konut projesi değil

Transkript

konut projesi değil
KONUT PROJESİ DEĞİL
BİR YASAM HİKAYESİ
Bahçeşehir’in en değerli arazisi üzerinde hayata geçirilen Vaditepe Bahçeşehir,
özlem duyulan o sımsıcak mahalle kültürünü, modern yaşam çizgileriyle birleştiriyor ve sizlere,
alışılagelmiş konut projesi yerine, bir yaşam hikayesi sunuyor.
Size de dairenizi seçip hikayede yerinizi almak kalıyor.
Bekleriz...
212
428 88 00
Esenler
Belediye Başkanı
Tevfik Göksu
8 MART KADINLAR GÜNÜ’NDE
ESENLER BELEDİYESİ’NDEN
KADINLARA ÖZEL PROJE
G
ünümüzde büyük şehirlerde yaşayan kadınlar
pek çok farklı sorunla
karşılaşmaktadır. Şehrin
karmaşık mimari dokusu
içerisinde hem çocuk büyütmekle hem
de ev içi işlerle meşgul olan kadın ev
dışı rolleri de göz önüne alındığında,
fiziksel ve ruhsal yönden oldukça fazla
yıpranmaktadır. Bu durum ilerleyen
zamanlarda kadınların depresyonlu ve
sorunlu bireyler olarak karşımıza çıkmasına sebep olabilmektedir.
Şehir yaşantısı içerisinde yeterince
sosyalleşemeyen, kendisini geliştirmeye
fırsat bulamayan, eğitim bakımından da
yetersiz olan kadın giderek toplumdan
izole olmaktadır. Çocuklarımızı yani
geleceğimizi şekillendiren kadınların
desteklenmesi toplumun gelişimi ve
sürdürülebilirliği açısından da önem arz
etmektedir.
Kadının desteklenmediği toplumların gelişmesi ve ilerlemesi mümkün
değildir. Çünkü kadınlar aynı zamanda
medeniyetlerin de anneleridir. Tüm
bunları göz önünde bulunduran Esenler Belediyesi 11 Kasım 2015 tarihinde
bir kadın çalıştayı düzenlemiştir.
“Büyükşehirde Kadın Olmak” başlığı
altında düzenlenen çalıştay şehir yaşantısının kadınlar üzerinde oluşturduğu
sorunları tespit etmek ve tespit edilen
bu sorunlara çözümler üretmek amacıyla düzenlenmiştir. Kadın Çalıştayı “İş
Hayatında Kadın” ile “Büyük Şehirde Kadın ve Yaşam” başlıklı iki ayrı
oturum halinde düzenlenmiştir. Beyin fırtınası yöntemi
ile sosyal yapının farklı kesimleri temsilen akademisyen,
psikolog, sosyolog, aile danışmanı, maneviyat psikolojisi uzmanı,
öğrenci, ev hanımı, yönetici, memur ve
özel sektör çalışanı olan birer temsilci
katılmıştır. Katılımcılar; büyükşehirde ve
iş yaşamında kadının yaşadığı sorunları; aile, evlilik, kimlik, sosyal, iş hayatı,
ekonomi, eğitim, şiddet, taciz, ulaşım,
göç, sağlık ve hukuk başlıkları altında
değerlendirmiştir. Her iki oturumda da
bu başlıklar altında toplam 242 adet sorun belirlenmiştir. Bu sorunlara yönelik
olarak 103 başlıkta çözüm önerisi getirilmiştir. 2009’dan bugüne kadar ESKAM
(Esenler Kariyer Merkezi) aracılığı ile 5
bin 362 kadın istihdamı gerçekleştiren
Esenler Belediyesi bu çalıştay neticesinde geliştirilen önerileri değerlendirmiş
ve bugün burada toplanmamıza vesile
olan “İSTANBUL KADIN
İSTİHDAM ve GİRİŞİMCİLİK MERKEZİ” projesini
Fatih Sultan Mehmet
Vakıf Üniversitesi koordinatörlüğü ve diğer proje
partnerleri ile hayata geçirmiştir. 8 Mart
Kadınlar Günü’nde, Esenler Belediyesi
kasım ayında düzenlemiş olduğu kadın
çalıştayının raporu ve kadın istihdam
projesinin basın lansmanını gerçekleştirilecektir.
BÜYÜKŞEHİRDE KADIN OLMANIN ZORLUKLARI
E
ve KADIN İSTİHDAMI PROGRAMI
senler Belediyesi’nin ortağı
olduğu İstanbul Kalkınma Ajansı 2015 yılı Kadın
İstihdamının Artırılması
Mali Destek Programı
kapsamında desteklenmeye layık
görülen“İstanbul Kadın İstihdam ve
Girişimcilik Merkezi Projesi” ve Kasım
2015’te gerçekleştirilen “Büyükşehirde
Kadın Olmak” başlıklı kadın çalıştayının raporunun basına açıklanması ile
kadın istihdam projesinin protokol
imza törenini “BÜYÜKŞEHİRDE KADIN
OLMANIN ZORLUKLARI ve KADIN
İSTİHDAMI” programında FATİH SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ ve
TURUNCU DERGİSİ işbirliği ile 8 Mart
Salı günü “Dünya Emekçi Kadınlar
Günü”nde saat 13:00 – 14:30 arasında
Dr. Kadir Topbaş Kültür Merkezi’nde
gerçekleştirilecektir.
Programın onur konuğu sosyal
projelere olan ilgisi ve desteği ile dikkat çeken Çevre ve Şehircilik Bakanı
Sayın Fatma Güldemet SARI.
Program Büyükşehirde Kadın
Olmak konulu Kadın Çalıştayının
raporunun açıklanması ile başlayacaktır. İstanbul Kadın İstihdam ve
Girişimcilik Projesi’nin bilgilendirme
sunumu, tanıtım filmi ve ardından
proje paydaşlarının konuşmalarıyla
devam edecektir. Esenler Belediye
Başkanı Sayın Mehmet Tevfik GÖKSU,
Çevre ve Şehircilik Bakanımız Sayın
Fatma Güldemet Sarı hanımın konuşmalarının ardından, proje paydaşları
ile toplu protokol imza töreninin
düzenlenmesiyle de sona erecektir.
İstanbul Kadın İstihdam ve Girişimcilik Merkezi Projesi’nin koordinatörlüğünü Fatih Sultan Mehmet Vakıf
Üniversitesi üstlenmiştir. Projenin
diğer paydaşları ise;
Esenler Belediyesi,
Üsküdar Belediyesi,
Aile ve Sosyal Politikalar
İl Müdürlüğü,
Sosyal Politikalar Derneği,
Perakendeciler Derneği,
İŞKUR İstanbul İl Müdürlüğü,
LC Waikiki,
Türk Hava Yolları,
TURKCELL.
Ziylan Grup, ve
UCLG-MEVA
Görüldüğü üzere ülkemizin
en güzide STK, kamu, özel sektör
temsilcilerini bir araya getiren proje
kapsamında İstanbul Anadolu ve
Avrupa yakalarından 1000 kadın seçilecek, mesleki eğitimlerden ve kişisel
gelişim programlarından geçecek,
psikolojik ve ekonomik destek alacaktır. Projenin sonunda 500 kadının
istihdam edilmesi hedeflenmektedir.
Bir istihdam projesinde bulunması
gereken tüm tarafları aynı çatı altında
toplaması bakımından projemizin
gelecekteki istihdam politikaları ve
projeleri için örnek teşkil etmesini
beklemekteyiz. Projeye destek veren
paydaşlar, kadınların çocuk sahibi
olduğunda, evlendiğinde, aile yükümlülükleri arttığı zaman piyasadan
çekilmek zorunda kaldıklarını, bu ve
benzer çalışmalarla kadın istihdamı
yolundaki engellerin aşılması olduğunu belirtti.
Esenler Belediyesi yaptığı istihdam
projeleri ve geliştirdiği yeni projelerle
kadınları hem sosyal hem de ekonomik yönden destekleyerek her zaman
kadının yanında yer almaya devam
ediyor.
HABER
Harem İstanbul Fest’in tanıtım lansmanına, (Sağdan sola) Betül Aslankaya, Esra Oskay,
Mürvet Uç, Şükran Kaymak, Ümmühan Parlak, Şerife Kurt ve Özlem Çevik de katıldı.
Kadınlar, baharı
Harem İstanbul
Fest’de
karşılıyor
S
ektörün en iyi 150 markası ve
modaya yön veren İnstagram
fenomenlerinin özellikle kadın
tüketici ile buluşacağı Türkiye’nin en büyük ve kapsamlı alışveriş
ve outlet festivali ; Harem İstanbul
Fest 8-9-10 Nisan tarihleri arasında
İstanbul Feshane’de gerçekleşecek.
el emeği, göz nuru ve kişiye özel tasarım ürünlerinin sergileneceği özel
bir platforma ev sahipliği yapmaya
hazırlanıyor. Alışveriş, eğlence ve
fırsatların 3 gün boyunca bir arada
sunulacağı Harem İstanbul Fest’de
hedef, Yaklaşık 50 bin Kadın ziyaretçiye ulaşmak...
Feshane’ye Bahar Konsepti
Hem Ucuz Alışveriş
İmkanı Hem Araba ve
Umre Kazanma Şansı
Birbirinden farklı seçkin 150 girişimcinin yer alacağı festivalin genel
konsepti ise Bahar. Katılımcıların yaz
sezonu ürünlerini ilk kez görücüye
çıkaracakları festivalde ayrıca kış sezonunun outlet ürünleri de ziyaretçilere farklı fırsatlar ile sunulacak.
Harem İstanbul Fest farklı firmaların
yanı sıra onlarca kadın girişimcinin
6
Turuncu Dergİ / Mart 2016
3 gün boyunca yapılacak olan
çekiliş ile son model araba ve Umre
ziyareti kazanma şansına sahip
olacak ziyaretçiler, kaliteyi farklı
modelleri ve uygun fiyatları bir arada
buldukları festivalde adeta baharı
karşılayacaklar…
Faruk Parlak ve Şahin Uçar,
Harem İstanbul Fest’i üçüncü kez
düzenlemenin heyecanını yaşıyor.
BÜLTEN
Furkan Palalı, Adem Terzi, Saruhan Hünel
2016’NIN ERKEK SAÇ
MODASI TÜRK TRAŞI OLDU
E
ste Medica Saç Ekimi ve
Estetik Cerrahi Merkezi
katkıları ile gerçekleşen
saç kesim yarışmasına
Adem Terzi Barbers Club
şovu damga vurdu. Bakırköy Leyla
Gencer Kültür ve Opera Merkezinde
gerçekleştirilen ve toplam 500
kuaförün de hazır bulunduğu bu
büyük gösteriyi izleyenler arasında
ünlü oyucular Saruhan Hünel ve
Furkan Palalı da vardı.
“DÜNYA ERKEKLERİ ARTIK TÜRK
TIRAŞI YAPTIRMAK İSTEMELİ”
Este Medica’nın desteklediği Yarışma
öncesinde ünlülerin stil danışmanı
ve imaj makerı Adem Terzi’nin kendi
ekibi ile yaptığı şovu katılımcılardan
tam not aldı. Furkan Palalı ve Saruhan
Hünel’inde izlediği şovda ünlü
oyuncular; kendilerinin de Türk Tıraşı
olduğunu ve dünya erkekleri bizler
gibi Türk Tıraşı yaptırmak istemeli dedi.
Gösteri sonrasında konuşma yapan
ünlü kuaför; ‘’Bizim burada olmamızın
amacı bir olduğumuzu göstermek.
Türk Tıraşını dünyanın her yerine
birlikte duyurmalıyız. Artık yabancı
ülkelerde insanlar kuaföre gittiklerinde
Türk Tıraşı olmak istiyoruz demeliler
bizim en büyük amacımız bu’’ dedi.
Türk Tıraşı yaptıranlar arasında Ahmet
Kural, Murat Cemcir, Burak Sağyaşar,
Beyazıt Öztürk gibi bir çok ünlü isimde
yer alıyor. Muhteşem Show sonrası,
yetenekli kuaförler yarışarak milli takım
seçmelerine karıldılar.
Sade ve zarİF seçenekler
S
eiko Watch
Corporation
güvencesi ile
üretilen Lorus’un
yeni kadın
tasarımları, zarif çizgileri ile
modaseverlerle buluşuyor.
Pembe altın iyon kaplama
veya çelik kasalı, 50 metre
8
Turuncu Dergİ / Mart 2016
su geçirmezlik özelliğine
sahip yeni klasik modeller,
sade kadranı ile tarzınızı ve
şıklığınızı tamamlayacak.
İlkbaharda uygun
fiyatlı Lorus saatleri
kaçırmamak için en yakın Lorus yetkili
noktalarına uğrayın.
turuncudergi.com
BÜLTEN
RSG İç Mimarlık’tan
çağdaş bir spor alanı
2
004 yılından bu yana
konut, turizm işletmeleri, çok amaçlı sosyal
mekânlar ve sağlık
yapıları gibi alanlarda iç mimari
tasarım ve uygulama projeleri
gerçekleştiren RSG İç Mimarlık,
Manisa Organize Sanayi Bölgesi Sağlık ve Spor Kulübü’nün
iç mekân, dış cephe ve peyzaj
tasarımı ile çağdaş bir spor
alanına imza attı.
Sanatı yaşam alanına entegre ederek sunmayı amaçlayan RSG İç Mimarlık, spor
alanlarına da modern dokunuşlar getiriyor.
Manisa Organize Sanayi
Bölgesi Sağlık ve Spor Kulübü’nün iç mekân, dış cephe
ve peyzaj tasarımını gerçekleştiren RSG İç Mimarlık, tesise
yepyeni bir soluk getiriyor.
RSG İç Mimarlık içerisinde
otel, restoran, fitness ve sağlıklı
yaşam merkezi, açık ve kapalı
yüzme havuzu ve tenis kortu
bulunduran ve 3 bin 250 metrekarelik alana sahip olan alanı
yeniden dizayn ediyor.
İş gezileri için de tercih
edilesi bir mekân oluşturan
RSG’nin imzasını taşıyan tesis
bölgeye, yatırımcılara ve yatırımcıların ülke içinden veya
dışından misafirlerine hizmet
verecek.
Tasarımı ve malzeme seçimlerinin uyumuyla, nazikçe
günışığı ve doğayı içeri davet
eden kulüpte, mekânın huzurlu ve dingin havasına dair
ipuçları veren lobinin ardından
otel bölümüne devam eden
heykelsi merdivenler yer alıyor.
Otelde 2 executive ve 23
business süit oda bulunuyor.
Otelin her tarafında devam
eden temiz hatlar ve uyumlu
nötr renkler, prestij ve itibarı
yansıtıp profesyonel atmosfere
de göndermede bulunuyor.
Bernardo, Erkekleri
Mutfağa Davet Ediyor…
8 Mart’ta Yemekler
tasarım
Erkeklerden! Sofra
8 Mart
uzmanı Bernardo,
sıra dışı bir
Kadınlar Günü için
8 Mart’ta
davette bulunuyor.
ize ya da
sizi sevgilinize, eşin
rinizle
le
el
i
annenize kend
davet
a
ay
sofralar hazırlam
ce bir
yle
eden Bernardo, bö
rin kadın
gün de olsa erkekle
bilmesini
emeğinin değerini
or.
sağlamayı amaçlıy
10
Turuncu Dergİ / Mart 2016
ı
Sofra tasarım uzman
metini
kıy
in
Bernardo, emeğ
et
zm
hi
da
bilen kadınların
yola
n
de
in
edilmeyi hak ettiğ
kekleri
er
m
çıkarak, 8 Mart’ta tü
e
ey
m
kadınlara hizmet et
ne kadar
a
lar
On
r.
iyo
davet ed
latmak için
değer verdiğiniz an
, eşinize,
8 Mart’ta annenize
ize siz bir
sevgilinize, kardeşin
sefer de
sofra hazırlayın; bu
sun!
ol
sizin elinize sağlık
turuncudergi.com
BÜLTEN
KİŞİYE ÖZEL
TASARIM HEDİYELERİNİN
EN YENİ ADRESİ
EVENTBYESRA
E
n özel anlarınızı size özel tasarım
hediyelikler ile unutulmaz yapabilirsiniz. Doğum, Mevlüt , düğün, nişan
, kına gecesi, yaş günü, özel kutlama
ve davet organizasyonlarında birbirinden şık,
renkli ve kişiye özel tasarım hediyelikleri ile
Event By Esra 2016 da da birbirinden farklı tasarımlar sunuyor. İsme özel Yasin’i Şerifler, beğendiğiniz kokuların şık Cam tasarımlarda sunumu,
tespihler, kapı süslerine başka bir anlam katan
dokunuşlar Event By Esra ile özel günleriniz için
özenle hazırlanıyor... İnternet ve sosyal medya
üzerinden güvenle iletişime geçebileceğiniz bu
farklı tasarım ürünler için adres
www.eventbyesra.com ve
instagram hesabı @eventbyesra
YENİ NESİL HALI
“MOR DERİ HALI”
Y
eni nesil halı sloganıyla Sektöre 2009 yılında giriş
yapan ‘Mor Deri Halı’ dünyada bir ilki yapan ve
kişiye özel tasarım halılarda sağlığı da ön plana
çıkararak sınırsız müşteri katılımı ile dekorasyon dünyasındaki yerini aldı. Akar tutmayan toz barındırmayan
alerji ve astıma sebep olan havlı halılardan daha modern
çok daha kullanışlı tasarımlarla ağırlıkta 17 ülkeye ihracat
ve iç piyasada corner bayileri ile tüketici ile buluşmaya
devam ediyor. Aynı zamanda 2015 yılı itibarıyla kendi
showroomlarını açma ya başlayarak daha geniş konsepti
tüketicisiyle buluşturmaya devam ediyor . Halı kullanış
açısından klasik halılardan ayıran en belirgin özellikleri ise kullanım kolaylığı leke tutmayan yapısı yazın
terletmeyen kışın üşütmeyen özelliklere sahip halıda
toz tutmama özelliği de bulunmakta . Firmanın internet
sitesine www.morhalı.com adresinden instagram hesabına ise @morhalı adresinden ulaşabilirsiniz.
12
Turuncu Dergİ / Mart 2016
BÜLTEN
ADVERTORIAL
,
e
z
evini
,
ya
l
bi
o
İder M
…
r
o
y
ı
at
ı
n
ı
as
z
im
şıklığın
H
em modern ve
konforlu hem de
uygun fiyatlı mobilya koleksiyonları ile
kullanıcılarına zevkli seçenekler
sunan İder, İkaros Yemek Odası
Takımı ile evinizde şık bir görünümün altına imzasını atıyor…
Yemek odalarının ambiyansını
değiştirecek benzersiz bir tasarım sunan İder Mobilya, yepyeni
takımını; dörtlü sandalye ve iki
kişilik oturma alanı sağlayan
bench modeli ile tamamlıyor.
Kalabalık aileleri düşündüğü
kadar, yeni evli çiftler ve stüdyo
dairede yaşayanlar için alandan
tasarruf sağlayan İkaros Yemek
Odası Takımı, hem salonlar
hem de mutfaklar için rahat
bir kullanım sağlıyor. Açılıp
kapanabilen yapısıyla 4 kişilik
ve 6 kişilik olabilen İder İkaros
masa, alışılmışın tersine boydan
büyüyor. Kapalı halindeyken
60 cm x 165 cm boyutlarında 4
kişilik olan masa, açıldığı zaman
ise 90 x 165 cm boyutlarında
standart ve 6 kişilik bir yemek
masasına dönüşüyor.
Sağlam gövdesi uzun yıllar
boyunca kullanım kolaylığı
sağlarken, İkaros Yemek Odası
Takımı; ahşabın doğal ve şık
görünümü ile yaşadığınız
mekanları zenginleştiriyor.
YENİ İNCİ’DEN
8 MART HEDİYESİ
Pursaklar Beledİyesİ Hüma Sultan Hanım Evİ’nde açılan İşaret Dİlİ
Kursunu başarıyla tamamlayan 45 kadın sertİfİkalarını aldı
T
ürkiye’de iç giyim denince akla gelen
ilk markalardan Yeni İnci, 8 Mart Dünya
Emekçi Kadınlar Günü’nde kadın çalışanlarını bir günlüğüne de olsa kendi kendinin patronu yapıyor. Yeni İnci Yönetim Kurulu
Başkanı Furkan Atakan; “Kadın çalışanlarımız
gün boyunca kendi emekleriyle ürettikleri
her ürünün bedelini kendileri alacaklar” dedi.
Kadın emeği ile büyüdü
kadın emeği ile globalleşecek
A
nne böreği ile 2004
yılında Kocaeli’nde küçük
bir dükkanda hikayesine
başlayan Göçmen Börekçisi, 54
franchise şubesi, günde 3,5 ton
börek üretimi yapan 6 bin 700
metrekarelik fabrikası ile 125 ev
kadınına iş imkanı sağlıyor.
Göçmen Börekçisi Genel
Müdürü Tanju Taner Dönmez,
Türkiye’de her yıl 20 yeni şube
14
Turuncu Dergİ / Mart 2016
PURSAKLAR’DA 45 kadın daha
işaret dili sertifikası aldı
açmayı ve yurt dışına açılmayı
planladıklarını söyleyerek,
“Bunu önce annemize,
sonra böreklerimizi elleriyle
lezzetlendiren kadınlarımıza
borçluyuz. Büyümemizi
devam ettirmek için Mustafa
Dönmez Vakfı ile kadın emeğini
destekleyecek ve ihtiyaç sahibi
ev hanımlarına daha çok iş
imkânı sağlayacağız” dedi.
turuncudergi.com
H
üma Sultan Hanım
Evinde üç aydır
devam eden işaret
dili kursuna ilçe
sakinleri büyük ilgi
gösterdi. İkinci mezunlarını veren işaret dili kursunda 45 kadın
daha sertifika almaya hak kazandı.
Eğitimlerini başarıyla tamamlayan kursiyerler düzenlenen
mini bir törenle sertifika alıp yeni
bir mesleğin daha sahibi oldu.
Başarılarını ise bovling oynayarak kutladı. Alınan bu sertifikalar
hanımlar için yeni iş imkânı sunacak. Yeni dönemde ikinci kuru
başlayacak olan işaret dili eğitimlerine ön lisans ve lisans mezunları
katılabilecek. Hem eğitim kalitesini
arttırmak hem de hanımları meslek
sahibi yapmak için birbirinden
güzel kurslara ev sahipliği yapan
Pursaklar Belediyesi, 5 ayrı mahallede kadınlara yönelik hizmetini
sürdürüyor. Bu hizmetler arasında
sağlıktan spora, eğitimden kültüre
hemen her alanda etkinlik yer
alıyor. Hizmetlerden ücretsiz olarak
yararlanan hanımlar Pursaklar’da
mutlu bir yaşam sürüyor.
YAPIM EKİBİ PRODÜKSİYON ADINA
İMTİYAZ SAHİBİ VE
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Zahide CEYLAN
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Zahide Ceylan
KURUCULAR KURULU
Halise ÇİFTÇİ, Zahide CEYLAN,
Güzin CANAN, Taciser İÇYER,
Nilgün KARABULUT, Ayşenur GÜN,
Sema KARABULUT
YAYIN KURULU BAŞKANI
Ayşe KEŞİR
YAYIN KURULU
Ayşe KEŞİR, Ayşe ERTEM,
Hatice BİLİCİ, Gülfidan ÇALIŞKAN,
Esra Yerebakan, Gaye YARDIMCI,
Ümmügülsüm Tat, Aygül FAZLIOĞLU,
Rukiye KARAKÖSE
GÖRSEL YÖNETMEN
Şerife AKYOL KURT
MARKA İLETİŞİMİ YÖNETİCİSİ
Şenay BUYURMAN
REKLAM KOORDİNATÖRÜ
Beyhan Ertuğ
BASIN DANIŞMANI
Mürvet UÇ
İSTANBUL KOORDİNATÖRÜ
Gülay KURT
0507 485 55 95
ANKARA KOORDİNATÖRÜ
Betül TAT
0538 624 54 72
TURUNCU DERGİSİ ADRES
1470 Sk. Gökteşehir Blokları B Blok No: 30
Çukurambar / Ankara
TELEFON: 0545 316 21 55
WEB:
www.turuncudergi.com
e-mail:
[email protected]
[email protected]
BASKI
TURKUVAZ MATBAACILIK
Akpınar Mah. Hasan Basri Cad.
No: 4 P.K. 34885
Sancaktepe / Kartal / İstanbul
TEL: 0216 585 90 00
FAKS: 0216 585 9130
[email protected]
‘TURUNCU’ Dergisi, yerel süreli aylık yayındır.
Basın yayın ilkelerine uymayı kabul eder.
Basılan ilanların tüm sorumluluğu
ilan sahibine, yazılan yazıların
sorumluluğu yazarlara aittir.
Kurum ve kuruluşlar için
kargo dahil fiyatı 20 TL’dir.
TURKUVAZ DAĞITIM PAZARLAMA A.Ş.
tarafından dağıtılmaktadır.
[email protected]
İ
Sevgili Turuncu okurları,
ster Dünya Kadınlar Günü, ister diğer
adıyla Dünya Emekçi Kadınlar Günü diye
anılsın; 8 Mart tüm dünyada Kadınlar
Günü olarak kutlanmaktadır. Dünya
kadınlar gününün kaynağına dönüp bakarsak 8 Mart 1857 yılında New York’ta kadın
işçilerin “eşit emeğe eşit hak” söylemi ile bir
fabrikada başlayan eylemleri acı bir tecrübe ile
son bulunca; kadınlar gününün çıkış noktası
olmuştur. 40 bin kadının başlattığı bu grevde,
katılanların hepsi fabrikaya kilitlenmiş ve çıkan
yangında 129 kadın can vermiştir. Aslında
çıkış noktası kadının emeğinin tam karşılığını
talep etmek olan bu hareket, günümüze kadar
gelen süreçte feminist hareketlerin de yoğun
katılımı ve ilgisi ile bu gün çözümlenmesi güç
bir sarmala dönüşmüştür .
Şimdi bu güne geldiğimizde; oldukça güçlü
söylemlerle hak, hukuk, eşitlik, adalet istiyoruz diye sesler yükselmekte. Tv kanallarında
reytinge dönüştürülen kadın hikayeleri, kadın
tacizleri, aşk- töre -koca cinayetleri ... bir ay
boyunca “dedim ki” ler , “dedim” ler tekerlemeye dönüşen aynı cümleler... derken dön dolaş
aynı kısır noktada buluşmalar...
Bir ateşin etrafında dans eden tam tam
dansçıları gibiyiz hepimiz. Yanan bir ateş var,
herkes etrafında dönüyor kendince. “ Ateş
düştüğü yeri yakar” deriz ya, evet ateş hem
yanıyor, hem yakıyor söndürelim diyen çok...
ne acı ki ama, söndüren yok.
İstatistiklere bakarsak; kadın cinayetleri,
kadın tecavüzleri, kadın istismarı, kadına bir
obje gibi kullanıp atmak her geçen gün daha
da negatif yönde çıtayı yükseltiyor. Biz kadınlar
için güzel bir gelecek temennisi ediyorum
yine de bu acı gerçekler ışığında. Ümitlerimizi
hep taze tutarak kalalım.
Sevgili okuyucular bu ay ki konuğumuz Prof. Dr. Canan Karatay hoca ile güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Kendisinden sağlıklı beslenme ve sağlıklı kilo verme tüyoları ile dolu
bir röportaj yaptık. Bunun yanı sıra da Dünya
Kadınlar Günü ile görüşlerini de almadan
edemedik . Canan hocamızın söylediği birkaç
cümleyi burada sizlere yazmadan edemeyeceğim. Karatay’ın en önem arz eden cümlesi
“neden hep kadınları eğitiyoruz önce erkekler
eğitilmeli.” oldu. Bir diğer önemli tespiti ise;
hala bu dünyada dokuz- on yaşındaki kız çocuklarının dedesi yaşındaki yaşlı adamlara satı-
lıyor olması idi. Ülkemize dönüp baktığımızda
sapkın tecavüzcü erkeklerin hakim karşısında
takım elbise giyip, süklüm büklüm oturup, iyi
halden indirim alması ve “bu kadar kadın savcı
ve hakim varken, neden bu vicdandan yoksun
sapkınları erkekler yargılıyor, onlar bir kadın
gözü ile bakamazlar” demesi ile röportajımızı
sonlandırdık.
Bu yürekli açıklamasından dolayı ekibim ve
kendi adıma kendisine çok teşekkür ediyorum.
Yine kıymetli yazarımız sosyolog Aygül
Fazlıoğlu da savaş ve terörde kadın ve çocuğu
ele alarak, savaşın en mağdurlarını sosyolojik
açıdan anlattı.
Sevgili kadınlar bizde bir söz vardır ya; kendi
doktorun kendin olacaksın, neden? Çünkü
insan kendini doktordan daha çok hisseder ve
bilir. Bu önemli gerçek ile yola çıkarsak ben de
naçizane iki önemli, yapmamız gereken şeyi
sizlere, yani biz kadınlara öneriyorum .
