pdf 7.sayı için tıklayınız - Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı

Transkript

pdf 7.sayı için tıklayınız - Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı
Yıl: 3 Sayı: 7 • Temmuz-Ağustos-Eylül 2014
Görme engelliler için Sesli Dergi CD’niz kapak içindedir
D O S Y A
K A D I N
VE İSTİHDAM
KADINLARIN
İŞGÜCÜ
PİYASALARINA
ERİŞİMİ
Biz Bir Aileyiz
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yayınıdır.
Üç ayda bir yayımlanır.
ÇOCUĞUM
İLKOKULA
HAZIR MI?
BİR KALEM
GÜZELİ:
FUAT BAŞAR
röportaj
100
“Biz Bir Aileyiz”
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
yayınıdır.
Üç ayda bir yayımlanır.
Derginin Sahibi
Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı adına
Doç. Dr. Mustafa DURMUŞ
Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı
İşleri Müdürü
Tanıl Can BAYOĞLU
Yayın Kurulu
İrfan ÇAYBOYLU
Merhaba değerli okuyucular,
D
ergimizin yedinci sayısıyla karşınızdayız. Her sayıda daha geniş
kitlelere ulaşabilmenin ve kendimizi geliştirerek büyümenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bildiğiniz üzere her sayımızda Bakanlığımızın
faaliyet alanlarından yola çıkarak bir dosya konusu belirliyoruz. Okumakta
Dr. Sermet BAŞARAN
olduğunuz sayının dosya konusu ise “Kadın ve İstihdam”. Konuyu, Bakanlığı-
Emre TÖRE
mız uzmanları ve alanın uzmanı akademisyenler; toplumsal cinsiyet eşitliği,
Dr. Dursun AYAN
kadınların siyasal hayata ve kalkınma sürecine katılımı, kadın ve aile gibi açı-
Samet CEYHAN
Hulusi GÖLPINAR
Mustafa BAL
Aysun TÜRÜT
Oya TANYERİ
Danışma Kurulu
lardan ele alarak irdelediler.
Ayrıca dosya konumuza ek olarak bu sayımızda Bakanlığımızın çeşitli birimlerinde görev yapan dostlarımızın keyifli yazılarına yer verdik. Mevsimlik tarım işçiliği konusunu bilinmeyen birçok yönüyle çeşitli açılardan ele aldık.
Çiğdem ERDOĞAN ATABEK
Koruyucu aile hizmeti uygulamalarında görev almış bir uzmanımızın sahada
Ömer BOZOĞLU
yaşadığı tecrübelerini aktardığı anekdotuna “Deniz Yıldızları” başlığı altında
Mustafa KARAMAN
yer verdik. Çocuklarımız ilkokula hazır mı? Ninelerimizin ve dedelerimizin
Temindar AYTEKİN
Gülser USTAOĞLU
Gamze AYRIM
aile içindeki rolleri neler? Gibi sorulara da yanıt aradık bu sayımızda. Âşık
Veysel’le uzun ince bir yola çıkıp yolculuğumuza Karadeniz’in şirin kenti Si-
Selami GÜDER
nop’ta devam ettik. Tarihin tozlu raflarından “İzmir Çocuk Kamplarını” ve
Sevim TAŞDELEN
“Çocuklara Ta’lim” dergisini çıkarttık. Sağlık alanında ise bu sayımızda son
Kenan ÖNALAN
zamanlarda çeşitli etkinliklerle tüm dünyada farkındalık oluşturulan ALS
Ayşe KEŞİR
Aygül FAZLIOĞLU
Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN
Doç. Dr. Ayşe Sezen SERPEN
Doç. Dr. Cengiz ÖZBESLER
Leyla İPEKÇİ
Fatma KARABIYIK
hastalığını ele aldık. Bu hastalığı yaşayanların ve ailelerinin yaşantılarından
bir kesit sunduk.
Bu sayımızdaki söyleşi konuğumuz ünlü Hattat ve Ebru sanatkârı Fuat BAŞAR. Samimi sohbetimizin unutulmaya yüz tutmuş bu sanat alanlarına ilgi
uyandırmasını umut ediyor, aile sıcaklığında bir okuma diliyorum.
İdare Adresi
Söğütözü Mah. 2177. Sok. A Blok No: 10
Çankaya/Ankara
Yapım
RIHTIM AJANS
www.rihtimajans.com.tr
Tel: 0(312) 441 61 31
Görsel Yönetmen
Selma KOÇAK
Basım Yeri
Özel Ofset • Tel: 0(312) 395 06 08
Basım Tarihi
20.11.2014
yayınlanmasını isteğiniz yazı,
inceleme ve eleştirileriniz için
e-posta
[email protected]
Tanıl Can BAYOĞLU
DEZAVANTAJLI
BİR AİLE
ÇİFTÇİLİĞİ
GRUBU
OLARAK
“MEVSİMLİK TARIM
İŞÇİLERİ”
06
DENİZ YILDIZLARI
18
Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğine Ulaşılması
Sürecinde
GEÇİCİ ÖZEL ÖNLEMLER
39
“KADINLARIN
İŞGÜCÜ
PİYASALARINA
ERİŞİMİ
BİR KALEM GÜZELİ:
FUAT BAŞAR
26
Gelişmiş ülkelerdeki
deneyimler, sürdürülebilir
bir kalkınma için
kadınların ekonomik
ve sosyal kalkınmanın
vazgeçilmez elemanları
olarak görülmesini
gerektirmektedir.
54
YÜZEN KENT SİNOP
93
İÇİNDEKİLER
04
İŞ VE AİLE YAŞAMI
UYUMLAŞTIRMA
DOSYA:
KADIN VE İSTİHDAM
73
ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU
76
ÇOCUK HAKLARI VE
Emre TÖRE
Ayşe KEŞİR
06
“MEVSİMLİK TARIM
İŞÇİLERİ”
Aygül FAZLIOĞLU
“TOPLUMSAL CİNSİYET
EŞİTLİĞİNİN ANA PLAN
VE POLİTİKALARA
YERLEŞTİRİLMESİ”
KAVRAMINI ANLAMAK
ÇOCUĞUN KATILIM
HAKKI
Sevil Lale KURT
Meryem TATLIER BAŞ
34
13
KADIN EMEĞİNDE
ZOR KARAR: AİLE Mİ,
İŞ Mİ?
Prof.Dr. Emine ÖZMETE
TOPLUMSAL CİNSİYET
EŞİTLİĞİNE ULAŞILMASI
SÜRECİNDE GEÇİCİ ÖZEL
ÖNLEMLER
18
Leyla ORUÇHAN
20
HAZIR MI?
Çelebi ÇAĞLAYAN
Umut Atakul Yönetmen
85
Özgün BALTACI
43
NİNELERİN VE
DEDELERİN AİLE
İÇİNDEKİ ÖNEMLİ
ROLLERİ
Nevzat ÖZER
49
26
FUAT BAŞAR
Röportaj:
Mehmet AYCI
(1934)
Turgay ÇAVUŞOĞLU
90
KADINLARIN İŞGÜCÜ
PİYASALARINA ERİŞİMİ
TOPLUMSAL
CİNSİYET EŞİTLİĞİNE
ERKEKLERİN KATILIMI
Handan SAYER
58
ESKİ HARFLİ BİR ÇOCUK
DERGİSİ: ÇOCUKLARA
TA’LİM
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
Ekonomik Statü Daire Başkanlığı
Fatih ÇALMAZ
93
YÜZEN KENT SİNOP
96
BİTKİLERLE TEDAVİDE
Ayşe SEVİM
BİR MODERNİTE RÜYASI
OLARAK: AİLESİZ TOPLUMDA
KADIN
Fatma ÖZDOĞAN
BİR KALEM GÜZELİ:
İZMİR ÇOCUK KAMPLARI
DERS KİTAPLARINDA
TOPLUMSAL CİNSİYET
EŞİTLİĞİ
54
23
SKLEROZ:
39
Mustafa ÇADIR
ÇOCUĞUM İLKOKULA
AMYOTROFİK LATERAL
Özgü KARACA BOZKURT
KADINLARIN SİYASAL
KATILIMINI ARTTIRMAK
DENİZ YILDIZLARI
81
62
GÜÇLÜ KADIN GÜÇLÜ
TOPLUM
Hülya ÖRS
68
TOPLUM “KADIN” VE
ERKEKTEN OLUŞUR
Nurcan YILDIZ
71
HER ZAMAN DİKKATLİ
OLUNMALI
Dr. Dursun AYAN
iş ve aile
İŞ VE AİLE YAŞAMI UYUMLAŞTIRMA
İdeolojiler, sistemler, rejimler kadınlar üzerinden görünür olduğundan, kadınlar sürekli seçim yapmaya zorlanır. Giyim kuşamdan başlar bu dayatma, seçeceği mesleğe kadar devam eder
bazen…
Ayşe KEŞİR
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Siyasi Danışmanı
[email protected]
Söz konusu, iş yaşamı ve aile olunca da durum değişmez…
“Çocuk da yaparım kariyer de…” dillere pelesenk olsa da, kadının aile ve iş yaşamı arasında tercihe zorlanması, sanayileşme
süreci kadar eski bir tartışmadır.
Konuyu ele alırken kır ve kent yaşamını ayrı değerlendirmek gerekir elbette. Çünkü tutum ve davranışlar, beklentiler toplumdan topluma, kırdan kente göre değişim göstermektedir. Kırsal
yaşamda kadın bir yandan bağ, bahçe, tarlada ve hayvancılıkta ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken diğer yandan da evinin
kadınıdır; sosyal güvenlikten, teknolojiden, örgütlenmeden de
yoksundur. Bununla birlikte kırsaldaki kadının “dışarıda çalışıp
çalışmamak, çocuk bakımı” gibi bir sorunu da yoktur.
Modernizm Annelik İle Barışık Mı?
Şehirlileşen veya şehirde yaşayan kadın söz konusu olduğunda, ilk yaşanan tartışma “kadın çalışmalı mı, çalışmamalı mı?”
olmuştur. Ardından ev işlerinin ve çocukların ne olacağı sorgulanmıştır. Bu tartışmanın temelinde “katı gelenekçi” yaklaşımlar olsa da, modernizmin de “annelik” ile barışık olup olmadığı
sorgulanmalıdır. Ev içinde, çocuk ve yaşlı bakımı gibi görevleri,
tamamen kadının sorumluluğu saymak kadar tamamen devletin sorumluluğuna bırakmak, kadının “annelik, eş, evlat” olarak
rollerini yok saymak, ne kadar gerçekçidir?
Ah! Aristo, Ah!
Sosyal hayat ise söz konusu olan, kadın-erkek ilişkileri, ev içi roller, hayat siyah ve beyazlardan ibaret değildir. Aslında farkında
olmasak da griler belirler hayatımızı ve büyük bir yekûn tutar…
Hayat siyah ve beyazlardan ibaret olmadığı gibi, ifrat ve tefritlerden de ibaret değildir. Kadınlar, erkekler, toplum ve devlette
zihinsel bir dönüşüme, yapısal değişikliklere ihtiyacımız var. Hep
birlikte seçimlere mahkûm olmadan, hem “o” hem de “o” diyebileceğimiz mekanizmalar kurabiliriz.
İtirazımız Var!
Annelik ve kariyer yapmak konusunda seçim yapmaya zorlanmaya itirazımız var.
Toplumun yarısını oluşturan kadınların iş gücünü yok sayamayız. Gerek sanayi, gerekse hizmet sektöründe istihdam ve üretim taleplerimiz var. Hayat; iş, ev ve sosyal yaşamın toplamıdır.
Diğer yandan; kocamızın karısı, çocuklarımızın annesi, anne babalarımızın evladı ve kardeş olmaktan vaz geçmemizin beklenmesine ve hatta dayatılmasına da itirazımız var!
Yeni Sorular Sormalı, Yeni Cevaplar Aramalıyız
Toplumun yarısını oluşturan kadınların işgücünü yok sayabilir
miyiz?
“İyi bir ev kadını” her zaman “iyi bir anne” midir?
Hem kadınlar hem de erkeklerin “iyi anne” olarak tanımladığı,
çoğu zaman “iyi ev kadını” kabulleri değil midir?
Biz kadınlar bile birbirimize yetiştirdiğimiz çocuklarımız için değil,
“kar gibi beyaz çamaşırlar”, “zengin sofralar” için iltifat etmez
miyiz?
Aile olmak sadece ihtiyaç analizi ve iş bölümü yapmak mıdır?
İçinde empati, vicdan, muhabbet, sorumluluk, güven olmadan
aile olabilir miyiz?
Ebeveyn olmanın sorumluluğu tek bir kişi üzerine yüklenebilir
mi?
Baba olmanın sorumluluğu anne olmaktan daha az mıdır?
Bu sorulara cevap ararken, hem katı gelenekçi
yaklaşımlar, zamanın ruhunu yakalamalı, hem
de modernist yaklaşımlar da “annelik ve aile” ile
artık barışmalıdır.
Çalışan kadın olmak, anneliğe halel getirmeyeceği gibi, soğan
kavurmak da karizmayı çizmez.
Çocuğa kahvaltı hazırlamak veya tabağını bulaşık makinasına
koymak erkekliğe zeval getirmez.
Ara Mekanizmalar, Esnek Çalışma Modelleri
Son on yılda kadın ve iş yaşamına dair pek çok yenilikçi uygu-
4
lama hayata geçirildi. Engelli çocuğu olan annenin 5 yıl erken
emekliliği, 3 çocuğa kadar, çalışılmayan sürelerin borçlanılması,
gebelik izni, gece vardiya düzenlemeleri vb.
Bununla birlikte pek çok Avrupa ülkesinde kadın istihdamı
rakamlarını yukarıya çeken esnek çalışma modelleri ülkemizde de desteklenmeli, kadınların, kaliteli ve ucuz kreş
imkânına erişimi sağlanmalı, kreş saatleri de esnek olmalıdır.
Sektörden, kanun koyucuya kadar, bir kurum ya da
kişiyi dışlamadan, kavrayıcı ve çözüm odaklı, esnek modellerin geliştirilmesi gerekmektedir. Böylelikle biz kadınlar da Aristo’ya mahkûm olmadan,
hem “o” hem de “o” diyebilmeliyiz.
“Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Gerek”
Çalışan kadın
olmak, anneliğe halel
getirmeyeceği gibi, soğan
kavurmak da karizmayı
çizmez.
Köklerimizden gelen ve bizi yarınlara sapasağlam taşıyacak olan değerlere sıkı sıkı sarılıp, zamanın ruhuna
uygun yeni gerçekler ışığında yeni mekanizmalar kurgulamalıyız. Toplumlar için bu tür değişiklikler elbette zaman,
kararlı ve gerçekçi politikalar gerektirir.
5
DEZAVANTAJLI BİR AİLE ÇİFTÇİLİĞİ GRUBU OLARAK
“MEVSİMLİK TARIM İŞÇİLERİ”
Aygül FAZLIOĞLU
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı/ Bakanlık Müşaviri/Sosyolog
mevsimlik tarım işçileri
Giriş
Kırsal alanda tarımsal üretimin geçim
kaynaklarından biri olan mevsimlik tarım
işçilerinin varlığı, Çukurova’da pamuk
üretiminde başlayan hayatta kalma göç
hikayeleri, bugün neredeyse bütün ürünlerin hasat dönemlerini kapsayacak şekilde devam etmektedir. Mevsimlik geçici
ve gezici tarım işçileri, ağırlıklı olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndendir.
Günübirlik (geçici) ya da mevsimlik
(gezici) işçi olarak tanımlan yüz binlerce tarım işçisi, geçim için bitkilerin
ekim, çapa, sulama ve hasat zamanlarında farklı mevsimlerde farklı şehirlere/
bölgelere gitmektedir (Fazlıoğlu, 2014;
79). Bu işçiler İç Anadolu’nun köylerine,
Çukurova’ya, Ege’nin pamuk hasadı yapılan ovalarına, Karadeniz’in fındık ve çay
bahçelerine veya birbirinden farklı şehirlere çalışmaya gitmektedirler. Ancak son
zamanlarda gerek iç dinamikler gerekse
dış dinamiklerin etkisi ile göçün yönü değişmiş ve mevsimlik tarım işçiliğine bir de
uluslararası boyut eklenmiştir. Başka bir
ifade ile özellikle GAP bölgesinde sulama
ile birlikte tarımsal gelirin artmasıyla mevsimlik göç tersine dönmüş, mevsimlik
tarım işçileri de diğer bölgelerin yanı sıra
özellikle bölge içinde çevre köylere ve
yakın şehirlere gitmeye ve komşu ülkelerde iç çatışmalar nedeniyle Türkiye’ye
gelen mültecilerin bir çoğu da mevsimlik
tarım işçileri içinde yer almaya başlamıştır. Tarımda değişen üretim yöntemleri,
8
makineleşme, daha fazla arazinin tarıma
açılması, toprak–insan ilişkileri mevsimlik
tarım işçileri göçünü hızlandırmıştır.
Mevsimlik göçe katılan nüfusun büyük
çoğunluğu kayıt dışı ve sosyal güvenlikten yoksun bir şekilde kırsal alanda zor
koşullarda çalışmaktadırlar. Bu nüfus
grubunun eğitim düzeyinin yetersiz olması ve genellikle vasıfsız iş gücünü oluşturmalarının yanı sıra işsizlik ve yoksulluğun
getirdiği sınırlılıkları bu nüfus grubunun
yaşam koşullarını daha da ağırlaştırmaktaradır. Türkiye’nin değişik yörelerine giden gezici ve geçici tarım işçi grupları,
birey veya aile olarak kayıt dışı çalıştıkları
için sayıları hakkında güvenilir bilgiye erişim oldukça zordur.
Gezici veya geçici mevsimlik tarım işçiliğinde aile ve/veya hane odaklı çalışma pratiği olmasına rağmen kadınlar ve
çocuklar diğer aile üyelerine göre mevsimlik göçün yarattığı olumsuzluklardan
daha fazla etkilenmektedirler. Kadınlar,
bölüşüm ilişkilerindeki eşitsizlik, toplumda hüküm süren asimetrik güç ilişkileri,
geleneksel yaşam ilişkileri gibi faktörlerden dolayı modernleşme sürecinin çoğunlukla dışında kalmakta ve yoksulluğu
daha fazla yaşamaktadırlar. Çocukların
özellikle kız çocuklarının erken yaşta
çalışma yaşamına katılmaları fiziksel ve
ruhsal gelişimlerini olumsuz etkilemekte,
uzun çalışma süresi ve yapılan işin zorluğu geleceğe dair beklentilerini azaltmaktadırlar.
Kırsal yaşam pratikleri
evrenselleşiyor
Dünyanın herhangi bir noktasındaki kırsal alanın sorunu, sadece sorunu yaşayanların karşı karşıya kalma durumunda
olduğu bir yaşam şartı olmaktan çıkmıştır. Günümüzde Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, sivil toplum
örgütleri ve hükümetler kırsal kalkınma
olgusuna daha fazla kaynak, bilgi ve zaman ayırır duruma gelmişlerdir. Çünkü
Afrika’nın en geri kalmış yöresindeki yaşam ve çevre koşulları ile Uzakdoğu’nun
herhangi bir noktasındaki aynı olumsuz
koşullar artık tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Yoksulluk, küresel kirlenmeler, mevsimlik göç hareketleri, toprak kirlenmeleri, içilebilir su kaynaklarının sınırlılığı ve
dezavantajlı nüfus grupları her toplumu
ve bireyi doğrudan etkilemektedir.
Kadın emeği görünmezliği devam ediyor
Kadınların çiftçi yerine ev kadını olarak
görülmesi, emeklerinin resmi istatistiklerde yer almamasına neden olmaktadır.
Özellikle kadının üretim rolü içerisinde
çiftçi olarak görülmemesi kazanılan gelirin değerlendirilmesinde, köy içi ve hane
dışı ilişkilerde söz sahipliğini azaltmaktadır. Yine aile içi alınan diğer sosyo-ekonomik kararlarda da kadının katılımının erkekler kadar olmaması, kadını toplumda
ikinci plana itmektedir. Örneğin; eğitimde
ve toprak paylaşımında, sosyal hareketlilikte kız çocuklarına rağmen öncelik her
zaman erkek çocuklara tanınmaktadır.
Bu durum toplumsal cinsiyet eşitsizliğini
beslemektedir. Hâlbuki az gelişmiş ve
gelişmekte olan bir çok ülkede gıda üretimi, gıdaların muhafazası ve pazarlanması
tamamen kadınların sorumluluğundadır.
istihdam ve iş olanaklarının sınırlı olması
kadınlar ve aileleri için mevsimlik tarım işçiliği tek seçenek olmaktadır.
Mevsimlik tarım işçiliğinde
çalışma ilişkileri genellikle
elçi/dayı tarafından
belirlenmektedir
Tarım sektöründe çalışan kadın
oranı erkeklerden daha yüksek
Türkiye’de halen nüfusun 1/4’ü kırsal
alanda yaşamaktadır. TÜİK 2013 verilerine göre; kentsel alanda kadınların iş
gücüne katılma oranı %28 iken, kırsal
alanda da bu oran % 36,7’dir. İstihdam
oranları ise kentsel alanda %23, kırsal
alanda %35’dir.
TÜİK 2013 verilerine göre; Türkiye’de kırsalda iş gücüne katılma oranı kadınlarda
% 36,7, erkeklerde % 71,2’dir. Kırsalda
kadın istihdamı %35 iken istihdam edilen
erkeklerin oranı %66’dır. Ayrıca iktisadi
faaliyet kollarına göre kadınların %37’si,
erkeklerin ise %17,8’i tarım sektöründe
çalışmaktadır. Bu durum kırsal alandaki
kadının yerini ve önemini göstermektedir.
TÜİK 2013 verilerine göre; kadın iş gücünün %56,6’sı ücretli veya yevmiyeli,
% 31,5’i ücretsiz aile işçisi, %10,7’si kendi hesabına çalışmakta %1,2’si işveren
durumundadır.
Geçinmek için mevsimlik
tarım işçiliğini tercih eden
kadın ya da ailelerin çalışma
ilişkileri, “elçi” veya “dayı”
olarak adlandırılan kişiler ya
da komşu/akraba aracılığı ile
tamamen enformel zeminde
belirlenmektedir.
Geçinmek için mevsimlik tarım işçiliğini
tercih eden kadın ya da ailelerin çalışma
ilişkileri, “elçi” veya “dayı” olarak adlandırılan kişiler ya da komşu/akraba aracılığı
ile tamamen enformel zeminde belirlenmektedir. Kadınlar, genellikle yaşlılarını
geride bırakıp çoluk çocuk ailece giderken, bazen de genç kızlar ya da erkek
çocukları akranları ile birlikte gidebilmektedir.
Kırsal kesimde kadının işgücüne katılım
oranı, tarımda ücretsiz aile işçisi olarak
çalışması nedeniyle yüksek olsa da Türkiye’de tarım istihdamındaki hızlı azalma,
kadın istihdamının da giderek düşmesine
yol açmaktadır. Tarımda çalışan kadınlar,
tarım dışına çıktıklarında veya göç ettiklerinde farklı istihdam alanlarına çoğunlukla
katılamamaktadır. İstihdama katılan kadınlar ise daha çok statüsü düşük, kalifiye olmayan işlerde sosyal güvenceden
yoksun olarak çalışmaktadırlar.
“Şanlıurfa Halfeti bölgesinde elçi olan
Ş.B. her aileden ortalama 2-7 kişi arasında aileyi mevsimlik tarım işçisi olarak götürdüğünü, yaklaşık 25 yıldır sürdürdüğü
bu çalışmanın karşılığında kendisi dahil
hiç kimsenin sağlık, barınma ve yolculuklarda can güvenliklerinin olmadığını bu
durumun kendilerini çok rahatsız ettiğini”
ifade etmektedir.
Mevsimlik tarım işçiliği temel
geçim kaynağıdır
Ülkelerinde geçinme imkanı bulamayan
Ermenistan ve Gürcistan’dan daha çok
erkekler mevsimlik tarım işçisi olarak
Trabzon, Rize, Giresun ve Ordu’ya çay
ve fındık toplamaya gelmektedir. Suriye’de ki iç savaş nedeniyle de Türkiye’nin çeşitli illerine gelen Suriyeli ailelerin bir kısmı ucuz mevsimlik gezici tarım
işçisi olarak Hatay, Osmaniye, K.Maraş,
Şanlıurfa, Gaziantep gibi illere, pamuk,
biber, narenciye ve sebze toplamaya gitmektedir. Bağ bahçe tarla sahipleri ucuz
iş gücü nedeniyle zaman zaman tercihini
mevsimlik gezici tarım işçisi olarak yabancılardan yana kullanmaktadır. Özellikle bitkisel üretim sürecinde çapalama
ve hasat dönmelerinde yoğun mevsimlik
tarım işçisi talebi olmaktadır.
Mevsimlik tarım işçisi ailelerin yaşam ve
çalışma koşulları; genellikle yaşadıkları
bölgedeki çalışma alanlarının sınırlı olması, kırsal alanda toprak mülkiyeti dağılımındaki dengesizlik nedeniyle büyük bir
kesimin geçimlik düzeyin altında toprağa
sahip olması, çağdaş tarımsal girdilerin
kullanım oranının azlığı, toprakların çok
parçalı olması, kırsal alandaki yoksulluk
ve yoksunluğun etkilerinin kentlere göre
daha fazla hissedilmesi, sosyal hizmetlere erişimin sınırlılığından dolayı geçim
imkanları oldukça zordur. Çoğunlukla
topraksız ya da az topraklı haneler, arazi varlıkları kendi geçimlerini sağlamaya
yetmediğinden gelirlerindeki açığı kapatmak için başkalarının işinde çalışmaktadırlar. Bir anlamda yaşadıkları şehirlerdeki
Mevsimlik tarım işçiliğine
dış dinamiklerin etkisiyle
uluslararası boyut ekleniyor
9
mevsimlik tarım işçileri
Mevsimlik yolculuğun tarımsal
takvimi en erken Şubat ayı
sonu gibi başlar
Tarım işçisi ailelerin mevsimlik geçici
yolculuğu en erken Şubat ayının sonunda başlar - arada tekrar gelir ve giderler- yine Şubat ayının başında sona erer.
Nisan- Mayıs ayındaki çalışma adresleri
Kayseri’de, Konya’da şeker pancarı tarlaları, Ege’de sera, domates dikimi, soğan-sarımsak, pamuk tarlaları Haziran
ayındaki çalışma adresleri de, mercimek
ve nohut yolmaya gittikleri Kırşehir ve
Konya bölgesidir, daha sonraki aylarda
da üzüm kesimi yapmaktadırlar. Mevsimlik tarım işçilerinin Ağustos ayındaki
durakları Ordu, Giresun gibi fındık tarlalarının bulunduğu Karadeniz şehirleridir.
Şubat ayıyla birlikte karpuz ekimi için
Çukurova bölgesine gitmektedir. Gittikleri
yerde 2-3 ay kalan mevsimlik tarım işçilerinin Çukurova’da başlayan yolculukları,
yine aynı topraklarda pamuk toplayarak
son bulmaktadır. Ancak mevsimlik yolculuğun tarımsal takvimi ürün desenine
bağlı olarak, kalma süresi ve aile üyesinden katılanlarına sayısı ve cinsiyetine
göre değişiklik gösterebilmektedir (Fazlıoğlu, 2014; 80)
Mevsimlik tarım işçilerine ödenen ücretler oldukça yetersizdir
Mevsimlik tarım işçisi ailelerin büyük bir
kısmının tarım dışı geliri bulunmamaktadır. Mevsimlik tarım işçiliğinden elde
edinilen gelir ailenin yaşamını sürdürmesinde tek kaynaktır. Tarımsal işletmelerde 2012 yılında mevsimlik tarım işçilerine
ortalama günlük 38 TL ödenirken, 2013
yılında 42 TL ödenmiş olmasına rağmen
(TUİK; 2013b), söz konusu ücretler oldukça yetersiz olup, kazanılan paranın
önemli bir kısmı da ulaşım ve sağlık giderleri için harcanmaktadır.
Tarım işçilerinin çalışma
yolculuğu ve çalışma koşulları
oldukça zor ve tehlikelidir
Mevsimlik geçici ve gezici tarım işçisi
ailelerin en önemli sorunlarının başında
çalışma yolculuğu ve çalışma koşulları
gelmektedir. Tarım işçileri çalışma yol-
10
culuklarına önceleri kamyon arkalarında
ve at arabalarında yanlarına sıkıştırılmış
naylon iplerle bağladıkları eşyalarla dolu
çuvallarla yaparken, kazaların artması
ve denetimlerin sıklaştırılması ile birlikte
şimdilerde yatak, yorgan, kap kaçak vb.
mutfak eşyaların yüklendiği, kapasitesine
göre çok fazla ağırlık taşıyan kiralık minibüslerle ya da eski bir araba ile de benzer
tehlikeli yolculuklar devam etmektedi
Barınma ve beslenme koşulları
insan sağlığına uygun değildir
Mevsimlik tarım işçisi aileler çalışacakları yerlere vardığında, eşyalarını korumak
ve uyumak için naylon ya da bez çadırlar yeni bir yaşam alanı kurmaktadır ve
neredeyse tüm zamanlarını açık havada
geçirmektedirler. Genelde hava muhalefetinin sert olduğu dönemlerde çadırların
yıkılmasıyla yaralanma ve kazalar yaşanmaktadır.
Mutfak, çadırın bitişiğinde açık alanda;
tuvalet, banyo ise yine çadıra yakın naylonla sarılmış, suya erişim imkânlarının
kısıtlı olduğu, tüm doğal koşullara açık
yerlerde kurulmaktadır. Bazen brucella,
sıtma, ishal vb. hastalıklarla bazen de
kene ve akreplerle mücadele etme durumunda kalmaktadırlar. Öte yandan da
en kötü koşullarda güvenlik, barınma, hijyen, sağlık, istismar vb. riski taşıyan tehlikeli alanlarda konaklama yapmaktadırlar.
Yazın çok sıcak geçtiği bölgelerde zaman
zaman yüzme bilmeyen çocukların serinlemek için su kanallarına girdiklerinde ya
da oyun oynarken dikkatsizlikleri sonucu
bu kanallara düştüklerinde boğulma vakalarına rastlanmaktadır.
Hane içi işbölümü ve
sosyalleşme araçları yetersizdir
Kadın ve erkeğin toplumdaki sorumlulukları, hakları ve üretim sürecindeki rol
ve görevleri ve diğer özellikleri toplumsal
cinsiyete göre şekillenmektedir. Bunun
sonucunda da kadınlar özel alana, erkekler ise kamusal alana yönlendirilmektedir.
Çalışma ve gündelik yaşamda kurumlarla, pazarla ve tarım aracıları ile olan
ilişkiler erkekler aracılığıyla yürütülmekte, kadınlar daha çok anne-kız ve gelin-görümce olarak hane içinde yeniden
üretimde (yemek, bulaşık, çamaşır, temizlik, çocuk bakımı, su taşıma vb. ) ve
üretimde (hayvanların bakımı, sağımı, bitkisel üretimde çapa, toplama, ekim gibi
etkinlikler) önemli rol ve sorumlulukları
bölüşmekte neredeyse bu rol ve sorumluluklar kadınların var olma nedeni olarak
görülmektedir. Dolayısıyla kadınlar çalışma ve gündelik yaşamlarını saran yeniliklerle baş edebilme yol ve becerilerine
mahrum kalmaktadır.
Mevsimlik tarım işçisi aileler
sosyal dışlanmaya maruz
kalmaktadır
Mevsimlik tarım işçisi ailelerin barınma,
beslenme ve yaşam koşullarının yeterince iyi olmaması nedeniyle yaşadıkları
yerleşimlerde sosyal dışlanmaya maruz
kalmaktadırlar. Bu sosyal dışlanma sadece eğitim, sağlık, sosyal hizmet ve yardımlar, sanitasyon ve konut gibi hizmetlere erişimde değil; aynı zamanda da etnik
yapı, mezhep ve dini inançlar üzerinden
de yaşanmaktadır. Zaman zaman bu çatışmalar medyaya da yansımakta ve bazı
mevsimlik tarım iççileri bir sonraki yıl aynı
şehre bir daha gelmemektedir. Özellikle
çocuklar daha fazla sosyal dışlanmaya
maruz kalmaktadır.
Kadın ve erkeğin toplumdaki
sorumlulukları, hakları ve
üretim sürecindeki rol ve
görevleri ve diğer özellikleri
toplumsal cinsiyete göre
şekillenmektedir.
Bunun sonucunda da
kadınlar özel alana,
erkekler ise kamusal alana
yönlendirilmektedir.
Eğitimde devamlılık sorunu
yaşanmaktadır
Mevsimlik
tarım
işçiliğine
katılan
çocukların çoğunluğu okullarını erken
terk edip geç başlamaktadırlar. Bu
durum hem çocukların okuldan uzak
kalmalarına, hem eğitime yeterli ölçüde
katılamadıkları için okul başarılarının
düşmesine, okula ilginin azalmasına ve
okulu terk etmelerine neden olmaktadır.
Bu durum çocukların tarım işçiliği dışında
gelecekte kullanabilecekleri başka bir bilgi ve beceriyi kullanabilmelerini engellemektedir (Kalkınma Atölyesi, 2014; s.15).
Yasal mevzuat mevcuttur
ancak uygulamada sıkıntılar
yaşanmaktadır
Uygulamada norm ve standardın sağlanması, kamu kurum ve kuruluşları arasında
işbirliği sağlanması ve etkin ve verimli
hizmet sunulması amacıyla 24.03.2010
tarihinde 2010/6 sayılı Başbakanlık Genelgesi yürürlüğe konulmuştur. Ayrıca,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca
tüm tarafların katılımı ile bir eylem planı
hazırlanmış, Başbakanlık genelgesinin
ve eylem planının uygulanmasını takip
ve koordinasyonun sağlanması amacıyla
Bakanlık bünyesinde “Mevsimlik Gezici
Tarım İşçileri İzleme Kurulu” oluşturulmuştur. Bu tür çalışmalar önemli bir adım
olmakla birlikte, uygulamada sıkıntılar
yaşanmakta kurumalar arası koordinasyon ve yaptırımlar yetersiz kalmaktadır.
Örneğin; sürekli yaşadıkları yerleşimlerden mevsimlik göç nedeniyle kısa bir süreliğine de olsa ayrılan aileler kendilerine
sağlanan sosyal yardımların bazılarından
mahrum kalmaktadır.
Sonuç ve Öneriler
Mevsimlik gezici tarım işçiliği Türkiye’nin bir gerçeğidir. Bu enformel istihdam alanında yüz binlerce aile geçimini
sürdürmektedir. Mevsimlik tarım işçileri
barınma, gıda, ulaşım olanakları, üreme
sağlığı, eğitim, sosyal hizmetlere erişim
ve tarımdaki mesleki riskler açısından dezavantajlı durumdadır. Bu nedenle insanca yaşam kalitesine uygun olmayan bu
çalışma biçiminde, koşulların düzeltilmesi
11
mevsimlik tarım işçileri
ve sorunların giderilmesi gerekmektedir.
Çünkü tarımda makineleşme, gelir düzeyinin düşüklüğü ve insan-toprak ilişkileri
kırsal bölgelerdeki yoksul nüfusun daha
iyi bir yaşam düzeyi arayışıyla mevsimlik
göç hareketlerinin akışını hızlandırmaktadır.
Kırsal nüfusun yerinde refahının sağlanması yönünde sosyal ve ekonomik politika önlemlerine ihtiyaç bulunmaktadır.
Kırsal kesimde yaygın olan gizli işsizliğin
azaltılması için, organik tarım gibi işgücünün yoğun olarak kullanıldığı üretim yöntemleri desteklenmeli ve çalışanlara yönelik yerel özelliklere dayalı yerel mesleki
eğitimi programları hazırlanmalıdır.
Mevsimlik tarım işçilerinin kamu hizmetlerine erişimi kolaylaştırılmalıdır.
Bireysel güçlendirme çalışmaları yapılmalıdır ( örneğin, okur-yazarlık, iletişim,
sağlıklı beslenme vb.)
12
Mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarının
görünürlüğünün artırılmasına yönelik
medya çalışmaları yapılmalıdır.
Çok sayıda kurum ve kuruluşun bir araya
gelerek entegre bir yaklaşımla kendi görev alanlarına giren konularda mevzuat
düzenlemelerinin yapılması ve sorunlara
kökten ve bütüncül çözüm getirilmesi
sağlanmalıdır.
Kaynaklar
Fazlıoğlu, A. 2014. Mevsimlik Tarım İşçisi Kadınların Çalışma Ve Yasam Koşulları, Turuncu
Aylık Kadın Dergisi, Temmuz, Sayı 135. sf:
78-81
Kalkınma Atölyesi. 2014. Fındık Hasadının Oyuncuları, Batı Karadeniz İllerinde Fındık Hasadında Yer Mevsimlik Gezici Tarım İşçileri,
Tarım İççilerinin Çocukları, Tarım Aracıları ve
Bahçe Sahipleri Temel Araştırması, Altan
Matbaası, 1. Basım.
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK). 2013 (a). İstatistiklerle Kadın.
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK). 2013 (b) Tarımsal İşletmeler Ücret Yapısı Araştırması.
KADIN EMEĞİNDE ZOR KARAR:
AİLE Mİ, İŞ Mİ?
Kadının istihdam konusunda farklı mücadele alanları vardır. Kadınlar
bir yandan işgücü piyasasında yer edinmeye çalışırken diğer yandan
hem iş yaşamının hem de aile yaşamının sorumluluklarını yerine
getirmeye çalışmaktadırlar. Bu eş zamanlı gerçekleştirilmesi gereken
sorumluluklar kadını 7 gün 24 saat çalışan durumunda yaşamını
biçimlendirmeye zorlamaktadır.
Prof.Dr. Emine ÖZMETE
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü
13
aile mi, iş mi?
rincil sorumlunun kadın olduğu görüşünü
pekiştirmektedir.
Tarihin ilk dönemlerinde; ev yönetimi bireylerin ve ailenin
varlığını koruyabilmesi için temel unsurdu. Ailenin ve toplumun
etkin bir şekilde sürekliliğini sağlamak için cinsiyet rolleri belirgin
olarak tanımlanmıştı.
Geçen yüzyılın ikinci yarısından sonra
üzerinde en çok konuşulan konulardan
biri kadın emeği ve kadın emeğinin değeridir. Endüstrileşme ile başlayan süreçte
hızlı kentleşme, hızlı nüfus artışı, okur-yazarlık oranının ve eğitim düzeyinin yükselmesi, hızlı teknolojik gelişmelerin ve
toplumsal değişimin getirdiği yapısal durumlar arasındadır. Tüm bu toplumların
yaşamını gerçek biçimde etkileyen değişimlerin arasında en dikkat çekici olanlardan biri kadının işgücüne katılımıdır.
Toplumsal değişimin neden olduğu etkilere karşın; kadını erkekten ayıran uygulama kalıplarının ve geleneksel toplumsal
cinsiyet algısının sürekliliklerini koruduğu
görülmektedir. Bilindiği gibi cinsiyet rollerinin öğrenilmesi ve kavramsallaştırılması,
toplumun temeli olan aile yapısı içinde
belli bir eğitim süreci gerektirir. Bu eğitim,
bireyin bir toplumda yaşaması için gerekli
bilgileri, becerileri ve kalıpları öğrenmesi
yani toplumsallaşmasını içermektedir.
Bu süreçte bireyler rollerini ve toplumda
cinsiyete dayalı işbölümünü öğrenirler.
“Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü”
kadın ve erkeğin ayrı kişilikler oluşturması
nedeniyle her iki cinsiyet için belirlenmiş
olan rol ve sorumluluk dağılımı sürecidir.
Endüstrileşmiş modern toplumlarda iş
bölümü toplumdaki uzmanlaşmaya paralel olarak artış gösterir. Üretim gücü ve
çalışan bireyin yeteneği arasındaki ilişki
olarak tanımlanan işbölümü, toplumun
ve ailenin sürdürebilirliği için gerekli bir
olgudur. Toplumda yaşayan her bireyin
üretime katılması ve bir yeri doldurması
gibi bir zorunluluğu içerir.
Tarihin ilk dönemlerinde; ev yönetimi bireylerin ve ailenin varlığını koruyabilmesi
için temel unsurdu. Ailenin ve toplumun
etkin bir şekilde sürekliliğini sağlamak
14
için cinsiyet rolleri belirgin olarak tanımlanmıştı. Endüstrileşme sürecine geçiş
döneminde üretim faaliyetleri ev yerine
işletmelerde gerçekleştirilmeye başlanmış; ev yönetimi ile ilgili geleneksel algılamalar değişmeye başlamıştır. 1800’lü yıllarda ailede –üretilen hizmet ve ürünlerin
ev dışında üretilmeye başlanması, evde
merkezlenen rollerin iş yerine yayılmasını
sağlamıştır. Ev üretimi azalmaya başlamış bu süreçte ev işlerini daha kolay bir
şekilde yapacak teknolojik yenilikler hızla
artmıştır.
Geç endüstri dönemi olarak tanımlanan
süreçte; tarımsal üretimden endüstriyel
ekonomiye geçiş kadının rollerinde halen
süregelen bir ikilem yaratmıştır. Kadının
eğitim düzeyinin yükselmesi ve diğer
yaygın eğitim programları ile birlikte işgücüne katılım oranları artmıştır. Ancak
diğer yandan kadın ev işlerini yapmak ve
aile ilgili işlerin büyük bölümünü yürütmek
zorunda kalmıştır. İş ve aile yaşamı cinsiyet rolleri ile oluşan sorumluluklar ve beklentiler ile doğrudan ilişkilidir. Erkeklerin
para kazanması ve kadınların ev işlerini
yapması ayrı dünyalara ait olma görüşünün yansımasıdır. Bu geleneksel görüş;
bireyin ürün ve hizmet üretme yoluyla aile
ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde gelir elde etmek için ev dışında gerçekleştirdiği ücretli işin sınırlarının tanımlanmasında bir belirleyici olmaktadır. Bu yaklaşıma
göre ücretsiz iş ise kadın tarafından evde
yapılan aile yaşamını bir parçası olarak
görülen ve ekonomik olarak üretime bir
katkısı olmadığı düşünülen iştir. Bu algı
ailede sosyalizasyon sürecinde ebeveynlerin erkek ve kız çocuklardan farklı rol
beklentilerinin geleneksel cinsiyet rollerinin benimsenmesine neden olduğu; kadın çalışsa bile ev ve aile ilgili işlerden bi-
21.yüzyılın ortalarına kadar kadının yerinin evi olduğu görüşü ağırlıklı olarak benimsenmiştir. 1960 lı yıllardan başlayarak
etkili olan toplumsal yapıdaki değişimler
kadınların isteklerindeki değişimleri de
etkilemiş; yeni tutum ve istekler kadınların işgücüne katılımı ve ev yönetimi
konusunda yeni fikirlerin gelişmesini
desteklemiştir. Evde yürütülen işlerde kadınların ev işlerini eşleri ve diğer aile üyeleri paylaşma beklentisi artmıştır. Ancak
günümüzdeki tablo; erkeğin ev işlerine
katılımının az olması buna karşın kadının
işgücüne katılımın artması ve bu değişim
hızlarının birbirini yakalayamamasıdır.
Gerçekte tarih boyunca kadın ve erkek
için belirlenmiş olan cinsiyet rollerinin algılanma biçimi toplumsal değişim sürecinde farklılaşmış ve günümüzde daha
çağdaş bir görünüm kazanmıştır. Bu
değişimin en önemli belirleyicileri, kadının
ve erkeğin eğitim düzeyinin yükselmesi,
kadının işgücüne katılım oranının artması, ailenin yapısal değişimi ve değerlerdeki değişim olarak sayılabilir. Son yıllarda
erkek rollerindeki değişimin en önemli
belirleyicisi erkeğin aile içindeki sorumlulukları daha çok paylaşmasıdır. Kadının
rollerindeki en önemli değişim ise işgücüne katılım düzeyinin artmasıdır.
Ailedeki toplumsallaşma sürecinde erkek
ve kızlar için belirlenmiş geleneksel cinsiyet rollerinin öğrenilmiş olması; kadınlar
ve erkeklerin farklı mesleklere yönelmelerine neden olduğu gibi toplum tarafından
kadınlar ve erkeklere de farklı meslekler
yakıştırılmaktadır. Daha açık bir şekilde
mesleksel ayrımı etkileyen faktörler kadın
ve erkekler işgücü piyasasına girmeden
çok önce oluşur. Cinsiyet rolleri kadının
işgücüne katılımında belirleyici olmakta,
Kadınlar çoğunlukla kadına uygun işler
olarak nitelenen, hizmet ve bakımla ilgili
düşük ücretli ve düşük statülü işlerde çalışmaya yönlendirilmektedirler. Hatta son
iki yüzyıla bakıldığında kadınların çalışma
yaşamına katılımlarının özellikle ulusal ya
da uluslar arası düzeydeki ekonomik koşullar tarafından belirlendiği eğer bu koşullar kadınların işgücü piyasasında yer
almasına ihtiyaç gösteriyorsa kadınların
istihdam edildiği görülmektedir. Pek çok
kültürde eğitimini tamamlayan erkeğin
ailesini geçindirmek için çalışması beklenirken kadının işgücüne katılımında böyle
bir kesinlik yoktur.
