arka taraf )
Silvandan ayrılan Alparslan, Diyarbakır’a geldi. Surların azameti karşısında hayrete
düşen sultan elini taşlara ve daha sonra göğsüne sürerek, onlardan güç almak ister gibi
bir hareket yapmıştır (7)(67)
70 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı
Dağkapı
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 71
Dağkapı burcu
72 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı burcu-Mervani mescidi mihrabı
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 73
Dağkapı’dan Fiskaya’ya surlar(iç kısm)
74 DİYARBAKIR SURLARI
Bedenlerin her biri, bir yarım kubbe, bir beşik tonozla örtülmüş ve mazgal delikleriyle
donatılmıştır.
Geçitin üzerinde, kente doğru, muhtemelen yeniden inşa edilmiş bir caminin kalıntıları bulunmaktadır. Bu caminin, sahanlıklardan daha yüksek bir temel üzerine inşa
edilmiş olduğu tahmin edilebilir. (Çizimde j ve | olarak gösterilmiştir). Oraya, bugün
birkaç basamağı ayakta kalmış bir merdivenle çıkılmaktaydı. (Çizimde merdiven k olarak
gösterilmiştir) Doğu tarafında, ayni merdivenin simetrik olarak yerleştirilmediği görülüyor. Cami Güneye, Doğuya ve Batıya doğru geniş birer portikle açılmakta ve üç eyvanın
üzeri, kırık beşik tonozla örtülü bulunmaktadır.
Duvarların ince örülmüş olmasına bakılırsa, bu portiğin tonozla değil, daha önce düz
bir tavanla örtülmüş olabileceği tahmin edilebilir. Güneyde masif orta bölümü ayakta
duran mihrap, yarı dairesel bir plân üzerine ve süslemesiz olarak inşa edilmiştir. Mazgallı
korkuluk duvarları ve mazgal arası siperlerle donanmış beden platformlarının yapıldığı
yerde, hava cereyanına göre, değirmi yola götürmesi muhtemel yollar bulunmaktaydı.
Bugün bu yollara rastlamıyoruz. Ancak yolların bulunduğu yerde, bazı kalıntılar görülebiliyor. Genişliği 2.5 metre olan kapı boşluğu yarım daire biçiminde bir kemere göre
düzenlenmişti. Bu kemer inci, yumurta dizisi ve akant yaprakları gibi Antik motiflerle
süslü sütun başlıklarına dayanmaktadır. Başlıklar ise, duvarın çıplak yüzeyinden dışarıya
4 cm. çıkıntı yapan pilasterlerlerin üzerine oturmaktadır. Antik kaynaklı iki niş, bu pilasterler arasına simetrik biçimde yerleştirilmiştir Her nişin içinde, alt sınırda olması
muhtemel bir sütun başlığıyla sonuçlanan ve girişi tahkim etmek için kullanılan ayni boyuttaki bir pilaster kaidesinin üst bölümü dikkat çekmektedir. Bu farklı elemanlar, burada yer alan çizimde de görüleceği gibi Ortaçağ’a Özgüdür. Nitekim bugünkü toprak
düzeyi, daha eski bir toprak düzeyi üzerinde yükselmektedir.
Kapı boşluğunda yükselen kemerin üzerinde, dışarı doğru 40 cm. taşan bir parça yer
alır ve ortada, tepeye yakın bir yerde, konsollar üzerinde bir çıkma mazgal göze çarpar.
Bedenlerin yan yüzlerinde, iki yuvarlak nişin içerisinde, Antik dönemi simgeleyen y motifi ve İslâmi dönemi simgeleyen 8 motifi yer almaktadır. Daha sonraki döneme ait Öteki
rölyefler, oraya buraya dağıtılmıştır. Bedenlerin her birinde, bugünkü toprak düzeyinin
4 metre üzerinde, çevrenin dörtte birini kuşatan bir silme yer alıyordu daha önce. Bu silmenin dışa taşan bir bölümü, muhtemelen çekiç darbeleriyle oluşturulmuştu(37)
Dağ Kapısı şehrin kuzeyinde iki silindirik burç arasında yer alır. Dağ Kapı 1930’lu
yıllarda yapılan yıkımdan zarar görmesine rağmen ana kapı yıktırılmadan günümüze
kadar kalmış ve onarımdan geçirilerek kullanılmaktadır. Kapı farklı dönemlere ait yapım
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 75
evreleri geçirmiştir. Kapının üzerinde Roma İmparatorunun Latince, Bizans İmparatorunun Grekçe kitabelerinin yanı sıra Abbasi ve Mervani dönemlerine ait onarım kitabeleri yer almaktadır. Dağ Kapı Burcu’nun üst katında bulunan Mervani Mescidi,
Mervani Hükümdarı Ebu Nasır Muhammed bin Cehir tarafından Kitabesine göre hicri
447 yılında yaptırılmıştır. Buranın daha önceden itfaiye hizmetlerine ayrılmış olması,
yapının tahribatına yol açmıştır.
Dağ Kapı’nın 1980’li yıllar sonrasında işlev kazanması, sergilere mekan oluşu, şehrin
merkezi alanında kültürel çalışmaların yansıtılması acısından bir farklılık oluşturmaktadır. Kapının iç cephesinde kastal (ceşme) bulunmakta fakat aktif değildir. Kastalin yanında bulunan kabirler, eski özellikleri göz önünde tutularak korunmuşlardır. Dağ
Kapı’nın üç yanı koruma amaçlı demir parmaklıklarla çevrilmiş fakat bu haliyle de yapının rahat bicimde gezilmesini engellemekte ve görünümünü bozmaktadır. Üst kata çıkılan taş basamaklar, asıl bicimi bozmamak endişesiyle onarılmadan bırakılmıştır. Dağ
kapı’nın doğu ve batısında iki dairesel burca yer verilmiştir. Her iki burcun üzerine de
farklı düzenlemelerden meydana gelen kabartmalar islenmiştir. Dağ Kapı burcunda avuç
içini tümüyle gösterir bicimde, parmaklar aşağıda donuk tarzda tek bir taş üzerine el fi
guru işlenmiştir.
El motifi üzerine Diyarbakır’ı konu alan kaynaklarda herhangi bir açıklama yer almamaktadır. El fi guru halk arasında ‘Peygamberimizin kızı Fatma Ana eli’ olarak bilinmektedir. Dağ Kapı farklı devletlerin kitabelerini ve kabartmalarını taşıyan, bu yönüyle
diğer burçlardan ayrılması gereken farklılıkları içermektedir. Burçta yer alan el fi guru
tek örnektir. Hayat Ağacı, motifi bu burçta bulunmaktadır. Bitkisel motifli erden üzüm
ve yaprak, burçta görülmektedir. Roma-Bizans Donemi kalan kitabeler ve Gamalı Hac
ile Abbasilerden Osmanlılara kadar gelen kabartmalar bulunmaktadır.
Burçta Abbasilere ait güvercin, hayvan ve bitki motifi erindeki stilizasyon alabildiğine
naif ve spontane bir bicimde yapılmış oldukları dikkati çekmektedir. Dağ Kapısı’nın iç
tarafı tamamen Mervan Oğulları’nındır. Dış tarafının ustu Abbas oğullarıyla Roma ve
Bizanslıların stillerini göstermektedir. En altta geyik ve geyik avı resimleri, koşan at, boğa,
onların üstünde gamalı hac bulunmaktadır. Boğa ve arslanlar gamalı hacın altında koşan
geyik resmi hicbir şekilde Romalılara işaret etmemektedir. Gamalı Hac ve buna doğru
karşılık gelen eski bir aktarımı yansıtmaktadır. Totemizme ait geleneklerin yansıyan sembolleri olmalıdır.
76 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı burcu (168)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 77
Dağkapı burcu
Dağkapı burcu
78 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı burcu-Mervani mescidi
Dağ kapının, iç kapısı üzerinde bulunan mescid Mervanoğlu Ebû Nasr Ahmed tarafından 1056 yılında yapıldı
Dağ kapının taşları
Le le le le le le le yandım
Dağ kapının taşları
Armudun ağaçları
Ben bugün yari gördüm
Kıvrım kıvrım saçları
Le le le le le le le yandım
Dağkapı burcu
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 79
5 km uzunluktaki bu surların önünde yakın zamana kadar bulunan 7.5 m. yükseklikte
ikinci bir sur bulunmakta ve aradaki hendekle gelenlerin fethini engellemek için her
türlü zemin vardı. Kale içinde de dışarıya büyük taş atmak için büyük mancınıklar da
vardı. Bunlardan biri Artuklu kemerinin yanındadır (67)
Kitabelerden en eskisi, Dağ Kapısı’nın dış yüzünde ve kapının en üstünde bulunmaktadır. Beyaz malta taşları üzerine yazılmıştır. Tek satır halindedir. Metni şöyledir:
Türkçesi besmele Allah’ın yardımını görmüş Mervan oğlu Alinin babası hasan.......yapılması...... Kitabenin başında ve sonunda bir kaç taşın düşmesi sebebiyle metin eksiktir.
Allah nusreti aziz etsin 386 (m.996) senesinde (Krş. Süleyman Savcı Kazım Baykal Diyarbakır şehri Diyarbakır 1942 sf.39.bu kitabe AMİDA da yoktur.)
Türkçesi besmele efendimiz ve ulu beyimiz şanlı ve Allahın yardımını görmüş islamın
izzeti dinin saadeti devletin yardımı milletin rüğknü ümmetin mecdi ümeranın şerefi
Mervan oğlu Ahmed masrafı kendisine ait olmak üzere Cenabı Hakkın sevabını rica ve
rahmetini dileyerek. Oğlu Emir Sadüdevle Ebul Hasan Muhammedin velayetinde yapılmasını emretti. Allah her ikisinin varlıklarını uzun etsin. Ve mülklerini kuvvetlendirsin. Bu işi Kadı Ebi Ali el Hasan b.Ali b. Ahmed el Amidinin idaresinde yapıldı.
Sene426(m.1034)Bana Allah yeter ve Allah ne güzel vekildir. (Krş. Süleyman Savcı Diyarbakır Kitabeleri KARACADAG S.6-7 1938 SF. 4 Amida sf.23 Nu 8 (84)
Dağkapı meydanı
80 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı ve bahar
Şeyhmus Diken Dağ kapı ve Gabriel’in Diyarbakır surlarına katkısına dikkat çekiyor
Dağkapı Burcunun önünde durup yüzümüzü Dağkapı Meydanına dönüp sırtımızı
sura yasladık ve başladı yazar anlatmaya.
“Kadim Amida’nın surları neredeyse tarihle yaşıttır. Eski şehri beş buçuk kilometre
uzunluğundaki ve kalkan balığı görüntüsü ile çepeçevre kuşatır. Dört yöne açılan kapılan
ve 82 burcu ile zamana ve insanın olanca acımasızlığına taşın meydan okuması ile ayakta
kalmış muhteşem bir abi dedir. Bu sebeple bana göre adı surlara işlenecek kıymette büyük
bir şahsiyet olan Fransız Arkeolog Albert Louis Gabriel boşuna Kitabeler Manzumesi
demiyor surlara.
Şu an önünde durduğumuz Dağkapı Burcu Roma döneminden kalan ve zaman içinde
defalarca restorasyondan geçmiş değişik yerlerdeki taşların her onarımda taşınarak yeniden yapılanmasında kullanılmış farklı zamanların mimari izlerini taşıyan bir burç.
Zaten çıplak gözle de bakıldığında fark etmemek mümkün değil. Yazıtlar, hayvan kabartmaları, adeta bir hikâyeyi anlatır gibi sıralanmış kitabeler; tarihi sur burcunun serenCanım anlatıyor. Tabi şimdi biz burç kapısının birkaç basamak üzerinden kodu hayli
yükselmiş bir yol ve kaldırımdan sura bakıyoruz. Aslında daha yüz yıl öncesine kadar
surların kapılarından merdiven inmeden düzayak dediğimiz bir yürüyüşle geçip gidildiğini unutmamak gerek. Şehirler, teknoloji ile yeni mimari tarzlarla buluşunca eski dokunun üzerine her defasında yeniden yollar inşa edilince eski ve kadim şehirler çok
katmanlı bir hale evrildi. Çoğu kez eski doku toprak ve asfalt altında kaldı. Diyarbakır
‘da bu durumdan payına düşeni aldı.
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 81
Hazır Dağ kapı Burcu üzerinden bir okuma yapıyorken Cumhuriyeti onuncu yıllarında, yani 1930’larda yaşanmış bir kent katliamını da yeniden anımsamak gerek. Gabriel’in adını kıymetlendirerek boşuna anmadım. Ortadoğu Arkeolojisi üzerine
İstanbul’dan başlayarak Dîyarbekir’e kadar, hatta daha doğuya Hasankeyf ’e kadar uzanan
bir yolculuğa çıkar Albert Louis Gabriel. Heyecan verici bir yolculuktur onunkisi. Her
gittiği yerin hem fotoğraflarını çeker, hem de mimari çizimlerini bizzat kendisi çizer.
Kadim Dîyarbekir’e geldiğinde çok vahim bir manzara ile karşılaşır. Görür ki kentin
valisi yıkıma başlamış. O tarihlerde kent halkı hala sur içindeki eski ve taş evlerde yaşamaktadır. Kentin etrafını çepeçevre kuşatan surlar nedeniyle sur içine hava girmiyor ve
bu vesileyle de bulaşıcı hastalıklar kol geziyor gerekçesiyle surlar valilik emriyle dinamitlenerek patlatılır ve iki noktada sur duvarlarında büyük gedikler açılır sonra da genişletilir.
İşte en büyük gedik şu an bulunduğumuz noktada Dağ kapı Burcuyla hemen solda tek
başına duran Tek Beden arasındaki iki yüz metrelik bölüm olur. Bir de Mardin kapı ile
Yeni Kapı arasında yıkım gerçekleştirilir.
Gabriel bu yıkımı görünce itirazlarını yükseltir ama dinletemez. Bunun üzerine Ankara’ya mektuplar yazar. Der ki Gabriel;
“Dîyarbekir’in müstahkem suru tarih ve arkeologya noktasından olağanüstü öneme sahiptir. Sadece yapımındaki teknik ve örgütlenmenin oluşumundaki ustalık değil, kitabelerinin olağanüstü zenginliği açısından da bölge tarihinin canlı bir sayfasıdır. Oysa
herkeslerce bilindiği üzere, yerel makamlar bu surların dinamitlmerek yıkılmasına karar
vermişler ve bu kararlarının uygulamasına da başlamışlar. ileri sürülen sebepler, Dîyarbekir şehrinin surlar içinde kalması düşüncesiyle hava sirkülasyonundan mahrum kaldığı
ve sağlığa zararlı bir durumla karşı karşıya kalındığı şeklinde gerekçelendirilmiştir. Böyle
bir düşünce haklı olamaz. Sur duvarları ile evler arasında hava esintisine engel bir hâl yoktur. Ayrıca havanın serbestçe esinti yarattığı boş sahalar da sur içinde mevcuttur. Esasen
rüzgârın yönü ender durumlarda yatay olduğundan hava özgürce sur içinde dolaşım yapabilmektedir. Surları tahrip etmeden de şehri sağlıklı konuma getirmek mümkündür.”
Gabriela’n mektubu çizimleri, planlan ve çektiği fotoğraftan ile birlikte Ankara’ya gider.
Bir süre sonra sur yıkım ve tahribatı Ankara’dan gelen emirle durdurulur. Ama o arada
beş burç da yıkılıp gitmiş ve tarihe mal olmuş olur. (136)
82 DİYARBAKIR SURLARI
Surların güney kesimi(1973 il yıllığı)
Güneyden surların görünüşü(55)
1654–1655 yıllarında Diyarbakır’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde,
Diyarbakır Kalesi ve surlarla ilgili şu bilgileri vermektedir:
“Kara Âmid kalesi: Önce söylenmesi gereken, Kara Âmid’in dünyada sağlam kalesi ve
dayanıklı surlarıyla tanındığıdır. Dicle kıyısında, doruğu gökyüzüne ulaşmış, yeryüzünde
yüksekliğiyle meşhur olan Fiskayası üzerinde kara taştan yapılmış, ters işli dünyada yüce,
sağlam bir kaledir. Gerçi yalçın kaya üzerindedir, ama yüksek dağın en tepesi lâleleri olan
geniş bir yeşil alandır. Kalenin doğu ve kuzey tarafına eğimli semti göğe başkaldırmış kayalar üstünde olup Fis mağaraları bu yüksek yerin altındadır. Hazret-i Yunus aleyhi selam
makamı da oradadır. Oradan aşağıya insan bakmaya cesaret edemez.
Dört adet demir kapısı vardır. Birincisi kuzey tarafına açılan Dağ Kapısı’dır. Şerbetin,
Eğil, Ergani, Çermik, Harput ve Palu’ya giden, bu Dağ Kapısı’ndan gider. Batı tarafına
açılan Rum Kapısı’dır. Mezarlığa ve Karacadağ’a gidenler bu büyük kapıdan gider. Kıble
tarafına açılan Mardin Kapısı’dır. Doğu yönüne bakan Yenikapı’dır. Buradan aşağı Şat
kıyısına inilip köprüden Şattı geçtikten sonra Meyyâfârikin kalesine, ardından Batman
köprüsüyle büyük nehri geçince Hazzo kalesine varılır. Bir kapı da paşanın bulunduğu içkale sarayında olup doğu yönüne Şat nehrine doğru açılır. Gizli kapı olup ana yol değildir.
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 83
Diyarbakır surları
Dışkale kapıları şunlardır:
1-Kuzeyde
2-Güneyde
3-Batıda
4-Doğuda
Dağ Kapı (Harput Kapısı)
Mardin Kapı
Urfa Kapı (Rum veya Halep Kapısı)
Yeni Kapı (Dicle Kapısı)
Bu dört ana kapının dışında Cumhuriyet döneminde açılan Çift Kapı ve Tek Kapı
mevcuttur.
İçkale kapılarının adları XIX. yüzyıla ait belgelerde şöyle belirtilmektedir:
1-Oğrun Kapı:
2-Küpeli Kapı:
3-Saray Kapı:
4-Fetih Kapı:
Dicle’ye açılan kapı
Değirmenlere açılan kapı
Şimdiki şehir merkezine açılan kapı
Şehre açılan bir başka kapı (1)
Bu dört ana kapının dışında Cumhuriyet döneminde açılan Çift Kapı ve Tek Kapı
mevcuttur. Bu dört kapı ile ilgili olarak tarihi kayıtlarda güneydeki Mardin Kapısı’nın
adı Bâbü’t-Tel veya Bâb-ı Mardin, batıdaki Urfa Kapısı’nın adı Bâbü’r-Rûm, doğudaki
Yeni Kapı’nın adı Bâbü’l-Mâ veya Bengü Kapı, Kuzeydeki Dağ Kapı’nın adı Bâbü’lCebel olarak geçmektedir.
Bu dört kapı, tarihi dönemler içerisinde geceleri kapalı tutulmuşlardır ve her kapının
açılıp kapatılması için görevlileri vardır. 1803-1845 tarihleri arasındaki belgelerden bu
tarihler arasında Dışkale kapılarında 4 katip ve 4 bekçinin görev yaptıkları ve yine bu tarihlerde geceleri kale kapılarının kapalı tutulduğu anlaşılmaktadır. 1845 yılında bu görevlilerden kâtipler gelip geçenlerin mürûr tezkeresine bakmak üzere 80 kuruş aylık ile,
bekçiler ise geceleri kapıları kapatarak anahtarları kaim makama götürmek ve gündüzleri
açmak üzere 50 kuruş aylık ile vazife yapmaktaydılar.
Diyarbakır’ı 1853 yılında ziyaret eden H. Petermann Diyarbakır’a güneşin batmasından kısa bir süre sonra geldiğini, ancak kapıların kapalı olduğundan dolayı şehre girmek için sabahı beklediğini belirtmektedir.
Diyarbakır’ı ziyaret eden gezginlerden R.J. Garden kapıların kapalı tutulduğuna dair
şu bilgileri vermektedir: “Kapılar her gece gün batımında kilitlenir ve anahtarlar saraya
götürülürdü. Bu kural o kadar sıkıydı ki, bu saatten sonra hiçbir gezgin, konsolosları ara86 DİYARBAKIR SURLARI
cılığıyla Paşadan izin almadan buraya kabul edilmezdi. 1804 yılında Diyarbakır’ı ziyaret
eden İnciciyan’ın verdiği bilgilere göre XIX. yüzyılda saray ve küpeli kapıları gündüzleri
cuma günleri namaz saati hariç açık olup devamlı muhafızlar beklemekteydi. Diğer iki
kapı ise zorunlu haller dışında pek açılmıyordu”(1)
Urfa Kapı, Diyarbakır Kalesinin güneybatısındadır. Halk arasında Urum
Kapısı adıyla da anılan Urfa Kapıda eskiden sadece 1100 lü yıllardan kalma giriş vardı.
Demir kanatları hayvan başlı çivilerle süslü, üzerinde Selçuklu arması çift başlı kartal
sembolü bulunan bu kapı Melikahmet caddesine açılıyor.
Bazı tarihçiler bu bölümde bulunan bir başka kapının Bizanslılar döneminde Meryemana Kilisesine doğrudan bağlantılı olduğunu, sadece rahipler ve rahibeler tarafından
kullanıldığını öne sürüyorlarsa da bu kapının hangisi olduğu bilinmemektedir.
Zira1900lu yılların başlarında çekilen fotoğraflarda burada Selçuklu kapısından başka
bir kapı görünmemektedir...
Bu itibarla ortadaki yüksek yuvarlak kemerli giriş ile güneyindeki kapı sonraki yıllarda
açılmış olmaktadır Bu durumda, Meryemana Kilisesi ile ilişkili olduğu söylenen kapının
Bilinmektedir ki; Diyarbakır surlarının dört yöne açılan dört ana kapısı, ayrıca da çeşitli yönlere açılan çok sayıda ara kapıları vardır.
Dağkapı, Urfakapı, Mardinkapı ve Dicle Kapısı. Bir diğer adıyla Yeni Kapı...
Eski çağlarda bu kapılara değişik adlar da veriliyordu.
Dağkapıya Harput Kapısı, Bazı dönemlerde ise Armen Kapısıı
Urfakapıya batıya açıldığı için Urum Kapısı diyenler olmuş. Bilindiği gibi Doğulu
halklar eskiden Roma ve Bizans işgali altında uzun yıllar kaldığı için Anadoluya Diyar-i
Rum diyorlardı. Anadolu halkı da batıyı her zaman, Diyar-i Rum olarak tanımlamıştır.
Anadolunun batısındaki Trakya bölgesine Rumeli denmesinin nedeni bu olsa gerek.
Mardinkapıya, tepe kapısı anlamına gelen Bab-El Tel.
Yenikapıya da Dicleye açıldığı için Bab-El Ma, yani Su Kapısı demiş Arap tarihçiler.
Yine, Yenikapıya Kaplan Kapısı denildiği dönemler olmuş
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 87
Dört yöne açılan dört ana kapıdan başka surların çeşitli bölümlerinde, bazıları günümüzde de kullanılan 10’dan fazla sayıda ara kapı vardır.
Bu kapılar eskiden sur dışındaki bağlara, bahçelere gidişte kullanılıyordu. Bu ara kapılarda da nöbetçiler bulunduruluyor, bunlar da güneşin doğuşu ve batışı ile açılıp kapatılıyordu.
Kapılar kapanınca da ne kimse içeri girebiliyor, ne de dışarı çıkabiliyordu.
Bu durumu günümüzden 160 yıl önce kente gelmiş Alman gezgin H. Peterman da
anlatır.
1853 yılında kenti ziyaret eden H. Petermann anılarında güneş battıktan
sonra Amide ulaştığında kapıların kapalı olduğunu bu nedenle sabahı beklemek zorunda
kaldığını yazar.(54).
Diyarbakır surları 5 km uzunluğunda, 10-12 m yüksekliğinde, 3-5 m. genişliğindedir.
Kalkan balığı şeklindedir. Balığın başı iç kale, kuyruğu yedi kardeş ve evli beden burçlarının olduğu yere uyar. İçkale kısmın M.Ö.3000’de yapılmıştır. İç kale ise Kanuni zamanında genişletildi, burada 16 burç vardır, Saraykapı ve küpeli kapıları yapıldı. Tüm
surlarda 82 burç vardır. (2)
MS.367-375 yılları arasında ateşe tapan İran halkından korunmak için sığınan Nusaybinlileri de sur içine almak üzere gazi caddesindeki surlar yıkıldı. Sınır Dağkapı-Urfakapı-Mardinkapı olarak genişletildi.(3)
Şehri çevreliyen surla üzerindeki bütün burçlar iki katlı olup, alt katlar ambar olarak
kullanılıyor, üst katlar ise askerin ikametine ayrılıyordu (4)
Gizli Kapılar
İç Kalede Ceza Evinin kuzeyindeki kapı “Fetih Kapısı” olarak bilinir (Günkut, s. 66).
Gabriel bunun batısında, Un Fabrikası yıkılınca gün yüzüne çıkana bu adı veriyor. Oğrun
(Oğurun, Konya, II. S. 8, Uğrun) Kapı, Hazreti Süleyman Camisi güneyinden geçip
doğu yönde Dicle Vadisine inen kapının adıdır. Saray ve Küpeli Kapıdan Kanuni’nin
eklemesinden kaynaklananlardır. Arslanlı Kapının Artuklu döneminde bugünkü şeklini
almış okluğu söylenegelir. Eski İç Kalenin asıl kapılarının yeri ve şekli konusunda bilgimiz
yoktur. Ancak; Sen Corc, 7. Kolordu ve eski Hükümet Binasının yan yana sıralanışı dışında buradaki derin vadi, bir kapıya elverişli değildir. Hazreti Süleyman Camisi hemen
88 DİYARBAKIR SURLARI
kuzeyinde, doğu-batı doğrultusunda iki burcuyla uzanan eski sur, güney yönde giderek
artan bir kot farkıyla yine herhangi bir kapıya elverişli değildir. Batı yönünü Höyük (Flisar) kaplar. Bu durumda tek kapı, şimdiki Arslanlı Kapı yerindeydi ve İç Kalenin kentle
kolay bağlantısı açısından topografyasına oldukça uygundur.
Kuzeydeki “Fetih Kapısı” amacına uygun olup kaçmaya, kurtulmaya uygundur. Batı
yüzü kuzey ucundaki kapı ancak üstündeki yazıtlar kadar eski olup, höyük nedeniyle
şehre buradan açılması trafiğine (görevine) uygun düşmüyor. (80)
İçkale kapıları
Küpeli kapısı
Babülfereç kapısı
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 89
Cumhuriyet dönemi kapıları
Dış kalede sonradan açılan kapılar; Tek kapı ve çift kapıdır.
Tek Kapı; Kente yeni bir geçiş sağlamak amacıyla geç dönemde yapılan bir ikapıdır.
Ancak üzerinde bir kitabe bulunmamaktadır
Çift (Hindibaba) Kapı; Kentin kale içini dışa bağlayan, PTT karşısındaki kapıdır.
Kapının bir diğer adı ise Hindibaba kapısıdır. Adını Akkoyunlu Türk Hindi aşireti reisi
Hindibabadan alan bu kapı şimdiki vilayet konağı ile PTT caddesini birbirine bağlayan
kapıdır. Cumhuriyet döneminde açılmıştır. Günümüzde bu kapıların üstü onarım geçirmiştir.
Çiftkapı
90 DİYARBAKIR SURLARI
Çift kapı
Çift kapı
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 91
Çift kapı
Çiftkapı(1937 yılı)(125)
Kapı 1930 yılında açıldı
İnaloğulları ve Nisanoğulları döneminde Kitabelerden ikincisi, Hindibaba Kapısı’nın
batısındaki burcun kuzey yüzündedir. Metni:
Türkçesi: Besmele. Bu mübarek kalenin korunması ve Allah rızasını dilemek maksadıyla masrafı kendine ait olmak üzere Nisanoğlu Ebu’l Kasım Ali bu burcun tamamını
92 DİYARBAKIR SURLARI
yeniden yaptırmak işini üzerine aldı. Bu iş Emrü’l-mü’mininin muini, kale komutanı, İslamın gökçekliği, dinin güzelliği veliyyi niam, asil, bilgin, padişah efendimiz ilaldı oğlu
Mahmud’un zamanı devletinde (anlara mağfiret ile dua edene ve rahmet okuyana Allah
rahmet eylesin) 558(m.1162) senesinde cereyan etti. (84)
Bu dönemde yeniden inşa edilmiş burçlardan biride şehrin güneyindeki Mardin Kapısı’ndan itibaren burçtur. Çok köşeli bu burcun üzerindeki kitabe kitabe siyah taşlara
kufi olarak yazılmıştır. Bu kitabe ilk defa Süleyman Savcı tarafından 1939 yılında yayımlanmıştır. AMİDA’da ve Gabriel’in kitabında yoktur. Savcı’nın yayımladığı bu kitabenin
Türkçesi şöyledir: Emirü’l-mü’mininin yardımcılarından, Müslümanların ve islamın şerefi dinin kemali adil sahip efendi Nisanoğlu Ebu’l Kasım Ali yaptırdığı burçlar gibi bu
burcu da hayri üzerine (iki kellime düştüğü için okunamadı) 565 (m.1169) senesinde
(Kendisine rahmet okuyana Allah Rahmet etsin) Kitabe eksik olduğu için ancak meal
çıkarılabilmiştir. (84)
Yeni Kapı
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 93
Yenikapı iç kısmı
Yeni Kapı ismi 17. yy’dan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Evliya Çelebi’de geçen
bu isim 17. yy’da bazı değişikliklerin olduğunu göstermektedir. Eski adı ise Bab-e Ma
(ırmak Kapısı) ya da Bâb-el Dicle (Dicle Kapısı) olarak geçiyor. Yeni kapı ismi yapının
orijinal mimari özelliğini tam olarak yansıtmıyor. Büyük ihtimalle 17. yy’da yapılan değişiklikten dolayı orijinalliğinden uzak kalmıştır. Perde hattı üzerinde basık kemerli, basit
bir kapı demir levhalarla donatılmış olup, buradaki benzemeler Mardin Kapı ve Urfa
Kapı’ya göre daha sağlam ama onlara da benzerlik gösteriyor.
Dıştan destek duvarları üzerine yerleştirilmiş sağlam bir yokuş ile kapıya girilir. Bu
duvarlar Osmanlı döneminde yapıldığı muhakkaktır (. Giriş kuzeyde iki katlı dikdörtgen
bir bedenle tahkim edilmiştir. Bu bedenin üzerindeki yazıtlar birkaç değişim geçirdiğini
kanıtlamaktadır.
Osmanlı döneminden kalma bir çok yapı Yeni Kapının çevresinde ı bulunmaktadır.
Bunların kalıntıları günümüzde de, hala bulunmaktadır. Bunlar; ev, hamam, kervansaray
gibi yapılardır.
94 DİYARBAKIR SURLARI
Kapının kendisi ise bir uçurumun tepesinde tek kapılıdır. Perde çizgisinin üzerinde
yer alan kapı, Bizans özelliklerini hala taşımaktadır. Korumalı yol boyunca, kentin bir
yanındaki duvarların üzerindeki kemerli sütunlar Bizans özelliğini açığa vurmaktadır.
Yeni Kapının tuğla üst tonozu ve kesme taş alın kemeri geçen yıl bir onarım geçirmiş
ancak yapılan onarımda alın kemerinin beden duvarından daha yüksek olmuştur (19)
Yenikapı dış kısmı
İnaloğulları ve Nisanoğulları döneminde de surların bazı kesimlerinin onarıldığı, bazı
burçların yeniden ve daha sağlam olarak inşa edildiği, taşıdıkları kitabelerden anlaşılmaktadır. Bu kitabelerden ilki, Yenikapı’daki yüksek burcun güney yüzündedir. Kitabenin bazı taşları düşmüş, yazıların kısımları silik. Metni:
Türkesi: Besmele. Adil, bilgin, mücahid, muzaffer, müeyyed, mansur, ulu serasker
emir efendimiz yapılmasını buyurdu.
Kitabe eksik olduğu için kime ait olduğu belli değil.
Albert Gabriel, Van Berchem’in görüşüne katılarak kitabenin ilaldı oğlu Mahmud’a ait olabileceği kanaatiyle H.540(m.1145) tarihini kabul etmektedir. Süleyman
Savcı, kitabenin Nisanoğlu Ali’ye ait olduğu, “istehsalar kelimesinden istidlal olunabilir’’ görüşünde. (84)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 95
20 m yükseklikteki Yeni Kapı Burcu(1943)-Adil Tekin
96 DİYARBAKIR SURLARI
Yeni Kapı Burcu 2013’teki durum
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 97
Yenikapıya çıkan merdivenler-2013
Yenikapıya çıkan merdivenler-2013 (156)
Şehrin doğusunda yer alan basık kemerli ve tek girişli olan bu kapı, kenti; Suya, yani
Dicle’ye bağlar. Ulu Cami’nin Hanefiler bölümünde yer alan 1240-1241 tarihli kitabede
“Su Kapısı” olarak anılır. Basık kemerli ve tek girişli olan bu kapı, şehirden Dicle’ye yani
suyoluna inişi sağlamaktadır. Kapıya dıştan dayanak duvarları üzerine yerleştirilmiş sağlam bir rampa ile kapıya girilir. Girişin hemen kuzeyinde iki katlı dikdörtgen bir burçla
tahkim edilmiştir. Geçirdiği onarımlara rağmen Bizans dönemi yapısı olma karakterini
korumuştur.(156)
98 DİYARBAKIR SURLARI
Eski adı “Irmak kapısı” (Bâb-el Ma’)ya da “Dicle Kapısı” (Bâb-el Dicle) olarak geçmektedir Ulu Cami yazıtlarından birinde, bu kapıdan “Irmak Kapısı” diye söz ediliyor.
“Yeni Kapı” adı ise Evliya Çelebi’de geçiyor ki, bu durum XVII. yüzyıldan itibaren yörede
bazı değişimlerin olduğunu göstermektedir. Bugün kullanılan “Yeni Kapı” adı, eserin
eski mimari özelliklerden uzak bulunduğu izlenimi uyandırıyor. Perde hattı üzerinde
basık kemerli, basit bir kapıdır bu. Demir levhalarla donatılmıştır. Buradaki süslemeler,
Mardin ve Urfa kapılarındaki süslemelerle benzerlik gösterir. Ama onlara göre, biraz
daha sağlamdı.
Yeni kapı ve takibeden surlar
Dıştan, dayanak duvarları üzerine yerleştirilmiş sağlam bir rampa ile kapıya girilir. Bu
duvarların çok daha sonra, Osmanlı döneminde inşa edilmiş olduğu muhakkaktır. Giriş,
kuzeyde iki katlı dikdörtgen bir bedenle tahkim edilmiştir. Bu beden de arka arkaya birkaç değişim geçirmiş olup, yazıtlar da bunu kanıtlamaktadır.
Yeni Kapı’nın çevresinde, kentin içinde, Osmanlı döneminde yeni bir yerleşim bölgesi
oluşturulmuştu. Bu yörede ev, hamam ve kervansaray gibi, bugün geniş alanda kalıntıları
bulunan çok sayıda yapı vardı. Kapının kendisine gelince, Dicle ya da Irmak Kapısı olarak
eskiden beri anılmaktaydı. Daha önce üzerinde durduğumuz üç kapı gibi, bunun da birbirinin eşi iki bedenle tahkim edilmiş olduğunu söyleyemiyoruz. Bir yarın tepesinde yer
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 99
almış olması, bu kapının ayrıca iki bedenle tahkimini gereksiz kıldığı söylenebilir. Perde
hattının üzerinde yer alan kapı, her halükârda Bizans karakterini muhafaza etmektedir.
Gerçekten de seğirdim yolu boyunca, kentin bir yanındaki duvarların üzerinde uzanan
kemerli sütunlar, bu Bizans karakterini açığa vurmaktadır(37)
Gecekondular sur duvarlarına bitişik olarak ya da sur duvarlarının üzerine inşa edilmiş
olup, surun beden duvarlarında kapalı mekan olarak kullanılmak üzere oyuklar oluşturulmuştur. Dolayısı ile diğer alanlarda görülen sorunlar bu bölgedeki surlarda, daha da
ciddi boyutlarda izlenir ve mahalle sakinleri için hayati tehlike oluşturur. Bu bölgede
Dicle kıyısına iniş veren Yeni Kapı’nın tuğla tonozu ve kesme taş alın kemeri onarılmaktadır. Bu bölgedeki burçların ve sur duvarlarının üstü, malzeme kaybına bağlı olarak
ciddi hasar görmüş, Yeni Kapı’nın kuzeyinde bulunan ve surlardaki en yüksek burç olan
Acem Kızı Burcu’nun iç çeperi ise yapılan müdahalelerde oyularak boşaltılmıştır(144)
Yeni Kapıda Atlılar
Yeni Kapida Atlılar,
Uy Aman Aman
Dizilmiş Sini Tatlılar,
Uy Aman Aman
Yar Aman Aman
Yeni Kapi Guvenlik Odasi-Diyarbakir-Fot.Nejat Satici
100 DİYARBAKIR SURLARI
Hasırlı mahallesinde Yenikapı arka tarafı
Yenikapı tarihi görünüm(Adil Tekin)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 101
Yeni kapı-1915-Adil Tekin
Mervanoğlu Ebû Ali’nin öldürüldüğü Yenikapı-1973(1973 il yıllığı)
102 DİYARBAKIR SURLARI
Mardin Kapısı (Tel Kapı, Bengü Kapı)
Kalenin güneyindeki Mardin kapısı üzerinde yer alan kitabeler Abbasi halifesi Muktedir Billah dönemine ait 909 tarihli kitabelerdir. Şehre açılan kapı, sivri kemerli derin
bir niş içinde basık kemer açıklıklı olarak Batı duvarın dış kapıya yakın kesiminde bir
aslan figürüne yer verilmiştir. 0.72x0.48 m ölçülerindeki bir tasın yüzeyine alçak kabartma tekniği ile islenen aslan profilden verilmiştir.
Ön ayakları üzerine çökmüş biçimde oturarak tasvir edilen aslanın kuyruğu yukarı
kıvrılarak sırt üzerinde devam ettirilmiştir. Aslanın yüz hatları şematik olarak betimlenmiştir. Dış kapı sade bir yapılanmaya sahiptir. Son dönem restorasyonları sırasında yenilenen dikdörtgen kapı, kademeli silmelerin oluşturduğu bir bordür ile üç yönden
çevrelenmiştir.
Kapı kanatları demirden yapılmıştır. Demir levhaların dış yüzeylerinde yatay ve dikey
eksenlerde paralel olarak dizilen demir çubuklar iri baslıklı demir çivilerle tutturulmuştur. Aynı zamanda kapıya hareketli bir görüntü kazandıran bu uygulamada kesişen çubukların arasında kalan boşluklara döküm tekniğinde yapılan daire ve damla seklindeki
parçalar yine çivilerle monte edilmiştir. Kapının doğusundaki dairesel burcun kapıya
bakan yüzünde üstte üç satırlık kûfi kitabeye yer verilmiştir.
Kûfi hatla yazılan kitabede bazı harflerin rumilerle sonlandırılması dışında süsleme
unsuru kullanılmamıştır. Bu kitabenin altında 0.85x0.40 m ölçülerindeki tas yüzeyi üzerine oyma- tekniğinde islenen bir düzenleme yer almaktadır. Ortada, yüzeyi basit tarzda
düzgün olmayan sekiz köşeli bir yıldızla dolgulanmış dairesel madalyona yer verilmiştir.
Madalyonun iki yanında birer hayvan figürü bulunmaktadır. Ne oldukları tam olarak
anlaşılamayan figürler şematik olarak profilden işlenmiştir. Birbirlerini kovalar tarzdaki
iki figürden öndeki figür ince bir gövdeye bağlanan ayaklar, kuyruk ve bastan oluşmaktadır. Ön ayaklar koşar vaziyettedir.
Kuyruk aşağı sarkıktır. Geriye çevrilerek arkadaki figüre bakan basın üstünde iki uzun
kulak, kösesinde de iki kısa kulak bulunmaktadır. Ağız açık, göz badem seklinde basitçe
belirtilmiştir. Arkadaki figürün de ince gövdeye bağlanan ayakları koşar durumdadır.
Kuyruk sırtın üstünde geriye doğru kıvrılarak devam etmektedir. Basta iki kulak, göz ve
ağız belirtilmiştir. Yine doğu burcun kapıya bakan yüzünün orta kısmında üst kesimde
ikinci bir kûfi kitabeye yer verilmiştir. Düzensiz bir yapı gösteren kitabe üç kesme tas yüzeyini kaplamaktadır.. Dik harflerden bazıları kaba rumilerle son bulmaktadır. Ortadaki
kesme tas yüzeyinde, kitabenin alt kesimindeki boşluğa figürlü bir kabartma yerleştirilDİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 103
miştir Bu düzenlemenin güney tarafında alt kesime bu kez karşılıklı iki aslan figürü yerleştirilmiştir. 0.75x0.50 m ölçülerindeki kesme tas yüzeyi üzerinde yer alan kabartmada
birbirine bakar şekilde tasvire dilen aslanlar koşar vaziyettedir. Figürlerde kaba bir anlatım söz konusudur.
Dış kapının batısındaki burcun doğu yüzünde yine figürlü bir kabartma dikkat çekmektedir. 1.00x0.52 m ölçülerinde dikdörtgen bir yüzeyi kaplayan düzenlemede karşılıklı iki hayvan figürüne yer verilmiştir. Birbirlerine bakar şekildeki figürler profilden
verilmiştir. Aralarında samdan benzeri bir nesne dikey olarak yerleştirilmiştir. Soldaki
figür oturmuş vaziyettedir. Ayak pençeleri işlenmiştir. Basta ağız, kulaklar ve göz kabaca
belirtilmiştir. Kuyruk geriye dönerek basa doğru sırt üzerinde devam etmekte ve kaba
bir rumi formunda sonlanmaktadır. Figür, ne olduğu konusunda bilgi verecek ayrıntılardan yoksun bir anlatıma sahiptir. Sağda bulunan figür bir boğa kabartmasıdır. Boğa
koşar şekilde ön ayaklarını ileriye uzatmış, sırtta basın hemen gerisinde oval bir şişkinlik
oluşturulmuştur. Kuyruk geriye dönük şekilde sırt üzerinde devam etmektedir. Basta
ağız açık olarak verilmiş, kulaklar işlenmiştir. Boynuzlar belirgin şekilde yukarı doğru
kıvrılarak basın üst kesiminde bir hilal oluşturmaktadır (6)
Mardinkapı gene iki burç arasında üç geçitli bir kapı iken, bugün geçitlerin biri açık
ikisi kapalıdır. Şehir dışı tarafında orta geçidin iki yan sövesi sağır duvar içinde kısmen
yerinde durmaktadır. Üçüncü kapının sövelerinden biri kısmen korunmuş, diğerinin bir
zamanlar üzerine oturduğu taş blok yerinde kalmıştır. Geçit olarak en güneydeki profili
söveleriyle kullanıma açılmıştır. Üstündeki hafifletme kemeri inceliğiyle kuşku uyandırmaktadır. Esasında bir geçidin de ağır bir yenileme geçirdiği bellidir. Gabriel ve Sauvaget’
nin çözümlemesine göre kapı duvarının üstündeki ve iki yan burçlardaki yazıt bandları,
Abbasi Halifesi Muktedir ‘in adını ve 909 tarihini vermektedir. 11 yıl önce babası Mu’tatid ‘ in bir ayaklanmanın ertesinde Diyarbakır surlarının bazı yerlerini tahribinden sonraki restorasyon anılmaktadır. Yani sağır kapı duvarı bir 10 yy yenilemesidir. (85)
Mardinkapı-1910-Amida
104 DİYARBAKIR SURLARI
(125)
Mardinkapı-1932(125)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 105
1936 yılı Mardinkapı(A.Gabriel)(158)
Mardinkapı tarihi görünüm(125)
106 DİYARBAKIR SURLARI
Mardinkapı ve geçen bir araba
Mardinkapı dış kısım
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 107
Mardinkapı dış kısım
108 DİYARBAKIR SURLARI
Mardin kapı iç kısım ve Hz.Ömer camii
Mardinkapıda figürler
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 109
Mardinkapıda figürler
Mardinkapıda figürler
110 DİYARBAKIR SURLARI
Mardinkapıda kitabeler
Mardinkapıda kitabeler
Mardinkapıda kitabeler
Mardinkapıda kitabeler
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 111
Günümüzde Mardinkapı burçları
Mardinkapı burçları
Mardinkapı sol taraf burçları
112 DİYARBAKIR SURLARI
Mardinkapı sağ taraf burçları
Mardinkapı sağ taraf burçları
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 113
Mardinkapı sol taraf surları
Mardinkapı sol taraf surları
Kapı şu an tek girişlidir fakat yerden belli bir yüksekliğe kadar görülen kapı söve kalıntılarından anlaşıldığı üzere daha önce üç geçişli olduğu anlaşılmaktadır. Kalenin güneyinde yer alan Mardin Kapısı zamanla koklu değişimler geçirmiş üç girişi olan kapıdan
bugün yalnız ortada olanı ayakta kalabilmiştir. Günümüzde sadece doğudaki giriş mevcuttur. Bu giriş şehre ve dışa açılan kapıları ile çift geçitli olarak düzenlenmiştir. Mardin
kapısı iki katlı olup zemin kat planı dikdörtgendir.
Birinci kata çıkışı sağlayan merdivenler günümüze ulaşamamıştır. Birinci kat ortada
dikdörtgen iki yanda yarım daire planlıdır. Yarım dairelerin ortası daire planlı olup üç
yönde dikdörtgen mekanlara açılmaktadır. Kapı, sonradan değiştirilmiş olan iki silindirik
114 DİYARBAKIR SURLARI
bedenle savunulmuş, bugün ayakta kalan kapının sağ tarafındaki kemerli olan geçit, İslami
doneme aittir. Bu giriş şehre ve dışa acılan kapıları ile çift geçitli olarak düzenlenmiştir.
Mardin Kapısı üzerinde yer alan kitabeler Abbasi halifesi Muktedir Billah dönemine
tarihlidir. Kapı üzerinde İslam öncesine ait kabartma ve bezemeler görülmektedir. Yer
yer bitkisel motiflerle ic ice kullanılmış yazı bordürlerinin yanı sıra ayırt edilemeyen hayvan figürleri bulunmaktadır.(168)
Mardin kapı Şen olur
Mardin kapı şen olur
Le le le le canım
Dibi değirmen olur
Buralarda yar seven
Mutlaka verem olur
Le le le le le le le canım
Mardin kapı bahçalar
Le le le le le le le canım
Mardin kapı bahçalar
Yar bahçada saz çalar
O yarin kaşı gözü
Ciğerimi parçalar
Le le le le le le le canım
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 115
Saraykapı tarihi görünüm-1939-A.Tekin
Saraykapı-1934(125)
118 DİYARBAKIR SURLARI
Saray kapı iç kısmı-1928(60)
146)
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 119
Saraykapıya giden cadde (Adliyenin içkalede olması yüzünden avukat ofisleri var)
1967 yılı
Saraykapı’dan dört yola giden cadde-1968(147)
122 DİYARBAKIR SURLARI
Günümüzde saraykapı
Saraykapı içten görünüm-201
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 123
Saraykapı
Saray kapısının kitabesinde ; “ Al-i Osman’dan, faziletleri besleyen cihanın efendisi,
İskender rütbeli Süleyman Han zamanında bu kale bina edildi.(1526 – 1527 )
Kanuni Sultan Süleyman, Diyarbakır Valisi olan Hüsrev Paşa’ya verdiği ilk emir İç
Kale’nin genişletilmesi olmuştur. Beylerbeyinin ve diğer üst yöneticilerinin ikamet edecekleri yer İç Kale’ydi. İç Kale Osmanlılara küçük geldiğinden dolayı, İç Kale’yi büyütme
gereği ortaya çıkmıştır. İç Kale’nin kapladığı alan iki katına çıkartılmıştır.
1936 yılı Saraykapı(Konyar)
124 DİYARBAKIR SURLARI
Tek kapı burcu planı(163)
Tek kapı
DİYARBAKIR KALESİ KAPILARI 125
Saraykapı iç kısmı
Tekkapı
126 DİYARBAKIR SURLARI
3.BÖLÜM
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR
Keçi (Kıçı) Burcu
Son zamanlarda onarılan (2003)burcun iç kapısı üzerindeki beyaz malta taşından kitabe taşlan kaybolduğundan yerine bulamamıştır. Bu gün kapı üzerinde sadece ilk satırdan iki ve alt satırdan bir taş kalmıştır. Fransız Arkeolog Albert Luis Gabriel’den alınan
metinden ve amida’dan okunan bölümde Ebu Nasr Ahmed bin Mervan tarafından yapılması duyurulmuştur. Adı geçen hükümdar adına görevlisi Ebu Tahir bin Kağıd bin
Selh tarafından yapılmıştır.
Keçi Burcu(Gabriel)
Keçi Burcu: Mervaniler döneminde yapılan burç, silindirik planlı ve iki katlı olarak
kayalık alan üzerine kurulmuştur. Merdivenlerle burcun üst ve teras katına geçiş
sağlanmakta olup merdivenin sağında kalker taşına işlenmiş Mervani kitabesi yer
almaktadır. Burcun iç kısmına sivri kemerli bir kapıdan merdivenle inilmektedir. Burç
içi sütunlarla enine gelişmektedir. Üst örtüsü tonozdur.(162)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 129
Keçi Burcu(Gabriel)
Keçi Burcu
130 DİYARBAKIR SURLARI
Mardin Kapısı’nın doğusunda, yontulmuş kaya kutlesinin uzerinde yer alır. Surlardaki
burcların en eski ve en buyuyudur. Yapım tarihi tam olarak bulunmayan burcun uzerinde,
1223 yılında Mervanoğlu tarafından onarıldığını belirten bir yazıt yer almaktadır. 11
kemerli bu burcun bir dönem tapınak olarak kullanıldığı sanılmaktadır.
Sutun başlıklarında kullanılan formlar Roma donemine ait kullanımları hatırlatması
devşirme olarak kullanıldığı duşunulebileceği gibi İslam öncesi döneme ait bir yapım olması da muhtemeldir. Burc diğer Dışkale burclarına gore oldukca sade tutulmuş ve suslemeye buyuk oranda yer verilmemiştir. Yer yer sulus yazı ve kuş figürü karşımıza
cıkmaktadır.(168)
Keçi Burcu(Google earth)
Keçi Burcu-İçkale arası(Google earth)
Surların beden dediğimiz çıkıntıları, Mardin Kapısı’nın Doğusunda, çok farklı bir
yapı gösterir. Bu yörede, kayalık bir duvar desteği üzerine kurulmuş olan perde hattı,
duvar şevi önünde yaklaşık 60 metre uzunlukta bir tür dalgakıran görüntüsü verir ve
geniş bir salonu kapsar. Üzeri, altı adet beşik tonozla örtülüdür bu perde hattının. Güneydeki son ucunda, perde hattı, iki katlı top yuvasının yer aldığı yuvarlak bir kule ile
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 131
son bulur. Aşağı kattaki top yuvası, silindirik plan üzerine inşa edilmiştir ve doğrudan
büyük salona bağlıdır. Birinci kattaki beşik tonozlu iki oda, masif duvarın yükünü azaltır.
Kuzeydeki oda, perde hattının kalınlığına göre, üzeri tonoz örtülü bir geçitle son bulur
ve bu geçit, Mardin Kapısı’nın üst katı ile Keçi Burcu barınağına bağlanmıştır. Odaya
çıkan merdiven, çıkıntıların üzerini örten bir terasa götürür. Kente doğru, boğaza açılan
bir başka merdiven, doğrudan platformun üst sınırına götürür.(37)
Üzeri kemerli giriş kapısının yer aldığı büyük salonun düzenlenmesine ilişkin basit
restorasyon faaliyetleri, kemer gözlerini ayıran dayanak noktalan arasında, onaltı üzerine onüç kemer hesabına göre gerçekleştirilmiştir. Üç sivri kemer, kuşku götürmez şekilde,
kemerler yeniden yapılırken, temelden ele alınmış, primitif dayanak noktalan, duvann
masifliğiyle desteklenmiştir.(37)
Mervanlılar küçük (Kıci sonradan halk ğgzında Keçi olmuştur.) bir burç olan Keçi
Burcuna içe doğru yeni eklemeler yaparak onu en büyük burçlardan biri haline getirmişlerdir. Son zamanlarda onarılan Keçi Burcu iç kapısı üzerindeki kitabe taşları kaybolduğundan yerine konulmamıştır. Bu gün kapı üzerinde sadece ilk satırdan iki ve alt satırdan
bir taş kalmıştır.
Bir diğer Kitabe şehrin şehrin güneydoğusunda ve Keçi Burcundan sonraki 8 burç
üzerindedir. Beyaz taşlar üzerine güzel bir kufi ie yazılmıştır. Kitabenin metni:
Keçi Burcu-1980-Adil Tekin
132 DİYARBAKIR SURLARI
Türkçesi: Besmele Allahın sevab ve rahmetini kazanmak için efendimiz değerli ve
muzaffer emir, İslamın izzeti dinin saadeti, , devletin yardımcısı, milletin ümmetin asaleti, emirlerin şerefi Ahmed b. Mervan oglu emir Sadüddevle Ebu Hasan Muhammedin yapılması ve masraflarının karşılanması buyrulmuştur. (Allah ikisininde ömrünü
uzatsın ve Hükümdarlıklarını) (84)
Keçi Burcu
Keçi Burcu
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 133
Keçi Burcu Dicle’ye bakan yüzü
Keçi Burcu giriş kapısı
138 DİYARBAKIR SURLARI
Keçi Burcunda taş işçiliği
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 139
Keçi Burcunda taş işçiliği
Keçi Burcu üst kısmı
140 DİYARBAKIR SURLARI
Keçi Burcu
Keciburcu
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 141
Keçi Burcu-Yeni kapı arası
Keçi Burcu Havadan bakış(133)
142 DİYARBAKIR SURLARI
Güneş tapınakları
Sabiilik dininin ibadetgahı şemsilerde ve mağaralardadır. Mekan:Gazi köşküne giderken Mardin kapı mezarlığının altındadır.Burada üç mağara vardır.Ancak şu an toprakla kapanmıştır.Mağaraların tekrar açılarak turizme kazandırılması gerekir.1.mağara
150 metrekare civarında olup, bir ucu şemsilerde başlamakta ve asri mezarlığın bir
ucunda bitmektedir, diğer ikisi ise 25 metrekaredir.
Ayrıca Hacı Mahmut Kasal’a ait yıkık değirmenin arkasında da bir mağara mevcuttur.
Bu da 15 metre kare civarındadır.
Mezarlığın bitiminde yağmur duası yapılan yerde yani Şeyh Muhammet düzlüğünün
arkasında dereye inilince yüzleri Gazi köşküne bakan ve Cemiloğlu çesmesi ve aile mezarlığının sağ ve solllarında küçük mağaralar mevcuttu. Şu an toprakla dolmuştur, açılmalıdır. Dicle ilçesinde Dibni köyünde han ve Şemsilere ait kilse vardır.
Keçi Burcunun da daha önce mekan olarak güneşe tapanlara ait olduğu ifade edilir
Keçi Burcu 1223 yılında Mervanoğulları tarafından onarıldı.Eskiden mabet olarak
kullanıldığı sanılan burcun son bölümünde bir kuyu veya yer altı geçidini andıran dehliz
bulunmuşsa da beton bir blokla üsrü kapatılmıştır.
Keçi Burcu önünde ikinci sur ve hendek
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 143
LEBLEBİ KIRAN BURCU: Şehrin güneydoğusundaki Çift Havuzlar mevkiindedir. Mervaniler dönemine aittir. Mervanoğlu Ahmed’in masrafı kendisine ait olmak
üzere (M. | 1034) tarihinde oğlu Emir Sa’düddevle Ebul Hasan Muhammed’in velayeti
ile burcun yapımını emrettiği kitabesinde yazılıdır.
Kare planlıdır. Fındık Burcunun kuzey bitişiğindedir. Kitabesi beyaz taşlar üzerine
bozuk bir kufi ile yazılmıştır. İki satır halindedir.(162)
FINDIK BURCU: Yeni Kapı Surları civarında Çifte Havuzlar mevkiinde yer alır.
Selçuklu Hükümdarı Alpaslan oğlu Ebül Feth Melikşah’ın buyruğu ile Muhammed oğlu
Ebül Bereket Cehir’in gözetiminde M. 1092 senesinde Urfa’lı Mimar Selame oğlu Muhammed tarafından yapıldığı kitabesinde yazılıdır. Silindir planlıdır. Kitabesi iki kuşak
halinde kara bazalt taşa kufi bir yazıttır.
Adını az yer kaplayan yuvarlak formundan dolayı aldığı söylenilmektedir. Burcun
üzerinde bir kitabe bulunmaktadır. (156)
Silindirik planlı olup iki kattan oluşmaktadır. Dış yüzeyinde iki satırlık kitabesi
bulunmaktadır. İç yüzünde yoğun tahribatlar ve yıkılmalar görülmekte olup alt katın
giriş kımında büyükçe bir moloz kütlesi yer almaktadır.
144 DİYARBAKIR SURLARI
Leblebikıran burcu-Fındık Burcu-1939-Adil Tekin
1928 yılı(60)
Selçuklu Burcu: Dikdörtgen planlı olup tek kattan oluşmaktadır. Dış yüzünde üzerinde silmesi bulunan ortada küçük bir nişin sağ ve solunda birer koç kabartması altında
üç satırlık kufi yazı ile ilk iki satır arasında hayvan kabartmaları yer almaktadır. Burç
onarım görmüştür. Üst kısımlarında tahribat gözlemlenmektedir(162)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 145
Kral Kızı (Yeni Kapı-Mervanlı) Burcu: Yeni Kapı kuzey bitişiğinde yüksek ve ince
yapılı kare planlıdır. En yüksek burçtur. Bu burca Mervanlı burcuda denir. Mervani Hükümdarı İzzü’l islamin oğlu Nasr tarafından duyurulmuştur. (M. 1067) Burcun yapımı
Muhammed oğlu Kadi Abdülvahid’in gözetiminde olmuştur. Kitabesi iki sıra halinde
bazalt taşı üzerine güzel bir kufi ile yazılmıştır.
Akrep Burcu: Çift Kapı (Hindi Baba Kapı)’sından doğuya doğru 3. Burçtur. Üzerinde Melik Salih eyyüb’a ait (M. 1236-37) tarihli bir kitabe mevcuttur. Sultan Eyyüb
Melik Salih tarafından onarımı yapılmıştır. Mimari Ebül Ferac’tır.
Akrep Burcu üzerindeki kitabesinden anlaşıldığına göre Eyyübi Döneminde 12361237 tarihinde inşa edildiği bilinmektedir. Burç bu ismi ön yüzündeki kabartmadan dolayı almıştır. Burcun üzerinde bağdaş kurarak oturmuş bir insan figürü yerleştirilmiştir.
Sağ elinde ise bir akrep tutmaktadır. Kuyruğundan tutarak aşağı doğru sarkıttığı akrep,
ayrıntılı şekilde işlenmiştir. Figürün akrebi, en tehlikeli yeri olan kuyruğunda tutarak
aşağı sarkıtması, figüre yüklenmek istenen güçlü kişiliğin bir ifadesi olmalıdır(156)
146 DİYARBAKIR SURLARI
Akrep Burcu
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 147
Akrep Burcu kitabe
Tekbeden burcu
148 DİYARBAKIR SURLARI
Tekbeden burcu
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 149
Tekbeden burcu
150 DİYARBAKIR SURLARI
Tekbeden(Beysanoğlu)
Tek beden burcu ve dağkapı meydanı
Tek beden burcu: Mervanilere ait bir kitabe burcun doğu yönündedir. Siyah bazalt
üzerinde güzel bir küfı yazıyla yazılmıştır. Mervanlı Ebül Muzaffer Mansur tarafından
(M. 1083) senesinde yaptırılmıştır. Mimarı Hümeys oğlu Ebul Said’tir.(18)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 151
Tek beden burcu
Tek beden burcu yanındaki burç
Benüsen Burcu
152 DİYARBAKIR SURLARI
Ulu beden burcu(Evli beden burcu=Ben ü Sen burcu)
Dış kale surlarının en batı ucundadır. Diyarbakır kalesi genel planı kalkan balığına
benzetilmekte olup Ulu Beden Burcu da kuyruğun üst ucunu oluşturmaktadır. Üzerindeki kitabeye göre Artuklu döneminde Melik Salih Mahnıud zamanında 605 / 1208-1209
tarihinde Mimar İbrahim bin Cafer tarafından inşa edilmiştir. Burçta düzgün kesme bazali taş -ve tuğla malzeme kullanılmıştır. Silindirik plana sahip burcun çapı 25.50 m’dir.
Silindirik planlı burç dört kat olarak düzenlenmiştir Zeminden hafif yüksekteki zemin
kala dar bir eyvan şeklinde açılmış kapıdan girilmekte dir. Bu bölüm burcu ortalayacak
şekilde üç kollu bir mekâna sahiptir. Ortadaki kare bölümün üzeri kubbe ile örtülü olup
bir T oluşturacak şekilde inşa edilmiştir. Merkezde yer alan bu şemanın etrafında mazgallarla dışa açık yedi hücre tahrip olmuştur. Birinci katın girişi surların seyirdimliğinden
sağlanmaktadır. İki kapılı bu bölümün iki yana doğru nöbetçi hücreleri olan derin niş
yer almaktadır. Buradan üç yana geniş yuvarlak kemerlerle açılan bir mekâna ulaşılır.
Benüsen burcu(Google earth)
Burcun ikinci katına seğirdimlerden dar bir merdivenle sağlanmaktadır. Bu kat çok
köşeli biçimde çeviren sivri kemerlerle oluşturulmuş geniş bir revak şeklindedir. Revak
tuğla malzemeden çapraz tonozla örtülüdür. Revakların üzeri üçüncü kata dar bir merdivenle çıkılmakta ve bu kısım düz bir teras şeklindedir. Üst kesimleri tahrip olmuş durumdadır. Ulu Beden Bıırcu’nun yüzeyi üç bölüm şeklinde enine kademeli silmelerle
çerçevelenmiş uzun kitabe kuşağını altlan ve üstten silmelerle çerçevelenmiştir. Alttan
ve üstten bir silme grubu ile sınırlandırılan kitabe, burcun orta kesiminde kalmlaşarak
dikdörtgen bir form kazanmaktadır. Bu orta kesimde üç satır, kenarlarda tek satır halinde devam eden kitabe celi sülüs balla yazılmıştır.
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 153
Benüsen Burcu
Üstte kitabenin dikdörtgen bölümünün ortasına denk gelecek yerde çift başlı karlal
kabartması bulunmaktadır. Silmelerin oluşturduğu sekiz dilimli sivri kemer içine yerleştirilen figürde vücul cepheden, başlar profilden verilmiştir. Kartalın bir kademe allında,
yanlara, iki figür yerleştirilmiştir. Figürler silmelerin oluşturduğu dikdörtgen çerçeveler
içine, yüzleri birbirine bakacak şekilde yüksek kabartmalıdır. Sfenks olarak düzenlenen
figürlerin vücutları aslan, başlan insan şeklindedir Kitabe kuşağının dörtgen orta bölümünün altında, çift başlı kartal kabartması ile aynı eksen üzerinde mazgal pencere bulunmaktadır. Kitabe kuşağının sonlandığı yan kenarlarda içe doğru bakar şekilde birer
aslan yer almakladır. Kitabenin ortada kalmlaştığı yerin alt tarafında iki kenarda birbirine
doğru simetrik yüksek kabartmalı arslan görülmektedir. Bu figürler Selçuklu tarzında
olup Türk mitolojisinin önemli örneklerindendir.
Birinci ve ikinci katların ayrıldığı hizada da dış taraftan kademeli bir silme burcu kuşatmaktadır. Bunun hemen üstünde de ortaları aşağıya doğru açık mukarnaslı konsollar
biçimdeki çıkmalar yer almaktadır. Bu çıkmaların üçü ortada, diğerleri çevre olmak üzere
yedi tanedir ( Altlın, 1978, s. 230-231; Baş, 2006, s. 210 vd).(82)
154 DİYARBAKIR SURLARI
Amida 1910-Ulu beden burcu
Ulu(Evli) beden burcu
Ulu(Evli) beden burcu
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 155
Ulu beden (126)
156 DİYARBAKIR SURLARI
1928 yılı Ulu Bedenburcu (60)
1936 yılı Ulu Beden (A.Gabriel)(158)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 157
1936 yılı Ulu Beden (A.Gabriel)(158)
1967 yılı Evlibeden burcu
158 DİYARBAKIR SURLARI
1973 yılı(149)
Ulu beden (1973 il yıllığı)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 159
1995 yılı-(148)
Ulubeden(Ben ü Sen) burcu - Benüsen-Alipaşa camii
Evlibeden(Ulubeden) burcu
160 DİYARBAKIR SURLARI
Evli beden burcu
Ben Üsen(133)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 161
BEN U SEN
Sen Diyarbakır’ın eski halini bilirmisin
Hiç yaşadın mı o güzellikeri doyasıya
Hiç çıkıpta Kırklardağı düzüne
Kırkbir kere maşallah çektn mi bu şehire?
Siyah gerdanlık gibi şehri saran surları
Gümüş hançer misali bağrını yaran suları
Cennet mekanı andıran o yemyeşil bağları
Seyrettikçe dedin mi “Allahım sıtar ede
Ben-u Senle tanışıp senli benli oldun mu
Beden bedene verip onunla konuştun mu
Kitabesine bakıp yaşını okudun mu
Okuyunca dedin mı? ‘Alah ömürler vere’
İlikleri donduran o kapkara kışları
Ortalığı kavuran kupkuru sıcakları
Bunları rahmet bilen fedakar insanları
Düşündükçe dedin mi “Allah sabırlar vere”
Odun yüklü kelekle Dicle’de yol aldı mı
Deve yükü karpuza sen de şaşıp kaldın mı
Hiç şebbot yakalayıp afiyetle tattın mı
Doyunca da dedin mi “Allah ziyade ede”
Gece gündüz yaşanan hülle sefalarını
Kazan kazan kaynayan kelle-paçalarını
Karpuzlardan yapılan çayda çıralarını
Yüzdürürken dedin mi “Allah selamet vere”
Kadri Göral
162 DİYARBAKIR SURLARI
Ben üsen (F Türkoğlu)
Ulubeden burcu
Ulu beden burcu arka kısım
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 163
Ulu beden burcu(Turistik cadde tarafı)
Ulu Beden(üst kat galerisi)(Gabriel)
164 DİYARBAKIR SURLARI
Ulu Beden(Teras kat)(Gabriel
Ulu beden burcu
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 165
Ulu Beden burcu süslemeleri-Konsollar
Ulu Beden burcu süslemeleri-Çift başlı kartal
166 DİYARBAKIR SURLARI
Kitabe kuşağının sol başında kanatlı ejder başlı kuyruklu aslan kabartması
(Yüz içe dönük)
Ejder başlı kuyruklu aslan kabartması
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 167
Burçta toplam 6 aslan kabartması vardır. Başlarında taç bulunan kanatlı aslanların kuyrukları ejder başlıdır(87)
Günümüzde yapılan Kanatlı ejder heykeli
Bir şarkı sözü:
Evli bedende kuş var
Kanadında gümüş var
Kuşum getti gelmedi
Helbet bunda bir iş var
Ulu Beden ya da Evli Beden burcunun asıl dikkati çeken ve Artuklu devrinden kalma
olduğu kitabesiyle kesinleşen dış görünüşüdür. Bulunduğu yer bakımından ihtişamı bir
kat daha artan burç, kara bazaltan gerçekten anıtsal bir görüşe sahiptir.
Kitabe kuşağı alttan ve üstten silmelerle çerçevelenmiş tam ortada üç satır halinde
diktörtgen biçimde kalınlaşmıştır. Bu dikdörtgenin hemen üzerinde yüksek kabartma
olarak çift başlı bir kartal yer alır. Kabartma dilimli bir sivri kemerle nişi içine alınmıştır.
İki baş arasına mazgal yarığı vardır. Üstte tek sıra mukarnaslı bir konsol seçilir. Stilize
eğri kesimli yüksek kabartmada sivri kulaklar kıvrık gagalar tipiktir. Açık kanatları vardır.
Kuyruk uçları volütlüdür.
168 DİYARBAKIR SURLARI
Kitabenin ortada kalınlaştığı yerin alt tarafında iki kenarda ortada birbirine doğru
karşılıklı ve simetrik iki yüksek arslan kabartması görülür. Bunlarda silmeli dikdörtgen
çerçeve içine alınmışlardır. Baş kısımları kıvrıktır. Kalçalar kabarıktır. Ve detay görülmez
Kitabe kuşağının iki başındada birer kabartma yer almıştır. Bunlar içe doğru bakan birer
kanatlı arslan kabartmasıdır. Tepelerinde konsollar yer alır. Detaysızdırlar ancak kanatların içi oymalıdır. Kuyruklarda ejder başlı olarak işlenmiştir.
Birinci ve ikinci katların ayrıldığı hizada da dış tarafndan kademeli bir silme
burcu kuşatır. Bunun hemen üstünde ortaları aşağı doğru açık mukarnaslı konsollar
biçiminde çıkmalar yer alır. Tam ortada cephede üçlü yan yana diğerleri belirli aralıkta bütün çevrede olmak üzere bunlardan yedi tane vardır. Ayrıca kitabe kuşağının
kalınlaştığı orta yerin hemen altında dikdörtgen niş içine alınan kısa kitabe ile dış
görünüş tamamlanır.
Ulu Beden burcunun yukarda sözü edilen kitabesinin metin şöyledir.
Türkçesi: Besmele Mülk, bir olan ve yok eden Allah ‘ındır bu bina Artuk oğlu
Sokman oğlu Davut oğlu kara –Arslan oğlu Muhamed oğlu uluyetin meleği büyük
sultanların meleklerin öğüncü Müslümanların ve İslamın sultanı, din ve dünyanın
yardımcısı adli diritilten yardım görmüş galip gelmiş teyid olunmuş adil bilgin sahip
olan efendimiz sultan Ebu ‘l - feth Mahmut ‘ un buyruğu ile yapıldı. ( Allah yardımcılarını aziz etsin, iktidarını iki kat yapsın). Yarabbi nimetini onun üzerine daim et.
Her taraftan; sağından, solundan, önünden, arkasından rahmetinle ilahi saadetini
kılvaz et. Sene: 605 ( m.1208-09 ) Ebedi nimetler akıl ihsan eden Allah’ a mahsustur.
Mimarı Cafer oğlu İbrahimdir.
Ayrıca mağazaların içinde ve burç dışındaki meyilli bölümünde kitabe parçaları görülmektedir. Bu kitabelerden bir tanesi şudur:
Türkçesi: besmele efendimiz bilgin mümkündar, adil muzaffer güçlü insan adaletin dirilticisi yaratıkların… devletin tacı … mücahitlerin yardımcısı dünya pehlivanı, iran hükümdarı, enbürü’l-mü’minanın ( Allah günlerini uzatın ) yarımcısı
arkutoğlu sokmanoğlu Davutoğlu kara-arslanoğlu Allah’tan bir zafer ve yakın bir
fetih diğer kitabiyede burcun güneydoğu yüzünü süslemektedir. Kitabenin metini:
Türkçe besmele ve bu burcun yaasılmasını… dinin ve dünyanın kutbu islamın ve
Müslümanların iftiharı devletin müşlüklerin imanı yardımcısı yaratılanların koruyucusu buyurmuştur. (84)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 169
Ben u sen
Resmi devlet belgesi 1869 Diyarbakır salnamelerinde Ben u Sen için şu ifadeler var:
Ben u Sen mevkii dahi bir çemenistandır ki(çimenlik), senenin dokuz ayı içinde taravetine (tazeliğine) halel gelmezDiyarbakır salnameleri.4/63
Ben u Sen İsimli şiirde
Ben u Sen’le tanışıp senli benli oldun mu
Beden bedene verip onunla konuştun mu
denmektedir
Ben U Sen’ü daha iyi anlamak için 1987’de Mevlüt Mergen’in yazdığı Benu Sen Türküsüne bakalım:
Benu sen bir efsane
Dutları tane tane
Geçip gitmeden sene,
Kavuşalım benusen
Bahçe adı benu-sen
Gönül söyler benusen
Çatlasın el uşağı
Kavuşalım benusen
Benu-sen’de mazim var
Şahittir eski canlar
Ne hoş öterdi kuşlar
Yeşil iken benu-sen …….
Arif paşa seyahatnamesinde Ben u Sen’i şöyle tasvir eder:
İşbu iki burcun önünde ve Kıbleye ma’ruz bir mevki’de meşhur (Ben u Sen) mesiresi
vardır. Ve mesirenin onu ağaçlar ve köşkler ve değirmenler ile müzeyyen bir vadi-i nikdir.Ben u Sen mevkii kal’anın şaranbolu pişgahında bir sath-ı mai’ilden ibarettir.Çemenzardır(çimenlik).Bir iki menba ve üç adet havuz vardır…Erzincani İzzet paşa Diyarbekir
valisi iken bu mesire hakkında söylediği manzume-i Dilara aşağıya yazılmıştır:
170 DİYARBAKIR SURLARI
Manzume-i Ben u Sen
Bir aceb sefa Gülşen-i rana Ben u Sen
Görse ger Sa’di Gülistan’a yazardı vasfın
Çün viri revnak-ı gülgeşt-i musalla Ben u Sen
Mevki’inde varanın feyz-i meserretden eser
Gerçi bir vadi-i pür sahra ve saha Ben u Sen
Gösteririm sana sinemde olan yareleri
Olmaya kimse bu gülzarda illa ben u Sen
Gerçi ki her tarafı Amid’in ‘adn-asadır
Nice mümkün idelim vasfına aya ben u Sen (128)
Yedikardeş Burcu
Diyarbakır Kalesi, genel planı kalkan balığına benzetilmekle olup Yedi Kardeş Burcu
da kuyruğun alt ucunu oluşturmaktadır. Silindirik planlı burçta bazalt taş malzeme kullanılmıştır. Yedi Kardeş Burcu kitabesine göre 605 / 1208-1209 tarihinde Artııklu sultanı
Melik Salih Mahmut kiralından Cafer oğlu İbrahim’e yaptırılmıştır. Sultanın kitabede
çizimi “tersimi” unvanı alarak belirtilmiş olması, aynı zamanda yapımda çizim işlerinden
de sorumlu olduğunu göstermekledir. Burç üzerindeki tarih içermeyen bir kitabede İbrahim es-Sarafi adı geçmekledir. Burcun banisi olan Artuklu hükümdarı Mahmut’un
ölüm tarihinden hareketle bu kitabe 619 / 1222 yılma tarihlendirilmektedir. Zeminden
biraz yüksekteki zemin kata basık kapıyla girilmektedir. Zemin kat enine dikdörtgen
planlı ve üzeri iki kat boyunca yükselen beşik tonozla örtülüdür. Girişin tam karşısında,
iki sütün ve üç kemerle ayrılmış dikdörtgen bir bölüm bulunur. Bu bölümün arkasında
ve yanlarda, yan yana büyük nişler yer almaktadır. İki yandan dar merdivenlerle ulaşılan
ikinci kat. Çok kenarlı bir revaktan oluşmaktadır. Ortası açık olan bu bölüm çapraztonozla örtülüdür. İkinci katın üzerindeki düz ve açık teras geniş bir seyirdim şeklinde düzenlenmiştir. Buradan dışarı açılan sekiz mazgalın yanında iri nıukarnaslarla dokuz
savunma mazgalı açılmıştır. Bununda üzerinde merdivenlerle çıkılan seyirdim yerinin
varlığı kalan izlerden anlaşılmakladır.
Yedikardeş burcu Tarihi görüntülerejder başlıklıdır.(87)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 171
Yedikardeş burcu(1930) (55)
(125)
172 DİYARBAKIR SURLARI
1936 yılı Yedi kardeş burcu (A.Gabriel)(158)
1995 yılı (148)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 173
1936 yılı Yedi kardeş burcu (A.Gabriel)(158)
Yedikardeş burcu
174 DİYARBAKIR SURLARI
Yedikardeş burcu(Ahmet Benli)
Günümüzde Yedi Kardeş burcu
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 175
Günümüzde Yedi Kardeş burcu
Günümüzde Yedi Kardeş burcu
176 DİYARBAKIR SURLARI
Tamamen bazalt kesme taş malzemeden yapılan burcun dış görünüşü silmeler, kitabeler ve kabartmalarla hareketlendirilmişim Bütün burcu kuşatan kitabe şeridi ortada
üç satır halinde kalınlaşmakta ve dikdörtgen bir görünüme kavuşmaktadır. Kitabenin
orta bölümün üstüne çift başlı kartal kabartması yerleştirilmiştir. Yüksek kabartma tekniğinde işlenen figürde vücut cepheden, başlar profilden verilmiştir. Kuyruk kenarlarda
bitkisel kıvrımlar yaparak son bulmaktadır. Kuyruğun bu kısımları kartalın pençelerine
de kaide oluşturmaktadır Geniş pençeleri ile kuyruğu üzerinde duran figürün kanatlan
iki yana açılmıştır. Bu dikdörtgenin iki tarafında üstte birer kanallı arslanlar simetrik
olarak birbirine bakmaktadır. Yüksek kabartma tekniğinde yapılan aslanların vüculları
profilden, başları cepheden verilmiştir. Sol figürde ön ayakların arasından gelişen kanal
rumi for-mıındadır. Rumi yaprağının üst kısmı bir ejder başı şeklinde sonlanmakladır.
Profilden verilen ejdere çekik bir göz işlenmiştir. Burcun dış görünüşü üst katın mukarnaslı konsollar şeklinde dışa taşan mazgalları ve üzerindeki bir sıra mazgal dizisi ile sonlan
maktadır. Bu kısmın büyük çoğunluğu yıkılmış durumdadır ( Alttın, s. 230-231). (82)
Yedi kardeş(Birinci kat)(Gabriel)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 177
Yedi kardeş(Üst kat)(Gabriel)
Yedi kardeş(Teras kat)(Gabriel)
178 DİYARBAKIR SURLARI
Yedikardeş burcu süslemeleri(Aslan kabartmaları)
Yedikardeş burcu süslemeleri(Aslan kabartmaları)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 179
Yedikardeş burcu süslemeleri(Çift Başlı kartal)
Kitabedeki çift başlı kartal Selçukluların simgesidir. Burçdaki aslanların kuyrukları
Tamamen bazalt kesme taştan yapılmıştır. Silindirik planı vardır. Sur içi toprak zemininden hafifçe yükseltilinmiş zemin kata iniş şeklinde içeri çekilmiş geniş bir kemerin
altındaki basit kapıya girilmektedir. Zemin kat enine dikdörtgen genişçe bir mean durumundadır. Üzeri iki kat boyunca yükselen sivri ve yüksek bir beşik tonazlar örtülüdür.
Gerek bu bölümün arkasında, gerekse yanlarında ve yan duvarlarda sivri kemerli iri nişler
dikkati çeker. Bu nişler iki buçuk metre kadar yüksekte ve oldukça büyük ölçüdedirler.
Ne maksatla kullanıldıkları hakkında bir ip ucu yoktur. Belki depo olarak belkide hücre
halinde kullanılıyordu ve muhakkak ki çıkışları vardı. Aslında çok yüksek bir mekan
olan burcun içinde bir takım ahşap asma kat izleri aramak gerekirse de bunun bir kalıntıya rastlanamadı.
Üstelik bu bölüm ün üst katlarla doğrudan bağıntısı da yoktur. Birinci kata, batı tarafından, sur duvarlarından gelen bir merdivenle girilmektedir. Bu kat planda görüldüğü
gibi, karşık bir koridor ve geçit sistemiyle yedi mazgal hücresi şeklinde teşkilatlandırılmıştır. Yukarıda değinil gibi tek girişi vardır. Giriş ve diğer koridorlar dar ve basık tonozlarda örtülüdür. Mazgal hücrelerinin yarıklarından bir Kısımın da kitabe parçaları
seçilebilmektedir.
İki yandan dar merdivenlerle ulaşılan ikinci kat ise ulu Beden burcunda olduğu gibi,
çok kenarlı bir revaktan meydana gelmektedir. Ortası açık olan bu bölümde, sivri kemerli
çevre revakı yine çapraz tonozlarla örtülüdür. Çevrede sekiz mazgal nişi ve mazgal yarığı
yer almaktadır. (84)
180 DİYARBAKIR SURLARI
NUR BURCU
Selçuklu dönemi eseridir. (1085-1183). Melikşah zamanında yapılmıştır.(1089). Mimarı Selami oğlu Urfalı Muhammed’dir. Kufi (Nebati) yazı ile yazılmış kitabesi ve çeşitli
hayvan figürleriyle en zengin burçtur.(82)
Duvarlarında kabartma halinde koşan at, aslan, geyik ve kadın figürleri işlenmiştir.
Burada islam ikonografisinde ender görülen “çıplak kadın” kabartması ayrıca dikkat çekicidir. Diyarbakır Burçlarındaki en zengin kabartmaların yer aldığı Nur Burcu, gülen
iki aslan, birbiriyle tokuşmaya hazırlanan iki geyik, karşılıklı hareket halindeki binicisiz
iki at, avını alıp uçmaya hazır kanatları açık iki kartal ve bağdaş kurmuş, gövdesi açık,
göğüsleri görünen, çıplak biçimde bağdaş kurmuş iki kadın kabartması ile oldukça dikkat
çekicidir. Burada görülen kuş tasvirlerinin kuyruk ve kanatları açıktır. Bu, güç, kuvvet
gösterisini ifade etmektedir. (156)
Kitabe arasında yer alan uzun boynuzlu keçi motifi rölyefi dikkat çekici estetik değerdedir. Yine kitabe arasında yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş dörtnala koşan at
motifi rölyefleri bu dönem heykel sanatında perspektif ve anatomide ne kadar bilgi, gözlem, beceri ve yetenek konusunda bize net belge sunmuşlardır. Kitabenin sol kenarında
yer alan güvercin motifi rölyefinin kanatlarındaki beşli telek, yedi kardeşler burcundaki
çift başlı kartalın telekleri ile aynı sayıda olması dikkat çekicidir. Hemen alt tarafında
yer alan bağdaş kurmuş bir şekilde oturan kısa saçlı, eli ile ayaklarının tutan çıplak kadın
rölyefi ise hangi amaçla yapıldığı konusunda fikir yürütmek zordur. Kitabenin sağ tarafında da soldakinin simetrisi olarak uygulanmış kanatları açık ancak bunda altı telek görünen güvercin motifi rölyefinin altında da çıplak kadın motifi yer almaktadır. Ancak
antik çağ eserlerinde; çıplak kadın heykelleri-örneğin: Kibele, Bolluk ve bereket tanrısı
sembolü olarak kullanılmıştır.
Nur burcunda yer alan kitabenin sağ köşesindeki aslan motifi daha belirgin stilizasyona uğratılmış olması yanında sevinç veren bir gülümseme imajı kayda değer bir özelliktir. Nur burcunun sol yüzünde yer alan ancak türü belli olmayan bir yırtıcı kuş, aynı
şekilde türü belli olmayan avını parçalamasını konu edinen bir rölyef, büyük ihtimalle
mücadele ve güç gösterisini simgelemiştir. Bazı sanat tarihçileri, Alta mira ve Lascaux
Mağara resimlerini, hasımına karşı bir üstün gelme tasviri olarak betimledikleri biçiminde yorum getirmektedirler. Buradaki kuş ve avı konusu da bu anlayıştan kaynaklanabilir. Bu olgunun önemli yanı; düşünce duyguların mukim kale duvarlarına bile olsa
resimsel bir anlayışla ifade edilmiş olmasıdır(12) Ön yüzde yer alan süsleme, kitabe çevresindedir. Çiçekli kufi yazı türü ile hak edilmiş kitabenin etrafında dönemin önemli fiDİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 181
gürlü süslemeleri bulunmaktadır. Üstle üç figürden oluşan düzenlemenin ortasındaki
yüksek kabartma kartal stilize edilmiştir. Baş ve vücut cepheden verilen kartal niş şeklinde düzenlenen yuvarlak kemerli bir girinti üzerine basmaktadır. Bu nişin iki yanında
birer at figürüne yer verilmiştir. Atlar birbirine bakar vaziyette 4/3 cepheden verilmiştir.
Koşar şekilde ayaklarını ileriye uzatan alların kuyrukları düğümlüdür. Kitabenin üstten
ilk satırının iki ucuna birer aslan kabartması yerleştirilmiştir. Karşılıklı aslanlarda vücutlar
yandan, başlar 4/3 cepheden verilmiştir. İleriye doğru adım atmış vaziyetteki ayaklarda
pazular da belirtilmiştir.
Nur burcu tarihi görünüm
182 DİYARBAKIR SURLARI
1995 yılı Nur burcu(148)
Nur Burcu(1973 il yıllığı)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 183
1910-Nur burcu-Amida
Kitabenin dördüncü sırası ile beşinci sırası arasındaki kesme taş sırasında orta kesimde iki antilop figürüne yer verilmiştir. Alttaki son satırın iki ucunda, karşılıklı iki figürün bulunduğu bir kompozisyon bulunmakladır. Yazının bulunduğu sırada birer insan
figürüne yer verilmiştir. Her iki figürün başı üstüne birer kuş figürü yerleştirilmiştir. Son
satırın altında, yan kenarların yüzeyine kartal-tavşan mücadelesini konu alan bir sahne
yerleştirilmiştir. Güç ve iktidar sembolü olarak yorumlanan taht ve av sahneleri Selçuklu
dönemi süslemelerinde yaygın olarak kullanılmıştır. Bu gelenek Orta Asya hayvan üslubunu yansıtmaktadır. Kartal devleti, sultanı sembolize etmektedir. Yüz hatları ile Selçuklu
aslan stilini devam ettiren aslanın başında bil- başlık, ağzında üç zincir halkası bulunmaktadır. Aslanın koruyucu tılsımı ile galip gelen sultanı simgelediği anlaşılmaktadır (
Parla, 2005, s. 65-68; Çorııhlu, 2001, s. 97; Baş, 2006. s. 210-230), (82)
Kufi(nebati) yazı ile yazılmış kitabesi ve çeşitli hayvan figürleriyle en zengin burçtur(87)
184 DİYARBAKIR SURLARI
Kufi(nebati) yazı ile yazılmış kitabesi ve çeşitli hayvan figürleriyle en zengin burçtur(87)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 185
Çift at kabartması
Gülen aslan kabartması
Kitabe sol ve sağ kenarında kuş ve altında çıplak kadın kabartması vardır. Nur burcu
sol ve sağ yüzünde kuş ve avı kabartması vardır(87)
186 DİYARBAKIR SURLARI
Nur burcu arka tarafında bir kalp görünümü
Selçuklu Burcu
Melikşah dönemi eseridir. Nur Burcu benzeridir. Kufi yazı ile yazılmıştır (1088). Evli
Beden Burcu’nun kuzeyindedir. Kitabe üzerinde yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş
keçi motifi rölyefinde uygulanan uzun boynuzların stilize edilmiş parçalı bölümleri yüzeyin başka bölümlerinde de uygulandığı görülmüştür. Kitabenin sol köşesinde yer alan
aslan motifi rölyefinin stilizasyonu olmakla beraber miken sanatında olduğu gibi zarafet
açısından daha az özen gösterildiği yorumu yapılabilir. Güvercin olabileceği yorumu yapılabilecek olan kuş figürü rölyefi yine kitabenin arasında yer almaktadır. (12)
Selçuklu Burcu, Ulu Beden Burcu’nun kuzeyinde yer alan ilk burçtur. Burcun üzerinde yer alan kitabesine göre Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah döneminde Şemseddin Ebu Ali el Hasan yönetiminde Abdülvahid Ebu Nasır Muhammed ve Urfalı usta
Muhammed tarafından 1088-1089 tarihinde inşa edilmiştir. Üst kısımları yıkık olan
burç, plan itibariyle dikdörtgen olarak inşa edilmiştir. Ön yüzünde yer alan süsleme programı, aynı dönemden kalan Nur Burcu ile paralellikler gösterir. Burcun ön yüzünde üç
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 187
satırlık çiçekli kûfi yazılı kitabe yerleştirilmiştir. Üç satırlık kûfi kitabede harfler Rumi
motifleriyle sonlanmaktadır. Burçtaki bütün süslemeler kitabenin çevresinde ve aralarında kullanılmıştır. Üstte kemerin kilit noktasına küçük bir boğa başı yerleştirilmiştir.
Boğanın boynuzlarının üstünde bir kartal kabartması bulunmaktadır. Ayakları ile boynuzlara basar şekilde tasvir edilmiştir. Olağanüstü kuvveti sembolize eden aslan, antilop,
keçi, kuş ve saldırıya hazırlanır konumdaki boğa figürleri burca büyük oranda hareketlilik
katmıştır. (156)
Selçuk burcu
Kitabesine göre Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah döneminde Şemseddin Kbıı
Ali el Hasan yönetiminde Abdiilvahid Ebtı Nasır Muhammed ve Usta Urfalı Muhammed tarafından 481/1088-1089 tarihinde inşa edilmiştir. Dikdörtgen planlı burcun üst
kesimleri yıkık durumdadır. Burcun ön yüzündeki süslemeler aynı dönemden kalan Nur
Burcu ile benzerlik göstermektedir. Burcun ön yüzünde üç satırlık çiçekli kufi yazı türü
ile hak edilmiş kitabe yerleştirilmiştir, Burçtaki süslemeler kitabenin çevresine ve aralarında yer almaktadır. Üstte kemerin kilit noktasına küçük bir boğa başı yerleştirilmiştir.
Boğanın boynuzlarının üstünde bir kartal kabartması bulunmaktadu”. Ayakları ile boynuzlara basar şekilde tasvir edilmiştir. Ali kısımdaki nişin iki yanında iki boğa kabartması
karşılıklı birbirlerine bakar ve saldırıya hazır durumda verilmiştir. Kitabenin üstten ilk
sırasının iki ucunda karşılıklı birer aslan figürüne yer verilmiştir (Parla, 2005, 65-68;
Çoruhlu, 2001, s. 97; Baş, 2006, s. 210-230). Buradaki figürlerde Büyük Selçuklu sultanını, sultanın gücünü, adaletini ve kahramanlıklarını anlatmaktadır. Genel olarak Orla
Asya Türk hayvan üslubunu yansıtan önemli bir örneklerdir. (82)
188 DİYARBAKIR SURLARI
Selçuk burcu kitabe ve figürleri
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 189
Selçuklu burcu figürleri
Kufi(nebati) yazı ile yazılmıştır.(1088)Kitabede iki keçi kabartması vardır. Kitabe sol
köşesinde gülen aslan kabartması vardır. Kitabede kuş kabartması mevcuttur. Burcun
kuzey cephesinde kitabe ve niş bulunur(87)
Burçların İsim Kaynağı
Ulu Beden burcu: Artuklu hükümranlığının tüm ihtişamını gösteren bu burç ‘Evli
Beden’ olarak da adlandırılır. Burcun ustalıklı yapısı, kitabeleriyle kabartmaları zaman
içinde ‘Ulu’ sıfatını almıştır. Osmanlıcada ‘Ulu’ kelimesinin ‘Evli’şeklinde de okunması,
burcun iki isimle adlandırılmasına zemin hazırlamıştır.
Yedi kardeş burcu: İkinci katında yer alan 7 bölümden ismini alan burcun, anlatılan,
fakat pek inandırıcı olmayan efsaneyle ilgisinin olmadığını sanıyoruz.7 erkek kardeşin
burcu savunurken düşman kuvvetlerinin ileri gelenlerinin görüşme anlaşma için geldikleri vakit cephaneliği ateşe verip ölmeleri sonrası, şehrin elden çıkmamasını sağladıklarına dair anlatımlarda ‘Burcun dinamitlemesi’ geçmektedir ki dinamitin
190 DİYARBAKIR SURLARI
bulunuşuyla burçtaki cephaneliğin ateşe atıldığı söylenen zaman dilimi arasında 800
yıla yakın süre bulunmaktadır.
Benusen:7 kardeş ile Ulu bedenin usta çırak tarafından yapıldığını, çırağın yaptığı
Ulu beden’i gören ustanın kendisini 7 kardeş’ten attığını, çırağın da ustasının acısına dayanamayıp Ulu Bedenden atladığı söylenir. İki mimarın yarışmaya girdiği, her ikisinin
‘Ben ve Sen’ diye oldukları belirtilir. Bu yüzden fazla hırsın zararlı olduğu vurgulanır.
İntiharın toplumumuzda iyi karşılanmadığı esası düşünüldüğü zaman, bu anlatının
güvenirliğinin bulunmadığı yaklaşımı ortaya çıkar.
Burç tasarımının döneminin hükümdarı olduğu, mimarın isminin belli olduğu, bu yapı
sonrası yine çalıştığı bilinmesine rağmen kimi kaynaklarda anlatılanlar esas gibi yer alır.
Burçların birbirinden uzak oluşu, sevenle sevilen arasında olan zorlukları çağrıştırması
düşünülebilir. Bu yüzden kavuşamayanlar, bu iki burcu duygularının tercümanı kılarlar:
Benusen (Ben ve Sen)
Bu isimlendirmenin Ali bin Nisan’dan gelmiş olma ihtimali söz konusu edilemez.
Melikşah burcu: Selçuklu sultanı Melikşah’ın adını taşır.
Leblebikıran burcu: Kuşatmalarda alanı iyi gördüğü için düşman askerlerinin kolayca vurulmasından adını aldığı sanılmaktadır
Keçi Burcu: Daha önce küçük olan burç, büyütülmesine rağmen eski adı ile anılmıştır.
Fındıkburcu: Melikşah’ın yaptırdığı burç, yuvarlak ve küçük oluşundan adını yapısından alır.
Akrep Burcu: Üzerinde akrep kabartması yer aldığı için ismini akrepten almıştır
Kralkızı burcu: Yenikapıda Dicleye bakan burç, söylenenenlere göre hükümdar kızının ikamet ettiği burç olduğu için bu ismini almıştır.
