kânun kaligrafi - İttifak Holding

Transkript

kânun kaligrafi - İttifak Holding
ALIŞVERİŞ VE
YAŞAM KÜLTÜRÜ
DERGİSİ
ARALIK 2013- OCAK 2014
YIL 8 / SAYI 94 / FİYATI 1 TL
BU SAYIDAKİ KONUĞUMUZ
GAYE
TURGUT
10
EN GÜZEL
KAR MANZARASI
KIŞIN ARABA
KULLANMAK
ZORDUR!
MELODİDEKİ HUZUR
KÂNUN
ATLAS
DAĞLARI’NDAN
AKAN ÜLKE;
TUNUS
YAZIYI DİLE GETİREN SANAT
KALİGRAFİ
CAHİDE SULTAN’IN BİRBİRİNDEN LEZİZ YEMEK
TARİFLERİYLE YİNE DOPDOLU!
1
2
3
94. SAYI
18
KARDEŞİMİ
KISKANIYORUM
İÇİ İÇİNDEKİLER
24
34
YAZIYI DİLE
GETİREN
SANAT:
KALİGRAFİ
20
HUZURUN
ADI:
EYÜP
MELODİDEKİ
HUZUR: KÂNUN
42
56
EN GÜZEL 10
KAR MANZARALARI
UYKU
BOZUKLUKLARI
TİDE EDİTÖRDEN
o iligves abahreM
ibrib adzımıyas uB
Merhaba Sevgili Okurlar, 94’üncü sayımızda sizlerle tekrar buluşmanın sevincini yaşıyoruz.
Bu sayımızda birbirinden yine ilginç ve güzel dosyalar sizleri bekliyor.
ejbo adzımıyas uB
irfA eli igner niliş
oR ,inirelzi nihirat
ner nıtla nün’ülöÇ
s inireleceg naprık
Bu kez objektiflerimizi Kuzey Afrika’ya çevirdik. Atlas Dağları’ndan denize vuran yeşilin
rengi ile Afrika’nın gizemini keşfetmek için Tunus’ta bir yolculuğa çıktık. Fırtınalı bir tarihin
izlerini, Roma’ya kafa tutan Kartaca kentinin küllerinden doğan Bardo’yu, Sahra Çölü’nün
altın rengi kumunu, mavi pencereli, beyaz evleri ile Sidi Bou Said’in turkuaza göz kırpan gecelerini sizler için keşfe çıktık.
ni’demmahuM .zH
ıy uğudluruk ,tmes
z nıklah namülsüM
D .nüg reh royulod
tmes püyE nayışat
Hz. Muhammed’in (sav) sahabelerinden Eyüp Sultan el-Ensari’nin türbesi etrafında gelişen
semt, kurulduğu yıllardaki ruhaniyetini hâlâ koruyor. Eyüp Sultan, yüzyıllar önce olduğu gibi
Müslüman halkın ziyaretgâhlarının başında hâlâ. Hemen her vesileyle yüzlerce ziyaretçiyle
doluyor her gün. Dualar ediliyor sessizce... Mazinin derin izlerini taşıyan Eyüp semtine farklı bir gözle bakmak isterseniz bu dosyamız tam size göre.
imiskat namek eN
i alralşunukod küç
nısışrak nin’iseluK
uk eyidolem ub ed
Ne keman taksimi kadar insanın içini burkar, ne de bir klarnet taksimi kadar kıvraktır. Küçük dokunuşlarla insanın hüznüne dokunur! Tınısına içten kulak verdiğinizde Çamlıca’da Kız
Kulesi’nin karşısında seyre dalabileceğiniz müthiş bir çalgıdır. Kânundan bahsediyorum. Biz
de bu melodiye kulak verdik ve Serkan Günalçin ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
ci elyisebafla parA
Ç ,ıtanas ifargilak
se nin’ermE sunuY
gilak rimedpiK .küt
Arap alfabesiyle icra edilen hat sanatının, Latin alfabesiyle yapılan farklı bir versiyonu olan
kaligrafi sanatı, Çanakkale Destanı’nı gece gündüz uğraşarak bir haftayı aşkın bir sürede,
Yunus Emre’nin eserini iki haftayı aşkın bir sürede yazan kaligraf Serdar Kipdemir ile görüştük. Kipdemir kaligrafi sanatının inceliklerini bizlerle paylaştı.
nok ülnü ikya uB
gruT eyaG ucnuyo
.udnulub adralam
Bu ayki ünlü konuğumuz “Beni Affet” dizisinin başroldeki performansıyla göz dolduran
oyuncu Gaye Turgut. Gaye Turgut ile dizisi, oyunculuğu ve hayatına ilişkin samimi açıklamalarda bulundu.
ib ıralya şık kuğoS
ireceb zarib edrel
timÜ inemtiğE irel
ıttalna inirelkilecni
Soğuk kış ayları birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Kar yağdığında kayganlaşan zeminlerde biraz beceri ve pratik bilgiyle problemsizce ilerlemek mümkün. İleri Sürücülük Teknikleri Eğitmeni Ümit ATLI, karlı, buzlu, yağmurlu ve sisli hava koşullarında araç kullanmanın
inceliklerini anlattı.
,ıralkulkuzob ukyU
ad ya ub alzımıral
Uyku bozuklukları, kardeş kıskançlığı gülümsemek için öneriler, çocuk ve aktüalite dosyalarımızla bu ay da dopdolu bir içerikle karşınızdayız. Hepinize huzur dolu günler diliyoruz.
4
Aydoğan Yüce
İmtiyaz Sahibi
Yeşilimsi Yayıncılık Ltd. Şti. Adına - Tekin Güner
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tekin Güner
Editör
Aydoğan Yüce
Sanat Danışmanı
R. Yeşim Güner
YAPIM
GREENS DESIGN
Yayın Kurulu
Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı
Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ,
Hatice Küçükhemek,
Lider Anaç, Yıldız Liva,
Yönetim Yeri
Hoşdere Cad. Reşat Nuri Sok.
2/5 Y.Ayrancı / ANKARA
Tel: 0312 468 52 22 Fax: 0312 468 52 24
Baskı
Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Bahçekapı Mah. 2477. Sok.
No: 6 Şaşmaz/ ANKARA
Tel: 0312 278 82 00
Baskı Tarihi 15. 12. 2013
Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739
[email protected]
[email protected]
Reklam Rezervasyon
Halil Arslanpınar
[email protected]
5
BİZDEN HABERLER
ADESE’DE 22.YIL KAMPANYASININ
EKİM DÖNEMİ TALİHLİLERİ ÇEKİLİŞLE
BELİRLENDİ
ADESE’NİN, 22’NCİ YILINA ÖZEL OLARAK GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ‘22. YILDA 22.222 HEDİYE’
KAMPANYASININ BEŞİNCİ VE SON DÖNEMİ OLAN EKİM AYI TALİHLİLERİ BELİRLENDİ.
11 KASIM 2013 TARİHİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN ÇEKİLİŞLE 4.446 HEDİYE SAHİBİNİ BULDU.
Perakendenin yükselen değeri Adese,
Haziran ayında başlayan ve 5 ay boyunca devam eden ‘22. yılda 22.222
hediye’ kampanyası süresince Adese
müşterilerinin Adese Kart’larıyla yaptıkları her 25 TL’lik alışveriş için bir çekiliş hakkı elde ettiği kampanya 31 Ekim
2013 itibari ile sona erdi. Kampanya
kapsamında her ay 2 adet HYUNDAI
İ20 başta olmak üzere binlerce hediye
kazanma şansının elde edildiği kampanyanın son çekilişinin de gerçekleşmesiyle birlikte birbirinden değerli 22.222
hediye Adese müşterileri ile buluştu.
EKİM KAMPANYASININ
ÇEKİLİŞİ 11 KASIM’DA
KULESİTE’DE GERÇEKLEŞTİ
Adese müşterilerinin yoğun ilgisiyle
karşılaşan kampanyanın beşinci ve son
dönemi 31 Ekim 2013 tarihinde sona
erdi. 11 Kasım 2013 Pazartesi günü saat
11.00’de Kulesite Adese’de gerçekleştirilen Ekim kampanyası çekiliş sonucu toplam 4.446 hediye için şanslı Adese müşterisi belirlendi. Noter huzurunda ve halka açık şekilde yapılan çekiliş sonucu Konya’dan Gökhan İgnel ve
Ahmet Yılmaz 2013 model Hyundai İ20
otomobil kazanan isimler olurken Ülfet Demir, Ali Türkmen, Bekir Hatıra ve
Mehmet Ali Özköksal ise Acer Laptop
kazanan şanslı Adese müşterileri oldular.
6
ADESE MÜŞTERİLERİ
OTOMOBİLLERİNE
KAVUŞTU
4.446 hediyenin talihlilerinin belirlendiği çekilişin ardından kampanyanın en
büyük hediyesi olan 2 adet 2013 model Hyundai i20 şanslı Adese müşterisine Konya’da düzenlenen törenle teslim
edildi. Kulesite Adese’de düzenlenen
hediye teslim programında talihliler ve
aileleri ile Adese Yöneticileri hazır bulundu. Talihlilerden Gökhan İgnel, otomobilinin anahtarını İttifak Holding İcra
Kurulu Başkanı Tahir Atila’nın elinden
alırken, diğer talihli Ahmet Yılmaz’a ise
otomobilini İttifak Holding İcra Kurulu
Üyesi Hasan Özülkü teslim etti.
Düzenlenen törende kısa bir konuşma
yapan Tahir Atila, “22. Yıl’a özel düzenlenen kampanyamız 31 Ekim 2013
itibariyle sona erdi. 1 Haziran’da başlayan ve 5 ay boyunca devam eden
kampanya süresince 10 adet 2013 model Hyundai i20 otomobil başta olmak
üzere toplam 22.222 hediye şanslı Adese müşterisi ile buluştu. Kampanyamıza yoğun ilgi gösteren müşterilerimize Adese adına teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.
Hediyelerini teslim alan talihlilerin ve
ailelerinin de oldukça mutlu oldukları
gözlendi.
BİZDEN HABERLER
ADESE’DEN 2 HAFTADA
2 YENİ MAĞAZA
SON DÖNEMDE HIZ KAZANDIRDIĞI AÇILIŞLARIYLA HİZMET NOKTALARINA YENİLERİNİ
EKLEYEN ADESE, İKİ HAFTADA AÇTIĞI İKİ YENİ MAĞAZAYI MÜŞTERİLERİNİN HİZMETİNE SUNDU.
İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, mevcut marketlerini yenilerken yeni mağazalarla da büyümesini sürdürüyor. Konya Ladik’teki ki ikinci marketi olan Ladik Adese’nin açılışını 15 Kasım 2013 Cuma günü gerçekleştiren Adese, Konya Karatay’daki yeni
mağazası Saraçoğlu Adese’yi ise 22 Ka-
sım 2013 Cuma günü düzenlenen törenle müşterileri ile buluşturdu.
Açılışlarla ilgili konuşma yapan Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben, “Mutlak
müşteri memnuniyetini hedefleyen hizmet anlayışı çerçevesinde, 3 bine yakın çalışanımızla yılda 30 milyonun
üzerinde müşterimize hizmet veriyoruz. Adese olarak yeni açılan mağazalarımızla birlikte müşterilerimize daha
çok şube ile hizmet vermekten büyük
bir mutluluk duyduğumuzu belirtmek
isterim’’dedi.
LADİK ADESE
Adese’nin Konya Ladik’teki ikinci şubesi olan Ladik Adese, toplam 624 metrekarelik market alanına sahip
mağazalarında sabah 08:00 - akşam 21:30 saatleri arasında 17 personeliyle müşterilerine hizmet veriyor.
SARAÇOĞLU ADESE
Konya Karatay’da açılışı gerçekleştirilen Saraçoğlu Adese; 368 metrekarelik market alanında,
2 kasa ve 7 çalışanı ile 08:30 - 21:30 saatleri arasında müşterilerine hizmet veriyor.
7
BİZDEN HABERLER
ADESE’DEN KONYA’DAKİ
OKULLARA DESTEK
İTTİFAK HOLDİNG’İN ULUSAL PERAKENDE MARKASI ADESE, PROCTER&GAMBLE İŞBİRLİĞİYLE
GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ‘OKULA DESTEK’ KAMPANYASIYLA, KONYA GENELİNDEKİ 11 OKULA 869 ADET
SPOR MALZEMESİ YARDIMI YAPTI.
Perakendenin yükselen değeri Adese,
eğitime verdiği önem ve sosyal sorumluluk bilinciyle Konya’nın gelişimine
katkısını sürdürüyor. Adese - P&G işbirliğiyle düzenlenen ve 30 Eylül 2013’te
sona eren ‘Okula Destek’ kampanyası
çerçevesinde Adese müşterileri, P&G’ın
seçili ürünlerinden yaptıkları her alışverişle okullara spor malzemesi bağışına
katkıda bulundu. Kampanya sonucunda
Konya şehir merkezi ve ilçelerinde toplam 11 okula, tenis masasından bisiklete,
basketbol topundan antrenman yeleğine kadar toplam 869 adet spor malzemesi yardımı gerçekleştirildi.
Kampanya ile ilgili açıklama yapan Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Adese olarak, yarınlarımızın teminatı olarak gördüğümüz çocuklarımızın eğitiminin daha iyi şartlarda gerçekleştirilebilmesi için okullarımızın, sosyal sorumluluk projeleri ile desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu amaç-
8
la P&G firması ile birlikte yürüttüğümüz kampanya neticesinde 11 okulumuza spor malzemeleri yardımı gerçekleştirdik. Kampanyaya desteklerinden
dolayı başta Adese müşterileri olmak
üzere Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü
ve Procter&Gamble’a teşekkür ediyorum.” dedi.
9
SOFRALARIN YENİ KONUĞU
Ruşeym
İNGİLİZCEDE ”WHEAT GERM” OLARAK BİLENEN RUŞEYM, BUĞDAYIN EN
TEPESİNDEKİ EMBRİYOSUDUR. BU MADDE TOHUMUN ÜREMESİNİ VE ÇİMLENMESİNİ SAĞLAR. YANİ BUĞDAYIN KALBİ VE HAYAT KAYNAĞIDIR. ”DOĞANIN ALTIN SIRRI” OLARAK SUNULAN RUŞEYM, LİF DEĞERİ YÜKSEK,
TOKLUK HİSSİ VEREN LEZZETLİ BİR BESİN MADDESİDİR. TÜRKİYE’DE
TÜKETİMİ ÇOK AZ VE FAZLA BİLİNMEMEKTEDİR. AVRUPA ÜLKELERİ VE
ABD’DE İSE TÜKETİMİ OLDUKÇA YAYGINDIR.
Ruşeym her yaş için tüketimi önerilen bir
besin maddesidir.
Buğdayın işlenerek una dönüştürülmesi
sürecinde özel ayrıştırma işlemleri sonucunda 1 tonundan sadece 1 kilogram elde
edilen ve E vitamini bakımından zengin
olduğu belirtilen ”ruşeym” buğdayın özü
demek. Bu bilinen buğday taneciğinin en
tepesindeki cücüktür. Buğdayın iç bölümünden oluşur. Tepesindeki o küçücük
hayat kaynağı, bitki oluşmasını sağlayan
ruşeym’dir.
10
RUŞEYM TÜKETİMİ
Ruşeym, soğuk süt veya yoğurt ile karıştırılabiliyor, taze ya da kuru meyveye
ilave edilerek zenginleştirilebiliyor. Dilerseniz balla karıştırıp tüketebiliyorsunuz. Çorba, salata gibi yiyeceklerin üzerine serpilerek de kullanılabiliyor. Yemek
pişirirken baharat yerine vitamin olarak
kullanabilecek bu ürün, aynı zamanda
dünya mutfağındaki çeşitli yemek tarifleri için tercih ediliyor.
BUĞDAYIN 1 TONUNDAN SADECE
1 KİLOGRAM ELDE EDİLEN VE E
VİTAMİNİ BAKIMINDAN ZENGİN
OLDUĞU BELİRTİLEN ”RUŞEYM”
BUĞDAYIN ÖZÜ DEMEK.
RUŞEYMİN FAYDALARI
İnsana sayısız fayda sunan ruşeym,
buğday tanesinin en canlı kısmını oluşturuyor. Buğdayın en hayati besin deposu olan ruşeymin içeriğinde yüksek miktarda A, E ve B1 vitamini, lesitin, esansiyel yağ asitleri, proteinler ile çinko,
manganez ve krom bulunuyor. Buğday
tanesindeki ruşeymin yüzde 30 kadarı
yumurta, et ve süt kalitesinde proteine
sahip olduğundan çok yoğun ve zengin
bir besin olarak kabul ediliyor.
Yeni bitkiyi meydana getirecek olan genetik kodların saklandığı bölüm olan
embriyosu olduğundan buğdayın en değerli kısmı olarak tanımlanan ruşeymin
sağlık için faydaları saymakla bitmiyor.
Doğadaki en doğal E vitamini olan ruşeym bu özelliğiyle cildin yaşlanmasını
geciktirici ve cildi güzelleştirici etki yapıyor.
Bağışıklık sistemini destekleyerek kanseri önleyen ruşeym koroner kalp riskini de azaltıyor. Damarların elastikiyetini
arttırıyor ve kanı akışkan hale getiriyor.
Diyabetli hastalarda damar tıkanıklığını
ve damar hasarlarını önlemeye yardımcı oluyor.
Kansızlığı önlemede yardımcı olduğu
gibi halsizliğe de iyi geliyor. Sinir sistemi üzerinde olumlu etkiler sağlarken
gözde katarakt oluşumunu geciktiriyor.
Sağlığa sayısız fayda sunan bu değerli
ürün özellikle çocuklarda kemik ve iskelet gelişimine de yardımcı oluyor.
Vücut için gerekli besin öğelerinin birçoğunu içeren bu değerli maddenin %
15 oranında ekmeğe ilave edilmesi ile
besin değeri yüksek, lezzetli ve homojen bir ekmek elde ediliyor. Mayalı ürünlerle birlikte kullanıldığında içeriğindeki
minerallerin faydası artıyor.
RUŞEYM EKMEĞİ NASIL
YAPILIR?
Sizinle paylaşacağımız bu tarif diyet yapanlar için tokluk hissi verecektir. Ayrıca içindeki malzemeler küçük çocukları olan annelerin rahatlıkla çocuklarına
yapabileceği bir tarif. Böylece çocukların vitamin yönünden zevkle yiyecekleri
leziz bir tat olacaktır.
ÇEREZLİ RUŞEYMLİ
EKMEK TARİFİ
Malzemeler
1,5 Küp Su
(ekmek pişirme makinesinin ölçü kabı)
500 g ruşeymi ilaveli un
1 paket maya
2 yemek kasığı krema
(1 yemek kaşığı sıvı yağ da olabilir)
1 küp (çay fincanı) ceviz içi
2 yemek kaşığı kuş üzümü
1 küp (çay fincanı)
iri doğranmış kayısı kurusu
1 küp (çay fincanı)
iri doğranmış kuru incir
1 küp (çay fincanı) iri kıyılmış fındık
1 çay kaşığı tuz
1 yemek kaşığı şeker
Yapılışı
Önce 320 ml su, tuz, şeker, krema ekmek makinesinin haznesine koyun.
Daha sonra 500 gramlık ekmek karışımı
paketinin tamamını ve bir poşet mayayı unun üzerine dökün (mayanın su ile
temas etmemesi gerekiyor). Temel (basic) ekmek programını seçin, kabuk rengini de seçip makineyi başlatın (seçeceğiniz program en az 3 saatlik bir program olmalıdır). Yoğurma mayalanma işlemi bittiğinde, uyarı bip’i çaldığında, sırayla kayısı, incir, fındık, ceviz, kuş üzümü ilave edin. Karıştırma işlemi bittiğinde pişirmeye geçin. Pişirme işlemi bittikten sonra ekmeği hemen çıkarmayın
15-25 dakika sonra çıkarın. Afiyet olsun.
Hazırlayan: Banu Öztürk
11
EV HANIMLARINA
PRATIK BILGILER
GÜNDELİK
YAŞAMDA SIKÇA
KARŞILAŞTIĞIMIZ VE İŞİMİZİ
ZORLAŞTIRAN AKSİLİKLERLE BAŞETMEK SANILDIĞI KADAR ZOR DEĞİL.
ASLINDA BİRÇOK AKSİLİK İÇİN FAZLA
BİLİNMEYEN PÜF NOKTALAR VAR.
BİRAZ DENEYİMLERLE BU YARARLI
BİLGİLER, SORUNLARI ÇÖZMENİZİ
VE YAŞAMI PRATİKLEŞTİRMENİZİ
SAĞLAYABİLİR. İŞTE İŞİNİZE
YARAYACAK BİRKAÇ
PRATİK BİLGİ…
12
HAMUR İŞİ
Makarna, mantı veya benzeri hamur işlerini kaynar su içine attıktan sonra, suyun iyice kaynaması için tencerenin kapağını kapatmak gerekir. Ancak, tencerenin kapağı sıkıca kapalı kaldığı zaman
su saçar. Suyun taşmasına engel olmak
için, suyu ateşin üzerine koyarken içine
bir çay kaşığı margarin ilave edin. Margarin suyun taşmasına engel olur.
Pizzanızın lezzetli olması için fırına
koymadan önce tepsinin üzerine peyniri
sakın koymayın. Pizzayı pişirip fırından
çıkarmadan üç dakika önce peynir rendesini pizzanın üzerine dökün.
Milföy hamuru tepsiye yapışmasın
diye tepsiyi yağladıktan sonra üzerine
galeta unu serpin.
Börek hamurunu yoğururken içine bir
miktar sirke katarsanız böreğiniz çıtır çıtır olur.
Kekinizin hem güzel kabarmasını hem
de kalıbından kolayca ayrılmasını istiyorsanız, yağladığınız kalıbın dibine şeker ve un serpin. Un, yapışmayı engeller;
şeker ise kabarmayı sağlar.
MEYVE-SEBZE
Havuç, kabak, patates ve benzeri sebzelerin vitaminleri kabuğun hemen altındadır. Bu nedenle bu sebzeleri çok
iyi temizleyerek soymadan kullanmaya
özen gösterin.
Enginar kanda yağ seviyesini düşürür. Enginarın tüylü kabuklarından yapılan çay ile saçları yıkamak onları güçlendirir.
Yemeklerde kullandığınız domateslerin kabuklarını, çekirdeklerini ve posalarını bir süre için lavabo ya da küvetin
içinde bırakın. Seramiklerin üzerinde biriken bütün kirleri alacaktır.
Karnabaharın beyazlığını kaybetmemesi için haşlanırken üzerine bir ağırlık
veya tülbent koyabilirsiniz.
Kırmızı lahanayı incecik doğradıktan
sonra tuzla ovun ve ağzı sıkı kapanan
bir kaba koyup, üzerine sirke ekleyin.
Salatalarda kullanmak üzere bir hafta
kadar buzdolabında tazeliğini korur.
SAĞLIK
Acele yenilen yemek çok besleyici bile
olsa bir işe yaramaz. Bunun için yemek
yavaş yavaş yenilmelidir. Lokmalar ağır
ağır iyice çiğnenmelidir.
Günde en az üç kere çiğ ya da pişmiş
sebze yenilmelidir.
Dişiniz ağrıdığında sızlayan yere karanfil koyun.
Bağırsakları yumuşatmak için çocuklara iki, yetişkinlere üç çorba kaşığı bal
verilmelidir.
Biber yemeklerinin hazmı biraz güçtür. Hele de mideniz rahatsızsa… Yemekten sonra bir bardak şekerli soğuk
süt içerseniz bir ölçüde hazmı kolaylaştırmış olursunuz.
BAKIM
Cildi normal olanların daha sağlıklı bir
cilde sahip olmaları için, yarım kilo üzüm
suyu yüze sürülüp on dakika beklenir ve
içine bir kahve kaşığı karbonat karıştırılmış suyla yıkanır.
Ayaklarınız çok yorulduysa önce beş
dakika süreyle sıcak suda tutun. Sonra
on saniye soğuk suyun içinde bekletin
ve bu ikili işlemi dört-beş kez tekrarlayın. Daha sonra kurulayın ve kolonyayla ovun.
El üstlerine sürülecek sıcağa yakın bir
parafin tabakası gözenekleri açar, zararlı maddeleri çıkarır, cildi temizler.