Kadının istihdam konusunda farklı mücadele alanları vardır. Kadınlar bir yandan
işgücü piyasasında yer edinmeye çalışırken diğer yandan hem iş yaşamının
hem de aile yaşamının sorumluluklarını
yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Bu eş
zamanlı gerçekleştirilmesi gereken soçalışmak mı, çocuk bakmak mı kararı ile
çoğu zaman baskı ve çatışma yaşamaya
rumluluklar kadını 7 gün 24 saat çalışan
karşı karşıya kalmaktadır.
başlarlar. Bu süreçte çoğunlukla kendi
durumunda yaşamını biçimlendirmeye
bireysel yaşamlarının taleplerini de göz
zorlamaktadır. Özellikle evli ve çocuklu
Kadınlar iş bulmak, işlerini kaybetmeardı ederler. Bu farklı yaşam alanları arakadınlar için bu durum daha da ağırlaşmek, kariyer yapmak için çalışma yaşasındaki dengeyi kurma süreci bir anlammaktadır. Bu noktada kadınlar zor bir kamında birçok şeye tamam demek zorunda kadının istekler ve talepler ile mevcut
rar ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Aile ve
da kalmaktadırlar. İş yaşamında 5 yıl ve
kaynakları arasında denge kurması anlaalanları arasındaki dengeyi kurma süreci bir anlamda kadının daha
isteklerfazla
ve talepler
ile mevcut
iş yaşamı konusundaki karar sürecinde
süredir
çalışan 1392 kadının
mına gelmektedir (Şekil 1).
1). edildiği araştırmada; kadınların yüzüç kadın tipinden söz edilmektedir: kaynakları arasında denge kurması anlamına gelmektedir (Şekildahil
de 38,1’inin aile/özel yaşamdan fedakar1. Tip (kadının öncelikli işi evi ve erkeğilık ettikleri, yüzde 30,4’ünün çocuk planİSTEK VE KAYNAKLAR dir): Bu kadınlar kadının ev dışında çalarını erteledikleri, yüzde 23.9’unun evlilik
BEKLENTİLER lışmasına karşıdırlar. Çünkü bunun kaplanlarını erteledikleri belirlenmiştir. Diğer
1. YAŞAM dınların asıl rolleri olan aile ve ev işlerini
yandan çalışma yaşamında kadınların
TALEPLERİ:DUYGU
SAL, EKONOMİK, FİZİK
SEL aksattığını düşünmektedirler.
yüzde 24.2’si yetkinliklerinden daha dü 1. SAĞLIKLI OLMAK
2.DEĞİŞİME UYUM
şük görevleri kabul ettiklerini, yüzde 23.
2.BECERİ, DENEYİ
SAĞLAMA:İŞ, EVLİ
M VE LK, 2. Tip (kadın ve erkek bir bütünün parKİŞİLİK ÇOCUK, HASTALIK 9’u eşit işe daha düşük maaşla çalıştık 3.TOPLUMSAL
DESTEK çasıdır): Bu kadınlar, erkekte ve kadınBİREYİN KENDİSİN
larını, yüzde 18.3’ü ikinci planda kalmayı
4. DİNLENME FIRS
BAŞKALARINDAN DEN VE ATLARI GERÇ
OLMAYAN BEKLENT EKÇİ da bulunan farklı özelliklerin birbirini
İLERİ kabul ettiklerini açıklamaktadırlar (Hürbütünleştirici olduğunu savunurlar. Bu
riyet, 19 Ocak 2014). Böylece kadınlar
görüşe göre kadın ve erkeğin birlikteliği
için iş ve aile yaşamı ikilem yaratmakta ve
belli bir ortaklaşa çalışma ve paylaşımı
zorlu bir karara dönüşmektedir.
Şekil 1. İş ve aile yaşamının dengesi
beraberinde getirir. Bu paylaşımda kaŞekil 1. İş ve aile yaşamının dengesi
dın ev işlerinden sorumlu olurken erkek
Ülkemizde kadın istihdamına ilişkin veKadınların iş ve aile yaşamı arasında çatışma yaşamadan denge kurma çabası yoğun baskı
de ev dışı işlerle görevlendirilir.
rilere bakıldığında; TÜİK verilerine göre
Kadınların iş ve aile yaşamı arasında çaoluşturmaktadır. Diğer yandan çocuk ve yaşlı bakımı gibi konularda
ve sosyal
1989’da kurumsal
yüzde 36.1
olan işgücüne katışma yaşamadan denge kurma çabası
3. Tip (Paylaşımcı yaşam): Bu kadınlar,
destek mekanizmalarının yetersiz olması kadının aile mi iş mi
konusunda
karar
vermesini
tılım
oranının,
sonraki
yıllarda düştüğü,
yoğun baskı oluşturmaktadır. Diğer yankadının bir işte çalışabileceğini ve zorlaştırmaktadır.
bu
Ayrıca kadın çalışmaya karar verdiğinde
aldığı
ücret
ile
çocuğunu
2000’de yüzde 26.6, 2005’te 23.3 ve
dan çocuk ve yaşlı bakımı gibi konularda
durumda kadın ve erkeğin evin geçibaşkasına ya da bir kuruma baktırma maliyetini karşılayamamaktadır.
Böylece
kadın27.6
çalışmak
2010’da
yüzde
olduğu görülmekkurumsal ve sosyal destek mekanizmamini paylaştığı kadar evdeki işlerin mı,
de çocuk bakmak mı kararı ile karşı karşıya kalmaktadır.
tedir.
Kadının
işgücüne
katılım oranı
larının yetersiz olması kadının aile mi iş
paylaşılabilirliğine inanmaktadırlar.
2008’den
bu
yana
artış
göstermiş;
2012
mi konusunda karar vermesini zorlaştırKadınlar iş bulmak, işlerini kaybetmemek, kariyer yapmak için
çalışma
yaşamında
birçok
sonunda bu oran yüzde 29.5’a ulaşmışmaktadır. Ayrıca kadın çalışmaya karar
Kadınlar işgücü piyasasına girmeyi başeye tamam
demek
zorunda
kalmaktadırlar.
İş
yaşamında
5
yıl
daha fazla
çalışan karşın Türkiye
tır.veAncak
bu süredir
yükselmeye
verdiğinde aldığı ücret ile çocuğunu başşarabildiğinde hem iş hem de aile yaşa1392 kadının
dahil
edildiği
araştırmada;
kadınların
yüzde
38,1’inin
aile/özel
yaşamdan
OECD
ülkeleri
arasında
son sırada yer
kasına ya da bir kuruma baktırma maliyemının rol taleplerinin örtüşmesi nedeniyle
fedakarlık
ettikleri,
yüzde
30,4’ünün
çocuk
planlarını
erteledikleri,
yüzde
23.9’unun
evlilik
almaktadır.
Kadının
işgücüne
katılım
tini karşılayamamaktadır. Böylece kadın
planlarını erteledikleri belirlenmiştir. Diğer yandan çalışma yaşamında kadınların yüzde
24.2’si yetkinliklerinden daha düşük görevleri kabul ettiklerini, yüzde 23. 9’u eşit işe daha
düşük maaşla çalıştıklarını, yüzde 18.3’ü ikinci planda kalmayı kabul ettiklerini
açıklamaktadırlar (Hürriyet, 19 Ocak 2014). Böylece kadınlar için iş ve aile yaşamı ikilem
15
aile mi, iş mi?
Kadınlar iş bulmak,
işlerini kaybetmemek,
kariyer yapmak için
çalışma yaşamında
birçok şeye tamam demek
oranı 2013 yılı Haziran ayına göre yüzde
31.9’dur. Kadınların okullaşma oranları
yaklaşık erkeklerle aynı düzeydedir. Okuryazarlık oranı kadınlarda yüzde 92,2 iken
erkeklerde yüzde.98,3’tür. 2011-2012
öğretim yılında ilköğretimde okullaşma
oranı kadınlarda yüzde 98,6, erkeklerde
yüzde 98,8, ortaöğretimde okullaşma
oranı kadınlarda yüzde 66,1, erkeklerde
yüzde 68,5, yükseköğrenimde okullaşma
oranı kadınlarda yüzde 35,4, erkeklerde
yüzde 35,6’dır. Ancak erkek ve kadınların
16
zorunda kalmaktadırlar.
bu okullaşma
oranlarındaki
yakınlığa
karşın
istihdama katılımdaki farklılık dikkat çekicidir
(TÜİK, 2013).
Ülkemizde de kadının çalışması ve para
kazanması, ev ve aile ile ilgili rollerine ilişkin sorumluluğunu azaltmamış, iş ve aile
yaşamını dengeleme ihtiyacını beraberinde getirmiştir.
Böylece, çalışan
kadından eş zamanlı olarak hem iyi
bir eş ve anne hem de
iyi bir çalışan olması beklenmektedir. Bu beklentilerin eş zamanlı rol
taleplerine dönüşmesi kadın için çalışma
kararını zorlaştırmaktadır. Ayrıca işgücü
piyasasındaki rekabet koşulları da kadının çalışmasının önündeki en önemli
engellerdendir. Oysa gelişmiş ülke ve
gelişmiş ekonomi olabilmenin ön koşul-
Kadınlar işgücü piyasasına
girmeyi başarabildiğinde
hem iş hem de aile yaşamının
rol taleplerinin örtüşmesi
nedeniyle çoğu zaman
baskı ve çatışma yaşamaya
başlarlar.
Bu süreçte çoğunlukla
kendi bireysel yaşamlarının
taleplerini de göz ardı
ederler.
larından biri kadınların istihdamının artırılmasıdır. 2023 yılına kadar Ülkemizde
kadınların istihdam oranının yüzde 50’ye
ulaşması beklenmektedir. Bu nedenle
kadını ve aile yaşamını destekleyici yeni
düzenlemeler ve sosyal politikaların yanı
sıra, işverenlerinde bu konudaki duyarlılığının artırılması ve teşvik edici unsurlar
önemli görülmektedir.
Kaynakça
1. Clarke,D.,1992.Women at Work:An Essential Guide for the Working Women.Elent Books, ltd. USA.
2. TÜİK, http://www.tuik.gov.tr
3. Hürriyet Gazetesi İnsan Kaynakları Eki, 19
Ocak 2014
17
deniz yıldızları
DENİZ YILDIZLARI
Ülkemizde koruyucu aile hizmeti,
çocuklar için en faydalı sosyal
hizmet alanlarından biri olmuştur.
Koruyucu aile; çeşitli nedenlerle öz ailesi yanında bakımları bir süre için sağlanamayan
çocukların, kısa veya uzun dönemler içerisinde, ücretli veya gönüllü olarak eğitim, bakım ve yetiştirilme sorumluluğunu alan kişi ya da ailelerdir.
Koruyucu Aile Hizmetinde esas olarak, kendi ailesi ile birlikte yaşamını sürdürmesi
mümkün olmayan çocuklara, kendileri için uzun süreli bakım modeline karar verilinceye kadar geçecek sürede, özel aile ya da kişiler tarafından sıcak ve güvenli bir aile
ortamı sunulmasıdır.
Kendimizi korunma altında bulunan bir çocuğun yerine koyarak olaylara onun bakış
açısıyla bakmak, o çocuğun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve
hissetmek koruyucu aile hizmetinin önemini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
Leyla ORUÇHAN
Sosyal Hizmet Uzmanı
Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Ülkemizde koruyucu aile hizmeti, çocuklar için en faydalı sosyal hizmet alanlarından
biri olmuştur. Çünkü çocuk hakları sözleşmesi ve ülkemiz kanunlarına göre çocuk
odaklı yaklaşım en iyi şekilde uygulanmış ve çocukların bu hizmetten en üst düzeyde
fayda sağlamaları için çalışılmıştır.
Yurt dışı uygulamalara bakıldığında koruyucu aile yanında bulunan çocuk sayısı korunma altına alınan çocuk sayısının % 90’nı gibi bir rakamken ülkemizde ise %27’dir.
Bu oranın çok daha yüksek olması yani daha çok çocuğumuzun bu hizmetten yararlanabilmesi için gerekli çalışmalar bugüne kadar yapılmış bugünden sonra da bu
çalışmalara devam edilecektir.
18
Şimdi bu yazıyı okurken başlıkla okuduklarınızın arasında bir bağ kuramamış olabilirsiniz. Ancak öncelikle size koruyucu
aile hizmeti hakkında kısa bir bilgi vermek
istedim. Şimdi ise anlatacağım ve gerçek
olan bu hikayeyi okuduğunuzda ne kadar
doğru bir başlık seçtiğimi siz de görmüş
olacaksınız.
Deniz yıldızı hikayesini hemen hemen bilmeyenimiz yoktur. Bence bu hikayenin en
can alıcı noktası ise; denizde oluşan fırtınalar yani kendi istemleri dışında gelişen
olaylar nedeniyle kıyıya vurmuş ve yaşam
şanslarını kaybetmiş olan deniz yıldızlarını
hayata döndürmek için sahildeki adamın
bıkmadan usanmadan onları denize atarak bir kez daha yaşam şansı vermekten
vazgeçmeyişidir. Bizim çocuklarımızda
birer deniz yıldızıdır. Koruyucu ailelerimizde sahilde deniz yıldızlarına yeni bir hayat
şansı veren o adam gibi yıldızlarımızı hayata bağlayan ve onlara güvenli bir gelecek sağlayan kişilerdir.
Türkiye genelinde yapılan uygulamaları
görme şansına sahip biri olarak koruyucu ailelerimizin birebir çocuklar için
yaptığı büyük fedakarlıkara da şahit oluyorum. Bunlardan birini sosyal hizmetlerde ilk çalışmaya başladığım dönemlerde
yaşadım. Deniz yıldızı hikayesine çok
güzel yaşanmış bir örnek olabileceğini
düşündüğüm için de sizinle paylaşmak
istiyorum.
İl müdürlüğü tarafından yapılan incelemeler ve araştırmalar sonucunda başvuruda bulunup da uygun bulunan bir
ailenin yanına çocuk yerleştirilmişti. Aile
yanına yerleştirilen kız çocuğumuzun bir
süre sonra çok fazla bakım ve emek isteyen ve ciddi hayati risk taşıyan bir sağlık
problemi olduğu ortaya çıktı. Aile bu ciddi
sağlık problemine rağmen çocuğumuzu
kuruluşa geri vermeyi hiç düşünmedi ve
içlerinde bulunan çocuk sevgisi sayesinde her türlü fedakârlığı göze alarak onun
bakımını üstlendi. Çocuğumuzun sağlık
ve her türlü giderleri Devlet tarafından
karşılanmaktaydı. Ancak ihtiyacı olan tek
şey olan aile sıcaklığı ve sevgisini veren
koruyucu ailesi sayesinde çocuğumuz
yaşama tutundu. Şimdi ise çocuğumuz
sağlık sorunları devam etmekle birlikte
geleceğe güvenle, hayata umutla bakarak koruyucu ailesinin yanında yaşamaya
devam ediyor. Eminim ki bu okuduklarınızdan sonra siz de benim gibi bu koruyucu ailenin yapmış olduğunun deniz yıldızı hikayesine güzel bir örnek olduğunu
düşünüyorsunuz.
Yıldızlarımızı hayata kazandıran, bugüne
kadar yanlarında olan koruyucu ailelerimize ve koruyucu aile olmaya karar vererek bu büyük aileye katılacak ailelerimize
yıldızlarımız adına teşekkür ediyoruz.
Bence, yurt dışında bulunan
koruyucu aileler ile Türkiye’deki koruyucu aileler
Koruyucu aile; çeşitli nedenlerle öz
arasındaki en büyük
farkın bizim ülkeailesi yanında bakımları bir süre
mizdeki
koruyucu
ailelerin bu hizmeti
için sağlanamayan çocukların, kısa
verirken
gönüllerini ortaya koyuveya uzun dönemler içerisinde,
yor olmalarıdır. Bu
ücretli veya gönüllü olarak
ailelerin
sağladığı
aile - sevgi - güven
eğitim, bakım ve yetiştirilme
ortamında yetişen çocuklarımız kendine güsorumluluğunu alan kişi ya da
veni olan ve kendi ayakları
ailelerdir.
üzerinde durabilen birer yıldız
olarak toplum içinde yerlerini alıyorlar.
Hikayede de anlatıldığı gibi sahilde denize atılarak hayata dönmeyi bekleyen
birçok deniz yıldızı var. Eğer siz de koruyucu aile olmaya karar verirseniz bilmelisiniz ki, onlara vereceğiniz sevgiye
karşılık çocuklarımız da sevgilerini size
vermek için beklemekteler.
19
çocuğum ilkokula hazır mı?
Çelebi ÇAĞLAYAN
Psikolojik Danışman/Yazar
Çankırı Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürü
ÇOCUĞUM İLKOKULA HAZIR MI?
İlkokula başlamak, hem çocuk hem de
aile için çok önemli ve heyecan verici bir
durumdur. Çocuğun okul hayatında başarılı ve mutlu olması öncelikle okul olgunluğu düzeyi ile ilgilidir. Okul olgunluğu
ise çocuğun kendisinden istenilen, beklenilen tutum ve davranışları sergileyebilecek durumda olmasıdır. Eğer çocuk bu
olgunluğa ulaşmadan ilkokula başlarsa
okula ve öğrenmeye karşı olumsuz bir tutum sergileyecektir. Okula başlama yaşı
ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir. Bazı
ülkelerde okula başlama yaşı 5 iken bazı
ülkelerde 6 yaş sınırı getirilmiştir. Ülkemizde ise 5,5 yaş olarak belirlenmiştir. Ailelerin bu süreçte dikkat etmesi gereken
nokta çocuğun gelişim özelliklerini takip
ederek okula başlama zamanını tespit etmektir. Bu konuda ailelerin, Rehberlik ve
Araştırma Merkezlerinden, anaokulu öğretmenlerinden, sınıf öğretmenlerinden,
psikolojik danışmanlardan, doktor ve
diğer uzmanlardan görüş almaları sağlıklı
ve doğru bir karar vermede etkilidir. Okul
olgunluğuna ulaşmış bir çocuk okula
başlamaya hazırdır.
Çocuğun okula hazır olması ne demek?
Okula başlaması düşünülen çocuğun
okula hazır olup olmamasına üç farklı
değerlendirme sonucuna göre karar verilmelidir.
1-Fiziksel Gelişim ve Hazırlık
Çocukların fiziksel gelişimleri aynı zamanda zihinsel, sosyal-duygusal gelişim
20
Fiziksel gelişimi sağlıklı
olan çocuklar öğrenme ve
öğretme etkinliklerinde daha
istekli ve başarılı oldukları
kadar daha kolay da uyum
sağlayabilirler.
ve akademik başarıları üzerinde çok etkilidir. Okula başlayacak çocuk, içinde
bulunduğu yaş grubunun fiziksel özelliklerini taşıması gerekmektedir. Fiziksel
gelişimi sağlıklı olan çocuklar öğrenme
ve öğretme etkinliklerinde daha istekli
ve başarılı oldukları kadar daha kolay da
uyum sağlayabilirler. Mesela küçük kas
gelişimi tam anlamıyla hazır olamayan bir
çocuk kalem tutarken çok zorlanacak ve
istenilenleri yapmakta güçlük çekecektir.
Bu durumda hem okula tutumu hem de
akademik başarıyı etkileyecektir.
İlkokula başlamadan önce ailenin, çocuğunda görme ve işitme sorunu olup
olmadığının araştırılmasını sağlaması çok
yararlı olacaktır. Bu konuda erken teşhis
ve tedavi son derece önemlidir. Çocukta görme veya işitme ile ilgili herhangi bir
engel tespit edildiğinde bu durum mutlaka sınıf öğretmenine bildirilerek sınıf içerisinde öğrenciye yönelik tedbirler alınması
gerekmektedir. Okula başlayacak çocukta sürekli yaşanılan bir hastalık ya da düzenli kullandığı ilaç varsa bu durumunda
öğretmeni ile paylaşılması gerekmektedir.
Çocuğun okula başlayacağı dönemde
kendi başına yemek yemesi, giyinmesi,
el-yüz yıkaması, düğme ve fermuarını
açıp kapatması, tuvaletini yapması gibi
öz bakım becerileri fiziksel gelişim özellikleri arasındadır. Bu konuların okul başlamadan halledilmesi çok önemlidir. Aksi
halde sürekli birilerinin desteğine ihtiyaç
duyacak, okul hayatında çok zorlanacaktır. İlkokulda öğretmenlerin çocuklar ile
ilgili en büyük sıkıntılarından birisi kalem
tutma alışkanlığıdır. Çocuk eğer kalemi
doğru ve istenilen biçimde tutamazsa
bu durum hem yazı yazmasında sıkıntı
oluşturacaktır hem de çabuk yorularak
sıkılmasına neden olacaktır.
2- Bilişsel Gelişim ve Hazırlık
Erken dönemde pek çok deneyimin
yansıması olan bilişsel beceriler çocukları yeni bilgileri kazanma açısından hazır hale getirir. Bilişsel gelişim ile birlikte
çocuklar gözlem yapmayı, benzerlik ve
farklılıkları ayırt etmeyi, problem çözmeyi
ve soru sormayı öğrenirler.
Okul olgunluğuna erişmiş bir çocuğun
bilişsel gelişim özelliklerinden birisi temel
şekillerin yaşamın içinde kullanıldığı biçimde tanımasıdır. Mesela araba lastiğinin daire, masanın kare ya da dikdörtgen
olduğunu bilmesidir. Okula başlayacak
bir çocuğun bakmadan yazı yazması
beklenmez, ancak bakarak bir kelime ya
da şekli kopya edebilmesi bilişsel gelişim
açısından önemli bir ipucudur.
Okullar açıldığında çocukların ve öğretmenlerin yaşadığı önemli sorunlardan birisi de dikkat ve ilgi dağınıklığıdır. Özellikle
okul öncesi kurumlarına yani anaokuluna
giden bazı öğrencilerde sınıf içinde gezme, uzun süre sırada oturmada sıkıntı ve
sık sık tuvalete gitme isteği gibi durumlar
yaşanabilir.
Okul olgunluğuna ulaşmış bir çocuk için
bilişsel gelişim özelliği olarak 20’ya kadar sayması ve rakamları tanıması da
bir veridir. Bu konuda istenilen düzeyde
olamayan çocukların da aileler tarafından
okullar açılmadan çocuklarını desteklemeleri yararlı olacaktır. Sayıların yanı sıra
renk ve şekilleri bilmesi de bu yaş gruplarında okul olgunluğu için bir etkendir.
Aileler çocukları ile ilgili etkinlik yaparken
sohbet ederken onların küçüklük - büyüklük, uzunluk - kısalık, azlık - çokluk,
ilk - son kavramlarını bilip bilmediklerini
de gözlemeleri verilecek kararda etkilidir. Okula hazırlık aşamasında aileler
çocuklarına bol bol hikâye okuyarak, bu
hikâyeleri anlatmalarını isteyebilir. Bazen
de bu hikâyeleri yarısına kadar okuyarak
hikâyenin bundan sonrasını çocuğun
kendi duygu ve düşünceleri ile tamamlamasını isteyebilirler. Bu yaş grubundaki
çocuklar neden sonuç ilişkisini kavrayabilirler. Yaptıkları ya da yapmadıkları bir
durumdan dolayı ödül veya ceza almalarının mantığını kavrayabilirler. Mesela çok
TV izlediği için evdeki TV’yi kapattığınızda bunun nedenini bilecek durumdadır.
Ancak ısrarla ve inatla izlemek isteyebilir.
Bu durumu anlayacağı bir dil ve uygun
bir üslupla, kararlı bir biçimde yapmanız
öğrenme açısından yararlı olacaktır.
3- Sosyal – Duygusal ve Dil Gelişimi ve
Hazırlık
Sosyal ve duygusal yönden gelişmiş çocuklar okulda akademik anlamda daha
başarılı olmaktadır. Çünkü bu durumdaki
çocuklar öğrenmeye daha ilgili ve istekli
olmaktadır. Akranları ve öğretmenleri ile
iyi bir iletişim içinde olan çocuklar daha
özgüvenli ve öğrenmeye karşı daha açık
olmaktadırlar.
Ailelerin bu süreçte çocukları ile iyi bir
iletişim kurması çocuğun kendi duygu
ve düşüncelerini rahatça ifade etmesine
Duygu ve düşüncelerinin
farkında olan ve bunları
çevresi ile rahatlıkla
paylaşan çocuklar okuldan
ve öğrenmeden zevk alçaktır.
neden olacaktır. Duygu ve düşüncelerinin farkında olan ve bunları çevresi ile
rahatlıkla paylaşan çocuklar okuldan ve
öğrenmeden zevk alçaktır. Aksi durumda çocuklar yalnızlaşacak ve okula karşı
isteksizlik yaşayabilecektir. Sosyal gelişimin en önemli unsuru dil gelişimi ve yeterliliğidir. Bu yeterlilik akademik başarı ve
arkadaş edinme konusunda son derece
önemlidir. Çocuğun anlaşılır bir biçimde
konuşması akranları ve öğretmeni ile etkin iletişim kurması açısından önemlidir.
İlkokulda çocuklar kendi aralarındaki
oyunlarda kazanan ve kaybedenler olacaktır. Evde anne ve babası ile oynadığı
her oyunu ‘kazanan’ çocuk aynı durumu
okulda da isteyecektir. Kazanamadığı ya
da gerilerde olduğu durumlarda ise hayal
kırıklıkları yaşayacaktır.
Çocuklardaki merak duygusu, farklı düşünebilme ve yaratıcılık özelliği, öğrenme
yöntemi de okul başarısı için önemli etkenlerdir.
Okula başlaması düşünülen çocuklar yetişkinlerden izin ve yardım almayı bilmeli;
okulun izinsiz ve habersiz terk edilmeyeceği bir yer olduğunun farkına varmalıdır.
İlkokula başlayan çocukların gerek sınıf
içinde gerekse sınıf dışında öfke ve gerilim yaşayacağı durumlar olacaktır. Mesela bir arkadaşı kalemini alacak ya da
bir başkası alay edecek. Buna benzer
birçok durum yaşanması muhtemeldir.
Bu durumlarda çocuk belli ölçüde gerilim ve öfkeyle baş edebilmelidir. Yaşadığı
sorunları şiddete başvurmadan çözebilmenin yollarını öğrenmesi konusunda
destek olunmalıdır.
Çocuğun okula hazırlanmasında ailelere
düşen görevler nelerdir?
Aileler çocuğun okula gidecek olmasını
çocuktan bir kaçış ya da kurtuluş gibi,
çocuğa verilmiş bir ceza gibi algılamalarına sebep olacak konuşmalardan kaçınmalıdırlar. Özellikle “Çok yaramazlık
yapıyorsun, okula başlayınca görürsün
gününü.”, “Okula başla da senden kurtulayım.” gibi cümleler çocuğun kendisini değersiz hissetmesine ve okula karşı
olumsuz bir tutum sergilemesine neden
olacaktır.
Çocuğunuz okul hakkında ne kadar çok
bilgi sahibi olursa o kadar az korkacaktır.
Okulunu ve çevresini okular açılmadan
birlikte gezebilirsiniz. Okulla ilgili zaman
zaman çocuğu sıkmadan ve zorlamadan
mini sohbetler edilebilir. Okul açılır açılmaz çocuğunuzun okulunu, sınıfını ziyaret etmeye ve öğretmenleri ve arkadaşları
ile tanışmaya gayret edin.
Okulun ilk gününü anlatan kitaplar okuyun. Böylece çocuğunuz bu konuda fikir
sahibi olacaktır. Bazı aileler çocuklarına
okulu sevdirebilmek ve özendirebilmek
amacı ile okulun çok eğlenceli bir yer olduğundan bahsederler. Ancak çocuğun
okulda ne kadar eğleneceğini anlatırken,
abartıya kaçmamaya özen gösterin. Yeni
arkadaşlar edineceğini ve yeni şeyler öğreneceğini ama kimi zaman da canının
evde olmak isteyebileceğini bilsin. Aksi
halde okulun her zaman eğlenceli bir yer
olmadığını görünce hayal kırıklığı yaşayabilir. Gerçekçi olmak lazım.
Çocuğunuzun can güvenliği açısından
okul ve ev arasındaki ulaşımı hakkında
ona bilgi verin. Çocuğunuza okula hangi
ulaşım vasıtası ile gideceğini önceden anlatın. Yürüyerek gidecekse, okul yolunda
beraber yürüme alıştırmaları yapın. Servis
ile gidecekse birlikte servis durağına yürüyün. Yoldaki işaretleri, trafik işaretlerini,
yaya geçitlerini, vb. uyarı durumlarını birlikte inceleyin.
21
çocuğum ilkokula hazır mı?
Çocuğunuza acil durumlarda size ulaşabilmesi için adres ve telefon numaranızı
öğretin. Okulun ve sınıf öğretmeninin de
telefonunu mutlaka öğrenin. Özellikle ilk
günlerde okul dönüşü evde olmayacaksanız telefon edin ve gününün nasıl geçtiğini sorun. Telefon etmeniz de mümkün
değilse aileden bir başkasının veya bir
arkadaşınızın sizin yerinize çocuğunuzla
ilgilenmesini sağlayın.
Evde yaşına uygun sorumluluklar verin.
Yapabileceği kendi işlerini, kendisinin
halletmesi için imkân ve destek verin.
Özellikle okulda yaşadığı her güçlükte siz
müdahale etmeyin. Kendisinin de çözüm
için gayret göstermesini teşvik edin.
Çocukların okula başlayacak olması
oyun dönemlerinin geçtiği anlamına gelmez. Çocuklar için oyun oynamak da bir
öğrenmedir. Çocuğunuza oyun oynaması ve hareket etmesi için imkân ve ortam
sağlayın Hoplamayan, zıplamayan, dengesini sağlayamayan çocuklar şekilleri
çizmede, yazı yazmada zorlanır. Zikzak
koşmayan çocuk zikzak bir şekil çizmede, daire çevresinde koşmayan bir çocuk
daire şekli çizmede zorlanır.
Okula başlama döneminden önce çocuklar gereğinden fazla TV izlerler. Bu
durumda onların dikkatlerinin dağılmalarına neden olan etmenlerden birisidir. Çocuklar bu dönemde ilgi ve dikkatleri çok
çabuk dağılır, çabuk sıkılırlar. Çocuğunuzun bir işe dikkatini verip yoğunlaşması
olması çok önemlidir. Aynı anda birçok işi
yapmayı seven çocuğunuz varsa tek bir
iş üzerine dikkatini toplamasına yardımcı
olun. Bir konu üzerinde yoğunlaştığında
destekleyin, övün. Kendi başına oyun
kurmasına, tek başına meşgul olmasına
imkân verin, destekleyin.
Okul hayatında başarılar, hayat okulunda
mutluluklar dilerim…
22
Çocuğunuz okul hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olursa o
kadar az korkacaktır.
NİNELERİN VE DEDELERİN
AİLE İÇİNDEKİ ÖNEMLİ ROLLERİ
Çekirdek aile, elimizden yüz yıllık çınar
ağaçlarını aldı. Bu çınar ağaçları yani dedelerimiz ve ninelerimiz ailenin dışında
kaldı. Bu insanların hayat tecrübelerinden
uzak kaldık. Onları sistemin dışına çıkarıp
“Biz her şeyi biliriz ve kendi kendimize
yeteriz.” dedik. Müthiş bir hata yaptık ve
halen de yapıyoruz.
İçinde yaşadığımız yüzyılda çok meşgulüz, çok! Annelerimiz ve babalarımız daha
çok çalışmakta ve daha çok para kazanmak için adeta çırpınmakta. Bu durumda
çocuklar ya kreşlere ya bakıcılara ya da
elektronik bakıcılara (TV, bilgisayar) emanet edilmekte.
Dedelerin ve ninelerin en önemli sistematik işlevlerinden biri de geçmişle gelecek
arasında toplum ve aile dinamiklerini koruma ve yaşatma adına bir köprü olmalarıdır. Yaşamın barındırdığı acı tatlı tüm
gerçeklikler bu insanlar sayesinde yeni
nesle yaşamın olağan akışı içerisinde aktarılır.
Dr. Brayer, Osmanlı aile hayatına temas
ederken, bilhassa yetişkin çocukların anne-babaları ile birlikte oturmaktan derin
bir haz duyduklarını belirterek diyor ki:
“Çocuklar yetişip adam oldukları zaman,
(Osmanlı toplumunda) analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar
ettikleri ve küçükken onlardan gördükleri
şefkate mukabele etmekle bahtiyar olduklarını dile getirirlerdi.”
Ve geçiyor kendi toplumunu tenkide:
Nevzat ÖZER
Psikolojik Danışman-Yazar
Antalya Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdür Yardımcısı
“Başka memleketlerde çok defa çocuklar, olgunluk çağına girer girmez (ekonomik özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz)
analarıyla babalarından ayrılmakta, ekonomik menfaatleri hususunda onlarla
çekişe çekişe tartışmakta, hatta bazen
23
ninelerin ve dedelerin
kendileri refah içinde yaşadıkları halde
anne-babalarını sefalete yakın bir hayat
içinde bırakmakta, zavallılara karşı âdeta
yabancılaşmaktadırlar...”
Prof. Gaston Jezz ise “Ben Batılı bir aile
hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk
milletinin elinden aile nizamını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz” diyor.
Peki, bizleri ya da yeni nesli, kimler
hatalara düşmekten alıkoyacak? Kitle
iletişim araçları mı yoksa sosyal medya mı?
Yeni kuşağın eski kuşağa oranla daha
fazla olumsuz uyarıcıya maruz kaldığı
gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor. İstiyoruz ki büyüklerimiz, tecrübelilerimiz hayat denen bu yolculukta bizleri
yapayalnız bırakmasınlar.
Dedeler ve nineler birer arabulucuydu
Dedelerimizin, ninelerimizin aile içindeki ve dışındaki yani yaşamın içerisindeki
rolleri çok büyüktü. Onlar, yaşamın zorlu
yollarından geçmiş, acılardan ve yanlışlardan ders almışlardı. Aile içerisinde bir
kargaşa, bir huzursuzluk ya da muhtemel
bir ayrılık söz konusu olduğu zaman bu
tecrübeli insanlar, bir psikolog edasıyla
devreye girer; çoğu kez de olayı tatlıya
bağlarlardı. Taraflar bu insanlara büyük
bir saygıyla yaklaşır, onların görüş ve düşüncelerini kanun gibi görürlerdi.
Üzüldüğüm nokta, bu insanların artık günümüzde eski işlevlerini yerine getirememeleri ya da getirmemeleridir. Muhtemel
bir anlaşmazlıkta ya da bir kavgada eşler
ani bir kararla boşanmak için mahkeme
yolunu tutmaktadırlar. Düşündürücü olan
ise, eskinin aksine, tarafların eş, dost, akraba, komşu gibi yakın gördükleri kimseler, maalesef artık seyirci kalmalarıdır.
Tahammül sınırımız alarm veriyor
Tahammül demek, insanın güç durumlara karşı koyabilme ve dayanma gücüdür.
Hatta tasavvufta Mevlana’nın hoşgörüsü
buna en güzel örnektir. İçinde bulun-
24
duğumuz yüzyılda toplumsal ve insanî
reflekslerimizin zayıfladığı ortadadır. Her
şeyden önce kendimize ve içinde yasadığımız topluma, hatta bu dünyayı paylaştığımız diğer canlılara karşı tahammül
sınırlarımız daralmakta ve daraltılmaktadır. Bugün bizlerin yetiştirdiği çocuk ve
gençlerde de aynı tahammülsüzlüğü görüyor; fedakârlığı ve hoşgörüyü maalesef
göremiyoruz. Tahammül sınırımızı tekrar
genişletmek zorundayız.
Eğitimde de özellikle gençlerimize ve çocuklarımıza “değerler eğitimi” vermek zorundayız. 21. yüzyıl insanına yaşamı hızlı
yaşamak, hızlı tüketmek ve hızlı yemek
yemek gibi garip alışkanlıklar dayatılmaya çalışılıyor. Bunlar belli bir zaman sonra
alışkanlıklarımız haline gelebilir ki tehlike
de tam bu noktada başlıyor. Çünkü alışkanlıkları terk etmek zordur.
Bir hâkimden duymuştum: “Meslekî yaşamımda en zor anlarım eşlerin boşanması için verdiğim kararlardır. Özellikle
daha evliliklerinin ikinci üçüncü yılında
olmalarına rağmen ‘bu adama/bu kadına tahammül edemiyorum, katlanamıyorum, sabrım kalmadı, dayanamıyorum.’
gibi ifadelere çok şahit oldum.”
Dedelerin ve ninelerin tahammül noktasına gelecek olursak; yaşamın verdiği acı
veya tatlı derslerde tahammülün, hoşgörünün, hoş bakışın, geniş düşünmenin en
iyi örneklerini onlarda görebiliriz. Bu eğitimle veya diplomayla sağlanacak bir şey
değil. Tamamen zamanın, yaşamın insanı
terbiye etmesi, ders vermesiyle alakalı olduğunu düşünmekteyim. Dede ve ninesiyle büyüyen çocuğun iletişim yönünden
daha açık olduğunu görüyoruz. Dede
ve nine, çocuğun sosyalleşmesinde çok
önemli bir etkiye sahiptir. Bu yüzden bu
insanların aile yapımız içindeki yeri ve
önemi büyüktür.
Devletimize ve mühendislere
bir öneri
Yapılacak daire ve binalar dede ve ninelerimizin de kalmalarına olanak sağlayacak
şekilde dizayn edilmeli bence. Aile bütün-
lüğü ne kadar kolektif olursa çocuk da ailenin gücünü arkasında hissedip kendine
güvenen, daha kuvvetli ve sosyal bir birey olabilecektir.
İnsanın bile kiralandığı bir
çağda, aile yapısı içindeki
temel referanslarımıza
çok dikkat etmeliyiz.
Bazılarını kenara itmek,
dışarıda tutmak veya evden
uzaklaştırmak hem kendi
evlatlarımıza ciddi negatif
bir örnekken hem de onların
yaşamsal sürecine katkı
anlamında endişe verici bir
haldir.
Avrupa’da kiralık dede aranıyor
Birçok Avrupa ülkesinde anne ve babaların çocuklarının büyükbaba veya büyükanne özlemini gidermek için kiralık
dedelere başvurduklarını biliyor muydunuz? Ne kadar dramatik… Hiç bir canlı,
atasının tecrübelerinden yoksun kalmak
istemez. Onlarda hayat dersi, bilgi deposu, nostalji, sabır, şükür, hoşgörü ve
tahammül var...
Kiralık dedeler ya da nineler çeşitli nedenlerle kendi ailelerinden ayrılmak zorunda
kalan genç çiftler tarafından kiralanıyor.
Çiftler yerel gazetelere ilan vererek ya da
bu uygulama için özel olarak kurulmuş
internet sitesine başvurarak çocuklarıyla
vakit geçirebilecek bir büyükanne ya da
büyükbaba aradıklarını bildiriyorlar. Sağlık
Sonuç olarak
ninelerimizi ve
dedelerimizi
geri istiyoruz.
Onların
çocuklarımızla
tekrar birlikte
olmasını, aynı
sahada top
koşturmasını
istiyoruz.
durumu ve vakti uygun olan yaşlı insanlar
da bu ilanlara cevap vererek yeni bir torun sahibi oluyor. Örneğin Danimarka’da
bu uygulama için özel olarak kurulmuş
bir internet sitesi var. Bir buçuk yıldır uygulanmakta olan ebeveyn kiralama yöntemiyle yüzlerce geniş aile oluşturulmuş
durumda. “seniorlife.dk” isimli internet
sitesinin yöneticisi Bjarne Bekker, son 18
ay içerisinde 600’den fazla ebeveyn kiraladıklarını söylüyor.
Sık sık ebeveyn kiralama ilanları yayınlayan yerel bir gazetenin reklam müdürü
Rasmus Kofold ise; uygulamanın önceleri kendileri için de oldukça şaşırtıcı olduğunu belirterek, “Geçmişte kaybolan
yaşlı insanlar için ilanlar basıyorduk. Şimdi ise durum çok daha farklı. Çocuklar
için büyükbaba ya da büyükanne ile vakit
geçirmek son derece önemli. Uygulama
yalnız yaşayan yaşlılar için de faydalı. Onlar da bu sayede yeniden aile oluyorlar.”
diyor. Ebeveyn kiralama uygulamasının
çocuk bakımıyla ilgili yeterli bilgiye sahip
olmayan genç çiftler için de faydalı olduğu söyleniyor. Genç çiftler kiraladıkları
büyükanne ya da büyükbabaların çocuk
yetiştirmeyle ilgili tecrübelerinden de faydalanabiliyor.
Oğlu Mathias’a uygun bir büyükbaba
bulmak için yerel bir gazeteye ilan veren
26 yaşındaki Birgitte Olsson uygulamayı
savunmak için kendi hayatından örnek
veriyor: “Çocukken büyükbabam ve büyükannem uzak bir şehirde yaşıyordu.
Bizi ziyarete geldiklerinde ne kadar sevindiğimi hiç unutmuyorum. Herkesin bir
arada oturup çay içtiği kocaman, mutlu
bir aile oluyorduk. Aynı duyguyu oğlum
Mathias’ın da yaşamasını istiyorum.
Bu yüzden kiralık ebeveyn ilanı verdik.”
Birgitte’nin annesi, Mathias doğmadan
önce hayatını kaybetmiş. Babasıyla ise
yıllardan beri görüşmüyor. Eşi Lennard’ın
ailesinin ise Mathias ile ilgilenemeyecek
kadar yaşlı olduğunu söylüyor.
İnsanın bile kiralandığı bir çağda, aile yapısı içindeki temel referanslarımıza çok dikkat etmeliyiz. Bazılarını kenara itmek,
dışarıda tutmak veya evden
uzaklaştırmak hem kendi evlatlarımıza ciddi negatif bir örnekken hem de onların yaşamsal
sürecine katkı anlamında endişe verici bir haldir.
Sonuç olarak ninelerimizi ve
dedelerimizi geri istiyoruz. Onların çocuklarımızla tekrar birlikte olmasını, aynı sahada top
koşturmasını istiyoruz. Onların
tribünde seyirci olarak değil,
sahada ilk 11’de olmasını istiyoruz.
25
röportaj
Amerika’dan filanca
kürsüden gelen bu işin
hocalarına söyledik.
Hayretler içerisinde üç hafta
kadar kayıt yaptı bunlar,
video kayıt. Söyledik sizin
mürekkepleriniz uçar, solar,
yanar, bizimki yanmaz
buyur. Kâğıdın üstüne
gözlerinin önünde henüz
hazırlamakta olduğum bir
mürekkeple yazdım. On bin
yıl garantisini veririm dedim.
Solmak yok bunda. Ve kâğıt
yandığında bu mürekkep
BİR KALEM GÜZELİ: FUAT BAŞAR
Röportaj: Mehmet AYCI
yanmaz dedim. Kamerayı
iyice yaklaştırın deyip kâğıdı
ateşe verdim. Kâğıt simsiyah
ama mürekkep daha siyah
İslam sanatlarının merkezinde hiç şüphesiz hat sanatı yer alır. Hat sanatı, Matbaanın Osmanlı topraklarında yaygınlaşması ile sekteye uğramış ve harf inkılabı sonrasında 50 yıllık
bir fetret yaşamıştır. Sadece hat değil bu yazı ilmine bağımlı tezhip, ebru gibi sanatların
yanında, mücellitlik, mürekkepçilik gibi pek çok meslek kolu da bu fetret devrinin koşullarını yaşayarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu yıllar içerisinde hiçbir kurum
ve kuruluşun teveccüh etmediği bu sanat dalları birkaç kalem efendisi aracılığıyla geçmişten taşınıp yok olma tehlikesini atlatmayı başarmıştır. Bugün devlet ve kurumlar katında
eski itibarlı günlerinin hayalini kurmaya başlayan hat ve ebru sanatlarının dünya çapında
çok önemli bir ismiyle gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi okurlarımızla paylaşmaktan memnuniyet
duyuyoruz. Fuat Başar İslam sanatlarının günümüzdeki en önemli temsilcilerinden biridir.
Hat ve ebru sanat alanlarında Türkiye ve dünyanın pek çok ülkesinden yetiştirdiği sayısız
talebesi ile Başar, İslam sanatçısı kimliğiyle söyleşi talebimizi büyük bir nezaket göstererek
kabul etti. Kendilerine müteşekkiriz.