Biz kadınlar fiziki olarak erkeklerden zayıf
yaratılmış olabiliriz, fakat psikolojik ve ruhen
daha güçlü olduğumuz için her şeyin üstesinden gelir, ekmeğimizi taştan çıkartırız. Biz
kendimize değer kıymet vermezsek, kimseden
değer kıymet bekleyemeyiz. Yani değerimizi kendimiz belirleyelim ki kimseden onay
beklemeyelim. İkinci tavsiyem ise lütfen erkek
çocuklarımızı yetiştirirken bir anne olarak, erkek çocuğumuza bir efendi, kendimize de köle
muamelesi yapmayalım . Çocuk bunu algıladığında ve benimsediğinde tüm kadınlar köle,
ben de bu dünyada efendiyim diye düşündürdüğümüzde ise iş işten geçmiş olmaktadır
ve yarının vicdandan yoksun, despot, bencil,
hainlerini ve canilerini yetiştirmiş olmaktayız .
Bugünden tezi yok zararın neresinden
dönersek kardır diyerek erkek çocuklarımız,
kardeşlerimiz, hatta torunlarımıza nerede
durması gerektiğini ve İslam’ın kadına verdiği
değeri de katarak eğitime başlayalım ki daha
nice kadınlar istismar edilmesin ve daha nice
kadınlar hırs, kıskançlık, heves üzerine canlarına kıyılmasın ve artık evlere ateşler düşmesin...
daha nice özgecanlar ölmesin
Bugüne kadar kadın cinayetlerinde ölenöldürülen tüm kadın kardeşlerimizi saygı ile
anıyor mekanları cennet olsun diyoruz
Huzur, barış, sağlık içinde hoşça kalın.
Zahide Ceylan
PROF. DR. CANAN KARATAY
TURUNCU DERGİSİ’NE KONUŞTU
36
Ezber bozan bir kadın ve bir hekim
Prof. Dr. Canan Karatay, yeni çarpıcı a
çıklamalarını turuncu dergi için yaptı.
DÜNYA
56 54
KLASİK BİR TÜRK DİZİSİ İNCİLERİ
Saliha Sağdıç: Bir çoğumuzun yerli dizi macerası;
“Bizimkiler” seyrederek başlamıştır sanırım.
ZARİF YAZILAR
70
Gülfidan Çalışkan: Dedi ki sen şairsin elindeki bu taş
ne? Dedim ki şair aşka boyun eğer , zulme değil…
C . Zarifoğlu Edebiyat
58
KABİR BİR MEKAN
DEĞİL BİR MAKAMDIR
Nuran Sözen: Yaradanımız kulunu rağmenlere rağmen sevecek ve affedecektir, İyilikleri güzellikleri karşılayacaktır gidenler
SAVAŞ VE TERÖRÜN SESSİZ
MASUMLARI; KADIN VE ÇOCUKLAR
Aygül Fazlıoğlu: Savaşların nedenlerinden çok
sonuçlarına kadın ve çocuklar üzerinde,
bıraktığı izlere bakmak gerekmektedir
ŞİDDETE KARŞI İLK İMZA
TÜRKİYE’DEN
64
Şu ana kadar 40 ülkenin onayladığı Avrupa konseyi
sözleşmesinin ilk adımı, Ülkemiz tarafından atılmıştı
Ülkemİzİn kalbİne
dokunan şehİr: KÜTAHYA
Kütahya Milletvekili Mustafa Şükrü Nazlı,
arkadaşımız Gaye Yardımcı’ya, doğduğu şehir olan
Kütahya’ya bağlılığını anlattı.
47
80 70 64
52 47 30 26 22 19
36
62
Artık hayatımızda yeni bir dünya var...sanal dünya...
Milyonlarca insan özelini, duygularını, şaşkınlıklarını,
tüm duygu durumlarını bu ortamda ifade ediyor...
Nursel ERGİN:
ENERJİMİN FARKINDAYIM
Var Mısın, Yok Musun Programıyla Tanıdığımız Nursel
Ergin, Arkadaşımız Seda Şişman İle röportajında Halkın
Sevgisinin Sebebinin Samimiyet Olduğunu Söylüyor
ORUÇ TUTMAK YA DA DEVRİMCİ
OLMAK: “İFTARLIK GAZOZ”
Gülay Kurt: Filmde Cem Yılmaz başrolde ama
çocuk oyuncu ile başrolü paylaşıp çok etkili
özlediğimiz bir usta çırak ilişkisi sergilemiş.
DÜNYA DÜĞÜNLERİ: KOSOVA
Kosova düğünlerinde gelinlerin en dikkat çekici
özelliği ‘aklık”. İçinde civa ve çeşitli maddeler bulunan
bu karıyım gelinin yüzüne sürülüp, üzeri süsleniyor
NE KADAR ANLAYA BİLİYORUZ?
Sinan Canan: E-postalar üzerinden iletişim kurarken
en az bir kere “yanlış anlaşılmaya” veya “yanlış
anlamaya” uğramayan var mıdır aramızda acaba?
RENKLERİN FESTİVALİ: HOLİ
Holi festivali dünyanın en eski festivallerinden
biridir olarak Hindistanda kutlanıyor. ‘Bahar Festivali’
ya da ‘Renklerin Festivali’ diye de bilinmektedir
30
52
Vera Nur Aydınbaş sayfa 28
96
96 90
80
19
HİLAL OĞUZKAN İLE MODA
Tüketimi azaltmanın tasarrufun çok önemli
olduğu zamanımızda hem şık giyinip hem de
daha az harcama yollarını bilmek gerekiyor
DEKORASYON: MİNİMALİST FİKİRLER
Gereksiz eşyalardan arındırılmış yalın bir görünüm
istiyorsanız modern dekorasyon tarzı
size hitap ediyor demektir.
YAZAR
YAZAR
SALİHA SAĞDIÇ
B
R
i
B
K
i
S
A
L
K
i
S
i
Z
i
D
TÜRK
i
R
E
L
i
C
N
i
20
Turuncu Dergİ / Mart 2016
ir çoğumuzun yerli dizi
macerası; pazar akşamları
bir yandan sobanın yanında
kurumaya çalışırken bir
yandan da annemiz “hadi
yatağa” diyene kadar “Bizimkiler”
seyrederek başlamıştır sanırım.
Çok dedikodu yapan karakterleri
sevmez, her bölümde dayanışma,
dostluk, karşılıksız iyilik gibi insanî
özellikleri şarkılarla hatırlatan Perihan
Abla’yı severdik. Yıllar geçtikçe
“gıybet” kelimesini “gıybet time”
diye sempaktikleştirip hayatımıza
yerleştirdiler. O insanî özellikler de
yavaş yavaş elden gidiyor zaten.
Düzgün dil kullanımını ara ki bulasın.
Şirketine Bonjour diye giren işverenler
izliyoruz, life koçlar, timeingler, best
friendler havada uçuyor. Bazen az
düzeyde ingilizce bilen kişilerin bile
anlamakta zorlanacağı diyaloglar
duyuyoruz. Ben bazen anlamıyorum
da ordan biliyorum. Herkesin ultra
zengin, holding sahibi, hayalleri
süsleyen hayatlar yaşadığı zaten
klasikleşti artık. Şahsen ben holding
olmazsa çok yadırgıyorum. Alelacele
tabelası değiştirilmiş, bir de uyduruk
logo bulunmuş, nedense hep de
ülkenin en iyi holdingini gözüm
arıyor mutlaka. Bu kadar zenginsek
göstermek lazım tabi. Üç kişi için
hazırlanmış yirmi kişilik kahvaltılar,
asla bitirilmeyen tabaklarla da “israf”
havalı bir şey gibi gösteriliyor. Yavaş
yavaş, farkettirmeden... Hiç tişört veya
eşofmanla göremediğimiz holding
sahibi esas adam takım elbisesi ile
gelip; beş yıldızlı otelin açık büfe
kahvaltısı gibi hazırlanmış masadan bir
peyniri on parçaya bölüp sadece birini
yiyerek gidiyor. Benim de aklım o sanat
eseri gibi dizilmiş yiyeceklerde kalıyor.
insanlar ya çok zengin, ya da hakkaten
beş kuruşsuz. Hiç bir zaman orta halli
bir memurun yaşamını izlemiyoruz
dizilerde. Tabi bilinçaltımıza bu beş
kuruşsuz insanların bir gün doymasa
da tabağını bitirmeyeceği, on parça
peynirden birini yiyeceği zengin
hayata kavuşması fikri ilmek ilmek
dantel gibi işleniyor.
Bu işi yapanlar gerçekte bu sınıftaki
insanların hayatlarına o kadar uzaklar
ki, doğru düzgün işi olmayan bir adamın her yere taksi ile gitmeyeceğini,
toplu taşıma aracı kullanacağını bilmiyorlar. Oysa o adam taksiye vereceği
parayla bir haftalık pazar ihtiyacını
karşılar. Standart maaşı olan bir polis
memurunu bir dizide gayet iyi şartlarda, başka bir dizide nerdeyse muhtaç
halde görüyoruz. Bir öğretmenin, bir
polisin gerçekte nasıl hayat yaşadığını
bilmiyorlar. Öğretmenleri halâ, rahmetli Kemal Sunal’ın “Öğretmen” filmindeki
halinde zannediyorlar herhalde. Hiç
bir karakterin sürekli giydiği bir giysisi
bırakalım giysiyi hep taktığı bir çantası
bile olmuyor. Bir giydiğimizi bir daha
giymeyelim fikri de bir şekilde bilinçaltımıza işleniyor. Gecekonduda yaşayan
aile mi gerekiyor; buluyorlar uygun
bir ev, sonra evin ortasına sonradan
koyulduğu her şekilde belli olan bir
masa yerleştiriyorlar. Sofra beziymiş, siniymiş, sini yüksekte dursun diye
altına koyulan leğenmiş bunları göremiyoruz. O ailede üç zeytin,
iki peynir için herkese servis tabağı
koymazlar, her öğün masalarına yeni
ve temiz bir masa örtüsü de sermezler. O örtü her öğün yıkanmasın diye gider o masayı bulaşık süngeri ile siler, arkasından sarı mutfak bezi ile kurular ama bunları
dizilerde göremeyiz.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 21
YAZAR
Üç kişi için
hazırlanmış yirmi
kişilik kahvaltılar,
asla bitirilmeyen
tabaklarla da “israf”
havalı bir şey gibi
gösteriliyor.
Başörtüsünü tel
toka ile tutturan bir
yurdum babaannesi
de yoktur gerçek
hayatta.
22
Turuncu Dergİ / Mart 2016
Oysa ki sarı mutfak bezi orta sınıf bir
aile mutfağının baş tacıdır. Başörtüsünü
tel toka ile tutturan bir yurdum
babaannesi de yoktur gerçek hayatta.
Hatta bu babaannenin elleri de manikürlü
olmaz. O ellere bir kına yakmak, bir
yemeniyi tepeden düğümle bağlatmak
bu kadar mı zor diye düşünüyor insan.
Tam bunları düşünürken, bir de tel tokalı
ve manikürlü babaannenin beline takılmış
mikrofon aparatını görünce insan başlıyor
“bir ev parasını bir haftada kazanıyorsunuz
biraz özen gösterin be kardeşim” demeye...
Geçenlerde aylardır reklamları yapılan
üç kez senaryosu, defalarca oyuncuları
değiştirilen bir dizi başladı. Bir bölümüyle
15 tane Perihan abla çekilecek kadar para
harcanmış, Fransa’dan Karadeniz’e oradan
İstanbul’a uzanan ilk bölümü mantık ve
çekim hatalarından geçilmiyor. Zaten
diziler nerede başlarsa başlasın, mutlaka
İstanbul’a uzanır. Annesi fransız babası
Türk bir karakteri alman aksanı ile oynayan
esas kızın saç rengi tek bölümde dört kez
değişti. İş için Fransa’ya gelen esas oğlan,
esas kızın annesine, Fransa’nın ortasında
üstelik otelde kalırken kara lahana çorbası
yapıp getiriyor ama kimse “yahu sen bu
malzemeleri valizinde mi taşıdın” diye
sormuyor. Aradan geçen dört senede
esas kızın alman aksanında hiç değişiklik
olmazken, öz be öz hakiki fransız annesinin
Türkçesi Zeki Müren kıvamına geliyor.
Şimdi ben yine dayanamıyorum ve yine
söylüyorum o kadar para kazanıyorsunuz
be ablacım, hadi senaristin yönetmenin
işi gücü vardı senin zaten toplasan 15 dk.
rolün var, “bi dk ben fransızdım yahu, nasıl
ana haber bülteni sunacak gibi Türkçe
konuşurum?” diyemedin mi? Tek bölümü
bir milyon liraya çekilip, kanal beğenmedi
diye çöpe atılan ve yeniden aynı masraf
yapılan, bazen dekor olarak resmen bir
şehir inşaa edilen dizilerden; Türkan
Şoray’ın sabahları takma kirpikle uyandığı
filmleri gerçekçi bulmayıp alay eden,
Yeşilçam’ın imkanlarını yüz kere cebinden
çıkaran bir sektörden de insanın beklentisi
yüksek oluyor tabi. Neyse ben zaten
sadece belgesel izlerim. Bir gün; 30 senedir
komada olduğu halde saçları kusursuz
balyajlı kadınların olmadığı, evlerin içinde
bir köşede döşemesi yanmış ütü masası
olan, çayların tamamının içildiği, hiç
kimseden korkmayan değil de mesela
Allah’tan korkan, dua eden, pişman olan,
baş karakterlerin olduğu diziler yapılırsa
haber verirsiniz.
YAZAR
YAZAR
Zarİf
YAZILAR
Gönül deryasının manevİ kıblegâhı olan
duygular ve bu duyguların terennümüyle
vücud bulan kelİmeler, güzelİklerden, estetİkten yana olsa
da yaratılana saygı ve hürmette kusur gördüğü vakit
keskİn bİr kılıç gİbİ durmuştur karşısında.
GÜLFİDAN ÇALIŞKAN
Eğitimci-Yazar
[email protected]
Dedi ki sen şairsin elindeki bu taş ne?
Dedim ki şair aşka boyun eğer ,
zulme değil…
C . Zarifoğlu
debiyat, dil, kültür,
geçmişten bu güne her
vakit hem insana ait derinlik
ve güzelliklerin, hem
toplumun kalbine sinen
haksızlıkların, hükümsüzlüklerin ve
zafiyetlerin zarif sesleri olmuştur.
Edebiyatın insana ait fıtri derinlikleri
insan ve edep desturuyla birleşerek
içinde doğduğu milletin
ruhaniyetiyle bütünleşmiştir. Bu
bütünlük, bazen millete ait her
mevzuda edebiyata sirayet etmiş,
bazense edebiyat vesilesiyle
toplumun, milletin sinesinde yer
bulmuştur. Gönül deryasının manevi
kıblegâhı olan duygular ve bu
duyguların terennümüyle vücud bulan
kelimeler, güzeliklerden,
estetikten yana olsa da yaratılana saygı
ve hürmette kusur gördüğü vakit
keskin bir kılıç gibi
durmuştur karşısında. Tabi yine her
E
24
Turuncu Dergİ / Mart 2016
daim nezih bir üslupla… Tarihin
derinlikleri, yaşamın seyrini
değiştiren, kimi zaman tarih yazıp kimi
zaman tarihi bozan ediplerle doludur.
Yaşadığımız coğrafyanın
mazisi cihan hükümdarlarına kafa
tutan, çağ açıp çağ kapatan, hak bildiği
yolda hakkı söylemekten
sakınmayan hatta serinden vazgeçen
nice müeddiplerle doludur. Gönlüm
bu müeddiplerin ruha
nizam veren küçük birkaç hikayesini
yad etmek ve o aziz hatıraların
gölgesinde mütebessim bir huzur
tatmak istiyor.
Şairlerin hüsn-ü kabul gördüğü,
sarayın en âli eğlencelerinden,
seferlerin en zorlu gecelerine kadar
her mecliste ihtimamla ağırlandığı
ancak dilden arız olan birkaç cümlenin
ölümle sonuçlanabilecek
boyutta tehlike arz edebildiği günler
de olmuştur. Bu zorlu, ancak her
yönüyle muhteşem olarak
nitelendirilen günlerde gönül hazinesi
dolu, kalemi kuvvetli olanlar hoş
sadalar bırakmıştır ardında.
Şairler Sultanı olarak tanınan Bâki
bunlardan biridir. Sanata ve sanatçıya teveccühüyle bilinen Kanuni gibi
ulu, aynı zamanda şair bir padişahın
devrinde yaşamış, ve o yüce şahsiyetin
‘’Yaptığın üç önemli şeyi say deseler
biri muhakkak şair Baki’yi İstanbul’a
getirip insanlığa kazandırmamdır.’’iltifatına da mazhar olmuştur. Ancak
bir sebeple bunca övdüğü Baki’ye
celallenen Kanuni onu memleketten
sürgün etmek için ferman buyurmuş,
ancak bu hükmünde sanatının ve ruhunun inceliğini, zerafetini sergileyerek
fermanını dört satırlık bir şiirle
beyan etmiştir.
Baki bed
Azm-i bülend
Bursa’ya red
Nefy-i ebed
(Baki kötü adam/Yüksek kararımdır /
Bursa’ya gönderilsin (memleketi) /bir
daha gözüm görmesin.)
Söyleyen kudretli bir padişah, söylenen
usta bir şair olur da söz burada kalır
mı hiç. Elbette şairin cevabı da en az
Kanuni kadar ince, ve nezih bir şiirle
olmuştur:
Nola kim nefy_i
ebed azm_i bülend olunsa ey Baki
Bilesin ki cihân mülkü değil
Süleyman’a baki
Şâhâ! Azminde isbat-ı
tehevvür ettin ammâ
Buna fâni dünyâ dirler ,
ne sen Bâki ne ben bâki
Manası: Ey Baki, Sultanın yüksek kararı
seni yanından uzaklaştırmak olsa ne
olacak Bilesin ki cihan mülkü Hz.
Süleyman’a bile kalmadı. (Süleyman
Peygamberi hatırlatıyor)
Ey şahım! Kararınızda açıkça gazabınızı
ve celalinizin gücünü ispatladınız
ancak Unutmayın ki bu dünya fanidir,
geçicidir size de bana da sonsuza dek
kalmaz.
Şüphesiz Bâki gibi kuvvetli bir şairin bu
dizeleri söyleyebilmesi şaşılacak mevzu
değildir. Şaşılacak
olan bu dizelerin Avrupa’yı titreten,
Akdeniz’i hakimiyeti altına alan,
nicelerini karşısında diz çöktüren
bir Sultan karşısında söylenebilmesidir.
Dahası cihanın sultanı, bu dörtlüğün
hatırına şairlerin sultanını affetmiş,
fermanı geri almıştır.
Nihayetinde Bâki tam da kendi
mısralarıyla ifade ettiği gibi:
Avazeyi bu aleme
Davud gibi sal
Baki kalan bu
kubbede bir hoş
seda imiş Bu
alemde bir hoş
seda olarak kalmış
ve öyle anılmıştır.
Ve bir başka
hikaye… Ancak aynı muazzam
kahraman…Sultan Süleyman Han…
Bir gün Topkapı Sarayının arka
bahçesinde dolanırken ağaçlardan bir
kaçının yapraklarının
buruştuğunu görür. Dikkatlice bakınca
ağacın dallarının karıncalar tarafından
istila edildiğini fark eder.
Çözüm olarak ağaçları ilaçlatıp
karıncalardan kurtarmayı planlar. Fakat
iyice mülahaza edince
karıncaların da can taşıdığı, onlara
yazık olacağı vehmine kapılır ve işin
içinden çıkamaz. Mevzuyu
hocası Ebussuud Efendiye iletmeye
karar verir. Konuyu istişare niyetiyle
hocasının yanına gidip onu
odasında bulamayan Kanuni sualini
edebi bir dille bir kağıda not ederek
hocasının rahlesi üzerine
bırakıverir.
Meyve ağaçlarını sarınca karınca,
Günahı varmı karıncayı kırınca?
Ebussuud Efendi odasına dönüp
rahlesine bırakılmış bu nezih usluplu
soruyu görünce aynı minvalde
cevap buyurmuş, aynı rahle üzerine
bırakmıştır.
Yarın hakk’ın divânına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca…
Kanuni bir zaman sonra tekrar
hocasının odasına uğramış , rahle
üzerinde sorusunun cevabını
görünce tebessüm buyurmuştur. Ve
ağaçların ıslahı için başka bir çözüm
bulunmuştur.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 25
YAZAR
YAZAR
Bizim Çayımız
Evladır ki ömrü
savaşlarda geçmiş bir
padişahı böylesine gönül ehli, söz
ustası, ve sanat dehası olan bir
milletin diz
çöktürülebilmesi
kâbil değildir.
26
Turuncu Dergİ / Mart 2016
O padişahlar, o sultanlar ki belagatın
altın bir hazine olduğunun farkındadır
ve bir çoğu bu hazineye
sahip kabiliyettedir. Bu kabiliyetler
arasında peygamberi övgüye mazhar
olmak arzusuyla bin bir
güçlükle İstanbul’u fetheden
Fatih de yer almaktadır. Henüz
çocuk yaştayken babası Sultan Murat
onu tahta geçirmiş. Çocuk yaşta bir
padişahın tahta geçmesini fırsat bilen
düşmanlar Âl-i Osmanlıya saldırma
planları yapınca Fatih babasına o
meşhur fermanı iletmiştir:
Eğer ki padişah sensen gel ordunun başına geç, yok eğer padişah ben isem emrediyorum, gel ordunun başına geç!
Bu sözlerle o yaşta bir çocuğun
düşündürücü ve etkileyici zekasını göz
önüne sermiştir.
Sonraları Hakkın izniyle büyük bir
müjdeyle şereflenmiş, tarihin en büyük
zaferlerinden birine
mühür vurmuştur.İstanbul’un fethi
aşkıyla ile bin bir güçlükle sınanmış
,sevdasına nail olmuştur.Buna
rağmen hakkı ve hakikati her
daim bu sevdadan üstün tutmuştur.
İstanbul’dan aziz sevdasını
dillendirdiği bir şiirin son dizeleri
gelir aklıma….
İSTEMEM
Ben Sultan Fatihim,
Önündeyim İstanbul’un
Yakarım bu şehri, yüzünde bir tebessüm için.
Yoksa gül yüzünü güldürmeyen sultanlığı istemem
İstanbul’u istemem
Ben bir garip Yunus’um yazdığım sensin, yandığım sen.
Se nden gayrı bir aşka ben kalemi istemem
Kağıdı istemem.
Ben senin ümmetinim, sensin benim efendim
Senden gayrı, senden başka efendi istemem,
Sevgili istemem, istemem…
Avnî ( Fatih Sultan Mehmet)
Neticeyle, tüm alemi nizamın, fethine
gıptayla baktığı bir Sultan’ın her şeyi
elinin tersiyle itebileceği
en kuvvetli aşk, İlahi aşkın tezahürüyle
yön bulmuş bir peygamber aşkıdır.
Bileğinin olduğu gibi
ruhunun, dilinin ve gönlünün kudreti
bu aşkın hayatta tecelli bulmasındandır.
Evladır ki ömrü savaşlarda geçmiş bir padişahı böylesine gönül ehli, söz ustası, ve sanat dehası olan bir milletin diz
çöktürülebilmesi kâbil değildir.
O dahileri örnek alıp hayatın her
merhalesinde er gibi duranlar,
sözüyle, özüyle velhasıl adabıyla zalime
zulmü haykıranlar oldukça da kâbil
olmayacaktır biiznillah.
turuncudergi.com
Bir kuyumcu ustalığıyla, çay lizlerinin
altın değerindeki en üst yapraklarından
özel olarak harmanlandı.
YAZAR
YAZAR
NURAN
SÖZEN
yaradanımız
kulunu rağmenlere
rağmen sevecek ve
affedecektİr,
İyİlİklerİ güzellİklerİ
karşılayacaktır
gİdenlerİ
28
Turuncu Dergİ / Mart 2016
E
SSELAMÜ ALEYKÜM
EVLATLAR, KARDEŞLER,
DOSTLAR…
Şu geçirdiğimiz aya geri
dönüp baktığımızda çok somut
gerçek bir hayat dersi aldik.
toplumun tanıdığı iki kıymetli insanı
kaybettik. İkisinin de çok özel yerleri
vardı cemiyetimizin içinde.
Biri her bakımdan koçtu.
Zengindi, itibarlı idi. Çevresi özel
hayranları ile doluydu. Yardım
severdi, tevazu sahibiydi, güler
yüzlüydü.
Ebedi hayatında iyilikleri güzellikleri
karşılayacaktır kendisini. Çünkü
yaradanımız kulunu rağmenlere
rağmen sevecek ve affedecektir.
***
Sıratı müstakimde ötekileştirmek
yoktur bir olmak vardır. Bu hakikat
bizi herhangi bir düşünceye tavra
sokmasa iyi olur. Çünkü hainlerin
çemberine gireriz o zaman Allah
korusun.
Ancak; bizi yaradanın, bizi güzel
insan yapmak için çırpındığı ve
bir hakikati çok sık hatırlattığı
rasulullahın Allah Rızasını en öne
almadığımız her eylemimizin boşa
gideceği gerçeği de iliklerimize
işlemiştir.
İstiridyenin sinesinde bir kum
taneciği sabırla , zikirle, tevekkülle
inci oluyor. İnciler saçılıyor zamana mekana mekanlara… Tasdik
ruhunu... Teslimiyet ruhunu... Eyvallah
ile hayatımıza geçirmemişsek ancak
hüsrana uğrar gönlü kırık bir perişanlığa kucak açarız.
Evet, evet... diğer bir kaybımız mı?
Ne yapsak ne etsek gözyaşlarımız
dinmiyor. ‘Elif’i duruşuyla haksızlıklar
karşısında başının gideceğini bilseydi, Hz. Ömer Ra.’ın karakter yapısıyla
cebini değil cephesini düşünen adam
hüviyeti ile kılcal damarlarımıza kadar
bizi titreten kelamıyla, kalemiyle çok
kiymetli bir dostu kaybettik. Cenabi
hakkı, habibini, furkanı, kitabını seven
hakiki güzel imanli insanlarımızı hepimizi imrendirecek bir akibetle gitti
fani dünyadan.
Hasan Karakayamız, hepsi abdestli
namazlı, hepsi de Allah rızasını öne
alan bir ekiple ‘Beytullah’ı ziyaret etti.
tam sinesini gördü beytin.
Daha sonra Medine’de Allah Rasulünü
ziyaret etti.
Kimbilir ne yaşamıştı ki kaldığı otelin
kapısından odasına gidemeden uçtu
gitti…uçtu…
Acı haberi ekibin başındaki
Tayyibimizin kelimeleriyle değil
gözyaşlarıyla öğrendi herkes.
Daha sonra vatana getirilen bu
kıymetin salı cumhurbaşkanımız
ve başbakanımızın omuzlarında bu
ayrılığın derin acısını duyan ve imam
efendinin mevtayı nasıl bilirdiniz
sorusuna yalansız, riyasız iyi biliriz
şahadetleri ile uğurlandı.
Eskilerin gökte delik oldu ifadesi
yerine oturdu. Kitabimizda üstüne
yemin edilen kalemi, o güzelin
hakkını vererek, emri bil marufnehyi anil münker’i unutturmayacak
ifadelerle işleyen çok kıymetli, ayakları
öpülesi insanlarımız, yazarlarımız,
sohbetçilerimiz var Elhamdülillah.
Maddi manevi sıhhat içinde yaşasınlar İnşallah! Dualarımız
onlarla beraber. Ama ‘o’nun tarzında,
kısa ifadelerle iyilikler güzellikler
taçlandırılacakken karşı tarafin
hainlerini yerin dibine sokma ifadeleri
çok mücessemdi. Tarih tekerrürden
ibarettir derler… İnşallah benzer bir
güzeli bulacağız. Rabbimin sonsuz
rahmeti üzerine olsun.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 29
YAZAR
YAZAR
Deli
Kızın
Bohçası
Size de
oluyor mu?
VERA NUR AYDINBAŞ
[email protected]
anı yaşamak diye bir şey var, ne geleceği ne de geçmişi
düşünmek. Sürekli var olduğum andan çıkıp kendime zaman
içinde zaman yaratıyorum ve bir yerlere gidiyorum.
Peki içinde bulunduğum an nereye gidiyor?
K
endimi delirtmeye
bayılıyorum. Kafamda
bin bir çeşit senaryoyla
günümü kendime dar
ediyorum. Drama dalında
dünyanın en iyi senaristi benim. Yalnız
henüz keşfedilmedim. Şimdilik kendi
kendimi çürütmekle meşgulüm. Bir
insan neden geleceğe dair umutlu
30
Turuncu Dergİ / Mart 2016
olacağım, neler düşüneceğim
ve bunları nasıl ifade edeceğim,
karşımdakinin bana söyleyecekleri,
mimikler, jestler, ağlama ve
dövünmeler ya da gururlu çekip
gidişler ve sonra yalnızken kendini
duvardan duvara vurmalar, felaket
sonrasının etkilerini atlatma
ve iyileşme süreci, o süreçte
hissedeceklerim ve yaşayacaklarımı
öngörme ve kapanış.
Bunları hayal ettikçe sanki bunları
yaşamaya daha da yaklaşıyormuşum
gibi geliyor. Ki öyle de zaten. Kendimi
bu olumsuz olayların olumsuz
enerjisine sokup, onları kapılarda
pencerelerde bekleyerek hayatıma
buyur ediyorum ya da edeceğim.