Gür kaşlarınızın olmasını istiyorsanız
kalemle boyayarak boşlukları doldurmak yerine hafifçe pudraladıktan sonra
kahverengi maskara sürün.
Gözleriniz yorgunsa uzanın, sıcak çayı
pamuğa damlatın ve gözlerinize kompres yapın.
MEŞRUBAT LEKESİNİ,
HEMEN SOĞUK SUYA
BATIRILMIŞ BİR SÜNGER
İLE SİLMELİ, SONRA DA
YIKAMALISINIZ.
LEKELER
Bazı meşrubatların lekeleri kuruduktan sonra kaybolur ama bunlar da zamanla ya da sıcak gördükleri zaman
sarı bir renk alırlar. Bu sarı lekeleri çıkarmak imkânsızdır. Bu nedenle, meşrubat lekesini, hemen soğuk suya batırılmış bir sünger ile silmeli, sonra da yıkamalısınız.
Süt lekesi yıkanabilen kumaştaysa sabunlu bez ile silin. Yıkanmaz kumaşta
ise benzine batırılmış bir bez ile bastırmadan silin. Sonra ılık suyla durulayın
ve nemli bir bezle tersten ütüleyin.
Halıya dökülmüş mürekkebin fazlası kaşıkla derhal alınır, kalanı kurutma
kâğıdı ile kâğıt bir-iki kere değiştirilerek mürekkep iyice emdirildikten sonra
amonyaklı suyla veya sütle silinerek temizlenir.
Pas lekesini çıkarmak için en iyi usullerden biri limondur. Beyaz kumaşlarda
lekeye önce limon suyu damlatın, sonra
da buhara tutun. Kumaşı iyice yıkadıktan sonra güneşte kurutun.
Yağ lekesini çıkarmak için lekenin üzerine kalınca bir ipek kâğıt koyun. Orta sıcaklıktaki ütüyü üzerinde gezdirin, kolonya ile silin.
Hazırlayan: Ayşegül Güvenir
GİYİM
Spor ayakkabılarınızı otomatik makinada, düşük sıcaklıkta yıkayın, pırıl pırıl olurlar.
Ceket temizlerken önce bir askıya
asın. Askının çengelini uygun bir yere
takın. Sonra ceketin bütün ceplerini boşaltın. Önce kuru elbise fırçasıyla fırçalayın, daha sonra ılık sabunlu suya batıracağınız temiz bir bezle lekeli yerleri silin. Ceketi yine aynı bezle iyice ütüleyin.
Yün çorapları yıkadıktan sonra doğru
asmazsanız çeker ve daralır. Onun için
yünlü çorapların iyice düzeltilerek ayakuçlarından asılması gerekir.
Kışlık yün eldivenlerinizi yıkadıktan
sonra bir litre suya karıştırılmış dört yemek kaşığı sirke ile çalkalarsanız kar suyundan etkilenmez.
Bütün ipekli kumaşlar daima hafif
nemli iken kurumadan ütülenir. Yüzünden ütü sürülmesi gerekiyorsa nemli bir
bez kullanmak şarttır. Ütüyü kumaşın biraz üstünden tutmak ve gerekirse burnu
ile hafifçe dokunmak kırışıklıkların giderilmesini sağlar.
13
Cahide Sultan’dan
LEZZET SIRLARI
www.cahidejibek.com
TERBİYELİ
TAVUKLU DÜĞÜN
ÇORBASI
::::: 6 KİŞİLİK::::::
Malzemeler
1 kâse haşlanıp didiklenmiş tavuk eti
(Tavuğun istediğiniz bir kısmı olabilir)
2 yemek kaşığı un (Kaşıklar tepeli olacak)
Tavuk suyu
1 diş sarımsak
Yarım çay bardağı zeytinyağı
1 çay kaşığı karabiber
Tuz
Arzuya göre
1 su bardağı haşlanmış nohut
Terbiyesi için
1 yumurtanın sarısı
1 limon suyu
Sosu için:
1 yemek kaşığı tereyağı
1 tatlı kaşığı kırmızı biber
(Yoksa çok az salça da olur)
14
Yapılışı
Tencereye zeytinyağını koyup kızdırın. Unu ekleyip, un
kokusu çıkana kadar kavurun. Önce iki su bardağı soğuk suyu
hızlıca ekleyip karıştırın. Tavuk suyunu da ekleyip karıştırın.
Kaynamaya başlayınca didiklenmiş tavuk etini ve haşlanmış
nohudu ilave edin. Tuz ve karabiberi de ekleyin. Diğer tarafta
yumurta sarısı ve limon suyunu karıştırın. İçine çorbanın
suyundan kaşık kaşık ekleyerek ılımasını sağlayın. Terbiyeyi
yavaş yavaş çorbaya ekleyin. Ezilmiş sarımsağı da bu esnada
ekleyin. Kaynamaya başlayınca ocağın altını kapatın.
Sos için: Tereyağını kızartın. Kırmızı biberi de ekleyin.
Sosu ister çorba kâselerini süslemek için kullanın. İsterseniz
çorbanın tamamına ekleyip karıştırın. Afiyet şifa olsun.
Patates püresi için
3 adet orta boy patates
1 yemek kaşığı tereyağı
2-3 yemek kaşığı zeytinyağı
1 su bardağı süt
1 silme çay kaşığı karabiber
1 silme tatlı kaşığı tuz
PATATES PÜRELİ
TAVUK SOTE
::::: 6 KİŞİLİK::::::
Ayrıca
2 adet tavuk göğsü
1 küçük soğan, tuz, karabiber
1 yemek kaşığı tereyağı ve 1 tatlı kaşığı kırmızı biber
Nasıl Yapılır?
Patatesi soyup küp küp doğrayın ve buharda
haşlayın. Ben sebze pişirme aparatında haşlıyorum.
Tencerenin dibine 1.5 su bardağı kadar su ekliyorum
o kadar. İyice yumuşayan patatesi çatalla ezin. Bir
tencereye tereyağını koyup eritin. Üzerine ezilmiş
patatesi ekleyin. Tuz ve karabiberini atın ve bir iki
kez çevirin. 1 bardak sütü ekleyin. Süt ve patates
bütünleşip homojen bir hale gelince ocağın altını
kapatın. Bu arada bir tavaya 3-4 yemek kaşığı kadar
zeytinyağını koyup kızdırın. Kuşbaşı tavuk göğsü
ve söğüş doğranmış soğanı tavaya alıp kavurmaya
başlayın. Kızarmaya başlayan tavuk etlerine tuz
ve karabiberi ekleyin. 2 dakika daha kavurup altını
kapatın. Geniş bir servis kabına patates püresini alıp
yayın. Üzerine soğanlı tavuk etlerini serin. En üste de
kızartılmış tereyağı ve pul biberi döküp sıcak sıcak
servis edin.
ZEYTİNYAĞLI
ENGİNAR DOLMASI
::::: 3 KİŞİLİK::::::
Malzemeler
3 adet enginar
5 yemek kaşığı pirinç
1 küçük soğan
1 tatlı kaşığı salça
8-10 dal dereotu
1 çay kaşığı karabiber
1 yemek kaşığı nar ekşisi
4-5 yemek kaşığı zeytinyağı
Hazırlanışı
Enginarların sap kısmını kesin. Baş
kısmından da iki parmağa yakın yerini kesin.
En dıştaki çok sert yaprakları koparın.
Enginarı ters çevirip tezgâhın üzerine
hafifçe bastırın ki yaprakların araları
açılsın. Bir çay kaşığıyla içindeki tüylü
kısmı alabildiğiniz kadar alın. Biraz kalsa
da bir şey olmaz. Yarım limon sıkılmış suya
enginarları koyup bekletin. Onlar beklerken
siz içini hazırlayın. Pirinci yıkayın. Soğan ve
dereotunu doğrayın. Diğer malzemelerini de
ekleyip karıştırın. Enginarların yapraklarını
hafif aralayıp içini yaprak aralarına da
gelecek şekilde doldurun. Bir tencereye
yerleştirin. Enginarların yarısını geçecek
kadar sıcak su koyun. Enginarların suyuna
biraz zeytinyağı, tuz ve nar ekşisini katıp
ağzını kapatın. Kısık ateşte en az 1 saat
pişirin. Hafif ılıyınca servis edin.
15
HAŞHAŞLI
PATATESLİ
BÖREK
::::: 12 KİŞİLİK::::::
Malzemeler:
3 adet yufka
Sosu için:
2 yemek kaşığı haşhaş
1 çay bardağı zeytinyağı
1.5 çay bardağı maden sodası
İç malzemesi
1 büyük patates
1 küçük soğan
1 tatlı kaşığı toz kırmızı biber
Çok az karabiber, tuz
16
Nasıl Yapılır?
Öncelikle iç malzemesini hazırlayın. Patatesleri haşlayıp küp küp doğrayın. Bir
tavada küçük doğranmış soğanları çok az yağda sarartın. Kırmızı biberi atıp
karıştırın. Patatesleri, tuzu, karabiberi ekleyip karıştırın.
Sosu için: Haşhaşı bir kaba alın. Üzerine yağ ve maden sodasını ekleyip
karıştırın.
Yufkanın birini serip üzerine 4-5 kaşık kadar sostan gezdirip, fırçayla her
yerine sürün. Yufkanın karşılıklı kenarlarını ortada birleştirin. Kuru yerlere
de azar azar sostan sürün. Sonra uzun kenarları yeniden ortada birleştirerek
kare şekil oluşturun. Kareyi dörde bölün. Her parçaya çok az sostan sürüp
orta kısmına 1 kaşık iç malzemesinden koyun. Kareleri bohça gibi katlayıp,
kat yerleri alta gelecek şekilde tepsiye dizin. Diğer yufkalara da aynı işlemi
tekrarlayın. Böreklerin üzerine kalan sostan sürün. İsterseniz yumurta sarısı da
sürebilirsiniz. Börekleri 200 derecelik fırında kızarana kadar pişirin.
NOT: Bu böreği haşhaş yerine tahin ile de yapabilirsiniz. İsterseniz hiç birini
koymadan 1 çay bardağı yağ ve 1 su bardağı sodayla da yapabilirsiniz.
Malzemeler:
200 g tereyağı
1.5 su bardağı pudra şekeri (175 g)
2 adet yumurta (teki 68 g)
2 yemek kaşığı sulu yoğurt
1 tatlı kaşığı vanilya
1 limon kabuğu rendesi
Yarım paket kabartma tozu (5 g)
1 su bardağı beyaz un
2.5 su bardağı tam buğday unu
SUSAMLI TATLI
SİMİT
::::: 10 KİŞİLİK::::::
Bulamak için: Susam
Hazırlanışı:
Yağ ve unun iyi karışması için beraber
robottan geçirin. (Ben soğuk tereyağı
kullandım) Yağlı unu bir kaba alıp ortasını açın.
Şekeri, limon kabuğunu, yoğurdu, kabartma
tozunu ekleyin. Yumurtalardan birinin beyazını
ayrı bir kaba alın. Kalan kısımları una ekleyin.
Hepsini beraber yoğurun. Eğer ele yapışıyorsa
biraz daha un ilave edin. Hamurdan ceviz
kadar parçalar koparıp elinizle çubuk haline
getirin ve uçlarını birleştirip simit şekli verin.
Simitleri önce yumurta akına, sonra susama
bulayın. Yağlanmamış tepsiye dizin. Önceden
ısıtılmış 175 derecelik fırında simitler hafif
pembeleşene kadar pişirin.
PRATİK
KESTANE
ŞEKERLERİ
::::: 12 KİŞİLİK::::::
Malzemeler
500 g Kestane
100 g kadar bayat kek
50 g bitter çikolata
3-4 yemek kaşığı pudra şekeri
Bulamak için kakao, fıstık,
hindistan cevizi
Hazırlanışı
Kestaneleri dış kabuğundan ayırıp hafifçe haşlayın. Kabuklarını soyun (Söylemesi kolay ama bu kabukları soymak acayip zor
bir iş). Soyulan kestanenin üzerine çıkacak kadar sıcak su koyup, yumuşayana kadar haşlayın. Suyuyla beraber, çikolatayı
da mutfak robotundan geçirin. Eğer suyu azsa yumuşatmak için azıcık su ilave edebilirsiniz. Kestane püresinin üzerine
şeker ve ufalanmış keki de ilave edip karıştırın. Karışımdan ceviz kadar toplar alıp yuvarlayın. Kakao, fıstık veya hindistan
cevizine bulayın. 1 gece dinlenen şekerleriniz sertleşiyor ve tadı çok daha güzel oluyor. Bu şekerleri de çok rahat bayram
şekeri olarak kullanabilirsiniz. Bu toplar kahvenin yanına çok yakışıyor. Afiyet şifa olsun.
17
ARASI MUHALLEBİLİ
REVANİ
::::: 12 KİŞİLİK::::::
Malzemeler:
3 yumurta
1 çay bardağı toz şeker
1 çay bardağı süt
1 çay bardağı zeytinyağı
2 çay bardağı irmik
2 tepeli çay bardağı un
1 paket kabartma tozu (10 g)
1 limon kabuğu rendesi
Bir fiske tuz
Krema malzemeleri:
3 su bardağı süt
2 yemek kaşığı tepeli un
1 yemek kaşığı nişasta
1 yemek kaşığı dolusu hindistan cevizi
1 adet yumurta
3 yemek kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı vanilya
18
Şerbet malzemeleri
2.5 su bardağı şeker
3 su bardağı su
Yarım limon (küçük limon)
Yapılışı
Öncelikle kremayı pişirip soğumaya bırakın. Revani için
yumurta ve şekeri beyazlayana kadar mikserle çırpın.
Yağ ve sütü ekleyin. İrmik, un, limon kabuğu rendesi,
kabartma tozunu da ekleyip karıştırın. Yağlanıp unlanmış
tepsiye dökün. 200 derecede kızarana kadar pişirin. Revani
pişerken şerbeti ocağa koyun. 20-25 dakika kadar kaynatın.
Revaniyi önce üstten ikiye bölün. Sonra her iki parçayı da
ortadan ikiye bölün. Bunu bütün olarak ikiye ayırmak zor
olduğu için yapıyoruz. Kekin alt kısmını, keki pişirdiğiniz
tepsiye yerleştirin. Sıcak şerbetin yarısını, kekin alt kısmının
üzerine gezdirin. Kremayı yeniden çırpıp yayın. Kekin üst
kısmını da kremanın üzerine kapatın. Kalan şerbeti de en
üste gezdirin. En az 2-3 saat bekleyen tatlımız servise hazır.
Eğer isterseniz krem şanti çırpıp revaniyi süsleyebilirsiniz.
19
KARDESIMI
KISKANIYORUM!
KISKANÇLIK İNSANIN GELİŞİMİ DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDE HANGİ YAŞTA
OLURSA OLSUN İNSANIN EN TEMEL VE BAŞ EDİLMESİ EN ZOR
DUYGULARINDAN BİRİSİDİR.
Kardeş kıskançlıkları birden fazla çocuğu olan her ailede görülür. Çünkü hiçbir
çocuk anne ve babasının ilgisini, sevgisini, zamanını bir başkası ile paylaşmak
istemez. Özellikle anne, çocuğun dünyasıdır, en değerli varlığıdır. Onun sevgisini kaybetme korkusu dayanılmaz bir
duygudur. Onu bir başkası ile paylaşacağını; bir diğer ifadeyle annesinin sevgisini kaybedeceğini öğrenmek ya da
paylaşıyor olmak çocuk için acı verici
bir durumdur.
Bazı çocuklar kardeş istediklerini söy-
lerler. Bu durum, anne ve babaları rahatlatır. Ancak, kardeşin doğması ile sorunlar baş göstermeye başlar. Burada
öncelikle, çocukların doğasında isteklerinin, değişkenlik gösterdiği unutulmamalıdır. Ayrıca, çocuklar kardeş kavramını bilmezler. Onlar, aslında kendilerine bir oyun arkadaşı isterler. İstediği
zaman oynayabileceği, istemezse evine gönderebileceği, hayatını paylaşmak
zorunda olmadığı bir oyun arkadaşı sadece...
Çocuk kardeşi olduktan sonra artık hayatının hiçbir zaman daha önceki gibi olmayacağını görmeye ve anlamaya başlar.
İlk çocuk, kardeşi olana kadar, anne ve
babasının ilgisini, sevgisini tamamen
üzerinde hisseder, bunları kimseyle
paylaşmadan büyür. Kardeşin dünyaya
20
ÇOCUKLAR KARDEŞ KAVRAMINI BİLMEZLER. ONLAR, ASLINDA KENDİLERİNE
BİR OYUN ARKADAŞI İSTERLER; HAYATINI PAYLAŞMAK ZORUNDA OLMADIĞI
BİR OYUN ARKADAŞI SADECE...
gelmesi ile beraber kendi üzerinde toplanan bu ilgi ve sevginin azaldığını görür. Çünkü yeni doğan çocuk en azından
fiziksel temel ihtiyaçları nedeniyle daha
çok zaman ve enerji harcamayı gerektir ki bu durum, büyük olan çocuğun önceden kendisine sunulan zaman, ilgi ve
emeğin kısıtlanması ile olur.
Ayrıca, gelen çocuğun cinsiyeti, annenin
yükünün azaltılması için büyük çocuğun
kreşe başlaması, odasının ayrılması vb.
değişiklikler çocuğun hayatında birçok
yeniliğe, çocuk için olumsuz değişikliklere uyum sağlamak zorunda kalmasına
neden olur. Bu durum çocukta uyum sorunlarını ortaya çıkartır ki çocuklar, sıradan rutin düzenlerinin bozulmasında
bile uyum güçlükleri gösterirler. Çünkü
rutin, bir diğer ifadeyle, bir adım sonrasını bilmek onlara güven verir.
Kardeşler arası yaş farkı ne kadar az ise
kıskançlığın şiddeti o derece büyük olur.
Çünkü 3-4 yaş öncesi, anneye duyulan
yoğun ilgi dönemidir. Bu dönemde annenin ilgisini paylaşmak zorunda kalan
çocuğun kardeşine ve annesine karşı
tepkisi büyük olur.
Kimi zaman küçük kardeşin gelmesiyle beraber, anne ve babaların ilk çocuktan beklentileri artar; daha fazla sorumluluk almaları, başarılı olmaları yönünde
baskılar ortaya çıkarken; diğer yandan
da, kardeşi ile olan ilişkilerinde uyumlu ve olumlu hatta kardeşi ile ilgili sorumluluklara yardımcı olması beklenir.
Olumsuz tutum ve yaklaşımlarından dolayı çoğu zaman suçlanır, cezalandırılır.
Böylece çocuğun, bebeğe karşı hissettiği kızgınlık, kırgınlık, haksızlığa uğradığı
duyguları öncelikle anne babasına daha
sonra da kardeşine doğru yönelir. Çocuk eğer kendisini dışlanmış, yanlız, sevilmeyen çocuk olarak hissederse kaybettiklerini tekrar kazanmak için bebekleşmeye başlar. Kardeşi gibi bez bağlanmasını isteme, tuvaletini beze yapma, biberonla süt içme, annesini emme,
bebeksi konuşma; başarısızlıklar, uyumsuz ve hırçın davranışlar, öfke patlamaları, kurallara uymama vb. olumsuz davranışlar ortaya çıkar.
ÇOCUĞUNUZA NASIL
YARDIM EDEBİLİRSİNİZ?
İlk olarak, ikinci bir çocuk kararını siz
verin, çocuğunuzun doğası gereği isteklerinin değişken olacağını unutmayın!
Çocuğun kıskançlığını ortadan kaldırmaya ve kardeşini sevdirmeye çalışmak
yerine, olumsuz duygularını ifade edebilmesini sağlamalısınız. “Beni çok yoruyor, bu yüzden bazen ben de ona kızabiliyorum, hiçbir şeyini kendisi yapamadığı için ben yardım etmek zorundayım, bu yüzden çok yoruluyorum, sana
eskisi gibi zaman ayıramıyorum ama
seni önceden sevdiğimden daha az sevdiğimi düşünme, ben de kardeşim doğduğunda böyle hissetmiştim” vb. ifadelerle onun olumsuz duygularını ifade etmesini cesaretlendirin ve onu anladığınızı gösterin.
“Biricik”liğini ona hissettirin. Böylece daha az sevildiğine, ikinci plana itildiğine yönelik düşünceleriyle baş etmesi kolaylaşacaktır. “Sen benim biricik kızımsın / oğlumsun, senin annen/baban
olduğum için çok memnunum, iyi ki senin gibi bir kızım/ oğlum var” vb. ifadeleri sıkça kullanın. Bu sözlerinizin gerçekliğini ona zaman ayırarak, birlikte
oyun oynayarak, keyifli etkinliler yaparak gösterin.
Her ne kadar yeni doğan daha fazla ilgi
ve bakıma ihtiyaç duyuyorsa da, ilk çocuk her zaman anne ve babasının ilgisine daha yoğun ihtiyaç duyar.
Sonuç olarak, çocuğunuzun kardeşini
kıskanmasını ortadan kaldıramayacağınızı, onu sevmek zorunda olmadığını unutmayın. Bunların yerine çocuğunuzun kıskançlık duygusunu kontrol altında tutabilmesini kazandırabileceğinizi, her iki çocuğa da zaman ayırmanızın önemli olduğunu, kardeş kavgalarında fiziksel zarar verme olmadıkça araya girmemeniz, dolayısıyla taraf tutmamanız gerektiğini, “Sen büyüksün...” ve
“Sen küçüksün...” kelimeleri ile başlayan ifadeler yerine tartışmalarda ikisine aynı yaklaşım ve önerileri sunmanız
gerektiğini, ergenlik dönemi sonlarında ilişkilerinin daha paylaşımcı ve beklediğiniz kardeş ilişkisine daha yakın olacağını, bunun doğal gelişim sürecinde
adım adım çözümleneceğini unutmayınız. Çünkü kardeş kıskançlığı doğal gelişimsel bir sorundur!
Sözü edilen yaklaşım ve öneriler ile baş
edemediğinizi, çocuğunuzun sorunlarının büyüdüğünü gözlemlediğiniz takdirde ise mutlaka bir uzman desteğini ihmal etmeyiniz.
Hazırlayan: Psk. Rabia ÜNSALDI KÖLE
Uzman Psikolog
21
KÂNUN
MELODİDEKİ HUZUR
22
Ne keman taksimi kadar insanın içini burkar, ne de bir klarnet taksimi kadar kıvraktır. Küçük dokunuşlarla insanın hüznüne dokunur! Zordur kendisiyle uğraşmak. En ufak bir hatayı kaldırmaz. Sesi, boğaz kıyısını hatırlatır. Tınısına içten kulak verdiğinizde Çamlıca’da
Kız Kulesi’nin karşısında seyre dalabileceğiniz müthiş bir çalgıdır. Belki de İstanbul dile gelse, çıkardığı ses bu çalgının sesi olurdu. Huzurun sesini çıkarır.
Mevcudiyeti halinde yoğun şekilde duyarsınız. Nitekim kânun üstatlarından
birisi tartışmaya girdiği bir tonmaister’e
“SENİN KARŞINDA UD DEĞİL, KEMAN DEĞİL,
KÂNUN VAR KÂNUN!”
“Senin karşında ud değil, keman değil,
kânun var kânun!” demiştir. Bulunduğu mekanın hakim sesi olur ve herkese
dinletir kendini. Çok fazla hengamenin
içinde kendini duyurabilen “en zarif çok
sesli”dir diğer bir deyişle.
En kalabalık topluluklarda bile kendini belli eder. Diğer bütün sazların akor-
du kânuna göre yapılır. Bu aleti çalmayı bilmeyen bir insanın eline alıp alakasız tellere dokunması bile bir melodidir.
Biz de bu melodiye kulak verdik ve Gazi
Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı Öğretim Görevlisi Serkan Günalçin ile kânun üzerine keyifli bir sohbet
gerçekleştirdik.
ÇEŞİTLİ ÜLKELERDE
VE ÜLKEMİZDE
DEĞİŞİK BOYUTLARDA
KÂNUNLAR
KULLANILMASINA
RAĞMEN KÂNUNLARIN
TEMEL ÖZELLİKLERİ
DEĞİŞMEZ.
AileDostu: Hocam, kânun çalgısı tarihte nasıl ortaya çıkmıştır?