Fuat Başar sanat camiamızın en mütevazı, en kalendermeşrep kişiliklerinden birdir. Kendisiyle söyleşi gerçekleştirmeden önce çeşitli tanıklıklara başvurduk. Tanıklıkların hepsinde
ortak bir kanı vardı: Fuat hoca sohbet ehli bir insandır. Sanatına zaman zaman vakit bulamayacak kadar dost meclisleriyle çevrili bir hayatı vardır. Kimseyi geri çevirmez. Bu ön
malumatla Küçükayasofya’daki atölyesinde gerçekleştirdiğimiz söyleşi, haliyle daha çok
bir sohbet şeklinde gerçekleşti. Çünkü Fuat hocanın yanındayken başka türlü bir münasebet kurmayı gerektirmeyecek kadar bir gönül ehli olduğuna şahitlik ettik. Bu söyleşi,
Fuat hocanın düşünceleri kadar kendi kişiliği ile ilgili de önemli ipuçları barındırmaktadır.
26
olarak üstünde. Ne faydası
olacak bunun, arşiviniz
yanarsa üstündeki bilgiyi
kurtarma imkânınız var.
Adamlar şaşırdı tabi.
Bu işten önceki Fuat Başar ile şimdiki Fuat Başar?
Çok samimi bir şey söyleyeyim. Söylediklerim yani kendine doğru bir şeyleri
yontuyor gibi anlaşılmasın ama rahmetli
Hattat Hamit o çileli hayatı, kendisi, eserleri her türlü zorluğa rağmen o bulunduğu Reşit Efendi Hanından çıkmayışı, son
nefesine kadar bu işi devam ettirmesi söz
konusu olduğundan hep derdi ki - evladım, Allah beni dünyaya vazifeli gönderdi
-. Ve vefatından sonra çok kişi de düşündü. Dokuz yaşında bir çocukken baba-
sından yazı yazdığı için dayak yediğinden
ötürü, dokuz yaşında trene binip kaçak
İstanbul’a geliyor bu. Ne yer ne içerim
düşünmüyor, yazı sevdası. Buraya geldiğinde yavaş yavaş eli kalem tutmaya
başlıyor. Çok kabiliyetli. Bir müddet sonra 1. dünya savaşı kopuyor, Osmanlı’nın
çöküşü. Bir müddet sonra harf inkılabı.
Bunun kimi kimsesi yok. Elinden tutanı
yok. Nice geceler aç kalmış, susuz kalmış. Harf inkılabından sonra iyice açıkta kalmış. Bir yerde de görev almamış.
Daha sonra ikinci dünya savaşı. İnönü
dönemleri, yazıya düşmanlık. Tanıdık bir
kaç aile vasıtasıyla ayakta durmayı başarmış. Sonraki yıllarda yavaş yavaş, pek
öğrenci de yetiştiremiyor, bir gençliğinde
Halim hocayı yetiştirmiş, 60’lı yıllara gelinceye kadar pek kimse yok. Şimdi burada
dikkat çekmeye çalıştığım konu şu; koskoca bir imparatorluk bir devlet göçüyor,
mevcut alfabe sistemi değiştiriliyor, ama
bir fedakâr kişi vasıtasıyla bugünkü nesillere ulaştı. Bu adam vazifeli mi değil mi?
Vazifeli. Temsilde hata olmasın, Hamit
beyin sosyal hayatına varıncaya kadar
hayatımız tıpa tıp paralel gidiyor. Aynı
şeyleri yaşadık. Hamit Bey trenle kaçtı
buraya ben otobüsle geldim. Hayatımız
dediğim gibi nerdeyse her yönden paralel gidiyor. Şimdi deminki sorunun cevabı
burada başlayacak. Benim esas meslek
tıp falan olacakken, onun öncesi de var.
Atom mühendisliğine çok niyetliyim, çalışıyorum, kendi kendime bir şeyler öğreniyim diye. Tıbba girdim, o arada Cenab-ı
Hakk vazifeli tayin etmiş olmalı ki bir kitap
gördüm, çarpıldım ve hayatımız değişti. Şimdi yazıya hizmet yoluna girdik. O
dönemlerde de ben buna yoğun çalışıyorum. İşin merak tarafındayım, acaba
öğrene bilirmiyim? Sonradan hakikati
öğreniyorum, Türkiye’de yazı yazanlar
çok az. Hekim çok. Bin küsur kişiye bir
hekim düşüyor ama 42,5 milyon kişiye
bir hattat Hamit düşüyordu o zaman. Bilançoyu yaptım bilanço çok korkunç. Bir
hekim olmasa pek bir şey olmaz. Ama
bir Hamit Bey olmasa, bu yazı unutulursa 14 asırlık geçmişi olan bir sanat tarihe gömülecek. Ben bu işe soyunayım.
Bir an delilik sayılır, öyle cesaret falan da
değildi. Devre arkadaşları manyak mısın,
böyle meslek bırakılır mı ki o zaman en
gözde meslekti. Dedim bırakılır. Çünkü
benim yazıyı öğrenmem için, büyük açlığı gidermem için araştırmam, okumam,
ders almam lazımdı. Ama tıbbiye ona imkan vermeyecek. O ara bir de başımıza
ebru sevdası da düştü ya, ikisini birden
götüreceğiz. Orada da Düzgünman; tek
son adam. Son adam o. Bunların hepsi
vazifeli. Köprü, önceki bir kaç kuşaktan
günümüze köprü bunlar.
27
röportaj
Çocukluğunuzda kendinizde keşfettiğiniz bir yanınız var mıydı?
Şimdi güzel bir soru oldu bu. Pek açıkladığım bir konu da değildi. Ben 76 yılında
başladım yazıya. 76 yılında şiirden nefret
eden biri olarak ben şiire başladım. Çok
sonraları şunu fark ettim, hatta önceki yıl
falan duyduğum bir konu, ben ortaokuldayken, yaptığım kara kalem resimler. El
resimlerini çizdiğimizi hatırlıyorum. Resim
hocamız ki halen hayatta ve adaşım,
Allah uzun ömürler versin, Pakistan’da
bir çocuk resimleri yarışmasına götürüyor ve birinci seçiliyor bu resimler. Benim
çok yıllar sonra haberim oluyor. Benim
yaptığım resimler. Resim hocam götürüyor. Ve daha bir kaç ay önce öğrendiğim
bir konu yaptığım resimler resim hocamın
koleksiyonunda. Önemli de bir koleksiyon sahibi. Ve orada bir sokak fotoğrafçısı resmim varmış. O resmimi hatırlamıyorum hiç. Çizdiğimi bile hatırlamıyorum.
Bu konuyu bilen başkaları sürekli resim
çalışayım diye bana baskı yapıyorlar.
Tabiri caizse baskı. Hani sipariş verdik,
resim yap, adeta topuğuna iki el sıkarız
gibi samimiyetten. Lakin bulaşamıyorum
iş yoğunluğundan. Başlangıç biraz öyle.
Ama ortaokuldan sonra ben ta tıbbiye
yıllarına gelinceye kadar sanatla uzaktan
yakından ilgilenmemişim. Kafamda olan
bilim. Biraz da şiire başladığım için şiirle
öylesine uğraşıyorum. Devrin siyasilerine, halen uğraşıyoruz, devrin siyasilerine
hicivler. O hicivler, gazetede yayınlanır.
Okuyanlar, onlar da topuğuma sıkmak
için fırsat kollarlar. O konuda çok derin
bir maceramız var. Halen de uğraşıyoruz.
Şimdi lakin halen bugün olmuş benim
sanata kabiliyetim var mı yok mu pek bilmem. Oturur çalışırım. Yalnız şunu keşfettim, kabiliyet her insanda bulunan bir
şey. Lakin toprak altındaki su gibi. Bazen
bir karış kazarsınız su çıkar, bazen yirmi
metrede çıkar. Ama toprağın altında illaki
su var.
28
Batının eşyaya ve evrene bakışı daha
kirli bir bakış. Yani bunu mimaride
ve diğer sanatlarda da görebilirsiniz.
Yozlaştıran bir bakış açısı var. Müslümanların eşyaya ve evrene bakışı,
eşyayı ve evreni canlı gören, her şeyiyle canlı gören bir bakış açısı var.
Bunun yazıda ve diğer klasik İslam
sanatındaki etkisini en iyi siz bilirsiniz.
Bizim İslam sanatlarının benzeri, muadili
batıda yok mu, var. Batıda cilt yapılıyor,
batıda ebru yapılıyor, batıda yazı sanatı
var. Lakin isimler bile farklı. Bizde hat il-
midir, yazı sanatı değildir ama hat ilmidir.
Onlarda kaligrafidir. Yazı olarak dünyanın
bütün yazıları kutsaldır. İslam dini bunu
kabul eder. İlahi bir metni Sanskritçe de
yazabilirsiniz. Aynı ifadeyi vermek üzere
güzel. Lakin batı dünyası Latinceye kutsal bakmak bir yana, yazının kutsallığı
diye bir kavram yok onlarda. Yazı kutsaldır diye bir kavram yok. Batının ebrusunu
gördük, ruhsuz renkler. Batının kaligrafisini gördük. Bizdeki gibi böyle çok derin
bir çeşitleme yok. Kompozisyon yapma
imkânınız yok. O yazı belli parametrelere dayanan yazılar değil. Bizdeki belli
parametrelere dayanıyor ve isimleri bile
öyle konulmuştur. Bir sülüs dediğimizde
“üçte bir yazıdır” bu. Üçte bir parçası eğri
olacak, üçte iki parçası düz olacak. Ve
onlarda ölçü sistemi oturaklı bir manada
yok. Bizde her harfin noktasıyla bir ölçüsü tayin edilir. Bizatihi kendinden. Batı yazısında mekanik bir görünüm var. Bizim
yazımızda dinamik ruhlu ifade sahibi bir
görünüm var. Bizde yazıya hizmet edenlere ve yazdıklarına Kur’an-ı Kerim’de
kasem var kasem. İncil’de böyle bir kavram yok. Dahası konu konuyu açıyor,
yani onlarda kimyasal mürekkepler. Kâğıt
fabrikalarını kurdular, ömrü çok uzun olmayan kâğıt üretiyorlar, halen daha öyle.
Amerika’dan filanca kürsüden gelen bu
işin hocalarına söyledik. Hayretler içerisinde üç hafta kadar kayıt yaptı bunlar,
video kayıt. Söyledik sizin mürekkepleriniz uçar, solar, yanar, bizimki yanmaz
buyur. Kâğıdın üstüne gözlerinin önünde
henüz hazırlamakta olduğum bir mürekkeple yazdım. On bin yıl garantisini veri-
rim dedim. Solmak yok bunda. Ve kâğıt
yandığında bu mürekkep yanmaz dedim.
Kamerayı iyice yaklaştırın deyip kâğıdı
ateşe verdim. Kâğıt simsiyah ama mürekkep daha siyah olarak üstünde. Ne
faydası olacak bunun, arşiviniz yanarsa
üstündeki bilgiyi kurtarma imkânınız var.
Adamlar şaşırdı tabi. Şimdi bizdeki gibi el
yapımı bir mürekkep derdi yok onlarda.
Toprak asıllı boyalar kullanıp ebrularında
kullanma derdi yok. Fabrikasyon, hızlı ve
mutlaka maddeye dayalı düşünceleriyle
sanatlarını icra ediyorlar. Dahasını söyleyeyim. Çok büyük bir iddia, bir kaç canlı
yayında da söyledim, onlarla bizim sanatımızın felsefesini kıyaslamak açısından,
batıda batılı bir sanatçı kendisini sanatın
tanrısı ilan ediyor. Batıda sanatçı kendini
sanatın ilahı ilan ediyor. Tanrısı ilan ediyor. İslam dünyasında sanatçı kendini
Tanrı’nın sanatı ilan ediyor. Fark o kadar
yani. Tanrının sanatı. Beni Cenab-ı Hakk
sanatla bir şekilde yaratmış, benim gibi
milyarlarca insanı o yarattı diyor. Bir put-
pereste bile Allah’ın bir eseridir diye tebessümle bakıyor İslam dünyası. Şimdi
bizde bakış budur. O kıyaslamaları inşallah bir kitap halinde de düşünüyoruz. İslam sanatlarının felsefesine dair maalesef
İslam dünyasından bir kitap yazılmadı.
Maalesef. Peki, biz şu sanat düşüncesiyle bile putperesti bile Cenab-ı Hakk’ın
bir eseri olarak görüyorsak bir Müslüman
kardeşimizi nasıl görürüz? Bir Müslüman
kardeşimizin ailesini nasıl görürüz? Bakın
iş yine aileye dayandı, dayandıracağız
da yani. Bütün İslam âlemi bir aile. Sanat sadece Müslüman sanatı değil. Bizim
gayrimüslim öğrencilerimiz oldu ve yazı
öğrettik. Ayet yazdırdık bunlara. Ama
orada yazının feyzini bereketini gördük.
Ders verdiğimiz kişiler Müslüman oldular.
Bu sanatın fonksiyonuna bakın, ne yaptı. Gayrimüslimin İslamla şereflenmesine
arada vesile oldu. İslam sanatlarının gücü
burada esas. Ve bunun farkında olan
batı, İslam sanatlarını bitirmek için gizli
oturumla karar aldı. Bir kaç ay sonra sızdı
29
röportaj
Lakin sanatı
yozlaştırabilecek kasıtlı
kasıtsız bazen dalgınlıkla
yapılan bir şeyler var, onların
mutlaka ayıklanması lazım.
İş özünden sapıyor çünkü.
İslam kaligrafisi diye bir
tabir kullanıyorsak, bunlar
öyle çok hoş bir tabir değil
yani. Hoş bir tabir değil.
Bize ait değil. Bunlar
yanlış. Ben bunu gazete,
televizyon, medya ne varsa
hepsini doğrultarak söylerim.
Terminoloji karışırsa sanat
da karışıyor çünkü. Bir defa
İslamik kaligrafi diye batıda
tarif edilen, öyle bir kavram
yok. Öyle bir şey yok.
bunlar, duyuldu. Sonra resmen de açıkladılar. İslam sanatını kültürünü bitirmeden
bunları dize getirmemiz mümkün değil.
Sonra bir bakarız sanatın eğitimi resmi
ellerde yapılıyor.
Bir dönem inkıtaa uğradı. Son dönemde belediyeler, yerel yönetimler,
sivil toplum örgütleri klasik İslam
sanatlarıyla ilgili o kadar çok kurs,
etkinlik, seminer vs. düzenlemeye
başladı ki popüler hale geldi ve nitelik kaybına uğradı. Bu kadar insan
bu işle uğraşıyor da niye içinden bir
Fuat Başar çıkmıyor? Bu doğal bir
süreç mi kurgulanan bir süreç mi?
30
Bu tamamen kurgulanmış bir mevzudur. Tamamen kurgulanmıştır. Samimi olarak şunu
söyleyeyim, Hakaret falan gibi algılanmasın, sanat eğitimi milli eğitimin bir alt kuruluşu
olan halk eğitiminin ağzının kârı değildir. Yüzlerine karşı çok rahat söyleyebilirim. İlk resmi kuruluşlar başladığı zaman idareler aracılığıyla yürütülmeye başlandı. Tezhip dersleri
on aylık bir kurda tezhipçi yetiştireceklermiş. Müfredatını yazan hangi sivri akıllımız idiyse 200 saatlik bir eğitim döneminin ilk 70 saatinde altın ezme dersleri gösterilecekmiş.
Buna Kayseri’nin kargaları bile kahkahayla güler. Böyle sanat eğitimi olmaz. Bu dalga
geçmektir resmen. Sanata hakarettir.
Her büyük sanatçının içinde halen vereceği eseri verememe kaygısı var. Esasında sanatçıyı önemli kılan, teşvik eden, tutunmasını sağlayan biraz da bu.
Bu sizde var mı?
Şimdi ona iki tane bariz örnek, birisi hayatta, birisi rahmetli oldu. Onları örnek vereyim.
Birisi halen hayatta olan Sinan Sinangil. Yeni yazı kaligrafisini elinin kaymak gibi hareketleriyle yazan bir arkadaşımız. Aynı isim soy ismi bin defa yazar bini farklı şekilde
çıkar. O an içine doğan bir ilham, gez göz arpacık, çizgileri nefis. Biz 84 yılından beri,
30 yıldır beraberiz. Ona derler ki Sinan abi şu isim soy ismi en güzel yazınla yaz. Der
ki en güzel yazıyı kendimize sakladık, ama herhalde onu ömür boyu yazamayacağız. Bu canlı bir örnek. İkincisi rahmetli Düzgünman. Yaptığı ebrulara hocam maşallah
yani bu iş bu kadar olur, sizdeki ustalığa pes. Düzgünman’ın cevabı çok enteresan.
Usta olan teknedir, biz değiliz. Bize yaptırırlarsa güzelini yaparız ama bunun güzelliğinin sonu yok. Gerçekten de güzelliğe Cenab-ı Hakk sınır koymamıştır. Konulsa üst
sınırı yakalayan üstat sonunda manyaklaşır. Resmen çılgına döner. Daha üstü yok.
Ruhunda bitmek bilmeyen o arzu daha iyisi daha iyisi üst tavana geldiğinde tıkanır
kalır. Bu sanatta böyle. Gerçekte Cenab-ı
Hakk küçük bir şey yaratmamıştır. Yarattığı her şey sınırsızdır, sonsuzdur. Niye?
Kendisi sonsuz kudret sahibidir. Şimdi
oraya bakın sanatın nerelerine gidiyorsunuz. Bu işin felsefesi budur. Sanatla
çok iyi bir şekilde uğraşan kişi Cenab-ı
Hakk’ı tanımaya başlıyor. Laf lafı açıyor,
şunu da söyleyeyim, Alman kaligraflar
birliği var. 300 kadar üyesi var. O birliğin
yönetim kurulu üyeleri Türkiye’yi bir ziyarete gelmişler. Gezerken birileri söylemiş,
çıktı geldiler. Onlara göre bizim kaligrafimiz nasıl bir şey acaba. Merak etmişler.
Başkanları da bir hanım. Biraz bilgi aldıktan sonra dediler ki ya siz şu yazıyı yazarken neler düşünüyorsunuz yani sizin
sanata bakışınız nasıl? Hani şimdi onların
düşüncesi, bileği kuvvetli, Latin yazısını
gayet güzel yazıyor, popüler. Tabiri caizse
mangırı da götürüyor o sayede ve sürekli
alkış bekliyor. Onun düşüncesi bu. Günümüzde de maalesef birçok sanat dalında
aynı zihniyet var. Alkışlarla yaşıyorum diye
bir şarkımız var yani dimi? Tamam takdir
beklemek kişinin hakkı ama kendi nefsini
böyle bir put edinsinler diye bir gaye günümüzde birçok sanatta da sanatçıda da
var. Ama gaye hiç bir zaman bulunmamış. Peki, kadıncağız epeyi bir müddet
kaldılar. Diğerleri de dinliyor. Dedim, bak
bizim sanatlarımızda güzel bir şey ortaya
çıktığında “Bunu bana Yaratan yaptırdı”
deriz. Bütün fırsatları, imkanları, bilgiyi,
sanat kudretini veren hep O. O murat ettiği zaman böyle şeyler oluyor. Yaratmak
yok dedim, siz yaratıcıya inanır mısınız?
Dediler inanırız. Biz dedim bu güzellikleri
birer ikişer yani bir sanatta güzelliği anlayabilmek pek mümkün değilken diğer
sanatlarla da uğraşa uğraşa bir bakıyoruz
bütün tabiat sanat. Baştan aşağı sanat.
Ama o tabiatın içinde bizim derdimiz insan. İnsana bir bakıyoruz, Allah bunu ne
güzel yaratmış. Size dedim bir şey sorayım, emek verip yaptığınız güzel bir sanat
eserini şöyle bir bıçak falan alıp bir çizik o
yana bir çizik bu yana tahrip ediyor musunuz? Yok öyle şey olmaz dediler. Hem
yap hem de tahrip et. Peki dedim. Biz
inansın inanmasın, insanları hep sanat
eseri görürüz. Hiç bir insanın gözünü oymak için bir gayretimiz asla olmaz. İslam
sanatçısının dedim düşüncesi budur. Ne
tabiata zarar verir, ne kendi hemcinslerine. Dünyayla, kendiyle, bütün evrenle
barışık yaşar. Yoksa sanat asla olmaz.
Ayrılırken kadıncağız boynuma sarıldı nasıl ağlıyor. Biz hiç böyle bilemedik sizleri
dedi. Ağlayarak gittiler.
Peki, resmi ideolojinin bakışı ne ölçüde değişti?
Eskiye göre, doksan küsurlu yıllara göre
çok iyi. Şimdi seksenlerden önce ben
epeyi bir takibata uğramış bir adamım.
Gözaltında bulundurulmak, yazı yazdığım
için neler neler. Anlatsam acı bir macera olur. Atölyemin basılması, hatta daha
kötüsünü söyleyeyim, muska yazıyormu-
31
röportaj
sultanımız, ‘tiz kellesi vurula’ cümlesini
sarf ettiği anda adamın kellesi gidiyordu.
Söz vücut buluyordu. Peki, filanca kişiyi
affettim, affediliyordu. Şimdi günümüze
gelelim, çocuk evde koşar oynar annesi
bak düşüp kafanı yaracaksın. Bir müddet
sonra çocuk düşer kafasını yarar. Ben
sana demedim mi? Uyanamıyor daha.
Kafanı yararsın demese çocuğun kafası
yarılmayacak. Eskiler derdi ki, dikkatli ol
sana bir zarar gelmesin. Şimdi tam tersini
söylüyoruz.
Batı medeniyeti karşısında bizden
adam olmaz psikolojisinin de toplumda yarattığı travmayla alakalı
aslında söylediğiniz. Bu da aşılıyor
yavaş yavaş.
şum gerekçesiyle atölyemi mali polisin
basması. Bunları yaşadım ben. Bunları
yaşadım. Lakin ulan sabır dedim, sabır
sabır sabır. Bugün Cumhurbaşkanımıza,
Başbakanımıza yazı yazıp onların talepleri doğrultusunda çalışıyorsak, sanki Osmanlı ve Kanuni gibi devlet adamlarımız
hazırda var. Bu biraz belki iddialı gibi olacak ama ben Başbakanımıza, Cumhurbaşkanımıza yazı yazacağım, 80’lerden
önce böyle bir şey mümkün değil, adamı
götürürlerdi valla. Ama bugün her zaman
var olsunlar, onların sayeleri, desteklemeleri doğrultusunda her yerde çığ gibi
büyüyor. Kontrolünü çok iyi yapmamız
şartıyla liderlik devam eder. Lakin sanatı yozlaştırabilecek kasıtlı kasıtsız bazen
dalgınlıkla yapılan bir şeyler var, onların
mutlaka ayıklanması lazım. İş özünden
sapıyor çünkü. İslam kaligrafisi diye bir
tabir kullanıyorsak, bunlar öyle çok hoş
bir tabir değil yani. Hoş bir tabir değil.
Bize ait değil. Bunlar yanlış. Ben bunu
gazete, televizyon, medya ne varsa hepsini doğrultarak söylerim. Terminoloji karışırsa sanat da karışıyor çünkü. Bir defa
İslamik kaligrafi diye batıda tarif edilen,
öyle bir kavram yok. Öyle bir şey yok.
Bu kadar genç uğraşıyor, siz onlara genel olarak fotoğrafı anlattınız.
Onlara ne söylersiniz, uğraşanlara
ne tavsiye edersiniz?
32
Valla bu iş bir ilimdir, sonu yoktur. Gayet
sebatla, severek. Dershane mantığıyla hiç olmaz. Sinema mantığıyla hiç olmaz. Her sanatın mantığı yakın olmakla
beraber derinden de çok farklıdır. Şimdi
basit bir şey söyleyeyim. Bir şarkı sözü,
“daha içelim hey, sabahlara kadar içelim”
falan diye bir takım sahne sanatı gürültü
ürünü olan bu herzeler içkiyi körüklüyor.
Yahu gönlümüze göre yaşayalım. Bu ne
demek? Kültürün yozlaştırılması demektir bunlar. Türk müziğimiz yasaktı bir dönem. Aklıma gelen bir şarkının sözlerini
söyleyeyim. “Severim her güzeli, senden
eserdir diyerek”. Bu da söz, öncekiler
de söz. Biri nereye çağırıyor insanları,
biri nereye itiyor. Sanatın topluma vermesi gereken mesajlar olmalı. İnsanlık,
erdem, fazilet bütün olumlu hasletler her
ne varsa sanat insanları ona çağırmalı.
Bakın İnsanlar günümüzde ümitsiz. Ümit
verecek yerli dizi falan bulamıyorsunuz.
Ümitsizliğe sevk edecek yerli yabancı
dizi çok. Peki, bunlara güzel bir yazıyla
yazdınız “Allah’ın rahmetinden ümidinizi
kesmeyiniz”. Cenab’ı Hakk tavsiye ediyor
bunu ve emrediyor. Allah’ın rahmeti var
ben ondan ümit kesmeyeyim, bir gün her
şey güzel olacak. Ve neyi düşünüyorsak,
ağzımızdan çıkan sözler ne ise karşımıza
çıkacak, yaşayacağımız olaylar bunlardır. “Söz vücut bulur” diye tasavvufi bir
cümle vardır. Nasıl vücut bulur? Devletlû
“Vallahi bizden adam olmaz”. Bu sözü
ta küçük yaşlardan beri duyarız. O isme
yakın kitaplar bile çıktı. Bu millet adam
olmaz gibi kitaplar da çıktı biliyoruz. Şimdi dünyanın epeyi bir yerlerini gezdim.
Samimi olarak şunu söyleyeyim, eğer
bizden adam olmazsa dünyanın hiç bir
milleti adam olmaz.
D O S Y A
K A D I N
VE İSTİHDAM
33
dosya / kadın ve istihdam
“TOPLUMSAL CİNSİYET
EŞİTLİĞİNİN ANA PLAN VE
POLİTİKALARA YERLEŞTİRİLMESİ”
KAVRAMINI ANLAMAK
Meryem TATLIER BAŞ
Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
İngilizcede “gender mainstreaming” olarak
ifade edilen “toplumsal cinsiyet eşitliği bakış
açısının ana plan ve programlara yerleştirilmesi”
kavramı, Türkçeye birebir çevrildiğinde
“toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması” gibi
bir karşılık ortaya çıkmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğine erişim için 1990’larla birlikte ortaya çıkan bir stratejidir. Erkeklerle eşit haklara ve özgürlüklere sahip olmak amacıyla tüm alanlarda etkinliğini arttıran
kadın hareketinin etkisi ile, 1975-1985 yılları arasının Birleşmiş
Milletler (BM) tarafından Kadın On Yılı ilan edilmiş; Meksiko City,
Kopenhag, Nairobi ve ardından Pekin’de düzenlenen Dünya Kadın Konferansları uluslararası alanda önemli bir gündem
oluşturmuş; devletlerin bu konudaki rolünü öne çıkarmak için
kadın erkek eşitliğinin yaygınlaştırılması amacıyla kurumsal mekanizmaların önemi ön plana çıkmıştır. Başta Pekin’de kabul
edilen Eylem Platformu ve BM metinleri olmak üzere, birçok
uluslararası metin devletlerden kadın erkek eşitliğini sağlamakla
yükümlü “ulusal mekanizmalarını” oluşturmalarını talep etmiştir.
Ancak zamanla kadın politikalarını yürütmekle görevli bu organ-
34
ların kaynaklarının, kapasitesinin ve politika yürütme gücünün,
o ülkede yer alan kadın hareketi ile sınırlı kaldığı görülmüştür.
Bunun üzerine uluslararası literatüre toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi kavramı dahil edilmiş,
toplumsal cinsiyet eşitliğine erişmek için sorumlu tek kuruluşun
ulusal mekanizma olmasının önüne geçmek, devletlerin tüm
alanlardaki çalışmalarında toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısını
yaygınlaştırmak amaçlanmıştır.
İngilizcede “gender mainstreaming” olarak ifade edilen “toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının ana plan ve programlara yerleştirilmesi” kavramı, Türkçeye birebir çevrildiğinde “toplumsal
cinsiyetin ana akımlaştırılması” gibi bir karşılık ortaya çıkmaktadır. Ancak bu çevirinin, toplumsal cinsiyet kavramının diğer bütün politikaların önüne geçmesi gibi bir algıya sebep olması nedeni ile uzmanlar tarafından farklı şekilde ifade edilmesi uygun
nen Dördüncü Dünya Kadın Konferansı
neticesinde kabul edilen Pekin Eylem
Platformunda yer almıştır. Platform birçok paragrafında hükümetlere ve diğer
aktörlere toplumsal cinsiyet eşitliğinin
yerleştirilmesi için çağrıda bulunmuş,
ayrıca hükümetlerin ve diğer aktörlerin
tüm politika ve programlarına toplumsal
cinsiyet bakış açısını aktif ve görünür bir
şekilde yerleştirerek, kararlar alınmadan
önce, politikaların kadınlar ve erkekler
üzerindeki etkilerinin teker teker saptanması için analiz yapılmasının sağlanması
gerektiğini ifade etmiştir.
Yerleştirme, BM Ekonomik ve Sosyal
Konseyi’nin 1997/2 sayılı Sonuç Metni’nde şu şekilde tanımlanmıştır:
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi,
toplumsal cinsiyet eşitliğine erişim için 1990’larla birlikte ortaya çıkan
bir stratejidir.
görülmüştür. “Kadın erkek eşitliğinin ana
politikalara yerleştirilmesi”, “toplumsal
cinsiyeti bütün politikalara dahil etme”,
“cinsiyet eşitliğinin her alanda kararlara,
politikalara ve uygulamalara en başından
itibaren dahil edilmesi”, “toplumsal cinsiyet bakışının ülkenin ana plan ve programlarına entegre edilmesi” gibi farklı şekillerde ifade edilen kavram, genel olarak
“toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının
ana plan ve programlara yerleştirilmesi”
ifadesi ile yansıtılmaktadır (bu yazıda kısaca “yerleştirme” olarak kullanılacaktır).
Özellikle uluslararası kuruluşlar tarafından öne çıkarılan bu strateji, ilk olarak,
1984 yılında BM Kadınlar İçin Kalkınma
Fonu’nun (UNIFEM) yeniden yapılandırılması sürecinde ortaya çıkmıştır. UNIFEM’e kadınların “kalkınma konularında
gündem belirlenmesi sürecine yerleştirilmesi” görevinin verilmesi, bu kavramın ilk
kez uluslararası kalkınma tartışmalarında
yer almasını sağlamıştır (Schmidt, 2005).
1985 yılında Nairobi’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Üçüncü Kadın Konferansı’nda ise, ülkelerin kalkınma süreçlerine
kadınların dahil edilmesi amaçlanmıştır. Nihayet, yerleştirme kavramı ilk kez
önemli bir küresel strateji olarak ve belirgin bir şekilde, 1995 yılında düzenle-
“...mevzuat, politika ve programlar, tüm
alanlar ve tüm düzeyler dahil, tüm planlı
eylemlerde kadınların ve erkeklerin etkisini değerlendirme süreci. Erkeklerin olduğu kadar kadınların da çekincelerinin ve
tecrübelerinin, politika, ekonomi ve sosyal alanlardaki politika ve programların
tasarlanma, uygulanma, izlenme ve değerlendirmelerinde bütünleyici boyutlar
haline getirilmesi, böylece kadınların ve
erkeklerin eşit şekilde faydalanmalarının
sağlanması ve eşitsizliğin ebedileştirilmesinin engellenmesi stratejisidir. Nihai
sonuç ise toplumsal cinsiyet eşitliğine
erişmektir”.
Yerleştirme kavramının dünya çapında en
fazla kabul gören tanımı ise Avrupa Konseyi tarafından 1995 yılında oluşturulan
Uzmanlar Grubunun çalışmaları neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu tanıma göre
yerleştirme:
“...toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının, politika yapma süreçlerinde olağan
olarak yer alan aktörlerce tüm politikaların, tüm seviye ve aşamalarında bütünleştirilmesini sağlayacak şekilde politika
süreçlerinin (yeniden) düzenlenmesi,
ilerlemesi, gelişmesi ve değerlendirilmesidir”.
35
dosya / kadın ve istihdam
pratik ihtiyaç talebini yerine getirmek için
kullanılırken, eğer hedef stratejik ihtiyaçları karşılamak ise, bu mevcut kurumsal
yapıları ve toplumsal cinsiyet rollerini
değiştirecek şekilde bir strateji geliştirmeyi ve uzun vadeli çözümler üretmeyi
gerektirmektedir. Uzun vadeli çözümler
ise yerleştirmenin büyük ölçüde amacına ulaştığını, mevcut toplumsal cinsiyet
rollerinde dönüşüm sağlandığını gösterir
niteliktedir.
Örneğin yalnızca kadına
yönelik şiddetin ortadan
kaldırılması amacıyla
bir çalışma yürütülmesi,
toplumsal cinsiyete özgü bir
politikadır.
Toplumsal cinsiyet bakış açısını ana plan
ve programlara yerleştirmek için çalışan
ülkelerin, bu süreci genellikle diğer politikalardan bağımsız görmek, yerleştirme
politikalarını, toplumsal cinsiyete duyarlı politikalardan ayırt etme ya da yerine
koyma gibi bir hataya düşebilmektedirler.
Oysa yerleştirme, toplumsal cinsiyete
özgü politikalar, toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşma hedefinde toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar ile birlikte paralel
olarak yürütülmesi gereken bir stratejidir.
Bu nedenle yerleştirme ve toplumsal cinsiyete özgü politikalar birlikte yürütülmeli,
iki yollu bir strateji izlenmelidir.
Bu noktada, toplumsal cinsiyete özgü
politikalar ile yerleştirme arasındaki farklara ve ilişkiye değinilmesi gerekmektedir. Toplumsal cinsiyete özgü politikalar,
belirli bir soruna odaklanmakta, belirli bir
alanda bir sorunu çözmeye çalışmaktadır. Örneğin yalnızca kadına yönelik şid-
36
Türkiye’de 2000’li yıllardan itibaren
önemli yerleştirme uygulamaları gerçekleştirilmiştir. 2001 ve 2004 yıllarında Anayasa’nın 10, 41, 66 ve 90. maddelerinde
detin ortadan kaldırılması amacıyla bir
yapılan değişiklikler toplumsal cinsiyet
çalışma yürütülmesi, toplumsal cinsiyeeşitliği bakış açısının normlar hiyerarşite özgü bir politikadır. Bu açıdan, kadın
sinin en üst düzeyinde güçlendirilmesini
konukevleri örnek olarak gösterilebilir.
ve dolayısı ile tüm yasal ve idari düzenÖte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Başlemelere bu bakış açısının yansıtılması
bakanlığınca yayınlanan 2006/17 sayılı
yükümlülüğünü getirmiştir. 10. maddeye
Başbakanlık Genelgesi, genel başlığı ba“Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahipkımından toplumsal cinsiyet eşitsizliğine
tir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmeilişkin özel bir sorun olan kadına yönelik
sini sağlamakla yükümlüdür” fıkrasının
şiddetin ortadan kaldırılmasını amaçlaeklenmesi ile birlikte devlete toplumsal
sa da, incelendiğinde asıl olarak kamu
cinsiyet eşitliği bakış açısını tüm ana plan
kurum ve kuruluşlarının genel politika
ve programlarına yerleştirmesi için açık
anlayışına toplumsal cinsiyet bakış açıbir sorumluluk yüklenmiştir. Öte
sını yerleştirerek, kadına yönelik
yandan aile birliğinin yöneşiddetle mücadele etmeyi
timinde eşlere eşit söz
amaçlamaktadır.
Bu
hakkı tanıyan Yeni
açıdan bir yerleştirme
Toplumsal cinsiyete özgü
Medeni Kanun
amacı gütmektedir.
(2002), cinsiBu örneklerden de
politikalar, belirli bir
yet, medeni
anlaşılabileceği
hal ve aile
üzere, yerleştirme
soruna odaklanmakta,
yükümlülüksürdürülebilir bir
leri, hamilelik
belirli bir alanda
değişim potansive doğumun
yeline sahipken,
iş akdinin feshi
bir sorunu çözmeye
toplumsal cinsiyete
için geçerli seözgü politikalar ele
bep
oluşturamaçalışmaktadır.
aldığı konu alanıyla sınırlı
yacağı hükmü getiren
kalmaktadır.
Yeni İş Kanunu (2003) ve
kadına karşı işlenen suçları aile
Tüm bunlara ek olarak toplumsal cinsiyeve toplum düzenine karşı işlenmiş suçte özgü politikaları yerleştirmenin araçları
lar olmaktan çıkarılıp “Kişilere Karşı Suçolarak da görmek gerekir. Kadınların acil
lar” başlığı altına alan Yeni Caza Kanun
ihtiyaçlarına çözüm getirmeyi amaçla(2005) toplumsal cinsiyet eşitliğine erişyan “geçici özel önlemler” gibi toplumsal
mek amacıyla dönüştürücü bir yaklaşım
cinsiyete özgü politikalar genellikle belirli
getirmiş, stratejik bir ihtiyacı karşılamış,
bir zaman diliminde ihtiyaç duyulan bir
böylece önemli yerleştirmelere imza at-
Yerleştirme sürdürülebilir
mıştır. Yasalarda kaydedilen değişikliklerin yanı sıra, TBMM Kadın-Erkek Fırsat
Eşitliği Komisyonu’nun “kadın erkek
eşitliğine ilişkin yasaları inceleme” görevi
ile kurulması, yerleştirme için önemli bir
adımdır. Son olarak, ilki 2008-2013 yılları
arasında uygulanan ve ikincisi hazırlanmakta olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Ulusal Eylem Planı ile eğitim, sağlık, çevre, karar alma mekanizmalarına katılım,
yoksulluk, istihdam, medya, kurumsal
mekanizmalar gibi alanlarda toplumsal
cinsiyet eşitliği bakış açısının yerleştirilmesi için stratejiler ve sorumlu kurum ve
kuruluşlar belirlenmiştir.
bir kavram olarak uygulanması oldukça güç” bir kavram olarak tanımlanmış,
yukarıda da ifade edildiği gibi toplumsal
cinsiyete özgü politikalara alternatif bir
strateji olarak algılanmıştır. Bir yandan
yerleştirmeyi anlamak ve anlatmak toplumsal cinsiyet eşitliğine erişmek için oldukça önemli iken diğer yandan da bu
güçlüğü nedeni ile toplumsal cinsiyete
özgü politikalar ile desteklenmesi gerekmektedir.
bir değişim potansiyeline
sahipken, toplumsal cinsiyete
özgü politikalar ele aldığı
konu alanıyla sınırlı
kalmaktadır.
Yerleştirme gerek uluslararası gerekse
ulusal düzeyde “aldatıcı bir şekilde basit
37
röportaj
Kadınlar ve erkekler arasında kökenleri
uzun bir geçmişe dayanan, sistematik,
kurumsallaşmış ve neredeyse doğal durum
olarak kabul edilmiş mevcut eşitsizlikleri;
yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğini dikkate
almayan böyle bir eşitlik kavramının, gerçek
bir eşitliğe ulaşılmasını sağlayamayacağı
gerçeğinden hareketle zamanla “fırsat eşitliği”
kavramının kullanılmasına doğru bir eğilim
belirmiştir.
Özgü KARACA BOZKURT
Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
38
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Ulaşılması Sürecinde
GEÇİCİ ÖZEL ÖNLEMLER
Fransız Devrimi ile birlikte modern demokratik toplumların gündeminde ilk sıralara yerleşen “eşitlik” tartışmalarında genel olarak kabul gören anlayış “yasalar önünde eşitlik”
idi. Bunun bir yansıması olarak, kadın hakları savunucuları mücadelelerinin ilk dönemlerinde kadınların ve erkeklerin yasalar önünde eşit olmaları gerektiği görüşünden yola
çıkmışlar ve kadın erkek eşitliği mücadelesini bu düzlemde gerçekleştirerek; kadınlara
yasalarda eşit haklar talep etmişlerdir. Ancak, söz konusu eşitlik yaklaşımı bireyleri
genelleştiren, eşitliği salt kanunlar bakımından ele alan bir yaklaşım olup; hem bireysel
farklılıkları, hem de toplumda süregelen mevcut eşitsizlikleri yok sayan ve eşitlik kavramını soyutlaştıran bir yaklaşım olmuştur.
Kadınlar ve erkekler arasında kökenleri uzun bir geçmişe dayanan, sistematik, kurumsallaşmış ve neredeyse doğal durum olarak kabul edilmiş mevcut eşitsizlikleri; yani
toplumsal cinsiyet eşitsizliğini dikkate almayan böyle bir eşitlik kavramının, gerçek bir
eşitliğe ulaşılmasını sağlayamayacağı gerçeğinden hareketle zamanla “fırsat eşitliği”
kavramının kullanılmasına doğru bir eğilim belirmiştir. “Fırsat Eşitliği”, kamusal hizmetlere ulaşmada ya da kamusal kurumlara girişte devletin kadınlara ve erkeklere eşit
fırsat sunması anlamına gelmektedir. Fırsat eşitliğinin hayata geçirilmesi yoluyla ulaşılmak istenen, kadınların ve erkeklerin eğitim, istihdam, karar mekanizmalarına katılım,
sağlık gibi alanlara eşit katılımının sağlanmasıdır.
“Yasalar önünde eşitlik” gibi soyut bir anlayışı, “fırsat eşitliği” yaklaşımı ile somut bir
hale getirmeyi amaçlayan iyi niyetli bir yaklaşım olarak nitelendirilebilecek olan fırsat
eşitliği anlayışı, kadınların ve erkeklerin mevcut toplumsal durumlarının nedeni olan
eşitsiz toplumsal koşulları dikkate almamakta ve bu nedenle başlangıç koşulları eşitsiz
olan kadınlar ve erkekler arasında eşitliği sağlama çabası başarıya ulaşamamaktadır.
Mevcut eşitsizlikleri dikkate almadan eşit fırsatlardan bahsetmek, sonuçta ortaya yeni
eşitsizlikleri çıkarmakta; kadınlar ve erkekler arasında mevcut durumda var olan eşitsizliklerin süreklilik kazanmasını engelleyememektedir.
Dolayısıyla, kadınların ve erkeklerin toplumsal kaynaklardan, hizmetlerden eşit şekilde yararlanmaları; toplumsal yaşamın her alanına eşit şekilde katılmaları
ve cinsiyetleri nedeniyle herhangi bir ayrımcılıkla karşılaşmamaları
anlamına gelen toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak için, başlangıç koşullarını eşitlemenin gerekliliği ortaya çıkmaktaydı.
Dolayısıyla yasalar önünde eşitlik ve fırsatların eşitliğini de
kapsayacak; ancak bundan daha geniş kapsamlı etkiye
sahip olacak “sonuçlarda eşitliği sağlamaya yönelik politikalar” geliştirilmesi gerekliliği ortaya çıktı. Literatürde ve
genel kullanımda olumlu eylemler/olumlu ayrımcılık/pozitif ayrımcılık gibi kavramlarla da kullanılan “geçici özel
önlemler” bu çerçevede ortaya çıkmıştır
“Fırsat Eşitliği”, kamusal
hizmetlere ulaşmada ya
da kamusal kurumlara
girişte devletin kadınlara
ve erkeklere eşit fırsat
sunması anlamına
gelmektedir.
39
dosya / kadın ve istihdam
2004 yılında maddeye
“Kadınlar ve erkekler eşit
haklara sahiptir. Devlet, bu
eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür.”
fıkrası eklenmiş; böylece
cinsiyetler arasında eşitliğin
sağlanmasından Devletin
sorumlu olduğu Anayasal bir
hüküm haline gelmiştir.
Geçici özel önlem politikalarının uluslararası hukuktan kaynaklanan güçlü bir dayanağı da bulunmaktadır. 1981 yılından
bu yana yürürlükte olan ve Türkiye’nin de
1986 yılından bu yana taraf olduğu bağlayıcı bir insan hakları sözleşmesi olan
Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Her
Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması
Sözleşmesi’nin (CEDAW) 4’üncü maddesi “Geçici Özel Önlem” başlığını taşımaktadır. 4 üncü maddenin birinci fıkrası
“kadın ve erkek eşitliğini fiilen sağlamak için Taraf Devletlerce alınacak
önlemler, İşbu Sözleşmede belirtilen
türden bir ayrım olarak düşünülmeyecek ve hiçbir şekilde eşitsizlik veya
farklı standartların korunması sonucunu doğurmayacaktır. Fırsat ve uygulama eşitliği hedeflerine ulaşıldığı
zaman bu önlemlere son verilecektir” şeklindedir.
