Tasarım Gazetesi Haziran sayısı için

Transkript

Tasarım Gazetesi Haziran sayısı için
ORYANTALİZMİN
1001 YÜZÜ
.doclab
AZ SONRA SAYFALARI ÇEVİRİRKEN, BİRER BİRER GÖRECEKSİNİZ. KIBRIS’TA
KAPILARINI AÇAN TASARIM HAFTASI, İSTANBUL’DA GERÇEKLEŞEN TRİENAL,
ESKİŞEHİR’DE DÜZENLENEN “FEYZ”... YALNIZCA COĞRAFYALARI YA DA TARİHLERİ
DEĞİL; ARKALARINDA DURAN GÜÇ, AĞIRLADIKLARI KİTLE VE TECRÜBELERİ
İLE AYRIŞAN 3 AYRI ETKİNLİK. ELBETTE “TASARIMIN FARKLI DİSİPLİNLERİNİ
BULUŞTURMAK, YARATICI POTANSİYELLERE PLATFORM OLUŞTURMAK”
FALAN GİBİ OLMAZSA OLMAZ BİR ORTAK NOKTALARI VARDIR... AMA KONU
-HİÇ DEĞİLSE ŞU ANDA- BU DEĞİL. DAHA FARKLI BİR MESELE VAR ONLARI
BENİM GÖZÜMDE BULUŞTURAN, YÜZÜMÜ GÜLÜMSETEN: ÖĞRENCİLERİN, BU
ETKİNLİKLERİN GERÇEKLEŞMESİNDE ÜSTLENDİKLERİ AKTİF ROL. KENDİ ÖĞRENCİLİK
DÖNEMİMDEN UTANMAMI SAĞLAYACAK FARKINDALIKLARI, YARIN TÜRK
TASARIMININ BAMBAŞKA BİR NOKTAYA ULAŞACAĞINI MÜJDELEYEN AZİMLERİ,
HAYRANLIK UYANDIRAN MERAKLARI.
PARLAYAN GÖZLERİ BANA, VAKTİ ZAMANINDA DÜZENLENİP DEVAMI
GETİRİLEMEMİŞ ETKİNLİKLERİN, DESİGNERS’ ODYSSEY’LERİN, ADESİGN
FAIR’LARIN BOŞA GİTMEDİĞİNİ; KAPANAN YAYINLARIN, AD’LERİN, ICON’LARIN
ZİYAN OLMADIĞINI ANLATIYOR. RON ARAD’LARI, ZAHA HADİD’LERİ, ANDREA
BRANZI’LERİ YALNIZCA KİTAPLARDA OKUYARAK YETİŞMİŞ BİR DÖNEMİN, O
YILLARDA DÜŞLEYİP DE EKTİKLERİ BİÇİLMİŞ ADETA. DÜNYANIN EN ÜNLÜ İSİMLERİNİ
ŞURACIKTA GÖRÜP, CANLI CANLI DİNLEDİKÇE BOYNUZLAR, AVRUPA’NIN DÖRT
BİR YANINDA GEZDİKÇE FUARLARI... GEÇMİŞ KULAKLARI.
YERELDE
MODERNLER
SERGİSİ
BARLAR SOKAĞINDA DÜZENLENEN BİR TASARIM BULUŞMASININ AKABİNDE...
ESKİŞEHİR’İN HER DEM MEDENİ SOKAKLARINA VEDA EDİP İSTANBUL’A
DÖNERKEN... TASARIMIN ŞEREFİNE KALDIRDIĞIMIZ KADEHİN DE ETKİSİNDE...
BUNU DÜŞÜNÜYORDUM ÖNCE GÜLE GÜLE, SONRA KARA KARA.
YENİ BİR TASARIM JENERASYONU GELİYORDU, NE MUTLU, NE AÇIK.
ÇATIŞMASIZLIĞIN
TASARIMI
AGA KHAN’IN
KISA LİSTESİ
GOOGLE’DAN
PROJECT GLASS
HAZİRAN 2013
AÇIK OLMAYAN KISMI, BU JENERASYONU NEYİN BEKLEDİĞİYDİ GALİBA. NELERİ
DÜŞLEYEBİLECEKLERİ, HANGİLERİNİ DEĞİŞTİREBİLECEKLERİ, NE KADARINI
TASARLAYABİLECEKLERİ... İÇİMİ ÇEKTİM İSTER İSTEMEZ.
BELKİ DE...TÜM SORULARIMIN CEVABI AÇIKTI. SADECE... BUZLUYDU. BEN
ONDAN GÖREMİYORDUM. KİM BİLİR?
Umut Kart
[email protected]
KALE TASARIM MERKEZİ’NİN AYLIK TASARIM GAZETESİDİR, PARA İLE SATILMAZ.
HAZİRAN/2013
Dr. Banu Pekol
[email protected]
Sovyet Mimari
Mirasını Hatırlamak
Kalebodur’un desteğiyle SALT Galata’da açılan ‘Yerelde Modernler’ sergisi, 15
ülkeden örneklerle SSCB’deki geç modern mimarlık mirasını irdeliyor. Sergi 11
Ağustos’a kadar açık kalacak.
çekilmiş bir düğün fotoğrafı bu tür yapıların
halkın kendi imajlarını nasıl etkilediğine
dair ipuçları sunuyor.
‘Kaderin Cilvesi’ adlı 1976’da çekilmiş
Sovyet romantik komedi filminin açılış
jeneriğindeki animasyon, mimarların
tasarımlarının politikacılar ve bürokrasinin
baskısı ile nasıl değiştiğini anlatıyor.
Animasyonda 1950’lerin sonunda başlayan
baskı sonucunda yalnızca Sovyetler değil
tüm dünya mimarlık tarihine referans veren
üsluplardan arındırılmış, birbirinin tıpkısı
ve monoton çok katlı toplu konutlarla
doluyor. Moskova’da Khruschevki binalar
olarak tanınan bu apartmanlar SSCB’nin
tüm şehirlerinde görülebiliyor ve hatta kapı
anahtarına kadar aynılar.
1920-30’ların Rus avangart mimarisi
ise geçtiğimiz sene Londra’da Royal
Academy’deki ‘Devrimi İnşa Etmek’
sergisinde sunulmuştu. SALT’taki sergide
incelenen yapılardan 40 yıl kadar önce
Moisei Ginsburg tarafından aynı ideolojik
amaçlarla inşa edilen ve Stalin dönemindeki
klasik tarza ters düşen Moskova’daki
Narkomfin binası günümüzde bakımsız
bir şekilde ayakta durmakta. Sosyalist
ütopyanın hayata geçirilmiş bir örneği olan
çatı teraslı, pilotiler üzerinde yükselen
bu bina Sovyet modern mimarlığının
hikayesinin en yaşlı bir tanıklarından.
Stalin’in ölümü ve halefi Khrushchev’in
Stalinist Sovyet realizmini yadsıması ile
1954’ten sonra mimaride modernizm
akımı tekrar öne çıktı ve Sovyet mimarlar
adapte edilmiş neoklasik yaklaşımlardan
uzaklaşarak işlevsel yapılar tasarlamaya
başladı. 1989’da doğu Avrupa’da demir
perdenin yıkılmasına kadar bu yaklaşım
devam etti.
SALT Galata’da 11 Ağustos’a kadar açık
kalacak ‘Yerelde Modernler’ sergisi,
SSCB’deki geç modern mimarlık mirasını
irdeliyor. Serginin sunduğu örnekler
toplu konutların ötesinde, hem estetik
hem de ideolojik kaygılar içeren mimari
tasarımlar. Bir zamanlar SSCB’ni oluşturan
15 ülkeden derlenen örnekler arasında
pazaryeri, spor tesisi, kültür binası, otobüs
durakları, bilim merkezi, müze, televizyon
kulesi, hükümet binası, politeknik
enstitüsü, onkoloji merkezi ve bakanlık
binası gibi farklı ölçek ve işlevlerden
yapıların çizim, fotoğraf ve maketlerine
rastlanabiliyor. Çoğunluğu yeterince
keşfedilmemiş (Time dergisi kapağına
çıkmış Tiflis Ulaştırma Bakanlığı binasını
saymazsak) mimari başyapıtlarla dolu
Sovyet coğrafyasından örnekler, dönemin
genellikle özdeşleştirildiği tekdüze toplu
konut algısını çarpıcı yapılarla kırıyor.
Gerek Litvanya’daki Balneolojik Dinlenme
Tesisi gerek Litvanya’daki Vilnius Düğün
sarayı olsun, pek çok yapı günümüzdeki
mimari yaratıcılığa ilham verecek kaliteye
sahip.
İdeoloji yalnızca manifesto veya söylev
biçiminde değil aynı zamanda yapısal
çevrede de var olabiliyor. SSCB, mimarinin
dönüştürücü bir etkisi olduğuna inanıp
sosyalist yaşam tarzını oluşturmak için
komün hayatı destekleyen yapıların
tasarlanmasını teşvik ettiler. ‘Yerelde
Modernler’ sergisi, var olan bir toplumu
konveyör bandı üzerindeymiş gibi mimari
tasarımların içinden geçirerek modernize
etme projelerine eleştirel bakarak yerel
kimliği göz ardı etmeyen avangart
yaklaşımları da içeriyor. Örneğin, geleneksel
avlulu Özbek konutlarını toplu konuta
uyarlama çalışmaları hem bölgesel özellikleri
kaybetmemeyi hem de ulusun sağlık ve emek
verimliliğini arttırmayı amaçlıyor.
Sergideki bir fotoğrafta bir toplu konutun
aynı cephesindeki onlarca balkonun farklı
şekillerde kullanımı, mimarinin yalnızca
malzeme ve boşluklardan değil, insanlar
ve yaşam tarzlarından da etkilendiğini
gösteriyor. Bu etkileşim aynı zamanda
iki yönlü: Aşkabat’taki Karl Marx
kütüphanesinin önünde duran, Vadim
Kosmatschof’un eseri olan heykelin önünde
Londra Metropolitan Üniversitesi ve
Moskova Mimarlık Okulu’nun ortak projesi
olan ‘Narkomfin: Bir Modern Öykü’, 2013
sonbaharında Londra’daki Cass Showcase
Galerisi’nde açılacak. Narkomfin binasının
günümüzdeki yaşamını binanın ilk açıldığı
zamandaki fotoğrafları ve çizimleriyle
birlikte sunarak değişimi irdeleyecek bu
sergi, Moskova’daki 20.yy mimarisinin
günümüzdeki sorunlarına da dikkat
çekecek. Komün yaşamın bir prototipinin
başarısızlığını örnekleyen yapı bugün
yaratıcı endüstrilerde çalışan genç sanatçı
ve profesyonellerin kiraladığı veya içinde
yaşadığı bir mekan olmuş. Narkomfin’in
mimarisi ve teşvik ettiği komün yaşam
tarzına değer veren bu topluluk, yapıya taze
kan getirmiş.
Yakın tarihimizde özellikle Rusya’da 20.yy’a
ait pek çok yapının toplu yıkıma kurban
gittiği düşünülürse, SALT’ta önce ‘Modernin
İcrası: Atatürk Kültür Merkezi’ ve sonra
‘Yerelde Modernler’ sergisi, bir sonraki
mimari miras anlatımının Türkiye’deki
modernizm ve stilize edilmiş geleneksel
mimarlık üzerine hazırlanabileceği (modern
mimari mirasın korunması üzerine çalışan
DOCOMOMO-Türkiye ile birlikte) bir sergi
hayaliyle iştah kabartıyor. Dilemesi bizden...
04
Eray Çaylı
[email protected]
Çatışmasızlığın
Tasarımı
Silahlı çatışma dönemlerinde merkezi rol üstlenen yapılar, kapanmaya yüz
tuttuklarında, mimarlık ve tasarım dünyasının ilgisine mazhar olmaya başlıyorlar.
Memlekette son günlerde yaşanmakta olan
ve ‘çözüm süreci’ adıyla anılan gelişmelerin
ilk somut sonucu TSK ve PKK arasındaki
sıcak çatışmaların sonlanması oldu. Böylece,
yıllardır silahlı unsurları ağırlayan yapıların
bir kısmı da uzun süredir hizmet ettikleri
işlevleri yitirmiş oldu. Örneğin, geçtiğimiz
günlerde kamuoyuyla paylaşılan bir habere
göre, Şırnak’ın Uludere ve Beytüşşebap
ilçeleri arasındaki bölgede devlet tarafından
görevlendirilen köy korucuları yaklaşık
otuz yıldır kullandıkları nöbet kulelerini
boşaltmaya başladılar. İki ila üç metre
yüksekliğe ve iki metre genişliğe sahip, yerel
taş kullanılarak yapılmış olan söz konusu
kulelerin akıbetinin ne olacağıysa şimdilik
meçhul.
Dünyadaki örneklere bakılırsa, silahlı
çatışma dönemlerinde merkezi rol üstlenmiş
yapılar söz konusu dönemler kapanmaya
yüz tuttuğunda bu kez mimarlık ve tasarım
dünyasının ilgisine mazhar olmaya
başlıyorlar. Benzer yapılara yönelen bu
yaratıcı ilginin en az iki farklı şekilde vuku
bulduğunu söylemek mümkün. Bunlardan
ilki, askeri yapıların geride bırakılan
dönem dâhilinde yüklendikleri işlev ve
tanıklık ettikleriyle ilgili. Bu özellik, söz
konusu yapıların birer mimari belge olarak
incelenmesini gündeme getiriyor. Benzer
yapıları yaratıcı disiplinler açısından önemli
kılan ikinci özellikse, kapanan çatışma
dönemiyle birlikte içerisinde yer aldıkları
bağlamın değişmesi ve bu yeni bağlam
dâhilinde oynayabilecekleri yeni rollerle
ilgili. Korucu kuleleri bu nedenle de yeni
tasarım önerilerinin konusu olmaya aday
gözüküyor.
Askeri amaçlar doğrultusunda inşa edilmiş
yapıların tarihi oldukça eskilere uzansa
da, nicelik ve nitelik bakımından Birinci
Dünya Savaşı dönemine tarihlenenlerin bir
dönüm noktasını teşkil ettiği söylenebilir.
Zira silahlı çatışmanın mekânsal sınırlarının
öngörülememeye başlaması bu döneme
denk gelir. Nitekim ‘ilk endüstriyel savaş’
olarak da bilinen Birinci Dünya Savaşı, kışla
ve askeri üs gibi alışılagelmiş örneklerin
yanı sıra, sığınak, korugan ve gözetleme
kulesi gibi çok çeşitli yapıların, seri
üretim yöntemlerinden de faydalanılarak,
geniş coğrafyalara yayılacak şekilde inşa
edilmelerine sahne olur. Elbette savaşın
ardından askeri gerilimin sona ermemesi
ve çok geçmeden yeni bir dünya savaşının
başlaması, söz konusu yapıların askeri
işlevlerini bir süre daha korumalarına yol
açar. Bu nedenledir ki, örneğin Birinci
Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın kuzey ve
doğu sınırında inşa edilen ve Ligne Maginot
(Majino Hattı) olarak bilinen sığınaklar, Paul
Virilio’nun sonradan Bunker Archaeology
(Sığınak Arkeolojisi) başlığıyla yayınlanacak
araştırmasına ancak 1950’lerin sonuna
gelindiğinde konu olabilecektir. Virilio,
özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında
Fransa’nın Manş Denizi kıyısına inşa
edilmiş sığınakları incelediği kitabının
başlığından da anlaşılabileceği gibi, söz
konusu yapıları adeta birer arkeolojik miras
olarak ele alır. Fotoğraf ve nesir aracılığıyla
belgelediği sığınaklar üzerinden çatışma
dönemlerinin izini sürer. Ancak, söz konusu
‘miras’, Virilio için geçmiş kadar şimdiki
zamanla da ilgilidir. Bu nedenledir ki,
‘geride kalmış bir döneme ait’ gibi görünen
sığınakların, aslında içinde bulundukları
coğrafyadaki güncel algı ve deneyimleri de
şekillendirdiklerinden bahseder.
bu yapılara ilgi duymaktan alıkoymuyor.
Nükleer saldırı tehdidine karşı Arnavutluk’ta
Enver Hoca döneminde inşa edilen
koruganların, peyzaj mimarı ikili Gyler
Mydyti ve Elian Stefa tarafından geliştirilen
Concrete Mushrooms (Beton Mantarlar)
projesi kapsamında turistik konaklama
tesislerine dönüştürülmesi de bu ilgiye
verilebilecek bir diğer örnek.