Serkan Günalçin: Kânun, iki elin işaret
parmaklarına takılan mızraplarla, tellerine vurularak çalınan, tek ezgili bir melodi çalgısıdır. “Kânun” kelimesi Türk,
Arap ve Yunan dillerinde kural ve yasa
anlamlarına gelmektedir. Kânunun ortaya çıkışı ile ilgili bilgiler 12. yüzyıla dayanmaktadır. İbn Gaybî Abdülkadir Meragi kânunun Eflatun tarafından bulunduğunu, İbn Hallikan ise sazın Farabi’
nin icadı olduğunu yazılı eserlerinde belirtmişlerdir. Ancak Farabi Kitab-ül Musiki al-Kebir isimli kitabında kânundan
bahsetmemektedir.
Evliya
Çelebi,
seyahatnâmesinde kânunun icadını Ali
Şah adlı bir kişiye atfetmiştir.
A.D.: Geçmişteki kânun çalgısı ile günümüzdekinin farkları var mıdır?
S.G.: Kânunun günümüzde kullanılmakta olan şekline ilişkin Meragalı Abdülkâdir’in edvârında yaptığı açıklamalardan 14. yüzyılda kullanılan
kânunun bugünkü şekline yakın olduğu
anlaşılmaktadır. Ahmedoğlu Şükrullah
15.yüzyıl başlarında edvârında kânunun
yamuk bir şekle sahip olduğunu belirterek, kânunu kullanıldığı müziğin seslerini veremeyen çalgı olduğu düşüncesiyle kâmil olmayan çalgılar sınıfında değerlendirmiştir. Gazimihal bu durumu kânunda 20. yüzyılın başlarına kadar mandal düzeneğinin bulunmamasına bağlamaktadır. Kânunda mandal düzeneğinin ilk olarak 1870 ile 1880 yılları arasında kullanıldığı tahmin edilmektedir.
A.D.: Mandal düzeni kânuna has bir
özellik aslında değil mi?
S.G.: Kânun gene bir doğu çalgısı olan
SANTUR’ la ve batı çalgısı KLAVSEN’le
akrabadır. Çeşitli ülkelerde ve ülkemizde değişik boyutlarda kânunlar kullanılmasına rağmen kânunların temel özellikleri değişmez. Kânunda aynı telin
daha tiz ya da daha pes ses çıkarma-
sını sağlamak için başka hiçbir telli çalgıda bulunmayan bir mandal düzeneği
vardır. Bu da enstrümanı daha ilgi çekici hale getirir.
A.D.: Peki hocam kânunun Türk
Mûsikîsi’ndeki yeri nedir?
S.G.: Türk Mûsikîsi tarihinde kânun icracısı olarak bilinen ilk kişi 15. yüzyılda
Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşamış olan İshak adlı sanatkârdır. 15. yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti döneminde bugün isimleri bilinen birçok kânun
icracısı Türk Mûsikîsine hizmet etmiştir.
Bu dönemde yaşamış olan en önemli icracı Kânûnî Hacı Ârif Bey’dir. Hacı Ârif
Bey bu dönemdeki kânun icrasının en
önemli ekolü olarak kabul edilmektedir.
20. yüzyılda kânun icrasının ekol yaratmış olan sanatkârları Hasan Ferit Alnar,
Vecihe Daryal ve Ahmet Yatman’dır.
Cumhuriyet dönemi Türkiye’de farklı müzik türlerinin oluştuğu bir dönem
olmuştur. Bu gelişmeler Osmanlı döneminde başlamış, Cumhuriyet döneminde de devamlılığını sürdürmüştür.
Türkiye’de çok sesli müziğin ilk ürünleri Türk halk ezgilerinin armonizasyonu
ile oluşturulmuştur. Kânun icrasında bir
ekol olarak kabul edilen ve aynı zamanda çok sesli müzik üreten bestecilerden
oluşan Türk Beşleri arasında anılan Hasan Ferit Alnar, bestelediği kânun konçertosuyla bu dönemde “geleneksel çalgı” olarak adlandırılan kânunu çok sesli
müziğe taşımıştır.
Bu süreçte gerçekleşen politik ve sosyal
gelişmelerle birlikte müzikte farklı bir
terminoloji ve farklı türler ortaya çıkmıştır. Türkiye’de geleneksel gibi çağdaş çeşitli sınıflandırmalarla tanımlanmaya başlanmış, günümüze kadar sanat müziği, halk, müziği, pop müzik, hafif müzik, arabesk müzik gibi yeni isimlendirmeler yapılmıştır. Bu türler birbirlerinden farklı gibi algılansa da birbirlerinden etkilenmişlerdir. Kânun söz konusu müzik türlerinin çoğunda tercih
edilen bir çalgı olmuştur.
A.D.: Kânunun çeşitli müzik kültürlerinde kullanımı oldukça yaygın aslında…
S.G.: Kânun Türkiye dışında Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde önem verilen ve kullanılan bir çalgıdır. Bu ülkeler
arasında Yunanistan, Ermenistan, Suriye, İran, Irak, Özbekistan, Azerbaycan,
Mısır, Lübnan, Tunus sayılabilir. Türk
kültürünün etkili olduğu Makedonya ve
Kosova’da kânuna rastlanmaktadır.
23
KÂNUN İCRASI SIRASINDA KOLLAR KÂNUNUN DİK KENARINA YAKLAŞIK 45
DERECE AÇI OLUŞTURACAK ŞEKİLDE KONUMLANMALIDIR VE KÂNUNUN
TELLERİNE TEMAS ETMEMELİDİR.
A.D.: Kânun icrasında duruş ve tutuş
pozisyonları nasıldır?
S.G.: Kânun icrasına başlanmadan önce
mutlaka doğru ve rahat bir duruş sağlanmalıdır. Kânun oturarak ve ayakta
olmak üzere iki şekilde icra edilebilir.
Kânunun oturarak icra edilmesi günümüzde daha yaygındır. Kânunun oturarak icrasında dikkat edilecek en önemli konu kânunun yere paralel olmasıdır.
Oturulan sandalyenin buna izin vermediği koşullarda ayakların yükseltilmesi
için ayaklık kullanılmalıdır. Uygun pozisyon sağlandıktan sonra kânun karın bölgesine bitişik şekilde tutulmalıdır. İcra
sırasında dik oturulmalı kânunun üzerine eğilmekten kaçınılmalıdır. Bacaklar
sadece kânunun dengesini koruyabilecek kadar açılmalıdır.
Kânunun ayakta çalınabilmesi için özel
olarak üretilen sehpalar kullanılmaktadır. Bu sehpalar kânunun duruşunu,
yükseklik ve eğim olarak istenilen şekilde ayarlanabilmesine imkân vermektedir. Bu sehpaların kullanımı kânunun alt
bölgesini açık bıraktığından sesin gürlüğünü arttırmaktadır.
24
A.D.: Mızrapların kullanımı nasıl olmalı?
S.G.: Kânun icrası ellerin işaret parmaklarına özel olarak imal edilen yüzükler
yardımıyla takılan mızraplarla gerçekleştirilir. Yüzükler yumuşak ve parmakların genişliğine göre daralıp genişleyebilen bir metalden (çelik, gümüş, altın…)
yapılabilir. Mızrapların ise “bağa” denilen malzemeden yapılması kânundan
daha nitelikli ses elde edilmesine yardımcı olur. Mızraplar parmaklara takılırken mızrabın bir ucunun parmağın ikinci
boğumuna kadar gelmesine dikkat edilmelidir. Mızrabın diğer ucu ise parmak
ucundan en fazla 1 cm dışarıda olmalıdır.
Kânun icrası sırasında kollar kânunun
dik kenarına yaklaşık 45 derece açı
oluşturacak şekilde konumlanmalıdır ve
kânunun tellerine temas etmemelidir.
Bilekler sağa ve sola doğru bükülmemeli, kolların doğrultusunda tutulmalıdır.
Mızrapların yüzeyi tellere paralel, işaret
parmakları tellere yaklaşık 45 derecelik
bir açı oluşturacak şekilde tutulmalıdır.
Bilekler ise aynı açıyla geriye doğru kaldırılmalıdır. Bu açılı tutuş mızrap vuruşu
yapan parmakların dairesel bir hareket
yaparak vuruş yapılan perdedeki tüm
telleri titreştirmesini kolaylaştıracak ve
mızrapların vuruş yapılmayan üst tellere temas etmesini engelleyecektir.
Mızrap takılmayan parmaklar çok sıkılmadan rahat bir konumda tutulmalıdır.
Parmakların çok sıkı tutulması bazı süsleme tekniklere alışmayı zorlaştırabilmektedir. Ancak bu parmakları çok yukarıya kaldırmak estetik açıdan doğru
bir görüntü oluşturmayacağı için, mızrap takılmayan parmakların işaret parmaklarının yanında toplu bir şekilde tutulması tercih edilmelidir.
A.D.: Kânun çok nazik bir enstrüman.
Kânunu nasıl muhafaza etmeliyiz?
S.G.: Ne çok soğuğa gelir, ne de çok sıcağa. kanunun altındaki deri genelde
koyun derisidir. sıcakta genleşir, soğukta büzülür ve gerilir. Bu yüzden yırtılabilir, hatta patlayabilir. Çünkü oradaki deri çok gergin bir deridir. Yerden
ısıtmalı yerde bırakmamak, kaloriferin
veya soğuk alabileceği yerin yakınına
koymamak gerekir.
Kânunlar genellikle kendilerinden de
ağır muhafazalar içinde taşınır. Bu ağır
muhafazaların dışları kalın tahta, içleri de koyun derisi olur. Bu, kânunu hem
her türlü darbeden hem de sıcaklık değişikliklerinden ve nemden korumak içindir.
A.D.: Peki, bir kişi kânun çalmayı ne
kadar sürede öğrenebilir?
S.G.: Her enstrümanda olduğu gibi
kânun çalmak da zor bir sanattır. Kolay
MANDALLAR BAKIR NİKEL KARIŞIMINDAN YAPILAN METAL PARÇALARDIR
VE SESİN TİZE VEYA PESE DOĞRU DEĞİŞTİRİLEBİLMESİ İÇİN
KULLANILIRLAR.
gibi görünür ama kânun çalmak derinleşen ve detayı fazla ve zor olan bir enstrümandır. Öğrenme sürecini üç başlıkta kategorize edebiliriz:
* Verilen dersleri algılama süreci
* Günlük verilen derslere çalışma süreci
* Daha önceden müzikle ilgili bir alt yapısının olup olmaması
Azimli ve idealist kişiler bu üç unsura
dikkat ederse, disiplinli çalışmalar sonrasında kısa sürede öğrenebilir. Fakat
sizlerin de takdir edeceği gibi öğrenme
kısmı kursiyerin algı ve işitme kabiliyeti
ile orantılı durumdur.
A.D.: Kânun çalanlar kendilerini nasıl
geliştirebilirler?
S.G.: Kânunu profesyonel derecede öğrenmek isteyen kişinin günde en az ortalama 4 saat çalışması gerekir.
A.D.: Biraz da teknik konulara değinelim isterseniz. Kânun hangi ağaçtan yapılır?
S.G.: Kânun; burguluk, mandal tahtası, ses tablası, deri bölümü olmak üzere
dört ana bölümden oluşur. Ihlamur ağacından burguluk aynı ağaçtan yapılan
iskelete eklenerek çalgının dik yamuk
şeklini oluşturur. Bu dik yamuğun; dar
açısı 30, geniş açısı 15 derecedir ve paralel kenarlarından kısa olanı 20-25 cm,
uzun olanı 95-100 cm, yüksekliği 38-40
cm uzunluğundadır. İskeletin ortasında
“balkon” adı verilen ve kânunun daya-
nıklılığını arttırmaya yarayan çıtalar bulunur. Balkonlar ladin ve köknar ağacından yapılır. Burgular kânunda tellerin sarıldığı ve bir akort anahtarı ile
çevrilerek çalgının akordunun yapılabildiği parçalardır. Burgular abanoz, kızılcık, gül, erik gibi sert ağaçlardan yapılabilirler.
Mandal tahtası, üzerinde mandalların yerleştirildiği bölümdür ve gürgen
veya ceviz gibi orta sertlikteki ağaçlardan yapılır. Mandallar bakır nikel karışımından yapılan metal parçalardır ve sesin tize veya pese doğru değiştirilebilmesi için kullanılırlar. Yükseklikleri bulunduğu perdeye göre 4.00 mm ile 7.20
mm arasında değişiklik gösterir. Mandal tahtasının burgulukla birleştiği yerde mandal tahtasının üzerinde bızgı
tahtası bulunur. Bu parça telden istenilen tonda seslerin çıkmaya başladığı bir
eşik niteliğindedir.
Ses tablası mandal tahtası ile deri arasında bulunan kısımdır. Bu kısım iskelet çeşitli ağaç kaplamalarla kapatılarak
yapılır. Böylece sesin rezonansı için bir
gövde oluşturulmuş olur. Tablası için en
iyi malzeme çınar ağacıdır. Kânunun alt
bölümü olan arkalık için kontra kullanılır. Ses tablasının üzerinde yapımcının
belirdiği yerlerde çeşitli işlemelerle yapılmış tını delikleri bulunur. Bu delikler
de rezonansı sağlamak için önemlidir.
Deri bölümü kânunun sağ tarafında
üzerinde tellerin geçtiği köprünün yer
aldığı bölümdür. Deri dört bölüm halindedir. Bu bölümde genellikle oğlak ve
balık derileri kullanılır. Deri kânunun tınısını sağlayan en önemli parçadır. Derinin üzerinde bulunan köprü kelebek
ağacından yapılır ve tellerin bu bölüme
zarar vermemesi için köprünün üzerinde ince bir abanoz şerit yer alır.
A.D.: Kânunda kaç adet tel vardır?
S.G.: Kânunda teller burgular ile deri
bölümünün sağ tarafında yer alan tel
delikleri arasına takılır. Teller kânunun
sağ tarafında yer alan bir kapağın altında düğümlenerek sabitlenir. Kânunda
her perde için üçer tel bulunmakta ve
aynı sese akort edilmektedir. Tellerden
bızgı tahtası ile köprü arasında ses alınabilir, ancak mızrap vuruş bölgesi olarak ses tablasının üzerindeki bölge kullanılır. Kânunda eski dönemlerde bağırsaktan yapılan yeller günümüzde yerini özel olarak bu çalgı için imal edilen
naylon tellere bırakmıştır. Tel kalınlıkları 0.60 mm ile 1.36 mm arasında değişiklik göstermektedir.
A.D.: Bu güzel sohbet için teşekkür
ederiz hocam.
S.G.: Ben teşekkür ederim. Umarım
kânun çalgısına ilgi duyanlar için verimli bir sohbet olmuştur.
Röportaj: Aydoğan Yüce
25
YAZIYI DİLE GETİREN SANAT
kaligrafı
ARAP ALFABESİYLE İCRA EDİLEN HAT SANATININ, LATİN ALFABESİYLE
YAPILAN FARKLI BİR VERSİYONU OLAN KALİGRAFİ SANATI, ÖZELLİKLE
AMERİKA, İNGİLTERE VE AVUSTRALYA GİBİ ÜLKELERDE FAZLASIYLA DEĞER
GÖRÜYOR. BU YÜZDEN O ÜLKELERDEKİ OKULLARIN GRAFİK BÖLÜMLERİNDE
KALİGRAFİ KURSU ZORUNLU DERS OLARAK VERİLİYOR. AYNI ZAMANDA
ORADA, BU ALANDA EĞİTİM ALMAK İSTEYEN FAZLA SAYIDA KİŞİ İÇİN
SERTİFİKALI BİRÇOK KURS DA BULUNUYOR. ÜLKEMİZDE İSE KALİGRAFİ
SANATSAL ANLAMDA YETERLİ DEĞERİ GÖRMÜYOR. BİZ DE BU SAYIMIZDA
ÇOCUKLUĞUNDAN İTİBAREN GÖNLÜNÜ KALİGRAFİ SANATINA KAPTIRIP
BU ALANA YILLARINI VEREN VE KALİGRAFİNİN ÜLKEMİZDE DE SANATSAL
MANADA KABUL GÖRMESİNİ ÇOK DERİNDEN ARZULAYAN SERDAR KİPDEMİR
İLE GÖRÜŞTÜK. KENDİSİ BİZE KALİGRAFİ SANATINA DAİR TÜM İNCELİKLERİ
ANLATTI.
26
ÇANAKKALE DESTANINI GECE GÜNDÜZ UĞRAŞARAK BİR HAFTAYI AŞKIN BİR
SÜREDE, YUNUS EMRE’NİN ESERİNİ İKİ HAFTAYI AŞKIN BİR SÜREDE YAZDI.
AileDostu: Serdar Bey kaligrafi sanatıyla nasıl tanıştınız?
Serdar Kipdemir: 1980 yılında makine - resim bölümü öğrenciliğine başladığım sırada güzel yazıya merakım vardı. Malumunuz, o dönemlerde internet
olmadığı için sadece mevcut çevremizde gördüğümüz kitap, dergi veya mağaza tabelalarının yazılarını taklit etmek suretiyle bu işi sevmeye başladım.
Daha sonra makine-resim bölümünde
okurken norm yazımız vardır, 75 derece eğik yazı. Siz bunu kurşun kalemle yazarsınız. Yapmış olduğunuz teknik
resimlerin yazılarını hep elle yazıyorsunuz. Bu bende bitmek tükenmek bilmeyen bir yazı sevdasına dönüştü. Ben kaligrafi sanatına, adının kaligrafi olduğunu bilmeden başladım. Kur’an kursu ve
lise yıllarında kendimdeki bu yetenekleri keşfettim. Lise sonunda, birçok erkek çocuğu gibi üniforma hevesim olduğundan, İzmir Narlıdere’deki askeri
lise sınavlarına girerek orayı kazandım.
Bir yılın sonunda da astsubay olarak
atanıp görevime başladım. O dönemde
de malumunuz bizler mektup döneminin çocuklarıyız. Teknik atölyelerimizde olsun veya askerlerimizle olan temasımızda olsun, bizler hep yazıyla iç içe
olduk. Yazı yazmadan ne memleketinizden para isteyebiliyordunuz, ne eşinizle mektuplaşabiliyordunuz ne de haberleşme imkânınız vardı. O dönem bizim el yazımızla beraber birlikte Silahlı Kuvvetler’de çalıştığımız komutanlarımızın dosya hazırlıkları, tabela hazırlıkları, hep kendi elimizle kesip hazırlamamız gerekiyordu. Bir “b” harfini pergel-
le yazmanız, çizmeniz gerekiyordu. Biz
hep yazıyla büyüyen bir mevzunun içinde yoğrulduk. Böylelikle her yıl üstüne
koya koya tabi kendinizdeki gelişimi de
fark ediyorsunuz. Yazı, yazdıkça kıvam
buluyor. İlerleyen yıllarda bu durum el
sanatına dönüştü. Silahlı Kuvvetler’de
görev yaptığımız süre içerisinde sancak
devir teslim törenlerini, kokteylleri, VIP
davetiyelerini hep görev olarak yazdık
fakat hep severek yaptık biz bunları.
Emekli olunca da bu işi profesyonel olarak yapmaya gönüllendim.
A.D.: Kaligrafi nedir?
S.D.: Kaligrafi; kelimenin kökeni Yunanca “kallos” (güzel) ve “graphos” (yazı)
kelimelerinin birleşmesi ile türemiştir.
Her milletin kendi alfabesini kullanarak
belli kurallar, kaideler ve disiplin çerçevesinde kendi özgün yorumlarını da katarak ifade ettiği çalışmalara güzel yazı
yazma sanatı diyebiliriz.
Kaligrafi; harflerin ve diğer tüm işaretlerin serbest veya tasarımlanmış kompozisyon uygulamalarında çok değişik
malzeme kullanımlarının da avantajıyla
kişisel tavrın öne çıktığı, çizgisel uyum
ve anlam içeren, formlarda estetiğe sahip olgularıyla sanatla bütünleştiği yerde durur.
Elin işlekliği ile yazıp çizmek ve çizilenlerden soyut ve somut formlar oluşturmak, özellikle de hızlı yazıp çizmek ka-
27
küçük bir kâğıt, küçük bir masa kullanılarak bu yazı yazılabilir. Öğretilebilir
bir sanat. Ama sabır gösteren insan sayısı çok az. Bugün bir tiyatro bölümünden, sinema bölümünden, resim bölümünden mezun olan öğrenciyi düşünün.
Tüm teknikleri öğreniyor ama resim yapamıyor, sinema yapamıyor, oyuncu
olamıyor. Yazı da öyle. Öğrenci gelecek
ama sebat edecek. Bizim geleneksel hatamız şu; bizlerin diğer geleneksel sanatlarımızda olduğu gibi usta-çırak ilişkisi yok. İnşallah bu oturursa, o teslimiyet başlarsa öğrenci de bu işi başarır.
Şu anda piyasada herkes ben yapıyorum diyor. Basite alınıyor. Tabağa yazı
yazanlarla karıştırıyorlar bizi.
RUH VE AKIL ELLERİ, ELLER DE KALEMİ YÖNETİR.
ligrafinin sevdiği tarzdır. Yazı karekterleri farklı yüzeyler üstüne bu yöntem ile
çizildiğinde kişiselleşir, yani kişinin ruh
haline ve tavrına göre biçimlenip özgünlük kazanırlar. Her türlü yazı karekterleri yetenekli ellerde kaligrafinin elemanı olarak kullanılarak işlevselleştirilebilir. Buna bağlı olarak kişisel ve özgün sınırsız sayıda görsel sanatsal çalışmalara ulaşılabilir.
Sivri uçlu tüy veya çelik kalem enli kamış kalemle kıyaslandığında elin davranışına, akıcı ve estetik çekişlere çok
daha fazla olanak tanır. Kaligrafi, öncelikle yoğun süslemeli ve dekoratif bir
işlevi üstlenmesine karşın söz konusu
yazı olduğunda, kaligrafik çizgi çekişleri
ile harf ve işaretlere ne kadar farklı biçim verilirse verilsin okunaklığın da korunması gereklidir. Bu nedenledir ki, yazının her türlü yüzey üstündeki uygulanabilirlik durumlarında okunabilir olması onun değişmez kaderidir.
28
A.D.: Yazı yazarken neler hissediyorsunuz?
S.D.: Yazı yazarken bir sanatkâr, yazdığı yazıya ruhunu üfler. Yazıyı canlandırır. İçindeki o deryaları, coşkuları, harflere yansıtır. O harflerin kişinin kendi
karakterince kurallar içerisinde kuralsız
kalmasıdır. Yani sanat kuralları içerisinde kuralsızlıktır. Eğer siz kurallar içinde kuralsız çalışmazsanız, sadece yapılanı öğrenmiş olursunuz. “Kaligrafi kuralsız” diyorlar, biz buna asla katılmıyoruz. Kaligrafi, keskin kuralları olan, ritmi
olan, aritmetiği olan, matematiği olan,
tasarımı olan, mimarisi olan bir sanattır. Malumunuz, Türkiye’de font’u olan
bir Türk önderimiz yok. Şu anda bilgisa-
yarda yüz bin çeşit font olmasına rağmen, bizim bir tane Türk font’umuz yok.
Onları zaten Avrupa’daki sanatçılar tasarlıyorlar. Bu işin Avrupa’daki görüntüsü Türkiye’de maalesef yok. Çok basite indirgenmiş. Bizler, bu kurallar içerisinde kuralsız çalışarak kendi içimizden gelen duygu ve düşünceleri, sanatsal birikimimizi burada kâğıda aktarıyoruz. Kâğıda aktarırken de kendinizle
özdeşleşmiş, içinizde ifade edemediğiniz duyguları harflerin kuyruklarına, dönüşlerine, uzantılarına veya tasarımlarına aktararak kendinizi ifade ediyorsunuz. Ben çok mutlu oluyorum, kendimden geçiyorum. Kaligrafisiz bir yaşam
ben düşünemiyorum.
A.D.: Kaligrafi sizin için ne ifade ediyor?
S.D.: Kaligrafi kendi kültürümün, kendi dilimin, kendi alfabemin kendi ellerimizle yoğrulması ancak kurallara bağlı
kalarak, kişinin kendi karakteriyle bağlı olarak gelişmesi, doğala dönüşmesidir. Bizler aynı zamanda sanatlaşmaya çalışan, didinen bir alfabeye öncülük etmek istiyoruz. Bu alfabeyi güçlendirip sanatsal bir hale getirmeye çalışıyoruz. Kaligrafi’ye Kültür Bakanlığımız
sanat gözüyle bakmıyor. İnşallah biz bunun öncüleri olacağız.