Tek beden burcu: Yıktırılan Dağ kapı surlarının ortasında bırakılan burç, Cumhuriyet döneminde ‘Tek beden’ olarak isimlendirilmiştir.
Eyyubi burcu: Eyyubilerce yapılan burç, Akrep Burcu yanında yer alır. Eyyubi onarımının asli özelliklerini taşır. Silindirik tahkim sağlayıcı taşlar, belirgindir(5)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 191
Dağ Kapı Burcu
Şehrin kuzeyinde iki silindirik burç arasında yer alır. Dağ Kapı 1930’lu yıllarda yapılan
yıkımdan zarar görmesine rağmen ana kapı yıktırılmadan günümüze kadar kalmış ve
onarımdan geçirilerek kullanılmaktadır. Kapı farklı dönemlere ait yapım evreleri geçirmiştir. Kapının üzerinde Roma İmparatorunun Latince, Bizans İmparatorunun Grekçe
kitabeleinin yanı sıra Abbasi ve Mervani dönemlerine ait onarım kitabeleri yer almaktadır. Dağ Kapı Burcu’nun üst katında bulunan Mervanî Mescidi, Mervani Hükümdarı
Ebû Nasır Muhammed bin Cehir tarafından Kitabesine göre hicri 447 yılında yaptırılmıştır. Buranındaha önceden itfaiye hizmetlerine ayrılmış olması, yapının tahribatına
yol açmıştır. Dağ Kapı’nın 1980’li yıllar sonrasında işlev kazanması, sergilere mekân
oluşu, şehrin merkezi alanında kültürel çalışmaların yansıtılması açısından bir farklılık
oluşturmaktadır. Kapının iç cephesinde kastal (çeşme) bulunmakta fakat aktif değildir.
Kastalin yanında bulunan kabirler, eski özellikleri göz önünde tutularak korunmuşlardır.
Dağ Kapı’nın üç yanı koruma amaçlı demir parmaklıklarla çevrilmiş fakat bu haliyle
de yapının rahat biçimde gezilmesini engellemekte ve görünümünü bozmaktadır. Üst
kata çıkılan taş basamaklar, asıl biçimi bozmamak endişesiyle onarılmadan bırakılmıştır.
Dağ kapı’nın doğu ve batısında iki dairesel burca yer verilmiştir. Her iki burcun üzerine
de farklı düzenlemelerden meydana gelen kabartmalar islenmiştir. Dağ Kapı burcunda
avuç içini tümüyle gösterir biçimde, parmaklar aşağıda dönük tarzda tek bir taş üzerine
el figürü işlenmiştir. El motifi üzerine Diyarbakır’ı konu alan kaynaklarda herhangi bir
açıklama yer almamaktadır. El figürü halk arasında ‘Peygamberimizin kızı Fatma Ana
eli’ olarak bilinmektedir. Dağ Kapı farklı devletlerin kitabelerini ve kabartmalarını taşıyan, bu yönüyle diğer burçlardan ayrılması gereken farklılıkları içermektedir. Burçta yeralan el figürü tek örnektir.
Hayat Ağacı, motifi bu burçta bulunmaktadır. Bitkisel motiflerden üzüm ve yaprak,
burçta görülmektedir. Roma- Bizans Dönemi kalan kitabeler ve Gamalı Haç ile Abbasîlerden Osmanlılara kadar gelen kabartmalar bulunmaktadır. Burçta Abbasilere ait
güvercin, hayvan ve bitki motiflerindeki stilizasyon alabildiğine naif ve spontane bir
biçimde yapılmış oldukları dikkati çekmektedir. Dağ Kapısı’nın iç tarafı tamamen
Mervan Oğulları dönemine aittir. Dış tarafının üstü Abbas oğullarıyla Roma ve Bizanslıların stillerini göstermektedir. En altta geyik ve geyik avı resimleri, koşan at, boğa,
onların üstünde gamalı haç bulunmaktadır. Boğa ve arslanlar gamalı haçın altında
koşan geyik resmi hiçbir şekilde Romalılara işaret etmemektedir. Gamalı haç ve buna
doğru karşılık gelen eski bir aktarımı yansıtmaktadır. Totemizme ait geleneklerin yansıyan sembolleri olmalıdır (156)
192 DİYARBAKIR SURLARI
Günümüzde Dağkapı burcu
Dağkapı burcu-1928(159)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 193
Dağkapı burcu-1928(159)
Dağkapı burcu-1928(159)
194 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı burcu-1928(159)
1936 yılı Dağkapı(A.Gabriel)(158)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 195
DAĞKAPI BURCU KABARTMALAR VE YAZITLAR
1936 Yılında Albert Gabriel’in tanımlamalarını ele alalım
I. Bizans Süslemeleri
Müslüman fethinden önce ya yerinde yapılmış ya da başka yerden alınmış olan Diyarbekir surları boyunca tespit edilen yontmalar sayıca çok fazla değildir: bunlar bir yandan Harput Kapısı’mn gömme ayaklarının nişleri ve sütun başlıkları, öte yandan da
XXXI, XXXII ve XXXIII burçlarının aşağı kazamatlarına erişim sağlayan her bir
kapının kilit taşıdır. Harput Kapısı’mn eskiden kalma süslemelerinin IV. asırda yapılmış
bir kapıya ait oldukları öne sürülebilse de bu sadece bir sayımdan ibarettir. Buna karşın
XXXI, XXXII ve XXXIII burçlarındaki yarım daire kemerlerin kilit taşlan şüphesiz
hâlâ özgün yerlerinde durmaktadır ve bunlar, kesin kronolojik göstergelerdir.
Kolları eşit uzunluklaki çarmıhlar, XXXII ve XXXIII burçlarında göründükleri
biçimiyle (şekil 129, b ve c), IV. asrın ortalarından önce kullanımda değildir. XXXI burcundaki kemer kilidi üzerine kazınmış ambleme benzer (şekil 129 a) en eski haç biçim
monogramlara ya da monogramik çarmıhlara da yine aynı döneme doğru rastlanır.
Şimdiye kadar belirtilen en eski örnek 355 yılından kalmadır. IV. asrın ikinci yarısında
bilhassa Şarkta kullanılan bu krizmon V. asırda daha az rastlanır bir hale gelirken,
sonrasında yavaş yavaş gözden kaybolur. Pek çok örnekte dikey kola eşlik eden büklümün,
XPICTOC’un ikinci harfi olan bir P tasvir ettiği gözlemlenir.
TOUR XXXI
TOUR XXXII
TOUR XXXIII
a
Şekil 129 - Bizans kilitleri
b
c
Burada büklüm ters çevrilmiş olsa da bunda özel bir maksat aramamak gerekir. A ve
Q. harflerineyse haçbiçim monogramla birleştirilmiş ve çarmıhın yatay kolunun ya
yukarısına ya da aşağısına kazınmış olarak rastlanır. XXXI, XXXII ve XXXII
burçlarının kazamatlarına erişim sağlayan kapıların Bizans dönemine dayandığına şüphe
yoktur ve çarmıhların ve krizmonun varlığından bir sonuca varacak olursak, bu eserlerin
yapılışı tahmini olarak IV. asrın ikinci yarısına atfedilebilir.
196 DİYARBAKIR SURLARI
II. Bizans yazıtları
Daha yukarıda Harput Kapısı’nda yeniden kullanılan ve uzun zamandır bilinen Latince yazıttan ve dört Yunanca yazıttan bahsetmiştim. Buraya kadar olan diğer bir grup
yazıt seyyahların dikkatinden kaçmıştır. Bunlar, en az dördü parçalı halde bulunun altı
yazıttır. Restorasyon çalışmaları sırasından yerleri değiştirilmiş ve yeniden
kullanılmışlardır.
Müslüman Dönemi Kabartmaları
Güneybatı sınırının iki kuvvetli Artuklu burcu Ulu Beden ve Yedi Kardeş’ü süsleyen
daha önceden tasvir ettiğimiz kabartmalann haricinde çok sayıda ve türlü yontulmuş
motifler farklı eserlere dağılmış haldedir. Bunlara çoğu kez ne zaman yapıldıklarını belirlemeye imkan tanıyan yazıtlar eşlik eder. Yazıtları, bunları atfetmenin mümkün olduğu
farklı dönemlere göre kronolojik bir sıraya koyacağım.
Abbasiler
Bu dönemden geriye incelikten yoksun, Mardin Kapısı ve Harput Kapısının yeniden
inşa çalışmaları esnasında yeniden kullanılmış kabartmalar kalmıştır. Görünüşe göre
bunlar, halife Mutedid tarafından yıkılan ve Muktedir tarafından 297’de restore edilen
özgün eser üzerinde yapılmışlardı.
a) Mardin Kapısı - Girişin doğusundaki burcun yuvarlak kısmı üzerinde karşı karşıya
duran aslangillerden iki figür, 30 numaralı yazıtın altına, metnin başlangıcının
bulunduğu blok üzerine kazınmıştır (şekil 132, a). Anahatlarıyla taslakları çıkarılmış,
kuyruğu sırtın üzerinden başa kadar gelmiş bu hayvanlardan her birinin ağzında bir kuş
(?) vardır; her bir aslangilin üzerine ufak bir hayvan, belki bir sincap kazınmıştır.
Sekil 132 - Rölyefler, Mardin Kapı
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 197
Daha aşağıda, toprak seviyesinden sonra ikinci taş örgüsü sırası üzerinde, yine karşı
karşıya duran ama bu sefer ağızları boş aslangillerden iki figür çizilmiştir. Burcun silindiri
ve koltuk duvarı arasındaki düz kısım üzerinde, 39 numaralı yazıtın altında, bir daireyle
çevrelenmiş sekiz kollu bir yıldız betimlenmiştir. Sağda bir aslan, solda ise bir antilop (?)
bulunur (şekil 132, b).
b) Harput Kapısı - Girişin solundaki düz çeper üzerindeki iki sıraya yayılmış üç blok
üzerine, 43 numaralı yazıtın üzerine türlü motifler yontulmuştur Yukarıdaki taş disizinde
iki kuş arasındaki bir ağaç resmedilmiştir. Aşağısındaysa karşı karşıya duran aslangillerden iki hayvan vardır. Bunun biraz solunda, burcun yuvarlak yüzü üzerinde, dörtnala
giden bir at ve bir el (?) tasvir edilmişir. Bir öncekilerle aynı türdeki aslangillerden iki
figür geçitin yanındaki şehre bakan payanda ayağın yüzü üzerine yontulmuştur. Son
olarak, simetrik olarak dağılmış beş kabartmadan müteşekkil bir friz, geçidin batısındaki
kulenin doğrusal duvarına oyulmuş nişi süsler kanatları açılmış bir kuş ve iki zebu nişin
silindir kısmı üzerine yontulmuştur. Aynı yükseklikte, burcun düz yüzü üzerinde,
yürüyen iki aslan bulunur (Daha önce işaret ettiğim üzere bu kabartmaların, kapının
yeniden inşası esnasında 297’de yapıldığına şüphe yoktur. Yapının duvarları üzerine
düzensiz bir şekilde dağılmış olan farklı bir tarzdaki diğerleri, başka yerlerden alınmış
ve burada yeniden kullanılmış parçalardır: bunlar belki de Hicri takvimle 286’da yıkılmış
olan bir kapıya aittir. Menderes ve agörgüden geometrik bir bezeme taşıyan birkaç blok
daha burada yeniden kullanılmışken ufak motifler (üzüm salkımları) patlamanın
ardından yontulmuştur.(158)
198 DİYARBAKIR SURLARI
1936 yılı Dağkapıda Figürler(A.Gabriel)(158)
DİYARBAKIR SURLARINDA BURÇLAR 199
4.BÖLÜM
İÇKALE
İÇKALE
İçkale planı (83)
SURLAR, İÇKALE 203
İçkale (Google earth)
İçkale (Google earth)
Güneyden içkaleye bakış(Google earth)
204 DİYARBAKIR SURLARI
1995 yılı İçkale
İçkale(Batıdan bakış) (Google earth)
SURLAR, İÇKALE 205
1936 yılı İç kale (A.Gabriel)(158)
206 DİYARBAKIR SURLARI
Saraykapı-1922(159)
Günümüzde İçkaleye giriş(Saraykapı)
SURLAR, İÇKALE 207
Saraykapı dışarıdan bakış
Saray Kapı kitabesi
Osmanlı eseridir. Yüksek ve iki katlıdır. Kanuni Sultan Süleyman padişah olduktan
sonra Amed İçkalesinin genişletilme emrini verir. Aynı zamanda Amid’in şehrin ilk yerleşme yerinin çekirdeğini oluşturan İç-Kale’ye 16 burçlu ve iki kapılı bir bölüm daha eklenerek İç-Kale’nin kapladığı alanı iki katına çıkarır. Bu genişletmeyi belgeleyen yazı
Saray Kapı üzerindedir. Beyaz mermer taşa talik yazı ile Farsça yazılan kitabesi şöyledir.
Şüd bina kal’a-i Süleymani
Der zeman-i şeh-i sikender-cah
Hundigar-ı cihan Süleyman han
Al-i Osman mürebbiyü’l-fudela
Geşt tarih-i in bina-yı kavi.
Adedi temmet-il bina vü biha H.933 M.1526–27
Kitabenin Türkçesi: Ali Osmandan, faziletleri besleyen, cihanın efendisi, İskender
rütbeli Süleyman Han zamanında bu kale bina edildi. (Temetü’l-bina vü biha) adedi
bu kuvvetli binanın tarihi oldu. H.933 M.1526-27(160)
208 DİYARBAKIR SURLARI
Saraykapı
İç kale, surların “Fis Kayası” denen kuzeydoğu ucundadır. İç kale’nin çevresi iç surlarla
tamamen çevrilmiştir. İç kale Romalılar döneminden itibaren şehrin yönetim merkezi
olarak kullanılmıştır. Eski dönemlerde yapılan saraylar maalesef günümüze kadar gelememiştir.(18)
İç kale’de Bizanslılar’dan kalan Saint George Kilisesi en eski yapılardandır. Bu kilise
VI. yy’da yapılmıştır, halen yarı harap vaziyettedir. Bu yapının taş işçiliği ve kubbesinin
yüksekliği dikkat çekicidir.
Diyarbakır Surlarının kuzeydoğu köşesine yerleştirilen İçkale’nin tarihi muhtemelen
bu bölgenin ilk yerleşik halkı olan Hurri-Mitanniler (M.Ö. 4.-3. bin ) dönemine kadar
iner. İç Kale, Romalılar tarafından şimdiki şehir surlarının yapılması ile özel bir önem
kazanmış ve her devirde yönetim merkezi olmuştur. İç Kaleyi saran ve şimdiki Artuklu
Kemerinden geçen ilk surlar daha sonra yıkılmış, Kanuni Süleyman döneminde 15241526 yıllarında surlarla çevrilerek genişletilmiştir. Genişletmeye dair kitabesi İçkale de
Saray Kapı üzerinde bulunmaktadır. 16 burçlu İçkale’nin de dört kapısı bulunmaktadır.
Fetih ve Oğrun Kapıları dışa, Saray ve Küpeli kapıları da kente açılmaktadır. İç Kale’de
çok değerli tarihi yapılar bulunmaktadır.
1934 yılı İçkaleye uzaktan bakış(126)
Diyarbakır Kalesi içerisinde ve şehrin Kuzey-doğu köşesinde olan İç Kale, Diyarbakır
şehrini çevreliyen surlardan ayn olarak, sur içerisinde tekrar surlarla çevrilmek suretiyle
Dış Kale’den ayrılmıştır. Diyarbakır şehrini çevreliyen surlar üzerindeki 4 burç İç Kale
210 DİYARBAKIR SURLARI
kısmındadır. İç Kale’nin şehre bakan kısmında ise 16 burç bulunmaktadır. Aynı Dış
Kale’de olduğu üzere, bu burçlar da iki kadı olup geniş ambarları ihtiva etmektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere İç Kale şehrin ilk yer leşim bölgesi olup, 349 yılında etrafı
surlarla çevrilmiştir XVI. yüzyılda Osmanlılar tarafından fethedildikten biraz sonra, yeni
bir duvar inşası ile İç Kale’nin sahası genişletilmiş ve bugünkü şeklini almışür.
Dış kale’de olduğu gibi, İç kale’nin de 4 kapısı vardır. Bunlar Dicle’ye açılan Oğrun
Kapı, değirmenlere açılan Küpeli Kapısı, şehre açılan Fetih ve Saray kapısıdır. XIX.
yüzyıla ait belgelerde Oğrun Kapının adı, Aşağı Kale Kapısı veya iç kale kapısı, “Küpeli
kapının” adı, Yeni Çarşı kapısı, Saray kapının adı, Fettah kapısı şeklinde geçmekte olup,
Fetih kapısı ise o dönemde de yine aynı adı taşımaktaydı. 1804. yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden İnciciyan’ın verdiği bilgilere göre, XIX. yüzyılda Saray ve Küpeli kapıları
gündüzleri - Cuma günleri namaz saati hariç- açık olup, devamlı muhafızlar beklemekteydi. Diğer iki kapı ise zorunlu haller dışında pek açılmıyordu.
İç Kale’yi çevreleyen surlar üzerinde bulunan Dış surlara dahil 4 burç ve şehre bakan
16 burç da, Dış Kale’deki burçların ölçüsüne sahiptir. Bu burçlara çıkmak için de yine
yanlarında sağlı sollu merdivenler vardır.(153)
1936 yılı Virantepe (A.Gabriel)(158)
Virantepe ve Artuklu Sarayı
İçkale’nin kuzeybatısında yer alan Virantepe ve Top tepe olarak adlandırılan höyük
yığma bir tepe üzerindedir. Diyarbakır’ın aynı zamanda çekirdek kuruluş noktası olup
höyükte yapılacak arkeolojik kazı ve araştırmalar kent tarihi hakkında birçok belge ve
bilgiye ulaşmamızı sağlayacaktır. Virantepe’de 1961-1962 yıllarında yapılan kazılar sonucunda, etrafı surlarla çevrili, Artuklu Hükümdarı Melik Salih Nasıreddin Mahmud
SURLAR, İÇKALE 211
(1200-1222 ) dönemine ait bir sarayın temelleri açığa çıkarılmıştır. Zengin renkli taş
mozaik ve çini süslemelerle oldukça gösterişli selsebil ve haçvari eyvanlarla çevrili fıskiyeli bir havuza sahip olan sarayın, renkli taş ve cam küplerden oluşan mozaik süslemeleri, Türk mimarisinde ilk kez burada görülmektedir. Doğu bölümünde saraya çıkışı
sağlayan merdivenler açığa çıkarılmış ve saray girişinin, alttaki kemerin yanından olduğu belirlenmiştir. Saray Anadolu’da karşımıza çıkan diğer saraylar içinde kendine
özgü özellikler sergilemektedir. Bu da Türk Mimarisi’nin uzun gelişimi içinde eski geleneklere bir dereceye kadar bağlı kalmaktadır. Kazı yapılan alanlarda açığa çıkan kısımlarda plan ve süsleme açısından Karahanlılar, Gazneliler, Büyük Selçuklular
Devrinden beri gelişerek gelen özelliklere bağlı kalınmış zaman zaman da bölgesel
özelliklerin katıldığı görülmüştür.(79)
Artuklu sarayı(Google earth)
Prof. Dr. Oktay Aslanapa ve ekibi tarafından kazı gerçekleştirilmiş, saray kalıntıları,
altın yaldızlı ve motifli mozaikler ve çok gösterişli sekiz havuz ortaya çıkarılmıştır. Bu
sarayda devrin önemli bilim adamları özellikle Cizreli Ebu’l-İzz’in yaşadığı bilinmektedir.
Günümüzde Artuklu sarayı halen harap haldedir ve arkeolojik kazıları beklemektedir.
İç kale içerisinde ayrıca I. Dünya Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk’ün kaldığı
bina ve bazı adli binalar bulunmaktadır. Bu binalar 20. yy. başında yapılmışlardır. Geç
dönem Osmanlı mimarisi özelliği göstermektedir.
212 DİYARBAKIR SURLARI
İç kaleyi saran surlar, 16. yy.’da, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, yeniden gözden
geçirilmiş ve genişletilmiştir. Bu surlarda 16 burç vardır, burçlar, dört, altı ve sekiz köşelidir.
Günümüze kadar iyi korunmuş olarak gelmişlerdir. Bu surlar üzerinde “Kanuni Kitabesi” bulunmaktadır.(18)
Evliya çelebiye göre Osmanlı valileri için içkalede 150 odalı bir saray vardı.
Diyarbakır şehrini çevreliyen surlar üzerinde 4 burç iç kale kısmındadır. İç kalenin
şehre bakan kısmında ise 16 burç bulunmaktadır. Dış kalede olduğu gibi bu burçlar da
iki katlı olup geniş ambarları ihtiva etmektedir. İç kalede bir burç hapishane olarak kullanılıyordu. Diğer burçlar ise silah, mühimat, askeri araç ve gereçlerin yanı sıra hububat
ve çeşitli yiyeceklerin konduğu bir depo niteliğini arzediyordu. Evliya Çelebi içinde yüzelli odalı, birkaç divanhaneli bir büyük saray vardır. Her gelen vezir ve vükela buraya
birer oda ve hamam, havuz, şadırvan yaptırmakla kat kat süslü bir saray olmuştur. Bu sarayı yaptıran Bıyıklı Mehmet Paşadır’der.(75)
Virantepe
Osmanlı zamanında içkalede bir dökümhane vardı, obüs topları, koşum ve yuvarlak
üretimi yapılırdı Diyarbakır’da, tarihi İçkale’nin arka kısmındaki 74 ve 75 nolu burçlar arasında kalan sur duvarlarının altında Osmanlı dönemi öncesine ait bir cephanelik bulundu.
SURLAR, İÇKALE 213
Artuklu Kemeri
Artuklu Döneminde İçkale’ye girişi sağlamaktadır. 10 m. genişliğinde, sivri kemerli
bu girişin üzerindeki büyük boyutlu nesir yazılı kitabede h. 603 ( 1206-1207 ) tarihi görülmektedir ki buda sarayla aynı döneme ait olduğunu göstermektedir. Kemerin iki yanındaki kireç taşına işlenmiş aslan – boğa mücadelesini işleyen kabartma ile kemerin,
Ulu Caminin doğu girişinin bir tekrarı olduğu görülmektedir.(145) İç Kale’nin orta kesiminde sivri kemerli bir açıklık şeklindeki giriş; yaklaşık ıo metre genişliğindedir. Kemerin üzerindeki büyük boyutlu nesir yazılı kitabede 1206-1207 tarihinde Artuklu
Sultanı Mahmut Döneminde yapıldığı belirtilmekte ve bu da kemerin sarayla aynı döneme ait olduğunu göstermektedir. Yaklaşık 10 m genişliğindeki bu kemerli girişin bir
savunma amacı taşımaktan ziyade yönetimin gücünü simgeleyen ve vurgulayan bir nitelik
taşıdığı düşünülmektedir. Kemerli girişin iki kenarında birbirini tekrar eden mücadele
sahnelerine yer verilmiştir. Bu kabartmalar beyaz kalker taşı üzerine işlenmiş ve büyük
oranda tahrip olmuştur. Figürler her iki tarafta da aynı şekilde kemerli girişin bir savunma
amacı taşımaktan ziyade yönetimin gücünü simgeleyen ve vurgulayan İm nitelik taşıdığı
düşünülmektedir. Kemerli girişin iki kenarında birbirini tekrar eden mücadele sahnelerine yer verilmiştir. Bu kabartmalar beyaz kalker taşı üzerine işlenmiş ve büyük oranda
tahlil) olmuştur. Figürler her iki tarafta da aynı şekilde düzenlenmiştir. Üstte aslan yer
almakta ve galip durumdadır. Ayakları ile alttaki figürü kavramış, başını ağzıyla yakalamış
durumdadır. Alttaki boğa figürü aslan karşısında yenilgiyi ifade etmektedir. Soldaki kabartmanın üstünde yer alan üst kısmı yıkılmış durumdaki kitabe kuşağı kenarlardan silmelerle sınırlandırılmıştır. Sivri kemeri kitabelerin kenarlar ve yanlar olmak üzere üç
yönden çevirdiğini düşünmek mümkündür. Sağ taraftaki kitabe bölümü restorasyonlar
sırasında yenilenmiştir. Kemer üzerinde tam olarak anlaşılamayan nesnelere ait kabartmalar da dikkat çekmektedir.(169)
Artuklu kemeri-1960-Adil Tekin
214 DİYARBAKIR SURLARI
Kale içinde de dışarıya büyük taş atmak için büyük mancınıklar da vardı.Bunlardan
biri Artuklu kemerinin yanındadır
Artuklu kemeri-2014
İç kale kapısı girişi (Artuklu kemeri sol yanı=Artuklu kemerindeki aslan boğa figürü
SURLAR, İÇKALE 215
Aynı figürün Ulu camideki versiyonu
Aslan ve boğa-Ulu camii-Amida-1910
Aslan Figürü: Artuklu figürlü kabartmaları arasında en çok kullanılanıdır.
Heykel olarak da yapılan aslan figürü, çoğunlukla çift ve simetrik olarak kullanılır.
Çeşitli devir ve kültürlerde daima kuvvet ve kudret sembolü olarak görülmüştür. Bu nedenle bulunduğu yapıyı kötülükten, düşmandan koruyan bir unsur olarak kullanılmıştır.
Aslan heykellerine kervansaray, saray, kale gibi yapılarda rastlarız. Çok stilize ve oldukça kaba bir şekilde işlenen aslan heykelleri mimariye sıkı sıkıya bağlıdırlar. Diyarbakır’daki eserlerde aslan figürünün Ulu Cami, On Gözlü Köprü ve Diyarbakır Kalesi’nde
kullanıldığı görülmektedir. Her dönemde koruyucu kuvvet ve kudret sembolü olarak
kullanılan aslan, İslam döneminde daha ziyade hükümdar ve yiğitlikle ilgili bir sembol
olarak kullanılmıştır. Mimaride yer alan aslanların tahtı ve hükümdarı her türlü kötü216 DİYARBAKIR SURLARI
lükten koruyan nazarlık, tılsım yerine geçtiği kabul edilmektedir. Pratik yaşamda da aslanların zaman zaman hükümdar bekçileri olarak kullanılmaktadır(145)
Mehmet Mercan’ın anlatımıyla İçkaleye bakalım(54)
Diyarbakır Kalesi’nin havadan görünümü hep kalkan balığına benzetilir.
Ayrı surlarla çevrelenmiş İçkale ise kalkan balığının başı…
Yeterince araştırılmamış olmasına karşın, tarihçiler Diyarbakır’ın ilk yerleşim yerinin
burası olduğunu öne sürerler.
Buna göre; Milattan Önce 3000’li yıllarda bu bölgenin sakinleri oldukları bilinen
Huriler, Dicle vadisine hakim sarp kayalığın Kuzeydoğu ucuna büyükçe bir höyük oluşturarak ilk yerleşimi gerçekleştirmişler…
Sonraki dönemlerde de buraların etrafı duvarlarla tahkim edilerek kaleye dönüştürülmüş…
Bunun doğruluğu elbette, buralarda yapılacak ciddi araştırmalar sonrasında ortaya
çakacaktır…
Kuruluş tarihi konusunda bir kehanette bulunmak mümkün olmasa da İçkale’nin
kentin üzerinde kurulduğu bazalt tabakasının Dicle’ye hakim dik yamaçlı bölümünde
bulunduğunu düşünürsek, buranın kentin ilk yerleşim yeri olduğu kabul edilebilir.
Sonraki dönemlerde de bu yerleşim alanı genişlemiş, büyümüş. Etrafı kalın ve yüksek
duvarlarla çevrilerek güvenli bir alana dönüştürülmüş.
Ve eklene eklene de Diyarbakır Kalesi bu günkü durumuna getirilmiş.
Bu arada en önemli genişletilmenin, M.S. 349 yılında Romalılar döneminde yapıldığını, imparator II. Constantius zamanında, doğudan gelen Sasani saldırılarına karşı
kentin surlarını güçlendirici eklemeler yaptırıldığını, daha sonra 363 yılında da Roma
egemenliğindeki eski adı Nisibis olan Nusaybin’in Sasani’lere terk edilmesi üzerine buradan getirtilen 40 bin Hıristiyan’ın iskan edilmesi için bu kez İmparator Justinianus
zamanında surların batıya doğru genişletildi.
O tarihlerde İçkale henüz dış surlarla çevrilmemişti…
SURLAR, İÇKALE 217
Roma döneminde İçkale’nin girişi, günümüzde de kalıntıları mevcut olan Aslanlı
Çeşme’nin önündeki kemerli kapıdır… Kent yöneticileri ise, İçkale’nin ortasında, yine
kalıntıları günümüze kadar gelmiş olan ve halk arasında Virantepe olarak anılan burçların üzerindeki saraylarda otururlardı…
Virantepe’nin çevresinde ise, sarayın eklentileri, ahırlar, cephanelikler, ibadetkhaneler,
hamamlar ve yönetim birimleri vardı…
Bu bölge, yalnız Romalılar döneminde değil, sonraki dönemlerde de yönetim yeri
olarak kullanıldı.
Artuklu, Mervanlı ve Akkoyunlu hükümdarlarının sarayları hep buradaydı…
Osmanlı dönemindeki kentin beylerbeyi ile diğer yöneticiler de burada otururlardı.
İçkale’nin asıl genişletilmesi çalışmaları, Osmanlı’nın ilk valisi Bıyıklı Mehmet Paşa’nın ölümü üzerine buraya Beylerbeyi olarak atanan Hüsrev Paşa zamanında olur.
Padişah Kanuni Sultan Süleyman’ın buyruğu ile 1520’li yıllarda İçkale’nin etrafı 16
burçlu geniş bir surla çevrilir.
Böylece daha güvenli hale getirilen İçkale’nin kapıları da günün belli saatlerinde açılıp
kapanıyordu…
Kentin yönetim birimlerinin bulunduğu İçkale’de asıl hükümdar sarayı ise dik yamaçlı
burçlardan oluşturulmuş Virantepe’nin üzerindeydi
Kuşkusuz, Diyarbakır kalesi içinde İÇKALE’nin ayrı bir özelliği, ayrı bir önemi vardır…
Çünkü Diyarbakır kenti asırlarca buradan yönetildi. Hükümdarlar, valiler, paşalar
burada oturdular…
İçkale’de bulunan yapıların çoğu Artuklular ve Osmanlılar dönemlerinden kalmadır.
Bu yapıların bir bölümü yakın yıllara kadar ceza evi, 7. Kolordu ve jandarma karargahları,
askeri mahkeme, merkez komutanlığı, milli eğitim müdürlüğü, vakıflar bölge müdürlüğü
tarafından kullanılıyordu.
Diyarbakır’da kurulan ilk matbaa ve ilk gazete binaları burada, İçkale’deydi.
218 DİYARBAKIR SURLARI
1916 yılında 16. Kolordu Komutanı olarak Diyarbakır’a gelen Mirliva Mustafa
Kemal Paşa’nın karargahı da buradaydı. Buradaki bina 1960’lı yıllarda “Komutan Atatürk Müzesi” olarak düzenlendi.
Artuklular döneminde saray atlarının barınağı, yani ahır olarak kullanılan eski ceza
evi kapısı üzerinde, 1962 yılındaki onarım sırasında üzeri sıva ile kapatılan bir kitabe
vardı... Kitabede, bu binanın 1203 yılında Artuklu Hükümdarı Melik Salih Mahmut’un emriyle inşa edildiği belirtiliyor.
Bitişiğinde yer alan ve yakın yıllara kadar bir bölümü “Kadınlar Hapishanesi”, bir
bölümü de “Çocuk Hapishanesi” olarak kullanılan “Saint Corc”, bir diğer adıyla “Kara
Papaz” Kilisesinin ise ne zaman yapıldığı bilinmiyor.
Bazı kaynaklarda bu kilisenin Bizanslılar döneminde yapıldığı belirtiliyorsa da, bazı
kaynaklarda bu tapınağın çok tanrılı dinler döneminden kaldığı öne sürülür.
Tarih araştırmacısı Süleyman Savcı buranın Artuklular döneminde saray hamamı
olarak kullanıldığını öne sürer.
Halk arasında “SARAY” diye de isimlendirilen İçkale’nin ortasında, etrafı yüksek
burçlarla çevrili Virantepe’nin üzerinde, kalıntıları günümüze kadar gelen Artukluların
görkemli sarayı vardı.
Virantepe
SURLAR, İÇKALE 219
•İç Kale’nin bulunduğu Viran Tepe Diyarbakır’ın ilk yerleşim yeri olup, tarihi neolitik
döneme kadar uzamaktadır.
•Diyarbakır’a egemen olan tüm devletlerin yönetim merkezi olmuştur.
•Diyarbakır İç Kalesi, surlarla çevrili alanın kuzeydoğu köşesine inşa edilmiştir. Burada yapay bir yığma tepe ( Viran Tepe veya Top Tepe ) oluşturulup, tepenin çevresi ise
sur duvarları ve burçlar ile güçlendirilmiştir.
Virantepe (Tarihi görünüm)
Artuklu Hükümdarı Melik Salih Nasıreddin Mahmud (1200-1222) dönemine aittir.Sarayın mimari kesin olmamakla beraber İbrahim bin Cafer ile oğlu Yahya İbrahim
ve Cafer bin Mahmut olmalıdır
•Virantepe’nin çevresinde ise, sarayın eklentileri, ahırlar, cephanelikler, ibadethaneler,
hamamlar ve yönetim birimleri vardı…
•Bu bölge, yalnız Romalılar döneminde değil, sonraki dönemlerde de yönetim yeri
olarak kullanıldı.
•Artuklu, Mervanlı ve Akkoyunlu hükümdarlarının sarayları hep buradaydı…
•Osmanlı dönemindeki kentin beylerbeyi ile diğer yöneticiler de burada otururlardı.
•İçkale’nin asıl genişletilmesi çalışmaları, Osmanlı’nın ilk valisi Bıyıklı Mehmet Paşa’nın ölümü üzerine buraya Beylerbeyi olarak atanan Hüsrev Paşa zamanında olur.
220 DİYARBAKIR SURLARI
Virantepe
Virantepe ramazan topunun atıldığı bir mekandı
M. 1723-1837 tarihli 3828 numaralı Diyarbekir şeriyye sicili 41(11b-5)
Ramazan iftar, sahur ve bayram için top atışına tahsis edilen barut miktarı ifade ediliyor (130)
İçkale virantepe
Sarayın varlığı ilk kez, 1960’lı yıllarda burada araştırmalar yapan Sanat Tarihi Profesörü Arkeolog Oktay Aslanapa ve ekibi tarafından gün yüzüne çıkarıldı.
Bu araştırma sırasında sarayın bazı bölümleri yanında, altın yaldızlı çinilerle süslü bir
havuz, hamam kalıntısı, çift başlı kartal sembollü çiniler, çeşitli motiflerle süslü seramikler bulundu.
SURLAR, İÇKALE 221
Bilindiği gibi; Virantepe üzerindeki Artuklu sarayında özellikle Melik Salih Mahmud’un hükümdarlığı döneminde, saray başmühendisi, dünyanın ilk ve en eski sibernetik bilgini olarak kabul edilen Ömer İbn-ül Rüzaz Ebul İz’in yaptığı robotlar
kullanılıyordu(54)
Ebul İz El Cezeri
•XIII. yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı’nda 32 yıl başmühendislik görevi
yaptı. El Cezeri, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları,
şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik ve estetik birçok düzeni tasarlayan ve bunların
nasıl gerçekleştirileceğini anlatan “Kitab-el Hiyal” adlı kitabın yazarıdır.
•İTÜ, Dünya Su Forum’unda Sibernetiğin, Hidroliğin, Robotların, , ve mühendisliğin babası Türk mühendis olarak dünyaya tanıttı.ABD’ye de ülkenin medar-ı iftiharı
olarak Cezeri’nin makinalarının maketlerini götürdü
El Cezeri'nin icatları
222 DİYARBAKIR SURLARI
İçkale ve virantepe
SURLAR, İÇKALE 223
Virantepe
Virantepe
224 DİYARBAKIR SURLARI
Virantepe
SURLAR, İÇKALE 225
Artuklu sarayı mozaikleri - 1960(Adil Tekin)
Virantepe’de havuzun zeminindeki cam mozaik süslemenin örneğine Türk süsleme
sanatında rastlanmamıştır. Havuzun çevresindeki çini, mermer ve mozaik süslemeler zeminin süslemesini tamamlamaktadır. Çini yazıtlar ve çift başlı kartal armalı çiniler, tarihlendirme konusunda yardımcı olmaktadır.
Artuklu Sarayı’nda Divanhane
Anadolu Türk mimarisinde tespit edilebilen en eski divanhane örneği, Diyarbakır’ın
iç kalesinde, Artuklu Hükümdarı Melik Sâlih Nâsırüddin Mahmûd b. Muhammed
(1201- 1222) tarafından yaptırıldığı anlaşılan sarayın kalıntıları arasında bulunmaktadır.
Anadolu dışındaki divanhanelere kıyasla boyut ve tasarım açısından çok daha mütevazı
bir nitelik arzeden bu mekânda, Abbasî ve Gazneli saraylarında uygulanan dört eyvanlı
tasarım şeması tekrar ortaya çıkar. Güneyde yer alan ve diğerlerinden daha derin tutulmuş
olan eyvanın dibinde, çini kaplı bir setin önünden başlayan sel sebilin su kanalları, eyvanların açıldığı merkezî sofanın ortasındaki havuza ulaşmaktadır. Havuzun köşeleri 45
derece pahalanmış ve ortasına sekizgen fıskiye çukurunu içeren kare bir göbek oturtulmuştur. Bu sistemin iki yüzyıl daha yeni olmasına rağmen Leşken Bâzâr Sarayı’nın taht
eyvanındaki sekizgen havuza ve su kanallarına gösterdiği benzerlik dikkat çekicidir. Artuklu sarayı divan hanesinde sebil-havuz manzumesi, mekânın i sız boyutları ve tasarımı
ile tezat edecek şekilde yoğun bir süslen donatılmıştır. Çeşitli geometrik kompozisyonların yanı sıra antrolak motifleri kullanılmış, malzeme olarak can ve renkli taş mozaik
ile çini kapla yer verilmiştir. (93)
226 DİYARBAKIR SURLARI
İç kaleyi saran surlar, 16. yy.’da, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, yeniden gözden
geçirilmiş ve genişletilmiştir. Bu surlarda 16 burç vardır, burçlar, dört, altı ve sekiz köşelidir.
Günümüze kadar iyi korunmuş olarak gelmişlerdir. Bu surlar üzerinde “Kanuni Kitabesi” bulunmaktadır.
Aslanlı Çeşme
Diyarbakır merkezde günümüze ulaşan 33 adet tarihi çeşme mevcuttur. Bu çeşmeler
içinde Aslanlı Çeşmesi farklı bir öneme sahiptir. Aslanlı Çeşmesi hem üçgen alınlık
kısmı ve üç dilimli kemerli çeşme nişi hem de aslan şeklindeki lüleleri ile Diyarbakır’daki
diğer çeşmelerden farklı özellikler göstermektedir. Bağımsız meydan çeşmeleri grubuna
giren eserin inşasında siyah renkli bazalt taş malzeme kullanılmıştır. Yapı bugünkü mevcut haliyle XIX. yüzyılda inşa edilen eserlerin özelliklerini göstermesine rağmen, XIII.
yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. (145)
İçkale’de kemerli girişin hemen karşısında yer alır. 19. yy sonlarına tarihlenmektedir.
Üçgen alınlıklı çeşmede, dilimli kemere sahip niş içerisine yerleştirilmiş aslan heykelinin
ağzından suyun akışı sağlanmıştır. Orijinalde iki aslanın bulunduğu çeşmede aslanlardan
biri bugün yerinde bulunmamaktadır.
Aslanlı çeşme(A.Benli)
SURLAR, İÇKALE 227
İçkalede aslanlı çeşme
228 DİYARBAKIR SURLARI
Aslanlı çeşme
SURLAR, İÇKALE 229
Aslanlı çeşme-1965-Adil Tekin
Aslanlı çeşme-İçkale
230 DİYARBAKIR SURLARI
1977 yılında Aslanlı çeşmeden su içen bir çocuk(125)
Aslanlı çeşme(aslanı yok)-2014
Aslanlı çeşme
Cevat Paşa Mahallesi, İçkale’de kemerli girişin karşısında yer almaktadır. Çeşmenin
kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.
Ancak XIX. yy. sonlarına tarihlendirilmektedir. XIX yy. sonlarında Anadolu genelinde
karşımıza çıkan üçgen alınlıklı çeşmeler Aslanlı Çeşme’nin XIX. yüzyılda yapıldığı ihtimalini arttırmaktadır. Günümüzde kullanılmayan çeşme tamamen düzgün kesme taştan inşa edilmiştir. Çeşmenin adını aldığı mevcut değildir. Yerinde mevcut halde
bulunmayan aslan heykeli dışında çeşme günümüze sağlam bir vaziyette ulaşmıştır.
Çeşme 4.86 m. yükseklik, 4.40 m. genişlik ve 0.64 m. derinliğe sahiptir. Çeşme nişi içerisinde Aslanın yer aldığı söylenilen küçük niş ise 1.55 m. yüksekliğinde 1.01 m. genişliğinde ve 0.54 m. derinliktedir. Nişin üzeri dört kademeli olarak üç dilimli kemer ile
örtülmüştür. Bu küçük nişin üzerinde 0.29 x 0.25 m. ölçülerinde beyaz renkli kare formunda kesme taş, nişi vurgular vaziyettedir. Çeşme nişini ise 0.14 m. kalınlığında bursa
232 DİYARBAKIR SURLARI
Havadan İçkale
kemeri kuşatmaktadır. Kemer yanlarda ayak formunda dokuz sıradan örülmüş duvara
oturmaktadır. Duvar örgüsünde dikkat çeken kare formlu kabaralar(mazgallar) kemerin
iki yanında da simetrik olarak yer almaktadır. Çeşmenin duvarından ileri doğru 1.30 m.
uzanan, 0.50 m. genişliğinde ve 0.65 m. yüksekliğinde sekiler dikkati çeker. Diyarbakır
çeşmelerinde daha önce karşılaşmadığımız bu uygulama, Aslanlı Çeşmeyi formu ve mimari özellikleri bağlamında ayrı bir öneme taşımaktadır. Yalak bölümü ise tamamen yıkıldığından mimari özellikleri hakkında detaylı bilgi elde edilememektedir. Çeşmenin
saçak kısmı iki kısa beyaz sütun üzerine üçgen alınlık konularak sonlandırılmıştır. Sütunların başlık ve ayak kısımları kesme taştan gövde kısımlar ise mermerden yapılmıştır.
Sütun başlıkları yüzeysel işlenmiş çeşmenin saçak uygulamasının sonradan yapıya eklendiği sanılmaktadır. (94)
İçkalenin planın Yunus peygamber tarafından verildiği söylemi de vardır.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu konuda şöyle bir olay anlatır: Yunus Peygamber
Musul’dan Diyarbakır yöresine gelir, bir süre burada kalır. O yıllarda güzelliği ile tanınmış
“Almida” adında bir kız hükümdarlık etmektedir. Yunus Peygamber bu kızla konuşur,
görüşür. Almida’ya kendi dinini kabul ettirir. Yunus Peygamber Diyarbakır’a yapılacak
kalenin planlarım çizerek kıza verir. Kız da kara taşlarla şehrin kalesini yaptırır. Kalenin
inşası tamamlanınca Yunus Peygamber: “Kal’anız mamur olsun, gönlünüz sürür dolsun”
diye dua eder.
Hz Yunus Diyarbakır yaşamıyla ilgili olarak Molla Hüseyni Fari’nin ‘Tarih-i Hamis’
isimli eserinde Hz.Yunus’un Ulu Cami’de 3 ay namaz kıldığı ifade ediliyor
SURLAR, İÇKALE 233
İçkale kuzey iç kısmı
İçkale batı kısmı dış taraf
234 DİYARBAKIR SURLARI
İçkale batı kısmı
İçkale surlarının içten görünümü ve merdivenler
SURLAR, İÇKALE 235
İçkale(Arbedaş tarafı)
İç Kale Burçları (1 -18 nolu burçlar) (86)
İç kale’yi Suriçi bölgesinden ayıran bölümdür. 598m.boyutundaki dilimde 18 adet
burç ile üç kapı yer almaktadır. Sur içine açılan Saray Kapı, 7-8 nolu burçlar arasında yer
alan önemli bir kapıdır. 1-2 nolu burçlar arasındaki kapı günümüzde kapalı olup,
kullanılmamaktadır. 15 nolu burç içinden geçen Küpeli Kapı ise, Diyarbakır Surları
içinde bu özelliğe sahip tek kapı ve burç örneğidir. Bu dilim içerisinde yer alan burçlarda
diğer alanlarda görülmeyen yarım sekizgen ve üçgen planlı burçlar bulunmaktadır.
Burçlar ve sur duvarları genel itibariyle sağlam durumdadır.
Şekil: İç kale sur ve burç planlan ile Saray Kapı
236 DİYARBAKIR SURLARI
Şekil53. İçkale-1 nolu burç planı
Şekil52.İçkale 5 nolu burç planı
İçkale’deki burçlara çıkmak için sağlı sollu merdivenler vardır. Burçlardaki üst
katlar askerlerin ikametgahına ayrılmıştır. İçkale’de bulunan burçlardan birisi hapishane olarak kullanılmıştır. 1724 tarihli bir fermandan söz konusu hapishanenin
eski tarihlerden beri burada olduğu anlaşılmaktadır. Diğer burçlar silah mühimmat,
askeri araç ve gereçlerin yanı sıra hububat ve çeşitli yiyeceklerin konulduğu askeri
bir depo niteliği arz ediyordu. (1)
2 Nisan 1842 tarihinde Tophane ferikine gönderilen tahrirat müsveddesinde,
“Diyarbakır’da dökülerek Diyarbakır mûşiri Zekeriya Paşa tarafından İstanbul’a gönderilen 6 kıt’a obüs topu ve koşum ve yuvarlak vesaire”nin Tophaneye teslim edildiğini gösteren kayıt, bu dönemde Diyarbakır İçkale’sinde bir de dökümhane
olduğunu göstermesi açısından önemlidir. (1)
“Babülfereç kapısı fetih kapısı değildir”. Babülfereç Kapısı (Sevinç Kapısı)
Bu kapı İçkale’de hapishane olarak kullanılan binanın kuzeyinde ve karşısındadır.
Sur’a açılan basık bir kapıdır. Bu kapı dışa kapalıdır. Bir zamanlar Vilayet evrak mahzeni olarak ta kullanılmıştır. Artukoğullarına ait olan bu kapı önemli bir olayın sevinç belgesidir. Selahattin Eyyubi 1183 yılında Diyarbakır’ı İnaloğullarından alıp
kendisine bağlı Artukoğullarına verdi. Halkın İnaloğullarının zulmünden kurtuluşunun bir ifadesi olarak buraya bu kitabe yazılmış olabileceğini düşünüyorum. Basri
SURLAR, İÇKALE 237
Konyar bu kitabe için şu açıklamayı yapar. “İkinci Sokmanın emriyle açılan bu kapıya
Babülfereç adı verilmesi ancak bir kurtuluşun ifadesi olabilir. Mübarek olan bu kapının
alçalması ile de Sokmanın ne kast ettiği anlaşılamıyor”.
Değerli yazar merhum Sayın Şevket Beysanoğlu Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır
tarihi 1. cilt eserinin 313. sayfasında Babülfereç kapısını fetih kapısı olarak vermiştir.
Adı geçen sayfada yer alan fotoğraf Babülfereç kapısıdır, fetih kapısı değildir. Fetih kapısı
bu kapının 70 metre batısında hastanelere açılan kapıdır.. Babülfereç kapısıdır.)… Fetih
kapısı üzerinde kitabe yoktur. Fetih kapısı son yıllara kadar açıktı. Hastanelere bu kapıdan gidilirdi. Ayrıca Hastanelere verilen su boruları bu kapının içinden geçiyordu, bu
kapının dış tarafında 2 gözlü küçük bir köprü yapılmıştı. Dağkapı cıvarında gelen yağmur
suları, bu köprünün altından geçerek fis kayasından aşağı akardı. Fetih Kapısı M.639 yılında Diyarbekir Fethi sırasında Sahabeler tarafından açılmıştır. Babülfereç kapısı,
M.1198 yılında Artuklular tarafından açılmıştır.
Artukoğullarına ait Babülfereç kapısı üzerindeki kitabenin Türkçesi: Bu mübarek
kapının (Babü’l-Fereç=Sevinç Kapısı) açılmasını Halifenin Yardımcısı Artuk’un oğlu
Muhammed oğlu efendimiz, Diyarbekir Sultanı, Melik el-Mesud Ebu’l-Muzaffer Sokman
595 (M.1198) senesinde
İçkale-Babülfereç kapısı
238 DİYARBAKIR SURLARI
Hz. Süleyman Camii
Hz.Süleyman camii kapı kitabesi
SURLAR, İÇKALE 239
Hz Süleyman camii(Gooogle earth)
Hz Süleyman camii(Google earth)
240 DİYARBAKIR SURLARI
Hz.Süleyman camii
Hz.Süleyman camii - türbe
Hz.Süleyman camii(Ahmet Benli)
242 DİYARBAKIR SURLARI
1881 yıllarında Hz Süleyman camii(125)
Caminin içi
Namazgah
SURLAR, İÇKALE 243
Hz Süleyman - Nasıriye Cami - Diyarbakır
Nasıriyye Cami veya Kale Cami olarak bilinir. Ayrıca 27 Sahabenin burada yatmasından dolayı Hz. Süleyman Cami olarak tanınmaktadır. Caminin yapımı hakkında
kesin bir bilgi yoktur. Mervaniler zamanında Nasrüddevle tarafından yapıldığı ve bundan
dolayı Nasıriye Cami olarak adlandırıldığı rivayet edilmektedir. Caminin yakınlarında
Mervani Nasr burcu da bulunmaktadır. Daha sonra İnaloğulları döneminde minare ilave
edilmiştir. Farklı tarihlerde onarımlar görmüştür. Mevcut türbelerin üstü Osmanlılar zamanında kapatılmıştır. Cami son şeklini Osmanlılar döneminde almıştır.(95)
Caminin içi
244 DİYARBAKIR SURLARI
Balkon bölümü
Hz.Süleyman camiinde dua eden bir kadın
SURLAR, İÇKALE 245
Hz Süleyman Camii mimarisi
Cami avlusuna giriş, güneyde ve batıda verilen iki kapı ile sağlanmaktadır. Avlunun
kuzeyinde, üç sütuna oturan dört sivri kemer açıklıklı bir revak içerisine alınmış abdest
alma yeri bulunmaktadır. Avlunun güneyinde hafif yükseltilmiş namazgah alanında bir
mihrabiye, güney doğu köşede ise hazire ksımı yer almaktadır. Camiye giriş, basık kemerli
bir kapı ile sağlanmaktadır. Giriş kapısından iç avluya geçilmektedir. Avlunun kuzeyinde
sur duvarına bitişik olarak yapılmış kubbeli ufak bir türbe ve bunun doğusunda bir çeşme
yapısı, avlunu doğusunda üst kata geçişi sağlayan merdiven yapısı, güneyde ise harim
kısmı yer almaktadır. Harim kısmı kuzey-güney doğrultuda dikdörtgen planlı, tek katlı
olup doğu-batı doğrultuda uzanan üç sahından oluşmaktadır. Sahınların üstü; içten
beşik tonoz, dıştan ise düz dam ile örtülüdür. Mihrap sahnı daha geniş olup, diğer iki
sahın daha dar tutulmuştur. Üçüncü sahında, ahşaptan yapılmış kadınlar mahfil
bulunmaktadır. Harimin güney duvarında iki pencere açıklığı, mihrap ve mimber yer
almaktadır. Batı duvarında hazireye açılan bir pencere açıklığı ve türbe mekanına girişi
sağlayan iki kapı mevcuttur. Türbe mekanının duvarları, yarıya kadar osmanlı çinileri ile
süslenmiştir. Caminin güney duvarı, dışardan mihrabın tam arkasına rastlamak üzere
ortada üçgen yanlarda birer dikdörtgen şeklinde payandalarla desteklenmiştir. Kare
gövdeli olan minarede, yer yer enine silmeler atılarak dikey görüntüsü zayıflatılmaya
çalışılmıştır. Avlunun güney doğusunda Halit Bin Velit ve ailesinin bulunduğu hazire
yer almaktadır. Hazireye kuzeyden sivri kemerli niş içerisine alınan lentolu kapıdan girilmektedir.(162)
Hz.Süleyman ve Nasıriye Camisi isimleri ile de tanınan bu cami İç Kale’de surlara bitişiktir. Caminin minaresi üzerinde bulunan kitabesini okuyanlar değişik tarihler ileri
sürmüşlerdir. J.Sauvaget 1160 tarihi üzerinde durmuş, Diyarbakır camilerini inceleyen
Prof.Dr.Metin Sözen de bu tarihi kabul etmiştir. Kitabelerden anlaşıldığına göre bu camiyi Nisanoğulları’ndan Ebu’l-Kasım Ali yaptırmıştır. Mimarı da Hibetullah el Gürgani’dir.
Kale Camisi çeşitli dönemlerde onarılmıştır. Bu yüzden de bazı yerlerinde değişiklikler meydana gelmiştir. Yapının hemen hemen tamamında kesme taş kullanılmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman zamanındaki, genişletilmeden önceki durumunda cami İçkale
surlarının iki burcuna dayanmakta idi. Ayrıca bulunduğu arazi eğimli olduğundan da
yapı kademeli bir plan şekli göstermektedir.
Caminin iki girişi bulunmaktadır. Bunların biri batıda, diğeri de güneydedir. İbadet
mekanına kale burcuna bitişik basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Bu girişin üzerine
246 DİYARBAKIR SURLARI
ikinci bir kat yapılmıştır. Kuzey tarafında kubbeli bir bölüm ve bir de şadırvan yerleştirilmiştir. Cami kısmı beşik tonozla örtülü olup, üzerinde iki sütuna dayanan bir mahfili
vardır. İbadet mekanı enine üç bölüme ayrılmıştır. Girişteki ilk iki bölüm birbirine eşit
olduğu halde, mahvelli kısım onlardan ayrılarak enine beşik tonozla örtülmüştür. Buradaki bölümlerin ikisi duvara, ikisi de ayrı olan dört ayağa dayalı temellerle ayrılmıştır. İç
mekanda önemli bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır.
Caminin XII.yüzyılda yapıldığı sanılan minaresi, Diyarbakır ve çevresindeki pek çok
örnekte olduğu gibi kare biçimindedir. Minare üzerindeki yer yer silmeler ile yeknesak
görüntüsü önlenmeye çalışılmıştır. Şerefeden sonra ince bir petek bölümü ve sivri külahlı
üst örtüsü onu tamamlamaktadır.
Caminin bitişiğinde Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Sahabeler
tarafından alınması sırasında şehit düşen sahabelerin burada gömülü olduğuna inanılmış
ve bu da caminin kutsallığını arttırmıştır. Ziyaret yeri olarak daha da önem kazanan bu
camiye her dönemde yeni eklemeler yapılmıştır.(112)
Camiye Takılan İsimler
Caminin çeşitli isimlerle anıldığını görüyoruz. Bunlardan ilki ve en önemlisi Hz.Süleyman isminin takılmasıdır. Hz, Süleyman-isminin takılmasının nedeni Hz.Süleyman’ın
bu camide şu andaki türbelerin yerinde yirmi dört veya yirmi yedi sahabeyle birlikte şehit
düşmesinden dolayıdır.
İkinci olarak bu camininin İçkale’de olmasından dolayı İçkale Camisi ismini de almıştır. Üçüncü olarak Kale Camisi ismi takılmıştır. Dördüncü olarak Nasıriyye Camii
olarak anılmaktadır. Ve son olarak Diyarbakır Valiliği yapan Silahtar Murtaza paşanın
camii onarımdan geçirmesiyle caminin onun ismiyle anılmasıdır. Bunlardan halk arasında en çok kullanılan Hz. Süleyman ismidir. (113)
SURLAR, İÇKALE 247
Hz. Süleyman Camisinde Bulunan Türbeler
Türbede bulunan şehitlerin isimlerini 1631-1633 yılları arasında Diyarbakır valiliği
yapan Silahtar Murtaza Paşa’nın türbeleri onarmasından sonra astığına dair manzumede
görmekteyiz. Bu kitabede şöyle yazılmaktadır:
“Halid oğlu Fatih-i Amid Süleyman Hazreti
Kim yiğirmi dört Sahabeyle olup bunda şehit
Kubbenin altında medfundur sehabe cümlesi,
Bu müşerref yerde mesken kaldılar vakfı-ı medid
Murtaz paşa silahtara Huda edüp
Bir müzehhep perde astı üstüne anın cedid
Kıldı ihya zib-ü ziynetle der ü divarını
Kim okursa fatiha ruz-i ceza ola Said
Türbedeki ashab-ı kiramın adları şu şekildedir;
Reis-i cümledir Sultan Süleyman
Rıdvan, kardeşi Mesud ey can
Beşir u Hamza, Amr u Şa’be, Sabit
İki Zeyd, iki Halit biri Numan
Muhammed iki, Abdullah üçtür.
Hasan nam iki bir kab-i Zişan
Fudayl u Malik ü Fahr u Ebu’l Hand
Ebu-Nasr u Mağire eyle iz’an”
İçkale (Sultan Süleyman) Camii’nin şehitliğe bakan penceresinin yanına Mustafa
Asım’ın şu manzumesi asılmıştır.
Ey şahidanın Süleyman-ı muazzam mefhari
Hazret-i Seyf-i Huda’nın necl-i a’zam serveri
Kahraman fatihi sensin bu şehr-i Amid’in
Ceyş-i paki evliyanın müntehab seraskeri
Böyle bir sur-i metin içre yapılmış beldeyi
Zabt u teshir eyledin bir günde ey din rehberi
Hazret-i Haydar misali kal’a Hayber gibi
Bir cihad ettim ki dilşad eyledin Peygamberi
Bahtiyardır belde halkı minnetinle serteser
248 DİYARBAKIR SURLARI
Mazhar-ı gufran-ı Rahman oldu kabrin makberi
Zairine bahşeder envar-ı misk u anberi
Ya İlahi gazi-i Sultan Süleyman aşkına
Bahşkıl müştakına uhrada ab-ı kevseri
Her gelen züvare minnet eylerim adab ile
Fatiha ihlası takdim eylesinler her biri
Bu mukaddes mescid içre farzını ifa eden
Abidine müjdeler olsun cinandır yerleri
Ey! sipehdar-ı gaza senden tazarru eylerim
Kıl şefaat Asım-ı şeydaya ruz-i mahşeri.
Sahabe Dışında Camide Bulunan Diğer Türbeler
Hz.Süleyman Camisinde şehit düşen sababeler dışında farklı türbeler olduğunu caminin duvarındaki manzum kitabelerden ve bunun yanında mevcut bazı kaynaklardan
anlıyoruz.
Bu türbelerden ilki Silahtar Murtaza Paşa’ya aittir. Silahtar Murtaza Paşa yukarıda da
değindiğimiz gibi 1631-1633 yılları arasında Diyarbakır valiliğini yapmış, Hz.Süleyman
Camisini ve türbeyi esaslı bir onarımdan geçirmiştir. Türbesinin burada olduğunu caminin duvarındaki manzum kitabeden anlıyoruz.
Yine Silahtar Murtaza Paşa’nın kız kardeşi Hatice Hanım’ın türbesinin burada olduğunu oradaki yerli insanlardan öğreniyoruz.
SURLAR, İÇKALE 249
Yine aynı şekilde oranın yerli insanlarından olan ve bu camide Yasin okutturan yaşlı
bir adanı Yusuf Dayı büyüklerinin kendisine Osmanlı Devletinin Diyarbakır valiliğini
yapan Esat Paşa’nın ve eşi Rukiye Hanım’ın türbesinin burada olduğunu söylediler.
Yine kaynaklarda Osmanlı Devletinin Diyarbakır valiliğini yapan Ahmet Tevfik
Paşa’nın türbesinin burada olduğunu öğreniyoruz”.
En son olarak küçük bir türbenin daha var olduğunu ancak türbenin kime ait olduğunu bilemiyoruz (96).
Esat paşa türbesi
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri Marifetnamede Cennet konusunu işlerken şunları yazar
Aden Cenneti, surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek dağın üzerinde bulunan
iç kale gibidir. Bütün Cennetlerin içinde ve ortasında da olduğundan, hepsine komşu,
şereflendirilmiş bir mekandır; Cennetlerin nehirlerinin çoğunun kaynağıdır. Burası sıddıkların, hafızların makamıdır. Rahman’ın tecelli mahallidir
250 DİYARBAKIR SURLARI
Bahçe kısmı
SURLAR, İÇKALE 251
Camii içi
252 DİYARBAKIR SURLARI
Sembolik sahabe mezarı (27 sahabe bodrum katta medfundur)
SURLAR, İÇKALE 253
Sembolik kabir
Cennet yeryüzünde miydi?
Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin...” (Bakara Suresi 35)
-Çünkü Âdem’in yaratılışı yeryüzünde olduğunda ittifak vardır.
-Kıssada semaya yükselmesi zikredilmemiştir. Olsa idi öncelikle hatırlatılırdı.
-Bir de ebedi cennet olsaydı, çıkılmaz ve şeytan oraya giremezdi.
Ancak bu tahmin, göründüğü kadar makul ve tabii değildir. Âdem’in yeryüzüne inişi,
yeryüzünde ortaya çıkması, akıl ve nakle daha uygundur.
-Ebedi cennet de devamlı oturmak için girmekle, misafir olarak girmek arasında da
fark vardır.
254 DİYARBAKIR SURLARI
-”Cennet”, ahirette müminlerin varacağı sevap evidir ki, şimdi mevcut, fakat dünyada
görüşten gizlenmiştir. Ve “Cennet” denilince Kur’ân dilinde bilinen budur.
-Âdem’in cennette oturması hali, ahiret âleminin meydana gelişine benzer bir ilk
oluştur. Ve bu durum bize göre bir makul âlemdir.
-Yeryüzü ile onun arasında mekanla ilgili bir uzaklık tasavvuruna da lüzum yoktur.
O da aynı feza içindedir.
Kaynak: Elmalı Tefsiri Bakara Suresi 35.ayet
Hz.Süleyman camii önünde dua eden kadınlar
SURLAR, İÇKALE 255
Hz. Süleyman Camii önünde ziyaretçiler
Cephanelik-Atatürk müzesi(Google earth),
256 DİYARBAKIR SURLARI
Atatürk müzesi-Cephanelik-Hz.Süleyman camii minaresi
Cephanelik
SURLAR, İÇKALE 257
Cephanelik arka taraf
Cephanelik binası (Eski Ziraat Bankası)
İç Kalede Atatürk Müzesinin biraz gerinde yer alan cephanelik binası; plan ve mimari
bakımdan Atatürk Müzesi binasına benzemektedir. Kaynaklarda Ziraat Bankası dairesi
olarak inşa edildiği vurgulanan binanın yanındaki bina ile birlikte Maarif Dairesi olarak
yapıldığı: belirtilmektedir. Bu bilgilerden hareketle bugün kayıtlarda “cephanelik” olarak
geçen yapı 1900’lü yılların başında inşa edilmiştir. Yapı kare planlı inşa edilmiş e bodrum
ile beraber üç katlıdır. Restorasyon sonrasında “Müze Müdürlüğü hizmet Binası” olarak
işlevlendirilecektir. (127)
Bu bina bir ara Ziraat bankası olmuştur.
‘ Hapishane dışında kalan burçlar ise bir çok silah, mühimmat, askerî araç ve gereçlerin yanı sıra hububat ve çeşidi yiyeceklerin konulduğu askerî bir depo niteliğini
arzediyorlardı. 16 Nisan 1858 tarihli bir belgeden söz konusu burçların birinde 21790
kiyye (27.9 ton) peksimet bulunduğu anlaşılmaktadır.3 Nisan 1812 tarihinde Diyarbakır
valisi İbrahim Paşa, Diyarbakır Kale’sinde barut, kılıç, tüfenk, gülle vesair mühimmatın
bulunmadığını belirterek teminini arzetmiş, bunun üzerine Yozgat’ta bulunan 150 kantar (8461.2 kg. = 8.4 ton) siyah barut Nisan 1814’te, Maden-i Hümâyûn kazalanndan
Hasan Çelebi üzerinden, Diyarbakır’a gönderilerek, İç Kale’de bulunan cephaneliğe
konulmuştur. Yine bu dönemde başta barut ve fışenk olmak üzere çeşidi mühimmatın
İç Kale’de muhafaza edildiğine dair kayıtlara rastlamak mümkündür. Mesela, 1819
258 DİYARBAKIR SURLARI
yılında Diyarbakır’da meydana gelen hadiselerden hemen sonra İç Kale’de yapılan
sayımda, cephanelikte 5 Şubat 1820 tarihinde 13800 adet fışenk ve 822 batman barut
olduğu tesbit edilmiştir.
Diyarbakır’da bulunan top ve yuvarlakların büyük bir kısmı da, geçmiş yüzyıllarda
olduğu gibi, XIX. yüzyılda da İç Kale’de muhafaza edilmekteydi. 13 Şubat 1823 tarihinde Iç ve Dış Kale’de 45 sağlam ve 18 tamire muhtaç top, cephanelikte ise 1250 yuvarlak vardı. Bunun yanı sıra 2 Nisan 1842 tarihinde Tophane Ferikine gönderilen
tahrîrât müsveddesinde, “Diyarbakır’da dökülerek Diyarbakır müşiri Zekeriya Paşa
tarafından İstanbul’a getirilen 6 kıt’a Obüs topu ve koşum ve yuvarlak vesaire”nin Tophane’ye teslim edildiğini gösteren kayıt, bu dönemde Diyarbakır Iç Kale’sinde bir de
dökümhane olduğunu göstermesi açısından önemlidir. 25 Aralık 1814 tarihli bir belgeden, dökümhanenin daha bu tarihlerde bulunduğu tesbit edilmekle beraber3 Ekim 1843
tarihli hülasadan “Diyarbakır dökümhanesinin Zekeriya Paşa tarafından küşad edildiği”
anlaşılmaktadır.(153)
Atatürk müzesi
1916 yılında 16. Kolordu Komutanı olarak Diyarbakır’a gelen Mirliva Mustafa Kemal
Paşa’nın karargahı da buradaydı. Buradaki bina 1960’lı yıllarda “Komutan Atatürk Müzesi” olarak düzenlendi.
Kulp’taki Rus’a karşı müdafaa ve Atatürk
Rusların Diyarbakırı ele geçirmek için üç yol seçeneği vardı:
a) Bitlis yolu
b) Bingöl yolu
c) Kulp yolu
En önemlisi Kulp yolu idi. Buradan geçilirse Diyarbakır ele geçmiş demekti. Bu açıdan
M. Kemal düşmanı kulp boğazına çekmeyi planladı. 8. Fırka hazırlanmıştı.14 yaşından
büyüklerin çatışmaya alındığı 7 aşiret Konuklu Şeyh Muhammed Emin komutanlığında
savaşa katıldı. Boğazın iki yakasına siperler kazıldı Ruslar, Pomak mevkiine gelince ateşe
başlandı. Ruslar büyük zayiat vererek çekildi.16.000 esir alındı. Kulpta 6500 şehit verdik.
Bu noktada buraya bir anıt çok yakışır.
SURLAR, İÇKALE 259
Erzurumda Ruslara karşı kazanılan zaferle Aziziye tabyasında şehitlerimize gösterilen
anıt ve saygıyı Kulp’ta da bekliyoruz. Rus savaşlarında Kulp bilinmez. Erzurum Aziziye
hafızalardadır.
Aziziyede Nene Hatunlu Erzurumlu karşısında Moskof ordusu, baltalı - tırpanlı, taşlı
- sopalı eğitimsiz halk karşısında ancak yarım saat tutunabildi. 2300 Moskof öldürülüp,
Tabya geri alındı. Türkler, 1000 kadar şehit vermişlerdi.
Atatürk Müzesi-1985-Adil Tekin
260 DİYARBAKIR SURLARI
Atatürk müzesi
Atatürk Müze Ve Kütüphanesi
19. yy sonlarına tarihlenmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın 1917 yılında II. Ordu Komutanı iken karargah olarak kullandığı bina, 1973 yılında 7. Kolordu Komutanlığınca
düzenlenip Komutan Atatürk Müze ve Kütüphanesi olarak hizmete açılmıştır.
Kentin sürekli yönetim birimlerinin yer aldığı İçkale de Artuklu kemerinin iç kısmında yukarıda anılan yapıların dışında 19. yy. tarihlenen yapılar da idari binalar olarak
günümüze dek hizmet vermişlerdir. (79) Komutan Atatürk Müze ve Kütüphanesi
Atatürk’ün 2. Ordu Komutanı olarak Diyarbakır’da bulundukları sırada (11 Mart
1917 - 10 Temmuz 1917) karargâh olarak kullandığı İçkale’deki binanın onarılarak müze
haline getirilmesi çalışmalarına Kolordu Komutanı Korgeneral (sonradan orgeneral ve
2. Ordu Komutanı) Şükrü Olcay zamanında başlanıldı. Onarımı devam ederken bir
yanda da müzenin zenginleştirilmesi için, kendilerinde Atatürk ile ilgili kitap, belge,
resim bulunduğu sanılan Diyarbakır aydınlarına başvurularak görüşleri alındı, yardımları
sağlandı. Bu suretle elde edilen malzeme ile müze daha zengin bir duruma getirildi. 1973
yılı Martında onarılmasına başlanan bina 20 Ağustos 1973 günü yapılan büyük bir törenle hizmete açıldı.(164)
SURLAR, İÇKALE 261
Cephanelik ve Atatürk müzesi(Arka taraf )
Hz Süleyman Camii-Defterdarlık-cephanelik-Atatürk müzesi(Google earth)
Defterdarlık-Vakıflar müdürlüğü
Zemin katta, iki sütun arasına alınmış yuvarlak kemerli iki kapı ile yapıya giriş
sağlanmaktadır, zemin katın doğu kısmında yuvarlak planlı bir mekan bulunmaktadır.
Mekanın güney duvarında bir mazgal pencere açıklığı mevcuttur.Mekanın batısında yan
mekana geçiş veren bir kapı yer almaktadır. Zemin katın batı giriş kapısında küçük kare
planlı bir mekan, mekanın batısında yan mekana geçiş veren bir kapı açıklığı
bulunmaktadır. Yapının birinci katı, geniş bir koridor ve koridorun iki yanında karşılıklı
konumlanmış mekanlardan oluşmaktadır. Bu katta, kuzeye bakan yuvarlak kemerli altı
pencere açıklığı mevcuttur. Kuzey cephede, dilimli kemerli bir girişe sahip küçük bir
balkon bulunmaktadır.
262 DİYARBAKIR SURLARI
Defterdarlık
Yapının doğu cephesine bitişik olarak yapılmış bir başka bina mevcut olup, bu kısım
zemin + 1 katlıdır. Bu binanın girişi, siyah ve beyaz renkli taştan, dilimli kemerli üç
kapıdan sağlanmaktadır. Zemin katta, kuzeye bakan cephede yuvarlak kemerli dört
pencere, doğuya bakan cephede ise lentolu iki pencere yapılmıştır. Ortadaki giriş
kapısının üzerinde harfleri aşınmış bir kitabe bulunmaktadır. Zemin kattaki holün
etrafında beş mekan mevcuttur. Holün içinden birinci kata geçiş veren bir merdiven yer
almaktadır. Birinci katın kuzeyinde üç mekan konumlanmıştır. Bu katta, kuzeye bakan
altı tane yuvarlak kemerli pencere açıklığı ile ortada dilimli kemerli kapısı olan bir balkon mevcuttur. Güney cephede dört adet yuvarlak kemerli pencere açıklığı
bulunmaktadır. Yapının üst örtüsü, içten beton dışta ise çatı ile kaplıdır(162)
19.yüzyıl Diyarbakır salnamesi konumuzla ilgili bilgi verir3/305-310
A’şâr Memuriyeti
Memur Tevfik Efendi Başkâtib Cemil Efendi
Mazı Memuru Süleyman Efendi
Anbar Memuru Şeyh Mehmed Efendi
Şem’hane Memuru Mehmed Ağa
Kâtib-i Sânı Hafız Ali Efendi
Kâtibi Azmi Efendi
Yamağı Abdülkadir Efendi
Şem’hane Kâtibi Abdülkadir Efendi
SURLAR, İÇKALE 263
Tahsildar Dairesi
Livâ Sertahsildarı Abdullah Efendi
Kaza sertahasildarı Abdurrahman Efendi
Süvari Ahmed Hamdi Efendi, süvari Osman Efendi
Süvari Sükuti Efendi, süvari Lütfi Efendi
Süvari abdülgafur Efendi, süvari Abdullah Efendi
Süvari Namık Efendi
Piyade Ahmed Efendi, Piyade Ahmed Efendi
Piyade Avidis Efendi, Piyade Mehmed Bey
Vergi Kalemi
Mizan Kâtibi Abdülcebbar Efendi, Vukuat Kâtibi Kasım Efendi
Refiki Mehmed Ali Efendi, Refiki Beşşar Efendi
Defterci Mehmed Ali Efendi
Evkaf Komisyonu
Reis Müftü Efendi Müderri
Azâ Evkaf Muhasebecisi, Efendi Azâ Abdülkadir Efendi
Azâ Hacı Abdurrahman Ağa, Azâ Hacı Ahmed Efendi
Evkaf Kâtibi Abdülhadi Efendi
Vakıflar müdürlüğü
264 DİYARBAKIR SURLARI
Defterdarlık ve vakıflar binasının arka yüzü
Eski vakıflar (evkaf ) müdürlüğü binası
SURLAR, İÇKALE 265
Evkaf Müdürlüğü” olarak bilinen yapı, kaynaklarda 1900–1907 yılları sına tarihlendirilmektedir. Yapının üzerinde yer alan Osmanlı Dönemine ait kitabenin tahrip olması
sonucu inşa tarihi hakkında detaylı bilgilere ulaşılamamaktadır. Eski fotoğraflardan yapının Evaflar Müdürlüğü” olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Yapı iki katlı olarak düzenlenmiştir. Düzgün olmayan dikgen plana sahip olan yapının girişi kuzeyden
sağlanmaktadır. Giriş kapısının çevrelediği alan dikdörtgen bir pano şeklindedir. Yanlarında yer alan sütunçelerin sütun başlıkları ve ayakları cepheden taşkın olarak belirtilmiştir. Yapıda iki renkli malzeme kullanılması süsleme açısından önemli bir unsurdur,
kapının üst kısmı üç dilimli kemer seklinde yapılmıştır. Kapıların yanında yer alan
gömme sütunların yanı sıra ikinci katta ikiz pencerelerin arasında yer alan zarif sütunlar
cepheye hareketlilik katan arlardandır.(91)
Deftardarlık binası
Yapının inşa tarihi bilinmemekte ancak Vakıflar Müdürlüğü Binası ile aynı zamanda
yapıldığı sanılmaktadır plan itibariyle dikdörtgen bir şemaya sahip olan yapı kuzey –
güney doğrultusunda uzanmaktadır, iki katlı yapının kuzey cephesi iç kaledeki diğeri yapılara oranla oldukça gösterişlidir. Giriş kapısı üst kısımlarının üç dili kemerler şeklinde
düzenlemiş dilimi kemer etrafında siyah zemin aralarında beyaz taş yerleştirilerek renkli
bir görünüm oluşturmuştur. Yapı süründürülmekte olan yenileme sonrasında Müze Müdürlüğü olarak hizmet verecektir.(91) İç kalede Vakıflar Müdürlüğüyle aynı doğrultudadır. Kaynaklar da hemen yanında yer alan Vakıflar Müdürlüğüyle eş zamanda yapıldığı
belirtilmektedir. Plan itibariyle dikdörtgen bir şemaya sahip olan yapı kuzey-güney doğrultusunda düzenlenmiştir. Kuzeyde yer alan giriş kapısına üç basamakla ulaşılmakta
olan bina iki katlı olarak tasarlanmıştır. Yapının kuzey cephesi iç kaledeki diğer yapılara
oranla oldukça gösterişlidir. Giriş kapısının üst kısımlarının üç dilimli kemer şeklinde
düzenlenmesi cepheye hareketli bir görünüm katmış; dilimli kemerlerin etrafında siyah
zemin aralarına beyaz taş yerleştirilerek renkli bir atmosfer oluşturulmuştur. Kapıların
üst kısımları yan yana zikzak oluşturmuş ve aralarına beyaz renkte iki kare taş yerleştirilmiştir. Vakıflar Bölge Müdürlüğü bitişik olan yapı yapılacak olan restorasyon sonrasında
“Müze Müdürlüğü Hizmet Binası” olarak işevlendirilecektir. (127)
(Eski Hükümet Binası)
Jandarma Binasının karşısında yer alan yapı 1891- 1893 yılları arasında yapılmıştır.
Kayıtlarda Büyük Adliye Sarayı olarak geçen yapı 2005’in ilk aylarına kadar Jandarma
binası olarak hizmet vermiştir. Düzgün olmayan dikdörtgen plan şemasına sahip iki katlı
yapı, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Malzeme olarak düzgün kesme taş ve yer
yer moloz taş kullanıldığı görülmektedir. Restorasyon çalışmaları sürdürülen yapının,
tematik eserlerin sergileme alanı olarak hizmet vermesi planlanmıştır. (16)
266 DİYARBAKIR SURLARI
Adliye binası(Google earth)
Adliye binası
SURLAR, İÇKALE 267
Adliye binası
Adliye binası
Adliye binası
Bina girişi güneyden verilmiştir. Girişin önünde basamaklarla çıkılan bir plattform
yer almaktadır. Yapı girişi, yuvarlak kemerli bir silme içerisinde verilmiş, girişin her iki
yanında yapılan sütuncelerle kapı vurgulanmıştır. Bu sütuncelerin tekrarı, kapı üzerindeki üst katta da mevcuttur. Girişin önündeki platformun altında dört tane dehliz
yer almaktadır. Kapıdan hole geçilmekte, buradan ise uzun geniş bir koridora geçiş
sağlanılmaktadır. Koridorun kuzeyinde üst kata geçiş veren betonarme bir merdiven ve
268 DİYARBAKIR SURLARI
arkasında açılan bir kapı mevcuttur. Koridorun sağ ve solunda karşılıklı dört mekan
konumlanmıştır. Mekanların dışarıya bakan yuvarlak kemerli pencere açıklıkları
bulunmaktadır. Koridorun iki ucunda, kuzey-güney doğrultuda dikdörtgen planlı birer
oda yer almaktadır. Mekan kapılarının üzerinde yuvarlak kemerli bir açıklık olup, bu
açıklıkların kapatılmış olduğu görülmektedir. Koridor ve mekanların dışa bakan yuvarlak
kemerli pencere açıklıkları bulunmaktadır. Yapının birinci katı, zemin kat planını
tekrarlamaktadır.(162)
XVI. asırdan itibaren Diyarbakır kadılığı ‘mevleviyet’ payeli kadılıklar arasına girmiştir.XVI.yüzyıl ortalarından, XVII.Yüzyıl sonlarına kadar Eyüp ve Üsküdar kadılığından alınan kadılara Diyarbakır kaldığı verilirdi. Diyarbakır’dan azlonunan kadılar Filibe
ve Bağdat kadısı olurdu.
Diyarbakır kadısı günde 500 akça maaş ve yılda 800.000 akça tahsisat alır.
Bölge mahkemesi:
Sultan Abdülhamid zamanında bazı illerde valilik olmasına rağmen başka illere temyiz mahkemesine gidildiğini görüyoruz. Örneğin Elazığ’daki dava için Diyarbakır’a gitme
zarureti vardı
Adliye B Binası (Büyük Adliye Sarayı)
İç Kale Surlarının içinde yer alan bina, girişin solunda bulunan Jandarma Kışlasının
karşısın 1893 yıllarına tarihlendirilen yapının giriş kapısında Cumhuriyet Döneminde
yazıldığı düşünüle bede, büyük harflerle adliye yazmakta ve yazının hemen altında Süleyman Nazif ’in bir beyiti yer almak kayıtlarda Adliye Büyük Sarayı olarak geçmekte
olan yapı 2005’in ilk aylarına kadar jandarmanın binası olarak hizmet vermiştir. Bu tarihten itibaren Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmiştir. Düzgün olmayan dikdörtgen plan şemasına sahip doğu batı doğrultusunda inşa edilmiş görkemli, büyük bir yapı
olan Adliye A Binasının kuzeyde ve yapılmış ilk giriş kapısı bulunmaktadır. Ana Bina
iki katlıdır. Pencerelerin yuvarlak kemerli yapılması ve belirgin killit taşları cepheye hareket katmıştır. Yapı bu tarihten sonra da açık hava müzesi haline getirilme Bakanlığına
devredilmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığına Devredilmiştir. Kültür ve Turizm bakanlığına devredilen yapı restorasyon Sonrasında üst kat Valilik kabul Makamı, alt kat kent
müzesi olarak kullanılacaktır.(127)
SURLAR, İÇKALE 269
Adliye binası(Google earth)
Adliye binası(Google earth)
270 DİYARBAKIR SURLARI
Eski adliye binası(Google earth)
Adliye A Binası(Hükümet binası)
19 yy’da yapılmıştır. Yapının ön cephesi yedi gözlü bir revakla verilmiştir. Her revak
gözünün arkasında yuvarlak kemerli girişleri olan birer mekan konumlandırılmıştır. Bina
içerisine çıkış, yuvarlak kemerli bir platformu olan merdivenlerle sağlanmaktadır.
Mekanların dışarıya bakan yuvarlak kemerli pencere açıklıkları mevcuttur. Mekanlar
aynı zamanda birbirine geçiş vermektedir. Zemin kattın her iki ucunda, sivri kemerli
birer eyvan ve eyvanların iç kısmından girilen birer mekan bulunmaktadır. Mekanların,
dışa bakan beş adet yuvarlak kemerli pencere açıklığı mevcuttur. Eyvan kemerleri
örülerek kapatılmıştır. Üst kata geçiş veren betonarme merdiven, zemin kat revak kemerini kesmektedir. Mekanların Dicle nehrine bakan iki pencere açıklığı vardır. Üst kat
planı zemin kat planıyla aynıdır. Revağın her iki ucunda doğu-batı yönünde uzanan bir
koridor vardır. Bu koridorda, yuvarlak kemerli dokuz adet pencere açıklığı bulunmaktadır. Batı yönde yuvarlak kemerli kapısı olan bir balkon yer almaktadır. Binanın
arkasına gelen doğu cephede çıkıntı yaparak konumlandırılmış bir mekan
bulunmaktadır. Bu mekan, altta sivri iki kemerle birbirine bağlı olan ayaklar tarafından
taşınmaktadır.(162)
SURLAR, İÇKALE 271
Adliye diyince kadıları hatırlamak lazım:
Diyarbekir Kadıları(131)
1- Abdüîhay Çelebi: Sultan Selim, Haleb ve bazı Arap şehirlerini fethettikten sonra
meşhur Molla İdris-i Bitlisi’yi Diyarbekir’de sakin olmak üzere Arap ve Acem Kadıaskeri
etmişti. Ardından bu görev o zaman Diyarbakır Kadısı olan Abdüîhay Efendi’ye verildi.
(923 tarihinden kısa bir müddet evvel)
2- Kâtip Mahmud Efendi: Selanik’li olup. 981/1573-74’te Bağdat, iki sene sonra
Diyarbakır Kadısı oldu ve aynı sene vefat etti.
3- Manav Şensi Efendi: 984/1576-77’de Ârnid, 987/1579’da Bağdat Kadısı oldu.
4-Mertlııs-Zâde Abdullah Efendi: Aynı sene Bağdat, 987/1579-80’de Diyarbakìr,
990/1582/83’te tekrar Bağdatkadısı oldu
5-Emrülah Efendi: Zilkade / Aralık ayında Âmid/Diy ar bakır Kadısı oldu. Şa’ban
992/Ağustos 1584’te vefat etti
6-Kâmili San Mııslihiddin Efendi: Amasya’nın Gümüş- hacıköyü’nden olup
994/1585-86’da Diyarbakır kadısı oldu
7- Ma’rıf Efendi: 992/1584-85’de İznik, 994/1585-86’da Yenişehir, 995/158687’de Diyarbakır, 999/1590-91’de Şam ve aynı sene içinde Bursa, 1001/592-93’de Kahire
Kadısı oldu ve 1002/1593-94’de vefat etti
8- Emir Hasan-zade Suudi Efendi: Receb 997’de Halep Kadılığına, Rebiülevvel
998’de Medine-i Münevvere Kadılığına, aynı yıl Ramazan ayında Diyarbakır Kadılığına
atandı ve 999 Şevval’de vefat etti. Şiirleri vardır.
9-Tâceddin Efendi:, 1000/1591-92’de Diyarbakır, 1002/1593-94’te Konya,
1005/1596-97’de Kayseri, 1006/1597-98’de Trablusşam, aynı sene tekrar Konya Kadısı
oldu ve 1009/1600-1 tarihinde vefat etti.
10-Zeyneİabidin Efendi: Bursalı olup, , 999/1590-91’de Diyarbakır, kadısı oldu
272 DİYARBAKIR SURLARI
11-Vusuli Hamza Efendi: 998/1589-90’da Bursa’da Sultaniye’ye ve 1002/1593-94
tarihinde Semaniye’den birine müderris oldu. Birkaç gün sonra Diyarbakır, 1003/159485’te Erzurum Kadısı oldu ve aynı sene vefat etti.
12- Tayyibzade Abdurrahim Efendi: 1003/1594-95’te Diyarbakır Kadısı oldu ve
1005/1596-97 tarihinde vefat etti.(131)
13- Dursun-Zâde Abdulbaki Efendi:1003/1594-95’te Mekke, aynı sene Halep,
1004/1595-96’da Bağdat kadılığına nakledilmişken kabul etmeyerek azlini istedi, Fakat
aynı sene içinde Selanik kadılığına, 1005/1596-97’de Üsküdar, 1007/1598-99’da Mardin
ilhakı ile Diyarbakır, kadısı oldu.
14-Emir Ali Efendi: 1010/1601-2’de Diyarbakır, 1011/602-3’te Yenişehir Kadısı
ve 1013/1604-5’te Nikâb-ı Sâdât olup, 1025/1.616-17’de vefat etti.
15-Cerrah-zade Mehmet Efendi: Cemaziyelahir 1012’de Salın Medresesi’ne, sonradan Konya kazasına nakloldu. Ardından Diyarbakır Kadısı Çalık-zade ile yer değiştirdi.
16- Mehmet Şam Efendi: 1013/1604-5’îe Diyarbakır, üç sene sonra tekrar Erzurum
Kadısı oldu ve 1019/1610-11 tariflinde vefat etti
17- Sinaneddin Yusuf Efendi: 1017/1608-9’da Diyarbakır Kadısı oldu ve
1019/1610-11’de azilden sonra vefat etti.
18-Karagülmez Mehmed Efendi: 1019/1610-11’de Diyarbakır, 1022/1613-14’te
Halep Kadısı oldu ve 1023/1614/15’te vefat etti.
19-Çukacizade Mehmet Efendi:1029 Rebiülevvel’inde Büyük Menteş-zade yerine
Diyarbakır’a kadı oldu. 1031 Cemaziyelahir’inde vefat etti
20-Nasrallah Efendi: Receb 1.034’te San Abdullah Efendi Diyarbekir Kadısı iken
bir müddet sonra azloldu. 1035’te Nasrullah Efendi onun yerine Diyarbakır Kadısı oldu
21-İbrahim el Âmidi el-Karamani: Ramazan 1036’da Nasrullah Efendi yerine
Diyarbakır Kadısı oldu.
22-Bosnavi Salih Efendi: 1039 Rebiülahir’inde İshak Efendi yerine Diyarbakır
Kadısı oldu. 1040 Zilkadde’sinde Kudüs Kadısı oklu.
SURLAR, İÇKALE 273
23-Bülbül-zade Emîri Seyyid Mehmed Efendi:1042 Şevval’inde Müezzin-zade
Muhammed Efendi yerine Diyarbakır Kadısı oldu. 1043 azlolup yerine Bosnavi Şa’ban
Efendi getirildi. 1049 Ramazanında vefat etti.
24-Âsim Derviş Efendi: 1045 Şa’ban’ında Kara Süleyman Efendimin kabul etmediği
Diyarbakır kadılığı buna verildi. 1048 Rebiülahir’inde vefat etti ve yerine EEabil-zade
Muhammed Efendi geldi(131)
25- Habil-zade Mehmed Efendi: 1048 Rebiülahir’inde Mektupçu Derviş Efendi
mahlulünden Diyarbakır Kadısı oldu.
26- Molla Çelebi el Ârnidî: Âmid’den yetişmiş ünlü bir Osmanlı matematik âlimidir.
Asıl adı Muhammed b. AU el Ârnidî el Kürefîdir. Doğum tarihi belli değildir. Molla Çelebi
diye şöhret bulmuştur. Devrinin tanınmış âlimlerinden Ömer b. Ahmed el Çullî el Mâî
(Öl: 1022/1613) ve Hüseyin el Halhali (Öl: 1014/1605)’den dîni ve aidi ilimler yarımda,
astronomi, matematik ve geometri ilimlerini de okuyarak iyi bk öğrenim görmüştür.
Meşhur Rumiye Şeyhi Aziz Mahmud Urmevi ‘nin kızı ile evlenip damadı oldu.
Bağdat seferinden dönerken 1 Şevval 1048’de Diyarbekir’e uğrayan Sultan IV. Murad
tarafından kabul edildi, onun iltifatına mazhar olup beraberinde İstanbul’a geldi.
Sultan’ın fermanı ile 1048 Zilhicce’sinde Hamdi Muhammed Efendi yerine Sahnı Seman
Müderrisi oldu.
1049 Receb’inde memleketi olan Diyarbakır kadılığına tayin edildi.1051 Rebiülevvel’inde görevden alındıysa da 1053 Şa’ban’mda yeniden Diyarbakır Kadısı oldu.
1054 Safer’inde azledildi, 1056 Rebiülevvel’inde Haleb Kadısı oldu ve aynı senenin
Receb ayında eski görevi olan Diyarbakır kadılığına üçüncü defa tayin edildi. 1057 Safer’inde yine azledildi. Bundan sonra bazı şehirlerde kadılık yaptı ve Bağdat Kadısı iken
1062 Şa’ban’mda emekliye ayrıldı. Ancak 1065 Ramazan’mda Şanı Kadısı oldu, bu
görevde iken 1066 Cemaziyelevvel’inde vefat etti ve Sinaniye mezarlığına defnedildi.
Birçok eseri yanı sıra şiirleri de bulunmaktadır.
27- Tezkireci Abdullah Efendi: Her biri ayrı tarihlerde olmak üzere üç defa Diyarbekir Kadısı oldu. 1065 senesinde Edirne Kapusu’nda Mihrimah Sultan Medresesi
müderrisi iken Diyarbakır’a kadı oldu, sonra azloldu. 12 Şevval 1066’da Üsküdari Şeyh
Mahmud Efendi-zade Seyyid Mustafa Efendi Kayseri’den azlolup Diyarbekir’e kadı oldu.
Ramazan 1067’de Şami Yahya Efendi 3. defa Diyarbekir Kadısı oldu. 10 Receb 1068’de
Uzun Hasan Efendi Konya Kadısı iken Diyarbekir’e naklolclu, andndan azloldu. Muhar274 DİYARBAKIR SURLARI
rem 1065’de Ebır’l Hûda Efendi Siyavuş Paşa Sultan Medresesi müderrisi iken Diyarbekir’e kadı oldu. Ardından azloldu. 30 Safer 1070’te Tezkireci Abdullah Efendi ikinci defa Diyarbakır Kadısı oldu, sonra azloldu. Safer 1071’de Seyyid Abdiilmecid Efendi
Manisa’dan ma’zul iken Diyarbekir Kadısı oldu. Sonra azloldu.
Receb 1072’de Bursalı Mahmud-zade Mehmet Efendi, Sakız’dan ma’zul iken Diyarbekir Kadısı oldu ve sonra azloldu. Şevval 1073’te Ebu’l Hûda Efendi 2. defa Diyarbekir’e kadı oldu ve sonra azloldu. Receb İ075’te Tezkireci Abdullah Efendi 3. defa
Diyarbakır’a kadı oldu. Sonra azloldu.
28- Katil İbrahim Efendi: Receb 1068’de Şâm-i Yalıya Efendi yerine Diyarbakır
Kadısı oldu.
29-Ebu’l Hûda Efendi: Muharrem 1069’da Uzun Hasan Efendi yerine Diyarbakır
Kadssa oldu. Safer İ070’te aziolup yerine Tezkireci Abdullah Efendi geldi. Receb 1075’te
vefat etti. Salih ve takva bir zat idi.
30-Seyyid Abdülmecid Efendi: 1071 Safer’inde Tezkireci Abdullah Efendi yerine
Diyarbakır’a kadı oldu.
31-Mııs’Iu Çavuş-zade Mustafa Efendi: Receb 1076’da Tezkireci Abdullah Efendi
yerine Diyarbakır’a kadı oldu. Receb 1077’de azl olup yerine Serik-zade Hafız Mustafa
Efendi geldi. Ardından 1089’da vefat etti. Edirne Kapı haricinde Emir Buhari civarında
defnolundu.
32- Hevayi-zade Seyyid Mehmet Efendi: 1081’de Diyarbakır kadısı oldu.
33- Hicazi-zade Seyyid Abdullah Efendi:Halep’te Medrese-i Haleviye’de müderris
olup. Diyarbekir Payesi ile de mevleviyet verildi. Sonradan Köprülü-zade Fazıl Alımet
Paşa, yanına aklı. Burada daha da tanınıp şöhret buldu. 1082 Ramazan’mda Şîreli
Malımud Efendi yerine mutasarnf oldu. Sonra Diyarbakır Kadısı oldu
34- Müvezzi’ Ahmed Efendi:.... 1088 Cemaziyelevvel’inde Gezeri Mahmud
Efendi yerine Diyarbakır’a kadı oldu. 1089 Safer’inde vefat etti ve yerine Şa’rani-zade
Efendi verildi.