Düşündükçe mücrim gibi titriyorum,
titredikçe panik olup daha da kötü
şeyler düşünüyorum.
Halbuki tek istediğim anı yaşamak,
evet, anı yaşamak diye bir şey var, ne
geleceği ne de geçmişi düşünmek.
Sürekli var olduğum andan çıkıp
kendime zaman içinde zaman
yaratıyorum ve bir yerlere gidiyorum.
ya da güzel anların hayalini kurmaz
da, hep olabilecek en hüzünlü ve
dramatik anlara dair üretim yapar?
Üstelik güzel bir şey düşündüğümde
ana hatlarıyla şöyle bir hayal ederek
geçer ama kötü bir şeyi düşünürken
en ince ayrıntısına kadar betimlerim.
Önce başıma gelen felakete karar
veririm, o anda nerde ve kimlerle
turuncudergi.com
Peki içinde bulunduğum an nereye
gidiyor? Hayattaki 27 yılımın belki de
5 yılını an içindeki sanal anda kendimi
heder ederek kaybettim.
Dışarıdan bakınca ne kadar
saçma, belki ben o anda denize
nazır bir bankta oturuyorum ama
gözlerim içime dönmüş ve o anda
hayatımda yeri olmayan bir dramatik
sahnedeki oyunculuğumu yaşıyorum.
An’a döndüğümde ise bu sahnenin
kasaveti ile kendimi düşük bir moda
sokup melankoli kastırıyorum ya da
senaryomdaki ilgili kişilere yaklaşımım
olumsuza doğru değişmeye başlıyor.
İnsanın inanılmaz bir yaratım
ve gerçekleştirme gücü var.
Kapasitemizin farkına varamıyoruz.
Ağzımızdan çıkan laf olsun diye
söylenmiş sözlerin bile büyük etkisi
ve önemi var. Örneğin; Solomon
adalarındaki kabileler ormanı
temizleyip kendilerine tarla yapmak
istediklerinde ağaçları kesmezler.
Toplanıp bir araya gelirler ve ağaçlara
küfürler savurup lanet okurlar. Yavaş
da olsa bir süre sonra, muhakkak
ağaçlar sararıp solmaya başlar, ve
kendi kendilerine ölüp giderler.
Söylediğimiz her söz, içimizde
taşıdığımız her duygu tahmin
ettiğimizden çok daha büyük bir
etkiye sahip. İstediğimiz her şeyi
gerçekleştirme gücüne sahibiz.
Düşüncelerimi, sözlerimi olumluya
çevirip kullanmak varken kendim için
neden kötüsünü seçiyorum? Olumsuz
duygularla ömrümü, organlarımı,
ruhumu ve kapasitemi tüketiyorum.
Halbuki her şey ne kadar da basit,
sadece yaşadığım anda kalıp o anın
tadını çıkarmam bile buna yetecekken
ben neleri tercih ediyorum.
Kendimi iyi hislere ve düşüncelere
sevketmek yerine kendimi
boğuyorum. Sırf güzel hayaller
kursam bile yetecek aslında. Ve eğer
korktuğum hep başıma geliyorsa,
heveslerim ve sevinçlerim neden
başıma gelmesin?
İnsan nelere kadir olduğunun
farkında değil, umarım bu gücümüzü
olumlu kullanıp, güzel ve sağlıklı
düşünceleri paylaşabilenlerden oluruz.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 31
YAZAR
YAZAR
SAVAŞ VE
TERÖRÜN SESSiZ
MASUMLARI;
KADIN VE ÇOCUKLAR
Savaşın ve terörün yarattığı sosyal, psİkolojİk ve
ekonomİk yıkımların etkİlerİ, yalnızca
geçmİŞ ve bugünkü mağdur ve masumları değİl,
gelecek kuşakları da ağır etkİlemektedİr.
D
ünyanın pek çok
yerinde devam
etmekte olan savaş
ve terörün olgularını
sosyal, psikolojik
ve ekonomik
etkilerinden en çok mağdur olan
kesim erkekler değil, kadın ve çocuklar
olmaktadır. Günümüzde milyonlarca
kadın ve çocuk, ülkelerin kendi iç
çatışmaları ve başka topraklara sahip
olmak için çıkardıkları savaşların
ve terör saldırılarının doğrudan ya
da dolaylı olarak sessiz masumları
durumuna düşmektedir.
Savaş ve silahlı çatışmalar sonucu
ortaya çıkan durumlarda savunmasız
ve incinebilir olmaları nedeniyle
öncelikle kadın ve çocuklar, her türlü
zorlukla –ölüm, yararlanma, taciz,
tecavüz, kaçırılma, engellilik, tutsaklık,
açlık, ailesini, yakınlarını dostlarını,
evini, toprağını, ülkesini kaybetme,
korku, acı, şiddet ve gözyaşı- karşı
karşıya kalmaktadır. Hüküm süren
kaos nedeniyle kadınlar ve çocuklar
çoğunlukla yalnız kalmakta, bır kısmı
32
Turuncu Dergİ / Mart 2016
AYGÜL
FAZLIOĞLU
Aile ve Sosyal Politikalan Bakanlığı
Bakanlık Müşaviri / Sosyolog
[email protected]
siddetin kimliklerini oluşturmasına,
boyun eğer hale gelirken, diğerleri
ise çeşitli şekillerde sömürülmekte ve
istismar edilmektedir.
Geçmişteki savaş sonrası ve/
veya savaşlarda yaşamını yitiren,
mağdur olan ya da engelli insanların
çoğunluğunu erkekler oluştururken,
1990’lardan beri yaşanan savaşlarda
yaşamını kaybeden, mağdur ya da
engelli olan insanların çoğunluğunu
kadın ve çocuklar oluşturmaya
başlamıştır. Savaş özelliklede iç
savaş nedeniyle yaşadıkları yerden
ayrılarak mülteci, sığınmacı durumuna
düşen yine kadın ve çocuklarddır.
Günümüzde Suriye, Irak, Afganistan
ve bazı Afrika ülkelerinde yaşanan iç
çatışma ve terör saldırılarında hergün
yüzlerce insanın katledilişi göz göre
göre seyredilmektedir.
Savaşın ve terörün yarattığı sosyal,
psikolojik ve ekonomik yıkımların
etkileri, yalnızca geçmiş ve bugünkü
mağdur ve masumları değil, gelecek
kuşakları da ağır etkilemektedir.
Savaşların Bıraktığı Derin İzler
Savaşların nedenlerinden çok
sonuçlarına kadın ve çocuklar
üzerinde, bıraktığı izlere bakmak
gerekmektedir. Savaş zamanlarında
kadınlara yönelik tecavüzler sıkça
rastlanan olaylardır. Örneğin;
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Asya’da görev yapan her on Amerikalı
askerden birisinin Asyalı kadınlardan
çocuğu olduğu bilinmektedir,
Bosna’da 1992-1995 yılları arasında
Sırplar tarafından 300 bin sivilin
katledildiği, binlerce kadının tecavüze
uğradığı, masum sivillerin toplama
kamplarında açlığa terk edildiği,
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 33
YAZAR
Sıklıkla bombalama,
yaralama, cinsel
ve fiziksel istismarın
kurbanı olan bu kadınlar
yaşantılarında çok uzun
süren, sağlıklı gelişmeyi
engelleyen ruhsaltoplumsal sorunlarla
karşı karşıya kalıp,
soysal dışlanmışlık
yaşamaktadırlar.
34
Turuncu Dergİ / Mart 2016
YAZAR
30 bin Bosnalı kadına etnik yapılarını
bozmak için sistematik bir şekilde
tecavüz edildiği, binlercesinin
hamile kaldığı, kürtaj olmalarının
engellendiği, yüzlerce kadının
bu utanç yüzünden intihar ettiği
binlerce tecavüz çocuğu doğduğu
ve yetimhanelerin dolduğu hala
hafızlarda tazeliğini korumaktadır.
Bir süredir çatışmaların ve otorite
boşluğunun yaşandığı Irak’ta, IŞİD
öncülüğündeki silahlı gruplar,
daha çok Irak’ın Musul ve Duhok
şehirlerinde yaşayan Ezidilerden bir
kısmını öldürüp, çoğu Ezidi kadını esir
alıp, seks kölesi olarak kullanmıştır.
Sıklıkla bombalama, yaralama, cinsel
ve fiziksel istismarın kurbanı olan
bu kadınlar yaşantılarında çok uzun
süren, sağlıklı gelişmeyi engelleyen
ruhsal-toplumsal sorunlarla karşı
karşıya kalıp, soysal dışlanmışlık
yaşamaktadırlar.
Savaş, dolaylı ya da direk etkilenen
insanlar üzerinde çok boyutlu etkiler
bırakmaktadır. Kadın ve çocukların
üzerinde bıraktığı etkilere
bakıldığında; çeşitli ruhsal
bozukluklar, şiddet ve saldırgan
davranışlar, hayata küsme, öz güven
kaybı, kedine ve topluma giderek
yabancılaşma kaygısı bunların
başlıcalarıdır. Yapılan araştırmlar
göstermiştir ki; savaşa katılan
toplumlarda, savaştan sonra şiddet
ve insan öldürme davranışında ciddi
bir artış meydana gelmektedir.
“UNICEF tarafından 1996 yılında
yayınlanan ‘Dünya Çocuklarının
Durumu’ raporunda; 1986-1996 yılları
arasında gerçekleşen savaşlarda 2
milyon çocuğun öldüğü, 5 milyon
çocuğun sakat kaldığı, 12 milyon
çocuğun evsiz kaldığı, 1 milyondan
fazla çocuğun ana babasını kaybettiği
ve 10 milyon aşkın çocuğun ruhsal
sarsıntı geçirdiği belirtilmektedir.
Günümüzün Savaş Stratejisi
turuncudergi.com
Terörizmin Kurbanları Öte yandan
1970’lerin başında ve 1980’ler de,
baştanbaşa bütün dünyada birçok
terörist örgüt faaliyet gösternekteydi.
Bunlardan bir kısmı yok olurken bir
kısmı günümüzde de faaliyetlerini
göstermekte olup, aynı zamanda
yeni yeni örgütlenmeler kapsamında
terörist faaliyetler çağımızın en
önemli problemleri arasında yer
alamaktadır. O kadar ki günümüzde
terörizmin, kendine ait iletişim şekli,
değerler sistemi, tarihi, kültürü,
siyaseti, eylem yöntemleri, ekonomisi
ve sektörü oluşmuş durumdadır. Bu
bağlamda, insanlık tarihinin değişik
dönemlerinde görülen terörizmi bir
savaşım stratejisi olarak modern çağın
bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim Türkiye’de terör,1970’li
yıllardan itibaren gündeme girmiştir.
Önce sol terör örgütleri faaliyetlere
başlamış buna paralel olarak sağ terör
örgütlerinin eylemleri gelişmiştir.
turuncudergi.com
Sol-sağ terör örgütlerinin eylemlerinin
zayıfladığı bir dönemde PKK terör
örgütü faaliyetlere başlamış 1990’lı
yıllarda PKK’nın eylemlerinin arttığı bir
dönem dini motifli terör örgütlerinin
faaliyetleri de ülkemizde yer almaya
başlamıştır. Bugün ülkemizde ayrılıkçı
törer hareketlerinden olan PKK’nın
faaliytleri aralıksız devam etmektedir.
Söz konusu bu örgütün de dünyadaki
diğer terör örgütleri gibi insan
kaynağının belkemiğini özellikle okul
çağında, tecrübesiz, bir kimlik inşaa
edemeyen çocuk ve gençler
oluşturmaktadır. Ayrıca kadınlar
sayıları azda olsa onlarda terör
örgütlerine katılmaktadır. Gençler
daha aktif, sorumluluk gerektiren
roller üstlenirken, kadın ve çocuklar,
istihbarat toplama, domestik işler,
lojistik hizmetler gibi alanlarda ikinci
rollerde ve intihar eylemlerinde
kullanılmaktadırlar. Bireylerin ayrılıkçı
terör örgütlerine katılımları tek bir
Türkiye’de
terör,1970’li yıllardan
itibaren gündeme
girmiştir. Önce
sol terör örgütleri
faaliyetlere başlamış
buna paralel olarak
sağ terör örgütlerinin
eylemleri gelişmiştir.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 35
YAZAR
nedenle açıklanamaz. Terörü besleyen
nedenlerin başında sosyo-ekonomik
eşitsizlikler, nüfus yoğunluğunun fazla
olması, aile yapısı, yoksunluk, etnik
milliyetçilik gibi faktörler gelmektedir.
Bu faktörler bazı nüfus gruplarında
mağduriyet duygusunun oluşmasına
yol açıp, ayrılıkçı gruplara katılarak,
mevcut sistemden öç almaya
itmektedir. Ayrıca gençlerin kendilerini
bir gruba ait hissetme, saygı görme,
sorumluluk alma duygusu bu süreci
pekiştirmektedir. Öte yandan yaşadığı
coğrafyada sürekli şiddet ve terör
olaylarına şahit olmak, sürekli korku
ve dehşet duygusu içinde yaşamak
gençleri çaresiz kılmakta, toplumdan
soyutlamaktadır. Yasadışı örgütlere
katılan bireyler özellikle gençler
örgütleri sığınılacak bir adres olarak
görmektedir. Örgüte katılan bireylerin
eğitim düzeyi, yaşı, cinsiyeti sosyoekonomik durumu, aile yapısı bu
katılımları artırabilmektedir.
Aynı şekilde kız çocukları ve
kadınlar toplumda hak ettikleri değeri
görmemeleri ve aile içi rol çatışmaları
sonucu kendilerini terör örgütünün
içinde bulabilmektedir. Bununla
beraber kız çocukların erken yaşta ve
zorla evlendirilmeleri, aile içi şiddet,
erkek kardeş, abi, amca baskısı, okula
gönderilmeme, sosyal kontrol, yanlış
arkadaş edinme gibi nedenler onları
yanlış ortamlara çekebilmektedir.
Terör örgütleri sözde kadınlara
gerçek anlamda sahip çıkarak onlara
değer verdiği şeklinde toplumda bir
algı yaratarak kadınların katılımlarını
artırmaktadır. Oysa terörün yıkıcı
etkilerini derin yaşayan, karar alma
mekanizmasında çok seyrek yer
alan kadın, bir yandan çocuklarını,
onlarla ilgili geleceklerini ve hayallerini
36
Turuncu Dergİ / Mart 2016
Dünyanın ilk başörtülü
balerini olacak
Avustralya’da yaşayan 14 yaşındaki Stephanie Kurlow,
dünyanın ilk başörtülü profesyonel balerini olmayı hedefliyor
kaybetmekte, diğer yandan sosyoekonomik hayatını normal idame
ettirememekte ve soysal dışlanmaya
maruz kalmaktadır. Bunun sonucunda
da insan güvenliği tehdit edilmiş bir
kadın profili sergilenmektedir.
Çocuk, genç ve kadınlar
yaşadıkların toplumun sosyal ve
kültürel değerleri ile yaşadıkları
çatışma sonrası kendine çıkış yolları
aramakta, bu arayış onları terör örgütü
üyesi olmaya kadar itmektedir. Terör
örgütünün birey olarak onlara değer
vermesi, aidiyet duygusu hissettirmesi,
problemlerine çözüm önerileri
sunması onları yaşadıkları topluma
karşı öfke, kin ve sosyal dışlanmışlıkla
beslemekte ve militanlık sürecinde
motive etmektedir.
SON SÖZ
Savaş ve terör bireylerin yaşama
hakkını elinden alıp, gelecek ile ilgi
umutlarını yıkmaktadır. Güç ve yetki
sahibi erkekler, her ne kadar savaş
alanlarından, terör eylemelerinden
kadın ve çocukları uzak tutmayı
çalışıyorlarsa da gerektiğinde
amaçlarına ulaşmak için kadın
ve çocukları savaş alanlarında ve
terörist eylemlerinde hiç çekinmeden
kullanmaktadır.
Terör örgütlerinin kendine özgü
politikaları, stratejileri ve taktikleri
olduğu için terörle mücadele ayrı bir
politika ve bunlara uygun stratejiler
belirleme zorunluluğu doğurmaktadır.
Bunların başında; ekonomik alana
yönelik çalışmalar güçlendirilmeli
yoksullukla mücadele çalışmaları
hızlandırılmalıdır. Çünkü ekonomik
koşulların zorluğu, insanları maddi
yönden etkilediği gibi psikolojik olarak
ve moral yönünden de etkiler. Bu
nedenle toplumda gelir dağılımındaki
dengesizlikler, terör odakları tarafından
istismar edilen en önemli unsurlar
olmaktadır. Özellikle de gençlik yapılan
propagandalardan etkilenerek, terör
örgütlerinin içerisine girebilmektedir.
Dolaysıyla terör örgütlerinin
eleman kazandırmak için kullandığı
eşitsizlik, yoksulluk, mağduriyet algı
propagandalarını yok edecek strateji
ve politikalar geliştirilmelidir.
turuncudergi.com
İki erkek kardeşiyle beraber Avustralyalı bir baba ve Rusya doğumlu bir
annenin üç çocuğundan biri olan 14
yaşındaki Stephanie Kurlow, ailesiyle
beraber İslamiyete geçiş yapmış. Ancak ne yazık ki İslamiyete geçişiyle beraber baleyi bırakmak zorunda kalmış.
Stephanie, ailesiyle yaşadığı Avustralya’nın Sydney kentinin banliyölerindeki dans kurslarına başörtüsüyle
katılmak istediğini ama kabul edilmediği belirtiyor. “Başörtüsü benim için
çok önemli, çünkü benim bir parçam
ve çok sevdiğim dinimi temsil ediyor.
İnsanların soyunma hakkı varsa o
zaman benim de giyinme hakkım var,
başörtüm yaratıcıma olan sevgimin
ifadesi ve bence sadece vücudumu
örtüyor, zihnimi, kalbimi ve yeteneklerimi değil.” Genç kızı hissettiği ayrımcılık yıldırmamış. Dünya üzerinde sınırları
zorlayan, örneğin ABD’nin başörtülü
ilk haber sunucusu Noor Tagouri gibi
Müslüman kadınlardan ilham alan Kur-
low, eğer çocukluk hayalini gerçekleştirmek istiyorsa bir duruş sergilemesi
gerektiğine karar vermiş.
Kurlow, eğitim, malzemeler ve
yarışma masraflarını karşılamak için
10.000 Dolar para toplamaya çalışıyor.
Eğer doğru eğitimi alırsa bilgisini ve
yeteneğini aynı arzuya sahip kişilere
aktarabileceğini düşünüyor.Eğitimini
aldığında farklı gruplardan bale öğrencilerine imkan sağlayacağı bir bale
okulu açmayı umuyor.
İTDV Kadın Kolları Komisyonu
2016 Faaliyet Programını hazırladı
Çalışma Grubu olarak kurulan Kadın Kolları (Istişare)
Komisyonu Vakıf binasında buluşarak 2016 yılı
faaliyet programlarını hazırlamıştır. 2014 yılında
kurulan 2015‘de faaliyete geçen Kadın Kolları
Istişare Komisyonu Kadın Kollarının klasik etkinlik
ve faaliyetlerini destekleyici şekilde 2016 faaliyetleri
arasına Mayıs’ta kadın kolları başkanları için yapilicak
olan Kudüs Gezisi yani sıra Kadın Kolları Başkanları için
bir çalışma ve sosyal etkinlik kampı hazırlamaktadır.
turuncudergi.com
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 37
sağlık sektörü,
pazarını büyütmek için
hastalık
ve meslek icat
ediyor
EZBER BOZAN BİR KADIN VE BİR HEKİM
PROF. DR. CANAN KARATAY, YENİ ÇARPICI
AÇIKLAMALARINI TURUNCU DERGİ İÇİN YAPTI.
H
er söylediği, sağlık konusundaki her yöntemi,
her yaptığı çok ses getiren, herkesin dikkatle
takip ettiği, son yılların
en ünlü hekimi olan Canan KARATAY
ile bu minvalde olan biten her şeyi
konuştuk. Yine tıp dünyasına ve 8 Mart
Dünya Kadınlar günü ile ilgili çarpıcı
mesajlar verdi Canan Hoca. Tek başına
doğru bildiği yolda ısrarla devam karalığında gördük hocayı… Şimdiye kadar
takip edemediyseniz, toplu halde röpartajımızda Canan KARATAY kendine
has ekolünü yeniden anlattı...
TD- Başlamak istediğiniz konu varsa
onunla açılış yapıyım. Kitabınızı
aldım. Çok faydasını gördüm.
CK- Şeker en tatlı zehirdir. Bütün
vücudun hücrelerini baştan sona
kadar hepsini tahrip eder, mahveder.
Onun için mümkün olduğu kadar uzak
durulmasını öneriyoruz senelerden
beri. Ekmeğin de şeker olduğunu
söylüyorum…
38
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
turuncudergi.com
TD- Evet bizim de dikkatimizi çekti. Pirincin, buğdayın, ekmeğin
bizim için şeker olabileceğine hiç dikkat etmemişiz.
CK- Türkiye’de de genel sağlık
sorunlarının temelinde maalesef şekeri
bilinçsizce kullanmak yatıyor. Ekmeği
çok tüketen bir ülke haline geldik. AB
standartlarında yapılan istatistiklere
göre senede kişi başına 200 kilo ekmek
tüketiliyor. Tabii ki çok fazla! Onun için
hastalıkların genel olarak yedisinden
yetmişine, çocuklarımız da dâhil
altında maalesef bu yatıyor. Ben bunu
açıklamaya çalışıyorum kalp profesörü
olarak. Çünkü bu çocuklar, bu gençler
ileride kalp hastası olarak karşımıza
geliyor. Yani kardiyometabolik risk
faktörlerinin temeli çocukluktan
hatta ana rahminden altılıyor. Bu artık
bilimsel olarak gösteriliyor.
TD- Bir süredir söyledikleriniz hem
çok dikkatle takip ediliyor olumlu
anlamda. Sizi seven insanlar çok
fazla. Bir de meslektaşlarınızdan da
tepki alıyorsunuz. Bütün bu olanlara
bakarak ben bu işe nereden girdim
veyaniye akıntıya karşı duruyorum
diyor musunuz? Yani kısaca bir
yorgunluğunuz var mı? Yoksa iyi ki girmişim mi diyorsunuz?
Ck- Ben senelerden beri bunu
söylüyorum. Hiçbir yorgunluğum
yok. Bir hekim olarak, hakiki bir
hekimin ilk işi hastalıkları önlemektir.
Bir kalp ve bir iç hastalıkları uzmanı
olarak hastalanmayı önlemek en
başta gelen işimiz. Yaygınlaşan bu
hastalıklarıönlemek elimizdedir diye
diye konuşuyoruz. Hepsinin temelinde
olan şey ki, biz bunlara kronik dejentif
hastalıklar diyoruz. Nedir bunlar; Başta
obezite, şeker hastalığı, tansiyon,
kalp krizi, felç, kanserler, diz ağrıları/
hanımların diz ağrıları, karaciğer
yağlanması… Karatay Diyeti ve
Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık
kitaplarımda detaylı olarak anlatıyorum
bunları.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 39
Turuncu Dergi İmtiyaz Sahibi Zahide Ceylan, yazarımız
Gülay Kurt ve Prof. Dr. Canan Karatay keyifli bir söyleşi yaptı.
Avrupa tıbbının temelinde İbni
Sina’nın öğretileri vardır. Avrupa’da
ileri bilim de ona dönmeye başladı
yavaş yavaş. Yani hastalıları önlemek
mecburiyetindeyiz. Biz ne yapıyoruz?
Bugün bütün çocuklar hasta, bütün
gençler hasta. 30-40 yaşına daha
gelmemiş gençler hastane hastane
dolaşıyor. Ben 20 yaşında ağaçlara,
dağlara tırmanırdım, bisiklete
binerdim, top oynardık. Hastane
görmedik biz.
“vücudu bozan
3 şeyden kaçının”
TD- Karaciğer yağlanmasını çok
sık duymaya başladık. Beslenme
alışkanlığımızdan dolayı mı?
Bakıyorsunuz insan kilolu değil…
CK- İşte o zaman, kilolu olmasak bile
karaciğer yağlanması başladıysa
bilin ki hastalıkların temeli atılmıştır,
onu söylüyorum ben. Vücut kitle
endeksi yanıltıcıdır. Yine bilinene ters
bir şey söylüyorum! Obez olmayı
beklemememiz lazım, işte bu sebeple
yanıltıcıdır. Genç de olsanız, çocuk da
olsanız, ince de uzun da olsanız eğer
bel çevreniz biraz genişlediyse risk
faktörleri başlamıştır. Ben onu
söylüyorum. Bu saydığım hastalıkların
40
Turuncu Dergİ / Mart 2016
riskinden bahsediyorum. Bunu
önlemek de yalnız sizin elinizdedir /
yalnız bizim elimizdedir. Onun için
iyi bir hekim bu hastalıkları baştan,
temelden yok eder. Yani iyi bir hekim
ne kadar uzman olursa olsun, tabii ki
uzman olacak tabii ki bilimi kullanacak
ama ilk görevi bataklığı kurutmaktır.
Osmanlı sultanlarının hekimbaşları
vardı. Osmanlı sultanı hasta olduğu
zaman hekimbaşına giderdi sen
bana bakmasını bilemedin diye…
Mesele bu. Peki, hasta olduktan sonra
tedavi yapacak mıyız? Tabii ki tedavi
yapacağız. Ben de sabahtan
akşama kadar hasta bakıyorum.
TD- Yani iyileşmesini beklemiyorlar.
Hasta olduğu anda hekimbaşı
gidiyor değil mi?
CK- Evet tabii ki. Çünkü hastalandığı
için sen bana iyi baksaydın,
hastalanmazdım diyor.
TD- Koruyucu hekimlik diyebilir miyiz
duruma.
CK- Evet zaten hekimlik budur,
Hipokrat’tan beri.
TD- Kişinin hastalanması değil,
önceki aşama önemli yani.
CK- Biz böyle bir eğitim gördük. İbni
Sina da aynı şeyi söylüyor. Galen
de aynı şeyi söylüyor. Hipokrat da
aynı şeyi söylüyor. Galen kim? Galen
turuncudergi.com
Roma İmparatorunun hekimi. Aynı
zamanda büyük bir bilim adamı, kendi
çağına göre... İdrarın böbreklerden
yapıldığını bulan hekim. İbni Sina
da hakeza aynı şeyi söylüyor. Ayrıca
hava kirliliği tehlikelidir diyor. Fabrika
yok, araba yok, petrol bulunmamış,
bombalar patlamamış. Yalnız toztoprak var o kadar. Eğer gökyüzünde
andromeda yıldızını göremezseniz
bilin ki hava kirliliği vardır diyor. Bu
çok önemli! İbni Sina önemli bir
astronom ve aynı zamanda önemli
bir hekim. Biliyorsunuz yazdığı
kitap Tıp Kanunu kitabı Avrupa
tıp mekteplerinde 8 asır okutuldu.
turuncudergi.com
TD- 80’li yıllardan sonra müthiş bir
fastfood artması, popüler kültürün
yayılmasından dolayı bu tip
şekerli yiyeceklerin, kansere neden
olan katkı maddelerinin çok fazla
kullanmaya başlaması konusunda
neler söylersiniz.
CK- Endüstrinin, gıda sektörünü ele
geçirmesinden sonraki dönemden
bahsediyoruz, ama en çok 1900’lerin
başından itibaren, genelde ise 80’den
sonra mantar gibi patladı. Bütün
dünyada mantar gibi patlamasının
sebebi de gıda endüstrisi, yanlış
beslenme, doğal beslenmeden
uzaklaşma, fabrikasyon beslenme.
Gıda için en hakiki fabrika doğadır.
Fabrikalarda sizin benim iyiliğimiz
için gıda üretilmez. Değiştirmek,
iyileştirmek değildir. Biz onu bozup
zehirli yapıyoruz. Vücudumuz onları
kaldıramıyor. Hastalıklarımızın temel
sebeplerinden biri de bu.
“dİyetİsyenler
hekİm değİldİr”
TD- Ülkemizde tıp kültürüne ve
tıp dünyasına değinirsek; bu
anlattıklarınızdan yola çıkarak
biz geri miyiz? İbni Sina’dan
başlıyoruz ama sonradan üzerine
gelişme koyamamışız. Peki sizce
kendini geliştirmeye, yeniliklere
açık mı tıp dünyamız ülke olarak?
Bu tartışmalar nereden çıkıyor.
Yani bu bir şahsi durum olabilir mi?
İnsanlar kendi kafasındaki görüşün
en doğru olduğuna inandırmak için
bir oynama yapabiliyor mu gerçekler
üzerinde? Çünkü bir diyetisyen
çıkıyor bir şey öneriyor, başka biri
çıkıyor bir şey öneriyor.
CK- Birincisi diyetisyen hekim değil.
İkincisi bir hekim olarak bütün
hastalıkların temelinde temel bilime
dayalı olarak konuşuyorum ben.
Temelde vücudu bozan üç şey vardır;
şeker yüksekliği, insülin yüksekliği,
trigliseritlerin yüksekliği. Bunu da
yapan şeker ve ekmektir. Bu temel
bilimdir. Klasik diyetler bunu halletmez
Kan insülini yüksek olmayacak,
kan şekeri yüksek olmayacak, kan
trigliseritleri yüksek olmayacak. Çok
basit. Temel bilim çok önemli! Temel
bilime kulak asmak mecburiyetindeyiz.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 41
Menopoz diye
hastalık üretildi,
osteoporoz diye
hastalık üretildi. Her
zamanki fizyolojik
olaylar bunlar.