“Geçici Özel Önlemler”, nihai hedefi
“toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmış ve
bu durumun sürekliliğini sağlayabilen bir
toplum tasarımı” olan “toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi stratejisi” nin bir
uzantısı veya bu stratejinin tamamlayıcısı olarak düşünülmelidir. Geçici özel
önlemler, hâlihazırda bir cinsiyetin eşit
40
şekilde temsil edilmediği, kaynaklardan
eşit şekilde yararlanamadığı ya da haklara eşit olarak sahip olmadığı bir alana
müdahale ederek, eşitliğin sağlanmasına
kadar, durumu dezavantajlı olan cinsiyet
lehine özel önlemler alınması anlamına
gelmektedir. Pratikte ise, kadınların eğitim, istihdam, siyasal katılım vb. alanlarda
temsili ve katılımı erkeklere kıyasla daha
geride olduğundan, geçici özel önlem
politikalarının kadınlara yönelik olarak uygulanması ihtiyacı tartışmasız bir şekilde
ortaya çıkmaktadır. Bu durum, Türkiye
örneği için geçerli olduğu gibi, Dünya
Ekonomik Forumu tarafından her yıl yayınlanan Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporlarından da açıklıkla görüleceği üzere,
neredeyse dünyanın geneli için geçerlidir.
Geçici özel önlem politikalarının nihai
amacı, belli bir toplumda belli bir zaman
diliminde cinsiyetler arasında var olan
uçurumun kapanmasına katkı sunmak
suretiyle, eşitsizlik ve ayrımcılıkları ortadan kaldırmak ve böylece toplumsal
cinsiyet eşitliğine ulaşma sürecine katkı
sunmaktır. Bu önlemler, kadınların bazı
alanlarda eşit olmayan şekilde temsil
edilmesinin önüne geçmek ve gücün ve
kaynakların kadınlar ve erkekler arasında
yeniden dağıtımını da gerektirmektedir.
“Fiili eşitlik” ya da “sonuçlarda eşitlik”
şeklinde tanımlanabilecek hedefe ulaşılması durumunda, kadınların kamusal ve
özel yaşamın tüm alanlarında erkeklerle
eşit sayıda yer almaları; gelir düzeylerinin
eşitlenmesi; karar alma ve siyasi güce
sahip olmada eşitliğin gerçekleşmesi;
haklardan, fırsatlardan ve kaynaklardan
eşit şekilde yararlanmaları gerekmektedir.
CEDAW Komitesi, Sözleşmenin 4’üncü
maddesinin Taraf Devletlerce nasıl yorumlanacağına ve uygulanacağına ilişkin
iki Tavsiye Kararı yayımlamıştır. Komite’nin ilgili Tavsiye Kararları’nda değinilen
hususlardan biri konuya ilişkin terminoloji
sorunudur. Komite’ye göre, Taraf Devletler bu konuda yapacakları çalışmaları
“olumlu eylem”, “olumlu ayrımcılık” ya da
“pozitif ayrımcılık” yerine, “geçici özel önlemler” şeklinde tanımlamalıdırlar.
Geçici özel önlemlerin “geçici” niteliğine
Komite’nin ilgili Tavsiye Kararında özellikle vurgu yapılmaktadır. Buna göre, geçici
özel önlemler, daimi olmamalı; cinsiyet
eşitsizliğine dair belli bir soruna çözüm
bulmak amacıyla geçici süreyle uygulanmalıdırlar. Ancak, bu durum, söz konusu
sorunun ortadan kaldırılmasının uzun bir
zaman alması durumunda, geçici özel
önlemin, oldukça uzun bir zaman dilimini
kapsamasına engel teşkil etmemektedir.
Geçici Özel Önlemlerin “özel” olma durumu ise söz konusu önlemlerin cinsiyet
eşitsizliğine ilişkin özel/sınırları belirlenmiş/belli bir amaca yönelik önlemler olmalarından kaynaklanmaktadır.
Diğer yandan, “önlemler” ile kastedilen
ise yasal, yönetimsel ya da diğer düzenleyici belgeler, politikalar, programlar,
kaynakların tahsisi, tercihe dayalı muameleler, hedeflenmiş sonuçlar gibi eylem
ve durumları kapsamaktadır.
Dünya örnekleri incelendiğinde kadın istihdamının artırılması için özel teşvik politikaları geliştirilmesi, kadınların daha az
yer aldığı iş kollarına özel teşvik önlemleri
uygulanması, siyasete katılımda seçimlerde cinsiyet kotası belirlenmesi ya da
siyasi partilerin kendi iç düzenlemelerinde kotaya yer vermeleri, eğitim alanında
kız çocuklarına daha fazla miktarda ya
da sadece kız çocuklarına özel, yatılılık
imkanlarının kız çocukları lehine düzenlenmesi, özel sektör işyerlerinin yönetim
kademelerinde cinsiyet kotası uygulanması, kredi veren kuruluşların kadınlara
daha fazla miktarda ya da daha az faiz ve
farklı ödeme seçenekleriyle kredi vermesi
gibi örneklerle karşılaşmak mümkündür.
Geçici özel önlemlere ilişkin genel çerçevenin ardından, Türkiye’de konuya ilişkin duruma göz atmak faydalı olacaktır.
Türkiye’de eşitlik, Anayasal bir hüküm
olarak düzenlenmiştir. “Eşitlik” başlığını taşıyan 1982 Anayasası’nın 10’uncu
maddesinin ilk fıkrasında “Herkes, dil,
ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” hükmü yer
almaktadır. Makalenin girişinde yapılan
açıklamalar çerçevesinde, bu hükmün
“yasalar önünde eşitlik” anlayışının bir
yansıması olduğu görülmektedir.
2004 yılında maddeye “Kadınlar ve
erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür.” fıkrası eklenmiş; böylece cinsiyetler arasında eşitliğin sağlanmasından Devletin sorumlu
olduğu Anayasal bir hüküm haline gelmiştir. Yapılan bu düzenlemeler, geçici
özel önlemlerin uygulanmasına bir engel
teşkil etmese de, 2010 yılında maddeye
eklenen, “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz” şeklindeki ek cümle ile
geçici özel önlemler Anayasal dayanağa
kavuşmuştur.
Aslında, Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yer alan, “milletler arası antlaşmaların
kanun hükmünde” olduğu şeklindeki hüküm ile, CEDAW’ın 4 üncü maddesinde
yer alan geçici özel önlemler, CEDAW’a
taraf olduğumuz 1986 yılından bu yana
Türkiye için kanuni bir dayanağa sahip
olmaktadır. Bunun yanı sıra, 2004 yılında
Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yapılan
değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere
ilişkin milletler arası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi
durumunda, milletler arası antlaşma hükümlerinin esas alınacağına ilişkin hüküm
eklenmiştir. Bu madde ile, kadınların temel haklarına ilişkin düzenlemeler getiren
CEDAW’a ulusal kanunlar karşısında uygulamada öncelik verilmiştir. Bu durum,
Anayasa’nın 10 uncu maddesinde 2010
yılında yapılan değişiklik öncesinde de
geçici özel önlemlerin Türk hukukunda
yer bulduğunu göstermektedir. 2010
değişikliği ile getirilen yenilik, geçici özel
önlemlerin Anayasa’da yer alması ve
böylece daha güçlü bir dayanağa sahip
olması olmuştur.
Türkiye’de sınırlı sayıda da olsa, geçici
özel önlemlerin uygulanmasına ilişkin örneklerle karşılaşılmaktadır. Örneklerden
biri, “Şartlı Nakit Transferi Eğitim Yardımları” kapsamında, kız çocuklarının okullaşma oranlarını ve ilköğretimden ortaöğretime geçiş oranlarını artırmak amacıyla
okula devam etme şartı ile çocukların
ailelerine yapılan karşılıksız eğitim yardımlarının kız çocukları lehine düzenlenmiş olmasıdır. İlk ve orta öğretimde yapılan ödemelerde kız çocuklarına yapılan
ödeme miktarı erkek çocuklarından daha
fazladır. Ayrıca, yardımlar, “kadının aile
ve toplum içindeki konumunun güçlendirilmesi” amacıyla doğrudan annelere
yapılmaktadır.
2007 yılında Gelir Vergisi Kanunu’nda
yapılan değişiklikle; hane içinde kadınlar
tarafından üretilen ürünlerin düzenlenen
kermes, festival, panayır ile kamu kurum
ve kuruluşlarınca geçici olarak belirlenen
yerlerde satılması sonucu kadınların elde
ettikleri gelirlerin vergiden muaf tutulmuş
olması, bir başka geçici özel önlem örneğidir.
2008 yılında yürürlüğe giren İstihdam
Paketi ile, işe alınan ve fiilen çalıştırılan
18 yaşından büyük kadınlara ait sigorta
primi işveren paylarının toplamda 5 yıl
olmak üzere ilk yıl için tamamının, sonraki yıllar için de %20’lik azalan oranlarda
kısmının devlet tarafından İşsizlik Sigortası fonundan karşılanması uygulaması
getirilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kadın Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu’nda
Komisyon’un üyeleri belirlenirken kadın
milletvekilleri ile insan hakları konusunda
uzman milletvekillerine öncelik tanınacağı
hükme bağlanmıştır.
41
dosya / kadın ve istihdam
Türkiye’den bir başka örnek, bazı siyasi
partiler tarafından parti yönetim organlarında cinsiyet kotası uygulanması, seçimlerde cinsiyet kotasına gidilmesi ya da
kadınlardan adaylık ücreti alınmaması ya
da daha az ücret alınmasıdır.
Dünyadaki ve Türkiye’deki örnekleri yukarıda sayılan geçici özel önlemler, tüm
ülkelerde uygulanabilir standartlara ya da
hazır reçetelere sahip değildir. Olması gereken, her toplumun o topluma mensup
kadınların ihtiyaç ve beklentilerini, kadınların durumuna ilişkin verileri ve cinsiyetler arasındaki farkı göz önünde tutarak
kendi özel önlemlerini belirlemesi ve gerekli sürelerde uygulamasıdır.
Vurgulanması gereken bir diğer husus,
geçici özel önlem politikalarının, kadınların mevcut sorumluluklarına ilişkin yerleşik kalıplar ve geleneksel uygulamalar
gözden geçirilmeden ve bu kalıpların
değiştirilmesi ve dönüştürülmesi gerçekleştirilmeden başarıya ulaşamayacağı
gerçeğidir.
Özellikle istihdama ve siyasete katılım konusunda kadınların önünü açan düzenlemeler, iş ve özel yaşamın uyumlaştırılmasına ilişkin destekler olmaksızın başarıya
ulaşmaktan uzaktırlar. Çünkü, örneğin
kadınlara belli bir alanda işe girmenin
yolunu açarken, ya da seçimlerde cinsi-
42
yet kotaları belirlerken, eş zamanlı olarak
kadınların toplumda geleneksel olarak
üstlendikleri ev işleri ve bakım sorumluluklarında bir değişiklik gerçekleştirilmesi
sağlanmazsa, hedeflenen amaca ulaşılması mümkün olmayacaktır. Bu değişikliğin gerçekleşmesi ise, bir yandan devletin iş ve özel yaşamın uyumlaştırılması
konusundaki sorumluluğunu; bir yandan
da toplumda yerleşik cinsiyet kalıp yargılarının sorgulanmasını ve değiştirilmesini
gündeme getirmektedir.
KAYNAKLAR
Bu tespit ise bizi, geçici özel önlem politikalarını da kapsayacak geniş kapsamlı,
ülkedeki kamu politikası alanlarının tüm
süreçlerini ve tüm aktörlerini kapsayan
“toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana plan
ve politikalara yerleştirilmesi stratejisi”nin
vazgeçilmez olduğu tespitine götürmektedir.
Men,
Sonuç olarak, toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşılmasının uzun dönemli ve kesintisiz uygulanması gereken stratejisi “ana
plan ve politikalara yerleştirme stratejisi”
iken, toplumda eskiden beri süregelen
eşitsizlikleri ortadan kaldırmanın, kadınların acil ihtiyaçlarına çözümler bulmanın ve toplumsal yaşamda kadınlar için
başlangıç koşullarını eşitlemenin kısa dönemli stratejisi olarak “geçici özel önlemler” uygulanmalıdır.
•
Acuner, S. (1999). Türkiye’de Kadın Erkek
Eşitliği ve Resmi Kurumsallaşma Süreci. Yayınlanmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi.
•
Akbaş, K., Şen, İ. G. Türkiye’de Kadına Yönelik Pozitif Ayrımcılık: Kavram, Uygulama ve
Toplumsal Algılar. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Hukuk Özel Sayısı, 165189.
•
Council of Europe. (2000). Positive Action in
the Field of Equality Between Women and
http://www.coe.int/t/dghl/standard-
setting/equality/03themes/standards-mechanisms/EG_S_PA_2000_7_en.pdf
(Erişim
Tarihi: 27.1.2014).
•
Kadın Adayları Destekleme Derneği. (2007).
Kota El Kitabı, Geçici Özel Önlem Politikası:
KOTA. Ankara: Yalçın Matbaacılık.
•
United Nations Committee on Elimination
of Violence Against Women (1988). General
Recommendation No. 5 on Temporary Special Measures.
•
United Nations Committee on Elimination
of Violence Against Women (2004). General
Recommendation No:25 on Article 4, Paragraph 1, of the Convention of All Forms of
Discrimination against Women, on Temporary Special Measures.
KADINLARIN SİYASAL KATILIMINI ARTTIRMAK
Özgün BALTACI
Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
Siyasal hayata katılım, bireyin siyasal sistemle kurmuş olduğu
ilişkilerdir. Bu ilişkiler siyasal olayları ve karar alma süreçlerini izlemek ve bilgi edinmekten, siyasal eylemlerde bulunmaya, oy
vermeye, seçimlerde aday olmaya, aktif olarak siyasete katılmaya kadar uzanan değişik biçim ve boyutlarda kendilerini gösterebilmektedir.
Dünya kadınları, yüzyıllar boyunca, içinde yer aldıkları siyasal
sistemlerle yeterince bağ kuramadan yaşamışlardır. Bu durumun belirleyici etkenleri; kadınların eğitim düzeyinin düşüklüğü,
var olan eğitim sistemlerinin toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı
olmaması, kadınların ekonomik hayata katılımının sınırlılığı, çalışma koşul ve ücretlerinin yetersizliği, çocuk, yaşlı, engelli bakımı
konusunda destek mekanizmalarının yetersiz olması nedeniyle
kadınların ev içi sorumluluklarının artması olarak sıralanabilir. Siyasetin erkek egemen bir alan olarak toplumsal kabul görmesi
de kadınların bu alana katılımlarında kısıtlayıcı olmaktadır.
Kadınların siyasette ve karar alma mekanizmalarında eksik temsil edilmesinin bir diğer nedeni ise siyasal sistem ve partilere
ilişkin yapısal ve kültürel unsurlar olarak ifade edilmektedir. Kadınların siyasi yaşama katılımını arttırmak için bir kanal olarak
görülen siyasi partilerin kadın kollarının, karar alma süreçlerinde
etkili birimler olarak değil, düşük siyasi getirisi olan ikincil birimler olarak örgütlenmesi, partinin “ana kademe” karar organlarında söz ve karar yetkilerinin çok fazla olmaması, bu çerçevede
Kadınların siyasette
ve karar alma
mekanizmalarında eksik
temsil edilmesinin bir diğer
nedeni ise siyasal sistem ve
partilere ilişkin yapısal ve
kültürel unsurlar olarak
ifade edilmektedir.
var olan siyaset anlayışı,
adaylık süreçleri, siyasal
yaşamın işleyişi ve örgütlenmesi, kadınların siyasal
partiler içinde güçlü bir baskı
grubu olarak örgütlenememeleri de
kadınların siyasal rollerinin ve katılımlarının
büyük ölçüde seçmenlikle sınırlı kalmasına neden olmaktadır.
Bu bağlamda, siyasal hayata katılımın önemli biçimlerinden
olan oy kullanma ve seçimlere katılma hakkı, 19. yüzyıla kadar kadınlar açısından kullanılabilir haklar olmamıştır. Ancak bu
yüzyılla birlikte, aşamalı olarak kadınların taleplerinin merkezine
yerleşmiştir. Kadınlar, oy kullanma hakkını, kendilerine tam vatandaşlık haklarının tanınması için gerekli en temel haklardan
biri olarak değerlendirmiş; kadın-erkek eşitliği ile ilgili reformların ilerlemesi ve hayatlarında sadece hukuki değil; uygulamaya yönelik değişiklikler de yapılabilmesi için seçmen olarak
oy kullanma gücüne sahip olmaları gerektiğini savunmuşlardır.
Kadınlarca yürütülen mücadeleler sonucunda oy kullanma ve
seçimlere katılma hakları kabul edilmiş olup, aşağıdaki tabloda
kimi ülkelere ilişkin olarak yer verilen tarihler de mücadelenin
zorluğunu ve kadınların katılımının ne kadar kısa bir geçmişe
sahip olduğunu gösterir niteliktedir.
43
dosya / kadın ve istihdam
Tablo 1: Dünyada Kadınların Oy Kullanma ve Seçimlere Katılma Haklarının Kabul Edilmesi
YIL
ÜLKE
1893
Yeni Zelanda
1902-1928
Avustralya, Finlandiya, Norveç, Danimarka, İzlanda, Avusturya, Kanada, Almanya, Macaristan, İrlanda,
Rusya, Belçika, Lüksemburg, İsveç, Hollanda, Ukrayna, ABD, Arnavutluk, Slovakya, Ermenistan, Azerbaycan, İngiltere
1930
Türkiye (Seçme hakkı), Güney Afrika (Beyazlar)
1931-1934
İspanya, Sri Lanka, Brezilya, Tayland, Küba, Türkiye (Seçilme hakkı)
1944-1947
Fransa, Bulgaristan, Arjantin, Malta, Meksika, Pakistan
1952-1959
Yunanistan, Lübnan, Kolombiya, Gana, Etiyopya, Peru, Mısır, Somali, Tunus, Tanzanya
1961-1964
Ruanda, Sierra Leone, Cezayir, Monako, Uganda, Afganistan, İran, Fas, Kenya, Sudan
1970-1974
Andora, Yemen, İsviçre, Bangladeş, Ürdün
1980-1986
Irak, Güney Afrika (Melezler ve Hintliler), Moldova
1994
Güney Afrika (Siyahlar)
2005
Kuveyt
Kaynak:
Inter-Parliamentary Union, Women’s Suffrage, http://www.ipu.org/wmn-e/suffrage.htm, (07.01.2014).
Kadınların oy kullanma ve seçimlere katılma haklarını kazanmaları elbette siyasal katılımda değişikliklere yol açmıştır. Yine
de günümüzde kadınların siyasal katılımı hala erkeklerle eşit
düzeye gelememiştir. Özellikle seçilme hakkından yararlanma
ve siyasal karar mekanizmalarında yer alma konusunda cinsler
arası eşitsizlik çok belirgin bir biçimde varlığını sürdürmekte ve
kadınlar erkeklerin çok gerisinde kalmaktadırlar.
Parlamentolar-arası Birliğin 1 Kasım 2013 tarihi itibariyle yayınladığı listede dünyadaki tüm ulusal parlamentolardaki toplam milletvekili sayısı 45.875 iken bunların 35.823’ü erkek ve
9.723’ü kadındır. Kadınların ulusal meclislerde temsil edilme
oranı dünya ölçeğinde % 21,3 olarak gerçekleşmektedir.
44
Tablo 2: Ulusal Parlamentolarda Kadın: Bölgesel Göstergeler - 2013
Bölge
Temsilciler Meclisi/
Parlamento
Senato
Temsilciler Meclisi
ve Senato
Kuzey ülkeleri
% 42
--
--
Avrupa-AGİT üyeleri (Kuzey ülkeleri dahil)
% 24,6
% 22,6
% 24,2
Amerika
% 24,2
% 23,8
% 24,1
Avrupa-AGİT üyeleri (Kuzey ülkeleri hariç)
% 23,0
% 22,6
% 22,9
Sahra-altı Afrika
% 21,1
% 18,7
% 21,7
Asya
% 19,1
% 13,8
% 18,5
Pasifik
% 17,8
% 7,7
% 15,9
Arap ülkeleri
% 13,1
% 38,6
% 15,9
Kaynak:
Inter-Parliamentary Union, http://www.ipu.org/wmn-e/world.htm, (07.01.2014).
Ulusal parlamentolarda kadın temsilinin bölgesel dağılımına bakıldığında ise Tablo 2’de görüldüğü üzere kadınların en yüksek
temsil oranına sahip bölge % 42 ile Kuzey ülkeleridir. Bölgesel
ortalamada Avrupa’nın, Amerika’nın ve Sahra-altı Afrika’nın ortalaması % 20-25 civarında iken, Arap ülkeleri % 13,1 ile en
düşük orana sahip bulunmaktadır.
Parlamentolar-arası Birliğin verilerine göre dünya sıralamasında
birinci sırada yer alan ülke olan Ruanda’da 2011 yılında yapılan
son seçimlerde 80 milletvekilinin 51’ini kadınlar oluşturmaktadır;
yani parlamentoda Ruandalı kadınlar % 63,8 oranında temsil
edilmektedir. Parlamentoda en yüksek kadın temsilinde Ruanda’yı Andora, Küba, İsveç, Seyşeller Cumhuriyeti, Senegal, Finlandiya, Güney Afrika, Nikaragua, İzlanda, Norveç ve Mozambik
takip etmektedir. 188 ülkenin yer verildiği raporda Türkiye, Haziran 2011’de yapılan son seçimler sonucunda meclisteki 550
koltuktan 79’una kadınların seçilmesiyle, % 14,4’lük kadın temsil oranıyla 118. sıraya yerleşmiştir (Inter-Parliamentary Union,
http://www.ipu.org/wmn-e/classif.htm, 07.01.2014).
Parlamentolarda kadın temsilinin yanında, kadınlara kabinede
yer verilip verilmediği de incelenmesi gereken bir diğer husustur. 2008 yılında % 58 ile kadınlara kabinede en çok yer veren
ülkenin Finlandiya olduğu anlaşılmaktadır. Finlandiya’yı, %56
ile Norveç ve %50 ile Grenada takip etmektedir. 2008 itibariyle
kabinede kadınlara % 30 ve üstü temsil sağlayan ülkeler İsveç,
Fransa, Güney Afrika, İspanya, İsviçre, Şili, El Salvador, Avusturya, Danimarka, Almanya, İzlanda, Hollanda, Yeni Zelanda,
Ekvator, Nikaragua, Lesotho ve Burundi’dir. Türkiye ise 2008
itibariyle kabinede sadece % 4 oranında kadın bakana sahip
olduğu için en alt sıralarda yer almaktadır (http://unstats.un.org
/ unsd/demographic / products / Worldswomen/WW_full%20
report_color.pdf, 07.01.2014).
Kişilerin yönetime gerçek anlamda katılıp kendi yerel ve bölgesel sorunlarına çözümler arayabildiği yönetim birimleri olan yerel
yönetimlerde de tüm dünyada erkek egemen bir yapılanmanın
mevcut olduğu gözlemlenebilir. 2003–2009 döneminde % 10
ve üzeri oranda kadın belediye başkanına sahip olan ülkeler
Gana, Morityus, Güney Afrika, Filipinler, Bolivya, Şili, Kosta
Rika, Honduras, Nikaragua, Panama, Venezuela, Avustralya,
Bulgaristan, Estonya, Finlandiya, Fransa, Macaristan, İzlanda,
Letonya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Moldova, Sırbistan, Slovakya, İspanya, İsveç, Amerika’dır. Görüldüğü
üzere sayıları oldukça az olup çoğunlukla ya gelişmiş ülkeler
ya da nispeten siyasette kadın temsil oranı yüksek olan Latin
Amerika ülkeleridir. Bu ülkelerin dışındaki diğer tüm ülkelerde
bu oran %10’un altında kalmaktadır. Türkiye’nin ise yerel yönetimlerde kadın temsil oranı oldukça düşüktür ve 2003–2009 yıllarında belediye başkanları arasında kadın oranı sadece %1’dir
(http://unstats.un.org/unsd/demographic/products/Worldswomen/WW_full%20report
45
dosya / kadın ve istihdam
Hal böyle iken, özellikle son 20 yıldır,
dünyanın çeşitli ülkelerinde kadınların siyasal yaşamda gereğince temsil edilmelerini sağlayacak destek politikaları oluşturulmakta; uluslararası sözleşmelerle
“cinslerarası eşitlik”, “pozitif ayrımcılık” ve
“özel önlemler” kavramları ulusal hukuk
düzenlerine aktarılmaya çalışılmaktadır.
Bu çerçevede, ülkeler, kendi seçim sistemleri ile uyumlu bir biçimde özel önlem
politikalarının bir örneği olan “kota” tekniğini geliştirmekte ve uygulamaktadır.
Savunulan; eksik temsil edilen cinsiyetin
siyasette yer almasını engelleyen faktörler ortadan kalkıncaya kadar bir seçim
tekniği olarak kotanın uygulanmasıdır.
Kota sistemleri bazen temsilciler meclisi veya senato gibi ulusal meclisler için,
kimi zaman da daha alt düzeydeki eyalet
ve belediye gibi meclisler için uygulanmaktadır. Bu tür durumlarda kota sistemi
mevcut seçim sistemine entegre edilmektedir.
Kota uygulamaları, parlamento açısından
değerlendirildiğinde, literatürde ve uygulamada çoğunlukla 3 tür olarak sınıflandırılmaktadır. Bunlardan ilki, ayrılmış koltuk
kotasıdır. Buna göre parlamentoda belirli
sayıdaki milletvekilliği kadınlara ayrılmaktadır. Bunun sağlanması için anayasal ve/
veya yasal düzenleme yapılır ve bu sistem seçilmiş kadın sayısını belirler. Anayasal ayrılmış koltuk kotasını benimseyen
ülkeler; Afganistan, Bangladeş, Burundi,
Haiti, Pakistan, Samoa, Somali, Güney
Sudan, Svaziland, Tanzanya, Uganda
ve Zimbabwe olmak üzere toplam 12 ülkedir. Seçim yasası kota uygulaması ise
Afganistan, Burundi, Çin, Cibuti, Eritre,
Ürdün, Fas, Nijer, Güney Sudan, Sudan,
Tanzanya ve Uganda olmak üzere yine
12 ülkede uygulanmaktadır. Anayasal
ve/veya yasal ayrılmış koltuk uygulaması toplamda 19 ülkede uygulanmaktadır
(Global Database of Quotas for Women,
http://www.quotaproject.org/uid/search.cfm, 07.01.2014). Kotanın uygulanmaya başlamasıyla birlikte yukarıda yer
verilen kimi ülkelerdeki kadınların siyasete katılım oranlarındaki artış aşağıdaki
tabloda gösterilmektedir.
46
Ülke
Kota öncesi
Kota
Kota sonrası
Bangladeş
1997 - % 9,1
2002 - % 2
2004 - anayasal
ayrılmış koltuk
düzenlemesi
2005 - % 15,1
2010 – % 18,6
2011 – % 19,7
Burundi
1998 - % 11,9
2002 - % 18,4
2005 – anayasal
ayrılmış koltuk
düzenlemesi
2005 - % 30,5
2009 - % 31,4
2010 - % 32,1
Fas
1997 - % 0,6
2002 - % 10,8
2011 – yasal
ayrılmış koltuk
düzenlemesi
2011 - % 17
İkinci uygulama, aday kotasıdır. Bu da
ayrılmış koltuk uygulaması ile benzer şekilde anayasal ve/veya yasal düzenleme
ile yapılır; ancak, ilkinden farklı olarak seçilmiş kadın sayısı yerine seçim listelerindeki kadın adayların oranını belirler. Anayasal aday kotası, Arjantin, Demokratik
Kongo Cumhuriyeti, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, Fransa, Yunanistan, Kongo
Cumhuriyeti ve Sırbistan’da; yasal aday
kotası ise toplam 65 ülkede uygulanmaktadır (Global Database of Quotas for
Women, http://www.quotaproject.org/
uid/search.cfm, 07.01.2014). Aday kotası ile birlikte kimi ülkelerdeki kadınların
siyasete katılım oranlarındaki artış ise şu
şekildedir:
Ülke
Kota öncesi
Son uygulama gönüllülük esasına dayalı
siyasi parti kotasıdır. Bu kota türü siyasi partilerin tamamen kendi istekleriyle
uyguladıkları ve seçim listelerinde kadın
adaylara belirli bir kota ayrılmasını sağlayan bir uygulamadır. Bu da ikinci uygulamayla benzer şekilde aday listelerindeki
minimum kadın oranının belirlenmesiyle
ilgilenir ve siyasi partilerin kendi tüzüklerinde veya seçim yönetmeliklerinde
düzenleme yapmaları yolu ile toplam
51 ülkede uygulanmaktadır (Global Database of Quotas for Women, http://
www.quotaproject.org/ uid/search.cfm,
07.01.2014).
Kota
Kota sonrası
Arjantin
1997 - % 27,6
2000 - % 26,5
2000 - anayasal
aday kotası
2002 - % 30,7
2005 – % 36,2
2007 – % 40
Ekvator
1997 - % 3,7
2000 - % 14,6
2009 – yasal aday
kotası
2009 - % 32,3
2013 - % 38,7
Nepal
1997 - % 3,4
2002 - % 5,9
2007 – yasal aday
kotası
2007 - % 17,3
2008 - % 33,2
Görüldüğü üzere, kota uygulamaları, uygulandığı ülkelerde kadınların siyasete
katılımını ciddi oranda arttırmış ve ilk uygulamanın üzerinden geçen zaman içinde de bu artış bir trend haline dönüşerek
artışın devamlı olması ile sonuçlanmıştır.
Bu bağlamda, her ne kadar dünyada
kotaya ilişkin; herkes için fırsat eşitliğine
karşı olan bir uygulamayı getirmesi, seçmenlerin kimin seçileceğine karar verememesi nedeniyle demokratik olmadığı,
farklı politik partilerden gelen kadınların meclisteki oranı
asgari eşiği geçse bile ortak hareket etmelerinin mümkün olmaması gibi eleştiriler getirse de; kota savunucuları kotanın, fırsat eşitliğine karşı bir uygulama olmadığı,
tersine fırsat eşitliği hakkının kullanılmasını sağlayacak
özel önlemlerin alınması olduğunu, kadınların deneyimlerinin siyasi yaşam için gerekli olduğunu, partilerin adayları
belirlediğini, seçmenlerin oylarıyla kimin seçileceğini belirleyebilmesi nedeniyle kotanın bu gerçek karşısında seçmenin özgürlüğünü kısıtlamayacağını ifade etmektedirler.
Buradan hareketle, gün geçtikçe farklı tür kota uygulamalarını benimseyen ülkelerin sayısı artmaktadır.
Kota uygulamalarının yanında, kadınların siyasal katılımını arttırmak için dünyada pek çok farklı çalışma yürütülmektedir. Bu çalışmaların başında kadın erkek eşitliğinin
bir kamu politikası haline gelmesi için çalışmalar yürütülmesi; toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık
yaratılması, bilgi ve bilinç düzeyinin arttırılması; kadınların
sosyo-ekonomik konumlarının güçlendirilmesi; kurum ve
kuruluşların kadınların eşit temsili için önlem alma konusunda teşvik edilmesi yer almaktadır.
Bunların yanında özel olarak siyaset alanı için siyasi partiler, üniversiteler veya sivil toplum kuruluşları tarafından
yürütülen siyaset eğitimleri bulunmaktadır. Çeşitli adlar
altında yürütülen bu eğitim programları ile kadınları politik
olarak güçlendirmek, liderlik becerilerini arttırmak, teorik
ve pratik bilgi ve deneyim sağlamak hedeflenmektedir.
Yine siyasi partilerin parti programlarında kadın politikasının bulunması, parti içinde toplumsal cinsiyet eşitliğini
sağlamak üzere faaliyet gösteren kadın kolları veya meclisleri gibi özerk yapıların oluşturulması, bu yapılara yeterli
kaynağın aktarılması, kadın adaylardan aday olmaları için
hiçbir ücret talep edilmemesi veya düşük ücret alınması
kadınların siyasete katılımını arttırmak için alınan önlemlerdendir.
Sonuç olarak, kadınlar siyasal karar mekanizmalarında
eksik temsil edilmektedir ve eksik temsilleri, demokrasinin anlamına uygun bir biçimde çalışmasına imkan bırakmadığı gibi, bir insan hakkı olan “yönetime katılma”
konusunda da, cinsiyetler arası eşitsizlik sorununu gündeme getirmektedir. Kadının her düzeyde yönetime faal
katılımı sağlanmadan ve karar alma süreçlerine toplumsal
cinsiyet ana yaklaşımı yerleştirilmeden kalkınma ve çağdaşlık hedeflerine ulaşılamayacağı açıktır. Bu nedenle kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik çabaların başlangıç
noktası, karar alma süreçlerine katılımda cinsiyetler arası
eşitliği sağlayan adımlar atmaktan geçmektedir.
47
dosya / kadın ve istihdam
48
DERS
KİTAPLARINDA
TOPLUMSAL
CİNSİYET
EŞİTLİĞİ
DERS
KİTAPLARINDA
TOPLUMSAL
CİNSİYET
EŞİTLİĞİ
Mustafa ÇADIR
Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
Giriş
Toplumsal cinsiyet eşitliği çağdaş demokratik yurttaşlığın temel bir ilkesi olarak üzerinde uzlaşma sağlanmış bir konudur. Toplumda var olan eşitsizlikleri giderebilecek,
toplumsal dönüşümü sağlayabilecek en önemli unsurlardan biri de “Eğitim”dir. Eğitim,
hem toplumsal hem de bireysel bağlamda etkin bir değişim aracı olarak, toplumsal
gruplar ve toplumsal cinsiyetler arasındaki eşitsizlikleri en aza indirebilecek anahtar bir
kurumdur.
Temel insan hakları arasında kabul edilen eğitime toplumun tüm kesimlerinin eşit
koşullarda erişim sağladığını söylemek mümkün değildir. Eğitim alanı diğer pek çok
eşitsizliğin yanı sıra, cinsiyet temelli eşitsizlikten olumsuz etkilenen alanlardandır. Kız
çocukları dünyanın birçok yerinde temel eğitimden başlayarak eğitimin her düzeyinde
erkek çocuklarına kıyasla daha az okullaşmakta, kaliteli eğitime erişimde sorunlarla
karşılaşmakta, eğitim materyalleri cinsiyet açısından olumsuz ve çoğu zaman ayrımcı
unsurlar içermektedir.
Ülkemizde de kız ve erkek çocuklarının eğitimin her düzeyine erişim açısından yasalar
önünde eşit konuma sahip olmalarına ve Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana temel
eğitimin zorunlu olmasına rağmen eğitim sisteminde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması bakımından henüz istenilen noktaya ulaşılamadığı görülmektedir. Özellikle eğitimin tüm kademelerinde cinsiyet eşitliğinin sağlanamaması, öğretmenler, yöneticiler,
aileler ve karar vericilerin toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı olmamaları ve zihinsel
dönüşümün sağlanmaması ve de cinsiyet rollerine ilişkin geleneksel kalıp yargıların
eğitim materyalleri ve öğretim programlarında yer almasından dolayı uygulamalarda
cinsiyet eşitsizliğinin devam etmesine neden olmaktadır.
Eğitim alanında toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için bu bakış açısının eğitimin
tüm süreçlerine yansıtılması gereklidir. Bu süreçlerden birini de ders kitapları ve eğitim
materyallerinin toplumsal cinsiyete duyarlı hale getirilmesi oluşturmaktadır.
Gelişim Süreci
Ülkemiz tarafından da imzalanan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Uluslararası Sözleşmesi”nin (CEDAW) 5. maddesi imzalayan ülkeleri “…kadın veya erkeği diğerine göre aşağılayan; kadın veya erkeğin diğerine göre daha üstün olduğunu
savunan veya kalıplaşmış cinsiyet rollerini temel alan rolleri öngören tüm adet, uygulama, geleneksel davranış ve önyargıların ortadan kaldırılmasını sağlamakla” yükümlü
kılınmaktadır.
49
dosya / kadın ve istihdam
Toplumda var olan
eşitsizlikleri giderebilecek,
toplumsal dönüşümü
sağlayabilecek en önemli
unsurlardan biri de
“Eğitim”dir. Eğitim, hem
toplumsal hem de bireysel
bağlamda etkin bir değişim
aracı olarak, toplumsal
gruplar ve toplumsal
cinsiyetler arasındaki
eşitsizlikleri en aza
indirebilecek anahtar bir
kurumdur.
Bunun yanı sıra söz konusu belgenin
eğitimle ilgili olan 10. maddesinin (c) bendinde ise, “eğitimin bütünleştirilerek güçlendirilmesi, farklı eğitim türlerinin de geliştirilmesi, okul öğretim programlarının ve
özellikle de okul kitaplarının gözden geçirilmesi ve öğretim yöntem ve tekniklerinin
yeniden oluşturulması” tedbir olarak yer
almıştır. Ayrıca Pekin Deklarasyonu ve
diğer uluslararası belgelerde de eğitim
materyallerine ilişkin çalışma yapılmasının
gerekliliği dile getirilmiştir.
Ders kitaplarında toplumsal cinsiyet
konulu çalışmalar ülkemizde özellikle
1990’lı yıllar ile birlikte gündeme gelmiştir.
Çeşitli eğitim düzeylerinde kullanılan kitap ve materyallerin, kadınları ve erkekleri
toplumsal cinsiyet kalıpyargılarına göre
sınırlamaları ve bu kalıpyargıları yeniden
üretmeleri konusunda 1990’ların başından itibaren üniversiteler ve sivil toplum
kuruluşları duyarlılık göstermiş ve çeşitli
çalışmalar ortaya koymuştur. Bu alanda
ilk kapsamlı toplantı 2000 yılında Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından ger50
çekleştirilmiş ve ilgili çalışmanın sonuçları
ders kitaplarında yansımasını bulmaya
başlamıştır.
lan çalışmalardan yola çıkılarak bazı tavsiyeler hazırlanmış, komisyonlara ve ilgili
Genel Müdürlüklere gönderilmiştir.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve kamu politikalarına
temel teşkil eden Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Ulusal Eylem Planı 2008-2013
’te “Eğitim ve öğretim programları, yöntemleri, ders kitapları ve diğer tüm eğitim
araç ve gereçlerinin içeriklerinin “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” duyarlılığı ile düzenlenmesi” stratejisi yer almıştır.
Kamu kurumları tarafından gerçekleştirilen çalışmaların yanı sıra Ankara Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi gibi çeşitli üniversiteler ve Tarih Vakfı, Anne-Çocuk Eğitim
Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları tarafından da bu alanda önemli çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
Bahse konu eylem planının yürürlüğe
girmesini takiben Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından toplumsal cinsiyete önyargılı
eğitim materyallerinden cinsiyetçi öğelerin ayıklanması için çalışmalar başlatılmıştır. 16 Temmuz 2009 tarihinde “Ders
Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet Çalıştayı” gerçekleştirilmiş olup, mevcut
sorunlar tartışılmış ve çözüm önerileri
geliştirilmiştir. Çalışmaların daha kalıcı ve
sistematik hale getirilmesi amacıyla Milli
Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu
Başkanlığı bünyesinde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu” kurulmuştur.
Komisyonun kurulması sonrası ilköğretim
(1-5. Sınıflar) ve ortaöğretim (9.-12. Sınıflar) düzeyinde örgün ve yaygın eğitim
kurumlarında okutulan ders kitaplarının
cinsiyet ayrımcılığı içeren öğelerden arındırılması çalışmaları daha sistematik bir
şekilde ele alınmıştır.
2012 yılında yürürlüğe giren “Milli Eğitim
Bakanlığı Ders Kitapları ve Eğitim Araçları
Yönetmeliği”ne göre ders kitapları “temel
insan hak ve özgürlüklerini destekleyen
ve her türlü ayrımcılığı reddeden bir yaklaşım” sunmak zorundadır. Bu kapsamda
ders kitapları ve eğitim materyalleri; temel
insan haklarına aykırılık taşıyıp taşımadığı; cinsiyet, ırk, dil, din, renk, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep ve benzeri
ayrımcılık içerip içermediği yönüyle Milli
Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu
Başkanlığı tarafından incelenmekte ve
toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması
ve kadına karşı ayrımcılığın engellenmesi
amacıyla gerekli düzenlemeler gerçekleştirilmektedir. Bu kapsamda;
Ayrıca Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı
tarafından Avrupa Birliği İlerleme Raporunda yer alan “Okul kitaplarındaki kadınların rol ve statülerine ilişkin önyargıların
ortadan kaldırılması” ifadesinin incelenmesi amacıyla komisyon oluşturulmuştur.
Bu kapsamda Millî Eğitim Bakanlığı ve
özel yayınevleri tarafından yazılan ilköğretim kitapları incelenmiştir. Bu inceleme
sonrasında “Ders Kitaplarında Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği Açısından Dikkat Edilecek
Hususlar” başlıklı metinde cinsiyet eşitliği
ve kalıplaşmış cinsiyet rollerinden arındırılmış bir dilin öğretim programları ile ders
kitaplarının üretilmesi ve incelenmesinde
kullanılması amacıyla bugüne kadar yapı-
Ders Kitaplarından Bazı
Örnekler
• Geleneksel olarak kadın için uygun görülen roller/işlerde (öğretmenlik, annelik, hemşirelik, ev kadınlığı gibi) ya da
önemsiz rollerde gösterilen kadınlar
yerine, toplumda aktif olarak rol alan
“başarılı kadın” vurgusuna yer verilmekte,
• İlgili kaynaklarda kadın-erkek ile kız ve
erkek çocuklara ait bilgi, fotoğraf ve
resimlerde sayısal ve niteliksel açıdan
eşitlik sağlamaya çalışılmakta,
• Erkeğin güçlü, başarılı, zeki, aktif ve
bağımsız; kadının ise uysal, düzenli,
duygusal gibi özelliklerle tanımlanmasından kaçınılmaktadır.
Bunun yanı sıra Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersinde eşitlik, ayrımcılık,
• Geleneksel olarak kadın için uygun görülen roller/işlerde (öğretmenlik, annelik,
hemşirelik, ev kadınlığı gibi) ya da önemsiz rollerde gösterilen kadınlar yerine,
toplumda aktif olarak rol alan “başarılı kadın” vurgusuna yer verilmekte,
• İlgili kaynaklarda kadın-erkek ile kız ve erkek çocuklara ait bilgi, fotoğraf ve
resimlerde sayısal ve niteliksel açıdan eşitlik sağlamaya çalışılmakta,
• Erkeğin güçlü, başarılı, zeki, aktif ve bağımsız; kadının ise uysal, düzenli, duygusal
gibi özelliklerle tanımlanmasından kaçınılmaktadır.
Bunun yanı sıra Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersinde eşitlik, ayrımcılık, kadın-erkek
eşitliği kavramlarından bahsedilmektedir.
2012/2013 öğretim yılında 1. ve 8. sınıf arasında okutulan Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler,
kadın-erkek eşitliği kavramlarından bahVatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi ders ve öğrenci çalışma kitaplarında toplumsal cinsiyet
eşitliği
bağlamında var olan bazı örnekler şu şekildedir:
sedilmektedir.
•Aile İçi İşbölümü Ve Eşit Rol
Dağılımı
• KADINLARIN
GELENEKSEL
ROLLERİN Cinsiyetçi
DIŞINDA, kalıpyargılarla
FARKLI
mücadelede baMESLEKLERDE
GÖSTERİLMESİ
2012/2013
öğretim
yılında 1. ve 8. sınıf
şarılı kadınların ve rol modellerin ön plana
Ders
kitaplarında
farklı konularla
bağlantılı
olarak
kadınları “geleneksel rollerin” (annelik,
arasında
okutulan
Hayat
Bilgisi,
Sosyal
çıkarılması
son derece önemlidir. Özelöğretmenlik, hemşirelik) dışında; doktor, okul müdürü, polis, itfaiyeci,
hakem, akademisyen,
Bilgiler,
Vatandaşlık
ve
Demokrasi
Eğitibilim insanı, sanatçı, siyasetçi gibi çeşitli rollerde yansıtan likle
konulara
ve
görsellere
yer “ilham veren”, “yol
rol model kişiler
verilmiştir.
mi ders ve öğrenci çalışma kitaplarında
gösteren” olması bakımdan çocukların
toplumsal
cinsiyet
eşitliğikadınları
bağlamında
var rollerde tanımlayan cinsiyetçi
Bu
ve buna benzer
örnekler,
sadece belirli
gelişiminde çok önemli rol oynamaktadır.
kalıpyargıların kırılmasında oldukça önemlidir.
olan bazı örnekler şu şekildedir:
Ders kitaplarında geleneksel/ataerkil aile
•Başarılı Kadın Figürlerine Ve
Rol Modellere Yer Verilmesi
•Kadınların Geleneksel Rollerin Dışında, Farklı Meslekler3 de Gösterilmesi
Ders kitaplarında farklı konularla bağlantılı olarak kadınları “geleneksel rollerin”
(annelik, öğretmenlik, hemşirelik) dışında;
doktor, okul müdürü, polis, itfaiyeci, hakem, akademisyen, bilim insanı, sanatçı,
siyasetçi gibi çeşitli rollerde yansıtan konulara ve görsellere yer verilmiştir.
yapısının sorgulandığı görülmekte olup;
ev içi sorumluluğun sadece annede olmadığı, baba ve çocukların da ev işlerinde aktif rol alması, sorumlulukların eşit
paylaşılmasının gerektiği sıklıkla vurgu-
lanmıştır.