A.D.: Kaligrafi için yetenek şart mıdır?
S.D.: Kaligrafiyi isteyen herkes öğrenebilir. Fakat benim kaligrafiyi öğrenmek
isteyen kişiye söylediğim şu: Sabır göstereceksiniz, sebat göstereceksiniz, titiz olacaksınız, tertipli olacaksınız, düzenli olacaksınız ki zaten yazı yazıyoruz,
bunu belli kurallarla, kaidelerle kullanıp,
A.D.: Kaligrafi için hangi malzemeler
gerekiyor? Maliyeti yüksek midir?
S.D.: Düşük maliyetlidir. İki kurşun kalemi yan yana lastiklemek suretiyle kaligrafiye başlatıyoruz. İki kurşun kalem,
bir kâğıt bir de yazı yazmak için bir alan
gerekli.
Ülkemizde kaligrafi sanatının kültürel
manada, sanatsal bazda kendi Başbakanlığımızın, kendi Kültür Bakanlığımızın bünyesinde sanat dalı olması için çalışmalarımızı hızla sürdürüyoruz. Yeni
yetişen nesil de kurslar vasıtasıyla ulaşıyor fakat vatandaşımız da bilinçlendiği takdirde kaligrafi sanatı şu andakinden daha ileri bir boyuta gelecek. Son
3-4 yıldır zaten büyük bir ivmeyle artarak devam ediyordu. İnşallah Türkiye’de
ilerleyen yıllarda çok güzel sesler getireceğimize inanıyorum.
A.D.: Kaligrafi sanatı ile neler yapabiliriz?
S.D.: Öncelikle kaligrafi sanatını öğrenerek günlük hayatımızdaki el yazılarımızı düzeltebiliriz. 21’nci asra adım attığımız şu yıllarda insanların el yazıları
maalesef çok kötüye gitmekte. Çünkü
bilgisayar dünyasının bizi tembelleştirmesinden ötürü el yazısı pratiğine gereken önemi veremiyor ve bu konuya pek
fazla zaman ayıramıyoruz.
Kaligrafi çok pratik yapmakla öğrenilebilecek bir sanattır… Ne kadar fazla
uygulama yaparsanız kaligrafide o kadar başarılı olursunuz. Bu uygulamaları yaptığımız zaman doğal olarak çalışmalarımız günlük hayatımızdaki el yazılarımıza ve imla kurallarımıza da yansıyacaktır.
Kaligrafi insanlar için eşsiz bir hobidir.
Bu sanat ile keşfetmenin sınırlarını zor-
layacak ve inanılmaz güzel eserlerin altına imzanızı atacaksınız. Yapmanız gereken tek şey hayal etmek ve bu hayalinizi kaleminizle kağıt üzerine dökmeniz
olacaktır.
Sevdiklerimize hediye vermek bizleri çok mutlu kılar. Eğer bu hediyeyi el
emeğimiz ile hazırlarsak bu daha da bir
önem ve anlam kazanır. Hazırlamış olduğumuz hediyeleri kaligrafi sanatı ile
süsleyerek onları daha da dekoratif hale
getirebiliriz.
A.D.: Kaligrafi sanatının dünyadaki
yeri ve önemi?
S.D.: Kaligrafi sanatı yurt dışında bilhassa Amerika, İngiltere ve Avustralya’da
büyük ilgi görmektedir. Bu ülkelerde
kaligrafi sanatına gereken değer verilmiş ve olağanüstü bir alt yapı oluşturulmuştur. Amerika’da birçok üniversitenin grafik tasarım bölümlerinde kaligrafi dersleri okutulmaktadır. Ayrıca her
eyalette onlarca özel kaligrafi okulları
bulunmaktadır. Bu okullar ve üniversiteler her yıl seminerler, geleneksel yarışma ve sergiler düzenlemektedirler.
Yurt dışında kaligrafi sanatı en az resim sanatı kadar ilgi görmektedir. 7’den
77’ye birçok insanın hobileri arasında
yer almaktadır. Kaligrafinin çok fazla
ilgi görmesinden kaynaklanan bir ticaret alanı da doğmuştur. Örneğin; davetiye, kartpostal, logo vb. tasarımlar kaligraflar tarafından yapılmaktadır. Ayrıca bu sanat oldukça geniş bir istihdam
alanı oluşturmuştur.
Teknolojinin en ileri düzeyde olmasına
rağmen yurt dışında birçok insanın sanata ve sanatçıya duyduğu ilgi ve saygıdan dolayı işlerini kaligraflara yaptırmaktan oldukça büyük onur ve haz duyuyorlar. Amerika’da gelenek haline gelen davetiye zarflarının yazıları kaligraflar tarafından yazılmaktadır.
A.D.: Ülkemizdeki durum nedir?
S.D.: Ülkemizde kaligrafi sanatı bilhassa batı kaligrafisi çok iyi bilinmemektedir. Bunun temelinde yatan neden
Türkiye’de kaligrafi sanatı eğitiminin olmamasıdır. Yurt dışında kaligrafi eğitimine gösterilen hassasiyetin ülkemizdeki eğitim kurumlarında da olması gerekir. Üniversitelerimizin güzel sanatlar fakültelerinin grafik tasarım bölümlerinde kaligrafi dersinin okutulmasında
çok büyük fayda olacaktır. Zira bir tasarımcının en özgür ve sınırsızca kullandığı yegâne araç kalemdir...
Türkiye’de kaligrafiye gönül vermiş ve
bu sanat çerçevesinde kendisini çok iyi
yetiştirmiş değerli hocalarımız var ancak herhangi bir yerden destek almadan kendi imkânları ile sanatsal çalışmalarına devam etmektedirler.
A.D.:
Kaligrafi
ustaları
“ahar
kâğıtlarını” kullanır. Bu kâğıtlar nasıl
hazırlanır?
S.D.: Kaligrafi ustalarının kullandığı kâğıtlar hazır tercih edilebilirken bu
işi sanatsal manada yapmak isteyenler
kullandıkları kâğıtları tıpkı hattat üstatları gibi kendileri hazırlayabiliyor. Evde
biriken çay artıkları bir kapta biriktiriliyor. Kullanılacak herhangi boyuttaki bir
kâğıt bu kabın içine yatırılıyor. İki gün
sonra kâğıt kendi rengini alıyor. Çıkarılan kâğıt kurutulduktan sonra yumurta
ve nişasta karışımı bir fırça yardımıyla
kâğıda sıvama yapılıyor. O da kuruduktan sonra üstüne sabun tozu sürülüyor.
En son tebeşir tozu sürülerek kâğıt yazılacak hale geliyor. İstenirse farklı bir
renk elde etmek için sabun kabuğu, lahana gibi renk veren şeyler kaynatılarak bunların teknesine de yatırılabiliyor.
Bu kâğıtlar ne kadar çok bekletilirse yazımı o kadar güzel oluyor. Hattatlar arasında bunu iki yıl bekletenler bile oluyor.
A.D.: Sertifika için İngiltere’ye başvurdunuz. Neden?
S.D.: Dünyadaki tüm hattatlar nasıl ki
icazet almak için İstanbul tezgâhından
geçmek zorundaysa ben de tek çare
olarak bu işin kaynağı olan batıya yönelmeye karar verdim. Çünkü ülkemizde bu alanda sertifika veren bir yer yok.
Bu yüzden İngiltere’deki bir kursa müracaat ettim. Orada her bir alfabenin sertifikası ayrı ayrı veriliyor. Prosedür gereği onların istedikleri belgeleri yazıp sırayla kargo ediyorum. Yazdığım yazıda
eksiklikler varsa onları tekrar düzeltmemi istiyor. Gerekenleri yaptıktan sonra
tekrar gönderiyorum. Kaligrafi sanatına dair 10-12 civarı yazı karakterine ait
sertifikayı almayı düşünüyorum. Bundaki maksadım ise bu sanatı belgelendirip,
belli bir seviyeye geldiğimi gerekli mercilere göstererek her önüne gelenin kaligrafi ustasıyım demesini önleyerek bu
işin sanatsal değerini yükseltmek. Sertifikalarımla Kültür Bakanlığı’na müracaat ederek bu alanın sanatsal yönüne
dair devlet eliyle çalışmalar yapılsın istiyorum.
A.D.: Serdar Bey bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
S.D.: Ben teşekkür ederim.
29
GAYE
TURGUT
“AĞLAMAYA DEVAM…”
STAR TV’DE “BENİ
AFFET” DİZİSİNDE
CANLANDIRDIĞI
“BAHAR” KARAKTERİ İLE
DİZİNİN ÖNE ÇIKAN İSMİ
OLAN GAYE TURGUT,
“BAHAR KARAKTERİ
GERÇEKTEN SÜREKLİ
AĞLIYOR. NORMAL
HAYATTA İNSAN BU
KADAR KÖTÜ OLAYLAR
KARŞISINDA DİK
DURAMAZ” DİYOR.
KÂNUN ÜSTADI BİR
DEDENİN TORUNU
OLAN GAYE TURGUT’LA
BİLİNMEYEN YÖNLERİNİ,
BAHAR’I VE DİZİYİ
KONUŞTUK.
30
AileDostu: Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz? Nasıl bir çocuktu Gaye Turgut?
Gaye Turgut: Aslında tam el bebek gül
bebek bir çocuktum. Hem ilk torundum
hem de bir ailenin tek çocuğuyum. Kardeşim de yok. Çok zıpır zıpır bir çocuktum. Sürekli oynama zıplama eğilimim
vardı zaten. Anaokulunda ilk bale ile sanat kısmı birazcık başladı. Ailenin de tek
çocuğu olduğum için herkes kolunuz-
dan tutup sizi bir yere götürmeye çalışıyor. Babam sporcu olmamı istedi. Dedem zaten kânun üstadı. O enstrüman
çalmamı istedi. Kânun hediye etti. Yani
herkes bir şey istedi. Derslerim de iyiydi. Hocalarım bu uğraşlarımın hobi olarak kalmasını ama adam akıllı bir mesleğimin olmasını istediler. İşte “Bir eczacı olsun da diplomasını alsın”. Vardır ya
düz mantık. Sonra baktılar ki benim için
hobi değil sürekli istediğim bir şey. Kon-
servatuarı denedim oldu. Çocukluğumda da hep istiyormuşum yani.
A.D.: Okul döneminde de tiyatro alanında oldukça aktif bir çocukmuşsunuz. Hatta “Bayrağımızın Gölgesinde” adlı oyunla MEB Başarı Ödülü’nü
almışsınız. Peki, bu dönemde olmayı düşündüğünüz farklı bir meslek var
mıydı? Yoksa sahne tozunu yuttuğunuz anda başka bir meslek düşünme-
istediğim bir şeydi zaten. Ailem de destek oldu bana her zaman. İlk belediyenin kursuna gittim. Dedem beni kânun
kursuna gönderdi. Dedemin arkadaşıydı kânun hocası. Ama ben oradan kaçıp
tiyatro kursuna gittim ve hoca de hiçbir şey söylemedi. Çok sonraları benim
kânun kursuna gitmediğim anlaşıldı.
Ama çok sıkılıyordum. O zamanlar ben
tiyatrocu olacağım diye bir hedef koymadım, sadece sevdiğim için kaçıp gidiyordum. Çocukluk duyguları ile yapıyordum. Ama iyi ki de yönlenmişim.
En büyük tutkum: Eşim.
En büyük korkum: Sevdiklerimin benden
önce ölmesi. Allah sıralı ölüm versin ama.
En büyük hayalim: Yıllar sonra çocuklarıma da
torunlarıma da gösterebileceğim güzel bir
projede yer almak.
En tahammül edemediğim: Birinin bir
konuda bir şey bilmediği halde biliyormuş
gibi ahkâm kesmesi.
En iyi alışkanlığım: Ailemi, dostlarımı,
arkadaşlarımı hem normalde hem de özel
günlerde mutlaka arar sorarım.
Hayırsız değilimdir yani.
Bir de hayatımı bir denge içinde
yürütebiliyorum. Hayatımdaki
denge de en iyi alışkanlığım
olarak düşünülebilir.
diniz mi? Nasıl yönlendirildiniz? Ailenizin size karşı tavrı nasıldı?
G. T.: Evet, 75. Yıl kutlamalarıydı. İlk
ödülümü o zaman aldım yani. Zaten
okulun tiyatro kulübündeydim. O oyunu
birkaç yerde oynadık. Milli Eğitim plaket
gönderdi ve onlar da “Bu kızı konservatuara alalım. Oyunculuk bölümüne alalım, okul hayatı böyle devam etsin” dediler. O çok ince bir çizgiydi. Belki o za-
mandan yol almış olurdum ama şans.
Hocalar ve ailem de “Okula devam etsin, biz onu Milli Eğitim’in kurslarına
göndeririz” dediler. Okulu bırakmadım.
Ama çok istiyordum tiyatroyu. Mesela
oyunlara falan giderdik. Ailem bu konuda çok çekmiştir benden. Eve geliyoruz
canlandırıyorum, esir alıp onları izletiyorum kendimi. Alkışlattırıyorum zorla. “Hadi çok güzel oldu demi, hadi alkışlayın beni” derdim. Yani tiyatro hep
A.D.: Özellikle deniz kenarında yaşayanlar hele de İstanbul’u bilenler
Ankara’yı pek sevmezler ve alışamazlar da. Siz alışabildiniz mi Ankara’ya?
Çekim dışında nasıl vakit geçiriyorsunuz? Nerelere gidiyorsunuz?
G. T.: İlk önce şunu belirteyim, ben
bu dizi işini kabul ettiğimde bu işin
Ankara’da olduğunu bilmiyordum. O zaman TRT’de “Yamak Ahmet” dizisi devam ediyordu. O devam ederken benim
tiyatrodan bir hocam “Kızım böyle bir
dizi işi var” dedi. Ama ben İstanbul dışında başka hiçbir şehirde çalışmadım o
zamana kadar ve hiç şehir dışı düşünmedim. Konservatuarı da İstanbul’da
okudum. O söyleyince “Tamam ben giderim görüşmeye” dedim. Bana adresi de verdi. Ama hiç aklıma gelmedi işin
şehir dışında olacağı kimse bana da söylemiyor Ankara diye. Görüşmenin yapılacağı gün bir baktım Çankaya yazıyor.
Babam “Kızım nereye gidiyorsun, hayırdır” dedi. Aradım, gelemeyeceğimi
söyledim. Hatta bu konu üzerine bayağı bir espri döndü. Neyse sonra geldim
ama günlük iş çekmenin yoğunluk temposuna o kadar alışmamıştım. Sürekli
repolarda uçağa biniyorum ya da arabayla İstanbul’a gidiyorum, deniz havası alıp geliyordum ama daha sonra baktım olacak gibi değil. Yoğun tempoyla
çok zor oldu benim için. Ama denizsiz
bir şehir de gerçekten zor oldu benim
için. Doğma büyüme İstanbulluyum. Hiç
denizden uzak kalmadım. Yurt dışına da
gittim ama orada da yine deniz kenarı
vardı. Bir şekilde idare ediyordu. Burada şimdi göller var. Mesela ilk geldiğimde Ahlatlıbel’e gidip etrafa deniz görecekmişim gibi bakıyordum. Ankara’ya
da çok gelip gitmemiştim daha önce.
Ama artık diyorum ki. “Eşimin adı Deniz. Artık hep deniz kenarındayım”. Vardır Allah’ın bir hikmeti. Mühye Köyü’nde
binicilik, at eğitim merkezleri var. Eşim
de iyi at biniyor. Ben de biniyordum eskiden. Şimdi yine gidiyorum at binmeye.
Okçuluk merkezi var yine. Oraya şim-
31
di başlayacağım. Çünkü bir oyuncunun
cebinde ne kadar çok enstrüman olursa iyi olur. Bir de şu dönemde dizilerde
ne yapılacağı belli olmuyor. Dönem işleri, fetih filmleri gibi projelerde yararlı olur. Bunun dışında dansa tekrar başlamak istiyorum. Bunun dışında geçen
gün Mogan’a pikniğe gittik. Göl kenarlarında deniz etkisi yaratmaya çalışıyorum. Ya da Safranbolu gibi yakın yerlere kaçmaya çalışıyoruz.
32
A.D.: Haftalık yayınlanan dizi çekimlerinde bile oyuncular ve set ekibi yoğun çalışma temposunun zorluğundan
bahsederler. Sizinki ise günlük yayınlanan bir dizi. Temponuz oldukça yoğun mu? İş ile özel hayatı nasıl dengeliyorsunuz?
G. T.: Bu çok enteresan bir denge. Bana
hep sorarlardı “boş zamanlarınızda ne
yapıyorsunuz” diye. Boş zamanın gerçekten olmuyor. Bir gün repo günümüz
var. Onu da gerçekten uyumak için kullanıyorum. Normalde belki bir sinema-
ya gidersiniz, bir yerlere gidersiniz ama
Gaye sadece pijamalı bir şeklide geçiriyor repo günlerini. 3 yıl oldu dizi başlayalı ve zaman zaman soruyorum “Önceden boş zamanımda ne yapıyormuşum” diye. Biz çok erken başlıyoruz çekimlere ve bazen gece yarıları bitiyor.
Ama aile gibiyiz zaten. Sete komşuya
oturmaya gidiyor gibi geliyorum. Her
şeyiniz, hayatınız burası oluyor belli bir
zaman sonra. Daha çok Gaye’nin değil
de Bahar’ın hayatını yaşamaya başlıyorsunuz. Günüm işte öyle. Eve gidiyorum,
ezbere bakıyorum, yemek için ne var ne
yok onları düşünüyorum.
A.D.: Ankara’da çekimleri yapılan ve
günlük yayınlanan diziler genellikle
uzun soluklu oluyor. Sizin kariyer planınız nedir? Bitene kadar devam mı
yoksa daha ileriki dönemlerde farklı projelerde yer almayı planlıyor musunuz?
G. T.: Aslında bu çok ince bir çizgi. 3 yıl
oldu dizi başlayalı ve bu kadar süreceği-
ni düşünmüyordum. İstanbul piyasasına
hâkim olduğum için Ankara’ya ait pek
bir fikrim yoktu. Menajerim her sene soruyor “Devam edecek misin” diye. “Başka projelere geçeceksen ona göre bildirmemiz gerekir” diyor. Ama öyle bir şey
ki çocuğunuz gibi bir şey bu. Yani bırakırsanız ihanet etmiş gibi hissederim.
Bahar karakterini şimdi ben bırakıp gitsem, öldürsünler diyelim beni ya da yerime birisi gelsin, ben o kadar kötü hissederim ki, çünkü duygusal bir bağ kurmuşum 3 yıl içerisinde. Gaye’den çok
onun hayatını yaşamışım. O yüzden kıyamam herhalde. O yüzden dilerim kıvamında ilerlesin dizi, çok yaşlanmadan başka projelerde yer alacaksam sürem olsun yani. Ne Bahar’ı, ne ekibi yarı
yolda bırakamam. Aile gibi olduk. Hele
yerime bir başkası gelirse izlerken ben
orada mide fesadı, kalp krizi falan geçiririm.
A.D.: Sizin eğitimci yönünüz de var.
Ama eğitim verdiğiniz mekân biraz
ANLADIM Kİ
HAYATTA HER
ŞEYİN BİR
NEDENİ VAR.
VE HERKESİN
BAŞINA HER ŞEY
GELEBİLİR.
farklı. Cezaevlerinde tiyatro eğitimi
veriyorsunuz. O dünyanın içine girmek nasıl bir duygu? Nasıl karar verdiniz? Başlamadan önce tereddütleriniz oldu mu hiç?
G. T.: Hani hayatınızda bazı şeyler vardır sizi siz yapan ya da değiştiren dönüm noktaları. Benim hayatımdaki en
büyük dönüm noktalarından biriydi gerçekten. Hiçbir zaman bencil ya da insanları anlamayan biri olmadım. Ama
yaşamak çok farklı. Uzaktan ne olursa
olsun gözlemlemek de çok farklı. Benim
menajerime geldi bu iş ve bana dedi ki
“Gaye böyle bir iş var ve erkekler koğuşu, eğitmenlik işi ve bir oyun koymak
istiyorlar. Yardımcı olur musun?”. “Tamam, olurum” dedim ama ben cezaevini ziyarete bile gitmemişim, kapısından
bile geçmemişim şimdiye kadar. “Allah kurtarsın” deyip geçen bir insandım. Belki de önyargılıydım nasıl böyle bir şeyi yapar diye. Annemlere söyledim onlar da tamam tiyatro, gözlem, içselleştirme önemli ama o kadar da değil dediler. Çünkü herkesin aklına orada
seni şişlerler, bayansın ters bir şey olur
dediler. “Yok” dedim ben. “Bu işi yapmak istiyorum” dedim ve başladım. 1,5
yıl cezaevinde çalıştım. O dönem oyunlarım da vardı. Onları da ona göre ayarladım. Sabahtan akşama kadar cezaevindeydim. O süre o kadar değiştim
ki. Her gün ben oradan çıkıyorum onlar orada kalıyor. Özgürlük kavramı,
her şeyin bir nedeni vardır kavramlarını düşünmeye başladım. Şunu anladım,
bir kere tamam o insanlar bir şey yapmışlar ve o yaptıkları suçun karşılığında
oraya cezalarını çekmeye gitmişler. Bizlerin ayrıca onlara bir ceza yüklememiz,
onları etiketlememiz, o bu gibi kavramlarla ötekileştirmemiz çok yanlış. Onlar zaten farkındalar. Gerçekten pişman
olanlar var ve sistemin bazı öyle yanları var ki mesela kız kaçıranla tecavüz
eden aynı koğuşta. Kız kaçıran sevmiş
kaçırmış. Mesela çay ocağındaki çocuk.
“Abla sevdim kaçırdım. Şimdi olsa yapar mıyım” diyor. Kimi çocuğunun okul
borcu için yanlış yollara girmiş. Yani
anladım ki hayatta her şeyin bir nedeni var. Ve herkesin başına her şey gelebilir. Yolda giderken biri çıkar karşınıza
vurup ölümüne neden olursunuz. Cinayetten içeri girersiniz yıllarca kalırsınız.
Yani ben kendi adıma daha dikkatli olmayı öğrendim.
A.D.: İlerisi için sinema ya da tiyatroya yönelik çalışmalarınız var mı?
G. T.: Aslında vardı ama olmadı. Hatta
film şimdi Altın Portakal’da da ödül aldı.
Hem çok sevindim hem de bir tarafım
buruk kaldı. Ben oynayacaktım aslında.
Şöyle bir şey var, dizimiz günlük bir iş
olduğu için ancak yaz döneminde iki-iki
buçuk aylık dönemde çekilmesi gerekiyor. Onlar da mutlaka ya bir Doğu ya da
başka bir şehirde çekiliyor ya da kış dönemine gelen çekimleri oluyor. Ben de
böyle olunca kimseye boşum diyemiyorum. Buraya zaten tarih veremem, çok
mağdur durumda kalırlar. Her sahnede
33
BAHAR KARAKTERİ
GERÇEKTEN
SÜREKLİ AĞLIYOR.
NORMAL HAYATTA
İNSAN BU KADAR
KÖTÜ OLAYLAR
KARŞISINDA DİK
DURAMAZ.
varım hemen hemen. Anlaşmam gereği
de önceliği buraya vermem gerekiyor.
Tiyatroyu bırakmamın nedeni de buydu.
A.D.: Örnek aldığınız oyuncular var
mı? Sizin kuşaktan beğendiğiniz isimler kimler?
G. T.: Ben çok özel hocalarla çalıştığım
için kendimi şanslı buluyorum. Ama şöyle söyleyeyim, kimseye kolay kolay kötü
demem. En kötüsünden bile alacak bir
şey bulurum. Şu anda ise dizide beraber
oynadığımız Zeynep Yasa’yı çok dikkatli
takip ediyorum. Devlet tiyatrosu sanatçısı zaten. Bir insan aynı replikle, aynı
hareketle ve aynı ağlama ile defalarca
tekrar yapabilir mi? Gerçekten Zeynep
Yasa’yı çok başarılı buluyorum. Onun
sahnelerini hayranlıkla izliyorum. Onun
dışında eşim mesela, gerçekten eşim
diye söylemiyorum ama onun özellikle
aksiyon sahneleri çok iyidir. Aksiyon ya
da beden dili de zor kavramdır. Onlara
dikkat ederek takip ediyorum.