35- Şa’rani-zade Abdülvahap Efendi: 4 defa Diyarbakır, 3’defa Bağdat ve bir defa
Üsküdar Kadısı olmuştur.
SURLAR, İÇKALE 275
36- Sivasi-zade Mehmed Emin Efendi: Ramazan İ090’da Şa’rani-zade Abdülvahab
Efendi yerine Diyarbakır’a kadı oldu. Şevval 1091 ‘de Bağdad Behiştâbad kazasma verildi.
21 Receb 11.19’da vefat etti.(131)
37-Hacib-zade Mehmet Efendi: 1094’te Abdullah Efendi mahlulunden
Diyarbakır’a kadı oldu. 1096 Safer’de ayrılıp, yerine halefleri İsmail Efendi geldi. 1100
Cemaziyelahirlnde de vefat etti.
38-Kabasakal Ahmed Efendi: 1097 Cemaziyelevvel’incle Kayserili İsmail Efendi
yerine Diyarbakır’a kadı oldu.
39-Karabacak Mehmet Efendi: Asıl adı; Mehmed b. Murad’or. Anadolu’dandır. Bir
çok yerde müderris ve kadılıklarda bulunduktan sonra Receb 1098’de Kabasakal Ahmet
Efendi yerine Diyarbakır Kadısı oldu.
40- Seyyid Abdiisselanı Efendi: Ğurre-i CA 1100/21 Şubat 1689’da Diyarbakır
Kadısı idi.
41- Mehmed Emin Efendi: 1 B 1101/6 Nisan 1690 tariflinde Diyarbakır Kadısı idi.
42- Mustafa Efendi: Ğurre-i Ş 1101/7 Mayıs 1690 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
43- Abdurrahman Efendi: l.Z. Ii02’de Diyarbakır Kadısı idi.
44-Cezmizade Abdülkerinı Efendi: 1098 Recebinde Diyarbekir payesi İle Kayseri
kadılığına getirildi. 1100 Rebiülahirlnde azledildi. 1104’te bilfiil Diyarbakır Kadısı oldu.
Diyarbekir’e giderken yolda vefat etti.”‘
45-Tezkireci Abdüllıâlim Efendi: Şevval 1.104’te Cezmi Efendi yerine Diyarbakır’a
kadı oklu, Cemaziyelevvel U05’te vefat etti.
46-Fuyûzi Mehmet Efendi: Diyarbekir Kadısı vasi-zadeMehmet Emin Efendi kadı
iken azioldu. Yerine Zilkade1106’da Fuyûzi Mehmet Efendi Diyarbakır Kadısı oldu.
47-Tabib Şa’ban Efendi: 1115 Rebiulahir’inde Sinan Paşa Sultani Medresesine ve
aynı sene Cemaziyelahir’İncle Yusuf Efendi yerine Diyarbakır kadılığına tayın edildi
276 DİYARBAKIR SURLARI
48-Germekaş-zade Mehmet Efendi: Şevval 1108’de Koca Bey-zade Seyyid Fethullah Efendi yerine Diyarbakır Kadısı oldu.
49-Abdülfettah b, Mııhammed Efendi: H.8.C. 1109’da Kadı idi.
50- Mehmet Necip Efendi: l.B.lllO’da Diyarbakır Kadısı idi.
51- Ali Efendi: 4.RA.1112 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
52-Etmekçi-zade Seyyid Ali Efendi: RebiİÜevvel 1.113’te Sİvasi-zade Mııhammed
Emin Efendi yerine Diyarbakır Kadısı oldu(131)
53- Yusuf Efendi: 20. RA. 1114’te Diyarbakır Kadısı idi.
54-Mefluç Ömer Efendi: Safer 1116’da Tabib Şa’ban Efendi yerine Diyarbakır
Kadısı oldu ancak gidemeyip yerine naib gönderildi. Sonrada yerine Abdurrahman
Efendi atandı. Abdülfetah b, Muhammedi 8.C.1109. tarilrinde kadı idi.
55-Sabit AJaaddin Efendi: Zilkade 1119’da Piri Mehmet Efendi yerine Diyarbakır
Katlısı oldu. Şa’ban 1.124’te vefat etti.
56- Mustafa Efendi: 10. R. 112.1 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
57-Mefmıed Emin Efendi: Cemaziyeiûla 1123’te Mehmed Emin Efendi Zal Paşa
Medresesi müderrisi iken Diyarbakır Kadısı olup sonra azloldu.
58- Kami Yahya Efendi: 21.B.1124 tarihinde Kadı idi.
59- Mehmet Üsküdari Efendi: 29.Z. 1124 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
60- Hüseyin Efendi: 1126 tarihinde Diyarbakır Kadısı oldu.
61-Şami Ahmed Efendi: 29. R. Ü36’da Diyarbakır Kadısı idi.’
62-Kııri-zade Ahmed Efendi: Rebiükıhir 1135’te Abdülhadi Efendi yerine
Diyarbakır’a kadı oldu. Aynı. senede vefat etti, Yerine Seyyid Sun’ullah geleli.
SURLAR, İÇKALE 277
63-Kayserİ’li Seyyid Muhammed Sun’ullah Efendi:. Muharrem 1136’cla
Kuri-zade Ahmed Efendi yerine Diyarbakıra kadı oldu. Rebiülahir 1137’cle ayrıhp yerine
Kara Ahmed Efendi geldi,
64- Beyler Hocası Mülazımı Kara Ahmet: 17 Safeı- 1137’de Seyyid Sun’ullah yerine
Diyarbakır’a kadı oldu. Cemaziyelevvel 1138’de azlolup yerine Kayseri’den Mustafa
Çavuş-zade Hüseyin Efendi geldi. 1139’da vefat etti
65- Çavıış-zade Hüseyin Efendi: 10 Muharrem 1138’de Kara Ahmet Efendi yerine
Diyarbakır’a kadı oldu. Cemaziy el evvel 1140’ta vefat etti.
66- Abdüihadi Efendi: Muharrem 1133’te Diyarbekir’e kadı oldu ve kısa zaman
sonra vefat etti.
67- Ahmed Efendi: 18 CA1138 / 22 Ocak 1726’da Diyarbakır’da Kadı idi.
68-Hüseyin Efendi: 18 C 1138 / 21 Şubat 1726’da Diyarbakır’da kadı idi. )131)
69-Süleyman Efendi: 1140 tarihinde Diyarbakır’da kadılık yapmıştır. Yerine Kara
Yusuf Efendi tayin edilmiştir
70-Kara Yusuf Efendi: 24 Ramazan 1140’r.a Süleyman Efendi yerine Diyarbakır
Kadısı oldu. Safer 1142’de vefat etti.
71-Osman Efendi: Cemaziyelevvel 1140’ta Diyarbakır Kadısi idi.
72-İsmail Efendi: 5. Ş. 1150 de Diyarbakır Kadısı idi.
73-Hasan Efendi: l.C.1158/1. Temmuz 1745 tarihinde Dryarbakır’da Kadı idi.
74- Saatçizade Mustafa Efendi: 23. L. 1164 tarihinde Diyarbakır Kadısı İdi.
75-Şanıh Ahnıed Efendi: 29. R, i 166’da Diyarbakır Kadısı idi.”‘
76-Şabanzade Mehmet Efendi: 23.L.1169’da Diyarbakır Kadısı idi.
77-Ebubekir Efendi: 29 B. 1169’da Diyarbekir Kadısıydı.
278 DİYARBAKIR SURLARI
78-Esad Efendizade Muhammed Şerif Efendi: 1170
79-Reiszade Afodul Kadir Efendi: 3, R. 1176 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
80-Mes’ııd Efendi: 10. C. 1178 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
81-Hafız Muhammed Efendi: Sultan-ı İmam olmağia Diyarbakır Kadısı olmuştur.
1189’da vefat etmiştir.
82-Mııhammed Lübbi Efendi: 29.R.1193 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
83-İmamzade Ebııbekir Niyazi Efendi: 29.R.1196 tariflinde Diyarbakır Kadısı idi.8
84-Seyyid Melımed Haşini Efendi: 1199/1784 tarihinde Padişah fermam ile
Diyarbakır’a kadı olarak tayin edilmiştir.
85-Ahıskavi Muid Halil Efendi: H. 21 Safer 1205/ 30 Ekim1790 tarihli tereke defterinde Diyarbıkır Kadısı olduğu yazılıyor.
86-Mes’ud Efendi: 1234’te Diyarbekir Kadısı oldu.(131)
87-Mehmet Efendi: 24 Ra.1235 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
88-Mehmet Sadık Efendi: 1.250 tarihinde Diyarbekir Kadısı oldu.
89-Ahdüihamid Efendi: Diyarhekirli merhum Hacı Niyazi Çıkmtaş beyin ceddi
olup 1257 tarihinde Diyarbekir Kadısı oldu
90-Mustafa Hakkı Efendi: 29 CA. 1260 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
91- Yusuf Efendi: 2 Cemaziyelahir 12”7’de Diyarbakır Kadısı idi.
92- Hoca Ömerlide Haa Mehmed Efendi: 3 Zilkadde 1.282/20 Mart 1.866”da
Diyarbakır Kadısı idi.
93- Seyyid Ahmed Efendi: Rebiülahıfin başı 1283/12 Ağustos 1866’da Diyarbakır
Kadısı idi.’
SURLAR, İÇKALE 279
94- Hüseyin Fehmi Efendi: 1287 tarihinde Diyarbekir Kadısı oldu.
95- Müfettişi Hükkam İbrahim Sa’duddin Efendi: 1288 tadilinde Diyarbekir
Kadısı oldu.
96- Seyyid Muhammed Sa’dullah: Şevval 1290’da Diyarbakır Kadısı idi.’
97- iHacı Mollazade Süleyman Rasili Efendi: 6 Ğurre-i Şevval 1293’te Diyarbekir
Kadısı oldu.’
98- Şirvaııizade Ahmet Hulusi Efendi: Süleyman Rasih Efendinin azli ile yerine
tayin edildi. 14 Zilhicce 1295’te Diyarbekir Kadısı oldu.’
99- Seyyid Muhammed Said Efendi: 9 Ramazan 1294 tarihinde Diyarbakır Kadısı idi.
100- Haydarizâde İbrahim Hakkı Efendi: 23 Ağustos 1908’cle Diyarbekir Kadısı
oldu. 1 Kasım 1918’de Şeyhu’l İslam oldu. Ancak 2 ay sonra kurulan yeni hükümetten
dolayı görevden alındı. 13 Ocak 1919’da ikinci defa Şeyhu’l İslam oldu. Kısa bir müddet
sonra tekrar istifa etmiş ve 2 Ekim 1919’da üçüncü defa Şeyhu’l İslam oldu. Bir müddet
sonra tekrar istifa etti ve 8 Mart 1920 de dördüncü kez Şeyhu’l İslam oldu.
101-Emin Efendi: 1.298’de Diyarbekir Kadısı oldu. Bu zat vaaz da ederdi.”
102-Hasan Fehmi Efendi: (Batumîu 7 Nisan 1317’de Diyarbekir Kadısı olmuştur,
23 Nisan 132i’de de Kosova kadılığına tayin edilmiştir. Aynı sene Mekke-i Mükerreme
Kadısı olmuştur.
103-Ömer Lutfi Efendi: (Zileli Ağustos 1320 den Kanunisani 1322 ye kadar Diyarbekir Kadılığında bulunmuştur.(131)
104-Hüseyin Hüsnü Efendi: 1 Teşrinievvel 1327’de Diyarbekir’e Kadı olmuştur.
Ancak rahatsızlığından dolayı göreve gitmemesi üzerine İ328’de azledilmiştir.
105-Receb Milini Efendi: Şubat 1328’de Diyarbekir kadılığına atanır. Nisan 1329’da
ikinci defa Haleb kadılığına atanır ve 1334’te Biüis kadılığına atanır.
106-Mustafa Zeyneddin Efendi: (Bağdadi Mayıs 1329’da Diyarbekir kadılığına
atanmış ve Kanunisani 1329’da emekli olmuştur.
280 DİYARBAKIR SURLARI
107- Mehmet Nazif Efendi: Şubat 1329’da Diyarbekir Merkez Kadısı olmuştur. 3
Nisan 1330/1914’te vefat etmiştir.
108- Ali Nedb Efendi (Hemşinîi): 18 Eylül 1330’da Diyarbekir Merkez kadılığına
atanmıştır. Bu görevi 11 Haziran 1332 yılma kadar devam etmiştir.
109- İsmail Hakkı Efendi (Çermikli): Molla Mustafazade Ahmet Ağa’nın oğludur,
H.1290’da Çermik’te doğdu 1334/1918’de Diyarbekir Merkez Kadısı olmuş
110- Mehmet Mekki Efendi (Mekka Molla): 1298/1880 de Karahisar-ı sahib,
1301/895 te Diyarbekir’e kadı oldu.
111-Mustafa Rüştü Efendi: Bu zat altı ay kadılıkta kalıp ardından Bağdata gitti.
112-Ömer Fehmi Efendi: 1306/1888’cie 4500 kuruş maaşla Diyarbekir Kadılığina
atandı. 3 Mayıs 1307/1889’da istifa etti
113- Arnavud Abdurrahman Nesib Efendi: Şevval 1304/1887’de Edirne Paye-i
Mücerredi verildi. Ardından 4500 kuruş maaşla Diyarbekir Kadılığına tayin olundu.
114-Ahmed Hilmi Efendi: Vekâleten kadı oldu
115-İsmail Rainiz Molla: 9 Ramazan 1310/1893’te Diyarbekir Kadılığına tayin
edildi.
116-Atıf Efendi Mehmet Atıf Efendi: Rizeli Şakir Agahi Efendi’nin oğludur. 1291
yılında Rize’de doğdu. İstanbulda tahsilini bitirdikten sonra Mekteb-i Nüvvab’a girdi,
diploma aldı. Burhaniye, Fiiorina, Edremid kadılığında, Kastamonu Hukuk Mahkemesi
Reisliğinde, Diyarbekir Merkez Kadılığında, İstanbul ikinci Bidayet Mahkemesi
Azahğında, İkinci Hukuk Reisliğinde, Evkaf Kadılığında İstinaf ve Temyiz, Mahkemeleri
azahğında bulundu.(131)
SURLAR, İÇKALE 281
19.yüzyıl Diyarbakır konumuzla ilgili bilgi verir3/305-310
Bidâyet Mahkemesi
Hukuk Dairesi
Ceza Dairesi
Reis Emin Efendi
Reis İzzet Bey Sâlise
Azâ Derviş Efendi
Azâ Ömer Efendi
Azâ Hanna Efendi
Azâ Hanna Efendi
Azâ Mülâzımı Şefir Efendi
Azâ Mülâzımı Hacı Ali Efendi
Müdde’î-i Umumî Muavini Hamdi Efendi
Başkâtib Cemil Efendi
Zabıt Ketebesi
Said Efendi
Senai Efendi
Mehmed Ali Efendi
Zülfikar Efend
Merkez sancağının müstakillen meclis-i idaresi olmadığından livâ heyeti meclis-i
idare-i vilayete devamla meclis-i mezkürun erkân ve heyetiyle birleşip umûr-ı livâyı müzâkere ve tesviye etmekte bulunmuşlardır.
Ticaret Mahkemesi
Reis Hacı Mehmed Efendi
Azâ-yı Dâime
Mehmed Efendi
Bedon Efendi
Başkâtib Tohman Efendi
Kâtib-i Sânî Patris Efendi
Istabl-ı Âmire
Azâ-yı Muvakkate
münhal
Hacı Hasan Ağa
Taşcıyan Tomas Efendi
Andon Efendi
Mahkeme-i Şer’iyye
Başkâtib Abdülkadir Efendi
Ali Rıza Efendi Ömer Efendi
Abdülkadir Efendi Zülfikar Efendi
İcra Memuru Fethullah Efendi Sâniye M 4 A 4 Hükümet Dava Vekili İbrahim Efendi
Mukavelât Muharriri Keyork Efendi
282 DİYARBAKIR SURLARI
Hükümet binası
Hükümet binası
19.yüzyılda Temyiz kurumlarını da görüyoruz
Meclis-i Temyiz-i Hukuk
Reis Naib Abdullatif Efendi
Arif Efendi
Mehmed Bey
Karabet Efendi
Ketebesi
Başkatib Mustafa Efendi
Refiki Nazım Efendi
Mukayyid Hacı Remzi Efendi
Nazım Efendi(Salname 2./32)
SURLAR, İÇKALE 283
Hükümet konağı (doğu taraf )
19.yüzyıl Diyarbakır salnamesi konumuzla ilgili bilgi verir3/305-310
Diyarbekir Sancağı idaresi
Merkez Mutasarrıfi şakir Efendi
Müftü Hacı Ahmet Efendi
Nakîb Kaymakamı Hacı Mesud Efendi
Muhasebeci Eyüb Sabri Efendi
Tahrirât Müdürü Hafız Hamdi Efendi
Defter-i Hakanı Memuru Hacı Emin Efendi
Cezaevi(Google earth)
284 DİYARBAKIR SURLARI
Üla Sanisi
Müderris
İzmir Pâyesi
Sâlise
Sâlise
Hükümet konağı-İçkale-1922(159)
Hükümet konağı-İçkale-1922(15
SURLAR, İÇKALE 285
Jandarma süvari alayı
Toplam olarak kaç kişinin görev yaptığı de kesin olarak tespit edilememiştir. Ancak
mahkemede kadı veya naibden başka, başkâtip, kâtip, mukayyid, kethüda, muhzır başı,
muhzır, tercüman, nöbetçi gibi mahkeme görevlilerinin yanı sıra bap naibi olduğu da
tespit edilmiştir. Diyarbakır şehrinin büyüklüğü ve önemi göz önünde bulundurulacak
olursa, söz konusu görevlilerin sayılarının 20 den az olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca mahkemede Nöbetçi bulunması da oldukça dikkat çekicidir. Buna bakılarak, incelene dönemde Diyarbakır mahkemesinin bazen geceleri de açık olduğunu söylemek
mümkündür. (119)
286 DİYARBAKIR SURLARI
Jandarma süvari alayı(Google earth)
Jandarma süvari alayı
SURLAR, İÇKALE 287
Jandarma komutanlık binası
Yapıya giriş doğudan verilmiştir. Basık kemerli girişinin yanında birer sütun
yeralmaktadır. Sütunun karşısında payeler olup bunun üzerinde üst katın bir odası
yeralmaktadır. Yapının ana girişinin yanı sıra üç basık kemerli kapısı daha vardır. Zemin
katı geniş bir koridor şeklinde olup ortada enine gelişen yuvarlak kemerler vardır.
Duvarlarında sıralanan küçük niş biçiminde yemlikler, yemliklerin yanında hayvan bağlama
çengeli bulunmaktadır. Birinci kata giriş koridorunun içinden betonarme merdivenlerle
çıkılmaktadır. Zemin kat planı üst katta kendini tekrarlamaktadır. Birinci kat girişi tuğla
duvarlarla bölünerek mekana dönüştürülmüştür. Doğu ve batı cephelerinde yuvarlak kemerli pencere açıklıkları bulunmaktadır. Zemin ve tavan kısmı betonarmedir.(162)
Jandarma Binası
Bina 1887–1891 tarihleri arasında dönemin Diyarbakır Valisi Hacı Haşan Paşa zamanında yaptırılmıştır. Yapının doğuya bakan giriş kapısı üzerinde inşa kitabesi yer almakta, fakat kitabe kısmı tahrip olmuş vaziyette bulunmaktadır. Yapının bir ucu İç kale
surlarının sol yanında; diğer ucu ise Adliye Binasının bitimine kadar uzanmaktadır.
Eğimli bir araziye kurulan bina; kuzey- güney doğrultusunda uzanan dikdörtgen bir
plana sahiptir. İki katlı olarak düzenlenen yapının birinci katı enine üç bölümden oluşur.
Üst katta aynı plan şemasına sahiptir, Süsleme açısından oldukça sade tutulmuş ve cephede yer alan pencere dizileri yapıya hareketlilik vermiştir. Yapılacak restorasyon sonrasında “Geçici Sergi Salonu ve Personelin Çalışma Birimleri” olarak işlevlendirilecektir.
(127)
19.yüzyıl Diyarbakır konumuzla ilgili bilgi verir3/305-310
Jandarma Tabur Meclisi
Reis Binbaş Azimet Hayri Efendi
Tabur Katibi Hafiz Efendi
Yüzbaşı Mustafa Ağa
Yüzbaşı Şaban Ağa
Mülazım-ı Evvel Ahmed Efendi
Müazım-i sani efendi
Jandarma Taburu
Binbaşı Azimet Hayri Efendi M 4
Tabur Kâtibi Hafız Hasan Efendi
Muavini Hacı Hasan Efendi
288 DİYARBAKIR SURLARI
Süvari
Bölük Yüzbaşıları
1 Osman Efendi
2 Şaban Ağa
3 Hamid Ağa
Mülazım-I Evveller
Ahmed Efendi
Mehmed Ali Ağa
Mehmed Ali Efendi
Mülazım-I sanile
Faris Ağa
Mustafa Ağa
Abdurrahman Ağa
Piyade
Bölük Yüzbaşılar
1 Mustafa ağa
2 İsmail efendi
3 Hasan efendi
4 Halil ağa
Mülâzım-ı evveller
Mehmed tavfik ağa
Hasan ağa
Mehmed ali ağa
Ahmet ağa
Mülâzım-ı sânîler
Bekir ağa
Mustafa ağa
Hasan ağa
Hasan ağa
Jandarma İkâme Olunan Mahaller
Dağ Kapısı
Rum Kapısı
Mardin Kapısı
Yeni Kapı
Diyarbekir’in zikrolunan ebvâb-ı erba’asında jandarmadan birer onbaşı takımı ikâme
olunarak şehrin bu suretle de muhafazasına itina buyurulmaktadır.
Cezaevi(Google earth)
SURLAR, İÇKALE 289
Cezaevi(Google earth)
İç Kale’de bulunan burçlardan bir tanesi Hapishane olarak kullanılıyordu. Gerek devlet nizamına aykırı hareket edenler ve gerekse adî suçlular buraya hapsediliyordu.: 25
Şubat 1724 tarihli bir fermandan, söz konusu hapishanenin eski tarihlerden beri burada
olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan 1793-1825 tarihleri arasında çeşitli sebeplerden
dolayı burada hapsedilen kişilerle ilgili belgelerden, incelenen dönemde de burçlardan
bir tanesinin bu işe ayrıldığı görülmektedir (153)
Cezaevi dış kısım
290 DİYARBAKIR SURLARI
Cezaevi iç kısım
Eski cezaevi
Giriş, güneyden yuvarlak kemerli bir kapıdan sağlanmaktadır. Giriş kapısından, yuvarlak kemerli bir eyvana geçilmektedir. Eyvan kare planlı, etrafında mekanlar bulunan
bir avluya açılmaktadır. Avlunun kuzeyinde iki yuvarlak kemere sahip bir başka eyvan
yer alır. Avlu etrafındaki mekanların, avluya bakan sekiz adet yuvarlak kemerli penceresi
bulunmaktadır. Mekanların iç kısımları, yuvarlak kemerlerle ikiye bölünmüştür. Zemin
kat mekanlarında, dışa açılan küçük mazgal pencereler bulunmakatdır. Güney kanadın
birinci katı, doğu-batı doğrultuda dikdörtgen planlı iki mekandan oluşmaktadır.
Buranın, avluya ve dışarıya bakan yuvarlak kemerli altışar pencere açıklığı bulunmaktadır.
Zemin katın giriş eyvanında yer alan betonarme bir merdivenle üst kata çıkılmaktadır.
Yapının üst örtüsü yıkılarak yerine çelik malzemeden çatı iskeleti kurulmuştur.(162)
Kitabe:
Hısnı Keyfa Artuklularına ait surlardaki Üçüncü kitabe Fetih kapısı üzerindedir Kitabenin Metni:
Türkçesi 1 Bu mübarek kapının açılmasını efendimiz Artuk oglu Muhammed oglu
Diyarbekir Sultanı (Emirul Müminin yardımcısı) Melik Mesud Ebu’l Muzaffer Sokman
buyurmuştur.
2. a-Babul’l-Farac (sevinç kapısı) sene 595 (m.1198) b- bina ustası İsa Ebu Dirhem
Kitabelerden biride içkalede bulunan ve cezaevi olarak kullanılan binanın kapısı üzerinde idi. 1962 de yapılan bir onarım sırasında bu kitabenin üstü sıvanmış bulunmaktadır. Kitabenin metni:
Türkçesi yapılmasını Artuk oglu Sokman oglu Davut oglu Kara-Arslan oglu Muhammed oglu din ve dünyanın Emrü’l Müminin (Allah saltanatını ebedi kılsın) yardımcısı Sultan Melik Salihin Ebu’s-Senü Mahmud buyurmuştur. Sene 600 (m.1203-04) (84)
SURLAR, İÇKALE 291
Yapı uzun yıllar hapishane binası olarak kullanılmıştır. Yapının giriş kapısı üzerinde
yer alan farklı dönemlere ait kitabelerden, en son tarihli kitabeye göre Hasan Paşa zamanında onarılıp hapishane olarak kullanılmaya başlandığı bilinmektedir. Kaynaklara
göre Artuklu döneminde bir han olarak yapıldığı geçmektedir. Plan itibariyle kareye
yakın dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiş yapının ortasında açık avlu etrafında yer alan
kapalı birimler planın ana şemasını oluşturmuştur. Dikdörtgen şeklindeki avlu tek katlı
fakat güneyine bakan bölüm iki katlı olarak avlu, mahkûm odaları ve gerekli ihtiyaçların
karşıladığı bölümler yer almaktadır. Yapıda herhangi bir süsleme unsuruyla karşılanmamaktadır. Cepheden bakıldığında mahkûmların kaldığı bölümde küçük ebatlı pencereleri görülmektedir. Restorasyon sonrasında Müze Eser Deposu ve Bölge Laboratuvarı
olarak işlevlendirimesi planlanmıştır.(90)(127)
1980 yılında meşhur olan Diyarbakır cezaevi sicil olarak bir leke idi.Ancak Osmanlı
döneminde hapislere karşı yaklaşım çok iyiydi
Bu noktada Başbakanlık arşiv belgelerine bakacağız
Tarih08R/1315 Hicri. Dosya No.12.Gömlek No.8.Fon Kodu.DH.TMIK.S.
Diyarbekir vilayetleri dahilindeki hapishane ve tevkifhanelerin ıslahı için gereken tamirat ve tecdide bir an önce başlanmasıyla, burada bulunan mahkumlara ait tayinatların
tedariki
Saraykapı
Burası Saraykapı’ dır.
Burası mahpushane.
Hüzün doludur bayramlar,
Tatlı ikram edilmez burda.
Şafak çizgileri de yoktur
Buz gibi, kahrolası kalın duvarda.
Türküler yanık söylenir,
Çünkü,
Zaman geçmeyi bilmez,
Bu güngörmez kullikte.
Yüreklerde fırtına,
Dökülür parça parça gözyaşıyla birlikte.
Bayram gelmiş neyime.
292 DİYARBAKIR SURLARI
Bayram gelmiş neyimedir anam neyime.
Her bayramda yakar beni, bu üç kelime.
Gönlüme kilit olmuş, bu kara yazı.
Ğerib olmak ne zordur buralarda,
Bir bilsen her görüşte,
Sol yanıma, nasıl saplanır sızı.
Burası İçkale’ dir.
Burası mahpushane.
Bir tel cigaradan çekilen nefes,
Duman olup, halka halka dolar içime.
Bazen gülümsemedir acı.
Bazen pişmanlıktır kocaman.
Bir parça gün ışığı, azcık umut,
Demli çayın buharıdır, tüter bacadan.
Tesellidir, ışık gibi sızar camdan, pacadan.
Burada sabır,
Burada inat,
Burada yaşamak,
Sevdadır yavukluya,
Dokunuştur, ihtiyar anaya.
Saçlarını okşamaktır,
Özlemdir, minik yavruya.
Ve,
Bir yudum hasrettir dışarıya.
Burası mahpushane.
Burası komşudur Saraykapı’ ya.
Abdülkadir Nur Gördük
19.yüzyıl Diyarbakır salnamesi konumuzla ilgili bilgi verir3/305-310
Polis Taburu
Müdür Mahmud Fuad Efendi
Tabur Kâtibi Efendi
SURLAR, İÇKALE 293
Birinci Bölük İkinci Bölük
Yüzbaşısı Mustafa Bey
Mülâzım-ı Evveli Davud Bey
Mülâzım-i Sânîsi Ohannes Efendi
Yüzbaşısı Hasan Efendi
Mülâzım-ı Evveli Hasan Bey
Mülâzım-ı Sânîsi Hamdi Efendi
Karakolhane Mevkileri
Buğğday Pazarı karakolhanesi
Sinek Pazarı karakolhanesi
Polis Meclisi
Reis Polis Müdürü
Azâ Tabur Kâtibi Efendi
Azâ Mülâzım-ı Evvel Hasan Bey
Mahmud Fuad Efendi
Azâ Yüzbaşı Mustafa Bey
Azâ Mülâzım-ı Sânî Saib Efendi
19.yüzyıl Diyarbakır konumuzla ilgili bilgi verir3/305-310
Hapishane Müdüriyeti
Memur Hacı Efendi
Kâtib Mehmed Nafi Bey
Diyarbekir’de İcra-yı Vekâlet Eden İmtihanlı Avukatlar
Birinci Sınıf
Safvet Efendi Râbi’a
İrmoş Efendi
Ömer Ali Bey
Natık Efendi
İkinci Sınıf
Bogos Efendi
294 DİYARBAKIR SURLARI
Kirazköz Efendi
Kolordu binası
Diyarbakır Fırka Kumandanı Ferik Mehmet Kâmil Paşa günlerinde yapılan
7. Kolordu Kumandanlık binası-Doğu yüzü(1902 yılı)(83)
SURLAR, İÇKALE 295
Kolordu komutanlık binası
Bina 1902 tarihinde dönemin Diyarbakır Valisi Mehmet Faik Paşa zamanında yapılmıştır. Eski Kolordu Binası olarak bilinen yapının doğu cephelenmiştir. Girişin sağ
ve sol kanadında cephe düzenlemesi simetrik olarak yapılmıştır. Cephelerde kemerler,
sütunlar ve yapının köseleri siyah bazalt taş ile kaplanmıştır. Pencereler ise yuvarlak basık
kemerlidir ve siyah taşların bir uzun bir kısa yerleştirilmesi suretiyle dişli bir görünüm
halini almıştır. Cephelerde iki Renkli taş kullanılması ve girişin önünde yer alan revaklı
bölümler yapıya abidevi bir görünüm katmıştır. Yapılacak olan restorasyon sonrasında
yapı Müze Eğitim Birimi olarak işlevlendirilecek. (127)
7. Kolordu binası Yapı girişi, yuvarlak kemerlerle birbirine birleştirilmiş sütunlarla
vurgulanmıştır. Kapıdan bir hole geçilmekte, buradan ise güney - kuzey doğrultulu bir
koridora giriş sağlanmaktadır. Koridorun her iki yanında, karşılıklı konumlanmış yuvarlak kemerli kapıları bulunan mekanlar yer almaktadır. Mekanların dışarıya bakan ikişer,
koridora bakan birer yuvarlak kemerli pencere açıklığı mevcuttur. Koridorun doğu
ucunda, sonradan yapıldığı düşünülen, bir koridor daha eklenmiştir. Bu koridorda dört
mekan bulunmaktadır. Koridor tavanı ve zemini betonarmedir. Koridorda arka bahçeye
(kuzeye) açılan bir kapı daha mevcutur. Kuzeye açılan kapı, sütunlar üzerine oturmuş
yuvarlak kemerlerle bezelidir. Ana koridorda, üst kata çıkışı sağlayan bir merdiven
bulunmaktadır. Üst kat planı, zemin kat planıyla kendini tekrarlamaktadır. Ancak alt
kat, üst kattan farklı olarak duvarları bağdadi tekniğinde yapılmıştır.(162)
Kale Dizdarı – Kethüdası ve Kale erleri
Diyarbakır Kalesi, şehri bir baştan bir başa kuşatan dış surlar yani Dış Kale, askeri ve
idari yapıların bulunduğu iç Kale ‘ den ibaret olup, Osmanlı döneminde oldukça değişik
amaçlarla kullanılmaktaydı. Ancak kullanımı ile ilgili amaçların başında şehrin savunması
gelip, Diyarbakır Kalesi ‘ de, diğer Anadolu şehirlerinde olduğu gibi, Dizdar, Kethüda
ve Kale erlerinden meydana gelen bir teşkilat tarafından yönetilmekteydi.
Diyarbakır Kalesi Dizdar, kale ile ilgili bütün meselelerin sorumlusu ve kalede bulunan erlerin kumandanı idi. Daha ziyade Kapıkule askerleri arasında seçilmekte olup,
görev süreleri sınırlı olmamakla birlikte kesin olarak tespit etmek mümkün olmamıştır.
İncelediğimiz dönem içerisinde kale dizdarlarının tayinleri ile ilgili herhangi bir belgeye
rastlanmamıştır. Bununla birlikte Şubat 1728 tarihli Diyarbakır kalesi diz darlığı yüz
bin akçe ulufe mukabilinde Yeniçeri ihtiyarlarından Hacı Kasım Uhdesinde iken, bazıları
tezvir ile kendisine tecvih ettirmiş ve Hacı Kasım bunlarla uğraşırken vefat ettiğinden
296 DİYARBAKIR SURLARI
oğlu Mahmud ‘a tevcih edilmesi istenmiştir. Aynı uygulamanın yani kale diz darlığının
XIX. Yüzyılda babadan oğula geçtiği söylenebilir.
Kale dizdarları görevli bulundukları yerlerde mutasarrıf veya valilerin emrinde bir
görevli olup şehirdeki asayişin sağlanması hususunda bunların yardımcıları durumundaydılar. Mesela 5 Mart 1823 tarihinde Diyarbakır valisi Kale dizdarına yazdığı bir buyruldu ile kendi mahiyetinde bulunan askerlerin birinin fesatına binaen, Diyarbakır
kalesinde kalebend edilmesi istemişti. Kale dizdarları, Diyarbakır kalesine herhangi bir
suça karışanların hapsedilmesine nezaret ettikleri gibi, belirli bir süre sonra affedilenlerin
salıverilmelerine de nezaret ediyorlar ve bu şekilde affedilen kişiler kale dizdarına hitaben
gönderilen fermanı takiben serbest bırakılıyordu. Kale dizdarları görevleri gereği vali
veya mütesellimlere karşı sorumlu olduklarından onların her konuda verdikleri emirleri
yerine getirmekle yükümlüydüler. Vali ve mütesellimlerin askeri ve idari konularda ver-
1965 yılı içkale(126)
SURLAR, İÇKALE 297
dikleri emirleri, uygulayan ve bir nevi bu konularda onların yardımcıları olan Kale dizdarları, aynı zamanda şehirin yetkili bir görevlisi olup, bu sebeple sözlerine itimat edilen
kişiler idi. Mesela Ocak sonları 1803 tarihli bir hücceten anlaşıdığına göre, Diyarbakır ‘
da iki kişi arasında alacak yüzünden ortaya çıkan anlaşmazlıkta erbab-ı vuküftan olan
Klae dizdarı Hüseyin Ağa ‘ nın ifadesi doğrultusunda dava halledilmişti.
Kale kethüdası ise miri malları ve kale hizmetleri hususunda Kale Dizdarının yardımcısı durumunda idi. Kalede dirlik ve düzenliğinin sağlanmasının yanı sıra verilen
emirlerin uygulanmasında da, Kale Dizdarına yardımcı oluyordu.
Kale Dizdarı ve Kale Kethüdasının emri altında bulunan Kale Erleri ise buraya beratla
tayin edilmekte olup, görevleri karşılığı Timur tevcih edilir ve dizdar veya kethüdanın
arzı ile atanırlardı. Kale erleri topçu, cebeci, tüfenk endaz, sipahi, zenberekçi, kuloğlu ve
yeniçeri gibi değişik askeri sınıflara mensup olup, Diyarbakır Kalesindeki sayıları oldukça
fazlaydı.
Kale erleri mensup oldukları askeri sınıf içerisinde derece yükseltmekte olup, uygunsuz hareketlerde bulunanların ise rütbeleri indirilirdi. Mesela Nisan sonları 1822 tarihinde Yeniçeri ocağı 8. Bölük ağalarından Halil Ağa’ya Ser- Zağra payesi tevcih edilmiş
ve durum kale dizdarına gönderilen buyruldular ile bildirilmişti. Buna karşılık Eylül başları 1785 tarihinde ‘’ Mal-ı miriye müdahale etmemesi için, Saksoncubaşı tevcih olunan
Abdulrefi, söz konusu hareketlerine devam ettiğinden Rakka ‘ ya sürgün edilmesi hakkında emir gönderilmişti. 1799 tarihinde ise Mısır seferi dolayısı ile Diyarbakır ‘dan
1000 nefer istenmesine rağmen sadece 54 kişi gönderilmiş, bunun bunun üzerine yeniçeri
ocağındaki pek çok kişinin rütbesi tenzil edilmiş, ancak Ağustos sonları 1802 tarihli bir
fermendan anlaşıldığına göre, ‘’ Ocağ-ı Amirenin ‘’ ricası üzerine ‘’ …. Kendü’ ar ve edebleriyle hareket eylemek ….. ‘’ şartıyla, merhameten effedilmişler idi.
Diyarbakır Kalesinde görevli olan erlere, askeri seferler sırasında sakat kalmaları durumunda belirli bir miktarda tekaüt maaşı bağlanmaktaydı. Mesela 14 Mart 1797 tarihinde eşkıya müsademesinde gözünden yaralanarak kör olan Mustafa Ağa ‘ ya,
Diyarbakır Gümrüğü malından yevmiye 20 sağ akçe maaş bağlanmıştı. 25 Aralık 1814
tarihinde ise yine eşkıya ile yapılan muharebede yaralanan topçu ustalarından Ali ‘ye 60
kuruş tekaüt maaşı bağlanmıştır.
Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra, Kale Dizdarı ve kethüdası görevlerini Mansure ve Redif askeri teşkilatına devretmişler, Kale erleri ise 1831 tarihinde kadar görevlerini
sürdürmüşler ve bu tarihte yerlerini Mütesellimler in Kapu halkına devretmişlerdir. (119)
298 DİYARBAKIR SURLARI
Kolorduya komuta kademesine alt yapı teşkil edecek okullarda vardı
SalnameV/153
1869-1905 yılı Mekteb-i Rüşdi-i Askerleri
Heyet-i İdare
Müdür Bekir Hilmi Efendi Kolağası
Dâhiliye Mulazımı Fethullah Efendi
Dâhiliye Yüzbaşısı Münhal
Dâhiliye Mülazımı Münhal
Dâhiliye Mulazımı Mehmed Ali Efendi
Heyet-i Tedrisiye
Arabi Muallimi Subhi Efendi Edirne paye-i mücerredi
Arabi Muallimi Abdulkadir Efendiİzmir paye-i mücerridi
Farisi Muallimi Hasan Fehmi Efendi
Kava ‘id-i Osmani Muallimi Rasim Efendi
Hüsn-i Hat Muallimi Vahid EfendiSaniye
İmla Muallimi Abdulbaki Efendi
Fransızca Muallimi Yüzbaşı Şevki Efendi
Coğrafya Muallimi Mülazım-ı Evvel Mehmed Eşref Efendi
Riyazi Muallimi Mulazım-ı Sani Hamdi Efendi
Rasim Muallimi Mulazım-ı Sani Hamdi Efendi
Resim Muallimi Mülazım-ı Sani Hasan Sabri Efendi
Mevcud-u Şakirdan
Üçüncü Sene
Birinci Sene
İkinci Sene
İbtidai İkinci Sene
İbtidai Birinci Sene
Yekûn-u Şakirdan
34
43
43
34
21
175
Diyarbakır İç Kale’sinin bir diğer önemli özelliği ise 1819 yılında Diyarbakır’da meydana gelen hadiseler sırasında, Diyarbakır valisi Behram Paşa’nın burayı bir savunma
merkezi olarak kullanmasıdır.
SURLAR, İÇKALE 299
Geçmiş dönemlerde olduğu gibi XIX. yüzyılda da askerî amaçlarla kullanılan îç
Kale’de dizdar ve kethüdanın denetiminde müstahfizlar görev yapmaktaydı. 29 Eylül
1785 tarihli bir belgeden, 103 müstahfız, 133 ‘azebân ve 51 topçiyan olmak üzere
bunların toplam sayısının 287 olduğu anlaşılmaktadır. 8 Temmuz 1835 tarihli kaleler
yoklama defterindeki kayıdardan 1804-1834 tarihleri arasında, Iç Kale’de görev yapan
52 müstahfız, 8 topçiyan ve 97 ‘azebân olmak üzere, bu tarihler arasında îç Kale
görevlilerinin toplam 157 kişiden ibaret olduğu görülmektedir.
1904 yılında surlar üstünde bir Osmanlı subayı(125)
XIX. yüzyılda îç Kale aynı zamanda bir yerleşim birimi idi. Diyarbakır şehri asıl Dış
Kale içerisinde olmakla birlikte, Kılbaş, Hüseyin Efendi, îbn-i Sin, Mustafa Paşa ve
Hamza Beg mahalleleri İç Kale’deydi. Bunun yanı sıra Diyarbakır valilerinin ikâmet ettikleri saray başta olmak üzere diğer yönetim örgüderi de burada bulunuyordu. Ayrıca
yeri kesin olarak tespit edilememekle beraber Diyarbakır Hastahanesi de, îç Kale’deydi.
Söz konusu hastahanenin fizikî durumu hakkında bilgi vermemekle beraber 18 Eylül
1841 ve 22 Ekim 1845 tarihlerine ait belgeler, incelediğimiz dönemde hastahanenin
varlığını göstermesi açısından önem taşımaktadır.
îç Kale’de görev yapan askerî sınıfa mensup kişiler yukarıda belirtildiği üzere burçlarda
kendilerine ayrılan yerlerde kalmaktaydılar. Ancak bu durumun 1840 tarihinden sonra
değiştiği görülmektedir. Zira, Haziran 1840 tarihli “Diyarbakır ka-immakamlığı masraf
300 DİYARBAKIR SURLARI
defterinden” bu tarihte “ iç Kala derûnuna dahî iki taburu havî kışlak-ı hümâyûnlar....”
inşa ettirilmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Söz konusu kışla günümüzde de, askerin ikâmetine ayrılmış yer olmalıdır.
Sonuç olarak, Diyarbakır Kalesi Iç ve dış Kale şeklinde ikiye ayrılmış olmakla beraber,
XIX. yüzyılda daha ziyade Kale tabirinden îç Kale’nin anlaşıldığı görülmektedir. Aynı zamanda aşağı da görüleceği üzere bütün yönetim örgütleri de, îç Kale’de bulunmaktadır .(153)
Saint George (Cercis nebi )ve Diyarbakır’da kilisesi
Uzun süreden beri Diyarbakır İl jandarma Komutanlığı ve Saraykapı Cezaevi’ni
içinde barındırması üzerine halka açık olmayan Saint George Kilisesi, yapılış tarihi ve
kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir., yapım, mimari tarzı ve yapıda kullanılan
malzemeden dolayı.. Cercis nebinin yaşadığı döneme uyuyor. Bu kilisenin Hz. Cercis’in
makamı olması ihtimali çok yüksektir.
Saint George Kilisesi
Saint George’un, Hristiyanlıktan önce putperesler için yapıldığı, sonra kiliseye dönüştürüldüğü yazılagelir. O günkü İçkale veya Suriçi halkının buna gereksinim duyduğu
anlaşılıyor. Müslümanlık hariç hariç doğu yönü her din için kutsal veya yeğlenir bir yer
olduğundan, putpereslerin veya ateşe tapanların bu planı uygulamaları bir yere kadar
doğal karşılanabilir. Ancak; Roma imparatorluğunun ateş tapınaklarını(ateşgede), ortada
yandığı için dairesel kapalı bir alan olup dışını bir kolonat sarıyordu. Öyleyse burası burası ateşe tapanlar için bir tapınak olmamalı. Ancak plan uymasa da onların kullanımına
engel de değil. Roma adalet binaları(Bazileüs)enine nefli gelişip, bazen imparatorları bu
göreve üslenince, yan nefin ekseninde dış duvar dışa yarım daireli bir çıkıntı(apsis)orta
nef ucuna alınarak bazilikal plan doğdu. Saint Geoerge Kilisesi bu tasarımdadır ve bence
Bizans yapısıdır. Bu yeni dinin Anadolu’ya ve Amida’ya yayılışını izleyen döneme inebilir.
Bunun için 3.yy.uygundur; gerekir.(97)
Kilise iç kalenin kuzeydoğu köşesinde yer alır. Mimari tarzı ve yapıda kullanılan malzemeden dolayı Roma Dönemine ait olduğu düşünülen kilise, Artuklular döneminde
batı tarafına eklenen kubbeli bölüm ile hamam haline getirilmiştir. Kaynaklarda özgün
halinindir roma yapısı olduğu, daha sonra kiliseye çevrildiği ileri sürülmektedir. Üzerinde
inşa kitabesi olmayan İçilişe Diyarbakır Arkeoloji Müzesi Müdürlüğünce hazırlanmış
envanter fişlerinde III. Yüzyıla tarihlendirilmektedir. Üç neftli, bazilika planlı kilise doğu
yönünde sur duvarlarıyla birleşerek Dicle vadisine bakar. Orta nefsin üzeri elips bir kubSURLAR, İÇKALE 301
beyle örtülmüştür. Nefileri birbirinden ayıran dörder ayak dizisi bulunmaktadır. Kolonları bağlayan kemerler oldukça yüksek tutulmuş olup diğer kemerler ise sütun başlıkla
seviyesinden başlar. Artuklu döneminde yapılan hamam kısmı kare planlı olarak inşa
edilmiştir. Bu mekânın sivri kemerlerle birbirine bağlanmış sekiz ayağın taşıdığı üst örtüsü günümüze gelmemiştir. Kilisede yapılan restorasyon sonrası yapı “Sanat Galerisi”
olarak kullanılacaktır. (169)
Evliya çelebi seyahatnamesinde Silvan’ın Cercis nebi talimatıyla kurulduğunu ifade eder.
‘Şehrin ilk banisi Musul kalesi içinde medfun bulunan Cercis Nebi ümmetlerinden
Handik nam meliktir ki talimi ile bina etmiştir.’ ‘Eğer bu rivayet hakikat ise: kasaba milattan sonra (300) tarihine doğru inşa edilmiştir. Çünkü Cercis Peygamber bu tarihlerde
yaşamaktaydı.’(98)
Cercis, Müslümanlar ve Süryanilerce kullanılan bir isimdir. Hristiyanlar ona Saint George der. Cercis Filistinde Remle’de doğmuştur M.S.284-305 yıllarında hüküm süren Roma
imp. Diocletion(veya Dadan)’a putperestlği bırakmasını istemiş ve ondan işkence görmüştür. Bu işkencelerle dört defa öldürülür, üç defa dirilir.Dördüncüde şehit olur. Bu arada
çeşitli ucizeler gösterir.Binlerce kişi Cercis’in dinine girer. Bunlar arasında kralın karısı da
vardır.İmparator Cercisi ve inananları öldürür, ancak bir afetle kendisi de yokedilir.
İslami kaynaklarda üç defa öldürüldüğü halde dirilmesi, ölüleri mezardan çıkarı diriltmesi, kökünden kesilmiş ağaçları tekrar yeşertmesi, parçalanmış hayvanları canlandırması, ikinci ölümünde göğün kararması, dirilmesinde güneşin tekrar ortaya çıkması
nedeniyle nebi olduğu düşünülmektedir(99)
CİRCÎS (Aleyhisselâm): Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderildiği rivâyet edilen peygamber veya velîdir. Şam diyârında ve Filistin’de yaşadı. Îsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara bildirdi.. (Taberî, İbn-i Esîr) (107)
Kilise tarihlerine göre Miladi 3.yüzyılın ikinci yarısında Filistinde Remlede doğmuş,
23 Nisan 303’de şehit edilmiştir. Kilise takviminde 23 Nisanda en büyük şehit olarak
anılmaktadır. İngilizler onu vatanlarının manevi koruyucusu olarak sayar.Asker olup bir
hükümdar kızını ejder elinden kurtardığı bir efsaneden dolayı, Çarlık rusyası, Saint George’nin bu ejder olayını konu alan tasvirini resmi sembol edinmiştir. Avrupada St. George ile baharın gelişi ve tabaiatın yeniden canlanması arasında ilgi kurulmakta, bu
sebeple çeşitli törenler yapılmaktadır. Ukraynada bitkilerin St. George gününde yeşermeye başlamasını sağlıyan yöntemler geliştirilmekte, Batlık ülkelerinde sürülerin vahşi
hayvanlardan korunması için St.George’un ikonuna başvurulmaktadır.
302 DİYARBAKIR SURLARI
Saint George kilisesi giriş kısmı
Saint George kilisesi doğu taraf
SURLAR, İÇKALE 303
Saint George kilisesi-kuzey taraf
Diyarbakır’ın Hz.Cercisle çok ilişkisi vardır:
a)Diyarbakır’ın ilçesi Cercis nebinin emriyle inşa veya ihya edilmiştir.(Evliya çelebi
seyahatnamesi)
b)Diyarbakır’da ve bölgede Cercişoğulları ismiyle geniş bir sülale mevcuttur. Örneğin
Mardin’de Cercis Murat konağı vardır. Savur’da tarihi kilise avlularından mezartaşlarında
Cercis ismini okumak mümkün. Gerek bu sülale, gerek Cercis nebi zamanına denk gelen
içkaledeki Saint George kilisesi ve gerekse Silvanın Cercis nebinin talimatıyla restore
edilmesi dünyanı aradığı Cercis’in(Saint George) Diyarbakırda olduğunu gösterir.
c)Komşu illerde Cercis efsanesi vardır. Diyarbakır bu efsaneler halkasının ortasındadır.
Müslümanların yanısıra Mardinde Süryanilerin de çocuklarına Cercis ismini
koyduğunu görüyoruz.Bu noktada Mardin Şeriye sicilleri yardımcı olmaktadır.
252 nolu defter’de182/468, 191/503, 191/505
242 no’lu defterde 6/6, 53/72
195 no’lu defterde 2/5, 5/15, 10/30, 68/126 (106)
304 DİYARBAKIR SURLARI
Din ulularında da Cercis isimlerini görüyoruz.
Patrik II.Cercis, Patrik IV Cercis, Patrik V.Cercis, Kurilos II.Cercis, Kurilos III.Cercis,
Metropolit Kurilos Cercis, , Metropolit Grigoriyos Cercis, Patrik İğnatiyos II.Cercis
(s:5, 7, 40, 41, 58, 59 )
Manastır isimlerinde de Cercis ismine rastlıyoruz.
Örnek Şehit Mar Cercis manastırı. (s:13)(101)
Diyarbakır çevresinde de Cercis Nebi ile ilgili efsaneleri duyuyoruz.
Örneğin Urfa’da da Cercis nebi ile ilgili efsaneler anlatılır (100)
Konuya son noktayı koyacak bir yazıyı 1936 baskılı Hasan Basri Konyar’a ait
‘Diyarbakır Tarihi’ s.203 ‘e bakalım:
‘Amid Timur ordusuna 5 gün dayanabildi. Şehre giren Timur Yunus ve Cercis Peygamberlerin kabirlerini ziyaret etti. Üzerlerine birer kubbe yapılması için bir çok para verdi.
Diyarbekir fakirlerine ihsanını esirgemedi’ (K. Göral’ın katkısıyla)
Saint George= Cercis kilisesinde Cercis nebinin mezarı olabilir. Zira hristiyan geleneğinde büyük kişiler kiliseye gömülür.
Yunus peygamberin mezarı nerede:
Fiskkaya Yunus peygamber makamıdır. Bunu Evliya Çelebi vurgulamaktadır. Zincirkıran türbesinde Yunus peygamberin oğlunun yazılı olduğu bir levhayı görmekteyiz.
Bunun bilimsel kaynağını bulamadım. Eğilde de Nebi Zennun mezarı var. Zennun,
Yunus Nebinin diğer ismidir
18. yüzyıl büyük Osmanlı tarihçisi Avusturyalı Baron Joseph von Hammer
Purgstall Timur tarihini anlatırken:
‘Diyarbekir’in idare merkezi Amid hücum ile zapt ve yağma edildi; hatta kaya içinde
yontulmuş istihkamların metaneti Tatarların her türlü gayretlerine mukavemet etmemiş olsaydı, kale hak ile yeksan edilecekti. Asker bunun ancak mazgal deliklerini yıkabildi. Timur,
Yunus ve Circis peygamberlerin kabirlerini ziyaret ile üzerlerine birer kubbe inşa olunmak
üzere yirmi bin köpek(lira) ita ve her geçtiği yerde fukaraya çok sadakalar dağıttı.(108)
SURLAR, İÇKALE 305
Saint George kilisesi tarihi görünüm-Adil Tekin
Saint George(cercis) ile Diyarbakır ilişkisini teyid açısından Hz. Cercisin komşu illeri
etkilemesi gerekir Örneğin Mardin Hz. Cercis’den çok etkilenmiştir. Hristiyan ve Müslümanlar çocuklarına Cercis ismini çok koymuştur.Bunu Mardin Şeriyye sicillerinde oldukça fazla görüyoruz. Savurda kilise avlularında mezar taşlarında Cercis ismini
görüyoruz.
Malatya, Diyarbakır’a komşu bir ildir. Bu bölge de Hz. cercis’den etkilenmiştir.
‘Malatya’ya 5 km. beğ dağının göğsündeki bir kilise bu gün Müslümanlarca da çokça
ziyaret edilmektedir. Burada Cercis peygamberin kabri olduğu söylenirse de gözükürde
böyle bir şey yoktur. Burada halk kurbanlar keser, çocuklarına Cercis ismi koyar’(102)
Malatya’da mezarı olmayan, ancak çokça anılan Cercis(AS)’nin, buraya irşad için Diyarbakır’dan geldiği ve Diyarbakır’da vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Saint George(Cercis) mezarı nerede olabilir. Hristiyan klasik geleneklerine göre azizler bodrum kata gömülür. Bugün Saint George kilisesinin tabandaki hafriyatı temizlenmiştir. Acaba alt katı, yani ve bodrumu ve bir diğer ifadeyle Cercis nebinin mezarı burada
varmıdır?.. Timur, Saint George kilisesinin mi kubbesini yaptı ?
Eğer varsa Hz. İsa ile Peygamberimiz arasında yaşamış (Ölüm MS.307) Cercis Nebinin mezarını bulmuş oluruz.
Eğer Diyarbakır’da Saint George(Cercis) mezarı bulunursa tüm Avrupa ve Hristiyan
aleimi Diyarbakır’a akın eder
306 DİYARBAKIR SURLARI
Saint George kilisesinden görüntüler
SURLAR, İÇKALE 307
Saint George kilisesinden görüntüler
308 DİYARBAKIR SURLARI
Saint George kilisesinden görüntüler
SURLAR, İÇKALE 309
Yukarı Mezopotamya tufandan sonra ilk yapılaşmanın gerçekleştiği, insanlığın yeniden neşvünama bulduğu, Hz.İbraim, Yunus, Zülkarneyn ve Cercis gibi çok sayıd peygamberlerin gelip geçtiği bir mekandır.
Mes’udi, Ebu Hasan Ali b.Hüseyin, et-tenbih ve’l –İşraf.nşr.A.İsmail esSavi.s.124;Makdisi, Ahsen.s.139 (103)
Saint George (Cercis)’in izlerini Silvan’da görmekteyiz Silvan’da Bethamarya Kilisesi,
Cercis peygambere mensup cemaate ait olup, Hüsrev Perviz’in karısının bu kiliseye altından bir haç armağan ettiği belirtilmektedir. (104-105)
Saint George(Cercis) ve Silvan
Cercis, Müslümanlar ve Süryanilerce kullanılan bir isimdir. Hristiyanlar ona Saint
George der. Cercis Filistinde Remle’de doğmuştur M.S.284-305 yıllarında hüküm süren
Roma imp. Diocletion(veya Dadan)’a putperestlği bırakmasını istemiş ve ondan işkence
görmüştür. Bu işkencelerle dört defa öldürülür, üç defa dirilir. Dördüncüde şehit olur.
Bu arada çeşitli mucizeler gösterir. Binlerce kişi Cercis’in dinine girer. Bunlar arasında
kralın karısı da vardır. İmparator Cercisi ve inananları öldürür, ancak bir afetle kendisi
de yokedilir.
İslami kaynaklarda üç defa öldürüldüğü halde dirilmesi, ölüleri mezardan çıkarı diriltmesi, kökünden kesilmiş ağaçları tekrar yeşertmesi, parçalanmış hayvanları canlandırması, ikinci ölümünde göğün kararması, dirilmesinde güneşin tekrar ortaya çıkması
nedeniyle nebi olduğu düşünülmektedir. (98)
Evliya çelebi seyahatnamesinde Silvan’ın Cercis nebi talimatıyla kurulduğunu ifade
eder.
‘Şehrin ilk banisi Musul kalesi içinde medfun bulunan Cercis Nebi ümmetlerinden
Handik nam meliktir ki talimi ile bina etmiştir.’ ‘Eğer bu rivayet hakikat ise: kasaba milattan sonra (300) tarihine doğru inşa edilmiştir. Çünkü Cercis Peygamber bu tarihlerde
yaşamaktaydı.’(98)
Saint George yani Cercis isminin bölgede sıklığı için Savur ilçesinde bir kilise avlusuna gidelim. Mezar taşlarının yarıya yakınında Cercis ismini görüyoruz
310 DİYARBAKIR SURLARI
SURLAR, İÇKALE 311
İç Kale ‘de bulunan burçlardan bir tanesi Hapishane olarak kullanılıyordu. Gerek
devlet nizamına aykırı hareket edenler ve gerekse adi suçlular buraya hapsediliyordu. 25
şubat 1724tarihli bir fermandan, söz konusu hapishanenin eski tarihlerden beri burada
olduğu anlaşılmaktadır. Öte, yandan 1793-1825 tarihler arasında çeşitli sebeplerden dolayı burada hapsedilen kişilerle ilgili belgelerden, incelenen dönemde de burçlardan bir
tanesinin bu işe ayrıldığı görülmektedir.
Hapishane dışında kalan burçlar ise birçok silah, mühimmat, askeri araç ve gereçlerin
yanı sıra hububat ve çeşitli yiyeceklerin konulduğu askeri bir depo niteliğini arz ediyorlardı. 16 Nisan 1858 tarihli bir belgeden söz konusu burçların birinde 21790 kişiye ( 27,
9 ton ) peksimet bulunduğu anlaşılmaktadır. 3 Nisan 1812 tarihinde Diyarbakır Valisi
İbrahim Paşa, Diyarbakır Kalesinde barut, kılıç, tüfenk, gülle vesair mühimmatın bulunmadığını belirterek teminini arz etmiştir, bunun üzerine Yozgat ‘ta bulunan 150 kantar ( 8462, 2 kg =8, 4 ton ) siyah barut Nisan 1814 ‘te Maden – ‘i Hümayun kazalarından
Hasan Çelebi üzerinden, Diyarbakır ‘ a gönderilerek, İç Kale ‘ de bulunan cephaneliğe
konulmuştur. Yine bu dönemde başta barut ve fişenk olmak üzere çeşitli mühimmatın
iç kale ‘ de muhafaza edildiğini dair kayıtlara rastlamak mümkündür. Mesela 1819 yılında
Diyarbakır ‘ da meydana gelen hadiselerden hemen sonra İç kale ‘de yapılan sayımda,
cephanelikte 5 Şubat 1820 tarihinde 13800 adet fişenk ve 822 batman barut olduğu tespit edilmiştir.
Diyarbakır ‘ da bulunan top ve yuvarlakların büyük bir kısmı da geçmiş yüzyıllarda
olduğu gibi XIX. Yüzyılda da iç Kale ‘ de muhafaza edilmekteydi. 13 Şubat 1823 tarihinde İç ve Dış Kale ‘ de 45 sağlam ve 18 tamire muhtaç top, cephanelikte ise 1250 yuvarlak vardı. Bunun yanı sıra 2 Nisan 1842 tarihinde tophane ferikine gönderilen tahrirat
müsveddesinde, Diyarbakır ‘ da dökülerek Diyarbakır müşiri Zekeriya Paşa tarafından
İstanbul ‘ a getirilen 6 kıt ‘a obüs topu ve koşum ve yuvarlak vesaire nin tophaneye teslim
edildiğini gösteren kayıt, bu dönemde Diyarbakır İç Kale ‘ sinde bir de dökümhane olduğunu göstermesi açısından önemlidir. 25 Aralık 1814 tarihli bir belgeden, dökümhanenin daha bu tarihlerde bulunduğunu tespit edilmekle beraber 3 Ekim 1843 tarihli
hülasadan Diyarbakır dökümhanesinin Zekeriya Paşa tarafından küşad edildiği anlaşılmaktadır.
Evliya Çelebi ve İnciciyan ‘ın verdiği bilgilere göre, Osmanlı sarayının şimdi Müze
olarak kullanılan binanın üst köşesinde başlayıp, İç Kale ‘ de yine şu anda Askeri Garaj
olarak kısıma kadar uzandığı söylenebilir. Büyük ihtimalle saray İç Kale ‘ nin KuzeyDoğu köşesinde idi.
312 DİYARBAKIR SURLARI
XIX. Yüzyılda Diyarbakır ‘ da görev yapan ‘’ Vezirlere tahsis kılınan Saray - ı Ali’’nin
yerini kesin olarak tespit etmek mümkün olmamıştır. Bununla birlikte bu dönemde sarayın fiziki durumunu aydınlatan, 7 Haziran 1801, 13 Mart 1818 ve 2 Nisan 1826 tarihli
‘’ Saray-ı Ali mefruşat kayıtlarından ‘’ incelediğimiz dönemde Sarayın odalarını ve Saraya
dâhil köşk ve konakları tespit etmek mümkündür. Buna göre Cami köşkü, divan efendisi
köşkü, voyvoda konağı ve mütesellim konağı, bulunan ve doğrudan Valiye ayrılmış odalardan başka, pek çok oda bulunmaktaydı. Bu odalarda Valinin kapu halkı kalmakta
olup, söz konusu odalar şunlardı: Tütüncü odası, kapucular kethüdası odası, şamdan
ağası, baş çavuş ağa odası, iç çukadar ağa odası, kaftan ağası odası, silahdar ağa odası,
alemdar ağa odası, hazinedar ağa odası, miftah ağa odası, peşgir ağa odası, ibrikdar ağa
odası, kâhya odası, kethüda odası, imam efendi odası, delilbaşı odası, haytabaşı odası,
baş çukadar odası, ikinci kavvas odası ve mühür başı odası. Bunun dışında kalan odalar
ise arz odası, camlı oda, mabeyn odası, misafir odası ve haremdi. (89)
SURLAR, İÇKALE 313
Mervani hükümdarı Nasırüddevle ve eşi türbesi(Halk arasında iki dindar aşık
İnci ile Arap türbesi)
Nasırüddevle ve eşi türbesi
Bu türbeler Hz. Süleyman camiinin üst kısmında eski adliye binasının doğusunda
bulunmaktadır. Arap erkek, İnci ise kızdır. Bir rivayete göre Arap ile İnci birbirlerine
aşıkmış, ancak bu aşklarına engel olanlar tarafından kavuşmaları engellenmiştir. İkisi de
dinlerine bağlı Salih insanlar olduğundan şöyle bir karara varmışlar: Bizde bu aşkımızı
ölüme dek İlahi rıza çerçevesinde devam ettireceğiz, ahiret yurdunda ebedi beraberlik
içerisinde yaşarız demişler ve o şekilde her ikisi de ölünce yan yana gömülmüştür. Cizre’deki Mem ile Zin aşkı gibi. Onların sevgi ve aşklına engel olmak isteyen Bekir tarafından kavuşmaları engellendi. Her ikisi de öldüğünde yan yana gömülmüştür
314 DİYARBAKIR SURLARI
SURLAR, İÇKALE 315
Küpeli havuzları
316 DİYARBAKIR SURLARI
Nostaljide kalan 2 havuz(Küpeli ve Dıngılhava)
Küpeli(altta)
Dıngılhava(üstte)
SURLAR, İÇKALE 317
Dıngılhava havuzu
Bu camiye 100 m. Mesafede Dingılhava ve Küpeli havuzları yazın çocuk ve gençlerin
mekanıydı, Kentsel dönüşümle yıkıldı.
Küpelide Çimenlere,
Ongözlüden Geçenlere,
Dicledeki Hüllelere,
Gidenlere Uğur Olsun.
Susadım Yok Mudur Meyan Şerbeti,
Cok Sıcakmış Hava Buda Kesmedı,
Sıra Sende Dingilhava, Küpeli,
0 Serin Sular Da Kimler Çimmedi?
(İ.Yazıcıoğlu)
Küpeli, Balıhli, Dıngılava
Çardahli Hemamı Da Olmiş Berhava
Ne Eski Neşe Kalmış, Ne Eski Hava
Keyfini De Kaçırmilar, Vah Malamıne
318 DİYARBAKIR SURLARI
(K.Göral)
Dörtyolda, küncili simitle, salep içmeyi.
Pisküvit arasında, lokum ezmeyi,
Küpeli havuzunda, peştımalle yüzmeyi,
Paytona asılarak gezmeyi özledim.
AN.Gördük
Küpeli kapısı(İçten ve dıştan görünüm)
SURLAR, İÇKALE 319
Küpeli kapısı
Diyarbakır’da Miraçta Diyarbakır için yapılan dua surlara da yanısmıştır.
İçkaleden Nasuhpaşaya çıkan kapıya ve üzerindeki yazıya bakalım
-Diyarbakır’da çok yaygın olarak Peygamberimiz(SAV)’ın Miraçta Diyarbakır’a ait
duası olduğu söylemi vardır. Henüz literatür olarak kaynağına ulaşamadım. Bu hıususta
otorite Abdüssettar Avşar’la görüştüğümde’
-Arap tarihlerinde Peygamberimiz(SAV) miraca çıkarken Diyarbakır’ı görmüş ve
Cebrail (AS)’’a burası neresi diye sormuş Cebrail Amid şehri demiş. Peygamberimiz de
bu şehre dua etmiş (Abdülsettar Hayati Avşar).Bu dua içkaleden Nasuh paşaya çıkan
kapı üzerinde şu şekilde kayıtlıdır. ‘Resüller resulü Muhammed (SAV) Miracda hepimize
Allah şehrimizi mübarek etsin buyurmuştur’ şeklinde yazılıdır.
Süleyman Nazif ’in babası Sait Paşa 10 citlik Mirat’ül İber isimli (9 cilt basılı, 10.cilt
yazma olarak İstanbul müze kütüphanesinde) eserinde Peygamberimizin(AS) miraçta
Diyarbakırla ilgili iltifatlarını kaynaklarını vererek anlatıyor’demiştir
Küpeli kapısında peygamberimizin Diyarbakır’a duası
320 DİYARBAKIR SURLARI
Arbedaş Çeşmesi
Diyarbakır Nasuh Paşa Meydanı’nda, Saray kapısına giden yolun sur duvarları ile birleştiği yerdedir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Kanuni sultan Süleyman zamanında l531
yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cadde seviyesinden aşağıda olan çeşmeye altı basamaklı bir merdivenle inilmektendir. Önünde bir havuzu bulunan çeşmeye iki musluktan
su akmaktadır. (114)
1874 tarihli Diyarbakır Salnamesi incelendiğinde görülür ki; şehirde (sur içinde) 130
çeşmenin varlığı söz konusudur. Bugün geriye dönüp baktığımızda bu çeşmelerden
hemen hiçbirinin yaşamıyor olması ilginçtir. Bir kısmının yerinde eskiden çeşme olduğuna dair fiziki yapılar olmakla birlikte (İçkalede Aslanlı Çeşme, Mardin Kapı’da Hatun
Kastal) suları akmamaktadır. Arbedaş’taki, Arbedaş kaynağı ise özel bir şahıs tarafından
etrafına küçük bir havuz yapılarak ticari amaçla kullanılmaktadır. Üzerindeki kitabenin
ise kimse farkında dahi değildir.
SURLAR, İÇKALE 321
Arbedaş
322 DİYARBAKIR SURLARI
Evliya Çelebi İç kale sularını anlatıyor
İçkale kaynağı suyu: Hamravât Pınarı suyu gibi tatlı değildir. İçinde on aded un değirmenideğirmeni vardır. Hiçbir yerin iç kalesinde böyle akan pınar yoktur.(137)
E.Çelebi bu suyu şekilde tanımlar
Erbaataş suyunun özellikleri:İsminin nedeni şöyledir:Çok soğuk olduğundan içinden
dört taş çıkaramaya yaratılmış bir kişinin gücü yetmez.Onun için erbaa (dört)taş denilen
temiz bir sudur.Bu saf su Nasuhpaşa Meydanı semtinde içkale duvarına bitişiktir.(115)
-Diyarbakır valisi Hüsrev Paşa tarafından, Arbedaş Suyunun kaynağı onartılmıştır.
Arbedaş Suyu’nun kitabesinde “ Ey Hüsrev, senin eser-i devletin olarak bulunmaz bir şekilde bu hayat suyu çeşmesi zahir oldu. Güzellikte suyun tadı şeker gibi tatlı olduğu için
tarihide tatlı çeşme suyu oldu (1526). “
-Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde “ bu su gayet soğuk olup, soğukluğunun şiddetinden hiç kimse, dört taşı içinden birbiri arkasından çıkaramaz.” Bu yüzden Erbaa-taş (
Arapça ) dört taş adı verilmiştir.
Mustafa Akif Tütenk Diyarbakır suları ile ilgili makalesinde; Diyarbakır sularının
sur içindeki kaynaklar ve şehre dışarıdan getirtilen menbaalar olarak ikiye ayırır. Sur içindeki Ayn-ı Zülal (Aynzele, Balıklı), Ali Dede ve Kal’a suyu olmak üzere üç kaynağın var-
Hz. Süleyman camii kaynak suyu
SURLAR, İÇKALE 323
lığını ifade eder ve ekler Tütenk: “Şehir içi menbaalarında Çift Kapıdaki Ayn-i Zülal
(Anzele) suyu İç Kale (Kal’a) suyundan daha büyük ve bol olup birçok caminin ihtiyacını
giderdikten sonra (Mardin Kapıda’ki) Sultan Şuca Çeşmesi’ne kadar varmaktadır.”
-Kal’asuyu deposu; Virankal’a’nın kaidesinde (Artuklular’ın 120S-1206 allarında yaptırdığı) cesim, bir havuz halinde bulunması, kala inşasından evvel bu suyun
mevcudiyyetini ifham ettirir.
-Kal’aiçi’ndeki insanların, hayvanlar, bahçe ve değirmenlerin ihtiyaçlarına cevap veren
bu suyun fazlası, Dışkalada bir- kısım yerleri îrva etmektedir. Bu kaynağın son zamanlara
kadar taksimatına itina edilmekte idi. Bir kolu (h, 932/1526 da Kanunî Sultan Süleyman’ın buyruğu ile îçkale şehre doğru bir misli genişletilirken yapılan)’ Erbe’ataş/Arabtaş
havuzuyla Tabanğlu/Daltaban Mustafa Paşa Mesicidî’ne ve diğer, ikinci kolu Nasuhıpaşa,
Bıyıkklı mehmedi (Fâtih)paşa, Arabşeyh Mustafapaşa, Câmileri ile Yenikapu. Hamamı’na akmakta ve Merhene/Mar-Henna Leglekoğlu Bqhçelerî’ni iska ettikten sonra, —
Diyarbekir’in Fethi’ esnasında şehid düşen sahabeden Mir -Seyyâf Türbesi’nin karşısındaki Karadeniz demekle maruf su mahzeninde nihayet bulmakta idi. (M.Akif Tütenk)
Hamza bey Mescidi
Bu mescid 1434 1444 yılında hükümdar olan Uzun Hasan’ın amcası Akkoyunlu
Hamza bey tarafından bu tarihler arasında yaptırıldı.
Mescid içkalede idi. Şimdi yerinde Sınai Teşebbüsler AŞ. Ait buz fabrikası vardır.
(116)8(117)
Fabrikaya Dönüştürülen İbn-i Sin Camii İçin Önemli Karar -08.11.2013
CHA - Fabrikaya Dönüştürülen İbn-i Sin Camii İçin Önemli Karar Diyarbakır’da
tek parti döneminde satıldıktan sonra fabrikaya dönüştürüldüğü ortaya çıkan ve İbn-i
Sin Camii olduğu belirtilen tarihi yapı, Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarihi kararı
“CHA - Fabrikaya Dönüştürülen İbn-i Sin Camii İçin Önemli Karar Diyarbakır’da
tek parti döneminde satıldıktan sonra fabrikaya dönüştürüldüğü ortaya çıkan ve İbn-i
Sin Camii olduğu belirtilen tarihi yapı, Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge
324 DİYARBAKIR SURLARI
Kurulu tarafından ‘Birinci grup tarihi yapı olarak’ tescil edildi. Tarihi eserin ‘İbn-i Sin
Camii’ olarak tescil edilmediği için karşı oy kullanan kurul üyesi Doç. Dr. İrfan Yıldız,
“Bakanlık ya da vakıflar tarafından geliştirilecek bir projeyle tescillenen eserin eskiden
olduğu gibi yine camiye dönüştürülebilecek.” dedi. Tarihi yapının durumunu kurula taşıyarak tescillenmesini sağlayan Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Haspolat ise kararın çok önemli olduğunu söyledi. Diyarbakır’da aralarında İslam’ın büyük
kumandanlarından Hz. Halid Bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman’ın da aralarında bulunduğu 27 şehit sahabe kabrinin olduğu İçkale bölgesinde kentsel dönüşüm projesi uygulanıyor. Büyükşehir Belediyesi, TOKİ, Diyarbakır Valiliği ve Sur Belediyesi tarafından
yürütülen bu dönüşüm süreci kapsamında yıktırılan bir çeltik fabrikasının İbn-Sin Camii
olduğu belirtilen kemerli bir yapı sene başında ortaya çıkmıştı. Müze müdürlüğü yetkilileri eserin cami değil değirmen olduğunu rapor haline getirdi. Ancak bölgede inceleme
yapan çok sayıda bilim adamı, sanat tarihçisi ve uzmanlar, eserin müzenin raporunun
aksine cumhuriyet döneminde satılan İbn-i Sin Camii olduğunu belirtti. Diyarbakır’ın
manevi değerleri üzerine çok sayıda eseri bulunan Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kenan Haspolat da eserin yıkımının durdurulması için Diyarbakır Valiliği’ne başvurdu.
Haspolat, tarihi yapının Diyarbakır’ın satılan ve yıktırılan yüzlerce eserden sadece biri
olduğunu belirterek, korunması ve eski ihtişamına kavuşmasını gerektiğini başvurusunda
hatırlattı. Diyarbakır’la ilgili çalışmaları bulunan Fırat Üniversitesi Öğretim Görevlisi
SURLAR, İÇKALE 325
Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik ise metruk yapının 19. yüzyıl Diyarbakır şehir planına
göre İbn-i Sin Camii olduğunu tespit ettiklerini, 1733 tarihinden önce yapılan caminin
19. yüzyılda ibadete açık olduğunu ortaya koydu. Yılmazçelik, tarihi yapının değirmen
olmadığını, 1336 tarihinde sübyan mektebine çevrilen caminin 1373 tarihinde Molla
Bahri tarafından tamir ettirilerek tekrar ibadete açıldığı kaydetti. İNCELEME TAMAMLANDI KEMERLİ YAPI OLARAK TESCİLLENDİ Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Haspolat’ın başvurusu üzerine Diyarbakır Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ilk önce eserin tüm yönleriyle incelenmesi yönünde
karar aldı. Detaylı inceleme kararında eserin harç analizleri yapıldı, Diyarbakır Vakıflar
Bölge Müdürlüğü’nden taşınmaza ait vakfiye istendi. Tapu Müdürlüğü’nden de tüm dönemlerine ait tapu bilgileri kurulu gönderilmesi istendi. Geçtiğimiz hafta karar için toplanan kurul, tarihi eseri ‘birinci grup yapı’ olarak tescilledi. Kararda, “Sur ilçesi Cevatpaşa
Mahallesi’nde bulunan Hz. Süleyman Camii karşısında yer alan tapunun 33 ada 10 nolu
parselinde kayıtlı kemerli yapı, ‘Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı’ özelliği gösterdiğinden 2363 sayılı kanunun tespit ve tescil ile ilgili 7’nci maddesi uyarında birinci
grup yapı olarak belirlenmesine karar verildi.” denildi. “ 11:05:14 2013-11-08
Cihan (Cihan Haber Ajansı)
1960 yılı İbn Sin camii ve Hz Süleyman camii karşıkarşıya (126)
326 DİYARBAKIR SURLARI
Fiskaya (Hz Yunus Makamı)
Fiskaya
SURLAR, İÇKALE 327
Fiskaya-Tarihi bir görünüm
Mayınlama sanatı: Önce bir kale duvarına doğru tüneller kazılır, temelleri oyulur ve
taş yapıyı desteklemek üzere tahta direkler yerleştirilirdi. Direkle ateş aldıktan sonra
duvar zamanla kendi ağırlığıyla çökerdi.(121)
503 yılında Roma komutanı Patricius bu şekilde Fiskaya’dan kaleye girmeye çalışmıştır. Fiskaya’nın oyukluğunun bir nedeni bu mayınlama sanatıdır.
Fis kayası Hz.Yunus’un 7 sene kaldığı bir mekandır. Hz.Yunus önce Musullulara tebliğde bulunmuş cevap alamamış, Diyarbakır’a gelmiştir. Hüsnü kabul nedeniyle de Diyarbakır’a duası vardır. (Yakut-u Hamevi:Mücem ül Buldan ve Abdülgani Fahri Bulduk:
Ceziretül arabın muhtasar tarihi)(122)
Evliya Çelebi’ye göre Diyarbekir adı, kız şehri anlamına “Diyar-ı Bikr”den gelmektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu konuda şöyle bir olay anlatır: Yunus Peygamber
Musul’dan Diyarbakır yöresine gelir, bir süre burada kalır. O yıllarda güzelliği ile tanınmış
“Amida” adında bir kız hükümdarlık etmektedir. Yunus Peygamber bu kızla konuşur,
görüşür. Amida’ya kendi dinini kabul ettirir. Yunus Peygamber Diyarbakır’a yapılacak
kalenin planlarım çizerek kıza verir. Kız da kara taşlarla şehrin kalesini yaptırır. Kalenin
328 DİYARBAKIR SURLARI
inşası tamamlanınca Yunus Peygamber: “Kal’anız mamur olsun, gönlünüz sürür dolsun”
diye dua eder. O günden sonra şehrin adı “Kız şehri” anlamında Diyar-ı Bikr” olur. (123)
Evliya Çelebi’nin konuyla ilgili tespitleri şu şekildedir:’Amma ibtida sebeb-i
binası:Hazaret-i Yunus nebi aleyhisselam Musul-ı atiqde sakin olup ol diyarlarun halqını
dine davet edüp asla bir ferd-i aferideden bir kimesne imana gelmediklerinden gayet müte’ellim olup Mosul halqına bed-dua edüp eski Mosul harab oldı.Andan Diyarbekre geldikde ehalisi mu’cize istemeden cümlesi islamile müşerref olduqlarından Yunus Nebi
aleyhi’s-selam mahzuz olup ‘Eliniz vilayetiniz ma’mur u abadan ve halqınız da’ima mesrur
ı şadan olup cümle evlad u iyalleriniz daima mesrur ı şadan olup cümle evlad u iyalleriniz
mu’amer ü mu’ammere olup necib ü reşid olalar deyu dua-ı hayır edüp Fıs qayası nam
mahalde bir gar-ı yetiman içre yedi yıl sakin oldı. Hikmet-i Huda ol asırda bir duhter-i
Pakize-ahter melike var idi kim Amlaq qızlarından idi.Yunus Nebiye iman getirüp Müslime oldı.Ve gayet zengine idi kim niçe bin kenz-i Qaruna ve dahme-i Efrasiyaba malike
idi.Hazret-i Yunusun talimile ol melike bu Diyarbekri siyah seng-i haradan Fıs qayasında
bina etdigüçin ol qızun namile müsemma olup müverrih an-ı Acem Diyar-ı Bikr derleri,
yani Qız şehridir.Amma müverrihan-ı Rum zevil mefhum cümle der u divarı seng-i hara
aolmagile Qara Amid derler.(124)
18. yüzyıl büyük Osmanlı tarihçisi Avusturyalı Baron Joseph von Hammer Purgstall
Timur tarihini anlatırken:
‘Diyarbekir’in idare merkezi Amid hücum ile zapt ve yağma edildi; hatta kaya içinde
yontulmuş istihkamların metaneti Tatarların her türlü gayretlerine mukavemet etmemiş olsaydı, kale hak ile yeksan edilecekti. Asker bunun ancak mazgal deliklerini yıkabildi. Timur,
Yunus ve Circis peygamberlerin kabirlerini ziyaret ile üzerlerine birer kubbe inşa olunmak
üzere yirmi bin köpek(lira) ita ve her geçtiği yerde fukaraya çok sadakalar dağıttı.(108)
İçkale ve Osmanlı savunma sanayi
-Osmanlı zamanında içkalede bir dökümhane vardı, obüs topları, koşum ve yuvarlak
üretimi yapılırdı. Osmanlı döneminde Diyarbakır’da büyük bir Tophane vardı, burada
top dökülmekteydi.
-Bakır harp sanayinde önemli bir madde idi.Bakır, kalay ve çinko karışımından toplar
ve diğer silahler, silahların bazı bölümleri yapılırdı.Bakır üretimine Ergani önemli bir
üretim yeri olarak ön plana çıkmıştır
SURLAR, İÇKALE 329
-Nisan 1842 tarihinde tophane ferikine gönderilen tahrirat müsveddesinde ‘Diyarbakır’da dökülerek Diyarbakır müşiri Zekeriya Paşa tarafından İstanbul’a getirilen 6 kıta
Obüs topu ve koşum ve yuvarlak vesaire’nin Tophaneye teslim edildiğini gösteren kayıt,
bu dönemde Diyarbakır İç kalesinde bir dökümhane olduğunu göstermesi açısından
önemlidir.25 Aralık 1814 tarihli bir belgeden, dökümhanenin daha bu tarihlerde bulunduğunu tespit etmekle beraber 3 Ekim 1843 tarihli hülasadan ‘Diyarbakır dökümhanesinin Zekeriya Paşa tarafından küşad edildiği anlaşılmaktadır
-29 Eylül 1785 tarihli bir belgede İçkalede 51 topçu olduğunu görüyoruz
-1566’da Erciş kalesinin yeniden yapılışında kullanılmak üzere gereken toplar (50
adet darpzen)Diyarbekir’de döktürülmüştür
-Osmanlı dönemi Diyarbakır kalesi tüfenk imalatında önemli bir merkezdi
Hastane
Osmanlı döneminde içkale’de bir hastane vardı. 1841 ve 1845 tarihli belgelere göre
iç kalede bir hastanenin olduğunu öğreniyoruz
14.Yüzyılda Diyarbakır İznik’le çinide yarışıyordu.
Nasuh Paşa Camii ile Kurşunlu Camii arası çinicilik merkeziydi.
330 DİYARBAKIR SURLARI
İÇKALEDEN UZANAN YERALTI YOLLARI
-Fis kaya –Çift-kapı-Urfa kapı bir güzergah;
-Fis kaya-Mardinkapı bir güzergah
-İskenderoğullarının torunlarıyla görüştüğümde büyük nenelerinin İskenderpaşa konağından yer altı yoluyla faytonlarla Fisk kayasına pikniğe gittiğini ifade ettiler
-Melikahmet-Urfakapı bir güzergah
-Mardinkapıdan da şemsilerin kullandığı, dicleye inen bir yer altı yolundan bahsediliyor.
-İçkalenin altında da yaygın bir yer altı geçitleri var. Hatta Vakidİ’nin anlattığına
göre MS.639’da Meryem Dara kale fethedilince servetiyle yer altı geçidinden Seyrantepeye ulaşmıştı.
-Albert gabriel şöyle bir yorumda bulunur:
-‘Kentin ortasında diyor Cuinet, oldukça iyi korunmuş iki toprakaltı stratejik yol, iki
ana kaynağa bağlanır.:Mardin kapısı ve dağ kapısı
-Timur ordularıyla Amid’e giren Yazdi, bu yer altı geçidinin, kalenin önemli bölümlerinden biri olduğuna değinmeden geçemiyor.Onun anlattığına göre tanık olduğu bu
geçit, kalenin öteki bölümleriyle bağlantılı bir dolaşım serbestliği sağlayabilmekteydi
-DR. Edmund Naumann seyahatnamesinde
Kalenin yakınında eski saray, hükümet binası, jandarma merkezi ve su deposu bulunuyor.
Yeni yapıların olduğu yerden kuzeye doğru duvar kalıntılarının olduğu kale tepesine baktım
ve orada bir şeyleri farkettim.Sorduğumda bana onların dehlizler olduğu söylendi.
-Paris’ten sonra Dünyanın en büyük, en geniş, en uzun kanalizasyonu bu kenttedir.
-1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır.
SURLAR, İÇKALE 331
-İki seneden beri Diyarbakır belediyesini başarı ile idare etmekte olan Belediye başkanı Bay Abdülkadir cizrelioğlundan bazı malumat rica ettim:
Cevaben’Diyarbakır’ın altı kayadır. Fakat sert kayalar hendek hendek yarılmış, kanalizasyon yapılmıştır. Kanalizasyonu uzunluğu 30 kilometredir. Hiçbir arızası yoktur.
332 DİYARBAKIR SURLARI
5.BÖLÜM
BURÇLAR ARASINDA SURLAR
BURÇLAR ARASINDA SURLAR
Albert Gabriel surların genel durumuyla ilgili şu bilgileri verir.
Harput Kapısı’ndan Urfa Kapısı’na
Bu iki kapı arasındaki uzaklık, yaklaşık 1 kilometre, hendek önü duvarının kalınlığı
ise, ortalama 4.5 metredir. Düzenli aralıklarla dizilen kale bedenlerinin eksenleri arasındaki uzaklık 50 metredir. Harput Kapısı’ndan başlayarak ilk beş bedenin önemli bölümleri 1931 ‘deki yıkımlar sırasında tahrip olmuştur. Fakat yıkılan yerlerin onarımı, hemen
arkasından, 1932’de başlatılmıştı. Yalnız dördüncü beden çok köşeli bir yapıya sahip bulunuyordu. Öyle görünüyor ki, geri kalanlan uzun zaman ayni şekilde varlıklannı sürdürmüşlerdir. Bunların tümü, iki dik duvarla hendek duvarına bağlanan silindirik bir
yapıdadır. Hendek duvarının her yüzünün ekseni, iki komşu bedeni içine almaktadır.
Şevli duvar, şev üzerinde 1.80 metre çıkıntı yapan 2 metre genişliğinde dikdörtgen bir
payanda ile desteklenmektedir.
Surlar (Harput=Dağ Kapısı’ndan Urfa Kapısı’na)(A.Gabriel)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 335
Dağ kapı
Toprağın üzerinde, sur bedeninin önünde, 1.80 metre kalınlığında bir duvar kalıntısının, 12 metre genişliğinde bir dış sur (fausse-braie) duvarını sınırlandırdığı görülüyor.
Her kale bedeninin sağ tarafında bu dış sur duvarı, gerçek bir destek işlevi gören çok köşeli ve çıkıntılı bir görünüm taşımaktadır.
İki gizli kapı o dönemde, kent toprağı ile savaş alanı arasında bir iletişim sağlamaktaydı.
Bugün içi doldurulmuş olan bir hendek, dış sur önüne kazılmıştı. İlişikteki şemada
bir araya getirilmiş olan daha önceki gözlemler, Diyarbekir surlarının bir bölümünün
türdeş (homojen) ve karakteristik bir durumunu da gözler önüne sermektedir.
Urfa Kapısı’nın güney bedeninin biraz ötesinde, sur, daha önceki 1.80 metrelik genişliğe göre, hafifçe içerlek bir görünüm alır. Yandan tahkim edici sistem, burada da aynidir: Dört yuvarlak beden, dikdörtgen biçiminde payandalarla arka arkaya sıralanıyor
ve arada da bir hendek yer alıyor.
Dördüncü bedenden başlayarak, tahkimat sistemi yeni bir görünüş kazanır. Her şeyden önce, Batıdaki dar vadinin yarımay biçiminin yol açtığı çizgi, içeri çekilmiş bir parça
görüntüsü yansıtır.
336 DİYARBAKIR SURLARI
Urfa Kapısı’ndan Mardin Kapısı’na Surlar(A.Gabriel))
Sonra duvar 200 metre uzunluğundaki düz cephe üzerinde Güneybatıya doğru yönelir. Daha önceki yolla, sivri bir açı oluşturarak Güneydoğu yönünde kıvrılır. 400 metreye yakın bir güzergahtan sonra, yeni bir yön değişikliğiyle, bu kez Kuzeybatı
istikametine kıvrılır. Böylece de Mardin Kapısı’nın dolaylarına varılır. Yörede açık biçimde dikkat çeken iki sur çıkıntısı, çok güçlü iki burçla korunmuştur:
Ulu beden ve Yedi Kardeş. Bunların ikisi de silindirik plan üzerine inşa edil-mişlerdir.
Geri kalan bedenlerin planları, dikdörtgen ya da çok köşelidir; XXVII, XXIX, XXXII
ve XLV numaralı bedenler, ötekilere göre çok daha büyük boyutludurlar.
Hendekönü duvarının kalınlığı, 3 ve 4.S metre arasında değişir. İki ardışık tahkimli
yan duvar arasında yer alan bu hendekönü duvarı, orta-lama I.S0 - 1.20 metre genişliğinde payandalara dayanmıştır. XXXII. bedene kadar bu payandalar, her aralıkta bir, daha
sonrakilerde ise ikidir. Birbirine yakın dört gizli kapı, dar koyağa götürür, geri kalan üçü
ise Ulu Beden yakınında, sur üzerine açılmış olan kapılardır. Yedi Kardeş B urcu ile Mardin Kapısı arasında dış sur kalıntıları, çok açık biçimde bugün de görülebilmektedir. Her
bedenin sağında kesilmiş olan dış sur duvarı, dikdörtgen payandaların arasında yer alır.
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 337
1936 yılı Kuzey surları ve kantaralar (A.Gabriel)(158)
338 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı Çift kapı arası –Dış kısım
Tek bedeni takibeden surlar-dış kısım
Tek bedeni takibeden surları
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 339
Dağkapı Çift kapı arası –Dış kısım
Dağkapı Çift kapı arası –Dış kısım
340 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı Çift kapı arası –Dış kısım
1967 yılı Dağkapı -Çift kapı arası(Adil tekin)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 341
Tek beden burcu
342 DİYARBAKIR SURLARI
Urfa Kapısı’ndan Mardin Kapısı’na
Eyyübiler zamanında da Diyarbakır surlarının köklü bir onarım gördüğünü, Melik
Kâmil’in dış suru yıktırarak taşlarıyla içsurun onarım ve yapımını gerçekleştirdiğini daha
önce belirtmiştik. Bu onarım ve yapım işi, oğlu Melik Salih Eyyûb döneminde bitirilmiştir. Hindibaba Kapısı’ndan doğuya (yani Dağ Kapısı’na) doğru 3 ve 4 üncü burçlar
üzerinde Melik Salih Eyyüb’e ait birer kitâbe mevcuttur. Her ikisi de H. 634 (m. 123637) tarihlidir. Eyyûbîler, onardıkları veya yeniden yaptırdıkları sur ve burçlarında üstüvane şeklinde taşlar da kullanmışlardır
Üçüncü burç üzerindeki kitabenin metni:
Türkçesi: Besmele. Emirü’l-Mü minınin sırt gücü, Eyyûb oğlu Ebubekir’in oğlu,
yükseklikler sahibi Sultan Melik Kâmil oğlu, Müslümanların ve islâmın padişahı,
din ve dünyanın yıldızı Ebu’l-feth Eyyûb Melik Salih Sultan efendimiz aziz olsun.
Mimarı Ebu’l-Ferac’tır. Halpli Mahmud oğlu Şücaeddin Cafer’in tersimidir. Bu iş (
634 )senesinde oldu.
Kitabenin üç metre kadar aşağısında ve hemen ortaya yakın yerde yuvarlak bir
taş üzerinde, bağdaş kurmuş bir insan kabartması vardır. Bu adamın sağ elinde kuyruğundan tuttuğu başaşağı sarkmış bir akrep, öteki elinde bir asa vardır. Akrebin
bir tılsım olduğu söylenir. Bu sebeple bu burca da “Akrep burcu” denilmektedir. Burcun bir başka yerinde “el-benna İsa bin Dirhem” yazılıdır. İkinci kitabe Hindibaba
Kapısı’ndan doğuya doğru 4. burç üzerindedir. Kitabenin metni: Türk çesi Besmele.
