Haramzadenin Göremediği, Helalzadenin

Transkript

Haramzadenin Göremediği, Helalzadenin
Haramzadenin Göremediği, Helalzadenin Söyleyemediği Hakikatin Yitirilişi
Pazartesi, 29 Nisan 2013 07:04
Bahâüddin Âmilî 16. yüzyılın sonlarıyla 17. yüzyılın başlarında İran coğrafyasında yaşamış çok
yönlü bir İslam bilginidir. Matematik, Astronomi gibi aklî ilimler yanında Tefsir, Fıkıh gibi naklî
ilimlerde de temayüz etmiş ender simalardan olan Âmilî, ilmî kişiliğinin yanında şiirleri ve seçkin
edebi eserleriyle de tanınmaktadır. Bunlara tasavvuf ve zühd sahasına dönük ilgisini de
eklersek Âmilî’nin ilim mesleği yanında irfan meşrebine de yabancı olmadığını söyleyebiliriz.
Amilî’nin, Dellâl Abbas tarafından edisyon kritik edilerek Arapçaya çevrilen ‘et-Tedeyyün
ve’n-nifak bilisâni’l-kıttı ve’l-fe’r’ [Kediyle farenin dilinden gerçek dindarlık ve nifak] isimli eseri de
edebî tasavvuf literatürüne zenginlik katan enteresan örneklerdendir.
Âmilî bu kitapta kedi ile farenin ağzından döneminin bazı fıkıhçılarıyla bazı tasavvufçularını
karşılaştırır; kedinin ağzından fıkıhçıyı, farenin ağzından tasavvufçuyu konuşturur. Kitapta çeşitli
darb-ı meseller eşliğinde bir yandan şeriatın özünü kavrayamamış dar ve sığ bakışlı ‘kalıpçı
fıkıhçılık’ eleştirilirken diğer taraftan tasavvuf ve tarikat bağlılığı akl-ı selim ve şeriat ölçülerine
baskın gelen ‘hurafeci tasavvufçuluk’ eleştirilir.
Bahâüddin Âmilî hem fakih hem zâhid bir kimlik olarak özde ne fıkıhla ne tasavvufla sorunlu
biridir. Yaptığı, yaşadığı dönemde su yüzüne çıkmış gerek mezkur fıkıh tecrübesine gerek
mezkur tasavvuf tecrübesine içeriden dillendirilen bir eleştiridir. O, tıpkı çağdaşı İmam
Rabbânî’nin yaptığı gibi yer yer emraz-ı kalbiyyeye ilgisiz kalan bürokrat fukaha çevresine, yer
yer özünü tükettikleri tarikatı geçim ve ikbal aracına dönüştüren istismarcı sûfîlere yerinde
1/6
Haramzadenin Göremediği, Helalzadenin Söyleyemediği Hakikatin Yitirilişi
Pazartesi, 29 Nisan 2013 07:04
tenkitler yönelterek her iki muhitin de ıslahına çalışmıştır.
Bahâüddin Âmilî’nin mezkur kitabını okurken son bölümde ‘Nifâku ehl-i’l-belât’ [Saray
ahalisinin iki yüzlülüğü] başlığıyla verilen, biraz serbest bir tercümeyle ‘bürokratik
samimiyetsizlik’ diyebileceğimiz bir darb-ı meseli sıdk u samimiyetimize ayna tutması niyetiyle
buraya taşımak istiyorum.
’Kadim zamanlarda Horasan’da padişahın sarayıyla bir dervişin tekkesi varmış. Padişahın
sarayında devletin idaresini yürüten anlı şanlı vezirleri, Dervişinse tekkesinde garip guraba
müridleri varmış.
Bir gün müridlerden genç olan biri sarayın yakınlarından geçerken Padişahın maiyyetiyle
karşılaşır. Kalabalığı yarıp huzura çıkmayı başaran mürid, Dervişten duyup yarım yamalak
ezberlediği birkaç beyit şiiri oracıkta okuyup Padişahın dikkatini çekmeyi dener. Artık eşref
saatine denk geldiğinden olacak şiiri dinleyen Padişah çok memnun olur, Müride iltifat edip onu
12 tümen altınla ödüllendirir.
Mürid büyük bir mutlulukla tekkeye varmış. Başından geçenleri anlattıktan sonra tekkenin
ihtiyaçları için altınları harcamaya başlamışlar. Müridin Padişahtan gördüğü iltifat Dervişi epey
umutlandırmış olmalı ki derviş, bizim Genç Mürid benden yarım yamalak duyup ezberlediği bu
beyitleri vezinlerini bile bilmeden gelişi güzel okuyup bu ihsana layık görüldüğüne göre Padişah
beni görse kim bilir ne ihsanlarda bulunur, belki bana yıllık maaş bile bağlar diye düşünmüş.