34
A.D.: Canlandırdığınız Bahar karakteri sürekli ağlamasına rağmen hayata karşı aynı zamanda sert bir duruş sergiliyor. Ayrıca ciddi ve kuralları olan bir karakter. Siz gerçek hayat nasıl bir karaktersiniz? Benzeşen
yönleriniz var mı?
G. T.: Bahar karakteri gerçekten sürekli ağlıyor. Normal hayatta insan bu kadar kötü olaylar karşısında dik duramaz.
Ben ağlarım bir de baygınlık geçiririm,
beni kimse toparlayamaz. Şu anda delirmiş olmam gerekir. Bahar bayağı güçlü bir karakter. Başına gelmeyen kalma-
dı dizide. Ailenin zaten sağlam bir tarafı
yok. Hepsi bir yerde. O yüzden ağlamasına hiç kızmamak ya da yadırgamamak
gerekir. Bahar, sürekli hatıralara dalan
ve mutlu anlarını düşünen bir karakter.
Maddelere anlam yükleyen ve bunlardan mutluluk çıkaran biri. Yani, çocuk
ruhunu kaybetmeyen biri. Ben de çocukluk yanımı kaybetmemeye çalışıyorum.
A.D.: Biraz da özel hayata girelim isterseniz. Dizide abinizi canlandıran
Deniz Evin ile gerçek hayatta evlendiniz. Bu ilişki bir set aşkı olarak mı
doğdu, yoksa öncesi var mıydı?
G. T.: Tamamıyla set aşkı. Ankara’da
deniz yok ya. Geldi, “Ben Deniz” dedi.
Geldi, tanıştık zaten çok kısa bir dönem
arkadaşlığımız oldu. Bir anda sözlendik,
nişanlandık. Aileler birbirini çok sevdi,
her şey çok hızlı gelişti. Bazen soruyorlar çok ani oldu diye ama çok muyluyum
şu anda. Aynı sektörde olduğumuz için
ve birbirimizi desteklediğimiz için şu an
her şey daha da yolunda gidiyor. Bir de
büyük konuşmamak gerekiyor. Ben hep
“İlk görüşte aşk olur mu?” derdim. Bir
de “Ben kariyerime bakacağım” derdim.
Ankara’ya da öyle geldim. “Baba, ben
daha çocuk gibi hissediyorum kendimi,
daha hayatta evlenmem” diye zıp zıp
ortalarda gezinen bir tiptim. Bir geldim
adama âşık oldum dedim. İkinci gün evleneceğim dedim. Babam “Ankara seni
bayağı değiştirmiş kızım” dedi.
A.D.: Dizide yeni anne oldunuz ve hamilelik dönemi bayağı stresli ve zor
geçti sizin için. Gerçek hayatta da
anne olmayı düşünüyor musunuz?
G. T.: Şu anda düşünmüyoruz diyeceğim, yine büyük mü konuşacağım? En
iyisi hayırlısı diyeyim. Zaten dizide daha
yeni doğum yaptım. Senaryo gereği şu
an hamile kalamam. Zaten bu kadar yoğun tempoda bebeği de burada büyütmem gerekir. Ailem de İstanbul’da. Bir
de çocuğu belli bir dönem annesinin büyütmesi gerektiğini düşünüyorum. O
yüzden şu an için zor. Ama şu anda dizide oğlumu canlandıran bebeğe sarıldıkça farklı duygulara bürünüyorum.
A.D.: Bir röportajınızda yemek yemeği çok sevdiğinizi söylemişsiniz. Hatta biraz da kilolu bir ergenlik dönemi
geçirmişsiniz. Peki, mutfakla aranız
nasıl? En iyi yaptığınız yemek nedir?
G. T.: Yemek yapmayı biliyorum artık
ama eşim de iyi yemek yapıyor. Ben de
yeni yeni mutfağa girmeye başladım.
Eskiden yapardım ama zevkine. Mesela tramisu yapardım. Ama canım sıkılacak da öyle. Şimdi düzenli bir yaşam
oluşturmaya çalışıyoruz. Çünkü sürekli
sette yediğimiz yemekler belli bir süre
sonra sağlıklı olmayacaktır. O yüzden
de evde sistem kurdum, mutlaka yemek
yapıyorum. Açıyorum yemek kitaplarını
deneme yanılmayla. Deniz de sağ olsun
bir şey diyemiyor herhalde, hep beğendim diyor. Onun üstünde test ediyorum
yani. Bazen midesi ağrıyor sette herkes
bana bakıyor, “Yine mi yemek yaptın”
diyorlar.
Röportaj: Ayşe Esra Atlı
35
Hazırlayan: Eylül Akıncı
EYÜP
HUZURUN
ADI:
TEK BİR KİŞİ ETRAFINDA ŞEKİLLENEN, KİMLİK KAZANAN BİR ŞEHİR VEYA SEMT DUYDUNUZ MU HİÇ? BEN
ÖYLE BİR YER BİLİYORUM: EYÜP... İSTANBUL’UN FETHİYLE YENİÇAĞ’IN KAPILARINI ARALAYAN FATİH’İN, EBU
EYYUB EL-ENSARİ’YE DUYDUĞU SAYGI VE HEYECANLA KURDUĞU İLK YERLEŞİM YERİ... MİMARLARIN, ONDAN
ALDIKLARI FEYZLE BAŞTAN AŞAĞIYA İNŞA ETTİKLERİ; İNSANLARIN ‘HAYATLARINDA’ HİÇ GÖRMEDİKLERİ BU
ZATI, ‘HAYATLARINDA’ BİR KEZ OLSUN ZİYARET ETMEK İSTEDİKLERİ MEKÂN...
AKŞEMSEDDİN’İN
RÜYASIYLA BULUNDU
36
Kuruluşundan günümüzdeki şeklini almasına kadar Eyüp’ün her evresinde büyük rol oynayan Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari’nin adını duymayan yoktur İslam dünyasında. Hz. Muhammed
(SAV), Mekke’den Medine’ye göç ettiğinde, tüm Müslümanlar onu kendi evinde misafir etmek ister. Bunun üzerine
Hz. Peygamber, devesi Kusva’yı serbest
bırakır; deve nerede çökerse orada kalacaktır. Kusva da, Ebu Eyyub’un evinin
önünde durur ve Hz. Peygamber yedi ay
boyunca bu eve konuk olur. Peygamberimizle birlikte savaşlara da katılan Ebu
Eyyub’un, adını taşıyan Eyüp ile bağlantısı ise 668 yılına rastlar. İstanbul’u
fethetmeye gelen Yezid komutasındaki Emevi ordusu ile şehre ayak basar. Savaş sırasında şiddetli bir hastalığa yakalanınca vasiyetini dile getirir:
“Beni, İslam ordularının ilerleyebileceği
en son noktaya defnedin.” Bir süre sonra hastalığına yenik düşer. Emeviler de
Bizans’a... Geri çekilmeye karar veren
ordu, onun burada kalmasını istemese
de vasiyet ferman gibidir, yerine getirilir. İstanbul, yeni bir kuşatmaya daha
sahne olur yüzyıllar sonra. Bu kez teslim bayrağını çeker Bizans. 1453’te kenti
fetheden Fatih Sultan Mehmed’in kafasında ise, İstanbul’a girdiğinden beri bir
soru işareti vardır: Acaba Ebu Eyyub’un
kabri nerededir? Rivayete göre, Fatih’in
hocası Akşemseddin, bu sorunun cevabını rüyasında görmüştür. Hocaya malum olan yerde araştırma yapılınca, Ebu
Eyyub’un kabri de bulunur. Fatih de buraya, şehrin ilk külliyesini yaptırır. İnşa
edildiği tarihten itibaren Eyüp Sultan
Türbesi, Müslümanlar için çok önemli
bir mekân haline gelir. Osmanlı sultanlarının tahta çıktıktan sonra buraya gelip, Hz. Muhammed’e (SAV) ve sahabe-
HZ. MUHAMMED’İN (SAV)
SAHABELERİNDEN EBU
EYYUB EL-ENSARİ’NİN
TÜRBESİ ETRAFINDA
GELİŞEN SEMT,
KURULDUĞU YILLARDAKİ
RUHANİYETİNİ HÂLÂ
KORUYOR...
sine ait kılıçlardan birini, ‘taklid-i seyf’
denilen merasimle kuşanmaları da, hem
türbeye, hem de İslamiyet’e verilen değerin en önemli göstergesi olur. Burası, yüzyıllar önce olduğu gibi Müslüman
EYÜP SULTAN, YÜZYILLAR ÖNCE OLDUĞU GİBİ MÜSLÜMAN HALKIN
ZİYARETGÂHLARININ BAŞINDA HÂLÂ... HEMEN HER VESİLEYLE YÜZLERCE
ZİYARETÇİYLE DOLUYOR HER GÜN. DUALAR EDİLİYOR SESSİZCE...
halkın ziyaretgâhlarının başında hâlâ...
Eyüp Sultan, hemen her vesileyle yüzlerce ziyaretçiyle doluyor her gün. Dualar ediliyor sessizce...
‘ZAL’ MAHMUD’UN
İLGİNÇ HİKÂYESİ
Eyüp, 15. yüzyıldan sonra ulema sınıfından kişilerin, sanat ve düşünce adamlarının yaşadıkları, mimarlık ve kültür tarihinde önemli eserler bıraktıkları bir
semt haline gelir. Eyüp’ün ruhaniyetini
göz önüne alan hayır kurumları ve nüfuzlu kişiler, semte yaraşır yapılar bırakmak için birbirleriyle yarışırlar adeta. O eşsiz eserlerden biri de Zal Mahmud Paşa Külliyesi’dir. Yapının öyküsü
bir hayli ilginç. Rivayete göre, paşa olmadan önce saraylarda hademelik yapan Mahmud, Kanuni’nin kız kardeşi Şah Sultan’a aşıktır. Ama ne çare ki,
bir hademedir ve Şah Sultan’la evlenmesi imkânsızdır. Bu sırada Kanuni’nin
oğlu Mustafa’nın tahta karşı ayaklanacağı söylentileri yayılır dört bir yana.
Bunu fırsat bilen Mahmud, Mustafa’yı
yakalayıp elleriyle boğar. Böylece sevdiği kadınla evlendiği gibi, ‘Zal’, yani
‘pehlivan’ unvanını alarak vezirliğe kadar yükselir. Ancak içindeki vicdan azabını bir türlü dindiremez. İçini Mimar
Sinan’a döker ve adına bir külliye yaptırarak günahlarının bağışlamasını diler.
Mimar Sinan da, “Külliyeni Eyüp Sultan Hazretleri’nin yakınında yapalım ki,
onun da merhametinden faydalan” der.
Sinan, Zal Mahmud ve eşi için külliye
içinde bir de türbe inşa eder. Şah Sultan
1580 yılında hayata gözlerini yumar; ertesi gün de Zal Mahmud...
rekse yurtdışında farklı zamanlarda çeşitli konserler de veriyor. Unutmadan
söyleyelim… Bir zamanlar oyuncaklarıyla da ünlü bir semtti Eyüp. Dini amaçlı
bir mekân olduğundan özellikle sünnet
merasimi nedeniyle çokça ziyaret ediliyordu; bu nedenle 17. yüzyıldan itibaren
oyuncakçıların en önemli üretim merkezlerinden biri haline geldi. Ancak zamanla pek çok zanaat gibi Eyüp oyuncakçılığı da yok olmaya yüz tuttu. Ta ki
2005 yılına gelinceye kadar. Tarih Vakfı tarafından Avrupa Birliği işbirliği ile
yürütülen ‘Eyüp Oyuncakları Projesi’ ile
bir gelenek yeniden canlanmış oldu. Bugün Eyüp Belediyesi Cafer Paşa Kültür
Merkezi’nde Eyüp Oyuncakçılığı Atölyesi çalışmalarına devam ediyor… Kursta,
el emeği göz nuru bu oyuncakların yapımı aktarılıyor gönüllü herkese...
TELEFERİKLE 2.5 DAKİKA
Eyüp’ün zenginliğini bir yazıya sığdırmak zor... Her adımda tarihle karşılaşıyorsunuz. Ensar Konağı, Siyavuş Paşa
Çeşmesi, Sokullu Mehmed Paşa Türbesi, Kanuni Çeşmesi, Sıbyan Mektebi ve
dahası... Şimdi 2.5 dakikalık bir yolculuğa çıkıyoruz; teleferikle… Eyüp Sultan Külliyesi’nin hemen arkasından kalkan teleferik, manzarası ve havasıy-
bir kısmı Eyüp Mezarlığı. Buranın üstünden süzülürken, 19. yüzyılda İstanbul’u
ziyarete gelmiş İtalyan edebiyatçı Edmondo de Amicis’in sözleri çalınıyor
zihnime: “Bu şehrin başka hiçbir yerinde ölüm tasvirini güzelleştiren ve korkmadan seyrettiren Müslüman sanatı bu kadar zarafetle gözler önüne serilemez”. Evet, burası kalabalığına rağmen, yokluğun belki de en güzel hissedildiği yer. Ama korkusuzca... Teleferikten inenlerin büyük kısmı, İstanbul aşığı
Fransız yazar Pierre Loti’nin çok sevdiği, onun adını taşıyan kahvehanede alıyor soluğu. Burada, bakır cezvede ağır
ağır pişirilen Türk kahvesinin ve manzaranın tadını çıkarmak bambaşka bir keyif... Kahve; öğrenciler, belli ki eski günleri yâd etmeye gelmiş yaşlı teyzeler,
amcalar ve şaşkın bakışlarıyla Haliç fotoğrafına bakan turistlerle dolu. İnsanlar sanki, çevreye hâkim huzuru ve dinginliği bozmamak için sessizce konuşuyorlar. Yan masada oturan bir genç ise
-belli ki buraya ilk kez gelmiş- heyecanla
sesini yükseltince şimdiki zamana döndürüyor beni. Ağzından çıkanlarsa kısa
ama öz: “Ne kadar güzel bir yerde yaşıyoruz!”
OYUNCAKLAR YENİDEN
HAYAT BULUYOR
Bugün, Defterdar Caddesi ile Zal Paşa
Caddesi arasında bulunan Zal Mahmud
Külliyesi’nde ‘Eyüp Mehteranesi’ faaliyet gösteriyor. Osmanlı’nın ‘askeri
orkestra’sı diyebileceğimiz Mehter takımı, padişah sefere çıktığında, savaşta
askerlere moral vermek için müzik icra
eden gruptu. Bugün gönüllülerle oluşturulan Mehter takımı her cuma günü,
öğle namazından iki saat önce Eyüp Sultan Camii önünde ‘nevbet’ vuruyor. Takım, aynı zamanda gerek yurtiçinde ge-
la dillere destan Pierre Loti Tepesi’ne
mekik dokuyor 2.5 dakikada bir. Kısa,
ama bir o kadar da nefes kesici bir yolculuk bu. ‘Altın Boynuz’ ayaklarınızın altında; karşıda güneşin turuncu ışıklarıyla aydınlanan Topkapı Sarayı; Yeni Camii... Haliç’in öbür yakasında Galata Kulesi, Asya topraklarında Çamlıca Tepesi... Pierre Loti’ye giden yamacın büyük
37
ATLAS DAĞLARI’NDAN AKAN ÜLKE;
T U N U S
AKDENİZ’İN MELTEM RÜZGÂRLARI İLE SAHRA’NIN
KAVURUCU SICAĞINI; TENİNİZ KADAR, YÜREĞİNİZDE
DE HİSSETMEK İÇİN TARİFSİZ BİR SEÇENEK TUNUS.
ATLAS DAĞLARI’NDAN DENİZE VURAN YEŞİLİN RENGİ İLE AFRİKA’NIN GİZEMİNİ KEŞFETMEK… TUNUS’U
KEŞFETMEK… FIRTINALI BİR TARİHİN İZLERİNİ,
ROMA’YA KAFA TUTAN KARTACA KENTİNİN KÜLLERİNDEN DOĞAN BARDO’YU, SAHRA ÇÖLÜ’NÜN ALTIN RENGİ KUMUNU, MAVİ PENCERELİ, BEYAZ EVLERİ İLE SİDİ BOU SAİD’İN TURKUAZA GÖZ KIRPAN
GECELERİNİ YAŞAYACAĞINIZ, FENİKELİLERDEN ROMALILARA KADAR ZENGİN BİR TARİHE, BİZANS’TAN
FRANSIZLARA KADAR UZANAN SINIRSIZ BİR KÜLTÜR MİRASINA SAHİP TUNUS’U KEŞFETMEK… YEŞİL
SAHİL ŞERİDİ, SARP ATLAS DAĞLARI VE GÜNEYİNDEKİ UÇSUZ BUCAKSIZ SAHRA ÇÖLÜ’YLE…
38
Palmiyelerin gerdanlık gibi sıralandığı
Burgiba Bulvarı’ndaki kafelerden yükselen kahve kokularına karşı koymak
çok zor. Başkent Tunus, pek çok yönden İstanbul’u aratmıyor misafirlerine.
Tunus’un trafiği bizim pek de yabancısı olmadığımız bir kuralsızlık içinde, sabah saatlerinden gece ışıklarına kadar
hayat veriyor palmiyeli bahçelere. Ancak; bulvarların ve ana caddelerin bakımlı ve modern yapısı, bu keşmekeşi
unutturuyor.
Habib Burgiba Bulvarı Tunus’un kalbi sayılıyor. Palmiyelerin gerdanlık gibi
sardığı bir bulvar burası. Yeni adıyla 7
Kasım Caddesi. Paris’in ünlü Champs
Elysee Bulvarı’nı çağrıştırıyor. Önemli
binalar da yine bu bulvarın üzerinde bulunuyor. Bunlardan biri “Ulusal Tiyatro”.
İslam dünyasının önemli düşünürlerinden olan Tunuslu İbn Haldun’un heykeli St. Vincent de Paul Kilisesi’nin önünde
elinde kitaplarıyla duruyor. Mağazalar,
oteller, restoranlar, bankalar, kaldırım
kafeleri ile dolu caddede kafelerden birinde mutlaka mola verin. İki yol arasında ağaçların ve Arap mimarisi havuzların bulunduğu bulvar, insanların gezinti
yaparken şeker kamışı suyu içip, serinledikleri bir kordon boyu. Dükkânlar ise
yolların kenarına sıralanmış, kaldırımlardan kordonu seyredip, birer Fransız
kahvesi, mırra fincanları ve küçük vazolardaki palmiye yaprakları ile turistlere
hazır bir fotoğraf karesi sunuyorlar. Tek
eksik arkada “Tunus Hatırası” yazmaması belki de.
9. yüzyılda kurulan ve zaman içinde genişletilen eski kent yani ‘’Medina’’, kentin geleneksel yüzünü yansıtıyor. Baş-
kentin önemli cami ve medreseleri de
eski kentin içinde yer alıyor. “Etrafı surlarla çevrili kent” anlamına gelen medinalar, birer labirente benziyor. Bir zamanlar kentin kalbini oluşturan medina
şimdilerin alışveriş cenneti. Ortaçağ’dan
kalma bu sokaklarda kumaşçıların, parfümcülerin, antikacıların, fesçilerin ve
terlikçilerin bir arada olduğu bölümlerde gezmek çok keyifli.
Cam resimlerden kuş kafeslerine, halıdan otantik takılara her şey bir arada.
Ayrıca güneye özgü olan ancak ülkedeki
birçok medinada bulacağınız, açık kahve
ve siyah desenlerin hâkim olduğu Berberi çömlekleri de oldukça tipik.
Kuzeye doğru gidilerek varılan, Osmanlı döneminden kalma Souq el-Berka,
bir köle çarşısıydı. Korsanlar kölelerini
satmak için buraya getirirdi. Bu noktada artık Kuyumcular Çarşısı bulunuyor.
Rue des Forgerons’ta Demirciler Çarşısı, Rue Jemaa Zitouna’da seramiklerin, takıların, bakırların ve doldurulmuş
oyuncak develerin başını çektiği hediyelik eşya mağazaları bulunuyor.
Tunuslu erkeklerin giydiği kırmızı keçe
şapkaları Souq des Chechias’ta yapılıyor. Bu keçe şapkaların yapımı 17. yüzyılda Tunus’un en büyük endüstrilerinden biriydi. Fes olarak da bilinen bu şapkalar Tunus’ta ‘’chechia’’ olarak adlandırılıyor. Yaklaşık 15 bin zanaatkâr yılda
bin milyon chechia yapar ve bunlar dünyanın dört bir yanına ihraç edilirmiş.
Ülkede 100 çeşitten fazla hurma var.
Önemli bir ihraç ürünü olan hurmaların toplandığı Ekim ayı oldukça şenlikli geçiyor. Bol bol hurma yemek ve al-
39
mak en güzel Tunus hatıralarından biri.
‘Çöl Gülü’ bir Tunus güzelliğidir. Kumların altında yeraltı sularıyla birleşen kalsiyum fosfatın yarattığı, çiçeğe benzer,
kristal oluşum ülkenin her yerinde satılıyor. Doğal renkli olanları tercih edilmeli.
Medinanın merkezinde yer alan şehrin
en büyük cami Zitouna Cami; 732 yılında burada bulunan Athena Tapınağı’nın
üzerine kurulmuş, zaman içinde genişletilerek restore edilmiş. Medina ile birlikte inşa edilen, daha sonraları 13.- 15.
yüzyıllarda birçok medresenin eklendiği caminin, o dönemde din eğitimi üzerine Kahire’deki ünlü El Azhar
Üniversitesi’yle yarışacak kadar kapsamlı olduğu biliniyor. 1950’lere kadar
10 bine yakın öğrencinin eğitim gördüğü Zitouna, namaz kılınan bölümü dışında, Tunus’ta Müslüman olmayanların girebildiği tek cami.
40
Küçük bir ülke, ama öyle bir konumu
var ki kuzeyde Karadeniz iklimi benzeri
bir şehirden, çölümsü iklime birkaç saatlik araba yolculuğu ile ulaşılabiliyor.
Kuzeyde ormanlar var, güneyde de çöl.
Üstelik birkaç yüz kilometrelik uzaklıklar bunlar. Mikro klimaların cilvesi işte.
Bir Tunusluya “Haydi bizi ilginç bir yerlere götürün” dediğinizde “Lunaparka
gidelim” gibi yanıtlar alabiliyorsunuz.
Türkleri seviyorlar, “Benim babaannem
Kayseri asıllıymış, akraba sayılırız, ne
güzel…” anlamında cümleler duyabiliyorsunuz. Çarşıda sizi etkileyip alışveriş
etme kıvamına getirmek için “gazelll”
diye laf atıyorlar. Gazel, ceylan ve hatta
ceren manasında kullanılıyor. Yaptığınız
pazarlık sonucunda, açılış fiyatlarını en
az yüzde elli oranda kırabiliyorsunuz.
Türkiye’den Tarkan’ı ve Mustafa
Sandal’ı, Galatasaray’ı, Hakan Şükür’ü
ve Hasan Şaş’ı tanıyorlar. Onun dışında futbola olan merakları ve Türkiye’de
oynayan Bouazizi, Kais gibi bilimum Tunuslu futbolcu nedeniyle size birden
Samsunspor’un kadrosunu sayanlar
karşınıza çıkabiliyor.
İNSANLARI SAKİN,
NAZİK VE OLDUKÇA
YARDIMSEVER BİR
ÜLKE, FAKAT RAHATÇA
ANLAŞABİLMENİZ İÇİN
İNGİLİZCE KONUŞAN
İNSAN SAYISI ÇOK DEĞİL.
İnsanları sakin, nazik ve oldukça yardımsever bir ülke, fakat rahatça anlaşabilmeniz için İngilizce konuşan insan sayısı çok değil. Resmi dilleri Fransızca olduğu için, kendinizi Arapça ve Fransızca karışımı bir dilin ortasında bulabilir-
siniz. Siz İngilizce devam ettikçe onlar
da ısrarla Fransızca konuşuyorlar, enteresan ve komik bir manzara oluşuyor.
Diğer Arap ülkelerinde sıkça rastlanan
yüksek sesle konuşma alışkanlığı bu ülkede mevcut değil.