Bu kapsamda ders kitaplarında başarıları ve• çalışma
alanları KADIN
ile öğrencilerde
ilgi
BAŞARILI
FİGÜRLERİNE
VE ROL MODELLERE YER
uyandıracak
ve
onlara
örnek
teşkil
edeVERİLMESİ
cek kadın rol modellere sıklıkla yer veCinsiyetçi
kalıpyargılarla
mücadelede
başarılı kadınların ve rol modellerin ön plana
rilmiş;
Sabiha
Gökçen, Nermin
Abadan
çıkarılması son derece önemlidir. Özellikle rol model kişiler “ilham veren”, “yol gösteren”
Unat, Fatma Aliye, Afife Jale, Yasemin
olması bakımdan çocukların gelişiminde çok önemli rol oynamaktadır.
Dalkılıç gibi ünlü kadın sanatçılar, bilim
insanları,
sporcular
farklı ders
konuları
Bu kapsamda
ders kitaplarında
başarıları
ve çalışma alanları ile öğrencilerde ilgi uyandıracak
ve
onlara
örnek
teşkil
edecek
kadın
rol
bağlamında ders kitaplarında yer almıştır.modellere sıklıkla yer verilmiş; Sabiha Gökçen,
Nermin Abadan Unat, Fatma Aliye, Afife Jale, Yasemin Dalkılıç gibi ünlü kadın sanatçılar,
bilim insanları, sporcular farklı ders konuları bağlamında ders kitaplarında yer almıştır.
Bu ve buna benzer örnekler, kadınları
sadece belirli rollerde tanımlayan cinsiyetçi kalıpyargıların kırılmasında oldukça
önemlidir.
Ailede
eşit
dağılımı
evsınırlı
içi işlerle
Ailede eşit
rol rol
dağılımı
sadecesadece
ev içi işlerle
kalmamakta olup, her aile
kararlarakalmamakta
katılımının önemli
olduğu
vurgulanmaktadır.
sınırlı
olup,
her
aile bireyinin“Demokratik Aile” m
değinilmektedir.
alınan kararlara katılımının önemli olduğu vurgulanmaktadır. “Demokratik Aile”
modeline sıklıkla değinilmektedir.
4 6 • BAŞARILI KADIN
VERİLMESİ
FİGÜRLERİNE
VE
ROL
MODELLERE
• AİLE İÇİ İŞBÖLÜMÜ VE EŞİT ROL DAĞILIMI
YER
• TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ EĞİTİMİ
Ders kitaplarında geleneksel/ataerkil aile yapısının sorgulandığı görülmekte olup; ev içi51
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında okulöncesi eğitimden başlayarak örgü
sorumluluğun
sadece annede
olmadığı, ve
baba ve
çocukların
da ev işlerinde
rol alması,
mücadelede
başarılı
kadınların
rol
modellerin
ön aktif
plana
her aşamasında
öğrencilerin “toplumsal
cinsiyet” farkındalığı ve duyarlılığını artırm
sorumlulukların eşit paylaşılmasının gerektiği sıklıkla
vurgulanmıştır.
eğitim programları uygulanması son derece önemlidir. Bu kapsamda İlköğretim
Cinsiyetçi kalıpyargılarla
çıkarılması son derece önemlidir. Özellikle rol model kişiler “ilham veren”, “yol gösteren”
cinse genellikle de kadının erkeğe göre daha güçsüz, daha zayıf algılanması
şeklinde ortaya çıkan bir ön yargıdır. Bu durum özellikle kadınların eğitim,
sağlık, siyaset vb. alanlarda haklarını kullanmalarında kimi zaman engellerle
karşılaşmalarına sebep olmaktadır. Bu engeller insan haklarına aykırıdır.”
dosya / kadın ve istihdam
Ayrıca ilgili ünitede çeşitli tartışma soruları ile öğrencilerin cinsiyet kalıp yargılarını
sorgulamasına, cinsiyet eşitsizliği konusunda farkındalığının artmasına yönelik bir alıştırma
yer almaktadır.
model kadınlara” sıklıkla yer verilmekte,
ev içi işlere katılan babayı, ev içi kararları birlikte alan aile bireylerini olumlayan
birçok örnek yer almaktadır. Ayrıca Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersinde
“ayrımcılık, eşitlik, kadın-erkek eşitliği”
kavramlarına yer verilmekte ve öğrencilere ders içi uygulamalar ile cinsiyet ayrımcılığını ve eşitliği sorgulayarak öğrenme
imkanı sunulmaktadır.
•Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Eğitimi
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında okulöncesi eğitimden başlayarak
örgün eğitimin her aşamasında öğrencilerin “toplumsal cinsiyet” farkındalığı ve
duyarlılığını artırmaya dönük eğitim programları uygulanması son derece önemlidir. Bu kapsamda İlköğretim 8. sınıfta zorunlu ders olarak okutulan “Vatandaşlık
ve Demokrasi Eğitimi” dersi müfredatında “toplumsal cinsiyet eşitliği” konusu
da yer almaktadır. “Eşitliğe Doğru” ünitesinde toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna ilişkin olarak şu ifadeler yer almıştır:
“Boyumuz, saç rengimiz veya kilomuz
farklı olabilir. Yardımsever olmak, duygusal olmak, ağlamak, gülmek, sevinmek,
üzülmek, cesur olmak, kendine güvenmek gibi insani özelliklerimiz vardır. Herhangi bir özelliğimiz ayrımcılık veya ayrıcalık nedeni olamaz. Örneğin; kadınlar ve
erkekler özgürlük, sorumluluk açısından
“insan” olarak eşittir ve aynı haklara sahiptir. Bu açıdan kadınların ve erkeklerin
toplum hayatına eşit ve etkin katılımı toplumun güçlenmesine katkı sağlar.
Cinsiyet ayrımcılığının ekonomik ve kültürel kimi nedenleri olduğu ileri sürülse
de günümüzde kabul görmemekte bu
tür anlayışlar yıkılmaya çalışılmaktadır.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık toplumsal yaşamın her alanında bir cinsin diğer cinse
genellikle de kadının erkeğe göre daha
güçsüz, daha zayıf algılanması şeklinde
ortaya çıkan bir ön yargıdır. Bu durum
özellikle kadınların eğitim, sağlık, siyaset
vb. alanlarda haklarını kullanmalarında
kimi zaman engellerle karşılaşmalarına
sebep olmaktadır. Bu engeller insan haklarına aykırıdır.”
Ayrıca ilgili ünitede çeşitli tartışma soruları ile öğrencilerin cinsiyet kalıp yargılarını
sorgulamasına, cinsiyet eşitsizliği konusunda farkındalığının artmasına yönelik
bir alıştırma yer almaktadır.
52
Son dönemde gerçekleşen önemli ilerlemelere rağmen halihazırda bazı ders
kitaplarında toplumsal cinsiyet eşitliği
açısından sorunlu, kadınları belirli rollerde
sınırlayan örneklerin de bulunduğu görülmektedir. Bu kapsamda eğitim materyallerinin toplumsal cinsiyet eşitliği bakış
Sorunlar
açısı ile sistematik ve sürekli olarak gözSorunlar
Ders kitaplarında “toplumsal cinsiyet
den geçirilmesi
Ders kitaplarında “toplumsal cinsiyet duyarlılığı” bakımından
son dönemde ihtiyacının
kaydedilen devam ettiği
duyarlılığı” bakımından son dönemde
ilerlemelere rağmen, cinsiyet kalıpyargılarını yansıtan, ve
kadınların
ve erkeklerin
belirli eğitimine satoplumsal
cinsiyet eşitliği
kaydedilen
ilerlemelere
rağmen,
alanlarda
uzmanlaştığını
ima edebilecek
bazı cinsiyet
örneklere de rastlanmaktadır.
dece “Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi”
kalıpyargılarını
kadınların
veseçilmemesinde,
Bazı
mesleklere ilişkinyansıtan,
örneklerde kadın
karakterlerin
mesleğe ilişkin olarakHayat Bilgisi ve
dersi ile sınırlandırmadan
ifade
edilen “ağır
ve yorucu
işlere karşı
dayanıklılık, cesaretli olma, heyecanlanmama” gibi
erkeklerin
belirli
alanlarda
uzmanlaştığını
Sosyal Bilgiler başta olmak üzere tüm
özelliklerin yani “cinsiyet kalıpyargıları”nın etkili olduğu; “Yönetim” kademesinde yer alan
ima edebilecek bazı örneklere de rastlanderslerde yer verilmesinin gerekli olduğu
maktadır.
değerlendirilmektedir.
8 Bazı mesleklere ilişkin örneklerde kadın
KAYNAKÇA
karakterlerin seçilmemesinde, mesleğe
Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Birimi, “Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet: İyileşmeler, Problemler,
Öneriler” Mart 2012.
ilişkin olarak ifade edilen “ağır ve yorucu
işlere karşı dayanıklılık, cesaretli olma,
heyecanlanmama” gibi özelliklerin yani
“cinsiyet kalıpyargıları”nın etkili olduğu;
“Yönetim” kademesinde yer alan karakterlerin erkek, diğer karakterlerin kadın
olarak seçilmesinin de var olan cinsiyet
kalıpyargılarından kaynaklandığı hususunu akıllara getirmektedir.
Sonuç Yerine
Ülkemizde eğitim sisteminde toplumsal
cinsiyet eşitliğinin sağlanması bakımından son 15-20 yıl içinde yaşanan olumlu
gelişmelere paralel olarak ders kitapları ve eğitim materyalleri açısından da
önemli bir ilerleme olduğu, kadınları sadece ev içi rollerle ve belirli mesleklerde
tanımlayan, aile içinde eşitsiz rol dağılımını temsil eden örneklerin ve görsellerin önemli ölçüde azaldığı görülmektedir.
İncelenen ders kitaplarında kadınlar farklı
mesleklerde-rollerde gösterilmekte, “rol
Fevziye SAYILAN, “Toplumsal Cinsiyet
ve Eğitim: Olanaklar ve Sınırlar”, Dipnot
Yayınları, 2012.
Firdevs GÜMÜŞOĞLU, “Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet 1928-2013”, Kaynak Yayınları, Mart 2013.
Hatice TEZER ASAN, “Ders Kitaplarında
Cinsiyetçilik ve Öğretmenlerin Cinsiyetçilik Algılarının Saptanması” Fe Dergi: Feminist Eleştiri, Cilt 2 Sayı 2, ss 66-73.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Türkiye’de Kadının Durumu, Mart 2013, www.
kadininstatusu.gov.tr
Yasemin ESEN, Melike Türkan BAĞLI,
“İlköğretim Ders Kitaplarındaki Kadın ve
Erkek Resimleri Üzerine Bir İnceleme”,
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Yıl 2002, Cilt:35, Sayı 1-2,
ss.143-153.
KİTAPLAR
İlköğretim Hayat Bilgisi 1, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap)
İlköğretim Hayat Bilgisi 1, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap)
İlköğretim Hayat Bilgisi 2, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap)
İlköğretim Hayat Bilgisi 2, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap)
İlköğretim Hayat Bilgisi 3, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap)
İlköğretim Hayat Bilgisi 3, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap)
İlköğretim Sosyal Bilgiler 4, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap)
İlköğretim Sosyal Bilgiler 4, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap)
İlköğretim Sosyal Bilgiler 5, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap)
İlköğretim Sosyal Bilgiler 5, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap)
İlköğretim Sosyal Bilgiler 6, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (1. Kitap)
İlköğretim Sosyal Bilgiler 6, Ders ve Öğrenci Çalışma Kitabı (2. Kitap)
İlköğretim Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi 8,
Ders Kitabı.
Son dönemde gerçekleşen
önemli ilerlemelere rağmen
halihazırda bazı ders
kitaplarında toplumsal
cinsiyet eşitliği açısından
sorunlu, kadınları belirli
rollerde sınırlayan
örneklerin de bulunduğu
görülmektedir.
53
dosya / kadın ve istihdam
KADINLARIN İŞGÜCÜ PİYASALARINA ERİŞİMİ
Gelişmiş ülkelerdeki
deneyimler, sürdürülebilir
bir kalkınma için kadınların
ekonomik ve sosyal
kalkınmanın vazgeçilmez
elemanları olarak
görülmesini gerektirmektedir.
Kadının güçlenmesinin ve
kalkınmaya katılımının en
temel araçlarından birisi
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
Ekonomik Statü Daire Başkanlığı
ekonomik hayata katılımdır.
Giriş
Dünyada meydana gelen küresel değişimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan
sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmeler,
kadınların kalkınma Girişimlerine nasıl
daha iyi entegre olabileceklerine ilişkin
çabaların ortaya çıkmasını ve kadınların
kalkınma sürecinin bir parçası olarak,
ekonomik yaşama katılımlarının artırılmasını sağlamıştır.
Ülkelerin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmişlik düzeyleri birbirleriyle kıyaslanırken göz önünde bulundurulan parametrelerden biri de toplumların sahip olduğu
54
hak, fırsat ve kaynaklardan erkeklerin ve
kadınların yararlanma düzeyleridir. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında gösterilen ülkelerin hemen hepsinde kadınların ekonomik ve sosyal yaşama etkin bir
şekilde katıldığı, bilgi teknolojilerini yoğun
olarak kullandığı ve bunun sonucunda
kadın istihdamının yüksek oranlara ulaştığı görülmektedir.
Kalkınma Sürecinde Kadın
Gelişmiş ülkelerdeki deneyimler, sürdürülebilir bir kalkınma için kadınların
ekonomik ve sosyal kalkınmanın vazgeçilmez elemanları olarak görülmesini
gerektirmektedir. Kadının güçlenmesinin
ve kalkınmaya katılımının en temel araç-
larından birisi ekonomik hayata katılımdır.
Kadınların çalışma hayatında yer alması
ekonomik bağımsızlığını kazanarak toplumun diğer alanlarında da daha üretken
olmalarının yolunu açmakta, aile içinde
karar alma yetkisini güçlendirmekte, kendilerine duydukları güveni ve toplumsal
saygınlıklarını da artırmaktadır.
Sürekli ekonomik büyüme, sosyal kalkınma, çevresel koruma ve sosyal adaletin
gerçekleşmesi; insan merkezli sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştiricileri ve yararlanıcıları olarak kadınların ve erkeklerin
tam ve eşit katılımını, kadınların ekonomik ve sosyal kalkınmanın vazgeçilmez
unsurları olarak görülmesini gerektirmek-
tedir. Kadın ve kalkınmaya ilişkin çeşitli
stratejiler geliştirilmektedir. Ancak geliştirilen stratejilerde toplumsal cinsiyet
farklılıklarının göz önüne alınmaması kadınların iş yükünün daha fazla artması,
erkeklerle kadınlar arasındaki toplumsal
ve ekonomik farkın daha da açılması, kadınlara yönelik eşitsizliklerin derinleşmesi
gibi sonuçların ortaya çıkmasına neden
olabilmektedir. Bu nedenle kalkınmada
cinsiyet farklılaşmasının öneminin anlaşılması için konunun toplumsal cinsiyet
bakış açısı ile ele alınması gerekmektedir.
(KSGM, 2008)
Başta kalkınma politikaları olmak üzere
tüm alanlara toplumsal cinsiyet eşitliği
bakış açısının yerleştirilmesi amacıyla,
“toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının
ana plan ve politikalara yerleştirilmesi”
stratejisi geliştirilmiştir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışının tüm
kurumların plan, politika ve uygulamalarına dahil edilmesi yoluyla toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeyi amaçlayan söz
konusu strateji; toplumsal cinsiyet eşitliği
konularını politika kararları, kurumsal yapılanmalar ve kaynak dağılımı gibi geniş
bir çerçevenin merkezine yerleştirmekte,
kalkınma hedef ve süreçlerine kadınların
görüş ve önceliklerinin katılmasını öngörmektedir. Bu kapsamda; toplumsal cinsiyet bakış açısının ana politikalara yerleştirilmesi, işlevsel ve yapısal açıdan politika
süreçlerinin yeniden organizasyonu, iyileştirilmesi, geliştirilmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Söz konusu strateji, farklılık ve çeşitliliğe dikkat çekerek
cinsiyet eşitliği tanımına geniş bir anlam
kazandırmakta ve toplumsal cinsiyet
eşitliği konularının yalnızca ulusal mekanizmaların görevi olarak sınırlanmasının
doğru olmadığını, mümkün olduğu kadar
fazla aktörün devreye girmesi gerektiğini
savunan bir anlayışı içermektedir. (Aksoy,
2006).
Bu noktadan hareketle, özellikle sürdürülebilir kalkınmanın vazgeçilmez bir
unsuru olan kadınlar için işgücüne erişim fırsatlarının yetersizliği, düşük kadın
istihdamı, kadın işsizliği gibi konular ele
alınırken ilgili tüm tarafların tüm politika ve
programlarına toplumsal cinsiyete dayalı
bakış açısını temel görüş olarak yerleştirmesi, bir başka deyişle toplumsal cinsiyeti merkeze alması büyük önem arz
etmektedir. Böylece kararlar alınmadan
önce bu kararların kadınları ve erkekleri
nasıl etkileyebileceğine dair bir inceleme
yapabilme olanağı da doğacaktır. (TÜSİAD, 2000)
Avrupa Birliği Gündeminde
Kadın
Toplumsal cinsiyet eşitliği ve toplumsal
cinsiyet eşitliği bakış açısının ana plan
ve politikalara yerleştirilmesi stratejisi
Avrupa Birliğinin (AB) ortak değerlerden
biri olup yıllar boyunca AB gündeminde
yer alan önemli politika alanlarından biri
olmuştur. Kadın ve erkeğe eşit muamele,
1957’de Roma Antlaşması’nda eşit ücret
ilkesine yer verilmesiyle AB’nin kurucu ilkelerinden biri olmuştur. Birlik toplumsal
cinsiyet eşitliği hedefi ile kadın ve erkeğe
eşit muamele ve eşit fırsatların sağlanması, cinsiyet temelli her tür ayrımcılığın
önlenmesi için çaba sarf etmektedir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yürütülen çalışmalar sonucunda bu alanda
ilerleme sağlanmakla birlikte, eşitliğin tam
anlamıyla gerçekleştirilmesi için daha fazla çaba gösterilmesi gerekliliği AB tarafından dile getirilen bir husustur.
Toplumsal cinsiyet eşitliği temel bir hak
ve AB’nin ortak bir değeri olmanın yanı
sıra, Birliğin büyüme, istihdam ve sosyal
uyum hedeflerine ulaşması için gereklidir.
Avrupa Birliği, 1957 yılından günümüze
kadar olan süreç içinde kadın-erkek eşitliği alanında bir mevzuat çerçevesi oluşturmuş ve bu kapsamda iş, mal, hizmet,
eğitim, terfi ve çalışma şartları açısından
eşit muamelenin sağlanmasını öngören
direktifleri uygulamaya koymuştur (Akbaş, 2010)
Bununla birlikte, AB toplumsal cinsiyet
eşitliğinin istihdam dahil toplumsal yaşamın tüm alanlarında sağlanmasına
yönelik strateji, eylem planları vs. oluş-
turmuştur. 2006-2010 dönemi için 6
öncelik alanı ve bu alanlarda kilit aktiviteler belirleyen, Topluluk politikalarında
kadın-erkek eşitliğini desteklemek için
gerekli olan araçları tanımlayan bir doküman olan “Kadın Erkek Eşitliği İçin Yol
Haritası” (Roadmap for equality between
women and men) kabul edilmiştir.
2010 yılında Avrupa Komisyonu tarafından “Kadın Şartı” (Women’s Charter) ile
belirlenen beş öncelik alanı arasında eşit
ekonomik bağımsızlık, eşit ve eş değerde
işe eşit ücret de bulunmaktadır.
2010 yılında yine 2010-2015 dönemini
kapsayan “Kadın-Erkek Eşitliği için Strateji” (Strategy for Equality between Women and Men) kabul edilmiştir. Söz konusu Stratejinin öncelik alanları arasında
yer alan kadın ve erkekler için eşit ekonomik özgürlük, iş ve özel hayatın uzlaştırılması, karar alma süreçlerinde eşit temsil
edilme konularında kilit aktiviteler tanımlanmış ve eşitlik politikalarının yönetimini
iyileştirmeye yönelik çözüm önerilerini ortaya koyulmuştur (Avrupa Birliği, 2011).
Avrupa 2020 Stratejisinde ise akıllı, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme hedeflerine ulaşılabilmesi için kadınların potansiyel ve yeteneklerinin daha verimli bir
şekilde kullanılması gerekliliği ifade edilmektedir. Strateji 2020 itibariyle kadın ve
erkeğin %75 oranında istihdam edilmesine yönelik yeni bir hedef koymakta ve
istihdam alanını da kapsayan konulara
dair kararlı amaçlar belirlemektedir (Avrupa Komisyonu, 2010). Eurostat verilerine
göre 2012 yılı için kadın istihdam oranının
%62,3 olduğu göz önüne alındığında söz
konusu hedefe ulaşılması için çaba harcanması gerekliliği ortadadır.
AB’nin istihdam alanındaki toplumsal
cinsiyet eşitliği politikaları değerlendirildiğinde, toplumun tüm bireylerinin üretken
hale gelmesi amacıyla kadın istihdamının
desteklenmesi, kadın işsizliğinin azaltılması, iş ve aile hayatının uzlaştırılmasına
ilişkin mekanizmaların oluşturulması, kadınların kariyerlerine ara vermelerinden
55
dosya / kadın ve istihdam
sonra istihdam piyasasına geri dönüşlerinin kolaylaştırılması, eş değerdeki işe eşit
ücret ilkesinin uygulanmasının sağlanması, kadınların hayat boyu öğrenme imkanlarına erişiminin kolaylaştırılması, istihdam piyasasında cinsiyet ile ilişkili tüm
farkların azaltılması hususlarına önem
verdiği görülmektedir (ABGS, 2013)
sı, kadın Girişimcilere özel bütüncül bir
destek programının uygulanması, aile ve
iş hayatının uyumunun güçlendirilmesi,
kaliteli, hesaplı ve kolay erişilebilir kreş ve
okul öncesi eğitim imkânlarının yaygınlaştırılması gibi daha somut hedeflere yer
verilmiştir.
Ülkemizde Kadın İstihdamı
Ülkemizde kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik olarak 1926 yılında
kadının siyasal yaşama katılımı için Medeni Kanun’da yapılan düzenleme ile
başlayan çabalar, 1980’li yıllardan itibaren başta kadın hareketi olmak üzere çeşitli sivil toplum kuruluşları, üniversitelerin
ilgili birimleri ve akademisyenler, uluslararası kuruluşlar ile kamu kurum ve kuruluşları, Türkiye’de kadın haklarının iyileştirilmesi ve kadın-erkek eşitliğinin çağdaş
dünyanın standartlarına uygun olarak
geliştirilmesi yönünde önemli çalışmalar
yapmışlardır. Söz konusu çalışmalar etkisini göstermiş ve 1990’lı yıllardan itibaren, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel
Müdürlüğü gibi kurumsal mekanizmanın
kurulması, özellikle 2000’li yılların başında, Anayasa başta olmak üzere, Medeni Kanun, İş Kanunu, Ceza Kanunu gibi
çok sayıdaki kanunun metininde kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını
sağlayan önemli düzenlemelere yer verilmiştir. Yine “Personel Temininde Eşitlik İlkesine Uygun Hareket Edilmesi” ve
“Kadın İstihdamının Artırılması ve Fırsat
Eşitliğinin Sağlanması” konulu Başbakanlık Genelgeleri kadın istihdamının arttırılmasını dönük yapılan düzenlemelerdir.
Bu değişiklikler aynı zamanda 2000’li
yılların başında özellikle etkili olan Türkiye’nin uluslararası normlara uyum sağlaması, Avrupa Birliği ile bütünleşmesi ve
kalkınmışlık seviyesine katkı yapma gibi
hedeflere yönelik önemli adımlar atılmasını sağlamıştır (Ecevit ve Eldem, 2013).
Özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından
itibaren kadınların işgücüne katılımı ve istihdam edilebilirliklerini artırmaya yönelik
hedeflerin politika dokümanlarında yer
verilmesi önemli bir adım olarak değer-
56
Sonuç olarak kadının
güçlenmesinin en önemli
araçlarından biri olan kadın
istihdamının artırılması
için toplumsal cinsiyet
eşitliğinin ana plan ve
politikalara yerleştirilmesi
yaklaşımının uygulanmasına
yönelik önemli gelişmeler
gerçekleşmiştir.
lendirilmektedir. Bu amaçla ülkemizin en
üst politika dokümanı olan 9. Kalkınma
Planı’nda (2007-2013) konunun önemine vurgu yapılmakta ve kadınların işgücüne katılma oranının 2013 yılına kadar
yüzde 29,6 olması hedefine yer verilmiş
olup, 2012 yıl sonu verisine göre bu oran
%29,5 olarak gerçekleşmiştir. 10. Kalkınma Planı’nda (2014-2018) ise kadınların
Plan döneminde işgücüne katılım oranının %34,9, istihdama katılım oranının
ise %31’e yükseltilmesi hedefi ile birlikte
kadınlara yönelik istihdam teşviklerinin
etkinleştirilmesi, çocuk, hasta ve yaşlı
bakımı hizmetlerinin yaygınlaştırılma-
61. Hükümet Programı incelendiğinde;
kadınların sosyo-ekonomik durumlarının
güçlendirilmesi, çalışma hayatına katılımının ve rolünün artırılması, işyerinde
ayrımcılığın önlenmesi ve fırsat eşitliğinin
sağlanması, eğitim-istihdam ilişkisinin
güçlendirilmesi; işgücü piyasasının esnekleştirilmesi; kadınlar, gençler ve dezavantajlı grupların istihdamının artırılması
ve istihdam-sosyal koruma ilişkisinin
güçlendirilmesi, kadınların çalışma hayatına katılımını artırmak amacıyla, çocuk
bakımevleri ve kreş hizmetleri için teşvik
uygulamalarının hayata geçirilmesi tedbirlerinin yer aldığı görülmektedir.
Ayrıca, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün koordinasyonunda ilgili tüm tarafların katkı ve katılımıyla Pekin Eylem Platformu’nda belirlenen kritik alanlar esas
alınarak hazırlanan ve revize çalışmaları
devam eden “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Ulusal Eylem Planı (2008-2013)”nda da
kadın istihdamı alanında yapılan çalışmaların izlenmesi, değerlendirilmesi ve
raporlanarak taraflara sunulması bu alanda yapılan çalışmaların ve deneyimlerin
paylaşılarak artmasını desteklemesi açısından önemlidir.
Sonuç olarak kadının güçlenmesinin en
önemli araçlarından biri olan kadın istihdamının artırılması için toplumsal cinsiyet
eşitliğinin ana plan ve politikalara yerleştirilmesi yaklaşımının uygulanmasına
yönelik önemli gelişmeler gerçekleşmiştir. Bu gelişmeleri bir adım daha ileri götürebilmek amacıyla ülkemizde istidam
alanında yapılan mevzuat, plan ve politika oluşturulma çalışmalarına toplumsal
cinsiyet etki analizinin yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte cinsiyete göre
ayrıştırılmış verilerin arttırılması, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme ve bütçe
analizinin gerçekleştirilmesi toplumsal
cinsiyet eşitliği anlayışının bütünlükçü bir
yaklaşımla uygulanması ve değerlendirilmesi için büyük önem taşımaktadır.
KAYNAKÇA
Akbaş, Gökşen. (Ekim 2010). Avrupa Birliği Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Stratejisi http://www.
abgs.gov.tr/files/SBYPB/Sosyal%20Politika%20ve%20%C4%B0stihdam/ab_cinsiyet_esitligi_stratejisi.pdf adresinden 29 Ocak
2014 tarihinde alınmıştır.
Aksoy, Nurgül. (2006). Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme ve Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğünün Rolü, Başbakanlık Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü Yayını: Ankara
Avrupa Birliği (2011). Strategy for Equality
Between Women and Men, Avrupa Birliği
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (2013). Avrupa
Türk Sanayiciler ve İşadamları Derneği (2000).
Birliği ve Kadın, http://www.abgs.gov.tr/files/
Kadın erkek eşitliğine doğru yürüyüş: Eğitim,
Duyurular/abgiy/2013/ab_kadin.pdf adresin-
Çalışma Yaşamı ve Siyaset, Türk Sanayiciler
den 29 Ocak 2014 tarihinde alınmıştır.
ve İşadamları Derneği Yayını: İstanbul
Avrupa Komisyonu (2010). Europe 2020: A Strategy for Smart, Sustainable and Inclusive
Growth,
http://eur-lex.europa.eu/LexUri-
Serv/LexUriServ.do?uri=COM:2010:2020:
FIN:EN: PDF adresinden 29 Ocak 2014 tarihinde alınmıştır.
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
(2008). Politika Dokümanı: Kadın ve Ekonomi, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayını: Ankara
Ecevit Yıldız, Eldem Canet. (2013) Türkiye’de Cinsiyet Eşitliğine Elverişli Ortamın Oluşturulması
BM Ortak Programı Yayınlanmamış Rapor
Yayını, Belçika
57
dosya / kadın ve istihdam
TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE
ERKEKLERİN KATILIMI
Handan SAYER
Toplumsal cinsiyet eşitliğine erkeklerin
katılımının sağlanmasının gerekliliği, küresel
ölçekte yapılan çok çeşitli çalışmaların da bir
sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
58
Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
Giriş
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gibi “dönüşüm gerektiren süreçler”, sürecin işlemesiyle beraber kendileri için gerekli
olan dinamikleri de ortaya koymaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik hem teorik hem de uygulamaya
dönük çalışmalar da şimdiye kadar toplumsal cinsiyet eşitliği
için gerekli pek çok dinamiği ortaya çıkarmıştır. Süreç işledikçe
bundan sonra da yeni dinamikleri beraberinde getirmeyi sürdürecektir. Örneğin, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için özel
yasal düzenlemeler yapılmasının gerekliliği süreç içinde ortaya
çıkmış olmakla birlikte, zaman içerisinde bunun tek başına yeterli olmadığı görülmüş; herhangi bir ülkede mevcut tüm yasaların kadın-erkek eşitliği perspektifiyle yeniden gözden geçirilmesi
ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına engel teşkil edebilecek
hükümlerin yeniden düzenlenmesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, bir
yasa her ne kadar eşitlikçi bir perspektifle
hazırlanmış olursa olsun, bu yasaya ilişkin toplumsal cinsiyet etki analizinin (gender impact analysis) yapılmasının gerekliliği de zaman içinde gelişen bir durum
olarak ortaya çıkmıştır. Kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için kadınların güçlendirilmesinin gerekliliğinden hareketle kadın
odaklı çalışmalar yürütülmesinin önemi
süreç içinde ortaya çıkan bir diğer dinamik olmakla birlikte; zaman içerisinde
bunun da tek başına yeterli olmayacağı
düşünülmüş ve uluslararası toplumsal
cinsiyet eşitliği gündemi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin tüm ana plan ve programlara dahil edilmesi/yerleştirilmesi (gender
mainstreaming) yönünde bir gelişme
kaydetmiştir. Bu çerçevede, toplumsal
cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik
çabalarda son yirmi yıldır tartışılan önemli
dinamiklerden biri de toplumsal cinsiyet
eşitliğine erkeklerin katılımının (men’s alliance/participation) sağlanması olmuştur.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine
Erkeklerin Katılımının Ortaya
Çıkışı
Kadın hakları alanında yapılan ilk çalışmalarda “kadın odaklı” bakış açısı hakim
olmuş, verilen mücadelelerde ve yapılan çalışmalarda bu bağlamda hareket
edilmiştir. Bu durum; toplumsal hayatta
ve özel alanda var olan eşitsizlik ve ayrımcılıkların birincil muhatabının kadınlar
olmasından ve bu durumun kadınlar tarafından dile getirilmesinden kaynaklanmıştır. Kadınların toplumsal hayatta ve
özel alanda eşit hak ve özgürlük elde etmek için yürüttükleri mücadelede, 1970’li
yıllarla beraber önemli bir paradigma değişikliği yaşanmış; söz konusu mücadelede “toplumsal cinsiyet” bakış açısı merkeze alınmaya başlamıştır. Böylece bir
yandan kadın sorunlarına dikkat çekilirken, diğer yandan “kadın-erkek rollerinin
sorgulandığı” bir yaklaşım benimsenerek
toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin kaynağına inilmeye çalışılmıştır.
Kadınlarla erkeklere ve kadınlarla erkekler arasındaki ilişkilere birlikte atıfta
bulunan toplumsal cinsiyet kavramının
geliştirilmesi; kadın erkek rolleri, kadınlık
ve erkekliğin toplumsal olarak inşa edilen
kimlikler olduğu, toplumsal ve özel alanda var olan, çeşitli yollarla pekiştirilen ve
yeniden üretilen eşitsizliklerde bu rol ve
kimliklerin etkileri üzerinde durulmasını
beraberinde getirmiştir.
Toplumsal cinsiyet kavramıyla birlikte
kadın-erkek rol ve kimliklerinin sorgulanmaya başlanması; toplumsal cinsiyet
eşitsizliklerinin meydana gelmesinde
erkeklerin rolü konusunu da gündeme
taşımıştır. Bu bağlamda, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri hangi açıdan ele alınırsa alınsın (kadına yönelik şiddet, siyasi-ekonomik-sosyal yaşamda kadınlara
karşı ayrımcı uygulamalar, kadınlara karşı
cinsiyetçi kalıp yargılar, kadın yoksulluğu, kadınların eğitim haklarından olması
gereken ölçüde yararlanamamaları gibi)
erkeklerin davranışlarının, tavırlarının,
kimliklerinin ve ilişkilerinin de bu eşitsizliklerin birer parçasını oluşturduğu kabul
görmeye başlamıştır (Flood, 2009).
başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi
(AK) gibi uluslararası kuruluşlar tarafından önemi artan ölçüde dile getirilen bir
konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine erkeklerin
katılımının sağlanmasının gerekliliği, küresel ölçekte yapılan çok çeşitli çalışmaların da bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Hedef grubu kadınlar olan sağlık, eğitim,
şiddet, kalkınma ve aile planlaması gibi
alanlarda yapılan çalışmalar, kadınların
bu programlara katılımlarının sağlanması ve bu programların başarıya ulaşması
noktasında erkeklerin önemli bir engel
olabildiklerini göstermiştir. Örneğin, kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanmaları için yapılan kimi çalışmalar, erkeklerin kadınlar üzerindeki kontrollerinin,
kadınların sağlık hizmetlerinden gereken
ölçüde yararlanmalarını engelleyebildiğini göstermiştir. Sağlık hizmetleri kadınlar için rahat erişilebilir biçimde sunulsa
bile; eş, baba, ağabeyler olarak erkeklerin herhangi bir kısıtlamasıyla karşılaşan
kadınlar bu hizmetlerden yararlanmak
için sağlık merkezlerine gelememektedir
(UN, 2008; Ruxton, 2004). Aynı durum
eğitim sektörü başta olmak üzere diğer
alanlarda da kendini gösterebilmektedir.
Dolayısıyla kadınların eşit hak ve fırsatlardan yararlanmaları için, yalnızca kadınların bilinçlendirilmelerinin yeterli olmadığı;
erkeklerin de bilinçlendirilerek toplumsal
cinsiyet eşitliğine katılımlarının sağlanmasının gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
1990’lı yıllarla birlikte ise toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ile kadın haklarının geliştirilmesi ve korunmasına dönük
çabaların başarıya ulaşmasında önemli
faktörlerden birinin erkeklerin sürece
dâhil edilmesi olduğu görüşü ön plana
çıkmaya başlamıştır. Bu argümanın giderek üzerinde durulmasında; toplumsal
cinsiyet kavramıyla birlikte erkeklerin ve
erkeklerin rollerinin üzerinde daha çok
durulmaya başlanması, kadın haklarının geliştirilmesine dönük çabalarda
erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitKadın hakları alanında
liği için pek çok açıdan paydaş
yapılan ilk çalışmalarda
olduklarının görülmesi ve sonuç
olarak eşit hak ve özgürlük“kadın odaklı” bakış açısı
lerden oluşan bir toplum için
hakim olmuş, verilen
kadınlarla birlikte erkeklerin de
mücadelelerde ve yapılan
değişimlerinin gerekliliğinin anlaşılması etkili olmuştur. Bugün
çalışmalarda bu bağlamda
gelinen noktada “toplumsal cinsihareket edilmiştir.
yet eşitliğine erkeklerin katılımı/erkek
katılımı” olarak adlandırılan argüman,
59
dosya / kadın ve istihdam
Erkek katılımının gerekliliği, hem teorik alanda toplumsal cinsiyet
perspektifi kapsamında kadın-erkek rolleriyle “kadınlık” ve “erkekliğin”
üzerinde daha fazla durulmasıyla hem de uygulamaya dönük çeşitli
alanlarda yürütülen çalışmalardan elde edilen sonuçlarla “ulaşılmış” ve
önemi ortaya konulmuş önemli bir gelişmedir.
Ülkemizde Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğine Erkeklerin Katılımının Sağlanması Kapsamında
Yapılan Çalışmalar
Bu kapsamda, uluslararası alanda ve
uluslararası gelişmeleri yakından takip
eden ülkemizde de toplumsal cinsiyet
eşitliğine erkeklerin katılımının sağlanmasına ilişkin çeşitli çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Ülkemizde yapılan çalışmaları
aşağıdaki şekilde toparlamak mümkündür:
60
• Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı’nda, “Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik
şiddetle mücadele konularında erkeklere yönelik farkındalık yaratma ve zihniyet dönüşümü sağlama amaçlı eğitim programı, seminer, konferans vb.
etkinliklerin düzenlenmesi” stratejisine
yer verilmiştir.
• Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı’nda “toplumsal cinsiyet eşitli-
ğinin sağlanması konusunda erkeklerin
farkındalığı ve duyarlılığı artırılacaktır.”
hedefine ve “erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda
rollerinin tanımlanması ve bu konuda
farkındalıklarının arttırılması” stratejisine yer verilmiştir.
• 2008 yılından itibaren KSGM ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA)
işbirliği ile yürütülmekte olan “Kadına
Karşı Şiddete Son Ulusal Kampanya-
sı” kampanyası kapsamında erkeklerin
konuya duyarlılığını arttırmak amacıyla;
vatani görevini yapmakta olan er ve erbaşlara verilen “Yurttaşlık Sevgisi” eğitim programında ele alınan konuların
arasına “kadın-erkek eşitliği ve kadına
yönelik şiddet konuları dâhil edilmiş;
Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği ile
işbirliği yapılarak erkek giyim ürünlerinin, firma ve marka fiyat etiketlerinin
yanında “Kadına Karşı Şiddete Son”
ifadeli etiketlerle satışa sunulması sağlanmış; futbol müsabakalarında Süper
Lig takımları oyuncularının maçlara
“kadına yönelik şiddete son” yazılı banner ve tişörtlerle çıkmaları sağlanmıştır.
• Ekim ve Aralık 2008’de, kadına yönelik aile içi şiddetle mücadele sürecine
erkeklerin katılımının önemi ve sağlayacağı yararların ele alındığı ve Beyaz
Kurdele Kampanyası’nın kurucularından Michael Kaufman’ın da katıldığı
“Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede
Erkek Katılımı” konferansı ve atölye çalışması gerçekleştirilmiştir.
• KSGM ile Emniyet Genel Müdürlüğü
arasında 2006 yılında imzalanan protokol kapsamında yaklaşık 71.000
Emniyet Teşkilatı personeline “kadına
yönelik şiddet, aile içi şiddet, toplumsal
cinsiyet eşitliği eğitimi, şiddet mağdurlarına yaklaşım tarzı ve yasal mevzuat”
gibi konularda eğitim verilmiştir.
• Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve Anne
Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) işbirliği ile
yürütülen “Baba Destek Programı”
(BADEP) kapsamında, babaların çocuklarıyla iletişimini sağlıklı kurmasını
ve çocuklarının gelişimlerini desteklemelerini sağlamak amaçlanmış olup,
programın hedef kitlesini, 3-11 yaşları
arasında çocukları olan her eğitim düzeyinden babalar oluşturmaktadır.
• 2004 yılında Genel Kurmay Başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında yapılan işbirliği ile, askerlik görevini yapan
er ve erbaşlara terhislerinden önce
üreme sağlığı ve aile planlaması eğiti-
mi verilmesi amaçlanmış, bu program
kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri
bünyesinde 500’ü aşkın üreme sağlığı
dershanesi kurulmuştur.
Kaynakça
1) Flood, M. (2009). Men’s Role in Achieving
Gender Justice. Nisan 2009, http://www.
xyonline.net/content/men%E2%80%99s-roles-achievinggender- justice.
• Jandarma Genel Komutanlığı ile KSGM
arasında 12 Nisan 2012 tarihinde imzalanan İşbirliği Protokolü kapsamında
Jandarma personelinin “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “kadına yönelik şiddet”
konularına ilişkin duyarlılık ve farkındalığının artırılması, Komutanlık bünyesindeki okulların müfredatına “toplumsal
cinsiyet eşitliği” ve “kadına yönelik
şiddetin önlenmesi” konuları dahil edilmiştir.
2) Ruxton, S. (2004). (Ed). Gender Equality and
Men: Learning From Practice. (1. Baskı). Oxford: Oxfam GB.
3) UN. (2008). The Role of Men and Boys in
Achieving Gender Equality. 29.07.2008,
http://www.un.org/womenwatch/daw/public/w2000/W2000%20Men%20and%20
Boys%20E%20web.pdf.
• Ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliğine
erkeklerin katılımı kapsamında, Diyanet
İşleri Başkanlığı tarafından kadın hakları ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi
konularında camilerde erkeklere yönelik zihniyet dönüşümünü sağlamak
üzere vaazlar verilmesini de saymak
mümkündür.
Sonuç
Toplumsal cinsiyet eşitliğine erkeklerin
katılımının sağlanması, uluslararası alanda ve ülkemizde üzerinde daha çok durulmaya başlanan çalışma alanlarından
biri olarak dikkat çekmektedir. Erkek
katılımının gerekliliği, hem teorik alanda
toplumsal cinsiyet perspektifi kapsamında kadın-erkek rolleriyle “kadınlık” ve
“erkekliğin” üzerinde daha fazla durulmasıyla hem de uygulamaya dönük çeşitli
alanlarda yürütülen çalışmalardan elde
edilen sonuçlarla “ulaşılmış” ve önemi
ortaya konulmuş önemli bir gelişmedir.
Bununla birlikte, erkek katılımı sağlanırken, toplumsal cinsiyet eşitliği alanında
kadınların eşit hak ve özgürlükler yolunda
elde ettikleri kazanımlara ket vurulmamasına ve asıl olarak kadınları ağır biçimde
etkileyen toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle mücadelede erkek katılımına ilişkin
çalışmalar yürütülürken, kadın haklarını
geliştirici ve koruyucu çalışmalara da aynı
şekilde devam edilmesine özen gösterilmelidir.
61
dosya / kadın ve istihdam
BİR MODERNİTE RÜYASI OLARAK:
AİLESİZ TOPLUMDA KADIN
Fatma ÖZDOĞAN
Aile ve Toplum Genel Müdürlüğü
Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı
“Aile beşerî toplumun ve yönetimin nihaî temeli,
özgür bir toplumun hakikî dayanağı olan toplumsal bir
kurumdur.”
Thomas Fleming
Bir kimlik siyaseti olarak ortaya çıkan feminizm, evlilik sözleşmesi ile hem kuramsal hem de pratikte kadınları sömürmenin temel kurumu olarak görülen ailenin
reddiyesiyle başlamıştır. Bugün gelinen
noktada cinsiyetler arası çatışmayı temel
argüman olarak benimseyen feminist
hareket (Donavan, 1997:271-272), kadını merkez alan toplumsal çalışmalarda
hareket noktasını kadının görece güçsüzlüğü ve bu güçsüzlüğün doğurduğu
62
Teorik temellerin, yaratılışa yaptığı gön-
ağırlıklı olarak üçüncü dünyaya yönelik
dermeler ise iki cins arasındaki eşitsizliği
olmasıdır. Refah toplumlarında kadının
doğa yasaları ile tanımlama çabası da so-
büyük ölçüde ‘eşitliği sağlamış olması’
runun ontolojik bir özden yükselmesine
ekonomik ve toplumsal anlamda geniş
zemin oluşturmuştur. İster materyalizme
bir özgürlük alanı kazandığı tezine dayalı
ait olsun ister marksizme –içiçeliğini gö-
olarak üçüncü dünyada yapılmak istenen
zardı etmeden- eşitsizliğin ve zulme uğ-
reformlarda sıklıkla dile getirilen, bu kaza-
ramışlığın bir tür ‘yaratılış’ sorunu olduğu
nımların elde edilmesidir. Bu çerçeveden
şeklindeki mit bu alana ilişkin felsefi ba-
hareketle ailede, iş hayatında, toplumsal
kışı anlamada gözardı edilemeyecek bir
alanda, siyasi, iktisadi alanlarda, bilim,
tespittir. Bununla birlikte baskı ve zorla-
kültür ve sporda kadının fırsat eşitliği ka-
maları genel olarak idari ve siyasi sistem-
zanması şeklinde sıralanan haklar gün-
le açıklama çabalarının vardığı en önemli
deme gelmektedir.
sonuç ‘devlet’ aygıtına karşı mücadeleyi
zorunlu gören bir perspektif getirmiştir.