Geçtiğimiz yüzyılın sonlarına doğru,
Sığınak Arkeolojisi benzeri çalışmaların
da yaptığı etkiyle, atıl durumdaki askeri
yapıların yeniden değerlendirilmesini
dert edinen projelerle karşılaşılmaya
başlanır. Bu projeler, örneğin Ligne
Maginot sığınaklarının şarap mahzeni,
mantar çiftliği ve hatta konut olarak
kullanıldığı senaryoları hayata geçirir.
Farklı coğrafyalarda gerçekleştirilen benzer
projeler günümüzde de sürmekte ve
elbette birbirinden oldukça farklı tasarım
önerileriyle sonuçlanmakta. Örneğin, Berlin
ve Paris merkezli LIN Mimarlık’ın yakın
geçmişte hayata geçirdiği Alveole 14 adlı
proje, Nazi donanması tarafından Fransa’da
inşa edilen Saint-Nazaire denizaltı sığınağını
mümkün olabildiğince az müdahaleyle bir
kültür merkezine dönüştürürken, Beyrutlu
mimar Bernard Khoury, memleketinin
merkezinde yer alan ve iç savaş sırasında
katliamlara da tanıklık etmiş eski bir
sığınağı B018 adlı süper lüks bir gece
kulübüne dönüştürebiliyor. Beyrut örneğinde
görüldüğü gibi, savaş dönemi yapılarının
‘nahoş’ geçmişi, turizm ve eğlence sektörünü
Ancak, silahlı çatışma dönemi yapılarını
mesele edinen yaratıcı işlerin belki de en
kayda değer olanları, söz konusu yapıları
aynı anda hem birer mimari belge hem de
yeni birer tasarım imkânı olarak ele alanlar.
Böylesi işlere verilebilecek en güncel
örnek, mimar ve araştırmacı üçlü Eyal
Weizman, Alessandro Petti ve Sandi Hilal’in
Filistin’de yürütmekte oldukları Mimarlığı
Sömürgesizleştirmek (Decolonizing
Architecture) adlı misafir sanatçı programı.
Üçlü, ağırladıkları sanatçı ve mimarlarla
birlikte, İsrail işgali sonrası Filistin
yönetimine terkedilen askeri üs ve benzeri
yapıların yeniden değerlendirilebileceği
tasarım senaryoları geliştiriyor. Bunu
yaparken, söz konusu yapıları yalnızca
birer ‘boş tuval’ olarak değil, çatışma
dönemlerinde yaşanan hak ihlâlleri ve
suçlara dikkat çekilebilecek bir mecra
olarak da ele alıyorlar. Yaratıcı disiplinlerin
korucu kuleleri benzeri yapılara ilgi gösterip
göstermeyeceğini merakla bekler ve bu
ilginin izleyeceği seyri gözlemlerken,
meselenin bu çok boyutlu yapısını akılda
tutmakta fayda olabilir.
HAZİRAN/2013
Yasemin Şener
[email protected]
Aga Khan’da
geri sayım
36 yılda toplam 100 projeyi onurlandıran, dünyanın en saygın ve en seçici
mimarlık ödüllerinden biri olarak tanınan Aga Khan Mimarlık Ödülleri’nin 2013 yılı
döngüsünün finale kalan kısa listesi açıklandı.
Üç yılda bir verilen ve yaygın ödül
endüstrisinden titizliği, araştırmacılığı ve
seçiciliği ile ayrılan Aga Khan Mimarlık Ödülleri
bu farklılıklarını daha anlaşılır kılabilmek için
son iki döngüde iletişim çalışmalarına ağırlık
verdi. Geçmiş yıllarda finalist olan projeleri
gizli tutmayı tercih eden Aga Khan Mimarlık
Ödülleri komitesi, 2011 döneminden bu yana
daha dışa dönük bir tavır sergiliyor. Ödül
komitesi 2013 döngüsünde aralarında Türk
mimar Murat Tabanlıoğlu’nun da bulunduğu
bağımsız jüri tarafından kısa listeye seçilen
20 finalist projeyi Lizbon’daki Palacio
das Necessidades’te (Dış İşleri Bakanlığı)
düzenlenen bir törenle tanıttı.
Avusturya’dan Çin’e, Afganistan’dan
Tayland’a 15 farklı ülkeden 20 finalist
proje 2013 döngüsünde ödül alacak tüm
projelere paylaştırılacak olan 1 milyon Dolar
ödül için yarışacak. “Zamanımızın önemli
mimarlarından oluşan Master Jüri bu sene
çok ilginç seçimler yaptı. Finale kalan projeler
arasında Afganistan ve Suriye’de okul
yapıları, Sudan’da bir hastane, Bangkok’ta
bir gökdelen ve Lübnan’da bir göçmen kampı
gibi birbirinden çok farklı projeler bulunuyor”,
diyen Aga Khan Mimarlık Ödülü Direktörü
Farrokh Derakhshani, yaptığı konuşmada tüm
bu yapıların ortak noktalarının “sundukları iyi
yaşam kalitesi” olduğunu vurguladı.
Aga Khan Mimarlık Ödülleri’ni diğer mimarlık
ödüllerinden ayıran en önemli farklılıklardan
biri yapılarda sadece mimari mükemmelliğin
değil, aynı zamanda içindeki ve çevresindeki
yaşam kalitesine sosyal, ekonomik ve
sürdürülebilirlik kriterleri açısından bulunduğu
katkıların da değerlendiriliyor olması.
Yarışmanın önümüzdeki sürecinde finale
kalan projeler mimar, kentsel plancı ve
mühendislerden oluşan bir grup eksper
tarafından detaylı bir teknik incelemeye
ve raporlamaya tabi tutulacak. Eksperlerin
hazırlayacakları raporlar Eylül ayında büyük
jüri tarafından değerlendirilecek. Sonuçta
finalist projelerden 5 veya 6 tanesi Eylül
2013’te Lizbon’da yapılacak görkemli bir
törenle Aga Khan Mimarlık Ödülü’nün sahibi
olacaklar.
1977’den bu yana her üç yılda bir kez verilen
Aga Khan Mimarlık Ödülleri, dünyanın
farklı coğrafyalarında yaşayan Müslüman
toplumların ihtiyaçlarını en iyi şekilde
karşılayan ve sosyal konutlar, toplumsal
gelişim ve kalkınma projeleri, tarihi koruma
projeleri, yeniden kullanım ve koruma
projeleri, peyzaj tasarımı ve doğal hayatı
koruma projeleri gibi farklı alanlarda
mükemmelliği yansıtan mimarlık örneklerine
takdim ediliyor.
2013 Aga Khan
Mimarlık Ödülü
Finalistleri
1. Maria Grazia Cutuli İlkokulu, Herat,
Afganistan
2. Müslüman Mezarlığı, Altach, Avusturya.
3. Elsanatları Kağıt Müzesi, Gaoligong
Mountain, Çin.
4. Nagaur Fort Rehabilitasyonu, Nagaur,
Rajasthan, Hindistan.
5. Mbaru Niang Koruma Projesi, Wae Rebo
Köyü, Flores Adası, Endonezya.
6. Apartman No.1, Mahallat, İran.
7. Tebriz Pazarı Rehabilitasyonu, Tesriz,
İran.
8. Nahr el-Bared Göçmen Kampı, Tripoli,
Lübnan.
9. II. Hassan Köprüsü, Rabat, Fas.
10. VI. Mohammed Futbol Akademisi,
Salé, Fas.
11. Kutsal ve Kolektif Vahaların Korunması,
Guelmim Region, Fas.
12. Birzeit Tarihsel Merkezini Canlandırma
Projesi, Birzeit, Filistin.
13. Mapungubwe Tefsir Merkezi, Limpopo,
Güney Afrika.
14. Umubano İlkokulu, Kigali, Ruanda.
15. Tsunami Sonrası Evleri, Kirinda, Sri
Lanka
16. Salam Kalp Cerrahi Merkezi ,
Khartoum, Sudan.
17. Charles de Gaulle Fransız Lisesi,
Damascus, Suriye.
18. Kantana Film ve Animasyon Enstitüsü,
Nakhon Prathom, Tayland.
19. The Met Tower, Bangkok, Tayland.
20. Thula Restorasyonu, Thula, Yemen.
Onur Mengi
[email protected]
PLASTİK MODA
Parlak renkler, parlak yüzeyler, neonlar, kübik formlar, şeffaflık ve plastikler...
1960’lardan çıkagelen bu “tarzın” günümüz tasarımcıları tarafından yorumlanışına
bir göz atmaya ne dersiniz?
Bilindiği üzere Polivinil Klorür (PVC) plastik
malzemenin gündelik yaşamdaki en yaygın
kullanım alanı aslında inşaat sektörü. Bina
dışında ve iç mekanlarda karşılaştığımız,
sürekli etkileşim halinde olduğumuz, bu
malzemeden üretilmiş veya bu malzemeyle
kaplanmış bir çok ürün var; kablolar, pis su
boruları, kapı pencere doğramaları, cephe
ve çatı kaplamaları, sofra örtüleri, mutfak
ve banyo mobilyası kaplamaları, hatta
yiyecekleri sakladığımız streç filmler gibi
saymakla bitmeyecek bir liste. Ancak PVC,
son günlerde karşımıza hiç beklenmedik
bir mecrada çıkıyor; moda tasarımı. Farklı
renklerde, farklı boyutlarda, kimi zaman giysi
ve aksesuar tasarımlarında, kimi zaman da
çanta ve ayakkabı tasarımlarında bu aralar
bu malzemeden kaçış yok. Çıkan tasarımlar,
formları, renkleri ve görünür olmaları ile
gözardı edilemeyecek, geleceği tarifleyen,
çekici birer obje gibiler.
PVC’ye baktığımızda, kolay kullanımı ve farklı
formlara işlenebilirliği, sağlam ancak hafif
olması, suya ve kimyasallara karşı direnç
göstermesi, üretim sürecinde düşük enerji
ile de işlenebilmesi, kaliteli sonuç ürünler
çıkarabilmesi ve en önemlisi ise tasarımcıların
ellerindeki ürünleri geliştirmelerine veya yeni
ürün tasarımı yapmalarına imkan sağlaması
bu malzemenin tercih edilmesindeki
unsurlardan yalnızca birkaçı. Bu olumlu
özelliklerinin yanı sıra, atıklarının bertaraf
edilme süreçlerinde zehirli kimyasalların
çevreye yayıldığına, bu kimyasalların su,
hava ve besin zincirinde birikip ciddi çevresel
sağlık sorunları yarattığına dair iddialar da
var.
Aslında bu malzeme, bulunduğundan bu
yana giysi ve ürünlerde de kullanılıyor, evet.
Ancak yalnızca yağmurluk, şemsiye yada
bot detaylarında, özellikle yağmur suyu
veya deniz suyundan korunmanın gerektiği
alanlarda. Moda tasarımında ise, ilk olarak
1960’larda ve 1970’lerin ilk dönemlerindeki
tasarımlarda PVC’nin uygulanması bir moda
trendi olarak sunuluyor. Özellikle tasarım
sektöründe, o dönem ürünlerinde fütüristik
bir ifade yaratmak için tercih ediliyor. 1964
yılında Fransız tasarımcı André Courrèges,
PVC ağırlıklı tasarladığı “uzay çağı” pantolon,
bot, gözlük ve kübik formdaki kıyafetleri
bir de neon renkler ve parlak tekstiller ile
tamamlayarak, dönemin moda tasarım ve
trend anlayışına damgasını vuruyor. André
Courrèges tasarımlarında dönemin mimarlık
anlayışından, teknolojik gelişmelerden,
yeni tip kumaşlardan ve her ne kadar geç
dönem olsa da tasarımdaki genel modernizm
yaklaşımından etkilendiğini ifade ediyor.
PVC, daha sonra televizyon dizilerindeki
kıyafetlerde ve The Matrix ve Avengers
gibi filmlerdeki kostüm tasarımlarında
kullanılıyor. 1990’lara gelindiğinde genç
tasarımcılar tarafından tekrar yorumlanan
bu malzeme, ceket, etek ve pantolon gibi
parçalarda bir gözüküp tekrar kayboluyor.
Ta ki bugüne kadar. Bundan birkaç sene
önce, Karl Lagerfeld Chanel için yine benzer
malzemelerle bir el çantası tasarlasa da PVC
çılgınlığı bugünün dinamiğine asla erişemiyor.
Şimdilerde “retro-future” adı altında hem
1960’lara öykünen, hem de geleceği işaret
eden bir tavırla farklı tasarımcılar tarafından
sunuluyor PVC. Üstelik hedef kitlesinde
yalnızca kadınlar yok. Kadınlara yaygın olarak
çanta ve ayakkabılarda sunulurken, erkeklerin
papyon, kemer ya da bileklik gibi aksesuar
tasarımlarında görüyoruz. Oscar de la Renta,
Jimmy Choo, Thierry Mugler, Roger Vivier,
Vivienne Westwood ve Christian Louboutin’in
ayakkabı tasarımlarında, Sonia Rykiel
ve Marc Jacobs’un çanta tasarımlarında,
Simone Rocha’nın eteklerinde, tasarımcı
mimar Julian Hakes’in ürün tasarımlarında,
Versace, Emporio Armani, Jean Paul Gaultier,
Yves Saint Laurent, Pierre Cardin, Stella
McCartney, Michael Kors gibi tasarımcıların
bu seneki koleksiyonlarında PVC kaplı bir
moda anlayışı hakim. Ayrıca, Bottega Veneta,
Charlotte Olympia, Harvey Nichols ve Phillip
Lim gibi lüks tüketim mağazalarının da
vitrinleri bu malzemeden üretilmiş kıyafet,
ürün ve aksesuarlar ile dolup taşıyor. Son
dönemlerin en çok konuşulan tasarımlardan
biri ise Christian Louboutin’in hem neon
renklerden bir cümbüş ile tasarlanan,
hem de yoğun PVC kullanılan Bis Un Bout
modeli. Bunu, Burberry Prorsum serisinin
Star Wars filmlerini anımsatan görüntüsüyle
Neon Bolero ve Valentino’nun Cindirella
ayakkabıları takip ediyor.
PVC, modada bugünlerde sözüm ona “sade”
tasarımlar ile karşımıza çıkıyor. Ancak
bu sadelik, şeffaflık ve çarpıcı renkleri ile
“işte burada” dedirten, daha görünür olan
kıyafet, çanta ve ayakkabılar bağlamından
kopan birer obje gibi duruyorlar. Modern
dokunuşlarla biraz nostaljik de olsa oldukça
fütüristik görünüyorlar.
HAZİRAN/2013
Şanel Şan Sevinç
[email protected]
Noktalar Birleşiyor
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından düzenlenen Uluslararası
Öğrenci Trienali, “Connecting the Dots // Noktaları Birleştirelim” başlığı altında
bu yıl altıncı kez gerçekleşiyor.
1997 yılından beri geleneksel olarak
Haziran ayının ilk haftasında yapılan
Uluslararası Öğrenci Trienali, Dünyanın
dört bir yanından sanat ve tasarım
öğrencileri ve kurumlarını bir araya
getiriyor. Öğrencilerin aktif olarak
planlamadan organizasyona, tanıtım
filmi hazırlanmasından kaynak yaratma
calışmalarına kadar tüm süreçlerde yer
aldıkları projede çok sayıda öğrenci
workshop liderliği, proje geliştirme ve
planlama, tanıtım gibi pek çok alanda aktif
katılımcı olarak yer alıyor. MÜGSF Dekanı
Prof. Dr. İnci Deniz Ilgın öğrencilerin
programda aktif olarak yer almalarını: “
Bu yıl ögrencilerin organizasyondaki aktif
varlıkları bir ilk. Burada amaç, Trienalin
var oluş nedeni olan öğrencilerin, Trienalin
planlanması ve organizasyonu süreçlerine
aktif olarak dahil olmalarını saglamaktı.
Bu bağlamda, iki öğrencimiz Yürütme
Kurulunda görev üstlendi” diyor.
6. Trienalin önemli yeniliklerinden biri
de bir haftalık etkinlik olmaktan çıkarak
workshoplarla tüm yıla yayılmış olması.
Bir kısmı online bir kısmı ise yerinde
aktif katılımla ilerleyen kırk üç ulusal ve
uluslararası workshop projesi başlamış ve
devam ediyor.
Süreç olarak bir akademik yıla yayılan
etkinlik aynı zamanda lokasyon olarak da
hayli genişlemiş ve Istanbul’a yayılmayı
hedeflemiş. İstanbul’da sanat ve tasarımın
takip edildiği önemli merkezlerde görünür
kılmak amacıyla sergiler, Marmara
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ana
galeri ve katlarının yanı sıra Sultanahmet’te
bulunan Marmara Üniversitesi Cumhuriyet
Müzesi’nde ve Tophane’de bulunan Mixer’
Galeri’nin ev sahipliğinde gerçekleşiyor.