Turistik ve gelişmekte olan bir ülke. Bununla birlikte, her yıl nüfusunun yarısı
kadar turist çekmesi ilginç. Ayrıca, ülkeye gelen bir turistin bir kez daha gelme oranının yüzde 1 ila 2 olması ise başka bir ilginç konu. Ülke, doğası itibariyle
güzel. Beyaz evler üzerindeki mavi kapı
ve pencereler ile işlemeli kapılar ülkenin
simgesi. Naneli çayı meşhur. Girişte vize
istenmemesi ülkeyi olduğundan çok cazip bir tatil mekânına dönüştürüyor.
Öğrencilerin ilkokul 3. sınıfa kadar tüm
derslerini Arapça, ondan sonra tüm
derslerini Fransızca gördüğü bir memleket. Bu bakımdan Fransızca konuşmayan tek bir Tunuslu yoktur. Birçoğu
Fransızca’nın yanında İtalyanca da bilir,
İngilizce’yi de zor olsa da konuşur. Bu
bakımdan bir iletişim problemi yaşanmıyor. Ülkenin para birimi Dinar. Genel
olarak fiyatlar çok pahalı değil.
Her yerde gece-gündüz trafik polisi var.
Her sokağın başında, her kavşakta, her
anayol çıkışında. Sert görünümlerine
karşın, yardım istediğinizde ellerinden
ŞİMDİ KARTACA HARABELERİ UNESCO
DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİNDE YER
ALIYOR. ROMA LİMANLARI, HAMAMLAR,
İÇİNDE KRAL MEZARLARI BULUNAN
VİLLALARIN BİR BÖLÜMÜ HALA AYAKTA.
geleni yapıyorlar. Bunca polis karşısında, trafik mükemmel denecek kadar sorunsuz işliyor. Korna sesi duymak veya
rastgele dolaşan arabalara rastlamak
diye bir şey yok. Nezaket kuralları trafikte de geçerli.
Yemek yemek biraz sorun olabiliyor.
Nerede yemek yiyeceğinizi bilmiyorsanız, şehri İtalyanlar istila etmişçesine
yaygınlık gösteren pizzacılara veya eğer bulabilirseniz - milli yemekleri olan
Kuskus’a mahkûmsunuz. Yemek yiyecek güzel bir yer bulmak için tutturduğunuzda ise aç kalmanız olası. Hele ki
akşam saat sekizden önce açılan tek bir
iyi restoran olmadığını bilmiyorsanız! İyi
restoranlar genelde kapalı kapılar ardında ve adreslerini bilmediğiniz takdirde rast gelmeniz imkânsız. Sokak aralarında nadiren de olsa karşılaştığınız küçük bir restoran tabelasını takip ederek vardığınız noktada, gün boyu açık
bir restoran bulabileceğinizi sanmayın.
Zira restoran diye geldiğiniz yer, kapalı bir Osmanlı kapısından ibaret olabiliyor. Çalınan kapıyı açan biri olsa bile, rezervasyonunuz olmadığı için o gün orada yiyemeyeceğinizi ‘kibarca’ anlıyorsunuz.
“Restaurants touristiques” dedikleri ille de turistik anlamına gelmeyen iyi
restoranlar, gayet ihtişamlı ve pek büt-
çe dostu değil. Sütun ve yüksek duvarları mavi tonun ağırlıkta olduğu çinilerle bezenmiş loş bir cami avlusunu andıran bu gizli saklı köşelerde bulunan restoranlar, isteğe göre kapalı odalarda da
yemek yiyebileceğiniz enteresan ve şık
yerler. Yemekleri mükemmel. Yemeğinize avluda size yakın bir noktada oturan dingin ve sesi kesinlikle rahatsız etmeyen bir kanun eşlik ediyor... Bu hoş
ambiyans içinde midenizi ve gözünüzü
güzelce doyurma karşılığında yüklü bir
para bırakabiliyorsunuz.
BARDO MÜZESİ
1888 yılında müze haline getirilen saray, bugün Kuzey Afrika’nın en büyük,
dünyanın da en büyük mozaik müzesi.
Müzenin zeminini ve duvarlarını Roma
devrine ait, muhteşem boyutlarda, pek
çoğu gayet iyi korunmuş mozaikler süslüyor. Mozaiklerin neredeyse tamamı, efsanevi komutan Hannibal’in kenti olarak bilinen Tunis’teki Kartaca’dan
çıkarılmış. Bu eşsiz mozaikler arasında
‘Neptün’ün Zaferi’ mozaiği ve Apollo
Tapınağı’nın heykeli mutlaka görülmesi
gereken eserler arasında yer alıyor.
KARTACA HARABELERİ
Başkentin hemen yanı başındaki harabelerin büyük bir bölümü cumhurbaşkanının sarayı, askeri tesisler ve lüks villaların altında kalmış olsa da Kartacalı-
lar tarafından kurulan bu yerleşim yeri,
Roma İmparatorluğu’nun da en önemli şehirlerinden biri olmuş. Şimdi Kartaca harabeleri Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Roma limanları, hamamlar, içinde kral mezarları bulunan villaların bir bölümü hala ayakta.
Kartaca kentinin kurulması hakkında anlatılan bir efsane var. Şöyle
ki: Fenike’nin Tyros kralının bir oğlu
(Pygmalion) ve bir kızı (Elissa) vardır.
Kral baba ölünce halk, oğul Pygmalion’u
kral seçer. Elissa ise zengin amca ile evlenir. Ancak kral Pygmalion, zengin amcanın altınlarına göz diker ve onu öldürür. Bunun üzerine iki kardeş, denize
açılarak ülkelerinden kaçmak zorunda
kalırlar. Denizdeki yolculuk buraya kadar sürer ve buraya vardıklarında yerel
halk, onlara bir öküzün postekisi büyüklüğündeki bir alana yerleşme hakkı verirler. Ancak Elissa, postekiyi ince ince
keserek ve uç uca ekleyerek, Kartaca
kentini kuracak kadar toprak elde eder
ve bu alana kraliçe olur.
Bu sırada komşu krallardan biri, kraliçe Elissa’ya talip olur, onunla evlenmek
ister. Elissa, evlenmek istemez, ancak
oyalamak için süre ister. Sonra da, hazırlattığı odun yığınının üstüne atlayarak, kendini yakar.
41
ÖZGÜRLÜĞÜ SİMGELEYEN MAVİ KAPI VE PENCERELERİ,
BARIŞI SİMGELEYEN BEYAZ BOYALI MİMARİSİYLE SİDİ
BOU SAİD ADINI BİR MÜSLÜMAN EFSANESİNDEN ALIYOR.
MAVİ BEYAZ BİR RÜYA:
SİDİ BOU SAİD
Mavi pencereli, beyaz badanalı evleriyle
bu sevimli küçük kasaba Kartaca sahilinde bulunuyor. İspanya’dan göç eden
Endülüs Müslümanları ve Yahudileri tarafından kurulmuş. Arnavut kaldırımlı sokaklarında dolaşırken begonvillerle
çevrili, mavi cumbalı, küçük avlulu evler
kapılarının orijinalliği ve güzelliğiyle dikkat çekiyor. Evlerin tamamı babadan çocuklarına geçmiş. Ve o kadar kıymetli ki
bu bölgede bir ev satın almak imkânsız
çünkü hiçbir ev sahibi bu güzellikten
vazgeçmek niyetinde değil. Özgürlüğü simgeleyen mavi kapı ve pencereleri, barışı simgeleyen beyaz boyalı mimarisiyle bu bölge adını bir Müslüman efsanesinden alıyor. Sidi Arapçada “Ulu,
Yüce, Aziz” anlamına geliyor.
Fransızlar, Tunus’a hâkim oldukları dönemde Sidi Bou Said’i daha da güzelleştirmişler. Birçok entellektüel, yazar,
şair, ressam burada aylarca yıllarca kalarak bu güzel ortamdan aldığı ilhamla
en güzel eserlerini vermiş. Andre Gide,
Foucoult, Klee gibi yüzyılın önde gelen düşünür ve sanatçıları yaşamlarının
bir bölümünü burada geçirmişler. Sokaklarda dolaşırken kafelerden birinde
oturmayı ihmal etmeyin. Café des Nattes en ünlülerinden biri. Tunus’a özgü
naneli ve çam fıstıklı çayınızı yudumlarken manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz.
42
ÇÖLE DOĞRU…
KAİROUAN
Akdeniz’e veda etmek ve Chott Jerid’e
yani Tuz Gölü’ne varmak anlamına geliyor bu! Yol, Kairouan’dan geçiyor. Kairouan, 1988’de Dünya Kültür Mirası listesine alınmış. Ünlü Ulu Camisi, İslam dünyasının en eski camilerinden ve
en önemli hac yerlerinden biri. İçindeki 400’e yakın Roma başlıklı sütununu
görünce şaşırmayın! Kartaca ve Fenike kentlerindeki antik yapılardan sökülüp getirilmiş tümü. Caminin çevresi halı
satılan mağazalarla dolu. Kairouan halı-
larında Türk motifleri bol miktarda var.
Güneşin kızıllığı mor bulutların ardında
yitip gitmeden önce, Ulu Cami’nin minaresine ve duvarlarına vurduğunda, yapı
pastel bir resme dönüşüyor.
TOZEUR
Tozeur, çöle bir adım kala sıcak yeraltı sularının yarattığı bir vaha-kent, bir
turizm noktası. Üç binden fazla palmiye, hurma ve muz ağacının süslediği,
lüks otellerle dolu Tozeur, çöl yolculuğu için sabırsızlanan turistlerle dolu.
Kentin Ouled el-Hadef denilen eski mahallesi toprak tuğlalarla yapılmış evlerin dar sokaklarını ve kemerlerden
oluşan geçitleri saklıyor. Kentte bir de
özel müze var; Dar Cherait... 1001 Gece
Masalları’nın insan boyunda mankenlerle, ışık ve ses efektleriyle canlandırıldığı bir bölümü var. Ali Baba ve Kırk
Haramiler’den Sinbad’a, Şehrazat’dan
Alaaddin’in Sihirli Lambası’na kadar birçok masal kahramanının arasında geziniyorsunuz.
Tozeur kenti İran mimarisinin izlerini taşıyan yapıları ile dikkati çeken bir
kent. Burada İran’dan gelen ilk Arapların yerleştiği Halefoğulları (Ula der Halef) mahallesi dar sokakları, kadınların
evli veya bekâr olduklarının izlerini taşıyan kendilerine özgü kıyafetleri ve ilginç kuklaları ile görülmesi gereken bir
mahalle olarak öne çıkıyor. Tozeur kentinde ayrıca at arabaları ile gezilebilen
ve daha çok hurma ağaçları ile donatılmış büyük bir vaha bulunuyor. Ayrıca
gezi esnasında Tamerza Şelaleleri’nin
etrafında oluşmuş bir vadi vahası görme imkânını buluyorsunuz.
DOUZ’DAN MATMATA’YA
Douz, ‘’Çölün Kapısı’’ olarak da adlandırılıyor. Tunus’un en büyük palmiye ormanı burada. Ülkenin en otantik festivalleri arasında yer alan ve Tunus’un en
eskisi olan Sahra Festivali’yle de ünlü
Douz, Aralık ayının son haftasında ülkenin dört bir yanından festivali seyretmeye gelenlerin akınına uğruyor. Berberiler, Sahra’da yaşıyorlar. Berberiler
ve develeri 1600 yıl sonra hâlâ buradalar ve Douz’un güneyinde yarı göçer yaşamlarını sürdürüyorlar.
SAHRA’DA YAŞAYAN BERBERİ’LERİ VE O UÇSUZ
BUCAKSIZ ÇÖLÜ EĞER GÖREMEDİYSENİZ, KENDİNİZİ
TUNUS’U GÖRMÜŞ SAYMAYIN
bir ritme sahip. Çöldeki yerleşimlerdeki yaşam hem hayret uyandırıcı hem de
öğretici. Kendinizi adeta bir başka gezegende hissetmek istiyorsanız, her ne
kadar son derece turistik olsa da, aya
benzeyen topografyası ve yeraltı evleriyle ‘’Star Wars’’ filminin seti olarak ün
kazanmış Matmata’yı görmelisiniz. Matmata, bir Berberi köyü. Toprağın içinde oydukları evlerinde, Kapadokya tarzı bir yaşam süren Berberilerden geriye çok fazla insan kalmamış. 1960’larda
onların evleri olan tünelimsi evler, bugün otel olmuş.
dört çekerler ya da develerle çıkacağınız turlarda çölü gerçekten hissetmek
için mutlaka bu hiçliğin ortasında en az
bir gece geçirmelisiniz.
Sınırlı vaktinizde güneyde Sahra’da yaşayan Berberi’leri ve o uçsuz bucaksız çölü eğer göremediyseniz, kendinizi Tunus’u görmüş saymayın, zira asıl
Tunus’un kalbi orada atıyor.
Gün doğarken, deveyle çölde birkaç saatlik bir yolculuğa katılabileceğiniz gibi
Afrika’nın en ilginç ve sıra dışı geleneksel mimarilerinden birinin kaynağı konuksever Berberilerin yaşadığı etkileyici Sahra Çölü, Tunus’ta es geçilmeyecek
bir destinasyon. Sahra’nın adı Büyük
Çöl olarak da geçiyor. Tunus’un güneyi
aslında en çok vakit geçirmek isteyeceğiniz bölge olabilir. Çöl bomboş görünebilir ancak kendi içinde oldukça sıra dışı
Hazırlayan: Deniz Doğan
43
10
EN GÜZEL
KAR
44
MANZARASI
HER MEVSİMİN KENDİNE
HAS BİR GÖRÜNTÜSÜ VAR.
İLKBAHARIN ÇİÇEKLENEN
AĞAÇLARI, SONBAHARIN SARI
YAPRAKLARI, YAZIN PIRIL
PIRIL GÜNEŞİ... KIŞ MANZARASI
DENİLİNCE DE AKLA HEMEN
KARLA KAPLI AĞAÇLAR,
DAĞLAR, TEPELER GELİYOR. KAR
DOĞANIN ÜZERİNİ ÖRTÜYOR,
BEMBEYAZ GÜZELLİKLER
YARATIYOR. İŞTE TÜRKİYE’DE
SEYRE DEĞER,
EN GÜZEL 10 KAR MANZARASI…
ZİGANA GEÇİDİ
GÜMÜŞHANE
Yılın beş ayı karlı kaplı olan Zigana’da konaklama da yapılabilecek bir kayak tesisi
var. ‘Kendin pişir kendin ye’ türü tesisler de
bolca bulunuyor. Zigana, Hamsiköy sütlacı
ile meşhur. Trabzon ve Gümüşhane’den gün
içinde sürekli araç bulma imkânı var. Temiz
havası ve harika doğasıyla Trabzon ve Gümüşhanelilerin günübirlik gezilerde en çok
tercih ettiği yerlerin başında geliyor.
AYDER YAYLASI
RİZE
Kaplıcaları gün boyu ziyaretçi akınına uğruyor. 260 metre derinlikten çıkan 50 derecelik kaplıca suyunun başta romatizma, kireçlenme olmak üzere pek çok hastalığa iyi geldiği söyleniyor. Yılın ortalama beş ayı karla
kaplı olarak geçiyor.
45
ILGAZ DAĞI
KASTAMONU
Kayak yapmayı sevenlerin gözdesi. Dört
konaklama tesisi bulunuyor. Akarsuları,
florası ve yaban hayvanlarıyla zengin bir
doğal hayata sahip. Kayın, meşe, söğüt, titrek kavak, karaağaç, gökçeağaç, sarıçam
ve boyu 40 metreyi bulan göknarları var.
Kayak merkezi, Aralık başından Nisan ayına kadar hizmet veriyor. Üç doğal pisti var.
YEDİGÖLLER
BOLU
Dere, ırmak ve vadiler arasında yer alıyor.
Alana yayılan Sazlıgöl, İncegöl, Nazlıgöl, Küçükgöl, Deringöl, Büyükgöl ve Seringöl isimli 7 gölden oluşuyor. Göllerin etrafı meşe,
gürgen, kızılağaç, karaağaç, karaçam, dişbudak, sarıçam, köknar, ıhlamur gibi ağaçlar ile fındık, alıç, üvez türü bodur bitkileri, eğrelti otları ve rengârenk çiçeklerle bezenmiş. Kasım ayının ikinci yarısı ile Aralık,
Ocak, Şubat, Mart ve Nisan aylarında kar
yağıyor. Gezi ve piknik amaçlı gelenlerin yanında fotoğraf tutkunlarının da uğrak yeri.
Dağların ardından yükselen sis, beyaz örtüyle birleşince doyumsuz bir manzara ortaya çıkıyor.
46
SÜMELA
MANASTIRI
RİZE
Bitki zenginliği, peyzaj güzelliği, yaban hayatı ile yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı. Manastır yolu üzerinde birçok konaklama yeri bulunuyor. Çam
ormanlarıyla çevrili Sümela
Manastırı yılın beş ayı kar altında kalıyor. Hemen altında bulunan tesislerde de yılın her günü
konaklamak mümkün.
ABANT GÖLÜ
BOLU
Çam, köknar, kayın ağaçlarının
çoğunlukta olduğu ormanların
arasında yaylalar bulunuyor.
Aralık-Nisan ayları arasında
karlı. Çam ağaçlarının beyaz bir
örtüyle kaplandığı Abant’a gelenler, 7 kilometrelik göl etrafında fayton, at ve bisiklete binebiliyor, göl kenarında piknik
yapıp, tepelerden kayarak karın keyfini çıkarabiliyor. Gölün
kıyıları nilüfer çiçekleri ile kaplı,
yer yer sazlıklarla çevrili.
SARIKAMIŞ
ORMANLAR
KARS
Çamlarla kaplı bölge kış sporları bakımından da önemli bir
merkez. Kasım- Nisan ayları
arasında karla kaplıdır.
47
UZUNGÖL
TRABZON
Yamaçlardan düşen kayaların Haldizen Deresi’nin
önünü kapamasıyla oluşmuş. Trekking, kuş gözlemi
ve botanik turlar yapılıyor, civardaki yaylalara gezi
düzenleniyor. Çamlarla kaplı bölge kış sporları bakımından da önemli bir merkez. Kasım-Nisan ayları
arasında karla kaplıdır. Yılın beş ayı karlar altında kalıyor.
ULUDAĞ
BURSA
Tutyeli Pisti, uzunluğu ve altyapısı bakımından kayak
yapmaya çok elverişli. 2 bin 550 metre yükseklikte
bulunuyor. Aralık-Mart arası kayak yapmak için en
uygun dönem. Birinci ve ikinci yerleşim bölgelerinde
çok sayıda otel ve kamuya ait misafirhane bulunuyor. Bu pistin manzarası ise bir harika. Birinci ve ikinci yerleşim bölgelerindeki tüm otel ve tesisler ile Bakacak Bölgesi ayaklarınızın altında. Panoramik manzarası izleyenleri büyülüyor. Eğer hava berrak ise görüş mesafesi Gemlik Körfezi’ne kadar uzanıyor.
PALANDÖKEN
ERZURUM
Türkiye’nin en önemli kayak merkezlerinden biridir.
Kasım-Mayıs ayları arası karla kaplı oluyor. Özellikle geceleri, Erzurum’un ışıkları ayaklarınızın altına
seriliyor. Erzurum’un üzerine sis çöktüğünde, sanki
ayaklarınız yerden kesiliyor ve sadece karlı zirveleri görüyorsunuz. Günbatımı manzarası da ayrı bir güzelliğe sahiptir.
48
49
KIŞIN ARABA
KULLANMAK ZORDUR!
SOĞUK KIŞ AYLARI BİRÇOK SORUNU DA BERABERİNDE GETİRİYOR.
KAR YAĞDIĞINDA KAYGANLAŞAN ZEMİNLERDE BİRAZ BECERİ VE
PRATİK BİLGİYLE SORUNSUZ İLERLEMEK MÜMKÜN. DÜŞEN İLK
KAR TANELERİYLE BİRLİKTE SÜRÜCÜLERİN KAZA KORKULARI DA
ARTMAYA BAŞLIYOR. İLERİ SÜRÜCÜLÜK TEKNİKLERİ EĞİTMENİ ÜMİT
ATLI, KARLI, BUZLU, YAĞMURLU VE SİSLİ HAVA KOŞULLARINDA ARAÇ
KULLANMANIN İNCELİKLERİNİ ANLATTI.
AileDostu: Genel bir hatırlatma olarak kış aylarında araç sürüşü ile ilgili dikkat edilmesi gereken koşullar nelerdir?
Ümit Atlı: Öncelikle yakıt deposunu
mümkün olduğunca maksimum seviyede tutmaya çalışmamız gerekiyor. Dizel
araçlarda kızdırma lambası sönmeden
kesinlikle aracı çalıştırmamalıyız. Sabah
ilk hareketten önce birkaç dakika aracı
rölantide tutmalı ve gaza basmamalıyız.
Camlarda buğulanma varsa, klimayı kullanarak buğuyu gidermeliyiz. Aracı park
ederken; direksiyonu kaldırım yönüne
çevirip, aracı viteste bırakmalıyız. Silecek lastiklerinin cama yapışıp yırtılmaması için park esnasında silecek kollarını kaldırmalıyız. Aracı çalıştırdıktan sonra camdaki buzlanma çözülmeden silecekleri çalıştırmamalıyız.
A.D.: Karlı ve buzlu hava koşullarında nelere dikkat etmeliyiz? Aracımızı
nasıl kontrol edebiliriz?
Ü.A.: Genelde insanlar bu hava koşullarında araç lastiklerinin havasını indirir.
Aslında bu çok yanlış bir uygulamadır.
Aksine trafiğe çıkmadan önce lastikler
şişirilmeli ve lastiklerin yere değen kısmının incelmesi gerekir. Normal bir sürüşe göre karlı zeminde yumuşak hareketler yapmak gerek. Gazda, frende ve
direksiyonda da durum aynıdır. Düşük
viteste gidilerek fren gereksinimini en
aza indirmek gerekiyor.
50
A.D.: Yola çıkmadan önce hangi bakımlar yapılmalı?
Antifriz ve lastik bakımlarını genel olarak yaptırmak çok önemli. Frenlerin bakımı da çok önemli. Bunlar rutin bakımdan farklı bakımlar. Benzin deposu da
dolu olmalı. Yolda kalsanız bile arabanın çalışıyor halde olması için benzine
ihtiyacımız olacaktır.
MÜMKÜN OLDUĞUNCA
AZ FREN YAPIP,
VİTES AZALTARAK
YAVAŞLAMAK LAZIM.
SÜREKLİ YAVAŞ
SAKİN HAREKETLERLE
İLERLEMELİYİZ.
A.D.: Aracın kızaklamaması için neler
yapılmalı?
Ü.A.: Aracın kızaklaması frenajda olur.
Ön lastiklerin bloke olmasıdır. Ani fren
esnasında meydana gelir. Bu nedenle
fren gerektirmeyecek şekilde yavaş gitmeliyiz. Mümkün olduğunca az fren yapıp, vites azaltarak yavaşlamak lazım.
Sürekli yavaş sakin hareketlerle ilerlemeliyiz. Karlı havalarda lastik hava basıncının normal değerden 1 veya 2 PSI
yüksek olmasına dikkat etmeliyiz. Karlı yolda mümkün olduğu kadar aracı-
mızı düşük devirde kullanmalıyız. Karlı yollarda dik inişlerde en düşük viteste
ve gaz vermeden yani rölantide inmeye dikkat edilmeli. Otomatik şanzımanlı
araçlarda karlı yolda dik inişlerde inişin
meyline göre D1 veya D2 konumu tercih edilmeli. İnerken mümkün olduğunca düşük vitesli, motor frenine bırakarak inmeliyiz. Gaza da basmadan bırakmak gerekiyor. Otomobil kendi iniyor.
Yavaşlaması gereken yerlerde frene az
az basılmalı.
A.D.: Peki ya rampa çıkarken?
Ü.A.: Çıkarken ani gaz hareketleri otomobilin ön tarafının sağa sola kaymasına neden olur. Gaz hareketlerinin mümkün olduğunca yavaş olması gerekiyor.
Bu da büyük tehlikeye yol açabilir.
A.D.: Farlar sürekli açık olmalı mı?
Ü.A.: Farlar günlük şartlarda da açık olmalı. Kış şartlarında da kesinlikle açık
olmalı.
A.D.: Karlı yolda arabamız kayarsa
neler yapmalıyız?