Özetle kadın çalışmalarının temellerini
kuran felsefi düşüncenin Marksist ideolojiye bağlı olarak din, devlet ve aileyi birer
handikap olarak görmesi ve mücadelenin
hedefine koyması bu çalışmaları baştan
itibaren ideolojik tartışmaların içine çekmiştir (Friedrich Engels, 1884). Feminist
hareketin önemli teorisyenlerinden
Fi-
restone’a göre, feminist devrim ancak
yeniden üretim araçlarına el koyarak ve
kadınların ezilmesinin temelinde yatan
çocuk doğurma fonksiyonlarına dayanan
“biyolojik rollerinden” sıyrılarak, “biyolojik
aile diktatörlüğü”ne son vererek gerçek-
Zoraki seçim: Aile hayatı veya
iş hayatı
Modernleşme
işlevlerinin
sürecinde
kurumlara
ailenin
devredilmesi
öngörüsü ki Weber bunu ev ile iş arasında
yaşanan boşanma olarak tanımlamış,
ailenin ağırlıklı olarak bir tüketim ünitesi
olarak yeniden tanımlanmasını gündeme
taşımıştır.
Ailenin
fonksiyonlarının
azaltılması ve yapısının geniş aileden
Talcott Parsons’un kavramlaştırmasıyla
“yalıtılmış(isolated)
dönüşümüyle
çekirdek
birlikte
aile
aile”ye
yeni
ve
önemli bir görev üstlenmiştir. Aile artık
bu yeni formunda bireyin ekonomik
leştirilebilir (Firestone, 1993:22).
hayatın acımasız koşullarından kaçıp
BM ve diğer uluslararası kuruluşların
dönüşmüştür. Atomize olmuş birey için
önderlik veya rehberlik ettiği kadın ça-
ailenin anlamı ve değerinin yanı sıra yapısı
lışmalarının ortak çabalarla küresel bir
da değişime uğramıştır. Modern toplum
etki doğurma hedefinde olduğunu bu tür
inşasında artık aile yalıtılmış çekirdek
etkinliklerin deklarasyonlarından görebi-
aile formundan da uzaklaşma eğilimi
eşitsizlik olarak belirlemektedir. Modern
liriz (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
göstererek yeni yapıları da beraberinde
zamanların en önemli meselelerinden
Önlenmesi Sözleşmesi (1979 CEDAW);
getirmiştir.
biri olarak, eşitlik ve özgürlük taleplerinin
Birleşmiş Milletler Nairobi Üçüncü Kadın
olmadan doğan çocuklar, tek ebeveynle
vazgeçilmez bir boyutu haline gelen ka-
Konferansı (1985); Kahire Dünya Nüfus
yaşayan çocuklar; tek ebeveyne dayalı
dın hakları da söylemini büyük ölçüde bu
ve Kalkınma Konferansı Eylem Planı; 4.
aile (single family), üvey aile (step
eşitsizliğe dayalı bir şekilde oluşturmak-
Dünya Kadın Konferansı Eylem Planı ve
family),babasız aile (absent father family)
tadır. Modern toplumun ve dolayısıyla
Pekin Deklarasyonu (1995); Kadınlara
ve gay aile ( gay parent family) gibi yeni
modern teorinin bu alandaki gayretleri
Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına
aile kavramlarını gündeme getirmiştir
ulusal ölçekte yapılmakta olanları da aşa-
Dair Bildirge (1993). Burada dikkatlerden
(Giddens, 1997:154-156-166; Browne,
rak küresel bir görünüm kazanmaktadır.
kaçmaması gereken husus refah top-
1992:211).
sığınabileceği bir “sıcak yuva masalı”na
Boşanma
oranları,
evlilik
lumu teorisyenlerinin öncülük ettiği bu
çalışmalarda ileri sürülen argümanların
63
dosya / kadın ve istihdam
İnsani değerlerin, kültürel
süreçlerin ve tarihsel
sürekliliğin dinamosu olan
aile, bu işlevlerini giderek
kurumlara ve devlete terk
etmektedir. Sözü edilen
ülkelerde ve bu arada
ülkemizde doğurganlığı
sürdürmenin bir devlet
politikası haline gelmesi
bunun en bariz örneğidir.
Son kırk elli yıllık dönemde kadın çalışmalarında öne çıkan çözüm girişimleri
arasında kız çocuklarının eğitimi, erken
evliliklerin önüne geçilmesi, kadına iş
hayatında eşit koşulların sağlanması ve
hassas bir gündem konusu olarak kadına yönelik şiddetin önüne geçilmesi sıralanabilir. Çözüm politikasının yaslandığı
sorunsal yumağında kadına yönelik baskı
ve şiddetin sistematik bir yapı kazandığını, ailede ve toplum hayatında ayrımcılığa
dayalı anlayışın kadını hayatın hemen her
alanında dezavantajlı hale getirdiğini ve
buna bağlı sorunları sıralayabiliriz.
64
Tarihsel süreçte belirgin olarak öne çıkan
kazanımlarla eşzamanlı olarak gelişmiştir.
sorun listesinin de bundan çok farklı ol-
Buna karşılık aile içindeki rol ve statüle-
madığı söylenebilir. Modern zamanlarda
rini feda etmek zorunda olduğu gerçeği
görünür hale gelen sorunların ise bugüne
modern toplumun çarpıcı sonuçlarından
özgü iş, statü, rol, refah, güç ilişkileri ile
biridir. Ancak bu sonucun sadece doğur-
ele alınması gerekiyor. “Fırsat eşitliği” gibi
ganlık istatistikleri ile sınırlı olmayan pek
kavramsal düzeydeki çıkışların bu deza-
çok tartışma konusunu gündeme taşıdı-
vantajlı duruma işaret ettiği aşikârdır.
ğını da unutmamak gerekir.
Kadına sağlanan veya sağlanmaya çalışı-
Kadının aile içinde üstlendiği rol ve sta-
lan fırsat eşitliğinin veya kadını korumaya
tünün, kadınla birlikte diğer aile fertlerinin
dönük siyasi girişimlerin bir adım sonra
gündelik yaşamını doğrudan ilgilendiren
kadını rekabete sürüklemesi bir yana onu
pek çok sonucu vardır. “Mutlak eşitlik”
kaçınılmaz bir seçimle baş başa bırak-
düşüncesine bağlı olarak iki cins arasında
tığının en çarpıcı örneklerini yine refah
nimet ve külfet dengesi yakalama çaba-
toplumlarında görmekteyiz. İş ve aile ha-
larının başarılı sonuçlarına henüz insanlık
yatı arasındaki seçimin iş hayatı ve refah
ulaşamamıştır. Refah devleti, ev bakımı,
kriterleri doğrultusunda sonuçlanmakta
çocuk bakımı, hasta bakımı, yaşlıların
olduğunu mevcut sayısal veriler doğru-
bakımı gibi yükleri hafifleterek ve sosyal
lamaktadır. Kadınların çocuk doğurmay-
koruma sağlayarak kadınlar için çalışma-
la ilişkilerini yeniden tanımlama çabaları,
yı mümkün kılan yeni imkânlar sağlasa
doğurganlık yaşındaki kadın nüfusun is-
da aile hayatından iş hayatına doğru bir
tihdam ve kariyer süreçlerinde elde ettiği
eğilim gösteren kadının çalışma hayatın-
da ağır rekabet şartlarına doğru itildiği
Araştırmasında; “muhafaza edilmesi ge-
lehine kapatma girişimi olarak kadının ai-
gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Bu-
reken en önemli kurum hangisidir?” soru-
ledeki rolünü de büyük ölçüde görmez-
nunla birlikte aile hayatına verdiği önem
suna verilen cevaplarda % 45.6 ile birinci
likten gelerek yol almaktadır. Bu Girişimin
ölçüsünde kadının iş hayatında ciddi ba-
sırada aile yer almakla birlikte, feminist
refah toplumlarında yol açtığı en temel
şarısızlıklarla karşılaştığı ve mağduriyetler
bakış açısına göre köleleştirilen, ev içi-
değişim aile kurumunun bütün unsurla-
yaşadığı sıklıkla gözlenen bir sorundur.
ne hapsedilen kadının, kamusal alandan
rı ile zayıflamasıdır. Bu dönüşüm karşı-
dışlanarak özel alana (aile ilişkilerine ve ev
sında refah toplumlarının acil önlemlere
içine) hapsedilmişliği “kutsal aile” denilen
yönelmesinin üzerinden yaklaşık yarım
mitin bir çıktısı olarak görülmektedir (Fe-
asır zaman geçmiş olmasına rağmen çö-
minist hareketin öncü eylemcileri; Virgi-
zülme ve çöküş durdurulabilmiş değildir.
nia Woolf “Kendine Ait Bir Oda” (1929);
Modernleşmenin “babayı öldüren” imajı
Simone de Beavoir, “İkinci Cins” (1949);
karşısında evlenme, evliliği sürdürme,
Mary Wollstonecraft, “Kadın Haklarının
doğum gibi temel istatistiklerin de alarm
Müdafaası” (1792); Betty Friedan, “Fe-
verdiği görülmektedir.
Ailedeki çözülme kadını
özgürleştirir mi?
Antikçağda Platon’un mükemmel toplum tasavvurunda mülkiyetten ve aileden
arındırılması ile başlayan tartışmalar, 19.
yüzyılda kapitalizmin bel kemiği olarak
kabul edilen ailenin lağvedilmesi ile marksist düşünceye kadar uzanmıştır. 20.
yüzyıla gelindiğinde ise feministler bunu
bir adım daha öteye götürerek kadının
özgürleştirilmesinin
ailenin
yıkılmasına
bağlı olduğu tezini ortaya koymuşlardır.
Modernitenin bireyi ‘tanrılaştırılmış’, aklını
minine Mystique” (1963); Sheila Rowbotham, “Tarihten Gizlenen: Kadınların 300
Zayıflayan ve giderek gücünü kaybeden
Yıllık Ezilmişliği ve Buna Karşı Mücadele”
aile beraberinde alışılagelmişin dışında
(1973); Shulamith Firestone, Cinselliğin
bir toplumsal yapı ve ilişkileri de önümü-
Diyalektiği (1970).
ze koymaktadır. Bu süreçte kurumların,
kavramların, süreçlerin hızla boyut değiş-
kullanarak kendi kaderini eline alabilen,
Pınar İlkkaracan’ın “Sıcak Yuva Masalı”
değeri kendinden menkul olarak tanımla-
tanımıyla evi ve aileyi şiddetin mekânı
ması ile birlikte kadın cinsi de bu tanımda
olarak imgeleyen bir anlayış kurgulanma-
İnsani değerlerin, kültürel süreçlerin ve
kendine yer edinmiştir. Kadının şiddetten
ya başlanmıştır. Aile ile şiddet arasında
tarihsel sürekliliğin dinamosu olan aile, bu
korunması, toplumsal alanda eşit fırsat-
kurulmaya çalışılan bu doğrusal ilişki ise
işlevlerini giderek kurumlara ve devlete
lara sahip olması, eğitim, kültür, bilim,
yuva kavramının içinin boşaltılması gibi
terk etmektedir. Sözü edilen ülkelerde ve
spor gibi alanlarda varlığını hissettirmesi
bir dönemece doğru toplumsal algıyı sü-
bu arada ülkemizde doğurganlığı sürdür-
dahil kadına yönelik hak ve düzenleme-
rüklemektedir (Pınar İlkkaracan, 1996).
menin bir devlet politikası haline gelmesi
lerin geçmişten günümüze kadını ‘salt
Bu yaklaşımın aile ve toplum hayatında
bunun en bariz örneğidir.
birey’ olarak görme eğilimindeki yakla-
yol açtığı açmazların meseleyi çözmek
şımlardan beslenmesi beraberinde ka-
yerine daha vahim sonuçlara yol açtığını
dının aile ve toplum hayatı için vazgeçil-
görmezlikten gelemeyiz.
mez olan rol ve statülerini büyük ölçüde
tirdiği görülmektedir.
Ailenin bir ‘etkileşim ağı” olduğu gerçeği
göz ardı edilerek atılan iyileştirme adımları bütün gayretlere rağmen çözülmeyi
göz ardı etmiştir. Feminist kurama göre
Burada kritik bir sorun olarak kadın eme-
engelleyememiştir. Ailedeki çözülme bazı
evlilik bağı ile kutsanmış, heteroseksüel
ğinin ev dışında istihdama ve piyasa ko-
teorik yaklaşımların öngördüğü gibi ka-
aile yapısı üzerinden kadınların cinselliği,
şullarına bağlı bir yorumla ele alınması
dını özgürleştirmemiş aksine ağır piyasa
emeği, doğurganlığı ve davranışları kont-
ve bununla birlikte sosyal politika hedefi
rekabetinin içerisinde eşitsizlik durumunu
rol altında tutulmaya ve erkek egemen
olarak kadının aile içindeki rol ve statü-
pekiştirmiştir. Refah devleti, ev bakımı,
sistemin
süne ilişkin iyileştirmelerin ikinci kademe
çocuk bakımı, hasta bakımı, yaşlıların
çözümler içinde zikredilmesi önemlidir.
bakımı gibi yükleri hafifleterek ve sosyal
devamlılığının
sağlanmasına
çalışılmaktadır. Varoluşçu feminist kategorisinde yer alan Simone de Beauvoir,
kadını kısıtlayıcı ve yaratıcı etkinliklerden
alıkoyan bir kurum olarak aileye ve burada oluşturulan “annelik içgüdüsü” mitine
son verilmediği sürece kadının ezilmişliğinin ve boyun eğmeğe zorlanmasının
devam edeceğini savunur (Donavan,
1997:234).
Türkiye’de Muhafazakârlık
koruma sağlayarak kadınlar için çalışma‘Mutlak eşitlik’ fikri her ne kadar hayatın
yı mümkün kılma gayretindedir. Bu yeni
her alanında cinsiyet farklılığını tamamen
durum evlilikten sakınmak ve evliliğe son
ortadan kaldırmayı hedefliyor olsa da bu
vermek gibi yeni olanaklar sağlayarak ka-
yaklaşımın başından itibaren sorunlu ol-
dınların evlilik kurumuna daha az bağımlı
duğunu artık dünyanın önemli bir kısmı
olmasını sağlamıştır. Kamusal alanda
tecrübe etmiş bulunuyor. Mutlak eşitlik
“eşit” şartlarda yarışa mahkûm edilmesi
veya toptan eşitlik fikri cinsiyete dayalı
ve bu ağır rekabetin içerisinde yer alması
farklılıkların doğurduğu dengesizliği kadın
kadının lehine bir sonuç doğurmadığı gibi
65
dosya / kadın ve istihdam
aile hayatını zayıflatarak bütün bir toplum
ce nasıl değiştireceği üzerinde yeterince
için temel insani değer ve süreçleri zaafa
durulmuş değildir. Keza iş hayatındaki
uğratmıştır.
kadınların bu süreçte karşılaşacakları
Kadına aileden bakmak
Kabul etmek gerekir ki kadın hareketi ve
zorluklarla nasıl baş edeceği konusunda
çözümleyici bir yaklaşımın geliştirildiği
söylenemez.
kadın çalışmaları uzunca bir zaman dilimi
boyunca aileyi aşılması gereken bir engel
Evlilik sürecinde yaşanan baskı, zorlama
olarak görmüş ve aile gerçeğine böyle
ve şiddete karşı, bununla birlikte boşan-
yaklaşmıştır. Bu bakışın bugün de büyük
ma sürecinde benzer risklerin azaltılması
ölçüde değişmediği geniş bir kesimden
yönünde bugüne kadar atılan adımların
söz edilebilir. Bu hakim bakışın sosyalist
adli önlemler olduğunu söyleyebiliriz.
perspektife sıkı sıkıya bağlı aydınlar ya-
Bu yaklaşımı açımlarken erkeğin bir risk
nında diğer kesimler üzerinde de etkili ol-
faktörü olarak görüldüğü ve gerektiğin-
duğunu söyleyebiliriz. Traji-komik bir du-
de ağır yaptırımlarla cezalandırıldığı bir
rum olarak muhafazakâr kesimlerin de bu
yaklaşım sözkonusudur. Savunması ve
genel teorik yaklaşımın gölgesinde kaldı-
cezalandırıcı yöntemlerin tümüyle yad-
ğını belirtmek gerekiyor. Bunun en önem-
sınması mümkün görünmese de bunların
li sebebi olarak kuşkusuz kadın haklarını
aile kurumunu sürdürmeye dönük adım-
savunmaya dönük alternatif yaklaşımların
lar olduğunu söylemek güçtür. Nitekim
yeterince boy göstermemesi zikredilebilir.
aile içinde yaşanan çatışmaların polis ka-
19. yüzyılda ‘kadınların haklarına taraftar
rakollarında ve adliye koridorlarında son
olma’ şeklinde bir sözlük anlamı içeren
bulduğu örnekler giderek artmaktadır.
feminizm, ‘kadın sömürüsüne ve kadının
Bu gelişmeler karşısında ailenin koruyu-
ezilmişliğine’ karşı bir tür başkaldırı ola-
cu ve kollayıcı özelliğinin tartışmaya açık
rak cinsiyetler arası çatışma temelinde
olduğu bir ortamda şiddet ve istismar
hedefine aldığı ‘erkek egemen dünya’
kavramlarıyla birlikte tanımlanmaya çalı-
için iyileştirme öngörüsünün de çözüme
şılması aile kurumunun en önemli çöküş
götürecek güç ve kudrette olduğu söy-
sebeplerinden biri olarak sayılabilir.
lenemez.
Kadının gücü, ailenin gücü…
Kamusal alandaki ileri adımlara (pozitif
Ülkemizde son yıllarda büyük reformlar
Ailenin kaybettiği etkileşim
ayrımcılık eksenli çalışmalar) rağmen ka-
olarak hayata geçirilen pek çok yenilik
dının daha güçlü bir statü elde etmesinin
aile ve toplum hayatında risklerin azal-
hale’sini ‘sosyal devlet’in
önündeki engelin ortadan kaldırılamaya-
tılmasını öngörmektedir. Özellikle kadın
cağı açıktır. Aile hayatı içinde vazgeçil-
nüfusun eğitimde ve hayatın diğer alan-
ileri adımları ile yeniden
mez ve devredilmez bir rolü olan kadının
larında fırsat eşitliğine kavuşması açı-
buradaki statüsünü iyileştirmeye dönük
sından kesintisiz 12 yıllık temel eğitimin
kazanması bir yöntem olarak
adımlar ise ancak birer sosyal politika
büyük bir değişim getirdiğini kabul etmek
tedbiri olarak uygulanabilir.
gerekiyor.
Sözgelimi asgari üç çocuk yapması bek-
Sosyal
bunun profesyoneller eliyle
lenen kadının uzun bir eğitim sürecinden
önemli adımlar olarak; bakıma muhtaç
sonra kariyer ve meslek hayatından ve
bireylerin (çocuk, yaşlı, engelli) aile için-
sağlanan bir destek olduğunu
dolayısıyla beklediği hayat standardından
de bakılması veya aile ortamına benzer
ve beraberinde ekonomik bağımsızlıktan
mekânlarda barınması, bunlara ilişkin
unutmamak gerekir.
feragat ederek hayatının en önemli, en
ödeneklerin ciddi oranlarda arttırılması,
verimli dönemini doğum ve çocuk bakı-
yoksul ailelere sağlanan eğitim, sağlık,
mı gibi büyük ölçüde ev odaklı bir süre-
gıda, mesken ve yakacak yardımları gibi
düşünülse de, sonuç olarak
66
devletin
varlığını
hissettirdiği
hesaplamalarla
kadar geçen sürenin zorlu ve yer yer ür-
algı zemininde kuvvetlendirmemiz ge-
gözden geçirilmesi ve yaygın bir şekilde
kütücü olduğu görmezlikten gelinemez.
rekiyor. Kurtuluş reçetesinin bir başka
uygulanması hemen zikredilecek adım-
Kadın bu süreçte iş ve kariyer hayatından
unsuru ise değerlerin aile ve toplum ha-
lardır. Sosyal politika kapsamında son
koparak dezavantajlı duruma geldiği gibi
yatında hak ettiği yeri yeniden almasıdır.
dönemde yükseltilen pek çok ödenek
çocuğun bakımı, sağlığı, eğitimi ve diğer
aynı temel hedefe dönük olduğundan
ihtiyaçları açısından zaman zaman yeter-
Unutmamak gerekir ki aileye ilişkin her
toplumda genel olarak yaşam kalitesini
siz kalmaktadır.
tanımlama Girişimi kadını, kadını tanımla-
ödeneklerin
gerçekçi
maya dönük her Girişim de aileyi yeniden
yükseltmeye dönük çabalar olarak belirAilenin kaybettiği etkileşim hale’sini ‘sos-
biçimlendirmektedir. Kadın ve aile pers-
yal devlet’in ileri adımları ile yeniden ka-
pektifi örtüşmeyen bir bakışla sosyal poli-
Kadına karşı şiddetin önlenmesi, son dö-
zanması bir yöntem olarak düşünülse de,
tika çıtasını yükseltmek mümkün değildir.
nemlerde sorunun görünürlüğünün art-
sonuç olarak bunun profesyoneller eliyle
masına paralel olarak önem kazanmış ve
sağlanan bir destek olduğunu unutma-
KAYNAKÇA
‘sıfır tolerans’ anlayışı ile bunların önüne
mak gerekir. Ulaşımdan, konuta, ücret
Antony Giddens, Sociology, Cambridge:
geçilmesine yönelik adli, idari önlemler
düzenlemelerinden alışveriş ortamlarına,
Polity Press, 1997
alınmış ve buna ilişkin kamuoyu duyarlı-
kamu hizmet birimlerinden sosyal ve
lığı belli bir düzey kazanmıştır. Buna kar-
kültürel ortamlara pek çok alanın bu kri-
Ken BROWNE, Sociology, Oxford: Polity
şılık bu alandaki dilin (söylemin) ev içini
tik gerçeği eksen alması “beklenen kötü
Press, 1992
ve aileyi şiddet üreten bir mekan olarak
sonu” aşmada etkili olacaktır.
tilmelidir.
kodlamaya yol açtığını gözardı etmemek
gerekir.
Shulamith Firestone, Cinselliğin Diyalekti-
Kadınların gebelik ve emzirme sürelerinin
ği, Çev.Yurdanur Salman, 2.bs, İstanbul:-
emeklilik süresine dâhil edilmesine ben-
Payel Yayınları, 1993
Yardım ve ödenekler yoluyla atılan bu
zer adımlarla, sosyal güvenlikte, çocuk
önemli adımların eğitim, bilgilendirme,
yardımında, aile yardımında, istihdamda,
danışmanlık ve rehberlik çalışmaları ile
uzaktan eğitimde, sürekli danışmanlık
yeni bir boyut kazanması hedeflenmek-
ve rehberlik hizmetlerinde atılacak yeni
tedir. ‘Sosyal değer ve sosyal sermaye’
adımlarla kadının güç kazanması gere-
kavramlarının merkezindeki aile gerçek
ken asıl yerin kendi evi ve ailesi olduğu
kimliğine ancak kadın ile kavuşabilir. Ka-
gerçeğini görmek zorundayız. Bununla
dını güçlendirmeye dönük adımların bu
birlikte aile yapısının iç dinamiklerini eşit-
temel gerçeği bir hareket noktası olarak
lik, özgürlük ve hak üçgeninde oluşturan
alması gerekiyor. İş ve toplum hayatında
aile politikalarının da desteklenmesi ye-
fırsat eşitliği ile birlikte kadının aile içinde-
rinde bir adım olacaktır.
Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin
ve Devletin Kökeni,1884
Pınar İLKKARACAN, Leyla GÜLÇÜR,
Canan ARIN, Sıcak Yuva Masalı, İstanbul: Metis Yayınları,1996
Josephine Donovan, Feminist Teori:
Amerikan Feminizminin Entelektüel Gelenekleri Çev.A.Bora, M.A.Gevrek, F.Sayılan. İstanbul: İletişim Yayınları, 1997
ki konumunu güçlendirecek her ileri adım
bugünlerle birlikte geleceğimizi de daha
Aileyi ortadan kaldırılması gereken bir so-
kalıcı çözümlere kavuşturacaktır. Kadın,
run alanı olarak gören ve kadını yalnızca
çocuk, özürlü ve yaşlı şeklinde atomize
kamusal alanda güçlendirmeye çalışan
birey anlayışı yerine, aileyi sarıp sarma-
çabaların bir sonucu olarak refah toplum-
layan bir yapı olarak bütünün parçaların-
larının açmazı olan derin çelişkinin içine
dan oluşan bir aile politikası daha etkili
sürüklenmeden kadına yönelik koruyu-
sonuçlara götürecektir.
cu adımların atılması gerekir. Aksi halde
“erkeğe karşı güçlü bir mevzi kazanan
Özellikle gebelik ve doğum sürecinde
kadının, kazanımlarını anne olmak adına
sağlanacak destekler, anneliği kadın
kaybetmek istememesi” gibi bir durumla
için bir sorun yumağı olmaktan çıkarıp
karşı karşıya kalabiliriz.
çok yönlü bir kazanıma dönüştürebilir.
Metropollerde aile desteğinden yoksun
Aileyi, uyumun, huzurun ve anlayışın sı-
genç çiftler için gebelikten başlayarak
ğınağı olmaktan çıkaran anlayışa karşı,
çocuğun anaokuluna başladığı döneme
toplumsal bağlarımızı ortak bir duygu ve
67
dosya / güçlü kadın
Hülya ÖRS - Öğretmen
Çorum Engelsiz Yaşam
Yaşlı Bakım Rehabilitasyon ve Aile Danışma Merkezi
Kadının sosyal statü kazanmadaki geçirdiği değişim süreci
beraberinde ‘güçlü kadın’ tanımlamasını da oluşturmuştur. Bu
tanımlama genellikle iş hayatına atılmış, ekonomik özgürlüğünü
kazanmış kadınlar için kullanılmaktadır.
68
Yeryüzünde zarafetin yanında şefkatin,
merhametin, fedakârlığın, sevginin, sadakatin insan bedenindeki bir tezahürü
de kadın suretinde yaratılmıştı. İnsanlık bu duygular üzerine inşa edilecekti.
Âdem ile Havva kendilerine verilen ulvi
özellikleri omuzlarına yüklenmiş olarak
dünyaya gönderildiklerinde birbirlerine
dayanarak bir gelecek inşa edeceklerini
anlamışlardı. Böylece dünya var olduğu
müddetçe erkek ve kadın kendi rollerini
oynamak üzere hayatın zorluklarını paylaştılar. O günden bu güne hayatın zorlukları, aşılması gereken engeller olarak
hep var ola geldi.
Kadının yükü her geçen gün farklılaşarak
üzerine yeni sorumluluklar ekleyerek bugünlere geldi. Toprakla özdeşleştirilen
annelik, hayat arkadaşına dayanak,
çocuğuna şefkat kaynağı, tarladaki alın teri, iş hayatındaki denge
unsuru olan kadının omuzladığı
yük her geçen gün arttı. Özellikle
kadının çalışma hayatında etkin
bir yere sahip olmaya başlaması ile beraber başarılı kadınların
hikâyeleri anlatılarak ‘güçlü kadın’
modeli oluştu.
Annelik rolünün değişmemesine rağmen, toplumda farklı roller edinen kadının statüsü önem kazanmaya başladı.
Gerek yasal düzenlemeler gerekse ekonomik özgürlüğünü kazanma imkânlarının artması, bu konuda giderek artan
bilinç düzeyi, kadını toplumda önemli bir
aktör haline getirdi. Ticaret erbabı, politikacı, sanatçı, yönetici, statüsü yüksek
bir meslek sahibi, bilim kadını gibi rollere
sahip olmaya başlayan kadının, ataerkil
bir toplumda kadına bakışı değiştirmeye başlamasına vesile oldu. Toplumun
her zaman ona yakıştırdığı zarafet, masumiyet, şefkat, yumuşaklık, merhamet,
sevgi duygularının dışında ciddiyeti, disiplini, idealleri, rekabet gücü, öz güveni
olan kadın, kendini göstererek kendine
bir alan açtı. Bu durum toplumda bazen bir direnişi de beraberinde getirdi.
Kadının kazandığı sosyal statü, kendi
kendine yetebilme becerisi henüz tam
olarak kabul görmemekle beraber kadını cesaretlendirici, toplumu bilinçlendirici
çalışmalara hız verilmesi, bu konudaki
bilinçlenmeyi de arttırdı. Çünkü kadının
‘Ben de varım.’ demesi bir rakip olarak
ortaya çıkması değil, tam tersine hayatın
zorluklarına çözüm bularak daha huzurlu
bir ortamın oluşmasını sağlama isteğinden ibaretti.
Bu paylaşımın mahiyetinin henüz anlaşılamamasından kaynaklanan olumsuz
yanları da toplumdaki yansımalarına
bakıldığında görülmektedir. Paylaşımın
tarafları olan kadın ve erkek birbirlerine
karşı davranış şekillerinde beraber hare-
Ailede anne olan güçlü
kadın, eşine sorunları
aşmada ve en kritik
zamanlarda destek
vererek, zorlukları
paylaşarak üstesinden
gelinmesinde pay sahibi
olan kadındır.
ket etme modelini geliştiremez, paylaşımın oran ve şartlarını belirleyemezlerse
elmanın iki yarısı olmak yerine, iki faklı
elma oluşma riskini arttırmaktadır. Bu da
sorunlu bir geleceğin, birlikte yaşama
iradesinin azaldığı bir hayatın, sabrın,
zorlukları beraber aşmanın önündeki en
büyük engel olarak karşımıza çıkacaktır.
Statü çatışmasına indirgenmiş bir hayatta herkesin rolü birbirine karışacak,
bireyselliğin öne çıktığı, hoşgörünün
azaldığı, kader kurbanlarının arttığı bir
toplum yapısı kaçınılmaz olacaktır. Toplumun böyle bir tehlikeyle karşılaşmaması için bilinçli bir toplum yapısına ihtiyaç vardır. Kadının toplum hayatındaki
yükselişi toplumsal bir değer olarak algılanmaya başladığında hayatı paylaşmak
daha kolaylaşacaktır.
Kadının sosyal statü kazanmadaki geçirdiği değişim süreci beraberinde ‘güçlü
kadın’ tanımlamasını da oluşturmuştur.
Bu tanımlama genellikle iş hayatına atılmış, ekonomik özgürlüğünü kazanmış
kadınlar için kullanılmaktadır. Güçlü kadın, idealleri olan, kararlı, kendinden
emin, zeki, çözüm odaklı, mücadeleci
kadın olarak tanımlanır. Çalışma hayatının getirdiği zorlukları aşabilen, rekabet
gücü olan, toplumsal statü kazanmış,
özgüveni gelişmiş kadın aynı zamanda
toplumsal refahın artmasına da büyük bir
katkı sunar.
Değişen dünya şartları, toplumsal ihtiyaçlar kadının böyle bir uğraşı içinde
olmasını bir bakıma zorunlu kılar. Çünkü
günümüz dünyasında kadının penceresinden olaylara bakış aileden iş
hayatına, toplumsal yapıya varan
geniş bir yelpazeye ihtiyaç vardır.
Ancak burada şu ayrıma dikkat
etmek de fayda vardır. Güçlü kadın erkeğin yaptığı her işte bir rakip olarak karşısında dimdik ayakta
duran kadın değil, yaratılışında var
olan yetenekleri, vasıfları gün yüzüne
çıkaran, sorumluluk almaya talip olan,
toplumda görülen açıkları kapatmakta
üzerine düşen görevi almaktan çekinmeyen ve bundan dolayı da saygı duyulan,
takdir edilen bir kadındır. Bir eş, bir anne
olma özelliği ona yaratılışında verilmiş
olan en üstün özelliklerdir. Hayatın devamı onun bu kutsal özelliğini sürdürmesine bağlıdır. Kadının tek başına bütün bu
Paylaşımın tarafları olan
kadın ve erkek birbirlerine
karşı davranış şekillerinde
beraber hareket etme
modelini geliştiremez,
paylaşımın oran ve şartlarını
belirleyemezlerse elmanın
iki yarısı olmak yerine, iki
faklı elma oluşma riskini
arttırmaktadır.
69
dosya / güçlü kadın
Güçlü kadın, idealleri
olan, kararlı, kendinden
emin, zeki, çözüm odaklı,
mücadeleci kadın olarak
tanımlanır. Çalışma
hayatının getirdiği zorlukları
aşabilen, rekabet gücü olan,
toplumsal statü kazanmış,
özgüveni gelişmiş kadın aynı
zamanda toplumsal refahın
artmasına da büyük bir katkı
sunar.
sorumlulukların üstesinden geldiği sürece güçlü olmasını beklemek er geç toplumsal çatışmayı, çözülmeyi de beraberinde getirecektir. Bunun yanında kadının
yıpranması daha da hızlı olacaktır.
Ailede anne olan güçlü kadın, eşine sorunları aşmada ve en kritik zamanlarda
destek vererek, zorlukları paylaşarak üstesinden gelinmesinde pay sahibi olan
kadındır. Fedakârlığın, şefkatin, sadakatin, sevginin yaşandığı yer olan ailede
güçlü kadın, ailesinin vazgeçilmez bir unsurudur. ‘Osmanlı Kadını’ tanımlaması da
kadının aile içindeki vakarından, olaylara
yaklaşım tarzından, tecrübesini çevresindeki insanların faydasına kullanabilmesinden kaynaklanmaktadır. Ailede güçlü
kadın ailenin geçirdiği sarsıntılarda söylemleri ve hareketleriyle ailenin en büyük
destekçisidir. Güçlü kadın ileriye doğru
yapılacak olan planlamalarda insiyatif
kullanarak rol model olabilen kadındır.
Hangimiz annemizin, babaannemizin,
70
anneannemizin geçmişte yaptıklarını, üstesinden geldiği sıkıntılarını anlatmayız.
İşte bizi biz yapan aile bağları bu güçlü
kadınların oluşturduğu yapıdır. Güçlü kadın ev işlerinin dışında tamirattan, badana
boyadan anlayan kadın demek değildir.
Toplumsal dengenin sağlanması kadının
kazandığı sosyal statülerin, elde ettiği
başarıların getirisi olarak ortaya çıkan
‘güçlü kadın’ profilini, rekabet unsuru
haline getirmeden insanoğluna verilmiş
ayrı özellikleri yine insanlığın faydasına
kullanabilecek bir anlayışla geliştirmek,
bu alanda bilinçlendirme çalışması yapmak, dezavantajlı kesim olarak nitelenen
insanların kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlamak, şiddetin her türlüsünün
önüne geçmek, insan onuruna yakışır bir
hayatı oluşturabilmek için çalışmalıdır.
Kimseden rol çalmadan ancak toplumsal
ihtiyaçlara cevap veren, adaletli bir hayat
paylaşımını oluşturmak bizim elimizde.
Kadına şiddetin engellenmesi, daha dinamik bir sosyal hayatın oluşması ancak
hayatın her safhasında güçlü kadınların
sayısının çoğalması ile mümkün olur.
TOPLUM “KADIN” VE ERKEKTEN OLUŞUR
• Kadın, erkekle eşit hak ve sorumluluklara
“kadının güçlendirilmesi” ile sahip olabilir.
• Toplum ancak güçlü eğitim almış kadınlarla daha
güçlü hale gelecektir. Kadın güçlü olursa toplum
da devlet de güçlü olacaktır.
• Kadına erkek olarak değil, insan olarak bakmak
gerekir.
• Tek kanatlı kuş nasıl uçamazsa toplum da
kadınsız asla ilerleyemez.
Nurcan YILDIZ
Öğretmen
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
“Toplumu kadın ve erkek birlikte oluşturur” ifadesi doğru olmakla birlikte birçok toplumda olduğu gibi bizim toplumuzda da maalesef bu oluşum gerçek anlamda henüz
gerçekleşememiştir. “Kadın” olması gereken noktaya henüz gelememiş, birey olarak
toplumdan hak ettiği rolü kapamamıştır.
Kadın ve erkek cinsiyeti ile ilgili özellikler doğuştan gelmekte, zamanla içinde yaşanılan toplumun kültürü tarafından yorumlanarak yapılandırılmakta ve toplumun kadın ve
erkekten beklentileri de buna göre şekil almaktadır. Ancak toplumun kadın ve erkek
cinsiyetinden bu beklentisi her toplumda farklılık göstermektedir.
Toplumumuzda kadına gösterilmeyen alanlar erkekler tarafından doldurulsa da, kadın
bakış açısına sahip olmamaları, kadın gibi düşünememeleri ve kısacası kadın olmamaları bu yerin asla dolduramayacağı anlamına gelmektedir. Bu durum her zaman bir
boşluk oluşturacak ve bu toplumu zayıflatacaktır. Şayet kadın, erkek kadar eşit hak ve
sorumluluklara sahip olsaydı bu büyük boşluklar olmayacak daha dengeli, daha mutlu
ve daha refah bir topluma sahip olunacaktı.
71
dosya / toplum “kadın” ve erkekten oluşur
Kadın, erkekle eşit hak ve sorumluluklara “kadının güçlendirilmesi” ile sahip
olabilir. Kadının güçlendirilmesi için öncelikle eğitim hayatının güçlendirilmesi
gerekiyor. Aslında kadınların sosyal ve
ekonomik hayatta olmaları gereken yerde olamamalarının nedenlerinin başında
eğitim hayatlarındaki fırsat eşitliğine erkekler kadar sahip olamamaları gelir. Bu
adaletsizlik onları gerçekten çaresiz ve
yalnız bırakmaktadır. Bu durumda kadın
önüne çıkan engelleri aşarak, yanlış gelenek ve göreneklerle mücadele ederek,
en önemlisi de kendi içindeki duvarları
yıkarak başarılı olacaktır.
Ülkemizde eskisi gibi olmasa da da “ben
kızımı okutmam!” zihniyeti hala var. Bu
anlayışı “ben karımı çalıştırmam!” zihniyeti takip etmektedir. Kadının sadece
evinde oturup çocuğuna bakması gerektiğini düşünen bu zihniyetin acilen
değişmesi gerekmektedir. Toplumun çok
zaman kaybettiği açıkça ortadayken hala
bazı zihniyetlerin buna direnmesi bu konuda mücadelenin çok zorlu geçeceğine
işarettir.
Bu zihniyet kadınların eğitim hayatlarının
tamamlanamaması ve iş hayatında erkekler kadar yer almaması anlamına gelmektedir. Eğer eğitim hayatlarında karşılaştıkları engellemeler bertaraf edilirse
onların sosyal ve ekonomik hayata katılımları da mümkün olacaktır. Bu durumda
toplum her açıdan rahatlayacak ve kadın
da olması gereken noktaya gelecektir.
Toplum erkek ve kadından oluştuğuna
göre kadınların aile içinde çok önemli
etkileri ve tasarrufları bulunmaktadır. Aslında deyim yerindeyse aileyi kadın çekip
çevirir. Zaten kadının fıtratında da böyle
bir yetenek var. O halde şu sorunun cevabının bulunması gerekiyor: Toplumu
ekonomik ve sosyal açıdan etkileyecek
ve yönlendirecek kişilerin içinde erkekler
kadar kadınlar neden yeterince temsil
edilemiyor ve neden sesini duyuramıyor?
Toplum ancak güçlü eğitim almış kadınlarla daha güçlü hale gelecektir. Kadın
72
güçlü olursa toplum da devlet de güçlü
olacaktır. Kadınların ekonomik hayata katılımları ancak çalışarak mümkün olacağı
için onun eğitim aşamasından sonra geçeceği alan çoğunlukla çalışma hayatıdır.
Kadınların çalışması, toplumun çalışması
bir anlamda çalışmayan boş kalan işgücünün de değerlendirilmesi anlamını taşımaktadır.
Ancak ülkemizde eğitim alan kadınlara
verilen iş imkânları da maalesef onları
sınırlandırarak erkeğin gölgesinde bırakmaktadır. Oysa kadına çalışma hayatında
her alanda yer vermek, yönetici kadrolarını açmak onun potansiyelini ortaya koymasına imkân sağlamak demektir. Bu
noktada birilerinden yardım istemek yine
erkeklerin yer açmasını beklemek aynı
hatayı tekrar etmek anlamına gelecektir.
Bunu bizzat kadının kendisinin başarması gerekecektir. Maalesef kadın kendisini erkekle aynı kefeye koymakta kendisi
dahi bazen zorlanmaktadır.
Kadının çalışmasını sadece para kazanma meselesi olarak görmek de çok
yanlıştır. Bilginin değerlenmesi, kişisel
potansiyellerin ortaya konulması, emeğin
sergilenmesi gibi topluma birçok yararı
olacaktır. Kadına erkek olarak değil, insan olarak bakmak gerekir.
Ayrıca erkek çalışıyor diye kadının oturması gerektiğine dair bir zorunluluk da
yoktur. Akıllı bir erkek karısının da kendisi gibi çalışmasını istemelidir. Bu eşinin sosyalleşerek daha mutlu olmasına,
aynı zamanda ekonomik olarak da aile
bütçesinin büyümesine neden olacaktır.
Dolayısıyla bütün kadınların çalışmasına
imkan sağlansa ülke ekonomisi bugünkü
konumundan iki kat fazla gelişecektir.
Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda Türkiye kadın konusunda ne yazık ki istenilen
konuma henüz gelemedi. Profesyonel
yaşamda, kamu sektöründe çalışanların
içinde kadınların sayısı dünya ile kıyaslanmayacak kadar düşük. Bugün dünya çapında şirketlerin genel müdürlük
ve üst düzey yöneticilerine baktığımızda
çoğunun kadın olduğunu görürüz. Hatta CIA’de bile üst düzey kadın yöneticiler
çalışmaktadır. Türkiye’de de kadına fırsat
eşitliği yeterince verilmiş olsa onlar da
çok rahat üst düzey noktalara gelebileceklerdir.
Ne yazık ki, Türkiye’de girişimcilerin %9293’ü erkek. Girişimci kadın sayısı çok az
çünkü Girişimci potansiyeli olsa bile ya
anne-babası izin vermediği için ya da
kocası çocuklarına bak dediği için evde
oturmak zorundadır. Bazıları da okuma
yazma bilmiyor hatta başlangıç sermayesini dahi nasıl bulacağı konusunda
yeterince bilgilendirilmemiştir. Sermayesi
olmadığı için bankaya gidiyor ama para
alamıyor. Çünkü kadınlar bankaya gittiği
zaman bir teminat isteniyor. Peki, bugün
bankaya teminat olarak gösterilebilecek
malların kaçta kaçı kadınların üzerinedir
hiç düşündünüz mü? Yalnızca % 9. En
son bankadan da geri dönecektir.
Özetle, kadınları sosyal hayatta ve iş
hayatında engelleyen faktörler fazlasıyla
mevcut. Okuma-yazma bilme oranları
düşük, çalışma hayatına katılma oranları
düşük, paraya ulaşma imkânları düşük,
bu da doğal olarak kadınların iş hayatına katılımlarının düşük olması sonucunu
doğuruyor. Bu sadece Türkiye için geçerli
değil, bütün dünya için böyle. Dünya bu
eşitsizliği fark ettiği için birtakım önlemler
almaya başlamış bulunuyor.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, kadınların eksik bıraktığı alanların erkekler
tarafından doldurulmasının mümkün olmadığı artık kabul edilmelidir. Tek kanatlı
kuş nasıl uçamazsa toplum da kadınsız
asla ilerleyemez.
ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU
“Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın”
Emre TÖRE
Öğretmen
Eğitim ve Yayın Daire Başkanlığı
Âşık Veysel, Sivas’ın Şarkışla ilçesinin
Sivrialan köyünde dünyaya gelir. Annesi
Gülizar’ın davar sağmaya giderken sancısı tutar ve tek başına doğurur çocuğunu. Göbeğini de kendisi keser. Yoldan
geçenler Gülizar’ı ve yeni doğmuş bebeğini bulup buluşturdukları çula çaputa
sararak götürürler evine. Yeni doğmuş
bebeğin babası Karaca Ahmet haberi
alınca sevinçle koşar gelir evine, çocuğunu kucağına alır ve adını Veysel koyar.
Sene 1894’tür.