Bunun yanı sıra, 4-5-6 Haziran 2013
tarihlerinde gerçekleşecek olan Sempozyum
ve çeşitli zaman dilimlerine yayılan
workshopların bir bölümü SALT Galata’nın
ev sahipliğinde düzenlenirken; 4 Haziran
2013 tarihinde gerçekleşecek Kısa Film
gösteriminin ev sahipliğini ise İstanbul
Modern üstleniyor. Pera Müzesi ise 6
Ağustos-22 Eylül arasında gerçekleşecek
olan workshop seçkilerinden oluşan sergiye
ev sahipliği yapacak.
Noktalar nasıl birleşiyor?
“Connecting The Dots / Noktaları
Birleştirelim” başlığı ile, sempozyum,
günümüz sanat ve tasarım düşüncelerinin
ve eğitiminin etkilenme alanları, kullandığı
araçlar, yeni ve deneysel olanla ilişkisi
gibi pek çok farklı soruyu içererek
“Noktalar”ı bir araya getirip, yeni
bağlamlar ve kavramlar ortaya koymayı
hedefliyor. Eğitim odaklı Sempozyumun
alt başlıklarını, Dün- Bugün-Yarın, Gelenek
/ Bellek, Ekoller, Yeni / Disiplinlerarası
Yaklaşımlar, Çağdaş Kültür / Kültür
Endüstrisi, Sürdürülebilirlik / Süreklilik,
Teori / Pratik, Özgünlük / Özerklik, İdeoloji
ve Politika, Pedagoji ve Sosyoloji, Kültür
Kurumları olarak belirlenmiş.
Kırk üç farklı workshop ile dev bir atölyeye
dönüşecek Trienal Marmara Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Acıbadem Kampüsü
ve Salt Galata ve online olarak gerçekleşek
ve halihazırda bir kısmı sürmekte olan
workshoplar, belli kontenjan sınırları
çerçevesinde, tüm sanat ve tasarım
öğrencilerine açık olacak. Şubat-Haziran
2013 tarihlerine yayılan workshoplar,
Trienali’nin 3-7 Haziran 2013 tarihlerindeki
açılış etkinlikleri sırasında tamamlanarak
sona ermiş olacak. Workshop başlıkları
arasında, “63 Yıl Sonra İstanbul: Margaret
Bourke - White’ı Takip” bellek atölyesi,
“Afet Sonrası Giysisi” tekstil atölyesi,
“Bildiğin Gibi Değil” tasarım atölyesi,
“Bridges Across the Bosphorus” sanat
atölyesi, camaltı resim atölyesi, “Kamusal
Alanı Paylaşmak: İstanbul’un Köpekleri”
stencil atölyesi, “Şehir, Hız, Algı” harita
atölyesi, “Mimariden Kağıda” kağıt kesim
atölyesi, “Dünyayı Gezen Çantalar” çanta
tasarım atölyesi, “T-Shirt Atölyesi-Arabesk”
tişört tasarımı atölyesi, Çarpana Ile Band
Dokuma Atölyesi, Belgesel Deneysel
Sanatlar Atölyesi, Senaryo Atölyesi,
Stop Motion Tipografi Atölyesi, Tekstil
Anlatımlar Atölyesi, Yatlarda Yaşam,
Mekan, Tasarım Atölyesi, Sanatçı Günlükleri
Atölyesi, Karakter Tasarımı Atölyesi, Kendi
Oyuncağını Yap Atölyesi, “Tempolis: Şehir,
Hız, Algı” gibi çok farklı konu başlıkları,
disiplinler, yöntemler bulunuyor.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi, 6. Uluslararası Öğrenci Trienali
programlarıyla ilgili ayrıntılı bilgi, http://
triennial.marmara.edu.tr adresinden
edinilebilir.
Gözde Severoğlu
[email protected]
GELECEK NESİLLER İÇİN…
Geri dönüşüm bilincinin yaratılması ve insanların harekete geçmesini teşvik
etmeye niyetli bir tasarım yarışmamız oldu. Anadolu Cam, bu yarışmanın
devamlılığı için çalışmaya hazır!
Geri dönüşüm bilincinin yaratılması ve
bu konudaki farkındalığın artırılmasına
yönelik çeşitli projelerini duyar olduğumuz
Anadolu Cam, düzenlediği “Cam Şişe
ve Sürdürülebilir Gelecek” konulu afiş
yarışması ile yolunu üniversiteler ile
kesiştirmeyi başardı. Türkiye genelinde
17 üniversitenin Güzel Sanatlar
Fakülteleri’ndeki Grafik Tasarım ve Görsel
İletişim Bölümü üçüncü ve dördüncü sınıf
öğrencilerinin başvurduğu yarışmada,
Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Gözde
Öztürk birinci, Anadolu Üniversitesi’nden
Emine Yıldırım ikinci olurken üçüncülüğü
Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Sefa Pala ve
Marmara Üniversitesi’nden Ayşe İri paylaştı.
Anadolu Üniversitesi’nden Burcu Giden,
Gizem Tuksal ve Eren Buzluk tasarladıkları
afişler ile mansiyon ödülüne layık görüldü.
Toplam 226 başvuru arasından seçilen 50
eser geçtiğimiz ay Rahmi Koç Müzesi’nde
sergilendi. Yarışmanın jüri üyeleri arasında
Grafik Sanatçısı Aydın Erkmen, Grafikerler
Meslek Kuruluşu (GMK) eski başkanlarından
tasarımcı Onur Bayiç, Alametifarika Reklam
Ajansı Kreatif Direktörü Kenan Ünsal, Lowe
İstanbul’un Yönetici Yaratıcı Direktörü Ali
Batı, Endüstri Ürünleri Tasarımcısı Oya
Akman ve Anadolu Cam Gıda Sektörü Satış
ve Pazarlama Müdürü Erdal Seyhan yer aldı.
Yarışmanın birincisi tasarladığı afiş ile
camın sürdürülebilirliğini vurgularken
gelecek nesiller için camın devamlılığına
dikkat çekmeyi başarıyor. Camın
üretim yöntemini, grafik anlatım dili ile
eşleştirmeyi seçen tasarımcı, afişi gören
bir çok kişiye kavramsal referanslarını
kolaylıkla anlatıyor. Yarışmanın ikincilik
ödülüne layık görülen %100 Dönüşür
ile tasarımcı, camın ölümsüzlüğüne ve
sonsuzluğuna vurgu yapıyor. Tasarımcı,
camın bizlere tertemiz, yepyeni bir ambalaj
olarak geri dönebileceğini hatırlatıyor.
Üçüncülüğü paylaşan reenkarnasyon
ile tasarımcı camın doğada %100’ü ile
dönüşebilen tek malzeme olduğunu
hatırlatıyor. Ödül alan diğer afişte ise
kırılmış bir şişeden referansla camın
dönüşümünün çevreye ve insana
sağlayacağı fayda alışılagelmiş bir cümle
ile ifade ediliyor. Yarışmada mansiyon alan
afişlerde camın sonsuz bir döngüye sahip
olduğu ve %100 geri dönüştürülebileceği
hatırlatılıyor.
Endüstri – üniversite iş birliğinin yarattığı
sinerjinin sektöre, son tüketiciye ve
tasarımcıya fayda olarak geri dönmesi,
yarışmanın öncelikleri arasında.
Sürdürülebilirlik ve geri dönüşüm konularında
farkındalığı artırmak için iletişime yönelik
yapılacak çalışmalar arasında bu, Anadolu
Cam için sadece bir başlangıç noktası.
Herkesin sorumluluk sahibi bir yaklaşımı
benimseyerek, günlük davranışlarına
dahil edebilmesi, sürdürülebilirliği ve
dolayısıyla sağlıklı bir geleceğe nasıl katkı
sağlayabileceğini hatırlatması isteniyor. Bu
durum, geri dönüşüm bilincinin yaratılması,
güçlendirilmesi, dolayısıyla ham madde
ve enerji tasarrufuna katkıda bulunulması
konusunda mikro ölçekte bir adım olarak
yorumlanabilir.
Anadolu Cam, bir sonraki senenin konusunu
belirlemek için hazırlıklarına başladı. Son
tüketiciye ulaşılan reklam ve pazarlama
araçlarında kullanılmak üzere camın
sürdürülebilirliğine vurgu yapan bu ödüllü
afişler, markanın somut sonuçlar elde
etmesinde etkili birer araç. Bilinçlenen
tüketicinin, ayrıştırdığı camını bırakabileceği
bir geri dönüşüm konteynırı da hali hazırda
sokaklarda yerlerini alıverirse hepimiz için
ne motive edici olur!
HAZİRAN/2013
Banu Çavuşoğlu
[email protected]
Kıbrıs’ta
Tasarım Haftası
Mimarlık ve tasarım eğitiminde ‘Program Dışı Etkinlikler’e çok boyutlu bir örnek
olarak tanımlanan Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Uluslararası
Tasarım Haftası üçüncü kez kapılarını açtı.
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Mimarlık
Fakültesi, bugün global olarak ivme kazanan
tasarım ve ilişik tüm yaratıcı alanların
tamamını kapsayacak, sürekliliği olan bir
etkinlik düzenleme amacı ile DAÜ Tasarım
Kulübü ile birlikte, 2011 yılından beri
“Uluslararası Tasarım Haftası” etkinliğini
kurgulayıp uygulamaya koyuyor. Tasarımı
bir kültür öğesi olarak ele almayı, farklı
yönleriyle sorgulamayı, yeniden düşünmeyi
ve düşündürmeyi hedefleyerek, bu alana DAÜ
Mimarlık Fakültesi’nin özgün bakış açısıyla
yaklaşmak istenilen etkinliklerde, öğrenciler,
öğretim görevlileri, tasarımcılar, sanatçılar ve
DAÜ Mimarlık Fakültesi’nin çağdaş öğrenme
modeline ilgi duyanlar için ‘tasarım’a
odaklanılması hedefleniyor. Tasarım
atölyeleri, konferanslar, seminerler, sergiler,
söyleşiler, ve halka açık forumlardan oluşan
DAÜ Uluslararası Tasarım Haftası, çağdaş
tasarım gündemlerini takip eden öğrenciler,
tasarımcılar ile tasarımın yaşamsal önemine
ilgi duyan herkesin katılabileceği programları
ve ziyaretleri içeren küresel bir etkinlik olma
yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Bu bağlamda tasarımı üst başlık olarak
değerlendirip farklı disiplinleri bir araya
getirmeyi amaçlayan Hafta, yaşadığımız
çağın temel sorunlarına ayna tutarak,
çözümlerinin tasarımla mümkün olacağı
gerçeğinden hareketle konseptler belirliyor.
Amaçladıkları arasında, başlıca global olarak
tasarım gündemleriyle paralellikler kurmak,
ülkenin tasarım alanında geldiği noktayı
ulusal ve uluslararası platformlara tanıtmak,
tasarım yoluyla işbirlikleri kurmak, kurulan
işbirliklerini geliştirmek ya da yeni işbirlikleri
oluışturmak, tasarım alanında çalışmalar
yapan öğrencilerin, akademisyenlerin,
sektör çalışanlarının kendilerini ve işlerini
tanıttıkları bir platform oluşturmak var. Tüm
katılımcıları, Kıbrıs’ın zengin tarihi, kültürel
ve sosyal yapısı ile ilişkilendirmek, diğer bir
deyişle, ülkemizin sahip olduğu zengin kültür
mirasını tasarım yoluyla paylaşmak da işin
diğer boyutu.
2011’de tasarımda her anlamda çeşitliliğin
önemine vurgu yapan “Rengarenk” teması ile
gerçekleşen etkinlik, Japon mimar/tasarımcı
Kengo Kuma’nın da bulunduğu yerli-yabancı
birçok davetli sanatçı ve tasarımcının
katkılarıyla anlamlı sonuçlara ulaşmıştı.
2012’de, “Deneysel Tasarım/Tasarımda
Deneysellik temasıyla gerçekleştirilen
etkinlikte amaç, tasarımın aslında doğasında
bulunan ‘deneyerek yaratma süreci’ne vurgu
yapmak, farklı deneyimlemeler aracılığı ile
tasarımın öğrenim sürecine katkısına vurgu
yapmak oldu.
Nisan ayının sonunda, Doğu Akdeniz
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde 3.
Kez gerçekleşen etkinlik, tasarımın çeşitli
disiplinlerinden profesyoneller, sanatçılar,
akademisyen ve tasarım öğrencilerini bir
araya getiren etkinlikler dizisinin bütünü
olarak kurgulandı. Uluslararası bir platformda
disiplinlerarası üretim ve paylaşımı
teşvik etmeyi amaçlayan, sanat, tasarım
ve mimarlık öğrencilerinin oluşturduğu
disiplinlerarası atölyeler, seminer, sunum,
ve sergi etkinliklerinden oluşan üç günlük
bir programda yürütüldü. Bu bağlamda, bu
seneki etkinliğin kavramsal çerçevesi ‘Oyun’
olarak belirlendi ve “Oyunun adı tasarımdır,
haydi oynayalım!” dendi.
Tasarım Haftası, kısa adıyla IntDW-EMU,
oyun ve tasarım ilişkisi üzerine Londra’da
çalışmalarını sürdüren ‘Oyun Eksperi
ve Füturist’ Yeşim Kunter, Zaha Hadid
Architects firmasının müttefik mimarlarından
Tariq Khayyat’ın yanı sıra, İTÜ, İKÜ, TOBB
gibi üniversite öğretim elemanlarının da
katılımıyla gerçekleşti. Etkinlik içeriğinde
TASAR’ın gerçekleştirdiği Konteyner Tasarımı
atölye ve yarışmasıyla HERA-C’nin Cem Kara
ile düzenlediği Photomarathon yarışması da
yer aldı.
Etkinlik kapsamında Payam Mahasti’nin
yürüttüğü ‘Spagetti Strüktürler’, Tarık Örgen
ve Özge Cordan’ın yürüttüğü ‘Egg-Drop’,
Orkan Güzelci-Ali Kemal Terlemez-Kadir
Uyanık’ın yürüttüğü ‘Emergence’, Angelbert
Ngatti’nin yürüttüğü ‘Geleneeksel Kamerun
Evi Yapımı’, Müge Bozdayı-Hakan SağlamGözen Aktaş-Nur Ayalp-FatihKarakayaBarış Yakın’ın yürüttüğü ‘Kelime Kelime bir
Tasarım Oyunu’, Seyit Ermiyagil’in yürüttüğü
‘Uçurtma’, Hare Eminoğlu’nun yürüttüğü
‘Oyun Masası’, ve Yeşim Kunter’in yürüttüğü
‘Oyun Tasarımı’ gibi atölyeler düzenlendi.
İKÜ’den Prof.Dr.Zafer Ertürk ve ekibinin
yarışma projelerinden oluşan büyük bir
sergileri de görülebilecekler arasındaydı.
Başlangıcından beri koordinatörlüğünü DAÜ
Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı Banu
Tevfikler Çavuşoğlu’nun üstlendiği DAÜ
Uluslararası Tasarım Haftası etkinliğinin
değişmez felsefesi, geleceğin tasarımcılarını
en iyi şekilde hazırlamak. Bilgi üretiminin
bu kadar hızlandığı günümüz dünyasında
değişen tasarım öğrenme yöntemlerinin
takibi önem kazanıyor. Atölye çalışmaları
ve çeşitli bilgi paylaşım yöntemleri gibi
ardışık egzersizlerle sürekli üretim ve
üretimden öğrenmenin esas alındığı bir
sürecin önerildiği öğretim modelleri tasarım
okullarında öğrencilerle birlikte paylaşılan
sürekli deney ile öğrenme sürecini ve
bulgularının izlenebileceği bir etkinlikler
dizisi diye bakınca gerçekleşen IntDW-EMU
kapsamındaki birçok sürecin ürünleri, bu
anlamda değerli ve olumlu etkileri rahatlıkla
görülebilir.
Gözde Severoğlu
[email protected]
İSTANBUL’UN ARANANLARI
WantedDesign Uluslararası Tasarım Fuarı kapsamında 18-20 Mayıs tarihleri
arasında gerçekleşen ‘‘Design: Istanbul - New York’’ sergisi kültürlerarası
etkileşim için köprü olmaya niyetlendi.
öğretim görevlisi olarak üniversitelere destek
veren Ali Bakova, tasarladığı ‘‘Extra Wine Set’’
ile sergide yer aldı. Bir şişe ve bir bardaktan
oluşan bu eksiksiz şarap takımı, üç farklı
renkte üretiliyor.
Fizik ve matematiğe olan ilgisini tasarım ile
somut bir şekilde kesiştirmeye odaklanan
tasarımcı Umut Demirel, ayna ve mıknatısı
birleştirdiği ‘‘Attractive’’ isimli ürünü ile
sergide yer alan yedi tasarımcıdan biri olmayı
başardı.