2/6
Haramzadenin Göremediği, Helalzadenin Söyleyemediği Hakikatin Yitirilişi
Pazartesi, 29 Nisan 2013 07:04
Altınlar tükendikten sonra Derviş sarayın yakınlarına gidip Padişahın yolunu gözlemeye
başlamış. Bir vakit sonra Padişah maiyetiyle birlikte yolun başında görünmüş. Padişaha doğru
usul usul yürüyen Derviş kemali hürmetle huzura sokulmuş ve Padişaha bildiği en güzel şiirleri,
hem de vezin ve makamlarının hakkını vererek okumaya başlamış. Ters zamana denk gelmiş
olacak ki Padişah Dervişe hiç iltifat etmemiş. Derviş yine de ısrarla beyit okumaya devam etmiş.
Padişah bu durumdan fena halde rahatsız olduğu gibi bir de Dervişin ısrarını küstahlık sayıp
görevlilere onun boynunu vurmalarını emretmiş.
Derviş bir hayal kırıklığı içinde yaka paça celladın yanına götürülmüş. Cezanın infazı için biraz
sonra vezir de oraya gelmiş. Derviş son bir umutla vezire yalvarmış; efendim, ne olur beni
öldürmeyin, dünyada kimsenin sahip olmadığı bir sırra sahibim, size çok büyük yararım
dokunur, demiş. Vezir ‘neymiş sırrın?’ deyince, efendim, dünyada göz görmemiş, hiçbir kralın
başına nasip olmamış güzellikte bir kavuk bezi dokuyabilirim demiş. Üstelik kavuğun bir özelliği
var ki, padişahın namını dünyaya duyurur diye eklemiş. Merakına mani olamayan vezir ‘neymiş
özelliği?’ diye sormuş. Efendim, bu kavuğu ancak helalzadeler görür, haramzadeler göremez
demiş.
Duydukları karşısında şaşkına dönen ahmak vezir, dervişin isteğini padişaha arz edene kadar
cellada beklemesini emretmiş. Gidip durumu padişaha arz etmiş. Padişah da dünyada eşsiz bir
kavuğa sahip olmanın büyüleyici hayaline kapılıp Dervişi huzura istetmiş. Huzura çıkartılan
Dervişe sormuş; ‘bahsettiğin kavuktan bana yapabilir misin?’ Derviş, sultanım, bu hakir kul size
kurban olsun. Bana yeterli süre verirseniz size eşsiz bir kavuk yapabilirim. Hem de öyle bir
kavuk ki, onu sadece helalzadeler görebilir, haramzadeler asla göremez, demiş. Padişah, peki,
salın şu dervişi, gerekli malzemeyi satın alabileceği kadar para da verin, bakalım nasıl bir
kavukmuş bu, diyerek dervişi serbest bırakmış.
Derviş haznedardan paraları aldığı gibi tekkenin yolunu tutmuş, hiç tasasız müritleriyle birlikte
paraları yemiş, herhangi bir hazırlık da yapmamış. Bir süre sonra saraydan bir görevli gelip
tekkenin kapısına dayanmış. Görevlinin yanına yaklaşan Derviş, elleriyle sanki bir bezin iki
ucundan tutuyormuş gibi görevliye hayran hayran anlatmaya başlamış; billahi, ne harika değil
3/6
Haramzadenin Göremediği, Helalzadenin Söyleyemediği Hakikatin Yitirilişi
Pazartesi, 29 Nisan 2013 07:04
mi? Şu renklerin canlılığına bak. Ya şu dokumanın zarafetine ne dersin? Dervişin ellerinde
hiçbir şey göremeyen görevli şaşkın şaşkın sağına soluna bakınıp durmuş. Ancak adı
haramzadeye çıkar korkusuyla açık da etmemiş, yapmacık da olsa kumaşı övmeye başlamış.
Tekkeden ayrılan görevli doğru vezirin yanına varmış, Dervişin olağanüstü bir kavuk bezi
dokuduğunu, onun elinde gördüğü bezin eşini o güne kadar dünyada görmediğini söylemiş.