Veysel, doğduğu günden yedi yaşına kadar sağlıklı bir yaşam sürer. Yedi yaşındayken bir komşusuna yeni aldığı kıyafetini göstermek üzere gider. Dönüşte ayağı
taşa takılarak düşer. Düştükten sonra bir
daha uzun süre ayağa kalkamaz. Çünkü
çiçek hastalığına yakalanmıştır. Kendisi dünyaya gelmeden önce iki ablası bu
hastalık nedeniyle Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Veysel ise çiçeğe bir gözünü
verir, diğerine de perde iner. O zamanın
seyyar doktorları Veysel’in gözüne bakarlar, gözdeki perdenin alınabileceğini söylerler. Ancak bunun için Akdağmadeni’ne
gitmeleri gerekir. Onlar oraya gidemeden
bir gün babasının elindeki değnek ani
bir dönüş neticesinde Veysel’in perdeli
gözüne değer ve artık o gözün de görebilme ihtimali kalmaz. Veysel bu durumu
şöyle ifade eder:
Genç yaşımda felek vurdu başıma
Aldırdım elimden iki gözümü
Yeni değmiş idim yedi yaşıma
Kayıp ettim baharımı yazımı
…
73
Âşık Veysel Şatıroğlu
Üçyüzonda gelmiş idim cihana
Dünyaya bakmadım ben kana
Kader böyle imiş, çiçek bahana
Levh-i kalem kara yazmış yazımı
Veysel’in dünyası kararmıştır.
Aradan yıllar geçer, babası da
yokluk içindedir ama oğlunun
da sıkılmamasını, bir şeylerle
uğraşmasını istemektedir. Bu
nedenle gider oğluna kırık da
olsa bir saz alır. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek
avutmağa çalışır oğlunu. Ayrıca
yöre ozanları da zaman zaman
babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar,
çalıp söyler. Veysel çok uğraşır ama sazdan ses çıkarmayı başaramaz. Sonrasında komşuları Molla Hüseyin ve Ali Ağa
öğretirler ona saz çalmayı:
Bağlandım köşede kaldım bir zaman
Nice kimselere dedim el’aman
On, on beş yaşıma girince hemen
Yavaş yavaş düzen ettim sazımı
Karanlık dünyasında sazının sesi ve çok
sevdiği kardeşi Ali yarenlik eder Âşık
Veysel’e. Seferberlik yılları geldiğinde
bu yarenlik sona erer ve kardeşi askere
gider. Bundan sonra hepten yalnız kalır,
yüzü asılır. Bir taraftan yalnızlık, bir taraftan askerlik görevini yerine getiremeyip
düşmanın ardından kılıç sallayamaması
iyice muzdarip eder Veysel’i. Yıllar sonra
o günlerde içinde bulunduğu duyguları
şu dizelerle dile getirir:
Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına
Yıllar geçer, Veysel büyür, yirmi beş yaşına geldiğinde babası onu evlendirir. Önce
Esma ile evlenir, iki çocuğu olur. Birinci
çocukları kundakta iken Esma bebeği
emzirir, uyuyakalır, çocuk boğularak ölür.
İkinci çocukları altı aylıkken Esma kaçar,
gider. Veysel yavrusunu iki yaşına kadar
kollarında taşır. Esma’nın kaçmasına çok
74
1930 yılında düzenlenen Âşıklar
Bayramı’na davet edilir. “Halk
Şairi” kâğıdı alır. O zamana kadar köyünden dışarı çıkmayan
Veysel bundan sonra kırk vilayette çalar, söyler. Çalar, söyler
de söyledikleri usta malı olan
şiirlerdir.
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
içerleyen Veysel şu dizeleri söyler:
Geçirdim ömrümü heva ve heves
Derdim bir kimseye değildir kıyas
Her zaman, her vakit kalbimde bu yas
Çarh-ı devran güldürmedi yüzümü
…
Bir vefasız zalim yâre bağlandım
Tarih üç yüz otuz beşte evlendim
Sekiz sene bir arada eğlendim
Zalim kâfir yetim kodu kuzumu
Sonra Gülizar’la evlenir. Ondan altı çocuğu, on sekiz de torunu dünyaya gelir.
Âşık Veysel 37 yaşına kadar daha çok
kendi çevresinde söyleyen bir ozandır.
1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları
“Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kurar,
5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren
Halk Şairleri Bayramı’nı düzenlerler. Veysel’in bir “âşık” olarak tanınması Ahmet
Kutsi Tecer’le tanışmasından sonradır.
Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde Ahmet Kutsi Tecer’in
direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa
Kemal üzerine şiirler yazarlar.
Bunlar arasında Veysel de vardır. Şiirinin adı “Atatürk”. Bu şiir Âşık Veysel’in kendi yazdığı ilk şiiridir ve çevresi
tarafından çok beğenilerek Ankara’ya
Atatürk’e gönderilmek istenir. Veysel ise
şiirini Ata’ya kendisi vermek ister. Ancak
Atatürk’ü görme fırsatı eline geçmez. Şiiri
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanır. Âşık Veysel artık usta malını dillendiren değil, kendi eserlerini okuyan bir şair
olacaktır.
Geçim sıkıntısı içinde şiirlerini yazıp söyleyen Veysel’in şiirleri Ahmet Kutsi’nin
yardımlarıyla, biraz da Veysel’in geçim sıkıntısını azaltmak maksadı ile kitaplaştırılır
ve böylece Veysel’in ilk kitabı yayınlamış
olur: Âşık Veysel’den Deyişler. Daha sonra Sazımdan Sesler, Âşık Veysel’in Hayatı
ve Şiirleri, Dostlar Beni Hatırlasın kitapları
yayınlanır. Son kitabı “Dostlar Beni Hatırlasın”da Veysel’in 157 şiiri bulunmaktadır.
Âşık Veysel ciddi ekonomik sıkıntılarla
başa çıkmaya çalışırken yardımına yine
Ahmet Kutsi Tecer yetişir ve devrin hükümet yetkililerine başvurarak Veysel’in
köy enstitülerinde saz öğretmeni olarak
çalışmaya başlamasını sağlar.
Bu dönemde şiirlerinde toprak konusuna değinen Veysel, insanların toprak gibi
olmasını ister ancak bunun da olamayacağını bilir:
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır
Sürekli insanları iyiye, doğruya, güzele
yönelmeye teşvik eder. Bölünmeyi, ayrışmayı ise reddeder:
Allah birdir, Peygamber hak
Rabbül âlemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
diyerek bugünlere de ışık tutan, gözleri
görmese de kalp gözüyle dünyayı çok
daha güzel algılayan bir ozandır Âşık
Veysel.
Çifteler Köy Enstitüsündeyken bir gün
eşinden mektup alır. Kendisi de zaten
eşine, çocuklarına, memleketine hasret
çekmektedir. Enstitü müdüründen izin
alarak memleketine gitmek ister ama
bunu bir türlü söyleyemez. Neticede
kendisine yakışan bir üslupla bu isteğini
dile getirir:
Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan
Gözetme yolları, gel deyi yazmış.
Sivrialan köyünden, bizim diyardan
Dağlar mor menevşe gül deyi yazmış.
…
Veysel bu gurbetlik kar etti cana
Karıştır göçünü ulu kervana
Gün geçirip firsat verme zamana
Sakın uzamasın yol deyi yazmış.
1946 yılında köy enstitülerindeki saz hocalığından izin alan Âşık, köyü Sivrialan’a
gider. Ancak daha sonra geri dönmeyerek saz hocalığını bırakır ve köyünde kalmaya karar verir. Orada ilk defa meyve
bahçesi düzenleyen kişi olur.
1950’li yıllar Veysel’in ekonomik anlamda
çektiği sıkıntıların sonu olur. Artık şöhreti
artar, kendisine maaş bağlanır. Tıklım tıklım dolu salonlarda konserler verir.
Hayatının sonlarına doğru hayata ve ölüme felsefi bir bakış açısıyla yaklaşır. Bunu
“Uzun İnce Bir Yoldayım” şiirinde çok net
bir şekilde görmekteyiz:
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
…
Şaşar Veysel işbu hâle
Gâh ağlaya gâhi güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece
Şiirinde hayatı uzun ince bir yola benzeten Veysel, dünyayı iki kapılı bir han
olarak değerlendirir. Amacı menzile, yani
Yaradan’ına ulaşmaktır ve bu nedenle
gündüz gece yürümektedir. Kendisine
musallat olan akciğer kanseri nedeniyle
21 Mart 1973’te ulaşmak amacıyla yola
çıktığı menzilene yetişir, Hakk’ın rahmetine kavuşur.
O zamana kadar hiçbir aşığa nasip olmayan güzellikler Veysel’e nasip olur: Hayatı
filme alınır, vasiyeti üzere tam doğduğu
yere gömülür, evi müze haline getirilir…
***
Âşık Veysel kişilik itibariyle kibirli bir insan değildir. Şöhreti onu şımartmamış,
halk adamı kimliğini korumayı her zaman
başarabilmiştir. İçi-dışı birdir. Sade bir
yaşam sürer ve şakalaşmaktan, nükte
yapmaktan hoşlanan bir kişiliğe sahiptir.
Veysel’in oğlu Bahri Şatıroğlu babasının
nüktedan kişiliği hakkında şu anıyı paylaşmaktadır:
“Babam biraz rahatsız. İlçeden kaymakam, veteriner hekim, jandarma komutanı ile, Ankara’da trafik polisi olarak çalışan
Höyük Köyü’nden Arif Bey, ziyaretine geldiler. Hoşbeşten sonar latifeler başladı.
O akşam misafirler, muhtarın davetlisi idiler. Babamı da alıp gittiler. Yediler, içtiler,
eğlendiler. Yatmak için bize geleceklerdi.
Geç vakit kalktılar. Dışarıda sicim gibi bir
yağmur başlamıştı. Her taraftan sel gidiyordu. Babam, yolu iyi bildiği için hızlı
hızlı yürüyordu. Diğerleri, karanlıkta nerenin yol, nerenin bataklık olduğunu fark
edemiyorlardı. Bu yüzden, adımlarını çok
dikkatli atıyorlardı. Bir ara veteriner hekim
bağırdı:
•
Veysel! Ağır yürüsen, yetişemiyoruz!
Babam şakaya başladı:
•
Kör müsün? Benim geldiğim yerden
sen de gel işte!
Sözünü bitirmeden, kaymakam çamura
battı. Düşenin kaymakam olduğunu anlamayan babam kahkahayı bastı:
•
Hele bak hele! Birinci kör çamura
düştü!
Yağmur altında ve karanlıkta, biraz daha
yol aldılar. Trafik polisi Arif Bey, babamı
adım adım takip ediyordu. Veteriner hekim arkadan yine seslendi:
•
Veysel! Sana ağır ol dedik ya. Neredeyse bir damdan aşağıya yuvarlanacağız!
Babam, adımlarını daha da sıklaştırarak
veterinere seslendi:
•
Yol ortasında yavaşlamanın tehlikesini bilmiyor musun? Baksana!,
dedi, Trafik peşimi bırakmıyor.”
Ey Kalp Gözüyle Gören Âşık!
Sen gittin, adın kaldı ve hep kalacak.
Dostların seni asla unutmayacak
Bâkiler, Yavuz Bülent, Âşık Veysel, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s.6768
KAYNAKÇA:
Bâkiler, Yavuz Bülent; Âşık Veysel, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
Kaya, Doğan; Âşık Veysel, Akçağ Yayınları, Ankara
Aşık Veysel; Dostlar Beni Hatırlasın, İnkılap Kitabevi, İstanbul
75
çocuk hakları
ÇOCUK HAKLARI VE ÇOCUĞUN KATILIM HAKKI
Türkiye tarih boyunca, çocuk
bakımına ve çocukların
korunmasına önem veren bir
ülke olmuştur. Çocuk bakım
sisteminin ilk temeli 1822
yılında çocuk ıslahevlerinin
kurulmasıyla atılarak
pek çok ülkeden önce
çocuklara yönelik hizmetler
başlatılmıştır.
Eski çağlarda çocuk hakkı
kavramına rastlamak
mümkün değildir. O
dönemki toplumlara
bakılacak olur ise,
babanın çocuklar üzerinde
mutlak bir hakimiyeti
görülmektedir.
Sevil Lale KURT
Sosyal Hizmet Uzmanı
Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Eski çağlarda çocuk hakkı kavramına
rastlamak mümkün değildir. O dönemki toplumlara bakılacak olur ise, babanın
çocuklar üzerinde mutlak bir hakimiyeti
görülmektedir.
Çocuklar üzerinde istedikleri gibi karar
verme yetkisine sahip olan babalar çocuklarını satabiliyor, dövüp sakatlayabiliyor, kurban edebiliyor ve başka şekillerde öldürebiliyordu. Sümerlerde çocuklar
üzerinde öncelikle babanın velayet hakkı
76
vardı. Ancak bu velayet hakkı Romalılarda olduğu gibi çok katı değildi. Babil’de
anne-babanın çocuklar üzerindeki velayet hakkı ve mirasçılığı Sümerlere benzer
şekilde düzenlenmişti. Yani çocuklar üzerinde baba, anne ve abinin velayet hakkı
bulunmaktaydı. Babil’de çocukların baba
ve annelerine saygı göstermeleri zorunlu kılınmıştı. Roma’da çocuklar üzerinde
babanın (pater familias) sınırsız hakimiyeti
vardı. Aile babasının çocuğu öldürme (ius
Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi
vitae et necis), sokağa bırakma, başkalarına satma (ius vendendi) ve boşama
yetkileri vardı.
Batı’da Ortaçağ’da günümüzdeki anlamı
ile çocuk ve çocukluk terimlerine rastlanmamaktadır. O dönem Avrupa’sında
çocuk küçük yetişkin olarak görülmekte,
anne bakımından kurtulduğu 5-7 yaşlarından itibaren yetişkinlerle birlikte aynı
şartlar altında hayatını sürdürmekteydi.
Avrupa’da Rönesans ile birlikte çocuk ve
çocukluk kavramları oluşmaya başlamıştır.
Aydınlanma çağı filozofları çocukların yetişkinlerden farklı oldukları, onların eğitilmesi ve yetiştirilmesine özen gösterilmesi
gerektiği yönünde fikirler ortaya atmışlardır. 18. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’da
üst ve orta sınıf insanlar çocuklarının yetiştirilmesi ve eğitimi ile ilgilenmeye başlamışlardır. Ancak alt sınıftaki insanların
çocukları Ortaçağ şartlarında yetişkinlerin
hayatını paylaşmaya devam etmiştir.
Türkiye tarih boyunca, çocuk bakımına
ve çocukların korunmasına önem veren
bir ülke olmuştur. Çocuk bakım sistemi-
nin ilk temeli 1822 yılında çocuk ıslahevlerinin kurulmasıyla atılarak pek çok ülkeden önce çocuklara yönelik hizmetler
başlatılmıştır.
Özellikle sanayileşme çocuk işçiliğinin
artması ve dünyada yaşanılan savaşlar
çocukların özel olarak korunması gereksinimini gün yüzüne çıkarmıştır. Bu gerçekten hareketle çocukların özel olarak
korunup gözetilmesi amacıyla uluslararası çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
Genel olarak çocuk haklarının tarihine
bakıldığında, karşımıza üç önemli belge
çıkmaktadır. Bunlar sırasıyla;
• 1924 Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi
• 1959 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Bildirgesi
• 1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Sözleşmesi’dir.
Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi (1924)
larından toplumun en savunmasız kesimi olan çocukların etkilendiği görüldü.
Bunun üzerine uluslararası alanda çocukların özel olarak korunup gözetilmesi
gereksinimi ile çalışmalar başlatıldı. Çocuk hakları alanında atılan ilk adım beş
maddeden oluşan Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi’dir.
Çocukların yaşatılmaları, gelişmeleri ve
korunmalarının uluslararası düzeyde
temel ilke olarak ilk defa ele alındığı bu
beş maddelik bildirgeyi imzalayan devlet
büyüklerinin arasında genç Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’de yer alıyordu. 1928 yılında Atatürk,
Çocuk Hakları Bildirgesi’ni imzalamış ve
çocuklara verdiği değeri 23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı armağan ederek göstermiştir.
Uluslararası iyi niyetin göstergesi olan bu
Bildirge, ne yazık ki İkinci Dünya Savaşı
nedeniyle Milletler Cemiyetinin geçerliliğini yitirmesi sonucu bir kâğıt parçası olmaktan öteye gidememiştir.
Birinci Dünya Savaşı toplumlarda pek
çok yaralar açtı. Savaşın olumsuz şart-
77
çocuk hakları
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi (1959)
BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisine paralel olarak 20 Kasım
1959 tarih ve 1386 sayılı BM Çocuk Hakları Bildirisi ilan edilmiştir. Bildiride çocuklara karşı ayrımcılık yapılmaması, çocuğa
kendisini özgürce gelişme fırsatı verilmesi, doğumdan itibaren
bir kimlik ve vatandaşlık kazandırılması, sosyal güvenlik haklarından yararlandırılması, özürlü çocuklara gereken bakım ve
tedavinin gösterilmesi gibi 10 genel ilke yer almıştır. İkinci Dünya
Savaşı’nın birincisinden fazla çocuklara zarar verdiği görülmüş
ve bunun üzerine çocukların yetişkinlerden ayrı, özel olarak korunması bildiride temel alınmıştır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989)
Sözleşmenin dünyadaki neredeyse bütün ülkeler tarafından
onaylanması dikkate değer bir başarı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyadaki hemen hemen her ülkenin kendi çocukları
konusunda birtakım bağlayıcı yükümlülükler altına girmesi, gelecek için büyük umutlar vermektedir. Birleşmiş Milletler (BM)
78
Çocuk Hakları Sözleşmesine göre 18 yaşına kadar herkes çocuk olarak tanımlanmıştır.
Türkiye tarih boyunca, çocuk
bakımına ve çocukların korunmasına
önem veren bir ülke olmuştur.
Çocuk bakım sisteminin ilk temeli 1822
yılında çocuk ıslahevlerinin kurulmasıyla
atılarak pek çok ülkeden önce çocuklara
yönelik hizmetler başlatılmıştır.
Dünyadaki hemen hemen
her ülkenin kendi çocukları
konusunda birtakım bağlayıcı
yükümlülükler altına girmesi,
gelecek için büyük umutlar
vermektedir.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 20 Kasım
1989 tarih ve 44/25 sayılı Kararıyla kabul
edilip imza, onay ve katılıma açılmıştır.
Sözleşme 49. maddeye uygun olarak 2
Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Türkiye Sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamış ve 9 Aralık 1994 tarihinde ihtirazi kayıtla onaylamıştır. 4058
sayılı Onay Kanunu 11 Aralık 1994 gün
ve 22138 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Çocuk Haklarını Tanıtma, Yaygınlaştırma ve İzlemeye Yönelik Uygulamaları
Türkiye’de 2011 yılına dek, Devlet Bakanlığına bağlı bir kuruluş olarak çalışan
(Mülga) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin uygulanması ve izlenmesinden
sorumlu “Koordinatör Kuruluş” olarak
görevlendirilmiştir. Ancak 3.6.2011 tarih
ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
kurulmuştur. Böylece, aynı kararname
ile (Mülga) Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumunun görev ve yetkileri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına
bağlı olarak kurulan Çocuk Hizmetleri
Genel Müdürlüğüne verilmiştir. Yeniden
yapılanma sonucu, Çocuk Hakları Sözleşmesinin uygulanması ve izlenmesinden sorumlu koordinatör kurum olma
sorumluluğu Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığına bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğüne devrolmuştur. Yine,
(Mülga) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından çocuk haklarına ilişkin çalışmalar bir şube tarafından
yürütülmekte iken yapılan düzenlemeler
ile Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünde çocuk haklarına ilişkin ayrı bir daire
başkanlığı oluşturulmuştur.
Ayrıca çocuk haklarına yönelik çalışmaların sistematik ve uyumlu tutum çerçevesinde ele alınabilmesi için eşgüdüm
ve denetim faaliyetlerini merkezi ve yerel
düzeyde güçlendirmeye yönelik “Çocuk
Hakları İzleme ve Değerlendirme Kurulu” Başbakanlık Genelgesi 4 Nisan 2012
Çarşamba tarih ve 28254 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
maktadır. Çocuk temsilciler ulusal çocuk
forumlarına katılım sağlamaktadır. Komiteler bünyesinde çeşitli eğitim, seminer,
toplantı, sergi vb. etkinlikler gerek yerel
gerekse ulusal çapta gerçekleştirilmektedir. Komiteler bünyesinde çocuklara yönelik akrandan akrana tekniğiyle eğitimler
uygulanmaktadır. ÇHS uyarınca hazırlanan ulusal raporlara çocukların görüşleri
alınarak “Çocuk Katılımı” sağlanmaktadır.
ÇHS’nin ilke ve hükümlerinin yetişkinler
ve çocuklar tarafından öğrenilerek hayata geçirilmesine yönelik, tanıtım kampanyaları, forumlar, kongreler, vb. etkinlikler
düzenlenmektir.
Yeni Anayasa Çalışmasında Çocuk Görüşü Çalıştayı
12 Eylül 2010 halk oylaması sonucu kabul edilen yeni Anayasa değişikliğinde yer
alan 10 maddede “… Çocuklar, yaşlılar,
özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve
yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.”
denmektedir. Ayrıca daha önce “Ailenin
Korunması” başlığı altında ele alınan 41.
Madde
“ Ailenin Korunması ve Çocuk
Hakları” olarak değiştirilmiştir. Böylelikle,
çocuk hakları anayasamızda ayrı bir başlık olarak ilk defa yer almıştır. İlgili madde “… her çocuk korunma ve bakımdan
yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı
olmadıkça, ana ve babası ile kişisel ve
doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.” demektedir.
İl Çocuk Hakları Komiteleri
Ülkemizde çocuk hakları kültürünün geliştirilmesi, çocuk katılımının hayata geçirilmesi ve farkındalık yaratılması için, Aile
ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri bünyesinde 2000 yılından itibaren “Çocuk
Hakları Komiteleri” oluşturulmuştur.
Çocuk Hakları Komitesi üyeleri toplumun
tüm kesimlerinden gelmekte olup, böylece ulusal çapta geniş bir katılım sağlan-
Görüldüğü üzere, Anayasamızda “çocuk
hakları” kavramına direkt atıfta bulunularak bu konuya verilen önem özellikle
vurgulanmakta ve çocukların her türlü
ihmal ve istismardan korunmasına iliş79
çocuk hakları
kin hükümler yer almaktadır.
Aynı zamanda ülkemizin taraf
olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi uyarınca, her çocuğun
kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade
etme hakkı doğrultusunda,
yeni anayasa çalışmaları kapsamında çocuklarımızın da
görüşlerinin dikkate alınması
amacıyla, 31 Ocak - 2 Şubat
2012 tarihleri arasında Ankara’da Çalıştay gerçekleştirilmiştir. Çocuklar konuya ilişkin
yaptıkları Çalışmaları TBMM
Başkanı Sayın Cemil ÇİÇEK
ile paylaşmıştır.
Sonuç
Ulusal Çocuk Forumları
Her yıl 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde tüm
illerden davet edilen çocuk
hakları komitesi temsilcileri ile Ulusal Çocuk Forumları
düzenlenmektedir. Forumlar
çocukların kendi haklarıyla ilgili bilinç ve duyarlılığı arttırma
çabalarında odak noktası haline gelmiştir. Her yıl farklı temalarda gerçekleştirilen forumların on üçüncüsü 1820 Kasım 2012 tarihlerinde Ankara’da
gerçekleştirilmiştir. XIII. Ulusal Çocuk
Forumu kapsamında 81 ilden gelen bir
kız bir erkek toplam 162 Çocuk Hakları
Komitesi Temsilcisi çocuklarımızla, çocuk
hakları, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi,
ülke raporu ve sonuç gözlemlerine ilişkin bilgiler paylaşılmıştır. Foruma katılan
çocuklar “Çocuk Hakları Eğitimi”, “Erken
Evlilikler - Çocuk Gelinler”, “Eğitim Hakkı
ve Eğitimdeki Sorunlar” ve “Çocuk İşçiliği-Ekonomik İstismar” konulu gruplara
ayrılarak grup çalışmaları gerçekleştirmişlerdir. Forum kapsamında, çocuklar
tarafından gerçekleştirilen grup çalışmaları ise 20 Kasım 2012 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisinde Meclis Oturumu
ile TBMM Başkanımız Sayın Cemil ÇİÇEK, Bakanımız Sayın Fatma ŞAHİN,
milletvekillerimiz, yetkililer ve çocuklar ile
paylaşılmıştır.
80
Anayasamızda “çocuk
hakları” kavramına
direkt atıfta bulunularak
bu konuya verilen önem
özellikle vurgulanmakta ve
çocukların her türlü ihmal
ve istismardan korunmasına
ilişkin hükümler yer
almaktadır.
Çocuklar bilindiği gibi toplumun en savunmasız kesimini
oluşturmakta ve toplumlarda
yaşanılan olumsuz koşullardan en fazla onlar etkilenmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar
kavramları ve çalışma alanları
içerisinde çocuk hakları olmazsa olmaz kavramlardan
ve alanlardan biridir. Çocuk
hakları kavramında da çocuğun katılım hakkını göz ardı
etmek mümkün değildir. Çocuklar hep yarınımız olarak
görülmekte olup, çocuklar
yarınımız olmakla birlikte aynı
zamanda
bugünümüzdür.
Çocukla ilgili kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuk için değil çocuk ile birlikte
yaklaşımından hareket edilmesi büyük önem taşımaktadır. Çocuğun kendini ilgilendiren konularda görüşlerinin
alınması, çocuğun katılımının
sağlanmasına dikkat edilmesi
ve görüşlerine önem verilmesi gerekmektedir. Çocukların
katılım haklarının hayata geçirilmesine
yönelik Ulusal Çocuk Forumları ve Çocuk
Hakları Komiteleri önemli bir platform
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şöyle ki; çocukların haklarını öğrenmesi tek başına yeterli değildir. Bu hakların
öğrenilerek hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu noktada çocukların haklarını öğrenmeleri, kendi haklarını savunabilmeleri
ve kullanabilmeleri amacıyla desteklenmeleri büyük önem taşımaktadır.
Amyotrofik lateral skleroz:
Umut Atakul
Yönetmen
Ahmet Bülent ALTUN
Fotoğraflar
Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu, Sevinç birdenbire…
81
amyotrofik lateral skeroz
Her şey birdenbire olur Orhan Veli’nin
söylediği gibi;
Sonrası da var fakat! Korku birdenbire,
acı birdenbire, hastalık birdenbire. Bazen
ölüm uzun uzadıya. Bazen oda birdenbire: dışarıdan!
Başkalarının hayatları, başaklarının acıları yerine göre hüzünlü bir hikaye, yerine
göre anlatılmaya değer iç bilgi. Acı ne
kadar yakındaysa seni de yakar-yakmalı?
Toplumu savunmaya ne zaman, nerden
başlamalı ve nasıl savunulur toplum?
Sokaklara mı düşmeli devasa ateşler mi
yakmalı? Yoksa ateşin düştüğü yere yakından mı bakmalı? Bu yazı ateşin düştüğü yerle ilgili. Yangın ve sevgiyle. Bu yazı
hayatla ilgili ve zorunlu olarak ölümle! Bu
yazı dünyanın en acımasız hastalığının
tanıkları ile ilgili, herkes gibi doğdukları
dünyada dezavantajlı kişilere dönüşen ve
zorunlu olarak aynılıktan koparak ötekileştirilenlerle ilgili bu yazı ALS hastalığıyla
ilgili.
Her daim nemine bir de yağmur eklenmiş sokaklarından gideceğim yeri bilmenin acelesiyle yürüyorum. Yürüyorum çok
eskiden edindiğim bir bilginin rahatlığıyla,
bir adım bir adım daha. İşim bu (hayır
yürümek değil) ALS derneğine doğru
gidiyorum (işim bu). ALS’ yi biliyorum,
nörolojik bir hastalık: merkezi sinir siteminde, omurilik ve beyin sapında sinir
hücreleri kaybından oluyor. Bu hücrelerin
kaybı kaslarda güçsüzlük ve erimeye yol
açıyor. Ayrıca erken ya da geç hareketin birinci nöronu da hastalanır. Zihinsel
fonksiyonlar ve bellek ise bozulmuyor.
Kaslardaki zayıflık ellerde ya da bacaklarda, ağız-yutak bölgesinde ya da dilde
başlayabiliyor ve sürekli ilerleyerek yayılıyor. Bu yayılma “bulber” alandaki kasları
da tutabileceği için konuşma ve yutma
güçlüğüne neden olabildiği gibi ileri evrelerinde solunum yetersizliğine de yol
açabiliyor. Evet hastalık en basit şekilde
böyle tanımlanabilir. Yinede kelimler birliği
bana bir hastalı somutlanmamda yardımcı olmuyor.
82
Yürüyorum bir adım, bir adım daha sağlıklı insanların tüm şımarıklıyla. Dernek
müstakil, komşu binalar var yanında ama
bağımsız! Binaya girdiğim anda yağmuru, sokakları ve bildiğim gerçek hayatı
geride bırakıyorum. En azından bildiğim
gerçekliği. Hastalar var ve hasta yakınları
tanışıyorum, çaylar geliyor tabi ki demli.
Bir de pastalar, dolmalar, börekler; bir
piknik, bir şenlik hemen kaynaşıyoruz
hep beraber mutluyuz. Gözle görülür
arızaları görmezden gelmeye çalışan bir
tek benim. Bu bağımsız binada başka bir
hayatın içindeyim şimdi. Önce anlamam
lazım daha derinden. Nedir ALS?
Az önce yediğim pastanın tadı ağzımda,
zihnimi saran mutluk hormonu! Yeniden
soruyorum nedir ALS.
Bir tanığa, bir çocuğa, bir anneye, bir
hastaya.. Saadete:
Saadet Karademir
“Benim ilk annem fark etmişti. Bir tuhaf
yürüyorsun doktora git demişti. Benim
de çok acelem var, çok yoğun çalışıyorum, ondan öyle yürüyorumdur sana öyle
geliyor dedim ve üç yıl kadar gitmedim
doktora falan. Arkadaşlar başladı işte
sonra çok mu yorgunsun falan demeye.
Ondan sonra fark ettim ve gittim. 1998
yılında teşhis aldım ama 1993 yılında
falan tuhaflıklar başlamıştı. İlk denge bozukluğuydu, yalpalayarak yürüyordum.
Sonraları sarhoş olduğumu düşünenler
oldu çok laf yedim bu yüzden ve ben
bayağı bir yoğun çalışıyordum, eksperlik
yapıyordum. Çok kaza geçirdim arada
dengem olmadığı için, kas gücüm azaldığı için ama 2007 yılına kadar aktif olarak
eksperlik yaptım. 2007 yılında bir düşme
sonucu, eksper yapacağım yerde, birinci
kattan arka üstü yuvarlandım ve ondan
sonra uzun süre evden tek başıma çıkamadım ve bir daha çalışmadım.”
Sağ yanımda oturan çoçuk gözleri çocuk yüzüyle başka bir anne o da hasta;
Havva Oral
“Hani böyle birdenbire, kramp tarzı, öyle
değişiklikler oluyordu bir de, benim sol
kolumda ve sağ bacağımda var, sağ
bacağımda hep bir ağırlık, nasıl diyeyim
sanki oraya çimento dökülmüş, sertleşmiş gibi bir sertlik. Ama hiçbir şekilde şey
yoktu, hayatımı idame ettiriyordum, hiçbir sorun yoktu o tuhaflıklar dışında. Ama
4 sene önce teşhisten sonra, tabii teşhisi
aldıktan sonra yani hani adı koyuldu. Bir
süreç geçirdim. Hani o zor bir
süreç oldu ama çok şükür çabuk atlattım.”
Dinliyorum ama tamamlanmıyor hikaye aklımda, birleşmeyen bir yol-yolcuk durumu.
Artık sormuyorum, yeni bir
yüze çeviriyorum yüzümü:
Şaban Ulusoy,
Havva’nın
cümlesinin ardına kuruyor
cümlesini, hikayesi bu bağımsız dernek binası içinde gayet
normal ve kabullenilebilir.
Şaban Ulusoy
“1,5 - 2 yıl oldu teşhisim koyulalı, ALS
motor nöron. Sol elimde başladı. Benim bundan iki sene evvel yeğenim de
aynı hastalıktan vefat etmişti. İşte böyle
başladı. Bununla yaşamaya alışıyoruz.
Bizim bu derneğimiz bize bir terapi. Her
yönüyle yani beyin olsun, vücut olsun her
yönüyle bize çok çok faydası var. Mesela
bazı hastalarımız var, buraya geldiği zaman hastalığı ilerlemiş insanları gördüğü,
arkadaşlarımızı gördüklerinde biraz daha
morallerinin bozulacağını zannediyorlar
ama aslında bunun tam tersidir. Mesela
ben belli bir müddet yürüyorum, bazen
fazla yürüdüğüm zaman yorgunluk falan
hissediyorum ama hastalığı daha ilerlemiş arkadaşlarımızı gördüğümüz zaman
biz halimize şükrediyoruz. Yani onlar bize
bir motive oluyor. Yani biz onlara bakarak
daha iyiyiz diyoruz. Yaşam bu şekilde devam ediyor. Mesela başkanımız bir parmağıyla hayata tutunmaya çalışıyor. Bu
hastalık böyle bir hastalık. Allah kimseye
vermesin yani. “
Zaman durdu ama cümleler her yerde bir
nefes ile beraber. Kızı tekerlekli sandalyesini sürüyor Haluk Çay’ın yanında eşi
diğer kızıyla geliyor yanımıza. Gözlerimin
içine bakıyor, anlatacaklarını anlatmam
için bir yol açmamı bekliyor, ben sadece
gülümsüyorum kontrolsüz. Bunu yeterli
buluyor, kendi hikayesi flashback kendisi
için benim için yep yeni bir an!
Haluk Çay
“Ben hastanede bir doktora gittim,
muayene oldum. Şimdi bu hastanede
gittiğim doktorumda normal muayene
doktoruydu. Muayene ettikten sonra
bana dedi ki bu hastalık ALS dedi. Dedim yani nedir tedavisi falan, hayır dedi
bunun bir tedavisi falan yok dedi, 1 ila
3 yıl arasında ölüm dedi. Doktor başka
bir şey söylemedi, en son noktayı koydu orada, 1 ila 3 yıl arasında bittin dedi.
Yani ona göre kendini ayarla. Ben eve
geldim hiç kimseyle konuşmadım eve
gelinceye kadar. Hatta doğrusu şöyle
söyleyeyim gittim yatak odasına girdim,
2,5 - 3 ay yatak odasından dışarıya hiç
çıkmadım. Kimseyle konuşmadım. Yani
böyle dünyada herşeyim bitmişti. Böyle
taş gibi sağlam bir adamdım, bir hastalıkla karşılaştım yani bir de ölüm günüm
de belli. 1 yıl içerisinde de ölebilirim, 3 yıl
içerisinde de mutlaka öleceğim. Fakat o
2,5 ay süresince öyle yat yat birşey olmuyor, düşünüyorsun. Dedim ki kendi
kendime Allah’ım dedim, ben inançlı bir
insanım, sen bana şifalar verirsin. Kalktım kendi hayatıma sıfırdan başladım. O
gece bana bir ilham geldi, gece çıktım
yatağımdan gittim içeriye oturdum biraz
kör topal yürüyerekten. Düşündüm düşündüm, dedim benim iki tane çocuğum
var, bir tanesi engelli, biri kız çocuğu, bu
çocuklar ne olacak dedim. Onların mücadelesini vermek için tuttum ben sıfırdan hayatıma başladım. Tekrardan eski
işyerimde sağolsunlar beni bu halimle
idare ettiler, işime gittim tekrar başladım.
Gücümün el verdiği kadar çalıştım. Beni
sandalyeyle aldılar basamaklardan kızımla eşim, araba
geldi fabrikadan, sandalyeyle
götürdüler beni. Bu 1,5 - 2
sene böyle devam etti. Sonra
yavaş yavaş ahreket ve çalışma kabileyietimi kaybettim.
Ama yine de yaşıyorum. Ailem var ve yaşadığım her gün
mutluyum.”
Aslında bu böyle devam ediyor, görüyorum hastaların artık
nefes almak için bile bir cihaza bağlı olduklarını görüyorum. Önce yemek yeme
kabiliyetlerini kaybediyorlar. Mide açılıyor
ve serumla beslenmeye başlıyorlar yine
de hayata tutunmak bir parmakla sade-
ce göz bebekleri ile olsa bile yaşamak bir
nefesten çok öte onu anlıyorum. Anlıyorum anlamasına ama yine de nasıl yaşar
insan bu kadar umutsuzken, sağlıklı olmak nasıl da küstahlık doğuruyor-besliyor-büyütüyor ruhumuzda. bu umut bu
umut nerden geliyor? soruyorum.
İzmir’de yirmi iki yıldır ALS hastası olan
Alper Kaya’dan bahsdiyor yeni-kadim
dostlarım. Umut dolu umut saçan Alper’den, şair- yazar- hasta Alper. Bir
kuşun kanadında, yağmurlu bir İstanbul
öğleden sonrasından, güneşli bir İzmir
sabahına uçuyorum. Bilgisayarını başında Alper. Alnına yapıştırdığı bir küçük bir
şey var, hemen anlıyorum onun bildiğimiz
mouse olduğunu. Alper sadece başını
hareket ettirebiliyor çünkü. Selamlaştık,
tanıştık, dost olduk. meraklı ve patavatsız çocuktum sordum? Nasıl başladı nasıl devam etti sen nasılsın?
Alper Kaya
Bugün aşağı yukarı 22 yılımı doldurdum.
ALS yada motor nöron hastalığı teşhisi
aldığımdan bu yana 22 yıl geçti sayılır.
Ben kendim de bir hekimim ama 22 yıl
önce bu hastalıktan benim de haberim
yoktu. Hekim olduğum halde çok ender görülen bir hastalık olduğu için rutin,
günlük hayatımızda karşılaştığımız bir
hastalık değildi. Ama kitapları okudukça,
hastalığın ne kadar ciddi aslında ölümcül
bir hastalık olduğunu farkettim. İşte o zaman gerçek bir travmayla karşılaştım. Bir
insanın hayatıyla ilgili 4-5 yıl yaşayacak,
daha sonra solunum kaslarının yetmez-
83
amyotrofik lateral skeroz
liğiyle ölümcül bir hastalıkla karşı karşıya kaldığımı anladığım zaman bu ciddi
bir psikolojik travma oluşturdu bende ki
o zamanlar mesleğimi yapabiliyordum,
ayakta dolaşabiliyordum. Sadece ayağım biraz aksıyordu. Mutlu bir yuvam,
evliliğim, eşim vardı. Hayatın içerisinde
herkes gibi günlük koşuşturmalar içerisinde gidiyordum. Aslında onların hiçbirisinin önemi kalmadı. Sadece ve sadece
acaba bu hastalık gerçekten bu mudur,
değil midir, eğer böyle bir hastalık ise 4 -5
yıl içerisinde de öleceksem ne yapabilirim
diye düşünüyordum. Sonra kabullendim.
İnsanlar bunu genele olarak 4 aşamada
atlatıyorlar. Öncelikle bir reddetme dönemi oluyor, hayır ben olamam. Hayır
bu hastalık olamaz. Çünkü ben hiçbir
şey yapmadım, ben suçsuz bir insanım,
bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım,
çünkü benim daha bir çocuğum var, benim bir hayatım var. Önce bir reddetme
var hayır bu olamaz. Ama ortada bir gerçek var ki yürürken problem var, ayağım
takılıyor, ayakkabımın burnunu sürterek
yürüyorum, evdeki halılara takılıyorum,
mahalledeki kaldırımlara çıkarken zorlanıyorum. Sonra müthiş bir öfke dönemi
yaşıyor insan, herşeye karşı öfke. Böyle
bir öfke, an yakınınızdaki insanlara annenize, babanıza, eşinize, en yakın dostlarınıza karşı öncelikle en güvendiğiniz
insanlara karşı belki de müthiş bir öfke
duyuyorsunuz. Çünkü haksızlığa uğramış
gibi hissediyorsunuz kendinizi. Dünyada
milyonlarca insan var ve yüz binde bir
84
görülen bir hastalık beni mi buldu... Bu
dönemden de sonra yavaş yavaş evet
böyle birşey var, bir problemle karşılaştık, bu problem çok ciddi, o halde bir
pazarlık yapalım. Şu önümüzdeki kapıyı
açalım, şu zamana kadar, çocuğum biraz
büyüsün, annemin iyi olduğunu göreyim,
yeğenlerimi göreyim, şu doğum günümü göreyim, hiç olmazsa bir yıl daha izin
ver de çocuğum doğacak onu göreyim
gibi bir pazarlık dönemi. Bu psikolojik
süreçlerden geçilen dönemlerden birisi.
Pazarlık döneminden sonra da bir kabullenme dönemi başlıyor. Bu da evet gerçek tam açıklığıyla gözünüzün önünde
ve diyorsunuz ki evet tamam, ben böyle
bir durumdayım ve bundan sonra bir çıkış yolu bulmak zorundayım. Tamam ya
da devam cevabını vermek bu dönemde
oluyor. Ben devam dedim.”
Bu kez anladım, neden Alper Kaya neden
herkes için umut güzel yüzüne bakınca
anladım, gözlerinde hayatı görünce. Bir
son söz gerekiyor yinede ALS dernek
başkanı eski Trabzon Spor futbolcusu İsmail Gökçek’in eşi. o cümleyi tüm hasta
ve hasta yakınları için kuruyor.
Adalet Gökçek
“Ben kendi adıma her zaman şunu söylüyorum. Allah bana sağlık sıhhat verdiği sürece yeter ki eşim yaşasın. Onun
bizimle olması, ona dokunmak benim
ve çocuklarım için çok önemli. Derler
ya onun gölgesi bile yeter, gerçekten
eşimin gölgesi bile yeter. Alıştık yani biz
artık. Her zaman şunu söylüyorum evet
evimizde davetsiz bir misafir var, ALS
hastalığı evimizdeki davetsiz misafir. Bir
gün mutlaka onun evimizden çıkıp gitmesini bekliyoruz. Bu bekleme süresince
de birbirimize son derece bağlanarak,
özellikle bu kronik hastalıklarda aileler
daha çok kenetleniyor, daha çok bağlanıyorlar. Herhalde bizi belki ayakta tutan
eşimin sevgisi, sevgi, saygı hala bizim bir
aile olmamız. Ben her sabah kalktığımda
hep şunu söylüyorum. Çok şükür biz bir
aileyiz ve babamız yanımızda.”
bir hastalığın farkında olmak ve yanından
geçip gitmemek yanında durmak, bir yerden başlamak. Toplumu savunmak böyle
olur ve TOPLUMU SAVUNMAK GEREKİR! Bu gün öğrendiğimiz kolay adımları atarken, nefes alırken, yemek yerken.
Bunları yapamayan insanların olduğunu
ve onlar adına hiç bir şey yapmasak bile
en azından endişelenme zorunluluğunu
ruhumuzda hissetmeliyiz. Bu insan olmak!
İZMİR ÇOCUK KAMPLARI (1934)
Turgay ÇAVUŞOĞLU
Sosyal Hizmet Uzmanı
İzmir Çocuk Kampları (1934) uygulamasını hayata geçiren Kazım Dirik’in asker ve bürokrat olarak
hayata geçirdiği birçok proje bulunmaktadır. Askeri ve sivil hayatta birçok ilke imza atan General
Kazım Paşa ve Vali Baba Kazım Dirik’in çalışmaları son yıllarda ardı ardına yayınlanan kitaplarla
gündeme gelmiş ve yaptığı çalışmalar gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.
Giriş
1914- 1918 tarihleri arasında yaşanan
I. Dünya Savaşı; sosyal, ekonomik ve
kültürel yıkımları beraberinde getirmekle
kalmamış, siyasal sınırların yeniden çizilmesine neden olmuştur. Savaş sonrası yaşanan insan kayıpları sonrasında,
birçok ülke genç kuşaklarını sağlıklı bir
şekilde yetiştirebilmek için bir takım çalışmaları uygulamaya koymuştur. 19 ve
20 yüzyıllarda özellikle okul dışı eğitime
ağırlık verilmiş; izcilik, spor ve açık alan
çalışmaları ile iyi ve sağlıklı yurttaşlar
yetiştirilmesi hedeflenmiştir. Bulgaristan’da Yunak, Avusturya’da Heimwerh,
Almanya’da Stahhelm, Amerika Birleşik
Devletlerinde Genç Hıristiyanlar Cemiyeti
(YMCA), Musevilerde Beneberi, Çekoslavaklya’da Sokol, Sovvetler Birliğinde
Komsol adıyla anılan gençlik örgütleri
kurularak, vatanı için canını verecek yurttaşlar yetiştirilmeye çalışılmıştır.
Türkiye Cumhuriyetine son derece faydalı
birer vatandaş haline getirmeği” amaçladığı belirtilmiştir.
Prof Dr Yahya Akyüz 1931 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Esat’ın bir genelge yayınladığı ve bu genelgede “Her dersin; milli hayata uyumlu Türk Milletine ve
Kazım Dirik
Özetle belirtmek gerekirse, genç cumhuriyetin amacı nüfus artışını sağlamak,
sağlıklı kuşaklar yetiştirmek, gençleri bilinçlendirerek vatanını seven yurttaşlar
haline gelmelerini sağlamaktır.