Tasarımcı Tamer Nakışçı, set halinde
dizildiklerinde birbirinden farklı şekil ve
motifler yaratan bir masa takımının parçaları
olan ‘‘Relax’’ tabakları ile sergide yer aldı.
Tasarımcı ve dokumacının ortak
düşüncelerinin dönüştürüldüğü bir sembol
sistemi olarak süreci kaydeden, Koray Özgen
tasarımı, ‘‘Tulûat’’ kilim fuar kapsamında
sergilenen ürünler arasındaydı. Üretimi
tasarımcı tarafından başlatılan kilim,
dokumacı tarafından tamamlanıyor.
Muzz Design’ın kurucuları tasarımcı ikili Erin
Türkoğlu ve Melodi Bozkurt, her bir parçası
ayrı ayrı uyumlu masa üstü koleksiyonu
‘‘Novela Vessels’’ ile seçkinin arasındaydı.
Can Yalman’ın Türk çay takımına çağdaş
bir yorum getirdiği ‘‘Tearend’’ çay bardağı
seti de, serginin bir parçası olup kültürel
alışkanlıkların aktarılmasında önemli bir
referans olmuşa benziyor.
2011 yılında Fransız küratörler Claire Pijoulat
ve Odile Hainaut tarafından başlatılan
WantedDesign Uluslararası Tasarım Fuarı,
yaratıcı enstalasyonlar, öğrenci atölye
çalışmaları, söyleşiler ve daha fazlası ile
tasarım dünyası için yaratıcı bir adres olmaya
devam ediyor. Terminal Stores Binası’nda
gerçekleşen ‘‘Design: Istanbul-New York’’
sergisi kapsamında Türkiye’den yedi ürün
sergilendi.
The American Turkish Society (Amerikan
Türk Cemiyeti – ATS) ev sahipliğinde, Turkish
Cultural Foundation (Türk Kültür Vakfı)’nın
ana sponsorluğunda gerçekleşen sergi,
Armaggan Sanat ve Tasarım Galerisi, Kültür
ve Turizm Bakanlığı, New York merkezli
Sara Bengur Interiors ve DADA Goldberg
halkla ilişkiler şirketi tarafından desteklendi.
Kültürlerarası diyalog ve anlaşmanın
teşvik edilmesi konusunda bir rol üstlenen
Amerikan Türk Cemiyeti, bu sergi aracılığıyla
Türkiye’nin özgün tasarım ürünlerinin New
York’ta tanıtılması konusunda çalıştı. Uluslararası bilinirliğe katkı sağlaması
hedeflenen sergiye seçilmek üzere
başvuruda bulunan otuzdan fazla ürün,
tasarım dünyasında aktif roller üstlenen
isimler tarafından değerlendirildi. Gaye
Çevikel, Defne Koz, Ali Tayar, Ayşe Birsel
Seck ve Ferda Kolatan’dan oluşan jüri,
başvuruları yaratıcılık, ticari uygulama
ve genel tasarım üstünlüğü gibi kriterleri
göz önünde bulundurarak değerlendirdi.
Mobilya, masaüstü ürünleri, ev ürünleri,
aydınlatma armatürleri ve halıdan oluşan
başvurular arasından yedi ürün belirlendi.
Ürünler arasındaki tek aydınlatma Pleat Box,
2008 yılında Berlin’de kurulan çok disiplinli
bir tasarım ofisi olma yolunda ilerleyen
Mashallah imzası taşıyor. Ekip üyeleri Moda
Tasarımcısı Hande Akçaylı ve Endüstriyel
Tasarımcı Murat Koçyiğit tasarımı seramik
aydınlatma, ekip için sanat ve teknolojinin
birlikteliğinden doğan şiirselliğin ta kendisi.
Tasarım danışmanlığı yapan ve yarı zamanlı
International Contemporary Furniture Fair
(ICFF) ile aynı zamanda gerçekleşen sergi,
Gaia&Gino markasının yaratıcısı, serginin
jüri üyelerinden Gaye Çevikel, tasarım ve
stil editörü Melissa Feldman ile tasarım
girişimciliği konulu bir oturum gerçekleştirdi.
Etkinliğin son gününde ise Brooklyn merkezli
kokteyl uzmanlarının yer aldığı The Guinea
Pig Group ve mutfak sanatçısı şef Dilara Erbay
ayrı ayrı birer gösteri gerçekleştirdi.
Serginin üst başlığına bakıp değerlendirince,
gönlümüz önümüzdeki senelerde başvuru
yapan bütün ürünlerin sergilenmesini istiyor.
Sergi alanının boyutu, sponsorluk bütçesi ve
daha bir çok başlık gönülden geçenin akla ve
mantığa uyması konusunda soru işaretleri
doğursa da kültürlerarası etkileşim için yedi
ürünün yetersizliği görmezden gelinemiyor.
HAZİRAN/2013
Gözde Severoğlu
[email protected]
Mini’den yaratıcı
seferberlik
MINI, Countryman kadar yüksek, Cabrio kadar atik yeni modeli Paceman için,
tasarım dünyasını seferber etti. Sonuçlar, İstanbul’un farklı semtlerinde sergilendi.
2013 yılı şehre inen küçük otomobillerin
yılı. Şehir içine uygunluğunun yanında
yeni nesil kullanıcılar tarafından
kurumsal kimliklerinin bir parçası kabul
edilen, elektronik cihazlara, kıyafetlere
bir gömlek üstten dahil olan otomobiller
odak noktası olmaya devam ediyor.
Birçok markanın bu tanımlı hedef kitleye
yönelik yeni yıl ile beraber pazara
sunduğu modelleri merakla beklendi,
incelendi ve deneme sürüşü yapıldı.
İlkleri sunmayı başaran, son yıllarda
Countryman modeli ile hedef kitlesini
değiştirmiş gibi görünen MINI, pazara
sunduğu küçük segmentin ilk spor
aktivite Coupé›si Paceman’i, geçtiğimiz
ay İstanbul sokaklarında gezmeye
çıkardı. Bu yeni model, Countryman
kadar yüksek, Cabrio kadar zıpır bir
haldeydi. Ancak konumuz yeni ürün
değil; bu ürün için başlatılan “tasarım
hareketi.”
Marka yeni üyesi bu aracı tanıtmak için
hedef kitlesi nesilden tasarımcılar ile
kol kola girip birlikte yol almayı seçti.
Tasarımcılardan ilki moda tasarımcısı
Özlem Kaya. Tasarladığı modele bir
isim vermeyi tercih etmeyen tasarımcı,
insanları kısıtlamak istemediğini
belirtiyor. Tasarım sürecinde MINI’nin
yeni tasarım dilinden referanslar
aldığını vurguluyor. Ona teknik açıdan
bakıp strüktürel yapısını görmeye
çalıştığını söylüyor. Sportif özelliği ve
hızlı oluşunun yanında bir form olarak
başarıyor. Galata Kuledibi’nde
sergilenen tasarım, farklı kitlelerden
insanların dikkatini çekmeyi başarmışa
benziyor.
MINI’yi yaşayarak kullanan iç mimar
Nihat Sinan Erül, onu bir “aşk” olarak
tanımlıyor. MINI Paceman’in alışılmışı
yıkan tek kapısını, Countryman ile ortak
noktaları varken aynı zamanda hızından
bir şey kaybetmeden yol alışını sevdiğini
belirtiyor. Markanın ergonomiye
odaklanışını önemsiyor. İstanbul gibi
trafiği yoğun bir şehirde, kullandığınız
aracın içinin rahatlığına dikkat çekiyor.
Müzik sisteminden, oturduğunuz
koltuğa, kahve koyduğunuz yerden rengi
değişen ışıklarına, ifade ettiği her detay
onun MINI’ye olan bağlılığını gözler
önüne seriyor. Nihat Sinan Erül’ün
tasarımı, Bağdat Caddesi’nde izleyiciler
ile buluştu.
değerlendirdirdiğinde MINI Paceman
için ilk görüşte ‘‘erkeksi’’ diyebiliyor.
Ekipteki diğer moda tasarımcısı Ece
Gözen, son koleksiyonundan yola
çıkarak MINI’nin tasarım yaklaşımı
ile kendi tasarım kimliğini ortak
noktada buluşturuyor. Gözen için
‘‘sportif, şık ve güçlü’’ terimleri ile
marka ile kesişmelerini oluşturuyor. İki
tasarımcının birlikte tasarladıkları öneri
Nişantaşı’nda Abdi İpekçi Caddesi’nde
sergilendi.
Tasarım hareketine destek veren mimar
Emre Kuzlu, MINI Paceman’in hızlı akan
gündelik yaşamımıza uyumlanabilecek
bir otomobil olduğunu düşünüyor. MINI
ailesinin klasikleşen tasarım dilini,
teknolojiye ayak uydurarak güncelleme
halini, mimarlığın döngüsel gelişimine
eş görüyor. Mimar, tasarımın özgün
ruhunu yakalamayı cezbedici bulduğunu
belirtiyor. Tasarım dili ve anlayışını
beğendiği bir ürün için tasarım yapmayı,
heyecan verici bulan Emre Kuzlu,
tasarımında ortaya koyduğu provokatif
yaklaşım ile markanın şaşırtan ve
kışkırtıcı kimliğini deteklemeyi
‘‘Tasarım, Asfalt için’’ mottosu
ile kurgulanan MINI Paceman’in
enerjik ve keyif veren özelliklerine
tanık olduğumuz, özel aktivitelerine
katıldığımız, deneme sürüşü yaptığımız
Mayıs ayının ardından, bu eğlenceli
yeni modelin sokaklarda çoğalması an
meselesi! Istanbul dışında Ankara ve
Antalya’daki galerilerde gerçekleşen
etkinlikler marka tutkusunun tüm ülkeye
yayılması için atılmış bir kaç adımdan
biri. Bu yeni şehirliye gözümüzün çok
kısa sürede alışacağı kesin.
HAZİRAN/2013
13
Umut Kart
[email protected]
“Hayalimizin gerçek olduğunu
görmek çok sevindirici!”
2009 yılında kurulan Kale Tasarım Merkezi’nin projesi Tasarım Gazetesi’ne Kale Grubu’nun
bakış açısı nedir? Böylesine büyük bir grup için tasarımın yeri ne olabilir? Tasarım
yaklaşımı, sürdürülen faaliyetleri nasıl yönlendirir? Tasarım Gazetesi’nin Radikal
Gazetesi ile birlikte dağıtılmasının sebepleri nelerdir?
Sorularımızı Kale Grubu Başkanı ve CEO’su Zeynep Bodur Okyay ile Tasarım ve İnovasyondan
Sorumlu Başkan Yardımcısı Sertaç Ersayın yanıtladı.
başarılar, tasarım alanında, şirket içinde
yaratılan değerin birer kanıtıdır.
- Bu vizyonu şirketinize nasıl yansıtıp,
nasıl bir yapılanmaya gittiniz?
- Kale Grubu’nun Tasarım Gazetesi
gibi bir yayını çıkarmasındaki amaç ve
hayaliniz neydi?
Bildiğiniz gibi Kale Grubu öncü markaları
ile, santaralistanbul ana sponsoru ve de
aynı zamanda Kale Tasarım Merkezi’nin
kurucusudur. 2009 yılında Kale Tasarım
Merkezi’miz bünyesinde ilk defa Tasarım
Gazetesi’ni çıkarmaya başladığımızda
Türkiye’de tasarım gündemi ve
gelişmelerine haber gözlüğü ile ışık
tutacak ve en önemlisi de arşivleyerek,
belgeleyecek bir yayına ihtiyaç çok
büyüktü. Bunun yanı sıra, Türkiye’de
tasarım alanı oyuncularının kendini ifade
edebileceği bir mecra yaratmak ve kendisi
de bir tasarım projesi olan Tasarım
Gazetesi’ni herkesin katkısı ile çıkarmak,
bu alanda kurduğumuz başlıca hayaller
arasındaydı. Bu alandaki gayelerimizden
en büyüğü de, projenin sürdürülebilir
kılınmasıydı. Tasarımın tüm disiplinlerine
açık yapısı ile, dört senedir kesintisiz
olarak sürdürdüğümüz yayınımız ile
bugün, bu hayalimizin gerçek olduğunu
görmek gerçekten çok sevindirici.
- Tasarımın Kale Grubu içindeki yeri
nedir?
Tasarım, Kale Grubu içindeki faydasını ve
yerini her zaman muhafaza etmektedir.
Geçmiş ve geleneğimizden gelen;
sektörlerde öncü olma misyonumuz
ile, yenilikçi ürünler ve sistemler
sunma becerimizi modern tasarım ve
geliştirme araçları ile birleştirerek,
grubumuz içinde yapı ürünlerinden,
kimyasallarına, savunma sanayinden
havacılık alanına kadar birçok farklı
sektörde hizmet vermekteyiz. Tasarım ve
inovasyon odaklı yatırım stratejilerimizin
bir parçası olarak planlayarak hayata
geçirdiğimiz ve İtalya’nın en prestijli
seramik markalarından olan Edilcoughi
ve Edilgres markalarını da bünyemize
kattığımız son adımımız ile birlikte, bu
gibi özgün markaları Türk kullanıcıları
ile buluşturmaktan mutluluk duyuyoruz.
Gerek Turquality gerekse diğer destek
programlarının da önem ve desteğine
inanarak, yurtiçindeki liderliğimizi
dünyaya taşıma konusundaki
çalışmalarımız büyük bir ivmeyle devam
etmektedir. Tasarımı, kurumsal yönetimin
bir parçası olarak görerek, yalnızca bu
sene, tasarım alanında 8 uluslararası
ödülü daha bünyemize kazandırmış olduk.
Büyük ölçekli firmalar kategorisinde
aldığımız “Design Management Europe”
Onur Ödülü, Nordic ve Beyaz Saray
koleksiyonlarının her biri ile aldığımız
“IF Product Design” ve Stone&More
doğaltaş koleksiyonu ile aldığımız Duvar
Kaplamaları Kategorisi EDIDA 1.Ödülü gibi
Sektördeki liderliğimizi Türkiye
ekonomisinin en köklü gruplarından biri
olarak yıllardır başarıyla koruyoruz. Bu
liderliği uluslararası arenaya taşımak
için de 2011 yılında, kurumsal kimlikten,
marka mimarisine, organizasyon yapısına,
müşteri ilişkileri ve insan kaynakları
yaklaşımından teşhir mantığına
kadar bir dizi iyileştirmeler yaparak,
markalarımızın, satış kanallarımız,
profesyonel ve bireysel tüketicilerimiz
tarafından doğru algılanmasının
sağlanması için bu vizyonu koruyarak,
kurumsal kimliğimizi yeniledik. Yapı
Ürünleri Grubumuzda; Çanakkale
Seramik, Kalebodur ve Kalekim
markalarımızın dışında, tüm ürünlerimizi
Kale markası altında toplayarak güç birliği
yapmaya karar verdik. Tamamen, tüketici
ihtiyacı ve gereksinimlerinden hareket
ile gerçekleştirdiğimiz bu bakış açısı
ile tasarım ve inovasyon kavramları bir
arada olmak üzere, Tasarım ve İnovasyon
Grubu’nu tek merkez altında toplayarak
bütünsel tasarım yönetimi yapılanmasına
gittik.
- Kale Grubu’nun sosyal sorumluluk
faaliyetleri içinde tasarım ve mimarlığın
önemi büyük sanırım...
Grubumuz için tasarım, mimarlık ve
inovasyon kavramlarının önemi gerek
kurumsal açıdan gerekse sektörümüz
açısından büyük önem taşıyor. Yapı
Ürünleri Grubu’muzun en çok işbirliği
içinde olduğu gruplardan biri de
mimari. Bu alandaki gelişmelere katkı
sağlamak amacıyla, özellikle mimari
ürün gruplarımızın yer aldığı Kalebodur
markamız ile yarım asrı aşan yaşıyla Türk
mimarisinin yanında olup, toplumu ve
mimarlığı ilgilendiren değerlere sahip
çıkma misyonu ile projeler üretiyor.