Ema-u’lMü’nıinînin sırt giicu, Eyyub oğlu Ebubekir oğlu yükseklikler sahibi Sultan
Melik Kâmil oğlu, Isldmın ve Müslümanların padişahı, din ve dünyanın yıldızı,
Abu’l-feth Eyyûb Melik Salih Sultan efendimiz aziz olsun. Bu şekil bina Halepli
Mahmud oğlu evvelki Şucauddin Cafer’in eseridir. Sene: 634 )
Her iki kitâbe de Eyyubi neshi ile yazılmıştır.(84)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 343
Dağkapı Çift kapı arası –Dış kısım
344 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı Çift kapı arası –Dış kısım
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 345
Dağkapı –Urfa kapı arası iç kısım
Tekbeden
346 DİYARBAKIR SURLARI
Tek beden-Tek kapı arası surlar
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 347
Tek beden-Tek kapı arası surlar
Tek beden-Tek kapı arası surlar
348 DİYARBAKIR SURLARI
Tek beden-Tek kapı arası surlar
Çift kapı
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 349
ÇİFT KAPI –URFA KAPI ARASI
Çiftkapı-Urfakapı arası(dış kısım)
350 DİYARBAKIR SURLARI
Çiftkapı-Urfakapı arası(dış kısım)
1928 yılında Urfa kapı –Urfa Kapı ve çift kapı arası surlar (60)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 351
Çift kapı-Urfa kapı arası
352 DİYARBAKIR SURLARI
Çift kapı-Urfa kapı arası
Urfakapı
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 353
Urfakapı-1922(159)
354 DİYARBAKIR SURLARI
Urfakapı içten görünüm-1922(159)
Urfakapı-1922(159)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 355
URFAKAPI-SELÇUKLU BURCU ARASI BURÇLAR
Dış kısım
Urfa kapı burçları-dış kısım
356 DİYARBAKIR SURLARI
Dış kısım
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 357
Urfa kapı-Selçuk burçları arası-Dış kısım
Urfakapı-Selçuklu burcu arası burçlar-dış kısım
358 DİYARBAKIR SURLARI
Urfakapı-selçuklu burcu arası burçlar-dış kısıım
Urfakapı-Selçuklu burçlarının iç kısmı
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 359
Urfakapı-Selçuklu burçlarının iç kısmı
Urfakapı-Selçuklu burçlarının iç kısmı
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 361
Urfakapı-Selçuklu burçlarının iç kısmı
Urfakapı-Selçuklu burçlarının iç kısmı
362 DİYARBAKIR SURLARI
1936 yılı Batı surları(A.Gabriel)(158)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 363
1936 yılı Batı surları(A.Gabriel)(158)
1936 yılı Batı surları(A.Gabriel)(158)
364 DİYARBAKIR SURLARI
ULU BEDEN-YEDİ KARDEŞ BURCU ARASI SURLAR
1973 yılı(149)Bir uçta Ulu beden,bir uçta Yedikardeş burcu
Ulu beden burcu iç kısım
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 365
Ben Ü Sen burcu-Dış kısım
Ulu beden burcu-dış kısım
366 DİYARBAKIR SURLARI
Ben Ü Sen burcu-Dış kısım
Ulıubeden ile Yedikardeş burcu arası surlar-Dış kısımlar
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 367
Ben Ü Sen burcu-Dış kısım-ikinci surda kitabe
Ulıubeden ile Yedikardeş burcu arası surlar-Dış kısımlar
368 DİYARBAKIR SURLARI
Ulıubeden ile Yedikardeş burcu arası surlar-Dış kısımlar
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 369
Ulıubeden ile Yedikardeş burcu arası surlar-Dış kısımlar
370 DİYARBAKIR SURLARI
Ulu Beden-Yedikardeş burcu arası surlar-İç kısım
Ulu Beden-Yedi kardeş burcu arası surlar-İç kısım
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 371
Ulu Beden-Yedikardeş burcu arası surlar-iç kısım
Yedi kardeş burcu iç kısım
372 DİYARBAKIR SURLARI
Yedikardeş burcu dış kısım
Yedi kardeş burcu-dış kısm
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 373
NUR BURCU-MARDİN KAPI ARASI SURLAR
Dış kısım
Dış kısım
Nur burcu-Mardin kapı arası surlar-Dış kısım
374 DİYARBAKIR SURLARI
Nur burcu-Mardin kapı arası surlar-Dış kısım
Mardinkapı
Mardinkapı
Şehrin güneyine açılan tek kapı olan Mardin Kapısı üzerindeki kitabeye göre, 909910 tarihlerinde Cemil oğlu Amid’li mühendis Ahmed’in marifetiyle onarılmıştır. Kapı
şu an tek girişlidir fakat yerden belli bir yüksekliğe kadar görülen kapı söve kalıntılarından anlaşıldığı üzere daha önce üç geçişli olduğu anlaşılmaktadır. Kalenin güneyinde
yer alan Mardin Kapısı zamanla köklü değişimler geçirmiş üç girişi olan kapıdan bugün
yalnız ortada olanı ayakta kalabilmiştir. Günümüzde sadece doğudaki giriş mevcuttur.
Bu giriş şehre ve dışa açılan kapıları ile çift geçitli olarak düzenlenmiştir. Mardin kapısı
iki katlı olup zemin kat planı dikdörtgendir. Birinci kata çıkışı sağlayan merdivenler günümüze ulaşamamıştır. Birinci kat ortada dikdörtgen iki yanda yarım daire planlıdır.
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 375
Yarım dairelerin ortası daire planlı olup üç yönde dikdörtgen mekânlara açılmaktadır.
Kapı, sonradan değiştirilmiş olan iki silindirik be¬denle savunulmuş, bugün ayakta kalan
kapının sağ tarafındaki kemerli olan geçit, İslâmi dönem¬e aittir. Bu giriş şehre ve dışa
açılan kapıları ile çift geçitli olarak düzenlenmiştir. Mardin Kapısı üzerinde yer alan kitabeler Abbasi halifesi Muktedir Billâh dönemine tarihlidir. Kapı üzerinde İslam öncesine ait kabartma ve bezemeler görülmektedir. Yer yer bitkisel motiflerle iç içe kullanılmış
yazı bordürlerinin yanı sıra ayırt edilemeyen hayvan figürleri bulunmaktadır.(156)
Mardinkapı burcu
Mardinkapı
376 DİYARBAKIR SURLARI
NUR BURCU-MARDİN KAPI ARASI SURLAR
(DEVAM)
Bir kalp görüntüsü (İç kısım)
Nur Burcu-Mardin kapı arası surlar(İç kısım)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 377
Nur Burcu-Mardin kapı arası surlar(İç kısım).Bir kalp görüntüsü
Mardinkapı surları ve Deliller hanı-1922 (159)
378 DİYARBAKIR SURLARI
Nur Burcu-Mardin kapı arası surlar(İç kısım).
Mardinkapı-1922(159)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 379
1936 yılı Mardinkapı surları(A.Gabriel)(158)
1936 yılı Mardinkapı surları(A.Gabriel)(158
380 DİYARBAKIR SURLARI
MARDİN KAPISINDAN YENİ KAPI’YA SURLAR
Mardin Kapısı’ndan Yeni Kapı’ya (A.Gabriel)
Mardin Kapısı’nın Doğusundaki hendek önü duvarının 50 metre uzunluğundaki bölümü, modem şose yol yapıldığı sırada yıkılmıştır. Eski yol, kapıya kadar ulaşmaktaydı.
Çok köşeli bir beden, daha sonra da dikdörtgen payanda, hendek duvarı önünde burç
görevi yapar. Ayrıca burada bir de gizli kapı (p 10) bulunmaktadır.
Keçi Burcu olarak adlandırılan’ burç, Dicle vadisine hakim bir komişin ucunda, kayalık bir duvar desteğinden oluşur. Çıkıntıdan itibaren hendekönü duvarı, bayırların savunmayı güçlendirdiği korniş pervazını izler. Keçi Burcu’ndan Yeni Kapı’ya doğru yarı
silindirik biçimli beş bedenyer alır; onların dışında kalanlar, payandalarda olduğu gibi
dikdörtgen biçimindedir. İki gizli kapıdan birincisi iki yuvarlak beden CL V, LV’) arasında yer almaktaydı, bu yuvarlak bedenlerde, bir orta eksenden ötekine uzaklık 20 metre
idi. Bugün ise duvarla ötülmüştür. Surun Yeni Kapı’ya bitişik son bölümünün yüzeyi,
yol üzerinden 280 metre bir uzunluk gösterir.
Asıl önemli olan, bu yolun orta bölümünde 100 metrelik bir gediğin açılmış olmasıdır. Bedenlerin olmadığı yerlerde, hendek önü duvarı, 12-15 metre aralıkla dizilen dikdörtgen payandalarla desteklenmiştir. Surun genişliği, burada ortalama 3 metredir. Sarp
ve kayalık bölme duvarına kadar uzanan dış sur, önceki yollara oranla daha dar olup, genişliği ortalama 6 metredir. Dış duvarların tahkirnli bölümlerinde olduğu kadar, yıkık
bedenin sağ tarafında da bu dış sur görülür. Zaten birkaçı bugün de yerinde bulunan
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 381
dikdörtgen payandalarla donatılmıştır bu dış duvarlar. Masif kayalıklarda, dış surun eteğine kazılmış hendeğin çok net çizgileri; farklı kesimlerde bugün de görülebilmektedir.
Şurası bir gerçek ki, hendek ve dik yamaçlı toprak üzerinde yükselen bu kale bedeni, dış
sur ve bedenlerle tahkim edilmiş hendek duvarlarıyla, bütün saldırılara karşı, cesaret
kıncı bir görünüş yaratmış olmalıydı.
(149)
Diyarbakır kalesi(Yenikapı ve Keçi Burcu arası)
382 DİYARBAKIR SURLARI
1936 yılı Doğu surları (A.Gabriel)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 383
Keçi burcu Mardin Kapısı’nın doğusunda, yontulmuş kaya kütlesinin üzerinde yer
alır. Surlardaki burçların en eski ve en büyüğüdür. Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen
burcun üzerinde, 1223 yılında Mervanoğlu tarafından onarıldığını belirten bir yazıt yer
almaktadır. 11 kemerli bu burcun bir dönem tapınak olarak kullanıldığı sanılmaktadır.
Sütun başlıklarında kullanılan formlar Roma Dönemine ait kullanımları hatırlatması
devşirme olarak kullanıldığı düşünülebileceği gibi İslam Öncesi Döneme ait bir yapım
olması da muhtemeldir. Burç, diğer Dışkale burçlarına göre oldukça sade tutulmuş ve
süslemeye büyük oranda yer verilmemiştir. Yer yer sülüs yazı ve kuş figürü karşımıza çıkmaktadır (156)
Diyarbakır kalesi(Yenikapı ve Keçi Burcu arası
384 DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır kalesi(Yenikapı ve Keçi Burcu arası
Diyarbakır kalesi(Yenikapı ve Keçi Burcu arası
Diyarbakır kalesi(Yenikapı ve Keçi Burcu arası
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 385
Keçiburcu
386 DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır kalesi(Yenikapı ve Keçi Burcu arası
Diyarbakır kalesi(Yenikapı ve Keçi Burcu arası
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 387
Diyarbakır kalesi(Yenikapı ve Keçi Burcu arası
Diyarbakır kalesi(Yenikapı ve Keçi Burcu arası
388 DİYARBAKIR SURLARI
Dicle kıyısı surları
Surların Keçi Burcu’ndan doğuya doğru uzanan bölümünün iç çeperi gecekondularla
sarılmış olup, bu bölgede içerden surlara yaklaşmak olanaklı değildir. Dicle’ye inen dik
yamaçlara oturan dış çeperde, topoğrafik kısıtlar gecekonduların yayılımını engellemiştir.
Buna karşın surların dış çeperinde ve insan eliyle ulaşılabilir kesimlerinde taşların boşaltıldığı gözlenmektedir. Özellikle Keçi Burcu’ndan doğuya doğru, altıncı burcun dışındaki
kesme taş blokların hemen hemen tümü çıkarılmıştır. Surun dış kaplamasının sökülmesine koşut olarak burcun gövdesi derin bir çatlak ile surun ana beden duvarından ayrılmıştır. Gerek bu noktada gerekse Dicle kıyısı boyunca surların gecekondularla işgal
edildiği ve insanlar tarafından tahrip edildiği anlaşılmaktadır. Surların diğer bölgelerde
olduğu gibi üst kaplamasının bozulması, üstteki kalkan duvarlarının aşınarak ya da tahrip
edilerek yıkılması çevre sakinleri için hayati tehlike oluşturmaktadır.(144).
(1973 il yıllığı)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 389
Keçi Burcu-Leblebikıran Sur Dizisi
Keçi Burcu’na varmadan sıralanan burçların dış biçimi tahribe maruz kalmamıştır. Bunun
sebebi, gecekondulaşmanın olmayışı ile akarsuların toplanma noktası oluşudur. Değirmenlerin sıra sıra kümelendiği, Keçi Burcu’nun kuzeydoğusunda da değirmenlerin varlığı, bizi tahribatın neden az olduğuna dair sonuca götürmektedir.
Keçi Burcu’na kadar olan burçlar, 1900’lü yıllara kadar değirmenlere yakınlığı sebebiyle zahire ambarı olarak kullanılmıştır. Yakın zamana kadar da depo olarak kullanılmıştı. Bu burçlarda kitabelere onarımlara ihtiyaç duyulmadığı için -kendi tespitimizrastlanılmamaktadır. Daha çok kuşatmaların eksik olmadığı, savaşların sonrası tahribatların oluştuğu düzlük alanlarda kitabe yoğunluğu artar; Dağ Kapı, Urfa Kapı, Yedi Kardeş ve Esfel’e bakan burç dizisi. Dicle’ye bakan cephe, yüksek olduğu için surların
mukavemetinin fazlaca önemsenmediği, hendek duvar kalıntılarının çok olmadığı görülmektedir.
Keçi Burcu’nun kitabesi hakkında ileriki karşılaştırmalı bölümde bilgi verilmiştir.
Burcun onarımı üzerinde çok durulmuş, sanat aktivitelerine uygun genişliği ile üst kısmının şehre ve Dicle’ye, Esfel Bahçelerine hâkimiyeti ’’Surlar ‘’denince Keçi Burcu’nu
çağrıştırır hale getirmiştir. Burcun üstünün onarımında kullanılan malzemenin ağırlığını
kaldırması için iç kısımlarda kullanılan çelik konstrüksiyonlar, olabilecek çökmeler için
düşünülmüştür. İç kısmın nemden dolayı olabilecek olumsuzluklar için tedbir alınmadığı, yağışlarda artan rutubetin yapıda onarım sonrası ne gibi değişiklikler oluşturacağı
hususunda cevap bekleyen sorular bulunmaktadır. Onarım sonrası, yapı Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca halen teslim alınmamıştır.
Sur dizisindeki Keçi Burcu’ndan sonra gelen ilk burçta kitabe bulunmaktadır. Burcun
kitabe üstünde küçük bir mihrap yer alırken iki satırlık kitabe sonunda iki mihrabın simetrik olarak sıralandığı, burcun ön kısmının alt köşe ilk temel taş dizi başlarında birer
işlemeli taşın yerleştirildiği görülür. İkinci burçta da bazalt taş üzerinde iki satırlık kitabe
mevcuttur. Üçüncü burcun dışındaki taşların söküldüğü, taşların gecekondu yapımında
kullanıldığı çevre sakinlerince belirtilmiş, yapılardan burca yakın olanlarda taşların kullanılmış olduğu görülmüştür. Dördüncü burç üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Burç,
diş yapısıyla sağlam iken, içe dönük kısmının taşları çoğunlukla alınmıştır. Beşinci burcun
ortasında iki satırdan oluşan beyaz taş dizisinde kitabe yer alırken altıncı burçta kitabe
bulunmamaktadır. Altıncı burç ile yedinci burç arasında temel taş dizgisinden yaklaşık
bir metre yükseklikte satır başları düşmüş ya da sökülen taşlarla birlikte alınmış üç satırlık,
satır sonları toprak yığını altında kalmış Mervani kitabesi yer alır. İnceleme ve araştır390 DİYARBAKIR SURLARI
malarımızda yer mesafesine en yakın yerleştirilmiş kitabenin bu sur duvarında olduğunu
görmekteyiz. Dizide son burç, ’’Leblebikıran ‘’olarak adlandırılan burçtur. İsim kaynağını
araştırmış olmamıza rağmen kesinlik arz eden bilgilere ulaşılmamıştır. Burçta kitabe yer
almaktadır. Fakat iç kısmının yarısından çoğu yıkık durumda bulunmaktadır. Leblebikıran’a kadar olan burç ve sur dizisinde onarımların yeteri oranda yapılmamış olduğu
yerinde gözlemlenmiştir. (11
Fındık Burcu-Yeni Kapı Sur Dizisi (A.Gabriel)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 391
Fındık Burcu-Yeni Kapı Sur Dizisi
Fındık Burcu, Sultan Melikşah tarafından yapılmıştır. İsmini yapının yuvarlaklığıyla
az yer kaplamasından aldığı söylenen, küçük oluşu sebebiyle’’Fındık ‘’olarak adlandırılan
burç, kitabelidir. Leblebikıran ile arasındaki on metreye yaklaşan açıklığın sebebi dereme,
duvarların dayanıksızlığına bağlanmaktadır. 1900’lü yıllara kadar sur duvarının mevcut
olduğu, daha sonra yıktırıldığı söylenmektedir. Fındık’ı takip eden üç burçta da kitabe
yer almamaktadır. Üçüncü burç içinde ve iç kısımda sur duvarında tandırların olduğu
saptanmıştır. Bu dizide yer alan gecekondulaşma, İç Kale’ye kadar devam eder. Halkın
çoğu, Dicle, Hani, Bingöl civarındandır.
Üçüncü burçtan sonra iki sur payandası yer alır. Payandalardan sonrası yıkıklar başlar.
Burçlar yer yer evlerin ya duvarları ya da konduların üzerinde sıralandığı temeller konumundadır. Görmezlikten gelinen, burçlarla surların esamesinin okunmadığı, gecekonduların sıra şeklinde yer aldığı bu dizide onarım söz konusu değildir. İnceleme ve
araştırmalarımızda gecekondulardan içeri girilerek bazı fotoğraflar çekilebilmiştir. Surların onarımını bekleyen sakinlerin tedirginliği, kendilerine konut alanlarının verilip verilmeyeceği hususunda sorularla karşı karşıya kalınmıştır. Daha çok iki gözden oluşan,
küçük avlunun mutfağa, tuvalete ayrıldığı gecekondularda bazen aynı avluyu iki ailenin
paylaştığı söz konusudur.(11)
Yenikapı-1922(159)
392 DİYARBAKIR SURLARI
YENİ KAPIDAN HARPUT KAPISINA SURLAR
1967 yılı Surlar-Güney cephe
Diyarbakır surları(Ahmet Benli)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 393
Yenikapı-Hz.Süleyman camii arası
Yenikapı-Hz.Süleyman camii arası
Yenikapı-Hz.Süleyman camii arası
Yenikapı-Hz.Süleyman camii arası
394 DİYARBAKIR SURLARI
YENİ KAPI’DAN HARPUT=DAĞ KAPISI’NA
Sur, doğal durumuyla, burada da öncekilerde olduğu gibi, güçlü bir görünüme sahiptir. Hendek önü duvarını tahkim eden dikdörtgen biçimli bedenler de burada sık aralıklarla dizilmiştir, ama ilk bakışta önemli bir işlevleri yokmuş gibi görünürler. Düzenli
yerleştirilmiş payandalar, özellikle surun sağlamlığını güvenceye almaya yöneliktir
Dış sur burada görülmez. Surun iki gizli kapısı bulunmaktadır. Surun kale dış duvarlarıyla birleştiği yerde, yörenin topografik durumu, tahkim edici öğelerin varlığına
gerek göstermez. Gerçekten de burada hendek önü duvarı, ırmağın kıyısına kadar inen
yıkıntıların üzerin-de, giderek dikleşen bir yarın pervazına oturur.
Surun Kuzeydoğu köşesinde, kent duvarı platoya bağlanır ve doğal savunmaya burada
ihtiyaç duyulmaz. Bu köşeden başlayarak sur, Kuzey cephesinde daha önce değinmiş
olduğumuz karakteristik yapısını devam ettirerek, dikdörtgen payandaların arka arkaya
sıralandığı silindirik bedenlerle donatılmıştır.
Yeni Kapı’da surları incelemek iç kısımda tümüyle imkânsız gibidir. Yeni Kapı yanı
Direkhane Sokak’ta gecekondular arasında taşlarının çoğu alınmış, dolgu kısmı kalmış
sur kalıntısı bulunmaktadır. Yeni Kapı’nın onarımı sonrası halkta surların taşlarını kullanmanın cezai müeyyidelerinin olduğuna dair çekingenlik görünmektedir. Tapusu bulunmamasına rağmen elektrik ve su abonmanlığının alıcı adına çevrilerek 1990’lı yıllara
kadar yapılmış gecekondu satışları, günümüzde her an yıktırılabilir endişesiyle durmuştur.
Kral Kızı Burcu’nun iç kısmı kaçak kazılarla harabeye dönüştürülmüştür. Dış kısmın
Yeni Kapı’ya bakan yüzünde kitabe yer alır. Ayrıca burcun ön yüzü -Dicle’ye bakan- tarafında ikinci kitabe bulunmaktadır.
Yeni Kapı dizisinin ikinci burcunda kitabe bulunmamaktadır. Bu burcun yanındaki sur
duvarı yerleşim alanına dönüştürülmüş, surkondudur. Sur duvarının ortasında açılan pencere ile düzenlenen odaya aydınlatma sağlanmıştır. Surkondunun sokak dışında bir kapısı
da sonradan payanda- burç arası özelliğe dönüşen duvarın sağında açılmış olduğu görülür.
Üçüncü burcun kitabesiz olduğu dizide gecekondulaşma başlar. Surları Dicle tarafından takip etme imkânı kalmadığı, patikanın son bulduğu alanda bir gecekondunun
arka kapısından Direkhane Sokağı’na çıkma zorunluluğu sebebiyle çoğu yıkılmış, yer
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 395
yer temelleri bile kalmamış burçlar, ancak aynı sokağın 1. Çıkmaz’ında bulunan toprak
damlı gecekonduya merdivenle çıkılarak görüntüleme sağlanmıştır.
Elçi Sokak’ta gecekondulaşma devam ederken, ara geçide dönüştürülmüş sur duvarının
iki yanda kalan bölümünden basmakla inilen Özdemir küme evlerinde dikkatimizi kitabesi alınarak, kalan boşluğun ustalıkla eski taşlarla örüldüğü burç çekti veya bu görünüm,
bize kitabesi çıkarılmış burç izlenimini verdi. Küme evlerden Hz. Süleyman (Meşhed)
Camii alanına ulaşan cadde yaya gidildiği zaman yapılaşmanın surların yer yer önüne geçerek veya surlar üzerine kurularak tarihi dokuyu ortadan kaldırdığı görülür.(11)
İç kale-Dağ kapı sur dizisi
Dicle’ye açılan Yeni Kapı-İç Kale arası sur duvarının yaklaşık 30 metreyi bulduğunu söylemek mümkündür. İç Kale ve Yeni Kapı Sur Dizisi hakkında konuştuğumuz İç Kale altında kırk yılı aşkın değirmen işleten bir mahalle sakini ’’Bu bölüm sağlamdı. Geçit dar
olduğu için kelekle odun ve kum taşımacılığı yapanlarla kerpiç evlerde oturanlar zamanla
temel taşlarını sökerek, kalan bölümün yıkılmasını sağlamıştı. Şehrin alınışında kullanılan
gizli su yolu da Fis Kayası’nda değil Hz. Süleyman’ın hemen altında komşumuzun evinin
arkasındadır. Bu gizli geçit, Vali İhsan Dede zamanında bulunup kapatıldı. ’’açıklamasında
bulununca, geçidin bulunduğu alanın Fis Kayası’nda olmadığı sonucuna varmış olduk.
İç Kale’de yaptığımız incelemede sur içinde kitabelere rastlanmadı. Diğer yapılardaki
kitabeler fotoğraflanmasına rağmen surlar hakkında bir ilgi kurulamadı. Dicle’ye bakan
cephede mermere hakk edilmiş kitabe beraberinde bir satırlık üç bölümden oluşan kitabe
tespit edildi. Daha önce yer alan bir kitabenin sur duvarının yıkılmasıyla kaybolduğunu
belirten mahalle sakinleri Kilise olduğu kaynaklarda tartışmalı olan yapıdaki kitabenin
de bir bölümünün dökülmesi üzerine yerinin örüldüğünü söyleyince, mevcut kitabe yerinde görülüp görüntülenmiştir. İç Kale’nin Fis’te bitimi...
Dağ Kapı’ya kadar uzayan dizinin devamında bazı şekillerle kitabe taşlarının gelişigüzel burçlarda yerleştirilmesi herhangi bir açıklama yapmamıza, yorumda bulunmamızı
güçleştirmektedir.
İş yerlerinin yıkımı ve düzenleme sonrası dizide yapılan onarımlar durdurulmuştur.
Diyarbakır Surlar’ında iç alanda kitabeler sadece İç Kale’de görülür. Kanuni, Arbedaş,
Hastanelere açılan yoldaki eski un fabrikası alanında yer alan kitabe ve parçaları ile Dağ
Kapı’ya varan dizinin küçük kapı içe dönük alandaki birkaç kitabe, ’’Sadece surların dışında kitabeler bulunur. ’’iddiasını asılsız kılmaktadır.(11)
396 DİYARBAKIR SURLARI
İçkale(Hükümet binası-Kolordu binası)
İçkale-Dağkapı arası(Arka yüz)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 397
İçkale-Dağkapı arası(Arka yüz)
Dağkapı(Arka yüz)
398 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı(arka yüz)
Dağkapı(arka yüz)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 399
İçkale-Dağkapı arası(Ön yüz)
İçkale-Dağkapı arası(Ön yüz)
400 DİYARBAKIR SURLARI
İçkale-Dağkapı arası(Ön yüz)
Dağkapı(ön yüz)
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 401
Dağkapı(ön yüz)
Dağkapı-Mervani mescidi
402 DİYARBAKIR SURLARI
Bedenler
Bedenler, plan biçimlerine göre üç grupta toplanabilir: 1) Dikdörtgen planlı bedenler; 2) Çokgen planlı bedenler; 3) Silindirik planlı bedenler. Ayrıca tahkim edilmiş üç
önemli beden, özel yapıları nedeniyle, ilerde ayrıca ele alınacaktır
Hendek önü duvarları gibi, bu bedenlerin masif duvarları da bazalt taşından inşa edilmiştir. Top yuvaları ile örtülü olan tonozlar ise, genellikle tuğla ile örülmüştür. Kalenin
geri kalan bölümünü kesen Ulu Beden ve Yedi Kardeş burçları dışında kalan öteki bedenler, boyutları ve genel görünümleriyle, duvarcılığa ilişkin teknik özellikleriyle, hendek
önü duvarlarına yakın benzerlikler taşırlar. Küresel ve silindirik tonozlara gelince, her
biri 11x22x5 cm. boyutlarındaki tuğlalardan örülü bir duvarın dayanıklılığına eşit bir
özelliktedir. Tuğlaları birleştirmekte kullanılan harç ise çok kalındır ve 4 cm.ye ulaşır.
Dikdörtgen Bedenler
Bu tür bedenler 27 kadar olup, değişik büyüklüktedirler. En küçüklerinin genişliği
4.75 m., derinliği 4.50 m.dir. En büyüklerinde ise bu boyutlar 15x14 metreyi bulur. Boyutları ne olursa olsun, genel özellikleri şöyle sıralanabilir: 1) Seğirdim yolunu kesmezler,
aksine o yola egemen bir konum gösterirler; 2) Kentin toprak düzeyinde, üst katlarla
ilişkisi bulunmayan kemerli bir top yuvası taşırlar.
Bu top yuvaları, kalın bir duvarla çevrili olup, seyrek olarak beşik tonoz, genellikle de
tuğla pandantif üzerine bir kubbe ile kapatılmıştır. Bedenlerin üst kısımları, farklı iki tip
gösterir: a) Küçük boyutlu ve kare salonlu, beşik tonoz ya da kubbe ile örtülü olanlar, alttaki
top yuvası ile çakışır. Çatının üstünde siper ve mazgallı korkulukla korunan bir platform
uzanır; b) Büyük bedenlerin önemli bir bölümü, silme oluğuna açıktır. Alttaki top yuvalarının üzerini örten platform, seğirdim yolunun altına kurulmuştur. Oraya, bazılarında taş
merdivenlerle, ama çoğunda dayama merdivenleriyle ya da bugün kullanılmayan tahta merdivenlerle çıkılmaktaydı. Bedenin duvarları, en üstte, mazgal delikli bir korkulukla çevrilen
dar bir seğirdim yolunu kapsar. Oraya da ayni şekilde bir dayama merdiveni ya da taş merdiven ile çıkılmaktaydı. Her kat, birbirinden magzal ve mazgal delikleriyle ayrılmıştı.
Bu arada bazı özelliklere de işaret edelim: Ulu Beden’in doğusunda, büyük ve küçük
bedenler, birbiri arkasına sıralanır.
XXXII numaralı bedende, öteki büyük bedenlerde olduğu gibi, alt salon, üzeri beşik
tonozla örtülü iki eşit kemerden oluşmaktadır Giriş kapısını çeviren kemerin kilit taşı
BURÇLAR ARASINDA SURLAR 403
üzerinde, kolları eşit bir haç görülür., b) Biraz değişik bir bir başka haç, bunu izleyen
XXXIII numaralı bedenin korunmalı top yuvasına açılan kapının kilit taşı üzerine oyulmuştu. Kalenin tarihini saptamak için önemli ipuçları oluşturacak olan bu ayrıntılara,
daha ilerde gene değineceğim.
Çokgen Planlı Bedenler
Bu tip bedenler, sayıca fazla değildir; 11 kadardır. Boyutları ise, birinden ötekine değişir Dikdörtgen biçimli bedenlerle ortak genel karakterleri yansıtırlar. İç düzenlemeler
de benzerlikler gösterir.:
Batı ve Kuzey cephelerinin 29 adet yuvarlak bedeni arasında V numaralı beden, tek
çokgen planlı beden olarak dikkat çeker. Bu bedenin üzerinde bulunan 54 ve 55 numaralı
yazıtlar, Hicri 476 (1083)’da, yapının yeniden ele alındığını kanıtlamaktadır.
XL numaralı beden, 58 sayılı yazıtı da dahil çok sayıda alçak süslenmişti. Sonuç olarak, bedenin Hicri 489 (1089)’da, hiç değilse bir bölümünün yeniden yaptırıldığını söyleyebiliriz. Her halukarda. üst kat salonunun elemanlan, tuğla kemerli ve beşik tonozlu
olarak, kuşkusuz İslami dönemin tarihini taşır.
XLV bedeninde, çokgen yüzeylerin taban kısımları, çok geniş bir açıyla kesilir. Kent
ve toprağı hizasına kurulmuş olan top yuvası, iki tonozlu kemerden oluşmaktadır. Sferik
yarı kubbelerle kapatılan yuvarlak nişlerin yer aldığı pandantifler üzerine birer kubbe ile
örtülüdür bu kemerler. Tonoz ve kemer biçimlerinin olduğu kadar, tekniğin karakteri
de, Bizans dönemine ait bir yapı karşısında bulunduğumuzu göstermektedir
Silindirik Planlı Bedenler
Belli başlı kapıları tahkim edenler dışında, surlar, 29’u Batı vee Kuzey cephesinde
olmak üzere 36 yuvarlak planlı bedeni kapsamaktadır. Şu genel tiplere uygun olarak inşa
edilmişlerdir a) Hendek önü duvarını keserler ve seğirdim yoluna ha- kim bir konumdadırlar; b) Her bedenin sağında, seğirdim yoluyla olduğu kadar, kat1arla ve kent toprağı
ile bağlantıyı sağlayan bir merdiven sistemi yer alır
Bu bedenler, ortalama 15 metre çapındadırlar. Silindirik yüzey, ortalama genişliği 3.5
m. olan iki düzlem yüzeyle, hendek önü duvarına bağlanmıştır. Silindirik gövdeyle yüzey
arasına 10 cm. derinliğinde bir diş çıkıntısı girer. Alttaki top yuvası, ya bir beşik tonozla
uzatılmış yarım kubbe ya da tam kubbe ile örtülmüştü.
404 DİYARBAKIR SURLARI
6.BÖLÜM
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ
Surların ana yapım malzemesi yöreye özgü bir malzeme olan bazalt taşıdır. Sur duvarlarında, burçlarda dış ve iç duvarlarda, döşemede, kemerlerde ve dendanlarda bazalt
kullanılmış, dış cephe yüzeyleri kesme taş biçiminde, iç yüzeyler ise genellikle daha az
işlenmiş kaba yontu taşlarla örülmüştür. Bazı burçların dış duvarlarında uzunluğu sur
duvarının 2/3’üne ulaşan silindir biçimli taşlar kılıcına (dış yüzeye dik olarak) yerleştirilmiştir. Bu tür bağlayıcı taş elemanların, zeminin kayalık olmadığı ve zemin suyunun
yüksek olduğu bölümlerde kullanıldığı tespit edilmiştir. Burçlardaki kapalı ve yarı kapalı
alanların üst örtülerini oluşturan kubbe ile tonozlar ise tuğla örtülüdür. Boyutları ve
örgü tekniği dönemin özelliklerine göre değişen tuğla örtüler genelde sıvasız bırakılmıştır. Surların yapımında kullanılan harçlar ise genellikle nehir kumu ve kireçten oluşmakta,
kum ve kireç oranı ile kullanılan kum parçacık boyutu, surlara müdahalelerin dönemine
ve surların konuma göre değişmektedir(17).
Burçlar plan tiplerine göre dikdörtgen, çokgen ve silindirik olmak üzere üç grupta
toplanabilir. Kapalı mekanları iki kattan oluşan burçların zemin katları depo, birinci
katları ise askerlerin kaldığı bölümler olara kullanılmıştır. Teras katları savunma amaçlı
tasarlanan burçların bazılarında iki teras katı bulunmaktadır. Bu burçlar üç veya dört
kattan oluşmuştur(39).
Duvar örgüsü
Diyarbakır surlarında kullanılan ana malzeme bazalttır. Kentin oturduğu kaya arazinin nivelmanından ele geçen malzeme muhtemelen sur inşaatında kullanılmıştır.
Orta anadolu’daki karadağ volkanik masifinin fırlattığı iri taş blokların bin bir kilise
yapılarının inşaatında kullanılışı gibi, Bütün geç antik, Ortaçağ ve sonrası geleneksel
yapılarında olduğu gibi, duvar örülürken yapı ustaları duvarın dışına ve içine cidar taşlarını birer veya ikişer sıra olarak dizer ve hemen aralarının harç ve moloz taşla doldurur. Dış ve iç örgülerde taşların derinlikleri azımsanmayacak boyutlardadır; bunlar
aynı zamanda taşıyıcı örgülerdir, yani günümüzdeki gibi 10 cm ‘ lik cephe kaplaması
değildir. Aralarındaki dolgu, daha az özenle dizilmiş iri ve küçük taş karışımı bir komSURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 407
pozisyonudur ve bol harç içine yatırılmıştır. Dolgu ve cephe örgüleri iyi işçilikte bir
bütün halindedir. Diyarbakır surlarında da anlatılan teknik uygulanmıştır. Taş malzemesinin gücü ve işçilik kadar harcın kalitesi eş değer önemdedir. Diyarbakır surlarında kullanılan harç için çevreden kireç taşı getirilmiştir. Gabriel ‘’sıcak harç ‘’ söz
etmektedir. Yani acele inşaatta ve çok miktarda kirecin gerekli olduğu hallerde, kireç
taşını yakılıp söndürülmesinden sonra bekletilmeden hemen kullanılma durumlarında
bu değime rastlanmaktadır. Aksi takdirde, söndürülmüş kirecin uzun süre dinlendirilmesi adettendir. Kireç harcının gücünü arttırmak için içine puzzolanik katkı konulması gerekir; bu da Diyarbakır için sorun değildir.
Surlarda çokça kullanılan bir diğer malzeme, burçların eğrisel örtülerinin yapımında
başvurulmuş olan tuğladır. Tuğla 4. Yüzyıl suriye, ırak ve kuzey Mezopotamya ‘sında yaygın bir malzemedir ve çok daha erken tarihlerde de kullanıldığı bilinmektedir. U planlı
burçlarda genel kullanım, bir beşik tonoz ve uzantısında yarım kubbedir. Surlarda 6. Yüzyıldan önce kubbeye rastlanmıştır. Tuğla kemer ve tonozların cepheye aksetmesi ise olağan değildir.(85)
Kentin tüm anıtsal ve sivil mimarlık yapılan gibi, bir savunma yapısı olan surları
da geleneksel yığma yapım tekniğinde inşa edilmiştir. İki, üç bazılarının da dört kattan
oluştuğu burçların duvar kalınlıkları, zemin katta 4.40m.yi bulurken, üst katlara
çıkıldıkça bu genişlik azalmaktadır. Sur duvarlarında ise bu genişlik yaklaşık 5.00
m.kadardır. Sur dışına bakan yüzeyler, daha düzgün sıralı ve kesme taş olup, sur içine
bakan cepheler ise sıralı moloz örgüdür. Her iki yüzey arasındaki iç dolgu kısmı ise
moloz parçalarının kireç esaslı harçla örülmesinden oluşmaktadır. Sur duvarlarının iç
alana bakan yüzeylerinde birkaç sıra halinde örülmüş tuğla örgü hatıllar
bulunmaktadır.
Burçlarda giriş eyvanları, merdiven, kapı ve mazgal odalarının giriş açıklıkları, taş
ve/veya tuğla kemerle geçilmiştir. Tek veya çift tuğla sırasından oluşan bu kemerler
genelde yarım daire biçimlidirler. Mekanların üst örtüsü çoğunlukla beşik tonoz, kubbe,
elips kubbe ya da beşik tonoz+yarım kubbeden oluşmaktadır. Tuğlanın kılıcına
örüldüğü, dik kesit yüzeyinin dönerek biçimlendirdiği kubbe ve tonozlarda, kirpi saçak
ve zarif tromplar da görülebilmektedir. Galeri katı ile birinci katta görülen mazgal
odalarının beşik tonoz örtüleri ise tuğla örgü olabildiği gibi, moloz örgü üzeri sıvada olabilmektedir. Teras katında yer alan dar gezinti yolu ile dendanlar, yer yer görülebilen
çörtenler ile dışa çıkıntılı gözlem balkonlarının çok az bölümü günümüze
ulaşabilmiştir(141)
408 DİYARBAKIR SURLARI
Şekil. Burçlarda (9 nolu burç) mekân düzeni, yapım tekniği ve malzeme
Diyarbakır Surlarının Mimari Dokusu
Malzeme ve Yapım Tekniği
İlk dönemi M.Ö.’ye dayanan, tarih boyunca çeşitli ekleme ve onarımlardan geçerek
farklı müdahalelere konu olan Diyarbakır Surları’nın boyutları ve kapsadığı alan zamanla
değişime uğramıştır. Bu değişim sadece görsel anlamda olmayıp, dönemlerin kendine
özgü yapı malzemesi ile birlikte yapım tekniğinde de değişim gözlenmiştir. Fakat kullanılan bazalt taş, tuğla ve harç malzemelerinde hemen her konuda farklı kompozisyonlar
görmekle beraber temel bir değişiklik görülmemektedir.
Surların dış yüzünde ve özellikle burçlarda kesme taştan, yığılma örgü tekniği, iç yüzde
ise daha çok iri parçalardan oluşan kabayonu-yığma taş örgü tekniği kullanılmıştır. Duvarların iç çeperi, yani duvarın ana gövdesi bol harçlı moloz taş ve yığma tekniğinden yapılmıştır. Surlarda kullanılan bazalt taşın iki çeşidi vardır. Bunlar dişi ve erkektir. Dişi
olanın üzerinde çalışılması zor olan iri gözenekli, bu gözenekler su tutma özelliğine sahip
olduğu için genelde yapıyı serin tutarlar, dolayısıyla Diyarbakır’ın ikliminden dolayı ve
bu taşın bu bölgede bolca bulunması nedeniyle yapılar özellikle Diyarbakır eski evleri
bu taşlardan yapılmıştır. Dişi bazaltta düzgün bir yüzey elde etmek zordur. Dolayısıyla
yüzeyi daha kaba bırakır.
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 409
Surların burçlarındaki kapalı mekanlarının üst örtüsünde kullanılan esas malzeme
tuğladır. Kubbe ve tonozlarda kullanılan malzemenin örgü tekniği ve boyutları kendi
dönemlerine göre çeşitlilik göstermektedir. Bağlayıcı olarak açık renkli harcın (Horasan
harcı) kullanıldığı tuğla üst örtüler bugün sıvasız olarak karşımıza çıkmaktadır. Surlarda
taşların arasındaki bağlayıcı olarak kullanılan harç, görsel olarak benzerlik göstermesine
rağmen, dönemsel özelliklerine karşın veya aynı dönemin ayrı onarımlarında bile farklılık
göstermektedir. Bir başka deyişle surlarda kullanılan harçlar temel olarak nehir kumu ve
kireçten oluşmakla birlikte, müdahalelerin dönem ya da konum özelliklerinden bağımsız
olarak kum ve kireç oranı ile kullanılan kumun parçacık boyutunun değiştiği gözlenir.
Geç dönemde kullanılan çimentolu harç karışımları dışındaki tüm karışımlar kendi dönemi içinde özgün kabul edilir.
Harçların bağlayıcı ve agrega oranlan ise bağlayıcı malzemenin seyreltik hidroklorik
asitte çözünmesi ile belirlenmiştir. Ayregaların elenerek dane çapına göre sınıflandırılmasından sonra elde edilen 125 mikron altındaki agregaların pozzolanik aktivitelerine
bakılmıştır. Örneklerle yapılan çalışma sonuçlarına göre aşağıdaki tablolar çıkarılmıştır.
Tablo 2. Harcın özellikleri
% Su Emme Özgül Ağırlık
Yeteneği
(gr/cm3)
Örnek
1
27.50
2.46
2
30.70
2.54
Ortalama
29.10
2.50
Birim Hacim
Ağırlığı (gr/cm3)
1.47
1.43
1.45
% Gözenek
40.35
43.80
42.08
Tablo 3. Agregaların ağırlıkça harç içinde dağılımları
% Asitte
% 100 % 500 % 250 % 125
Örnek Çözünen % Agrega Mikron Mikron Mikron Mikron
1
57.83
42.17
3.15
7.68
17.45
7.76
2
59.50
40.50
11.54
6.51
13.89
6.01
Ortalama 58.66
41.34
7.34
7.10
15.67
6.89
> % 125
Mikron
6.13
2.55
4.34
Orta Doğu Teknik Üniversitesinin yaptığı bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar
şunlardır:
a. Harcın fiziksel özelliklerinden olan su emme yetenekleri, özgül ağırlıkları, birim
hacim ağırlıkları ve gözeneklilikleri kireç kullanılarak yapılan harçların fiziksel özellikleriyle uyum içindedir. Dolayısıyla sur duvarlarında, onarımda kullanılacak yeni malze410 DİYARBAKIR SURLARI
meler bu uyumu bozmamalıdır. Örneğin çimento, kullanılarak hazırlanacak harçların
temel fiziksel özelliği kireç harcından farklıdır (Az gözeneklilik, büyük birim hacim ağırlıkları gibi) ve suda çözünen tuzları içerir. Bu farklılıklar özgün kireç harçlarının ve taşlarının bozulma sürecini hızlandırır.
b. Harcın asitte çözünen kısmı (Kalsiyum Karbonat) ve agrega oran analizlerinden
elde edilen sonuçlardan harcın, yaklaşık ağırlıkça % 50 söndürülmüş kireç (Kalsiyum
Hidroksit) ve % 50 agregalar kullanılarak hazırlandığı anlaşılmaktadır. Agregaların yaklaşık % 9’u 1000, % 9’u 500, % 19’u 250, % 8’i 125, % 6’sı 125 mikronun altında olan
agregalardan olmuştur. Bu oranlar ASTM standart testlerinde belirlenen harç içinde agrega kullanımındaki kriterlere uymaktadır. Bu sonuçlardan elde edilen bilgiler doğrultusunda onarımda kullanarak yeni harçların gerek fiziksel özellikleri gerekse
kompozisyon özelliklerinin özgün harçlar ile uyum içinde olması için bu özelliklere benzer olması gerekmektedir. Bunun için bağlayıcı ve dolgu malzemesi olarak kireç harcı
kullanılmalıdır. Kullanılacak kirece hiçbir şekilde çimento katılmamalı, piyasaya sağlanan
kireçlerde de bu tür katkı maddelerinin olmadığı belirlendikten sonra kullanılmalıdır.
Piyasada sağlanacak sönmemiş kirecin suda söndürülmesi işlemi uzun sürede gerçekleştirilmeli ve elde edilen kireç kaymağı harç yapımında kullanılmalıdır.
c. 125 mikronun altında kullanılan agregalarda yapılan pozzolanik aktivite deneyinden elde edilen sonuçtan, bu agregaların pozzolanik olduğunu göstermektedir. Yeni hazırlanacak harçlarda bu özelliği sağlayabilmek için yaklaşık % 6 oranında pozzolanik
aktiviteye sahip agregalar kullanılmalıdır. Bunun için yörede bu toprakların alabileceği
yerler tespit edilmelidir. Yapılan tahlillerde toprağın gri renk olduğu anlaşılmıştır(38)
Kentin tüm anıtsal ve sivil mimarlık yapıları gibi, bir savunma yapısı olan surları da
geleneksel yağma yapım tekniğinde inşa edilmiştir. İki, üç bazılarının da dört kattan
oluştuğu burçların duvar kalınlıkları, zemin katta 4, 40 m, yi bulurken (9 nolu burç) üst
katlara çıkıldıkça bu genişlik azalmaktadır. Sur duvarında ise bu genişlik yaklaşık 5.00
m kadardır. Sur dışına bakan yüzeyler, daha düzgün sıralı ve taş olup, sur içine bakan
cepheler ise sıralı moloz örgüdür. Her iki yüzey arasındaki iç dolgu kısmı ise moloz parçalarının kireç esaslı harçla örülmesinden oluşmaktadır. Sur duvarlarının iç alana bakan
yüzeylerinde birkaç sıra halinde örülmüş tuğla örgü hatıllar bulunmaktadır.
Burçlarda giriş eyvanları, merdiven, kapı ve mazgal odalarının giriş açıklıkları, taş
ve/veya tuğla kemerle geçilmiştir. Tek veya çift tuğla sırasından oluşan bu kemerler genelde yarım daire biçimlidirler. Mekânların üst örtüsü çoğunlukla beşik tonoz, kubbe,
elips kubbe ya da beşik tonoz+yarım kubbeden oluşmaktadır. Tuğlanın kılıcına örülSURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 411
düğü, dik kesit yüzeyinin dönerek biçimlendirdiği kubbe ve tonozlarda, kirpi saçak ve
zarif tromplar da görülebilmektedir. Galeri katı ile birinci katta görülen mazgal odalarının
beşik tonoz örtüleri ise tuğla örgü olabildiği gibi, moloz örgü üzeri sıvada olabilmektedir.
Teras katında yer alan dar gezinti yolu ile dendanlar, yer yer görülebilen çörtenler ile dışa
çıkıntılı gözlem balkonlarının çok az bölümü günümüze ulaşabilmiştir. (86)
En önemli yöresel bir kaynak olarak bazalt, Diyarbakır surları ‘ nın da ana yapım
malzemesidir. Farklı biçim ve örgü düzenlerinde görülen sertlik oranı yüksek bu dayanıklı taş, tüm yapılarda olduğu gibi Diyarbakır kalesi ‘ nin de ana yapım iskeletini oluşturmaktadır. Bayutları ve örgü düzeni yapım dönemlerine göre farklılık göstermekle
beraber, burçların alt sıraları taşıyıcı sistem gereği olarak diğer yüzeylere göre daha büyük
ebatlıdır. Düzgün dörtgen, kavisli, tulumbalı ( orta kısmı dışa çıkıntılı ) ve serbest moloz
örgü biçimlerinin yanında, bazı burçların dış yüz örgülerinde silindirik taşlarda kullanılmıştır ( 9-10 nolu burç gibi ). Bazaltın yanında daha kolay işlenebilen kalker taşını
ise daha çok yazıt ve silme gibi detaylarda görebiliyoruz.
Açıklık geçişleri ile mekân örtülerinde kullanılan tuğla, boyut bakımından farklılık
göstermekle beraber, kullanım biçimi tüm burçlarda kılıcına örgü düzenindedir. Kubbe,
tonoz ve kemerler çoğunlukla çift örgü sıralı olup, derzler birbirini takip etmeyecek şekilde düzenlenmiştir. Yöre toprağından üretilmiş olan tuğlalar, tüm kavisli geçişlerde
merkeze bakacak biçimde dizilmiş, çoğunlukla sıvasız bırakılmıştır. Sur duvarları ve burçların inşasında kullanılan en iyi bağlayıcı malzeme, yoğun kireç esaslı yapım harcıdır.(86)
Diyarbakır Surlarında Yapım Tekniği Ve Malzeme
İlk dönemi M.Ö. 9000 yıllarına uzanan, tarihi boyunca pek çok farklı müdahaleye
konu olmuş Diyarbakır Surları’nın boyutları ve yayıldığı alan, zaman içinde değişiklik
göstermiştir. Bu değişiklikler sadece biçimle sınırlı kalmamış, her dönemin kendi özelliklerine göre yapım tekniği de değişmiştir. Buna karşın Surlarda kullanılan bazalt taşı,
tuğla ve harç malzemelerinde hemen her konumda farklı kompozisyonlar izlenmekle
birlikte, temel bir değişiklik gözlenmez.
Yukarıda da belirtildiği gibi, Surlarda temel olarak yörede yaygın olarak bulunan ve
Diyarbakır taşı olarak da tanımlanan bazalt taşı kullanılmıştır. Surların dış yüzünde ve
özellikle burçlarda kesme-yığma taş örgü tekniği, iç yüzde ise daha çok iri birimlerden
oluşan kaba yonu yığma taş örgü tekniğinin kullanıldığı gözlenir. Duvarların iç çeperi
yani duvarın esas gövdesi ise bol harçlı moloz taş ile yığma tekniğinde inşa edilmiştir.
Bazalt taşının yörede dişi (gözenekli) ve erkek (gözeneksiz) olarak tanımlanan iki tipi
412 DİYARBAKIR SURLARI
bulunur. Çalışılması zor bir malzeme olmakla birlikte; büyük gözenekli ve yüksek su
tutma kabiliyetine sahip olan dişi tip geleneksel konutlarda özellikle döşemede kullanılmış ve bu malzemenin olanakları içinde avlularda kontrollü bir mikro klima elde edilmiştir. Dişi tipte düzgün kesme yüzey elde edilmesi erkek tipe göre daha zordur ve bu
nedenle dişi bazalt kullanıldığında yüzeyin daha kaba bırakıldığı gözlenir. Sur duvarlarının dış çeperlerinde kesme taş örgü tekniğine koşut olarak bazı bölümlerinde uzunluğu
sur duvarlarının 2/3’üne ulaşan, silindir biçimli taş blokların, duvar örgüsü içinde kılıcına
(duvarın dış yüzeyine dik olarak) kullanıldığı gözlenmiştir.
Surların burçlarında yer alan kapalı hacimlerin üst örtüsünde kullanılan ana malzeme
tuğladır. Kubbelerde ve farklı biçimlerde inşa edilmiş tonozlarda kullanılan tuğla malzemenin boyutları ve örgü tekniği de yapıldığı dönemin özelliklerine göre çeşitlilik sunmaktadır. Bağlayıcı olarak açık renkli harcın kullanıldığı tuğla üst örtüler bu gün genellikle
sıvasızdır. Surlarda taş malzemenin arasında bağlayıcı olarak kullanılan harcın kombinasyonu, görsel olarak benzerlik sunmasına karşın, dönemsel özelliklerine göre ve/ veya aynı
dönemde yapılan ayrı onarımlarda bile farklaşabilmektedir. Bir başka deyişle, Surlarda
kullanılan harçlar temel olarak nehir kumu ve kireçten oluşmakla birlikte, müdahalelerin
dönem ya da konum özelliklerinden bağımsız olarak kum ve kireç oranı ile kullanılan
kumun parçacık boyutunun değiştiği gözlenir. Bu durum dönemsel teknolojik özelliklerin
yanı sıra, malzemelerin elde edilebilme olanaklarının da müdahalelerde belirleyici olduğunun göstergesidir. Bu açıdan bakıldığında, geç dönemde yapılan çimento katkılı harç
karışımlı dışındaki tüm karışımlar kendi dönemi içinde özgün kabul edilmektedir.
Diyarbakır Surlarında Kullanılan Yonu Taşı Türleri
Çaplanmış moloz taş
Genelde sıralı moloz örgüde kullanılan bazalt taşların kenarları çekiçle düzeltilmiş
dikdörtgen ya da çok kenar yüzlü düzgün biçim verilmiş taşlardır. Yatak ve yan yüzeyleri
taşların görünen yüzeyine genellikle dik ve en az 15 cm’lik kısmı düzeltilmiştir. Hiç bir
köşe açısı 80 derecenin altına düşmez. Taşların görünen yüzeylerinde kenarlarından daha
çukur kısımlar bulunmaz ve yüzündeki kabarık kısımlar da 3 cm’yi geçmeyen taşlardır.
İnce yonu taş
Görünen yüzeyleri tamamen, yatak ve yan yüzeyleri 15 cm derinliğe kadar gönyesinde
ve düzlem olarak kenarları düzgün ve keskin doğrular teşkil edecek şekilde kalemler ve
geri kalan kısımları murç veya ince tarakla tesviye edilmiş taşlardır.
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 413
Görünen yüzeylerde kenarların teşkil ettiği düzleme göre çukurluk kabul edilmeyen,
ancak kalemle teşkil edilen çerçeve içerisi, hemen hemen aynı düzlemde olan, bu düzleme
paralel 2 cm kadar çıkıntılı olarak da murç ya da mucarta ile işlenebilen taşlardır. Yatak
ve yan yüzeylerinde 15 cm derinliğe kadar hiçbir kesit daralması olmaz. Bu derinlikten
sonra yüzeylerde 2 cm den fazla bir kesit daralması ve en küçük boyutu 20 cm’den az olmayan taşlardır.
Kesme taş
Özellikle estetik ve mimari düşüncelerle imal edilen, proje ve detaylara uygun olarak
bütün yüzeyleri düzgün geometrik şekilde yontulup hazırlanmış taşlardır. Bu taşların
görünen yüzeylerini çevreleyen kenarlar gayet düzgün doğrulardan meydana getirirler.
Kesme taşların yatak ve yan yüzeylerinde herhangi bir kesit daralması olmayan, bütün
görünen yüzeyleri etrafında kalemle çerçeve yapılarak çerçevenin içi kalem veya ince dişli
mucartalarla düzlem olarak gayet düzgün şekilde tesviye edilmişlerdir (17)
Bazalt Taşının Surlarda Uygulanması
İlk Çağ mimarilerinde yapı teknolojilerini geliştirmek zorunda bırakan en önemli
yapı malzemesi taş olmuştur. Diyarbakır yöresinde de geçmişten bu güne toprak üstü ve
altında oldukça fazla bulunan bazalt kayaları çeşitli medeniyetler tarafından işlenerek
yapılarda kullanılmıştır. Bunun sonucunda mimarlık ve taş işçiliği alanında yeni buluşlar
ve gelişmeler karşımıza çıkmıştır. Eski tarihlerde tamamıyla el işçiliği ile şekle sokularak
yapılarda kullanılan bazalt, günümüzde yeni teknoloji yardımıyla şekillendirilmektedir.
Böylelikle taşların işlenmesinin kolaylaştığı gibi yapıların inşa süreleri de kısalmıştır.
Restorasyon, bir yapıyı yıkılmasın diye ayakta tutmak değil, o yapıyı var eden tüm
özelliklerinin hem şimdi hem de gelecekte başvurabileceğimiz tarihsel kanıt ve verilerini
bozmaksızın gelecek kuşaklara aktarmak olduğu için kullanılacak olan yöntem ve malzemeler de özellikli olmalıdır. Bu nedenle surların restorasyonunda kullanılacak olan bazalt taşların ebat ve cinslerinin yapıya uyması gerekmektedir. Bu nedenle fabrikalarda
özel kesimler yapılır.
Yapılan özel kesimlerle elde edilen taşlar günümüzde kullanılan plakalardan daha büyük
ebatlarda ve ağırlıktadır. Surlarda kullanılan duvar taşlarının ebatları değişkendir. Yükseklikleri 20–60 cm, uzunlukları 30–100 cm, kalınlıkları 20–50 cm, ağırlıkları ise 25–300 kg
arasındadır. Tüm bu ölçü ve ağırlıklar yapıda kullanılacak lento, söve, kemer taşları, sütun
başları ve profil kornişlerinde daha da artabilmektedir. Diyarbakır Surlarında bazalt taşı
genellikle ince yonu, kesme taş ve çaplanmış moloz taş olarak kullanılmaktadır.
414 DİYARBAKIR SURLARI
İnce yonu taş iki yöntemle hazırlanabilir. Bunlar el aletleri ile yarılmış ham taşa yüz
açılması ve gelişmiş mermer kesme makinelerinin kullanıldığı yöntemlerdir. Günümüzde
ham taşın el aletleri ile duvar taşı haline getirilmesi çok zaman aldığı ve işçilik açısından
maliyetli olduğundan dolayı pek uygulanmamaktadır. Taş ustaları çoğunlukla mermer
fabrikalarında istenen ebatlarda dikdörtgen prizması şeklinde kesilen bazalt taşların yüzeylerini pürüzlendirme işlerini yapmaktadır. Bazalt taşlarının yapıya hazırlanmasında
makinelerin insanların yükünü azaltmasına rağmen taş işçiliği önemini hala korumaktadır. Çünkü makinelerin yapamayacağı kemer, profil korniş, söve ve dairesel yüzeyli taş
imalatları hala taş ustaları tarafından yapılmaktadır.
Yeni kesilmiş bazalt blokların yüzeyleri pürüzsüz ve açık renklidir. Bunu gidermek ve
uygulanacak yerde aynı dokuyu elde etmek maksadıyla taşın ön yüzünde mucartalama
işlemi yapılmalıdır. Mucartalama işlemi, yeni kesilen taşın uygulandığı mekânda görünecek olan yüzüne pürüz verme işlemidir. Aksi takdirde taşların kullanıldığı yüzey pürüzsüz bir beton duvar görünümü verebileceği gibi eski dokuya da uymaz. Eskiden her
iki tarafı dişlerle kaplı çekiçlerin taş yüzüne vurulmasıyla yapılan bu işlem artık yüksek
hava basıncıyla çalışan mucarta makineleri ile yapılır. Yüzeyi mucartalandıktan sonra
daha pürüzlü hale gelen taşlar inşaatın yapılacağı yere nakledilir. İnşaat sahasında dikkatle
indirilen taşlar makara yardımıyla iskeleye alınır.
Diyarbakır surlarının ince yonu ve kesme taş örgülerinin tamamında şaşırtma ve ‘0’
derz uygulaması yapılmıştır. Yenilenen taşlarda da bu örgünün yapım tekniklerine dikkat
edilerek mümkün olduğu kadar birbirlerine yanaştırılır ve birleşen iki taş arasında derz
harcının taşırılmamasına dikkat edilir. Fakat Surların çoğunlukla iç cephe duvarlarında
kullanılan moloz ve sıralı moloz taş örgü uygulamalarında ‘0’ derz uygulaması yapılmamaktadır. Bu örgünün uygulandığı yerlerde taşlar arasında yaklaşık 2 cm’lik derzler bırakılır. Bırakılan bu derzler bol kireçli harçlarla taşın yüzeyini kirletmeden doldurulur.
Surların restorasyonunda harç kullanımı konusunda eskiye dönüş yaşanmaktadır. Günümüzden birkaç sene öncesine kadar kullanılan ve doğal taşların yapısını bozan çimentolu harç uygulamasından vazgeçilerek kireç hamuru ile yapılan harç uygulamasına
geçilmiştir. Artık orijinal harç analiz edilerek eski harç içerisinde tespiti yapılan malzemeler kullanılarak bire bir uygulanmaya çalışılmaktadır.
Yapılan analizler sonucunda kullanılan harcın;
- % 35–40 sönmüş ve bekletilmiş kireç,
- % 5–10 taş tozu,
- % 45–50 yıkanmış dere kumu,
- Bir teneke harç başına 1/8’i kadar olmak üzere 1-1, 5 cm3 ebatlarında çakıl parçacıklarını içeren karışım kullanılması gerekmektedir (17)
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 415
Burçlar arasındaki mesafe
Savaşların en çok cereyan ettiği Dağ kapısı ile Urfa kapısı arasındaki düz alana
bakan bölümde ve kapıların yanında bulunan burçlar daha sık, daha büyüktür. Buralarda iki burç arasında mesafe yerinme göre 36, 42, 44 metre olup orta yerlerinde
1.50 metre genişliğinde, 1.30 metre derinliğinde ve iki burcu birleştiren duvar yüksekliğinde bir takviye duvarı vardır. Mardin kapısına doğru gidildikçe burçlar arasındaki mesafe 54, 63, 66 metreye yükselir. Takviye duvarları da eşit aralıklı olarak ikiye
çıkar. Surların Dicle vadisine bakan yönünde, başka bir deyişle doğu kesiminde burçlar daha da seyrekleşir. Yükseklikleri de azalır. Çünkü burada surlar yüksek ve yalçın
kayalar üzerine oturtulmuştur.
Surların yerden yüksekliği bugünkü haliyle 8-12 metre ve duvar kalınlığı 3-5 metre
arasında değişir. Burçlar çoğunlukla değirmi, birkaç tanesi çok köşeli, Benusen ve Dicle
vadisine bakan bölümlerde ise genellikle dört köşelidir. Surlara çıkmak için burçların iç
yüzlerinde kapı yanlarında sağlı, sollu merdivenler vardır. Bütün surların üstünde ve
burçların içinde çeşitli yönlere açılmış mazgallar bulunur. Bu mazgallarda silahlı bir adamın rahatlıkla geçebileceği geçitler yapılmıştır. Sur üzerindeki devriye yolu dışarıya doğru
bir metre yükseklikte kalın bir mazgal duvarı ile korunmuştur.(36)
Sur duvarı kalınlığı, yüksekliğiyle, boyuyla ve destekleriyle bir bütündür. Şimdiki dolgular, döküntüler yanıltıcı ölçü verse de sur duvarı yüksekliği 8-12 m arasında değişir.
Bozulmamış veya az bozulmuş güney, batı ve kuzey kesimleri daha gerçeğe yakın ölçüleri
veriyor. Yine de çoğunun subasmanlarının gömüldüğü görülüyor. Buna üst kesim ve
dendanları eklemek bir restitüsyon işi olup gerçek boyut o zaman anlaşılabilecektir”‘.
Keçi Burcu, Artuklular’ın yeniden kurdukları Ulu Beden ve Yedi Kardeşler Burcunun
daha önceki tasarım ve yüksekliği bilinmiyor. Dahası bu çizginin sonradan burada oluştuğu (bu kesimin genişletildiği) görüşü de vardır.
Doğu yönü surlarının geometrisi ve ölçüleri daha da belirsizdir. Doğaya güvenip bir
ip gibi, kuşak gibi, desteksiz, burçsuz bu sur duvarının (özellikle 220 m’yi bulan 66-67.
burçlar arası) özgün olduğu savunulmamalıdır. Oğrun (Dicle) Kapısının bulunduğu
(100 m) sur duvarı günümüze desteksiz ve burçsuz gelmiş olup aslı bilinmiyor. Diğer 3
yönde ne denli akılcı davranılmış ise burada bunların yadsınması olası görünmüyor. Nitekim Keçi Burcu, Yedi Kardeşler, Ulu Beden, Urfa Kapı, Dağ Kapı ve Mardin Kapı,
aklın, ondan beklenenin tümüyle özelliklerini içeriyor. Fis Kayası gibi son derece doğal
bir engelden yararlanmak da çok akıllıcaydı.
416 DİYARBAKIR SURLARI
Kent kapılarının yeri, kendi dönemi içinde belirlenmiştir. Höyük ve İç Kale (Hisar)
oluştuktan sonra, Amid’in şimdikinin doğu yarısında, belki daha da ince bir dil gibi kuzeyden güneye uzanması, adı “Yeni” de olsa bu yönde en eskilerden bir kapıyı zorunlu
lalar. Görüşümüze göre, şimdi de kullanılmakta olan 58-59. burçlar arası, şekli değişmiş
olsa da, bizce kentin güney kapısı durumundaydı. Keçi Burcu (52) sonraki gelişmeye
bağlı olarak oluşturuldu.
Kentin kuzey kapısı “Fetih Kapısı” olmalı1”. “Batı Kapısı” yıkılmış şimdiki Urfa Kapı
oluşmuştur. Yine de; her yöne bir kapısı olması gerekmeyebilir. Dağ Kapısı, Harputa
bağlantıyı sağlıyorken, buradan güneye ayrılan yol Urfa Kapı gerekliliğine ters düşebilir.
Ancak kent dinamikleri, dış dünyayla özellikle ticaret bağı artınca bu kapı kendiliğinden hayata geçirildi. Bunun tarihi 5.-6. ya kadar inmeli. Meryem Ana Kilisesi Vakfi’nın
tanım olarak “Urfa Kapı’ya kadar” uzaması bunu gösteriyor.
Burçların geometrisi kendi görevinden kaynaklanmıştır. Dairesel plan, çevreyi 180°
gözetlemede kare/dikdörtgenden daha pratiktir. Bu nedenle batı ve kuzey yöndekilerde
yeğlenilmiş görünüyor. Güney ve doğudakilerin kare/dikdörtgen planı doğal engellerden
kaynaklanmış olmalı. Benüsen Vadisi güney yönde elverişli bir doğal engeldi. Mardin
Kapı güneyindeki içbükeylik yine topografyasının gereğidir. Her üç kapı, yuvarlak burçlarla denetim altına alınmıştır. Yeni Kapının özel durumu, 67. burcun doğuya aşırı taşması, dış surun topografyası nedeniyle çok yakına alınan yoldan ötürüdür. Diğer 3 kapıda
dış sur-yol bağını bilemiyoruz. Ancak Dağ Kapının 1900’lar başındaki fotoğrafı, önünde
bir genişliğin yaşatıldığını, 1. ve 2. burçları aşan dış surun, girinti yapmadan düz devam
ettiğini düşündürüyor. Gabriel de bilgi sağlayamadığı için dış suru, bu ana kapılar önünde
kesintili bırakmıştır. Nasırı Husrev’in verdiği açıklayıcı bilgi burada dış surun devam ettiğine, ancak nasıl bir kapısı olduğuna ve yerine açıklık getirmiyor. Orta Çağ kaleleri ve
akıl, bunların (iç sur-dış sur kapılarının) karşılıklı olmadıklarını, düşmana zikzak çizdirerek oyalamayı / hızını kesen tasarımda olduğunu örnekleri gösteriyor.(80)
Ana kapılan, burçlarla denetim altına almak, burçları büyütmek ve birbirine yakın
tutmak savunma gereğidir ve dış sur görev ve kapısına yardımcı olur. Eski fotoğraflar ve
yerindeki gözlemimiz, Mardin Kapı önünde de dış surun, girinti yapmadan, 49 ve 50.
burçlar arasında düz devam ettiğini gösteriyor. Yanlış restorasyon ve işe yürekten sahip
çıkmayan denetçiler (kontrol mühendisleri) dozerin bu kalıntıyı yıkıp yok etmesine bir
çırpıda neden olurlar. Çok önemli bir iz/belge ilgisizlikten yok edilmiştir.
Amidde birbirine en yakın burçlar, Urfa Kapının hemen güneyinde 200 m aralıkta 4
tanedir (23-26. burçlar). Araları 26-33 m’yi düşer. Yazılı kaynaklar bu kesimin dış yakınında
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 417
gür bir su kaynağı olduğunu belirtiyor8?. Bunun, içe alınacak Urfa Kapının hemen güney
yakınında bir değirmeni besleyerek kente dağıldığı biliniyor. Kalıntıları 1950-60’lara kadar
yerinde duruyordu. Bu suyun nasıl içeriye alındığı, donatıları temel altında kaldığı için bilinmiyor. Bu konuda bir arkeolojik kazı yapma bilincinde de olmadığımız görülüyor.
26. burcun güneye uzanırken bir içbükey yay çizmesi buradaki topografyadan ötürüdür. Hemen önünde başlar Benüsen Vadisi ve başlangıcı Sinar Semtidir.
Doğal bir engel olmadığı için 26. burçla başlayan batı ve kuzey suru, doğanın değil,
mimarın çizdiği bir çizgidir. Doğa bu yönde kente bir yarar (avantaj) sağlamayınca, hendek açılıp su doldurulan (gerektiğinde) yapay önleme geçilmiştir.
Batı ve kuzey yönde burçlar iri tutulup, araları sıklaştırıldığı için destek sayısı bire
düşer. İç Kalenin daha bir önemi 76, 77 ve 78. arasında ikişer desteği zorunlu kılınıştır.
Burçların iç planları bulunduğu yerin önemine /görevine göre değişir. Genelde 1 katlı
olup, 2. katları seğirdim yollu ve dendanlıdır. Tüm burçların ortak özelliği, zemin katlarına (kent tabanından düz girişte) birer oda/odacık olup bunlar ordunun donatıları deposudur. Dışarıya dehliz pencereleri (kedilerini savunma ve emniyete alma gereği) yoktur.
Zaten, hemen ön açıklarında dış sur bulunup buralardan top atışı yapılamamaktadır.
Dağ kapıda 2 burç arası (akstan alınırsa) 36, Urfa Kapıda 56, Mardin Kapıda 46, Güney
Kapıda (58-59. burçlar) 21 indir. Bunların birbirlerine bağlantısı hep sur üstündendir.
Dural nedenlerle zemin kat boşlukları utak, doluluğu fazladır. Üste doğru yükseldikçe
kullanılan iç alan yüzeyi artar. Top yuvaları dışa bakacak şekilde düzenlenmiş (1. katlarda) olup dehliz pencerelerinin sayısı, burcun bulunduğu yerin açı ve önemiyle ilişkilidir. Buradan top atışı, önündeki surdan aşırtma şeklindedir. Ulu ve Yedi Kardeş
Burçlarının dört katı diğerlerinde kullanılamaz.
Keçi Burcu 1. katından Mardin Kapıya sur duvarı içinden tonozlu dehliz yolu (koridor) vardır ve sadece oraya özgüdür.
Burçlar, sur duvarlarından (görevi gereği) daha yüksek tutuldular. Dendanların arkasındaki seğirdim yoluna, bunların terasından ahşap merdivenlerle çıkılıyor olmalıydı,
çok azında kagir merdiven vardır.(80)
Burçlara, kente bakan yüzündeki açıkta yükselen merdivenlerle çıkılmakta olup
bunların korkulukları en eski fotoğraflarında da görülmüyor. 1. kat U merdivenlerin
sahanlıkları da böyledir.
418 DİYARBAKIR SURLARI
Döşemeler teras katında bazalt sal taşla-rmdandı. Odalarda taş veya tuğla düşünülebilir. Sökülüp götürülmüşlerdir. Burç ve sur duvarlarının kent yüzünde iki sıralı da olsa
parapetini göz aramaktadır. Kuşkusuz bunlar da bazalt idi.
Keçi Burcunda tavan yüksekliği 2 katı kapsarken silindirik ön kısmında 2. kat vardır.
Hemen hemen her burca kente bakan (dışarıdan) tek veya bakışımlı merdivenlerle üst
(teras) katına çıkılmaktadır. Çoğunda, burç planının içinde, sur duvarına denk gelecek
şekilde (U) çizen merdiven olup, zemin katta içeri giren kapının önünde tasarlanan bir
giriş (antre) ön boşluktan üstündeki (aynı planda) sahanlığa çıkılır ve buradan burcun
1. katına girilirken, üst kata da erişilir. Her burcun içi görevi gereği savunma donatısı
(gereci) için boşaltılıp, ufak alanlarla ve mazgal pencereleriyle dışa açılır.(80)
Diyarbakır Sur İçinin Fiziksel Kent Dokusu
Kuruluşu kesin olarak bilinmeyen kentin MS 349 yılında Roma İmparatoru II. Constantius zamanında etrafı surlarla çevrilmiştir. Diyarbakır kentinin yerleşik dokusunun
asıl biçimlenişinin Geç Roma Dönemi’nde olmuştur. Kentin surları yapılmadan önce
kentte küçük bir kale ve çevresinde birimlerin olduğu söylenmektedir. Albert Gabriel’e
göre İçkale bölgesi şehrin ilk yerleşim bölgesidir. İçkale’nin dört kapısı vardır; Bunlardan
Fetih ve Oğrun adını taşıyan kapılar dışa, Saray ve Küpeli adını taşıyan kapılar da şehre
açılmaktadır.
Romalıların IV. yy.ın ortasında kenti Roma Mezopotamyası’nın başkenti yapmaları
kentin idari ve ticari faaliyetlerle büyümesine, doğu surlarının yapılmasına, surların bugünkü, kent çevresinde devamlığı olan biçimini almasına neden olmuştur.
Diyarbakır surları onu esaslı bir şekilde inceleyen Albert Gabriel’in verdiği bilgilere
göre 1940 yılında surların kuşattığı saha doğudan batıya 1700, kuzeyden güneye 1300
m’yi bulmaktaydı. Diyarbakır Sur içi yerleşiminin kapladığı alan 1, 5 km2’dir. Surlarla
çevrili olan şehir, İzzetpaşa, İnönü, Melik Ahmet, Yeni Kapı ve Gazi ana caddeleriyle
dörde ayrılmış durumdadır. Dört ana ve asal servisleri karşılayan iki ana yol aksı, merkezde kesişerek Helenistik kökenli Roma kent planının ana hatlarını oluşturmaktadır.
Değişimler sonucu günümüze sadece iki yol aksı ulaşmıştır. Diyarbakır Sur içi yerleşiminin kapladığı alan 1, 5 km2’dir. Doğu-batı uzunluğu yaklaşık 1040m, kuzey-güney
uzunluğu ise 1400m’ dir.(44) Diyarbakır surlarının içinden şehre kantaralarla su getiriliyordu.Bunu Kanuni kendi kesesinden yaptırmıştı.
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 419
Kantara-1928(159)
Su Urfa Kapı batı burcu dahil 10. burç batısından kente girer. Dağ Kapıya göre 11.
burçtur. Ancak bunlara 9. burca ulaşıp kırılarak 10. sura yaklaşırken kente girmektedir.
Gabriel’in verdiği planı, ilgili kamu kuruluşlarının sağladığı, “Diyarbakır Surları Koruma
ve Geliştirme Projesi”ne uymasından da anlaşılmaktadır. Burada Urfa Kapı - Dağ Kapı
arasında kapıların birbirine bakan burçları dahil sayıları yirmidir. Öyleyse kantaralar,
Çifte Kapıdan doğuya 2. burca yanaşıp kırılarak 3. burç yanından (sur duvarı) içeri giriyordu (Tek kapının batısındaki 2. burç). Bu nokta Hanzade Mescidi’ne (sura dik) 150 ve
çarpık olarak İskender Paşa Camisine (güneydoğu yön) 260 m’dir(157)
Kanuninin yaptırdığı su kemerleri(Amida’dan)1910
420 DİYARBAKIR SURLARI
1930 yılında yıktırılan su kemerleri(A.Gabriel)
Kanuni’nin Karacadağ’dan kantaralar vasıtasıyle getirdiği su(Adil Tekin)
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 421
Kanuni Diyarbakır’a üçüncü gelişinde Karacadağ’da hastalanır. Karacadağ’ın su ve
yoğurduyla iyileşir.Bunun üzerine meşhur sözü olan ‘Olmaya devlet cihanda bir nefes
sıhhat gibi ‘ sözünü söyler.Vefa olarak kendi parasıyle Karacadağ’dan şehre su getirir.
Yıkılan Kantaralar-
HAMRAVAT’A YAZIK OLDU
Mehmet Mercan anlatıyor
Evet. Evliya Çelebi’nin “Her derde deva” dediği Hamravat da artık anılarımızın
kuytu bir köşesine çekildi.
Yazık oldu.
Diyarbakır’ımızın bazı güzellikleri gibi O da yok olup gidiyor maalesef.
Karacadağ’ın karlı doruklarındaki billur pınarlarından, köpük köpük akıp AMİD
halkına asırlarca hayat veren Hamravat’ın, ünlü Padişah Kanuni’ye de şifa vermişti asırlar öncesinde...
Osmanlı’nın yükselme devrinin ünlü hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman ikinci
İran seferine çıkarken, o günkü adıyla AMİD’e ikinci kez gelerek Karacadağ’da konaklamıştı. Halep’ten geliyordu ve hastaydı.
422 DİYARBAKIR SURLARI
Hekimleri O’na Karacadağ havasının, suyunun iyi geleceğini söylemişlerdi.
Öyle de oldu.
Diyarbakır’da 29 Eylül 1549 gününden 4 Kasım gününe kadar kaldığı 37 gün süresince
hem Karacadağ’ın havası, hem de şifalı HAMRAVAT SUYU iyi gelir hükümdara.
Derler ki, Sultan Süleyman burada iyileşince Yaradan’a şükretmiş ve o ünlü özdeyişini
burada söylemiş;
“Alem içre muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi...”
Sultan, iyileşir iyileşmez de AMİD Valisi BALİ PAŞA’ya Karacadağ’daki Gözeli kaynaklarından boşa akan HAMRAVAT SUYU’nun kente ulaştırılması emrini vermiş.
Sonra da Mimar Sinan’ın Kastamonu’lu kalfası Kasım Çelebi’yi bu işte görevlendirmiş.
Kasım Çelebi aylarca çalışmış, planlar yapmış ve GÖZELİ’deki kaynakları taş kanaletlere aldırıp Urfakapı yakınında inşa ettirdiği KANTARALAR adı verilen kemerli
bentlerle kente ulaşmasını sağlamış.
Diyarbakır surlarında da kullanılan, siyah volkanik taşlarla yapılan KANTARALAR,
27 müstakil ayak üzerine oturtulmuş, kemerlerden oluşuyordu.
1930’lu yıllara kadar ayakta duran kantaralar, 1927-1931 yılları arasında Diyarbakır’da
valilik yapan Nizameddin Bey tarafından suyun demir borulara alınması sırasında yıktırılır.
DİYARBEKİR’İN YÜZ SUYU
1656 yılında bölgemizi gezen Evliya Çelebi Hamravat Suyu’ndan övgü ile söz ederken Kanuni Sultan Süleyman’a şifa verdiğini hatırlatır, sonra da bu ünlü suyun güğümlerle ve çam bodoçlarla nasıl İstanbul’a saraya gönderildiğinin öyküsünü anlatır. Şöyle
der Evliya Çelebi:
“Bu Hamravat suyunun safra, soda ve balgamı mahveylediği tecrübe ile malumdur.
Hatta Osman oğullarından I. ibrahim Han çevresinden bu suyun vasıflarını duyunca
“Elbette bana Diyarbekir’den hamravat suyu gelsun” diye hatt-ı şerif ile dergahi ali kapıcıbaşısı, memuren Diyarbekir’e gelmiştir. O zaman efendimiz Melek Ahmet Paşa, KARA
AMiD Valisi idi.
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 423
Paşa, padişah emrini görünce -Başım üstüne- deyüp, onar okka su alır, altı adet gümüşten, altı adet kurşundan, 6 adet tutyadan ve 6 adet çam bodoçlardan, cem’an 24 adet gügümlere sular doldurulup ve ağızlarını mühürleyip gelen kapıcıbaşıya on kese de ihsan verip
teslim eyledi.
Onaltı kese dahi gügümlerin masraflarını çekip ılgar ile HAMRAVAT’ı ibrahim Han’a
gönderdi.
Allah’ın hikmeti, bu soğuk ve saf su istanbul’a girdiği gün, yeni padişahın tahta oturduğu
gün olup bu Hamravat suyu Sultan ibrahim’in oğlu 7 yaşında tahta çıkan Sultan IV. Mehmet Han’a nasip olmuştur.
IV. Mehmet Han, 1058 Recebi’nin 18’nci Cumartesi günü, Miladi takvime göre, 7 Ağustos 1648 ikindiden sonra tahta oturduğu vakit ilk olarak, o gün istanbul’a vasıl olan Hamravat suyunu içti.
Sözün kısası, bu HAMRAVAT suyu, Diyarbekir’in yüzsuyudur...”
PAMUKTAN HAFİF
Yine Evliya ÇELEBİ, bu suyun ne kadar HAFİF olduğunu anlatırken ilginç bir de
benzetme yapar.
“Diyarbekir’deki suların en güzeli Ayn-ı Hamradır. Kaynağı Diyarbekir’in batısında
Karacadağ yaylasından, yer altından kaynar ve iki konak yerden künklerle Amid Kalesi’ne
girip önce Büyük Cami, sonra diğer camilere, han, imaret ve hamamlara taksim olunur.
Eski bilginler Hamravat suyu içine pamuk koyup sonra kurutup tartmışlar. Hiç eksilmemiş.
Sonra, Halep yakınındaki pamuğu ile ünlü Maarra şehri pamuğunu alıp istanbul’da
eski saray kapısı önündeki çeşme suyunda ıslatıp tartmışlar, Diyarbekir Hamravat suyu ile
ıslatılan pamuk hiç eksilmemiş.
Bu kadar hafif sudur. Eğer pamuğu ağır olsa, acı olup faydasızlığına delalet ederdi...”
424 DİYARBAKIR SURLARI
HAYRAT ÇEŞMELER
Hamravat suyu, Kanuni Sultan Süleyman hayratı olduğu için günümüzden 50-60 yıl
öncesine kadar sokaklardaki HAYRAT çeşmelere, camilere, mescitlere, hatta yoksul
semtlerdeki evlere ücretsiz veriliyordu.
Su kanallarının ve çeşmelerin onarımı da “Sultan Süleyman Han Vakfı” aracılığıyla
yapılıyordu.
Bunun için gerekli para, ya esnaf ve tüccardan toplanıyor, ya da Evkaf İdaresi’nden
karşılanıyordu.
Suların belediyelere devri ile bu uygulamadan vazgeçildiği gibi sokaklardaki PİK dökümlü tarihi TULUMBA çeşmeler de kaderlerine terk edildi. Bazıları sökülüp çalındı,
bazıları sokaklarda çocukların oyuncağı oldu, kırıldı.
Bu şekilde, Diyarbakır’ın çeşitli semtlerinde, her biri ayrı bir öyküye konu olmuş ünlü
hayrat çeşmeleri ve tulumbalar vardı.
Bizim Fatihpaşa mahallesi, Bıyıklı Mehmet Paşa sokağındaki ÇIRIK ÇEŞMESİ bunlardan biriydi. Suyu ince ince aktığı için adına ÇIRIK demişler. Bitişiğindeki Nuri dayının fırını da ÇIRIK Fırını diye tanınırdı.
Gerçi Çırık Çeşmesinde tulumba yoktu, ama lulügünden 24 saat boyunca ince bir
su akardı ve bizler testilerimizi doldurmak için dakikalarca çeşme başında beklerdik…
İçkale’deki Aslanlı Çeşme ve Erbulak çeşmesi, İçkale’nin güney suru dışında Kanuni
tarafından yaptırıldığı, bilinen türkülere girmiş kitabeli Arbedaş gözesi.
Mardinkapı dışındaki, şu sıralarda Diyarbakır’ı Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı
tarafından onarıma alınan HATUN KASTALI.
Kışla caddesindeki Vali Kurt İsmail Paşa Çeşmesi,
Dağ Kapıdaki tulumbalı çeşme, Ulu Cami arkasında Senceriye Medresesi bitişiğindeki çeşme ve ve çeşitli semtlerdeki pek çok tulumbalı çeşme…
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 425
Ayrıca sur dışında ünlü kaynaklar da vardı. Dağkapı ile Urfakapı arasındaki Şakkül Acuz gibi.
Ünlü mesire yerlerinden biri olan Şakk-ül Acuz Pınarı, bir söylenceye göre, büyücü
bir kadının nazarının değdiği kayanın yarılmasıyla ortaya çıkmış.
Buralarda yapılaşma başlayınca bu pınar da yok olup gitti.
İçkale’deki Aslanlı çeşmenin de üzücü bir öyküsü var.
Siyah bazalt taştan yapılma kemerli çeşmede 1940’lı yıllara kadar mermerden yontulmuş biri erkek, biri dişi çift aslan vardı ve ağızlarından sürekli su akardı.
Ne yazık ki o yıllarda bir gece bu aslanlardan biri kaidesiyle birlikte çalınmış.
Halk arasında yaygın bir söylentiye göre, İçkalede bulunan Jandarma Komutanlığında
görevli bir subay bir gece bu aslanlardan birini askerlere söktürüp almış…
Ne yazık ki, Diyarbakır’dan çalınmış pek çok tarihi eser gibi bunun da izine rastlanamadı…
Kentin hemen her semtinde hemen tüm sokaklarda hayrat için kurulmuş çeşmelerden
başka o sokakta oturan varlıklı kimseler de hayır için çeşme yaptırıp, evinde suyu olmayan
vatandaşların hizmetine sunarlardı. Bu arada sokaktan geçen, susamış vatandaşlar da bu
çeşmelerden yararlanırlardı.
Evinde suyu olan varlıklı aileler mahalledeki suyu olmayan komşulara günün her saatinde kapılarını açık tutar gelip kendilerinden su götürmelerini ısrarla isterlerdi.
HAMRAVAT’IN SONU
Diyarbakır’ın simgelerinden biri sayılan Hamravat, ne yazık ki, kentin son 30 yıl
içinde büyüyüp, genişlemesi sonucu, yetmez olunca çeşitli sularla karıştırıldığı için değerini ve özelliğini yitirdi.
Hamravat suyuna başka suların karışımı il kez olmuyordu tabi… Eldeki kayıtlara göre
ilk karışım 1902 yılında olmuş. Bu tarihlerde Hamravat suyuna “Nehr-i Cedid” adında
bir suyun karıştırıldığı belirtilir.
426 DİYARBAKIR SURLARI
Yakın yıllarda ise İçkale, Balıklı, Anzele gibi çok değişik suların karıştırılması ile Hamravat suyu iyice bir bozuldu, özelliğini ve güzelliğini yitirdi.
Ayrıca, Karacadağ eteklerinde, özellikle kaynakların yoğun olduğu Gözeli’de son 20
yıl içinde başlatılan yapılaşma yanında bazı sanayi tesislerinin oluşması da Hamravat kaynaklarını olumsuz etkiledi.
Hatta zaman zaman buradaki sanayi tesislerinin kimyasal atıklarının Hamravat’a karıştığı da saptandı.
Anlayacağınız, her derde deva bu şifalı suyu da kaybettik.
Ve ne yazık ki Evliya Çelebi’nin “Diyarbekir’in yüz suyu” dediği Hamravat da diğer
pek çok güzellik gibi artık anılarda kaldı.
Ve ne yazık ki şimdilerde Diyarbakır’da yaşayanların pek çoğu Hamravat’ın adını bile
bilmiyor.
Günümüzde kentin çok büyük bir bölümüne artık “Kral Kızı Barajı”ndan getirilen
su veriliyor...
Yüksek basınçlı, soğuk, ama ne yazık ki bu suda Hamravat’ın tadı ve güzelliği yok.
(161)
İçkale’nin kuzeydoğu köşesinde (Bugün yıkılmıştır) surun üst katında burcun güney
cephesinde tünel kapısı vardı. Bu tünel, İçkale’nin kuzeydoğu köşesinde başlar, Dağkapı’dan Urfa kapısına, Urfa kapısından Mardin kapısına ve oradan da kalenin güneydoğu
köşesinde yer alan Fındık Burcu’nda biter. Kalenin doğu tarafı uçurum olduğundan tünele ihtiyaç yoktur. Bu tünel, Nasır Hüsrev’in Sefername’sinde “Devriye yolu” diye geçer.
(167)
SURLARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 427
7.BÖLÜM
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ
ROMA DÖNEMİNDE DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ
Diyarbakır askeri ve siyasi bakımdan da önemli bir bölge olduğu için tarihte çeşitli
halklar ve imparatorluklar arasında mücadele sahası olmuştur. Özellikle Roma İmparatorluğunun doğudaki en büyük sınır kentlerinden birisi olan Diyarbakır, Doğu Roma
diğer bir deyisle Bizans İmparatorluğu devrinde de önemini yitirmemiş, degişik bölgelerde ve Anadolu’da üretilen degerler burada birbirine karışmıstır. İlk İslam ordularının
görüldüğü yıllardan bu yana da Diyarbakır, yeni düşüncenin ısığı altında, devamlı kültür
ve sanat merkezi olma özelliğini sürdürmüştür.
Şehrin coğrafi durumundan dolayı Roma ve Sasaniler arasındaki rekabet genellikle
Diyarbakır (Amida) sahasında cereyan etmiş, şehre hakim olan her iki taraf da şehrin
surlarını sürekli olarak tahkim ederek, buraya özel müfrezeler yerleştirmişlerdir
Sasani Saldırıları Karsısında Roma imparatorlarının Diyarbakır
Kalesini Güçlendirme Çalışmaları
Diyarbakır kalesinin güçlendirilmesinin kim tarafından yapıldıgı konusunda kaynaklarda farklı bilgiler olduğu görülür. Bir kaynak, el-Vakıdi’den yararlanarak ve kendi yorumlarını da ilave ederek verdigi bilgilerde sunlara yer vermektedir: “Sehrin, Roma
imparatoru olan II. Constantinus’un babası I.Constantinus’un veya diğer adıyla İstanbul’un, İranlılar ile savaşmak için geldiği el-Cezire bölgesindeki çabaları sonucunda inşa
edildiği söylenmektedir. Amid (Diyarbakır)in kurulmasını veya onarılmasını emreden
Romalı kumandanın Roma imparatoru Dioclatianus ile birlikte bölgeye gelen I.Constantinus olduğu anlaşılmaktadır. Fakat şehrin derin geçmişine bakıldığında, bölgedeki
eyalet valilerinin yardımıyla I.Constantinus tarafından başlatılan buradaki imar faaliyetlerinin, Amid şehrini kurmaktan çok, bir onarım ve düzenleme çalısması olduğu ağırlık kazanmaktadır. Dolayısıyla el-Vakidi’nin naklettigi gibi I.Constantinus, şehrin
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 431
kurucusu değil, burayı zaman zaman imar eden birçok idarecilerden birisidir. Ammianus Marcellinus’u kaynak göstererek bu konuya açıklık getirmek isteyen iki kaynağa göre ise “Diyarbakır eskiden çok küçüktür. Diyarbakır kentini Konstantius
henüz sezarken, güçlü duvar ve kuleler ile çevreleyerek silahlar ile donatıp düsmanda
dehşet uyandıracak hale getirmiş ve kentin kendi adıyla anılmasını istemistir.. Constantius buraya Augusta adını vermistir.(111)
Constantius, Diyarbakır’ın komsularının da sığınabileceği duvarlar ile çevrili Antoninupolis adında bir başka kent daha inşa ettirmistir. Constantinus’un kent içinde pek
çok bina insa ettirerek Gaziantep, Silvan ve Erzan havalisini Diyarbakır’a bagladıgı ileri
sürülmektedir. Kentin surla çevrilmesinin 330 yılı civarıyla, 338 ve 346 yıllarında gerçekleştiği yolunda üç ayrı bilgi vardır. Dogu eyaletlerinin hakimiyetini üstlenen Constantius’un babası Constantin’in imparatorlugu sırasında (307-337), her durumda 337
yılının öncesinde surla çevrelenmiş olduğunu ortaya koyar Bir kaynağa göre, 341 yılında
Roma imparatoru II.Constantius (337-362), 297 yılında Ermenilerden alınarak Romalılar’a verilen bölgenin batısında yer alan Amida (Diyarbakır) yı müstahkem hale getirmiştir. Constantius, bu şehri inşa ve tahkim ettirdikten sonra Roma Mezopotamya’sını
ikiye ayırmış ve Amida’yı asıl Mezopotamya’nın baş şehri durumuna getirmiştir. Diger
kaynakların hemen hepsi, şehrin surlar ile çevrilerek müdafaasının sağlamlaştırılmasının
349 yılında yapıldığı konusunda ittifak halindedirler.
Diyarbakır surlarının güçlendirilmesine rağmen Amid yani Diyarbakır, birçok defa
İranlılar tarafından muhasara ve geçici olarak zapt olunmus103, 359 ve 502 yıllarında
Sasani işgaline uğramaktan kurtulamamıştır. Fakat bir Bizans hudut kalesi olma özelliğini korumuştur.
II.Sapur’un 359 Yılı Diyarbakır Kusatması ve Bu Kusatmaya Katılan Kionitler
350’li yıllarda şimdiki Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, eski Mezopotamya sahasının
kuzeybatı bölgesi, Romalılar tarafından zapt edilmiş durumdaydı. Sınır, Dara ve Amida
ile güneyine dogru çizilen bir hat civarından geçiyor ve her iki şehrin surları, çok eski
dönemlerden beri sık sık tamir ediliyordu. Roma imparatoru Constantus, bu yüz yılın
baslarında Amida’yı tahkim ederek oraya besinci alay olan Parthica’yı yerleştirmiş, böylece İran topraklarını güneye doğru tehdit eder bir hale gelmişti. 359 yılına gelindiğinde
Amida artık Romalılar’ın elinde bulunuyordu.
Constantius, Tuna bölgesinde seferde olduğu sırada, Doğu’da Sasaniler ile yeni anlaşmazlıklar çıkmaya başlamıştı. M.S. 358 yılında Sapur bazı ittifaklar kurmustu. II.Sapur,
432 DİYARBAKIR SURLARI
imparatora bir mektup göndererek Mezopotamya ile Armenia’nın tanzim edilmesini
aksi halde ertesi yıl savaşla karşılık vereceklerini bildirmişti. Constantius bunu reddetmiş,
ardından Sasaniler ile barış yapmak ümidiyle iki elçi göndermişti. Bu yapılan da bir netice
vermedi Roma caesarı Constantius’un üzerine yürümek üzere Doğu’da gerekli hazırlıkları
yapan Sapur, müttefik ve yardımcı kuvvetler alarak kendisine bağladıklarından Kionitlerden de temin ettiği birliklerle Amida’yı geri almak üzere bir sefere giristi. Sapur’un niyeti Amida’yı almak suretiyle hem Tigris (Dicle) üzerindeki su baslarını, hem de
Anadolu’ya Doğu’dan girişleri kontrol etmekti.
II.Sapur’un müttefiki olan ve bu savaşta yer alan Kionitler, M.S. 3. Yüzyılda Orta
Asya’daki Xiangnu (Hun) imparatorluğunun yıkılmasıyla yerlerinden ayrılıp Batı’ya
doğru kaymaya başlayan Hunlar’ın bir grup boyu idi. 350-370 ‘li yıllara doğru Maveraünnehir bölgesine gelip, Sogdiana’yı alarak buraya yerleşmişlerdi. II.Sapur, 350’li yıllarda
Sogdiana bölgesinde faaliyette bulunan ve Sasaniler’in Doğu bölgelerini istila eden Kionitleri, 10 yıl süren uzun bir mücadeleden sonra kendisine bagladıktan ve Doğu’da durumunu kuvvetlendirdikten sonra, Anadolu’da Roma imparatorluğuna karsı Sasani
saflarında savaşmak şartıyla 357 yılında onları bir ittifak antlaşmasına razı etti.