Ü.A.: Eğer araba önden kaymaya başlarsa yapacağımız şey ayağımızı gazdan çekmek olur. Ama çok ani çekmemeliyiz, bu sefer ağırlık transferi olmasıyla birlikte otomobilin arkası kaymaya başlar. Önden kayma yaşadığımızda,
ayağımızı gazdan yavaş ve yumuşak çekersek ön taraf da rayına yavaş yavaş
oturur.
A.D.: Peki ya aracımız arkadan kaymaya başlarsa?
Ü.A.: Ayağımızı gazdan aniden çektik
ve otomobilin arkası kaymaya başladı. Arabanın kaydığı yöne doğru direksiyonu yavaş hareketlerle uydurmamız
gerekir. Eğer fazla miktarda çevirirsek
bu sefer ön tarafını çeker. Bu esnada az
olarak gaz verilmesi önemli. Gaz arkadan kaymayı önler. Ön tarafı az da olsa
dengeye sokar.
A.D.: Yağmurun yağması normal şartlarda bir keyiftir. Ama araba kullanırken sürücü için o kadar da keyifli olduğu söylenemez. Silecekler, su birikintileri, takip mesafesi derken can
sıkıcı olabilir. Peki, yağmurlu havada
araç kullanırken nelere dikkat etmeliyiz?
Ü.A.: Yağmurlu havada doğru sürüş
tekniklerini maddeler halinde özetleyebiliriz:
Eğer aracınıza ilk bindiğinizde ön camınız buğulanmışsa klimanızı soğuk konumda çalıştırıp fan ayarını ön cama verin. Bu işlem sırasında klimanızın dışarıdaki havayı ön cama üflediğinden emin
olun.
Yolculuk sırasında ön camınızın buğulanmaması için kalorifer veya klimanızı
ön cama hafifçe üfleyecek şekilde ayar-
layın. Böylece camınız buğulanmayacak
ve net bir görüşe sahip olacaksınız.
Arka görüşünüzün kısıtlanmaması için
rezistansınızı sık sık kullanın. Aynalarınızın buğu yapmaması için eğer aracınızda ısıtmalı ayna teçhizatı varsa kullanın, kış aylarında buğu önleyici kullanın
veya son çare olarak temiz bir bez veya
kâğıt mendil ile buğuyu silin.
Yağmurlu havalarda sizin dışınızdaki
araçların camlarındaki buğu veya havanın kararması sebebiyle fark edilmeniz
zorlaşacağından kısa huzmeli farlarınızı açık tutun.
Sollamaya çıkacaksanız sileceklerinizi en yüksek hızda çalıştırın ve mutlaka ışıklı sinyalizasyon kullanmayı unutmayın.
Yol kenarlarındaki su birikintilerine girmekten kaçının. Su birikintilerine girdiğinizde aracınızın direksiyon hâkimiyeti
azalacak veya tamamen kaybolacaktır.
Gaza veya frene gereğinden fazla basmak veya ani direksiyon hareketleri
yapmaktan kaçının.
Sürücüler için en tehlikeli anlardan birisi yağmurun ilk yağmaya başladığı zamanlardır. Yoldaki toz birikintileri yağmur suyuyla birleştiğinde çok kaygan
hale gelir. Bu zamanlarda ani direksiyon
hareketlerinden kaçının ve hızınızı azaltarak seyir edin.
Lastiklerinizin aşınmasını düzenli olarak kontrol edin ve ekonomik ömrünü
tamamlamış lastiklerle trafiğe çıkmayın.
A.D.: Otomobili siste kullanmak da
ayrı bir tecrübe gerektirir. Görüş mesafesinin azalması ve sisli havalarda
araç kullanma tekniklerinin tam olarak bilinmemesinden dolayı istenmeyen maddi-manevi sonuçlar doğabiliyor. Sisli havalarda nasıl araba kullanılmalı?
Ü.A.: Siste araç kullanırken yapılan yanlışlardan biri, uzun huzmeli farların yakılmasıdır. Uzun huzmeli farlar yakıldığında öndeki sisli bölge bir ışık duvarı halinde gelecek ve görüşü engelleyecektir.
EĞER ARACINIZA
İLK BİNDİĞİNİZDE
ÖN CAMINIZ
BUĞULANMIŞSA
KLİMANIZI SOĞUK
KONUMDA
ÇALIŞTIRIP FAN
AYARINI ÖN CAMA
VERİN.
51
Ön sis farlarınızın yanı sıra kısa huzmeli farlar yakılmalıdır. Sisli havalarda sürücülerin yaptığı diğer bir yanlış ise tüm
farların kapatılıp sadece ön sis lambalarının yakılmasıdır. Bu durum karşıdan gelen sürücülerin aracın boyutlarını tam olarak görmesini engelleyerek
kazalara sebebiyet verebilir.
A.D.: Dörtlü flaşörler yakılmalı mıdır?
Ü.A.: Siste taşıt kullanırken sürücülerin yaptığı başka bir hata da, dörtlü
flâşörlerin görülmek için yakılmasıdır.
Dörtlü flâşörler, sadece bir tehlike durumunda ve taşıt durduğunda yakılmalıdır.
A.D.: Takip mesafesini nasıl ayarlamalıyız?
Ü.A.: Siste taşıt kullanırken takip mesafesine de dikkat etmek gerekir. Çünkü sis, su buharından oluştuğu için yolu
ıslatacaktır. Bu yüzden fren mesafesi
kuru zemindekine göre daha uzun olacaktır. Normal zeminde 100 km/s süratle giden bir araç fren yaptığında 44-50
metrede dururken, siste bu mesafe 100
metreye kadar çıkabilir. Sisli havalarda öndeki araçla normalden daha fazla
mesafe bırakılmalıdır. Örneğin 60 km/
sn süratle giden bir taşıtın öndeki araçlarla arasında hızı kadar, yani 60 metre
mesafe bırakması gerekir.
SİSLİ HAVALARDA HERHANGİ BİR PROBLEMDEN
ÖTÜRÜ YOL KENARINDA DURMAK GEREKİRSE,
MUTLAKA DÖRTLÜ FLÂŞÖRLER YAKILMALI
A.D.: Sisli havada yolda kalırsak neler
yapmalıyız?
Ü.A.: Sisli havalarda herhangi bir problemden ötürü yol kenarında durmak gerekirse, mutlaka dörtlü flâşörler yakılmalı ve mutlaka arkadan gelen sürücülerin fark edilmesi için araçtan 100 metre geriye reflektör yerleştirilmelidir.
A.D.: Şehir içi ulaşımında nelere dikkat edilmelidir?
Ü.A.: Sis, özellikle şehir içi yollarda yayaların görülmesini de engelleyecektir.
Bu yüzden sisli havalarda özellikle şehir
içi yollarda yavaş gidilmeli, kavşaklarda mutlaka durulmalı ve kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra hareket edilmelidir. Sisli havalarda yayaların
da üzerlerine, uzaktan rahatlıkla görülebilecek fosforlu giysiler giymelerinde
fayda vardır.
A.D.: Ümit Bey verdiğiniz bu önemli
bilgiler için teşekkür ederiz.
Ü.A.: Trafik güvenliği hakkındaki hassasiyetiniz için şahsım adına ben teşekkür
ederim. Umarım bu kış yaşanan kazalarda ciddi oranda bir azalma olur.
Röportaj: Ferit Kantar
52
53
Uzm. Dr. Önder Bağcı
Medicana Konya Hastanesi
İç Hastalıları Uzmanı
“POLİFARMASİ”
BİR HALK SAĞLIĞI SORUNU
YERSİZ İLAÇ KULLANIMI, ÇOKLU İLAÇ YA DA REÇETE KULLANIMI OLARAK TANIMLANABİLEN “POLİFARMASİ”
SAĞLIĞIMIZI TEHDİT EDEN ÖNEMLİ BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR. BATI ÜLKELERİNDE ÇOĞUNLUKLA YAŞLI
İNSANLARIN SORUNU OLAN POLİFARMASİ, ÜLKEMİZDE 60 YAŞ ALTINI DA TEHDİT ETMEKTEDİR.
Polifarmasi’de birlikte kullanılan ilaçlar
diğerlerinin etkisini arttırarak, azaltarak
ya da istenmeyen etkilerini belirginleştirerek zarar verebilmektedir. Bu etkiler
her yaş grubunda görülebilmesine rağmen yaşlılarda bozulan karaciğer, böbrek, sindirim sistemi, sinir sistemi ve dolaşım sitemi fonksiyonları yüzünden sonuçlar daha vahim olmaktadır.
Artan yaşla birlikte diyabet, hipertansiyon, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, sindirim sitemi, sinir sistemi, solunum sistemi, kas, eklem ve kemiklerle ilgili hastalıkların da sıklığı artmaktadır.
Aynı hastada birkaç sistemle ilgili rahatsızlığın birlikte olması çoklu ilaç kullanımının en önemli nedenidir. Ülkemizde ise bilinçsiz hasta davranışları, hekim
duyarsızlığı ve uygulanmakta olan sağlık politikaları polifarmasinin en önemli
nedenlerindendir.
54
SGK sisteminde hastalar aynı gün içinde, aynı hastanede, hekim tarafından
yönlendirilmeksizin, kendi istekleriyle
birkaç branşa hatta aynı gün içerisinde
farklı hastanelerde aynı branştaki farklı
hekimlere muayene olabilmektedir. Her
hekim biri diğerinden habersiz ya da haberli reçete yazabilmektedir. Bu hastalar için düzenlenen farklı reçeteler birlikte kullanıldıklarında genel sağlığa ve-
rebilecekleri olumsuz etkileri değerlendirilmeksizin ödenmektedir.
Polifarmasi sağlığımıza ve ekonomimize zarar verdiğinden halk sağlığı sorunu
olarak algılanmalı ve mücadele edilmelidir. Bu mücadelede hastanın, hekimin
ve sağlık sistemimizin önemli sorumlulukları vardır. Hastalar muayenelerinden önce kronik hastalıkları, kullanmakta oldukları ilaçlar ve yeni reçete edilen ilaçlar konusunda hekimleri bilgilendirmelidir. Hekimler ise hastalarının özgeçmişlerini, kronik hastalıklarını ve halen kullanmakta olduğu ilaçları mutlaka
öğrenmeli ve not etmelidir. Yeni başlanacak tedaviler hastanın kullanmakta
olduğu ilaçlar dikkate alınarak düzenlenmelidir.
Sağlık sistemimiz ise çoklu muayene
ve reçete yazılması konusunda denetim mekanizmaları oluşturmalıdır. Her
bir farklı branş hekimi tarafından önerilen tedavilerin hastanın genel sağlığına uygunluğu iç hastalıkları uzmanlarının denetiminden geçirilmeli ve onayları alınmalıdır.
Sağlıkta ihtisaslaşma ihtiyaçlar dikkate
alınarak düzenlenmeli, plansız ve ölçüsüz ihtisaslaşmanın önüne geçilmelidir.
Mevcut sistemde aynı hasta basit sin-
dirim sistemi rahatsızlıkları nedeniyle
gastroenterolojiye, diyabeti nedeniyle
endokrinolojiye, romatizmal yakınmaları nedeniyle romatoloji ya da fizik tedavi
polikliniklerine, kansızlığı nedeniyle hematoloji polikliniğine, nefes darlığı nedeniyle göğüs hastalıkları polikliniğine
muayene olabilmektedir. Maalesef istisnalar dışında her bir branş hekimi kendi
branş sınırları içerisinde hastayı değerlendirdiğinden hastanın genel sağlık durumu gözden kaçırılmakta ve birçok organ sistemini ilgilendiren kompleks hastalıklar atlanabilmektedir. Sonuç olarak çok fazla sayıda reçete yazılmakta
ve polifarmasi oluşmaktadır. Aynı hasta
bir hekim tarafından değerlendirilerek,
bir reçetede tedavisi düzenlenebilir. Sadece bir iç hastalıkları muayenesi yaptırarak bunu başarabiliriz.
Üniversite hastanelerinde ve diğer eğitim hastanelerinde geçmişe göre önemi azalan iç hastalıları disiplininin canlandırılması gerektiğini düşünüyorum.
İç hastalıkları uzmanlık eğitimine verilen değer arttırılmalıdır. Polifarmasi
için risk grubunda olan hastalar iç hastalıkları muayenesi için teşvik edilmeli,
iç hastalıkları uzmanlarının diğer hiçbir
branşta olmayan hastalık ve ilaç tecrübelerinden istifade edilmelidir.
55
B
AŞLANGIÇLAR
ÖNEMLİDİR!
İYİ BİR İŞ GÖRÜŞMESİ UYGUN BİR CV İLE BAŞLAYACAKTIR. “ÖZGEÇMİŞ” SÖZCÜĞÜ YERİNE İŞ YAŞAMINDA
KISACA “CV” DE KULLANILIR. CV, CURRİCULUMVİTAE’NİN KISALTILMIŞIDIR VE “HAYATIN YÖNÜ” ANLAMINA
GELİR. ÖZGEÇMİŞİNİZ, EĞİTİMİNİZİN, İŞ DENEYİMLERİNİZİN, BECERİLERİNİZİN VE BAŞARILARINIZIN BİR
ÖZETİDİR. PEKİ CV HAZIRLARKEN NELERE DİKKAT EDELİM?
İŞ ARIYORUM
CV Hazırlarken
Kullanmamanız Gerekenler:
İş ararken profesyonel olduğumuzu ve
işe hâkim olduğumuzu göstermek isteriz. Bunun için olabildiğince fazla yabancı kelime ya da kısaltma kullanırız.
Ancak bunu abartmamak ve kelimeleri ve kısaltmaları yerin kullanmak gerekir. Aksi halde oluşturduğunuz CV’yi anlaşılmaz bir hale getirebilirsiniz. Özellikle bilişim sektöründe görülen bu durum için tavsiyemiz; kelimeleri yerinde
ve zamanında kullanmanız. Gerekli açıklamaları yüz yüze görüşme esnasında
yapmanız daha doğru olacaktır.
Oluşturduğunuz CV tabii ki sizi anlatır.
Ancak görüşmecinin anlamadığını anlatmak ister gibi sürekli “ben, benim…”
gibi ifadeler kullanırsanız sizin takım çalışması ile ilgili sorun yaşadığınızı düşünebilir. Özellikle çalıştığınız proje ile ilgi-
56
li, bu gibi ifadeler kullanmaktan kaçının.
Akılda kalıcı ifadeler kullanın. Sizi görüşmeye davet eden kişi ya da görüşmenizi yapan görevli, sizden önce de
onlarca kişinin CV’sini okumuş olabilir.
Bunun için akılda kalıcı, net, sık kullanılmayan ifadeler seçmeniz yerinde olacaktır. Bunu yaparken de anlamını bilmediğiniz kelimeleri değil, sektörünüzle
ilgili bilimsel terimleri kullanmanızı tavsiye ederiz.
CV’leri İncelerken Nelere
Dikkat Ediyorlar?
Bir pozisyon ile ilgili görüşmeler için
randevular verilmeye başlanıyor ve siz
de bu pozisyon için başvurunuzu yapmış, görüşme için davet edilmeyi bekliyorsunuz. Öncelikle siz “önemli olan CV
değil görüşmedir, dolayısıyla yaz gitsin” diyenlerden olmayın. Görüşmecinin CV’nizi eline aldığında öncelikli ola-
BAŞVURU YAPTIĞINIZ POZİSYON İLE İLGİLİ KARİYER HEDEFLERİNİZİN
BULUNDUĞU KISA BİR ÖN YAZI YETERLİ OLACAKTIR.
rak dikkat ettiği bazı noktalar var. Bunlara beraber göz gezdirelim…
Pek çok CV arasından sizinkinin ayrılmasını istiyorsanız ilk bakışta göze çarpacak bir etki bırakın. Mesela CV’nizin
görünen bir yerine başvuru yaptığınız
firmanın logosunu iliştirebilir, şirketin
ismini yazıp, onlara özel bir CV hazırladığınızı gösterebilirsiniz. (Tabii logo ya
da firma ismi göze batacak büyüklükte
değil ölçülü şekilde olsa iyi olur.)
CV’nin başında bulunan ön yazı başvurduğunuz firmaya özel olmalı. Tüm başvurularınızda aynı ön yazıyı kullanmamaya özen gösterin. Başvuru yaptığınız pozisyon ile ilgili kariyer hedeflerinizin bulunduğu kısa bir ön yazı yeterli olacaktır. “Aradığınız kişi benim” sloganları içeren bir mektup olmamasına
özen gösterin.
Eğer hala öğrencilik zamanınızdan kalma mail adresinizi kullanıyorsanız ve
[email protected] şeklinde devam ediyorsa hemen vazgeçin ve kendinize acil bir
mail adresi alın. Ve CV’nize ekleyeceğiniz fotoğrafın geçen yaz çekilmiş uygunsuz bir fotoğraf vs. olmamasına dikkat edin.
Yeni Mezun Oldum, Hiç İş
Tecrübem Yok, CV’ye ne
Yazacağım?
Üniversitelerden yeni mezunlar kendilerine uygun bir işi nasıl bulacakları konusunda, mezun olmadan kafa yormaya
başlarlar. Bununla ilgili gerekli çalışmalar yapılır, ilanlara göz atılır ama öncelikli yapılması gereken profesyonel bir
CV hazırlamaktır. Unutmayın, CV sizi işverene tanıtan ilk adımdır. Bunun için
birkaç adımı izlemeniz yeterli;
İlk olarak özgeçmişinizi hazırlarken bütün hayat hikâyenizi yazmanıza gerek
yok. Yeni mezun bir aday olarak tek
sayfalık bir özgeçmiş sizi anlatmaya yetecektir. Eğer daha önce bir iş tecrübeniz olduysa, yalnızca başvurduğunuz
pozisyon ile ilgili olanları yazmanız yeterli.
Sizde olmayan özellikler ve bilmediğiniz
terimlerle doldurmaktan uzak durun.
Tahmin edeceğiniz gibi görüşmeye çağrıldığınızda özgeçmişinizde yazanlar ile
ilgili sorular sorulacak. Sonrasında cevaplayamayacağınız sorularla karşılaşmak istemezsiniz.
Yeni mezun olup ilk kez profesyonel
olarak iş aramaya başlayanlar, işverenlerin sihirli bir şekilde kendilerine ulaşacaklarını ve kısa zamanda hayallerindeki işe kavuşacaklarını düşünürler. Oysaki sizin için uygun, aradığınız işi bulmak
başlı başına bir iştir.
ARTIK YÖNETİCİLER
KİMİN GERÇEK
REFERANS, KİMİN
ÖYLESİNE YAZILMIŞ
OLDUĞUNU
ANLIYORLAR.
Referans kısmını eğer hiçbir yerde çalışmadıysanız boş bırakın. Sakın aile üyelerinizi referans bölümüne sıralamayın. Artık yöneticiler kimin gerçek referans, kimin öylesine yazılmış olduğunu
anlıyorlar. Hele milletvekili, bakan, belediye başkanı gibi bir tanıdığınız varsa
sakın onun ismini yazmaya kalkmayın.
Gözdağı vermek anlamına gelir ve sadece iticidir. Eğitiminiz süresince size destek olan akademisyenlerin referansları,
staj yaptığınız ya da katıldığınız gönüllü çalışmalarda birlikte çalıştığınız kişilerin referansları profesyonel referans
olarak kabul edilebilir. Şirketlerin referans kontrolü yaptıklarını, verdiğiniz
isimlerden hakkınızda bilgi istediklerini
de unutmamalı.
Hazırlayan: Didem Bozkurt
İnsan Kaynakları Uzmanı
57
UYKU
BOZUKLUKLARI
ÇOĞUMUZ HAYATIMIZIN
YAKLAŞIK ÜÇTE BİRİNİ
UYUYARAK GEÇİRMEKTEYİZ.
GERÇEKTEN BU KADAR UZUN
SÜRE UYUMAK ZORUNDA
MIYIZ? ÇEVREMİZDE SEYREK
DE OLSA ÇOK DAHA KISA
SÜRE UYUYAN İNSANLARA
RASTLAMAKTAYIZ.
UYKUMUZU KISALTMAK
MÜMKÜN MÜDÜR? DAHA
KISA SÜRE UYURSAK
NE TÜR PROBLEMLERLE
KARŞILAŞIRIZ? SON
YILLARDA YAPILAN
ARAŞTIRMALARLA
YUKARIDAKİ SORULARIN
BİRÇOĞUNU CEVAPLAMAK
MÜMKÜN OLMUŞTUR.
Uyku süresinin kişiden kişiye değişmekte olduğu ve bu sürenin 4 saat ile 11 saat
arasında değiştiği bilinmektedir. Doğuştan itibaren belirlenmiş olan bu süreyi
belli limitler dışında değiştirmek mümkün olmamaktadır. Süreyi kısaltmak zorunda kaldığımızda ise uyku yoksunluğu
sonucu görülen istenmeyen belirtilerle
karşı karşıya gelmemiz kaçınılmaz olacaktır.
58
Ancak unutmamak gerekir ki uyku, sadece zihinsel yaşamın önemli bir parçası değil, aynı zamanda hormonal düzenlemede de önemli rol alan bir süreçtir.
Bu neden uyku bozukluğu yaşayan bireylerde bunun nedeni saptanarak, kişi
bir an önce tedavi altına alınmalıdır.
Eğer aşağıdaki durumları yaşıyorsanız,
uyku probleminiz için doktorunuza başvurmanız gerekmektedir.
Banyo yapmak, kafein alımını kesmek,
egzersiz ve rahatlama teknikleri gibi
yöntemler işe yaramadığı zaman
Uyku probleminizin altında depresyon
veya kalp rahatsızlığı gibi sebepler yattığına inanıyorsanız
Uyurken aşırı horluyorsanız ya da nefessiz kalıyorsanız
Konuşmak ya da araba kullanmak gibi
normal aktiviteleri yaparken uyuya kalıyorsanız
HİPERSOMNİA HER ZAMAN PATOLOJİK OLMAYABİLİR. KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNİN
VEYA AİLESEL YATKINLIĞIN HİPERSOMNİA’YA YOL AÇTIĞI KABUL
EDİLMEKTEDİR.
Uyandığınızda kendinizi sürekli yorgun
hissediyorsanız
Kullandığınız ilaçların uyku bozukluklarına yol açtığını düşünüyorsanız
BAŞLICA UYKU
BOZUKLUKLARI
Uyku Apnesi : Yüksek sesli horlama
obstrüktif uyku apnesi denilen potansiyel olarak ölümcül bir hastalığın belirtisidir. Yüksek sesle horlama uykuda solunumun bozulduğunun bir işareti olabilir. Horlama hava yolunun tümüyle açık
olmadığının göstergesidir ve horlama
sesi havanın daralmış pasajdan geçiş
zorluğundan kaynaklanır. Yaklaşık olarak erişkinlerin %10 - 30’u horlar ve büyük bir bölümü için horlamanın önemli bir tıbbi sonucu söz konusu değildir.
Düzenli olarak yüksek sesle horlayan
her 100 insandan beşi ( tipik olarak aşırı kilolu orta yaşlı erkekler ) ölümcül potansiyele sahip bir hastalığa obtrüktif
uyku hastalığına adaydır (Apne yunanca ‘ soluk alma isteği ‘ anlamına gelir).
Uyku apneli insanlar uyku sırasında normal soluk alıp veremezler ve bunun sonucunda yeteri kadar oksijen alamazlar ve uykularının kalitesi bozuk olur.
Uyku apnesi gündüz aşırı uykululuk haline sebep olabilir ve yüksek kan basıncını, kalp yetmezliğini, kalp krizini ve felci tetikleyebilir. Her gece her pozisyonda yüksek sesle horlamak bir uyku merkezinde incelenmeyi gerektirir.
İnsomnia-Uykusuzluk: Uykuya dalma güçlüğüdür. Aslında bir psikiyatrik
tanı sınıflandırması olup olmadığı durumu oldukça karmaşıktır. Araştırmacıların çoğu uykuya dalma güçlüğünün diğer psikiyatrik durumlara ikincil olarak
ortaya çıktığını ve hastalığın tedavisiyle uykuya dalma güçlüğünün de ortadan
kalktığını iddia etmektedir. Buna karşı
çıkan görüş ise uyku bozukluğunun birincil olduğunu ve diğer klinik tablolardan bazılarının uyku bozukluğuna ikincil olarak geliştiğini söylemektedir. İnsomnia günlük yaşantımızda oldukça
sık karşımıza çıkmaktadır. Hastaların
büyük bir kısmı hekime başvurmamaktadır. Genelde insomnia kendiliğinden
düzelme eğiliminde olsa da altta yatan
daha ciddi bir psikiyatrik hastalığın ilk
habercilerinden olabilir. Bu nedenle dikkatlice izlemek gerekebilir.