Örneğin; Türkiye’nin ilk mimarlık dijital
arşivi olan Arkiv’in on yıldır sponsoru olan
markamız, Dünya Mimarlık Kongresi’ne
İstanbul’da ana sponsor olarak ev
sahipliği yapmış, İstanbul Serbest
Mimarlar Derneği, Türk Serbest Mimarlar
Derneği ve İzmir Serbest Mimarlar
Derneği’nin uzun soluklu sponsorluğu
üstlenmiştir. Mimarlar Odası İstanbul
Şubesi ile Geniş Açı isimli konferanslar
dizisi gerçekleştirirken, Kalebodur’la
Mimarlar Konuşuyor projesi ile gündeme
değen mimari konuları tartışma
platformları yaratmaktadır. Açık Radyo
ile Açık Mimarlık programını üretirken,
dijital mecrada mimarların Türkiye
gündemine girmesi amacı ile Kalebodur’la
Mimarlık ismi ile Dipnot Tablet içinde
mimarı sayfaları hazırlamaktadır. Modern
mimarlığın babası olarak anılan Le
Corbusier’nin projelerinden oluşan bir
seçkiyi santralistanbul’da sergilerken,
ertesi yıl ülkemizin en bilinen mimari
projelerinden Hayati Tabanlıoğlu’nun
Atatürk Kültür Merkezi’ni mercek altına
alarak Salt Galata’da sergilenmesine
öncülük etti.
Sertaç Ersayın’a
Yöneltilen Sorular:
- Tasarım Gazetesi’nin bundan sonraki
hedefleri arasında neler var?
Tasarım Gazetesi, tasarımcılar,
tasarım eğitimi alan öğrenciler, meslek
profesyonelleri, akademisyenler ve
tasarım konusunda farkındalığı yüksek
olan toplumun her katmanından herkesin
dikkatini çekmeyi başardı. İlk sayısından
itibaren 4 yıldır devam eden yayını ve
bugüne kadar yazılarını bizlerle paylaşan
200’ü aşkın yazar ile bugünlere kadar
geldi. Kale Grubu olarak bu desteğin
arkasında olmak, ülkemiz yaratıcı
üretim endüstrisi paydaşları arasında
bir iletişim platformu sağlıyor olmanın
çok önemli olduğuna inanıyoruz. Bu
çerçevede ulusal olarak aylık yayınlanan
gazetemizi sürekli görünür kılmak,
dijital platformlarda da ulaşılabilir
kılmak çok önemli. Tasarım konusunda
ülkemizde artan farkındalık salt, İstanbul,
Ankara, İzmir gibi büyük kentlerimizle
sınırlı değil. Artık ülkemizin dört bir
yanında bu konuya ilgi duyuluyor. Hatta
ülkemizin bu alandaki gelişim yönünü
anlamak, kültürünü öğrenmek isteyenler
de gazetemize ulaşmaya çalışıyor.
Sorunuzun cevabı, özetle tüm bu kaygıları
daha geniş kitlelere duyurabilmek.
- Uzun bir zaman sonra Tasarım Gazetesi
yeniden Radikal Gazetesi ile birlikte
dağıtılmaya başlandı. Bu seçimin
arkasındaki sebepler nelerdi?
Tasarım Gazetesi ve Radikal arasındaki
işbirliğinin her iki tarafa güçlü bir sinerji
katacağına inanıyorum. Uzun süre önce
bu işbirliğinin temellerini atmıştık.
Şimdi daha da güçlü ve rüştünü ispat
etmiş bir Tasarım Gazetesi olarak,
daha geniş kitlelere Radikal ile beraber
ulaşıyoruz. Radikal Gazetesi’nin hedef
kitlesi, ülke çapında yaygınlığı, dijital
platformlar üzerinden ülkemizin en çok
izlenen birkaç gazetesinden birisi olması,
Tasarım Gazetesi’nin de amaçları ile çok
örtüşüyordu. Bu sayı ile beraber artık
Tasarım Gazetesi’nin android ve i-pad
versiyonlarını hem Radikal Gazetesi hem
de KTM mecralarında düzenli olarak
izleyebiliyorsunuz. Bu çok ama çok
önemli bir gelişme.
- Kale Grubu’nda Tasarım ve
İnovasyon’dan sorumlu başkan
yardımcısı olarak görev yapıyorsunuz.
Bu, Türk sanayinde tasarım ve
inovasyona bakış açısının değiştiğine
dair önemli bir ipucu aslında, bunun
önemini nasıl buluyorsunuz?
Bu çok önemli bir gelişme. Kale Grubu’nun
DNA’sında grubun kurucusu Sayın
İbrahim Bodur’dan gelen bir inovasyon
kültürü ve bulunduğu her sektörde
öncü olma amacı var. Üretim, satış ve
pazarlama alanlarında yetkinliğini ve
büyüklüğünü ispatlamış olan grubumuz,
Tasarım ve İnovasyon’u bir çatı altında
değerlendirerek, Tasarım & İnovasyon
alanında da ülkemizin öncü kuruluşları
içinde olduğunu göstermiştir. Ulusal
sanayimiz için önemli olan bu değişim,
artık katma değerin salt, üretim, satış ve
pazarlama taktikleri ile kazanılmadığını
gösteren önemli bir değişimi de ortaya
koymaktadır.
- Tasarım Gazetesi, Kale Tasarım
Merkezi’nin bir yayını. Merkezin
gelecek planlarından bahseder misiniz?
Kale Tasarım Merkezi bünyesinde,
tasarım farkındalığı yaratmak ve
tasarım kültürünün gelişmesine katkı
sağlamak amacıyla sürdürdüğümüz
projeler ivmelenerek devam edecek.
Bu doğrultuda, Türkiye’nin tasarım
gelişmelerini de bir nevi arşiv olarak
belgeleyen Tasarım Gazetesi’nin
sürdürülebilir olması, bizim için önemli
olduğu kadar tasarım paydaşları için de
önemli bir yere sahip. Bununla birlikte,
gerek tasarım öğrencileri, gerekse tasarım
profesyonelleri hedefli gerçekleştirdiğimiz
sergi, atölye ve proje çalışmalarına devam
etmenin yanı sıra, 2014 senesi içerisinde,
merkezin ses getirecek büyük projelere de
imza atacağını söyleyebiliriz.
Sanem Odabaşı
[email protected]
Google’ın
gözlükleri etik mi?
Google’ın geçtiğimiz seneden beri beklenen Project Glass gözlükleri Mayıs ayında
“özel” olarak seçilen 1000 kişi ile buluştu. Gözlükler, pek çok tartışmanın yanı sıra
adab-ı muaşeret listesiyle birlikte gündeme düştü.
bulundu. Yazının başlangıcı bu tasarım ve
teknoloji ürününün ne kadar soluk kesici
olduğuyla ilgili. Bütün yenilikleri oldukça
ilginç ve heyecan verici bulan yazıda şöyle
bir cümle geçiyor: “Herkesin iğrenç akıllı
telefonlarda elleriyle yapmaya çalıştıklarını
konuşarak yapacaksınız.” Önümüzdeki
dönem, akıllı telefonları iğrenç, geri ve
çağdışı bulmakla mı geçer bilemiyoruz
henüz. Fakat Kevin Sintumuang ilk 1000
kullanıcı adayına adab-ı muaşeret kurallarına
değinerek birkaç uyarıda bulunuyor:
- Kafanızın üzerinde bir kamera taşıdığınızı
hiçbir zaman unutmayın. Video ya da fotoğraf
kaydedicisinin açık olduğunu gösteren bir
kırmızı ışık koyulmaması Google’ın hatası, bu
durumu kullanmanız ise sizin hatanız olmasın.
- Sesli komutları her an her yerde
kullanmayın, özellikle uzun mail yazacağınız
zaman.
- Halka açık yerlerde telefon görüşmelerinizi
yapmamaya özen gösterin.
- Biraz ara verin, önünüzde biri sizinle
konuşurken gözlükleri çıkarın.
- İnsanların denemek için gözlüğü takmasına
izin verin. Gözlüklerin yaygınlaşması ve kabul
görmesi için bunu lütfen yapın.
Geçtiğimiz yıldan bu yana Google’ın X
laboratuarında geliştirilen Project Glass
gözlükleri Mayıs ayında önceden belirlenen
1000 adet tüketiciyle buluştu. Teknoloji
liderlerinin, mühendislerin ve tasarımcıların
bir devrim niteliğinde gördükleri bu
ürünü 2012 yılının Eylül ayında New York
Moda Haftası’nda Diane von Furstenberg
defilesinde görmüş ve belleğimize
kazımıştık. Bir kısmımız ise çoktan
benimsemişti bile. Peki Google Glass nedir,
nerde kullanılır?
Dışarıdan bakıldığında bize çok tanıdık gelen
bir ürün var elimizde, bir gözlük. Ama Google
bu ürüne tasarım detayları ve teknolojik
yenilikler dahil ederek, bize farklı bir gözlük
sunuyor.Gözlük yapı bakımından geleneksel
bir form taşımakla beraber, gözlüğe ait küçük
kameranın daha önce benzeri yapılmış değil.
Bu anlamda ileride kamera teknolojilerinde
bir yenilik yapılması mümkün. Gözlükteki
denge unsuru ise Google tarafından çözüme
ulaşmış ve gözlüğün sağ tarafındaki
kameranın ağırlığı sol kulağın taşıdığı kısma
verilmiş.
Gözlükler aslında tam anlamıyla giyilebilir
teknoloji örneği. Giyilebilir teknolojiler de
herhangi bir giyilebilen ürünün -aksesuarlar
da dahil olmak üzere- bilgisayar ve
elektronik teknolojilerle donatılması demek.
Google Glass da kullanıcılara bu gözlükler
aracılığıyla teknolojinin, internetin, bilginin
ve paylaşımın kapılarını açıyor. Bluetooth,
Wi-Fi, GPS, hoparlörler, kamera, mikrofon,
Android işletim sistemi... Google Glass bütün
bunlara sahip. Bu özelliklere istediğiniz
her yerde, bulunduğunuz her ortamda
ulaşabiliyorsunuz. Dijital ekranlar sayesinde
görüntülü sohbet yapabiliyor, fotoğraf
çekebiliyor, Facebook, Twitter gibi sitelerde
anında paylaşımda bulunabiliyorsunuz.
Ve bu gözlüğün en önemli özelliklerinden
biri de bunları konuşarak yapıyor olmanız.
“Tamam Glass fotoğraf çek” diyorsunuz ve
gördüğünüz şey her ne ise, Google Glass
sizin için fotoğrafını çekiyor. Bu komutları
ister fotoğraf çekmek için kullanın, isterseniz
karşınızda duran Big Ben saat kulesinin
uzunluğunu öğrenmek için verin.
Şu an için gözlüklerin yıl sonunda piyasaya
sürülüp sürülmeyeceği belli değil. Eğer
satışı planlanırsa, 1500$ gibi bir fiyata bu
gözlükleri edinmek mümkün. Google’ın
neden böyle bir proje yaptığı hakkında
farklı görüşler mevcut. Bazı kesimlerce
teknoloji alanında ne kadar üstün
olduklarını göstermek için olsa da Google
resmi açıklamada kullanıcıların dünyayı
daha iyi keşfetmelerinde ve paylaşımda
bulunmalarına kolaylık sağlamak için
olduğunu belirtti. Bu noktada Google
Glass için en çok konuşulan ve tartışılan
şey ise bu gözlüklerin gizlilik ihlali yapıp
yapmadıkları. Gördüğümüz her kareyi çekme
hakkına sahip olmak bu tasarım ürününün
ahlaki boyutlarını da kurcalıyor. Kullanıcılar
dışındaki insanların, gözlüğe ait kameranın
açık olup olmadığını anlamalarına imkan
yok; iyice yaklaşıp parlayan minik ekranı
göremediğiniz müddetçe. Kaldı ki kullanıcı
sizin görüntülerinizi kaydetmiyor da olabilir,
belki sadece maillerine bakıyor veya film
izliyordur. Bu işin sadece bir yüzü. Gözlükler
herhangi bir PIN kodu veya kişiye özel
şifresi olmamasından ötürü aynı zamanda
hack’lenebilme riski de taşımakta.
Wall Street Journal yazarlarından Kevin
Sintumuang 3 Mayıs 2013 tarihli yazısında,
Google Glass ile ilgili doğru kullanım
şekillerinden bahseden açıklamalarda
Bütüne bakıldığında, proje oldukça heyecan
verici. Fakat gizlilik politikası adına birçok
eksiği olan bir tasarım ürünü. Bunun için
medya aracılığıyla kullanıcılara bir çağrıda
veya uyarıda bulunmak gerekliyse eğer,
düşünülmesi gereken konular var demektir.
Bunun haricinde, Google Glass Instagram
uygulamalarına başladı bile. Glassagram
adı verilen uygulama, 5 çeşit filtre seçeneği
sunarak fotoğrafları aynen Instagram’da
olduğu gibi paylaşmanıza olanak veriyor.
Uygulamalar hızla artacak ve yeni birçok
olanak da Google Glass’a dahil edilecektir
muhakkak. Fakat bu teknolojinin akıbetini
kullanıcılar belirleyecek. Bu 1000 adet
kullanıcı etik kurallara uyarak gelecek
kullanıcılara örnek olur mu veya salt bu
kullanıcılara güvenerek gözlüklerin satışı yıl
sonunda sunulur mu? Zaman gösterecek.
HAZİRAN/2013
Dilay Yalçın
[email protected]
.doc:LAB
bu kez çok iddialı!
15 Temmuz - 16 Ağustos tarihleri arasında ikincisi düzenlenen .doc:LAB projesi,
Türkiye’den ve dünyadan tasarım, sanat ve mimarlık öğrencilerini, teknoloji ve tasarımla
ilgili herkesi İstanbul’a davet ediyor.
Okullar kapanıyor ama İstanbul’da
tasarım eğitimi paydos etmiyor. Bu
yıl 15 Temmuz - 16 Ağustos tarihleri
arasında, Sabancı Üniversitesi, Ars
Electronica ve dDf ortaklığında ikincisi
düzenlenen .doc:LAB projesi, Türkiye’den
ve dünyadan tasarım, sanat ve mimarlık
öğrencilerini, teknoloji ve tasarımla ilgili
herkesi İstanbul’a davet ediyor. Üstelik
dersler Sabancı Üniversitesi tarafından
ECTS (Avrupa Kredi Transfer Sistemi) ile
kredilendiriliyor. Yani öğrencilerin bu
derslerden alacakları krediler, Avrupa’da
ve Türkiye’deki hemen hemen bütün
üniversitelerde geçerli.
Beş haftaya yayılan programda toplam
dokuz ders açılacak .doc:LAB II’nin her
bir dersi üç ECTS kredisi değerinde. Beş
günde tamamlanan dersler toplam 40
saate yayılıyor. Programın en önemli
özelliği, UDK (Berlin), Gamelab (Köln),
UCLA (Los Angeles), Rutgers (New Jersey)
gibi tasarım ve teknoloji alanında öncü
okul ve kuruluşlarda çalışan akademik ve
profesyonel kişileri biraraya getirmesi.
.doc:LAB’in halihazırda varolan tasarım
eğitim programlarına eklemlenmesinin,
her gün değişen teknolojiye bağlı olarak
çok büyük bir hızla değiştiği gözlenen bu
alanlara ilişkin müfredatlara güncel boyut
bir kazandıracağı şüphesiz. Alanlarında ileri
seviye araştırma ve üretim yapan öğretim
görevlilerinin önerdiği konularda şekillenen
müfredatta ön plana çıkan konu başlıkları
veri görselleştirme, bilgisayar görüntü algısı
ve oyun teknolojileri. Bahsi geçen dersler
ve öğretim görevlileri ise şöyle:
Otomasyon Estetiği
Otomatize sistemlerin tasarım sürecine
ve estetiğine katkısını incleyen dersin
eğitmeni E Roon Kang, MIT’nin SENSEable
City Laboratuvarının araştırmacılarından,
TED’in akademik üyesi.
Mobil ve Fiziksel Etkileşim
Tasarımında Dokunulabilir
Geleceğe Dair Vizyonlar
prototipler tasarlamak, yaratmak. Böylelikle,
hareketi kullanarak nesneler ve aramızdaki
iletişimi deneyimlemenin yollarını
araştırmak.
Her öğrencinin, kendi kişisel projesi olarak,
yakın bir gelecekte sanal dünya ile fiziksel
ortamda nasıl etkileşeceğimizi araştıran bir
gelecek vizyonu üzerinde çalışarak projesini
geliştireceği dersin eğitmeni UDK Berlin’den
Fabian Hemmert.
VVVV ve Kinect ile Yaratıcı
Kodlama
Kentsel Deneyim
Haritalandırılması
Katılımcıların, kent gezilerinde, GPS araçları
ile topladıkları kendi gözlemlerine dayalı
verileri görselleştirerek, kendi kişisel
İstanbul haritalarını oluşturmalarının
beklendiği dersin hazırlanmasında, J.J.
King’in sembolik olarak ilişkili şeylerin
yakınlık ağına oturtulmasıyla fiziksel mesafe
azalmaktadır fikrinden yola çıkılmış. Dersin
eğitmeni ABD’de Rutgers Üniversitesi
Tasarım Bölümü’nde ders veren Atıf Akın.