Avrupa Hunları’nın batıda gözükmelerinden 25 yıl kadar daha önce, Hunların
Orta Doğu’da ve Anadolu’da ilk görünen dalgası olan Kionitler, muhtemelen Orta
Asya’da V.yüzyıldaki Eftalitlerden önceki iktidarı oluşturan “Ak Hunlar”dır. Kionitler, II. Sapur’un 359 yılındaki Amida kusatmasına hükümdarları Grumbates ile birlikte katılmıslardır(111)
Roma tarafından 359 yılında Sasaniler’e savas açıldı. Savaşa başlamadan önce, orduda
bulunan Ammianus, 297 yılında Ermenilerden alınan toprakların en güneyindeki Kordyen’e gönderilerek Sasani ordusunun gücü ve hareketi hakkında bilgi toplaması istendi.
Ammianus daha sonra Sapur’un yaklastığı Amida (Diyarbakır) Kalesine çekildi. Sasaniler
ise Antoninus ismindeki Suriyeli bir zengin olan ve Mezopotamya’nın genel kumandanlığını yapan sahsı tehdit ile kendi taraflarına çektiler. Antoninus kaçarak Sasaniler’e sıgındı. Fakat Romalılar bütün Mezopotamya’yı yakarak tahrip ettiler. Bunu üzerine Sapur,
Fırat’ın kuzeyine çıkarak Amida’ya geldi ama şehir teslim olmayı reddetti.
Sapur, Nisibis’in gücünün farkına varamamıştı. Amida kusatmasında da aynı duruma
düşmek istemediğinden, Amida’nın surları altından geçerken, sehrin gücünü anlamak
için seçilmis bir bölük ile saldırı yaptı, ama bu saldırı genel bir geri püskürtme ile cevaplandı. Kuşatan prensin tek oglu, bir Balistae’nin attığı mızrak ile vurularak öldü. Kuşatma
ve ölüm olayı savaşta bulunan Ammianus’un ağzından söyle aktarılmaktadır: “Sabahın
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 433
ilk ışıkları gözüktüğünde göz alabildiğine her şey parlayan silahlarla ısıl ısıldı, zırhlara
bürünmüş süvariler ise dereleri tepeleri doldurmuştu. Bizzat II.Sapur, bir savaş atının
üzerinde ve diğerlerinin yukarısında olarak bütün ordunun önünde yürüyor, taç olarak
kıymetli mücevherler ile süslenmiş altından bir koç bası giyiyordu; en yüksek rütbeli ve
muhtelif milletlerden oluşan kalabalık bir mahiyetle çok fazla temayüz ediyordu. Gün
ağarırken Kionitae kralı Grumbates, II.Sapur’a hizmetini sunmak arzusuyla bir muhafız
grubuyla cesaretle surlara doğru ilerledi; fakat mahir bir gözcü, onun silahının atış mesafesi içerisine girdiğini anlar anlamaz gözüne ilişti ve bir mancınığı boşaltarak Grumbates’in oğlunun hem göğüs zırhını ve hem de göğsünü parçaladı. Onun vurulmasının
ardından her iki taraftan oklar atıldı. Atılan bu oklar dolu gibi havada uçuşuyordu ve
korkunç bir savaş başladı. Bu savaştan sonra yığınla ölü ve kan deryası arasında güçlükle
muhafaza edilen ceset, karanlık sayesinde sürüklenerek uzaklaştırıldı. Bu ölümden sonra
savaşa geçici bir süre ara verildi.”
Şehirde kadın-erkek toplam 120 bin kişilik Roma müdafaa kuvveti olanca gücüyle
direnirken, bunlar arasında bir de veba hastalığı patlak verdi. Sasaniler, şehrin bir tarafından ağır silahlar, mancıklar v.s. yerleştirirken, Dicle’ye bakan öbür tarafından ise bir
geçit bularak içeri girmeye çalışıyorlardı. Sürekli tekrarlanan taarruzların birisinde bir
kaçak, barbarlara gizli ve gözden kaçan merdiveni göstererek, Amida’ya ihanet etti1. Bu
kişi, yetmiş İranlı okçuyu, kaya duvarına kazılmış olan ve bugün de Dicle’ye inilen merdivenden yukarı aldı. Bunlar bayraklarını üç kat yüksekliğindeki bir kuleye diktiler. Fakat
Gallialı lejyonlar bu askerleri surdan aşağı attılar.
Sapur, gücün ve kurnazlığın etkisinin başarılı olmadığını gördükten sonra düzenli
bir kuşatmanın Romalı kaçakların yetenekleriyle bilgilendirerek yönetilen daha yavaş
ama daha kesin operasyonlara yöneldi. Bu sırada savaş sanatının önerebileceği veya cesaretin gerçekleştirebileceği her çesit yöntem, Amida’nın savunmasında kullanıldı ve Sapur’un emekleri Roma ateşiyle birçok defa yok edildi. Sasaniler, kayıplarını telafi ettikleri
gibi niteliklerini de arttırdılar. Koç basından geniş bir yarık yapıldı. Kılıç ve hastalıkla
yıpranan garnizonun gücü, taarruzun şiddetine aktarıldı 73 günlük bir kşsatmadan sonra
Sasaniler, surların karsısına topraktan yüksek tepeler yapmak suretiyle surlarda gedikler
açtılar ve şehri ele geçirdiler. Bu olayların şahidi Ammianus, kaçarak Antakya’ya gitti.
Romalı liderlerin büyük bir kısmı katl edilirken, diğerleri esir edildi. Kionit kralı Grumbates’in ısrarı üzerine, Amida şehrinin yerleşmeye müsait alanı tahrip edildi. Bu savaşta
Sasaniler’in zaiyatı da oldukça büyük oldu II.Sapur, kış yaklaştıgı için yurduna
döndü(111.)
434 DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır’ın Sasaniler’in Eline Geçmesinden Sonra Meydana Gelen Gelişmeler
ve Jovianus Barısı ile Diyarbakır’ın Tekrar Romalıların Eline Geçmesi
Amida’nın düşmesi üzerine, Roma daha fazla hazırlık yapmaya başladı. Bu maksatla
Constantius, Gallia’daki yardımcı kuvvetlerin de toplanmasını emrettiyse de bu arada
Julianus, askerleri tarafından augustus ilan edildi. Constantius, bu hareket karsısında ya
Julianus’a karsı koymalı veya Sasaniler’in açacakları savaşa dönmeliydi. Bu sırada Sasani
savasından kurtulan Constantius, Julianus’u ele geçirmek için Doğu’dan hareket ettikten
sonra hastalandı ve 3 Kasım 361 tarihinde öldü Sasani seferini tamamlamak, Constantius’tan Julianus’a kalmıstı. Constantius sülalesinden üçüncü Roma imparatoru olan Julianus Apostatus (361-363), son kışını Antakya’da geçirdi. Julianus, 363 yılında Doğu’ya
dogru yapacagı adeta davul zurna ile ilan edilen saldırısını başlatmak üzere Antakya’dan
ayrıldı imparator, 65.000 kişilik ordusuyla Fırat’ı geçti. Sonra Tigris (Dicle) i geçerek
Ctesiphon surları önünde büyük bir zafer kazandı. Ancak ilerlemek güçtü ve imparator
bir çarpısma sırasında öldürüldü. 363 yılında gerçeklesen bu olay sonucunda Büyük
Constantius’un sülalesi sona erdi.
Julianus’tan sonra, muhafız kuvvetleri komutanı Jovianus imparator seçildi Sasaniler,
Julianus’un ölümünü ve yerine geçenin kabiliyetsizliğini öğrenince, Romalılar üzerindeki
baskılarını artırdılar. Jovianus ise imparator olarak ordusunu sağ salim Roma topraklarına
geri götürmekten başka bir sey düsünmedigi için uzun konuşmalardan sonra, Sasani kralı
Sapur ile anlasma yaptı. Jovianus (363-364) un İranlılar ile yaptığı bu antlaşma, Roma’ya
Armenia’daki imtiyazlarından feragati yüklediği gibi Mezopotamya’da hissedilir bir arazi
kaybını beraberinde getirmesine neden oldu. Bu barıs antlasması “tarihte Ugursuz Jovianus Barısı (363)”olarak yerini almıştır. Bu antlaşmaya göre Nisibis (Nusaybin) sehri
ve Singara (Sincar) kalesi ile Arzanene (Garzan-Siirt), Moxoene (Van gölü güneyindeki
Mokus), Zabdikene (Cizre’nin kuzeybatısındaki Finik ve çevresi), Rehimene (Eruh- Sırnak çevresi), Gordyene (Hakkari bölgesi) gibi Küçük Arsaklı Yurdunun Batman SuyuDicle solundaki topraklar Sasaniler’e bırakıldı.
Mezopotamya’daki 363 yılı sınır degisikligi, bilhassa Nisibis’in kuzeyindeki bölgeyi
içine almaktaydı. 363 yılının yeni sınır hattı, Tur Abidin’in güney kenarında, Nisibis’in
70 stad batısında kesiyordu. Bunun kuzeyinde, adı geçen hat, Cepha (Hasankeyf ) ya
kadar doguya kıvrılıyor, fakat oradan tekrar batıya doğru Dicle’nin sag kıyısı boyunca
Nymphios’a ve oradan şimdiki Batman suyu denilen bu ırmak ve onun batı kolu Ilıca
suyu boyunca önce kuzeydoğuya, sonra kuzeybatıya dönerek, muhtemelen paylaşılan
hat boyunca Fırat’ın Toroslar’ı delip geçtigi yere kadar takip ettigi, Armenia Anti ToDİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 435
rosları’na erişiyordu ve Melite’nin 22 mp. aşağısında Fırat kenarında bulunan tahminen
Kömürhan karşısına düşmesi gereken Metita’dan itibaren Satala’ya kadar bütün sınır istihkamları Fırat’ın batı sahilinde veya bu kıyıya yakın bulunmaktadırlar; Satala’dan itibaren sınır hattı Pontus silsilesi üzerinden Karadeniz’e dogru uzanır(111). Böylece
Fırat’ın ötesindeki büyük kaleler, Nisibis ve Singara Sasaniler (Persler) in; Amida ve
Martyropolis (Meyyafarikin=Silvan), Edessa, Constatia (Viransehir) ve Resaina (Theodosiopolis=Re’sülayn) da Romalılar’ın oluyordu.
Ticari bir merkez ve düşmana saldırı için bir garnizon olan Nisibis’i kaybetmek Romalılar için kötü olmuştu. Böylece Sasaniler, Fırat ve Dicle arasında avantajlı bir şekilde
ilerlemeye baslamışlardır Jovianus Barısı üzerine, ateşe tapan Farslar idaresinde yasamak
istemeyen Nisibis (Nusaybin) sehrinin Hıristiyan ahalisi, kendi yerlerini ve evlerini bırakarak Romalılar’dan kalan Amida (Amid) şehrine göçüp geldiler ve Dağkapısı ile Mardin kapısı çizgisi batısında kalan varoş (sur dışındaki mahalle) kesiminde yerleştirildiler.
Kalabalık Nisibisliler, yeni bir İran saldırısından korunabilsinler diye Romalılar, Dağkapısı-Mardinkapısı çizgisi batısında kalan bugünkü surları yaptırarak, imparator Valantiyanus ve saltanat ortakları adına 367-375 yıllarında kazılan sekiz satırlık Latince bir
kitabeyi Dağkapısı üzerine koydular ki bugün de burada bulunmaktadır. Böylece II.Sapur’un 359 yılında Amida (Diyarbakır) yı kuşattığı zaman 20 bin kadar olan nüfusu,
Nisibis (Nusaybin) şehrinin Sasaniler’e bırakılmasıyla oradan gelen 40.000 ahali ile M.S.
IV. yüzyıl sonlarında 60.000’e yükselmiştir.
Jovianus Barısı Sonrasında Diyarbakır Ve Çevresinde Roma-Sasani Mücadelesi
Jovianus’un ölümüyle yerine geçen Flavius Valentinianus (364-375), bir yandan Batı
Roma’yı idare ederken diger yandan kardeşi Valens (364-378) ile Doğu Roma tahtını
paylaştı. İki kardeşin yönetimine 367 yılından itibaren Gratien (367-383) de katıldı.
II.Sapur’un Diyarbakır’ın doğusundan kuzeye dogru ilerleyip Egil ve Harput bölgelerini
Dersim’e kadar tahrip ederek, Armenia ve İberia’yı kontrolü altına alması üzerine, M.S.
371 yılında harekete geçen Valens, doguda Roma nüfuzunu tesis ederek, bu iki bölgede
emniyeti temin etti. Persler’in Mezopotamya’ya yaptıkları bir hücum da püskürtüldü.
Fakat 377’ye kadar bir sonuca ulaşılamadı.
Sapur’un arkası gelmeyen saldırılarıyla çok yıkılan Amid-Diyarbakır surunu, Valans’in
büyük kardesi Batı Roma imparatoru Valantianus onartmıstır. Kenti yeniden inşa eder
436 DİYARBAKIR SURLARI
gibi tamir ettiren Valentianus ile birlikte diğer iki hükümdarın (Valens, Gratien) da adlarının bulunduğu Dağkapı’daki kitabeye dayanılarak, üç hükümdarın yönetimi paylaştıkları, 367-375 yılları arasında Diyarbakır’ın bugünkü sur duvarları ile çevrildiği ileri
sürülmektedir. II.Sapur’un 379 yılında ölümünden sonra144, düzensiz çarpısmalar
devam etti ve uzun görüşmelerin ardından 384 yılında kesin bir anlaşmaya varıldı. Roma
imparatoru I.Teodosyus (379-395), Sasani hükümdarı olan III.Sapur ile bölgeyi yeniden
paylaştı. Simdiki Erzurum, Erzincan, Tunceli, Elaziz, Diyarbakır, Mardin bölgeleri Romalılar’ın; buranın doğusundaki daha geniş ve verimli yerler ile bu arada şimdiki Kars
ili bölgesi de İranlılar’ın idaresine geçti. Karin (Erzurum) ve Martiropolis (MafarkınSilvan) Romalılar’ın hudut şehirleri olarak garnizon merkezi yapıldı.
BİZANS İMPARATORLUGU DÖNEMİNDE DİYARBAKIR
1. Bizans İmparatorlugu’nun KuruluŞu
Büyük Theodosios (379-395), Roma İmparatorluğu’nun doğu ve batısında tek başına
hüküm süren son imparatordur. 395 yılında imparator I.Theodosius’un ölümü üzerine
Roma imparatorluğu’nun Doğu ve Batı olarak bölünmesine karar verilmistir.
İmparatorluk, Büyük Theodosos’un iki oğlu Arkadios ve Honorios arasında Doğu
ve Batı olmak üzere ikiye ayırdı. Doğu, Arkadius’un imparator olduğu Konstantinopolis’ten yönetilecekti. Bu kesin bir ayrılık oldu ve bu tarihten sonra Dogu ve Batı Roma
hiçbir zaman birleşmedi. Paylaşımda Anadolu ve Mısır ile Balkan yarımadası, Doğu’ya
ait olan kısımda kaldı. Böylece 395 yılında Bizans veya Doğu Roma adı verilen Bizans
imparatorluğu kurulmuş oldu.
Bizans imparatorlugu’nun Kurulusu Sırasında Hunların Diyarbakır ve Çevresine
Akınları
Roma imparatorlugu’nun bölünmesi sırasında Akhunlar’ın bölgeye akınları
baslamıştı. Arkadius’un İstanbul’da ve Doğu’da hüküm sürdüğü sırada Unaya (yani
Hunaya veya Hünler) Roma’ya karsı harekete geçtiler. Kafkaslar’dan inen Batı Hunları
Diyarbakır, Mardin, Urfa (Edessa), Antakya (Antiocheia)yı kuşattılar ve Güneydoğu’yu
tamamen istila ettiler. Hunlar, Amid ve çevresini yağmaladılar. Akhunlar’ın bu tahrip
ve talan hareketleri bir süre devam ettiyse de arkalarından gelen Bizans ordusu, yeniden
duruma hakim oldu. (111)
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 437
Bizans imparatoru I. Anastasius Dönemine Kadar Diyarbakır ve Çevresinde Bizans-Sasani Mücadelesi
Bizans öncesi dönemde, 3. yüzyıl ortalarından beri süregelen İran tehlikesi bütün
erken Bizans devri boyuca da imparatorluğu tehdit etmeye devam etti. İran şehinsahları ile mücadele, Bizans devleti için önemli siyasi ve askeri görevlerden biri oldu Bizans’ın basında II.Theodosios (408-450) olduğu sıralarda Sasani tahtında ise
V.Behram (420-438) bulunuyordu. Abdulgani Bulduk’un deyimiyle meşhur Behram
Gur, padisah olunca Genadius aleyhine harp ilan ederek Ermenistan’ın doğusunu zaptetti. Diyarbakır, Meyyafarikin şehirleri ile civarlarındaki yerlere hücum ederek birçok
yeri yıktılar ve mallarını gaspettiler.
V. Behram ölünce yerine II.Yezdicird (438-457),bunun ardından Hürmüz (457-459)
geçti. Bir müddet sonra Hürmüz’ü öldüren, kardes I.Perviz (Peroz 459-484)162, diger
adıyla Firuz hükümdar oldu. Rumların Anadolu muhafızlarının reisi Leon imparator
olduktan sonra, Sasani padisahı I. Firuz’un gönderdigi asker de Diyarbakır’ı yıktı. Acemlerin yıktıkları yerleri Leon (457-474)164 ve halefi Zenon (474-475 ikinci defa (476491)tamir ettirdiler.
Anastasius Döneminde Diyarbakır ve Çevresi
Diyarbakır’ın Sasani Hükümdarı Kavad Tarafından Kuşatılması ve Ele Geçirilmesi
Zenon’dan sonra Bizans tahtına, I.Anastasius (491-518) geçmisşi. Sasani tahtında ise
Kavad (Kubad) bulunuyordu. Altıncı yüzyılın basında, düşmanlıkları yeniden başlatan,
İran hükümdarı Kavad oldu. Düşmanlığın nedeni, Bizans ve İran’ın, ihtiyaç halinde birbirlerine asker ve para olarak yardımda bulunacaklarını kayda bağlayan 422 tarihli bir
antlaşmaydı. İranlılar antlaşmanın bu maddesine dayanarak Hunları durdurmak için
yaptıkları harekatın masrafı olarak yıllık para yardımı almışlardı. Kavad, bu yardımın
bir haraç ve bölge üzerindeki İran hakimiyetinin bir tanınması olduğunu ileri sürdü. Bizans, buna karşılık, 363 tarihli Jovianus Antlasmasının maddelerine göre Nusaybin’in
483 yılında tekrar Batı’ya verilmiş olduğunu isaret ederek para ödemeyi durdurdu.
Anastasius’un insanlıktan uzak pintiligi, Romalılar’a karsı savas açılmasına neden ya
da bahane oldu. Hunlar ve Araplar, Sasani bayragı altında yürüyüşe geçtiler. Doğu Anadolu ve Mezopotamya kentlerinin berkitilmesi o tarihlerde henüz tamamlanmıştı veya
bu kaleler yıkıntı halindeydi. Roma ülkelerine karsı harekete geçmis olan İran orduları,
Ermenistan’daki Theodosiopolis yani Erzurum’u zaptettiler. Sonra Hunlar ve el-Hira
438 DİYARBAKIR SURLARI
bedevilerinden devşirilmis paralı askerlerin yardımıyla Viranşehir, Harran ve Edessa
(Urfa) topraklarını işgal ettiler(111) Ardından Kavad, büyük bir orduyla gelerek Diyarbakır’ı muhasara etti. O zamana kadar surların çoğu yeri yapılmış olduğu için zapt edemeden dönmek üzereyken, gördüğü rüya üzerine tekrar şehri zabt etmek üzere Tesri
(502 yılı ekim ayı) besinde bir cumartesi günü kuzeyden Mezopotamya’ya gelerek bütün
ordusuyla birlikte Amid sehrinin karsısında konakladı. Roma imparatoru Anastasius,
iki taraftan da kan dökülmesin diye Kavad’a para göndererek uzlaşmaya çalıştı. Bizans
sınırına girmis olan Kavad’a hududun ötesine çekilerek parayı kabul etmesini söylediyse
de Kavad bunu yapmadı. Aynı zamanda Amid’e karsı bütün ordusuyla birlikte gece gündüz mücadele etti ve surlara karsı bir yığmatepe yaptırdı. Fakat Amid halkı da buna karşılık olarak surları yükseltti.
Yığmatepe yükselince, İranlılar mancınık kurup isletmeye başladılar ve suru yıkmaya
zorladılar. Güçlü vuruşlar sonunda surun yeni yapılan kesimleri gevşedi ve yıkıldı. Amidliler, sur içinden açılan lağımla tepenin altını oyunca Yığmatepe çöküp dagıldı Kavad,
Amid’e karsı savasını sürdürerek yığmatepeyi yeniden yaptırmak için çalıştıysa da, o
sırada Amidliler, İranlılar’ın “Ezici” dedikleri bir makine yaptılar. Çünkü bu makine,
onların bütün isteklerini bir anda yok edip, kendilerini de mahvetmişti. Amidliler, bu
makine ile her biri üç yüz kilo ağırlığında büyük taslar fırlatıyorlardı. İranlılar’ın altında barındıkları pamuk sayeban (tente) parçalandı ve altındakiler ezildiler. Mancınıklar da, durmadan yağmakta olan tas yağmuru altında parçalandı. Bunun üzerine
Sasaniler su püskürtmeye başladılarsa da İranlılar bozguna uğrayıp tümsekte bos yere
çabalamaktan vazgeçtiler.
Diyarbakır, uzun ve öldürücü bir kşsatmaya dayanmıştı. Üç aydan beri saldırılarını
sürdüren Kavad’ın basarı kazanma yolunda hiçbir umudu kalmadı ve Kavad bu kuşatmada
elli bin askerini yitirdi. Zafer sarhosu olan Amidliler, dikkatsizliğin gafletine dşserek artık
eskisi gibi gayretle surları koruyamıyorlardı. 503 yılının ocak kanunun 10. günü sur koruyucuları fazla şarap içmisler ve derin uykuya dalmşslardı. Bir kısmı ise hava yağmurlu
olduğundan nöbetlerini bırakarak şehre evlerine barınmaya gitmişlerdi. Ya bu ihmalden
veya bir ihanetten dolayı veya yine tanrıdan gelen bir ceza olarak, kapı açılmadan ve sur
delinmeden, bir merdiven vasıtasıyla İranlılar, Amid surlarının hakimiyetini ele geçirdiler.
Edward Gibbon, Sasaniler’in kalenin bir kulesine merdiven dayayarak çıktığını, bu
kulenin gündüz olan bayramda dinsel törenler dolayısıyla yorulmuş olan askerlerin yerine
iki kesiş tarafından korunduğunu ve bunların uykuya dalmalarıyla merdivenlerin koyulduğu bilgisini vermektedir. Şehrin içine giren İranlılar, kapıları açtılar. Şehri harap ederek
servetini yağmaladılar ve kiliseleri soydular Kral aldığı altını, gümüşü, bakırı mermer
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 439
heykelleri ve bronz eşyaları sallara yükleyerek184 Dicle Nehri yoluyla kendi memleketine
gönderdi. İhtiyarlarla sakatlar ve kendilerini gizleyenlerden baska, geri kalan halkını tutsak alarak götürdüler. Üç bin kişilik bir muhafaza kuvveti bırakarak, geri kalanı “Sigaar”
(Sincar) dağlarına çekildiler. Geride kalan İranlılar, Amidliler’in cesetlerini “Kuzeykapısı”
dışına taşıdılar ve üst üste atarak iki yığın yaptılar.Yanlarında götürüp sehir dısında tasladıklarından, yapmış oldukları yığmatepenin üzerinde boğazladıklarından, Deklath
(Dicle) a atılan ve anlatılmaya muktedir olunamayacak türlü türlü sekilerde öldürülenlerden başka, Kuzeykapısı dışına taşınan ölüler 80.000’nin üzerindeydi.
Anastasius döneminde gerçeklesen Amida’nın Kavad tarafından ele geçirilmesi, hudut
istihkamlarının yetersizliğini ortaya koyduğu gibi, üç yıl sürecek olan bu mücadeleler
sonucunda Martyropolis (Meyyafarikin simdiki Silvan), Theodosiopolis (Erzurum),
Amida (Diyarbakır), Nisibis (Nusaybin) geçici olarak İranlılar’ın eline geçmiş oldu
Kavad’ın Diyarbakır’daki Hakimiyeti Zamanında Bizans-Sasani Mücadelesi
Sasani hükümdarı Kavad’ın, Amid’de yaptığı mezalim haberleri çevrede yayılmaya
başlamıs, bu haberler yüzünden Fırat’ın doğusundaki şehirlerin halkı ise korkarak Batıya
kaçma hazırlığına girişmislerdi. İmpartor Anastasius, bunu duyunca şehirlerde kışlayarak
halkı korumaları için epeyce Roma askeri yolladı.
Elde ettiği kazanç, götürdüğü tutsaklar, döktüğü korkunç kanlar, Kavad’ı doyurmamıştı. Kavad, 503 yılı nisan ayında Bizans imparatoruna elçiler göndererek para istetti.
İmparator, parayı göndermeyi reddederek öldürülenlerin intikamını almak için savas
hazırlığına giristi. 503 yılı iyar (mayıs) ayında Kavad’a karsı Areobindus, Patricius ve
Hypatius adlarında üç generalle birçok subay yolladı. Areobindus, yanındaki 12.000 askeriyle Nisibis sehrine dogru Dara ve Ammudin (Ammudiye) sınırlarına yerlesti. Patricius ile Hypatius da yanlarındaki 40.000 asker ile İranlı muhafızları çıkarmak için
Amid’in karsısına gelip ordugah kurdular. Levazım generali Appion ise askerlerin azığına
bakmak üzere Urfa’ya geldi.
Patricius ile Hypatius, Prarazman ve Theodor adlı iki subayı, savas hilesi yaparak,
yanlarında bir sürü koyun ile Amid yakınından geçmek üzere yola çıkarıp, kendileri de
pusuya yattılar. Amid’den bunu gören İranlılar’ın dört yüz kadar seçme askeri, sürüyü
elde etmek için saldırdılar. Pusuda yatan Romalılar, bunları yok ettiler ve basbuğlarını
esir aldılar. Bu başbuğ, Amid’i geri vermeye ant ettiyse de fakat bu gerçeklestirilemedi.
440 DİYARBAKIR SURLARI
503 yılı 25 kanun (aralık) da imparatordan gelen bir fermanda bütün Mezopotamya’da vergiler bağışlanmıştı. Amid’deki İranlılar ise Roma ordularının kendilerinden çok
uzaklaşmış olduklarını görünce, Amid’in kapılarını açarak çıktılar ve istedikleri yerlere
gittiler. Tüccarlara bakır, demir, kursun, eski elbiseler ve bulabildikleri her nesneyi satmaya başladılar. Ayrıca bir halk derneği kurdular. Patricius, bunu duyunca kışlamakta
olduğu Melitene (Malatya) den gelerek Amid sehrinin karşısına yerleşti. Oraya tahıl ile
yağ tasıyan ve hatta oradan eşya alan tacirlerden ele geçirdiklerini öldürttü. Aynı zamanda
Kavad tarafından gönderilen ve Amid’e silah, dirlik, yag ve etlik sürüler götüren İranlılar’ı
da ele geçirerek öldürttü ve eşyalarını ellerinden aldı. Kavad, bunu duyunca öç almak
üzere ona karsı bir marzeban gönderdi.
Vuruşmak için birbirine yaklastıkları sırda Romalılar, önceki yenilgilerinin verdiği
korku ile Patricius’u kaçmaya teşvik ettiler ve kaçarak Kallath (Batman suyu) Çayına geldiler. Kış olduğu ve su da çok taşmış olduğu için geçemediler. Geçmek isteyenler ise atları
ile birlikte boğularak öldüler. Patricius, bu durumu görünce, Romalılar’ı geri döndürecek
bir konuşma yaptı. Romalılar, bu konuşmanın etkisi ile geri dönerek, İranlılar’ın generallerini ele geçirdiler. Ardından tekrar gelerek yeniden Amid’in karsısında konakladılar.
Patricius öteki şehirlerle köylerden Amid’e isçiler göndererek orada toplattı ve zayıflayıp
düşmesi için surun altında mağara açmalarını söyledi Patricius, açılan yerlere ağaç gövdeleri yerleştirerek ateşe verdi. Bu girişim surları yıkamadı. Sadece dıs cepheye zarar
verdi. Sonradan bu mağarayı kazmayı devam ettirerek şehre o yoldan girmeyi düşündü.
Kazma isi bitirilince Romalılar ilerlemeye başladılar. Amidli bir kadının Romalılar’ı
görüp bağırması üzerine, İranlılar duruma müdahale ettiler.Oraya yakın olan büyük
bir kuyunun suyunu mağaraya yönelterek, gelmekte olan Roma askerlerini suda boğdular. Bunun ardından İranlılar, surun iç eteği boyuca hendekler kazarak içlerini su
ile doldurdular. Böylece su seviyesinin inmesini kontrol ederek herhangi bir dehliz
açılmasını engellemek için önlem aldılar. Patricius bir kaçaktan bu işi öğrenince, artık
mağara açmak düşüncesinden vazgeçti.
Roma askerlerinin sessizliğini koruduğu bir gün, bir eşeğin surlara yaklaşması ve bu
eşeğin İranlılar tarafından yukarı çekilmek istenmesi üzerine, her iki taraf naralar atarak
vuruşmaya başladılar. Bütün Roma askerleri, şehri kuşattılar. Romalılar’dan ve İranlılar’dan ölenler, yaralananlar oldu. İranlılarla savaşmak güçtü. Çoğu surun üzerinde ve
kendileri için bedenler içinde yaptıkları mazgallarda savaşıyorlardı. Basbuğlara ve öteki
generallere göre, İranlılarla savaşmak onların isi deşildi. Çünkü sadece su birkaç İranlıyı
öldürmek, onlara zafer getirmezdi. Bu yüzden bütün İranlılara karsı savaşmak gerekirdi.
Kavad yenilir ise o zaman Amid’deki İranlılar ya teslim olurlar veya kapanmış bulundukları yerde ölüp giderlerdi. Bunları düşünerek Amid’deki kuşatmayı bıraktılar.(111)
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 441
504 yılı tammuz (temmuz) ayında yine Romalılar, Amid’deki İranlılar ile çarpıştılar.
Bu sırada Arabia (Arabista) dükü Gainas, İranlılar’ın çoğunu kılıçtan geçirdiyse de,
Amid’den mancınıkla atılan oklar ile vurulup öldü. Başbug Magistros, Amid önünde
beklemenin bir fayda sağlamayacağını görünce Patricius’u Amid karşısında bırakarak,
İran sınırına doğru ilerledi. Areobindius da ordusunu alarak, İran Armenyası’na girip
İranlılar’ı ve Armenyalılar’ı bozguna uğratarak 10.000 kisiyi öldürüp, kadın erkek 30.000
kişiyi de esir aldı. Birçok köyü yağmalayıp yıktılar.
Amid’e dönerlerken yanlarında 120.000 koyun, sığır ve at getirdiler. Nisibis önünden
geçerken Romalılar ile İranlılar arasında meydana gelen mücadelede, İranlılar bozguna
uğradı. Bu bozgundan bir kişi bile kaçıp kurtulamadı(111)
Kavad’ın Hakimiyeti Zamanında Diyarbakır’da Yaşanan Kıtlık
Bizans idaresindeyken refah içinde yasayan Diyarbakır halkı, İranlılar’ın hakimiyeti
sırasında açlık ve sefalet içine düştüler. İranlılar, şehrin Romalılar’a teslim edilmesinden
korktukları için, oradaki bütün erkekleri bağlayarak anfiteatra (yunanca: kunigion) attılar. Atılanların hepsi açlıktan kıvranarak öldüler. Kadınlara gelince; onları, buğday
öğütmek ve ekmek yapmak için bıraktılar. Bunların hiçbiri bu yıl içerisinde (M.S. 504505), bir avuç arpadan başka bir şey alamıyordu. Romalılar’dan korktukları için de hallerine katlanıyorlar, kendilerine verilen arpayı öğütüp pişirerek yiyorlar, siperlerin
aralarına yerleştirdikleri tekneler içinde sebzeler yetiştiriyorlardı.
Birçok kadın birleşerek aksamları veya sabah erkenden şehre inip, rastladıkları kadın
erkek veya çocuk kime güçleri yeterse öldürüp etini yiyorlardı. Bu durum duyulunca
bunu yapan kadınların bir kısmı öldürülürken, bir kısmı ise ğgır tehditlere maruz kaldı.
Sonra da ölmüş cesetleri yemelerine müsaade edildi. Kadınların bir kısmının ise eski
çarık, kösele ve buna benzer birçok nesneyi sokaklardan, mezarlıklardan toplayarak yedikleri görülüyordu. Roma askerlerinin ise hiçbir şeyi eksik değildi. Her ihtiyaçları mevsiminde karşılanmakta ve imparatorun buyruğu ile özenle kendilerine getirilmekteydi.
Kavad’ın Barıs Teklifi ve Diyarbakır’ın Tekrar Bizans İmparatorlugu’nun Hakimiyetine Girisi
Amid yanında konaklayan Roma generalleri, yağma için İran sınırlarını asarak mallarını yağmalıyor ve halkını esir alarak korkunç zararlar veriyorlardı. Birçok köyü yakıp,
içindeki on iki yasından yukarı olan erkekleri öldürürken kadınları ve çocukları tutsak
alarak götürüyorlardı. Çünkü Magistros, bütün generallere böyle emir vermişti.
442 DİYARBAKIR SURLARI
Girdikleri her köyde sağlam bir ev bırakmadıkları gibi, aynı zamanda asma, zeytin ve
başka ağaçları da kesiyorlardı. Roma askerlerinin önündeki, Roma Arapları da Dicle’yi
geçerek, İran sınırı içerisinde buldukları nesneleri yağma ve insanları esir ederek her şeye
zarar veriyorlardı.
Kavad, ülkesini Romalılar’ın yıktığını ve onlara karsı duracak kimse olmadığını görünce, bir Astabid’i 20.000 kişilik bir ordu ile barış hakkında konuşmak üzere Magistros’a
gönderdi. Bunlarla birlikte Amid’den tutsak getirdiği bütün Romalılar’ı ve diğer esirleri
geri yolladı. Magistros, gelenleri kabul etti. Astabid, Amid’de muhasara edilmis bulunan
İranlılar’ın, kendisinin getirdiklerine karşılık geri verilmesi için yalvarıp yakardı. Magistros, bunu kabul etmeyince, Astabid de İranlılar’a yiyecek gönderileceğini, yiyecek göndereceği kişilerin öldürülmemesi için Magistros’tan söz aldıysa da, Dük Nonnosus
adındaki kişi bu yeminin içinde yer almadı. Bunun üzerine Astabid, ekmek çuvallarıyla
yüklü üç yüz deve gönderdi. Bu yüklerin orta yerlerine oklar doldurulmuştu. Nonnosus,
bu kervanı ele geçirerek getirenleri öldürttü. Astabid, Birçok kadın birleşerek aksamları
veya sabah erkenden şehre inip, rastladıkları kadın erkek veya çocuk kime güçleri yeterse
öldürüp etini yiyorlardı. Bu durum duyulunca bunu yapan kadınların bir kısmı öldürülürken, bir kısmı ise ağır tehditlere maruz kaldı. Sonra da ölmüş cesetleri yemelerine müsaade edildi. Kadınların bir kısmının ise eski çarık, kösele ve buna benzer birçok nesneyi
sokaklardan, mezarlıklardan toplayarak yedikleri görülüyordu. Roma askerlerinin ise
hiçbir şeyi eksik değildi. Her ihtiyaçları mevsiminde karşılanmakta ve imparatorun buyruğu ile özenle kendilerine getirilmekteydi.
Kavad’ın Barıs Teklifi ve Diyarbakır’ın Tekrar Bizans imparatorlugu’nun Hakimiyetine Girisi
Amid yanında konaklayan Roma generalleri, yağma için İran sınırlarını asarak mallarını yağmalıyor ve halkını esir alarak korkunç zararlar veriyorlardı. Birçok köyü yakıp,
içindeki on iki yasından yukarı olan erkekleri öldürürken kadınları ve çocukları tutsak
alarak götürüyorlardı. Çünkü Magistros, bütün generallere böyle emir vermişti.
Girdikleri her köyde sağlam bir ev bırakmadıkları gibi, aynı zamanda asma, zeytin ve
baska agaçları da kesiyorlardı. Roma askerlerinin önündeki, Roma Arapları da Dicle’yi
geçerek, İran sınırı içerisinde buldukları nesneleri yağma ve insanları esir ederek her seye
zarar veriyorlardı. Kavad, ülkesini Romalılar’ın yıktığını ve onlara karsı duracak kimse
olmadığını görünce, bir Astabid’i 20.000 kişilik bir ordu ile barıs hakkında konuşmak
üzere Magistros’a gönderdi. Bunlarla birlikte Amid’den tutsak getirdiği bütün Romalılar’ı
ve diğer esirleri geri yolladı. Magistros, gelenleri kabul etti. Astabid, Amid’de muhasara
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 443
edilmiş bulunan İranlılar’ın, kendisinin getirdiklerine karşılık geri verilmesi için yalvarıp
yakardı. Magistros, bunu kabul etmeyince, Astabid de İranlılar’a yiyecek gönderileceğini,
yiyecek göndereceği kişilerin öldürülmemesi için Magistros’tan söz aldıysa da, Dük Nonnosus adındaki kisi bu yeminin içinde yer almadı. Bunun üzerine Astabid, ekmek çuvallarıyla yüklü üç yüz deve gönderdi. Bu yüklerin orta yerlerine oklar doldurulmuştu.
Nonnosus, bu kervanı ele geçirerek getirenleri öldürttü. Astabid, Anastasius, Diyarbakır’ı Acemlerden aldıktan sonra tahrip edilen yerleri onarttığı gibi surların tamamlanmamış olan kısmını da yaptırdı. Böylece Diyarbakır şehri Acemler’in tahribinden
kurtuldu Anastasius bir yandan kenti yeniden imar ederken, diğer yandan da kent kilisesine bağışlarda bulundu ve yoksullara dağıtmak üzere epeyce para verdi. İmparatorun nazırı Urbikius, Amid’e giderek ahalisine biner dinar para dağıttı. Anastasius,
aynı zamanda Amidliler’e istedikleri valiyi ve piskoposu da gönderdi Anastasius bunlarla da kalmayarak iç kaledeki kıslaları insa ettirdi. İç kaledeki Nesturi manastırı kilisesi de bu dönemde 518 yılında onarıldı.
Jüstinianus Döneminde Diyarbakır
I.Jüstinianus’un Basa Geçisi ve Doğu Sınırında Sasani Saldırılarına Karsı Aldıgı
Önlemler
Anastasius’tan sonra imparator olan Jüstinianus, 518 yılından 527 yılına kadar Jüstin
adına devleti idare ederken, bizzat kendisi ise 527 yılından 565 yılına kadar tahtta kalmıştır.
Böylece yarım asra kadar bir zaman, Doğu Roma imparatorluğu’nu idare etmistir.
Jüstinianus, devleti etraftaki düşmanların taarruzlarından korumak için birçok kale
ve tahkimat yaptırmak suretiyle büyük bir ise girişmistir. Az sene zarfında, imparatorlugun bütün hudutları boyunca olduğu gibi Fırat ve Ermenistan daglarında hemen hemen
fasılasız müstahkem hatlar (castella) inşa ettiren Justinianus dğgudaki önemli kalelerin
korunması için Belisarius komutasındaki bir orduyu tarihçi Procopius ile birlikte 523
yılında Dara’ya göndermistir. imparator 528 yılında Dara surunun hatalı bölümlerini
düzelttirdikten sonra, Diyarbakır surunu yeni duvarlar ile destekleyerek Dara ile Diyarbakır arasında birkaç kale213, kalelerin gerisinde ise satolar yaptırmıştır Jüstinianus, bu
inşa faaliyeti sayesinde, Prokop’un dediği gibi “imparatorluğu kurtarmıştır” Ayrıca Jüstinianus, doğu sınırının emniyeti için Magistri militum (askeri hakim, Kumandan) lara
tevdi ettiği büyük kumandanlıklar idaresinde bütün sınırlarda, hudut mıntıkaları ihdas
ederek, böylece önceleri “Devletin setir tertibatı” denilen teşkilatı yapmıstır .I.Jüstinianus
Döneminde Diyarbakır ve Çevresinde Bizans-Sasani Mücadelesi 506 yılında Sasaniler
ile yapılan barışa rağmen Mezopotamya ve Kafkaslar’da durum ciddiyetini koruyordu
444 DİYARBAKIR SURLARI
I.Jüstinianus, barıs antlasması gereği, her yıl İran’a yapılmakta olan para yardımını kesince, iki taraf arasında savas yeniden başladı Jüstinianus, askerlerinden Baliserius’u Kavad
ile savaş yapmakla görevlendirdiyse de yapılan savasta önce Acemler, sonra Rumlar galip
geldiler ve aralarında bir barış yapılabilecek başarıyı her iki taraf da elde edemedi. Sasaniler, 531 yılında Suriye’ye doğru ilerlemeye başladılar. Martyropolis kuşatmaya alındığı
sırada Kavad öldü ve yeni hükümdar I.Hüsrev (531-579), Romalıların barış isteğini kabul
etti. Jüstinianus, 532 yılında büyük İran hükümdarı I.Hüsrev ile “ebedi” bir barış antlaşması yaparak, İran Devletine haraç ödemek pahasına Batı’da hareket serbestliği kazandı
Jüstinianus, barısı güven altına almak için Hüsrev’e altınla yüklü bir servet ödemesine
rağmen, Hunların dostluğunu kazanmak kararıyla, barısın bozulmasından sorumlu oldu.
I.Hüsrev, Bizans imparatorunun, Hunları İran üzerine saldırmaya teşvik ettiğini anlaması
ve Bizans’ı Batı’da meşgul görmesi üzerine 540 yılında barısı bozarak Suriye’ye yürüdü
ve Antakya’yı yağmaladı. 544 yılında Mezopotamya’yı tahrip etti Hüsrev’in yönetimindeki İranlılar, saldırdıkları kentlerde yakaladıkları kadın ve erkeklerden kimilerini öldürdüler. Beliserius bile onları mağlup edemiyordu. Bunun ardından 545 ve 562 yıllarında
elli senelik bir sulh yapıldı. Bununla saha cizye vermeyi ve İran arazisinde din propagandası yapmamayı taahhüt ederken ödenen haracın miktarı da yükseltiliyordu. Diyarbakır
bölgesinin büyük bir kısmı ise İranlılar’da kalıyordu.
Bizans imparatorları II. Justinus, I.Tiberius Konstantinus, Mavrikius ve Phokas
Dönemlerinde Diyarbakır ve Çevresi
Justinianus’ın ilk halefleri Genç II.Justinus (565-578), Tiber (578-582), Mavrikius
(582-602) ve Fokas232 veya Phokas’dır. Bu dört imparatorun en meşhuru azimli bir
asker ve tecrübe sahibi bir şef olan Mavrikius’tur. Bizans imparatorlarının olduğu 565
ile 610 seneleri arasındaki bu devir, Bizans tarihinin en perişan devirlerinden biri olmuş;
anarşi, sefalet ve afetler, imparatorluğu istila etmiştir.
İran ile 562 yılında 50 sene için yapılmış olan antlaşma, II.Justinus’un İran’a ödemesi
gereken vergiyi reddetmesi üzerine bozulmuştur. Justinianus’un, imzalanması için büyük
gayret göstermiş olduğu barıs antlaşması bozulunca sert ve uzun bir savaş basladı235.
II.Justinus devrinde İran ile Bizans arasında başlayan savas (572-574), Bizans için bir felaket oldu. Nisibis (Nusaybin) muhasarası terk edildi, sınır yakınında olan Dara İranlıların eline geçince imparator Justinus delirdi. İmparatoriçe Sofya, İran ile 574 yılında
45.000 altın karsılığında bir senelik bir mütareke yaptı.
577 yılında İran komutanı Azarmahan, büyük bir ordu ile yürüyüşe geçerek Meyyafarikin, Amid, Re’sülayn ve Mardin mıntıkılarını Bizanslılardan temizledi Böylece SaDİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 445
saniler 577 yılında yeniden Diyarbakır’ı ele geçirmiş oldu Tiber ve Mavrikius dönemlerinde savaş devam etti. İran merzubanı, Theodosiupolis’i tehdit etmesi üzerine Mavrikius
şehre yardıma kşsunca, İranlılar gizlice Martyropolis’e giderek Mezopotamya eyaletini
yağma ve Amida’yı üç gün muhasara ettilerse de bir sonuca ulasamadılar Bu sırada Bizans
imparatoru öldü.Yerine Mavrikius geçeceğinden İstanbul’a hareket etti. Bu ayrılıştan faydalanan İran kuvvetleri 589 yılında Meyyafarikin’i tekrar aldılar İran’da taht kavgaları
yüzünden doğan karışıklıklar, Bizans imparatorluğu’nun lehine oldu. Bu kavgalar sırasında IV.Hürmüz tahtan indirilerek yerine oğlu II.Hüsrev Perviz (590-628) getirildi
Yeni Sasani hükümdarı II.Hüsrev ile Mavrikius Anlastı Mavrikius’un 591 yılında yapmış
olduğu barış antlaşması imparatorluk için önemliydi. İran Ermenistan’ı ve Doğu Mezopotamya, Dara şehriyle birlikte, Bizans’a bırakılıyordu. İranlılar’a verilmesi gereken senelik vergiyi içeren utandırıcı madde çıkarılıyordu. Sonuç olarak İran tehlikesinden
kurtulan imparatorluğa, batı meselelerine dönme imkanı veriyordu. Batman suyunun
batısındaki yerler Bizans imparatorluğu’na bırakılıyordu.
602 yılında Mavrikius öldü.Yerine geçen Phokas (602-610)’ın İstanbul’da hüküm sürdüğü yıllarda ihtiyarlamış, kansız kalmış geç Roma Devleti son ölüm kalım mücadelesini
veriyordu Öldürülen Mavrikius’un intikamcısı olarak ortaya atılan İran hükümdarı,
büyük bir taarruza giristi. Sınır bölgesindeki mukavemet kırılıp müstahkem Dara mevkii
605 yılında düştükten sonra İran orduları Tur Abdin’e giderek, buradaki Tas kaleyi zaptettiler ve bu kalenin içindeki Romalıları öldürdüler.
Her yerde sadece Romalıların öldürüldüğü anlaşılınca Romalılar, kaleyi bırakarak
kaçtılar. Amid de 607 yılında teslim edildi İran ordusu Miyafarkin (Silvan)i de alarak
Fırat’ı geçti ve Kadıköy’e dayandı. Phokas, 610 yılında Heraklius tarafından devrildi.
Heraklius Döneminde Diyarbakır ve Çevresi
Diyarbakır ve Çevresinde Bizans-Sasani Mücadelesi
Phokas, 610 yılında Heraklius tarafından tahttan indirildi Yerine geçen Heraklius,
610 yılından 641 yılına kadar tahtta kaldı. Heraklius, tahta çıktıgı sırada devletin durumu
iyi değildi. Her yıl İranlılar yeni yeni başarılar elde ediyordu. Ülke iktisadi ve mali bakımdan mahvolmuştu. Devletin arazisi düşmanlarca isgal olunmuş, Anadolu’nun kalbine
İranlılar girmişti (111)
Doğu’da bulunan İranlılar, 611 yılında Suriye’yi fethettiler ve Bizans’ın en önemli
şehri olan Antakya’yı işgal ettiler. Filistin’in de işgal edilmesinin ardından, İran ordusu446 DİYARBAKIR SURLARI
nun bir kısmı bütün Anadolu’yu geçerek Marmara sahillerindeki Kalhedon (Kadıköy)u
zapt ettikten sonra, İstanbul’un karşısındaki Üsküdar’a kadar geldiler.
İmparator, İranlılara karsı harp ilan etti. İmparator 622 senesi ilkbaharında, Anadolu’ya geçti. Modern tarihçilerin tahminine göre Heraklius, 622 ile 628 yılları arsında
İranlılar’a karsı üç sefer yaptı. Bütün bu seferler Bizans ordularının başarılarıyla Sonuçlandı. Bir dizi askeri hareket düzenleyerek Mezopotamya’yı yeniden ele geçirdi. Böylece
602 yılında II.Hüsrev tarafından kuşatılmış olan kent (Diyarbakır), 628 yılında Heraklius ile geri alınmış oldu. Heraklius, İran’ın merkezi vilayetlerinde ilerledi. Bu olaylar
üzerine İran hükümdarı Hüsrev tahtan indirildi ve öldürüldü. İran tahtına çıkan Hüsrev’in oglu Kovrad-Siruye, Bizans imparatorluğu ile barış yaptı.
Barısa göre önceleri Bizans’a ait olan bütün arazi Bizans’a geri verildi. Böylece Armenia, Roma Mezopotamyası, Suriye, Filistin ve Mısır, Bizans imparatorluğu’na iade edilecekti. Bütün bunlar olurken İran tahtına kısa süre içerisinde Sirvin’in ardından Erdesir,
sonrasında Sehriyun geçti. Sasani tahtına geçecek erkek varisler, bu kargaşalıklar içinde
öldürüldüklerinden, tahta Hüsrev’in kızı Boran geçirildi. İran kraliçesi Boran, 630 yılında Heraklius ile bir elçi aracılığı ile sulh yaptı.
Boran’ın hükümdarlığı da kısa sürdü. Firuz adında bir komutan, Boran’ı öldürdüyse
de arkasından Firuz da öldürüldü. Nihayet 632 yılında Yezdicirt İran tahtına oturdu.
Bizanslılarla olan sürekli savaşlar ve iç mücadeleler, Sasanileri çok zayıf düşürdü. Bizans
imparatorluğu da buna yakın bir durumdaydı. Bir süre sonra İslam orduları bölgede görülecek ve kısa bir süre içerisinde bütün mıntıkaya hakim olacaklardı. (111)
Fetihden Önce Diyarbakır kalesi
“Diyarbekir’de Arap ordusu gelmezden iki yıl önce biri doğuda (Patrois) öbürü batıda
(Yukanna) adlı iki kardeş hüküm sürmekte idi. Patrois’un Sfura, Yukanna’nın da Rağura
adında birer kızları vardı. Günlerden bir gün Yukanna Dara hükümdarı Martavusun kızı
Meryem’le evlenmek istemişti. O da kızını anıklayarak gösterdi. Meryem çok kurnazdı.
Amid şehrine gelince gözleri kamaştı. Burası çok hoşuna gitmişti. Odasında yalnız kaldığı bir sırada kendisine bakmak üzere verilmiş olan kadını yanına çağırıp; Daye, ben
ortasında pek çok pınarlar, bahçeler ve çiçekler bulunan böyle şenlikli, bunca gökçek ve
çetinleştirilmiş bir şehir görmedim. Ne yanına baksa insan kendinden geçiyor, doğru
söyle bu şehri kim yapmıştır?’ dedi. Kadın: Yunan sınırlarından Amuriye çitlerine değin
bütün Rum ülkelerini ele geçiren ve büyük Rum ilinde önce hikmet evi kuran (Timaves,
bin Ersalos, bin Mithad, bin Meklavken, bin Asfar, bin İs, bin İsak) adında eski bir hüDİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 447
kümdar vardı. Bu zat fütuhatı sıralarında ordusu ile birlikte Süveyka -ki bugün İstanbul
şehrinin bulunduğu yerdir- adlı mahalle vardıklarında bilesince bulunan İstanbul adındaki oğlu o yeri çok beğendiğinden babasına, ‘Baba, ben burada bir şehir kurdurup kendi
adımı takmak istiyorum ne dersin’ dedi. Timaves uygun karşılık vererek yeteri kadar para
ve adam verip yoluna devam etti. İstanbul, dört yıl içinde altı fersah kadar sur yaptırıp
kendi adını koyduktan sonra öldü. Bıraktığı Kostantin adındaki oğlu suru bitirtip o da
kendi adını taktı. Böylece şehir, bu baba ve oğul adlarını alarak kaldı.
Timaves şehirleri ala ala Amid’in bulunduğu yere gelmişti. O da bu yeri beğendi ve
burada bir şehir yaptırmağa karar verdi. Yetmiş kişilik devlet adamını katına çağırarak
‘Ben burada öyle bir şehir yaptırmak istiyorum ki dünyada ondan daha sarp ve daha çetin
bir kale olmayacaktır’ dedi. Adamları ‘baş üstüne’ deyip hemen etrafta bulunan meşhur
sanatkârları toplattılar. Ustalar şehrin yerini, Hamam, Kilise, Hisar, Burç ve öbür yapı
yerlerini amaçlayarak işe koyuldular. Şehrin yapılışı bitince Timaves öldü.
Hükümdarın ikamet müddeti sona erdiği için şehrin adına (Amid) dediler. En sonra
hükümdarlar birbirine tevarüs ede ede nihayet hükümet nöbeti şu iki kardeşe, (Patrois)
ve (Yukanna) ya geldi dedi.
Meryem hizmetçi kadının bu izahatına son derece sevindi. Aradan biraz müddet
geçti. Bir gün Patrois kardeşi Yukanna’nın kızı Saburayı oğlu Leven’e istedi. Yukanna da
Patrois’in kızını kendi oğluna diledi. Uyuşamadılar. Bu yüzden araları açıldı. İş o kerteye
geldi ki, Surun kapılarını bile kapadılar. Birbirlerine gidip gelmek kesildi. Bu hali memnuniyetle gören Meryem artık faaliyete geçmek zamanının gelmiş olduğuna kanaat getirerek işe koyuldu. Görünürde iki kardeşin arasını bulmak, gerçekte kendi dolabını
çevirmek üzere ortaya düştü. Aralarında gidip gelmeğe başladı. Bir gün bir ziyafet tertip
edip iki kardeşi bütün çoluk çocuklarıyla çağırdı. Hep birlikte sofraya oturdular. Meryem
önceden hazırladığı ağulu şaraptan kendi eliyle her birisine birer kadeh sundu. İçen devrildi. Birkaç saniye içinde bunların hepsi cansız olarak yere serildiler. Her iki hükümdarın
soylarından kimse kalmamıştı. Meryem hemen hükümdarlığını yaydı. Halka huylarına
göre muamele ederek kısa zaman içinde hepsinin gönlüne girdi. On iki yıl hükümet gördükten sonra idi ki İyaz ordusu Amidi kuşatmıştı.
Meryem kalenin sarıldığını anlayınca çok korktu. Şehrin ileri gelenlerini kilisede toplayarak ‘Bakınız şu Araplara şehrinizi kuşattılar, burasını almak istiyorlar. Bilirsiniz ki
Diyarbekir’in kilidi burasıdır. Elimizden giderse bütün Diyarbekir-Beynennehreyn (Cezirenin yukarı bölümü) gitti demektir. Tanrı korusun, böyle bir hal vukuunda Mesih
dini yıkılır. Hele buralarda adı bile kalmaz. Şu içinde bulunduğumuz kale, bütün dünya
bilir ki yüzyıl sarılsa da yine alınır bir yer değildir. Zira her türlü savaş gereçleri bolcadır.
448 DİYARBAKIR SURLARI
Bir de çevredeki Hristiyan hükümetleri bizim harekatımızı kolluyor. Bu yüzden şehrin
korunması gerekir. Surların üstünden müdafaa ve mukabeleye koşunuz’ dedi. Ve ardınca
din rüesasını toplayıp halkın birleşmelerini sağlamaları için öğütlerde bulunmalarını söyledi. Herkes aldığı buyruğu yerli yerince tatbik etmek üzere işe başladılar. Bütün halk
çanlarını, bayraklarını ve her türlü malzemelerini alıp surlara, burçlara koştular müdafaa
vaziyetini aldılar.
İyaz düşmanın bu vaziyetini anlayınca rüesayı yanına toplayıp: ‘Bu şehir çok müstahkem bir kaledir. Tanrı ne vakit alınmasını müyesser kılarsa ancak o zaman Diyarbekir
bizim olacaktır. Bu yolda sizin bir düşünceniz varsa söyleyiniz’ deyince Ashaptan Halid
ayağa kalkarak: ‘Ya Emir biliyorsun ki, bizler aldığımız yerleri ne kuvvetle, ne uzun boylu
kuşatmakla ve ne de sayı çokluğu ile elde ediyoruz; ancak Tanrının gösterdiği kolaylıkla
muvaffak oluyoruz. Bu kalede kefere, meydana çıkıp da hücum etseler iş kolaydır. Yok
meydana çıkmayıp da içerden surların üzerinden müdafaaya kalkışırlarsa o vakit biraz
beklemek gerekir. Zira sabrın sonu selamet, neticesi muvaffakiyettir. Ancak hele sen şu
kadına bir mektup yaz, olur ki Tanrı yüreğini yumuşatır da ya gelir veya vere ile kaleyi
bize verir’ dedi. Bunun üzerine İyaz Meryem’i Dara’ya bir mektup yazdı. Ve bunda hemen
teslim olmasını istedi. Bu mektubu bir ulak ile kale dibine yolladı. Sur üzerinden bir ip
uzatılarak mektup yukarıya çekildi. Meryem’in eline geçen bu mektuba verdiği karşılık
kaleyi vermeyeceği merkezinde idi.(110)
Âmid’in(Diyarbakır’ın) surlarının Kuşatılması
Âmid’in fethi olayını en geniş biçimde ele alan Târihu Fütûhi’l-Cezîre adlı eserden
yararlanacağız. Altı fasıldan oluşan bu eserin “Diyâr-ı Bekr’in Fethi” başlıklı üçüncü faslında, on dört sayfada Âmid’in fethi anlatılmaktadır.
Bu eserde, Âmid’in fethi olayı özetle şöyle anlatılmaktadır:
Rivayete göre İyâz b. Ğanm, 7 Cumâdi’l-Ula 17 (27 Mayıs 638) tarihinde, İslâm ordusunun başında Âmid önlerine geldiği sırada, şehir Bizans’a tabi olan Meryem adında
bir vali tarafından idare edilmekte idi. Bu vali, çocukluğunda Bizans’ın ihtişamlı günlerini, İstanbul ve Âmid’in kuruluş hikayelerini çok dinlemiş ve Âmid şehri onu büyülemiştir İyaz b. Ğanm, ordusu ile Âmid önlerine gelmiş ve şehri kuşatmaya başlamıştır.
Şehrin kuşatılması sırasında, ordunun kumandanı İyaz b. Ğanm Bâbu’t-Tell’i (Mardin
kapı), Said b. Zeyd’in Bâbu’r-Rûm’u (Urfa kapı), Mu’âz b. Cebel’in Bâbu’l-Cebel’i (Dağ
kapı) ve Halid b. Velid de Bâbu’l-Mâ’ (Yenikapı)’yı tutmuştur .
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 449
Aynı eserde aktarılanlara göre Müslümanlar şehrin sulh ile kendilerine teslim edilmesini istemişlerdir. Ancak diplomatik girişimlerden sonuç alınamamış, iki taraf da
zaman kazanmaya ve askerlerine moral ve cesaret vermeye çalışmıştır.
Şehrin Bizans valisi, müslüman askerlerin şehri dört taraftan sardığını; ‘Ashâb-ı
Resûl’un şehri kuşattığını görünce, kiliseye giderek devletin ileri gelenleriyle toplanmış
ve onlara şu konuşmayı yapmıştır:
“Araplar yurdunuza girdiler, şehrinizin önünde karargah kurdular, bunlar şehrimizi
almaya tamah etmişler. Siz iyi biliyorsunuz ki bu şehir Diyâr-ı Bekr bölgesinin kilididir.
Onu ele geçiren, bütün bölgeyi almış olur ve İsa Mesih’in hakimiyeti son bulur; O’nun
dini bu ülkede desteksiz kalır. Bizans’a bağlı kral ve prensler, Hıristiyanlığın yüce şahsiyetleri ve bütün Hıristiyan evlatları bize bakıyor, bizim ne yapacağımızı gözlüyorlar. Siz
geçmişten biliyorsunuz ki bunlar burada yüz sene de kalsalar şehrinizi alamazlar. Dininiz
uğruna bunlarla savaşınız
Buna karşılık İslâm ordusu başkumandanı İyâz b. Ğanm de Âmid’deki yönetimin
kendileriyle savaşmaya karar verdiğini öğrenince askerlerine şu konuşmayı yapmıştır:
“Biliniz ki bu şehir çok iyi bir korumaya sahiptir. Burası Diyar-ı Bekr’in gözüdür. Allah
buranın fethini bize nasip ettiğinde Müslümanlar bütün bölgeye hakim olacaklardır.”
İyâz, bundan sonra ne yapılması gerektiği konusunda, arkadaşlarına görüşlerini sormuş, bunun üzerine Hâlid b. Velid şunları söylemiştir: “ Şunu biliniz ki biz maddî güç
ve sayımızın çokluğuyla değil, belki Allah’ın yardımı ve Hz. Peygamberin bereketi sayesinde bir yere hakim oluyoruz. Nitekim peygamberimizin bize bu konuda vaadi vardır.
Allah’ın dediği olur. Eğer bunlar şehrin dışında bir yerde savaşmak isterlerse bu bizim
işimizi kolaylaştırır. Fakat biraz sabredelim. Sabrın sonu zaferdir. Belki beklenmedik bir
gelişme olur. Bu kadına bir mektup yaz. Onu önce korkut, sonra da güzel vaadlerde
bulun, umut ver. Umarız ki Allah yardım eder ve onu imana getirtir”
Âmid’in Bizans valisi, Müslümanların şehrin kendilerine teslim edilmesi için yaptıkları çağrıyı reddederek askerlerini toplamış ve onlara şu konuşmayı yapmıştır.
“Bu Araplara teslim olursak Bizans ülkesini doğudan batıya kadar küçük düşürmüş
oluruz. Kuşatma daha bir sene bile sürmeden şehrinizi Araplara nasıl teslim edersiniz!
Üstelik şehriniz en iyi korunan yerlerden biridir. Burada ihtiyaç duyduğunuz her şey var.
Diyâr-ı Bekr çevresindeki kral ve prensler bana mektup göndererek, bana “şehri teslim
etme” dediler. Zaferimiz için askerleriyle yardıma geleceklerini ve bizi Araplardan kurtaracaklarını vaad ettiler.”
450 DİYARBAKIR SURLARI
Müslüman ordusunun Âmid kuşatması beş ay kadar sürmüş ve bu süre içerisinde yürütülen diplomatik faaliyetler sonuçsuz kalmıştır.
b) Fethin Tarihi ve Şekli
Târihu Fütûhi’l-Cezîre’de şehrin 7 Cumâdi’l-Ula 17/27 Mayıs 638 Cuma günü kuşatılmaya başlandığı ve bunun da beş ay kadar sürdüğü bilgisi bulunmaktadır. Bundan
da fethin Kasım ayı içerisinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Kaynağımıza göre Âmid fethinin son aşaması şu şekilde olmuştur: Müslümanlar şehrin surları önünde beş ay kaldılar. Hâlid, hergün askerleriyle şehri çevreleyen surların etrafını dolaşıyordu, ancak bir çıkar yol bulamıyordu. Nihayet, dışardan içkaleye çıkan bir
tünel (su deliği)keşfedildi(62)
Halid bin Velid’in girdiği su deliği
Vakidi gizli su deliğinin tespitini de şu şekilde aktarır,
“Amid’in sarılışı sırasında çadırını su kapısı civarında (bu günkü Kıtırbil ve Yeni köyde
karargah yeri olmuş) kurmuş olan Halid b. Velid her gün yanındaki askerlerle şehrin o
yanlarında gözcülük yapıyordu. Human adında bir kölesi vardı. Bu köle her gün arpa
unundan yapılma olan birkaç ekmeği iftar için Halid b. Velid’in çadırına bırakırdı. İki
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 451
üç gün ekmek bulamayan Halid b. Velid ‘azık mı tükendi nedir üç akşamdır ekmek yok’
diye sordu. Kölesi de her akşam ekmeği bıraktığını söyledi ve çadırı gözetlemeye koyuldu.
Kale duvarının dibinde bir köpek gelerek çadırına girip ekmeği kaçırdığını gördü. Köpeği
takip etti, köpeğin kale duvarı dibindeki bir sel çukuru yolundan içeri girdiğini tespit
etti. Koşup Halid b. Velid’e haber verdi. Halid b. Velid gidip baktı ve sevindi. ‘Maiyetimde
su yolundan şehre girmek için Allah uğruna kendimi kodum. Benimle içeri girmek için
sizden yüz kişi isterim.’dedi. Çıkan yüz kişiyle doğruca Iyaz b. Ganem’in yanına gidip
keyfiyeti bildirdi. 0 da ordusuna kale içinden tekbir sedaları işitir işitmez hemen harekete
geçmelerini teklif etti. Halid b. Velid gece yarısı yüz kişiyi alıp su yoluna gitti. İlkin Halid
b. Velid, ikinci Amr b. Avsah, üçüncü Huzeyfe b. Sabit, dördüncü Amr b. Beşir ve diğerleri içeri girdiler. Doğru şehrin orta yerine vardılar ve orada yüksek sesle tekbir getirmeye
başladılar. Uykuda olanlar uyandı, uyanık olanlar da korkudan titremeye başladılar. Halid
b. Velid, icab eden yerleri tutturdu ve on çeri gönderip surun kapısını açtırdı. Meryem,
İslam askerlerinin şehre girdiğini anlayınca kıymetli eşyaları ve maiyeti ile birlikte kendi
sarayında bulunan azim ve gizli yolla Ermen kapısından taşraya çıkıp Bilad-ı Ruma gitti.
Yer altından giden bu gizli yolun Seyrantepe’ye çıkmakta olduğu bu gün bile halk
arasında söylenmekte ve bazı izlerine rastlanmaktadır(63)
Şehre giren İyâz, halkın meydanda toplanmasını emretti. Verilen emir üzerine silahlarını şehir meydanında onun önüne attılar. İyâz toplanan halka şu konuşmayı yaptı:
“Allah size karşı bize zafer ihsan etti. Sizden kim ki Müslüman olursa malını, mülkünü
ona bırakırız, kim de bunu kabul etmezse ona dilediğimizi yaparız.” Halkın yaşlıları ve
büyükleri ise şöyle dediler: “ Allah size, güzel sabrınız, iyi kalpliliğiniz, adaletiniz, insaflı
olmanız ve iyi muameleniz sayesinde zafer nasip etti. Şu anda biz sizin merhametinize
kalmışız, bize kıyamet gününde sizi mükafata nail edecek bir muamele ile davranınız.
İyâz’ın “Allah affedicidir, bağışlamayı sever, biz de sizi affettik” demesi üzerine şehir
halkı “ Mademki bizi affettin, biz de senin dinine giriyoruz” demiş ve çoğu, İslam dinini
kabul etmiştir. İyâz, müslüman olmayanlara da ertesi yıldan başlamak üzere cizye uygulaması getirildiğini söylemiş ve silahlarını toplatmıştır.
Âmid halkı mallarının yarısını İyâz’a vermiş, o da sadece müslüman olanlardan ve
eski dinleri üzere kalanlardan bunu kabul etmiştir. İyâz, Hıristiyanların buradaki en
büyük mabedi olan Toma Kilisesi’nin üçte ikisi üzerine cami inşa etmiş ve şehirde on iki
gün kaldıktan sonra Sa’sa b. Savhan el-Abdî’yi şehre vali tayin etmiş, yanına da beş yüz
Arap savaşçı bırakmıştır. İyâz, Âmid’i fethettikten sonra etrafta bulunan kaleleri fethe
çıkmıştır.(62)
452 DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır fetih komutanları
Hz. Ömer döneminde 16 (637) meydana gelen Yermuk savaşı sonrası Şam bölgesini
ele geçiren Müslüman orduları, yönlerini o zamanki adıyla el-Cezire olarak isimlendirilen
Fırat-Dicle havzasının kuzeyine doğru çevirdiler. Şam’dan bu bölgeye gönderilen İyaz b.
Ganm komutasındaki ordu içinde bir kısım sahabeler de bulunmaktaydı.
İyaz’ın başında bulunduğu ordu Diyarbakır’ı çok fazla zorlanmadan 17 (638) de aldı
ve Urfa ve civarında ki şehirlerde uygulanan Ruha (Urfa) antlaşmasının şartları buraya
da uygulandı.
İyaz’ın ordusu içinde Diyarbakır’a geldiği iddia edilen sahabelerden bir kısmı şehrin
fethinin gerçekleştiği iç kalenin fethi sırasında şehit düştü, bir kısmı fetihten sonra geri
döndü, bir kısmı da iddia edilenin aksine hiç gelmedi. Diyarbakır’ın Fethine geldikten
sonra şehirden ayrılan ünlü sahabelerden bir kısmı şunlardır;
1. İyaz b. Ğanm
İyaz b. Ganm, Hz. Ömer’in emriyle, Şam ordusu içinde müstakil olarak oluşturulan
ordunun başında Diyarbakir’ı fetheden komutandır. İyaz fetih için önce Malik el-Eşteri
Diyarbakır’a göndermiş, sonra kendisi gelmiş ve ordusu şehri değişik cephelerden kuşatırken, kendisi de şehri Babu tell(tepe kapı- Mardin kapı) tarafından kuşatmıştır.
Mezarının Ulu Camii civarında olduğu şeklindeki söylentilerin aslı yoktur. Çünkü
İyaz fetihten sonraki yıllarda Hz.Ömer tarafından Şam bölgesine veya Humusa görevlendirilmiş ve 20(640) yılında Humus’ta ölmüştür. Halit b. Velid’in mezarı yanma defnedilmiştir. Öte yandan Diyarbakır fatihi İyaz’ı Basra’da vefat eden İyaz b Ganm el-Eşari
ile karıştıran bir kısım tarihçiler vardır. İyaz b. Ganm’in Diyarbakır’danayrılmasına rağmen, sonraki yıllarda Diyarbakır’da etkinliği bulunan şehrin eşrafından Ebu Eyyüb ailesinin onun soyundan geldiği belirtilir.
2.Halid b. Velid
Ünlü sahabelerden Halid b. Velid’in Diyarbakır’ın fethine katılıp katılmadığı konusunda farklı görüşler bulunsa da11 fethe katıldığına dair çok sayıda rivayetin olmasından onun bu fetih olayına katıldığı kabul edilebilir. Klasik İslam tarihi
kaynaklarından Vakidi, Belâzûrî, Yakubi, İbnü’1-Esir, Halid b. Velid’in el-Cezire’nin
ve Diyarbakır’in fethine katıldığını naklederler. Bazı tarihçiler onun el-Cezire’nin
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 453
fethine katıldıktan sonra bölgeye vali olarak atandığını ifade etmişlerse de onun burada kalmadığı hakkında rivayetler bulunmaktadır.
Belâzûrî, Halid b. Velid’in el-Cezire fethinin bir çok merhalesine katıldığım söylerken,Vakidi, onun Amid gibi zor ve çok iyi korunmuş bir şehrin fethinde onun, gizli su yoluyla şehre
girenlerin öncüsü olduğunu zikreder. Rivayete göre Halid, surun Babu’1-ma (Dicle, Yeni
kapı) tarafında sur dibindeki keşiflerinden birinde gizli bir su yolunu (tünel) bulmuş ve komutan İyaz b. Ğanm ile istişare ederek yüz kişi ile buradan şehre girmiştir.
Halid b. Velid hakkında Diyarbakır’a komutan olarak değil komutan yardımcısı olarak geldiği belirtilir. O, Müslüman orduları başkomutanlık görevinden bölgenin fethinden önce ayrılmıştır. Buraya ancak bir alt kademe komutanı olarak gelmiştir. Çünkü
bölgenin fethinden sorumlu genel komutan İyaz b. Ganmdir.
Bazı tarihçilerin Halid b. Velid’in Hz. Ömer tarafından komutanlıktan azledilmesinin
sebeplerinden biri olarak “Amid hamamında içkiyle yıkanmış olması” da sayılmaktadır.
l
Fakat o, Diyarbakır fethine gelmeden önce başkomutanlıktan azledildiğinden dolayı
böyle bir sebeple azledildiğini söylemek makul gözükmemektedir. Taberi’de verilen bir
ayrıntıya göre Hz. Ömer’e böyle bir haber verilmiş o da bu meseleyi sorgulayıp bunun
bir yanlış anlama olduğunu anlayarak21 bu haberi yayanlara beddua etmiştir.
Halid’in Diyarbakır’da vefat etmediği kesindir. İbn Kesir birçok olaya dayanarak onun
Medine’de vefat ettiğini aktarır.Humusta kabri olduğu da belirtilmektedir.
3. Said b. Zeyd
Hz. Peygamberin yakın arkadaşlarından Said b. Zeyd’in Diyarbakır fethine katıldığına dair Vakidi’de bir kayıt bulunmaktadır. Onun bu fetihte bir komutan olarak Rum
kapı (Urfa kapı) dan şehri kuşattığı belirtilir.25Bu bilgi dışında onun Diyarbakır’ageldiğine dair bir bilgi elimizde bulunmamaktadır. Ancak Şam bölgesi genel komutanı Ebû
Ubeyde b. Cerrah tarafından Şam bölgenin fetihlerine piyade komutanı olarak katıldığı
bilinmektedir.27 Bu bölgenin fethinin de Şam bölgesinden gelen ordu tarafından gerçekleştirildiği düşünülürse, bazı araştırmacılar tarafından iddia edildiği gibi Said b.
Zeyd’in Diyarbakır’ın fethine katılmadığım iddia etmek pek makul gözükmemektedir.
Çünkü bunu nefyeden bir rivayet bulunmamaktadır.
Ancak onun Diyarbakır’da vefat etmediği kesindir. Klasik İslam tarihi kitapları onun
Medine’de Akik mevkiinde vefat ettiğini kaydetmektedirler.
454 DİYARBAKIR SURLARI
4. Muaz b. Cebel
Vakidi, Hz. Peygamberin önde gelen sahabelerinden Muaz b. Cebel’in Diyarbakır’ı
kuşatan ordunun içinde bir komutan olarak, Diyarbakır’ı, Babu’l-Cebel (Dağ kapı) yönünden kuşattığını belirtmektedir. Tarihi kayıtların hepsinde onun Şam’da meydana
gelen ve binlerce kişinin ölümüne yol açan veba salgını sırasında Şam da vefat ettiği belirtilmiştir. Buradan onun Diyarbakır’da ölmediğini anlıyoruz.
Bazı araştırmacılar Muaz’ın Diyarbakır’a gelmiş olamıyacağmı, çünkü yaklaşık iki yıl
önce Şam’daki veba salgının da vefat ettiğini belirtirler. Fakat bu iddia da bazı eksiklikler
bulunmaktadır. Muaz b. Cebel’in Şam da öldüğü doğrudur. Fakat Şam da ki veba salgını
Diyarbakır’ın fethinden iki yıl önce gerçekleşmemiştir.
Taberi ve îbn Kesir Diyarbakır fethini ve Şam’daki veba salgınım aynı yıl H.17. olayları
içinde vermektedirler. İbnü’1-Esir Diyarbakır’ın fethini H.17. yıl, Şam da ki Imevas veba
salgınını H.18. yıl olayları içinde aktarır. Bunlardan Muaz’ın Diyarbakır fethine rahatlıkla katılabileceği sonucuna varabiliriz. Bunu engelleyen bir karine yoktur. Ayrıca İyaz
b. Ğanm’in Diyarbakır’ın fethini tamamladıktan sonra Şam da ki vebadan ölen Ebû
Ubeyde b. Cerrah’m yerine göreve çağrılması Vebanın Diyarbakır fethinden sonra olduğu şeklindeki tezimizi destekleyen delillerdendir. Böylece Muaz b. Cebel’in Diyarbakır
fethine katıldığına dair rivayetin reddedilemeyeceği ortaya çıkmaktadır.
Diyarbakır’da Mezarı Bulunanlar
1. Sasa b. Amr b. Savhan el-Abdi
Diyarbakır şehrinin fethi sırasında şehit düştüğü belirtilen sahabeler arasında yakın
zamana kadar müstakil türbesi olduğu bilinen tek isim Hz. Sa’sa b. Amr’dır. Fakat Sasa
bu şehrin fethi sırasında şehit olmayıp, fetihten sonra İyaz b. Ğanm tarafından şehre vali
ve amil olarak atanmış, ve bir müddet sonra vefat etmiştir. Türbesi kendi adını taşıyan
Cami’de idi. Hz. Sa’sa (r.a) Camii ve türbesi, şehrin ortasında Ulu Camii ile Hasan Paşa
hanı arasında yer alıyordu. (109)
Bunun dışında Hz.Süleyman camiinde 27 sahabe,Dağkapı’da İbavender,Aşefçilerde
Malik Eşter’in parmağı,Hasıtlı mahallesinde Mir Seyyaf,Mardinkapı’da Sultan
Suca,İsmet paşa ilkokulu karşısında Sahabe Abdurrahman ve 500 sahabe tabiin Diyarbakır’da medfundur
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 455
Diyarbakır’ın Sahabelerce fethini anlatan bir Osmanlı belgesi
Hicri 1218 tarihli Diyarbakır müftülük katibi Seyyid Feyzullah efendi’ye ait belge
456 DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır Fetih Tarihi
(İslam’ın ) İkinci Halife si Hz. Ömer bin, Hattab (r a) Efendimiz, hilafetin parlak
bayrağı kuvvetleri ellerine teslim edildikten sonra, şeriatın keskin kılıcıyla Fars ( sasani )
ve Rum ( roma ) imparatorluklarının milletleri ile savaşarak islam hükmü altına almaya
ve topraklarını da fethederek islam topraklarına katmaya başladığı sıralarda, Diyarbekır
kalesi ile civarında bulunan beldeleri fethetmek için hazırladığı ordunun başına İyaz bin
Ganm (r a) adında bir sahabiyi tayin etmişlerdi.
İyaz bin Ganm (r a ) komutasındaki şerefli İslam fırkasıyla Diyarbekir kalesinin önüne
gelip, kondu. Bölük komutanlarından ve ashabın ileri gelenlerinden Halid bin Velid (r
a) ı kalenin dört ana kapılarından biri olan ve şimdi ‘’ Yeni Kapı ‘’ olarak bilinen ŞAT
kapısı cephesine, Sa’d bin. Zeyd ‘i Rum kapısı ( şimdiki Urfa kapı ) cephesine tayin ederek, kendisi ile geriye kalan mukaddes askeri bölüğü ile Mardin Kapısı cephesini üstlenerek çadırlarını kurdular.
Bundan sonra kaleyi kuşatıp, ele geçirmek için bütün hazırlıklar tamamlandı. İyaz
bin Ganm ( r a), beraberindeki ashabın ileri gelenlerinden özel bir istişare heyetini kurdu.
Adı geçen heyet, kalenin fethi konusunda ne zaman ve ne şekilde taarruza başlanmasını
istişare ederek karara bağladılar. Böylece ittifakla alınan bir kararla, kale kraliçesi Dara
kızı Meryem ‘ e kaleyi ( şehri ) hiç karşı koymadan ( İslam ordusuna ) teslim etmesini
içeren bir mektup gönderildi., ancak mektuba olumsuz cevap verildi. Bunun üzerine
yüce Allah ‘ tan zafer ve yardım talebi için hep birlikte dua ve niyazlarda bulundular. (
Bu yakarışlar neticesinde sanki Yüce Allah ) onlara zafer konusunu hissettirmişti. Beş
aydan beri muhasarı işi devam ediyordu. Bundan sonra savaş için tamamen kollarını sıvadılar. Hz. Halid bin Velid (r a ), Müslümanlarla cemaat halinde akşam namazını kıldıktan sonra kendi özel çadırına avdet etti. Saimüddehr ( yıl boyu oruçlu ) olması
münasebetiyle iftar vakti olup, hizmetçileri tarafından iftarlık olarak saklanan yemeğin
ortadan kaybolduğu haberini alınca, iftarını sade su ile açtılar. ( Kendisi için her gün
saklanan bu ) iftarlık yemeğin üç gün peş peşe ortadan kaybolması üzerine durum tespiti
için gözetlemeci bırakıldı.
Dördüncü gün bir köpeğin kalenin iç kısmından gelip, o yemeği yedikten sonra tekrar
kale içine girdiğini gördüler. Bunun üzerine askerler, köpeğin gelip, gittiği bir su kanalı
deliği olduğunu ve deliğin askerin kale içerisine girmesi için iyi bir imkân olduğu müjdesini getirdiler. Bunun üzerine Miladi 639 tarihinde gerçekleşecek olan Diyar Bekir
Kalesinin fethi için sahabeler den seksen (80 ) cesur nefer seçildi. Başlarında Hz. Halid
bin Velid (r a) olduğu halde bu seksen nefer geceleyin bu delikten kalenin iç kısmına girDİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 457
meği başardılar. Kale içine giren bu neferlerden her yirmi ( 20 ) kişi, kalenin dört kapılarından her birine tayin edilerek içerden kapıların yanlarına vardılar. Anahtarları alarak
kapıların dışarıdaki İslam ordusunun girmesi için hemen açtılar.
Arş- ı A’ laya kadar yükselen tekbir sesleri, arasında kaleye giren sahabe ordusu, kale
halkı ile bütün kuvvetlerince savaşa tutuştular ve Cenab ‘ı Allah ‘ın yardımıyla kâfirleri
hezimete uğrattılar, Ancak bu arada kale Kraliçesi Dara kızı Meryem, Rabu ve Heras ile
( iki veziri olabilirler ) Rum istikametine kaçmayı başardı. Bundan sonra ilahi yardım
neticesi elde edilen zafer ve başarı zevki ve sevinci yaşandı ve İslam ordusu o hayırlı sabahta mücahitlerin kuvvetini tekrar toplamaya başladı. Şehir halkından geriye kalanlardan bir kısmı iman getirdi, bir kısmı da iman istediler. İman edenler ödüllendirildi. Eman
isteyenler ise dininde serbest kalarak şer ‘i haraca bağlandı.
Adı geçen komutanın emri ile kale içinde bulunan kiliselerden TOMA kilisesi ( Şimdiki Ulu Cami) hemen içindeki putlardan temizlettirilerek ve içinde bazı tadilatlar yapılarak Müslümanlar için Cami haline getirildi. Sonra ashabın büyüklerinden ve
resulullah (S.A.V ) ‘nin bayraktarlarından biri olan ve bilahare vefatı üzerine aynı caminin
müştemilatında defnolunan Sultan Sa’ saa (r a), bu kaleyi emir ( Vali ) tayin edildi. Ve
emrine şehrin asayişini muhafaza içinde arkadaşlarından 500 (Beş yüz) kişi komutasına
verildi. Adı geçen başkomutan ( İyaz bin Ganm ) ise ordusunun kalan neferleriyle aynı
kaleye ( Diyarbekir ‘ e ) bağlı çevredeki diğer beldeleri İslam ‘ a kazandırmak üzere fethi
için gazveye yürüdü. Ancak kaleye emir olarak tayin olunan ve adı geçen komutan ( Sultan Sa ‘ saa ) savaş sırasında aldığı yaralardan dolayı bir süre sonra vefat edip insanların
gözlerinden saklı bir vaziyette ve aynı caminin mülhakatında defnedildi.
Diye rivayet edilmektedir. İşin en doğrusunu ancak Yüce Allah bilir.(120)
İyaz,Sa’sa’atü’l-Abd namında bir şahbazı beş yüz atlı ile Amid’in üstüne vali nasbettikten sonra. kendisi saadetle göçüp etraftaki hısın ve kalelere, mesela Kal’e-i Cebabire
gibi, Agil gibi, Yemaniye gibi hısınlara yöneldi.(143)
Fütûh’üş-Şâm’ın Darirî Türkçesiyle yazmasından, Amid’in kuruluşu efsanesi transkripsiyonu. (ss 575-7)
VAKIDI’DEN DIYARBAKIR’IN FETHI EFSANESI
İyaz ol aradan dahi sa’adetle göç edüb şehri amide gelüb nüzûl edende mübarek cum’a
günü idi ve cemaziyelevvelden yedi gün kalmışdı ve hicreti peygamberden dahi yirmi
458 DİYARBAKIR SURLARI
yedi sene mürûr etmişdi râvî nakl eder ki ol zaman şehri amidde iki tâne battal ve sâhibi
şeca’at karındaş hükmi hükümet ederdi ve bu iki karındaşın birine batos derler idi ve
birine dahi yuhanna derler idi ve bu batos şehri amidin şark tarafında sâkin olurdu ve
yuhanna garb tarafında sâkin olurdu ve bu yuhananın zûre nâmına bir mahbûbe kızı var
idi ve kezâlik batosun dahi sûre nâmına bir mahbûbe kızı var idi ve bunlar herkes kendi
mekânlarında karar edüb çokluk biribirine varub gelmezler idi ve bu yuhanna günlerden
bir gün murad etdi ki evlene heman dârâ şehrinin padişâhına elçiler gönderüb meryem
nâmında olan kızını nikâh ile taleb eyledi ve ol zaman şehri dârânın padişâhına mitâvus
dahi derler idi muhalefet etmeyüb kızı meryemi yuhannaya verdi ve bu meryem gâyetle
cemile ve ‘akıle ve hesnâlardan bir mahbûbei zamân idi hâsılı kelâm şehri dârâdan
meryem bint mitavusu alub şehri amide getürdiler vakta ki bu mekkâre olan meryemin
nazarı şehri amide rast gelince gayetle begendi ve şehri amidin ol suyunun çokluğuna
ni’metinin bolluğuna ve bostanlarının ve bağçelerinin nâzikliğine müşahede edüb
meryem bint mitavus bu şehri amide taaşşuk edüb uğrunca dâyesine eyitdiki.
Yâ dâye ve hakkül mesih ve’s salib aslâ dünyada bundan nâzik ve bundan alâ ve bundan metin bir şehr görmedim ya dâye, evvelâ bu şehrin vasatında olan bu çeşmelere ne
dersin ve bu cevânibi erba’asın ihata eden siyah hisâra ne dersin acaba filhakika bu şehri
amidi kim binâ eyledi meryemin tâyesi olan mel’une haddi zâtında bir ‘akıle ve bir kâmile
mel’un idi hatta cem’i umûrı mâziyeden ve ahvâli istikbâleden haberdar idi çünki
meryemden bu cevabları istimâ’ edince cevab verdi ki yâ meryem evvelâ ma’lûm olsun
ki bu şehri amidi mülûki rumdan timaveş nâmına bir padişâh binâ etmişdir ve bu timaveş
nâmında olan padişâh tâ bilâdı yunandan bilâdı ‘amuriyyeye varıncayadek alub zapt
etmişdi ve bu timaveşin ecdâdı köz bin asfar bin ishak bin ibrahim bin ‘iyâs idi ve ibtidâ
rûmiyyet ül ekberde beytü’l hikmeti binâ etmişdi ve şol kadar emvâl erzaka mâlik
olmuşdu ki kesereti mâlden murad etmişdi ki cem’i bilâdı ‘arzı kabzai hükümetine alub
zapt ede ve bu timaveşin istanbul nâmına bir oğlu var idi ve bu istanbul günlerde bir gün
babası timaveşe eyitdi ki ya ebi benim muradım budur ki burada bir şehr binâ edem ve
ol binâ etdügüm şehre kendi adımı koyam ta ki benim nâmım dünyada zâyi’ olmaya
timaveş dahi destûr verdi ki sen bilürsün İstanbul dahi çünki babasından izin alınca hazinesin açub üstâd bennâlar cem’ edüb altı fersâh dairesinde bir ‘azim hisar çeküb kendi
nâmıyle müsemmâ bir şehri ‘azim binâ eyledi ve dört sene padişahlık edüb vefat eyledi
fe emmâ yerine bir oğlu kaldı ki nâmına kostantin derler idi bu def a ol nâ tamam kalan
şehri istanbulu oğlu kostantin binâ etdürüb husûle getürdü ol esbabdan ol şehre hem istanbul derler ve hem kostantin derler fe emmâ ol timaveş cem’i tahtı hükümetinin olan
vilâyetleri gezerek tamam ol şehri amidin binâ olduğu mekâna gelince âb ü hevâsı ve ol
dicle suyunu görüb gâyetle begendi ve emr etdi cem’i begleri ve pehlivanları ve şâhları
bir araya cem’ oldılar tamam yetmiş iki şâh cem’ oldu ba’dehu timaveş baş kaldurub bu
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 459
cem’ olan şâhlara eyitdi ki benim muradım budur ki bu mekânda bir âlâ şehr binâ etmek
ki aslâ ve veche ‘arzda bundan âlâ şehr olmaya ve bundan metîn hisâr olmaya fe emmâ
şart budur ki her biriniz bir burc ve bir beden binâ edesiz cevab verdiler ki eyyühel melik
işte bizler durmuşuz heman nice edersen eyle ba’dehu timaveş dahi emr etdi ki etrâfı
cevânibinde olan bilâdı rûmdan bir alay üstâdı bennâlar getürdü şehri amidi binâ etdürmege başladı ve ol yetmiş iki şahlara dahi emr etdi ki her biri bir burc ve bir beden ve
bir hamâm ve bir kenise binâ edeler vakta ki şehri amid bu minvâl üzre binâ olunub
tamâm olduğu gibi timaveşin dahi müddeti ‘ömrü tamâm olub vefât eyledi ol sebebden
şehrin adını şehri amed deyü tesmiye etdiler ve ayruk timaveşden sonra başladı ol.
(577) Şahlar şehri Âmed’e vâris olmağa bir birinden intikal ederek uydu ki işte bu iki
karındaşa miras kaldı allahü ekber vakta ki meryemüd dâriye dâyesinden bu cevabları istima’ edince mat mütehayyir olub bu esrarı gönlünde sakladı râvi nakl eder ki bu batosun
leon nâmına bir oğlu var idi karındaşı yuhannadan kızı sureyi oğlu leona taleb eyledi
yuhanna cevab verdi ki sen dahi kızın zûre’yi benim oğluma ver tekrar ben dahi kızım
sûreyi senin oğlun leona vereyim batos kail olmayub men’ eyledi bu sebebden bu iki
karıdaşın mabeyninde adavet vâki’ oldu ve hikmeti huda bu şehri amediin vasatında bir
‘azim sur var idi ve bir kapusu dahi var idi Ol kapuyu bağladılar ayruk bu iki karındaşın
her biri kendi tevabi’i ile her biri şehrin bir tarafında olub asla bir birine varub gelmezler
idi vakta ki meryemüd dâriye bu iki karındaşın ahvâline muttali’ olunca sulh etmek içün
bu iki karındaşın mabeynine girdi ve ol şehrin vasatında olan surun kapusun açub bir alâ
ziyafet tedarik edüb batos ve oğlu leonu ve kızı sûreyi cümleden ziyafete dâvet eyledi bunlar dahi gelüb meryemüd dâriyenin ziyafetin ekl etdiler ba’dehu meryem bunların dârulu
şarab getürüb içürüverdi çünki bu dârulu şarabı nûş edince bir elden lâ yakıl olub düşdüler
meryemüd dâriye heman fırsat ganimetdür deyüb bir elden bunları katl eyledi ve kezâlik
meryemüd-dâriye kendi erini dahi ve oğlunu ve kızını dahi cümleden lâ yakıl edüb katl
eyledi allahuekber diyarbekir halkına tatlucu dediklerinin aslı bu imiş vakta ki meryemüd
dâriye bunları bir elden katl edince ayrık şehri amede kendüsü bizzat padişah oldu hazine
açub şehri amedde tiziyye bir alâ kenise binâ eyledi ki aslâ veche ‘arzda bunun manendi
bir kenise bulunmazdı tamam bu kenisenin döşemesin elvan dürlü mermerler ile döşedi
verdi ve divarlarını altun saykallı gümüş eyledi içine dahi şehri kostantiniyyeden gelme
fâhir zenburi dibaç perdeler asakodu ve etrafı cevanibinde olan bilâdı rûma âdemler gönderdi kendi dinlerinde ziyâde âlem olan ruhbanları ve kıssisleri getürdü kendünün binâ
etdügü kenisenin içine koydu ve şehri amid’in içinde zulme müteallık olan eşyânın cümlesini kaldurub şol kadar ‘adl ü ‘adalet etdi ki vilâyet halkı bir elden meryemüd dâriyeye
muhabbet edüb abdi memlûki oldular ve bir mertebe namdâr ve meşhûre oldu ki ol etrafı
cevânibde olan vilâyetlerim şahbaz ve sâhibi şeca’at olan pehlivanları cümleden meryemüd
dâriyenin istihdamına kabul edüb bendei fermanberi oldular bu minvâl üzere meryemüd
dâriye şehri amedde tamam on iki sene padişahlık eyledi.(143)
460 DİYARBAKIR SURLARI
Ömer Büyüktimur’un Diyarbakır’ın fethiyle ilgili köşe yazısını aktarıyorum
Öyle günler var ki;
Milletlerin ve var oldukları coğrafya için unutulmazdır.
Ve tarihsel anlamları payidardır.
O günü ve değer ölçüsünü tarifte kelimeler kısır kalır.
Çünkü “o günün ve yaşanılanların” tarifi mümkün değil.
“Yaşanılmasıyla” hep var olur.
Kadimdir!
İşte tarifsiz günlerden biri de; Diyarbakır’a mahzar olmuştur.
Ki o gün de; “kazandığı” kimliktir.
Diyarbakır. Diyarıbekir. Ya da Amed.
“Kadim şehir” olma ünvanına bundan tam 1371 yıl önce nail oldu.
Ve o gün “fetih” günüydü.
***
İslamiyet’le kucaklaşıp, Bizans zihniyetinden sıyrıldı.
O günden bugüne hep; “yaşadı ve yaşattı” biat ettiği son dine.
“Ezan” sesi hiç susmadı.
O mukaddes “fetih” ve o uğurda “Şehadet” şerbetine nail olanlar sahabeler.
Hepsi de; Peygamber efendimizin “yakın arkadaşları”.