Hipersomnia-Aşırı Uyuma: Bu hastalık aşırı uyuma ve gündüzleri uyuklama olarak ikiye ayrılır. Kelime anlamı çok uyuma olan hipersomnia genellikle diğer psikiyatrik hastalıklara eşlik eder. Nadiren tek başına bulunarak
birincil hipersomnia adını alır. Hipersomnia her zaman patolojik olmayabilir. Kişilik özelliklerinin veya ailesel yatkınlığın hipersomnia’ya yol açtığı kabul
edilmektedir. Ayrıca ileri derecede akciğer, karaciğer hastalıklarında, beyin
lezyonlarında ve kalp yetmezliklerinde
de hipersomnia bulgusu olabileceğinden dolayı, hipersomnia hastaları mutlaka hekime götürülmelidir. Hipersomnia, anti-depresan veya stimulan ilaçlarla kolaylıkla düzeltilebilir.
59
KİŞİ BİRDEN YATAKTAN KALKARAK BAZI OTOMATİK HAREKETLERİ YAPAR.
BUNLAR YÜRÜME, GİYİNME, TUVALETE GİTME, ARABA KULLANMA GİBİ
HAREKETLER OLABİLİR.
Uyurgezerlik: İlgi çekici bir hastalıktır.
Genellikle uykuya daldıktan hemen sonra görülür. Uykunun ilk 1/3’lük döneminde ortaya çıkar. Sıklıkla 10’lu yaşlara kadar görülür. Kişi birden yataktan kalkarak bazı otomatik hareketleri yapar.
Bunlar yürüme, giyinme, tuvalete gitme, araba kullanma gibi hareketler olabilir. Altta yatan bir beyin patolojisi ileri sürülmüş olsa da herhangi bir bulgu
saptanamamıştır.
Diş Gıcırdatma: Diş hekimlerinin de sık
rastladığı bir uyku bozukluğudur. Devamlı olgularda diş, diş eti ve çene problemlerine yol açabilir. Stres durumlarından sonra artar.
Rüya Sıkıntı Bozukluğu: Uyku sırasında normalde her kişi korkutucu rüyalar görebilir. Ancak normal olan tipinde bu rüyalar kişiyi genelde uyandırmaz
ve tekrar etme eğiliminde değildir. Ancak rüya sıkıntı bozukluğun da kişi uyku
sırasındaki normal uykusunun yanı sıra
korkutucu rüya ve karabasanlar görüp
korku içinde uykudan uyanır. Kişi uyandığında bunun bir rüya olduğunu hemen
anlar. Bu durum genelde gecenin ileri REM dönemlerinde ortaya çıkar. Kişinin uyumunu bozabilir, tekrarlama eğilimindedir.
60
Uyku Felci: Halk arasında “Karabasan”
olarak bilinen uyku felci, uyandıktan hemen sonra veya seyrek olarak, uykuya dalmadan hemen önce bedenin geçici olarak hareket edememesi (felç olması) ile karakterize edilen bir durumdur. Uyku felci, kişinin bilincinin tamamen açık olmasına rağmen hareket edememesine sebep olur. Ayrıca bu durum
ile birlikte halüsinasyonlar olabilir. Çoğu
zaman, uyku felcine uğrayan kişi tarafından bunun bir rüya sebebiyle oluştuğuna inanılır. Bu yüzden, insanların hareket etmek istese de hareket edemediği rüya sayısı bu kadar fazladır. Uyku
felcinin sebep olduğu halüsinasyonlar
bazen durumun normal bir rüya olarak
algılanmasına, bazen de oda içerisinde
hayali şeyler görülmesine sebep olur.
Uyku bozuklukları hem psikiyatrik hem
nörolojik hem de dâhili bazı hastalıklar
neticesinde ortaya çıkabildiği için kronik olarak uykusuzluktan muzdarip hastalarda EEG, Kranial MR, demir eksikliği anemisi tetkikleri, B6, B12 ve folik asit
kan düzeyleri tetkiki gibi tıbbi tahliller
yapılmalı ve neticesinde hem psikiyatri hem nöroloji tarafından değerlendirilmelidir.
61
Sebahattin Eray Anlatıyor...
BİLİMKURGU FİLMLERİ
GERÇEK OLUYOR
HOLOGRAM TEKNOLOJİSİ HAYATIMIZA GİRİYOR
1967’de Ankara’da doğdum. 1985’de
Yenimahalle Teknik Lisesi elektronik
bölümünden mezun olup, 1987 yılında
TRT’de teknisyen olarak çalışmaya başladım. Halen çalışmakta olup, emeklilik
süremin dolmasını beklemekteyim.
62
Elektronik mesleği ile tanıştığım günden beri insanın akıl sınırları ile sınırsız bir meslek kolu olduğunu her gün
bir kez daha gözlemlemekteyim. Çevremde olaylara ve teknolojik gelişmelere, gözlemci bir bakış açısı ile yaklaşıp,
daha iyi, daha güzel, daha kısa, daha
uzun nasıl olabilir diye bakmaya başladım. Bunun sonucu birden çok konuda tekniğin bilinen mevcut durumunun
önüne geçerek birkaç fikrimi ürün haline getirmeyi başardım. Ancak üretim
aşamasının önemli adımı patent meselesinin farkına varıp, ürünlerimi patentlemeye başladım.
Mevcutta 4 adet patentim bulunmakta
olup, kıymetli Ailedostu Dergisi okurlarına 2D-3D hologramdan söz etmek istiyorum. Ama isterseniz öncelikle hologram teknolojisinden bahsedelim.
Hatırlarsanız Star Wars filmlerinin en
ilgi çekici yanlarından biri insanların
birbiriyle iletişim kurmasını sağlayan
3D hologramlardı. Filmlerde bu holog-
ramlar sayesinde geçmişte kayıt edilmiş görüntüler gibi anlık konuşmaları
da izlemek mümkün.
Hologram kelimesi Yunanca sözcüklerin bileşiminden oluşur. “Holos” (Tam
Görüntü) ve “Gram” (Yazılı) anlamındadır. Hologram lazer ışın dalgalarının pozitif karışımı ile oluşan üç boyutlu kayıttır. Holografinin teknik terimi “Dalga Sınırının Yeniden Yapılanması”dır.
HOLOGRAM İKİ AYRI LAZER IŞINININ BİR ARAYA GELEREK OLUŞTURDUĞU ÜÇ
BOYUTLU BİR FOTOĞRAFTIR.
Hologram, orijinal objenin üç boyutlu gerçek kaydı, kısaca üç boyutlu lazer fotoğrafıdır. Başka bir deyişle; 3 boyutlu görsel bilginin lazer teknolojisiyle kaydedilmesi, depolanması ve hareket efektinin kazandırılarak çok boyutlu ortama aktarılması sonucu elde edilir. Hologramların en güzel özelliği sadece çok güzel ve etkileyici olmaları değil,
aynı zamanda da ileri teknoloji ürünü olmalarıdır.
Hologramlar her biri ışığı farklı şekilde
yansıtan bir görüntünün katmanlara ayrılmış halleridir. Hologram iki ayrı lazer
ışınının bir araya gelerek oluşturduğu
üç boyutlu bir fotoğraftır. Lazer ışınlarının renkleri, dalgaların uzunluğuna göre
değişir. Lazer aktive edildiği andan itibaren bir kapak ışının geçip geçmediğini kontrol eder. 2 Lazer ışını ise 90 derecelik bir açı ile ikiye bölünür, bu iki ışının
birleştiği bir nokta oluşturulur ve bu iki
ışın beyaz bir ekrana yansıtılır.
Işınlar net bir şekilde ekranda görülmelidir. Işınların doğru açıda durması çok
önemlidir. Işınların bulunduğu platformdaki en ufak titreme bile her şeyi mahvedebilir. Bu sebeple 18 hava tüpünün
üzerinde duran ve 2 tonluk çelik ayakları olan bir masa kullanılır.
Bir obje seçilir, seçilen obje titremeyecek bir şekilde lazer sisteminin bulunduğu masaya yerleştirilir. Bu objenin önüne bir cam koyulur. Ayraç adı verilen bir
sistem lazer ışınını ikiye ayırır ve ışının
birini objenin önüne diğerini ise arkasına gönderir. Işınlardan biri kalıbın ön
cephesine doğru gider ve orda yoğunluğunu düzenleyen bir mercekten geçer.
Tıpkı fotoğraf çeker gibi burada da film
kullanılıyor.
Objenin önündeki cam plakaya bu film
zarar görmeyecek bir biçimde yapıştırılıyor. Ardından bir başka cam ile bu film
iki cam arasına sabitleniyor. En ufak titreşim bile her şeyi alt üst etmeye yeter.
Lazer çalıştırılır tam gücü 250 milyon
milivolt’dur. 1 saniyelik lazere maruz kalan obje lazerleme süresini tamamlamış
63
HAYATIMIZA ÇOK BÜYÜK
DEĞİŞİMLER SUNACAK YENİ BİR
TEKNOLOJİ OLAN HOLOGRAM,
BİRÇOK ALANDA BÜYÜK BİR HIZLA
GELİŞİM GÖSTERİYOR.
oluyor. Buradan sonrası aynen fotoğraf
sektöründeki film banyo işlemi gibidir.
Farklı birkaç solüsyondan geçen film tamamlanmış oluyor ve hologram hazır.
temler bilinir olunca reklam sektörü farkındalık oluşturacak her materyali kullanmaya başlamıştır. Günümüzde de bu
yarış alabildiğine devam etmektedir.
Elimize aldığımız resim normal bir fotoğraftan çok farklı bir görüntüye sahiptir. Resme sağdan solda veya yukarıdan aşağıdan baktığımızda resmin diğer
profilini görebiliriz.
Hologram tam görüntülü kopyalama demektir. Ancak bu doğada henüz mümkün olamayan bir uygulamadır. Fotokopi çektirip bir belgedeki kopyayı alabiliriz. Ancak fotokopi makinesinin çıkışından henüz bir el ya da kol çıkartabilen bir teknoloji söz konusu değildir. Ancak bu düşünce insanoğlunun zihninde
her zaman muazzam bir düşünce olarak yer etmektedir. Uzay yolu filminde
Kaptan Kirk ve Mr. Spock gelip bizi Koregon Gezegeni’ne ışınla, hoop Koregon
gezegenindeler. Birçoğumuz bu sahneleri hatırlarız. Ama bu holografik durum
sadece filmlerde oluyor.
Ayrıca hologram mantığı ile 3 boyutlu
boşlukta görüntü elde edilmesi mümkündür. Birbirinden farklı 2 ayrı ortamın birinde bir kişinin hologram sistemi
ile alınan kayıtları, başka bir yerde sanki
kişi oradaymış izlenimi vererek görüntü
oluşturulmasına imkân vermektedir.
Hayatımıza çok büyük değişimler sunacak yeni bir teknoloji olan hologram,
birçok alanda büyük bir hızla gelişim
gösteriyor. Bu teknoloji, son yıllarda hayatımızı yönlendiren mobil cihazları bile
kendisine uyarlayacak, elektronik üreticilerinin stratejilerini yeniden çizecek,
eğlenceden eğitim sektörüne kadar hayatımıza sayısız yenilik getirecek.
64
Adını sıkça duymaya başladığımız hologram yakın zamanda akıllı telefonlarınızdan televizyonlarınıza, otomobillerinizden evinize, girdiğiniz mağazadan
gezdiğiniz müzeye kadar karşınıza çıkacak.
Bu ilgi ve heves sürekli arayış içerisinde olan reklam sektörünü ve televizyon
sektörünü harekete geçirip, günümüzde kullanılan hologramların üretilmesi
sonucunu getirmiştir. Hem de dünyanın
her yerinde Amerika’da, Japonya’da,
Belçika’da, İngiltere’de, Fransa’da,
Çin’de. Birçok firma bu konuda çeşitli
ürünler üretip hemen ürünlerini patentlemiş durumdalar.
Hologram tekniğinde bir görüntüleme
ekranına bir de görüntüleyiciye ihtiyaç
vardır. Bu ikili birbiri ile 45 derece açıyla
buluştuğunda hooop muhteşem sonuç.
Reklam sektörü dünyada trilyon dolarları bulan bütçelerle iş yapmaktadır.
Bütçelerinin bu denli büyük olması sektörün rekabetini son derece yükseltmiştir. Gazeteler, radyolar, dergiler, billboardlar, dijital ekranlar vs. Bilinen yön-
Uygulamaya uygun hazırlanan videolar
ya da 3D grafikler, LCD monitörde ya
da bir projeksiyon tekniği ile bir perde
de görüntünün oluşması sağlanmaktadır. Oluşan görüntü üretimi planlanmış
olan kasaya uygun açıda yerleştirilir.
Ekrana 45 derece açıyla görüntüleyiciye yani cam ya da folyo üzerine düşürülür. Tabi burada cam ya da folyo sihirli
malzemedir. % 35 ayna % 65 geçirgen
olan ayna görüntünün % 35 oranındaki aynalama sayesinde görüntünün üzerinde oluşmasını sağlar. Tabii % 65 geçirgenlik oluşan görüntünün arka kısmını da gösterdiği için oluşan görüntüdeki obje sanki boşlukta oluşmuş hissi vermektedir.
Bir de objeyi 4 cepheden görülecek şekilde hazırlarsanız etki çok daha gerçekçi oluşmaktadır.
Tıpkı 3D sinemalarda olduğu gibi. Gözlüğü çıkarttığınızda bir şeye benzemeyen görüntünün gözlükleri taktığımızda boşlukta ve ekrandan çıkıp üstümüze üstümüze geliyormuş hissinin oluşması gibi.
Bu konuyu 2-3 yıllık bir incelemeden
sonra yaptığım çalışmalar sonucunda
mevcut hologram görüntülemelerindeki loş ve özel mekânlara gerek duymayan, her ışık ortamında görünebilen bir
yöntem geliştirip 2011 04498 tescil numaralı “2D deep ve S3D boyutlu görüntü elde edilen hologram” başlıklı patent
almayı başardım. 2012 yılında katıldığım
İnnovasyon fuarında büyük ilgi gören
hologramlarımı reklam sektörü ile paylaşmaya ve model geliştirme çalışmalarıma devam etmeyi planlamaktayım.
Henüz yapım aşamasında olan www.hologram.tc web sitesinde çalışmalarımı
tüm kullanıcı ve geliştirici adayları ile
paylaşmaya devam edeceğim.
65
66
67
68
69
70
71
BÜ
M
AL
OĞUZHAN KOÇ:
“BEN HALA RÜYADA”
Oyuncu ve senarist Oğuzhan Koç, çocukluğundan beri bestelediği
şarkıları, ilk albümü “Ben Hala Rüyada” ile müzikseverlerle paylaşıyor.
Albümde Oğuzhan Koç’un her biri kendi söz ve bestelerinden oluşan
10 şarkısı yer aşıyor, Kendi şarkılarını bestelemeye 15 - 16 yaşlarında
başlayan Oğuzhan Koç, Ferhat Göçer’in seslendirdiği “Gül ki Sevgilim”
ve Gülben Ergen’le düet yaptığı “Giden Günlerim Oldu” parçalarıyla
büyük beğeni topladı.
2.5 yıl süren çalışmaların ardından yayınlanan, müzik direktörlüğü ve
aranjörlüğünü Alper Erinç’in üstlendiği “Ben Hala Rüyada” albümünde,
Ozan Doğulu’nun da iki düzenlemesi yer alıyor. Pop tarzında hazırlanan
albümde, pek çok değerli müzisyen bir araya geldi.
MEHMET ERDEM:
“HİÇ KONUŞMADAN”
Geçtiğimiz sene “Herkes Aynı Hayatta” isimli ilk albümünü yayımlayan
ve milyonların beğenisini kazanarak bir fenomen haline gelen Mehmet
Erdem, yeni albümünü tamamladı. “Hiç Konuşmadan” isimli ikinci solo
albümü ile müzik marketlerde yerini alan sanatçı yeni albümüyle de
oldukça iddialı.
“Olur Ya”, “Hakim Bey”, “Herkes Aynı Hayatta” ve “Haydi Gel Gidelim”
şarkılarıyla geçtiğimiz yıldan beri dillerden ve müzik listelerinin
zirvesinden düşmeyen Mehmet Erdem, “Hiç Konuşmadan” isimli yeni
albümünde 3 tanesi yeni, 7 tanesi de diğer isimlerden dinlediğimiz,
Mehmet Erdem’in sahne performanslarında söylemeyi çok sevdiği
şarkılardan oluşuyor.
RUBATO’NUN İLK ALBÜMÜ
“BİR / ONE”
Türkiye’nin önemli müzik adamlarının bir araya gelerek kurdukları müzik
topluluğu RUBATO’nun ilk albümü “BİR / ONE” çıktı. RUBATO, Özer
Arkun, Fatih Ahıskalı, Göksun Çavdar ve Eralp Görgün gibi Türkiye’nin
önemli müzik adamlarından oluşan bir müzik topluluğu. Bir müzik
cümlesinde temponun serbest bir anlayışla hızlandırılıp, yavaşlatılması
anlamına gelir. Yani bir tür ritmik özgürlüktür.
Şimdiye kadar sayısız önemli sanatçının albümlerinde ve konserlerinde
enstrümanları ile yer alan Özer Arkun, Fatih Ahıskalı, Göksun Çavdar
ve Eralp Görgün; birlikte müzik icra ettiklerinde aynı anda aynı
duyguları paylaşarak büyük bir ahenk içinde – adeta sadece kendilerinin
görebildiği bir şefi takip edercesine - birlikte hissettiklerini ve
“Rubato”nun da böylece doğduğunu söylüyor. Bu birlikte hissediş hali,
hiç şüphesiz uzun yıllardır birlikte müzik yapmalarının ve bu süreçte
olgunlaşan dostluklarının doğal bir sonucu.
72
REYONDAKİLER
BECEL TEREYAĞI KEYFİ
Tereyağı lezzetinden vazgeçemeyenler için Becel ‘den yepyeni bir
ürün Becel Tereyağı Keyfi. A, D ve E vitaminleri ile zenginleştirilmiş Becel Tereyağı Keyfi aynı zamanda zengin bir omega 3 kaynağı. Kahvaltıda, pişirilen yemeklerde, hamur işlerinde, tost ve sandviçlerde güvenle kullanabileceğiniz Becel Tereyağı Keyfi, 250 g.
ve 500 g. ‘lık kase ambalajının yanı sıra 485 ml.’lik pratik şişesiyle
Adese reyonlarında yerini aldı.
ÜLKER LAVİVA
Ülker’in yeni ürünü Laviva ile çikolata deneyiminde yepyeni bir sayfa açılıyor. Laviva, ağızda yoğun bir tat bırakan bitter çikolata kreması, yumuşak kakaolu bisküvi ve dolgulu sütlü çikolatanın büyüleyici birlikteliğinden oluşuyor. Laviva’nın ağızda hızla eriyen ve ferahlık hissi veren bitter kremasına çikolata severler hayran olacak.
AQUAFRESH LİTTLE TEETH
• 3-5 yaş aralığındaki çocuklar için özel olarak geliştirilmiştir.
• Çocuğunuzun yeni çıkan yetişkin dişleri için koruma sağlar.
• Düşük aşındırma özelliğindedir.
• Çürüklere karşı korur.
• Diş minesini korur.
• Diş hekimleri tarafından tasarlanmıştır.
• Tatlı nane tadındadır.
AQUAFRESH BİG TEETH
• 6 yaş ve üzeri çocuklar için özel olarak geliştirilmiştir.
• Karma dişler, diş boşlukları ve diş eti için özel olarak geliştirilmiştir.
• Köpüren florürlü formülü karma dişlerin güçlenmesine yardımcı olur.
• Düşük aşındırma özelliğindedir.
• Çürüklere karşı korur.
• Diş minesini güçlendirir.
• Taze nane tadındadır.
UNİ BABY YENİDOĞAN
ISLAK PAMUK MENDİL
Yenidoğan bebeklerin cilt temizliğinde doktorlar tarafından önerilen su ve pamuk, Uni Baby tarafından pratik kullanım sağlamak
amacıyla bir araya getirildi. Uni Baby Yenidoğan, saf su ve doğal pamuktan oluşur, bebeğinizin cilt pH’ı ile uyumludur. Eczacıbaşı güvencesi ile üretilen ‘ıslak pamuk mendil’ alkol, paraben,
boya maddesi, kimyasal ajan ve parfüm içermez. Uni Baby Yenidoğan ile bebeğinizin cildine zarar vermeden ilk günden itibaren
güvenle temizleyebilirsiniz. Bu yeni ürün 40’lı ambalajı ve 3’lü
avantaj paketi ile Adese reyonlarında…
73
ER
Kİ
L
DA
ZY
ON
Vİ
DÜĞÜN
DERNEK
Tür
: Aile, Komedi
Yönetmen : Selçuk Aydemir
Oyuncular : Ahmet Kural, Murat Cemcir, Rasim Öztekin,
İnan Ulaş Torun, Cemil Şahin
Senaryo
: Selçuk Aydemir
İşler Güçler dizisinin yönetmeni Selçuk Aydemir’in yazıp yönettiği,
başrollerde ise Ahmet Kural, Murat Cemcir ve Binnur Kaya’nın oynadığı
yapım. 6 Aralık’ta gösterime giren filmin çekimleri Sivas’ta yapılmıştır.
Sivas’ta bir köy düğününde dünyanın çivisi çıkar ve planlanan evlilik
sürprizler doğurmaya başlar.
YOZGAT BLUES
Tür
: Dram, Komedi
Süre
: 92 dakika
Yönetmen : Mahmut Fazıl Coşkun
Oyuncular : Nadir Sarıbacak, Ercan Kesal, Tansu Biçer, Ayça Damgacı
Senaryo
: Tarık Tufan
Yozgat, Yavuz ve Neşe’nin hikâyesinin başladığı ya da bittiği yerdir...
Aldıkları bir iş teklifi sonrasında Yozgat’a taşınan müzik öğretmeni ve
şarkıcı Yavuz ve öğrencisi Neşe hayatlarının önemli bir dönüm noktasına
adım atmak üzeredir. İcra ettikleri müzik türüyle bu yeni şehirde kimsenin
ilgisini çekemeyen ikilinin çabalarına, buraya taşındıkları ilk günlerde
tanıştıkları Sabri’nin yardımları da eklenir ancak sonuç yine olumsuzdur. Bu
olumsuz sonuç beklenmedik gelişmeleri de beraberinde getirir.
KÖKSÜZ
74
Tür
: Dram
Süre
: 81 dakika
Yönetmen : Deniz Akçay
Oyuncular : Ahu Türkpençe, Lale Başar, Mihriban Er,
Sekvan Serinkaya, Melis Ebeler
Senaryo
: Deniz Akçay
Babasının ani ölümüyle dünyası başına yıkılan Feride, kimsesiz kalan
ailesinde baba rolünü üstlenmek zorundadır. Genç kadın artık çaresiz
annesi ve iki kardeşini kollamak durumundadır. Zamanla üstlendiği bu rol
üzerine iyice yapışır ve gerçek anlamda bir ev reisi vazifesi yürütmeye
başlar. Ancak bu durum bir süre sonra aile fertlerinin her birini tarifi zor
bir drama sürükler. Anne Nurcan, çaresizce kızı Feride’yi kaybettiği kocası
yerine koymaya, kardeşi İlker ise sorumluluğun Feride’ye verilmesinden
iyice rahatsız olup ailesinden uzaklaşmaya başlar. Diğer yandan ise en
küçükleri Özge’nin yalnızlıkla mücadelesi tüm hızıyla devam etmektedir.
Feride’nin bu ağır yükten kurtulmak için bir karar verir ve bu karar
herkesin kaderini değiştirir.
75
76

Benzer belgeler

Çeşm- i Dil

Çeşm- i Dil Uyku bozuklukları, kardeş kıskançlığı gülümsemek için öneriler, çocuk ve aktüalite dosyalarımızla bu ay da dopdolu bir içerikle karşınızdayız. Hepinize huzur dolu günler diliyoruz.

Detaylı