Gebeliği hastalık
olarak kabul
ediyorlar artık.
Gebelik hastalık mı,
en doğal bir şey.
42
Turuncu Dergİ / Mart 2016
TD- Peki bu anlattıklarınızı hangi
kategoriye koyabiliriz.
CK- Temel bilime koyacaksınız. Modern tıp diye bir şey yok. Teknoloji çok
ilerlemiş, tabii ki kullanacağız. Tıp da tek
gerçek insan vücududur. Hasta bir tanedir, hastaya göre uygulanır, kurallara
göre uygulanmaz. Temel bilim hastanın
kişisine göre uygulanır. Çünkü hastalık
yoktur hasta vardır.
TD- Hastalık yoktur hasta vardır bunu
biraz açabilir miyiz?
CK- Her kişi özledir. Her kişiye göre siz,
onun vücuduna göre, onun yaşadığı
ortama göre, beslenmesine göre, aldığı
havaya göre ancak tedavi yapabilirsiniz.
TD- Yani hastalık her kişide farklı
seyredebilir. O yüzden hasta
üzerinden ilerlenmelidir.
CK- Dünya’da 8 milyar insan vardır ve 8
milyar parmak izi vardır. Tek bir tişörtü
herkese giydiremezsiniz, ben onu
söylüyorum. Hekimlerin de ona göre
hareket etmesi lazım. Bütün sağlıkçıların
hastayı tanıması lazım. Hastalığı tedavi
etmeyecekler, hastayı tedavi edecekler.
Temel tıp budur.
sağlık sektörü
önce ilaç
sonra hastalık
üretiyor
TD- Eskiden duymadığımız
hastalıklar şimdi var. Bunama
deniliyordu şimdi Alzheimer deniliyor,
yaramazlığın adı hiperaktivite olmuş.
Medya da veya televizyonlarda
herkes çıkıp hastalığı anlatıyor, biz
hastayı dinlemiyoruz
CK- Tıp eğitiminde vaka takibi vardır.
Vakalar görüşülür. Vaka üzerinden
teşhise gidilir.
TD- İnsanlar hastalık merkezli, yani
hastalığın peşinde koşma neden
yapıldı? Yani bu bir sektör müydü?
CK- Tabi en büyük sektör.
TD- Yani önce hastalık üretiliyor
sonra onun ilacı mı üretiliyor?
CK- Hastalık üretilmedi mi? Menopoz
diye hastalık üretildi, osteoporoz diye
hastalık üretildi. Her zamanki fizyolojik
olaylar bunlar. Gebeliği hastalık olarak
turuncudergi.com
kabul ediyorlar artık. Gebelik hastalık
mı, en doğal bir şey. Gebelik 9 ay süren
bir hastalıkmış gibi. Gebelik normal
fizyolojik bir hanımın ve eşinin en
mutlu geçireceği zamanlar.
TD- Gebeyken şeker yüklemesi
yapılıyor. Siz buna da karşı
olduğunuzu söylemiştiniz
CK- Gebelikte normal olarak şeker
yükselir. Buna gebelik şekeri deriz
ve gebelik şekeri demek doğumdan
sonra şekerin normale gelmesi
demektir. Gebelik şekerine teşhis
etmek için 24-28 hafta beklemek
hatadır. Gebeliğin ilk gününden
itibaren tedbir alınması lazımdır.
Tedbir de nedir işte bu kitapta yazıyor
bakın. Bu kitapta Amerika’nın en
önemli ebesi olan Ina May Gaskin
şunlara vurgu yapıyor; “24 haftada
kilo almaya başladıysa, her yemekten
sonra başında biraz ağırlık oluyorsa,
uyku hali geliyorsa, devamlı susuzluk
hissediyorsa, devamlı canı şeker
çekiyorsa, daha önce doğumda da
eğer tosuncuk doğurmuşsa tedbir
al.. Bütün gebelik süresince; her gün
turuncudergi.com
yürü, egzersiz yap... Ve tamamen beyaz
şekeri, beyaz unu, baklavayı, böreği,
makarnayı, şekeri ve şekerli içecekleri
hayatınızdan çıkartın gebeliğiniz
boyunca. Şeker yüklemesi kesin bir
test değildir, kesin sonuç vermez”
diyor. “Aynı yüklemeyi aynı kadında
birkaç kez yapsanız her seferinde
farklı sonuçlar çıkar. Onun için
gebelikteki şeker yüklemesi güvenilir
bir test değildir. Anneye stres yükler,
bebeğin ve annenin sağlığı için hiçbir
faydası olmadığı gösterilmiştir” diyor...
Bunlar benim söylemim değil, doğal
doğum konusunda dünyada otorite
olarak kabul edilen Ina May Gaskin’in
söylemi…
TD- Beslenme alışkanlığı ve hastalık
ilişkisi hakkında okuyucularımıza
birtakım önerilerde bulundunuz ama
buna ek olarak, bazı şeylerden bizim
vazgeçmemiz çok zordur. İnsanlara
ekmekten, pirinçten, şekerden
vazgeç deyince yok ben vazgeçmem
diyorlar. Alternatif olarak onlara
önerebileceğiniz şeyler var mı?
CK- Sabah kahvaltıda ekmek yerine
üç dört adet değil, bol bol ceviz
yiyin diyorum. Ekmek kadar ceviz
yiyebilirsiniz. Ekmeğin temelinde şeker
yüksekliği yatıyor. Şekeri yükselten
bütün tahıllar. Tam tahıl ekmek beyaz
sofra şekerinden daha çok şekeri
yükseltiyor.
TD- Biz ona yüklendik hocam şimdi.
CK- Onun için hastalıktan
kurtulamıyorsunuz, ben ne yapıyım.
TD- Türkiye’de beslenme
alışkanlıkları açısından en olumlu
ve en olumsuz üç şey söyleyebilir
misiniz bize?
CK- Akdeniz Mutfağı, en olumlu
mutfaktır. Başta zeytin, zeytinyağı
gelir. İstediğiniz kadar yiyebilirsiniz.
Doyuncaya kadar, o zaman
hastalanmazsınız. Zeytinin hiçbir zararı
yoktur. Zeytin ağaçları bugün 2000 yıl
yaşayan ağaçlardır. Demek ki sağlık
saçıyorlar. Akdeniz mutfağı ot doludur,
yeşillik doludur, sebze doludur. En
sağlıklı yemeklerimizden biri kuru
fasulyedir. Kuru fasulyenin her türlü
yemeğidir. Etlisiydi, zeytinyağlısıydı...
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 43
TD- Dünya kadınlar günü için ne
söylersiniz? Dünya kadınlarına,
Türkiye kadınlarına bir mesajınız var mı?
CK- Bir kere annenin yüzü, kadının
yüzü bütün dünyada ve bütün evlerde
en sıcak yüzdür. Anne sevgisi dünyanın
en önemli sevgisidir. Annenin çocuğu
sevmesi ve çocuğun anneyi sevmesi…
Bu sevginin üstüne hiçbir sevgi yoktur.
Tabii ki Allah sevgisi var ama o ayrı!
Analık en büyük, en kutsal meslektir.
Bütün mesleklerden de en zorudur.
Fakat ülkemizde hala kadın cinayetleri
işlenmektedir. Bugün ülkemizde 8-10
yaşındaki kız çocukları satılmaktadır
hâlâ. Bunu kabul etmememiz lazım.
Bunun önlenmesi için mücadele
etmemiz lazım. Sadece bizim
değil. Devletin de, hükümetin de,
kaymakamın da, polisin de mücadele
etmesi lazım. Bir ülkede eğer bir kız
çocuğu 60 yaşında dedesi yaşında
birisine parayla satılıyorsa o ülkede ne
demokrasi vardır, ne ahlak vardır, ne
hukuk vardır.
TD- Aile bütünlüğünü koruyan kadın mıdır? Erkek midir?
CK- Aile bütünlüğünü koruyan
müşterekliktir Ama büyük yük de
biz kadınlara düşüyor. Bağrımıza taş
basıyoruz ama ondan sonra da yine
kesilen, kurşunlanan ve bıçaklanan da
biz oluyoruz.
Siz eğer tam buğday
ekmek yerseniz bilin
ki bağırsaklardaki
düşman bakterileri
besliyorsunuz.
Şeker ve ekmek
bağırsaklarınızdaki
düşman bakterileri
besliyor. Onun
için bırakamam
diyorsunuz.
Yalnız burada bir şeyi belirtmek
istiyorum. Türk toplumu artık bunu
öğrensin. Öğretmenler bile bilmiyor.
Kurubaklagiller familyasına hâlâ
tahıl gözüyle bakılıyor. Baklagiller
tahıl değildir. Mercimek de çok
sağlıklıdır. Bizim her türlü mercimek
yemeğimiz vardır. Yalnız Kanada’dan
gelen mercimekler değil! Yerli
mercimeklerden bahsediyorum.
Diğer bir sağlıklı yiyeceklerimiz
fındık, fıstık, cevizdir, yer fıstığıdır…
Bunlar doğal vitamin deposudur,
doğal mineral deposudur, doğal yağ
deposudur, doğal lif deposudur. Lifli
yediğimiz zaman bağırsaklarımızdaki
dost bakteriler beslenir o zaman
hastalanmayız. Siz eğer tam buğday
ekmek yerseniz bilin ki bağırsaklardaki
düşman bakterileri besliyorsunuz.
Şeker ve ekmek bağırsaklarınızdaki
düşman bakterileri besliyor. Onun
için bırakamam diyorsunuz. Canınızın
çekmesinin sebebi o bakterilerdir.
Türkiye’de en önemli yiyeceklerden
biri de evlerde yaptığımız yoğurttur.
Yoğurttan yaptığımız ayrandır. Evlerde
yaptığımız sirkedir ve turşudur.
Evde yapıp yenildiği zaman, bilin
ki hastalanmazsınız! Kırmızı eti yağ
ile beraber yemekte sakınca yoktur.
44
Turuncu Dergİ / Mart 2016
Adana kebabında sakınca yoktur.
Çiğ köfte en sağlıklı yiyecektir.
Karatay Mutfağı kitabımda bu
anlamda diğer konuları bulabilirsiniz.
Olumsuz olanlara gelince… Pakete
girmiş yiyeceklerin neredeyse hepsi
olumsuzdur. Pakete girmiş içecekler
olumsuzdur.
TD- Diğer ülkelerde tıbbi alışkanlıklar, yöntemler ülkemizdeki kadar
tartışılıyor mu? Yani diğer ülkelerde
de bu tip beslenme alışkanlıkları
bizim kadar tartışılıyor mu?
CK- Tartışılıyor tabi. Ama diğer
ülkeler beni ilgilendirmez. Ben Türk
halkı için yazdım bu kitapları. Kendi
yiyeceklerimiz için, kendi pazarımızda
ne buluyorsak onun için.
“DÜZGÜN BESLENİN
HASTA OLMAYIN”
TD- Peki insanların doğal yiyeceğe
ulaşması zorlaştı mı?
CK- Zorlaşmadı. İsteyen her şeyi
buluyor
TD- Pazardan alıyoruz, pazara gelen ne kadar güvenilir olur?
CK- Beni ilgilendirmez. Aklınızı başınıza
alın, paraşütleri açın. Akıl paraşüt
gibidir, açık olunca çalışır. Kitaplarımda
yazıyorum ben bunları. 6 tane kitap
yazmışım ben bu konuda.
TD- Yemeğin yenilmesi ile ilgili saat öneriniz var mı?
CK- 8’den sonra yemeyin diyorum
turuncudergi.com
turuncudergi.com
TD- Son yıllarda boşanma oranın
yükselmesini neye bağlıyorsunuz?
Gençler sabırsız mı yoksa arzular/
istekler çok yüksek mi?
CK- 1980’den sonra boşanma olayları
mantar gibi arttı. Sebebi tüketim toplumu haline döndük. Gençler karar verip evleniyorlar saygım var onlara. Ama
tüketim toplumunun onlara zorladığı
şeyleri karşılamayınca birbirlerine giriyorlar. Çocuk varsa arada perişan oluyor. Erkek bunu kabul edemiyor, beni
terk edemez, bırakamaz diye gidip
boşandığı eşini öldürüyor. Kadınların
doğal hakkı yaşama hakkıdır. Annelerin
eğitilmesi lazım kampanyasına başından beri karşıyım. Asıl erkeklerin eğitilmesi lazım. Anneler okusun okumasın,
zaten ana ruhuyla doğmuştur. Allah
onlara bunu bahşetmiştir. Çocukları,
eşleri ve toplum için en iyisini seçmeye programlanmışlardır. Anadolu’da
kadınlar okuma yazma bilmeden kilim
dokumaktadır. O kilimler dünyanın en
güzel sanat eserleridir. Hangi erkeği
oturtsanız kadınların dokuduğu kilimi
dokuyabilir ki? Bu dünyayı çeviren
kadınlardır. Bu dünyanın ekonomisini
çeviren kadınlardır. Fransa’nın ekonomi
başkanı şimdi IMF’nin başkanı oldu ki
bir kadın kendisi. Federalin başında
kadın. Biz çocukluğumuzdan beri ev
ekonomisini uygulayan kadınlarız.
Elimizdeki şu kadarcık parayla bir ayı
geçirmeye çalışan insanlarız. Ekonomi
bakanı kadın olacak, bak nasıl düzelir.
Erkeklerin eğitilmesi şart. Onlar bizleri
bıçaklıyorlar. Bir kadın olarak kadın
cinayetlerindeki indirimlere karşıyım.
Yok iyi hal indirimi. Hâkimin karşısına
çıkarken zaten giyinirsin kuşanırsın. Ne
demek iyi. Sen benim babamı öldür,
annemi öldür ondan sonra iyi halden
hâkim indirsin. Taciz et, tecavüz et,
öldür…
“HAKİM DE SAVCI DA
KADIN OLMALI”
Bu kadın cinayetlerini yargılayanlar da
kadın olacak, savcısı da kadın olacak.
Kanunlar ona göre değişecek. Bizim
gözümüzle bakacak. Çünkü bütün
erkekler yandaş. Bu kanunların çok
ağırlaştırılması lazım ki erkekler
yaparken düşünsünler. Bu insanların
ya asılması lazım ya da tek başına
müebbet hapis. Derhal verilmesi lazım
anında. Bir ceza anında verilirse geçerli
olur. Gecikmiş adalet, adalet değildir.
Özgecan’dan sonra kaç tane kadın, kız
gitti haksız yere. (istatistiklerden çıkarıp
bulun ve yazın)
TD-Son olarak neler söylemek istersiniz
CK-Çölyaklara buğday değil de pirinç
yiyebilirsiniz diyorlar. Tamamen yanlış.
Arpa, pirinç, yulaf, kepek, yapılan
araştırmalar ve bilimsel çalışmalar
diyor ki bulgur buğdaydan elde edilir.
Eğer buğday alerjiniz varsa bulgur
pişmiş bir tencere de yıkansa dahi
ertesi gün kuru fasulye pişirseniz o
size dokunur. Buna çapraz bulaşma
deniliyor. Veya ekmek kesilen
bıçakla soğan doğrasanız o soğan
size dokunur. Glütensiz gıda yoktur.
Ama glütensiz vücut olacak. Bunu
ben söylemiyorum. Bilimsel yayınlar
söylüyor. Glütensiz gıdaya gidip
onlarca para vermeyin. Faydası yok
zararı var. Sirkeli su içmek faydalıdır.
Çünkü sirke alkalidir. Salatada
yediğiniz zaman midenizden
yiyeceğin çabuk boşalmasını önler.
Böylece acıkmanızı önler. Limon da
aynı şey. Ben sabahtan akşama kadar
limonlu su içerim.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 45
iYiER
DOSYA
DOLABINIZDA DURMASIN, İHTİYAÇ SAHİPLERİNİ ISITSIN!
B
iŞL
DE YEŞERİR.
LER
LP
A
K
İ
İY
CE
N
Ö
K
İL
,
r
le
İy İ İş
N YAYINLAYALIM.
ŞI
A
AYL
P
LE
İM
İZ
B
İ
İZ
İN
SİZ DE İYİ İŞLER
gmail.com
turuncudergi@
4 72
Tel: 0538 624 5
ENGELLİ DOSTU BELEDİYE’DEN
ÖRNEK BİR ÇALIŞMA DAHA
eykoz Belediyesi ve
İnsani Yardım Vakfı (İHH)
işbirliğiyle Beykoz’da
Suriyeli kardeşlerimizi ve
muhtaçları ısıtacak sımsıcak bir
kampanya başladı. “Dolabında
durmasın, ihtiyaç sahiplerini
ısıtsın” sloganıyla duyurulan
“askıda kıyafet” kampanyası kapsamında ilk giysi kabini Kavacık
Meydanı’na kuruldu. “İhtiyacın
olmayanı paylaş, ihtiyacın olanı
al / Dolabında durmasın, ihtiyaç
sahiplerini ısıtsın” sloganıyla
açılışı yapılan “askıda kıyafet”
uygulamasıyla Kavacık Mezarlığı
karşısına giysi kabini yerleştirildi.
İhtiyaç sahipleri düşünülerek kabine Türkçe ve Arapça broşürler
asıldı. 2 ay süreyle devam edecek
kampanya süresince vatandaşlar kullanmadıkları kıyafetlerini
getirerek hazırlanan standa
asacak. İhtiyaç sahibi vatandaşlar
da buradan istedikleri kıyafetleri
ücretsiz alabilecek. Beraberinde
getirdiği giysileri askıya asarak
kampanyaya katkıda bulunan
Belediye Başkan Yardımcısı
Muharrem Kaşıtoğlu: “Eminim
ki, bu standı gören duyarlı birçok
vatandaşımız, yardım ellerini
kampanyamıza uzatacaktır” şeklinde konuştu.
Ç
orum Belediyesi
tarafından engelli
vatandaşların akülü
araçlarını şarj etmeleri
için kullanabile
cekleri engelli şarj istasyonunu hizmete sundu.
Belediye Başkanı Muzaffer Külcü,
belediyecilik hizmetlerinde sosyal
belediyecilik anlayışına yeni bir
boyut kazandırdıklarını, yaptıkları
çalışmalarla dezavantajlı kesimlerin ihtiyaç ve beklentilerine cevap
vermeye çalıştıklarını söyledi.
Geçmişteki belediyecilik anlayışını
değiştirdikleri, sosyal belediyecilikte örnek bir belediyecilik hizmeti
sunduklarının altını çizen Başkan
Külcü, “Engelli hemşerilerimize
yönelik kurduğumuz şarj istasyonu
ile hem engelli kardeşlerimizin hem
de ailelerinin yükünü hafifletmek
amacındayız” ifadelerini kullandı.
Engellilere yapılan hizmetlerin
toplumun bir aynası olduğunu dile
getiren Başkan Külcü, “Belediyemiz
tarafından şehrin dört bir yanında
yaptığımız çalışmalarla her ge-
46
Turuncu Dergİ / Mart 2016
OKUMAYA
ENGEL YOK
çen gün engelleri bir bir aşıyoruz.
Yollarımızı onların rahatça hareket
edebileceği şekilde düzenliyor,
trafikte sinyalizasyon lambalarını
engelli kardeşlerimize uyumlu hale
getiriyoruz” diye konuştu.
Hürriyet Parkı içerisine yerleştirilen engelli şarj istasyonu hakkında da bilgiler veren Külcü, engelli
vatandaşların kendi araçlarıyla
sokağa çıktıklarında bu şarj istasyonu sayesinde çok daha rahat edebileceklerini, çarşı-pazara diledikleri
zaman diledikleri gibi çıkabileceklerini belirtti.
Engelli şarj istasyonunda aynı
anda üç aracın şarj olabildiğini, istasyonda sesli uyarıcılar olduğunu
ve en önemli özelliklerinden birinin
güvenlikle ilgili bütün donanımlarının mevcut olduğunu vurgulayan
Külcü, “Şarj istasyonu 12 ay boyunca yağmur, güneş vb. gibi olumsuzluklardan etkilenmeyecek. Engelli
aracın amper durumuna göre araçlar 1 saat gibi bir sürede şarj olacak.
İnşallah ilerleyen dönemlerde yeni
engelli şarj noktaları belirleyerek
oralara da bu istasyonlardan kuracağız.” dedi.
turuncudergi.com
Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı
Doç. Dr. Lütfü Savaş’ın bilhassa önem
verdiği ve yapılması yönünde büyük teşviklerde bulunduğu sosyal
sorumluluk projelerinin sonuncusu,
çocukların olmazsa olmaz eğlencesi
oyuncakların toparlanarak her kesimden çocuğa ulaştırılmasını sağlayacak
“Sahipsiz Oyuncak, Oyuncaksız Çocuk
Kalmasın” projesi oldu.
İmkansızlıklardan ötürü oyuncaklara
ulaşamayan özellikle ihtiyaç sahibi ve
kimsesiz çocukların HBB eliyle oyuncaklara kavuşturulması ile ilgili başlatılan projeye destek çığ gibi büyüyor.
Kısa adı HATMEK olan Hatay Mesleki
Eğitim Kurslarında görevli personele
teslim etmeye başlayan vatandaşlar,
Başkan Savaş’ın teşvikleri ile başlatılan
bu anlamlı ve bir o kadar da duyarlı
proje için teşekkürlerini ilettiler.
turuncudergi.com
“Okumaya Engel Yok Projesi” kapsamında her gün zihinsel ve bedensel
engelli öğrencilere yönelik kitap
okuma etkinliği gerçekleştiriliyor.
Sakarya Büyükşehir Belediyesi Sosyal
Hizmetler Dairesi Başkanlığı Engelli
Hizmetleri Müdürlüğünce yürütülen projeyle, Sosyal Gelişim Merkezi
Kütüphanesi’nde her gün yarım saat
kitap okuma etkinliği yapılıyor. Çalış-
mayla, engelli öğrencilerin kültürel
ve sosyal gelişimine katkı sağlanıyor.
Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanı
Davut Yüce, her zaman engellilerin
yanında olduklarını söyledi.
Engellilere yönelik farklı projeler geliştirdiklerini dile getiren Yüce, şunları
kaydetti: “Engelli kardeşlerimize, sosyal hayata tutunmalarına yönelik farklı projelerle hizmet sunmaya gayret
gösteriyoruz. Bir taraftan engellilerin
bilgi ve becerilerini geliştirirken diğer
taraftan da kültürel anlamda gelişimlerini sağlamak adına yeni bir proje
başlattık. Her gün kütüphanemizde
engellilerimizle istedikleri kitapları
okuyarak, onların mutlu olmasını
sağlıyoruz.”
Yüce, engellilerle, okudukları kitaplardaki karakterlerle ilgili fikir alışverişinde bulunduklarını, onların kitap
okuma sevinçlerini paylaştıklarını
belirtti.
DOWN KAFE SİZİ BEKLİYOR
Down sendromlu gençlerin hizmet
verdiği Down Kafe, İstanbullulara
güler yüzlü hizmetiyle sıcak bir
ortama davet ediyor.
Down Kafe, İstanbul Zihinsel
Engelliler için Eğitim ve Dayanışma
Vakfı ve Şişli Belediyesi ile ortak
gerçekleştirilen İstanbul Şişli’de
faaliyet gösteren bir sosyal işletme.
Kafe bünyesinde yaşları 18 ila
35 arasında değişen 25 down
sendromlu genç dönüşümlü olarak
İstanbullulara hizmet veriyor.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 47
ARAŞTIRMA
ŞiDDETE KARŞI
iLK iMZA
TÜRKiYE’DEN
ŞU ANA KADAR 40 ÜLKENiN ONAYLADIĞI
AVRUPA KONSEYi SÖZLEŞMESiNin iLK ADIMI,
ÜLKEMiZ TARAFINDAN ATILMIŞTI
AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ , Avrupa Konseyİ’nİn, kadınlara yönelİk
şİddet ve ev İçİ şİddetİn önlenmesİ ve bunlarla mücadeleye İlİşkİn
bu yenİ sözleşmesİ, cİddİ bİr İnsan hakları İhlalİ oluşturan bu
sorunu en kapsamlı şekİlde ele alan bİr uluslararası anlaşmadır.
K
adınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin
Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin
Avrupa Konseyi Sözleşmesi, diğer adı İstanbul
Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi
şiddetle mücadele amacıyla 11 Mayıs 2011’de
İstanbul’da imzaya açılan Avrupa Konseyi sözleşmesi. Kasım
2015 itibarıyla 40 devlet tarafından imzalanmıştır. Türkiye,
12 Mart 2012’de sözleşmeyi onaylayan ilk ülke olurken onu
2013-2015 yılları arasında 18 ülke (Andorra, Arnavutluk,
Avusturya, Bosna-Hersek, Danimarka, Finlandiya, Fransa,
Hollanda, İspanya, İsveç, İtalya, Karadağ, Malta, Monako,
Polonya, Portekiz, Sırbistan, Slovenya) daha takip etti.
Sözleşme 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi.
BU SÖZLEŞMENİN AMACI
4Avrupa Konseyi’nin, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi
şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye
ilişkin bu yeni sözleşmesi, ciddi bir insan hakları ihlali
oluşturan bu sorunu en kapsamlı şekilde
ele alan bir uluslararası anlaşmadır. Bu tür şiddete sıfır
tolerans gösterilmesini hedeflemektedir ve
Avrupa ile onun sınırlarını da aşan geniş bir alanda daha
güvenli yaşanabilmesini sağlama yolunda
önemli bir adımdır.
4Şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve şiddet
48
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
turuncudergi.com
uygulayanların adalete teslim edilmesi,
bu sözleşmenin temel taşlarını oluşturmaktadır. Ayrıca,
toplumun her ferdini, özellikle de erkekleri
ve erkek çocuklarını, tutumlarını değiştirmeye davet ederek,
bireylerin vicdanlarını ve düşüncelerini
değiştirmeyi amaçlamaktadır. Esas itibariyle, erkeklerle
kadınlar arasında daha fazla eşitlik sağlamaya
yönelik çağrının yeniden yapılmasıdır; zira, kadınlara yönelik
şiddetin kökleri, toplumda erkek ve kadın
arasındaki eşitsizliğe dayanmakta ve bir hoşgörü ve inkar
kültürünün sonucu olarak sürdürülmektedir.
SÖZLEŞMENİN çığır açıcı ÖZELLİKLERİ
4Sözleşme, kadınlara yönelik şiddeti bir insan hakları ihlali
ve bir ayrımcılık türü olarak kabul
etmektedir. Bu da, bu tür şiddete yeterince tepki
göstermedikleri takdirde, devletlerin sorumlu
konumda olduğu anlamına gelmektedir.
4Bu sözleşme, toplumsal cinsiyetin tanımını yapan ilk
uluslararası anlaşmadır. Bu, kadını ve erkeği
yalnızca biyolojik olarak dişi ve erkek şeklinde kabul eden
anlayışın yanısıra, kadına ve erkeğe belirli
roller ve davranış biçimleri atfeden ve toplum tarafından
oluşturulmuş kategorilerin mevcudiyetinin
de kabul edildiği anlamına gelmektedir.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 49
ARAŞTIRMA
Yapılan araştırmalar, belirli rollerin ve davranış
biçimlerinin, kadınlara yönelik şiddetin toplumda kabul
görmesine katkıda bulunabileceğini göstermektedir.
4Sözleşme, kadınların sünnet edilmesi, zorla evlendirme,
taciz, kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya
zorlama gibi olguların bir suç olarak düzenlenmesini ve
cezalandırılmasını öngörmektedir. Bu da devletlere,
ilk kez, bu ciddi suçları hukuk sistemlerine dahil etme
zorunluluğunu beraberinde getirmektedir.
4Sözleşme, kadınlara yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin,
işbirliği içinde üstesinden gelebilmek için ilgili bütün
devlet kurumlarını ve hizmetlerini göreve çağırmaktadır.
Dolayısıyla, kurumların ve sivil toplum kuruluşlarının
(STK’ların) tek başlarına davranmayıp, işbirliği için
protokoller oluşturmaları gerekmektedir.
ARAŞTIRMA
SÖZLEŞMENİN DEVLET DÜZEYİNDE
TALEPLERİ Önleme
4Kadınlara yönelik şiddetin kabullenilmesine
neden olan tutumların, toplumsal cinsiyet
rollerinin ve klişelerin değiştirilmesi;
4Mağdurlar üzerinde çalışan
profesyonel kadroların eğitilmesi;
4Farklı şiddet türleri ve bunların travma
yaratıcı özellikleri hakkında farkındalık
yaratılması;
4Eğitimin her kademesinde, eşitliği ele alan
konuların ders müfredatına dahil edilmesi;
4Halka ulaşabilmek için STK’larla, medyayla ve
özel sektörle işbirliği yapılması.
Sözleşme KAPSAMINDAKİ suçla r
Koruma
4tüm tedbirler içinde, mağdurların ihtiyaçlarına ve
güven içinde olmalarına en büyük önemin verilmesinin
sağlanması;
4mağdurlara ve çocuklarına psikolojik ve hukuki
danışmanlığın yanısıra tıbbi yardım da sağlayan
özelleşmiş destek hizmetlerinin düzenlenmesi;
4yeterli sayıda sığınma evinin tahsis edilmesi ve günün
her saati kullanılabilecek ücretsiz telefon yardım hatları
sağlanması.