Zaten kıymet kazandıran etken de;
Mekke ve Medine’den sonra “fetih” edilen en büyük kent olma vasfıdır.
Ve o tarihi “fethin” sayfalardaki hikâyesi.
Mekke’nin fethedilmesi üzerinden 9 yıl geçmişti.
Peygamber Efendimizin de vefatından 7 yıl sonra.
Halife Hazreti Ömer (ra).
İslamiyet’in yayılması için; İyaz Bin Ganem ve Halid Bin Velid’e emir verir.
***
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (s.a.v) yakın arkadaşları; Ganem ve
Velid.
8 bin kişilik İslam ordusuyla; ilerlemiş Kuzey Mezopotamya’ya doğru.
Dört bir yana; “fetihler” icra edilerek.
Ordunun içerisinde sahabelerden oluşan bugün tabiriyle “özel kuvvetler”.
Amed’in Kalelerinin önüne gelmişler.
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 461
Bugünkü Dicle Üniversitesi Cami’nin bulunduğu tepede karargâh kurulmuş.
Karşılarında “aşılmaz” Sur’lar var.
Dağ’dan, Tepeden, Deniz’den de beter.
Geçilmez deniliyordu.
Bizans İmparatoru Heraklius yönetimindeki bölgede kuşatma tam beş ay sürdü.
Sur’larda açılan 4 kapı vardı.
İlyaz Bin Ganem Mardinkapı’yı.
Said Bin Zeyd Urfakapıyı.
Muaz Bin Cebel Dağ kapıyı.
Halid Bin Velid ise Yeni kapıyı tutmuştu.
***
Her türlü “savaş” dahili uygulanmasına rağmen “Sur’lar” aşılmaz.
Derken Ramazan-ı Şerif ayı gelir.
Her türlü imkânsızlığa ve sefere rağmen askerler oruç tutar.
Komutan Halit Bin Velid orucunu her gece “Çadırına” bırakılan ekmekle tutar.
Günlerden bir gün Sahur’a kalktığında bırakılan ekmeği görmez.
Ertesi gece de, bir gün sonra da aynı durum yaşanır.
Düşünür Halit Bin Velid ‘ordunun erzakı bitti’ deyip bir şey demez.
Sahursuz oruç tutar.
Askerlerini de öyle sanar. Sahursuz oruç tuttuklarını düşünür.
Bir gece sahurda erzak getiren askere seslenir; “Erzakımız mı bitti” diye sorar.
Bunun üzerine asker “hayır efendim. Erzakımız var. Yeterli?”
Bu cevaba karşı biraz da tepkili söylenir;
“Neden üç gündür sahur için çadıra bir şey bırakmadınız. Sahursuz oruç tutuyorum”.
Asker “Biz her gece ekmek bırakıyoruz” diye yanıtlar sorusunu.
***
Allah’ın hikmeti!
Erzak getiren asker şüphelenir ve pusuya yatar.
Bıraktığı ekmek nasıl yok olur diye?
Bir süre sonra; hışıltı sesi gelir. Çadıra bir köpek sızar.
Ekmeği aldığı gibi uzaklaşır.
Nöbetçi asker de onu takip etmeye başlar. Köpek Sur’lara doğru gider.
Dicle Nehri’ni geçerek, Sur’ların altından bir deliğe girer.
Durumu keşfeden asker tez elden gördüklerini H. Halit Bin Velid’e söyler.
462 DİYARBAKIR SURLARI
Yeri-göğü yaratan, sonsuzluğun sahibi Allah’u Teala’niı bahşettiği akıl.
Ve İslami nur’un kudretiyle; “O gece” plan yapılır.
Eğer bir köpek Sur’lardaki “delikten” geçebiliyorsa, bu bir askerin geçmesini de mümkün kılar.
Tehlikeli bir plan. Ama; Diyarbakır’ın “fethi” ve İslamiyet’e dahili için her şey feda.
***
Halit Bin Velid; karar kılar.
Oğlu Hazreti Süleyman’ın (r.a) yanına bir grup “seçici” savaş dehasına sahip Sahabe
verir.
Gediğe yönelirler. Gedik çok küçük.
Eşelemeye başlarlar, sızabilmek için. Ve sızarlar içeriye.
Ne var ki Kapıyı açana kadar; Hazreti Süleyman (r.a) ve 27 arkadaşı “şahadete” ererler.
Ama Diyarbakır “fetih” edilmiş.
Mekke ve Medine’den sonra; 3’üncü büyük kent olan Diyarbakır “İslam’la” kucaklaşmıştı.
***
Evet!
Hazreti Süleyman Camii!
Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman dahil, 27 Sahabe bu bölgede.
13 Sahabe ise surların farklı bir yerinde şehit oldu.
Yaralanan Sultan Sa’sa’nın da 6 ay sonra şehit olmasıyla birlikte, bölgeye toplam 41
sahabe defnedildi.
Büyükler boşuna dememiştir; Diyarbakır “Sahabeler Şehridir’ diye!
Dile kolay; 1371 yıl “aynı inanç, aynı kudret ve aynı dinle” yaşayabilmek.
Ki coğrafyasında nice “işgaller, nice istilalar, nice savaşlar” yaşandı.
Birçok komşu kent; “düşman” eline geçti.
Ama Diyarbakır “kadim” olma vasfından ve “mutlakıyet” değerinden zerre kadar taviz
vermedi.
Ölçüsüne ölçü, varlığına varlık kattı.
***
DİYARBAKIR KALESİ FETİHLERİ 463
Ulu Camii.
Farklı mezheplerin birleştiği adeta Beşinci Harem-i Şerif.?
Asırlarca; ten rengine, diline bakılmadan, kırk bir Sahabe’nin kanları ile mayaladıkları
kardeşlik hamuruyla “huzuru” yaşadı.
Peki; bugün biz bu “kadim şehrin” tarihsel hazinesine.
Ve kalan mirasa sahiplenme anlamında; üzerimize düşeni layıkıyla yerine getiriyor
muyuz?
Ya da; sevgiyi, barışı, hoşgörü ve kardeşliği “mayasında” olan bütünlüğü huzura kavuşturmuş muyuz?
Ne hazindir ki; göğsümüzü gererek “evet” diyemiyoruz.
Bilakis üzerine farklı kurgular geliştiriyoruz.
Hatta Diyarbakır Fethi’yle alakalı öyle bir ‘tarihi’ ayıp icra ediliyor ki;
“Din ile Irk” birbirine çatıştırmak isteniyor.
Neyse! Tarih ve gerçekler daima; “ders-i ibrettir”.
***
Biz değerlerimize karşı “saygıda” ne yazık ki; zayıf bir yapıya sahibiz.
Şöyle ki;
Nerdeyse yarım asır bir ömrü devireceğim.
Diyarbakır’ın “Fethi” noktasında şöyle kentsel bir etkinliğe şahit olmuş değilim.
İstanbul’un Bizans’tan alınması.
Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te “fetih” etmesi.
Nasıl ki her yıl; bir dizi etkinliklerle “o müstesna” gün kutlanıyorsa.
Neden Diyarbakır kenti “fethini” kutlamıyor.
Sanırım bu büyük bir eksiklik ve aynı zamanda bir zaafiyettir.
***
464 DİYARBAKIR SURLARI
8.BÖLÜM
DİYARBAKIR KALESİ EFSANELERİ
DİYARBAKIR KALESİ EFSANELERİ
Benu Sen Efsanesi
Mevlüt Mergen’in anlatımıyla Muhsine Helimoğlu Yavuz.Diyarbakır Efsanelerinden
kale efsanelerini öğrenelim
Ben-u Sen biliyorsunuz Diyarbakır’ın surlardan birine verilen isimdir. Bu surun şehrin
dış kısmına bakan tarafı bugünü hale gelmeden, yani varoş dedimiz gece kondu mahallesi
olmadan önce bu benu-sen burcunun hemen altında bir su vardı. Havuzumsu bir suydu.
Çocuklar içine girer oynaşırlardı. Ve içilebilen bir suydu. Ben şahsen gördüğümü itiraf
etmeliyim. Bu su bir kaynak suyumuydu? Yoksa bir yerlerden mi geliyordu bilmiyorum,
çünkü o zamanlar çocuktum ve o suyun bulunduğu benu sen piknik alanı idi Diyarbakır’ın. Bir kısmında halk piknik yapar bir kısmına marul gibi sebze ekilirdi. Marulları da
öyle şimdikiler değildi. Gayet bol yapraklı ve güzeldi.
Tohuma durduğunda bir metreye kadar uzanırdı. Ve hep soyar yerdik o kısmını.
Neyse konumuz bu değil.Benu-Sen efsanesi Diyarbakır’da dillerde dolaşan bir efsanedir.
Çünkü bu burcu yapanlar iki kişidir. Bazıları baba oğul der bu iki kişi için, bazıları usta
çırak der. Ama ne derlerse desinler hikayeleri aynıdır bu iki insanı.
Surların yapımı asırlar ötesine uzanır ve binlerce sene olarak tarih verilir. Ama zamanla savaşlar olur yıkılır bazı bölümleri, yeniden yapılmak ister. Nitekim surlardaki kitabeleri okuyanlar bu anlattıklarımızı doğrularlar. Kitabelerin dışında resimler ve figürler
de insanı alır çok ötelere götürür.
İşte bu benu sen burcu bir ara yıkılmış ve yeninde yapılmak istemektedir. .Ancak
öyle herkes yapamaz bu burcu. Şimdilere dönüp baktığımızda da aynı tabloyu görmüyor
muyuz? Bir yere bir eser yapılacaksa yarışma açılmıyor mu? Projeler oluşturulmuyor mu?
Jürinin beğendiği projenin sahibine yada sahiplerine iş verilmiyor mu?
DİYARBAKIR KALESİ EFSANELERİ 467
Ve bugün dünün devamı değil midir? İşte böylece benu-sen burcu için şehirde bir yarışma açılıyor ve ustalar bu yarışmaya katılıyorlar. ellerinde projeler vardır, planlar vardır.
Ama hükümdarında bir projesi vardır ve projede benu-sen burcu iki taraflıdır.
Yarışmaya katılanlar asında bulunan iki kişi vardır ki, bunlar hayli iddialıdırlar ve usta
ile çıraktırlar. burçları kendilerini yapmasını hükümdardan istemektedirler. İsteklerine
kavuşurlar ve benu –sen burcunun inşaasına iki taraftan başlanır. İnşaat esnasında ne
usta çırağının yaptığına bakar, ne çırak ustasının. Verilen süre bitiminde hükümdara
haber salınmış.
Her kes yaptığından emin ortaya konan ödülü kendisinin biliyor. Hükümdar gelince
bir takım insanlarla birlikte. Her ikisinin yaptığını da geziyor ama, aklı çırağın yaptığında
kalıyor ve umumi kanaat de çırağın harika bir eser yaptığına kani olunca ödülü çırağa
veriyorlar.
Ödülü alan çırak ustasına yanaşıyor ve diyor ki: “Usta benu-sen?” yani benimkimi
seninki mi daha güzel?. Ustada ehli vicdandır ve seninki diyor. Ama kahrediyor kendisine
ve usta yaptığı burcun üzerinden kendisini aşağıya bırakıyor. Usta düştüğü yerde ölüyor
ama bir hatıra kalıyor arkasından orada bir su kaynağı fışkırıyor ve ustanın yaptığı surlarda efsanesini bugünlere taşıyor.
Çırağın yaptığı burca da “Ulu beden” büyük beden, koca beden anlamına gelen ismi
veriyorlar, bu isim bilahare halkın arasında değişiyor ve “evli beden” oluyor.
Diyarbakır’ın çevresini saran surların hepsi bir efsaneyi koynunda taşır. İnsanlar buralar hakkında geçmişten haber veren büyüklerinden çeşitli hikayeler dinleyerek büyürler.bBu efsaneleri bildiğimiz kadarıyla, dilimizin döndüğünce anlatmaya devam edeceğiz
deyip hayırlı günler diliyorum sevgili dinleyenlerim.
Bu efsane başka türlüde anlatılır ve cdenir ki yapanlar baba oğuldur ve her kisi birden
atlayıp ölmüşlerdir.
Yedi Kardeş burcu efsanesi
Bir Burç Ki Yedi Kardeşe Mezar Olmuş.
Efsaneler şehridir Diyarbakır. Haftalardır sizlere anlata geliyoruz. Camilerine giriyoruz, evlerine uğruyoruz, bedenlerine çıkıyoruz. Yere gömüler hazineler gibi efsanevi ha468 DİYARBAKIR SURLARI
zinelerle karşılaşıyoruz, öylesine enteresan şeyler dinliyoruz ki, bunları bazen gazetelerin
yazdığını, bazen kitapların sayfalarında yer aldığını görüyoruz.
Diyarbakır’ın yaşlılarına, yani bauda doğup büyümüş, beşiğini burada annesi ninnilerle sallamış insanına bir yeri, bir burcu, bir camiyi gösterin ve sorun: “Burası hakkında
ne biliyorsun” Sorunuzun cevaplamak üzere bir an dalacak, gözleri uzakları gözetecek
ve diyecek ki: “Valla ben babamdan, o da babasından dinlemiş ki. ” deyecek ve sözün
içerisinde duymadığınız, bilmediğiniz bir efsaneyi anlatacak.
Biz de size bu gün yedi kardeşe mezar olmuş bir burçtan, yedi kardeş burcundan söz
edeceğiz. Halk arasında söylenen, söylenmekle de kalmayıp hikayecilere ve yazarlara
konu tekil eden bir burçtan ahlatacağız ve diyeceğiz ki: “Yedi kardeş burcu”
İçinde çok fazla odalar bulunduğu için bir zamanlar otel olarak dahi kullanıldığı söylenir bu burcun. Daha önceleri iç kaledeki burcun üzerinde patlatılan ramazan topunun
son zamanlarda bu burcun üzerinden patlatıldığını Diyarbakır’lılar bilirler. Şu anda bazı
yerleri yıkık halde olsa bile burç ayaktadır.
Zaman, zaman evsizlere, sokakta kalmışlara yuva olan bu yedi kardeş burcunun efsanesi çok çeşitli şekilde anlatılsa bile en meşhuru şöyledir:
Diyarbakır’ın Bir zamanlar Bizans yönetimi altında kaldığını tarih kitapları yazar.
İşte Bizanslılar bu kente girmeden önce bu şehrin büyüleyici güzelliğini seyyahlardan,
tacirlerden dinlerler ve hayran kalırlar. Ah ne etsek şu şehri Amidi’yi Bizans topraklarına
katsak diye hayaller kurarlarmış.
Ve Constantin diye bir Bizans kralı ki bu isimde Bizans kralı çoktur, bu hangisidir,
yada kaçıncısıdır bilemiyoruz. Bildiğimiz İstanbul’un adı bile bu çok olan Constantin’ler
yüzünden “Konstantiniyye” diye anılırmış bir zamanlar.
Bizans imparatoru Constantin dukas, Urfa kalesi Tekfuru’na bir haber gönderir. Tekfur Tavadanos’tur. Kendisinden Diyarbakır kalesini Türklerin elinden alınmasını ister.
Tavados bu çetin işi başaramıyacağını bilir ama emir büyük yerden gelmiştir.
O zamanın şartlarına göre oldukça büyük ve güçlü bir ordu hazırlar, günler sonra Diyarbakır kalesinin önüne gelir. O zamanlar surların dipleri bir atın atlayıp geçemiyeceği
kadar derin ve büyük çukurlarla çevrili imiş. Sadece kapıların arkasında açılır kapanır
DİYARBAKIR KALESİ EFSANELERİ 469
birer köprü bulunur, bunlarda bazen açılır, kapanır, bazen de hiç açılmazmış. Açılmazmış
çünkü Tavadanos gibileri şehri ele geçirmek isteyenler şehre girsin istenmezmiş.
Ordusuyla Diyarbakır surlarını kuşatan Tavadanos ordusunun kalabalığına ve gücüne
güvenir. Tutar bir elçi gönderir kaleye ve derki: “Kan dökülsün istemiyorum gelin güzellikle şehri teslim edin, bakın ordumu siz surların üzerinden görebiliyorsunuz”
Şimdi masa başlarında yapılan bu tür teklifler o zamanlar böylesi elçiler tarafından
yapılırmış. Bu teklif o zamanlar Diyarbakır’da yaşayanlara iletilmiş. Ve Şehir Türklerin
yönetiminde imiş.
Yönetimde yetkili ve etkili olan yedi Türk kardeş vardır ki, efsaneye göre bunların
isimleri şöyledir: Tolga bey, Baybars, Koç ali, Ay-han, Gün Böre, Sarı Saltuk ve Ertunga”
bunlar hemen kendi aralarında bir toplantıya yaparlar ve bazı kararlar alırlar. Bu kararların içinde gizledikleri bir planları vardır ki, bunu açığa vurmazlar. Açığa sadece şunu
çıkarırlar ve kendilerine teklif getiren Tekfur’un elçisine bildiriler ki: “Anladıkz ki, kaleyi
artık koruyamayacağız ve size teslim edeceğiz. Neyleyelim ki kader böyle imiş. Yalnız bir
şartımız var. Bizler şimdiye kadar henüz kimsenin ayağına gitmedik. Bunu Tekfurunuz’da
bilir, Konstantin Dukas’ta. Tekfurunuz zahmet olacak ama, kalenin anahtarını bizden
teslim almak üzere bizzat kendisi buyursun gelsin ki O’na teslim edelim”
Tavadonus’un sevincine deyecek yoktur. Öyle ya, kan dökülmeyecek, kaleden mukavemet yapılmayacak, kuzu, kuzu anahtarı elleriyle teslim edecekler. bundan iyisi can sağlığı.
Hemeh yanına seçkin silahşörlerini ve kumandanlarını alır ve kaleyeb yönelir. Eh
nede olsa bir merasim yapılacak, anahtar teslimi deyipte geçmeyin. bu çok büyük bir
olaydır. Tavados’un zafer hanesine yazılacağı için buna silahşörleri ve kumandanları da
şahit olmalıdırlar.
Onlan böyle alayla kaleye doğru gelirlerken yediz kardeş burcundaki yedi kardeş ise hazırlıkların yapmışlar ve hepsi de beyazlara bürünmüşler. Kefeni andıran bu beyazlara bürünmeye kalenin içine bulunanlar bir anlam verememiş ama vardır bir hikmeti demişlerdir.
Kahraman ölüme gülerek giderler tıpkı bu yedi kardeş gibi. Tekfur kaleye girmiş ve
hemen anahtarı istemiş. Sabırsız hali ayan beyan belli oluyormuş ki Tolga bey şöyle
demiş: Tekfurunuz merak buyurmasınlar, söz verdik kalenin anahtarını ikindi ezanı okunurken teslim borcumuzdur, eh biz müslümanız ve merasimimiz de böyle anlarda yapılır.
Hem ezan vakti de girmiştir, müezzinin eli kulağındadır. Okudu okuyacak. ” demiş ama.
470 DİYARBAKIR SURLARI
Tekfur, hakimane bir tavırla yanındakine: “Söyle fazla uzatmasınlar anahtarı hemen teslim etsinler ki biz de ne yapacağımızı bilelim!”
Derken ikindi ezanının sesi Ulu camiden yükselmiş. Kardeşlerin en küçüğü olan Ertunga hızla kalenin üzerinden aşağıya inip ve mahzende önce planlanan şeyi yapmış.
Neyi mi? Kalenin bazı yerlerine yerleştirdikleri dinamitleri topu ateşlemiş.
Korkunç bir patlama sesi afakı sarmış. Tekfur ve beraberindekiler hemen orada can
vermişler. Tabii yedi kardeşte hakkın rahmetine kavuşmuşlar ama, kaleyi korumakla görevli Müslüman askerler şaşkınlıktan yararlanarak Tekfurun ordusunu kahru perişan etmişler ve yedi kardeş efsanesi böylesi zaferle yazılmış.
Bazıları derler ki, yedi kardeş burcunun üstünde kabartma olarak yapılmış iki aslan
vardır, bunların baktıkları yerde bir hazine gömülüdür. Bazıları inanmasa bile buna inananlar da vardır.
Demir Şeytan Olur Mu?
Soruyu tersinden de alabiliriz. Şeytan demir olur mu? Diğer adı İblis’tir şeytanın. Ve
denir ki her dünyaya insan oğlu ile birlikte bir şeytan doğarmış. O inasın şeytanı olurmuş.
Şeştan ezelden ebede insanın ve insanlığın düşmanı. Gözlerimizle görmesek bile varlığını
yüce kitabımız bize haber verdiği için, bazı iradesi zayıf insanlar çok kötülükler yaptırdığı
içn biliyoruz ki vardır.
Vardır da bundan senelerce evvel Hazret-i Süleyman camiine giderken iç kale kapısının üzerine zincirlenmiş bir yuvarlak demir görür bu acaba neyin nesi diye hep merak
ederdim.
Demek ki benim gibi merak edenler çok imiş ki, bir gün bu demirin yerinde olmadığını bütün Diyarbakır gördü ve çalındığına hükmetti.
Acaba o demir neyi temsil ediyordu ve ne için oraya asılmıştı? Bu soruyu araştıranlar
şöyle bir yorum getirmişlerdir: He insanı bir şeytanı olduğu gibi her kentin de bir şeytanı
vardır. Diyarbakır’ında çok bozguncu ve Diyarbakır’a hain bir şeytanı vardır. Bu şeytan
halkı ikiye bölüp birbirine düşmesine neden olurmuş. Bu durum çok kötü sonuçlar doğurduğu için kargaşalığa son vermek isteyen bir demirci, şehrin şeytanını yakalayarak,
bir demirin içine hapsetmiş. Bu demiri de getirip İç kale kapısının soy üst yanına zincirlemiş. Böylece şeytandan kurtulmuş.
DİYARBAKIR KALESİ EFSANELERİ 471
İç kaleye giderlerken Diyarbakır’lılar bu demire tükürüp şeytan lanet okurlarmış.
Burada biraz şaka ila karışık olaya yaklaşalım mı ne dersiniz? Acaba diyorum bu demir
çalındığına göre, çalanlar içindekini merak edip demiri parçalamış olacaklar ki, bu kadar
çok günah işlenmekte ve suçlular çoğalmaktadır(61)
Halkın ŞEYTAN’ın sembolu olduğuna inandığı yamrı-yumru bir demir parçası yakın
yıllara kadar İçkale’ye giriş kapısının (Saray kapısı) solunda, duvarda kalın bir zincirle
asılı dururdu.
Uzun yıllar orada asılı duran bu sembol 1970 sonrasında bilinmeyen kimseler tarafından çalındı. Kimlerin ve amaçla çaldığı bilinmeyen bu sembolle ilgili efsaneden rahatsız olan Yezidi’lerin bunu aldıkları söylentisi yaygındır. Oysa bu sembol, aynı zamanda
kentle ilgili bir efsanenin de kahramanıydı.
Bu efsane ilginçtir:
“Eskiden Diyarbakır, insanları mutlu, konuksever, herkesin birbirine inandığı, güvendiği, sevdiği, şen ve mamur bir kentmiş. Ancak bu mutluluk Şeytanın bir gün gelip buraya
musallat olmasıyla bozulmuş. Kenti açlık ve sefalet sarmış, ticaret bozulmuş, herkes birbirine düşman kesilmiş, açlık ve kıtlık yüzünden insanlar yemek için kentteki kedilere, köpeklere saldırmaya başlamış bunun sonucu olarak salgın hastalıklar baş göstermiş. Hiçbir
esnafın işi rast gitmiyor, yapılan herşey bozuluyormuş. Halk bu beladan kurtulmanın çarelerini aramaya başlamış. Şeytanı kentten kovmak için her çareye başvurulmuş, olmamış.
Günlerden bir gün, demirciler çarşısının yaşlı ustası, karasaban yapmak üzere ateşe sokup
dövmeye başladığı demir parçasının her çekiç vurdukça değişik bir şekil aldığını görmüş.
Demir bir türlü ustanın istediği şekle girmiyormuş. Usta, o kor halindeki demiri düzelttikçe
inadına yamrı-yumru bir hal alıyormuş. Yaşlı usta Şeytanın demirin içine girdiğine inanmış ve yamuk-yumuk kor gibi demiri tuttuğu gibi “Ya Bismillah” deyip soğuk suya atmış.
Ortaya, birazı insana benzeyen çok acaip şekilli bir demir yığını çıkmış. Ustanın başına
toplanan çarşı esnafı Şeytanın demirin içine hapsedildiğine inanmışlar. Demir yığınını
alıp içkale’deki sarayda oturan kentin valisine götürmüşler. Vali de demirci ustasına yüklüce
bir bahşiş verdikten sonra, demir yığınının sarayın kapısına zincirlenmesini buyurmuş. O
günden sonra kent yeniden şenlenmiş, dirlik gelmiş, esnafın işi düzelmiş. Herkes birbirini
sevmeye, saymaya başlamış. Çarşıya, pazara dürüstlük, doğruluk hakim olmuş. Bir daha
hiçbir hastalık, hiçbir kötülük olmamış Diyarbakır’da. .” (54)
İslami inanç gereği konulmuştur.(54)
472 DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır akrebi
Surları, karpuzu, folkloru ile ünlü Diyarbakır, AKREB’inin bolluğu ile de tanınır.
Türkülere de girmiş Diyarbakır akrebi;
Yörede bu denli bol akrebin bulunması, sur içi kentteki binaların tümünün toprak
damlı, taş ve kerpiçten oluşuna, binlerce yıl önce patlamış Karacadağ’dan akan yaklaşık
60 metre kalınlığındaki BAZALT, lav tabakasının üzerinde kurulu olmasına bağlanır.
Özellikle yazın sıcak günlerinde bolca akrebin görüldüğü sur içi kentte her yıl binlerce
kişi bu akrepler tarafından sokulur.
Halk akrepten korunmak için kentteki Rufai şeyhlerine gider onlardan aldıkları afsunlu şekerleri yer, yine afsunlu suların bir bölümünü içer, bir bölümünü de evlerinin çeşitli yerlerine dökerlerdi. Böylece akreplerin insanlara dokunmayacağına inanılırdı.
Akrebi bu kadar bol Diyarbakır’ın surlarında akrep sembolü da var elbette.
Hangi dönemde, kimler tarafından, ne amaçla yaptırıldığı bilinmeyen bu sembol
Dağkapı ile Çiftkapı arasında, Abbasilerden kalma burçlardan birinde yer alır. Tek Kapı’nın güneyindeki ikinci burcun, yerden 12’nci sırasında ve ortada yuvarlak bir daire
içinde bazalt taşa oyulmuş kabartmada, yere bağdaş kurmuş şişmanca bir insanın akrebi
kuyruğundan yakalayıp yukarıya kaldırdığı motifi vardır.
Bu sembolün de ne anlama geldiği henüz bilinmiyor. Ancak büyük bir olasılıkla
bunun da İçkale kapısında yakın yıllara kadar asılı duruyorken meçhul kimseler tarafından çalınan Şeytan sembolü gibi, kenti korumak inancıyla konulduğu düşünülebilir. (54)
Kara Amid Efsanesi
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Diyarbakır’a geniş verir ve “Kara Amid” kalesi ile
ilgili şöyle der: Hz. Yunus Musul’a yerleşip, o ülkenin halkını dine davet etmiş. Fakat
kendisine hiç kimse inanan olmamış. O da, Musul’un halkına beddua edip Oradan ayrılmış ve gelip Diyarbakır’a yerleşmiş. Diyarbakır halkı ona inanmış. Yunus nebi de onlara
“İliniz mamur, halkınız her zaman sevinçli olup, bütün çoluk çocuğunuz asil ve olgun
olalar” diye hayır-duü ederek, Nefs kayası denilen yerde bir mağaraya yerleşip orada yedi
yıl oturmuş.
DİYARBAKIR KALESİ EFSANELERİ 473
O sırada Diyarbakır’da Amalak kızlarından olan, güzel bir kız, hükümdarmış. Hz.
Yunus’un önerisiyle Diyarbakır kalesini granit taşlardan yaptırmış. Acem tarihçileri bu
nedenle buraya Diyar-ı Bikr (Bikr Diyarı) – kız şehri demişler. Rum tarihçileri ise dört
duvaı siyah taştan olduğu için “Kara Amid” demişler.
Evliya Çelebi böylesi bir şekilde anlatırken bir başka efsanevi anlatış da şöyledir: Diyarbakır Kalesi ile Harput Kalesi, iki kardeş tarafından aynı anda yapılmış. Diyarbakır
Kalesi’nin harcı yumurta akıyla Harput Kalesi’ninki ise sütle karılmış. Sürülerle sağılan
koyunların sütleri dereler halinde akıtılarak kalenin yapıldığı yere getirilmiş. O zaman
yumurtanın da bini bir paraymış.
Bu iki kardeş yaptıkları kaleleri bitirdikten sonra, ölümsüzlük suyundan içip uzun
bir uykuya dalmışlar. Arada bir uyanıp, “Diyarbakır surları yıkıldı mı, Harput kalesi duruyor mu?” diye kalelerinin yerinde durup durmadığına bakar, sonra yine uyurlarmış.
Bu kaleler yıkılınca kıyamet de kopacakmış
Diyarbakır surları ile ilgili efsaneler bitmiyor. Kimi konuştursan başka bir türlü anlatıyor bu surların yapılışını. İşte bakın bu da bir başka efsane Diyarbakır surları hakkında.
Denir ki, biri kız, biri erkek iki kardeşten erkek olan Diyarbakır surlarını, kız olanı
da Silvan surlarını yapmış.
Kızın adın “Miya” diyorlarmış. Ona Silvan’ın kızı anlamına gelen “Miya farkin” demişler ve surları da o yaptırdığı için adını Silvan(a vermişler. efsane böyle.
Diyarbakır surlarını yapan usta” Diyarbakır surları dünya durdukça dursun, hiç yıkılmasın” diye dua etmiş.
Silvan surlarını yapan usta böyle dua etmemiş. Bu nedenledir ki, Diyarbakır surları
sağlam kaldığı halde, Silvan surları yıkılmış. (61)
474 DİYARBAKIR SURLARI
9.BÖLÜM
SURLAR VE ROMANTİZM
SURLAR VE ROMANTİZM
Sanayi Ticaret odası yanı
İçkale karşısında dış sur
SURLAR VE ROMANTİZM 477
İçkale dış surları
Keçiburcu ve kış
478 DİYARBAKIR SURLARI
SURLAR VE ROMANTİZM 479
Surlarda gece
480 DİYARBAKIR SURLARI
Surlar ve gece Foto:Fırat Türkoğlu
Surlar ve gece Foto:Fırat Türkoğlu
SURLAR VE ROMANTİZM 481
Surlarda gece
Surlar ve gece
482 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı ve gece
Surlarda gurub ve gece Foto:Ömer Işık
SURLAR VE ROMANTİZM 483
Surlarda gurub ve gece Foto:Ömer Işık
Surlarda gurub ve gece Foto:Ömer Işık
484 DİYARBAKIR SURLARI
Surlarda gurub ve gece Foto:Ömer Işık
Surlarda gurub ve gece Foto:Ömer Işık
SURLAR VE ROMANTİZM 485
Surlarda gurub ve gece Foto:Ömer Işık
Surlarda gurub ve gece Foto:Ömer Işık
486 DİYARBAKIR SURLARI
Surlarda gurub ve gece Foto:Ömer Işık
Mardin kapı şen olur (I. varyant)
Celal güzelses’in icrasından Mehmet Özbek notalamıştır.
Mardin kapı şen olur
Dibi değirman olur
Buralarda yar seven
Mutlaka verem olur
***
Dağ kapısı daşlıdır
Yarim kara kaşlıdır
Ben yarimi tanıram
Kıvır kıvır saçlıdır
***
Urfa kapı bağlıdır
Yarim kara dağlıdır
Ben yarıma kıyamam
Yarim küçük çağlıdır
***
Yeni kapı bahçalar
Yar orda keman çalar
O yar bana bakanda
Yüreğimi parçalar
SURLAR VE ROMANTİZM 487
Yenikapı da atlılar: Zülküf Altan’ın Yusuf Tapan’ın sesinden tesbit ettiği türküyü
Salih Turhan notalamıştır. İzzet Altınmeşe ve Zülküf Altan tarafından okunarak yaygınlık kazandırılmıştır.
Kaladan kalaya ekerler darı: Celal Güzelses’in icrasından Mehmet Özbek notalamıştır. Şanlıurfa ve Kerkük repertuarında yakın varyantları mevcuttur. Bkz. TRT Rep
no: 96, 3010.
Çıktım saray köşküne: Ramazan Şenses’ten Ahmet Yamacı derleyip notaya almıştır.
Yenikapı, Hançepek (II. varyant): Yukarıdaki türkünün aynısı olup; sadece güftesi
farklıdır. Bu güfteyi ise Mehmet Özbek tesbit etmiştir.
Yeni de kapının yokuşu:
Muzaffer Sarısözen, Selehattin Mazlumoğlu’ndan derleyip notaya almıştır.(134)
Bir mani:
Haram suya dediler,
Yarimi götürdüler,
Yıkhıla Mardin kapi,
Beni yardan ettiler.
Diyarbakır kalesi maketlere ilham olmaktadır
488 DİYARBAKIR SURLARI
Diyarbakır kalesi maketlere ilham olmaktadır
Kanatlı ejder heykeli
SURLAR VE ROMANTİZM 489
490 DİYARBAKIR SURLARI
DİYARBEKİR KALESİNDEN NOTLAR
VE ADİLOŞ BEBENİN NİNNİSİ
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanmazken,
Kırar boynumu, yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal...
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem,
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy...
Elim boş
Ayağım pusu,
Bir ben bileceğim oysa,
Ne afat sevdiğim,
Bir de ağzı var, dili yok,
Diyarbekir Kalesi...
Açar,
Kan kırmızı yediverenler,
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur, Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da,
Zemheri de uzadıkça, uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum.
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki,
Seni düşünmenin tadı...
Hamravat suyu dondu,
Dicle’de dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba kacağa,
Çayı kardan demliyoruz.
SURLAR VE ROMANTİZM 491
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
“Yel” der “Baharın geçer...”
Bacım iki canlı ağır,
Güzel kızdır, bilirsin.
ilki bu, bir yanda saklı utanır,
Ve bir yandan korkar,
“Ölürüm” deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış,
Bebeğim, neremde saklayım seni,
Hoş gelir,
Safa gelir,
Ahmed Arif ’in yeğeni...
Ahmed ARİF
TÜRKÜLERDE DİYARBAKIR KAPILARI
Mardin Kapı Şen Olur” Türküsünün Otantik Hikâyesi
Mardin Kapılı Kör Mıho’nun büyük oğlu olan Recep Serttaş, Hançepek Mahallesi’nde kunduracılık yapmaktadır. Kundura yaptığı müşterilerinden birinin kızı olan Güle,
babasının kundurasını almak için Recep’in dükkânına gelir. Güle’yi gören ve güzelliğine
hayran kalan Recep, kızı biraz bekletir ve babası için diktiği kundurayı paketleyerek
Güle’ye verir. Güle dükkândan çıkınca Recep ardından hayran hayran bakakalır.
Günler geçer Recep Güle’yi unutamamış ve bir türlü aklından çıkaramamıştır. Dükkânına gelen arkadaşları Recep’te bir durgunluk, dalgınlık olduğunu fark ederler ve sorarlar “Nedir bu dalgınlığın?” Fakat Recep bir türlü kendisinin dalgın ve düşünceli
olmasına sebep olan gerçeği söylemez
Recep’in sesi de güzeldir. Kundura dikerken türküler ve şarkılar mırıldanır. Arkadaşları ve bazı müşterileri yanına gelerek sohbet ederler ve Recep’in mırıldanarak söylediği
türküleri dinlerler.
Yine bir gün kundura dikerken Güle‘nin sokaktan geçtiğini görür ve heyecanlanır.
Bu heyecandan elindeki bizi, diktiği kunduranın köselesine batırırken dalgınlıktan parmağını derinin üzerinden çekmez. Biz parmağına batınca ne kadar dalgın olduğunun
farkına varır.
492 DİYARBAKIR SURLARI
Ramazan bayramı yaklaşmıştır. Kundura siparişleri artar. Bu arada Güle’nin babası
Kemal de kundura diktirmek için Recep’in dükkânına gelir. Recep ayak ölçüsünü alır ve
bayrama yetiştireceğini belirtir.
Arife günüdür işleri yoğun ve kendisi dalgındır. Bu dalgınlığı işinin aksamasına sebep
olur. Güle’nin babasına diktiği kunduranın az bir işi kalmıştır. Sadece topukları çakıp
daha sonra biraz kalıpta bekletecektir. Ne de olsa sevdiği kızın babasının ayakkabısıdır,
özen göstermek ister. Fakat işinin yoğunluğundan kunduranın topuğunu çakmayı ve kalıba koymayı unutur.
Akşamüstü Güle’nin babası kundurasını almaya gelir ve hazır olmadığını görür. Recep
utancından bir şey söyleyemez, özür diler. “Kemal ağabey sen eve git ben akşam evinize
getiririm. Sen hiç merak etme” der ve yollar. Elindeki işi bırakır hemen topukları çakar,
kalıba bağlar bir müddet sonra kalıptan çıkardığı ayakkabının boyasını ve cilasını yapar
ve eline aldığı gibi Güle’nin evinin yolunu tutar.
Evin önüne gelmiştir ve heyecanlıdır. Kapıyı çalar, kapı açılınca Güle’yi karşısında
gören Recep heyecanlanır. Nefes alıp vermeleri değişir, kundura elinden düşer. Güle eğilerek yerden kundurayı alır. Recep Güle’ye “Onları bana ver, babana ben giydireceğim”
der. Güle de kundurayı Recep’e verir göz göze gelirler, bakışırlar, içeri girdikten sonra
Güle’nin babası Recep’i odaya alır, oturtur ve hemen bir kahve yaptırtır. Bu arada Recep
kundurayı Güle’nin babasına giydirir. Kunduradan memnun kalan Kemal, kunduranın
parasını verir. Kahveler içildikten sonra Recep dükkâna döner. Sevinçlidir çünkü Güle
ile yüz yüze gelmiş ve konuşmuştur. O gece sabaha kadar uyuyamaz.
Recep karasevdaya tutulmuştur. Derdini kimseye söyleyemez. Yalnız kendisi gibi kunduracılık yapan Aşık İhsanî’nin ağabeyi Ferhan’a derdini döker. İçini ona boşaltır. Bu
arada bu sevgisinin anısına sözü ve müziği kendisine ait olan,
“Mardin Kapı şen olur
Dibi degirman olur
Buralarda yar seven
Mutlaka verem olur “
türküsünü yapar. Arkadaşları ile eğlendikleri vakit hep beraber çalıp söylerler.
Bir gün Hüsnü İpekçi, Diyarbakır Halk Musiki Cemiyeti’nde çalışmaları bitince Hançepek’te oturan Sami Hazinses’in babasına uğrayıp İstanbul’da olan Sami’yi sormaya
SURLAR VE ROMANTİZM 493
gider. O sırada kunduracı Recep, Hüsnü İpekçi’yi sokakta görünce dükkânına davet eder.
Çay, kahve ikram eder ve sohbete başlarlar. Bu arada Recep Hüsnü İpekçi’ye yapmış olduğu türküyü okur. Bu türküyü sevdiği bir kız için yazdığını belirtir. Türkü, Hüsnü İpekçi’nin hoşuna gider ve üç gün sonra tekrar Recep’in yanına gelir. Recep’ten bu türküyü
tekrar okumasını ister. Recep türküyü okur. Biraz sohbetten sonra Hüsnü İpekçi dükkândan ayrılır.
Musiki Cemiyeti’nde çalışma yaparlarken Hüsnü İpekçi, hocası Celal Güzelses’e
“Hocam Mardin Kapı’da kunduracı Recep var, geçen gün uğradım çok güzel bir türkü
yapmış” der. Celal Bey de “Yarın onu al cemiyete getir der.
Ertesi gün Hüsnü İpekçi, Recep’i alarak Musiki Cemiyeti’ne getirir. Burada Recep’in
yapmış olduğu türküyü 9–10 defa çalıp söylerler. Çünkü kayıt cihazı yoktur. Sözleri ile
makam ve usulü unutulmasın, kulaklarda kalsın diye çalışma yapmışlardır.
Recep sevgisinin karşılığını bulamaz, üzüntülüdür. İstanbul’a gider orda Mecnun gibi
yaşar, hastalanır. Diyarbakır’a döner, türküsünde belirttiği gibi verem hastalığına yakalanmış ve bir müddet sonra da vefat etmiştir.
Celal Güzelses bu güzel türküyü daha sonra plağa okumuştur.
“Yeni Kapıda Atlılar” Türküsünün Otantik Hikâyesi
Diyarbakır’ın ileri gelen ailelerinden birine mensup olan Nevaf Bey çok varlıklıdır.
Diyarbakır’da sevilen, saygı duyulan, fakir fukaraya yardım eden biridir. Nevaf Bey’in
çok güzel bir kızı vardır. Yaz aylarında Dicle kenarındaki bostanlarında kurulan hüllelere
cumartesi gidip Pazartesi sabah dönerler. Bostanlarında genç, yakışıklı ve dürüst bir şahsiyet sahibi olan Harun isminde bir genç çalışmaktadır.
Bey hülleye geldiğinde Harun bostanda yatar, onlara hizmet eder. Bey’in kızına bostanı gezdirir, beraber domates, patlıcan, biber, kavun ve karpuz toplarlar. Nevaf Bey bu
gencin dürüstlüğüne ve karakterine güvendiği için bostanlarından toplanan sebze ve
meyvelerin satımını ve hesabını Harun’a bırakmıştır.
Harun’a haber gönderen Nevaf Bey, cumartesi misafirlerinin olacağını ve hazırlık
yapmasını bildirir. Harun iki hülleyi yeniden düzenler ve şehir merkezindeki Nevaf
Bey’in evine giderek yorgan, döşek, battaniye ister. Evdeki Nevaf Bey’in kızı Necla’nın
dadısı istenen eşyaları hazırlarken Necla da Harun’a çay ikram eder. Cumartesi günü
494 DİYARBAKIR SURLARI
Dicle’den balık tutmasını ister. Hazırlanan eşyaları alan Harun bostana gelir, yanına aldığı birkaç maraba ile hülleleri düzene sokar. Bey’in kızının isteğini yerine getirmek üzere
Dicle’de balık tutmaya çalışır.
Gün cumartesidir gelen misafirler hülledeki döşeklerde oturup ayaklarını Dicle’nin
serin sularına daldırmış, sohbet etmektedirler. Diğer hüllede ise kadınlar akşam yemeğinin hazırlığını yapmaktadırlar. Harun topladığı sebzeleri getirir ve kesilen koyunun etlerini satırla doğrarken Necla yanına gelerek “Ben senden balık istemiştim. Sen bize et
yedireceksin” deyince Harun “Balıkları tuttum fakat kalabalık olduğu için eti de hazırlamak gerek” der.
Akşam sofra kurulmuş Nevaf Bey, misafirlerine mahçup olmamanın sevincini yaşar
ve Harun’un yanına giderek teşekkür eder. O sırada Necla da gelerek balıkların pişirilmesini söyler. Harun balıkların pişirilmeye hazır olmadığını söyleyince Nevaf Bey “Elinizdeki işi başkaları yapsın siz balıkları hazırlayın” der.
Harun balıkları temizlemek için Dicle’nin kenarına geçer, Necla da kendisine yardıma
gelir. Balıkları aceleyle temizlemeye çalışan Harun elindeki bıçakla başparmağını keser.
Kanı durdurmaya çalışırken Necla cebinden çıkardığı mendili ile Harun’un parmağını
bağlar. Balıklar pişirilir, misafirler memnun bir şekilde pazar günü akşamüstü serinliğinde
bostandan ayrılırlar.
Harun evden gelen eşyaları geri götürür. Evde içli köfte yapılmaktadır. Dadı, Harun’a
oturup beklemesini birkaç içli köfteyi haşlayıp kendisine vereceğini söyler. Necla odasından gelerek Harun’a parmağındaki yaranın nasıl olduğunu sorar. O da “Biraz iyidir
yara kapanıyor” der Necla’nın parmağına bağladığı mendili söküp vermeye çalışır. Necla
“Sökme kalsın” der. Haşlanan içli köfteden bir paket yapılıp Harun’a verilir. Bu iki genç
arasında zamanla gönül bağı oluşmuştur. Necla, Harun’u her gün görmek istemektedir.
Necla dadısıyla bostana gelmiştir. Harun’la beraber bostanı gezerler. Dadı çay demlemeye gider. Yalnız kalan iki genç sohbet ederler. Bu sohbet sırasında Necla kendisini
babasından istetmesini Harun’a söyler. Harun “Ben ne cesaretle seni babandan isteteyim?
Sen Bey kızısın, zenginsin, ben kapınızda marabayım. Bey marabasına kızını vermez.
Keşke bilsem vereceğini babanın kapısında kul olurum. Hem doğru dürüst bir evim ve
sana bakacak param da yok. Param olsaydı belki bana cesaret gelirdi seni istetirdim” der.
Bu sözlere üzülen Necla “Sen beni sevmiyorsun, sevseydin böyle söylemezdin” der. Harun
da “Sen bir de gel benden sor, seni ne kadar sevdiğimi.” Der. Bu konuşmalar olurken
dadı, elinde demlik ile yanlarına gelir ve konuşmaları burada sona erer.
SURLAR VE ROMANTİZM 495
Kızının sürekli bostana gitmek istemesi ve günlerini orada geçirmesi Nevaf Bey’i kuşkulandırır. Kızının dadısına “Bu kızda bir haller var dadı. Nedir bunun durumu? Sen
bana bu konuda bir şey demiyorsun. Bir yokla bakalım” der. Dadı birkaç gün sonra kızının Harun’a gönlünü kaptırdığını Bey’e bildirir. Beyi “Bu ne cüret? Benim kapımda
çalışan biri benim kızıma göz koysun! Ona haddini bildireceğim” der. Harun’u yanına
çağırtarak hakaret eder ve hesabını gördürerek işine son verir. Harun perişan olmuştur
hem sevdiği kızı artık göremeyecek hem de işinden olduğundan işsiz kalacaktır.
Öfkeli bir şekilde eve gelen Nevaf Bey kızını yanına çağırtarak “Sen benim ve ailemizin gururunu, izzeti nefsini ayaklar altına almak mı istiyorsun? Ailemize yakışan şeyler
yapmıyorsun. Bundan sonra evden dışarı çıkmak sana yasaktır” der. Ve dadısına dönerek
“Bir daha bu kızı sokağa bırakmayacaksın. Aksi takdirde seni suçlu sayarım” der.
Babasının bu tepkisine çok üzülen Necla odasından dışarı çıkmaz, yemek yemez, kimseyle konuşmaz. Sevdiği insanı kaybetmenin ızdırabını içinden bir türlü atamaz.
Babası kızını bu durumdan kurtarmak için uygun biri ile evlendirmek ister ve bazı
görücüler gelmeye başlar.
Necla halen Harun’u düşünmektedir. Dadısına yalvararak onu buldurmasını, yerini
öğrenmesini ister. Necla’nın bu haline dayanamayan dadı görevlendirdiği biri vasıtasıyla
Harun’un bir başka bostanda çalıştığını öğrenir ve Necla’ya söyler. Harun’un yerini öğrenen Necla sevinçlidir.
Gelen görücülerden birine kızını vermeye niyetlenen Nevaf Bey dadıya durumu söyler. Yakında şerbet içmeye eve geleceklerin olduğunu anlatır ve hazırlıklı olmalarını ister.
Babasının kendisini başka biri ile evlendireceğini duyan Necla yıkılır. Bir an evvel
Harun’a haber göndererek kendisini isteyenler olduğunu, babasının da bunu kabul ettiğini ve yakında şerbet içmeye geleceklerini, bunun için bir şeyler yapmasını bildirmek
ister. Necla ağlayarak dadısına yalvarıp son bir defa Harun’a haberci gönderip bu durumu
ona bildirmek istediğini, bunun son isteği olduğunu ağlayarak dadısına söyler. Dadı “Peki
ne söyleyeceksen söyle ilettireyim ve bu konuyu bir daha açmayalım. Baban duyarsa ikimizi de öldürür” der. Necla önceden pişirttiği tavuğu mutfaktan alarak odasına çıkar.
Daha evvel biriktirdiği altınları tavuğun içine iyice doldurur, sıkıca paket yaparak dadısına verir. “Dadı bu tavuğu da haberciye ver Harun’a versin belki benim elimden son bir
defa bir şey yiyecek” der. Dadı paketi alır “Başka ne iletmek istiyorsun çabuk söyle” deyince Necla “Beni istetiyorlar, beni kaçırabilirsen kaçır. Ben evden dışarı çıkamıyorum.
Yakında şerbet içilecek bir şeyler yapmasını istediğimi haberci söylesin” der.
496 DİYARBAKIR SURLARI
Dadı paketi ve söylenecek sözleri haberciye intikal ettirir. Haberci, Harun’u bulur ve
kuytu bir yere geçerler. Haberci, Necla’nın isteğini söyler ve paketi Harun’a verir. Harun
paketi açınca pişirilmiş bir tavuk olduğunu görür ve haberciye dönerek “Ben kendisini
bu tavukla mı kaçıracağım benimle dalga mı geçiyor” diyerek tavuğu haberciye geri verir.
Haberci tavuğu alır Harun’dan uzaklaştıktan sonra bir kenarda oturup bu tavuğu
yemek için parçaladığında içinden altınlar dökülür. Neye uğradığını şaşıran haberci dökülen altınları toplar. Tavuğun içine koyup tekrar paketler ve hızla eve döner. Durumu
dadıya anlatır. Dadı, Necla’nın odasına çıkıp Harun’un bu tavuğu geri gönderdiğini ve
tavuğun içinin altın ile dolu olduğunu, bunu niye yaptığını sorunca Necla “Ben bu tavuğun içini altın ile doldurdum ki bununla hazırlanıp beni kaçırsın. Kendisine imkân
sağlamaya çalıştım fakat o bunu anlamamış, tavuğun içinin altın dolu olduğunu bilseydi
belki bir şeyler yapmaya çalışacaktı” der.
Şerbet içilir ve birkaç ay sonra nişan takılır. Necla ağlamaklıdır. Dadı niye ağladığını
sorunca Necla “Dadı bana nişan taktılar bundan sonra bir ordu bile getirse Harun’un artık
beni alması veya kaçırması mümkün değildir. Alınyazım böyle imiş ne yapayım” der.
Bu olayı rahmetli Yusuf Tapan’ın hanımından derledim. Hadiseye isnat edilen türküyü de Yusuf Tapan derleyip plağa okumuş idi.(166)
SURLAR VE ROMANTİZM 497
10.BÖLÜM
SURLARDAKİ SÜSLEMELER
SURLARDAKİ SÜSLEMELER
Surlarda yer alan semboller şu şekilde sınıflandırılabilir:
a)İnsan figürü sembolleri: Bağdaş kurmuş insan figürleri(Hükümdara layık bir duruştur, doğruluk ve adaleti sembolize eder)
b)Hayvan figürü sembolleri: At, aslan, kuş, keçi, tavşan, boğa, kartal, gergedan
c)Üsluplaşmış hayvan figürü sembolleri: Çift başlı kartal, ejderha, akrep başlı insan
vücutlu figür
d)Bitkisel semboller: Hayat ağacı
e)Geometrik semboller: Meander motifi, iç içe daire motifi, yıldız, gamalı haç (41)
DIŞKALE
Dıs kale surları Mardin Kapısı, Urfa Kapısı, Dağkapı ve Yeni Kapı adlı dört kapı ile
bunların arasında burçlarla desteklenmiş surlardan meydana gelmektedir. Kaledeki süslemeler basta kapılar olmak üzere, bazı burçlar üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Malzeme ve Teknik
Dıs Kale süslemeleri tas ve maden üzerine uygulanmıştır. Tas süslemeler bazalt ve kalker üzerine oyma, kabartma, sgrafitto ve eğri kesim teknikleriyle oluşturulmuştur. Maden
süslemeler, Mardin ve Urfa Kapısı’nda kapı kanatları üzerinde dövme ve döküm teknikleri ile karsımıza çıkmaktadır.
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 501
Kapılar
Dagkapı (Harput Kapısı, Bab-ı Cebel)
Kalenin kuzey tarafında bulunan kapı farklı dönemlere ait yapım evreleri geçirmiştir.
Kapı üzerindeki 367-375 ve 479 tarihli Latince kitabeler Roma ve Bizans dönemine işaret etmektedir.
Kapı üzerinde İslami döneme ait üç kitabe bulunmaktadır. Bunlardan en erken tarihli
olanı 909 (H. 297) tarihinde Abbasi Halifesi El-Muktedir tarafından gerçekleştirilen
yapıma aittir. İkinci kitabe 996 (H. 386) tarihinde Mervaniler döneminde Ebu Ali el
Hasan’ın yaptırdığı eklentileri belirtmektedir. Üçüncü kitabe ise 1056 (H. 447) tarihlerine aittir. Kalenin kuzeyindeki Dağkapı, dairesel iki burç arasında dışa ve içe açılan çift
geçitli iki kapı ile bunların arasındaki bölümlerden meydana gelmektedir. Dış kapı iki
dairesel burç arasında bulunmaktadır. Burçların arasındaki duvar yüzeyi simetrik bir düzenleme göstermektedir. Ortadaki dikdörtgen kapı yuvarlak kemerli nis içindedir. Kapının hemen yanında dairesel planlı birer nişe yer verilmiştir. Bu nişlerin yan taraflarında
da birer gömme sütunçe yer almaktadır.
Kapının yuvarlak kemeri nis köseliklerindeki sütunçeler üzerine oturmaktadır. Kare
formlu sütunçe gövdeleri sadedir. Silmeli bileziklerle gövdeden ayrılan baslıklarda iki
değisik süsleme yer almaktadır. Alt kesimde üçgenlerle birbirine bağlanan oval şekillerden
oluşan yumurta dizisi, üstte akantus yapraklarına yer verilmiştir.
Kapının iki yanında yer alan nişler küçük farklıklarla aynı düzenlemeyi tekrarlamaktadır. Yarım dairesel planlı nişler yarım kubbelerle kapatılmıştır. Kubbelerin iç yüzeyi
ortadaki üçgenden ısınsal olarak dağılan yivlerle hareketlendirilmiştir. Yivler kubbenin
dış kesiminde yarım daire hatlarla yansıtılmıştır. Nişi üstten çevreleyen silme dizisi ile
oluşturulmuş yuvarlak kemer, niş köşelerindeki sütunçeler üzerine oturmaktadır. Batı
taraftaki nişte sütunçeler ortada boğum yapan dörtgen prizma baslıklar üzerinde yükselen sade silindirik gövdelere sahiptir. Baslıklar kısmen deforme olduğu için formları
ve süslemeleri konusunda fikir sahibi olmak zordur. Nişin alt kesiminde asıl yüzeyden
çıkıntı yapan konsol sütun altlıklarına kaide teşkil etmektedir. Konsolun üst kesimindeki
ince bordürde yan yana ve alttaki şeritlerle birbirine bağlanan gamalı haçlar bulunmaktadır. Motiflerin arasındaki yüzeylere çiçek motifleri yerleştirilmiştir. Yüzeyden çıkıntı
yapan konsol ile duvar zemini arasında kademeli silmelerle geçiş sağlanmıştır. Silmelerin
altında üstteki ile aynı motif düzenini tekrarlayan bir bordür yer almaktadır. Doğu nişin
sütunçeleri batıdaki düzenlemeyi tekrarlamaktadır. Farklı olarak silindirik gövdeler bur502 DİYARBAKIR SURLARI
malı ince yivlerle hareketlendirilmiştir. Baslıklarda yumurta motiflerine yer verilmiştir.
Sütunçelerin oturduğu konsolun yüzeyi bos bırakılmıştır. Nislerin iki yan tarafında cepheye iki gömme sütunçe yerleştirilmistir. Kare gövdeli sütunçelerin baslıkları yumurta
dizileri ile hareketlendirilmiştir. Cephenin bugünkü görünümünü kazanmadan önce üç
girişli bir düzenleme gösterdiği ve bu sütunçelerin de bu girişleri belirlediği düşünülmektedir. Kapıyı çevreleyen yuvarlak kemerin üstünde bazalt üzerine kûfi hatla yazılmış
dört satırlık kitabe bulunmaktadır. Harflerden özellikle dik olanları kaba rumilerle sonlandırılmıştır.
Cephenin en üst kısmında beyaz kalker üzerine yine kûfi hatla yazılmış ince yarım
bir kitabe kuşağı bulunmaktadır. Dağkapı’nın doğu ve batısında iki dairesel burca yer
verilmiştir. Her iki burcun üzerine farklı düzenlemelerden meydana gelen kabartmalar
işlenmiştir. Batıdaki burcun kapıya taraf olan kısmında yarım dairesel bir niş yer almaktadır Üstte yuvarlak dilimli kemer ile sonlanan nis yarım kubbe ile kapatılmıştır. Kubbe
istiridye kabuğu formunda yivlendirilmiştir. Yivler kemer yüzeyine de yansıtılarak kemere dilimli görünüm kazandırmaktadır. Dilimlerin üst kesiminde kemerin dış yüzeyi
sgrafitto tekniğinde paralel çift çizgili dairesel dilimlerle hareketlendirilmiştir. Kemer
kilit tasının üst kesimindeki kare panoda gamalı haçlardan meydana gelen bir kompozisyon yer almaktadır.
İki uçta “T” seklinde sonlanan doğrular ardışık olarak yatay ve dikey sıralanmaktadır.
Niste yarım kubbenin hemen altında beş hayvan figürüne yer verilmiştir. Bunlardan üçü
nisin iç yüzeyinde ikisi kenarlarında bulunmaktadır. Nişin iç yüzeyinde ortada bir kus
kabartması yer almaktadır. Profilden verilen kusun kanatları yarı açık durumdadır. Ayaklar, ayak pençeleri, kuyruk, gaga ve gözler belirtilmiştir. Kuyruk ile boyun kısmındaki
tüyler sgrafitto tekniğinde verilmeye çalışılmıstır,. Kusun iki yanında aynı şekilde tasvir
edilen birer dag keçisi-boga? figürü yer almaktadır. Profilden islenen figürlerin konturları
içte sgrafitto tekniğinde belirtilmiştir. Ayakta tasvir edilen boğanın kuyruğu aşağı sarkar
vaziyettedir.
Sırtın basa yakın bölümünde hörgücü anımsatan bir şişkinlik dikkat çekmektedir. İnce
bir boyunla vücuda bağlanan basta oval bir göz ve ağız işlenmiştir. Boynuzlar yukarıya
doğru kıvrılarak hilal formu meydana getirmektedir. Nişin iki yanında karşılıklı iki aslan
kabartması bulunmaktadır. Ayakta ve öne doğru bir adım atmış şekildeki aslanların vücutları profilden, basları cepheden verilmiştir. Ayaklarda pençeler ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
Kuyruk yukarı doğru kıvrılarak basa doğru sırtı takip etmekte ve kaba bir rumi motifi
seklinde sonlanmaktadır. Şematik olarak islenen yüzde yay kaslar, daire gözler ince burun,
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 503
ağız ve kulaklara yer verilmiştir. Kabartma olan figürün dış konturlarını izleyen sgrafitto
tekniğindeki çizgilerle boyun ve aşağısında yeleler basit çizgiler seklinde yansıtılmıştır.
Nisin üst kesimindeki bazalt üzerine kûfi ile yazılan kitabe kuşağı bugün yarım durumdadır. Dik harfler rumilerle sonlandırılmıştır. Burcun doğu yüzünde dağınık yerleştirilen farklı düzenlemelere yer verilmiştir. Nişin güneyinde ince şeritlerle oluşturulan
düğümlerle farklı bir kompozisyon oluşturulmuştur. Merkezdeki içi daire dolgulu beşgenin çevresinde yarım daire dört düğüm ve bunların arasında da dairesel birer küçük
düğüme yer verilmiştir.
Nişin güney tarafında altı farklı uygulama bulunmaktadır. İlk düzenlemede iki farklı
kompozisyon yan yana yer almaktadır. Solda üst üste yerleştirilen iki eşkenar dörtgenin
oluşturduğu sekiz köşeli yıldızın merkezinde sekizgen bulunmaktadır. Yıldız motifi, kare
bir çerçeve içine alınmıştır. Karenin iç kenarlarında ikişer yarım daireye yer verilmiştir.
Yıldız motifinin ortasındaki sekizgenin merkezine kabartma bir çarkıfelek motifi işlenmiştir. Bunun yanındaki düzenlemede kenar ortalarında içbükey eğim kazanan dörtlü
daire ile bir kare üst üste yerleştirmiştir. Ortadaki sekizgenin yatay ve dikey eksendeki
kenarlarına birer püskül işlenmiştir. Püsküller merkezdeki eşkenar dörtgenlere bakmaktadır İki kare panoda farklı gamalı haç kompozisyonları yer almaktadır. Bir uygulamada
kösesi üstüne oturtulan bir eşkenar dörtgenin yüzeyine tek gamalı haç işlenmiştir. Köseler
yaprak motifi ile dolgulanmıştır. Diğer uygulamada çapraz eksenlerde birlesen gamalı
haçların arasındaki bölümler daireciklerle hareketlendirilmiştir. Bu iki panonun arasında
daha alt seviyedeki kare düzenlemede sgrafitto tekniğinde kelebek motifleri ile kalp şekillerine yer verilmiştir.
Burcun doğu yüzünde şimdiki çevre duvarına yakın bir noktasında kare düzenlemeler
ile aynı seviyede bir figürlü kabartma yer almaktadır. Kabaca islendikleri için ne oldukları
anlaşılamayan hayvan figürleri üst üste yerleştirilmiştir. Aralarına bir ağaç dalı islenen
figürler profilden verilmiştir. Üstte kısmen daha büyük olan figürün aslan olması muhtemeldir. Bu figür aynı zamanda daha güçlü bir duruşa sahiptir. Hemen hemen aynı
formlarda tasvir edilen alt figür daha ince hatlara sahiptir.
Kapının doğusundaki dairesel burcun kapıya bakan batı yüzünde değisik düzenlemelere yer verilmiştir. Kapıya yakın kesimde yer alan yarım daire planlı olan ve yarım
kubbenin örttüğü niş, üstte silme dizileri ile oluşturulmuş yuvarlak kemerle sonlanmaktadır.
Kemer altta kademeli bir konsol üzerinde yükselen sütunçeler üzerine oturmaktadır. Alt
bölümleri kırık durumdaki sütunçelerin silindirik gövdeleri burmalı yivlerle hareketlendirilmiştir. Küp baslıkların ön yüzlerinde basit ağaç ve oval şekillere yer verilmistir.
504 DİYARBAKIR SURLARI
Nişin iç yüzüne basit çiçek motifleri serpiştirilmiştir. Nişin sağ alt yanında Latin harfleri ile oluşturulmuş bir kitabe bulunmaktadır. Bunun üstündeki kare panonun yüzeyine
dörtlü gamalı haç kompozisyonu işlenmiştir. Kompozisyonun merkezine bir çarkıfelek,
aradaki boşluklara da çiçek motifleri yerleştirilmiştir. Panonun yanında düzensizce yerleştirilmiş üzüm salkımları bulunmaktadır. Üzüm salkımlarının iki sıra üstünde dairesel
bir kabartma yer almaktadır. Nişin sol tarafında altta kitabeler, üstte figürlü düzenlemelere yer verilmiştir. Alt kesimde Latin harfleriyle oluşturulan kitabe ile sgrafitto tekniğinde sarmallar ve basit geometrik şekillerden meydana gelen geometrik düzenlemelere
yer verilmiştir. Bunun üstünde Abbasi dönemine ait iki kitabe bulunmaktadır. Altta iki
satır, üstte tek satır halinde düzenlenen kitabeler farklı büyüklükte harflerle oluşturulmuş
düzensiz bir uygulama göstermektedir. Kûfi hatlı kitabelerde tek dekoratif unsur harflerin
bitimlerinde yer verilen kaba rumilerdir. Nişin üst kesimindeki yarım kitabede de aynı
özellikler görülmektedir.
Abbasi dönemine ait bu kitabelerin üst kesiminde iki figürlü kabartma dikkat çekmektedir. Düzenlemelerden alttaki karşılıklı iki kaplan tasviridir. 0. 80x0. 45 m boyutlarında bir kesme tas yüzeyine yüksek kabartma tekniği ile islenen figürlerin vücutları
profilden, basları cepheden verilmiştir. Ön ayaklarını öne atmış şekildeki kaplanların
kuyrukları yukarıya doğru kıvrılarak sırt üstünde devam etmektedir. Vücut üzerindeki
ayrıntılar sgrafitto tekniğindeki basit şekillerle verilmiştir. Yüzde kulaklar, gözler, burun
ve ağız belirtilmiştir. Dil dışa çıkık vaziyettedir.
Kaplan figürlerinin üstünde yer alan kabartma 1. 05x0. 45 m’lik bir alanı kaplamaktadır. Ortada bir hayat ağacı ve iki yanında birer kus figürüne yer verilmiştir. Ağaç, aşağı
kesimde bir kök bölümü ile başlamaktadır. Yukarıya doğru belli bir yükseklikte ince olarak devam eden gövde, dairesel bir bölümle son bulmaktadır. Bu kısımla birlikte ağacın
dalları başlamaktadır. İki tarafa simetrik olarak gelişen dallardan alttaki üç tanesi aşağıya
bakmaktadır. Bu dalları takiben tomurcuklu bir dala yer verilmiştir. Tomurcuklu dalı izleyen son dört dal ise yukarıya bakar şekilde düzenlenmiştir. Ağacın iki yanında, tasvir
edilen kus kabartmaları yüzleri ağaca bakacak şekilde tasvir edilmiştir. Sağdaki figürün
bas ve ayakları kırılmış durumdadır. Ancak kalan kısımlardan iki figürün de aynı işlendiği
görülmektedir.
Profilden verilen kuşlar kanatları açık şekilde uçmaya hazırlanır konumdadır. Basta
göz ve gagalar belirtilmiştir. Vücuttaki tüyler sgrafitto tekniğinde ince yivlerle belirtilmiştir. Burcun doğu yüzüne doğru devam edildiğinde bir el kabartması dikkat çekmektedir. 0. 15x0. 17 m ölçülerindeki kabartmada açık parmaklar aşağı bakmaktadır. Avuç
içinde bir daireye yer verilmiştir. Parmaklar kırık durumdadır. El kabartmasının üst keSURLARDAKİ SÜSLEMELER 505
siminde deforme bir figür bulunmaktadır. Üst kesimi tahrip olduğu için türü net olarak
anlaşılamayan ancak mevcut kesimleri ve durusundan dolayı at olduğu düşünülen figür
koşar vaziyettedir.
Profilden verilen vücutta bas, kuyruk ve ayakların kabaca belirtildiği görülmektedir.
Dağkapı’nın şehre açılan kapısı dış kapının güneyinde bulunmaktadır. Kapı iki kare payandanın sınırladığı alana yerleştirilmiştir. Sivri kemerli bir niş içinde bulunan kapıda
niş kemeri kenarlardaki iki konsol üzerine oturmaktadır. Cephede bu konsollar ile
aynı yükseklikte bir kitabe kuşağına yer verilmiştir. Kapının üstünde bazalt, diger kısımlarda beyaz kalker üzerine kûfi hatla yazılan kitabede harfler rumilerle son bulmakta ve bos yüzeyler girift rumili kıvrık dallarla dolgulanmaktadır. Kitabenin üst
kesiminde bulunan kabartma stilize bir koç basıdır. Ortada küçük şekilde islenen ve
bası simgeleyen aşağı doğru hafif daralan çıkıntının iki kenarından gelişen iri boynuzlar dairesel yay çizerek alttaki doğruya ağlanmaktadır. Boynuzların yüzeyi eşkenar dörtgen sırası ile hareketlendirilmiştir.
Kapının doğusundaki payandanın ön yüzüne alt kesimde iki aslan figürü yerleştirilmistir 0. 45x0. 75 m yüzeyler üzerine islenen 0. 27x 025 m boyutlarındaki figürler
yüksek kabartma tekniğinde yapılmıştır. Ayakta yürür vaziyette tasvir edilen figürler
sırtlarını birbirilerine dönmüş olarak işlenmiştir. Kaba bir anlatım söz konusu olduğu
vücutlarda belirtilen tek ayrıntı ayaklar ve kuyruktur. Kuyruk yukarıya doğru kıvrılarak
sırtın üzerinde basa doğru devam etmektedir. Basta ise gözler, ağız ve kulaklar şematik
olarak ele alınmıştır.
Dağkapı girişini oluşturan bölümlere batıdan geçit veren kapının üst kesimindeki kitabe kuşağı kısmen günümüze ulaşmıştır. Beyaz kalker zemin üzerine kûfi hatla yazılan
kitabede harfler rumilerle sonlanmakta aralardaki boşluklar rumili kıvrık dallarla dolgulanmaktadır. Bu açıklığın yan tarafındaki yüzeye sgrafitto tekniğinde işlenen düzenleme dikdörtgen bir alanı kaplamaktadır. Ortadaki sekiz köseli yıldızın merkezine kare
ve daire yerleştirilmiştir. Yıldızın köselere denk gelen kolları basit birer palmetle sonlandırılmıştır. Palmetlerin arasında kısa kenarlarda damla motiflerine, uzun kenarlarda
küçük palmetlere yer verilmiştir.
Batıdaki ikinci kapının sivri kemerinde kilit tası üzerine kare bir pano yerleştirilmistir.
Panoya çapraz eksenlerde birbirine bağlı olarak devam eden gamalı haçlar işlenmistir.
Bu motifler arasındaki boşluklar kabartma dairelerle dolgulanmıştır. (6)
506 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı Burcu Süslemeleri
Açık el içi kabartması
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 507
Dağkapı süslemeleri
Benzer görüntü Çayönünde de vardır
Dağkapı bir güç sembolü olduğu gibi aynı zamanda estetiktir. Bu açıdan surdaki resimlere bakalım:
508 DİYARBAKIR SURLARI
Abbasilere ait büyükbaş ve yırtıcı hayvan kabartmaları
Dağkapıda gama haç simgesine rastlıyoruz. Bu M. Ö. 2200-1400 yılları arasında bölgede yaşayan Aramilerin güneş sembolü olduğu sanılmaktadır(8)
Dağ kapı taş işçiliği
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 509
Dağkapıda figürlerği
510 DİYARBAKIR SURLARI
Dağ kapı taş işçiliği
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 511
Abbasilere ait hayvan kabartması
512 DİYARBAKIR SURLARI
Abbasilere ait yırtıcı hayvan, kuş, bitki motifleri
Diyarbakır surlarındaki bitkisel motifli taş süsleme sanatı kendi dönemlerinde olduğu
kadar, kendinden sonraki dönemlerde de estetik değerlerini taşıyan özelliklere sahiptir.
Bitkisel motifler yarı natüralistik, yarı stilize bir üslupla çalışılmıştır. Farklı çiçeklerin
yeni stillerle taş üstünde biçim bulduğu görülmektedir. Bu motifler dekorasyon sanatının
ilk örnekleri olarak gösterilebilir (47)
Dağ kapı burçlarında Arapça ve Latince kitabeler yanında, Gamalı haçlar ve Yahudilerin sembolü olan, Hazret-i Süleyman’ın kutsal yüzüğünü temsil eden altı köşeli yıldız motifleri yan yanadır.
Dağkapıda gama haç simgesine rastlıyoruz. Bu M. Ö. 2200-1400 yılları arasında bölgede yaşayan Aramilerin güneş sembolü olduğu sanılmaktadır. (21)
Hristiyanlık döneminden kalma gamalı haç Dağkapıda caddeye bakan kısımda svastika
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 513
Hristiyanlık döneminden kalma gamalı haç Dağkapıda caddeye bakan kısımda svastika
Svastika’nın dört kolu, dört kozmik gücü (ateş, su, hava, toprak) simgelemektedir.
Ayrıca bazı kaynaklarda, eski dönemlerde bu sembol sayesinde dört kozmik gücün etki
altına alınıp büyü yapıldığı belirtilir.
Svatika sembolü bugün, şu anda, mesela Ahmet Yesevi’nin Türbesinin’nin ana kapısında da yer almaktadır. Ahmet Yesevi Türbesinin sağ tarafında değişik tasvir edilmiş bir
Svastika (OZ) ana kapının sol tarafında ise bildiğimiz onlarca Svastika sembolü bulunmaktadır.
Bu işaret gerçekten, budistler tarafından kullanılan bir simgedir, iyi şans, fethedilemezlik ve yenilmezlik anlamına gelir.
Dağkapı burçları gizemli sembollerin çoğunlukta olduğu yerlerdir.
Kapının sağında ve solundaki buralarda, Bizans, Selçuklu, Arap ve Osmanlı kitabeleri
yanında, çok sayıda hayvan, bitki, kartal, çiçek, güneş ve yıldız kabartmaları ile asırlar
öncesinde Uzakdoğu ülkelerinin kutsal güneş sembolü olan Gamalı Haç, hemen yanında bir adı Mührü Süleyman olan Altı Köşeli Yıldız motifleri vardır.
514 DİYARBAKIR SURLARI
1930lu yıllarda Nazi Almanyasının lideri Hitler tarafından gücü temsil eden sembol
olarak seçilen Gamalı Haç Sanskritler tarafından da mutluluğun sembolü olarak kullanılmıştı.
Gamalı Haçın çeşitli biçimleri Dağkapıdaki batı burcunun ana yola bakan bölümünde, yerden itibaren 6ncı sıradadır ve İsrail Bayrağındaki Yahudilerin kutsal
sembol ALTI köşeli yıldız kabartmasıyla yan yanadır.
Aslında bu 6 köşeli yıldızın Diyarbakır surlarında, ya da başka yerlerde bulunmasını
Yahudiliğe bağlamak doğru değildir. Çünkü; biliyoruz ki İslami kaynaklarda da Mührü Süleyman olarak bilinen ve kutsal sayılan bu sembol asırlar öncesinde bazı Anadolu
beylikleri tarafından benimsenmiş ve simge olarak kullanılıyordu. Örneğin, Karamanoğulları ve Germiyanoğulları beyliklerinin bayrağında bu sembol vardı. Bazı kaynaklarda
Barbaros Hayrettin Paşanın da bunu kendine bayrak yaptığı bilgileri vardır.
Efsaneye göre; Hazret-i Süleyman, parmağında, her bir köşesi Musa, Harun, Yakub,
Davud, İshak ve İbrahim peygamberleri temsil eden altı köşeli yıldız biçiminde kutsal
bir yüzük taşıyor ve bu yüzük sayesinde bütün hayvanlara hükmediyor, onlarla konuşabiliyordu...
Bu nedenle diyoruz ki; bu sembol Diyarbakır Surlarına bir Yahudilik alameti olarak
değil, (54)
Dağkapı Burcu Resimler
İç içe geçmiş dörtlü gamalı haç
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 515
Dağ kapı burcu arka taraf kitabe
Bizans döneminden kalma mezar taşı
Dağ kapı burcu ön taraf kitabe –Abbasi kitabesi
516 DİYARBAKIR SURLARI
Bizans döneminden kalma kitabe
Dağkapıda Grekçe yazılan bir yazıda ‘Adlarını kitapta bulacağınız kişilerin verdikleri
paralarla Diyakos Appios’un çabaları sonucu yapılmış Han. Yapan taşçı ustası Paulos
tarih 449. Kitabe Hristiyan hacıların konuk edildiği bir hana ait olduğu anlaşılıyor(8)
Dağkapıda biri Romalılardan kalma Latince, dördü Bizans dönemine ait kitabe vardır. (9)
Mardinkapı Süslemeleri
Abbasilere ait kitabe ve yırtıcı hayvan figürleri
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 517
Abbasilere ait hayvan figürleri, ortasında yıldızlı güneş figürü
Mardin kapı içinde aslan figürü
Mardinkapıda süslemeler
Bir Kitabede Mardin kapısının doğususunda bulunan keçi burcunun kapısı üzerindedir. Kitabenin bazı taşları düşmüş olduğundan buna ait metin Albert Gabrielden alınmıştır. Kitabe aynı şekliyle Amidada vardır. (Gabriel sf. 313 nu 46 Amida sf. 25 nu 9
Süleyman Savcı aynı dergi sf. 4 nu 9) Metni Türkçesi besmele Efendimiz Değerli Aziz
ve Muzaffer emir İslamın izzeti dinin saadeti devletin yardımcısı milletin temeli ümmetin
518 DİYARBAKIR SURLARI
asaleti emirlerin şerefi Ebu Nasr Ahmed b. Mervan tarafından yapılması buyrulmuştur. Ay
(?) yıl 42...... Bu da onun görevlisi Ebu Tahir b. Kagıd b. selh tarafından yaptırılmıştır. (84)
Nisanogullarına ait son kitabe Mardin kapısından itibaren doğudaki 12 ve 13. Burçlar
arasında şimdi kapalı bulunan küçük kapının sag yanındadır. Kitabenin metni şöyledir:
Kitabe üç satırdan ibaret olup güzel bir çiçekli nesihle yazılmıştır. Van Berchem ile
Albert Gabriel’in eserlerinde bizim nokta ile gösterdiğimiz yer bu tarihi devletü kelimeleri ile doldurulmuştur Bu kitabeyi yerinde inceleyen ve IV Türk tarih kongresine sunduğu bir bildiride yayımlayan Osman Ferit Saglanı ise buraya beled kelimesini
koymuştur. İkinci satırdaki boşluğu Gülzar Bin Ali olarak doldurmuştur. Şimdiye kadar
yayınlanmamış bazı kitabelerle meskukatın milli tarihe hizmetleri IV Türk Tarih Kongresi Ankara 1952
Degerli araştırmacı ve İslami Meskukat Uzmanı İbrahim Artuk Amidin Eyyublu Selehaddin tarafından fethi ve son nisanoglunun akıbeti başlıklı araştırmasında aynı kitabeyi 1934 yılında kendisinin de mahalinde incelediği Osman Ferit Saglamın kitabeyi
doğru olarak okuduğunu doğru olarak vurguladığından sonra şöyle der fakat bunda ay
ismi yazılmadığından buradaki kapının Eyyublu—Artuklu kuşatmasından önce mi sonramı yapılmış bulunddugunu kestiremiyoruz. Yukarıda işaret edildiği gibi 17 zilhicce
578 de Amid kuşaltıldıgına ve 13 gün sonra 579 yılına girildiğine göre bu kapınında 579
yılı tarihini taşımasına bakarak ve ifadeye dikkat ederek Nisanoglunun kurtuluş ümidi
olmayan bir kuşatma sırasında mahsurların kolayca surlar dışına çıkabilmelerini temin
etmek için burada kapı açtırıp bu kitabeyide koyduğunu ileri sürebiliriz.
Kitabenin Türkçesi 1-Babus saadet (Saadet Kapısı) ıçılışı yapılmıştır. Allaha Tevekkül
ederim. 2 Adil efendimiz Bahaeddin Mesud Gülzar Bin Ailinin ülkesinde 3 Allah ona
rahmet etsin sene 578 (m. 1182) (84)
Burçlarda süsleme ve estetik
Yedikardeş burcu, Artuklu dönemi eseridir. Üstündeki çift başlı kartal Türk İslam
devletlerinin ve Selçukluların simgesidir. Burçdaki aslanların kuyrukları ejder başlıdır.
Yedikardeş burcu kitabe üzerinde aslan kabartması vardır. Evli Beden burcu da Artuklu
eseridir. Burçda toplam 6 aslan ve kabartması vardır. Başlarında taç bulunan kanatlı aslanların kuyrukları ejder başlıdır. Kitabe üstünde çift başlı kartal kabartması bulunmaktadır. Burcun üst kısmında konsollar bulunmaktadır. Nur burcu Selçuklu eseridir. Kufi
yazı ile yazılmış kitabesi ve çeşitli hayvan figürleriyle en zengin burçdur. Kitabede çift at
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 519
kabartması, kitabe sol köşesinde gülen aslan kabartması mevcuttur. Nur burcu sol ve sağ
yüzünde yırtıcı kuş ve avı kabartması vardır. Selçuklu burcunda kitabede iki keçi kabartması yapılmıştır. Kitabe sol köşesinde gülen aslan kabartması ve burcun kuzey cephesinde
kitabe ve niş bulunur.
Burçlarda Abbasilere ait büyükbaş ve yırtıcı hayvan kabartmalarına rastlamak mümkündür. İçkale dış surunda kitabe ve küçük kuşu boğan yırtıcı kuş kabartması, Urfa kapı
güneyinde güvercin kabartması, Tek kapı yakınında İnsan ve akrep kabartmasına rastlanır(10)
Aslan güç ve kudreti sembolize etmektedir. Surun dışında yapılması düşmana gözdağı
verilmesidir.
Surlarda yapılan araştırmada tespitine çalışılan motiflerle kabartmalar, sınıflandırılmıştır. Farkında olunmayan motiflerle kabartmalar olabilir. Geniş, oldukça büyük bir
alanı içine alan surlarda, burçlarda saptanan motifler ve kabartmaların sınıflandırılmış
şekli aşağıda verilmiştir:
Akrep: Sonradan açılan Tek Kapı yanındaki Eyyubi Burcu’nda akrebi elinde tutan
bağdaş kurmuş insan kabartması akrebe ilişkin tek örnektir. Akrep rölyefini surlara işleyerek ondan korunulacağına inanılmıştır.
Aslan: Burçlarda oldukça rastlanan arslan kabartması, insan başlı, kanatlı, ejder kuyruklu olmak üzere farklı biçimlerde yer almaktadır. Ulu Beden, Yedi Kardeş, Nur Burcu,
Melikşah Burcu, İçkale Saray Girişi, Eyyubi Burcu(Akrep Burcu yanı), Dağ Kapı, Mardin
Kapı, Urfa Kapı değişik kabartmaların bulunduğu burçlardır. Nur Burcu ve Melikşah
Burcu’ndaki arslan kabartmaları, kompozisyon olarak farklılık arzeder. Arslanlar, gülen
simaya sahiptir. Ulu Beden’deki iki arslan kabartması insan başlıdır.
Boğa-Öküz: Burç dışındaki yapılarda sıklıkla rastlanan kabartmalar, genelde arslanın
avı biçimlidir. Ulu Camii ana kapısında karşılıklı yer alan arslan-boğa mücadelesine, kiliselerde de rastlanır. İçkale Saray Girişi’nde aynı kabartmalar görülür. Dağ Kapı ve Mardin Kapı kabartmaları genel kabartmalardan estetik olarak farklıdır. Kaplan kabartması
şeklinde düşünülecek biçimler, kimi araştırmacılarca ‘‘Dicle Kaplanı’’ismiyle adlandırılmıştır. Selçuklu burcunda karşılıklı iki boğa ön ayakları kapaklanmış durumda yer almaktadır. Bedenleri yandan, başlarının dörtte üçü cepheden gösterilmektedir. Urfa
kapısında üstte yer alan kartal basar gibi betimlenmiştir. Boğanın yenilen karşı gücü sembolize ettiği söylenebilir.
520 DİYARBAKIR SURLARI
Yırtıcı Kuşlar: Urfa Kapı, Melikşah Burcu, Nur Burcu, Ulu Beden, Yedi Kardeş, Dağ
Kapı yırtıcı kuşların bulunduğu burçlardır. Çift başlı kartal, Urfa Kapı, Ulu Beden ve
Yedi Kardeş’te egemen kabartmadır. Kartal beraberinde Şahin’i anımsatan yırtıcı kuş kabartması yanında güvercin kabartması görülür. Melikşah ve Nur Burcu’ndaki Kuş tasvirlerinde kuyruk ve kanatlar açıktır. Bu, güç gösterisini andırmaktadır. Dağkapı’da
Abbasi dönemine ait bir hayat ağacının iki tarafında yer alan kaza benzer kuşlar vardır.
Dağ kapıda kapının güneyinde yer alan nişte kanatları açık, profilden işlenmiş bağımsız
bir kuş figürü yer almaktadır
Hayvan Figürleri: Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul edilen boynuzlu
hayvan (Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah) Burcu’nda mücadele
eden iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının altında orantılı yer almıştır.
Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde iki dağ keçisi kabartması, Melikşah
Burcu’ndaki kabartmalardan daha ustalıklı işlenmiştir.
Diyarbakır surlarındaki keçi benzeri figürler doğadaki görünümlerinden uzak, üsluba
çekilmiş olarak betimlenmiştir. Örneğin Dağkapı’da yer alan keçi figürlerinin hilal biçimli boynuzları boğayı andırmaktadır. Ayrıca boyun kısmında hiçbir hayvan türüne
benzemeyen bir şişkinlik bulunmaktadır.
Kadın Figürü: Giyinik olmayan iki kadın figürü, Kitabenin son satırının sağında ve
solunda yer alır.
El Figürü: Dağ Kapı burcunda el figürü işlenmiştir. Bu figür, el içinden oluşmuştur.
At Figürü: Nur Burcu’nda eğerli fakat binicisiz iki at hareketli biçimde yer alır. At
figürü sadece Nur Burcu’nda görülür. Koşum takımları vardır ve kuyrukları düğümlüdür.
Simetrik ve karşılıklı koşan atlar kabartma şeklinde yandan gösterilmiştir.
Gergedan: Gergedan figürü Dağkapı’dan Urfa kapısı’na doğru devan eden surların
günümüzdeki ilk burcu üzerinde kufi kitabenin başlangıcında yer almaktadır. İslam sanatında gergedan gücü sembolize etmektedir
Konsollar: Ulu Beden Burcu’ndaki konsollar, tarzıyla Yedi Kardeş’teki konsollardan
ayrılır. Ulu Beden konsolları görülmeye değer biçimiyle orijinalliğini korumaktadır.
Nişler-Çıkmalar: Dağ Kapı’da ana kapı yanlarında işlenmiş, mini sütunlu iki niş bulunur. Bu nişlere diğer kapılarda rastlanmaz. Sadece Yedi Kardeş Burcu’nun Alt Kısmında
küçük bir niş bulunmaktadır.
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 521
Geometrik Şekiller: Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da bu tarz şekillere rastlanır.
Anlamlandırılamayan Şekiller: Kalenin ilk yapılışına ait düşünülebilir. Çünkü bu
şekiller inançla ilgili olabilme ihtimali yüksektir: Gamalı haçlar, güneş kursları, çok köşeli
yıldızlar ve diğer çizimler. Mardin Kapı surlarında bu tarz geometrik şekiller yaygındır.
Okunamayan Kitabeler: Dağ Kapı’daki Roma ve Mardin Kapı Kitabeleri tümüyle
okunmuş kitabeler değildir. Dağ Kapı’daki bir kitabenin yazı karakterinin hangi dile ait
olduğu bilinmemektedir. Hilar Kitabeleri’ndeki yazıların çözümlenmeyişi gibi okunması
gereken kitabelerden bazıları da Küfi yazılardır. Bu tarz yazıların beyaz taşa (Malta
taşı)yazılanları, zaman içinde bozulmuştur.
Bitki Figürü: Dağ Kapı’da yer almaktadır(11). (41)
Diyarbakır Kalesinde Figürler
Arslan Figürü
“Arslan figürü, dini sivil çeşitli eserlerde ve hatta mezar taşlarında yer almaktadır. Bu
figürler belirli sembolik maksatlarda kullanılmıştır. Arslan çeşitli devir ve kültürlerde
daima kuvvet ve kudret sembolü olarak görülmüştür. Bu nedenle saraylar, tahtı, şehri,
kaleyi yapıyı kötülükten, düşmandan koruyan bir unsur gibi kullanılmıştır. İnsan-Arslan
bağlantısının en yaygın geleneğini, kökleri çok eskilere giden, İslam inançları ile pek bağlantısı olmayan Bektaşi tarikatın’da görürüz.
Halife Ali’nin adarından kiminin Arslan anlamını içermesi islam topluluklarında
onun (Allahm arslanı) olarak nitelenmesi bu konuda etkili olabilir. Ancak Bektaşi inançlarının konusunun Halife Ali ile ortaya çıkmadığı kolayca anlaşılır. Ali’nin Arapça(arslan)
anlamına gelen (esad), (azanfer), haydar) gibi nitelikleri sonradan türetilmiştir.
Arslan konusunun Anadoluya Bektaşi inançları ile geldiği doğru değildir. İslam dini ile
de bir bağlantısı yoktur. Arslan’ın İslam dininin doğuşundan çok önce İ. Ö. en azından
3000 yıllarından kalan buluntularda işlendiği, ona bir bakıma- kutsallık yükletildiği biliniyor çağımızda. Arslanın Yunan-Roma sanatında da önemli bir yeri vardır. Ancak
bunun batıya çok sorular gittiği bellidir. Anadolu’da gelişen uygarlıkla batıda çiçeklenen
arasıda en azından 1500 yıllık bir ayırım vardır. Anadolu çok eskidir, örneğin İ. Ö 2000
yıllarına varan bir Yunan-Roma arslanı bilinmiyor, üstelik bu dönemde gelişmiş, kesin
kimliğini kazanmış bir Yunan- Roma uygarlığı (Anadolu ölçüsünde) da yoktur’
“Arslan kabartmaları genellikle yüksek kabartma olarak işlenmiştir. Bazen kuyruk uçları
522 DİYARBAKIR SURLARI
ejder başıyla son bulur ve kıvrık ön bacakları çerçeveleyerek yükselen kanatları da olabilir.
Çoğunlukla karşılıklı çift işlenmişlerdir. Başlar gövdeye göre daha büyüktür ve heybetli
görünüme sahiptirler. Çoğunlukla ön bacakları yürür gibi göğüs üzerine doğru çekilmiştir.
Diyarbakır dış kale’de, Silvan Kalesin’de İç kale’de Diyarbakır müzesin’de Cizre’den getirilmiş iki taş üzerinde çeşitli Örneklerini görmek mümkündür. Kanatlı arslan kabartmaları
olağanüstü kuvvetine inanılan arslana sanki daha da üstün bir değer kazandırır.
Kanat dışında bütün stil örnekler aynıdır. Diyarbakır dış kale de Yedi Kardeş Burcunda, Diyarbakır Müzesine Silvan kalesin’den getirilmiş kanatlı arslan kabartmalarına
rastlamaktayız. Arslan aynı zamanda güneş ve aydınlık sembolüdür. İnsan figürü bölümünde işaret ettiğimiz, sırtında gümüş rozeti taşıyan arslan tasvirleri’de bunu kanıtlar.
Ejder kuyruklu arslanlar da aynı hayvan üzerin iki zıt prensibi birleştirmektedir. Arslan
aydınlık güneşi ejder ay, yer altı ve karanlık sembolüdür(13)
Burçta aslan kabartması
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 523
Tek ve Çift Başlı Kartal Figürü
“Tek ve çift başlı kartallar kale, saray gibi sivil mimari eserlerinde ve medrese, cami,
türbe gibi dini eserlerde, bol olarak ta mezar taşlarında yer alır. Kuyruklar yelpaze, palmet
veya balık kuyruğu gibi ikiye ayrılan şekillerde canlandırılır. Avrasya göçebe figür sanatında sadece başlarıyla veya bütün olarak görülen çok çeşitlikuşların Anadolu Örnekleriyle stil beraberliği şaşırtıcıdır. Kartal Ortaasya’da Türkler’inde koruyucu ruh olarak
kabul edilmiştir.
Savaşların koruyucu ruhu sayıldığından silahlarda çok kullanılırdı. Kartallı tuğ, asa
kudret ve asalet sembolü olarak Ortaasya’daçok yaygındı. Kartal aynı zamanda nazarlık,
tılsım, koruyucu unsur kudret ve kuvvet sembolü olarakta kullanılmaktadır. Yapıların
içi böylelikle kötülerden, fena ruhlardan, kötü düşüncelerden korunmak istenmiş olabilir.
Kalelerde kartallar hem şehri müdafa eden koruyucu ruh, hemde şehre düşman, kötülük
girmesini önleyici bir nazarlık tılsımdır. Saraylarda yine koruyucu unsur ve asalet sembolüdür. Diyarbakır kalesi ve Ulu (evli) Beden ve Yedi Kardeş Burçlarında çift başlı kartalın iki yanında birer arslan heykeli vardır. Böylelikle adeta güneşi, aydınlığı sembolize
eden hayvanlar daha güçlü olarak hep bir arada verilmiş olur’
“Kartal Hitit, Urartu, Mezopotamya uluslarında da çok işlenmiş bir konudur. Hitit
dilinde (Haras) denilen kartal o çağlarda bile masallaşmış illuvanka adı verilen dev yılanla
boğuşan bir gök varlığı olarak nitelenmiştir. Kartal Hitit öncesi dönemlerinde de yaygın
bir inanç konusu olsa gerek. En eski Hitit kabartmalannda görünmesi onun birden bire
çıkamadığını, daha eski bir geçmişi olduğunu belirliyor.
Kartal bütün Anadolu uygarlıklarında yaygındır. Selçuklulardan, Artuklular’dan gününümüze değin gelmiş ilk çağlarda Yunan-Roma masallarına biler karışmıştır. Kartal
Anadolu sanatında değişik göklerin gücü olarak ortaya çıkar. İyi ile kötünün savaşında
iyinin somut gücünü gösterir. Yüceliğin egemenliğin, egemenliğin yansıtıcısı olarak biçimlendirilir”. (13)
Çift başlı kartal aynı zamanda evlenme ve politik birleşme sembolüdür. Kartal, çok
eski çağlardan beri Avrupa’da ve Anadolu’da pek çok devletin arması olmuştur. Çeşitli
Türk bayraklarının üzerinde kartal figürleri bulunmaktaydı. Kültigin heykelinde başlıkta
yer alan yırtıcı kuşun, onun arması olduğu kabul edilmektedir. Kartal aynı zamanda hükümdarlık simgesiydi. Kartal çoğunlukla iyiliği, hükümdarların zaferini, gök ile ilgili unsurları temsil ettiği için, hayvan mücadele sahnelerinde zafer kazanırken ve toynaklı bir
hayvanı yenerken tasvir edilmiştir. İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra, Karahanlı dö524 DİYARBAKIR SURLARI
neminde de kartalın yüklenmiş olduğu anlamlar aynen devam etmiş, hükümdarlık ve
Alplik sembolü olarak kabul edilmiştir.
Kartal aynı zamanda hükümdarlık simgesiydi. Göktürk ve Uygur döneminde kartal
ve diğer yırtıcı kuşlar aynı zamanda koruyucu ruhun ve adaletin temsilcisi olarak kabul
edilmiştir.