Vezir ses çıkarmamış ama içten içe tedirgin olmuş. Ya soyuma haram karışmışsa diye telaşa
kapılmış. Milletin içinde rezil olmaktansa şimdiden Dervişin yanına varıp bezi göreyim diye
düşünmüş. Vezir doğru tekkenin kapısına varmış, Derviş ona da tıpkı görevliye gösterdiği
muameleyi göstermiş. Vezir de dervişin ellerinde hiçbir şey görememiş. Kendi kendine yandım
demiş, desene ben haramzadeyim diye içten içe sızlanıp durmuş. Bari haramzade olduğumu
kimse anlamasın diyerek o da bezi görüyormuş gibi yapıp Dervişle beraber onu övmeye
başlamış. Numarasını Vezire de yutturduğunu düşünen Derviş içten içten sevinmeye başlamış.
Saraya dönen Vezir diğer vezirlere bezi öve öve bitirememiş. Diğer vezirlerin her biri ne olur
ne olmaz, sarayda herkesin içinde rezil olmaktansa tez elden şu bezi bir de ben göreyim diye
sabah erken vakit ayrı ayrı gidip tekkeyi ziyaret etmişler. İlk vezirin yaşadıklarını onlar da harfi
harfine yaşamışlar. Döndüklerinde onlar da Padişahın huzurunda bezi övmekten kendilerini
alamamışlar.
4/6
Haramzadenin Göremediği, Helalzadenin Söyleyemediği Hakikatin Yitirilişi
Pazartesi, 29 Nisan 2013 07:04
Anlatılanlar üzerine iyice meraklanan Padişah kavuğun saraya getirilmesini emretmiş. Hayali
kavuk Dervişin özenle hazırladığı bohçanın içinde ihtişamlı bir törenle saraya getirilmiş. Bohça
Padişahın önüne konulunca bu defa tedirginlik sırası Padişaha gelmiş. Padişah yarı meraklı yarı
tedirgin, bohçanın açılması işaretini vermiş. Bir de ne görsün, ortada kavuk mavuk yok.
Padişahı bir anda hafakanlar basmış. ‘Eyvah, kavuğu göremiyorum, ben haramzade miymişim?
Şimdi âleme rezil rüsva oldum! Şu hain vezirler de artık tahtımın dibini oymaya başlarlar’ diye
için için yanmışsa da kimseye belli etmemeye çalışmış. Vezirlere emredip kavuğun nesine
hayran oldularsa anlatmalarını istemiş. Vezirlerin her biri boş bohçaya baka baka, hayali
kavuğun güzelliklerini anlatıp binbir yalan söylemişler. Padişah, burada benden başka
haramzade yok herhalde diyerek hayali kavuğu bir sandukanın içine koydurup kilitlettikten sonra
dehşet içinde Valide sultanın yanına varmış. (…)’
Masal böyle devam ediyor. En sonunda Derviş işin iç yüzünü padişaha anlatıyor. Kabak onu
Padişahın huzuruna çıkarıp, kavuk diye padişahın başına belayı saran ahmak vezirin başına
patlıyor. (Amilî, et-Tedeyyün ve’n-nifak bilisâni’l-kıttı ve’l-fe’r)
Hikayenin esprisi, hakikatten anlamayanlara sahteciliğin diliyle hitap edilmesinde gizli. Derviş,
Genç müridin okuduğu kulaktan dolma, vezinsiz beytlere (sahteye) itibar ettiği halde kendi
okuduğu tam ve vezinli beyitlere (hakikate) ilgi duymayıp üstüne üstlük ceza vermeye
kalkanlara hayali kavuk üzerinden bütün bir hayatlarının sahtecilik olduğunu gösteren zekice bir
ders vermek ister ve tasarladığı planı uygulayarak hakikati cezalandırmaya kalkanları kendi
yalanlarıyla cezalandırır.
Kıssadan hisse:
5/6
Haramzadenin Göremediği, Helalzadenin Söyleyemediği Hakikatin Yitirilişi
Pazartesi, 29 Nisan 2013 07:04
a- Doğruluğu sizin itibarınıza refere edilen ‘hakikat’ hakikat değildir; sadece itibarınız üzerinden
yürütülen bir şantajdır.
b- Bir şantaja uğramış olsanız da haktan vazgeçmeyin; son tahlilde itibarsız yaşayabilirsiniz,
ama hakikatsiz yaşayamazsınız.
c- Hakikati ancak hasebinden ve nesebinden emin olanlar sonuna kadar sahiplenebilir.
d- Sıdkın bedeli ağırdır; hakikat namına haramzadelik ithamını bile göze almalısınız.
e-Kariyer ve itibar telaşıyla hakikat karşısında dudaklarınız titremesin. Nam ve izzet için de olsa
hakikat karşısında hesap yapmayın. Unutmayın, namınız da izzetiniz de eğer hakiki iseler
değerlidirler. Hakikatin olmadığı bir yerde hakikilikten söz edilemez. Öyleyse izzeti hakikate
rağmen değil, hakikate binaen arayın.
6/6