Yargılama
4kadınlara yönelik şiddetin suç sayılmasının ve
gerekli cezaların verilmesinin sağlanması;
4gelenek, töre, din, yada “namus” gerekçelerinin,
herhangi bir şiddet eyleminin bahanesi olarak kabul
edilmemesinin sağlanması;
4soruşturma ve yargılama sürecinde mağdurların özel
koruma tedbirlerinden yararlanmalarının sağlanması;
4kolluk kuvvetlerinin yardım isteyenlere anında
yardıma gidebilmelerinin ve tehlikeli durumlara
yetkinlikle müdahale etmelerinin sağlanması.
50
Turuncu Dergİ / Mart 2016
4Sözleşme taraf devletlere, aşağıda belirtilen davranışlara
yönelik cezai veya başka bir
hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu kιlmaktadιr:
4ev içi şiddet (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik)
4taciz amaçlı takip;
4tecavüz dahil, cinsel şiddet;
4cinsel taciz;
4zorla evlendirme;
4kadınların sünnet edilmesi;
4kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama.
4Burada açıkça verilmek istenen mesaj, kadınlara yönelik
şiddetin ve ev içi şiddetin özel
hayatta saklı kalacak konular olmadığıdır. Aksine, mağdur
olan kimse failin eşi, hayat arkadaşı
yada ailenin bir ferdi ise, aile içinde işlenen suçların özellikle
travma yaratıcı etkisini vurgulamak
üzere bu kişinin cezası daha da ağırlaştırılabilir.
Bütüncül POLİTİKALAR
4 Yukarιda belirtilen tüm tedbirlerin kapsamlı ve
koordineli politikaların bir parçası olmasının
sağlanması ve kadına karşı şiddete karşı bütüncül bir
mukabelede bulunulmasının temin edilmesi.
SÖZLEŞMENİN UYGULANMASINA
YÖNELİK İZLEME YÖNTEMİ
SÖZLEŞMENİN KAPSAMINA
GİREN KİMSELER
4Sözleşme, sözleşme hükümlerinin ne
ölçüde uygulandığının değerlendirilmesine
yönelik bir izleme mekanizması kurmaktadır. Bu
izleme mekanizması iki başlı bir yapıya sahiptir:
Kadınlara yönelik şiddetle ve ev içi şiddetle
mücadele konusunda uzmanlar grubu(GREVIO),
bağımsız uzmanlardan oluşan organ, ve Taraflar
Komitesi, Sözleşmeye Taraf devletlerin temsilcilerinden
oluşan siyasi organ. Bu organların
tespit ve tavsiyeleri, Taraf devletlerin sözleşmeye
uygun hareket etmelerinin temin edilmesi ve
sözleşmenin uzun dönemli etkililiğinin güvence
altına alınmasını sağlayacaktır.
4Bu sözleşme, yaşı, ırkı, dini, sosyal kökeni, göçmenlik
statüsü ya da cinsel eğilimi ne olursa olsun, her
türlü çevreden gelen kadınları ve kız çocuklarını
kapsamaktadır. Sözleşme, bazı kadın ya da kız çocuğu
gruplarının şiddet görme ihtimallerinin çoğu zaman
daha fazla olduğunu kabul etmekte ve bu kesimin
özel ihtiyaçlarının göz önüne alınmasının sağlanması
gerektiğini belirtmektedir. Devletlerin sözleşmeyi
erkekler, çocuklar ve yaşlılar gibi diğer şiddet mağdurları
için de uygulamaları teşvik edilmektedir.
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 51
Güç ve Adalet için
Orantılı Risk Karşılıklı
ARAŞTIRMA
Bağımlılık
( TASAM Başkanı Süleyman Şensoy Röportajı |
Şubat 2016 | ESDER Esnaf ve Sanatkarlar Derneği “KEPENK Dergisi”)
Başkanlık makamına geliş süreciniz
nasıl oldu? Makamınızla ilgili sorumluluklarınız hakkında düşüncelerinizi
aktarır mısınız?
Kurucu Başkan olarak başladım ve
hâlâ da devam ediyorum. Ümit ediyorum ki, özellikle Batı’daki örneklerine ve
tarihsel referanslarımıza uygun olarak
kurumsallaşmış, güçlü bir kurum olarak
benden sonra geleceklere emaneti
devredeceğim.
TASAM hakkında okuyucularımızı
bilgilendirir misiniz?
TASAM bir düşünce kuruluşu ve tarihimizde bunun benzer referansları çok
fazla. Fakat bu modern anlamda daha
çok Batı’ya ait bir kurumsallaşmadır.
Avrupa’da başladı. Fakat şu an Amerika
bu düşünce kuruluşlarının merkezi
durumunda. Dünyadaki düşünce kuruluşlarının yaklaşık yüzde altmışı Avrupa
ve Amerika’da bulunuyor. Düşünce
kuruluşları bir ülkenin eleştirel düşünce
kapasitesinin rafine merkezleridir.
Bir ülkenin ya da bir bölgenin gücünü
anlamak için düşünce kuruluşlarının
gücüne bakmak gerekiyor. Düşünce
52
Turuncu Dergİ / Mart 2016
kuruluşlarının sadece güvenlik, savunma, dış politika gibi temel konularda
değil, bütün sektörlerde çalışması
gereken ve bütün sektörlere inovatif
politika önerileri ve değişim sunmaya
çalışan kurumlar olması gerekiyor.
TASAM da böyle bir misyonla, iç ve dış
politikada ülkemizin daha iyi yönetilmesine katkı sunuyor. ‘’Türkiye’nin
Stratejik Vizyonu 2023’’ gibi büyük bir
dönüşüme sebebiyet vermiş olan çok
sayıda insiyatifi devam ettiriyor.
Son dönemlerde yapmakta olduğunuz ve gelecek dönemde yapacağınız
projelerden bahseder misiniz?
Bizim şu anda odaklandığımız iki büyük proje var. Biri ‘’Sivil Global’’ projesi;
Türkiye’nin büyük hedeflerine uygun
olarak küresel ölçekte 19 sektör üzerinden sivil diplomasi kanalları oluşturmayı hedefliyor. Uzun soluklu bir program
ve yıllık zirveleri de olacak. Diplomasi
artık sadece dışişleri bakanlıklarına ait
bir husus değil. Kamu diplomasisi ise
diğer boyutuydu, Türkiye bununla da
tanıştı. Fakat sürecin daha çok güçlenmesi için savunma diplomasisi, iş
diplomasisi, eğitim diplomasisi gibi
sektörel diplomasi kanallarına ihtiyaç
var. Bu program, sektörlerdeki inovasyon ve farkındalığı artırmak için
çalışacak.
İkinci projeye gelince; yaklaşık 9 yıldır
sürdürdüğümüz ‘’Türkiye’nin Stratejik
Vizyonu 2023’’ projesini, alınan derslerden yola çıkıp yaklaşan zamanı dikkate
alarak ‘’Türkiye 2053, Güç ve Adalet’’
ana teması ile yeniden modelledik ve
tamamen nitelik üzerine odaklanan
yeni bir yaklaşım ortaya çıktı. 19 temel
hedef var. Bu iki proje bizim için önümüzdeki 5 yıl temel projeler olmaya
devam edecek. Tabii bu iki projenin
çok alt başlıkları ve alt projeleri de var.
Kurum olarak dünya siyasetinin ve
ekonomisinin merkezindesiniz. Son
dönemde Rusya ve İran ile ilişkilerimizde gelinen nokta nedir? Bu ilişkiler ile ilgili ne gibi önerileriniz vardır?
Normalleşme süreci hakkında neler
söylemek istersiniz?
Rusya ve İran bizim için tarihsel
olarak ‘’Yüksek Rekabet - Düşük
İşbirliği’’ referansı olan ülkelerdir.
turuncudergi.com
Fakat son 10 yıldır yaptığımız bütün
çalışmalarda iki ülke için de yeni
ürettiğimiz slogan; “Yüksek Rekabet
- Yüksek İşbirliği”dir. Çünkü sadece
yüksek rekabetten bahsetmek tarihte
olduğu gibi çatışmaya ve sorunlara
götürür. Sadece yüksek işbirliğinden
bahsetmek de romantik kalır. Çünkü
bunun gerçekçi bir temeli yok.
Bu iki ülkeyle olan ilişkilerin, tarihsel
referansları da göz önüne alınarak,
‘’Yüksek Rekabet - Yüksek İşbirliği’’
temelinde yürütülmesi ve karşılıklı
bağımlılığın derinleştirilmesi gerekiyor.
Ekonomik, sosyal, siyasi, askerî
olarak karşılıklı bağımlılık ne kadar
derinleştirilirse, yaşadığımız benzer
krizlerin yaşanma olasılığı o kadar
düşecektir. Önümüzdeki reçete budur
diye düşünüyorum. Çünkü Rusya, İran
ve Türkiye birbiriyle çatıştığında hem
bölgesel istikrardan bahsedemeyiz
hem de bu durum bölge-dışı güçler
açısından çok memnuniyet verici bir
gelişme olur ve üç ülke de birbirini
yıpratacakları için istikrar ve refah
mümkün olamaz.
Ülkemizin jeopolitik konumu, global
turuncudergi.com
açıdan siyasi önemi ve değeri herkes
tarafından kabul görmektedir. Siz
ülkemizi bu perspektiften nasıl
konumlandırırsınız? Türkiye’nin
stratejik vizyonu nedir?
Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konum
çok büyük imkanlar bahşetmekle
birlikte çok büyük riskler de içeriyor.
Türkiye’nin yapması gereken, güç ve
adalet inşasıdır. Çünkü hem içte hem
de dışta bir güç inşasıyla ancak adalet
sağlanabilir ve kimse maddi, manevi
ve hukuki olarak gücünden daha fazla
adaletten sorumlu değildir.
Türkiye’nin yeni dönem vizyonunun,
karşılıklı bağımlılık ve orantılı risk
olarak tanımlanması, güç ve adalet
inşasına odaklanması gerekiyor. Güç
toplamış bir Türkiye; bölgesi, İslam
dünyası ve bütün dünya için bir istikrar,
refah ve medeniyet merkezi olarak
şekillenebilir.
Türkiye’yi gelecek dönemde neler
beklemektedir? Önümüzdeki fırsatlar
ve avantajlar ne olabilir?
Tarihsel bir kırılma yaşıyoruz. İçinde
bulunduğumuz yüzyıl açısından
dengeler yeniden tanımlanıyor ve
önümüzdeki 10 yıl içerisinde yeni
bir dünyayla karşılaşacağız. Bu yeni
dünyada ve daha sonrasında da
güçlü şekilde var olabilmek için
dünyadaki değişimi ve parametreleri
çok iyi okumamız gerekiyor. Onun
için Türkiye’nin bu sürece uyum
sağlayacak mekanizmaları ve kurumsal
kapasitesini hem kamuda hem özel
sektörde hem de sivil toplumda
güçlendirmek için hızlanması
gerekiyor.
Yeni bir dünya geliyor ve bütün
uygulamalar “Dördüncü Sanayi
Devrimi” dediğimiz sanayi devrimi gibi
dördüncü boyuta geçiyor. Dolayısıyla
bu yeni dünyaya ve yeni zihinsel
eşiklere uyum sağlamak için hep
birlikte çalışmamız gerekiyor. Birçok
ülkenin 10 yıl sonra var olmayacağını
söylemek mümkün. Böyle bir
farkındalıkla hareket edersek, gelecek
yüzyılda ve sonrasında güçlü olmaya
devam edebiliriz diye düşünüyorum.
ESDER’in de içinde bulunduğu
Ahilik referansında “Medeniyet
İnşası - Türkiye Vizyonu Kongresi’’
hakkında düşünceleriniz nelerdir? Bu
çalışmaların devamı gelecek mi?
“Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023”’
ve ‘’Türkiye 2053’’ projesinin değerler
inşası bölümü var. ‘’Medeniyet İnşası
- Türkiye; Referans Değerler, Kişiler,
Kurumlar” başlığı altında bu çalışmalar
sürdürülüyor. Bu kapsamda ESDER
ile birlikte ‘’Ahilik ve Ahi Evran’’ model
projesi hazırladık; Ahilik kurumunun
iş, eğitim ve sosyal sorumluluk için bir
model olmasını öngörüyor.
Ahiliğin en küçük üreticiden,
tüketiciden en büyük birimdeki üretim
ve tüketiciye bir rol model uygulama
biçimi olması için çalışıyoruz ve bu
çalışmaların devamı gelecek, birkaç
yıl sürecek. Osmanlı Devleti’nin
toplumsal olarak kurumsallaşmasını
sağlayan Ahilik idi. Türkiye’nin de
Ahiliğe romantik bir anlayış dışında;
kurumsal olarak yeniden nasıl
yorumlanabilir, nasıl uygulanabilir
diyerek odaklanması gerektiğini
düşünüyorum. Biz bu odaklanmaya
politika önerileri ve inovatif katkılar
sunmaya devam edeceğiz.
Eklemek istedikleriniz…
Önümüzdeki 10 yılda yapacaklarımız,
yüzyılın kalanında nerede olacağımızı
belirleyecek. Dolayısıyla hep birlikte
çok çalışmaya ihtiyacımız var.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 53
RÖPORTAJ
K
Ülkemizin kalbine dokunan şehir:
RÖPORTAJ: GAYE YARDIMCI
Kütahyalı Aşık Pesendi
Herkes bir yol buldu hâli biz kaldık
Issız dere gibi çınladık kaldık
Sensin Pesendi’’ni edecek irşat
Bizde noksan sizde kemal bu mutad
Girdab-ı hasrette ödürüp berbat
Hal-i naçar ile bekledik kaldık
54
Turuncu Dergİ / Mart 2016
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji
Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Mezun olmasının
hemen ardından bir yandan ticaretle uğraşırken bir
yandan da yaşadığı şehrin bünyesinde birçok sivil toplum
kuruluşunda görev aldı. Kütahya’da küçük yaştan itibaren
kendi kitapevinde çalışmaya başlayan Nazlı, doğduğu şehre
olan bağlılığını her fırsatta dile getiriyor
turuncudergi.com
adim dönemlerin
şehrinde; Kütahya’da
dünyaya gelen Mustafa
Şükrü Nazlı ile 1996
yılından bu güne
emek verdiği siyaset hayatından
milletvekilliğine uzanan yolu
konuştuk. Şehir, medeniyet ve tarih
üzerine araştırmalarına devam eden
Kütahya Milletvekili Mustafa Şükrü
Nazlı Turuncu Dergisi okuyucularına
özel açıklamalarda bulundu.
“Kütahya’nın Pınarları Akışır,
Devriyeler Kol Kol Olmuş Bakışır” der
Kütahya-Hisarlı Ahmet türküsünde.
Doğduğum şehri bir çocuğun
babasını sevmesi gibi seviyorum.
Türküleri ise bölge halkının acılarıyla
yoğrulur. Yaşanılan acılar türküye girdi
mi daha az acı verir çünkü. Kütahya’nın
acısı bir an da tüm ülke toprağının
acısı oluverir. Bizi böyle kenetleyen,
kürt, zaza, çerkes, laz demeden
birleştiren de ortak acılarımızın
varlığıdır bana göre.
• Sizin için Kadim bir şehir Kütahya.
Doğduğumuz şehri, bizi büyüten
toprakları bilmek şehirle birlikte bizi de
kadim yapar. Her fırsatta çocuklarımıza
geçmişimizi anlatmak bize verilen
emaneti geleceğe taşımaktır. Kütahya,
efsanelerin, bereketli toprakların
şehridir. Ezop, Evliya Çelebi, Devlet
Ana… Kültür hazinelerinden oluşan
bir geçmişimiz var. Frigya Vadileri’nin
eşsiz güzelliğinin içinde Selçuklu
ve Osmanlı rüzgarları birlikte eser.
Mekandan ve insandan geçen
toprağın hafızası her daim tazedir
bu şehirde. İşte Kütahya’nın anlamı,
doğduğumuz toprakları kadim yapan
hikayeleridir.
• Konuşmalarınızda; “Nesiller
arası hakkaniyeti sağlama hedefi”nin
öneminden bahsediyorsunuz…
Benim çok önem verdiğim
bir konu bu. İnancımız gereği ve
sorumluluklarımız açısından “günü
kurtaran” bir hayat yaşamıyoruz.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan ve Başbakanımız Ahmet
Davutoğlu’nun kalkınma sürecinde
ülkemizin gelişme hedeflerini
gerçekleştirme ve kaynaklarını
turuncudergi.com
verimli bir şekilde kullanma üzerine
sarf ettikleri çaba da ortada. Nesiller
arası hakkaniyeti sağlama hedefi
doğrultusunda , ülkemizin ekonomik
ve sosyal potansiyelinin mevcut ve
gelecek nesillerin yaşam kalitesini
ve refahını sürekli iyileştirmek üzere
kullanılmasına büyük önem veren
bir partinin mensubuyum. Ülkemizin
kalkınma sürecinde ekonomik refahın
yükseltilmesini, sosyal hakkaniyetin
gözetilmesini ve çevrenin korunmasını
bütüncül ve dengeli bir şekilde
ele alan, uzun vadeli hedef ve
stratejilerimizin gerçekleştirilmesinde,
tüm politikaları insan odaklı ve
birbirleriyle uyumlu olarak tasarlayan
bir yapıda yer almaktan gurur
duyuyorum.
• Şehir ve medeniyet üzerine
yaptığınız çalışmalardan bahseder
misiniz?
Medine demek şehir demektir.
Şehir ise güvenlik, eğitim, yönetim
demek. Medeniyetin yolu aile, ev
ve şehirden başlar. Medeniyet ve
şehir, temelde bir görüşün, inancın
tasavvurun, hayat biçiminin dile
gelişi bedenleşmesidir. Bir algıdır
medeniyet ve hayatın hangi ilkeler
üzerine bina edildiğinin anlatımıdır.
Ve yaşadığımız bu şehir, ‘’Şehr-i
Kütahya’’ modern zamanlardan önce
edebin, mahremiyetin, ahkamın , ve
zarefetin var olduğu bir mekandı. Bir
medeniyetin şehriydi... Ya şimdi ne
haldeyiz? İşte ben bu sorunun cevabı,
hayal ettiğimiz şehre kavuşmanın
yolları için çaba gösteriyorum.
• Hayat gitgide moderleşirken
özlediğimiz şehre kavuşmak hayal mi?
• Günümüz insanı, büyük
gökdelenler, beton duvarlar arasında
kültür parklarından geçerek, suni
laleleri koklayarak dolaştığı çağdaş
bir kentte 782. Cadde 29 numaralı
apartmanda ikamet eden 14 numara
diye anılmaktadır. Çalıştığı fabrika
da kullandığı makinenin adeta bir
parçasıdır. Şehirli olmak, sanayi
öncesi geleneksel toplumların
anladığı “zarif ,soylu ,kültürlü
,anlayışlı , düşünceli,kibar,duygulu”
gibi anlamlara gelmiyor nicedir. Bu
aşamadan sonra yani megapoller
aşamasından sonra şehirli olmanın ve
bu çerçevede gelişen medeniyetin
tanımları değişmelidir. Eğitimle
oluşturulacak olan bu bilinçle; Yeniden
bir şehirde yaşamak temennisiyle…
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 55
SOSYAL MEDYA
DÜNYA
Artık hayatımızda yeni bir dünya var...sanal dünya...
o kadar ki milyonlarca insan özelini, önemli gördüklerini, duygularını, şaşkınlıklarını,
kısaca tüm duygu durumlarını bu ortamda ifade ediyor...
insanı anlamaya dair gözardı edilemeyecek bir mecra sosyal medya...
biz de sizin için bundan sonra her ay bir derleme ile bu ortamın takipcisi olacağız.
56
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 57
BAŞARI ÖYKÜSÜ
BAŞARI ÖYKÜSÜ
VAR MISIN, YOK MUSUN PROGRAMIYLA TANIDIĞIMIZ NURSEL ERGİN,
HALKIN SEVGİSİNİN SEBEBİNİN SAMİMİYET OLDUĞUNU SÖYLÜYOR
ENERJİMİN
FARKINDAYIM
DİZİ, TİYATRO DERKEN KENDİNİ YEMEK PROGRAMI
SUNUCUSU OLARAK BULAN BAŞARILI EKRAN YÜZÜ ERGİN,
İŞ HAYATINDAN ÖZEL HAYATINA DAİR BİR ÇOK
MERAK EDİLENİ TURUNCU DERGİSİ’NE ANLATTI
SEDA
ŞİŞMAN
[email protected]
S
amimiyeti, gülüşü, sohbetinin gerçekliğiyle evlerimize
konuk olan ekranların sevilen
siması Nursel Ergin ile başarıya ulaşan hayat yolculuğunu
konuştuk…
Biz onu bir dönem ekranların fırtına
gibi esen programlarından Acun
Ilıcalı’nın yapımcılığı ve sunuculuğunu üstlendiği “var mısın yok musun”
programıyla tanıdık. Yarışmada güzel
ve güler yüzüyle dikkat çekmesi, hem
de hayatındaki hüznün ve altı kırmızıyla çizilmiş detayların yer almasıyla
hafızalara kazındı.
Yarışmanın ardından Trt 1 ekranlarında “Cam Kırıkları” isimli dizide Suna
karakteriyle ekran ve oyunculuk serüvenine adım atan Nursel Ergin devamında
Kanal D ekranlarında “mutfağım” isimli
programla Türkiye’nin dört bir yanındaki lezzetleri, yöreleri dolaşarak lezzet
şölenini ekranlara taşımıştır.
58
Turuncu Dergİ / Mart 2016
2015 yılında Show tv ile anlaşarak
Nursel’in mutfağı programıyla ekranlarda halen devam eden ve ilgiyle
takip edilen programıyla izleyicilerine
seslenmeye devam etmektedir.
Size Var mısın yok musun? dediğimizde bize neler söylersiniz?
Büyüdüğüm Kasımpaşa çocuk
esirgeme kurumu yapımının tamamlanabilmesi için desteğe ihtiyacımız
vardı. Bu konuyu görüşmek için Acun
Ilıcalı’ya gittim ve için Var mısın yok
musun da yarıştım. Şu hayatta gözümün kapalı gitmeyeceği ve manevi
olarak benim tamamlanmama vesile
olan bir dönemin şahidi ve sebebidir
Acun Ilıcalı…
Yarışmanın ardından oyunculuk
deneyiminiz de oldu. Bu süreç nasıl
gelişti? Yeniden bu alanda bir projede yer almak ister misiniz?
Oyunculuğu çok seviyorum ama
sanıyorum ki, sunucu olarak devam
edeceğim. Sinema ve tiyatro da çok
keyif veriyor, mutlu oluyorum. Umarım,
karşıma güzel işler, imkanlar çıkmaya
devam eder.
Bir yarışmayla tanınmak sonrasında televizyon sektöründe yer almak
kolay olmasa gerek. Nasıl bir yol izlediniz? Peki, buna şans diyebilir miyiz?
Bence bu benim en büyük şansım.
Televizyonda olmayı hiç istemedim,
bununla ilgili özel bir çabam olmadı.
turuncudergi.com
Kendimdeki enerjinin farkındayım.
Aslında halk karar veriyor, onlar
samimiyeti hissediyorlar. Ben hiç
değişmedim, hep aynı Nursel’im.
Herkes gibi çalışıyorum, para kazanıyorum. Kızım var ve tek derdim
uğraşım hayatta ona iyi bir rol
model olmak, iyi bir yere gelmesine olanak sağlamak.
Ekranlarda beğeniyle takip
ettiğiniz ve kadrosunda ben de
olsaydım dediğiniz bir proje var
mı?
Fox tv’de yayınlanan Çifte
Saadet dizisini çok beğeniyorum.
Dizilerde çok fazla çarpık ilişkiler,
birbirinin kopyası işler var. İnsanlar
ekranda biraz daha ruha dokunan
işler görmek istiyor. Biz de hep
kan, vahşet, cinayetler ve samimi
olmayan aşk hikayeleri işleniyor.
Malum, “Bizimkiler”- “Olacak o kadar”
gibi kaliteli işlerle büyüdük. Örneğin,
Cem Yılmaz’ın son sinema filmi “İftarlık
Gazoz” son zamanlarda izlediğim, içinde birçok mesaj barındıran çok zekice
bir proje. O filmin setinde çay taşımak
isterdim, muhteşem bir ekip, iş, hayran
kaldım.
Nursel Ergin programcı kimliği
dışında özel hayatında nasıl biridir?
Kendine çok vakit ayıran, arkadaşlarıyla birlikte vakit geçirmekten
büyük keyif alan, misafir ağırlamaya
bayılan biriyim. Son zamanlarda en
keyif aldığım hobim at biniciliği eğitimi
almak. Her hafta sonu at binmek için
Çatalca’ya gidiyorum.
Bugüne dek birçok ilde programlar yaptınız, elbette farklı deneyimler
olmuştur. Fakat, içlerinde şehrin ya
da kişilerin hikayeleri arasında sizi
etkileyen bir olay oldu mu?
Tanıştığım her insandan birsey
öğreniyorum. Çok hayran kaldığım
ilişkiler görmek kısmet oldu. Harika
insanlar, dostluklar biriktirdim. Birçok il
hakkında fikrim, sözüm var. Ön yargılarımdan kurtuldum. Her ilin bir dokusu,
bir kokusu, havası, duygusu var. Türkiye’nin her köşesi cennet gibi. Etkilendiğim olaylar elbette oldu ama bunlar
hep bende saklı kalsın istiyorum.
Yemek programı dışında ne tür
bir program yapmak istiyorsunuz?
En güzelini
sems-tebriz’i
söylemiş,
Kadın
bilmeyene
nefs, bilene
nefestir
Biliyorsunuz, yarışmanın ardından
ilk olarak TRT ekranlarında yayınlanan
güzel bir dizi projesinde yer aldım. Bunun yanı sıra tiyatro oyuncusuyum ve
devam etmekte olan, sunuculuğunu
üstlendiğim bir yemek programım var.
Aslında kalbinin sesini dinleyen biriyim
ben. İçime sinen, insana dokunan her
projeye evet diyebilirim.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
yaklaşmakta. Siz de kadınlara yönelik
bir program yapmaktasınız. Peki, Türkiye’de kadın olmak sizin gözünüzde
nasıl şekillenmektedir?
Özellikle son zamanlarda kadın
cinayetlerini düşünürsek cevap belli
aslında bir kadın, bir kız çocuğu annesi
olarak huzurlu değilim, ortamdaki negatifliğe karşı haklı endişelerim var. En
güzelini sems-tebriz’i söylemiş, Kadın
bilmeyene nefs, bilene nefestir”
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 59
SİNEMA
SİNEMA
N
yet ettim allah rızası için
devrimci olmaya
2006’daki ilk filmi
“Dondurmam Gaymak”tan 5 yıl sonra
“Entelköy Efeköy’e Karşı’yı çeken
yönetmen Yüksel Aksu şimdi de “İftarlık
Gazoz” ile yeniden seyirci karşısında.”İftarlık Gazoz” diğer filmlerin de mekanı
olan Muğla’nıun Ula ilçesinde çekilmiş
ve yine diğer filmlerde olduğVu gibi
küçük esnaf ve kasaba halkı etrafında
şekillenmiş. Ama bu sefer çocuk oyuncu olan çırak Adem’i başrole alıp filmin
merkezine koyan, dramı ve mesajları
hayli fazla olan bir Ege filmi yapmış
Yüksel Aksu.
Filmi bir Cem Yılmaz filmi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Evet filmde Cem
Yılmaz başrolde ama çocuk oyuncu
ile başrolü paylaşıp çok etkili özlediğimiz bir usta çırak ilişkisi sergilemiş.
Ülkemizin siyasi tarihine baktığımızda
darbe ve işkence olaylarının hep yan
yana olduğunu görürüz. Önce darbe
yapılır sonra da buna karşı kim varsa
GÜLAY
KURT
[email protected]
hapse atılır ve işkence edilir. Film, açlık
grevinde olduğu filmin sonunda ancak
anlayabildiğimiz bir gencin sayıklamaları ile başlar. Daha sonra ise güzelim
yeşillikleri, denizi, sıcacık insanları,
tütün tarlaları ile dolu olan bir Ege sahil
kasabasında buluveriyorsunuz kendinizi. Mutlu insanlar, mutlu esnaf, mutlu
tütün işçileri, mutlu çocuklar... Sanki
dersiniz bir cennet burası. Bir küçük
gazoz dükkanı vardır bu kasabada. Gazozunu kendi yapan bir gazoz satıcısı.
Gazozunu, babadan oğula kalan bir
miras yöntemiyle yerli bir gazoz yapıp
satmaktadır hem de emperyalist coca
cola’nın karşısında. Tutunmaya çalışırken bir yandan bir çırak arar kendine.
Çalışkan, gözüpek ve aynı zamanda
fakir ama onurlu çocuk olan Adem’i
yanına alır. Çırak Adem ve Cibar Kemal
(Cem Yılmaz) arasında geçen bir usta
çırak öyküsü ve etrafında şekillenen
trajik komik olaylar...