Konuş Benimle - Hareketten
Duygulara
Köln Uluslararası Tasarım Okulu’nda sayısal
kodlar ve insan makina etkileşimi üzerine
çalışmakta olan Andreas Muxel’in verdiği
dersin amacı küçük, minyatür ve basit
Berlin Teknik Yüksekokulunda ders vermekte
olan Sebastian Neitsch İstanbul’da vereceği
dersi şöyle anlatıyor: “Microsoft Kinect
derinlik alıglayıcılarının gerçek zamanlı
VVVV ortamında nasıl işlevsellik kazandığını
işleyeceğiz. Bunun için kameranın ürettiği
video görüntülerine nasıl erişeceğimizi, bu
videolarda insan figürleri olup olmadığını
anlamak için görüntüleri nasıl kullanacağımızı
deneyimleme fırsatı bulacağız.”
Herkes için Sayısal
Performans
Berlin’deki Ernst Busch Üniversitesi’nde ders
vermekte olan Friedrich Kirschner dersin
içeriğini şöyle anlatıyor: “Süt ve yemek
kapları, çoraplar gibi gündelik eşyalar, Lego
ve diğer oyuncak figürlerle kendi sayısal
performans ve canlandırmalarımızı nasıl
yaratacağımızı öğreneceğiz. Açık kaynak
yazılımı olan Moviesandbox ve Microsoft
Kinect algılayıcılarla ve gündelik nesnelerle
kendi üretim sürecimizi tasarlayacağız.”
3D Video Eşleme
Bu disiplinlerarası ders, günümüz mimari
ve dijital medya yakınlaşması üzerine.
Işığın ve ilüzyonun mimarı mekanı nasıl
harekete geçirdiğini ve neredeyse bir arayüze
dönüştüğünü ifade eden dersin hocası
çalışmaları Ars Electronica festivalinden, Santa
Fe’deki Outdoor Vision festivaline kadar birçok
yerde gösterilen haşen çalışmalarına UCLA’de
devam etmekte olan Refik Anadol.
Parametrik Tasarım ve
Sayısal Üretim
Oslo Mimarlık ve Tasarım Okulu’nda Etkileşim
Tasarımı dersleri vermekte olan Marius
Watz’ın dersi katılımcılara gittikçe iç içe geçen
parametrik tasarım ve sayısal üretim alanlarını
tanıtacak ve bu yakınsamanın fiziksel nesneler
ve hatta mimari hakkındaki düşüncelerimizi
nasıl değiştirdiğini inceleyecek.
Oyun Prototiplemesi için
Fotografik Teknikler
Ödüllü oyun TRAUMA’nın yaratıcısı Krystian
Majewski’nin dersinde katılımcılar bir haftalık
bağımsız hızlı bir oyun prototiplemesi ve
içerik geliştirmesi için fotografik tekniklerden
yararlanacak. Detaylı bilgi için web sitesi:
http://dotdoclab.org/
Esra Bici Nasır
[email protected]
Toplumsal Cinsiyet
Bu sene 9-10 Mayıs tarihlerinde Yaşar Üniversitesi’nde gerçekleşen 5T toplantısının
teması Toplumsal Cinsiyet oldu. Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu, daha önceki yıllara
kıyasla bir adım daha ileri giderek, ulusal sorunları küresel bağlamda ele aldı.
Yaşar Üniversitesi’nde 9-10 Mayıs 2013
tarihlerinde 5T (Türkiye Tasarım Tarihi
Topluluğu Toplantıları) kapsamında
“Tasarımda Toplumsal Cinsiyet” temalı
uluslararası bir konferans düzenlendi.
Yaşar Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof.Dr. Tevfik Balcıoğlu ve yine
Yaşar Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Gülsüm Baydar
tarafından düzenlenen konferansın
Düzenleme Kurulunda ayrıca Özyeğin
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Alpay Er, Kültür
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Neslihan
Dostoğlu, Kadir Has Üniversitesi’nden Prof.
Dr. Zuhal Ulusoy ve ODTÜ’den Prof. Dr.
Gülay Hasdoğan yer aldı.
Önceki ismi 4T Türkiye Tasarım Tarihi
Topluluğu (4T) olan 5T Konferansları 2006
yılındaki ilk konferansından bu yana Türk
tasarımına ilişkin çeşitli konuları mercek
altına aldı. Bu sene, Türkiye Tasarım Tarihi
Topluluğu (4T) bir adım daha ileri giderek
ulusal sorunları (Türkçe ve İngilizce olarak)
küresel bir bağlamda ele almayı başardı.
Konferansın çağrısı, tasarım disiplinlerinin
kurucu öğelerinin çoğu kez kendilerine
içkin olan toplumsal cinsiyet olguları
sorgulanmaksızın kurgulanmasını, oysa
ki bu öğelerin tasarımcıların kimliğinden
tasarım nesnesine, mesleki temsiliyet
sistemlerinden kullanıcıların algılarına
kadar tasarım alanını oluşturan hemen
her katmanda çoğu zaman belirleyici, kimi
zaman da dönüştürücü roller üstlenmesine
odaklandı. Bu anlamda birikimleri olan
akademisyenleri bir araya getirmiş olan
konferans farklı alt temalar ekseninde
gerçekleşen oturumlarıyla toplumsal
cinsiyet olgusunu tasarım disiplinlerinin
kurgusuna içkin görerek bu disiplinlerin
var olan sınırlarını da sorguladı.
Kadın/erkek ikiliğine indirgenemeyen
toplumsal cinsiyet tartışmaları, dişillik
ve erillik kavramlarının farklı özne ve
nesnelerle eklemleniş biçimlerini, bu
alanlarda kurulan iktidar biçimlerini ve
ilişkilerini tartışmaya açıyor. Konferansta,
tasarım olgusunun bu karmaşık ilişkiler
ağının içinde aldığı yer tartışılarak, farklı
tasarım alanlarının toplumsal cinsiyet
olgusunun farklı boyutlarıyla nasıl
eklemlendiği sorgulandı ve böylelikle
tasarım disiplinlerinin kurucu öğelerini
de yeniden gündeme getirdi. Konferansın
çağrısından gündeme gelen belli başlı
temalar tasarımın özneleri, tasarımın
nesneleri, tasarım praksisi ve temsiliyet
soru(n)ları oldu. Tasarımın özneleri başlığı
altında tasarımcı kimliğinin toplumsal
cinsiyet bağlamında kurgulanması,
tasarımcıların toplumsal cinsiyet kodları
içinde üstlendikleri roller ve kullanıcıların
toplumsal cinsiyet kimlikleriyle tasarım
alanında yer alış biçimleri; tasarımın
nesneleri başlığı altında tasarım
nesnelerinin toplumsal cinsiyet açısından
kodlanış biçimleri, tasarım nesnelerinin
kullanım biçimlerinde toplumsal
cinsiyet kodlarının belirleyiciliği ve
tasarım nesnelerinin toplumsal cinsiyet
açısından farklı bağlamlarda değişebilen
anlamları; tasarım praksisi başlığı altında
mesleki tasarım pratiğinde toplumsal
cinsiyet ilişkileri ve tasarım eğitiminde
toplumsal cinsiyet sorunları ele alınırken,
temsiliyet soru(n)ları kapsamında
tasarım söylemlerinin toplumsal
cinsiyet açısından çözümlenmesi, görsel
temsiliyetlerde toplumsal cinsiyet
olgusu (film, reklam vs.) ve çağdaş
temsiliyet biçimlerinde (bilgisayar temelli
temsiliyetler) toplumsal cinsiyetin rolü ele
alındı.
Bu temalar çerçevesinde bildiri kabul
eden konferansın Şebnem Yücel
tarafından oturum başkanlığı yapılan
birinci oturumunun başlığı Cinsiyet
Performansı idi. Kadın ve materyal
kültürün ilişkisini irdeleyen ikinci
oturum Zeynep Tuna Ultav’ın oturum
başkanlığında gerçekleşti. Mine Ovacık
Dörtbaş’ın başkanlığını yaptığı oturum ise
cinsiyetin temsili üzerine odaklanıyordu.
Davetli konuşmacı KU Leuven Mimarlık,
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Başkanı
Hilde Heynen’ın ‘Gender and Design;
Discourses and Challenges’ başlıklı
konuşması da oldukça ilgi çekiciydi.
HAZİRAN/2013
Emine Merdim Yılmaz
[email protected]
Tasarım Dünyasına
Mimar Dokunuşu
Tasarım haftaları öncesi mimarlara tasarım yaptırmak adettendir. Mimar da bina tasarımı
konusundaki hünerlerini, kendi çizgisinden ödün vermeden ölçek farkıyla ürün üzerinde
göstermeye çalışır. Dünyaca ünlü mimarların en güncel işlerine göz atmaya ne dersiniz?
Studio
Hollandalı mimarlık ofisi UNStudio’nun,
İsveçli Offecct için tasarladığı mobilya
serisinin ismi Studio ismini taşıyor.
Serideki, Studio Easy Chair, sağ ya da
solda dayanma kolu bulunan bir sandalye.
Studio Twin Beam ise arasında ufak bir
masası bulunan, birleştirilip çoğaltılabilen
çoklu bir oturma ünitesi.
Teso
İngiliz Foster + Partners da bu furyadan
geri kalmayanlardan. Molteni için
tasarladığı kahve sehpasının ismi Teso.
Molteni için ikinci kez tasarım yapan
Foster + Partners, bu sefer metal ve çeliği
bir araya getirmeyi tercih etmiş. Sehpanın
strüktürünü burgulu metal-mesh ve
üzerindeki cam oluşturuyor.
Pure
Pure, Fransız mimar Jean Nouvel tarafından
İtalyan ayakkabı markası Ruco Line için
tasarlanmış. Nouvel, ayakkabılarda en
yalın formu kullandığını söylüyor. Ortaya
çıkan ürün başarılı-başarısız tartışılır
am bu düşünceyi tasarıma yansıtmayı
başarmış. Ayakkabılarda malzeme olarak
deri ve plastik kullanılsa da tek parça olarak
algılanıyor.
Yıldız isim Zaha Hadid
Mimar ve firma iş birliklerinin yıldızı
her zaman Zaha Hadid. Sene içerisinde
birden fazla tasarımı ile göz doldurur ve
yaptığı tasarımlar kendi özgün çizgisinden
örnekler taşır. Bunlardan birkaç tanesine
göz atalım.
Zaha Hadid’in İtalyan mobilya firması
Poltrona Frau’na tasarladığı oditoryum
koltuk serisinin ismi Array. Tek kollu olarak
tasarlanan koltukların oturma alanları,
kullanılmadığı zaman diyagonal olarak
katlanıyor. Böylelikle alışılagelmiş koltuk
formlarından farklı bir ürün ortaya çıkıyor.
Ünlü mimarın İtalyan Sawaya & Moroni
için tasarladığı sandalyenin ismi ise
Kuki. Geçtiğimiz sene de iş birliğine giden
ikili bu sene rengi ile mor rengi ile öne
çıkan bir tasarım ortaya çıkarmışlar. Kuki,
boşluklu yuvarlak plastiğin katlanması
ile oluşturulmuş. Yuvarlağın katlanan
kısımlarından birisi düzleştirilerek yere
sağlam basmasını sağlarken, merkezi
alanında bir oturma yeri ayrılmış.
Hadid’in Cassina için tasarladığı koltuk
serisinin ismi Zephyr. Seri, organik ve
akıcı formu ile dikkat çekiyor. Ortaya çıkan
tasarım, bir taş ya da kaya parçasının
yıllar boyu rüzgar ya da suyun etkisiyle
şekil almasını andırıyor. Koltuklar tek
kullanılabildiği gibi, birden fazlası bir
araya gelerek daha farklı kombinasyonlar
da oluşturabiliyorlar.
Bitmedi! Zaha Hadid’in Slamp için
tasarladığı lambalar Ariva ve Avia ismini
taşıyor. Siyah ve beyaz olmak üzere tek
renk üretilen lambalar şeffaf plastikten
yapılmış. Ariva ile Avia arasındaki fark çok
belirgin değil. Formları çok benzer bu iki
aydınlatma elemanından Aria şeffaf siyah
plastikten üretilmiş, Avia’da ise opak siyah
ya da beyaz plastik şeritler tercih edilmiş.
HAZİRAN/2013
Emine Merdim Yılmaz
[email protected]
Tasarım Dünyasına
Mimar Dokunuşu
Tasarım haftaları öncesi mimarlara tasarım yaptırmak adettendir. Mimar da bina tasarımı
konusundaki hünerlerini, kendi çizgisinden ödün vermeden ölçek farkıyla ürün üzerinde
göstermeye çalışır. Dünyaca ünlü mimarların en güncel işlerine göz atmaya ne dersiniz?
Studio
Hollandalı mimarlık ofisi UNStudio’nun,
İsveçli Offecct için tasarladığı mobilya
serisinin ismi Studio ismini taşıyor.
Serideki, Studio Easy Chair, sağ ya da
solda dayanma kolu bulunan bir sandalye.
Studio Twin Beam ise arasında ufak bir
masası bulunan, birleştirilip çoğaltılabilen
çoklu bir oturma ünitesi.
Teso
İngiliz Foster + Partners da bu furyadan
geri kalmayanlardan. Molteni için
tasarladığı kahve sehpasının ismi Teso.
Molteni için ikinci kez tasarım yapan
Foster + Partners, bu sefer metal ve çeliği
bir araya getirmeyi tercih etmiş. Sehpanın
strüktürünü burgulu metal-mesh ve
üzerindeki cam oluşturuyor.
Pure
Pure, Fransız mimar Jean Nouvel tarafından
İtalyan ayakkabı markası Ruco Line için
tasarlanmış. Nouvel, ayakkabılarda en
yalın formu kullandığını söylüyor. Ortaya
çıkan ürün başarılı-başarısız tartışılır
am bu düşünceyi tasarıma yansıtmayı
başarmış. Ayakkabılarda malzeme olarak
deri ve plastik kullanılsa da tek parça olarak
algılanıyor.
Yıldız isim Zaha Hadid
Mimar ve firma iş birliklerinin yıldızı
her zaman Zaha Hadid. Sene içerisinde
birden fazla tasarımı ile göz doldurur ve
yaptığı tasarımlar kendi özgün çizgisinden
örnekler taşır. Bunlardan birkaç tanesine
göz atalım.
Zaha Hadid’in İtalyan mobilya firması
Poltrona Frau’na tasarladığı oditoryum
koltuk serisinin ismi Array. Tek kollu olarak
tasarlanan koltukların oturma alanları,
kullanılmadığı zaman diyagonal olarak
katlanıyor. Böylelikle alışılagelmiş koltuk
formlarından farklı bir ürün ortaya çıkıyor.
Ünlü mimarın İtalyan Sawaya & Moroni
için tasarladığı sandalyenin ismi ise
Kuki. Geçtiğimiz sene de iş birliğine giden
ikili bu sene rengi ile mor rengi ile öne
çıkan bir tasarım ortaya çıkarmışlar. Kuki,
boşluklu yuvarlak plastiğin katlanması
ile oluşturulmuş. Yuvarlağın katlanan
kısımlarından birisi düzleştirilerek yere
sağlam basmasını sağlarken, merkezi
alanında bir oturma yeri ayrılmış.
Hadid’in Cassina için tasarladığı koltuk
serisinin ismi Zephyr. Seri, organik ve
akıcı formu ile dikkat çekiyor. Ortaya çıkan
tasarım, bir taş ya da kaya parçasının
yıllar boyu rüzgar ya da suyun etkisiyle
şekil almasını andırıyor. Koltuklar tek
kullanılabildiği gibi, birden fazlası bir
araya gelerek daha farklı kombinasyonlar
da oluşturabiliyorlar.
Bitmedi! Zaha Hadid’in Slamp için
tasarladığı lambalar Ariva ve Avia ismini
taşıyor. Siyah ve beyaz olmak üzere tek
renk üretilen lambalar şeffaf plastikten
yapılmış. Ariva ile Avia arasındaki fark çok
belirgin değil. Formları çok benzer bu iki
aydınlatma elemanından Aria şeffaf siyah
plastikten üretilmiş, Avia’da ise opak siyah
ya da beyaz plastik şeritler tercih edilmiş.
Türkü Şahin
[email protected]
1001 Yüzüyle
Oryantalizm
Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçekleşen Oryantalizmin 1001 Yüzü Sergisi, asırlar öncesine
dayanan kökleri ve zaman içinde değişen kimliği ile Oryantalizm kavramını, mimari, iç
mekan tasarımı, moda gibi farklı alanlar üzerinden anlatıyor.