Bu durum İslamiyet’in kabulünden sonra da devam etmiştir. Aynı zamanda bir kabilenin türeme sembolü olarak da kabul edilen kartal alplik ongunu olarak da görülmüştür.
Kartal, insan ruhunun koruyucusu ve kahramanların yardımcısıdır.
Çift başlı kartallar boyun, kuyruk farklarına göre bölge ve devir bakımından üç grupta
incelenir: 12. ve 13. yüzyıl başlarında Diyarbakır Bölgesinde Artuklu çift başlı kartalları,
Orta ve Doğu Anadolu’da 13. yüzyıl Selçuklu örneklerinde çift başlı kartallar, Orta ve
Doğu Anadolu’da 14-15. yüzyılda Selçuk geleneğinde çift başlı kartallar.
12 Yüzyıl Başlarında Diyarbakır Bölgesinde Artuklu Çift Başlı Kartalları: Bu çift
başlı kartallar baş, kanat, gövde, pençe özellikleri bakımından yukarıda söylenen stili
gösterirler. Başlar kısa ve kalın boyunları gövdeye birleşir. Kuyruk kısımları farklıdır. İki
yana doğru balık kuyruğu şeklinde ayrılırlar. Kuyruk uçları helozoni kıvrıntılarla iki yana
volut meydana getirir.
Örnek: Diyarbakır dış kale Yedi Kardeş Burcu çift başlı kartalı, Diyarbakır dış kale
Ulubedan Burcu çift başlı kartalı, Diyarbakır Artuklu Sarayı çinide yer alan çift başlı
kartal, Kuş tasvirleri.
Diyarbakır Burçlarında Kartal Simgesi
Diyarbakır Surları Ulu Beden Burcunun Kuzeyindeki İlk Kulede (1089-90) Diyarbakır Dış Kalesinde Gabriele’e göre XXX. Burçta (Ulubadan burcunun kuzeyindeki ilk
kulede) kitabenin tepesinde karşılıklı iki boğa, aralarındaki nişte bağdaş kurarak oturan
insan figürü ve tepede (bugün harap) kartal kabartması yer alır. Kitabenin iki yanında
birer arslan kabartması, ikinci satırı üzerinde de antilop, geyik gibi av hayvanları, kenarlarda şahinler sıralanır. Burada hükümdarı koruyucu kudret, kuvvet sembolü kartal ve
arslan gibi sembolik yaratıklarla birlikte av sahnesi canlandırılmıştır. İran Selçuklularında
bu tarz av ve taht sahneleri birleşimi bol örnekler vardır.
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 525
Urfa kapı güneyinde güvercin kabartmasına rastlanır
526 DİYARBAKIR SURLARI
Dağkapı
Urfa kapı güneyinde güvercin kabartmasına rastlanır
Evlibeden veya Ulubadan adındaki XXXI. Burcunu kuşatan kitabe bordürünün üzerinde, sivri dilimli kemerle kuşatılan sağır nişin içerisinde 0. 60 X 0, 70 metre ölçülerinde
çift başlı kartal kabartması yer alır. Kabartma eğri kesim tekniğinde yüksek kabartma
olarak yapılmıştır. Stilize edilen çift başlı kartal, sivri kulaklar, kıvrık gagalar, dikey dilimli
açık kanatlar, kısa yelpaze şeklinde dilimlenen iki yana açılan ve helozoni kıvrım ile birer
volut meydana getiren kuyruklar bulunur. Ulubadan Burcunda iki yanda simetrik olarak
üst üste sfenks ve altta kanatlı arslan yer alır.
Diyarbakır Surları, Yedi Kardeş Burcunun Güneyindeki İlk Burç Üzerinde
(1089-90).
Kabartmalar Artukoğlu Sultanı al-Malik as-Salih Mahmut tarafından İbrahim as Sarafi oğlu Yahya’ya yaptırılmıştır. Gabriel’e göre XL. Kulede (Yedi kardeş burcunun güneyindeki ilk burç) kitabenin tepesinde birbirine doğru koşan iki at, aralarındaki çukur
nişte bağdaş kurarak oturan insan figürü olduğunu tahmin ettiğimiz bir kabartma, üzeSURLARDAKİ SÜSLEMELER 527
rinde de çok harap durumda bir kartal figürü yer alır. Aynı burçta kitabenin üst sırası
iki simetrik arslanla çevrilidir. En alt satırın üzerinde ortada karşılıklı iki tavşan, satırın
iki başında da havaya kaldırdıkları birer şahin tutan figür görülür. Böylece yukarıda da
işaret edildiği gibi koruyucu, kudret ve kuvvet sembolü kartal, arslan gibi figürler tahthükümdar sahnesi, av sahnesi ile birlikte canlandırılmıştır. 208
At, insan, arslan, kuş ve tavşan kabartmalarının bulunduğu ön cephenin sağ ve sol tarafında bulunan duvarlarda kartal ve tavşan mücadele sahnesi simetrik olarak yerleştirilmiştir. Tipik bir yırtıcı kuş ve avı sahnesi olan kompozisyonda, kartal tavşanı boynundan
gagalar. Tavşanın boynu ise geriye doğru dönüktür. Sağda yer alan kabartmadaki tavşan
ise son derece harap durumdadır. Kabartma 1089-90 Melikşah devrine aittir.
Dış kalenin hemen güneyinde XXXIX.
Burçta kuleyi kuşatan kitabe bordürünün üzerinde tam orta kısmında bir çift başlı
kartal figürü yer alır. Ortada üç dilimli bir kemer meydana getiren bordürün altında yer
alan çift başlı kartalın boyunları bir halka ile birbirine bağlanmıştır. Gövdesi ise şişman
olup, gövdenin ortasında kenarları zikzak tırtıllı dekoratif oyuntusu ile Avrasya hayvan
stiline benzer. Kanatları ise yatay bir hatla ikiye ayrılarak alt kısımda zikzaklı bir hatla
son bulmuştur. Kuyruk kısmı aşağıya doğru yelpaze şeklinde uzanarak, iki yana açılıp
birer volutla sonuçlanmıştır. Kartalın iri pençeleri bu volutlarin üzerine basar. Kartalın
altında, kitabenin hemen iki yanında ise birer arslan kabartması yer alır.
Diyarbakır Kalesinin Batı Tarafında (1183-84)
Urfa Kapıda, kitabenin tepesinde boğa başına basan bir kartal görülmektedir.
Kitabenin iki yanında simetrik ejderler yer alır. Boğanın ağzında bir halka vardır. Kabartmalar Karaarslan oğlu Artukoğlu Muhammet zamanında yapılmıştır (1183-84). Van
Berchem’e göre burada Artukoğullarının İnanoğullarına galibiyeti belirtilmiştir. (14)
Diyarbakır Surları, kentte hüküm süren tüm medeniyetlerin izlerini gözler önüne seriyor. Surlardaki semboller arasında bulunan zeytin ağacı ve güvercinler, barışa özlemin
10 bin yıl önce başladığını ve günümüze kadar devam ettiğini gösteriyor.
UNESCO’nun tarihi eserler mirası aday listesine girmesi için büyük çaba harcanan,
5. 5 kilometre uzunluğundaki, 3-5 metre genişliği ve yer yer 10 metreye varan yüksekliği
ile Diyarbakır Surları, tarih boyunca kentte hüküm süren onlarca medeniyetin izlerini
günümüze kadar taşıyor.
528 DİYARBAKIR SURLARI
Binlerce yıl önce Diyarbakır’da taşlara kazınan barış özlemi
Güç, kuvvet ve hakimiyeti temsil edem hayvan figürleri, sanat, siyasal ve barışa verilen
önemin de figür ve sembollerle kazındığı tarihi surlar, sadece güvenlik amaçlı bir kaleden
çok, günümüze kadar gelen dünyadaki ender tarihi eserlerden biri konumunda bulunuyor.
Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.
Dr. Vecihi Özkaya, ihtişamlı Diyarbakır surlarındaki doğan, şahin, çift başlı kartal ve
arslan figürlerinin her birinin özel anlam taşadığını söyledi. Tarih boyunca, kente hükmeden medeniyetlerin kendi gelenek, inanç, siyasal ve sosyal yaşamlarını, hüküm sürdükleri dönemlerde, kenti çepe çevre saran tarihi sur taşlarına nakşettiğini anlatan Prof.
Dr. Özkaya, şöyle dedi: “Diyarbakır, Dicle Vadisi’nde pek çok kuş türü bulunmasına rağmen surlarında genellikle çift başlı kartal, şahin ve doğan figürlerini sıkça görmek mümkün. Bunun yanı sıra pek çok burçta arslan ve az da olsa at ile boğa figürleri de bulunuyor.
Tabii bu surlara nakşedilen her hayvan figürü, ayrı anlam ifade ediyor. Onlar sadece görsellik anlamında oraya işlenmiş, sıradan figürler değildir. Bunlar Mezopotamya uygarlıklarında, başlangıç aşamasında dinsel, daha sonraki aşamalarda ise dinsel, hem de siyasal
egemenlik sembolleri haline gelmişlerdir. Kartal, şahin ve doğan; göklerin hakimleridir.
Arslan ise yeryüzünün en güçlü, kuvvetli ve kudretli hayvanıdır. Dolayısıyla bunlar, tanrının yeryüzü ve gökyüzü hakimiyetinin birer sembolüdür.
“Zeytin Dalı Barışı, Güvercin İse Dini İnancının Göstergesi Genellikle karşılıklı figürlerin arasında zeytin ağacı bulunduğunu, bu sembolün de Diyarbakır’ın tarih boyunca
barışa önem verilmesinin göstergesi olduğunu anlatan Prof. Dr. Özkaya, bu sembollerin
Sümerler’e kadar uzandığına dikkat çekerek, şöyle dedi:
“İslami dönemlerde tasfir yasağına rağmen bu yırtıcı hayvanların figürleri yapılmış
ise, bunlar siyasal egemenlik anlamında yapılmıştır denebilir. Şema olarak eski Yakındoğu
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 529
uygarlıklarında, Sümerler’den başlamak kaydıyla, yine ortada zeytin ağacı ve 2 yanda
hayvan ve güvercinler de dinsel bir tasarım olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna örnek
olarak da Hz. Nuh, güvercini saldığında gagasında bir zeytin dalı ile gelir. O Allah ile
kulları arasındaki barışın bir sembolü olarak kabul ediliyor. Ulu Cami’nin batı cephesindeki kapının üzerinde bulunan ve Anka kuşu olarak lanse edilen figür de, dinsel bir
olaydır. Siyasal olarak da devletin ilelebet devamıdır. Yani kendi küllerinden varoluş,
kendiliğinden doğmaktır. “(132)
Ejder Figürü:
“Ejder genellikle arslan ve (sfenks) kuyruklarında veya çift başlı kartalların kanat uçlarında yer almaları, bazende insan başı, boğa başı veya hayat ağacı ile birlikte işlenmeleri
dikkati çeken özellikleridir. Bazen ejder çiftinin boğa başları ile verildiği dikkati çeker.
Diyarbakır Urfa Kapı ve Ani kalesinde iki burçta bu tip kabartmalar yer alır. Arslan ve
sfenkslerin kuyruklarında veya kanat uçlarında yer alan ejder başlarıda yaygındır. Diyarbakır Dış kaledeki kanatlı arslanlar Diyarbakır Müzesine Cizre’den getirilen arslanlar
buna Örnek sayılabilir.
Ejder aynı zamanda takvim hayvanı ve gezegen sembolü olarak ta kullanılmıştır. Cizre
köprüsü kabartmaları, Hasankeyf köprüsü ve Malabadi köprüsünde olduğu gibi.
“Ejderlerin çeşitli sembolik maksatlarla kullandıkları şüphesizdir. Eski Orta Asya inançlarına göre, gök kubbenin idaresi, hengi bir ejder çiftine bağlıdır. Yıldızların senelik dönüşü bu çift ayarlar. Gök kubbede yedi gezegenin altında, dünya eksenin en aşağısında
düğümlü bulunan ejderler, dişi ve erkektir. İki zıt kutbu ve kuvveti sembolize eden ejder
çifti, hareketi astronomik ve felsefi olarak iki prensibidir. Bu inanca dayanarak, çift ejderler veya burç sembolleri ile birlikte görülen ejderler ahengidir, hareketi ve hatta evrenin sembolize edebilir. Arslan-Ejder, kartal-ejder, boğa, ejder kompozisyonlarında zıt
kuvvetlerin savaşı sembolize edilmektedir. (13)
Mimari eserlerde plastik süsleme unsuru olarak çok sık kullanılan ejder figürü, yapıları koruyan, içerisinde yaşayan ya da konaklayan insanları kötülüklerden koruyan, onlara
yardım eden, hastalıklardan ve salgınlardan koruyan, uğur getiren, ruhun devamlılık
simgesi, şifa veren, gezegen simgesi, evren veya dünyayı temsil eden aydınlık ve karanlık,
iyilik ve kötülük gibi çeşitli anlamlar yüklenen bir fantastik figürdür. Ejderin koruyucu
özelliğinin Orta Asya’dan geldiği kabul edilmektedir. Ejderin insanlar için ifade ettiği
anlamlar, toplumların inanç ve hayat görüşlerine göre bazı ufak farklılıklar gösterir.
Ancak hepsi ortak payda altında toplanmaktadır.
530 DİYARBAKIR SURLARI
Ejder motifine hemen hemen tüm uygarlıklarda rastlamak mümkündür. Bazen yer
altı inançlarıyla alakalı olarak, bazen de sağlıkla ilgili olarak kullanılan bu motif çoğunlukla yılan şeklinde işlenmiştir. Kutsal olarak kabul edilen bu figür, aynı zamanda da insanlar üzerinde korkutucu bir etkisi de vardır.
Ejder figürü
Boğa Kabartmalar
“Boğanın tek başına görülmemesi-boğa-insan, arslan-boğa, boğa-kartal, boğa-ejder,
boğa-gergedan ikilisi veya burç, takvim hayvanı olarak canlandırılması tipik bir özelliktir.
Diyarbakır dış kale’de tepesinde kartal bulunan bugün çok harap vaziyette olan, bağdaş
kurarak oturan insan figürünün iki yanında çökmüş vaziyette boğalar, hayvan mücadele
sahnelerinde görülen yenik hayvanların hatırlatırlar. Muhtemelen yenik düşman sembolü
olan boğaların arasında oturan hükümdar, tepesinde yer alan aydınlık, hâkimiyet ve koruyucu sembol kartal ile birlikte hâkim durumda verilmiştir. Tahtın, altında kitabenin
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 531
iki yanında yer alan arslan ve av hayvanı kabartmaları ile tam bir taht sahnesi işlenmiştir.
Çoğu kez boğanın arslan ikisi birlikte canlandığını görürüz. Mücadele sahnelerinde sözünü ettiğimiz gibi, genellikle altta kalan boğa yenilmiş durumdaki hayvandır ve iki zıt
prensibin mücadelesi canlandırılmaktadır. Diyarbakır Ulu Camii portalinde, Urfa kapısında boğa başına basan tahta, bu gruptan Anadolu’da tanıdığımız tek örnektir. Kartal’da arslan gibi aydınlık, kuvvet, hâkimiyet sembolüdür. Burada aydınlık, karanlık
sembolü, yani zıt prensibi yener durumda vermiştir. “(Öney Gönül-1988-54-55) “Anadolu sanatında işlenen konularla yaşam arasında kopmayan bir bağlantı vardır. Anadolu’nun toprak kuruluşu, yapısı komşu ülkelerden epeyce ayrıdır. Bu nedenle doğa
varlıklarını birer sanat konusu olarak olması da başka türlüdür. Hititlerde bu sanat konusu boğa-insan birleşiminde ortaya çıkıyor. İnsanla boğanın birer doğa varlığı olarak
birleştirilmesi, Hititlerde, Urartularda daha sonra Frigya, Likya uluslarda, en son Yunan,
Roma (Anadoluda) egemenliği döneminde görülür. Tek tanrıcı dinlerin doğuşunda da
bu konu sürer gider. “(13)
Diyarbakır Surları Yedi Kardeş Burcu Üzerindeki Hayvan Figürleri
Diyarbakır surlarının önemli ünitelerinden biri Yedi Kardeşler Burcudur. Artuklu
dönemi eseridir. (1183-1232) Melik-el Salih ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır
(1208). Mimarı İbrahim oğlu Yahya’dır.
Yedi Kardeşler burcuna bakıldığında Bütünü kapsayan bir yüzeysel estetiğin sağlanmış olduğu görülür. Zeminden burcun zirvesine kadar hemen yüzeyin hemen her karesinde mimar ve uygulayıcıların estetik bir endişe taşıyarak form-inşada bulundukları
gözlenir. Kitabeyi oluşturan kaligrafik istiflerden tutun da, alan boşluklarını dolduran
hayvan figürlerinin yerleştirilmesine kadar sanat dili ili ile “espas”a yani dengeli boşluklar
bırakılmasına özen gösterilmiştir.
Yedi Kardeşler burcunun yüzeyini hemen hemen iki eşit parçaya bölecek şekilde yerleştirilen bir şerit kaligrafik kitabe geniş taş yüzeyi üzerinde bir oya işlemesi gibi yer almıştır. Kitabenin başlangıç kısmının her iki tarafına simetrik olarak ejder başlı kuyruklara
sahip aslan figürleri yerleştirmiştir. Burcun Sol-sağ tarafındaki Aslan figürleri kitabenin
bulundu şerit üzerinde dış kabartma tarzında işlenmiştir. Hayvan figürleri burç yüzeyi
üzerine, sağdan ve soldan dengeli boşluklar bırakılarak kompozisyon düzenli bir biçimde
yerleştirilmiştir. Bu özellik Resim sanatının temeli olan desen çalışmalarında da hassasiyetle üzerinde durulan konulardan biridir. Konu için ayılan alanın yerli yerince değerlendirilmesi resim sanatının temel amaçlarından biridir. Konu gözü rahatsız edecek
derecede küçük boyutlu olmadığı gibi kontur çizgisi dışına da taşmamalıdır. Aslan fi532 DİYARBAKIR SURLARI
gürlerinde de bu plastik denge ideal bir biçimde uygulanmıştır. Aslan figürleri izleyiciye
bir mesaj vermesi yanında iyi estetik değerleri de üzerinde taşımaktadır. Bu üslup bir
yerde yazılarla benzeşen bir üslup olsa gerek. Kitabelerle Hayvan figürleri biçimsel farklılıklara rağmen öz’de birbirleri ile örtüşmektedirler. Yazılar ile hayvansal figürler aynı
yüzey üzerinde birlerine kontrast düşmemektedirler. Bunun yanında rölyef biçiminde
uygulanmış aslan ve çift başlı kartal figürlerin plastik olgunluğa sahip olması, sanatçısının
iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım bilgisine sahip olduğunu göstermektedir.
Her iki aslan figürünün orta yerinde ise çift başlı kartal figürü bulunmaktadır. Aslan
figürleri kimi tarihçilere göre mücadele, güç ve üstünlük sembolü olarak yorumlanmıştır.
Buradaki aslan figürlerinin kullanılma nedeni de; bulunduğu yerin koruyuculuğu ve kollayıcılığı sembolize edebilir. İki aslan figürünün ortasında yer alan çift başlı kartal figürü
ise; tarihte gelmiş geçmiş Türk İslam devletlerinin ve Selçuklular’ın simgesi olarak kullanılmıştır. Yedi Kardeşler Burcu üzerinde yer alan tüm bu hayvansal figürler ilginç stlizasyona uğratılarak biçimlendirilmişlerdir.
Yedi Kardeşler Burcu’nun (İzleyene Göre) Sağ Tarafında Yer Alan Arslan Figürü
Aslan figürünün genel biçimsel yapısına bakılırsa; güçlü bir stilizasyon görülür. Bazalt
taşının sert olma özelliğine rağmen bu aslan rölyefindeki stilizasyon şaşırtıcı şekilde uygulanmış ve plastik açıdan başarı ile sonuçlandırılmıştır. Aslan figürü hareket ve dinamizm mesajı yüklü bir anlayışla yapılmıştır. Sanatçısının olayı iyi gözlemlemediğini
göstermektedir. Figür yüzeyde poz veriyormuş edasıyla durgun bir halde “biblo” görünümündedir. Kabartma derecelendirme yapılırsa; 0, 1, 2, 3, 4, 5 aşamalı olarak tanımlanabilir. Sıfır noktası, burcun düz yüzeyi olurken, burun bölümü aslan rölyefinin en
yüksek alanıdır. Güzler burun kısmının her iki tarafında Uygur resimlerinde yer alan figürlerdeki gibi çekik gözlüdür. Göğüs bölümüne bir zırh yerleştirilmiş gibi ek kabartma
yer almıştır. Aslan figürünün, Askerlik deyimi ile başı dik göğsü ilerdedir. Ön ve arka
ayaklar genel anatomik yapıya aykırı bir duruşla kıvrılmışlar, bu durum ya stilizasyonun
sonucu ya da sanatçısının gözlem eksikliğinden kaynaklanabilir. Aslanın kuyruğu ejder
başı olarak yapılmıştır.
Yedi Kardeş Burcu’nun (İzleyene Göre) Sol Tarafında Yer Alan Arslan Figürü
Burada yer alan aslan figürü diğerinin simetrik biçimi olarak uygulanmıştır. Baş genel
olarak gövdeye oranla daha büyüktür. Her ikisinde de perdahlanmış bir taş işçiliği yer
almaktadır.
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 533
Çift Başlı Kartal Motifi
Yedi Kardeşler Burcu’nun ön yüzünde, Besmele-i şerife’nin yer aldığı kitabenin üzerinde bulunan çift başlı kartal motifi, aslan figürlerinin bir anlamda simetrik olarak ikiye
bölmüştür. Burcun ortalarında yer alan kartal motifinin üst bölümündeki friz biçimindeki kabartma şeritler ile bir anlamda kitabe, aslan ve kartal motifleri taçlandırılmıştır.
Çift başlı kartal motifi simetrik olarak uygulanmıştır. Kanatlarda beş sembolik telek uygulanmıştır. Kartal figüründeki baş, kanat ve pençelerdeki stilizasyon uygulamasına bakılırsa, sanatçısının iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım gücüne sahip olduğu görülür.
Tüm bunlar göstermektedir ki; Güzel sanatlar, Hangi zaman ve mekanda olursa olsun,
birey ve toplum olarak, bizzat insanın kendine yönelişi, kendi ruh yapısını ortaya koymasını, kendi dert, çile, ızdırap, özlem ve mutluluklarını dile getirmesini temin ederken,
bir taraftan da insana ümit, cesaret, şevk ve dayanma gücünü telkin eder.
Evli Beden Burcu
Evli Beden Burcu, Ulu Beden veya Ben-u Sen Burcu olarak da bilinir. Artuklu dönemi
eseridir. (1183- 1232). Melik-el Salih Ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır (1208).
Mimarı Cafer oğlu İbrahim’dir. Burçta toplam 6 aslan motifi rölyefi vardır ve Avrasya
hayvan motifleri üslubunu yansıtırlar. Başlarında taç bulunan kanatlı aslan figürlerinin
kuyrukları ejder başlı olarak işlenmiştir. Üslup olarak Yedi Kardeşler Burcu ile belirgin
özellikler taşır. Evli Beden burcunda da Aslan ve çift başlı kartal motifleri yer almıştır.
Bu burçtaki taş işçiliğine bakılırsa bir adım daha önde ince süslemelere girilmiştir. Bu
çift başlı kartal motifindeki kanatlarda simgesel altışar adet telek (Kanat tüyü) kullanılmıştır. Evli Beden burcunun ön yüzünde (izleyene göre) sol alt köşede yer alan ve dışa
dönük aslan motifi rölyefi dereceli olarak çukur halde işlenmiş yatay dikdörtgen içine
alınmıştır. Burç yüzeyinde yer alan tüm aslan motifi rölyefleri ciddi anlamda aşınmış ya
da tahrip olmuştur. İnsanlar Çift başlı kartal sembolünü sevmişler; Selçuklu Devleti, Diyarbakır Belediyesi, Dicle Üniversitesi ve diğer birçok sivil kuruluşlar bu motifi birer
amblem olarak kullanmışlardır. Kitabe kuşağının sol başında kanatlı, Ejder başlı kuyruklu
aslan motifi rölyefi, görüntüsü ile dinamik bir imaj hissi uyandırmaktadır. Aslan figürü
dikdörtgen şeklinde bir taş yüzeyi üzerine işlenmiştir. Kompozisyonun yüzey üzerine
dengeli bir biçimde yerleştirildiği söylenebilir. Bununla beraber figürün ejder başlı kuyruğu çerçeve dışına taşırılmıştır. Aslan başı’nın insan başını çağrıştırmış olması, Mısır
piramitlerinin önünde yer alan insan başlı aslan heykelleri olan “sfenksleri” hatırlatmaktadır. Güneş doğarken nasıl ilk olarak, dağların tepelerini, daha sonra yüksek binaların
damlarını aydınlatıyor ve en sonra, yeryüzünün düzlüklerine ve alçak yerlerine ışınlarını
yaymaya başlıyorsa; güzel sanatların yaydığı ışıklar da tıpkı güneş gibi yayılır ve ilkönce
534 DİYARBAKIR SURLARI
yüksek seciyeli, sayıları pek az olan aydın kişilerin ruhlarını ve kafalarını aydınlatır. Evli
Beden burcunun üst kısmında yer alan konsollar form inşa bağlamında çok zarif taş işçiliğinin uygulandığı bir alan örneğidir.
Kanatlı, ejder başlı, kuyruklu aslan
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 535
Kanatlı arslan kabartmaları
Yedi kardeş burcu’nun dış görünüşün silmeler, kabartmalar ve kitabe ile donatıldığına
işaret eden Prof. Dr. Ara Altun şu bilgileri veriyor.
‘Sur duvarları yüksekliğinde bütün burcu kuşatan kitabe şeridi sadece üst tarafından
bir sıra silme ile çevrilmiştir. Tam ortada üç satır halinde kalınlaşmakta ve dikdörtgen
bir durum almaktadır. Bu dikdörtgen kısmın iki tarafında üstte birer kanatlı arslan kabartması bulunur.
Arslanlar simetrik olarak birbirlerine doğru bakarlar. Gövdeler kaba ve detaysızdır.
Başlar cepheden, gövdeler yandan verilmiştir. Pençeler iridir. Kuyruklar ejder başlı işlenmiştir. İki arslanın ortasında ve biraz üstte eğri kesim tekniğiyle işli, yüksek kabartma
çift başlı bir kartal yer alır. Gövdenin ortasında mazgal deliği vardır. (33)
Evli Beden Burcu’nun üst kısmında yer alan mukarnaslı konsollar form inşası bağlamında çok zarif taş işçiliğinin uygulandığını göstermektedir (47)
Çift başlı kartal
Ulu beden burcunun asıl dikkat çeken kısmı dış görünüşüdür. Artuklu dönemine ait
kitabenin kuşağı alttan ve üstten silmelerle çerçevelenmiş, tam ortada üç satır halinde
dikdörtgen biçimde kalınlaşıyor. Bu dikdörtgenin hemen üzerinde yüksek kabartma olarak çift başlı bir kartal yer alıyor. Kabartma, dilimli bir sivri kemer nişi içine alınıyor. İki
baş arasında mazgal yarığı vardır. Stilize eğri kesimli yüksek kabartmadaki sivri kulaklar,
kıvrık gagalar ilginçtir. Çift başlı kartalın kanatları açık, kuyruk uçları ise volütlüdür (33)
536 DİYARBAKIR SURLARI
Ulu Beden –konsol
Nur burcu ve at figürleri
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 537
İkinci Selçuklu kitabesi yedi kardeş burcunun doğusundaki ilk burcun güneye bakan
cephesindedir. Bu burca Melikşah (veya Nur) Burcu denilmektedir. Kitabenin Metni:
Türkçesi Besmele Büyük Sultan en büyük şahlar şahı Allahın arzının Sultanı Allah
ülkesinin sahibi din ve dünyanın izzeti devletin yuceligi milletin...
Bu kitabenin 4 metre kadar altında küçük bir mihrab üzerinde Lailahe İllallah Muhammeden Resulullah yazılıdır. Burcun doğu ve batı cephelerınde de aynı hizada ve aynı
küçüklükte birer mihrab vardır. Bu mihrabların üzerinde de kufi yazılar bulunmakta ise
de silik olduklarından okunamamışlardır. (84)
Üçüncü Selçuklu kitabesi Urfa Kapısından Dag kapısına doğru giderken 7 inci burç
üzerindedir. Kitabenin sadece onarım tarihini belirten son bölümü kalmıştır.
Bu kayıttan onarımının H. 484 (M. 1091) Tarihinde yapıldığı anlaşılıyor. Melikşaha
ait kitabelerden biride Mardin kapısının dogusunda çifte havuzlar mevkiindeki fındık
burcu üzerindedir. Kitabenin Metni:
Türkçesi büyük Sultan en büyük şahlar şahı hükümdarlar hükümdarı din ve dünyanın
izzeti devletin yüceliği Alparslan oglu Ebu’l Melikşah (Allah saltanatını sürdürsün) buyruğu ile değerli dost devletin dayanağı Muhammed oglu Ebu’l Berakat Cehir (Allah günlerini sürdürsün) vilayetinde 485 (M. 1092) yılında değerli kadı kadıların şerefi
Abdulvahid oglu Ebu Nasr Muhammed ve bina ustası Selame oglu Muhammed tarafından yapılmıştır.
Tacüddevle Tutuş’un Diyarbakır surlarındaki tek kitabesi Urfa Kapısından Dag kapısına girerken X. Ve XI. Burçları (bu iki yuvarlak burç Eyubilere aittir) arasındaki sur
duvarının kuzey yüzündedir. Bu kitabe Amidada yoktur. Kitabenin Metni şöyledir:
Türkçesi Besmele seçilmiş ümmetin şerefi parlak milletin çerahı kahir devletin tacı
(birkaç taç düşmüş) Ulu Padişah tanzim görmüş sultan Saidin Babası Emirü’l mü’minin
yardımcısı Muhammedin oglu Tutuş günlerinde (Allah yardımcısılarını aziz etsin) iyliklerin babası mülkün güvenilir kimsesi Muhammed kadıların kadısı ve kemali ulu kadı
Şamlı Ali oglu Mehdinin idaresinde (Allah günlerini uzun etsin) 486 (M. 1093) aylarında işbu onarımı yapıldı. (84)
538 DİYARBAKIR SURLARI
Nur burcunun arka tarafında bir sevgi sembolü
Selçuklu burcu
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 539
Selçuklu Burcu Süslemeleri
540 DİYARBAKIR SURLARI
Selçuklu burcu süslemeleri
Diyarbakır surlarında, Büyük Selçuklu İmparatorluğu sultanı Melihşah döneminden
kalma dört ve Suriye Selçukluları Tutuş’a ait bir kitabe mevcuttur.
Güzel ve süslü bir şeceri kufi ile yazılan bu Selçuklu kitabeleri Türkiye’de eşsizdir.
Bu kitabelerden birincisi Evlibeden(doğrusu Ulubeden) burcunun kuzeyindeki ilk
burcun batı cephesini süslemektedir. Buna SELÇUKLU Burcu denilmektedir. Metni:
Türkçesi: Besmele. Büyüksultan, en büyük şahlar şahı, Allah’ın ülkesinin sultanıve sahibi,
Allah’ın halifesinin yardımcısı, din ve dünyanın izzeti, devletin yüceliği milletin güzelliği,
Alparslan oğlu Ebu’l-feth Melikşah (Allah zaferinizi aziz kılsın) kendi malından yapılmasını
buyurdu. Saltanatın temeli, devletin direği Abdul malik oglu Şemsedin Ebu Ali el Hasan
(Allah ömrünü uzatsın) vilayetinde Abdulvahid oglu hadı Ebu Nasr Muhammed ve bina
ustası Selame oglu Urfalı Muhammed tarafından 481 (m. 1088) yılında yapılmıştır.
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 541
Bu burcun güney cephesinde ve kitabenin hizasında el izzetü lillah kuzey yüzünde
de küçük bir mihrabın üzerinde Lailahe illallah Muhammenden resulullah yazılıdır. (84)
Yedikardeş Burcu Süslemeleri
Aslan kabartması
542 DİYARBAKIR SURLARI
Aslan kabartması
Çift başlı kartal
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 543
Surlarda konsol- Kufi Kitabeleri
Surlarda konsol- Kufi Kitabeleri
544 DİYARBAKIR SURLARI
Yedikardeş burcu
Yedikardeş burcu
Geometrik Semboller
Doğa ilk insan için her zaman biçim ve anlam yönünden çıkış noktası olmuştur.
Doğadaki en temel biçimler daire, kare ve üçgendir. Güneş ve ay; daire dağlar; üçgen
biçiminin kaynağı olabilir. Örneğin daire motifi evrendeki düzen, birlik ve
merkeziyetçiliğin sembolü diye düşünülebilir.
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 545
Meander Motifi: Meander motifi adını, Büyük Menderes Nehri’nin sert köşeli
kıvrımlar yaparak yön değiştirmesine olan biçimsel benzerliğinden almıştır. Su ve insan
İç İçe Daire Motifi: Farklı boyutlarda iki dairenin, aynı merkez kullanılarak iç içe
çizilmesi ile oluşan motiftir. Bu motifin gökyüzü ve kainat sembolü olduğu gibi Allah
sembolü olduğu da düşünülmektedir (Karamağaralı, 1993).
Yıldız: Yıldız motifi tüm kültürlerde görülmüş yaygın bir geometrik motiftir. Yaygın
olarak kullanılması geometrik oluşturulabilirliğinin yüksek olmasındandır. İki üçgen
birleştiğinde ya da dairenin bölümlenmesinin aşamalarında rahatlıkla elde edilebilen bir
geometrik motiftir yıldız. Genellikle merkezleri aynı olan üçgenlerin birleşimi ile
oluşturulmuştur.
Gamalı Haç Motifi (Çarkı Felek): Surların üzerinde Hıristiyanlık dönemine ait
gamalı haç, svastika denilen çarkı felek motifi bulunmaktadır. (142)
KİTABELER
Değişik medeniyetlere ait kitabeleri değişik burçlarda görüyoruz.
Roma dönemine (M. Ö. 69-MS. 395) ait kitabeler Latince, Bizans dönemine (395639) ait kitabeler Grekçe
Emevi (661-750), Abbasi (750-869) ve Mervani dönemine ait (984-1085) ait kitabeler ise Arapça yazılmışlardır
Büyük Selçuklular (1085-1093), Şam Selçukluları(1093), İnaloğulları (1097-1142),
Nisanoğulları (1142-1183), Artuklu(1183-1232), Eyyubi (1232-1240) ve Akkoyunlu
(1401-1507) dönemlerine ait kitabeler ise Arap harfleri ile Türkçe yazılmışlardır.
Osmanlılar dönemine (1515-1923) ait kitabelerde ise Farsça ve Osmanlıca kullanılmıştır(42)
Bin yıllara dayanan tarihi özelliği ile kufi yazısı, Diyarbakır Surları’nın duvarlarına
bir başka özellik ve önem kazandırmıştır. Bu yazı ile taş, tarihsel bir belge olmanın ötesinde plastik bir sanat haline gelmiştir.
546 DİYARBAKIR SURLARI
Surlar üzerinde yer alan kufi yazısı ile yazılmış kitabeler, taşıdığı anlamların yanı sıra,
bir taraftan da güzelliği ile ruhun derinliklerine işlemektedir. İnsanı maddi alemden
mana aleminin sonsuz derinliklerine götürmektedir. Kitabeler, Diyarbakır Surları’nın
çoğu yerlerinde görülmektedir.
Diyarbakır Surları üzerinde altmış üç kitabede bulunmaktadır. Bunların altısı, Bizans
dönemine ait olup, dördü Yunanca, biri Latincedir. Diğerleri İslam dönemine aittir
Diyarbakır’da, kitabelerin en yoğun olarak karşımıza çıktığı yapı türünün kale surları
olması dikkat çekicidir. Burada yer alan kitabelerin, Anadolu’da İslam dönemi mimarisinin en erken dönem örnekleri olmaları, konuya ayrı bir önem kazandırmaktadır.
Yedi Kardeş, Ulu Beden, Keçi burçları ve Dağ Kapıdaki surlar, çok sayıda kitabeyi
barındırmaktadır. Canan Parla Diyarbakır surlarında tespit ettiği altmış üç kitabeden
altısının Bizans dönemine, (Dördü Yunanca, biri Latincedir) diğer kitabelerin ise İslam
dönemine ait olduğunu söylemektedir
Diyarbakır’da, kitabelerin en yoğun olarak karşımıza çıktığı yapı türünün kale surları
olması dikkat çekicidir. Burada yer alan kitabelerin, Anadolu’da İslam dönemi mimarisinin en erken dönem örnekleri olmaları, konuya ayrı bir önem kazandırmaktadır.
Yedi Kardeş, Ulu Beden, Keçi burçları ve Dağ Kapıdaki surlar, çok sayıda kitabeyi
barındırmaktadır. Canan Parla Diyarbakır surlarında tespit ettiği altmış üç kitabeden
altısının Bizans dönemine, (Dördü Yunanca, biri Latincedir) diğer kitabelerin ise İslam
dönemine ait olduğunu söylemektedir (138)
Kanuni Kitabesi
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 547
Resim. Kanuni Kitabesi (Anık, 2009)
Selçuklu Burcu Kitabesi
Roma dönemine ait kitabe ve figürler daha çok Dağ Kapı’da toplanmıştır. Latince
yazıtın okunabilen kısmında “yenilmez imparator yiğit Velantinicınus ile Grantianus’un
sürekli önderliği altında ve onalar zafere koşarken…….. onların dindar yönetimiyle devlet
temelinden kurtuldu” yazısı yer almaktadır (Parla, 2005).
Abbasiler dönemine ait yazıtlara daha çok Mardin Kapı ve Dağ Kapı civarında rastlanmaktadır. Bu yazıtlardan birinde Anadolu’nun bilinen ilk mühendisinden söz edilir.
Bu yazıtta, “Allah adıyla başlarım. Müslümanların emiri imam Cafer el-Muktdir Billah’ın
emriyle……. ve mühendis oğlu Amid’li Ahmet’in gözetiminde yapıldı” sözleri yer almaktadır (Parla, 2005)
548 DİYARBAKIR SURLARI
Surların pek çok yerinde Mervaniler’in onarım yazıtları ile karşılaşılır. Dağ Kapı üstündeki Mervani mescidi bugün sanat galerisi olarak hizmet vermektedir. Büyük Selçuklular döneminden kalan yazıtlar ise Selçuklu Burcu, Nur Burcu, Fındık Burcu gibi
burçlarda görülmektedir
Süslü kufi yazı ile oluşturulan bu Selçuklu yazıtları Türk sanat tarihi bakımından eşsiz
bir değer taşımaktadır. Eyyübiler döneminde Diyarbakır Surları çok ciddi onarımlar
görmüştür. Bugün “Hindibaba kapısı” ile Dağ kapı” arasında kalan burçlarda ve bedenlerde Eyyubiler’e ait yazıtlara rastlanmaktadır
Prof. Dr. Canan Parla’ya ait sur kitabelerini iktibas ediyorum(139)
ABBASİ KİTABELERİ
869 yılında Şeyhoğullarından İsa bin Şeyh Mu’tez ayaklanınca Abbasiler kendisine
valilik vermeye mecbur kalmış, İsa bin Şeyh’in ölümünden (898) sonra Diyarbakır
surlarının büyük bölümünü tahrip ederek şehri geri alabilmişlerdi (Salnâme-i Vilâyet-i
Diyarbekir, 1302: 52-58). Abbasi halifesi Mu’tezid, bu olaydan sonra muhtemel ayaklanma tehlikelerine karşı Dağ Kapı civarındaki surun bir bölümünü yıktırmışsa da kitabeler, kendisinden sonra halife olan Cafer Muktedir’in, Bizans ordusunun çevredeki bazı
kaleleri ellerine geçirmesi üzerine yıktırılan bölümleri yeniden inşa ettirmek zorunda
kaldığına tanıklık etmektedir (Parla, 1990: 40; 2005: 9).
Dağ Kapı’nın burçlarında ve kapı kemeri üzerinde yer alan beş kitabe 297 H/ 909910 M. Halife Muktedir dönemine aittir. Bu kitabelerden üçünde inşaatın Cerceralı
İshak oğlu Yahya’nın yönetiminde sanatçı el-Mühendis Cemil oğlu Ahmed tarafından
gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Mardin Kapı’nın doğu burcunun yan yüzünde bulunan
üç kitabe de halife Muktedir Cafer adınadır. Kitabelerden ikisinde işin, Cerceralı İshak
oğlu Yahya yönetiminde sanatçı Cemil oğlu Ahmed tarafından gerçekleştirildiği yazılıdır
(Parla, 1990: 105).
Dağ Kapı’nın kapı kemeri üzerindeki duvarda yer alan, iki ayrı biçimde yazıya
geçirilmiş 297/909-910 tarihli kitabenin Berchem-Strzygowski tarafından kaleme
alınanının (Berchem-Strzygowski, 1910: 17, no. 4; Parla, 1990: 200, no. 40);
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 549
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Bu, Tanrı’nın kulu, mü’minlerin emiri halife Muktedir Cafer tarafından... masrafları karşılanarak İshak oğlu Yahya -egemenlik ve güç
Tanrı’nındır-... Cemil oğlu Ahmed eliyle 297 (909-910) senesinde -devlet ve iktidar
Tanrı’nındır- yapılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 201, no. 40). (139)
Aynı kitabenin bir başka biçimde yazıya geçirileninin (Gabriel, 1940: 311, no. 4;
Parla, 1990: 204, no. 44);
Çevirisi:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Bu mü’minlerin emiri, Tanrı’nın kulu halife Muktedir Cafer’in -Tanrı iktidarını uzun kılsın, güçlülüğünü sürdürsün- emriyle dini
güçlendirmek, müslümanları korumak için vezir Muhammed oğlu el-Hasan Ali -Tanrı
ömrünü uzun etsin ve gücünü sürekli kılsın- tarafından masrafları karşılanmak üzere
Cerceralı İshak oğlu Yahya-egemenlik ve güç Tanrı’nındır- ve mühendis Cemil oğlu
Ahmed eliyle 297 (909-910) senesinde yapılmıştır-güç Tanrı’nındır” biçiminde
okunmuştur (Parla, 1990: 204, no. 44).
Dağ Kapı’nın doğu burcunun batı yüzünde bulunan nişin üst kısmında yer alan
kitabenin (Berchem-Strzygovvaki, 1910: 17, no. 5; Parla, 1990: 201, no. 41);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Mü’minlerin emiri, halife Muktedir Cafer
tarafından -Tanrı onu güçlü kılsın- 297 (909-910) senesinde yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 201, no. 41).
Dağ Kapı’nın doğu burcundaki nişin doğusunda bulunan tarih kısmının ilk iki
rakamı okunamayan kitabenin (Berchem- Strzygovvski, 1910: 18, no. 7; Parla, 1990:
202, no. 42);
Çevirisinde:
“Allah’tan başka Tanrı yoktur. Bu mü’minlerin emiri halife Muktedir Cafer tarafından
(29) 7 (909-910) senesinde yaptırılmıştır. Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla” denilmektedir (Parla, 1990: 202, kitabe no. 42).
Dağ Kapı’nın batı burcunun doğu yüzünde bulunan nişin üst kısmında yer alan
kitabenin (Gabriel, 1940: 311-312, no. 42; Parla, 1990: 203, no. 43);
550 DİYARBAKIR SURLARI
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Bu mü’minlerin emiri halife Muktedir Cafer -Tanrı
onu güçlü kılsın- emriyle 297 (909-910) senesinde İshak oğlu Yahya ve işi yapmaya yetkili
Cemil oğlu Ahmed tarafından yapılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 203, no. 43).
Dağ Kapı’nın batı burcunun doğu yüzünde yer alan kitabenin (Gabriel, 1940: 312,
no. 43; Parla, 1990: 166, no. 3);
Çevirisinde:
“Allah’tan başka Tanrı yoktur. Güçlü halife, müminlerin emiri Cafer’in emriyle 297
(909-910) senesinde yapılmıştır. Esirgeyen bağışlayan Tanrı adıyla” denilmektedir (Parla,
1990: 167, no. 3; 2005: 65-66). (139)
Mardin Kapı’nın dış yüzündeki sur duvarı üzerinde bulunan kitabe ufak farklılıklarla
iki ayrı biçimde okunmuştur. Gabriel tarafından yazıya geçirileninin (Gabriel, 1940:
311, no. 40; Parla, 1990: 165, no. l);
Çevirisinde:
“Esirgeyen bağışlayan Tanrı adıyla. Tanrı’nın hizmetkârı, güçlü halife, mü’minlerin
emiri Cafer’in emriyle İslâmiyeti güçlendirmek ve müslümanları korumak için vezir
Muhammed oğlu Ebu’l Hasan Ali ve Cerceralı İshak oğlu Yahya ve Diyarbakırlı
mühendis Cemil oğlu Ahmed tarafından 297 (909-910) senesinde yapılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 165, no. 1).
Aynı kitabenin bir başka biçimde yazıya geçirilmişinin (Berchem-Strzgowski, 1910:
15, kitabe no. 3; Parla, 1990: 198, no. 37);
Çevirisi:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Bu mü’minlerin emiri imam Muktedir Cafer’in
döneminde -islâm ve müslümanları Tanrı sürekli kılsın-... oğlu Ebu’l Hasan Ali
masraflarını karşılayarak Cerceralı İshak oğlu Yahya ve Diyarbakırlı Cemil oğlu
Ahmed’in eliyle 297 (909-910) senesinde yapıldı” biçiminde okunmuştur (Parla, 1990:
198, no. 37).
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 551
Mardin Kapı’nın doğu burcunun batı yüzünde bulunan kitabenin (Berchem- Strzygovvski, 1910: 14, no. 2; Parla, 1990: 197, no. 36);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun
elçisidir. Mü’minlerin emiri imam Muktedir Cafer tarafından 297 (909-910) senesinde
hizmetkârı Cerceralı İshak oğlu Yahya ve Cemil oğlu Ahmed eliyle yaptırıldı” denilmektedir (Parla, 1990: 197, no. 36).
Mardin Kapı’nın doğu burcunun batı yüzünde bulunan, banisinin egemenlik yıllarına
dayanılarak 908-932 yılları arasına tarihlenen kitabenin (Berchem-Strzygowski, 1910:
14, no. l; Parla, 1990: 199, no. 38);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Allah’tan başka Tanrı yoktur. Mü’minlerin emiri
halife Muktedir Cafer tarafından yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 199, no. 38)
Aynı kitabenin bir başka biçimde yazıya geçirileninin (Gabriel, 1940: 310, no. 38;
Parla, 1990: 166, no. 2);(139)
Çevirisi:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Allah’tan başka Tanrı yoktur. Mü’minlerin emiri,
güçlü halife Cafer’in emriyle yapılmıştır” biçiminde okunmuştur (Parla, 1990: 166, no. 2).
MERVANİ KİTABELERİ
Dağ Kapı’da, 4. ve 9. burçlarda Urfa Kapı’nın burcunda, 46. (Keçi Burcu), 49., 54. ve
56. Burçlarda, Yeni Kapı’nın 61 no. lu burcunda ve 68 no. lu büyük payanda üzerinde yer
alırlar. Dağ Kapı’nın kapı kemeri üzerinde üst kotta yer alan beyaz kalker taşına yazılmış
kitabe ile Dağ Kapı’nın şehre bakan güney yüzüne yazılan kitabe Mervani dönemine aittir.
Mervanilerin olası tehditlere karşı Dağ Kapı’yı tahkim ettiklerini gösteren 996 tarihli
kitabenin (Gabriel, 1940: 312, no. 44; Parla, 1990: 205, no. 45);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Üstün emir Mervan oğlu Ebu Ali el-Hasan-Tanrı
başarısını artırsın-tarafından 386 (996) senesinde yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla,
552 DİYARBAKIR SURLARI
1029 yılından itibaren bölgede Türkmenlerin görünmeye başlaması üzerine
Diyarbakır surlarının tahkim edildiğine işaret eden Mervani kitabeleri, tarih sırasıyla
Urfa Kapı’daki 1009-1106 arasına tarihlenen kitabe (Parla 1990: 207, no. 47) ile 46.,
56., 54. ve 49. burçlarla Dağ Kapı’nın birinci katına yaptıkları mescitte, Yeni Kapı’da ve
iç kalenin doğusundaki 68 no. lu dikdörtgen kesitli büyük payandada ve şehri kuzeyden
çevreyen sura ait 9. burç üzerinde yer alırlar (Şekil. 1; Parla 2005: 66)3. Bu kitabelerden
Keçi Burcu ve 56. burç üzerinde yer alanları Ebu Nasr Ahmed Dönemi’nde yaptırılan
işlere aittir. 54. ve 49. Burçlar ile Dağ Kapı’nın üzerindeki mescide ait kitabeler Ebu Nasr
Ahmed’in oğlu Sa’d üd-devle Ebu’l Hasan’ın Diyarbakır Valiliği’nde bulunduğu döneme
aittir (Parla, 2005: 66).
46. Keçi Burcu’nun şehre bakan cephesinin ön yüzünde yer alan kazınarak tahrip
edildiği için günümüze gelemeyen kitabenin (Berchem-Strzygowski, 1910: 25, no. 9;
Parla, 1990: 169, no. 6);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Şanlı, güçlü, ulu efendimiz ve beyimiz, islâmın
yüceliği, dinin kutluluğu, devletin üstünlüğü, milletin temel direği, emirlerin şerefi Mervan oğlu Ebu Nasr Ahmed tarafından -Tanrı adına ve devletin sürekliliği için- 42. senesinde (1030-1038) Ebu Tahir eliyle yapılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 169, no.
6; 2005: 66).
56. burca ait kitabenin (Berchem-Strzygowski, 1910: 23, no. 8; Parla, 1990: 168, no. 5);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Şanlı, güçlü, büyük efendimiz ve beyimiz, İslâmın
yüceliği, dinin kutluluğu, devletin üstünlüğü, milletin temel direği, ümmetin ululuğu, emirlerin şerefi Mervan oğlu Ebu Nasr Ahmed tarafından -Tanrı adına ve devletin sürekliliği
için 426 (1034-1035) senesinde yaptırıldı” yazılıdır (Parla, 1990: 169, no. 5; 2005: 66).
54. burca ait kitabenin4 (Berchem-Strzygowski, 1910: 26, no. 10; Parla, 1990: 170, no. 7);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Şanlı, güçlü, ulu efendimiz ve beyimiz, islâmın
yüceliği, dinin kutluluğu, devletin üstünlüğü, milletin temel direği, ümmetin ululuğu,
emirlerin şerefi Mervan oğlu Ebu Nasr Ahmed’in hayır işlemek amacıyla masraflarını
ödeyerek kendi arzusuyla devletin gücü oğlu Ebu’l Hasan Muhammed’in valiliği
sırasında -Allah onun ve mülkünün sürekliliğini sağlasın-Diyarbakırlı Kadı Ahmed oğlu
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 553
Ebu Ali el-Hasan eliyle mimar Saba oğlu Nasr’a 437 (1045-1046) senesinde
yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 170, no. 7).
49. burca ait kitabenin (Berchem-Strzygowski, 1910: 28, no. 11; Parla, 1990: 171, no. 8);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Yüce, güçlü efendimiz ve beyimiz, islâmın
yüceliği, dinin kutluluğu, devletin üstünlüğü ve milletin temel direği ve ümmetin
yüceliği, emirlerin şerefi Mervan oğlu Ebu Nasr Ahmed tarafından masrafları
karşılanarak -Tanrı adına ve devletin sürekliliği için- Diyarbakırlı Kadı Ahmed oğlu Ali
oğlu Ebu Ali el-Hasan eliyle 444 (1052-1053) senesinde mimar Saba oğlu Nasır’a
yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 171-172, no. 8; 2005: 67).
Dağ Kapı’nın şehre bakan arka yüzeyinde yer alan Mervani kitabesinin (Gabriel,
1940: 314, no. 49; Parla, 1990: 205, no. 46);(139)
“Allah’ın mescitlerini yalnız Allah’a, âhiret gününe iman getirip namazı dosdoğru
kılan, zekâtını veren, din babında ancak Allah’tan korkan kimse mâmur kılar. İşte bunlar
yol bulanlardan olabilirler. Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Kendi arzusuyla masrafını
karşılayarak hayır kazanmak, Tanrı’ya ve peygamber Muhammed’e -salât ve selâm üzerine
olsun- yaklaşmak üzere yüce efendimiz, Tanrı’nın yardımıyla üstün gelmiş beyimiz,
İslâmın yüceliği, dinin kutluluğu, devletin üstünlüğü ve milletin temel direği ve ümmetin
büyüklüğü, emirlerin şerefi Mervan oğlu Ebu Nasr Ahmed -Tanrı sürekliliğini ve
sultanlığını uzun etsin ve düşmanını aşağılasın- tarafından ve şu büyük Cehir oğlu
Muhammed oğlu Ebu Nasr Muhammed -Tanrı mekânını sürekli kılsın- eliyle 447 senesi
Zilhiccesi’nde (Şubat 1056) yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 205-207, no. 46).
Haçlıların Diyarbakır’ı kuşattıkları 1062 yılında Urfa Kapı civarında gerçekleştirilen
çarpışmalar sırasında Urfa Haçlı kontu Tavadanos ile Diyarbakır’daki Türk komutanlardan Hacı Beşare Bey ölünce, Haçlılar kuşatmayı kaldırarak geri çekilmişlerdir (Parla,
2005: 67). 1067-168 ve 1071-1072 tarihli Mervani kitabeleri, Haçlı kuşatmasının
ardında ve 1071 Malazgirt Savaşı nedeniyle Diyarbakır surlarının tahkim edildiğine
tanıklık ederler.
Yeni Kapı’ya ait 61. burcu üzerinde yer alan kitabenin (Berchem-Strzygowski, 1910:
35, no. 14; Parla, 1990: 173, no. 10);
554 DİYARBAKIR SURLARI
Çevirisinde:
“Tanrı’nın adıyla. Ulu emir ve efendimiz, dinin düzeni, devletin gücü ve ümmetin
şerefi, hükümdarların yücesi, İslâmın iftiharı oğlu Ebu’l Kasım Nasr tarafından Kadı
Muhammed oğlu Ebu’l Hasan Abdülvahid eliyle 460 (1067-1068) senesinde
yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 173, no. 10; 2005: 67).
1071-1073 arasına tarihlenen iç kalenin doğusundaki 68 no. lu büyük payanda üzerinde bulunan, surun berkitildiğini gösteren kitabenin (Gabriel, 1940: 315, no. 52;
Parla, 1990: 209, no. 49);
Çevirisinde:
“Bu yüce efendimiz, beyimiz, İslâmın güzelliği, dinin düzeni, devletin yardımcısı,
hükümdarların büyüğü, İslâmın yüceliği oğlu Ebu’l Kasım Nasr-Tanrı varlığını sürekli
kılsın ve büyüklüğüne yardımcı olsun-emriyle büyük, aziz, alim, devletin başı, vezir
İbrahim oğlu Ebu Tahir Selamet’in -Tanrı günlerini sürekli kılsın-gözetiminde ve Kadı
Abdülvahid oğlu Muhammed oğlu Ebu’l Hasan Abdülvahid eliyle 464 (1071-1072)
senesinde mimar Musa bin Yezid’e yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 210, no.
49; 2005: 67).
1071-1073 arasına tarihlenen 8. burç üzerinde yer alan kitabenin5 (Gabriel, 1940:
316, no. 53; Parla, 1990: 174, no. 11);(139)
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Yüce emirimiz, islâmın lûtfu, dinin düzeni,
hükümdarların yücesi, islâmın iftiharı oğlu Ebu’l Kasım Nasr’ın-Tanrı varlığını sürekli
kılsın-devlet gücünün sahibi valisi Ebi Tahir Selamet tarafından -Tanrı ömrünü uzun etsinKadı Muhammed oğlu Ebu’l Hasan Abdülvahid eliyle 465 (1072-1073) senesinde mimar
Mezid oğlu Musa’ya yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 174, no. 11; 2005: 67).
4. burcun doğuya bakan yüzündeki tarih vermeyen kitabenin (Gabriel, 1940: 316,
no. 55; Parla, 1990: 175, no. 12);
“... İslâmın kılıcı, dinin sancağı, devletin üstünlüğü Ebu’l Muzaffer Mansur... “ denilmektedir (Parla, 1990: 175, kitabe no. 12).
4. burcun batı yüzünde yer alan kitabenin (Berchem-Strzygowski, 1910: 35, no. 15;
Parla, 1990: 175, no. 13);
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 555
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Yüce ve üstün, İslâmın kılıcı, dinin sancağı, devletin üstünlüğü, hükümdarların tacı, emirlerin şerefi efendimiz ve beyimiz Nizameddin
oğlu Ebu’l Muzaffer Mansur -yüce Tanrı’nın yardımıyla- masraflarını karşılayarak Kadı
Abdülvahid oğlu Ebu Nasr Muhammed eli ile mimar Hamid oğlu Ebu Sa’d tarafından
476 (1083-1084) senesinde yapılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 176, no. 13).
BÜYÜK SELÇUKLU KİTABELERİ
13., 28., 38. ve 57. burçlarda yer alırlar. Bunlardan en erken tarihlisi 28. burçta yer
almaktadır. Figürlü kabartmaları bulunan 28. burca ait kitabenin (Gabriel, 1940: 317,
no. 57; Parla, 1990: 176, no. 14);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Yüce sultan. Sultanların en büyüğü, Tanrı’nın
topraklarının sultanı, ülkelerinin efendisi ve halifesinin yardımcısı, dünya ve dinin
hakimi, devletin büyüklüğü ve milletin lûtfu, fetihler babası, Alp Arslan oğlu Melik Şah
tarafından -Tanrı onun zaferlerine yardımcı olsun- mülklerin direği, devletin desteği,
dinin güneşi -Tanrı günlerini ve cesaretini sürekli kılsın- Abdülmelik oğlu Ebu Ali elHasan’ın yüce valiliği sırasında Kadı Abdülvahid oğlu Ebu Nasr Muhammed’in eliyle
Urfalı mimar Selamet oğlu
Muhammed’e 481 (1088-1089) senesinde yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990:
177, no. 14).
Bir yıl sonrasına ait 38. burca ait Büyük Selçuklu kitabesinin (Gabriel, 1940: 318,
no. 58; Parla, 1990: 178, no. 15);(139)
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Yüce sultan, sultanların en büyüğü, Tanrı’nın
topraklarının ve ülkelerinin efendisi... sınırlar... ? dünyanın ve dinin hakimi, devletin
yüceliği, milletin..., fetihler babası yüce Alparslan oğlu Melik Şah -Tanrı zaferlerine
yardımcı olsun- mülkün direği, devletin desteği, dinin güneşi Abdülmelik oğlu Ebu Ali
el-Hasan’ın -Tanrı günlerini ve cesaretini sürekli kılsın- yüce valiliği sırasında Kadı Abdülvahid oğlu Ebu Nasr Muhammed’in eliyle 482 (1089-1090) Urfalı mimar Selâmet
oğlu Muhammed’e yaptırtan ştır” denilmektedir (Parla, 1990: 178, no. 15).
13. burcun ön yüzünde bulunan kitabenin (Gabriel, 1940: 318, no. 59; Parla, 1990:
179, no. 16);
556 DİYARBAKIR SURLARI
Çevirisinde:
“484 (1091-1092) senesinde yenilenmiştir” denilmektedir (Parla, 1990: 179, no. 16).
57. burcun üzerindeki 1092-1093 tarihli kitabenin (Berchem-Strzygowski, 1910: 41,
no. 17; Parla, 1990: 179, no. 17);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Sultanların en büyüğü, hükümdarlar hükümdarı,
dünya ve dinin hakimi, devletin yüceliği, fetihler babası Melik Şah bin Alparslan’ın
saltanatı sırasında Tanrı’nın yücesi, devletin güvencesi, devletin mutemedi Ebu’l Berekat
Cehir bin Muhammed’in valiliği günlerinde kadıların şan ve şerefi Kadı Abdülvahid
oğlu Ebu Nasr Muhammed’in eliyle 485 (1092-1093) senesinde mimar Selamet oğlu
Muhammed’e yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 180, no. 17).
SURİYE SELÇUKLULARINA AİT KİTABELER
9. burçüzerinde bulunan kitabenin6 (Gabriel, 1940: 319, no. 61; Parla, 1990: 180,
no. 18);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Bu imaretin yapımı büyük sultan ve yüce
Şehinşah zamanında devletin tacı, ümmetin ışığı ve milletin şerefi, mü’minlerin emiri
Muhammed Nasr oğlu Ebu Said Tutuş’un -Tanrı yardımcılarını aziz kılsın- emriyle
kadılar kadısı ve mülkün güvencesi Şamlı Ali oğlu Ebu’l Mekarim Mehdi eliyle 486
(1093) senesinde yapılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 181, no. 18). (139)
NİSANOĞULLARINA AİT KİTABELER
Mardin Kapı’nın batı açıklığının örülmüş bölümü üzerinde, 14. ve 51. burçlar ile 55.
burcun yanındaki geçidin doğusunda ve Yeni Kapı’nın 61 no. lu burcu üzerinde bulunurlar. Mardin Kapı’nın batı açıklığının örülmüş bölümü üzerinde bulunan kitabenin
(Gabriel, 1940: 319-320, no. 63; Parla, 1990: 199, no. 39);
Çevirisinde:
“Yüce vezir, efendimiz, büyük yönetici, adil vali, dinin yardımcısı, islâmın yüceliği,
devletin düzenleyicisi, hükümdarların güneşi... yüce Nisan oğlu (A)hmed (oğlu) E
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 557
Ali el-Hasan trafından 54. (1145-1155) senesinde yaptırılmıştır” denilmektedir
(Parla, 1990: 200, no. 39).
14. burca ait kitabenin (Gabriel, 1940: 320, no. 64; Parla, 1990: 181, no. 19);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla... Masrafları karşılanarak yenilenmiş bu burcun
inşasını Nisan oğlu Ebu’l Kasım Ali, Tanrı’nın hoşnut kalması için, bu asil sınır mevkiini
korumak amacıyla hükümdarlığı altında efendimiz, alim, adil, dinin güzelliği (Cemâl
ed-dîn) namını taşıyan veli, islâmın ihtişamı, sınırların emiri, mü’minlerin emirinin
yardımcısı İlaldı oğlu Muhammed’in -Tanrı, onun adına yalvaracak olanı bağışlasın- emriyle 558 (1162-1163) senesinde yaptırmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 182, no. 19).
51. burca ait kitabenin (Konyar 1936: 140; Parla, 1990: 182, no. 20);
Çevirisinde:
“Bu burç ve kulelerin inşası efendimiz, adil, dinin yetkinliği, islâmın ve müslümanların
şerefi, mü’minlerin emirinin yardımcısı Nisan oğlu Ebu’l Kasım Ali tarafından 565
(1169-1170) senesinde yaptırılmıştır. Ona rahmet okuyana Allah rahmet etsin” denilmektedir (Parla, 1990: 183, no. 20).
55. burcun yanındaki geçidin doğusunda yer alan kitabenin (Gabriel, 1940: 320, no.
65; Parla, 1990: 184, no. 22);
Çevirisinde:
“Tanrı’ya güvendim, Mutluluk Kapısı’nı açan devletin tarihi ile... efendimiz, adil Bahaeddin Mesud... -Tanrı’nın rahmeti üstüne olsun- tarafından 578 (1182-1183) senesinde yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 184, no. 22).
Yeni Kapı’ya ait 61. burcun güney yüzünde bulunan kitabenin (Berchem-Strzygowski,
1910: 71, no. 25; Parla, 1990: 183, no. 21);(139)
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Efendimiz, emir, büyük komutan, yüce efendimiz,
Tanrı’nın yardımıyla üstün gelmiş, savaşçı, alim, adil... “ denilmektedir (Parla, 1990: 184,
no. 21).
558 DİYARBAKIR SURLARI
ARTUKLU KİTABELERİ
Urfa Kapı’da, 8. burçta, 29. Evli/Ulu Beden Burcu ile 37. Yedi Kardeş Burcu’nda, iç
kale Artuklu Kemeri’nde, yakın zamana kadar hapishane olarak kullanılan iç kalede yer
alan büyük binanın kapısı üzerinde, 70. burcun batısındaki kapının iç kaleye bakan
yüzeyinin üstündeki duvarda ve iç kalenin kuzeybatısındaki kapının üstündeki şehre
bakan sur duvarında bulunurlar.
Urfa Kapı kemer alınlığında bulunan kitabenin (Berchem-Strzygowski, 1910: 76,
no. 27; Parla, 1990: 208, no. 48);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Tanrı tarafından yardım gören, yakın zamanda
bir fetih yapacak efendimiz, alim ve adil hükümdar, yardım gören, Tanrı’nın yardımıyla
üstün gelmiş, dünyanın ve dinin ışığı, İslâmın parlaklığı, halifenin yardımcısı, devletin
başı, milletin direği, ümmetin büyüklüğü, hükümdarların ve sultanların iftiharı, kâfirleri
hakir ve Tanrı’ya ortak koşanların yok edicisi, dinsiz ve dinden çıkanların kahr edicisi,
müslüman ordularının başı, Tanrı için cihad edenlerin yardımcısı, yüksekliklerin medarı,
hilâfetin parlaklığı, dünya pehlivanı İranlı Hüsrev, beylerin hükümdarı, güvenilir, şahin,
kutlu bey, fatihler babası, mü’minlerin emirinin yardımcısı Artuk oğlu Sökmen oğlu
Davud oğlu Kara Arslan oğlu Muhammed tarafından 579 (1183-1184) senesinde
yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 208, no. 48).
Urfa Kapı’nın burcu üzerinde bulunan kitabenin (Gabriel, 1940: 321, no. 67; Parla,
1990: 186, no. 24);
Çevirisinde:
“İnsanlığın..., islâmın ve müslümanların..., askerlerin koruyucusu... günahkârların ve
Tanrı’ya eş koşanların isteği... emirlerin sultanı İnanç Beygu Kutluğ Bey, fatihler babası
(Artuk) oğlu
Sökmen oğlu (Davud oğlu) Kara Arslan oğlu Muhammed... “ denilmektedir (Parla,
1990: 186, no. 24; 2005: 14)
8. burçtaki Eyyubi kitabesi içerisine karışmış, metindeki usta adına dayanılarak Artuklulara, II. Sökmen Dönemi’ne (1185-1201) tarihlenen kitabenin (Gabriel 1940: 323,
no. 71; Parla, 1990: 189, kitabe no. 27);(139)
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 559
Çevirisinde:
“Ustası (mimarı) İsa Ebu Dirhem’dir” denilmektedir (Parla, 1990: 189, no. 27).
29. Evli/Ulu Beden Burcu’nun güneyinde bulunan, metinde kullanılan unvanlara
göre Artukluların II. Sökmen Dönemini’ne 1185-1201 arasına tarihlenen kitabenin
(Gabriel,
1940: 322-323, no. 70; Parla, 1990: 188, no. 26);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Bu kulenin yapılması... dünyanın ve devletin
yücesi, islâmın ve müslümanların gururu... devletin... Tanrı’ya eş koşanların.., imamların
savunucusu, insanlığın koruyucusu... “ denilmektedir (Parla, 1990: 188-189, no. 26).
Aynı burcun alt kısımlarında yer alan tarihsiz kitabenin (Gabriel, 1940: 322, no. 68;
Parla, 1990: 185, no. 23);
Çevirisinde:
“Esirgeyen bağışlayan Tanrı adıyla. Tanrı’dan gelecek yardım ve galibiyet yakındır.
Hükümdar efendimiz, alim, adil, Tanrı’nın yardımını görmüş, üstün, adaletin
canlandırıcısı, insanlığın..., devletin tacı... askerlerin koruyucusu... dünya pehlivanı İranlı
Hüsrev... Artuk oğlu Sökmen oğlu Davud oğlu Kara Arslan oğlu... mü’minlerin emirinin
yardımcısının -Tanrı hükümdarlığını sürekli kılsın- günlerinde” denilmektedir (Parla,
1990: 185, no. 23; 2005: 14).
37. Yedi Kardeş Burcu’nun orta bölümünde yer alan tarihsiz kitabenin (Gabriel, 1940:
324, no. 75; Parla, 1990: 187, no. 25) ;
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Resmen ilân edilmiş emre uymak gerekir. Yetkili,
alim, adil, Tanrı’dan yardım görmüş ve üstün gelmiş, adaletin canlandırıcısı, dünya ve
dinin üstünlüğü, islâmın ve müslümanların temel direği, devletin yüceliği,
hükümdarların ve sultanların gururu, emirlerin hükümdarı, Diyarbakır, Rum ve Ermeniye’nin sultanı, yüceliğin seması, dünyanın kahramanı, dünya pehlivanı İran’ın Hüsrev’i, yiğit, doğru, şahin, kutlu emir, fatihler babası, mü’minlerin emirinin yardımcısı
Muhammed oğlu Kara Arslan oğlu Davud oğlu Sökmen oğlu
560 DİYARBAKIR SURLARI
Artuk oğlu Mahmud tarafından -zaferleri güçlü olsun- İbrahim es-Sarefî oğlu
Yahya’ya, Melik es-Salih’in planına göre yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 186,
no. 25; 2005: 14-15).
37. Yedi Kardeş Burcu’nun orta bölümü üzerinde yer alan kitabenin bir başka biçimde
yazıya geçirileninin (Berchem-Strzygowski, 1910: 88-89, No. 29; Parla, 1990: 190, no.
28);(139)
Çevirisi:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Hükümdarlık eşsiz, güçlü Tanrı’ya aittir.
Efendimiz sultan, salih hükümdar, alim, adil, Tanrı’nın yardımıyla üstün ve galip gelmiş,
adaletin canlandırıcısı, dünya ve dinin üstünlüğü, İslâmın ve Müslümanların sultanı,
hükümdarların ve sultanların gururu, emirlerin hükümdarı, imamın yardımcısı,
insanların koruyucusu, büyük halifenin yardımcısı, yüceliğin seması, fatihler babası,
mü’minlerin emirinin yardımcısı Muhammed oğlu Kara Arslan oğlu Davud oğlu Sökmen
oğlu Artuk oğlu Mahmud’un emriyle -Tanrı yardımcılarını aziz kılsın, gücünü kat kat
arttırsın, ey Tanrı ona nimetlerini sürekli kıl, rahmetinle onun sağından solundan, önünden
arkasından ve her yönünden ilâhi mutlulukları onun üzerine indir-605 (1208-1209) senesinde Cafer oğlu İbrahim yaptı. “ biçiminde okunmuştur (Parla, 1990: 190, no. 28).
İç kalenin kuzey sur duvarında, 70. burcun batısındaki kapının, iç kaleye bakan
yüzeyinin üstündeki kitabenin (Gabriel, 1940: 322, no. 69; Parla, 1990: 210, no. 50);
Çevirisinde:
“Bu hayırlı kapı, efendimiz, mutlu hükümdar, Diyarbakır’ın sultanı, üstün gelmiş,
mü’minlerin emirinin yardımcısı Artuk oğlu Muhammed oğlu Sökmen tarafından
kurtuluş kapısı 595 (M. 1198-1199) senesinde evlerin mimarı İsa Ebu Dirhem’e
yaptırılmıştır. “ denilmektedir. (Parla, 1990: 210-211, no. 50; 2005: 15)
İç kaledeki hapishane olarak kullanılan binanın kapısı üstünde bulunan kitabenin
(Gabriel, 1940: 323, no. 72; Parla, 1990: 215, no. 56);
Çevirisinde:
“Sultan, hükümdarların makbulü, dünya ve dinin yardımcısı, mü’minlerin emiri
Artuk oğlu Sökmen oğlu Davud oğlu Kara Arslan oğlu Muhammed oğlu Ebu’l Sanâ
Muhammed-Tanrı sultanlığını sürekli kılsın- emriyle 600 (1203-1204) senesinde
yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 216, no. 56; 2005: 15).
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 561
İç kaledeki Artuklu Kemeri üzerinde yer alan kitabenin (Gabriel, 1940: 323, no. 73;
Parla, 1990: 211, no. 51);(139)
Çevirisinde:
“... bu, 603(1206-1207) senesinde” denilmektedir (Parla, 1990: 211, no. 51).
İç kaleyi şehirden ayıran surun kuzeybatısındaki iki burç arasında yer alan kapının
şehre bakan yüzeyinin üstündeki duvarda bulunan kitabenin (Berchem-Strzygowski
Çevirisinde:
“Dünyanın ve dinin yardımcısı, adil hükümdar, büyük, adil efendimizin emriyle
yaptırılmıştır.... Efendimiz sultan, alim, adil, savaşçı, dünya ve dinin koruyucusu, islâmın
ve müslümanların sultanı Melik es-Salih’in emriyle yaptırılmıştır. (Efendimiz sultan,
alim, adil, savaşçı, dünya ve dinin koruyucusu, islâmın ve müslümanların sultanı, yüce
hilafetin yardımcısı Melik es-Salih’in emriyle yaptırılmıştır)” denilmektedir (Parla, 1990:
212, no. 52).
EYYUBİ KİTABELERİ
8. ve 9. burçta yer alırlar7.
1231-1232 yılında Diyarbakır’ı kuşatarak alan Eyyubi Sultanı Melik Kamil, şehrin
dıştaki ikinci surunu yıktırarak taşlarını içteki surun kuvvetlendirilmesinde kullanmıştır
(Beysanoğlu, 1987, 352).
8. burçta yer alan kitabenin (Gabriel 1940: 325, no. 78; Parla, 1990: 191, no. 29);
Çevirisinde:
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Yüce efendimiz sultan, salihlerin hükümdarı,
dünya ve dinin yıldızı, islâmın ve müslümanların sultanı, fatihler babası Eyyub oğlu sultan kâmil hükümdar, mü’minlerin emirinin yardımcısı Ebubekir oğlu Eyyub oğlu Ebu’l
Maâlî Muhammed tarafından Şucaeddin’in planına göre Halepli Mahmud oğlu Cafer’in
yönetiminde yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla, 1990: 192, no. 29; 2005: 17).
9. burçta yer alan kitabenin (Gabriel, 1940: 325, no. 77; Parla, 1990: 192, no. 30);
Çevirisinde:
562 DİYARBAKIR SURLARI
“Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla. Yüce efendimiz sultan, dürüst hükümdar, dünya ve
dinin yıldızı, islâmın ve müslümanların sultanı, fatihler babası Ebubekir oğlu kâmil hükümdar
sultan, mü’minlerin emirinin yardımcısı Eyyub oğlu Ebu’l Maâlî Muhammed tarafından
Halepli Mahmud oğlu Şucaeddin Cafer’in sunduğu plana göre mimar Ebu’l Ferec’e
yaptırılmıştır. 634 (1236-1237)” denilmektedir (Parla, 1990: 193, no. 30; 2005: 17). (139)
AKKOYUNLU KİTABELERİ
8. ve 9. burçlar arasındaki sur duvarında8, 12. Burçta, Urfa Kapı’nın güney burcunda
ve 73. -74. Burçlar arasında sur duvarının şehre bakan yüzeyinde yer alırlar.
8. ve 9. burçlar arasında sur duvarı üzerinde yer alan kitabenin (Konyar, 1936: 145;
Parla, 1990: 195, no. 33)
Çevirisinde:
“Adil hükümdar sultan Osman oğlu Hasan Bahadır -Tanrı mükünü sürekli kılsıntarafından 861 (1456-1457) senesinde bu yenilenmenin yapımı emredilmiştir” denilmektedir (Parla, 1990: 195, no. 33).
12. burcun doğu yüzünde yer alan kitabenin (Gabriel, 1940: 326, no. 81; Parla, 1990:
196, no. 35);
Çevirisinde:
“Adil hükümdar, güçlü, üstün gelmiş sultan Osman oğlu Ali oğlu Hasan -Allah
mülkünü ve sultanlığını sürekli kılsın- tarafından peygamber efendimizin hicretinin 883.
senesinin Şevvâl ayında (Aralık 1478-Ocak 1479) yaptırılmıştır” denilmektedir (Parla,
1990: 196, no. 35).
Urfa Kapı’nın güney burcunun ön yüzünde bulunan kitabenin (Gabriel, 1940: 326,
no. 80; Parla, 1990: 195, no. 34);
Çevirisinde:
“Adil hükümdar sultan Osman oğlu Ali oğlu Hasan -Tanrı mülkünü ve sultanlığını
sürekli kılsın- tarafından 864 (1459-1460) senesinde yaptırılmıştır” denilmektedir
(Parla, 1990: 196, no. 34)
73. ve 74. burçlar arasındaki sur duvarının şehre bakan yüzeyi üzerinde yer alan
kitabenin (Gabriel, 1940: 326, no. 79; Parla, 1990: 194, no. 32);
SURLARDAKİ SÜSLEMELER 563
Çevirisinde:
“... Tanrı mülkünü ve sultanlığını sürekli kılsın... ve o 853 (1449-1450) senesinde... “
denilmektedir (Parla, 1990: 194, no. 32).
OSMANLI KİTABELERİ
Saray Kapı’da kapı kemeri üzerindeki duvarda yer alan kitabede; “âl-i Osmandan,
faziletleri besleyen, cihanın efendisi, İskender rütbeli Süleyman Han zamanında bu kale
bina edildi. (Temetü’l-bina vü biha) adedi bu kuvvetli binanın tarihi oldu. 953 (15261527)” denilmektedir (Beysanoğlu, 1990: 535).
İç kaleyi batıdan çevreleyen surunun şehre bakan bölümünün ortasındaki 933/15261527 yılına tarihlenen kitabenin (Konyar, 1936: 146; Parla, 1990: 213, no. 53);(139)
Çevirisinde:
“İskender yerinde şah olan şah, cihanın hüdavendigârı, faziletli kimselerin terbiye
edicisi, Osman soyundan Süleyman Han zamanında Süleymani kale bina oldu. Bu
kıymetli binanın tarihi ‘aded-i temmetû’l-bâi bihâ’dır” denilmektedir (Parla, 1990: 213,
no. 53).
İç kalenin güney kapısının batısında Ardebaş mevkiinde menba çeşmesi denilen yerde
burç üzerinde yer aldığı halde bugün bulunmayan 932/1525-1526 yılına tarihlenen
kitabenin (Konyar, 1936: 146; Parla, 1990: 216, no. 57);
Çevirisinde:
“Ey Hüsrev, senin devletinin eserinden, benzeri olmayan bir ab-ı hayat çeşmesi meydana geldi. O çeşmenin lâtifliğinden, suyunun tadı şeker gibi tatlı oldu. Bu nedenle onun
tarihi “çeşme-i şirin abı” o çeşmeden geçti” denilmektedir (Parla, 1990: 217, no. 57).
(139)
564 DİYARBAKIR SURLARI
11.BÖLÜM
SEYAHATNAMELERDE SURLAR
SEYAHATNAMELERDE SURLAR
Tarih süreci içerisinde, değişik adlarla anılan Diyarbakır’ın Fiskaya olarak bilinen kayalık mevkiinin üzerine kurulan, ilk yerleşim birimi ve Diyarbakır’ın merkezi olarak
kabul edilen kesimi İçkale olarak bilinmektedir.
Diyarbakır’ı ziyaret eden Nâsır-ı Hüsrev surlar hakkında şöyle söylemektedir.
“... Kent yekpare bir kayalığın üzerine kurulmuştur. Çevresinde kara taştan bir kale
duvarı yapılmıştır. Amid şehrinin kalesine benzer bir kale ne gördüm, ne de başka bir
yerde bunun gibi gördüm, diyeni duydum...(1)
Nasırı Husrevin Sefernâmesi’nde Diyarbakır Kalesi
Ebul Mu’in Nasırı Hüsrev; seyahati esnasında, Diyarbakır ve Silvan’a uğramış. Bu iki
müstesna il ve ilçe hakkında, izlenimlerini “Sefernâme” adlı kitapta şöyle dile getirmiştir.
Eski dey ayının altıncı günü Amid’e geldik: Şehir, yekpare bir kayanın üstüne kurulmuştur. Uzunluğu iki bin adımdır, enliliği de aynıdır. Çevresine kara taştan bir kale duvarı yapılmıştır. Yüz batmandan bin batman, hatta daha da ağır koca taşları o kadar
muntazam kesmişlerdi ki kireç ve harç koymaksızın bu taşları birbiri üstüne istif etmek
suretiyle kaleyi yapmışlardı. Hisarın yüksekliği yirmi, enliliği on kulaçtır. Her yüz arşında,
yarım dairesi seksen arşın tutan bir burç yapılmıştır, mazgalı da aynı taştandır. Şehrin
içinden kalenin üstüne çıkmak için birçok yerlerde taş merdivenler vardır. Her burcun
üstüne bir savaş yeri yapılmıştır. Bu şehrin dört yanında dünyanın dört cihetine açılmış
dört kapısı vardır, kapıların hiç birinde tahta yoktur, hepsi demirdendir.
Doğudakine Dicle kapısı (Tek kapı), batıdakine Rum kapısı (Urfa kapı), kuzeydekine
Ermen kapısı (Dağkapı), gü-neydekine Teli kapısı {Mardin kapı) derler, Bu surun dışında
bir sur daha vardır, o da aynı taştan yapılmıştır, yüksekliği on arşındır. Bütün kale bedenlerinin üstünde mazgallar var. Mazgalın içinde tamamıyle silahlı bir adamın geçebileceği, durabileceği bir geçit yapılmıştır. Bu dış kalenin de iç kalenin kapılarına karşı
SEYAHATNAMELERDE SURLAR 567
demir kapıları vadır. îlk kale kapısından girildi mi ikinci kalenin kapısına varabilmek
için bir müddet iki kale arasındaki aralıktan geçmek gerekir. Bu yolun genişliği on beş
arşındır. Şehrin ortasında bir kaynak vardır ki sert taştan çıkar, beş değirmen çevirecek
kadar, ve çok güzel bir sudur, kimsecikler nerden geldiğini bilmez. Şehirde ağaçlar, behçeler, hep o suyla sulanır. O şehrin beyi ve hakimi, adı geçen Nasr-üd Devle’nin oğludur.
Ben, dünyanın dört bucağında, Arap, Acem, Hind ve Türk memleketlerinde birçok şehirler ve kaleler gördüm, fakat yeryüzünde hiç bir ülke de Amid şehrinin
kalesine benzer bir kale ne gördüm, ne de başka bi yerde bunun gibi bir kale gördüm diyeni duydum (64)
Evliya Çelebide Diyarbakır surları
“ Kara Amid kalesi:
Önce söylenmesi gereken, Kara Amid’in dünyada sağlam kalesi ve dayanıklı surlarıyla
tanındığıdır. Dicle kıyısında, doruğu gökyüzüne ulaşmış, yeryüzünde yüksekliğiyle
meşhur olan Fıs kayası üzerine kara taştan yapılmış, ters işli dünyada yüce, sağlam bir
kaledir. Gerçi yalçın kaya üzerindedir, ama yüksek tepesi laleleri olan geniş bir yeşil
alandır.
.......Oradan aşağıya insan bakmaya cesaret edemez. Sanki cehennem çukurudur.
Aşağıda akmakta olan nehrin iki yanı güllük gülistanlık, bağ, bostan ve reyhanlıktır.
Burası, yeryüzündeki dinlenme yerleri içinde tanınmış olan ve her yıl beş altı ay Diyarbekir halkının Şattu’l-Arab faslını ettikleri bir gezinti ve eğlence yeridir.
Kalenin burçlarından aşağıya bakıldığında büyük Şat ırmağı küçücük bir ark gibi
görünür. Kalenin nehir tarafı felek kulesine boy uzatacak derecede
yüksektir......Duvarlarının yüksekliği her yerde kırk zira ve temel genişliği onar
arşındır......
Bu süslü kale, yontulmuş siyah taştan yapılı olduğu için “Kara Amid” denir. Hendese
sahibi usta bu kaleyi dörtgen şekilde, kuzey ve güneye uzunlamasına yapmıştır, bütün
kuleleri ve mazgallı siperleri birbirine bakar ve tehlike sırasında birbirini korur.
Kale, hem sert taştan yapılı hem de yalçın kaya üzerinde olduğundan, düşman kuşatıp
bir tarafından da lağım açsa ve metris sürse bile, zafer kazanması mümkün değildir. Kale
ancak bir yıl kuşatılıp içinde kıtlık başladıktan sonra teslim edilir.
568 DİYARBAKIR SURLARI
“ İç Kalenin anlatılması: Tam dört bin adım büyüklüğündedir. İçinde yüzelli adet
odası ve bir çok divanhanesi olan büyük saray vardır. Her gelen vezir ve vekiller birer
oda, hamam, havuz ve şadırvanlar yapınca, kat kat süslü bir saray olmuştur.
Sarayın bütün pencere ve balkonları Şattu’l-Arab’ın, Sadiköy ovasının ve Karatepe
adlı vadilerin panoramik manzarasını gösteren yerlerdir.......Bu içkalede toplam ....... adet
nefer evi, bir hamam, ve bir Halid ibn Velid Camii bulunmaktadır. On adet su değirmeni
vardır. Hiç bir içkalede böyle su değirmenleri yoktur.
Yine Diyarbekir dışında başka bir bölgede paşaların içkaleye girmeleri, hatta orada
oturmaları adeti yoktur. Vezirlerin hepsi mutlaka bu içkalede oturur. Bu sarayı ilk inşa
eden Sultan I. Selim’in veziri fatih Bıyıklı Mehmed Paşa’dır.
Hayli geniş, büyük saray ve sağlam içkaledir. Şehir içinde kıble yönüne bakan bir
demir kapısı var. Bekçileri daima hazır olup gözcülük ederler.
Bu içkale değirmenlerinin suyu Allah’ın hikmetiyle yine içkale içindeki kayadan çıkar.
Değirmenleri döndürdükten sonra paşa sarayından geçip kale duvarlarındaki demir
kafesli bir pencereden çıkıp Fıs kayasın’dan aşağı akıp taştan taşa kendini vurararak cennetteki Selsebil nehri gibi akarak Şat nehrine katılır.......”(68)
Evliya Çelebi’ye göre Diyarbekir adı, kız şehri anlamına “Diyar-ı Bikr”den gelmektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu konuda şöyle bir olay anlatır: Yunus Peygamber
Musul’dan Diyarbakır yöresine gelir, bir süre burada kalır. O yıllarda güzelliği ile tanınmış
“Almida” adında bir kız hükümdarlık etmektedir. Yunus Peygamber bu kızla konuşur,
görüşür. Amida’ya kendi dinini kabul ettirir. Yunus Peygamber Diyarbakır’a yapılacak
kalenin planlarım çizerek kıza verir. Kız da kara taşlarla şehrin kalesini yaptırır. Kalenin
inşası tamamlanınca Yunus Peygamber: “Kal’anız mamur olsun, gönlünüz sürür dolsun”
diye dua eder. O günden sonra şehrin adı “Kız şehri” anlamında Diyar-ı Bikr” olu
E Çelebiye göre Diyarbakır kalesi
Gezginimiz, Diyarbakır’ın kültürel hayatının ayrılmaz bir parçası olarak sanat ve mimarisinden yeri geldikçe ve görece uzun uzun bahsetmektedir. Diyarbakır’ın dış kalesinden, surlarından ve iç kalesinden ayrıntılı olarak söz etmektedir. Kalenin konumunu,
surların ölçülerini, surlardaki kapıları, surların siyah taşlarla yapılmış olmasından, 32 iç
kalenin karakteristik özelliklerinden kendine özgü üslubuyla 32 Seyahatname’nin kendi
diliyle (2001a: 24-25) kale ve surlardan şöyle bahsedilmektedir:
SEYAHATNAMELERDE SURLAR 569
Diyârbekir kal’asının zeminin ve eşkâlin ve dâ’iren-mâdâr cirmin beyân eder
Evvelâ kal’a-i Kara Âmid: Eyle meşhûr-ı âfâk kal’a-i hısn-ı hasîn ve sedd-i metîn olan
sûr-ı üstüvâr Şattu’1-Arab kenarında evc-i semâya ser çekmiş Fıs kayası bu rûy-ı arzda
meşhûr-ı âfâk olan püşte-i bülend üzre siyah seng-i hara ile mebnî bir kal’a-i kavîdir kim
bu gerdiş-i devâyir-ı kecrev-i felekde bir kal’a-i ser-bülenddir. Gerçi yalçın kaya üzredir,
amma ol kûh-i azîmün zirve-i a’lası vâsi’ sahrâ-yı çemenzâr-ı lâle-izârdır.
Kal’anın cânib-i şarkîsi ve şimali tarafına meyyal semti evc-i asumana kad çekmiş kayalar üzeredir kim Fıs mağaraları bu kal’a-i etmeğe cür’et idemez. Güya bir derk-i esfeldir.
Nehr-i azîm cereyan edüp tarafeyni gül-i gülistan u bağ u müşebbek bostan ve reyhânistândır kim her sene beş altı ay ahâlî-i Diyârbekr’ün Şattu’1-Arab faslı idecek teferrücgâhlarıdır kim rûy-ı arzda mesî-regâhlar içre bu dahi meşhûr-ı âfâk bir seyrângâh-ı
işretgâhdır. Bu kal’anın burç [u] buruları üzre aşağıda cereyan eden Şatt-ı azîme nazar
olundukda mezkûr nehir güya bir tur’acık gibi nümâyândır. Bu kal’a-nın ol tarafı tâ bu
mertebe kulle-i feleğe kad-keşân olmuşdur. Amma yıldız tarafı ve garb u cenûb ve kıble
tarafları düz zemîndir. Ve dîvânının kaddi cümle kırk zirâ’-ı melikî-i âlîdir ve onar arşın
arîz esâs-ı dîvân vardır. Ve dâ’iren-mâdâr cümle kulle-i bülendlerdir. Ve cümle (—-) aded
dendân-ı bedendir. Ve bu kal’a-i müzeyyen siyah seng-i tıraş ile mebnî olduğundan “Kara
Âmid” derler. Ve üstâd sâhib-i hendese bu kal’ayı şekl-i murabba’dan şimal [u] cenuba
tûlânîce bina edüp cümle kulleleri ve dendân-ı bedenleri birbirine nazırdır. Hîn-i muhatarada birbirini korudur. Ve seng-i haradan inşâ olunmak ile zemîni dahi yalçın kaya
üzre bina olunmağın düşman muhasara etse bir tarafından lâğım [u) meteris sürüp zafer
bulmak mümkin değildir. Meğer bir sene muhasara olunup derûn-ı kal’ada kaht [u] gala
olup kal’ayı teslîm ideler. Ve şekl-i murabba’ının şarkîsi derk-i esfel olmağile handak lâzım
değildir. Amma şimali ve cenubu ve garbîsinde handaki (—-) (—-) Ve şekl-i murabba’ı
rükünlerinde sedd-i Ye’cûc-misâl bürûclan var kim güya her biri birer kulle-i Kafdır.
Amma sâ’ir kal’alar gibi üçer dörder kat değildir. Ancak bir kat hisâr-ı üstüvârdır. Ve
cümle aded bâb-ı hadîdlerdir. Evvelâ şimal canibine mekşûf Dağ kapusu; Şerbetîn’e ve
Eğîl’e ve Arganî ve Çermik’e ve Harput ve Palu’ya giden bu Dağ kapusundan gider. Ve
cânib-i garba meftûh Rûmkapusu; mezâristâna ve Karadağlar’a gidenler bu bâb-ı azimden gider. Ve kıble semtine küşâde Mardinkapusu. Ve taraf-ı şarka nazır Yeni kapu. Bundan aşağı Şatt kenarına inüp cisirden Şatt’ı ubûr edüp andan kal’a-i Mifârıkîn’e ve nehr-i
azîm-i cisr-i Batmân’ı geçüp bir menzilde kal’a-i Hazzo’ya varır. Ve bir kapu dahi paşanın
olduğu içkal’a sarayında cânib-i şarkda nehr-i Şatt’a açılır uğrun kapusudur. Amma şâhrâh değildir. Bu bâb-ı hadîdler ile ârâste olmuş sûr-ı metînin dâ’iren-mâdâr, bu hakîrün
adımıyla kâmil on bir bin germe adımdır. Amma şark tarafı kuşesi paşa sarayı olup çâhı Gayya ve muhalif uçurum olmağile adımlamak mümkin olmadı. Ancak Dağ kapusun570 DİYARBAKIR SURLARI
dan Mardinkapusuna varınca bu kal’anın içi iki bin adım yerdir. Bu takdirce yalçın kaya
üzre adımlayamadığımız divarun tûlu iki bin adım hisâb edüp bu minval üzre kal’a-i
Kara Amid dâ’iren-mâdâr on dört bin adım olmuş olur. Ve bu kal’anın Şatt’a nazır tarafında şimale müteveccih kuşesinde {ve kal’a-i Diyârbe-kir’in seng-i harası bir güne sengîn
seng-i siyâhdır kim ana seng-i hadîd te’sîr etmez. Ve asla âteş te’sîr edüp kireç olmaz. Bir
acâ’ib ma’den-i garîbdir kim vasfında lisân kasırdır}.
“Der-sitâyiş-i içkal’a
Kamil dörd bin adımdır. İçinde yüz elli aded hücreli ve müte’addid dîvânhâneli sarâyı zîmdir.
Her gelen vüzerâ vü vükelâlar birer hücre ve hemmâm ve havuz ve şadırvanlar inşâ
edüp katen-aer-kat bir sarây-ı müzeyyen olmuşdur. Cümle revzenleri ve şâhnişînleri Şattu’l-Arab’a veSa’dî köy sahrasına ve Karadepe nâm vâdîlere nazır manzara-ı cihân-nümâlardır. Ve sarayım birdîvân-hâne-i atîki var. Selâtîn-i selefden Sultân (—-) (—-) bınâsıdır.
Bunda olan tarz-1 kadîmnakş-ı bukalemun meğer Mısr-ı Kâhire’de kâl’a-ı Sultân Kalâvân’da ola. Bu kal’a-i enderünda cümle (—-) aded neferât-hâneleridir. Ve bir hammâm
ve bir Hâlid ibn Velîd cami’i var. Ve on aded su değirmânlan var. Bir içkal’ada böyle âsiyâb-ı mâ yokdur. Ve bir diyara mahsûs değildir kim paşalar içkal’aya gireler, değil ki sakin
olalar. İllâ cümle vüzerâ bu Diyârbekr’ün içkal’asında olurlar. İbtidâ bu sarâyun bânîsi
Selîm Hân-ı evvel vezîri fâtih Bıyıklı Mehemmed Paşa’dır.