Kazım Bey 1881 yılında Makedonya’nın
Manastır kentinde doğmuştur. Babası
Rus Harbi sırasında Plevne’ de çarpışan
85
İzmir çocuk kampları (1934)
ve Plevne Madalyası alan süvari bölük
komutanı Yüzbaşı Hasan Tahsin Efendi,
annesi Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali
Paşa’nın akrabası olan Hüsniye Hanımdır. 1897 yılında girdiği Harbiye mektebinden 1900 yılında mezun olmuş, 1907
yılında İşkodra Kalesi Komutanı ağır topçu miralayı Fahri Bey’in kızı Maide Hanımla evlenmiştir.
İzmir Çocuk Kampları (1934) uygulamasını hayata geçiren Kazım Dirik’in asker
ve bürokrat olarak hayata geçirdiği birçok proje bulunmaktadır. Askeri ve sivil
hayatta birçok ilke imza atan General
Kazım Paşa ve Vali Baba Kazım Dirik’in
çalışmaları son yıllarda ardı ardına yayınlanan kitaplarla gündeme gelmiş ve
yaptığı çalışmalar gün yüzüne çıkmaya
başlamıştır.
Kazım Dirik’in askeri yaşamını iki bölümde toplamak mümkündür. Birincisinde; İttihat ve Terakki Cemiyetine giriş,
Şark Ordusu Menzil Müfettişliği, Balkan
Savaşları, İstanbul Muhafızlığı Kurmay
Başkanlığı, 4. Ordu Menzil Müfettişliği,
Batum Şark Orduları Menzil Müfettişliği
gibi görevleri aldığı Milli Mücadele öncesi
dönemdir. İkincisi ise Milli Mücadele’de
Kazım Dirik dediğimiz bölümdür ki burada; Atatürk ile birlikte Samsun’a çıkış
Erzurum Müstahkem Mevki Komutanlığı,
Gürcistan ve Ermenistan Elçilik görevleri,
Batı Anadolu Menzil Müfettişliği (Konya),
Siirt Vali Vekilliği, Bitlis Vali Vekilliği ve
Şeyh Sait Ayaklanması gibi önemli görevleri üstlendiği dönemdir.
Çocuk Kamplarıyla ilgili olarak İzmir’de
yayınlanan birçok gazete’de haberlere
rastlamaktayız. “Kültür Dergisinde
Hakiki Halkçılığa Doğru Çocuk Kampları”
başlığıyla yayınlanan makalede konu
ayrıntılarıyla anlatılmıştır.
86
Cumhuriyet Dönemi Bürokratı Kazım
Dirik, İzmir Valiliği sırasında (1926-1935)
yeteneği, bilgi birikimi ve devlet adamlığı
özellikleri birleştirmiş; eğitim, bayındırlık,
imar, sosyal ve kültürel projeler konusunda iz bırakacak adımlar atmıştır. Kazım
Dirik’in İzmir Valiliği döneminde; ağaç
dikme faaliyetleri ve fidanlıklar oluşturma,
hayvan neslinin ıslahı , örnek köy projesini geliştirme, Şaşal ve Yamanlar Suyunun
şehre getirilmesi, yol yapımları ve ulaşım,
hipodrom açılışı İzmir Fuarının açılışı (Dokuz Eylül Panayırı), eğitim ve kültür hizmetleri, müzecilik, kooperatif, İzmir Esnaf
ve Ahali Bankası kurulması gibi bir çok
çalışmaya öncülük yaptığını görmekteyiz.
Planlı bir çalışma düzenini seven Kazım
Dirik yürüttüğü tüm projelerde ekip çalışmasına ağırlık vermiş, yapılan işleri yerinde denetlemeyi alışkanlı haline getirmiştir.
Çocuk Kampları
Çocuk Kamplarıyla ilgili olarak İzmir’de
yayınlanan birçok gazete’de haberlere
rastlamaktayız. “Kültür Dergisinde Hakiki
Halkçılığa Doğru Çocuk Kampları” başlığıyla yayınlanan makalede konu ayrıntılarıyla anlatılmıştır.
Belirtilen kaynakta; Kazım Dirik ilk fikri Maarif Vekâleti Müfettişlerinden Selim Sırrı Bey’den aldığını, Almanya’da
15.000 çocuğun kurtarıcısı olan bu kuruluşun “Kinderhaym” olarak adlandırıldığını, köylülerin bu çalışmayı “Sağlık Yurdu”
olarak kullandıklarını belirtmiştir.
İzmir Valisi Kazım Dirik’in raporunda;
Cumhuriyetin kutlu eselerinden biri olan
bu çalışmada beşi; çamlık, suyu ve havası iyi olan yerlerde, ikisi plaja yakın yerlerde 4–6 hafta devam eden Köy Çocuk
Yurtları açılmıştır. Kampların başında iki
öğretmen görevlendirilmiştir. Bu öğretmenler seçilirken hava değiştirmeye ihtiyacı bulunan öğretmenlerin seçimine
dikkat edilmiştir.
Sıtma ile ezilen, vücudu zayıf, kafası
yorgun çocuklar köylerinden aldırılmış,
ilçelerde doktor kontrolünden geçirilmiş,
kamyon ve arabalarla kamplara ulaştırılmıştır. Raporda köyün genç kızlarının
imece usulüyle çalıştığı, yiyecek, içecek
hatta bazı köylerin giyecek entari, gecelik
ve ayakkabıları bile karşıladığı vurgulanmaktadır.
Kazım Dirik “Köklü bir cemiyetleşme hareketinin başlangıcı, milli ülkünün tahakkukunu ve kelimenin hakiki manasıyla,
halka inen ve onu yükseltme heyecanını
taşıyan bu içtimai vakıayı çok kıymetli milli
ve ahlaki bulduk” diyerek çocuk, köylü,
hükümet ve halkçılık açısından şu yorumları getirmiştir.
Ülke çapında uygulanan,
“millet mektepleri,
Türkocakları, Halkevleri” ile
yurttaşlık eğitimi çalışmaları
yürütülmüştür. İzmir Valisi
Kazım Dirik Alman modeli
Kinderhaym modelinden
yola çıkarak İzmir ilinde
çocuk kamplarını hayata
geçirmiştir.
1- Köy çocuğunu
himaye
bakımından, bu teşebbüs
ve neticeyi yüksek
ve içtimai bir vakıa
olarak kabul edebiliriz. Ruhi ve Bedeni
bir inkişaf halinde
bulunan ve bilhassa
karakteri oluş şeklini
bulmak üzere olan
bir çocuğu kendisini maddi sefaletten
kurtarmak,
gıda
vermek,
sıhhatini
kazandırmak, yurdun güzel bir yerinde içtimai bir disiplin
içinde korunduğu
duygusunu vermek,
ona ilelebet cemiyete bağlamak ve
minnettar kılmaktır.
2- Bu teşebbüs ve
hareketi bütün köylere teşmil etmek,
yarınki kuvvetli Türkiye’yi
bugünden
kuvvetli beslemek
ve yarının istihsal
hayatını kuvvetli vasıtalar eline vermektir. Çocuk sağlığı ile ilgili bu sistemdeki
alaka, nüfusun artmasının en kıymetli
amili olacaktır.
3- Halkçılık bakımından içtimai kıymetleri
de çok mühimdir.
A- Köylüye her muvaffakiyet ve oluşun,
dıştan değil içten gelen heyecanla, birleşmiş ve bir ülküye çevrilmiş kuvvetlerle temin edileceği fikrini vermesi
B- Halk Hükümetinde, hükümet hikmeti
vücudunun halk vasıtasıyla halk kuvvetiyle halkı yükseltmek olduğu
C- Bütün müşkülata çarenin ancak teşkilatlanma ve birlikte çalışma ile kabil
olacağı
Köylü bakımından daima göz ve kulağı
terbiye edilmesi icap eden köylü için be
en canlı ve ameli bir ders mahiyetindedir.
Bu çalışmanı amacı “zayıf ve hastalığa
istidadı olan köy çocuklarının istirahatı ve
hastalıklardan korunması” olarak belirlenmekte ve kampta; yemek, içmek, gülmek, söylemek, raks etmek, gramofonla
eğlenmek, duş, banyo, uyku gibi hususi
programlarla hareket edileceği belirtilmektedir.
Aynı kaynakta, çocuk yurtlarının Ödemiş’in 1520 rakımlı Bozdağ yaylasında,
Menemen’in Aliağa çiftliğinde plajda,
Kemalpaşa kazasının 80 rakımlı Parsa
Çamlığında, Bergama’nın Kozak çam
yaylasının 800 rakımlı Aşağıbey mahallinde, Tire kazasının birisi 200 rakımlı Arpacılar Kaplansuyu ve 25 rakımlı Büyükkale
köyünde ve Kuşadası’nda plaj olmak
üzere 7 yerde kurulduğu ve toplam 209
çocuğa ulaşıldığı belirtmektedir.
Çocuk kamplarının bir talimatname ile
idare edildiği görülmektedir 10 maddelik
talimatnamede kamp yerlerinin özellikleri
ve çocuklarla ilgili maddeler yer almıştır.
Bu talimatnameye göre çocuk yurtlarının
yönetimi şu şekilde gerçekleştirilecektir.
1- İlk mektep çocuklarının muayenesiyle
grip, boğmaca, kızamık ve buna benaeyen hastalıkları geçirmek neticesinde
beden, kan zafiyetine uğrayan çocuklar ekalli 4-6 hafta kır kamplarına sevkedilir.
87
İzmir çocuk kampları (1934)
2- Kamplara sevk edilecek çocuklar sari
hastalıklar, açık verem ve had hastalıklarla malul olmamalıdırlar.
3- Bunlardan guddeler şişkinliği ve ilerlemiş kansızlık tercihen ilk olarak sevkedilir.
4- Kır kamplarının tercihen şimal rüzgârlarından masun ve 3-750 metre
irtifamdaki mahallerde tesis edilmesi
müraccahtır.
5- Kampın civarında bataklık bulunmamasına itina edilmelidir.
6- Deniz kampları da sert rüzgarlara maruz olmayan mahallerde tesis edilmelidir.
7- Dahildeki çocukların deniz kamplarına
ve sahil çocuklarının da dahil kamplara
sevki daha muvafıktır.
8- Kamplara iştirak edecek çocukların
yaşı, kendilerine tekayyüdatın noksan olmaması için, oldukça yüksek ve
grupların aynı yaşta olması müraccahtır.
9-Kampta yorucu sporlardan ve koşmalardan ve ağır hareketlerden tevakki
edilmelidir.
10- Çocuklara nezaret edecek muallim,
yanlarına, ani kaza ve saire vukuunda
kullanılmak üzere pansuman takımı,
kinin, aspirin komprimeleri, kordiyal
şurubu almalıdır.
Yukarıda ana hatları belirtilen talimatnamenin yanı sıra çocuk kamplarında uygulanacak günlük program ve yemek listesi
yapılmıştır.
Günlük program
08 – 09 Kalkmak, tuvalet ve kahvaltı
09 – 11 Hafif oyunlar
11 – 13 İstirahat ve öğle yemeği
13 – 17 İstirahat, uyku ve akşam yemeği
17 – 19 Hafif Oyunlar
88
19 – 20 İstirahat ve akşam yemeği
20 – 22 Okuma ve teganni
22
Gece uykusu
Çocuk kamplarının daha önce de vurguladığımız gibi amacı, çocuklara kilo
aldırarak onların sağlıklı bir yapıya kavuşmalarıdır. Bu nedenle eldeki olanaklar ölçüsünde çocukların beslenmesine dikkat
edilmiş ağır ve yorucu sporlardan kaçınılmıştır. Çocukların beslenebilmeleri için
hangi öğünlerde ne yiyecekleri şu ana
başlıklar adlında toplanmıştır.
Sabah Kahvaltısı: Pekmez, reçel, bal, tereyağı, peynir, yumurta, süt intihap edilir.
Öğle yemeği : Et, sebze, meyve
İkindi yemeği : Peynir, çay, süt
Akşam yemeği ; Et, sebze, soğuk yemekler ve meyve
Adnan Menderes Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Günver Güneş; 1935
yılında Vali Fazlı Güleç döneminde 16
çocuk kampı ile 800 çocuğa ulaşıldığını,
1936 yılında kamp açılmadığını, 1937 ve
1938 yıllarında iki yerde kamp açılabildiğini 1939 yılında Buca Sarıgöllü’de tek
kamp açıldığını 1940 yılında İzmir Vilayet
bütçesinin yetersizliği üzerine kamp çalışmalarının sonlandırıldığını belirtmektedir.
Çocuk Kamplarıyla ilgili yerel basında
yazılar yer almış, çocuklar ve işleyişle ilgili birçok bilgi kamuoyuna yansıtılmıştır.
Kronolojik sırasıyla konu ile ilgili çıkan belli
başlı haberler şu şekilde sıralanmaktadır.
• - Kinderhayimler başlığı ile yayınlanan
yazıda kampa alınacak çocukların
özellikleri, kampların yerlerinin seçimi
konusunda dikkat edilecek hususlar,
kampın programları yer almakta, çocukların 15 günde bir tartılacakları, deniz kenarında bulunan çocuklara yüzme öğretileceği bildirilmektedir.(Yeni
Asır 1935)
• - Çocuk Bakım Yurtları; Yeni Asır Gazetesinde yayınlanan yazıda 1935 yılı içerisinde İzmir İlinde açılacak kampların
isimleri ve yerleri yayınlanmıştır. (Yeni
Asır 1935)
• - 400 Köy Çocuğu Bakım Yurtlarında
Besleniyor başlığı altında yayınlanan
yazıda çocukların yemek yerken öğretmenleriyle çekilmiş resimleri bulunmaktadır. Yazıda kampla ilgili bilgiler ve
köylülerin yardımları konusu işlenmekte, ilçebayların üç günde bir ilbaylığa
bilgi verdiği belirtilmektedir. (Yeni Asır
1935)
1934 ve 1935 yıllarında Yeni Asır, Anadolu Gazeteleri ile Kültür ve Fikirler Dergilerinde kamp hayatı, işleyişi, çocukların
yaşantısı, devlet büyüklerinin ziyareti,
köylülerin yardımları gibi konular ele alınarak işlenmiştir.
Sonuç
I. Dünya Savaşı sonrasında özellikle Avrupa Kıtasında yeni devletler doğmuştur.
Ulus-devlet yapılanması içerisinde olan
devletler nüfus politikalarını gözden geçi-
rerek, nüfuslarını arttırmak için çaba sarf
etmişler ayrıca vatandaşlarına yurttaşlık
bilincini aşılamak için eğitim, kültür, gençlik spor politikalarında arayışlara girerek
çocuk ve gençlere yönelik programlar
yapmışlardır.
Ülke çapında uygulanan, “millet mektepleri, Türkocakları, Halkevleri” ile yurttaşlık
eğitimi çalışmaları yürütülmüştür. İzmir
Valisi Kazım Dirik Alman modeli Kinderhaym modelinden yola çıkarak İzmir ilinde çocuk kamplarını hayata geçirmiştir.
1934 yılında başlayan kamp çalışmaları
4-6 haftalık sürelerde düzenlenmiş ve
zayıf, hastalıklı köy çocuklarına kilo aldırmayı amaçlamıştır. İzmir Valisi Kazım Dirik
daha sonra Trakya Umumi Müfettişliğine
atanmıştır. Aynı çalışma 1936 yılından
itibaren Edirne, Çanakkale, Tekirdağ ve
Kırklareli illerinde “Azat Obası” ismiyle uygulanmıştır.
Her iki çalışma, II Dünya Savaşının başlaması üzerine yaşanan ekonomik sıkıntılarla birlikte yok olmuştur. Yerel düzeyde
de olsa uygulanan bu çalışma sosyal
hizmet tarihinde, gençlere yönelik kamp
çalışmaları açısından bir ilk olma özelliğini
göstermektedir. Dileğimiz araştırmacıların
konunun ayrıntılarına inerek, bu güzel çalışmayı gün yüzüne çıkarmasıdır.
(1925 DOĞUMLU) “Çocuklar arabalarla köyün Girişine kadar getirildiler daha
sonra yürüyerek buraya geldiler. Caminin
etrafında bulunan odalara yerleştirildiler.
Başlarında bir öğretmen vardı. Annemde
aşçılıklarını yaptı. Hatırladığım kadarıyla
onbeş yaşına kadar çocuklar vardı. Sabah kahvaltıları sonunda dağa yürüyüşe
çıkarlar bazen öğlenleri gelirler, gelmedikleri zaman filelerle dağa peksimet götürürlerdi. Dağda zaten su bol. Ders falan
işlediklerini görmedim. Bir gün vali baba
gelecek dediler, muhtar ve köyün ileri gelenleri ne yapalım diye anneme sordular.
Annem bana beş metre Amerikan alın
dedi. Bunları üçgen şeklinde kesti pirinç
ve kıymayı içine doldurdu bellerini bağlayarak dolma yaptı. Yaşlı bir adam geldi
biz ismini bilmiyoruz. Vali Paşa dediler.
Bu yemekleri kim yaptı değince annemi
gösterdiler. Anneme ellerine sağlık dedi
ve teşekkür etti. Köyde sebze boldu.
Köylüler sebze getirirlerdi, öğretmen ise
kıyma, pirinç, makarna gibi şeyleri dışarıdan alırdı.
“1926 doğumluyum, Arif denen bir arkadaşla kampa yazıldık. Babalarımız atla
bizi Menemen’e kadar getirdi buradan bir
arabayla Göktepe’ye gittik. Menemen’in
her köyünden birer ikişer çocuk toplamışlardı. Erkekli kızlı kırka yakın çocuk vardık.
Kızlar caminin üst kısmında kalırlardı. Caminin avlusunda kamp yaptık. Ranzalar
birer kişilikti. Ben kırk beş gün kaldık diye
hatırlıyorum ama bir iki gün eksiği veya
fazlalığı olabilir. Başımızda bir öğretmen
var. Ama bize esas Topal Hasan dayı
ve ailesi baktı. Yemeklerimiz çok iyiydi.
Biz genellikle dağları dolaşırdık. Ağustos
ayıydı kavun, karpuz, üzüm bol bahçelerden Hasan dayı toplar bize taksim
ederdi. Gündüzleri oyun oynardık. Spor
yapma ve kitap okuma gibi bir faaliyetimiz olmadı. Haftada bir gün Emiralem’e
gider değirmende tartılırdık. Daha sonra
Gediz’e gider, orada yıkanırdık.”
Ali Osman BULUT
İbrahim EGE
89
çocuklara ta’lim
Fatih ÇALMAZ
Yazar
Eski Harfli Bir Çocuk Dergisi: Çocuklara Ta’lim
Askeri yenilgilerle başlayan ve Tanzimat
Fermanı ile hızlanan Osmanlı modernleşmesi, “uygarlık krizi” denilen bir durumla yüzleşmek durumunda kalmıştır.
Bir yandan Avrupa ile sosyo-ekonomik
ilişkilerini geliştirerek Batı toplumlarına
yetişme telaşıyla hareket ederken, diğer
yandan bozulduğunu düşündüğü klasik
yapısını yeniden inşa ederek eski “itibarlı”
günlerine kavuşmak amacını taşımaktadır. Klasik yapısından ödün vermeden
batılılaşmak isteyen Osmanlı merkezi bu
yüzden sosyo kültürel meseleleri “düalist” bir düzlemden hareketle çözmeye
çalışmıştır. Özellikle İmparatorluğun kent
merkezlerinde rastlanan kültürel düzlemdeki gerilimler bir dizi değişim ve gelişimleri beraberinde getirmiştir.
Çocuk dergiciliğinin doğuşu Tanzimatla birlikte hız kazanan
bu sosyal değişimin bir devamıdır. İletişim araçları ve edebiyat
yoluyla sosyal değişmeye aracılık eden aydınlar, çocuklara daha
iyi ulaşma yollarının arayışına girmiştir. Başlangıçta çeşitli
edebiyat eserleri yayınlanmış, basında da çocuklara yönelik
sınırlı yazılar yayınlanmıştır. Ancak doğrudan çocuklara
yönelik ürünlerin ortaya çıkması XIX. yüzyılın ikinci yarısında
mümkün olabilmiştir.
90
Avrupa ile sosyo-ekonomik ilişkilerin
gelişmesi ve orta sınıf olarak adlandırılabilecek bir zümrenin ortaya çıkması ile
birlikte yeni bir yaşam biçiminin görünür
olmaya başlanması 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Osmanlı imparatorluğunun,
geleneksel İslam düşüncesine dayalı, siyasal ve kültürel yapısının, modern batılı
düşünceye açık hale gelmesiyle başlayan bu dönem, bütün alanlarda bir hareketlenmeye neden olmuştur. Şüphesiz
bu hareketlenmenin en önemli aktörleri
Osmanlı merkezinin eğitim amacıyla Batı
Avrupa’ya gönderdiği öğrencilerdir. Avrupa ile yaşadıkları kültürel temas sonrası
ülkelerine dönen bu okuryazarlar İmparatorluk sınırları içinde kendilerini bir aydın
sınıfı olarak basın yoluyla ifade etmeye
başlamışlardır.
Matbaanın Osmanlı topraklarına girişinden sonra XIX. yüzyılın ortalarından itibaren iletişim araçlarının özel şahıslar eliyle
yürütülmeye başlanması, batıyı tanımaya
yönelik bilgilendirme sürecini büsbütün
hızlandırmıştır. Batının her alanda tanıtımına ağırlık veren basın
sayesinde batıdaki modern gelişmelere ve sosyal değişmelere
açık yeni bir zümre oluşmaya başlamıştır. Bunun en önemli yansıması eğitim alanında kendini göstermiştir. Batılı anlamda öğretim yapmak üzere kurulan okullarda okutulacak kimi eserlerin
yayınlanması ve basılması, eğitimle basın arasında sıkı bir ilişkiyi
doğurmuş ve eğitim uygulamaları da ilk önce yayınlar yoluyla
halka duyurulmuştur.
rihinde ilk çocuk ve eğitim dergisi olarak kayıtlara geçmiştir. 2.
Abdülhamit döneminde yayınlanan çocuk dergilerinden Bahçe
40 sayı, Etfal 23 sayı, Tercüman-ı Hakikat 26 sayı, Çocuklara
Rehber 166 sayı, Çocuk bahçesi ise 43 sayı ile uzun soluklu
neşriyatlar olmuşlardır. Ahmet Mithat’ın Selanik’te çıkardığı Çocuklara Mahsus Gazete ise tam 626 sayılık bir yayın performansıyla öne çıkan en uzun ömürlü süreli çocuk yayınıdır.
Çocuk dergiciliğinin doğuşu Tanzimatla birlikte hız kazanan bu
sosyal değişimin bir devamıdır. İletişim araçları ve edebiyat yoluyla sosyal değişmeye aracılık eden aydınlar, çocuklara daha iyi
ulaşma yollarının arayışına girmiştir. Başlangıçta çeşitli edebiyat
eserleri yayınlanmış, basında da çocuklara yönelik sınırlı yazılar
yayınlanmıştır. Ancak doğrudan çocuklara yönelik ürünlerin ortaya çıkması XIX. yüzyılın ikinci yarısında mümkün olabilmiştir.
“Evvel Zaman Çocukları Baladı”
Tanzimat öncesi toplum bünyesinin ayırt edilemez bir unsuru olan çocuk, Tanzimat sonrası “minyatür yetişkinler” olarak
addedilmeye başlanmıştır. Maddi zemin ve kültürel değişimler
çocukluk deneyimlerini farklılaştıran, çocuğun “özneleşmesi”ne
imkân sunan bir zihniyete yol açmıştır. Bu tarihten sonra psikolojik ve müstakil bir varlık olarak çocuklara yönelik süreli yayınlara rastlamaktayız. İlk çocuk dergileri günlük gazete ekleri olarak
neşredilmiştir. Eski harfli çocuk dergileri üzerine yapılan araştırmalara göre ilk çocuk dergisinin yayın yılı olan 1869 yılından
harf inkılâbının yapıldığı 1928 yılına kadar 50 farklı çocuk dergisi
yayınlanmıştır. Ağırlıklı olarak İstanbul ve Selanik’te yayınlanmış
olan bu çocuk dergilerinin çıkış tarihleri göz önünde tutulduğunda 1880-1890 yılları arası ile 2. Meşrutiyet’in ilk yıllarında (19091914) sayısal bir yoğunlaşmanın olduğu görülür. Siyasal konjonktürü hesaba katarak bu yoğunlaşma hakkında birkaç şey
söylenebilir. Öncelikle 2. Abdülhamit’in batı modernleşmesine
ilgisi ile birlikte çocukların “küçük ve sadık bendeler” olarak yetiştirilmesi amacını taşıdığı ve buna yönelik bir yayın politikasını
devlet eliyle kontrol ettiği bilinmektedir. Bu dönemde çocuk dergilerinin içerikleri göz önünde tutulduğunda “geleneğe ve dine
hürmetkar bir ilerleme şiarı” ile İslam referanslı ahlak öğretisi ve
yurttaşlığa atıfta bulunan pedagojik yaklaşımlar ön plandadır. Bu
iki yaklaşım Meşrutiyet dönemi ile birlikte yerini daha çok “görev” düsturuyla hareket eden yayın içeriğine bırakmıştır.
Tanzimat dönemi çocuk dergileri uzun ömürlü olamamıştır. Bu
dönem çocuk dergileri zorluklar içerisinde var olmaya çalışmışlardır. Tanzimat dönemi çocuk dergilerinden ilk çocuk dergisi
unvanına sahip olan Mümeyyiz dergisidir. 1869 yılında Sıtkı
Efendi adlı yayıncı tarafından yayınlanan Mümeyyiz gazetesinin
aynı adlı çocuklar için haftada bir neşrettiği dergi 49 sayı çıkmıştır. Mümeyyiz’in her sayısı ayrı bir renkte çıkarılmıştır. Çocuk
eğitimi üzerinde yoğunlaşan, eğitim ve öğretim yazılarını içeren
ve sekiz sayfa olarak basılan bu çocuk dergisi, Türk basın ta-
Çocuklara Ta’lim
Şifahi kaynaklar ve masalların tüm topluma hitap eden anlatımın, Tanzimat sonrası “çocuk terbiyesi”nin müstakil bir alan
olarak ele alınmaya başlandığı ve didaktik bir üslupla çocuklara
yönelik nasihatler, hikâyeler, fabl ve masallara yerini bıraktığı görülmektedir. Batı dünyasında çocuklar için ilk süreli yayın olan
Juvenile Magazine’den (1788) tam 99 yıl sonra İstanbul’da
yayın hayatına başlayan Çocuklara Ta’lim dergisinin muharrir
ve mesul müdürü Mehmet Şemsettin’dir. “Maarif nezareti celilesinin ruhsatıyla her on beş günde bir kere çıkar çocuklara
mahsus ceridedir” serlevhasıyla yayınlanan Çocuklara Ta’lim,
Şirket-i Mürettibiye Matbaası’nda basılmıştır. İdari Memuru ise
Ahmet Nuri Efendidir. Sekiz sayfa olarak yayınlanan derginin
yazar kadrosunun olup olmadığı bilinmemektedir. Zira Mehmet
Şemsettin dışında başka bir isim bulunmamaktadır.
Dokuz sayı yayın hayatını sürdürebilen Çocuklara Ta’lim’de dönemin çocuk dergilerinde görülen anlayışa paralel olarak çocukları hayata hazırlama gayesiyle pedagojik çabalar ve çocuklara öğütlerin yer aldığı yazılar yer almaktadır. Bu yazılar Osmanlı
modernleşmesine ve Sultan 2. Abdülhamit’in siyasal politikalarına uygun olarak hem batı (b)ilgisine açık, hem de İslami referanslı geleneksel kültürün biraradalığını barındırmaktadır.
Çocuklara Talim’in birinci sayfalarında genellikle ahlaki değerlerin anlatıldığı bir başyazı yer almaktadır. Doğruluk, kanaat, itaat,
İslam adabı gibi konuların işlendiği bu yazıların anlatımı didaktik
bir üsluba uygun olarak karşıtlıklar ve neden-sonuç ilişkileri üzerinden ilerler. Bu yazıların ortak özelliği, aşındığı düşünülen geleneksel ahlaki değerlerin çocuklara öğretilmesidir. Çocuklara ahlaki erdemlerin kazandırılmasıyla diğer sorunların da üstesinden
91
çocuklara ta’lim
Derginin bir başka konu
başlığı “hayvanlar”dır.
Çocukların ilgisini
çekebilmek için dünyanın
diğer bölgelerinde yaşayan
hayvanların seçildiği
bu okuma parçaları
ayrıca resmedilerek
görselleştirilmiştir.
gelinebileceği fikri çocuk dergilerinde ahlaki içeriğin öne çıkmasındaki en önemli sebeplerinden biridir. Çocuklara Ta’lim’de
geleneksel ahlaki değerlerin bir başka aktarım biçimi; hikâye,
darb-ı mesel ve fabl aracılığıyla yapılmaktadır. “Tuhaf bir hikâye”,
“bir hikâyeden”, “iki hikâyecik” gibi başlıklar altında özendirilen
erdemler, edebi türler kullanılarak yapılmaya çalışılmaktadır.
Dönemin zihniyetini anlamak bakımından bu bölümlerde bazı
hususlar dikkat çekicidir. Kız çocuklarının eğitimi ile erkek çocuklarını eğitimi ayrıştırılmakta; kız çocukların özellikle dikiz-nakış öğrenmeye gayret etmeleri gerektiği belirtilmektedir. İkincisi
zenginlik yerine çocuklara ilim tavsiye edilmekte ve böylelikle
hikâyelerde bu iki durum birbirine karşıt olarak konumlandırılmaktadır. Üçüncüsü ise geleneksel düzenin sürekliliği açısından
sırasıyla Allah’a, Peygamber’e, Padişah Abdülhamit’e, hocalara
ve pederlere itaatin ısrarla vurgulanıyor olmasıdır.
Derginin bir başka konu başlığı “hayvanlar”dır. Çocukların ilgisini
çekebilmek için dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan hayvanların seçildiği bu okuma parçaları ayrıca resmedilerek görselleştirilmiştir. Arslan, kaplan, zebra, jaguar (cagar) sünger, terzi kuşu
gibi hayvanların tanıtıldığı bu yazılar yorumdan arındırılmadan
bilgilendirici bir dil ile yazılmıştır. Yine aynı mantıkla bugün kendilerine endstriyel tarım ürünü denilen, çay, kahve, susam, pamuk gibi ürünlerin tarihsel bilgileri ve kullanımları ayrıntılı olarak
ele alınmıştır. Çacuklara Talim’de okul müfredatına uygun olarak
yazılan bir diğer okuma parçası bölümünde ise bilim, coğrafya
ve doğa olayları yer almaktadır. Bilimsel konularda bilgilendirmeyi amaçlayan fırtına, ay ve güneş tutulmaları ile çeşitli doğa
olaylarını anlatan fırtına, nehir, ağaç gibi konular işlenmektedir.
92
Tanzimattan meşrutiyete kadar yayınlanan çocuk dergilerinde
benzer temaların işlendiği görülmektedir. Özellikle Mümeyyiz
ve Çocuk Dünyası dergileri üzerine yapılan monografik çalışmalara bakılarak bu tematik benzerlik kolaylıkla fark edilecektir.
Böylelikle dönemin çocuk dergicilerinin birbirinden etkilendikleri
sonucuna ulaşabiliriz. Çocuklara Talim dergisini benzerlerinden
ayıran ise Türkçe hassasiyetidir. Türkçenin sadeleşmesi için
çaba gösterdiği görülen Mehmet Şemsettin’in dergide Türkçe
bilgisi, lügat ve kelime kökenlerine dair yazıları çok önemlidir.
Her sayısında yaklaşık 20-25 Türkçe kelimenin Farsça ve Arapça karşılıklarını vererek dönemin okul müfredatında yer alan
Arapça ve Farsça öğrenimine uygun destekleyici bir çabanın
içine girdiği görülmektedir. Asıl önemli faaliyeti ise alfabenin ilk
harfinden başlayarak Türkçe lügat kitabını parça parça Çocuklara Ta’lim’de yayınlamış olmasıdır. A (elif) harfinin sonuna gelebilmiş bu lügatin çocukların dünyasına uygun, basit ve anlaşılır
olduğunu söylemek gerekiyor. Diğer bir Türkçeye yönelik çabası
da “bazı lügat” başlığı altında Türkçeye başka dillerden geçmiş
sözcüklerin etimolojisini veTtürkçeye aktarılış biçimini ayrıntılı
olarak yazmasıdır. Anahtar, pırasa, lahana, enginar, ırgat, anafor, palamut ve daha pek çok dilimize başka dillerden geçmiş
sözcüklerin doğru ve yanlış yazılımlarını ayrıntılı olarak anlatan
Mehmet Şemsettin’in Çocuklara Ta’lim’i, Abdülhamit döneminin çocuk dergileri içinde bu yanıyla ayrıcalıklı bir konumda yer
almaktadır.
Yüzen Kent Sinop
Ayşe SEVİM
Yazar
Yolunuz hiç Sinop’a
düştü mü? Eğer şimdiye
kadar düşmediyse bu
yazıyı okuduktan sonra
yolunuzu Sinop’a düşürmek
isteyeceksiniz.
93
yüzen kent Sinop
Yüzen Kent Sinop
Yolunuz hiç Sinop’a düştü mü? Eğer
şimdiye kadar düşmediyse bu yazıyı
okuduktan sonra yolunuzu Sinop’a düşürmek isteyeceksiniz.
Sinop’a yazın gelenler, omuzlarına havlularını atıp ayaklarına terliklerini geçirerek
plajın yolunu tutarlar. Sinop’un coğrafi
konumu sayesinde Karadeniz’in çıldırmış
dalgaları buradaki sahillere pek uğramaz.
Çevre illerden gelen insanlar da kendilerini Ege’deymiş gibi hissederek rahat rahat
yüzerler. O yüzden Sinop yaz aylarında
ana baba günü gibidir.
Karıncaların ekmek kırıntılarına saldırması
gibi Karadeniz şeridindeki vilayetlerimizdeki insanlar da yazın Sinop’a gelirler.
Gündüzleri plajlar, akşamları çay bahçeleri tıklım tıklım dolu olur. Gece üçlere
kadar çocuk parkları boşalmaz. Yolda
şöyle ağız tadıyla yürüyeyim derseniz
yürüyemezsiniz yani. Bir ona çarpıp özür
dilerseniz bir buna…
Sinop’un plajları bu kadar güzel olduğundan tarihi eserleri yeterli ilgili göremez
ne yazık ki. Selçuklu mimarisiyle işlenmiş
94
sokaklar gözden kaçar. Çoğu ziyaretçi
Pervane medresesini görmeden memleketine döner örneğin. Hâlbuki içeriye
bir girse Pervaneoğulları zamanında Sinop’un emiri olan Gazi Çelebi Türbesi’yle
yüz yüze gelecektir. Yazılanlara göre Gazi
Çelebi şehrin yönetici olmasına rağmen
savaşlara bizzat katılan çok iyi bir yüzücüymüş. Suyun altında normal bir
insandan oldukça fazla durabildiği için,
düşman gemilerinin altına dalar, burguyla
gemileri delermiş. Sonra da bum diye batırırmış bu gemileri. Siz de türbenin başında ağzındaki burguyla yüzen bir valiyi
hayal etmekten mahrum kalmak istemiyorsanız bu medrese muhakkak uğrayın.
Üstelik burada kömür ateşinde Türk kahvesi yapan bir kafeteryada var. Enfes.
Medresenin tam karşısında ise Alaaddin
Cami var. Selçuklu Sultanı Allaaddin Keykubat yaptırmış bu camiyi ama caminin
yerini keyfine göre seçmemiş. Bu mekânda daha önce Peygamberimizin torunlarından olan Seyyid Bilal Hazretleriyle
yolculuk yapan pek çok Türk genci şehit
edilmiş. Tarihe göre Seyyid Bilal Hazretleri ve yanındaki gençler gemiyle İstanbul’a
doğru hareket ederken bir fırtınaya yakalanmışlar. Sinop’a sığınıp zamanın tekfu-
runa – valisine- gerekli haracı ödemişler.
Şu an da caminin olduğu yerde konaklamışlar. Orta Asyalı bu delikanlılara gece
yarısı tekfur adamlarıyla saldırmış. Üzerine atlarını sürmüşler, kılıçlarını uyuyan
on sekiz- yirmi yaşlarındaki çocukların
boyunlarına vurmuşlar. Çadırları yakmışlar. Kendilerinden güvenlikleri karşılığında
haraç aldıkları insanlara saldırmışlar yani.
İşte Alâeddin Keykubat da bu mekâna
kulak vererek camisini buraya inşa ettirmiş. Hüzünlü bir camidir Alâeddin cami.
Sinop’a uğrarsanız muhakkak gelin, avlusunda dolaşın. Şadırvanda abdest alan
delikanlılara, ihtiyarlara selam verin. Sizin
yabancı olduğunuzu hemen anlayacaklardır. Tabii sorgu suale tutacaklardır sizi.
Nereden geldiniz? Ne kadar kalacaksınız? Falan da filan...
Suyun Göğsü Sinop
Farsça Sîne-i âb Suyun göğsü anlamını
taşıyan Sinop Osmanlıdan ziyade Selçuklu kentidir. Meşhur Sinop Cezaevi de
Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus zamanında yapılmıştır. Bu cezaevini gezmek
yürek ister. Yer altı zindanlarının olduğu
bölümler insanı gerçekten ürkütür. Evliya Çelebi seyahatnamesinde buradaki
mahkûmların açlıktan kedi kesip yediğini
yazmıştır. Kedi kısmını bilemeyiz ama zindanlarda farelerin yaşadığı muhakkak…
Sinop cezaevinde pek çok ünlü mahkûm
kalmıştır. Daha çok düşünce suçundan
kişilerin mahkûm edildiği yer olan bu cezaevinin en meşhur simalarından biri de
Sebahattin Ali’dir. “ Aldırma Gönül” isimli
şiirini- Edip Akbayram ne güzel söyler o
şarkıyı- burada yazmıştır.
Durun size komik bir olay daha anlatayım. İttihat ve terakki devrinde 31 Mart
Ayaklanmasını bastıran Harekât Ordusu
komutanı Mahmut Şevket Paşa bir suikasta kurban gidince şüpheli görülen
herkes yine bu hapishaneye gönderilmiş.
Olayın komik yani suikast gerçekleştiğinde orada kim varsa yoksa toplanmış
olması. Kahvene önünde oturan yaşı
sekseni bulmuş ihtiyarlarla, gazete satan
on yaşlarındaki çocuklar kadar herkes
nasibini almış durumdan. Hatta ata binen bir adam atıyla birlikte tutuklanmış o
esnada. Karakolda bu atın ne yapılacağı
konusunda karara varılmamış bir türlü.
Atlı bir oraya sevk edilmiş bir buraya…
Bunların dışında Sinop cezaeviyle alakalı
o kadar hatıra var ki sadece onları yazsak
bir kitap oluşturur. O yüzden burada cezaevinden bahsetmeye son verelim.
Sinop’un tarihi mekânlarını bir kenara
bırakıp – bırakmazsak yazı uzayıp gidecek- biraz da köpeklerinden bahsedelim.
Sokaklarda pek çok cins köpek başıboş
dolaşır. Ağzınız açık kalır. Bu köpeklerin
bir kısmı- mesela finolar- Osmanlı Rus
ilişkilerinin yoğun olduğu zamanda Rus
ailelerinden alınmış köpeklerin torunları
oluyor. Bir kısmı da Amerikan üssünün
olduğu zamanlardan kalma. Amerikan
askerleri buraya köpeklerini getirmişler,
eh onlar da üreyip çoğalmış. Çoğu da
insan canlısı… Sevmeye kakmanızı tavsiye etmem, bütün gün peşinize takılıp
duruyorlar.
Sinop Türkiye’de yaşlı nüfusun genç nüfustan fazla olduğu tek il. Bir çeşit emekli
başkenti denilebilir. Hayat gençler için
sıkıcı geçiyor bu yüzden. Şehirde sine-
ma salonu bile yok. – Özel hastane yok,
tiyatro solunu yok, ikinci el kitapçılarla
kırtasiyeleri saymaksa kitapçı yok, yani
her şey yok da yok- Büyük alışveriş merkezlerinin yerine ufak esnaflar hayatlarını
sürdürüyor. Yazın tıklım tıklım olan bu şehir kışın terk ediliyor. Sokaklar boşalıyor,
kafeteryalar boşalıyor, esnaf sinek avlıyor.
Sanırım Sinop’u merak ettiniz. O kadar
anlattık merak etmediniz mi yoksa?
Farsça Sîne-i âb Suyun
göğsü anlamını taşıyan
Sinop Osmanlıdan ziyade
Selçuklu kentidir. Meşhur
Sinop Cezaevi de Selçuklu
Sultanı İzzettin Keykavus
zamanında yapılmıştır.
95
tarihten…
BİTKİLERLE TEDAVİDE HER ZAMAN
DİKKATLİ OLUNMALI
Tarihten…
Dr. Dursun AYAN
Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı
Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Son yıllarda Türkiye’de gittikçe yaygınlaşan ve hemen herkesin bilgi verip tavsiyede
bulunduğu bitkilerden ilaç yapmak veya bitkisel tedavi yolları Osmanlı döneminde
de bazı sorunlar yaratmış olmalı ki aktarlar yani bitkilerden ilaç yapanlar uyarılmıştır.
Halkın bu nedenle sorun yaşamaması için dikkat çekilmektedir.
Bugün açısından düşünürsek bazı ilaçların bitkilerden yapılması oldukça akla yatkın görünmektedir. Ancak zehir de dahil olmak üzere bazı kimyasalların kullanılmadığını söylemek zor. Çünkü Osmanlı dönemine gelmeden çok önceleri tıp tarihi
metinleri bu kullanımlara değinmektedir. Ünlü hekim İbn Sina’nın Al-Kanun Fi’tTıbb adlı eserinin önemli bir cildi buna ayırılmıştır. Bugün bu eseri önemli ölçüde
Türkçe çevirisinden okuyabilmekteyiz. Neyse konuyu uzun uzadıya burada ele alacak değiliz. Ama yanlış kullanımları da unutmamak gerekir.
mezbûr olageldiği üzere Aktar ta’ifesinin
Hırfet Kethüdâsı ve Yiğit Başları ve ihtiyarları karifetiyle dükkana geçüb aktarlık
edegelmişler iken hâlen kadimden olagelene muhalif bazıları aktarlık edüb tekâlif-i
örfiye vâkî ise men’ idüb şer’i-i şerife ve
olagelen âdet ve kânuna muhalif kimesneye iş etdirmeyesün.
(Ayasofya Mahallesi’nde aktar olan Sinan’a verildi)
Fi’ Ramazan 989 (6 Ekim 1583)
Burada Osmanlı gündelik hayatını büyük bir zevkle anlatan Ahmet Refik Altınay’ın
Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı adlı eserinden bir alıntıyı sizinle paylaşacağız.
Konu özetle bitkilerden yanlış ilaç yapanların uyarılması ve denetlenmesi ile ilgili.
Denetimden kaçılmaması, aktarları temsil edenlerin bu konulara dikkat etmeleri
söylenmektedir. Dönemin diliyle:
Aktarların Hastalarına Yanlış İlaç Vermemelerine Dair
İstanbul kadısına hüküm ki südde-i sa’âdetime mektub gönderüb mahmiye-i
(s.91) İstanbul aktar ta’ifesinin Hırfet Kethüdası ve Yiğit Başları ehl-i hırefden olmayub nâ-ehil iken aktar dükkanına geçüb müselmanlara bey’ etdikleri edviyeyi
yanlış verüb külli fesâda mü’eddî olduklarından maadâ bazı tekâlif-i örfiyeye vâki’
oldukda biz aktar değilüz deyü mu’avenet etmeyüb fukaraya gadrederler. Bu makuleler men’ olunub ehl-i hırfet ma’rifetsiz aktardan edviye bey’ etmemeleri içün
emr-i şerif taleb eylediklerin arz eylediğin ecilden buyurdum ki vardukda husus-ı
96
Ahmet Refik ALTUNAY, Onuncu Asr-ı
Hicride İstanbul Hayatı, (Hazırlayan Abdullah UYSAL), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları 701, Ankara, 1987
101
E ğ i ti m v e Ya y ı n D a i r e s i B a ş k a nl ı ğı
e y d b . a i l e . gov. t r
So s ya l
Yard ım la r
Genel Müd ü r lü ğü
Aile ve
To p l u m Hi z m e t l e r i
G e n e l Mü d ü r l ü ğ ü
Çoc uk
Hi z me t le r i
Ge n e l M üdür lüğü
Ö z ür lü v e
Ya şlı Hiz me t le r i
G e ne l Müdür lüğü
www .a ile .gov.tr
K a dının
St a t üsü
G e ne l Müdür lüğü
Ş ehi t Yakı nl arı ve
Gazi l er D ai res i
Baş kanl ı ğı

Benzer belgeler