Arap’ı, Türk’ü, Hint’i, Çinlisi Benetton’un
reklam kampanyalarındaki gibi el ele verdik
ve kapılarımızı Batı’ya açtık. Bizi bizden alsın,
sonra bizi bize yeniden öğretsin diye.. İyi ya
da kötü olduğumuza o karar verdi. Batı’nın
yönlendirdiği özeleştirilerimizle dünya
sanatı ve edebiyatına açıldık. Bizi incelikle
işlediler ve en işe yarar şekilde yeniden
yarattılar. Kendimizden daha çok emekleri
geçti üzerimizde. Bu yüzden de Doğu’nun
Batı tarafından yaratılmış betimi kabul
gördü. Ancak Doğu, onu kulaktan dolma
mistik hikayeler etrafında şekillendiren
Batılı’nın tasvirindeki gibi değildi tam olarak.
Hint mimarisinden öğelerle tasarladıkları
Türk çadırı ve kubbeleri, Doğu temalı ancak
ona ait müzikal unsurlardan yoksun klasik
müzik eserleri ruhlarını dinlendirdi. İnsan
doğası ve Tanrı’nın varlığının sorgulandığı bir
dönemde ahlak kurallarını yıkmanın, moral
bozukluğuna doğaya dönerek sırt çevirmenin
en ilham verici yoluydu Doğu’nun zengin
renkleri ve erotizminde kaybolmak. Edward
Said’in sarsıcı fikirleriyle 20. Yüzyıl’ın ikinci
yarısında yeniden şekillenen Oryantalizm’i,
Sabancı Müzesi iki gün süren bir konferanslar
dizisi eşliğinde, layığıyla hazırladığı bir sergi
ile ağırlıyor.
“Oryantalizmin 1001 Yüzü” sergisi,
Oryantalizm kavramını, sadece Batılı merkez
Şarkiyatçılık doğrultusunda, Doğu imajının
oluşmasına zemin hazırlayan edebi
Oryantalizm alanından sunulan örnekler
arasında 19. ve 20. yüzyıldan 1001 Gece
Masalları’nın farklı dillerdeki resimli
nüshaları var. Sahne sanatları ile ilgili
bölümde ise Leon Bakst’ın Rus Balesi için
tasarladığı kostümler, ünlü balet Vaslav
Nijinsky’nin hayatını anlatan bir belgesel;
moda bölümünde de yine Léon Bakst, Erté ve
Paul Poiret gibi Oryantalist dönemde Avrupa
modasını şekillendiren tasarımcıların işleri
yer alıyor.
tarafından yönetilen tek taraflı bir söylem
olarak değil, farklı alanlardaki yansımaları ile
ele alıyor. Kökleri, Avrupa’da Hıristiyanlığın
beşiği Ortadoğu’ya duyulan ilgiye ve kutsal
metinlerin incelenebilmesi için Doğu
dillerinin tercüme edilmesine uzanan
Oryantalizm akımı, Napoléon Bonaparte’ın
19. yüzyıldaki Mısır Seferi sonrası Avrupa’da
Doğu’ya olan merakın arttığı dönem
kapsamında inceleniyor. 1798’de kalabalık
bir “akademik” heyetle gerçekleşen ve askeri
alanda olduğu kadar şarkiyat konusunda da
başarı sağlanmış olan Mısır Seferi sonrasında
Batı’nın uzmanlaşması; “Şarkiyat” konulu
kitaplar, resim, mimari, iç mekan tasarımı,
fotoğraf, moda ve sahne sanatları gibi farklı
alanlar üzerinden anlatılıyor. Akademik
Programın derinliğini vurgulayan önemli
bir etkinlik de sergi paralelinde gerçekleşen
ve iki gün süren konferanslardı. Sakıp
Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer’in
giriş konuşmasını Boğaziçi Üniversitesi
Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet
Ersoy’un Oryantalizmin Berisi ve Ötesi
isimli konuşması takip etti. İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğretim
üyesi Prof. Dr. Afife Batur mimarideki
Oryantalist üslubu Batı’da ve Doğu’da
üretilen tasarımlardan örnekler vererek
işledi. Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler
ve Sanat Bölümü öğretim üyesi Prof. Filiz
Ali’nin Oryantalizmde müziği, Osmanlı
İmparatorluğu coğrafyası içinde yüzyıllar
boyu saklı kalan gizemin 17.yüzyıldan
itibaren Avrupa sanatına ve müziğine nasıl
yansıdığı üzerinden anlattığı konuşmanın
ardından Galatasaray Üniversitesi Siyaset
Bilimi Bölümü’nden Yard. Doç. Dr. Özgür
Adadağ sinemada Oryantalizmi sömürgecik
üzerinden belge filmlerle örnekledi. Mimar
Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden
Prof. Dr. Zeynep İnankur ve Prof. Dr. Semra
Germaner oryantalizmde resmi incelerken,
Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler ve Sanat
Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Tülay Artan ve
İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Bölümü’nden
Prof. Dr. Emine Naskali; John Friedrick
Lewis’in İstanbul ve Kahire resimlerindeki
Doğu’yu ve Avrupa’da Oryantalizm konularını
ele aldılar. Kadir Has Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman
kendi iç oryantalizmimiz üzerinden, New
Jersey Teknoloji Enstitüsü’nden Prof.
Dr. Zeynep Çelik ise neo-oryantalizm
çerçevesinden Doğu Batı ilişkisinin bugününe
farklı bakış açılarıyla değindiler.
Sergi 11 Ağustos’a kadar müzede yer almaya
devam edecek. Akımı etkileyen kültürler
arasında pay sahibi olmanın getirdiği aşinalık
ilginizden bir şey eksiltmesin. Sergiden
çıktıktan sonra Türk şalvarlarında Batılının
modern pantolonu, Doğu betimlerine
yüklenmiş bir erotizmde Batı’nın özgürleşme
adımlarını okuyabilirsiniz.
HAZİRAN/2013
F.Dilek Himam
[email protected]
HELLO KITTY EFSANESİ
1974 yılında Japon Sanrio firması tarafından yaratılan sevimli kurgu- kedi kahraman
Hello Kitty yalnızca çocukları değil, erişkinleri de peşinden sürükleyen bir “marka”.
Hello Kitty’nin can bulduğu mağaza-cafe’si geçtiğimiz günlerde İstanbul’da açıldı.
Kırmızı kurdelesi ile akıllarımızda kalan
ünlü kedi karakter Hello Kitty, esas adıyla
Kitty White, Japon tasarımcı Yuko Shimizu
tarafından yaratılıyor. Japonya’da bir ürün
üzerinde ilk olarak vinil bir bozuk para
çantası üzerinde görülen bu karakter,
1976 yılında Amerika pazarına hızla bir
giriş yapıyor. Japon popüler kültürünün
en meşhur karakterlerinden biri olan Hello
Kitty’nin pazarlama başarısı tartışmasız
derecede yüksek. Önceleri genç kızlar
için tasarlanmış olan bu karakter bugün
yetişkinler arasında da oldukça popüler ve
birçok lüks tasarım markası için de etkili
bir pazarlama aracı.
çeşitli ürünlere eklemlenmeye devam
ediyor. Simmons Jewelry Co. ve Sanrio’nun
2005 yılındaki şirket evlilikleri sonucunda
tamamen el yapımı pahalı mücevherlerde
bile “Kimora Lee Simmons for Hello Kitty”
ismi piyasaya girerek değer kazanmış.
Esas adı Kitty White olan Hello Kitty,
Londra’da ailesiyle beraber bir banliyöde
yaşıyor. 5 elma boyunda ve 3 elma
ağırlığında son derecede zarif ve iyi kalpli
bir kedi. Aynı zamanda kalabalık bir
aileye de sahip. Utangaç ve son derece
“kızsal” bir kız kardeşi var, babaları
George güvenilir ve komik bir karakter
olarak tasarlanmış. Annesi Mary de
ev işlerini seven iyi bir aşçı. Aslında
geleneksel bir aile yaşantısı var Kitty
White’ın ve çevresi de oldukça kalabalık.
Japon kültüründe sevimlilik ile ilgili
“kawaii” anlayışına ait bu karakter, birçok
kültürde arkadaşlık, sevimlilik ve gençlik
kavramları ile özdeşleştiriliyor.
Hello Kitty’nin neden bu kadar popüler
olduğuna ilişkin görüşlerden birisi bu
karakterin insan arzularına dokunan
saflık, şirinlik ve masumiyet gibi arketip
duygulara gönderme yapması. Diğeri
de Snoopy gibi başlangıçta bir film
karakteri olarak ortaya çıkmamasından
dolayı karakterin hikayesinin ona sahip
olan insanlar tarafından yaratılması.
Bu anlamda da kedi kahramanımızı,
yansıtıcı bir ayna olarak kullanıp, bir oyun
hamuru gibi adeta beklentinize göre gibi
şekillendirebiliyorsunuz.
Sanrio firmasının 1970’li yıllarda İngiliz
bir kedi karakter üretmesinin sebebi o
dönemlerde Japonya’da başlayan İngiliz
hayranlığı olarak belirtiliyor. Karakteri
tanımlayan en önemli özelliklerden biri de
ağzının olmaması. Bu fiziksel durumuna
rağmen “sosyal iletişim sağlamak” Hello
Kitty’nin mottosu. Hello Kitty bu şekilde
kalbinden konuşarak insanların acılarını
ve mutluluklarını paylaşabiliyor. Her ne
kadar ağzının olmaması bu karakterin
anime dünyasında başarısız olarak
algılanmasına sebep olsa da kendisi
bu anlamda hem arkadaşlık sembolü
olarak görülüp dünyadaki arkadaşlığı da
cesaretlendirecek bir misyona sahip.
Başlangıçta genç kızlar için ortaya çıkan
bu karakter, 1990’lı yıllarda hedef pazarda
daha yetişkin bir kitleye yönelmeye
başlıyor. 1994-1996 yılları arasında çıkan
Hello Kitty artık kendi başına bir tasarım
şirketi gibi; kendi televizyon şovları,
müzik albümleri var ve en ilginci de başka
karakterlerin kılığına bürünüp varlığını
sürdüren hibrit kişilikleri de yaratmaya
başlaması. Sanrio firması bugün yüzlerce
yeni karakter üretirken Hello Kitty’yi temel
ilham kaynağı olarak alıyor.
Markanın her yeni enkarnasyonu
tartışmasız bir şekilde yeni bir ticari başarı
olarak geri dönmekte. Unicef tarafından da
ödüllendirilen Hello Kitty, 2007 yılından
sonra sevimli, arkadaş canlısı, kibar ve
duyarlı kedi karakterinden arınıp daha
karanlık bir ürüne dönüşse de kendisi
Hello Kitty bir ticari marka başarısı olarak
artık bir imaja ve moda ikonuna dönüşmüş
durumda. Markanın dünyanın birçok
yerinde hayranları ve koleksiyonerleri var.
Birçok tüketici karşı bir kültür oluşturmak
için Hello Kitty’den nefret ettiği halde bu
ürünleri biriktirmekte.
Face serisi de bu amaçla ortaya çıkmış
tasarımlardan oluşuyor. 2000’li yıllardan
sonra tüm dünyada 50.000 farklı Hello
Kitty markalı ürün piyasaya sürülmeye
başlanmış. Airbus uçaklarından, kredi
kartlarına; tost makinelerinden giysilere
kadar birçok üründe bu sevimli kediyi
görebiliyoruz. Hello Kitty bir virütik
hastalık gibi şarap pazarına bile girmiş
ve birçok farklı sektörle bağlantılı halde
Hello Kitty’nin bir marka hikâyesi
olarak başarısı, başlangıçta masum bir
karakter iken birçok tüketici için farklı
fikirler düşündürtebilen bir proje haline
gelmesine bağlanıyor. Onun tek bir
hikâyesi yok, herkes için bir hikâyesi var.
İster çocukluk masumiyetinizi hatırlatsın,
isterse de kiç bir tasarım nesnesi olsun,
o kült bir tasarım kaynağı artık.
Dilek Öztürk
[email protected]
Güçler Birliği
Tasarım, işbirliklerinin ateşlediği bir endüstri. Her yıl hükümlerin değiştiği,
üreticilerin farklı sanatçı, tasarımcı ve mimarlarla anlaşmalar yaptığı bir çark.
Bu çark içinde sesinizi, iş birliğinizin gücü kadar duyurabiliyorsunuz.
Stone Garden enstalasyonunda
toplam 200 tane “masavari” obje var.
Masavariden kasıt, masa ve sehpa
arasında, fonksiyonelliğinin sorgulanacak
olması… Bu objeler, yedi farklı taş
formunda ve kuartz yüzeyli malzeme ile
kaplanmış ve hepsinin altında dengede
durabilmeleri için basit bir metal
çubuk yerleştirilmiş. Farklı şekil, renk
ve dokudaki taş masalar, her mekana
uyarlanabilir.
OMA
Tools for Life / Knoll
Bu sene 75. Yaşını kutlayan Knoll,
mimarlığın modern ustalarından Mies van
der Rohe, Eero Saarinen ve Frank Gehry
ile yaptığı ortaklıklar ile biliniyor. Yıllar,
Knoll’u daha ketum yapmadı bu anlamda.
Hatta daha cesur ataklar yapmaya teşvik
etti diyebiliriz. Bu sene de Milano Tasarım
Haftası için OMA’dan yeni bir mobilya
koleksiyonu tasarlamasını isteyecek kadar
cesur.
Rem Koolhaas ve ekibinin bu yeni
koleksiyona yaklaşımı maksimum
esnekliğe dayalı bir çizgide gitti.
Döneminin modern mimarı, modern
üreticiyle buluşunca, her yaşam alanı
için uyarlanabilen bir seri ortaya çıktı.
Belirli paletlerin, kalıpların ve özellikle
malzemenin seçimi önemliydi. Akrilik,
beton, cam, deri, traverten ve hatta çelik
malzemeye kadar geniş bir skalada üretim
yapıldı.
Ron Arad
3 Nuns Stool / Moroso
Malzemeye kendi kattığı farklı yorumlar
ve radikal konseptleriyle bilinen Ron Arad,
Moroso’nun Amerikan Koleksiyonu için “3
Nuns Stool”u tasarladı. Arad’ın tasarımı,
tabure tasarımının strüktürel mantığını,
çelik halatlarla oturma yüksekliğini
ayarlayarak daha fonksiyonel hale
getiriyor.
Nendo
“Stone Garden” /
Caserstone
Nendo ekibinin enstalasyonu, İtalyan
Caserstone firması için. Brera’da bir sarayın
bahçesinde konumlanan “Stone Garden”
isimli çalışma, Nendo’nun minimal tasarımları
ile sarayın mimarisini tezat bir şekilde yan
yana getiriyor. Bu bir araya geliş, gün ışığıyla
da birlikte sakinlik ve dinginlik hissi veriyor.
Daniel Libeskind
Paragon Table Lamp /
Artemide
Daniel Libeskind’in Artemide için
tasarladığı Paragon, firmanın dekoratif
masa lambaları serisinin son ürünü.
Hareketli segmenleriyle kullanışlı olan
lamba, tünemiş kuş ve roket gibi farklı
şekillere girerek ilginç bir görünüm
veriyor. Lambanın başı son teknoloji
LED ile donatıldı.
HAZİRAN/2013
Bahar Türkay
[email protected]
Yaşam Alanı
Olarak Fabrika
İlk hedefi üretim sürecini iyileştirmek olan fabrikalar, mimarların farklı
yaklaşımlarıyla ilham verici ve motive edici olabilir. Dünyanında çeşitli yerlerinde
olduğu gibi Türkiye’de de böyle örnekler bulmak mümkün.
olduğu, kafa karıştırmayan, fabrika dediğimiz
oluşumun biraz dışında durabilen, yarattığı
ortamla içinde çalışan insanlara “yine geldik
buraya” dedirtmeyen, içerideyken aydınlığı
görebildiğiniz bir yer olarak tariflerken,
hep aynı işlerin yapıldığı yerlerde nefes
alınabiliyor olmasını dert edindiklerini
belirtiyor. Ayrıca mekanda, özellikle bahçe
alanında yönetime ve üretime ait bölümlerde
çalışanların birbiriyle daha yoğun iletişim
kurmaları sağlanmış.
Fabrika dendiğinde çoğumuzun aklına
ferah, keyifli ve huzurlu ortamlar
gelmez. İşyerlerinin konforundan, ilham
vericiliğinden, ne kadar motive edici
olduğundan bahsederken ön plandakiler
daha çok ofislerdir. Fabrikalar için ağır basan
öncelik üretim süreçlerindeki iyileştirmelerdir.
Kaçınılmaz olan bu gerçek bir kenara, farklı
bir vizyonla tasarlanmış ve bunun etkisiyle
üretim süreçleri desteklenmiş fabrikalar/
üretim tesisleri görmek de mümkün.