Haylî vâsi’ sarây-ı azîmdir. Ve içkal’a-i metîndir. Şehir içinde cânib-i kıbleye nazır bir
demir kapusu var. Da’imâ dîdebânları amade olup nigehbânlık ederler. Ve dahi bu içkal’a
değirmânlan suyu kudretden yine içkal’a içinde kayadan tulü’ edüp âsiyâbları deveran
etdirüp paşa sarayından geçüp kal’a dîvârında bir demir kafes pencereden çıkup Fıs kayası’ndan aşağı rîzân olup taşdan taşa kendüyi urup selsebîl-âsâ cereyan ederek nehr-i
Şatt’a munsabb olur. Amma âb-ı nâbdan nişan verir İçkal’a aynı’dır. (—-) (—-) (—-) (—
-)” (2001a: 25)
34 “Cümle yetmiş beş sarây-ı ulemâ vü meşâyihân ve vüzerâ [vü] vükelâ hanedanlarıdır. Evvelâ içkal’adapaşa sarayı ve kethüda sarayı ve molla sarayı ve rûznâmeci Hüseyn
Efendi sarayı ve Kaya Çelebi sarayıve Hacı Musa sarayı ve Bezîkîoğlu şurayı ve Osman
Paşa sarayı ve şeyhülislâm sarayı ve nakîbülislâmsarayı ve Rûmiye şeyhi sarayı .....” (2001a:
29).(129)
SEYAHATNAMELERDE SURLAR 571
Avrupalı gezginlerden J.S. Buckingham’ın “Diyarbekir, etrafı surlarla çevrilmiş ve
hakim bir tepe üzerine oturmuş, camileri ve minareleri ile ihtişamlı bir görüntü veren
mevki itibari ile güçlü bir şekilde müdafaa edildiği belli olan bir şehirdir. Amid’in üzerine
yerleştiği alan her tarafı ile verimli ve üretkendir. Dicle’den geçerken, kasabanın üzerine
oturduğu tepenin eteğinde zirâi bir refah ve dahili bir uygunluk görülür. Diyarbakır şehrinin bütünü bazalt bir kaya üzerine kurulmuş olup, kasaba daire şeklinde surlarla çevrilmiştir...” şeklinde verdiği bilgilerden, kalenin yanı sıra şehrin bütün özelliklerini de
yansıttığı görülmektedir.(1)
Diyarbakır surları 5 km uzunluğunda,10-12 m yüksekliğinde,3-5 m. genişliğindedir.
Kalkan balığı şeklindedir.balığın başı iç kale,kuyruğu yedi kardeş ve evli beden burçlarının olduğu yere uyar.İçkale kısmın M.Ö.3000’de yapılmıştır.Dış surlar MS.346’da
II.Constantinus zamanında yapıldı.Ancak dış kısım Gazi caddesinden geçiyordu.Sasaniler’den nkaçan Nusaybinlilerin sur önüne göçetmeleri nedeniyle MS.375 yılında Urfa
kapıdan geçecek şekilde genişletildi.İç kale ise Kanuni zamanında genişletildi.,burada
16 burç vardır,Saraykapı ve küpeli kapıları yapıldı.Tüm surlarda 82 burç vardır.Savaşın
en çok olduğu yer olan Dağkapı-Urfakapı arası burçlar yuvarlak,daha sık ve daha büyüktür.Burçlar genelde iki katlıdır,3-4 kat olanları da vardır.Alt katlar depo ve ambar,üst
katlar askeri amaçlıdır(34)
Diyarbakır surları zahire alabilen dünyanın en büyük kalesidir.(35)
Vital Cuinet seyahatnamesinde Diyarbakır’da her biri yaklaşık 4600 ton kapasiteli
72 burç olduğunu ifade eder.(68)
Şehri çevreliyen surla üzerindeki bütün burçlar iki katlı olup,alt katlar ambar olarak
kullanılıyor,üst katlar ise askerin ikametine ayrılıyordu (69)
X.yüzyılın ilk yarısında şehri ziyaret eden coğrafyacı İbn Havkal,surların azametinden
bahseder ve bu müstahkem şehrin savunma güçlerine ihtiyacı olmadığuını söyler.Ünlü
gezgin İbn Cübeyr(MS.1217)’de Amid’den ‘Dünyanın en büyük memleketlerinden
biri’diye söz eder.’(70)
Kale, Karacadağ’dan Dicle’ye uzanan geniş bazalt yaylanın doğu ucuna, zeminden
yüz metre yüksekliğe kurulmuştur. Surların ilk yapılışı kesin olarak bilinmiyor. Fis Kayasına kurulu iç Kalenin, milattan 2.000 yıl kadar önce Hurriler Döneminde kurulduğu
sanılıyor. Yazılı belgelere göre milattan sonra 349 yılında Roma imparatoru ikinci Constantinus (Kanstantinus) zamanında şehrin surlarla çevrildiği kalenin onarıldığı biliniyor
367 ve 365 yılları arasında şehrin batı surları yıktırılmış, Urfa Kapısı ve Mardin Kapısına
572 DİYARBAKIR SURLARI
uzanan bölüm yapılmış, altıncı yüzyılda Justinianus zamanında güçlendirilerek genel biçimini almış, daha sonraki yıllarda sürekli onarımlarla genişletilerek günümüze kadar
ayakta kalmıştır.
Su kemerleri ve surlar- (Adil Tekin)
Diyarbakır Salnâmesi’nde surlar ve burçlarla ilgili şu bilgiler verilmektedir:
“Diyarbekir sancağı dahilinde bulunan âsâr-ı atikânın birinci memleket etrafını muhit
olan sur-ı cesîm olup devren beş bin metre ve duvarlarının irtifâ’ı on dokuz bazen on beş
metre ve sahnı bir buçuk ve bazen iki ve iki buçuk metredir. Mezkûr duvarlardan irtifâ’ı noksan olanların mevkileri yüksek olduğundan devri suret-i muntazama ve müsteviyededir.
Sur-ı mezkûrda seksen iki adet cesim kale olarak her birisi kavsen 51, irtifâ’an yirmi bir
ve yirmi iki metre olup cümlesi metin ve müstahkem kârgir olmak üzere bina olunmuştur.
Mezkûr kalelerin her birisinde fevkâni ve tahtâni ikişer büyük anbar olup işbu anbarların her birisi yirmişer bin keyli İstanbuli zahire alacak derecede vâsi bulunmuştur.
Nısfı sur-ı mezkûr cihet-i şarkiyesindeki burcû ve cidârdan ve bir nısfı da sur-ı aslıyla
memleket arasını fâsıl ve sekiz yüz metreye karîb diğer bir surdan ibaret ve yine âsâr-ı atikâdan mâ’dûd olmak üzere İçkale namıyla nefs-i memlekette bu sur-ı kebîr dahilinde bir
daire daha olup daire-i mezkûrede mahkeme-i şeriat ve ticaret ve telgraf ve posta ve tahriri emlak ve belediye ve zabıta heyetleri ikâmet etmekte ve umumi hapishane de oradadır.
Sur-ı aslının haric-i surda açılır dört kapısı ve İçkale dairesinin nefs-i memlekete doğru
açılır iki ve sur haricine açılır yine iki kapısı olup İçkale’nin haric-i sura olan iki kapısı
daima kapalı durur. Ve ebvâb-ı saire gündüzleri açılıp geceleri kapanır.
SEYAHATNAMELERDE SURLAR 573
Daire-i mezkûre dahilinde Virankale namıyla ma’ruf ve memlekete nâzır ve amûdi
sath-ı zeminden elli metreye karîb mürtefi bir kale olup vaktiyle burç u bârûyu şâmil ve
mamur iken asâkir-i Cengizîne ve Moğol taifesinin hücumlarında yıkılmış ve bina eserleri
câbecâ şimdi mevcud bulunmuştur.
Diyarbekir ebniyesi mukaddemleri mülevven mermerden idüğü Tarib-i Vâkidî mezkûr olup iki sene mukaddem böyle bahs-ı cereyân eyledikte bazı itirazât ve tekzibâd vuku
bulmuştur. Kale-i mezkûrenin bir cihetinden geçen sene bir delik açılıp altında eseri görünmesiyle hafr edildikte Vâkidî Taribi’nde olan ifadeye muvâfık ve musanna bir bina
zuhûr ederek itirazât-ı mezkûre çürümüştür. İş bu kale derûnunda çıkan suların mikdarı
iki bin masuradan ziyade olup derûn-ı kalenin her tarafı kol kol cereyân eden mezkûr
sulara menba ve maksem olmasıyla haricden işbu maksemlere gider ince uzun ve mahûf
ve karanlık yollar olarak ve bunlardan bir adam eğilerek gidebilir. Ve gündüz bile şem’a
olmadıkça gidilmez (1)
Tavernier’in seyahatanesinde
Diyarbekir, Dicle’nin sağında bir tepenin üzerinde bulunan büyük bir kenttir, Dicle
burada yarım ay şeklindedir, kentin surlarıyla nehir arasında bir uçurum bulunuyor. Diyarbekir, çift sıralı surlarla çevrilidir ve dışarıdakiler dahil yetmiş iki tane kule bulunuyor; söylenenlere göre bu kuleler, İsa’nın yetmiş iki havarisi adına inşa edilmişti. Kentin
sadece üç kapısı var; Doğuya bakan kapının üzerinde Konstantin adında birisinden
bahseden Yunanca ve Latince yazılar bulunuyor(137)
Diyarbakır surları-1945-Adil Tekin
574 DİYARBAKIR SURLARI
Paul Lucas seyahatnamsinde (12-17 Ekim 1701)
Diyarbekir, bugüne kadar gördüğüm Türk şehirleri arasında en düzenli ve en iyi
durumda olanıydı. Şehir, kayaların üzerine durumda olanıydı. Şehir, kayaların üzerine
inşa edilmiş çift surla çevriliydi; bu surlara top atışıyla dahi ulaşmak mümkün değildi.
Surlar birçok kule aracılığıyla korunmasına ve uzaktan bakıldığında çok güzel görünmesine rağmen, bazı yerlerdeki yıkıntılar ve hatta yer yer açılan gedikler şehre ve hatta kaleye
girebilme imkânı veriyor. Ben surları çok kolaylıkla gezdim ve buradan görülen manzara
çok hoşuma gitti. Hiç durmadan yürüyerek surlar iki saatte gezilebiliyor. Surlarda ve kalede çeşitli çaplarda ancak küçük toplar bulunuyor.(137)
Horatio Southgate seyahatnamesinde
Surun üzerinde esas kapının yanında Kufik olarak yazılan hayvan ve kuş figürlü başka
kitabeler var. Ayrıca başka bir, hiçbir şey yapamadığım Yunanca kitabeyi de farkettim.
Dağ kapısı ile kapanmış yontulmuş taş parçalar yanında evlerin duvarları içinde duruyordu. Aslında şehrin kendi surları da hayranlık uyandırıyordu; siyah, gözenekli, düzgünce
döşenmiş ve çok yüksek olan dikdörtgen bloklardan oluşuyor (137)
Niebuhr seyahatnamesinde(1778 yılı)
Tüm şehir sert siyah taştan yapılma yüksek surlarla çevrilidir. Siyah taşlar sebebiyle
Türkler şehre “Ka-raamid” de derler. Surlarda çeşitli kitabelerle bir çok kule bulunuyor.
Surlar; Yeni Kapı, Mardin Kapısı, Urfa Kapısı ve Dağ Kapısı olmak üzere dört kapıya
sahiptir. İçkale şehrin dışına doğru aynı şehir suru gibi güçlü bir duvara sahiptir …Surların
çevrelediği bölge tamama -yakın bayındır haldedir ..Surlar üzerindeki kuleler ve kitabeler,
yuvarlak dört köşeli yahut sekiz köşeli olmak kaydıyla çok çeşitli zaman dilimlerine aittir.Dört köşeliler üzerlerindeki kufi yazı stiliyle en eskiden kalma olanlardır. En sonuncusu Yeni kapının bir kulesinde görülüyor. Buralarda bir de sınır kulübesi var. Bu kulübe
şehri bir zamanlar bu kısmından zapteden Perslerin bir kalıntısıdır. Öbür kulelerde ise
herhangi bir kulübeye rastlanmıyor. Kufi kitabelerin çoğu,ya beyaz yumuşak taşlı ya da
Babil çevresindekiler gibi yanık renklidir.Yumuşak beyaz taşın niçin kullanıldığı,surun
normal sert taşlarındaki ibarelerin bozukluğundan ve bu taşlar üzerinde çalışmanın
sanatkarlar için zorluğundan anlaşılır. Arapça ibarelerede çok ça rastlanıyor. Şayet
bunların güzel bir dökümü yapılırsa buralarda hüküm sürmüş müslüman hanedanların
hikayelerine ulaşabiliriz. Bu ibareler çok sanatlıdır, fakat harfler arapçanın stili sebebiyle
karışık ve üstüste görülüyor.(137)
SEYAHATNAMELERDE SURLAR 575
1891 yılı Vital Cuinet seyahatnamesinde
Şehrin 2 katlı kale duvarı ve bu kalelerin 72 kulesi var. Ve Türkler tarafından iç kale denilen bölümden yönetiliyordu. Bu güçlendirilmiş hisarların yapımı Büyük Konstan-tin’in
(351-361) oğlu Konstantin zamanında yapılmış. Sasani Kralı (310-381) Sapor (Şah-pur)
tarafından yıkılmış. İmparator Valens (364-378) ve Valentinien (364-375) tarafından
yaptırılmıştır. Anastase (491-518) zamanında yapımı tamamen bitmiş. Bu dönemde
yapılan binalar gerçekten de çok sert ve dayanıklı, öyle ki İstanbul’daki Valentin zamanında
tamir edilen Konstantin kameri hala ayakta ve işlevlerini sürdürüyor. Ve Galata-daki anastase tarafından dikilen ve Cenovalı Podestat Baltazar Moraffo tarafından bir kat daha yükseltilen gözcülük yapmaya yarayan Galata kulesi bugünde aynı şekilde kullanılıyor.
Maalesef Diyarbekir’in çifte surları büyük bir ihtimalle Ermeni binaları gibi büyük hacimlerdeki yontulmuş taşlarla inşa edilmiş, yani ortada dizilmiş orta büyüklükteki Romen ve Bas-EmpireTerinki gibi yapılmamış. İlk şehrin antik tahkimide çok eski bir ermeni
kralının zamanında yapılmış. Ayrıca bu surların üzerindeki çivi yazısında yazılmış diğer
tarihi kalıntılar ciddi bir şekilde incelenmeyi hak ediyor.Diyarbekir’de ilk olarak 15-19
metre arasında boyu olan 8 km.lik 2 hat halinde devam eden ve süslemeleri olan surlar
dikkatimizi çekiyor. Bu antik şehrin 4 ihtişamlı kapısı bu şehre girmeye yarayan 4 nokta
üzerine inşa edilmiş. Çok az istisna dışında sokaklar karanlık ve dolambaçlı. Bu kapılardan
sadece bir tanesi bütün gece boyunca açık oda o saatte gelen yolcular ve geç kalmışlar için.
..Ayrıca herbiri yaklaşık 2000 kile (4.600000 kg) buğday kapasiteli ambarı olan 72
kale kulesinden de bahsetmeliyiz. Bu kuleler, şehrin başka birçok bölümüne dağılmış
olan diğer kulelerle bu surların sistemini tamamlıyor..(137)
1827 yılı seyyah Buckhingham
Diyarbekir şehri bazaltik bir taş yığını üzerine kurulmuş. Dicle’nin batı kıyısında bir
tepeden doğan bir yığın. Nehrin akıntısı tepenin eteklerinde kuzeydoğudan güneybatıya akıyor; sanki kuzeyden bu yöne doğru keskin bir kıvrım yaparak. Şehrin şekli neredeyse dairesel: her taraftan surlarla çevrilmiş ve yaklaşık 3 millik daire içinde.
Şehirde şu anda açık olan 4 kapı var ve bunlar isimlerini kendi yol gösterdikleri yerlerden
almışlar. İlki güneybatıda olan Bab el Mardin yani Mardin Kapısı; ikincisi batıdaki Bab el
Roum yani Urfa Kapısı; üçüncüsü; kuzeydeki Bab el Jebel, Dağ Kapı ve de dördüncüsü
doğudaki Bab el Jedeed yani Yeni Kapı. İlki Mardin’e, ikincisi Anadolu’ya, üçüncüsü Ermenistan ve Kürdistan dağlarına ve dördüncüsü de, yani yeni olan nehire açılıyor.
576 DİYARBAKIR SURLARI
En son saydığımız iki kapı arasında ortada kalan kale şehrin kuzeydoğu ucunda ve
burada taş üzerine yapılmış bir surlar çizgisinde aşağıdaki Dicle’nin akıntısına bakıyor
ve yüksekliği sayesinde şehrin tümüne hükmediyor. Şehrin surları yuvarlak ve kare şeklinde kulelere sahip; düzensiz aralıklı, oldukça yüksek ve yontulmuş taştan sağlamr.bir
şekilde yapılmışlar; çok büyük bir güç görüntüsü çiziyor ama en sağlam şekilde güçlendirilen bölümü kuzeyde. Burada kare kuleler çok kalın bir şekilde yerleştirilmiş ve uzun
bir silah bataryası hazırlanmış; kaplanmış üstü örtülmüş mazgallardan hedeflenerek.
Kaledeyken buradan manzaranın en uzak sınırları bu şehrin kurulduğu doğanın
fikrini iletmekte yeterlilik işaretleri veriyor(137)
1890 Lamec Saad seyahatnamesinde
Şehir, 12. yy’da yapılan otuz-kırk metre yüksekliğindeki surlara ve elli-altmış ayak
yüksekliği ve on beş-yirmi ayak genişliği olan kulelerle çevrilidir; hatta surların bazı
kısımları 14. yy’dandır ve üzerinde Arapça, Latince ve eski Yunanca yazılar
bulunmaktadır. Çifte duvarlardan kalıntılar ve on altı kuleli kaleden sadece yıkıntılar
kalmış. Burada eski zamanların hükümet konağı (şimdi yenisi inşa edildi), hemen yanında küçük bir kışla ve şehir hapishanesi yer almaktadır. Şehirde Yenikapı, Mardinkapı,
Urfa kapı ve Dağkapı olmak üzere dört kapı vardır. Mardin ve Dağ kapıları gece açık tutulurken, Urfa kapı ve Yenikapı kilitlenmektedir.(137)
1 Kont Cholet seyahatnamesinde
Genel yapısı açısından Anadolu’daki diğer büyük şehirlere benzeyen Diyarbekir,
şehrin çevresine inşa edilmiş, çok iyi muhafaza edilmiş ve inşa eden halkların işaretlerini taşıyan surlarla diğer şehirlerden farklıdır. Romalılar, İranlılar ve Araplar, sıra sıra bu
surlara emek sarf etmişler. Surlar mazgal mazgal, yüksek ve kalındır; surların kenarlarında zaman zaman kare zaman zaman yuvarlak görkemli kuleler yükselmekte ve şehrin
üzerinde inşa edildiği dağın sarp yamaçlarına hakimdir.(137)
Von Oppenhesim seyahatnamesinde
Surlar, Kuleler, Kapılar
Diyarbekir’in görkemli, dayanıklı yapıları şehrin etrafında düzensiz bir daireyi andırır
şekilde birbirine bağlıdır. Dört köşeli, sekiz köşeli veya yuvarlak biçimli çok sayıda kulelerle yarılmış surlar dört kapıdan girişlidir. Bu kapılar: Batıda Ur-fa kapısı (Halep kapısı),
SEYAHATNAMELERDE SURLAR 577
güneyde Mardin Kapısı, Doğuda Yeni Kapı, Kuzeyde Dağ Kapısı (Harput Kapısı),
Harput Kapısı ve Yeni Kapı arasındaki kuzeydoğu duvarının kıvrımında virane haldeki
İçkale bulunur. Diyarbekir’deki bu yapıları gezmiş seyyahlardan, yazdıkları, yazıbilim
açısından kaydadeğer olanları burada anacağız. Niebuhr’a * (1766) kısa ama değerli şehir
ve surlar özeti için, ayrıca yayınında surların kısa betimlemelerinin yanında kitabelerden
bahis açılması ve dördünün orijinal metinlerinin açıklanması için müteşekkiriz. Daha
uzun olmakla birlikte teknik betimlemeler açısından daha kısa olan Hemmaire de
“VVelns’in çalışmasından Arapça kitabelerin tam bir dökümünü elde edebiliriz. (1847)
O ikisinin üstünde Garden’in (1857) Kapılar, Kuleler, Duvarlar hakkındaki betimlemeleri vardır. Ne var ki kitabe çevirileri oldukça kötüdür.(i)
Abbasi halifesi Muktedir’in kitabesi (hicri 297) 942 numaralı fotoğraf şehir surlarının
Mardin kapısının sağ dış cephesinde bulunan, orta büyüklükteki pürüzsüz taşlardan
oluşan bir parçasını gösteriyor. Duvarda birinin altında üzerinde uzun ince bir mazgal
bulunan ileri çıkmış bir saçak olan iki kitabe bulunuyor.
Sağdaki, üç yapıtaşının üzerinde bulunuyor ve eski Kufi’de orta büyüklükteki tektip
çiviyazısı harfleriyle, imlasız yazılmış üç satır ihtiva ediyor.
İç satırın sonunda kabaca oyulmuş sivri kulaklı, yeleli, kıvrık kuyruklu, ağızlarındane
olduğu belirsiz bir cisim taşıyan tilki ya da leopar gibi görünen iki memeli hayvan bulunuyor.
Abbasi halifesi Muktedir kitabesi: Soldaki öbür kitabe aynı yazı stilindeki beheri üç
satırlık beş yapı taşından oluşuyor. Kitabenin altında 6. bir taşın üstünde biri sivri kulaklı
bir tavşan, diğeri düzgün, kalın, uzun boynuzlu bir ceylan olmak üzere, sekiz köşeli bir
yıldızın iki tarafında yine iki tuhaf dört ayaklı bulunuyor. Bu ve ardı sıra gelen kitabeler,
paleografik olarak bu zamana değin gelmişler. Tarihi olarak ise sadece antikliklerinden
değil bilakis Abbasi kitabeleri çok az sayıda olduğundan, oldukça büyük değere haizdirler.
Halifenin unvanları şu sıradaki dört parçadan oluşuyor: 1. Kendi adı 2. İmam İmzası 3.
Dini Konumu 4. Müminlerin emiri imzası.
Yüksek emri ifa eden iki kişi, tarihi olarak kimliği bilinmeyen kişilerdir. Birincisinin
mahlası el carcaraya veya el carcaradlin olarak yazılır; el carcarayi diye okuyabiliriz.
Bu onun Carcaraya denen Bağdat ile Vasit arasındaki bir yerden geldiğini gösterir.
İkincisinin al muktediri şeklindeki okunuşu bu kişinin halifenin kölesi veya memuru olduğunu gösterir. Herhalde yerin noksanlığından ifadenin sonundaki (ja) kısmı yazılmamış. Muktedir şehrin duvarına bu ifadeyi niye yazdırmış? Hicri 3. yy’ınortalarında,
578 DİYARBAKIR SURLARI
Di-yarbekir’de halifeye bağlı olarak emirlik yapan aileden ismi Muhammed ibn Ahmed
ibn İsa ibn al Şeyh olduğu bilinen, hicri 284’den itibaren halife temsilciliği yapan kişi, halife Mutadid’e karşı isyan ediyordu. Halife şehre yöneldi ve H. 286 yılının Rabiülevvel
ayına kadar (nisan-mayıs 899) şehri muhasara altında tuttu. Muhammed Şeyh ölüm
döşeğin-deyken halife muhasarayı kaldırttı ve onu hediyelerle şereflendirdi; fakat şehir
surları zarar görmüştü. İşte Mutadid’in oğlu ve Halefi Muktedir’in 11 yıl sonrasında surları
imar etmesinin sebebi budur. Hem de bu sefer yalnız aynı taraf değil, aynı zamanda karşı
surun karşı tarafı da imar olunmuştu. Sıradaki kitabeler bunu açıkça ispatlıyor.
Halife Muktedir’in kitabesi (H 297): 9421 numaralı fotoğraf Dağ kapısının toplu
bir görüntüsünü veriyor. Kapı bir dayanakla sabitleştirilmiş sütunlarm küp desenli yuvarlak kemerle çevrilmesinden oluşmuş. Bu girişin iki tarafında, bir midyeyle kemere
tutturulmuş sütunlarca kuşatılmış iki duvar hücresi bulunuyor. Bu yapının sağ ve sol
yanında iki görkemli kule yükseliyor. Kuleler midye çe-perleriyle dekorlanmış. Aynı
Mardin kapısındaki gibi, hafif çıkıntılı pervazlar beş metre kadar yükseklikteki kuleleri
çevreliyor. Ayrıca duvar işçiliği olarak bunların üzerine uzun ve ince çentikler atılmış.
Duvar ve kapı büyük çatılarla taçlandırılmış.Giriş kemerinin üzerinde, dikdörtgen oymalı dört satırlık aynı yazı stiliyle fakat biraz büyük harflerle yazılmış kitabe bulunur.
Ne yazık ki resim çok silik kurşuni renkte ve boyutu çok küçük öyle ki yalnız birkaç
sözcük güçlükle okunuyor.
İlerde sağdaki duvarda iki kısa satır aynı sanatla yazılmış. (Kelime-i Şehadet)
Muktedir kitabesi: (h. 247) Daha ilerde sağda, sağ kulenin cephesinde pervazların
altında aynı sanatla yazılmış uzun bir satır.
Muktedir kitabesi: Duvarın yüksek kısımlarında, girişin üstünde direkt çatı kısmının
altında tekrar aynı sanatla bir satır var. Satırın üstündeki İmam ibaresi kitabenin Muktedir’e aidiyeti tescilliyor fakat satırın yalnızca 4. satırı okunabiliyor.11 (... yapmak için...)
Son olarak H. De Hell, sol kulenin cephesinde bulunan aynı sanatla yazılmış iki satırlık
bir fragmana işaret ediyor. Bütün kitabelerden anlaşılan, bütün yapılar olmasa da, bunların
önemli bir kısmı ve dört kapının ikisi İslami arkeolojideki bugünkü gerçeklere göre 510
yılından kalmadırlar. Eldeki malzemeler henüz kesin sonuçlara imkan vermese-ler de, Dağ
kapısının genel yapısının, meşhur Fatımi halifesi Mustansir tarafından H. 480 yılında Urfalı
iki mimara yaptırılmış. Kahire’deki Fetih Kapısına (Bab al Futuh) benzerliğini söylemek
isterimDetaylardaki stil farklılıkları da aralarındaki zaman farkını açıklar.
SEYAHATNAMELERDE SURLAR 579
(Artuklu) = (Ortoki’den) Muhammed’in Kitabesi: (H. 579) 942 numaralı fotoğraf
Rum kapısının genel görüntüsünü veriyor. Bu yapı, duvardan sıyrılmış kalayla örülmüş
iki görkemli kuleyle çevrilmiş. Yapı duvarla örülmüş ve restore edilmiş bir girişten ve
yanlarındaki iki ince ve alçak yan girişten oluşmaktadır. Sağdaki, duvarla çevrili olanının, güzel bir profille taşa oyulmuş çerçevesi direk ve kapakla kuvvetlendirilmiş. Sadece
soldaki aynı profildeki çerçeveli bir girişle açılmış. Kapak kısmı geniş bir ek kemerle
durmaktadır. Kemerin dikit taşında ağzı halkalı bir boğa başı ve bunun üzerinde açık
kanatlı yırtıcı kuş oymaları yapılmış.1Kemerin alt ve üst kısımlarında maalesef okunaklı
olmayan bir yazı bulunuyor. 133 numaralı fotoğraf bu kapı cephelerinin detaylı görüntüsünü verir. Burada kitabe daha net görünür fakat üç satırlık yazı okunaklı değildir. İki
satır kemerin üstünde ve uzun, biri kısa ve kemer altında olmak üzere bu zengin dekorlu
yazılar 12. yy dan kalmadır. 3. satırın sağında ve solunda yaralı yılan ve ejderha figürleri
oyulmuş. Bunlar çokça kullanılan figürlerdir. Bağdat’taki gizemli figürlere benzemekle
beraber, daha basit ve kaba çalışmalardır.
Resimlerdeki takvimde yalnız onlar basamağı okunaklıdır. Yüzler basamağı
belirsizolmasına karşın, harf ve süs stillerinden ve daha sonra açıklanmış kopyalardan
tek bir ihtimalde birleşiliyor. Birler basamağı için tercihimizin 7 ile 9 arasında olacağı
kesin. Oppenheim’in günlüğünde bu “kitabenin açıklamasında H. 577 tarihi verilmiş.
H. De Hell aynı Garden gibi H. 559 diyor. Resim temelli bir incelemede, ben H. 559
demek isterim. Çünkü ilk gövde ikincisinden ayrık duruyor ve tarihi hakikatler de H.
559 yılını tescilleme yanlısıdır. H. 579 yılında Selahad-din Amid’i fethetti ve şehri kendi
yandaşlarına verdi. Tımarbaşı olarak Hüsn-Kayfa’dan Artuklu Muhammed’i seçmişti.
O zamana değin Selçuklu sultanlarının tımarcılarından bir yerel hanedan gerçek yönetim
Nisadinler-ce olacak şekilde Amid’de hüküm sürüyorlardı. Fakat kitabelerde Kufi hattı
kullanılışında anlatılan dönem ile kitabeler arasında bir uyumsuzluk var gibidir.17 Mamafih, hem harf stili hem heykeller Artuklulara uyuyor gibiler. Bunun yanında kapıdaki
iki ejderha figürü buranın Selçuklu fethinden sonra bir yeniden inşaya uğradığını göstermektedir.1Bundan sonra Artuklu Muhammed ismi incelenmeli ki bu tamamlanmamış
unvan yazısı eski bir Selçuklu tımarcısından çok ona uyar. Ama aynı bu iki kuleli kapı
pekala halife Muktedir’in zamanına değin gidebilirler.
Kitabenin solunda, çiçek desenli Kufi hattıyla iki fragmanlı iki taş, duvara yerleştirilmiş
Birinin üstünde velen veya velah (arapça ifadeler) gibi birşeyler diğerinin üstünde yapılış
tarihi 400 ibaresi bulunuyor. Bu belirsiz tarihten ve de harf stilinden, aynen Niebuhr’un
kopyaladığı diğerleri gibi, yıkık Mervaniden kitabeleri sonucuna varırız.
580 DİYARBAKIR SURLARI
Sultan Mahmut’un Kitabesi (H. 605) Niebuhr’un anlattıklarına göre şehir surları güneybatı kısımlarında iki açıdan iki derin yuvarlak kuleyle güçlendirilen çıkıntıya sahiptirler. 440 numaralı fotoğraf Evli Beden adı verilen kulenin bir genel görüntüsünü veriyor.
Aynı kule H. De Hell’de öbür cepheden görüntülenmiş. Ayağı iki kalın taştan eğimlemelerle güçlendirilmiş yapı pervaz ve kapak olarak ince kümeli dekorlar ve taşa oyulmuş hayvan figürleri barındırıyor.
Aşağıda, zengin profilli çerçevesinde, resimlerde yalnız birkaç kelimesi görülebilen
uzun bir kitabe duruyor. Fakat hoş bir tesadüfle, metin neredeyse tam olarak açıklanabiliyor. H. De Hells’in çalışması, çerçevesi üstte kısa, ortada uzun, altta tekrar kısa olmak üzere, üç satirli olan kitabeyi tam şekliyle gösteriyor. Oprenheim’in resminde yalnız
ortadaki uzun satırın baş kısmı okunaklıdır. H. De Hells’in çalışmasında üç satirdi
görülebilir, fakat okunaklı değildir. Hells’in ikinci seyahat çalışmasında 467 sayfada tam
olmayan çeviri, orijinal metin olmadan ilave edilmiş. Niebuhr’un 327. sayfasında şehir
surlarındaki konumunu belirtmeden verdiği kitabenin metnini Oppenheim’daki
parçalarla kıyasladığımızda, aynı kitabeden bahsettiklerini anlıyoruz. Sonuncusu,
Niebuhr’un tarihsel girizgahıyla çakışıyor. Oppenhe-im’da bulunmayan, Niebuhr’un
kesik bir şekilde ilk satırı gösterdiği, besmele ve ardından gelen hikmetli sözün okunduğu
çalışması, enteresan bir biçimde, bana Harput’tan gönderilen bir fotoğrafla çakışıyor.
Fotoğrafta, H. De Hells’in çalışmasındaki gibi, sadece üç satır görülebiliyor. Okumak
olanaksız fakat Niebuhr okumalarının merceği altında satır dizimini kontrol ediyorum.
Son olarak, Garden surların betimlemesini yaparken üç kitabenin hangisin Niebuhr’a
nispetle açıkladığını tam olarak anlatmıyor. Gerçi sonuçta aynı şeyleri söylüyor ve bazı
açıklamalarda Niebuhr’a göndermelerde bulunuyor. Müteakip metin Niebuhr’a göre,
ortaya konmuş, benim fotoğrafımla birlikte, Oppenheim ve Garden’la kıyaslanarak
açıklanmıştır. Nihai bir taslak için gereken bir bir kroki eksik kalmıştır. Büyük harflerle
güzel bir yazı stilinde metin giriyor.
Bahsi geçmiş olan Muhammed’in bir oğlu olan Melik Salih Mahmut, Hasankeyf ve
Amid’de hicri 779-619 yılları arasında yöneticilik yapmış ve komşularına karşı seferler
düzenlemişti. Bu sırada inşa ettirdiği askeri yapılardan bahsetmek gerekiyor. Melik Salih
Eyyübi, Melik Adil’in ve Melik Kamil’in ve Selçuklu Keykavus’unun hükümranlıklarını
kabul etmişti. Enteresan bir olay, o da timar sahipleri gibi sultanlık namı sürmüş ve kitabe altlarına Nasır ve Emir el Mü’minin nişanları vurulmuş.25 Bir başka kitabede de görülen bu durum, onun halifeye karşı tutumunu ortaya koymaktadır.
SEYAHATNAMELERDE SURLAR 581
Sultan Mahmud Kitabesi:
İkinci bombeli kule yedi kardeşler ismi ile anılır. H. De Hells’in levhasında arka
planda görülen bu yapı, aynı tarzda inşa edilmiş ve dekore edilmiştir. Fakat üstteki kısım,
bilahare yenilenmiştir. Kitabe aynı Evli Beden’deki gibi, kısımlara ayrılmıştır. Niebuhr’un
hiç bahsetmediği bu yapıyı ben şu materyallerle açıklamak istiyorum.
1. Harput’tan bana yeni gönderilen, kitabelerin görülür fakat yalnız orta kısımlarının
okunaklı olduğu sur ve kule resimleri.
2. G. F. Lehmann’ın üzerinde birinci ve üçüncü satırın tamamının, ikinci satırın orta
kısmının okunaklı olduğu büyük ölçekli fotoğraf.
3. Oppenheim’in kopyasını dikkatli bakıldığında Lehmann’daki ikinci satırın okunmayan kısmını veren fragmanı. H. De Hells’in çevirisinde, 466. sayfada onun için pek
bir manası olmayan, yalnız ikinci ve üçüncü satırlar arasındaki bağlantıyı sağladığı için
benim için önemli olan.
4. Garden’in gerçekten yetkin olmayan kitabe çevirisi.
Bu materyalden tam bir kesinlik taşımamakla beraber, bu metin çıkıyor. Yazı şekli ve
harfler aynı öncekiler gibidir. Bu metinlerin, Lehmann’daki malzemelerde aldığı şekilleri
deminki başlıklarda anlatmıştım. Bunlar üzerine ulaştığımız sonuçları diğer kısımda
anlatacağız. Eksik olan tarih diğer kitabe-lerdeki ile aynı olabilir. Yalnız bu kitabeler
değil, bilakis, Mahmud’un vesile olduğu iki kule, dekorasyondaki aynileşmeyi ispatlıyor.
Özellikle kitabe çevresindeki hayvan figürle ri, kükreyen aslanlar, çift başlı şahin ve kartallar. Yalnızca sondaki, daha bir heraldik stili ile ve düz kabartma şekli ile, diğerlerinden
ayrı görünüyor. İki kitabenin kesiştiği yerin üst kısmında sanki bir arma gibi görünüyor.
Çift başlı kartal figürü, ilk çağda ve orta çağda, farklı abide mimarilerinde ve de doğu
sikkelerinde görülüyor. Amid surlarına yerleştirilmiş olan kartal figürlerini aynı formda
Mahmud’un adına yapılmış olan sikkelerde görmekteyiz. Fakat bu demek değildir ki, bu
Sultan’ın kendi özel armasıdır. Buna karşın, iki kulenin, surun kalan kısmı üzerindeki
kopuk yapısı, bir takım arkeolojik ve tarihsel sorunları ortaya atıyor. Amid’in surlarının
sabitliği sebebiyle Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Nisanoğulları, Artuklular ve Eyyübiler, Mahmud yönetiminden çok önceleri, İslam öncesinde atılmış temeller üzerine üst
üste inşa faaliyetleri yapmışlar.2Mamafih, insan bu haşin ve zengin dekorlu kulelere halife Muktedir’in güzel dört köşeli kuleler barındıran, üzerinde halen Mervani kitabeleri
olan yapıları ile birlikte düşündüğünde, oni-kinci yüzyıldan onüçüncü yüzyıla askeri mi582 DİYARBAKIR SURLARI
marinin ne gibi dönüşümler geçirdiğini görüyor. Kahire’nin yapıları içinde, Eyyubilerin
yapılarının Fatımilerinki ile arasındaki farkları göstermek yoluyla benzer bir kıyaslama
yapmıştım.3Burada, ayrıntıyı Haçlılar yoluyla yakalayabiliyoruz. Avrupa’dan Fransa
kaynaklı yeni malzemeler, geleneksel Bi-zans-Arap yapı metoduna Suriye bölgesi kanalıyla giriyor. Eyyubiler, haçlılardan savaşta öğrendiklerini akıllıca kullandılar. Şimdi
burada, Amid’in Artuklularının, onikinci ve onüçüncü yüzyılda Suriye’deki savaşlara katıldıklarını ve bu yolla haçlı kalesi tipini ve Frankların yapı metodunu öğrendiklerini düşünüyoruz. Böylece, şu tahmin edilmeli ki, Mahmud’un kuleleri, Suriye ve Mısır’daki
Eyyubi yapıları gibi, yoğun Haçlı etkisi taşırlar. Franklar onikinci yüzyılda, akıncı kuvvetlerini Urfa’dan Diyarbekir’e yaymışlar ve Eyyübileri, Mahmut zamanında Diyarbekir’in kuzey ve doğu kısmına değin sıkıştırmışlardı. (137)
Rev E.L.Cutıs seyahatnamesinde
Şehir, şehrin doğu kısmını dairesel bir kavisle kuşatan Dicle’nin yüksek kayalık kıyılarının en yüksek yerinde kurulmuş. Siyah bazalttan surlarla korunuyor ve 4 tane kapı
kulesi ile denetleniyor. Nehir tarafında ise sur o kadar da yüksek değil; toprak tarafında
ikinci bir alçak sur ile daha fazla güçlendirilmiş ve ilerisinde de bir hendek var. İçerde
surların etrafında askeri operasyonlar için bırakılan geniş bir alan var. Surlar büyük bir
ihtimalle orta çağlarda eski materyallerden yapılmış ya da tamir edilmiş. Çünkü tamamlanmamış sütun parçaları içlerine gömülerek yapılmışlar. Bu büyük ve güçlü yer Roma
ve Pers imparatorlukları arasındaki savaşlarda önemli bir rol oynamıştır. İmparator Constantius tarafından Pers kralı Sapor’un savaş tehditleri göz önünde bulundurularak genişletilip güçlendirilmiş ve 7 lejyon tarafından korunmuş. (137)
Sultan Abdülmecid dönemi Ebubekir Feyzi layihası
Amid Kalesi: Ebubekir Feyzi’nin verdiği bilgiye göre Dicle’nin batı kenarında ve
nehre hâkim düz bir sahranın ortasında yer alan kale derin hendek ve yetmiş iki burc ve
dört kapıdan oluşmaktadır. Mardin Kapısı’nın sağ tarafında Sahabeyn adında iki kale
misali büyük burç bulunup bu burçların ortasında dört köşe mermere birer aslan
nakşolunmuştur.(135)
Burada sahabeyn kelimesi önemlidir. Mardinkapı’da 2 sahabenin kabrine işaret ediyor.
Ebubekir Feyzi’ye ait Ahval-ül Buldan el yazma eser, tertip ve terkip bakımından
özellikle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’ndeki geleneği 19. yüzyıla taşıyan son Osmanlı
seyahatnamesi/coğrafya kitabı olarak da değerlendirilebilinirEbubekir Feyzi’ye göre
SEYAHATNAMELERDE SURLAR 583
Amid Kalesi: Ebubekir Feyzi’nin verdiği bilgiye göre Dicle’nin batı kenarında ve
nehre hâkim düz bir sahranın ortasında yer alan kale derin hendek ve yetmiş iki burc ve
dört kapıdan oluşmaktadır. Mardin Kapısı’nın sağ tarafında Sahabeyn adında iki kale
misali büyük burç bulunup bu burçların ortasında dört köşe mermere birer aslan
nakşolunmuştur. Aslanların gözlerinin isabet eylediği yerde bir definenin gizlenmiş
olduğu söylendiğinden bazı define tutkunları, aslanların baktığı zannedilen yerleri
kazarak adeta her yeri köstebek deliklerine çevirmişlerdir. Kalenin kapılarından Dağ
Kapısı İstanbul, Rum Kapısı Urfa, Mardin Kapısı Bağdat ve Su Kapısı (Yeni Kapı) Dicle
tarafına açılmaktadır. Su Kapısı’ndan Dicle’ye yokuş aşağı inilir. İç kale, Su Kapısı ile
Dağ Kapısı arasında, Dicle’ye nazır olup, set başında burç, zindan ve sarnıç
bulunmaktadır. Burası top ve cephaneleriyle korunaklı bir serhat oluşturmaktadır. Feyzi,
bu korunaklı iç kalede beş yüz kadar ev, camiler, hamam ve paşa sarayının bulunduğunu
yazar. Kale içinde Halid b.Velid türbesinin olduğunu bildiren Ebubekir Feyzi, tıpkı Evliya
Çelebi gibi, Halid b. Velid’in Humus’ta medfun olduğunu dolayısıyla burada o kişinin
ancak makamının bulunabileceğini not eder (118)
584 DİYARBAKIR SURLARI
12.BÖLÜM
SUR KUŞATMA TEKNOLOJİLERİ
SUR KUŞATMA TEKNOLOJİLERİ
Surlarda düşmana korunmak için hendekler vardır. Diyarbakır surları klasik
olarak 2 surlu ve arada da hendekler vardı.
Hendekler
Kalenin girişini korumak ve duvarın önündeki su dolu hendek üzerinden geçişi
sağlamak üzere bir iner kalkar köprü zincirlere bağlı olarak hendeğin karşı kenarına
iner, gerektiğinde yukarı kaldırılarak aynı zamanda kapının önünü perdelemek suretiyle girişi daha da güçlendirirdi. Böylece kaleye dışarıdan giriş imkanı ortadan kaldırılırdı. Kalenin en zayıf bölgesi olan kapı kenarında başka önlemler de alınır,
böylece düşmanın kaleye girmesine engel olmaya çalışılırdı.
Çift sur ve hendekler kaleyi alınamaz hale getirmiştir.
Ancak dünyanın en büyük ve zorlu kalelerinden birini fethetmek az şehitle mümkün görünmemektedir. Bu açıdan tarihteki örneklere göz atalım.
MS.349 yılında II. Constantinius Amida’nın etrafını surlarla çevirdi. Bu yarım
Diyarbakır şeklindeydi. Surların sınırı dağ kapıdan gazi caddesinden geçiyordu.
Antakyalı tarihçi Ammianus Marcellinıs’un verdiği bilgilere göre:
M.S.359’da.II. Şahpur tarafından Sasanlıların Diyarbakırın fethinde Diyarbakır’ın
fethinde Diyarbakırın nüfusu 20.000.di.120 bin civarında ordu.73 gün süren bir kuşatma oldu. Bu savaşta Pers ordusu 30.000 kayıp verdi. Kalenin etrafında hendekler
vardı. Kaleden büyük taşlar atılıyordu.
SUR KUŞATMA TEKNOLOJİLERİ 587
5 Ekim 502’de Sasanlı hükümdarı Kavad Diyarbakırı kuşattı. Romalılar ezici
denen makine ile 300 kg. ağırlığında taşlar atıyordu,3 aylık kuşatmayla 50.000 zayiat
veren İranlılar çekildi.
Diyarbakır’ı almak isteyen I.Keykubad’a komutanı Kemalettin Kamyar şunu söylemiştir:’Ferman padişahımındır. Eğer muzaffer ordumuz semaların kalelerini fethetmek isteselerdi burçlarını kolay kolay yerden daha çukur bir hale getirirlerdi. Fakat
Diyarbekir öyle bir şehirdir ki: hisarı mermerden bir dağdır. Hiçbir padişah orayı
cenk ve muhasara ile fethedememiştir. Bu fetih asla kolay olmayacaktır.
Albert Gabriel hendek konusu şu şekilde ele alır.
Hendekönü duvarı; Genişliği 3-5 metre arasında, kontrol yolunun kent toprağından yüksekliği 8-12 metre arasında. Bu kontrol yolu, dik yara doğru 70 cm. kalınlığında ve 2 metre yüksekliğinde mazgallı ve siperli bir korkulukla koruma altına
alınmıştı. Bugün bu korkuluğun, yakın zamanda elden geçirilmiş kalıntıları görülebiliyor ancak. Ama gene de eski durumu hakkında bilgilerimiz yok değildir: 2-5 metre
uzunluğunda delici ve öldürücü siperlerle arka arkaya sıralanmış 80 cm. genişliğinde
mazgalları bulunan korkuluk, bir tür hava akımı sağlamaktaydı.
Kalınlığı ne olursa olsun, hendek önü duvarı, dikine yontulmuş iki taş arasına
kireç ve harç karışımı kaba sıva ile taş dolgu esasına göre inşa edilmiştir (46). Şevli
kaplama taşı, onarılmış bölümler dışında, yüksekliği 40-45 cm. arasında değişen bazalt dizilerden oluşur. En çok rastlanılan türü 42 cm. dir. Bu düzeltilmiş duvarın kalınlığı 35 cm. yi geçmez ve istisna olarak masif kitle içine gömülü bağlama taşları,
duvar yüzeyine sık biçimde dağıtılmıştı. Bu duvar, hendek önü duvarından, onu çıplak bırakacak biçimde ayrılmıştı, iç taş dolgu, bazı yerde yüzey boyunca uzanmaktaydı. Bu durum, bütün sur boyunca uygulanmış onarımların, birçok kez
tekrarlandığını göstermektedir.
Her duvar, arka arkaya sıralanan ikişer bedeni kapsamaktadır. Şevli duvar, genişliği
2 metreyi, şevli çeper üzerindeki çıkıntısı 1.80 metreyi aşmayan farklı büyüklükte
dikdörtgen payandalarla desteklenmektedir. Bu payandalar, yapıldıkları dönemde
hendek önü duvarının güvenliğine katkıda bulunuyorlardı, ama işlevleri ayni zamanda savunmaya yönelikti. Ayrıca dış suru koruyacak ikinci derecede müstahkem
588 DİYARBAKIR SURLARI
bir başka duvar daha inşa edilmişti. Surun dibinde, bütün cephe boyunca, iki beden
arasında bu duvarlar uzanmaktaydı.
Üç noktada, az ya da çok açıklıkla izlenebilen kalıntıların bir özelliğine daha değinmek kalıyor geriye: 1) Mardin Kapısı’nın Batısında; 2) Keçi Burcunun Batısında;
3) Yeni Kapı’nın Güneyinde Hendek önü duvarının üzerinde, seğirdim yolunun altında yaklaşık 2 metre genişliğinde, üzeri tuğla tonozla Örtülü bir geçit yer almaktaydı. Bu geçidi, şevliğe doğru sınırlayan duvar, öldürücü mazgallarla delinmişti. O
zaman kent içinde, birbirine çok yakın kullanılan bu mazgallar, içi demirli olarak
Çokça inşa edilmekteydi. Yıkıntılar nedeniyle önemli bir bölümü tıkanmış, içine zorlukla girilebilen yerlerde bu geçitler, birbirine uzak iki işyeri arasındaki iletişimi sağlamakta da önemli bir görevi yerine getiriyorlardı. Bunun yanısıra, duvarların üzerini
hafifletmekte ekonomik bir işlevi de vardı bu geçitlerin. Surun sağlamlığı böylece bozulmuyordu, çünkü yüksek kısımlar, mermi ve öteki saldın araçlarına karşı korunmuş
oluyordu. Procope’a göre, bu geçit, Dara’nın, hendek önü duvarlannı kapatan yeraltı
geçidine çok benzer Diyarbekir surlarının tümünde, ayni inşa sisteminin uygulanmış
olduğunu söylemek zordur (37)
Keçiburcundaki ikinci sur ve hendek
SUR KUŞATMA TEKNOLOJİLERİ 589
Keçiburcundaki ikinci sur ve hendek
Mardinkapı’da hendek
590 DİYARBAKIR SURLARI
b) Dış sur- Dış surun genişliği 5-12 metre arasında değişmektedir. Küçük çapta
bir hendek önü duvarı niteliğindeki bu dış sur, toprak düzeyinden 2 metre yüksekliğinde bir seğirdim yolunu da içine alan alçak bir duvarla korunmaktaydı. Daha önce
bu seğirdim yolu, hendek önü duvarındakini andıran mazgal önü siperleri ve mazgallı
bir korkulukla korunuyor olmalıydı Her bedenin sağ tarafında dış sur duvarı hendeğe
doğru, şevli bölme duvarının gerçek bir tahkimine yol açacak biçimde, bir çıkma boyunca ayrılır. Arka arkaya sıralanan iki tahkimat arasında, bu bölme duvarı, hendek
önü duvar payandalarıyla ayni işlevi gören dikdörtgen bir ya da birçok payandaya dayanmaktaydı
Hendek- Kuşkusuz dış sur, her yerde salt dik duvarlarla savunulmuyordu; ona, bir
hendek de eşlik etmekteydi. Bu hendek, 15 metre genişliğe ulaştığı Kuzey ve Kuzeybatı cephesi üzerinde, sonradan tamamen toprakla dolduruldu. Bugün de görüldüğü
gibi, bazı bölümleri taşa oyulmuş olarak Güneydoğuya doğru daha da daralmaktaydı.
Bu yörelerde genişlik, 6 metreyi geçmez.(37)
Fiskayada 2 sur ve arada hendek-Öndeki yıktırılan ikinci sur, aradaki ise hendektir
SUR KUŞATMA TEKNOLOJİLERİ 591
Fiskayada 2 sur ve arada hendek-Öndeki yıktırılan ikinci sur, aradaki ise hendektir
Dış kale sırlarını ikinci bir surun çevrelediği çeşitli kaynaklardan ve Mardin kapı
kısmında bulunan dış sur kalıntılarının, günümüze kadar gelmesiyle anlıyoruz. Ayrıca
Nasır-ı Hüsrev sefernamesinde değindiği dış sur 1 Ekim 1232’de kaleyi fetheden Eyyubi hükümdarı Melik Kamil tarafından yıktırılarak dış kalenin onarımında kullanılmıştır. Kalenin kuşatılması esnasında derin ve geniş olan bu hendeğin içi su ile
doldurulup engel oluşturmak amacıyla yapılmıştır. Ancak günümüzde bu hendekler
doldurulmuş durumdadır.
İran bilginlerinden Nasır-ı Hüsrev sefernamesinde bu ikinci sur hakkında şunları
söylemişlerdir.
Bu surun dışında bir sur daha vardır. O da aynı taştan yapılmış yüksekliği 10 arşındır. Bütün kale bedenlerinin üstünde mazgallar vardır. Mazgalın içinde tamamıyla
silahlı bir adamın geçebileceği, durabileceği, durabileceği, kolayca savaşabileceği bir
geçit yapılmıştır. Bu dış kalenin de (bugünkü surdan ibaret iç kalenin kuzey-batı ve
592 DİYARBAKIR SURLARI
güneydeki) kapılarına karşı demir kapıları vardır. İlk kale kapısından girildi mi, ikinci
kale kapısına varabilmek için bir müddet iki kale arasındaki aralıktan geçmek gerekir.
Bu yolun genişliği 15 arşındır (38)
Sur kuşatmasında kullanılan teknolojiler
Surların sağladığı üstünlüğe karşı saldıranların karşı koyabileceğin kısıtlı taktikler
mevcuttu. Bu taktiklerden ilk akla gelenler ise, ahşaptan yapılan kuşatma kuleleri,
surların altında açılan dehlizler ile duvarların çökertilmesi, surların hemen karşısına
yapılacak yapay tepeler, duvarların üzerine ulaşmayı sağlayacak hafif ve sağlam merdivenlerdir. Bu taktiklerin çoğu Amida kuşatmasından denenmiştir (Amm. Marc.
XIX.5.1–8).
Mancınıklar
Roma mancınıkları ve kuşatma makinelerinin büyük çonunluğu Helenistik teknolojiden adapte edilmiştir. Helenistik krallıklar döneminde çeşitlendirilen araçları
temel alan Roma silah mühendisleri, daha uzağa giden ve daha ağır mızrak ve taşlar
atabilen mancınıklar yapmışlardır. Bu mancınıklar hem savunma, hem de kuşatma
ve saldırı amacına hizmet edecek şekilde de geliştirildiği gibi bazıları sabit bazıları
ise hareketli hale getirilmi_tir (Payne-Gallwey,2007: 249–264; Landels, 1978: 108–
110). Roma ile yüzyıllar süren savaşlar yapan Parthlar ve ardından Sasaniler de Romalılarınki ile aynı çalışma prensibine sahip mancınıklar ve ku_atma makineleri inşa
etmişlerdir (Rawlinson, 2007: 184). Çalışma prensiplerine göre farklılıklar gösteren
mancınıkların en etkin kullanılanları ballista, onager, scorpio’dur. Ballista, ilk olarak
Yunan şehir devletlerinde kullanılmıştır. Romalılar bu şehir devletlerini ele geçirmek
için savaşırken bu silahı daha yakından tanıma imkanı bulmuştur. (Feugère, 2002:
85–87; Chrissanthos, 2008: 145–148). Ballista, saldırı ve savunma durumuna uyarlanabilmesi, savaş alanında etki kullanımı ve ateşli mızraklar fırlatabilmesi gibi özellikleri ile Romalıları oldukça etkilemiştir. Romalı silah ustaları “Ballista”’yı
geli_tirerek silahın atıŞ menzilini yükseltmiş ve isabet oranını artırmışlardır (Goldsworthy, 2003: 188–189; Tunis, 1999: 33-34; Whitehorn, 1946: 49–57). Ballista,
M.Ö. I. yüzyıldan itibaren Roma lejyonlarının vazgeçilmez silahlarından biri olmuştur (Campbell, 2003a: 22–24; Gabriel, 2002: 241–243). İlk dönem Roma Ballistaları
SUR KUŞATMA TEKNOLOJİLERİ 593
ahşaptan yapılmasına rağmen sağlamlığının artırılması için parçalarının etrafına demir
plakalar çivilenmiştir. Ballista’nın ahşap kolları sıkı şekilde bükülmüş iplerin arasından
geçmektedir. Kollar geriye doğru çekildikçe ipler yay gibi gerilmekte ve serbest bırakıldığında biriken tüm gücü kolları ileri doğru itmeye vermektedir. Ballistalar boyutlarına göre büyük oklar, mızraklar ve şekillendirilmiş_ taşlar atabilmektedir (Landels,
1978: 112–113; Feugère, 2002: 53–55; Ceccarelli, 2010: 125–130). Romalılar, Ballistaları şehir savunmalarında surların üstlerine yerleştirerek yukarıda olmanın avantajını da kullanıp saldıranları püskürtmek amacıyla kullanmışlardır. Amida
kuşatmasında da kullanılan bu yöntemi Ammianus Marcellinus şöyle anlatmıştır:
“Sabah savaşın başlayacağının sinyali olan kırmızı pelerin gösterilince okçular sadaklarındaki tüm okları boşaltmaya başladı. Az sonra bütün güçleriyle bu noktadan
şehre daha hırslı ve öfkeli şekildesaldırdılar. Biz oldukça şaşırdık ve ilk aklımıza gelen
duvarlara dayanmış_ olan merdivenlerin olup olmadığıydı ve mazgallı siperlerin tutulmasını istedik. Böylece aramızda iş bölümü yaptık, hafif ballistaların beşi hareket
ettirilerek kuleye karşı yerleştirildi ve hızlıca atıldığında iki adamı biledelebilecek olan
tahta mızrakları (düşman askerlerinin üzerine) yağdırdık.”( Amm. Marc. XIX.5.1–8)
Ammianus Marcellinus, Sasanilerin kullandıkları Ballistaları hakkında da bilgi
vermiştir.
Benzer çalışma prensibine sahip olan bu silahlara üstünlük kazandırmak için kulelerin tepelerine yerleştirilmiştir.
“Düşman piyadeleri ok atım mesafesine kadar yaklaştıkları zaman surların üzerindeki ballistalar tarafından vuruldular ve atılan oklara karşı onların kalkanları başarılı
olamayınca adamlarımızın cesareti bir kat daha arttı. Buna rağmen düşmanın demir
kuleler üzerine in_a ettikleri ballistaları duvarlarımızın üzerindeki askerler için korkunç kıyıma neden oldu. Çünkü onların ballistalarınınkonumu bizimkilerden daha
yüksekteydi.”( Amm. Marc. XIX.7.1–8)
“Amida’nın surlarına saldırılar düzenlenirken bir diğer taraftan da bir kaçağın liderliğinde yeraltında dehlizler açılıyor ve düşman şehri kuşatmaya devam ediyordu.
Kuleler inşa ederek, (saldırı mevzisini) yükseltmeye başladılar, demir kulelerin üstlerine
594 DİYARBAKIR SURLARI
ballistaları yerleştirerek şehir savunucularını (surların üzerindeki) siperlerinden sökmeyi
amaçlıyorlardı.”(Amm. Marc. XIX.5.1–8) Onager, Ballistata gibi bükülmüş iplerde depolanan gücün bir anda serbest bırakılması ile kullanılan bir mancınık türüdür. Ballista
yay olarak kullanılan iplerde depolanan gücü kolları vasıtasıyla ileri yönlü bir harekete
çevirirken, Onager geri tepme teknolojisi kullanmaktaydı. Bu durum isabet oranını kısıtlamasına rağmen atılan nesnenin şiddetini artırmıştır. Ayrıca ballistanın karmaşık
yapısına rağmen Onager daha sade ve kullanışlı bir yapıya sahipti (Gurstelle, 2004:
127–128; Marsden, 1969: 253–255; Humphrey, 2003: 535–536;Rossi, 2009: 216–
218). Ammianus Marcellinus eserinde Onager’ın nasıl çalıştığıını anlatmıştır.
“Onager’in çerçevesi meşeden yapılmış iki kirişten meydana gelir ki bu tıpkı hörgüç
gibi durur. Kirişlerin ortasında bulunan büyük bir boşlukta ise güçlü ipler gerilmiş ve
bükülmüştür. Bükülen iplerin arasına oldukça uzun bir kol yerleştirilmiştir. Bu kolun
ucunda bir iğne ve kese bulunmaktadır. Kolun (serbest bırakıldığında) çaptığı yere tampon vazifesi görmesi için içi saman dolu çuval sıkı sıkıya bağlanmıştır. Savaş esnasında
yuvarlanmış toplar (sıklıkla kil topların içine konulmuş olan yanıcı ve patlayıcı maddeler yakılıp atılırdı) kesenin içine konur ve kol tarafından hızla fırlatılırdı. Sonra
(Onager kurulunca) uzmanlaşmış bir asker iğneye çekiç ile vurarak kolun serbest kalmasını ve taşın hedefine doğru gitmesini sağlardı.”(Amm. Marc. XXIII.4.4–8)
Roma, Parthlar ve Sasaniler arasında yüzyıllarca süren savaşların sonucunda kazanan taraf, ganimet olarak diğer tarafın sahip olduğu silahları ele geçirmekteydi.
Bundan dolayı Roma ve Sasani silah ustaları birbirlerinin sahip olduğu her türlü silahı
yakından tanımaktaydı. İki imparatorluğun sahip olduğu kuşatma makineleri ve mancınıklar dönemlerinin en güçlü ve teknolojik araçları sayılmaktaydı (Farrokh, 2007:
202–204; Southern, 1996: 156–157). Amida kuşatması esnasında Ammianus Marcellinus, Sasanilerin Onager ile aynı çalışma prensibine sahip silahlarla şehrin duvarlarına nasıl saldırdığını anlatır.
“Yeni günün ışığı gelince sayısız asker kalabalığı, borularla verilen sinyalle yeniden
muharebeye çağırıldı. Gözle görülebilen tüm vadiler ve ovaları kaplayan askerler barbar
ulusların ordularınınyaptığı gibi, avcı kuşlara benzer şekilde saldırdı. Hemen sonra
büyük başarı ve çağıırışlar içinde tüm askerler ilerledi; duvarlar makineler tarafından
vuruldu.”( Amm. Marc. XIX.2.1–16)
SUR KUŞATMA TEKNOLOJİLERİ 595
Scorpio, seri bir şekilde mızrak fırlatabilen ve bir askerin rahatlıkla idare edebildiği
bir silah olduğu için Roma lejyonerleri tarafından sıklıkla kullanılmıştır. Scorpio, boyutunun küçüklüğünden dolayı sadece kuşatmalarda değil, savaş meydanlarında kendine yer bulmuştur. Ayrıca kuşatma kulelerinin tepesine ve surların üzerine de
yerleştirilmiştir. (Campbell, 2003a: 42–43; Hodge, 1958: 122–123). Scorpio da
diğer mancınıklar gibi esneme prensibini kullanmıştır. Kollar geriye çekilirken sıkıca
sarılmış ipler gerilmiş ve hareket mekanizması serbest bırakılınca da iplerde biriken
enerji mızrağın ileri yönlü hareketine dönüşmüştür (Goldsworthy, 2003: 192; PayneGallwey, 2007: 279–299; Humphrey, 2003: 564).
Marcus Vitruvius Pollio, de Architectura kitabında Scorpio’nun çalışma prensibini
ve kullanımını ayrıntılarıyla açıklamıştır (Vitr. X. 10. 1-6). Amida kuşatması esnasında
Roma lejyonerleri Scorpioları etkin şekilde kullanmıştır. Surların üzerine yerleştirilen
Scorpiolar, Sasanilere büyük kayıplar verdirmiştir. Hatta bu silahların hassas şekilde
hedeflenmesinden dolayı Sasanilerin önde gelen kişileri bile öldürülmüştür. Ammianus
Marcellinus eserinde, Scorpioların etkin olarak nasıl kullanıldığını anlatmıştır.
“Grumbates, ülkesinin geleneklerine uygun olarak kana bulanmış bir mızrak fırlattı
ve bunun peşinden askerleri hızla şehrin duvarlarına ilerlediler. Duvarların üzerindeki
adamlarımız ise büyük bir cesaret ve kararlılıkla direnmeye devam etti. Sonra önden
gelenler tıpkı bir taşın parçalanması gibi dağıldı, askerlerimiz scorpiolarını savurunca
düşmanın birçoğu öldü. Diğerleri oklarla delindi, bazıları mızraklarla yere yıkıldı. Yer
onların vücut parçalarıyla doldu, yaralananlar savaşarak çekilenlerle beraber gitti.”(
Amm. Marc. XIX.2.1–16)
Gün sona erip gece olduğunda biz bu müthiş katliam için bir çare bulmaya çalışıyorduk. En sonunda, pek çok planı gözden geçirdikten sonra en emniyetli bulduğumuz
planın sorunu çözeceğine karar verdik. Her mancınığın karşısına dört scorpio yerleştirdik. Scorpiolar, düşman mancınıklarının yerleştirildiği yere dikkat edilerek hareket ettirilecekti (Bu büyük bir beceri isteyen bir işti Yine de bu korkunç günlerde görülen bir
diğer kötülük de ilerlerken korkunç gürültüler çıkarıp askerlerimizin aklını karıştıran
fillerdi. Şehri kuşatanların tüm ağırlığını ve her taraftan sert baskısını görmekteydik.
(Düşmanın) ku_atma makineleri ve mancınıkları her yöne taşlar savurmaktaydı.
Bizim scorpiolarımızın demir uçlu mızrakları mazgallı siperlerin arasından geçerek
596 DİYARBAKIR SURLARI
kulelerin eklemlerini kırdı ve mancınıklarını aşağı düşürdü böylece onların ön cephede
saldıran askerlerinin büyük kısmı düşen enkazın altında kaldı kimi öldü kimi ise yaralandı.”( Amm. Marc. XIX.7.1–8) Barutun etkin şekilde kullanıldığı M.S. 15. yüzyıla kadar mancınıklar temel kuşatma araçları ve orduların açık alanlarda birbirini
toplu halde imha etmesine olanak sağlayan dönemin teknolojik makineleri olmuştur.
Mancınıklar temelde sıkıştırılmış olan enerjinin bir anda serbest bırakılmasıyla çalışmaktadır. Ahşap, demir, hayvan tendonu ve ipler kullanılarak yapılan mancınıklar
Antik Çağ’ın savaş canavarları olarak tanımlanmıştır.
Kuşatma Kuleleri
Kuşatma kuleleri genellikle surların mesafesinden daha yüksek olacak şekilde inşa
edilmiştir. Bu durum kulenin üzerinde bulunan okçuların surların içine ok atmasını
sağlamıştır. Ayrıca kuşatma kulelerinin üstlerine yerleştirilen mancınıklar hem atış
menzili artırmakta hem de surların üzerindeki askerleri direk hedef alabilmektedir
(Amm. Marc. XIX.7.1–8). Roma silah ustaları kuşatma kulelerini katlar halinde inşa
ederek hem yapının mukavemetini artırmış hem de her kata yerleşen askerlerin hızla
en üst kata ulaşmasını sağlamışlardır. Romalı silah ustalarının bir diğer yeniliği ise
en üst kattaki açılan köprüyle surların üzerine çıkmayı sağlayan sistem olmuştur
(Kern, 1999: 300–309; Donnelly, 1998: 124–125). Hafif, uzun ve dayanıklı merdivenler de surları aşmak için kullanılmıştır. Fakat merdivenler kuşatma kuleleri ile kıyaslandığında oldukça ilkel kalmaktadır. Çünkü merdivenler surlara dayandığında
geri atılabildi, merdivenlerden her seferde sadece tek bir asker surlara çıkabilirdi ve
surların üzerinden gelen yağ, kan ve su merdivenleri kayganlaştırabiliyordu (Donnelly, 1998: 68–69; Johnston, 2011: 661–663). Ammianus Marcellinus, Amida’yı
kuşatan Sasanilerin inşa ettikleri kuşatma kuleleriyle şehir duvarlarına zarar verdikleri
gibi surların üzerinde şehri savunan Roma askerlerinin pek çoğunun ölümüne sebep
olduğunu anlatmıştır.
“(Sasaniler) kuleler in_a ederek, (saldırı mevzisini) yükseltmeye ba_ladılar, demir
kulelerin üstlerine ballistaları yerleştirerek şehir savunucularını (surların üzerindeki)
siperlerinden sökmeyi amaçlıyorlardı.”(Amm. Marc. XIX.5.1–8)
SUR KUŞATMA TEKNOLOJİLERİ 597
Yine de düşmanın demir kuleler üzerine inşa ettikleri mancınıkları bizim duvarlarımızın üzerindekiler için oldukça korkunç kıyıma neden oldu. Çünkü onların mancınıklarının konumu bizimkilerden daha yüksekteydi. (Amm. Marc. XIX.5.1–8)
“(Ani Sasani saldırısına) oldukça şaşırdık ve ilk aklımıza gelen duvarlara dayanmış
olan merdivenlerin olup olmadığıydı ve mazgallı siperlerin tutulmasını istedik. Böylece
aramızda iş bölümü yaptık, hafif ballistaların beşi hareket ettirilerek kuleye karşı yerleştirildi ve hızlıca atıldığında iki adamı bile delebilecek olan tahta mızrakları (düşman
askerlerinin üzerine) yağdırdık.”( Amm. Marc. XIX.5.1–8)
Sasanilerin kuşatma kulelerinin üzerine inşa ettikleri Ballistalar ile Romalılara
büyük zarar vermişlerdir. Ammianus Marcellinus’un demir kuleler olarak adlandırmasının sebebi kulelerin metal levhalarla kaplı olmasıdır. Ayrıca şehrin içine ulaşabilmek için kuşatma kuleleri surlardan daha uzun inşa edilmekteydi.
Kuşatmalarda saldıranlara en büyük avantajı yapay tepe ve rampalar sağlamıştır.
Şehri savunanların yo_un saldırısı altında bu yapıları inşa etmek oldukça meşakkatli
olmasına rağmen inşa edildikten sonra gerek mancınık gerekse ok atışları için platform olarak kullanıldığı gibi, surların üzerine erişmek için bir yol olarak da kullanılmaktaydı. Nitekim Amida kuşatmasını sonu da, yetmiş üç gün süren mücadele
esnasında surların önünde biriken yıkıntı ve molozun üzerinde oluşan rampayı kullanan Sasanilerin şehre girmesiyle gelmiştir.(151)
598 DİYARBAKIR SURLARI
KAYNAKLAR
1-Vedat Güldoğan Diyarbakır Surları, Burçlar, Kapılar Ve İç Kale.Diyarbakır
Kültürü.Kripto yay.Ank.2010
2- Prof.Dr.H.Değertekin.Diyarbakır surlarının bugünkü durumu.YKY yay.İst.1999.s.1
3- Prof.Dr.Rıfkı Aslan:Diyarbakır kentinin tarihi ve bugünkü konumu. Müze Şehir Diyarbakır. s:83
4-.Yrd.Doç.Dr.İbrahim Yılmazçelik:XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır. TTK. 1995. s.19
5- M.Ali Abakay.Diyarbakır Atatürk Lisesi.Eylül dergisi.2006 sayı.2.s.22
6- Gülsen Bas. Diyarbakır’daki İslam Dönemi Mimarisinde Süsleme. Doktora Tez.T.C.
Yüzüncü Yıl Ün Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim dalı Van-2006
7- Abdurrahim Tufantöz:Ortaçağda Diyarbekir.2005.s:110
8- Fatma Kaya:Diyarbakır’daki Roma mimari Yapıları.D.Ü.Arkeoloji böl.lisans
tezi.2004.s.17,16
9- Birgül Savaş:Diyarbakır surları.D.Ü.Arkeoloji bölümü lisans tezi.2000.s.:30
10-Prof.Dr. Halil Değertekin. Diyarbakır surları. Kitabeler ve kabartmalar. Diyarbakır
tanıtma vakfı yay.
11-Mehmet Ali ABAKAY. Diyarbakır Kalesi Burçlar SurlarTarih-Kültür-İnanç Kenti:
Diyarbakır Editörler Kenan Haspolat Aysel Alyamaç Yılmaz.Uzman matb.İst.2013
12-Doç.Ahmet Atan Estetik Değerleri ile Diyarbakır. I.Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır sempozyumu.. Diyarbakır. 2004,.s.241
13- Mustafa Diğler - Seçkin Aydın Mardinde Artuklu dönemine ait taş işçiliği. Artuklu
yapıları.Artuklular.Mardin valiliği yay.2008.s364
14- Şenay Alsan Türk Mimari Süsleme Sanatlarında Mitolojik Kaynaklı Hayvan Figürleri
(Orta Asya’dan Selçuklu’ya) T.C. Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Türk Sanatı Ana Bilim Dalı İstanbul - 2005
15- Nejat Satıcı.Silvanda tarihi eserler Prof K Haspolat(ed).Diyarbakır’da Çevre ve Doğa
2011 s.357
16-Nursen Işık.Tarihi Silvan surları üzerindeki taş işçiliğinin mimari açıdan irdelenmesi.Uluslararası Silvan Sempozymu.Ravza yay.İst.2012.236
17- Aylin Erçin Kahveci Danışman: Yrd. Doç.Dr. Abdullah Kadayıfçı Bazalt Taşının
Yapı MalzemesiOlarak Kullanımının İncelenmesi Üzerine Bir Araştırma. T.C.Süleyman
Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi Yapı Eğitimi Anabilim
Dalı Isparta–2008
18- Doç Dr.Abdurrahman Acar.Arzu Güzel.Tarihçesi ve mimari özellikleriyle Diyarbakır.D.Ü.İlahiyat Fak.Lisans tezi.2005.s.8
KAYNAKLAR 599
19- Doç.Dr.Vecihi Özkaya.birgül Savaş.Diyarbakır.Surları.Lisans tezi.2000.s.18
20- İbnu’l-Ezrak, Tarîhu Meyyâfârikîn ve Âmid; Trk. tr. Ahmet Savran, İbnu’l-Ezrak,
Meyyâfârikîn ve Âmid Tarihi (Artuklular Kısmı), Erzurum, 1992,s.177
21- Fatma Kaya:Diyarbakır’daki Roma mimari Yapıları.D.Ü.Arkeoloji böl.lisans
tezi.2004.s.17
22- Zeki Tez.Mitolojinin kültürel Tarihi.Doruk yay.İst.2008s.56
23-İrfan Yıldız.Eğil ve Kulp İlçeler,Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu. 2011
24- Yrd.Doç.Dr.İrfan Yıldız.Eğil.Diyarbakır Valiliği-Dicle Üniversitesi.2013.s.30-47.
25- Murat Bozdoğan-Hamdullah Işık-Kaplıcalar Diyarı Çermik T.C.Çermik Kaymakamlığı 2011
26- Prof.Dr.Kenan Haspolat.Çınar ilçesi.Bütün Yönleriyle Diyarbakır.İlçeleri.2012
27-Mehmet Ali Abakay. Çınar, Bismil, Dicle İlçesi Tarihî Eserler Envanterine Bakış Denemesi.Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu.2011.c.2
28- Prof.Dr.Kenan Haspolat.Hazro ilçesi.Bütün Yönleriyle Diyarbakır.İlçeleri.2012
29-Zekai Erdal.Taylor’a göre Lice Çevresi Lice Semposyumu.Bildirileri.Mardin Artuklu
ün-Şarkiyat Derneği..2018.s.119
30-Prof.Dr.Kenan Haspolat. Diyarbakır Lice İlçesi Antak Ve Süni Köyleri Ve Kutsal
Yönü Bütün Yönleriyle Diyarbakır İlçeleri.2012.
31- Yahya Kamçı. Kocaköy (Karaz) Tarihi Ve Turistik Yerleri.Bütün Yönleriyle
Diyarbakır İlçeleri.2013
32-Mehmet Ali Abakay. Çınar, Bismil, Dicle İlçesi Tarihî Eserler Envanterine Bakış Denemesi.Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu.2011.c.2
33- Mehmet Türk.Burçlar.Medlife..Temmuz.2006.s.14,16
34- Prof.Dr.H.değertekin.Diyarbakır surlarının bugünkü durumu.YKY yay.İst.1999.s.1
35-Cuma Karan:Diyar-ı bekr ve Müslümanlarca Fethi.Yüksek Lisans tezi.2003.Diyarbakır. s:1
36- Dr.İlhan Akbulut.Diyarbakır.DBByay-8..s.32
37-.Albert Gabriel.Diyarbakır Surları.Çev.Kaya .Özsezgin.Ank.1993.s.,15,16…
38— Birgül Savaş:Diyarbakır surları.D.Ü.Arkeoloji bölümü lisans tezi.2000.s.:14
39-Meral Halifeoğlu. Tarihi Diyarbakır Surları ve Suriçi Bölgesi. Diyarbakır’da Tarım.
Çevre ve Doğa Sempoyumu.2011.c.2
40- Doç.M. Faruk Toprak: Arap kaynaklarında Diyarbakır. Diyarbakır Müze Şehir. s:132
41- Yrd Doç Dr Evren Daşdağ.Diyarbakır surlarındaki sembolik motiflerin geleneksel
el sanatlarına yansıması.Uluslararası Diyarbakır Surları Sempozyumu. Karacadağ Kalkınma ajansı.2012.S.169-182
600 DİYARBAKIR SURLARI
42-Prof.Dr.Halil Değertekin.Diyarbakır surları ve tarihi yapıları üzerindeki kitabelerin
korunması Uluslararası Diyarbakır Surları Sempozyumu. Karacadağ Kalkınma
ajansı.2012.S.133
43- F. Demet Aykal Y. Berivan Özbudak Akça Derya Çakır Aydın Diyarbakır Surlarında Taş Süslemeler Geleneksel Diyarbakır El Sanatları. Prof. Dr. Kenan Haspolat,Yrd.
Doç. Dr. Evren Daşdağ. Diyarbakır Valiliği-Dicle Üniversitesi yay.2013
44- Havva Özyılmaz.Diyarbakır Geleneksel Konut Mimarisinde Morfolojik Analiz: Geleneksel Konutların Güncel Kullanımda Değerlendirilmesi (Doktora Tezi) Gazi ÜniversitesiFen Bilimleri Enstitüsü Ocak 2007
45- Ayhan Karakaş Eğil İlçesi Kırsal Turizm PotansiyelininDeğerlendirilmesi KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 14 (23): 5-18,2012
46- Mehmet Latif Demir,Yrd. Doç. Dr. Ali BoranOrtaçağ’dan Günümüze Eğil Ve Hani’deki -Mimari Eserler yüksek Lisans Tezi . T.C.Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Genel Sanat Tarihi Bilim Dalı Van-2007
47- F. Demet Aykal Y. Berivan Özbudak Akça Derya Çakır Aydın. Diyarbakır Surlarında Taş Süslemeler Geleneksel Diyarbakır El Sanatları.Diyarbakır Valiliği,Dicle
Ün,Tarım Bakanlığı Yay.2013
48- İhsan Işık(ed):Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan yay.Ank.2013.c.3
49- Çınar Kaymakamlığı.Çınar-2000
50-Yahya Kamçı. Lice’nin Tarihi. Diyarbakırda Tarım Çevre Ve Doğa Sempozyumu. 2011
51- Raymond H.Kevorkıan,Paul B.Paboudjıan.1915 Öncesi Osmanlı İmparatorluğunda
Ermeniler.Aras yay.İt.2012.s.405
52- Müslüm üzülmez Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde Ergani.Özgür haber gazetesi.
08.10.2012
53- Doç.Dr.Ali Boran.Diyarbakır kalesi Yrd.Doç.Dr.İrfan Yıldız(ed).Medeeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi.TC.Diyarbakır Valiliği.2012,
54-Mehmet Mercan.Diyarbekir mail grubu
55-M.Şefik Korkusuz.Bir Zamanlar Diyarbekir.Kent yay.İst.1999
60- Dr. Kenan Erzurum. Fotoğraflarla Diyarbakır ve Kültü Varlıkları Bahçeşehir ün yay.
İst. 2012
61- Muhsine Helimoğlu Yavuz.Diyarbakır Efsaneleri.Cumhuriyet kitapları.İst.2007
62- Prof. Dr. Abdurrahman Acar. Diyarbakır’ın Sahabeyle İslamla Tanışması 1.Uluslararası Nebiler Sahabiler Azizler,Krallar kenti Diyarbakır sempozyumu.2010
63- Beysanoğlu, Şevket.Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır”, Cilt-1 s:155-156
64-Sefernâme Sayfa: 11,12,13,14.: Z.Abidin Çiçek. Diyarbakırın fethi, Tarihi ve Kültürü. Diyarbakır. 2007
KAYNAKLAR 601
65- Yrd.Doç.Dr.Bilgehan Pamuk Akkoyunlu dönemi mihrapları 1. uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya sempozyumu.2004.s.605
66-Diyarbakır İl Yıllığı 1967.Diyarbakır valiliği.s.185
67- Abdurrahim Tufantöz:Ortaçağda Diyarbekir.2005.s:110
68-.M Şefik Korkusuz:Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.İst.2003.s.61
69-.Yrd.Doç.Dr.İbrahim Yılmazçelik:XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır. TTK.
1995. s.19
70- Doç.M.Faruk Toprak:Arap kaynaklarında Diyarbakır.Diyarbakır Müze Şehir..s:132
71- Şehmuz Diken.Diyarbekir diyarım,yitirmişem yanarım.İletişim yayİst.2003 s.95
72- Şefik Korkusuz:Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.İst.2001s:32
73- Şefik.Korkusuz.Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.İst.2003,s.19
74-L.İnciciyan.XVII.Yüzyılda Diyarbakır. Kara-Amid dergisi.Haziran.1979
75-Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik:XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır. TTK.
1995. s.21-23
76- Albert Gabriel.Diyarbakır Surları.Çev.Kaya .Özsezgin.Ank.1993.s.32
77-Şevket Beysanoğlu.Kuruluşundan günümüze kadar Diyarbakır tarihi.Diyarbakır
Müze Şehir.YKY yay.İst.1999.s66
78-Canan Parla. Diyarbakır surları ve kentin tarihi.ODTÜ.MFD.22:1,57-84
79-http://www.diyarbakirmuzesi.gov.tr/
80-Prof.Dr.Orhan Cezmi Tuncer.Diyarbakır Surları.Diyarbakır Valiliği.Ank.2012
81-Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam. Yrd. Doç. Dr. İrfan Yıldız Diyarbakır Mimarisi. Diyarbakır Valiliği. Diyarbakır. 2011. s.14
82- Doç. Dr. Ali Boran. Diyarbakır kalesi Yrd. Doç. Dr. İrfan Yıldız Diyarbakır Mimarisi.
Diyarbakır Valiliği. Diyarbakır. 2011. s.106
83- Prof.Dr.Orhan Cezmi Tuncer Diyarbakır camileri DBB yay 1996.Sayfa s.19,30
84- Şevket beysanaoğlu.Diyarbakır Tarihi Anıtları Ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi
1Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.2003.c.1
85- Prof.Dr.Metin Ahunbay.Diyarbakır surlarının erken dönemi Yrd.Doç.Dr.Meral Halifeoğlu,Yrd.Doç.Dr.Neslihan Dalkılıç(ed)Diyarbakır Surları Sempozyumu. Diyarbakır
Valiliği yay. 2013.s.73-77
86- Yrd.Doç.Dr.Meral Halifeoğlu.Diyarbakır surlarının mimari özellikleri ve yapım tekniği .Yrd.Doç.Dr.Meral Halifeoğlu,Yrd.Doç.Dr.Neslihan Dalkılıç(ed)Diyarbakır Surları
Sempozyumu.Diyarbakır Valiliği yay.2013.s.126-128
87-Prof.Dr.Halil Değertekin.Diyarbakır Surları.Kitabeler ve Kabartmalar.DİTAV yay.
89- Doç.Dr.İbrahim Yılmazçelik.XVIII ve XIX.yüzyılda Diyarbakır kalesi ve Diyarbakır
surlar... Birinci Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu.Ankara 2000.s.38-41
602 DİYARBAKIR SURLARI
90-Şeyhmus Diken.Eski cezaevi binası. İhsan Işık(ed)Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan
yay. Ank. 2013. c.2.s.280
91- İhsan Işık(ed)Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan yay.Ank.2013.c.2.s.283,363
92- İhsan Işık(ed)Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan yay.Ank.2013.c.1 .s.
93- İhsan Işık(ed)Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan yay.Ank.2013.c.1 .s.94
94-Evindar Yeşilbaş.Aslanlı çeşme. İhsan Işık(ed)Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan yay.
Ank. 2013. c.1 .s.107
95-N.satıcı.www.diyarbekriresimleri.com
96- hz. süleyman camii(Lisans Tezi)Resul Çoban D.Ünv. İlahiyat Fak. Diyarbakır/ 2004
Hz Süleyman camii
97-www.nujin.org
98-Süleyman Savcı: Silvan Tarihi.1956.s:5
99- Ramazan Hub. Hızır .Kırk kandil yay.İst.2005.s.33
100- Mehmet Kurtoğlu: Urfa Efsaneleri.Kent yay.İst.2005.s.72
101-Efrem Barsayım: Deyruzzafaran Manastırının Tarihi. İstanbul.2006.s:5,7
102- İbrahim Olcaytu: Folklor defterleri-I. Kalan yay.Ank.2000.s.35-36
103- Yrd.Doç.Dr.Ali İpek.İslam Coğrafyacılarının gözüyle Artuklu merkezleri Artuklular.Mardin valiliği kültür yay.Editör.Dr.İbrahim Özcoşar..Mardin.2008.c..2./182
104- Basri Konyar, Diyarbekir Tarihi, C. II, Diyarbekir, 1934, ss. 308-318
105-Mehmet Şimşek. Diyarbakır Ve Çevresinde Gömülü Bulunan Süryani Azizler
I.Uluslararasınebiler, Sahabîler, Azizler Ve Krallar Kentidiyarbakır Sempozyumu 25-27
Mayıs. 2009.
106- Doç .Dr.Ahmet Kankal.Prof.Dr.Kenan Z.Taş(ed)195, 242,252 nolu Mardin
Şer’iyye belge ve özetleri ve Mardin.2006
107- http://www.msxlabs.org/forum/muslumanlik-islamiyet/6158-dini-sozluk.html
108-baron Joseph von Hammer.Büyük Osmanlı taarihi.Emir yay.İst.1998.1/330
109- Yrd. Doç. Dr. Mehmet Azimli İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakırın Fethine
Katılan Sahabilerle İlgili Bazı Mülahazalar.I.Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu. 2004.S.820
110-Vedat Güldoğan.Diyarbakır tarihi.Kripto yay.Ank.2011.c.1.s.25
111- Prof. Dr. Muhammet Besir .Asan Ayse Demirtaş T.C. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı İslam Fethine Kadar DiyarbakırYüksek Lisans Tezi
Elazığ 2007
112- /www.turkmania.com/
113- Resul Çoban D.Ünv. İlahiyat Fak. Diyarbakır / 2004 HZ. SÜLEYMAN
CAMİİ(Lisans Tezi)
KAYNAKLAR 603
114-http://sudemle3.blogcu.com/3499347
115- Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi Diyarbekir’de. İst.
1997. s.265
116- Şevket BeysanoğluDiyarbakır Tarihi. Büyükşehir belediye yay.Ank.2003.c.2s.486
117- Metin Sözen Diyarbakır’da Türk Mimarisi.İst.Evren ofset.1971.s.114
118-Üçler Bulduk Hülasa-i Ahvali’l-Buldan’a Göre 19. Yüzyılda Diyarbakır Şehri Editörler Bahaeddin Yediyıldız Kerstin Tomenendal Osmanlidan Cumhuriye Diyarbakır
sempozyumu. 2008. s.188
119- Yrd.Doç.Dr.İbrahim Yılmazççelik XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.TTK
yay. Ank.1995.s.25,26,207
120- Zeynel Abidin Çiçek Diyarbakır’ın Fethi Tarihi Ve Kültürü. Diyarbakır Söz yay.
2007. s.21
121- Sabri Zengin. Osmanlının Fetih Yöntemleri.Nesil yay.İst.2008.s.19-27
122- Basri Konyar:Diyarbakır Tarihi.1936.s.1/13
123-M.Şefik Korkusuz: Seyahatnamelerde Diyarbekir:Kent yay.İst .1.Baskı s:23
124- Martin van Bruinessen Hendrik Boeschote:Evliya Çelebi Diyarbekir’de.1997s:190
125-Şefik Korkusuz. Bir zamanlar Diyarbekir.İst.1999
126-Adil Tekin. Diyarbakır.D.Ü.matç1997
127- İhsan Işık (ed)Diyarbakır Ansiklopedisi .Elvan yay.Ank.2013. (3) Cilt.s.76,78,210
128- Şefik Korkusuz.Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.İt.2003.s.143
129- Prof. Dr. Ejder Okumuş Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde Diyarbakır. e-Şarkiyat
İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: VII, Nisan 2012
130- Ahmet Zeki İzgöer (ed): Diyarbekir Şer’iyye Sicilleri.-1. D. Ü. İlahiyat Fak yay.
Agrafik. 2013.s.407
131-M. Şefik Korkusuz Diyarbekir Kadı, Müftü, Hattat ve Musikişinasları Toprak yay.
İst. 2014
132-04 Mart 2013 .www.diyarinsesi.org
133- Yayına Hazırlayan: Doç. Dr. Mazhar Bağlı.Diyarbakır El SanatlarıTarihsel Gelişimi
Ve Tekniği) Ab-Ticaret Odası-Gap Yay.Söz Ofset.Diyarbakır.1.Baskı
134- Şevket Beysanoğlu,Salih Turhan,Kubilay Dökmetaş::Diyarbakır Musiki ve Fokloru.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.Ank.1996
135- Üçler Bulduk Hülasa-i Ahvali’l-Buldan’a Göre 19. Yüzyılda Diyarbakır Şehri.Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır sempozyumu.2018
136- Şeyhmus Diken.ŞehrAmed.Heyamola yay.İst.2014.s.75
137- M Şefik Korkusuz.Seyahatnamelerde Diyarbakır.İst.Kent yay.1999.
604 DİYARBAKIR SURLARI
138- Yrd. Doç Dr. Kemal Özkurt. Diyarbakir’daki Islam Dönemi Mimari Yapilarinda
Yazi. Diyarbakır Mimarisi.2012
139-Prof. Dr. Canan Parla.Diyarbakır surlarının söyledikleri Uluslararası Diyarbakır
Surları SempozyumuTC.Diyarbakır Valiliği..19-20 Nisan 2012
140-Prof. Dr. Metin Ahunbay.Diyarbakır surlarının erken dönemi.Uluslararası
Diyarbakır Surları sempozyumu.Diyarbakır Valiliği.2012
141-Yrd. Doç.Dr. F. Meral Halifeoğlu.Diyarbakır surlarını mimari özellikleri ve yapım
tekniği.Uluslararası Diyarbakır surları sempozyumu.2012
142.Yrd.Doç.Dr.Evren Daşdağ.Diyarbakır surlarındaki sembolik motiflerin geleneksel
el sanatlarına yansımasıUluslararası Diyarbakır surları sempozyumu.2012
143- Necdet Sakaoğlu Vakidi’den Diyarbakır’ın fethi efsanesi. Uluslararası Diyarbakır
surları sempozyumu. 2012
144- Neriman Şahin Güçhan, Ali İhsan Ünay, Hasan Böke, Fuat Gökçe Diyarbakır Kent
Surları Koruma Sorunlarıodtü Mfd 2005/ 1(22: 1) 27-55
145- Yrd. Doç. Dr. İrfan YILDIZ Diyarbakır Çeşmelerinden Farklı Bir Örnek Aslanlı
Çeşmesi Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi yıl/year : 2011
sayı/number : 20 bahar
146-Şehmus Diken.Diyarbekir el sallıyor.Atalay matb.İst.2014
147- Yazar bilinmiyor.Vilayetlerimizin Tarihi.Tifruk matb.1968
148-2000’e beş kala Diyarbakır.İl yıllığı
149-1973 il yıllığı
150-1936 il yıllığı
151-Ercüment Yıldırım II. Şapur’un 359 Yılındaki Amida Kenti Kuşatmasında Roma
Ve Parth Ordularının Kullandıkları Silahlar Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi
Cilt: 5 Sayı: 23 Volume: 5 Issue: 23 Güz 2012 Fall 2012
152- Ahmet Taşğın Diyarbakır Ve Çevresindeki Türkmen Alevilerinde Dini Hayat. T.C.
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri (Din Sosyolojisi)
Anabilim Dalı Doktora Tezi Ankara-2003
153- Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik Xıx. Yüzyılın Îlk Yarısında Diyarbakır (17901840) (Fizikî, İdarî Ve Sosyo - Ekonomik Yapı).TTK matb.Ank.1995
156- Ercan Gümüş Tez Danışmanı. Prof. Dr. Ahmet Güneş. T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Bilim Dalı 18. Yüzyılın İlk Yarısında
Amid Kazası Doktora Tezi Ankara-2014
157- Mehmet Songür.Diyarbakır tarihinde bir ilk.Güneydoğu Güncel.7-4-2014/
156- http://www.guneydoguguncel.com/surlar-6g-p8.htm
KAYNAKLAR 605
157- Orhan Cezmi Tuncer. Diyarbakır Sur içi Anıtları ile Köşkler ve Bağevleri. DBB
yay. 2012
158- Albert Gabriel(çev.İdil Çetin):Şarki Türkiye’de Arkeolojik Geziler.DİTAV
yay.Ank.2014
159- Dr Kenan Erzurum . Fotoğraflarla Diyarbakır ve Kültür Varlıkları 1928.Bahçeşehir
Ün yay. İst.2012
160-Mehmet Songür. İçkale-2.Güneydoğu Güncel.2-5-2014
161- MehmetMercan Hamravata yazık oldu.Diyarbekir mail grubu.5-5-2014.
162- Nevin Soyukaya- Ercan Alpay - Fatma Kaya - Elif Hanar - Şeref Yumruk-Zafer
Han -Orhan Balsak –Diyarbakır Kültür envanteri-1.Diyarbakır Valiliği.2012
163- Meral Halifeoğlu.Neslihan Dalkılıç.Dış kale Diyarbakır Kültür envanteri1.Diyarbakır Valiliği.2012
164- Şevket Beysanoğlu.Diyarbakır Tarihi.DBB.yay.Neyir matb.Ank.2001
165- Mehmet Songür.İçkale 4.Güneydoğu Güncel.19-5-2014
166- Vedat Güldoğan.Diyarbakır Kültürü..Kripto yay.Ank.2011.s.386,409
167- Mehmet Songür. İçkale-7 Güneydoğu Güncel.17-6-2014
168- T.C. Sur kaymakamlığı. Sur İlcesi Gezi Rehberi. 2012
169- Pınar Gürhan. Diyarbakır valiliği.İçkale. 2013
606 DİYARBAKIR SURLARI

Benzer belgeler