İlkokulu iftiharname ile bitiren
Adem yazın kendisine oyalanacak bir
iş bulduğuna sevinirken bir yandan da
bir kimlik arayışına girmiş, kasabada
bulunan Hasan Ağabeyi ile yakın bir
ilişki kurmuştur. Hasan okumak için
Ankara’ya gitmiş, fakat zamanının
politik olayları yüzünden kasabasına
geri dönmek zorunda kalmış, komünist düşünceye sahip bir gençtir.
Kasabada Halk Evi’nde kendi gibi
düşünen gençleri etrafında toplayıp
onlara düzene karşı çıkmalarını mevcut
düzenin değiştirip yerine en adaletli
düzen olan komünist düzenin getirilmesi gerektiği konusunu zihinlere işler,
kitaplar okutur, duvarlara “Dev-Genç”,
“Kahrolsun Faşizm” vb. sloganlar yazar.
Bir yandan da çocukluktan gençliğe
adım atan Adem’e Gorki’nin kitaplarını
verip Devrimci Genç nasıl olunur hakkında fikirler ilham etmektedir. Adem
bu edindiği fikirler ışığında etrafını
gözlemlemeye başlar.
ORUÇ TUTMAK
YA DA DEVRiMCi OLMAK:
”
Z
O
Z
A
G
K
I
L
R
“iFTA
az fİlmİ
m
ıl
Y
m
e
C
İr
b
İ
e
Fİlm
uz. Evet fİlmd
n
u
s
r
o
ıy
ıl
n
a
y
k oyuncu
sanıyorsanız
u
c
o
ç
a
m
a
e
şrold
bİr
Cem Yılmaz ba
İ özledİğİmİz
İl
k
t
e
k
o
ç
ıp
ş
yla
İle başrolü pa
İ sergİlemİş.
İs
k
İş
İl
k
a
ır
ç
usta
60
Turuncu Dergİ / Mart 2016
61
SİNEMA
Direnmek oruçtu,
oruç ise direnmek.
Komünizm ise
haksızlığa karşı
durabilen tek
devrim düşüncesi
ve düzeni idi ona
göre. Çünkü
bunu Hasan
Ağabeyinden
öğrenmişti.
62
Turuncu Dergİ / Mart 2016
SİNEMA
Tarlada çalışan babasını, annesini,
borcunu vermeyen esnafı, kendisine
iş veren şefkatli gazozcu Cibar Kemal’i,
tarla sahibi Hasan Ağabeyi’nin babasını ilk defa karşılaştığı bu öğretiler
karşısında irdelemeye başlar. Bu arada
Ramazan gelir ve kasaba halkı oruç
tutmaya başlar.
Kasaba halkı Ramazan’a büyük
önem vermektedir. O Ege sıcağında
tarlada çalışmalarına rağmen oruçlarını
hiç aksatmayıp teravih namazlarına
büyük önem vermektedirler. Adem de
bu ibadetlerin içinde yer alır. Bundan
da büyük keyif almaktadır. Camide çocuklarla yani yaşıtlar ile beraber hocayı
dinleyip orucun insan ne kadar önemli
olduğu insana ne gibi faydalar sağladığı ve hayatında nelere karşılık geldiği
hakkında bilgi sahibi olur. Çok hoşuna
gider bu duyduğu şeyler ve o da oruç
tutmaya karar verir. Ama daha çocuk
olduğu ve orucun ona farz olmadığı
herkes tarafından kendisine söylense
de o kimseyi dinlemez ve gizlice oruç
tutmaya başlar bir gün. Ama ne uzun
gündür o gün, bir türlü bitmez. Hava
neredeyse 50 derecedir ve sabahtan
akşama kadar bütün kasabayı dolaşıp
gazoz satması gerekmektedir. Oruçlu
olduğunu bilmeyen ustası Cibar Kemal
ise her yere onu göndermektedir işi
öğrenmesi için.
Günün sonuna doğru ise dayanamayacak hale gelip hayaller görmeye
başlayan Adem’in takadı kalmamıştır
artık. Tam orucunu bozacağı zaman
ise camideki hocanın sözlerini aklına
getirip nefsine hakim olmaya çalışır.
Bu direnme ona hayatı boyunca nasıl
direnmesi gerektiğini öğretecektir belki de Adem’e ki bunu filmin sonunda
anlamaktayız.
Oruçlu olmak, devrimci olmakla
eş anlamlıdır onun için artık. Açlığa
dayanmak direnmekle aynıdır onun
için. Yalan söylememek, harama bakmamak, nefsine hakim olmak, bütün
bu güzel hasletleri oruçlu olmanın
ruhunda yakaladığını düşünür ve buna
teslim olur o saf çocuklun verdiği
temiz kalp ile.
Büyüyüp doktor veya mühendis olması bekleniyordu Adem’den.
Okuması ailesinin onuru olmasını
istiyordu babası, annesi ve tüm kasaba.
Okur Adem de. Okur ama haksızlıklar
karşısında sadece komünizmin öğretilerine sarılır ve zamanının cezaevleri
olaylarında açık grevi ile direnir o da.
Çünkü açlığa direnmeyi küçükken oruç
tutarak öğrenmişti. Ne olur sanki 61
gün kefaret gibi açlık grevini tutsa diye
düşündü belki de. Direnmek oruçtu,
oruç ise direnmek. Komünizm ise haksızlığa karşı durabilen tek devrim düturuncudergi.com
şüncesi ve düzeni idi ona göre. Çünkü
bunu Hasan Ağabeyinden öğrenmişti.
Başka ideolojileri öğrenmesine hiç fırsat
verilmemişti. Etrafında devrim denilince
Atatürk devrimleri ve sonra komünizm,
bir de vazgeçemedikleri artık geleneksel
olmuş ama aynı zamanda bağlandıkları
dinleri islam. Hepsini bir arada yaşayabildikleri ilginç bir yerdir burası. İslam da
devrimci bir peygemberle başlamamış
mıydı. E işte komünizm de bir devrimdi,
Atatürk de ülkeyi kurtarmıştı. Daha ne
olsun! Başka bir şey öğrenmeye ihtiyaç
yoktu! Her şey yerli yerine oturmuş hem
mensup dinleri olan İslam’ı hem de devrimci yaşatacak bir düzen bulmuşlardı!
Çevresindeki tarla sahibi çiftlik sahipleri
ise ne tesadüfdür ki sağ partili idi. Yani
zalimler ve faşistler sağ partili, işçiler ve
ondan yana olanlar ise hep sol partili
Ecevit yanlısı idi!!
Bütün bu tek yanlılığın yanında
en güzel duran şey ise tabi ki çocuk
saflığında tutulan o orucun güzelliği,
temizliği, bir kandil ışığı gibi yanıyordu
sabahın seher vaktinde. Bir de komünist
Hasan’ın “siz neden oruç tutuyorsunuz
ki, oruç açların halinden anlamak değil
midir. Siz zaten açsınız. Bunu biliyorsunuz zaten” demesi karşısında tarlada
çalışan işçilerin “fakirler ibadet edemez
mi, hem bizden durumu kötüler de var
halimize şükürler olsun” demesi. Bu testuruncudergi.com
limiyet karşısında şaşkına dönen Hasan
da boş durmaz ve bu kanaatkar işçilere
şölen tadında bir güzel iftar yemeği
düzenler ki bütün işçiler o güzelim iftar
sofrasında bir araya gelmiş ve hem paylaşmanın hem ibadetlerini yapmanın
mutluluğu ve keyfi ile işlerine daha çok
sarılmıştır. Ama mutlulukları çok uzun
sürmez ve Hasan’ın karşıt fikirden olan
eylemciler tarafından bulunur ve bütün
kasabalıların önünde kurşun yağmuruna
tutulur. Üstelik onun yerini bu acımasız
adamlara söyleyen ise hiçbir şeyden
haberi olmayan Adem’dir. Fikirlerine katılmasalar da bu olayda bir araya gelen
tütün işçiler Hasan’ın etrafında pervane
olur, adete bir kalkan olur....İşte komünizm ile inançlı işçi-köylü birleşmiş tek
vücut olmuştur. Bu, filmin bize verdiği
mesaj.
Yıllar geçer ve bir hapishanede açlık
grevinde bir genç inlemektedir. “Hasan
Ağabey” diye. Düzeni, darbeyi açlık
grevi protesto eden bir genç ölümle
pençeleşmektedir ve bütün yardımları
reddetmektedir. Bu gencin kim olduğunu tahmin etmek ise herhalde bizim
için zor olmayacaktır.
Bütün bu verilen yoğun mesajların
doğru mu yanlış mı diye sorgulamıyorum ama İslamın insanlık için en iyi düzen olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu da benim mesajım olsun..
Bütün bu verilen
yoğun mesajların
doğru mu yanlış mı
diye sorgulamıyorum
ama İslamın
insanlık için
en iyi düzen
olduğunu rahatlıkla
söyleyebilirim. Bu
da benim mesajım
olsun..
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 63
RÖPORTAJ
RÖPORTAJ
Tarih ve Medeniyetin
buluştuğu şehir
KÜTAHYA
O
RÖPORTAJ: GAYE YARDIMCI
smanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuna
ev sahipliği yapmış
ve Cumhuriyetimizin
kurulması için verilen
bağımsızlık mücadelesinin mihenk
taşı Kütahya... Sınırlarının tamamında
ilk çağlardan bugüne tarih yatan şehir
Kütahya’yı Belediye Başkanı Kamil
Saraçoğlu ile konuştuk.
Kütahya Cumhuriyet tarihimizin ilk
ilerinden. Coğrafi açıdan da ülkemiz
için büyük bir önem taşıyor. Kütahya’yı
birde sizden dinlesek?
7000 yıllık tarihi geçmişi ile birçok
medeniyete ev sahipliği yapmış
Germiyanoğlu beyliği ile Anadolu
beyler birliğinin ve el sanatlarının
şahı olarak nitelendirdiğimiz Çininin
Başkenti Osmanlı imparatorluğunun
kurulduğu Domaniç yaylalarından
kurtuluş savaşının en büyük savaşı
başkomutanlık meydan muharebesinin yapıldığı, Kuruluş ve kurtuluşun
şehridir KÜTAHYA.
Kütahya Türkiye’nin tarih, termal,
turizm ve geleneksel el sanatlarını bir
arada barındıran ender şehirlerinden
biri olarak, Anadolu’nun Kültür Başkenti olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Şehrimiz, geleneksel duruşuyla
ev sahipliği yaptığı birçok medeniyetlerin izlerini taşımaktadır. Binlerce
yıllık tarihi Kütahya Kalesi, heybetli Ulu
Camisi, Mevlevilerin Konya’dan sonra
ikinci merkezi olan Erguniye Mevlevihane’si ve tarihi Kütahya Konakları ile
ziyaretçilerine adeta zaman tünelinde
64
Turuncu Dergİ / Mart 2016
geçmişe yolculuğa çıkaran gelenlerin
unutamadığı bir şehirdir.
Diğer yandan termal turizmde de
Kütahya Türkiye de tescilli 65 termal
merkezine sahiptir.
Kütahya Belediyesi Sosyal belediyecilikte gerçekleştirdiği projelerle
örnek teşkil ediyor. Özellikle ‘Mülteci
Aileler Hayat Paylaşma ve Kardeşlik
Projesi’nden bahseder misiniz?
Göreve geldiğimiz günden
itibaren yol yapan, kaldırım yapan
bir Belediye Başkanı değil, sosyal
manada tam donanımlı belediyecilik yapacağımızın sözünü vermiştik.
İlimizde faaliyet gösteren sivil toplum
kuruluşlarıyla ortak çalışmalarımız da
bunun göstergesidir. Bahsettiğimiz
bu projeyi de İHH Kütahya Şubesi ile
birlikte gerçekleştirmiştik.
Şehrimiz de misafir olan mülteci
kardeşlerimiz(İranlı, Afganistanlı, Iraklı,
Suriyeli, Filistinli ) “hep alan el olduk,
bizde Kütahya’ya bir değer katmak
istiyoruz “dediler.
Bizlerde Belediyemizin mutfaklarını
onlara açtık. Kendi ülkelerine ait olan
lezzetleri çeşitli yemekleri pişirip vazo
meydanın da Kütahyalı hemşerilerimize dağıttılar.
Bizler bu gibi projelerle bir olduğumuzu, kardeş olduğumuzu asıl olanın
İslami değerleri yüceltmekte olduğumuzu vurgulamak istedik. Yaşadığımız
coğrafya bize millet olarak Ensar olma
görevini verdi. Bizlerde bütün imkânlarımızla bu konuda çalışmalar yapmaya, ev sahipliğimizi en güzel şekilde
yerine getirmeye gayret ediyoruz.
Belediyenin ayakta kalması ve hizmet vermesi için çalışanların huzurunu
ön planda tutmak için kamuoyunda
da yer alan “Sosyal Denge Sözleşmesi”
yaptığınızı görüyoruz. Bu sözleşme
neleri kapsıyor?
Göreve geldiğimiz günden
itibaren Belediyemizde ben değil biz
merkezli belediyecilik anlayışını ortaya
koyduk. Yönetimde ortak akıl prensibini benimsedik.
Yapacağımız her çalışmayı çalışanlarımızla birlikte enine boyuna değerlendirerek ortaya koyduk.
Belediyemizde bir aile ortamı
oluşturmaya çalıştık, malumunuz belediyeler mesai mefhumunu gözetmeden çalışın ve çalışanların da kendilerinden özveride bulunarak çalıştıkları
kurumlardır.
Belediyemizde çalışanlarımızı maddi olarak rahatlatmak adına sendikayla
ile birlikte Sosyal Denge Sözleşmesi
turuncudergi.com
imzaladık ve maaşların yanında sözleşme çerçevesinde belediye bünyesinde çalışanlarımıza katkı sağlıyoruz.
Termal su kaynakları ile ülkemizin
termal turizminde önemli bir konuma
sahip Kütahya. Şehrin su kaynaklarını
korunması için Sağlık Bakanlığı ile Yerel
Yönetimlerde Su Güvenliği toplantısı
yaptınız. Aldığınız aksiyonlar nelerdi?
Belirttiğim gibi Kütahya termal
su kaynakları konusunda Türkiye’nin
en önemli merkezlerinden birisi.
Kütahya’mız sahip olduğu 33 kaplıca
ile adeta termal kaplıca cenneti. Bu
termal sular cilt hastalıklarına, romatizma rahatsızlıklarına kadar pek
çok hastalığın tedavisinde yardımcı
oluyor. Özellikle Yoncalı bölgesinde
başlattığımız Yoncalı Termal Projesi beş
milyon m2 bir alanı kaplıyor, yatırımcılarımızın önemli potansiyele sahip bu
alana yatırım yapmalarını bekliyoruz.
Diğer yandan Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu ile ortaklaşa düzenlediğimiz
Yerel Yönetimlerde Su Güvenliği
toplantısı daha çok içme suyu ile ilgili
bir toplantıydı. Daha güvenilir ve daha
nitelikli suyu nasıl sunulabilir bunun
görüşmeleri yapıldı.
Bu noktada Kütahya’mızın su kaynakları noktasında önemli bir sıkıntının
olmadığını vurguladık. Belediyemiz
olarak bu konuda önemli bir yatırıma
imza atıyoruz yaklaşık 23 milyon TL’
lik dev bir proje ile mevcut arıtma
testsizlerimizi yeniliyoruz. Bu proje ile
testsizlerimiz ile ileri biyolojik arıtma
teknolojisine geçilecek ve porsuk
havzasına daha temiz ve daha nitelikli
su bırakmış olacağız.
Bu projemizin %85 Avrupa birliği
fonlarından hibe %5 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı katkısı ve %9’da kendi öz
kaynaklarımızla yapacağımız önemli
bir proje.
Şehrin trafik sorunu nu çözmek
için projelerinizden bahseder misiniz?
Kütahya’mız her geçen gün gelişen
bir şehir. Mevcut yollarımızın yetersiz
olmasından dolayı trafik sorununu
çözmek amacıyla bizde önemli projeler geliştirdik. Kasım 2015 de yapımına başlayan ve 135 gün içerisinde
tamamlanacak olan alt geçit projemizin önemli bir kısmını tamamlandı ve
turuncudergi.com
projemizde son yaklaşılıyor. 8 milyon
TL mal olacak bu proje ile özellikle
şehir merkezindeki trafik yoğunluğunu
en aza indirmeyi hedefliyoruz.
Ayrıca Devlet Demir Yolları Genel
Müdürlüğü ile beraber yürüttüğümüz
proje çerçevesinde şehrimizde bulunan 4 adet hemzemin geçitti, alt
geçitte bir adet de hemzemin geçitti,
de üst geçit yaparak kesintisiz bir trafik
akışı oluşturmayı planlıyoruz.
Kütahya Tarihi Kentler Birliği üyesi.
Bu konu ile ilgili çalışmalarınız nelerdir?
Daha öncede belirttiğim gibi
Kütahya’mız 7000 yıllık tarihi geçmişi
ile adeta bir açık hava müzesi hüviyetinde böyle görkemli bir tarihinin
olmasından dolayı Kütahya’mız Tarihi
Kentler Birliğinin önemli bir üyesi.
Bende 2014 yılından beri Tarihi
Kentler Birliğinde encümen üyesi olarak yönetim kurulunda bulunuyorum.
Tarihi Kentler Birliği şehirlerin tarihsel hüviyetinin korunmasında çalışmalar yapan önemli bir kurum. Özellikle
yerel yönetimlerin yaptıkları projelerde önemli ölçüde maddi destekler
sağlamakta.
Geçen yıl Tarihi Kentler Birliğine
sunduğumuz dokuz projenin tamamına destek alarak en çok proje
desteği alan belediye olduk. 2014 yılı
Aralık ayında da Tarihi Kentler Birliği
toplantısının Kütahya da yapılmasını
sağladık. Yaklaşık 150 Belediye
Başkanını Kütahya’mızda ağırladık.
Kale-Çarşı-Mahalle Bütününde
Ekolojik Yaklaşım konulu bir panel
gerçekleştirdik.
Türkiyenin en çok öğrenci kapasitesine sahip bir üniversiteye ev sahipliği yapmaktasınız. Öğrencilerin katkısı
ne yönde?
Üniversitemiz yaklaşık 50 bin
öğrencisi ile önemli bir öğrenci potansiyeline sahip, öğrencilerimizin şehrimizin ekonomisine ciddi katkıları söz
konusu. Göreve geldiğimiz günden
itibaren öğrenci arkadaşlarımıza fahri
hemşerilerimiz gözüyle yaklaştık ve
öğrenci arkadaşlarımızın da yaşadıkları
şehre katkılar sağlamalarını istedik.
Üniversitemizdeki gençlik grupları
ve öğrenci kulüpleri ile zaman zaman
görüşmeler gerçekleştiriyoruz. Üret-
tikleri projeleri imkânlar nispetinde
destek olmaya çalışıyoruz. Ayrıca
Kent Konseyi Başkanlığına üniversite
bünyesinde ki hocalarımızdan bir
arkadaşımızı getirdik. Kurduğumuz
Gençlik Meclisinde de üniversiteli
arkadaşlarımızın görevler almasını
sağladık.
Kütahya’mızda Sayın Valimiz,
Milletvekillerimiz ve rektörümüzle
birlikte önemli bir birliktelik sağladık
ve tüm kurumlarımızın şehrimize katkı
sağlaması noktasında önemli çalışmalara imza atıyoruz.
Sayın rektörümüzün de gayretli
çalışmaları neticesinde Üniversite-Belediye-Sanayi işbirliği noktasında
önemli çalışmalar yapmaya başladık.
Son olarak Kütahya’mızı Mevlana’nın torunu Ergun Çelebi’nin dizeleri
ile anlatmak istiyorum;
Kütahya kusursuz bir güzeldir.
Böyle kusursuz güzele, zeval olur mu?
Ya rap bu memlekete kaza bela verme.
Cennet Kütahya’nın ya altındadır ya
üstünde Feda olsun Lahor, Keşmir,
Tebriz, Kütahya’ya
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 65
DOSYA
DOSYA
DÜNYA DÜĞÜNLERİ
Kosova düğünlerinde
gelinlerin en dikkat
çekici özelliği
‘aklık”.
E
n heyecanlı
mutluluklara sahne
olan düğünlere, bir
de dünya gözünden
bakalım istedik.
Ülkelerin ilginç geleneklerini
sizler için araştırdık. Bu ay Dünya
Düğünleri Dosya konumuzda
Kosova’nın gelinlerini işledik.
Kosova’da düğünlerde gelinler
tarihi gelin kostümü giyer ve yüzü
beyaz ile boyanarak geçmişin
desenleri yüzüne çizilir. Bunun
amacı ise düğün törenine kötü
İçinde civa ve çeşitli
maddeler bulunan
bu karışım gelinin
yüzüne sürülüp, üzeri
süsleniyor
şans getirmemesidir. Bu işlem
uzun sürse de kimse bundan
şikayetçi değil. Çünkü, düğün
töreni özellikle gelinler için
oldukça önemlidir. Bir tablo kadar
güzel olan bu gelinleri almak
da pek kolay değil., bu yüzden
damadın türlü türlü cefalar
çekmesi gerekiyor. Bu zorlukların
aynı zamanda eğlenceye
dönüştüğü düğünlerde, özümüzü
hatırlatan Türk motiflerinin
yanında, dini motifler de göze
çarpıyor.
Perşembe başlayıp, cuma günü biten
düğünde gelin almaya damatsız
gidiliyor. Düğün özel yemeği Pulaş
adlı poğaça ve kaymaçina tatlısı.
66
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 67
Me
SAĞLIK
nO
poz
dönemi
problemleri
HALİT
YEREBAKAN
[email protected]
M
enopoz, her
kadının muhakkak
karşılaşacağı bir
dönemdir. Bu
dönemi yaşayan
hanımların büyük çoğunluğundan
işittiğimiz en önemli şikayet ise sıcak
basmalarıdır. Peki hayat kalitenizi
düşüren bu durum neden olur ve
hafifletmenin yolları nelerdir? Bir şeyin
nedenini bilmek, onunla mücadele
temekte en önemli silahtır.
68
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Sıcak basmaları günün her
saati yaşanan bir durum olsa da
özellikle gece saatlerinde meydana
gelmesi, uyku düzenini ciddi şekilde
etkilediğinden tüm güne yayılan
yorgunluk hissi sebebiyle hayat
kalitesini ciddi orada düşürür.
Menopoz dönemindeki
bir kadının sıcak basma
şikayetleri ne kadar
devam eder?
Bu alanda yapılan çalışmalar geniş
bir rakamsal aralığı işaret ediyorlar.
Genele baktığımızda menopozun
başlamasıyla ortaya çıkan sıcak
basmaları, ortalama dört ay boyunca
devam eder. Elbette istisnalar vardır ve
bu konuda azımsanamayacak kadar
da çoktur.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 69
SAĞLIK
Sıcak basmalarını
tetikleyen bir çok
şey vardır. Bunlar
arasında öncelikli
olarak, stres, dar
giysiler giymek,
baharatlı yiyecekler
ve alkol tüketmek,
kafeinli içecekler
ve sigara içmek
sayılabilir.
70
Turuncu Dergİ / Mart 2016
Bu konuda yapılan çalışmalardan
birine dahil edilen menopoz
dönemindeki kadınlar arasında, sıcak
basma şikayetinin 14 yıl boyunca
devam ettiğini beyan edenler de
olmuş. Bu durum kişiden kişiye farklılık
gösterirken besleyen etkenlere sahip
değilseniz kısa bir süre sonra sizi terk
edecektir. Önemli olan bu dönemde
doğru davranmak ve kaçınılmaz olan bu
sıkıntıdan en az zararla kurtulmaktır.
Sıcak Basmaları Neden Olur?
Sıcak basmalarının nedeni tam olarak
tespit edilememiş olsa da sebep olan
bazı etkenler biliniyor. Araştırmacılar,
menopoz döneminde düşen östrojen
değerinin, buna sebep olabilecekler
arasında ilk sırada yer aldığını belirtiyor.
Östrojen hormonu, vücut ısısını
dengelemede önemli bir rol oynar.
Bu hormon, aynı zamanda ter bezleri
üzerinde kontrol etkisi bulunan
neropinefrin adlı hormonun üretiminde
de rol oynayarak sıcak basmalarının
başlıca sorumlusu olarak gösterilebilir.
Östrojen eksikliğinde, vücut ısısı,
merkezi sinir sisteminin bir parçası olan
hipotalamus tarafından yönetilir. Bu
durum kan damarlarında genişlemelere
sebep olabileceği gibi yanlış zamanda
terlemeye de sebep olur. sıcak
basmalarının en can sıkıcı tarafı da
terlemektir.
Tetikleyici Faktörler Nelerdir?
Sıcak basmalarını tetikleyen bir çok şey
vardır. Bunlar arasında öncelikli olarak,
stres, dar giysiler giymek, baharatlı
yiyecekler ve alkol tüketmek, kafeinli
içecekler ve sigara içmek sayılabilir. Sıcak
basmalarından şikayetçi olduğunuz
bir dönemdeyseniz ve yukarıda
saydıklarımı tüketiyorsanız, ilk yapmanız
gereken bunlardan vaz geçmek
olmalıdır. Bu alışkanlıklarınızı tamamen
bırakamıyorsanız en aza indirgemeye
çalışmak da sizi rahatlatabilir.
turuncudergi.com
Sıcak Basmasını
Hafifletmenin
Yolları Nelerdir?
Bu durumdan şikayeti olan kadınların
büyük bölümü, alışkanlıklarını
düzenleyerek şikayetlerinden
kurtulabilirler. Maddeler halinde
yazacağım önerileri dikkate alırsanız
şikayetleriniz sizi rahatlatacak ölçüde
azalacaktır.
• Baharatlı yiyeceklerden uzak
durun.
• Alkol ve kafein alımını
durdurun.
• Kullanıyorsanız, sigarayı bırakın
• Düzenli egzersiz yapın.
• Kilo verin.
• Mümkün olduğu kadar stresten
turuncudergi.com
uzak durun ve sakin kalmaya
çalışın.
• Serin bir odada uyuyun ve
nefes alan pamuklu giysiler giyin.
• Soğuk su için.
Özellikle hanımlar, fayda gördükleri
alternatif ürünleri devamlı birbirlerine
tavsiye ederler. Eminim sıcak basması
gibi son derece can sıkıcı bir durumla
karşı karşıya olan biri, ilaç ve benzer
tedavi yöntemleri dahil duyduğu
şeyleri yapmak isteyecektir. Son
yıllarda sıcak basması ve benzer
durumların tedavisi için çeşitli teknikler
gelişti. Ancak bir başkasında fayda
sağlayan bir yöntem sizde aynı etkiyi
göstermeyebilir. Ayrıca hali hazırda
sahip olduğunuz başka bir rahatsızlığı
da tetikleyebilir. Bu gibi durumlarda
yeni bir yöntem denemeden önce
mutlaka doktorunuza baş vurmanız
gerekir.
Son yıllarda sıcak
basması ve benzer
durumların tedavisi
için çeşitli teknikler
gelişti. Ancak
bir başkasında
fayda sağlayan
bir yöntem
sizde aynı etkiyi
göstermeyebilir.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 71
SNAPS
SNAPS
Ne
SİNAN
CANAN
[email protected]
E
-postalar üzerinden
iletişim kurarken en az bir
kere “yanlış anlaşılmaya”
veya “yanlış anlamaya”
uğramayan var mıdır
aramızda acaba? Muhtemelen
hepimiz, yazılı iletişimin “yanlış
anlaşılmaya açık” doğasını aslında
çok erkenden fark ediyoruz.
Yazışmalarda, insanlarla yüz
yüze konuşurken kullandığımız
ses tonlamaları, beden hareketleri
ve yüz ifadeleri gibi bir çok
destekleyici ve karmaşık bileşenden
yoksun kalıyoruz. Mesela birisi
size, sorduğunuz soruya karşılık
“çok güzel soru” dediğinde, yüz
ifadesi ve ses tonundan, sizinle
dalga mı geçtiğini, yoksa gerçekten
sorunuzu takdir mi ettiğini hiç
zahmet çekmeden anlayabilirsiniz.
Fakat bir e-postada buna benzer
bir ifade gördüğünüzde, bunu
anlama imkanınız yoktur. Peki
ne yapacaksınız? Elbette o anda
içinde bulunduğunuz zihinsel
duruma göre, kendi zihinsel algınızı
karşınızdakine yansıtarak aradaki
bu onulmaz boşluğu doldurmaya
çalışacaksınız.
Kendi zihnimizi karşıya yansıtma
davranışımız, adeta bir refleks gibidir
ve çoğu zaman biz farkında bile
olmadan devreye giriverir. Sadece
yazışmalarda da değil; günlük
iletişimimizde de sıklıkla kullanırız bu
kadar
anlaya
biliyoruz?
72
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
turuncudergi.com
refleksi. Karşı tarafın ifadelerindeki
esas maksadı anlama konusunda
her zaman en üst düzeyde dikkat
sergileyemeyiz. Zira sürekli olarak
dikkatimizi dağıtan, kafamızı meşgul
eden bir şeyler vardır. Karşı tarafın
bedeninden ve sesinden gelen
belirsiz işaretleri ıskalama şansımız
yüksektir. Bu durumda da yansıtma
refleksi imdadımıza yetişir. Bilinçsiz
olarak “böyle demek istiyor” der,
anladığımıza hükmeder ve rahatlarız.
Kısacası bu refleks, aslında işimizi
kolaylaştıran bir konfor sistemidir.