Güncel örneklerden birisi SANAA Architects
tarafından Aralık 2012’de yapımı tamamlanan
Vitra Campus içindeki yeni fabrika binası.
Weil am Rhein’daki kampüse eklenen tesis
Vitrashop’un üretim merkezi ve ziyaretçi
trafiğinden ayrılıyor. SANAA’nın mimari
tarzında öne çıkan geleneksel hiyerarşiden
yoksunluk, birbiriyle ilişkili ve özgür alan
kullanımına imkan tanıyan mekanlar yaratma
anlayışı, yaptıkları ilk endüstriyel tesis olan
üretim merkezine yansıyor.
SANAA bağımsız çalışan ve 20.000
metrekarelik alanı optimumda kullanan
4 fonksiyon alanı üzerinden tasarımı
yapması yönünde bilgilendirilse de,
mimarlar lojistik ve üretim metodlarının
artık hiyerarşik prensipler değil, esnek
süreçler gerektirdiğinden hareketle dairesel
bir yapı teklifi sunarlar. Tesis, işçilerin
hareketlerini optimum hale getirmek üzere
farklı fonksiyonların hareket trafiğini en aza
indirgeyecek şekilde planlanır. Ayrıca tavan
ışıklandırması, üst çatıdaki ek camlarla
sağlanan mükemmel ışıklandırma koşulları,
indirgemeci renk kullanımı ve göz alıcı
renklerden kaçınılması çalışanlar açısından
çok daha keyifli bir çalışma ortamı yaratır.
Türkiye’deki benzer örneklerden birisi 60’lı
yılların sonunda Merter’de inşa edilen (artık
orada olmayan) 62.000 m2’lik arazi içindeki
“Vakko Turistik Elişi, Eşartp ve Konferksiyon
Fabrikası”. Fabrika, dönemin ünlü mimarları
Haluk Baysal ve Melih Birsel tarafından
tasarlanan çok işlevli bir endüstriyel yapı
kompleksi; içinde üretim ve idari alanların
yanında park-gezi alanı, havuz, lokanta, spor
sahaları, yüzme havuzu ve lojmanlar mevcut.
Böylece döneminde farklı bir anlayışa sahip
bir fabrika algısı oluşturmuş. Yapının diğer
önemli özelliği pek çok değerli sanatçının
eserlerini bünyesinde barındırması ve bir
üretim merkezi olmanın ötesinde yaşam
alanları ve kültürel bir değeri olan bir mekan
olması. Arkitekt dergisinde bunun çalışanlar
üzerindeki etkisi şöyle aktarılır: “Çalışanların
çevreyle olan ilgileri, çalışma ve yaratma
güçlerine yaratacağı tesir bakımından
değerlendirmeye çalışılmıştır.”
Benzer anlayıştaki bir diğer fabrika EAA
Architects tarafından gerçekleştirilmiş olan
ve 2010’da (ilk kez bir endüstriyel yapıya
verilmiş olan) Aga Khan Mimarlık Ödülü’ne
layık görülen İpekyol Tekstil Fabrikası. Edirne
kıyısında, Kırklareli yolu üzerindeki arazide
inşa edilen yapının tasarımında, çalışanların
yaşam alanlarına önem verilmiş. Ana amacı
çalışanların molalarında kullanması olan
bahçelerin yapımında aynı zamanda çalışma
alanlarına doğal ışıklı havanın girmesi
öngörülmüş. Çeşitli söyleşilerde Emre Arolat
tesisi, neredeyse her şeyin birbirine bağlı
Endüstriyel binaların tasarımında önemli
bir yere sahip Dante Benini’nin tasarladığı,
Abdi İbrahim’in Esenyurt’ta 2000 yılında
faaliyete geçen yüksek teknolojiye sahip
tesisiyse çalışanlar açısından ilham vericiliğe
sahip. Tesis 87.000 m2’lik bir alan üzerinde
kurulu 27.000 m’lik kapalı alandan oluş.
Sürdürülebilir atık yönetimi politikaları,
çevreye saygılı çalışmalarıyla Türkiye Sağlıklı
Kentler Birliği tarafından Çevreci Tesis
Ödülü almaya hak kazanan fabrikanın öne
çıkan bir diğer özelliğiyse içinde bulunan
sanat eserleri. Yönetim Kurulu Başkanı
Nezih Barut’un koleksiyonunda yer alan
ve değerleri yüz binleri aşan sanat eserleri
üretim tesisinde çalışanların ofislerinden,
kafeteryaya kadar pek çok yerde asılı.
Yapılan önemli yatırımların yanında fark
yaratan bu dokunuş, doğası gereği içinde
bulunduğu üretim sürecinde çalışanlar için
ayrı bir değer yaratıyor ve bazı rutin algıları
farklılaştırıyor.
Müge Yorgancı
[email protected]
Denizler bizi bekliyor!
Türk tasarımcıları Dünya denizlerini fethetmek üzere kolları sıvamış durumda. Son
dönemde Türk sularına birbiri ardına tasarım ödülü girerken, konuya ilgi duyan
profesyonel sayısı artıyor.
66 metrelik bir süper yat olarak
tasarlanan, Snow radikal bir yaklaşımla
tasarlanmış bir yelkenli gemi. Akıcı
dokunuşları ile olan zarif hatlar, klasik
tadı modern tasarım ile. Snow’un çığır
açan özelliklerinden biri performans artışı
sağlayan ikiz direkleri. Kalıcı bir yelken
deneyimi sunmayı hedefleyen, Snow
geliştirilmiş güç, konfor ve yelken aşkı
ile yenilikçi tasarımı bir araya getirmiş.
Tasarımı sayesinde kullanıcıya geniş
alanlar sunuyor. Panoramik manzaralı
yemek odası, ana salon, çalışma,
odası olarak kullanılabilecek alanları
kapsıyor. Snow büyük gruplar için de
yeterli konaklama imkânı sunmaktadır.
Panoramik manzaranın yanı sıra eğlence
aktiviteleri de sunan Snow bize lüks
ve eğlence için tasarlanmış olduğunu
anlatıyor.
Birçok kalın kirişin yan yana
bağlanmasıyla yapılıp, ortasına tek bir dört
köşe seren yelkenin basıldığı kısa bir direk
yerleştirilmiş teknelerden bu güne çok şey
değişti. Mısırlıların Papurus yelkenlerinin
yerini bugün akıl almaz tasarımlar lüks
ve güç ile birleşiyor. Dünyanın dört bir
yanında yat tasarımı ile ilgili ödül törenleri
ve fuarlar gerçekleşiyor. Büyük bir endüstri
halini alan yat tasarımı; mühendislik,
mimarlık ve endüstriyel tasarım alanlarını
birleştiren ve beklentilerin sürekli arttığı
bir tasarım alanı olarak belirmiş durumda.
Türkiye’de bu konuda neler oluyor
dersiniz?
Kışkırtıcı bir proje: Fusion
Fusion isimli yat tasarımı ile dünyaca ünlü
Design Et Al Yacht & Aviation Awards
kapsamında 30 metre altı konsept dalında
5 güçlü finalist arasından birinci seçilerek
Türkiye’ye prestijli tasarım ödülünü
getirmiş bir tasarım. Endüstriyel Tasarımcı
Serdar Şişman’ın kurucusu olduğu Red
Yacht Design, bünyesinde çizilen Fusion,
megayat ve superyat sahiplerinin oyuncağı
olarak tasarlanan Fusion isimli yat, keskin
ve hemen hemen saldırgan hatları denizin
yumuşak ve oval çizgileriyle birleştiren
kışkırtıcı bir proje olarak tanımlanıyor.
Farklı disiplinlerden gelen ortaklar ile
Red Yacht Design’ın kurulumunda yer
alan Sisman, geniş bir araç ve üretim
tabanlı yazılım yelpazesi kullanarak
kendini yenilikçi formlar ve çözümler
Only Now
konusunda her zaman geliştirmeyi
hedefliyor. Design Et Al Yacht & Aviation
Awards ise yeni tasarımları takdir etmek,
yetenekleri tanımak, fırsat yaratmak, yat ve
havacılık endüstrilerindeki birçok başarılı iç
mimar ve ürün tasarımcısına ilham kaynağı
olmanın yanında müşterilere, ortaklara ve
bağlantıdaki herkese de dünyadaki en iyi
tasarımları ödüllendirme fırsatı vermeyi
amaçlamış.
Eğlence ve Lüks için Snow
Her yıl düzenlenen ve Avrupa Birliği’nin
en önemli yeni tasarım yarışması olarak
kabul edilen A’Design Award’da, ODTÜ
Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri
Tasarımı Bölümü öğretim görevlisi
Dr. Hakan Gürsu ve ekip arkadaşı
Nur Yıldırım Yat ve Deniz Araçları
kategorisinde ödül kazandı.
Geçtiğimiz yıl Bartender ile Yat tasarımının
Oscar’ı sayılan bir ödül Gold Neptun
ödülünü 30-60 metre arası klasmanda
kazanmış bir tasarımcı olan Rıza Tansu,
ürettiği Only Now isimli tasarımı ile Mayıs
ayında World Superyacht Awards 2013
ödülünün sahibi oldu.
İnşaat Diana Yacht Design ekibinin
mühendislik hizmetleri sağladığı, 2011 yılı
başında üretimine başlanan Only Now; 2
misafir kabini, banyo ve alt güvertede bir
spor salonu ile birlikte ana güverte geniş bir
yemek alanı ve salon, mutfaktan oluşuyor.
HAZİRAN/2013
Kaprol Sergide
Deniz Kaprol,
küratörlüğünü Lidewij
Edelkoort’un yaptığı ve
8 Haziran-21 Temmuz
tarihlerinde Arnhem,
Hollanda’da sergilenecek
olan “Fetishism in
Fashion” konulu MoBA
2013 bienaline davet
edildi. Sergide tüm dünya
üzerindeki etkileyici ve
yaratıcı yetenekler bir
araya getiriliyor. Deniz
Kaprol’un da tasarımları
ile katılacağı sergide
ilham veren kıyafetler,
film ve fotoğraflar,
aksesuarlar ve objeler yer
alıyor. Modanın fetişizm
dünyasına eğilip stil ve
kültürün geleceğinin
irdeleneceği sergide
estetikteki orijinal,
yaratıcı ve avangart
eğilimler sorgulanıyor.
Tasarım
Çalıştayı
X|Atelier, tasarım ve dijital
üretim alanında sürdürdüğü
akademik araştırmalar
kapsamında İstanbul
Teknik Üniversitesi, YapıEndüstri Merkezi, YAPI
Dergisi, Mimarizm, Evolo,
Suckerpunch ve ArchiSearch
işbirliği ile 17-28 Haziran
2013 tarihleri arasında
Taşkışla’da uluslararası
bir Mimari Tasarım
Çalıştayı düzenliyor.
Teması “Protez” olarak
belirlenen ve 12 gün sürecek
atölye çalışması 10:0018:00 saatleri arasında
Taşkışla’da yürütülecek ve
28 Haziran’da davetli jüri
üyelerinin de katılımıyla
YEM’de düzenlenecek jüri
etkinliği ile son bulacak.
Eterna
Sevin Coşkun, Arlight
için tasarladığı “Eterna”
ile Aydınlatma Ürünleri
Tasarımı Kategorisinde A’
Design Award uluslararası
tasarım ödülünü kazandı.
Uluslararası başarı kazanan
ve doğanın formlarından
esinlenerek tasarlanan
Eterna, mekanlarda yeni
bir dinamizm, ambians ve
estetik değer yaratıyor.
Sahip olduğu özgün
formu sayesinde yan yana
birleştiriyor ve yüzeyler
tıpkı doğanın akışkan
ve birbirini tamamlayan
formları gibi birbirini
tamamlıyor.
Moda
Konferansı
Türkiye Giyim Sanayicileri
Derneği tarafından her
yıl düzenlenen İstanbul
Moda Konferansı, bu
yıl altıncı kez 09-10
Mayıs’ta İstanbul-Beşiktaş
Shangri-La Bosphorus
Otel’de gerçekleşti. Her yıl
dünyaca ünlü markaların
CEO, yönetim kurulu
başkanları ve yöneticilerini
ağırlayan etkinlik, moda
alanında söz sahibi olan
Alexander McQueen’in CEO
ve Yönetim Kurulu Başkanı
Jonathan Akeroyd, ünlü moda
gazetecisi-tarihçisi Colin
Mc Dowell, Italian Grup
Miroglio’nun sahibiGiuseppe
Miroglio, PANTONE EMEA
Bölgesi Yöneticisi Carola
Seybold ve WGSNKreatif
Kurul Başkanı Catriona
MacNab gibi önemli isimleri
de konuşmacı olarak bir
araya getirdi.
Beyender Logosu
Serap Alp
Engelli tanısı konmuş
vatandaşlarımız ile
toplum arasında sosyal
yardımlaşmayı ve
dayanışmayı sağlayacak
faaliyetlerde bulunmak,
ihtiyaç sahiplerine hiçbir
fark gözetmeden maddi
ve manevi sorunlarına
el uzatmayı amaçlayan
Beylikdüzü Engelliler Derneği
(BEYENDER) logo tasarımı
yarışması düzenliyor. Son
başvuru tarihi 5 Haziran
2013 olan yarışma; grafik
tasarım eğitimi gören lisans/
yüksek lisans/doktora –
sanatta yeterlik öğrencilerine,
ulusal ve uluslar arası tüm
profesyonel tasarımcılara
açıktır.
[email protected]
Etiket Tasarla
Geleceğin
Televizyonu
Beck’s, Art Label Project
kapsamında, her daldan
sanatçıyı ve yeteneği Beck’s
için şişe etiketi tasarlamaya
davet ediyor. Beck’s,
sanatın ve özgür düşüncenin
destekçisi olarak, Türkiye’de
bir ilki gerçekleştirerek,
çalışmalarını tüm sanat
dünyasına sergilemeyi
arzulayan yeni yetenekleri,
sanatçıları veya bağımsız
düşünceyi benimsemiş
sanatseverleri yepyeni bir
platformda buluşturuyor.
Bu vesile ile Beck’s, özgür
düşünceyi teşvik ederken,
bahsi geçen tasarımlarının
raflarda hayat bulmasında
öncü bir rol oynuyor. Son
başvuru tarihi ise 1 Temmuz
2013.
Müşterilerinin
önceliklerini, değerlerini,
fikirlerini ve beğenilerini
en ince ayrıntılarına kadar
analiz ederek onları
beklentilerinin de ötesine
geçen tasarımlarla
buluşturan Philips, tüketici
anlayışını temel alarak
teknoloji ve tasarımı
insan odaklı çözümler
ile bütünleştirerek,
“Geleceğin Televizyonu
Tasarım Yarışması”
mirasını yeni nesillere
aktarmayı amaçlıyor. Proje
başvuru tarihleri 31 Mayıs
2013 – 25 Ağustos 2013
arasında olan yarışmanın
ödül töreni İstanbul Design
Week 2013 kapsamında
gerçekleşecek.
Kutu Kutu
Türkiye’de oluklu mukavva
ambalaj sektörünün lider
tedarikçisi ve Türkiye’nin
en büyük 500 sanayi
kuruluşu arasında 182.
sırada yer alan Mondi Tire
Kutsan “Kutu Kutu Proje”
adını verdiği tasarım
yarışmasının ikincisine
start verdi. Yarışma, Mondi
Tire Kutsan’ın Tire’de
bulunan tasarım departmanı
koordinasyonunda, ETMK
İstanbul Şubesi’nin
desteği ile düzenleniyor.
Oluklu mukavva
ambalajın kamuoyundaki
algısının yükseltilmesi
ve oluklu mukavvanın
yenilikçi bir şekilde
uygulanabileceği yerleri
göstermeyi hedefleyen
yarışmanın bu yılki teması
“Gıda sektörünün hali
hazırda kullandığı farklı
malzemelerdeki ambalajlara
alternatif, yenilikçi ve özgün
oluklu mukavva ambalajların
tasarlanması” olarak
belirlendi.
Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi
Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık;
Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur,
Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan
Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre
Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale
Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95
[email protected], [email protected] Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir.
The mission?
Great esthetics!
Great functionality!
Great sustainability!
Award-winning design
iF design awards
product
design award
communication
design award
packaging
design award
Register now: www.ifdesign.de
ad_240x325_image_awards.indd 1
24.05.13 07:31

Benzer belgeler

stockholm tasarım haftası yeşil binalar zirvesi retro

stockholm tasarım haftası yeşil binalar zirvesi retro sürdüren tasarımcıların ürünleri 5 gün boyunca süren fuar kapsamında ziyaretçilerle buluştu. Tasarım alanında yeni yaratıcılık kaynakları ve coğrafyaların her gün merakla arandığı son günümüzde, Tü...

Detaylı