Fakat sözlü iletişimin kısıtlı olduğu
yazışma gibi durumlarda, en baskın
kullandığımız sistem bu egosentrik
yansıtma sistemidir.
İnsanın zihinsel donanımına
incelikle dercedilmiş bu bilinçsiz
özelliklerin hemen tamamı,
hayatımızı daha kolay yaşamak,
bilincimizi serbest bırakmak üzere,
karmaşık süreçleri otomatiğe
bağlamak için verilmiştir aslında.
Bu rahatlatıcı ve kısa-yol sağlayıcı
devreler sayesinde, elimizdeki işe
daha rahat odaklanabilir, gereksiz
ayrıntılarla bilincimizi meşgul
etmemiş oluruz. Fakat kendimizi,
sözgelimi, iletişim konusunda
tamamen böyle “otomatik” bir
sistemin insafına bırakınca, hiç
farkına varmadan, yanlış anlaşılmalar
girdabına kapılabilir ve hayatımızı
iyiden iyiye zorlaştırabiliriz.
En yakınlarınızı
en kolay mı anlarsınız?
Eşimiz, çocuklarımız, annebabamız ve yakın arkadaşlarımız,
bize genellikle anlaşılması en
kolay insanlar gibi görünür. Fakat
psikolojik araştırmalar, bunun tam
tersini gösteriyor. İnsanlar bize
ne kadar yakınsa, kendi zihinsel
kabullerimizi onları anlamak üzere
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 73
SNAPS
İnsanların
düşüncelerini
anlamak zordur. Zira
her bir bilinç aslında
kapalı bir kutudur
ve bilim adamı
bile olsanız, diğer
insanların zihinleri
en nihayetinde sizin
için bir muamma
olarak kalacaktır.
74
Turuncu Dergİ / Mart 2016
SNAPS
“yansıtma” davranışına daha çok
başvurduğumuzu görüyoruz (*).
Bazı insanlarla sürekli görüşüyor ve
yakın çevrelerinde yaşıyor olmamız,
onları daha iyi anladığımız anlamına
gelmiyor. Eğer anlamak için özel bir
gayret göstermiyor, onların ruhsal
durumlarına nüfuz edecek bilinçli
ve asgari çabayı sarf etmiyorsak,
sözgelimi, eşimizle aramızdaki “yanlış
anlaşılma” oranı, bazen bir yabancıyla
olduğundan daha fazla olabiliyor.
İnsanların düşüncelerini anlamak
zordur. Zira her bir bilinç aslında
kapalı bir kutudur ve bilim adamı bile
olsanız, diğer insanların zihinleri en
nihayetinde sizin için bir muamma
olarak kalacaktır.
Bu gerçek, aynı zamanda ileri
derecede sosyal bir canlı olan
insanın, yaşamını sürdürmesi için
gerekli olan sosyal iletişim becerileri
açısından açık bir tezattır. Bunun
üstesinden gelme yolu ise, karşıdaki
insanların zihinlerinin çözemediğimiz
bölümlerine, kendi zihinsel
kurgularımızla “yamalar” yapmak ve
onların davranış ve hareketlerini bu
yolla anlamlandırmaktır. Bu garip
görünen uyarlama işlemi, hepimizin
pek bir uzman olduğu bir beceridir ve
aslında en önemli zaafımızdır.
Her şeyin anlamını anlamak
Karşımızdaki insanları anlamaya
çalışırken bile ne kadar zorluk
çektiğimizi bu minik örneklerden
sanırım fark edebildik. Peki, şimdi
bir adım ileri atalım ve inandığımız
dinin mesajını ne kadar doğru
anlayabileceğimize bakalım.
Her Şeyin Yaratıcısı olan bir varlığa
inanıyorsanız, O’nun, bildiğiniz her
şeyden daha üstün ve daha karmaşık
olması gerekir. Zira bildiğiniz en acayip
şeylerin tümünü ve bilmediklerinizi
de dahil olmak üzere, O yaratmış
olmalıdır. Yaratılan her şey, Yaratıcısı’na
nispetle daha alt düzeyde varlıklardır.
Yani bizler de, inandığımız Yaratıcı’ya
göre oldukça alt düzeyde ve “basit”
varlıklar olmalıyız.
Kendimiz gibi sıradan insanları
bile anlamakta zorluk çekerken, acaba
Yaratıcı’yı nasıl anlayabiliyoruz? Mesela
Müslümansanız, elinizde Kuran-ı Kerim
gibi bir yazılı metin var. İnsanlardan
gelen e-psotalar bile bu kadar yanlış
anlaşılmaya açıkken, elimizdeki altı
yüz küsür sayfalık bir metni “hakkıyla”
anlayabileceğimizi iddia edebilir miyiz?
Sanırım hayır. Peki başka ne var? Bir
sonraki seviyede, mesela,
turuncudergi.com
,“hadisler” diyebilirsiniz; fakat bunlar da
neticede “yazılı” metinlerdir ve bizler
gibi insanlar tarafından tarih boyunca
bize aktarılan anekdotlardan oluşur.
Peki başka bir şey var mı? Aslında
pek yok. Sonuç olarak, bu büyük
belirsizlik içinde sarılabileceğimiz
ilk can simidi, yine o egosentrik
yansıtma refleksimizdir. “Allah bizimle
beraberdir” sözünü duymuşsunuzdur.
Bunu neredeyse her dinden insan
söyler. Ve bu doğrudur da. Zira,
her inanan, inandığı İlah’ın “aynen
bildiği gibi” olduğuna iman etmiştir.
O’nu anlayamayacak kadar karmaşık
bulduğu için de, bilmeden, zihinsel
yamalama süreci ile, Yaradan’ının
muradını, kendi zihniyle tevil eder, öyle
anlamlandırır. Bu konuda yapılan beyin
tarama çalışmaları, inanan insanların
“Tanrının zihninden geçenleri”
ve “kendi zihninden geçenleri”
düşünmeleri istendiğinde, her iki
durumda da aynı beyin devrelerinin
faaliyete geçtiğini gösteriyor. Bunda
şaşılacak bir durum da yok; zira
elimizdeki en kullanışlı araç, bu
konuda kendi zihnimiz ve zihinsel
reflekslerimizdir. Zira bir başkasının,
hele hele bizi Yaratan Zat’ın “zihnini”
okumak gibi bir donanımız, en azından
bildiğimiz kadarıyla, yok.
turuncudergi.com
Kendini bilmek…
Ben bütün bunlardan ne anlam
çıkartıyorum? Bir insan, bir Müslüman
ve bir sinirbilimci olarak, kendi zayıflıklarımı anlamak, her zaman bana yeni
kapılar açmıştır. Bu bilgi aynı zamanda,
bu fıtri zayıflıklarını bilmeyen insanların “Allah adına” cinayet işlemelerinin,
zulüm yapmalarının, adaletsiz davranabilmelerinin, tembellik edebilmelerinin
ardında yatan mekanizmayı biraz olsun
anlayabilmeyi de sağlıyor diye düşünüyorum. “Allah böyle istiyor” sandığımız
bir çok şeyi aslında “zihnimiz öyle istemektedir” ve bu zaafiyetimizi bilmeden
bu tehlikeli düşünce yanlışının farkına
bile varamayabiliriz.
İslam’da Allah’ın kelamı olan Kuran-ı
Kerim’i okuma oranımız ortadadır: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2010 yılında
yaptırdığı bir araştırmada, Müslümanların yüzde 20’sinin Kuran’ı hiç eline
almadığı, yüzde 80 kadarının ise, okusa
bile, içinde ne yazdığını bilmediği ortaya çıkmıştı. Bu elbette bir inanç için
vahim bir durumdur. Fakat daha vahim
olanı, “ana mesajından” habersiz olduğumuz bir din hakkında “kesin kanaatlerimiz” olmasıdır. Giyim kuşamımız,
helal-haramımız, iyi-kötü telakkilerimiz,
ibadet-taat anlayışımız ve daha nice
“dini bilgilerimiz” neredeyse tartışılmaya gerek olmayacak kadar “açık ve
sarih” görünür. Tartışma ve şüpheler,
olsa olsa detaylarda, önemsiz ayrıntılardadır, zira “ana mevzuyu” çoktan
anladığımızdan çoğu zaman eminizdir.
Halbuki, kökten yanılıyor olmamız
her zaman daha büyük bir ihtimaldir.
Fakat baştan beri anlatmaya çalıştığım
“zihinsel yansıtmalar” gibi kolaylıklar
sayesinde, bu eksiklik çoğu zaman
bizleri pek fazla rahatsız etmez. Zira
bizden “murad”ın ne olduğu konusunda kendimizi çok emin hissederiz.
Bu hale, İslam literatüründe
“gaflet” adı verildiğini de
duymuş olabilirsiniz…
“Kendini bilmek gibi irfan olmaz”
derler. Kendimle ilgili böyle bir bilgi,
bir zaafiyet öğrendiğimde, hemen
alarm çanları çalmaya başlıyor ve
“acaba nerede nefsimden, nerede
Hakk’dan bahsediyorum?” diye kendimi
hızla sorguya çekmem gerektiğini
hissediyorum. Ayrıca zihnimdeki bu
kolaycılık devrelerinin hem bilinçsizce,
hem de günde 24 saat çalıştığını
fark edince, yükümün ne kadar ağır,
emanetin ne kadar çetin olduğunu
bir kez daha anlıyorum. Ama ne kadar
fark edebiliyor, ne kadar gereğini
yapabiliyorum, işte orası meçhul.
Bana sorarsanız, Kuranî ifade ile
“yeryüzünde bozgunculuk çıkaran
insan”, kendi üzerine kafa yormamayı
seçenlerden çıkıyor; özellikle de bu
“bilgi çağında”. Kendimize ve zihnimize
vakit ayırarak, üzerimizdeki emanetin
ağırlığına uygun bir vaziyet alalım
inşallah…
Zira vaktimiz dar, işimiz zor…
(*) Bu konular hakkından detaylı bilgi
için Nicholas Epley imzalı Mindwise
kitabına bakılabilir.
Kendimiz gibi
sıradan insanları bile
anlamakta zorluk
çekerken, acaba
Yaratıcı’yı nasıl
anlayabiliyoruz?
vahim olanı, “ana
mesajından” habersiz
olduğumuz bir din
hakkında “kesin
kanaatlerimiz”
olmasıdır.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 75
DOSYA
DOSYA
OLUMLU DAVRANIŞ VE
TEMEL ALIŞKANLIKLARIN
KAZANDIRILMASI
SERAP
BUHARALI
Çocuk gelişim uzmanı
ve oyun terapisti
[email protected]
O
lumlu davranış,
istenilen, kazandırılması,
sürekliliği sağlanılmasını
dilediğimiz tavırlardır..
Bazı davranışların
edinimi neden önemlidir?
Çünkü insan toplum içerisinde
yaşayan bir varlık ve bunun içinde
istenilen ve istenilmeyen davranışları
edinmesi gerekiyor. Bunun için rehberi
kim olacak, Ebeveynler . Birebir elimizde
bir liste mi vardır ki bu davranışları bir
bir kazandıralım. Peki nasıl olacak?
Yapılması gereken yeri ve sırası
geldiğinde ebeveynin aktif hale gelerek
düşünme, muhakeme etme yetilerini
güçlendirerek davranışlar konusunda
çocuğu bu konuda düşünmeye sevk
etmesidir.
Çocuğun doğalında olumluya meyil
vardır. Pozitif bilinç algısı ile hareket
eder. Bu sebeple bazı durumların
edinilmesi için bu durumların gereği
76
Turuncu Dergİ / Mart 2016
ve şahsı için olumlu tarafına kanaat
ettirmek gerekir. İdrak ettiğiniz bilincine
vardığınız durumu içselleştirme kolay
olacaktır. Bu sebeple davranışların
edinilebilmesi için şuur ile zihne ve
ruha yerleştirmek önemli.
Davranış ve alışkanlıkların
yerleşebilmesi bebeklik çağlarında
başlar. Öz bakım güvenlik sağlık için
yaptığımız davranışlar bizi korumaya
yöneliktir. Bunların kazanılması
can güvenliği için gereklidir. Ruh
güvenliğimiz indinde bazı erdemleri
öğrenmek erken yaşta daha kolay
olacaktır. Uygulamada kolaylık sağlayan
şey ise alışkanlığa dönmesi az da olsa
sürekli olunması vazgeçilmemesi.
Hayat içerisinde kurallar vardı.
Kuralların olmadığı yerde düzensizlik
sağlıksız durumlar meydana gelir.
Bu kazanımların oluşması için;
Yönlendirmek yerine takip etmek,
Davranış düşünce ihtiyaç istek ve
duyguları yansıtmak
Ebeveynin çocuğu tanıması
ve çocuğun anlaşılmış hissetmesi
gerekir. Motomot bir kurallar zinciri
oluşturulmamalıdır. Yeri geldiğinde
dozunda yerleştirilmelidir.
Disiplin kişinin kendisi için iyi ve
kötüyü ayırt edebilmesidir. Disiplin
uygulamada bu vardır.
Ebeveynlerin takip ettiği yöntemde
şunlar olmamalıdır;
• Azarlama
• Aşağılama
• Yargılama
Ebeveynler net ve sağlam olmalıdır.
Çocuğa kendi hareketleri ve davranışları
konusunda kendini kontrol etmesine
yardım eden bir sorumluluk vermelidir.
“Davranışlarınızda varlığınızla ve
tepkilerinizde en önemli olan şey
niyetinizdir.”
İstenilen davranışın yerleşmesi
içinde ürünü değil çabayı övmeliyiz .
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 77
SANAT SOKAĞI
Cilt Sanatı
Kitabın cildi, insanın
yüzü gibidir. O ilk
karşılaşmada kurulur
köprüler. Kitabı
elinize aldığınızda
sayfalarından önce
cildinde gezinir
elleriniz ipeksi
dokunuşlarla.
78
Turuncu Dergİ / Mart 2016
AYFER
BALABAN
[email protected]
K
itabın çehresi, yüzü,
kabı, zarfı, örtüsü ve
kimliği cilt.
İçe, içtekilerin
muhtevasına yönelik
soyut bir çehre.
Kitap medeniyetinin zarif tecessümü.
Büyük bir manadan, o manada
yoğrulan zevkten neşet etmiş bir sanat.
O büyük manayı nazarı dikkate
almadan cilde sadece kitap kabı olarak
bakıldığında, zahirle düşünüldüğünde,
inancımızla sanatımız arasındaki bağ
zedelenir.
Kitabın cildi, insanın yüzü gibidir.
O ilk karşılaşmada kurulur köprüler.
Kitabı elinize aldığınızda sayfalarından
önce cildinde gezinir elleriniz ipeksi
dokunuşlarla. Hatailer, rumiler sarılır
parmaklarınıza, şemse güneş gibi
gülümser yüzünüze.
Cilt, deri demekse de yapılan ilk cilt
kapakları tahtadandır. Tahtanın hem
kullanımı hem de süslemesi zor
olduğundan, bilahere mukavva ve deri
kullanımına geçilmiştir.
(Tahta kitap kaplarını duyunca özellikle
genç okuyucularımızın Aa! dediklerini
duyar gibiyim. Onların büyükleri de
belki okula tahta kitap çantaları ile
gittiler, tıpkı yazıcı gibi. Tatlı bir hatırayı
da bu vesileyle aktarmış olalım.)
Yeri gelmişken Orta Asya da
kapakların madeni paralar ve kalıplarla
süslendiklerini de söylemek icab eder.
Deriyle kaplı kitap cildini ilk defa
Uygurlular yapmıştır. Karahoço’da
turuncudergi.com
bulunan iki yazma da bu görüşü
doğrulamaktadır.
Selçuklularda diğer gelenekli
sanatlarda olduğu gibi ciltte
ekseriyetle geometrik motifler
kullanılmıştır. Deriler kalındır ve renk
olarak kahve tonları ve siyah hâkimdir.
Ancak iç kapakta açık renk deri
görülür.
Ciltteki Selçuklu tesiri Fatih dönemine
kadar devam eder. Bu dönemde
Selçuklu izleri görülmekle birlikte
rumi ve hatai motifleri gelişmiş, deriler
inceltilmiş ve renkler çeşitlenmiştir.
Kapak içlerinde katı’ uygulanmaya
başlanmıştır.
Gelenekli sanatların en güzel
örneklerinin görüldüğü 16. yy. da cilt
sanatı da zirvede
olup şemse, salbek, köşebent,
zencerek formları mükemmeldir.
18 yy. da ciltlerde çeşitlenme dikkat
çeker. Mesela lake ciltler mükemmel
uygulanmıştır.
Bundun önceki yazılarımda olduğu
gibi 19. yy.a maalesef bir zayıflamadan
ve klasikten uzaklaşmadan bahsetmek
zorundayım. Bu dönemde artık barok
ve rokoko süslemeler arzı endam
ederler kitabın yüzünde.
Gel zaman git zaman, hatailer,
pençler, rumiler, şemseler, kıymetli
taşlar ve altınla bezeli ciltler popüler
kapakları bıraktı yerini. Formları
birada tutan şiraze dağıldı. Mıklep,
sertab, ,cildbent meleklerin kanadında
tekrar kitaba konmak için dua, gayret,
himmet beklemekte.
turuncudergi.com
Bütün bunlara rağmen, Cumhuriyetten
bu yana Bahaddin Tokatlıoğlu,
Necmedddin Okyay, Mustafa
Düzgünman, Emin Barın gibi ustalar
bu sanatı yaşatmak için büyük çaba
gösterdiler. Sevindiricidir ki Güzel
Sanatlar Fakültelerinde de Cilt Ana
sanat dalı kuruldu.
Cilt sanatının büyük ustası İslam
Seçen, bu sanata katkıları, yaşatma
çabası ve yetiştirdiği mücellitlerle
yaşayan insan hazinesidir. İlerlemiş
yaşına rağmen yorulmak bilmeyen
bu güzel insan sanatını üzerinde
tevazuyla taşımaktadır. Hoş ve
sıcacık tavırları onu tanıyan herkes
de ayrı bir hayranlık uyandırmaktadır.
Kendisini ziyaret etmek için atölyesine
yöneldiğimizde 80’i aşkın yaşına
rağmen bizi atölyenin kapısında,
gayet mütebessim bir çehreyle
karşıladığında, bu tevazuun karşısında
hicabımdan kıpkırmızı olmuştum.
Yaptığı kitap çehreleri de kendisi gibi
mütebessim ve güzel.
Artık soyut olandan somut olana
çevirdik yüzümüzü.‘ Kapağını
değiştirdik daha çok sattı demişti bir
yayıncı. Dilim dolansa söylerken, elim
titrese de yazarken dışa, pazara, satışa
yönelik şimdi kitabın çehresi.
Çarkuşe, yazma, gömme, yekşah,,
zilbahar ya da kafes vd. İsimlerini
fısıldasam bir kütüphaneden ses
verirler mi acep? Diye hayal etmekten
alamıyorum kendimi.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 79
SAĞLIK
SAĞLIK
SAĞLIKLI BESLENME
SİMGE
SEVİNÇER
0 (850) 811 62 12
S
ağlıklı beslenme; vücudun
büyümesi, gelişmesi ve günlük işlevlerinin sürekliliğinin
sağlanabilmesi için ihtiyacımız
olan besin öğelerinin yaşımız,
cinsiyetimiz ve fizyolojik durumumuza
göre gereken miktarlarda alınmasıdır.
Tüm bunların tam anlamıyla yerine
getirilebilmesi için ise devreye yeterli
ve dengeli beslenme kavramları girer.
İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi için
elliye yakın besin öğesine ihtiyacı
vardır. Bu öğelerin herhangi biri alınmadığında veya eksik alındığında ise
büyüme ve gelişme engellenir, sağlık
bozulur. Tüm besin öğelerini tüketebilmek, günlük iştah düzeyimizi kontrol
altında tutabilmek ve metabolizma hızımıza zarar vermemek
için öğün sayımızı 3 ana 2-3
ara öğün olmak üzere 5-6
öğüne çıkarmamız gerekmektedir. Böylece
günlük hayatın koşuşturmacası ve stresi içerisinde kendimizi zinde hisseder
ve kilo kontrolü sağlamış oluruz.
Peki, sağlıklı beslenmediğimizde
başımıza neler gelir?
• Hareketlerimiz ağır ve isteksiz olur,
• Sağlıksız genel görünüşte (aşırı zayıf
veya şişman) oluruz,
• Pürüzlü, kuru, sağlıksız cilt yapısına,
• Şişman veya zayıf vücut yapısına,
• Sık sık baş ağrısından şikâyet eden
• İştahsız, yorgun, isteksiz bir yapıya
sahip oluruz.
Tek taraflı beslenmek (örneğin:
sadece protein tüketmek) yanlıştır.
Dengeli beslenerek vitaminler, mineraller ve lifler gibi önemli besin maddelerinden almış olur, ihtiyacımız olan
karbonhidrat, protein ve yağlardan
yararlanmış oluruz.
Dünya Sağlık Örgütüne göre
(WHO) günlük enerjimizin %50-55 kadarını karbonhidratlardan, %15-20’sini
proteinden, %25-30’unu yağdan
karşılamamız gerekir.
Şimdi ihtiyacımız olan besin öğelerinden kısaca bahsedelim. Böylece
siz de hangi grubu tüketip hangisini
ihmal ettiğinizi sorgulayabilir ve farkındalık sağlayarak beslenmenizi düzenleyebilirsiniz.
Karbonhidratlar: Vücudumuz gün içerisinde ihtiyacı
olan enerjinin büyük çoğunluğunu karbonhidratlardan sağlar.
Önemli olan seçtiğimiz karbonhidrat
türüdür.
İyi karbonhidratlar (tam tahıllı
ekmekler, bulgur, koyu yeşil yapraklı
sebzeler, meyveler) yüksek lif oranına
sahip, vitamin ve mineral deposu, az
kalorili ve kan şekerinizi yavaş yükselten besinlerdir. Kötü karbonhidratlar
ise (beyaz ekmek, şeker, pirinç ve
makarna) lif oranı ve besleyiciliği çok
düşük, fazla kalorili
ve kan şekerinizi hızlı
yükselten
besinlerdir.
1
Her öğünde mutlaka iyi
karbonhidratlardan tüketmeniz
gerekir. Tüketmediğinizde enerji
eksikliği, sürekli açlık ve kas kaybı
yaşarsınız.
Proteinler: Kas dokusunu
güçlendirmek için çok
önemli olan proteinler
demir, çinko, fosfor, magnezyum,
B6, B12, B1 ve A vitamini, posa (kuru
baklagiller) içerirler. Protein ihtiyacı
kişinin cinsiyetine, yaşına, vücut tipine
ve egzersiz oranına göre değişir.
İhtiyacımız olan proteini dengeli bir
şekilde tüketerek karşılayabileceğimiz
besinler; kırmızı et, tavuk, balık,
yumurta, kuru baklagiller, fındık, ceviz
ve bademdir.
- Süt ve süt ürünleri: Kemik
sağlığı ve büyümede çok
önemli rolü olan süt ve süt
ürünleri; protein, kalsiyum, fosfor, B2
vitamini (riboflavin) ve vitamin B12
olmak üzere birçok besin öğesinin
önemli kaynağıdır. Günlük kalsiyum
2
3
80
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
ihtiyacı yetişkin bireylerde 741 mg
olmakla beraber bu miktar gebelik,
yaş ve sağlık durumuyla değişim
göstermektedir. Günlük ihtiyacımızı
karşılamak için günde 2 su bardağı
süt veya yoğurt, 2 kibrit kutusu
kadar da beyaz peynir tüketmemiz
gerekmektedir.
- Meyveler ve sebzeler:
WHO vitamin, mineral
ve posa kaynağı olan
sebze ve meyvelerden sağlığımız
için günlük toplamda 5 porsiyon
tüketmemiz gerektiğini vurguluyor.
Her renginde farklı bir şifa olan sebze
ve meyvelerimizin beslenmemizdeki
çeşitliliğine önem göstermemiz
gerekiyor.
- Yağlar: Vücudumuz için
gerekli olan bazı vitaminlerin
(A,D,E,K) emilimini ve
taşınmasını sağlayan yağları az
miktarda da olsa tüketmemiz
gerekmektedir. Karbonhidratlarda
olduğu gibi yağlarda da sağlıklı olanı
4
seçmemiz gerekmektedir. Günlük
tüketiminizin 2/3’si sağlıklı bitkisel
yağlardan oluşuyorken 1/3’i doğal
tereyağından oluşabilir. Aksi taktirde
damar tıkanıklığı, yüksek kolesterol ve
kalp hastalıklarına davetiye çıkarabiliriz.
Şimdi siz de besin guruplarını her
öğünde yeterli miktarlarda tüketerek
kendinize sağlıklı sofralar kurabilirsiniz.
Unutmayın “Besinler ilacınız, ilacınız
besinlerinizdir”
5
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 81
SEYAHAT
SEYAHAT
Renklerin
festivali için
Hİndİstan’a
H
oli festivali dünyanın
en eski festivallerinden
biridir olarak Hindistanda
kutlanıyor. ‘Bahar Festivali’
ya da ‘Renklerin Festivali’
diye de bilinmektedir . Bir Hindu festivali
olmasına rağmen günümüzde sadece
Hintliler tarafından değil; Asya ülkeleri
dışındaki ülkelerde de oldukça popülerlik
kazanmış durumdadır ve benzer
törenler yapılmaktadır. Ancak anavatanı
Hindistandır.
Festivalin en belirgin özelliği Gulal adı
verilen, tamamen doğal yollarla yapılmış
organik renkli tozların insanlar tarafından
birbirine atılmasıdır.
82
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 83
SEYAHAT
SEYAHAT
Ayrıca kutlama sırasında renkli
su savaşları da devreye girmektedir.
Festival boyunca her yer rengarenk;
tüm sokaklar, parklar, bahçeler, evler,
insanlar. İnsanların birbirinin yüzünü
boyamasına izin vermesi ve bundan
kaçmamasının sembolik bir anlamı
var ; ‘sana güveniyorum, senden
korkmuyorum ve bu yüzden sana
yüzümü dönüyorum’ dur.
Tüm bunlara ek olarak herkesin
yüzünün, üstünün başının tüm
sokakların rengarenk olmasıyla
Hindistan’daki kast sistemide ortadan
kalkıyor ve kutlamalar sırasında kadınerkek, tanıdık-yabancı, zengin-fakir gibi
farklılıklar yok oluyor, herkes bir oluyor.
84
Turuncu Dergİ / Mart 2016
Tüm gün insanlar şarkı söyleyip;dans
ediyorlar, Sokaklarda insanlar gruplar
halinde müzik aletleri çalarken,
insanlar da kendilerini müziğin ritmine
kaptırıyor ve en çok bollywood’ta
izlediğimiz dans figürlerini sergiliyorlar.
Böylece sosyal kaynaşmada
gerçekleşmiş oluyor. Festivalin diğer
bir sosyal boyutu ailelerin birbirini
ziyaret etmesi ve festivale özgü
yiyeceklerle birbirlerini ağırlamalarıdır.
Holi festivali, yeni insanlarla tanışma,
kırgınlıkları unutma- unutturma, şarkı
söyleyip dans etme kısacası hayata
yeniden başlamanın festivalidir. Festival
boyunca geceleri ise halk evlerinin
önünde bahçelerde ateşler yakarak
turuncudergi.com
etrafında ölüleri için dua ederler.
Festivalde ençok kullanılan
renklerin anlamına gelince;
Kırmızı: Masumiyet
Yeşil: Canlılık, enerji
Mavi: Sakinlik ve ağrıbaşlılık
Sarı: Dindarlık
Festivalin son gününde ise
insanlar yakılan ateşlerin küllerinden
alıp evlerine götürürler. Bu küllerin
kendilerini yıl boyunca kötülüklerden
koruyacağına inanırlar.
Festivalin tarihleri her yıl
değişmektedir, şöyle ki festival
dolunayda kutlanmaya başlanır. Denk
gelen tarihler ise genelde şubat ayının
sonları ya da mart ayıdır.
turuncudergi.com
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 85
PSİKOLOJİ
PSİKOLOJİ
A
şk birisine şiddetle
sarılma, onunla aynı
yerde olma özlemidir.
Onu kucaklayarak bütün
dünyayı dışarıda
bırakma arzusudur. İnsanın ruhuna
güvenli bir sığınak bulma özlemidir”
Orhan Pamuk
Aşk, çoğu insan için hayatın
tadı tuzudur. Hayatı renklendiren,
anlamlandıran, içimizi ısıtan
ama bazen de çekilmez hale
getiren, karmaşalı ve sancılı bir duygu
fırtınasıdır aşk... Aşk, en temelde bizim
“yakınlık” ihtiyacımızla ilgili bir olgudur.
Kişi bu ihtiyacı derinden hissettiğinde
aşka hazır, açık hale gelir. Çevresindeki
potansiyel adaylardan birine, ilk fırsatta
bu duyguları hissetmeye başlar. Yani
içinde büyüyen aşkı ona yansıtır. Çoğu
kez bunun karşıdaki kişiden kaynaklı
olduğunu düşünürüz. Yani “O, öyle
güzel, özel ve farklıydı ki gönlüm ona
akıverdi, aşık oldum” denir.
Eğer bunun sebebi gerçekten
muhatabın çok güzel, özel ve farklı
olması olsaydı, onu gören herkesin
O’na aşık olması gerekmez miydi?
Bunca insanın kayıtsız kaldığı, hatta
bazen “Ne buldun O’nda? Anlamıyoruz”
denilebilen kişilere de delice aşık
olanlar varsa eğer, bunun sırrı maşukta
değil aşığın kendisindedir.
Pygmalion Etkisi Nedir?
Bizim beklentilerimiz ve
yansıttıklarımız, karşımızdakini algılama
biçimimizi ciddi şekilde etkiler. Biz
adeta sevdiğimizi kendi zihnimizde
“yeniden” yaratırız. Bu anlamda aşk
aslında kişinin kendi içsel sürecidir.
RUKİYE
KARAKÖSE
Marmara Üniv.
Öğretim Görevlisi
Klinik Psikoloji Uzmanı
Biz adeta sevdiğimizi kendi zihnimizde
“yeniden” yaratırız. Bu anlamda
aşk aslında kişinin kendi içsel sürecidir.
86
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Yunan mitolojisindeki
Pygmalion’un öyküsü de bu gerçeği
sembolize eden çok vurucu bir
hikayedir. Hikayeye göre Kıbrıs
adasında, Amathontus’da Pygmalion
adında bir heykeltıraş yaşardı. Bu
adam mesleğine aşıktı. En büyük zevki
yaptığı heykelleri seyretmek ve onlar
arasında zaman geçirmekti. Pygmalion,
bir gün fildişinden çok güzel bir kadın
heykeli yaptı. Bu heykel o kadar güzel,
o kadar gönül alıcı oldu ki heykeltıraş
yaptığı bu heykele aşık oldu.
Onu candan sevdi. Ancak ruhu
olmayan heykel, Pygmalion’un
sevgisine karşılık veremiyordu.
Aphrodite bu dertli aşığa
merhamet etti ve heykeli canlandırdı.
Pygmalion da aşkına böylece karşılık
bulmuş oldu.
İşte efsanedeki Pygmalion gibi,
insanoğlu/insankızı da çoğu kez
sevdiğini kendi yaratır. Ona ideal
nitelikler atfeder, sonra da bu ideal
özelliklere hayran/aşık olur.
Aşkı Biz mi Yaratırız?
İnsan aşıkken sevdiğinin en basit
yönlerini bile gözünde büyütüp
abartmaya başlar. Onları zorlarsak
sevdikleri kişinin olumsuz yönlerinin
elbette bir listesini yapabilirler.
Ancak ya bu algıları görmezden
gelir ve bastırırlar ya da kendilerini
bu kusurların benzersiz ve çekici
olduğuna inandırırlar.
Oysa sevgiliye değer kazandıran,
“dünyanın en güzeli ve iyisi” olması
değil; sizin sevgiliniz olmasıdır. Fiziksel
ve ruhsal açıdan sevgilinizden daha
üstün olan çoktur belki.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 87
PSİKOLOJİ
Aylık Kadın ve Yaşam Dergisi
Pembe gözlüğün etkisi
ömür boyu sürmüyor,
bir süre sonra o
geçici körlük ortadan
kalkıyor ve gerçeği,
olduğu gibi görmeye
başlıyoruz. İşte tam
bu noktada mantık
uyanmaya başlıyor ve
karşımızdakini yeniden
değerlendiriyoruz.
88
Turuncu Dergİ / Mart 2016
Ama hiçbiri sizin sevgiliniz gibi
değildir. Öyle birine rastladığınızda
aşkınızdan vazgeçip hemen “daha iyi”
ve “daha güzel” olana yönelmezsiniz.
Çünkü onu değerli ve önemli kılan,
sizin aşkınızdır. Gerçekten de kimi
aşıklar neredeyse sevdiklerine kusurları
yüzünden tapar. Örnek mi?
Buyurun: Genç adam: “2 yıllık
evliyim. Eşim çok dik başlı, söz
dinlemiyor, asi bir tabiatı var. Bu bana
çok zıt, kaldıramıyorum. Onunla
evlenerek hayatımın hatasını yaptım.
Boşanmak istiyorum”.
Terapist: Evliliğinizin öncesine
bir bakalım, evlenmeden önce onu
tanıma fırsatınız oldu mu?
Genç adam: Evet, birbirimize
aşık olduk. 2 yıl flört ettikten sonra
evlendik.
Terapist: Peki, eşinizin dik başlı
biri olduğunu ifade ettiniz. Bunu
evlenmeden önce hiç fark etmiş
miydiniz?
Genç adam: Tabii, elbette.
Terapist: Peki bu durumla nasıl
başa çıkmayı düşündünüz?
Genç adam: O zaman bu inatçı,
dik başlı tavırları bana cazip geldi.
“Ne tatlı, kararlı bir kız, erkek gibi”
dedim ve ileride sorun olacağını hiç
düşünmedim.
Aşkın Gözü Kör mü?
Çoğu kişi aşıkken, apaçık gerçeği
umursamayarak sevdiğinin olumlu
özelliklerinin üzerine titrer. Olumsuz
özellikleri de estetize ederek olumlu
gibi algılamayı seçer. Buna göre
patavatsız biri “açık sözlü”, özgüvensiz
biri “hassas ve duyarlı”, bağımlı biri “deli
gibi aşık”
ve duyarsız biri “cool” olarak
görülebilir ve bizzat olumsuz
özelliklerinin kendisi kişiyi sevdiren
unsurlar haline gelir. Buna “pembe
lens” etkisi deniyor. Hayata ve özellikle
sevilen kişiye pembe gözlüklerin
ardından bakmamızı ve pespembe
görmemizi sağlıyor.
Tabii ki bu lenslerin ya da
pembe gözlüğün etkisi ömür boyu
sürmüyor, bir süre sonra o geçici
körlük ortadan kalkıyor ve gerçeği,
olduğu gibi görmeye başlıyoruz. İşte
tam bu noktada mantık uyanmaya
başlıyor ve karşımızdakini yeniden
değerlendiriyoruz:
Bu noktada şapkasını önüne alıp
düşünen kişi “Bana göre biri mi? Ben
bu adamda/kadında ne buldum?” ya
da “doğru kişiyi sevmişim, bir ömür
onunla olmak istiyorum” denilebilir.
İlkinde hüsran ve hayal kırıklığı
varken, ikincide ise mutlu bir
beraberliğin başlangıcından söz
edebiliriz. Aşkın sonu çoğunlukla
sürprizli biter. Acı sürprizlerden uzak
olmanız dileğiyle…
turuncudergi.com
2016 Yılı Abonelik
Dönemimiz Başladı
Her ay güncel konularda en yetkili isimlerle yaptığımız röportajlar,
alanında uzman yazarlarımızın ele aldığı dosya konularının yanı sıra kitap,
film, mutfak kültürü sayfalarımızla evlerinize konuk oluyoruz.
Yıllık Sadece100¨
Bizi Sosyal Medyada
Takip Etmeyi Unutmayın!
turuncudergisi.blogspot.com
facebook.com/turuncukadindergisi
twitter.com/turuncudergisi
instagram.com/turuncudergisi
www.turuncudergi.com
e-mail: [email protected]
MUTFAK KÜLTÜRÜ
CHEF
AYŞENUR
Ç
orbalar mutfağımızın
vazgeçilmezlerindendir.
Çok çeşitli malzemeler
kullanılarak hazırlanan çorbalar her yöreye
göre ayrı özellikler taşır. Özellikle köy
mutfaklarının çoğunda çorba mutlaka
yer alır. Köy mutfağı çorbaları artık
şehir hayatında doğru ve dengeli
beslenemeyen bizlerin imdadına
yetişiyor.Bol malzemeli ve özellikle
Köy
Mutfağından
Gelen
Baştacı
Misafir
90
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
[email protected]
terbiyeli çorbalar hem damağımıza
hem vücudumuza hitapediyor.
Mutfağımızn bazı çorbaları
diğerlerinden üstündür diyebiliriz.
Çünkü bu çorbalar kutlama-tören
çorbalarıdır. Yani özel günlerde listenin
vaçgeçilmezidirler. Düğün Çorbası
da bu özellikli çorbalardan biridir.
Düğün Çorbası her yörede kendine has
malzemlerle yapılır. En yaygın düğün
çorbası tarifini sizlere sunuyoruz.
malzemeler
H 500 gr gerdan veya kuşbaşı et
H 1 adet havuç
H 1 adet kuru soğan
H Yarım demet maydanoz
H 6 su bardağı su
H 3 diş sarımsak
H 5 yemek kaşığı margarin
H 3 yemek kaşığı un
H 2 adet yumurta sarısı
H Yarım limon
H 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber
H Tuz, karabiber
YAPILIŞI
turuncudergi.com
HSoğan ve sarımsaklar soyulur. Soğanlar
H Kenara ayırdığımız et suyu azar azar ve
dörde bölünür.
H Havuçlar soyulup büyük parçalar halinde
kesilir.
H Maydanozlar da ayıklanır ve iri parçalar
halinde kesilir.
H Bu malzemeleri, 6 su bardağı su dolu bir
tencereye biraz tuz ve gerdan veya kuşbaşı eti
ekleyip yaklaşık 2 saat pişmeye bırakılır.
H Bu arada suyun üzerinde oluşabilecek
köpükler, delikli kepçeyle alınır.
H Bu süre sonunda elde edilen et suyunu
süzerek bir başka kaba alınır.
H Gerdan eti veya kuşbaşı etini elimizle
didiklenerek parçalara ayıralım veya robottan
geçirelim.
H Derince bir tencereye 2-3 kaşık margarin
konularak üzerine un ilave edilir. 3-5 dk un
pembeleşinceye kadar tencerede çevrilir.
bir çırpma teli ile sürekli karıştırılarak eklenir.
Bundan maksat unun topaklanmadan et suyu
ile özlenmesini sağlamaktır.
H Didiklenen et parçaları da eklenir ve tuzu
karabiberi ayarlanıp, kısık ateşe alınır.
H Terbiyesi için limon suyu ve yumurtalar
iyice çırpılır. Çorbadan 5-6 kaşık çorba
suyu azar azar bu limonlu terbiyeye ilave
edilir. Birbirine özlenerek yedirilir.Bu haliyle
terbiyemiz hazırlanmış olur.
H Limonlu terbiyemiz kısık ateşteki çorbaya
azar azar ve sürekli karıştırılarak yedirilir.
H Geriye kalan margarin bir tavada kızdırılıp,
bir tatlı kaşığı kırmızı toz biber ilave edilir.
Buna yöredeki adıyla “çorbanın yağını
yakmak” denilir.
H Bu kızgın yağ, çorbanın üzerine gezdirilip
servise sunulur.
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 91
MODA
MODA
Giysiler
92
Turuncu Dergİ / Mart 2016
D
HİLAL OĞUZKAN
kullanabilsinler. Abiye bir tuniği, birinci
avetlerin, düğünlerin,
sosyal faaliyetlerin
derece yakınının düğünününde tam
coğaldığı Yaz mevsimi
boy bir kloş etekle giyerken, pantolonla
gelirken biz hanımların
gündüz iş toplantılarında da kullanabilir
ya da kalem etekle eş dost düğünlerinde
şık kıyafetleri olan talebi
rahatlıkla kombinleyebilir olması kıyafeti
de fazlalaşıyor. Tüketimi
azaltmanın tasarrufun çok önemli olduğu dolapta bekler klişesinden kurtarır.
zamanımızda hem şık giyinip hem
Seyyar işlemeli aksesuarlar (yaka
de daha az harcama yollarını bilmek
Kemer omuz vs ) iddialı olmak
gerekiyor. Kolay kombinlenebilen parçalar istediğinizde takılıp İstemediğimiz
de monte edilmediği için devre dışı
seçmek hayatımızı kolaylaştırır.
Bu bilinçle, hanımlara zamanı
bırakıldığında bambaşka bir elbiseye
olmayan ve bircok durumda giyilebilecek dönüşür. Tüm tasarımlarımda özellikle
giyilebilirliği ne kadar fazla o kadar başarılı
kıyafetler yapmaya ozen gösteriyorum
Hem günlük koleksiyonumda hem
felsefesiyle koleksiyonlarımı hazırlıyorum.
abiyelerimde hep bu anlayışla çalışıyorum Sadece günuün kişisi sizseniz o zaman
. İstiyorum ki hanımlar aldıkları
o gün tek bir gün o giyside. Bir kere
giyinilebilir sevgiler.
parçaları bir çok ortamda değiştirerek
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 93
Tom Ford
TERZİDEN
ı
s
a
d
o
m
z
a
g
m
ta
Gucci
Moda hayatına girişi yeni olmasa da;
Bomber Ceketler, retro ile modern
Chole
tarzı 2016 İLKBAHAR YAZ SEZONUNDA
yeniden kombinlere YANSITACAK
Fendi
H
emen hemen her sezon,
yeni tasarımlarla kullanıcılarla buluşturulan bomber ceketler; her kadının
dolabında en az bir tane bulunması
gereken zamansız parçalardan.
Dolce&Gabbana
March Jacobs
Mavi Etkisi
lar
Çanta
Çanta seçimi bir kadın için
en önemli aksesuar seçimlerinden biridir.
Aynı zamanda stilinizin oluşmasına da
yardımcı olan anahtar parçalar
arasında yer alır. Çanta modellerinin
hem kullanım, kumaş ve desen hem de
metal aksamları gibi birçok detay
çantaların tarzını etkiler. 2016 İlkbahar
yaz sesonuna damga vuracak
çanta modellerini sizler
için seçtik
Tom Ford
Gucci
Emma Cook
Lanvin
Burberry
Marni
Balenciaga
Jonathan Saunders
94
Turuncu Dergİ / Mart 2016
Shop Art
turuncudergi.com
Fendi
Miu Miu
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 95
TERZİDEN
J.Crew
Sevan Bıçakcı
Oscar de la Renta
Versace
Etro
Stella McCarntney
Victoria Beckham
Emillio Pucci
Gucci
Mavi
ncu
ruEtkisi
Mavi
eseni
k dEtkisi
Tu
Akris
2016 İlkbahar Yaz sezonunun rengi ne
diye sorarsanız hiç kuşkusuz Turuncu’yu
söyleyebiliriz, Bu sıcak renk önümüzdeki renk
önümüzdeki sezonu resmen ele geçirecek
ve vitrinler turuncularla bezenecek. Eğer
turuncu en sevdiğiniz renkler arasında yer
alıyorsa ya da bu yaz renginin teninize
yakıştığını düşünüyorsanız, çok şanslısınız. Bu
canlı tona alışmakta zorluk çekenler
ise birbirinden güzel tasarımları
görünce fikirlerini
değiştirebilir.
Çiçe
İlkbaharın habercisi Mart ayının
gelmesiyle birlikte sokaklara sirayet
eden cıvıl cıvıl bir sezona merhaba diyoruz.
Çiçek deseninin olmadığı bir ilkbahar sezonu, çiçeksiz bir ilkbahara benzer
desek çokta abartmış olmayız herhalde.
Doğanın bir parçası olarak, tabiatla
uyumlu giyinmek yükselen bir trend.
Çiçek desen popüler bir eğilim.
Çiçekli elbise ve etek en çok tercih
edilen parçalar arasında.
Gilet
Manolo Blahnik
Gucci
Oasis
Dries Van Noten
96
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com
Adidas
Mart 2016 / Turuncu Dergİ
97
BEDESTEN
Minimalist
fikirler
98
Turuncu Dergİ / Mart 2016
BEDESTEN
Yaşama alanınızda hacimli ve gösterişli
mobilyalar, ağır perdeler, klasik avizeler
değil yeterli miktarda sade tasarımlı
mobilyalar, bolca boş alan, modern
aydınlatma elemanları ve gereksiz eşyalardan arındırılmış yalın bir görünüm
istiyorsanız modern dekorasyon tarzı
size hitap ediyor demektir. Bu tarzın bir
çeşitlemesi olan minimalist dekorasyon
stili ise mekanında gözü rahatsız eden
hiçbir parça istemeyen kişiler tarafından
tercih ediliyor.
Minimalist dekorasyonda mekanlarda
tek bir renk hakim oluyor ve başka bir iki
renk sadece detaylarda kullanılıyor; veya
düzenleme aynı nötr rengin birbirine
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 99
BEDESTEN
BEDESTEN
yakın tonlarıyla yapılıyor. Minimalist salon dekorasyonu yapmak ve salonunuzda dekoratif aksesuar çeşitleri de kullanmak istediğinizi varsayalım;
bu aksesuarları sağa sola serpiştirmemeniz, hepsini bir arada bulundurmanız gerekiyor. Dizayn edilen alana ferah ve düzenli bir hava getiren bu
stil özellikle evinde çok fazla alan bulunmayanlara cazip gelecektir. Minimalist dekorasyon uygulaması için daha çok beyaz, bej ve krem renkleriyle
kahverenginin uçuk tonları kullanılıyor.
100
Turuncu Dergİ / Mart 2016
aaa
Zemin döşemesi olarak seramik, parke, lamine gibi döşeme
seçeneklerinin fazla süslü olmayanlarını kullanabilirsiniz. Deri kanepeler minimalist tarzda döşenmiş mekanlara mükemmel uyum sağlıyor.
Deri oturma gruplarından hoşlanmıyorsanız kullanmayacaksınız tabii;
fazla renkli ve desenli olanları dışında çağdaş tasarım ürünü herhangi
bir kanepe ve koltuklar da bu tarz
bir mekana yakışacaktır. Aydınlatma için modern avize modelleri,
spot aydınlatmalar ve LED lambalar
kullanabilirsiniz. Bu stilde fazla renk
kullanılmıyor, ama bu sizi sevdiğiniz
renkteki bir parçayı kullanmaktan
alıkoymasın. Minimalist dekorasyonun temel ilkelerine uyan bir iç
mekan düzenlemesi yapıp buraya
sevdiğiniz renkte tek bir koltuk veya
puf koyabilir ya da duvara bir resim
asabilirsiniz.
turuncudergi.com
turuncudergi.com
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 101
SİNEMA
Annemİn yarası
GÜLAY
KURT
[email protected]
Vizyon Tarihi: 11 Mart 2016
Yapımı : 2016 - Türkiye
Tür : Dram
Yönetmen : Ozan Açıktan
Oyuncular: Okan Yalabık, Ozan
Güven, Belçim Bilgin Erdoğan, Bora
Akkaş, Meryem Uzerli
S
alih on sekiz yaşına
geldiğinde kayıp ailesini
bulmak üzere yetimhaneyi
terk eder ve babasını
ararken bir çiftlikte işe başlar. Hiç
beklemediği bir anda hayalindeki
yuvayı bulmuştur. Heyecan ve
tansiyon yükseldikçe yeni sırlar da
su üstüne çıkar. Salih geçmişinden
kurtulup bu yuvada mutlu
olabilecek midir? Soluk soluğa
izlenecek Annemin Yarası, Salih’in
peşinde umudun izini sürüyor.
Dedektif Galban
Vizyon Tarihi: 11 Mart 2016
Yapımı : 2016 - ABD
Tür: Dram , Gizem Süre: 102 Dak.
Yönetmen: Declan Dale, Gee Malik
Linton
Oyuncular: Keanu Reeves, Christopher McDonald, Mira Sorvino, Ana De
Armas, Peter Conboy
Senaryo : Gee Malik Linton, Declan
Dale Yapımcı : Keanu Reeves,
Cassian Elwes
102
Turuncu Dergİ / Mart 2016
N
ew York Şehir
dedektifi Scotty
Galban’ın kendi iş
arkadaşının cinayetini araştırırken az sayıdaki
kanıtların içinde bir fotoğrafta
genç bir öğretmen olan,
Isabel De La Cruz’u görür.
Galban cinayeti çözmeye yaklaştıkca , Isabel’in de bir şahit
olduğuna inanmaktadır.
3
Kungfu Panda
Vizyon Tarihi: 18 Mart 2016
Yapımı: 2016 - ABD
Tür: Animasyon, Aksiyon, Macera
Yönetmen: Jennifer Yuh, Alessandro Carloni
Seslendirenler: Okan Yalabık ,
Tarkan Koç, Köksal Engür, Deniz
Uğur, Erdem Çalışkan
Senaryo: Jonathan Aibel, Glenn
Berger Yapımcı: Guillermo del
Toro, Melissa Cobb
M
ükemmel bir kung-fu ustası olabilmek için yolculuğuna devam
eden Po, ustası Shifu’nun emekliye
ayrılmasıyla hocalık yapmaya başlar, ancak
bu sandığından çok daha zordur. Bu esnada
gerçek babası Li ile karşılaşır. Li ile keyifli
zaman geçirirken kötü kalpli Kai, bütün
kung-fu ustalarını yenerek onların güçlerini
çalmaya başlar. Po’nun tek çaresi, sadece
pandaların yaşadığı bir dağ köyüne giderek
buradaki eğlenceyi seven ve sakar pandalara kung-fu öğretmek olacaktır.
KOD ADI LONDRA
Vizyon Tarihi: 04 Mart 2016 Yapımı: 2016 - ABD , İngiltere
Tür : Aksiyon, Gerilim, Suç Yönetmen: Babak Najafi Oyuncular: Gerard
Butler, Aaron Eckhart, Morgan Freeman, Alon Aboutboul, Melissa Leo
Senaryo: Katrin Benedikt, Creighton Rothenberger , Christian Gudegast
ABD Başkan’ını global tehditlere karşı koruyan özel güvenlik
şefi Mike Banning’i bu sefer İngiltere’de terörist faaliyetlerin yer aldığı zorlu bir sınav bekliyor. İlki merak uyandıran
aksiyonun devam filminde başrolleri yine Gerard Butler ve
Aaron Ecklhart paylaşıyor.
103
KÜLTÜR SANAT
KÜLTÜR SANAT
NEFESİN
Mucİzelerİnİ keşfet
Tarihler: 09 Şubat 2016 Salı
18 Ekim 2016 Salı 09 Şubat
18:00 - 18 Ekim 18:00
Yer: Doubletree By Hilton
İstanbul Moda
Ücret: 1. Kategori - 180.00 TL
İBB KENT ORKESTRASI
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ
ANIYOR
3
Kasım 1914-18 Mart 1915
tarihleri arasında Çanakkale
Boğazı’nda yapılan deniz
savaşlarıyla, 25 Nisan 1915
- 9 Ocak 1916 tarihleri
arasında Gelibolu Yarımadası’nda
104
Turuncu Dergİ / Mart 2016
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
(Mehmet Akif Ersoy 1873-1936)
yapılan kara savaşları Türk tarihinin
en şerefli sayfalarını dolduran
destanlarındandır. Çanakkale’nin
deniz ve kara savaşları; Türk devleti
ve milletinin 1800’lü yıllarının hemen
çoğunluğunda görülen yenilgilerden
sonra, askeri ve siyasal varlığını bir
kez daha kanıtladığı savaşlardır. Türk
halk müziği geleneği içinde yer alan
ve büyük çoğunluğu anonimleşen
sözlü müzik eserleri yani türküler,
genellikle bir olay üzerine yakılırlar. Bu
olaylar bir milleti ilgilendirecek kadar
büyük niteliklerde olabileceği gibi,
dar çevrelerde meydana gelen türden
de olabilir. Türküler halka ait kültür
ürünleri olarak, icracıları vasıtasıyla
düğünlerde, asker ocaklarında,
bireysel veya toplumsal göçler gibi
etkenlerle yakıldıkları çevrenin dışında
da tanınıp bilinebilirler. Çanakkale
destanını yazmak üzere cepheye
koşan on binlerce vatan evladı, burada
türkülerini de paylaşmış destanları ve
şehadetleri ise yurdun her yanında
Çanakkale türkülerinin yakılmasına
sebep olmuştur. 2007 yılından
itibaren İBB Orkestralar Müdürlüğü
bünyesinde oluşturulan ve kurumsal
çalışmalarına başlayarak yurt içi ve
yurt dışında seçkin organizasyonlarda
konserler veren İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Türk Halk Müziği Topluluğu
bu müzik türünü ve icra geleneğini
başarıyla temsil etmektedir. Topluluk
bu konserinde Çanakkale destanı
için hazırladığı özel repertuvarı
seslendirecektir.
CRR KONSER SALONU
16 MART 2016 SAAT 20:00
turuncudergi.com
Nereden Alınır: Biletix Çağrı Merkezi:
0216 556 98 00 Biletix Satış Noktaları,
www.biletix.com ve Mekan gişe
Nefes alış veriş şeklinizin yaşamınızı
ne derecede etkilediğini merak
ediyorsanız, bu eğitime siz de
katılmalısınız.
Bu çalışmada çok şey var. Mesela;
H Limitleyici nefes alışkanlıklarımızın
bizi nasıl etkilediğini,
H Nefesinizi limitliyor ve çarpıtıyor
olmanın yarattığı fiziksel, duygusal,
mental ve ruhsal rahatsızlıkları,
H Problemlerinizden özgürleşmek,
daha sağlıklı, başarılı, maddi manevi
daha bol, huzurlu, mutlu olmak,
sevgi ve anlayış içerisinde bir
yaşam yaşamak için neler yapmanız
gerektiğini,
H Doğal nefesin ne olduğunu,
H Nefesin açılmasının, doğal nefes
almanın size fiziksel, mental, duygusal
ve ruhsal seviyede ne gibi yararlar
sağlandığını,
H Doğal nefese nasıl sahip olacağınızı,
H Nefesimizi açmak, limitleyici nefes
alışkanlıklarınızdan arınmak için ne
yapmanız gerektiğini teorik bilgiler ve
uygulamalar ile öğreniyor olacaksınız.
Tarİhİn Sonsuzluğunda:
Notre Dame De SIon
160 Yaşında
N
otre Dame de Sion, kuruluşunun
yüz altmışıncı yılını “Tarihin
Sonsuzluğunda: Notre Dame de
Sion 160 Yaşında” adlı bir sergiyle kutluyor. Okulun eski öğrencilerinin kurmuş
olduğu NDS’liler Derneği’nin girişimiyle;
Vildan Gülçelik, Dürin Ababay Kariyo,
Emine Perviz Erdem-Genpa, Habbib
Pişan, Ayşin Arca-Tura Turizm ve Ahmet
Kozikoğlu-Vista Turizm’in desteğiyle
hazırlanan sergi 20 Ocak - 12 Mart 2016
tarihleri arasında, okulun sergi salonunda
gezilebilecek.
Tarihler: 20 Ocak 2016 Çarşamba
15 Mart 2016 Salı
Yer: Notre Dame de Sion Lisesi
Cumhuriyet Cad. 127
Harbiye Şişli İstanbul
Telefon: 0212 219 16 97
turuncudergi.com
Mart 2016 / Turuncu Dergİ 105
KİTAP
MÜCELLA
Kitabın Yazarı:
Nazan Bekiroğlu
YAYINEVİ:
Timaş
KİTAP TÜRÜ:
Roman
YAYINLANDIĞI YIL:
2015
SAYFA SAYISI:
344
KALEMİN
YAZGISI
Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı’ndan
sonra merakla beklenen yeni romanı
Mücellâ’da bizleri 1920-1970’li yılların
Türkiye’sinden nostaljik bir hikâyeyle
buluşturuyor. Mücellâ, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş
kumaşların, kokuların, alışkanlıkların,
iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kimi
tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden
kadınların romanı.
Zamanın daha ağır aktığı, hayatın
ritminin daha çok mahalle aralarında
karar bulduğu vakitler. Gaz lâmbasının
ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda
buruk bir tat bıraktığı dönemler.
Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi
bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücellâ.
Adım adım hayattan çekilirken bunu
neredeyse hiç fark etmeyen... Neyi
beklediğini bilmeden bekleyen...
Kitabın Yazarı:
Selvigül K. Şahin
YAYINEVİ:
Okur Kitaplığı
KİTAP TÜRÜ:
Deneme
YAYINLANDIĞI YIL:
2014
SAYFA SAYISI:
136
Yazgınızı yaşarken, bazı insanlar bir ayet gibi çıkar karşınıza... Bunlar eşinizdir, evlatlarınızdır, dostlarınızdır.
Onlarla yollarınızın kesişmesi kaderdir, yazgıdır. ‘Bu dünyayı ne yapıp yapıp Öteki Dünyadan haberdar kılmalı.
Onunla tanıştırmalı. Unutmuş olduğu o dünyayı ona hatırlatmalı. Cennete doğru uzatmalı’ diye hatırlatmalar yapar
Üstad Sezai Karakoç.” Selvigül Şahin, Kalemin Yazgısı kitabında unutmuş olduğu dünyayı hatırlatıyor okura.
GERGİN
BİR YAY
Kitabın Yazarı:
İsmail Isparta
YAYINEVİ:
İz Yayıncılık
KİTAP TÜRÜ:
Öykü
YAYINLANDIĞI YIL:
2014
SAYFA SAYISI:
124
İsmail Isparta genç ve esnek kalemiyle duyuş ve sesleniş arasında kurulmuş köprüyü işaret ediyor bize. Kahramanının asla
var olmayacak harikalar diyarı fantastiğin sınırlarında gezdiğinizi düşündürürken, aslında sizi tanıklık sandalyesine çiviliyor.
Öykülerin ironisi tebessüme sebep olurken, hakikatle teması yaralıyor. Gergin bir yay; değerli bir ilk adım…
106
Turuncu Dergİ / Mart 2016
turuncudergi.com

Benzer belgeler